2. Lisansüstü Öğrenci Kongresi Bildiriler Kitabı

Transkript

2. Lisansüstü Öğrenci Kongresi Bildiriler Kitabı
İSTANBUL TİCARET ÜNİVERSİTESİ
2. LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİ KONGRESİ
BİLDİRİLER KİTABI
İSTANBUL TİCARET ÜNİVERSİTESİ
2. LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİ KONGRESİ
Editörler: Berk Çaycı - Ayşegül Elif Karagülle - Sena Aydın
Tüm yayın hakları İstanbul Ticaret Üniversitesi’nindir.
Yayıncının izni olmaksızın, hiçbir biçimde ve hiçbir yolla,
bu kitabın içeriğinin
bir bölümü ya da tümü yeniden üretilemez ve dağıtılamaz.
Kapak Tasarımı
Onur Yüksel
Dizgi ve Kapak Grafiği
Öğr. Gör. İhsan Eken
1. Basım 2016
ISBN
978-975-6516-34-8
Basım Yeri
İMAK OFSET BASIM YAYIN TİC. VE SAN. LTD. ŞTİ.
Merkez Mh. Atatürk Cad. Göl Sk. No:1
34197 Yenibosna / İstanbul / Türkiye
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Sütlüce Mahallesi, İmrahor Caddesi, No:90, Beyoğlu 34445, İstanbul
Tlf: 444 0 413
E-posta: rektörlü[email protected]
www.ticaret.edu.tr
Düzenleme Kurulu Başkanı
Prof. Dr. Celalettin Aktaş
Düzenleme Kurulu
Prof. Dr. Mete Çamdereli
Prof. Dr. Celalettin Aktaş
Doç. Dr. Rıdvan Şentürk
Doç. Dr. Ala Sivas
Doç. Dr. Oya Şakı Aydın
Doç. Dr. Zeliha Hepkon
Doç. Dr. R. Gülay Öztürk
Yrd. Doç. Dr. Gözde Öymen
Yrd. Doç. Dr. Hilal Özdemir Çakır
Bilim Kurulu
Prof. Dr. Bilal Arık
Prof. Dr. Füsun Alver
Prof. Dr. Nigar Pösteki
Prof. Dr. Filiz Balta Peltekoğlu
Prof. Dr. Hamza Çakır
Prof. Dr. Emre Bağçe
Doç. Dr. Hakan Aydın
Doç. Dr. Ahmet Tarcan
Prof. Dr. Mete Çamdereli
Prof. Dr. Celalettin Aktaş
Prof. Dr. Cüneyt Binatlı
Prof. Dr. Ayşen Gürcan
Prof. Dr. Ece Karadoğan Doruk
Doç. Dr. Ali Büyükarslan
Doç. Dr. Emine Yavaşgel
Doç. Dr. Veli Polat
Doç. Dr. R. Gülay Öztürk
Doç. Dr. Ayda Uzunçarşılı Soydaş
Doç. Dr. Ahmet Ayhan
Doç. Dr. Nurdan Akıner
Doç. Dr. Mehmet Aslantepe
Doç. Dr. Rıdvan Şentürk
Doç. Dr. Ala Sivas
Doç. Dr. Oya Şakı Aydın
Doç. Dr. Zeliha Hepkon
Yrd. Doç. Dr. Habibe Öngören
Yrd. Doç. Dr. Yusuf Özkır
Yrd. Doç. Dr. Gözde Öymen
Yrd. Doç. Dr. Hilal Özdemir Çakır
Yrd. Doç. Dr. Nejat Çetinok
IV
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
Mete ÇAMDERELİ......................................................................................VI
Celalettin AKTAŞ.......................................................................................VII
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIMDA MEDYANIN KULLANIMI:
AVRUPA VE TÜRKİYE
Arzu KARA....................................................................................................1
KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUNUNUN
GÖSTERGEBİLİMSEL BİR İNCELEMESİ
Arzu KARA..................................................................................................12
PROPAGANDADAN SİYASAL REKLAMCILIĞA KURAMSAL
BİR İNCELEME
Aslı Aydemir ADVAN..................................................................................24
KAMUDA HALKLA İLİŞKİLER UYGULAMALARI: AVRUPA’DAN
ÖRNEKLER
Batuhan ASLAN..........................................................................................35
TÜRKİYE’DEKİ IPTV TEKNOLOJİSİ VE TİVİBU ÖRNEĞİ
Bedia Zeynep KÜÇÜK...............................................................................42
21. YÜZYILDA TÜRK SİNEMASI’NDA TÜRK TOPLUMUNUN
DEĞİŞİMİNİN ERKEK KARAKTERLER ÜZERİNDEN YANSIMASI
Can DİKER..................................................................................................52
GÜNDEM BELİRLEME KURAMI ÇERÇEVESİNDE SİYASAL KARAR
VERME SÜRECİNDE SOSYAL MEDYANIN ETKİSİNİN İNCELENMESİ
Çetin KILIÇ..................................................................................................60
SOSYAL MEDYA VE NEFRET SÖYLEMİNİN SIRADANLAŞMASI
Ece ETKESER.............................................................................................79
ÇAĞDAŞ SİNEMADA AUTEUR: LEOS CARAX
Fatih YÜRÜR...............................................................................................95
TELEVİZYON REKLAMLARINDA KADIN TEMSİLİ VE TOPLUMSAL
CİNSİYET İLE İLİŞKİSİ
Fatma KABAOĞLU...................................................................................113
TELEVİZYON HABERCİLİĞİNDE EĞLENDİREN BİLGİ
(INFOTAİNTMENT) OLGUSU: KAMU VE ÖZEL TELEVİZYON
KANALLARI ÇERÇEVESİNDE ANAHABER KUŞAĞININ İNCELENMESİ
Gözde SUNAL & Cansu SUNAL.............................................................126
ORTAÖĞRETİMDE TABLET BİLGİSAYARIN KULLANIMI: FATİH PROJESİ
ÖRNEĞİ
Halis ARICAN............................................................................................147
QR KOD TEKNOLOJİSİNİN GENEL GAZETELERİN YAŞADIĞI
SORUNLARI ÇÖZMEDEKİ ROLÜ
Hüseyin ASLAN........................................................................................156
V
TÜRKİYE’DE MEDYANIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ: NEO LİBERAL
POLİTİKALAR VE SERMAYE YAPISININ DEĞİŞİMİ
İhsan EKEN...............................................................................................164
SİSTEM İLETİŞİM ÇALIŞMALARINDA YENİ MEDYA
TEKNOLOJİLERİNİN KULLANIMI
Murat BARAN............................................................................................179
BBC VE CNN TELEVİZYONLARININ YAYIN POLİTİKLARI:
KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ
Serra ORKAN.............................................................................................190
TÜKETİM TOPLUMU VE TELEVİZYON DİZİLERİ: MEDCEZİR ÖRNEĞİ
Sinem ARSLAN..........................................................................................197
SİNEMADA GÖRÜNTÜ DÜZENLEMESİ: GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİ
SİNEMASI ÇERÇEVESİNDE BİR DEĞERLENDİRME
Vahit ÖZDEMİR........................................................................................209
KUZEY AFRİKA’DA ARAP BAHARI SÜRECİNDE SOSYAL MEDYANIN
ROLÜ
Xheni SİMAKU..........................................................................................225
TÜRKİYE’DE KAMU SEKTÖRÜNDE HALKLA İLİŞKİLER
BÖLÜMLERİNİN YAPISAL SORUNLARI VE ÇALIŞANLAR
ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Yener Lütfü MERT....................................................................................233
SÜRDÜRÜLEBİLİR ŞEHİR MARKALARI İÇİN ÇOK YÖNLÜ SİMETRİK
İLETİŞİM MODELİ YAKLAŞIMI
Zeynep GENEL........................................................................................240
TÜRKİYE’DE MEDYANIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ BASINA GÜVENİN
SARSILMASI
Zeynep KILIÇ............................................................................................252
VI
İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü tarafından düzenlenen Lisansüstü Öğrenci Kongresi’nde sunulan bildirilerden oluşan bu
çalışma akademiye yeni adım atan ve bu yolda çaba sarf eden değerli öğrenci arkadaşlarımızın katkılarıyla oluştu. Onlar henüz yolun başındalar, umutları taze ve beklentileri
yüksek. Onların bu umutlarını korumaları, şekil almaları ve yol kat etmeleri ise bizlerin yani
hocalarının elinde.
Bilimin ışığında onları yönlendirirken, akademik terbiyeyi de sunarak akademik disiplin
ile onları yoğurmak bizlere düşüyor. Umutlu ve genç arkadaşlarımızı yıldırmadan ve incitmeden yollarına devam etmelerini sağlamalıyız. Çünkü onların bıkkınlıkları, akademiden
uzaklaşmak istemeleri, gelecekteki dünyanın zarar görmesi ve incinmesi demek.
Akademi aslında bir usta-çırak ilişkisidir. İnsan yetiştirmek, kendi değerlerinizi ve tarzınızı
ona aktarmak, yaşayacağınız en büyük tatminlerden biridir. Unutmamak gerekir ki bugün
yolun başında olan genç arkadaşlarımız yarının profesörleridir. Bir bayrak yarışı olan akademide teslim edebileceğiniz bir bayrağınızın olması kadar bayrağı teslim edebileceğiniz
bir öğrencinizin de olması mühimdir. Akademide unutulmaya yüz tutan hoca-öğrenci ilişkisi akademinin geleneğidir. Bir yazarın dediği gibi bir usta ancak çırağı olduğunda gerçekten usta olur.
Hiçbirimiz öğrencilerimizi yetiştirmekten imtina etmemeliyiz.
Yazdığımız kitaplardan, makalelerden daha ziyade bir katkıdır yetiştirdiklerimiz. Yaşayan
kitaplardır, mirasınızı ve emanetinizi sürdürebilecek olanlardır. Öğrencileriniz size ihtiyaç
duyanlardır, ellerinden tutulması gereken ve sonra yollarında yürümeye bırakmanız gerekenlerdir. Lakin hiçbir zaman elinizi ve gözünüzü üzerlerinden eksik etmemeniz gerekir.
Değerini bilen bir öğrenci için hocası akademinin temelidir. Hocasından gördükleri ile büyür, onun dizinin dibinde yetişir bir öğrenci. Dolayısıyla yetiştirebileceğiniz öğrenciler sizin
eseriniz ve mutluluğunuzdur. Sözlerim yarının hoca adayları olan genç meslektaşlarımadır.
Lisansüstü Öğrenci Kongresi’nde sunulmuş bildirilerden oluşan bu kitap kıymet bilen değerli öğrencilerimize ancak küçük bir armağan olabilir. Kongrede ve kitabın yayın aşamasında emeği geçen herkese teşekkürlerimle.
Prof. Dr. Mete ÇAMDERELİ
İstanbul Ticaret Üniversitesi
İletişim Fakültesi Dekanı
VII
2014 yılından itibaren gerçekleştirdiğimiz ve artık geleneksel bir hale dönüşen lisansüstü
öğrenci kongremizin ilk kongre kitabını çıkarmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Yayımlanan bu
kongre kitabında, I. ve II. Lisansüstü Öğrenci Kongrelerinde sunulan tebliğler tam metin
olarak yer almaktadır. Bu kitap ile birlikte kongrelerimize katılma fırsatını elde etmiş lisansüstü düzeyde akademik çalışmalarına devam eden araştırmacıların tebliğleri, bir eserle
kalıcı bir hale dönüştürülmüş ve diğer araştırmacıların da yürütülen nitelikli lisansüstü
düzeydeki akademik çalışmalardan haberdar olabilmelerinin önü açılmıştır.
Düzenlenen kongrelerde araştırmacılar, görsel kültür ve toplum, yeni iletişim teknolojileri
ve toplum, medya ve siyaset, sinema, Türkiye’de medyanın yapısal dönüşümü, medya ve
toplum, iletişim, tanıtım ve eğitim gibi başlıklar altında çok sayıda tebliği sunarken hem
akademik gelişimlerine hem de iletişim bilimi alanına katkıda bulunmuşlardır. Bugün lisansüstü öğrenci kongrelerinde tebliğ sunan araştırmacılar, geleceğin potansiyel akademisyenleridir. Üniversitemiz, Fakültemiz ve Medya ve İletişim Sistemleri Bölümümüz bu
düşünceler çevresinde lisansüstü akademik çalışmalara destek vermektedir.
İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin ev sahipliğinde İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü tarafından düzenlenen lisansüstü öğrenci kongrelerinin gerçekleşmesine katkıda bulanan, İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım Ekren’e, İletişim
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mete Çamdereli’ye ve kongrelerin düzenlenmesinde ve kongre
kitabının baskıya hazırlanmasında emeği geçen bütün meslektaşlarıma ve çalışma arkadaşlarıma bu vesile ile teşekkür etmek istiyorum.
İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde III. Lisansüstü Öğrenci Kongresi’nde tekrar buluşmak
üzere…
Prof. Dr. Celalettin Aktaş
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Medya ve İletişim Sistemleri Bölüm Başkanı
1
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIMDA SOSYAL MEDYANIN
KULLANIMI : AVRUPA VE TÜRKİYE
(ÖRNEK UYGULAMALAR)
Arzu KARA
Özet: Bu çalışmada ; sosyal medya kavramı halkla ilişkiler açısından tanımlanıp değerlendirilmekte, sosyal medya ortamında gerçekleştirilen uygulamalar halkla ilişkiler değerlerine göre incelenmektedir. Yeni iletişim teknolojileriyle ortaya çıkan sosyal medya
günümüzde insanların yoğun kullandıkları ortamlar haline gelmesiyle kurumların da dikkatini çekmektedir. Stratejik iletişim yönetiminin başkahramanı olan halkla ilişkiler, sosyal medyanın giderek güçlenmesi sayesinde on-line ortama taşınmaktadır. Bu çalışmada
sosyal medyada mevcut Avrupa ve Türkiye uygulamaları ele alınmış ortaya çıkan farklılıklar
değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Halkla İlişkiler 2., Çevrimiçi Topluluk, Sosyal Medya Kampanyaları, Avrupa, Türkiye
THE USE OF SOCIAL MEDIA IN PUBLIC RELATIONS AND
PROMOTION : EUROPE AND TURKEY
(EXAMPLE APPLICATIONS)
Abstract: In this study; the term social media and public relations are identified and evaluated for the relationship between the public via social media application. New communication technologies used by the emerging social media environments which people
nowadays are becoming more intensely attracted with the attention of the institution. The
main character of the management of public relations with strategic communication, social, thanks to the strengthening of the root of the online environment is increasing. Again,
with this study the differences between social media applications available both in Europe
and Turkey are being discussed thus evaluated.
Keywords: Social Media, Public Relations 2.0, Online Community, Social Media Campaigns, Europe,
Turkey
2
Giriş
İletişim günümüz dünyasının en önemli kavramı haline gelmiştir. Artık insanların / kurumların başarıları ya da başarısızlıkları iletişimle ilişkilendirilmektedir. Yeni iletişim teknolojileriyle birlikte önem kazanan sosyal medya, kişilerin ya da kurumların iletişime geçmelerini sağlayan önemli mecralardır.
