2. Lisansüstü Öğrenci Kongresi Bildiriler Kitabı
Transkript
2. Lisansüstü Öğrenci Kongresi Bildiriler Kitabı
İSTANBUL TİCARET ÜNİVERSİTESİ 2. LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİ KONGRESİ BİLDİRİLER KİTABI İSTANBUL TİCARET ÜNİVERSİTESİ 2. LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİ KONGRESİ Editörler: Berk Çaycı - Ayşegül Elif Karagülle - Sena Aydın Tüm yayın hakları İstanbul Ticaret Üniversitesi’nindir. Yayıncının izni olmaksızın, hiçbir biçimde ve hiçbir yolla, bu kitabın içeriğinin bir bölümü ya da tümü yeniden üretilemez ve dağıtılamaz. Kapak Tasarımı Onur Yüksel Dizgi ve Kapak Grafiği Öğr. Gör. İhsan Eken 1. Basım 2016 ISBN 978-975-6516-34-8 Basım Yeri İMAK OFSET BASIM YAYIN TİC. VE SAN. LTD. ŞTİ. Merkez Mh. Atatürk Cad. Göl Sk. No:1 34197 Yenibosna / İstanbul / Türkiye İstanbul Ticaret Üniversitesi Sütlüce Mahallesi, İmrahor Caddesi, No:90, Beyoğlu 34445, İstanbul Tlf: 444 0 413 E-posta: rektörlü[email protected] www.ticaret.edu.tr Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Celalettin Aktaş Düzenleme Kurulu Prof. Dr. Mete Çamdereli Prof. Dr. Celalettin Aktaş Doç. Dr. Rıdvan Şentürk Doç. Dr. Ala Sivas Doç. Dr. Oya Şakı Aydın Doç. Dr. Zeliha Hepkon Doç. Dr. R. Gülay Öztürk Yrd. Doç. Dr. Gözde Öymen Yrd. Doç. Dr. Hilal Özdemir Çakır Bilim Kurulu Prof. Dr. Bilal Arık Prof. Dr. Füsun Alver Prof. Dr. Nigar Pösteki Prof. Dr. Filiz Balta Peltekoğlu Prof. Dr. Hamza Çakır Prof. Dr. Emre Bağçe Doç. Dr. Hakan Aydın Doç. Dr. Ahmet Tarcan Prof. Dr. Mete Çamdereli Prof. Dr. Celalettin Aktaş Prof. Dr. Cüneyt Binatlı Prof. Dr. Ayşen Gürcan Prof. Dr. Ece Karadoğan Doruk Doç. Dr. Ali Büyükarslan Doç. Dr. Emine Yavaşgel Doç. Dr. Veli Polat Doç. Dr. R. Gülay Öztürk Doç. Dr. Ayda Uzunçarşılı Soydaş Doç. Dr. Ahmet Ayhan Doç. Dr. Nurdan Akıner Doç. Dr. Mehmet Aslantepe Doç. Dr. Rıdvan Şentürk Doç. Dr. Ala Sivas Doç. Dr. Oya Şakı Aydın Doç. Dr. Zeliha Hepkon Yrd. Doç. Dr. Habibe Öngören Yrd. Doç. Dr. Yusuf Özkır Yrd. Doç. Dr. Gözde Öymen Yrd. Doç. Dr. Hilal Özdemir Çakır Yrd. Doç. Dr. Nejat Çetinok IV İÇİNDEKİLER SUNUŞ Mete ÇAMDERELİ......................................................................................VI Celalettin AKTAŞ.......................................................................................VII HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIMDA MEDYANIN KULLANIMI: AVRUPA VE TÜRKİYE Arzu KARA....................................................................................................1 KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUNUNUN GÖSTERGEBİLİMSEL BİR İNCELEMESİ Arzu KARA..................................................................................................12 PROPAGANDADAN SİYASAL REKLAMCILIĞA KURAMSAL BİR İNCELEME Aslı Aydemir ADVAN..................................................................................24 KAMUDA HALKLA İLİŞKİLER UYGULAMALARI: AVRUPA’DAN ÖRNEKLER Batuhan ASLAN..........................................................................................35 TÜRKİYE’DEKİ IPTV TEKNOLOJİSİ VE TİVİBU ÖRNEĞİ Bedia Zeynep KÜÇÜK...............................................................................42 21. YÜZYILDA TÜRK SİNEMASI’NDA TÜRK TOPLUMUNUN DEĞİŞİMİNİN ERKEK KARAKTERLER ÜZERİNDEN YANSIMASI Can DİKER..................................................................................................52 GÜNDEM BELİRLEME KURAMI ÇERÇEVESİNDE SİYASAL KARAR VERME SÜRECİNDE SOSYAL MEDYANIN ETKİSİNİN İNCELENMESİ Çetin KILIÇ..................................................................................................60 SOSYAL MEDYA VE NEFRET SÖYLEMİNİN SIRADANLAŞMASI Ece ETKESER.............................................................................................79 ÇAĞDAŞ SİNEMADA AUTEUR: LEOS CARAX Fatih YÜRÜR...............................................................................................95 TELEVİZYON REKLAMLARINDA KADIN TEMSİLİ VE TOPLUMSAL CİNSİYET İLE İLİŞKİSİ Fatma KABAOĞLU...................................................................................113 TELEVİZYON HABERCİLİĞİNDE EĞLENDİREN BİLGİ (INFOTAİNTMENT) OLGUSU: KAMU VE ÖZEL TELEVİZYON KANALLARI ÇERÇEVESİNDE ANAHABER KUŞAĞININ İNCELENMESİ Gözde SUNAL & Cansu SUNAL.............................................................126 ORTAÖĞRETİMDE TABLET BİLGİSAYARIN KULLANIMI: FATİH PROJESİ ÖRNEĞİ Halis ARICAN............................................................................................147 QR KOD TEKNOLOJİSİNİN GENEL GAZETELERİN YAŞADIĞI SORUNLARI ÇÖZMEDEKİ ROLÜ Hüseyin ASLAN........................................................................................156 V TÜRKİYE’DE MEDYANIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ: NEO LİBERAL POLİTİKALAR VE SERMAYE YAPISININ DEĞİŞİMİ İhsan EKEN...............................................................................................164 SİSTEM İLETİŞİM ÇALIŞMALARINDA YENİ MEDYA TEKNOLOJİLERİNİN KULLANIMI Murat BARAN............................................................................................179 BBC VE CNN TELEVİZYONLARININ YAYIN POLİTİKLARI: KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ Serra ORKAN.............................................................................................190 TÜKETİM TOPLUMU VE TELEVİZYON DİZİLERİ: MEDCEZİR ÖRNEĞİ Sinem ARSLAN..........................................................................................197 SİNEMADA GÖRÜNTÜ DÜZENLEMESİ: GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİ SİNEMASI ÇERÇEVESİNDE BİR DEĞERLENDİRME Vahit ÖZDEMİR........................................................................................209 KUZEY AFRİKA’DA ARAP BAHARI SÜRECİNDE SOSYAL MEDYANIN ROLÜ Xheni SİMAKU..........................................................................................225 TÜRKİYE’DE KAMU SEKTÖRÜNDE HALKLA İLİŞKİLER BÖLÜMLERİNİN YAPISAL SORUNLARI VE ÇALIŞANLAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME Yener Lütfü MERT....................................................................................233 SÜRDÜRÜLEBİLİR ŞEHİR MARKALARI İÇİN ÇOK YÖNLÜ SİMETRİK İLETİŞİM MODELİ YAKLAŞIMI Zeynep GENEL........................................................................................240 TÜRKİYE’DE MEDYANIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ BASINA GÜVENİN SARSILMASI Zeynep KILIÇ............................................................................................252 VI İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü tarafından düzenlenen Lisansüstü Öğrenci Kongresi’nde sunulan bildirilerden oluşan bu çalışma akademiye yeni adım atan ve bu yolda çaba sarf eden değerli öğrenci arkadaşlarımızın katkılarıyla oluştu. Onlar henüz yolun başındalar, umutları taze ve beklentileri yüksek. Onların bu umutlarını korumaları, şekil almaları ve yol kat etmeleri ise bizlerin yani hocalarının elinde. Bilimin ışığında onları yönlendirirken, akademik terbiyeyi de sunarak akademik disiplin ile onları yoğurmak bizlere düşüyor. Umutlu ve genç arkadaşlarımızı yıldırmadan ve incitmeden yollarına devam etmelerini sağlamalıyız. Çünkü onların bıkkınlıkları, akademiden uzaklaşmak istemeleri, gelecekteki dünyanın zarar görmesi ve incinmesi demek. Akademi aslında bir usta-çırak ilişkisidir. İnsan yetiştirmek, kendi değerlerinizi ve tarzınızı ona aktarmak, yaşayacağınız en büyük tatminlerden biridir. Unutmamak gerekir ki bugün yolun başında olan genç arkadaşlarımız yarının profesörleridir. Bir bayrak yarışı olan akademide teslim edebileceğiniz bir bayrağınızın olması kadar bayrağı teslim edebileceğiniz bir öğrencinizin de olması mühimdir. Akademide unutulmaya yüz tutan hoca-öğrenci ilişkisi akademinin geleneğidir. Bir yazarın dediği gibi bir usta ancak çırağı olduğunda gerçekten usta olur. Hiçbirimiz öğrencilerimizi yetiştirmekten imtina etmemeliyiz. Yazdığımız kitaplardan, makalelerden daha ziyade bir katkıdır yetiştirdiklerimiz. Yaşayan kitaplardır, mirasınızı ve emanetinizi sürdürebilecek olanlardır. Öğrencileriniz size ihtiyaç duyanlardır, ellerinden tutulması gereken ve sonra yollarında yürümeye bırakmanız gerekenlerdir. Lakin hiçbir zaman elinizi ve gözünüzü üzerlerinden eksik etmemeniz gerekir. Değerini bilen bir öğrenci için hocası akademinin temelidir. Hocasından gördükleri ile büyür, onun dizinin dibinde yetişir bir öğrenci. Dolayısıyla yetiştirebileceğiniz öğrenciler sizin eseriniz ve mutluluğunuzdur. Sözlerim yarının hoca adayları olan genç meslektaşlarımadır. Lisansüstü Öğrenci Kongresi’nde sunulmuş bildirilerden oluşan bu kitap kıymet bilen değerli öğrencilerimize ancak küçük bir armağan olabilir. Kongrede ve kitabın yayın aşamasında emeği geçen herkese teşekkürlerimle. Prof. Dr. Mete ÇAMDERELİ İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı VII 2014 yılından itibaren gerçekleştirdiğimiz ve artık geleneksel bir hale dönüşen lisansüstü öğrenci kongremizin ilk kongre kitabını çıkarmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Yayımlanan bu kongre kitabında, I. ve II. Lisansüstü Öğrenci Kongrelerinde sunulan tebliğler tam metin olarak yer almaktadır. Bu kitap ile birlikte kongrelerimize katılma fırsatını elde etmiş lisansüstü düzeyde akademik çalışmalarına devam eden araştırmacıların tebliğleri, bir eserle kalıcı bir hale dönüştürülmüş ve diğer araştırmacıların da yürütülen nitelikli lisansüstü düzeydeki akademik çalışmalardan haberdar olabilmelerinin önü açılmıştır. Düzenlenen kongrelerde araştırmacılar, görsel kültür ve toplum, yeni iletişim teknolojileri ve toplum, medya ve siyaset, sinema, Türkiye’de medyanın yapısal dönüşümü, medya ve toplum, iletişim, tanıtım ve eğitim gibi başlıklar altında çok sayıda tebliği sunarken hem akademik gelişimlerine hem de iletişim bilimi alanına katkıda bulunmuşlardır. Bugün lisansüstü öğrenci kongrelerinde tebliğ sunan araştırmacılar, geleceğin potansiyel akademisyenleridir. Üniversitemiz, Fakültemiz ve Medya ve İletişim Sistemleri Bölümümüz bu düşünceler çevresinde lisansüstü akademik çalışmalara destek vermektedir. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin ev sahipliğinde İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü tarafından düzenlenen lisansüstü öğrenci kongrelerinin gerçekleşmesine katkıda bulanan, İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım Ekren’e, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mete Çamdereli’ye ve kongrelerin düzenlenmesinde ve kongre kitabının baskıya hazırlanmasında emeği geçen bütün meslektaşlarıma ve çalışma arkadaşlarıma bu vesile ile teşekkür etmek istiyorum. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde III. Lisansüstü Öğrenci Kongresi’nde tekrar buluşmak üzere… Prof. Dr. Celalettin Aktaş İstanbul Ticaret Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri Bölüm Başkanı 1 HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIMDA SOSYAL MEDYANIN KULLANIMI : AVRUPA VE TÜRKİYE (ÖRNEK UYGULAMALAR) Arzu KARA Özet: Bu çalışmada ; sosyal medya kavramı halkla ilişkiler açısından tanımlanıp değerlendirilmekte, sosyal medya ortamında gerçekleştirilen uygulamalar halkla ilişkiler değerlerine göre incelenmektedir. Yeni iletişim teknolojileriyle ortaya çıkan sosyal medya günümüzde insanların yoğun kullandıkları ortamlar haline gelmesiyle kurumların da dikkatini çekmektedir. Stratejik iletişim yönetiminin başkahramanı olan halkla ilişkiler, sosyal medyanın giderek güçlenmesi sayesinde on-line ortama taşınmaktadır. Bu çalışmada sosyal medyada mevcut Avrupa ve Türkiye uygulamaları ele alınmış ortaya çıkan farklılıklar değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Halkla İlişkiler 2., Çevrimiçi Topluluk, Sosyal Medya Kampanyaları, Avrupa, Türkiye THE USE OF SOCIAL MEDIA IN PUBLIC RELATIONS AND PROMOTION : EUROPE AND TURKEY (EXAMPLE APPLICATIONS) Abstract: In this study; the term social media and public relations are identified and evaluated for the relationship between the public via social media application. New communication technologies used by the emerging social media environments which people nowadays are becoming more intensely attracted with the attention of the institution. The main character of the management of public relations with strategic communication, social, thanks to the strengthening of the root of the online environment is increasing. Again, with this study the differences between social media applications available both in Europe and Turkey are being discussed thus evaluated. Keywords: Social Media, Public Relations 2.0, Online Community, Social Media Campaigns, Europe, Turkey 2 Giriş İletişim günümüz dünyasının en önemli kavramı haline gelmiştir. Artık insanların / kurumların başarıları ya da başarısızlıkları iletişimle ilişkilendirilmektedir. Yeni iletişim teknolojileriyle birlikte önem kazanan sosyal medya, kişilerin ya da kurumların iletişime geçmelerini sağlayan önemli mecralardır. Sosyal medya yeni bir kavram olmasına rağmen tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Bu etki tüm işletmelerin de ilgisini çekmiştir. Sosyal medya araçlarının en önemli özelliği sınırları ortadan kaldırarak, kendi topluluklarını oluşturmasıdır. Bu ortamlarda oluşan topluluklar birbirini etkilemekte kanallar vasıtasıyla bilgiyi yaymakta ve kendilerine özel alanlar yaratmaktadırlar. Hedef kitlelerin reklama doymuş olması nedeniyle iletişim faaliyetlerinden istedikleri verimi alamayan kurumlar da sosyal medyayı yeni kurtarıcı gözüyle görmektedirler. Sosyal medyanın maliyetinin düşük ve etkili iletişim ortamları olmaları da ayrı bir avantajdır. Halkla ilişkiler doğrudan bir yönetim fonksiyonu olması nedeniyle tüm kurumlar için büyük bir önem taşımaktadır. Günümüzde halkla ilişkiler, sosyal medyanın getirdiği kolaylıklar ve oluşturduğu etkin iletişim faaliyetleri nedeniyle birçok uygulamasını sosyal medya kanallarıyla gerçekleştirmektedir. Bu çalışmada öncelikle tanımlara yer verilmiştir. Sosyal medya, geleneksel halkla ilişkiler, halkla ilişkilerden sosyal medyada var olan halkla ilişkiler faaliyetlerine, internet teknolojisindeki değişimlerden gelecekteki semantik yaklaşımlara kadar birçok kavram açıklanmaya çalışılmıştır. İçinde yer aldığımız Web 2.0 tanımıyla karşılanan sosyal medya mecraları incelenmiş bu alanlarda yapılan halkla ilişkiler kampanya örnekleri ele alınmıştır. Özellikle Avrupa’da yapılan örnek kampanyalar incelenerek Türkiye’deki uygulamalarla karşılaştırılmıştır. Halkla ilişkiler çalışmaları bakımından kampanyaların kurum kimliği ve itibarına etkileri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Sunduğu avantajlar kadar dezavantajları da belirtilmeye çalışılmıştır. 1- Halkla İlişkiler Kavramı ve İşlevi Halkla ilişkiler kavramı, ilk Fransa’da ortaya çıkmıştır ancak daha çok Amerika Birleşik Devletleri’nde rağbet görmüş ve üzerinde çalışılmıştır. Son yıllarda internet ve sosyal ağların da dahil olmasıyla, kitlelerle basın ve web aracılığıyla yürütülen karşılıklı, geri bildirime dayalı iletişim faaliyetleri halini almıştır. Halkla ilişkiler pek çok odası olan bir konudur: Bu odalar yayınlar, olaylar, haberler, lobicilik ve sosyal yatırımlardan oluşmaktadır. Günümüzde müşterilerin reklama ayırdığı zaman ve güvende azalma olmaktadır. Bu bakımdan halkla ilişkilerin bir mesajı iletme şansı daha yüksektir ve önemlidir. Halkla ilişkiler bir kurumun algılanma biçimidir. Bir kurumun üretiminin, faaliyetlerinin, felsefesinin ve başkalarının o kurum hakkındaki sözlerinin ve düşüncelerinin tümünün yönlendirilmesi ve yönetilmesi sanatıdır. Bir kurum, kamuoyunda iyi bir imaj oluşturmak için güçlü yanlarını iyi ifade etmelidir. Halkla ilişkiler süreci hedef kitleyle nasıl, ne zaman ve ne şekilde ilişki kurulacağının belirlenmesidir. Bu bakımdan halkla ilişkiler tanımı: “ İşletme ile onun karşısındaki hedef kitle arasında karşılıklı menfaate dayalı ve sağlıklı bir diyalog tesis etmesi, bunun sonucunda da kamuoyunun ilgili kesimlerinde işletme hakkında olumlu bir imaj ve destek yaratılmasıdır.” (Askeroğlu, 2010: 17) Halkla ilişkiler tanımdan da anlaşılacağı üzere bu faaliyet alanı son derece kapsamlı bir faaliyettir. Özellikleri özetle: - Halkla ilişkiler uzmanlık gerektiren bir iştir. - Halkla ilişkiler bir yönetim fonksiyonudur. - Halkla ilişkiler örgüt ile çevresi arasındaki bütün iletişimleri yerine getirir. - Halkla ilişkiler örgüt ile çevresi arasındaki iletişim akışının stratejisini belirler, bu strate- 3 jilerin oluşturulması için gerekli araştırmaları gerçekleştirir. - Halkla ilişkiler örgütün hedef kitlelerindeki bütün istek ve beklentileri öngörerek bunu iletişim programlarına yansıtır. - Halkla ilişkiler örgüt içerisinde doğrudan üst yönetime bağlı çalışır. 2- Sosyal Medya Kavramı ve İşlevi Medyanın geçirdiği en büyük değişim insanların pasif olmaktan çıkıp bizzat insanlar tarafından oluşturulan ve yönetilen bir dünya haline gelmesidir. İnternetin giderek büyüyen bir dünya haline gelmesi sosyal medya kavramının tanımlanmasını giderek zorlaştırmaktadır. Sosyal medya, kullanıcı tarafından oluşturulan içerikle doğrudan bağlantılıdır. Sosyal medya, Internet veya mobil tabanlı olup, insanların bilgilerini paylaştıkları ve tartışma yaptıkları platformlar olarak tanımlanmaktadır. Bu terim, genelde yazı, resim, video gibi her türlü sosyal katılımın olduğu alanlara verilen isimdir. Bireylerin internette birbirleriyle yaptıkları diyaloglar ve paylaşımlar sosyal medyayı oluşturmaktadır. Bu medyada ulaşım, bir kişiden yüzlerce kişiye ve yüzlerce kişiden milyonlarca kişiye biçiminde gerçekleşmektedir. Özetle bu iletişim türü, çok yönlü olarak tamamen sohbet ve diyalog üzerinde kurulmuştur. (Zafarmand, 2010: 9) Tüm sosyal medya araçlarının ortak özellikleri şunlardır: Katılım: Sosyal medya ilgisi olan herkesin katılımını veya geribildirim almasını mümkün kılar. Açıklık: Sosyal medya geribildirim ve katılıma açıktır. Oylamayı, değerlendirmeyi, yorum yapmayı ve bilgi paylaşımını mümkün kılar. Diyalog: Sosyal medya iki yönlü bir diyalog olarak değerlendirilebilir. Topluluklar: Sosyal medya ortak ilgilere sahip toplulukların kısa zamanda oluşmasını ve etkili bir şekilde iletişim kurmasını sağlar. Bağlılık: Sosyal medya çoğunlukla bağlılık ilkesine dayanır. 3- WEB 1.0, WEB 2.0 ve WEB 3.0 Kavramı Web 1.0 İnternetin günlük hayatta kullanımıyla birlikte önce kullanıcılar Web 1.0 dönemini yaşadı. Web 1.0 döneminde bir içerik yayınlayıcı bir de içerik okuyucu bulunmaktaydı. Web 2.0 Web 2.0 ile web sitelerini ziyaret edenler sadece tüketen değil aynı zamanda üreten konumuna geçmiştir. Web 2.0 ile aynı anda birçok kişi ile eş zamanlı olarak iletişime geçilebilmekte ve içinde sosyal medya araçları ile birçok uygulama gerçekleştirebilmektedir. Bunlar google, twitter, facebook, skype, wikipedia gibi araçlardır. Günümüzde Web 2.0 dönemi yaşanmaktadır. Web 2.0 birçok insan için bloglar, wiki, podcast, RSS gibi web araçları kişilerin birbirleriyle daha kolay yoldan bilgi edinmesini sağlayan bir araçtır. Kısacası interneti ve web’i destekleyen bir servis olarak görülmektedir. Web 2.0, halkla ilişkiler uzmanları için bilgiyi dağıtabilecekleri aracısız kitle iletişim araçları olduğu kadar aynı zamanda hedef kitleyi ve yaptıkları sohbetleri takip edip geri bildirim alabilecekleri doğal bir ortamdır. (Özkaya, 2012: 362) Web 3.0 Şu anda Web 2.0 teknolojisini kullanmaktayız. Ancak uzmanlar yakın bir zamanda “semantik web” ile özleştirdikleri Web 3.0 dönemine geçişten bahsetmektedirler. Web 3.0 kısaca makinelerin okuyup, anlayıp, yorumlayabileceği bir sistemdir. Web deki tüm içerik tek bir veri tabanı gibi olacak, kullanıcılar bir konuyla ilgili tüm detaylara ulaşabileceklerdir. Farkına tam anlamıyla varamasak da Web 3.0 hayatımıza yavaş yavaş girmeye başlamıştır. Google arama motorunda yaptığımız taramalarda bize “bunu mu demek istediniz” ibaresi, yapılan kitap ve giyim alışverişlerimizde “bunlar da dikkatinizi çekebilir”, “aşağıdaki ürünlere de bir göz atın” ifadeleriyle kendini göstermektedir. Web 3.0 üçüncü nesil internet ağı olarak tanımlanmaktadır. Web 3.0 da web sayfaları sadece sayfa olarak değil içerinde yer alan kelime ve cümleler ayrı bir anlam ve boyut kazanacaktır. Yapay zekalı robotlar internetteki içerikleri ve bilgileri kontrol edebilecek ve kullanıcılara 4 en uygun bilgi ve içerikleri sunabilecektir. Kullanıcıların internetteki zevklerine ve davranışlarına uygun mantıksal çıkarımlar yaparak ihtiyaçlarına uygun cevap vereceklerdir. Kısacası tahmin edici arama motorları, alışveriş motorları ve diğer araçlar “geçmişinize dayalı” isteklerinizin eğilimlerinizin ne olduğunu bilecektir. (Özkaya, 2012: 359) Web 3.0’a pazarlama, halkla ilişkiler ve reklam açısından bakıldığında hedef kitlenin tüm bilgilerini, zevklerini ve eğilimlerini öğrenmek daha kolay hale gelecektir. Veri tabanları sayesinde doğru bilgi, doğru mesaj, doğru zaman, doğru hedef kitleye ulaşacaktır. 4- Geleneksel Halkla İlişkilerden Sosyal Medyadaki Halkla İlişkilere Geçiş Sanal ortamlar aracılığıyla bireyler sadece çevrelerinde olup bitenle değil tüm dünyadaki olaylarla “kendi seçtikleri zaman” ve “kendi seçtikleri kaynak” aracılığıyla ulaşma avantajı sağlamışlardır. Bu bağlamda bireyler istedikleri bilgileri istedikleri an edinme olanağı kazanmış ve bilginin bölgesel, siyasal, ekonomik, toplumsal sınırları ortadan kalkmıştır. Toplumsal yaşamı etkileyen tüm değişimler halkla ilişkiler mesleğini icra edenlerin ilgi alanına da girer. Bu nedenle, internet ortamına kayıtsız kalmak mümkün değildir. İnternetin bir halkla ilişkiler aracı olarak kullanılmasının sağlayacağı yararlar şunlardır: -Geniş bir hedef kitleye kısa sürede ulaşılabilmek, -Hedef kitlenin ürün, hizmet ya da kurum ile ilgili memnuniyet ve memnuniyetsizliğini kısa süre içerisinde öğrenebilme olanağının bulunması, -Ürün ya da hizmetle ilgili herhangi bir kullanımı, yeni gelişmeleri hedef kitleye ulaştırabilmesi, -Hedef kitlenin daha az maliyetle ve kısa sürede eğitiminin ve bilgilendirilmesinin sağlanmasıdır. Sosyal medyadaki halkla ilişkilerle ilgili temel kavramlar Kurumsal itibar Arapça bir sözcük olan “itibar”; saygı görme, değerli ve güvenilir olma durumu saygınlık ve prestij anlamında kullanılmaktadır. Bir başka tanıma göre itibar, bir kişi veya kurum hakkındaki imajı çağrıştıran gerçeklik, dürüstlük, sorumluluk ve bütünlük gibi değerlerdir. (Aslan, 2011: 55) Kurumsal itibar, kurumlara ait bir değerlendirmedir. Bu değerlendirme, firmaların hedef kitleleri, yani başta müşteriler, çalışanlar ve ortaklar olmak üzere tüm insanlar tarafından organizasyona dair bilgileri ve bu tip bir organizasyon olduğu zaman önemli olan değerler karşılaştırılarak yapılır. Kurumsal itibar yönetimi, sosyal medyanın etkili olarak kullanılabileceği bir halkla ilişkiler fonksiyonudur. Sosyal medyayı etkin olarak kullanan halkla ilişkiler uzmanları, hedef kitleyle iletişimi kolayca sağlar, hedef kitlenin dikkatini çekebilir. Bu durum istenen mesajın başarıyla iletilmesini mümkün kılar. Marka Yönetimi Marka farklılaştırır. Markalaşma, piyasaya yeni çıkan bir ürün veya hizmetin tanınma, bilinir hale gelme ve sunulduğu pazar tarafından kabul edilme sürecidir. Markalaşma bir ürün, hizmet veya bir kişinin bilinme, tanınma aşamasıdır. Sosyal medya ortamları şirketlerin markayla ilgili herhangi bir krizi kolayca çözmesini veya hedef kitlelerine kolayca ulaşıp marka kültürünü oluşturmasını, yerleşik bir marka kültürü varsa bu kültüre süreklilik kazandırmasını mümkün kılar. Kriz Yönetimi İnternet gerek krizlerin patladığı, gerekse krizlerin önlendiği yer olarak kriz yönetiminin tam kalbine oturmuş durumdadır. İşletmelerin kurumsal itibarlarını ve imajlarını korumak ve yükseltmek için çalışmak zorunda oldukları günümüz iş dünyasının bir gerçeğidir. Bu çalışma sayesinde kriz etkin bir şekilde yönetilebilir en az hasarla atlatılabilir ve ayrıca krizdeki fırsatlar da değerlendirilir. 5 Kurumsal İletişim Sosyal medyanın kullanılmasıyla kurumsal iletişim de kolaylaşmıştır. Tüm sosyal paydaşlarla gerektiği gibi iletişime geçmenin en kolay ve sağlıklı yolu sosyal medyadır. Gerek iç gerekse dış hedef kitlelere istenildiği zaman ulaşılıyor olması, sosyal medyanın kurumsal iletişimde sağladığı en önemli avantajdır. Burada önemli olan yeni medya ortamlarını iyi tanımak ve kontrollü kullanabilmektir. Halkla ilişkiler 2.0 Çoğu işlemlerin internet ortamında yapılması ve böylece halkla ilişkiler kitlesinin çoğunu teşkil eden insanların bu ortamda bulunması ve bu sanal ortamın hızlılığı, halkla ilişkiler uzmanlarının faaliyetlerini bu sanal ortama kaydırmak zorunda bırakmış ve halkla ilişkiler kavramının yanı sıra halkla ilişkiler 2.0 kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. PR 2.0 süreci ile kitlelere sadece dolaylı yoldan değil, direkt olarak da ulaşabilme fırsatı sunulmaktadır. Mesela Facebook’ta bir sinema filmi için açılan bir grupta insanların o film hakkında görüşlerini söylemeleri, o film için bir PR faaliyeti olup, o filmin tanınması açısından avantajlar sağlamaktadır. Mesela bir fotoğraf paylaşım sitesinde, fotoğraf paylaşım sırasında, fotoğraf makinesi alacak bir kişiye belli markaların kullanıcılar arasında önerilmesi, o marka için bir PR faaliyetini oluşturmaktadır. (Zafarmand, 2010: 49-52) PR 1.0’dan PR 2.0’a Geçiş Neler Değişti? - PR 1.0 deki basın ilanları, PR 2.0 de sosyal medya bültenleri (SMR) olarak değişmiştir. - Yazılı textler, mültimedya biçimine dönüşmüştür. - Haber tel servisleri yerini, Web 2.0 de bulunan RSS’ lere vermiştir. - Adress booklar ( ileti adresleri) ise sosyal ağlar olmuştur. - Yazışma ile mesajlaşma, konuşma şekline dönüşmüş. - Zamana bırakılmış işler ise anında ve çabukça yapılmaktadır. (Zafarmand, 2010: 61) - PR 2.0 sürecinde tüketici ve kullanıcıların, satın aldıkları şeyler ile ilgili bilgiye ulaşma ve kendi düşüncelerini başkaları ile paylaşma imkânları PR 1.0’den daha çoktur. - PR 1.0 küçük basın mensup gruplarını etkilemekteyken PR 2.0 basın mensupları dahil herkesi etkilemektedir. - PR 1.0’da yukardan aşağıya yani, firma yöneticisinden müşteriye doğru bir iletişim vardır ve çoğu zaman sadece firmalar mesajlarını göndermektedirler ama PR 2.0’de müşteriler ve firmalar arasında iki yönlü iletişim bulunmaktadır. Müşterilerin sosyal medya aracılığıyla anında ve çok rahatlıkla geri bildirim verme imkânları mevcuttur. - PR1.0’de mesaj kontrol edilmiş halde yayınlanırken, PR 2.0’de şeffaflık ve katılıma teşvik edilmektedir. Sosyal Medyanın Temel Biçimleri Günümüzde sosyal medyanın temel biçimleri şu başlıklarda sıralanabilir: Bloglar “İnternet günlüğü” olarak ifade edilebilir. Kullanımı ve yönetimi kolay olan bloglar, sahiplerinin hem yazılı hem görsel üretimlerini internet ortamında tüm dünyaya ulaştırmalarına olanak sağlamaktadır. Blog, dünyada çok önemsenen ve ciddiye alınan bir kavram olmasına rağmen, Türkiye’de 2005 yılına kadar çok fazla fark edilmiş değildi. Günümüzde bloglar her yerdedir. Herkes bir blog yaparak yayım gerçekleştirebilir. Migrobloglar Mikrobloglar sosyal medyanın en pratik araçlarından biri olması nedeniyle rağbet görmektedir. Mikroblog sitelerinin en ünlüsü olan Twitter her geçen gün artan kullanıcı sayısıyla daha da büyümektedir. Twitter Twitter bir tür mikro-bloggindir. Grup içerisinde yer alan kullanıcılar o anda birbirlerinin nerede, ne yaptığından haberdar olabilir. Twitter’ın hızlı büyümesinin ardında merak ve popüler olanı takip etme isteği yatar. (Güçdemir, 2010: 33) 6 Sosyal Paylaşım Ağları Facebook 4 Şubat 2004 tarihinde Harvard Üniversitesi 2006 sınıfı öğrencisi Mark Zuckerberg tarafından kurulan Facebook, öncelikle Harvard öğrencileri için kurulmuştu. Daha sonra Boston civarındaki okulları da içine kapsayan Facebook daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm okulları kapsadı. Facebook, bu kadar hareketli bir yapıda olmasını sunduğu özelliklere borçludur. Kullanıcıların arkadaşlarının farklı faaliyetlerinden haberdar olabilmesi, çeşitli ilgi gruplarına girebilmesi, fotoğraf ve video paylaşabilmesi gibi genel sosyal ağlarda bulunan özellikler, Facebook’da da bulunuyor. Facebook’u diğer sosyal ağlardan ayırt eden en büyük özelliği ise kullanıcıların profillerine ücretsiz olarak ekleyebildikleri uygulamalardır. Myspace 15 Ağustos 2003’te faaliyete geçmiştir. Facebook’un popüler alternatiflerinden birisidir. Kullanıcılara e-mail, forum, topluluklar, müzik, video sunan uluslararası bir sitedir. Özellikle müzik paylaşımlarını kolaylaştırır. Profilinize “benim müziklerim” bölümüne videolarınızı yükleyebilirsiniz. (Akar, 2010: 129) Linkedin Özellikle iş profesyonellerine yönelik ayarlanmış bilgi paylaşımı ve iş ilişkisi kurmaya hizmet etmektedir. Alanınızla ilgili çeşitli gruplara ve endüstriye ait bilgilere ulaşabilme olanağı yaratır. Wikiler En bilinen wiki örneği “wikipedia”dır. Farklı kullanım amaçlarına hizmet eder. Wikileri, eğitimciler öğrencilere güncel projeler sağlamak ve proje kaynaklarını düzenli tek bir yerde tutmak için, programcılar binlerce bireyin herhangi bir zamanda yeni kod bilgilerini sağlayabileceği işbirlikçi açık kaynak projeleri için, işletmeler projelerini yönetmek ve mevcut müşteriler kadar değer verilen yeni müşteriler elde etmek için kullanırlar. (Akar, 2010: 70) Postcastler Postcast temel olarak istenildiğinde herhangi bir ses dosyasını RSS aracılığıyla paylaşılmasını sağlayan bir sistemdir. 2004 yılında kullanılmaya başlanmıştır. Takip etmek istenilen radyo/televizyon programları kaydedilip istenilen zaman istenilen araçla izlenilebilir. (Güçdemir, 2010: 32) İçerik Paylaşım Toplulukları Fotoğraf paylaşımı: Flickr 2004’te piyasaya sürülmüştür. 2005’te Yahoo Flickr satın almıştır. Bir fotoğraf paylaşım sitesidir. Video paylaşımı: You Tube Youtube, dünyanın en büyük video paylaşım sitesidir. Bu platforma çeşitli video yüklenip, başkaları tarafından yüklenen videolar izlenebilme olanağı sunar. Yazılı içerik ve haber paylaşımı: Digg Digg sosyal imleme sitesidir. İçerik olarak haber, resim ve video grubunu kapsar. RSS RSS, genellikle haber sağlayıcıları, bloglar ve podcastler tarafından kullanılan, yeni eklenen içeriğin takip edilmesini sağlayan özel bir XML dosya formatıdır. Kullandığı dosya biçimleri RSS ve XML’dir. (Güçdemir, 2010: 31) 5- Sosyal Medyada Halkla İlişkiler Stratejilerini Geliştirmek Sosyal medyadan iyi bir şekilde yararlanmak için hedef kitle ile güvene dayalı bir ilişki oluşturmak gerekir. Test Etmek: Halkla ilişkiler uzmanları her zaman yeni teknolojileri denemek için vakit ayırmalıdır. Sos- 7 yal medya kampanyaların etkinliğini ölçmek için sonuçları test etmek gerekir. Planlamak: - Stratejiler ve hedefler geliştirmek - Hedef kitleyi ve karaktestiğini tanımlamak - Mesajlar geliştirmek - Zaman çizelgesi oluşturmak - Ölçüm yapmak - Halkla ilişkiler uzmanlarının, hedef kitlenin çoğunlukla tercih ettiği sosyal medya kaynakları belirlenmelidir. Bunun için anketler yapılabilir. Eğer bir ortamın uygun olduğunu düşünülüyorsa ölçümlenebilen verileri kontrol etmek gerekir; - Aylık tekil ziyaretçi sayısı - RSS aboneleri - E-mail aboneleri - Blog ya da forum yorumları - Güncellenme sıklığı Gözlemlemek: Sosyal medya ortamında ilgi çekici bir konu hakkında yapılan tartışmaları incelemek önemlidir. Daha önce yazılan yazılara da göz atarak katılımcıların ilgi alanlarını tanımlamak yararlı olabilir. (http://www.isletmeyonetimi.net/sosyal-medya-ve-halkla-iliskiler.html/, 24.02.2013) Sosyal medyada halkla ilişkiler kampanyası düzenlemek Halkla ilişkiler uzmanlarının sosyal medya kampanyası düzenlerken şeffaf olmaları, ne yaptıklarını gizlememeleri gerekir. Takipçilerle araya mesafe koymadan iletişim kurmak oldukça önemlidir. Sosyal medyada kampanya oluşturmak daha fazla sorumluluk ve zaman gerektirmektedir. Oluşturulan sosyal medya kampanyalarının başarısı için en önemli kural takipçilerinin veri tabanını oluşturmak ve onlarla iletişimi sürdürmektir. Sonuçlar daha önce belirlenen hedeflere göre ölçümlenmelidir. Örnek kampanyalar (Avrupa ve Türkiye) - Twitter kampanyaları • Türkiye – Turkcell : Daha fazla tweet kampanyası Turkcell’in ‘’daha fazla tweet’’ isimli Twitter kampanyası yalnızca Türkiye’de değil, yurtdışında da büyük yankı uyandırdı. Turkcell’in kampanya boyunca hediye olarak verdiği akıllı telefonları kazanmak için yapmanız gereken, postitlerin üzerinde yazanları tweet etmekti. Tweet ettikçe, tweet edilen postitler kalkıyor ve en son postiti kaldıran telefonu kapatıyordu. Kampanya boyunca yalnızca akıllı telefon değil ayrıca hediye dakikalar gibi Turkcell’in hizmetiyle direkt ilgili hediyeler de verildi. Turkcell’in 7 gün süren kampanyası boyunca 60 bine yakın tweet atıldı. Turkcell, Twitter’da trend konular arasına girdi ve ciddi başarıya ulaştı. Peki bu kampanyayı bu kadar başarılı kılan, diğer kampanyalardan ayıran neydi? a) Turkcell, postitlerin üzerine yazdıklarıyla oyun oynanırken dahi verdiği hizmeti tanıtmaktaydı. Verdiği hediye dakikaları bu konuya örnek verebiliriz. b) Bu kampanyadaki amaçlardan biri de Turkcell T10 akıllı telefonunu tanıtmak olabilir. HTC, Samsung, Nokia dışında hediye verilen telefonlardan biri de Turkcell’in kendi smartphone’u idi. Çıkarılacak ders: Bu kampanya bir şeyi açıkça gösteriyor ki tarzlarıyla fark yaratan kampanyalar artık dünyada da yankılanıyor. Bu da Sosyal Medya’nın etkisinin ne denli büyük olduğunun kanıtıdır. (http://sosyalmedyacci.com/2012/02/en-iyi-4-twitter-kampanyasi-ve-cikarilacak-dersler. html, 25.04.2013) Video izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=aeyL3Zk3qDs • Almanya – Mercedes Benz – Tweet Race Tweet Race ile sosyal medya çok farklı bir kampanyaya şahit oldu. Yarışma için 3 tane 8 Mercedes takımı kuruldu. Bu takımların ulaşması gereken bir hedef vardı. Fakat küçük bir sorun da vardı. Arabaların ilerlemesi için takım isimlerinin hash tag ile mention edilmesi (#mention) gerekiyordu. Arabalar, her 4 mention için 1 mil ilerleyebiliyordu. Razorfish isimli dijital medya ajansının Mercedes için hazırladığı Tweet Race isimli kampanyaya 30 bine yakın katılımcı katıldı, yarışma için 150 binin üzerinde tweet atıldı ve kampanya hakkındaki videoları 50 milyonun üzerinde kişi izledi. Çıkarılacak ders: Mercedes’in uyguladığı sosyal medya politikasını farklı kılan ” takımlar kurarak rekabet psikolojisi yaratmak”tı. İnsanlar adeta bir futbol takımını destekler gibi bu takımları desteklediler. Siz de yapacağınız Twitter kampanyalarında yarış ve takım psikolojileri yaratarak katılımı yukarıya çekebilirsiniz. (http://sosyalmedyacci.com/2012/02/en-iyi-4-twitter-kampanyasi-ve-cikarilacak-dersler.html, 25.04.2013) Video izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=6NLlTO8WF_I -Facebook kampanyaları • Londra – Nike – Find Your Greatness Campaign Nike, 2012 Londra olimpiyatlarında “Find Your Greatness” kampanyası ile günlük sporculara yoğunlaşan Nike, şehir içinde #findgreatness etiketi içeren yüzlerce billboard kiralayarak olimpiyatlara onlarca milyon Pound ödeyerek resmi sponsor olan Adidas’ı adeta saf dışı bıraktı. Tüm bunlara ek olarak Nike, olimpiyat süresi boyunca 166,718 yeni Facebook takipçisi kazanarak 80,761 takipçi elde eden Adidas’ı yine geride bıraktı. Video izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=_hEzW1WRFTg • Avustralya – Pringles – Pringles Dream Party Campaign Pringles Avustralya, facebook kullanıcılarını hayallerindeki partiyi yaratmaya davet etti. Sanal partilerini yaratan kullanıcıların parti görüntülerini izleyen diğer kullanıcılar videoya oy veriyor ve yorum yapıyordu. Pringles facebook hesabının iplerini elinde tutanların konuşmalara aktif şekilde dahil olup, etkileşimi arttırması, kampanyanın başarılı olacağına dair ipuçlarını vermeye başlamıştı. Nitekim kampanya fazlasıyla başarılı oldu. Kampanyayı Farklı Kılan Dinamikler: •Diğer kullanıcıların videolara oylama yapmasını sağlayarak etkileşimi ve viral pazarlamayı çıldırtmak •Videolarını kurgulayan kullanıcıların yarattıkları sanal partide, arkadaşlarının resimlerinin de yer almasını sağlayarak, kullanıcıyı aplikasyonla özdeşleştirmek ve hayatından parçaların yer almasını sağlamak •Oyunu kazananlara verilen hediyenin bedava mp3 olması, yani oyunun ana teması olan parti, müzik ve arkadaşlık üçgeniyle ilişkili olması. Böylelikle Pringles’ın dinamik, eğlenceli imaja kavuşması. Pringles, Avustralya’da en çok like edilen fan sayfası oldu. Avustralya pringles’ın cari olarak 720.341 like’ı var. (http://sosyalmedyacci.com/2012/03/en-yaratici-4-facebook-kampanyasi-ve-nedenleri.html, 25.04.2013) -Foursquare kampanyaları • Almanya – Granatapet Reklam Panoları 2011’de Granatapet adlı pet shop akıllıca ve son derece yaratıcı bir kampanya yaptı. Berlin ve Münih şehirlerinin çeşitli çeşitli yerlerine yerleştirilen 10 reklam panosu, bu panonun önünden check-in yapan evcil hayvan sahiplerine bir porsiyon deneme maması verdi. Deneysel kampanya çok ilgi çekti, ayrıca şirket için pahalıya da gelmedi. Kampanya, reklam panosu başına 350 Euro harcayan şirket için iyi bir tanıtım oldu. Mamayı bir kere yiyen köpekler ertesi gün de sahiplerini aynı reklam panolarına doğru çekti ve kampanyaya ilgi giderek arttı. 10 reklam panosu ilk günde, pano başına 118 check-in aldı. Münih’teki GranataPet dükkanları kampanya boyunca ve kampanyadan 10 gün sonra önceki satışlarına göre %28 daha fazla satış yaptı. Dükkanın satışı önceki seneye göre %14 arttı. (http://sosyalmedyarehberi. 9 net/sosyal-medya/en-iyi-foursquare-kampanyalari/, 25.04.2013) • İngiltere-Kanada – Starbucks & Red Campaign 2012 yılının 1 – 10 Haziran tarihleri arasında gerçekleşen kampanya Starbucks ve RED Aids ile savaş kuruluşunun ortaklaşa bir çalışmasıydı. İngiltere ve Kanada’daki her Starbucks’tan yapılan check-in kampanya için 1 Dolar değerindeydi ve kampanya sonunda Starbucks, RED kuruluşunun Rush To Zero isimli kampanyasına 250,000 Dolar bağışladı. Kampanya ayrıca sınırlı sayıda RED rozeti ile desteklendi. Rush To Zero kampanyasının asıl hedefi RED’in 2015 yılında hiçbir bebeğin Aids hastası olarak doğmamasını sağlamak. Kampanyanın birden fazla faydası oldu. Starbucks yardım sebebi ile sempati topladı, sosyal medyadaki popülaritesini arttırdı, RED kampanyası için para toplamış oldu.(http://sosyalmedyarehberi.net/sosyal-medya/en-iyi-foursquare-kampanyalari/, 25.04.2013) 6- Sosyal Medya Krizi Nasıl Yönetilir Planlama: Yapılması gerekli en önemli kısım pazardaki risklerin önceden tespit edilmesi ve bir kriz yönetim takımının oluşturulmasıdır. SWOT analizlerinizin eksiksiz yapılması kurumun güçlü ve zayıf yönlerinin bilinmesi önemlidir. Özür dilemek: Eğer kriz ortaya çıktıysa oluşan yeni durum kabul edilmeli ve krizin ilerlemesini engellemek için özür dilenmelidir. Geleneksel medya araçları dışında facebook, twitter, linkedin gibi sosyal ağ sayfalarında özür konuşması içeren bir video yayınlamak daha doğrudur. Bu özür şirketin en üst yönetimindeki kişiden ( CEO veya yardımcısı ) gelmelidir. İzlemek : Sosyal Medya İzleme ve Ölçüm araçlarını tüm kriz sürecinde aktif olarak kullanmak önemlidir. Twitter ve facebook kullanıcıları hakkınızda neler diyor? Açıklamalarınızdan sonra takdir edenlerin sayısı çoğaldı mı? Konuşmanız insanları ikna etti mi? İkna etmediyse hangi noktada ikna etmedi? Gerekiyorsa ikinci bir açıklama yapılmalı veya facebook ve twitter’a yanlış anlamaları düzeltmek için ilave bir bilgilendirme yazısı yazılmalıdır. Ölçmek : Sosyal Medya takip araçları ile insanların sosyal medyadaki tepkileri ölçülmelidir. İletiler, hangi davranış veya açıklamalarınızdan sonra artıyor ya da azalıyor? Grafik halinde, yönetime sunulmalıdır. Geliştirmek: İzlemek ve ölçmek, krizi yönetmek için büyük öneme sahiptir. Gözlem ve ölçümler krizi yönetmek ve bastırmak için kullanılmalıdır. Gözleyerek ve ölçerek, yaptığınız hataların farkına varmak, onları ortadan kaldırmak ve aynı zamanda olumlu izlenim bırakacak davranış ve açıklamalar yapmak son derece önemlidir. (http://sosyalmedyacci.com/2012/01/ sosyal-medya-kriz-yonetimi-ama-nasil.html, 25.04.2013) Onur Air Sosyal Medya Krizi “Van Depreminde sayfasını beyenecek her kişiye 0,5 TL yardım...” Facebook sayfalarında paylaşılan bu cümle Onur Air için son derece önemli bugün bile örnek olarak gösterilecek bir krize imza atmıştır. Kurum olumsuz yorumların önünü kesemeyeceğini anlayınca çareyi duyuruyu sayfadan kaldırmakta ve kampanyayı durdurduğuna yönelik bir açıklama yapmakta bulmuştu. Fakat açıklama bir özürden çok bir suçlama içeriyordu zira Onur Air açıklamasında özetle “kampanyayı anlayamayan takipçiler yüzünden” kampanyayı sonlandırdık ifadesini kullandı. Eleştirenleri eleştiren bu üslup Onur Air’e yönelik daha kuvvetli bir sosyal medya tepkisi doğurdu. Markanın sosyal medyada yaptığı diğer hatalar; • Silinen yorumlar, • Özür dilenmedi, 10 • Hakaret edildi, • Girdi silinerek, metin düzeltildi, • Faturalar paylaşıldı. Neler yapılmalıydı; • Takipçilerinin taleplerine cevap vermeliydi, • Facebook’taki olumsuz yorumları silmemeliydi, • Açıklaması net bir özür niteliği taşımalıydı, • Dekontları yayınlamamalıydı, • Hassasiyet doğru analiz edilmeliydi. Sonuç İnternetin gelişimiyle Web 1.0 dönemi ortaya çıktı. Teknolojinin gelişmesi daha interaktif bir uygulama olan Web 2.0’yi getirdi. Bu interaktivite kullanıcılarının bilgiyi sadece görmesi yerine bizzat oluşturmasına izin verdi ve böylece yeni medya ortamı sosyalleşti. Sosyal medya her geçen gün kendini yenilemekte ve bu sürekliliğe yeni insanları da dahil etmektedir. Sosyal medyanın bu denli hızla insanları kendine çekmesi sadece bireyleri değil kurumların da bu değişim karşısında kayıtsız kalmamasını sağlamıştır. Büyük şirketler özellikle dikkat çekmek, rakipleri arasında farkındalık yaratmak, marka sadakati oluşturmak gibi çeşitli nedenlerle sosyal medyanın sunduğu avantajları en iyi şekilde kullanma yolunu seçmişlerdir. Halkla ilişkiler faaliyetleri çerçevesinde sosyal medya kurumsal iletişime, itibara, imaja yapacağı katkı önemlidir. Çalışanlarla iletişimi de olumlu yönde etkiler, alt ve üst kademeler arasındaki olası iletişim boşluklarını kolayca doldurur. Halkla ilişkiler açısından başarılı sayılabilecek sosyal medya uygulamaları incelendiğinde bu uygulamaların temelinde “yaratıcılık” kavramının yattığı görülebilir. Özellikle kriz dönemlerinde neredeyse imkânsızlaşan bilgi akışı, sosyal medya sayesinde kolayca yönetilir. Sayısız sosyal medyanın en büyük olumsuz etkisi oluşturduğu veri dumanıdır, bu dumandan hedef kitlelerin dikkatini çekerek sıyrılabilmenin tek yolu ise dikkate değer uygulamalar geliştirmektir. Bu da yaratıcılık kavramının önemine dikkat çeker. Bu süreçte halkla ilişkiler çalışanlarına büyük iş düşer çünkü sosyal medyayı yakından takip etmek, bilgi akışına şahit olmak ve gelecekteki eğilimleri görebilmek son derece önemlidir fakat yaratıcılığı kaybetmemek, devamlı yenilikler üreterek tekrara düşmemek sosyal medyada iletişim konusunda hayati bir önem taşır. Sonuç olarak, sosyal medya halkla ilişkiler uygulamalarını kolaylaştırmanın yanında halkla ilişkiler uzmanlarının işini bir hayli zorlaştırmaktadır. Halkla ilişkiler çalışanları sosyal medyayı geleceğin en önemli mecralarından biri olarak değerlendirmeli, aynı zamanda geleneksel iletişim ortamlarıyla bütünleşik bir şekilde de kullanmalıdır. İşleri daha da karmaşıklaşan halkla ilişkiler uzmanlarına verilebilecek en büyük destek ise eğitimdir. Halkla ilişkiler uzmanları “sosyal medya uzmanlığı” eğitimi almalı; sosyal medyada bilgi akışını kontrol etme ve yönetme üzerine bilgilendirilmelidir. Bu sayede geliştirilecek halkla ilişkiler destekli stratejik iletişim uygulamaları sayesinde zaten eğlenceli olan sosyal medya, çok daha eğlenceli bir ortam haline gelecektir. Bu çalışmada da görüldüğü üzere başarılı sağlamış sosyal medya uygulamaları daha çok geniş kitlelere deneyim yaşatan özellikle yaratıcılığın ön planda olduğu çalışmalardır. Avrupa örneklerinde de gördüğümüz sosyal medya kampanyaları son derece dikkat çekicidir. Hedef kitleleri oyun ve benzeri uygulamalarla olaya entegre edip deneyim yaşatan farklı çalışmalardır. Türkiye açısından değerlendirdiğimizde bizdeki uygulamaların daha çok reklam amaçlı olduğunu ya da bilinirliği arttırma adına Facebook’da profil kayıtları olarak kaldıkları aşikardır. Bu nedenle özellikle halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen kampanya çalışmalarının alt yapısı uygun eğitimlerle desteklenmelidir. Çünkü kullanıcı profili televizyon ve reklam gibi geleneksel iletişim araçlarının kullanıcılarından daha farklıdır. Artık kullanıcılar reklam ve promosyon faaliyetlerine doymuş durumdadır. Bu nedenle iletişim faaliyetlerinde artık halkla ilişkiler uygulamaları son derece önemlidir. Kurumlar bunun bilincine varmalı uygulamaları destekler nitelikte olmalıdır. 11 Kaynakça Kitaplar • AKAR, E. (2010). Sosyal medya pazarlaması : sosyal webde pazarlama stratejileri. Ankara : Efil Yayınevi • GÜÇDEMİR, Y. (2010). Sanal ortamda iletişim : bir halkla ilişkiler perspektifi. İstanbul : Derin Yayınları Süreli Yayınlar • ÖZKAYA, B. (2012). Halkla ilişkiler 2.0 kapsamında kurumların arama motoru kullanıcılarına yönelik çalışmaları. Marmara Üniversitesi İ.B.B. Dergisi, 33 (2), 355-382 Tezler • ASKEROĞLU, O. (2010). Pazarlama odaklı halkla ilişkiler uygulamalarında sosyal medyanın rolü. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü • ASLAN, P. (2011). Halkla ilişkilerde yeni eğilimler : sosyal medya. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü • ZAFARMAND, N. (2011). Halkla ilişkiler alanında yeni mecra ve uygulamaların yeri ve önemi : sosyal medya ve PR 2.0. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İnternet • http://www.isletmeyonetimi.net/sosyal-medya-ve-halkla-iliskiler.html/, 24.02.2013 •http://sosyalmedyacci.com/2012/02/en-iyi-4-twitter-kampanyasi-ve-cikarilacak-dersler. html, 25.04.2013 •http://sosyalmedyacci.com/2012/03/en-yaratici-4-facebook-kampanyasi-ve-nedenleri. html, 25.04.2013 •http://sosyalmedyarehberi.net/sosyal-medya/en-iyi-foursquare-kampanyalari/, 25.04.2013 •http://sosyalmedyacci.com/2012/01/sosyal-medya-kriz-yonetimi-ama-nasil.html, 25.04.2013 Videolar • http://www.youtube.com/watch?v=aeyL3Zk3qDs • http://www.youtube.com/watch?v=6NLlTO8WF_I • http://www.youtube.com/watch?v=_hEzW1WRFTg 12 KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUNUNUN GÖSTERGEBİLİMSEL BİR İNCELEMESİ Arzu KARA Özet: Bu çalışma, Karagöz ve Hacivat gölge oyunlarından biri olan Bahçe gölge oyununun göstergebilimsel incelemesini içermektedir. Greimas’ın göstergebilimsel çözümleme yöntemi, Bahçe gölge oyununa uygulanmıştır. Çalışmada ilk olarak, Bahçe oyununun yüzey yapısındaki göstergeler ortaya çıkarılmaktadır. Yüzey yapı çözümlenirken Greimas’ın eyleyensel modeli, oyunun anlatı durumu ve tasvirlerin betimsel rolleri bir bir incelenmiştir. Yüzey yapıda ortaya çıkan göstergeler ışığında, oyunun derin yapısına ulaşılmaktadır. Sonuç olarak, kullanılan yöntem ile yüzeydeki göstergelere; yüzeydeki göstergelerden de derindeki anlamlara ulaşılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Gölge Oyunu, Karagöz ve Hacivat, Göstergebilim, Derin Anlam, Eyleyenler KARAGOZ VE HACIVAT: AN EXAMINATION OF SEMIOTICS IN THE GARDEN SHADOW PLAY Abstract: This study examines semiotics in one of the many Hacivat and Karagoz’s shadow plays, the Garden Shadow Play. Greimas method for smiotic analysis has been applied to examine this shadow play. In this study, firstly, the surface semiotic indicators in the garden shadow play will be studied. Whilst the surface indicators are being analyzed, the play, narrative, setting and descriptive roles will be analyzed using Greimas Actantial Model. Studying the superficial/surface semiotic indicators will help to reach/determine the deeper structural semiotics/meaning of the play. In conclusion, the utilized method and the surface semiotic indicators will help us reach and understand the deeper semiotic indicators. Keywords: Shadow Play, Karagöz ve Hacivat, Semiotics, Deep Meaning, Actants 13 Giriş Gösterge kavramının ortaya çıkması eski çağlara kadar uzanmaktadır. Özellikle de Eski Yunanca’da “işaret” anlamında kullanılan gösterge kavramı, özellikle tıp dilinde yaygın olarak kullanılan “semeion” kökünden türetilmiştir. (Sivas, 2012: 528). 20. yüzyılın ilk yarısında ünlü dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün dilbilimsel çalışmalarıyla ön plana çıkan göstergebilimin 60’lı yıllardan sonra Greimas ve Barthes gibi kuramcıların çalışmalarıyla farklı disiplinlerde de uygulanabileceği saptanmıştır. Hatta bazı göstergebilimciler her şeyin göstergebilimsel olarak çözümlenebileceğini savunmuşlardır. Yaşamının büyük bir bölümünü çevresindeki varlıkları, nesneleri, olayları kavramaya ve yorumlamaya çalışarak geçiren insan, varlık ve nesneler arasındaki ilişkileri sürekli anlamlandırmaya çalışır. Bunu yaparken farkında olarak ya da olmayarak varlık ve nesneleri sınıflandırır. Sınıflandırma, bu ilişkiler arasındaki ayırıcı özellikleri yöntemli bir şekilde bölümlere ve alt bölümlere ayırmaktır. Özellikle yapısalcı yaklaşım, insanın çevresini ve içinde yaşadığı dünyayı anlamlandırma çabaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Anlamın yorumlanması göstergebilimin bağımsız bir bilim olarak gelişmesini sağlamıştır. Yapılan araştırmalar göstergebilimin dil dışı alanlarda da kullanılabileceğini; özellikle sinema, tiyatro, metin, oyun, mimari, müzik vb. farklı disiplinlerle de uygulanabileceğini ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede göstergebilim yönteminin gölge oyunlarında da çözümleme yöntemi olarak ele alınabileceği araştırmanın temel varsayımıdır. Genellikle basit oyunlar olarak ele alınan gölge oyunlarının basit olmadığı, hatta derin bir fikri alt yapıyı bünyesinde barındırdığı ve bu fikri alt yapının göstergebilim yöntemiyle su üstüne çıkarılabileceği araştırmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Gölge oyunlarının Osmanlı topraklarındaki ismi Karagöz’dür. Karagöz bir gölge oyunudur. Karagöz gölge oyunu, Osmanlı İmparatorluğu’nda yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür. Karagöz gölge oyunları, Osmanlı topraklarında yaşamış birbirinden farklı etnik grupların kültür ve müziklerini birleştirerek ramazan gecelerinde, bayramlarda, sünnet düğünlerinde, kahvehanelerde, şenliklerde vb. oynatılan en önemli eğlencelerinden biri olmuştur. Bu konuda dikkat edilmesi gereken husus, bu gölge oyununun Osmanlı toplum yapısındaki farklı kültürlere seslenebilmesi, Türk kültürüyle harmanlanıp farklı kültürlere özünü kaybettirmeden yansıtabilmesidir. Oyunda kullanılan tiplerin (Karagöz ve Hacivat) tamamen Türk karakterler olması bir diğer dikkat çekici husustur. Karagöz ve Hacivat’ın Bahçe gölge oyunu basit görünmekle birlikte derin bir fikri altyapıyı bünyesinde barındırır. Aslında Karagöz oyunlarının farklı zamanlara hitap eden kalıcı yönleri bulunmaktadır. Çoğu insan tarafından sadece çocuk oyunları gibi algılanan Karagöz ve Hacivat gölge oyunlarının basit oyunlar olmadığı aksine derin fikri alt yapıyı bünyesinde barındırdığı kullanılan göstergebilim yöntemi ile ortaya çıkarılacaktır. Çalışmanın kapsamı Karagöz ve Hacivat’ın Bahçe gölge oyunudur. Bu çalışmanın bazı teorik sınırlılıkları mevcuttur. Birçok araştırmacı tarafından farklı göstergebilim yöntemleri geliştirilmesine rağmen, Greimas’ın “eyleyensel örnekçesi” ve “semiyotik dörtgeni” daha uygun görülmüş ve göstergebilim yöntemi olarak kullanılmıştır. Sonuç olarak, Greimas’ın eyleyensel örnekçesi ve semiyotik dörtgeninin kullanılması esasında göstergebilimin dil dışı alanlarda da kullanabileceğinin bir kanıtıdır. Yapılan bu çalışma ile Greimas’ın dörtgeni somut bir zeminde kendini gösterme olanağı bulacaktır. 1. KARAGÖZ Gölge oyununun Osmanlı topraklarındaki adı Karagöz’dür. Karagöz’ün Osmanlı topraklarına gelişiyle ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur. Karagöz oyunları, Osmanlı imparatorluğu döneminde özellikle uzun ramazan gecelerinde, düğünlerde, sünnet düğünlerinde ve kahvehanelerde oynatılan en önemli eğlence biçimlerinden biri olmuştur. Bugün daha çok çocukları eğlendirmek amacıyla kullanılan bir eğlence türüdür. Osmanlı topraklarına gelişiyle ilgili çeşitli rivayetler vardır. Önemli olan bu tiplerin (Ka- 14 ragöz ve Hacivat) tamamen Türk karakterler olmasıdır. Halk, gözü kara, cesur ve gözünü budaktan sakınmayan halkı temsilen demirci ustası Kambur Bali Çelebi - Karagöz; okuryazar, Arapça ve Farsça bilen, duvarcı ustası Halil Hacı İvaz - Hacivat adını vermiştir. (Çolakoğlu, 2006: 546). Karagöz oyunları deve, dana vb. gibi özel derilerden hazırlanmış bir takım tasvirlerin (insan, hayvan, bitki vb.) ışık vasıtasıyla bir perdeye yansıtılması temeline dayanmaktadır. Karagöz, başlarda tamamen dini özellikler taşımaktadır. Birçok şeyhin Karagöz oynattıkları bilinmekte, bununla birlikte oyunun dini özellikleri tasavvuf düzlemde kendini göstermektedir. (Pay, 2012: 3). Birçok tasavvufçunun (ibn Hazm, İmam Gazali, Muhiddin-i Arabi vb.) eserlerinde hayal sahnesi evrene, insanlar ve tüm varlıklar geçici hayallere benzetilmiştir. (Kudret, 2004: 10). Tasavvuf ilmine göre; perdeye yansıtılan ışık ruhu, perdenin dünya âlemini ve kullanılan tasvirlerin de dünya yüzeyindeki tüm canlıları temsil ettiği varsayılırdı. Nasıl ki, ruh ile can bulan insanlar dünya üzerindeki geçici hayalleri oynuyorsa karagöz oyunlarının da bu düzlemi temsil ettiği düşünülmüştür. Sonraki dönemlerde Karagöz oyunlarının tasavvuf özelliğini kaybederek -özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde- dönemin padişahlarını hicvetmek için kullanıldığı görülmektedir. Günümüzde de daha çok mizah ve hicvetme yönleri bilinmekte, dini mahiyeti pek çok kişi tarafından bilinmemektedir. Bugün Karagöz oyunları, unutulmaya yüz tutmuş değerlerimiz arasındadır. Bilindiği gibi her sanat eseri ortaya çıktığı coğrafyanın izlerini ve kültürünü bünyesinde barındırır. Karagöz oyunları da Osmanlı imparatorluğunun izlerini ve kültürünü bünyesinde barındırmaktadır. Osmanlıların günlük yaşamlarını, inançlarını, adetlerini, anlayışlarını kısacası toplumun genel karakterini yansıtmaktadır. Zaman içerisinde Osmanlı imparatorluğuna katılan her etnik grubun oyun içerisine dâhil edildiğini görülmektedir. Kullanılan tasvirler, mahallenin insanları ya da yöresel kıyafetleri ile Anadolu’nun çeşitli yerlerinden para kazanmak için İstanbul’a gelen tiplerdir. 2. KARAGÖZ VE HACİVAT OYUNLARINDAKİ BÖLÜMLER Karagöz oyunu dört ana bölümden oluşur. Bunlar: •Mukaddime/giriş, •Muhâvere/söyleşme, • Fasıl/asıl oyun ve •Hitam/bitiş 2.1. Mukaddime/Giriş Karagöz oyunu, ışığının perdeye yanmasıyla açılır. İlk önce perdeye müzik eşliğinde göstermelik adı verilen tasvir koyulur. Göstermeliklerin işlevleri, seyirciyi oyunun dünyasına hazırlamaktır. Hacivat, perdeye def eşliğinde girer ve bir semai okur. Değişik makamlardan okunabilen semai bitince Hacivat “Off… Hay Hak!” diyerek perde gazeline başlar. Perde gazeli, mukaddime bölümünün önemli bir öğesidir. Oyunun anlam dünyasına dair tasavvufi bir çerçevenin altını çizer. Daha sonra Hacivat, kendisine kafa dengi bir arkadaş aradığını dile getirir ve konuşmasını “Yâr bana bir eğlence!” nidâsıyla sonlandırır. Mukaddimenin sonunda Karagöz ve Hacivat kavgaya tutuşur. Dövüşten sonra Hacivat perdeden kaçar, Karagöz ise yere uzanır ve bir tekerleme söyler. (Pay, 2012: 4) 2.2. Muhâvere/Söyleşme Genel itibariyle Muhavere bölümü Karagöz ve Hacivat arasında geçer. Bu bölümün özelliği Karagöz ve Hacivat’ın özelliklerini, ses ve karakter farklılıklarını ortaya koymaktır. (Pay, 2012: 5) 2.3. Fasıl/Asıl Oyun Fasıl, oyunun asıl yer aldığı bölümdür. Değişik konular ve tipler belli bir olay örgüsü çerçevesinde mûsikî eşliğinde perdeye yansır. (Pay, 2012: 5) 2.4.Hitam/Bitiş Bitiş bölümü oldukça kısadır. Bazen oyundan çıkarılacak ibretlik noktalara değinilir. Haci- 15 vat “Yıktın perdeyi eyledin vîran, varayım sahibine haber vereyim heman!” diyerek perdeden ayrılır. Karagöz ise “Her ne kadar sürc-i lisan ettikse affola!” diyerek bir sonraki oyunun adını ve yerini söyleyerek perdeyi terk eder. (Pay, 2012: 5) 3. GÖSTERGEBİLİMSEL YÖNTEM ÜZERİNE Göstergebilim çözümlemelerinde yöntem belirleme işlevi çok önemlidir. Çalışmaya başlamadan önceki ilk iş çözümlemecinin doğru göstergebilim metodunu belirlemesi olmalıdır. Bir sanat yapıtını, metni ya da bir görseli göstergebilim ile buluşturan şey anlamdır. Sanat yapıtı bir şeyler anlatmaya çalışır. Göstergebilim çözümleme yöntemi de bu anlamı ortaya çıkartmaya yarayan bir bilimdir. Mevcut göstergeleri inceleyerek metnin, görselin ya da anlatının sahip olduğu derin yapıya ulaşmak mümkündür. (Çakmak, 2011: 62) Göstergebilimsel çözümleme yöntemine göre, bir görselin, metnin ya da anlatının anlatısal düzeyi ile derin yapısı arasındaki bağın çözümlemeci tarafından doğru anlamlandırılması gerekir. Bu anlama ve anlamlama sorunu çözümlemeci ve inceleme nesnesi arasındaki uyuma bağlıdır. (Çamdereli, 2013: 324) Bir metnin, görselin ya da anlatının göstergelerini ve ürettiği anlamları ortaya çıkarmaya yarayan en önemli göstergebilimsel yöntemlerden biri ise, Algirdan Julien Greimas’a aittir. Çünkü kendisi sadece göstergeleri değil, anlamlı bütünleri ele almıştır. Çalışmada, yüzeyde bulunan göstergelerden yola çıkarak oyunun derininde bulunan anlamların ortaya çıkarılması hedeflenmektedir. Greimas’ın eyleyensel örnekçesi ve semiyotik dörtgeni Bahçe gölge oyununa uygulanarak incelenmektedir. Aslen Litvanyalı olan Algirdan Julien Greimas Türkiye’de de bir süre ders vermiştir. Özellikle de edebiyat alanındaki göstergebilimsel bakış açısı farklıdır. (Erkman-Akerson, 2009: 144). Greimas, anlamın ortaya çıkmasını sağlayan bir anlam ekseninin olduğunu ifade eder. Bu anlam eksenini oluşturan düzlemleri ise şöyle ifade eder; • Yüzey Yapı, • Sözdizimsel Anlatı Boyutu, • Temel Anlamsal Boyut (Derin Yapı) Yüzey yapı, bir metnin / anlatının yüzeyinde nasıl ifade edildiğine dair olan yapısıdır. Bir metnin/anlatının dilsel ve biçimsel boyutudur. Bu düzlemde her tür için geçerli bazı deyiş ya da kurallar vardır. Örneğin; Karagöz hep, yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman, diye biter. (Erkman-Akerson, 2005: 146). Söz dizimsel anlatı boyutu ise, metnin / anlatının olay örgüsü, kurgusuyla ilgilidir. Temel anlamsal boyut ise, Greimas’ın anlam düzlemine getirdiği en önemli özellik olmuştur. Çünkü bu temel anlamsal boyut, derin anlamdır. Dünyadaki temel karşıtlıklar üzerine kuruludur. Greimas’ın 1960’larda geliştirdiği göstergebilim yöntemine göre bir metin, görsel ya da anlatı, yüzeyden derine doğru ele alınarak incelenir. Yüzeyde oluşan göstergelerden derindeki anlamlara ulaşılmaya çalışılır. Yüzey yapı, anlatı durumu ve tasvirlerin betimsel rolleri olmak üzere iki aşamada ele alınır. Anlatı durumu bir öznenin bir nesne için harekete geçmesi yani eylemde bulunması incelenirken; tasvirlerin betimsel rollerinde de tasvirlerin karakter özellikleri, giyim tarzları vb. ele alınarak derin yapıya ulaşmaya çalışılır. Derin yapıda ise, anlatının anlamını çözümleyecek temel karşıtlıkların belirlendiği ve anlatıda mevcut derin anlamının ortaya çıkarıldığı aşamadır. Özetle, belirlenen göstergebilim yöntemine göre; Karagöz ve Hacivat: Bahçe gölge oyunu, Greimas’ın göstergebilimsel yönteminin uygulamada somutlaştığı bir zemin olacaktır. 4. KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUN ÖRGÜSÜ Genç, yakışıklı ve İstanbul ağzıyla konuşan bir karakteri canlandıran Çelebi, aynı zamanda kibar ve mirasyedi bir tiplemedir. Kadınlara düşkünlüğü ile bilinen ve eğlenmeyi seven 16 Çelebi babasından kalan han, hamam ve bahçe gibi mülkler ile geçinir. Hacivat ile arası iyi olduğu için zaman zaman bu yerleri işletmesi için Hacivat’a verdiği görülür. Bahçe gölge oyun örgüsünde Çelebi, babasından kalan Mürgzar bahçesini işletmesi için bir gün Hacivat’a gelir. Kendisine bahçeyi teslim eder. Bunu duyan Karagöz biraz kıskançlık biraz da özenerek Mürgzar bahçesine girmek ister. Fakat Hacivat Karagöz’ün bahçeye girmesini istemez. Bunun üzerine Karagöz hırs yapar ve çeşitli yollar deneyerek bahçeye girmeye çalışır. Fakat başarı sağlayamaz. Acem kılığında, Yahudi kılığında, Zenne kılığında kısacası fırsatını bulduğu her kılığa bürünür; fakat her defasında bahçeden dışarı atılır. Bir gün çaresizlik içerisinde evine giden Karagöz evden aldığı zurnayla bahçenin önüne gelir ve zurnayı çalmaya başlar. Acemler tarafından fark edilip beğenilen Karagöz sonunda bahçeye alınır. Bahçeye alınan Karagöz eğlenceye kendini kaptırır ve sarhoş olup naralar atmaya başlar. Bunun üzerine mahalle bekçisi tarafından bahçeden atılır. 5. KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUNUNDA KULLANILAN TASVİRLER 5.1. Hacivat: Hacı Ayvaz veya Bursalı Hacı İvaz isimleri ile bilinen Hacivat tasviri, medrese eğitimi görmüş, çoğu zaman Arapça ve Farsça kelimelerle konuşur. Her konuda (edebiyat, musiki, matematik, iktisat, istatistik vb.) bilgi sahibi olan biridir. Karagözle sürekli bir didişme içindedir. Kıyafetinde yeşil renk hâkimdir. Nabza göre şerbet verir. Herkesi tanır. Emlak sahibi Çelebi’nin güvenini sağlamıştır ve onun işlerine bakar. Karagöz’ü de bulduğu işlerde çalıştırır. 5.2.Karagöz: Okumamış bir halk adamıdır. Halk diliyle konuşur. Öğrenim görmüş kişilerin (Hacivat, Çelebi vb.) sözlerini anlamaz, anlayabildiklerini de anlamaz görünür. Meraklıdır. Her şeye burnunu sokar. Özü sözü bir, düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, patavatsız ama en zor anlarında bile neşesini kaybetmeyen bir tiplemedir. 5.3. Karagöz’ün Karısı: Karagöz’ün karısı Osmanlı dönemini yansıtan bir ev hanımıdır. Perde de hiç görünmez. Genelde içeriden sadece sesi gelir. 5.4. Çelebi: Karagöz oyunlarında genç ve yakışıklı erkeği oynayan, İstanbul ağzıyla konuşan bir tiptir. Eğlenmeyi sever, sürekli âşıktır. Kibar ve mirasyedidir. Gezmeyi sever. Kadınlara düşkünlüğü ile bilinir. Modayı yakından takip eder. Babasından kalan mülkleri işleterek yaşamını sürdürür. 5.5. Acemler: Ağa (I. Acem), Nöker (II. Acem), Püser (III. Acem): İran’dan ya da Azerbaycan’dan gelmiş halıcılıkla uğraşan tiplemedir. Zengindir. Eğlenmekten ve kendisine dalkavukluk yapılmasından hoşlanır. Bol bol para dağıtır. 5.6. Zenneler: Kolbaşı (I. Zenne), Oyuncu başı (II. Zenne), Acemi kız (III. Zenne): Karagöz oyunlarındaki bütün kadınlara genel olarak zenne adı verilir. 5.7. Yahudi (Sarraf): Osmanlı imparatorluğu içerisindeki birçok etnik gruptan bir tanesi olan Yahudi tiplemesidir. 5.8. Bekçi (Türk): Karagöz oyunlarındaki mahalle bekçisi tiplemesidir. 5.9. Hayvan, Bitki ve Nesne: Karagöz’ün köpeği, eşeği ve Çelebi’nin Mürgzar Bahçesi. 17 6. KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUNUNDA YÜZEY YAPI 6.1. Anlatı Durumunun Belirlenmesi Herhangi bir anlatının oluşması için en az bir başlangıç durumu ile bir sonuç durumunun olması gerekir. Bu iki durum arasındaki akışı gerçekleştirecek bir öznenin varlığı ise çok önemlidir. Bu anlamda çözümlemecinin anlatıda yapması gereken ilk iş, eyleyenleri (Özne/Nesne; Gönderen/Alıcı; Yardımeden/Engelleyen) saptamaktır. Bu süreçte eyleyenler başka eyleyenleri dönüştürürken kendileri de değişir ve dönüşür. Bu değişim sürecinde gölge oyununun anlatısal durumu ve tasvirlerin rolleri anlatının derin yapısını oluşturan en önemli göstergelerdir. Karagöz bir halk adamıdır. Zengin değildir. Okumamıştır. Çoğu zaman da işsizdir. Genellikle Hacivat’ın bulduğu işlerde çalışmaktadır. Zengin sınıfın bulunduğu yerlere alınmamaktadır. Çelebi ve Hacivat ise, okumuş medrese eğitimi almış tiplerdir. Çelebi han ve hamam sahibi bunların işletmeciliğini Hacivat’a veren bir tiptir. Hacivat perdeye gelen hemen her kişiyle iyi ilişkiler içerisindedir. Herkesin güvenini sağlamıştır. Bahçe gölge oyunu, bu sınıf farkı denilen durumla başlar ve bu durumun sonuca ulaşması için eyleme geçilmesi gerekmektedir. Şekil 1: Bahçe Gölge Oyunundaki Karşıtlık Mürgzar bahçesine alınmayan Karagöz, bahçeye girmenin yollarını aramaya başlar. Burada “bahçe” herkesin içeri alınmadığı değerli bir “nesne” durumundadır. Böylece iki karşıt anlatı süreci meydana gelir. Hacivat için Mürgzar bahçesini korumak, Karagöz için ise Mürgzar bahçesine girebilmek. Şekil 2: Greimas’ın Eyleyensel Örnekçesi Kaynak: Simten, G. (2003). Film Olgusu: Kuram ve Uygulayım Yaklaşımları. İstanbul: İnkılap Yayınları. Greimas’ın semiyotik dörtgeninde işlevlerine göre oyuncular altı eyleyen işlevi yerine getirir. Altı eylem şu şekilde sıralanır: Özne Eylem yapar. Nesne Eylemin konusudur. Gönderen Eylemi belirler, kökeninde yer alır. Gönderilen Etkileri, eylemin sonuçlarını alır, kendisi için eylemin gerçekleştiği kişidir. Yardımcı Eyleme yardım eder. Engelleyici Eylemi engeller. • Özne/Nene: Anlatının devamı için çeşitli eylemlerde bulunan oyunun öznesi (Ö) Karagöz’dür. Kendisi okumamış bir halk adamıdır. Halk diliyle konuşur, öğrenim görmüş kişilerin (Hacivat, Çelebi vb.) yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yüklü sözcükleri anlamaz, anlayabildiklerini de anlamaz görünür. Oyunda herkesin içeriye alınmadığı Mürgzar bahçesine girme peşindedir. Eylemin konusu olan nesne Mürgzar bahçesidir. Özetle 18 Karagöz’ün beraberindeki nesne (N) Mürgzar bahçesidir. • Gönderici/Alıcı: Oyundaki süreci başlatan (G) Çelebidir. Kendisine ait olan Mürgzar Bahçesini işletmesi için (A) Hacivat’a vermesiyle oyun başlar. • Yardımcı/Engelleyici: Oyunda Karagöz’ün bahçeye girme teşebbüslerinde kendisine yardım eden (Y) tip karısıdır. Mürgzar bahçesinden dışarı atan, bahçeye girmesine engel olan kişi ise, (E) Hacivat’tır. Şekil 3: Bahçe Gölge Oyununun Greimas’ın Eyleyensel Örnekçesine Göre Çözümlenmesi Tablo 1: Eyleyensel İşlevler Greimas başlangıç durumunun sonuç durumuna ulaşması için temel dönüşümü sağlayacak evreleri dörde ayırmıştır. Bu evreleri Bahçe gölge oyununa uyarlarsak; 1.Evre – Eyletim (Gönderme) : Oyunda Mürgzar Bahçesine sahip olan Çelebi’nin işletmesi için bahçeyi Hacivat’a vermesi olay örgüsünün başlamasına sebep olmuştur. Burada bahçesini işletmesi için veren gönderen (eyleten) Çelebi’dir. Eyletim aşaması gönderen ile gönderilen arasındaki ilişkidir. Yani bir anlamda Çelebi ile Hacivat arasındaki ilişkidir. 2. Evre – Edinim (Yeterlilik, Güçlenme) : Karagöz’ün Mürgzar bahçesine girebilmesi için gerekli olan vasıflar mevcut değildir. Özne olan Karagöz, Çelebi, Acemler ve Yahudi gibi ekonomik bakımdan zengin değildir. Belirli bir zümre içerisinde değil, halktan sıradan biridir. Bahçeye girebilmek için gerekli olan vasıfları kazanması için çok çalışması gerekmektedir. Herkes bahçeye alınmamaktadır. Ama Karagöz bahçeye girebilmek için her türlü yolu dener. İşte bu evre edinim (yeterlilik) olarak adlandırılır. Artık bu evrede gönderenin işlevi sona erer. Gönderen olan Çelebi, bahçeyi Hacivat’a işletmesi için verir. Bunu duyan Karagöz devreye girer ve bundan sonraki aşamalar özne olan Karagöz üzerinde yoğunlaşır. 3. Evre – Edim ( Gösterme) : Karagöz Mürgzar bahçesine girebilmek için önce Acem kılığına girer. Sonra sırasıyla Zenne ve Yahudi kılığına bürünür. Her seferinde ise Hacivat fark edilerek bahçeden dışarı atılır. Sonunda evindeki zurnayı alarak bahçe kapısında çalmaya başlar ve Acemler tarafından beğenilerek bahçeye girmeyi başarır. 4. Evre – Yaptırım (Teyit Etme): Oyun sonunda Mürgzar bahçesine girmeyi başaran Karagöz eğlence aleminde kendini kaybeder. Sarhoş olup rezalet çıkarır. Mahallenin bekçisi gelir ve elindeki sopayla Karagöz’e vurur. Olayın büyümesinden endişelenen Hacivat, Karagöz’ü bahçeden kovar. Bunun üzerine Karagöz bahçeye baskın yapılıyormuş gibi ortalığa panik verir. Kendisini de hırpalamışlar gibi yere sırt üstü yatarak rol yapar. Sonrasında perdeden bahçe kaldırılır ve yine Karagöz ile Hacivat eski dostluklarına geri dönerler. 6.2. Tasvirlerin Betimsel Rolleri Anlatıda anlama ulaşmak için yapılması gereken en önemli yol sözleri ve hareketleriyle anlatıya can veren tasvirlerin incelenmesidir. Oyunda karşıt zemine oturtulan iki tip karşımıza çıkar. Hacivat ve Karagöz. 19 Bahçe gölge oyununda kullanılan tasvirler ait oldukları toplumsal sınıfları yansıtmaktadır. Bu bakımdan köylü olan Karagöz çoğu zaman iş bulmakta zorlanmaktadır. Bu nedenle fakir olarak değerlendirilmektedir. Hacivat’ın ise, yanında kendi düzeyinde medrese eğitimi almış, her konuda az çok bilgisi bulunan kişiler yer almaktadır. Bunlar; Çelebi, Acemler, Yahudi gibi. incelendiğinde bunların temsil ettiği Aristokrat-zengin bir sınıf ortaya çıkar. Oyun boyunca bu kişilerin Mürgzar bahçesine rahatlıkla girebildikleri işlenmekte, Karagöz’ün ise, bahçeye girebilmek için büyük uğraşlar sarf etmesi gerekmektedir. Olayların bu şekilde işlenmesi oyunda anlam üreten göstergeleri karşımıza çıkarmaktadır. Karşıt zemine oturtulan iki tasvir Tablo 3’de analiz edilmektedir. Tablo 3: Karşıtlıklar Tablosu 7. BAHÇE GÖLGE OYUNUNDAKİ DERİN YAPI 21. yüzyılın ortalarında etkinlik kazanan yapısalcı akım, metni şifrelenmiş bir dizge olarak kabul eder. Akım, yüzeydeki göstergelerin altında yani derininde yatan yapının tek başlarına anlam taşımadıklarını, yapı içerisinde birbirleriyle olan bağlantılardan anlam kazandıklarını savunur. Göstergebilim de yapısalcı gibi kendini sadece incelediği metnin içeriğiyle sınırlar. A. Julien Greimas da anlama odaklanır ve öykünün anlamını ortaya çıkarmaya yönelik yapısalcı bir metot benimser. (Zerenler, 2010: 11-13) Bahçe gölge oyununun yüzey yapısında meydana gelen olaylar ve tasvirlerin üstlendikleri roller incelendiğinde yüzeydeki göstergelerden derin anlamlara dair birçok işaret görmek mümkündür. Oyundaki Karagöz ve Hacivat arasında kurulan temel karşıtlık, burada sözü edilecek birçok karşıtlığı da içermektedir. Yaşam içerisinde var olan karşıtlıkları ve bir anlatı içerisinde bunlarla hesaplaşmasını Greimas, göstergebilimsel bir dörtgen ile gösterir. Greimas, derin yapıdaki iki karşıtı bir D ekseni olarak varsaymaktadır. Bu eksen direkt anlatı ile ilgili olmayan varoluşa ilişkin bir karşıtlık eksenidir. Şekil 4: Varoluşa İlişkin Karşıtlık Ekseni D ekseni dünyayı temsil etmektedir. Bu soyut eksene somut bir özellik katmak için karşıtlıkları bu eksende göstermeye çalışırsak karşımıza şöyle bir durum belirir: D1 = “Yaşam” olduğunu varsayarsak, D2 = “Ölüm” olacaktır. 20 Şekil 5: Karşıtlık İlişkisi Yaşamla ölümün yerine, zenginlik ve fakirlik koyarsak ne gibi ilişkiler ortaya çıkmaktadır. Yaşam zenginliği içeriyorsa yaşamla zenginlik arasında bir içerme ilişkisi vardır. Diğer taraftan ölümle fakirlik arasında da benzer bir ilişki söz konusudur. Şekil 6: İçerme İlişkisi Bu ilişkilerin dışında bir de çelişkinlik ilişkisi söz konusudur. Bu da yaşamla fakirlik arasındaki ilişki ve bu iki kavram arasındaki çelişkinliktir. Zenginlik varsa fakirlik yoktur. Yani zenginlik kazanılırsa fakirlik olmayacaktır. Şekil 7: Çelişkinlik İlişkisi Çelişkinlik ilişkisinde eğer D ekseni, var olma üzerine kurulmuşsa her şey için bir de olmama durumu söz konusudur. Greimas, bu dört ilişki türüne bağlı olarak semiyotik dörtgenini kurmaktadır. Toplumsal kimlikler açısından Karagöz ve Hacivat (Çelebi, Acemler, Yahudi vb. ) arasındaki karşıtlık “Aristokrasi – Köylülük” karşıtlığıdır. Şekil 8: Karşıtlık İlişkisi Bahçe gölge oyununda bir çözüme varılamayacak kesin karşıtlıkların kullanılmadığı görülür. Bunların yerini temsil edecek, yerine geçecek daha yumuşak başka karşıtlıklara yer verilmektedir. Örneğin “zenginlik ve fakirlik” gibi. Böylece temeldeki katı olan “yaşam” ve “ölüm” karşıtlığı daha kolay giderebilecek, daha esnek bir karşıtlığa büründürülecektir. 21 Şekil 9: İçerme İlişkisi Bahçe gölge oyunundaki çelişkinlik ilişkisi ise, zenginlik ve fakirlik olgularıdır. Zenginlik varsa fakirlik yoktur. Zenginlik kazanılırsa, fakirlik dışlanır. Şekil 10: Çelişkinlik İlişkisi Oyun sonunda Karagöz çeşitli serüvenlerden sonra Mürgzar bahçesine girmeyi başarır. Köylü olan Karagöz, sadece aristokrat zümrenin girdiği bahçeye girmeyi başarmıştır. Temel karşıtlık (yaşam ve ölüm), yumuşatılarak (aristokrasi-zenginlik ve köylülük-fakirlik) karşıtlığına büründürülmüştür. Oyun sonunda mutlu son istenildiğine göre bu karşıtlıkların yarattığı sorun Karagöz’ün bahçeye girmesiyle birlikte ortadan kaldırılmıştır. Toplumsal sınıf diye adlandırılan aristokrasi ve köylülük temel karşıtlığı anlatı yoluyla yumuşatılarak, sonunda giderilebilecek karşıtlıklara dönüştürülmüş ve böylece yaşam içerisinde var olan bir soruna çözüm bulunmuştur. Şekil 11: Karagöz ve Hacivat: Bahçe Gölge Oyununun Semiyotik Dörtgeni D Ekseni: SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME a. Yüzey Yapı Karagöz ve Hacivat’ın Bahçe gölge oyunundaki özneleri, eyleyensel işlevleri ve tasvirlerin 22 yaşamlarında meydana gelen dönüşüm ve değişimler oyunun biçimini oluşturmaktadır. b. Derin Yapı Oyun örgüsü bir göstergeye diğer bir deyişle “Mürgzar bahçesine” bağlanarak insanların bu bahçeye girme ya da girememe süreci işlenmiştir. Karagöz hariç herkes Mürgzar bahçesi olan değer nesnesine girebilme statüsüne sahiptir. Bahçe gölge oyununun en derininde yer alan karşıtlık aristokrasi ve köylülük karşıtlığıdır. Bu karşıtlığın metaforu olarak da Mürgzar bahçesi gösterilmiştir. Karagözün bahçeye girebilmesiyle aristokrasi ve köylülük temel karşıtlığı anlatı yoluyla yumuşatılarak, sonunda giderilebilecek karşıtlıklara dönüştürülmüş ve yaşam içerisinde var olan bir soruna çözüm bulunmuştur. Sonuç olarak bu çalışma ile daha çok çocuk oyunları kategorisinde yer alan Karagöz ve Hacivat oyunlarının göründüğü kadar basit oyunlar olmadığı, aksine içinde derin anlamlar barındırdığı bulgular ile ortaya çıkarılmaktadır. Oyunda her dönem var olan toplumsal sınıf farkları bir bakıma hicvedilmektedir. Karagöz ve Hacivat gölge oyunlarındaki anlamları keşfetmek çoğu zaman kolay olmamaktadır. Çünkü Karagöz ve Hacivat oyunları yazılı bir metne sahip olmayan, tamamen doğaçlama ve Hayalinin anlatmak istedikleri ile ilgili oyunlardır. Hayalinin ise, anlatmak istediği birçok düşünce vardır. Fakat oyun örgüsünde kullanılan gerçekçi yaklaşımlar sayesinde hayattan bir sahne izleniyor düşüncesi her zaman yaratılmaktadır. Karagöz ve Hacivat’ın Bahçe gölge oyununda Greimas’ın eyleyensel örnekçesi ve semiyotik dörtgenin kullanılması göstergebilimin dil dışı alanlarda da kullanabileceğinin bir kanıtıdır. Yapılan bu çalışma ile Greimas’ın semiyotik dörtgeni somut bir zeminde kendini gösterme olanağı bulmuştur. Hayalinin söylediği ya da söyleyemediği birçok nokta yüzeye çıkarılmaktadır. Özetle, göstergebilim yöntemi klasik okumaya oranla daha geniş bir bakış açısına olanak tanımakta ve anlatıya dair daha kesin yargılara ulaştırmaktadır. Kaynakça Kitaplar - AKERSAN, F. E. (2005). Göstergebilime giriş. İstanbul: Multilingual. - ATABEK, G. Ş. ve ATABEK, Ü. (Der.). (2007). Medya metinlerini çözümlemek: içerik, göstergebilim ve söylem çözümleme yöntemleri. Ankara: Siyasal Kitabevi. - BARTHES, R. (1997). Göstergebilimsel serüven. (M. Rifat ve S. Rifat, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1985) - ÇAMDERELİ, M. (2013). Reklamın görme dediği. İstanbul: Avrupa Yakası Yayıncılık. - GÜNAY, V. D. ve PARSA, A. F. (Ed.). (2012). Görsel göstergebilim: imgelerin anlamlandırılması. İstanbul: Es Yayınları. - KUDRET, C. (2004). Karagöz: I. Cilt. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ORAL, Ü. (2009). Turkish shadow play Karagöz. Ankara: Ministry of Culture and Tourism. - PARSA, S. ve PARSA, A. F. (2002). Göstergebilim çözümlemeleri. İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi. - RİFAT, M. (2013). XX. Yüzyılda dilbilim ve göstergebilim kuramları: 1. tarihçe ve eleştirel düşünceler. (5. Baskı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. - SEVİLEN, M. (1969). Karagöz. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. - SİMTEN, G. (2003). Film olgusu: kuram ve uygulayım yaklaşımları. İstanbul: İnkılap Yayınları. - ZERENLER, D. (2010). Tiyatroda yapısalcı çözümleme. İstanbul: Mitos-Boyut Yayınları. Süreli Yayınlar - ARIKAN, S. (2009). “Göstergebilimsel bir çözümleme: Samuel Richardson’ın Pamela’sı”. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 13 (2), 147-160 - ÇAKMAK, B. (2011). “Çehov’un vişne bahçesi adlı oyununa göstergebilimsel bir yaklaşım”. Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 31 (1), 57-78 - SİVAS, A. (2012). “Göstergebilim ve sinema ilişkisi üzerine bir deneme”. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11 (21), 527-538. 23 Tezler - DAĞ, O. (2006). Hacivat ile Karagöz piyeslerinde komik ve uyumsuz dilsel öğeler. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. - HACIALİOĞLU, A. (2010). Görsel bir yaratım olarak gelenek: Hacivat ve Karagöz neden öldürüldü örneği. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. - MENEK, S. (2011). Ünver Oral’ın Karagöz metinlerindeki kültürel ve eğitsel unsurlar. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. - PAY, M. (2012). Gölge oyunu Karagöz ve sinema. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Anabilim Dalı. İnternet -http://turkoloji.cu.edu.tr/makale_sistem/tum_list.php?t=tum&psearch=Metin%20And, 17.03.2014 -http://turkoloji.cu.edu.tr/html/nd_bahce_adli_karagoz_oyunu.htm, 26.03.2014 -http://www.toplumdusmani.net/modules/wfsection/article.php?articleid=1116, 22.03.2014 - http://www.karagozvehacivat.com/, 02.05.2014 - http://www.karagoz.net/, 21.03.2014 24 PROPAGANDADAN SİYASAL REKLAMCILIĞA KURAMSAL BİR İNCELEME Uzm. Aslı AYDEMİR ADVAN Özet: Propaganda çalışmaları, Türkiye’de 1950’lerden itibaren yapılmaya başlanmış, günümüz siyasi partilerinin de, özellikle seçim dönemlerinde yapmaları gereken önemli bir çalışma haline gelmiştir. Seçim dönemlerinde yapılan iyi bir propaganda faaliyetinin, siyasi partinin seçimden başarılı çıkmasını sağladığı açıkça görülmektedir. Siyasal propaganda çalışmalarında yer alan önemli bir kavram, “Siyasal Reklamcılık” tır. Siyasal Reklamcılık 1970’lerde bir yandan televizyonun diğer yandan reklamcılığın gelişimi gündeme gelmiştir fakat Türkiye’de hakiki ve asli manada siyasal reklamcılığın siyasal propaganda kampanyalarında ortaya çıkışı 1983 seçimleridir. Siyasal reklamcılık, günümüzde de özellikle seçim dönemlerinde hem adayların kendilerini halka tanıtmak hem de siyasal partilerin icraatlarını hedef kitlesine ve tüm halka ulaştırabilmesi bakımından titizlikle üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu nedenden dolayı bu çalışma, siyasi hayatın vazgeçilmezi siyasal reklamların önemi üzerine kuramsal bir araştırma yapmanın önemi ve gerekliliğini örneklerle açıklayabilmeyi amaçlamaktadır. Anahtar kelimeler: Propaganda, Siyasal Reklamcılık, Seçimler, Siyasal Kampanyalar A THEORATICAL SURVEY FROM PROPAGANDA TO POLITICAL ADVERTISING Abstract: Propaganda activities started in Turkey in 1950s and it has been a significant activity that today’s political parties should conduct especially in electoral periods. It is seen obviously that a straight propaganda performed during electoral periods ensures political parties to succeed in elections. A significant concept in political propaganda activities is “Political Advertising”. Political advertising added to agenda with the progress of television and advertisement in 1970s but in Turkey the essential emergence of political advertising for political propaganda campaigns was the 1983 elections. Political advertising is a worth-stressing matter especially in electoral periods both for candidates to introduce themselves to public and political parties to communicate their practices to the target group and public. For this reason, this study aims to exemplify the significance and necessity of making a theoretical investigation about the importance of political advertisements. Key Words: Propaganda, Political Advertising, Elections, Political Campaigns 25 Giriş İktidar mücadelesinin var olduğu günden bugüne hüküm sürdüğü söylenen propaganda ile reklâmcılık, çoğu zaman birbiriyle karıştırılan iki kavram olmuştur. Çünkü her ikisi de bireyleri ya da kitleleri ikna etmeye dayalı birer faaliyettir ve her iki alan da kullanılan teknikler açısından birbirlerinden sürekli olarak yararlanmıştır. Ancak aralarındaki benzerliklere rağmen bu iki kavramı birbirinden ayırabilecek birtakım temel özellikler de bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür: • Propaganda, uzun vadelidir; oysa reklâm hemen sonuç almaya yönelik kısa vadeli bir faaliyettir. • Propagandanın temel ilkelerinden birisi, kaynağın gizli tutulmasıdır. Ancak kaynağı belirtilmemiş bir reklam düşünülemez. • Propaganda siyasi, reklam ise ticari içeriklidir ve bu yüzden siyasi reklamcılık, ticari reklamın siyasete uygulanışı olarak da tanımlanmaktadır. • Reklamın yarattığı gereksinimler ya da tercihlerle insanlar özel bir ürüne yönlendirilir. Ancak propaganda davranışta, ruhta, hatta din ya da siyasetle ilgili düşüncelerde değişiklik yaratır (Domenach, 1995:18). Siyasal Reklamcılık 1970’lerde bir yandan televizyonun diğer yandan reklamcılığın gelişimi gündeme gelmiştir fakat Türkiye’de hakiki ve asli manada siyasal reklamcılığın siyasal propaganda kampanyalarında ortaya çıkışı 1983 seçimlerinde ANAP’ın Man Ajans’la yürüttüğü kampanya ile hayat bulmuştur. Siyasal reklamcılık Türkiye’de ikinci ana dönemecini ise, 1987 Genel Seçimleriyle gerçekleştirmiştir. Bu seçimlerde SHP’nin kullandığı “limon” simgesi kampanyanın olduğu kadar siyasal reklamcılığın da kamuoyuna mal olmasında etkili olmuştur. Türk siyasal reklamcılığının üçüncü aşamasına ise, 1991 genel seçimleri işaret etmektedir. ANAP’ın kampanyasını üstlenen Seguela’yla siyasal reklamcılık daha da popüler olmuştur. Bu seçimlerde bütün partiler kampanyalarını ajanslarla birlikte yürütmüşlerdir. Yine bu seçimlerin diğer bir önemli noktası da, devlet televizyonu TRT’nin partilerin propagandalarına yer vererek kampanyalara açılmasıdır. 1994 yerel ve 1995 erken genel seçimlerine gelindiğinde aday/parti-ajans ilişkisi artık vazgeçilmez bir unsur olmuştur. Propaganda Propaganda kelime kökeni ile bahçıvanın taze bir bitkinin filizlerine yeni bitkiler üretmek için toprağa dikmesi anlamına gelen ‘propagare’ kelimesinden türemiştir. Dolayısıyla yalın anlamıyla propaganda, belirli fikirleri yeşertmek veya yaymak olarak tanımlanabilmektedir (Kipöz, 1995:1). Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’nde “herhangi bir düşünceyi ve bir kanıyı yaymak ve ondan yana olanları çoğaltmak için söz, yazı ya da başka araçlarla yapılan etki” olarak tanımlamaktadır. Barlet propagandayı: “toplumların görüş ve davranışını benimsemelerini sağlayacak biçimde etkileme girişimi” olarak tanımlamaktadır (Domenach, 1995:17). Leonard w. Doob ise: “ilgili kişi ya da kişilerin telkin vasıtasıyla grupların tutumlarını ve sonuçta da bu grupların hareketlerini kontrol altına almak için yaptıkları sistematik hareketler” olarak açıklamaktadır (Brown, 1992:23). Kapsamlı bir tanım yapmak gerekirse, Terence H. Qualter propagandayı şu şekilde açıklamıştır; “bir bireyin ya da grubun başka bireylerin veya grupların tutumlarını belirleyip, biçimlendirmek, kontrol altına almak veya değiştirmek için haberleşme araçlarından yararlanarak ve bu bireylerin ya da grupların belirli bir durum veya konudaki tepkilerin kendi amaçlarına uygun tepkiler şeklinde olacağını umarak giriştikleri bilinçli bir faaliyettir” (Qualter, 1980:279). Propaganda üzerinde çok çeşitli tanımlar yapılmakla birlikte üzerinde görüş birliği yapılan tanımlaması şu şekildedir; belli çıkarları olan bireylerin ya da grupların başkalarının kanaatlerini ve davranışlarını etkilemek amacıyla, önceden tasarlayarak, ikna ve telkin yöntemlerini kullanarak yaptıkları eylemdir (Bektaş; 2002:20). Propaganda, ilk olarak 1622 yılında Roma Katolik Kilisesi tarafından kelime haliyle kullanılmıştır. Liderlik mücadelesinin başladığı dönemlerden itibaren yapıldığı öne sürül- 26 mektedir. 1622 yılının din savaşlarıyla sarsılan zamanın Avrupa’sında Papa XV. Gregory, Kilise kurumunun durumunu yeniden düzenlemek zorunda kaldığında “silahlı önlemler”in dışında yeni önlemler almak gerektiğini sezebiliyordu. Bu nedenle, Protestan Reform Hareketi’nin etkilerine karşı Katolik Kilisesi’nin iman ve inancını barışçı yollardan yaymak için yeni, örgütlü ve sürekli bir mücadele kuruluşun oluşturulmasını önerdi. Katolik Kilisesi’nin inanç ve imanını yeni dünyaya yaymak, aynı zamanda eski dünyada da Roma Kilisesi’nin din anlayışını pekiştirmek ve yeniden güçlendirmek amacıyla, 22 Haziran 1622’de Roma Katolik Kilisesi’nin resmi organı olarak, Sacra Congregatio de Propaganda Fide (İnancı Yayma Meclisi) kuruldu. Papalığa bağlı bu resmi propaganda kurumu oluşturulduktan sonra kilise görevlilerinin bireysel çalışmaları sona ermiş; onun yerine, merkezi otoritenin kontrol ve yönetiminde tek bir hareket tarzı izlenmeye başlanmış; Katolik olmayan ülkelerde ayin dualarında kullanılan kitaplar ile piskoposların ve diğer kilise görevlilerinin misyonerler için hazırladıkları eserlerin biçim ve işlemleri üzerinde merkezi bir denetime gidilmiştir (Qualter, 1980:255). Uzun yıllar dinsel mücadelelerin bir parçası olarak gelişen propaganda, Fransız Devrimi’nden sonra dinsel alandan siyasal alana geçerek yeni bir kullanım alanı kazanmıştır. Bu kullanım biçimi, kamuoyunu kontrol etmek, kitlelerin eylemlerini manipüle etmek isteyenler için örnek olduğu gibi, bu tarz uygulamaları kolaylaştıran bir sonuca yol açmıştır. Propaganda, günümüzde de demokrasi de dahil olmak üzere her türlü siyasal sistem içerisinde gerçekleştirilebilmektedir. Çünkü propaganda çalışmaları özellikle de seçim öncesi kampanya çalışmalarında siyasi partiler ve liderler tarafında sıklıkla kullanılmaktadır. Propaganda bakımından insan zihni sürekli olarak akıtılmak yoluyla, herhangi bir şeyle kolayca doldurulabilen boş bir kap olarak kabul edilmiştir. Ve bu konuda yapılan araştırmalar, propaganda çalışmalarının seçmen üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Deneklerin yüzde 8.9’u propaganda kampanyalarının üzerlerinde etkili olduğunu söylemektedirler. Burada önemli olan ayrıntılardan biri de, deneklerin, yapılan propagandalardan etkilenmiş gibi davranmayarak bu soruya “evet” cevabı verme konusunda çekingen davranmış olabilecekleridir. Propagandadan etkileniyor olmayı bir cevabı seçeneği olarak söylemekte tereddüt edenler de bulunabileceği düşünülebilir. Bununla birlikte yine de, yapılan “propagandalardan etkilendim” diyen yüzde 8,9’luk kesim ile “kısmen” diyen yüzde 4.4’lük kesim bile, Türkiye gibi 46 milyona yaklaşan bir seçmen potansiyeli olan bir ülkede 5 milyona yakın bir oya karşılık gelmekte, bu da bir partinin barajı aşması için gereken yüzde 10’luk bir oya yakın bir tablo ortaya koymaktadır. Seçim propagandalarının “Ne tür bir etkisi olduğu” ile ilgili soruya verilen cevaplar arasında yüzde 72.2 oranında “Şimdiye kadar oy verdiğim partiyi değiştirmeme sebep oldu” cevabı verirken, yüzde 25.7’si de “Şimdiye kadar oy verdiğim partiye dair kanaatimi pekiştirdi” cevabını verdiği görülmekte, oy verdikleri parti ile ilgili bir kanaat değişimi veya pekişmesi ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bu rakam ciddiye alınması gereken bir oranı teşkil etmektedir (Özsoy; 2009:73). Özellikle seçim öncesi dönemlerde siyasi partiler tarafından yapılan başarılı bir propaganda çalışması seçmen üzerinde özellikle de kararsız seçmenler üzerinde parti lehine etki yapabilmektedir. Tabiî ki de başarılı bir seçim kampanyası için sadece propaganda çalışmaları yeterli olmayacaktır, ancak araştırmalarda da görüldüğü üzere başarılı propaganda çalışmalarının insanların oy verme davranışını etkilediği de yadsınamaz bir gerçektir. Propaganda Tarihinden Örnekler Propaganda kavramı birey ya da toplulukların iktidar mücadelelerinin en eski araçlarından biridir. Adı ne olursa olsun “ikna” yöntemi, tarihin her döneminde, “baskı”nın yanı sıra iktidar mücadelesinin temel aracı olarak da kullanılmıştır. Siyasal propaganda geçmişten günümüze kadar iktidarların kazanılmasında, kaybedilmesinde ve sürekliliğinde önemli rol oynamıştır. Yüzyılın ilk yarısında Lenin ve Hitler gibi liderler propaganda yoluyla kitlelerin fikirlerini değiştirmeye ve kendi inandıklarını benimsetmeye çalışmışlardır. Görüldüğü üzere propaganda her dönemde kitlelerin fikir ve tutumlarını değiştirmek için vazgeçilmez bir siyasi güçtür. Adını, 17. yüzyılda Katolik Kilisesi’nin görüşlerini dünyaya yaymak için oluşturulan kurumdan alan propaganda terimi, Fransız Devrimiyle siyasal bir içerik kazanmış, özellikle 1. 27 Dünya Savaşı’nda büyük devletlerin güç mücadelelerinde önemli bir yer tutmuştur. 2. Dünya Savaşı aynı zamanda bir “propaganda” savaşı olarak sürdürülmüş, Soğuk Savaş dönemindeki uygulamalarla da propaganda iyice “kirli” ve “soğuk” bir kavram haline gelmiştir. 1950’lerden itibaren de, iletişim teknolojilerindeki değişim ve sanayi toplumlarının yerini kitle toplumlarına yavaş yavaş bırakmasına paralel olarak, propaganda kavramı da bir değişim geçirmiştir. Kitle iletişim araçlarındaki gelişme ve televizyonun etkileri, propagandanın ticari bir ikna mahareti olan reklamcılık ile bağını güçlendirmiş ve siyasal reklamcılık dönemine giden yolu açmıştır (Aydemir; 2011:43). Propagandanın dünya tarihindeki belli başlı örneklerini aşağıda yer aldığı gibi gruplandırmıştır (Uğurlu; 2013:35). Çin’de Propaganda Çin’de propagandanın en büyük örneği Mao’nun feodal ve kapital sisteme karşı yürüttüğü ve halkı birliğe çağırdığı propaganda sürecidir. Mao Çin’de 1962 yılında, yeniden oluşmakta olan feodal ve kapital sisteme karşı köylü halkı örgütlemek için Sosyalist Eğitim Hareketi’ni yönetmeye başladı. 1950’lerde zaten propaganda posterlerinde boy gösteren Mao, bu dönemde grafik ve edebi sanatları kullanarak propaganda yapmıştır. Mao, orduyu cesaretlendirme ve halkın gözünde kendi gücünü sürdürüp kuvvetlendirme amaçlı propaganda posterleri kullanmıştır. Almanya’da Propaganda Nazi Propaganda çalışmaları, en önemli ve en çok ses getiren propaganda çabalarından biridir. Almanya savaştan çıkmış ve çok zayıf düşmüştü. Hitler iktidara geçmek için hem sosyalist hem de milliyetçi kesimin desteğini kazanmak amacıyla propagandayı kullandı. Alman ırkının üstün ırk olduğunu ve bu yüzden de dünyayı yönetmesi gerektiğini halka anlattı ve bunun için de savaştan çıkmış halkın öfkesini kullandı. Hitler’in Propaganda faaliyetlerini Joseph Göbbels yönetiyordu ve yaptığı propaganda çalışmaları sayesinde Almanya’yı savaşa sokmayı başardı. Hitler, hem sinema hem de grafik yöntemlerini yoğun olarak kullanmıştır. Özellikle kullandıkları amblem ve şahin figürü Nazi propagandasının önemli unsurlarıdır. 28 Sovyet Propagandası Özellikle soğuk savaş döneminde Stalin, Amerika’ya karşı sinema, radyo, televizyon ve grafik alanlarda önemli propaganda faaliyetleri yürütmüştür. Stalin, propaganda afişlerinde, diğer devletlerin başkanlarıyla el sıkışırken resmedilmiş ancak resimlerde hep diğer devlet başkanlarından çok daha uzun ve iri resmedilmiştir. Ayrıca Stalin’in çocukların ön planda tutulduğu afişleri de çok sayıda bulunmaktadır. Amerikan Propagandası Amerika, Birinci Dünya Savaşı sırasında, propagandayı ilk kez bilimsel bir şekilde tanımlamış olan Walter Lippman ve Edward Bernays’ı, İngiltere’nin yanında savaşa girme konusunda halkın fikrini etkilemesi için görevlendirmiştir. Amerika’nın bilinen önemli propaganda çabaları, Almanlara, Japonlara ve Sovyetler birliğine karşıdır. Radyoyu kullanarak Amerika ve Avrupa’ya gri propaganda yayınları yapmıştır. Halkın savaş bonosu satın almasını amaçlayan, ispiyonculuğu kınayan ve orduya katılım sağlamayı amaçlayan posterleri ünlüdür. En önemli ve en ünlü propaganda posteri de Sam Amca’nın “I Want You” posteridir. Direk çağırma stiline de en önemli örneklerden biridir. I.Dünya Savaşında Türk-Alman Propaganda Afişleri 1. Dünya Savaşı sırasında Almanya-Avusturya-Türkiye-Bulgaristan ittifakında Almanya’nın ittifak adına bastığı propaganda afişlerinden bazıları; 29 Siyasal Reklamcılık Siyasal partilerin, zamanla gelişen teknolojiyle birlikte iktidara gelme çabalarında önemli rol oynayan yöntemlerde de değişiklik görülmüştür. Siyasal partilerin iktidar olma çabalarında önemli bir konuma sahip olan siyasal kampanyalarda, kitle iletişim araçları kullanılarak seçim kampanyalarında uygulanmaya başlanınca, reklamcılar tarafından “Siyasal Reklamcılık’ olarak adlandırılmıştır (Tokgöz, 1979:255). Siyasal reklam genel oy hakkının kitlelere verilmesiyle, kitle demokrasisine geçişle başlamış ve kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle günümüzde yaygın biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Siyasal reklam, kavram ve uygulama olarak ABD’de doğup geliştikten sonra, günümüzde bütün dünyada yaygınlık kazanmıştır. Siyasi reklamlar partilerin özellikle seçim zamanlarında kısa vadede olumlu sonuç alabilmek için, partilerinin vermek istedikleri mesajlarının propaganda araçlarıyla hedef kitlelerine ulaştırabilmek için kullandıkları yöntemdir. Bu reklam çalışmaları, genellikle konuyla ilgili profesyonel reklamcılar tarafından hazırlanır. Özellikle son dönemlerde siyasi partiler bütçelerinin önemli bir kısmını bu çalışmalara ayırmaktadır. Özkan’ın aktardığı üzere dünyanın en bilinmiş reklam ajanslarından Ogilvy&Mather’ın kurucusu David Ogilvy’ye göre ilk siyasal reklam 1950’de Amerika’da New York valilik seçimleri sırasında Cumhuriyetçi aday Thomas Dewey tarafından kullanılmıştır. Bir televizyon programında program sunucusu sokak röportajları yaparak halka, aday Dewey hakkında merak ettikleri soruları sormuş, Dewey de bu soruları cevaplamıştır. Aslında röportaj yapılan kişiler tesadüfi kişiler değil önceden ayarlanmış kişilerdir. Ogilvy’de göre bugün kullandığımız anlamda ilk siyasal reklam ise, Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1952 Başkanlık seçimleri sırasında reklamcı Rosser Reeves tarafından Eisenhower için hazırlanmıştır. Siyasal Reklamcılık Amerika’dan Avrupa’ya oradan da 1980’lerde Özal döneminde Türkiye’ye gelmiştir (aktaran Özkan, 2007:19). Propaganda çalışmaları, Türkiye’de 1950’lerden itibaren yapılmaya başlanmış, günümüz siyasi partilerinin de, özellikle seçim dönemlerinde yapmaları gereken önemli bir çalışma haline gelmiştir. Propaganda çalışmalarında yer alan önemli bir kavram olan siyasal reklamcılık da 1970’lerde bir yandan televizyonun diğer yandan reklamcılığın gelişimi gündeme gelmiştir. Türkiye’de siyasal reklamcılık 1977’de Adalet Partisi’nin girişimi ile başlamıştır (Topuz, 1991:6) fakat Türkiye’de hakiki ve asli manada siyasal reklamcılığın siyasal propaganda kampanyalarında ortaya çıkışı 1983 seçimlerinde ANAP’ın Man Ajans’la yürüttüğü kampanya ile hayat bulmuştur. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin ardından 1983 yılında yapılan genel seçimlerde ise, Özal liderliğindeki Anavatan Partisi Manajans’la işbirliği yaparak başarılı bir reklam kampanyası yürütmüş ve ipi göğüslemiştir. Manajansın Anavatan Partisi (ANAP) için hazırladığı bu kampanya günümüzdeki imaj ağırlıklı seçim kampanyalarının ilk örneği sayılabilir. Siyasal reklamın Türkiye’de radyo ve televizyonda ilk yayınlanması ise 1987 Genel Seçimleri döneminde olmuştur. Devletin yayın organları olan radyo ve televizyon kanalında siyasi partilere reklam yapma hakkı verilmiştir. Bu dönemde, SHP, DYP ve ANAP bu uygulamadan faydalanmıştır. Seçimleri’nde SHP’nin (Sosyalist Halkçı Parti) “Limon Kampanyası” (Yorum Ajans tarafından hazırlanmıştır) izlemiş, kampanyaya başlamadan önce ise kamuoyu araştırmaları yapılarak seçmenlerin tutumları saptanmaya çalışılmıştır. Ayrıca Yorum Ajans, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’nün giysileri, konuşma tonu, hızı ve biçimi hakkında öneriler de getirmiştir (Dalkıran, 1995:104). Türkiye’de gerçek anlamda siyasal reklam, 1990’lı yıllarda kullanılmıştır. 1990 yılında özel radyo ve televizyonların yayına başlaması siyasal reklamcılığın çehresini epey değiştirmiştir. Özel radyo ve televizyon kanalları 1991 seçimlerinde açıkça taraf tutmuş ve kamuoyunu etkilemeye çabalamışlardır. Siyasal reklamcılık, Fransız siyasal reklamcısı Jacques Sequela’nın 1991 yılının Ağustos ayı başlarında Türkiye’ye gelerek Anavatan Partisi ile ilişki kurmasından sonra siyasal pazarlama ya da siyasal reklamcılık Türkiye’de de artık uygulanan bir siyasal iletişim biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır (Topuz, 1991:7). Türk seçim kampanyalarında ilk kez olan bu durumda Seguela, Mitterand’a uyguladığı seçim kam- 30 panyasına benzer bir kampanya yürütmüştür. Bu konuda ANAP’a on altın öğütte bulunan Seguela’nın öğütleri şöyledir (Topuz; 1991:44); 1. Seçimleri ideoloji değil, lider kazanır. 2. Seçimlerde geçmiş için değil, gelecek için oy verilir. 3. Oy umut için verilir, program için değil. 4. Seçim, siyasal olmaktan öte, psikolojik bir olaydır. 5. Devlet adamı olmak isteyen her siyasetçi kendi efsanesini geliştirmelidir. 6. Lider, bağımsız kişiliğini vurgulamalıdır. 7. Devlet adamı, ülkesinin yapısını yansıtmalı, bugünden yarını temsil etmelidir. 8. Lider, ülke içi imajı kadar dış imajına da önem vermeli ve onu geliştirmelidir. 9. Seçimi lider kazanır, ama yalnız olmadığını unutmamalıdır. Politika dışı ilişkilerine de önem vermelidir. 10. Zamana zaman tanımak gerekir. Lider orta ve uzun vadeli düşünmeli ve bunları yansıtabilmelidir. Seguela’nın vermiş olduğu bu öğütlerle birlikte artık seçmenlerin oy verme davranışlarını etkileyebilecek psikolojik ve sosyolojik durumları ölçebilmek adına kamuoyu araştırmaları yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Artık seçim kampanyaları için profesyonel reklamcılarla çalışmış ve Türk siyasi hayatında da profesyonellik yer edinmeye başlamıştır. Siyasal Reklamın Özellikleri ve Ticari Reklamdan Farkları Ticari reklamcılık ve siyasal reklamcılık aslında birbiriyle aynı amacı taşımaktadır. Yani bir deterjan markasının yapacağı reklam ile siyasal partinin yapacağı reklamın amacı hemen hemen aynıdır. Birinde amaç, deterjanın reklamını yaparak halkı satın alma davranışına yöneltmektir, diğerin de ise, yine partinin ideolojisinin, yapacağı hizmetlerin reklamını yaparak halkın o partiye sempati duymasını sağlamak ve seçim dönemlerinde de kendi lehlerine oy kullanmalarını sağlamaktır. Ticari reklamcılık ve siyasal reklamcılık arasındaki amaç benzerliğine rağmen ikisi arasında birtakım farklılıklar vardır. Mc Gann siyasal reklam ile bir ürünün reklamı arasındaki farkları şu şekilde belirtmiştir (Gann, 1989:16); 1) Siyasal pazarlama ve siyasal reklamlarda yer alan iddialar çok sağlam temellere dayanmaz iken, bir ürünün reklamındaki iddialar daha çok sağlam ve gözle görülebilir gerekçelere dayanır. 2) Tüketim mallarının çoğu kısa aralıklı seçimlerden bile daha sık yenilenebilmektedirler. Oysa seçim sürecinde, siyasal faaliyetler uzun aralıklarla tekrarlanmaktadırlar. 3)Tüketim mamüllerinin büyük bir çoğunluğu, garanti belgesi ile sunulmaktadır. Bu garantilerin önemli bir kısmı da anında mamülü değiştirmektedir. Garantinin varlığı tüketici tercihinde önemli derecede rol oynamaktadır. Oysa politik pazarlama sürecinde oy verdiğiniz partiden herhangi bir şekilde oyunuzu değiştirme imkanına sahip değilsiniz. 4) Ticari reklamlarda ürünün tarif edilebilen belli bir etiketi ve niteliği vardır. Bu nitelik, üzerinde işlem yapılmadan değişmez. Oysa siyasal etiket, parti içi tutarlılık, nitelik ya da ideoloji konusunda değişkenlik gösterebilir. Tam net bir belirleme söz konusu değildir. 5) Siyasal reklamlarda reklama konu olan ürün bir mal ve hizmet değil, bir kişi kuruluş ya da felsefedir (Bovee ve Arens, 1986:585). Ticari reklam ve siyasal reklamın farklarına değindikten sonra asıl konumuz olan siyasal reklamların özelliklerine değinmek de fayda vardır. Siyasal reklamın özelliklerini Tekin şu şekilde özetlemiştir (Tekin, 1998:60): • Siyasal reklamlar, maliyeti yüksek, kısa vadede seçmeni ikna etmeyi amaçlayan, siyasi mesajlardır. Siyasal reklamlar, kısa, basit, görsel, işitsel, dilsel anlatım için düzenlenmişlerdir. Bu niteliklerin bir siyasi mesaja yüklenmesindeki amaç ise çarpıcılığını, kolay anlaşılırlığını, akılda kalırlığını ve kapsayıcılığını artırmaktır. • Siyasal reklamlar, seçim dönemlerinde, özellikle seçim döneminin son zamanlarında yapıldığından, daha az karmaşıktırlar. Siyasal reklam, basitliğiyle iç içe, karmaşık bir eylemden öte, seçmenlere ulaştırmayı amaçladığı mesajı, açık ve yanlış anlaşılmayacak biçimde düzenler. Bu niteliğin bir siyasal reklamda olması, politikacı ile reklamın 31 hazırlanmasında birlikte çalışan politik danışman, halkla ilişkiler uzmanı ve reklamcıların bilgi ve yeteneklerine bağlıdır. • Kimi ülkelerde, siyasal reklamlar, ticari reklamlar gibi, yayın kuruluşlarından süre kiralanarak yayınlanabilir. Böylelikle, izleyici ve dinleyicinin, radyo ya da televizyon yayınlarını izlerken, kendi tercihi dışındaki siyasal reklamlarla karsılaşması sağlanmış olur. Bu uygulamaya izin verilen ülkelerde, siyasal reklamlar, etkisi ve temsil yeteneği daha yüksek, geniş izleyici ve dinleyici kitlesine ulaşabilen siyasi mesajlar olma özelliğini kazanır. • Siyasal reklam mesajlarının sık sık yenilenmeleri ve değişik kanallarda, farklı zamanlarda yayınlanmalarıyla, akılda kalmaları ve öğrenilmeleri kolaylaşır. Siyasal reklamın yayınlanma sıklığı ve içeriğinin iyi bilinmesi halinde, seçmenlerin bildiği şeylerin gereğinden sık tekrarı, mesajları boşlamalarına, seçimlerden uzaklaşmalarına, sonuçta da, seçimlere katılımın azalmasına neden olabilmektedir. • Siyasal reklamı, diğer siyasi mesajlardan ayıran en önemli özelliği, kitleleri ikna etme konusunda, uzmanlaşmış reklamcılara yaptırılmasıdır. • Siyasal reklamın diğer bir özelliği ise, pahalı olmaları, uzun süre yayınlanırlarsa, kanıksanabilmeleri ve kısa vadede etkili olmaları nedeniyle, seçim kampanyalarında seçime yakın dönemde yayımlanmalarıdır. • Siyasi otorite ve özellikle reklamcılar, kitle ilgisini çekmede, güldürü unsurunun etkili olduğunu bilerek, güldürü öğesine yer vermektedir. Siyasal Reklamın Stratejileri Bir siyasal reklam kampanyasının başarılı bir sonuca ulaşabilmesi için belirli birtakım stratejilerin belirlenip reklam çalışmasının o doğrultuda planlanması gerekmektedir. Reklam kampanyası planlama sürecinde önemle üzerinde durulması gereken ana maddeleri şu şekilde sıralamak mümkündür; Reklam amaçlarının saptanması; Amaç sadece “siyasal partiyi tanıtmak mı yoksa partinin propagandasını yaparak halkın tutum ve davranışlarında değişiklik yapmak mı yoksa her ikisi birden mi” bu gibi ayrımlar yapılarak siyasal reklam kampanyası çalışmaları ona göre belirlenmelidir. Reklam bütçesinin belirlenmesi; Medyada yer ve zaman satın almak için ne kadar para gereklidir? Reklam fotoğrafları, sanatsal katkılar, dizgi, baskı, radyo ve televizyona yönelik malzemenin üretimi, ücretler, çoğaltma, dağıtım masrafları gibi unsurların maliyeti ne kadar olacaktır? (Stempel, 1994:109) gibi soruların cevaplandığı bir bütçe planı yapılmalı ve ona göre hareket edilmelidir. Aynı zamanda bunlara ek olarak öngörülemeyen ekstra masraflar için yedek bir bütçe de hazırlanmalıdır. Reklam mesajının seçilmesi; Hangi mesajlar verilecektir, hangi konular tartışılacaktır, hangi bakış açıları kabul edilecektir, seçmenlerin hangi istek ve beklentilerine ağırlık verilecektir? Aynı zamanda verilecek olan mesajın biçiminde; mesajın içinde adayın kendi ağzından direkt olarak neler söylenecek? Kimlerin tanıklığına başvurulacak? Profesyonel sözcü kullanılacak mı? Adayın hayatından bir dilim gösterilecek mi? Hayat öyküsü anlatılacak mı? Görsel montaj kullanılacak mı? Aday filmi kendisi mi seslendirecek yoksa bir dublör mü kullanılacak? Müzik kullanılacak mı, kullanılacaksa nasıl olacak? (Stempel, 1994:109) gibi sorularla mesaj tam olarak biçimlendirilmelidir. Reklam araçlarının seçilmesi; Reklam araçları, siyasi partinin halka iletmek istediği mesajlarını ulaştırabilmesi için gerekli olan araçlardır. Reklam kampanyasını yürüten kişinin en çok zorlanacağı noktalardan bir tanesi de reklam araçlarının seçimidir. Çünkü siyasal partinin kamuoyuna iletmek istediği mesaja ve hedef kitlesine en uygun araç seçilmezse yapılan çalışmanın başarısız olma yüzdesi yüksek olacaktır. Reklam etkinliğinin ölçülmesi; Reklam etkinliğinin ölçülmesindeki amaç, planlanan mesajın doğru bir şekilde halka ulaşıp ulaşmadığını, istenen etkinin yaratılıp yaratılmadığını analiz etmektir. Türkiye’de Siyasal Reklamcılık Tarihinden Örnekler Türkiye’de siyasi kampanyalar tek partili dönemlerde de yapılmakla birlikte ilk ciddi çalış- 32 ma, çok partili döneme geçildikten sonra 1950 seçimleri ile olmuştur. 1950 Seçimlerinde Demokrat Parti, klasikleşmiş sloganı “Yeter Söz Milletindir” sloganı ile iktidara gelmeyi başarmıştır. Söz konusu slogan yardımıyla Demokrat Parti’nin; halkın sömürülmesine, ezilmesine “Dur” diyeceği anlatılmaya çalışılmıştır. Ve o dönemde seçim çalışmaların yoğun olarak yapıldığı kitle iletişim aracı olan radyonun yanı sıra yapılan bu afiş çalışması, Türk Siyasi Tarihinde önemli bir yer edinmiştir. Gerçek anlamada siyasal reklamların Türkiye’ye girişinde, 5 Haziran 1977 Seçimleri öncesi Adalet Partisi adına reklam kampanyası düzenleyen Cenajans ile kampanyalarda kullanılan teyp bantlarının da önemli bir yeri bulunmaktadır (Şimşek; 1996:874) duvarlar da mor afişlerle donatmıştır. Uzmanlara en etkili rengi sormuşlar ve önerilen rengi kullanmışlardır. 1983 genel seçimleri Türkiye’de siyasal propagandanın görkemli bir şekilde sahneye çıktığı ilk seçimler olarak iletişim tarihimizdeki yerini almıştır. 1983 seçimlerinde, ABD’de kalırken iletişim biçiminin siyasal yaşamı belirlemedeki önemini iyi kavrayan Özal, seçimler yaklaşırken Manajans’la anlaşır ve çalışmaları birlikte yürütürler. Turgut Sunalp’in kurduğu MDP de bir ajansla işbirliğine gider. Sol diye bilinen Halkçı Parti ise bu tür bir propaganda yöntemine pek rağbet etmez ve klasik yöntemlerle yetinir. 33 1987 genel seçimlerinde negatif ve saldırgan propagandanın örnekleri de görülmüştür. SHP ünlü “limon gibi sıktılar” kampanyası ile ANAP’ı yıpratmaya çalışırken, ANAP’da “Kavgasız Türkiye’ye sahip çıkınız” sloganıyla karşı pozisyon oluşturuyordu. Aynı zamanda 1987 genel seçimlerinde kullanılan ‘görüntülü propaganda’ hakkı, televizyonda siyasal reklamcılık uygulamasının önünü açmıştır. 1991 genel seçim kampanyalarını diğer kampanyalardan ayıran belirli özellikler taşımıştır. Kampanya döneminde hemen hemen her parti bir reklam ajansıyla çalışmıştır. Bu dönemde Türk siyasal propaganda çalışmalarında bu güne kadar görülmemiş ölçüde bir medya savaşı yaşanmıştır. 1991 seçimleri öncesi Fransız reklamcısı Jacques Seguela, ENA İletişim Şirketi aracılığıyla ANAP ile ilişkiye geçmiş, söz konusu bu işbirliği, hem muhalefet hem de iletişim çevrelerinde tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Bu tartışmalarda muhalefet çevreleri ve reklamcılar genelde: “Seçimlerin son derece yerel, sosyo-psikolojik ve ulusal karakterler taşıyan bir olay olduğunu, bölgeler arası farklılıkların, seçmenlerin ruh halinin ancak bu ülkede yaşayan iletişimci ve reklamcılar tarafından algılanabileceğini, Türkiye’de hiçbir reklamcılık ve pazarlama deneyimi olmayan bir yabancı firmanın böyle bir kampanyayı yapamayacağını” (Topuz; 1991:45) belirterek aslında bir nevi rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir. 1995 Genel Seçimlerine, DYP-SHP koalisyonu ile başlayan DYP-CHP Koalisyonu ile biten bir dönemin ardından gelinmiştir. Bu dönem İslami çizgide faaliyet gösteren Refah Partisi’nin yükseldiği, buna karşılık merkez sağ ve merkez sol partilerin seçmen kitlelerin gözünde öneminin azalmaya başladığı bir dönemdir. 1995 seçiminde iktidar ve muhalefet konumlarının stratejiye olan etkisinin en rahat gözlemlenebileceği iletişim biçimi ise siyasal reklamcılıktır. Bu seçimlerde ulusal yaygınlığı olan gazetelerde yayınlanan reklamlar kullanılmıştır (Balcı; 1999:8). SONUÇ İnsanlık tarihi kadar eski olan propaganda içerikli eylemler, ikna yöntemleri, iktidar olma ve iktidarını sürdürme uğraşları tarihsel süreçte hep var olagelmiştir. İnsanların örgütlü topluluklarda yaşamaya başlamasıyla birlikte liderler ve yöneticiler kendilerine destek sağlamak amacıyla değişik içerik ve biçimlerde propaganda yöntemlerini kullanmışlardır. Siyasi partilerin seçim dönemi propaganda çalışmaları, reklamları parti/adayı öne çıkarabilen en önemli unsurlardan bir tanesi olmuştur. Siyasi partiler seçmenlere kendi ideolojileri anlatmak ve istenilen yönde oy kullanmalarını sağlayabilmek adına özellikle seçim dönemlerinde siyasal reklamlara önem vermekte ve 34 80’li yıllarda başlayan reklam ajansları ile çalışma anlayışı 1991 seçimlerinde artık “yapılması gereken” halini almıştır. Günümüz seçim kampanyalarında da hatta seçim dışı dönemlerde de siyasi parti liderleri gerek kendi imajları gerekse parti imajı için profesyonel destek almaktadır. İletişim teknolojisindeki hızlı gelişme ile birlikte de dünya genelinde bilgi hızla dolaşmakta halka ulaşabilme kanalları da genişlemektedir. Bu nedenle başarı için, siyasal kampanyalarda amaca uygun siyasal reklamcılığın yapılabilinmesi için, reklam amacı net olarak tespit edilmeli, amaca en uygun reklam mesajı belirlenmeli, reklam giderleri tespit edilerek bir bütçe oluşturulmalı ve bunların hedef kitleye iletilebilmesi için en uygun araç tercih edilmelidir. Son olarak da planlanan mesajın doğru bir şekilde halka ulaşıp ulaşmadığını ölçebilmek adına reklam etkinliğinin ölçülmesi gerekmektedir ki bir sonraki kampanyalar için de örnek teşkil etsin. Özellikle günümüzde işsizlik, ekonomik sıkıntılar, eğitimdeki aksaklıklar gibi nedenlerle insanların siyasi liderlere olan güvenin azalmasının etkisiyle hem halkı bilgilendirmek hem de siyasal katılımın artması için siyasi reklamcılığın önemini artırmakla birlikte başarılı bir siyasal reklamcılık için yukarıda tespit edilen aşamaların önemle uygulanması gerekmektedir. Kuşkusuz, siyasal kampanyanın başarısı için reklamcılık tek başına etkili değildir. Kişinin inançları, düşünceleri, sosyo-ekonomik durumu, siyasi partinin geçmişi vb. kriterlerin de etkisi vardır. Bu nedenden ötürü siyasi partiler seçim öncesi kamuoyu araştırmaları yapmakta ve çalışmlarını da bu doğrultuda planlamaktadırlar. Ve artık günümüzde siyasi partilerin, bu planlamaların yapılması, uygulanması ve etkisinin incelenmesi konularında reklam ajanslarıyla çalışmaları başarı için neredeyse bir zorunluluk haline gelmiştir. Kaynakça - Aydemir, A. (2011). Siyasal Kampanyaların İletişim Stratejileri Açısından Değerlendirilmesi Üzerine Bir Örnek İnceleme: “2010 Anayasa Değişikliği Referandumunun AKP ve CHP Siyasal Kampanyaları Üzerinden Karşılaştırılması. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul Üniversitesi SBE. Halkla İlişkiler ve Tanıtım ABD. Ankara. - Balcı, Ş. (1999). Seçmenleri Etkileme Sürecinde Siyasal Reklamcılık Olgusu. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya. - Bektaş, A. (2002). Siyasal Propaganda. İstanbul: Bağlam Yayıncılık. - Bovee, Courtland L. ve Arens, William F. (1986). Contemporary Advertising, İllinois, Richard Irwin Inc. - Brown, J.A.C. (1992). Siyasal Propaganda. (Çev. Yusuf Yazar). İstanbul: Ağaç Yayıncılık. - Dalkıran, N. (1995). Siyasal Reklamcılık ve Basının Rolü. İstanbul: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları. - Domenach, J.M. (1995). Politika ve Propaganda. (Çev. Tahsin Yücel). İstanbul: Varlık Yayınları. - Mc Gann, A.F. (1989). Siyasal Reklamlarda Gelişme. Dünya Dosyası, Özel Sayfalar 45. - Kipöz, Ş. (1995). Propagandanın Tanımı. Düşünceler, Yıl 9- Özel Sayı 1,(s.2-3). - Qualter, T.H. (1980). Propaganda Teorisi ve Propagandanın Gelişimi. (Çev. Ünsal Oskay), Ankara Üni. Siyasal Bil. Fak. Der. Cilt 35, No:14, (s.255-307). - Özkan, N. (2007). Seçim Kazandıran Kampanyalar. İstanbul: MediaCat Kitapları. - Özsoy, O. (2009). Seçim Kazandıran Siyasal İletişim. İstanbul, Pozitif Yayınları. - Stempel III, Guido H. (1994). “The Practice of Political Communication” Englewood Cliffs, New Jersey: Prentice-Hall (p.79). - Şimşek, M. (1996). Refah Partisi’nde Halkla İlişkiler ve Reklam. Yeni Türkiye Dergisi Medya Özel Sayısı, 1 (11) (s.874-880). - Tekin, V. N. (1998). Politik Pazarlamada Ürün ve İletişim Stratejilerinin Belirlenmesi Üzerine Uygulamalı Bir Araştırma. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Kocaeli Üniversitesi SBE., Kocaeli. - Tokgöz, O. (1979). Siyasal Haberleşme ve Kadın. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, No.429, (s.4). - Topuz, H. (1991). Seçimlerde İletişim Politikaları. İstanbul: Tüses Yayınları. - Topuz, H. (1991). Siyasal Reklamcılık: Dünyadan ve Türkiye’den Örneklerle. İstanbul: Cem Yayınevi. - Uğurlu, Ö. (2013). Maltepe Üniversitesi Lisans Ders Notları. 35 KAMUDA HALKLA İLİŞKİLER UYGULAMALARI: AVRUPA’DAN ÖRNEKLER Batuhan ASLAN Özet: Halkla ilişkiler çalışmalarında, ülkemizde ve dışarıda daha çok özel kesimlerdeki faaliyetler ele alınmaktadır. Bu çalışmada ağırlıklı olarak kamudaki halkla ilişkiler uygulamaları incelenmeye çalışılmıştır. Özel sektöre nazaran daha zor ve karmaşık bir süreci ifade eden ve statükocu bir anlayış hakim olan kamu alanlarında halkla ilişkiler ve uygulamaları yeni yeni önem kazanmaktadır. İtibar yönetimi alanında ülkeler bazında da son derece önemli olan bu faaliyet alanı dikkatle yürütülmesi gereken mecralardır. Bu amaçla kamu sektöründe özellikle de Avrupa’da yapılan halkla ilişkiler faaliyetleri incelenmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler : Halkla İlişkiler, Kamu Yönetimi, Avrupa PUBLIC RELATIONS IN THE PUBLIC PRACTICE: EXAMPLES FROM EUROPE Abstract: Here discussed is how public relations work in the private sector outside our country. Public relations practices mainly in the public sector are examined in this study and how private sector, which represents a difficult and complex but withunderstanding of the statusquo of public relations has prevailed recently gaining importance in public areas. On the basis of the countries in the field of reputation management, is extremely important in this area of activity to be carried out carefully amongst channels. Keyword: Public Relation, Public Management, Europe 36 GİRİŞ Bu çalışma, günümüzde kendisinden sık sık söz ettiren halkla ilişkiler anlayış ve uygulamasının kamu sektöründe var olan uygulamalarını ortaya koymaktır. Halkla ilişkiler bir örgütte ne belirli bir birimin ne de belirli bir kişinin tekelindedir. Günümüzde halkla ilişkiler uygulamaları bir örgütte çalışan tüm bireylerin önemli işlevlerinden biri olmuştur. Halkla ilişkilere baktığımızda çağımıza uygun bir uygulama olduğunu hemen herkes fark edebilir. İster kamu sektöründe olsun ister özel sektörde olsun amacın çevre ve toplumla ilgili ilişkilerde düzenlilik sağlamaktır. Bu amaç kamu sektöründe bürokratik engeller yüzünden biraz daha zor olmaktadır. Fakat özellikle kriz dönemlerinde ilk başvurulan alan yine halkla ilişkiler faaliyetlerine dayandırıldığı ortadadır. Bu amaçlar çerçevesinde makalede, öncelikle halkla ilişkiler tanımına, kamu yönetimine, kamuda halkla ilişkiler faaliyetlerine, kriz dönemlerindeki halkla ilişkiler yönetimine, Avrupa’daki halkla ilişkiler uygulamalarına ve örneklerine yer verilmiştir. Halkla ilişkiler faaliyetlerinin kamuya, memura ve halka ne gibi yararlarının olduğu; kamu sektörü bakımından da algı ve itibar etkisine değinilmiştir. Özellikle Avrupa Parlamentosu halkla ilişkiler faaliyetleri ele alınarak tüm üye Avrupa Parlamentoları incelenmiş ve uygulama farklılıkları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ülkemizdeki uygulamalar da ele alınmış ortadaki benzer ve farklılıklar belirlenmeye çalışılmıştır. KAMU YÖNETİMİNİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ Genel olarak yönetim, gerek kamu gerekse özel sektörde insanın gereksinim ve beklentilerini gerçekleştirme, ülkenin kaynaklarını yerinde ve zamanında iyi kullanabilme çağdaş bir toplum yaratabilmeyi amaçlar. Kamu yönetimi, insan ve toplum için var olduğuna göre bu yönetimin toplumun istekleri doğrultusunda kurulması ve kuruluş nedeninin toplum tarafından çok iyi anlaşılması gereklidir. Halkla yönetim arasında her kademesinde ikişer üçer yönlü bir ilişki söz konusudur. Açıklanan nedenler çerçevesinde bir tanım yapmak gerekirse; «Kamu yönetimi, halk, örgüt, ekonomik kaynak, kamu görevlileri ve kamu politikaları gibi çeşitli unsurların meydana getirdiği, devlet ve toplum düzeninin kesintisiz işlemesi ve kamunun ortak ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik mal ve hizmetlerin üretilip arz edildiği bir sistemdir» (Demir, 2011 : 35) HALKLA İLİŞKİLERİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ Bir kurum, kamuoyunda iyi bir imaj oluşturmak için güçlü yanlarını iyi ifade etmelidir. Halkla ilişkiler süreci hedef kitleyle nasıl, ne zaman ve ne şekilde ilişki kurulacağının belirlenmesidir. Bu bakımdan halkla ilişkiler tanımı: “ işletme ile onun karşısındaki hedef kitle arasında karşılıklı menfaate dayalı ve sağlıklı bir diyalog tesis etmesi, bunun sonucunda da kamuoyunun ilgili kesimlerinde işletme hakkında olumlu bir imaj ve destek yaratılmasıdır.”(Askeroğlu, 2010: 17) Halkla ilişkiler, bir kuruluşu, vatandaşlar arasında ilişki kurarak sevdirme ve saydırma sanatıdır. — Halkla ilişkiler kişi ya da kurumun halkla ilişkisini geliştirme yolundaki çabadır. — Halkla ilişkiler halkı etkileyen söz, eylem ya da olaydır. — Halkla ilişkiler uzmanlık gerektiren bir iştir. — Halkla ilişkiler bir yönetim fonksiyonudur. — Halkla ilişkiler örgüt ile çevresi arasındaki bütün iletişimleri yerine getirir. Halkla ilişkilerde genellikle yönetim fonksiyonları denildiğinde geleneksel olarakplanlama, örgütleme, yönetme, koordine etme ve kontrol süreçleri anlaşılır. Ancak 1975yılında Henry Mintzberg ve bazı yazarlar yöneticilerin rollerini “yönetsel roller” adı altındaşu şekilde sıralamışlardır: 1. Temsilcilik rolü 2. Liderlik rolü 3. İrtibat kurma rolü 37 4. Bilgi toplama rolü 5. Bilgi dağıtma rolü 6. Sözcülük rolü 7. Girişimcilik rolü 8. Kaynak dağıtımı rolü 9. Problem çözücülük rolü 10. Arabuluculuk rolü (MEGEP, halkla ilişkiler ve organizasyon hizmetleri: halkla ilişkiler kavramı, 2006 : 6) KAMU YÖNETİMİNDE HALKLA İLİŞKİLERİN YERİ VE ÖNEMİ Konumuz kamu kurumunda halkla ilişkiler olduğuna göre, konumumuza uygun olarak halkla ilişkilerin tanımını şu şekilde yapabiliriz. «Halkla ilişkiler; genelde, bir kamu kuruluşunun kendi dışındaki kişilerle, her yönden iyi ilişkiler kurabilmesi ve kişilerin de kuruluşa karşı olan düşünce ve davranışlarının olumlu yönden geliştirilmesi için yapılacak her türlü faaliyettir.» (Tunçağıl, 2005) Halkla ilişkilerin başarısı yönetim ile halk arasında ortak bir anlayışın gerçekleşmesine bağlıdır. Yönetim ile halk arasında ortak anlayışın sağlanması ise, bilgilerin somut olmasına ve yönetimin anlatmak istediklerinin, yönetimin söylemek istediği biçimde anlaşılmasına bağlıdır. Ayrıca halkın yönetime katılması sayesinde kararların isabetli olması ve verimli amaçlara yönelmesini sağlanır. Halkla ilişkilerin iyi olmasının, kamu kuruluşu, halk ve memura yararları şöyledir; (http://vdb.gib.gov.tr/denizlivdb/sayfalar/TKY/tky_aituncagil_egitim.htm, 03.05.2013) Kamu yönetiminde halkla ilişkilerin pek çok amacı vardır. Özetle; - Kamuoyunu aydınlatmak, örgütün izlediği politikayı halka benimsetmek, - Halkta yönetime karşı daha olumlu tutumlar oluşturmak, - Yönetimle olan ilişkilerde halkın işini kolaylaştırmak, - Alınacak kararların daha yerinde olmasını sağlayacak bilgileri halktan elde etmek, - Yasaklar üzerinde aydınlatıcı bilgiler vermek ve vatandaşların yasaklara uymasını sağlamak, - Hizmetlerin götürülmesinde halkla işbirliğini sağlamak, - Mevzuattaki aksaklıkların saptanmasında ve giderilmesinde halkın dileklerinden, öğütlerinden,yakınmalarından faydalanmak. (Çakmak ve Kilci, 2011: 224) KAMU YÖNETİMİNDE KRİZ VE KRİZ YÖNETİMİ Günümüzde krizler hayatımızın önemli bir parçası haline gelmişlerdir.Küreselleşmeyle birlikte oluşan yoğun ilişkiler ve dünyanın küçülmesinin getirdiği krizhallerinin çeşitlenmesi ve ortaya çıkma sıklığı kriz yönetiminin önemle ele alınmasını zorunlu hale getirmiştir. Genel olarak kriz kavramı, aniden ortaya çıkan tehlikeli bir dönemi ve bu dönem boyunca baş edilmesioldukça güç olan durumu anlatmaktadır. Yani kriz dönemi, belirtiler vermeklebirlikte tamamen engellenmesi mümkün olmayan, çoğu zaman aniden ve sinsiceortaya çıkan, kurum ve kuruluşların karar mekanizmalarının tıkanmasına, örgütselfonksiyonların 38 denetim dışına çıkmasıyla istikrarsızlığa neden olan gerilimli birsüreçtir.(Demir, 2011: 3) Kamu yönetiminde kriz ise, kamu kurum ve kuruluşlarının varlığını ve işleyişini tehdit eden durumlardır. Oluşma riski düşük olmakla birlikte, oluşması durumunda etkisi büyük olmaktadır.Kamu yönetiminin genel özelliği statükocu bir yapıda olmasıdır. Statükocu özelliklerinden dolayı kamu yöneticileri olağandışı durumların olağandışı uygulama gerektirmesinden rahatsızlık duymakta ve bu tür uygulamalara direnmektedirler. Kamu yöneticilerinin zayıf yönlerinden birisinin de ekip çalışmasına yatkın olmadıkları söylenebilir. Özellikle kriz yönetiminde ekip çalışmasının önem taşıması, hatta zorunlu olması, kamu kuruluşlarının bu alanda istenilen hizmetleri istenilen nitelikte sunmalarını zorlaştırmaktadır. Kriz döneminde yapılması gerekenler; - Öncelikle örgütlerde alışılmış uygulamalardan ve yöntemlerden farklı olarak davranma yeteneği için gerekli önlemler alınmalı ve uygulanmalıdır. - Krizin boyutuna ve özelliğine göre yöntemler geliştirilmeli, bu yöntemlerin uygun bir şekilde uygulanması sağlanmalıdır. - Kriz dönemlerinde örgütsel yapıda, örgütlenme biçiminde, hedeflerde nasıl bir yöntem izleneceğinin açıkça ortaya konulması gerekir. AVRUPA’DA HALKLA İLİŞKİLER Avrupa’da halkla ilişkilerin dört özelliği vardır. Bunlar; Yansımacı Özellik: Toplumdaki değişen standartları analiz ederek örgütün standartlarını toplumdaki değişen değerlere göre ayarlamaya çalışmak ve bu konuda örgüt üyeleriyle tartışmak anlamındadır. Yönetsel Özellik: Kamunun güvenini ve örgütle karşılıklı anlayışını temin etmek için kamu gruplarıyla iletişim kurmak ve ilişkileri sürdürmek için planlar geliştirmektir. Operasyonel Özellik: Bu rol hizmetlerle ilgilidir ve diğerleri tarafından geliştirilen iletişim planlarının uygulanmasında kullanılır. Eğitsel Özellik: Bu rol örgütün üyelerinin davranışlarıyla ilgilidir ve burada içsel kamu grupları hedeflenir. Avrupa’da «halkla ilişkiler» terimi yerine «kurumsal iletişim», «iletişim yönetimi» gibi terimler kullanılmaktadır. 1940 yılında A.B.D. den Kanada ya geçen Halkla İlişkiler olgusu, orada hızla gelişerek Fransa, İngiltere, Hollanda, Norveç, İtalya, Belçika, İsveç, Finlandiya ve diğer Batı Avrupa Ülkelerine 1950’li yıllarda yayılmaya başlamıştır. İş dünyasında halkla ilişkiler çalışmalarının başladığı ve yoğunlaştığı ülke ABD olmasına karşın, hükümet çevresinde, politik ve ticari olmayan alanlarda halkla ilişkiler uygulamalarında İngiltere öncü role sahiptir.İngiltere’deki halkla ilişkiler faaliyetleri için şunları söyleyebiliriz: - Bir meslek olarak halkla ilişkiler, yukarı yönlü bir gelişme trendi izlemektedir. İngiltere’de halkla ilişkiler ikinci en popüler meslek dalıdır. - İngiltere’de şirketler şu anda reklam yerine halkla ilişkiler uygulamasını tercih etmektedirler. Pek çok şirket reklam bütçelerini halkla ilişkiler bütçeleri olarak değiştirmektedir. - Kamu sektörü halkla ilişkileri üçüncü en hızlı büyüyen alandır. Sağlık, gıda ve spor sektörlerinin halkla ilişkileri daha ön plandadır. - Halkla ilişkiler uygulamasında İngiltere ve 20 AB ülkesi, ABD’deki uygulama teknolojisini geride bırakmış durumdadır. - Pek çok kaynağa göre, ABD’li müşteriler İngiltere’dekilere oranla halkla ilişkilerin değerini daha iyi anlamış durumdalar ve daha etkin kullanmaktadırlar. - İngiltere’ye göç miktarı arttıkça ve Avrupa Topluluğu halkla ilişkiler endüstrisinin işgücünü farklılaştırdıkça bu anlayışın değişmesi olasıdır. 39 AVRUPA’DAN ÖRNEKLER İNGİLTERE KRALİYET DÜĞÜNÜ ÖRNEĞİ İngiltere Kraliyet düğünü tören öncesinde düğüne kimlerin katılacağından, hangi kıyafetlerin giyileceğine, düğün pastasının nasıl olacağından, düzenlenecek sahne şovlarına kadar hemen her konu dikkatle yürütülmüş bir halkla ilişkiler faaliyet örneğidir. Hatırlanacağı üzere tüm dünya çapında medya gündemini uzun bir süre İngiltere Kraliyet Düğün Töreni meşgul etmiştir. Tüm dünyadaki sunucularıyla tanınan «Akamai» firması da rakam vermemekle birlikte İngiltere Kraliyet Düğünü’nün internetten en çok izlenen canlı organizasyon olduğunu açıkladı. Akamai firması bu alanda rekorun şimdiye kadar 2010 Dünya Kupası organizasyonunda olduğunu ancak bu düğünün dünya kupasını geride bıraktığını açıklamıştır. (http://www. bitdunyasi.com/tr/?Sayfa=Detay&Id=7117, 03.05.2013) AVRUPA PARLAMENTOLARINDA HALKA İLİŞKİLER Avrupa ülkelerinin parlamentolarında halkla ilişkiler hizmetleri her ülkede birbirinden çok farklı işlemekte, ülkenin gelenekleri, siyasi yapısı ve sosyolojisi bu işleyişi etkilemektedir. Tüm ülkeler, halkla ilişkilerin «herhangi bir kuruluşla kamu arasında haberleşmeyi içeren bir yönetim biçimi» olduğunda hem fikirdir. Parlamentoların halkla ilişkileri halkın isteklerini parlamentonun tümüne, parti gruplarına ve ayrı ayrı milletvekillerine yansıtmaya yönelik bir süreci içerir. Ancak bunun yanında siyasi işlev ve yapının dışında kalan parlamento yönetiminin de (meclis idari teşkilatının) halkla ilişkileri de çok önemlidir.Örneğin TBMM gelen ziyaretçiler için meclisin ilk penceresi olan güvenlik sisteminin yani meclis polisinin tutum vedavranışları çok önemlidir. Çünkü parlamento ile ilgili ilk izlenim ve görüntü meclis polisiyle temas sırasında başlar. Kısaca parlamentoda cereyan eden olayların halka duyurulması ve ilişkilerin geliştirilmesi idari mekanizmanın iyi işlemesine bağlıdır. (Kazancı, 1999: 86) Avrupa ülkeleri içinde Almanya, Finlandiya, Norveç, İsveç, İsviçre kendi bünyelerine uygun bir halkla ilişkiler konsepti kabul etmişler ve bunu uygulamaya koymuşlardır. Bu tür çalışma Türkiye yoktur. Türkiye’de TBMM içinde bir basın ve halkla ilişkiler birimi vardır. Fakat bu birim konsept oluşturmaz, sadece olayları Meclis Başkanının denetiminde medyaya intikal ettirir. Ülkemizde kamu yönetiminde olduğu gibi meclis uygulamalarında da halkla ilişkiler tek yönlüdür. Halka bilgi verilirken onların eleştiri ve önerilerini dile getirecek bir mekanizma yoktur. Bu durum Batıdaki uygulamadan bizi ayıran temel farktır. Avrupa parlamentolarının tümünde yasama faaliyetlerinin ayrıntılı bir şekilde kamuya yansıtılması önemlidir. Bunu hem parlamentolar ister hem de medya bu konuya ilgi duyar. Hangi yasaların hangi içerikle hazırlandığı, nelerin eksik, nelerin kamuoyunca benimsenmekte olduğunun tartışılması çok yararlı olmaktadır. Bu tartışmalardan hemen hemen tüm parlamento etkilenmekte kimi kez bu yüzden tasarılardan vazgeçilmekte ya da başka tasarı gündeme gelmektedir. Makedonya’da meclis oturumlarını sadece basın temsilcileri izleyebilmektedir. Oturumlar genel olarak halka kapalıdır. Bunun dışında tüm ülkelerde oturumlara izleyici alınmaktadır. Yine Makedonya dışında tüm parlamentoların internette siteleri bulunmaktadır. Her parlamentoda halka daha yakın bir diyalog içinde olunması, ilişkiyi zorlaştıran faktörlerin ortadan kaldırılması istenmekte ama bu konuda önemli bir değişiklik olmamaktadır. Bazı parlamentolarda halka açık günler düzenlenmekte, isteyenlerin bir rehber eşliğinde parlamentoyu gezmesi ve hediye eşya satın alması sağlanmaktadır. Romanya’da parlamentonun bir bölümü müze haline getirilmiş olup halkın ziyaretine açık tutulmaktadır. Tüm parlamentolarda basının iyi hizmet verebilmesi için bazı önlemler alınmıştır. Parlamentoların çoğunda her basın kuruluşu için özel bir oda tahsis edildiği gibi haberleş- 40 me için gerekli tüm donanımlar da, gazeteci ya da muhabirlerin kullanımına sunulmuştur. Fransa, Almanya ve İspanya’da koşulların çok iyi ve etkin bir hizmet vermeye uygun olduğu kaydedilmiştir. Almanya’da parlamentoda her üç haftada bir basının bilgilendirilmesi amacıyla özel bir toplantı düzenlenmektedir. Belçika, İtalya, Fransa, İngiltere ve Almanya parlamento çalışmalarını anlatmak amacıyla ve parlamentoda yaşanan olaylara ilişkin broşür ve kitapçıklar yayınlanmaktadır. İtalya’da bu kitaplar dört dilde olmaktadır. Yine bu ülkelerde ve Türkiye’de meclis tutanakları halkın incelemesine açıktır. Komisyon tutanakları için özel izin gerekmektedir. Kuzey ülkelerinde bu konuda hiçbir sınırlama bulunmamaktadır. Terminolojide feed-back olarak isimlendirdiğimiz tepkilerin yakalanması ve değerlendirmeye tabi tutulması konusunda iki parlamento hiçbir şey yapmamıştır, yapmamaktadır. Bunlardan biri Makedonya diğeri de Türkiye’dir. TBMM’de halkla ilişkiler birimi olmasına rağmen feed-back araştırmalarındaki ihmal sebebi büyük olasılıkla kamudan gelebilecek büyük tepkilerden çekinilmesidir. Makedonya yeni bir devlet olduğu için henüz sistemleri yerli yerine oturmamıştır ve bu konuda deneyimli kişiler bulunmamaktadır. Halkla ilişkiler uygulamalarındaki aksaklıkların sebebi maddi kaynaklıdır yeterli ödenek yoktur. Slovenya, Polonya, Romanya’da da durum aynıdır. Norveç Parlamentosu’nda halkın tepkilerinin, ziyaretçilerle yapılan görüşmelerden ve e-postalardan öğrenilmektedir. İsveç’te kamuoyu anketleri yapılmaktadır parlamento ziyaretçilerinin görüşleri değerlendirilmektedir aynı zamanda basın ciddi biçimde izlenerek tepki niteliğindeki haberler değerlendirilmeye alınmaktadır. İngiltere’de de aynı yöntemler uygulanmaktadır. Kamuoyu araştırmaları önemli feed-back yakalama yöntemidir. Fransa’da tepki ölçme ve tepkileri öğrenme konusunda çok önemli ve sık aralıklarla araştırmalar yapılmaktadır. Bu araştırmaların sonucu dikkatle ele alınmakta ve tartışılmaktadır. Fransa’da bu gelenek olmuştur. Sonuç olarak; tüm Avrupa parlamentolarında yönetim ve halkla ilişkiler sorunu bulunmaktadır. Parlamentolar kimi kez bu tekniğe yüz çevirmekte kim kez de uygulamak zorunda kalmaktadırlar. Gerçek şu ki parlamentolar çok eleştiri almaktadırlar.Almanya, Fransa gibi büyük ülkelerde de meclislerin halkla ilişkiler sorunu bulunmaktadır. Aslında bunun sebebi gazetecilerle olan sorunlarla üst üste gelmektedir. İtalya ve Belçika medyadan çok rahatsız olmaktadır. Türkiye, Romanya ve Polonya’da halk, meclisleri her yönüyle ayrıcalıklı olmaları, yeteneksiz ve eğitimsiz kişileri bünyesinde memur olarak toplamaları yüzünden çok eleştirmektedir. Türkiye’de meclis personelinin sayıca çok olması da ayrıca eleştirilmektedir. Ülkelerin çoğunda halkla ilişkilerin ilk aşaması olan «halkı bilgilendirmek» şu ya da bu şekilde yapılmaktadır. Parlamento yönetimlerinin halkın tepkilerini karşılama, şikayetleri giderme konusunda ciddi sorunları vardır. Fransa dışında bu tepkileri düzenli öğrenme yoluna giden ülke yoktur.Halkla ilişkiler parlamento çalışmalarına yeni girmekte ama geliştirilmektedir. SONUÇ Halkla ilişkiler kavramının kurumun imajını düzenlediği ve kurumun dış dünyayla iletişiminde önemli rol oynadığı artık herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Kurumlar halkla ilişkiler faaliyetleri sayesinde hedef kitlelerine ulaşabilmekte kendi misyon ve vizyonunu aktarabilmektedir. Bu nedenle kamu yönetiminde de halkla ilişkiler oldukça önemlidir. Kamu kurumları değer özelliklerini koruyabilmek için halkla ilişkilere önem vermek; halkla ilişkiler tekniklerinden, yöntem ve araçlarından yararlanmak durumundadırlar. Bunu başarabildikleri ölçüde halkın güven ve desteğini sağlayabileceklerdir. Bu zaten bilindiği üzere 41 kamu kurumlarının görevidir. Modern toplumlarda halk devletten ve onun kurumlarından çeşitli şekillerde faydalanmaktadır. Bu nedenle devletin ve kurumlarının ana görevi halkın isteklerini yerine getirmektir. Ancak verilen hizmetlerden halkın şikayetleri olabilmektedir. Özellikle ülkemizde bu şikayetler oldukça fazladır. Kamu kurumları ağır, katı, yavaş çalışan bir yapı sergilemektedir. Kamu kurumları zaman zaman halkın beklentilerini karşılamaktan uzak kalmaktadır. Bu da halkla ilişkiler faaliyetleri bakımından sakıncalı durumların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Rüşvet, aracı kullanma, basın ve diğer yollarla yönetimden yakınma, yanlış beyanda bulunmadır. Kamu kurumlarında halkla ilişkiler uygulaması adına yapılan çalışmalarda, yapısal anlamdan çok biçimsel konuların ön plandatutulduğu görülmektedir. Genellikle bürokratik işlemler sonucu ortaya çıkan tepkiler önlenmeye çalışılmaktadır. Fakat bu yaklaşım halkla ilişkiler uygulamalarının sadece belli bir bölümüdür. Kamu kurumlarıyla halk arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi başta kamu kurumu yöneticileri olmak üzere tüm çalışanların görevidir. Kamu kurumları, halkta olumlu izlenim bırakmak için her şeyden önce kendi amaçları doğrultusunda halka dönük bir şekilde hizmet sunmalıdır. Kamu kurumları amaçlarını gerçekleştirmek için halkla ilişkilere önem vermelidir. Bunun için yönetim faaliyetleri hakkında topluma bilgi sunmalı ve toplumun duygu, düşünce ve eğilimleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Avrupa Parlamento örneklerinde de görüldüğü üzere yönetim ve halkla ilişkiler sorunu her zaman bulunmaktadır. Parlamentolar bile bu tekniğe kimi zaman yüz çevirmekte kimi zamanda uygulamak durumunda kalmaktadırlar. İncelenen ülkelerin çoğu halkla ilişkilerin ilk safhası olan “bilgilendirme” yigenellikle uygulanmaktadır. Fakat geri bildirimler, kararların buna uygun tekrar ele alınması vs. konularında çözüm üretilmemektedir. Geri bildirimler alınmakta fakat değişimler gerçekleşmemektedir. Bu nedenle de iletişim sorunu oluşmakta güven zedelenmektedir. Ülkeler incelendiğinde Fransa dışında halktan gelen tepkileri düzenli öğrenme yoluna giden bir ülke bulunmamaktadır. Yine de halkla ilişkilerin önemi her geçen gün artmaktadır. Değişen ve gelişen teknolojilerle iletişimin bir sistem dahilinde yapılması gereken bir uğraş olduğu yavaş yavaş kabul edilmektedir. Özellikle de sosyal medya krizlerinin tamirinde kendini gösteren halkla ilişkilerin önemi yadsınamaz. Uzun vadede imaj ve güven sağlamanın tek dayanağı halkla ilişkiler uygulamalarıdır. KAYNAKÇA Kitaplar (2006). MEGEP, Halkla ilişkiler ve organizasyon hizmetleri : halkla ilişkiler kavramı. Ankara : Milli Eğitim Bakanlığı BECERİKLİ, S. Y. (2005). Uluslararası halkla ilişkiler. Ankara : Nobel DEMİR, N. (2011). Türk kamu yönetiminde kriz yönetimi. Kaymakamlık Tezi. Ankara : İçişleri Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü Süreli Yayınlar ÇAKMAK, A. F. ve KİLCİ, S. (2011). Kamu yönetiminde halkla ilişkilerin yeri ve önemi. Kamu-İş, 11 (4), 219-270 KAZANCI, M. (1999). Avrupa parlamentolarında halkla ilişkiler. Amme İdaresi Dergisi, 32 (3), 85-94 Tezler ASKEROĞLU, O. (2010). Pazarlama odaklı halkla ilişkiler uygulamalarında sosyal medyanın rolü. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İnternet http://www.bitdunyasi.com/tr/?Sayfa=Detay&Id=711, 03.05.2013 TUNÇAĞIL, A. İ. (2005). Kamu kuruluşlarında halkla ilişkiler ve toplam kalite yönetimi uygulanması : eğitim çalışması.03 Mayıs 2013,http://vdb.gib.gov.tr/denizlivdb/sayfalar/TKY/ tky_aituncagil_egitim.htm 42 TÜRKİYE’DEKİ IPTV TEKNOLOJİSİ ve TİVİBU ÖRNEĞİ Bedia Zeynep KÜÇÜK Özet: Teknoloji dünyasındaki gelişmeler, ilişki içinde olduğu tüm sektörleri de değiştirmiş ve geliştirmiştir. İnternet ve televizyon da bu yeniliklerinden oldukça etkilenmiştir. Televizyon yayınlarının internet üzerinden de verilmeye başlamasıyla, hem televizyon yayıncılığında hem de televizyon izleme pratiklerinde yeni bir dönem başlamıştır. Yeni yayıncılık sistemiyle, kullanıcılar çift yönlü, interaktif bir iletişim ortamına geçmiştir. Bu geçişle birlikte televizyon izleme kültüründe bir dönüşüm yaşanarak, televizyonun vazgeçilmez bir öğesi olan izleyici kavramı da bu dönüşümün etkisinde kalmıştır. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte ortaya çıkan; sayısallaşma, yakınsama ve temalaşma kavramları, yeni medyayı yaratmıştır. IPTV, yeni medyanın en güncel türüdür. Bu yeni televizyon yayıncılığı, internet protokolü üstünden gerçekleştirilen, bireyselleştirilmiş ve kişiye özel hale getirilmiş, ses, görüntü ve metin iletimini bir arada sunan bir teknolojiye işaret etmektedir. Televizyon tüketicisine, bir yayını takip etmenin ötesinde, istediği zamanda, istediği yayınları, isterse arşivleyerek izleme olanağı sunmaktadır. IPTV’nin sunduğu olanaklar, sadece televizyon içeriği ile sınırlı kalmayıp; internet üzerinden gerçekleştirebilecek alışveriş, bankacılık, oyun vb. her türlü imkâna sahip olmanın yanı sıra, mobil tv izleme, televizyondan eğitim, adreslenebilir reklamcılık ve hatta yaşanılan evin güvenlik kameraları ile izlenmesinden, aile bireylerine televizyon üstünden mesaj göndermeye kadar çok çeşitli bir yelpazede bulunmaktadır. Dijital medyanın aracılık ettiği bu yeni eğilimler vasıtasıyla televizyon izleme alışkanlıklarında yaşanan değişimler, değişen televizyon ve izleyici kavramları bu çalışmada incelenmiştir. Bu bağlamda izleyicinin birey eksenli televizyonları tercih etme nedenleri, Dünya’da ve Türkiye’deki IPTV kullanımı, hizmetleri, servisleri incelenerek, Türkiye’de hizmet veren Tivibu platformu ele alınarak, anlatılmıştır. Yaygınlaşan mobil iletişim araçlarıyla birlikte televizyon izleme alışkanlıklarında bireysellik gelecek yıllarda da artarak devam edecektir, düşüncesi savunulmuştur. Anahtar Kelimeler: İnternet, Etkileşimlilik, IPTV, Etkileşimli Televizyon, IPTV TECHNOLOGY IN TURKEY AND TIVIBU EXAMPLE Abstract: Technological advances have changed and shaped all the various related sectors. Television industry has also taken its share from these advances. As television programs broadcast online, a new age has started both for television programming and television viewing habits. With the new boadcast system, users have experienced interactive two way communication. Through these changes, a transformation has occured in tv viewing habits and the viewers have both contributed to and been affected by this transformation process. Digitalization, convergency and thematic concepts which have occured along with technologic improved have created new media. IPTV is the most popular form of new media. This new television broadcasting is pointing out to a new technology performed over internet protocol that provides individual personalized sound, vision and text transmission together. It provides the television consumer more beyond following a broadcast, the opportunity of watching any requested broadcast at any time wanted with the possibility of archiving. The opportunities of IPTV are not limited with television contents. It has all the opportunities that can be done through internet such as shopping, banking, playing games...etc. Also watching mobile tv, education through television, targeted advertising and even watching the house in which consumer is living and sending messages of the family members to each other through television is in the large range of IPTV. In this study, the changes in tv broadcasting, tv viewing habits and its effects on the viewers as the result of new tendencies directed by digital media have been analyzed. In this sense, we examine the reasons why television consumers prefer the individual oriented tv platforms and we look at the use of IPTV in Turkey and worldwide, its services and as an IPTV platform, Tivibu example in Turkey. In this study, it is assumed that together with the widespread mobile communication tools, individualization trend in tv viewing habits will increasingly continue in the upcoming years. Keywords: Internet, interactivity, IPTV, interactive television, 43 Giriş İletişim alanının yeniden biçimlendirilmesini sağlayan sayısal devrim, televizyon yayınlarının kitlelere ulaştırılma şekillerini değiştirmiş, bu devrimin bir uzantısı olarak görüntü ve ses içeriklerine yönelik sıkıştırma teknikleri geliştirilmiştir. İnternet teknolojisinde yaşanan değişmelerle birlikte bant genişliği kapasitesi de artmıştır. Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak; bireyi ön planda tutan internet protokolü üzerinden interaktif televizyon yayıncılığı sistemi ortaya çıkmıştır. Televizyon yayınlarını İnternet Protokol (IP) sinyallerine dönüştürüp, yayınların internet ağı üzerinden izleyiciye ulaştırılması, televizyonu sadece yayınları alan bir cihaz olmaktan çıkarıp, interaktif bir platform haline getirmiştir. Yayınlarının internet üzerinden verilmeye başlanmasıyla, televizyon yayıncılığı yeni bir döneme girmiştir. Sayısal teknolojilerin televizyon yayıncılığında kullanılmaya başlanmasıyla, yayınlar köklü bir değişim süreci içine girmiştir. Bir ağ teknolojisi olarak internet, kullanıcılarına çift yönlü, interaktif bir iletişim ortamı sunmaktadır. Sayısal teknoloji ile medya, telekomunikasyon ve enformasyon alanında yaşanan yöndeşme televizyon yayıncılığının yapısını değiştirmiştir. Yapısal anlamdaki en önemli değişim, televizyonun artık etkileşimli bir hale gelmesidir. İzleyicilerin bir kısmı hala pasif bir şekilde sadece televizyon izlemeyi tercih etse de etkileşimli televizyon, izleyicilerine internete bağlanma, izledikleri programla ilgili ek bilgiler alma gibi olanaklar sunmaktadır. Bu gelişmeler, televizyon yayınları ve televizyon izleme alışkanlıkları üzerinde değişikliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Medya içeriğinin, internet ortamında yer alması, depolanabilmesi ve istenildiğinde içeriğe tekrar ulaşılabilmesinin mümkün olmasıyla büyük bir dönüşüm meydana gelmiştir. Bu dönüşümün sonucunda, izleyicinin içeriği kontrol edebildiği, fikir beyan edebildiği, dilediği içeriğe dilediği mekan ve zamanda ulaşabildiği, etkileşimli yayıncılık anlayışı ortaya çıkmıştır. Yaşanan bu gelişmeler, televizyonu bir eğlence aracı olmaktan çıkararak daha fonksiyonel bir hal almasını sağlamıştır. Teknoloji dünyasındaki baş döndürücü gelişmeler, ilişki içinde olduğu sektörleri de geliştirmiş ve akıl almaz boyutlara taşımıştır. İnternetin gelişimine bağlı olarak gelişen IPTV teknolojisinin abone sayısındaki artış, Türkiye’de IPTV teknolojisinin kullanılmaya başlaması, IPTV yayın sistemine geçişle izleyicilerin televizyon izleme alışkanlıklarındaki değişimler, geleneksel televizyon yayıncılığı ve IPTV yayın sistemi arasındaki farkları ortaya koymak araştırmanın amacını oluşturmaktadır. Ayrıca bu araştırmada Türkiye’de IPTV yayını veren TİVİBU’nun yayın sistemi, kullandığı teknoloji, abonelere nasıl hizmet verdiği araştırılmıştır. İçerik sağlayıcı açısından, şebeke sağlayıcı açısından, hizmet sağlayıcısı açısından ve aboneler açısından da IPTV ele alınmış, IPTV’nin genel prensipleri, Dünya’daki ve Türkiye’deki durumu, sahip olduğu teknik özellikler ve izleyicilere kazandırdığı avantajlar da açıklanmıştır. Çalışmada literatür taraması yöntemi kullanılmış, konuyla ilgili makaleler okunarak, bulgular incelenmiştir. Birey eksenli televizyon yayınları hakkında daha önceden yapılan araştırmalar incelenmiş, doküman taraması yapılmıştır. Araştırmanın sonucunda elde edilen bulgular: teknolojik gelişmeler beraberinde etkileşimli televizyon yayıncılığını geliştirmiştir. Kullanıcılarına etkileşimlilik imkanı sunan bu yeni yayıncılık sistemi, her geçen gün bilinirliğini ve abone sayısını arttırarak, izleyici alışkanlıklarında da değişikliklere neden olmuştur. 1.Dünya’da ve Türkiye’de Televizyonun, İnternetin Gelişimi Teknolojinin gelişmeyle birlikte kullanıcının hayatına giren en yaygın ve en etkili kitle iletişim aracı televizyon, her zaman diğer kitle iletişim araçlarından farklı bir konumda değerlendirilmiştir. Bireylerin tutum ve davranışlarını etkileyerek, yönlendirebilme gücüne sahip televizyonu; vericiden iletilen dalgaların görüntü ve ses olarak görünmesini ve duyulmasını sağlayan aygıt olarak tanımlayabiliriz. Televizyon icat edildiği 1920’lerden ve ilk televizyon yayınının gerçekleştiği 2 Kasım 1936’dan bu yana hızla yayılan bir icat olarak tarihteki yerini almıştır. Sinema teknolojisinin bir yansıması olarak gerçekleştirilen yayınlar ilk başlarda siyah beyaz; 1950’lerden sonra ise renkli olarak yapılmaya devam etmiştir. İlk yıllarda deneme yayınlarıyla hayatımıza giren televizyon, önceleri siyah beyaz ardından renkli olarak yayınlarına devam etti. (Serim, 2006) 44 Yaşanan teknolojik gelişmelerle birlikte televizyon da yıllar içinde gelişmiş, değişmiş ve bugünkü halini almıştır. Tüplü siyah beyaz televizyonlardan bugün ki smarttv’lere doğru, teknolojik açıdan bir hayli yol kat etmiştir. Dünya’da yaşanan büyük savaşlar, toplumsal olaylar, krizler televizyonun o dönemlerde gelişimini yavaşlatmış, fakat televizyonun yaygınlaşmasını durduramamıştır. Televizyonun Türkiye’deki tarihi gelişimine baktığımızda ise, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) bir laboratuvar çalışması olarak 1952’de başlattığı deneme yayınlarını televizyonun başlangıcı olarak kabul edildiğini görürüz. Türkiye’de 90’lı yıllarda özel kanalların yayına başlamasıyla televizyon yayıncılığı da hızla gelişmeye başlamıştır. (Aziz, 1982) İletişim teknolojilerindeki hızlı ilerlemeler “yeni medya” olarak adlandırılarak yeni bir kavramın medya literatürüne girmesine yol açmıştır. Bu yeni kavram sosyolojik, kültürel ve ekonomik alanda da değişim ve dönüşümleri beraberinde getirmiştir. Günümüzde yeni medya teknolojileri olarak adlandırılan iletişim teknolojilerinden internet, ilk geniş alan ağı olan ARPANET Amerika’da 1960’lı yılların ortasında askeri amaçlarla ortaya çıkmıştır. İlk yıllarda nükleer bir savaş esnasında telefon hatlarının çoğunun tahrip olması durumunda bilgisayar iletişiminin sürdürülmesi amaçlanmaktaydı. Bilgisayarları birbirine bağlayan bir ağ olan internetin, sivil kullanıma açılmasıyla birlikte yayılma hızı artmış, alışverişten ticarete bireylerin tüm sosyal hayatını etkilemiştir. Türkiye internete Nisan 1993’ten beri bağlıdır. İlk bağlantı Orta Doğu Teknik Üniversitesinden gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de 1994’den beri Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından internet hizmeti verilmektedir. (Barutçugil, 2002) 90’lı yıllarda web 2.0 dediğimiz internet hizmeti, kullanıcılar açısından bir dönüm noktası olmuştur. Web 2.0 kullanılmaya başlamasıyla birlikte kullanıcılar internet üzerinde aktif konuma geçmiştir. Kullanıcılar web 2.0 sayesinde içeriğin tüketicisi olabileceği gibi içeriği üretebilen olmuştur. Facebook, Twitter gibi toplumsal paylaşım ağları, YouTube gibi video paylaşım siteleri 2. Nesil internet hizmetleri sayesinde kurulmuştur. (Aktaş, 2014) Böylece yeni medyanın en önemli özelliği diyebileceğimiz etkileşimlilik ortaya çıkmaya başlamıştır. (Aktaş, 2014) Artık bilgisayar kullanıcıları, etkili çevrimiçi iletişime, bilgi paylaşımına ve bilgiye hızlı, kolay erişim yollarına sahip olmuştur. 2.Geleneksel ve Yeni Sistem Televizyon Yayınlarının Karşılaştırması, Kullanıcı Avantajları 1970’lerden sonra yaşanan teknolojik gelişmeler yeni medya sistemlerinin ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. 90’lı yılların sonlarından itibaren bilişim, telekom ve medya teknolojileri iç içe girmeye başlamıştır. Bu üç teknoloji her geçen gün daha çok ortak bileşene, ortak alt yapıya sahip oldukları için verilen hizmetler birbirine dönüşmeye başlamış ve iletişim sektörünün hakim gücü olmuşlardır. Yaşanan gelişmeler neticesinde toplumsal ilişkiler köklü değişimlere uğramış, toplum yapısı içinde bu iletişim modelleri, gerek birey gerekse toplum için birçok yeni işlevi yerine getirmeye başlamıştır. Yeni medyanın en temel özelliğini; sesin, verinin, metnin ve görüntünün tek bir alt yapı üzerinden aktarılabilmesine, saklanabilmesine, toplanabilmesine ve işleme tabi tutulabilmesine imkân tanıyan dijitalleşme olarak tanımlayabiliriz.(McQuail, 2005). Yakınsama ve etkileşimlik özellikleri ise yeni medyanın en belirgin özellikleri arasındadır. Bilişim, Telekom ve medya teknolojilerinin tek bir ortama dönüşmesi sonucu yakınsama özelliği meydana gelirken; iletişim sürecindeki kullanıcının hem alıcı hem verici olarak yer değiştirebildiği ve kaynakla etkileşim haline geçebildiği süreci ise etkileşimlilik olarak tanımlayabiliriz. Yaşanan tüm gelişmeler, kitle iletişim araçlarından biri olan televizyonu da etkilemiştir. Televizyon, internet teknolojisinden yararlanarak yayınlarını aboneye iletmeye başlamıştır. Medyada yaşanan bu gelişmeler, kullanıcının medyayı kullanım alışkanlıklarını da değiştirmiş, bireyin gündelik yaşamını derinden etkilemiştir. Analog televizyon ve yeni teknolojilere sahip televizyon sistemlerine baktığımızda geleneksel televizyonda pasif konumda olan izleyicinin yeni yayın sistemleriyle aktif konuma geçtiğini söyleyebiliriz. (Binark, 2007) Kullanıcılar, yeni yayın teknolojileriyle birlikte yayınlarda fikir belirtme fırsatı buldular. İlk yıllarda canlı yayınlara faks ve telefonlar vasıtasıyla katılabilen izleyiciler, teknolojinin ge- 45 lişmesiyle birlikte interneti, televizyon yayıncılığında da kullanmaya başlamış ve alıcı ile verici arasında etkileşime olanak sağlayan bir durum ortaya çıkmıştır. İlk başlarda haber alma, eğlence ve bilgi amaçlı kullanılan televizyon, internetin yayınlara dahil olmasıyla birlikte etkileşimlilik özelliği de kazanmıştır.(Kırık; 2010) Yeni yayın teknikleriyle birlikte televizyon izleme alışkanlıklarından biri olan arkaya yaslanarak televizyon izleme alışkanlığı yerini bilgisayar ekranından öne eğilerek televizyon izlemeye bırakmıştır. Yaşanan yenilikler ve gelişmeler çerçevesinde, kullanıcının iletişim ve paylaşım kültürü de değişmiştir. Kullanıcılar, yeni teknolojiler sayesinde zaman ve mekan kısıtlaması olmaksızın, istedikleri yayınları izleyebilecek ve eş zamanlı olarak yorum yapabilecek konuma gelmiştir. Televizyon izleme pratiklerine de etkisi olan internet, 4 ekran teknolojisi sayesinde bireyi televizyon ekranının karşına bağımlı olmaktan kurtarmıştır. Geleneksel televizyon yayıncılığında, programı yayınlandığı gün ve saatte izlenme zorunluluğu söz konusudur. Etkileşimli televizyon yayınları ise; izleyiciye zamanlama açısından daha fazla denetim olanağı sağlamıştır. İzlenmek istenilen programa, istenilen zaman diliminde ulaşılabilme olanağı mevcuttur. Geleneksel televizyon yayınlarında ve televizyon izleme alışkanlıklarında köklü değişiklikler meydana getiren etkileşimli teknolojiler, televizyon yayıncılığında çift yönlü etkileşimin ortaya çıkmasında etkili oldu. Bu yeni dönem teknoloji sayesinde, televizyon kişiselleştirilmiş, özgün bir hal almıştır. Kullanıcılar yayını istedikleri şekilde alabilme, kendi kişisel televizyonlarını oluşturabilme olanağına sahip olmuştur. Etkileşim olgusu ile birlikte pasif konumdaki “seyirciler” aktif birer “kullanıcı” halini almıştır. Etkileşimli televizyon, geleneksel televizyon yayıncılığının tek taraflı yayın prensibinin aksine iki yönlü iletişim sağladığından etkileşim ihtiyacını da karşılar. Dijital yayınların getirdiği en önemli yenilikler arasında, görüntü ve ses kalitesinin artmasıdır. Abone, sayısal yayınlarla HD hatta 3D yayın hizmeti alabilmektedir. (Ercingöz, 2008) İzleyicilerin etkileşimde bulunabildiği bir diğer alan ise; reklam, tanıtım ve satış programlarıdır. İzleyici, bu programlar sayesinde, ürünle ilgili fiyat, renk, ölçü gibi bilgilere ulaşabilmekte ve sadece kumandada ki tek bir tuş ile satın alma işlemini gerçekleştirebilmektedir. Geleneksel televizyonun seyircisine kattığı en önemli şeyin sosyalleşme olduğunu söylemek yanlış olmaz. Geleneksel televizyonu izlemek, tüm ailenin bir arada olduğu zaman dilimi anlamına gelirdi. Yayının başlamasına az bir zaman kala tüm aile bireyleri aynı yerde toplanarak programın başlamasını beklerdi. Fakat etkileşimli televizyonda bireysellik ön plandadır. İnternet üzerinden yayın yapan platformlarla abone istediği programı istediği yerde, istediği zaman izleyebilmektedir. Böylece geleneksel televizyonun yarattığı sosyalleşme ortamı, etkileşimli televizyon yayınlarıyla ortadan kalkıyor ve kullanıcısını bireyselleşiyor. Bu nedenle sayısal teknolojiler, geleneksel televizyonun yerini almaktansa, televizyonu yeni formlara girmeye zorlayacaktır. Televizyon endüstrisi içeriği izleyiciye dayatmaktansa, izleyicinin talep ettiği içerik doğrultusunda kendisine çekmeye çalışmaktadır. (Timisi, 2003) 3.IPTV Teknolojisi İletişim alanındaki gelişmeler, televizyon yayınlarının kitlelere ulaşma şekillerini de değiştirmiş ve yayıncılık sisteminde devrim yaratacak nitelikte bir teknolojiye geçilmiştir. Televizyon donanımının teknolojik olarak ilerlemesiyle, etkileşimli televizyon tek yönlü iletişim anlayışı yerine iki yönlü iletişim akışını da beraberinde getirmiş ve televizyon yayıncılığında yeni bir dönemin açılmasını sağlamıştır. Etkileşimliliğe izin veren yeni iletişim teknolojileri telefon, internet ve televizyon teknolojilerini birleştirerek eşzamanlı olarak tek kaynaktan tüm iletişim ihtiyaçlarının karşılanmasına olanak sağlamaktadır. Bu gelişmeler sonucu internet ve televizyon teknolojisinin ortak bir alt yapı çerçevesinde bulunduğu, internet sinyalleri üzerinden yapılan televizyon yayın sistemi gelişmeye başlamıştır. (Kırbaş, 2008) İnternet Protokol TV (IPTV); şifresiz ya da şifreli radyo, televizyon, veri kanallarının, kategorilendirilmiş sayısal video, ses ve veri içeriklerinin, grafiklerin, metinlerin, interaktif uygulamaların IP paketlerine dönüştürülerek geniş bant erişim teknolojileri aracılığıyla son kullanıcılara ulaştırılmasıdır. İçerisinde operatör tabanlı ağlar ve açık internet ağlarının da dahil olduğu pek çok farklı ağdan kullanıcıların erişimine imkan tanıyan bir televizyon yayın türüdür. (Taşkın, 2008) IPTV’yi basitçe televizyon yayınlarının internet protokolü (IP) üzerinden sunulması olarak da tanımlayabiliriz. 46 IPTV teknolojisi hem canlı televizyon yayını, hem banttan yayını hem de isteğe bağlı videoları (VoD- Video on Demand) içermektedir. Bu yayınlar, geniş bant internet bağlantısı sayesinde servis noktalarında, televizyona bağlı bir set üstü alıcı cihaz ile izlenebilmektedir. 3.1. Dünya’da IPTV Teknolojisi ve Gelişimi Günümüzde artık televizyon yanlızca yayın seyredebildiğimiz ekran değil, internete bağlanabildiğimiz ve internette yapabildiğimiz her şeyi interaktif servisler sayesinde yapabildiğimiz bir mecra haline dönüşmektedir. İnteraktif servisleri sayesinde “izleyici” konumundaki bireyler kontrolü elinde tutan, içerikte söz sahibi olan aktif kullanıcılar haline gelir. Bu gelişmeler ışığında IPTV teknolojisi 90’lı yılların ortalarında kullanılmaya başlandı. İnternet üzerinden verilen ilk IPTV yayını 1994 yılında Amerika’da ABC (American Broadcasting Company) kanalı tarafından yayınlanan World News Now programıdır. 1995 yılında, Judith Estrin ve Bill Carrico tarafından Precept yazılımının kurulmasıyla IPTV terimi ilk olarak ortaya çıkmıştır. İnternet Raidosu şirketi AudioNet Ocak 1998 de ilk sürekli IPTV canlı yayını yapmaya başlamıştır. İngiltere’de Eylül 1999’da KIT (Kington Interactive Television) televizyonu IPTV ile birlikte VoD (Video on Demand) hizmeti vermeye başlamıştır. KIT Dünya’ya IPTV ve IP VoD hizmetini ADSL üzerinden ilk tanıtan şirkettir. (Hart, 2004) Dünya’daki iletişim ağlarının geniş bant teknolojileriyle donatılması ve yüksek hızda iletişime imkan sağlaması, geleneksel medya yerine etkileşimli televizyon yayınlarının tercih edilmesine neden olmuştur. Modern toplularda giderek artan televizyon izleme alışkanlığı, kullanıcıların ihtiyaçları doğrultusunda yeni arayışlara sebep olmaktadır. Bu nedenle geleneksel televizyon izleme alışkanlıkları değişerek yerini kişisel, interaktif televizyon yayıncılığına bırakmaya başlamıştır. 90’lı yıllarda kullanılmaya başlayan IPTV teknolojisi, kullanılmaya başladığı günden bugüne oldukça gelişmiş, hizmet çeşitliliğini arttırmıştır. İnternetin sağladığı tüm olanakları abonelerine sunmaya çalışan IPTV hizmeti, televizyon yayınlarının yanı sıra internette gezinmeyi, alış veriş yapmayı, interaktiviteyi mümkün kılmıştır. Oluşumu hali hazırda devam eden küresel IPTV pazarı her gün biraz daha büyümektedir. Bu büyüklük Dünya üzerinde yer alan kıtalara göre değişiklikler göstermektedir. Çin, Fransa, ABD, Güney Kore ve Japonya gibi pazarlar hariç birçok ülkede IPTV başlangıç aşamasındadır. Genişbant büyüklükleri ve IPTV ile ilgili sayısal büyüklükler IPTV’nin gelişimi için gereklidir. Dünya’da IPTV ilk 10 sıralaması aşağıdaki gibidir: (point-topic). • Çin %28.1 • Fransa %13.8 • ABD %10.8 • G. Kore %6.9 • Japonya %4.4 • Rusya %2.6 • Almanya %2.4 • Hollanda % 1.5 • Belçika %1.4 • Tayvan % 1.2 IPTV yayın sistemleri ülkelerin kendi şartlarına, alt yapı olanaklarına bağlı olarak gelişmektedir. Sağlam ve gelişmiş bir geniş bant alt yapısı, alt yapının serbestleşmesi ve yasal düzenlemeler IPTV yayınlarının gelişmesine olanak sağlar. 3.2. IPTV’nin Sunduğu Hizmetler Günümüzde, telekomünikasyon hizmetlerini genişbant erişim platformları vasıtasıyla alan kullanıcılar, ses ve veriyi çift yönlü olarak iletebilmektedir. IPTV vasıtasıyla yayınların etkileşimli olarak izlenebilmesi ve kişiye özel yayın özellikleri bu teknolojinin kullanıcısına sunduğu en önemli özellikleri arasındadır. Genel olarak IPTV’nin özelliklerini sıralayacak olursak;(Kırık: 2010) - IPTV Yayıncılık Hizmetleri - Geleneksel Yayıncılık (Lineer Kanal) - Gecikmeli Yayın İzleme (Catch-Up TV) - TV Yayınını Durdurma (Pause Live TV) 47 - Ücretli Kanal (PAY TV) - Kirala İzle (İzledikçe Öde) - İsteğe Bağlı Video (VoD- Seç İzle) - Elektronik Program Rehberi - Kişisel Program Kaydedici - Kişisel Yayıncılık Hizmetleri - Melez(Çevrim İçi ve Havadan) TV iletimi (Hybrid: ON line and Off-air TV) - Çoklu Açılı İçerik (Lineer TV with Multi-View Service) - İnteraktif Servisler - Ebeveyn Kontrolü - Görüntülü Arama ve Konferans 3.3.IPTV Bileşenleri Televizyon yayıncılığı ve telekomünikasyon hizmetlerini bir araya getiren IPTV teknolojisi, sayısal televizyon hizmetleriyle kullanıcılara, IP (İnternet Protokolü) sinyalleri ve geniş bantlı bağlantılar üzerinden kaliteli hizmet sunmayı amaçlanmıştır. IPTV teknolojisi: hizmet sunucular, kablo operatörleri, televizyon yayıncıları ve IPTV teknolojisine yönelik donanım, yazılım üreticileri açısından çok büyük bir pazar oluşturmaktadır. Geleneksel iş modellerinden uzaklaşan işletmeler abonelerini şebekelerine bağlı tutmak için video hizmetlerine daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Böylece ortaya bu alanda hizmet veren ve bu alanda hizmet alan sektörler çıkmıştır. Aşağıda etkileşimli televizyon hizmeti sonrasında ortaya çıkan sektörler ve bu hizmetlere katkılarını göreceğiz. (Yıldız ve Günel, 2008) 3.3.1.İçerik sağlayıcısı açısından IPTV IPTV içerik sağlayıcıları içeriğin sahibidir. İçeriği iletim hatları üzerinden, teyp ya da CD gibi medya vasıtasıyla verirler. IPTV’nin en avantaj yarattığı kesimlerin başında içerik sahipleri (Film şirketleri, İçerik üretici kişi ve kurumlar) gelir. İçerik sağlayıcıların kontrolleri sayesinde kullanım miktarları, kullanıcı geri bildirimleri anlık izlenebilmekte; korsan kullanım, kayıt dışılık önlenerek vergi kayıpları ve haksız rekabet en aza inmektedir. Yayınları Set Top Box(STB)’ler üzerinden kontrol edilebilmekte aynı zamanda içeriklerin içine gömülen kullanıcılara özel sayısal filigran (digital waltermarking) sayesinde illegal kullanım engellenmektedir. 3.3.2.Şebeke Sağlayıcı Açısından IPTV Şebeke sağlayıcı, içeriğin IP akışıyla hizmet sağlayıcıdan tüketiciye ulaştırılması işlevini görür, sahip oldukları fiber kablo ya da mobil şebekeleri işletirler. İletim sistemi, yönetim ve kalitesinden sorumludurlar. Bu tür işletmeciler genellikle perakende zincirleri, internet portalleri, mobil sanal işletmeciler gibi firmalardan oluşur. • IPTV abonelik ücretleri • Talep üzerine içerik dağıtım ücretleri (Film, Müzik vs.) • İnteraktif hizmetler (alışveriş, anket, oylama), IPTV üzerinden sağladıkları gelir kaynakları arasında yer alır. 3.3.3.Hizmet Sağlayıcı Açısından IPTV Hizmet sağlayıcılar ise IPTV hizmeti sunar. IPTV akışını üretirler, içeriğin korunmasından sorumludurlar ve hizmeti görünür hale getirip, yönetirler. Değişik ticari modeller oluştururlar. Yeni bir iş modeli olarak IPTV Telekom işletmeciliği ve yayıncılığı bir araya getirmektedir. IPTV’nin hizmet sağlayıcılara sunduğu avantajlar : • İşletmeler için yeni bir gelir kapısıdır ve abone başına gelir artışı sağlar • Başka bir IPTV hizmetleriyle ortak altyapıdan sunulduğu için maliyeti düşük, yeni bir hizmet çeşididir • Telefon, televizyon, internet hizmetlerinin bir arada sunulmasına imkan sağlar • Kişiselleştirilmiş hizmet paketleri sunumunu mümkün kılar • Bölgesel/Yerel yayın, reklam ve bilgilendirme imkanı sunar • Tüketicilerin geri bildirimini doğrudan ve anında alabilmeyi sağlar. 3.3.4.Aboneler Açısından IPTV Dijital yayıncılık sistemini kullanan aboneler, geleneksel televizyon yayınlarına ek olarak özel kanallarla zenginleştirilmiş, canlı yayını durdurma, geri alma, tekrar izleme özellikleri gibi kontrolün tamamen kullanıcıda olduğu, seç İzle ve kirala izle servislerinin olduğu 48 etkileşimli yayıncılık hizmeti almaktadır. Etkileşimli televizyon yayıncılığının kullanıcıya kazandırdığı avantajları sıralayacak olursak: • Elektronik Program Rehberi (EPG) özelliğiyle istenilen kanal, yayın ve videoya anında ulaşılabilmesi, • Seç izle özelliğiyle istenen içeriğin izlenebilmesi, • Kişiselleştirilebilen yayınlar, • Yüksek görüntü kalitesi HD ve 3D kalitesinde video yayınları • Kişileştirilmiş hizmet sunumu • Ebeveyn kontrolü • İnteraktif servisler • Oyun, alışveriş, anında geri-bildirim • Arşivlenmiş video yayınları Sayısal televizyon yayın sistemleri sayesinde abone aktif konuma geçerek, televizyon içeriklerini kendi beğenileri doğrultusunda belirliyor. 4. Türkiye’de IPTV Teknolojisi ve Tivibu IPTV teknolojisi Dünya’da 2000’li yılların başında gelişmeye başlasa da Türkiye’de özellikle 2008 yılında çalışmalar başlamıştır. RTÜK IPTV konusunda yasal mevzuat çalışmasını 2010’un Temmuz ayında tamamlamış, IPTV platformunun işletmesiyle ilgili yönetmelik 17 Temmuz 2010’da Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye’de IPTV konusundaki çalışmalar ve yatırımlar Türk Telekom tarafından yapılmaktadır. Türkiye’de IPTV teknolojisi TTNET bünyesinde bir buçuk yıllık bir deneme yayınından sonra Eylül 2010’da yayına geçmiştir. Türk Telekom alt yapısı ve geniş bant sistemini kullanarak IPTV hizmeti sunan Tivibu, Türkiye’de internet televizyon yayıncılığı yapan kuruluşlarından biridir. 2000’li yılların başında alt yapısı oluşturulup temelleri atılmaya başlandı. Mart 2009 yılında test yayınlarına başlayan TTNET Tivibu, 24 Eylül 2010 tarihinde IPTivibu lisansı alarak yayına başlamıştır. Şubat 2011’de isim değiştirerek TivibuEV adını almıştır. İlk etapta İstanbul, Ankara ve İzmir’de hizmet veren platform, Ocak 2011’den sonra yayınlarını Türkiye genelinde yapmaya başlamıştır. Tivibu hizmetinin bu kadar kademeli olarak hizmete sunulmasının en büyük nedenini alt yapı geliştirmelerine bağlayabiliriz. 2010 yılında hizmet vermeye başlayan Tivibu teknolojisinin şu anda 350 bin abonesi, 1 Milyonu aşkın izleyicisi vardır. (Gözüm, 2008) Tivibu, televizyon (Lineer Kanallar) seçeneğinin yanı sıra seç izle ve tekrar izle servislerinden oluşmaktadır. Seç izle servisi ise; Seç İzle Film, Belgesel, Dizi, Çocuk, Yaşam & Eğlence ve Müzik kategorilerden oluşmaktadır. Abonelik sistemine dayalı olan yayında, aboneler belli bir pakete abone olup yayın hizmeti alır. Yayınların internet aracılığıyla yapılması abonelerin internet ortamındaki sınırsız içeriğe ulaşılabilecekleri anlamına gelmez. Aboneler, Tivibu’da daha önceden belirlenmiş ve lisans hakkı alınmış içerikleri izleyebilmektedir. Tivibu’ya abone olmak için TTNET internet aboneliği ve internet bağlantı hızının 7 Mbit’in üzerinde olması gerekmektedir. TivibuEv, kullanıcıya yayın aktarmak için internet kotasını değil internet bağlantısını kullanmaktadır. IPTV teknoloji ile aboneler sadece arşivlenmiş videoları değil, etkileşimli televizyonculuk hizmeti de alır. İnternet yayıncılığında “4 ekran Tivibu” sloganıyla yola çıkan Tivibu, televizyon yayıncılığının yanında bilgisayarda, cepde, iPad ve hibrit kutularda hizmet vermektedir. - Tivibu Ev - Tivibu WEB - Tivibu CEP - Tivibu SmartTV İnternet bağlantısı ve IPTV alıcısı kullanılarak hizmet veren, abonelik sistemi üzerine kurulu olan Tivibu servisleri; TivibuEv, televizyon üzerinden; TivibuWeb, bilgisayar üzerinden; TivibuCep, cep telefonlarından ya da tablet üzerinden; Tivibu SmartTV ise akıllı televizyon uygulamalarından izlenebilir. Tivibu servisleri arasında en çok abone sayısına sahip olan TivibuEv platformudur. TivibuEv’in diğer Tivibu servislerinden farkı ise doğrudan televizyon üzerinden izlenebilir olması, HD ve 3D yayın yapabilmesidir. Abonelik sistemi üzerine kurulu olan Tivibu’da EV ve 49 WEBTV’de Maxi paket, Sinema, Dizi, Belgesel ve Full paketler bulunmaktadır. Kullanıcılar belirli bir ücret karşılığında bu paketlerden istediğine abone alabilirler. Tivibu servislerindeki kanal sayılarına baktığımızda ise, TivibuEv’de 207 kanal, TivibuWEB’de 147 kanal, TivibuCep’te 94 kanal, TivibuSmartTV’de ise 70 kanal yayındadır. İnternetin geniş bant ağlarını kullanarak yayın sunan Tivibu, IP hizmetinde belirli bir hizmet ve servis kalitesi garantisi vermektedir. 4.1.Tivibu’nun Özellikleri Tekrar İzle: Televizyon kanallarında yer alan yerli dizi, eğlence, yarışma, spor ve haber programlarını arşive alarak yayınlanma tarihlerinden sonraki 1 hafta boyunca sisteminde kayıtlı tutan Tivibu servisidir. Durdur İzle: Canlı televizyon yayınını 90 dakikaya kadar durdurabilme ve abonenin istediği zaman, programı durdurduğu yerden izlemeye devam etmesini sağlayan servistir. Geri Al İzle: Abonenin izlemeye başladığı programı 90 dakikaya kadar geri alıp, devam eden televizyon programını izleme imkanı sunan servistir. Seç İzle: Yerli ve yabancı filmler, popüler diziler, çocuk, müzik, belgesel, yaşam & eğlence gibi içeriklerden oluşan abonenin istediği zaman ücretsiz olarak izleyebileceği Tivibu servisidir. Kirala İzle: Filmlerin yapım yıllarına göre ücretlendirildiği, satın alınan filmin iki gün boyunca ücretsiz izlenebileceği Tivibu servisidir. Filmler yapım yıllarına göre: 1.25, 3.25, 5.25 olarak ücretlendirilmiştir. İnteraktif servisler: İnternet üzerinden yapılabilen her şeyin bu servisle IPTV üzerinden de yapılabilmesidir. Çift yönlü iletişimle; abone güncel finans ve hava durumu bilgilerine ulaşabilir, yemek siparişi verebilir, televizyon üzerinden diğer Tivibu Ev kullanıcılarıyla mesajlaşabilir. Kullanıcı interaktif servisler sayesinde televizyonla etkileşim içindedir. Sosyal Tivi: Abone televizyon üzerinden Tivibu Ev kullanan diğer kullanıcıya ulaşabilir, televizyon üzerinden mesajlaşabilir, film ya da program önerebilir. (Tivibu.com) 4.2. Türkiye’de Yayın Yapan Sayısal Platformlar Gelişen internet teknolojisi ve internet hızıyla birlikte kullanıcıların internetten beklentileri de artmıştır. İnternet hızındaki bu değişim, son yıllarda özellikle paylaşım sitelerinin çok hızlı bir şekilde büyümesine ve kullanıcılar arasındaki etkileşimin yüksek boyutlara ulaşmasına sebep olmuştur. Teknolojideki bu inanılmaz artış ve kullanıcıların bu alana ilgililerinin attığını ve ilerde de artacağını anlayan kişiler internet üzerinden yayın yapan şirketler kurmaya devam etmiştir. (Gözüm, 2008) Televizyon yayıncılığındaki bu yeni gelişmeleri gören şirket ve firmalar sayısal televizyon yayıncılığı yönünde adımlar atmaya başladı. Türkiye’de Tivibu dışında sayısal televizyon yayıncılık hizmeti sunan diğer kuruluşlar ise; • Digitürk IQ • D Smart Blu • Turkcell TV+ • Tele Dünya • TYVO Şu an Türkiye’de uydu platformu: Digiturk, D-Smart; kablo platformu: Türksat, Teledünya; IP platformu: Tivibu ve Turkcel TV+ olmak üzere değişik platformlardan sayısal yayıncılık verilmektedir. Ayrıca çeşitli WEBTV ve Mobil TV uygulamalarıyla da internet üzerinden yayınlar vermektedir. Türkiye’de dijital yayın yapan platformlar Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından düzenlemelere tabi olur. Televizyon yayınlarında ve izleme alışkanlıklarında köklü değişiklikler meydana getiren yeni teknolojiler, televizyon yayıncılığında çift yönlü etkileşimin ortaya çıkmasında etkili 50 olmuştur. Sayısal yayıncılık, internet teknolojisiyle bir araya geldiğinde, televizyonun izleyiciye sunduğu imkanlar da genişlemiştir. Bu nedenle sayısal teknolojiler, televizyonun yerini almaktansa, televizyonu yeni formlara girmeye zorlayacaktır. Televizyon endüstrisi, içeriği izleyiciye dayatmaktansa, izleyicinin talep ettiği içerik doğrultusunda kendisine çekmeye çalışacaktır. Tüm bu gelişmeler göz önüne alındığında, yeni teknolojilerin televizyonu destekleyici yönde rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu gelişmeler ve yeniliklerle amaçlanan televizyon yayınlarını ortadan kaldırmak değil, teknik özelliklerle donatılmış, kullanıcı dostu yeni yayın sistemleri ortaya çıkarmaktır. Sonuç Son yıllarda yaşanan teknolojik gelişmelerle birlikte internet kullanımı da oldukça yaygınlaşmıştır. İnternete erişim hızının artmasıyla kullanıcılar, interneti birçok alanda hizmet almak için kullanırken, özellikle radyo, televizyon gibi yayıncılık işlemleri de bu durumdan oldukça etkilenmiştir. Bu gelişmeler sonucu, televizyon yayıncılığı ve telekomünikasyon hizmetlerini bir araya getiren yeni bir teknoloji doğmuştur. İletişim alanındaki gelişmeler, televizyon yayınlarının kitlelere ulaşma şekillerini de değiştirmiş ve yayıncılık sisteminde devrim yaratacak nitelikte bir teknolojiye geçilmiştir. Bu teknoloji ile sayısal televizyon hizmetleri oluşmuş, abonelere IP (İnternet Protokolü) ile geniş bant ağları üzerinden hizmet sunulmaya başlanmıştır. IPTV adı verilen bu teknoloji ile geleneksel televizyon yayınları hizmetinden farklı olarak, genişbant IP şebekesi üzerinden, yüksek kaliteli, etkileşimli, kullanıcıya göre değişen hizmetlerin sunulabildiği servisler oluşmuştur. İnternet üzerinden yapılan yayınlarla, televizyon etkileşimli hale gelmiştir. Televizyonun etkileşimli hale gelmesiyle yayıncılık alanında büyük değişimler yaşanmıştır. Yeni iletişim teknolojilerinin her geçen gün hayatımızın içinde daha fazla yer alması toplumsal yaşamımızı etkilemektedir. İletişim teknolojilerinin geldiği noktada kullanıcılar, sunulan bilgiyi sadece alan değil, bilgiyi özgürce yönetip etkileşimli olarak ondan faydalanabilen bir yapıdadır. Kullanıcı beklentileri ve televizyon bu süreçte değişim ve gelişim yaşamıştır. Bu gelişimin temelinde ise IPTV platformunun sağladığı avantajlar yer almaktadır. Televizyonun vazgeçilmez öğesi olan izleyici de bu dönüşümün etkisi altında kalmıştır. Bu da etkileşimli ortamlara katılan bireyin, iletişim süreci üzerindeki tepkilerini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Yayıncılık sistemlerinin gelişmesiyle birlikte izleyicilerin televizyondan beklentileri de değişiklik göstermeye başlamıştır. İzleyiciler artık akışa konan programı izlemek yerine, kendi tercihlerine göre içerikleri tercih etmektedir. Etkileşimli televizyon yayınlarıyla birlikte kullanıcı pasif konumdan aktif bir konuma geçmiştir. Yeni yayın teknolojileriyle birlikte zaman ve mekan kavramının ortadan kalkmıştır. Kullanıcı tercih ettiği yayınları 4 farklı ekrandan, zaman ve mekan kısıtlaması olmadan izleme olanağına sahip olmuştur. Diyebiliriz ki yaşanan gelişmeler sonrasında hem yayın teknikleri hem de izleyici alışkanlıkları büyük bir değişim yaşanmıştır. Televizyon yayınlarında ve televizyon izleme alışkanlıklarında köklü değişiklikler meydana getiren etkileşimli teknolojiler, yayıncılığın çift yönlü yapılmasına olanak sağlamıştır. Bu yeni teknolojilerle geleneksel televizyon algısı tamamen değişmiştir. Böylece televizyon kişiselleştirilmiş ve özgün bir hal almıştır. Çalışmanın sonucunda elde edilen bulgular neticesinde; bilinirliğini ve abone sayısını her geçen gün arttıran dijital yayın sitemlerinin, izleyicinin televizyon izleme alışkanlıklarında değişim meydana getirdiğini ve geleceğin tercih edilen yayın sistemi olacağı kanısına varabiliriz. Toplumsal ve bireysel ilişkileri de oldukça etkileyen yeni yayın teknikleri, kullanıcılarını yüz yüze sosyalleşmeden uzaklaştırırken, sosyal medya üzerinden sanal ilişkiler meydana getirerek, kullanıcılarını bireyselleştirir. Kaynakça • Aktaş, C. (2014) QR kod ve İletişim Teknolojisinin Hibritleşmesi, İstanbul: Kalkedon Yayınları, s. 50-65. • Aziz, A. (1981) Radyo ve Televizyona Giriş, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, s. 14. • Barutçugil, İ. (2002) Bilgi Yönetimi, İstanbul: Kariyer Yayıncılık,s. 21. • Binark, M. (2007) Yeni Medya Çalışmaları, s. 21. 51 • Ercingöz, N. (2008) Sayısal Dönüşüm, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık, Ankara: RTÜK, s.213. • Gözüm, S. (2008) Sayısal Dönüşüm, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık, Ankara: RTÜK, s.79. •Hart, J. (2004) Technology, Television and Competition- The Politics of Digital TV, New York: Cmbridge University Press,s. 10. • McQuail, D. & Windahl, S. (2005). İletişim Modelleri: Kitle İletişim Çalışmalarında (çev) Konca Yumlu. Ankara: İmge Kitabevi. • Kırbaş, C. (2008) Sayısal Dönüşüm, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık, Ankara: RTÜK, s. 133. • Kırık, A. (2010) Etkileşimli Televizyon, İstanbul: Anahtar Kitaplar, s.65. • Serim, Ö. (2007) Türk Televizyon Tarihi 1952-2006, İstanbul: Epsilon Yayınları, s. 24. • Taşkın, C. (2008) IPTV Mimarisi ve Servisleri, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık, Ankara: RTÜK, s.42. • Yıldız, M. ve Günel, C. (2008) İnternet Hizmeti Olarak IPTV, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık IPTV, Ankara: RTÜK, s.149. • http://point-topic.com/free-analysis/global-iptv-subscriber-numbers-q2-2013/ (Erişim Tarihi: 20.03.2015) • http://www.tivibu.com.tr/ (Erişim Tarihi: 03.03.2015) 52 21. YÜZYILDA TÜRK SINEMASI’NDA TÜRK TOPLUMUNUN DEĞIŞIMININ ERKEK KARAKTERLER ÜZERINDEN YANSIMASI Yrd. Doç. Dr. Can Diker Özet: Kent yaşamı, küreselleşme politikaları, ekonomik değişiklikler, sınıf kavramı, yabancılaşma ve bireyselleşme kavramları; insanların hayatına giren yeni unsurlar olarak toplumların bireylerini değişime uğratmaktadır. Geleneksel yapılı toplumun aile bağlarının ve kurallarının bu insanların değişim sürecindeki sabit veya çok zor değişen etmenler olduğu görülmektedir. Ancak toplumun geleneksel yapısı, küreselleşmenin dinamikleri karşısında durmaktadır. Bu durum sonucunda, ataerkil toplumun erkek bireyleri modern düzen ve geleneksellikler arasında çelişkilere sürüklenmiş olup, bu değişimin belirtileri ulusal ve uluslararası alanlarda destek bulmuş ve/veya ödül almış Türk sinemasında ve yönetmenlerinde görülebilmektedir. Özellikle geleneksel – modern çatışmasının oldukça sık görüldüğü 2000’li yıllarda bu çatışmanın izlerinin sinema filmlerine yansıması sonucunda, Türkiye’deki ataerkil toplum yapısının sorgulanabilir bir konuma geldiği ve anlamını yitirdiğine dair izlekler bulunmaktadır. Bu değişim, toplumun erkek bireylerinin geleneksel anlamdaki kültürel yapısını aşındırmaktadır. Kendilerine ataerkil toplumda layık görülen ‘aile reisi’, ‘erkeklik’, ‘sorumlu erkek’ gibi kavramları ve sıfatları hak edebilmek için çabalayan toplumun erkek bireyler, yeni düzene karşı bir takım kazanımlar elde etmek için yola çıkmış olsalar da, toplumun diğer bireylerine ve kendilerine – kent ortamında kapitalist düzenin sınıf farkları dolayısıyla – yabancılaşarak, küreselleşen dünyanın neoliberal politikalarının istediği yönde bir kültüre adapte olmak zorunda bırakılmışlardır. Böylece de geleneksel toplum yapısından uzaklaşmışlardır. Bu durum, 2000’li yıllarda Türkiye’de bazı yönetmenlerin sinemasının içerik bazında, özellikle erkek karakterler üzerindeki esas değişim sürecini oluşturmaktadır. Anahtar Kelimeler: Türk Sineması, ataerkil yapı, neoliberalizm, traditionalism, modernity THE REFLECTION OF ALTERATION OF THE TURKISH SOCIETY OVER MALE CHARACTERS IN 21ST CENTURY TURKISH FILMS Abstract: Urban life, globalization policies, economic changes, class conflicts, alienization and individualization concepts are the new facts that come into life of society, which can change individuals. In traditional societies it can be observed that family ties and its codes are the stable or hardly changing factors in an individual’s life. But these traditional values are against of globalization dynamics. In this case, paternalistic society’s male individuals have fell into contradiction between modern order and traditional society, which can be seen in Turkish films which have been awarded or funded in national or international film festivals. It can also be observed that between those conflicts, paternalistic society structure had become in a questionable position. This change had corroded the cultural structure of traditional society. In paternalistic society, the terms like ‘manhood’ ‘responsible man’ have become vanished and male characters have become alienated from themselves and from other individuals of the society, which leads them into adapt themselves into the culture of neoliberal politics, which is called modernity. Therefore, society’s leading individuals, who are male characters in paternalistic society, have been estranged from traditional society structure. This situation has caused main content change of some films in Turkish cinema, especially on male characters in 2000s. Keywords: Turkish cinema, paternalistic society, neoliberalism, traditionalism, modernity 53 Giriş 21. yüzyıl başında Türkiye, küreselleşmenin özgürce yaşandığı, coğrafi açıdan da stratejik bir konumda olan bir ülke olarak dünyada yer bulmaktadır. Halbuki, bu tarihten 30-40 yıl öncesine kadar yani 1980’ler öncesinde küresel güçler, Türkiye’nin ulusal yapısının içinde aktif bir biçimde yer alamamaktaydı. O dönemde kırsal bölgelerden kentlere göç olgusu ise değişen ekonomik yapının bir zorunluluğu idi. Geleneksel yapı, karşısında modern değerleri benimsemeye çalışan devlet politikasıyla çatışıyordu. Türkiye’nin yaşadığı bu sosyolojik olgular, 1980’li yılların Türk sinemasında göç probleminin aktarılmasını sağlarken, gelenekselliğin giderek zayıfladığı bir zaman dilimi olan 2000’lerde ise Türk filmlerinin anlatı yapısının erkek karakterler bakımından içeriklerinin sosyal sınıflara nasıl yansıdığı, bu çalışma kapsamında ele alınacak ve örnek filmlerin söylem analizi yapılarak irdelenecektir. Küreselleşme, Neoliberal Politikalar ve Türkiye Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasının ardından Atatürk, emperyalist güçlerin Anadolu’dan çekilmesini sağladıktan ve yeni Türk devletinin ilanından sonra Türkiye’deki siyasal ve toplumsal sistemin bir bütün olarak değişmesinin, cahillik, dini dogmalar, kadın – erkek eşitsizliği gibi sorunların çözümüne yönelik büyük bir adım olacağını düşünmüştür. Bernard Lewis, yeni kurulan Türk devletinin yönetimi için iki temel güç olduğunu belirtmektedir. Bunlar askeri zaferler sayesinde destek bulmuş ve halkçı tutumlarıyla benimsenmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi, diğer tarafta ise Müslüman kimliğini ön plana çıkaran eski saltanat yanlılarıdır (Lewis, 1991). Atatürk, halifeliğin kaldırılmasını ve laiklik unsurunun getirilmesini bu güçler ayrılığını fark ettikten sonra gerçekleştirmiştir. Halifeliğin kalkmasından sonra ise, halkçı tutum ve askeri başarı arasında da benzer bir çatışma olmamasını sağlamak adına asker kimliğinin bırakılması halinde siyasetçi kimliğinin olabileceğini söylemiş ve genelkurmay başkanlığını başbakanlığa bağlayarak, askeri gücün sivil toplumun kontrolünde olmasını sağlamıştır. Bunun sebebi Lerner’e göre Atatürk’ün Türk milletinin kurtuluşunun daha fazla savaşarak değil, bilimsel ve ekonomik gelişmeler sayesinde olabileceğini düşünmesinden ileri gelmektedir (Lerner, 1964). Atatürk, bunun gerçekleşmesi için de Batı medeniyetini Türkiye için bir örnek teşkil etmesini amaçlamaktadır. Ancak “Biz garp medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz.” (İnan, 1984, s. 183) sözüyle aslında amacının bir Batı taklitçiliği ya da emperyalist güçlerin himayesine girmek olmadığı görülmektedir. Çağdaşlaşma, Batı’nın sadece teknik yönünün alınması demek değil, aynı zamanda fikir ve yaşam biçiminin de benimsenebilmesidir ve Batı dünyası ile bütünleşebilmektir. Bu durum, ikinci dünya savaşından sonra yaşanan post sömürgecilik anlayışı ile karıştırılmamalıdır. 1945 yılından itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’yi Sovyetler Birliği’ne karşı destekleme kararı sonucunda gelişen Türkiye – ABD ilişkileri, Marshall Planı ile giderek birbirine entegre hale gelmeye başladı. 1948 yılında 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ülkelerinin komünizme kaymaması için tasarlanan bu plan, en başta Türkiye’yi kapsamıyordu ve Türkiye’nin doğrudan ABD’ye başvurusu ile tekrar düşünülüp kabul edilmişti. Bu ekonomik işbirliğinin kapsamında çeşitli olarak hibeler, ödünç para, teknik ve dolaylı yardımlar bulunmaktadır. Dünyada 2. Dünya Savaşı’nın yıkımına uğramış bir çok devlet, ABD’nin yardım paketlerini kabul ederek kendilerini ABD’ye bağlı kılmışlardır (Ertem, 2009). SSCB’nin dağılmasının ardından komünizmin kapitalizm tarafından yenildiği söylenmiş ve kapitalizmin küreselleşmesi başlanmıştır. Bu politikalar, 1980 darbesinin ardından Türkiye’de de yankı bulmuş, Reagan ve Thatcher’ın ekonomik politikası olan neoliberalizm ile desteklenmiştir. Küreselleşmenin özünde ilkesel olarak olumsuz bir şey olmasa da, bunu sadece kendi çıkarları için kullanan bir takım küresel güçler ortaya çıkmıştır. Küreselleşmeyle Türkiye pazarına bir çok yabancı marka ve ürün girmiş, var olan pazar dağılımını bir anda değişimini sağlamış ve yerel üreticiyi zor durumda bırakmıştır. Ardından uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar sayesinde, rekabeti artıracağı vaadiyle özelleştirmeler yapılmış ve kamuya ait olan sanayiler, fabrikalar, kurum ve kuruluşlar yerli ve yabancı firmalara satılıp özelleştirilerek, devletin üretimde sahip olduğu olanakları azaltmış ve sosyal devlet alanındaki yetki gücünü bir anlamda kısıtlamıştır. Neoliberal politikalarla, sistem olumlaması yapıldığı görülmektedir. Buna göre sistemin başarıya ulaşmasında bir sıkıntı yoktur, sorun başarıya nasıl ulaşılacağını bilemeyen bireylerdedir. 54 Halbuki küresel sermayeyi veya ailesinin ekonomik gücünü arkasına alan girişimcilerin liberal pazarda başarıya ulaşması çok daha kolaydır. Bu yanlış bilincin oluşturulması ise kitle iletişim araçları sayesinde olmaktadır (Yılmaz & Ergüder, 2010) Neoliberal sistemde bireyselliğin ön planda tutulması, toplumsal örgütlerin oluşumlarını engellemektedir; bireylerin üzerinde toplumun veya toplumsal sorunların önemi kalmamıştır. Bu da, bir sınıfa ve bir gruba bağlı olmayan bireyi ortaya çıkarmış ve öne atmıştır (Çakır, 1987). Böylelikle modernitenin yarattığı neoliberal düzen, en nihayetinde beraberinde insanların birbirlerine yabancılaşmasını ve bireyselleşmelerini getirmiştir. Yabancılaşma sürecinin neoliberal politikalarla bireyselleşmeye doğru kayması sonucunda özellikle büyük kentlerde insanlar birbirlerine karşı ilgisiz bir konuma gelmişler, yabancılaşmışlar ve hayatın her alanında birbirleriyle sürekli bir rekabet içinde yaşamaya başlamışlardır. Bireylerin, kendi kişisel özellikleri ve yetenekleri de bu rekabette pastanın daha büyük dilimini almaya yönelik çabalara katılınca, kendi kimlikleri özünde yok olmakta ve üretim sürecinde kendisine yer bulamayan bireyin tüketimi artmakta ve aynı oranda da çevresine ve diğer insanlara karşı yabancılaşma hissiyatı duymaktadır (Mills, 1956). Türkiye Sineması’nın Dönüşümü Toplumun birbirine yabancılaşması durumu, Türkiye’nin sinema sektörünün de tema kaynağı olmuştur. Özellikle 2000’li yıllarda çekilen filmlerde bireylerin içinde bulunduğu durum görülmektedir. Bilindiği gibi sinema, önemli bir iletişim aracı ve kültürel olgu olarak betimlenmiş, uluslararası erkler tarafından dünyaya kültür ihracı yapacak şekilde pazarlanmaya başlanmıştır. 20. yüzyıl boyunca Hollywood sinemasının dünyaya ihraç edilen en büyük sinema pazarı olması, kendine pazarda başka rakip olmaması yönündeki girişimleri ve tüm dünyada 2000’lere doğru sinemanın giderek büyüyen bir endüstri haline gelmesi sayesinde sinema sanatı, siyasal, ekonomik, ideolojik ve kültürel koşulların etkisi altında üretilmeye başlanmıştır. Böylelikle film yapımının yanı sıra yerel ile küresel dağıtım süreci de oldukça önemli hale gelmiştir. Kısaca Türk Sineması’nın ekonomik tarihine bakmakta fayda vardır. Türk Sineması’nda gerçekleştirilen ilk yapım faaliyetleri, ordunun sinemacılık kolu olan ve 1915 kurulan Merkez Ordu Sinema Dairesi tarafından yürütülmüştür. 1922 yılında Kemal Film’in kurulmasının ardından yapım faaliyetleri özel şirketlere geçmiş ve resmi kurumların etkisi giderek azalmıştır (Özön, 2010). 1940’lı yıllarda Türk sinemasını korumaya yönelik bazı adımlar atılmıştır. Böylelikle Türk sinemasında “Altın Çağ” olarak nitelendirilen 19601975 döneminin temelleri atılmıştır. 1950 yılında sinema sektöründe var olan sermaye birikimi, artan film talebini karşılamada eksik kalmış ve yapımcılar ile yönetmenler ortak projelere yönelmişlerdir (Scognamillo, 2003). 1967 yılında renkli filme geçişle film yapım maliyeti artmış, 1968 yılında yayına başlayan televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte Türkiye’de sinema ucuz eğlence aracı olarak görülmemeye başlanmıştır. Böylelikle Altın Çağ’ın sonu gelmiştir. 1970’lerde enflasyon artışı, renkli film maliyetleri, televizyonun halkın yeni eğlence aracı olması ve siyasal tartışma ortamlarının gerginlikleri, seyircileri sinemadan uzaklaştırmıştır. Bu durumun sonunda sinema sektöründe işsizlik artmış, maliyetler yüzünden gelirler düşmüştür (Esen, 2000, s. 35). Ordunun 1980 yılında yönetime el koymasıyla birlikte film yapım sayısı oldukça düşmüş, filmlerde konu değişiklikleri gözlenmiştir. 1980’li yılların başında yapım, dağıtım ve gösterim süreçlerinin değişmesi yönünde bir talep olmuş, Türkiye’de videokaset pazarı ilgi görmeye başlamıştır. Türkiye’deki neoliberal politikalar sayesinde Amerikan yapım ve dağıtım firmaları sinema ve video sektöründe kendisini göstermeye başlamış ve 1989’da pazarda etkin bir konuma gelmiştir. 1987’de Warner Bros. Video pazarına sonra 1989’da ise sinema filmi dağıtımına girmiştir. Yine 1989’da Universal, Paramount, Touchstone Pictures, United International Press (UIP) videokaset ve film pazarına girmiştir. Amerikan film şirketleri, dağıtım alanını daha karlı bulmuş ve sermaye akışını kontrol etmeye başlayıp, Türk filmlerinin gösterime girecek sinema salonu bulamamalarına sebebiyet vermişlerdir. Dolayısıyla 1989 yılında sinema sektörü yabancı hakimiyetine girmiş ve Türk filmleri Amerikan film şirketlerinin dağıtım ağına girebilmek için uğraş vermek zorunda kalmışlardır; aksi takdirde Türk filmleri gösterim şansı bulamamıştır (Ulusay, 2004; Dorsay, 2004:12). 55 Bu olumsuz duruma karşın yapımcılar farklı finansal kaynaklara yönelmiştir. 1990’ların başında reklam sektöründe olan bazı yönetmenler yapımcı kimliğiyle sinema alanına yönelmiştir. Yavuz Turgul, Osman Sınav, Ömer Vargı ve Sinan Çetin gibi yapımcı-yönetmenler, reklam sektöründe elde ettikleri gelirleri sinema filmlerine aktarmışlardır. Bu durumun sonunda Türk sineması sermaye eksikliği ile 2000’li yıllara girmiş ve yeni kaynak arayışlarına bu dönemde devam edilmiştir. Türkiye’de, 1990’lardan sonra kişilerin kısıtlı bütçe ve kendi girişimleriyle film yapmaları, auteur sinema oluşumlarını da beraberinde getirmiştir. Dönemin öne çıkan yönetmenleri Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Semih Kaplanoğlu ve Ferzan Özpetek gibi yönetmenler kendi biçimsel anlatılarını oluşturmaya çalışmışlar ve yaptıkları sinema sanatı için ekonomik destek aramaya girişmişlerdir. Festivallerden alınan ödüllerin her zaman garantisi olmamakla birlikte, bir filmin en önemli finans kaynağını oluşturmaktadır. Bunun dışında yönetmenler kendi kaynaklarını kendileri bulmak zorundadırlar (Arslan, 2011). Bu yönetmenler, Hollywood tarzı anaakım film yapımını tercih etmek yerine, toplumun iç göç sorunlarını, yabancılaşmayı ve neoliberal politikalar karşısında geleneksel değerlerin değişimlerini filmlerinin temalarında bulundurmuşlardır. Türk sinemasının 2000’li yıllarda finansal sorunlarını çözmek üzere birçok farklı yol denediği görülmektedir. Finansal kaynaklar genellikle yapımcıların öz kaynakları olmuş, eğer ilk film değilse bir önceki filmden elde edilen hasılat, televizyon satışı gelirleri, Kültür Bakanlığı ve Eurimages gibi kurum ve kuruluşların verdiği destek, DVD satışlarından elde edilen gelir bunlar arasında sayılmıştır. Bu dönemde, 2005 yılından sonra bazı dağıtım şirketleri, filmin yapım aşamasında olmasına rağmen filmin yapımına destek olarak, yapım ve dağıtım süreçlerinin bütünleşmesini sağlamış ve bu da Türk Sinemasının tekrar artmasını sağlayacak yönde bir olumlu gelişme olmuştur (Arslan, 2011). 1980 öncesine kadar televizyon ve videokaset piyasasının etkisinin olmadığı veya az olduğu dönemlerde Türk sineması ulusal sınırları içerisinde rağbet görmüş ve çeşitli yasalarla koruma altına alınmıştır. Ancak 1980 öncesi televizyonun popülerliğinin artması, 1980 yılı askeri darbesi ve sansür gibi unsurlar yüzünden ekonomik anlamda Türk sineması endüstrisi çarkını döndürememiş ve 1990’ların başında Amerikan film dağıtım şirketlerinin de Türkiye pazarına girmesiyle, durma noktasına gelmiştir. Eurimages, Kültür Bakanlığı Sinema fonu ve bağımsız fonlar sayesinde alternatif ekonomik yöntemlerle ayakta durmayı başaran Türk sineması, 2000’lerin başında anlatı yapısı ister popüler kültüre yönelik, ister sanat filmlerine yönelik olsun; yabancılaşma ve göç temalarıyla birlikte, göç sonrası ikinci kuşak erkek karakterlerin başrolünü oynadığı hikayelerle izleyicilerin karşısına çıkmaktadır. Türk Sinemasının Erkek Karakterleri ve Değişimleri 1950 sonrası izlenen liberal ekonomi politikası ile sanayiler büyük şehirlere ve civarlarına kurulmuş, bu da göç eden nüfusun belli şehirlere yığılmasına yol açmıştır. Bu politika doğrultusunda halk arasında yaygın olan “İstanbul’un taşı toprağı altındır” benzeri deyişlerle kent yaşamı gün geçtikçe özenilen bir yaşam tarzı haline gelmiştir. Ancak sanayileşmenin, kentleşmeye nazaran daha yavaş artması, kırsal kesimde zaten var olan işsizlik sorununu kentlere getirmiştir. Bununla birlikte, “kent köylüleri” ve yarı kentleşme gibi deyişlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ancak, göç edenlerin açısından bakıldığında var olan durumlarında az da olsa bir gelişme vardır ve daha da iyiye gitmektedir: en azından bir iş bulma ihtimalleri vardır. Kitleler halinde yapılan göç, gurbetçilik kavramını değiştirmiştir. Gurbette olma hissiyatı, göç eden bireylerin birlikte hareket ederek toplanıp var olan gelenek ve görenekleri beraberinde kente aktardıkları için kısmen azalmış, aynı zamanda dışarıdan gelecek geleneksel karşıtı moderniteye kendilerini kısmen kapatmışlardır. Ancak göçle birlikte, özellikle ikinci kuşaktan sonra değer yargıları, aile ilişkileri, tüketim tarzı gibi konularda büyük farklılıklar görülmektedir. Bu da iç göç ve ardından gelen kentleşmenin bir sonucudur. Lümpen Proletarya, Kırsal Yoksul, Şehirli Muhafazakar Orta Sınıf, Geleneksel Orta, Yeni Orta, Varsıl Elit sınıfları, küreselleşmenin Türkiye’de kendisini göstermesinden sonra önceki dönemlerde oluşan iç göç ve kentleşme sorunlarıyla birleşmesiyle şehir hayatında oluşmuş veya başka bir deyişle yeniden adlandırılmış ve sınırları yeni kavramlara göre belirlenmiş yeni sınıflardır (Meisel, 1962; Şimşek, 2005; Kozanoğlu, 1993). Kırsal Yoksul, köyünde kalmayı tercih eden insanları genellikle bünyesinde barındırırken, 56 Şehirli Muhafazakar Orta Sınıf; çeşitli nedenlerle göç edip, kent yaşamına kültürel, ekonomik ve eğitimsel anlamda uyum sağlayamamasından dolayı var olan geleneksel değerlerini korumak üzere köy yaşamını kente getiren bireylerden oluşmaktadır. Fakat zaman içerisinde, kuşak farklılıkları da ele alındığında, Yeni Orta ve Geleneksel Orta sınıfları da alt sınıflardan ihtiyaca göre kendi sınıf kontenjanlarını artırarak ve alt-orta sınıflara iş imkanı sağlayıp, ekonomik olarak rahatlatarak ve bireyin biraz daha kendisini düşünmesini sağlamakta, eğitim hayatına ve kişisel gelişimine de bir anlamda destek olmaktadır. Türk sinemasında ise, 1960’lar boyunca 1950’li yıllarda göç eden bireylerin hayatlarına ve kent yaşamına uyumlarına dair sorunları anlatan filmler yapılmıştır. 1980 darbesinin ardından Türkiye’de görülmeye başlanan küreselleşme destekli neoliberal politikalar, “beyaz yakalılar” diye bilinen bilgi işçilerinin sınıfı olan “Yeni Orta Sınıf” kavramının da Türkiye’ye gelmesini sağlamıştır. Tüketim üzerine kurulu olan neoliberal politikalar, Yeni Orta Sınıf’ın tüketim ürünlerine ulaşımı diğer aşağı sınıflara nazaran daha kolay olması ve alt sınıflar için de farklı tüketim ürünlerinin yaratılması sayesinde, şehir içerisinde farklı kültürel tabakaların belirginleşmesine (giyim, kuşam, yemek kültürü, müzik, kişisel eğitim ihtiyaçları vb.) ve daha net çizgilerle birbirinden ayrılmasına yardımcı olmuştur (Şimşek, 2005). 1990’larda bu ayrımı Yavuz Turgul’un çektiği ve Türk Sinemasında bir kilometre taşı olarak kabul edilen “Eşkıya” filmi, 1960’lardan bu yana hapishanede kalmış ve toplumsal gelişmeleri yakından takip edememiş eski bir dağ eşkıyasının İstanbul’a gelip yaşanılan gelişmeleri şaşkınlıkla izlemesi ve “şehir eşkıyası” ile karşılaşması, Türk Sinemasının 1960’lardan 1990’lara geçişi sürecini genel anlamda incelemekte ve buna uyum sağlayamamış birisinin yaşadığı zorlukları da alt metin olarak anlatmaktadır (Esen, 2000). Bu noktadan hareketle, bu çalışma erkek karakterler üzerinden sosyal sınıfların özelliklerinin sinemaya nasıl yansıdığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu amaca ulaşmak için 2000’ler sonrasında yapılan Takva, Yumurta, Recep İvedik ve Issız Adam filmlerindeki erkek karakterlerin yapı ve özellikleri incelenmiştir. 2000’lerde ise Türk Sinemasında artık bu uyum süreci tamamlanmış gözükmekte, orta, alt ve üst sınıflar aynı şehirlerde kendi mahallelerinde, birbirlerinden kopuk bir biçimde, sadece kendi bulundukları sınıf içerisinde yaşama isteğine uygun biçimde şehri şekillendirmişlerdir. Bu dönemdeki Türk sinemasında köyden kente göç eden bu kuşağın çocuklarını beyazperdede görmek mümkündür. Bu bireylerin ortak yanları, kente göre uyum sağlayıp sağlayamamaları olmuştur. Kentin sağladığı avantajlardan faydalanmak isteyen fakat hem kentin acımasızlığı hem de bireyin kendi içinde yaşadığı çatışmalar, geleneksel yapının hakim olduğu toplumumuzda erkek karakterleri etkilemiştir. Örneğin, Özer Kızıltan’ın 2006 yılı yapımı Takva filminde, 30 yıla yakın bir süredir İstanbullu olan Muharrem karakteri, kent ve onun sunduğu dünyevi işlerin uzağında kalmak için Allah inancıyla yıllarca dayanmış, evlenmeyi dahi reddetmiştir. Fakat, sıkça gittiği dergahın şeyhi, onun bu saf kalmış duygularını fark ederek, kendi dergahı uğruna kullanmaya karar verip Muharrem’i ikna etmesiyle, bir anda o güne kadar görmediği veya görmekten kaçındığı birçok dünyevi gerçekle yüz yüze kalır ve bu ani farkındalık Muharrem’in filmin sonunda çıldırmasına sebep olur. Çünkü Muharrem için dünyevi işler, kötü yola çıkmaktadır. Kendisi, dini hayat ile yaşayıp, ibadet edip inanarak ahirete ulaşacağını düşünmektedir. Fakat dünyevi işlere kendisini kaptıran dergah yüzünden, istemediği fani dünya işlerine bulaşır ve “şeytan ya bizsek” diyerek günah işlediğini fark etmiş ve arada kalmıştır. Bu da, muhafazakar kesimin ahiret inancı sayesinde dünyevi işlere pek bulaşmak istemediğini göstermektedir. Eğer dünyevi işlere bulaşmak zorunlu ise, bu işleri dini bütün birilerine güvenip, onun önderliğinde halledebileceklerini düşünmektedirler. Birey yoktur, yabancılaşma vardır. Böylelikle bu kitleler, birkaç kişinin önderliğinde dünya üzerinde yol almaktadır. Bu tabloda muhafazakar bir erkeğe düşen görev ise, iyi bir mümin olmak, ailesine bakabilecek kadar para kazanmak ve bağlı olduğu cemaatin isteklerine uymaktır. Kadının görevi ise eşine bakmak, ev işlerini halletmek ve çocukları büyütmektir. Geleneksel yaşam tarzı, Takva filminde oldukça etkin bir şekilde görülmektedir. Muharrem karakteri ise, değişen dünyanın değerlerinin kendi saf inançlarıyla taban tabana çatışmasından ötürü bu dünyanın düzenine ayak uyduramamıştır. Semih Kaplanoğlu’nun yönetmenliğini yaptığı 2007 yılı yapımı Yumurta filminde ise, ana karakter olan Yusuf, kasaba ve şehir hayatı arasında yaşadığı sıkışmışlık yüzünden kendini bir yere ait hissedememektedir. Gittiği Tire ise yıllardan beri hep aynı kalmıştır; herhangi 57 bir gelişme olmaksızın tıpkı eskisi gibi geleneksel kültüre dayalı hayat devam etmektedir. Yusuf’un, küçüklüğünü geçirdiği doğal ortamları da ister istemez araması ve şehir ortamında karşısına çıkabileceklerin onu köydeki kadar tatmin edemeyecek olması, şehir içinde yaşanan yapaylık, sonunda yabancılaşma ve mutsuzluk olgularını Yusuf’un hayatına sokar. Bu noktada Yusuf karakterinin köyünden çekip gitmesi ve İstanbul’da kendine ait yeni bir hayat kurması hayaliyle yola çıkıp her şeyin istenilen şekilde gitmediğini fark etmekteyiz. Yusuf, Takva filmindeki ana karakter olan Muharrem’in aksine kent hayatının içine bilerek ve bizzat girmiş, fakat belki yeterince mücadele edemediğinden veya mücadele etse dahi elinden bu kadar geldiğinden dolayı, yazdığı şiir kitabı küçük bir ödül alarak unutulmaya yüz tutmuş, bunun üzerine de kentin ekonomik gerçekleriyle baş edebilmek için kendine ait bir sahaf dükkânı açarak hayata tutunmaya çalışmıştır. Filmin ilk sahnelerinde de görüldüğü üzere, onca yıllık kent yaşamı Yusuf’u tam bir kentli konumuna sokamamıştır. Yusuf’un modern dünyada kendisine bir yer bulamadıktan sonra geleneksel dünyaya dönüşü filmin temasını oluşturmaktadır. Her ne kadar Yusuf özüne dönse de, film boyunca izleyiciye aktardığı hissizlik duygusu, onda kent hayatının bir yarası olarak da düşünülebilir. Yusuf, köy hayatından şehir hayatına geçtikten sonra bir yabancılaşma yaşamıştır. Sahip olduğu sahaf dükkânını kendi dünyası olarak algılayıp, geçimini sağlamak üzere şiir yazmayı bırakarak küçük çapta esnaflığa soyunması da küresel politikaların toplumun en büyüğünden en küçüğüne kadar herkesi etkilediğini ve artık maddiyatı düşünmeleri gerektiğini göstermektedir. Yine de, şehir ortamında bir dükkâna sahip olabilmek için belirli bir maddiyat gerekmektedir böylece Yusuf, köyündeki yoksul ortamın aksine, şehirde iyi kötü belirli bir kazanç elde etmiş ve kendi dükkânını açabilmiştir. Yusuf, hiçbir yere ait olamadığından dolayı – ne şehre ne de kasabaya aittir – sürekli bir arayış içerisindedir. Togan Gökbakar’ın 2008 yılı yapımı Recep İvedik filminde ise, sahip olduğu değerleri sonuna kadar korumaya kararlı, fakat yeri geldiğinde kendi gelenek ve göreneklerine zarar vermeyecek şekilde de değişime açık, ekonomik veya sınıf kaygısı olmadan yaşayan, fiziksel gücü ön planda tutup batı odaklı modernlikten uzak duran bir erkek karakter görülmektedir. Neoliberal politikalar gereği, parası olanın birçok şeye sahip olduğu 21. yüzyılda, Recep İvedik karakteri, rolü gereği bu hiyerarşinin en tepesine dahi meydan okumakta ve kendi yaşam tarzını – her ne kadar toplumun üst kesimleri küçümsüyor olsa da – göstermektedir. Kendisi de Kars doğumlu olup, ailesinin göç etmesinden dolayı izleyicinin bilemediği bir takım sorunlar yaşamış olan Recep’in, bu özelliklerinden dolayı da lümpen sınıfın bir temsilcisi olmak durumunda kaldığı görülmektedir. Kent hayatıyla tüm benliğiyle ‘kente karşı’ savaşan Recep, toplumda hemen hemen benzer konumda olan birçok kesimin beğenisini ve ilgisini toplamasını bu özelliğine borçlu olduğu söylenebilir. Kent dinamikleriyle baş edemeyen insanlar, bir komedi filmi gereği de olsa bütün bu tabuları yıkan adama bir ilgi duymaktadırlar. Recep, kendisine benzetebileceği, modern olmayan fakat geleneğe de aykırı yapıya sahip bireyleri lümpen sınıfa koymakta, Sibel gibi beğendiği birisini ise kendisinden üst sınıfta görüp modernliği, geleneksel olmayan bir şekilde yaşayabilmesi sayesinde de onu Varsıl Elit sınıfına dahil edecektir. Geleneksel hayatı yaşayıp, modern olmayan bir yapıya sahip bireyler ise, Recep’in etrafında o güne kadar sıradan hayat yaşayan bireylerdir. Recep İvedik filminde, Lümpen Proleterya’nın modernitesinin yarattığı Varsıl Elit sınıfa karşı olan cesareti vurgulanmaktadır. Çağan Irmak’ın 2008 yapımı Issız Adam filmindeki ana erkek karakter olan Alper ise toplumda, yine bir sıkışmışlık örneği sergilemektedir. Fakat diğer örneklem filmlerindeki ana karakter rollerinden farklı olarak kendine ait, yeni oluşan bir sınıfın temsilcisi olma konumunda bulunmaktadır. Alper, hem geleneksel olmayan hem de modern olmayan hayatı bir arada yaşamaktadır ve bu da yeni orta sınıfı temsil etmektedir. Geleneksel ve Modern hayatlar arasındaki çelişkiyi gören Alper, durumu fark etmekte fakat yeterince iyi anlatamamaktadır. Alper’in annesine “zor be anne... çok zor” diyerek kendi içinde yaşadığı sıkıntıları çok da iyi anlatamadığını görmekteyiz. Tarsus’taki toprağın satımıyla kent ortamında gerekli ekonomik düzeyi sağlayıp, bu parayı tüketmek yerine üretime dayalı bir restorana dönüştürme sonucunda, kapital süreç Alper’in lehine işlemeye başlamıştır. Fakat, bu süreç maddi açıdan herhangi bir eksiklik sağlamazken, geleneksel köklere hâlâ ailesi sebebiyle bağlı olan Alper, hem bunu sevmemekte hem de bundan vazgeçememektedir. Alper’in en büyük korkularından biri olan yalnızlık ile tercih ettiği ıssızlık arasında fark bulunmaktadır. Issızlık, Alper’in kendi seçimiyken; hayatına kısa süreli insanları sokması, ailesine karşı uzaktan sevgi göstermesi örnek gösterilebilir. Yalnızlık ise, sevgilisi Ada ile ayrılmasından sonra düştüğü hissiyatın ardından, kendisine doğum günü sürprizi yapmak üzere saklanan 58 iş arkadaşlarını görememesi sonucu Alper, bir anlığına toptan terk edilmişlik tedirginliğine kapılmıştır. Bu hissiyatla birlikte, aslında Alper karakterinin toptan terkedilmiş birisinin yaşadığı yalnızlığı aslında istemediği fark edilmektedir. Dolayısıyla, Yeni Orta Sınıf insanları, neoliberal politikalar bazında bireyleri daha da bireyselleştirip, iş arkadaşlıkları gibi çıkar ilişkilerine muhtaç tutarken, duygusal ilişkileri ve aile bağlarını olabildiğince uzak tutmaya yönelik bir davranış tutumunu gerçekleştirmektedirler. Örneğin, Alper’in annesinin yaşadığı geleneksel aile hayatı, modern olmayan öğelerle geleneksel hayatın birleşimidir. Şehir hayatı ise, Modern hayat ile geleneksel olmayan hayatın doğurduğu bir sonuçtur. Yeni Orta Sınıf’ın 90’lı yılların başından itibaren yaşadığı aşırı bireyselleşme, yabancılaşma ve iş yaşamında başarı gibi temel özellikleri Alper’de de görülmektedir. Yeni Orta Sınıf insanlarının yaşadığı çıkar ilişkileriyle özel ilişkiler arasındaki bu samimiyet farklılığın en büyük nedenlerinden birisinin duygusal bağların, bireyin rekabet düzeyine zarar vereceğine dair olan korku olduğu konusu ise, tartışmaya açıktır. Sonuç Yerine 2000’li yıllarda Türk sinemasında erkek karakter betimlemeleri, geleneksel toplumda “öncü” konumunda olan erkeklerin, dünyada ve Türkiye’deki ekonomik ve kültürel değişimler sonrası hem toplumla, hem de kendi kendileriyle olan sınavlarını yansıtmaktadır. Toplumsal değişim sonucunda farklılaşan sınıfları temsil eden erkek karakterlerden kimisinin kendi ailesinin kimliğini eskisi kadar benimsemediğini (Issız Adam), kimisinin bu kimliğe sonuna kadar sahip çıkıp geleneksel bir yaşam tarzı sürdürmeye çalıştığını (Recep İvedik), kimisinin daha kent hayatını kaldıracak kadar gücü olmadığı zaman köyüne ve özüne geri dönmek zorunda kaldığını (Yumurta), kimisinin de olabildiğince bu tarz dünyevi işlerin peşini bırakıp dinine, Tanrı ya ve onun sevgisi ile korkusuna kendini adadığı (Takva) görülmektedir. Kapitalist düzenin son aşaması neoliberalizmle birlikte kentleşmenin hızlanması, geleneksel değerlerden kopuş, modern dünyaya ayak uyduramama gibi olguların artarda gelmesi sonunda ataerkil toplum yapısının çözülmesi hızla gerçekleşmektedir. Değişen ekonomik dengeler, bağımlılıkların geleneksel yapıdaki aile hayatından modern anlamdaki iş hayatına kaymasına sebep olmaktadır. Ataerkil yapıdaki toplumda erkeğin rolü ise, kadının değişen toplumsal dinamikler karşısında ekonomik özgürlüğünü kazanabiliyor olmasıyla birlikte aynı kalmamaktadır. Böylelikle toplumun erkek bireyleri, yeni düzene alışamamasından ve ait olamamasından ötürü kafa karışıklığı yaşamaktadırlar denilebilir. Toplumun çeşitli kesimlerinden oluşan filmlerin başrol oyuncuları olan erkek karakterler, aileleri dolayısıyla benzer kültürel, ekonomik ve sosyal ortamlarda yetişmişlerdir. En önemli ortak noktaları ise taşradan kent yaşamına, gelenekselden moderne, alt sınıftan üst sınıfa eklemlenmeye çalışan karakterlerdir. Karakterlerin bu süreç içinde arada kalmışlıkları, her bir film karakterinin aslında birbiriyle ne kadar benzer olduğunu göstermektedir. Kent yaşamı, küreselleşme politikaları, ekonomik değişiklikler, sınıf kavramı ve bireyselleşme etkisi bu insanların hayatına giren yeni unsurlar olmuş ve bireyleri değişime uğratmıştır. Aile bağlarının ve geleneksel yapılı toplumun ise bu insanların değişim sürecindeki sabit veya çok zor değişen değerleri olduğu görülmüştür. Bu durum sonucunda, toplumun erkek bireyleri bir takım çelişkilere sürüklenmiştir. Kendilerinden üstü kapalı istenen geleneksel beklentileri karşılayamayan (iyi bir evlilik yapmak, iyi para kazanmak, ailesine bakabilmek vb.) bu erkek karakterler, yaşadıkları arada kalmışlık hissiyle de kendilerine yabancılaşarak kendi özlerini benimseyememişlerdir. Böylelikle, toplumdaki erkek karakterler geleneksel olmayan rollere bürünerek ekonomik anlamda sınıflara bölünüp anlık yaşamaya başlamışlar ve kendi kültürel yapılarının aşınmalarına sebebiyet vermişlerdir. Bu değişimin, bireylerin benzerliklerini aşındırıp, birbirlerine ve kendilerine sınıf farkları dolayısıyla yabancılaşmasını sağlaması, 2000’li yılların Türkiye’sinin, Türk sinemasının ve sinemanın erkek karakterlerinin esas değişim sürecini oluşturmuştur. Kaynakça • Özön, N. (2010). Türk Sineması Tarihi (1896-1960) (3. Baskı ed.). İstanbul: Doruk Yayınevi. • Arslan, E. (2011). 2000’li Yıllar Öncesi ve Sonrasında Türk Sineması’nda Kullanılan Yapım Kaynaklarının Değerlendirilmesi. (25), 17-32. • Dorsay, A. (2004). Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları - Türk Sineması 1990-2004. İstanbul: Remzi Kitabevi. 59 • Ertem, B. (2009). Türkiye - ABD İlişkilerinde Truman Doktrini ve Marshall Planı. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 12 (21), 377-397. • Esen, Ş. (2000). 80’ler Türkiye’sinde Sinema (2. Baskı ed.). İstanbul: Beta Yayınevi. • İnan, A. (1984). Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. • Kozanoğlu, H. (1993). Yuppieler, Prensler ve Bizim Kuşak. İstanbul: İletişim Yayınları. • Lerner, D. (1964). The Passing of Traditional Society: Modernizing the Middle East. London: The Free Press of Glencoe. • Lewis, B. (1991). Modern Türkiye’nin Doğuşu. (M. Kıratlı, Trans.) Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. • Meisel, J. (1962). The Myth of Ruling Class: Gaetano Mosca and Elite. Michigan: University of Michigan Press. • Mills, C. W. (1956). The Power Elite. New York: Oxford Press. • Scognamillo, G. (2003). Türk Sinema Tarihi (2. Baskı ed.). İstanbul: Kabalcı Yayınevi. • Şimşek, A. (2005). Yeni Orta Sınıf. İstanbul: L&M Yayıncılık. • Ulusay, N. (2004). Globalization and National Film Industries: The Turkish Case. Boğaziçi Journal , 18 (1-2), 107-119. • Yılmaz, K., & Ergüder, B. (2010). Neoliberal Dönüşüm Sürecinde Emek-Sermaye ve Merkez-Çevre Karşıtlığında Gündemi Okumak. In A. Pınar, A. H. Köse, & N. Falay (Eds.), Kriz ve Maliye Düşüncesinde Değişim (pp. 441-470). İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı. 60 GÜNDEM BELİRLEME KURAMI ÇERÇEVESİNDE SİYASAL KARAR VERME SÜRECİNE SOSYAL MEDYA ETKİSİNİN İNCELENMESİ Çetin KILIÇ Özet: Sosyal medya, kendisinden önce var olan ve bugün geleneksel medya olarak adlandırdığımız medya uygulamalarına nazaran, etkileşimli, katılımcılığını kolaylaştıran ve medya içerik alıcısını, içerik üreticisi noktasına taşıyan yönleri nedeniyle, izleme/dinleme/ okuma bakımından kullanım tercihi giderek artan bir medya alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyal medya günlük yaşantımızdaki etkisi nedeniyle, sosyalleşme sürecimizi belirleme rolünü ele alabilmekte, geleneksel medya gibi, kültürel, sosyal ve politik tercihlerimizi de biçimlendirici bir nitelik taşımaktadır. Geleneksel medya gibi gündem belirleyici bir nitelik gösteren sosyal medyanın, gündemi belirleme ektisinin hangi düzeyde olduğu, politik tercihlerimizi doğrudan etkileme gücüne sahip olup olmadığı ise birçok bakımdan ilgi konusu olmaktadır. İletişim kuramlarında ele alınan gündem belirleme tezinin, geleneksel medyada olduğu üzere, yeni medya ortamlarında da aynı şekilde çalışıp çalışmadığı, politik davranışların incelenmesi üzerinden kamuoyunun sosyal medyada üretilip üretilmediği sorunsalını araştırmak günümüz medya alımlama ortamında dikkat çeken başlıklardan biridir. Bu bakımdan araştırma konusunun temel amacını; Türkiye’de, bireyin sosyal medya kullanım örüntülerini incelemek ve sosyal medyanın seçmenin siyasal karar verme sürecinde davranışlarına olan etkilerini ‘Gündem Belirleme Yaklaşımı’ çerçevesinde ortaya koymak oluşturmaktadır. Anahtar Kelimeler: Gündem Belirleme Kuramı, Sosyal Medya, Seçmen Davranışı RESEARCH OF THE SOCIAL MEDIA EFFECTS TO THE POLITICAL DECISION MAKING PROCESS WITHIN THE FRAME OF AGENTA SETTING THEORY Abstract: Social media, unlike the existing traditional media appeals to be more interactive, facilitating the participation and media content receiver, because of the aspects bearing on the content producer point of watching / listening / reading in terms make it the most user preferred, it emerges as progressivley growing media field. Due to the impact of social media on daily life, it takes in hand the role of socialization process, unlike traditional media, carries importance on cultural, social, political preference. Interest still remains, traditional media, social media shows the same importance on media agenda-setting, and its first- hand influences on political preferences. As in communication theory, the traditional media, and agenda setting principles and to see new media environment functions. Research on forming public opinion, through social media and observation of political behavior are important topics in today’s media. The aspect of the thesis and main purpose of the research project ; In Turkey, examining the individual use of the social media, impact on their behavioral patterns and the effects on the voters’ political decision making , analyzing it through the theory of the ‘ Agenda Setting Approach’. Key Words: Agenda Setting Theory, Social Media, Voter Behavior 61 Giriş Kitle iletişim alanında yapılan çalışmaların büyük bir kısmı, etki konusu üzerine odaklanmıştır. Medyanın etki araştırmaları tarihsel olarak üç dönem altında incelenmekte ve ilk dönemde, kitle iletişim araçlarının güçlü etkileri, ikinci dönemde sınırlı etkiler ve son olarak da üçüncü dönemde yine güçlü etkiler üzerine yoğunlaşıldığı görülmektedir. Üçüncü dönemde öne çıkan modellerden birisi de ‘Gündem Belirleme Modeli’dir. Gündem belirleme modeli, kitle iletişim araçlarının haberdar etme ve bilgilendirme boyutlarını göz önüne almış ve daha çok öğrenme konusuyla ilgilenmiştir. Gündem belirleme modeli; bireylerin birtakım konuların görece önemini, o konuya kitle iletişim araçlarının verdikleri önem doğrultusunda öğrendikleri varsayımına dayanmaktadır. Gündem belirleme modelinin temel düşüncesini ise “medya ne düşüneceğimizi söylemede başarılı olmayabilir ancak ne hakkında düşüneceğimizi söylemede son derece başarılıdır” görüşü oluşturmaktadır. Gündem belirleme modeli; bir süreç olarak medya gündemi, kamu gündemi ve siyasal gündem arasındaki ilişki üzerine odaklanmakta ve söz konusu bu gündemlerin birbirlerini ne şekilde etkilediğini ortaya koymaya çalışmaktadır. İnsan yaşamının birçok alanına etki eden ve farklı şekillerde kullanım yeri bulan yeni iletişim teknolojileri ve bu teknoloji içerisinde önemli bir yere sahip olan sosyal medya platformları ile insanlar düşüncelerini/fikirlerini açık bir şekilde ifade edebilme olanağı bulmakta, istedikleri birçok şeyi diğer kişilerle anında paylaşabilmektedirler. Bununla birlikte dünyada ve içerisinde bulunduğu ülkede neler yaşandığını sadece izlemekle kalmayıp bu ortamlarda gösterdikleri tepkilerle de kendi düşünceleriyle olayların içerisinde yaşamaya ve olaylara yön vermeye çalışmaktadırlar. Gittikçe karmaşık bir yapıya dönüşen toplumsal meselelerin incelenmesinde yeni iletişim teknolojileri, dikkate alınması gereken önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni bir kavram olarak gündemde yer bulduğu gibi, insanlara çeşitli sorunlar ve olaylar karşısında örgütlenebilme ve birlikte hareket etme olanağı sunması ve bu örgütlü hareketlerin dünya gündeminde önemli bir yer tutmasıyla, sosyal medyanın gündem belirlemede de etkin olabileceği görülebilmektedir. Dünyada “Wall street’i işgal et” ve “Arap baharı” gibi sosyal olayları, Türkiye’de ise “Gezi olayları” en bilinen örnekleridir. Bu araştırmanın temel amacı, kamuoyu oluşturma etkisi bakımından sosyal medya ve geleneksel medyayı karşılaştırarak, geleneksel medya için temel teşkil eden “gündem belirleme” tezinin geçerliliğini incelemektir. Araştırma konusunun tartışma olarak işlenen konusu ele alındığında sosyal medyanın içerik aktarımına bağlı olarak kamunun gündeminin nasıl belirlendiği, bundan hareketle de kamuoyunun biçimlenmesinde ne oranda etki ettiği sorgulanmaktadır. Geleneksel medya için altı çizilen “medyanın gündemi kamuoyunun gündemidir” yaklaşımının test edildiği çalışmada; çevrimiçi (online) ankete katılanlara hayatlarını doğrudan ilgilendiren bir konuda, siyasal karar verme davranışlarına sosyal medyanın ne düzeyde etki ettiği incelenmiştir. Araştırma ile yalnızca sosyal medyanın politik gündemi belirleme açısından yeteneği incelenmekle kalmamış, aynı zamanda politik davranışları yönlendirme açısından sosyal medyanın gücü de incelenmiştir ve tartışılmıştır. 1. Gündem Belirleme Yaklaşımı İletişim alanındaki bilimsel araştırmaların artmasıyla birlikte kitle iletişim araçlarının toplum üzerinde dolaylı ve uzun dönemli etkileri olduğunu ileri süren çeşitli yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Medyanın toplum üzerine farklı şekillerde oluşan etkilerini açık bir şekilde ortaya koyan bu yaklaşımlardan birisi de ‘Gündem Belirleme Yaklaşımı’dır (Atabek, 1997, s.155). Gündem belirleme yaklaşımı da kitle iletişim araçlarının etkileri üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu yaklaşım kitle iletişim araçlarının toplumun gündemini belirleme etkisi üzerinde durmaktadır. Bu etkinin ortaya çıkması ve topluma nüfuz etme süreci ise gündem konusunun önemine, toplumun söz konusu gündem konusuyla ilişkisine, gündem konusunun toplumdaki mevcut güç alanlarıyla ilişkilendirilmesine vb. çeşitli dinamiklere bağlı olarak işlemektedir. 62 Kitle iletişim araçları gündem belirleme yaklaşımına göre, toplumun gündemini oluşturması istenilen birtakım konuları izleyici/kullanıcı kitlelere aktararak onların ilgisini kısa sürede o konuya çekerler. İzleyici/kullanıcı kitlelerin konuya yeterince ilgi göstermesi durumunda da toplumda kısa süre içerisinde o konuyla alakalı birtakım kanaatler ortaya çıkmakta ve o kanaatler doğrultusunda da bir kamuoyu oluştuğu gözlenmektedir (Güngör, 2013, s.114). 1972 yılında McCombs ve Shaw tarafından geliştirilen gündem belirleme kuramı, kitle iletişim araçlarının haberleri sunuş tarzı yoluyla bazı konulara ağırlık vererek, toplumun gündemini oluşturduğu görüşüne dayanmaktadır. Bu kurama göre, kitle iletişim araçları, bilgilerin ve haberlerin önem sıralamasını kendisi belirleyerek, toplumun neyi ne kadar bilmesi gerektiğine onlar adına karar vermektedir. Kitle iletişim araçları tarafından gündeme alınarak verilen haberler önemli olarak algılanmakta diğer konularsa önemsiz kabul edilmektedir. Kitle iletişim araçlarının bu denli gündemi belirleyebilmesinin temelindeyse; insanların yaşamlarında kendilerine bir dayanak araması yatmaktadır (Temizel, http://www. iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/831348063296.pdf, 12.01.2014, s.143). Medya ne düşüneceğimizi söylemede başarılı olmayabilir fakat ne hakkında düşünmemiz gerektiğini söylemede son derece başarılıdır, görüşü gündem belirleme yaklaşımının esas düşüncesini yansıtmaktadır. Ancak son dönemlerdeki gündem belirleme araştırmalarında, medyanın nasıl düşüneceğimize de etkisi olduğu vurgulanmaktadır. Gündem belirleme; medya, kamu ve siyasal gündem arasındaki ilişkiden oluşan bir aşama olarak değerlendirilmekte ve gündemlerin birbirleriyle etkileşim içinde olduğu belirtilmektedir (Terkan, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler.pdf, 12.01.2014, s.563). 1.1 Medya Gündemi Medya gündemi; belirli bir zaman diliminde medyada yer alan olaylar ve sorunlar listesi olarak ifade edilebilir. Medyanın gündem belirleme görevi üzerine birçok araştırma yapılmıştır. Yapılan bu araştırmalarda, medyanın bir takım konuları gündeme getirerek, hangi konuların önemli olduğu konusunda bir çerçeve çizdiği üzerinde durulmaktadır. (Terkan, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/ makaleler.pdf, 12.01.2014, s.563) Rogers ve Dearing medya gündemini “kitle iletişim araçlarının içeriğinin önceliği olan konu ve olaylara yönelttiği dikkat” olarak tanımlamaktadır (McQuail ve Windahl, 2005, s.136). Medyaya eleştirel yaklaşımın öncülerinden olan Edward S. Herman ve Noam Chomsky’e göre, medya çağımızda devlet iktidarının ve seçkinlerin ihtiyaçlarını karşılayan bir propaganda aracı olarak işlev görmektedir. Gerçekliğin çarpıtılarak sunulması ve bazı gerçeklerin gizlenirken bazılarının öne çıkartılması, seçkinlerin gündeminin toplumun gündemi haline getirilmesi ve seçkinlerin politika hedefleri doğrultusunda toplumun siyasi kampanyalarla yönlendirilmesi bu ihtiyaçlar arasındadır (s.21-22). Gündem Belirleme Kuramı kapsamında medya gündemi iki açıdan sorgulanmaktadır; ilki medya gündeminin nasıl oluştuğu, ikincisi ise medya gündeminin nasıl ölçüldüğüdür. Yüksel’e göre, gündem belirleme süreci, “Medya Gündemi araştırmalarının esas konusu, yaşanan pek çok olay arasından haber haline gelenlerin medya tarafından nasıl seçildiği, haberlerin nasıl üretildiği ve medya içeriğinde nasıl sunulduğu sorularından oluşan haber üretim sürecinin incelenmesidir” şeklinde ilerlemektedir. 1.2. Siyasal Gündem Siyasal gündem toplumsal konu ve olayların, hükümet organları, seçilmişler ve kanun koyucular nezdinde yer alan listesi şeklinde ifade edilebilir (Turam, 1994, s.27). Demokratik toplumlarda kamuoyuyla siyasetçilerin kararları ve eylemleri arasında doğrudan bir ilişki olduğu kabul edilir. Siyaset gündeminin belirlenmesi alanında çalışmalar yapan bilim adamları, kamuoyu oluşturan bireyler için önem taşıyan gündem unsurlarının siyasetçiler içinde önemli olup olmadığını anlamaya çalışmışlardır. Hükümetlerin gündeminde ele alınmayı bekleyen pek çok sorun mevcuttur. Ancak bu sorunlardan sadece bir kısmı siyaset gündemine taşınabilirler. Sorunların önemliliğinin sıralamasında etkili olan birçok unsur vardır. Bu unsurlar arasında çıkar grupları, kitle iletişim araçları, bilimsel veriler ve ekonomik kriz sayılabilir (Atabek, 1997, s.167-168). Siyasal gündem üzerinde etkili olan unsurlardan biri de medyadır (Terkan, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/ makaleler.pdf, 12.01.2014,s. 566). Medyada yayınlanan ileti- 63 ler bireylerin anlam dünyasını yeniden şekillendirmekte ve yorumlamaktadır. Bu yorumlama ve şekillendirme bireyler ve toplumla sınırlı kalmayıp siyasi yapı içerisinde etkin bir konumda bulunan siyasi liderlerin ve seçilmiş hükümetlerin politikalarını da kapsamaktadır. (Aslan, http://www.ilefarsiv.com/id/yazi_8.html, 25.04.2014) Medya ve siyaset arasında oldukça güçlü ilişkiler bulunmaktadır. Medya tarafından sürekli gündeme getirilen bir konu siyasal gündemi etkileyebilmektedir. Siyasetçiler, medyanın kamuoyu üzerindeki etkilerini görmezden gelemeyecekleri ve yapmış oldukları çalışmaların medyada yer almasını isteyeceklerinden dolayı, medyayla çok sıkı ilişkiler içerisine girmektedirler (Terkan, http://www. sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/ makaleler.pdf, 12.01.2014, s.566). 1.3. Kamuoyu Gündemi Kamu gündemi; medyanın bir takım konulara dikkat çekmesi ve bireylerin de hangi konuların önemli olduğunu medyadan öğrenerek, gündemlerini ona göre belirledikleri savına dayanmaktadır. Lippmann’ın; kafamızdaki resimler tanımlamasında, Cohen’in; medyanın bireylere ne hakkında düşünmeleri gerektiğini söylemedeki etkisini vurgulamasında, ilk sistematik gündem belirleme çalışması olan McCombs ve Shaw’ın; Chapel Hill araştırmalarında da, bu iki gündem arasındaki ilişki değişik açılardan vurgulanmak istenmiştir (Dearing ve Rogers, 1996, s.40). McCombs ve Shaw bu araştırmanın sonunda elde edilen bulguların, seçmenlerin kitle iletişim araçlarının bir işlevi olarak gündem belirlemeyi öne sürecek biçimde, medyanın neyin önemli olduğuna dair karmaşık tanımlamasını paylaşma eğiliminde olduğunu ifade etmişlerdir. Medya, bazı konuları daha fazla vurgulamış ve böylece bu konuları seçmenlerin yargı ve beklentilerinde daha dikkat çekici hale getirerek dolaylı olarak etkisini göstermiştir (Terkan, 2005, s.65-66). Medyanın gündem belirleme işlevi haber aracının türü, konuların niteliği ve yapısı, izleyicilerin demografik özellikleri, kişilerarası iletişimin varlığı ve zaman gibi değişkenler tarafından etkilenmektedir (İrvan, 1997, s.89). Kamu gündemi araştırmalarında dikkati çeken bir araştırma biçimi de ampirik çalışmalardır. Ampirik çalışmalarda esas olan, konular hakkındaki kamu gündeminin etkileşimlerini test etmek için laboratuvar şartlarında bazı deneylerin gerçekleştirilmesidir. Bu deneylerde yapay olarak medya gündemi değiştirilmekte ve kontrol denekleriyle etkilerin farklılığı üzerinde karşılaştırmalar yapılmaktadır (Dearing ve Rogers, 1996, s.62-63). Severin ve Tankard ampirik yöntemin neden ve sonuç ilişkisine en çok yanıt verme eğiliminde olan araştırma yöntemi olduğunu ifade etmektedirler (Severin ve Tankard, 1994, s.45). 2. Yeni Medya ve Geleneksel Medya Teknolojinin son hızla gelişmesiyle birlikte zaman içinde iletişim de yeni boyutlar kazanmış, iletişim yani bilginin iletilmesi saniyelerle ölçülebilen kısa zaman aralıklarında mümkün hale gelmiştir. 1990’lı yılların sonlarına doğru bilişim, telekomünikasyon ve medya alanlarındaki hızlı gelişmeler ve bu alanların birbirlerine yakınlaşması sonucu yeni medya ortaya çıkmıştır (Misçi, 2006, s.128). Bazı araştırmacılar ve yazarlar yeni medyayı bir teknoloji listesiyle oldukça basit bir şekilde açıklamışlardır. Compact Disc Read-Only Memory (CD-ROM), Hyper Text Markup Language (HTML), akan ortam, sayısal video düzenleme, ağ uygulamaları, Digital Versatile Disc (DVD) video, multimedya gibi ortamları yeni medya olarak adlandırmışlardır (Dilmen, http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruid/article/view/5000013287, 29.09.2014, s.114 ). Yeni iletişim teknolojilerinin iletişim sürecine kazandırdığı en önemli unsur, karşılıklı etkileşim kapasitesini artırması olmuştur. Geleneksel iletişim araçlarıyla yeni teknolojiler arasındaki ayrımı belirleyen de bu karşılıklı etkileşim özelliğidir. Geleneksel medya etkileşimi oldukça sınırlı bir düzeyde gerçekleştirmiştir: mektupla ya da telefonla katılım gibi. Ancak iki yönlü kablo ve telefon hatları, izleyicinin medya izleme ya da kullanım anına müdahale etme şansını artırmıştır. Etkileşim, kullanıcı-gönderici kontrolü ayrımını bulanıklaştırmış- 64 tır (Timisi, 2003, s.84-85). 2.1. Sosyal Medya Kavramı Sosyal medya, en basit tanımıyla; Web 2.0 teknolojilerinin kullanıldığı iletişim ortamlarıdır. Konuşmalar, bağlantılar ve katılımlardan kaynaklanan Web 2.0 durakları, iletişim araçları, siteleri ve çevrimiçi yayınlar (Gunelius, 2011, s. 10) olarak da tanımlanan sosyal medya; insanların sosyalleşmek amacıyla kullandıkları medya türüdür (Safko, http://msport04. free.fr/Books/The%20Social%20Media%20Bible.pdf, 11.11.2013, s.3) H. Burak Hatipoğlu’na göre sosyal medya; toplumun üst kesiminin alt kesimi yönettiği bir yönetim biçimi yerine, alt kesimlerin üst kesimleri denetlediği, uyardığı ve sürekli geliştirmeye çalıştığı, bu yüzden çağdaş bir yönetim için alt kesimlerin sürekli izlenmesi gerektiği, yeni dünya düzeni olgusunda çevrimiçi etkileşim, etkili iletişim, bilişim ve paylaşım çağıdır (Erbaşlar, 2013, s.6). 2.2. Sosyal Medyanın Türleri Sosyal medya içerik ve biçim olarak geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Sosyal medya bloglar, mikro bloglar, sosyal ağlar, sosyal imlemeler, podcastler, wikiler, video paylaşım siteleri ve forumlar biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Bu biçimler insanların birbirleriyle bilgi ve içerik paylaşmasını sağlamakta ve böylece kullanıcılara aradıkları ve ilgilendikleri içeriklere ulaşma olanağı vermektedir. (Mayfield, 2008, s.26) 2.3. Sosyal Medyanın Özellikleri Sosyal medya, internet teknolojisi ve yeni medyayla beslenmekte ve bireyselliği ön plana çıkarmaktadır. Geri beslemenin hızlı bir şekilde yaşandığı ve alıcı ile verici arasındaki ayırımı ortadan kaldıran sosyal medyanın özellikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir: Etkileşim: Sosyal medyanın kullanıcılarına sunduğu en temel özelliklerin başında etkileşim gelmektedir (Kırık, 2012, s.93). Sosyal medyada etki ve tepki aynı anda karşılıklı olarak gerçekleşmektedir. Dolayısıyla sosyal medya tek yönlü değil, çift yönlü bir işleyiş özelliğine sahiptir (Güngör, 2013, s.369). Etkileşim aracılığıyla alıcı ile kaynak arasındaki ayırım giderek ortadan kalkmaktadır (Kırık, 2012, s.93). Geleneksel medyada ise kaynak ya da gönderici tarafından kitlelere gönderilen iletiye verilen tepki konusunda genelde geri dönüş olmamaktadır ya da çeşitli etki ölçüm teknikleriyle tepki hakkında bir fikir edinilmeye çalışılmaktadır (Güngör, 2013, s.369). Eşzamanlılık (Asenkronizasyon): Sosyal medyada zaman sorunu yoktur. Kullanıcılar paylaşılan bir içeriğe veya yapılan bir yoruma istedikleri zaman karşılık verebilmektedirler. Geleneksel medya olarak tanımlanan iletişim araçlarındaysa bu özellik olsa bile anlık değildir. Kitlesizleştirme: Sosyal paylaşım ağları içerisinde yer alan kullanıcılar gerek birbirlerine birebir mesaj gönderebilmekte gerekse de kitle halinde iletişim kurabilmektedirler. Bu nedenle sosyal medya aynı zamanda kitleselleştiricidir (Kırık, 2012, s.93). 2.4. Sosyal Medyanın Geleneksel Medyadan Farkları Geleneksel medya siteleriyle sosyal medya siteleri arasındaki en önemli fark sosyal medya sitelerinde içeriğin neredeyse tamamının kullanıcılar tarafından oluşturulmasıdır. Geleneksel medyada ise durum bunun tersidir yani içeriğin tamamı kullanıcıların kontrolü dışında yayımcı tarafından belirlenmektedir. Bu sebeple sosyal medya ağlarındaki medya içeriği sosyal ağdaki kullanıcıların sayısı oranında büyüyen bir yapıya sahiptir ve içerik miktarı geleneksel medyaya oranla daha fazladır (Bostancı, 2010, s.43). Sosyal medya, gazete, televizyon ve film gibi geleneksel medyadan farklıklar göstermektedir. Genellikle geleneksel medya bilginin yayınlanması için belirli kaynaklara ihtiyaç duymaktayken, sosyal medya da bilginin yayınlanması veya bilgiye erişmek göreceli olarak masrafsızdır ve erişim ağları bilgiye erişmek isteyen herkese açıktır. Bir TV yayını yapmak veya matbaa yatırımı yapmak için zorunlu olan lisansa ihtiyaç duyulmamaktadır (Barakaş, http://arsiv.salom.com.tr/news/print/23915-Sosyal-medya-geleneksel-medyaya-karsi.aspx, 05.03.2014). 65 Tablo 1: Geleneksel Medya ile Sosyal Medyanın Karşılaştırılması Kaynak: (Stokes, http://florida.theorangegrove.org, 08.03.2014, s.119-130) 3. Seçmen Davranışı Seçmen davranışı; yurttaşların öncesi ve sonrası da dâhil olmak üzere seçimlerle ilgili sergiledikleri, çeşitli unsurların etkisiyle şekillenen, seçime katılıp katılmama, katılmaları durumunda tercih yapma, seçim sonrasında bu tercihini sürdürme ya da değiştirme gibi şekillerde somutlaşan siyasal davranış şekli biçiminde de ifade edilebilmektedir. Seçmenlerin seçim zamanlarında aldıkları veya bir konuda verdikleri siyasal kararlar, oluşum itibariyle oldukça karmaşık faktörlerin etkisi altında bir süreçten geçerek ortaya çıkmaktadırlar. Başka bir deyişle seçmenler tarafından verilen kararlar, genellikle bireyin kişiliğiyle çevresinin bir etkileşimi sonucunda ortaya çıkan ve zaman içerisinde belli bir tutarlılık çizgisinde devam eden siyasal bir eğilim şeklinde kendini göstermektedir (Eke, 2008, s.35). 3.1. Seçmen Davranışını Etkileyen Faktörler Seçmen davranışı konusuyla ilgili yapılan ilk çalışmalar 1910’lu yıllarda başlamış ve 1940’lardan itibaren de özellikle ABD’de yoğunluğunu artırmıştır. İlk sistemli araştırmalar 1913’te Andre Siegfried tarafından, elle hazırlanmış çizelge ve taramalı haritalara dayanılarak yapılmıştır. 1940’lı yıllardan başlayarak günümüze kadar gelen çalışmalardaysa, üç temel görüş doğrultusunda konuya yaklaşıldığı görülmektedir. Bu temel görüşleri; Lazarsfeld ve arkadaşlarının “The People Choice”, Campbell ve arkadaşlarının “The American Voter” ve Downs’un “An Economic Theory of Democracy” isimli eserleri oluşturmaktadır. Sosyolojik, psikolojik ve ekonomik yaklaşımlar olarak nitelendirilebilecek bu çalışmalar daha sonra yapılan bir çok araştırmayı yönlendirmiştir (Kalender, 2005, s.38-39). Seçmen tercihlerine etki eden faktörler beş başlık altında sıralanabilir. Bunlar: (Akın 2012:23) • Aday ile ilgili faktörler • Seçmen ile ilgili faktörler • Konu (gündem) faktörleri • İletişim ve propaganda faktörleri 3.2. Seçmenin Karar Verme Sürecine Etki Eden Sosyo-Ekonomik Faktörler Bireyin siyasal özellikleri, birbirinden bağımsız değişkenler değildir. Bir topluluğa ait olma, çevreyle ilişkilerin niteliği, çocukluk ve yetişkinlikteki sosyalleşme deneyimleri, bireyin siyasal tutum ve davranışlarını belirlemede önemli rol oynamaktadır. Gelir, yaş, meslek, eğitim, cinsiyet ve içinde bulunulan toplum gibi etkenler, bireyin toplumsal konumunu ve siyasal davranışını etkileme ölçütleri olarak sosyal bilim araştırmalarında önemle üzerinde durulan ölçütlerdir. Ekonomik refah, sanayileşme, kentleşme, halkın eğitim düzeyi, kitle iletişim araçlarıyla birlikte elektronik basın-yayın araçlarının yayılması ve gelir dağılımı gibi etkenler, katılım oranında artışa neden olurla. Kentleşme ve zenginlik düzeyi yüksek olan toplumlarda siyasal davranış ortaya koyma oranı daha yüksektir (Gümüş, 2006, s.17). 66 3.3. Seçmen Tercihlerine Teorik Yaklaşımlar Seçmenin oy verme davranışı ve belirli bir adayı veya partiyi tercih etmesi konusunda çalışan araştırmacılar, öncelikle seçmenin karar verme sürecine eğilmekte ve bunu açıklamaya çalışırken de mevcut teorik ve deneysel (ampirik) yaklaşımlardan faydalanmaktadırlar (Kalender, 2005, s.38). Yapılan araştırmalar sonucunda genel olarak seçmenlerin tercihlerine yönelik yaklaşımları sosyolojik, psikolojik ve iktisadi boyutlarıyla ele almaktadırlar (Akgün, 2007, s.27). 3.4.1. Seçmen Tercihlerine Sosyolojik Yaklaşımlar (Columbia Ekolü) Sosyolojik yaklaşımın temeli, Lazarsfeld, Berelson ve Gaudet tarafından atılmıştır (Kalender, 2005, s.40). Araştırmacılar, bu araştırmaları yaparken seçmenin oy verme kararını, seçmenin büyük bir mağazada iki alternatifli ürün içerisinden seçim yapmasına benzeterek, bu durumun kişisel bir tercih olduğunu ve radyoyla basının da bu tercihi yönlendirmede önemli bir etkisinin olduğu varsayımına dayanarak yola çıkmışlardır (Akın, 2012, s.38). Lazarsfeld ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmalar sonucunda bu varsayım tamamen çürütülmüş ve seçmenin oy verme davranışında sosyolojik öğelerin çok daha ağır bastığı sonucuna varılmıştır (Kalender, 2005, s.41). 3.4.2. Seçmen Tercihlerine Psikolojik Yaklaşımlar (Michigan Ekolü) (Parti ile Özdeşleşme) Seçmenin karar verme ve tercih süreciyle ilgili olarak geliştirilen bir başka yaklaşımda psikolojik yaklaşım ya da diğer adıyla partiyle özdeşleşmedir. Bu modelin temelinde, seçmenin bir partiye karşı duyduğu sevgi, bağlılık ve taraftar olma vardır. Bu yaklaşım bir takım taraftarlığı gibi de düşünülebilir. Seçmenin partiyle özdeşleşmesinin ya da bağlılığının gelişebilmesi için belirli bir partiyle herhangi bir hukuki bağının olması şart değildir. Burada önemli olan, seçmenin partiye ya da adaya karşı psikolojik bağlılığının olmasıdır. Bu model, 1950’li yıllarda Michigan Üniversitesinde kurulan Ulusal Seçim Araştırmaları merkezindeki araştırmacılar Campbell, Converse, Miller ve Stokes tarafından geliştirilmiştir. Campbell ve diğerleri tarafından yayımlanan Amerikan Seçmeni adlı eser bu alanda yeni bir boyut açmıştır. Bu modele göre, gruplar yerine bireyler üzerinde odaklanılmış ve seçmenlerin küçük yaşlarda ailelerinin ve çevrelerinin etkisi altıda gerçekleşen siyasal sosyalleşme sürecinde edindikleri siyasal tutumlar ve ideolojik yönelimlerin ilerleyen yaşlarda onların parti tercihlerini oldukça etkilediği üzerinde durulmuştur (Akgün, 2007, s.28). 3.5.3. Seçmen Tercihlerine Rasyonel (İktisadi) Tercih Yaklaşımı Bu yaklaşımı savunan araştırmacılara göre, seçmen kendi çıkarlarını çok iyi bilmekte ve bu çıkarlarına en iyi hizmet edecek olan aday veya partiyi değerlendirerek en uygun aday veya partiye oy vermektedir (Kalender, 2005, s.50). Bu model, seçmenlerin tek amaçlarını “maddi çıkar” olarak tanımlamaktadır. Antony Dows’un 1957 yılında yayımlanan ‘Demokrasinin Ekonomik Teorisi’ adlı çalışmasında belirttiği gibi, her bir vatandaş oyunu, kendisine diğer partilerden daha fazla fayda sağlayacağına inandığı adaya vermektedir. Seçmenin oy verdiği parti seçmenin amaçlarının karşılanmasında yetersiz kalırsa seçmen bir sonraki seçimde oyunu kolayca değiştirebilir (Akgün, 2007, s.30). 3.5.4. Diğer Yaklaşımlar Seçmen davranışlarına etki eden sosyolojik, psikolojik ve ekonomik yaklaşımların yanı sıra seçmen tercihlerini etkileyen başka yaklaşımlarda bulunmaktadır. Bu yaklaşımlardan özellikle konuya oy verme ve ideolojik yaklaşım üzerinde durmak doğru olacaktır. Konuya Oy Verme Yaklaşımı : Konuya oy verme yaklaşımı, esasında ekonomik tercih modelleriyle benzerlik göstermektedir. Konuların önemi, seçmenleri ekonomik bir aktör olarak görmek isteyen ve konuya oy verme yaklaşımını da, aday ve parti değerlendirilerek yapılan oy vermeden daha akılcı bulan araştırmacılar tarafından vurgulanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, seçmenlerin gündemindeki konuların değerlendirilmesi ve bu yönde oy kullanmaları ekonomik bir davranıştır. 67 Konuya oy verme yaklaşımı üzerinde detaylı bir çalışma yapanlardan biri Crewe’dir. Crewe 1974 ile 1987 seçimleri arasındaki süreci incelemiş ve iktidar olan partilerin başarısını gündem konularını iyi tespit edip güçlü mesajlar göndermesine bağlamıştır (Kalender, 2005, s.68-69). Konuya oy verme yaklaşımına göre, seçmenler belirli konulara ilgi duymakta ve adayların bu konulara karşı sergiledikleri davranışlara bakmaktadırlar. Adayın veya partinin vurgu yaptığı seçim konusunun önemi, bu konular hakkında aday ya da partinin tutumu ve seçmenin kendi ideal görüşü arasında kıyaslama yapmakta ve oy verme tercihini tüm bu etkenleri değerlendirerek vermektedir (Akın, 2012, s.43). İdeolojik Oy Verme Yaklaşımı : Bu yaklaşıma göre ideoloji, seçmenlere ulaşma konusunda adaylara ve partilere yol gösteren önemli bir tercih faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. İdeolojik oy verme yaklaşımı konusunda çalışma yapan araştırmacılardan birisi de Scarbrough’tur. Scarbrough İngiltere’de 1979 yılında seçim çalışmaları öncesinde bir alan çalışması yapmış ve bu çalışma sonucunda seçmenlerin oy kullanırken, ideolojiyi ağırlıklı bir etken olarak kullandıkları sonucuna ulaşmıştır. Scarbrough’a göre ideolojiler, kendi taraftarları için faaliyet planı sağlayan inanç sistemleridir. Bu inançlardan ilki; amaçlar, değerler ve dünya hakkındaki varsayımları kapsayan öz inançlar, bir diğeri ise bundan türeyen faaliyet ilkeleridir (Kalender, 2005, s.75). 4. Araştırmanın Amacı İnceleme konusu bakımından bu araştırmanın temel amacı, sosyal ağlarda üyeliği bulunan kişilerin, sosyal ağlarda yayınlanan siyasal içerikli mesajlara tepkilerinin ölçümlenmesidir. Bu ölçümleme yöntemiyle, bireylerin sosyal medya içeriklerinden hangi düzeyde etkilendiği, günlük yaşam deneyimlerine yansıma düzeyi ve özellikle siyasal düşünüş ve davranışları bakımından sosyal medyanın etkisi incelenmiş olacaktır. Genel olarak sosyal medyanın geleneksel medyadan etkileşim, zaman sınırlamasından bağımsızlık, birebir ilişki kurma yönleriyle güçlü olduğu kabul edilmekte, sosyalleşme sürecine etkisinin geleneksel medyadan yüksek olduğu varsayılmaktadır. Geleneksel medyanın gerek üretim biçimi ve gerekse izleyici etkisi bakımından gündem belirleyici niteliğinin yüksek olduğu, yeni medyanın etkileşim özelliği nedeniyle katılımcılık ve tartışma alanlarını yüksek düzeyde sağlaması, üretim biçiminin aynı zamanda kullanıcılardan oluşması nedeniyle erişim ve etki bakımlarından gündem belirleme yeteneğinin güçlü olmadığı düşünülmektedir. Yani üretilen içeriğin alımlayıcı üzerindeki etkisinin geleneksel medya kadar güçlü olmadığı yönünde görüşler bulunmaktadır. Bununla birlikte sosyal medyanın aynı nitelikleri nedeniyle geleneksel medyadan daha güçlü bir gündem belirleyici olduğuna ilişkin görüşlerde bulunmaktadır. Araştırma konusu ve tartışma olarak ele alınan temel sorunlardan birini sosyal medyanın içerik aktarımına bağlı olarak kamunun gündeminin nasıl belirlendiği, bundan hareketle de kamuoyunun biçimlenmesine ne oranda etki edildiği konusudur. Geleneksel medya için altı çizilen “medyanın gündemi kamuoyunun gündemidir” yaklaşımının test edildiği çalışmada; online ankete katılanlara hayatlarını doğrudan ilgilendiren bir konuda, siyasal karar verme davranışlarına sosyal medyanın ne düzeyde etki ettiği yönünde sorular sorulmaktadır. Özellikle sosyal medyada var olan siyasal içeriklerin bu medya platformlarında var olan kişiler üzerindeki etkileri, sosyal medyanın kamuoyu oluşturma gücü çeşitli başlıklarda ele alınmıştır. Araştırma için oluşturulan tez ve varsayımlar aşağıdaki şekilde oluşturulmuştur; 4.1. Araştırmanın Tezi Sosyal medya kullanıcıları için, sosyal medya ortamında var olan gündem kamuoyu gündemidir, kullanıcının kararlarını doğrudan etkiler. Bu genel hipoteze bağlı olarak aşağıdaki özel hipotezler oluşturulmuştur. • Sosyal medya platformunda kullanıcılar siyasal gündemi takip eder ve siyasal görüşlere ve kamuoyu oluşumuna etki eder. • Sosyal medya kullanıcıları siyasal tutum ve davranışların biçimlenmesinde doğrudan etkilidir. • Sosyal medya ortamında yer alan siyasal içerikli görüş ve mesajlar, kullanıcının siyasal eğilimlerini etkiler. • Sosyal ağlarda üyelikleri bulunan kullanıcılar, siyasal içerikli mesajların yayılmasında aktiftirler ve kamuoyu gündemini etkilerler. 68 4.2. Araştırmanın Kapsamı Araştırma yalnızca Türkiye genelinde farklı illerde bulunan facebook ve twitter kullanıcılarından oluşan 661 kişiyle sınırlı tutulmuştur. Facebook ve twitter kullanmayan sosyal medya kullanıcıları bu araştırmanın kapsamı dışındadır. 4.3. Araştırmanın Sınırlılıkları Örneklemdeki sınırlılık araştırma evreninin incelenmesinin mümkün olmamasından kaynaklanmaktadır. Seçilen örneklem grubunun evreni/anakütleyi yeterli oranda temsil ettiği ve örneklem üzerinden ana kütleye genelleme yapılabileceği varsayılmıştır. 4.4. Yöntem Çalışma anket tekniği ile uygulanmıştır. Sosyal medyanın kamuoyunun oluşumu üzerindeki etkilerinin sorgulandığı anket sanal ortamda, sosyal medya kullanıcılarına uygulanmıştır. 661 deneğin katıldığı çalışmamızda yer alan kişilerin üniversite gençliğinden olmasına özen gösterilmiştir. Çünkü sosyal medyanın, özellikle bilgilendirme, bilgi aktarımı ve bilgi paylaşımı açısından daha çok üniversite gençliği arasında yaygın kullanıldığını öngörmekteyiz. Özellikle de politik konuların ve bilgilerin paylaşılmasında sosyal medya üniversite gençliği için yaygın ve yoğun kullanılan bir mecra olarak bilinmektedir. Kuzey Afrika ülkelerinde meydana gelen siyasal süreçler, Türkiye’de yaşanan Gezi Parkı olayları vb. politik nitelikteki toplumsal hareketlerde sosyal medyanın ne denli etkin kullanıldığı, hatta akademik çevrelerde ve medya ortamındaki tartışmalarda neredeyse belirleyici bir etken olarak kabul edildiğini de anımsayarak bu çalışmada sosyal medya ile gençlik arasında bir ilişkilendirme yapmayı uygun bulduk. Anket sosyal ağ kullanıcılarına, yine sosyal ağlar üzerinden doğrudan ulaşılarak iletildi. 4.5. Araştırma Bulgularının Değerlendirilmesi Araştırma bulgularının değerlendirilmesi aşamasında öncelikli olarak ankete katılan deneklerin demografik özellikleri ortaya konulmuştur. Daha sonra ise sosyal medya kullanımı, sosyal medyada paylaşılan siyasi içerikli görseller, mesajlar ve metinlerin paylaşım durumu ve sosyal medyadan etkilenme derecesi ile ilgili bulgular tablo ve grafiklerle gösterilmiş ve yorumlanmıştır. 4.5.1. Sosyo-Demografik Değişkenler Örneklem grubunun sosyo-demografik özelliklerinin belirlenebilmesi amacıyla deneklere yaş aralıkları, cinsiyetleri, medeni durumları, eğitim durumları kategorik sorular şeklinde sorulmuştur. Sorulan bu demografik sorulara verilen cevapların frekans ve yüzde dağılımları Tablo 1’de gösterildiği gibidir. Deneklerin gelir durumu belirsizliğini koruyacağı düşüncesiyle sorulmamıştır. Tablo 2: Deneklerin Demografik Bilgileri 69 Ankete katılanların yaş bilgilerine bakıldığında ankete katılan katılımcıları genç yaş grubunun oluşturduğunu söylemek mümkündür. Yaş bilgilerinin frekans dağılımlarına bakıldığı zaman, % 24,21’inin 18-24 yaş arasında, % 27,53’ünün 25-30 yaş arasında, % 19,21’inin 31-35, %16,34’ünün 36-45 yaş aralığında ve son olarak %12,71’inin 45 yaş ve üstü kişilerden oluştuğu görülmektedir. Ankete katılanların büyük bir bölümünün genç kişilerden oluşması her ne kadar bir kısıt gibi gözükse de sosyal medya kullanıcılarının büyük bir kısmının bu yaş aralığında olduğu göz önünde bulundurulduğunda; bunun araştırma için bir kısıt oluşturmadığını söylemek yerinde olacaktır. Ankete katılanların cinsiyet bilgilerine bakıldığında erkek ve kadın oranının eşit bir dağılım gösterdiğinden bahsetmek yerinde olacaktır. Ankete katılanların % 51,74’ünün kadın katılımcılardan, % 48,26’sının erkek katılımcılardan oluştuğu görülmektedir. Bu dağılım araştırma örnekleminin cinsiyet bakımından hemen hemen eşit bir dağılım gösterdiğini ortaya koymaktadır. Katılımcıların medeni durumlarına bakıldığında ise % 43,57’sinin evli, % 56,43’ünün ise bekâr olduğu görülmektedir. Bu durum katılımcılardan bekâr olanların evli olanlara göre internette daha fazla zaman geçirdiğini ortaya koymaktadır. Katılımcıların eğitim durumlarını gösteren demografik veriler incelendiğinde, % 16,64’ünün lise ve ön lisans, % 43,27’sinin ön lisans ve lisans, % 26,32’sinin yüksek lisans ve %13,77’sinin ise doktora ve üstü mezunu olduğu görülmektedir. Eğitim durumunun frekans dağılımları incelendiğinde araştırmada elde edilen örneklemin eğitim seviyesinin yüksek sayılabilecek bir görünüme sahip olduğunu söylemek mümkündür. 4.5.2. Sosyal Medya Kullanma Alışkanlıkları Katılımcıların sosyal medya kullanma alışkanlıklarını belirlemek amacıyla deneklere sosyal medya kullanıcısı olup olmadıkları, sosyal medyayı değerlendirme amaçları, en sık kullandıkları sosyal ağlar ve sosyal medyayı kullanma sıklıklarına dair sorular yöneltilmiştir. Sosyal ağlara giriş yapıldığında sosyal medyayı değerlendirme amaçları, “arkadaşlık” , “ticari” , “siyasi”, “eğitim”, ve “günlük sohbetler için” ve sosyal ağları kullanma sıklığı ise “her gün ”, “haftada birkaç gün”, “ayda bir kaç gün”, “çok nadir”, “birkaç ayda bir” şıklarından herhangi birini tercih etmeleri istenmiştir. Ayrıca en sık kullanılan sosyal medya aracının hangisi olduğunu ölçmek amacıyla deneklerden “Facebook”, “Twitter”, “Youtube”, “Instagram”, “Diğer” seçeneklerden birini tercih etmeleri istenmiştir. Tablo 3: Katılımcıların Sosyal Medya Kullanıcısı Olup Olmadıklarına Yönelik Verilerin Analizi Çalışmadan elde edilen bulgulara göre katılımcılardan 581 kişinin sosyal medya kullanıcısı oldukları, buna karşılık 80 kişinin ise sosyal medya kullanıcısı olmadıkları görülmektedir. Sosyal medya kullanım oranını gösterir yüzdesel dağılım grafiği aşağıdaki gibidir. Sonuçlara bakıldığında katılımcıların sosyal medya kullanım oranın çok yüksek olduğu görülmektedir. Bu yüksek oranın katılımcılarının eğitim ve entelektüel düzeylerinin ortalamanın çok üzerinde olduğu söylenilebilir. Anketin bundan sonraki bölümünde sosyal medya kullanıcısı olmadıklarını ifade eden 80 denek, anketin sosyal medya kullanıcılarına yönelik soruları içermesinden dolayı çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur. Tablo 4: Katılımcıların Sosyal Medyayı Değerlendirme Amaçlarına Yönelik Verilerin Analizi 70 Ankete katılan 581 katılımcının tamamının seçeneklerden en az birini tercih ettikleri görülmektedir. Bu sonuçlara göre, katılımcıların sosyal medyayı değerlendirme amaçlarının ana nedenlerinin büyük çoğunlukla “arkadaşlık” “eğitim”, “günlük sohbetler” ve “siyasi” olduğu tespit edilmiştir. Tablo 5: Katılımcıların En Sık Kullandıkları Sosyal Medya Ağlarının Veri Analizi Katılımcıların en sık hangi sosyal medya uygulamalarını tercih ettiğine ilişkin sonuçlar, Tablo 5’de verilmiştir. Bu sonuçlara göre ankete katılan katılımcılardan 337 kişi facebook, 118 kişi twitter, 52 kişi youtube, 58 kişi instagram ve 16 kişide diğer sosyal ağları kullandıklarını belirtmişlerdir. Diğer seçeneğini tercih eden katılımcılar hangi sosyal ağlarını kullandıklarını belirtmemişlerdir. Sonuçlardan da anlaşılacağı üzere katılımcıların yoğun bir biçimde kullandıkları sosyal medya araçlarının Facebook ve Twitter olduğu görülmektedir. Ankete katılanların vermiş olduğu cevapların yüzdesel grafiği incelendiğindeyse katılımcıların, % 58’i Facebook, %20,31’i Twitter, %8,95’i Youtube, %9,8’i Instagramı kullandıklarını ifade etmekte, %2,76’sı diğer seçeneğini tercih etmekle birlikte hangi sosyal medya ağını kullanmayı tercih ettiklerini belirtmemişlerdir. Bu sonuçlara göre Türkiye’de en çok tercih edilen sosyal medya araçlarının Facebook ve Twitter olduğu görülmektedir. 4.5.3. Sosyal Medyanın Kullanım Sıklığı ve Kullanım Amacı Bu başlık altında katılımcıların sosyal medyayı kullanım sıklığı ve kullanım özellikleri hakkında bilgi edinilmesi hedeflenmiş, katılımcılara bu bağlamda beş soru sorulmuştur. Katılımcıların günlük hayatlarında sıkça kullandıkları tahmin edilen sosyal medya uygulamaları hakkında sorulan sorulara bakıldığında sonuçlar aşağıdaki gibi olmuştur: Tablo 6: Katılımcıların Sosyal Medyayı Kullanma Sıklıklarının Veri Analizi Tablo 7: Katılımcıların Sosyal Medyada Gördükleri Mesajların (Cümle, fotoğraf, şekil v.s.) Yaşamsal Kararlarını Ne Derece Etkilediğinin Veri Analizi 71 Ankete katılanların, sosyal medyada gördükleri mesajların (cümle, fotoğraf, şekil v.s.) yaşamsal kararlarını ne derece etkilediklerini ölçmek amacıyla onlardan 1’den 7’ye kadar bir derecelendirme yapmaları istenmiştir. 1 en az etkilenme oranını, 7 ise en fazla etkilenme oranını göstermektedir. Bu durum ankete katılan deneklere ifade edilmiştir. Buna göre ankete katılan 581 kişiden 1-3 arasında derecelendirmede bulunanların toplamı 390 kişi, 5-7 arası derecelendirmede bulunanların toplamı ise 93 kişidir. (4 seçeneği medyan olarak kabul edildiği için değerlendirme dışı tutulmuştur.) Bu bağlamda ankete katılanların, sosyal medyada gördükleri mesajların(cümle, fotoğraf, şekil vs.) onların yaşamsal kararlarını etkilemediği görülmüştür. Katılımcılardan 1’i seçenlerin oranı %24,10, 2’yi seçenlerin oranı %19,97, 3’ü seçenlerin oranı %23,07, 4’ü seçenlerin oranı %16,86, 5’i seçenlerin oranı %10,84, 6’yı seçenlerin oranı %2,06, 7’yi seçenlerin oranı ise %3,10’dur. Bu sonuçlara göre katılımcılardan 1-3 arasında seçim yapanların toplam oranı %67,14’tür. Buna göre katılımcıların büyük bir çoğunluğu sosyal medyada görmüş oldukları mesajların (cümle, fotoğraf, şekil v.s.) yaşamsal kararlarını çok az etkilediğini ifade etmekte, 5-7 arasında seçim yapan toplam %16,00 oranında katılımcı ise sosyal medyada gördükleri mesajların (cümle, fotoğraf, şekil v.s.) yaşamsal kararlarını büyük ölçüde etkilediğini ifade etmektedir. (4 seçeneği medyan olarak kabul edildiği için değerlendirme dışı tutulmuştur.) Genel bir değerlendirme yapıldığındaysa sosyal medyada görülen mesajların (cümle, fotoğraf, şekil) insanların yaşamsal kararları üzerinde bir etkisinin olmadığının ifade edilmesi yerinde olacaktır. Tablo 8: Katılımcıların Sosyal Medya Ağları Üzerinden Siyasi İçerikli Mesajları, Metinleri ya da Görselleri Okuma ve Takip Etmelerinin Veri Analizi Ankete katılan deneklerden 109 kişi sosyal medya ağları üzerinden siyasi içerikli mesajları, metinleri veya görselleri özel olarak takip ettiklerini, 180 kişi zaman zaman takip ettiklerini, 191 kişi siyasi içerikli mesajlarla, metinlerle veya görsellerle ilgilendiklerini ancak özel olarak takip etmediklerini, 101 kişi ise ilgilenmediklerini ve özel olarak takip etmediklerini ifade etmiştir. Ankete katılan deneklerin sosyal medya ağları üzerinden siyasi içerikli mesajları, metinleri veya görselleri okuma ve takip etmelerinin grafiği incelendiğinde %18,76 oranında katılımcının ilgiliyim ve özel olarak takip ederim, %30,99 oranında katılımcının ilgiliyim zaman zaman takip ederim, %32,87 oranında katılımcının ilgiliyim ancak özel olarak takip etmem, %17,38 oranında katılımcının ilgilenmem ve takip etmem seçeneklerini tercih ettikleri görülmektedir. Bu oranlara bakıldığında katılımcıların siyasi içerikli mesajlar, metinler ya da görsellerle oldukça ilgilendiklerini söylemek mümkündür. Ancak sosyal medya üzerinden siyasi içerikli mesajları, metinleri veya görselleri okumayan ve takip etmeyenlerin takip edenlere oranla daha fazla olduğu da söylenebilir. Katılımcıların sosyal medya ağları üzerinde benzer davranış sergilemeleri insanların ‘çevrimiçi’ ortamda daha özgür konuşabilmelerinin yanı sıra ‘suskunluklarını’da devam ettirdiklerini göstermektedir. Anketin bundan sonraki bölümünde deneklerin siyasi tercihleri üzerinde sosyal medyanın etkisini incelemeyi amaçlayan soruları içermesinden dolayı 101 denek siyasi içerikli mesajları, metinleri ya da görselleri okuyup takip etmediklerini ifade ettikleri için çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur. 72 Tablo 9: Katılımcıların Sosyal Medya Ağları Üzerinden Herhangi Bir Siyasi Parti, Topluluk veya Siyasi Bir Kişinin Takipçisi ya da Üyesi Olmalarının Veri Analizi Ankete katılanlardan 238 kişi sosyal medya ağları üzerinden herhangi bir siyasi parti, topluluk veya siyasi bir kişinin takipçisi veya üyesi olduklarını, 242 kişi ise sosyal medya ağları üzerinden herhangi bir siyasi parti, topluluk veya siyasi bir kişinin takipçisi olmadıklarını ifade etmişlerdir. Bu sonuçlara bakıldığında sosyal medya kullanıcılarının, sosyal medya üzerinden siyasi bir parti, topluluk veya siyasi bir kişinin takipçisi ya da üyesi olup olmama oranları birbirine oldukça yakındır. Katılımcıların Sosyal Medya Ağları Üzerinden Herhangi Bir Siyasi Parti, Topluluk veya Siyasi Bir Kişinin Takipçisi ya da Üyesi Olmalarının grafiksel dağılımı incelendiğinde, %49,58 oranında katılımcının siyasi bir parti, topluluk veya siyasi bir kişinin üyesi ya da takipçisi olduğu, %50,42 oranında katılımcının ise siyasi bir parti, topluluk veya siyasi bir kişinin üyesi ya da takipçisi olmadığı görülmektedir. Bu sonuçlara bakıldığında katılımcıların benzeri siyasal davranış sergiledikleri görülmektedir. Sosyal medya araçlarının, aynı düşünce yapısına ve benzer görüşlere sahip insanların birbirlerini bulabildikleri yerleri barındırır. Bunun tersini de söylemek mümkündür. Tablo 10: Katılımcıların Sosyal Medya Ağları Üzerinden Paylaşılan Siyasi İçerikli Mesajları, Metinleri ya da Görselleri Sosyal Ağlarındaki Arkadaşlarıyla Paylaşmalarının Veri Analizi Katılımcılardan 141 kişi sosyal medya ağları üzerinden paylaşılan siyasi içerikli mesajları, metinleri ya da görselleri sosyal ağlardaki arkadaşlarıyla paylaşacağını ifade etmekte iken, 245 kişi ise içeriğe göre arkadaşlarıyla paylaşımda bulunabileceğini ifade etmektedir. Bu durumda sosyal medya kullanıcılarının genel olarak sosyal ağlarda gördükleri her türlü siyasi içerikli mesajları, metinleri ya da görselleri arkadaşlarıyla rahatlıkla paylaşmadığını bunun yerine içeriğini inceleyerek paylaşımda bulunduğu tespit edilmiştir. Katılımcılardan 94 kişi ise kesinlikle siyasi içerikli mesajları, metinleri ya da görselleri sosyal ağlardaki arkadaşlarıyla paylaşmayacaklarını ifade etmişlerdir. “İçeriğe göre belki paylaşabilirim” seçeneğinin bu denli yüksek olmasının sebebi katılımcıların içinde bulunduğu toplumdan dışlanma ve akranları tarafından gruptan soyutlanma kaygısını taşıdığı görülmektedir. Soyutlanma korkusu nedeniyle, muhalif görüşlere/tercihlere sahip olduğunun farkında olan bireyler, özgürce içerik paylaşımından çekinir. Yani, aynı/benzer görüşlere sahip insanların bir arada olduğu bir ortamda, ‘aykırı’ görüşe sahip bir birey içerik paylaşırken ya kendini kısıtlar ya da hiç paylaşımda bulunmaz. 