Sosyal medya yeni bir kavram olmasına rağmen tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Bu etki
tüm işletmelerin de ilgisini çekmiştir. Sosyal medya araçlarının en önemli özelliği sınırları
ortadan kaldırarak, kendi topluluklarını oluşturmasıdır. Bu ortamlarda oluşan topluluklar
birbirini etkilemekte kanallar vasıtasıyla bilgiyi yaymakta ve kendilerine özel alanlar yaratmaktadırlar.
Hedef kitlelerin reklama doymuş olması nedeniyle iletişim faaliyetlerinden istedikleri verimi alamayan kurumlar da sosyal medyayı yeni kurtarıcı gözüyle görmektedirler. Sosyal
medyanın maliyetinin düşük ve etkili iletişim ortamları olmaları da ayrı bir avantajdır.
Halkla ilişkiler doğrudan bir yönetim fonksiyonu olması nedeniyle tüm kurumlar için büyük bir önem taşımaktadır. Günümüzde halkla ilişkiler, sosyal medyanın getirdiği kolaylıklar ve oluşturduğu etkin iletişim faaliyetleri nedeniyle birçok uygulamasını sosyal medya
kanallarıyla gerçekleştirmektedir.
Bu çalışmada öncelikle tanımlara yer verilmiştir. Sosyal medya, geleneksel halkla ilişkiler,
halkla ilişkilerden sosyal medyada var olan halkla ilişkiler faaliyetlerine, internet teknolojisindeki değişimlerden gelecekteki semantik yaklaşımlara kadar birçok kavram açıklanmaya
çalışılmıştır. İçinde yer aldığımız Web 2.0 tanımıyla karşılanan sosyal medya mecraları incelenmiş bu alanlarda yapılan halkla ilişkiler kampanya örnekleri ele alınmıştır. Özellikle
Avrupa’da yapılan örnek kampanyalar incelenerek Türkiye’deki uygulamalarla karşılaştırılmıştır. Halkla ilişkiler çalışmaları bakımından kampanyaların kurum kimliği ve itibarına
etkileri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Sunduğu avantajlar kadar dezavantajları da belirtilmeye çalışılmıştır.
1- Halkla İlişkiler Kavramı ve İşlevi
Halkla ilişkiler kavramı, ilk Fransa’da ortaya çıkmıştır ancak daha çok Amerika Birleşik Devletleri’nde rağbet görmüş ve üzerinde çalışılmıştır. Son yıllarda internet ve sosyal ağların
da dahil olmasıyla, kitlelerle basın ve web aracılığıyla yürütülen karşılıklı, geri bildirime
dayalı iletişim faaliyetleri halini almıştır.
Halkla ilişkiler pek çok odası olan bir konudur: Bu odalar yayınlar, olaylar, haberler, lobicilik
ve sosyal yatırımlardan oluşmaktadır. Günümüzde müşterilerin reklama ayırdığı zaman ve
güvende azalma olmaktadır. Bu bakımdan halkla ilişkilerin bir mesajı iletme şansı daha
yüksektir ve önemlidir.
Halkla ilişkiler bir kurumun algılanma biçimidir. Bir kurumun üretiminin, faaliyetlerinin,
felsefesinin ve başkalarının o kurum hakkındaki sözlerinin ve düşüncelerinin tümünün
yönlendirilmesi ve yönetilmesi sanatıdır. Bir kurum, kamuoyunda iyi bir imaj oluşturmak
için güçlü yanlarını iyi ifade etmelidir. Halkla ilişkiler süreci hedef kitleyle nasıl, ne zaman
ve ne şekilde ilişki kurulacağının belirlenmesidir. Bu bakımdan halkla ilişkiler tanımı:
“ İşletme ile onun karşısındaki hedef kitle arasında karşılıklı menfaate dayalı ve sağlıklı bir diyalog tesis etmesi, bunun sonucunda da kamuoyunun ilgili kesimlerinde işletme hakkında olumlu
bir imaj ve destek yaratılmasıdır.” (Askeroğlu, 2010: 17)
Halkla ilişkiler tanımdan da anlaşılacağı üzere bu faaliyet alanı son derece kapsamlı bir
faaliyettir. Özellikleri özetle:
- Halkla ilişkiler uzmanlık gerektiren bir iştir.
- Halkla ilişkiler bir yönetim fonksiyonudur.
- Halkla ilişkiler örgüt ile çevresi arasındaki bütün iletişimleri yerine getirir.
- Halkla ilişkiler örgüt ile çevresi arasındaki iletişim akışının stratejisini belirler, bu strate-
3
jilerin oluşturulması için gerekli araştırmaları gerçekleştirir.
- Halkla ilişkiler örgütün hedef kitlelerindeki bütün istek ve beklentileri öngörerek bunu
iletişim programlarına yansıtır.
- Halkla ilişkiler örgüt içerisinde doğrudan üst yönetime bağlı çalışır.
2- Sosyal Medya Kavramı ve İşlevi
Medyanın geçirdiği en büyük değişim insanların pasif olmaktan çıkıp bizzat insanlar tarafından oluşturulan ve yönetilen bir dünya haline gelmesidir. İnternetin giderek büyüyen bir
dünya haline gelmesi sosyal medya kavramının tanımlanmasını giderek zorlaştırmaktadır.
Sosyal medya, kullanıcı tarafından oluşturulan içerikle doğrudan bağlantılıdır.
Sosyal medya, Internet veya mobil tabanlı olup, insanların bilgilerini paylaştıkları ve tartışma yaptıkları platformlar olarak tanımlanmaktadır. Bu terim, genelde yazı, resim, video
gibi her türlü sosyal katılımın olduğu alanlara verilen isimdir. Bireylerin internette birbirleriyle yaptıkları diyaloglar ve paylaşımlar sosyal medyayı oluşturmaktadır. Bu medyada
ulaşım, bir kişiden yüzlerce kişiye ve yüzlerce kişiden milyonlarca kişiye biçiminde gerçekleşmektedir. Özetle bu iletişim türü, çok yönlü olarak tamamen sohbet ve diyalog üzerinde
kurulmuştur. (Zafarmand, 2010: 9)
Tüm sosyal medya araçlarının ortak özellikleri şunlardır:
Katılım: Sosyal medya ilgisi olan herkesin katılımını veya geribildirim almasını mümkün
kılar.
Açıklık: Sosyal medya geribildirim ve katılıma açıktır. Oylamayı, değerlendirmeyi, yorum
yapmayı ve bilgi paylaşımını mümkün kılar.
Diyalog: Sosyal medya iki yönlü bir diyalog olarak değerlendirilebilir.
Topluluklar: Sosyal medya ortak ilgilere sahip toplulukların kısa zamanda oluşmasını ve
etkili bir şekilde iletişim kurmasını sağlar.
Bağlılık: Sosyal medya çoğunlukla bağlılık ilkesine dayanır.
3- WEB 1.0, WEB 2.0 ve WEB 3.0 Kavramı
Web 1.0 İnternetin günlük hayatta kullanımıyla birlikte önce kullanıcılar Web 1.0 dönemini
yaşadı. Web 1.0 döneminde bir içerik yayınlayıcı bir de içerik okuyucu bulunmaktaydı.
Web 2.0 Web 2.0 ile web sitelerini ziyaret edenler sadece tüketen değil aynı zamanda üreten konumuna geçmiştir. Web 2.0 ile aynı anda birçok kişi ile eş zamanlı olarak iletişime
geçilebilmekte ve içinde sosyal medya araçları ile birçok uygulama gerçekleştirebilmektedir. Bunlar google, twitter, facebook, skype, wikipedia gibi araçlardır. Günümüzde Web 2.0
dönemi yaşanmaktadır. Web 2.0 birçok insan için bloglar, wiki, podcast, RSS gibi web araçları kişilerin birbirleriyle daha kolay yoldan bilgi edinmesini sağlayan bir araçtır. Kısacası
interneti ve web’i destekleyen bir servis olarak görülmektedir.
Web 2.0, halkla ilişkiler uzmanları için bilgiyi dağıtabilecekleri aracısız kitle iletişim araçları
olduğu kadar aynı zamanda hedef kitleyi ve yaptıkları sohbetleri takip edip geri bildirim
alabilecekleri doğal bir ortamdır. (Özkaya, 2012: 362)
Web 3.0 Şu anda Web 2.0 teknolojisini kullanmaktayız. Ancak uzmanlar yakın bir zamanda
“semantik web” ile özleştirdikleri Web 3.0 dönemine geçişten bahsetmektedirler. Web 3.0
kısaca makinelerin okuyup, anlayıp, yorumlayabileceği bir sistemdir. Web deki tüm içerik
tek bir veri tabanı gibi olacak, kullanıcılar bir konuyla ilgili tüm detaylara ulaşabileceklerdir.
Farkına tam anlamıyla varamasak da Web 3.0 hayatımıza yavaş yavaş girmeye başlamıştır.
Google arama motorunda yaptığımız taramalarda bize “bunu mu demek istediniz” ibaresi,
yapılan kitap ve giyim alışverişlerimizde “bunlar da dikkatinizi çekebilir”, “aşağıdaki ürünlere de bir göz atın” ifadeleriyle kendini göstermektedir.
Web 3.0 üçüncü nesil internet ağı olarak tanımlanmaktadır. Web 3.0 da web sayfaları sadece sayfa olarak değil içerinde yer alan kelime ve cümleler ayrı bir anlam ve boyut kazanacaktır.
Yapay zekalı robotlar internetteki içerikleri ve bilgileri kontrol edebilecek ve kullanıcılara
4
en uygun bilgi ve içerikleri sunabilecektir. Kullanıcıların internetteki zevklerine ve davranışlarına uygun mantıksal çıkarımlar yaparak ihtiyaçlarına uygun cevap vereceklerdir. Kısacası tahmin edici arama motorları, alışveriş motorları ve diğer araçlar “geçmişinize dayalı” isteklerinizin eğilimlerinizin ne olduğunu bilecektir. (Özkaya, 2012: 359)
Web 3.0’a pazarlama, halkla ilişkiler ve reklam açısından bakıldığında hedef kitlenin tüm
bilgilerini, zevklerini ve eğilimlerini öğrenmek daha kolay hale gelecektir. Veri tabanları
sayesinde doğru bilgi, doğru mesaj, doğru zaman, doğru hedef kitleye ulaşacaktır.
4- Geleneksel Halkla İlişkilerden Sosyal Medyadaki
Halkla İlişkilere Geçiş
Sanal ortamlar aracılığıyla bireyler sadece çevrelerinde olup bitenle değil tüm dünyadaki
olaylarla “kendi seçtikleri zaman” ve “kendi seçtikleri kaynak” aracılığıyla ulaşma avantajı sağlamışlardır. Bu bağlamda bireyler istedikleri bilgileri istedikleri an edinme olanağı
kazanmış ve bilginin bölgesel, siyasal, ekonomik, toplumsal sınırları ortadan kalkmıştır.
Toplumsal yaşamı etkileyen tüm değişimler halkla ilişkiler mesleğini icra edenlerin ilgi
alanına da girer. Bu nedenle, internet ortamına kayıtsız kalmak mümkün değildir. İnternetin bir halkla ilişkiler aracı olarak kullanılmasının sağlayacağı yararlar şunlardır:
-Geniş bir hedef kitleye kısa sürede ulaşılabilmek,
-Hedef kitlenin ürün, hizmet ya da kurum ile ilgili memnuniyet ve memnuniyetsizliğini kısa
süre içerisinde öğrenebilme olanağının bulunması,
-Ürün ya da hizmetle ilgili herhangi bir kullanımı, yeni gelişmeleri hedef kitleye ulaştırabilmesi,
-Hedef kitlenin daha az maliyetle ve kısa sürede eğitiminin ve bilgilendirilmesinin sağlanmasıdır.
Sosyal medyadaki halkla ilişkilerle ilgili temel kavramlar
Kurumsal itibar
Arapça bir sözcük olan “itibar”; saygı görme, değerli ve güvenilir olma durumu saygınlık
ve prestij anlamında kullanılmaktadır. Bir başka tanıma göre itibar, bir kişi veya kurum
hakkındaki imajı çağrıştıran gerçeklik, dürüstlük, sorumluluk ve bütünlük gibi değerlerdir.
(Aslan, 2011: 55)
Kurumsal itibar, kurumlara ait bir değerlendirmedir. Bu değerlendirme, firmaların hedef
kitleleri, yani başta müşteriler, çalışanlar ve ortaklar olmak üzere tüm insanlar tarafından
organizasyona dair bilgileri ve bu tip bir organizasyon olduğu zaman önemli olan değerler
karşılaştırılarak yapılır.
Kurumsal itibar yönetimi, sosyal medyanın etkili olarak kullanılabileceği bir halkla ilişkiler
fonksiyonudur. Sosyal medyayı etkin olarak kullanan halkla ilişkiler uzmanları, hedef kitleyle iletişimi kolayca sağlar, hedef kitlenin dikkatini çekebilir. Bu durum istenen mesajın
başarıyla iletilmesini mümkün kılar.
Marka Yönetimi
Marka farklılaştırır. Markalaşma, piyasaya yeni çıkan bir ürün veya hizmetin tanınma, bilinir hale gelme ve sunulduğu pazar tarafından kabul edilme sürecidir. Markalaşma bir ürün,
hizmet veya bir kişinin bilinme, tanınma aşamasıdır.
Sosyal medya ortamları şirketlerin markayla ilgili herhangi bir krizi kolayca çözmesini veya
hedef kitlelerine kolayca ulaşıp marka kültürünü oluşturmasını, yerleşik bir marka kültürü
varsa bu kültüre süreklilik kazandırmasını mümkün kılar.
Kriz Yönetimi
İnternet gerek krizlerin patladığı, gerekse krizlerin önlendiği yer olarak kriz yönetiminin
tam kalbine oturmuş durumdadır. İşletmelerin kurumsal itibarlarını ve imajlarını korumak
ve yükseltmek için çalışmak zorunda oldukları günümüz iş dünyasının bir gerçeğidir. Bu
çalışma sayesinde kriz etkin bir şekilde yönetilebilir en az hasarla atlatılabilir ve ayrıca
krizdeki fırsatlar da değerlendirilir.
5
Kurumsal İletişim
Sosyal medyanın kullanılmasıyla kurumsal iletişim de kolaylaşmıştır. Tüm sosyal paydaşlarla gerektiği gibi iletişime geçmenin en kolay ve sağlıklı yolu sosyal medyadır. Gerek iç
gerekse dış hedef kitlelere istenildiği zaman ulaşılıyor olması, sosyal medyanın kurumsal
iletişimde sağladığı en önemli avantajdır. Burada önemli olan yeni medya ortamlarını iyi
tanımak ve kontrollü kullanabilmektir.