4.5.4. Sosyal Ağlarda Paylaşılan Siyasal İçeriklerin Sosyal Medya Kullanıcılarının Siyasal Tercihleri Üzerine Etkileri Bu başlık altında sosyal medyada paylaşılan siyasal içeriklerin, katılımcıların siyasal tercihleri üzerindeki etkileri hakkında bilgi edinilmesi hedeflenmiş, katılımcılara bu bağlamda beş soru sorulmuştur. Katılımcıların siyasal içerikli paylaşımlardan etkilenme durumları hakkında sorulan sorulara bakıldığında sonuçlar aşağıdaki gibi olmuştur: 73 Tablo 11: Katılımcıların Sosyal Ağlarındaki Arkadaşlarının Sosyal Medya Üzerinden Gerçekleştirdikleri Paylaşımların Siyasal Eğilimlerini Etkileme Durumunun Veri Analizi Ankete katılanların sosyal ağlarındaki arkadaşlarının sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal eğilimlerini ne derece etkilediklerini değerlendirmeleri için 1-7 arasında bir derece vermeleri istenmiştir. 1 siyasal eğilimlerinin en az etkilenme derecesini 7 ise en fazla etkilenme derecesini göstermektedir. Bu durum deneklere ifade edilmiştir. Buna göre katılımcılardan 1-3 seçenekleri arasında tercih yapan toplam 378 kişi sosyal ağlarındaki arkadaşlarının sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal eğilimlerini etkilemediğini, 5-7 seçenekleri arasında tercih yapan toplam 50 kişi ise sosyal ağlarındaki arkadaşlarının sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal tercihlerini etkilediklerini ifade etmişlerdir. Katılımcılardan 1-3 seçenekleri arasında tercih yapanların toplam %78,75’i sosyal ağlardaki arkadaşlarının sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal kararlarını en az seviyede etkilendiklerini, 5-7 seçenekleri arasında tercih yapan toplam %10,42’nin ise bu paylaşımların siyasal tercihleri fazlasıyla etkilediğini belirttikleri tespit edilmiştir. (4 seçeneği medyan olarak kabul edildiği için değerlendirme dışı tutulmuştur.) Buna göre genel itibariyle katılımcıların sosyal ağlarındaki arkadaşlarının sosyal medya araçları üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların seçmenlerin siyasal eğilimlerini etkilemediği sonucuna varılabilir. Tablo 12: Siyasi Kişi, Topluluk ya da Partilerin Sosyal Medya Üzerinden Gerçekleştirdikleri Paylaşımların Katılımcıların Siyasal Eğilimlerini Etkileme Durumunun Veri Analizi Siyasi kişi, topluluk ya da partilerin sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımlardan katılımcıların etkilenme durumlarını ölçmek amacıyla katılımcılara 1-7 arasında bir değerlendirmede bulunmaları istenmiştir. 1 siyasal eğilimlerinin en az etkilenme derecesini 7 ise en fazla etkilenme derecesini göstermektedir. Bu durum deneklere ifade edilmiştir. Buna göre katılımcılardan 1-3 seçenekleri arasında tercih yapan toplam 356 kişi 74 siyasi kişi, topluluk veya partilerin sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal eğilimlerini etkilemediğini, 5-7 seçenekleri arasında tercih yapan toplam 73 kişi ise sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen bu paylaşımların siyasal tercihlerini fazlasıyla etkilediğini ifade etmişlerdir. Ankete katılanlardan 1-3 seçenekleri arasında tercih yapanların toplam %74,16’sı siyasi kişi, topluluk ya da partilerin sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal kararlarını en az seviyede etkilendiklerini, 5-7 seçenekleri arasında tercih yapan toplam %15,21’inin ise bu paylaşımların siyasal tercihleri fazlasıyla etkilediğini belirttikleri tespit edilmiştir. (4 seçeneği medyan olarak kabul edildiği için değerlendirme dışı tutulmuştur.) Bu sonuçlara göre siyasi kişi, topluluk ya da partilerin sosyal medya araçları üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların katılımcıların siyasal tercihlerine bir etkisinin olmadığı sonucuna varılabilir. Tablo 13: Seçim Dönemlerinde Sosyal Medya Üzerinden Gerçekleşen Siyasi Kampanyaların Katılımcıların Oy Tercihlerine Etki Edip Etmediğinin Veri Analizi Ankete katılan 480 kişiden, 100 kişi seçim dönemlerinde sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen siyasi kampanyaların oy tercihlerini etkilediğini, 380 kişi ise sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen siyasi kampanyaların oy verme tercihlerini kesinlikle etkilemediğini ifade etmişlerdir. Katılımcıların %20,83’ü seçim dönemlerinde sosyal medya üzerinden gerçekleşen siyasi kampanyaların oy tercihleri üzerinde etkisi olduğunu, %79,17’si ise bu kampanyaların oy tercihleri üzerinde kesinlikle bir etkisi bulunmadığını ifade etmişlerdir. Bu sonuçlara göre siyasi partilerin seçim dönemlerinde sosyal medya üzerinden yürüttükleri siyasi kampanyalarını birçok kişiye anında ve hızlı bir şekilde sunma olanağı bulmalarına rağmen seçmenlerin oy tercihlerine etki edemedikleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Tablo 14: Sosyal Medya Üzerinden Gerçekleşen Herhangi Bir Olumsuz Siyasal İçeriğin, Katılımcıların Desteklediği Siyasi Parti ya da Kişiye Olan Desteğini Olumsuz Yönde Etkileyip Etkilemediğinin Veri Analizi Tablodan da anlaşılacağı üzere, sosyal medya üzerinden gerçekleşen herhangi bir olumsuz siyasal içerik katılımcıların desteklediği siyasi parti ya da kişiye olan desteğini olumsuz yönde etkilememektedir. Etkilendiğini ve tercihinin değiştiğini söyleyen 61 kişi, etkilediğini ancak tercihini değiştirmediğini söyleyen 165 kişi ve etkilenmeyen ve tercihi değişmeyen kişi sayısı ise 254’tür. Bu sonuçlara göre sosyal araçlar üzerinden gerçekleşen olumsuz siyasal içeriğin, katılımcıların desteklediği siyasi parti ya da kişiye olan desteği olumsuz yönde etkilemediği görülmüştür. Ankete katılan 480 kişiden %12,71’i, sosyal medya üzerinden gerçekleşen herhangi bir olumsuz siyasal içeriğin destekledikleri siyasi parti ya da kişiye olan desteğini olumsuz yönde etkilediğini ve tercihini değiştirdiğini, %34,37’si etkilendiğini ancak tercihinin değişmediğini, %52,92’si ise hiçbir şekilde etkilenmediğini ve tercihinin de değişmediğini ifade etmiştir. 75 Bu sonuçlara göre sosyal medya araçları üzerinden gerçekleşen olumsuz siyasal içeriklerin, katılımcıların desteklediği siyasi parti ya da kişiye olan desteği olumsuz yönde etkilemediği görülmüştür. Parti ve aday imajının seçmen tercihlerinde, algı ve tutumlarındaki bağlayıcılığın önemi, katılımcıların ideolojik yönelimleri ve belli bir partiye yakınlıkları doğrultusunda hareket ettikleri görülmektedir. Tablo 15: Sosyal Medya Ağlarına Getirilen Erişim Kısıtlamasının Katılımcıların Siyasi Tercihleri Üzerinde Etkili Olup Olmadığının Veri Analizi Anket sonuçlarına göre ankete katılan 480 kişiden, 73 kişi sosyal ağlara getirilen erişim kısıtlamasının kendilerini etkilediğini ve siyasi tercihlerini değiştirdiğini, 157 kişi etkilendiğini ancak siyasi tercihinin değişmediğini, 250 kişi ise hiçbir şekilde etkilenmediğini ve siyasi tercihinin de değişmediğini ifade etmiştir. Katılımcıların %15,21’i sosyal ağlara getirilen erişim kısıtlamasından etkilendiklerini ve siyasi tercihlerinin değiştiğini, %32,71’i etkilendiğini ancak siyasi tercihlerinin değişmediğini, %52,08’i ise etkilenmediğini ve siyasi tercihinin değişmediğini ifade etmiştir. Bu sonuçlara göre sosyal medya ağlarına getirilen erişim kısıtlamasının katılımcıların siyasi tercihlerini etkilemediği ve katılımcıların siyasi tercihlerine farklı yönde bir etkisinin olmadığı görülmüştür. SONUÇ Toplumun geniş kesimlerine hitap eden sosyal medya, günümüzde özellikle üniversite öğrencileri tarafından oldukça sık kullanılan bir görüngü (fenomen) haline gelmiştir. Sosyal medyanın geleneksel medyanın aksine etkileşimli iletişime, bireylerin örgütlenmesine, düşüncelerini paylaşmasına ve bilgiye erişimlerine önemli imkânlar sağlaması, bu iletişim aracına olan sempatiyi arttırmış, bu iletişim mecrasının katılımcı demokrasiyi genişleteceği düşüncesi akademik çevrelerce kabul görmüştür. Bu bağlamda sosyal platformlarda karşılaştığımız çoğu uygulama toplumun geneli için büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bu nedenle sosyal medyanın siyasi hayatı ve demokratik işleyişi etkilememesi düşünülemez. Öyle ki erişim kolaylığı bakımında düşünülecek olursa akıllı telefonlar sayesinde bile önemli siyasi kararların alınması öncesinden geniş kitlelerin görüşlerine başvurabilmesine ve bu mecralarda tartışılabilmesi dahi imkân dâhilindedir Bununla birlikte bu imkânların kullanımı ülkelerin gelişmişlikleriyle de doğrudan ilgilidir. Ancak bu durumda dahi İngiltere gibi gelişmiş teknolojik alt yapıya sahip ülkelerde olduğu gibi her zaman için siyaset ya da demokrasi bakımından olumlu sonuçlar ortaya çıkmayabilir. Örneğin gençlerin sosyal medyayı yoğun olarak kullanıyor olmaları ile siyasete katılım oranlarında doğrudan bir artış meydana gelmeyebilir. Diğer bir ifadeyle sosyal medya kullanımı siyasi katılım oranlarında doğrudan bir artış meydana getirmeyebilir. Bu bağlamda sosyal medya kullanımı ile siyasi katılım arasında bir doğru orantı kurmak mümkün gözükmemektedir. Demokratik toplumların, kendilerini ilgilendiren konular hakkında tartışması, kamuoyu oluşturarak yöneticilerin yönlendirilmesi ve siyasal katılımda bulunması demokrasinin sağlıklı işlemesinin bir teminatıdır. Bireyler kendilerini ilgilendiren konular hakkında tartışıp görüş bildirebilecekleri kamusal alanlara ihtiyaç duymaktadırlar. Ancak, iktidarların ve kapitalist ekonominin kontrolündeki geleneksel medya, yaptığı tek yönlü yayınlarla, kamusal olma görevini tam olarak yerine getirememektedir. Ayrıca geleneksel medyanın kapitalist iktidarlar tarafından mülkiyet yoluyla tahakküm altına alınmış olduğu görüşü, 76 toplumda giderek daha fazla kabul görmektedir. Buna karşın, geleneksel medyanın aksine sosyal medya, bireylerin birbirleriyle ve yöneticilerle olan iletişimini daha hızlı ve etkileşimli hale getirmiştir. Bu araştırmanın temel amacı, sosyal ağlarda yayınlanan siyasi içerikli mesajlara tepkilerin hangi düzeyde etkilendiği, günlük yaşam deneyimlerine yansıma düzeyi ve özelikle siyasi düşünüş ve davranışları bakımından sosyal medyanın etkisi incelenmiştir. Genel olarak sosyal medyanın geleneksel medyadan; etkileşim, zaman sınırlamasında bağımsızlık, birebir ilişki kurma yönleriyle daha güçlü olduğu ve sosyalleşme sürecine etkisinin geleneksel medyadan daha fazla olduğu yapılan bu araştırmayla görülmüştür. Geleneksel medyanın gerek üretim biçimi ve gerekse izleyici etkisi bakımından gündem belirleyici niteliğinin yüksek olduğu, yeni medyanın etkileşim özelliği nedeniyle katılımcılık ve tartışma alanları yüksek düzeyde sağlaması, üretim biçiminin aynı zamanda kullanıcılardan oluşması nedeniyle erişim ve etki bakımından gündem belirleme niteliğinin güçlü olduğu görülmüştür. Araştırma sonucunda, kullanıcıların sosyal ağları aktif kullandıkları, siyasi içerikli görüşlerin ve mesajların yayılmasında kısmen etkili oldukları sonucuna varıldığı; ayrıca sosyal medyanın kullanıcıların siyasi eğilimlerine farklı yönde bir etkisinin olmadığı görülmüştür. Ancak sosyal medya gündeminde var olan gündemin aynı zamanda kamuoyu gündemi olduğu kullanıcıların paylaşımları ve sergiledikleri davranışlarla ortaya konmuştur. Araştırma kapsamında hipotezlerimizi hatırlayarak özetlersek: Hipotez 1- Sosyal medya platformunda kullanıcılar siyasal gündemi takip eder ve siyasal görüşlere ve kamuoyu oluşumuna etki eder. Sosyal medyanın gündem belirleyici niteliğine ilişkin özelliğinin tespit edildiği bu çalışmada, kullanıcıların siyasal gündemi sosyal medya üzerinden de takip ettiği, etkilenme oranlarında görülen düşüklüğe rağmen siyasal içeriklerle ilgili oldukları görülmüştür. Kullanıcıların büyük çoğunluğunun siyasal içerikleri paylaştıkları ya da paylaşma eğilimi sergiledikleri görülmüştür. Bu bakımda “hipotez 1” doğrulanmıştır. Hipotez 2- Sosyal medya kullanıcıları siyasal tutum ve davranışların biçimlenmesinde doğrudan etkilidir. Sosyal medya kullanıcılarının siyasal tutum ve davranışların biçimlenmesinde etkili oldukları görülmüştür. Kullanıcıların % 80’ine yakınının siyasal içeriklere ilgi gösterdiği ve paylaşma eğiliminde olduğu, yarısına yakın bir kesimin ise sosyal ağlar üzerinden bir politik gruba üye olduğu verisine ulaşılmıştır. Sosyal medya kullanıcılarının siyasal tutum ve davranışların biçimlenmesinde aktif oldukları eğilimi görülmüştür. Hipotez 2 bu anlamda doğrulanmıştır. Hipotez 3- Sosyal medya ortamında yer alan siyasal içerikli görüş ve mesajlar, kullanıcının siyasal eğilimlerini etkiler. Sosyal medya üyelerinin çok büyük bir çoğunluğunun kendilerine gelen sosyal ağ ortamı içeriklerinden ve mesajlardan etkilenerek siyasal eğilim ve tercih değiştirmedikleri görülmüştür. Bu bakımdan Hipotez 3 doğrulanamamıştır. Hipotez 4- Sosyal ağlarda üyelikleri bulunan kullanıcılar, siyasal içerikli mesajların yayılmasında aktiftirler ve kamuoyu gündemini etkilerler. Sosyal ağlarda aktif olan kullanıcıların büyük oranda içeriğe bağlı olarak, siyasal mesajların yayılmasında aktif oldukları görülmüştür ve kamuoyu gündemini etkilemektedirler. Esasen sosyal medyanın gündem belirleme özelliğinin olduğu, ancak gündem değiştirme yeteneğinin henüz güçlü olmadığı kanaatine de bu yönde varıldığı görülmektedir. Gündem belirleme tezinde belirtildiği üzere, sosyal medyanın da geleneksel medya araçlarında olduğu gibi, kamuoyunu nasıl değiştireceği değil, ne hakkında düşünüleceği bakımından etkili olduğu görüşü desteklenmiştir. Bu çalışma ile ortaya konulan önemli bir diğer nokta ise, sosyal medyada bireylerin düşüncelerini özgürce ifade edemedikleridir. Sosyal bir varlık olan bireyin en büyük korkularından biri, toplumdan veya çevresinden dışlanmaktır. Bu 77 bağlamda sosyal medyada gerçek kimlikleriyle yer alan aile, arkadaş ve toplum gözetimine tabi tutulduğunu bilen bireyler, düşüncelerini/fikirlerini ifade etmeden önce, söylemlerini içinde yaşadığı toplumun normlarına göre düzenlemektedirler. Bu durum ise sosyal medyanın demokrasiye yaptığı katkıların önündeki en büyük handikaplardan birini teşkil etmektedir. Kaynakça Kitap • Akgün, B. (2007). Türkiye’de Seçmen Davranışı, Partiler Sistemi ve Siyasal Güven, 2002 Genel Seçimleri, 2004 Yerel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri. (2.b.) Ankara: Nobel. • Dearing, J. W. ve Rogers, E. M. (1996). Agenta-Sedding. Communication Concepts 6. California: Sage Publications. • Erbaşlar, G. (2013). Sosyal Medyada mısınız? Asosyal Medyada mısınız?. (1.b.) Ankara: Nobel. • Gunelius, S. (2011). 30 Minute Social Media Marketing. New York: McGraw Hill. • Güngör, N. (2013). İletişim Kuramlar ve Yaklaşımlar. (2.b.) Ankara: Siyasal • Kalender, A. (2005). Siyasal İletişim: Seçmenler ve İkna Stratejileri. Konya: Çizgi • Misçi, S. (2006). Yeni Medya Kullanımının Organizasyon Yapısı Üzerindeki Etkileri. İstanbul: Yeni İletişim Ortamları ve Etkileşim Uluslarası Konferansı Bildiri Kitapçığı. • Severin, W. ve Tankard, J. W. (1994). İletişim Kuramları. ( A. Atıf Bir ve N. S. Sever, Çev.) Eskişehir: Kibele • Timisi, N. (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi. (1.b.) Ankara: Dost E-kitap • Mayfield, A. (2008). What is Social Media. (Ocak 2014) • http://ebooksoneverything.com/marketing/WhatisSocial Media.pdf. • Safko, L. (2010). The Social Media Bible. New Jersey: John Wiley and Sons. (Kasım 2013) http://msport04.free.fr/Books/The%20Social%20Media%20Bible.pdf. • Stokes, R. (2009). eMarketing: the essential guide to online marketing. (Mart 2014). http://florida.theorangegrove.org/og/file/0e4789b8-320c-3cf5-8ea8-332611afe119/1/ Quirk_eMarketing Textbook.pdf. Makale • Atabek, N. (1997). Gündem Belirleme Yaklaşımı. İletişim Fakültesi Dergisi. (Ocak 2014) http://www.journals.istanbul.edu.tr. • Dilmen, N. E. (2007). Yeni Medya Kavramı Çerçevesinde İnternet Günlükleri – Bloglar ve Gazeteciliğe Yansımaları. (Eylül 2014) http://e-dergi.marmara.edu.tr. • Kırık, A. M. (2012). Arap Baharı Bağlamı’nda Sosyal Medya-Birey Etkileşimi ve Toplumsal Dönüşüm. 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi. C.I. S. 3. Kış. 2012. (Mart 2014) http:// asosindex.com/journal-article-fulltext?id= 22318&part=1. • Temizel, H. (2010). Kamuoyu Kuramları ve Kamuoyu Oluşumunda Kitle İletişim Araçları. Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi. (Ocak 2014) http://www. iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/831348063296.pdf. • Terkan, B. (2012). Basın ve Siyaset İlişkisinin Gündem Belirleme Modeli Çerçevesinde Bir Analizi. (Ocak 2014) http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr. Tezler • Akın, N. (2012). Yerel Seçimlerde Aday İmajının Seçmen Tercihlerine Etkisi: İzmir İli için Bir Uygulama. (DEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı Pazarlama Programı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.) İzmir. • Bostancı, M. (2010). Sosyal Medyanın Gelişimi ve İletişim Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanım Alışkanlıkları. (EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Kayseri. (Mart 2014) www.mustimedia.com/pdfs/yltez. pdf. • Eke, E. (2008). Siyasal Propaganda Araçlarının Seçmen Davranışı Üzerindeki Etkisi: Isparta Örnek Olayı. (SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Isparta. (Kasım 2013) http://eprints.sdu.edu.tr/ 568/1/ TS00654.pdf. • Gümüş, Burak. (2006). Eğitim Düzeyinin Seçmen Davranışındaki Rolü ve Antalya Örnek Olayı. (SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Isparta. (Kasım 2013) http://eprints.sdu.edu.tr/377/1/TS00537.pdf. 78 • İrvan, S. (1997). Dış Politika ve Basın: Türk Basınındaki Dış Politika Haberlerinin Gündem Belirleme Yaklaşımı Açısından Çözümlenmesi. (AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi). Ankara. • Terkan, B. (2005). Türkiye’de Basın ve Siyaset İlişkisi: Basın Gündemi ve Siyasal Gündemin Karşılaştırılmasına Yönelik Bir Gündem Belirleme Çalışması. (SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı Halkla İlişkiler Bilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi). Konya. Diğer kaynaklar • Aslan, A. Medyanın Toplumsal Gücü. (Nisan 2014) http://www.ilefarsiv.com/id/yazi_8. htm • Barakas, N. Ş. Sosyal Medya Geleneksel Medyaya Karşı. (Mart 2014) http://arsiv.salom. com.tr/news/print/23915-Sosyal-medya-geleneksel-medyaya-karsi.aspx 79 SOSYAL MEDYA ve NEFRET SÖYLEMİNİN SIRADANLAŞMASI ECE ETKESER Özet: Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nefret söyleminin kapsamını şu şekilde oluşturmaktadır: “ Nefret söylemi, ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-semitizim ve hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimi. Hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret saldırgan milliyetçilik, etnik merkeziyetçilik, ayrımcılık ve azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenlilere karşı düşmanlık yoluyla ifade edilen hoşgörüsüzlüğü içermektedir. Nefret söylemleri, gerek ortaya çıkış nedenleri gerekse yayılma süreci itibariyle yeni bir dönemin eşiğindedir. Çünkü nefret söylemleri üzerindeki medya etkisi her zamankinden daha fazladır. Bu durum geleneksel medyanın deformasyonuyla olduğu kadar yeni medya formlarının yaygınlaşmasıyla da ilişkilidir. Dolayısıyla artık nefret söylemleri üzerine konuşurken yeni medya teknolojilerinin karakteristiği ve toplumsal etkilerini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu noktada, özellikle sosyal medyanın nefret söylemlerinin oluşumunda ve yayılmasında oynadığı rol değerlendirilmelidir. Her ne kadar nefret söylemlerinin internetteki örnekleri çok yeni olmasa da, bu tür içerikle son yıllarda daha fazla karşılaşılmaktadır. Dahası her türden söyleme ev sahipliği yapan mevcut web uygulamaları, her geçen gün gelişmekte ve yeni araçlarla desteklenmektedir. Bu sayede mevcut sosyal ağlar daha kompleks bir görünüme bürünmekte, ayrıca -her türden düşünceye açık bir yapı arz etmesinden ötürü- çeşitli grupların mücadelelerine sahne olmaktadır. İnternetin sıradan kullanıcıya sunduğu olanakların nefret söylemi üreten kişi ve gruplar için de aynen geçerli olmaktadır. Etkileşimli yapısı ve anonim karakteri interneti önemli bir ikna aracı olarak inşa edici bir özelliğe sahiptir. İnternetin etkisi, nefret söylemlerinin yaygınlaşmasına aracı olmakla sınırlı kalmayıp, üretim sürecinde de kendini göstermektedir. İnternet nefret söylemlerinin zaman zaman propaganda eşliğinde sunulduğu bir medya olmakla beraber, her türden örgütlenmenin gerçekleştirilebildiği bir platformdur. Anahtar Kelimeler: Sosyal medya, nefret, söylem SOCIAL MEDIA AND HATE SPEECH Abstract: Committee of ministers of the council of Europe explains the concept of hate speech as “any kind of speech that spreads, encourages or justifies all forms of hate based on racial hate, foreigner hostility and intolerance. Hate based on intolerance includes nationalism, ethnicism, discrimination and hostility towards minorities, immigrants and people who have such an origin. Hate speech is on the verge of a new era due to reasons of occurrence and spreading process since the effect of media on hate speech is more dominant. This is related to the deformation of traditional media and new media forms. That is why we need to consider the characteristics of new media technologies and their social effects. Furthermore, special attention must be paid to the role of social media in generating hate speech and making it widespread. Despite the fact that online examples of hate speech is not brand new, this kind of content is more widely seen in the last years. Existing web applications which include all kinds of speech are also developing day by day. Thanks to these, social web is becoming more complex and it also serves as a stage of war among groups with different ideals. Internet, with its interactive form and anonymous characteristic, has a persuasive side. The effect of the internet is not only limited to making the hate speech widespead; it also affects the process of content creation. Internet can be seen as a platform which presents hate speech alongside propaganda and it also makes any kind of organization possible. Keywords: Social media, hate, discourse 80 Giriş Nefret söylemleri, gerek ortaya çıkış nedenleri gerekse yayılma süreci itibariyle yeni bir dönemin eşiğindedir. Çünkü nefret söylemleri üzerindeki medya etkisi her zamankinden daha fazladır. Bu durum geleneksel medyanın deformasyonuyla olduğu kadar yeni medya formlarının yaygınlaşmasıyla da ilişkilidir. Dolayısıyla artık nefret söylemleri üzerine konuşurken yeni medya teknolojilerinin karakteristiği ve toplumsal etkilerini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu noktada, özellikle sosyal medyanın nefret söylemlerinin oluşumunda ve yayılmasında oynadığı rol değerlendirilmelidir. Her ne kadar nefret söylemlerinin internetteki örnekleri çok yeni olmasa da, bu tür içerikle son yıllarda daha fazla karşılaşılmaktadır. Dahası her türden söyleme ev sahipliği yapan mevcut web uygulamaları, her geçen gün gelişmekte ve yeni araçlarla desteklenmektedir. Bu sayede mevcut sosyal ağlar daha kompleks bir görünüme bürünmekte, ayrıca -her türden düşünceye açık bir yapı arz etmesinden ötürü- çeşitli grupların mücadelelerine sahne olmaktadır. Sosyal medya ortamında gündelik yaşamda söylemsel pratiklerde üretilen ve geleneksel medya metinlerinde dolaşıma sokulan homofobik, transfobik,heteroseksist cinsiteyçi, yabancı düşmanı, ırkçı, etnik milliyetçi ve ayrımcı nefret söylemi çok kolay bir şekilde yaygınlaşarak, sıradanlaşarak dolaşıma girmektedir. Böylece her türlü ve dışlayıcı söylemsel pratikler kanıksanmakta, zaman içinde tomlumdaki farklı kimlikleri ve varoluş pratoklerini ötekileştirmekte, hatta yok edici eylemlere, diğer bir deyişle nefret suçlarına dönüşebilmektedir. Bu çalışma sosyal medya ortamında hızla yayılan nefret söylemini eleştirel bir gözle ele almayı amaçlamaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde yeni medya kavramı ele alınmakta, sosyal medya kavramı tanımlanmakta, sosyal medya araçlarının özellikleri ortaya konulmaktadır. Çalışmanın ikinci bölümünde ise nefret söylemi, nefret suçu kavramsal düzeyde ele alındıktan sonra nefret söyleminin tarihsel gelişimi, nefret söyleminin toplumsal yaşama etkisi nefret söylemi-ifade özgürlüğü ilişkisi ele alınmaktadır. Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde ise sosyal medya-nefret söylemi ilişkisi eleştirel bir gözle, örnekler üzerinden ele alınmaya çalışılmaktadır. 1.Sosyal Medya 1.1. Sosyal Medya Kavramı ve Sosyal Medya Ortamları Sosyal medya dar anlamıyla, internetin bireyleri birbirleriyle sanal ortamda buluşturan web tabanlı hizmetlerinden biridir. Geniş anlamda ise, bireylerin sınırları belli olan bir sistem içerisinde açık ve yarı açık profil oluşturmalarına izin veren, farklı kişilerle bağlantı paylaşımında bulunan kişilerin listesini gösteren web tabanlı hizmetler olarak tanımlanmaktadır. Buna göre sosyal medya, kullanıcılara enformasyon, düşünce, ilgi ve bilgi paylaşım imkanı tanıyarak karşılıklı etkileşim yaratan çevrimiçi araçlar ve web siteleri için ortak kullanılan bir terimdir. Sosyal medya, katılımı ve ilgili olmayı teşvik ederek topluluk ve ağ oluşturmaya aracılık etmektedir. (http://jcmc.indiana.edu/vol13/issue1/boyd.ellison.html) Yaygın olarak kullanılan sosyal medya ortamları şunlardır: Sosyal Ağ Siteleri: Kullanıcılara online profiller ya da kişisel web sayfaları oluşturmaya ve online bir sosyal ağ geliştirmeye izin veren, kendileri ile ilgili kişisel bilgiler verebilecekleri, arkadaşlar edinebilecekleri ve var olan arkadaşları ile iletişim kurabilecekleri ve çeşitli etkinlikler düzenleyebilecekleri web sitelerine sosyal ağ adı verilmektedir. Boyd ve Ellison’a göre ise sosyal ağlar, bireylerin sınırlı bir sistem içinde kamusal veya yarı kamusal profil oluşturmalarına, bağlantılı oldukları diğer kullanıcıları listeleyerek görebilmelerine ve paylaşımlar doğrultusunda diğer kullanıcılarla bir ortaklık kurmalarına olanak sağlayan ortamlardır. (http://jcmc.indiana.edu/vol13/issue1/boyd.ellison.html) Sosyal ağ sitelerinin en yaygın olarak kullanılan mecralarından biri olarak 4 Şubat 2004 tarihinde Harvard Üniversitesi 2006 sınıfı öğrencisi Mark Zuckerberg tarafından kurulan Facebook’dan bahsetmek gerekmektedir. Facebook, insanların arkadaşlarıyla iletişim kurmasını ve bilgi alışverişi yapmasını amaçlayan bir sosyal paylaşım web sitesidir. Site kullanıcılara ücretsizdir ve gelirini banner reklamlarından ve sponsor gruplarından almaktadır. 81 Kullanıcılar profilleri fotoğrafları, ilgi alanları, gizli ya da açık mesajları ve arkadaş grupları sergilemektedir. Profillerin gösterimi sadece arkadaşlara görünecek şekilde veya belli ağların dışındakilere açık olmayacak şekilde sınırlandırılabilir. TechCrunch’a göre; A.B.D.’deki üniversitelerdeki öğrencilerin %85’inin facebook’da bir hesabı bulunmakta ve bunların %60’ı her gün bağlanmaktadır. %85 her hafta, %93 her ay bağlananlar arasındadır. Teknik açıdan ise facebook, web otoriteleri tarafından en başarılı Web 2.0 uygulamalarından biri olarak gösterilmektedir.(http://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook) Bloglar: Bireyler, gruplar ya da işletmeler tarafından sürdürülen, geniş bir izleyici kitlesi için yorumlar ve fikirler sunarak çevrimiçi günlük görevi gören web sitelerine blog denilmektedir. Sosyal ağlarda olduğu gibi takipçileri bulunan blogların girişleri, güncelden geriye doğru düzenlenmektedir. Kişisel, kurumsal ya da tematik olarak hazırlanan bloglar, günlük olayları içeren ve web sitelerinden farklı olarak sürekli güncellenen, daha basit ve informal bir yapıya sahip, gizlilik seçeneği bulunmayan, kişilere takipçi olma ve yorum yapma olanağı sunan bir sosyal medya ortamıdır.(A.C. Newman, A.C. ve J.G. Thomas,2009:216) Bloglar, okuyucuların habere dahil olması ve anında yorum ve eleştiri getirebilmesi sebebiyle sıkça tercih edilmektedir. Blogların ucuz ya da çoğu zaman ücretsiz düzenlenmesi ve düzenlenme esnasında özel bir yazılıma ihtiyaç duyulmaması, bilgisayar konusunda önemli uzmanlıklar gerektirmemesi, içeriğinin kolaylıkla güncellenebilmesi ve herkes tarafından yorum gönderilebilmesi sebebiyle kullanım alanı her geçen gün artmakta ve işletmelerin ilgi alanına da girmeye başlamaktadır.(T. Goodfellow, T. ve S. Graham,2007:396) İngilizcedeki “web” ve “log” kelimelerinin birleşmesinden oluşan weblog kavramının zamanla yaygınlaşmış adıdır. Blog, genellikle güncelden eskiye doğru sıralanmış yazı ve yorumların yayınlandığı, web tabanlı bir yayını belirtir. Çoğunlukla her gönderinin sonunda yazarın adı ve gönderi zamanı belirtilir. Yayıncının seçimine göre okuyucular yazılara yorum yapılabilir. Yorumlar, blog kültürünün çok önemli bir dinamiğidir; bu sayede yazar ve okuyucular arasında iletişim sağlanır. Bunun dışında, geri izleme (trackback) mekanizmasıyla, belirli bir yazı hakkında yazılan diğer yazıların belirlenebilmesi de mümkündür. İnternet ile ilgili ciddi bir araştırma kurumu olan Jupiter Research’ün 2005 yılında yaptığı bir araştırmasına göre, blog sitesi sahiplerinin yarısının yılık geliri 60.000 doların altında; blog okuyanların %60’ı erkek ve blog okuma alışkanlığı olanların %73’ü 5 yıldan uzun süredir internet bağlantısına sahip. Blog okuyanların %28’i blog okumak için RSS kullanıyor. 2005 sonunda yapılan başka bir araştırmaya göre de internet kullanıcılarının %38’i blog kelimesinin anlamını bildiklerini, %27’si ise blog okuduklarını belirtmiştir. Blogosferin nabzını tutma misyonundaki Technorati’nin istatistiklerine göre, günde 50.000’den fazla yeni blog sitesi yaratılıyor.(http://www.blognedir.com/blogrehberi/blog-nedir.html) Mikroblogging: Mikroblogging, insanların kısa ve anlık metin gönderileri aracılığıyla tanıdıkları, arkadaşları ile ilgili güncel kalmasına izin veren bir kısa mesaj yayımlama hizmetidir.(D. Ryan, D. ve C. Jones:2009:166) Günümüzde en yaygın kullanılan mikroblogging uygulaması, kullanıcıların birbirleriyle maksimum 140 karakter uzunluğundaki kısa metin tabanlı mesajları kullanarak iletişim kurmasına imkan tanıyan (ücretsiz) twitter’dır. Twitter; 140 karakterden oluşan tweet adı verilen internet kısa mesajlarının gönderildiği ve başkalarının mesajlarının okunabildiği bir mikro-blog servisidir. Twitter; her geçen gün karmaşıklaşan internet dünyasına basit bir takip mekanizması sağlamaktadır 2008’deki ABD seçimlerinde özellikle Barack Obama tarafından sıklıkla kullanılan Twitter dan Türkiye’deki son yerel seçimlerde de yararlanılmıştır. Ayrıca Twitter, sosyal medya’nın en popüler araçlarından biri olarak gösterilmektedir. Facebook gibi sosyal bir ortamdır. 2006 yılında Jack Dorsey tarafından geliştirilmesinden bu yana, Twitter dünya çapındaki popülaritesini gün geçtikçe arttırmış ve içerdiği uygulamaların programlama ara yüzünün kısa mesaj gönderim ve alımı konusundaki olanaklarıyla internet dünyasının SMS (Kısa Mesaj)’i olarak anılmaya başlamıştır. Twitter’ın yaygınlaşmasıyla birlikte Tweet’lemek kavramı da teknoloji jargonundaki yerini aldı. Twitter, son bir yılda yüzde 1000’in üzerinde büyüdü. Kişiler, haber kanalları, büyük kurumsal şirketler, kampanya düzenleyenler, politikacılar; yani aklınıza gelebilecek hemen her kişi ve kurum açtığı Twitter hesabıyla kendisi hakkındaki gelişmeleri paylaşıyor. Twitter kullanmanın mantığı o an başınıza gelen bir olay, duyurmak istediğiniz bir haber, düzenlenen bir kampanya, firmanız hakkındaki bir gelişme, 82 seçim kampanyanızdaysanız katıldığınız miting ya da çıkacağınız televizyon kanalını duyurmak gibi aklınıza gelebilecek hemen her şeyi Twitter üzerinden takipçilerinize duyurabilmektir. Temel olarak Twitter “Şu anda ne yapıyorsunuz?” sorusunu baz alıp kullanıcılara kolay kullanılabilir bir mobil ve internet uygulaması sunmaktadır. Asıl gücünü dilediğiniz yerden cep telefonu ile SMS göndererek güncelleme yapılabilmesinden almaktadır. Twitter’a bir platform olarak bakarsak hemen göze çarpan özellikleri mobil erişim sağlaması, birçok kişiye bir anda erişimin hızı, geniş kullanıcı kitlesi, kullanım kolaylığı ve düşük ya da sıfır kullanım maliyeti. Bu özellikler duyurular, anında haber takibi gibi kullanımlar için de önemli özellikler. Aynı zamanda yukarıda bahsettiğim sorunun kapsamında düşündüğümüzde de bir markanın kendini tanıtımı için de bulunmaz bir fırsat. Diğer kullanıcıları takip edebilmek için onları arayarak bulabilirsiniz veya onların verdikleri adreslere girip üye olduktan sonra resimlerinin altında yer alan “Follow” linkine tıklayarak onları takip etmeye başlayabilirsiniz. Twitter, internet pazarı için istikrarlı bir kaynak olarak kanıtlanmıştır. Inbound linkler kendi web sitenize dışardan gelen tek yönlü linklerdir. Bu linklerden almanın en iyi yolu, başkalarının isteyerek kendi sitelerinde paylaşmalarıdır. Twitter backlinkleri sağlamak için tasarlanmıştır. Aslında görünüşte Twitter`dan, profilinize listelenen bir backlink almış gibiolursunuz. Twitter`ın üçüncü büyük sosyal medya sitesi olduğu ve altı milyon kullanıcısı olduğu düşünülürse, herhangi bir pazarlama stratejisinde yayın potansiyelini genişletmesi için Twitter`dan yararlanılması kaçınılmazdır. Backlinkleri sağlamak için tam anlamıyla değerlendirilmiş neredeyse limitsiz potansiyele sahiptir. Sonucu belirtecek önemde olan, kapsamlı takip kurulumunun zaman alacağıdır. Takip etmeye başlamak için kategorilerden ve gruplardan faydalanmalısınız. Gelişime devam etmek için düzenli olarak “tweet” lemeli ve alakalı bilgileri sağlamalısınız. Zamanla geniş takipçi grupları oluşturmak mümkündür. (http://www.teknolojide.com/twitter-nedir_4655.aspx) Wikiler: Wiki (what I know is- bildiğim kadarıyla), içeriği kolayca oluşturulabilen ve düzenlenebilen çok sayıda birbirine bağlı web sayfasından oluşan web sitelerini tanımlamak için kullanılır. Wikiler ansiklopedik bilgi depoları, sosyal paylaşım siteleri, kurumsal çevrimiçi ağlar, bilgi yönetim sistemleri, kişisel ajandalar gibi çok farklı alanlarda uygulama olanağı bulmaktadır.(Eldeniz,2010:22) Popüler wiki sitelerine örnek olarak ansiklopedik bilgiler içeren Wikipedia ve haber içerikli Wikinews verilebilir. Wikipedia bir başlığın kullanıcı tarafında girilebileceği ve başka bir kişi tarafından değiştirilebileceği gibi önceki yıllarda böyle bir şeye ihtimal bile verilmeyen bir fikre dayalı çalışan online bir ansiklopedidir. Burada kullanıcıya duyulan radikal bir güven karşımıza çıkıyor. Öyle ki siz herkese bir şeyler yazmaya izin veriyorsunuz ve böylece gerçekten muazzam bir kaynak ortaya çıkıyor. Kısa bir sürede yazılan bir milyon başlık ile çok hızla büyüyen bir ansiklopedi Wikipedia. Özetleyecek olursak web 2.0’daki bilgi kavramı yeniden şekillenmiş ve artık bilgi istenildiği zaman, istenildiği ortamdan, istenildiği şekilde erişebileceği bir hal almıştır. Temel anlayış webden aldığımız bilginin yanında ona kattığımız bilgiyle var olmaktır. (http://ugurates19.blogspot.com/2007_12_08_archive.html) Forumlar: Belirli konu ve ilgi alanları hakkında çevrimiçi tartışma platformları olarak bilinen forumlar, ürün veya markalar üzerine övgü, öneri veya şikayet yazılarının da yer aldığı sosyal medya aracıdır. (Mayfield:2008:6) Wiki ve bloglardan farklı olarak, forumlar yöneticileri tarafından denetlenmekte ve tartışmalar belirli kurallar dahilinde yapılmaktadır. Ticaret Toplulukları: Ticaret toplulukları forumla benzerlik göstermekte, ancak forumlardan farklı olarak ürünle ilgili açıklamaların yanında yorumlara da yer vermektedir. İçerik Toplulukları: Belirli konularda içerik üreten ve paylaşan sitelerdir. Flickr (fotoğraf paylaşım sitesi), youtube (video paylaşım sitesi), jamendo (müzik paylaşım sitesi) vb.( Mangold:2009:358) Podcastler: Podcast, dijital medya dosyalarının taşınabilir medya oynatıcılarda veya bilgisayarlarda oynatılmak üzere internet üzerinden beslemeler yoluyla dağıtılma tekniğidir. (www.wikipedia.org.tr) 83 Sanal Oyun Ortamları: Katılımcıların kalabalık bir sanal dünyaya girerek, kendi başlarına ya da arkadaşlarıyla birlikte çeşitli maceralara atılarak oynadıkları oyunlardır. En önemli örneği Second Life’tır.(Mayfield,2008:28) Sosyal İmleme Siteleri: Kullanıcılar beğendikleri içeriğin bulunduğu sayfaların internet adreslerini paylaşmaktadırlar. Bu uygulamada linklerin oylanması ve değerlendirilmesi mümkün olmaktadır.(http://www.kilavuzyazilim.com/sosyal-imleme-nedir/) 2. Nefret Söylemi2.1. Nefret Söyleminin tanımı ve Ortaya Çıkışı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nefret söyleminin kapsamını şu şekilde oluşturmaktadır: “ Nefret söylemi, ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-semitizim ve hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimi. Hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret saldırgan milliyetçilik, etnik merkeziyetçilik, ayrımcılık ve azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenlilere karşı düşmanlık yoluyla ifade edilen hoşgörüsüzlüğü içermektedir.(İnceoğlu,2012:24) Nefret söyleminin çeşitli boyutları vardır. Kevin Boyle nefret söyleminin politik bir boyutunun olduğunu söylemektedir. Buna göre nefret söylemi “demokratik mücadele ile mağlup edilen tüm gerici fikir ve teorileri yeniden canlandırma amacı güden, dolayısıyla demokratik mücadelenin kazanımlarını yıkmayı amaçlayan bir söylemdir.” Nefret söyleminin temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu/düşmanlığı, tarafgirlik, ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi yatar. Kültürel kimlikler ve grup özellikleri gibi unsurlar nefret söyleminin kullanılmasını etkiler,ancak yükselen milliyetçilik ve farklı olana tahammülsüzlük gibi koşullarda, nefret dili yükselir ve etkisini arttırır.(http://www.nefretsoylemi.org/nefret_soylemi_nedir.asp) Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), nefret suçunu, şu şekilde tanımlamaktadır: Mağdurun, mülkün ya da işlenen bir suçun hedefinin, gerçek veya hissedilen ırk, ulusal ya da etnik köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engellilik, cinsel yönelim veya diğer benzer faktörlere dayalı olarak benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da öyle algılanan bağı, bağlılığı, aidiyeti, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği, kişilere veya mala karşı suçları da kapsayacak şekilde işlenen her türlü suçtur. Nefret suçu terimi ilk kez ABD ‘de, New York’ta beyaz bir grup öğrencinin Afro-Amerikalı bir kişiye ırkından yönelik yaptıkları saldırı olayını iletmek için 1986 yılında kullanılmıştır. Nefret suçları teriminin Avrupa’da kullanılmaya başlanması ise çok daha yakın bir tarihte mümkün olmuştur. Nefret suçları 20. yüzyıl boyunca yaygın olarak işlenenmiştir. Asıl yeni olan şey, ırkçılık, milliyetçilik, antisemitizm ve cinsiyetçilik gibi konularda ortaya çıkan yeni toplumsal hareketler ve bu hareketlerin nefret suçlarına yönelik vermeye başladığı mücadele ve bu mücadele sonucu bu konularda farkındalık oluşması olmuştur. Bu bağlamda özellikle 1960’larda ABD’de başlayan medeni haklar, mağdurlarla dayanışma, kadın, eşcinsel ve lezbiyen vb. hareketler, siyasi alandaki mücadeleyi yeniden şekillendirmiştir. Bu hareketlerin oluşturduğu siyasi zemin ve mücadele anlayışı, modern toplumsal hareketlerin başta ABD olmak üzere batı ülkelerinde önyargılı motivasyonla işlenen ve şiddet içeren suçlar konusunda farkındalık yaratılması, bunlara tepki verilmesi ve suç olarak teşhir edilmesinde ilham kaynağı olmuştur.( http://www.sosyaldegisim.org/2010/10/nefret-suclari-teriminin-ortaya-cikisi/) Farklı olana tepki göstermek insanlık tarihi boyunca var olan bir olgudur. Çoğunluğun içinde azınlık durumunda olanlar, derisinin rengi, dini, konuştuğu dili, etnik kökeni ya da bir başka özelliği farklı olan tepki görmüş, dışlanmış, ayrımcılığa tabi tutulmuş, farklı muamele görmüşlerdir. Ancak özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan tablo, 7,5 milyon Yahudinin, Çingenenin, eşcinselin ve engellinin katledildiği gerçeğini gösterince, bu konudaki yaklaşımlar değişmiştir. Toplum içinde birlikte yaşayan farklı katmanları bir arada tutabilmek adına ayrımcılık tanımının gelişmesi ve bu konuda getirilen ceza hukuku önlemleri, nefret suçları yönüyle 1980’lerin başında ABD’de kristalize olmuştur. 1970’lerin sonundan itibaren ABD’de giderek yükselişe geçen siyah ve eşcinsel cinayetleri, dikkatle- 84 rin nefret suçları kavramına çekilmesinde önemli rol oynamıştır. ABD’de ilk nefret suçları yasası federe düzeyde 1978’de Kaliforniya’da kabul edildimiştir. Kabul edilen bu ilk yasada ırk, din, renk ve ulusal kökenden kaynaklı önyargıyla nefret saiki cezalandırılmaktaydı. Bugün hemen tüm ABD eyaletlerinde farklı önyargılar kaynaklı nefret suçlarının düzenlendiği yasa metinleriyle karşılaşılmaktadır. 1990’lardan itibaren AB ülkelerinde de nefret suçları düzenlemelerine, en azından nefret saikiyle işlenen suçları genel hükümler çerçevesinde ağırlatıcı nedenler arasına alma yönünde bir eğilim gözlenebili.r(http://www.rightsagenda.org/index.php?option=com_content&view=article&id=687:nefret-suclarnn-yarn&catid=48:takmadusunceveifadeozgurlugu&Itemid=76) 2.2.Nefret Suçlarının Bireyleri ve Toplumları Etkileme Süreci Nefret suçları belli bir zaman sürecinden sonra bir korku paradigmasına dönüsür. Bu korku, nefret suçlarının verdiği mesaj olan, saldırıya uğrayanın kimliğinin inkâr edilmesinden kaynaklanmaktadır. Buna ek olarak bu tür suçlar, bireyin içinde yaşadığı toplumda istenmediği, bu topluma ait olarak görülmediği mesajını verir. Bunun sonucunda, saldırıya uğrayan mağdurlar bir yandan kendilerini son derece tecrit edilmiş hissederken, öte yandan işlenen diğer suçların mağdurlarına göre çok daha uzun ve daha derin bir korku duymalarına yol açar. Nefret suçları mağdurlarına destek olunmaması ya da mağdurların kişiliği veya durumlarının iftira edilecek şekilde yansıtılması, zaten travma yaşayan mağdurların durumunu daha da kötüleştirir. Yaşanan bu tür bir ikinci mağdurlaştırmadır. Nefret suçu mağdurlarının birçoğu açısından yaşanan bu tür ikinci bir mağduriyet, çok daha büyük bir aşağılama, küçük düşürülme veya tecrit anlamına gelir. Bu süreç bireysel isyandan toplumsal çöküntülerin oluşmasına neden olabilecek kadar etkilidir. Nefret suçları, mağdurun ailesi, arkadaşları ile söz konusu önyargılar veya nefretin hedefi olan kurban ve ortak karakteristik özelliklere sahip diğer kesimler üzerinde de aynı ölçüde yıkıcı etki yaratabilir. Böyle bir durumda hedef seçilen grubun diğer üyeleri de benzeri saldırı riski altında oldukları korkusu yaşayacaklardır. Aynı zamanda tıpkı mağdurun kendisi gibi bu durumdan psikolojik olarak etkileneceklerdir.( http://www.toplumsol.org/nefret-suclarin-olusumunda-medyanin-etkisi-hasan-cicek/) Nefret suçları gerektiği şekilde incelenip, kovuşturulmadığında, bu durum başkalarının da benzeri suçları işlemesini teşvik edecek şekilde faillerin cezasız kaldığı mesajını verecektir. Nefret suçu faillerinin cezasız kalması, şiddet olaylarının artmasına neden olur. Nefret suçu kapsamına giren ve şiddet içeren olaylara karşı herhangi bir korumanın söz konusu olmaması, dezavantajlı gruplara mensup vatandaşların hukuka ve kamu kurumlarına olan güvenlerini yitirmesine ve böylece daha da tecrit olmalarına yol açar. Nefret suçları, diğer suçlardan farklı olarak hem mağdurlar hem de genel olarak toplum üzerinde psikolojik hasarlara yol açabilmektedir. Kurbanların maruz kaldıkları fiziksel zararların dışında, fiziksel zarar görme korkusu ve kalıcı stres gibi olumsuz psikolojik sonuçlar doğurabilmektedir. Psikolojik sonuçları açısından uzun süreli travmatik etkiler ve bu travmatik etkiler sonucu ruh sağlığında ortaya çıkan bozulmalar bazen intihara varan sonuçlar doğurabilmektedir. Bu gibi durumlarda gerginlik, depresyon, stres, güvenlik endişesi, öfke ve toplumdan uzaklaşmaktan nefrete kadar varan olumsuz duygulara yol açan sonuçlar da ortaya çıkabilmektedir. Saldırının etkileri saldırı anından çok daha uzun bir sürece yayılarak ortaya çıkmaktadır. Mağdurlar, yoğun suçluluk duyguları yaşamaktadır. Kendilerini, davranışları ya da belirli özellikleri nedeniyle suçlarken, diğer insanlar tarafından da, saldırıdan kendi davranışları nedeniyle sorumlu tutularak suçlanmaktadırlar. (http://kaosgl.org/sayfa.php?id=7099) Barış Çoban’ın deyişiyle, ‘iktidar, ‘makbul vatandaş’ olarak tanımladığı kitlelerin yardımıyla, daha doğrusu suç ortaklığıyla şiddeti gündelik yaşam alanındaki söylem ve pratiklerde sıradanlaştırarak yeniden üretir. Bu süreçte, toplumsal bilinç yapısı faşizan bir biçimde yapılandırılır; sıradan insan farklı düşünenlerden, farklı din ve etnisiteden olanlardan, farklı cinsel eğilime sahip olanlardan, kısaca ‘ötekilerden korkar, nefret eder ve söylemsel, eylemsel şiddeti kullanarak iktidarın kendi varoluşunu tehdit ettiğini bilincine yerleştirdiği bu unsurlardan kurtulmak ister. (Binark,2010:11-12) Tüm devletler birden fazla etnik grup, dinsel, politik gruplar barındırmaktadır ve tümellik egemen olan grubun lehine diğer grupların reddini beraberinde getirir. Bu reddiye birçok 85 önyargının toplumsal anlamda oluşturulması ve meşrulaştırılması ve toplumsal barışın ulaşılmaz bir ütopyaya dönüşmesini beraberinde getirmiştir. Toplumsal anlamda, devlet yapısını elinde tutan baskın etnik, dinsel yapının, iç grup ile iktidar tarafından denetim altında tutulan diğer etnik ve dinsel gruplara, dış grup arasında bir yarılma söz konusudur. İç grup ve dış grup arasındaki yarılma toplumsal anlamda özellikle de iletişimsel süreçlerde kendisini açığa vurur. Toplumsal yaşam bağlamında egemen grubun “öteki”lere ilişkin düşünceleri, önyargıları toplumsal ilişkileri ve iletişimi belirler. Aynı şekilde baskı altına alınan gruplar, “ötekiler” de egemen grup ve diğerleri hakkında önyargılar oluşturur ve toplumsal çatışmanın temelleri atılmış olur. Buna bağlı olarak, küresel anlamdaki çatışmalarda küresel gücün kendisi ve müttefikleri dışında “ötekileştirdiği” tüm dinsel ve etnik gruplara önyargı ile yaklaşılması, tehdit olarak kodlanması ve kitleselleştirilmesi iletişim araçlarının yoğun kullanımı ile gerçekleştirilir. 2.3. Nefret Suçu ve İfade Özgürlüğü İfade özgürlüğü Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ilan edilen, birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Elbette ülkeden ülkeye bu hak farklı şekillerde uygulanabilir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nin ifade özgürlüğü Anayasasının bir numaralı maddesiyle güvence altına alınmıştır. Buna göre: “Kongre herhangi bir dîni kurmak için, uygulamasını yasaklamak için, ifade ve basın özgürlüğünü ya da insanların barışçıl bir şekilde toplanmasını ve devlete acılarını anlatmasını kısıtlamak için kanun çıkartamaz.” Aynı şekilde Avrupa Birliği’nin 2000 yılında yayımlanan temel kanunlarının 11’inci maddesine göre; “Herkesin ifade özgürlüğü vardır. Bu hak; insanların fikirlere sahip olma ve bilgiyi halk otoritesi olmadan, sınırsızca alma ve verme hakkını tanır. İfade özgürlüğüyle ilgili olarak, biri içerik bakımından sınırlanamayacağını, diğeri ise bazı meşru amaçlara ve öngörülen amaçla orantılı olarak ifade özgürlüğünün sınırlanabileceğini savunan iki önemli yaklaşım söz konusudur. İfade özgürlüğünün sınırlanabileceğini savunan yaklaşım bazı türde ifadelerin kategorik olarak ifade özgürlüğünün öngördüğü korumadan yararlanamayacağı, hatta bunun, ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması anlamına geleceği görüşündedir. Nefret içerikli ifadeler, başka bir deyişle nefret söylemi ( hate speech) bu farklı yaklaşımların ayrım noktalarından birisini oluşturmaktadır. Nefret söylemi söz konusu olduğunda iki insan hakkı arasında çatışma ortaya çıkmaktadır. Söz konusu çatışma ifade özgürlüğü ile nefret söylemine maruz kalan kişi veya grubun ayrımcılığa maruz kalmaması arasındadır ve bu noktada insan haklarıyla uyum içerisinde bir çözüm bulunması ve bu çatışmanın giderilmesi gerekmektedir. Elbette bu çatışmanın giderilmesi kolay değildir ve farklı ülkelerde bu konuda farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Nefret söylemi oluşturan ifadelerin ifade özgürlüğünün kapsamı dışında bırakılması ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamanın bir örneğidir. Bu durum, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasında devletlerin yetkili kılındığı anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla ifade özgürlüğünün korunması için yürütülen çabaların tersine bu kez devletlerin ifade özgürlüğünün sınırlanması için adım atması beklenmektedir. İfade özgürlüğünün sınırlandırılabilmesine yönelik nedenlerin savunulması devletlerin başka nedenlerin de aynı kapsam değerlendirilmesi yönünde bir çaba içerisine girmelerine neden olabilecektir. Bu sebeple nefret söyleminin ifade özgürlüğünün istisnası olarak tanınmasının iyi bir şekilde gerekçelendirilmesi gerekmektdir. Nefret söyleminin insan haklarının, eşitliğin, çeşitliliğin reddi ve hakların ortadan kaldırılmasına yönelik bir çaba olarak değerlendirilmesiyle bu gerekçe kısmen ortaya konulabilir. Nitekim uluslararası insan hakları organlarının kararları da bu gerekçelere dayanarak nefret söylemini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmemektedir. Tüm insanların onuruna saygı ve hoşgörü demokratik, çoğulcu toplumun temellerini oluşturmaktadır. İfade özgürlüğünün genel ahlak, devlet güvenliği, çocuk pornografisi gibi gerekçelerle sınırlandırılmasını savunan bir hukuk düzeninin konu nefret söylemine geldiğinde pasif kalması ancak nefret söylemine maruz kalan grupların korunmaya değer görülmemesiyle açıklanabilir. Nefret söyleminin hukuken yasaklanması ile, nefret içerikli ifadelerin ortaya koyduğu düşüncelerin eşitlik ve insan onuruna dayalı demokratik bir top- 86 lum anlayışıyla bağdaşmazlığına dair açık bir mesaj verilmiş olacaktır. Demokratik bir toplumda hoşgörüsüzlüğe tahrik eden, hoşgörüsüzlüğü yayan, savunan veya mazur gösteren her türlü ifadeyi yaptırıma tabi tutmak veya önlemek öngörülen bu meşru amaçla orantılı olduğu sürece gerekli görülebilecektir. İfade özgürlüğü siyasi, sanatsal, ticari vs her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır. İfade özgürlüğü, görüş sahibi olma özgürlüğü ile bilgi ve düşünceyi edinme özgürlüğünün yanı sıra bilgi ve düşünceyi yayma özgürlüğünü içermektedir. Her özgürlük gibi ifade özgürlüğünün de bir norm alanı mevcuttur. Bunun anlamı bazı ifadelerin ifade özgürlüğünün kapsamına girerken bazılarının girememesidir. Bir ifadenin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğine karar verilmesinin ardından bu kez ifadenin sınırlanıp sınırlanamayacağı değerlendirilmektedir. Bazı ifadeler kategorik olarak ifade özgürlüğünün norm alanı içerisinde değerlendirilmemektedir. Örneğin çocuk pornografisinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. AİHS’nin 10. maddesi ifade özgürlüğünü düzenlemektedir. Maddenin ilk paragrafı ifade özgürlüğünü korurken ikinci paragrafı bu hakkın nasıl ve hangi meşru nedenlerle sınırlanabileceğini düzenlemiştir. AİHS’nin 10. maddesinde nefret söylemini doğrudan yasaklayan bir meşru neden bulunmamaktadır. AİHM ifade özgürlüğünün nefret söylemi açısından sınırlanmasını başkalarının şöhreti ve hakları kapsamında demokratik bir toplumda gerekli bulmaktadır. Nefret söylemiyle bağlantılı olarak çok sayıda dava AİHM tarafından sonuçlandırılmış ve bu konuda ortaya bir içtihatlar dizisi çıkmıştır. Mahkeme AİHS’nin temellerini oluşturan değerlere yönelik her türlü ifadede olduğu gibi, hoşgörüsüzlüğe tahrik eden veya onu haklı gösteren ya da hoşgörüsüzlüğü yayan ifadelerin AİHS’nin 10. maddesiyle sağlanan korumadan yararlanamayacağını açıkça ve kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ifade etmiştir. AİHM’ye göre devletlerin nefret savunusunu yasaklamaya ve özellikle etnik kimliği nedeniyle bu tarz tehditlere maruz kalan kişilerin korunmasına dair, uluslararası hukuktan kaynaklanan bir hükümlülüğü mevcuttur. AİHM’de şiddete teşvik, nefret söylemi, kin ve düşmanlığa tahrik, soykırımın ve insanlığa karşı suçların inkarı gibi konular gündeme gelmiştir. Mahkeme bu durumda ayrımcılığın yasaklanması ve ifade özgürlüğü gibi iki önemli hak arasındaki çatışmayı gidermeye çalışmış ve bu konuda iki yaklaşım benimsemiştir. İlk yaklaşımda nefret içerikli ifadeler hakların kötüye kullanılmasını düzenleyen AİHS’nin 17. maddesi kapsamında değerlendirilecek Sözleşme’nin sağladığı koruma alanında çıkarılmaktadır. İkinci yaklaşımda ise AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan sınırlama rejimi kapsamında değerlendirilmiş ve bu tarz ifadeler ifade özgürlüğünün istisnası haline gelmiştir. (Karan,2012:81-82-83-88-89-90-94-95-96) Pek çokları, konuşma özgürlüğüne sahip olduğumuzu söylemektedir; konuşma özgürlüğüne sahipsek ilke olarak istediğimiz her şeyi söyleyebiliriz; çünkü kullandıklarımız yalnızca ve yalnızca sözcüklerdir. Hatta İngilizce’de “sopalar ve taşlar kemiklerinizi kırabilir fakat sözcükler asla sizi incitmez” şeklinde bir atasözü vardır. Yalnızca fiziksel şiddetin şiddet olduğuna inanan türden bir düşüncenin ürünüdür. 1960’larda John Searle söz-eylem teorisini ortaya atarken konuşmanın yarattığı mikro sosyallik içerisinde metnin ve konuşmanın da sosyal eylem oldukları gerçeğinin vurgulamıştı. Çoktandır bildiğimiz bu saptamayla, sözcüklerin ve söylemlerin de eylem oldukları düşüncesi kabul edilmelidir. Sosyal eylem ile incittilen insanlar, söylenen şeylerden dolayı travma yaşayabilirler. Peki bu durumun birisi tarafından dövülmekten farkı ne? Birçok insanın, her gün kendisine ayrımcı sözler söylenmesindense dövülmeyi tercih ettiği bilinmektedir. Vücuttaki yara bere, insanların kafasına sokulan olumsuz şeylerin aksine, bir süre sonra ortadan kaybolur. Oysa söylem, insanların sağlıkları üzerinde, çok daha fazla sistematik bir şekilde gelişen ciddi izler bırakır. Bu yüzden, ikisi arasında büyük bir fark yoktur ve hatta bazen nefret söylemi, fiziksel şiddetten çok daha olumsuz sonuçlar verebilir. Noam Chomsky de, ABD’deki diğer birçok insan gibi, konuşma özgürlüğünün bütünlüklü olması gerektiği fikrine sahip. ‘Söylemek istediğiniz her şeyi söyleyebilmelisiniz. Çünkü konuşma özgürlüğünü sınırlandırırsanız, bu sonun başlangıcı olur zamanla tüm alternatif ve farklı türde ifade olanakları yasaklanıp ortadan kalkar.’ Tıpkı diğer şiddet uygulamalarının yasaklandıkları ya da yasaklanmaları gerektiği gibi, açık 87 ve net bir şekilde açığa vurulan ırkçı ve nefret yayan ifadelerin kullanılmasının da yasaklanması gerekmektedir. İstismar edilen herhangi bir eylem türü sınırlandırılmak zorundadır. Eğer hükümeti eleştirmek için konuşma özgürlüğünüzü kullanıyorsanız bu konuşma özgürlüğünü istismar ettiğiniz anlamına gelmez; çünkü, bu yalnızca düşüncenizin özgür bir şekilde ifade edilmesidir. Fakat konuşma özgürlüğünüzü, azınlık bir gruba saldırmak, kadınlara ya da engelli insanlara vs. hakaret etmek için kullanıyorsanız ya da birileri, bu insanların, ülkeye, sizin kulübünüze ya da mahallenize girmemelerini sağlıyorsa, bu bir istismardır ve diğer insanların özgürlüklerini sınırlandırıyordur. İfadeler, konuşmalar, başka insanların özgürlüklerini kısıtlıyorlarsa yasaklanmaları gerekir. Batı Avrupa’daki ortaya çıkan ırkçılık eylemlerinin büyük bir çoğunluğu esas olarak konuşma özgürlüğü vasıtası ile açığa çıkma imkânı bulmaktadır. Bu yüzden tamamıyla ırkçı nitelikler taşıyan nefret ifadelerinin olumsuz sonuçlarını da tıpkı tüm diğer agresif fiziksel eylem türlerini sınırladığımız gibi sınırlandırabiliriz. Bu kolay bir konu değil, çünkü konuşma özgürlüğünün tam olarak nerede başladığı ve bittiği, uzun bir tartışma konusu. Örneğin parlamentoda “ülkeye yapılan göçü sınırlandırmak istiyorum” şeklinde bir konuşma yapmanıza müsaade edilir mi? Bu her haliyle tamamıyla ırkçı bir ifade olarak mı düşünülmelidir? Aslında burada yine bağlamı göz önünde tutan bir değerlendirme ortaya koymak gerekir. Örneğin, günümüzde, Avrupa’da yapılan seçimlerin birçoğunda kullanılanlara benzer bir sloganınız varsa -ki bu sloganlar, açık ve net ifadeler ortaya koymaktansa, Fransa’da olduğu gibi “Önce Fransa” tarzında örtülü bir şekilde sürdürülmekte olan göç karşıtı propagandaların ürünü olarak gündeme düşüyorlar- bunu ırkçı bir ifade olarak mı ele alacağız? Bu ifadeler doğurduğu sonuçlar çerçevesinde ele alındığında irkçı ifadeler olarak nitelendirilebilir. Örneğin; “Hizmetlerimizde önceliğimiz göçmenler değil, Fransızlar olmalıdır.” Bu ırkçı bir ifadedir. Öyleyse bunu söyleyen kişiyi hapse mi atılmalıdır? Bu cevabı zor bir sorudur çünkü rkçı ya da cinsiyetçi ifadeler karşısında cezai işlem uygulamak da kolay değildir. (http://www.nefretsoylemi.org/rapor/nefretsoylemi_min.pdf ) 3. Nefret Söylemi ve Sosyal Medya 3.1. Sosyal Medya ve Nefret Söyleminin Yaygınlaşması Yeni medya ortamında nefret söylemi dolaşıma girdiği andan itibaren ortamın katılımcıları tarafından yorumlanır, diğer bir deyişle nefret eklenerek büyütülür. Yeni medyanın sahip olduğu multimedya özelliği ise, göstergelerin, simge sistemlerinin, iletişim çeşitlerinin, farklı veri türlerinin tek bir araçta toplanmasıdır. Multimedya özelliğiyse, telekomünikasyon, veri iletimi, kitle iletişimi gibi iletişimin farklı boyutları ile imge, ses, metin ve sayısal veri gibi farklı veri türlerinin bir arada bulunmasıdır. Yeni medya ortamları dijitallik özelliğinden dolayı depolama kapasitesi yüksektir, bundan ötürü de kullanıcının seçiciliği desteklenir. Yunanca hyper sözcüğünden türeyen sözcüğünden türeyen, ‘ötesinde, üzerinde, dışında’ anlamlarına gelen hiper sözcüğü, metin sözcüğü ile birleşince, ara yüzeydeki bir metnin başka metinlerle ilişkisine işaret etmektedir. Hipermetinsellik, ağ üzerinden başka alternatif mecralara kolayca erişimin gerçekleşmesidir. Yeni medya ortamındaki bir nefret sitesinden başka nefret sitelerine, belli bir konuda etnik gruplara, cinsel kimliklere ve yönelimlere karşı nefret söylemini yayan çevrimiçi haber sayfasından, yine böyesi bir video paylaşımına, ya da Facebook gibi popüler olarak kullanılan toplumsal paylaşım ağlarında örgütlenmiş nefret gruplarının duvarlarında paylaşılan ve beğenilen nefret söylemi içerikli video paylaşımlarına ulaşmak çok kolaydır. Yayılım özelliği de yeni medya ortamlarının kullanıcısının tüketici konumundan içerik üretici konumuna geçişini açıklar. Örneğin, bir toplumsal paylaşım ağında kullanıcı kendisinin ürettiği bir siyasi kimliğe, cinsel kimliğe ve yönelime veya etnik bir azınlığa karşı hakaret içeren, aşağılayan, küçük düşüren, basmakalıp yargılardan beslenen bir metni, bir video klibi yükleyerek, diğer kullanıcıların yorumuna açabilir. Yeni medya ortamının son özelliği olan sanallık ise, ara yüzey ile kullanıcının kurduğu iletişimi açıklamaktadır. Sanallık, kullanıcıya orada olma hissini sağlar. Sanal yerleşimlerde iki tür iletişim gerçekleşir: makine/ yapay zeka-insan, ara yüzeydeki diğer insanlarla iletişim. Yeni medya ortamının bu özelliği de, nefret söyleminin oldukça hızlı bir şekilde paylaşılmasına, doğallaştırılmasına yol açar. Sanallık özelliği kullanıcının ortama gönüllü ve her türlü statünün kısıtından uzak bir şekilde katılım olanağını da sağlamaktadır.(Binark,2010:26-27) Ancak, birey gündelik yaşamdaki habitusunu bu katılıma yine de taşır: kendi siyasal görüşünü, korkularını ve kaygılarını, dostluklarını ve tercihlerini. 88 Giderek etkisini arttıran, geleneksel medyanın yerini alan çevrimiçi (onlıne) gazetecilik, haberciliğe dair algıları değiştirmektedir. Artık okuyucular, haberin anlık olarak sunulmasını beklemektedir. Çok sayıda kaynaktan, habere anlık ulaşabilmenin yanı sıra bloglar ve haber sitelerinde, özel olarak ayrılmış bölümlerde artık okuyucular da haber yapabilmektedir. Değişimin en temel yanıysa okuyucuların etkin bir şekilde, medyanın üretimine katılıyor olmasıdır. Okurların haberlere yorum yapabilmesi, fikir bildirmesi, hatta habere şekil vermesi çevrimiçi gazetecilik ile mümkün olmuştur. İnternet yayıncılığı haberin akış yönünü değiştirmiştir. Basılı yayıncılık, enformasyonu sadece yayarken internette enformasyon yeniden üretilebilir hale gelmiştir. İnternet gazetesi okuyucuları, yorum yapmakta, içerik eklemekte hatta bazı örneklerde habercinin kendisi olmaktadır. Basılı yayıncılıkta ise bilgi akışı tek yönlüdür, tekten çoğuladır. Okur basılı yayında habere dair görüş ve eleştirilerini, ancak okur mektupları aracılığıyla sunabilirdi. Bu da sınırları olan bir görüş alışverişiydi. Ancak yeni medyada okur yorumları eleştirinin, sadece okuyucudan gazete-yazara değil, okuyucudan okuyucuya, yazara ve gazeteye gitmesini sağlamıştır. Bazı siteler ombudsmanını artık okur yorumlarına da taşımıştır. Okur yorumları haberin bir unsuru haline gelmesine rağmen, görünürde olmadan nefret söyleminin üretilmesinde rol oynamaktadır. Okur yorumları, okuyucuya habere yorum getirme, habere yön verme şansı tanımıştır. Bununla birlikte okur yorumları nefret söylemini de üretmektedir. Yeni medya alanı getirdiği olumlulukların yanında bazı olumsuzlukları da bünyesinde barındırmaktadır. Yazılı basında etik ilkelere daha dikkat edilirken, aynı hassasiyet yeni medya alanında gösterilmemektedir. Yaygın medya internet nedeniyle basılı yayında kaybettiği kazancını, yine internet üzerinde kapatmak, kar elde etmek istemektedir. Bu nedenle sitelerin tasarımından, haberlerin sunuluş biçimine kadar yaygın olanın beğenisine hitap etmek ana akım medyada baskın bir davranış biçimidir. Birçok konuda egemen söylemin kitleye iletimi daha ilk sayfadan başlamaktadır. Gündeme getirilebilecek onlarca toplumsal konu varken, haber portallarının birinci sayfalarını çoğunluk, kadın fotoğrafları ya da politikacıların birbirleri ile atışmaları işgal etmektedir. Konumuz itibariyle söylem, toplumda, kültürde ve siyasette ötekileştirmeye daha sayfa yüklenirken başlamaktadır. Ötekileştirme haberlerde ayrılan konumdan başlar, haberin başlığına, sunuluş biçimine, kullanılan fotoğraflarına dek üretilir ve son kertede de yorumlarda sonlanmaktadır. Yorumlar, egemen söylemin kitlelerin egemen ideolojiyi benimsemesine davetiye çıkarmaktadır. Haberin başından itibaren egemen söylemin etkisi altına alınmaya çalışan okurun, kendi kendini ikna etmesi hedeflenmektedir. Haberde kullanılan dille, kodlarla ideolojik söylemin etkisinde kalan okur, kendisi gibi okuyucu olan çoğunluğun fikirlerinden de etkilenmektedir. Kendisi gibi okuyucu olanların fikrine kendi fikirlerini katan okuyucu, rıza üretiminde nihai sayılabilecek noktayı böylece gerçekleştirmektedir. Bir kişiyi ikna etmenin en iyi yolu, ikna edilmeye çalışılan fikri o kişiye söyletmektir. Okur yorumları aracılığıyla egemen ideoloji, binlerin kendi fikirleri haline getirilir. İşte bu nedenle okur yorumları üzerinde durulması, incelenmesi gereken temel bir alandır. Haber portallarında basılı yayına oranla çok daha rahat nefret söylemi üretilebilmektedir. Hızın büyük önem kazandığı çevrimiçi gazetecilikte haberlerin niteliği, aynılaşmasının yanı sıra denetimsiz servis edilmesi, sorunları beraberinde getirmektedir. Editoryal çalışma ve nefret söylemi konusunda genelde bulunan duyarsızlık, söylemin kendisine daha rahat yer bulmasının nedenlerindendir. Haber portallarında nefret söylemi; haberin başlığında, spotunda, ilk sayfada sunuş, yer alış şeklinde, okur yorumlarında, okur yorumlarında ifade edilen beğenilerde, okur yorumlarında kullanılan isimlerde üretilmektedir. (Dirini,2010:55-56-57) Aynur Köse’nin ‘Milliyetçiliğin Gündelik Üretiminde İnternet: Gazetelerin Forum Sayfaları Üzerine Bir İnceleme’ adlı çalışmasında da bireylerin sanal ortamlardaki kamusal katılımlarında ‘biz-onlar’ ve ‘iyi-kötü’ ayrımlarını ürettikleri gözlemlenmiştir. Örneğin, Milliyet gazetesinin çevrimiçi haber portalında haber yorumlarında ‘onlar’ ayrımı sıklıkla ‘hain’, ‘iğrenç insanlar’, ‘nankör’, ‘bölücü’, ‘çapulcu’, ‘kalleş’ gibi nitelemelerle kullanıcı tarafından betimlenmiştir. ‘Biz’ tanımı da yücelik ve aşkınlık söylemiyle ve ulusal kahraman, bayram ve özel günlerde yapılan vurgu ile, ‘...tahayyülün ‘ritüel’, boyutunun zamana dayandırılması ile ulusun kadimliği düşüncesi...’ ile okur yorumlarında üretilmiştir. Haber portallarının okur yorumlarında dikkat çekici bir unsur da , bir yorumun arkasından benzeri 89 hatta söylemsel şiddet düzeyi daha yoğun bir okur yorumu da teşvik etmesi durumudur. (Binark,2010:28) İnternetin sıradan kullanıcıya sunduğu olanakların nefret söylemi üreten kişi ve gruplar için de aynen geçerli olmaktadır. Etkileşimli yapısı ve anonim karakteri interneti önemli bir ikna aracı olarak inşa eder. Dolayısıyla internetten çok önce de var olan nefret söylemlerinin bu yeni medya ile farklı bir kültürel altyapı üzerinde yeniden yapılandığı ve daha marjinal örnekleri içermek üzere biçim değiştirdiği söylenebilir. SPLC İstihbarat Projesi Yönetmeni Joe Roy ‘ Şüphesiz, nefret gruplarının büyümesindeki temel nedenlerden biri internettir. Aksi halde bu grupların nefret söylemlerine açılması beklenemezdi’ demiştir. Bu söylem her ne kadar tüm nefret grupları için geçerli olmasa da, internetin belli nefret gruplarının büyümesine ve yenilerinin kurulmasına ön ayak olduğu söylenebilir. Simon Wiesenthal Center’da Task Force Against Hate yönetmeni Mark Weitzman’ın ifadesiyle,’ Nefret internet yaratmadı, ama nefret mesajlarını daha erişebilir hale getirdi ve profesyoneller ile amatörler arasındaki bağın daha doğrudan bir biçimde kurulmasını sağladı.’ Yani internetin etkisi, nefret söylemlerinin yaygınlaşmasına aracı olmakla sınırlı kalmayıp, üretim sürecinde de kendini göstermektedir. İnternet nefret söylemlerinin zaman zaman propaganda eşliğinde sunulduğu bir medya olmakla beraber, her türden örgütlenmenin gerçekleştirilebildiği bir platformdur. (Doğu,2010:237) 3.2. Sosyal Medya Araçları ve Nefret Söylemi: Örnekler İnternet nefret söyleminin hızla dolaşıma girdiği ve yayıldığı alanlardan biridir. Nefret siteleri, elektronik nefret postaları, forumlar, haber siteleri ve okur yorumları, tarayıcı oyunları ve sayısal oyunlar, IRC’ler ve toplumsal paylaşım ağları ile video paylaşım ağları gibi sosyal medya uygulamaları aracılığıyla nefret söylemi yeni medya ortamlarında yayılıyor, dolaşımda uzun süre kalıyor. İnternetin özellikleri bu tür saldırgan ve ayrımcı içeriklerin yayılmasını kolaylaştırıyor. Yeni medya ortamının bireylere, farklı toplumsal hareketlere sağladığı olanaklar da yine bu özelliklerden besleniyor. Ancak, bireyler ve topluluklar bu olanakları gündelik yaşamındaki aidiyetlerinin, konumlanışlarının bir uzantısı olarak nefret söylemini yaymak için rahatlıkla kullanabiliyor. Nefret içerikli mesajlar özellikle sosyal ağlarda üstü kapalı biçimde de sunuluyor, dolayısıyla pek çok kişi tarafından sanki popüler kültür ürünü gibi doğal algılanabiliyor.( http://www.bthaber.com.tr/?p=16258) Bilindiği üzere, Facebook’ta, Twitter’da ve/veya dijital oyunlarda kullanıcılar arkadaşlarının ürettikleri nefret söylemine ortak olmakta, nefret söylemini doğal görmekte ve kanıksamaktadır. Kanıksanan nefret söylemi nefret suçlarını örgütleyebilmektedir.( https://yenimedya.wordpress.com/2012/01/20/sosyal-medyanin-nefret-soylemi-icin-kullanilmasi-ifade-ozgurlugu-degildir/) Yeni medya ortamında gündelik yaşamda söylemsel pratiklerde üretilen ve geleneksel medya metinlerinde dolaşıma sokulan homofobik, transfobik, heteroseksist cinsiyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı, etnik milliyetçi ve ayrımcı nefret söylemi yeni medya ortamının özelliklerinden dolayı çok daha kolay bir şekilde yaygınlaşarak, sıradanlaşarak dolaşıma girmektedir. Böylece her türlü ayrımcı ve dışlayıcı söylemsel pratikler kanıksanmakta, zaman içinde toplumdaki farklı kimlikleri ve varoluş pratiklerini ötekileştirmekte, hatta yok edici eylemlere, diğer bir deyişle nefret suçlarına dönüşebilmektedir. Yeni medya ortamında nefret söyleminin gelişmesini kısaca aktaracak olursak, Simon Wiesenthal Merkezi’nin “Online Terror and Hate: The First Decade Report” adlı çalışmasına göre, ilk olarak Batı Virgina’da yaşayan neo-Nazi George Dietz, 1983 yılında haberleşme panosu (BBS) üzerinden ırkçı söylemi yaymaya başlamıştı, ardından 1984 yılında Louis Beam, ABD’de yine haberleşme panosu üzerinde Aryan Liberty Net’i başlatmıştır. Almanya’da ise 1990’ların başında haberleşme panoları üzerinden ırkçı söylem aşırı sağcı örgütler tarafından dağıtılmaya başlanmıştır. 1990’ların ortalarından itibaren internet üzerinden ırkçı söylemin yayılması artmaya başlamış, 1995 yılında eski Ku Klux Klan üyesi Don Black tarafından Stormfront websitesi kurulmuştur. 1998 yılında ise Kanada’da Ernst Zündel tarafından Holocaust Denial websitesi açılmıştır. 1990’lı yılların ortalarından itibaren, internetin ırkçı ve yabancı düşmanı örgütlenmeler tarafından kullanımının artmasına 90 Birleşlmiş Milletler (BM) de dikkat çekmiştir. BM Özel Raportörü 1997’de “internet, kamuoyunu etkileme mücadelesinde yeni bir savaş alanı olmuştur. Hala, gazetelerin, dergilerin, radyo ve televizyonun izler-kitle genişliğinin gerisinde olmasına rağmen, internet şimdiden insanların imgelemelerini, nefret, ırkçı ve anti-semitik tedarik edicilerin iletileriyle ele geçirmiştir” saptamasını yapmaktadır. Yine Simon Wiesenthal Merkezi Nisan 1995’de bir ırkçı web sitesinin olduğunu, ancak 2005 yılında 5000’den fazla web sitesinin olduğunu saptamıştır. Merkez’in “Digital Terrorism & Hate 2005” raporunda 2004 yılıyla karşılaştırıldığında nefret söylemini yayan web sitelerinin % 25 arttığını saptamıştır. “Digital Terrorism & Hate 2006” raporunda bu tür web sitelerinin sayılarının 6000’i aştığı, 2007 yılında ise bu artışın % 17 oranında gerçekleştiği, 2008 tarihli “Online Terror and Hate: The First Decade” raporunda ise 8000 web sitesinin bu tür içeriğe sahip olduğu ve 2007 bulgularıyla karşılaştırıldığında sitelerin sayılarındaki artışın % 30’a ulaştığı saptanmıştır. Bu raporda, nefret söylemine sahip örgütlenmelerin, özellikle gençleri hedef aldığı ve dijital oyunlar, Second Life senaryoları, bloglar ve sosyal medya/toplumsal paylaşım ağları üzerinden gençlere ulaşmayı hedeflediklerine dikkat çekilmiştir. Hatta World of Warcraft adlı popüler devasa çevrimiçi oyun da ırkçı örgütlenmeler tarafından kullanılmaktadır. Merkez’in 13 Mayıs 2009 tarihli “Facebook, Youtube+:How Social Media Outlets Impact Digital Terrorism and Hate” raporunda ise, ırkçı içerik ve terörist propaganda yapan web sitesinin sayısının 10.000’i aştığı belirtilmiştir. Yakın tarihli bir çalışma olan Cyber Racism (2009) araştırmasında Jassie Daniels, yeni medya dolayımlı kamusal alanda beyaz üstünlüğünün (white supremacy) üretilmesini incelemiştir. Daniels ilk olarak internet ortamında ırkçı sitelerin yaygınlığını niceliksel olarak gösterir. İnternet sitelerinin büyük bölümünün ABD’de bulunmasına koşut bir biçimde nefret sitelerinin de büyük bir kısmı da ABD’de bulunmaktadır. Avrupa Konseyi verilerine göre, 4000 nefret sitesinin, 2500’ü ABD’de bulunmaktadır. Nefret siteleriyle ilgili olarak farklı kaynaklar farklı rakamlar vermektedir. 2004 yılı verilerine göre, İngiltere’den bir kaynak nefret sitelerinin sayısını 10.000 olarak belirlemiş, Fransa’dan başka bir kaynak ise 60.000 olarak belirtmiştir. ABD’den gelen veriler ise çok daha azdır. Dolayısıyla hangi rakamların güvenilir olduğunu belirlemek çok kolay değildir. Ancak yine de tüm bu rakamlar, yeni medya dolayımlı kamusal alanda üretilen ayrımcı ve nefret söyleminin çokluğuna işaret etmekte, Kellner ve Kahn’ın yukarıda dikkat çektiği üzere, ırkçı ve yabancı düşmanı siyasal gruplar internet ortamını söylemlerini ve etkinliklerini yaygınlaştırmak için oldukça etkili şekilde kullanmaktadır. Örneğin, Daniels’in araştırmasına konu olan, beyaz üstünlüğüyle ilgili olarak yaygın olarak bilinen www.stormfront.org adlı forum, bu kullanımlardan sadece birisidir. Stormfront üzerinden yapılan bu araştırmada, Daniels’ın amacı, beyaz üstünlüğü gibi toplumsal bir hareketin söyleminin, dijital ortama nasıl taşındığını belirlemektir. Araştırmada başvurulan niteliksel söylem çözümlemesi ve görüşme yöntemiyle edinilen bulgular, beyaz üstünlüğünün, toplu e-postalar, kullanıcı adları, katılımcılı tartışma panoları, açıkça ırkçı çevrimiçi oyunlar ve örtülü bir biçimde ırkçılık yapan web siteleri aracılığıyla yeni forumlarda üretildiğini ve yayıldığını göstermiştir. Daniels, özellikle internetin etkileşimselliği nedeniyle, beyaz üstünlüğü gibi görüşlerin propagandalarını çok kolay yapabildiklerini ve çoğunlukla gençlere ve ergenlere ulaştıklarını da saptamıştır. Bu çalışmanın da gösterdiği üzere, internetteki nefret söylemi çocukları ve gençleri özelikle hedef almaktadır. EU KIDS ONLINE projesi kapsamında çocuklara ve gençlere yönelik olarak sıralanan çevrimiçi riskler ve olanaklar listesinde, nefret söylemi çevrimiçi risklerden uygunsuz içerik kategorisinde yer almaktadır. Thomas Wold vd. göre, internet ortamında karşılaşılabilecek çevrimiçi riskler arasında pornografi, ırkçı malzemeler, şiddet ve ürkütücü içerikler, örneğin anoreksia ve intiharı teşvik eden kendine zarar veren siteler, tecimsel olarak sömürücü materyaller yer almaktadır. (Binark,2010:32-33-34-35-36) Facebook dünyada en çok kullanılan toplumsal paylaşım ağlarından birisidir. Facebook aracılığıyla bireyler veya topluluklar, kendilerini diledikleri gibi ifade edebilmekte, yeni arkadaşlıklar/ilişkiler kurabilmekte, merak ettikleri kişi veya grupları takip edip onlarla istediği şekilde iletişim kurabilmektedir. Bireylerin benzeşleri ile daha rahat iletişim kurup birlikte hareketini kolaylaştıran bu yeni mecra birey ya da toplulukların ‘öteki’ ile ilişkilerini de etkilemektedir. Temelde bir dışlama pratiğine işaret eden ötekilik, en yalın haliyle bireysel düzeyde ‘ben olmayan’, toplumsa düzeyde ‘biz olmayan’dır. Kişinin kendisini algıladığı, konumlandırdığı ve kendisini ait hissedip-tanımladığı yere göre kendisinden farklı olan, ‘ötekiler’ değişmektedir. Ancak, kimi zaman bu konumlandırmada kişi, önyargılar, ırkçılık, 91 yabancı düşmanlığı gibi nedenlerle kendisinden farklı olandan nefret edebilmektedir. Bu his öncelikle kullanılmakta olan dile, yani söyleme yansımaktadır. Son zamanlarda dünyada ve Türkiye’de pek çok grubun/örgütün bir toplumsal paylaşım ağı olan Facebook üzerinden etnik ya da dini azınlıklara, cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı olana yönelik nefret söylemleri ürettiği, üretilen bu nefret, içerikli söylemlerin giderek daha yaygın bir şekilde dolaşıma girdiği gözlemlenmiştir. İnternet ve toplumsal paylaşım ağlarının kullanıcıya sağlamakta olduğu görece özgürlük ortamının, ortamdaki birey ve toplulukların başka kişilere ve gruplara diğer bir deyişle ötekilere karşı, ırkçı düşüncelerini, öfkelerini ve nefretlerini denetimsiz bir şekilde ifade ettikleri bir alana dönüşmektedir. (Aygül,2010:95-96) Nefret siteleri, sadece belli kesimlere hitap eden kapalı ortamları hedeflemez. Dolayısıyla benimsedikleri misyonlar dahilinde yeni üye çekme girişimlerinde bulunmaları gerekir. Bu hususta kullanmayı tercih ettikleri stratejiler çoğunlukla çocuklar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Stormfront’un ev sahipliğini yaptığı ‘Martin Luther King: A True Historical Examination adlı bir nefret sitesinde bunun örneklerini açıkça görmek mümkündür. Rap şarkı sözleri, el ilanları, bir deneme sınavı ve eğitim videosu ve Stormfront sitesine gönderme yapan forum alanı bulunduran site, genelde çocuk ve öğrencilere odaklanmaktadır. Martin Luther King aleyhine propaganda yapan sitede yer alan çeşitli içerik, özel olarak yayılmaya uygun şekilde tasarlanmıştır.(Doğu,2010:234-235) Türkiye’de hem eşitliğe hem de ifade özgürlüğüne yönelik korumaları güçlendirmek için yeni yasalara ihtiyaç vardır. Başkalarına karşı nefreti ortadan kaldırmak için ifadeyi cezalandıran kanunlardan çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Aslında, herkes için eşitliği garanti eden yasalarla birlikte ifade özgürlüğü teminatını güçlendiren yasalara ihtiyacımız duyulmaktadır. Türkiye’de, 301’inci maddedeki devlete hakaret suçu türünde ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar ve cezaya tabi olan iftira suçu kaldırılmalıdır. Eşitliği garanti eden bir kanun, hepimizin farklı olduğunu ancak aynı zamanda eşit muamele görme hakkına sahip olduğumuzu kabul eder. Nefret gruplarının mesajlarını ve kullandıkları dili incelediğinizde, bunların kullandığı söylemin ana amacının hedef aldıkları grubun eşitliğini inkâr etmek olduğunu görürsünüz. Geçtiğimiz yıl, Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Sözleşmesi’nin gözetmenliğini yapan BM Komitesi Türkiye’yi ayrımcılığa karşı kapsamlı bir mevzuat getirmeye çağırmıştır. Komite Anayasa’da eşitliği garanti etmek üzere değişiklik yapıldığını da not etmiştir. Ancak bu değişiklik “ulusal veya etnik köken” esasında ayrımcılığın yasaklanmasını içermemektedir. Hükümet bu öneriye hayır demiştir, ancak hükümetin bu pozisyonunu değiştirmeye ikna edilmesi gerekmektedir. Türkiye azınlıklara yönelik nefret ve öfkenin nefret suçlarında veya nefret söylemlerinde ifade bulduğu tek ülke değildir. Bu sorun, tüm Avrupa için bir kaygı konusudur. Türk liderler AB ülkelerinde yaşayan ve çalışan vatandaşları için konuşurken bu noktayı sıklıkla dile getirmektedirler. AB’deki Türk azınlıklar çoğu zaman hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık mağduru olmaktadır. Ama bizim bildiğimiz gibi ve Türk liderlerinin de bilmesi gerektiği gibi, Türkiye’deki azınlıklar da hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık mağdurlarıdır; bu mağduriyette medyadaki karalamalar da rol oynamaktadır.( http://www. nefretsoylemi.org/rapor/nefretsoylemi_min.pdf) Sanal da olsa hızlı ve geniş örgütlenme kolaylığı sağlayan Facebook, her türlü sosyal ve siyasi kampanya için de platform oluşturuyor. Ancak Türkiye gibi ‘nefret suçları’na yönelik ayrıntılı ve yaptırım gücü olan hukuki düzenlemelerin bulunmadığı ülkelerde, Facebook, YouTube gibi sosyal ağlar da ırkçı, radikal dinci, cinsiyetçi gruplaşma ve kampanyalara sahne olabiliyor. u kampanyalarda kullanılan nefret dili aslında çağdaş hukuk çerçevesinde ciddi yasal yaptırıma uğrayacak türden. Hatta açıkça suikast ve saldırı çağrısında bulunulan bazı Facebook grupları, yoğun şikayet sonucu Facebook yönetimince kaldırılmadığı sürece, her hangi bir yaptırımla karşılaşmıyor. Bu grupları kuranların hesapları silinmesi de çözüm olmuyor, çünkü akabinde yeni hesaplar açılıp yeni gruplar kurulabiliyor Facebook’taki ırkçı, etnik milliyetçi, mezhep ayrımcı, cinsiyetçi ve homofobik söylem kullanan gruplar, buraya üye olanların çevrimdışında da sahip olduğu siyasi aidiyetlerinin yansımasıdır. Ne var ki Facebook gibi son derece kolay ve hızlı şekilde organize olunabilen bir platformun aracı olarak kullanılması, bu duyguların ‘normalleşme’ ve ‘kabul görme’ hızını da arttırmaktadır. Ancak kullanıcıların nefret söylemini doğal kabul etmeye başlamasıyla, bunların gerçek hayatta da tavır değişikliğine ister istemez yol açması kaçınılmazdır. 92 Hali hazırda ciddi örgütlenmeleri olan gruplar Facebook’u da kullanmaya başladıklarında, normalde ulaşabileceklerinden çok daha büyük bir potansiyele ulaşmaktadır. Sosyal medya, geleneksel medyaya kıyasla çok daha etkin bir propaganda aracı haline gelmiş durumdadır. Nefret söylemi kullanan Facebook grupları etnik, siyasi ve cinsel kimliklere yönelik olarak çok farklılık göstermektedir. Kimi sadece “şahsen sevmeme” retoriği kullanırken, kimileri de karşı olunan gruba yönelik “tehdit etme” ve “yok etme” gibi eylemlere kullanıcıları davet etmektedir. Son aylarda “Kürt ve Türk” gibi etnik köken referansıyla yapılan aramalarda 500’den fazla Facebook grubuyla karşılaşmaktayız. Bunların küçük bir kısmı ana akım siyasi görüş ifadesi olarak anti-PKK veya anti-terör görüşler içerirken, önemli bir bölümü nefret kelimeleri içermeyen bir grup başlığı altında, duvar panosu ve üye yorumları bölümlerinde, ırksal aşağılama ve yok etme ifadeleri barındırıyor. Bu grupların ortak özelliği bayrak, Atatürk, milli mücadele, Kuran gibi ortak milli ve dini değerleri başlıklarında ‘olta’ olarak kullanıp üye toplamalarıdır. Cinsiyetçiliği ve homofobiyi teşvik edip ‘normalleştiren’ gruplara da Facebook’ta sıkça rastlanmaktadır: Geçen yıla ait “Lezbiyenlere Tecavüz Edip Onları Topluma Kazandıralım” başlıklı Facebook kampanyası bunun en çarpıcı örneklerindendir. Grubun şikayetler üzerine Facebook yönetimince kapatılması sağlansa da aynı paralelde gruplar birbirinin yerini almaktadır. (http://www.ntvmsnbc.com/id/25023383/) Türkiye’de Alevi mezhebine sahip olanalr da nefret söyleminin hedefi olabilmektedir. Facebook’ta Alevi tanımı kullanılarak yapılan taramada 450’nin üzerinde grup sayfasıyla karşılaşılmıştır. Bu grupların bir kısmı Alevilerce oluşturulmuş olmakla birlikte bir kısmı da Alevilerden nefret edenlerce oluşturulmuştur. Facebook’ta homofobik nefret söylemi özellikle futbol takımı taraftarlarının oluşturduğu grup sayfalarında yaygındır. Futbol takımı taraftarları, ezeli rakip olarak gördükleri takımı aşağılamak için “ibne kelimesini takım isminden önce kullanmaktadır. Örneğin 213 üyesi bulunan ‘travesti Bursa i.ne Ankaragücü diyenler’ adlı grup bunlardan birisidir. (Aygül,2010:113-114-115-116) Maç sonrası konuşan Trabzonsporlu futbolcu Zokora, “Bu akşam yenilgiden daha çok bir futbolcu nedeniyle büyük hayal kırıklığı yaşıyorum. Emre bana pis zenci diyerek hakaret etti” dedi. Belözoğlu, canlı yayında TV kanalına bağlanarak yaptığı açıklamada hakaret ettiğini doğruladı. Fenerbahçeli futbolcu Emre Belözoğlu’nun ırkçı hakaretinin ardında Sosyal Medya’da Emre’nin futboldan men edilmesini talep eden büyük bir refleks doğarken, Futbol Disiplin (http://www.analizmerkezi.com/haber/turkiyenin-geldigi-yer-pis-zenci-zokora-tt-oldu-29006.html) 93 Talimatı’nda ırkçılık ve ayrımcılık için öngörülen ceza maçtan men yönündedir. Twitter’da konuyla ilgili açılan, “IrkcıEmreFutboldanMenEdilsin” ve “letskickracistemrebelezogluoutoffootball” hashtag’leri kısa süre içerisinde Türkiye’nin Trend Topic listesinde yer buldu. (http://www.agos.com.tr/futbolda-irkciligin-cezasi-1236.html) Bugün “ib.e” ve “or.spu” sözlükleriyle arama yapıldığında en az 300’er grup karşımıza çıkıyor ki bunların önemli bir bölümü ya doğrudan kadınları ve eşcinselleri aşağılayan gruplar ya da hakaret dili kullanarak futbol kulübü, etnik grup veya siyasi parti gibi farklı grupları hedef alan topluluklar. Mutlu Binark’a göre homofobinin Facebook’taki geniş kitleler nezdinde bu denli normalleştirilmesi, son yıllarda sayısı artan travesti ve eşcinsel cinayetlerinin gerisinde yatan ruh halini ve gerekçeleri de “haklılaştırıyor”.( http://www.ntvmsnbc.com/ id/25023383/ ) Facebook’ta başta Yahudiler olmak üzere farklı din ve mezhep aidiyetlerine sahip topluluklara yönelik nefret söyleminin türetildiği gözlemlenmiştir. Örneğin ‘İsrail ve Yahudiler şerefsizdir yok olsunlar’ adlı grup bunun örneklerindendir. (Aygül,2010:115) Van depremi sonrasında da sosyal medyada ırkçı içerikli birçok yazı ve yorum gorüldü. Facebook’tan, Twitter’a bir yandan yardım çalışmaları, varolan ihtiyaçlar listesi kişilere ulaştırılmaya çalışılırken bir yandan da toplumsal histerinin kalıntıları gün yüzüne çıktı. Onlardan bazıları şöyle: - Valla yerle bir olsa beş kuruş vermem. Van’lıya para göndereceğime sokak köpeklerine mama alır yediririm. hiç olmazsa ihanet etmez. - Kullandıkları kaçak elektriğin ve devlete sıktıkları kurşunların hesabını verin! - Allah Diyarbakıra da nasip eder inşallah... - Hakkari ve Şırnak toprağın altına gömülmüştür umarım. - Şehitlerin kanı yerde mi kalacaktı? - PKK’yla mücadeleye Allah’ın devreye girdiğinin göstergesidir. Bunlar depremin ilk anlarında gelen twitter, facebook ve çeşitli haber sitelerine yapılan yorumlar. Bu örnekler sadece sosyal medya ile sınırlı değil, Yeni Asya gazetesi ilahi ikaz adlı bir karikatür yayınlarken, Habertürk spikeri haber “Doğudan gelse de üzücü” tanımlamasını yapabiliyor. (http://haber5.com/ozelhaber/deprem-icin-ohhh-serinledim-yorumu) Nefret söylemleri, gerek ortaya çıkış nedenleri gerekse yayılma süreci itibariyle yeni bir dönemin eşiğindedir. Çünkü nefret söylemleri üzerindeki medya etkisi her zamankinden daha fazladır. Bu durum geleneksel medyanın deformasyonuyla olduğu kadar yeni medya formlarının yaygınlaşmasıyla da ilişkilidir. Dolayısıyla artık nefret söylemleri üzerine konuşurken yeni medya teknolojilerinin karakteristiği ve toplumsal etkilerini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu noktada, özellikle internetin sosyal bir medya olarak nefret söylemlerinin oluşumunda ve yayılmasında oynadığı rol değerlendirilmelidir. Her ne kadar nefret söylemlerinin internetteki örnekleri çok yeni olmasa da, bu tür içerikle son yıllarda daha fazla karşılaşılmaktadır. Dahası her türden söyleme ev sahipliği yapan mevcut web uygulamaları, her geçen gün gelişmekte ve yeni araçlarla desteklenmektedir. Bu sayede mevcut sosyal ağlar daha kompleks bir görünüme bürünmekte, ayrıca -her türden düşünceye açık bir yapı arz etmesinden ötürü- çeşitli grupların mücadelelerine sahne olmaktadır (Doğu,2010:223). Sonuç İnternetin sıradan kullanıcıya sunduğu olanakların nefret söylemi üreten kişi ve gruplar için de aynen geçerli olmaktadır. Etkileşimli yapısı ve anonim karakteri interneti önemli bir ikna aracı olarak inşa edici bir özelliğe sahiptir. İnternetin etkisi, nefret söylemlerinin yaygınlaşmasına aracı olmakla sınırlı kalmayıp, üretim sürecinde de kendini göstermektedir. İnternet nefret söylemlerinin zaman zaman propaganda eşliğinde sunulduğu bir medya olmakla beraber, her türden örgütlenmenin gerçekleştirilebildiği bir platformdur. Sosyal medya ortamında nefret söylemi dolaşıma girdiği andan itibaren ortamın katılımcıları tarafından yorumlanır, diğer bir deyişle nefret eklenerek büyütülür. Facebook’ta, Twitter’da ve/veya dijital oyunlarda kullanıcılar arkadaşlarının ürettikleri nefret söylemine ortak olmakta, nefret söylemini doğal görmekte ve kanıksamaktadır. Kanıksanan nefret söylemi nefret suçlarını örgütleyebilmektedir. Sosyal medya ortamında gündelik yaşamda söylemsel pratiklerde üretilen ve geleneksel medya metinlerinde dolaşıma sokulan ho- 94 mofobik, transfobik, heteroseksist cinsiyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı, etnik milliyetçi ve ayrımcı nefret söylemi sosyal medya ortamının özelliklerinden dolayı çok daha kolay bir şekilde yaygınlaşarak, sıradanlaşarak dolaşıma girmektedir. Böylece her türlü ayrımcı ve dışlayıcı söylemsel pratikler kanıksanmakta, zaman içinde toplumdaki farklı kimlikleri ve varoluş pratiklerini ötekileştirmekte, hatta yok edici eylemlere, diğer bir deyişle nefret suçlarına dönüşebilmektedir. Nefret söylemleri, gerek ortaya çıkış nedenleri gerekse yayılma süreci itibariyle yeni bir dönemin eşiğindedir. Çünkü nefret söylemleri üzerindeki medya etkisi her zamankinden daha fazladır. Bu durum geleneksel medyanın deformasyonuyla olduğu kadar yeni medya formlarının yaygınlaşmasıyla da ilişkilidir. Dolayısıyla artık nefret söylemleri üzerine konuşurken yeni medya teknolojilerinin karakteristiği ve toplumsal etkilerini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu noktada, özelikle internetin sosyal bir medya olarak nefret söylemlerinin oluşumunda ve yayılmasında oynadığı rol değerlendirilmelidir. Her ne kadar nefret söylemlerinin internetteki örnekleri çok yeni olmasa da, bu tür içerikle son yıllarda daha fazla karşılaşılmaktadır. Dahası her türden söyleme ev sahipliği yapan mevcut web uygulamaları, her geçen gün gelişmekte ve yeni araçlarla desteklenmektedir. Bu sayede mevcut sosyal ağlar daha kompleks bir görünüme bürünmekte, ayrıca -her türden düşünceye açık bir yapı arz etmesinden ötürü- çeşitli grupların mücadelelerine sahne olmaktadır. Kaynakça • Binark, Mutlu(2010).Yeni Medyada Nefret Söylemi,Istanbul: Kalkedon Yayıncılık. • Karan, Uluaş(2010).Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları,Istanbul: Ayrıntı Yayınları. • Dirini, Ilden (2010).Yeni Medyada Nefret Söylemi,Istanbul: Kalkedon Yayıncılık. • Doğu, Burak (2010).Yeni Medyada Nefret Söylemi,Istanbul: Kalkedon Yayıncılık. • Aygül, Eser (2010).Yeni Medyada Nefret Söylemi,Istanbul: Kalkedon Yayıncılık. • A.C. Newman, A.C. ve J.G. Thomas (2009). Enterprise 2.0 Implementation, New York: McGraw Hill. • T. Goodfellow, T. ve S. Graham (2007), “The Blog As A High Impact Institutional Communication Tool”, The Electronic Library, Vol. 25:4, pp. 2007 • D. Ryan, D. Ve C. Jones, Understanding Digital Marketing, London: Kogan Page, 2009 • Eldeniz, Levent (2010). “İkinci Medya Çağında Etkileşimin Rolü ve Web 2.0”, İkinci Medya Çağında İnternet, Aydoğan F., Akyüz A.(der.), İstanbul: Alfa Yayınları. İnternet Kaynakları • http://ugurates19.blogspot.com/2007_12_08_archive.html ( 10.11.2013) • http://www.nefretsoylemi.org/nefret_soylemi_nedir.asp (15.11.2013) • http://www.ntvmsnbc.com/id/25023383/ (01.12.2013) • http://www.agos.com.tr/futbolda-irkciligin-cezasi-1236.html (02.01.2014) •http://www.analizmerkezi.com/haber/turkiyenin-geldigi-yer-pis-zenci-zokora-tt-oldu-29006.html (02.01.2014) • http://haber5.com/ozelhaber/deprem-icin-ohhh-serinledim-yorumu (03.01.2014) • http://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook (08.01.2014) • http://www.teknolojide.com/twitter-nedir_4655.aspx (08.01.2014) • http://www.blognedir.com/blogrehberi/blog-nedir.html (07.01.2014) • www.wikipedia.org.tr, (01.02.2014) • http://www.kilavuzyazilim.com/sosyal-imleme-nedir/ (01.02.2014) • http://www.nefretsoylemi.org/rapor/nefretsoylemi_min.pdf ( 15.01.2014) • http://www.rightsagenda.org/index.php?option=com_content&view=article&id=687:nefret-suclarnn-yarn&catid=48:takmadusunceveifadeozgurlugu&Itemid=76 (17.01.2014) • http://kaosgl.org/sayfa.php?id=7099 (17.01.2014) • http://www.nefretsoylemi.org/detay.asp?id=405&bolum=makale (15.01.2014) •http://www.toplumsol.org/nefret-suclarin-olusumunda-medyanin-etkisi-hasan-cicek/ (14.01.2014) •https://yenimedya.wordpress.com/2012/01/20/sosyal-medyanin-nefret-soylemi-icin-kullanilmasi-ifade-ozgurlugu-degildir/ (30.01.2014) • http://jcmc.indiana.edu/vol13/issue1/boyd.ellison.html (10.11.2013) • http://www.sosyaldegisim.org/2010/10/nefret-suclari-teriminin-ortaya-cikisi/ (30.01.2014) • http://www.bthaber.com.tr/?p=16258 (30.01.2014) 95 ÇAĞDAŞ SİNEMADA AUTEUR: LEOS CARAX Fatih YÜRÜR Özet: Her ne kadar üzerinde belli başlı fikir ayrılıkları olsa da, bu gün auteur dediğimizde bu kavramın hangi unsurları kapsadığını söyleyebilmemiz mümkündür. Bu çalışmada, modern sonrası yönetmenlerden biri olan Leos Carax’ın sinemasının karakteristik özellikleri, yaratmış olduğu sinema dilinin ortak ögeleri incelenmiş ve yönetmenin sinemasının auteur kavramıyla örtüşen özellikleri ele alınmıştır. Günümüzde modern sinemanın eğilimlerini devam ettiren önemli yönetmenlerden biri olarak kabul edilen Carax; Yeni Dalga sinemasının 1980 sonrasındaki devamı niteliği taşıyan ve ‘ikinci yeni dalga’ olarak anılan sinema hareketine dahil edilmiştir. Yönetmenin sinemasını şekillendiren öyküler, temalar, kavramlar, karakterler ve yönetmenin sinemasının kimliğini oluşturan benzerlikler zamanla kendisini sinema mecrasında farklı bir yere konumlandırmıştır. Çalışmada, 1980 yılında çektiği Strangulation Blues (1980) adlı kısa filmiyle başlayan ve günümüze kadar filmografisini biçimlendiren kendine has yapıtlarla yoluna devam eden Carax’ın sinemasını ağırlıklı olarak auteur kuram çerçevesinde inceleyeceğiz. Yönetmenin yapıtlarının genel özellikleri olan kara filme yakın duran atmosfer, gerçek ile düş arasındaki ayrımı net bir biçimde ortaya koymayan anlatı ve toplumla, geleneklerle bir türlü yıldızı barışmayan karakterler ele alınacaktır. Bahsi geçen ortak özelliklerin açık bir biçimde gözlendiği ve kendi içerisinde devamlılık arz eden filmleri analiz edilmiş, yönetmenin sinemasında, auteur kuramına denk düşen nitelikler üzerinde durulmuştur. Anahtar Kelimeler: Leos Carax – Auteur – İkinci Yeni Dalga – Kara Film – Modern Sinema AUTHEUR OF MODEN CINEMA: LEOS CARAX Abstract: Albeit there are differences of opinion about auteur theory. today when we talk about this conception; we can say which elements makes auteur theory completely. In this article, we will examine about Leos Carax who is one of post-modern auteur and created his original cinematic style and characteristics and overlap with auteur theory. Leos Carax is one of the most important director, who is continuing trends of Modern Cinema. He was included in “the second new wave” cinema movement after 1980 the continuation of the New Wave. Stories that shaped in his movies, themes, concepts, charcters and similarities of forming the identity of his cinema are located in a different place of the cinema. In this article, we will examine mainly in the context auteur theory from his short movie named Strangulation Blues (1980) directed in 1980 which started his career till today; a lot of details that complement his filmography. General characteristics of Carax’s Works for example standing close to the film noir atmosphere, the distinction between dream and reality clearly understood that reveal and reconciliation characters with society and customs; are the most prominent features of his cinema. These properties is clearly observed and the continuity with movies were analized and in his cinematic language with qualifications equivalent to the auteur theory. Keywords: Leos Carax – Auteur – Second New Wave – Film Noir – Modern Cinema 96 Giriş “Çağdaş Sinemada Auteur: Leos Carax” başlıklı çalışmada, öncelikle auteur kuramının ve sinemadaki auteur kavramının geniş bir tanımlaması yapılmaktadır. Modern sinema ile birlikte ortaya çıkan ve yönetmenlerin yapıtları üzerindeki hâkimiyetini işaret eden bu kavram, modern ve modern sonrası dönemlerde, kendine farklı karşılıklar bulmuştur. Hem 80’ler sonrası Avrupa sanat sinemasında hem de günümüzde benzer eğilimler gösteren çeşitli ülke sinemalarında, özellikle yapım şirketlerinin bağlayıcılığı ve yapım ekiplerinin kalabalıklaşmasıyla birlikte auteur kavramı da yeniden tanımlanmaya çalışılmıştır. Auteur kavramı, sinemada modernizm akımının ortaya çıkışıyla birlikte güçlenmiştir. Dönemin sinemacıları, yedinci sanat olarak adlandırılan bu mecranın sadece ticari bir meta değil, düşünsel bir yanının olduğunu öne sürmüşlerdir. Sinema, yönetmenin sosyal kimliğinden, entelektüel birikiminden ve düşünsel gücünden yararlanmalıdır. Ancak bu gereklilikleri karşılayabildiğinde sinemanın bir sanat olduğundan söz edilebilir. Zaman içerisinde modernizm hareketi de kurumsallaşmış ve kalıplaşmış, ana akım sinemadan ayrılmış olmasına rağmen kendi entelektüel kurallarını oluşturmaya başlamış ve zaman zaman ortaya çıkış amaçlarıyla çelişmiştir. Bu durum, hem yönetmenlerin hem de kuramcıların, modernizm olgusunu yeniden yorumlamasına yol açmıştır. Bununla birlikte bu gün, her ne kadar sinemadaki eğilimler ve teknik ihtiyaçlar değişmiş olsa da, auteur kavramı söz konusu olduğunda yapılan tanımlar, kendini sürekli olarak yenileyen sinemasal trendlere rağmen pek fazla değişiklik göstermez. Auteur, film yapım sürecini kontrol edebilmekle ifade edilirken, yönetmenin kişisel sanat anlayışı, düşünsel birikimi sinema aracılığıyla dışa vurmasına tanınan imkândan bağımsız düşünülemez. Film, yönetmenin kimliğidir ve bu sebeple öz yaşam öyküsel izler taşımaktadır. Diğer taraftan yönetmenin bu öz yaşam öyküsel hikâyesi, her yönetmenin kendi çizdiği rotada tutarlı bir devamlılık da göstermektedir. Bu sebeple yönetmenin sineması söz konusu olduğunda, ortaya çıkan her yapıt, genel çerçevede yönetmenin içsel yolculuğunun bir durağı olarak değerlendirilebilir. Her bir öykü, auteurün yolculuğunda bir gelişim aşamasıdır. Auteurün, bu sanatsal yaratım sürecinde, yapıtlarında yer verdiği bütün ögeler, kendi sinema dilinin referansını oluşturur. Leos Carax’ın sinemasına baktığımızda da, filmografisinde yer alan bütün yapıtların, hem kendi kişisel yaklaşımını yansıttığını hem de bu yaklaşımı farklı perspektiflere konumlandırarak izleyiciye sunduğunu görürüz. Carax’ın filmlerinde yer alan karakterler, o karakterlerin sorunları, kendilerine dayatılan sisteme karşı duruşları gibi faktörler genel anlamda benzerlik gösterir. Hatta ve hatta Carax çoğu zaman benzer özellikler taşıyan karakterlerini aynı rollere büründürür ve onlara aynı ismi verir. Bu bakımdan, yönetmenin sineması, farklı formlara bürünmüş olsa da temelde aynı sorunları ve temaları ön plana alan hikâyeler anlatmaktadır. Dolayısıyla Carax’ın karakterlerinin sinemasal yolculuğu ile yönetmenin içsel yolculuğu zaman zaman kesişmektedir. Amaç ve Yöntem Günümüzde, sinemasal mecrada auteur kavramının sona erdiği ya da auteorün modernist sinemada olduğu kadar yapıtları üzerinde hakimiyet kuramadığı tartışılmaktadır. Her ne kadar sinema sektöründeki maddi bağlayıcılıklar, bu iddiayı doğrular gibi görünse de, kendi yapıtları üzerinde söz sahibi olabilen, tıpkı 1950 sonrası modern sinemada olduğu gibi, filmlerine kendi düşünsel ve entelektüel birikimini katabilen, yapıtlarında özyaşamöyküsel unsurlara yer veren yönetmenler de sanatsal üretimlerine devam etmektedirler. Leos Carax, günümüzde, modern sinemanın bu mirasına sahip çıkan en önemli yönetmenlerden biridir. Çalışmanın ilk aşamasında, auteur kavramını irdelemek ve bu kavramı detaylı biçimde açıklamak için kaynak taraması yapılmıştır. Auteur nedir? Auteur’ün belirleyici özellikleri nelerdir ve sanatsal üretim sürecinde bu gün nerede durmaktadır? Bu tür sorular, Yeni Dalga akımının günümüzdeki temsilcilerinden biri olan ve çağdaş sinemada bir auteur olarak nitelendirilen Leos Carax’ın yapıtlarındaki sinemasal tercihler, karakterler, atmosfer, temalar ve kavramlar ile örneklendirilmektedir. Auteur Kuram rotasında ilerleyecek bu çalışmada, içerik analizinden faydalanılacak, yönetmenin benzer özelliklere sahip dört filmi, hem görsel açıdan hem de içerik açısından değerlendirilecektir. 97 Bulgular Bu gün her ne kadar Auteur kavramı için farklı tanımlara rastlasak da, kelime anlamıyla auteur; yapan, yaratan, üreten, yaratıcı, yazar anlamlarına gelmektedir (Sozlukturce, 2013). Sinemada auteur kavramına baktığımızda da bu bahsi geçen kavramların bir şekilde yerini bulduğunu görmekle birlikte, tanım aralığının da genişlediğini gözlemleyebiliriz. 1950’lerin başında, özellikle de Orson Welles, Alfred Hitchcock ya da Ingmar Bergman’ın bazı filmlerinde kullanılan dış sesin yönetmenin sesi olarak kabul edilmesi, anlatımda yönetmenin egemenliğine dair artan bilincin önemli bir işareti olarak yorumlanmıştır (Kovacs, 2010, s.230). Bu durum, yönetmenin, yapıtının yaratım sürecindeki rolünün de pekişmesi açısından bir çeşit sembol niteliği görmüştür. Böylece, auteur anlayışının doğuşu, yapıtındaki hakimiyetle ilişkilendirilmiştir. Dış ses, bütün anlatıya hakim olan yönetmenin, öykünün geçtiği dünyayı bizzat yarattığı izlenimi doğurmuştur. Auteur’ün doğuşu, yaratım sürecinde yönetmenin özerkliğinin, yapımcının ya da yazarın rolüne eşit olduğu ve dahası filmin gerçek yaratıcısının, yapımcı ya da yazardan ziyade yönetmen olduğu fikrinin yaygın kabulü anlamına gelir (Kovacs, s.230). Andre Bazin, bu ilişkinin içeriğini biraz daha genişleterek, yönetmenin yaratım sürecindeki etkinliğine vurgu yapar; Bazin’e göre, belirli bir filmin biçimi, sonuç itibariyle yönetmenin stilistik tercihine bağlıdır. Bazin, yönetmenlerin adlarını belirli stilistik eğilimlerle ilişkilendiren ve yönetmenleri sadece öykü anlatımının teknik çözümlerini bulan kişiler olarak değil; olası stilistik ve anlatısal çözümler arasında tercih yapan özerk sanatçılar olarak düşünen ilk kişidir (Kovacs, s.231). Bu yaklaşım, zamanla yönetmenin sinema mecrasının teknik ve sanatsal kısıtlamalarının dışında yer almasına olanak tanımıştır. Yönetmen, her anlamda filmi yaratan kişi olarak kabul görmeye başlamıştır. Astruc, Bazin’in tanımının çerçevesini biraz daha belirginleştirirken, auteur kavramının da içini doldurur. Aynı dönemde film yönetmenleriyle ilgili ilk kuramsal tezi de formüle eden Astruc, film yönetmeninin yaratıcılığını, yönetmenin çalışmasının yaratıcı niteliği yazarın yaratımına benzer olduğu ve duygularının dışavurumu olması gibi, yönetmenin düşüncelerinin ve duygularının dışavurumu olduğu için yapımcının etkisinin üzerine yerleştirmiştir. Astruc, film yönetmeninin gerçek bağımsızlığı için senaryo yazarlarının kendi filmlerini yapmalarının gerekli olduğunu ve bu yollar auteur ile film yönetmeni arasındaki ayrımı yapmanın önemsiz bir hale geldiğini öne sürdü (Astruc’tan aktaran Kovacs, s.231). Andrew Sarris, daha önce sinemada auteur konusunda yapılan bu yorumları bir kuram haline getirme adımını atar. Auteur konusundaki fikir ayrılıklarını tek bir paydada buluşturmayı hedefler. Sarris’in kuramı çerçevesinde auteur ya da yaratıcı yönetmen anlayışı, kısmen yazarlara benzetilmiştir; Sarris’e göre, auteur kuramının ilk ölçütü yönetmenin teknik yeterliliği olmalıdır. Diğer bir ölçüt, yönetmenin ayırt edici kişiliğidir. Üçüncü ve son ölçüt ise, içsel bir anlamlandırma mekanizmasıdır. Bu üç ölçüt, iç içe geçmiş üç daireyle gösterilebilir. Dış dairede teknik, ortada kişisel biçem, iç dairedeyse yönetmenin yarattığı içsel anlam vardır. Auteur kuramı, en parlak olduğu zamanda dikkatini sanatçının bireyselliği, izleği ya da biçemsel parmak izleri üzerine yoğunlaştırmıştır (Sarris’ten aktaran Genç, 2007). Auteurün ortaya çıkışı konusundaki ilk kuramsal metinler, yaratımın daha çok edebi yönüyle ilintili olmuştur. Bu durum bir anlamda, yönetmenin yaratıcı olarak, görsel olduğu kadar edebi içeriğe de hakim olması anlamına gelmektedir. Auteur, yapıtını oluştururken, eserini meydana getiren yazınsal bütünlüğü de kontrol etmek zorundadır. Yönetmen ya kendi senaryosunu kendi kaleme almalı ya da filmin yazınsal unsurlarını kontrol edebilmelidir. Bu bakış açısıyla şekillenen yeni yaratım süreci, yönetmenin geleneksel kalıplardan kopuşuna da işaret etmektedir. Astruc’un argümanı, 1944’ten itibaren Fransız sinema endüstrisi çevrelerinde yapılan, sinemadaki auteurlük üzerine tartışmaların bir parçası olmuştur. Dönemin yönetmenleri, yalnızca yapımcılara karşı değil, film üzerinde tek yaratıcılık hakkı talebinde bulunan yazar- 98 lara karşı da kendi hakları için mücadele etmek zorunda kalmıştır. Astruc’un, yönetmenin bir auteur olarak niteliğine yalnızca yazar minvalinde vurgu yapması, auteur yönetmen ile teknisyen-yönetmen arasında ayrım yapan bu tartışmadaki güçlü bir argümandan yola çıkmaktadır. Neticede Fransız senaryo yazarları sendikası da yalnızca kendi senaryolarını yazan yönetmenlerin auteur statüsünü kabul etmeye hazırdı (Kovacs, s.232). Astruc’un tanımına göre, bir filmi oluşturmak, yazmanın başka bir biçimidir. Fakat sinemada, yönetmenin yazı aracı kamera olmuştur. Astruc, argümanının temeline yazının işlevini yerleştirdiğinde, yazmayı ve film yapımını tek bir etkinlik olarak kabul etmiştir. Ona göre, Edebiyat ve sinemanın eş değer tutulması, yönetmeni auteur mertebesine eriştirecektir. Cahiers du cinema eleştirmenlerinin genel görüşüne göre, yönetmenlerin yaratıcılığı artık kuramsal bir düşünce değil, yeni bir film-yapımı stratejisini gösteren eleştirel bir uygulamadır. Bu nedenle Truffaut 1955’te buna yaratıcı yönetmenlik kuramı yerine ‘yaratıcı yönetmenler politikası’ (la politique des auteurs) demiştir (Kovacs, s.232). Truffaut’un tanımı, yönetmenin yaratıcılığının hayata geçirilmesi adına önemli bir adımdır. Auteur’ün uygulamada hareket kabiliyeti kazanmasının ve film yapımında yeni bir yönelimin işaretidir. John Caughie’ye göre ise, Auteurizm başlı başına bir kuram değildir. Cahiers du cinema onu bir politika olarak ileri sürmüştür. Fakat etkileyici bir biçimde uygulandığında, 19. ve 20. Yüzyıl eleştirisinin temelini biçimlendiren bireysel yaratıcılığın o romantik ilkelerinin çelişkileriyle de karşı karşıya getirmiştir (Caughie’den aktaran Kovacs, s.233). Auteur Kuramı İçerisindeki teorik tutarlılığa rağmen auteur kuram, belli bir sistematiğe oturtulmadan geliştirilmiş bir yöntemdir. Her ne kadar Truffaut’un makalesiyle sistemleştirilmiş olsa da adını Amerikalı eleştirmen Andrew Sarris koymuştur. Kendisinden önce çerçevesi çizilmiş olsa da Sarris, kuramı sinema tarihinde, yönetmenin konumunu bir yaratıcı pozisyonuna alarak sistematik bir hale getirmiştir. Auteur kuram, Amerikan sinemasının derinlemesine incelemeye değer olduğunu; üstün yapıtların yalnızca ticari bir pastanın üstünde krema tabakası oluşturan kültürlü bir elit, yani küçük bir grup yönetmen tarafından değil, çalışmaları dışlanıp unutuluşa terkedilmiş bir auteur yönetmenler yığını tarafından yapıldığını öne sürmüştür (Wollen, 2008, s.76,). Wollen’ın tanımından yola çıkarak auteur kuram üzerindeki mevcut fikir ayrılıklarının, yönetmenlerin yaratım kaygıları kadar, alımlayıcı kitle ile aralarındaki mesafeden de kaynaklandığı ileri sürülebilir. François Truffaut, 1954 yılında Fransız Sinemasında Belirgin Bir Eğilim (Une Certain Tendance du Cinema Français) başlıklı bir makale kaleme almıştır. Bu çalışmada filmlerin, yönetmenin kişisel duygu ve düşüncelerini dışa vurmak için eşsiz bir ortam olduğunu iddia etmiştir. O yüzden yönetmenin bir auteur olarak kabul edilmesi gerektiğini önermiştir (Yorgancıgil, 2011, parag.1). Genel anlamıyla baktığımızda, sanat en basit şekliyle güzelliğin dışavurum biçimlerinden biri olarak tanımlanırken, sinema sanatı da imgeler arası ilişkiler, imge-söz ilişkileri biçiminde tanımlanmıştır. Sinema sanatçısı ise, imgeler arası ilişkilerden oluşan güzelliği dışa vuran kişi olarak belirtilmiştir (Adanır’dan aktaran Soydan, 2006, s.7). Truffaut’un makalesine dayanarak, auteurün bu yaratım sürecinde daha kişisel bir konuma sahip olduğu ve bu yaratımın yönetmenin iç dünyasını yansıtan özellikler taşıdığı söylenebilir. Sanatçının kişisel yaratım dinamiklerine bir diğer örnek de şöyledir; Sanatın temelini yaşam oluşturmaktadır. Sanatçı, toplumsal olaylar karşısında sezgileriyle anladıklarını sanat yapıtının içinde yeniden şekillendirmektedir. Bu oluşa, sanatta ‘yaratım’ adı verilir. Sanatçı ürününü yaratırken ya gerçekliğin bir yansımasını sunar ya da gerçekliği tamamen dışlar. İşte sanatçının şahit olduğu, inandığı ya da reddettiği gerçeklik, bir şekilde onun üslubunun işaretidir (Biryıldız, 2002, s.14). Auteur, yaratım sürecinde yapıtına ekledikleri konusunda Truffaut’un da söylediği gibi en fazla söz sahibi olan kişidir. Yapıtı üzerindeki mutlak hakimiyetinin yanı sıra, sanatçının gündelik gerçekliğe adım atması ve öykülerini sokak yaşantısıyla beslemesi bu yaratımı 99 güçlendirmektedir. Yönetmenin sineması da, kendi gerçekliğinden ve yaşantısından izler taşımaktadır. Andrew Sarris, auteur kuramının çerçevesini oluştururken, yönetmenin benzer özellikler gösteren, kimliğini ve iç dünyasını bütünleyen belli bir grup filmi üzerinde durması gerektiğini ileri sürmüştür. Sarris, kuramın sınırlarını; yönetmenin teknik ustalığı, filmlerde tekrar eden öğelerle ortaya çıkan ve yönetmenin kendi imzasını taşıyan ayırt edilebilir kişiliği ve ‘ruhun canlılığı’ olarak tarif edilen içsel anlamlar olarak belirlemiştir (Hıdıroğlu, 2011, s.28). Böylece, yönetmenin filmlerinde tekrar edilen unsurların hepsi, sanatçının ayırt edici kişiliğini açıklamaya yardımcı olmaktadır. Özetle bu ayırt edici unsurlar auteurü auteur yapan niteliklerdir. Sinemadaki auteur kavramını geliştirenler, ikinci dünya savaşından sonraki dönemde, adları Cahiers du Cinema dergisiyle birlikte anılan Fransız eleştirmenlerdir. Bu yazarlardan biri, daha sonra kendisi de modern bir auteur olarak anılacak Jean-Luc Godard’drı. Godard üzerine yazan Bordwell, yönetmeni bir ‘auteur’ olarak tanımlarken, bunu tarihsel olarak Godard ile ilişkilendirilen, gelenek dışı (devamlılık karşıtı) kurguya bağlar. Özellikle Godard’ın ünlü ‘atlaması’ (Jump Cut) onun sinematik dehasını ve sinema dilinin genel yönelimini ortaya koymaktadır (Kurgu Tv, 2012). Bordwell, Godard’ın sinemasal tercihlerinde kendisini daha belirgin bir biçimde gösteren auteur kavramını şu şekilde detaylandırmaktadır: Basit ama sıradan olmayan biçimsel bir aygıtı alırsak, nasıl tanımlandığını ve çözümlendiğini ancak sinemasal gelenek içindeki değişimlerin onu auteur-filmin kaynağı olarak auteur, eşsiz yaratıcı doğasıyla auteur ve filmin ‘anlatıcısı’ olrak auteur kavramı ile birbirine bağlanabildiğince görünür hale gelir (Kurgu Tv, 2012). Auteur-Mizansen İlişkisi Mizansen, Fransızca’da “sahneye koyma” anlamına gelmektedir (Kovacs, s.233). 1950 öncesinde, yaratıcılığın en önemli niteliğinin, kişisel üslup olduğu ileri sürülmüş olsa da neyin “kişisel üslup” olarak değerlendirilebileceğine dair gerçek bir ölçüt bulunamamıştır. Ancak 1950’lerin başlarında mizanseni en azından niteleyici bir kategori olarak hala Fransız film eleştirisinde yeni ve oldukça belirsiz bir terim olmuştur. Bresson’un tanımına göre mizansen, film biçiminin iki yanının eşsiz karakteriyle ilgilidir (Kovacs, s.234). Bresson’un yaklaşımı, çekim süresinin, kamera açılarının ve hatta kullanılan ışığın bile, mizanseni, dolayısıyla da yönetmenin kendine ait teknik tercihlerinin öne çıkarması gerektiğini vurgulamaktadır. Filmin teknik altyapısını oluşturan bu ögelerin her birinin bilinçli birer tercih haline gelmesi, film üreticisini auteur mertebesine konumlandırmaktadır. Auteur ve mizansen, bu bağlamda birbirlerini tamamlayan iki önemli unsurdur. Filmdeki mizanseni belirleyen, çoğu zaman edebi senaryo değil, senaryonun devamlılık gösteren çekim düzenidir. Bu, bir filmin teknik planının hiç de teknik olmadığı, ama edebi malzemenin kendisi gibi aynı türden entelektüel özerkliğe sahip olduğu anlamına gelir. Son tahlilde mizansene yapılan vurgu, yönetmenin özerkliğini sağlama bağlama arayışının bir sonucudur (Kovacs, s.234). Bazin, genç eleştirmenlerin mizansene çok fazla vurgu yaptıklarını, çünkü filmin malzemesine, kendi anlamına, yani estetik olduğu kadar ahlaki de olan anlama sahip olan insanların ve nesnelerin düzenlenişine değer verdiklerini belirtmiştir (Bazin’den aktaran Kovacs, s.234). Bu bağlamda yönetmen, yapıtlarında kendi estetik egemenliğini kurmak için mizansenin gücünden faydalanmaktadır. Mizansen’ yapılmış olan bu doğrudan vurguyla beraber, yönetmen estetik ve yaratıcılık anlamında kendine ait bir alana sahip olmayı talep etmektedir. Bu açıdan, Tarkovski’nin mizansen tanımının kapsamı ise biraz daha geniştir. Mizansen, oyuncuyla dış dünya arasındaki karşılıklı ilişkiyi belirleyen taslaktır. Sanatsal görüntünün canlı dokusunu bozan gereksiz bir sürü uzlaşmaya dayalı bu anlayış son derece ilkeldir. Yaşamdan alınan bir epizod, olağanüstü etkili bir mizansenle bizi şaşırtır. Bizi şaşırtıp heyecanlandıran, bir anlamda söz konusu mizansendeki uyumsuzluklardır (Tarkovski, 2010, s.12). 100 Tarkovski’ye göre mizansenin uydurulmuş bir konu çizmeyip, kişilerin karakterine, ruhsal durumlarına yani hayata bağlı kalması gerekmektedir. Bu sebeple bir mizansenin görevi yalnızca diyaloglar üzerinde bilinçli bir şekilde düşünmeyi sağlamakla sınırlandırılmamalıdır. Sinemada mizansen, gösterilen eylemin olabilirliğiyle, görüntülerin güzelliği ve derinliğiyle bizi sarsıp etkilemekle yükümlüdür (Tarkovski, s.13). Tarkovski’nin tanımlaması her ne kadar sınırları belirlenmiş olsa da 1950 sonrası modern sinemacıların yaklaşımlarıyla da belli başlı benzerlikler göstermektedir. Tarkovski’nin bir diğer yaklaşımıysa, sinema yapıtlarının, etik idealleri ifade etme çabasından doğduğudur. Ona göre bir sinemacının hayal gücünü ve duygularını belirleyen bu çabadır. Sanatçı eğer hayatı seviyorsa, onu tanımak, değiştirmek ve daha iyi olması için katkıda bulunma zorunluluğu duyacaktır. Bu durumda, sanatçının yapıtı, her zaman için insanın mükemmeliğe ulaşması için gösterilen zihinsel bir çabanın sonucudur (Tarkovski, s.15). Bahsedilen bu çabanın bileşenleriyse, yönetmenin düşünsel sürecini ve iç dünyasını görselleştirme konusunda başvurduğu araç olan mizansendir. Mizansenin sinema sanatındaki etkinliği, auteurün kaleme hâkim olduğu kadar görsel kompozisyonları inşa edebilme yeteneğini de ön plana alır. Yönetmenin Kendini Yansıtma Biçimi Sinemada kendini yansıtma işlemleri, genellikle estetik geleneklerin yarattığı yanılsama etkilerini yok etmek için kullanılmaktadır. Sanatsal kendine gönderme yapmanın sonucu, yapay olanın suni yapısını açıkça ortaya koymaktır (Kovacs, s.237). Yönetmen bunu farklı biçimlerde yapabilmektedir. Hem edebi hem de görsel anlamda yapılan çeşitli düzenlemeler ve yönetmenin bireysel tercihleri kendini yansıtan karakteri oluşturmakla birlikte, yönetmene ifade alanı sağlamaktadır. Kendini yansıtıcı işlemlerin nihai amacı, yönetmen ile izleyici arasında doğrudan bir söylevsel ilişki kurmaktır ki bu sayede auteur yalnızca bir türün estetik kurallarına uygun olarak değil, aynı zamanda söz konusu sanat yapıtının yapılışına uygun olarak da kuralların kendileri hakkında bir şeyler söyleyebilir (Kovacs, s.237). Bu yaklaşımına rağmen, kendini yansıtma biçiminin sadece sinema tekniğiyle alakalı bir oyun olduğunu söyleyebilmek pek de mümkün görünmemektedir. Sanattaki kendini yansıtıcı biçimler, gerçekliğin ahlaki hükümsüzlüğüne karşıt olarak yanılsamaların sanatsal yaratımının ahlaki geçerliliği ile ilgili eleştirel bir tutumun önemli bir unsuruna sahip olmuştur (Kovacs, s.237). Sinema, hiç kuşkusuz niteliksel olarak yeni bir düşünce yaratmıştır. Sinema bir sanat, bir kitlesel düşünce alanı oluşturmuştur (Deleuze’den aktaran Gönen 2008, s.89). Nitekim sinemayı gerçek bir sanat haline getiren de çerçeveleme, çekim, montaj ve miksaj gibi sinematografik tekniklerin, organik operasyonlarıyla duyulur ve kavranır sinema-fikirler yaratarak, içkin bir biçimde düşünebilme kapasitesidir (Gönen, s.90). Gönen’in bu yaklaşımı, auteurün sinema yapıtı üzerindeki etkinliğine de iyi bir örnek teşkil etmekle birlikte, yönetmenin fikirsel üretiminin, teknik tercihler ile olan sıkı bağına da işaret etmektedir. Sinemada Yeni Dalga Akımı Doğrudan tercüme edildiğinde “Nouvelle Vague”, Yeni Dalga anlamına gelmekte olup, geleneksel Fransız sinema eğilimlerinden farklı bir sinema biçimini kullanan, belli bir fikir üzerinde birleşip buna göre film çeken genç bir yönetmen grubunun oluşturduğu bir akım olarak tanımlanmaktadır (Taşdan, 2013, parag4). Farklı sosyo-kültürel ve siyasal koşulların devreye girmesi, sinema sanatını da derinden etkilemiştir. II. Dünya Savaşı’nın ardından dünya sineması yeni bir arayışın içine girmiştir. Hem sarsılan ekonomi hem de değişen yaşam koşulları ülkelerin sinemalarını da doğrudan etkilemiştir. Sinemacılar, toplumsal sorunlara daha gerçekçi bir biçimde yaklaşmaya başlamışlardır. Böylece savaş sonrasında ortaya “Yeni Gerçekçilik” akımı çıkmıştır (Odabaş, 2012, parag.3). Yeni Dalga Akımı, 1959 yılında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Akımın çerçevesini oluşturan 101 yönetmenler Godard, Truffaut ve Resnais’in göze çarpan özellikleri sinema üretim sürecine eleştirmen olarak başlamalarıdır. Akımın diğer önemli özelliğiyse romanlardan ve tiyatrodan sinemaya uyarlama yapılmasına, genel anlamda da ana akım sinemaya karşı çıkmalarıdır (Sanatsinema, 2011). Fransız film endüstrisi bu akıma çabuk alışmaya başladığını söyleyebilmek mümkündür. Yeni Dalga Akımı, pek çok açıdan benzerlik göstermekle birlikte aslen Yeni Gerçekçilik’ten ayrıldığı noktalar da vardır. Örneğin; Yeni Gerçekçilik akımının tersine, Yeni Dalga, kişiye odaklıdır. Bu yanıyla da klasik Hollywood öyküleme biçimlerinden farklı bir öyküleme anlayışına sahiptir. Öyküleyici sahneler, birbirini tutarlı bir sıralamayla izlemediği gibi, seyircinin öykünün kalan kısmında ne olacağını ön göremeyeceği bir yapıya kavuşur (Sanatsinema, 2011). Bu haliyle Yeni Dalga yaklaşımının, modern sinemanın karakteristik özelliklerini taşıdığını ileri sürebiliriz. Yeni Dalga Akımı, modern sinemanın gelişim sürecinde şekillenmeye başlamıştır. Bu gelişim süreci, 1950’lerdeki modern sinema hareketiyle başlamış ve 1980’li yıllara kadar da evirilmeye devam etmiştir. Kişisel film-yapımı fikrinin formülasyonu ve tanımı yine Truffaut’a ait olmasına rağmen bu stili etkili bir biçimde geliştiren kişi Godard olmuştur diyebiliriz. 1980 Sonrasında Yeni Dalga Akımı Avrupa Sanat Sineması, 1950’li yıllarda başlayan gelişimini 1980 sonrasına kadar sürdürmüştür. Kimilerine göre bu sürecin sonunda, bilinen anlamda auteurün yaptırımı da azalmıştır. Fakat Tarkovski’nin Ayna (Zerkalo, Andrei Tarkovski, 1975) filmi, modern sinemanın sonunu işaret ederken diğer yandan da modern üretimin asla bitmeyeceğini gösterir niteliktedir. Film, kişisel, tarihsel ve kültürel belleğin farklı parçalarının birleştirildiği imgelerden oluşmaktadır. Bu mozaiğin organize edici ilkesi auteürün kişisel yaşamöyküsüdür. Bu öyküde bütün bu farklı unsurlar buluşur ancak filmin ortaya koyduğu sorun, bu parçaların devam edebilecek tutarlı ve sürekli bir tarihi oluşturmak için birleştirilip birleştirilemeyeceğinin nasıl bilineceğidir (Kovacs, s.409). Fransız sinemasının arketipi olarak kabul edilebilecek avant-garde anlayışın şiirsel gerçekçilik uzantısı Yeni Dalga Akımı sayesinde güncellenmiştir (Demirci, 2008, Parag.1). Bu güncelleme süreci her ne kadar modern sinemanın gelişim biçiminden bağımsız düşünülemese de, 1980 sonrasında da bu dalda üretimler yapan yönetmenler karşımıza çıkmıştır. Bu sebeple auteurün karşılığı değişmiş gibi görünse de, günümüzde Yeni Dalga Akımı içerisinde değerlendirilebilecek yapıtlar üretilmeye devam edilmiştir. Şiirsel Gerçekçilik Kavramı Şiirsel Gerçekçilik (Realisme Poetique) 1930’larda Fransa’da ortaya çıkmış olan sinema akımıdır (Kaya, 2012). Akımın genel özelliklerine bakıldığındaysa, daha sonra şiirsel sinemaya dair yapıtlar üretecek yönetmenlerin büyük bir kısmını etkisi altına alacak özellikler göze çarpmaktadır. Modern Sinema anlayışında etkin olduğu gibi, şiirsel sinema yaklaşımında da, olayın kendisinden çok karakterler ön plandadır. Dramatik bağlam, karakterlerin içinde bulundukları sıkıntılardan, bunalımdan ve karamsarlıktan beslenmektedir. Hatta seçilen mekânlar bile karakterlerin çıkışsızlığını vurgulamak için özel olarak seçilir. Mekânı besleyen grafik ögeler de bu çıkışsızlığa vurgu yapmaktadırlar. Genellikle sisli manzaralar, terk edilmiş yapılar ya da boş sokaklar kullanılır (Arda, 2012). Fransız Şiirsel Gerçekçiliği, kendinden önce gelen melodram ve komedi ögelerini merkeze almasa da, bunlardan yararlanmakta, gerçekliğin etkisini sürekli hissettirmesine rağmen, şiirsel bir ahenk yakalamaktadır (Saydam, 2008, parag.5). Yine genel anlamda modern sinemayla birlikte karşımıza çıkan karakterler profilleri, şiirsel gerçekçilik akımının da karakteristik özelliklerinden birini oluşturur. Karakterler çoğunlukla topluma adapte olma konusunda sıkıntı yaşayan, asker kaçağı, imkânsız aşkların peşinden 102 koşan ya da kenar mahalleleri mesken tutmuş kimselerdir. Şiirsel gerçekçilik akımı da tıpkı diğer eğilimler gibi zamansal anlamda sona ermiş olsa da pek çok yönetmenin yaratımını etkilemiş bir yaklaşımdır. Şiirsel Gerçekçilik akımı sona erdikten sonra da birçok yönetmeni ve akımı etkilemeye devam etmiştir. Şiirsel Gerçekçilik, toplumun yaşadığı sıkıntılardan dolayı ortaya çıkmış ve nihayetinde yönetmenler de yer yer kıyıda köşede kalmış bireylerin hayatlarını, içsel kaygılarını beyazperdeye aktarmışlardır. Şiirsel Gerçekçilik için, puslu ve soluk sokaklarda doğmuş bir sinema akımı olduğunu söylemek doğrudur (Kaya, 2012, parag.17). II. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte Şiirsel Gerçekçilik akımı yerini İtalyan Yeni Gerçekçiliği’ne bırakmıştır (Tezcan, 2012, parag.4). Her iki akım açısından da bu kronolojik değişimin gerçek anlamda bir kopuş olduğunu söyleyebilmek pek de mümkün değildir. Şiirsel Gerçekçilik sona ermiş olsa da, yönetmenler bu geleneği sinemasal yapıtlarında sürdürmeye devam etmişlerdir. Bu gün sinemada Şiirsel Gerçekçiliği filmlerine adapte etmiş yönetmenlere hala sık sık rastlanmaktadır. Çünkü akımı ortaya çıkaran koşullardan günümüzde de sıyrılabildiğimizi söylemek pek de mümkün değildir. Şiirsel Gerçekçiliği ortaya çıkaran koşullar yok olmadığı için, sanatçıların bu akıma olan eğilimi ve tutkusu da kaybolmamıştır. Dolayısıyla Şiirsel Gerçekçilik akımı, belli başlı yönetmenlerin yapıtlarında nefes almaya devam etmektedir. Çağdaş Sinemada Auteur: Leos Carax Leos Carax’ın sinema kariyerine başlangıcı, diğer Yeni Dalga yönetmenleri gibi olmuştur. O da sinemaya Chiers du Cinema dergisinde eleştirmenlik yaparak başlamıştır. Bu köklü kuruluşun oluşturduğu gelenekten de fazlasıyla yararlanmıştır (Saydam, 2008, parag.8). Carax’ın sinemasına baktığımızda, filmografisinde yer alan Pola X (1999) dışında, hemen hemen her filminin hem kendi içerisinde hem de geniş ölçekte devamlılık arz ettiğini görürüz. Yönetmenin sinema dilindeki gelişimini, kabaca kendisinin sosyo-kültürel gelişimiyle ilişkilendirebilmek pek de zor değildir. Bu bağlamda, Kovacs’ın örneklerinin karşılığını, Carax’ın pek de kalabalık olmayan filmografisinde bulabilmek mümkündür. Yönetmenin sineması, kabaca tek bir karakterin etrafında şekillenmiş izlenimi yaratan farklı öykülerden oluşmaktadır. Karakter odaklı yaklaşımı sebebiyle, yönetmenin sinemasında Yeni Dalga’nın izlerine rastlayabilmemiz mümkündür. Yaratmış olduğu ana karakter, çoğunlukla aktör Denis Lavant’ın fiziğiyle perdeye aktarılmış olan Alex’tir ki, karakterin adı aynı zamanda yönetmenin gerçek adı olan Alexandre Oscar Dupont’tan gelmektedir. Geniş minvalde değerlendirildiğinde, Leos Carax’ın sineması, Alex karakteri üzerine kurulu gibidir. Özellikle ilk üç yapıtı; Boy Meets Girl, Kötü Kan ve Köprü Üstü Aşıkları’nda bu devamlılığı açık bir biçimde gözlemlemek mümkündür. Bu üç film, hem Carax’ın inşa ettiği dramatik çatının benzerliği, hem karakterlerin işlenişi hem de üç filmin ortak öznesi olarak kabul edilebilecek Alex karakteri sayesinde kendi içerisinde yapısal bir bağ kurmaktadır. Tıpkı ilk filmine de adını verdiği gibi, yönetmen Carax’ın filmleri genel anlamda, mutlu sona ulaşamayan, obsesif aşk öyküleri anlatmaktadır. İzleyici Alex’i sinemada ilk olarak Boy Meets Girl’de görür ve onu ilk gördüğü andan itibaren, karmaşık bir tutkuyla oradan oraya savrulduğu aşk hikâyelerine, düşsel ve fiziksel yolculuğuna, kalabalık yığınlarla olan çatışmasına tanık olur. Alex’in yönetmen Carax ile olan ortaklıkları, tıpkı Tarkovski’nin de dile getirdiği gibi, yaratıcının karakterleriyle olan düşünsel bağına örnek olarak gösterilebilir. Üstelik Alex karakterine hayat veren Denis Lavant, hem yönetmene olan fiziksel benzerliği hem de aşağı yukarı yönetmenle aynı yaşlarda olması sebebiyle, Tarkovski’nin yaratıcı – karakter ilişkisine kusursuz bir örnek teşkil etmektedir. Leos Carax, öykülerine kendinden önceki modern sinema anlayışının belli yaklaşımlarını adapte ederken, Fransız sinemasının bu ayrıksı etkilenimlerinden de faydalanmaktadır; 103 Leos Carax, Fransız sinemasının arketipi olarak kabul edebileceğimiz avant-garde anlayışın “şiirsel gerçekçilik” uzantısını güncelleyen ve Yeni Dalga okulu sonrası yetişen en önemli sinemacılardan biridir Onun filmleri çağdaş birer mitolojidir; karşıtlıkları çatıştırarak, kurgusal bir gerçekliğe indirgeyen sinematografik dizelerdir ve “sarsıcı aşk” kavramının kamera yoluyla dile geldiği ortak / örtük yaşam deneyimleridir (Demirci, 2008, parag.1). Leos Carax’ın sinemasına baktığımızda, onun sinema dilini en çok etkileyen akımların Şiirsel Gerçekçilik ve Fransız Yeni Dalga akımı olduğunu gözlemleyebiliriz. Carax, Yeni Dalga sinemasının metotlarını olduğu gibi yapıtlarına indirgememiş, hem içerik anlamında hem de kuramsal anlamında, mevcut eğilimlere belli başlı yenilikler getirmiştir. Yönetmenin sineması için, kabaca ana karakterin duygusal ilişkisi etrafında şekillendiren içsel bir yolculuğun izdüşümü tanımını yapmak pek de yeterli olmayacaktır. Yarattığı karakterler, her ne kadar yönetmenin benimsediği sokak gerçekliğinden ya da öz yaşamöyküsel dinamiklerden beslenseler de, onun peşinde olduğu aşk kavramı, hem seyirciden hem de karakterlerinden gizlenmiş, masalsı bir unsurdur. Tan Tolga Demirci, yönetmenin sinemasına eklemlemiş olduğu aşk unsurunu şu şekilde tanımlamıştır; Leos Carax’ın filmlerinde aşk, içsel sınırsızlığı, yaşamsal özgürlükle buluşturan buruk bir anıdır; izleyicinin gördüğü bir sahneyi sanki daha önceden yaşamış gibi durumsaması da söz konusu buruk anıların niteliklerinden kaynaklanır. Carax için aslolan, aşkı dönüştürmek değil, var olan aşkı ortaya çıkarabilmektir. Bu ortaya çıkış süreci için onun sunduğu sinematografik eylem planı, düşünceden ve onun akılsal işlevlerinden bir adım ötededir (Demirci, parag.3). Boy Meets Girl: Bir Karakterin ve Sinema Dilinin Doğuşu Leos Carax’ın ilk filmi olan Boy Meets Girl ile hem sinemasında uzun bir süre rota olarak belleyeceği dramatik çatısının en ilkel halini inşa etmekte hem de bu süreçte geri dönüşlerle sık sık üzerinden geçeceği, ayrıksı kadın – erkek ilişkisinin dilsel motiflerini ortaya çıkarmaktadır. Daha sonra üreteceği sinemasal yapıtlarında, kendi kimliğinin perdeye yansıması olarak kabul edebileceğimiz ve sonraki iki filminde de karşımıza Denis Lavant suretinde çıkacak olan Alex karakteri, ilk olarak bu filmde görülmektedir. Yönetmenin ilk filmi, kendi sinemasında daha sonradan gelenekselleşecek olan, kaybeden erkek karakterin farklı kadınlarla yaşadığı karmaşık ve “rüya gerçekliğindeki” ilişkilerinin başlangıç noktasıdır. Bu bakımdan, kendi filmografisi içerisinde bir üçleme olarak değerlendirilecek olan Kötü Kan ve Köprü Üstü Aşıkları filmlerinde takip edeceği anlatı rotasının ilk adımı olarak kabul edilebilir. Carax, bu filmiyle birlikte, daha sonraki üç filminin de dramatik çatısını ayakta tutacak olan tematiklere, görsel motiflere ve içeriklere yer verir. Örneğin, bütün öykülerin ortak paydası olan Alex, her seferinde bir başka kadının peşine düşer. Her çabası hüsranla sonuçlanacak olsa da, sevdiği insanın peşinden koşmaktan vaz geçmez. Boy Meets Girl temelde izleyiciyi tipik Leos Carax karakterleriyle ve onun film diliyle tanıştırır. Filmde Alex’in daha sonra fiziken değişse de ana karakterin tutkusu söz konusu olduğunda değişmeyecek olan aşkının sembolü Mireille ile bir rastlantı eseri tanışmasına ve bu rastlantıya aldırmadan onun peşinden koşmasına tanık oluruz. Fakat Carax, ikilinin ilişkisinin klasik anlatının alışıldık kalıplarına uygun bir biçimde işlemez. Yönetmen, Alex eliyle kendi düşsel gerçekliğini filme aktarırken, ağırlıklı olarak modern sinemanın formüllerine sadık kalır. Ana karakter Alex’in isteklerinin, aruzlarının ve tutkularının vücut bulmuş hali olarak yorumlanabilecek Mireille, ilk adımda Alex’in yanı başında olduğu kadar ulaşılmazdır da. Fakat bu ruhani mesafe, Alex’in genç kadını daha fazla arzulamasını hatta genç kadına karşı neredeyse patolojik bir tutku beslemesini sağlar. Carax, bu sürecin ardından Alex ve Mireille karakterlerini yavaş yavaş birbirlerine yaklaştırır. Özünde aynı sorunlara sahip gibi görünen her iki karakter de hayata tutunamamış, toplum tarafından tam anlamıyla anlaşı- 104 lamamış ve hayatlarına istedikleri gibi yön verememiştir. Alex ile Mireille, öykünün düzleminde birbirlerini bulmuş olsalar da, geçmişte kalan sırlar ve gelecek kaygıları bu iki kayıp ruhun ilişkisinde baştan beri var olan çatlağı daha da genişletir. Her iki karakterin de geçmiş ile yaşadığı derin hesaplaşma, geleceğe atacakları adımı baltalar. Bu bakımdan Carax, Boy Meets Girl ile birlikte klasik sinemanın “oğlan kıza rastlar” yaklaşımına neredeyse tamamen sırt çevirmiştir. Yarattığı bu iki karakterden aldığı güçle anlattığı öyküde, hem aşka hem zaman kavramına hem de genel anlamıyla hayata varoluşçu sorular getirmektedir. Carax, sinemasında, yolları rastgele kesişen karakterleri, bu karakterlerin hem toplumla hem de birbirleriyle yaşadıkları çatışmaları şiirsel bir dille anlatmaktadır. Bu şiirsel dili anlatısına adapte ederken de kendine has saptamalarda bulunur. Bu saptamalar, yönetmenin sinemasının arka plandaki en önemli öznesini oluşturan ‘hayat’ kavramında diyalektik bir devinim oluşturur. Carax, hayatın getirdiği çatışmaların hepsini öykülerine yerleştirir. Filmlerde aşk-nefret, kadın-erkek ve yaşam-ölüm kavramları ve bu kavramların kendi içlerinde yaşadığı dönüşüm karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu dönüşüm iki ana karakterin çatışmalarından beslenir. Sonuç olarak Alex ve Mireille’in ilişkisi, içeriğinde hem rüya gerçeklikten hem de sokak gerçekliğinden izler taşımaktadır. Fakat yönetmen, bu öykünün her şeyden önce bir ‘film gerçekliği’nde olduğunu da izleyiciye sık sık hatırlatır. Hikâyesini çizgisel bir bütünlük oluşturacak biçimde inşa etmez. Bu anlamda da çok etkilendiği Godard’ın mirasına sahip çıkmakta ve Fransız Yeni Dalga Sinemasının klasik anlatıyı ters yüz eden anlayışından beslenmektedir. Diğer taraftan Carax, tıpkı François Truffaut gibi gündelik yaşamın kendine özgü ritmini yakalamayı her şeyden üstün tutmaktadır. Onun için yazılan bir senaryodan çok, karakterlerin ruh hallerini yansıtacak sıradan eylemleri filme taşımak daha önemlidir (Saydam, 2008, parag.1). Sinemasına eklemlemiş olduğu bu özellikler, Leos Carax’ın modern sinema minvalinde kabul edilebilecek yaklaşımını desteklemektedir. Diğer taraftan yönetmenin perdede oluşturduğu kendine has dil, yarattığı karakterler ve bu karakterlerin çatışmalarını biçimlendiren kişisel üslubu tıpkı Truffaut’un tanımladığı biçimi destekler nitelikte onun auteur olma yolunda atmış olduğu ilk adım olarak değerlendirilebilir. Yine modern sinema yapıtlarında karşımıza çıkan diğer karakterlerde olduğu gibi, izleyici Alex’in geçmişi, sosyal statüsü hakkında pek fazla bilgi edinemez. Carax, filminde Alex’in ressam olduğunu izleyiciye gösterir fakat bu mesleğin kendisi için gerçekten bir geçim kaynağı olup olmadığını izleyiciden gizler. Tıpkı sinemasında büyük izlerini gördüğümüz Godard’ın karakterleri gibi Alex’in de toplumla, dış dünyayla sorunları vardır. Boy Meets Girl, hem bir karakter olarak Alex’in sinemasal yolculuğunun hem de yönetmenin kendi içsel yolculuğunun perdeye yansıması açısından başlangıç noktasıdır. Alex ve Mireille, daha sonra farklı mekânlarda, farklı öykülerde Leos Carax’ın sinemasının hareket noktasını oluşturacak iki ana öge olarak karşımıza çıkacaktır. Yeni Dalga ve Şiirsel Gerçekçiliğin Birlikteliği: Kötü Kan Carax’ın sinema dilinin bir başka özelliği de Yeni Dalga sinemasının sokağın gerçekliğini ve hayatın şiirsel uyumunu ekrana getiren kadrajlarıyla, gerçeküstücülüğün düşsel anlatımını tek bir potada eritebilmesidir. Üstelik yönetmenin etkilenimleri bunlarla da sınırlı değildir. Fransız Şiirsel Gerçekçiliği’nden de oldukça etkilenir ve sekanslarının hemen hepsinde bunun etkilerini görmek mümkündür (Saydam, 2008, parag.6). Bu etkilenim yönetmenin ikinci uzun metrajlı filmi olan Kötü Kan’da kendisini biraz daha göstermektedir. Alex karakteri yine Denis Lavant suretinde karşımıza çıkar fakat hem ruhani anlamda hem de fiziken, ilk filmde karşımıza çıkan Alex’den daha farklıdır. Aynı oyuncu suretine bürünmüş olsa da, izleyicinin tanıdık hissettiği kadar kendisine yabancı bulduğu bir karakter olarak betimlenir. Kötü Kan, Carax’ın en lirik hikâyesi olarak kabul edilmektedir. Yönetmenin “rüya gerçekliği” yaklaşımını sürdürdüğü halde sokak gerçekliğine yönelişinin ilk izleri bu filmde görülebil- 105 mektedir. Ön plana Alex ve Anna’ın ilişkisini yerleştirirken, arka planda opaklığı düşük bir pandemi salgını yer almaktadır. Carax, öyküsünün arka planını, ana karakterin bulaşacağı bir suç öyküsüyle biraz daha zenginleştirir. Fakat öyküsünü besleyen bu kalabalık ögelere rağmen izleyicinin ilk olarak Alex ve Anna’nın ilişkisinin akıbetini merak edebileceği bir anlatı rotası izler. Carax’ın üçlemesinin ilk ayağı olarak kabul ettiğimiz Boy Meets Girl, Alex ile Mireille’in tanışma hikâyesidir. Kötü Kan’da ise, Alex’in kendisine takıntı haline getirdiği Mireille’in yerini Anna almıştır. Her ne kadar sevdiği kadının sureti değişmiş olsa da, Alex’in tutkusu ve arzusu değişmemiştir. Diğer taraftan hem Alex’in hem de Anna’nın başka bir ilişkisi vardır. Her ikisinin de bitmemiş olan ilişkileri, karakterlerin geçmiş ile olan hesaplaşmalarını besleyen unsurlar olarak karşımıza çıkar. Alex ve Anna’nın asıl yolculuğuysa, geçmiş ile yaşayacakları kopuş sayesinde gerçekleşecektir. Kovacs, Modernizmi Seyretmek adlı kitabında, modern sinemadaki gezinme/yolculuk kavramını yinelenen olay örgüsü unsurlarından biri olarak değerlendirir. Olay örgüsünü besleyen bir diğer unsur da zihinsel yolculuktur. Kovacks, modern sinemadaki gezinme kavramını şu şekilde açıklamaktadır: Çoğu kez arama ya da araştırma, karakteri dünyada gezinmeye teşvik eder. Ancak gezinme ya da yolculuk, modern sinemada bağımsız bir anlatı nedeni de olabilir. Araştırma/soruşturma/arama türünde, sorulara yanıt verilmese ya da gizem açıklığa kavuşmasa da, hâlâ anlatının başlangıç noktası olarak işlev gören özel sorular vardır (Kovacs, s.108). Kötü Kan filminde, Kovacs’ın bahsettiği türden fiziki bir yolculuğun varlığından söz edilebilir. Fakat Carax’ın perdeye yansıttığı sadece fiziksel bir yolculuk değildir. Yönetmen, ilk filminde karakterinin geçmişiyle ilgili çok fazla detay vermediği gibi Alex’in gelecek konusundaki kaygılarını da fazla deşmemiştir. Alex, o anda, o yerde, rüyalarındaki kadın olan Mireille ile karşılaştığı sırada, izleyici bu aşkın öncesiyle pek fazla ilgilenmez. Tıpkı Alex’in mesleğiyle, ailesiyle ya da dostlarıyla ilgilenmediği gibi. Alex, sanki zamandan ve mekândan bağımsız bir biçimde, öykünün geçtiği ‘an’a eklemlenmiş bir karakter gibidir. Kötü Kan’da karşımıza çıkan Alex’in, Boy Meets Girl’de kendisine çizilen profilin aksine, yavaş yavaş hayat kaygısı yaşamaya başladığını görürüz. Paraya duyduğu ihtiyaç sebebiyle hüsranla sonuçlanacak bir anlaşmaya soyunur. Diğer taraftan Alex’in bir seçim yapmak zorunda olduğunu görürüz. Genç adam, sevgilisi Lise’i geride bırakarak kendisini hem fiziksel hem de zihinsel anlamda yepyeni bir yolculuğun kucağında bulur. Godard’ın sinemasal dilinin ‘demirbaşı’ olarak tanımlayabileceğimiz tesadüf faktörü Kötü Kan ile birlikte Carax’ın sinemasında bir kere daha devreye girmektedir. Alex, otobüste görüp âşık olduğu Anna’nın peşine düşer. Bu dakikadan itibaren de Alex’in ‘fiziksel gezinti’si başlamış olur. Fakat tıpkı Boy Meets Girl’de olduğu gibi burada da fiziksel gezinti, zihinsel yolculuğa entegre olmuştur. Zihinsel yolculuk, karakterin yaşadığı sokak gerçekliğiyle içsel bir bağ kurar. Alex’in yolculuğundaki tesadüf faktörü sadece Anna ile karşılaşmasıyla sınırlı değildir. Alex’in peşinden koştuğu Anna, aynı zamanda birlikte riskli bir işe giriştiği Marc’ın da kız arkadaşıdır. Marc ile olan iş ilişkisi, genç adamın Anna’ya olan ilgisini etkilemez. Üstelik Marc’ın güvensizliği ve tekinsizliğine karşın, Alex sahiplenici ve sadıktır. Yine Kovacs’ın tanımladığı gibi modernizm, yolculuğun özel bir türünü geliştirmiştir. Modern sinema anlayışına göre yolculuk dünyada değil, kişinin zihninde yapılmaktadır. Bu anlatı biçiminin temel tekniği, kısa zaman dilimlerini, geçmiş ya da hayali zamanın geniş katmanlarına yayabilmektir (Kovacs, s.108-109). Bu açıdan bakıldığında Alex’in hem içsel hem de grafik ögeler barındıran yolculuğu onun (ve yönetmenin) içsel dünyasından izler taşımaktadır. Fakat bu yolculuğun başlangıcı ve sonu net bir biçimde çizilemez Düşsel Gerçeklikten Sokak Gerçekliğine Geçiş: Köprü Üstü Aşıkları Carax’ın üçüncü uzun metrajlı filmi daha öncesinde yarattığı iki yapıt ile birlikte değerlen- 106 dirildiğinde pek çok düşünsel ve görsel ögenin sıkı bir akrabalık bağına sahip olduğunu gözlemleyebilmek mümkündür. Yönetmenin daha önceki filmlerinde karşımıza çıkan pek çok unsur burada farklı konumlara yerleştirilmiş bir biçimde karşımıza çıkar. Örneğin Kötü Kan’da Anna karakteri olarak konumlandırılmış olan aktris Juliette Binoche, bu öyküde Michelle karakteri suretinde hikâyeye eklemlenmiştir fakat hem Mireille’den hem de Anna’dan ortak parçalara sahiptir. Carax, öykü içeriğindeki bu ve benzeri revizasyonları yapıtlarına bir yapbozun parçaları gibi yerleştirmiştir. Köprü Üstü Aşıkları, Alex’in düşsel gerçekliğinin büyük oranda seyreldiği bunun yerini de yavaş yavaş sokak gerçekliğine bıraktığı bir öykü rotasına sahiptir. Eğer ki Alex’in karakter olarak Carax filmlerindeki konumları birer ölçüt olarak değerlendirilirse, Köprü Üstü Aşıkları, karakterin dibe çöktüğü bir öyküye ev sahipliği yapar. Burada Alex, hem diğer hikâyelerde karşımıza çıkan ana karakterden bağımsız bir şekilde değerlendirilebilen hem de daha önceki öykülerde yaptığı tercihlerin kurbanı olan, her üç öykü de birbirine dikildiğine devamlılık gösteren bir karakter olarak yorumlanmaya açıktır. Carax’ın sinemasının temel temaları olan “kız ve erkeğin tesadüfi bir biçimde karşılaşması” geleneği bu yapıtta da istikrarını korur. Dramatik çatı, yönetmenin önceki iki filminden pek çok görsel ve metinsel ögeleri devam ettirir niteliktedir. Hem içerik, hem edebi hem de karakterler açısından, özellikle Kötü Kan ile gösterdiği neredeyse tüm sinemasal nitelikleri aynıdır. Bu üç film bir arada değerlendirildiğinde, Leos Carax’ın sinemasında yaşadığı düşünsel ve biçimsel evrimi gözlemleyebilmek de mümkündür. Yönetmenin sinemasını oluşturan pek çok unsur ya yer değiştirerek ya da tamamen değişime uğramış bir biçimde karşımıza çıkar. Filmde, sosyal hayatından ve çevresinden bıkıp dokuzuncu köprüye sığınan ressam Michelle ile yine aynı köprüde yaşayan evsiz, hayatını hırsızlık yaparak sürdürmeye çalışan Alex’in karşılaşması ve karşılaşma sonrasındaki sürecin ilişkiye evirilme süreci anlatılmaktadır. İlk değişim, Alex karakterinde gözlemlenir. Boy Meets Girl ile duygusal ve içsel yolculuğun kapısını aralayan Alex, Kötü Kan ile birlikte gündelik kaygılarını da doyurmaya çalışan, sokak gerçekliğinde varlığını sürdürmeye çalışmasına rağmen, düşsel dürtülerinin de peşini bırakmayan karakterdir. Alex’in yolculuğunun son noktası olan Köprü Üstü Aşıkları ise hem mekânı hem de karakterleri gündelik gerçekliğe indirgemektedir. Alex, fiziksel yolculuğu sonucunda dibe çökmüş bir karakter olarak karşımıza çıkar. Köprü Üstü Aşıkları, sadece karakter bazında yaşanan değişimi işaret etmez. Filmde, Carax’ın mekânsal tercihlerindeki grafik değişimi de gözlemleyebilmek mümkündür. Öncelikle yönetmenin sinemasındaki iç mekân hakimiyeti kırılmıştır. Öykünün büyük bir kısmının geçtiği mekân, tadilat nedeniyle trafiğe kapalı olan 9. Köprü’dür. Köprü, ikilinin yaşadığı ilişkiyi metafor bağlamında, paralel bir biçimde beslemesi açısından da önemli bir görsel öge olarak hikâyeye eklenmiştir. Filmin, Godard’ın sinemasının estetik tercihlerinden de fazlasıyla nasibini alan açılış sekansında, Alex’in bacağının bir araba tarafından ezildiğini görürüz. Bu kaza, kendisini -yine tesadüfi bir biçimde Michelle ile karşı karşıya getirir. Michelle ise, nadir görülen bir göz hastalığına sahiptir. Her iki karakter de karşımıza fiziken yara almış bir biçimde çıkar. Sonrasında karakterlerin fiziksel yaraları, ruhsal yaralarıyla birlikte yavaş yavaş iyileşmeye başlar. Bu iyileşme sürecinde, Michelle eski sevgilisi Julien’den kurtulmak için onun hayatına son verir (Julien aynı zamanda Kötü Kan’da Anna’nın da ilk erkek arkadaşının ismidir). Michelle için Julien’in hayatına son vermek, geçmişi unutup yoluna devam edebilmenin tek yoludur. Alex ise, her zaman olduğu gibi, yönetmenin sona eren her hikâyesinde olduğu gibi yeniden karşımıza çıkar. Her ne kadar karakteri değişim gösterse de, topluma olan uzaklığı ve sevdiği kadına beslediği tutku değişmez. Buna rağmen hem Alex hem de Michelle Köprü Üstü Aşıkları’nda, karşımıza hatalarından ders alan, geçmişin içsel muhasebesini yapan, gelecek kaygıları taşıyan bireyler olarak çıkarlar. Karakterlerin yaşamış olduğu bu düşünsel değişim, Leos Carax’ın geçirdiği sinemasal evrime de kanıt niteliği taşır. 107 Carax’ın karakterleri ve karakterlerin kişisel özelliklerini her filmde, yapıtının farklı noktalarına serpiştirdiğinden bahsetmiştik. Örneğin Alex, Boy Meets Girl’de karşımıza bir ressam olarak çıkmıştır. Bununla birlikte illüzyonistlik te yapmaktadır. Kötü Kan’da Alex’in gerçek mesleği hakkında bilgi sahibi olmasak da onu birkaç defa jonglörlük yaparken görürüz. Ayrıca kendisi büyük bir suç işlemenin de arifesindedir. Nihayet Köprü Üstü Aşıkları’nda, kendisi sokak gösterileri yapan bir jonglör olarak görsek de, hayatını devam ettirebilmek için hırsızlık da yapmaktadır. Alex’in asıl mesleği olan ressamlık ise, artık Michelle tarafından teslim alınmıştır. Yine Kötü Kan’da Alex’in ortağı olan Hans, Köprü Üstü Aşıkları’nda, tadilat halindeki 9. Köprü’yü Alex ile paylaşır. Carax, gündelik yaşantısını, düşlerini ve kaygılarını sinemasına aktarırken, buna benzer farklı yerleştirmeler ile kendi öykülerini yeniden inşa eder. Bu bağlamda, değişen karakterler ve onların değişen ruh hallerinden güç alan film, Carax’ın bir bakıma olgunluk dönemini de işaret etmektedir. Filmde Alex, Michelle ve 9. Köprü sıkı bir simgesel bağ ile birbirine bağlanmış gibidir. Öykünün başında Alex ve Michelle fiziksel anlamda yaralı olarak karşımıza çıkmışlardır. 9. Köprü ise, trafiğe kapalı ve tadilat halindedir. Köprü, Alex için bir yaşam alanı, zaman zaman da bir mabettir. Adam, bu yaşam alanını Michelle ile paylaşmaya başlar. Bu başlangıç hem ilişkilerinin hem de üçünün birden onarım / iyileşme sürecinin başlangıcıdır. Öykü anlatıldığı sürece köprünün tadilatı devam etse de bu aşamalar Alex ve Michelle’in ilişkisinin arka planında erir. Köprü bu süreçte, ilişkiye sessizce ev sahipliği yapar. Öykünün finalinde her iki karakterin de fiziki yaraları kapanır ve köprü de yeniden hizmete açılır. Köprü Üstü Aşıkları, her ne kadar dramatik çatı anlamında yönetmenin diğer iki filminin rotasını takip etse de, öykünün finali bağlamında önceki yapıtlarından ayrılmaktadır. Öncelikle hem Alex hem de Michelle’in yaptığı tercihler, diğer yapıtlara oranla daha bilinçlidir. Filmde her iki karakterin de yaşadığı ilişkinin neticesi, önceki yapıtlardaki gibi net bir yok oluşla sonuçlanmamaktadır. Yine de sonuç aşamasına gelene kadar geçen süreç, ilk iki filmle tematik açıdan benzerlikler taşır. Hem Alex hem de Michelle, finale kadar ruhsal de fiziksel anlamda hem birbirleriyle hem de dış dünyayla olan çatışmalarını sürdürürler. Carax’ın sinema dilini şekillendiren unsurların hemen hemen hepsini Köprü Üstü Aşıkları’nda gözlemleyebilmek mümkündür. Film, yönetmenin önceki iki filmine yapısal olarak eklendiğinde, onun sinemasal evrimini de gözler önüne serer. Anlatı, yönetmenin kişisel ilişkilerinden, düşsel bütünselliğinden, dış dünya ile kurmaya çalıştığı bağdan, yaşam ve ölüm kavramlarıyla alakalı bireysel düşüncelerinden ve insan ilişkilerinin karşıtlıkları gibi genel konulardan beslenmektedir. Sistemi Kabullenmek ve Toplumsal Maskeler: Kutsal Motorlar Yönetmenin son filmi olan Kutsal Motorlar hem dilinin, hem sinemasal yaklaşımının hem de düşlerden sokağa adım atan şiirsel gerçekçilik kavramının önemli değişimlere uğradığı bir anlatıya sahiptir. Carax’ın kullandığı göstergeler, sürrealist okumalara fazlasıyla açık olmakla birlikte, hem öykü hem de karakterler açısından, yönetmenin filmografisinde yer alan bütün yapıtların toplamı gibi görünmektedir. Kronolojik anlamda Carax’ın gündelik hayatında da bambaşka bir dönemi işaret eder. Yönetmenin sosyal hayatındaki değişim ile birlikte merceğine giren kişisel kabullerin izlerine filmde rastlanabilmektedir. Film, Mr. Oscar adındaki bir adamın, bir gününe odaklanmaktadır. Bu bir gün içerisinde Oscar, dokuz farklı görevi yerine getirmek zorundadır. Yerine getirmesi gereken bu görevler, kendisine şoförü Celine tarafından iletilmektedir. Oscar, bütün gün, bir limuzinin arka koltuğunda kendini bekleyen görevler için hazırlanır. Her görev, bürünmesi gereken yeni bir karakter demektir. Oscar, limuzinin arka koltuğunda, çoğu zaman da kozmetik ve plastik makyaj yardımıyla yeni kimliklere bürünür. Büründüğü kimlikler sırasıyla dilenci bir kadın, CGI modeli, şehrin yer altının yıkım prensi Merde, suikastçi, bankacı, katil, aile babası, ölümü bekleyen bir ihtiyar ve fedakâr bir âşıktır. Leos Carax, anlatısındaki sürrealist unsurları, gündelik hayatta ayakları yere basan göstergeler ile izleyiciye aktarmaktadır. Diğer taraftan Kutsal Motorlar’ın yönetmenin düş dün- 108 yasının ürünü olduğu imgesel anlamda, filmin açılış sekansında izleyiciye aktarılır. Film, rüyadan uyanan Carax’ı görmemiz ile başlar. Yönetmen, parmağında beliren bir anahtar ile ağaç motifleriyle dolu gizli bir kapıyı açar. Bu kapı bir sinema salonuna açılmaktadır. Salonun balkonuna çıkan yönetmen, donuk bir biçimde gösterilen filmi izleyen seyircilerle birlikte, perdede oynayan King Vidor’un Halk (The Crowd, 1928) adlı sessiz filmine bakar. Bu sırada salonda emekleyen bir bebek belirir. Bir sonraki detay planda emekleyen bebek, siyah renkli bir köpeğe dönüşür. Carax, belki de sinemasında ilk defa izleyicinin açık açık eleştiri olarak yorumlayabileceği gösterenlere yer vermiştir. Filmin açılış planını hem auteurün düşlere ya da gündelik gerçekliğe şekil veren, onu işleyen sinemasal tercihlerinin gücü hem de ana akım sinemanın dönüştürücü, çirkinleştirici ve manipüle edici etkisine bir eleştiri minvalinde de yorumlanabilir. Kutsal Motorlar’da Carax’ın öyküsünün odağındaki ana karakter artık Alex değildir. Farklı okumalara da açık olacak biçimde Carax, yaratmış olduğu bu yeni karaktere kendisinin de ikinci adı olan Oscar ismini vermiştir. Diğer taraftan, Carax, filmde Oscar’ın bedeninde yeniden canlanan diğer dokuz karakter içerisinde, Alex ile benzeşen özellikler taşıyan, onun daha abartılı ve fantastik bir yorumu olarak da kabul edilebilecek Mösyö Merde karakterini de filme eklemlemiştir. Merde, ilk olarak Joon-ho Bong, Michelle Gondry ve Leos Carax’ın yönetmiş olduğu üç kısa filmin yer aldığı Tokyo! (2008), yapıtında, kendi adını taşıyan segmentte karşımıza çıkar. Mösyö Merde, hem toplumun diretmelerinden bunalan bireyin, fantastik hatta absürt grafik tercihlerle dışa vurumunu hem de dizginlenmiş cinselliğin, kontrolsüz bir libidal enerjiyle birleşerek gerçekleştirdiği yıkımı sembolize eder. Toplumla olan sorunları açısından Alex ile ortak özellikleri bulunsa da, Alex gibi dış dünyanın dayattığı kurallardan kaçmak yerine topluma, toplumun benimsediği değerlere ve rutinlerine saldırmayı hedefler. Merde, kelime anlamı bakımından Fransız dilinde pek çok hakaretin temsilidir. Carax, karakterine bu ismi koyarken, hem onun özelliklerini fantezi kanalında değerlendirilebilecek bir mizahla açıklamak hem de karakterin toplumdaki konumunu belirtmek adına ironik bir yaklaşımda bulunmak adına koymuş olabilir. İskandinav mitolojisindeki masalsı yaratıkları andıran Merde, tıpkı mitlerdekine benzer biçimde, insanların uzak olduğu bir yerde (kanalizasyon) yaşar ve zaman zaman yaşadığı yerden çıkarak toplumun huzurunu kaçırır. Artık unutulup gitmiş ya da insanların hiçbir zaman öğrenemediği, bilmediği bir lisanda konuşur. Toplumun ya da mevcut trendlerin güzel olarak lanse ettiği her şeye karşı savaş açmış olan Merde, çiçek (güzelliğin doğal temsillerinden biri) ve para (güzelliği sunileştiren ögelerden biri) yiyerek beslenir. Tokyo! Filmindeki uzun sorgu sahnesinde de karakterin bizzat anlattığı gibi; inandığı tanrı Merde’in aynaya bakmasını yasaklamıştır. Merde, annesinin bir azize olduğunu fakat insanlığın onun ırzına geçtiğini iddia eder. Ona göre, bedeninde hayat bulmuş bütün kötülük, bütün çirkinlik, insanlığın eseridir. Kısacası toplumun günahları, ihmalkârlıkları, düşüncesizlikleri Merde gibi bir canavar yaratmıştır. Kutsal Motorlar filminde tekrar karşımıza çıkan Merde, mekân olarak bellediği kanalizasyondan çıktıktan sonra bir mezarlığa gider ve mezarlığın üzerindeki çiçekleri yemeye başlar. Eğer ki Merde, insanlıktan yayılan kötülüğün ve düşüncesizliğin vücut bulmuş hali olarak yorumlanırsa, Carax’ın Köprü Üstü Aşıkları filminin temasına yerleştirilen ‘ölüm korkusu’ düşüncesinin; ölüm gibi trajik bir olayın bile ‘umursanmayışına’ evirildiğine yorabilmek mümkündür. Mezar taşlarından birinin üzerindeki ‘visit my web site: tobeornottobe.com’ adındaki internet adresi de, ölümün magazinel değerine yapılan bir gönderme olarak değerlendirilebilir. Merde, daha sonra Kay M adındaki bir fotomodeli kaçırarak gizli sığınağına getirir. Kanalizasyon, tıpkı Alex’in 9. Köprü’sü gibi, Merde’in mahremiyet alanıdır. Merde, fotomodelin bütün vücudunu, sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde örter. Güzelliğin cismani temsili olan Kay M’nin fiziki alımlılığını örterek onu bir nevi dışarıdaki dünyanın algısına göre değersizleştirir. Kay M’yi örterek sarmalamasına rağmen kendisinin soyunması, erkek egemen toplumlarda, özgürlüğünden ödün vermeyen erkeklerin, kadınlara uyguladığı kısıtlamayı, baskıyı andırmaktadır. 109 Hem Merde’e hem de Oscar’a bakıldığında Alex’in iki farklı kutbunu görebilmek mümkündür. Alex bu iki karakterin tam ortasında yer almaktadır. Merde, ne kadar kendi özgürlüğünü kısıtlamış, onu dışlamış, hor görmüş topluma dolaysız bir biçimde saldırıyorsa; Oscar da o oranda toplumun bir parçası olmuş ve kendisine biçilen rollere bürünme konusunda ustalaşmıştır. Carax, izleyiciye sürekli farklı rollere bürünen Oscar’ın ne ölçüde kendisi olduğunu sordurmayı amaçlamaktadır. Kronolojik açıdan değerlendirildiğinde, Köprü Üstü Aşıkları’nın finalinde kendince varoluşsal bir sorgulama sürecine giren Alex’in, Oscar’a dönüşmesi muhtemeldir. Hayatı boyunca normlarla mücadele eden, kendi içsel yolcuğuna toplumu pek de katmayan, neredeyse toplumla savaş halindeki Alex’in sonunda toplum ve toplumun talepleri arasında eriyip gitmesi de söz konusu olabilir. Bu durum hem Carax’ın öz yaşam öyküsel izlerini hem de yarattığı karakterin gelişiminin nihai bir sonucu olarak yorumlanabilir. Oscar, Carax kanalıyla günümüz insanının dış dünyanın talepleri doğrultusunda şekillenmekte olan rollerinin tamamının temsilidir. Bütün gün boyunca bir limuzinin arka koltuğunda, kendisine iletilen görevleri sırasıyla yerine getirir. Buradaki görevler, hem insanların gündelik hayatta bürünmek zorunda kaldıkları rolleri hem de kendini topluma kabul ettirebilmek için taktığı maskelerin sembolik ifadesidir. Oscar’ın fiziken, verilen görevlerdeki karakterlere benzemesi için limuzinde bütün imkânlar mevcuttur. Bu sayede, limuzin her ne kadar maddesel anlamda karşımıza çıkıyor gibi görünse de ‘toplum sosyologlarının’ Oscar’ın oyununa adapte edilmiş halidir. Oscar’ı, Alex’in gelişiminin son aşaması olarak değerlendirirsek, izleyicinin karşısına hayatındaki mücadeleden, arayıştan, topluma olan uzaklığının getirdiği sıkıntılardan kaçmış ve dış dünyanın taleplerini yerine getirmeye başlamış bir karakter çıkmaktadır. Leos Carax’ın sinemasal yaklaşımının en önemli besin kaynağı olan “bir kadın ile bir erkeğin tanışması” teması, burada filmin ana meselesi olmaktan çıkar. Fakat aşk olgusu dramatik çatının önemli bir desteği olarak varlığını sürdürmektedir. Oscar, kendi arabasına çarpan başka bir limuzinde sevdiği kadını görür. O da kendisine biçilen rolleri yapmakta, tıpkı Oscar gibi toplumun taleplerini yerine getirmektedir. Fakat iki karakter karşılaştıkları andan itibaren rol yapmayı bırakırlar. Dış dünyanın istekleri onlar için anlamsızlaşır. İkilinin yeniden karşılaşması, üstlerine yüklenen sorumluluklardan sıyrılmalarını ve kendilerini kabullendirmek için girdiği kalıpları kırarak, taktıkları maskelerin düşmesini sağlar. Hem Oscar hem de eski sevgilisi Jean, kendilerine biçilen toplumsal rolü oynarken, tıpkı Carax’ın önceki filmlerinde işlediği karakterler gibi kendi iradeleri ve hayalleri dışında bir yola sürüklenmiş, farklı insanlarla birlikte olmuş ve evlenmişlerdir. Jean, kendisine biçilen rolün neticesinde evlenmek zorunda kaldığı kişiyle birlikte intihar eder fakat Oscar yaşadığı tüm acıya (bıçaklanır, vurulur) rağmen ölmez. Jean’in yok oluşu Oscar’ı da yok etmez ama hissettiği aşkı da öldürmez. Sonuçta yine tesadüf faktörü devreye girmiş ve ikiliyi birbiriyle karşılaştırmıştır. Bu tesadüf Jean’i ölüme götürse de Oscar’ın gündelik rutinini pek fazla değiştirmemiştir. Carax, Kutsal Motorlar ile modern dünyanın gerekliliklerini yerine getirebilmek için kendi özünü, isteklerini ve tutkularını törpülemek hatta belki de yok etmek zorunda kalan bireyin portresini çizmektedir. Daha önceki yapıtlarına oranla, burada karşımıza çıkan karakterin yolculuğu her ne kadar sürrealist bir formda, şiirsel ve düşsel bir gerçeklikle ele alınsa da, kaygıları daha gündelik kaygılardır. Yönetmenin sinema dilinin, metaforlardan en fazla beslediği yapım olarak kabul edebileceğimiz Holy Motors, izleyicinin yorumlamasına ve zihinsel katılımına en fazla olanak tanıyan yapıtıdır. Leos Carax Sinemasının Ortak Ögeleri Tıpkı Sarris’in kuramında olduğu gibi, yönetmenin teknik ustalığının, filmlerde tekrar eden ögelerle ortaya çıkan ve yaratıcının imzasını taşıyan içsel ve dışsal anlamlar Carax’ın sinemasının da dilinde kendisini var etmektedir. Yönetmenin filmlerinde, ya aynı ya da benzer özellikler taşıyan karakterleri veya bu karakterlerin zaman içindeki değişimini gözlemleriz. Carax, bazen karakterleri farklı suretlerde, aynı isimlerle karşımıza çıkarır. Öykülere eklem- 110 lenen her karakter, öncesinde anlatılmış ya da sonrasında anlatılacak öyküler ile sıkı bir bağlantı içerisindedir. Yönetmenin sinemasının en önemli besin kaynağı Yeni Dalga ve Şiirsel Gerçekçilik akımlarıdır. Tıpkı Truffaut’un makalesinde örneklendirdiği gibi Carax’ın yapıtlarında da kendi kişisel duygu ve düşüncelerinin dışa vurumu söz konusudur. Alex onun perdedeki aynası gibidir. Carax, Kutsal Motorlar’ın açılış sekansında bizzat görünerek, bütün öykünün kendi rüyasının bir iz düşümü olduğunu izleyiciye bir kere daha hatırlatır. Kendi içsel dünyasından yola çıkarak filmleriyle oluşturduğu düşünsel ve organik bağ, onu Yeni Dalga’nın önemli bir temsilcisi haline getirmiştir. Sinemasının erken döneminde yapıtlarını oluştururken hem tematik hem de kurgusal anlamda benzer bir rota izleyen Carax, Kutsal Motolar ile birlikte epizodik bir öykü anlatımını tercih etmiştir. Sinemasal tercihlerindeki bu değişime rağmen, Carax’ın son filmini, önceki filmlerinden ayrı biçimde değerlendirebilmek mümkün değildir. Grafik ve içerik anlamındaki değişimlere rağmen, Bresson’ın örneklendirdiği gibi, kamera açılarından, seçilen mekânlara kadar Carax’ın yarattığı mizansen kendine ait teknik tercihlerini de öne çıkarmaktadır. Bu bakımdan yönetmenin yapıtlarının arasında sıkı bir akrabalık bağı olduğu söylenebilir Carax’ın müzikal tercihleri de yaratmış olduğu mizanseni duygusal bağlamda desteklemektedir. Genellikle Les Rita Mitsouko ve Arvo Part gibi müzisyenlerin yapıtlarını filmlerinde kullanan Carax, erken dönemde, yarattığı mizanseni David Bowie’nin şarkılarıyla güçlendirmiştir. Örneğin, ilk filmi Boy Meets Girl’de Mireille ve Alex’in arasındaki ilişkinin detaylarına inerken, David Bowie’nin When I Live My Dream şarkısını kullanarak, mizanseni ve öykünün alt yapısını güçlendirmeyi hedeflemiştir. Filmde Bowie’nin şarkısının sözleri, Carax’ın şiirsel sinemasının dili haline gelmiştir. Şarkıda, sadece rüyalarında ideal aşkı yaşayan bir adamın hislerine yer verilmektedir. ‘Aşk sadece rüyamda varolabilir’ sözü hem yaratılan mizanseni hem de filmin finalini daha anlamlı kılmaktadır. Leos Carax’ın sinemasına eklemlediği görsel tercihler de bir süre sonra kendi dilinin ayırıcı özelliklerinden biri haline gelmiştir. Sessiz sinemanın gücüne ve ifade biçimine özlem duyan Carax, filmlerinde sessiz sinema filmlerinden parçalar yerleştirdiği gibi, karakterlerinin hislerini kelimelerle ifade ettikleri kısımlardan ziyade, onların suskunluklarından faydalanarak öyküsünü şekillendirir. Carax’ın sessiz sinemaya olan ilgisini Kutsal Motolar’ın açılış sekansına yerleştirdiği King Vidor’un Halk filmiyle izleyicisine bir kere daha hatırlatmaktadır. Carax ayrıca, filminin belli başlı noktalarına kısa kısa siyah beyaz sessiz kareler de eklemeyi ihmal etmez. Örneğin Kutsal Motolar’ın başında 19. yüzyıldan kalma siyah beyaz kareler gösterir. Koşmakta olan veya yere tuğla döşeyen erkek bedenlerinin olduğu bu kareler Carax’a göre sinemanın başlangıç noktasını işaret etmektedir (Altyazı, Serra Yılmaz – Leos Carax Söyleşisi, 2013). Yönetmenin sinemasında oyuncuların hikâyeyi büyük bir fiziksel eforla sarf etmelerini de onun sessiz sinema tutkusuna bağlayabilmek mümkündür. Carax, oyuncularını fiziksel olarak sınamayı da ihmal etmediği sahneler konusunda şunları söylemektedir: Bütün filmlerimde oyuncuları düşünerek, onların rollerine fiziksel olarak hazırlanabilecekleri sahneler koydum; paraşütten atlamaları veya dans etmeleri, su kayağına binmeleri gibi fiziksel şeyler. Dolayısıyla oyuncuların önceden fiziksel olarak hazırlanmaları gerekti. Bu tip hazırlıklar film acı verici veya dramatik olsa bile onları ayakta tuttu. Haftalarca süren çekimleri oyuncuların kaldırabilmesi gerekiyor. Onlardan dans etmelerini veya fiziksel şeyler yapmalarını isteyeceğiniz sahnelerin olduğunu bilirlerse bu onları şevklendiriyor (Altyazı, Serra Yılmaz – Leos Carax Söyleşisi, 2013). Bütün bu etkilenime ve zaman içerisinde modern sinema çatısı altında toplanan yönetmenlerin ‘kurumsallaşma’ kaygısına rağmen Carax, etkisi altında kaldığı yönetmenlerin sinemasal tercihlerini yapıtlarına eklemlerken, kendi dilini oluşturmayı da başarmıştır. 111 TARTIŞMA VE SONUÇ Leos Carax, Fransız Yeni Dalga akımından kalan mirası sahiplenmiş ve modern sinemanın ‘zamansızlığını’ kanıtlamış bir yönetmen olarak karşımıza çıkmaktadır. Carax her ne kadar bu akımın eğilimlerini sahiplenmiş olsa da, öykülerini anlatırken kendine has bir formül üretme çabası da göstermiştir. Yeni Dalga’nın sokak gerçekliğini ve şiirsel anlatısını yapıtlarına eklemlerken, sürrealist bir dil oluşturmayı başarmıştır. Modern sinemaya dair yapıtlar üreten tüm yönetmenler gibi, klasik anlatının çizgiselliğine ve bütünlüğüne sırt çevirmektedir. Tıpkı Godard gibi dağınık, sıçramalı kurgudan beslenen bir anlatım dilini benimsemiştir. Sinemasını oluşturan parçaları bir bütün halinde dikerken, kendisinden önce gelen auteur’lerden de etkilenmiştir. Kurgu ve mizansen anlamında Godard’dan pek çok şey ödünç alan Carax, anlattığı öykülerin ritmini oluştururken de Truffaut gibi sokaktan ve sokak gerçekliğinden ögeleri bir araya getirmektedir. Tıpkı modern sinemayı şekillendiren diğer auteurler gibi yazılı bir senaryoyla çalışmasına rağmen, öyküsünde yakaladığı ‘an’lara ağırlık vermektedir. Gündelik yaşantının içerisinden keserek filmine yapıştırdığı sıradan sahneler, filmlerinin ana hikâyesini oluşturur. Bu sebeple Carax, özellikle bir öykü anlatıyormuş gibi görünmez. Sokak gerçekliğinden çekip çıkardığı sahneler bir araya geldiğinde bir öykü anlatabilmektedir. Aradaki boşlukları doldurmak ise, izleyicinin düşünsel katılımıyla gerçekleşmektedir..Yönetmenin insan ilişkileri, yaşam, ölüm rüyalar ve duygusal çatışmalar üzerine yapmış olduğu kişisel sapmalar, sinemada daha önce de anlatılagelmiş ‘sokak gerçekliği’ çerçeveli öykülere kendine has bir yorum getirmesini sağlamıştır. Leos Carax, sinemasını hem görsel hem de düşünsel biçimde şekillendirirken derin bir anlatım dilini benimsemektedir. Anlatısına adapte ettiği zengin söylemlerin kökeni modern sinemaya dayanmaktadır. Sinemasal tercihleri sayesinde sokağa dair öyküler anlatmasına rağmen, hiçbir zaman dilsel anlamda gündelik hayatın algı sınırlarına inmez. Kendi sinema dilini, anılarıyla, yaşadığı ilişkilerle, dış dünya ile olan diyaloglarıyla biçimlendiren Carax, kendinden önce gelen yönetmenlerin yaklaşımlarını da özümsemiştir. Böylece kendi adı ile anılabilecek özgün bir sinema anlayışı geliştirmiştir. Sinema yapmaya başladığı ilk dönemlerde, açık biçimde etkilendiği yönetmenlere öykünmüş olsa da kendi sinema dilini, filmlerinin kimliğini dolduran karakterleri oluşturmayı başarmış olan Carax, bu gün tamamen kendi adıyla anılabilecek ve kendi yaklaşımları sayesinde neredeyse kuramsallaşmış izlenimi veren bir anlatı biçimi geliştirmiştir. Salt karakter odaklı ve sinema tutkusunu gözler önüne seren yapımların arından bu gün hayatımıza daha fazla egemen olan dijital sanatlar, bireyin üstlenmek zorunda olduğu roller, düş ve kâbus mevhumunun neredeyse iç içe geçmesi sebebiyle oluşan, bireysel kaygıları ön plana almasına rağmen, toplumun onu şekillendirme gücünü de anlatısına ekleyen bir öykü evrenine kavuşmuştur. Bu gün yönetmenin sinemasında gelmiş olduğu nokta, bireylerin epistemolojik kaygılarının yanı sıra, biçim ve içerik olarak izleyicisini de zorlayacak ve salt öykü anlatımıyla sınırlandırılamayacak bir sinematografik sorgulama süreci olarak yorumlanabilmektedir. Kaynakça • Bergan, R. (2010). François Truffaut (E. Kılıç, Çev.). İstanbul: Agora • Biryıldız, E. (2010). Sinemada Akımlar. İstanbul: Betaş • Gönen, M. (2008). Paradoksal Sanat Sinema. İstanbul: Versus • Hıdıroğlu, İ. (2011). Yeşilçam Sinemasında Bir Auteur. Atatürk İletişim,1, 26-28 • Kovac, A.B. (2010). Modernizmi Seyretmek (E. Yılmaz, Çev.). Ankara: De Ki • Rosenbaum, J. (2005). Serge Daney: Yeni Dalga’nın Yıkıcı Oğlu (i. Kabaran, Çev.). 2005 • Soydan, M. (2006). Siyasal Kimlik ve Sinema Dili İlişkisi: Sinan Çetin Örneği. Küresel İletişim, 1, 7-8 • Tarkovski, A. (2010). Mühürlenmiş Zaman (F. Ant, Çev.). İstanbul: Agora • Wollen, P. (2008). Sinemada Göstergeler Ve Anlam (Z. Aracagök, B. Doğan Çev.). İstanbul: Metis 112 İnternet Kaynakları • Altyazı.Net – Serra Yılmaz ve Leos Carax Söyleşisi. http://www.altyazi.net/soylesiler/leos-carax-serra-yilmaz/ • Demirci, T.T. (2008, 13 Ağustos) Leos Cara-X Söylencesi. surrealisteylemturkiye.blogspot. com/2008/08/leos-cara-x-sylencesi.html • Kültürel Okumalar (2013, 16 Nisan) http://kulturelokumalar.blogspot.com/2013/04/godard-sinemasinda-evrensel-bir-portre.html • http://sanatsinema.com/2011/09/24/yeni-dalga-akimi/ •http://www.sinemayakurdi.com/film-gotar-makaleler/25-gotar-makaleler/607-sinemanin-sairaneligi-siirsel-gercekcilik.html • http://www.sozlukturkce.com/word/auteur/ • Kaya, A. (2012, 25 Ağustos). Sinemanın Şairaneliği: Şiirsel Gerçekçilik. http://www.sinemayakurdi.com/film-gotar-makaleler/25-gotar-makaleler/607-sinemanin-sairaneligi-siirsel-gercekcilik.html • Odabaş, B. (1989). Fransız Sinemasında Yeni Dalga. http://www.kameraarkasi.org/sinema/ sinemadaakimlar/fransizsinemasindayenidalga.html • Saydam, B. (2008, 30 Temmuz). Leos Carax Sineması. http://forum.yedincigemi.com/index.php?showtopic=1770 •Sinemasal Dünya. http://sinemasaldunya.com/sineman%C4%B1n-%C5%9Fairaneli%C4%9Fi-%C5%9Fiirsel-ger%C3%A7ek%C3%A7ilik/ • Taşdan, Ö.S. (2013, 16 Nisan). Godard Sinemasında Evrensel Bir Portre ve Politik Bir Aygıt Olarak “Week-End”. • Tezcan, T. (2012, 16 Temmuz). Şiirsel Gerçekçilik Akımı ve Sineması http://sinemaninrenkleri.blogspot.com/2012/07/siirsel-gercekcilik-akm-ve-sinemas.html • Yorgancıgil, G. (2011, 12 Ağustos). Auteur Teorisi. http://www.gokhanyorgancigil. com/?p=945 Filmler • Carax, L. (1984) Boy Meets Girl. Fransa • Carax, L. (1986) Kötü Kan. Fransa • Carax, L. (1991) Köprü Üstü Aşıkları. Fransa • Carax, L., Gondry M., Bong J. (2008) Tokyo! Japonya • Carax, L. (2012) Kutsal Motorlar. Fransa • Tarkovski, A. (1979) Ayna. Sovyetler Birliği • Vidor, K. (1928) Halk. ABD 113 TELEVİZYON REKLAMLARINDA KADIN TEMSİLİ VE TOPLUMSAL CİNSİYET İLE İLİŞKİSİ Fatma Kabaoğlu Özet: Bu çalışmada reklamda kadın temsili üzerine bir tartışma gerçekleştirilecektir. Bu incelemeler öncesinde cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramları açıklanarak aralarındaki fark ortaya konacaktır. İncelemenin temelinde toplumsal cinsiyet kavramı üzerine durularak geçmişten öncelikle kadının, fakat aynı zamanda da erkeğin günümüze hangi toplumsal cinsiyet öğelerini taşıdığı ortaya konmaya çalışılacaktır. İncelemenin yapıldığı reklam aracı olarak sadece televizyon reklamları baz alınmış olup, kadının bu reklam türlerinde hangi amaçlara hizmet ettiği, neden kullanıldığı ve nasıl temsil edildiği sorularına cevap aranacaktır. Bu araştırma kapsamında geçmişten günümüze birçok televizyon reklamları örnek gösterilerek içerik analizi yapılmaya çalışılacak ve böylelikle kadının televizyon reklamlarındaki temsili analiz edilmeye çalışılacaktır. Reklamda kadın temsilini daha net ortaya koyabilmek amacıyla, bazı reklam örneklerinde karşılaştırma amaçlı erkek temsiline de yer verilecektir. Anahtar Kelimeler: Reklam, Toplumsal Cinsiyet, Kadın, Temsil WOMAN REPRESENTATION IN TV ADVERTISEMENTS AND ITS RELATIONSHIP WITH GENDER Abstract This article attempts to debate woman representation in advertisements. Prior to the analysis, the concepts of “sex” and “gender” will be expounded and the difference between each other’s will be exhibited. The analysis constitutively will dwell upon the concept of gender but on the other hand, it will address which elements of gender have been presented, especially by woman but as well as man, from past to present. The analysis is based on TV commercials as advertisement medium that will answer the questions as follows; “To which purpose woman serves in these types of commercials?” “Why and how she is represented?” To make these arguments more clear, samples from different commercials where man is representation in a comparative manner. Keywords: Advertisement, gender, woman, representation 114 Giriş Üretilen bir malın veya hizmetin tüketiciye/kullanıcıya iletmenin en önemli yolu söz konusu ürün/hizmetin reklamının yapılmasından geçer. Reklamı yapılan ürünün öncelikle dikkat çekmesi, reklam içeriğinin ‘inandırıcılığı’ ve bunlara bağlı olarak ürünün istenen satış miktarlarına ulaşması reklam yapanların en öncelikli hedefidir. Reklamcılar bu hedeflerine ulaşabilmek adına kitle iletişim araçlarından önemli düzeyde faydalanmaktadırlar. Aynı ürünün reklamı farklı kitle iletişim araçları vasıtası ile izleyici/tüketici ile buluşurken, farklı reklam türleri de reklamcıların üzerinde durduğu alternatiflerdendir. Reklamın hedef kitlenin dikkatini çekmesi ve istenen hedeflere ulaşabilmesi için reklamcılar kurguladıkları reklamlarda farklı temsiller tercih etmektedirler. Bu araştırmanın amacında öncelikle Televizyon reklamlarında kadınların hangi rollerde temsil edildiği, aynı temsillerin benzerlerinin erkeklerin oynadığı rollerde olup olmadığıdır. Diğer taraftan hayatımızın vaz geçilmezi haline ve gündelik yaşam tarzlarımız üzerinde ciddi etkileri olan kitle iletişim araçlarının veya onlar vasıtası ile bize ulaşan reklamların toplum üzerindeki etkileri kuşkusuz tartışılamaz hale almıştır. Reklamların toplumdaki davranış biçimleri ve roller üzerindeki etkileri toplumsal cinsiyet kavramı üzerindeki tartışmaların temelini oluşturmaktadır. 1. Yöntem Televizyon reklamlarında kadın temsili ve toplumsal cinsiyet ile ilişkisini ortaya koymak için öncelikle kavramlar açıklanacaktır. Akabinde 9 farklı reklamın içerik analizi yapılarak kavramsal çerçevede değerlendirilecek ve tanımı yapılmış kavramlar ile ilişkilendirilecektir. 2. Reklam Reklam sözcüğü Latince kökenli (“clemere”) olup bağırmak anlamına gelmektedir. Bu sözcüğün üzerine literatürde birçok anlam ve tanımlama yapılmıştır. Reklam bir taraftan “bir olayın, bir olgunun ya da haberin belirli bir insan topluluğuna duyurulması” anlamına geliyor olsa da asıl bizim bugün reklamdan anladığımız ise “bir işin, bir malın veya hizmetin para karşılığında, kitle iletişim araçlarında, tarif edilerek geniş halk kitlelerine duyurulmasıdır”. (Taşkın & Şahım, 2007, s. 4) Bu tanımlamaya dayanarak reklamın bir araç olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu niteliği ile günümüz modern pazarlama anlayışı içerinde üretici ve tüketici arasındaki bağın oluşturulması, mal veya hizmetlerin tüketiciye tanıtılmasında önemli rol oynamaktadır. Reklam veren için reklamın amacı her ne kadar ekonomik boyutlarda olsa da tüketici için de bazı faydalar içermektedir. Onun açısından bakıldığında tüketici pazara sunulan birçok ürün alternatifi içinden reklamı bir rehber/yol gösterici olarak kullanarak kendisi için en faydayı ürünü seçebilmektedir. Her ne kadar tüketici açısından bu tür kolaylıklar sağlasa da aslında reklam bir ‘talep yaratma sanatıdır’. Reklamcılar tarafından bir reklamda tüketiciye belirli bir ürün gösterildiğinde veya tüketicinin o ürüne karşı ihtiyaç duyması mesajı verildiğinde sadece bununla yetinmemektedirler. Bu sebepten reklamda hem ürünün sembolik anlamı, hem de istek ve değerler yelpazesi devreye girmektedir ki, izleyici/tüketici bu reklamın sunduğu habitus ile kendi gerçek yaşadığı habitus arasında benzerlik ve bir bağlantı kurabilsin. Reklam bir ‘talep yaratma sanatı’ olarak özellikle alt ve orta sınıfa mensup insanlara sürekli olarak kendi hayatlarından memnun olmamaları gerektiğini hatırlatarak, tüketicinin kendinde eksiklik duymasına sebep olmaktadır. Bu şekilde izleyiciye, aynı zamanda tüketiciye, verilmek istenen mesaj açıktık: Bu ürünü aldığında daha renkli ve mutlu bir hayata sahip olacaktır. Özet olarak reklamın en önemli görevinin inandırmak olduğunun altı çizilebilir. Reklam kampanyalarında tercih sebebi olan güzel kadınlar, yakışıklı erkekler bu nedenle bir takım amaçlara hizmet etmektedir. Diğer bir değişle tüketicilerin duyguları bir anlamla reklamda gösterilen objelerle sömürülmektedir. Reklamı yapılan ürün ‘sadece’ tanıtılmamakta, aynı zamanda yapılan reklam ile o ürüne bir değer yüklenmektedir. Bu sebepten reklamcılar tarafından reklam kampanyalarında konumlandırılan güzel kadınlar veya yakışıklı erkekler tüketicinin ürün seçimini ciddi anlamda etkilemekte, izleyici ürünü satın aldığında ürünün yanı sıra ürünün vaat ettiği değerleri de satın almış olacaktır. (Uğur & Şimşek, 2011) Reklam her türlü kitle iletişim aracı vasıtası ile farklı farklı türlerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlar arasında en önemlilerinden biri ise televizyon reklamlarıdır. Televizyon aracılığı ile tüketici ile buluşan reklam ses ve imge algılamada daha etkili olduğundan diğer kitle ileti- 115 şim araçlarında yayınlanan reklamlara oranla kamuoyunun daha çok dikkatini çekmekte ve ilgi alanını genişletmektedir. (Mengü, 2004, s. 140) Reklamın yukarıda belirtilen hedeflerine ulaşabilmesindeki en önemli yolu izleyiciyi/tüketiciyi inandırmaktan geçmektedir. Bu sebepten reklamlarda kimlerin nasıl kullanıldığı önemlidir. Görsel resimler insanın en önemli duyu organına, gözlerine hitap etmektedir. Görsel etkiler kişinin kendisi için oluşturduğu öz imaj bakımından ilk sırada yer alırken, bunları kulak ve dokunma duyusu takip etmektedir. Birçok insan için başkaları tarafından nasıl algılandığı/göründüğü kimlik gelişimlerinde önemli rol oynamaktadır (Schmerl, 2003, s. 17). Reklamlarda kullanılan güzel kadınlar ve yakışıklı erkekler sayesinde tüketicinin ürün seçimindeki kararını etkilediğinden duyguları bir anlamda sömürülmektedir. Böylece tüketici sadece başlı başına reklamı yapılan ürünü değil, o reklam aracılığı ile ürüne yüklenmiş değeri de satın almış olacaktır (Uğur & Şimşek, 2011). Reklamın işlevi elbette yukarıda bahsedildiği üzere firma ve potansiyel müşterileri arasında bir iletişim biçimi olmaktan ibaret değildir. Bu fonksiyonların yanı sıra reklamcılık “kültürel ve sosyal bir olgu olarak bireyler ve ürünler arasındaki sembol ve fikir iletimini sağlayan önemli bir alandır” (Mengü, 2004, s. 141) ve bu sebeple belli tavır, davranış ve değerleri vurgulama ya da belli yaşam biçimlerini ve belli oluşumlarını güçlendirme özelliğine sahiptir. Bu nedenle reklamcılık ideolojinin önemli taşıyıcılarındandır. Toplumsal cinsiyet rollerinin inşası ideolojilerin etkisinde olduğundan bu rollerin şekillenmesinde reklamların azımsanamayacak etkileri vardır. Reklamlarda kadın bedeninin cinsel bir obje olarak kullanımı ve böylelikle ‘nesneleştirilmesi’ tamda reklamların toplumsal cinsiyet rollerinin şekillenmesinde oynadığı rolün bir çıktısıdır (Batı, Fall 2006, s. 2). “Reklamı yapılan mallar/hizmetler çeşitli sembollerle var olurlar. Birey bu malları/ hizmetleri tüketirken tükettiği yalnızca mallar değil, o semboller bütünüdür. Kullanılan kıyafetler, mekan, dil, dış sesler, müzik sembolik anlamlar taşımakta erkek ve kadının reklam içinde konumlandırılması ve hangi cinsin hangi ürünle özdeş olarak sunulduğu da reklamın yan anlamını bir anlamda ideolojisini göstermektedir. Etrafımızda gördüğümüz ve her an maruz kaldığımız reklamlardaki kadınlar ve erkekler izleyiciye ve onun bilinçaltına bu semboller aracılıyla devamlı mesajlar göndermektedir.” (Pira & Elgün, 2004, s. 531) 3. Toplumsal Cinsiyet Reklamlarda belli bir cinsin temsiline geçmeden önce cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramları arasında bir ayrım yapmak yerinde olacaktır. Kısaca tanımlamak gerekirse cinsiyet (İng.: sex) kavramı insanın biyolojik cinsiyetini ifade ederken toplumsal cinsiyet (İng.: gender) kavramı ise bundan farklı olup erkek ve kadın cinsiyetinin toplumsal algılanışını ve aynı zamanda bir yapı olarak erkek ve kadının ne olduğunu ifade etmektedir. Toplumsal cinsiyetin değeri ve sosyal işlevi zaman ve mekan kavramlarının ekseninde değişken olup kültürel yapı tarafından belirlenmektedir. Bu çerçevede kadın ve erkek arasındaki roller, davranış kalıpları, duygusal özellikler gibi farklılaşmanın nasıl olduğu toplumsal cinsiyet kavramı içerisinde değerlendirilir (Batı, Fall 2006, s. 3-4). Özellikle kitle iletişim araçları vasıtası ile geniş kitlelere iletilen mesajlarda kadın ve erkek arasındaki farkların toplum üzerindeki yansımalarının bir göstergesi olan toplumsal cinsiyetin izlerine rastlamak mümkündür. Kitle iletişim araçlarından biri olan televizyonda yayınlanan reklamlarda kadın ve erkeğin toplumsal algı ve konumlandırılmasına dair pek çok ipucu bulunmaktadır. Özellikle kadının kendisi reklamların hedef kitlesi olası ve diğer taraftan da karşı cinsten olan hedef kitleyi etkileyebilmesinden dolayı reklamcılar tarafından sıkça kullanıldığı görülmektedir. Egemen ideolojinin söylemlerini ortaya koyan reklamlar toplumun kültürüne ait değer, imaj, mit ve dil gibi toplumsal ögeleri kullanmakta ve böylelikle reklamlar kültürel metin özelliği taşımaktadır. Toplumun var olan egemen değerleri bu şekilde korunmakta, var olan ırk, sınıf ve cinsiyet değerlerinin yeniden üretimini sağlamaktadır. Böylelikle reklamlar bireyleri tüketim kültürü içinde toplumsallaştırmaktadır. Başka bir ifade ile reklamlar bir ideolojik araç halini almakta, cinsiyet kimliklerini görsel ve sözel olarak üretmekte ve 116 derinleştirmektedir. Böylelikle reklamlar bir ideoloji aracı olarak kültürel değerler çerçevesinde kadına ve erkeğe ait cinsiyet rollerini yeniden tanımlamada önemsenemeyecek kadar büyük bir rol oynamaktadır (Çimen, 2011, s. 38). Erkek ve kadının biyolojik farklılaşmasına ideoloji tarafında yüklenen değerler ve anlamlar olarak tanımlayabileceğimiz toplumsal cinsiyet kurumlar ve sosyal çevre ile oluşan, karşılıklı etkileri bulunan, iç içe geçmiş karmaşık bir ilişkiler bütünüdür ve bu kavram kültürel, ekonomik, politik ve davranışsal tüm farklılıkları içermektedir (Pira & Elgün, 2004, s. 529). Kadının toplumdaki konumu içinde bulunduğu ülkenin gelişme düzeyi ve toplumun kültürel değerleri tarafından belirlenmektedir. Bu noktada kitle iletişim araçlarının olumlu veya olumsuz payı büyüktür. Bazı medya yazarları tarafından kadın eşinin yanındaki hoş ve ayrılmaz dekor, bir süs objesine dönüştürülerek yeni davranış ve tüketim kalıpları topluma iletilmektedir. (Özsoy, 2006, s. 51) Toplumsal cinsiyet kavramını ele alırken dikkat edilmesi ve gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus ise toplumdaki eril rollerin illaki erkek, dişil rollerin ise illaki kadın tarafından kullanılmamasıdır. Bir kadın eril özelliklere sahip olabildiği gibi, bir erkek de dişil özelliklere sahip olabilmektedir. (Pira & Elgün, 2004, s. 529) “Ofçay”- Reklamı bir erkek figürünün dişil bir rolde gösterilmesine bir örnek olarak gösterilebilir. Eril ve dişil cinsiyet rolleri ataerkil bir ideoloji tarafından belirlenmektedir. Bu ideolojiye göre kurallar erkekler tarafından konulmakta, kadınlar ise bu ideolojinin kurallarını benimsemek ve onlara uygun davranmak suretiyle sistem içinde yerlerini alabilmektedirler. (Çimen, 2011, s. 34) Bu ideoloji tarafından belirlenen eril özelliklere göre kişi; duygusal değil ve duygularını daima gizler, pek kolay incinmez, hiç ağlamaz, nesnel davranabilir, bağımsız, saldırgan, kolayca etkilenmez, başat, sokak yönelimli, matematiği sever, bilimsel, küçük bir kriz durumunda kolayca heyecanlanmaz, dünya işlerinden iyi anlar, aktif rekabetçi, mantıklı, kendine güvenli, çalışma hayatında yetenekli, maceracı, kararlarını kolayca verir ve bir lider gibi davranabilir olarak sayılabilir. Bu özelliklerin tersine dişil özellikler arasında ise oldukça anlayışlı olma, yumuşak bir dil kullanımı, güvenlik ihtiyacı çok güçlü durumda, oldukça nazik davranma, diğerlerinin duygularının farkına varma, çok konuşkanlık, dinine bağlılık, alışkanlıklarında düzenlilik, duygularını kolayca ifade edebilme, kendi dış görünüşüyle oldukça ilgili olmak, edebiyat ve sanattan hoşlanma sayılabilir. (Pira & Elgün, 2004, s. 529) Ofçay çay firmasının kullandığı bu reklam filminde bir polisiye dizisizinde aldığı rol ile tanınan Şevket Çoruh rol almaktadır. Bahsi geçen dizide Çoruh sert bir polis memurunu canlandırmakta ve eril özellikler taşımaktadır. Ofçay reklamının başında Çoruh yine o sert erkek duruşunu sergilemektedir. Tepsideki çay bardaklarını yeni doldurmuş iması ile elinden çaydanlığı ocağın üzerine bırakan Çoruh bu imajını sürdürüyor. Tam çay tepsisini eline alırken içeriden bir kadın sesi “bekleme yapma Şevket” diye sesleniyor ve Çoruh o sesle birlikte farklı bir role bürünüyor. YüzünResim 1: Ofçay deki o sert ifadeyi tebessüme bırakan Çoruh, tepsiyi eline alarak “geliyorum ‘aşkitom’” diye cevap veriyor. Bu reklam filminde ima edilen kadının eril bir rol üstlenerek hizmeti alan, erkeğinse bir dişil rol üstlenerek muhtemelen gelen misafirlere (bardak sayısı) hizmet etmesidir. Hizmet rollerinin değişiminin yanı sıra kadının emirvari seslenişi ve bunun karşılığında daha çok kadınlar tarafından kullanılan ‘aşkitom’ hitabı ile Çoruhun cevap vermesi eril rollerinin bir kadın, dişil rollerin ise bir erkek tarafından kullanılabileceğinin bir göstergesidir. Toplumsal cinsiyetin biyolojik cinsiyetten en önemli farkı ise doğuştan var olmayan aksine zaman ve süreç içerisinde bireylere aktarılmasıdır. Bu süreçler rolün öğrenilmesini, toplumsallaşmasını ve içselleştirmeyi kapsamaktadır. Kitle iletişim araçlarının yanı sıra 117 bu üçlü ilişkinin devamını ve yeniden üretilmesini sağlayan kurumlar aile (ve/veya anne, baba) , öğretmenler ve arkadaş guruplarıdır. (Pira & Elgün, 2004, s. 530) 4. Reklam ve Cinsiyet “Bir reklama bakıldığı zaman beyine gözler yoluyla aktarılan iletileri “üç aşamalı ve bilgiye bağlı anlama” biçimiyle açıklayabiliriz. Birinci aşama reklamın taşıdığı iletinin beyin tarafından algılanması ve çözümlenmesi, tanıtılan ürünün beyin tarafından bellekte bulunan bilgilerde yanılsanmasıdır. Yalnızca bu yansıma yeterli değildir. Geriye ya da ikinci aşamaya bu yansımanın değerlendirilmesi kalır. Son aşama yani üçüncü aşamada ise iletinin kendisinin değerlendirilmesi yer alır. Eğer reklam cinselliği çok açık bir biçimde sergiliyorsa beyin “Bilgiye Bağlı Anlama” sırasında daha çok reklamın taşıdığı üzerinde duracak, iletinin biçimine daha çok yönelecek ve böylece tanıtılan ürünün ve reklamın değerlendirilmesi yalnızca ikincil dereceden önem kazanacaktır. Genellikle cinsel yönü oldukça ağır basan reklamlarda öncelikle, özellikle bu cinsellik dikkat çeker ve ürün üzerindeki dikkati, reklamın taşıdığı iletinin içeriğini ikincil düzleme iter ve reklam amacından sapmış olur. Cinsellik yönü ağır basan bir reklam söz konusu olduğunda hedef kitledekiler reklamı gördükten sonra bilgiye bağlı tepki (cognitive response) belleğe kaydetme (memory record) cinsellik taşıyan ileti ürünü, değerlendiren iletiyi bastırır ve böylece ürünün daha az anımsanmasına neden olabilir1. Buna karşın cinselliği işleyen reklamları cinselliği işlemeyen reklamlardan daha değişik bir biçimde etkin olmaktadır. Hedef kitle cinselliği işleyen reklamları daha çok ilginç buldukları ürünü alım sırasında bu yönü anımsayıp ürünü satın almaya yönlenmiş olabilirler.” (Barokas, 1994, s. 130) Barokas’ın reklamın nasıl algılandığı ve beyin tarafından nasıl işlendiğinin ifadesiyle reklamlarda neden cinselliğin bu denli işlendiği daha kolay anlaşılmaktadır. Erotizmin en çok sergilendiği veya kullanıldığı sektör reklamcılık sektörüdür. Reklamcıların kimi kez dolaylı, kimi kezse doğrudan kullandıkları erotizmin ötesinde tamamen pornografik olarak nitelendirilebilecek reklamlara rastlanmaktadır. (Taşkın & Şahım, 2007, s. 54) Pornografiyi anlamak adına kelimenin kökenine inildiğinde pornografinin yunanca ‘porne’ (fahişe) ve ‘graphein’ (yazmak/kazımak) kelimelerinin birleşiminden oluştuğu görülmektedir. İçerik olaraksa pornografi “ ‘haya, edep ve ahlaka aykırı’, ‘edep ve ahlak dışı’, ‘müstehcen’, hatta cinsellik bağlamında ‘çokça ayıp’ ” (Çamdereli, 2013, s. 570) anlamlarını taşımaktadır. “Cinsel Çağrışımlar bir kışkırtmayı ve cinsel aşk isteğini uyandırmayı hedefliyorsa, bir başka deyişle seks arzusunu kamçılıyor ve kösnül duyguları tetikliyorsa erotizmin ve pornografinin alanına girilmiş demektir”. (Çamdereli, 2013, s. 570) Cinsellik ve erotizmi anlatan reklam imgelerinin kullanıldığı reklamın temeli gerçeğe dayalı değil, düşlere dayanmaktadır. Erotik imgeler geniş bir reklam yelpazesi içinde kullanılmakta ve reklamın oluşturdukları imajlarda erkek, kadın ve eşya kullanılmaktadır. Böylelikle reklamı saran cinsellik hiç bir ayırım yapmaksızın tüm izleyicileri/tüketicileri yeni bir dünyaya davet etmektedir. (Taşkın & Şahım, 2007, s. 54-55) Kadını öbür ögelerden ayıran en önemli özelliği cinselliği olduğundan cinselliğin ortaya konduğu reklamlarda en fazla kadın kullanılmaktadır. Reklam filmleri bu yüzden cinsellik ışığını kadın vücudunun belirli yönüne odaklarlar. (Yolcu, 2001, s. 62) Tüm bu bilgiler ışığında reklamlarda cinselliğe başvurma nedenleri şöyle sıralanmaktadır: i. Ürünün zorlaması ii. Dolaylı kullanım iii. Cinselliğin çekiciliği ile özdeşleşme iv. Cinsel kimliğin ağır basması v. Reklamın hangi yönüyle hafızada kaldığı İnsan kapalı ve gizemli şeylere daime merak besler. Bu sebepten reklamlarda gördüğü yarı çıplak ve kusursuz güzelliğe sahip kadın – erkek çeşitlemeleri ona çekici gelmektedir. (Taşkın & Şahım, 2007, s. 56-57) 1 Zaman zaman kadınların reklamlarda cinselliği ile ön plana çıkmasını geri tepen silah olarak da görmek mümkündür. Buna olarak Fuar kolonyalarının reklamında oynayan Müjde Ar örnek olarak verilebilir. Fuar kolonyaları şirketi reklamlarında Müjde Ar’ı kullandıktan sonra batmıştır. (İmran Uğur – Sedat Şimşek, a.g.m., s.554-555.) 118 Bazı araştırmacılara göre yaşam cinsiyet ve cinsellik çerçevesinde örgütlenmekte ve bu bağlamda cinsellik içermeyen medyanın varlığının pek düşünülemeyeceği gibi erkeğin sosyalleşme sürecinde önemli olduğu iddia edilmektedir. Onlara göre bu süreçler nesneleştirme (kadını bireysel olmayan bir kategoriye koyma ve genelleştirme), fiksasyon (sabitlenme, kadının bedeninin belirli parçalarına odaklanma) ve fethetme ( kadını bir şey’e indirgeyip kadının istediği olsun olmasın egemen olarak kurulan, paylaşıma dayanmayan ilişkiler) süreçleri olarak üç temel kategori altında toplanmaktadır. (Özsoy, 2006, s. 51) Reklamlarda cinsiyet ve cinselliğin kullanımı temelde iki sebebe dayanmaktadır. Birinci sebep kullanılan cinsiyetin aynı zamanda hedef kitlenin o cins olmasından, ikinci sebep ise o cinsin erotizm duygularını kamçılayarak bıraktığı etkisinden ötürüdür. Bu iki etki elbette çok net birbirinden ayrıştırılamayacağı için, reklamlarda her iki etkiyi de bulmak mümkündür. Reklamlarda her ne kadar kadının temsili ağır bassa da paralel erkek temsillerine rastlamak gayet mümkündür. Örneğin ürünü kullanacak olan kadın olmasına rağmen satın alacak kişi yani hedef kitle erkek olabildiği gibi, erkeğin kullanacağı ürüne dair satın alma kararı veren kişi kadın olduğundan hedef kitle kadın da olabilmektedir. Bu durumda reklamlarda ürünü kullanan kadar satın alma aşamasında etkili olan hedef kitle de bir o kadar önem arz etmektedir. (Elden, Ulukök, & Yeygel, 2005, s. 107) Temsil kavramı İngilizcedeki representation kelimesi ile örtüşmekte olup ‘yeniden temsil etmek’ anlamına gelmektedir. Temsil bir imge veya metnin kendilerini birebir yansıtmalarından ziyade onları yeniden kurmaları, oluşturmaları anlamına gelmektedir. Bu yeniden oluşturmanın sonucunda ‘gerçek’ ile ‘temsil’ arasında bir boşluk oluşmaktadır. Temsille ortaya konan kurgu gerçek hayattan farklıdır. Kitle İletişim aracılığı ile oluşturulan bu metinler insanları günlük yaşam aktivitelerinden uzaklaştırıp yeni bir hayal dünyasına davet etmektedirler. “Belli kurumları, kavramları ve kişileri temsil eden sözcükler, biçimler, renkler; temsil edilenlerin insanların hayatındaki yerini ve bunlara atfedilen anlamları yansıtmakta ve bu yere ve anlama meşruluk kazandırmaktadır. Dolayısıyla temsiller toplumda değerlerin, davranış biçimlerinin, toplumsal rollerin devamlı yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır.” (Çimen, 2011, s. 41) Türk Dil Kurumu İmge kavramını “Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, hayal, hülya, genel görünüş, izlenim, imaj; ruhbilimi açısından Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, Duyularla algılanan, bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar” olarak açıklamaktadır (Türk Dil Kurumu, 2015). İmgelerin en çok kullanıldığı alanlardan biri reklamlardır. Reklamların yarattığı ve kendi gerçekliğinin ifadesinin yanı sıra başka bir niteliğin varlığına gönderme yapabilen imgeler sayesinde reklamcılar açıkça ifade edemedikleri şeyleri izleyiciye/okuyucuya sunabilme fırsatı bulabilmektedirler. Bu tür imgesel çalışmalara reklamı yapılan ürün direk olarak kadınla ilişkisiz olmasına rağmen ürünün hedef kitlesi olan erkeklerin dikkatini çekmek amacı ile kullanımına sıkça rastlanmaktadır. Bu tür örnekteki imgesel kadın kullanımı kadını özellikle cinsel haz nesnesi haline dönüştürmektedir. (Çimen, 2011, s. 45) 5. Reklamda Kadın Temsili Kapitalist sistemler için reklamlarda kadın kullanımının iki boyutu vardır. Birinci boyutta kadın bizzat hedef kitle yani tüketici konumdadır. Kadının hedef kitle olarak belirlenmesinin temelinde ise ev idaresi görevinin kadının sorumluluğunda olması, alışverişi gerçekleştiren kişinin daha ziyade kadın olması, kadınların alışveriş tutumlarında sınırsızca davranmaları, alışveriş yapma arzularının yüksek oluşu ve alışveriş konusunda rasyonel davranmadıkları yatmaktadır. Reklamlarda kadın kullanımının ikinci boyutunda ise kadının imgesel kullanımı ile erkeklerin dikkatini çekerek tüketimini artırmada araç olarak kullanılması ifade edilebilir. (Özsoy, 2006, s. 53) Reklamlarda kadın imgesinin kullanımını dönemsellik penceresinden bakarak incelenebilir. İlk dönemlerinde kadın ‘evcil bir imge’ olarak yani bir eş, anne ya da ev kadını olarak kullanılırken, ikinci dönemde, yani günümüze kadar olan süreçte, cinselliğin kullanımı ile ön plana çıkmaktadır. (Batı, Fall 2006) 1950’lerde reklamlarda genellikle ev kadını rolünde görüntülenen kadın anne ve bebek ürünlerinde ürüne değer katmak amacı ile kullanılırken, 1960’lı ve 1970’li yıllardan sonra kadının toplumdaki statü değişikliği reklamcıların da 119 stratejilerine yansımıştır. Artık kadın aynı zamanda çalışarak evine bakan, başarılı bir anne olarak temsil edilmektedir ve artık her türlü tüketim ürünü reklamında kullanılmaktadır. (Uğur & Şimşek, 2011, s. 555) 1978’de Amerika’da yapılan bir araştırmanın neticesinde ev ile ilgili ürünlerin %86’sında ürünlerin kadınlar tarafından temsil edildiği, kadınların kişisel sağlık ürünleri, kozmetik ve ev ile ilgili ürünlerdin reklamlarında erkeklere oranla 7 kez daha fazla yer aldığı görülmüştür. Bu araştırmaya göre erkekler otomobil, kamyon ve benzin reklamlarında kadınlardan daha çok gösterilmiştir. (Barokas, 1994, s. 127) Başka bir araştırmaya göre2 reklamlarda kadınların erkeklere oranla daha fazla kullanımı reklam ajanslarının yaratıcı ekiplerinde erkek cinsinin yoğunluğundan kaynaklanmaktadır. Bu sebeple reklamlarda kullanılan dilin ve söylemin erkek egemenliğinin bir göstergesi olması kaçınılmazdır. Reklamlarda en çok kullanılan ve benimsenen mesleki kadın modeli genç (25-35 yaş aralığında), bakımlı, modaya uygun giyinen, zayıf, çekici, dinamik, sportif, kariyerinin ve statüsünün bilince fakat aynı zamanda da eğlenmeyi bilen bir kadın modelidir. (Büyükbakkal, 2007, s. 26) Çoğu reklamda kadın artık eski ‘klasik kadın’ rolünden çıkarılmış ve günlük hayatta koşuşturmaca içerisinde olan eril meslek grubundan işlerde gösterilmektedir. (Steinbeck, 2002, s. 435) Kadının ağırlıklı olarak kullanıldığı reklamlar genellikle margarin, banyo/yer/ çamaşır deterjanları, yumuşatıcı, sabun, diş macunu ve hazır gıda reklamlarıdır. Bu reklam türlerinde kadın öncelikle hedef kitle olmakla beraber aynı zamanda da arzu nesnesi olarak konumlandırılmaktadır. Özellikle bu tür ev içi temizliği ve ailenin, çocuğun sağlığına yönelik ürün Resim 2: Bizim yağ –Arçelik reklamlarında oluşturulan stereotip kadınlar ataerkil ideoloji tarafından oluşturulan ve bu ideoloji gereği oluşturulan toplumsal roller çerçevesinde kadının toplumsal rolünü pekiştirmektedirler. Bu tür ürünlerde erkek onay merci olarak rol almaktadır. Erkeğin otorite figürünü oluşturmak için reklamda oynayan figür kadın olmasına rağmen dış ses bir erkek sesidir. Yine bu makamı korumak adına reklamda konumlandırılması onay verici roldedir. (Pira & Elgün, 2004, s. 533-534) Buna örnek olarak Ülker Bizim Yağ – Arçelik Hediye Kampanyası reklamı incelenmiştir: Bu reklam filminde kadın mutfakta türlü yemek, kurabiye ve hamur işleri yapan ,bunlarla sofrayı donatan, evli ve iki çocuklu bir kadın olarak temsil edilmiştir. Yaptığı bu ürünleri masaya götürdüğü esnada önce kocası elindeki kurabiye tabağından alarak “hak ettim ama karıcığım” ifadesini kullanırken, benzer hareketle benzer cümleleri çocukları da kurmaktadırlar. Bu reklamda kadın ailesine hizmet eden, onların ‘hak ettikleri’ türden yemek ve hamur işleri ile onlara sofralar hazırlayan bir ev kadını rolündedir. Bu hizmetinin karşılığında ise Arçelik kampanyası ile ‘ödüllendirilmektedir’. Bu reklam filminde kadının üstlendiği ‘ailesi için üretken anne’ rolü sadece eşi tarafından değil, aynı zamanda çocukları tarafından da onaylanmıştır. Kadınlar reklamlarda itaatkar, edilgen, bağımlı ve güçsüz gösterildikleri rollerde oynamaktadırlar. Araştırmacılar arasında ortaya çıkan genel bir anlayışa göre medya kurumları kadınların bağımlılığını ve ikincil konumunu pekiştiren, ideolojik açıdan çarpıtılmış imgeler kullanmaktadırlar. Bu ideolojiye hizmet eden imgelerde kadınların eve ve aile ilişkin rolleri vurgulanmaktadır. (Özsoy, 2006, s. 54) Ataerkil ideolojinin ürettiği ideal stereotip kadın ev içi görevlerini yerine getirdiğinde mutlu olan, obsesiftik boyutunda titizlik gösteren ve bu tür hassasiyetlerini ev işlerinde gösteren, bunların dışında ev dışına taşan idealleri ise karşı cinse kendini beğendirebilmek ve cezp edici olabilmek ile sınırlanmış varlık olmaktır. (Büyükbakkal, 2007, s. 24-25) 2 Seda Mengü tarafından 2002 yılında İstanbul’da bulunan 40 reklam ajansında yapılan araştırma. (Seda Çakar Mengü, a.g.e., 129. 120 Buna örnek olarak Marc Banyo reklamı (2003) incelenmiştir: Bu reklamda kadın evli ve 3 çocuklu bir ev kadını rolünü oynamaktadır. Kardeşinin doğumu için evden 3 gün uzaklaşmıştır. Bu esnada eşi ve çocuklar banyoyu kirliliğin ötesinde bir düzeye taşımışlardır. Eve dönen kadın banyonun kapısı açıp banyonun halini görene kadar her şeyin yolunda olduğunu sanır. Ve o noktada iste ideal kadın sahne almıştır. Kolları sıvar ve temizlenmesi saatleri alacak derecede kirlenmiş banyoyu Mark Banyo sayesinde tek başına tertemiz hale getirir. Reklamlarda kadın sadece sportif, güzel, bakımlı ve özgüven sahibi değildir, aynı zamanda bu vasıfların yanında mükemmel ve sevgi dolu bir annedir. (Schmerl, 2003, s. 435) “Televizyon reklamı göstergeler, söylemler ve imgelerden oluşmuştur. Gösterge ve söylemlerin çerçevelediği anlamlar çeşitli hazlara, endişelere ve gereksinimlere gönderme yapmaktadır. Reklamcılar sundukları ürünün satışı için bu hazları ve gereksinimleri cinsiyet kimliklerine bağlı olarak yönlendirmeye çalışırlar. Böylece istenen sonuca ulaşabilmek için cinsiyet stereotiplerini sermayeye çevirmekten ve insanlıktan çıkarmaktan çekinmemektedirler. Ataerkilliğe karşı olan bir tehdit, ekonomik anlamda bir tehdit olduğundan kadınlara yönelik reklamlar ataerkilliği güçlendirmeye ve karşı herhangi bir ideolojiyi de güçsüzleştirmeye çalışır. Erkeklere yönelik reklamlar ise yalnızca ataerkil düzen içindeki erkekliği güçlendirmeye gereksinim duymaktadır. Böylece erkek kendisine reklamlar yoluyla olumlu bir kimlik yaratabilmekte ve bunu sürekli üretebilmektedir.” (Mengü, 2004, s. 136) Reklamlarda kadın vücudunun kullanımı her ne kadar ucuz görülse de reklamcılar bunu ürünlerinin lehine çevirmeyi başarmaktadırlar. Bu süreçte çekici vücut ile önce dikkat çekilir, akabinde istek uyandırılır ve sonrasında bu istek ürüne yönlendirilir. Böylelikle kadın bedeni tüketimin bir ödülü gibi sunulmaktadır. Kadın bedeni reklamcılar tarafından sürekli bir heykel gibi tıraşlanmakta ve nesneleştirilmektedir. Güzellik kavramı doğal halinden koparılıp dışarıdan bedene yüklenen bir şey halini almakta ve parayla satın Resim 3: Marc Banyo alınması icap eden bir gereklilik hatta neredeyse bir ödev haline dönüşmektedir. Bu bağlamda günün her anında güzel olmak ve daimi güzellik ulaşılması için sürekli emek sarf edilmesi gereken bir hedef haline dönüşmektedir. Neticede güzellik moda aracılığı ile bireyi içinde bulunduğu zamanın gereksinimleri konusunda tetikte olmaya zorlayan ve bedene yeni bir anlam yükleyen bir kavrama dönüşmektedir. (Özsoy, 2006, s. 53) Kadın reklamcılar için hem kendisi için hem ailesi için hedef kitle olup tüketim olgusunun aktif öznesi olmaktadır. Kadının hedefinde kendi bakımını sağlamak ve güzelliğini korumanın yanı sıra ailesini en iyi şekilde yaşatmak da yer almaktadır. (Çimen, 2011, s. 39) Kadına yönelik kişisel bakım ürünlerinin (yüz kremi, kırışık giderici kremler, selilüt kremleri, sabun, şampuan, vb.) ve makyaj malzemelerinin reklamlarında ataerkil ideolojinin yansımaları görünmektedir. Bu ideolojiye göre kadına ait beden ince, bakımlı, iyi giyinen, saçları her zaman düzgün olan, ürüne göre bazen dişiliğini bazen ise saf, masum tarafını öne çıkartabilen, egzotik ve erotik bir prototip olarak sergilenmektedir. Bu tür bir kadın temsili toplumsal cinsiyet oluşumunu etkilemekte ve bu beklentiler çerçevesinde toplumda bir estetik algısı oluşturulmaktadır. (Pira & Elgün, 2004, s. 535) Yukarıda incelenen kadın temsilinde kadın itaat, edilgen ve titiz bir ev kadını profilinde görülmüştü. Birçok noktada kadının cinselliğinin kullanıldığına değinilmişti. Reklamlarda kullanılan kışkırtıcı çıplaklık ve cinsel içerikli kelimeler ve görüntüler ile mesajların iletimi sağlanmaktadır. Günümüzde artık klasik yöntemlerin işe pek yaramadığı savunan reklamcılar, tüketimi kamçılamak, ürünün iyi tanınmasında ve bellekte yer edinmesinde etkili olması amacı ile pornografik ve erotik imgeler kullanmaktadırlar. (Özsoy, 2006, s. 33) Reklamlarda kullanılan kadın bedeni 3 kategoride sınıflandırılmaktadır: i. “Kadın bedeninin meta olarak kullanımı: Reklamda kadın bedeni, erkek arzusunun 121 bir nesnesi olarak kodlanır. Reklamı yapılan ürünle ilgisi olmasa da, kadın bedeni bütün veya parçalı olarak, erkek tüketicilere yönelik ürünlerin reklamlarında kullanılmaktadır. ii. Narsistik bir tapınma aracı olarak bedenin kullanımı: kadın bedeninin bu tarz kullanımında mükemmellik, kusursuz bir modelin bedeninde sembolize edilir ve kullanılan bu stratejiyle kadına bedeniyle ilgili eksikliği gösterilerek mükemmeli yakalayabilmesi adına ilgili kozmetik ürünlere yönelmesi sağlanır iii. Rekabet aracı olarak bedenin kullanımı: hedeflenen kadının reklamlarda gösterilen diğer kadın imgeleri ile rekabet etmesi üzerine kurulmuş bir stratejidir. Doğru ürünü kullanarak erkeklerin ilgisini çekeceğine ve diğer rakiplerini bertaraf edeceğini sanan kadın hayatın her alanında başarılı olacağını, güzel, zayıf ve kusursuz görünen bir bedenin bu başarının önemli bir unsur olduğuna inandırılmaktadır.” (Sayımer & Yayınoğlu, 2007, s. 327-328) wwReklamcılar ‘sex sells’ prensibi ile kadının erotik niteliklerini reklamlarda sadede kadın ile ilgili reklamlarda kullanmama sebepleri arasında, kadına ait ertotizmi reklamı yapılan ürünün özelliklerine benzeterek ürünün ‘erotize’ olmasını sağlamaktır. Böylelikle ürünün hedef kitlesi olan kadın ürünü kendisi ile özdeşleştirme çabasına girerken hedef kitle olan erkeğin ise dikkati çekilebilmektedir. (Steinbeck, 2002, s. 436) Reklamlarda nesneleştirilen ve cinsel bir obje niteliğine taşınan kadın sadece erkeğin seyirlik malzemesi olmamaktadır. Kendi bedenini mükemmele ulaştırma ve diğer kadınlar ile rekabet edebilme adına oluşturulan kadın kimliğine tüketici olarak kadın da bakmaktadır. Reklamda kullanılan ‘kusursuz’ ve ‘mükemmel’ kadın tasvirinde reklam yıldızı ile kendini özdeşleştirmektedir. (Uğur & Şimşek, 2011, s. 555) Böylece kadın erkeklerin arzusunun kadınların ise hayranlığının merkezinde yer almaktadır. “Erkekler davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidirler. Erkekler kadınları seyrederler, kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye, özellikle görsel bir nesneye dönüştürmüş olur...kadının kendi kendini etkileme süreci, onun kişiliğini oluşturur. Kadının varlığı hareketlerinde, sesinde, fikirlerinde, yüz ifadelerinde, giysilerinde, seçtiği çevrede, zevklerinde ortaya çıkar. Bu şekilde kadın kendini başkasının bakışlarında tanımlamaktadır. Varlığını seyredilen olarak onaylamaktadır. Ancak kadın bunu ya bilinçli yapmaktadır ya da zamanla kendisine yüklenen rolü içselleştirdiği içindir.” (Mengü, 2004, s. 178) Reklamlarda kullanılan imgelerin iki anlam düzeyi bulunmaktadır. Birinci düzeyde imgenin ‘düzanlamı’ yer almaktadır. Buna göre göstergenin ortakduygsal anlamına gönderme yapılır. İkinci düzeyde ise imgenin yananlamı yer alır. Yananlama göre göstergenin izleyicinin duygularıyla veya heyecanlarıyla, kültürel değerleriyle buluştuğunda meydana gelen etkileşimi betimlenmektedir. “Barthes’a göre yananlamdaki en önemli etmen ilk düzeydeki gösterendir. İlk düzey göstereni yananlamın göstergesidir. Reklam metninde asıl olan yananlamdır. Reklamın iletisi yananlamın içinde kodlanmıştır.” (Mengü, 2004, s. 149) Cinsel obje olarak reklamlarda kullanılan kadın giyinirken, soyunurken, mayolu veya yarı çıplak gösterilmektedir. Reklamlarda tüketimi güdülemek adına kullanılan çıplaklık yada moda ve giyim şekli mitlerle yakın ilişkidedir. “Havva miti mitlerin en zenginidir, çünkü tanrının onu söz dinlemediği için lanetlemesi, insanların büyük ana tanrıçaya taptıkları bin yılları izleyen yani çağda ataerkilliğin ve kadın üzerindeki yüzyıllar boyunca sürecek baskının başlangıcına işaret eder. Reklamlarda çoğunlukla bu mite gönderme yapılarak kadının baştan çıkarıcılığı, cinselliği, arzusu ürünle özdeşleştirilir. Bu mit genelde özgür, çağcıl, bağımsız, ne istediğini bilen ve elde eden kadını tanımlamaktadır.” (Mengü, 2004, s. 157-158) Reklamlarda kadın erkeğin arzusunun merkezinde olmayı ve erkek tarafından beğenilmeyi isteyen ve bunun için de seksi olması gereken biri gibi gösterilir. Böylelikle kadınların vücutları izleyiciler tarafından seyirlik malzeme olarak görülmekte ve nesneye dönüşmektedir. Erkek bakışının nesnesi durumuna düşen kadın diğer yandan fetiş nesneye (kadın bacakları, saçları, dudakları) dönüşmektedir. (Uğur & Şimşek, 2011, s. 555) Reklamlarda kadının bir seks objesi olarak gösterilmesi toplumun kadına bu şekilde bakmasına sebep 122 olmaktadır. Yine bu ataerkil ideolojinin kadın üzerine yansıması toplumsal cinsiyet rolleri üzerinde önemli izler bırakmaktadır. Kadının cinsel bir obje olarak kullanıldığı reklamlar arasında dondurma ve çikolata reklamları yer almaktadır. Kadın izleyici reklamda gördüğü kadın kadar çekici olabilmeyi arzularken erkek ise gördü kadını elde etme arzusundadır. Böylelikle ürün erotize olmuştur ve hem erkeğin hem kadının satın alma davranışında bulunmasını sağlanır. Dondurma Resim 4: Penti veya çikolatayı ağzına götürüp tadına bakan kadın olmasına rağmen burada ima edilen kadının kendisinin tat verici olduğudur. Kadının dondurmayı veya çikolatayı ağzına götürdüğü anda kamera yakın çekime geçer, ya sadece dudaklara veya yüzüne odaklanır. Kadının davetkar bakışları erkeğin fantazisini uyandırmaktadır. Bu tür reklamlarda arka ses erotik bir ses olarak seçilir ve reklam sloganları cinselliği çağrıştırmaktadır: ‘sanki küçük bir kaçamak’, ‘hazzı dilediğin anda’, ‘haz var, dahası var’, çikolatadan ötesini istersen’. Bazı dondurma reklamlarında kadının dondurmayı ağzına alışı oral sekse gönderme yapmaktadır. Cinsel içerikli reklamlar karşımıza farklı türlerde çıkmaktadır. Bu içeriklerin oluşumunda çeşitli aşamalardaki çıplaklık, yalnız veya başkaları ile birlikte müstehcen tavırlar, imalı ifadeler, çift anlamlı sözler ve bilinçaltına yönelik cinsel imgeler kullanılmaktadır. Üretilen reklam ile izleyicinin cinselliğe olan ilgisini kışkırtmak ve romantik duyguları tetiklemek için prodüksiyon ile ilgili ögeler (cüretkar planlar, filmin kurgusu ve temposu, seksi müzik, ışık efektleri, romantik mekanlar, seksi ses tonu, kameranın retoriği vb.) katkı sağlamaktadır. (Dal & Şener, 2006, s. 2-3) Örnek: Hadise – Penti Reklamı ‘Star sensin’ sloganının jingle ile çevrildiği reklam filminde 7 farklı pozisyonda Hadise farklı çıplaklık ve hareketleri ile seksi sahnelere imza atmaktadır. Her karede reklamı yapılmaya çalışılan ürün (sütyen) arka planda kalmıştır. Bazı kıyafetlerin altından ucu gösterilerek ima edilmiştir. ‘Star sensin’ sloganına uygun olarak karelerden birinde meşhur sinema sanatçısı Marilyn Monroe canlandırılmıştır. Bu popüler sahnede Monroe beyaz ve seksi bir elbise içinde görülmekte ve eteğinin altından esen rüzgar ile eteği uçuş uçuş olup açılmaktadır. Reklamlarda temsil edilen kadınların genelde dişil rollerde oynadığını gördük. Eril rolleri üstelenen kadınlar ise orta yaş grubuna ait kadınlardır. Bunlara örnek olarak DİDİ soğuk çay ve LAYS cips reklamlarında oynayan ‘teyzeler’ gösterilebilir. Bu iki Resim 5: Didi örnekteki kadınlar Anadolu kadınını canlandıran, dominant, sert ve dikte eden kişilerdir. Bu tür kadınlar ‘yerel’ kimlerin temsili olmuşlardır. Sadece Türk topraklarında oluşan ‘teyze’ modelleridir. Resim 6: Lays 6. Reklamda Erkek Temsili Reklamlarda kadın temsillerinin yanı sıra erkek temsillerine rastlamak da mümkündür. 1950’li yılların başında erkeklere hitap eden tüketim ürünlerinin başında otomobiller, alkol, sigara markaları ve hayat sigortaları yer almıştı. Zamanla erkeklerin tüketim alışkanlıkları da değişmeye başladı ve kozmetikten iç giyime ve sağlıklı saç bakım ürünlerine kadar erkekler hedef kitle haline geldiler. (Uğur & Şimşek, 2011, s. 556) Dolayısıyla reklamlarda erkeklerin kullanımı da artmış oldu. Reklamcılar tarafından oluşturulan yakışıklı, kaslı/fit, başarılı, çevresi tarafından beğenilen, güvenilir, yaptığı işi bilen, kendine güvenen, ürünü/ hizmeti tüketerek ya da kullanarak istediğini elde edeceğine emin imaj ‘modern’ erkeği temsil etmektedir. 123 Reklamlarda sadece kadınlar bir cinsel obje olarak kullanılmamaktadır. Kadınlar kadar olmasa da erkeklerin cinselliklerinin kullanıldığı reklam türlerine rastlamak mümkündür. Bunlar arasında ilk akla gelen Marlboro reklamındaki erkektir. Seksi duruşu ve keskin bakışı ile bir Kovboyu temsil eden Marlboro erkeği özgürlüğün temsili haline gelmiştir. Yine başka bir uluslararası reklam olan Coca-Cola Light reklamıdır. Reklam bir ofise on bir buçuk randevusu için gelen kadınlar ile başlar. Kadınlar art arda gelerek sekretere on bir buçuk randevularıResim 7: Marlboro nın olduğu söyleyerek bekleme salonunda oturup beklemeye başlarlar. İşte o esnada binanın dışında bir inşaat iskelesinin üstünde yukarıya çıkan yarı çıplak, kaslı ve Coca Cola Light içen erkek görülmektedir. Kadınlar hayranlıkla erkeğe bakarlar ve hatta bazı kadınların dudaklarını ısırdıkları Resim 8: Biscolata görünür. Bu görüntüden büyülenmiş olan kadınlardan biri ‘hayatın tadı bu anlarda saklı’ der ve reklam bir erkek sesinin ‘hayatın tadına bak. Coca Cola Light’ sloganını söylemesi ile son bulur. Bu reklamlarda erkek kadınlar tarafından beğenilen bir cinsel nesne gibi gösterilmiştir. Türkiye’de ilk kez bir yerel reklamda erkeğin cinselliğinin kullanımına şahit olduk. Biscolata reklamındaki erkek kaslı, fit, yarı çıplak ve Biscolata önlüğü ile mutfağa girmiş ve hamur yoğururken görülmüştür. Erkeklerin kullanıldığı reklamlar genelde kamusal alanı temsil eden gazete, finans hizmeti, telefon, otomobil, giysi, koku ve kişisel bakım ürünleri gibi tüketim ürünlerinin reklamlardır. Bu tür ürünlerin reklamlarında erkek genelde takım elbise içinde, heybetli vücudu ile kamusal alana hakim bir portre çizmektedir. Toplum içinde, yani kamusal alanda iktidar/ söz sahibi olan erkek rekabetçi ve bilimsel verileri analiz edebilme yeteneğine sahip olarak gösterilmektedir. Erkek reklamda kendisi oynamasa dahi sesi kullanılmaktadır. Bu da onu güven unsuru, tavsiye eden kişi konumuna taşınmaktadır. Buna örnek olarak Emre Altuğ’un rol aldığı Bridgstone reklamı incelenebilir. Reklam başlar başlamaz reklamın sağ tarafında reklamda oynayan kişi hakkında kısa bilgi geçiyor: Emre Altuğ; Kuzey ve Uzay’ın babası. Burada Emre Altuğ’un popüler kimliği kullanılmıyor ve sadece babalığı üzerinden gidiResim 8: Bridstone liyor. Emre Altuğ babalığı oğullarından öğrendiğini ifade ediyor ve babalık görevinin onları korumak olduğunu da ekliyor. Emre Altuğ’un cümleleri şu şekilde devam ediyor: (Çocuklarımın) onların güvenliği için lastiklerimi değiştirdim. Emniyet lastiği Bridgstone’e geçtim. Sonuç ve Değerlendirme “Sahte bireyselleşme, parçaların birbirinin yerine konabilir olmasının kaçınılmaz kapitalist tamamlayıcısıdır... Parçaların değiştirilebilirliği üretim maliyetini asgariye indirme dürtüsünden kaynaklanır; sahte bireyselleşme ise, satışları arttırma zorunluluğundan. Reklamcılık sistemi bizleri ambalaj farklılıklarının özel farklılıkları yansıttığına inandırmaya çalışır. Sahte bireyselleşme gerçek içsel içeriğe karşı üslubu çekici kılar. Burada üslup gerçek öze karşı erişilmeye çalışılan ideal özdür. Parçaların birbirinin yerini tutabilir olmasını gösteren sahte bireyselleşmeye örnek olarak reklamlardaki kadınlara yüklenen rol betimlemelerinin benzer ama görüntüsel açıdan farklı olmaları verilebilir.” (Mengü, 2004, s. 187) Kadın önce kapitalist sistemin çıkarları için tüketim ekonomisinin hedef kitlesi haline gelmiştir. Hedef kitle haline gelen kadına önce ‘harca’ mesajı verilmiş ve sonrasında Pazar malzemesi halini almıştır. Reklamlarda farklı kadın temsillerine rastladık. Bu çalışmanın neticesi olarak bunları 3 kategoride toplamak mümkündür. İlk kategoride kadın edilgen, 124 çalışkan bir ev kadını, anne rolünde temsil edilirken ikinci kategoride adeta bir meta haline dönüşmüş ve nesneleştirilmiştir. Bu temsil türünde kadının cinselliği ön olana çıkarılarak hayatın tadı ve erkeğin zevki konumuna getirilmiştir. Son kategori de ise farklı bir kadın tipolojisi üretildiği gözlemlenmiştir. Orta yaşlarında daha çok eril karakteri sembolize eden yerel bir kadın kimliği oluşturulmaya çalışılmıştır. Reklamlarda kadınların oynadığı roller incelendiğinde bunların bir ataerkil ideolojisinin ürünü olduğunu görüyoruz. Bu ideolojiye göre kadının alanı mutfak ve dişilik gösterebildiği alanlardır. Erkek kadının alanına (mutfağa) girdiği reklamlarda ancak yardımcı veya onaylayıcı rolde gözlemlenirken, kamusal alan erkeğin alanı ilan edilmiş ve bu alana giren kadın ancak örneğin sekreter gibi düşük rollerde veya renk katması amacıyla pasif/silik bir rolde gösterilmiştir. Böylelikle reklamların toplumsal rolleri belirlediğini, onları yeniden yarattığını ve tekrarlayarak pekiştirdiğini ifade edebiliriz. Reklamlarda kullanılan kadınlar veya erkekler genelde bir evlilik kurumu içinde gösterilirler veya medeni halleri konusunda herhangi bir yorum yapılmaz. Bu sebepten ‘singfle-mother’ veya ‘single-father’ rollerine rastlamak pek mümkün değildir. Kadınlar reklamlarda ataerkil ideoloji tarafından onlara yüklenen dişil erkeklerse eril rolleri üstlenmektedirler. Reklamlarda sadece birebir ürünün reklamının yapılmadığını o ürüne sahip olmanın faydaları da pazarlanarak artı değer katıldığını görebiliriz. Reklamlar sadece ürünleri değil yeni/farklı yaşam tarzlarını da pazarlamaktadırlar. Bu çerçevede reklamların belli imge ve mitleri kullandığını gördük. Cinselliğin kullanıldığı reklamlarda mesaj üstü kapalı ve ima yoluyla verildiğinden kullanılan mesajları direk anlamak mümkün değildir. Reklamın mesajını açımlayabilmek için onu düz okumak yetersiz kalacak ve yananlamları çözümlemek gerekecektir. Cinsel imgelerin kullanıldığı reklamlar bir şeylere gönderme yapmakta veya çağrıştırmaktadır. Reklamlardaki cinselliğin kullanımı sadece karşı cinsin ilgi ve dikkatini çekmek adına değil, hemcinse de bir profil çizmektedir. Reklamlarda kullanılan kadın veya erkekler ‘mükemmel’ ve ‘kusursuz’ olduklarından hemcins olan izleyiciler ona hayranlık ile bakmaktadırlar. Toplumsal rolleri gereği evin alışverişini yapan veya bu kararı veren kadınlar olduğundan en çok tüketen kadınlardır. Bu sebepten reklamlarda erkeklerden daha çok kadınlar kullanılmaktadır. Yine bir cinsin nesneleştirilmesi veya cinsel objeye çevrilmesi konusunda bunun daha çok kadınlar üzerinden yapıldı. Kaynakça • Barokas, S. K. (1994). Reklam ve Kadın. İstanbul : Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları: 45. • Batı, U. (Fall 2006). Tüketilen Kadın Bedeni: “Kadın Bedeninin Parfüm Reklamlarında Görünümünün Göstergebilimsel Çözümlemesi”. Journal of EDAM, 1-25. • Büyükbakkal, C. I. (2007). Medyada Kadın Olgusu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 19-20. • Çamdereli, M. (2013). Reklamda Pornografik İmgelem. M. Çamdereli içinde, Reklamın Görme Dediği (s. 156-174). İstanbul: Avrupa Yakası Yayıncılık. • Çimen, D. (2011). Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bağlamında Televizyon Reklamlarında Kadın. Ankara: T.C. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Uzmanlık Tezi. • Dal, A., & Şener, G. (2006). Cinsel Öğelerin Reklamda Kullanımı. Küresel İletişim Dergisi, 1, 1-18. • Elden, M., Ulukök, Ö., & Yeygel, S. (2005). Şimdi Reklamlar. İstanbul: İletişim Yayınları. • Mengü, S. Ç. (2004). Televizyon Reklamlarında Kadına Yönelik Oluşturulan Toplumsal Kimlikı. İstanbul: İstanbul İletişim Fakültesi Yayınları. • Özsoy, T. (2006). Türk Dergi Reklamlarında Kadın İmgesinin Kullanımı; 1971-2004 Döneminin bir değerlendirmesi. İstanbul: Yüksek Lisans Tezi. • Pira, A., & Elgün, A. (2004, Mart 25). Toplumsal Cinsiyeti inşa eden bir kurum olarak medya; Reklamlar aracılığı ile ataerkil ideolojinin yeniden üretilmesi. 2nd International Symposium Communication in the Millennium : A dialogue between Turkish and American scholars (s. 525-537). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları. Anadolu Üniversitesi: 125 http://cim.anadolu.edu.tr/pdf/2004/1130848482.pdf adresinden alınmıştır • Sayımer, İ., & Yayınoğlu, P. E. (2007). Halkla İlişkiler ve Reklam üzerine Etik Değerlendirmeler. İstanbul: Beta Yayınları. • Schmerl, C. (2003). Männliche Reflexe, weibliche Reflexionen: Werbung mit Frauenbildern. Zeitschrift des Interdisziplinären Frauenforschungs-Zentrum, 16-28. • Steinbeck, A. (2002). Das Bild der Frau in der Werbung. Zeitschrift für Rechtspolitik, 435-438. • Taşkın, D. T., & Şahım, T. Z. (2007). Reklamcılık. Ankara: Savaş Yayınevi. • Türk Dil Kurumu. (2015, Mart 25). http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.54c3af665004d5.87634539 adresinden alınmıştır • Uğur, İ., & Şimşek, S. (2011). Kitle İletişim araçlarındaki reklamlarda kadın ve erkek objelerinin kullanılması. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 549-560. • Yolcu, E. (2001). Televizyon Reklamcılığı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayın no: 4301. RESİM LİSTESİ • Resim 1: Ofçay • Resim 2: Bizim yağ –Arçelik • Resim 3: Marc Banyo • Resim 4: Penti • Resim 5: Didi • Resim 6: Lays • Resim 7: Marlboro • Resim 8: Biscolata • Resim 9: Bridgstone 126 TELEVİZYON HABERCİLİĞİNDE EĞLENDİREN BİLGİ (INFOTAINMENT) OLGUSU: KAMU VE ÖZEL TELEVİZYON KANALLARI ÇERÇEVESİNDE ANAHABER KUŞAĞININ İNCELENMESİ Akd. Uzm. Dr. Gözde Sunal Cansu Sunal Özet: Televizyon, ekonomik, politik ve toplumsal pek çok konuda kitleleri hem görsel hem de işitsel olarak bilgilendiren bir kitle iletişim aracıdır. Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren yaşanan gelişmelerle birlikte televizyon yayıncılığının anlatı yapısı dönüşüme uğramıştır. Serbest pazar ekonomisi uygulamaları ile birlikte özellikle son yıllarda yaşanan televizyon kanalları arasındaki reyting rekabeti televizyonun asıl işlevini dönüştürmüştür. Dolayısıyla televizyonun bilgilendirici yayın içeriklerine eğlence kavramı dâhil edilerek bir tüketim nesnesi olduğu düşünülmektedir. Televizyon kanalları içinde en değerli yayın kuşağında (prime-time) yer alan haber bültenleri ise, bu açıdan değerlendirildiğinde tüketim kültürü pratikleri içinde yeni bir anlam kazanmaktadır. İzleyicinin ilgisini artırmak adına yapılan çalışmalar, düşünülen enformasyon sürecinin dezenformasyona dönüşmesine sebep olmaktadır. Eğlendiren bu bilgi içeriği, dramatik haberlerin bile magazinleştirilmesi ile çarpık ve içi boşaltılmış bir tüketim metası şeklinde düzenlenmesine yol açmaktadır. Haber bültenlerinde yer alan eğlendiren bilgilerin yani infotainment olgusuyla metinlerdeki enformasyon olabildiğince azalmakta ve bilgi içeriği de daha kısa tutulmaktadır. Bu durumun, toplumun doğru şekilde bilgilendirilmesine engel olduğu öngörülmektedir. Bu olgunun incelenmesi adına genel izleyici kitlesine hitap eden ve ulusal yayın yapan iki televizyon kanalı karşılaştırmalı olarak analiz edilecektir. Bu çalışma kapsamında, kamu yayıncılığı anlayışına sahip TRT ile tecimsel yayıncılığı benimseyen Fox TV ana haber bültenlerinin yayın içeriklerini çeşitli faktörlerde ölçümleyerek içerik analizi ile değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Kültür Endüstrisi, Televizyon Haberciliği, Anahaber Bülteni, Infotainment THE INFOTAINMENT PHENOMENON IN TV NEWS: ANALYSIS OF PRIME TIME NEWS OF NON-PROFIT AND PRIVATE CHANNELS Abstract: Television is a mass communication tool which informs the audience about economy, politics and publics matters both visually and vocal. In Turkey, the developments in 80’s led to a change in the style of TV broadcasting. Neoliberal market policies, together with the rating wars between the channels converted the real function of TV. The informative aspect of TV is extended with the concept of entertainment and afterwards the content is considered a consumable product. From thıs poınt of vıew, the prıme tıme news whıch takes place ın the most valuable broadcast tıme zone of channels, gaıns a new meanıng ın consumptıon culture practıce. The effort provided in order to engage the audience caused the information process to desinformation. This entertaining content even caused the news become a tabloid like, misleading consumption material with no purpose. As this infotainment part grows, the information part gets smaller and informative content is reduced. This prevents society from accessing the right information. In order to examine this phenomenon, two national channels will be analyzed comperatively. In the scope of this study, the content of the prime time news of the non-profit broadcast association TRT and a commercial entity Fox TV will be analyzed according to various factors. Keywords: Globalization, Culture Industry, Television Broadcasting of News, Prime Time News, Infotainment 127 Giriş Teknolojik icatların gelişimi birbirini etkilemiş ve takip etmiştir. Her bir icat, bir sonraki için zemin hazırlamıştır. Televizyonun icadını da elektrik, telgraf, sinema ve radyo alanındaki gelişmeler sonucu elde edilen birikimin oluşması ile gerçekleşmiştir. Bu icatlar ile televizyonun keşfine bir adım daha yaklaşılmıştır. Radyonun icadı ile ses iletileri elektromanyetik sinyallere dönüştürülmüş, televizyonun icadı ile artık görüntülerin de elektromanyetik ortama aktarılması sağlanmıştır. Televizyonun keşfi adına yapılan ilk çalışmalar, İrlandalı bir telgraf operatörü olan Joseph May, 1873 yılı yaptığı deneyler olmuştur. Joseph May, kendi ürettiği selenyum çubuklarının güneş ışığına karşı fotoelektrik bir değişim yarattığını fark etmiş ve bu değişimleri elektromanyetik sinyallere dönüştürmeyi başarabilmiştir. Yaptığı çalışmalar ve deneyler ile keşfettiği bu gelişme, sadece sesin değil, görüntülerin de elektromanyetik dalgalarla iletilebileceğini kanıtlamış ve televizyonun icadına yaklaştırmıştır (Bayram, 2012, s. 107). Televizyonun icadı adına önemli olduğunu söyleyebileceğimiz üç gelişmeyi sıralamamız gerekirse; ilki, mekanik televizyon çalışmaları, ikincisi katot ışın tüplerinin keşfi ve üçüncüsü ise elektronik televizyon üzerine yapılan çalışmaların sonucuna elde edilen gelişmelerdir. Mekanik televizyon çalışmalarında en büyük ilerlemeyi Alman bilim adamı olan Paul Nipkow gerçekleştirirken, Paul Nipkow spiral biçimde delinmiş selenyum hücrelerinden oluşan bir döner disk üretmiştir. İngiltere’de John Logie Baird, Amerika’da ise Charles Francis Jenkins, Nipkow’un döner diskini geliştirmek adına gerçekleştirdikleri eş zamanlı çalışmalarla 1920’li yıllarda, günümüz görüntüleri elektromanyetik olarak iletebilen elektronik televizyonu oluşturmuşlardır (Bayram, 2012, s. 107). 1920’li yıllarda icat edilen Televizyon radyonun da önüne geçerek, ilk yayınlarına 1939 yılında Kuzey Amerika’da başlamıştır. I. Dünya Savaşının radyonun gelişimini geciktirdiği gibi II. Dünya Savaşı da televizyonun kitle iletişim aracına dönüşümünü yaklaşık 10 yıl geciktirmiştir (Crowley and Heyer, 2007, s. 360). Aksi halde teknolojik anlamda öne çıkacak bir icat olan televizyon, çok daha kısa sürede bir kitle iletişim aracına dönüşebilirdi. Savaşın etkilerinin azalması ile, 1950’lerden sonra televizyon, hızlı bir şekilde toplum hayatı içinde yerini almaya başlamıştır. Teknoloji alanındaki gerçekleştirilen çalışmalar ve gelişmeler, kitle iletişim araçlarına da yansımıştır. Teknolojinin gelişiminin doğal sonucu olarak televizyonunda işlevi değişikliğe uğramıştır. Keşfiyle birlikte televizyonun, başlıca üç işlevi bulunmaktaydı; haber verme, eğitim ve eğlendirme. Teknolojik gelişimler ve modernleşmeyle birlikte televizyonun işlevlerinde bazı eklemeler, dönüşümler meydana gelmiştir. Bu gelişmeleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz; 1) Politik sisteme; bilgi, yorum ve kamuoyunun tepkilerini ileterek hizmet verme, 2) Halka, kendi kendini yönetimde etkin olması adına bilgi verme, 3) Devlete karşı bireysel hakları koruma, 4) Ekonomik sisteme ve reklam sektörüne hizmet vererek ürünlerin alıcılarını ve satıcılarını bir araya getirme, 5) Eğlence ihtiyacını karşılama, 6) Bağımsız kalabilmek adına ekonomik yeterliliğini sürdürme (Cereci, 1996, s. 13). Yeni işlevleri ile televizyon; siyasetten ekonomiye, sanattan spora pek çok farklı konuda ve alanda sesli, yazılı ve görüntülü olarak insanları bilgilendiren ve eğlendiren görsel-işitsel bir kitle iletişim aracı haline gelmiştir. Televizyonun bu gelişimine dair Sevilay Çelenk’in tanımlaması şu şekildedir; “Televizyon, toplumsal iktidar ilişkilerinin ve kendini ortak duyu gibi adlar altında doğallaştırmak niyetinde olan bir anlam mücadelesinin, en keskin biçimde gerçekleştiği yeniden üretim uzamıdır. Bunun yanında televizyon alanı, yerel kültürler bakımından küreselleşmenin tahripkâr etkilerinin en ağır biçimde yaşandığı bir alandır” (Dağtaş, 2013, s. 90). Bu tanımlamadan da yola çıkarak, aslında televizyonun, doğal bir sonuçmuş gibi bazı değişikliklere uğratılan ve üretilen içeriklerin sunulması ile birlikte yeniden üretilmesine de katkısı olan ideolojik bir aygıt olduğu da söylenebilir. Yaşamın her alanında anlık tüketime elverişli olan kitle kültürüne ve kültürel yabancılaşmaya sebep olan kültür endüstrisine kitle iletişim aracı olan televizyon bağlamında 128 değinilmiş, bu kavramlar çerçevesinde televizyonun hizmet ettiği noktalar irdelenmeye çalışılmıştır. Global ve ulusal gelişler göz önüne alınarak televizyon haberciliği ve yayıncılığına değinildikten sonra, tecimsel anlayış ile aksiyon olan televizyon kanallarının nasıl bir yol izlediklerini ve bu yolda eğlendiren bilgi ( infotaintment) olgusunun hangi konumda hangi amaçlarla yer aldığı irdelenmiştir. Kitle Kültürü ve Kültür Endüstrisi Bağlamında Televizyon “1969 yılında UNESCO uzmanlarının yaptıkları tanıma göre kültür: Bir insan topluluğunun kendi tarihi tekamülü hususunda sahip olduğu şuur demektir; o surette ki, bu insan topluluğu bu tarihi tekamül şuuruna atfen varlığını devam ettirme azmini gösterir ve gelişmesini sağlar” (Kocadaş, 2005, s. 2). Geniş kitlelerin her alanda yaptıkları anlık tüketime elverişli olan kitle kültürü, sermayenin endüstriyel şartlarda ürettiği, kolayca tüketilen, birbirinin benzeri, tek tipleşen fakat sürekli yeni veya farklı olması beklenen, buna karşın tüketicisine geçici tatminler sunan ve kitle iletişim araçlarınca yön verilen enformasyona dayalı olan bir kültürdür (Güneş, 2006, s. 128). Endüstriyel ortamlarda gerçekleştirilen üretimi şekillendiren kapitalist sistem ve üretim tarzı, toplumsal ve siyasi yapıları sistemin özelliklerine göre değiştirip dönüştürmektedir. Bu durum ise kültürün sürekli kökten değişimine ve birçok kültürel yapının, düzeyin yaratılmasına sebep olmaktadır. Kitle Kültürü kavramı, televizyonun sosyolojik ve ideolojik anlamda değerlendirilmesinde büyük önem arz etmektedir. “Kitle kültürü, özellikle kitle iletişim araçlarının denetiminde gelişen ve çoğunlukla magazin ve popülarite ile sınırlı, yaygın, tekdüze kültürdür.” (Cereci, 1996, s. 26). Bu kültür büyük ölçüde ticari anlamda iletişim sağlayan araçlara bağlılığı yürüten ideolojik bir süreçtir (Mutlu, 2004, s. 202-203). Kültür Endüstrisi, kültürel ürünlerin teknolojik ortamda tek tip ve hızlı bir şekilde üretimi sonucu yayımlanması ile işlevini sürdürmektedir. Üretilen ve medya vasıtasıyla varlıklarını devam ettiren ürünler, bulundukları kültüre yabancılaşmıştır, tek tipleşmiştir ve yapaydırlar (Mora, 2008, s. 11). Medya ile yaratılan ve yaygınlaştırılan gerçekler, gün geçtikçe yaşanan gerçeği etkileyerek değiştirmektedir. Sonuçta olarak medyanın yarattığı gerçek, yaşanılan gerçeğin yerini almaktadır. Bu durumda kültürel yabancılaşmayı, aidiyet duygusun azalmasına ve zayıflamasına, içinde bulunduğu topluma yabancılaşmaya ve toplumsal çözülmeye sebep olacaktır. İnsanlarda bağımlılık yaratabilecek kadar etkili olan televizyon, küreselleşme ile her geçen gün insanlara tamamlanmamış bir dünya sunmaktadır. Televizyon, insanları erişim sağlamak adına görüntü ve mesaj bombardımanına tutarak günlük yaşamlarından uzaklaştırmaktadır. Maruz bıraktığı bu bombardıman ile yabancı kültür değerlerinin varlığı vasıtasıyla insanların kendi kültürel yapılarından uzaklaşmalarına sebep olmaktadır (Uğur ve Şimşek, 2008, s. 101). “Televizyon (television), Yunanca tele (uzak) ve Latince visio’dan gelen vision (görüş) kelimelerinin birleşimiyle uzagörüm, uzaktan görüntü anlamına gelen bir terimdir. İlk kez televizyon, 1907 yılında “Scientific America” dergisinin Haziran sayısında kullanılmıştır.” (Bayram, 2012, s. 111). Televizyon; görsel ve işitsel iletiyi, milyonlarca kişiye eş zamanlı iletebilmektedir. İşte bu özelliği sayesinde diğer kitle iletişim araçlarından çok daha güçlü bir iletişim aracı haline gelmiştir. Böylece televizyon bize evimizden tüm dünyada olup biteni izleyebilmemizi hatta kilometrelerce uzaktaki olayları, kişileri veya durumları gözetleyebilmemizi sağlamıştır. Küreselleşme ve Televizyon Küreselleşme, dünyanın iletişim anlamında küçülmesi, yani dünyanın her yerinden bulunduğumuz noktada haberdar olmayı ve dünyanın böylece tek bir yer olarak algılanması mantığının yaygınlaşması olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme, dünyanın 129 bir küresel köy haline gelmesidir diyebiliriz. Kapsamlı anlamıyla, küreselleşme, zengin diyebileceğimiz gelişmiş ülkelerin siyasal, toplumsal ve kültürel olarak yoksul yani az gelişmiş ülkelere hegemonyacı üstünlükler sağlaması şeklinde belirtilebiliriz. Söz konusu zengin ülkelerin koydukları kurallara uyanların küreselleşme çerçevesinde değerlendirileceği, uymayanların ise dışlanıp yok sayılacağı mantık, hegemonyacı mantığında ağırlık kazanmaktadır (Talas ve Kaya, 2007, s. 150-151). Coğrafi sınırların artık sosyal, kültürel ve ekonomik bir çok alanda etkisi azalmaktadır. Küreselleşme ile öncelikle sınırlar aşılıyor, uzakta, dünyanın bir başka bölgesindeki olaylar, kararlar ve etkinlikler yerkürenin bambaşka bölgelerindeki bireyler/topluluklar tarafından önemli kabul edilebilmektedir (Çalışır, 2012, s. 107). Küreselleşme süreçleri şu şekildedir; küreselleşme eğilimi batılı ülkelerin dünyanın keşfedilmemiş yerlerini keşfi ile başlamaktadır. Keşiflerin gerçekleştirilmesinden sonra Afrika’nın köleleştirilmesi, köylülüğün yok edilişi, kentleşmenin gerçekleşmesi, sanayi devrimi ve ulus devletlerin doğuşu ile gelişen yepyeni bir ekonomik yapının dünyanın geneline hakim olması ile devam etmektedir. Yerel pazarların yabancı pazarlarla etkileşim içerisinde olduğu, geleneksel üretim biçimlerinin ortadan kaldırıldığı, üretimin kar amacı ile yapıldığı ve sermayenin dünya çapında egemen olduğu bu yeni ekonomik sistem, girdiği her pazara kendi sistemini de peşi sıra götürmektedir. Kendinden önce var olan sistemleri de yok ederek ilerleyen bu sisteme Kapitalizm adı verilmektedir (Talas ve Kaya, 2007, s. 151). Buradan da anlaşıldığı gibi küreselleşmenin tarihi kapitalizmin tarihi ile özdeşleşmiştir. Kapitalizmin doğa bir sonucu olarak yerel pazarlarla yabancı pazarların etkileşimi ile pazarda devletin varlığının küçülmesi, özelleştirmenin genişlemesi ve sermayenin uluslararası sınırlara bağlı kalmaksızın hareket edebilmesi mümkün hale gelmekte, bu durum küreselleşmeye hizmet etmektedir. Televizyonun tüm dünyada yaygınlaşarak bir kitle iletişim aracı haline gelmesi, küresel bir enformasyon ağının da oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu küresel enformasyon ağı bireylerin dünyayı algılayışını da değiştirdiği söylenebilir. Peki bu algılayış ne yönde değişmiştir? Televizyon ile birlikte artık sadece yerel bilgilere değil, dünyadaki bilgilere de ulaşmak mümkün hale gelmektedir. Bu durumda bireylerin kendilerini yalnızca yakın çevresinde değil, dünya içerisinde konumlandırmasına zemin hazırlamaktadır. Marshall McLuhan, bu konumlandırmayı Küresel Köy adlı kitabında dile getirmiştir. McLuhan’a göre, kitle iletişim araçları, oluşturdukları küresel enformasyon ağıyla birlikte, ülkeler arasındaki fiziksel mesafeleri yok etmiş, kültürel etkileşim ile iletişim sınırlılıklarını ortadan kaldırarak dünyayı küresel bir köy haline dönüştürmüştür. Dünyada yaşanan her türlü gelişmelerden, televizyonla birlikte, bir çok hane eş zamanlı haberdar olmakta ve bireyler bu enformasyon akışından uzak kalamamaktadır. Bu durumda bireyleri artık eskisinden çok daha fazla enformasyona, enformasyon bombardımanı diyebileceğimiz bilgi kirliliğine maruz kalmaktadırlar (Postman, 1994, s. 119). Neil Postman’ın dezenformasyon olarak adlandırdığı bilgi kirliliği, “yanıltıcı (yersiz, ilgisiz, parçalı veya yüzeysel) enformasyon, yani insanda bir şey hakkında bilgi sahibi olma illüzyonu yaratan, oysa aslında insanı bilgilenmekten uzaklaştıran enformasyon demektir” (Postman, 1994, s. 119). Küreselleşme ile ekonomik ve politik bir çok pratiği giderek bütünleşen ve homojen hale gelen dünyada teknolojinin gelişimi ile artık küresel bir kültürden de bahsetmek mümkün olmaktadır. Küreselleşen dünyada medyanın rolleri nelerdir? Medya bu süreçte küreselleşme adına yeni kanallar yaratmaktadır. Bununla birlikte, küreselleşen dünyada, yeni bir ulus ötesi iletişim süreçleri oluşturarak yeni bir kamusal alan oluşturmaktadır. Bu alan sosyal ve kültürel iletişim adına uygun bir zemin oluşturmaktadır. Medyanın bu noktada üçüncü rolü, siyasi, kültürel ve ekonomik kararların alınmasında yeni aktör ve paydaşların etkinlik alanına taşınmasıdır. Bu süreç iç içe girmiş ir kültürel süreci doğurmaktadır (Çalışır, 2012, s. 107-108). 1900’lü yılların sonunda, tüm dünyada devlet ağırlıklı politikalardan liberal politikalara doğru bir eğilim başlamıştır. Bir başka eğilim ise haber medyasının ticarileşmesi ve kamu 130 hizmetinden ticari hizmete bir dönüş olmasıdır. Bu olgunun örnekleri arasında BBC ve Euronews sayılabilir (Bielsa, 2008, s. 33). 20’nci yüzyılın son çeyreği ile gündeme gelen bir diğer eğilim olgusu ise, haber medyasının çıktısındaki çeşitlenmedir. Bu süreçte haberlerin genel içerikleri iş, sağlık, çevre, eğlence, politika, terör, silahlı mücadele, insan hakları ve özel ilgi alanları gibi çeşitlendirilerek izlenmektedir (Çalışır, 2012, s. 110). Haber, toplumun genelini ilgilendiren, etkileyen, herhangi bir bilginin, olayın, düşüncenin/ görüşün halkın anlayabileceği düzeyde ve zamanında yayınlanmasıdır. Günümüzde haber içeriği giderek görüntü ağırlıklı bir hal almaktadır. Bolca görselli televizyon haberciliği ilgi görmekte ve hızla gelişmektedir. Böyle bir durumda haberin de küresel özellikler taşıyan bir dönüşüm göstermesi beklenen, doğal bir durumdur. Türkiye’de Televizyon Yayıncılığı ve Haberciliği 1931 yılında televizyon alıcılarının üretimine başlanması ile Avrupa’da televizyon yayınları adına çalışmalar başlamıştır. İngiltere kanalı BBC’nin Londra’dan yaptığı ilk yayın 1936 yılında gerçekleşmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde de televizyon yayınlarına başlanması nerdeyse aynı yıllara rastlamaktadır (Cereci, 1996, s. 13). Türkiye’de ise ilk televizyon yayını çalışmaları 1953 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Elektronik Laboratuvarında gerçekleştirilmiştir. O yıllarda sadece Beyoğlu bölgesinde izlenebilen ve 15 günde bir, 60 dakika süreyle gerçekleştirilen bu yayınlar ile bir eğitim televizyonu niteliğindeydi. Düzenli televizyon yayınlarını gerçekleştirmesi için 1963 yılında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu kurulmuş ve 2 Ocak 1964’te yayımlanan Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Kanunu ile televizyon yayınlarını yapma yetkisi TRT’ye devredilmiştir. TRT Ankara Televizyonu 31 Ocak 1968 tarihinde deneme yayınlarına ve 31 Aralık 1968’de ise resmi yayınlara başlamıştır. Bu dönemde sadece Ankara’da gerçekleştirilen yayınlar, 1972 yılından itibaren yavaşça diğer illere de ulaşmıştır. 1977 yılına gelindiğinde ise ülkenin % 60’ına televizyon yayınları iletilebilir hale gelmiştir. Türkiye’de renkli televizyon yayınlarına ise ancak 1 Temmuz 1984 tarihinde geçilebilmiştir (Bayram, 2012, s. 110). Yeni bir teknolojinin denemeleri olan bu çalışmalar Türk televizyonculuk tarihi adına büyük önem taşımaktadır. Televizyondaki ilk yayın akışı ile birlikte “devlet televizyonu” imajı, Türkiye’deki yayıncılık mantığının ve sonrasının ne olacağını açıkça göz önüne sermektedir. Kamu hizmeti yayıncılığı, hem siyasi iktidardan hem de ticari çıkar ve kardan bağımsız yayın politikası ile en geniş coğrafi yayılımı ve çok geniş türde, en geniş izleyici kitlesine ulaşacak şekilde yayınlanması şeklinde özetlenebilir. Bu anlayış ile siyasal iktidar yayıncıların işlerinden uzak durmalı, yayıncılık anlayışını etkilememelidir. Devlet sadece abonelik aracılığıyla hizmet alanlar için ücretlerin belirlenmesi ve toplanmasında faaliyet gösterebilir. (Mutlu, 1999, s. 23-24) BBC’nin kurucusu sayılan Sir John Reith’e göre, bir yayın kurumunun topluma karşı sorumluluğu; toplumu eğitmek, bilinçlendirmek, kültürlendirmek, ulusun ahlaki bir topluluk olarak bütünlüğünü sağlamak, en yüksek beğeni seviyesine özendirmek, enformasyon ve tartışmaların yayınlanması ile demokrasinin oluşturulmasına yardımcı olmak şeklindedir (Mutlu, 1999, s. 24). Bu sorumluluklar kapsamında yayının gerçekleştirilmesi için rekabetin olmadığı, yayıncılığın tekel olduğu bir düzenin olması gerekmektedir. Aksi halde bu sorumlulukları yerine getirecek yayın kurumunun pazarda ayakta kalması zorlaşacaktır. BBC’nin benimsediği “kamu hizmeti yayın tekeli” anlayışı gibi Türkiye Radyo ve Televizyon (TRT), kuruluşundan itibaren tıpkı BBC gibi bir yayıncılık anlayışını benimsemiştir. BBC, izleyicilerin talebine göre değil, kurum olarak kendi benimsediği sorumluluklarını esas alarak yayın planını oluşturmayı başarabilmiştir (Mutlu, 1999, s. 24-25). Türkiye’de televizyon yayıncılığının gelişimi, ülkedeki ekonomik alandaki gelişmeler ve politik düzenlemeler bağlamında iki ana dönemde incelenebilir: 1. Birinci dönem (1964-1980); Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun kuruluşunu, televizyon yayıncılığının hayata geçirilmesi ve TRT tekelini kapsayan dönemdir, 2. İkinci dönem (1980 ve sonrası); tüm dünyada ve Türkiye’de egemen olan Neoliberal politikaların uygulanması vasıtasıyla pazar odaklı yayıncılık dönemidir (Uysal, 2011, s. 12-19). 131 12 Mart 1971 Muhtırası ile tüm demokratik kurum ve kuruluşlar yeniden gözden geçirilmiş; 1961 Anayasası’nda tanınan imkanlarda pek çok kısıtlamaya gidilmiştir. TRT’nin de öncelikle özerkliği ortadan kaldırılmış ve açıkça dile getirilmese de aslında siyasal iktidarlara bağımlı hale getirilmiştir (Uysal, 2011, s. 23). 1970’li yıllarda kentlerde televizyon kullanımı yaygınlaştıkça TRT yayınlarının program içeriklerinde de bir artış ve çeşitlenme gözlemlenmiştir. Eğitsel içeriğe sahip programlarla birlikte yayın süresi arttıkça Amerikan yapımı dizilerin yayınlanması da artmıştır. Reklam yayınlarında ve haber programlarında bir artış gözlemlenmiştir (Uysal, 2011, s. 24). Yayın süresinin uzaması, eğlendiren bilgi olgusunun azda olsa TRT bağlamında ortaya çıktığı görülmektedir. 1980’li yıllarda tüm dünyada artan küreselleşme eğilimi sonucu ortaya çıkan yeni ekonomik ve politik oluşumlar, kamusal yayıncılığın varlığını sürdürmesini sağlayan maddi kaynaklarının sınırlanması, yayın politikalarını şekillendiren ideolojinin terk edilmesi kamusal yayıncılık modeli uygulamalarını yüksek oranda zayıflatmıştır. Böylelikle, iletişim sistemlerinde kamusal yayıncılığı da kapsayan yeni sistemlerin alt yapıları oluşturulmaya başlanmıştır. Yeni iletişim politikalarındaki değişim şu şekilde sıralanabilir: 1. Devletlerin yayın tekeli oluşturmaması, 2. Devletlerin yasal kısıtlamalar getirmemesi veya müdahalesini en aza indirgemesi, 3. Siyasi politikaların uygulanması ile sermaye sahiplerinin yayıncılık sektörüne de girebilmesine olanak sağlanması (Uysal, 2011, s. 28). 1980-1983 döneminde Türkiye’de yayıncılığın yapısal özellikleri açısından bir farklılık yoktur; aksine bir süreklilik olmuştur. Yayıncılığa ilişkin yasal düzenleme yine askeri yönetim tarafından gerçekleştirilmiş; TRT’de başta diziler ve filmler olmak üzere %30 oranında yabancı programlar yayınlanmıştır (Uysal, 2011, s. 29). Türkiye’nin ilk özel televizyon kanalı 3 Ağustos 1989’da, Federal Almanya’dan “Magic Box Incorporated” şirketi yayın yapmıştır. Magic Box’ın yayınlarıyla yayıncılık alanında devlet tekeli kırılmış, hiçbir düzenleme yapılmadan yeni bir yayıncılık dönemi başlamıştır (Uysal, 2011, s. 33-34). Neoliberal politikaların yayıncılık alanında da hayata geçirilmesiyle 1990’lı yıllarda Türkiye’de 230’u yerel olmak üzere 261 televizyon kanalı etkinlik göstermekteydi. Yayıncılık tekelinin kırılmasından yaklaşık on yıl sonrasında yayıncılık alanında hiç bir yasal düzenleme yapılmadan böylesi bir gelişim olumlu olmakla birlikte pek çok olumsuzluğu da içinde barındırmaktadır (Uysal, 2011, s. 34). Televizyonlarda magazin programlarının artışı ile 1990’lardan sonra haber bültenlerinin de magazinleştiği görülmektedir. Haberler canlandırma, müzik, animasyon, ses efekti gibi içeriklerle süslenmiş; haber içerikleri ise ülkenin ekonomik, politik ve toplumsal açılardan önem taşıyan olay ve gelişmelerden çok magazin dünyasının ünlüleri veya söz konusu olayları magazinsel açıdan ele alacak şekilde oluşturulmuştur (Uysal, 2011, s. 37-38). Radyo, televizyon ve gazete içeriklerinin böylesi bir erozyona uğraması benimsenen liberal anlayışın ve olmayan yasal düzenlemenin neticesidir. Türkiye’deki özel medya kuruluşlarından özellikle televizyon kanalları ilk yayına girdikleri günden 2000’li yıllara kadar daha fazla izleyici çekebilmek adına yerli ve yabancı filmler, müzik, eğlence programları, yarışmalar, talk-show’lar yayınlamaya başlamış; haber programlarında ise gazetecilerin “anchorman” veya “anchorwoman” olarak yayın yaptıkları daha hareketli ve sansasyonel yayın şekline yönelmişlerdir (Çelenk, 1994, s. 129-130). Özel kanallar özellikle ilk yayına girdiklerinde TRT ekranlarında yer bulamayan kişileri, yayınlanmayacak program formatında yayınlamışlardır. Bu durum, kanalların rekabete gireceklerinin işaretleri olmuştur. Rekabetin ana hedefi ise, en fazla izlenme oranını alarak reklam pastasında en büyük paya sahip olmaktır. Bunun için de kanalar, reyting ve reklam alabilmek adına buna göre format çalışmaları yapılmalıdır. Sonuç olarak ticari anlamda yayıncılık anlayışını benimseyen kanalların medya içeriklerini belirleyen, kamuoyu ve reklamcılık sektörüdür (Uysal, 2011, s. 41). 132 Televizyon Haberciliğinde Infotainment Olgusu Günümüz dünyasında kitle kültürü ve eğlence arayışı her şeyin önüne geçmektedir. Televizyon yayıncılığı adına gereklilik haline gelen eğlenceye yönelik yayın yapılması, aslında çokta yanlış olmayabilir. Yanlış olan, televizyon haberleri de dâhil bütün programların eğlenceyi amaçlayarak hazırlanmasıdır (MEGEP, 2008, s. 15). Özellikle televizyon haberlerinde eğlenceyi amaçlamak, haber bültenlerinin yapısal özelliklerini etkilemektedir. Türkiye’nin internet ile buluşması, medya ortamındaki köklü değişiminde de hız kazandığı 1990’lı yıllarda gerçekleşmiştir. Medya kuruluşlarının önemli bölümünün birkaç büyük medya grubunun kontrolü altında olduğu bu yeni dönemde, medyada haber kalitesi, basın özgürlüğü gibi bir dizi alanda önemli sorunlar yaşanırken, dijital yayıncılığın sağladığı katkıda önem taşımaktadır (Binatlı ve Sunal, 2014, s. 108). Yazılı basın ise bu dönüşüm ve değişimin dışında kalmamış, yeni kavramlar ile karşımıza çıkmıştır. Bu kavramlardan birisi olan Infotainment, bilginin eğlence yoluyla aktarımı ve ya eğlendiren bilgi olarak kısaltılabilir. İngilizce information (bilgi) ve entertainment (eğlence) kelimelerinin birleşmesi ile oluşan yeni bir kavramdır (Bayram, 2012, s. 120). Kavram günümüzde magazinleşme kavramıyla da karıştırılıp iç içe geçmiş durumdadır. Ancak buradaki magazinleşme kavramı, magazin gazeteciliği, magazin sayfalarını ya da magazin programlarını ifade ettiği gibi, aynı zamanda ciddi gazeteciliğin içeriğinin hafifleştirilerek magazinleştirilmesi durumuna da içermektedir. “Tabloidisation” sözcüğü ile de ifade edilen magazinleşme, “eğlenceli ve duygusal motiflerle ve basit-kolay bir biçimde oluşturulan içeriğin kolay tüketilebilir bir sunumla topluma ulaştırılması” olarak tanımlanmaktadır (Binatlı ve Sunal, 2014, s. 108) Birbirleriyle ilişkili olan tabloidleşme (tabloidisation) ve eğlendiren bilgi (infotainment) kavramları, özellikle son yıllarda medya araştırmacılarının ilgisini çekmiş, popüler hale gelmiştir. Tarihsel çalışmalarında Mc Lachlan ve Golding (2000) tabloidleşmenin kodlarını daha az metin, siyasal haber, uluslararası haber ve daha çok görüntü, eğlence haberi olarak sıralamaktadırlar. Bir bakıma, tabloidleşme bilgi programlarına eğlencenin eklenmesi boyutuyla eğlendiren bilginin (infotainment) ileri seviyesi diyebiliriz (Brants ve Neijens, 1998). Sparks’ın (2000) tanımına göre, infotainment tabloidleşmenin ikili boyutundan birini oluşturmaktadır. Birinci boyut, siyasete, ekonomiye ve topluma daha az ilgi gösterilip spora, skandallara, hem ünlülerin, hem de sıradan insanların özel hayatlarına ve popüler eğlenceye çok daha fazla ilgi gösterilmesiyle alakalıdır. İkinci boyutu oluşturan infotainment olgusu ise iletişim aracındaki önceliklerin haber ve bilgiden eğlenceye doğru kaymasıyla alakalıdır (Gencel Bek, 2004,s. 10). Infotainment, haber bülteni içeriğinde eğlendirme unsurunun da kullanıldığı yeni haber sunum şeklidir. Bu yeni haber formatında, klasik haber sunumuyla birlikte, magazin, moda, ve güncel konulara farklı yaklaşımlar gibi eğlenceli haber biçimleri de yer almaktadır. Infotainment kavramıyla günümüz haber yayıncılığı, haber ve eğlence arasındaki kesin sınırın netliğini kaybettiği ve haber bültenlerinin gösteri - eğlence formatına dönüştüğü konusunda önemli eleştirilere neden olmaktadır. Eleştirilerin sebebini özetlememiz gerekirse, infotainment olgusunu barındıran haber yayıncılığı, izleyici kitlenin ölüm, savaş, şiddet, terör ve çevre kirlenmesi gibi olaylar karşısındaki duyarsızlaşmasına, kavramların içlerinin boşalmasına etki ettiği gerekçesidir. Örneğin, bir ölüm, kaza vb negatif içerikli bir haberinin ardından gösterilen eğlendirici bir olayla birlikte, öncesindeki ölüm, kaza vb kavramların içi boşaltılmış, değeri zayıflatılmış olmaktadır (Bayram, 2012, s. 120). Bu tarz yayınların gerçekleştirilmesi, televizyonun tecimsel bir araç olmasının bir sonucudur. Yani yayın yapan firmanın, müşterisi olan izleyiciden ne talep ederse veya izleyicinin daha çok ne dikkatini çekerse onu sunması söz konusudur. Televizyonun gelişim süreci, Avrupa ve Amerika’da serbest pazar ekonomisinin uygulanması süreciyle eş zamanlı olarak ilerlemiştir. Sosyoekonomik ve politik sistemin mevcut varlığını korumak amacıyla televizyondan faydalanılırken medya sektörü de bu ortamda daha rahat güçlenme olanağı bulmaktadır. Kitle iletişim araçlarını kontrol edenlerin, kültürel, siyasal ve ekonomik iktidarı elde etmek açısından önemli bir güce sahip oldukları ve 133 bu yolla toplumu yönlendirecekleri düşüncesi, eleştirilerin boyutunu genişletmektedir. Bu konudaki en ağır eleştiriler Louis Althusser’in yaklaşımından gelmektedir. Althusser’in İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları adlı kitabında belirttiği görüşe göre; televizyon bireyleri ağır bir enformasyon bombardımanına tutarak gerçek anlamda birey olma özelliklerinin kaybolmasına neden olmakta; böylelikle yönetenler, televizyonu kendi söylemlerini onaylatan bir baskı aracı olarak kullanmaktadır (Bayram, 2012, s. 115). Bu durumda televizyon, toplumun kurumları ile birlikte günlük konuşma ve davranış kalıplarımızı belirleyen devletin ideolojik bir aygıttır. Medya sektöründe, çok kanallı televizyon yayınlarının içerik olarak birbirinden çeşitli ve demokratik bir medya yapılanmasını temsil ettiği düşünülebilir. Fakat farklı kanalların, aynı ideolojik yaklaşımı yansıttığı durumlarda ise çok seslilik yanılsaması ortaya çıkmaktadır. Televizyon yayınları bireylerin serbest zamanlarını mümkün olabildiğince işgal etmekte, böylelikle kişileri birey yapan temel özelliklerden biri olan kendini ve dünyayı sorgulama yetisini kaybettirdiği savunulmaktadır. Televizyon, mevcut ideolojik sistemi onaylayarak toplumsal düzenin bekçiliğini yapmaktadır. Böylelikle kendilerine ve yaşadıkları ortama yabancılaşan bireylerin, mevcut toplumsal düzene karşı olası muhalif tutumları baştan engellenmiş olmaktadır (Bayram, 2012, s. 115). Haberlerde de izlenme oranlarını arttırmak adına rekabet eden televizyon kanallarının yayın politikaları için Bourdieu, “Televizyonun, örneğin haberler düzeyindeki simgesel eyleminin bir bölümü, dikkatleri, herkesin ilgisini çekecek türden ... olaylarda yoğunlaştırmaktan ibarettir. ... Değerli dakikalar önemsiz şeyler söylemek için kullanılıyorsa, bunun nedeni önemsiz bu şeylerin, değerli başka şeyleri gizledikleri ölçüde, aslında çok önemli olmalarıdır” şeklinde belirtmiştir (Bourdieu, 2000, s. 22). Televizyonun dikkatin oldukça kolay dağılabildiği bir ortamda izleniyor olması, ilginin sürekliliğini sağlamak için sesin ve müziğin kullanımının önemini ortaya koymaktadır. Televizyonda, belli duygu kalıplarının duyumsatılmasında toplumsal düzenin sürekliliğini sağlayacak, egemen ideolojinin haklılığını kanıtlayacak ve bu ideolojiye muhalif tavrın olan unsurları da ehlileştirecek bir şekilde kullanılmaktadır (Pekman ve Kılıçbay, 2004, s. 60-67). Kitle iletişim medyasında yaşanan bu gelişmeler, kitle iletişim medyasının sadece bilgi aktaran, eğlenceyi kamulaştıran ya da eğiten bir mecra değil; bilgi ile eğlenceyi birbirine karıştıran bir pakete dönüşmesine yol açmıştır. İletişim araçlarından en etkili enformasyon ağına sahip ve kitleyi etkileme düzeyi yüksek olan mecra olan televizyonda günümüzde iletilecek bilgileri yozlaştırıp magazinleştirerek, topluma iletilmesi gereken asıl bilgilerin iletilmesine engel olmaktadır. Infotainment Olgusu Bağlamında Kamu ve Özel Televizyonda Anahaber Kuşağının İncelenmesi Araştırmanın Sorunsalı Araştırma, “eğlendiren bilgi (infotainment) sürecinin Türkiye’deki kamu yayıncılığı anlayışına sahip bir devlet televizyonu kanalı ile tecimsel anlayışı özümseyen bir televizyon kanalında haberciliğin nasıl ele alındığı ve haberciliği ne doğrultuda etkilediği” sorunsalı üzerine temellendirilmiştir. Araştırmanın Kapsamı Araştırmanın örneklemi, yayıncılık anlayışı olarak kamu ve tecimsel yayın anlayışına sahip sırasıyla TRT ile Fox TV’nin ana haber kuşağını içermektedir. Kanalların 2 Şubat 2015 tarihinde, Pazartesi günü yayımlanan ana haber bültenlerinin kaydı bulunmuş ve kuşakta yayımlanan 21 haber üzerinde inceleme yapılmıştır. 2 Şubat tarihinin rastgele seçilmesine rağmen özel bir haber gündemine denk gelmemesine özen gösterilmiştir. Çünkü önemli gelişmelerin yaşandığı dönemlerde, ana haber bültenlerinde öncede hazırlanan haberler göz ardı edilerek kullanılmamakta, ağırlıklı olarak veya tamamen anahaber gündemini önemli gelişmeler kaplamaktadır. Bu nedenle özellikle bu tarih üzerine durulmuştur. Fox TV’nin seçilme nedenlerinin başında ise, güncel olması adına 2015 yılı ilk iki ayın günlük reyting rakamlarının incelenmesi ve bu inceleme neticesinde en çok izlenen anahaber bülteni olması yer almaktadır. Ulusal bir kanal olan özel TV genel seyirci kitlesine hitap etmekte ve yayınlarını karasal, kablo ve uydu sistemleri yoluyla yapmaktadır. İncelemeye tabi tutulan anahaber kuşağının tek günle sınırlı tutulmasının nedeni ise; özel bir gün- 134 demin yer almadığı 2 Şubat 2015 tarihinde anahaber kuşağında yayımlanan haberlerin toplanması, düzenlenmesi ve sunulması anlayışının genel anlamda diğer günler için de geçerli olduğu düşüncesidir. Anahaber kuşağında hangi tür haberlere yer verileceği, bu haberlerin nasıl hazırlanıp ne şekilde sunulacağı televizyon kanalının haber politikasına göre şekillenmektedir. Bu nedenle özel bir gelişme olmadığı sürece haber bültenleri aynı mantık çerçevesinde oluşturulmaktadır. Araştırmanın varsayımları Araştırma; “Türkiye’de kamu ve özel televizyon yayıncılığını kıyaslandığında haberciliğin temelinin, bilgi ve eğlence unsurlarının birleşmesi ile ortaya çıkan eğlendiren bilgiye (infotainment) dönüştüğünü görmek ve dolayısıyla haberlerin bir tüketim nesnesi haline geldiğini görmek mümkündür.” temel varsayımı üzerine kurulmuştur. Bu varsayımı destekleyen ve kamu ile özel televizyon kanallarının kıyaslanmasına sebebiyet veren alt varsayım ise haberin ticarileşmesidir. Haberin zevkle tüketilen bir nesne haline gelmesi ile haberciliğin ticari temellere oturması söz konusu olmuştur. Araştırma yöntemi Çalışmada öngörülen haberin bir tüketim nesnesi haline gelmesi ve ticarileşmesi varsayımlarının denenmesi ancak kamu ve özel kanal anahaber bülteni içerik kıyaslaması ile mümkün olacağı için TRT ve Fox TV anahaber kuşağında yayımlanan haberler içerik analiziyle incelenmiştir. Araştırmanın özellikle varsayımları düşünüldüğünde analizin temel anlayışı, Pierre Sorln’in aşağıdaki söylemi üzerine araştırma temellendirilebilir. Pierre Sorlin’e, “Kitle iletişim araçları alanında yapılan çalışmalar üzerine düşünüldüğünde akla gelebilecek üst başlıklar, araçtan edinilen bilgi, bu bilginin hazırlanışı ve sunuluşu / alımlanışı gibi süreç ve kavramlar ile bu sürece etki eden faktörleri kapsamaktadır.” şeklinde belirtmiştir (Sarlin, 1994: 80-81). Anahaber bültenlerinin içerdiği eğlendiren bilgi (infotainment) olgusunu değerlendirmeyi amaçlayan çalışma, bir kitle iletişim aracında yapılan bir çalışmanın detayını değerlendirmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle seçilen kamu ve özel televizyon kanallarının yayınladığı anahaber bültenlerinin haber içeriğini üç başlık ve aşağıda belirtilecek alt detaylar çerçevesinde ele alacaktır. Ana haber bültenlerinin içerdiği eğlendiren bilgi (infotainment) olgusuna etki eden faktörlerin ölçümlenebilmesi adına başlıkları ve içerikleri şu şekilde düşünebiliriz; 1- Araçtan Edinilen Bilgi; Haber konuları ve türleri, süreleri, haber unsurları, haber kaynakları, 2- Edinilen Bilginin Hazırlanışı; görüntü efektleri, görüntü tekrarları, ses efektlerinin kullanılması, müzik ve doğal ses kullanımı, 3- Bilginin Sunuluşu/Alımlanışı ise muhabirin ekran önünde kullanılması, haberin özneleri gibi kriterler baz alınmıştır. Tablo 1: Eğlendiren Bilgi (Infotainment) Olgusunun Değerlendirme Detayları Anahaber Bültenlerinin “Araçtan Edinilen Bilgi”ye Göre Değerlendirilmesi Haber Konuları ve Türleri Bakımından İncelenmesi 2 Şubat 2015 Pazartesi tarihi için TRT ve Fox TV anahaber bültenleri yayınında sırasıyla Seval Çöpür ile Fatih Portakal’ın spikerliğini gerçekleştirdikleri anahaber bültenleri incelenmiştir. İncelenen iki bültenin haber konuları ve bu konuların sınıflandırılması adına oluşturulan haber türleri araştırma kapsamında yer almaktadır. 135 Tablo 2: Anahaber Kuşağındaki Haberlerin Konuları Ve Türleri Bakımından Fox TV’nin İncelenmesi 136 Tablo 3: Anahaber Kuşağındaki Haberlerin Konuları Ve Türleri Bakımından TRT’nin İncelenmesi 137 Tablo 4: Fox TV Anahaber Bülteni Haber Türlerinin Dağılımı Tablo 5: TRT Anahaber Bülteni Haber Türlerinin Dağılımı İncelemede TRT ve Fox TV ana haber bültenlerinde ortak haber türleri toplumsal, siyasi, hava muhalefeti, ekonomi ve kaza şeklindedir. Fox TV’de yer alan farklı haber türleri magazin ve polisiye iken TRT’deki farklı haber türleri resmi bildirilerin duyurulmasını içermektedir. Kanallar arasındaki farklı haber türlerinin incelenmesi dahi konunun anlaşılması anlamında yeterli olacaktır. Bununla birlikte Fox TV anahaber bülteninde magazinel ve polisiye haberleri bültenin %28’sini kapsamaktadır. TRT anahaber bülteninde ise bu türde hiç bir yayın yer almamaktadır. Bu da haberlerde eğlence ve suç unsurlarının öncelikli olarak ele alındığını göstermektedir. Fox TV yayınına başlamadan önce günün hashtag’ini belirleyip izleyicinin interaktif olabilecek bir mecraya yönlendiriyor, bu vesile ile anahaber bülteninin tanıtımını gerçekleştirebiliyor. Haber Süreleri Bakımından İncelenmesi Haber türü kapsamında eğlence ve suç içeren içeriklere ağırlık veren Fox TV, süre anlamında da bu içerikleri barındıran magazin ve polisiye unsurlarının sürelerini de uzun belirlemiştir. Bu haber türünden TRT haber bülteninde yer almadığı için kaza içerikli haber sürelerinin iki kanalda karşılaştırıldığında yine Fox TV’nin kaza haberlerine TRT’e oranla bültende daha çok yer verdiği gözlemlenmektedir. Tablo 6: Fox TV Anahaber Bülteni Haber Türü Kapsamında Sürelerinin İncelenmesi 138 Tablo 7: TRT Anahaber Bülteni Haber Türü Kapsamında Sürelerinin İncelenmesi Haber Unsurları Bakımından İncelenmesi Haberin içerdiği unsurlar, kanalın haber politikası ve haberin gerçekle olan ilişkisi anlamında önemli ve yönlendiricidir. Haber unsurları incelenerek bir bültende eylemin kim tarafından gerçekleştirildiğinden ziyade nasıl, ne zaman, neden, nerede gerçekleştirildiği mi öne çıkartılıyor, bu noktaların analizi ile eğlendiren bilgi (infotainment) olgusu incelenebilmektedir. Yapılan incelemede görüleceği gibi Fox TV haberlerinde öne çıkan unsurlarda Kim? sorusu %48 oranında işlenmişken TRT’de bu unsur için oran %19’dur. Aynı şekilde Ne? unsuru Fox TV’de %48 oranı ile işlenmişken TRT’de %71 oranında öne çıkartılmıştır. Bu noktada tecimsel yayıncılığı özümseyen kanalda haberin Ne? ve ya diğer unsurlara verdiği cevaptan daha çok magazinleşme olgusuna hizmet eden Kim? unsuruna cevap verilerek kişisel karakterler üzerine kurulan olaylar ile bülten içeriklerinin oluşturulduğu gözlemlenmektedir. Tablo 8: Haber Unsurlarının Öne Çıkartılması Bakımından İncelenmesi Kaynakların Belirtilmesi Bakımından İncelenmesi Ana haber kuşağında yer alacak haberlerin kaynaklarının belirtilmesi ve hangi kaynaklardan hangi haberlerin seçileceği, kanalın yayın politikası ve haber ajansları ile olan ilişkisine bağlıdır. Bu anlamda incelediğimizde kaynak belirtilen haber oranı eşit olsa da yurtiçi ve yurtdışı kapsamında, Fox TV’nin yurtiçi haberlerinin oranının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu duruma Fox gibi bir kanalın yurtdışı haber ajansları ile olan ilişkisinin etkili olduğunu düşünmek yerine daha çok yurtiçi haber vermeyi yayın politikası olarak kabul ettiğini düşüncesinden yola çıkarak oransal olarak yurtiçi haberlerin daha yüksek olduğu düşünülebilir. Tablo 9: Anahaber Bülteninin Kaynak Belirtilmesi Bakımından İncelenmesi 139 Tablo 10: Yurt İçi Ve Yurt Dışı Haber Oranları Bakımından İncelenmesi Anahaber Bültenlerinin “Edinilen Bilginin Hazırlanışı”na Göre Değerlendirilmesi Görüntü Efektleri Bakımından İncelenmesi Anahaber bülteninde kullanılan görüntü efektleri incelendiğinde, Fox TV TRT’e oranla 2 kat daha fazla kullanım gerçekleştirmiştir. Gösterilen haberin, görüntünün daha etkileyici ve dikkat çekici kalıcı olması anlamında kullanılan görüntü efektleri aşağıdaki gibi olabilir; • Görüntüden seçilen nesnenin bir şeklin içine alınarak görüntüden koparılması/hareket ettirilmesi ile ayrı bir şekilde vurgulanması, • Daire vb şekil içine alınan görüntü dışında kalan görüntünü bulanıklaştırılması/karartılması, • Ekranı ikiye bölerek iki ayrı görüntünün anlatım anlamında kullanılması. Tablo 11: Anahaber Bülteninde Kullanılan Görüntü Efektlerinin İncelenmesi Görüntü Tekrarları Bakımından İncelenmesi İzleyicinin dikkatini bir görüntü veya kareye çekmek ve böylece haberin etkisini arttırmak amacıyla yapılan haber tekrarları görsel malzemenin yeterli olmadığı durumlarda da başvurulan bir zorunluluk olsa da etki derecesi nedeniylede yoğunlukla kullanılmaktadır. Yapılan araştırmada iki kanalın görüntü tekrarı kullanımı birbirine yarın oranda çıkmıştır. Tablo 12: Anahaber Bülteninde Kullanılan Görüntü Tekrarlarının İncelenmesi Ses Efekti ve Doğal Ses Kullanımı Bakımından İncelenmesi Fox TV anahaber kuşağı kapsamında ses efekti kullanım oranı %48 iken TRT’nin oranı %24’tür. Kullanılan ses efekti, haberin gerçekliğine etki edecek kadar önemli görülmektedir. Ses efekti gibi yine haberin gerçekliğine önemli derecede hizmet edebilecek olan sesli uyarıcı, doğal ses kullanımıdır. Araştırma ile görülüyor ki doğal ses kullanımını, Fox TV anahaber bülteni %81 oranı ile TRT’den (%62) daha fazla gerçekleşmiştir. Fox TV sesli uyarıcıları daha yoğun kullanarak görsel etkiyi arttırmayı ve görsel ritmin yüksek tutularak bülteni daha da dikkat çekici hale getirmeyi amaçlamaktadır. 140 Tablo 13: Fox TV Ses Efekti ve Doğal Ses Kullanımının İncelenmesi 141 Tablo 14: TRT Ses Efekti ve Doğal Ses Kullanımının İncelenmesi Anahaber Bültenlerinin “Bilginin Sunuluşuna / Alımlanışı”na Göre Değerlendirilmesi Muhabirlerin Görüntüde Yer Alması Bakımından İncelenmesi Haber üretimini gerçekleştiren muhabirlerin haber bültenlerinde kullanılması için haberlerin röportajlı ve ya anonslu olması gerekmektedir. Bu iki türden muhabir kullanımından röportajlı haber kullanımı Fox TV’de yüksek orada tercih edilirken, anonslu haber TRT’de daha yüksek oranda kullanılmıştır. 142 Tablo 15: TRT Anahaber Bülteninde Muhabirlerin Haberlerle Görsel Olarak Kullanımının İncelenmesi 143 Tablo 16: Fox TV Anahaber Bülteninde Muhabirlerin Haberlerle Görsel Olarak Kullanımının İncelenmesi Haber Özneleri Bakımından İncelenmesi Türk insanının seyretmeyi tercih ettiği şiddet içerikli sokak kavgaları, kazalar, çıplak kadın görüntüleri vb unsurlar ticarileşen televizyon haberciliği anlayışında reyting alabilmek amacıyla özellikle aranan haber konularını şekillendirmektedir. TRT anahaber bülteninde bireyin ön plana çıktığı haberler ağırlıkla siyasi içerikli, siyasetçinin yer aldığı haberlerdir. Fox TV anahaber bültenin de haberin öznesini bireyin oluşturduğu haberler ise, siyasi içerikli haberlerle birlikte ünlü bir sanatçının yer aldığı magazinsel bir haber, eylem, cinayet ve kavganın işlendiği polisiye haberleri, korkunç bir tren kazası haberi ve toplumsal diye nitelendirebileceğimiz yardımseverliği vurgulayan haberler yer almaktadır. Bu tür içeriklerinde Türk toplumunun dikkatini çekebileceği, haberin kişiselleştirilmesi ile magazinsel yönünün öne çıkartılabileceği bilinmek ve görülmektedir. 144 Tablo 17: Haber Özneleri Bakımından Anahaber Kuşağının İncelenmesi Sonuç Küreselleşme ile birlikte artık tüm bireyler, dünyanın herhangi bir yerinde yaşanılan herhangi bir olaydan/durumdan haberdar olabilecektir. Bu durum mesafelerin ortadan kalkmasını sağlayarak dünyayı bir küresel köy haline getirmektedir. Bu küresel köyde baş edilemeyecek kadar çok enformasyon bulunmaktadır. Öyle ki bunu bir enformasyon bombardımanına benzetebiliriz. Küreselleşmenin getirdikleri ile birlikte küresel köyün oluşumu enformasyon bombardımanına neden olacaktır. Oluşacak enformasyon bombardımanı bize dezenformasyon kavramını hatırlatmalıdır. Dezenformasyon, aslında bilgi kirliliği ile kişiler veya kurumlar bilgi sahibi olduğunu düşünmektedirler. Halbuki bu bilgi kirliliği bilgi sahibi olduğu düşüncesinde illüzyon yaratabilmektedir. Kitle iletişim araçları içerisinde etkileme düzeyi en yüksek olan iletişim aracı televizyon, günümüz koşullarında tecimsel nedenlerden ötürü hareketli, dikkat çekici yani eğlendiren bilgi (infotainment) olgusunu içeren yayınlar yapmayı ve böylece izleyici kitlesini genişletmeyi, reklam gelirlerini arttırmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda inceleme yapılan bu çalışmada, kamu ve özel televizyon kanalları olan TRT ve Fox TV ele alınmış ve bu araştırma bağlamında kitle endüstrisi, küreselleşme ve infotainmant olgusu çerçevesinde habercilik/ yayıncılık göz önünde bulundurulmaktadır. Enformasyonun yoğun olması ile kanalların ticari endişeleri birleşince, izleyicinin izlemeyi tercih edebileceği, eğlenceli, kültür endüstrisi anlamında değişimin olduğu yayınlar gerçekleştirilmeye başlanmıştı. TRT ve Fox TV özelinde seçilen bir günde incelenen anahaber bültenleri “araçtan edinilen bilgi, bu bilginin hazırlanışı ve sunuluşu / alımlanışı” süreçlerini ve kavramları ele alınmaktadır. Yapılan çalışma çerçevesinde özellikle anahaber bültenlerinin içeriklerini özet bir şekilde inceleyebiliriz. Yapılan araştırmada TRT ve Fox TV ana haber bültenlerinin içerdiği haber türleri eğlendiren bilgi olgusu çerçevesinde farklılık göstermektedir. Fox TV’de yer alan TRT’den farklı haber türleri magazin ve polisiye iken TRT’deki farklı haber türleri resmi bildirilerin duyurulmasını içermektedir. Bu kapsamda iki kanal arasındaki infotainment olgusunun kullanımı belirginleşmektedir. Anahaber bülteninde kullanılan görüntü efektleri ve ses efektleri incelendiğinde, Fox TV TRT’e oranla 2 kat daha fazla kullanım gerçekleştirmiştir. Kullanılan efektleri, haberin gerçekliğine etki edecek kadar önemli görülmektedir. Ses efekti gibi yine haberin gerçekliğine önemli derecede hizmet edebilecek olan sesli uyarıcı, doğal ses kullanımıdır. Araştırma ile görülüyor ki doğal ses kullanımını, Fox TV anahaber bülteni %81 oranı ile TRT’den (%62) daha fazla gerçekleştirmiştir. Fox TV sesli uyarıcıları daha yoğun kullanarak görsel etkiyi arttırmayı ve görsel ritmin yüksek tutularak bülteni daha da dikkat çekici hale getirmeyi amaçlamaktadır. Böylece ticari anlamda amaçları olan Fox TV’nin anahaber yayın planı amacına uygun düzenlenmiş, TRT’de ona nazaran infotainment olgusunda çok daha az bir oranda söz görülmektedir. Kaynakça • Aslanoğlu, R., (1998), Kent, Kimlik, Küreselleşme, Bursa, Asa Yayınevi. 145 • Bayram, N., (2012), Evdeki Dünya Televizyon, Bayram, N., (edt.), Toplum ve İletişim, (107120), Eskişehir, Anadolu Üniversitesi. • Bielsa, E., (2008), Translation in Global News, London, Routledge. • Binatlı, C., and Sunal, G., (2014), The Impact of Culture an Society on the Entertainment Industry, Öztürk, G., (edt.), The Understanding of Entertainment in Press Enterprises in Turkey, Turkey, İstanbul Commerce University. • Bourdieu, P., (2000), Televizyon Üzerine, Ilgaz, T., (çev.), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları. • Cereci, S., (1996), Televizyonun Sosyolojik Boyutu, İstanbul, Şule Yayınları. • Crowley, D., and Heyer, P., (2007), İletişim Tarihi (Communication in History), Ankara, Phoenix Yayınevi. • Çalışır, G., (2012), “Küreselleşme Sürecinde Haber Kavramında Gerçekleşen Bir Dönüşüm: Küresel Haber Kavramı”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 1, 4, 107-108. • Çelenk, S., (2005), Televizyon, Temsil, Kültür, Ankara, Ütopya Yayınevi. • Dağtaş, E., (2013), Televizyon ve Reklam, Dağtaş, B., (edt.), Medya ve Reklam, (90), Eskişehir, Anadolu Üniversitesi. • Demirci, B. N., (2012), Televizyonun Türkiye’ye Gelişiyle Beraber Toplum Tarafından Algılanışı ve Gündelik Yaşama Yansımaları, Ankara, Gazi Üniversitesi. • Dileklen, T., (2005), 5N-1K Televizyon Haberciliği, İstanbul, Okumuş Adam Yayınları. • Gencel Bek, M., (2004), “Türkiye’de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme”, İletişim Araştırmaları, 2, 1, 10. • Güneş, S., (2006), Enformasyon Toplumunun Putları, Ankara, Hece Yayıncılık. • Held, D., and Mcgrew, A., (2008), Küresel Dönüşümler, Ankara, Phoenix Yayınevi. • Kocadaş, B., (2005), “Kültür ve Medya”, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi (Journal of Social Science of the Turkish World), 34, 2-5. • Mora, N., (2008), “Medya ve Kültürel Kimlik”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 5, 1, 11. • MEGEP (Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi)., (2008), Gazetecilik, Televizyon Haberciliği, Ankara, Milli Eğitim Bakanlığı. • Mutlu, E., (2004), İletişim Sözlüğü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları. • Mutlu, E., (1999), Televizyon ve Toplum, Ankara, TRT Genel Sekreterlik Basım ve Yayın Müdürlüğü Ofset Tesisleri. • Postman, N., (1994), Televizyon Öldüren Eğlence, Akınhay, O., (çev.), İstanbul, Ayrıntı Yayınları. • Pekman, C., ve Kılıçbay, B., Görüntünün Müziği Müziğin Görüntüsü, İstanbul, Pan Yayıncılık. • Robertson, R. (1998), Küreselleşme: Toplum Kuramı ve Küresel Kültür, Yolsal, Ü., H., (çev.), Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları. • Sorlin, P., (1994), Mass Media: Key Ideas, Routledge. • Talas, M., and Kaya, Y., (2007), “Küreselleşmenin Kültürel Sonuçları”, Türklük Bilimi Araştırmaları, 22, 150-151. • Uğur, İ., and Şimşek, S., (2008), Kitle İletişim Araçlarından Televizyonun Küreselleşme Boyutunda Meydana Getirdiği Kültür Emperyalizmi ve Toplumların Bu Emperyalizme Karşı Geliştirdikleri Direnç Mekanizmaları, Bilgili, C., Tan Akbulut, N., (edts), Medya Eleştirileri 2008 Küreselleşme Makinesi: Medya, (101), İstanbul, Beta Basım Yayın. • Uysal, R., (2011), Medyada Yapısal Dönüşümler: Dönüşümün Bir Göstergesi Olarak Aşk-ı Memnu Romanının TRT ile Özel/Ticari Televizyonlarda Değişen Sunum ve İçerikleri, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Waters, M., (1995), Globalization, London, Routledge. Ek Tablo Listesi Tablo 1: Eğlendiren Bilgi (Infotainment) Olgusunun Değerlendirme Detayları Tablo 2: Anahaber kuşağındaki haberlerin konuları ve türleri bakımından Fox TV’nin incelenmesi Tablo 3: Anahaber kuşağındaki haberlerin konuları ve türleri bakımından TRT’nin incelenmesi Tablo 4: Fox TV anahaber bülteni haber türlerinin dağılımı Tablo 5: TRT anahaber bülteni haber türlerinin dağılımı Tablo 6: Fox TV anahaber bülteni haber türü kapsamında sürelerinin incelenmesi 146 Tablo 7: TRT anahaber bülteni haber türü kapsamında sürelerinin incelenmesi Tablo 8: Haber unsurlarının öne çıkartılması bakımından incelenmesi Tablo 9: Anahaber bülteninin kaynak belirtilmesi bakımından incelenmesi Tablo 10: Yurt içi ve yurt dışı haber oranları bakımından incelenmesi Tablo 11: Anahaber bülteninde kullanılan görüntü efektlerinin incelenmesi Tablo 12: Anahaber bülteninde kullanılan görüntü tekrarlarının incelenmesi Tablo 13: Fox TV ses efekti ve doğal ses kullanımının incelenmesi Tablo 14: TRT ses efekti ve doğal ses kullanımının incelenmesi Tablo 15: TRT anahaber bülteninde muhabirlerin haberlerle görsel olarak kullanımının incelenmesi Tablo 16: Fox TV anahaber bülteninde muhabirlerin haberlerle görsel olarak kullanımının incelenmesi Tablo 17: Haber özneleri bakımından anahaber kuşağının incelenmesi 147 ORTAÖĞRETİMDE TABLET BİLGİSAYARIN KULLANIMI: FATİH PROJESİ ÖRNEĞİ Halis ARICAN Özet: Çağımızda teknolojik gelişmelerin en hızlısı bilgisayardır. Teknolojideki gelişmelere bağlı olarak araştırma, geliştirme, haberleşme gibi alanlarda köklü değişmeler meydana gelmiştir. Bilginin üretilmesi, yaygınlaştırılması, bloke edilmesi bilgisayarların çalışma alanını genişletmiştir. Bilgisayarların her alanda kullanılmaya başlanması ile çağımızda, bilim çağı, iletişim çağı, enformasyon çağı gibi çarpıcı gelişmeler ve ilerlemeler gündeme gelmiştir. Kişiliğin geliştiği, öğrenmenin gerçekleştiği, eğitim hizmetlerinin üretildiği ve sunulduğu yerler olan okullarımız şüphesiz bu gelişmelerin dışında kalamaz, tutulamaz. Son yıllarda eğitim kurumlarının özellikle de ortaöğretim alanında en önemli eğilimlerden biri de öğretimin bireyselleştirilmesi olmuştur. Öğrencilerin bireysel gelişim hızlarını dikkate alarak öğrencilerin kendi temposuna göre ilerlemesine yer veren, öğrencilerin dikkatlerini ve ilgilerini çeken, zamanında ve faydalı geri bildirimler sağlayan, görülmesi ve denenmesi zor ve tehlikeli konuları içeren ve sınıf ortamına getiren, oyun formatını kullanarak öğrencilerin konuları daha kalıcı bir şekilde öğrenmelerini ve kavramalarını sağlayan öğretmenin rehber, bilgisayarın araç olduğu günümüz eğitim sisteminde bilgisayar desteği uygulamalarını incelemek, bu anlamda özellikle de FATİH Projesi kapsamında eğitimdeki köklü yenilik girişimlerini incelemek bu tez konusunun seçilmesinde etkili olmuştur. Anahtar Kelimeler: Teknoloji, Eğitim Teknolojisi, Yeni İletişim Teknolojisi, Yeni Medya Sistemleri, Mobil Öğrenme, Fatih Projesi. THE USE OF TABLET PC K12 SCHOOLS IN TURKEY: THE CASE OF FATIH PROJECT Abstract: Technological developments in our time is the fastest computer. Due to the developments in technology research, development, radical changes have occurred in areas such as communications. Knowledge generation, dissemination, expanded the scope of work to be blocked computers. Since the use of computers in all areas of our age, the age of science, communication era, as well as stunning developments and improvements in the information age has been raised. Developed personality, learning takes place, locations offering training services which are produced and these developments are certainly not outside the schools, is not. Secondary educational institutions, especially in recent years, one of the most significant trends in the field of education has been individualization. Taking into account the individual growth rates of students in the students progress at their own speed, giving the students’ attention and interest them, providing timely and useful feedback, which includes a difficult and dangerous to be seen and tested, and that the classroom environment, using the format of the game a more permanent way students learn topics and understanding the teacher’s guide that allows the computer to examine the application of computer support tools that today’s education system, rooted in the sense of innovation in education, especially Fatih Project, the subject of this thesis attempts to examine the selection has been effective. Key Words: Technology, Educational Technology, New Communication Technologies, New Media Systems, Mobile Learning, Fatih Project. 148 1. Giriş İnsanoğlu nasıl yaşaması gerektiği yönünde düşünürken yüzyıllar boyunca eğitimi ihtiyaçlarına göre şekillendirmiştir. Eğitim insanın ihtiyaç ve isteklerine göre değişim gösterdiği için insanın, eğitimin temel öğesi olduğunu söylemek mümkündür. Zamanla insanda görülen değişimin eğitimde yansıması görülmektedir. İnsanlar var olduğu andan itibaren diğer canlılardan farklı olarak bilgi üretmiş, bilgiyi kullanmış, bunu ait olduğu toplumun diğer bireyleriyle paylaşmış ve çeşitli yollarla bu bilgileri kendilerinden sonraki kuşaklara aktarabilmiştir. Bilginin dağıtımı ve kendisinden sonraki kuşaklara aktarımında geçmişten günümüze çok değişik araçlar ve yöntemler kullanılmıştır. Bilginin aktarılması, geçmişte uzun yıllar sözel olarak bir sonraki kuşağa transferi olarak gerçekleşirken, nüfusun artması ve toplum yapısının karmaşıklaşması nedenleriyle yazılı aktarıma dönüşmüştür (Aksoy, 2011). Günümüzde kültürel, teknolojik ve eğitim açısından büyük gelişmeler yaşanmaktadır. Değişimi yakalayan ülkeler katlanarak güçlenirken, değişimi karşılayamayan ülkeler çağın gerisinde kalmaktadır. Değişime ayak uydurmaya çalışan ve gelişmekte olan ülkelerin büyük çapta yaptıkları çalışmaların eğitim üzerine odaklandığı söylenilebilir. Gelişen ve değişen dünyaya uyum sağlayabilecek, bilimsel çağdaş bir eğitim sisteminin oluşturulmasının ülkemizin de misyonları arasında olduğunu söylemek mümkündür. Öğrencilerimizin kendine güvenen, üretken, bağımsız düşünebilen, kendini ifade edebilen, eleştirel düşünebilen, problem çözebilen bir yapıya sahip olabilmeleri için çağdaş eğitim sistemlerine ihtiyaç vardır (Akbaba, ve Altun, 2002). Toplumlar, sosyalleşme ve teknik gelişmedeki önemini kavrayınca, okulların açılması başlar (Baytekin, 2004). Yazının oluşumundan önce de iletişim ve öğretim için mağara resimleri biçiminde, çağın gereği teknolojilerle taşlarla yapılmış resimler bulunur. Bunlar o çağın eğitim teknolojisinin ilk ürünleridir. Yaşlı nesiller resimlerle kültürel etkinlikleri genç nesillere aktarmaktadır (Baytekin, 2004). Yazılı tarih son elli yılda, tarihte hiç görülmediği şekilde hızlı bir değişim yaşamıştır. Haliyle bu süreç, insanoğlunda asırlardır biriken bilgi ve tecrübe, teknolojiyle birleşince milenyum çağında binlerce teknolojik eşyayı insanlığın hizmetine sunmuştur. Bilimsel ve teknolojik alanlardaki bu gelişmeler ve hızlı değişmeler günümüz çağını ve yeni uygarlığı adlandırırken, Öğüt (2007), “Çağdaş uygarlığın ulaştığı düzeyi tanımlama üzerinde henüz tam bir görüş birliğine varılmış değilse de, yeni uygarlığı adlandırmak amacıyla “Teknogratik Çağ” (Technocratic Age), “Nükleer Çağ” (Nuclear Age), “Bilgi Çağı, İletişim Çağı ve Elektronik Çağ”dan söz edilmektedir” diyerek günümüz çağını anlamlandırmaktadır. Öğüt’e (2007) göre “Bilgi Çağı, bilginin temel kaynak olduğu, bilgi üretimi ve iletiminin yaygınlaştığı, bilgi çalışanlarının çoğunlukta olduğu sürekli öğrenme ve bilgilenmenin kaçınılmaz hale geldiği yeni toplumsal ve ekonomik dönemi temsil etmektedir. Bilgi çağına geçiş süreci ile birlikte, hız kazanarak baş döndürücü bir nitelik arz eden teknolojik değişim kaynaklı, toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel gelişim gözlenmektedir. Bilgi çağının öngördüğü toplumsal ve ekonomik yapının içinde biçimlenen dijital dünyayı algılayabilmek için öncelikle gerek kurumsal, gerekse bireysel düzeyde stratejik öneme sahip bir kaynak olarak kabul edilen bilginin, bilginin değerinin ve niteliklerinin kavranması gerekmektedir. 2.Bilgisayar Destekli Eğitim Günümüz çağının “Bilgisayar Çağı” olmasında, bilim ve teknolojinin bu seviyelere gelmesinde, her türlü beceri, tutum, davranış ve bilginin nesiller boyunca aktarılmasında eğitimin payı çok büyüktür. Bir zamanlar külle ya da kille yıkanan çamaşırlar artık Merdaneliden tam otomatik çamaşır makinelerine, tel dolaplardan buzdolaplarına ve derin donduruculara, kervanlardan otobüslere, hızlı trenlere ve uçaklara, kuzineli sobadan mikrodalga fırınlara, ateşle haberleşmelerden manyetolu telefona, hatta dijital telefona ve hatta araç telefonundan cep telefonlarına, lambalı radyolardan dijital radyolara, siyah-beyaz TV’den plazma televizyonlara, High Definition Television-Yüksek çözünürlüklü dijital televizyonlara (HDTV). Uydular, fiber optik kablolar ve “Bilgi Çağı”na asıl lokomotif bilgisayar ile internet, “www” -Word Wide Web- dünyayı birbirine bağlayan ağlar ve devasa elektronik kütüphanelerdir (Akkoyunlu, 1993). 149 Çağımızın en önemli buluşu hiç şüphe yok ki bilgisayar teknolojisidir. Araştırma, geliştirme, haberleşme gibi konular, yeni yöntemlerle köklü değişmelere uğramıştır. Çağımız bilgisayarla sürat çağı olmuş, bilgi toplumuna geçiş hızlanmıştır. Bilgisayarın kullanılmadığı ortam neredeyse çağ dışı diye nitelendirilmektedir. Çalışma hızı, kullanım kolaylığı, bellek gücü, internet ile bilgi kaynaklarına kolayca ulaşabilmesi, görüntünün ve sesin aynı anda olması, yazılım sektörünün gelişmesiyle kullanılan kaynakların gittikçe çoğalması ve çeşitlenmesi gibi olumlu yönleri bilgisayarın günümüzdeki yerini almasını sağlamıştır (Sancak, 2003). Gelişmiş ülkelerde yeni eğitim modellerinin uygulanmasıyla birlikte, klasik anlayış içerisinde öğrenci yetiştiren ülkeler ve ülkemizin de eğitim sistemi bu çalışmalardan etkilenmiştir. Klasik öğretim biçiminde sınıf eğitimi öğretmen merkezli yapılmaktadır. Bu yaklaşım içerisinde öğretmenin en az altı rolü bulunmaktadır. Bu roller; planlayıcı, eğitici, lider, danışman, değerlendirici ve yöneticidir (Reinhardt, 1995). Bu anlayış öğrencinin hiçbir şey bilmediğini varsaymaktadır. Öğrencinin konu hakkındaki bilgileri göz ardı edilerek eğitim verilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda öğretmenler öğrencinin öğrenme eksiklerinin giderici tedbirler almazlar ya da öğrencinin eski bilgileri ile yeni bilgilerini bağdaştırabilmeleri için bir gayrette bulunmazlar. Bu durum öğrencinin derse güdülenmesini olumsuz etkilemekte, ezberci bir yaklaşımın doğmasına sebep olmakta ve de öğrencinin mevcut bilgilerden aktif olarak yararlanmasını engellemektedir (Bayram, 1999). Klasik eğitim anlayışı içerisinde öğretmen konunun tek hâkimi ve konuyu aktaran tek kaynak olarak görülmektedir. Gereğinden fazla sorumluluğu olan öğretmenin tek kaynak olarak görülmesi öğrencinin kendi çabaları ile araştırma yapmasına engel olmaktadır. Zamanla öğretmen sadece bilgiyi depolayan ve onu öğrenciye aktaran tek kaynak olmaktan çıkmış, öğrenciyi bilgiye yönlendiren kişi halini almıştır. Dinleyici durumunda olan öğrenci ise, pasif olmaktan kurtularak, bilgiye ulaşması gereken ve konu hakkında alternatif düşünceler üreten kişi konumuna gelmiştir. Ancak gelişen bu sürecin yapısı, niteliği, fonksiyonları, düzenlenmesi ve yürütülmesi üzerine farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Öğrenme ve öğretme kavramının algılanışında ve yorumlanmasında meydana gelen bu değişiklikler öğretim teknolojilerinin gelişmesine olanak sağlamıştır (Çelik, 1998). Öğretim teknolojisi, disiplinler arası bir sistem yaklaşımı olarak akademik alanda ortaya çıkmış ve sayısız uygulama alanı ile hızla gelişmekte olan bir bilimdir. Bu bilim; matematik, teknoloji, biyoloji, psikoloji, felsefe ve sosyal bilimler başta olmak üzere insanoğlunun ortaya koyduğu bütün geleneksel disiplinlerle bağlantılıdır (Bayram, 1999). Bu bağlamda öğretim teknolojisi araç kullanılsın ya da kullanılmasın, bireylerin davranışlarında ve öğrenme çıktısında meydana gelen değişikliği sağlamak için eğitim ortamında yapılan değişikliklerdir. Öğretim teknolojisinin gelişmesinde en önemli etken, öğrenme-öğretme kavramının algılanışında ve yorumlanmasında meydana gelen değişmelerdir. Öğrenci merkezli yeni yaklaşım, genellikle bilişsel stratejilerle öğrencinin iç dünyasına düşünce ve süreçlerine ulaşmaya çalışır (Bayram, 1999). İnsanlar tarihleri boyunca, bütün diğer canlılardan farklı olarak bilgi üretmiş, bilgiyi kullanmış, bu bilgileri içinde bulunduğu toplumun diğer insanlarıyla paylaşmış ve çeşitli yollarla bu bilgileri kendilerinden sonraki kuşaklara nakledebilmiştir. Bu zaman zarfı içerisinde, bilginin aktarılış şekilleri eğitimin gelişmesinde de etkileri gözlenmiştir. Ancak günümüz çağına gelindiğinde, bu etkilerin çok daha fazla olduğu gözlenmektedir. Bunun da altında yatan sebebin teknolojinin, özellikle “bilgisayarlaşmanın” hızla yaşantımızda değişiklikler sağlaması olarak gösterilmiştir (Şahin ve Yıldırım, 1999). Günümüzde eğitim ve öğretim teknolojisi kavramları ilk olarak akla bilgisayarı getirmektedir. Bilgisayarların öğretim sürecinde kullanım biçimi yönünden, bilgisayara dayalı öğretim, bilgisayar yardımı ile eğitim, bilgisayar destekli eğitim gibi çeşitli sınıflamalar yapılmaktadır. Burada unutulmaması gereken ve bilgisayar destekli eğitim’de şekillendirilmesi gerekli olan ayrıntıları gözden kaçmamalıdır. Bu bilgisayar destekli eğitimin, öğretme-öğrenme sürecinin bir parçası olduğudur (Alkan, 1997). 150 Eğitimde bilgisayar kullanımı bilgiye ulaşım ve bilgilerin iletimi konusunda büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Dolayısıyla bu sistemlerin en etkili olarak kullanımı; ancak teknolojiyi kullanma konusunda iyi yetiştirilmiş eğiticilerin yol gösterici rolü oynadığı eğitim-öğretim ortamlarının yaratılmasıyla mümkün olabilecektir. Bilgisayar Destekli Eğitimde bilgisayarın öğretme sürecine, öğretmenin yerine geçecek bir seçenek olarak değil, sistemi tamamlayıcı, güçlendirici bir araç olarak girmesi esastır (Demirel, 1997). Bilgisayar başka eğitim aracında bulunmayan özelliğinden dolayı diğer eğitim araçlarına göre belirli avantajlar kaydetmektedir. Bu avantajların bazıları şunlardır: 1. Öğrenme için güvenli bir ortam yaratır, 2. Hızlı aydınlatıcı bilgi verir 3. Öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarını karşılar, 4. Başarısız öğrencilere yardım eder, 5. Bilgiler yeni yöntemlerle sunulabilir, 6. Grup çalışmalarında fırsat verir (Rıza, 1995). Tüm bu avantajlar yanında, bilgisayarların eğitim ve öğretimde kullanımı çoğu zaman istenilen düzeyde olmamaktadır. Bunun başta gelen nedeni de, yerli programların yetersiz kalmasıdır. Yabancı şirketler tarafından üretilen eğitim yazılımlarından yararlanmak dil sorununu ortaya çıkarmaktadır (Rıza, 1995). Uzun yıllar araştırılan eğitimde bilgisayar kullanımı konusu, kitaplara dayalı eğitimin hep ön planda oluşu ve anlatıma dayalı öğretimde öğrencinin hep pasif kaldığı düşüncesi bilgisayar destekli eğitime geçişin en önemli sorunlarını oluşturmuştur. Bilgisayarın eğitim sistemine girmesi; eğitim ve öğretim sürecinde bilgi aktarımına dayanan eğitim sistemlerinde kökü değişikliklere yol açmıştır (Ergün, 1989). Bu tür sorunların çözümüne destek olan bilgisayarların eğitim sistemleri ile paralellik arz eden ürünlerle bir başka deyişle eğitim yazılımlarıyla kullanılmasının geçmişe yönelik sorunların çözümünde yararlı olacağı kaçınılmaz bir gerçektir (Numanoğlu, 1990). Eğitim alanında bilgisayarın kullanım şekillerine göre birçok uygulama olduğu görülmektedir. Bu uygulamalardan çıkarılabilecek ortak düşünceler doğrultusunda, bilgisayarların eğitimde; yönetim, araştırma, rehberlik ve danışmanlık hizmetlerinde, ölçme ve değerlendirme ve öğretim hizmetlerinde kullanıldığı görülmektedir (Demirel, 2005). Bilgisayarlardan eğitim araştırmalarında; araştırma ile ilgili literatürün belirlenmesi, araştırmadan elde edilen verilerin hızlı, doğru ve eksiksiz biçimde analiz sonuçlarının grafik ve tablo haline getirilmesi ve araştırma raporunun yazılmasında etkili bir şekilde faydalanılmaktadır (Keser, 1988). Eğitim hizmetlerinin yönetiminde bilgisayar kullanılması eğitim kurumları yöneticilerinin kurumları daha akılcı yönetmesini sağlamaktadır. Öğrenci kayıtlarının bilgisayarlarda tutulması, ders dağıtımlarının bilgisayar ortamında yapılması, ders planlanması, öğretmenlere görev dağılımı alanlarında eğitim yöneticilerine geniş olanaklar sağlamaktadır. (Yalın, 2007). Rehberlik danışmanlık hizmetleri ve ölçme-değerlendirme hizmetlerinde bilgisayardan yararlanılması işlemlerin daha hızlı, duyarlı ve güvenilir gerçekleşmesini sağlamaktadır. Soru bankalarının oluşturulması, testlerin oluşturulması ve değerlendirilmesi, sonuçlar üzerinden istatistikî veriler elde edilmesi, öğrenci kişisel ruhsal dosyalarının bilgisayar ortamında kayıt altına alınması, rapor yazma, mesleki yönlendirme alanlarında bilgisayarın kullanılması büyük zaman ve emek tasarrufu sağlamaktadır (Keser, 1988). Öğretme öğrenme etkinliklerini bireysel ihtiyaçlara göre cevap verecek şekilde düzenlemek, eğitim hizmetlerinin daha verimli ve etkili yürütmek, yeni nesil öğretme öğrenme ortamı yaratmak amacıyla öğretimde geniş ölçüde kullanılmaktadır (Baykal, 1986). Bilgisayar öğretim sürecinde birçok derste kullanılmaktadır. Bu kullanım dersin içeriğine ve hedeflerine göre değişim göstermektedir. Öğrencinin öğrenme güçlüğü çektiği ya da bireysel farklılıkların daha çok öne çıktığı derslerde (Fen ve Teknoloji, Matematik, Fizik, Biyoloji, Kimya gibi) bilgisayardan daha fazla yararlanılabileceğini söylemek mümkündür (Uşun, 2004). Teknolojik gelişmelerin birçok uygulama alanı vardır. Bunlardan en kapsamlı ve en önemli olanı ise elbette eğitim alanıdır. Bu sebeple teknolojide yaşanan gelişmeler eğitim öğretim süreçlerini de doğrudan etkilemektedir. Orhan ve Akkoyunlu (2003), son yıllarda teknolojideki hızlı gelişmelerin eğitim sistemlerini pek çok açıdan etkilediğini belirtmişlerdir. Teknoloji ve eğitimin bütünleştirilmesi gerekliliğine inananların bu bütünleşmenin sonuç- 151 larına ilişkin ortak kanısı öğrenme ve öğretme süreçleri daha verimli hale gelecek, daha vasıflı kişiler yetişecektir. (Baykal, 1986). Aggarwal (Akt. Baykal, 1986) 21. yüzyıl eğitimin özelliklerini şu şekilde belirtmiştir: 1. Yerden ve zamandan bağımsızdır, 2. Amaç ve sonuca doğru yönelimlidir, 3. Öğrenci merkezlidir, 4. Aktif takım çalışması ağırlıklıdır, 5. Öğrenim elde etmeye yöneliktir, 6. Beceri ve dildeki farklılıkları barındırmaktadır. Yukarıda belirtilenlere ek olarak 21. yüzyıl eğitimin iki önemli unsuru daha bulunmaktadır: Hayat boyu öğrenme ve bilgi toplumu. Burada bilgi toplumu tanımıyla anlatılmak istenen, çağımızın gereksinim duyduğu insan modeli olan, bilgiyi hayatının her alanında kullanan ve gerektiğinde bilgiyi üreten toplum kastedilmektedir. Bu tarzda toplumu oluşturmak için de teknolojinin gerekliliği de apaçık ortadadır. Bu teknolojiler düşünüldüğünde de ilk akla gelenler kuşkusuz bilgisayar ve internet olmaktadır. (Yılmaz ve Horzum, 2005) Teknoloji kullanımı, öğrencilerin öğrenme sürecine yoğunlaşmalarını teşvik eder. Böylece; öğrencilerin motivasyonu ile kendilerine olan güvenlerini yükselterek onların bilişsel becerilerinin de gelişmesini sağlar (Ellul, 2003). Bugün bilgisayar teknolojisi; bilgi kaynağı, öğrenme aracı, depolama aracı, iletişim kolaylaştırıcı ve bilgiyi tamamlayıcı bir vasıta olarak bize hizmet vermektedir ve bu teknoloji, öğrencilerin bilgiye ulaşma süreçlerinde ve bir sonuç ortaya koyabilmelerini sağlayan araştırmalarında, yeteneklerini olumlu yönde düşünülenden çok daha fazla arttırmaktadır (Ellul, 2003). Bilgisayarlar ilk olarak üretildiklerindeki amaçlarına ek olarak birçok özellikle donatılmasının ardından insan hayatında vazgeçilmez bir öğe haline gelmiştir. Dolayısıyla eğitim - öğretim ortamları da bu durumdan paylarına düşenleri almışlardır. Bilgisayarların sahip olduğu karmaşık yapı eğitim - öğretim ortamlarında diğer eğitim teknolojilerinden daha çok özelliği bir arada toplamasını sağlamıştır. Birçok fonksiyonu üzerinde barındırma özelliği ile bilgisayarların eğitim öğretim ortamlarında kullanılmasının sağladığı bol miktarda fayda bulunmaktadır (Yılmaz ve Horzum, 2005). Rıza’ya (2001) göre bu faydalar arasında, bilgisayarların öğrencilerde özgüven sağlaması, öğrenme için güvenli bir ortam sunması, hızlı dönüt vermesi, öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarını karşılaması, başarısız öğrencilere yardım etmesi, çok zengin bilgi kaynaklarına doğrudan ulaştırması, bilgilerin yeni yöntemlerle sunulabilir olması ve grup çalışmalarına fırsat vermesi sayılabilir. Eğitim-öğretim sürecinde bilgisayar destekli eğitimin etkililiği okul yöneticilerini de bu konu üzerinde ciddi olarak düşünmeye yöneltmiştir. Bu sayede eğitim-öğretim sorunlarının çözümünde teknolojinin sağladığı olanaklardan yararlanma ve sorunları bu yolla çözme da girişimleri arttırılmıştır. Eğitim süreci ve niteliğinin artmasında önemli rol oynayan bu yeni yaklaşım öğretim çalışmaları için olduğu kadar yönetim kademesinde de teknolojilerin eğitim kurumlarına girmesi hızlanmıştır. Buna paralel olarak Bilgisayar Destekli Eğitimin kullanımını desteklemesi ve eğitim-öğretimin daha anlamlı ve kalıcı olması açısından büyük önem taşımaktadır. Bundan dolayı, eğitim-öğretimde konuları daha iyi anlatma ve kavratma, konuların önemli ve temel noktalarını belirtme, ilgi, dikkat ve öğrenme arzusunu yüksek tutmada Bilgisayar Destekli Eğitimden faydalanılmaktadır. Bu nedenle Bilgisayar Destekli Eğitim, çok sayıda bilgiyi saklayabilme, işleyebilme, istenilen bilgiyi çok az sürede geri getirebilme, görsel, işitsel ve katılımı sağlayan özellikleriyle bilgiyi zengin biçimde sunabilme yönüyle büyük bir potansiyel oluşturmaktadır (Tanzer, 2004). Bilgisayar Destekli Eğitimin verimliliğini sağlamada hayati rol oynayan faktörlerin başında öğretmen gelmektedir. Bilgisayar Destekli Eğitim konusunda öğretmenlerin tutumu ise bu konuda aldıkları eğitime göre biçimlenmektedir. Her teknoloji gibi bilgisayar da kendi başına bir mucize değildir. Bu teknoloji de insan unsuruna bağılıdır bu sebeple onun yönetimi doğrultusunda iş yapabilmektedir. Dolayısıyla Bilgisayar Destekli Eğitimde yer alacak öğretmenlerin bu alanda eğitim almış olmaları gerekmektedir. Öğretmenler yalnızca bu eğitimi aldıkları takdirde Bilgisayar Destekli Eğitim yönetiminde başarılı olabilirler. Öğ- 152 retmenlik meslek bilgisi kapsamında, öğretimin verimini yükseltmeye ve her öğrenci için üst düzeyde öğrenmeyi amaçlayan öğretimde denetimi sağlamak için öğretmenin öğretim etkinliği öncesinde, sırasında ve sonrasında kullanması gereken kimi vasıfları da olmalıdır. (Odabaşı, 1998). 3. Fatih Projesi Yeni hedefler; eğitimin amacına, öğrenmenin doğasına, bilimsel bilginin değerine, okulların yapı ve işleyişine ilişkin yeni paradigmaların doğmasını sağlamıştır. Bilgi toplumunda egemen olan “üretim paradigması” bilgi tabanını değiştirdiği gibi eğitimli insanın tanımını ve öğrenme-öğretmeye ilişkin yaklaşımları da değiştirmiştir. Bilginin doğasına ilişkin yeni kabullenmeler, eğitim programlarında köklü değişiklikleri zorunlu kılmaktadır. Bilginin eğitimde kullanılışına ilişkin olarak; geleneksel anlayışa karşı geliştirilen yeni anlayışın odak noktası öğrencidir. Yeni paradigma, bilimsel bilginin geçici olduğunu savunur. Bilginin keşfinin değil, yorumlanmasının önemli olduğu üzerine kabullenmeler, eğitimde ezberin içini boşaltıp, anlamsız bir hale getirmiştir (Özden, 2002). Bu anlamda bilgiyi yeniden üretme yönündeki faydalarından dolayı bilgisayarlar eğitim-öğretim kurumlarındaki faaliyetlerde, laboratuarlarda, idari işlerde ve ders dışı faaliyetlerde aktif olarak kullanılmaya başlamış; vazgeçilmez bir teknoloji haline gelmiştir. Bu sebeple de bilgisayar teknolojisinin eğitim-öğretim süreçlerinde kullanımı ile bu kullanıma bağlı olarak eğitim kurumlarında uygulanmaya başlayan FATİH projesinin okullarda kullanımı bu çerçevede önem taşımaktadır. FATİH projesi ile birlikte öğrenme öğretme süreçlerindeki teknolojik ve alt yapı olanaklarının artırılması ve öğrenmenin daha etkin ve verimli gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Bu projenin başarılı olması projenin getirdiği teknolojik olanakların sınıfa yerleştirilmesinin ötesinde öğretmen ve öğrencilerin bu teknolojileri uygun biçimde kullanmaları sürecine bağlıdır. Bu sürecin planlayıcısı, yönlendiricisi ve kolaylaştırıcısı öğretmen olmalıdır. Proje kapsamında yer alan teknolojik alt yapı ve olanakların şu anda halen tüm eğitim sisteminde sağlandığını söylemek mümkün değildir ancak sistemdeki öğretmenlerin bu teknoloji ve olanakları yeterli bir biçimde kullanmaya hazır olmaları gerekmektedir. Bu noktada öğretmenlerin kendilerini bu teknolojileri kullanmaya yeterli görme inançları çok önemli rol oynamaktadır. Eğitimde Teknoloji Kullanımı, E-Dönüşüm Türkiye kapsamında üretilen ve ülkemizin bilgi toplumu olma sürecindeki eylemleri tanımlayan, bilgi toplumu stratejisi belgesi, kalkınma planları, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) stratejik planı ve Bilgisayar Teknolojisi (BT) politika raporunda yer alan hedefler doğrultusunda 2010 yılında başlayıp 2013 yılı yani bu yılın sonunda bitirilmesi planlanan Fırsatları Artırma Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi’ni uygulanmaya başlanmıştır. Görüldüğü gibi Bilgisayar Destekli Eğitim (BDE), eğitim-öğretimin merkezinde yerini almış ve hayatımızın her alanında; hastaneden postaneye, kalp pilinden okul ziline kadar, insanlığın günlük yaşamında vazgeçilmezi bilgisayarlar olmuş ve her yeni günde yeni bir ürünle hayatımıza girmeye devam etmektedir. Eğitimde fırsat eşitsizliğine, kalabalık sınıflarda eğitim vb. sorunlara ekonomik ve pratik çözüm derslerin BDE yöntemiyle verilmesi bu sorunları ortadan kaldıracaktır. 4.Sonuç Geleneksel eğitimin paradigmalarını kaydıran yeni medya düzeni, eğitim sistemlerinde de değişimi gerekli kılmıştır. Dünya standartlarına uygun biçimde imkân ve fırsat eşitliğinin sağlandığı ve teknolojik iyileştirmenin kişiselleştirilerek yapıldığı yeni iletişim teknolojileri ve yeni medya dolayımlı eğitim sistemi sayesinde, küresel rekabet becerisine sahip bireysel bilinci ve farkındalığı olan yeni nesil öğrenci profili oluşacaktır. 20. ve 21. yüzyıllarda dünyada sosyal ve ekonomik alanlarda pek çok yenilikler gözlenmiştir. Bilgisayar teknolojileri ve daha sonraları çıkan internet teknolojilerinin etkisiyle dünyada eğitim alanında yenilik çalışmaları bu teknolojilere uygun biçimde yapılmaya başlanmıştır. Yeni medyanın eğitim ortamına girmesiyle alışageldiğimiz sınıf ortamları yavaş yavaş yerini yeni öğrenme ortamlarına bırakmaktadır. Daha önce tebeşir ve karatahta ile sınırlı bırakılan eğitim artık 153 günümüzde bilgi ve iletişim teknolojileri ile yer değiştirmeye başlamıştır. Eğitim araştırmacıları, yeni medya dolayımlı eğitim ortamlarının, öğretmeyi kolaylaştırma ve öğrenmeyi artırma üzerine pozitif etkileri olduğunda hemfikirdirler. Eğitimciler, bilgi ve iletişim teknolojinin küresel ölçekte rekabet edebilecek düzeyde öğrencilerin eleştirel düşünme, problem çözme ve karar verme yeteneklerini geliştirdiğini ortaya koymaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojileri destekli öğretim ortamları öğretmenlere, dünya standartlarına uygun biçimde öğrenci merkezli ve aktif öğrenme temelli eğitim ortamları hazırlama bağlamında önemli katkılar sağlamaktadır. Ancak bilgi ve iletişim teknolojileri destekli eğitim ortamları farklı görüşlere açık bir alandır. Teknoloji destekli eğitimin nasıl gerçekleştirileceği hususu eğitimciler tarafından farklı şekilde ele alınmakta ve tartışılmaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin eğitimdeki pedagojik yapıya nasıl entegre edileceği ile ilgili birçok farklı yaklaşım bulunmaktadır. Eğitimciler gibi öğretmenler de teknolojiyi eğitime entegre etmede herhangi bir standart doğrultusunda hareket etmemektedirler. Eğitimde teknoloji kullanımı öğretmenler tarafından farklı şekillerde içselleştirilmektedir. Örneğin bazı öğretmenler teknolojiyi sadece araç görmekte, bazıları sadece ders materyali geliştirmede, öğrenci başarısını ölçmede kullandıkları gibi bazıları da bilgisayar destekli öğrenimde öğrenci merkezli ders yöntemini benimsemekte, bazıları da benimsememektedir. Bazı öğretmenler de farklı bakış açılarından dolayı teknolojinin eğitimdeki rolünü de farklı algılanmaktadırlar. Eğitimde teknolojiyi verimli ve etkili kullanmaya başlayan gelişmiş ülkelerdeki tecrübelere göre; daha etkin bir kullanım için öğretmenlerin uluslararası eğitim teknolojileri standartlarına uymaları temel şart olarak görülmektedir. Sınıfa gelen öğrencilerin kendi aile ortamlarında teknolojinin gelişimine paralel olarak her geçen yıl bu araçlar ile etkileşimde olmaları ve bu yeni becerilerle sınıfa geliyor olmaları öğretmenlerin teknolojinin eğitime entegrasyonu konusunda uluslararası standartlarla örtüşen değişim sürecine girmelerini gerekli kılmaktadır. Öğretmenlerin teknolojiyi eğitim süreçlerine entegre etmelerinde kullanılabilecek en iyi uluslararası öğretmen standardının ISTE tarafından belirlenmiş olduğu tesbit edilmiştir. Uluslararası pek çok ülke tarafından kabul gören ISTE (International Society for Technology in Education-Uluslararası Eğitimde Teknoloji Topluluğu) tarafından, öğretmenlerin üst düzeyde eğitim teknolojilerini kullanmalarını sağlamak amacı ile Öğretmenlere Yönelik Eğitim Teknolojisi Standartları (National Educational Technology Standards for Teachers-NETST) 2008 tarihinde belirlenmiştir. ISTE Teknolojinin eğitime entegrasyonunda uluslararası kabul görmüş küresel çapta en iyi standarttır. ISTE öğretmen standartlarının en önemli özelliği, teknolojinin eğitime entegrasyonunda belirli bir içerik alanında ya da inter disipliner bir bağlamda, öğrenmenin arttırılması için teknolojinin sürece dahil edilmesini, öğretimle ilgili işlevlerin bir parçası haline getirilmesini ve diğer eğitsel araçlar gibi erişilebilir olmasını istemesidir. NETST öğretmen standartları eğitim teknolojisi kullanımı ile ilgili öğretmenlerin sahip olması gereken nitelikleri ve yeterlilikleri 5 standart çerçevesinde belirlemektedir. ISTE standartlarına göre öğretmenler yeni medya ortamında bilgi, beceri ve çalışma süreçlerini, yenilikçi bir mesleğin temsilcileri olarak sergilerken; öğrencinin öğrenme ve yaratıcılığını teşvik etmeleri, dijital öğrenim deneyimi tasarlama, geliştirme, hedeflenen performans kriterlerine göre bu kaynakları kullanmaları ve yaşam boyu öğrenimin gerçekleşmesine model oluşturmaları amaçlanmaktadır. Ülkemizde Bilgi ve İletişim Teknolojileri’ne yapılan son proje yatırımı, Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) adı verilen projedir. Eğitim sistemimiz için reform niteliğinde değişimler içerdiği iddia edilen Fatih projesiyle “her okula bilgisayar döneminden her sınıfa bilgisayar” dönemine geçiş amaçlanmıştır. Üç yıl içinde tamamlanması planlanan proje kapsamında sınıflara tablet bilgisayar, etkileşimli tahta, doküman kamera, çok fonksiyonlu yazıcı teknolojileri sağlanması amaçlanmıştır. Ayrıca FATİH Projesi kapsamında öğretmen ve öğrencilerin ders öğretimi ve öğreniminde kullanılmaları için sosyal eğitim platformu Eğitim Bilişim Ağı (EBA)’nın hazırlık çalışmaları devam etmektedir. 154 Yeni medya dolayımlı eğitim ortamında lider konumundaki öğretmenler, Fatih projesinin sürdürülebilirliğinde kilit role sahiptirler. Bu amaçla Fatih projesi öğretmenlerinden iyi birer teknoloji okur-yazarı olmanın yanında, iyi birer yeni medya dolayımlı öğrenme ortamlarını oluşturabilen, eğitim sürecine zenginlik ve vizyon katabilen lider öğretmenler olmaları da istenmektir. Bunu sağlamak amacıyla öğretmenlerin yeni medya dolayımlı öğretim ortamında sahip olmaları gereken yeterliliklerin evrensel standartlara uygun biçimde geliştirilmesi gereklidir. ISTE standartları evrensel standartlar olarak tüm öğretmenlerimiz ve Fatih Projesi için büyük öneme sahiptir. Fatih projesinin öğretmenler üzerinde göstereceği etki ISTE standarlarında belirtilen evrensel standartlara uygun olmalıdır. Yeni medya dolayımlı öğrenme ortamında teknoloji destekli öğrenimin pedagojik uygulamaların önüne geçmeden içerikle desteklendiği sınıf atmosferinde bir kolaylaştırıcı olarak bu imkânları kullanmak geleceğe atılan bir devrimdir. Devrim niteliğindedir çünkü sorgulayan, üreten, özgüveni yüksek, yenilikçi, lider ruhlu genç bireyler, toplumsal refah düzeyinin gelişiminde ve sürdürülebilir politikalarımızın katlanarak büyüyüp evrenselleşmesinde, nitelikli vatandaş olarak söz sahibi olmalarına zemin hazırlayacaktır. Bir diğer deyişle, görselliğin, paylaşımın, etkileşimli öğrenmenin gücünün yoğun olduğu yeni medya dolayımlı eğitim sisteminde reform niteliğindeki teknoloji destekli projeler, z kuşağın algı biçimine uygun olarak toplumsal verimin daha anlamlı hale gelmesini sağlayacaktır. Bu eğitimi alan bireyler küreselleşen dünyamızın her yerinde iş ortamlarında rekabet edebilecek, iş imkânları bulabilecek bilgi ve becerilerle sahip olacaktır. Ülkemizde eğitim teknolojilerinin kullanımı konusunda son dönemde çalışmalar yapılmakta olup Bilgi İletişim Teknolojilerine yapılan son yatırımın Fatih Projesi olduğu görülmektedir. Ancak, eğitim teknolojisinin kullanımı konusunda yatırımlara yön verecek, eğitim sistemimizi yeni medya dolayımlı öğretme-öğrenme ortamına göre şekillendirecek standartlar bulunmamaktadır. Uluslararası pek çok ülke tarafından kabul gören ISTE (International Society for Technology in Education- Uluslararası Eğitimde Teknoloji Topluluğu) tarafından, öğretmenlerin üst düzeyde eğitim teknolojilerini kullanmalarını sağlamak amacı ile öğretmenlere yönelik eğitim teknolojisi standartları (National Educational Technology Standards for Teachers- NETST) temel alınarak, bu bağlamda yeni medya dolayımlı eğitim ortamında Fatih projesi okullarında görev yapan öğretmenlerin pedagojik uygulamaları uluslararası eğitim teknolojileri öğretmen standartlarına ne düzeyde uygun olduğu yararlı bir değerlendirme olacaktır. Ülkemizde yeni medya dolayımlı eğitim ortamını sağlayan Fatih projesi pilot uygulamalarında yer alan öğretmenlerin, proje ile gelen yenilikleri pedagojik amaçlı uygulamalarının, uluslararası eğitim teknolojileri öğretmen standartlarıyla karşılaştırılması sayesinde, projenin gelişen yeni medya teknolojilerine adapte olması ve bu doğrultuda revize edilebilmesini sağlayacaktır. Çünkü Fatih projesi kapsamında sunulan yeni medya araçlarının fırsat eşitliğini sağlayabilmesi öğretim materyali olarak etkin kullanılabilmesi, bu araçların eğitim-öğretim sistemine öğretmenler tarafından dâhil edilebilme düzeyleriyle doğru orantılıdır. Bu nedenle uluslararası öğretmen standartları temel alınarak Fatih projesinin etkili ve başarılı olabilmesi için küresel ölçekte değerlere ait farkındalığın arttırılması önem arz etmektedir. Ayrıca, eğitim ve teknoloji alanında çalışan araştırmacılara, teknoloji destekli eğitim ile ilgili standartlara ilişkin fikir oluşturma bağlamında yararlı olacağı düşünülmektedir. Kaynakça • Akbaba, S. ve Altun S. A. (2002). Okul Yöneticilerinin Teknolojiye Karşı Tutumlarının İncelenmesi, Çağdaş Eğitim, S: 286, s. 8-14. • Aksoy, M. (1989). Bilgisayar kursundan geçen öğretmenlerin bir eğitim aracı olarak bilgisayara ilişkin tutumları. Ankara: Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi. • Akkoyunlu, B. (1996). Öğrencilerin Bilgisayara Karşı Tutumları. Eğitim ve Bilim Dergisi. Cilt:20, S: 102. s. 13-21. • Alkan, C. (1977). Eğitim Teknolojisi Açısından Türk Eğitim Politikası, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi S: 1(10), s. 31-46. • Baytekin, Ç. (2005). Öğrenme Öğretme Teknikleri ve Materyal Geliştirme, 2. Baskı, Anı Yayınları, Ankara. 155 • Bilgiç, Ş. E. (2005). E-Öğretim Tasarım Süreci: Bir Materyalin Kullanışlılığına İlişkin Katılımcı Görüşleri. Ankara: Uzmanlık Yeterlilik Tezi. T.C. Merkez Bankası İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü. • Demirel, Ö. (2004). Eğitimde Program Geliştirme. Ankara: Pegem A Yayıcılık. • Demirel, Ö. (2006). Öğretimde Planlama Ve Değerlendirme, Öğretme Sanatı. Ankara: Pegem Yayınları. • Ellul, J. (2003). Teknoloji Toplumu. (Çev. Musa Ceylan). İstanbul: Bakış Yayınları. • Ergün, M. (1997). Eğitim Sosyolojisi Nedir? (4. Basım). Ankara: Ocak Yayınları. • Keser, H. (1998). Bilgisayar Destekli eğitim İçin Bir Model Önerisi. Ankara: Yayınlanmamış Doktora Tezi., Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Numanoğlu, G. (1995). Bir Eğitim Ortamı Olarak Bilgisayardan Yararlanmada Politika ve Stratejiler. Ankara: Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Odabaşı, F. (1998). Bilgisayar Destekli Eğitim, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları. • Özden, Y. (2002). Eğitimde Dönüşüm, Eğitimde Yeni Değerler, Ankara: PegemA Yayıncılık. • Tanzer, S. (2004). Mesleki Ve Teknik Öğretim Okul Yöneticilerinin Teknolojik Liderlik Yeterlikleri. Bolu: Yüksek Lisans Tezi. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. • Yalın, H. (2000). Öğretim Teknolojisi ve Materyal Geliştirme. Nobel Yayın Dağıtım. Ankara. 156 QR KOD TEKNOLOJİSİNİN GENEL GAZETELERİN YAŞADIĞI SORUNLARI ÇÖZMEDEKİ ROLÜ Hüseyin Aslan Özet: Geleneksel gazetecilik çevrimiçi gazeteciliğin bir sonucu olarak dönüşmektedir. Okuyucular artık kullanıcılar olmuşlardır. Bu durum geleneksel gazetelerin yapısını da bozmaktadır. Çevrimiçi gazeteler okuyucularına sayı olarak daha çok haber verebilmektedir. Geleneksel gazete editörleri de bu durum nedeniyle habercilerini nitelik yönüyle değil, nicelik yönüyle değerlendirmektedir. Geleneksel gazetenin çevrimiçi gazeteler sonucu yaşamış olduğu bütün yapısal bozulmaları düzeltmek içinse, QR kod teknolojisi kullanılmalıdır. QR kod teknolojisiyle, geleneksel gazeteler dijital bir yapıya bürünecektir. Bu nedenle geleneksel gazeteler QR kod teknolojisini mutlaka kullanmaya ve okuyucularına anlatmaya başlamalıdır. Anahtar Kelimeler: gazetecilik, yeni medya, qr kod THE ROLE OF QR CODE TECHNOLOGY IN SOLVING TRADITIONAL NEWSPAPERS PROBLEMS Abstract: Traditional journalism is transformed as a result of online journalism. The most important factor that triggers this transformation is new media technologies. Readers have been become users with new media technologies. This situation distorts the structure of the traditional newspaper. Online newspapers are able to provide more information to the readers. Traditional newspaper editors are now looking at the number of news they get because of online newspapers. They are no longor interested in the quality of news content. QR code technology must be used to solve all these structural distortions of traditional newspapers. Traditional newspapers will become a digital structure with QR code technology because QR code technology gives newspapers the opportunity to use new media technologies. Therefore, traditional newspapers should begin to tell their readers how to use QR code technology. Keywords: journalism, new media, QR code 157 Giriş Geleneksel gazetecilik anlayışı ve bu doğrultuda geleneksel gazeteler “ilk” haber kaynağı olabilme özelliğini kaybetmeye başlamıştır. Paylaşılan haberlerin bütün ayrıntılarını okuyucusuna yansıtabilmekte sıkıntı çekmekte olan geleneksel gazeteler, zaman geçtikçe okuyucu açısından önemini yitirmektedir. Okuyucular okuduğu haberlerle ilgili doğrulama yapma gereği hissetmektedir ve bu işlemi fazla zaman harcamadan internet aracılığıyla yapabilmektedir. QR kod teknolojisi geleneksel gazetelerin yaşamaya başladığı bu sorunların çözümünde anahtar görevi görecektir. 1.Yeni Medya ile Değişen Geleneksel Gazetecilik Geleneksel gazetecilik anlayışı yeni medyanın beraberinde getirmiş olduğu çevrimiçi gazeteciliğin hızını takip etmekte zorlanmaktadır. Yeni Medyanın beraberinde getirdiği yeni uygulamalar ve medya anlayışı gün geçtikçe geleneksel gazetecilik yöntemlerini değişime uğratmaya başlamıştır. Bu değişimden ilk ve direkt olarak etkilenenlerse gazete yayınlarını takip eden okuyucular olmuşlardır. Basılı gazete yayınlarını takip eden “okuyucular” yeni medya ile birlikte “kullanıcılar”a dönüşmüşlerdir. 2.Yeni Medyanın Özellikleri 2.1.Dijitallik Yeni medya ortamında dijitallik her şeyin sayısal kodlara dönüşmesini sağladığı için, gerek üreticiye gerekse kullanıcıya bir arayüz üzerinde büyük bir depolama olanağı tanır ve verilerin iletim hızını arttırır. Örneğin, bir e-posta yazdığımızda, içeriğinin birçok kişiye yollanmasını istiyorsak ve her alıcı hem gönderici hem de yorumlayıcı oluyorsa, burada artık alıcı da üretici konumundadır.(Binark ve Löker, 2011) Dijitalleşen medya içerikleri de yeni iletişim teknoloji araçlarının kullanılmasını zorunlu kılar. Kullanıcının birebir içerisinde bulunduğu ve isteğine bağlı olarak kendi yorumlarını katabildiği bu dijital içerik, internet mecrası özelinde paylaşıldığı andan itibaren “evrensel” bir ulaşım ağına sahip olur. Kullanıcılar dijital olan içeriklere, herhangi bir ödeme yapmadan, fazla zaman veya emek harcamadan, kısıtlanmadan ulaşabilir. Dijitalleşme bu yönüyle yeni medyayı sınırları olmayan bir paylaşım ağı haline getirir. İnterneti ve dijital içeriğe ulaşımı sağlayacak bir cihazı(cep telefonları, bilgisayarlar, tabletler…) olan kullanıcı, yeni medyaya katılımcı olabilir. Dijitallik bu yönüyle kullanıcıyı bir anlamda katılımcı yapar ve bu durum iletişim çağının yeni vizyonunun en temel anlatıcısıdır. Medya içeriklerinin dijitalleşmeye yönelmesiyle birlikte geleneksel gazetecilik yöntemleri günümüz “ habercilik hızını” takip edemez hale gelmektedir. Geleneksel gazetenin, “dijital olan” içeriği, yeni iletişim teknolojileriyle birlikte büyüyen ve bu teknolojilere aşina olan yeni insanlığa sunamıyor olması; geleneksel gazeteciliğin geleceğiyle ilgili ciddi endişeleri de beraberinde getirmektedir. Geleneksel gazetecilik “gelişime kapalı” bu yönüyle okuyucusunu yeni çağın gerisinde bırakmaktadır. 2.2.Hipermetinsellik “Ötesinde, üzerinde, dışında” anlamlarına gelen “hiper” sözcüğü, metin sözcüğü ile birleşince arayüzeydeki bir metnin başka metinlerle olan ilişkisine, diğer bir deyişle bağına işaret eder. Hipermetinsellik, ağ üzerinden başka alternatif mecralara kolayca erişimin gerçekleşmesidir. (Binark ve Löker, 2011) Hipermetinsellik, arayüz özelinde bir metinden bir başka metine geçebilmeyi, bu metinler arasında ve içerisinde dolaşabilmeyi sağlar. İnternet de aslında bu yönüyle hipermetinsel bir yapının ürünüdür. İnternet ilkesel olarak çoklu-doğrusal ve sonuç olarak zamansal bir yapıya sahiptir. Hipermetinsellik geleneksel medyanın iki boyutluluğundan, zaman kısıtlılığından, mekana bağlı kalma zorunluluğundan kaynaklanan sorunları çözmekte kolaylık yaratmaktadır. Bu durum internetle geleneksel medya arasındaki çeşitli farklılıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur.(Öztürk, 2013) Bu konuda örnek vermek gerekirse; geleneksel gazetelerdeki birinci sayfalar ile internetteki haber sitelerini eşleştirebiliriz. Bu eşleşmede geleneksel gazete eksik kalacaktık çünkü geleneksel gazete okuyucusuna asla bir bilgisayar ekranı kadar alan ayıramaz. Bir haber sitesi açılış sayfasındaki haberlerde an be an değişiklik yapabilirken, 158 geleneksel gazetelerin böyle bir şansı yoktur. Geleneksel gazetelerin yaşamış olduğu bu sıkıntı geleneksel gazetelerin mecburi olarak değişimine neden olmuştur. Günümüzde basılı gazetelerin sayfa mizanpajları çeşitli görsellerle süslenmeye başlanmıştır. Bunun nedeni okuyucunun gözünün aşina olmaya başladığı yeni medya materyallerini basılı gazeteye de yansıtabilme isteğidir. Basılı gazetelerin özellikle kapak sayfalarında(1.sayfa) eskiden olduğundan daha fazla grafik ve içerik kullanılmasının nedeni de budur. Ayrıca basılı gazeteler, okuyucusunu gazete içeriğinin tamamına dair bilgilendirebilmek için ilk sayfalarında gazetenin çeşitli sayfalarındaki haberlerin özetlerine yer vermeye başlamıştır. Hipermetinselleşmenin sonucu ortaya çıkan bu durum, basılı gazete içeriklerinin eskiye göre daha az nitelikli, daha çok nicelikli olmasına sebep olmuştur. Hipermetinselliğin kullanıcısına sağladığı bu çeşitlilik, günümüzde kullanımı oldukça artan tablet cihazlarıyla ve akıllı telefonlarla farklı bir boyut kazanmıştır. Kullanıcılar haberler arası geçisi bir dokunuşla sağlayabilir hale gelmiştir. Haberler veya içerikler arası geçisin tek dokunuşla mümkün hale gelmesiyle, basılı gazete okuyucularının gazeteleri okurken “sayfaları çevirme” alışkanlığı birbirine benzemektedir. 2.3.Yöneşme Yeni medyayı geleneksel medyadan ayıran diğer bir yönüyle de geleneksel medyayı yeni medya ortamına taşıyarak telekominikasyon ve bilgisayar sistemleriyle bütünleştiren yöneşme ilkesidir. Yöneşme, telekominikasyonun, veri iletişiminin ve kitle iletişiminin bütünleşerek tek bir ortama dönüşmesi olarak tanımlanmaktadır. Yöneşme olgusunu mümkün kılan ilke ise sayısallaşma ilkesidir.(Erol, 2007) Sayısal format olarak ses, görüntü ve metin şeklinde paylaşılabilen bilgi, yöneşme sürecinde beraberce harmanlanır. Sayısal şekilde girdisi yapılan veriler, bilgisayar teknolojileri aracılığıyla işlemden geçer ve işlemden geçen bu veri farklı medya aygıtlarının tamamında kullanılabilir hale gelir. Yöneşme ilkesiyle hem ses, hem veri hem de kitle iletişimi tek bir ortamda ve araçta birleşebilmektedir. İnternetin hayatımızda bütün durumlarda kullanılabilir hale gelmesiyle, internet mecrasında paylaşıma çıkan bir materyal, paylaşıma çıktığı an tüm insanların ulaşabileceği bir haber/ yenilik haline gelir. Özellikle YouTube, Vimeo, Dailymotion gibi video paylaşım ağları ve Facebook, Hi5, Myspace gibi toplumsal paylaşım ağlarında dolaşıma giren çeşitli metinler bağlantı verme veya kopyalama-yapıştırma yöntemi ile hızla siber alemde(internet ortamında) dolaşıma girer. (Binark ve Löker, 2011) Dolaşıma giren bu bilgiler kısa sürede herkes tarafından ulaşılabilir konuma gelir. Bu durum sonucunda yeni bir iletişim biçimleri ortaya çıkar. Ortaya çıkan bu yeni iletişim biçimleri, yeni medyanın yöneşmesi ekseninde gelişim gösterir. İnternetle bağlantısı olan tabletlerin, akıllı telefonların veya diğer dokunmatik elektronik cihazlarda sunulan uygulamalar an be an güncellenirken, bu uygulamalar aracılığıyla kullanıcılar internette olan içeriği çeşitli yollardan fazla zahmet göstermeden alabilmeye başlarlar. Yöneşme kavramıyla ses, veri, ve kitle iletişimi bütünleşerek tek bir ortama dönüşür. Bu duruma göre medya içeriği aynı anda hem metinsel (textual) hem görsel (visual) hem de işitsel (audible) unsurlardan meydana gelir.(Özkır, 2014) Bu yönüyle yeni medya teknolojisi, geleneksel medyaya göre daha zengin ve sınırı olmayan bir içeriğe sahiptir. Kullanıcı ile medya aygıtı arasında herhangi bir aracı olmadan iletişim kurulabilmesi durumu da yeni medyanın yöneşme ilkesinin bir sonucudur çünkü internet aracılığıyla aygıtlar arası bütünleşme söz konusudur. E-mail adresleri veya sosyal medya aracılığıyla içerik oluşturucuya anında erişim sağlanabilir. Bunun dışında geleneksel gazetelere içerik sağlayan gazeteciler de, okuyucuları ile aynı bu kanallar üzerinden iletişime girebilir. Bu durum gazetecilere oluşturdukları içerikleri “tekrar düzenleyebilme” olanağını sağlar. Kullanıcıysa bu ikili iletişimden en yararlı çıkan taraftadır. 2.4.Etkileşimsellik Etkileşim kavramı 1990’lardan bu yana üzerinde tartışılan ve defalarca yeniden tanımlanan bir kavramdır. Etkileşim kavramı yeni medyayı geleneksel medya ortamlarından ayıran temel özelliklerden biridir. Etkileşim, medya içeriği ile kullanıcısını daha yakınlaştıran, medya kullanımını bireyselleştiren, oldukça fazla kullanıcı seçeneği sunan güçlü bir yapıyı tanımlamaktadır.(Öztürk, 2013) Yeni medyanın sahip olduğu etkileşim olanağı bireyleri pasif birer alıcı olma durumundan uzaklaştırır ve kullanıcısını daha aktif bir konuma geçirir. 159 Geleneksel medyada izleyici, okuyucu, dinleyici olan insanlar, yeni medyayla birlikte kullanıcı olarak adlandırılmaktadırlar. Çünkü yeni medya türleriyle haşır neşir olan kullanıcılar, geçmişte oldukları gibi pasif konumda değildirler. Bu kullanıcılar içerikleri kendi istekleri ve beklentileri doğrultusunda yönlendirebilme, eleştirebilme, farklılaştırabilme olanaklarına sahiptirler. Yeni medya teknolojilerini öğrenen ve kullanmaya başlayan kullanıcılar, internet aracılığıyla da bütün bu olanaklardan geçmişte olduğundan çok daha kolay, ucuz ve hızlı yararlanabilmektedirler. Leah A. Lievrouw yeni medyayı geleneksel medyadan farklı kılan önemli özelliklerden birinin her yerde hazır ve nazır olması ile etkileşimsellik olduğunu söyler. Etkileşim, kullanıcı ile sanal kişilikler arasında yahut daha ziyade sanal kişilikler ile kullanıcının tasviri arasında meydana gelebilir.(Binark ve Löker, 2011) Birden fazla kullanıcının sanal ortama dalması durumunda, söz konusu ortam, kullanıcıların avatarlarının da birbirleriyle etkileşim içinde olabildiği ortak bir dünya haline gelir. Buradaki işlemde kullanıcı okuduğu metnin içeriğinden etkilenir ve yine bu kullanıcı okuduğu veya paylaştığı metnin üzerinde çeşitli değişikler yaparak medya içeriklerinde söz sahibi olabilir. Bu durum kullanıcının medeni bir katılım kültürüne dahil olmasını gerekli kılar. Bu gereklilik kullanıcıyı etkileşimde bulunduğu içerik özelinde farklılaştırır ve kullanıcı etkileşime geçerek içerikle alakalı kendi “gerçek”liğini yaratır. Kullanıcıların yeni medya materyalleriyle etkileşime geçerek kendilerince oluşturduğu bu gerçeklik, paylaşılan medya içeriğinin de dinamikleşmesine ve medya içeriklerinin altyapısının sağlam olmasına yol açar. Yeni medyada etkileşim farklı şekillerde gerçekleşebilmektedir. Bu etkileşim şekillerini 3 kategori halinde sıralamak gerekirse; (Öztürk, 2013) - Birey-birey etkileşimi: iletişim teknolojisi aracılığıyla birbirlerinden zaman ve uzam bakımından uzak olan iki bireyin sözsüz, sözlü, yazılı veya görüntülü bir iletişim sürecini gerçkleştirebilmesidir. İki bireyin 3G bağlantısı ile cep telefonuyla görüntülü görüşmeyi gerçekleştirmesi, veya elektronik posta ile bireylerin ileti alışverişinde bulunabilmesi... - Birey-kitle etkileşimi: kullanılan iletişim teknolojinin imkan verdiği ölçüler doğrultusunda, zaman ve uzam farkı gözetmeksizin bireylerin iletişim sürecini yönlendirme olanağına sahip olduğu etkileşim türüdür. Bir birey trafından gönderilen görsel, işitsel veya her ikisini de kapsayacak şekilde gönderilen bir ileti her hangi bir yer ve zamanda olan farklı bireylere ulaşmaktadır. İletiyi alan bireylerin verdiği geribildirim doğrultusunda iletişim süreci yönlendirilmektedir. Örneğin: sosyal medya ortamlarında paylaşılan bir videoya farklı bireylerin yorum yapabilmesi... - Birey-teknoloji/içerik etkileşimi: bireyin iletişim teknolojisi ile etkileşimini tanımlamaktadır. Birey iletişim teknolojisinin içeriğini kendi istekleri, gereksinimleri beklentileri ve ilgileri doğrultusunda yönlendirmektedir. Örneğin: dijital ortamlarda oynanan oyunlar. Birey oyunu kazanmak için kullandığı iletişim teknolojisinin kumanda aygıtı, klavyesini kullanmaktadır. Bireyin verdiği komutlar doğrultusunda oyundaki görüntüler, hareketler değişmektedir. Sonucu belirleyen komutu veren bireydir. Bu etkileşim türü sistem sağlayıcıların sunduğu sınırlılıklar dahilinde gerçekleşmektedir. 3.Yeni Medyanın Özellikleri Nedeniyle Geleneksel Gazetenin Yaşadığı Sorunlar - Basılı gazetelerde haber içeriği oluşturanlar için yer/alan sıkıntısı vardır. - Basılı gazete içerikleri değiştirilemez, çünkü basılı gazetenin ana materyali kağıttır ve dijital bir yapısı yoktur. - Basılı gazetedeki içerikle birebir etkileşime geçilebilme olanağı yoktur. - Basılı gazeteler içeriklerindeki haberlerle alakalı ellerindeki tüm materyalleri kullanamazlar. Örneğin: Hareketli resim veya videolar. Özetle basılı gazetelerin yeni medyanın özelliklerini kullanabilmesi olanaksızdır. 4.QR Kod Teknolojisi “QR Code” tanımlaması içerisinde bulunan “Q” ve “R” harfleri İngilizce “Quick Response – Hızlı Yanıt Veren” kelimelerinin ilk harfleri kullanılarak oluşturulmuştur. Türkiye’de ise QR kod sahip olduğu biçimsel özellikler nedeni ile zaman zaman çeşitli yayınlarda “kare kod” olarak da isimlendirilebilmektedir. “QR Code” tanımlaması Denso Wave Şirketi’nin uluslararası tescilli bir markasıdır.(Aktaş, 2014) 160 QR kodu, ilk olarak 1994 yılında Japon kökenli Danso Wave şirketinin geliştirmiş olduğu, görsel veri şifreleme yöntemi olarak tanımlanabilir. Bu teknoloji TOYOTA otomotiv şirketinin araba üretim ve imalat sürecinde kullanılan parçaların etiketlenmesi ve böylece üretim veriminin artırılması için ortaya çıkmıştır. 2010 yılında ise şirket patent haklarını insanlığın kullanımına açmıştır. Böylece QR teknolojisi insanlığın kullanımına ücretsiz olarak sunulmuştur. QR kodu ile geleneksel barkod teknolojisine göre daha fazla veri şifrelemek mümkün olmaktadır. Bu görsel şifreleme yöntemini kullanarak 7089 sayısal veya 4296 alfasayısal veri (yaklaşık 3kb veri) saklamak mümkündür. (Çataloğlu ve Ateşkan, 2014) Şekil 1: Alışılagelmiş geleneksel barkod örneği(Soldaki), 2 boyutlu QR Kod (Sağdaki) QR kod teknolojisini; 1960’lı yıllardan sonra sıkça rastlayabileceğimiz, özellikle marketlerde alışveriş yaparken ürünlerin fiyatlarını listelemeye yarayan barkod sisteminin bir gelişmiş hali olarak da değerlendirebiliriz. Bununla birlikte, QR kodlar alışılagelmiş barkodlardan daha az yer kaplar ve “verileri hem yatay hem de dikey olarak depolar”.(History of QR Code, 2014) Bu özelliğiyle QR kodlar 2 boyutludur. Ayrıca deforme olmuş, bozulmuş veya bir kısmı net taranamayacak bir QR kod bile yatay ve dikey veri saklayabilme özelliği nedeniyle cihazınız tarafından okunabilir. Bu özelliğiyle de QR kodların kalıcılığı alışılagelmiş barkodlardan farklıdır. Tablo 1: Ansari ve Nazim, “Quick Response Code and ITS Use in Libraries: A Recent Trend”, 2014. 4.1.QR Kod Teknolojisinin Geleneksel Gazetelerdeki Sorunları Çözmedeki Rolü Basılı gazetedeki durağan, değiştirilebilir özelliği bulunmayan, elden ele dolaşımı sağlanan ve okunan haberler; QR kod teknolojisi kullanılarak durağan olmaktan çıkar, okuyucusuyla birebir etkileşim haline geçebilir, böylelikle değiştirilebilir özellikleri olmayan basılı gazete haberleri, QR kodlarla birlikte potansiyel olarak canlı bir mekanizma haline dönüşür. QR kod teknolojisinin hem maliyeti düşüktür hem de kullanımı büyük deneyimler gerektirmez. Bu sebeple QR kod teknolojisi günümüz gazetelerinde özellikle Türkiye’de ki gazetelerde artık kullanılmaya başlanmalıdır. 4.2.QR Kodların Basılı Yayınlarda Kullanım Oranları Amerika özelinde QR kodların kullanım alanları düşünüldüğünde, US Comscore verilerine göre kullanıcıların ağırlıklı olarak basılı yayınlardaki QR kodları kullandığı gözlemlenmektedir %49,40, basılı yayınları %35,30 ile ürün paketlemesi, %27,40 ile websiteleri, %23,50 ile poster veya el ilanları, %13,40 ile iş kartları veya broşürler, %13,40 ile mağaza vitrinleri, %11,70 ile televizyon takip etmektedir.(Chaffey, 2014) 161 4.3.QR Kod Teknolojisinin Gazeteler Üzerinde Kullanılabileceği Örnekler 4.3.1.Video İçeriklerinin Kullanılması: Mehmet Pişkin Örneği 16 Ekim 2014 tarihinde Mehmet Pişkin adlı kişi Facebook sayfasında yaklaşık 15 dakikalık “intihar manifestosu” niteliğinde bir video yayınladı ve bu videoyu paylaştıktan sonra da kendisini asarak intihar etti. Mehmet Pişkin’in paylaştığı video neticesinde Mehmet Pişkin ile alakalı ekşi sözlükte 2000’e yakın girdi yapıldı(İnternethaber, 2014), Mehmet Pişkin ismi Twitter’da 2 gün boyunca en çok konuşulan konular arasında yer aldı(trendtopic) ve bu intihar vakası Türkiye’de ki bütün çevrimiçi haber sitelerinde, tüm kağıt gazetelerin yaşam haberleri bölümlerinde ve yine bu kağıt gazetelerin internet ortamlarında paylaşıldı. Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre 2013 yılında Türkiye’de ölümle sonuçlanan intihar vakası sayısının 3.189(TİSK, 2014) olduğu düşünüldüğünde, bu intihar vakasını diğer intihar vakalarından ayıran ve bütün toplum tarafından konuşulmasını sağlayan şey, bu intihar vakasından önce Facebook’ta paylaşılan video dosyasıydı. Şekil 2: Habertürk Gazetesi’nin 17 Ekim 2014 Tarihli 1. Sayfası Basılı gazetenin haberi okuyucusuna sağlıklı bir şekilde ulaştırmada kullanabileceği materyaller sınırlı. Haberi oluşturan ana etken bir video paylaşımı olmasına rağmen kağıt gazeteler QR kod kullanmadıkları için, toplumun oldukça fazla ilgisini çeken bu haberi tam olarak yansıtamıyor. Basılı gazetede bu haberi okumaya başlayan okuyucu, haberi oluşturan ana etkenin video olduğunu görünce, basılı gazeteyi bir tarafa bırakıp bu videoyu internet ortamında aramaya başlıyor. Bu okuyucunun internette haberle ilgili doğru “video” içeriğini bulabileceğinin herhangi bir kesinliği yok ve okuyucu açısından kağıt gazete burada tamamen devreden çıkıyor. Eğer basılı gazetelerde QR kod kullanılıyor olsaydı, bu haber basılı gazetede paylaşılırken yine haber metninin içerisine yerleştirilecek QR kod aracılığıyla, haberin ana etkeni olan video paylaşımı da okuyucuya izlettirilebilirdi. Böylece basılı gazete, okuyucusu için günümüz teknolojisinin bütün nimetlerinin kullanılabilecek olmasıyla işlevsel bir iletişim aracı haline gelirdi. QR kod kullanılmasıyla, okuyucu hem merak duyduğu haberle ilgili video paylaşımını internette arama zahmetinde bulunmaz, hem de kağıt gazeteyi habere ulaşmada “ara bir araç” olarak görmez. 162 4.3.2.Kağıt Gazetecilikte Foto Muhabirliğinin Değerlenmesi Geleneksel gazetecilikte oluşturulan haber içeriklerinde kullanılan haber fotoğraflarının da büyük önemi vardı. Ancak gelişen teknoloji ve yeni medyanın getirmiş olduğu olanaklar gün geçtikçe kağıt gazetecilikte fotoğrafın önemini yitirmeye başlamasına neden oldu, bu durum foto muhabirlerin de işlerini kaybetmesine ve foto muhabirliğinin önemini yitirmesine yol açmaya başladı. Pew Araştırma Merkezi’nin 11 Kasım 2013’de yayınladığı bir rapor ABD’de yayınlanan gazetelerin çalıştırdığı foto muhabir sayısının son 13 yıl içerisinde yüzde 43 azaldığını ortaya koydu. Gazetelerin çalıştırdığı foto muhabir sayısının neredeyse yarıya düşmesinin nedeni olarak medya tekellerini karları yükseltme arayışıyla sosyal medya ve internette yer alan fotoğraflara yönelmesi gösterildi. Araştırmaya göre ABD’deki gazetelerin çalıştırdığı editör sayısı yüzde 27’lik bir azalma gerçekleşirken muhabir sayısı da yüzde 32 düştü.(HaberSol, 2014) Bu durum Türkiye’de ki geleneksel gazeteler için de farklı değildir. Yeni medya teknolojilerinin, kağıt gazete sektöründeki haber içeriklerinin yansıtılış biçimlerini değiştirmesinden, foto muhabirler olumsuz anlamda etkilendi. Ünlü foto muhabiri Ali Öz, “yayın kuruluşları dijital teknoloji ile birlikte foto muhabiri kullanımına sınırlama getirdiler.” sözleriyle foto muhabirliğinin yeni teknolojilerle birlikte yaşadığı sıkıntıyı dile getirirken; Reuters İstanbul Şef Foto Muhabiri Murad Sezer de “internetin yaygınlaşması, gazetelerin internet üzerinde okunur olması, son yıllarda büyük gazete yöneticilerini ve haber ajansı fotograf editörlerini yeni açılımlara zorladı. Son 5 yıldır özellikle uluslararası haber ajanslarında bu yeni akıma nasıl uyum sağlarız, görsellerimizi nasıl daha iyi pazarlarız çalışması var.” sözleriyle internetin foto muhabirliği anlayışını değiştirdiğinin altını çiziyor. Türkiye Foto Muhabirleri Derneği Başkanı Rıza Özel de kağıt gazetelerin artık içeriklerinde fotoğraflara önem vermediğini “günü kurtaracak fotoğraflar gazete sayfalarında yer buluyor, fotoğrafın dünyadaki gelişimini takip etme konusunda Türkiye’de foto muhabirleri, çalıştıkları gazete ve kurumların çok önünde. Gazetelerin fotoğrafa vermediği değerin sonucu olarak fotoğraf çeken muhabirler, foto muhabirlerine alternatif oluyor.”(Fotomuhabiri.com, 2014) sözleriyle açıklıyor. Çevrimiçi gazetelerde haberlerle ilgili fotoğrafların alan ve boyut sınırlaması olmadan paylaşılabiliyor olması da geleneksel gazetelerdeki foto muhabirliğini olumsuz yönde etkilemektedir. 4.3.3.QR Kod Teknolojisiyle Okuyucuya “Etkin” Konumda Olduğunu Hissetirebilmek Yeni medyanın bir sonucu olarak çevrimiçi gazeteciliğin okuyucular tarafından sıkça tercih edilmesiyle, geçmişte geleneksel medya ile “edilgen” konumda olan okuyucular/kullanıcılar “etkin” konuma geldiler. Okuyucuların edilgen durumdayken etkin konuma geldiğiyle alakalı daha önce spesifik örneklerle birlikte açıklamalar yaptık. Okuyucusu artık etkin konumda olan geleneksel gazeteler de, bu durumun bir sonucu olarak gazetelerini çevrimiçi ortamlarda paylaşıma açtılar ve köşe yazarlarına okuyucularının ulaşabilmesi için sosyal medya hesapları, e-mail adresleri oluşturdular. Ayrıca çevrimiçi gazeteler, okuyucularına okudukları haberden sonra haber altı “yorum” yazabilme olanağını tanıdılar. Burada tartışmaya açılması gereken bir başka sorun ortaya çıktı. Örneğin kağıt gazete, toplumu ilgilendiren önemli bir konuda, bir gün önce gerçekleştirilmiş basın toplantısını veya basın açıklamasını sayfasına yansıtmak istediği zaman; bu basın toplantısı veya basın açıklamasından sadece bazı öne çıkan kesitleri alabilmektedir çünkü kağıt gazetede yer sorunu vardır. 1 saate yakın sürmüş bir basın toplantısında “kendine göre” öne çıkanları gazete sayfalarına yansıtan gazeteler, bu eylemleriyle, aslında artık etkin olan kullanıcıya yine “edilgen”miş gibi davranmaktadır. Bir haber ajansının video çekimini yaptığı ve gazetelerle paylaştığı basın toplantısını deşifre eden ve satır başlarını çıkartan gazeteci, sadece kendi veya gazetesinin “bakış açısını” yansıtabilmektedir. Kağıt gazeteler buradaki ikilemi ortadan kaldırabilmek ve kullanıcısına/okuyucusuna gerçekten “etkin” olduğunu hissettirebilmek için QR kod teknolojisini kullanabilir. Gazeteler kendi perspektiflerince öne çıkan satır başlarını sayfalarında paylaşırken, bir yandan da QR kodun içine yerleştirecekleri basın toplantısı veya açıklamasının görüntülerini okuyucularına gösterebilirler. Bu teknolojinin kullanılmasıyla, okuyucu hem kağıt gazetedeki haberi ve yansıtılış biçimini görecek, hem de QR kod aracılığıyla takip ettiği basın toplantısı veya açıklamasının içeriğine göre “kendi” fikrini oluşturup, okuduğu kağıt gazetenin tutarlılığını, doğruluğunu teyit edebilecek. Özetlemek gerekirse, kağıt gazeteler hem kendi gazetecileri/muhabirlerince oluşturulan içerikleri, hem anlaşmalı oldukları haber ajanslarından gelen haber içeriklerini, hem de 163 editöryal kadrolarının insiyatifiyle oluşturdukları haber içeriklerini sayfalarında paylaşmaktadırlar. Bu durumda açıkça görülmektedirki aslında kağıt gazeteler içerik anlamında her türlü imkan ve olanağa sahiptir. Kağıt gazetenin çevrimiçi gazeteye göre en büyük dezavantajının sayfa ve alan sınırı olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, geçmişte kağıt gazetelerin bu durumun önüne geçme şansları bulunmamaktaydı. Ancak QR kod teknolojisinin hem maliyetsiz, hem de zahmetsiz bir şekilde kullanılabilecek olmasıyla; kağıt gazeteler bu en büyük dezavantajı “ellerindeki bütün içerikleri” okuyucularına aktarabilecek oldukları için ortadan kaldırabilirler. QR kod teknolojisiyle, geçmişte bir “kağıt” parçası hüviyeti gören geleneksel gazeteler, ayaklı birer “canlı” ansiklopedi haline gelebilecekler. SONUÇ Forrester Araştırma Grubunun araştırmasına göre “2016 yılında Dünya’da 1 milyarı aşkın akıllı cep telefonu kullanıcısı olacaktır. Bu bilgi yakın gelecekte qr kodların da kullanım alanını genişletebileceğine kanıttır. Geçmişte gazetelerin edilgen okuyucuları vardı, şimdiyse bu edilgen okuyucular etkin kullanıcılara dönüştüler. Gazeteler okuyucularına gerçek anlamda hizmet etmek/beklentilerini karşılamak istiyorlarsa, okuyucularının artık etkin hale geldiğini kabul etmeli ve bu doğrultuda geliştirmelere ivedikle başlamalıdır. Basılı gazeteler hem kendi muhabirlerince oluşturulan içerikleri, hem anlaşmalı oldukları haber ajanslarından gelen haber içeriklerini, hem de editöryal kadrolarının insiyatifiyle oluşturdukları haber içeriklerini sayfalarında paylaşmaktadırlar. Bu durumda açıkça görülmektedirki aslında basılı gazeteler içerik anlamında her türlü imkan ve olanağa sahiptir. Burada gereken şey mevcut içeriği olabildiğince okuyucuya aktarabilmektir. QR kod teknolojisi buna olanak sağlayacaktır. QR kod teknolojisiyle birlikte geçmişte sadece kağıt hüviyeti gören gazeteler dijital birer canlı ansiklopedi formuna geçiş yapabilir. Gazetenin içeriklerinin değiştirilemez ve güncellenemez durumu ortadan kalkabilir. Sonuç olarak QR kod teknolojisi basılı gazetelerin bütün olanaksızlıklarını ortadan kaldırabilecek özelliklere sahiptir. Bu yönüyle QR kodlar basılı gazetelerin yeni medya anlayışıyla birlikte yaşadığı sorunları çözmede “anahtar rolü” görecektir. Kaynakça • Aktaş, C. Qr kodlar ve iletişim teknolojisinin hibritleşmesi (2. Baskı). İstanbul: Kalkedon Yayıncılık. • Ansari, A. ve Nazim, M. Quick response code and ITS use in libraries: a recent trend. (b.t.). 19 Eylül 2014, https://www.academia.edu/7390863/Quick_Response_Code_and_ITS_ Use_in_Libraries_A_Recent_Trend_by_Aslam_Ansari_and_Mohd_Nazim. • Binark, M. ve Löker, K. (2011). Sivil toplum örgütleri için bilişim rehberi. Ankara: Sivil Toplum Geliştirme Merkezi. • Chaffey, D. (21 Eylül 2012). Qr code statistics. 26 Eylül 2014, http://www.smartinsights. com/mobile-marketing/qr-code-marketing/qr-codes-location-demographic-statistics/. • Çataloğlu, E. ve Ateşkan, A. (2014). Qr kodunun eğitim ve öğretimde kullanımının örneklenmesi. İlköğretim Online Dergisi, 13, 6-14. • Erol, G. (2007). Medya üzerine çalışmalar. İstanbul: Beta Basım Yayım. • Foto muhabirleri “o an”ın fotoğrafını mı çekecek yoksa videosunu mu?. (b.t.). 29 Ekim 2014, http://www.fotomuhabiri.com/?p=363. • Foto muhabirlik tehdit altında. (15 Kasım 2013). HaberSol. 29 Ekim 2014, http://haber. sol.org.tr/medya/foto-muhabirlik-tehdit-altinda-haberi-82671. • History of qr code. (b.t.). 19 Eylül 2014, http://www.qrcode.com/en/history/. • Mehmet Pişkin’in intihar videosu twitter’ı salladı. (17 Ekim 2014). İnternetHaber. 28 Ekim 2014, http://www.internethaber.com/mehmet-piskinin-intihar-videosu-twitteri-salladi-731112h.htm. • Özkır, Y. (2014). Geleneksel bir medya aygıtı olarak sosyal medya. Kamuda Sosyal Politika Dergisi, 1, 38-44. • Öztürk, M. (2013). Dijital iletişim ve yeni medya. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. • Türkiye İstatistik Kurumu. (2014). İntihar İstatistikleri. 25 Haziran 2014, http://www.tuik. gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16049 164 TÜRKIYE’DE MEDYANIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ: NEOLİBERAL POLİTİKALAR VE SERMAYE YAPISININ DEĞİŞİMİ Öğr. Gör. İhsan Eken Özet: Medya, kendi içinde farklı bir yapıya sahiptir. Bir hizmet sektörü olarak medyanın sadece iktisadi bir yönü yoktur, iktisadi yönünün dışında kültürel, sosyal ve politik bir yapısı da vardır. Medya sadece haber veren, ileten bir organizasyon değildir. Bunun yanında ideolojik olarak da kitlelere yön veren bir organizasyondur. 1973’de tüm dünyada yaşanan petrol krizinden sonra, ilk olarak Amerika, Japonya ve Avrupa’da, daha sonra 1980’lerde özellikle 24 Ocak kararlarıyla Türkiye’de başlayan değişim tüm sektörleri etkilemiştir. Bu tarihten sonra Devlet kararlarıyla, Türkiye’de neoliberal politikalar etkili olmaya başlamıştır. Türkiye’de yaşanan değişimlerle beraber medya sektörü giderek önem kazanmaya, ulusal ve uluslararası büyük kuruluşların ilgisini çekmeye böylece medya sektöründe köklü değişiklikler yaşanmaya başlamıştır. Gazeteci ailelere mensup patronlar dönemi kapanmış, basın sektörünü ticari bir işletme mantığıyla idare eden, geçmişte basın sektörüyle hiç bağlantısı olmayan, finans, inşaat, otomotiv, bankacılık gibi sektörlerde deneyim sahibi sermaye sahipleri basın piyasasında faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu sebeple medya sektöründe sermaye yapısı hızla el değiştirmiş, ulusal ve uluslararası yatırımlar giderek artmıştır. Bu çalışma, Türkiye’de medyanın, neo liberal politikalarla sermaye yapısının nasıl değiştiğini tartışmayı amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Neo liberal, Medya, Sermaye Yapısı STRUCTURAL TRANSFORMATION OF MEDIA IN TURKEY: NEOLIBERAL POLICIES AND ALTERATION OF THE STRUCTURE OF CAPITAL Abstract: Media has a different structure in itself. As a service sector, media does not only have an economical aspect, apart from its economical aspect, it also has a cultural, social and political structure. Media is not organization that gives out, transmits news only. In addition to this, it is an organization that directs masses ideologically. After the oil shock experienced all over the world in 1973, the change started firstly in America, then Japan and Europe and after that especially in 1980s with January 24 decision in Turkey affected all sectors. After this date, with the decision the state, neoliberal policies started to be effective in Turkey. With the changes experienced in Turkey media sector started to gain importance, attract attention of national and international huge institutions and thus fundamental changes were experienced in media sector. The era of bosses belonging to journalist families was ended, capital owners, who manages media sector as if it is a commercial enterprise, do no have any connection with the media sector before, have experience in sectors like finance, construction, automotive, banking, started to be active in the press market. Because of this, in media sector, structure of capital changed hands rapidly, national and international investments gradually increased. This study aims to discuss how media in Turkey and capital structure is changed with neoliberal policies. Keywords: Neoliberal, Media, Structure of capital 165 Giriş Cumhuriyet’in ilanından 80’li yıllara kadar Türkiye’deki televizyon ve radyo sektörü devlet tekelinde, yazılı basın ise aile şirketleri tarafından yönetilmekteydi. Özel girişimlerin devletle rekabet etme olanağı yoktu, bu durumda da devlet tekel olarak televizyon ve radyoyu idare etmekteydi. 80’den sonra bu durum değişmeye başladı. Bu yapının değişmesindeki en önemli sebep tüm dünyada egemen yapı olan neo liberal yapının etkisidir. Neo-liberal yapı, devletin özellikle ekonomi alanındaki müdahalelerini en az düzeye indirgeyen ve devletin yalnızca savunma, adalet ve dış politika gibi temel görevleriyle sınırlamaktadır. Daha basit bir anlatımla, insanları, ülkeleri, kültürleri, kısacası dünyanın uzak uçlarını birbirine yakınlaştıran, bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişimiyle hız kazanan bir süreçtir. Ekonomik, sosyal, kültürel bir çok alanda etki yaratan neo-liberal politikalar, coğrafi keşiflerden günümüze süregelen bir oluşumdur. McLuhan’ın söz ettiği küresel köy kavramıyla en somut şekilde açıklanabilen neo- liberal yapı, etkileşimin yoğun yaşandığı bir süreçtir. Günümüzde dünyanın çok uzak yerlerinde yaşayan insanlar birbirlerinden haberdar olabilmekte, giyim ve yaşam tarzlarıyla birbirlerine benzemektedir. İnsanları bu denli yaklaştıran en büyük unsursa medyadır. Çoklu iletişim ortamı medyanın ulusal sınırlar içinde yaşadığı yatay, dikey ve çapraz entegrelerden sonra, etki alanını daha fazla genişletmek amacıyla uluslararası alanda da entegre olma çabaları başlamıştır. Böylece yeni dünya düzenine ayak uyduran medyanın da küreselleşmesi hız kazanmıştır. Küresel medya oluşumunun hız kazanmasındaki en büyük etki belki de siyasi iktidara baskı oluşturma, küresel alanda kamuoyu yaratma gücünü elde etmek istemesidir. 1980 sonrası Türk medyasının sahiplik yapısında yaşanan dönüşümleri de bu anlayış ve oluşum çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Nitekim, Türkiye’de yayıncılık alanında devlet tekelinin çözülmesinin ve özel kanalların ortaya çıkışının temelinde, devletin pazardaki etkinliğini ve denetim inisiyatifini sermaye araçlarına ve piyasanın işleyişine devretme düşüncesi yatmaktadır. Bu bağlamda, holding yapısındaki büyük sermaye gruplarının, 80 sonrası devreye giren neo-liberal politikaların kendilerine sunduğu ekonomik olanaklardan faydalanarak medya sektörüne girmişlerdir. Bu süreçten sonra medya işletmeleri, yatay, dikey ve çapraz mülkiyet yapısıyla genişleyerek büyük medya grupları oluşmuştur. Başka bir deyişle, eski tip kitle iletişim araçları, büyük multimedya gruplarının ve çoklu tekellerin birer bileşenine dönüşmüştür. Bu dönüşümle beraber Türk medyasının güncel yatırımları arasında dünya medya devlerinin yatırımları bulunmaktadır. Bu yabancı yatırımların gelmesindeki en büyük etken Türkiye’nin çoğrafi ve jeopolitik yapısının yanında yabancı sermayeye ilişkin teşvikler, ulusal düzenlemelerle desteklenerek bu işin sürekliliği sağlanmaktadır. Böylece yazılı, görsel ve işitsel alanda Türk medyasına ortaklık, satın alma, lisans anlaşmaları şeklinde yabancı sermaye girişleri yapılmıştır. Bu süreç içerisinde Türk medyasında Time Warner Inc, News Coporation, Egmont Yayıncılık, NBC ve Al-Cezire gibi büyük kuruluşların yatırımları olmuştur. Neo-Liberal Yapı Neo-liberal politikaların maksadı, devlet müdahalesinin en az düzeyde olduğu piyasanın kendi kendisini kontrol ettiği, bu kontrol sayesinde kendine has kurallar oluşturarak kendi içinde devamlılığı sağlayan bir yapıdır. Devlet müdahalesinin en az düzeyde tutulması fikri, yalnızca piyasa yapısı ile sınırlandırılmamalıdır. Dış polita, güvenlik gibi temel ihtiyaçlar dışında devlet müdahalesi en az düzeyde istenmektedir. Devlet müdahalesinin en az olduğu bir yerde kurumlar ve bireyler fikirlerini ifade ederken çok daha rahat edeceklerdir (Kurt, 2006: 200). 1929 yılında tüm dünyada çok büyük bir üretim fazlalığı yaşanmaktaydı, bu üretim fazlalığı yüzünden üretim neredeyse durmuştur ve dünya büyük bir krize girmiştir. Bu krizden sonra makroekonominin en önemli isimlaerinden biri olan Keynes’in, ekonomik modelleri uygulanmaya başlanmıştır. Bu model, devletin ekonomiye müdahale etmesini savunmuştur. Keynes, krizden sonra oluşan işsizliğe karşı, devletin sorumluluk alarak bu kişilerin yeniden istihdam edilerek krizin ortadan kaybolmasını savunmuştur. Keynes ekonomi modeli 1970’lere dek sürmüştür, bu tarihten sonra refah devlet politikaları yerine serbest piyasa 166 ekonomisi ve devlet kontrolünün en az düzeyde tutulduğu bir system oluşmuş ve bu sistem neo-liberal politikaların başlamasını sağlamıştır (Aytekin, 2012: 4-5 ). Neo-liberal politika Milton Friedman’a göre; ekonomide devletin rolü mümkün olabilecek en az düzeye indirilmelidir. Bu düzey, adalet, savunma, dış politika gibi klasik görevlerle sınırlanmalı, bütçe açık vermemeli, nötr bir vergi politikası izlenmeli, yani teşvik vb gibi düzenlemelerden kaçınılmalıdır. Devlet kimsenin lehine ya da aleyhine düzenlemeler yapmamalıdır (www.radikal.com.tr). Neo-liberal model, iki temel varsayıma dayanmaktadır. Birinci varsayım, ekonominin, doğal ve evrensel kanunların hakimiyetinde olan ayrı bir alan olduğu ve bu nedenle hükümetlerin, gereksiz müdahalelerle bu doğal gidişatı bozmaması gerektiğidir. İkinci varsayım ise, piyasanın, demokratik toplumlarda üretim ve değişimin en etkin ve adil biçimde gerçekleşeceği optimal bir örgütlenme tarzı olduğudur. Neo-klasik varsayımları benimsemiş iktisatçılar, kendi kurguladıkları bu varsayımları, doğruluğu ispatlanmış öneriler olarak görmekle eleştirilmektedirler. Bu varsayımları modelleştirip, akılcılaştırarak, evrensel bir modelin temelleri haline getiren neo-klasik iktisat yaklaşımı için, kurguladığı dünya çok özel bir topluma tekabül eder (İnsel, 2003: 25.). 1980’li yıllarda, neo-liberalizmin; birçok ülke yönetiminde etkisini göstermeye başlamasıyla, devletlerin ‘‘neo-liberal reform programları’’na başvurmaları dikkat çekmiştir. Bu programlarda; insan ihtiyaçlarının karşılandığı, refahın sağlandığı, kişisel özgürlüklerin artırıldığı, pazarlara siyasetin ötesinde öncelik tanındığı ve piyasa tabanında bireylere mal ve hizmetleri seçme hakları sunulduğu görülmektedir. Bu süreci ülke yönetimleri için önerilen neo-liberal politikalar takip etmiştir (Faulks, 1995: 75; Cizrelioğlu: 2013). Türkiye’de 1980 sonrası neo-liberal dönüşümün başlangıcı kabul edilen uygulama 24 Ocak kararlarıdır. Bu kararlarda başrol oynayan Turgut Özal önce Başbakanlık Müşteşarı, Başbakan Yardımcısı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak kararları uygulamıştır. Özellikle Özal’ın ANAP genel başkanlığı ve başbakanlık döneminde, gündelik yaşamımızda önemli bir etkililiği olacak “işbitiricilik” retoriği, Türkiye siyasal tarihinde örneğini pek bulamayacağımız bir parti hükümetinin işbitiriciliğinde de işlenmiştir (Kejanlıoğlu, 2004: 193). 24 Ocak kararlarının kısa vadeli planı, acil olarak dış borç ödemelerini gerçekleştirebilmek, enflasyonu düşürmek, ekonomik olarak büyümeyi sağlamak ve işsizlik oranını düşürmektir (TCMB, 2002). Bu kararlar, piyasayı tamamen değiştirerek, fiyatın en önemli unsur haline gelmesini sağlamıştır. Bununla beraber bu kararlar kısa vade de anı kurtarmaktan ziyade kalıcı bir ekonomik yapıyı sağlamaya yönelik bir gelişmedir (Kazgan, 2008). Askeri müdahalenin ilk gününden itibaren Türkiye’de yaşayanların yaşam alanlarında adeta değmedik yer bırakılmazken, uluslar arası askeri ittifaklar ve iktisadi politikası, dokunulmaz alanlar olarak ilan edilmiştir. Öyle ki, 12 Eylül 1980’de yapılan “Türk Milletine Açıklama” da, “Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalacak” denilmiştir. Böylece IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların etkinliği de yadsınmamış olmaktadır (Gemalmaz, 1996: 975). Turgut Özal’ın liderliğinde hazırlanan bu kararlarla benimsenen liberal ekonomi modeli; IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların eşliğinde gerçekleştirilmeye başlanmıştır, bu kurumlar tarafından başlatılan yapılandırma sürecinde öncelikle devlet tarafından kurulan kuruluşların özelleştirmesine önem verilmiştir. Türkiye’de ekonomik, siyasi, sosyal ve ekonominin yeniden şekillendirilmesi adına; IMF ve Dünya bankası gibi kuruluşlarla çeşitli uyum kredileri anlaşmaları yapılmıştır. Uluslararası kuruluşların bu imzaları imzalamasındaki en önemli ön koşul özelleştirmelerin bir an evvel yapılması ve devlet yatırımlarının azaltılması vardır (Cizrelioğulları, 2013: 88). Bu politikaların, ülkemiz de uygulanması eksik istihdama ve vatandaşlar arasındaki gelir dağılımının adaletsizliğine neden olmuştur (Uçkaç, 2010: 429). Bu politikalar sadece devletin en az düzeyde kontrolünün dışında, uluslararası kuruluşlara kamu harcamasına müdahale sınırlandırması da getirmiştir. Bu girişimler bir şekilde devlet ağırlığının da azaltılmasını sağlayan kararlardı. Bu kararlarla devletin ekonomiye müdahalesi ortadan kaldırılmıştır. Tüm bunlara baktığımız zaman radikal bir değişimin gerçekleştiği görülmektedir (Cizrelioğulları, 2013: 97). 167 Türkiye’de Medyanın Mülkiyet Yapısı Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne (2013) göre Türkiye’de yaklaşık 6800 gazete ve dergi, 263 televizyon kanalı ve 1058 radyo istasyonuyla her geçen gün daha da büyüyen bir medya sektörü bulunuyor (byegm.gov.tr). Yazılı Basın Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, toplumsal yaşamda etkili ve köklü değişim ve dönüşümlerin de temellerinin atıldığı bu dönemde gazeteler ise, yeni kurulan rejimin ve onun önderlerinin tanıtımı işlevini üstlenmiştir. Cumhuriyet döneminin basın ve basım evleriyle ilgili ilk kanunu 1931 tarihinde çıkarılan “Matbuat Kanunu” olmuştur. Matbuat Kanunun 50. maddesi şöyledir: “ Memleketin genel siyasetine dokunacak yayınlardan dolayı İcra Vekilleri Heyeti kararıyla gazete ve dergiler geçici olarak kapatılabilir. Bu şekilde kapatılan gazetelerin sorumluları, kapatılma süresince başka bir adla gazete çıkaramaz.” (Girgin, 2001: 123). İstenildiği şekilde yorumlanmaya açık olan “memleketin genel siyaset” terimi ile hükümete gazeteleri kapatma yetkisini veren böyle bir hüküm karşısında basın özgürlüğünden söz etmek olanaksızdır. Türk Basınını, ancak totaliter rejimlerde görülecek şekildeki bir düzene bağlayan bu kanun, 1950 yılına kadar yürürlükte kalmıştır (İçel, 2001: 38). 1948’e kadar, gazete patronları hep gazetecilikten yetişmiş kimseler olmuştur. Genelde patron, gazetenin başyazarı olarak göze çarpmaktadır. Tanzimat’ta da, Meşrutiyet’te de durum aynıdır. Sabah’ın sahibi Mihran Efendi gibi başyazar olmayan patronlar az sayıdadır. Cumhuriyet’in başlarından İkinci Dünya Savaşı sonlarına kadar patron gazeteci geleneği sürdürülmüştür (Erol, 2010: 13). Çok partili döneme geçmeden Türkiye’de kapalı bir ekonomi vardı. Bu kaplı ekonomide de basın özgürlüğünden söz edilmesi mümkün değildi. Bu dönemde, ekonomik koşullardan dolayı da gazete sahipleri ve yöneticileri, devletle sıkı bir ilişki içinde olması matbuatın hala yönetimin bir organı olarak öne çıkmasına neden olmuştur (Duran, 2000: 39). Çok partili döneme geçişle birlikte 5680 sayılı Basın Kanunu yürürlüğe girmiş ve bu kanun liberalist görüşün basın özgürlüğü alanındaki genel ilkelerine geniş ölçüde yer veren özgürlükçü bir kanun niteliğindedir (Topuz, 2003: 193). Bu kanundan sonra Demokrat Parti ile basının arası bozulmuştur. Iktidara ilk geldiğinde basının savunucusu olan Demokrat Parti, basının karşına geçerek yasaklar getirmeye başlamıştır. Basın Kanunu 1954 ve 1956 yıllarında değişikliğe uğratılarak basın ve haberleşme özgürlüğüne çok şiddetli darbeler indirilmiştir. Yine bu dönemde, sansür ve müdahaleden dolayı gazetelerin sayfaları boş olarak basılmış ve bunun daha da ilerisine gidilerek çeşitli gazete ve sendikalar kapatılmıştır. Basın özgürlüğü açısından yaşanan bu karanlık dönem 27 Mayıs 1960 hareketine kadar sürmüştür (İçel, 2001: 41). Askeri hükümet ilk olarak 1950 yılında kabul edilen Basın Kanunu’ndaki antidemokratik maddeleri kaldırmış, böylelikle dönemin basınını büyük bir baskıdan ve korkudan kurtarmıştır. Bununla birlikte, aynı yıl 212 sayılı kanunun yürürlüğe girmesi basın çalışanları açısından önemli bir kazanım niteliği taşımaktadır ve kanunun yürürlüğe girdiği gün olan 10 Ocak tarihi, “çalışan gazetecilerin bayramı” olarak kabul edilmiştir (Topuz, 2003: 228-229). 1970’lere gelindiğinde medyada tiraj kaygısı oluşmaya başlamıştır. Meydana gelen tiraj kayıpları basını, apartman dairesi çekilişlerinden, bedava kitap ve ansiklopedi dağıtımına kadar uzanan yeni arayışlara yöneltmiştir. Türk Basını’nda asıl tiraj patlaması da bu yıllarda, ‘tecimsel yöntemlerin gazetecilik olgusunu bastırması yoluyla’ sağlanmıştır (Oktay, 1987: 88). Yine bu dönemde, büyük gazetelerin sahipleri, turizmden kitap sanayine çeşitli şirketler kurmaya ve holdingler oluşturmaya başlamışlardır. Gazete tirajlarında yaşanan görece patlama, ticaret ve sanayi sermayesinin ürünlerini pazarlayabilmek için 2,5-3 milyonluk bir okur/alıcı kitlesine sahip olan gazeteleri daha çok önemsenmesine yol açmıştır. Bu süreç içerisinde, büyük sermaye şirketleri okur kitleyi kendi müşterileri yapabilmek için gazeteleri ilan yağmuruna tutmuşlardır (Oktay, 1987: 91). 168 1960-80 dönemi, basın özgürlüğü açısından bugüne ve geçmişe oranla en zengin ve en rahat dönem olarak tanımlanabilir. Mesleki açıdan bakıldığında gazetecilik faaliyetinin yavaş yavaş zanaat olmaktan çıkıp, sanayi haline gelmesi de yine bu döneme rastlar. Metin Toker, 1940’lı yılların gazeteleri için, “Bugünün bin kişi çalıştıran gazeteleri birer fabrikaysa, o zamanın gazeteleri birer küçük atölye idi” derken, 1970’lerin gazetelerini ‘büyük atölyeler’ olarak tanımlamaktadır (Cemal, 2005: 55). 1980’li yılların hemen başlarında Türkiye’deki ekonomi politikalarında köklü değişimler olduğu dönemde medya alanı dışında farklı alanlarda çalışan kuruluşların yazılı medyaya olan yatırımları artmaya başlamıştır. 1980’li yıllara gelene kadar, Türkiye’de yazılı basının yapısı aile şirketleri şeklindedir. Küçük işletmeler ve aile şirketlerinden oluşan mevcut mülkiyet yapısı, Aydın Doğan’ın Milliyet’i satın almasıyla değişmeye başlamıştır. Medyada yaşanan bu değişim, medyanın bütün yapısını (kurum, yasal çerçeve, maliyet, finansman…) değiştirmiştir (Özerkan ve Kabaş, 2005, 201). 1980’li yılların sonlarında özellikle Uluslararası platformda çalışmalarını yürüten Asil Nadir’in Başbakan’ın oğlu Ahmet Özal ile Başbakanın Ekonomi Danışmanı Bülent Şemiler’in aracılık yaptığı söylenen pazarlıktan sonra Haldun Simavi’den Veb-Ofset basın grubunu satın almıştır. Bununla sınırlı kalmayan Nadir, Mehmet Ali Yılmaz’dan Güneş Gazetesi’ni ve Ercan Arıklı’nın Ekonomik Panaroma, Kadınca ve Nokta dergilerini çıkaran Gelişim grubunu da satın almıştır (Cumhuriyet 19.1.1989, s.1 ve 15; 21.1.1989, s.1 ve 11). Nadir bu yatırımlarla basın sektörüne iddialı bir giriş yapmıştır. Nadir, birdenbire basın sektörünün en büyük ismi haline gelmiştir. Nadir bu gücü yalnız uluslararası arenada yürüttüğü işleri için değil, aynı zamanda Kıbrıs sorununun çözümü için kullanacağı hakkında söylentiler de bu dönem için çıkmıştır. Asil Nadir’in basın sektörüne girişi, diğer patronların direnciyle karşılaşmış, bunun üzerine Nadir ucuz gazete politikasıyla ezici bir rekabete girişmiş ve sektörün hakimi olmanın eşiğine gelmiştir. Nadir’in en önemli özelliği, uluslar arası boyutta çok farklı alanlara yatırım yapmasıdır. Nadir’in elektronik imalat, tarım, gıda, inşaat, emlak, tekstil, basın yayın, denizcilik ve finans sektörlerinde ve Kıbrıs, İngiltere, Portekiz, Hollanda, İsviçre, Hong Kong, ABD, Japonya vd. ülkelerde şirketleri vardı (Topuz, 2003: 89). Nadir tam da bu dönemde en büyük olucakken, Nadir’in diğer şirketi Polly Peck bir kriz içine girmiş, geçirdiği adli soruşturma Nadir’in satın almış olduğu basın kuruluşlarını satışa çıkarmasına neden olmuştur (Tokgöz, 2003: 34) Bu dönem de Babıâli’nin geleneksel dengelerini bozan esas unsur, İzmir’de Yeni Asır Gazetesi ile bölgesel gazeteciliğin en iyi örneği sergileyen Dinç Bilgin ve ailesinin İstanbul’a gelerek Sabah Gazetesi’ni kurması olmuştur. 1982 yılında yayın hayatına başlayan Sabah, bilgisayar teknolojisini ilk kullanan gazete olmuştur. Sabah Gazetesi bünyesinde Babıâli’nin en muhteris profesyonellerini bir araya getiren Bilgin ailesi, büyümek için her yolu mübah gören bir anlayışla, gazeteciliğin bazı etik kurallarını hiçe sayarak, sektörün eskisi gazeteci patronlar ve sektöre yeni giren iş adamı patronlarla didişerek sürekli bir büyüme başlatmıştır (Tokgöz, 2003: 33). Ardından sektör dışından gelen sermaye sahibi ise Aydın Doğan olmuştur. Bugün hala basın piyasasında en büyük paya sahip olan Doğan, 1980’de Milliyet’i alarak sektöre, 1994’de Hürriyet’i satın alarak da tekel olma yoluna adım atmıştır (Koloğlu, 1995: 136). “Medyanın holdingleşmesi” olarak adlandırılabilecek bu yıllarda, özel sermayenin sektöre hızlı bir şekilde girmesiyle yaşanan değişim sonucunda, gazetecilik dışındaki alanlarda pek yatırımı olmayan geleneksel medya sahipleri sektörden uzaklaşırken; bankacılık, inşaat, turizm, ticaret, vb. pek çok alanda yatırımları olan büyük iş adamları ve holdingler, “yeni medya sahipleri” olarak sektöre girmişlerdir. Sermayenin bu alanda etkinlik göstermesi, dördüncü gücü paylaşma, siyasi çevrelerde etkinlik sağlama ve bu sayede ihalelerden yararlanma, medyayı diğer şirketlerinin reklamlarında kullanma, medyayı kullanarak pazarlama faaliyetlerini arttırma gibi faktörlere bağlanabilir (Özsever, 2004: 122-123). Bu dönemde, basının en büyük gelir kaynaklarından biri olan ilan ve reklamlar konusunda da büyük basın gruplarının etkisi açıkça fark edilmeye başlamıştır. Satışların önemli bir kısmını ellerinde tutan basın grupları toplam basın reklam harcamalarının da önemli bir kısmını kendilerine çekerek, diğer bağımsız yayınların yaşama şansını iyiden iyiye azaltmışlardır (Görgülü, 1991, 41). Medya alanı haricinde faaliyet gösteren büyük holdingler ve kuruluşlar Çok farklı sektörlerde faaliyet yürüten ve asıl faaliyet alanları gazetecilik olmayan yeni medya patronları, 169 şirketlerini diğer alanlarlardaki şirketleri gibi kapitalist değerler sisteminde yönetmişlerdir. Bu süreçte kimi gazeteciler kurumsal hiyerarşiler içerisinde yükselip bir tür medya yöneticisi elitine dönüşürken, kimi gazetecilerde starlaştı. Yönetici elit ve starlar kendilerine ödenen olağanüstü ücretlerle toplumun üst sınıfına transfer edildiler. Bu noktadan sonra da, gazetecilik ilkelerinden çok içine yeni katıldıkları üst sınıfın değerlerinin savunulması önem kazandı. Medyada çalışan yöneticiler, çalıştığı kurumdaki pozisyonunu yaptıkları iş birikimine göre değil, patronlarıyla olan ilişkisi üzerinden gerçekleştirmeye başlamışlardır (Tılıç, 2001: 139). Bu dönem de gazeteler birbirleriyle rekabet için promosyonlar vermeye başlamıştır. Gazeteyle birlikte verilen kuponlar ve içerikle doğrudan hiçbir ilgisi olmayan hediyelerin sunumuyla devam eden bu dönem, promosyonlarla oranlı giden tiraj artışları yaratmıştır. Burada temel hedef, mevcut okur sayısını elde tutmanın yanında, daha önce o gazeteyle tanışmamış yeni okurların kazanılması ve promosyon sona erdiğinde “tortu” olarak nitelendirilen bir kısım okurun, mevcut okurlara eklenmesi olmuştur. Ancak bu dönem, beklenen okuru kazandırmadığı gibi, mevcut sadık gazete okurlarının ellerindeki gazeteye olan saygısının azalmasına neden olmuştur (Özerkan ve Kabaş, 2005: 202). Birleşme sadece medya mülkiyetinde değil, dağıtım şebekelerinde de gerçekleşmiş, birbirine rakip en büyük iki holding bir araya kurdukları dev ulusal dağıtım şirketleri yoluyla, kendi yayınlarının dışındaki gazete ve dergilerin dağıtımını da keyfi yöntemlerle denetleyebilir ya da engelleyebilir hale gelmişlerdir (Duran, 2000: 46). Radyo Kurtuluş Savaşı sırasında iletişime fazlaca ihtiyaç duyulması, alandaki eksikliği göz önüne sermiştir. Cumhuriyet‘in ilk yıllarında bu eksikliği ortadan kaldırmak için Ankara ve İstanbul‘da birer telsiz telgraf istasyonu kurulması düşünülür. Bu amaçla düzenlenen istasyonların yapım ihalesini Fransız TSF şirketi kazanır. Vericilerin yapımına 1925‘te başlanır ve vericiler 1927 yılında hizmete sokulur. Bu dönemde yayın tekeli, Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketindedir (TTTAŞ). TTTAŞ, yapımı 1927’de biten PTT’nin telsiz telgraf vericilerinden 5-7 KW gücünde iki verici kiralayıp yayın yapacak hale getirmiş; bu vericilerden ilki başkent Ankara’ya, diğeri ise İstanbul’da kurulmuş ve 6 mayıs 1927’de İstanbul’da Büyük Postahanesi‘nin kapısı üzerine yerleştirilen vericiyle radyodan müzik dinletilerek yapılmıştır ve aynı yıl içinde Ankara’da düzenli yayınlara başlamıştır (Kocabaşoğlu 1980: 9-113; Gülizar, 1985: 27-32; Arslan, 2010: 22). Atatürk‘ün verdiği destek sayesinde radyo alıcısı üretimi ve dağıtımı artar. TTTAŞ, yayın hakkını aldıktan sonra , tekel olmasının avantajını da kullanarak radyo alıcısı satımına başlar ve radyo dinleme alışkanlığını oturtmak amacıyla bedava radyo alıcısı dağıtır. 1990‘lı yıllarda gazetelerin yoğun şekilde uyguladığı kupon biriktirme yöntemi, TTTAŞ tarafından daha o dönemde gündeme getirilir (Arslan, 2010: 25). 1927–1936 yılları arası radyoculuk açısından zor yıllardır, ekonomik bunalımın etkileri sürerken yetkin eleman eksikliği ve stüdyoların teknik yetersizlikleri yayıncılığı etkilemektedir. Türkiye‘de radyoculuğun ilk yıllarında yayınlar, genellikle akşam saatlerinde, sınırlı sürelerde yapılmaktaydı. TTTAŞ‘ta yaşanan mali bunalımlar, şirketin iflasının istenmesine sebep olmuştur. Hükümet şirkete yardım etmiş ve şirket, faaliyete devam kararı almıştır. TTTAŞ, devlet yardımıyla zararını azaltmaya başlamış ve ilk kez 1932 yılında kâr etmiştir (Kocabaşoğlu, 1985: 39–40). 1926–1937 yılları arasında yaklaşık on yıl süreyle TTTAŞ eline bırakılan radyo yayıncılığı, bu dönemden sonra devlet idaresine geçmiştir. TTTAŞ‘ın radyodan beklenenleri tam olarak gerçekleştiremeyişi devletin radyo teşkilatını ele almasına sebep olmuştur. Bu dönemden sonra yetki PTT‘ye aktarılmıştır (Arslan, 2010: 29). Radyo yayınlarının devletçe yürütülmesi, 18 Ağustos 1936’da çıkarılan bir kararname ile başlamıştır ve bu kararnameye göre Nafia Vekaleti radyoların yönetimini, PTT aracılığıyla yürütmektedir. PTT genel müdürlüğü de yayın akışını sağlamak için Ankara ve İstanbul Posta ve Telgraf Başmüdürlüklerini görevlendirir (Kocabaşoğlu, 1985:135 Çankaya, 1997: 6). Radyolarda ilk kez 1940 yılında “Manevi Yayınlar” adı altında yayınlanan “Milli Kahramanlık Menkıbeleri” ve “Yurt Bilgisi ve Sevgisi” adlı programlar ilgi dikkat çekmektedir. Kocabaşoğlu, bu programların ikinci dünya savaşının yaklaştığı günlerde toplumun morali açısından önem taşıdığını düşünmektedir. (Kocabaşoğlu,1985:170). 1936–1940 yılları arası 170 değerlendirildiğinde; önceki döneme göre söz yayınlarının arttığı, radyoda eğitim, kültür, sanat amaçlı programların arttığı görülmektedir (Arslan, 2010: 32). Türkiye savaşa girmese de ekonomik koşullar radyonun yayınlarına yansımıştır. Savaş koşullarının bir başka yansıması radyonun kazandığı önemdir. Radyoya devlet bütçesinden büyük fonlar ayrılmış; farklı dinleyici gruplarına yönelik kadınlar, çocuklar, gençler, çeşitli programlar yapılıp yayınlanmaya başlamıştır (Kocabaşoğlu, 1985: 27-35). Çok partili hayata geçiş ve iktidar değişikliği, radyonun önemi artırmış, hatta radyo partiler arası çatışmanın göstergesi haline gelmiştir. İktidar istekleri doğrultusunda hareket eden bir kurum haline gelmiştir. İlk olarak yasada yapılan değişiklikle siyasi partilerin radyodan yararlanması istenmiştir; ayrıca Yayın Danışma Kurulu oluşturularak hazırlanan yayınların denetimden geçirilmesi uygun görülmüştür (Kocabaşoğlu, 1987: 256). Radyonun siyasete âlet edilmesi ve tarafsızlığını yitirmesi halkta tepkilere yol açar ve Bedrettin Çalışkur adlı bir vatandaş Radyo Dinlemeyenler Cemiyeti’ni kurar ancak valilikten izin alamayan cemiyet kapatılır (Gülizar,2008: 66). Devlet radyosuna güvensizlik duyulması nedeniyle halkın Türkiye‘yle ilgili haberleri BBC‘den dinlemesi de döneme damga vuran olaylar arasında yer alır. Radyoya duyulan tepki nedenlerinden biri de Vatan Cephesi‘dir. 1 Ekim 1958 tarihinde Vatan Cephesi‘nin kurulduğu bildirilir ve üyelerin ismi okunmaya başlanır. Okuyanların da dinleyenlerin de canını sıkan uzun listeler bir süre sonra eleştiri malzemesi olur (Arslan, 2010: 40). 1960 askeri müdahalesinden sonra, Türkiye Radyo Televizyon Kanunu çıkana ve TRT kurulana dek geçen sürede sekiz il radyosu hizmete girmiş; bunların özellikle ülke sınırlarındaki illerde kurulmasıyla, Türkleri yabancı radyoların zararlı yayınlarından koruma amacı güdülmüştür (Kocabaşoğlu, 1985: 2735). Trt’nin devreye girmesiyle , Türkiye’de yayıncılık alanındaki gelişmeler hızlanmıştır. Haber kadrosu 1970’lerden sonra güçlendirilir, ana haber bültenleri dışında saat başı haberler yayınlanır. Bölgesel haberler, iç ve dış haberlerle programlar zenginleşir; ancak TRT yine de siyasi iktidarın gölgesi altında kalacaktır. 1982’den özel radyoların kuruluşuna değin yayın tekelini elinde tutan TRT hem yapısal hem içeriksel değişikliklerle yenilenmeye çalışmış yine de özel radyo ve televizyon ihtiyacını engelleyememiştir. 1987 yılında kurulan Radyo 4’le yayın ağı genişletilmiş Radyo 1, Radyo 2, Radyo 3 ise Türkiye geneline yayılmıştır. Tüm bunlara rağmen televizyonun ezici üstünlüğü ve özelleşme karşısında gücünü yitirmeye mahkûm olmuştur (Arslan, 2010, 49). 1985 yılında özel radyo kurulması için 106 başvuru yapıldığı ilan edilmiştir. Ülkenin önde gelen basın şirketleri (Hürriyet, Sabah,Türkiye, Karacan Yayınları ) ve Nadir Grubu başvuranlar arasındadır (Arslan, 2010: 49). Bu istekler uzunca süre reddedilmiş sadece eğitim amaçlı belediye ya da üniversite radyolarının kurulmasının mümkün olduğu belirtilmiştir. Üstelik iktidar ve muhalefetin çoğu da bu görüşe katılıp Türkiye’nin özel kanallara hazır olmadığını savunmuştur (Cankaya,1997:71-77). Özel radyo ve televizyonlar TRT’nin üstlendiği eğitim, kültür, haber ve müzik yayınlarını farklı bir bakışla ele aldı. “Eğitim”in esas oluşu geride kaldı. Özelleşme yenilik ve gelişmeyle beraber yozlaşmayı da ortaya çıkardı. 1994’te Resmî Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe giren kanunla yayınlar kurallara bağlanmıştır. RTÜK denetiminde olan radyo ve televizyonlar sık sık uyarı ve kapatma cezaları almışlardır (Cankaya,1997: 76-91). Günümüzde pek çok radyoyla beraber TRT Radyoları yayın yapmaktadır. TRT hâlâ en geniş kapsama alanına sahip olma ve en çok dinleyiciye seslenebilme özelliğini taşımaktadır. Yayın anlayışında da eski ilkelere bağlı kalarak eğitim, kültür, bilgi ve haber kaynağı olmayı hedeflemektedir (Arslan, 2010: 50). Televizyon Türkiye’de ilk olarak televizyon yayını 1952 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne ait stüdyolarda gerçekleşmiştir (Serim, 2007: 15). Bu yayın yalnızca İstanbul’u kapsayabilecek bir ölçekteydi. Televizyona, ulusal düzeyde yayına başlayacağı ilk yıllarda, Türkiye’de yaşanan eğitim sorununu çözmek üzere umut bağlandığı görülmektedir (BDPT, 1968: 592). Almanya’yla yapı- 171 lan bir anlaşma neticesinde, Televizyon Eğitim Merkezi kurmak üzere girişimler başlamış ve bu çerçevede 1966 yılında kapalı devre stüdyo yayınları başlamıştır. İki sene sonra, 31 Ocak 1968 tarihinde TRT kendi kurumsal kimliğiyle haftanın üç günü deneme mahiyetinde televizyon yayınına geçmiştir (Oskay, 1978: 18). Ankara televizyonu 1968 yılında, İstanbul, İzmir ve Eskişehir televizyonları 1971 yılında, Edirne, Balıkesir ve Kütahya televizyonları ise 1972 yılında yayın hayatına başlamıştır (BDPT, 1973: 21). Devletin, ilk kuruluş yıllarında televizyon için biçtiği eğitim rolünün yanına, bu yıllarda ulusal güvenlik kaygıları da eklenmiştir. Onun işlevselliği, böylece, sadece eğitim aracı olmasıyla değil, aynı zamanda milli birlik ve bütünlüğü sağlayacak biçimde sürdürülecek yayınlarla da önem kazanmış olacaktır. Bu amaç doğrultusunda, hükümetler ve planlamacılar, öncelikle sınır bölgelerden başlamak koşuluyla, 1980 yılına gelindiğinde toplam nüfusun %82’sine televizyon yayınlarıyla ulaşmayı hedeflemişlerdir (BDPT, 1973: 612). TRT, 1969 yılında her on bin kişiye 7 adet ve bundan üç yıl sonra, 1972 yılında ise, her on bin kişiye 27 adet televizyon düştüğü hesabını yapmaktadır (BDPT, 1973: 782). TRT, 1984 yılının Mayıs ayından itibaren önce reklamları ve birkaç ay sonra da tüm programlarını renkli olarak yayınlanmaya başlamıştır (Serim, 2007: 130). Ulusal düzeyde siyah-beyaz olarak yayına başlamasından 16 yıl sonra, Türkiye televizyonu artık renklenmiştir. Bu önemli bir teknolojik atılım olarak görülmektedir. Ancak televizyonun renklenmesine karşın, hanelerin renklenmesi biraz daha sonra gerçekleşecektir. Türkiye’de renkli televizyonun yaygın olarak haneye girişi ancak 1990’lı yıllardan itibaren mümkün olacaktır. Zira renkli yayın başlamış olsa da, ülkede renkli yayını alacak televizyon alıcısı henüz yoktur. Ayrıca, sadece fiili olarak değil ama resmi olarak da renkli televizyonun satışının yapılması yasaktır. Ancak hükümetin bir karar almasından sonra Türkiye’ye renkli televizyon ithal edilmeye başlanmıştır (Serim, 2007: 130). Milli Güvenlik Kurulu da, ikinci kanal yayınının 1986 yılının sonunda başlamasına hükmetmiştir. Böylece, 6 Ekim 1986 tarihinde, TRT2 kanalı renkli olarak, ulusal düzeyde yayın hayatına başlamıştır (Serim, 2007: 131). 1990’lı yıllar, Türkiye’de özel televizyon ve radyoların varlığının meşruiyetinin tartışıldığı yıllar olması bakımından kritiktir. Öyle ki, Türkiye’de televizyon ve radyo kurma ve yayın yapma hakkı devlete aitti. İlk olarak 1961 Anayasası’nda meşruiyet kazanan televizyon yayıncılığına ilişkin yasal düzenleme, 1980 Anayasası da dahil olmak üzere, sonraki anayasalarda da aynen korunmuştur. Anayasaların yer verdiği bu madde, televizyon istasyonlarının ancak devlet eliyle kurulabileceğini ve yayınların tarafsızlık esasına göre yapılacağına işaret etmekteydi. Ne var ki Türkiye’de ilk özel televizyon yasaya aykırı olacak biçimde kurulmuş ve yayın hayatına başlamıştır. İlk özel televizyonun yasadışı varlığı, sonrasında başka özel televizyonların yasal dayanaktan yoksun, fiili olarak yayın hayatına başlaması, günümüzde devam eden Türkiye televizyonlarının yasal statüsüne ilişkin sıkıntıların temelini teşkil etmektedir (Arun, 2010: 111). Türkiye’nin ilk özel televizyonu Magic Box – Star 1 isimli kanalın test yayınları, Mayıs 1989 yılında başlamıştır (Arun, 2010: 21). Ancak etkileri uzun yıllar Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yaşamında tartışılmıştır. İlk özel televizyonun kurulmasının hikayesi 1989 yılına dayanmaktadır. 1989 yılında beklenmedik bir gelişme olur. TRT’nin elinde bulunan televizyon vericilerinin, posta işletmesine (PTT) devredilmesini öngören (3517 sayılı) yasa mecliste onaylanır. Vericilerin PTT’ye devrinin nedeni o yıllarda anlaşılamaz. Ancak, özel bir televizyon kanalının kurulacağına ilişkin gelişmelerin yaşanmasıyla, vericilerin devrinin nedenleri üzerine tartışmalar başlar. Zira o zamanlar bir televizyonun yayın yapabilmesi için vericilere ve link hattına ihtiyaç vardır. Hatlar ve vericiler TRT’nin elindedir. Ayrıca anayasaya göre televizyon istasyonları da sadece devlet eliyle kurulabilir. O halde özel bir televizyonun yayın yapma olanağı nasıl sağlanabilirdi? Anayasaya aykırı olsa da, vericilerin ve link hatlarının PTT’ye devriyle, fiili olarak özel bir televizyonun yayın yapma imkanı sağlanmış olur. Özel televizyonların yasal düzenleme olmaksızın hayata geçirilmesi fikri, devletin önceden planladığı bir konudur aslında. (BDPT, 1989: 278). (Arun, 2010: 111-112). 1990 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD gezisinde dört gazeteciye yaptığı bir açıklamada “yurtdışından Türkçe televizyon yayını yapılmasını engelleyen bir kural yok. Dış memleketlerden bir kanal kiralayan Türkiye’ye yayın yapabilir” demistir (A. Sayın, Cumhuriyet, 8.2.1990, s.4; Tan, Cymhuriyet, 13.2.1990, s.9). 172 Yetkililerin aksi yönde beyanlarına karşın, bu yıllarda yasaların özel televizyon yayınlarını imkan verecek biçimde yeniden düzenlenmemiş olması, Türkiye’de özel televizyon yayıncılığı yasal dayanağı konusundaki halen süren tartışmaların merkezini oluşturmaktadır. Dönemin Cumhurbaşkanı’nın, Türkiye siyasal yaşamında halen hatırlanan önermesi, bu yıllarda televizyon üzerinden sürdürülen tartışmaların sonucu dile getirilmiştir. 1980 Anayasasında da belirtilen “Televizyon yayınlarının devlet eliyle düzenleneceği” hükmüne karşın, 1990 yılında ticari işletme olarak kurulacak özel bir televizyon girişimine destek veren Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, bu tutumuyla anayasayı ihlal ettiğini söyleyenlere karşı “Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz” önermesi, izleyen yıllarda Türkiye’deki televizyon yayıncılığının sorunlar yumağı haline gelmesindeki nedenlerden birisi olarak görülmüştür (Serim, 2007: 216). Türkiye’de özel bir televizyon yayının yasal olarak mümkün olmaması nedeniyle, Magic Box – Star 1 televizyonu yayınlarını Almanya’nın Ludwigshafen kentinden Türkçe olarak, uydu aracılığıyla, Türkiye’yi kapsayacak biçimde gerçekleştirir. İzleyen yıllarda bu kanalın ismi, önce İnterstar sonra ise Star TV olarak değiştirilir. Magic Box şirketinin Star1 kanalı, Türkiyenin ilk özel televizyon kanalı televizyon kanalıdır. 1 mart 1990’da deneme sinyali vermeye; 7 Mayısta da günde beş saat yayına başlamıştır. Yayına başlaması beraberinde bir çok sorunu da getirmiştir. Star1’in Türkiye’de özel radyo televizyon yayıncılığı konusunda, bir yandan yasal düzenleme yapılması üzerine tartışmanın alevlenmesine, öte yandan da fiili durumun kabullenilmesine yol açmıştır. Star1, 1990 Eylül’ünden itibaren yayın süresini haftada 92 saate çıkarmış ve düzenli haber yayınına geçmiştir (Kejanlıoğlu, 2004: 312). İlk özel televizyonun yayına başlamasından iki yıl sonra ise ikinci bir özel kanal daha Türkiye televizyon alanındaki rekabete katılır. 1992 yılının Mart ayında, Fransa üzerinden kiralanan bir uydu aracılığıyla yayına başlayan bu özel kanalın ismi Show TV’dir. Aynı yıl Magic Box – Star 1 kanalını birlikte kuran iki ortaktan birisi olan Ahmet Özal, ortağı Cem Uzan’la anlaşamayarak ayrılır ve Kanal 6 televizyonu üçüncü özel kanal olarak 6 Ekim 1992 tarihinde kurularak yayınlarına başlar. Türkiye televizyon tarihinin önemli dönüm noktalarından birisi 1993 yılıdır. Bu yıl radyo televizyon yayınına ilişkin olarak önemli bir yasal düzenleme yapılmıştır. Askeri darbe sonucunda oluşturulan 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girdikten sonra, 1995 yılına kadar değişen sadece dört maddesi vardır. Bunlardan birisi de radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen 133. maddesidir. Bahsi geçen madde ilk kez 1961 Anayasası’nda 121. madde olarak düzenlenmiştir ve 1982 Anayasası’nda korunmuştur (Arun, 2010: 130) 1990’larda R. Murdoch, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile görüşmüş; sonra da TRT ve TV3 için ön anlaşma yapılmıştır (Cumhuriyet, 27.7.1990; Cumhuriyet, 13.9.1990). Bu girişimler daha sonra sonuçsuz kalmıştır. 1990’lı yıllarda Sabah Gazetesi ile ATV; Milliyet ve Hürriyet gazeteleri ile Kanal D; Türkiye Gazetesi ile TGRT; Zaman Gazetesi ile Samanyolu TV aynı grupların eline geçmiştir. Bu satın alma yarışlarına son yıllarda yabancı sermaye ile işbirlikleri eklenmiştir. Bu holdingler, dünyada medya sektörünü elinde bulunduran şirketlerle birleşmişlerdir: Doğan Grubu Time Warner ortaklığı ile CNN Türk; Doğuş Grubu-NTV ile NTV - MS (Microsoft) NBC (General Electric), NBC ortaklığı ile CNBC-E, İhlas Grubu Tgrt ile Rupert Murdoch News Corporation ile Fox TV ve El Cezire’nin direk girişleri yaşanmıştır (Tılıç, 2001:147 ). Medya’da birleşme (entegrasyon) çeşitleri Medyada görülen birleşme biçimlerini yatay, dikey ve çapraz birleşme olarak üç grupta toplamak mümkündür. Birleşme ile oluşan grupların çok sayıda gazete, radyo, televizyon, basım, dağıtım gibi işleriyle uğraşmasını çok seslilik anlamına geldiğini söyleyemeyiz. Genel içerik olarak aynı, benzer ve yakın görüşler değişik cümlelerle ya da ifadelerle aktarılmakta, dağıtılmakta veya basılmaktadır, bu durumun demokrasiye herhangi bir katkısı bulunmamaktadır. Aynı zamanda, alıcının tek taraflı bir şekilde bilgilendirilmesi neticesinde, bireylerin doğru bilgiye ve içeriğe ulaşma hakkı da yara almaktadır (Bulunmaz, 2011: 243). Yatay Birleşme: Medyanın kitle iletişim araçlarından birine sahip olan bir işletmenin aynı 173 türde bir kitle iletişim aracının da sahibi olmasıdır. Sahiplik ve sermaye birleşmesine örnek olan yatay birleşmede amaç ürün çeşitlenmesine gitmektir. Örneğin Doğan Grubunun Hürriyet gazetesine sahipken Posta’yı, Sözcü’yü,Fanatik’i vs. alması gibi. Dikey Birleşme: Bir medya işletmesinin sahip olduğu iletişim aracının üretimden, dağıtımına kadar her aşamasında söz sahibi olmasıdır. Her aşamasına yatırım yapan kuruluşlar rakipleri karşısında daha güçlenmektedirler. Dikey birleşmeye bir gazete örneğini verecek olursak; gazetenin haber ajansına, matbaasına, dağıtım kanallarına sahip olması demektir (Avşar, 2011: 4). Dikey bütünleşmede firma, ürettiği malın hammaddesinden pazarlamasına kadar tüm aşamaları kendi yapısında toplamaktadır. Böylece birim maliyetinde ve fiyatlarında indirimler sağlayarak diğer firmalara karşı önemli üstünlükler sağlamaktadır (Aydın, 2013: 40). Çapraz Birleşme: Firmalara, her bir iletişim aracını diğer tüm araçların ürünlerini satma işiyle meşgul ederek, bir ürünün tüm kazanç potansiyelinden yararlanma olanağı da verdiğinden stratejik bir avantaja sahiptir (Meyer, 2004: 52-53.) Farklı sektörlerle birleşme, medyanın, özellikle reklam aracılığıyla talep eğrisini belirleme gücünü de nitelik ve nicelik bakımından dönüştürmüştür. Ana akım medyanın kamusal yarar adına bir tehdide dönüşmesinin temelinde de bu vardır (Adaklı, 2006: 12). Sadece gazete,tv vs. değil bunların hepsinde yatırımının ve mülkiyetinin olmasıdır. Yani, televizyon yayıncıları ve yazılı basın veya internet sağlayıcıları gibi diğer medya unsurları arasındaki sahiplik ve sermaye entegrasyonu yanı sıra, otomotiv, finans vb. alanlarda da mülkiyet ve yatırımlar söz konusudur (Avşar, 2011: 4). Mülkiyet Sermaye Yapısı Medya sektörü genel olarak toplumun sosyal ihtiyaçlarına yönelik çalışan bir hizmet sektörüdür. Diğer sektörler için kâr tek amaç iken medya sektörü için sosyal, kültürel, siyasi amaçlar da yer almaktadır. Böyle olunca sahiplik yapısında da çeşitlilik ve şeffaflıktan uzak bir yapı ortaya çıkabilmektedir. Bir tarafta daha çok sosyal amaçlar içeren kamu yayıncılığı, diğer tarafta kârı öncelik edinen özel yayıncılık yer almakta ve değişen teknoloji ile sektörün sahiplik analizi zorlaşmaktadır. Medya sektörünün en önemli problemi olan finansal güçlükler de medyada devletin, varlıklı ailelerin ya da büyük şirketlerin sahipliğine yol açmıştır (Özdurdu, 2011: 22). Günümüzde patron, gazeteyi bir işletme olarak görmekte ve bu doğrultuda karını maksimize etmek istemekteyken; editörler gazetecilik işlevi yapmakla görevlidirler. Editörlerin hazırladığı haberler patronun karını olumsuz etkilemediği sürece patron ile editörler arasında bir sorun yoktur. Ancak gazetecilik çıkarları ile patronun çıkarları çatıştığında editörler ile patronun arasındaki ilişki ağa-kahya ilişkine dönmekte ve patronun çıkarları ağır basmaktadır (Duran, 1999: 93-95). Bu ağa-kahya ilişkisinde patron kendisini dördüncü güç olarak hükümetin üstünde görmekte ve kendisini kamuoyu olarak görmektedir. Bir gazetede, piyasadaki mevcut markalı maden sularının sağlığa aykırı olduğuna dair manşetten yayınlar yapılarak kamu sağlığı açısından önemli bir hizmetin yerine getirildiğine ilişkin bir algı yaratılmak istenmiştir. Ancak kısa bir sure sonra söz konusu gazetenin bağlı bulunduğu holdingin piyasaya yeni bir maden suyu markası sürdüğü ortaya çıkmıştır. Benzer bir şekilde kırmızı etin zararlarını gündeme getiren bir gazetenin bağlı olduğu holdingin önemli kuruluşlardan birinin tavukçuluk şirketi olduğu ortaya çıkmıştır (Duran, 1999: 94). Kar maksimizasyonu gazetenin bağlı bulunduğu diğer holdinglerin çıkarları doğrultusunda yapılacak yayınlar sağlıyacaktır. 1990’lı yıllarda radyo ve televizyon yayıncılığı alanındaki devlet tekelinin kaldırılması ve özel radyo ve televizyonların yayın hayatına girmeleri ile medya alanında holdingleşmeler artmaya başlamıştır. Uygulanan neo-liberal ekonomi politikaları, yayıncılık alanını tecimsel yapılara dönüştürürken, kamu yararı ve toplumsal sorumluluk gibi kaygılarından hızla uzaklaşılmıştır. Yayıncılığın etik yapısında yozlaşmayı da beraberinde getiren kar amaçlı bu yaklaşımlar, güç odaklarının çıkarları doğrultusunda yayın politikaları güdülmesine yol açmıştır. Bu da beraberinde magazinleşme sürecinin ivmesinin artmasını ve magazinleşmenin sürekliliğini getirmiştir. “Bu anlamda özel televizyon kanallarının, geleneksel TRT formatının dışına çıkarak gerçekleştirdikleri yayınlar içerisinde, haber bültenleri de 174 bu niteliksel dönüşümden önemli ölçüde etkilenmişlerdir. İzlenme oranlarında sürekli tırmanışı hedefleyen bir yayıncılık nlayışıyla, haberi çekici kılacak her türlü unsur (dramatizasyon, müzik, aşırı vurgulanmış cinsellik...) haber metni içerisine yerleştirilmiştir” (Ergül, 2000:172 ). McChesney’in (2003) “bugünkü gazete ve televizyon haberciliği, medya sisteminin birlikte yönetim ve sürekli kar mantığının kazazedeleri olarak değerlendirilmemelidir” derken bu tehlikenin yaşanmakta olduğunu vurguladığı açıktır: “Anonim şirketlerin birçok dergiyi ele geçirmesi, anonim şirket sahiplerinin politik gündemine hizmet eden ve reklamcıları mutlu eden yazılara dikkati çeken editörler üzerinde kurulan baskının artmasına neden olmuştur. 1997’de Chrysler ve Colgate- Palmolive gibi reklamlarla oldukça başarılı olan reklamcılar, dergi yayıncılarından, hoşlarına gitmeyen bir yazıyla karşılaştıkları takdirde reklamlarım yayından çekebilmek için, magazinin ilgi gören yazıları hakkında bilgilendirilmeyi istemişlerdir” (McChesney, 2003: 29). Piyasa aktörü kategorisinde yer alan siyasa aktörü görüşmecilerin “haber”in “haber verme” durumunu sorguladıkları ifadelerse, haberin magazinleşmesi sonucunda haberin inandırıcılığının kaybolduğu yönündeki inançlarını ortaya koymaktadır. Ne var ki bu vurgular, piyasa aktörlerinin örtülü reklam yayınlarının “en fazla haber kadar inandırıcı” olabileceği yönündeki ifadeleri ile “haber içindeki örtülü reklam yayınlarının zararlı etkisinin de azaldığı” imalarına dönüşmektedir: Küreselleşme büyük şirketlerin yaşamasını sağlayan yeterli tüketici sayısının oluşturulmasını ister. Bu sebeple, McLuhan’ın sözünü ettiği eşitlik ve demokrasiye dayalı bir “küresel köy”e ulaştığımızı söylemek, şu an için zor görünmektedir. Küresel medya şirketi sahipliğinde, Amerika, Avrupa ve Japonya başı çekmektedir. Türkiye gibi ülkelerin bu şirketler ve bunların yaydıkları değerler konusunda söz hakkı yoktur. Zengin ülkelerin medya sanayinin sahipliğini ve denetimini ellerinde tutması, küresel medya ürünlerinin üretiminde ellerinde bulundurmalarını sağlamaktadır. Başka bir değişle ülkeler arasındaki ekonomik eşitsizlik, medya ürünlerinin üretiminde ve tüketiminde de sürmektedir. Bu nedenle, enformasyonun ve kültürün eşit olarak dağılabildiği bir küresel köy beklentisi, şu an için mümkün değildir. Özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından bu küresel köy fikri ortadan kalkmıştır. Çağımızdaki savaş soğuk savaş gibi ideolojik olarak yönlendirilmektedir. Artık düşman ulus devletin ittifaklarından değildir; düşman küresel olarak yayılmış kültürel, politik ve dini hareketlerdir. Günümüzde küreselleşmenin insan haklarını, demokrasiyi, toplumsal hakları yayn değerler ürettiğini söyleyemeyiz. Günümüzde küreselleşme kapitalizmin değerlerinin Amerika ve Avrupa yoluyla, kendilerine göre daha az gelişmiş ülkelere egemen olmasına yaramaktadır. Sermaye Yapısının Değişmesi Türkiye de holdingleşme sürecinin dışında kalmamıştır. Osmanlı döneminde ilk gazete devlet tarafından yayınlanmıştır. Batıda olduğu gibi burjuvazinin geliştirdiği özgürlük ortamından yararlanarak ortaya çıkan bir basın dünyası yoktur. İlk özel gazetelerde mali bakımdan devletten destek almıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1930’lu yıllara kadar gazeteler ağırlıklı olarak devletten destek alarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. 1930’lu yıllardan itibaren ise basının mülkiyet yapısının değişmesi için ilk adımlar atılmıştır. Bu tarihten itibaren gazeteler patronlara açılmaya başlanmıştır. 1948’den itibaren ise gazetecilikten gelmeyen kişiler de gazete sahibi olmaya başlamışlardır. Çok partili hayatla birlikte gazeteler, maddi destek aldıkları partilerin gazeteleri olmuştur. 1960’lı yıllarda ise basın artık hükümetten çok özel sermaye ile yakınlaşmaya başlamıştır. Sermaye-basın arasındaki bu ilişki basının sermaye gruplarının maddi desteğine bağımlılığını artırmış ve basın sektörünün doğrudan büyük sermaye denetimine girmesine neden olmuştur. Burjuvazinin denetime ancak 1960’larda giren Türkiye basınındaki yatay genişleme dönemi 1970’lerin sonuna doğru başlamıştır (Bulut, 2009: 62-74). 1970’lerle birlikte gazeteci olmayan patronların gazetelerle birlikte diğer basın-yayın kuruluşlarının da sahibi olduğu bir evreye girilmiştir. 1980’lerde artık medya patronluğu gazeteci ailelerin elinden çıkarak Türk ekonomisinin büyük devlerinin ellerine geçmeye başlamıştır. Öte yandan gazetecilikten gelen patronlar da işadamlığına yönelmeye başlamışlardır (Tokgöz, 2000: 44). Türkiye medyasında1960’larda başlayıp 1980’lerde hızlanan bu tekelleşme girişimleri sonucunda 1990’lı yıllardan itibaren medya birkaç büyük grubun denetimine geçmiştir (Bulut, 2009: 85). 