Halkla ilişkiler 2.0
Çoğu işlemlerin internet ortamında yapılması ve böylece halkla ilişkiler kitlesinin çoğunu
teşkil eden insanların bu ortamda bulunması ve bu sanal ortamın hızlılığı, halkla ilişkiler
uzmanlarının faaliyetlerini bu sanal ortama kaydırmak zorunda bırakmış ve halkla ilişkiler
kavramının yanı sıra halkla ilişkiler 2.0 kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
PR 2.0 süreci ile kitlelere sadece dolaylı yoldan değil, direkt olarak da ulaşabilme fırsatı
sunulmaktadır. Mesela Facebook’ta bir sinema filmi için açılan bir grupta insanların o film
hakkında görüşlerini söylemeleri, o film için bir PR faaliyeti olup, o filmin tanınması açısından avantajlar sağlamaktadır. Mesela bir fotoğraf paylaşım sitesinde, fotoğraf paylaşım
sırasında, fotoğraf makinesi alacak bir kişiye belli markaların kullanıcılar arasında önerilmesi, o marka için bir PR faaliyetini oluşturmaktadır. (Zafarmand, 2010: 49-52)
PR 1.0’dan PR 2.0’a Geçiş Neler Değişti?
- PR 1.0 deki basın ilanları, PR 2.0 de sosyal medya bültenleri (SMR)
olarak değişmiştir.
- Yazılı textler, mültimedya biçimine dönüşmüştür.
- Haber tel servisleri yerini, Web 2.0 de bulunan RSS’ lere vermiştir.
- Adress booklar ( ileti adresleri) ise sosyal ağlar olmuştur.
- Yazışma ile mesajlaşma, konuşma şekline dönüşmüş.
- Zamana bırakılmış işler ise anında ve çabukça yapılmaktadır. (Zafarmand, 2010: 61)
- PR 2.0 sürecinde tüketici ve kullanıcıların, satın aldıkları şeyler ile ilgili bilgiye ulaşma ve
kendi düşüncelerini başkaları ile paylaşma imkânları PR 1.0’den daha çoktur.
- PR 1.0 küçük basın mensup gruplarını etkilemekteyken PR 2.0 basın mensupları dahil
herkesi etkilemektedir.
- PR 1.0’da yukardan aşağıya yani, firma yöneticisinden müşteriye doğru bir iletişim vardır
ve çoğu zaman sadece firmalar mesajlarını göndermektedirler ama PR 2.0’de müşteriler ve
firmalar arasında iki yönlü iletişim bulunmaktadır. Müşterilerin sosyal medya aracılığıyla
anında ve çok rahatlıkla geri bildirim verme imkânları mevcuttur.
- PR1.0’de mesaj kontrol edilmiş halde yayınlanırken, PR 2.0’de şeffaflık ve katılıma teşvik
edilmektedir.
Sosyal Medyanın Temel Biçimleri
Günümüzde sosyal medyanın temel biçimleri şu başlıklarda sıralanabilir:
Bloglar
“İnternet günlüğü” olarak ifade edilebilir. Kullanımı ve yönetimi kolay olan bloglar, sahiplerinin hem yazılı hem görsel üretimlerini internet ortamında tüm dünyaya ulaştırmalarına
olanak sağlamaktadır.
Blog, dünyada çok önemsenen ve ciddiye alınan bir kavram olmasına rağmen, Türkiye’de
2005 yılına kadar çok fazla fark edilmiş değildi. Günümüzde bloglar her yerdedir. Herkes bir
blog yaparak yayım gerçekleştirebilir.
Migrobloglar
Mikrobloglar sosyal medyanın en pratik araçlarından biri olması nedeniyle rağbet görmektedir. Mikroblog sitelerinin en ünlüsü olan Twitter her geçen gün artan kullanıcı sayısıyla
daha da büyümektedir.
Twitter
Twitter bir tür mikro-bloggindir. Grup içerisinde yer alan kullanıcılar o anda birbirlerinin
nerede, ne yaptığından haberdar olabilir. Twitter’ın hızlı büyümesinin ardında merak ve
popüler olanı takip etme isteği yatar. (Güçdemir, 2010: 33)
6
Sosyal Paylaşım Ağları
Facebook
4 Şubat 2004 tarihinde Harvard Üniversitesi 2006 sınıfı öğrencisi Mark Zuckerberg tarafından kurulan Facebook, öncelikle Harvard öğrencileri için kurulmuştu. Daha sonra Boston
civarındaki okulları da içine kapsayan Facebook daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm okulları kapsadı.
Facebook, bu kadar hareketli bir yapıda olmasını sunduğu özelliklere borçludur. Kullanıcıların arkadaşlarının farklı faaliyetlerinden haberdar olabilmesi, çeşitli ilgi gruplarına
girebilmesi, fotoğraf ve video paylaşabilmesi gibi genel sosyal ağlarda bulunan özellikler,
Facebook’da da bulunuyor. Facebook’u diğer sosyal ağlardan ayırt eden en büyük özelliği
ise kullanıcıların profillerine ücretsiz olarak ekleyebildikleri uygulamalardır.
Myspace
15 Ağustos 2003’te faaliyete geçmiştir. Facebook’un popüler alternatiflerinden birisidir.
Kullanıcılara e-mail, forum, topluluklar, müzik, video sunan uluslararası bir sitedir. Özellikle müzik paylaşımlarını kolaylaştırır. Profilinize “benim müziklerim” bölümüne videolarınızı yükleyebilirsiniz. (Akar, 2010: 129)
Linkedin
Özellikle iş profesyonellerine yönelik ayarlanmış bilgi paylaşımı ve iş ilişkisi kurmaya hizmet etmektedir. Alanınızla ilgili çeşitli gruplara ve endüstriye ait bilgilere ulaşabilme olanağı yaratır.
Wikiler
En bilinen wiki örneği “wikipedia”dır. Farklı kullanım amaçlarına hizmet eder. Wikileri, eğitimciler öğrencilere güncel projeler sağlamak ve proje kaynaklarını düzenli tek bir yerde
tutmak için, programcılar binlerce bireyin herhangi bir zamanda yeni kod bilgilerini sağlayabileceği işbirlikçi açık kaynak projeleri için, işletmeler projelerini yönetmek ve mevcut
müşteriler kadar değer verilen yeni müşteriler elde etmek için kullanırlar. (Akar, 2010: 70)
Postcastler
Postcast temel olarak istenildiğinde herhangi bir ses dosyasını RSS aracılığıyla paylaşılmasını sağlayan bir sistemdir. 2004 yılında kullanılmaya başlanmıştır. Takip etmek istenilen radyo/televizyon programları kaydedilip istenilen zaman istenilen araçla izlenilebilir.
(Güçdemir, 2010: 32)
İçerik Paylaşım Toplulukları
Fotoğraf paylaşımı: Flickr
2004’te piyasaya sürülmüştür. 2005’te Yahoo Flickr satın almıştır. Bir fotoğraf paylaşım sitesidir.
Video paylaşımı: You Tube
Youtube, dünyanın en büyük video paylaşım sitesidir. Bu platforma çeşitli video yüklenip,
başkaları tarafından yüklenen videolar izlenebilme olanağı sunar.
Yazılı içerik ve haber paylaşımı: Digg
Digg sosyal imleme sitesidir. İçerik olarak haber, resim ve video grubunu kapsar.
RSS
RSS, genellikle haber sağlayıcıları, bloglar ve podcastler tarafından kullanılan, yeni eklenen içeriğin takip edilmesini sağlayan özel bir XML dosya formatıdır. Kullandığı dosya
biçimleri RSS ve XML’dir. (Güçdemir, 2010: 31)
5- Sosyal Medyada Halkla İlişkiler Stratejilerini Geliştirmek
Sosyal medyadan iyi bir şekilde yararlanmak için hedef kitle ile güvene dayalı bir ilişki
oluşturmak gerekir.
Test Etmek:
Halkla ilişkiler uzmanları her zaman yeni teknolojileri denemek için vakit ayırmalıdır. Sos-
7
yal medya kampanyaların etkinliğini ölçmek için sonuçları test etmek gerekir.
Planlamak:
- Stratejiler ve hedefler geliştirmek
- Hedef kitleyi ve karaktestiğini tanımlamak
- Mesajlar geliştirmek
- Zaman çizelgesi oluşturmak
- Ölçüm yapmak
- Halkla ilişkiler uzmanlarının, hedef kitlenin çoğunlukla tercih ettiği sosyal medya kaynakları belirlenmelidir. Bunun için anketler yapılabilir. Eğer bir ortamın uygun olduğunu
düşünülüyorsa ölçümlenebilen verileri kontrol etmek gerekir;
- Aylık tekil ziyaretçi sayısı
- RSS aboneleri
- E-mail aboneleri
- Blog ya da forum yorumları
- Güncellenme sıklığı
Gözlemlemek:
Sosyal medya ortamında ilgi çekici bir konu hakkında yapılan tartışmaları incelemek
önemlidir. Daha önce yazılan yazılara da göz atarak katılımcıların ilgi alanlarını tanımlamak yararlı olabilir.
(http://www.isletmeyonetimi.net/sosyal-medya-ve-halkla-iliskiler.html/, 24.02.2013)
Sosyal medyada halkla ilişkiler kampanyası düzenlemek
Halkla ilişkiler uzmanlarının sosyal medya kampanyası düzenlerken şeffaf olmaları, ne
yaptıklarını gizlememeleri gerekir. Takipçilerle araya mesafe koymadan iletişim kurmak oldukça önemlidir. Sosyal medyada kampanya oluşturmak daha fazla sorumluluk ve zaman
gerektirmektedir. Oluşturulan sosyal medya kampanyalarının başarısı için en önemli kural
takipçilerinin veri tabanını oluşturmak ve onlarla iletişimi sürdürmektir. Sonuçlar daha
önce belirlenen hedeflere göre ölçümlenmelidir.
Örnek kampanyalar (Avrupa ve Türkiye)
- Twitter kampanyaları
• Türkiye – Turkcell : Daha fazla tweet kampanyası
Turkcell’in ‘’daha fazla tweet’’ isimli Twitter kampanyası yalnızca Türkiye’de değil, yurtdışında da büyük yankı uyandırdı. Turkcell’in kampanya boyunca hediye olarak verdiği akıllı
telefonları kazanmak için yapmanız gereken, postitlerin üzerinde yazanları tweet etmekti.
Tweet ettikçe, tweet edilen postitler kalkıyor ve en son postiti kaldıran telefonu kapatıyordu. Kampanya boyunca yalnızca akıllı telefon değil ayrıca hediye dakikalar gibi Turkcell’in
hizmetiyle direkt ilgili hediyeler de verildi. Turkcell’in 7 gün süren kampanyası boyunca 60
bine yakın tweet atıldı. Turkcell, Twitter’da trend konular arasına girdi ve ciddi başarıya
ulaştı.
Peki bu kampanyayı bu kadar başarılı kılan, diğer kampanyalardan ayıran neydi?
a) Turkcell, postitlerin üzerine yazdıklarıyla oyun oynanırken dahi verdiği hizmeti tanıtmaktaydı. Verdiği hediye dakikaları bu konuya örnek verebiliriz.
b) Bu kampanyadaki amaçlardan biri de Turkcell T10 akıllı telefonunu tanıtmak olabilir.
HTC, Samsung, Nokia dışında hediye verilen telefonlardan biri de Turkcell’in kendi smartphone’u idi.
Çıkarılacak ders:
Bu kampanya bir şeyi açıkça gösteriyor ki tarzlarıyla fark yaratan kampanyalar artık dünyada da yankılanıyor. Bu da Sosyal Medya’nın etkisinin ne denli büyük olduğunun kanıtıdır.
(http://sosyalmedyacci.com/2012/02/en-iyi-4-twitter-kampanyasi-ve-cikarilacak-dersler.
html, 25.04.2013)
Video izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=aeyL3Zk3qDs
• Almanya – Mercedes Benz – Tweet Race
Tweet Race ile sosyal medya çok farklı bir kampanyaya şahit oldu. Yarışma için 3 tane
8
Mercedes takımı kuruldu. Bu takımların ulaşması gereken bir hedef vardı. Fakat küçük bir
sorun da vardı. Arabaların ilerlemesi için takım isimlerinin hash tag ile mention edilmesi
(#mention) gerekiyordu. Arabalar, her 4 mention için 1 mil ilerleyebiliyordu.
Razorfish isimli dijital medya ajansının Mercedes için hazırladığı Tweet Race isimli kampanyaya 30 bine yakın katılımcı katıldı, yarışma için 150 binin üzerinde tweet atıldı ve
kampanya hakkındaki videoları 50 milyonun üzerinde kişi izledi.
Çıkarılacak ders:
Mercedes’in uyguladığı sosyal medya politikasını farklı kılan ” takımlar kurarak rekabet
psikolojisi yaratmak”tı. İnsanlar adeta bir futbol takımını destekler gibi bu takımları desteklediler. Siz de yapacağınız Twitter kampanyalarında yarış ve takım psikolojileri yaratarak
katılımı yukarıya çekebilirsiniz. (http://sosyalmedyacci.com/2012/02/en-iyi-4-twitter-kampanyasi-ve-cikarilacak-dersler.html, 25.04.2013)
Video izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=6NLlTO8WF_I
-Facebook kampanyaları
• Londra – Nike – Find Your Greatness Campaign
Nike, 2012 Londra olimpiyatlarında “Find Your Greatness” kampanyası ile günlük sporculara yoğunlaşan Nike, şehir içinde #findgreatness etiketi içeren yüzlerce billboard kiralayarak
olimpiyatlara onlarca milyon Pound ödeyerek resmi sponsor olan Adidas’ı adeta saf dışı
bıraktı.
Tüm bunlara ek olarak Nike, olimpiyat süresi boyunca 166,718 yeni Facebook takipçisi kazanarak 80,761 takipçi elde eden Adidas’ı yine geride bıraktı.
Video izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=_hEzW1WRFTg
• Avustralya – Pringles – Pringles Dream Party Campaign
Pringles Avustralya, facebook kullanıcılarını hayallerindeki partiyi yaratmaya davet etti.
Sanal partilerini yaratan kullanıcıların parti görüntülerini izleyen diğer kullanıcılar videoya
oy veriyor ve yorum yapıyordu. Pringles facebook hesabının iplerini elinde tutanların konuşmalara aktif şekilde dahil olup, etkileşimi arttırması, kampanyanın başarılı olacağına
dair ipuçlarını vermeye başlamıştı. Nitekim kampanya fazlasıyla başarılı oldu.
Kampanyayı Farklı Kılan Dinamikler:
•Diğer kullanıcıların videolara oylama yapmasını sağlayarak etkileşimi ve viral pazarlamayı çıldırtmak
•Videolarını kurgulayan kullanıcıların yarattıkları sanal partide, arkadaşlarının resimlerinin de yer almasını sağlayarak, kullanıcıyı aplikasyonla özdeşleştirmek ve hayatından parçaların yer almasını sağlamak
•Oyunu kazananlara verilen hediyenin bedava mp3 olması, yani oyunun ana teması olan
parti, müzik ve arkadaşlık üçgeniyle ilişkili olması. Böylelikle Pringles’ın dinamik, eğlenceli
imaja kavuşması.