175 Dünyada 1997 ve 1998 yılında ortaya çıkan krizlerin sonuçları, ülkemizde özellikle 2001’de her alanda ciddi boyutlarda hissedilmeye başlamıştır. Bu olaylar, Türkiye dahil küreselleşmenin dünyanın her bölgesi için neden kaçılamıyacak bir gerçek olduğunu ortaya koymuştur (Aydoğan, 2011: 89). Bu türden bir gösterinin başka bir deyişle, Batının kültür kodlarının ulaşılması gereken hedefler haline gelmesi ve türdeşleştirici bir tahakküm süreci olarak nitelenmesi sonucunda, küreselleşme Türkiye gibi Batı dışındaki ülkeler açışından üç önemli etki yapmıştır. Birincisi, bireysel kimliklerin parçalanması ve siyasallaşmasıdır. Ikincisi, merkezi kurum ve yapıların öneminin kaybetmesiyle, yerel kurum ve yapıların önem kazanması sonucunda gereksinim duyulan toplumsal bağların tüketim siyasetiyle dengelenmesidir. Üçüncüsü ise bireylerin davranış kalıplarının küresel bir perspektif ve duruma göre ayarlanmasının dayatılmasıdır (Sarıbay, 2004: 63). Günümüzde küreselleşmeyle bütünleşmeye çalışan Türkiye gibi az gelişmiş toplumlar, iletişim olanaklarının gelişmesiyle birlikte, bu süreci daha hızlı yaşamaya başlamışlardır. Çünkü Guy Debord’un belirttiği gibi, gelişmiş ülkeler, azgelişmiş ülkelere, yalnızca ekonomik yollarla egemen olmamaktadır. “Gösterenin taşıyıcısı olan toplum, azgelişmiş bölgeleri sadece iktisadi hegemonyası ile egemenlik altına almaz. Onlara gösteri toplumu olarak egemen olur. Maddi temel henüz mevcut olmasa da, modern toplum her kıtanın toplumsal yüzeyini gösteri aracılığıyla şimdiden istila etmiştir” (Ercan, 2001: 187). Küreselleşmeyle birlikte, gelişen yeni iletişim yapısı ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere doğru dikey bir yapılanma biçiminde yaygınlaşmaktadır. Bu nedenle, teknolojik olarak bağımlı olan az gelişmiş ülkeler hem teknoloji hem de bu teknolojinin yaydığı kültür açısından bu toplumlara bağımlı olmaktadır. Buna ek olarak dünyadaki uluslararası reklam şirketleri 1980’lerden itibaren gelirlerinin yarısından fazlasını diğer ülkelerden sağlamaktadırlar. Sanayi altyapısından yoksun olan gelişmekte olan ülkeler ise tüm program ve teknik donanımlarını Batı’dan daha çok Amerika’dan almaktadılar. Iletişim sistemlerinin kamusal niteliğini kaybederek ticarileşmesi ve bu durumun küreselleşmesi, medyanın kendi çıkarlarını korumasına neden olur. Elbette, medya şirketleri de, yalnızca kendi çıkarlarına değil, aynı zamanda çokuluslu şirketlerin çıkarına da hizmet eder (Konyar, 2002: 182-184). Bu durum, ithal filmlerin ve programların kopyalanmasını, Türkiye’ye uyarlanmasını ya da uydurulmasını kolaylaştırmıştır. Yeni iletişim teknolojilerinden internet de büyük medya şirketleri arasındaki rekabetin artmasına yol açmıştır. Örneğin Doğuş Grubu, İxir ve NTV aracılığıyla, Microsoft ve Genaral Electric NBC News ortaklığındaki MSNBC Interactive Inc. ile ortaklığa girmiş NTVMSNBC internet haber sitesini kurmuştur. Doğan grubu da buna benzer işbirliği ile internet hizmetlerine de girmiştir. Medya sahiplerinin yeni iletişim araçlarına yatırım yapması, küresel şirketlerle daha yakın bir işbirliğine girmelerini de beraberinde getirmiştir (Ankara Üniversitesi Basın Yayın Uygulama Merkezi, 2000: 9-10). Bu süreç içinde Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i, 16 Şubat 2011 yılında değiştirdiği RTÜK Yasasıyla birlikte radyo ve televizyondaki toplam yabancı sermaye payını %50’ye çıkarmıştır. Bu da küresel medyanın korkmadan Türkiye’ye girmesini kolaylaştıracak bir gelişmedir (http:// www.hurriyet.com.tr). Sonuç Küresel medya fikri, Amerika, İngiltere ve Fransa gibi sanayileşmiş ülkelerdeki küresel medya şirketlerinin yabancı karlarını arttırmak, küresel tekel ideolojisini arttırmak için birleşebileceği düşüncesinden doğmuştur. Bu küresel tekel düşüncesinde, karın arttırılması yönündeki çaba nedeniyle, hazırladıkları medya içeriğine (sabun köpüğü diziler, yarışma programları vs gibi programlarda), genel bir homojenleştiriciliği ve dünyanın geri kalanını modernleştirme eğilimini koymak vardır. Küresel tekelci medya paketlenmiş, tarz haline getirilmiş, reklamlaştırılmış alınıp satılan bireysel metaların üretildiği küresel kültürü ekip biçer. Küresel kültür filmler, videolar, şarkılar, CD’ler, dergiler, giyecekten yiyeceğe, kişisel bakım ürünlerine kadar uzanır. Küresel medyanın ulaştığı milyonlar tüketici hazzının tatlı kokusundan etkilendikçe, ulus ötesi medya tarafından sunulan eğlence ve reklam modeli olan küresel sermayenin hegemonik liderliği devam eder. Bu tüketici hazzını sürdürmek 176 için küresel medya ve reklamcılar, kışkırtıcı yeni ürünler, yeni pazarlar ararlar. Bu durumda, küresel medya, kültürel deneyimleri ticarileştirdiğinden bunların çeşitliliğini sınırlamaz, aksine bu durumu kullanır (Kraidy, 2005: 10). Medyanın küreselleşmesi, kapitalist ilişkilerin yaygınlaştırılmasında gereken politik, ekonomik ve ahlaki temelleri yasallaştırmak için gereken ideolojik konsepti ve pazarın buyruklarının yeni uluslara ve bölgelere yayılmasına yardımcı olan bir durumdur. Günümüzde, küresel medya imparatorlukları, çok küçük bir grup tarafından kullanılmaktadır. Bauman’ın da belirttiği gibi bu durumda “yeni iletişim teknolojilerinin üçüncü dünya için yaptığı tek şey, bu ülkelerin geriliyişinin kaydını tutmaktır”. Gerçekten de yereller ya da fakir ülkelerdeki açlık haberlerinde bu durumun onların kaderlerinin sonucu olarak temsil edilir. Başka bir deyişle, “zenginlik küresel, fakirlik ise yereldir”. Zamanı ve mekanı ortadan kaldıran teknolojiler, aslında, yerel mekanları yoksullaştırırlar (Bauman, 2006: 84-86). Bunun sonucunda yani küresel ve ulus ötesi medya akışı nedeniyle, yerel medya üretiminin ve tüketiminin dinamikleri giderek azalmaktadır. Çünkü 20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başında, medya sahipliğinde lider olan Batı ve özellikle Amerika, ekonomik olarak zayıf ülkelere ucuz programlar ithal ederek, kendi kültürünü yaymaktadır (McMillin, 2007: 9). Dünya Bankası ve IMF gibi kurumlar aracılığıyla ülkeler özellikle ekonomik açıdan Batı’ya bağımlı hale gelmekte; öte yandan da çok uluslu şirketler yoluyla ekonomi gittikçe uluslararasılaşmaktadır. Bugün dünyanın en büyük 100 ekonomisinden 51’i en az iki ülkede üretim ve hizmet sunan çok uluslu şirketlerdir. Kaynakları açısından bakıldığında; çok uluslu şirketler dünyadaki ekonomik faliyetlerin yaklaşık dörtte birine sahiptirler. Sermayenin önündeki engellerin azaltılmasıyla çok uluslu şirketler tarafından yapılacak doğrudan yatırımlar gittikçe hızlanmaktadır. Çok uluslu şirketlerin böylesine egemen olduğu bir dünyada medya endüstrisi de bu değişimden etkilenmektedir. (Bulut, 2009: 80-83). Türkiye’deki medya da küresel medyanın etkisi altındadır. 1990’lardan önce, Türk medyası, gazete ve dergi yayıncılığında odaklanan aile şirketlerinin egemenliğindeyken, 1990’larla birlikte gazete, dergi, radyo, televizyon, yayıncılık, haber ajansı, dağıtım ve yapımı da içeren holdingler tıpkı Batı’daki örneklerinde olduğu gibi, medya sahipliğine soyunmuştur. Aynı zamanda bu holdingler iletişim teknolojileri, bankacılık ve finans, elektrik, otomotiv, inşaat, tekstil gibi sektörlerde de pay sahibidirler. Türk medyasının küresel medyaya işbirliği, moda, sağlık, dekorasyon gibi konulardaki dergilerin Türkçe versiyonlarının yayınlanması ile başlamış, bu durum Türk medya şirketlerini dünyanın küresel şirketleriyle daha geniş çaptaki ortaklıklara yöneltmiştir. Türkiye’de uluslararası olarak ilk meya birleşmesi Doğan Medya Grubu ile Time Warner Grubu arasında olmuştur. Bu iki grubun ortak girişimiyle 2000 yılında CNN Türk kurulmuştur. Bu süreç, 2000 yılından sonra devam etmiş, Doğan Medya Grubu, Turner Broadcasting System ile işbirliğine girerek TNT ve çocuk kanalı Cartoon Network Türkiye yayınını başlatmıştır. Küresel medyayla bütünleşen, bir diğer grup ise Doğuş Grubudur. CNBC ile yapılan anlaşma gereğince 2000 yılında CNBC-e yayın hayatına başlamıştır. Bunun yanında Türkiye’ye yabancı sermayenin girişinde, Türkiye’de yapılan özelleştirmelerin büyük etkisi olmuştur. Türkiye’de medya sektörüne yabancı sermayenin girişi ise bir zorunluluktan kaynaklanmıştır. Geçmişte Türkiye’de hem banka işletmeciliği yapan hem de medya kuruluşu olan grupların bankalarının batması ve bu bankaların fona aktarılması ve sonrasında da satılmak istenmesiyle, yabancı medya Türkiye’ye giriş yapmıştır (Biçer, 2006: 61). TMSF’nin haczettiği medya gruplarını bir an önce elinden çıkarmak istemesi yabancı sermayenin Türk medyasına girişine imkan verdi. Bütünleşme ATV ve TGRT’nin çok uluslu medya şirketleriyle yaptıkları ortaklıklar izlemiştir. Daha geriden olmakla birlikte yazılı basına da çok uluslu şirketlerin etkisi gelmektedir. Yabancı tekeller Türkiye medyasında ortaklıklar kurar ya da Türk medyasını doğrudan satın alırken; yerli medya tekelleri de uluslararası alanda kendilerine alan açmışlardır. Örneğin Kanal D’nin hisslerinin %25’i İsviçreli Ringier Grubu’nda, Sabah-ATV’nin hisselerinin %25’I Katar Yatırım Ajansı’ndadır (Bulut, 2009: 94-98). Bunlara ek olarak, Kanadalı CanWest Grubu ise Türkiye’nin önemli radyo kanallarından Süper Fm, Metro Fm, Joy Fm ve Joy Türk’ü almıştır. News Corporation’ın sahibi Ruperth Murdoch, 2006 yılında TGRT kanalını satın alarak Fox TV adıyla Türkiye’de yayına başlamıştır (http://www.cihandergi.com). Bu süreç 177 içinde Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i, 16 Şubat 2011 yılında değiştirdiği RTÜK Yasasıyla birlikte radyo ve televizyondaki toplam yabancı sermaye payını %50’ye çıkarmıştır. Bu da küresel medyanın korkmadan Türkiye’ye girmesini kolaylaştıracak bir gelişmedir (http:// www.hurriyet.com.tr). Neo-liberal politikalarla beraber daha önemli olan konulardan biri de basın özgürlüğüdür. Gerek Batı’da gerekse Türkiye’de basının bir sanayi haline dönüşmesinden önce yayın bağımsızlığı diye bir sorun yoktu. Çünkü Neo-liberal politikalardan önce, işvereninde kendisi gazeteciydi ve adı gazetenin künyesinde hem gazetenin sahibi hem de yazı işleri müdürü ya da başyazar olarak geçiyordu. Tek işi gazetecilik olan işverenlerin gazetelerinde yayın bağımsızlığı sorunu çıktığında mesela daha kolay çözülebiliyordu. İşverenin gazetecilik dışı çıkarları yerine, devletten, hükümetten, ordudan, yasalardan, reklam verenlerden ya da okurlardan gelen baskılara karşı gazeteciliğin ilkelerini savunmak söz konusu olduğu için mesele nispeten daha kolay bir şekilde çözülebiliyordu. Ancak günümüzde medya sahipliğinde çapraz bir bütünleşme olduğundan kuruluşların sadece yayıncılık düşüncesi yoktur. Almanya’daki Tageszeitung örneğinde olduğu gibi işveren yani gazetenin sahibi, çalışanlardan oluşan bir kooperatif olursa bir sorun olmaz ya da Fransa’da Le Monde örneğindeki gibi, şirketin hisselerinin çoğu çalışanların yani gazetecilerin elinde olursa da sorun oluşmuyor, olsa bile mesleki ahlak ilkelerine uygun olarak çözülüyor. Medya eğer sadece kamuoyunu doğru, çok boyutlu, hızlı, dengeli, güvenilir bir şekilde bilgilendirmek işlevini yerine getirirse sorun çıkmıyor (Duran, 1999: 95). Türk medyasının küresel firmaları çekmesinin bir çok sebebi de vardır. Fırsatlara ve yeniliklere açık, genç bir hedef kitlesi ile Türk medyası Türk dünyasına seslenebilme, etki edebilme özellikler göstermesidir. Geniş bir coğrafyada etki alanı bulunan medya krizlerde en çabuk etkilenen en zayıf halkalardır. Tamamen bir işletme mantığının hakim olmaması, tehdit ve krizlere karşı öngörülerin tamamlanmadan sadece kar maksimizasyonu arzulandığı için yeterli önlemler alınamamaktadır. Bunlarla birlikte Türk medyasının reklam verebilmek açısından gayet uygun ve doymamış bir pazar alanına sahip olması yerli ve yabancı yatırımcıların iştahını kabartmaktadır. Ancak Türk medyası oligopol bir yapı olarak oluştuğundan, reklam payı ve pazar payı olarak bakıldığında, karlılık oranları düşüktür. Kaynakça o Arslan, S. (2010). Türkiye’de Radyo oyunları, Hacettepe Üniversitesi, Ankara o ARUN, Ö. (2010). Türkiye’de Televizyon Alanının Sosyal Yapısı ve Televizyon Alanında Kültürel Tüketim Pratikleri, Selçuk Üniversitesi, Konya o Avşar, Z. (2004). Medyada Yoğunlaşma ve Şeffaflaşma:Yasal Düzenlemeler, Beklentiler, Sorun Alanları, s.4, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/23/666/8495.pdf, erişim 25.10.2014Aytekin, C. E. (2012). Türkiye Siyasetinde Neo-liberal Dönüşüm, Seminer Çalışması, Erciyes Üniversitesi İ.B.B.F, Kayseri o Aydın, I. (2013). Medyanın küreselleşmesi ve Yabancı Sermayanin Türk Medyasına İlgisi, Marmara üniversitesi, İstanbul o Aydoğan, F. (2011). Tüm Boyutlarıyla Küresel Medya, 2. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul o Bauman, Z. (2006). Küreselleşme 2. Baskı. Çev. Abdullah Yılmaz. Ayrıntı Yay. İstanbul o Bulunmaz, B. (2011). Holdingleşme Ekseninde Türk Medyasında Tekelleşme Sorunu, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hakemli Öneri Dergisi, Cilt: 9 Sayı: 36, s. 237-246 o Bulut, S: (2009). Osmanlı’dan 1980’li yıllara Basının Mülkiyet Yapısı. Ütopya Yayınevi. Ankara o Cankaya, Ö. (1990). Türk radyoculuğunun Gelişimi, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklobedisi, İletişim yay., İstanbul o Cemal, H. (2005). Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “İç Savaş”ın Perde Arkası, 11. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul o Cizrelioğulları, M.N. (2013). Türkiye’de Liberalizm (1980-1999): Neo Liberal politikaların Türk-Politik ekonomisine Etkisi, Atılım Üniversitesi, Ankara o Duran, R. (2000). Medyamorfoz, 1. Baskı, Avesta Yayınları, İstanbul o Ercan, F. (2001). Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik. Bağlam Yay. İstanbul 178 o Ergül, H. (2000) Televizyonda Haberin Magazinleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul o Erol, G. (2010). Türk Basınında Yaşanan Dönüşümün Gazeteci Kimliğine Yansıması Türkiye’de Medya Profesyonellerinin İş Doyumu ve Mesleğiyle Aidiyet ilişkisi Üzerine Analiz Çalışması, Ege Üniversitesi, İzmir o Gemalmaz, M. S. (1996). 12 Eylül Rejimi, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklobedisi, İletişim Yay., İstanbul o Girgin, A. (2001). Türk Basın Tarihi’nde Yerel Basın, 1. Baskı, İnkılap Kitabevi, İstanbul o Görgülü, G. (1991). Basında Ekonomik Bağımlılık, 1. Baskı, TGC Yay, İstanbul o Gülizar, J. (1985). Türkiye Radyoları, Türkiye Ansiklobedisi, İletişim Yayınları. İstanbul o İçel, K. (2001). Kitle Haberleşme Hukuku, 5. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul o İnsel, A. (2003). Piyasaların İdeolojik İşlevi, Birikim:170-171, İstanbul o Karluk, R. (2010), Turgut Özal’n Ekonomi Politikaları Kapsamında Krizlere Kar Uygulamaya Koyduğu Ekonomi Politikaları, Turgut Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Kongresi I, 15-16 Nisan, Malatya o Kazgan, G. (2008). Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2001), Ekonomi Politik Açsndan Bir İrdeleme, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yaynları, İkinci Bsk. İstanbul o Kejanlıoğlu, D. B. (2004). Türkiye’de Medyanın Dönüşümü. İmge Kitabevi. Ankara o Kocabaşoğlu, U. (1985). Radyo, Türkiye Cumhuriyeti Ansiklopedisi. İletişim Yay. İstanbul o Kocabaşoğlu, U. (1980). Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna, AÜ SBF Yay. No.442. Ankara o Koloğlu, O. (1995). Liberal Ekonomi Döneminde Basın Rejimi, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklobedisi, İletişim Yay., İstanbul o Konyar, H. (2002). Türk Magazin Basınındaki 80 Sonrası Değişimler. İletişim Yay., İstanbul o Kraidy, M. (2005). Hybridity, or the Cultural Logic Of Globalization. Temple University Press. USA o Kurt, S. (2006). Hayek’in Özgürlük ve Adalet Teorisi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:2, Sayı:3 o McChesney, R.W (2003) “Küresel İletişimin Politik Ekonomisi” çev. Çınga, S.N. vd., McChesney, R.W., Wood,E.M., Foster J.B. (der.) Kapitalizm ve Enformasyon Çağı – Küresel İletişim Devriminin Politik Ekonomisi, Epos Yayınları, Ankara o McMillin, D. C. (2007). International Media Studies. Blackwell Publishing. USA o Meyer, T. (2004). Medya Demokrasisi, (çev:Ahmet Fethi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul o Oktay, A. (1987). Toplumsal Değişme ve Basın, 1. Baskı, Bilim Felsefe Sanat Yay, Ankara o Oskay, Ü., (1978). Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon: Geri Kalmışlık Açısından Olanaklar ve Sınırlar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara o Özdurdu, R. (2011). Medyada Sahiplik ve Yoğunlaşma, Oluşturduğu Sorunlar ve Şeffaflığın Sağlanması, Uzmanlık Tezi, Ankara o Özerkan, S. ve Kabaş, B. (2005). Türkiye’de Medyanın Yapısal Sorunları ve Gazeteciliğin Konumu”, Medya Eleştirileri (Gelişime İlişkin Değerlendirmeler), 1. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul o Özsever, A. (2004). Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci, 1. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara o Serim, Ö., (2007). Türk Televizyon Tarihi, 1952-2006, Epsilon Yayıncılık, İstanbul o Sarıbay, A. Y. (2004). Modernitenin İronisi Olarak Globalleşme. Everest Yay. İstanbul o Tılıç, L. D. (2001).2000’ler Türkiyesinde Gazetecilik ve Medyayı Anlamak, Su Yayınları, İstanbul o Tokgöz, O. (2000). Temel Gazetecilik, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara o Topuz, H. (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul o Uçkaç, A. (2010). Türkiye’de Neo-liberal Ekonomi Politikaları ve Sosyo-Ekonomik Yansımaları’’, Mülkiye Dergisi, Sayı:158, Ocak Haziran, Ankara o http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=205000 (Erişim tarihi: 25 Aralık 2014) o byegm.gov.tr (Erişim tarihi: 25 Aralık 2014) o Cumhuriyet 19.1.1989, s.1 ve 15; 21.1.1989, s.1 ve 11 o Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1968: 589-92 (Erişim tarihi: 25 Aralık 2014) o BDPT, 1973: 21 (Erişim tarihi: 15 Aralık 2014) o BDPT, 1968: 592 (Erişim tarihi: 15 Aralık 2014) o BDPT, 1989: 278 (Erişim tarihi: 15 Aralık 2014) o http://www.hurriyet.com.tr (Erişim tarihi: 15 Aralık 2014) o Sayın, Cumhuriyet, 8.2.1990, s.4; Tan, Cymhuriyet, 13.2.1990, s.9 o http://www.cihandergi.com (Erişim tarihi: 20 Aralık 2014) 179 SİYASAL İLETİŞİM ÇALIŞMALARINDA YENİ MEDYA TEKNOLOJİLERİNİN KULLANIMI Murat BARAN Özet: Dünyada gelişen ve değişen siyasal eğilimler doğrultusunda siyasal iletişim, siyaset ve siyasal partiler açısından önemli bir noktaya gelmiştir. Siyasal iletişim, siyasal kurumların ve kişiliklerin sadece seçim dönemi ihtiyaç duydukları reklam kampanyaları olmaktan çıkarak, siyasi yaşamlarını sürdürdükleri her anda ihtiyaç duydukları bir olgu haline gelmiştir. Siyasal iletişim, gelişmiş demokrasilerde profesyonel bir süreç olarak algılanmakta ve uygulamaları da siyasal aktörler tarafından gittikçe daha geniş katılımlı şeffaf bir süreç olarak düşünülmektedir. Günümüzde yeni medya geleneksel medya araçlarına oranla çok daha geniş kitlelere ulaşma imkânı sağlamaktadır. Bu imkân sayesinde yeni medyanın en büyük buluşu olarak kabul edilen internet, başta siyaset olmak üzere eğitim, eğlence, haberleşme ve ticaret gibi birçok farklı amaç için kullanılmaktadır. Son yıllarda internet özellikle siyasal partiler tarafından özellikle de siyasal seçim kampanyaları döneminde siyasal iletişim amacıyla yoğun olarak kullanılmaktadır. İnternet ortamı siyasi partilerin, paydaşlarıyla buluşmasına aracılık edecek önemli bir mecradır. Bu nedenle siyasi partilerin internetteki siyasal iletişim çalışmalarını seçim kampanyası dönemi dışındaki süreçte de istikrarlı şekilde sürdürmeleri gerekmektedir. Bu çalışmada siyasi partilerin siyasal katılım ve haberleşme sürecini yeni medya dolayımlı internetin sağladığı olanaklarla siyasal iletişim yönünden ne kadar etkin olduğunun ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Çalışma kapsamında siyasal iletişim kavramı ve yeni medya dolayımlı internet süreci incelenmiş, siyasal partiler tarafından bunların kullanım durumu açıklanmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: İletişim, Siyasal İletişim, Siyasal Partiler, Yeni Medya, İnternet, Web Sitelerinde Siyasal İletişim. POLITICAL COMMUNICATION AND NEW MEDIA TECHNOLOGIES Abstract: In line with the evolving and changing political trends in the world of political communication, politics and political parties have come to an important point. Political communication, political institutions and personalities that they need the election period only diverged from its advertising campaigns, political, they need to sustain their lives every time they have become a phenomenon. Political communication, is perceived as a professional process in advanced democracies and applications increasingly broad participation by political actors is considered to be a transparent process. Today, new media compared to traditional media provides the opportunity to reach a much larger audience. With this possibility is considered to be the greatest invention of the new media of the Internet, particularly education, including politics, entertainment, communication and trade are used for many different purposes like. In recent years, especially on the internet, especially by political parties during election campaigns political communication, political purposes are used extensively. Internet environment, political parties, will mediate the meeting with stakeholders is an important field. Therefore, the work of political parties, political communication on the Internet outside the period of the election campaign must continue steadily in the period. In this endeavour, the political participation of political parties and the communication process with the possibilities afforded by new media, internet-mediated political communication in terms of how effective that is intended to reveal. Working under the concept of political communication and new media, internet-mediated processes were examined, and their use by political parties have tried to explain the situation. Keywords: Communication, Political Communication, Political Parties, New Media, Internet, Web Sites Political Communication. 180 Giriş Siyasal iletişimin, politik aktörler tarafından gerçekleştirilen politik etkinliğin kamusallaşması ile ilgili olan kısmı bizzat doğası gereği medyanın kurallarına tabi iken, politik iletişimin doğrudan medya ile ilişki içinde olmayan kısmı bile mevcut şartlarda önemli ölçüde medyada var ve geçerli olan iletişim ilkelerinin ufku içinde sürdürülebilmektedir. Medyadan ayrı düşünülemeyecek olgunun hangi bağlamda ne şekilde bir işbirliği yürüttüğünün anlaşılabilmesi için medyanın niteliklerine göre kategorilere ayrılması gereksinimi bulunmaktadır. Medya ve iletişim teknolojileri konusunda gerçekleştirilen çalışmalara dair bir değerlendirme yapıldığında birçok çalışmada medyanın geleneksel ve yeni medya olmak üzere iki temel kategoride ele alındığı saptanmıştır. İletişim teknolojileri ifadesi ile ise çalışmada radyo ile başlayan ve televizyon ile yükselen bir döneme atıf yapılırken, internet dijital iletişim teknolojisi olarak tanımlanmıştır. Buradan hareket ile tez kapsamında çizilen çerçeve ile geleneksel medya içerisinde yazılı medya (gazete, dergi vb) ve elektronik medya (radyo ve televizyon) yer alırken, dijital iletişim teknolojisi olarak internet ve sunduğu enstrümanlar (www, blog, forum) yeni medya adı altında incelenmektedir. Geleneksel medyanın altında yer alan elektronik medya politik iletişim için son derece önemli bir mecra olmaktadır. Bilgi ya da enformasyon toplumu kuramı ile koşut olarak, teorik ve felsefi alt tabanı Harold Innis ve Marshall McLuhan’ın yaklaşımlarında yer alan ve uygarlık tarihinin gelişim çizgisinde bir sıçrama addedilen dijital devrim öncesinde, iletişim araçlarının biçimlendirdiği elektronik devrime göndermede bulunan “elektronik galaksi” de (elektronik galaksi kavramı, elektronik medyanın icadında toplumsal düzenin yerini karakterize eden Marshall McLuhan’ın Gutenberg Galaksisi’nden esinlenilerek türetilmiştir. Gutenberg Galaksisi biçimciliği, McLuhan’a elektronik iletişim tarihini ve okuryazarlığını anlama olanağı tanımaktadır. Elektronik galaksi, McLuhan’ın kendine özgü terminoloji ile tanımladığı mekân ve zamanda dağıldığı düşünülen mevcut değişiklilerin ki burada yeni iletişim teknolojileri kastedilmektedir, bir sonucudur), politik iletişim süreci bağlamında medyanın işlevi tartışılmaz bir noktadadır. Radyo ve ardından televizyon elektronik galaksideki yurttaşların politik olan ile ilişkilerinde merkezi konuma yükselmiş, anılan süreçte alıcı, verici ve kanal sınıflandırmasında yer alan üç unsurdan kanal olarak radyo ve televizyon kendine has nitelikleri paralelinde hem verici hem de alıcının (ya da sunucu- kullanıcı) kullanım ve yararlanma biçimlerini alışkanlıklar haline dönüştürerek yerleşik kılmıştır. Televizyon dolayımlı politik iletişimin çizdiği sınırlar içerisinde gerçekleşen bu süreçte taraflar rollerini, isteklerini, beklentilerini, kimliklerini, meşruiyetlerini, uzlaşmalarını, etkinliklerini televizyonun araçsal özelliklerine göre kurgulamak durumunda kalmışlar; çizilen çerçeveyi her geçen gün daha fazla içselleştirerek gündelik yaşamlarında bir medyumun aracılığı ile gerçekleşebilecek politik alana ait her türlü etkinliklerini büyük ölçüde televizyona endekslemişlerdir. Siyasal iletişim sürecinde televizyon, son elli yılda sürece muhatap olan kuşaklara kendi kültürünü öğretmiş, politik rejimler iletişim politikaları doğrultusunda televizyona öncelik vererek yayıncılık alanını şekillendirmiş, politik mücadeleler daha çok televizyon üzerinden sürdürülmüştür. Benzer şekilde, bu şartlar altında politik iletişimin ayrılmaz bir parçası olarak demokrasi olgusunun da olanakları politik iletişim sürecinde televizyonun çizdiği çerçeve içinde gerçekleşebilmiştir. Siyasal iletişim insanoğlunun hayatına teorilerden önce uygulamalarla girmiştir. Özellikle İkinci Dünya savaşı sonrası ülkelerin değişen rejimleri ve radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarının etkin bir biçimde insan hayatına girmesi siyasal iletişimin dünya siyasetinde kendine uygun yerler bulmasına fırsat sunmuştur. Siyasal iletişimin doğuşu ve dünyadaki hızlı gelişimi kitle iletişim araçlarının gelişim hızıyla paralel seyretmiştir. Dolayısıyla kitle iletişiminin gerçekleştirildiği siyasal iletişim uygulamalarında kitle iletişim araçlarının etkinliği önemli bir yer tutmaktadır. Kitle iletişim 181 araçlarının kamuoyuna sunduğu haber ve bilgiler toplum içerisindeki bireylerin siyasal tutum ve davranışlarına etki etmektedir. Kitle iletişim araçlarının söz konusu misyonu siyasal iletişimin amaçlandığı şekilde gerçekleşmesine doğrudan katkı sağlıyor olması açısından da önem arz etmektedir. Dolayısıyla kitle iletişim araçlarının toplumsal fonksiyonlarından biri olan bilgi ve haber paylaşımı, siyasete dair bilgi ve haber paylaşımı olarak da nitelendirilebilmektedir. Özellikle kitle iletişim araçlarının etkisiyle dünyanın globalleşme noktasında hızlanması, siyasal iletişim alanına da etki etmiştir. Globalleşmenin etkisiyle siyasal iletişimin çıkış noktası olan ABD (Amerika Birleşik Devletlerimdeki siyasal iletişim anlayışı çağdaş demokrasi anlayışına sahip tüm ülkeleri etkisi altına almış, dünya ABD merkezli bir siyasal iletişim anlayışına sahip olmuştur diyebiliriz. İlk ve en önemli siyasal iletişim uygulamalarının görüldüğü ABD’de günümüz siyasal iletişim anlayışına yön veren uygulamalar tüm dünya ülkelerine örnek teşkil etmeye devam etmektedir. Siyasal iletişim uygulamaları içerisinde kitleleri en fazla ilgilendiren ve siyasetin seçmenle ilişkisi açısından en renkli atmosferi yaratan uygulamalar seçim kampanyalarıdır. Belirli bir demokratik yapının olduğu, iktidarın seçimlerle belirlendiği ülkelerde, siyasal iletişimin ve seçim kampanyalarının önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ülkesindeki seçim atmosferlerinde yaşananlar tüm dünya ülkelerine özellikle kitle iletişim araçları yoluyla ulaştırılmakta ve insanlar bu yolla siyasal iletişimin dünyadaki seyri hakkında haberdar edilmekte hatta etki altında bırakılmaktadır. Dolayısıyla dünya ülkeleri birçok alanda olduğu gibi siyasal iletişim alanında da Amerikanlaştırılmış bir anlayışa sahip olmaktadırlar. Siyasal iletişimin gelişim süreci içerisinde başta ABD olmak üzere gelişmiş demokrasilere sahip dünya ülkelerinin siyasal iletişim uygulamaları ülkemiz siyasetince de yakından takip edilmiştir. Ülkemizde siyasetin belirli kalıplar üzerinde sistemleşmiş olması belirli bir siyasi yapının da sabitleşmesine neden olmuştur. Siyasal sistemimiz içerisindeki kalıplar uzun yıllar boyunca siyasal iletişimin varlığına ihtiyaç hissetmemiş, ihtiyaç duyulan noktalarda da geleneksel yapılanmanın sunduğu olanaklar kullanılmaya çalışılmıştır. Demokrasinin askıya alınmasına neden olan darbeler ve siyasi yapılanma içerisindeki söz konusu kalıplar, ülkemiz siyasetinin ve dolayısıyla siyasal iletişiminin değişimini ve gelişimini yavaşlatmıştır. Politik iletişim sürecinde medya kullanımı, görsel kültürün egemenliğini artırdığı çağımızda her safhada süreci besleyen başat faktör olarak politik iletişimin son derece profesyonelleşmiş bir uzmanlık alanını oluştururken, bu alan içinde yeni medya olarak internetin potansiyel gücü ve etkisi, kendini her geçen gün daha da belirgin kılmaktadır. Bu durumda, dijital iletişim teknolojilerinin ve bir dijital iletişim teknolojisi olarak internetin yakınsamayı kolaylaştırıcı etkisinin bütün diğer geleneksel medyayı da kapsamasının önemi büyüktür. Türkçeye ‘yöndeşme’ ya da ‘yakınsama’ olarak çevrilen ‘convergence’ olgusu ile bilgisayar, görsel- işitsel kitle iletişim araçları, telekomünikasyon gibi sektörler teknolojik ve ekonomik olarak birleşebilmekte audio, video ve data bir araya gelerek çok daha düşük maliyet ve çok daha geniş yararlanma kapasiteleri ile yeni ürünler ve hizmetler yaratabilmektedir. Ancak daha da önemlisi iletişim teknolojilerinin karşılıklı etkileşim olanaklarını artırma doğrultusunda evrilen ruhu demokrasi ile eş zamanlı olarak gelişmektedir (Bek, 2003). Demokrasi ikliminde gelişen karşılıklı etkileşim, teknolojik ilerleme paralelinde daha fazla demokrasiyi sonuçlar gözükmektedir. Profesyoneller tarafından, bir dijital iletişim teknolojisi olarak internetin yurttaşların sürece doğrudan katılımına olanak tanıması ile demokrasiyi yaygınlaştırmakta olduğu, temsili demokrasiden aracıların azaltılması hatta ortadan kaldırılması ile Atina demokrasisine doğru bir gidişe olanak tanıyacağı görüşleri her geçen gün daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Öte yandan internet, politik aktörler olarak politik partilere ve adaylara, yurttaşlara geleneksel medyanın (yazılı ve elektronik medya) olumsuz olarak değerlendirilen manipülatif faaliyetlerini by-pass etme olanağını tanımaktadır. Görüleceği üzere gündelik yaşam pratiklerinin hemen hemen her alanını biçimlendirmekte 182 olan internetin sunduğu araç (WWW, weblog, forum, wikiler, e- group, e-mail, on-line yönetim hizmetleri ve oylama için çeşitli programlar vb) ve olanaklar (karşılıklı etkileşim, politik aktörlerin seçmen ile seçmenlerin politik aktörler ile dolayımsız iletişimi, tek medyumda bütün diğer medyum özelliklerinden yararlanma avantajı vb) ile politik iletişim alanının çehresini de önemli ölçüde değiştirmektedir. İçinde bulunduğumuz dönemde geleneksel elektronik medya olarak televizyon politik iletişimdeki değerini korurken artık yeni medya internetin de hesaba katılması gereği politik aktörler tarafından hızla ve yaygın biçimde kabul görmektedir. John C. Tedesco’nun da ifade ettiği gibi internet kullanımının 90’ların ortalarında yaygınlaşmaya başlamasından günümüze, Batı demokrasilerindeki politik partiler ve politikacılar başarılı bir biçimde politik iletişimde yeni bir araç olarak World Wide Web’e yönelmiş bulunmaktadırlar. Sonrasında politik süreç içinde internet, politik partilerin, haber organizasyonlarının, eğitim kurumlarının, özel ilgi gruplarının filtre edilmemiş görüşleri ile ilgilenen seçmenler için anahtar bir enformasyon kaynağı olarak görülmeye ve olanaklarını geliştirerek evrilmeye başlamıştır. Ülkemizde siyasal iletişim uygulamalarının ilk izleri çok partili yaşama geçişle birlikte görülmeye başlanmıştır. Siyasi rekabetin olduğu ortamlarda çok daha önemli bir role sahip olan siyasal iletişimin ülkemizdeki ilk ciddi uygulamaları tüm dünyada olduğu gibi siyasal reklam odaklı olmuştur. 50’li yıllar ile 80’li yıllar arasında siyasal iletişim tarihine geçen uygulamaların gelişimi, dünyanın 30 yıllık süreç içerisinde siyasal iletişim gelişimi ile paralel seyretmemiştir. 1980 darbesi sonrasında Turgut Özal’ın siyaset sahnesinde yer almasıyla birlikte Türk siyasal iletişiminde önemli değişimler yaşanmış ve bu değişimler günümüz siyasal iletişim uygulamalarının gelişimine zemin hazırlamıştır. Ancak ülkemiz siyasal iletişim sistemi içerisinde özellikle siyasal partilerin ve liderlerin siyasal iletişime dair yıllarca süren yanlış ya da eksik algıları gelişim ve değişim noktasında yavaş kalmamıza neden olan etkenlerden bir diğeri olmuştur. Siyasal partilerimizin ve liderlerimizin siyasal iletişime dair başvurdukları en önemli uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi seçim kampanyaları olmuştur. Ancak ABD’deki siyasal partilerin seçim kampanyaları seçimden yaklaşık 2 yıl önce başlarken ülkemiz siyasal partileri ve liderleri seçim kampanyalarına 4 ya da 6 ay kala başvurmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerin siyasal iletişim yapıları siyasal kurumlarla ve bireylerle bütünleşmişken ülkemizde seçimden seçime hatırlanan bir uygulama olarak süregelmiştir. Hala birçok siyasal partinin ve liderin seçimden seçime başvurma ihtiyacı hissettiği siyasal iletişim, 2000’li yıllarla birlikte Özal’ın 80’lerde yarattığı değişim ve gelişim sürecinin bir devamı niteliğinde tekrar yükselişe geçmiştir. Ancak bilinen bazı kalıplar henüz kırılmamış, sahip olunan bazı eksik ya da yanlış algılar ise henüz düzelmemiştir. TR-NET projesi çerçevesinde 1993’te internetle tanışan Türkiye’de de politik iletişim süreci, teknolojinin yaygınlaşma ve edinilmesindeki sosyo- ekonomik koşullar nispetinde gecikmeli de olsa Batı’daki süreci izlemektedir. Öte yandan yeni dijital iletişim teknolojisinin etkin kullanımı, bir önceki safhaya ait teknolojilerin toplum tarafından iyice sindirilmiş olmasını gerektireceğindendir ki Türkiye’de inceleme konusu olan yeni medya dolayımlı internetin henüz ortalama değerde nitelikli bir şekilde kullanıldığı söylenemez. Yine de her geçen gün Türkiye’de internetin sağladığı olanaklar Batı ve özellikle Amerika’daki kullanımlar takip edilerek yaşantıya geçirilmektedir. Bu minvalde internetin sağladığı imkânların başlangıcından bu yana siyasal partilerin genel ve yerel seçimlerde web, blog ve forum gibi internet enstrümanlarından yararlandıkları ve yararlanmaya çabaladıkları görülmüştür. Tüm bu çabalarda geleneksel medya kullanımının izlerine rastlanmakta, politik oyuncular geleneksel medya ile yapamadıklarını internetin sağladığı yeni medya teknolojisinin olanakları ile gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Özellikle seçimlere giren ve geleneksel medyada yer alamayan bağımsız adayların her ne kadar kendilerine başarı getirmese ve çoğu zaman amatörlükten kaynaklanan bir mizah duygusu yaratsa da internetin video paylaşım sitelerinden youtube’da yayınladıkları tanıtım filmleri yeni mecranın kullanılması konusunda gayretlere ve bu gayretlerin altında yatan motivasyona örnektir. Dünyanın gelişen ve değişen siyasal eğilimleri doğrultusunda siyasal iletişim, siyasal partiler açısından çok daha önemli bir noktaya gelmiştir. Siyasal iletişim siyasal kurumların ve kişiliklerin sadece seçim dönemi değil siyasi yaşamlarını sürdükleri her anda ihtiyaç 183 duydukları bir olgu haline gelmiştir. Siyasal iletişim, gelişmiş demokrasilerde profesyonel bir süreç olarak algılanmakta ve profesyoneller tarafından yönetilmektedir. Özellikle ABD’de Cumhuriyetçiler ve Demokratlar olarak ayrılmış siyasi yapı içerisindeki yüzlerce siyasal partinin ve liderinin siyasi rekabet ortamında rakiplerine üstünlük kurma biçimlerinde siyasal iletişim kimi zaman yapılan siyasetin dahi önüne geçebilmektedir. Kitle iletişim araçlarının dönemsel etkinliklerine, takip edilirliklerine önem veren siyasal iletişim, internet çağının gelişmiş demokrasilerde yoğun kullanımı ile birlikte kendisine yeni ve önemli bir mecra kazanmıştır. Büyük kitlelerin hayatının bir parçası haline gelen internet dolayısıyla siyasal iletişimin de önemli bir mecrası haline gelmiş ve son dönemlerdeki siyasal iletişim uygulamalarında da bu etkinliğini kanıtlamıştır. Özellikle sosyal medyanın kullanıcısı sayısındaki artış ve buna bağlı olarak gelişimindeki hız siyasal iletişimin internetten yeni medya olarak yararlanmasını zorunlu hale getirmiştir. İnternetin Sağladığı Yeni Medya İmkânlarının Siyasal Alandaki Yansımaları Yeni medya dolayımlı internetin karakteristikleri olarak iletişimin doğasına getirdiği değişimler hacim, hız, biçim, yön ve bireysel kontrol olmak üzere beş öğe üzerinden değerlendirilebilmektedir: Hacim: İnternet aracılığıyla daha çok miktarda enformasyon gönderilebilmektedir. Hız: İnternetin verilerin sıkıştırılmasına olanak vermesi belli bir mesajın gönderilmesi için gereken zamanı önemli ölçüde azaltmaktadır. Biçim: Enformasyonun yazılı, sesli ve görüntülü olarak gönderilmesine izin veren internet, iletilen mesajın biçimini de değiştirmektedir. Böylece eş zamanlı olarak hareketli ya da görsel mesajların iletilmesini de olanaklı hale getirmektedir. Yön: İnternet, etkileşime ve eş zamanlı iletişime olanak tanımaktadır. Ayrıca web siteleri, üzerinde çoklu metinlerin (hypertext) yer aldığı linkler sayesinde kişiler ya da gruplar arasında yatay iletişim olanaklarını büyük ölçüde arttırmaktadır. Kişisel Kontrol: Mesajların alınmasına ve iletilmesine yönelik kontrol gücünü belli bir merkezden alarak kişisel kullanıcılara vermesinin yanında, editörsel açıdan nelerin yayınlanıp nelerin yayınlanmayacağına karar verilmesinde kullanıcılara özgürlük sunmaktadır (Bayraktutan, 2007). İletişim sürecinde internetin sağladığı yukarıda belirtilen olanakların siyasal alandaki yansımaları, demokrasinin işleyişi açısından vatandaşlar ve siyasal aktörler olmak üzere iki boyutta ortaya çıkmaktadır. Vatandaşlar açısından internetin getirdiği en büyük yenilik enformasyon tekelinin kırılmasıdır. İnternet sayesinde vatandaşlar siyasal içerikli her türlü bilgiyi çok çeşitli kaynaklardan elde edebilmektedirler. Böylelikle elit kesimin tekelinde olan siyasal enformasyona toplumdaki farklı sosyoekonomik ve kültürel sınıflara mensup tüm vatandaşların erişebilmesi sağlanmaktadır. Bu durum da, toplum üzerinde genel bir siyasal bilincin oluşmasına katkıda bulunmakta ve birbirleriyle sürekli biçimde iletişimde olan, siyasal enformasyonun paylaşıldığı sanal bir cemaatin oluşmasını sağlamaktadır (Beck, 1999). İnternetin siyaset alanında vatandaşlar açısından ortaya çıkardığı diğer bir açılım ise, vatandaşların siyasal partilere ait web siteleri ya da adaylara ait kişisel blog ya da web sayfaları aracılığıyla siyasal aktörlerle çevrimiçi ortamda tartışabilmesine, görüş ve düşüncelerini herhangi bir aracı mekanizması olmadan paylaşabilmesine olanak tanımasıdır (Atabek, 2001). Bu bağlamda internet, özellikle tüm dünyada e-devlet ve e-demokrasi tartışmalarının odağında yer almaktadır. “Tele-demokrasi” ya da “e-demokrasi” olarak adlandırılan süreçte, kitle iletişim araçları arasında özellikle iki yönlü bilgi akışına ve etkileşime izin veren internetin sağladığı olanaklar tartışılmaktadır. Söz konusu olanaklar daha etkin bir kamu yönetimi sisteminin oluşturulması, siyasetçiler ve vatandaşlar arasında daha etkin bir iletişimin sağlanması, siyasete olan ilgi ve katılımın arttırılması, halkın bilgi ve tecrübelerinden yararlanılması sayesinde daha gerçekçi kararların alınması olarak sıralanabilir (Ersoy, 2007). İnternet, e-demokrasi ve e-devlet sürecinde sağladığı bu olanakların yanında artık tüm dünyada hayata geçirilmesi için üzerinde çalışmalar yapılan elektronik ortamda 184 oy kullanmada (e-vote) önemli bir rol üstlenmektedir. Dolayısıyla internet, vatandaşların siyasal bilgilere çok çeşitli kaynaklardan, hızlı ve kolay bir şekilde ulaşmasını sağlayarak, demokrasinin en temel unsuru olan siyasal katılım seviyesinin artmasında çok önemli rol oynamaktadır (Bektaş, 2000). İnternetin demokratik sürecin işleyişinde etkili olduğu ikinci boyut ise siyasal aktörlerdir. Siyasal aktörler içinde, internetin etkilediklerinin başında siyasal partiler gelmektedir. Siyasal partilerin seçmenler üzerinde sahip oldukları güven ve itibar duygusunun giderek azaldığı bir durum söz konusudur. Ulrich Beck (1999) bu durumu, “Batılı demokrasilerde büyük siyasal partiler- bunlar uzun süre, yurttaş çıkarlarının ve kanılarının başarılı bir biçimde birleştirilmesinin tescilli markaları idiler- son yıllarda dramatik biçimde itibar yitirdiler. Göstergeler hiç de iç açıcı değil. Bütün katılımcı demokrasilerde sağlam bir artış gösteren tek parti, oy vermeyenlerin partisidir.” şeklinde ifade etmektedir. Bu durum karşısında partilerin kendilerini seçmenlere çok iyi bir şekilde ifade etmeleri gerekmektedir. İşte bu noktada internet, çok büyük miktarlardaki enformasyonu sunma ya da iletme özelliği sayesinde partilerin, web siteleri ya da web sayfaları aracılığıyla kendilerini seçmenlerine daha iyi bir şekilde ifade edebilmelerini sağlamaktadır. Bir başka durum daha çok seçim dönemlerinde yaşanan hızlı ve yoğun bir bilgi alışveriş sürecidir. Bu süreçte sürekli olarak seçmenlerin görüşleri, istekleri ve düşüncelerinin ne olduğunun çok hızlı biçimde tespit edilmesi, bir başka deyişle seçmenin nabzının her an tutulması (Vural ve Bat, 2007), seçim stratejisinin de ona göre yapılması gerekmektedir. İnternet, sunduğu sohbet odaları, eş zamanlı tartışma platformları, forumlar ve çevrimiçi anketler gibi uygulamalar sayesinde siyasal partilerin, seçmenlerin partiden beklentilerini, parti hakkındaki görüş ve düşüncelerini öğrenebilmesini ve seçim döneminde yapacakları propaganda etkinliklerini bu doğrultuda biçimlendirebilmesini sağlamaktadır. Siyasal iletişim sürecinde siyasal aktörlerin, vatandaşlara iletmek istedikleri mesajları geleneksel kitle iletişim araçlarıyla ulaştırmaları da söz konusudur. Ancak siyasal aktörler ile vatandaşlar arasında geçekleşen mesaj alışverişinde medya sahipleri tarafından gerçekleştirilen sansür ve kısıtlama durumu ortaya çıkabilmektedir. İnternetin siyasal aktörlere sağladığı kontrol olanağı, partilerin iletmek istedikleri mesajları herhangi bir medya kuruluşunun sansür ya da çeşitli kısıtlamalarına maruz kalmadan seçmene iletilebilmesinde çok önemli rol oynamaktadır (Doğan, 1995). Özellikle ideolojik olarak partiye karşıt bir medya kuruluşunun negatif propaganda yapmasına karşı propaganda yapabilmesi bakımından internetin sağlamış olduğu kurumsal kontrolün önemi büyüktür. İnternet, siyasal aktörler içinde siyasal partilerin yanında adaylara yönelik olanaklar da sunmaktadır. Özellikle ekonomik bakımdan yeterli maddi kaynağa sahip olmayan ve bu nedenle geleneksel medya araçlarında yer alamayan adaylar, internet sayesinde çok düşük maliyet ile metin, resim, grafik, ses ve görüntü unsurlarını barındıran kendilerine ait bir iletişim platformu oluşturabilmektedirler. İnternet bunun yanında uygulamalarına daha çok ABD’de ve adayların ön planda olduğu ülkelerde rastlanan kaynak ve destek toplama amacıyla da kullanılmakta, bu sayede önemli ölçüde maddi (web sitesi üzerinden para bağışı ve çeşitli malzemelerin satışı gibi) ve fiziksel kaynak (seçmenlerin seçim kampanyasında yürütülen etkinliklerde gönüllü olarak yer almaları) elde edilmektedir. İnternetin adaylara sunduğu bu olanaklar, tüm adayların siyasal arenada eşit şekilde mücadele edebilmelerine katkıda bulunarak, siyasal sürece katılımlarını artırmaktadır (Çakır ve Çalmuk, 2001). İnternet ayrıca, kullanıcılara ucuzluk ve coğrafi anlamda bir sınırsızlık sağlamaktadır. Günümüzde çok düşük bir maliyet ile internette bir site açılması ve açılan bu sitenin dünyanın her yerinden erişilebilir, izlenebilir bir medya olarak kullanılması olanaklıdır. Diğer teknolojilerle enformasyonu dağıtmak ya da yaymak çok ciddi bir maliyet gerektirmektedir. Örneğin herhangi aday ya da parti ile ilgili görüntünün bir televizyon kanalında yayınlanması oldukça yüksek maliyet gerektirmekte ve yayınlanan görüntü yalnızca o televizyon kanalını izleyen izleyicilerin bulunduğu coğrafya ile sınırlı kalmaktadır. Ancak oldukça düşük maliyet ile oluşturulan bir web sitesinde herhangi bir görüntünün yayınlanması ve yayınlanan görüntünün internet erişimi olan herhangi bir yerde izlenmesi olanaklıdır (Atabek, 2005). Maliyetin oldukça düşük olması ekonomik olanakları kısıtlı partilerin ekonomik 185 bakımdan güçlü partilerle en azından sanal ortamda rekabet etmelerine olanak tanımaktadır. Partilerin birbirleriyle eşit şartlarda rekabet etmesi de demokratik sürecin işleyişi açısından büyük önem taşımaktadır. Özetleyecek olursak internetin siyasal alanda vatandaşlar ve siyasal aktörlere sağladığı en önemli olanak, demokratik sürecin işleyişinde çok önemli bir rolü olan katılımı hem vatandaşlar hem de siyasal aktörler boyutunda arttırmasıdır. Vatandaşlar açısından söz konusu katılım düzeyi, siyasal enformasyona toplumun tüm kesimlerinin ulaşabilmesine, vatandaşların görüş ve düşüncelerini iletebilmelerine ve elektronik ortamda oy verebilme ya da referandumlara katılabilmelerine yönelik olanaklar sayesinde artmaktadır. Siyasal aktörler açısından siyasal katılım düzeyi ise, siyasal aktörlerin web siteleri sayesinde çok düşük maliyet ile her türlü tanıtım ve propaganda etkinliklerini yürütebilmelerine, maddi bakımından yeterli kaynağa sahip olmayan parti ya da adayların kaynak ve destek toplayabilmelerine yönelik olanaklar sayesinde artmaktadır. Siyasal Partiler Tarafından İnternetin Kullanımı Siyasal sistemin en önemli aktörlerinin başında siyasal partiler gelmektedir. Siyasal parti, bir program etrafında toplanmış, siyasal iktidarı elde etmek ya da paylaşmak amacını güden, sürekli bir örgüte sahip kuruluşlar olarak tanımlanmaktadır. Modern demokrasilerde bireyler ve gruplar iktidarı ele geçirmek için siyasal partilere üye olurlar ya da parti kurarlar (Geray, 2003). Çünkü bu demokrasilerin temel kuralıdır. Siyasal parti, programını uygulamak ve üyelerini iktidara getirmek amacıyla hükümetin kontrolünü sağlamaya çalışan organize bir insan topluluğudur. Siyasal partiler iktidara gelme amacını taşırlar ve programlarını yani hedeflerini gerçekleştirmek için hükümetin kontrolünü sağlamak isterler. Bunu da yine demokrasilerde hükümet olmanın temel koşulu seçimlerle yaparlar. Seçim, yönetilenlerin yönetenleri belirlemesiyle sonuçlanan hukuksal yöntemler ve işlemler bütünü olarak tanımlanabilir (Kadıbeşgil, 2001). Dolayısıyla yönetmeye aday olanlar, kendilerini yöneten konumuna getirecek olan yönetilenlerin oylarına ihtiyaç duyarlar. Günümüzde açıkça bir iletişim demokrasisinden söz etmek mümkündür. Yönetilenler hemen hergün meşruluğunu kanıtlamak durumunda olan iktidardaki partiden ya da partilerden, aynı zamanda hükümeti denetlemekle görevli muhalefettekilerden haber bombardımanına tutulurlar. Bu haberlere geri bildirimi de ancak seçim günü verebilmektedirler. Siyasi partiler bugüne kadar iletişim kanallarının yetersizliği sebebiyle bir takım sabit politikalarla işi götürebiliyordu. Fakat sabit politikalar yerine şartların ve olayın gerekliliğini düşünen partiler için İnternet bulunmaz bir imkândır (Arık, 2000). Çünkü karşılaşılan her durumda halkın ne istediği sorulup ona göre karar verilip kampanya yürütülebilinecektir. Böylece çoğulcu karar alma mekanizması daha etkili kullanılabilecektir. Çoğulcu ve karşılıklı etkileşime imkân veren internet, demokrasi fikrini ve yönetişim olgusunu geliştirici bir medya olma yolundadır. Türkiye’de Siyasal Partiler Tarafından İnternetin Kullanımı Siyasal Partiler temel amaçları olan siyasal erki ele geçirmek için demokrasinin ana etkeni olan seçimleri kazanmaları gerekmektedir. Bunun içinde seçmenler üstünde güçlü etki bırakmak ve onları ikna etmek için daha profesyonel bir yol olan seçim kampanyalarını kullanırlar. Böylece seçimlere hazırlık sürecinde tüm iletişim araçlarını stratejik olarak koordineli bir şekilde kullanabilmektedirler. Siyasal kampanya stratejisi, adayın ya da partinin tüm kampanya faaliyetlerini bütünleştirme ve yürütmede bir ana plan işlevi görmektedir. Strateji belirlemede ilk basamak siyasi konunun saptanmasıdır. Bu aşamada içsel ve dışsal faktörler hesaba katılır. İçsel faktörler parti ve adaylarla ilgilidir. Dışsal faktörler ise; rakip partiler ya da partililer, seçmenler, ulusal ve uluslar arası siyasal koşullar ile ilgili tüm ögelerdir (Dursun, 2004). Türkiye’de yeni enformasyon ve iletişim teknolojileri siyasal iletişim alanında ilk kez 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde kullanılmıştır. Bu dönemde Cem Uzan’ın SMS mesajlarıyla yürüttüğü seçim kampanyası, yeni enformasyon ve iletişim teknolojilerinin siyasal iletişimde nasıl kullanılabileceğinin ilginç bir örneğini oluşturmuştur. 2002 seçimleri bunun yanı sıra başka yeni mecraların kullanımı bakımından da bir dönüm noktası sayılabilir. 186 2002 seçimlerinden önce siyasal partiler, propaganda konuşmalarının ve parti şarkılarının kasetlerini dağıtırken, 2002’de kasetlerin yerini CD’ler almıştır (Ersoy, 2007). Partiler bu dönemde, partinin tarihi, politikaları, parti üyeleri hakkında bilgileri ve partilerin şarkılarını içeren CD’leri çok sayıda kişiye ücretsiz olarak dağıtmışlardır (Can, 2006, s.395). 2002 seçimlerindeki en önemli husus seçime giren tüm partilerin kendilerine ait web sitelerinin bulunması ve bunların seçim kampanyasının yürütülmesinde destekleyici araç olarak kullanılmasıdır. Bu dönemde siyasal partilere ait web sitelerinde genel olarak, seçmenlerin parti yetkilisi ya da liderleriyle çevrimiçi tartışma platformlarına yer verilmemiş, yukarıdan aşağıya doğru bir enformasyon akışı gerçekleştirilmiştir. Bunun yanında, internete yönelik olarak hazırlanmış içeriklere neredeyse hiç yer verilmediği, genellikle diğer mecralarda yer alan materyallerin web üzerinde de yer aldığı tespit edilmiştir. Tasarım açısından ses ve görüntü gibi çoklu medya özelliklerine fazla yer verilmediği gözlenmiştir (Aktaş, 2004). Ülkemizde web sitelerinin siyasal amaçlı kullanımında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklardan ilki bazı Avrupa ülkelerinden farklı olarak, Türkiye’de bağımsız adaylara ait web sitelerine pek rastlanmamasıdır. Bu durum daha çok, ülkemizde yapılan seçimlerin aday yerine parti odaklı yürütülmesinden kaynaklanmaktadır. Bir diğer farklılık, ABD’dekinin aksine Türkiye’de web sitelerinde seçmenlerin parti ya da adaylara para bağışında bulunabilecekleri bölümlerin olmamasıdır (Ersoy, 2007). Sonuç İnsan bireysel olduğu kadar toplumsal bir varlıktır da. İnsanoğlu topluluk içerisinde yaşamaya başladığı ilk günlerden itibaren düzeni ve insanların yaşamlarının kolaylaşmasını sağlayabilmek adına siyaset olgusuna ihtiyaç duymuştur. Eşit kaynaklara sahip olmayan bireyler bir arada yaşayabilmek için ortak kurallar bulmak ve bu kuralları uygulayacak güce sahip olguya yani siyasete gerek duymuşlardır. Sosyal bir varlık olarak doğan ve yaşamını yalnız sürdüremeyeceğinin bilincinde olan insanoğlu düzenli yaşama geçebilmek için siyasetin gereklerini yerine getirmek ve kendilerini idare edecek meşru bir gücün varlığını kabul etmek durumunda kalmışlardır. Siyasetin getirdiği gücün etkisi ve diğer insanları kontrol edebilme yetisinin göz kamaştırıcı çekiciliği zamanla siyaset kavramının özünden çıkmasına sebep olmuştur. Zaman içerisinde bu cazibeye kapılan ve siyaseti amaç değil araç olarak kullanan kişiler, kendi çıkarlarını gözetirken farkında olmadan siyaset kavramına zarar vermişler ve siyaset olgusuna dolayısıyla siyasi aktörlere olan güvenin kaybolmasına sebep olmuşlardır. Bu durum siyasi süreçlerin işlemesini zorlaştırırken her iki taraf açısından da bazı çelişkiler ortaya çıkarmıştır. Siyaseti, kurallarına uygun olarak ve halkın yararını göz önünde bulundurarak yapmak isteyen kişiler diğerlerinden ayırt edilmekte, halk ise kendileri ve ülkeleri için en uygun siyasetçiyi diğerlerinden ayırabilmekte zorlanır hale gelmiştir. Yeni ikna yöntemleri ve farklı dikkat çekme stratejileri gerektiren bu durum, siyasetin genel yapısında farklılıklara gidilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Diğer yandan bu gelişmeler yaşanmasaydı ve siyasetçiye olan güven kaybolmasaydı dahi siyaset aynı kalamazdı. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu bir dünyada her geçen gün bir yenilik ortaya çıkmakta ve önceki gün unutulmaktadır. Bu durumda özünü insanlardan alan ve tüm çalışmaları da insana yönelik olan siyasetin değişmemesi kaçınılmaz olarak görünmektedir. İnsanoğlunun dizginlenemez merakı, sürekli yenilikler ve değişiklikler istemesi, önceleri var olan dünyanın tüm ücra köşelerini keşfetmelerini sağladı. Ancak bununla da yetinemeyen insanoğlu, var olmayan dünyalar oluşturarak bu yeni, parlak ve gelişken dünyanın içerisinde kaybolmaya başladılar. Bu yeni dünyanın oluşturulmasında, gelişmesinde ve elbette etkin olarak kullanımında teknoloji baş etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Kürselleşme ve teknoloji arasındaki ilginç bağ da bu noktada karşımıza çıkar. Teknoloji geliştiği için mi dünya globalleşerek küçülmüştür yoksa sanılanın aksine dünya ve insanlar küreselleştiği için mi teknoloji bu derece gelişmiştir? Bu iki kavram arasında birbirlerine sıkı sıkıya bağlı, kısırdöngüye benzer bir ilişki vardır. Gelişen koşullar ve insanoğlu için küreselleşme kaçınılmaz hale gelmiştir ki, bunu destekleyen teknolojinin hızlı gelişimi olmuştur. Diğer 187 yandan iletişim teknolojilerinin gelişimi zaman ve mekân sınırlarını kaldırarak küreselleşmeye sebep olmuştur. Küreselleştikçe teknolojiye daha fazla ihtiyaç duyan dünya, teknoloji geliştikçe de küreselleşmiştir. Diğer bir deyişle, teknolojinin gelişimi küreselleşmenin hem sebebi hem sonucudur. Gelişen ve iyi yönde değişen koşulların bilincinde olan ve bu değişimlerden mümkün olduğunca çok faydalanmak isteyen insanlar, gerek sosyal yaşamlarında, gerek ticaret hayatında gerekse de siyasette teknolojiyi etkin olarak kullanmaya başlamışlardır. Bu durumun en belirgin olarak görüldüğü alanlardan biri de sosyal yaşamın kilometre taşlarından birini oluşturan iletişim alanıdır. Söz konusu yenilikler geniş kitleleri etkileme gücüne sahip kitle iletişimi olgusunun da gelişimine hız kazandırmıştır. Dünya nüfusundaki artışın yanı sıra seçeneklerin fazlalaşması ve insanların bunun bilincinde olması da kitle iletişiminin önemini arttırmıştır. Hayatın her alanında ve farklı amaçlarla kullanılmaya başlanan kitle iletişimi, bireylerin ve kuruluşların amaçlarına ve hedef kitlelerinin fikirlerini istenilen doğrultuda yönlendirme isteklerine ulaşmalarında büyük avantajlar sağlamaktadır. Yeni medya dolayımlı kitle iletişiminin, amaçlara ulaşılması konusunda sıkça kullanıldığı ve önemli etkilerinin görüldüğü diğer bir alan da siyasettir ki, odak noktası toplum olan bir kavram için kitle iletişiminden söz etmemek mümkün olmamaktadır. Siyasi partiler, kuruluşlar ve aktörler siyasal amaçlarına ulaşabilmek, rakiplerinden ve benzerlerinden farklı olduğunu gösterebilmek ve tercih edilebilmek adına en ince ayrıntısına kadar siyasal iletişim kampanyaları planlamakta ve bunları kademe kademe yürütmektedirler. Söz konusu bu siyasal iletişim kampanyalarının çok büyük bir bölümü yeni medyanın iletişim araçları aracılığıyla hedef kitlelere ulaşmaktadır. İstenilen etkinin yaratılması ve kampanya sonucunda başarı elde edilebilmesi için kitle iletişim aracının doğru seçilmesi ve etkin şekilde kullanılması büyük önem taşımaktadır. Kitle iletişim araçları doğru kullanıldıkları takdirde siyasi partinin ya da siyasi aktörün kendini daha doğru ifade edebilmesi ve fikirlerin daha kolay aktarılması mümkün olmaktadır. Yeni medya dolayımlı iletişim araçlarının iletişim süreçlerinin başarılarında bu derece hayati önem taşıması söz konusu araçlara daha fazla önem verilmesi ve bu araçların değişen koşullar paralelinde geliştirilmesi ve zamana uydurulması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu duruma gelişen teknolojinin etkileri de eklendiğinde teknolojinin kitle iletişimi amaçlı olarak kitle iletişim araçlarında kullanılması kaçınılmaz hale gelmektedir. Belki de teknolojik gelişmelerden en çok etkilenen alanlardan biri iletişim alanıdır. Yeni koşullarla yepyeni özelliklere ve değişikliklere ulaşan iletişim araçları pek çok kolaylığı da yanında getirmektedir. Özellikle bireylerin hayatlarının vazgeçilmez unsuru haline gelen internet teknolojisi yeni medya dolayımlı kitle iletişiminde yeni çığırlar açmıştır. Pek çok alanda en etkili mesaj gönderim araçları olarak kullanılan kitle iletişim araçlarındaki bu yenilikler söz konusu alanların kendilerine has özelliklerine uygulanarak kullanılmaya başlanmıştır. Siyaset alanı da kitle iletişim araçlarının bu gelişmiş halinden sıkça yararlanılan alanların başında gelmektedir. Bireylerin ikna edilmesi mantığına dayanan siyaset için böylesine geniş kitlelere ulaşabilen etkili araçlar önemli fırsatlar olarak görülmektedir. Özellikle internet teknolojisinin, siyaset alanında bir iletişim aracı olarak kullanılması yeni bir kavram olsa da şimdiden bazı siyasi kuruluşların ve siyasi aktörlerin vazgeçilmezi, siyasal iletişim kampanyalarının en önemli parçalarından biri haline gelmiştir. Diğer iletişim araçlarıyla karşılaştırıldığında çok daha büyük kesimlere, minimum maliyetle ve istenilen etkiyi yaratacak şekilde mesajlar gönderilmesine olanak tanıyan yeni medya dolayımlı internet teknolojisi siyasi amaçlarla kullanıldığında, bilhassa gençlerin etkilenmesi bakımından büyük avantajlar yaratmaktadır. Siyasi partiler açısından hedef kitlelerine daha kolay ulaşma ve partilerini geniş zamanda daha iyi ifade edecek, doğru mesaj stratejileri oluşturma açısından büyük artılar kazandıran internet teknolojisi seçmenler için de bulundukları yerden, siyasi parti ya da aktör hakkında diledikleri bilgiye ulaşma imkânını doğurmaktadır. Siyasi süreçlerde her iki taraf açısından da büyük farklılıklar yaratan bu teknoloji, doğru kararların verilmesine de yardımcı olmaktadır. İnternet teknolojisinin kullanımı pek çok alanda insanoğlu için avantajlar yaratarak, hayatları kolaylaştırsa da her geçen gün bu avantajlar yetersiz kalmaktadır. Yeniliklere doymayan 188 bireylere, bir süre sonra internetin sunduğu imkanların da zorlanmasıyla internet teknolojisinin içerisinde yeni küçük sanal dünyalar kurulmaya başlanmıştır. Bireylerin birbirleriyle sanal ortamda iletişim kurmalarını ve birbirleri hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlayan bu yeni alanlar, diğer bir deyişle sosyal ağlar, on sene öncesinde insanlara yabancı gelmekte ve gereksiz bulunmaktaydı. Oysa günümüzde dünya nüfusunun önemli bir kısmı tarafından sıkça kullanılan bu alanlar sosyal hayatın önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Sosyal ağlar sayesinde katılım kültürü içerisinde kendilerini tatmin olmuş hisseden bireyler, sosyal ağlara olan ilgiyi de arttırmaktadır. Pek çok gelişmiş ülkede nüfusun yarısı kadar üyeleri olan bu sosyal ağlar, devasa büyüklüklerde hedef kitle havuzları oluşturmaktadır. Üstelik bu hedef kitleler ulaşılması kolay, ucuz ve özelliklerine göre bölümlere ayrılmış bir sistem içerisinde sunulmaktadır. Bu noktada sosyal ağ siteleri ticari ve siyasi amaçlar taşıyan kuruluş ve kişilerin de ilgisini cezp etmektedir. Bu ilgi arttıkça sosyal ağlara olan talepte artmaktadır. Diğer yandan sosyal ağlar önemli birer halkla ilişkiler mecraları olarak görülmektedir. Geniş kitleleri bir çatı altında toplaması, bu kitlelerin siyasete uygun biçimde özelliklerine göre sınıflandırılmış olması, oluşturulan gruplar ve topluluklar aracılığıyla bireylere katılım kültürünün etkisinin hissettirilebilinmesi sanal dünyadaki sosyal ağları siyasal ilişkiler açısından cazip kılmaktadır. Sahip olduğu geniş toplulukların yanı sıra görsel ve işitsel öğelerin bir arada olması, buna ek olarak bilgi işlemin de kullanıcıların hizmetine sunulması söz konusu sosyal ağların ikna edici iletişimi temel alan siyasal ilişkiler aracı olarak kullanılmasını uygun kılmaktadır. Sosyal ağlarda gerçekleştirilen siyasal ilişkiler uygulamaları ortamın ve koşulların da etkisiyle daha fazla sayıda insana ulaşmakta ve mesajların iletilmesi ve bireylerde istenilen ve önceden belirlenmiş etkiyi oluşturabilmesi açısından daha kalıcı sonuçlar yaratmaktadır. Sosyal ağların siyaset alanında siyasal ilişkiler amaçlı kullanılması en önemli sermayesi seçmenleri olan siyasetçiler için oldukça akılcı olarak görülmektedir. Sosyal ağlar, mevcut ve potansiyel hedef kitleleri, segmentlere, özelliklerine ve ilgi alanlarına göre ayrılmış olarak sunmaktadır ki, bu da seçmeni etkileyecek doğru stratejilerin belirlenebilmesi ve etkili mesajların verilebilmesi açısından büyük avantaj taşımaktadır. Diğer yandan sosyal ağlar söz konusu bölümlere ayrılmış hedef kitlelerin tümünü bir arada, bir sistem içerisinde sunmaktadır. Üstelik bu sistemde hedef kitleye ulaşmak çeşitli etkinlikler ve uygulamalarla desteklenmektedir. Siyasi amaçlarla sosyal ağları kullanan kimseler; hedef kitlelerini yakından tanıma ve dolayısıyla kendilerini daha doğru anlatacak, daha etkileyici mesajlar gönderebilme, sadece mevcut hedef kitlelere değil rakipleri tercih eden ya da nötr durumda bulunan potansiyel hedef kitlelere de ulaşma, yeni çağın kurucuları olan gençlere ulaşabilme, kendini kanıtlayabilme ve ilgili kesimlerle daha yakından, daha iyi iletişim kurabilme şansına sahip olmaktadırlar. Siyasi alanda başarı sağlayabilmek adına büyük önem taşıyan tüm bu artılara rağmen internet teknolojisi hala pek çok siyasi parti ve aktör tarafından batıda olduğu gibi yeterli düzeyde kullanılmamaktadır. Yeniliklere direnmeye çalışan ve eski sistemlere bağlılığını sürdürmekte ayak direyen kişiler pek çok artıyı da teknoloji ile birlikte kendilerinden uzaklaştırmaktadırlar. Değişime ayak uyduramayan kimselerin kısa bir süre sonra varlıklarının yok olduğu bir zamanda, özellikle de büyük faydalar sağlayacağı bilinen bu yeniliklerden uzak durmaya çalışmak göz göre göre başarıyı itmek anlamına gelmektedir. Yapılması gereken, her türlü yeniliğin ve gelişmelerin takip edilmesi, koşulların el verdiği müddetçe bu yeniliklere ayak uydurulması ve kendilerine büyük faydalar sağlayacak şekilde kullanılmasıdır. Özellikle siyasi partilere ve siyasi aktörlere olan güvenin giderek azaldığı günümüz koşullarında, bu güveni tekrar sağlayabilecek, kitleleri etkileyebilecek, partinin kendisini daha etkili olarak ifade edebileceği araçlar bulabilmek giderek önem kazanmaktadır. İşte bu noktada internet teknolojisi ve özellikle gençlerin gözdesi olan sosyal ağlar siyasi partilere büyük bir fırsat olarak sunulmaktadır. Siyasi alanda varlığını sürdürmek, etkisini kanıtlayabilmek, rakiplerinden ve benzerlerinden farklı olduğunu göstererek hedef kitlelerin güvenini kazanmak isteyen tüm siyasi partiler ve aktörler yeni medya dolayımlı internet teknolojisinden ve bu teknoloji içinde yeni küçük dünyalar oluşturan sanal ağlardan yararlandıkları takdirde rakiplerine karşı büyük farklılık gösterecek ve her zaman bir adım önde olacaklardır. 189 Kaynakça • Aktaş H. (2004). Bir Siyasal İletişim Aracı Olarak İnternet. Konya: Tablet Yayınları. • Aktaş, H. (2004). Bir Siyasal İletişim Aracı Olarak İnternetin Partilerin Seçim Kampanyalarında Yeri. Konya: Tablet Yayınları. • Arık, C. (2000). Siyasal İkna. Ankara: Vadi Yayınları. • Atabek, Ü (2001). İletişim ve Teknoloji. Ankara: Seçkin Yayınları. • Atabek Ü. (2005). İletişim Teknolojileri ve Yerel Medya İçin Olanaklar. Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya, drl. Alankuş S., s. 61-90, İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları. • Bayraktutan S. G. (2007). Yeni İletişim Teknolojileri Bağlamında Siyasal İletişime Altyapısı Etnografisi İle Bakmak. İzmir: Uluslararası Medya ve Siyaset Sempozyumu, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi. • Beck U. (1999). Siyasallığın İcadı. (Çev.). Gürler N. İstanbul: İletişim Yayınları. • Bektaş A. (2000). Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi. İstanbul: Bağlam Yayınları. • Doğan İ. (1995). Sosyoloji, Ankara: Sistem Yayınları • Ersoy A. B. (2007). E-Devlet ve İletişim Teknolojileri İlişkisi: Panel Eşbütünleşim Analizi Denemesi. İzmir: Uluslararası Medya ve Siyaset Sempozyumu, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi. • Geray H. (2003). İletişim ve Teknoloji Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya Politikaları. Ankara: Ütopya Yayınevi. • Kadıbeşegil S. (2004). Halkla İlişkilere Nereden Başlamalı. İstanbul: MediaCat Yayınları. • Vural Z. B. ve Bat M. (2007). Siyasal İletişim Sürecinde Yeni Teknolojiler: Siyasi Partilerin Web Sitesine Yönelik Bir Analiz. İzmir: Uluslararası Medya ve Siyaset Sempozyumu, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi. 190 BBC VE CNN TELEVİZYONLARININ YAYIN POLİTİKALARI: KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ Öğr. Gör. Serra Orkan Özet: Televizyon haberciliğinde ilk akla gelen akşam yayınları iken; günümüzde 24 saat kesintisiz yayın yapan kanallar kastedilmektedir. Prime-time dendiğinde de mutlaka haber kanalları da beraberinde akla gelmektedir. Ülkemizde 10’u aşkın haber kanalı olduğu bilinmekle beraber Avrupa’da 160’dan fazla haber kanalı bulunmaktadır. En çok izlenenler arasında genelde haber kanalları ilk sıralarda yer almaktadır. Televizyon yayınları toplumun bilgilenmesinde önemli bir araç konumundadır. Uluslararası öneme sahip televizyon kanallarından ikisi de “CNN International” ve “BBC World News” olarak gösterilmektedir. Dil olarak İngilizceyi seçmiş bu televizyon yayınlarının tarihi, kimlikleri ve yayın politikaları birbirinden oldukça farklıdır. Asıl görev toplumun bilgilenmesi iken, habercilikte yaşanan yoğun rekabet, benimsenmesi gereken etik ilkelerin zaman zaman önüne geçmekte bu da televizyon haber kanallarının eleştirilerin hedefinde yer almalarına sebebiyet vermektedir. Anahtar Kelimeler: Habercilik, Televizyon Haberciliği, Yayıncılık,Yayın Politikası BBC AND CNN TELEVISIONS BROADCASTING POLICY; A COMPARATIVE ANALYSIS Abstract: Before, when people talk about Television News it was understood the evening news by the audience. However; today there are many twenty four hour news channels. It is remembered together Prime-time word and the news channels. There are more than 10 news channels in our country. There are more than 160 news channels in the Europe. One of the most viewing tv programmes are known as the news channels. TV broadcasting is vert important to inform the society. Two of the most important international news channels are “CNN International” and “BBC World News”. Those television broadcastings’ language is English and they all have different history, identity and brocasting policy. Although the most important responsibility is informing the community; they experience an intense competition from time to time and forget about their ethical principles. This irresponsibility leads to criticism. Key Words: Reporting, Television Reporting, Publishing, Broadcasting Policy 191 1- BBC Televizyon Yayıncılığı BBC Tarihçesi İngiltere’nin yayın politikasında hakim olanın; geleneksel olduğunu söylemek doğru olacaktır. İngiltere’de radyo ve televizyon yayıncılığının gerçekleştirilmesinde kamu hizmeti ve özel yayın kuruluşlarının parmağı bulunmaktadır. İktidarın etkisinden uzak kendi yayın politikasını benimsemiş ve uzun yıllar koruduğu çizgisi ile pek çok yayın kuruluşuna örnek teşkil eden BBC (British Broadcasting Corporation) özerk bir oluşumdur. İlk kez 1922 senesinde radyo yayıncılığı ile hayata atılmıştır. Televizyon yayıncılığına başlama tarihi 1932 olan BBC; 1954 senesine kadar tekelliğini sürdürmüştür. Devlet destekli bir kuruluş olan BBC merkezi Londra’da yer almaktadır. Ticari firmaların 1. Dünya Savaşı akabinde, İngiliz radyoculuğuna soyundukları bilinmektedir. 1922 yılında özel bir firma olarak kurulan ve 1925 senesinde tasfiye edildikten sonra 1927’de British Broadcasting Corporation kamu kuruluşuna dönüşen BBC yönetim kurulu üyelerinin atamasını Birleşik Krallık yapmaktadır. Sonradan Lord Reith adını alacak olan John Reith 1927 ve 1938 seneleri arasında kurumun genel yönetmenliğini üstlenmiş önemli bir isimdir. Kendisi aynı zamanda 1936 senesinde de televizyon yayınlarının geliştirilmesine yönelik çalışmalarda bulunmuş ve bu yayıncılık anlayışı İngiltere’de çoğunluk tarafından benimsenmiştir. BBC televizyon yayınlarına zorunlu ara verilmesi 2. Dünya Savaşı’na denk gelmiş ve 1946 senesinde tekrar başlayarak Avrupa’nın ilk düzenli renkli televizyon yayınlarını da 1967 senesinde başlatmıştır. Radyoculukta tekelini 1970 senesine kadar sürdüren BBC, televizyonculukta da 1954 senesine kadar tekel konumda kalmıştır. Ticari yayınlara izin veren hükümet; 1970 senesi itibariyle BBC’nin tekel durumunu radyoculuk anlamında sonlandırmıştır. BBC Yayın Politikası Yanlı yayın anlayışından uzak duran BBC senelik ruhsat ödemeleri ile geçinmektedir ve kuruluş beratı sebebiyle reklama yer vermemektedir. Objektif davranma zorunluluğu bulunmaktadır. Gerek günlük sorunlarda, gerekse de hükümet politikasına dair sorunlarda kendi görüşlerine asla yer vermemektedir. 13 Ekim 1922 senesinde iyi bir savaş olmakla beraber John Reith mevcut koşullara uygun bir iş arayışı içerisindeyken “British Broadcasting Company” ye ait ilana gözatmış ve başvurma kararı almıştır. Burada genel müdür olarak göreve başlayan Reith başlangıçta yayıncılığa dair hiçbir fikri olmadığını da dile getirmiştir. 22 Aralık 1922 senesinde ofise geldiği sırada kendisiyle beraber 4 çalışan daha bulunmaktadır. Girdiği odada bulunan bir adet masa, sandalye ve telefonu görmüş ve buranın “genel müdür” odası olduğunu tahmin etmiştir1. 2003 senesinden beri ilk defa BBC World News, Hong Kong’ta CNN’in önüne geçmeyi başarmış ve bir numaralı uluslararası haber kanalı seçilmiştir. Sonuçlar Ipsos PAX anketinde ortaya konmuştur. Ankete göre bbc.com masaüstü ve mobil sitelerde bir numara olarak gösterilmektedir. Araştırma sonuçlarına göre; BBC dijital haber içeriği de Asya’da en hızlı büyüyen haber kaynağı olarak görülmektedir. Hong Kong’ta olduğu gibi Avustralya ve Hindistan’da da günlük haber tüketiminde üst sırada yer almaktadır. Ayrıca “BBC World News” ve www.bbc. com, BBC’nin uluslararası haber servisleri olarak hem birinci sınıf hem de ekonomi sınıfında uçanların bir numaralı tercihi olarak gösterilmektedirler. ComScore sonuçlarına göre de; BBC Asya Pasifik’te 13 milyon tekil kullanıcıya ulaşmıştır. BBC sadece CNN’e üstünlük kurmamış, aynı zamanda haber websitesi anketi sonucunda “The Wall Street Journal”, “The New York Times”, “The Economist” ve “The Financial Times” gibi ünlü isimlerin de önüne geçmiştir2. New York Times’ın “artsbeat” bloğunda yeralan ve Roslyn Sulcas tarafından hazırlanan yazıda BBC’nin ünlü dedektif romanı yazarı J. K. Rowling gibi önemli yazarların romanlarının ekrana taşınmasına aracılık etmesi de onu diğerlerinden bir adım daha öne taşımaktadır3. “Tv.com” sitesinde yer alan BBC Yayın Şir1 Charlotte Higgins: “What Can the Origins of the BBC Tell Us About Its Future” (Çevrimiçi): http:// www.theguardian.com/media/2014/apr/15/bbc-origins-future, 17.01.2015 2 “BBC beats CNN to #1 international news channel spot in Hong Kong and ranks as top cross-platform news brand among high net worth audiences across Asia Pacific” (Çevrimiçi): http://www.bbc. co.uk/mediacentre/worldnews/120713-pax-hong-kong, 17.01.2015 3 Roslyn Sulcas: “J. K. Rowling’s Detective Novels Set for BBC Series” (Çevrimiçi): 192 keti’nin en başarılı 10 drama kategorisindeki programları; “Sherlock”, “EastEnders”, “Spooks”, “Merlin”, “Death in Paradise”, “Doctor Who (1963)”, “New Tricks”, “The Musketeers”, “Doctors” ve “Holby City” olarak gösterilmiştir4. Kevin Wicks tarafından BBC Amerika için hazırlanan haberde yeralan tüm zamanların en iyi İngiliz drama filmleri de; “Doctor Who (1963)”, “North and South (2004)”, “Pride & Prejudice (1995)”, “Life on Mars (2006-2007)”, “Prime Suspect (1991-2006)”, “State of Play (2003)”, “MI-5 (2002)”, “Sherlock (2010)”, “I, Claudius (1976)”, “Upstairs-Downstairs (19711975)” olarak belirlenmiştir5. BBC İşletme Modeli; Sürekli Devrim Lucy Küng-Shankleman’ın “Inside the BBC and CNN - Managing Media Organisations” isimli çalışmasında BBC televizyon kuruluşu İngiltere’nin öncü yayıncısı olmaktan öte bir “işletme” olarak incelenmektedir. Onu oluşturanlar arasında güçlü yanları ve zayıflıkları irdelenmiştir6. BBC iPlayer Uygulaması BBC ya da kısa adı ile iPlayer bir internet televizyonu ve radyo yayınıdır. Kişilere altyazılı video izleme imkanı sunmaktadır. Diyalogları “text” haline getiren altyazılar genellikle ekranın en alt tarafında bulunurlar ve hem duyma güçlüğü çekenler hem de İngilizcesini geliştirmek isteyenler tarafından oldukça faydalı bulunmaktadırlar. 2008 senesinin Mayıs ayından beri BBC iPlayer izleyicilere altyazılı izleme imkanı sunmaktadır. Altyazıların güçlendirilmesi için çalışmalar devam etmektedir7. 2- CNN Televizyon Yayınları CNN Tarihçesi 1 Haziran 1980 senesinde yayın hayatına Başlayan CNN 1.7 milyon erişime sahiptir. Güney Amerika’nın baştacı olan Georgia Eyaleti’nin başkenti Atlanta CNN International’a ev sahipliği yapmasıyla da ününe ün katmıştır. 1938 doğumlu Robert Edward ya da bilinen adı ile Ted Turner seyrek televizyon izleyen biri olarak bilinmektedir. Turner; 1970 senesinde Atlanta’da WJRJ Kanalı’nı sahiplenmiş daha sonra 1979 Yılına gelindiğinde adı “Turner Broadcasting System” anlamına gelecek şekilde WTBS olarak değiştirilmiştir8. CNN International da bu Gürcistan’lı işadamı Ted Turner tarafından kurulmuştur. Açılımı “Cable News Network” olan CNN kimileri tarafından “Chicken Noodle News” olarak değerlendirilmiştir. 1995 senesi itibariyle 2500 kişiden oluşan editoryal kadrosu ile epey genişlemiştir. 1990’lı yılların sonuna gelindiğinde güçlü rakipleri arasında yer alan kanallar “MSNBC” ve “Fox News Channel” olmuştur9. Fox televizyonunun sahibi Rupert Murdoch’ın CNN’in sahibi Times Warner’ı satın almak istediği de 2014 senesinin önemli haberleri arasında yer almıştır. Firma için 80 milyar dolar teklifte bulunmuştur. Bu teklif; geçtiğimiz 10 yılın en büyük teklifi olarak gösterilmiştir10. http://artsbeat.blogs.nytimes.com/2014/12/11/j-k-rowlings-detective-novels-set-for-bbc-series/?_r=1, 17.01.2015 4 http://www.tv.com/shows/network/bbc-british-broadcasting-corporation/category/drama/ 5 Kevin Wicks,“Readers Have Their Say: The 10 Greatest British TV Dramas of All Time” (Çevrimiçi): http://www.bbcamerica.com/anglophenia/2011/08/readers-have-their-say-the-10-greatest-british-tvdramas-of-all-time/11/, 17.01.2015 6 Lucy Küng-Shankleman, Inside the BBC and CNN, Managing media organisations, New York, Routledge publishing, 2000, p. 85. 7 http://www.bbc.co.uk/accessibility/on_the_bbc/subtitles.shtml 8 Chris Stars, “Ted Turner (b.1938)” (Çevrimiçi): http://www.georgiaencyclopedia.org/articles/arts-culture/ted-turner-b-1938, 18.01.2015 9 Lain Huggs, “CNN” (Çevrimiçi): http://www.georgiaencyclopedia.org/articles/arts-culture/cnn, 18.01.2015 10 A. R. Sorkin, M.J Merced, “Murdoch Puts Time Warner on His Wish List” (Çevrimiçi): http:// dealbook.nytimes.com/2014/07/16/rupert-murdoch-said-to-have-made-offer-for-time-warner/?_r=0, 18.01.2015 193 2014 senesi Ocak ayı CNN’in en düşük izlenme oranlarından üçüncüsüne sahip olduğu bir tarih olarak kayda geçmiştir.Haber Jack Mirkinson tarafından The Huffington Post için derlenmiştir. Geleneksel habercilik anlayışından uzaklaşmaya çalışan CNN için bu durum çok fazla şaşırtıcı görülmemektedir11. 2013 senesinin Ocak ayı reytinleri ile kıyaslandığında izlenme oranında %39 gerileme görülmektedir. David Bauder tarafından Huffington Post için hazırlanmış olan haber yazısına göre ise; genel olarak 2014 senesi yayınları incelendiğinde, CNN Malezya havayolları ile ilgili yaptığı haber dışında pek parlak bir yıl geçirmemiştir12. CNN Yayın Politikası ve Haberleri Yeniden Yaratmak Her olay haber olamayacağından, haber niteliği taşıyabilecek özelliklere sahip olaylar diğerlerinden ayrılarak haber haline getirilmektedir. “North”, “East”, “West” ve “South” kelimelerinin biraraya gelmesi ile oluşturulmuş “News” kelimesi; Dünya’nın her yerinden gelen haberlere işaret etmektedir. İlk 24 saat kesintisiz haber programları ile bilinen CNN sansasyonel haberleri ile zaman zaman öne çıkarken zaman zaman diğer Dünyaca meşhur televizyon kuruluşlarının gölgesinde kalabilmektedir. Sansasyon yaratmak adına nesnel duruşundan taviz verebilen CNN, Hugo Chavez’in ölümü ile ilgili yapmış olduğu haberde de bunu ortaya koymuştur. Bununla beraber Amerika’nın en güven duyulan kitle iletişim araçları arasında televizyon birinci sırada yer almaktadır13. Özel bir televizyon kuruluşu olan CNN yayınladığı reklamlarla da geçimini sağlamaktadır. 3- BBC ve CNN Televizyon Yayınlarının Karşılaştırılması Yayıncılığın Değişen Doğası John Logie Baird; 1928 senesinde New York’a Londra’dan görüntü aktarmayı başarmıştır. Bu tarihten tam iki sene önce ise Baird; tüpleri ve Hertz Dalgaları’nı kullanarak Londra’da bir televizyon gösterimi denemiştir. İngiltere, ABD, Sovyetler Birliği, Fransa ve Almanya sırasıyla düzenli televizyon yayınlarını başlatan ülkelerdir. Düzenli yayınların başlatılması 1930’lu yılların çok önemli eylemleri olarak görülmektedir14. 1980’li senelere geldiğimizde PC adı verilen “Personal Computer” açılımlı kişisel bigisayarların meydana gelmesi masaüstü yayıncılığın başlamasına neden olmuştur. Bu; yazı matbaa, radyo ve televizyondan sonra önemli bir buluştur ve yayıncılığın akış yönünü yeniden belirlemiştir. Bundan sonra gelecek en önemli buluş ise internettir15. Televizyon Yayıncılığında Reyting Kaygısı Toplumu yansıtmak için adeta bir ayna olan televizyonun kişilere gösterdiği dünyanın, gerçek işlevlerinin paralelinde olup olmadığı tartışılan bir konudur. Şiddet ve suç işlemeye teşvik edecek yayınların yapılıp yapılmadığı, kültür ve sanata yeterli yer verilip verilmediği de yayıncılığın gündemindeki sorular arasındadır. Şov dünyası, sinemanın arkasından gelen radyo ve sonra televizyon ile “seyirciyi mutlu etme” amacını pekiştirmiştir. Bir kitle iletişim aracının asıl amacı “eğlence” olduğunda içerik de ister istemez yozlaşma görülmektedir. Televizyonun eğitmekten çok eğlendirmesi gerektiğini savunan pek çok televizyon yapımcısı bulunmaktadır. Bu da akıllara ister istemez reyting kaygısını getirmektedir. Elde edilen veriler ışığında da BBC televizyon kuruluşunun kültürel ve bilgilendirici yayınlara fazlasıyla yer verdiği, CNN’in ise “breaking news” adı altında sansasyonel haberlerle insanların dikkatini çekme girişimlerinin yoğunluğu göze çarpmaktadır. 11 Jack Mirkinson, “CNN Ratings Plunge To Near-Record Lows” (Çevrimiçi): http://www.huffingtonpost. com/2014/01/28/cnn-ratings-january-2014_n_4682699.html, 18.01.2015 12 David Bauder, “It’s Been A Rough Year For Cable News Networks” (Çevrimiçi): http://www.huffingtonpost.com/2014/06/04/cable-news-networks-cnn-sixties-documentary-_n_5440550.html, 18.01.2015 13 Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür – Kimliğin Gücü, 2. Bs., Çev. Ebru Kılıç, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, ss. 472-473. 14 N. Tülay Şeker, Teknoloji ve Televizyon – Türkiye’de Uydu, Kablo TV ve Dijital Platform Yayınları Üzerine Bir İnceleme, İstanbul, Literatürk Yayınları, 2009, s. 18-19. 15 Cem S. Sütçü, Erhan Akyazı, Yayıncılığın Değişen Yüzü, İstanbul, Der Yayınları, 2005, s.11-12. 194 CNN ve BBC websitelerindeki haber videolarını karşılaştıran bir siyasi blog yazısına göre; BBC sitesinde oynatılan bir videoda haber ne ise sadece o yer almaktadır. BBC habercilik anlayışı kıyaslanmayacak kadar iyidir ve haberi izlemeden önce ya da arada herhangi bir reklam videosuna yer vermemektedir. Tüketim Kültüründe reklamın yabancılaşmayı pekiştiren bir tavrı vardır. Gündelik yaşamın denetlenmesi açısından reklamın sadece kılavuzluk etmekle kalmadığı bilinmektedir. İnsanoğlunun seçimlerinde özgür olduğu bilinmekle beraber, bu seçme eylemi zihin tarafından yapılmakta ve bize kabul ettirme yoluyla aşılanmış geçmiş tecrübeleri tekrar hatırlatmaktadır. Zihnimizin bizim kontrolümüzde olduğu inancı; bizleri seçimlerimizde özgür olduğumuz yanılgısına sürüklemektedir. Reklamların da bu düşünce sisteminde en büyük paya sahip olduğunu söylemek gerekmektedir. Reklam; toplumsal ilişkiler içerisinde hakimiyet kurmaktadır. Marshall McLuhan’ ın “Mekanik Gelin” isimli çalışması reklama karşı yeni bakış açısı geliştirmek açısından faydalı bulunmaktadır. Amerikan kültürü de burada ele alınan konular arasındadır. Tüketim Kültür’ünü ateşleyen reklam kişide “tatmin olmama” durumunu ortaya çıkartır. Kuluçkada yatan korkuları su yüzüne çıkartır. insanlar reklamlar aracılığıyla toplumdan soyutlanmakta ve farklı özellikleriyle ortaya çıkmaktadırlar. Tatmin olması güç, korku içinde bir toplum oluşmaktadır. Reklamların insanları tüketime yönlendirmesinde en önemli nedenlerden biri; ekonomik sistemin canlı tutulmasını sağlamaktır. Sistem kişiyi önce ürkütmekte ve daha sonra da tüketime yönlendirmektedir. Bu durum reklamın kişi üzerinde egemenlik kurmasını sebep olmaktadır. Reklamların kişilere aktarımı kitle iletişim araçları vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Reklam; bu araçlarla aslında toplumu iki türlü etkilemek istemektedir. Bu etkilerden birincisi ve kısa süreli olanı satış yapmayı içermektedir. Ikincisi de farklı sınıf kavramının zihinlerde yer bulmasına aracılık etmektir16. BBC televizyon kuruluşunda Bir politikacıyı ağırladıklarında profesyonel bir gazetecinin yapması gerektiği gibi sorular sorup zaman zaman politikacıları zor durumda bırakmaktan kaçınmamaktadırlar. Amerikan haber kanallarında ise; reklam her zaman önce gelmekte ve eğer konuk bir politikacı var ise, o politikacıyı zor duruma sokacak herhangi bir soru sorulmasından kaçınılmaktadır. CNN serbest piyasa oluşumu iken, BBC bir hükümet servisidir. CNN bir haber kuruluşu olmanın ötesinde bir iştir ve haberler kazanca yönelik hazırlanmaktadır. BBC’nin ise asıl amacı; haber yapmaktır ve bu bir ülke görevi olarak düşünülmektedir. Kamuya hizmet asıl amaçtır17. İlk yirmi dört saat kesintisiz haber yapan televizyon kanalı olması sebebiyle, ilk seneler oldukça popüler bir dönemden geçen CNN, bu durumunu büyük oranda yenilikçi formatına borçlu olmuştur18. BBC televizyonu ise doksan yılı aşkın tarihi ve hem eğlendirici hem bilgilendirici içeriği ile dünya çapında bir öneme sahiptir. BBC televizyonunun diğer kanallardan farklı olarak ekonomi alanına daha fazla yoğunlaştığı bilinmektedir. CNN’in siyasi, ekonomik ve sosyal alanlar içerisinde en fazla siyaset üzerinde durduğu gözlemlenmektedir. CNN’in demokrasi ile ilgili düğüm noktası niteliğindeki haberinin merkezinde Venezuela’da 1999-2013 seneleri arası başkanlık yapan “Hugo Chavez” yer almıştır. Chavez’i dikdatör ve zulmeden biri olarak tanımlamış ve hakkında yapılan olumsuz eleştirilere açıkça yer vermekten de çekinmemiştir. 2013 Senesinin En İyi Tv Programları Breanne Hare tarafından CNN için derlenen habere göre; Amerika Film Enstitüsü AFI tarafından belirlenen 2013 senesinin en başarılı TV programları arasında, “The Americans”, “Breaking Bad”, “Game of Thrones”, “The Good Wife”, “House of Cards”, “Mad Men”, “Masters of Sex”, “Orange is the New Black”, “Scandel”, “Veep” yer almaktadır. Bu araştırma 2013 senesinin sonlanmasına haftalar kala yapılmıştır ve araştırma sadece TV programları ile sınırlı kalmamış, senenin en iyi filmlerine de yer verilmiştir19. Kişilere fikir belirtme 16 Arthur Asa Berger, Kitle İletişiminde Çözümleme Yöntemleri, Ed. Nazmi Ulutak, Aslı Tunç, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Basımevı, 1993, s. 56-57. 17 https://danielmiessler.com/blog/profit-vs-service/ 18 http://www.rucsdigitaleprojektbibliotek.dk/bitstream/1800/11864/1/ultimate%20print%20out.pdf 19 Breanna Hare, “AFI names 10 best movies, TV shows of 2013” (Çevrimiçi): http://edition.cnn. com/2013/12/09/showbiz/movies/afi-best-movies-tv-shows-2013/, 18.01.2015 195 ve belirtilen fikirler üzerinde de yorum yapma imkanı sunan bir sosyal ağ olan “Reddit” sitesinde yeralan haber verilerini değerlendiren Emanuella Grinberg tarafından CNN için hazırlanan haberde izleyicilerin başından sonuna kadar sıkılmadan izledikleri programlar arasında olan; “Deadwood”, “Orphan Black”, “Stargate: SG1” izleyicinin heyecanla gelecek bölümü bekledikleri programlar olarak belirlenmişlerdir. “Peep Show” ve “Silicone Valley” de eğlence programları içerisinde gelen yorumlardan da yola çıkılarak başarılı bulunmuşlardır. “Freaks And Geaks” ve “Firefly” gibi popüler TV programları da haberde yer bulmuştur20. Sonuç Günümüz medyasının neoliberal politika ile uyumlu bir yol izliyor oluşu medya etiği ile ters düşmektedir. Medya çalışanları; medyanın uluslararası şirketlerin hem kendi içlerinde hem de ortaklık kurma gayesi ile ilişkide bulundukları diğer siyasi otoriteler ile aralarını hoş tutma ihtiyacı sonucu farklı ilişkilerin içerisine itilmiştir. Haber ve reklam içiçe yol almaktadır. Medya çalışanları olarak; gerek hükümet gerekse de reklam verenlerle ortak bir paydada buluşma çabasına girmeyenler sektör dışına itilmektedir21. Yaşadığımız toplumda tarafsızlık ilkesine harfiyen uyan yayın anlayışına sahip yayınların bulunması her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Reklamla yürüyen tüketim toplumunda habercilik etiğinden taviz vermeyen şirketlerin bulunması umut vadederken hükümet yanlısı yayın yapan oluşumlardan uzaklaşmak için insanlar sosyal medyadan da faydalanmaktadırlar. Her kuruluşta olduğu gibi medya kuruluşları da kar amaçlı oluşumlardır; ancak onları diğerlerinden ayıran çok önemli toplumsal görevleri bulunmaktadır. Kişileri eğlendirirken bilgilendirmek ve bunu katıksız doğru haberler ile yapmak insanların genel anlamda medyaya olan güvenlerini sağlamlaştırmak ve sağlıklı düşünen toplumlar yaratmak açısından faydalı görülmektedir. Kaynakça • Adaklı, Gülseren: “Gazetecilik Etiğini Belirleyen Yapısal Unsurlar: Mülkiyet ve Kontrol Sorunu”, Televizyon Haberciliğinde Etik, Ed. Bülent Çaplı, Hakan Tuncel, Ankara, Fersa Matbaacılık, 2010, s. 89. • Berger, Arthur Asa: Kitle İletişiminde Çözümleme Yöntemleri, Ed. Nazmi Ulutak, Aslı Tunç, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Basımevı, 1993. • Castells, Manuel: Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür – Kimliğin Gücü, 2. Bs., Çev. Ebru Kılıç, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008. • Küng-Shankleman, Lucy: Inside the BBC and CNN, Managing media organisations, • New York, Routledge publishing, 2000. • Sütçü, Cem S., Akyazı, Erhan: Yayıncılığın Değişen Yüzü, İstanbul, Der Yayınları, 2005. • Şeker, N. Tülay: Teknoloji ve Televizyon – Türkiye’de Uydu, Kablo TV ve Dijital Platform Yayınları Üzerine Bir İnceleme, İstanbul, Literatürk Yayınları, 2009. • “BBC beats CNN to #1 international news channel spot in Hong Kong and ranks as top cross-platform news brand among high net worth audiences across Asia Pacific” (Çevrimiçi): • http://www.bbc.co.uk/mediacentre/worldnews/120713-pax-hong-kong, 17.01.2015 • Higgins, Charlotte: “What Can the Origins of the BBC Tell Us About Its Future” (Çevrimiçi): • http://www.bbc.co.uk/mediacentre/worldnews/120713-pax-hong-kong, 17.01.2015 • Sulcas, Roslyn: “J. K. Rowling’s Detective Novels Set for BBC Series” (Çevrimiçi): • http://artsbeat.blogs.nytimes.com/2014/12/11/j-k-rowlings-detective-novels-set-for-bbc20 Emanuella Grinberg, “The best TV shows to binge-watch” (Çevrimiçi): http://edition.cnn. com/2014/11/09/showbiz/binge-worthy-tv-shows-reddit/, 18.01.2015 21 Gülseren Adaklı, “Gazetecilik Etiğini Belirleyen Yapısal Unsurlar: Mülkiyet ve Kontrol Sorunu”, Televizyon Haberciliğinde Etik, Ed. Bülent Çaplı, Hakan Tuncel, Ankara, Fersa Matbaacılık, 2010, s. 89. 196 series/?_r=1, 17.01.2015 • http://www.tv.com/shows/network/bbc-british-broadcasting-corporation/category/drama/ • Wicks, Kevin: “Readers Have Their Say: The 10 Greatest British TV Dramas of All Time” (Çevrimiçi): http://www.bbcamerica.com/anglophenia/2011/08/readers-have-their-say-the10-greatest-british-tv-dramas-of-all-time/11/, 17.01.2015 • http://www.bbc.co.uk/accessibility/on_the_bbc/subtitles.shtml • Stars, Chris: “Ted Turner (b.1938)” (Çevrimiçi): http://www.georgiaencyclopedia.org/articles/arts-culture/ted-turner-b-1938, 18.01.2015 • Huggs, Lain: “CNN” (Çevrimiçi): http://www.georgiaencyclopedia.org/articles/arts-culture/cnn, 18.01.2015 • Mirkinson,Jack: “CNN Ratings Plunge To Near-Record Lows” (Çevrimiçi): http://www.huffingtonpost.com/2014/01/28/cnn-ratings-january-2014_n_4682699.html, 18.01.2015 • Bauder, David: “It’s Been A Rough Year For Cable News Networks” (Çevrimiçi): http:// www.huffingtonpost.com/2014/06/04/cable-news-networks-cnn-sixties-documentary_n_5440550.html, 18.01.2015 • Miessler, David: “CNN vs. BBC: Profit vs. Service” (Çevrimiçi): • https://danielmiessler.com/blog/profit-vs-service/, 18.01.2015 • Hare, Breanna: “AFI names 10 best movies, TV shows of 2013” (Çevrimiçi): http://edition. cnn.com/2013/12/09/showbiz/movies/afi-best-movies-tv-shows-2013/, 18.01.2015 • Grinberg, Emanuella: “The best TV shows to binge-watch” (Çevrimiçi): http://edition.cnn. com/2014/11/09/showbiz/binge-worthy-tv-shows-reddit/, 18.01.2015 • Sorkin, A. R., Merced, M.J.: “Murdoch Puts Time Warner on His Wish List” (Çevrimiçi): http://dealbook.nytimes.com/2014/07/16/rupert-murdoch-said-to-have-made-offer-for-time-warner/?_r=0, 18 197 TÜKETİM TOPLUMU VE TELEVİZYON DİZİLERİ: MEDCEZİR ÖRNEĞİ Sinem ARSLAN Özet: Yirminci yüzyılda tüketim alanında yaşanan gelişmeler günlük hayatımızda büyük dönüşümlere yol açmıştır. Tüketime ekonomik açıdan bakıyor olsak da tüketim kültürel bir yapıya da sahiptir. Jean Baudrillard’a göre günümüzde tüketim, kodlar ve kurallarla düzenlenmiş tutarlı bir göstergeler sistemi olarak yorumlanmalıdır. Kitle iletişim araçları; televizyon, radyo, basın, reklam bir göstergeler ve iletiler bütünüdür. Özellikle televizyon dizileri kullandıkları lüks ürünler, eşyalar, evler, arabalar yoluyla insanları daha çok tüketmeye sevk ediyor. Diziler yoluyla insanlar lüks kıyafetleri, mücevherleri, evleri istemeye ve zengin yaşamı arzulamaya davet ediliyor. Dizilerdeki karakterlerin bir takım eşyaları, kullandıkları ürünler, piyasaya sürülüp tüketicinin bu ürünleri satın alıp tüketmesi tüketim toplumunun daha da yaygınlaşmasına yol açıyor. Bu çalışmada özellikle televizyonun tüketim toplumuna özellikle diziler aracılığıyla nasıl yol açtığı üzerinde durulacak ve Medcezir dizisinden örnekler incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Tüketim toplumu, televizyon, televizyon dizileri CONSUMPTION SOCIETY AND TELEVISION SERIES: THE CASE OF MEDCEZIR Abstract: In the twentieth century developments in the field of consumption has led to major transformations in our daliy life. Even though we’re looking at an economic standpoint of consumption,consumption has a cultural structure.According to Jean Baudrillard,the consumption it must be interpreted as a semiotic system regulated of codes.Mass media; television,radio,press,advertising is a set of indicators and messages.Especially as the television series that they use luxury products,items, houses ,cars encourages people to consume more.Through television series,viewers are invited to desire rich life,luxury clothes,houses,jewels in short everything about wealth..A team of characters in the television series,the products they use is applied to the market and consumers purchase these products paves the way for the further spread of the consumption society to consume. In this study,we will focus on how the consumption society especially caused through arrays of television,and will be given examples from the Medcezir. Keywords:Consumption society,television, television series 198 Giriş Son yıllarda baş döndürücü bir hızla gelişim gösteren teknoloji yaşamın her alanında etkisini göstermektedir. Teknolojinin insana sağladığı en büyük araçlardan biri olan televizyon günümüzde insanların en çok vakitlerini geçirdikleri bir araç konumunu almıştır. İnsanlar günlük hayatlarının yorgunluğunu ve stresini üzerlerinden atmak için yarışma, dizi gibi programlar izlemektedirler. Özellikle diziler akşam saatlerinde insanların kafalarını boşaltıp hayatlarındaki stresi unutmaları için insanlar üzerindeki en büyük etki oluşturur. Dizilerde gösterilen karakterler gibi yaşamak, onlar gibi giyinmek ve onların kullandıkları şeyleri kullanmaya özendirilmektedirler. Bunun içinde tükettikçe daha da tüketmek ihtiyacı duyulur. Eğer bunları yapamıyorsa bir adım geridedir ve bunlara sahip olabilmek için ne bedel ödemesi gerekiyorsa bu bedeli ödemeye hazır durumdadır. Bu çalışmanın amacı diziler yoluyla nasıl tüketim toplumu haline geldiğimizi ortaya koymak ve Medcezir dizisinden örneklerle desteklemektir. Bu çalışmanın yöntemi, dizi üzerinden örnekler yoluyla incelemeler yapmaktır. 1.Tüketim Toplumu Kavramı ve Oluşumuna Etki Eden Unsurlar 1.1 Tüketim Toplumu Tüketim toplumunun ortaya çıkışı, endüstrileşme sürecinden kaynağını alan Fordist üretim sistemine dayanmaktadır. Daha sonrasında kitle üretiminin ortaya çıkması, işletmecilik ve pazarlama eğitiminin kurumsallaşması ve “önce al sonra öde” olanağı veren taksitli alışverişin ortaya çıkması, üretim toplumunu, tüketim ve tüketicilerle şekillendiren tüketim toplumuna dönüştürmüştür.(Yanıklar,2006: 76). Süreç sonrasında tüketime eleştirel bakan yaşlı bir kuşaktan, tüketime yaratıcığın ve ekonominin dinamosu olarak bakan genç ve dinamik bir kuşağa doğru bir kayma gerçekleşmiştir.(Robins,1999:175-176) Tüketim toplumu denilince, tüketim davranışı sergileyen insan beraberliği değil, aynı zamanda “tüketici davranışını” devam ettiren, pekiştiren, yeniden-üreten üstyapısal düzenlemelerden bahsedilmektedir. Tüketim toplumunun bileşenlerini tüketici doldurur. (Alpman ve Göker,2011:115) Tüketim toplumunun ayırt edici özelliği; kişilerin ihtiyaç için tüketmeleri değil tüketimin tek başına bir amaç ve ihtiyaç durumuna gelmesidir; insanlar hafta sonlarını temiz havaya çıkıp arkadaşlarıyla sohbet ederek geçirmek yerine alışveriş merkezlerine gidip gezmeyi tercih etmektedirler ve bu tür yerlere gidenler bazen hiç işlerine yaramayacak şeyler alabilmektedirler.(Çınar ve Çubukçu,2009:279) Özellikle çalışan insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için alışveriş yapmamakta, haftanın stresini atmak için de alışveriş yapmaktadırlar.(Aslan,1996:14) Tüketim toplumuna ait değerlerin yerleşim göstermesinde özellikle televizyonun büyük etkisi görülmektedir. ABD ve Avrupa kaynaklı dizi ve filmlerde gösterilen yaşam tarzı, tüketim modeli oluşturup, giyim biçiminden ev döşeme tarzlarına kadar pek çok şeyde bize rehberlik oluşturmaktadır. Aynı şekilde ülkemizde yayınlanan pek çok dizilerde ve filmlerde de bunları açıkça görmekteyiz. Tüketim toplumunu belirleyen şey kitle iletişiminde günlük haberin evrenselliğidir. Kitle iletişiminin bize sunmuş olduğu gerçeklik değil asıl olan bu sunduğu gerçekliğin baş döndürücü olmasıdır. İletilerin içeriği, göstergelerin gösterilenleri büyük ölçüde önem taşımaz. Biz bu iletilerin önemsizliğine bağı değiliz ve medya bizi dünyaya göndermez, medya bize göstergeler olarak göstergeleri, bununla birlikte gerçeğin teminatıyla doğrulanmış göstergeleri tükettirirler.(Baudrillad,1997:27) Tüketim toplumu var olabilmek için nesneleri yok etmeye ihtiyaç duyar. Nesnelerin yok edilmesinde yaratılan değer büyük önem taşır. Nesneler sadece yok etmede gereğinden çok vardırlar ve yok oluşlarında zenginliğe tanıklık ederler. Her durumda yok etme ister şiddetli ve simgesel biçimi altında olsun ve isterse sistematik ve kuramsal yok edicilik biçimi altında olsun endüstri sonrası toplumun başat işlevlerinden biri olmaya adanmıştır. (Baudrillad,1997:45) 1.2 Küreselleşme ve Tüketim Toplumu Küreselleşme, Kapitalizmin dönüm noktasından birini oluşturur. Bu kavram ağırlıklı olarak 199 1980’den sonra gündeme yerleşmeye başladı. Genel olarak küreselleşme, ülkeler arasındaki ilişkilerin yaygınlaşması ve gelişmesi, ideolojik ayırımlara dayalı kutuplaşmaların çözülmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi ancak, birbiriyle bağlantılı olguları içerdiği, bir anlamda maddi ve manevi değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin milli sınırları aşarak dünya çapında yayılması olarak tanımlanıyor. Küreselleşme, uzak yerleşimleri birbirlerine, yerel oluşumların millerce ötedeki olaylarla biçimlendirildiği ya da bunun tam tersinin söz konusu olduğu yollarla bağlayan dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşmasıdır.(Giddens,2004:69)Küreselleşmeyle birlikte özellikle yirminci yılın son çeyreğinde teknoloji ve haberleşmede görülen gelişmeler sonucu dünyanın iyice küçülmesi, ekonomik ve siyasal sınırların giderek ortadan kalkması ve sonuç olarak maddi değerlerin milli sınırları aşarak dünya çapında yayılması ile ülkeler ve milletler arasında iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel temas ve etkiler artmıştır. Bu yakınlaşma ekonomik açıdan, dünyanın bir Pazar yeri haline gelmesini ve tüketicilerin homojen davranışlarda bulunmasını içerir. Yenidünya düzeninde toplumlar, diğer toplumların sahip oldukları yaşam standartlarını, ulaştıkları refah düzeyini görebilmekte, yabancı TV dizileri, tüketicilerin yaşam kalitelerini yükseltmek için benzer tüketimde bulunmalarıyla sonuçlanmaktadır.(Ferman,1989:28) Küreselleşme, dünya ekonomisinde tüketim kalıplarında da etkilidir. İnsanlar daha fazla gelire sahip olmak ve daha çok tüketmek eğilimine girmişlerdir.(Ilgaz,2002:327) İnsanlar reklamlarda ve televizyon ekranlarında gördüklerini hemen elde etmeye yönelmektedirler. (Ilgaz,2002:328) Küreselleşme, kapitalizmin günümüzdeki boyutu ve görünümü onun dünyaya dağılması ve yayılması, dünyayı kuşatması ve ileri aşaması olan emperyalizmin yeni ismidir. Kapitalizm temel dayanağı sermayedir ve özü itibariyle “ölü emektir” ve ancak vampir gibi canlı emeği emmekle yaşayabilir ve ne kadar çok emek emerse o kadar çok yaşar. Küreselleşme döneminde insanların yaşamının anlamı tüketime bağlıdır. İnsan tüketiyorsa vardır, anlamlıdır. Eğer tüketmiyorsa yoktur, anlam ifade etmez. Tüketim toplumunun temel bileşeni bedendir. Küreselleşmenin inşa ettiği dünyamızda insan tüketici konumuna indirgenir.”Tüketiyorum öyleyse varım “ temel slogan durumunu almıştır. 1.3 Medya-Reklam ve Tüketim Toplumu Günümüzde tüketiciler açısından medya ve reklam önem taşır. İnsanlar, gereksinimlerini reklam ve medyaya göre belirler. İhtiyaç ortaya çıktığında bu ihtiyacın nasıl bir ürünle giderilebileceği konusunda medya ve reklamın tesiri bulunmaktadır. Reklam, insanların belirli bir konu hakkında bilgi sahibi olmalarının, istenilen tutumu geliştirmelerini ve davranışta bulunmalarını hedefleyen planlı bir iletişim faaliyetidir. Reklamı savunmak adına ileri sürülen görüşler, reklamın ekonominin önemli bir parçası olduğu ve temel işlevinin insanların tüketim ürünleri konusunda bilgilendirmek ve satılmasını teşvik ettiği şeklinde özetlenebilir.(Gürgen,1996:434) Reklama eleştirel olarak bakanlar günümüzde insanların bir yanılsama dönemi yaşadığını iddia ederler.”Bu yanılsamalar günümüz insanının zihnini köreltip, aklı da devre dışı bırakarak insani fonksiyonlarını yitirmesine yol açarken, neyin gerçek neyin gerçekdışı olduğunun ayırt edilmesini de güçleştirdiler. İnsanlık, kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılan yanılsamalara karşı direniş göstererek onları deşifre edeceği yerde, yanılsamaları benimsedi. Hiç kimsenin neler olup bittiğini merak etmek gibi bir çabası da yok. Herkes hayatından memnun, herkes kitle iletişim araçlarına sonsuz bir güven duyuyor. Zihinler adeta medyanın tarlası. Medya ne ekerse onu biçiyor!”(Çetinkaya,1992:15). Reklamcı, hedef kitlesini ikna edebilmek için duygusal faktörleri kullanır. Bu duygusal faktörlerin tüketicinin karar vermesinde büyük bir etkisi vardır. Reklam, insanlara devamlı olarak yeni ürünlerin daha başarılı ve mutlu yaşam sürdürmelerini sağlayacağını söyler. Tüketim isteğini canlı tutabilmek için tüketicileri yeni ürünler kullanmaya yöneltirler. Sistemin öngörüsü ve reklamların yardımı sayesinde ürünlerin kitlelerin mutlak ihtiyacıymış gibi gösterilip çok önemli olduğu imajı verilmeye çalışılır. Reklam dolayısıyla tüketiciler, toplum yaşamında değil kendi hayatında bir eksiklik duyar. Reklam sürekli alt-orta sınıf insanlarına bu eksiklikleri anımsatır. Tüketim toplumunun da geçerli olan düşünme şekli, 200 gereğince çok maddi varlığa sahip olmaktır. Reklam, birtakım şeylerden yoksun olduğumuz düşüncesine bizi ulaştırır. Günümüzde insanlar markaları insanları değerlendiriyormuş gibi değerlendirmeye alıyor ve markalar da özelliklerini tüketicilere iletmek istiyor ve bu yolla arzuladıkları imajı oluşturup tüketicilerin zihinlerinde istenilen konuma ulaşmanın yolunu aramaktadırlar. Bu aşamada reklamlar oldukça önem arz ederler. Marka imajının yaratılıp tüketicilere aktarılıp benimsenmesinin sağlanmasında, bağlılık ve sadakatin yaratılmasında reklamlar büyük bir konuma sahiptir. Nuri Bilgin’e göre tüketim toplumunda reklamların ve kitle iletişimlerinin yarattığı ve sunduğu bir dünyada insanlar ”herkes kral olup zirveye çıkabilir” düşüncesine sahip.(www. sosyologsevgi.blogcu.com) Günümüz insanını reklamdan kopuk olarak düşünmek imkansızdır. Sıradan bir birey, okuduğu gazetede, izlediği televizyonda, aldığı cep telefonunda binlerce kurum ve kuruluşlara ait olan yüz binlerce reklam mesajları ile karşı karşıyadır. İnsanlar medya araçları aracılığıyla gördükleri, izledikleri, okudukları şeylere sahip olmak ihtiyacı duyuyorlar. Televizyondaki yarışmalar, film oyuncuları, kadın programları kahramanları, dizilerin varlığı tüketim toplumu şirketleri ve uzmanları için büyük önem taşır. Çünkü bu kahramanların giydikleri, takıları, tükettikleri gıda ürünleri karşılarına model alınacak olarak çıktıkları bu kahramanların imajı tamamen toplumsaldır. (www.sosyologsevgi.blogcu.com/tuketim-koleligi).Çünkü üzerinde taşıdıkları ve tükettikleri markaların birer yayıcısı, o ürünlerin toplumda kullanımının yaygınlaşmasını sağlarlar. Örneğin, sinema yıldızının oynadığı filmde tükettiği Winston marka sigaranın hayranları tarafından aktörle özdeşleşme yaşayacağı ve sonuç olarak beğendiği aktörün tükettiği sigarayı tüketmeye başlayacağından hareket edersek uzmanlar sigarayı satabildikleri en üst miktarda satmayı hedefler. ”Sevgililer günü”, “Anneler günü” , “babalar günü “ gibi önceden belirlenmiş günler, insanlar alışveriş merkezlerinde normalinde üstünde çaba göstererek gittikleri yerlerdir. Bu günlerde özellikle ne tür hediye alınması gerektiği medyalar tarafından belirlenip ve belirtilerek insanlar yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Markaların ve reklamların tüketimi artırdığı ve topluma ve bireylere olumsuz etki yarattığı yönde eleştiriler bulunmaktadır. Son yirmi yılda gitgide artan bu eleştiriler yaratmış olduğu mücadeleyle yeni hareket ve birliktelikler getirmiştir. 1.4 Moda ve Tüketim Toplumu Moda; adet, örf ve gündelik temalar üzerinde sosyal olarak onaylanan geçici değişikliklerdir. Moda devamlı bir süreç olduğu için devamlı olarak tortu bırakma gibi bir özelliğe sahiptir. Devamlı değişikliğe sahip olan her sosyal yaşam alanı, modanın istilası ile karşı karşıyadır.(Dönmezer,1984: 434).Modayı belirgin kalıplarla iç içe geçmiş bir toplumsal davranış olarak görmek mümkündür. Moda aslında hayranlıktan kaynaklanan taklit değil rekabet olgusunu da içinde bulundurduğu için eşitlik yaratmaya yönelik bir mana barındırır. (Çınar ve Çubukçu:2009:283) Modanın yayılmasında etkili olan en önemli araç reklamdır. Moda ve reklam işlevleri dolayısıyla birbiriyle bağlantılıdır ve ilgi uyandırmak, dikkat çekmek ve bunu devam ettirmek temelinde vardır. Moda önce belirli topluluğun değişik ve yeni olanı kabul etmek ile başlar sonra ise başka bireylerin onları taklit etmeleriyle yayılmaya başlar. Zaman geçtikçe moda öncülerinin farklı olmak istekleri yeni bir moda dalgasının başlamasına sebep olur. Bu yüzden moda yaratıcıları yeniliklerini öncelikle moda öncülerine sunarlar.(Gümüş ve Üstün,1992:25) Moda, kültür ve topluma egemen olan her akım gibi yenilikçi bir duyarlılıkla toplumun tüketim yapısını etkiler. Modayı takip etme isteği tüketilmekte olan ürünlerin değişik şekillerinin tekrar tüketilmesini gerektirmektedir. Tüketiciler, neyin, nasıl ve hangi tüketim topluluğuna girmek için tüketileceğini, modadan öğrenirler. Modaya bu açıdan baktığımızda kültürel değişmeye sebep olan kitle tüketiminin bir parçası olarak kabul edilebilir.(http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunisosbil/article/view/1020002629) 1.5 Gösteriş Tüketimi ve Tüketim Toplumu Veblen,1899’da yayınladığı “TheTheory of TheLeisure Class” eserinde ele almış olduğu gösteriş tüketimi teorisinde, bu tüketimin eskiden beri toplumda var olduğunu belirtir. Veblen’e göre tüketimin bu yapısının değişmesi kolay değildir. Toplumlarda itibarın kıstası para gücü, para gücünü kanıtlamanın şartı da zengin bir yaşam, gösteriş tüketimidir ve bu gösteriş tüketimi sadece zengin sınıfa mensup değildir alt sınıflara kadar da inebilir. (Çınar 201 ve Çubukçu,2009:284) Tüketim davranışlarının sosyal statüyü gösteren araç olarak görülmesi Veblen’in temel hareket noktasıdır. İnsanların sosyal statüsü, başkaları tarafından gözlemlenebileceği varsayılır. İnsanlar, tüketim kalıplarını statü getiren mallar ve ihtiyaçlar içinden tercih ederek belirlemektedir. (Açıkalın ve Erdoğan,2004:8)Bu teorik çerçeve Veblen’in ortaya çıkardığı ‘gösteriş amaçlı tüketim’ ana fikrine dayanmaktadır. Gösteriş tüketimi, kişilerin yalnızca kendi tatmini için değil, başkalarının gözünde değer kazanmak için yapılır. Kişinin davranışında toplumun sosyal ve kültürel yapısının gösteriş merakı karşısındaki tutumu büyük önem taşır. Kişi, bulunduğu sosyal sınıf içinde başkalarının hayranlığını kazanmak, lider olup statüsünü sağlama almak gibi hareketler içinde bulunabilir. Ekonomik olarak gelişmiş toplumlar sosyal sınıf içinde statüsünü sağlama almak ve itibarında artış sağlamak amacıyla yapılan gösteriş tüketimi daha çok kendini gösterir. (Çınar ve Çubukçu,2009:284) Türkiye’de orta tabakalar hayat tarzı bakımından gelişmiş ülkelerden büyük farklılık göstermemektedir. Genel olarak itibarı yüksek tüketim mallarına verilen önemin sürmesi ve ev eşyası, mutfak eşyalarına ilginin artış göstermesi görülmektedir. (Çınar ve Çubukçu,2009:284) 1.6 Türkiye’de Tüketim Kültürü ve Yaşam Tarzlarının Medyadaki Yansımaları Türkiye’deki bugünkü medya ortamları magazinleşen söylem ve içeriğiyle devamlı izleyicileri tüketime yönelten bir çerçeve oluşturmaktadır.(Dağtaş,2009:63) Kitle iletişim araçları varlıklarını tüketim kültürü dizgelerine borçlu oldukları için ekonominin genel işleyişinden de kendilerini ayıramamaktadır. Bu nedenden dolayı arz talep ilişkisi etrafında hareket etmektedirler. Tüketimin yaşam tarzına dönüşmesinde kitle iletişim araçlarının önemli etkisi vardır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde medya aracılığıyla kitleler olabildiğince tüketici olmaya ikna edilmekte ve çok harcamaya, yok etmeye dönük bir tüketim alışkanlığı yaratılmaya çalışılmaktadır. Tüketim kültüründe , “Sadece düşünmeyin, var olan sistemi sorgulamayın, bugünü yaşayın, yarın ne olacağım telaşına düşmeyin”, temasının topluma iletişim araçları aracılığıyla sürekli enjekte edildi.(http://www.hurriyet.com.tr/strateji/10687736. asp) .Medyanın buradaki amacı ise insanlara asıl ihtiyaçlarını karşılayacak ürünleri vermekten çok onlara tüketim ürünleriyle beraber değerlerle özdeşleştirecekleri kimlikler sunarak yapay kimliklerin satın alınmasını sağlamaktır.Türkiye’de bürokratik mekanizmaların haberden dramaya bütün programlara yansıdığı TRT’nin yayıncılık anlayışının karşısına yeni içerik ve türlerle çıkan ticari televizyon kanalları, demokratik ve çoğulcu bir alternatif yayıncılık sağlayamamışlardır(Dağtaş,2006:23). Pek çok Amerikan televizyonundan alınarak yerelleştirilen soap opera, reality show, durum komedileri gibi formatlar egemen tüketim kültürünün ve yaşam tarzlarının yeniden üretilmesinin araçları olmuşlardır(Adaklı,2001:145-203).Bu programlar ve reklamlar, izleyiciyi tüketim kültürü alışkanlıkları içinde konumlandırırken ayrıca bütün medya metinlerinde egemen söylemlerin temsili ön plana çıkar. Bu söylemler modern tüketim kültürü söylemleri olduğu kadar geleneksel ataerkil söylemlerde olmaktadır. Medyanın temsil ettiği temsil sürecinde azınlıktaki görüşleri dışlayıp çoğulluğun medyası olmaktan dışarı çıkmıştır. Bir anlamda; medya azınlığın çıkarlarını çoğunluğun çıkarlarına dönüştürürken çoğunluğu temsil ettiği yanılsaması yaratmaktadır(İnal,1999:13-36). Farklılıklara hitap etmek yerine her program türü ve içeriğinde ortak payda mümkün olduğunca çok sayıda izleyiciyi ekrana bağlamak olmaktadır. Reklam gelirlerinin düşürme endişesi içinde bulunan ticari televizyon kanalları da reklam pastasından alınan payı artırmaya yönelim içerisine girmektedir. Bunun sonucunda medya metinlerinde çeşitlilik ve farklılık yerine homojenleşme ve benzeşme görülmektedir. Bu programlar farklı kanallarda neredeyse aynı zamanda yayınlanmaktadır.1980 yılıyla beraber Türkiye’de küreselleşme sürecinin de etkisiyle artık kamusal yarar düşüncesi ihmal edilmiş ve medya hızla tüketimin kalıplarına göre şekillenmiştir. Bu düzen dolayısıyla izleyiciler yurttaş konumunu değil tüketici konumunu almıştır. 202 2.Televizyon Olgusu ve Kitle İletişim Aracı Olarak Televizyon Televizyon, ortaya çıktığı andan itibaren insanoğlunun hayatına her alanda girmiş ve vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Televizyon, belli bir toplumsal yapının siyasal, ekonomik, teknolojik ve kültürel ürünüdür(Erdoğan ve Alemdar,2001:169) .Diğer kitle iletişim araçlarıyla kıyaslandığında televizyonun ön plana çıktığı ve her geçen gün teknolojik gelişmelerle birlikte kendini yenilediği ve birçok gereksinimi karşıladığı görülmektedir. Televizyon temelde haber verme, eğitme, eğlendirme işlevlerini içerir. Gelişmiş ülkelerde enformasyon kaynağı olarak görülen radyo ve özellikle televizyonun enformasyonun dağıtımındaki önemi gün geçtikçe artış göstermektedir. Bu bağlamda, belli bir toplumsal yapının, ekonomik, siyasal, kültürel ve teknolojik ürünü olan televizyon gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak hızla yaygınlaşmaktadır. İrfan Erdoğan’a göre kitle iletişim, yönetici sınıfların ya da egemen güçlerin tek yönlü olarak yukarıdan aşağı kitleye doğru yaptıkları iletişimdir.(www.irfanerdogan.com)Çoğunlukla tek taraflı işleyen ilişkilere dayanan birinin verici diğer taradın da alıcı olduğu kitle iletişiminde gönderici ve alıcı arasında yüz yüze bir ilişki olması imkansızdır.Kurumsallaşma ve uzmanlaşmanın olduğu bu iletişim türünde gönderici mesajını gazete, radyo ve televizyon gibi mekanik araçlar vasıtasıyla kısa zamanda hızlı ve sürekli biçimde alıcıya iletmektedir. Kitle iletişimden söz edebilmek için;baskı teknikleri ve basım sanatının gelişmesi,bu basılı metinleri tüketecek kitle ve ortamın oluşmasının yanında bu kitlenin belirli bir kültür ve gelir düzeyinde olması ve son olarak ise toplumdaki insanların birtakım haklara sahip olmaları gerekmektedir( Işık,2000: 32). Televizyon gündelik hayatımızın öylesine ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir ki, kendimize en yakın bildiğimiz arkadaşlarımız, dostlarımız hatta aile bireyleri için kullandığımız deyimlerle ‘içimizden biri’, ‘bizden biri’dir, ailemizin bir üyesidir(Mutlu,1991:10).Televizyon, Erol Mutlu’nun “Televizyonu Anlamak” adlı kitabında değindiği gibi sadece teknolojik bir ilerlemenin sonucu olan bir iletişim aracı değildir. Eğitim düzeyi, gelir durumu, dünya görüşü, yaşı, cinsiyeti farklı olan milyonlarca insanın hayatında bir yeri olan televizyon, bu insanlarla belki de daha derin bir ilişki içindedir. Ayrıca televizyon, sadece “teknolojik bir araç değil aynı zamanda, toplumsal, kültürel ve endüstriyel bir biçimdir(Mutlu,1991:16). Televizyon programları ve bu programların içeriği ile ilgili yapılan eleştirileri ele alırsak ki bu eleştirilerin bir kısmı yine televizyon programlarında ve günlük gazetelerde yapılmaktadır, bu eleştirilerin televizyonun teknolojik yapısından çok, televizyonun ortaya koyduğu sosyo-kültürel yapılarla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu nedenle Mutlu, televizyonu toplumsal ve kültürel bir yapı olarak ele almıştır. Televizyon kelimesinin anlamı, uzağı görmektir. Aynı zamanda kültür kavramının da ortak sembollerin anlamlandırma süreci olarak tanımlanabileceğini düşünürsek, televizyon sadece teknolojik bir iletişim aracı değil, aynı zamanda kültürü oluşturan ve birçok kişiye aynı anda ulaşabildiğinden, kültürü oluşturan ve aynı zamanda bu kültürel imgelere ve olgulara yaygınlık kazandıran bir araç olarak da düşünülebilir. Neil Postman,”Televizyon: Öldüren Eğlence” isimli kitabında televizyonun diğer kitle iletişim araçlarından farklı yapıda olduğundan bahsetmiştir. Postman’ın belirttiği gibi, televizyon mesajlarını görsel imajlar kullanarak aktarmaktadır, televizyonda mesajlar konuşmalar yerine görüntülerle anlatılmaktadır(Postman:1994:16). Televizyon hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir, hatta merkezileşmiş, toplum bireylerinin politika, spor, eğitim, bilim, din gibi konularda bile kavrayış biçimlerinin tamamen şekillendiren bir yapı haline gelmiştir. Bunun sebebi bu konuların bile televizyonun ilgi alanı içinde olmasıdır(Postman:1994:90). 2.1 Dizi ve Seriyal Kavramları Televizyon çıktılarının büyük bir bölümü drama dizileri ve seriyallerden oluşmaktadır. İki formatta aynı mekan ve karakterler içeren bölümleri vardır ama dizide bir bölüm bittiği zaman bütün olaylar çözümlenmiş haldedir seriyalde ise olaylar o bölümde merak edici şekilde sona ermekte, gelecek bölüme çözüme kavuşmamış olaylar olmaktadır. Günümüzde televizyon dizileri dizi seriyaller örnek oluşturmaktadır.”Bu birleşik formatta her bölüm 203 açılıp kapanan bir öyküyü anlattığı gibi, devam eden bir öyküyü de anlatmaktadır; böylelikle izleyicinin bir hatta birkaç bölümü kaçırmış olması, onu programdan uzaklaştırmaz; üstelik devam eden öykü dolayısıyla programa bağlı izler kitle oluşturabilmektedir”(Mutlu,1991:200). Diziler; popüler diziler, belgesel-dramalar, soap-operalar, durum komedileri gibi alt türlere ayrılmaktadır. Konularına göre diziler ise şöyledir; (Çelenk,2005:306) 1)Aile dizileri: Belli bir aile temel alınarak aile üyeleri, akrabalar ve onların sosyal çevrelerinde yaşanan ilişki ve çatışmalar ekseninde ilerleyen diziler 2)Cemaat dizileri: Kentlerin apartman ve mahalle gibi yaşam alanlarındaki cemaat ilişkilerini konu alan diziler 3)Şarkıcı-sanatçı dizileri: Ünlü bir sanatçı ya da şarkıcının ana karakter olarak merkeze alındığı ve çoğu kez onun yaşam hikayesinden ya da popüler bir şarkısının sözlerinden esinlenerek geliştirilen diziler. 4)Çalışma yaşamını ve iş ilişkilerini merkeze alan diziler: Genellikle polis, hukukçu ya da medya mensubu olan eğitimli, orta ya da üst-orta sınıftan insanların belli bir suç olayını aydınlatmak üzere verdikleri mücadeleleri bu mücadele kapsamında karşı karşıya kaldıkları riskleri ve iş çevrelerindeki diğer insanlarla olan ilişkilerini anlatan diziler 5)Zenginlerin yaşamlarının konu edildiği diziler: Üst ya da üst-orta sınıftan insanların aşk, para ve iktidar mücadelesi çerçevesindeki ilişkilerini işleyen diziler. 2.2 Televizyon -Dizi ve Tüketim Televizyon aracılığıyla tüketim toplumu oluşturmada ilk basamak; kitleyi televizyon tiryakisi yapmak ve onları bu görsel büyücünün etki alanına almaktır. Televizyon kitleler arasındaki genel olarak bir eğlence aracı olarak görülmektedir.Televizyonun içeriği yapılırken de eğlence aracı imajına zarar verilmez(www.enfal.de/tele.htm.)Televizyonda söylem büyük oranda görsel imajla yansıtılır. Televizyon, konuşmayı bize sözcüklerle değil; görüntülerle aktarır. Bu sebeple içerik, imajın arkasında yok olur. Televizyon tarafından kötü ilan edilen bir kişi, ne kadar doğru söylese de, toplum tarafından kötü biri olarak görülmeye devam eder. Diziler şüphesiz ki her dönemde izleyiciler tarafından kabul görmüştür. Bazı dizilerin ömrü kısa sürse de çoğu diziler de toplum tarafından kabul görmüş ve beğeniyle takip edilmiştir. Diziler gösterdikleriyle ve dizi kahramanlarının yaptıklarıyla insanları daha çok tüketime yönlendiriyor. Popüler televizyon dizileriyle, insanlar tüketim toplumunun değerlerinin etkisinde bırakılırken, onlara gerçeklik duygusunu tehdit eden imaj ve bilgi dünyası sunulmaktadır ve gerçek ve hayal arasında ayrım silik hale gelmektedir(Featherstone,2005:144, aktaran Aydın,2014:6276). Dizideki karakterler ile izleyiciye sunulan tüketime ait değerler, kalıplar, yaşam tarzları, cinsiyet rollerinin kabulü kolay hale gelmektedir.(Aydın,2014:6276) Dizilerde ülkede yaşayanların ortalama yaşam standardının üzerinde bir yaşam seyirciye gösterilmektedir, senaryodan ibaret olan bu yaşam standardının toplumun genelinde varmış gibi bir izlenim verilmektedir. Dizilerde, izleyicilere model olarak sunulmuş kişiler gibi yaşayabilmek, onların giydiklerini giyebilmek, kullandıkları ürünleri ya da markaları kullanabilmek belirli bir gelire sahip olmayı gerekli kılar. Bu dizileri az gelir sahibi olan kişilerde izlemektedir. Bu kişilerin amaçlarına ulaşabilmek için hırsızlık, gasp gibi suç işleme yoluna başvurabilir. Aileler çocuklarının isteklerini reddetmesi çocuklarda yoksunluk ya da kırgınlık duygusunun oluşmasına neden olabilmektedir.(Baran,2014:173) RTÜK Üst Kurul Üyesi Esat Çıplak’a göre; dizi yapımları bir nevi seri imalata dönüşmüş durumda. İnsanlara bu lüks gösterilirken nerden geldiği konusunda bir bilgi verilmediğini söylüyor. Şehir kenarında yaşayan veya kırsal kesimde yaşayan zor geçinen insanların kızları, oğulları bunlardan nasıl etkilendiğine dikkat çekiyor. Lüks hayat için emek harcamaya gerek yokmuş gibi gösterildiğini belirtiyor. Bu algının toplumu tehdit ettiğini söylüyor ve televizyon dizilerinin tüketim ideolojisinin bir enstrümanı gibi çalıştığını ifade ediyor. (www.sozgazetesi.org) En çok akılda kalan dizilerden örnek olarak şunları gösterebiliriz; Sıla (2006) Yasın Uslu ve Gül Oğuz tarafından çekilen dizide Sıla İstanbul’da köklü bir ailenin evlatlık kızı olarak büyütülmüştür, gerçek ailesinin öldüklerini sanmaktadır, ancak bir gün ağabeyi ve babası, annesinin ölüm döşeğinde olduğunu ve onu görmek istediğini, 204 söyleyerek çıkagelirler. Gerçek annesini merak eden Sıla Mardin’e gelir ve berdel kelimesinin anlamını öğrenir. Ağabeyinin düğünü için hazırlandığını sanan Sıla, aslında kendi düğünü için hazırlanmaktadır, çünkü ağabeyi Azad Genco aşiretinin kızı Narin’i kaçırmıştır. Kan dökülmemesi için zorla evlendirilen Sıla artık Genco aşiretinin gelini ve Baran Ağa’nın eşi olmuştur. İstanbul’daki ailesi Sıla’yı merak ederek Mardin’e gelmek istemekte fakat yolda geçirdikleri kaza ile hayatlarını kaybetmektedirler. Bütün miraslarını Sıla’ya bıraktıkları anlaşılınca, Sıla İstanbul’la kaçma planları yapmaktadır. İstanbul’da ve Mardin’de yaşanan evler, hizmetkârlar, para sahibi olan kadının törelere direnebileceği ve benzerleri ile paranın yapabileceklerine ilişkin örnekler izleyiciye sunulmaktadır(www.kutaksam.karabuk. edu.tr) Bu dizide Sıla tokası piyasaya sürülmüştü ve genç kızların bu ürünü alıp tüketime yönlendirilmesine neden olmuştur. Aşk-ı Memnu (2008) Hilal Saral tarafından yönetilen dizi Halit Ziya Uşaklıgil’in aynı adlı romanından televizyona uyarlanmıştır. Dizi babasının ölümünden sonra Bihter Yöreoğlu’nun kendinden yaşça büyük iki çocuk sahibi zengin bir iş adamı olan Adnan Ziyagil ile evlenmesi ile başlamaktadır. Evliliğinde istediği mutluluğu bulamayan Bihter aynı yalıda yaşayan eşinin yeğeni Behlül’le yasak aşk yaşamaya başlamaktadır. Bihter’in annesi Firdevs de romatizmalarını bahane ederek yalıya taşınmaktadır. Adnan Bey’in baş düşmanı Hilmi Önal olarak gösterilmektedir. Dizi boyunca bireyler yalının bahçesinde gezerken, akşam yemeği için hazırlanırken dahi dışarıya çıkılacakmış gibi kıyafetler içinde görülmektedir. Giyim, zayıflama, kilo alma üzerine sohbetler yapılmakta, spor salonlarına gidilmektedir. Yaşanılan yalının her penceresinden deniz görülmekte, müzik odası, hobi odası gibi mekânlar yalıda yer almaktadır. Dizi, yaşam tarzı göstergeleri içermekte ve insanları tüketime daha çok yönlendirmektedir. Bu dizide Bihter karakterinin giydiği kıyafetler izleyici tarafından karış karış aranmıştır(www.kutaksam.karabuk.edu.tr)Bihter çizmesi adı ile çizmeler vitrinlerde yerini almıştı. Küçük Sırlar (2010) Timur Savcı tarafından yaratılan Türk gençlik drama dizisidir. 14 Temmuz 2010 tarihinde Kanal D’de yayınlanmaya başlamış, 29 Kasım 2010’da Star TV’ye geçmiş ve 2 Eylül 2011’de sona ermiş. Dizi İstanbul Etiler ‘deki gençlerin sıradışı hikayelerini ele alır. Dizi, başrol karakter Su Mabeynci’nin (Sinem Kobal) ve çevresindekilerin hayatları etrafında döner. Zengin, dominant annesinden yeterli ilgiyi göremediği için hastalıklı ve güvensiz bir yapısı olan Arzu, Su’yu çok seven ama bir yandan da onu çok kıskanan arkadaşıdır. Öykü aynı zamanda zengin bir iş adamının oğlu olan kötümser, çekici ve anarşist Çetin “Çet” Ateşoğlu (Burak Özçivit), okulun en popüler, en hızlı ve Çet’in üvey kardeşi olan Ayşegül Yalçın(Merve Boluğur), Çet’in yakın arkadaşı olan çapkın Ali(Kadir Doğulu), orta sınıf bir ailenin çocuğu olan Demir Karaman (Birkan Sokullu) ve Demir’in kız kardeşi Meriç’in (Ecem Uzun) yaşamları hakkındadır. (www.wikipedia.org/wiki/kücüksırlar) Dizide yaşları 17-20 arasındaki gençlerin entrika, gece kulübü, arasında geçen lüks araba, villa, şık elbiseleri gösteren bir dizidir. (http://www.mehmetozan-ozanca.blogspot.com) Lüks yaşamak, güzel kız veya erkeklerle gezmek, güzel giyinmek, lüks arabalara binmek önemli olarak gösteriliyor. Bunları yapabilmek için para gerekli ve parayı elde edebilmek için de üretmek lazım. Ama bunlar gösterilmeyip dizi sadece tüketmek ve tekrar tüketmek üzerine kuruluyor.(http://www.mehmetozan-ozanca.blogspot.com) 3.Tüketim Toplumu ve Televizyon Dizileri: Medcezir Örneği Medcezir, Star Tv’de yayınlanan, senaristliğini Ece Yörenç’in yaptığı ve Ali Bilgin’in yönetmenliğini üstlendiği drama türündeki televizyon dizisidir. İlk bölümü 13 Eylül 2013’te yayınlanmıştır. Dizi, Amerikan yapımı olan The O.C dizisinden uyarlamadır. İlk bölümün yayın sırasında #medcezir etiketi Twitter’da Türkiye çapında trend topic olarak ilk sırada yerini almıştır. Dizinin karakterleri ise şöyledir; (www.wikipedia.org) Yaman Koper (Çağatay Ulusoy) - İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde, sorunlu bir ailede büyümüş zeki bir genç. Çocukluğu dramlarla travmalarla dolu, küçük yaşta terk eden babasını bir daha hiç görmemiş, hayattaki tek rol modeli ağabeyi Kenan. Ama , Kenan Yaman’a farklı görünmeye çalışsa da çok masum biri değildir. Mira Beylice (Serenay Sarıkaya) - Mira, Faruk ve Sude çiftinin büyük kızı. Zengin ve güzel, cemiyet hayatının en renkli, en gözde kızıdır. Faruk ve Sude’nin büyük kızıdır. Önemli 205 iş adamı Mithat Civanoğlu’nun oğlu Orkun Civanoğlu ile flört etmiştir. Ama Mira bütün dünyanın sadece etrafında gördüğü gibi olmadığının farkındadır. Derin bir ilişki yaşamayı hayal ediyor. Bu aşkın kahramanı da Yaman Koper olmuştur. Selim Serez (Barış Falay) -Yoksul bir aileden gelip çalışkanlığı ve azmiyle (ve tam uçuruma yuvarlanacakken yardımsever birinin elinden tutmasıyla) hayatı değişmiş, başarılı bir avukat. Karısı Ender ile üniversitede başlayan aşkları, oğulları Mert’in doğumuyla perçinlenmiş. Ender Kaya Serez (Mine Tugay) - Ender Kaya Serez, ünlü iş adamı Asım Şekip Kaya’nın kızı, başarılı bir mimar. Üniversitedeyken Selim’e aşık olur, bugüne kadar tek gücü para zanneden Ender, Selimin “fakir karizmasından” bir hayli etkilenir ve tanışmalarından kısa bir süre sonra, babasının öfkesine rağmen evlenir, evlendikten kısa bir süre sonra da okumaya devam ederken oğlu Mert’i doğurur.1.sezonun sonunda Selim’le birlikte geçirdiği trafik kazası sonucunda hayatını kaybeder. Selim kurtulur ama Ender kurtulamaz ve sezon finalinde ölmüştür. Mert Asım Serez (Taner Ölmez) - Serez ailesinin tek oğlu Mert, varlık içinde büyümüş, süper zeki bir çocuk olsa da içine kapanık genç. Çocukken etrafındaki herkesten ileride olması büyükleri tarafından sempati ile karşılanıp desteklense de, bu durum yaşıtlarının etrafından uzaklaşmasına sebep olmuştur. Giderek yalnızlaşan Mert, çizgi romanlarında çizdiği kahramanlarla arkadaş olur. Yaman ile abi kardeş gibidirler. Eylül’ün erkek arkadaşıdır. Eylül Buluter (Hazar Ergüçlü) - Eylül, Mira ile aynı hayata gözlerini açmış, yaşadığı çevreden başka hiçbir şeyle çok da fazla ilgilenmeyen, ailesinin imkanlarından keyfince faydalanan hayat dolu, çok renkli bir kız. Mira’nın en yakın arkadaşıdır. Ünlü Plastik Cerrah Prof. Barış Buluter’in biricik kızı ve Mert’in kız arkadaşıdır. Sude Beylice (Şebnem Dönmez) - Çok güzel, bakımlı, çok şık ve sosyete ile iç içe olan bir kadın. Geçmiş hayatını, unutmuş ve herkese unutturmuştur. Zengin bir adamla evlenip sınıf atlama hayallerini Faruk’la tesadüfen tanıştıkları gün, gerçekleştireceğini anlamış ve bunun için elinden geleni yapmış, entrikalarla dolu bir kadın. Herkes tarafından (özellikle genç erkekler) beğenildiğinin farkındadır. Asım Şekip Kaya’nın karısıdır. Faruk Beylice (Murat Aygen) - Yatırım danışmanı, Mira ve Beren’in babası. Başkalarının paralarını borsada değerlendiriyor. Parayı seviyor, paranın sağladığı yaşama aşık. Hayatında ilk kez okul yıllarında Ender’e aşık olmuş. Bir süre flört etmişler, üniversite okumak için yurt dışındayken bir yandan da Ender’le evlilik hayalleri kurmuş. Sude’nin eski kocasıdır. Beren Beylice (Miray Daner) - Sude ve Faruk çiftinin kızları, Miranın küçük kız kardeşi. Dik başlı bir karaktere sahiptir. Asım Şekip Kaya (Can Gürzap) - 60’lı yaşlarında tanınmış iş adamı ve çok güçlü aynı zamanda zarif bir adam. Yenilgiyi ne iş hayatında ne de sosyal hayatında yaşamış bir adam. Cemiyet hayatının saygın ve hayatı merak edilen bir yüzüdür. Sude’nin kocasıdır. Sedef Kaya (Defne Kayalar) -Asım Şekip Kaya’nın kızı, Ender’in kardeşidir. Çılgın kişiliği yüzünden etrafındaki çoğu kişi tarafından sevilmemektedir. Faruk Beylice ile aşk yaşamaktadır. Günümüzde Medcezir dizisi iki sezondur televizyonda devam eden ve reytinglerde ilk sıralarda yer alan bir dizidir. Zenginlik içinde yaşayan insanların yanı sıra fakir bir mahalleden gelen gencin avukat sayesinde başını beladan kurtarıp onun yanında yaşamına devam etmesi dizinin temelini oluşturur. Fakir genç Yaman yan villada oturan zengin kız Mira’ya aşık olur ve aşk yaşamaya başlarlar. Dizi, oldukça gösterişli, havuzlu villalar, şirketler, milyonluk spor arabalarını insanlara gösteriyor. Bunu gösterirken de bunların kaynakları verilmiyor. Bu kadar büyük servetin nereden geldiği, bolluğun kaynağının ne olduğundan bahsedilmiyor. Öğrencilerin giydikleri kıyafetler, gittikleri yerler, mekanlar son derece lüks yerlerdir. Dizide yer alan kişiler sosyete diye tabir ettiğimiz zengin kişilerle arkadaştır ve kendinden olan insanları aralarına kabul 206 ederler. Fakir genç zengin kişiler tarafından küçümsenmekte ve laf atma telaşına girmektedirler. Gençler okulda daha çok vakit geçirmek yerine kafelerde, restoranlarda veya birbirlerinin evinde vakit geçirmekte özellikle Mira ve Eylül karakteri moralleri bozuk olduğunda alışveriş yapma ihtiyacı duymaktadırlar ve kendilerini alışveriş merkezinde bulmaktadırlar. Genç kızların giyim ve kuşamları okula gider gibi değil sanki dışarı çıkar gibidir ve bol topuklu ayakkabılar tercih edilmekte ve oldukça pahalı aksesuarlar kullanmaktadırlar. Dizinin karakterlerinden olan Eylül (Hazar Ergüçlü) eylulunnotlari.com adında bir blog açmıştır. Buradan moda, alışveriş hakkında yazılar yazmaktadır. Örneğin, Samsung Galaxy Note 3 ile uyumlu olan Gear modeli hem saat olarak kullanılan hem de arama yapıp, arayanlarla konuşabilme özelliğine sahiptir. Eylül bu ürün hakkında düşüncelerini paylaşmaktadır. Yazısının altına yapılan yorumlarda bu ürünü satın almak isteyen hatta babasına aldırmak isteyenler bile bulunmaktadır. (www.eylulunnotlari.com) “Dizide gördüm bende bu saati arıyordum çok güzel “(S,20.12.2013) “Ne zaman cıkcak pıyasaya babama aldırcam “ ( B,21.12.2013 “Of yha bu neeee cok guzel kesin aliorm eylulll ”m seni sevyrmm tarzlarimiz ayni seni senden daha cokk sevyrm ve cidden tarzlarimiz ayni iyiki actin bu siteyi cnmsn” (D,28.12.2013) “Aa ne guzel saat kac para eylulcum?” (Z.M, 28.12.2013) Ayrıca, #EyluleNotumVar etiketiyle @eylulbuluter ‘den bahseden ve tarzını video ya da fotoğrafla gösteren kişiler arasından seçerek yılbaşı alışverişine çıkaracaktır. Facebook sayfasında videonun altında yapılan yorumlarda Eylül karakteriyle alışverişe çıkmak isteyen izleyicileri görmek mümkündür. (wwww.facebook.com/medcezirstartv/videos ) “ben gelebilirim “ (F.A,23.12.2014,14:22) “eylülll beraber çıkalımmmmm ben alışverişe bayılırım“(E.