Pringles, Avustralya’da en çok like edilen fan sayfası oldu. Avustralya pringles’ın cari olarak
720.341 like’ı var. (http://sosyalmedyacci.com/2012/03/en-yaratici-4-facebook-kampanyasi-ve-nedenleri.html, 25.04.2013)
-Foursquare kampanyaları
• Almanya – Granatapet Reklam Panoları
2011’de Granatapet adlı pet shop akıllıca ve son derece yaratıcı bir kampanya yaptı. Berlin
ve Münih şehirlerinin çeşitli çeşitli yerlerine yerleştirilen 10 reklam panosu, bu panonun
önünden check-in yapan evcil hayvan sahiplerine bir porsiyon deneme maması verdi. Deneysel kampanya çok ilgi çekti, ayrıca şirket için pahalıya da gelmedi. Kampanya, reklam
panosu başına 350 Euro harcayan şirket için iyi bir tanıtım oldu. Mamayı bir kere yiyen
köpekler ertesi gün de sahiplerini aynı reklam panolarına doğru çekti ve kampanyaya ilgi
giderek arttı.
10 reklam panosu ilk günde, pano başına 118 check-in aldı. Münih’teki GranataPet dükkanları kampanya boyunca ve kampanyadan 10 gün sonra önceki satışlarına göre %28 daha
fazla satış yaptı. Dükkanın satışı önceki seneye göre %14 arttı. (http://sosyalmedyarehberi.
9
net/sosyal-medya/en-iyi-foursquare-kampanyalari/, 25.04.2013)
• İngiltere-Kanada – Starbucks & Red Campaign
2012 yılının 1 – 10 Haziran tarihleri arasında gerçekleşen kampanya Starbucks ve RED
Aids ile savaş kuruluşunun ortaklaşa bir çalışmasıydı. İngiltere ve Kanada’daki her Starbucks’tan yapılan check-in kampanya için 1 Dolar değerindeydi ve kampanya sonunda
Starbucks, RED kuruluşunun Rush To Zero isimli kampanyasına 250,000 Dolar bağışladı.
Kampanya ayrıca sınırlı sayıda RED rozeti ile desteklendi.
Rush To Zero kampanyasının asıl hedefi RED’in 2015 yılında hiçbir bebeğin Aids hastası
olarak doğmamasını sağlamak. Kampanyanın birden fazla faydası oldu. Starbucks yardım
sebebi ile sempati topladı, sosyal medyadaki popülaritesini arttırdı, RED kampanyası için
para toplamış oldu.(http://sosyalmedyarehberi.net/sosyal-medya/en-iyi-foursquare-kampanyalari/, 25.04.2013)
6- Sosyal Medya Krizi Nasıl Yönetilir
Planlama:
Yapılması gerekli en önemli kısım pazardaki risklerin önceden tespit edilmesi ve bir kriz
yönetim takımının oluşturulmasıdır. SWOT analizlerinizin eksiksiz yapılması kurumun güçlü ve zayıf yönlerinin bilinmesi önemlidir.
Özür dilemek:
Eğer kriz ortaya çıktıysa oluşan yeni durum kabul edilmeli ve krizin ilerlemesini engellemek için özür dilenmelidir. Geleneksel medya araçları dışında facebook, twitter, linkedin
gibi sosyal ağ sayfalarında özür konuşması içeren bir video yayınlamak daha doğrudur. Bu
özür şirketin en üst yönetimindeki kişiden ( CEO veya yardımcısı ) gelmelidir.
İzlemek :
Sosyal Medya İzleme ve Ölçüm araçlarını tüm kriz sürecinde aktif olarak kullanmak önemlidir. Twitter ve facebook kullanıcıları hakkınızda neler diyor? Açıklamalarınızdan sonra takdir edenlerin sayısı çoğaldı mı? Konuşmanız insanları ikna etti mi? İkna etmediyse hangi
noktada ikna etmedi? Gerekiyorsa ikinci bir açıklama yapılmalı veya facebook ve twitter’a
yanlış anlamaları düzeltmek için ilave bir bilgilendirme yazısı yazılmalıdır.
Ölçmek :
Sosyal Medya takip araçları ile insanların sosyal medyadaki tepkileri ölçülmelidir. İletiler,
hangi davranış veya açıklamalarınızdan sonra artıyor ya da azalıyor? Grafik halinde, yönetime sunulmalıdır.
Geliştirmek:
İzlemek ve ölçmek, krizi yönetmek için büyük öneme sahiptir. Gözlem ve ölçümler krizi
yönetmek ve bastırmak için kullanılmalıdır. Gözleyerek ve ölçerek, yaptığınız hataların farkına varmak, onları ortadan kaldırmak ve aynı zamanda olumlu izlenim bırakacak davranış ve açıklamalar yapmak son derece önemlidir. (http://sosyalmedyacci.com/2012/01/
sosyal-medya-kriz-yonetimi-ama-nasil.html, 25.04.2013)
Onur Air Sosyal Medya Krizi
“Van Depreminde sayfasını beyenecek her kişiye 0,5 TL yardım...”
Facebook sayfalarında paylaşılan bu cümle Onur Air için son derece önemli bugün bile
örnek olarak gösterilecek bir krize imza atmıştır. Kurum olumsuz yorumların önünü kesemeyeceğini anlayınca çareyi duyuruyu sayfadan kaldırmakta ve kampanyayı durdurduğuna
yönelik bir açıklama yapmakta bulmuştu. Fakat açıklama bir özürden çok bir suçlama içeriyordu zira Onur Air açıklamasında özetle “kampanyayı anlayamayan takipçiler yüzünden”
kampanyayı sonlandırdık ifadesini kullandı. Eleştirenleri eleştiren bu üslup Onur Air’e yönelik daha kuvvetli bir sosyal medya tepkisi doğurdu.
Markanın sosyal medyada yaptığı diğer hatalar;
• Silinen yorumlar,
• Özür dilenmedi,
10
• Hakaret edildi,
• Girdi silinerek, metin düzeltildi,
• Faturalar paylaşıldı.
Neler yapılmalıydı;
• Takipçilerinin taleplerine cevap vermeliydi,
• Facebook’taki olumsuz yorumları silmemeliydi,
• Açıklaması net bir özür niteliği taşımalıydı,
• Dekontları yayınlamamalıydı,
• Hassasiyet doğru analiz edilmeliydi.
Sonuç
İnternetin gelişimiyle Web 1.0 dönemi ortaya çıktı. Teknolojinin gelişmesi daha interaktif
bir uygulama olan Web 2.0’yi getirdi. Bu interaktivite kullanıcılarının bilgiyi sadece görmesi yerine bizzat oluşturmasına izin verdi ve böylece yeni medya ortamı sosyalleşti. Sosyal
medya her geçen gün kendini yenilemekte ve bu sürekliliğe yeni insanları da dahil etmektedir. Sosyal medyanın bu denli hızla insanları kendine çekmesi sadece bireyleri değil kurumların da bu değişim karşısında kayıtsız kalmamasını sağlamıştır. Büyük şirketler
özellikle dikkat çekmek, rakipleri arasında farkındalık yaratmak, marka sadakati oluşturmak
gibi çeşitli nedenlerle sosyal medyanın sunduğu avantajları en iyi şekilde kullanma yolunu
seçmişlerdir.
Halkla ilişkiler faaliyetleri çerçevesinde sosyal medya kurumsal iletişime, itibara, imaja yapacağı katkı önemlidir. Çalışanlarla iletişimi de olumlu yönde etkiler, alt ve üst kademeler
arasındaki olası iletişim boşluklarını kolayca doldurur. Halkla ilişkiler açısından başarılı
sayılabilecek sosyal medya uygulamaları incelendiğinde bu uygulamaların temelinde “yaratıcılık” kavramının yattığı görülebilir. Özellikle kriz dönemlerinde neredeyse imkânsızlaşan bilgi akışı, sosyal medya sayesinde kolayca yönetilir. Sayısız sosyal medyanın en büyük
olumsuz etkisi oluşturduğu veri dumanıdır, bu dumandan hedef kitlelerin dikkatini çekerek sıyrılabilmenin tek yolu ise dikkate değer uygulamalar geliştirmektir. Bu da yaratıcılık
kavramının önemine dikkat çeker. Bu süreçte halkla ilişkiler çalışanlarına büyük iş düşer
çünkü sosyal medyayı yakından takip etmek, bilgi akışına şahit olmak ve gelecekteki eğilimleri görebilmek son derece önemlidir fakat yaratıcılığı kaybetmemek, devamlı yenilikler
üreterek tekrara düşmemek sosyal medyada iletişim konusunda hayati bir önem taşır.
Sonuç olarak, sosyal medya halkla ilişkiler uygulamalarını kolaylaştırmanın yanında halkla ilişkiler uzmanlarının işini bir hayli zorlaştırmaktadır. Halkla ilişkiler çalışanları sosyal
medyayı geleceğin en önemli mecralarından biri olarak değerlendirmeli, aynı zamanda
geleneksel iletişim ortamlarıyla bütünleşik bir şekilde de kullanmalıdır. İşleri daha da karmaşıklaşan halkla ilişkiler uzmanlarına verilebilecek en büyük destek ise eğitimdir. Halkla
ilişkiler uzmanları “sosyal medya uzmanlığı” eğitimi almalı; sosyal medyada bilgi akışını
kontrol etme ve yönetme üzerine bilgilendirilmelidir. Bu sayede geliştirilecek halkla ilişkiler destekli stratejik iletişim uygulamaları sayesinde zaten eğlenceli olan sosyal medya,
çok daha eğlenceli bir ortam haline gelecektir.
Bu çalışmada da görüldüğü üzere başarılı sağlamış sosyal medya uygulamaları daha çok
geniş kitlelere deneyim yaşatan özellikle yaratıcılığın ön planda olduğu çalışmalardır. Avrupa örneklerinde de gördüğümüz sosyal medya kampanyaları son derece dikkat çekicidir. Hedef kitleleri oyun ve benzeri uygulamalarla olaya entegre edip deneyim yaşatan
farklı çalışmalardır. Türkiye açısından değerlendirdiğimizde bizdeki uygulamaların daha
çok reklam amaçlı olduğunu ya da bilinirliği arttırma adına Facebook’da profil kayıtları
olarak kaldıkları aşikardır. Bu nedenle özellikle halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen
kampanya çalışmalarının alt yapısı uygun eğitimlerle desteklenmelidir. Çünkü kullanıcı
profili televizyon ve reklam gibi geleneksel iletişim araçlarının kullanıcılarından daha farklıdır. Artık kullanıcılar reklam ve promosyon faaliyetlerine doymuş durumdadır. Bu nedenle
iletişim faaliyetlerinde artık halkla ilişkiler uygulamaları son derece önemlidir. Kurumlar
bunun bilincine varmalı uygulamaları destekler nitelikte olmalıdır.
11
Kaynakça
Kitaplar
• AKAR, E. (2010). Sosyal medya pazarlaması : sosyal webde pazarlama stratejileri. Ankara
: Efil Yayınevi
• GÜÇDEMİR, Y. (2010). Sanal ortamda iletişim : bir halkla ilişkiler perspektifi. İstanbul :
Derin Yayınları
Süreli Yayınlar
• ÖZKAYA, B. (2012). Halkla ilişkiler 2.0 kapsamında kurumların arama motoru kullanıcılarına yönelik çalışmaları. Marmara Üniversitesi İ.B.B. Dergisi, 33 (2), 355-382
Tezler
• ASKEROĞLU, O. (2010). Pazarlama odaklı halkla ilişkiler uygulamalarında sosyal medyanın rolü. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
• ASLAN, P. (2011). Halkla ilişkilerde yeni eğilimler : sosyal medya. Yayınlanmamış yüksek
lisans tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
• ZAFARMAND, N. (2011). Halkla ilişkiler alanında yeni mecra ve uygulamaların yeri ve
önemi : sosyal medya ve PR 2.0. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü
İnternet
• http://www.isletmeyonetimi.net/sosyal-medya-ve-halkla-iliskiler.html/, 24.02.2013
•http://sosyalmedyacci.com/2012/02/en-iyi-4-twitter-kampanyasi-ve-cikarilacak-dersler.
html, 25.04.2013
•http://sosyalmedyacci.com/2012/03/en-yaratici-4-facebook-kampanyasi-ve-nedenleri.
html, 25.04.2013
•http://sosyalmedyarehberi.net/sosyal-medya/en-iyi-foursquare-kampanyalari/,
25.04.2013
•http://sosyalmedyacci.com/2012/01/sosyal-medya-kriz-yonetimi-ama-nasil.html,
25.04.2013
Videolar
• http://www.youtube.com/watch?v=aeyL3Zk3qDs
• http://www.youtube.com/watch?v=6NLlTO8WF_I
• http://www.youtube.com/watch?v=_hEzW1WRFTg
12
KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUNUNUN
GÖSTERGEBİLİMSEL BİR İNCELEMESİ
Arzu KARA
Özet: Bu çalışma, Karagöz ve Hacivat gölge oyunlarından biri olan Bahçe gölge oyununun göstergebilimsel incelemesini içermektedir. Greimas’ın göstergebilimsel çözümleme
yöntemi, Bahçe gölge oyununa uygulanmıştır. Çalışmada ilk olarak, Bahçe oyununun
yüzey yapısındaki göstergeler ortaya çıkarılmaktadır. Yüzey yapı çözümlenirken Greimas’ın
eyleyensel modeli, oyunun anlatı durumu ve tasvirlerin betimsel rolleri bir bir incelenmiştir. Yüzey yapıda ortaya çıkan göstergeler ışığında, oyunun derin yapısına ulaşılmaktadır.
Sonuç olarak, kullanılan yöntem ile yüzeydeki göstergelere; yüzeydeki göstergelerden de
derindeki anlamlara ulaşılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Gölge Oyunu, Karagöz ve Hacivat, Göstergebilim, Derin Anlam, Eyleyenler
KARAGOZ VE HACIVAT: AN EXAMINATION OF
SEMIOTICS IN THE GARDEN SHADOW PLAY
Abstract: This study examines semiotics in one of the many Hacivat and Karagoz’s shadow plays, the Garden Shadow Play. Greimas method for smiotic analysis has been applied to examine this shadow play. In this study, firstly, the surface semiotic indicators in
the garden shadow play will be studied. Whilst the surface indicators are being analyzed,
the play, narrative, setting and descriptive roles will be analyzed using Greimas Actantial
Model. Studying the superficial/surface semiotic indicators will help to reach/determine
the deeper structural semiotics/meaning of the play. In conclusion, the utilized method
and the surface semiotic indicators will help us reach and understand the deeper semiotic
indicators.