Ç,20.12.2014,16:52) “bende gelecemm eylull abla “(B.B, 20.12.2014,16:32) “bende senle alışveriş yapmak istiyorum seni çok seviyorum”(S.B,20.12.2014,09:53) “çok iyi olur ya bayadır alışveriş yapmıyorum” (N.Ö,20.12.2014,04:43) “EYLÜL seninle o yılbaşı alışverişine cıkacammm”(U.E,19.12.2014,23:59) Dizi oyuncularının giydiği kıyafetler, Facebookta Medcezir Kıyafetleri sayfasında kıyafetlerin markaları, nereden satın alınabileceği konusunda bilgi vermektedir.(www.facebook. com/pages/Medcezir-Kıyafetleri) İnsanların karakterlerin giymiş olduğu kıyafetlerin, ayakkabıların hangi marka olduğu hakkında yorum yaptıkları görülmektedir.(www.dizimagazin. net) “Şu yamanin botlarini yalvaririm bulurmusunuz ya da diziden bir fotoğrafını koyun bizde arastiralim lutfen dizi magazin ekibi”(İsmail,04.04.2015,11:24) “Eylulun mavi cantasi hangi marka?? Lutfen bulun:((“(Gülara,04.04.2015,11:53) “Miranın gri boğazlı üstünün markasını öğrenebilir miyim?” Şeyma,04.04.2015,13:53) “Yamanın kolye tam olarak gözüktü nerden bulabiliriz artık “ (M.Y,05.04.2015,17:20) “Merhaba miranin giydigi beyaz taban siyah deri loafer tarzi ayakkabiyi noluuur bulun ben bayagi arastirdim ama bulamadim takipte olacagim “(Merve,06.04.2015,21:44) Dizide gidilen mekanlar hakkında insanlar dizinin Facebook sayfasında mekanın adını soranlar ve mekanın nerede olduğunu soranlar bulunmaktadır. (www.facebook.com/medcezirstartv) “Lutfen bana biri buranin neresi oldugunu soylesin ?” (Z.Ç,21.11.2014,22:23) “Bu mekan neresi bilen var mı acaba?” (T.M,01.06.2014,19:44) “Mirayla Yamanin gitdiyi restoranin ismini bilen var mı?”(E.G,21.05.2014,09:38) Dizideki karakterlerden biri olan Yaman’ın gitarını kazanmak için Yapı Kredi Play tarafından yarışma düzenlenmiştir. İzleyicilerin, “O gitara sahip olmak istiyorum”, “Ben bu gitarı çok istiyorum” şeklindeki yorumlarına rastlamak mümkündür.(wwww.facebook.com/medcezirstartv.photos) “#Gitarbenimolsa#OlurmuOlur hayatımda ilk kes bi şeyi bu kadar istiyorum da bende o şans yok”(L.A,25.03.2015,21:38) “Cagatayla tanismayi çok istiyorum o gitar benim olmalı hayran olduğun adamın gitarı bende olmalı... “(M.K,25.03.2015,19:26) “Ya ben o gitara hayranım ya o gitar benim olmasını herşeyden çok isterim” (A.E,25.03.2015,17:22 ) 207 “Benim olsun ben gitar çalmak istiyorum yaman hayranıyım hatta MEDCEZİR hayranıyım nolurrrr o gitar benimmmmm olsunnnnnnnn”(B.Y,25.03.2015,18:13) “Aa ne kadar güzel bir gitaar, keşke benim olsaaa :)))))))))) “(N.L,25.03.2015,17:31) “İnşallah benim olur yaa#gitarbenimolsa “( H.E,26.03.2015,22:26) “ O gitar bnim olsa süper olur lütfen nedenimi söylemek istemiyorum “(İ.Z,26.03.2015,14:09) “#gitarbenimolsa#olurmuolur çok isterim, hemde çok ama imkansiz” (E.A,26.03.2015,16:31) Sonuç Teknolojinin en önemli araçlarından biri olan televizyon son zamanlarda eğlence ve boş vakitlerin değerlendirildiği bir araç konumunu almıştır. Özellikle televizyonda yayınlanan dizilerin her geçen gün artış göstermesi ve dizilerde özellikle insanları tüketime yönlendiren unsurların ve kişilerin bulunması daha da çok gözlemlenmektedir. Tüketim artık sadece ürünü almak ve kullanmak olarak değil kimlik oluşturmak ve ürünler aracılığıyla insanlara mesaj göndermek amacını taşımaktadır. İnsanlar sevdikleri karakterler yoluyla kendisine sunulan tüketim kalıplarını, yaşam tarzlarını daha kolay kabullenir. Dizi karakterlerinin kullandıkları ürünlerin satışa sunulması(Sıla tokası, Bihter çizmesi gibi),giyilen kıyafetlerin mağazalarda aranması, gidilen yerlere gidilmesi sonucunu getirmiştir. Dizinin Facebook sayfasında da görüldüğü üzere, “Medcezir’e özendim, Note 3 aldım”,”Serenay, senin kıyafetinin aynısını aldım” gibi yorumları görmek mümkündür. (www.facebook.com/ medcezirstartv/videos). Dizideki Yaman karakterinin kullandığı gitarı yarışma yoluyla yarışmayı kazanan izleyiciye hediye edilmektedir. İzleyicilerin “ O gitarı çok istiyorum”, “O gitara sahip olmak istiyorum” şeklindeki gitarı çok istediğini belirten yorumlarına da rastlamak mümkündür (www.facebook.com/medcezirstartv/photos). Bu tür yorumlardan da anlaşılacağı üzere insanların dizi karakterinin bir eşyasına bile sahip olmak için tüketmeye ne kadar hazır olduğunu görmekteyiz. İzleyiciler orada gösterilenlerin bir hayal ürünü olduğunu unutmamalı ve kendini bu tür dizilere kaptırmamaya çalışmalıdır. Kendi durumunun bilincinde olup gereğinden fazlasını tüketmeye arzu duymayıp dizideki gösterilenlere sahip olmak için her türlü bedeli ödemeye hazırmış gibi kendinden ödün vermemelidir. Aileler çocuklarını diziler yerine onlara daha fayda sunacak programlara yönlendirmelidirler. Kaynakça • Açıkalın, S. ve Erdoğan, L.(2004). Veblen’ci Gösteriş Amaçlı Tüketim, Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Sayı:7,s.8. • Adaklı, G.(2005). Medya Politikaları, Türkiye’de Televizyon Yayıncılığının Dinamikleri, Ankara: İmge Yayınları • Alpman,P. ve Göken,G.(2011). Tüketim Toplumuna Sinemasal Bir Yaklaşım: Fight Club, Atatürk İletişim Dergisi,1(1),s.115 • Aslan, Y. (1996). Tüketici Hukuku ve İlgili Mevzuatı, Bursa: Ekin Kitabevi • Aydın, Ö. (2014). “Televizyon Reklamlarında Dizi Karakteri Kullanımıyla Sunulan Tüketim Kültürü Değerleri: Yalan Dünya Örneği”,Yaşar Üniversitesi Dergisi, 9(36),s.6276. • Baran, S ve Baran, T.(2014). “Televizyon Programları, Sembolik Tüketim ve Toplumsal Yansımaları”, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Sayı:1,s.173. • Baudrillard, J. (1997). Tüketim Toplumu, çev: Hazal Deliceçaylı-Ferda Keskin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları • Çelenk, S. (2005) .Televizyon Temsil Kültür, Ankara: Ütopya Yayınları • Çetinkaya, Y. (1992). Reklamcılık ve Manipülasyon, İstanbul: Ağaç Yayınları • Çınar, Recai ve Çubukçu İhsan.(2009). “Tüketim Toplumunun Şekillenmesi ve Tüketici Davranışları, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,13(1),s.279-284. • Dağtaş, B.(2009). Reklam, Kültür, Toplum, Ankara: Ütopya Yayınları • Dağtaş, B.(2006). Tüketim Kültürü, Yaşam Tarzları, Boş Zamanlar ve Medya Üzerine Bir Literatür Taraması, Eğitim Bilim Toplum, Cilt 4,Sayı 14,s.23. • Dönmezer, S .(1984). Sosyoloji, Ankara: Savaş Yayınları • Erdoğan, İ ve Korkmaz, A.(2001). “Televizyon: Dünyaya Açılan Pencere”,Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık1999,s.169. • Featherstone, M .(2005). Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Çev. Mehmet Küçük,2.Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları • Ferman, M .(1989). “Yaşam Kalitesi ve Pazarlama Üzerine Değerlendirmeler”, Pazarlama Dünyası, Yıl:3, Sayı:13,s.28. 208 • Giddens, A. (2004). Modernliğin Sonuçları, çev. Ersin Kuşdil, İstanbul: Ayrıntı Yayınları • Gümüş, İ. ve Üstün, G .(1992) .”İki Sihirli Güç! Moda ve Reklam “, Pazarlama Dünyası, Yıl:6, Sayı:36,s.25. • Gürgen, H.(1996). “Reklama Nasıl Bakalım”, Yeni Türkiye,2(11),s.434. • Mutlu, E. (1991). Televizyonu Anlamak, Ankara: Gündoğan Yayınları • Mutlu, E. (1999) . Televizyon ve Toplum, Ankara • Ilgaz, C.(2002).Tüketim Toplumu ve Küresel Kültür, İletişim Fakültesi Dergisi, Cilt 1,Sayı 12,s.327-328 • Işık, M .(2000). İletişimden Kitle İletişimine, Konya: Mikro Yayınları • İnal, A. (1999) . “Medyada Dil İktidar Sorunu, İletişim Çalışmalarında Medya ve Siyaset İlişkisini Nasıl Tartışmalıyız, İletişim, Sayı:3,s.13-36. • Postman, N. (1994) Televizyon: Öldüren Eğlence Gösteri Çağında Kamusal Söylem, çev. Osman Akınhay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları • Robins, K. (1999). İmaj, İstanbul: Ayrıntı Yayınları • Yanıklar, C. (2006). Tüketimin Sosyolojisi, İstanbul: Birey Yayınları • www.dizimagazin.net, Erişim Tarihi: 10.12.2014. • http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunisosbil/article/view , Erişim Tarihi: 20.10. 2014. • www.enfal.de/tele.htm , Erişim Tarihi: 20.10.2014. • www.eylulunnotlari.com ,Erişim Tarihi: 15.12.2014. • www.facebook.com/medcezirstartv , Erişim Tarihi: 22. 12. 2014. •www.facebook.com/pages/medcezir-kıyafetleri ,Erişim Tarihi: 16.12.2014. • www.hürriyet.com.tr/strateji/10687736.asp , Erişim Tarihi: 02.04.2015. • www.kutaksam.karabuk.edu.tr , Erişim Tarihi: 12.11.2014. • www.mehmetozan-ozanca.blogspot.com , Erişim Tarihi: 10.11.2014. • www.sosyologsevgi.blogcu.com ,Erişim Tarihi:5.10. 2014. • www.sozgazetesi.org , Erişim Tarihi: 10.02.2015. • www.wikipedia.org , Erişim Tarihi:4.11.2014. 209 SINEMADA GÖRÜNTÜ DÜZENLEMESI: GÜNÜMÜZ TÜRKIYE SINEMASI ÇERÇEVESINDE BIR DEĞERLENDIRME Vahit Özdemir Özet: Sinema anlatı dilini oluştururken en önemli unsur olarak görüntüyü kullanmaktadır. Sinemasal bir anlam yüklemeden görüntü perdeye yansıtıldığı zaman insanlar üzerinde gerekli etki oluşturulamamaktadır. Bu nedenle etkili ve estetik bir anlatım için görüntülerin belirli kurallara göre düzenlenmesi gerekmektedir. Bu kuralları aydınlatma, renk, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, alan derinliği, ses ve kurgu unsurları kapsamında incelemek mümkündür. Araştırmamızın amacı Türkiye sinemasında görüntü düzenlemesinin gelişimi ve bugünkü durumunun film analizleri çerçevesinde incelemektir. Araştırmamızın ilk bölümünde sinemanın ortaya çıkış evrelerinden bahsedildikten sonra ikinci bölümde görüntü düzenleme kurallarına teknik açıdan bakılmıştır. Üçüncü bölümde ise, görüntü düzenleme konusunda Türk sinemasının günümüze kadar olan gelişimine bakılmıştır ve bu kapsamda 1996 yapımı “Eşkıya” filmi İle 2010 yapımı “Av Mevsimi” filminin görüntü düzenleme kurallarına göre analizi yapılmıştır. Araştırmamızın sonucunda görüyoruz ki günümüzde Türk filmlerini seyretmek için milyonlarca izleyici sinema salonlarını doldurmaktadır. Türk filmleri teknik ve estetik açıdan yabancı filmlerle yarışır duruma gelmiştir hatta ülkemizde birçok Türk filmi yabancı filmlerden daha fazla gişe yapmaktadır. Bunun en büyük sebeplerinden biri de artık sinemamızda aydınlatma, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, çerçeve düzenlemesi, ses ve kurgu bağlamında görüntülerin izleyiciyi etki altına alabilecek atmosferde ve kalitede olmasıdır. Anahtar Kelimeler: Türk Sineması, görüntü, izleyici A CASE FOR IMAGE EDITING AT MOVIES: TURKISH CINEMA Abstract: The aim of this thesis is to examine current situation of image editing in Turkish cinema and also its development by film analyses. In this context, firstly the invention of motion picture which provides a basis for cinema was examined. Next, it was touched on the efforts of cinema for formation of its own language by separating other branches of art. In this way, the cinema with its own language was accepted as the 7th art all over the world. A motion picture should have certain properties to mean in terms of cinematography. One of these properties is editing images according to some principles to influence audience and create a certain cinema language. In the course of the study, it was realized that Turkish cinema, which was not valued and not made investment, begin to fall into decay after 1970s. One of the reasons for this decay was that Turkish cinema did not have visual quality and techniques used in American cinema. This situation continued until 1990s. In 1990s, directors who had different cinema languages began to produce films and educated cinematographers began to use images effectively to create a dramatic and psychological atmosphere in the films. These all changes led to rise of Turkish cinema again. At the end of the study, we can see that today millions of audience watch Turkish movies. Turkish movies have come to compete with foreign movies in terms of cinema techniques and aesthetics. Even many Turkish movies do more box offices than foreign movies. One of important reasons for this success is that today Turkish cinema has capacity to produce high quality movies in terms of lightening, camera motions, shot scales, frame layout, sound and montage. Keywords: Turkish cinema, image, audience 210 Giriş Sinema anlatı dilini oluştururken en önemli unsur olarak görüntüyü kullanmaktadır. Sinemasal bir anlam yüklemeden görüntü perdeye yansıtıldığı zaman insanlar üzerinde gerekli etki oluşturulamamaktadır. Bu nedenle etkili ve estetik bir anlatım için görüntülerin belirli kurallara göre düzenlenmesi gerekmektedir. Bu kuralları aydınlatma, renk, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, alan derinliği, ses ve kurgu unsurları kapsamında incelemek mümkündür. Araştırmamızın amacı; Türk sinemasının doğuşundan günümüze kadar olan dönemde sinema dili oluşturma adına görüntü düzenlemenin nasıl bir gelişme kaydettiğini araştırmaktır. Bu bağlamda, Türk sinemasının özellikle son döneminde yabancı filmlerle yarışır hale gelmesinde kaliteli ve estetik görüntülerin kullanılmasının etkisi incelenecektir. Araştırmamızın ilk bölümünde hareketli görüntünün ortaya çıkışı ve sinemanın kendi dilini oluşturma çabaları incelenecektir. İkinci bölümde temel görüntü düzenleme kurallarına ve bu kuralların etkilerine teknik açıdan bakılacaktır. Üçüncü ve son bölümde ise Türk sinemasında görüntü düzenlemesinin geçmişten günümüze kadar olan gelişimi incelenecektir. Bu kapsamda, araştırmamızın son bölümünde Türk sinemasının 1950’lerden günümüze kadar olan dönemindeki görüntü düzenleme açısından kaydedilen gelişmeler aktarılacaktır. Dönem olarak 1950’lerden sonrasının tercih edilmesinin nedeni, Türk sinemasında sinema dilinin bu yıllarda oluşmaya başlamasıdır. Araştırmamız da son olarak günümüz Türkiye sinemasında iki örnek film ele alınacak ve görüntü düzenleme kuralları açısından analizi yapılacaktır. Türk sinemasında görüntü düzenleme tekniklerinin gelişimini ve etkisini inceleyebilmek adına yönetmenliğini Yavuz Turgul, görüntü yönetmenliğini Uğur İçbak’ın yaptığı 1996 yapımı “Eşkıya” ve 2010 yapımı “Av Mevsimi” filmlerinin aydınlatma, çekim planları, kamera hareketleri, ses ve kurgu gibi unsurlar açısından incelenecektir. 1. Hareketli Görüntünün Ortaya Çıkışı İnsanoğlunun görüntü elde etme çabası Rönesans, Yeniçağ ve Yakınçağda da devam etmiştir. Bu dönemlerde insanlar hareket eden-etmeyen her şeyin hareketliliği ve durağanlığı büyük bir özenle incelenip kâğıda, beze, tahtaya, taşa ve madene kaydedilmiştir. Büyük ustalıkla yapılan bu işlemler insanlar üzerinde büyük etkiler bıraksa da istediklerini tam olarak elde edememişlerdir. Eksik olan nokta ise, hareketli olmayan bu eserlerin, gerçek hayattaki canlılığı karşısındakilere yansıtamamış olmasıydı1. Hareketli görüntünün cazibesi sinemanın doğuşuna zemin hazırlamıştır. Latince hareket anlamına gelen “kinema” sözcüğünden türeyen sinemanın mucidinin kim olduğu konusu her zaman tartışılmıştır. Her ne kadar hareketli görüntünün doğuşu Lumiere Kardeşler’e atfedilse de hareketli görüntü birçok çalışmanın sonucunda ortaya çıkmıştır. Sinematografi icat edilinceye kadar bu alanda yapılan çalışmalar sadece birer fizik araştırmasıdır. Dünya’nın çeşitli bölgelerinde, değişik bilim adamları tarafından hareketli görüntünün icadı konusunda birçok gelişme kaydedilmiştir. Hareketli görüntü kapsamındaki araştırmalar, İngiltere’de Peter Mark Roget’in Kraliyet Ailesi’ne sunduğu bir inceleme ile başlar. “Hareket Eden Cisimlere Nazaran Görme Kuvvetinin Devamı” başlıklı bu inceleme daha sonra bu konuda yapılan birçok araştırmaya ışık tutmuştur. Bunlardan en önemlileri, birbirleri ile ilişkisi olmadan hareketin aşamalarını belirleyen ve görüntüleri seri halde gösterebilen “Phenakistoscope”dur2. Teknik gelişmeler çerçevesinde, kamera ve göstericilerin eş zamanlı olarak izleyiciyi rahatsız etmeyecek oranda çalışması 19. yüzyılın sonlarına doğru sağlanmıştır. Bunun gerçekleşmesi, birçok mühendislik gelişiminin ve çalışmasının sonunda meydana gelmiştir3. İlk sinema gösterisi yapılana dek birçok bilim adamı birden çok cihaz geliştirerek sinema1 Nijat Özön, Sinema Sanatına Giriş, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008, s. 4. 2 Memduh Yağmur, Muhammed Özkılınç, “ Sinema Tarihi 2. Bölüm”, Broadcasterinfo Dergisi, S. 79 (Kasım 2010), s. 106. 3 Nilgün Abisel, Sessiz Sinema, İstanbul: Om Yayınevi, 2003, s. 27 211 nın doğuşuna katkıda bulunmuştur. Bu gelişmeler ışığında Dikson’un çalışmaları sonucunda geliştirilen “Kinetograph” adlı kamera ile birden çok kısa film çekilmiştir. Bu kamera Edison’ın laboratuvarlarındaki çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Kinetograph ile çekilen kısa filmlerin Kinetoscope tarafından 1893 tarihinde gösterimleri yapılmıştır. Fakat halkla buluşması Broadway’de bir müzikholde 1896’da gerçekleştiğinden Lumiere’lerin 1895 yılında “Cinematographe” ile yaptıkları halka açık gösteri ilk sinema gösterisi olarak kabul edilmektedir4. Bu gelişmelerin ışığında, evrensel bir “sinema” sözcüğünün yaratıcıları olan Lumiere’ler, geliştirdikleri sağlam ve kullanışlı cihazları sayesinde sinemanın isim babası ünvanını kazanmışlardır. 2. Sinema Sanatında Anlatım Sinema, tüm geleneksel sanatları içinde barındıran bir sanat dalı olması yanında kendine özgü anlatım dilini de geliştirmiştir. Aksi halde zaten sinemanın bir sanat dalı olması söz konusu olamazdı. Sinema kendine özgü geliştirdiği dil sayesinde, yararlandığı diğer sanat dallarından ayrılmış ve ayrı bir sanat dalı olarak sanat dünyasında, teknik özellikleri ve buna paralel olarak anlatım dilini geliştirerek yoluna devam etmektedir. Yönetmen film dilini oluştururken görüntülerden faydalanmaktadır. Nasıl bir kitabın anlamlı en küçük birimi kelimeler oluyorsa, görüntüler de filmin en küçük anlamlı unsurlarını oluşturmaktadır. Görüntünün aslı çıplak gözle görülendir. Yönetmen, kendi bakış açısı ile bu görüntüler üzerinde bazı değişiklikler yaparak, çekilen nesnenin özünü değiştirmemekle birlikte, kendi bakış açısı ile görüntüleri yeniden biçimlendirip bize aktarmaktadır. Bunu yaparken de kamera hareketlerinden, çekim planlarından, sesten, renkten ve aydınlatmadan yararlanmaktadır5. Sinemada anlatımın daha anlaşılır olabilmesi, yönetmen ve görüntü yönetmeninin film dilini ve anlatım öğelerini iyi bilmesi ile ilgilidir. Sinema diline hâkim olan bir sinemacı vermek istediği mesajı veya etkiyi kolayca seyirciye aktarabilir. Sinemacı, sinema diline ve o dili oluşturmaya yardımcı olan teknik bilgiye, son derece hâkim olmak zorundadır. Yönetmenin dışında sinema izleyicisinin de, teknik anlamda olmasa da, görüntü ve sinema anlatımı konusunda kendini geliştirmiş olması gerekmektedir. Sinema dili konusunda bilgi sahibi olmayan izleyici, seyrettiği filmlerden çok fazla bir çıkarım elde edemez. İzleyicinin sinema dilini bilmesini gerektiren bir neden de, sinemanın bir propaganda aracı olarak kullanılmasıdır. Bunun yanında sinemanın yanıltmak ve yönlendirmek gibi amaçları da olabilmektedir. Bu nedenle sinema izleyicisinin propagandaya ve yanıltılmaya maruz kalmamak için sinema dilini geliştirmesi önemlidir6. 3. Sinemada Görüntüyü Oluşturan Öğeler ve Görüntü Düzenlemesi Kamera vasıtasıyla kaydedilecek görüntüler bazı kurallar çerçevesinde kayda alınır. Çekim yapan kişinin bu kuralları bilmesi ve bunlara göre hareket etmesi düzgün ve anlaşılır bir çekim gerçekleştirmesi açısından önemlidir. Bu şekilde yapılan çekimler tüm film dünyası tarafından da benimsenen etkileyici görüntünün standartlarını oluşturmaktadır. Bir filmin oluşmasında yönetmenin yeteneği önemli olsa da filmde yeteneğini ortaya koyabilmesi için standart çekim kurallarını bilmesi gereklidir. Burada önemli olan çekilen görüntünün düzgün, anlaşılır ve etkileyici olmasıdır7. Kamera görüntüleri, objektiflerinin özelliklerine göre eni ve boyu olan iki boyut özelliği taşıyan bir kare yani çerçeve şeklinde kayda alır. Oysa yönetmen veya görüntü yönetmeni seyirciye göstermek istediği konuyu etkili bir şekilde aktarabilmesi için oluşturduğu film karesini üç boyutlu düşünmek zorundadır. Bu üç boyutlu alanın oluşmasındaki en büyük etki derinliğin sağlanabilmesidir. Etkiyi arttırmak ve manasız düz bir kayıt yapmamak için sinemacı, seyirciye bu derinlik etkisini vermek zorundadır. 4 Abisel, a.g.e. s.27. 5 Seçil Büker, Sinemada Anlam Yaratma, Eskişehir: Milliyet Yayınları, 1985, s. 36. 6 Özön, a.g.e., s. 17. 7 Mehmet Arslantepe, Bir Film Çekmek ve Masaüstü Filmciliğe Giriş, İstanbul: Beta Yayıncılık, 2009, s. 23. 212 İstenilen etkiyi seyirci üzerinde oluşturabilmek adına yönetmen ve görüntü yönetmeni görüntüyü oluşturan unsurlardan ışığı, kamera hareketlerini, çekim ölçeklerini, sesi ve rengi nerede ve nasıl kullanabileceğini çok iyi bilmek durumundadır. Bu unsurların doğru kullanımı ile meydana çıkan olguya görüntü düzenleme denilmektedir. Aydınlatma: Etkili ve anlaşılır bir görüntü oluşturmada en önemli unsurlardan biride aydınlatmadır. Aydınlatma sinemada birden çok amaç için kullanılmaktadır. İlk olarak aydınlatma çekilen nesnelerin izleyici tarafından görünebilir olmasını sağlamaktır. Aydınlatmanın bir diğer amacı da görüntüde dramatik ve psikolojik etkiyi arttırmaktır. Görüntüyü düzenleyen en önemli kişi olan Görüntü yönetmeninin ilk görevi sinemada ışığın doğru ve etkili bir şekilde kullanılmasıdır. Sinemada temel olarak kullanılan dört tane aydınlatma türü vardır. Bunlar anahtar ışığı, dolgu ışığı, arka (tepe) ışığı ve fon ışığıdır. Anahtar ışık konuya 45 derece açıyla konarak uygulanan sert ışık türüdür ve konunun aydınlatılmasını sağlar ve konu üzerinde sert gölgeler oluşturur. Dolgu ışığı ise bu gölgeleri yumuşatması adına anahtar ışığın aksi yönüne göz hizası seviyesine konulmaktadır. Dolgu ışığının yoğunluğu anahtar ışık yoğunluğunda daha az olması gerekmektedir. Sinemada arka ışık ise çekilen konu ya da nesnenin arkasından gelen doğrudan bir aydınlatma türüdür. Nesnenin tam arkasından kareye girmeyecek yükseklikte konumlandırılır. Tepe ışığı, nesnenin daha belirginleşmesini ve arkadaki fondan ayrılmasını sağlayarak nesnenin detayları ile birlikte tam olarak görünmesini sağlar. Temel aydınlatma yöntemi, temel olarak üç ışık kaynağı ile oluşturulmak ile birlikte, fonun aydınlatılması da üç boyut etkisinin oluşturulması için oldukça önemli bir aydınlatma türüdür. Konunun fondan ayrılıp derinlik etkisinin oluşturulması adına fona uygulanan yumuşak ışık türüdür. Çerçeveleme Kuralları: Görüntü yönetmeni sinemada çerçeveleme yaparken bazı kurallara göre uygulama yapmaktadır. Bunlar baş boşluğu, bakış boşluğu ve altın oran kurallarıdır. Oyuncu kayda alınırken insan çekimlerini örnek aldığımızda insanın başının üzerinden, çerçevenin üst bitiş noktası arasındaki boşluğa baş boşluğu denilmektedir. Baş boşluğunun çok ya da az bırakılması çekilen oyuncunun boyutları konusunda izleyiciye yanlış izlenimler verebilmektedir. Bakış boşluğu da çerçeveleme kurallarından biridir. Bakış boşluğu oyuncunun baktığı veya hareket ettiği yöne doğru bırakılan boşluktur. Bakış boşluğu, hem oyuncunun çerçeveden çıkmasını engellemek, yani kameraman için bir güvenlik önlemi olarak, hem de oyuncunun baktığı yöne seyirci de bakacağı için izleyicilere de bir bakış mesafesi vermek için bırakılmaktadır8. Çerçeveleme kurallarından bir tanesi de altın orandır. İzleyici çerçevedeki nesnelerin simetrik bir şekilde dizilmesinde rahatsız olmaktadır. Yönetmen bunu göz önünde bulundurarak çerçeveyi düzenlemelidir. Bunun en kolay yolu çerçeveyi dikey ve paralel olarak üç eşit parçaya bölmek ve çekilen nesneleri çizgilerin kesiştiği noktalara konumlandırmaktır. Çekim ölçekleri: Çekim Ölçekleri genel anlamda insan bedeni göz önünde tutularak belirlenmiş ölçeklerdir. Ölçek türlerine kısaca baktığımız da ayrıntı çekim, yakın yüz çekim, baş çekim, omuz çekim, göğüs çekim, bel çekim, diz çekim, boy çekim, genel çekim ve uzak çekim olarak adlandırılmaktadırlar. Tanıtma ve izleyiciye gelecek sahneler konusunda genel bilgi verilmek istenildiğinde uzak ve genel çekimlerden faydalanılmaktadır. Yönetmen izleyicinin ilgisini belli bir noktaya çekebilmek veya dramatik etkiyi arttırmak için baş, göğüs ya da ayrıntı çekimlerini kullanmaktadır. Ölçekler ayarlanırken oyuncuların tam eklem yerlerinden kesilmemesine dikkat edilmelidir. Aksi takdirde oyuncunun o uzvunun olmadığı izlenimi oluşabilir. Kameranın Konumlandırılması: Kameranın konumlandırılması görüntüyü düzenleyen unsurlardan en önemlilerinden bir tanesidir. Yönetmen ve görüntü yönetmeni kamerayı nereye konumlandıracağı önemli bir konudur. Çünkü normal yaşantıda üç boyutlu olan görüntüler iki boyutlu sinema perdesine aktarılmaktadır. Kameranın doğru konumlandırıl8 İlker Canikligil,. Dijital Video ile Sinema. İstanbul: Pusula Yayıncılık. 2007, s.114. 213 ması ile bu iki boyut etkisi ortadan kaldırılmaktadır. Bunun yanında kamera konumlandırılmaları izleyici üzerinde değişik psikolojik etkiler oluşturmaktadır.Kamera çekilen nesnenin tam karşısından değil de, 45 derecelik bir açıyla çekildiği zaman perspektif etkisi oluşturularak iki boyut etkisinden kurtula bilinir. Kamera çekilen konunun üstüne konumlandırıldığı zaman üst açıyla çekim yapmış olmaktadır. Üst açılar mekânların tanıtma sahnelerinde kullanılır. Üst açı kullanılan sahneler izleyici üzerinde yenilmişlik, küçük düşürme ve aşağılama gibi etkiler oluşturmaktadır. Üst açının tersi olarak alt açı çekimleri de yapılmaktadır. Alt açılarda kamera çekilen nesnenin aşağısına konumlandırılmıştır. Alt açı ile yapılan çekim izleyici üzerinde yüceltme, büyüklük, güç ve iktidar gibi duygular oluşturmaktadır. Bir kamera konumlandırma şeklide açı artı açı konumlandırılmasıdır. Bu açı türünde kamera göz seviyesinde ne çok aşağı nede çok yukarı bir yere konumlandırılır. Bu tür açılar görüntülerin düz bir şekilde değil de derinlik etkisi ile oluşmasını sağlamaktadır. Kamera Açısı Tipleri: Bir sinema filminde konu ya da olaylar izleyiciye değişik bakış açılarından verilmektedir. Kameranın açılarının izleyiciye değişik şekillerde verilmesi, izleyicinin çerçeveye yerleştirilen konuya daha yakından ya da uzaktan, alçaktan ya da daha yukarıdan bakabilmesini sağlamaktadır. Kamera açısı tipleri sayesinde izleyici, konunun dramatik durumuna göre bazı yerlerde bir oyuncunun yerine geçebilir. Bazı durumlarda da konudan uzaklaşarak filmi bir gözlemci gibi izlemektedir9. Kamera açısı tiplerinden biri nesnel açılı kameralardır. Nesnel açılı kameralar, sinemada sahneyi kenar bakış açısından kayda alır. Bu açılarda seyirci olayları bir gözlemci gibi takip eder. Nesnel kamera açılarında kişilikten söz edilemez çünkü kamera, çekilen sahnede hiç kimsenin bakış açısına göre çekim yapmamaktadır ve olayları bir gözlemci gibi kenardan izlemektedir. Bir diğer kamera açısı da öznel kamera açısıdır. Öznel kamera açıları ile yapılan çekimlerde sahne kişisel bir bakış açısıyla kayda alınır. Seyirci çekimi yapılan konuyu ya kendi gözüyle ya da sahnede yer alan bir oyuncuyla yer değiştirip onun gözüyle olayları takip etmektedir10. Bunun yanında sahnedeki diğer oyuncular kameranın objektifine doğrudan bakabilirler; çünkü bu açıda objektif kişilerin yerine geçmektedir. Bakış açılı kameralar diğer kamera açısıdır. Bakış açılı kameralar, çekimi belirli bir oyuncunun bakış açısıyla yapar. Bakış açılı kameralar temelde nesnel açılı çekimlerdir. Fakat nesnel açılı çekimlere göre daha özneldir. Öznel ve nesnel açılı çekimlerin arasında yer aldığı için ayrı bir başlıkta incelemek gereklidir11. Bakış açısı kameraları, çekim esnasında nesnel ve öznel açıların arasında oyuncunun yakınına konumlandırılır ve böylece seyirciye sahne dışındaki bu oyuncuyla yan yana duruyormuş hissi verilir. Alan Derinliği: Kameranın çekim alanı içerisinde yer alan nesneler ya da kişiler, kameraya göre dikey olarak konumlandırıldığında bazı nesneler daha net olurken bazı nesneler ise net olmamaktadır. Kameraya dikey olarak yerleştirilen bu nesneler belli bir uzaklığa kadar net olmakta, sınırlı olan net alanın dışındaki diğer bölge bulanık olmaktadır. Net olan bölge ile bulanık olan bölge arasında derinlemesine oluşan bölgeye “alan derinliği” denilmektedir12. Alan derinliğinin kullanımı görüntüleri düz bir şekilde kullanılmasının dışında sahneye derinlik katarak üç boyut etkisi oluşturmaktadır. Kamera Hareketleri: Kamera hareketi, kameranın bulunduğu konumdan çekimi yapılacak konunun açısına, uzaklığına ve pozisyonuna göre hareket ettirilmesidir. Yönetmenler, izleyiciye vermek istedikleri sahneleri daha etkili bir şekilde perdeye yansıtabilmek için bir birinden farklı kamera hareketlerine başvururlar. Kamera hareketleri yardımıyla hareketli nesneler takip edilebilir, durağan konulara canlılık ve hareket kazandırılabilir, çekimi yapılan konuya yaklaşıp uzaklaşarak dramatik etki arttırılabilir ve bunların yanında çekimi 9 Gürol Gökçe, Televizyon Program Yapımcılığı ve Yönetmenliği, İstanbul: Der Yayınları, 1997. s. 155. 10 Gökçe, a.g.e., s.156. 11 Milli Eğitim Bakanlığı (MEGEP). Kamera ile Görüntü Estetiği. 2008. http://hbogm.meb.gov.tr/ modulerprogramlar/kursprogramlari/radyotv/moduller/kamera_ile_goruntu_estetigi.pdf. (20 Nisan 2013). s.20 12 Nadi Kafalı, Tv Yapımlarında Teknik ve Kuramsal Temeller, Ankara: Ümit Yayıncılık, 2000, s. 32. 214 yapılan kişi, nesne ya da konuya boyut kazandırmak mümkün olabilir. Kamera hareketleri kameranın gövdesi ile yaptığı hareketler, kameranın konum değiştirerek yaptığı hareketler ve optik kaydırma (zoom) ile yaptığı hareketler olarak üç başlıkta toplayabiliriz. Gövdesi ile yaptığı hareketlerde yatay çevrinme hareketi (pan) ve dikey çevrinme hareketi (tilt) olmak üzere iki hareket bulunmaktadır. Sola doğru yapılan harekete sola pan, sağa doğru yapılan harekete sağa pan denilmektedir. Yukarı yapılan harekete yukarı tilt aşağı yapılan harekete aşağı tilt denilmektedir. Kameranın konum değiştirerek yaptığı hareketler, kameranın sabitlendiği sehpa ile birlikte konumunu değiştirerek yaptığı hareketlerdir. Bu hareketlere “kayma” hareketleri adı da verilmektedir. Kamera sabitlendiği sehpa ile birlikte kayarak hareketini tamamlar. Hareketin yönü o hareketin adını da belirlemektedir. Bu kayma hareketleri ileri doğru olduğu zaman “ileri kayma”, geriye doğru olduğu zaman “geriye kayma”, sağa olduğu zaman “sağa kayma” ve sola doğru olduğu zaman da “sola kayma” olarak isimlendirilirler. Bu tür hareketlerin yapılabilmesi için kameranın yerleştirileceği dolly, pedestal, şaryo, tekerlekli tripod, vinç, Jimmy Jip gibi özel cihazlara ihtiyaç vardır. Kameraların objektiflerinde yer alan, kullanıldığı yere bağlı olarak ölçekleri değişen ve mekanik bir özellik olan optik kaydırma, nesnelere uzaklaşmayı (zoom in), ya da yakınlaşmayı (zoom in) sağlar. Optik kaydırmada görüntü derinliği değişmediği için doğal bir etki oluşturmamaktadır. Optik kaydırma hareketi ile kamera, kişi ya da konuya uzaklaşıp yakınlaşmaz sadece resmi büyütür veya küçültür. Gözün böyle bir hareket özelliği olmadığında dolayı zoom hareketi izleyici tarafından doğal karşılanmamaktadır13. Ses Olgusunu Kullanımı: Bir sinema filmini oluştururken söz, doğal sesler ve müzik olmak üzere üç çeşit sesten faydalanılmaktadır. Söz, sinemada kullanılan sesin en önemli çeşididir. İnsan sesinin anlamlı olarak ifade ettiği her şey sözdür. Sinema filmi içinde yer alan oyuncuların konuşmalarına diyalog denir. Diyaloglar, sahne içinde sözün önemli bir kısmını oluşturur. Diyaloglar, önceden yazılmış film senaryosuna bağlı yapılan konuşmalardır14. Burada önemli olan sözün seyirci tarafından anlaşılır bir şekilde kayda alınması ve oyuncuların sözlerini söylerken oluşturmak istenen duyguyu etkili bir şekilde verebilmesidir. Doğal sesler, gerçek hayatta hangi durumlarda meydana çıkıyorsa, sinema filminde de aynı durumlarda ortaya çıkar. Dış çekimlerde yoldan geçen bir arabanın sesi, deniz kenarında çekilen bir sahnede denizin sesi doğal seslere örnek verilebilir. Sinema filmlerinde kullanılan diğer ses çeşidi de müziktir. Filmlerde kullanılan müzikler filmin türüne, konusuna ve sahnelerdeki akışa göre belirlenip kullanılmalıdır. Müzik, eşleştirildiği görüntüyü desteklemeli ve bir bütün halinde devam etmelidir. Müzik, ilk olarak filmin girişinde jenerik müziği olarak kullanılır ve bu müzik filmin türüne ve konusuna uygun olmalıdır. Jenerik müziği filmin sonunda tanıtım yazıları geçerken de kullanılır15. Jenerik müziğinin sade, anlaşılır, yumuşak melodilere sahip olması gerekmektedir. Aynı zamanda filmin hikâyesini tamamlar nitelikte olup, izleyiciyi filmin atmosferine hazırlamalıdır16. Kurgu: Birçok sinemacıya göre bir filmin ortaya çıkmasını sağlayan temel unsur kurgudur. Kurgu sayesinde kayda alınmış yüzlerce dakikalık görüntü anlatıma uygun şekilde ayıklanarak, kesilerek, yan yana getirilerek, görüntüleri uzatarak veya kısaltarak, hızlandırarak, yavaşlatarak kullanılmaktadır. Bunlarla birlikte günümüzdeki dijital bilgisayar teknolojileri ile gerçekleştirilen bir çok efekt ve uygulama sayesinde yönetmen, filminde izleyiciye anlatmak istediği öyküyü, sinema diline uygun bir ritim eşliğinde oluşturabilmektedir17. Kurgu, sinemada ilk kullanılmaya başlandığında daha iyi bir anlatım için benzer harekete sahip değişik özelliklerdeki görüntülerin arka arkaya eklenmesi şeklinde yapılıyordu. Fakat kısa bir zaman sonra bu basit kurgu biçiminin, kurgunun bütün özelliklerini yansıtmadığı 13 Arslantepe, a.g.e. s. 93. 14 Arslantepe, a.g.e., s.129. 15 Arslantepe, a.g.e., s. 130. 16 Bülent Vardar, Sinemada Ses ve Müzik, İstanbul: Es Yayınları, 2009, s. 89. 17 Canikligil, a.g.e., s. 155. 215 anlaşıldı. Gerçekte bir seçme ve düzeltme işi olan kurgu, günümüz teknolojisi sayesinde kullanmasını ve uygulamasını bilen sinemacılar tarafından büyük bir etkileme aracı haline gelmiştir18. Bir sinema filminde zaman ve mekân oluşumu ancak kurgu sayesinde gerçekleştirilmektedir. Birçok değişik mekânda gerçekleştirilen çekimlerin yalnızca bir mekâna aitmiş gibi gösterilmesi sadece kurgu ile yapılabilmektedir. Bu, yalnızca sinemaya özgü bir durumdur. Yine bir sinema filminde gerçek hayatta doğrusal bir şekilde devam eden zamanı değişik açılardan verebilirsiniz. Zamanın geriye ya da ileriye çekilmesi, hızlandırılması ya da yavaşlatılması ancak sinemada kurgu ile gerçekleştirilebilir19. Bir sinema filminde kurgu yapılmasının amacı, onlarca saat çekilmiş görüntülerin içinden yönetmenin oluşturmak istediği filmi çıkarmaktır. Burada önemli olan filmin dramatik yapısını kurarak, oluşacak öykünün ne şekilde, nasıl bir ritimle, hangi sırayla ve hangi hızla anlatılacağına karar vermektir20. 4. Görüntü Düzenlemesinin Türk Sinemasındaki Gelişimi Türk sinemasının ilk yıllarında Muhsin Ertuğrul’un tek başına hâkimiyetini sürdürdüğü bir dönemle karşılaşmaktayız. Bu dönem 1922-1939 yıllarını kapsamaktadır21. Fakat Muhsin Ertuğrul’un ve oyuncularının tiyatro kökenli olması ve buna bağlı olarak film senaryolarının tiyatro ya da edebiyat eserlerinden uyarlanıyor olması nedeniyle o dönemde sinema tiyatronun etkisinden kurtulamamıştır. Sonuç olarak Ertuğrul döneminde gerçek bir sinema dilinin oluşmasından söz edilememektedir22. Muhsin Ertuğrul’un başını çektiği tiyatrocular dönemine teknik açıdan bakıldığı zaman, teknik eleman olarak sadece bir kaç isimden söz edebiliriz. Bu isimler de sadece fotoğraf yönetmeni olarak görev almaktadır. Montaj, dekor, aksesuar ve sanat yönetmenliği konusunda yetişmiş teknik eleman bulunmamaktaydı. Bu dönemlerde karşımıza fotoğraf yönetmeni olarak Weinberg, Uzkınay, Yorgo ve Ertuğrul’un hemen hemen filmlerinde görev almış olan Cezmi Ar çıkmaktadır23. Teknik ve sanat yönetmenliği konusundaki bu eksikler, o dönemde bir sinema dilinin oluşamamasında büyük rol oynamaktaydı. Türk sinemasında Ertuğrul’un tek adam dönemini bitiren Faruk Kenç olmuştur. İlk filmini 1939-1940 tarihleri arasında çekmiştir. Bunların yanında Faruk Kenç’in 1940 yılında çevirdiği “Yılmaz Ali” adlı filmiyle Türk sineması adına teknik açıdan büyük bir gelişme yaşanıyordu. Kenç, “Yılmaz Ali” filminde ilk defa kamera hareketlerinde şaryo kullanmıştır. Bununla birlikte 1943’teki çevirdiği “Dertli Pınar” filminde dublaj tekniğini kullanmıştır. Kenç, ayrıca senaryodaki sıra takip edilerek oluşturulan çekimler için, iç ve dış mekânları ayırarak bir çekim planı yapmıştır. Kenç’in çektiği filmlerde tiyatro etkisi ağırlıklı olarak görülmektedir. Türk sinemasında gerçek anlamda bir film dilinin oluşması 1450’leri bulacaktır. Türk Sineması’nda film dilinin oluşması açısından asıl başlama noktası Lütfi Ömer Akad’ın 1952 yılında çektiği “Kanun Namına” filmidir. “Kanun Namına” filmi, Türk Sineması’na bazı yenilikler getiriyordu. Öyküsünü bir gazete haberinden alan film için ilk defa özel olarak senaryo yazılmıştır. Akad, bu filmde kamerayı dışarı çıkarıp çekimleri dışarıda yapmıştır ve bu eser, sinemamız tarihinde ilk defa bir sinema dili oluşturması açısından önemli bir adımdır. Bunun sonucunda Türk Sineması’nda tiyatrocular dönemi kapanmış ve sinemacılar dönemi başlamıştır24. 1950’lerde başlayan bu yeni dönem, Türk Sineması’na bir yükseliş kazandırmıştır. Bu dönemle birlikte sinema konusunda bilgi sahibi elemanların yetişmesi sektöre bir hareket katmıştır. Fakat yine de Türk Sineması’nda birçok problem bulunmaktaydı. Bu dönemde 18 Yelda Özkoçak, Kurgu Estetiği ve Teknikleri, İstanbul: Derin yayınları, 2011, s. 9. 19 Arslantepe, a.g.e., s. 99. 20 Canikligil, a.g.e., s. 156. 21 Nijat Özön, Türk Sinema Tarihi 1896-1960, İstanbul:, Doruk Yayımcılık, 2010. s. 75. 22 Özön, a.g.e., s. 118. 23 Özön, a.g.e., s. 205. 24 Elif Tunca, “Sinemamızın Umutlu Tarihi”, Abdurrahman Şen (Ed.), Türk Sinemasında Yerli Arayışlar içinde. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayımları, 2010. s. 17. 216 sinema teknik açıdan sıkıntılar yaşamaktaydı. Filmler, teknik malzeme olmadan çekilmeye çalışılıyordu ve 1950’li yılların başlarında hala tahta kameralar kullanılmaktaydı. Teknik bilgiyi öğrenebilecek bir kurumun olmaması, bilgilerin çekimler esnasında öğrenilmesini zorunlu kılıyordu. Yetişen elemanların çoğu alaylı olarak yetişiyordu. Kurgu teknikleri konusunda kimsenin yeterli bilgisi yoktu. Bunun yanında salon eksiklikleri, yabancı filmlerin rekabeti ve ham filmin piyasada yeteri kadar bulunamaması da nitelikli filmler yapılmasını büyük ölçüde zorlaştırıyordu25. Türk sinemasının 1960 ve 1970’li yıllarına baktığımızda, siyasi ve ekonomik zorlukların yoğun bir şekilde yaşandığı görülmektedir. Bu bunalımlı dönemlerde halkın en ucuz eğlence aracı sinemadır. Bu dönemde sinema geniş izleyici kitlelerine sahiptir. Bir senede yapılan film sayısı, 200’ü geçmektedir. Fakat bu dönemlerde ne bu kadar filmi gerçek anlamda yapabilecek stüdyo ne de gösterim yapabilecek sinema salonu vardı. Senede an fazla 50 film yapma kapasitesi olan stüdyo, teknik eleman, teknik alt yapı ve oyuncu, bu dönemde dört beş kat fazla çalışmak zorunda kalmaktaydı. Bu fazla çalışma temposu, bir oyuncunun yılda iki düzine filmde oynamak, bir senaristin iki düzine film yazmak ve bir yönetmenin yılda on iki film çekmek zorunda kalmasına neden olmuştur26. Bunların sonucunda da filmlerin kalitesi gün geçtikçe düşmekteydi. Filmlerin görüntülerini oluşturan görüntü yönetmenlerinin bu dönemde asıl yokluğunu yaşadığı konular, yeni model kameralar, bunların araç ve gereçleri, çeşitli aydınlatma işlerinde kullanılacak ışık ve yan elemanlarıydı. Türk sinemasında görüntü yönetmeninin kullandığı araç ve gereçlerin çoğu, eski ve sınırlı malzemelerden oluşmaktaydı. Aynı zaman da bozulan parçaların yerlerine yenilerini bulmak neredeyse imkânsızdı. Yeşilçam piyasasındaki filmlerde kullanılan kameralar, genelde görüntü yönetmenlerinin kameralarıdır. O dönemde, kamerası olan görüntü yönetmeni iş bulabilmekteydi. Fakat on yıldan yeni olan kameralar, ancak reklam filmlerinin çekimlerinde kullanılmaktaydı. Bu dönemde, kameralarda çok önemli merceklerden ve birkaç aksesuardan başka araç bulunmamaktaydı. Bu da görüntü yönetmeninin kaliteli işler yapmasını engelleyen en büyük etmenlerden biriydi27. Bunların yanında kaliteli yabancı filmlerin 1987’de Yabancı Sermaye Kanununda yapılan değişiklik ile kolayca Türkiye’de yayınlanma şansı bulması Türk sinemasına büyük bir darbe vurmuştur. 1970 ve 1980 yıllarındaki Türk sinemasındaki bu gerileme 1990’lı yıllara kadar devam etmiştir. 1990’lı yıllarda sinema konusunda eğitim almış başarılı sinemacıların ortaya çıkması, kaliteli yabancı filmlerin Türk filmlerinin kalitesini yükseltmeye zorlaması, devletin verdiği ve Avrupa’dan gelen sinemayı destekleme fonları sayesinde Türk sineması yeniden bir yükselişe geçmiştir. Bu dönemde Türk sinemasında en önemli gelişmeler, görüntü ve ses konusunda olmuştur. 1990’lar, görüntünün gücünün keşfedildiği dönem olarak adlandırılabilir. Yeşilçam sinemasından gelen Aytekin Çakmakçı, Erdal Kahraman, Ertunç Şenkay ve Orhan Oğuz gibi görüntü yönetmenleri, daha kaliteli ve estetik bir görselliğin arayışı içinde bulunmuşlardır. Bunların yanında Uğur Erzurum, Uğur İçbak ve Mehmet Aksın gibi okullu görüntü yönetmenlerinin çektiği kaliteli filmler, bu dönemdeki sinema kalitesinin artmasını sağlamıştır. Bu gelişmelerin yanında reklam sektöründe görev alan yabancı yönetmen ve görüntü yönetmenleri, görüntü kalitesinin artmasına yardımcı olmuştur. Yabancı görüntü yönetmenlerinin ortaya çıkması rekabeti arttırmış ve Türk yönetmenlerinin kendilerini geliştirmesinde itici güç olmuştur28. Türk sinemasında 2000 yıllara gelindiğinde ise Türk filmlerinin Yabancı filmlerle yarışı hale geldiğini görmekteyiz. Ülkemizde yetişen okullu olarak adlandırabileceğimiz sinemacılar dünyadaki teknik gelişmeleri yakından takip etmektedir. Dünyada gelişen sinema teknolojisi artık Türkiye’de de kullanılmaya başlanmıştır. 25 Giovanni Scognamillo, Türk Sinema Tarihi, Çetin Şan (çev.), İstanbul: 2. Basım, Kabalcı Yayın evi, 2003. s. 116. 26 Nijat Özön, Karagözden Sinemaya Türk Sineması ve Sorunları, Ankara: Kitle Yayıncılık, 1995, s. 245. 27 A. Şefik Güngör. Sinemada Görüntü Yönetmeni. Ankara: Kitle Yayınları. 1994, 95-96. 28 Âlim Şerif Onaran,. Bülent Vardar, 20. Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması, İstanbul: Beta Basım. 2005, s. 5. 217 Türk sinemasında 2000-2013 yılları arasına baktığımızda seyircinin Türk filmlerine karşı ilgisinin yoğun bir şekilde arttığını görmekteyiz. Artık Türk filmleri yabancı filmlerle gişe konusunda yarışır durumdadır hatta birçok Türk filmi yabancı filmlerden fazla gişe yapmaktadır. Türk filmlerine artan bu ilginin doğal olarak birçok sebebi bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz ki günümüz Türk filmlerindeki görüntü estetiğinin, çekim kalitesinin, sahnede atmosfer oluşturmanın ve efekt kullanımının yabancı sinemalar kalitesine ulaşmış olmasıdır. Türk sinema salonlarında vizyona giren filmler arasında en fazla gişe yapan ilk on film Türk filmlerinden oluşmaktadır. Türk sinemalarında vizyona giren yabancı filmlerin hiç biri bu ilk on filmin içinde yer almamaktadır. Gişe bakımından ilk onda yer alan filmlerin hepsi 2003 yılından sonra yapımları gerçekleştirilen Türk filmleridir. Bu filmlerin arasında 3.4 milyon izleyici sınırının altına düşen yoktur. Türk sinema tarihinde en çok gişe yapan Türk filmi ise 2012 yapımı yönetmenliğini Faruk Aksoy’un, görüntü yönetmenliğini Hasan Gergin ve Mirsat Herovic’in yaptığı “Fetih 1453” filmidir. “Fetih 1453” 6.572.618 kişi tarafından seyredilerek Türk sinema tarihine geçmiştir29. Türk sinema salonlarında 2013 yılında tamamlanan 51 gösterim haftasında (3 Ocak - 26 Aralık 2013) toplam bilet satışı 48.500.000’i geçerken, bu satışlardan elde edilen hasılat ise 486 milyon TL’ye ulaşmıştır. Toplam bilet satışının % 57’si Türkiye yapımlarından elde edilmiştir. 2013 yılında Türk sineması adına uzun süredir görülmeyen başarılar kazanılmıştır. Yönetmenliğini Selçuk Aydemir’in, görüntü yönetmenliğini Türksoy Gölebeyi’n yaptığı 2013 yapımı “Düğün Dernek” filmi vizyonda olduğu üçüncü haftada 3.267.728 bilet satmayı başarmıştır. Bu başarıya 1980’den bu yana hiçbir film ulaşamamıştır. 2013 yılındaki bir diğer başarı da bu yıl içerisinde 300 adet filmin gösterime girmiş olasıdır. Bununla birlikte 51. hafta sonunda 48,5 milyon sinema bileti satılmıştır. 52. hafta sonunda ise bu rakamın 50 milyon sınırına ulaşması beklenmektedir. Bu rakamlara 1980’li yıllardan sonra ilk defa 2013 yılında ulaşılmıştır30. Türk sineması adına bu olumlu verilere baktığımızda sinemacılar hem dünya çapında bir Türk sinema dili oluşturmak hem de Türk sinemasının devamlılığını sağlamak adına geleceğe daha güvenle bakmaktadırlar. 5. “Eşkıya” Filminin Görüntü Düzenleme Bağlamında Analizi Bu bölümde Eşkıya filminin kameranın konumlandırılması, kullanılan açılar, çekim ölçekleri, kamera hareketleri, aydınlatma ve ses açısından analizi gerçekleştirilecektir. Kameranın Konumlandırılması: Filmde kameranın konumlandırılmasında ve kamera açılarında perspektif ve derinlik oluşturulması için titizlikle çalışılmıştır. Görüntüler düz bir şekilde verilmemiş, kişi ve konulara göre 45 derecelik belli bir açı ile kamera konumlandırılmıştır. Filmde binaların ve üç ya da dört oyuncunun bir arada olduğu sahnelerde kamera, 45 derecelik açıyla yerleştirildiği için sinema perdesinde oluşan iki boyut etkisi ortadan kalkmış ve üç boyut etkisi başarılı bir şekilde oluşturulmuştur. Filmde genellikle diyaloglar olağan görüş noktası ile çekilmiştir. Düzenli bir şekilde oyuncuların boyları göz önünde bulundurularak, göz hizasından çekimler gerçekleştirilmiştir. Olağan görüş noktası çekimleri, alt ve üst açılı çekimlere göre izleyici üzerinde daha az etki oluştursa da filmde kullanılan olağan görüş noktası çekimleri, özellikle yakın planlarda, izleyiciyi etki altına almaktadır. Filmde alt açı, Cumali’nin Emel ve sevgilini yatakta yakaladığı sahnede oldukça etkili bir şekilde kullanılmıştır. Cumali alt açıdan çekilmiştir ve elinde silah olduğu için gücün ve öfkenin etkisini yüzünde çok iyi bir şekilde görmekteyiz. Bunun tam tersi olarak yataktaki Emel ve sevgilisinin üst açıyla çekilmesi yenilgilerini, ümitsizliklerini ve korkularını çok iyi bir şekilde izleyiciye aktarmıştır. Kamera Açıları: Filmin bütünü neredeyse nesnel kamera açılarından oluşmaktadır. İzleyici, filmi bir gözlemci gibi takip etmektedir. İzleyici birkaç sahne hariç, filmin doğrudan 29 Gelmiş Geçmiş, http://www.sinematurk.com/gise/gelmis-gecmis/ (28.12.2013). 30 2013, 51. hafta / 20-26.12.2013 vizyon raporu, http://www.antraktsinema.com/boxoffice-rapor. php?id=282 (04.01.2014). 218 katılımcısı olmamıştır; yani öznel kamera açıları sadece birkaç sahnede kullanılmıştır. Bir öznel kamera hareketini de filmin sonunda Eşkıya’nın Berfo’yu öldürmeye gittiği sahnede görürüz. Bu sahnede de kamera, Berfo’nun yerine geçmiştir. Eşkıya, tekerlekli sandalyeyi iterken izleyici her şeyi Berfo’nun gözünden görmüştür. Yine ustaca bir kamera hareketi ile 360 derece dönen tekerlekli sandalye, yani Berfo, Eşkıya ile karşı karşıya Aynı şekilde Cumali’nin Emel’i ve Sedat’ı vurduğu sahnede de öznel kamera çekimi kullanılmıştır. Eşkıya filminde bakış açılı kameralarda kullanılmıştır. Bakış açılı kameralar, daha önce de bahsettiğimiz gibi aslında nesnel açılı kameralar grubuna girmektedir. Fakat bakış açılı kameralar, seyircinin oyuncuyu ve konuyu nesnel açılı kameralardan daha yakın bir açıyla izlemesini sağlar. Bu filmde kullanılan bakış açılı kameralar izleyicinin konuya yaklaşması ve izleyicinin oyuncuların duygularını ve filmin dramatik yapısını daha iyi anlayabilmesi sağlanmıştır. Kamera Hareketleri: Uğur İçbak Eşkıya filminde kullanılan kamera hareketleri ile ilgili Sinema Dergisi’nde şu şekilde açıklama yapmıştır; “Yavuz Turgul, genellikle hareketli kamera istiyordu, mahallede elde çekim yapacak şekilde, gerekli teknik donanıma da sahiptik, ancak çok fazla insanın çalıştığı bu projede, sesli çekimin getirdiği tedirginlikle daha sonra belli yerler dışında hareketli kamera kullanmak istemedi. Genellikle kamera pozisyonları belli şekilde çalıştık”, “Ama ben de bu tarzı benimsiyorum, gerekmiyorsa kamera hareket etmemeli, çünkü rahatsız edici bir şey sürekli planların değişmesi…”31, Filmin geneline baktığımızda hareketli kameranın özellikle kullanılması gerektiği bazı sahneler hariç, film hareketsiz genel planlardan oluşmaktadır.Filmde Eşkıya’nın kaldığı otelin dikey yükselme hareketi ile tek planda çekildiği sahne oldukça başarılıdır. Bu sahnede, otel içinde kalanların neler yaptığının yanında onların psikolojik halleri hakkında da tek planda bilgi sahibi oluyoruz. Otelin camları ve dikey yükselme hareketi, bu sahnede oldukça iyi kullanılmıştır. Sahne, izleyiciyi dramatik ve psikolojik etki altına alma konusunda da başarılıdır. Filmin bazı sahnelerinde aktüel çekimler için özel olarak üretilmiş ve kamera hareketini hissettirmeden, hareketli sahneler ve oyuncu takiplerinde kullanılan steadicam kamera kullanılmıştır. Özellikle Cumali ve arkadaşlarının uyuşturucu satmak için gittikleri barda steadicam etkili bir şekilde kullanılmıştır. Filmde optik kaydırma (zoom) hareketi birkaç plan dışında kullanılmamıştır. Bu da filmin doğallığının bozulmaması için başarılı bir yöntemdir. Çekim Ölçekleri: Film genel ve uzak planlarla başlar. Böylece izleyiciye durum ve yer hakkında bilgi verilmektedir. Filmde ağırlıklı olarak ikili çekimlerde göğüs plan kullanılmıştır. Omuz, baş ve bel planlar hemen hemen birbiriyle aynı oranda kullanılmıştır. Diz ve boy planlar ise diğer ölçeklere göre daha az kullanılmıştır. Tekli oyuncu planlarında daha çok omuz plan tercih edilmiştir. Böylece oyuncuların psikolojik ve dramatik durumları daha çok ön plana çıkartılmıştır. Filmin dramatik bölümlerinde baş ve yakın yüz planları kullanılmıştır. Bu da oyuncuların psikolojik durumlarının izleyiciye geçmesini kolaylaştırmıştır. Bunların yanında filmde genel planlar ağırlıklı olarak tercih edilmiştir. Bunun nedeni daha önce de bahsettiğimiz gibi kalabalık sahneler ve sesli çekimin zorluğudur. Genel olarak başlayan planlar, daha sonra ileri kayma hareketi ile yakınlaşmaktadır. Ayrıntı çekimlerine çok yer verilmese de birkaç sahnede ayrıntı çekimi dikkat çekmektedir. Berfo’nun çeki yazması ve Eşkıya’ya verme sahnesi, bununla birlikte Berfo’nun öldürüldüğü sahnede arabasının kolunu geriye çekmesi, filmdeki ayrıntı çekimlere örneklerdir. Bu ayrıntı çekimleri sahnenin gelişimi hakkında bizlere bilgi vermektedir. Çerçeveleme Kuralları: Filmin geneline baktığımız zaman baş boşluğu, bakış boşluğu ve hareket boşluğu kurallarına titizlikle uyulmuştur. Birçok noktada da altın oran kuralına göre çerçeveler hazırlanmıştır. Görüntüler simetrik olarak değil, çerçeveleme kurallarına göre düzenlenmiştir. Bu da izleyicinin filmi görüntü düzenlemesi açısından başarılı, akıcı 31 “Uğur İçbak Röportajı”, Sinema Dergisi, Özel Eşkıya Sayısı, Mayıs 1997, s. 74. 219 görüntüler eşliğinde, yorulmadan, rahat bir şekilde seyretmesini sağlamıştır. Aydınlatma ve Renk Kullanımı: Eşkıya filminde temel olarak karakter ve mekân aydınlatılması üzerine titizlikle çalışıldığı görünmektedir. Bunun yanında filmde, dramatik ve psikolojik etki oluşturmak amacı ile aydınlatma unsurlarından da oldukça iyi bir şekilde faydalanılmıştır. Filmde kullanılan renk tonlarına bakıldığında genel anlamda sıcak renkler kullanılmıştır. Filmin görüntü yönetmeni Uğur İçbak, filmi çekmeye başlamadan önce yönetmen Yavuz Turgul İle birlikte filmde kullanılacak renk tonlarına karar verdiklerini söylemektedir. Yönetmenin isteği doğrultusunda filmde sıcak bir atmosfer oluşması için sıcak renklerin kullanımına karar verilmiştir. Bu sıcak renkler, filmde hem iç mekânlarda hem de dış mekânlarda kullanılacaktır32. Filmin birçok sahnesi dış mekânlarda çekilmiştir ve buna bağlı olarak bazı çekimler de çatılarda gerçekleştirilmiştir. Yine Uğur İçbak, 1997’de Sinema dergisine verdiği röportajda, yaz aylarında güneşin İstanbul’da çok dik geldiğini ve sert gölgeler oluşturduğunu söylemektedir. Bu sert gölgeler oluşturan yoğun güneş ışığını yumuşatabilmek için dolgu ışığı kullanmak zorunda kaldığından bahsetmektedir. Işığın yoğun olduğu bazı çekimlerde de mahallenin üstünün büyük bezler ile kapatılması suretiyle yeniden aydınlatma yapılmak zorunda kalınmıştır33. Filmin gece sahnelerinde aydınlatma konusunda da özenli bir çalışma yapılmıştır. Gece çekilen sahnelerde hem karakterlerin aydınlatılması hem de atmosfer oluşturma amacıyla başarılı görüntüler oluşturulmuştur. Gece çekilen sahnelerde oyuncu ışığında, filmin genel sıcak tonlarına uygun şekilde tonlar kullanılmış, bunun yanında oyuncu arkasındaki mekân ve fonlarda ay ışığı etkisi oluşturmak için mavi rengin tonlarında soğuk renkler kullanılmıştır. Bu da gece çekimlerinde derinlik etkisini ortaya çıkarmıştır. Filmin iç mekânlarında da etkileyici bir atmosfer oluşturmak amacıyla, başarılı aydınlatma çalışmaları yapılmıştır. Özellikle Eşkıya ve Berfo’nun diyaloglarının çekildiği, Berfo’nun evindeki sahnelerde etkili bir dramatik atmosfer oluşturmak için aydınlatma konusunda titizlikle çalışıldığı görülmektedir. Bu sahnelerde dışarıdaki güneş ışığı kesilmiş ve görüntü yönetmeni kendi ışığını yapmıştır. Sesin Kullanımı: Eşkıya filmi, dolby-dijital (Dolby Dijital sesin yüksek kalitede depolanmasını ve transfer edilebilmesini sağlayan daha önceki formlardan daha iyi olan gelişmiş dijital ses kodlama tekniğidir) 34 ve sesli çekilen ilk Türk filmidir. Film, kalabalık ortamlarda, birden fazla oyuncuyla çekilmesine rağmen, sesli çekimler başarılı bir şekilde gerçekleşmiştir. Bir filmin ana sesleri olan diyaloglar, ilk önce anlaşılır ve izleyici tarafından duyulabilecek şekilde olmalıdır. Eşkıya filminin diyalogları, izleyicilerin kolaylıkla duyabileceği ve anlayabileceği şekilde ayarlanmıştır. Yine film, sesli çekim olmasına rağmen doğal sesler ve diyaloglar arasındaki denge iyi bir şekilde korunmuştur. Doğal sesler, dengeyi bozup diyalogların üstüne çıkmamaktadır. Doğal sesler, filmde etkili bir şekilde kullanılmıştır. Yönetmen sessizliği de dramatik ekti oluşturmak amacıyla filmde kullanmıştır. Cumali’nin vurulduğu sahnede tam bir sessizlik oluşturulmuştur. Slow motion görüntüler eşliğinde, sadece silah sesi ve yükselen dramatik bir müzik ve sonra o müzik de kapatılarak sadece Cumali’in inlemelerini duymaktayız. Filmin müzikleri Erkan Oğur tarafından yapılmıştır. Filmin ana müziğini Fırat Ağıtı oluşturmaktadır. Eşkıya’nın köyünün sular altında kaldığını anladığı anda, Eşkıya’nın Keje ile buluştuğu ilk anda ve son sahnede Eşkıya ölürken Fırat Ağıtı müziği çalmaktadır. Bu sahnelere filmin en önemli sahneleri diyebiliriz. 32 “Uğur İçbak Röportajı”, s. 74. 33 “Uğur İçbak Röportajı”, s. 74. 34 Dolby Digital Nedir? Bilim ve Teknoloji. http://www.ozmena.net/bilim-ve-teknik/dolby-digital-nedir-bilim-ve-teknoleji-9738.html. (18.12.2013). 220 Filmin geneline bakıldığında diyaloglar, doğal sesler ve müzik filmin dramatik yapısına göre anlaşılır ve uygun bir şekilde yapılandırılmıştır. Kurgu: Eşkıya filmine kurgu açısından baktığımızda yeni bir teknoloji ile karşılaşıyoruz. Türkiye’de ilk defa bir filmin kurgusu, bilgisayar tabanlı dijital kurgu programı olan “Avid” ile yapılmıştır. Filmin montajının yapıldığı Avid programının hem işleri kolaylaştırma hem de çekim esnasında yapılan hataları düzeltme gibi özellikleri vardır. 256 kutu film çekilmiştir. O günün normal şartlarında aylar sürmesi gereken montaj, bilgisayar tabanlı kurgu programı sayesinde bir haftada bitirilmiştir35. Filmin bazı sahneleri, Avid kurgu programı sayesinde efektler kullanılarak yapılmıştır. Filmin sonunda havai fişek görüntüleri ile Eşkıya Baran’nın görüntüleri ayrı ayrı çekilmiştir, daha sonra kurgu esnasında birleştirilmiştir36. Kurgu, bu filmde dramatik bir yapı oluşturmak için etkin bir şekilde kullanılmıştır. Bu nedenle de iki saatlik bir film, dinamik kurgusu sayesinde izleyiciyi sıkmadan akıp gitmektedir. 6. “Av Mevsimi” Filminin Görüntü Düzenlemesi Bağlamında Analizi Bu bölümde, 2010 yılında gösterime giren Av Mevsimi filminin çekim ölçekleri, çekim açıları, kamera hareketleri, aydınlatma, kullanılan müzikler ve kurgu açısından incelemesi gerçekleştirilecektir. Kamera Konumlandırılması: Görüntüde derinlik etkisinin oluşturulması için, oyuncu ve dekorun kamera açısına göre düzenlenmesi oldukça önemlidir. Bununla birlikte, perdedeki üç boyut etkisinin ortaya çıkması için perspektif oluşturulması da önemli bir olgudur. Av Mevsimi filminde yönetmen ve görüntü yönetmeni, bu konular üzerinde oldukça titizlikle çalışmışlardır; oyuncular ve çerçeveye giren bütün unsurlar, düz bir şekilde verilmeden alan derinliği etkisi oluşturularak konumlandırılmıştır. Özellikle bina çekimlerinde, kamera 45 derecelik açı ile konumlandırılmıştır ve hareketli kamera açıları kullanılmıştır. Bu da izleyiciler tarafından binaların düz bir şekilde görünmesini engelleyerek, üç boyutlu dolgun görüntüler oluşmasını sağlamıştır. Dramatik atmosferin etkili bir şekilde kurulduğu Battal’ın evinin dıştan gece görüntülerinde bunu görmek mümkündür. Kameranın çekim esnasında kullanılan yüksekliğine baktığımızda, genellikle Eşkıya filminde de olduğu gibi çekimler olağan görüş noktasından yapılmıştır. Kamera boyları, oyuncuların boy ve konumlarına göre ayarlanmıştır. Filmde, üst açıyla başlayıp daha sonra aşağıya ve ileriye doğru kayma hareketi ile oyunculara kadar giren planlar oldukça sık kullanılmıştır. Filmde alt açı çok fazla kullanılmamıştır. Ferman’ın Pamuk’un odasına girdiği sahnede Ferman’ı oldukça aşağıdan çekilen bir alt açıyla görmekteyiz. Bunların yanında, bu filmin bazı sahnelerinde göz hizasından çok az aşağıda konumlandırılmış “açı artı açı” adındaki kamera açıları görmekteyiz. Bu açılar tam alt açı olmamakla birlikte, tam olarak göz hizasından yapılan olağan görüş noktası açılarından da değildir. Bu açı, filmde etkili bir şekilde kullanılmıştır. Oyuncuların tam karşıdan çekilmesi sonucunda oluşan düz görüntü etkisini ortadan kaldırmıştır. Kamera Açıları: Av Mevsimi filmine genel olarak bakıldığında nesnel kamera açılarından oluşmaktadır. İzleyiciler, filmi bir gözlemci gibi kenardan takip etmektedir. Bununla birlikte öznel kamera açılarına filmde çok yer verilmemiştir. Sadece filmin sonlarında Ferman’ın, Battal’ın katil olduğunu kanıtladığı an, şüphelilerin yazıldığı tahtaya uzun uzun baktığı zaman ve İdris’in ölmek üzereyken türkü söylediği veda gecesini hayalinde canlandırdığı sahnede kullanılmıştır. Burada kamera, İdris’in yerine geçerek etrafa bakmaktadır. Nesnel kamera çekimlerinden sonra en çok kullanılan açı türü “bakış açısı” kameralarıdır. Filmde bu kamera açıları izleyicilerin, oyunculara ve konulara yakınlaştırarak olayları daha yakından bakmasını sağlamak için kullanılmıştır. Film, genel planların ağırlık olduğu bir 35 Eşkıya Teknik, “Montajda İleri Bir Adım” Sinema Dergisi, Özel Eşkıya Sayısı, s. 12. 36 Eşkıya Teknik, s. 13. 221 yapımdır. Buna rağmen yönetmen, dramatik etkiyi arttırmak istediği sahnelerde bakış açısı kamerasını ve yakın planları kullanmayı tercih etmiştir. Kamera Hareketleri: Filmde genellikle kameranın konum değiştirerek yaptığı hareketler kullanılmıştır. Kameranın gövdesi ile yaptığı yatay ve dikey çevrinme hareketlerinden bazı sahneler hariç çok sık yararlanılmamıştır. Genellikle kapalı mekânlarda kayma hareketinin iyi görüntü vermeyeceği yerlerde yatay ve dikey çevrinme hareketlerinden faydalanılmıştır. Filmde sahne içinde oluşan geçişler, özellikle kalabalık sahnelerde hareketli kameralar sayesinde sağlanmıştır. Yani planlar kesme ve sahneyi yeniden çekme şeklinde değil bir bütün olarak tek bir plan halinde oluşturulmuştur. Buradaki oyuncu yönetimi çok önemlidir. Yönetmen ve sahneyi takip eden görüntü yönetmeni, filmde bu konuda başarılı çekimler gerçekleştirmiştir. Steadicam türü kamera bu filmin içindeki hareketli çekimlerde ağırlıklı bir şekilde kullanılmıştır. Bu hareketli çekimler, filmin içinde Ferman ve ekibinin kesik elin bulunduğu bataklığa gidip olayı inceleme sahnesinde ve Battal’ın evine ilk geldikleri sahnede etkili bir şekilde kullanılmıştır. Filmde dikkat çeken bir konu da birçok kamera hareketinin aynı anda yapılıyor olmasıdır. Aşağıya doğru yapılan bir kayma hareketiyle birlikte aynı anda ileriye kayma hareketi de yapılmaktadır. Steadicam kamera sayesinde oyuncuların takibi kolay ve hareketli olması sağlanmıştır. Böylece filmin birçok sahnesinde, sanki izleyici de oyuncularla birlikte hareket ediyormuş, onların etrafında dolaşıyormuş atmosferi oluşturulmaktadır. Yine Eşkıya filminde olduğu gibi bu filmde de insan gözünün çalışma prensibine uymayan optik kaydırma hareketi neredeyse hiç kullanılmamıştır. Bu da filmin doğal akışını olumlu yönde etkilemektedir. Çekim Ölçekleri: Av Mevsimi filmi genellikle genel planlardan oluşmaktadır. Oyuncu ve konu yakın çekimleri üzerinde çok çalışılmamıştır. Karakter çekimlerinde kullanılan çekim ölçeklerine bakıldığında çoğunlukla göğüs ve bel planları kullanılmıştır. Tekli karakter çekimlerinde göğüs ve omuz planları, ikili ve daha çok karakterin bulunduğu sahnelerde ise genellikle bel plan ve genel planlar, ağırlıklı olarak bazı planlarda da diz planlar tercih edilmiştir. Oran olarak bakıldığında göğüs ve bel planlar ağırlıklı olarak birbiri arasında hemen hemen aynı oranda kullanılmıştır. Bunun yanında, artık sinemada kullanılan teknikler sayesinde genel bir plandan başlayan kamera hareketi(bu hareket çok yüksek ve dik bir üst açıyla da olabilir) kolaylıkla ve kamera hareketini izleyiciye hissettirmeden, oyuncunun baş planına kadar gidebilmektedir. Kullanılan bu teknikler sayesinde yönetmen, seyirciyi bir oyuncuya veya bir konuya yakınlaştırarak filmin içine dâhil edebilmektedir. Yönetmen, film içindeki bazı sahnelerdeki dramatik ve psikolojik etkiyi seyirciye aktarabilmek için baş ve yakın planları kullanmıştır. Özellikle filmin sonunda, Battal’ın itiraf sahnesinde baş planda konumlandırılan kamera objektifi sayesinde oluşturulan derinlikle birlikte dramatik bir sahne oluşturulmuştur. Burada Battal’ın ruh hali belirgin bir şekilde ortaya çıkarılmıştır. Filmde ayrıntı çekimlerine de yer verilmiştir. Filmde kesik elin kime ait olduğu konusunda laboratuvarda yapılan araştırma sahnesinde birçok ayrıntı çekimi kullanılmıştır. Özellikle Ferman’ın, Pamuk’un evini araştırırken mutfakta ve odasında ayrıntı çekimlerinden yoğun bir şekilde faydalanılmıştır. Filmde, zamanı belirtmek için de şehrin uzak çekimlerinden faydalanılmıştır. Uzaktan çekilen şehre baktığımızda gece olduğunu görürüz, sonra bir anda hava aydınlanır ve böylece izleyici artık sahnenin gündüz devam edeceğini anlamaktadır. Çerçeveleme Kuralları: Av Mevsimi filmine genel olarak bakıldığında baş boşluğu, bakış boşluğu, hareket boşluğu ve altın oran gibi çerçeveleme kurallarına uygun çekimler gerçekleştirilmiştir. Çekimler simetrik bir şekilde yapılmamıştır. Bu da izleyicilerin filmi yorulmadan, akıcı bir şekilde, rahatsızlık duymadan, kaliteli görüntüler eşliğinde seyretmesini sağlamıştır. Görüntü yönetmeni, Eşkıya filmine göre daha fazla hareketli çekim olmasına rağmen, bu filmde de çerçeveleme kurallarına uygun çekimler yapmıştır. Filmde alan derinliği konusunda da etkili çalışmalar yapılmıştır. Yönetmen, filmin iki boyut etkisinden kurtulması ve izleyicinin algısını kontrol etmek için alan derinliği olgusun- 222 dan faydalanmıştır. Örnek vermek gerekirse, İdris’in annesi ile Lazca konuştuğu ve annesinin Asiye türküsünü söylediği sahnede alan derinliği, izleyicinin dikkatini yönlendirmek amacıyla etkili bir şekilde kullanılmıştır. Aydınlatma ve Renk Kullanımı: Filmin genel renk tonu soğuk mavi tonlardır. Bu filmde Eşkıya filminin tersine soğuk renkler kullanılmıştır. Bunun nedeni filmin tür itibari ile polisiye gerilim olmasıdır. Soğuk renkler, özellikle mavi tonları korku ve gerilimin artmasını sağlamak amacıyla kullanılmaktadır. Bu filmde de etkili bir şekilde kullanılmıştır. Aydınlatmanın sinemadaki işlevine bakıldığında, ilk olarak aydınlatmanın birinci kuralı oyuncu, mekân ve çekilen konunun izleyici tarafından görünür olmasıdır. Filmdeki aydınlatma bu konudaki işlevini yerine getirmektedir. Film, mavi tonlarda oluşmasına rağmen karanlık bir film değildir. Oyuncular ve konu, belirgin bir şekilde izleyici tarafından görünmektedir. Bunun yanında karakterlerin özel hayatlarının gösterildiği sahnelerde oyuncuların yüzlerine daha sıcak tonlar kullanılmıştır. Filmde, aydınlatma devamlığı üzerinde titizlikle çalışılmıştır. Planlar arasında ve filmin bütününe bakıldığında aydınlatma ve renk tonları birbirini tamamlar durumdadır. Bu uyumdan anlaşıldığı üzere yönetmen, renge karar verdikten sonra görüntü yönetmeni, belirlediği filtre ve ışık kaynaklarını film boyunca kullanmıştır. Aydınlatma filmde oyuncuların, mekânların ve çekilen konunun izleyici tarafından görüle bilirliğini sağlaması yanında dramatik ve psikolojik unsurların ortaya çıkması ve bunların oluşturulması için de etkili bir şekilde kullanılmıştır. Sesin Kullanımı: Filmi, sesin oluşturulması açısından incelediğimizde diyalogların duyulabilir ve anlaşılabilir olduğunu görmekteyiz. Kalabalık sahnelerde doğal sesler, diyalogların üzerine çıkmamaktadır. Bu da ortam ne kadar kalabalık olursa olsun izleyicinin ana konudan uzaklaşmamasını sağlamaktadır. Filmde ayrıca dış ses de kullanılmıştır. Ses öldürülen Pamuk’a aittir. Film bu dış sesle başlar. Pamuk öldükten sonra hissettiklerini anlatır. Bu, filme masalsı bir anlatım kazandırmaktadır. Ferman’ın yalnız bir şekilde bataklıkta ve evinde Pamuk’u araştırırken, sanki Ferman’ın Pamuk hakkında hissettiklerini ya da anlamaya çalıştığı şeyleri, Pamuk kendi ağzından bize dış ses olarak anlatmaktadır. Bu dış ses sayesinde filmin dramatik etkisi arttırılmıştır. Bunun yanında izleyici Pamuk’un hayatı hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Ayrıca film içinde müzik, sahnelerin dramatik yapısına uygun bir şekilde kullanılmıştır. Gerilimi yüksek sahnelerde korku ve gerilimi arttıran müziklerden yararlanılmıştır. Battal’ın her şeyi itiraf ettiği sahnede olduğu gibi, gerilimi yüksek müzikler kullanılmıştır. Bu sahnede müziğin yanına Pamuk’un çığlıkları da eklenmiştir ve güçlü bir korku hissi oluşturulmuştur. Başka bir sahnede, Asiye’den tamamen ümidini kesen İdris, içki içmek için gittiği barda prova yapan grubun söylediği “Benden Adam Olmaz” şarkısı da o sahnenin ve İdris’in ruh halini güçlü bir şekilde vurgulayan bir müzik olarak kullanılmıştır. Kurgu: Filmin geneline baktığımızda kurgu ritminin ve akışının iyi bir şekilde hazırlandığı görülmektedir. Polisiye türü bir film olduğu için zaman zaman hız kazanan kurgu (özellikle polis bürosunda ve takip sahnelerinde), zaman zaman da izleyiciye nefes almasını sağlamak amacıyla bazı sahnelerde ritmi düşürülerek uygulanmıştır (polislerin özel hayatlarının anlatıldığı sahneler gibi). Yine de filmin geneline baktığımızda ağırlıklı olarak filmin kurgusu dinamik bir hızda yapılmıştır. Filmde mekân ve zaman ilişkisi, kurgu esnasında doğru bir şekilde sıralanmıştır. Farklı bir sahneye girerken izleyiciyi sahneye hazırlamak için geçiş görüntüleri kullanılmıştır. Teknik anlamda bakıldığında kurgu yapılırken geçişlerde birbirine çok yakın ya da birbirinden çok uzak planlar kullanılmıştır. Geçişlerde kamera hareketlerinin hızları göz önünde bulundurulmuştur. 223 Sonuç Hareketli görüntünün bulunuşundan sonra sinema kendi anlatı dilini oluşturmaya çalışmıştır. Bütün diğer sanat dallarını içinde barındıran sinema, kendi öz diline kavuşmak adına uzun yıllar çaba harcamıştır. Nasıl bir müzik notalardan oluşuyorsa ve bir roman kelimelerin birleşmesiyle ortaya çıkıyorsa sinema da anlatı dilini oluştururken ilk önce görüntüden daha sonra da sesten faydalanmaktadır. Yani sinema görsel ve işitsel bir dil kullanmaktadır. Estetik ve etkili bir şekilde kullanılmayan görüntü ve ses, izleyicinin filmden uzaklaşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle görüntünün ve görüntünün tamamlayıcı unsuru olan sesin sinemacılar tarafından kabul görmüş belirli kurallara göre düzenlenip uygulanması gerekmektedir. Görüntüyü estetik ve etkili bir hale getirebilmek veya bir anlatım aracı olarak kullanabilmek için görüntüyü oluşturan aydınlatma, renk, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, alan derinliği, ses ve kurgu gibi unsurların nerede ve nasıl kullanılacağının sinemacılar tarafından bilinmesi gerekmektedir. Türk sineması tarihinde ki en parlak dönemi yaşadığı Yeşilçam döneminde dahi istenilen kalitede filmler yapma şansına erişememiştir. O dönemde teknik cihaz ve sinema dalında uzmanlaşmış çalışanların olmaması kalitesiz filmlerin oluşmasının başlıca nedenlerini oluşturmaktaydı. Bunun yanında senaryo, oyunculuk, çekim aşamaları ve pazarlama yönünden sinemaya gerekli önem verilmemesi yabancı filmler karşısında Türk filmlerinin gerilemesine neden olmuştur. Bunun sonucunda Yeşilçam döneminde yılda 200 film çeken Türk sineması daha sonraları film yapım konusunda büyük bir düşüş yaşamıştır. Bu gerileme 1990’lı yıllara kadar devam etmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan okullu olarak tabir edeceğimiz yönetmenler ve görüntü yönetmenleri sinemaya yeni bir soluk katmışlardır. Bu yeni sinemacılar bilinçli olarak sinema alanındaki teknik gelişmeleri takip ederek, çektikleri filmlerde bu teknik ve yöntemleri uygulamaktaydılar. Bunu araştırmamızda incelediğimiz görüntü yönetmenliğini Uğur İçbak’ın yaptığı filmlerinde açıkça görmek mümkündür. Hem “Eşkıya”, hem de “Av Mevsimi” filmlerinin kaliteli görüntüleri ile ön plana çıkarak izleyicilerin beğenisini kazanmıştır. Günümüz Türkiye sinemasına baktığımızda Türk filmlerinin görüntü kalitesi, estetik ve görsel efekt kullanımı açısından yabancı yapımlarla yarışır hale geldiğini görmekteyiz. Türkiye’deki sinema salonlarında vizyona giren filmlerin gişe başarılarına baktığımızda ise Türk filmleri yabancı filmlerin önünde yer almaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri de kaliteli ve estetik görüntülerin artık Türk sinemasında da var olmasıdır. Tüm bu başarılara paralel olarak, bugünkü rakamlar da izleyicinin sinemasına sahip çıktığını açık bir şekilde göstermektedir. 2013 son gişe rakamlarına göre Türkiye’ de 50 milyona yakın sinema bileti satılmıştır ve bunun % 57’ si Türkiye yapımı filmlere aittir37. Kaynakça • Abisel, Nilgün. Sessiz Sinema. İstanbul: Om Yayınevi. 2003. • Arslantepe, Mehmet. Bir Film Çekmek ve Masaüstü Filmciliğe Giriş. İstanbul: Beta Yayıncılık. 2009. • Büker, Seçil. Sinemada Anlam Yaratma. Eskişehir: Milliyet Yayınları. 1985. • Canikligil, İlker. Dijital Video ile Sinema. İstanbul: Pusula Yayıncılık. 2007. • Gelmiş Geçmiş. http://www.sinematurk.com/gise/gelmis-gecmis/. (28.12.2013). • Gökçe, Gürol. Televizyon Program Yapımcılığı ve Yönetmenliği. İstanbul: Der Yayınları. 1997. • Güngör, A. Şefik. Sinemada Görüntü Yönetmeni. Ankara: Kitle Yayınları, 1994. • Dolby Digital Nedir? Bilim ve Teknoloji. http://www.ozmena.net/bilim-ve-teknik/dolby-digital-nedir-bilim-ve-teknoleji-9738.html. (18.12.2013). • Eşkıya Teknik, “Montajda İleri Bir Adım” Sinema Dergisi, Özel Eşkıya Sayısı. Mayıs 1997. Ss. 12-13. • Kafalı, Nadi. Tv Yapımlarında Teknik ve Kuramsal Temeller. Ankara: Ümit Yayıncılık. 2000. 37 2013, 51. hafta / 20-26.12.2013 vizyon raporu, (04.01.2014). 224 • Milli Eğitim Bakanlığı (MEGEP). Kamera ile Görüntü Estetiği. 2008. http://hbogm.meb. gov.tr/modulerprogramlar/kursprogramlari/radyotv/moduller/kamera_ile_goruntu_estetigi.pdf. (20 Nisan 2013). s.20 • Onaran, Âlim Şerif, Bülent Vardar. 20. Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması. İstanbul: Beta Basım. 2005. • Özön, Nijat. Türk Sinema Tarihi 1896-1960. İstanbul: Doruk Yayımcılık. 2010. • Özön, Nijat. Karagözden Sinemaya Türk Sineması ve Sorunları. Ankara: Kitle Yayıncılık. 1995. • Özön, Nijat. Sinema Sanatına Giriş. İstanbul: Agora Kitaplığı. 2008. • Scognamillo, Giovanni. Türk Sinema Tarihi. Çetin Şan (çev.). İstanbul: 2. Basım. Kabalcı Yayın Evi. 2003. • Tunca, Elif. “Sinemamızın Umutlu Tarihi”, Abdurrahman Şen (Ed.), Türk Sinemasında Yerli Arayışlar içinde, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayımları, 2010. • “Uğur İçbak Röportajı”. Sinema Dergisi. Özel Eşkıya Sayısı. Mayıs 1997. ss. 73-75. • Vardar, Bülent. Sinemada Ses ve Müzik. İstanbul: Es Yayınları. 2009. • Yağmur, Memduh, Muhammed Özkılınç. “ Sinema Tarihi 2. Bölüm”. Broadcasterinfo Dergisi. S. 79 (Kasım 2010). 225 KUZEY AFRİKA’DA ARAP BAHARI SÜRECİNDE SOSYAL MEDYANIN ROLÜ Xheni Simaku Özet: Arap Dünyası’nda 2011’deki protesto dalgaları, bölgenin tarihinde daha önce benzer bir vaka olmaması nedeniyle ilkti. Çevrimiçi ağların göstericiler tarafından ayaklanmaların dağılması yönünde işlevsel kullanımı, özellikle Batı kamuoyunda, en sık tartışılan konulardan biri haline geldi. Bu yöndeki argümanlardan biri; sosyal ağların, modern toplumların iletişiminde etkin bir rolü olması, yurttaşlar arasındaki iletişimi kolaylaştırması, bilgi, fikir alışverişi akışını değiştirmesi gibi özelliklerinin, yıllardır hüküm süren rejimleri devirmeye yönelik protestoları mümkün kılan faktörlerden biri olduğudur. Bu ağlar, ifade özgürlüğü kısıtlanarak yıllarca baskıya maruz kalmış vatandaşlar için kendi aralarında iletişime geçerek sistemi bozguna uğratmayı deneme yönünde yeni bir kapı olmuştur. Bu bağlamda, protestocuların başarısında sosyal ağların kullanımının etkinliğini analiz etmeye yönelik bu çalışmada, sosyal dinamiklerin ve gücün, iletişim bazında, gösterilerde majör bir rolü olup olmadığı üzerinde durulacaktır. Bu çalışma, Tunus, Mısır ve Libya’daki ayaklanmalar ile yeni medya arasındaki ilişkiyi mukayese etmeyi amaçlamaktadır. Anahtar kelimeler: Sosyal ağlar, Arap baharı, uydu, Kuzey Afrika THE ROLE OF SOCIAL MEDIA IN THE ARAB SPRING OF THE NORTH AFRICA Abstract: The wave of protests that involved the Arab World in 2011 has not precedents in the history of the region. Much has been discussed, especially on media and on western public opinion, about the role played on the revolts diffusion from the use of Social Network by demonstrators. These ones, playing a decisive role in the communications of a modern society and altering the way in which citizens relate, converse and exchange information, ideas and information among themselves, were listed as one of the possible new factors that led the popular protests to overturn several decade regimes. Thanks to such communications, citizens of countries where freedom of expression was for such long time repressed, have found new channels to get in contact and try to demolish the power system. It will attempt, therefore, to analyse if really the use of these Social Network may have had a weight in the success of the protests, or if it has focused attention on the communication factor, at the expense of social dynamics and power that maybe have played a major role in the demonstrations. This article will attempt to compare and highlight the relationship between these new media and the uprisings in Tunisia, Egypt and Libya. Keyword: Social network, Arab spring, satellite TV, North Africa. 226 Giriş 2011’de Kuzey Afrika’da başlayan protestoların ve isyanların yayılmasında medya ve sosyal ağların kullanımının rolü çok tartışılmaktadır. Bu olayların başlangıcı ve devamında medyanın etkisi batıda da çok tartışılmaktadır. Birçok yorumcu durumu “medya isyanları” olarak değerlendirirken, sosyal ağların protesto etkinliklerinin organize edilmesine ve bilginin yayılmasına yardımcı olduğunu belirtmektedir. Diğer bir görüş, Arap devletlerinin çok azında internet erişimi olduğunu ve bunların da sadece bazı gizli servisler tarafından kullanıldığını söyleyerek sosyal medyanın rolünü en aza indirmektedir. (Comunello & Anzer, 2012) “Yasemin Devrimi” ve sosyal medya ile etkileşimini anlamak için öncelikle bölgenin tarihi ve coğrafyası incelenmelidir: “Yasemin Devrimi” Tunus’ta başlayan devrimci bir harekettir. 11 Eylül 2010’da genç bir Tunuslu manav olan Muhammed Boauzizi, polis tarafından malına el konulduğu için kendini ateşe verdi. Bu olay Sidi Bou Said şehrinde gerçekleşti. Burası Tunus’un en fakir bölgeden biri olup, gençler arasında işsizlik oranı %40 dolayındadır. Bir gencin polisin baskısına karşılık bu şekilde hayatını kaybetmesi Tunus nüfusunun büyük bir kısmının katılımıyla barışçıl protestoların başlaması neden oldu. Ekonomik sorunlardan doğan protesto; sivil ve siyasi özgürlük amaçlayan bir biçim almaya başladı. Bu devrimin büyümesinde en önemli unsur kötü ekonomik koşullar ve 2011 yılının ilk aylarında gelişen olaylardır. Bu dönemde ayrıca rejimin baskıcı yönetimi ve halkın günlük yaşantısındaki zorluklar çok fazlaydı. (Axford, 2011). 2011’in başlarında Tunus devrimi tüm Kuzey Afrika’ya ve Ortadoğu’ya yayıldı. “Yasemin Devrimi” nin gücü ve etkisi o kadar büyüktü ki, senelerdir liderliğe soyulmuş otokrat devlet başkanları da tahtlarından alaşağı edildi. Tunus’ta 1987 yılından beri iktidarda olan Zine el Abidine Ben Ali olaylardan sonra istifa etmek zorunda kaldı. Mısır’da ayaklanmalar meydana geldi, 1981 yılından beri Cumhurbaşkanı olan Hüsnü Mübarek de istifa etmek zorunda kaldı. Libya’da İsyan bir iç savaşa dönüştü, NATO güçleri de olaylara dâhil oldu, olaylar 41 yıldır iktidar olan lider Muammer Kaddafi’nin ölümüyle sonuçlandı. Cezayir ve Fas’ta halk protestoları bu ülkelere göre daha az olmasına rağmen yeni demokratik açılımları ve reformları doğurdu. (Alqudsi-ghabra, 2012) Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar öyle tarihi bir anda gerçekleşti ki, aynı zamanda tüm dünyada 2008’den beri devam eden uluslararası kriz ile yüzleşmek gerekti. Kriz sonucunda üretim ve tüketimde, ekonominin her alanında düşüş yaşandı, büyüme hızı yavaşladı, işsizlik oranın arttı, yoksulluk oranı yükseldi, insanların memnuniyetsizliği arttı. (Dixon, 2011) Ayaklanmaların olduğu Kuzey Afrika devletlerinin politik ve kurumsal özelliklerine bakıldığında farklılıklar gözlenir. Cezayir “Başkanlık Cumhuriyeti” dir. Ülkede üç kez üst üste başkan seçilen Abdelaziz Bouteflika 1999’dan beri seçime gitmemiştir. Yürütme organı olan Bakanlar Kurulu’nun başına Ahmed Ouyahia yine cumhurbaşkanı tarafından atanmıştır. Cezayir’de alt yönetim ve üst yönetim olmak üzere iki meclis vardır, alt meclis 389 üyeden üst meclis de 144 üyeden oluşur, üst meclisin üyelerinin üçte birini devlet başkanı atar. Cezayir yasal sistemi Fransız kökenli medeni hukuk ile İslam hukukunun birleşimidir. (Volpi, 2013) Cezayir’de 2011 yılında yoğun işsizlik üzerine gelen zamlar ve ayaklanmalar acil demokratik reformları getirmiştir. Böylece olası bir rejim değişikliği gerçekleşmemiştir. Mısır da bir cumhuriyet ülkesidir ki cumhurbaşkanı halk tarafından 6 yıllık süre için seçilir. Yasal sistemi Napolyonik sivil sistem ile İslam hukukundan öğeler içerir. 1981’den itibaren cumhurbaşkanı olan Hüsnü Mubarek Şubat 2011’de istifa etmek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanının istifasından sonra devlet kontrolü silahlı kuvvetlere geçti ve başındaki Essam Abdel Aziz Sharaf başbakan olarak görevlendirildi. Tunus da bir cumhuriyet ülkesidir, cumhurbaşkanı 5 yıllık süre için seçilir. 1987’den beri cumhurbaşkanı olan Zine el Abidine Ben Ali en yüksek oy oranıyla seçilmiştir (2009’da seçimlerde %89,6 oy oranıyla kazanmıştır) ki bu seçimlerin şeffaf olmadığı ve manipüle edildiği belirtilmektedir. Ocak 2011’de Ben Ali de ayaklanmalar nedeniyle istifa etmek zorunda kalır. Ben Ali rejimin düşmesiyle, cumhurbaşkanlık görevi meclisin eski başkanı Fouad Mebazaa’ya geçti. Bu geçiş döneminde demokratik ve anayasal reformların oluşturulması ve uygulanması için üç kez hükümet değişmiştir. 227 Fas ise anayasal monarşi ile yönetilmektedir. 1999’dan beri VI. Muhammed kraldır. Seçimlerde 18 yaşından büyük olan herkes oy hakkına sahip olup başbakanı seçebilir. Anayasal düzene göre kral Müslüman topluluğun başında olup asker üzerinde doğrudan ve tam yetkilidir. Yeniden revize edilen 1996 Anayasası’na göre başbakanın yetkisi artırılmıştır, başbakan son seçimlerde kazanan partilerin arasından seçilen adayların arasından kral tarafından atanır. Fas’ın yasal sistemi İslam yasası ile Fransız sivil yasalarının karışımından meydana gelmiştir. Fas kralı 2011 yılındaki protestolardan sonra işsizlik ve yoksulluğa karşı hazırlanan çalışmaları onaylanmıştır. Kral 2011 Temmuz ayında yapılan referandum sonucunda yeni bir reform hazırlığını da devreye sokmuştur. (Kuhhardt, 2012) Sivil savaş döneminden Muammer Kaddafi’nin ölümüne kadar Libya devleti formaliteden ibaret bir halk cumhuriyetidir (Jamahiriya) Jamahiriya ya da devletin hükümeti politik delegelerle değil, halkın da dâhil olduğu yerel meclisler ile yönetilir. Libya’ da hükmetme şekli otoriter bir devlete benzer. Kaddafi, 1969’dan bu yana tam 41 yıl boyunca halkı yöneten kral İdris’in monarşisine askeri cunta ile son vermiştir. Devrim Yüksek Konseyi Libya Halk Cumhuriyeti’ni ilan eder. 1975 yılında Kaddafi, “Yeşil Kitap” isimli üç ciltlik kitap serisinin ilkini yayınlar. Bu kitaba göre ekonomi, komünizm ile kapitalizmin arasında üçüncü bir yoldan yönetilmelidir ki bu da Arap Sosyalizmi’dir. Bu düşünceler doğrultusunda yapılan reformlarla devlet özel sektöre el koydu, devletleştirilme- kamulaştırma başladı. Libyalı vatandaşlara sadece bir konut sahibi olma izni verildi, taşınmaz mülklere devlet tarafından el konulup ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı. “Yeşil Kitap” Libya için bir anayasa görevi üstlenmeye başladı çünkü daha önce Libya’nın yazılı anayasası olmamıştı. (Volpi, 2013) Ancak 2011 yılında isyan protestolarının başlaması ve devletin çok sert karşılık vermesiyle Libya bir sivil savaşı içine düştü. 8 ay süren bu savaş Kaddafi’nin güçleri ile NATO askeri gücünün de desteklediği devrim güçleri arasında oldu. 20 Ekim 2012 Sirte’de Kaddafi devrimciler tarafından öldürüldü. Böylece Kuzey Afrika’da uzun süren tek liderli rejim dönemleri kapanmış oldu. Sosyal Ağlar Bu ülkelerde izleyici ve ulaşılabilirlik açısından iki tane önemli sosyal ağ vardı: twitter ve facebook. Twitter 2006 Mart-Temmuz döneminde kurulmuştur. Kullanıcılarına 160 karektere (tweet) kadar bilgi paylaşımı imkânı sağlar. “Mikroblog” esasıyla çalışan ve “internet sms” i olarak tanımlanan bir ağdır. Dünyada en çok takipçiye ulaşan ilk on sitesi arasına girmiştir. Bu sıra dışı yapısıyla çok kısa sürede 200 milyon bireysel kullanıcı, 190 milyon günlük tweet ve 16 milyar kere arama-tarama rakamlarına ulaşmıştır. Atılan tweetlerle olayların ve bilgilerin paylaşımında giderek artan bir sayıya ulaşılmaktadır. (Paradiso, 2013) Tweet’ler ile bilgi ve fikirler paylaşıldıkça konular hakkındaki farkındalıklar artarak yayılmakta ve kişilerin sahip olukları fikirler de değişebilmektedir. Bu aynı zamanda kişiler için daha farklı bir öğrenme yolu olarak da karşımıza çıkmaktadır. Facebook ise 2004 Şubat ayında tesis edildi. Facebook, kullanıcılarına kendi profillerini duyurabilme, kendi çevrelerindekilerin profillerini izleme ve öğrenme ile kendilerine yakın ilgi alanlarına sahip başka kişilerle tanışma ve arkadaş olma imkânı sağladı. Ayrıca benzer fikirlere sahip kişilerin organize gruplar şekline dönüşmesine katkı sağladı. (Paradiso,2013) 2011 Temmuz ayında dünya üzerinde 750 milyon izleyiciye ulaşan Facebook’un bu dönemde yeni izleyicilerinin önemli bir bölümü Ortadoğu ülkelerindendi. Aynı dönemde mobil cihazlarla Facebook’a ulaşanların sayısı 250 milyona ulaşmıştı. Ortadoğu ülkelerinde Facebook kullanıcılarının sayısı 2011 Nisanında 27.7 milyona ulaştı. Bu rakam bir önceki yıla göre iki kat artmıştı ve 2011 yılının başından itibaren Facebook kullanıcıları sayısındaki artış %30 u bulmuştu. (Joffé, 2012) Bu ülkelerde Twitter ve Facebook dışında diğer sosyal ağlar da çok önem kazanmış, “NetAktivizm” olarak adlandırılan bu ağlar bilgi akışında çok önemli bir yere sahip olmuştur. Arap Baharının başlangıcında bu tür sosyal ağ birlikteliklerinin katkısı kimilerince çok önemsenmiş ve “virtual NGO - sanal sivil toplum kuruluşları” olarak adlandırılmaktadır. (Khondker, 2011) 228 Arap Baharı döneminde sosyal paylaşım ağlarından biri olan “Avaaz”ın 9 milyon üyesi vardı. Sivil toplum ile yönetimler ve uluslararası kuruluşlar arasında doğrudan bağlantı sağlamaktaydı. Bu bağlantı kendi toplumları ile başka ülke hükümetleri arasında olduğu gibi uluslararası birlikler (EU veya ONU) ile de oluşturulmuştu. Ayrıca “We Rebild “ve “Telecomix” gibi ağlar kolaylıkla sansürlenemeyen yapılarıyla toplulukların iletişiminde çok önemli rol oynadı. (Soengas, 2012) İletişim, eski tip modemler ve anonim internet Proxy ağları üzerinden hükümet sansürü nedeniyle sorunlu olsa da, farklı ve modifiye olabilir bilgi bankaları (data base) aracılığıyla bu sorunlar aşılmaya çalışıldı. Uluslararası internet korsanları ( hacker) birleşerek özellikle Tunus ve Mısır’da etkili olmak üzere devlete ait sitelere siber saldırılar düzenleyerek siteleri çalışamaz hale getirdiler (Anonymous). Wikileaks ve Kablogram gibi internet siteleri hükümetlerin gizli bilgilerini yayınlayarak muhalif grupları desteklediler. Uydu Kanalları Uydu televizyon kanalları bu ülkelerde cereyan eden olaylar hakkında başka ülkelerdeki halkların da hızı bir şekilde bilgi sahibi olmasını sağladı ve dünyanın ilgisini Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya çekti. Bu bölgelerde çok aktif bir şekilde yayın yapan Al Jazeera ve Al Arabiya gibi televizyonların yaptığı Arapça yayınlar ve özellikle görüntüler diğer Arap halklarının da dikkatini çekti. Bu ülke halklarının önemli sorunlarını dile getirdiler, halkın mutsuz olduğu noktaları uluslararası kamuoyuna sundular. Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinin liderlik sistemi halkın her şeyi doğrudan öğrenmesine engel oluyordu. Ortak dil Arapça sayesinde bu televizyon yayınlarıyla diğer ülkelere gerçekler anlatılarak toplumsal bilinç oluşturuldu. Böylece artarda diğer ülkelerde de protestolar gerçekleşti. Bu protestoların içeriği ülkelere göre farklıydı. Arap uydu kanalları bu değişimde en önemli rolü üstlendi. 1990’ lı yılların başına kadar sağlıklı haber almak çok zordu ve devlet propagandası dışında, gerçek haberlere erişilemiyordu. Örneğin Irak’ın Kuveyt’i işgalini Suudi Arabistan medyası 3 gün geç duyurdu. Halk sansürlenmeyen uluslararası haber sağlayıcıların Arapça yayınlarına yöneldi (Amerikanın Sesi, BBC, Radio Monte Carlo gibi). Uydu kanalları yerel haberciler kullanarak doğru bilgiyi aktarmaya çalıştılar. (Bettin Lattes, 2012). 1990 da Mısır Uydu Kanalı yayına başladı, bir yıl sonra Ortadoğu Haber Merkezi açıldı. Bu merkezin finansı Suudi hükumetiydi. Onların başında Suudi kralının akrabası Walid Al-Ibrahim vardı. 1996 yılı Kasım ayında doğan Al Jazeera bu anlamda çok geniş bir izleyici kitlesine ulaşarak onları 7/24 ekran başına bağlayan ilk haber kanalıydı. Arap dünyasında ilk canlı yayınlar bu kanal aracılığıyla gerçekleştirildi, politikacılar da görüşlerini bu yolla aktarma fırsatı buldular. Bu kanalın yatırımcısı olan Katar Emiri Hamad bin Halifa Al Thani’dir. (El-Nevevi & Iskandar, 2004) Ancak uydu yayınının uzak ülkelere kadar ulaşması ve kanalın buralarda izleyici bulması olayların, haberlerin tüm bölgeye aktarılması ile çevre halkın bakış açısını değiştirebildi. Uluslararası yayınların sağladığı gelir ilgi çekti. 2003 yılı Mart ayında Al Arabiya TV kuruldu. Bu kanal Suudi Arabistan’da 24 saat esasına göre yayın yapmaya başlayan ve Arap milliyetçiliğini yaymaya çalışan Doha merkezli bir kuruluştu. Ortadoğu Haber Ajansının kontrolündeydi. Bu kanallar aynı zamanda batı ülkelerinin kanallarının giremediği yerlere de ulaşabiliyor, bölge halkına BBC, CNN gibi kanallardan daha farklı bir perspektifle haberleri veriyordu. Bu dönemde Al Jazeera ve Al Arabiya, özellikle kritik bölgelerde kritik haberlerle diğer kanallardan daha fazla takip edilmişti. Özellikle Afganistan ve Irak’ta bu haber kanallarının daha aktif haberler yapması ve diğer kanallardan daha fazla izleniyor oluşu bu kanalların El Kaide gibi unsurlara yakın olduğu iddiasını gündeme getirmişti. Amerikan ordusunun Felluce operasyonunu CNN ile birlikte takip eden Abu Dabi TV kamerası Irak ahalisinin evine kadar girebilmişti. Al Arabiya 2004 Kasım ayında Saddam Hüseyin’in mesajını canlı olarak yayınlayabilmişti. Yine Al Jazeera Bin Laden’in mesajını dünyaya iletmişti. Bu haber kanallarının diğer haber kanallarına göre örgütlerle bir takım özel bağları olduğu ve farklı manipülasyonlar yaptığı ya da editörlerin veya yöneticilerinin doğrudan bu gruplarla bağlantılı olup olmadığı kesin olarak bilinemese de gerek dil avantajı gerek yerel halka daha yakın olmaları, farklı haber kaynaklarına kolay ulaşabildikleri görülür. Ayrıca Al 229 Jazeera ve Al Arabiya sayesinde oluşan toplumsal bilinç, hükümetlerin propagandasına rağmen gerçekleşmiştir. (El-Nevevi& Iskandar 2004) Kitlesel hareketlerin hızla yayılması şaşırtıcı değildir. Elbette bölgede mevcut yönetim yapısındaki problemler nedeniyle bu hareketlerin etkisi çok fazla hissedildi. Zaten bu ülkelerde kötü yönetim ve diktatörlük nedeniyle halk ayaklanmaya hazırdı. Yine de Muhammed Bouazizi’nin kendini yakması ve bu görüntülerin herkes tarafından izlenmesi ve sonradan sosyal medyada paylaşılması çok önemli bir başlangıç oldu. Bu olaylar Devlet Başkanı Ben Ali’nin devrilmesine kadar süren bir zincirin başlangıcı oldu. Başlangıçta bu olaylar uluslararası medya çok fazla yankı uyandırmadı. Batıda Bouazizi’nin bu protesto gösterisinin birbirini takip eden olaylar zincirini başlatacağı ve bir sembol olacağı tahmin edilemezdi. Tunus halkı neler olup bittiğini Twitter aracılığıyla öğreniyordu. Sosyal medya haberlerin yayılmasında kritik ve tarihi bir rol oynamıştı. Bunun dışında Twitter ve Facebook protesto gösterilerinin organizasyonunda etkin bir şekilde kullanılmaya başlanmıştı. (Hostrup Hugbolle & Cavatorta). Arap Baharı sadece Tunus’ta değil Kuzey Afrika ülkelerinin çoğunda aynı anda başlamıştı. Tablo1:Protesto sırasında Facebook hesabı açanların ülkelere göre dağılımı1 Facebook, Suriye dışındaki ülkelerde haberleşme ve protesto gösterileri organizasyonlarında çok etkin bir şekilde kullanıldı. Ancak ülkelerde ve yerleşim bölgelerinde farklı etkileri olduğu görüldü. Mısır’da Facebook kullanıcıları internete ulaşma açısından önemli bölgesel farklar göstermekteydi. Ülke geneline Facebook kullanıcılarının nüfusa oranı % 5.5 dolayında kalmaktaydı. Bu nedenle gösterilerin organizasyonunda Facebook katkısının Mısır’da daha az olduğu düşünülmektedir. (Wilson & Dunn, 2011) Facebook’un etkisinin özellikle genç nüfus üzerinden gerçekleştiği düşünülmektedir. Kırsal alanda ve yaşlı nüfus arasında internet erişimi ve Facebook kullanımının olmamakla beraber, genç nüfusun internet aracılığıyla konuya ilişkin yaydığı fotoğraf ve videolar hükümetler tarafından sansürlenemedi. Kahire’de beş gün süreyle internet erişimi tümüyle engellendi. Bu durum hükümetin istediği sosyal izolasyonu oluşturmakla beraber, dış dünyayla iletişimi kestiği için ekonomik çöküntüyü de birlikte getirmişti. İnternet erişimin engellenmesi haberleşme ve organizasyonları engellemeye yetmedi, protestolar devam etti. Zaten haberleşmenin tümüyle engellenmesi mümkün değildi.(Allagui & Kueber,2011) Tablo2: Mısır’da protestolar sırasında aylara göre internet kullanım oranı2 1 Ce.S.I. Center for International Studies. 15.11.2014. 2 http://www.google.com/transparencyreport/traffic/?r=EG&l=EVERYTHING&csd=1294957800000&c ed=129737700000 11.11.2014 230 Internet erişinin kesilmesi ayrıca halkın Mubarek’e duyduğu öfkenin artmasına neden oldu. Zaten uydu telefonları ve dial-up bağlantılarla da internet kullanmak mümkün olabiliyordu. Mısır’da istihbarat polisi protesto gösterileri ile ilgilenen web kullanıcılarını ve bloggerları kontrol altına almaya çalışıyordu.(Lotan & al, 2011) Öte yandan gösteriler sırasında Google Ortadoğu Sorumlusu Wael Ghonim tutuklandı. Wael Ghonim Tahrir Meydanı’ndaki aktivistlerden biriydi. Bu tutuklama kararı baskılayıcı yaklaşımın en çarpıcı örneğiydi. Wael Ghonim’in tutuklanması bilginin daha fazla yayılmasına vesile oldu. Öyle ki Ghonim Time dergisinin 2011 yılı en etkin 100 kişi listesine alındı ve Mısır’daki protestoların sembolü oldu. Wael Ghonim’in Mısır’daki gösterilerin sembolüne dönüşmesi böyle bir toplumsal öncülüğün politik veya ideolojik bir şey gerektirmediğini gösterebilir. Çünkü Wael Ghonim’in kendi ifadesine göre böyle bir yönü yoktu. İnternet erişimini engellemek önce Libya’da Kaddafi’ye karşı başlatılan protestolarda denendi. Tripoli gibi büyük merkezler dâhil olmak üzere erişim kesilmişti. Libyalı mühendis Oushama Abushagur Libyalı ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden farklı iş adamlarının desteğini alarak Bingazi’de telefon merkezi kurdu. Bu merkez cep telefonlarının kablosuz internet erişimini yeniden canlandırdı. Bu korsan telefon şebekesi ‘Free Libyana” olarak adlandırılır. Bu çalışma Birleşik Arap Emirlikleri tarafından “Etisalat” şebekesiyle desteklendi. Mobil ağ Libya’nın doğusundaki bölgelerde yapılan askeri operasyonlardan isyancıların haberdar olmasını sağladı. Sosyal ağ Tunus ve Mısır’a ulaştığında 30 yılı aşkın bir suredir devam eden iktidarların sonlanmasına katkıda bulundu. Benzer şekilde Suriye ve Bahreyn’de liderleri çok zor bir duruma düşürdü. Bu ülkelerde liderler demokratik gerçeklerden çok uzaklardı ve böylece güçlerini kaybettiler. Halk ekonomik sıkıntılar nedeniyle tükenmişti. (Axford,2011) Problemin Tartışması İran’da gerçekleşen 2009 protestolarında yönetim gösterileri bastırmakta zorlanmadı. Sosyal medya ve gazeteler protestoların yayılmasında ve iletişimde aktif rol oynamışsa da bir sonuca varılmamış olmasıyla sosyal medyanın gücü tartışılmaya başlandı. Öte yandan Facebook ve Twitter kullanıcısı olan herkes aslında bireysel gazeteci gibi bir rol üstlendi. Zira geleneksel medyanın erişmekte zorlandığı her yerde onlar vardı. Sosyal meydanın bireysel gazetecileri olarak görev yaptılar ancak bir süre sonra inanılırlıkları sorgulanmaya başlandı. Verdikleri haberler doğru muydu? Halen sosyal medya kullanıcıları video ve fotoğraf paylaşılıyor, gördüklerini değerlendiriyor. Bunun en son örneğini Mısır ve Libya’da gördük. Sosyal ağ kullanıcıları YouTube aracılığıyla çeşitli videolar paylaştılar. Ancak burada Facebook ve Twitter’dan farklı olarak bir protestonun organize edilmesi için haberleşme faaliyeti değil dünyanın her yerine bilgi aktarma, haberdar etme amacı vardı. (Greffrath & Duvenhage, 2014) Bu konuda ikinci bir yorum şöyledir: Sosyal medya kullanıcıları sayısı gerçek protestocuların sayısını yansıtmamaktadır. Protestocuların sayısı çok daha fazlaydı. Mısır, Tunus ve Yemen’deki toplam Twitter kullanıcısı sayısı 14 bin olarak belirtilir. Oysa sadece Mısır’ın nüfusu 80 milyondu. Bazı çevrelerce Arap Baharı “ Facebook ya da Twitter Devrimi” olarak adlandırılmış ancak internet erişiminin her yerde mümkün olmamasına rağmen hak hareketleri gerçekleşmiştir. 2009’ da Tunus’ta halkın %34 ü internet erişimine sahipken Mısır’da bu oran % 24 olarak belirtilir. Öte yandan Tunus’ta halkın %16’sının, Mısır’da ise % 7’sinin Facebook hesabı bulunmaktaydı. Bölgede en yüksek Facebook kullanım oranı Birleşik Arap Emirlikleri’nde %36, Katar’da %24 ve Lübnan’da %23 şeklindeydi. Sosyal medya kullanıcıları çok yüksek oranda şehirlerde yerleşmişti. Kırsal alanda pek fazla kullanıcı yoktu. Bu da şehir merkezleri dışından elde edilen görüntülerin gerçek olmama ihtimalini düşündürüyordu. Sosyal medya özellikle Kahire, İskenderiye, Tunus, Manama, Tripoli ve Bingazi’de odaklanmıştı. Bu bölgelerden yoğun fotoğraf ve video paylaşımı vardı. Bu ülkelerde sosyal medya kullanıcısı olmak bilgisayar ve akıllı telefona sahip olmak demektir. Bu durum da para sahibi olmak ve daha yüksek eğitim seviyesinden gelmek anlamını taşır. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı Mısır’da yüzde olarak 28, Tunus’ta 26, Suriye’de 19 ve Libya’da 16 olarak belirtilir. Ayrıca “report sans frontieres” “organizasyonuna göre protesto gösterileri süresince Mısır, Libya, Suriye ve Suudi Arabistan internet kullanımın sansürlendiği ülkeler olarak bildirilmişti. Bu ülkelerde internet erişimi filtreleniyor ve kontrol ediliyordu. Hatta 231 Tunus’ta internet kafelerde bütün internet girişleri kayıt altına alınıp, izleniyordu. Bu ülkelerde geleneksel medyanın ön plana çıktığı, özellikle gazetelerin halkı haberdar etmede önemli rol oynadığı düşünülebilir. Ancak Mısır’da Mübarek’in devrilmesinden sonra askeri cunta getireceği sosyal reformlar için referandum yaptığında, “Müslüman Kardeşler”in geleneksel medya üzerinden buna karşı yaptığı propaganda işe yaramamıştı. Bunun nedeninin Müslüman Kardeşlerin iyi eğitimli sosyal medya kullanıcısı tarafından desteklenmemesi olarak görülmüştü. Arap Baharı süreci boyunca geleneksel medya protesto haberlerinde Twitter ve Facebook’u referans gösterdi. Bu şekilde doğrudan sorumluluk da almamış oldular. Ayrıca uluslararası televizyonlar (BBC, Al Jazeera, Al Arabiya) klasik haber kaynaklarının dışında bireysel sosyal medya kullanıcılarından oluşan haberci ordusuna sahip olmuştu. Ancak bireysel medya kullanıcılarının/gönüllü muhabirlerin verdikleri haberlerin doğruluğunu saptamak da her zaman mümkün olmadı. Eylem açısından düşünüldüğünde sosyal ağlar binlerce kullanıcıyı sanal ortamda bir araya getirmesi ile bilgisayar “mouse”unun tek bir hareketi ile gerçek protesto eylemleri oluşturulması arasında önemli bir fark vardır. Sanal ortamda insanların bir araya gelmesi politik açıdan bir risk oluşturmazken gerçek yaşamda protesto eylemi için bir araya gelen insanlar bir anlamda kendilerini kurban etmekte, yaşamsal risk almaktadırlar. Sosyal medya, kesinlikle eylemci sayısının hızla artmasını sağlamaktadır. Sosyal ağ kullanıcıları arasında hiyerarşik bir yapılanma da yoktur. Oysa tarihteki devrimlere bakıldığında ciddi bir hiyerarşik yapılanma gözlenmektedir. Bu yapılanma kurallar içerir. Belli bir merkezden yönetilmeyen bu tarz çok başlı ve çok sesli muhalefet diktatörlüğe karşı da olsa bir tür organizasyonsuzluk ve ilave olarak diktatörlüğün sonlanmasının ardından eylem ve fikir birliği olmaması nedeniyle bir eylem stratejisi geliştirilememiş, çok başlılık yaratmış ve kaos devam etmiştir. Bu anlamıyla sosyal ağlara katılmak adeta bir moda akımı sayılmakta ve gerçekte eylem oluşturmaktan çok olan bitenin ve bir takım gerçeklerin dünyanın başka taraflarına aktarılması sağlamaktadır. Bazen de teknolojinin bu biçimde kullanımı, internet erişiminin yaygın olması ile örgütlenememiş bir şekilde bir sürü haber yazı ve fikrin uçuşmakta olduğu bir ortamda ortaya çıkan vizyon ve amaç eksikliği tersine çalışarak eylemlere zarar da verebilmektedir. Ayrıca yönetimler tarafından getirilen ağ kısıtlamaları ve muhalif görüşlerin filtrelenmesi, hükümetlerin propaganda aracı olarak kullanılabilmesi internet ve sosyal ağların yapısından kaynaklı durumlardır. Dünya üzerinde sosyal ağlarla bilgi paylaşımı maliyeti çok azalmış, çok geniş kitlelere ulaşabilmiş, en son teknolojilerin kullanılmasıyla farklı guruplara ulaşabilmiştir. Internet kullanımı ve mobil telefonlar ağların gelişmesine çok büyük katkı sağlamaktadır ki bunun bölgenin sosyo-politik yapısının değişiminde önemi vurgulanmıştır. İnternetin yaygınlaşması, mobil telefonlar ve buna bağlı olarak sosyal ağlar sosyal gerilimin yaratılmasında sosyal ve politik miras oluşmasında çok önemlidir. En önemlisi 1991 Körfez Savaşı sonrasında” Pan Arab uydu kanallarının doğması eski propaganda yöntemlerinin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bölgenin ortak dil ve ortak tarihi, aynı din ve aynı sosyo-ekonomik koşullar altında olması farklı sınırlar içindeki ülkelerde sürecin zincirleme reaksiyon şeklinde gelişmesinin nedenidir. Tunuslu genç Bouazzizi’nin eylemi yıllardan beri izole bir şekilde gerçeklerden kopuk olarak yaşayan halk, hükümetlerin yarattığı sorunlardan sosyal ağlar ve uydu kanalları aracılığıyla haberdar olmuş olaylar durdurulamaz bir şekilde süratle yayılmıştır. Kaynakça • Allagui I. & Kuebler J., The Arab Spring and the Role of ICTs Editorial Introduction . In: International Journal of Communication.1435-1442. 2011. • Alqudsi-ghabra T., Creative use of Social Media in the Revolution of Tunisia, Egypt, Libya, In: The international Journal of Interdisciplinary Social Sciences. Pp. 1833-2882. 2012. • Axford B., Talk about Revolution: Social Media and the MENA Uprisings. In: Globalizations. 2011. • Bettin Lattes G., Il Mediterraneo tra la Primavera Araba e un Autunno Europeo. In :Società Mutamento Politica. Pp. 5-16. 2012. • Breuer A. & Groshek J., Online Media and Offline Empowerement in Post-Rebellion Tu- 232 nisia: An Analysis of Internet Use During Democratic Transition. In:Journal of Information Technology & Politics. Pp. 25-44. 2014. • Comunello F. &Anzer G., Will the revolutin be tweeted? A conceptual framework for understanding the social media and the Arab Spring. In: Islam and Christian-Muslim Relations. Pp.453-470. 2012. • Dixon M., An Arab spring. In: Review of African Political Economy. Pp. 309-316. 2011. • El-Nevevi M. & Iskandar A., El-Cezire, Ortadogu’yu Degistiren Haber Kanali. Gelenek Yayinlari, 2004. • Greffrath W. & Duvenhage A., The Arab Spring: Theoretical perspectives on the regimes of North Afrika and the Middle East. In: South African Journal of International Affairs. Pp. 27-44. 2014. • Hinnebuch R., Authoritarian persistence, democratization theory and the Middle East: an overview and critique. In: Democratization. Pp. 373-395. 2006. • Hostrup Haugbolle R. & Cavatorta F., “Vive la grande famille des médias tunisiens” Media reform, authoritarian resilience and societal responses in Tunisia. In: The Journal of North African Studies. Pp. 97- 112. 2012. • Joffé G., The Arab Spring in North Africa: origins and prospects. In:The Journal of North African Studies. Pp. 507-532. 2011. • Khondker H.H., Role of the new Media in the Arab Springs, in: Globalizations, pp.675679. 2011. • Kuhhardt L., The Resilience of Arab Monarchy. In:Policy Review. Pp. 57-67. 2012. • Lotan, Graeff, Ananny, Gaffney, Pearce, & Boyd., The Revolutions Were Tweeted: Information Flows During the 2011 Tunisian and Egyptian Revolutions . • Paradiso, M. , The Role of Information and Communications Technologies in Migrants from Tunisi’s Jasmine Revolution, In: Growth and Change, pp. 168-182. March 2013. • Soengas X.; The Role of the Internet and Social Networks in the Arab Uprisings-An Alternative to official Press Censorship. In:Scientific Journal of Media Education. Pp147-155. 2013. • Volpi F., Explaining (and re-explaining) political change in the Middle East during the ARab Springs: trajectors of democratization and of authoritarianism in the Maghreb. In: Democratization.pp. 969-990. 2013. • Wilson Ch. & Dunn A., Digital Media in the Egyptian Revolution: Descriptive Analysis from the Tahrir Data Sets. In: International Journal of Communication. Pp. 1248-1272. 2011. 233 TÜRKİYE’DE KAMU SEKTÖRÜNDE HALKLA İLİŞKİLER BÖLÜMLERİNİN YAPISAL SORUNLARI VE ÇALIŞANLAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME Yener Lütfü MERT Özet: Türkiye’de kamu yönetimi alanında halkla ilişkiler bölümlerinin yasal zemine oturtulmaya başlandığı ve örgütlendiği 1980’li yıllar dünyada kamu yönetiminde önemli dönüşümlerin gerçekleştiği bir dönemi işaret etmektedir. Küreselleşmenin etkisiyle Türk kamu yönetiminde yaşanan bu dönüşüm halkla ilişkiler bölümlerinde kendini birtakım yapısal değişikliklerle göstermiştir. Halkla ilişkiler bölümleri kamunun özel sektör mantığıyla hareket alanına kavuşturulması bakış açısından hareketle yeniden kurgulanmaya başlanmıştır. Ancak, bu yapılanma pek çok eksiklik ve sorunları beraberinde getirmiştir. Yasal örgütlenmenin yeterli olmadığı ve temelde halkla ilişkiler olgusuna kamu yöneticilerinin sorunlu bakış sergilemeleri nedeniyle yaşanan bu durum halkla ilişkiler olgusunun yerleşmesinde ve dolayısıyla çalışanlar üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Söz konusu birimlerin bütünsel halkla ilişkiler etkinliğini gerçekleştirebilmeleri için örgütlenmelerinde yeniden düzenlemeye gidilmesi ve siyasal aktörlerin etkilerinin olabildiğince azaltılacağı, istisnai kadro statüsünün liyakate göre düzenleneceği, alandan eğitim görmüş çalışanlardan oluşan bir yapılanmaya gidilmelidir. Çalışmada kamu kurumlarının halkla ilişkiler bölümlerinde günümüzde yaşanan sorunların kaynağı tartışılmakta ve bölümlerin yeniden yapılandırılması yönünde ne tür çözümlerin ortaya konulması gerektiği irdelenmektedir. Anahtar sözcükler: halkla ilişkiler, tanıma, tanıtma, çalışanlar, basın ve halkla ilişkiler müşavirlikleri AN EVALUATION ON STRUCTURAL PROBLEMS OF THE PUBLIC RELATIONS DEPARTMENTS IN TURKISH PUBLIC SECTOR AND THEIR IMPACT ON THE RELATED EMPLOYEES Abstract: The 1980s, when the public relations departments in the public administration sector of Turkey have started to be organized and based to legal grounds and gained corporate identity, underlines a period when important transitions has occurred in public sector in the world. This transition that is experienced in the Turkish Public Sector through the impact of globalization has manifested itself by several structural changes that occurred in public relations departments in Turkey. The public relations departments is started to be reconstructed as a whole in order to acquire a private sector the perspective and approach of free market economy. However this reconstruction has brought forward several shortcomings and problems together with it. This condition which is encountered in an environment where the judicial organization is not sufficient and that the public administrators exhibited a somewhat problematic opinion toward the public relations phenomenon seem to lead to a detrimental impact in settlement of public relations disciplines and hence on its related employees. In this study, the sources of problems that are currently experienced in public sector are discussed and the issue of what kind of solutions should be applied in order to reconstruct these departments are discussed. Keywords: Public relations, recognition, presentation, employees, public information agency undersecretaries. 234 Giriş Yöneten-yönetilen ilişkisinin olduğu her dönemde halkla ilişkiler olgusundan söz edilmekle birlikte1 modern anlamda halkla ilişkiler kavramı 20. yüzyıla ait bir yapılanmayı içinde barındırmaktadır. Temelde “Bir örgütle o örgütün ilişkide bulunduğu kamular arasındaki iletişimin yönetimi” (Grunig ve Hunt, 1984, s.6) olarak tanımlanan halkla ilişkiler “tanıma” ve “tanıtma” işlevini kapsamaktadır. Tanıma işlevi, yönetimin halkın talep ve beklentilerini izleme olarak ortaya çıkarken tanıtma işlevi ise kamunun gerçekleştirdiği hizmetlerin ve çıktıların çeşitli araçlarla halka anlatılması olarak görülmektedir (Kazancı, 2002, s.68-154). Bu iki işlevi karşılıklı anlayışa dayandıran Amerikan Halkla İlişkiler Derneği Public Relations Society of America (PRSA), halkla ilişkileri “demokratik toplum tarafından daha etkili kararlar verme ve örgütler ile kamuları arasında karşılıklı anlayışa dayalı hizmet vermek için uyum politikaları geliştirme işlevini yerine getirme” (http://www.prsa.org) şeklinde ifade etmektedir. Türkiye’de kamu sektöründe gelişen halkla ilişkiler çalışmaları izlendiğinde 1960’lı yıllarda alana ilişkin kayda değer yasal çalışmaların ortaya konulmaya başlandığı gözlenmektedir (Okay ve Okay, 2011; Tortop, 1975; Asna, 1998; Uysal, 1998). Planlı dönemin başladığı bu yıllarda vatandaşın verilen hizmetlerde rızasının alınması ve örgütlü bir şekilde kendini ifade etmesi ön planda tutulmuştur. Bu kapsamda ilk halkla ilişkiler birimi örgütlenmesi olarak Devlet Planlama Teşkilatı tarafından henüz 1961 Anayasası yürürlüğe girmeden bir yıl önce hizmete giren “Yayın ve Temsil Birimi”nin (Ertekin, 1983, s.23) öncülük ettiği bir yapısal süreç görülmektedir. Hemen devamında halkla ilişkiler olgusu kurumsallaşmaya başlamış ve bu yıllarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının Eğitim ve Tanıtım Şubesi eliyle kurgulanan bir diğer halkla ilişkiler çalışması nüfus planlaması üzerine olmuştur (Asna, 1998, s.64). Asna (1969, s.102), daha önceki bir tarihte 1969 yılında yaptığı çalışmada Başbakanlık ve birçok bakanlığın merkez örgütlenmesinde halkla ilişkiler birimlerinin çeşitli adlar altında oluşturulduğunu, ancak bu birimlerin daha çok yayın çalışması gerçekleştirdiklerini ve geniş anlamda halkla ilişkiler yapmadıklarını belirtmektedir. Yine, 1980’li yıllara kadar kısa adı MEHTAP olan Merkezi Hükümet Teşkilatı Araştırma Projesi geliştirildiği ve 1971 yılında İdari Danışma Merkezinin (Mıhçıoğlu, 1986) kamu yönetiminin ilk merkezileştirilmiş halkla ilişkiler çabası olarak (Yamanoğlu vd., 2013, s.111-114) çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Türk kamu yönetiminde halkla ilişkiler alanında geniş çaplı birimlerin oluşturulması ve uygulamaya konulmasının 1980’li yıllarda yeni kamu yönetimi anlayışının gelişmesiyle ortaya çıktığı söylenebilir. Yeni Kamu Yönetimi anlayışı küreselleşmenin etkisiyle geleneksel devletçi yaklaşımın ötesinde kamu kurumlarının da özel sektör mantığıyla hareket etmesi sürecine dayanmaktadır. Bu kapsamda ilk olarak 1984 yılında Bakanlıkların kuruluş görev ve esaslarını yeniden düzenleyen 202 Sayılı Yasada kararname ile tüm kamu kuruluşlarındaki ilgili birimler Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği adını almış ve süreç içerisinde kamu kuruluşlarında ve yerel yönetimlerde halkla ilişkiler birimlerinin sayıları rakamsal olarak artış kaydetmiştir (Erdoğan, 2006, s.173-175). Diğer bir deyişle, halkla ilişkiler birimleri artık yeni kamu yönetimi anlayışı ile paralel olarak kamu yönetiminin işlevsel bir parçası olmaya başlamıştır. Ancak yasalarla yapılan birçok düzenleme ile halkla ilişkiler birimleri istenilen işlevselliği kazanamamış, gerek yapılanma gerekse çalışanlar açısından ve dolayısıyla yönetim açısından gerçekçi bir uygulama ile yerine oturtulamamıştır. Bu çalışmada 1980 sonrası yasal düzenlemelerle etkinleştirilmeye çalışılan halkla ilişkiler birimlerinin uygulama sürecinde istenilen etkinliğe ulaşamaması durumu, yaşanılan sorunlar, personelin çalışma sistemi ile birlikte göz önüne alınarak irdelenmeye çalışılacaktır. Bu bağlamda öncelikle birimlerin yapılandırılmasının nasıl gerçekleştiği, yöneticilerin tutumu ve 2000’li yıllarda gelişen taşeron firma elemanı çalıştırma hususlarının sorunlu yönleri tartışılacaktır. 1 Eski Roma’da Demostenes ve Cicero gibi hatiplerin açık alanlarda halkı etkileyen konuşmalarından, Makedonya Kralı Büyük İskender’in İran seferinde Pers giysileri giymesine, J. Sezar’ın Galya Valisi olarak elde ettiği başarıları, sık sık gönderdiği habercilerle Romalılara duyurması eski çağlardan bu yana halkla ilişkiler etkinliğinin gerçekleştiğini 235 1.Halkla ilişkiler bölümlerinin yapılandırılması 1980 sonrası dönemde kamu yönetimi tarafından alanda yapılan önemli değişiklik yukarıda belirtildiği üzere 1984 yılında çıkarılan Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği Kararnamesidir2 (Tortop, 1993, s.23). Bakanlıkların merkez ve taşra teşkilatının yeniden yapılandırılması kapsamında çıkarılan kararnamenin 26. maddesinde “Bakanlıklarda basın ve halkla ilişkilerle ilgili faaliyetleri planlamak ve bu faaliyetlerin belirlenecek usul ve ilkelere göre yürütülmesini sağlamak üzere Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği teşkil edilebilir.” şeklinde ifade yer almaktadır. Hemen devamında çıkarılan “Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun”3 ile Başbakanlık Merkez Teşkilatında Basın Müşavirliği ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığının görevleri belirlenmiştir. Basın Müşavirliğinin görevleri Başbakan ve yardımcıları ile devlet bakanlıklarının basınla ilişkilerini düzenlemek olarak belirlenirken Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığının görev kapsamında ise hükümet çalışmalarının kamuoyundaki etkilerini değerlendirmek, vatandaşların istek ve şikayetlerini incelemek ve kamu kurumları arasındaki işbirliği görevini yerine getirmek olarak belirlenmiştir. Daha sonra çıkarılan çeşitli kararnamelerle Adalet, İçişleri, Maliye, Milli Eğitim, Sağlık, Ulaştırma, Tarım, Çalışma, Sanayi, Enerji ve Kültür Bakanlıklarında Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirlikleri kurulmuştur (Canpolat, 2012, s.196). Bu yasal düzenlemelerle halkla ilişkilerin bir parçası olan basınla ilişkiler bu alanın içinden adeta çıkarılmış ve onu önceleyen bir konuma getirilmiştir (Uysal, 1998¸ s.135). Bakanlıklarla ilgili birçok yasal düzenlemeyle oluşturulmaya çalışılan Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliklerinin görevleri belirlenirken kurumların gerekli alt düzenlemeleri yapabilecekleri belirtilmiş, ancak uygulamaya gelindiğinde geniş kapsamlı bir halkla ilişkiler faaliyetini görmek gerçekte pek mümkün olamamıştır. Bakanlıklarda birkaç istisna dışında4 Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği şeklinde bir örgütlenmeye gidilmekle birlikte kendi halkla ilişkiler bölümlerini oluşturan kamu kurumlarına ve yerel yönetimlere gelindiğinde uygulamada sayısal anlamda birimlerin oluşturulduğu görülmekte; ancak farklı adlar ve birimlerin çatısı altında halkla ilişkiler uygulamaları ortaya konulmaktadır. Bu yapı, bazen basın büroları örgütlenmesi şeklinde görülürken bazen de halkla ilişkiler şube müdürlüğü şeklinde kurgulanmıştır. 1.1. Halkla ilişkiler çalışmalarının parçalı bir yapıda örgütlenmesi Halkla ilişkiler etkinliği konusunda yapılacak bir değerlendirmede temelde öngörülen tanıma ve tanıtma işlevlerinin ikisinin bir arada çeşitli araçlarla yürütülmesi önemlidir. Bu işlevler ise basın ve halkla ilişkiler çalışmalarının bir bütün şeklinde kurgulanması ve yönetim işlevi olarak gerçekleşmesidir. Yönetsel işlev olarak halkla ilişkilerin kurgulanmasında ise beklenen, sözkonusu alanın doğrudan üst yöneticiye bağlı olması ve birlikte hareket etmesidir (Uysal, 1998, s.144). Türk kamu yönetiminde halkla ilişkiler bölümleri bu açıdan incelendiğinde sorunlu görünmektedir. Örneğin, yukarıda belirtilen örgütlenmede Başbakanlık teşkilatının Basın Müşavirliği ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı olarak kurgulanmasından sonra çeşitli kurumlar bölümleri oluştururken bu yapıya bağlı kalmakta, ancak bazı bakanlıklarda Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliklerinin müdürlük düzeyinde veya bir daire başkanlığına bağlı olarak çalıştığı izlenmektedir. Bu kurgunun günümüze değin fazla bir yapısal değişikliğe uğramadan yansıdığı söylenebilir. Günümüzdeki yapıya Bakanlık ve kurumlar açısından örnek vermek gerekirse, Kalkınma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, organizasyon şemasında Müsteşar yardımcısına bağlı çalışmaktadır. Sağlık Bakanlığında ise Basın Müşavirliği ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı ayrı birimler halinde örgütlenmiş; Basın Müşavirliği ile Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı farklı bir müsteşar yardımcısına bağlı hizmet vermektedir. Halkla ilişkiler örgütlenmesi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının ilgili kuruluşu olan Türkiye Petrolleri 2 Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 Sayılı Kararname ile 13/12/1983 Gün ve 174 Sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkındaki Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkındaki 202 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkındaki Kararname, 18540 Sayılı Resmi Gazete. 3 19/10/1984 tarih ve 18550 sayılı Resmi Gazete 4 Bunlar; Başbakanlık bünyesinde kurulan Basın Müşavirliği ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığının ayrı kurulması; Milli Savunma Bakanlığında Basın ve Protokol Şube Müdürlüğü adı altında ve Dışişleri Bakanlığında ise Enformasyon ve Tanıtma Dairesi Başkanlığı adıyla birimlerin oluşturulması şeklindedir (Bilgin, 1994, s.56). 236 Anonim Ortaklığında ise Stratejik Planlama Dairesinin altında bir müdürlük olarak görülmektedir. Bu durum kuşkusuz üst yönetime ulaşmayı zorlaştırmakta ve halkla ilişkiler alanına verilen önemin yeterli olmadığına işaret etmektedir. Çünkü halkla ilişkiler etkinliğinin kuşkusuz hızlı ve doğrudan üst yönetimin vereceği kararlarla işlerlik kazanması olasıdır. Bölümlerdeki bu parçalı yapı, yönetim işlevinin gerçekçi bir şekilde uygulamaya konulamadığını işaret ettiği gibi, bağlı bulunulan üst yöneticilerin anlık kararlarıyla değişebilen bir örgütlenme olgusunun olduğunu da gözler önüne sermektedir. 1.2. Yönetici odaklı halkla ilişkiler Kamuda halkla ilişkiler örgütlenmesinde diğer bir konu da özellikle yönetici odaklı halkla ilişkiler etkinliğinden söz edilmesidir. Bütünsel bir halkla ilişkiler etkinliğinden çok yöneticilerin kararları doğrultusunda yürütülen bu çalışmalar bir anlamda zaman zaman yöneticinin kamuoyu nezdinde aklanması sonucunu ortaya koyabileceği düşünülebilir. Nitekim, basınla ilişkilerde özellikle yöneticinin haberlerde ön plana çıkarılması bu hususun odak noktasını oluşturmaktadır. Karar mekanizmasındaki yöneticinin süzgecinden geçen her basın bülteni büyük oranda tek yönlü kalmak durumundadır. Özellikle gazete ve televizyonlarda çalışan sayısının az olması nedeniyle kurumun geçtiği haberlerin kullanılması ve siyasal iktidarın kolayca gündem oluşturabilmesi açısından özellikle kamuoyuna yansıması kurumdan çok yönetici odaklı gerçekleşmektedir. Sonuçta ortaya çıkan durum, özellikle Bakanlıklarda bakan odaklı bir iletişim sürecinin ortaya konulması, dolayısıyla yönetici iletişiminin sağlanması olarak görülebilir. Bu bakış açısıyla kurumsal bir yapıya sahip olması gereken halkla ilişkiler etkinliği yöneticinin kişiliği ile özdeşleşmekte ve bu haliyle kamuoyuna yansıtılmaktadır. Yani özünde gerçek anlamda halkla ilişkiler birimlerinin kurumsallaşmasından söz etmek mümkün olamamaktadır. 1.3. Halkla ilişkilerde taşeron istihdamı 1990’lı yıllarda başlayan taşeron firma yoluyla hizmet satın alınması yöntemi yalnızca güvenlik ve yemek hizmetleri alanında gerçekleşirken 2000’li yıllardan günümüze doğru evrilerek halkla ilişkiler alanında da kullanılmaya başlanmıştır. Hatta bu durum gerek Bakanlıklar gerekse kamu kurumları ve yerel yönetimler tarafından pratik bir çözüm olarak sıkça başvurulan bir yöntem haline dönüşmüştür. Örneğin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve belediyelerde çok sayıda taşeron firma elemanı istihdam edilmektedir. Böylece bir yandan kadrolu eleman istihdam edilirken diğer yandan düşük ücretle taşeron firma çalışanı eliyle hizmet verilmektedir. Bu noktada dikkat çeken husus, özellikle çağrı merkezi bulunan Bakanlık ve belediyelerde yüz kişinin üzerinde şirket personeli istihdam ediliyor olması ve bu personele kadro verilmediği için işgücü devir hızının oldukça yüksek olmasıdır. Birebir yapılan görüşmelere göre örneğin, Ankara Büyükşehir Belediyesi Mavi Masa Çağrı Merkezinde üç yüz kişi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çağrı Merkezinde iki yüz kişinin üzerinde dışarıdan eleman istihdam edildiği görülmektedir. Bu olgu, 1980 sonrası gelişen neoliberal politikalar sonucu kamunun özel sektör mantığıyla hareket etmesi bakışıyla gerçekleştirilirken çalışan devir hızının yüksek olması, çalışanların ücretlerinin ve motivasyonun düşük olması sonucunda kurumsal aidiyetin sağlanamaması ile birlikte emeğin örgütlenememesini de beraberinde getirmektedir. 1.4. Ajanslar kanalıyla dışarıdan hizmet satın alma yoluyla halkla ilişkiler Halkla ilişkiler hizmetleri zaman zaman dışarıdan hizmet satın alınması yoluyla çeşitli ajanslar eliyle yürütülmektedir. Sistem, kurumda çalışan az sayıda kişi ve ajans arasında gerçekleştirilen sözleşme üzerinden yürütülmektedir. Amerika gibi farklı ülkelerde örneği sıkça görülen az sayıda çalışanla halkla ilişkiler hizmetlerini yerine getirme açısından olumlu değerlendirilebilecek bu durumun (Okay ve Okay, 2012, s.73) ajanslara ödenen yıllık sözleşme ücretleriyle kurumların kendi çatısı altında eleman istihdamıyla gerçekleştirilmesiyle ekonomik maliyetinin karşılaştırılması sonucunda ancak değerlendirilmesi olasıdır. Diğer bir açıdan yapılacak değerlendirmede ise kurumun çalışanlarının her türlü hizmeti ajans kanalıyla gerçekleştirdikleri için kendilerini yetiştirme olanağının göz ardı edebilme şeklinde görülebilir. Bu nedenle gerek ekonomik maliyet gerekse işlerin niteliği açısından konu değerlendirmeye açıktır ve üzerinde daha fazla veriyle çalışma yapılarak gerçekçi sonuçlara ulaşmanın mümkün olabileceği düşünülmektedir. 237 2. Halkla ilişkiler bölümlerinde çalışanlar ve sorunları Halkla ilişkiler bölümlerinin örgütlenmesine baktıktan sonra bu bölümlerde çalışanların nitelikleri ve yaşadıkları sorunlara değinmek gerekmektedir. Yukarıda sözü edilen parçalı yapı ile birlikte kurumlar arasında pek çok farklılık olmasına karşın çalışanların sorunları ve sistemdeki yerleri hemen hemen ortak bir özellik arz etmektedir. Bu sorunların başında personelin nitelikleri, eğitim durumları, halkla ilişkiler alanının bir meslek olarak görülmesinde yaşanan sıkıntılar ve yönetimlerin bu alana bakışındaki aksaklıklar gelmektedir. 2.1. Basın ve halkla ilişkiler müşavirlerinin atanması Bakanlıklarda Basın Müşavirlerinin istisnai kadro ile atanabilme kolaylığının bulunması yaşanan sorunlardan biri olarak görülebilir. Bakanlıkların Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği birimlerinin yasal durum gereği oluştuğu, ancak söz konusu birimlere atanacak müşavirlerin “istisnai kadro” ile alınması sonucunda aslında durumun yöneticilerin beklentilerine uygun çalışan ve bağlılığın olması nedeniyle “siyasal kimlikli” yapının görünür olduğu söylenebilir. Çünkü, örneğin bir Bakanla gelen müşavir kurumun amaç ve etkinliklerinden çok Bakanın halkla ilişkilerini yapmak durumunda veya onun ideolojisini yansıtmak zorunda kalmaktadır. Bunun yanı sıra istisnai kadrolarla eleman alımı siyasal nitelikli yapının çevre kadrosu oluşturma niteliğine de sahip olmaktadır. Nitekim, bakanlıklardaki Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirleri, yönetimdeki bakanın isteği doğrultusunda açıktan atama ile alım yapıldıktan bir müddet sonra çalışanın farklı birimlere kaydırılması şeklinde de gerçekleşmekte, bu durum kamu çalışanları arasında eşitliği zedelemektedir. Buna örnek olarak 2011 yılında kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde 2014 yılı ortalarına kadar beş ayrı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirinin açıktan atama şeklinde göreve başlamış olması gösterilebilir. Bunun örnekleri belediyeler ve valiliklerde de gözlenmektedir. Oysa “kamu örgütünde esas olanın halkla ilişkilerin kuruma yönelik olmasıdır. Başka deyişle bir bakanlıkta bakana değil bakanlığa, yerel yönetimde belediye başkanına değil, belediyenin kendisine yönelmelidir.” (Uysal, 1998, s.145). 2.2. Personel sayısının yetersizliği Halkla ilişkiler birimlerinde çalışan personel sayısının hizmeti yerine getirecek kadar yeter sayıda olmadığı görülmektedir. Kuşkusuz personel sayısı değerlendirme için tek ölçüt olmamalıdır, ancak iç ve dış hedef kitleyle iletişim kurmak durumunda olan bir birimin çalışan sayısının da toplam çalışan sayısına ve kurumun halkla ilişkiler çabasına göre değerlendirilmesi gerekir. Acar (1994, s.74) araştırmasında kamu kurumlarındaki halkla ilişkiler birimlerinin yüzde 18’inde birim yöneticisi dahil 1 personel, yüzde 19’unda 2 personel, yüzde 11’inde 3 personel, yüzde 10’unda 4 personel, yüzde 5’inde 5 personel, yüzde 8’inde 6 personel, yüzde 20’sinde 7 veya daha fazla personelin görev yaptığını ortaya koymuştur. Yakın dönemde kamu kurumlarında yönetici ve çalışanlar üzerinde yapılan nitel bir çalışmada (Mert, 2015, s.171) geçmişe oranla söz konusu birimlerde çalışan sayısının yüksek olduğu görülmekle birlikte yeteri düzeyde olmadığı ortaya konulmuştur. Buna göre örneğin Kalkınma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğinde yönetici dahil 11 personel, Çevre ve Şehircilik Bakanlığında 11 personel, Ulaştırma ve Denizcilik Bakanlığında 10 personel, Sağlık Bakanlığında 20 personel görev yapmaktadır. Ayrıca bu çalışanların da sık sık yer değiştirdiği veya farklı birimlerden eğitim durumuna bakılmaksızın bu birimlere eleman gönderildiği bulgulanmıştır. Bu bulgulardan hareketle personel sayısının yetersiz olması nedeniyle bütünsel bir halkla ilişkiler etkinliğinden söz edilmesi pek olası görünmemektedir. Bu durum ya dışarıdan hizmet satın alınması veya birimin daha az işlevsel olması sonucunu beraberinde getirmektedir. 