Keywords: Shadow Play, Karagöz ve Hacivat, Semiotics, Deep Meaning, Actants
13
Giriş
Gösterge kavramının ortaya çıkması eski çağlara kadar uzanmaktadır. Özellikle de Eski Yunanca’da “işaret” anlamında kullanılan gösterge kavramı, özellikle tıp dilinde yaygın olarak
kullanılan “semeion” kökünden türetilmiştir. (Sivas, 2012: 528). 20. yüzyılın ilk yarısında
ünlü dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün dilbilimsel çalışmalarıyla ön plana çıkan göstergebilimin 60’lı yıllardan sonra Greimas ve Barthes gibi kuramcıların çalışmalarıyla farklı disiplinlerde de uygulanabileceği saptanmıştır. Hatta bazı göstergebilimciler her şeyin
göstergebilimsel olarak çözümlenebileceğini savunmuşlardır.
Yaşamının büyük bir bölümünü çevresindeki varlıkları, nesneleri, olayları kavramaya ve
yorumlamaya çalışarak geçiren insan, varlık ve nesneler arasındaki ilişkileri sürekli anlamlandırmaya çalışır. Bunu yaparken farkında olarak ya da olmayarak varlık ve nesneleri
sınıflandırır. Sınıflandırma, bu ilişkiler arasındaki ayırıcı özellikleri yöntemli bir şekilde
bölümlere ve alt bölümlere ayırmaktır. Özellikle yapısalcı yaklaşım, insanın çevresini ve
içinde yaşadığı dünyayı anlamlandırma çabaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Anlamın yorumlanması göstergebilimin bağımsız bir bilim olarak gelişmesini sağlamıştır.
Yapılan araştırmalar göstergebilimin dil dışı alanlarda da kullanılabileceğini; özellikle sinema, tiyatro, metin, oyun, mimari, müzik vb. farklı disiplinlerle de uygulanabileceğini ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede göstergebilim yönteminin gölge oyunlarında da çözümleme
yöntemi olarak ele alınabileceği araştırmanın temel varsayımıdır. Genellikle basit oyunlar
olarak ele alınan gölge oyunlarının basit olmadığı, hatta derin bir fikri alt yapıyı bünyesinde barındırdığı ve bu fikri alt yapının göstergebilim yöntemiyle su üstüne çıkarılabileceği
araştırmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Gölge oyunlarının Osmanlı topraklarındaki ismi Karagöz’dür. Karagöz bir gölge oyunudur. Karagöz gölge oyunu, Osmanlı İmparatorluğu’nda yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür.
Karagöz gölge oyunları, Osmanlı topraklarında yaşamış birbirinden farklı etnik grupların
kültür ve müziklerini birleştirerek ramazan gecelerinde, bayramlarda, sünnet düğünlerinde, kahvehanelerde, şenliklerde vb. oynatılan en önemli eğlencelerinden biri olmuştur. Bu
konuda dikkat edilmesi gereken husus, bu gölge oyununun Osmanlı toplum yapısındaki
farklı kültürlere seslenebilmesi, Türk kültürüyle harmanlanıp farklı kültürlere özünü kaybettirmeden yansıtabilmesidir. Oyunda kullanılan tiplerin (Karagöz ve Hacivat) tamamen
Türk karakterler olması bir diğer dikkat çekici husustur.
Karagöz ve Hacivat’ın Bahçe gölge oyunu basit görünmekle birlikte derin bir fikri altyapıyı
bünyesinde barındırır. Aslında Karagöz oyunlarının farklı zamanlara hitap eden kalıcı yönleri bulunmaktadır. Çoğu insan tarafından sadece çocuk oyunları gibi algılanan Karagöz ve
Hacivat gölge oyunlarının basit oyunlar olmadığı aksine derin fikri alt yapıyı bünyesinde
barındırdığı kullanılan göstergebilim yöntemi ile ortaya çıkarılacaktır.
Çalışmanın kapsamı Karagöz ve Hacivat’ın Bahçe gölge oyunudur. Bu çalışmanın bazı teorik sınırlılıkları mevcuttur. Birçok araştırmacı tarafından farklı göstergebilim yöntemleri
geliştirilmesine rağmen, Greimas’ın “eyleyensel örnekçesi” ve “semiyotik dörtgeni” daha
uygun görülmüş ve göstergebilim yöntemi olarak kullanılmıştır.
Sonuç olarak, Greimas’ın eyleyensel örnekçesi ve semiyotik dörtgeninin kullanılması esasında göstergebilimin dil dışı alanlarda da kullanabileceğinin bir kanıtıdır. Yapılan bu çalışma ile Greimas’ın dörtgeni somut bir zeminde kendini gösterme olanağı bulacaktır.
1. KARAGÖZ
Gölge oyununun Osmanlı topraklarındaki adı Karagöz’dür. Karagöz’ün Osmanlı topraklarına gelişiyle ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur. Karagöz oyunları, Osmanlı imparatorluğu
döneminde özellikle uzun ramazan gecelerinde, düğünlerde, sünnet düğünlerinde ve kahvehanelerde oynatılan en önemli eğlence biçimlerinden biri olmuştur. Bugün daha çok
çocukları eğlendirmek amacıyla kullanılan bir eğlence türüdür.
Osmanlı topraklarına gelişiyle ilgili çeşitli rivayetler vardır. Önemli olan bu tiplerin (Ka-
14
ragöz ve Hacivat) tamamen Türk karakterler olmasıdır. Halk, gözü kara, cesur ve gözünü
budaktan sakınmayan halkı temsilen demirci ustası Kambur Bali Çelebi - Karagöz; okuryazar, Arapça ve Farsça bilen, duvarcı ustası Halil Hacı İvaz - Hacivat adını vermiştir. (Çolakoğlu, 2006: 546). Karagöz oyunları deve, dana vb. gibi özel derilerden hazırlanmış bir
takım tasvirlerin (insan, hayvan, bitki vb.) ışık vasıtasıyla bir perdeye yansıtılması temeline
dayanmaktadır.
Karagöz, başlarda tamamen dini özellikler taşımaktadır. Birçok şeyhin Karagöz oynattıkları
bilinmekte, bununla birlikte oyunun dini özellikleri tasavvuf düzlemde kendini göstermektedir. (Pay, 2012: 3). Birçok tasavvufçunun (ibn Hazm, İmam Gazali, Muhiddin-i Arabi vb.)
eserlerinde hayal sahnesi evrene, insanlar ve tüm varlıklar geçici hayallere benzetilmiştir.
(Kudret, 2004: 10).
Tasavvuf ilmine göre; perdeye yansıtılan ışık ruhu, perdenin dünya âlemini ve kullanılan
tasvirlerin de dünya yüzeyindeki tüm canlıları temsil ettiği varsayılırdı. Nasıl ki, ruh ile
can bulan insanlar dünya üzerindeki geçici hayalleri oynuyorsa karagöz oyunlarının da bu
düzlemi temsil ettiği düşünülmüştür. Sonraki dönemlerde Karagöz oyunlarının tasavvuf
özelliğini kaybederek -özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde- dönemin
padişahlarını hicvetmek için kullanıldığı görülmektedir. Günümüzde de daha çok mizah ve
hicvetme yönleri bilinmekte, dini mahiyeti pek çok kişi tarafından bilinmemektedir. Bugün
Karagöz oyunları, unutulmaya yüz tutmuş değerlerimiz arasındadır.
Bilindiği gibi her sanat eseri ortaya çıktığı coğrafyanın izlerini ve kültürünü bünyesinde
barındırır. Karagöz oyunları da Osmanlı imparatorluğunun izlerini ve kültürünü bünyesinde barındırmaktadır. Osmanlıların günlük yaşamlarını, inançlarını, adetlerini, anlayışlarını
kısacası toplumun genel karakterini yansıtmaktadır. Zaman içerisinde Osmanlı imparatorluğuna katılan her etnik grubun oyun içerisine dâhil edildiğini görülmektedir. Kullanılan
tasvirler, mahallenin insanları ya da yöresel kıyafetleri ile Anadolu’nun çeşitli yerlerinden
para kazanmak için İstanbul’a gelen tiplerdir.
2. KARAGÖZ VE HACİVAT OYUNLARINDAKİ BÖLÜMLER
Karagöz oyunu dört ana bölümden oluşur. Bunlar:
•Mukaddime/giriş,
•Muhâvere/söyleşme,
•
Fasıl/asıl oyun ve
•Hitam/bitiş
2.1. Mukaddime/Giriş
Karagöz oyunu, ışığının perdeye yanmasıyla açılır. İlk önce perdeye müzik eşliğinde göstermelik adı verilen tasvir koyulur. Göstermeliklerin işlevleri, seyirciyi oyunun dünyasına
hazırlamaktır. Hacivat, perdeye def eşliğinde girer ve bir semai okur. Değişik makamlardan
okunabilen semai bitince Hacivat “Off… Hay Hak!” diyerek perde gazeline başlar. Perde gazeli, mukaddime bölümünün önemli bir öğesidir. Oyunun anlam dünyasına dair tasavvufi
bir çerçevenin altını çizer. Daha sonra Hacivat, kendisine kafa dengi bir arkadaş aradığını
dile getirir ve konuşmasını “Yâr bana bir eğlence!” nidâsıyla sonlandırır. Mukaddimenin
sonunda Karagöz ve Hacivat kavgaya tutuşur. Dövüşten sonra Hacivat perdeden kaçar, Karagöz ise yere uzanır ve bir tekerleme söyler. (Pay, 2012: 4)
2.2. Muhâvere/Söyleşme
Genel itibariyle Muhavere bölümü Karagöz ve Hacivat arasında geçer. Bu bölümün özelliği Karagöz ve Hacivat’ın özelliklerini, ses ve karakter farklılıklarını ortaya koymaktır. (Pay,
2012: 5)
2.3. Fasıl/Asıl Oyun
Fasıl, oyunun asıl yer aldığı bölümdür. Değişik konular ve tipler belli bir olay örgüsü çerçevesinde mûsikî eşliğinde perdeye yansır. (Pay, 2012: 5)
2.4.Hitam/Bitiş
Bitiş bölümü oldukça kısadır. Bazen oyundan çıkarılacak ibretlik noktalara değinilir. Haci-
15
vat “Yıktın perdeyi eyledin vîran, varayım sahibine haber vereyim heman!” diyerek perdeden ayrılır. Karagöz ise “Her ne kadar sürc-i lisan ettikse affola!” diyerek bir sonraki oyunun
adını ve yerini söyleyerek perdeyi terk eder. (Pay, 2012: 5)
3. GÖSTERGEBİLİMSEL YÖNTEM ÜZERİNE
Göstergebilim çözümlemelerinde yöntem belirleme işlevi çok önemlidir. Çalışmaya başlamadan önceki ilk iş çözümlemecinin doğru göstergebilim metodunu belirlemesi olmalıdır.
Bir sanat yapıtını, metni ya da bir görseli göstergebilim ile buluşturan şey anlamdır. Sanat
yapıtı bir şeyler anlatmaya çalışır. Göstergebilim çözümleme yöntemi de bu anlamı ortaya
çıkartmaya yarayan bir bilimdir. Mevcut göstergeleri inceleyerek metnin, görselin ya da
anlatının sahip olduğu derin yapıya ulaşmak mümkündür. (Çakmak, 2011: 62)
Göstergebilimsel çözümleme yöntemine göre, bir görselin, metnin ya da anlatının anlatısal düzeyi ile derin yapısı arasındaki bağın çözümlemeci tarafından doğru anlamlandırılması gerekir. Bu anlama ve anlamlama sorunu çözümlemeci ve inceleme nesnesi arasındaki uyuma bağlıdır. (Çamdereli, 2013: 324)
Bir metnin, görselin ya da anlatının göstergelerini ve ürettiği anlamları ortaya çıkarmaya
yarayan en önemli göstergebilimsel yöntemlerden biri ise, Algirdan Julien Greimas’a aittir.
Çünkü kendisi sadece göstergeleri değil, anlamlı bütünleri ele almıştır.
Çalışmada, yüzeyde bulunan göstergelerden yola çıkarak oyunun derininde bulunan anlamların ortaya çıkarılması hedeflenmektedir. Greimas’ın eyleyensel örnekçesi ve semiyotik dörtgeni Bahçe gölge oyununa uygulanarak incelenmektedir. Aslen Litvanyalı olan Algirdan Julien Greimas Türkiye’de de bir süre ders vermiştir. Özellikle de edebiyat alanındaki
göstergebilimsel bakış açısı farklıdır. (Erkman-Akerson, 2009: 144).
Greimas, anlamın ortaya çıkmasını sağlayan bir anlam ekseninin olduğunu ifade eder. Bu
anlam eksenini oluşturan düzlemleri ise şöyle ifade eder;
• Yüzey Yapı,
• Sözdizimsel Anlatı Boyutu,
• Temel Anlamsal Boyut (Derin Yapı)
Yüzey yapı, bir metnin / anlatının yüzeyinde nasıl ifade edildiğine dair olan yapısıdır. Bir
metnin/anlatının dilsel ve biçimsel boyutudur. Bu düzlemde her tür için geçerli bazı deyiş
ya da kurallar vardır. Örneğin; Karagöz hep, yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine
haber vereyim heman, diye biter. (Erkman-Akerson, 2005: 146).
Söz dizimsel anlatı boyutu ise, metnin / anlatının olay örgüsü, kurgusuyla ilgilidir. Temel
anlamsal boyut ise, Greimas’ın anlam düzlemine getirdiği en önemli özellik olmuştur.
Çünkü bu temel anlamsal boyut, derin anlamdır. Dünyadaki temel karşıtlıklar üzerine kuruludur.
Greimas’ın 1960’larda geliştirdiği göstergebilim yöntemine göre bir metin, görsel ya da
anlatı, yüzeyden derine doğru ele alınarak incelenir. Yüzeyde oluşan göstergelerden derindeki anlamlara ulaşılmaya çalışılır. Yüzey yapı, anlatı durumu ve tasvirlerin betimsel rolleri olmak üzere iki aşamada ele alınır. Anlatı durumu bir öznenin bir nesne için harekete
geçmesi yani eylemde bulunması incelenirken; tasvirlerin betimsel rollerinde de tasvirlerin karakter özellikleri, giyim tarzları vb. ele alınarak derin yapıya ulaşmaya çalışılır. Derin
yapıda ise, anlatının anlamını çözümleyecek temel karşıtlıkların belirlendiği ve anlatıda
mevcut derin anlamının ortaya çıkarıldığı aşamadır.
Özetle, belirlenen göstergebilim yöntemine göre; Karagöz ve Hacivat: Bahçe gölge oyunu,
Greimas’ın göstergebilimsel yönteminin uygulamada somutlaştığı bir zemin olacaktır.
4. KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUN ÖRGÜSÜ
Genç, yakışıklı ve İstanbul ağzıyla konuşan bir karakteri canlandıran Çelebi, aynı zamanda
kibar ve mirasyedi bir tiplemedir. Kadınlara düşkünlüğü ile bilinen ve eğlenmeyi seven
16
Çelebi babasından kalan han, hamam ve bahçe gibi mülkler ile geçinir. Hacivat ile arası iyi
olduğu için zaman zaman bu yerleri işletmesi için Hacivat’a verdiği görülür.