2.3. Çalışanların nitelikleri Halkla ilişkiler bölümlerinde çalışanların etkinliklerin gerçekleştirilmesinde yetkin ve uzman olması gerekmektedir. Bunun sağlanabilmesi için başarıya giden yolda gereken, öncelikle bu birimlerde çalışanların eğitimli ve alandan gelmesidir. Bilgin’in (1994, s.55-58) Başbakanlık örgüt yapılarında yer alan halkla ilişkiler birimleri üzerinde yaptığı bir çalışmaya göre, bu birimlerde toplam 168 kişi çalışmakta; bunların 9’u ilkokul, 10’u orta okul, 53’ü lise, 86’sı üniversite ve 10’u yüksek lisans mezunudur. Buna göre bu kişilerin yarıdan fazlası üniversite ve yüksek lisans öğrenimi görmüş kişilerden oluşmaktadır. Bu durum 238 olumlu olmakla birlikte, ankete katılan yalnızca 21 kişinin yani yüzde 12.5’inin halkla ilişkiler eğitimi almış olması düşündürücüdür. Oysa halkla ilişkiler çalışanının işi gereği sosyal bilimlerin pek çok alanıyla ilgili bilgi sahibi olması gerekmektedir. Nitekim üniversitelerin halkla ilişkiler bölümlerinin programında alan dersleri dışında hukuk, siyaset bilimi, sosyoloji, istatistik ve ekonomi gibi başlıklar ders programlarında yer almaktadır (Yamanoğlu, 2013, s.230-37- ekler bölümü). Mert’in (2015, s.200) ortaya koyduğu araştırmada ise örneklem olarak belirlenen 8 Bakanlık ve 10 kamu kurumunda görüşme yapılan toplam 41 kişiden ancak 15’i İletişim Fakültesi mezunudur. Bu veriler halkla ilişkiler alanında iletişim fakültelerinden mezun çalışanların sayısının geçmişe göre arttığını göstermekle birlikte toplam kişi sayısı içerisinde İletişim Fakültesi mezunlarının sayısının %50’yi bile bulmaması düşündürücüdür. Aynı araştırmada görüşme yapılanların büyük bir bölümünün lisans mezunu ve daha üst eğitim düzeyine sahip olmalarına karşın halkla ilişkiler formasyonuna sahip olmadıkları görülmektedir. Bölüme eleman alımlarında beklentinin alana uygun kişiler olmasına karşın gerek eğitimlerinin bu alanda olmaması, gerek kurum içinde yatay geçişle herhangi bir birimden alım yapılması, gerekse iletişim alanından mezun olmasına karşın deneyimli olmamaları yetişmiş eleman sorununu ortaya koymaktadır. Bunun nedeninin halkla ilişkiler bölümlerine kamu yönetimi nezdinde yeterince önem verilmediği ve bir uzmanlık alanına sahip olmayan, hatta vasıfsız herhangi birinin de bu alanda hizmet verebileceği varsayımından hareket edilmesinden kaynaklandığı söylenebilir. Bu noktadan hareketle siyasal aktörlerin rahatlıkla bu bölümleri istedikleri gibi kullandıkları açıkça görülmektedir. 2.4. Halkla ilişkiler çalışanlarında kariyer planlama eksikliği Türk kamu yönetiminde halkla ilişkiler bölümlerinde çalışanların diğer bölümlerden ayrıştığı önemli bir nokta insan kaynakları yönetimi kapsamında kariyer planlama eksikliğinin görülmesidir. Bu birimlerde çalışanların istihdam edilmesi büyük oranda başka birimlerden yatay geçiş şeklinde olmakta, açıktan atama şeklinde alım yapılanların ise memur olarak istihdam edilmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS) ile eleman alımlarında memur olarak alınan çalışanların kariyer planlamasında yükselmesi büyük oranda mümkün olmamaktadır. Oysa kamu kurumlarının pek çoğunda B grubu olarak adlandırılan uzmanlık gerektiren alanlarda uzman yardımcısı olarak işe başlayan çalışanlar belirli bir süre sonra yeterliliklerine uygun olarak uzmanlık ve başuzmanlık gibi kariyer basamaklarına yükselebilmektedir. Konuyla ilgili son dönemde bazı Bakanlıklarda halkla ilişkiler alanına alınacakların kariyer meslek grubu olarak değerlendirilmesi çalışmaları söz konusu olmakla birlikte Türk kamu yönetiminde maalesef henüz bu durum uygulama alanı bulamamıştır. Bu durum çalışanların motivasyonunu etkilemekte ve beklenti düzeyleri düşen çalışanlar meslek yaşamının sonuna kadar aynı kadro ile çalışmayı sürdürmek durumundadırlar. Sonuç Türk kamu yönetiminde halkla ilişkiler bölümlerinin örgütlenmesi yasal bir zemine dayanmakla birlikte örgütlenme ve çalışanların niteliği konusunda pek çok eksikliği içinde barındırmaktadır. Yeni Kamu Yönetimi anlayışıyla önemli bir dönüşüm yaşayan Türk kamu yönetimi, aynı dönüşümü halkla ilişkiler birimlerinde de yaşamaktadır. Ancak, yönetim işlevi olarak görülen halkla ilişkiler, yönetici iletişimi ağırlıklı olarak yürümekte, dolayısıyla örgütlenme ve çalışan kurgusu büyük oranda yönetici odaklı olmaktadır. Bu nedenle alanla ilgili değerlendirmenin yöneticilere göre değiştiği ve örgütlendiği bu yapının kurumsal bir bakış açısına dönüştürülmesi temel gerekliliklerden biridir. Yöneticilerin görevinin sona ermesiyle yeniden kurgulanan bu birimlerin görev tanımlarının yeniden koşullara uygun bir şekilde tanımlanması gerekmektedir. Öte yandan çalışanların kamu hizmetlerini temsil edebilme yetkinlik ve uzmanlığına sahip halkla ilişkiler bölümlerinden veya azından sosyal bilimlerden seçilmesi birimlerin etkinliğini artıracaktır. Ayrıca kariyer planlama noktasında halkla ilişkiler bölümlerine alınacak elemanların uzman yardımcılığı meslek grubu içine alınması çalışanların motivasyonu ve aidiyetin sağlanması açısından önemlidir. Dışarıdan hizmet alımı yoluyla yapılan halkla ilişkiler etkinliklerinin ekonomik maliyeti ve çalışanların kendilerini geliştirebilmeleri açısından iyi okunması gerekmektedir. Aynı şekilde taşeron firma çalışanlarıyla farklı meslek gruplarından personelin aynı ortamda aynı 239 işi yapması gerek ücret açısından gerekse kurumsal bakış açısından sorunları beraberinde getirmektedir. Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri kadrosuna atananların istisnai kadrolarla değil liyakat sistemi ile atanması çalışma ortamının etkinliği açısından yeniden değerlendirilme konusu olmalıdır. Gelişen ve değişen dünya ile birlikte Türk kamu yönetimindeki dönüşümlerin iyi okunması ve halkla ilişkilerin bütünsel bir açıdan uygulanabilmesi için köklü bir yapılanma gereği ortadadır. Bunun gerçekleşebilmesi için akademik alan ile birlikte kamu ve sivil toplum örgütlerinin de halkla ilişkiler bölümlerinin yeniden kurgulanması noktasında üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekliliği bulunmaktadır. Kaynakça • Acar, M. (1994). Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Araştırması, Ankara: Sosyal Planlama Genel Müdürlüğü Planlama Dairesi Başkanlığı Yayını. • Asna, A. (1969). Türkiye’de Kamu Kuruluşlarının Halkla İlişkileri, AİD, Cilt:2, Sayı:3, ss.101-115. • Asna, A. (1998). Halkla İlişkiler Dünden Bugüne Bir Sanat-Meslek Öyküsü, İkinci Baskı, İstanbul:Sabah Kitapları. • Bilgin, K. U. (1994). Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Uygulamasında Örgütsel Bir Yaklaşım (Başbakanlık ve Bakanlıklarda Halkla İlişkiler Birimleri), Amme İdaresi Dergisi, Cilt:27, Sayı:4, ss.43-62. • Canpolat, N. (2012). Geçmişten Günümüze Örneklerle Türkiye’de Halkla İlişkilerin Gelişimi, Ankara: Seçkin Yayınları. • Dikme, H. (2012). Osmanlı’da Halkla İlişkiler: Sultan Abdülaziz Dönemi Örneği, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:21, ss.293-305. • Erdoğan, İ. (2006). Teori ve Pratikte Halkla İlişkiler, Ankara: Erk Yay. • Ertekin, Y. (1983). Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığında Halkla İlişkiler Uygulaması, AİD, Cilt:16, S:1, ss:23-45. • Grunig, J. E. ve Hunt T. (1984). Managing Public Relations, New York: Holt, Reinehart & Winston Publication. •http://www.prsa.org/AboutPRSA/PublicRelationsDefined/#.U56NVfl_vVI (erişim tarihi: 08.08.2014). • Kazan, E. (2007). Eski Türkler ve Osmanlı’da Halkla İlişkiler, İstanbul: Yakamoz Yay. • Kazancı, M. (2007). Osmanlı Devletinde Halkla İlişkiler, Selçuk İletişim Dergisi, (4) 3, ss.5-20. • Mert, Y. L. (2015). Türkiye’de Kamu Sektörünün Halkla İlişkiler Bölümlerinde Çalışma İlişkileri, Ankara Üniversitesi SBE Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü, Yayınlanmamış Doktora Tezi. • Mıhçıoğlu, C. (1986). Bir Yönetim Deneyi İdari Danışma Merkezi Kırtasiyecilikle Savaş, Ankara: A.Ü. Basın Yayın Yüksekokulu Yayınları:7. • Okay, A. ve Okay A. (2011). Halkla İlişkiler Kavram Strateji ve Uygulamaları, Genişletilmiş Beşinci Basım, İstanbul: Der Yayınları. • Tortop, N. (1975). Kamu Kuruluşlarında Halkla İlişkiler, İkinci Baskı, Ankara: Sevinç Matbaası. • Uysal, B. (1998). Siyaset Yönetim Halkla İlişkiler, Ankara: TODAİE Yayını. • Yamanoğlu, M.A., Hızal Gençtürk S. ve Özdemir. B. P. (2013). Türkiye’de Halkla İlişkiler Tarihi Kurumsallaşma Yılları 1960-1980, Ankara: Deki Yayınları. 240 SÜRDÜRÜLEBİLİR ŞEHİR MARKALARI İÇİN ÇOK YÖNLÜ SİMETRİK İLETİŞİM MODELİ YAKLAŞIMI Zeynep Genel Özet: Başarılı ve etkili şehir markaları yaratmak için kilit nokta marka iletişim örgütlerinin kurulması ve bu sayede iletişimde sürdürülebilirliğin sağlanması olduğu varsayılmaktadır. Günümüzde marka değeri ve farkındalığı yüksek dünya kentlerinin başarısının arkasında, paydaşların sürece dâhil edilmesi amacıyla yapılandırılan başarılı marka iletişimi yapıları gözlemlenmektedir. Bu noktadan yola çıkılarak, James Grunig(2005) tarafından geliştirilen iki yönlü simetrik iletişim modelinden esinlenerek, şehir markasında başarı elde etmek için ön koşul olarak aktörler ve paydaşlar arasındaki simetrik ve sürdürülebilir iletişimin önemli rol oynadığı varsayılmaktadır. Barthes’in(1971) belirttiği gibi, şehrin sakinleriyle iletişim kurduğu bir dil vardır. Bu dil üzerinden nasıl bir söylem üretildiği, bu üretim sürecinde yer alan öncü disiplinlerin denklemin hangi parçası olacağıyla doğrudan ilgilidir(http://dergi.mo.org.tr/dergiler/4/453/9358.pdf). Bu açıdan bakıldığında altyapı, renovasyon, finans, turizm , sosyoloji ve kültürel çalışmalarındaki sürdürülebilirlik için dahi iletişimsel boyutta Grunig’in de önemine vurgu yaptığı gibi iletişimsel simetrinin ve katılımın önemli olduğu düşünülmektedir. Sürdürülebilir bir şehir markası yaratmak için , aktörlerin rolleri, bu rollerin markaya etkisi ve aktörler arasındaki çok yönlü iletişimin sağlanmasının marka imajına etkisi ve öneminin ortaya konması araştırmanın ana amacıdır. Bildiri İstanbul markasının aktör ve paydaşları arasında varolan durumun analizinin yanı sıra, literatüre şehir markaları açısından iletişim ihtiyaçları ve eksikliklerine cevap vermek amacıyla yaratılmış “Çok yönlü (multilateral) simetrik iletişim model yaklaşımı” ile katkıda bulunulması hedeflenmektedir. Anahtar Kelimeler : Şehir markalaşması, sürdürülebilirlik, çok yönlü simetrik iletişim, İstanbul MULTILATERAL SYMMETRICAL COMMUNICATIONS APPROACH TO SUSTAINABLE CITY BRANDS Abstract: In order to create a successful and effective city brand, the key point is the establishment of communıcation organizations and thereby providing the sustainable communication. The success behind the world cities whose brand value and awareness are high, is the configuration of successful brand structures for the involvement of the stakeholders to the period. Starting from this point inspired by the two-way symmetrical communication model that is developed by James Grunig (2005) , symmetric and sustainable communication between the actors and stakeholders are assumed to play an important role as a prerequisite for achieving success. As stated by Barthes (1971), the city has a language through which it communicates with its residents. The kind of a discourse generated from this language is directly related to the part of the equation on which leading disciplines in this production process are positioned (Barthes, 1971, s. 17-18). In any case or any field communication is the vital discipline which is required for sustainable practice of all fields in terms of city. In this regard, even for sustainability in infrastructure, renovation, finance, tourism, sociology and cultural studies, as Grunig emphasizes, the importance of symmetry and participation is also considered to be important in terms of communication. For sustainable city brand, the roles of the actors, the impact of these roles on the brand and the impact of ensuring the multi-directional communication between actors on the brand image and demonstrating the importance of this is the main aim of the study. Declaration, as well as the analysis of the current situation between the actors and stakeholders of the Istanbul brand also aims to contribute to the literature with ‘Multi-directional (multilateral) symmetrical communication model approach’ which has been created to respond to the lacks and needs of communication in terms of city brands. Keywords: Sustainablity, city brands, publics, symmetrical communication, İstanbul 241 Introduction Since antiquity, cities have made themselves heard with their local qualities throughout the world geography and many of them had a say in cultural, political, and economic areas with the help of their positive image. The best examples are Babylon, Ephesus, Athens, Rome, and Istanbul all of which once were the government center of the world; Jerusalem, which is the holy city of the three big religions; and Paris with its increased cultural significance especially after the revolution, to which many cities boast about resembling in various ways. Cities have been a symbol of development for centuries. Many cities witness a different kind ideological changes. City policies have always been an interesting issue for human masses. The term policy stems from the word polis (city) which means “the things concern of politics”. Most of the ancient philosophers such as Aristo defined and positioned cities differently from other communities. As Aristo stated that cities are clever destinations which carry the ruins of many different community lives. Cities are the important political arguments since the ancient times. They are not only destinations which have natural beauties or resources, cities always have an involving character which has been carved by the politics of citizens. Therefore, the citizens are not individuals who make their lives continue as Aristo also expressed its importance as “a citizen is anyone who can take part in the governmental process” (http://en.wikipedia.org/wiki/Politics_%28Aristotle%29). Therefore the most effective policies are shaped by citizens’ perceptions. Both city policies and uproars were made by the same group of the residents. Not only living in a particular city, but also visiting different cities always excite people since mankind. Human kind has been trying to complete his own evolution by travelling. Individuals or groups are travelling for different reasons shared their experiences, which in turn brought the unique values of regions and cities to the global platform and led to the emergence of these examples. Especially with the path was partially cleared for individual liberties after the cold war, increasing consumption need in travelling has begun to rise and that has made a contribution to the economic development of countries, regions and in particular the cities. It has contributed to the economic development of countries, regions, and particularly cites. As a result of that, the city governments are aiming at one or more of the several different markets such as culture, economy, sports, arts, fashion, history, gastronomy, politics, exhibition, education, and science used 360-degree marketing strategies and achieved their goals. They got to profit from global economic circulation in terms of area-based growth. By the time, city managers had started to publicity their regional values in some areas such as tourism. Although the terms “brand and integrated marketing communications” have become the main topic of many disciplines in the last decade with the advanced communication technologies, they are new branded facilities for city brands in both theory and practice. Consumer behavior has been a paramount of marketing communications for years. City brand managers are understanding the importance of segmenting and integrating target audiences to the decision making process since they have a positive impact on the city image. The concept of city marketing has been evolved from the theories and practices of the tourism discipline. It is used to mean the construction of a city image to make it attractive in order to raise visit frequency of both current and potential investors, tourists, and residents. In addition to its neonate position among brands, city branding has usually been examined as a sub-element of destination marketing not related with communication efforts but as a part of tourism. Although there are numerous studies in brand positioning, it is considered that city branding has been kept in the background and its communicative aspect has not been deemed significant enough by both marketers and academic authorities to go beyond the scope of a mere discussion topic. Especially in Turkey, there is no academic study, which focuses on the importance of the communication in the marketing city brand. Today, the notions such as introduction, marketing and branding of the city which play an important role even in the growth rate of a country, its position in global competition and its capital gaining a global scale can be considered as a scientific research field 242 that needs differentiation and self-governing. It is assumed that city as a brand is needed to be considered and it is different from other brands in terms of integrated marketing communications discipline. In the second chapter of the study the theoretical framework about the importance and theories about city brand communications are conducted ın detail. In order to form a basis for the study, James Grunig’s two-way symmetrical communication approach is explained in detail. It is suggested that two-way symmetrical communication is an inevitable necessity of today’s global world. Understanding the target audience opens the way to create successful strategies for brand promotion. Professional communication approach is the key component of two-way symmetrical communication model. In order to plan strategies, communication professional needs do research for the current brand perception and intended brand perception in the target audiences’ minds. Especially cities as being a brand need to do research and observe more than other brands. Because their communication environment has a complex structure. Research must be used in order to explain this environment. Not only building a strong city brand, but also managing properly city crises require information. This type of information provides the use of understandable language In addition to regulations in city planning, such as city regeneration and sustainable environment in many European cities became aware of communication strategies towards brand positioning in the 1990s and made it one of their top priorities of their strategic development plans. As noted by Kavaratzis, “the scope of city planning is shifting towards city branding and its communications aspect” (Kavaratzis & Astworth, 2006:23). The main point to create successful and effective brand images for cities is to establish the communication organizations. Today, it is observed that European cities such as Amsterdam, Londra with is a high brand recall owing this achievement to successful brand communication campaigns executed with the participation of each stakeholder in the process. Local governments of world-brand cities like Amsterdam, Berlin, and New York have been carried out communication plans for years. As a result of long-term studies which are held in those cities, the brand equity has been reinforced by applying management models which are redolent with James Grunig’s two way symmetrical communication model that prioritize participation of all stakeholders in the marketing process. As an outcome of cooperation with residents and the business world, the brand manifestos that identify stakeholders with the brand such as “I love New York, I Amsterdam, Be Berliner” has been generated. In a simplest definition, sustainability (Azapagic,2003; Málovics et al., 2008) means “thinking about tomorrow’s requirements while conforming to today’s needs” (as cited in Bıçakçı, 2012:49). The important key point of sustainable communication is to ensure that organizations and stakeholders have interdependence. It enables benefits to stakeholders and a health growth opportunity for organizations. However, as pointed out by Grunig, organizations must abandon acting only for their own benefits for this to be possible. Organizations could gain more profits when they give up a part of their expectation (Grunig & Grunig, 2000). For providing sustainability on a communicative platform, cooperation and information circulation are needed to build in a professional manner. Therefore, city organizations need to be adopting a mutual and a symmetrical communication approach to their communication strategy. The main issues of this study are the roles of actors, the impact of these roles on the brand image, and the importance of ensuring accurate communication between actors and publics for a sustainable brand with a specific focus on cities. The structure of city brands contains many different needs and target audiences. At the same time, it is assumed that some of the publics are also the first-degree image carriers of a city brand. Today, it is observed that the high valued brands of European cities as Amsterdam, Berlin, London owe this achievement to successful communication campaigns executed by each stakeholder by participating in the process. Based on this, it is assumed as a prerequisite that communication between actors and stakeholders plays a crucial role to achieve success with city brands. By that reason some questions were asked : RQ1: Who manages Istanbul’s branding process? 243 RQ 2: Is there collobration among the actors who manage Istanbul’s branding? RQ 3: Is two-way symmetrical communication model is preferred in Istanbul’s brand communication? James, E. Grunig, who has studied on the two-way symmetrical of the communication approach, stresses the importance of information circulation between an organization and its target publics. If there is one-way communication between sides, the organization probably will not able to achieve its goals and objective (Vasquez, 1993:201–216). Organizations need the opinion of their targets to develop their life cycle. If the targeted publics of organization are active to solve their situation, the sustainability of the communication is provided. In order to provide sustainability in the communication process, target audience engagement is needed to process. The two-way symmetrical communications model reflects the right path of communication implications for city brands. Because, it relies on honesty and mutual give and take rather than one-way persuasion and also it seems to be used more by nonprofit organizations, government and regulated businesses than profit driven companies. The main reason for that is publics to make the other targeted consumers recall the brand (http://www.nku.edu/~turney/prclass/readings/3eras3x.html). In fact, the structure of the communications process in a community is not a new argument of the literature. For centuries, philosophers and sociologists have been trying to explain this process in many different terms. The first known communication expert of the world is Aristo, the structured the communication process of societies including its sides and environment.It is suggested that to discuss effectiveness of a city brand image, the communication environment and background of the brand communication should be explained. In order to understand and analyze the communication environment, the brand managers and their relationships with the publics is considered as important. In the light of the point above, one of the main objective of the study is to analyze the communication environment of İstanbul brand. İstanbul is one of the 16th greatest cities in human history. Its geography, which forms a bridge between Europe and Asia Contenentsboth offer advantages and challenges. However İstanbul is one of the city which has lost its importance by time in the global area, it is still the most dominant economic gate and a wonder city for Turkish people. In the conclusion part of the study , in order to establish a sustainable communication model for city brands and city of İstanbul, marketing and strategic plans of the European cities of Amsterdam, Brighton and Berlin, which developed and implemented a communication strategy organizationally similar to the two-way symmetrical communication model is examined, communication strategies which constitute an important part of the city branding practice are analyzed, and the management structures of local governments which enable the stake holders communications is researched. Istanbul’s current studies and communication structure are compared to these examples, its shortcomings are identified, and a sample model is generated. In doing this, the shortcomings of the İstanbul brand communication are trying to analyze and enlightened by comparison with successful European brands. Because of the exploring communication technologies, life dynamics are changing in every second in all over the world. The temporal and spatial barriers front the intelligent minds are melting quickly. That way by the perception of the masses is rapidly changing. As a natural consequence, it is suggested that the temporal and spatial habitat of the traditional communication beliefs and terms are needed to revise and redefine. As a recommendation the communication foundation structure is explained in detail by inspiring European City Brands regulations. In addition to this information, the multilateral symmetrical communication model is created to explain the interaction among the city actors, stakeholders and publics in the new technology era. It is assumed that this new approach is going to give important key component of the city marketing practice. 1.Methodology of the study Durkheim (1895) argued that the basis of social science begins with comparison and it is important to compare a correctly practiced example, with another example lacking in prac- 244 tice (Kantor& Savitch, 2005:135). “Durkheim examined the religious breakdown in different cases at certain regions in his book Suicide (1897) which provided significant results for this field” (Kantor & Savitch, 2005:135). The term Benchmarking is defined that “is the process of comparing one’s business processes and performance metrics to industry bests or best practices from other companies”( http://en.wikipedia.org/wiki/Benchmarking). It is believed that benchmarking the strategic brand positioning and communication works of the cities within international boundaries may help put forward the shortcomings and differences in social policies and planning. Within this scope, it is probed and analysis that some of the successful branded cities in Europe as Berlin, Amsterdam, and Brighton. It is aimed to benchmark the strategies of European cities with İstanbul and gain a vision how to create successful city brand images for the local government. Qualitative research methods were used to obtain necessary data for said benchmarking. The two main components were used in order to build a framework for the research part of the study. These are personal interviews for obtaining experts views and data collection for supporting the main idea of the study. On the data collection phase of the research the content analyzing technique is used to classify the given data. Ronald Smith’s Strategic Communication Plan model (ROPE) is used as a content analyzing technique for communication studies for explaining the communication works of the addressed city brands. In this study, some of the interviews were held by personal interview and some were by email. It is determined by the occasions and time agenda of the participants. In order to explain Amsterdam brand, the questions asked in the communication department of Amsterdam Partners in 2012 and the analyses given in the next chapter is supported by official documents as Amsterdam Strategic Marketing Plan, Choosing The Concept, Brand Manifest, Tourism and Congress Bureau Facts. In order to explain as a role model for city branding the questions were asked the Marketing Department of Brighton& Hove by mail and the facilities were supported to official documents as Brighton Communication Plan and Tourism and Congress Bureau Facts.As another example of successful communication and target audience engagement, relating questions were asked to Berlin Partners and Berlin Tourism and Congress Bureau by interview and email. Berlin Strategic Marketing Plan, Berlin Image Guide and the Tourism and Congress Bureau Facts documents were used to generate a rational ground for the study. Finally, the personal interviews were held with actors who played an important role in Istanbul’s branding process such as the corporate communications officer from Istanbul Development Agency, the media and public relations officer from Istanbul Governorship, the marketing officer from Istanbul Tourism and Congress Office, an official from media directorate of Istanbul Metropolitan Municipality, an official from the Tourism Workshop at the Istanbul Metropolitan Municipality, an official from Kültür A.Ş., an official from Panorama 1453, an official from Istanbul Chamber of Commerce, official from Istanbul Foundation for Culture and Arts and official of İstanbul Sabiha Gökçen Airport. The obtained data and documents from these interviews are being analyzed. 2.Findings Initially, the city marketing communication approaches and plans of the cities such as Amsterdam, Berlin and Brighton were analyzed in order to provide required data for benchmarking. As a result of this part of the study, it is understood that the city marketers have professional organizations to provide communication among the actors,stakeholders and publics. Strategic marketing plans based on target audience researches are established and practiced. For providing sustainability, the authorities of those European cities such as Amsterdam,Berlin, Brighton decided to renew those strategic communication plans in terms of the needs of city. As a result of the research it is accepted that those European cities have been using two-way symmetrical communications approach to provide sustainable brand image. But as a result of the intwerviews helded by the authorities of İstanbul, 245 there is no professional or official authority found in order to provide brand communication of Istanbul among the actors. The other question of the research was that whether or not there is a two-way symmetrical communication among the actors and the stakeholders. It is claimed by IBB Tourism Works Bureua that there is a cooperation and two way symmetrical communication between the stakeholders and the IBB about city regeneration and tourism but not the marketing activities. As one of the most important actors of İstanbul Brand ICVB states that the organization aims to improve İstanbul brand as a World Convention and Congress Center but they do not follow any strategic communication plan. It is claimed that professional communication necessity is obvious in terms of establishing a sustainable brand for the city of İstanbul. A professional organizing frame was formed by taking into account all of these necessities for successful branding efforts. In the middle of the frame a city marketing agency or foundation is recommended which is inspired by the examples of European cities such as Amsterdam and Berlin. The main responsibility of this agency is to provide symmetrical communications and relations between actors in order to take mutual actions for branding. When it comes to symmetrical communication, it addresses two way symmetrical communications for organizations. It means that the expectations and needs of all parts are going to determine the brand communications in terms of sustainability. Based on the principles of two- way symmetrical communications, the profits of all parts including both actors and stakeholders should be considered and evaluated before taking any action in order to succeed in branding. Otherwise, the actions which are planned in one way approach is not able to maintain communication sustainability. As Grunig underlined as a key point in the excellence theory, professional communication experts should be employed in the organizations in order to understand and analyze the necessities and expectations of target groups which consist of communication environment. From that point of view, it is recommended that professional communications experts should provide and manage the complicated communication process between the city actors and stakeholders. Thus, it is suggested that a common sense and appropriate communication manifest, which is a necessity for building a powerful city brand are to be provided. Most of the participants, both actors and stakeholders do not have sufficient information about other partners’ roles. It is seen as a marketing communication gap for İstanbul brand which is a key factor in improving a successful city brand and a significant indicator of lack of symmetrical communication. It is assumed that the sustainable communication process cannot be completed without interaction among actors. For instance, most of the actors do not know the main target of the communication facilities. Either public relations or advertisement works are made randomly. It is mentioned by participants that the communication and cooperation among stakeholders is not based on a plan, but on a situational basis in terms of promotion. For example, if a foreign journalist visit İstanbul to prepare an article about the city, İstanbul Turizm Atölyesi ask for assistance to stakeholders such as TURMOB, coast guards, ports to organize and manage the event. Matt Lauer, who is one of the most popular leisure editor of United States visited İstanbul to broadcast a live program regarding İstanbul. The assistance in preparing the program is made by Turizm Atölyesi, not by a public relations department of the city brand management. This type of opportunity to publicize the İstanbul brand to all over the world via a popular TV program is not appropriately assessed by the local authorities. In all targeted markets, but especially in tourism marketing, professional strategic communication is inevitable. Only exercising the communication efforts in terms of tourism discipline are not sufficient to build an image which correctly expresses the brand value of the City. In an age where cities try to migrate creative minds,industries, information technologies to their own city, even cities with proven their cultural heritage like Paris and Venice make an attempt to position themselves on new fields like fashion,maritime,film industry etc. However, the fact that İstanbul’s local authorities are still trying to produce something out of Hagia Sophia and Sultan Ahmet Square can be regarded as the most obvious in- 246 dicator of really obsolete understanding of the tourism market. Although all authorities emphasize İstanbul as one of the most important tourism destinations, there has been no concrete answer as to what type of measurements led to this conclusion. Therefore, it is observed that two-way asymmetrical communication methods are conveyed in promoting İstanbul. The main reasons for that are the two-way symmetrical communication based on situational analyze, strategic planning which presents common sense and evaluation. Media relations as a key component of integrated strategic marketing communications is practiced in tactical level without guiding any strategic communication objective. In addition to this, it is obvious that each organization separately manages brand communication of İstanbul and there is not any communications experts in their staff. On the other hand, almost all of the participants of İstanbul brand have relationship with many stakeholders of İstanbul in terms of renovation, infrastructure, cultural and sports events. Arts and tourism faculties of some popular universities are the mentors of many projects. Only communication discipline and necessity are ignored by local authorities. However, a city brand is not a brand which has a private owner, all individuals of a city has the right to ask for the statement of government revenues. As an investor or a İstanbuler, the impact of İstanbul European Culture Capital project and its rational evaluation are asked to some of the official parties. It is found that no research has been conducted to evaluate the impact of that project. Some of the participants such as IKSV state that the project failed due to the lack of coordination between all parts of the project and this was not provided by the management council of the project. As an example for the lack of coordination, the results and impact of İstanbul European Culture Capital project can be shown. This type of huge project was organized and put into practice without a strategic communication plan which is grounded in detailed research and situation analysis. Conclusion This study is to be a rational guide to the practical level of local governments in terms of marketing communications. Besides offering the strategic communication of Amsterdam and Berlin, it suggests a new approach called Multilateral Symmetrical Approach, which is considered to be consistent in providing sustainable brand communication. It is inspired by the model of John Fiske and there are some multi-scalar models for just branding in governance level which are improved by tourism marketing academicians. At the same time, multi-directional approach is going to shed light on complicated promotion works for non-profit organizations. The main requirement to practice multilateral symmetrical approach is to establish a professional communication foundation in order to provide sustained communication in terms of common sense of all parts. As opposed to old fashioned popular marketing belief, communication efforts such as public relations, event management or advertising is not to be put into practice without professional approach. The main reason for that is communications as a young discipline is the dominant weapon of this information era. It is not a branch of art, feasibility and measure are required to be put into practice. Tourism or architecture discipline also needs a professional communication touch to become popular and meaningful in destination brand communication. Practicing communication tactics that are followed persistently within the scope of tourism is not enough to build a powerful city brand. Communication practices in which stakeholder and public experience and expectations find representation add value to the brand as seen in the examples such as Amsterdam and Berlin. In addition to these examples, many global private brands such as Coca Cola, Nestle are trying to produce emotional brand values by utilizing the consumers’ dialogues. However, in complex and multi-layered brand structure like cities, it creates a need for a professional communication platform that will provide communication among actors, publics and stakeholders due to the diversity and multitude of influences on brand image. The stakeholder structure of a city is different than other marketing fields since city as a product has multiple layers. Depending on their position, stakeholders can be both actors and stakeholders of a city. In other words, those working on bodies governing the brand are also among some of the city’s residents that will get affected by any change in the city. 247 Within this scope, it is recommended that a professional city marketing foundation should be established by cooperation of local authorities. The main responsibility of the city marketing foundation should be to provide communication balance among all parts which affect the city’s brand image. As Fiske stated that in a complicated communication environment, providing a communication balance between sender and receiver is the most important key factor of success. The balance of communication represents a comprehensible message in terms of the receiver (B) which is sent by A (sender). For maintaining comprehensible message the communication environment (X) should be convenient for the process and the content of the message could be enough to attract receiver. It is stated that the balance of communication process occurs, when all of those factors are completed. Not only Fiske, but also Aristo were aware of the importance of communication environment balance. Aristo used two-way symmetrical communication methods in ancient Greece in order to motivate and direct masses. When it is considered as a city brand it is obvious that there is no one or certain receiver group of the message. In addition to that, the interviews showed that there is not only one message sender of İstanbul as well. Most examples such as Amsterdam or Brighton show that the heterography of message sending is the crucial communication strategy for providing sustainability on brand value. It is believed that the marketing foundation of İstanbul project may solve this message chaos. In the city communication foundation, ever stakeholder group and every local unit influential on the city’s image must be included within the representative management body. (Figure 6.1.). In today’s global communication environment, it is suggested that every receiver (B) of any brand message is also one of the sender to another. The main complicated factor in today’s communication environment is that the receiver and then the sender B interfere with the content of the message and reshapes its meaning with its own perception before sending B1 as a sender. The communication environment gets more complicated and crowded day by day with the role of fast communication platforms. Methods such as monologue broadcasts and one-way propaganda behind a rostrum have gone stagnant in spiral of power and capital in the communication age; they now have to face a mass of people who Google what they have to say with one click. In an age where a 10-year-old kid will only prefer mobile and personal communication in a short period of 10 years, today, it is one of the most crucial mistakes to chart out a course of action with meaningful but invalid perspectives based on facts like certain masses still reading printed newspapers and simultaneous broadcast packets still being widespread. The process of questioning messages has changed with the Internet, as did prejudices. The need for consumption is shaped by utilization of communication channels, every individual influence these channels with their own personal characteristics. At this very stage there arises the need to talk about public communication and how to execute it. Trying to achieve balance in communication with messages positioned around only a few values and making it sustainable through the use of agonists discourse went out of fashion a decade ago, but is thought to remain an obsolete approach in the next decade as well. Governments that find the power of these influences utopian need to look at history and analyze how the printing press and radio shaped mental processes. Mass communication needs a perspective ahead of its time. The communication model that meets today’s needs requires a structure reminiscent of balance and coordination between parties stated by Newcomb. The model based on the balance between one’s attitudes and beliefs and it is the first model to introduce the role of communication in society and its triangulation. By taking into consideration all of the factors mentioned above, a multilateral structural communication model is created in order to meet a sustainable city brand. The multilateral symmetrical communication model not only shows the communication environment of city brand, it also points out how the senders and receivers interact with each other simultaneously and how all of the process affects the city’s brand image. 248 Figure 1: Multilateral Symmetrical Communications Modal The default communication environment circle is shown in the figure 6.1. The local communication department or marketing foundation of the city is in the middle of the circle in order to manage and observe the message interaction among all publics. On the other hand, it is the medium of the city which bear the responsibility to announce the latest news and issues regarding the city brand throughout the communication environment. In the model, a communication model is foreseen which is established to represent all actors and stakeholders influential in the city image along with the multi -way symmetrical communication of this department with stakeholders. According to this, stakeholders that make an impact on city image are divided into two groups; organic stakeholders and image carriers On the left part of the circle there are different sort of publics (residents, craftspeople, NGOs, etc.) which are identified with X and classified under the image carriers title. However, these groups consist of secondary target audiences, it is assumed that they are the last meaning producers of the brand message sent by city marketers. Foreign and national visitors and investors, residents, universities, NGOs and target tourism market audiences are listed under the image carriers title. The number of X may be increase depending on communication objectives and regional development policies. It is asserted that the last sender position of a city promise does not have an important place in the communication process while promoting city brands. The secondary image of a destination mostly is the result of non-promotional information and slight promotional information. In the lıght of this insight, it is suggested that the targeted groups which are the last in the rank are the most effective publics in terms of formation of the brand image. However, the most effective factor which forms the image in publics mind are not the advertisement and introduction tools but the residents of the city themselves. It is considered that the brand managers of a city should adopt professional and rational point of view in order to manage the entire interaction. On the right part of the figure some of the stakeholders are symbolized with Y under the Organic Stakeholders title (provincial tourism office, public, private affiliates, airport, air and land transport companies, commerce and industry chambers, etc.). Organic stakeholders explain that organizations that are funded by the government s responsible for organizing events under the İstanbul brand name such as IKSV, SIB, ICVB. This part of stakeholders have more sources than other groups to invest communication environment. The main characteristic of this model is that there is an exchange of cyclical and multilateral communication among all the parts. Therefor the stakeholders affect the attitudes and behaviors of each other that may reflect positively or negatively on the city’s image. With the help of a partner structure to be established that is expected to ensure communicative balance among all stakeholders, the negative effects of communication exchange among stakeholders based on experience and impression will be minimized. These organizations use the İstanbul brand name to create new brand values for their own brands. Most of them are the member of the official actors. It can be said that they have communication and organization between each other for the other sort of regulation and also for some events such as İstanbul Shopping Fest and İstanbul Convention and Congress projects. Because of their role, they deliver some messages about the brand values. However, as put by Ronald Smith, communication is a discipline that brings success only with planning based on research. Data from research on the right channels and target audiences 249 is vital for a healthy strategic planning. One of the biggest mistakes that brand managers do is that they implement decisions made based on institutional and personal experience without rationally considering the needs and expectations of external publics within the organization. Upon examination of the projects of local governments in cities that have made success sustainable as a brand, like Amsterdam and Berlin, it is seen that they prepare strategic plans with surveys conducted by professional researchers and measuring after implementation. Besides giving the frame for proactive communication, planning the strategic communication shows the responsibilities of each stakeholder. Furthermore, it is estimated that these groups produce new content for the main communication message and affects the perception of image carriers. Without a communication department managing the first meaning of the brand message is nearly impossible in these circumstances. The multilateral approach assumes communications environment as a medium. The multi directional nature of the city brand communication environment affects the meaning of message and brand image. Every channel in this environment changes or affects the meaning of the message by its own features and delivers by its own methods. Therefore, the first meaning of the message is substantially changed by the interpretations of the mediums. Such as in the multi-layered communication environment, observing and managing the process in order to provide sustainability is necessary. Having communication with each public through traditional media probably will not enough to provide sustained success. To understand the flow of the information, the effect of the message should be measured by research. Measurement provides an explanation of the evaluation of target audiences and help organizations to produce understandable messages by target audiences. Not only obtaining required information in order to produce sustainable messages, but also the participation of local governments in that multilayered communication environment helps to explain the emotions of the audiences. As Aristo (350 B.C.E.) stated, “persuasion may come through for the hearers, when the speech stirs their emotions”, in other words trust increases in the consumer’s mind by using the same language(http:// www.mountainman.com.au/essenes/aristotles_modes_of_persuasion_in_rhetoric.htm). Therefore, the two-way symmetrical communication starts by the organizational communication of the city. Today, two-way communication is not just a social responsibility for most global brands, but a must to maintain their brand life circle due to the diffusion effects of new communication technologies. In literature, “Multilateral means multi-direction, thinking or multi-way relations Miller Kahler as international governance of the many first defined the term multi-lateralism in 1990. It’s improved for preventing the discriminatory of bilateral agreements and relations among the states and groups” (http://en.wikipedia.org/wiki/Multilateralism). Similar to commercial and political areas, it is foreseen that the adoption of a multilateral communication approach by brand owners and managers in the communication field will communicate to the masses the message, which addresses modern necessities. The multilateral symmetrical communication approach assumes that consistent communication among all parts of environment triggers their behavioral interaction. Similarly the effectiveness of all parties to the meaning. It is considered that the interaction among all parts might affect the organizational attitude. Furthermore, they have already affected the meaning of the positioned brand image by themselves. Because of these reasons, their attitude could be effective on the changes of organization. This situation explains the communication gap for city brands. The local governments which are not able to follow and manage the last delivered meaning of the message can not provide sustainability in the changing communication dynamics of the global world. Only keeping in touch with all sides and measuring the feedbacks of actions might be helpful to see their future. It is assumed that creating attractive messages by obtaining information which contains consumer insights help to produce persuasive arguments. When the persuasive arguments become suitable to the case in the question, persuasion is effected by the speech itself. Developed based on the experiences and deficiencies of brands that address to stakeholders which interact with each other despite being different in addition to having a multitude of various values, especially in cities, etc., the main purpose of this model (6.1) is to make brand communication adaptable to global changes and therefore ensure the sustainability of brand positioning. 250 In light of this model’s tripartite structure, in today’s conditions what influences B is not only X environment; it is though that the influencing factor is Y which has communication with A but also contains different social and cultural values. In other words, communication has transformed into a multi-tangular structure. Furthermore, it is believed that the process that includes X’s observation of Y, Y1, Y2, Y3, why… experiences in its communication with A and its subsequent explanation inference of the message and the repetition of this cycle will bring a constant change in A’s structure. No matter through which channel A sends a message to B whom it wants to impress through communication, Y1’s access to Y’s experience which has a common past with A is as easy as a single click.Moreover, Y is not an individual most of the time, but a mass consisting of different segments. What makes the experiences of this mass easily approved will be the global communication device of Internet that establishes communication between Y1 and Y2. Today’s global competition is an important barrier to deliver messages through the consumer via traditional promotion approach due to the cluster of the communication environment. Therefore, direct communication by offering cooperation to the target audiences is the only path to create a sustainable brand image for city brands. Because of its multi-directional structure and multiple stakeholders as a brand, city marketers need to build strong networks with all publics that affective on the city image. There is not a single segmented target audience group anymore. There are lots of different kinds of them due to the developing communication technology consuming. Someone who used to live in a city before may affect in seconds a potential consumer via social networks. Based on the forecasting about a change in social structure expected to occur due to this pacy change in communication, a multilateral and multi-directional model that takes symmetry as base in communication is recommended for multi-layered and multi-directional the brand like cities.With the help of a partner structure to be established that is expected to ensure balance in communication between all stakeholders, the negative effects of communication exchange among the stakeholders based on experience and impression will be minimized. The Communication Partner Organisational Structure framework is given in figure 6.2. The main objective of this structure must be to provide permanent communication between all actors and stakeholders of the city. On the other hand, all parts must be represented and get themselves heard by this communication structure. The responsibilities of the structure must be published officially on the foundation website. The Partner Structure should be announced as being the assets of the city residents through the media. Therefore, the interest of the public might be attracted in the first level. The communication professionals in the Partner Structure must employ surveys to understand the substantial image and intended image of the city.According to Landry, civic and public creativity need to gather their abilities together for a creative image” (Landry, 2008:190). Figure 2: Communication management organization structure 251 A partner structure should be established by Istanbul’s local government and affiliates will enable many organizations, institutions, and bodies to participate, not only public and public and semi-private organizations. However, the core value of this structure must be defining a communication strategy based on data obtained by an in-house professional research department, instead of research and evaluation based on observation. Therefore, there will be an opportunity to define primary, secondary, and potential target audiences and to position the brand with the participation of stakeholders. The losses caused by implementations carried out with random information will be eliminated. The most important reason for this necessity is, regardless of political conjuncture, new media, which are now directing life and has become a respiratory device for the younger generation. New media are partially autonomous if not completely; it is a field in which intervention is not yet dominated by the authority and capital. In our age where technological innovations change in just a quarter of a century, the communication practices in governance disciplines should be inevitably evolved as a result of globalization. References • Barthes R., (1971/4) AA No. 153/71, Göstergebilim ve Şehircilik ( Gümüş K., Bilgin İ. Trans.), Mimarlık Dergisi, 82/ 11-12, http://dergi.mo.org.tr/dergiler/4/453/9358.pdf, (Erişim Tarihi : 1 Mart 2015). • Bıçakçı B.A. (2012), Sürdürülebilirlik Yönetiminde Halkla İlişkilerin Rolü, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt 4, No:1, ISSN: 1309-8012, (Erişim Tarihi : 1 Mart 2015). • European Commities (2009), European Security Strategies: ABetter World, DGF-Communication / Publications, Belçika, DOI 10.2860/1402, (Erişim Tarihi : 1 Mart 2015 • Grunig J.E., Grunig Larissa (2000), Public Relations in Strategic Management and Strategic Management of Public Relations : Theory and Evidence of the IABC Excellence Project, Journalism Studies, Vol.1, No: 2, 303,321, DOI:10.1080/14616700050028271, (Erişim Tarihi : 1 Mart 2015). • Kantor P., Switch H.,(2005), How to Study Comperative Urban Development Politics: A Research Note, International Journal of Urban and Regional Research,19/1, 135-151., (Erişim Tarihi :15 Aralık 2012). • Kavaratzis M., Astworth G.J.(2006), Partners in Coffeshops, Canals and Commerce:Marketing The City of Amsterdam, Cities, Vol.24, No:1. • Landry C. (2008), The Creative City: A Toolkit for Urban Innovations, Comedia, London. • Vasquez G. (1993), A Homo Narres Paradigm for Public Relations: Combining Barmann’s Symbolic Covergence Theory and Grunig’s Situational Theory of Publics, Journal of Public Relations Research, 201,216. 252 TÜRKİYE’DE MEDYANIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ BASINA GÜVENİN SARSILMASI Zeynep Kılıç Özet: Basın; Demokrasilerde yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü güç (kuvvet) olarak bilinir. Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyetçiliğin özü gereği çağdaş-demokratik nitelikler üzerine kurulmuştur. İçinde barındırdığı bireye ve topluma yasal ve demokratik haklar bağlamında ifade özgürlüğü tanınmıştır. Bu ifade özgürlüğünün resmiyetteki dili ise ‘’basın’’ kabul edilir. Basın; yasama yürütme ve yargıyı bireyin ve toplumun haklarını koruyup kollama adına denetleme gücüne sahiptir. Dolayısıyla Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze değin basın bu işlevini hakkıyla yerine getirmiş mi yoksa bu güç, hakim güçler ile medya patronları arasında sıkışıp kalmıştır? Bu araştırmada amacımız Türkiye’de günümüze kadar vuku bulan hadiseler etrafında gelişen basın olaylarını incelemektir. Bu bağlamda oluşan etki-tepkiyi ve sonuçta oluşan basına güvenirliliğin ne dereceye vardığını tespit edip güvensizliğe neden olayları tek, tek ele almaktır. Araştırmada basının oynadığı rölü dört büyük olay etrafıdan: 27 Mayıs 1960 ihtilali, 28 Şubat (1997) Süreci, Uludere (Roboski) Olayı ve Gezi Olayları bağlamında işleyip basına olan güvensizliğin nasıl oluştuğuna yer vermektir. Anahtar Kelimeler: Basın, Basım, Medya, Yapısal Dönüşüm, 27 Mayıs İhtilal’i, 28 Şubat Süreci, Uludere (Roboski) Olayı, Gezi Olayları, Basına güvensizlik. TRANSFORMATION STRUCTURAL OF MEDIA IN TURKEY AND SHAKEN TRUST TO THE PRESS Abstract: This article offers a detailed and analysis about the role of Turkish media around four term which include ‘’27 May 1960 military coup’’,’the February 28 Process, (1997) “postmodern” military intervention in Turkey’, ‘Roboski airstrike, also known as the ‘’Uludere massacre’’, Şirnak massacre, or Roboski massacre, took place on December 28, 2011, at 9:37 pm local time near the Turkish–Iraqi border and the Gezi Park Events. The article also aims to examine therol of media and relations of contemporary Turkey. This article suggests that people should feel free to express their views and be able to choose whatever they want from the approaches conveyed by the media organisations and it both opposes the authoritative pressures and the financial aims to dominate the media organisations. This refers to the necessity of existence of a ‘public sphere’ in which people should be able to discuss and exchange views regarding political, economic and social issues for democracy to function properly. Furthermore, in the democratic corporatist model, “the press has developed an instrument of identification and organisation of social groups and of discussion, comparison and conflict among them In Turkey, the opposite is usually the case, as political or military relations have caused the elites to intervene in the media practices via dictating how they should report specific news and even what words to use or not. Keywords: Turkish media, Military coup, February 28 Process, postmodern, Roboski massacre, Gezi Park Events. 253 Giriş Yazının icadı kadar önemli olan bir diğer olay matbaanın icadıdır. Matbaanın icadıyla medeniyetin gelişmesinde büyük bir hamle daha gerçekleşmiş. Matbaayla Basım artmış. Buna paralel İnsanlar arası iletişim, haberleşme, bilgi alışverişi, bilgiye çabuk ulaşma ve okuma-yazma özgür düşünme da artmıştır. Medeniyetler arası kültür alışverişi hız kazanmıştır. Basına paralel olarak kitleleri bilgilendirme ve haberdar etme ihtiyacına binaen basın hız kazanmış. Basın demokrasilerde yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü güç olarak kabul edilmiştir. Basın bu güçle halk adına hakkını aramada diğer güçleri denetleyip sorgulama yetkisine sahip olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve sınırları çerçevesinde basın bu gücü inişli çıkışlı bir şekilde günümüze kadar kullanmıştır. Kimi zaman hakim güçlerin gölgesinde varlık sürdürmüş kimi zamanda bir üste çıkmayı başarıp bu güçle baskı kurmuştur. Dolayısıyla savuncusu ve dili olduğu halkı güvensizliğe sebebiyet veren birçok olayla karşı karşıya bırakmıştır. 1.BASIM Dökme ya da herhangi bir şekilde yapılan harf, klişe, taş kalıp, film vb kullanılarak bir makine aracılığıyla kağıt, bez vb üzerine yazı-resim çıkartarak çoğaltma işlemine verilen ad. Yazının keşfedilerek tarihin başlamasının ardından yazıları çoğaltmak ve korumak ihtiyacı doğdu. Bu amaçla önce Sümer, ardından tüm Ön Asya kavimleri damga ya da silindir mühürler aracılığıyla ilk basım örnekleri kabul edilebilecek belgeleri günümüze bıraktılar. Başlangıçta basım işlemi ‘’dizgi’’ ve baskı olarak iki evrede gerçekleştirildi. Basılacak olan (yazı, resim, çizgi) devingen harflerle dizilerek ya da klişe halinde çıkarılarak baskıya hazır duruma getirildi. Günümüzde elektronik bilimin hızla gelişmesi, bilgisayar teknolojisinin de aynı süreci yaşaması sonucu, dizgi ve baskı teknolojisinin de aynı süreci yaşaması sonucu dizgi ve baskı tekniğin birçok yerde tamamen değişmiş, bu alanlara bilgisayar tamamen egemen olmuştur. Türkiye’de ilk basım evi İspanya’dan Türkiye’ye göç eden Museviler tarafından 1493’te (ya da 1504) İstanbul’da kuruldu. Basım makineleri ve harfler engizisyon mahkemeleri nedeniyle İspanya’dan kaçan Samuel ve David Nahmias adlı iki kardeş tarafından Türkiye’ye getirilmişti. İbranice basılan ilk kitabın adı ‘’Arba Ah Turim’’dir. İlk Türk basımevi ise İbrahim Müteferrika ve Sait Mehmet Çelebi tarafından 1727’de açıldı. Sadrazam Nevşehirli Damat Fert Paşa basımevinin kurulmasına önayak oldu. Resmi adı ‘’Darü Tabat-il Mamure’’ olan basımevinde basılan ilk Türkçe kitap ‘’Kitab-ı Lüğat-it Vankulu’’dur1. 1.1.Basın Gazete, dergi ve de benzerleri gibi düzenli aralıklarla çıkan süreli yayınların tümüne verilen ad. Dünyada ilk çağlarda, örneğin Babil’de (Sami ırkından bir kavim Basra körfezi ve Hindistan’a yakın topraklarda yaşadılar) kamuyu ilgilendiren olaylar günü gününe, bir tür ‘’duvar gazetesi’’ gibi kentlerin görülebilen noktalarına görevlilerce asılırdı. Eski Mısır’da ise örneğin İÖ 1750’de papirüslerin üzerine günümüzdeki gazetelerin ilk benzerlerine rastlanır. Eski Yunan’daki çeşitli site devletlerde günlük olayların yazılıp duyurulduğu ‘’Elimerit’’ler ilkel birer gazete olarak görülebilir. Dünyanın en eski gazetesi ise 911’de Çin’in Pekin kentinde çıkmaya başlayan ve bazı kısa aralıkla yayımını günümüze dek sürdürmeyi başaran ‘’King Pao’’adlı gazetedir. Venedik’te zamanında bir ufaklık parası olan ‘’Gazetta’’ karşılığı, ‘’Gazettanti’’ adı verilen dağıtıcılarda satılan ‘’fogli amongo’’ (haber el kağıtları), günümüzdeki gazetelere isim babalığı yapmıştır. Türkiye’de ilk gazete İstanbul’da 1795’te ‘’Bulletein des Nouvelles’’ (haber bülteni) adıyla Fransızca olarak ve Fransa büyükelçiliği tarafından yayımlandı. İlk Türkçe gazete, Padişah 2. Mahmut’un 1831’de İzmir’den İstanbul’a getirttiği Alexandre Blacque’enin yayım yaşamına soktuğu Takvim-i Vakayi (1 Kasım 1831) olarak kabul edilir. Temmuz 1862’de ilk Türkçe dergi Mecmua-i Fünun yayımlandı2. 1 Erdoğan Tokmakçıoğlu; ‘’Türk Basın Tarihi’’, Ankara, İsim Yayınları, 2011,s.36 2 A. g. e, s. 41 254 2. BABIALİ’DEN İKİTELLİ’YE İstanbul’da basın ve basım yaşamının merkezi olan (1990’lara dek) semt, Sirkeci-Cağaloğlu arasında uzanan, yayınevlerinin, kağıtçıların, gazete yönetim yerlerinin, basımevlerinin sıralandığı Ankara Caddesi ve çevresine yayılmıştı. ‘’Babıali’’ terimi, 19. Yüzyılın sonlarına doğru, ‘’İstanbul basını’’ için de kullanıldı. 1970’lerden itibaren birçok basımevi, yayınevi, kitapçı ve gazete kentin başka yerlerine taşındı. ‘’Babıali’nin yerini gazete binalarının yoğun olarak bulundukları ‘’İkitelli’’ almaya başladı; Babıali-Cağaloğlu ise turistik eşya satan mağazaların, turizm şirketlerinin ve halıcıların yoğun olarak etkinlik gösterdikleri bir semt durumuna geldi3. 2.1. Basının Sanayileşme Sürecine Girmesi 27 Mayıs 1960 ile başlayıp 12 Eylül 1980 ile noktalanan dönem Türk toplumunun çarpık da olsa hızlı bir ekonomik gelişme ve sanayileşme için girdiği ama çözümlenemeyen sorunların yarattığı ama çözümlenemeyen sorunların yarattığı siyasal krizlerin üçü sonuca ulaşan en az4 ikisi sonuçsuz kalan askeri darbelerle dondurulmaya çalışıldığı dönemdir. Bu dönemde çeşitli etkilerle gazetelerin tirajları büyük artış gösterdi. 1979’da günde toplam ortalama 3 milyon tirajla en yüksek tiraja ulaşılmıştır. Önce İstanbul’dan kamyonla ortak dağıtıma girişildi. Daha sonra ticaretleşmede büyük ilerleme gösteren Babıali’den iki büyük dağıtım şirketi çıktı, Gameda ve Hürriyet’in kendi şirketi Hür Dağıtım. Bununla da yetinilmedi bütün büyük gazeteler Ankara, İzmir, Adana hatta Erzurum’da basımevleri kurup oralarda baskı yaptılar. Altı gazete de Almanya’da basımevi kurup Avrupa’daki5 emekçilerimiz için özel baskı yayınladılar. Hürriyet’in Fax sistemini başlatmasıyla haberlerin bu çeşitli basımevlerine anında ulaşması sağlandı. 1966’da ilk girişimi yapılan ve 1970’lerde bütün gazetelerin benimsediği Ofset sistemi de (bu alanda Günaydın öncülük yaptı) daha temiz baskı sağlayarak gelişmeye katkıda bulundu. Türkiye’de birçok toplumsal olayın nirengi noktası da sayılan 1980’e gelindiğinde holdinglerin medya sektörüne girişi dikkat çekmektedir. Libya’da inşaat faaliyetleri nedeniyle para kazanan ve Hisarbank’ın sahipleri arasında olan Kozanoğlu-Çavuşoğlu gurubu dışarıdan medyaya girerek 1982 yılında Güneş Gazetesi’ni çıkarmışlardır. 1990’lara kadar uzanan bu dönemde Asil Nadir de Günaydın Gazetesi’ni satın alarak medyaya girmiş daha sonra Güneş gazetesi ve gelişim yayınlarının sahibi olmuştur. İzmir bölgesinde daha çok yerel gazetecilik yapan Bilgin ailesi de 1980 sonrası İstanbul’a gelerek Sabah Gazetesi’ni çıkarmışlardır6. 1990 sonrası dönem ise medyada çapraz tekelleşmenin yaygınlaştığı Doğan Gurubu, Bilgin Grubu gibi grupların gazete yanında televizyon kanallarının sahibi olduğu ve giderek diğer sektörlere de yayılarak banka ve benzeri kuruluşların sahibi olduğu bir dönem olarak nitelendirilmektedir. Yıllardır ülkenin en çok satan gazetelerini çıkaran Doğan Gurubu, medya dışında bankacılık, tekstil, ticaret, sigortacılık, turizm ve otomobil sektörlerinde de faaliyet göstermektedir7. Doğan Holding Dış Bank, Ray Sigorta, Milpa, Pen Turizm, Hür İthalat, AD Yayıncılık gibi şirketleri bünyesinde bulunduran gurup, İş Bankası ile birlikte bir kamu kuruluşu olan Petrol Ofisi AŞ’yi satın almışlardır. Doğan Gurubu enerji ihalelerinde de önemli paylar alabilmek için çaba harcamıştır. Guruba bağlı izlenme oranı yüksek özel televizyon kanalları olarak Kanal D, CNN İnternational’la ortaklığı bulunan CNN-Türk’ün yanı sıra Hürriyet, Milliyet Radikal, Posta, Fanatik gibi gazeteler ve Hafta Sonu, Tempo, Ekonomist gibi dergiler, Radyo Forex, Hür FM gibi radyolar da bulunmaktadır. Doğan Haber Ajans’ını da bünyesinde bulunduran grup, Ocak 2000’de ülkenin İngilizce gazetesi olan Turkish Daily News’ü bünyesine katmıştır8. 1997 yılına kadar gazetecilikten başka iş yapmamakla 3 A. g. e. s,34 4 Orhan Koloğlu: ‘’Osmanlıdan 21.Yüzyıla Basın Tarihi’’, İstanbul, Pozitif Yayınları, Ağustos 2006 s. 132 5 A. g. e, s. 133 6 Oya Tökgöz: ‘’Temel Gazetecilik’’ Ankara, 4. Baskı, İmge Kitapevi Yayınları, 2000, s. 32: aktaran Atilla özsever:’’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s. 115 7 A.g.e,s.32-33; aktaran Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s.116 8 Doğan Tılıç: ‘’Medyayı Anlamak’’ s.19 Aktaran: Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazete- 255 övünen Bilgin Grubu bu yıldan itibaren aştan bankacılık olmak üzere birçok sektörde faaliyet göstermeye başlamıştır. Grubun patronu olan Dinç Bilgin, gazeteci kökenli bir aileden gelmektedir. Uzun yıllar İzmir’de bölgenin en önemli gazetelerinden Yeni Asır’ı çıkartan Bilgin 1980’li yılların ortalarında İstanbul’a taşınmış ve Sabah Adlı Gazeteyi çıkarmaya başlamıştır. Grupta Sabah’la birlikte Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl, Takvim, Bugün gibi gazeteler çıkmış, ATV özel televizyon kanalını da bünyesine katmıştır. Son dönemde Park Holding’in sahiplerinden madenci Turgay Ciner, Bilgin’le ortaklık yaparak Sabah Gazetesi ve ATV’yi kontrolü altına almıştır. Turgay Ciner, Çukurova Grubu’nun sahibi Karamehmet’lerle birlikte Cumhuriyet Gazetesi’nin de yeni ortakları arasına katılmıştır9. Mart 1990’da televizyon alanındaki devlet tekelini kırarak medya sektörüne giren Uzan Grubu ise, medya sektöründeki yatırımlarının dışında İmar Bankası, Ada Bank, Çukurova Elektrik AŞ (ÇEAŞ), Kepez Elektrik ve Rumeli Çimento ile birlikte bir dizi çimento fabrikasına, inşaat ve tekstil alanındaki birçok kuruluşa da sahip olmuştur. Grubun telekominikasyon alanında da Telsim adlı bir şirketi vardır. Star TV, Kral TV gibi televizyon kanallarının sahibi olan Uzan’lar, 1999’da da Star adlı gazeteyle yazılı basın alanına girmişlerdir. Medyadaki etkinliği siyasal alana da taşımak isteyen Uzan Ailesi’nden Cem Uzan Genç Partiyi kurarak 2002 seçimlerinde %7 gibi önemli bir oranı elde etmiştir. Genç Parti seçimler sonrasında merkez sağ kesimde AKP’ye alternatif bir görünüme bürünmüştür. Bu süreçte AKP iktidarıyla çatışmaya giren Uzan Grubu bu çatışmadan zararlı çıkmıştır. Medyadaki ‘’dört büyükler’’ arasında sayılan Çukurova Grubu ise bankacılık, inşaat, sanayi, iletişim(Turkcell) sektörlerinde yüz dolayında şirketiyle aynı zamanda Türkiye’nin önde gelen büyük sermaye guruplarından biridir. Son yıllarda medyadaki yatırımlarıyla dikkati çeken bir gurup da Doğuş Grubu’dur. Esas itibarıyla inşaat, bankacılık, turizm, ticaret, sigortacılık, otomotiv ve gıda sektöründe ATİLLA 120 şirketleri bulunan Doğuş Holding bünyesinde ülke çapında izlenme oranı en yüksek olan NTV televizyonunun yanı sıra CNBC-e (CNBC şirketi ile ortak), NTV Radyo, NTVMSNCB bulunmaktadır. Gurup ayrıca National Geographic Dergisinin de Türkiye temsilciliğini yürütmektedir. ‘’İslamcı sermaye’’ olarak tanımlanan İhlas Gurubu ise İhlas Finans, İhlas Otomobil Pazarlama, İhlas Dış Ticaret, İhlas Gıda, İhlas Fuarcılık gibi çok sayıda şirketlere sahip bulunmaktadır. Enver Ören’in sahibi olduğu bu gurup da 2001 krizinde ağır bir sarsıntı geçirmiştir. Grubun medya yatırımları olarak TGRT TV, TGRT FM, Türkiye Gazetesi, İhlas Net İhlas Haber Ajansı (İHA) gibi kuruluşlar dikkati çekmektedir. Fethullah Gülen cemaatine hitap eden Feza Yayıncılık gurubunun medyadaki kuruluşları da Zaman Gazetesi, Samanyolu TV ve Aksiyon Dergisi olarak bilinmektedir. Bu gurubun finansman ayağını Asya Finans oluşturmaktadır. Ayrıca AKP’ye yakınlığıyla bilinen Albayraklar Gurubunun Yeni Şafak Gazetesi’yle olan ilişkisini ve yine genel anlamda bu kesim içinde gözüken etkili televizyon kanalı Kanal-7’i de belirtmek gerekir10. 2.2.Medya-Siyaset İlişkisi 1980 ve özellikle 1990 sonrasında medya-siyaset ilişkisi yoğunlaşmış medya sahipleri ellerinde bulunan gazete ve TV kanallarını bir anlamda silah olarak kullanmışlardır. Siyasal iktidarla ve diğer siyasi odaklarla yakın işbirliğine girerek mali olanaklar elde etmişlerdir. Özelleştirmede ve banka satın almalarda medya-siyaset ilişkisi önemli bir işlev görmüştür. 2000 yılı başlarında Doğan ve Bilgin grupları yazılı ve görsel medyada büyük bir egemenlik sağlarken dağıtım alanında da güçlerini birleştirip bir tekel oluşturmuşlardır. Milliyet Gazetesi’nin 1998 yılında kısa süreli de olsa Aydın Doğan tarafından işadamı Korkmaz Yiğit’e satılması, medya mülkiyetindeki yeni sahiplik açısından da dikkati çeken bir olay olmuştur. Doğan Gurubu patronu Aydın Doğan basın organlarının birinci özgürlüğü ekonomik özgürlüktür. Doğan; Akşam Gazetesini satın alan Mehmet Emin Karamehmet ile yaptığı bir konuşmayı aktarıyor: ‘’Mehmet Emin Bey, bu gazeteden para kaybediyorsun oysa bundan para kazan, dedim. ‘Nasıl kazanacağım? Diye sordu. Ben de Gazeteye biraz haberciliğe önem verirsen zaman, zaman promosyon yaparsan, reklam işin eğilirsen bu gazete para kazanır’ diye cevap verdim. ‘ Benim işim çok ben bunları yapamam’ deyince benim sözlerim şöyle oldu: her yıl 40-50 milyon dolar kaybedeceğine kapat.’ Bana şu yanıtı verdi: ci’’Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s.117 9 Mustafa Sönmez: ‘’Filler Ve Çimenler, Medya ve Finans Sektöründe Doğan/Anti-Doğan Savaşı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003, s.28: aktaran Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s.118 10 Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s.120 256 ‘Bir gün lazım olur’. Dünyanın hiçbir yerinde, ‘Bir gün lazım olur’ diye yayıncılık yapılmaz. Türkiye’de yayıncılık yapanların neredeyse tamamı ‘bir gün lazım olur’ zihniyetiyle bu işi yapmaya başladılar11. Medya sektörüne girenlerin iletişim araçlarını diğer yatırımlarına kalkan olarak kullandıklarıyla ilgili en somut örnekler bir dönem Star TV’de çalışan Tayfun Talipoğlu’nun ‘Benim Yolum’ adlı kitabında yer alıyor: ‘’Bir de İstanbul spor var başımızda. Yenildi mi kurumda herkes kaçacak deli arar. Hakemler iltifatlarından nasibini alır. İşte yine o günlerden birinde bu emir geldi. İstanbulspor’un kaderini belirleyecek bir toplantı var federasyonda. Bana verildi görev zor buldum yerini. Artık tanınıyoruz ya, kimse sormadı nereye gidiyorsunuz diye. İkinci kata çıktık alelacele ‘içerdeler’ dedi sekreter. Başlamıştır diye toplantı, vurmadan kapıyı, daldık içeri. İçerde yaş ortalaması 65 olan 5 adamcağız ‘eyvah basıldık’ tavrıyla ayağa fırladılar ‘Ne oluyor?’ dedi en yaşlısı. Böyle içeri girilir mi? Girilmez efendim girilmez de biz basın toplantısı var sandık.’ Dediysem de saklayamadık gözdağı için girdiğimizi.’’ Talipoğlu Akit Gazetesi’ne de Star’ın (o dönemdeki starın) ‘’gazetecilik’’ değil ‘’şantajcılık, tetikçilik’’ yaptığını söylüyordu. Talipoğlu Star TV çalışanlarının gazeteci olarak değil, Cem Uzanın tetikçisi olarak kullandıklarını savunuyordu. Fatih çekirge döneminde gazete 28 Şubat sürecinin devamı gibi çıkmaktaydı. Serdar Turgut, 30 Akşam’da bunu şöyle yorumladı: ‘’Çekirge ve arkadaşları 28 Şubat’ın devamıymış gibi gözüken o manşetleri babalarının hayrına kendi çıkarları için atmadılar. Çoğu insanın yaptığı yoruma göre Uzan Grubu’nun asker tarafından destekleneceği, kollanacağı yolunda bir beklenti vardı. Bu beklentinin doğru çıkmasını sağlamak üzere atılmış manşetlerdi bence…’’ Medyanın büyük yatırımlar yapan en mühim işadamı 28 Şubat sürecinin parlattığı isimlerden biriydi: Korkmaz Yiğit. (Yiğit aynı zamanda Anasol-D hükümetinin düşmesine yol açacaktı.) Türkbank ihalesini 600 milyon dolara alarak adını duyuran Yiğit, kanal E’yi 40, Kanal 6’yı 120, Yeni Yüzyıl ve Ateş’i 70, Milliyet’i 400 milyon dolara satın aldı.( Yiğit 2003 yılında Meclis komisyonuna verdiği ifadede bu yatırımları kendi parası ile değil ANAP Lideri Yılmaz’ın desteği ve bankalara açtırdığı kredilerle aldığını iddia etti12. 3.BASINA GÜVENSİZLİK 1980’lerle başlayan dönemde basının önemli bir sorunu da toplumun medyaya olan güvensizliğinin artması ve gazeteciliğin prestij kaybeden bir meslek haline gelmesidir.Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de medyaya olan güvenenlerin oranı sadece %28.5 olmuştur13. Sadece Türkiye’de değil Yunanistan’da da gazetecilerin ‘resmi yalancılar’ olarak halk tarafından tanımlanması mesleğin geldiği durumun önemli bir göstergesini oluşturmaktadır. Ülkemizde de çeşitli işçi ve memur eylemlerinde en çok duyulan sloganlardan birisinin ‘’satılmış medya ‘’olması da dikkat çekicidir. 2001 yılı ortasında yapılan bir kamuoyu araştırmasında medyanın %17’lik güvenirlilik oranıyla ülkenin en az güvenilen kurumların arasında yer alması, basına olan güvensizliğin en çarpıcı örneklerinden biri olmuştur14. Basın çalışanları da basının tarafsız ve özgür biçimde görevini yerine getirmediği görüşünü savunuyorlar. Çağdaş Gazeteciler derneğinin 2000 yılında üyeleri arasında yaptığı ankette çalışanların % 62’sini basının üstlendiği misyonu yerine getirmediği görüşünü savunduğu ortaya çıkmıştır15. 3.1. 27 Mayıs (1960) İhtilal’inde Basın 14 Mayıs 1950 seçimleri bir dönemin başlangıcı olmuştur. Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan beri iktidarda olan Halk Parti özgür seçimlerle yerini Demokrat Partiye bırakıp çekilmiştir meclisin bir köşesine o güne kadar basın, büyük çoğunluğu ile Demokrat Parti’yi hep desteklemiştir. Demokrat Parti basının büyük ümitler bağladığı bir partidir. Parti 11 Hamit Karalı: ‘’Medya İmparatorluğu’’ İstanbul, Truva Yayınları, 2005, s.138 12 A. g. e, s.142 13 Doğan Tılıç ‘’Utanıyorum ama Gazeteciyim’’ s.155 :aktaran Atilla Özsever.’’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara,İmge Kitapevi, 2004, s.154 14 Doğan Tılıç: ‘’Medyayı Anlamak’’s. 7; aktaran: Atilla Özsever ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’ Ankara,’ İmge Kitapevi, 2004, s.154 15 Çağdaş Gazeteciler Derneği Ege Şubesi, ‘’ÇGD üyelerine ilişkin Durum Saptaması’’, Çağdaş Dergi ÇGD Ege Şubesi Yayın Organı, Eylül 2000: aktaran Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s.154 257 işbaşına geldikten sonra bütün basın sorunlarının çözüleceği kanısı vardı gazetecilerde 1946-50 yıllarında Türk Basının manzarası şuydu. Zaman ilerledikçe muhalefeti destekleyen gazetelerin sayısı gittikçe artıyordu. Zira muhalefet düşüncede, eylemde her şeyin en mükemmelini öne sürüyordu. Genellikle aydınlar demokrasinin bütün nimetlerinin elde edileceği hayali ile etkilenmişlerdi. Halk ise adalet ve eşitlik çığlıkları arasında sigaranın beş kuruşa içileceği şekerin ucuza yeneceği günleri düşünmeye başlamıştı. Basın halkı coşturuyor. Basın halkın heyecanını daima taze tuttu. İşte DP Böyle Heyecanlı hava içinde iktidara gelecektir. DP iktidarının ilk yılları basının mutlu bir dönemidir. Kovuşturmaya uğrayan, tutuklanan gazeteci yoktur. Hükümetle gazeteciler arasında genellikle yakın ilişkiler kurulmuştur. Gazete sahipleri ile Başbakan Adnan Menderes arasında bir balayı dönemi başlamıştır o yıllarda. Ahmet Emin Yalman buna ‘’Altın Devri’’ diyecektir. Basınla hükümet arasındaki iyi ilişkiler iki yıl kadar sürdü. Gazete ve dergilerde Demokrat Parti iktidarının icraatına yönelik eleştiriler yer almaya başlayınca DP illeri gelenleriyle basın arasında gerginlik baş gösterdi. 1954 seçimlerinden sonra muhalif basındaki eleştiriler yoğunlaşırken basın davalarının sayısı da arttı. Ve davalar birbirini izledi. Hüseyin Cahit Yalçın’ın, Halkçı gazetesindeki makalelerde Başbakana hakaret ettiği gerekçesiyle verilen 26 ay 20 günlük hapis cezası Yargıtay’ca onaylandı. Yalçın sekseninci yaş gününü hapishanede kutladı16. ‘’Ve 27 Mayıs 1960… Yurtta ilk askeri darbe… Önce, güle oynaya karşılanır tabi… Çifte sevinç vardır… DP iktidarından kurtuluş sokaklara yansıdıkça basın da bunu manşetlere yansıtır, bu arada DP sansüründen kurtulmuştur. Ancak çok geçmez Yassıada kaynaklı askeri yasaklar, sansürler çıkagelir… ‘’Türkiye O Dönemde çok utanç verici bir tablo sergiledi’’ Taha AKYOL Medyanın utancı 27 Mayıs darbesine bilhassa alkış tutmuş olmasıdır. Rahmetli Celal Bayar’ın Yapı Kredi Bankası tarafından yayınlanan Yassıada hatıraları vardır; eski Türkçeyle ajandasına yazdığı, ben bunu ilk defa Tercüman Gazetesinde yayınlamıştım Türkiye’de Dreyfus faciaları işlendiği halde bir Emile Zola çıkmadı, ‘’Suçluyorum bu bir adaletsizliktir’’ diyen. Türkiye’de profesörler ‘geçmişe yürüyen ceza kanunları çıkarılabilir’ diye evrensel hukuku çiğneyen fetvayı 27 Mayıs’ı meşrulaştırmak için yayınladılar. Bunların içinde hukuk dekanları vardı, bunların içerisinde adı ilericiye çıkmış hukuk profesörleri vardı. Bunların hepsi suçludur. Suçsuzluklarını kendileri ispat etmelidir biçiminde. Gazeteciler de bunu büyüttüler alkışladılar. Türkiye o dönemde medya olarak hukukçular olarak çok utanç verici bir tablo sergiledi17. ‘’Medya zaman, zaman fiilen darbeyle işbirliği yapmıştır.’’ Nazlı ILICAK. Türk medyasının bazı mensupları 12 Mart öncesinde askerlerle işbirliği yaparak bir sol darbe hazırlığına girmiş, 12 Mart darbesiyle emir-komuta zinciri içinde engellenince de maalesef Ziverbey Köşkü’ne kapatılıp onlardan hesap sorulmuştur. Yani medya zaman, zaman da fiilen darbeyle işbirliği yapmıştır18. 3.2. 28 Şubat (1997) Sürecinde Basın Bazılarına göre medya olanı, yani tepkileri yansıtıyor. Bunun dışında bir fonksiyonu bulunmuyordu. Suçlu aranması gerekiyorsa Rafahyol’un bazı icraatlarına ve o dönemde patlayan kasetlerin içeriklerine (H.Hüseyin Ceylan, Şevki yılmaz) bakılmalıydı. Bazılarına göre ise medya sürecin baş aktörü, en azından etkin ve kritik rol oynayan ikincil faktördü. Bu kurama gösterilen kanıt, iktidara hemen ilk günlerinden itibaren yöneltilmeye başlanan ağır ve iyi niyeti aşan eleştiriler, hemen hepsi eski tarihli kasetlerin zamanlaması, yansıtılış biçimi ve bu çerçevede bilinçli olarak tırmandırılan gerilimdi. Yeni Bin Yıl yazarı Ali Bayramoğlu 1 Ocak 2000’de medyanın fonksiyonunu ‘’sürecin aktif parçası, ana silahı’’ olarak tanımladı. İstihbarat Daire Eski Başkanı Bülent Orakoğlu’na göre de medya sürecin silahlı askeri idi. Orakoğlu konuyla ilgili sorumuzu şöyle yanıtlıyordu: ‘’Medya, Orgeneral Çevik Bir’in başını çektiği bir ekip tarafından kullanılmıştır. Türk halkına medya vasıtasıyla psikolo16 Alpay Kabacalı: ‘’Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü’’, İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayını, 1990, s.164 17 Nebil Özgentürk: ‘’Cumhuriyet’ten Günümüze Basının Kısa Tarihi’’ İstanbul, Alfa Yayınları, Kasım 2008,s.31 18 A. g. e, s.35 258 jik harekat uygulanmıştır. Psikolojik harp metodları kullanılmıştır aslında psikolojik harp metodları başka ülkelere uygulanır. Maalesef 28 Şubat’ta Türk halkına uygulandı. Bunda medya çok ciddi biçimde kullanıldı. Medya birtakım menfaatler açısından olaya girmiştir. 28 Şubat’ta Türkiye’ye bazı şeyler yaptırılmak istendi. ABD’nin kontrolünde bir büyük Kürt Devleti kurdurulmak istendi. 28 Şubat sürecinde yer alan bazı isimler bu palanın içinde yer aldı. 28 Şubat ciddi bir darbedir. Marş hazırlığı bile yapılıyordu19.10. Yıl marşı bunun için dizayn ediliyordu. Darbe yapmak suç ama darbe istihbaratını yapacak birim belli değildir. TSK darbe yapacak bunu kim önleyecek belli değildir. Bunun bir kanunu yok. Efendim MİT yapsın MİT’in yönetimindekiler zaten askerler. O dönemdeki en büyük sorun Batı Çalışma Grubu’ydu. Türkiye’deki üç darbede de birtakım çalışma gurupları kurulmuştur. Bunların görevleri belli ülkeyi darbe şartlarına getirmek BÇG’nin de hiçbir yasal dayanağı yok. Anayasa’ya aykırı bir kuruluş. Valiler, rektörler, sivil toplum kuruluşları fişleniyordu. Zira süreç boyunca bazı medya kuruluşlarının haberi ve bu bağlamda bazı beyanatlara verilen özel önem bu tezi haklı gösterecek sayısız örnekler içeriyordu. Haberlerin nitelik ve niceliği değerlendirilme biçimleri toplu analiz edildiğinde medya aracılığıyla bir ‘toplum mühendisliği’ çalışmasında söz etmek zor olmayacak20. Laiklik ve irtica moda sözcükler… Basında kim ve ne konuşursa konuşsun laiklik çerçevesindeki beyanatları ön plana çıkartılıyordu Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, kendisinin laik Türkiye’nin teminatı olduğunu belirterek ‘’3 ay boyunca laik Türkiye cumhuriyetinde ne değişmiştir. Buna ben müsaade etmem ben siper olurum demek zorunda kaldı. Aynı gün ANAP genel başkanı Yılmaz laiklik konusunda son günlerde çeşitli kesimlerden yükselen seslerin, hükümetin kamuoyunda oluşturduğu rahatsızlıklara bir tepki olduğunu söylüyor, bu hükümetin hiçbir yanlış icraatı antidemokratik girişimleri haklı kılamaz’’ diye ekliyordu21. Bu arada Erbakan’ın Libya Devlet başkanı Muammer Kaddafi’yi ziyaretinde Türkiye’yi şoka uğratan bir gelişme yaşandı. Kadaffi genel olarak Türkiye’nin dış politikasından memnun olmadıklarını bildirerek Ortadoğu’daki güneşin altında Kürt milletinin de yerini almasını gerektiğini illeri sürdü (6 Ekim 96) söz alan Başbakan Erbakan, Türkiye’de yaşayan 65 milyon insanın birlik içinde olduğunu belirterek ‘’Türkiye’de hiçbir ırkçılık ve cinsiyet ayırımı yoktur’’ dedi. Erbakan’ın tepkisi yeterli görülmemişti. Medya da Türkiye’nin itibarının zedelendiğini sert ifadelerle vurgulanıyordu. Mısır Libya ve Nijer’yayı kapsayan gezisini tamamlayarak Ankara’ya dönen Erbakan Esenboğa havalimanında bir basın toplantısı düzenledi. Erbakan Kadaffi ile yaptığı görüşmede ‘’teröristlere destek çıkmaya hakkı olmadığını açık ve kesin bir şekilde ortaya koyduğunu’’ söyledi. Erbakan ‘’Ulusal onur hislere kapılıp, kırıp dökmekle korunmaz, yanlış hareket edenleri doğru yola getirmekle korunur.’’ Diyerek tepkisinin tarzını savundu. Ancak medyanın konuyla ilgili tavrı değişmedi. (6 Kasım 96’da yaşanan önemli bir olay gazetenin ancak satır aralarında yer bulabildi. Bu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Almanya ziyaretinde Bonn’da Kohl ile görüşürken MED TV muhabirlerine akreditasyon verilmesiydi. Halbuki bu olay ‘’Libya skandalı’’ kadar önemliydi. Nitekim bakan Yalım Erez ‘’siz teröristsiniz’’ diye bağırmaktan kendini almadı. Alman makamları bunun üzerine muhabirleri uzaklaştırdı ve akreditasyonlarını iptal etti) Refah Partisinin 5. Olağan kongresinde Başbakan Necmettin Erbakan, ılımlı mesajlar vererek havayı yumuşatmaya çalışıyordu. Ancak aynı gün Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyete rakip olarak yayın hayatına atılan Radikal Gazetesi sürpriz bir manşetle çıktı Buna göre Antalya’da toplanan ve İşbirliği Konferansında üst düzey bir general ‘’iç ve dış destek sağlanırsa darbe olabilir’’ diyordu… Hükümet 16 Ekim 96’da önemli bir gensoru sınavı geçirdi. Erbakan Libya’ya yaptığı gezide Kadaffi’nin Türkiye aleyhine söyledikleri üzerine hükümet hakkında verilen gensoru önergesinin22 gündeme alınması oylaması yapıldı. Muhalefetin sınavı şeklinde geçen oylamada 256 oya karşı 275 oyla gensoru gündeme alınmadı DYP’li Gencay Gür oylama öncesi partisinden istifa etti. ‘’ Oylamada beni göreceksiniz o zaman etek mi yoksa pantolon mu giydirirsiniz…’’ diyen eski paşa Doğan Güreş ret oyu verdi. Basın etekli paşa resimlerin19 Hamit Karalı: ‘’Medya İmparatorluğu’’, İstanbul, Truva Yayınları, 2005 s.195 20 A. g. e, s.196 21 A. g. e, s. 206 22 A. g. e,s.207 259 den geçilmez oldu. Hükümet üyeleri bu gelişmelerden sorumlu tuttuğu medyayla ilgili sert çıkışlarda bulundu. Gensoru önerisinden sonra Hürriyet’te çıkan yazı özetle şöyleydi. ‘’Kadafi’nin çadırındaki hareketlerin suçlusu bulundu. Medya… Bedevi çadırında 73 yıllık Cumhuriyete yapılan hakaretlerin aşağılanmaların müsebbibi ortaya çıktı. Gazeteler ve televizyonlar… Son zamanlarda her skandalın her yolsuzluk haberinden her eleştiriden sonra aynı senaryo tekrarlanıyor. Gırtlağına kadar yolsuzluğa bulanmış, bedevi çadırında ülkelerine yapılan hakaretlere tek kelime dahi cevap vermemiş siyasiler, hemen kürsüye çıkıp başlıyorlar medyaya vurmaya. Amaç nedir? Sesiz, itirazsız, dilsiz ve sağır bir Türkiye’yi yaratmak? Bedevi çadırlarındaki skandalların halka duyurulmasını mı engellemek? Daha önce defalarca düzenlenen Sincan’daki Kudüs Gecesi o yıl ilgi odağı oldu ve Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile İran Büyükelçisi Bagheri’nin koltuklarından olmasına yol açtı RP’li Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı’nın (10 Kasım) Atatürk’ü anma törenine katıldıktan sonra gittiği partisinin İl Divan Toplantısında ‘’ bu sabah ben de resmi görevim, sıfatım nedeniyle bir törene katıldım. Süslü püslü görünüşüme bakıp da laik olduğumu sanmayın. İnancımıza saygı duyulmadığı, sövüldüğü bir dönemde içim kan ağlayarak bugünkü törenlere katıldım, içinizdeki kini eksik etmeyin şeklindeki konuşması da büyütüldü. Karatepe KARLI 208 Fatih Altaylı’nın Teke Tek Programında ve İnter Star’ın haber programında kastının konuşmadan çıkartılan anlam olmadığını açıklıyordu. Karatepe23, Atatürk ve 10 Kasım isimlerini zikretmediğini Atatürk’ün sevdiği yanları olduğu gibi sevmediği yanlarının da olduğunu kaydediyordu. Bu arada Fehmi Koru o gün bazı gazetelerin Karatepe’nin sözlerini büyütebilmek için piyasaya epey gecikmeli çıktıklarını yazıyordu: önce Akşam haberlerinde çarmıha gerildi RP’li başkan ertesi gün de gazetelerde derisi yüzüldü. Her aklı başında insanın korkusu ‘’çağdaş kabus’’, medya linci, bu 10 Kasım’da Şükrü Karatepe’nin kapısını çalmıştı. RP’li Başbakanın birçok anlama gelebilecek, tevile gayet müsait sözlerini bir an için medya araçlarının anlamamızı istediği biçimde algılasak bile herkesin fikri kendine değil midir? Toplum linç ayinlerini geride bırakmayacak mı? (Zaman 12 Kasım 1996) Eskiden Tankların yaptığını şimdi de ‘’Haber atlatma adı altında medya yapıyor’’ eleştirilerine rağmen benzer haberler sürdü24. Tarih 17 Aralık 96. (Başlık) ‘’Erbakan İran Flörtüne ordudan sert tepki.’’ Haber: Türk Silahlı Kuvvetleri İran’la savunma sanayi işbirliği yapılacağını açıklayan Başbakan Erbakan’a çok sert tepki gösterdi. Üst düzey bir askeri yetkili ‘’böyle bir şey olanaksızdır. Bu başbakanın talihsiz açıklamalarından biri. Türkiye düşmanca tutumunu sürdüren ve teröre destek olan bir ülke ile nasıl hayati alanda anlaşma yapabilir’’ dedi. Aynı gün gazetelerde Mümtaz soysal şunları yazıyordu: ‘’Dar anlamıyla alırsanız, hükümeti muhtıra yemiş sayabilirsiniz de saymayabilirsiniz de…’’ Takip eden günlerde Milliyet Gazetesi’nde aynı bağlamda bir haber daha yayımlandı. Gizli MGK raporu, ordudan özel tim ve teröre çözüm önerileri. Gazete ordunun taleplerini şöyle sıralıyordu: ‘’ Özel Harekat Timleri, bekleneni veremedi, vatandaşa sert davrandı, temel vasıflarını yitirdi. Timlerin eğitimi askeri birliklere verilmeli. Jandarmaya iç ve dış istihbarat yetkisi verilmesi için özel yasa çıkarılmalı. Siyasiler silah kaçakçılığı yapıyor bu sebeple dokunulmazlık kaldırılmalı. 20 Aralık 96’da ise Hürriyet gazetesi sürece uygun düşmeyen mesaj yüklü bir manşet attı. Başlık: ‘’Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin.’’ Altbaşlık: Ordu darbe mi yapacak söylentilerine cevap veren üst düzey bir komutan, ‘’Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin’’dedi. 25 Haziran 2000 Güven Erkaya’nın vefat haberi Hürriyet Gazetesi’nde şu ifadelerle verildi: milletinin kalbinde 28 Şubat’ın mimarı öldü; Türkiye’yi karanlık ufkundan döndüren adamı kaybettik25. Ve tanklar başkent sokaklarında yürüdü… Sincan’da Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve 23 A. g. e, s.208 24 A. g. e, s.209 25 A. g. e, s. 210 260 Eğitim Tümen Komutanlığına bağlı 20 kadar tank 15 kariyer, cip ve reolardan oluşan araçlar kent merkezinden geçerek Akıncı Üssü’ne gitti. Açıklamalara göre bunun adı tatbikattı. Dönemin Genelkurmay ikinci Başkanı Çevik Bir, daha sonra bunun anlamını şöyle açıkladı: ‘’Balans Ayrı’’ bunun adı resmen ‘’darbe’’ değildi ama ciddi bir mesaj içerdiği için adı geçen kavram kadar önem taşıyordu. Demokrasinin en temel unsuru olan TV ve gazetelerde ‘’bu tanklar niçin buradaydı?’’ sorusunu kimse sormadı26. Tankların yürüyüşüne tepki gösteren bazı yazarlar ise şunları savundu: Ali Bayramoğlu: Türkiye demokratik bir ülke olsaydı Sincan’la ilgili olarak, gazetelerin birinci sayfalarında Belediye Başkanı hakkında soruşturma açan kamu otoritesi, şehrin içine tankları süren birlik komutanı hakkında soruşturma açmalıdır.’’ İbaresi yer alırdı. (Yeni Yüzyıl) Cengiz Çandar: Sincan’a hükmedemezsen Ankara’ya da hakim değilsindir. Türkiye’ye zaten değilsin. Sincan’dan geçen tanklar çok şeyi birden çiğnediler. Sadece Refahın gururunu değil. Bu ülkenin sorunlarını askersiz çözebilme umutları ve gelişmiş ergin bir demokratik sisteme kavuşma emelleri de paletlerin altında kaldı.(Sabah) Hürriyet’in yayın patronu Ertuğrul Özkök, köşesinde 18 Şubat Çarşamba günü yapılan İran Milli günü ile çarpıcı bir ayrıntıya27 yer verdi: (Bu sırada Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız Kudüs Gecesi nedeniyle tutuklanmış, Sincan’da tanklar yürümüş, Adalet Bakanı Şevket Kazan tutuklu bulunan Yıldız’ı ziyaret ettiği için ağır suçlamalara maruz kalmıştı… Adı geçen geceye katılan İran’ın Ankara Büyükelçisi Bagheri’nin ‘’İstenmeyen Adam’’ ilan edilmesi için yoğun baskı yapılıyordu. İran en tehlikeli komşu haline gelmişti.) Özkök İran’ın Milli Gün’ü dolayısıyla genelkurmayın bir temsilcisi yarbay gönderdiğini; yarbayın İran Büyükelçiliğe girişini Anadolu Ajansı’nın fotoğrafladığını ancak bu haber ve fotoğrafın askerler tarafından servise konulmasının engellendiğini kaydediyordu. 28 Şubat 97 tarihinde yaklaşık 9 saat süren ve sürece ismini veren MGK toplantısı sonrasındaki gelişmeler tüm resmi ve sivil kesimi ciddi bir demokrasi sınavına tabi tuttu. ‘’ Demokrasi giderse gelir; ama laiklik gitti mi gelmez’’ diyen köşe yazarları oldu (Rauf Tamer) Sincan’da yürüyen tankları iftiharla anlatanları da… Basın da gerilimi28 tırmandıran manşetler havanın durulmasına rağmen dinmiyordu (MGK toplantısında İrtica PKK’dan daha tehlikelidir.’’ Diyen Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın önündeki dosyaların gazete küpürlerinden oluştuğu ekranlara yansıdı.) İlk kez 1966 yılındaki MGK’da dile getirilen Kur’an kurslarındaki yemin olayı manşetlere tekrar yansıdı Artık Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar açıkça ‘’Birçoğumuz demokrasi sınavında sınıfta kaldı.’’ Diye yazıyorlardı. 28 Şubat MGK’sı ismini verdiği süreçle tarihe damgasını vurdu. (bu toplantının alt yapısı medya daha önceden hazırlandı. Basında komutanların Erbakan’a yüklendikleri ve RP liderinin söylenenleri onaylamak zorunda kaldığı belirtiliyordu. Erbakan’ın MGK Kararlarını imzalaması basında ilginç başlıklarla yer aldı. Hürriyet: ‘’Aynen imzaladı. Sabah: Paşa, paşa imzaladı’’29. 11 Haziran 97’de genelkurmay başkanlığı basına verdiği brifingde ‘’ Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışan irticaya karşı mücadelede gerekirse silah kullanılacağını’’ açıkladı. Komutanların irticaya karşı Batı Çalışma Grubu’nu kurduğu da kamuoyuna resmen yansıdı. Brifingde darbelere zemin teşkil eden İç Hizmet Kanunun 35. Maddesinde de atıfta bulunuldu. Silahlı Kuvvetlerin vazifesi anayasa ile tayin edilmiş olan TC’yi kollamak ve korumaktır. TSK için durumdan vazife çıkarmak bir görevdir. Konu gazete manşetleri ve bazı köşe yazılarında şöyle değerlendirildi: Sabah: ‘’Türkiye sizinle gurur duyuyor.’’ Milliyet: ‘’Orduda son uyarı.’’ 26 A. g. e, s. 212 27 A. g. e. s, 213 28 A. g. e. s, 214 29 A. g. e. s, 215 261 Hürriyet: ‘’Gerekirse silah bile kullanırız.’’ Sabah: ‘’Muhtıra gibi brifing.’’ Derya sazak: ‘’Tek tarih vermediler.’’ Yalçın Doğan: ‘’İhtilal bildirisi.’’ Fikret Bila: ‘’Durumdan vazife…’’ Fatih Çekirge: ‘’Yolun sonu.’’ Ertuğrul Özkök: ‘’Nereye Kadar?’’ İsmet Barkan: ‘’Siviller kına yaksın!’’ Turhan Erdem: ‘’Takriri Sükun Kanunu…’’30 Hasan Cemal: ‘’İrtica ve siyasal İslam’la mücadele konusunda tarafsız kalacak kadar da avanak değilim. İran tipi bir totaliter ideolojiyi bu ülkede iktidar yapmak isteyen siyasal İslamcılara dişe diş bir mücadele hem demokrasi mücadelesidir, hem aydın olmanın gereğidir.31’’ (15 Haziran 97) Cengiz Çandar: ‘’Bu ülkenin en önemli sorunlarının başında ‘’belkemiksiz aydın sorunu’’ geldiğini bir süredir öğrendik.’’ Türk Basını çok kötü bir sınav verdi. 28 Şubat Süreci içerisinde özellikle büyük gazete ve televizyonların yaptığı haberlerin yüzde 90’ı yalandır. Biz yazdık biz okuduk. Gayet netti. 28 Şubat’la birlikte bir düşman ilan edildi ve bu düşman gelecek başımıza oturacak..mış! endişesi içerisinde bir savunma mekanizması çalıştı32. 3.3. Uludere (Roboski) Olayı’nda Basın 28 Aralık tarihi akşamında Şırnak’ın Uludere ilçesinde 34 kaçakçı vatandaşın TSK’ ya ait F-16 jetleri tarafından PKK’lı sanılıp bombalanarak öldürülmesini ertesi gün bazı haber sitelerinden öğrendik. Öğle saatlerine kadar bazı haber kanalları da gazete ve televizyonların internet siteleri de katliamı duyurmadılar. Haber kanalları öğle saatlerinde ‘’35 köylü vuruldu iddiası’’ sadece dakika bile diyemeyeceğimiz süre içerisinde ve sonra Şırnak Valisinin açıklamasını verdiler yine dakika bile diyemeyeceğimiz süre içerisinde. Halbuki böyle bir olayda haber kanalları hemen ekiplerini yola çıkarırlar ve ‘’ilk canlı yayını kim verecek ‘’yarışına girerlerdi. Aynı şekilde ajanslar da ‘’Haberi ilk kim geçecek okuyucularına’’yarışı yaparlardı. Ama ajanslardan da böyle bir son dakika refleksi gelmedi şaşırtıcı bir şekilde bu kez. Tabii ta ki TSK’nın açıklamasına kadar. TSK’nın yaptığı açıklamayı veren haber kanalları katliamı yine pas geçti. Ancak TSK’nın açıklamasının ardından haber kanalları olayı duyurmaya başladılar. ‘’Sınırda 35 vatandaşın ölümü’’ başlığı ile sanki insanlar kendiliklerinden ölmüşler gibi. Özellikle sosyal paylaşım sitesi Twitter’da bombalama olayına yeterince yer vermedikleri için haber kanallarına tepki mesajları yağarken, operasyon haberini ilk veren kanalın TRT Haber olduğu öğrenildi. TRT Haber’in sabah haber kuşağında yer alan ‘Günlük’ programında son dakika olarak duyurulan operasyon haberi ‘Şırnak’ın Uludere ilçesinde gerçekleştirilen operasyona F-16’ların da destek verdiği belirtiliyor. Operasyonda çok sayıda kişinin öldüğü iddia ediliyor.’ İfadeleri ile aktarıldı. Bombalama olayı sonrası bir haber kanalı öğle bülteninde Şırnak Valiliği’nin açıklamasından tam 4 saat sonrasında haber geçti. Diğer haber kanalı olayla ilgili herhangi bir haber geçmezken yayın akışındaki programlarda üstü kapalı olarak yaşananlara değindi. Ve bir diğer haber kanalı ise tüm yaşanan gelişmelere kayıtsız kalıp sadece Genelkurmayın yaptığı 8 maddelik açıklamayı ‘son dakika’ olarak verdi. Ertesi gün gazeteler ve özellikle de yazarların çoğu, Uludere’yi yazdı33. Ali Bayramoğlu: Bu felaket göstermektedir ki silah, savaş, çatışma üzerine kurulu seferberlik her zaman ve herkes için ölümcüldür. Diğer yönüyle soru şudur: Nasıl becerilebildi? Sorumlu kim? 24 askerin şehit olmasıyla ayağa kalkan medya, devlet ve siyaset, 35 sivil ölümü karşısında ne yapacak, ne diyecek? Muhtemelen zayiat diyerek geçiştirecektir bazıları, kimileri o sivillerin orda ne işi vardı diyecektir… 30 A. g. e. s, 228 31 A. g. e, s. 229 32 A. g. e, s. 248 33 Ender Özkanat: ‘’Uludere Ve Medya’’ www.derindusunce.org 2012/02/03(Kasım 2013) aktaran: Zeynep Kılıç; ‘’Demokratik Açılımda Medyanın Rolü’’ Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, Ocak 2014. S.91. 262 Özlem Albayrak: Kendi ülkesinin kadınlarının%70’inin yakının başına örttüğü örtüyü hala bir tehdit olarak gören/görebilen TSK’nın o eski hassasiyetleri ısrarla korumaya devam etmesi bir yana, kuruma bağlı subayların mesajlarını bile kontrol edebilme kudretini haiz bir istihbaratı varken PKK’lılar ile ortalama köylüleri nasıl ayırt edebilmez? Var mı bunun izahı? Sizin istihbaratınızı, sizin vicdanınızı sevsinler…34 Ahmet Hakan: Uludere olayı dışında hükümet sustu kaldı. Etkili bir çıkış yapmadı. Kısacası ortaya çıkan vahim tabloyu hafiften üzerine aldı… Bir kez daha anladık: Güvenlik politikalarına abanmanın tehlikeli sonuçları olabiliyor. Hele azcık bir başarı sağlanınca bir havaya girme durumu söz konusu oluyor ve dikkat elden kaçıyor. Dikkatin elden kaçması ise 35 cana mal oluyor. Ruşen Çakır: Yaşanan facia bilerek değil kazayla yaşandı ama kaza olması sorumlularının günahlarını azaltmıyor, tam tersi artırıyor. AKP Hükümeti bu olayın üstünü örtmeye çalışmayacaktır. Böylesi bir günde vatandaşları yaşananlardan haberdar etmeme konusunda olağanüstü bir beceri sergileyen haber kanallarının günahlarına ortak olmadığım için son derece memnunum. Gerçekten her işte bir hayır varmış35. Taraf:‘Devlet Halkını Bombaladı 35 Ölü’ manşetiyle haber yaptı.Tarafın attığı ‘Devlet halkını bombaladı’ manşeti için Erdoğan ‘acımasızlık’ olarak niteledi. ‘’İstihbarat MİT ajanından geldi’’ iddiasını yazan Baransu için ‘cambaz’ ifadesini kullandı. ‘Devlet halkını bombaladı’ başlığı çok acımasızdır. Hiç bir devlet halkını kalkıp da bombalamaz. Geçmişte böyle şeyler yapılmış olabilir. Ama bizim iktidarımızda mümkün değildir. Erdoğan Tarafın manşetine yönelik sözlerinin hemen ardından Taraf muhabiri Mehmet Baransu’ya da sert eleştiriler getirdi. ‘Burada bilir bilmez yazan köşe yazarı cambazlar var. Bunlar istihbarat örgütlerimizi istihbaratçılarımızdan daha iyi biliyorlar. İstihbaratın içinde böcekleri var galiba…’’ Başbakan Erdoğan’nın ‘bilip bilmeden yazan cambaz köşe yazarı’ diyerek eleştirdiği Mehmet Baransu cevabı anında twitter üzerinden verdi. Baransu twitter üzerinden ‘Sayın Başbakan iki cambaz bir ipte oynamaz, hatırlatayım size. Öyle böcek diyerek olayı sulandırmayın gerçeği siz de benim gibi biliyorsunuz’’ yanıtını verdi. İşte Baransu’nun yazdıkları. Sayın Başbakan bugün anladım ki sizden daha iyi MİT’i biliyorum. MİT arşivlerini MOSAD’a açmıştı böceğe değil mossad ajanlarına bak. Bu ülke cambazın kim olduğunu da öğrenecek. Cambazları da. Sayın Başbakan siz de çok iyi bildiklerinizi öğreneceksiniz. Sayın Başbakan ben eli silah tutanlardan korkmadım Kasımpaşalı36 Tayyip Erdoğan’dan korkacağımı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Sayın Başbakan hatırlatayım. Senin iç işleri bakanına bağlı jandarma beni dinledi. Şimdi de evimin ve iş yerimin üzerine bir heron istiyorum. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Tarafın, TSK’nın bombalı saldırı sonucu 35 köylünün yaşamını yitirdiği Şırnak’taki katliamla ilgili ‘’Devlet halkını bombaladı’’ manşetine yönelik eleştirilerini sürdürdü ve ‘’onların arkasında ne tür emellerin, amellerin olduğunu gayet iyi biliyoruz’’ diye ağır ithamda bulundu. Başbakan Erdoğan Partisinin grup toplantısında konuşmasının önemli bir bölümünü Şırnak’ta 35 köylünün öldürüldüğü katliam olayına ayırdı. Erdoğan şunları söyledi: ‘’Olayı ‘Devlet halkı bombalıyor’ diye göstermek, devletin milletiyle arasındaki bütünlüğü parçalamaktan öte bir gayret taşımıyor. Bu gayretlerin içerisinde bulunan bir kısım medyanın niyetlerini de gayet iyi biliyoruz. Onların da arkasında ne tür emellerin amellerin olduğunu gayet iyi biliyoruz. Bakın en az bu gözü dönmüş fırsatçı siyasetçiler kadar, bazı medya kuruluşları bazı yazarlar da bu acı hadiseyi istismar etme gayreti içine girdiler. Dikkat edin dertleri olayın aydınlatılması değil. Dertleri acıyı paylaşmak hiç değil. Dertleri bu acı hadise üzerinden suyu bulandırmak ve ilk saatlerde kendilerinin ürettikleri komplo teorilerine kendileri de inandılar. Devlet işte az önce söyledim, halkını bombaladı diye manşet atıyorlar, katliam diyorlar, kirli savaş ifadelerini kullanıyorlar. Güya vicdan kisvesi altında, kuzu postu altında, kendi dünya görüşleri çerçevesinde toplumu tedip etmenin, terbiye etmenin çok bilmiş edasıyla millette istikamet çizmenin gayreti içindeler. Bakıyorsunuz daha da illeri gidiyor. Ben diyor eli silahlı olanlardan korkmadım, Kasımpaşalı Tayyip’ten mi korkacağım? Benim derdim kimseyi korkutmak değildir. Ama şunu unutmayın ben Kasımpaşalı Tayyip olmaktan şeref duyarım. Eğer bu ülkede bize %50 oy verdiyse ondan sen gocun. Herhalde bu %50’den 34 A. g. e, s. 93 35 A. g. e, s. 95 36 A. g. e, s. 99 263 daha akıllı değilsin. Kendinizi bir check bir kontrolden geçiriniz. Kusura bakmasınlar beyler bizim istikametimizi her zaman millet çizdi. Bundan sonra da sadece millet çizer37. Bunlar gibi bunların taşeron fikirlerini alacak vicdan kisvesi altındaki fitnelerine boyun eğecek değiliz. Biz devlet millet kaynaşmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bunlarsa terör örgütünün düşman devlet algısını güçlendirmeye çanak tutuyorlar. Biz milletimizi kucaklamanın birlik ve bütünlüğü korumanın derdindeyiz. Bunlar kin ve nefret tohumlarının yeşermesine hizmet ediyorlar. Biz her alanda sivilleşme ve demokratikleşme hakim olsun diye mücadele ediyoruz. Bunlar kurumlar birbirine düşsün diye fitne çıkarıyorlar’’ Başbakan Uludere’yi unutup devlet-millet kaynaşmasına karşı Taraf’ın gizli emellerinden bahsedince hatırlatmak şart oldu diye, Taraf Gazetesi: ‘’İyi de senin devlet halkını bombaladı’’ diye manşet attı38. Uludere katliamından dolayı ceza alan tek kişi gazeteci-yazar Ahmet Altan oldu. Şırnak’ın Uludere ilçesinde 34 kişinin TSK’ ya ait uçaklardan atılan bombalarla katledilmesinin ardından Taraf Gazetesinin kurucusu ve eski Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan 4 Ocak 2012 tarihinde ‘’Devlet yardakçılığı ve ahlak’’ isimli bir yazı kaleme almıştı. Altan yazısında Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a hakaret ettiği39 gerekçesiyle 2 yıl 8 aya kadar hapis cezası istemiyle yargılandığı davada 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Altan’a verilen ceza para cezasına çevrildi. Ayrıca, Yeni Şafak Yazarı Ali Akel’in Uludere yazısı nedeniyle gazetesiyle yolları ayrıldı. Yeni Şafak Yazarı Ali Akel 25 Mayıs tarihli ‘’Özür açıklanmaz dilenir’’başlıklı yazısında Uludere konusunda Başbakan Erdoğan ve hükümet üyelerinin tavrını sert sözlerle eleştirmiş yazısını ‘’Bir şey söyleyecekseniz doğrusunu söyleyip gereğini yapın. Ya da ebediyete kadar susun. Allah aşkına susun!..’’ diyerek bitirmişti40. ‘’Paşa’’ başlıklı yazısı nedeniyle bir başka ilginç soruşturma Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun’a yapıldı. Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun’a 29 Nisan 2012’de yazdığı ‘’paşa’’ başlıklı yazı için soruşturma açıldı. Genelkurmay Başkanlığı suç duyurusunda ‘’Coşkun’un ‘’Paşa’’ adlı yazısıyla TSK personelinin şeref ve haysiyetini rencide ettiği Türk Ceza Yasasının 125 maddesine kamu görevlisine hakaret suçundan soruşturma açılmasını istedi. Konuyla ilgili İstanbul savcılığı soruşturma başlattı. Bekir Coşkun’un Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alındı41. 3.4. Gezi Olaylarında Basın Başbakan Erdoğan, 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi partisinin İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlediği toplantısında, Taksim Meydanı’nı yeniden düzenleyeceklerini açıkladı. Buna göre şu anda Gezi Parkı olan alan Sultan 3. Selim zamanında inşa edilen Topçu Kışlası’na dönüşecek, Taksim ve çevresindeki tüm trafik de yeraltına indirileceği açıklandı. Erdoğan, Taksim Gezi Parkı’nın yerinde bulunan, ancak 40’lı yıllarda yıkılan Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilecekti. Çılgın projelerden biri olarak bilinen bu projeye o günlerde dikkatli ve kentine hassas İstanbullular dışında büyük tepki gelmedi. Ancak Mimarlar odası ve bazı kuruluşların başını çektiği grup projenin açıklanmasından sonra parkın kent merkezindeki ender yeşil alanlarından biri olduğunu ve böyle kalması gerektiğini savunuyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin finanse ettiği Taksim Yayalaştırma Projesi ihalesini 51 milyon 555 bin TL bedelle Kalyon İnşaat kazanmıştı. 27 Mayıs: Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi’ne bakan duvarın 3 metrelik kısmı Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında gece 22: 00 civarında yıkıldı. 4-5 ağaç da taşınmak üzere yerinden söküldü. Taksim Dayanışma grubu eyleme başladı, 40-50 kişilik grup çadır kurup parkta sabahladı. 28 Haziran: Sırrı Süreyya Önder iş makinelerinin önüne geçti ve yıkım çalışmalarının ruhsatını görmek istedi. Önder;“Ağaçları kestirmeyeceğiz. Fakir fukaranın gölgesinin kesilmesine izin vermeyeceğiz.” dedi. Ruhsatsız yıkım çalışması tepki topladı. BDP’den sonra CHP adına ilk olarak Gürsel Tekin destek amaçlı olarak parka geldi. 29 Mayıs: Polisler sabah saat 5:00 civarı parktaki çadırlarda nöbet tutanlara müdahale etti. 37 A. g. e, s.100 38 A. g. e, s. 101 39 A. g. e, s. 103 40 A. g. e, s. 106 41 A. g. e, s. 110 264 Çadırlar ateşe verildi. Bu sırada inşaat ekibi çalışmalarına devam etti. 30 Mayıs: Çok sayıda sanatçı, akademisyen ve siyasi de eyleme katıldı. Akşam saatlerinde hızla sayı arttı. Gezi Parkı’na “Taksim için nöbetteyiz” yazılı pankart asan grup, “Taksim bizim, İstanbul bizim”, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganları attı. Binlerce kişi, açıklamaların ardından Kardeş Türküler, Hilmi Yarayıcı ve Ferhat Tunç’un seslendirdiği şarkılarla eğlenerek Gezi Parkı’nı bırakmayacaklarını dile getirdi. 31 Mayıs: İstanbul dışındaki birçok şehirde de protesto yürüyüşleri düzenlendi. Ankara’da Kuğulu Park, İzmir’de Gündoğdu Meydanı ve Konak bölgelerinde yapılan yürüyüşler polisin müdahale etmesiyle son buldu. Eylemler hızla diğer illere de yayıldı. Ankara, İzmir, Mersin, İzmit, Konya, Manisa gibi pek çok kentte gösteriler yapıldı. TTB acil servislere gelen yüzlerce yaralıdan bazılarının durumunun çok ağır olduğunu açıkladı. Polisin şiddetine karşın on binler geri çekilmedi. 1 Haziran: Eylemciler İstanbul’un Anadolu yakasında toplandı ve Boğaziçi Köprüsü üzerinden yürüyüşe geçti. Köprüyü sabahın erken saatlerinde yürüyerek geçenlerin yer aldığı fotoğraf ajanslar tarafından dünya medyasına iletildi. Ünlü Hollywood yıldızı Bruce Willis polisin şiddetini tweet atarak duyurdu. Willis, mesajında “Türkiye’de basın çalışmıyor… İnsanlar sokaklarda ölüyor? Türkiye acı çekiyor! Tweet atın lütfen…” dedi. 2 Haziran: İstanbul’un pek çok semtine kadar halk protestoları “Her yer Taksim her yer direniş” sloganlarıyla, tencere tava eylemleri ile yayıldı. 3 Haziran: Taksim Gezi Parkı eylemlerini, medyanın büyük bölümünün görmezden gelmesi, yurttaşların ve izleyicilerin tepkisini çekti. Sabah gazetesi, ATV ve NTV izledikleri yayın politikaları nedeniyle protesto edildiler. Doğuş Medya Grubu’nun Maslak’taki binası önünde öğlen saatlerinde toplanan yaklaşık 3-4 bin kişilik grup NTV’yi protesto etti. Grup, “Bu da mı haber değil NTV?” diye bağıran göstercileri ve tepkilerini canlı yayınla ekranına yansıttı. Beşiktaş Balmumcu’da bulunan ATV- Sabah önünde dün akşam saatlerinde toplanan iki yüz kişilik bir grup da sloganlar eşliğinde ATV ve Sabah’ı protesto etti. Dünyaca ünlü küresel hacker grubu Anonymous, Taksim Gezi Parkı olaylarına ilişkin bir video yayımladı. Grup, 1 milyon 150 bin takipçisi bulunan Twitter hesabından yayımladığı videoda, “Merhaba Türkiye hükümeti, 4 gündür dehşet içerisinde diktatörce davranan hükümete karşı barış içerisinde gösteri yapan kardeşlerimizin şiddet gördüğünü, dövüldüğünü, üstlerine tazyikli su sıkıldığını, gaz bombası atıldığını izliyoruz” denildi ve direnişçilere destek mesajı verildi. Türkiye’ye 18 yıl aradan sonra, ‘yatırım yapılabilir ülke’ notunu veren ilk kredi derecelendirme kuruluşu olan Fitch, Gezi Parkı direnişiyle ilgili olarak açıklama yaptı. Fitch, ‘Kitlelerin sesinin duyulması kriteri BBB notunun çok altına indi’ uyarısını yaptı. 4 Haziran: Amerikan Washington Post’ta editoryal kurul imzasıyla yayımlanan makalenin başlığı “Türkiye’de Başbakan Erdoğan’ın zorba taktikleri”ydi. Haberde Türk basınının “Gezi” isyanını görmezden geldiği vurgulanırken olaylar sırasında CNN Türk’ün yemek programı yayımladığı örneği de verildi. Basının bu suskunluğuna karşın Türkiye’de diğer yandan da rekor sayıda gazetecinin demir parmaklıklar arkasında olduğuna işaret edildi. 5 Haziran: Fethullah Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Abant Platformu, Taksim Gezi Park’ta başlayıp tüm yurda yayılan protestolarla ilgili olarak AKP hükümetine yönelik sert bir açıklama yaptı. Küresel hacker grubu Anonymous, Suriye Elektronik Ordusu desteğiyle Gezi Parkı direnişine destek için Başbakanlığ’ın internet sitesini çökerttiğini duyurdu. Anonymous grubunun Başbakanlık “server”larından veri çaldığı da iddia edildi. 6 Haziran: Taksim Gezi Parkı eylemleri uluslararası emek dünyasına da damgasını vurdu. Eylemler, Cenevre’de başlayan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Konferansı’nda gündeme gelirken polis ve hükümet eleştirildi. 7 Haziran: Başbakan Tunus’tan dönüşünde havalimanında kendisini karşılayan 10.000 civarında kişiye seslendi. Olaylar için faiz lobisini sorumlu tutan Başbakan kışla ve AKM konusundaki ısrarından vazgeçmedi devamla gençliğin elinde tencere tava değil bilgisayar olacağını söyledi. 8 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş düzenlediği basın toplantısında, Gezi Parkı’nın yerine alışveriş merkezi, otel ve rezidansın yapılmayacağını, kent müzesi olabileceğini, böyle bir durumda ise mimarlar ile görüşülebileceğini açıklamıştır. 9 Haziran: Meydana miting için kurulan platformdan katılımcılara yönelik yapılan konuş- 265 malarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar eleştirilirken, tertip komitesi, “Her yer Taksim her yer direniş”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği” ve “Hükümet istifa” sloganları dışında slogan atılmamasını istedi. 10 Haziran: Taksim’de başlayan eylem illere, ilçelere hatta köylere kadar yayıldı. 11 Haziran: Vali Hüseyin Avni Mutlu gezi parkına müdahale edilmeyeceğini açıkladı 12 Haziran: Erdoğan İçişleri bakanına Gezi Parkı’nı 24 saatlik süre sonrası dağıtması için talimat verdiğini açıkladı. Hürriyet’in manşetine taşıdığı sapan atan teyze fotoğrafı Erdoğan’ın Türk milletini nasıl çıldırttığının resmi olarak konuşuldu. 13 Haziran: Taksim Dayanışması üyesi bir grup, Taksim Gezi Parkı protestolarını sansürlediği gerekçesiyle Maslak’ta NTV binasının önünde protesto gösterisi yaptı. Bu arada protestoların hedefindeki NTV’nin CEO’su Cem Aydın görevinden istifa etmek zorunda kaldı. 15 Haziran: Gezi direnişinin başlamasından bu yana yaşananları görmezden geldiği için Türkiye’de birçok kesimin protestolarının hedefi olan NTV kanalına bir tepki de uzun yıllardır işbirliği yaptığı İngiliz yayın kuruluşu BBC’den geldi. BBC Küresel Haber Dairesi Başkanı Peter Horrocks önceki gün BBC Türkçe’nin “Dünya Gündemi” programını yayımlamayan NTV’yle ortaklığın askıya alındığını açıkladı. 17 Haziran: Operasyon sinyali Gezi eylemleri süresince Twitter ve Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerindeki yazılardan rahatsız olan hükümet operasyon için harekete geçti. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün konuyla ilgili çalışma yürüttüğünü belirten İçişleri Bakanı Güler, daha önce İzmir’de yapılan Twitter gözaltılarının diğer illerde de gerçekleştirileceğini söyledi. 26 Haziran: Gezi Direnişi’ni takip eden 28 gazeteci yaralandı, 22 gazeteci darp edildi, 18 gazeteci de gözaltına alındı. Çağlayan Adliyesi’nde bir araya gelen gazeteciler, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Barack Obama arasında gerçekleştirilen ve 1 saat süren telefon görüşmesinin detayları 7 saat sonra açıklanabildi. Tarafların özellikle Gezi Parkı eylemleri ekseninde “basın ve ifade özgürlüğü” vurgusunda uzlaşamadıkları ileri sürüldü. Gezi Parkı olaylarında haber kaynağı olarak kullanılan ve eylemlerin yaygınlaşmasında önemli rol oynayan sosyal medyaya müdahale etmek isteyen hükümete Twitter’ın olumsuz cevap verdiği ortaya çıktı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Taksim Gezi Parkı olaylarına ilişkin Facebook ve Twitter’la temasa geçtiklerini ancak Twitter’ın bu konuda işbirliğine yanaşmadığını bildirdi. 28 Haziran: Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, sosyal medyaya kısıtlama getirileceği yolundaki söylentilerle ilgili yaptığı açıklamada, “Özgürlüklere, internetin sonuna kadar kullanılmasına evet ama suç işlenmesine, kaos, kargaşa, şiddetin aracı olarak kullanılmasına asla geçiş yok. dedi. Gezi Olayları Dünya Basınına Şöyle Yansıdı BBC: ‘’Masum bir çevre protestosuydu’’ Fınancıal Times: ‘’Alkol yasağı tepki çekmişti’’ ZDF: “Barbar dediğimiz Türkler doğa için savaşıyor ve Türkler savaşırsa olaylar değişir.” metni ile duyurdu. ABD Basını’nda da Manşet: Polisin göstericilere müdahalesiyle olayların daha da büyüdüğünü belirten New York Times gazetesi, hükümetin Mısır’ın başkenti Kahire’deki Tahrir Meydanı’na benzer sayılabilecek Taksim Meydanı’na Osmanlı çağından bir kışla inşa etmeyi planladıklarını yazdı. Gazete, Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin dindar kitlesinden büyük destek aldığını ancak laik kesimin, hükümetin muhalif görüşlere tolerans gösterememesinin bir göstergesi olarak gazetecilerin tutuklanmasını eleştirdiğini ifade etti. İtalyan Basını: ‘’Ağaç Savaşı’’ Protestolar İtalyan basını tarafından da ilgiyle izlendi. Norveç Kanalı Canlı Yayınladı: Taksim Meydanında gerçekleştirilen Gezi Parkı Eylemleri Norveç’te yayın yapan VG TV tarafından canlı yayınlandı. 266 Rus Televizyonu: Türkiye’de ayaklanmalar, barikatlar, sokak savaşları yaşanıyor42. Başta CNN ve BBC olmak üzere Batı medyası, Gezi Parkı eylemlerinde adeta cephe savaşı verdi. Taksim’’e gönderdiği savaş muhabirleriyle saatlerce canlı yayın yapan CNN, molotoflu eylemcileri masum, polisi ise kaosun sorumlusu gibi gösterdi. Taksim Gezi Parkı protestolarını takip etmek için İstanbul’a adeta ‘çıkarma’ yapan uluslararası basın mensupları, canlı yayınlardaki manipülatif haberleriyle tepki topladı. Dünyanın önde gelen kanallarından CNN’in saatlerce canlı yayın yapması, Associated Press (AP) ve Reuters’ın meydandan uzun süre canlı yayın noktası kiralaması dikkat çekti. Taksim Meydanı’ndan heyecanla haber yapan kanalların başında Amerikan CNN televizyonu geliyor. Aralıksız yapılan canlı yayınlar, CNN’nin 1991’deki büyük Körfez Savaşı başlamadan önce yapılan yayınları hatırlattı. İstanbul’daki gelişmeleri kalabalık bir ekiple izliyen CNN’nin Suriye’deki insani krizi geçiştirirken, Taksim’den saatler süren aralıksız canlı yayın yapması kuşkuyla karşılandı. Kalın’a Sansür: CNN’de ünlü habercisi Christiane Amanpour’un 81 ilin bulunduğu Türkiye’de sadece Taksim Meydanı’ndaki yaşananlardan yola çıkarak tüm ülkenin çatışma ortamında olduğu izlenimini verdiği programında, Başbakan Erdoğan’ın başdanışmanı İbrahim Kalın’a da sansür uyguladı. Programa katılan Kalın’ın ‘DHKP-C Amerikan Büyükelçiliği’ne bomba attığında terörist, Taksim Meydanı’na çıkınca demokratik protestocu mu oluyor?’ sorusu karşısında şaşıran Amanpour, Kalın’ı ‘program bitti’ anlamına gelen ‘The show is over’ sözleriyle yayından aldı. ABD’li yayın kuruluş Los Angeles Times’ta Başbakan Erdoğan diktatörlere benzetirken, USAToday internet kullanımının engellendiği yalanına yer vermişti. Katar merkezli El Cezire televizyonu Mısır devriminde Tahrir Meydanı’nda görev yapan ekibini İstanbul’da görevlendirdi. İngilizce yayın yapan Rus haber kanalı Russia Today (RT), Türkiye’den uzun süreli canlı yayın gerçekleştiren kanallardan. Son günlerindeki haberlerinde ‘Türk baharı’, ‘Türk savaşı’ ve ‘İstanbul savaş alanı’ gibi üst başlıklar kullanan RT, Türkiye’den gelen fotoğraf ve videoları sürekli yeniledi. RT, gelişmeleri internet sitesi ve sosyal medya hesaplarından da anında verdi., Amerikan Fox News ve İngiliz kuruluşu BBC’nin yanı sıra Gezi Parkı olaylarının yabancı medyada Türkiye’yi karalama kampanyasına dönüşmesi üzerine, Türkiye’de sosyal medya üzerinden karşı kampanya başlatıldı. Kısa sürede Twitter’da dünya listesine giren, ‘Türkiye’nin başarısını durduramazsınız’ mesajı için İngilizce ‘You CANT stop Turkish Success’ hastag’i kullanılıyor. Bazı yabancı televizyon kanalları ile haber ajanslarının, Taksim Gezi Parkı’nda yaşanan olayları, Türkiye’de adeta iç savaş yaşanıyormuş gibi yansıtan yayınlar yapması üzerine, Türkiye’de yabancı medyaya tepkili kesimler, karşı kampanya için harekete geçti. Kampanyaya yüzbinlerce gönüllü destek verdi. Twitter’da yabancı medyaya tepki içerikli olarak ‘’GoHomeLiarCNNbbcANDreuters’’ ‘Evine dön yalancı CNN, BBC ve Reuters’ mesajlı kampanya ve Londra’daki Wall Street protestolarına dünyanın dikkatini çekmeye yönelik ‘#occupylondon’ ‘Diren Londra’ hastag’i Trend Topic (TT) listesine girdi. Kampanyaya Bülent Arınç ve Egemen Bağış da desteklerini iletti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da destek veren bir mesaj yayınladı. Davutoğlu, Twitter hesabından yayınladığı mesajında ‘Bu ülke yediden yetmiş yediye tüm vatandaşlarının omuzlarında yükseliyor ve bunu hiç kimse durduramayacak’ dedi43. Gezi Parkı Olayları Basın Açıklaması: ‘’Gezi Parkı Eylemleri, masum ve meşru bir şekilde başladığı, gerek amacı gerekse eylem metoduyla taraflı tarafsız pek çok kesimin takdirini ve hatta desteğini kazandığı fakat bu meşru talebe polisin ve devletin aşırı reaksiyon verdiği algısıyla pek çoğumuzun zihinlerinde yerini almıştır. Sürecin devamında yaşananlar; özellikle sosyal medya odaklı olmak üzere kısa sürede ve organize bir şekilde yayılan asılsız haberler ve çarpıtmalar, olayların sadece doğa sevgisiyle açıklanamayacağını, eylemin planlı ve sistematik şekilde, demokratik bir seçimle iktidara gelmiş olan hükümetin aleyhinde “gayr-ı meşru” bir kampanyaya dönüşmüş olduğunu gözler önüne sermiştir. Basın Yayın Birliği olarak uzun yıllardır, Türkiye’nin okur yazarlık oranını arzu edilen standartlara çekmek ve ayrıca sektörümüzün sosyo-stratejik konumu itibariyle daha bilinçli, daha duyarlı, daha demokrat, fikirlere ve inanışlara daha saygılı bir toplum yapısının oluşumuna katkı sağlamak amacıyla faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. 3 haftasını geride bıraktığımız olayların gelmiş olduğu nokta, bu adil toplum 42 http://www.radikal.com.tr/dunya/gezi_parki_olaylari_dunya_basininda/31/05/2013. 43 http://www.yenisafak.com.tr/gundem/dis-basin-cephe-savasi-veriyor. 267 düzeni çabamızın hiçbir yerinde çoğunluğun azınlığa tahakkümünün söz konusu olmadığı gibi, azınlığın çoğunluğa tahakkümünü de kabul etmemizin asla mümkün olmadığını bir kez daha açıklıkla ve altını çizerek ifade etmek zorunluluğu doğurmuştur. Demokratik hak beyanlarının, ülkemizde geride bırakmış olduğumuza inandığımız ve hatırlamak istemediğimiz günlerdeki şekliyle, tekrar, ortak değerlerimize yapılan saldırı ve ithamlara dönüşmüş olmasını ve bütün bunların özgürlük ve demokrasi talebi adı altında gerçekleşiyor olmasını şiddetle kınıyor ve gelişmeleri kaygıyla takip ediyoruz. Hepimizin ideal manasıyla özgürce fikirlerimizi ifade edebildiği demokratik bir atmosferin temini için muhatapları sağ duyuya davet ediyor, başkalarının değer ve inanışlarına taarruz hüviyetinde sergilenen hiç bir tutum ve davranışın bu toplumun sinesinde takdir görmeyeceği hakikatini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.’’Saygılarımızla44, Basın Yayın Birliği Yönetim Kurulu Sonuç 27 Mayıs 1960 İhtilaliyle başlayan 28 Şubat süreci ile devam ede gelen Uludere ve Gezi olayları ile bitirilen bu çalışma basına güvensizliğin olduğunu gösteriyor. Bu olayların cereyan ettiği dönmelerde basının kendisinden beklenen performansı göstermediği ve güvensizliğe sebebiyet verdiği anlaşılmaktadır. Yeteri performans göstermeyen basın halk tarafından eleştiriye tabi tutulmuş basına güvensizlik giderek artmıştır. Güven addeden basına farklı bakılmaya başlanmıştır. Basın; 27 Mayıs İhtilalinde askeri darbeden yana tavır almış bir bakıma darbeye zemin hazırlamış ve darbeye alkış tutmuştur. 28 Şubat Sürecinde soğuk savaş estirmiş tankların Sincan’a yürümesine sebebiyet vermiş. Uludere’de (Roboski) katliamın üzerini örtmüş, Gezi olaylarında da dengede kalmayı başarmayıp daha çok dış basına kayıp vermiştir. Bütün bu olaylar halkta basına karşı bir önyargı oluşturup basına güvensizliği pekiştirmiştir. Kaynakça Kitap • Kabacalı, A.(1990) ‘’Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü’’ İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayını. • Karalı, H. (2005) ‘’Medya İmparatorluğu’’ İstanbul, Truva Yayınları. • Kılıç, Z. (2014). ‘’ Demokratik Açılımda Medya’nın Rolü’’ İstanbul, Yüksek lisans Tezi. • Koloğlu, O. (2006). ‘’Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi’’ İstanbul, Pozitif Yayınları. • Tokmakçıoğlu, E. (2011). ‘’Türk Basın Tarihi’’ Ankara, İsim Yayınları. • Özgentürk, N. (2008). ‘’Cumhuriyet’ten Günümüze Basının Kısa Tarihi’’ İstanbul, Alfa Yayınları. • Özsever, A. (2004). ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi. İnternet kaynak • http://en.wikipedia.org/wiki/Adnan_Menderes •https://dspace.lboro.ac.uk/dspace-jspui/bitstream/2134/16450/1/Thesis-2014-Gecer.pdf • http://en.wikipedia.org/wiki/1997_military_memorandum •http://www.dailysabah.com/politics/2014/02/28/feb-28-a-military-coup-never-to-be-forgotten • http://en.wikipedia.org/wiki/Roboski_airstrike • http://en.wikipedia.org/wiki/Gezi_Park_protests • http://www.medyalens.com/gezi-parki-direnisi-nedir-nasil-basladi/ •http://www.radikal.com.tr/dunya/gezi_parki_olaylari_dunya_basininda-1135814 • http://www.yenisafak.com.tr/gundem/dis-basin-cephe-savasi-veriyor. •http://www.basyaybir.org/basin-aciklamasi-gezi-parki-olaylari-cn272.html 44 http://www.basyaybir.org/basin-aciklamasi-gezi-parki-olaylari-cn272.html