Bahçe gölge oyun örgüsünde Çelebi, babasından kalan Mürgzar bahçesini işletmesi için
bir gün Hacivat’a gelir. Kendisine bahçeyi teslim eder. Bunu duyan Karagöz biraz kıskançlık biraz da özenerek Mürgzar bahçesine girmek ister. Fakat Hacivat Karagöz’ün bahçeye
girmesini istemez. Bunun üzerine Karagöz hırs yapar ve çeşitli yollar deneyerek bahçeye
girmeye çalışır. Fakat başarı sağlayamaz. Acem kılığında, Yahudi kılığında, Zenne kılığında
kısacası fırsatını bulduğu her kılığa bürünür; fakat her defasında bahçeden dışarı atılır.
Bir gün çaresizlik içerisinde evine giden Karagöz evden aldığı zurnayla bahçenin önüne
gelir ve zurnayı çalmaya başlar. Acemler tarafından fark edilip beğenilen Karagöz sonunda
bahçeye alınır. Bahçeye alınan Karagöz eğlenceye kendini kaptırır ve sarhoş olup naralar
atmaya başlar. Bunun üzerine mahalle bekçisi tarafından bahçeden atılır.
5. KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUNUNDA
KULLANILAN TASVİRLER
5.1. Hacivat: Hacı Ayvaz veya Bursalı Hacı İvaz isimleri ile bilinen Hacivat tasviri, medrese
eğitimi görmüş, çoğu zaman Arapça ve Farsça kelimelerle konuşur. Her konuda (edebiyat,
musiki, matematik, iktisat, istatistik vb.) bilgi sahibi olan biridir. Karagözle sürekli bir didişme içindedir. Kıyafetinde yeşil renk hâkimdir. Nabza göre şerbet verir. Herkesi tanır.
Emlak sahibi Çelebi’nin güvenini sağlamıştır ve onun işlerine bakar. Karagöz’ü de bulduğu
işlerde çalıştırır.
5.2.Karagöz: Okumamış bir halk adamıdır. Halk diliyle konuşur. Öğrenim görmüş kişilerin
(Hacivat, Çelebi
vb.) sözlerini anlamaz, anlayabildiklerini de anlamaz görünür. Meraklıdır. Her şeye burnunu
sokar. Özü sözü bir, düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, patavatsız ama en zor anlarında bile neşesini kaybetmeyen bir tiplemedir.
5.3. Karagöz’ün Karısı: Karagöz’ün karısı Osmanlı dönemini yansıtan bir ev hanımıdır.
Perde de hiç
görünmez. Genelde içeriden sadece sesi gelir.
5.4. Çelebi: Karagöz oyunlarında genç ve yakışıklı erkeği oynayan, İstanbul ağzıyla konuşan bir tiptir.
Eğlenmeyi sever, sürekli âşıktır. Kibar ve mirasyedidir. Gezmeyi sever. Kadınlara düşkünlüğü ile bilinir. Modayı yakından takip eder. Babasından kalan mülkleri işleterek yaşamını
sürdürür.
5.5. Acemler: Ağa (I. Acem), Nöker (II. Acem), Püser (III. Acem): İran’dan ya da Azerbaycan’dan gelmiş
halıcılıkla uğraşan tiplemedir. Zengindir. Eğlenmekten ve kendisine dalkavukluk yapılmasından hoşlanır. Bol bol para dağıtır.
5.6. Zenneler: Kolbaşı (I. Zenne), Oyuncu başı (II. Zenne), Acemi kız (III. Zenne): Karagöz
oyunlarındaki
bütün kadınlara genel olarak zenne adı verilir.
5.7. Yahudi (Sarraf): Osmanlı imparatorluğu içerisindeki birçok etnik gruptan bir tanesi
olan Yahudi
tiplemesidir.
5.8. Bekçi (Türk): Karagöz oyunlarındaki mahalle bekçisi tiplemesidir.
5.9. Hayvan, Bitki ve Nesne: Karagöz’ün köpeği, eşeği ve Çelebi’nin Mürgzar Bahçesi.
17
6. KARAGÖZ VE HACİVAT: BAHÇE GÖLGE OYUNUNDA YÜZEY YAPI
6.1. Anlatı Durumunun Belirlenmesi
Herhangi bir anlatının oluşması için en az bir başlangıç durumu ile bir sonuç durumunun olması gerekir. Bu iki durum arasındaki akışı gerçekleştirecek bir öznenin varlığı ise
çok önemlidir. Bu anlamda çözümlemecinin anlatıda yapması gereken ilk iş, eyleyenleri
(Özne/Nesne; Gönderen/Alıcı; Yardımeden/Engelleyen) saptamaktır. Bu süreçte eyleyenler
başka eyleyenleri dönüştürürken kendileri de değişir ve dönüşür. Bu değişim sürecinde
gölge oyununun anlatısal durumu ve tasvirlerin rolleri anlatının derin yapısını oluşturan
en önemli göstergelerdir.
Karagöz bir halk adamıdır. Zengin değildir. Okumamıştır. Çoğu zaman da işsizdir. Genellikle Hacivat’ın bulduğu işlerde çalışmaktadır. Zengin sınıfın bulunduğu yerlere alınmamaktadır. Çelebi ve Hacivat ise, okumuş medrese eğitimi almış tiplerdir. Çelebi han ve hamam
sahibi bunların işletmeciliğini Hacivat’a veren bir tiptir. Hacivat perdeye gelen hemen her
kişiyle iyi ilişkiler içerisindedir. Herkesin güvenini sağlamıştır. Bahçe gölge oyunu, bu sınıf
farkı denilen durumla başlar ve bu durumun sonuca ulaşması için eyleme geçilmesi gerekmektedir.
Şekil 1: Bahçe Gölge Oyunundaki Karşıtlık
Mürgzar bahçesine alınmayan Karagöz, bahçeye girmenin yollarını aramaya başlar. Burada
“bahçe” herkesin içeri alınmadığı değerli bir “nesne” durumundadır. Böylece iki karşıt anlatı süreci meydana gelir. Hacivat için Mürgzar bahçesini korumak, Karagöz için ise Mürgzar
bahçesine girebilmek.
Şekil 2: Greimas’ın Eyleyensel Örnekçesi
Kaynak: Simten, G. (2003). Film Olgusu: Kuram ve Uygulayım Yaklaşımları. İstanbul: İnkılap Yayınları.
Greimas’ın semiyotik dörtgeninde işlevlerine göre oyuncular altı eyleyen işlevi yerine getirir. Altı eylem şu şekilde sıralanır:
Özne
Eylem yapar.
Nesne
Eylemin konusudur.
Gönderen Eylemi belirler, kökeninde yer alır.
Gönderilen Etkileri, eylemin sonuçlarını alır, kendisi için eylemin
gerçekleştiği kişidir.
Yardımcı
Eyleme yardım eder.
Engelleyici Eylemi engeller.
• Özne/Nene: Anlatının devamı için çeşitli eylemlerde bulunan oyunun öznesi (Ö)
Karagöz’dür. Kendisi okumamış bir halk adamıdır. Halk diliyle konuşur, öğrenim görmüş
kişilerin (Hacivat, Çelebi vb.) yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yüklü sözcükleri anlamaz, anlayabildiklerini de anlamaz görünür. Oyunda herkesin içeriye alınmadığı Mürgzar bahçesine girme peşindedir. Eylemin konusu olan nesne Mürgzar bahçesidir. Özetle
18
Karagöz’ün beraberindeki nesne (N) Mürgzar bahçesidir.
• Gönderici/Alıcı: Oyundaki süreci başlatan (G) Çelebidir. Kendisine ait olan Mürgzar
Bahçesini işletmesi için (A) Hacivat’a vermesiyle oyun başlar.
• Yardımcı/Engelleyici: Oyunda Karagöz’ün bahçeye girme teşebbüslerinde kendisine
yardım eden (Y) tip karısıdır. Mürgzar bahçesinden dışarı atan, bahçeye girmesine engel
olan kişi ise, (E) Hacivat’tır.
Şekil 3: Bahçe Gölge Oyununun Greimas’ın Eyleyensel Örnekçesine Göre Çözümlenmesi
Tablo 1: Eyleyensel İşlevler
Greimas başlangıç durumunun sonuç durumuna ulaşması için temel dönüşümü sağlayacak evreleri dörde ayırmıştır. Bu evreleri Bahçe gölge oyununa uyarlarsak;
1.Evre – Eyletim (Gönderme) : Oyunda Mürgzar Bahçesine sahip olan Çelebi’nin işletmesi için bahçeyi Hacivat’a vermesi olay örgüsünün başlamasına sebep olmuştur. Burada
bahçesini işletmesi için veren gönderen (eyleten) Çelebi’dir. Eyletim aşaması gönderen
ile gönderilen arasındaki ilişkidir. Yani bir anlamda Çelebi ile Hacivat arasındaki ilişkidir.
2. Evre – Edinim (Yeterlilik, Güçlenme) : Karagöz’ün Mürgzar bahçesine girebilmesi için
gerekli olan vasıflar mevcut değildir. Özne olan Karagöz, Çelebi, Acemler ve Yahudi gibi
ekonomik bakımdan zengin değildir. Belirli bir zümre içerisinde değil, halktan sıradan
biridir. Bahçeye girebilmek için gerekli olan vasıfları kazanması için çok çalışması gerekmektedir. Herkes bahçeye alınmamaktadır. Ama Karagöz bahçeye girebilmek için her türlü
yolu dener. İşte bu evre edinim (yeterlilik) olarak adlandırılır. Artık bu evrede gönderenin
işlevi sona erer. Gönderen olan Çelebi, bahçeyi Hacivat’a işletmesi için verir. Bunu duyan
Karagöz devreye girer ve bundan sonraki aşamalar özne olan Karagöz üzerinde yoğunlaşır.
3. Evre – Edim ( Gösterme) : Karagöz Mürgzar bahçesine girebilmek için önce Acem kılığına girer. Sonra sırasıyla Zenne ve Yahudi kılığına bürünür. Her seferinde ise Hacivat fark
edilerek bahçeden dışarı atılır. Sonunda evindeki zurnayı alarak bahçe kapısında çalmaya
başlar ve Acemler tarafından beğenilerek bahçeye girmeyi başarır.
4. Evre – Yaptırım (Teyit Etme): Oyun sonunda Mürgzar bahçesine girmeyi başaran
Karagöz eğlence aleminde kendini kaybeder. Sarhoş olup rezalet çıkarır. Mahallenin bekçisi gelir ve elindeki sopayla Karagöz’e vurur. Olayın büyümesinden endişelenen Hacivat,
Karagöz’ü bahçeden kovar. Bunun üzerine Karagöz bahçeye baskın yapılıyormuş gibi ortalığa panik verir. Kendisini de hırpalamışlar gibi yere sırt üstü yatarak rol yapar. Sonrasında perdeden bahçe kaldırılır ve yine Karagöz ile Hacivat eski dostluklarına geri dönerler.
6.2. Tasvirlerin Betimsel Rolleri
Anlatıda anlama ulaşmak için yapılması gereken en önemli yol sözleri ve hareketleriyle anlatıya can veren tasvirlerin incelenmesidir. Oyunda karşıt zemine oturtulan iki tip karşımıza
çıkar. Hacivat ve Karagöz.
19
Bahçe gölge oyununda kullanılan tasvirler ait oldukları toplumsal sınıfları yansıtmaktadır.
Bu bakımdan köylü olan Karagöz çoğu zaman iş bulmakta zorlanmaktadır. Bu nedenle fakir olarak değerlendirilmektedir. Hacivat’ın ise, yanında kendi düzeyinde medrese eğitimi
almış, her konuda az çok bilgisi bulunan kişiler yer almaktadır. Bunlar; Çelebi, Acemler,
Yahudi gibi. incelendiğinde bunların temsil ettiği Aristokrat-zengin bir sınıf ortaya çıkar.
Oyun boyunca bu kişilerin Mürgzar bahçesine rahatlıkla girebildikleri işlenmekte,
Karagöz’ün ise, bahçeye girebilmek için büyük uğraşlar sarf etmesi gerekmektedir. Olayların bu şekilde işlenmesi oyunda anlam üreten göstergeleri karşımıza çıkarmaktadır.
Karşıt zemine oturtulan iki tasvir Tablo 3’de analiz edilmektedir.
Tablo 3: Karşıtlıklar Tablosu
7. BAHÇE GÖLGE OYUNUNDAKİ DERİN YAPI
21. yüzyılın ortalarında etkinlik kazanan yapısalcı akım, metni şifrelenmiş bir dizge olarak kabul eder. Akım, yüzeydeki göstergelerin altında yani derininde yatan yapının tek
başlarına anlam taşımadıklarını, yapı içerisinde birbirleriyle olan bağlantılardan anlam
kazandıklarını savunur. Göstergebilim de yapısalcı gibi kendini sadece incelediği metnin
içeriğiyle sınırlar. A. Julien Greimas da anlama odaklanır ve öykünün anlamını ortaya çıkarmaya yönelik yapısalcı bir metot benimser. (Zerenler, 2010: 11-13)
Bahçe gölge oyununun yüzey yapısında meydana gelen olaylar ve tasvirlerin üstlendikleri
roller incelendiğinde yüzeydeki göstergelerden derin anlamlara dair birçok işaret görmek
mümkündür. Oyundaki Karagöz ve Hacivat arasında kurulan temel karşıtlık, burada sözü
edilecek birçok karşıtlığı da içermektedir.
Yaşam içerisinde var olan karşıtlıkları ve bir anlatı içerisinde bunlarla hesaplaşmasını Greimas, göstergebilimsel bir dörtgen ile gösterir. Greimas, derin yapıdaki iki karşıtı bir D
ekseni olarak varsaymaktadır. Bu eksen direkt anlatı ile ilgili olmayan varoluşa ilişkin bir
karşıtlık eksenidir.
Şekil 4: Varoluşa İlişkin Karşıtlık Ekseni
D ekseni dünyayı temsil etmektedir. Bu soyut eksene somut bir özellik katmak için
karşıtlıkları bu eksende göstermeye çalışırsak karşımıza şöyle bir durum belirir:
D1 = “Yaşam” olduğunu varsayarsak,
D2 = “Ölüm” olacaktır.
20
Şekil 5: Karşıtlık İlişkisi
Yaşamla ölümün yerine, zenginlik ve fakirlik koyarsak ne gibi ilişkiler ortaya çıkmaktadır.
Yaşam zenginliği içeriyorsa yaşamla zenginlik arasında bir içerme ilişkisi vardır. Diğer
taraftan ölümle fakirlik arasında da benzer bir ilişki söz konusudur.
Şekil 6: İçerme İlişkisi
Bu ilişkilerin dışında bir de çelişkinlik ilişkisi söz konusudur. Bu da yaşamla fakirlik arasındaki ilişki ve bu iki kavram arasındaki çelişkinliktir. Zenginlik varsa fakirlik yoktur. Yani
zenginlik kazanılırsa fakirlik olmayacaktır.
Şekil 7: Çelişkinlik İlişkisi
Çelişkinlik ilişkisinde eğer D ekseni, var olma üzerine kurulmuşsa her şey için bir de olmama durumu söz konusudur. Greimas, bu dört ilişki türüne bağlı olarak semiyotik dörtgenini
kurmaktadır.
Toplumsal kimlikler açısından Karagöz ve Hacivat (Çelebi, Acemler, Yahudi vb. ) arasındaki
karşıtlık “Aristokrasi – Köylülük” karşıtlığıdır.
Şekil 8: Karşıtlık İlişkisi
Bahçe gölge oyununda bir çözüme varılamayacak kesin karşıtlıkların kullanılmadığı
görülür. Bunların yerini temsil edecek, yerine geçecek daha yumuşak başka karşıtlıklara
yer verilmektedir. Örneğin “zenginlik ve fakirlik” gibi. Böylece temeldeki katı olan “yaşam”
ve “ölüm” karşıtlığı daha kolay giderebilecek, daha esnek bir karşıtlığa büründürülecektir.
21
Şekil 9: İçerme İlişkisi
Bahçe gölge oyunundaki çelişkinlik ilişkisi ise, zenginlik ve fakirlik olgularıdır. Zenginlik
varsa fakirlik yoktur. Zenginlik kazanılırsa, fakirlik dışlanır.
Şekil 10: Çelişkinlik İlişkisi
Oyun sonunda Karagöz çeşitli serüvenlerden sonra Mürgzar bahçesine girmeyi başarır.
Köylü olan Karagöz, sadece aristokrat zümrenin girdiği bahçeye girmeyi başarmıştır. Temel karşıtlık (yaşam ve ölüm), yumuşatılarak (aristokrasi-zenginlik ve köylülük-fakirlik)
karşıtlığına büründürülmüştür.
Oyun sonunda mutlu son istenildiğine göre bu karşıtlıkların yarattığı sorun Karagöz’ün
bahçeye girmesiyle birlikte ortadan kaldırılmıştır. Toplumsal sınıf diye adlandırılan aristokrasi ve köylülük temel karşıtlığı anlatı yoluyla yumuşatılarak, sonunda giderilebilecek
karşıtlıklara dönüştürülmüş ve böylece yaşam içerisinde var olan bir soruna çözüm bulunmuştur.
Şekil 11: Karagöz ve Hacivat: Bahçe Gölge Oyununun
Semiyotik Dörtgeni
D Ekseni:
SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME
a. Yüzey Yapı
Karagöz ve Hacivat’ın Bahçe gölge oyunundaki özneleri, eyleyensel işlevleri ve tasvirlerin
22
yaşamlarında meydana gelen dönüşüm ve değişimler oyunun biçimini oluşturmaktadır.
b. Derin Yapı
Oyun örgüsü bir göstergeye diğer bir deyişle “Mürgzar bahçesine” bağlanarak insanların bu
bahçeye girme ya da girememe süreci işlenmiştir. Karagöz hariç herkes Mürgzar bahçesi
olan değer nesnesine girebilme statüsüne sahiptir. Bahçe gölge oyununun en derininde yer
alan karşıtlık aristokrasi ve köylülük karşıtlığıdır. Bu karşıtlığın metaforu olarak da Mürgzar bahçesi gösterilmiştir. Karagözün bahçeye girebilmesiyle aristokrasi ve köylülük temel
karşıtlığı anlatı yoluyla yumuşatılarak, sonunda giderilebilecek karşıtlıklara dönüştürülmüş
ve yaşam içerisinde var olan bir soruna çözüm bulunmuştur.
Sonuç olarak bu çalışma ile daha çok çocuk oyunları kategorisinde yer alan Karagöz ve
Hacivat oyunlarının göründüğü kadar basit oyunlar olmadığı, aksine içinde derin anlamlar
barındırdığı bulgular ile ortaya çıkarılmaktadır. Oyunda her dönem var olan toplumsal sınıf
farkları bir bakıma hicvedilmektedir.
Karagöz ve Hacivat gölge oyunlarındaki anlamları keşfetmek çoğu zaman kolay olmamaktadır. Çünkü Karagöz ve Hacivat oyunları yazılı bir metne sahip olmayan, tamamen
doğaçlama ve Hayalinin anlatmak istedikleri ile ilgili oyunlardır. Hayalinin ise, anlatmak
istediği birçok düşünce vardır. Fakat oyun örgüsünde kullanılan gerçekçi yaklaşımlar
sayesinde hayattan bir sahne izleniyor düşüncesi her zaman yaratılmaktadır.
Karagöz ve Hacivat’ın Bahçe gölge oyununda Greimas’ın eyleyensel örnekçesi ve semiyotik dörtgenin kullanılması göstergebilimin dil dışı alanlarda da kullanabileceğinin bir
kanıtıdır. Yapılan bu çalışma ile Greimas’ın semiyotik dörtgeni somut bir zeminde kendini
gösterme olanağı bulmuştur. Hayalinin söylediği ya da söyleyemediği birçok nokta yüzeye
çıkarılmaktadır.
Özetle, göstergebilim yöntemi klasik okumaya oranla daha geniş bir bakış açısına olanak
tanımakta ve anlatıya dair daha kesin yargılara ulaştırmaktadır.
Kaynakça
Kitaplar
- AKERSAN, F. E. (2005). Göstergebilime giriş. İstanbul: Multilingual.
- ATABEK, G. Ş. ve ATABEK, Ü. (Der.). (2007). Medya metinlerini çözümlemek: içerik,
göstergebilim ve söylem çözümleme yöntemleri. Ankara: Siyasal Kitabevi.
- BARTHES, R. (1997). Göstergebilimsel serüven. (M. Rifat ve S. Rifat, Çev.). İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1985)
- ÇAMDERELİ, M. (2013). Reklamın görme dediği. İstanbul: Avrupa Yakası Yayıncılık.
- GÜNAY, V. D. ve PARSA, A. F. (Ed.). (2012). Görsel göstergebilim: imgelerin anlamlandırılması. İstanbul: Es Yayınları.
- KUDRET, C. (2004). Karagöz: I. Cilt. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
ORAL, Ü. (2009). Turkish shadow play Karagöz. Ankara: Ministry of Culture and Tourism.
- PARSA, S. ve PARSA, A. F. (2002). Göstergebilim çözümlemeleri. İzmir: Ege Üniversitesi
Basımevi.
- RİFAT, M. (2013). XX. Yüzyılda dilbilim ve göstergebilim kuramları: 1. tarihçe ve eleştirel
düşünceler. (5. Baskı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
- SEVİLEN, M. (1969). Karagöz. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
- SİMTEN, G. (2003). Film olgusu: kuram ve uygulayım yaklaşımları. İstanbul: İnkılap Yayınları.
- ZERENLER, D. (2010). Tiyatroda yapısalcı çözümleme. İstanbul: Mitos-Boyut Yayınları.
Süreli Yayınlar
- ARIKAN, S. (2009). “Göstergebilimsel bir çözümleme: Samuel Richardson’ın Pamela’sı”.
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 13 (2), 147-160
- ÇAKMAK, B. (2011). “Çehov’un vişne bahçesi adlı oyununa göstergebilimsel bir yaklaşım”.
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 31 (1), 57-78
- SİVAS, A. (2012). “Göstergebilim ve sinema ilişkisi üzerine bir deneme”. İstanbul Ticaret
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11 (21), 527-538.
23
Tezler
- DAĞ, O. (2006). Hacivat ile Karagöz piyeslerinde komik ve uyumsuz dilsel öğeler. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
- HACIALİOĞLU, A. (2010). Görsel bir yaratım olarak gelenek: Hacivat ve Karagöz neden
öldürüldü örneği. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
- MENEK, S. (2011). Ünver Oral’ın Karagöz metinlerindeki kültürel ve eğitsel unsurlar.
Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
- PAY, M. (2012). Gölge oyunu Karagöz ve sinema. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Anabilim Dalı.
İnternet
-http://turkoloji.cu.edu.tr/makale_sistem/tum_list.php?t=tum&psearch=Metin%20And,
17.03.2014
-http://turkoloji.cu.edu.tr/html/nd_bahce_adli_karagoz_oyunu.htm, 26.03.2014
-http://www.toplumdusmani.net/modules/wfsection/article.php?articleid=1116,
22.03.2014
- http://www.karagozvehacivat.com/, 02.05.2014
- http://www.karagoz.net/, 21.03.2014
24
PROPAGANDADAN SİYASAL REKLAMCILIĞA
KURAMSAL BİR İNCELEME
Uzm. Aslı AYDEMİR ADVAN
Özet: Propaganda çalışmaları, Türkiye’de 1950’lerden itibaren yapılmaya başlanmış, günümüz siyasi partilerinin de, özellikle seçim dönemlerinde yapmaları gereken önemli bir çalışma haline gelmiştir. Seçim dönemlerinde yapılan iyi bir propaganda faaliyetinin, siyasi
partinin seçimden başarılı çıkmasını sağladığı açıkça görülmektedir. Siyasal propaganda
çalışmalarında yer alan önemli bir kavram, “Siyasal Reklamcılık” tır. Siyasal Reklamcılık
1970’lerde bir yandan televizyonun diğer yandan reklamcılığın gelişimi gündeme gelmiştir
fakat Türkiye’de hakiki ve asli manada siyasal reklamcılığın siyasal propaganda kampanyalarında ortaya çıkışı 1983 seçimleridir. Siyasal reklamcılık, günümüzde de özellikle seçim
dönemlerinde hem adayların kendilerini halka tanıtmak hem de siyasal partilerin icraatlarını hedef kitlesine ve tüm halka ulaştırabilmesi bakımından titizlikle üzerinde durulması
gereken bir konudur. Bu nedenden dolayı bu çalışma, siyasi hayatın vazgeçilmezi siyasal
reklamların önemi üzerine kuramsal bir araştırma yapmanın önemi ve gerekliliğini örneklerle açıklayabilmeyi amaçlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Propaganda, Siyasal Reklamcılık, Seçimler, Siyasal Kampanyalar
A THEORATICAL SURVEY FROM PROPAGANDA
TO POLITICAL ADVERTISING
Abstract: Propaganda activities started in Turkey in 1950s and it has been a significant
activity that today’s political parties should conduct especially in electoral periods. It is
seen obviously that a straight propaganda performed during electoral periods ensures
political parties to succeed in elections. A significant concept in political propaganda activities is “Political Advertising”. Political advertising added to agenda with the progress of
television and advertisement in 1970s but in Turkey the essential emergence of political
advertising for political propaganda campaigns was the 1983 elections. Political advertising is a worth-stressing matter especially in electoral periods both for candidates to
introduce themselves to public and political parties to communicate their practices to
the target group and public. For this reason, this study aims to exemplify the significance
and necessity of making a theoretical investigation about the importance of political advertisements.
Key Words: Propaganda, Political Advertising, Elections, Political Campaigns
25
Giriş
İktidar mücadelesinin var olduğu günden bugüne hüküm sürdüğü söylenen propaganda
ile reklâmcılık, çoğu zaman birbiriyle karıştırılan iki kavram olmuştur. Çünkü her ikisi de
bireyleri ya da kitleleri ikna etmeye dayalı birer faaliyettir ve her iki alan da kullanılan teknikler açısından birbirlerinden sürekli olarak yararlanmıştır.
Ancak aralarındaki benzerliklere rağmen bu iki kavramı birbirinden ayırabilecek birtakım
temel özellikler de bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
• Propaganda, uzun vadelidir; oysa reklâm hemen sonuç almaya yönelik kısa vadeli bir
faaliyettir.
• Propagandanın temel ilkelerinden birisi, kaynağın gizli tutulmasıdır. Ancak kaynağı belirtilmemiş bir reklam düşünülemez.
• Propaganda siyasi, reklam ise ticari içeriklidir ve bu yüzden siyasi reklamcılık, ticari reklamın siyasete uygulanışı olarak da tanımlanmaktadır.
• Reklamın yarattığı gereksinimler ya da tercihlerle insanlar özel bir ürüne yönlendirilir.
Ancak propaganda davranışta, ruhta, hatta din ya da siyasetle ilgili düşüncelerde değişiklik yaratır (Domenach, 1995:18).
Siyasal Reklamcılık 1970’lerde bir yandan televizyonun diğer yandan reklamcılığın gelişimi gündeme gelmiştir fakat Türkiye’de hakiki ve asli manada siyasal reklamcılığın siyasal
propaganda kampanyalarında ortaya çıkışı 1983 seçimlerinde ANAP’ın Man Ajans’la yürüttüğü kampanya ile hayat bulmuştur. Siyasal reklamcılık Türkiye’de ikinci ana dönemecini
ise, 1987 Genel Seçimleriyle gerçekleştirmiştir. Bu seçimlerde SHP’nin kullandığı “limon”
simgesi kampanyanın olduğu kadar siyasal reklamcılığın da kamuoyuna mal olmasında
etkili olmuştur. Türk siyasal reklamcılığının üçüncü aşamasına ise, 1991 genel seçimleri
işaret etmektedir. ANAP’ın kampanyasını üstlenen Seguela’yla siyasal reklamcılık daha da
popüler olmuştur. Bu seçimlerde bütün partiler kampanyalarını ajanslarla birlikte yürütmüşlerdir. Yine bu seçimlerin diğer bir önemli noktası da, devlet televizyonu TRT’nin partilerin propagandalarına yer vererek kampanyalara açılmasıdır. 1994 yerel ve 1995 erken genel seçimlerine gelindiğinde aday/parti-ajans ilişkisi artık vazgeçilmez bir unsur olmuştur.
Propaganda
Propaganda kelime kökeni ile bahçıvanın taze bir bitkinin filizlerine yeni bitkiler üretmek
için toprağa dikmesi anlamına gelen ‘propagare’ kelimesinden türemiştir. Dolayısıyla yalın
anlamıyla propaganda, belirli fikirleri yeşertmek veya yaymak olarak tanımlanabilmektedir
(Kipöz, 1995:1).
Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’nde “herhangi bir düşünceyi ve bir kanıyı yaymak ve
ondan yana olanları çoğaltmak için söz, yazı ya da başka araçlarla yapılan etki” olarak
tanımlamaktadır.
Barlet propagandayı: “toplumların görüş ve davranışını benimsemelerini sağlayacak biçimde etkileme girişimi” olarak tanımlamaktadır (Domenach, 1995:17). Leonard w. Doob
ise: “ilgili kişi ya da kişilerin telkin vasıtasıyla grupların tutumlarını ve sonuçta da bu grupların hareketlerini kontrol altına almak için yaptıkları sistematik hareketler” olarak açıklamaktadır (Brown, 1992:23). Kapsamlı bir tanım yapmak gerekirse, Terence H. Qualter
propagandayı şu şekilde açıklamıştır; “bir bireyin ya da grubun başka bireylerin veya grupların tutumlarını belirleyip, biçimlendirmek, kontrol altına almak veya değiştirmek için haberleşme araçlarından yararlanarak ve bu bireylerin ya da grupların belirli bir durum veya
konudaki tepkilerin kendi amaçlarına uygun tepkiler şeklinde olacağını umarak giriştikleri
bilinçli bir faaliyettir” (Qualter, 1980:279).
Propaganda üzerinde çok çeşitli tanımlar yapılmakla birlikte üzerinde görüş birliği yapılan
tanımlaması şu şekildedir; belli çıkarları olan bireylerin ya da grupların başkalarının kanaatlerini ve davranışlarını etkilemek amacıyla, önceden tasarlayarak, ikna ve telkin yöntemlerini kullanarak yaptıkları eylemdir (Bektaş; 2002:20).
Propaganda, ilk olarak 1622 yılında Roma Katolik Kilisesi tarafından kelime haliyle kullanılmıştır. Liderlik mücadelesinin başladığı dönemlerden itibaren yapıldığı öne sürül-
26
mektedir. 1622 yılının din savaşlarıyla sarsılan zamanın Avrupa’sında Papa XV. Gregory,
Kilise kurumunun durumunu yeniden düzenlemek zorunda kaldığında “silahlı önlemler”in
dışında yeni önlemler almak gerektiğini sezebiliyordu. Bu nedenle, Protestan Reform Hareketi’nin etkilerine karşı Katolik Kilisesi’nin iman ve inancını barışçı yollardan yaymak için
yeni, örgütlü ve sürekli bir mücadele kuruluşun oluşturulmasını önerdi. Katolik Kilisesi’nin
inanç ve imanını yeni dünyaya yaymak, aynı zamanda eski dünyada da Roma Kilisesi’nin
din anlayışını pekiştirmek ve yeniden güçlendirmek amacıyla, 22 Haziran 1622’de Roma
Katolik Kilisesi’nin resmi organı olarak, Sacra Congregatio de Propaganda Fide (İnancı
Yayma Meclisi) kuruldu.
Papalığa bağlı bu resmi propaganda kurumu oluşturulduktan sonra kilise görevlilerinin
bireysel çalışmaları sona ermiş; onun yerine, merkezi otoritenin kontrol ve yönetiminde
tek bir hareket tarzı izlenmeye başlanmış; Katolik olmayan ülkelerde ayin dualarında kullanılan kitaplar ile piskoposların ve diğer kilise görevlilerinin misyonerler için hazırladıkları
eserlerin biçim ve işlemleri üzerinde merkezi bir denetime gidilmiştir (Qualter, 1980:255).
Uzun yıllar dinsel mücadelelerin bir parçası olarak gelişen propaganda, Fransız Devrimi’nden sonra dinsel alandan siyasal alana geçerek yeni bir kullanım alanı kazanmıştır. Bu kullanım biçimi, kamuoyunu kontrol etmek, kitlelerin eylemlerini manipüle etmek isteyenler
için örnek olduğu gibi, bu tarz uygulamaları kolaylaştıran bir sonuca yol açmıştır.
Propaganda, günümüzde de demokrasi de dahil olmak üzere her türlü siyasal sistem içerisinde gerçekleştirilebilmektedir. Çünkü propaganda çalışmaları özellikle de seçim öncesi
kampanya çalışmalarında siyasi partiler ve liderler tarafında sıklıkla kullanılmaktadır.
Propaganda bakımından insan zihni sürekli olarak akıtılmak yoluyla, herhangi bir şeyle kolayca doldurulabilen boş bir kap olarak kabul edilmiştir. Ve bu konuda yapılan araştırmalar,
propaganda çalışmalarının seçmen üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Deneklerin
yüzde 8.9’u propaganda kampanyalarının üzerlerinde etkili olduğunu söylemektedirler.
Burada önemli olan ayrıntılardan biri de, deneklerin, yapılan propagandalardan etkilenmiş gibi davranmayarak bu soruya “evet” cevabı verme konusunda çekingen davranmış
olabilecekleridir. Propagandadan etkileniyor olmayı bir cevabı seçeneği olarak söylemekte
tereddüt edenler de bulunabileceği düşünülebilir. Bununla birlikte yine de, yapılan “propagandalardan etkilendim” diyen yüzde 8,9’luk kesim ile “kısmen” diyen yüzde 4.4’lük kesim
bile, Türkiye gibi 46 milyona yaklaşan bir seçmen potansiyeli olan bir ülkede 5 milyona yakın bir oya karşılık gelmekte, bu da bir partinin barajı aşması için gereken yüzde 10’luk bir
oya yakın bir tablo ortaya koymaktadır. Seçim propagandalarının “Ne tür bir etkisi olduğu”
ile ilgili soruya verilen cevaplar arasında yüzde 72.2 oranında “Şimdiye kadar oy verdiğim
partiyi değiştirmeme sebep oldu” cevabı verirken, yüzde 25.7’si de “Şimdiye kadar oy verdiğim partiye dair kanaatimi pekiştirdi” cevabını verdiği görülmekte, oy verdikleri parti ile
ilgili bir kanaat değişimi veya pekişmesi ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bu rakam ciddiye
alınması gereken bir oranı teşkil etmektedir (Özsoy; 2009:73).
Özellikle seçim öncesi dönemlerde siyasi partiler tarafından yapılan başarılı bir propaganda çalışması seçmen üzerinde özellikle de kararsız seçmenler üzerinde parti lehine etki
yapabilmektedir. Tabiî ki de başarılı bir seçim kampanyası için sadece propaganda çalışmaları yeterli olmayacaktır, ancak araştırmalarda da görüldüğü üzere başarılı propaganda
çalışmalarının insanların oy verme davranışını etkilediği de yadsınamaz bir gerçektir.
Propaganda Tarihinden Örnekler
Propaganda kavramı birey ya da toplulukların iktidar mücadelelerinin en eski araçlarından
biridir. Adı ne olursa olsun “ikna” yöntemi, tarihin her döneminde, “baskı”nın yanı sıra
iktidar mücadelesinin temel aracı olarak da kullanılmıştır. Siyasal propaganda geçmişten
günümüze kadar iktidarların kazanılmasında, kaybedilmesinde ve sürekliliğinde önemli rol
oynamıştır. Yüzyılın ilk yarısında Lenin ve Hitler gibi liderler propaganda yoluyla kitlelerin fikirlerini değiştirmeye ve kendi inandıklarını benimsetmeye çalışmışlardır. Görüldüğü
üzere propaganda her dönemde kitlelerin fikir ve tutumlarını değiştirmek için vazgeçilmez
bir siyasi güçtür.
Adını, 17. yüzyılda Katolik Kilisesi’nin görüşlerini dünyaya yaymak için oluşturulan kurumdan alan propaganda terimi, Fransız Devrimiyle siyasal bir içerik kazanmış, özellikle 1.
27
Dünya Savaşı’nda büyük devletlerin güç mücadelelerinde önemli bir yer tutmuştur. 2. Dünya Savaşı aynı zamanda bir “propaganda” savaşı olarak sürdürülmüş, Soğuk Savaş dönemindeki uygulamalarla da propaganda iyice “kirli” ve “soğuk” bir kavram haline gelmiştir.
1950’lerden itibaren de, iletişim teknolojilerindeki değişim ve sanayi toplumlarının yerini
kitle toplumlarına yavaş yavaş bırakmasına paralel olarak, propaganda kavramı da bir değişim geçirmiştir. Kitle iletişim araçlarındaki gelişme ve televizyonun etkileri, propagandanın ticari bir ikna mahareti olan reklamcılık ile bağını güçlendirmiş ve siyasal reklamcılık
dönemine giden yolu açmıştır (Aydemir; 2011:43). Propagandanın dünya tarihindeki belli
başlı örneklerini aşağıda yer aldığı gibi gruplandırmıştır (Uğurlu; 2013:35).
Çin’de Propaganda
Çin’de propagandanın en büyük örneği Mao’nun feodal ve kapital sisteme karşı yürüttüğü
ve halkı birliğe çağırdığı propaganda sürecidir. Mao Çin’de 1962 yılında, yeniden oluşmakta olan feodal ve kapital sisteme karşı köylü halkı örgütlemek için Sosyalist Eğitim
Hareketi’ni yönetmeye başladı. 1950’lerde zaten propaganda posterlerinde boy gösteren
Mao, bu dönemde grafik ve edebi sanatları kullanarak propaganda yapmıştır. Mao, orduyu
cesaretlendirme ve halkın gözünde kendi gücünü sürdürüp kuvvetlendirme amaçlı propaganda posterleri kullanmıştır.
Almanya’da Propaganda
Nazi Propaganda çalışmaları, en önemli ve en çok ses getiren propaganda çabalarından
biridir. Almanya savaştan çıkmış ve çok zayıf düşmüştü. Hitler iktidara geçmek için hem
sosyalist hem de milliyetçi kesimin desteğini kazanmak amacıyla propagandayı kullandı.
Alman ırkının üstün ırk olduğunu ve bu yüzden de dünyayı yönetmesi gerektiğini halka
anlattı ve bunun için de savaştan çıkmış halkın öfkesini kullandı. Hitler’in Propaganda faaliyetlerini Joseph Göbbels yönetiyordu ve yaptığı propaganda çalışmaları sayesinde Almanya’yı savaşa sokmayı başardı. Hitler, hem sinema hem de grafik yöntemlerini yoğun
olarak kullanmıştır. Özellikle kullandıkları amblem ve şahin figürü Nazi propagandasının
önemli unsurlarıdır.
28
Sovyet Propagandası
Özellikle soğuk savaş döneminde Stalin, Amerika’ya karşı sinema, radyo, televizyon ve grafik alanlarda önemli propaganda faaliyetleri yürütmüştür. Stalin, propaganda afişlerinde,
diğer devletlerin başkanlarıyla el sıkışırken resmedilmiş ancak resimlerde hep diğer devlet
başkanlarından çok daha uzun ve iri resmedilmiştir. Ayrıca Stalin’in çocukların ön planda
tutulduğu afişleri de çok sayıda bulunmaktadır.
Amerikan Propagandası
Amerika, Birinci Dünya Savaşı sırasında, propagandayı ilk kez bilimsel bir şekilde tanımlamış olan Walter Lippman ve Edward Bernays’ı, İngiltere’nin yanında savaşa girme konusunda halkın fikrini etkilemesi için görevlendirmiştir. Amerika’nın bilinen önemli propaganda çabaları, Almanlara, Japonlara ve Sovyetler birliğine karşıdır. Radyoyu kullanarak
Amerika ve Avrupa’ya gri propaganda yayınları yapmıştır.
Halkın savaş bonosu satın almasını amaçlayan, ispiyonculuğu kınayan ve orduya katılım
sağlamayı amaçlayan posterleri ünlüdür. En önemli ve en ünlü propaganda posteri de
Sam Amca’nın “I Want You” posteridir. Direk çağırma stiline de en önemli örneklerden
biridir.
I.Dünya Savaşında Türk-Alman Propaganda Afişleri
1. Dünya Savaşı sırasında Almanya-Avusturya-Türkiye-Bulgaristan ittifakında Almanya’nın
ittifak adına bastığı propaganda afişlerinden bazıları;
29
Siyasal Reklamcılık
Siyasal partilerin, zamanla gelişen teknolojiyle birlikte iktidara gelme çabalarında önemli
rol oynayan yöntemlerde de değişiklik görülmüştür. Siyasal partilerin iktidar olma çabalarında önemli bir konuma sahip olan siyasal kampanyalarda, kitle iletişim araçları kullanılarak seçim kampanyalarında uygulanmaya başlanınca, reklamcılar tarafından “Siyasal
Reklamcılık’ olarak adlandırılmıştır (Tokgöz, 1979:255).
Siyasal reklam genel oy hakkının kitlelere verilmesiyle, kitle demokrasisine geçişle başlamış ve kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle günümüzde yaygın biçimde kullanılmaya
başlanmıştır. Siyasal reklam, kavram ve uygulama olarak ABD’de doğup geliştikten sonra,
günümüzde bütün dünyada yaygınlık kazanmıştır.
Siyasi reklamlar partilerin özellikle seçim zamanlarında kısa vadede olumlu sonuç alabilmek için, partilerinin vermek istedikleri mesajlarının propaganda araçlarıyla hedef kitlelerine ulaştırabilmek için kullandıkları yöntemdir. Bu reklam çalışmaları, genellikle konuyla
ilgili profesyonel reklamcılar tarafından hazırlanır. Özellikle son dönemlerde siyasi partiler
bütçelerinin önemli bir kısmını bu çalışmalara ayırmaktadır.
Özkan’ın aktardığı üzere dünyanın en bilinmiş reklam ajanslarından Ogilvy&Mather’ın kurucusu David Ogilvy’ye göre ilk siyasal reklam 1950’de Amerika’da New York valilik seçimleri sırasında Cumhuriyetçi aday Thomas Dewey tarafından kullanılmıştır. Bir televizyon
programında program sunucusu sokak röportajları yaparak halka, aday Dewey hakkında
merak ettikleri soruları sormuş, Dewey de bu soruları cevaplamıştır. Aslında röportaj yapılan kişiler tesadüfi kişiler değil önceden ayarlanmış kişilerdir.
Ogilvy’de göre bugün kullandığımız anlamda ilk siyasal reklam ise, Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1952 Başkanlık seçimleri sırasında reklamcı Rosser Reeves tarafından Eisenhower için hazırlanmıştır. Siyasal Reklamcılık Amerika’dan Avrupa’ya oradan da 1980’lerde
Özal döneminde Türkiye’ye gelmiştir (aktaran Özkan, 2007:19).
Propaganda çalışmaları, Türkiye’de 1950’lerden itibaren yapılmaya başlanmış, günümüz
siyasi partilerinin de, özellikle seçim dönemlerinde yapmaları gereken önemli bir çalışma haline gelmiştir. Propaganda çalışmalarında yer alan önemli bir kavram olan siyasal
reklamcılık da 1970’lerde bir yandan televizyonun diğer yandan reklamcılığın gelişimi gündeme gelmiştir. Türkiye’de siyasal reklamcılık 1977’de Adalet Partisi’nin girişimi ile başlamıştır (Topuz, 1991:6) fakat Türkiye’de hakiki ve asli manada siyasal reklamcılığın siyasal
propaganda kampanyalarında ortaya çıkışı 1983 seçimlerinde ANAP’ın Man Ajans’la yürüttüğü kampanya ile hayat bulmuştur.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin ardından 1983 yılında yapılan genel seçimlerde ise, Özal
liderliğindeki Anavatan Partisi Manajans’la işbirliği yaparak başarılı bir reklam kampanyası yürütmüş ve ipi göğüslemiştir. Manajansın Anavatan Partisi (ANAP) için hazırladığı bu
kampanya günümüzdeki imaj ağırlıklı seçim kampanyalarının ilk örneği sayılabilir.
Siyasal reklamın Türkiye’de radyo ve televizyonda ilk yayınlanması ise 1987 Genel Seçimleri döneminde olmuştur. Devletin yayın organları olan radyo ve televizyon kanalında siyasi
partilere reklam yapma hakkı verilmiştir. Bu dönemde, SHP, DYP ve ANAP bu uygulamadan
faydalanmıştır. Seçimleri’nde SHP’nin (Sosyalist Halkçı Parti) “Limon Kampanyası” (Yorum Ajans tarafından hazırlanmıştır) izlemiş, kampanyaya başlamadan önce ise kamuoyu araştırmaları yapılarak seçmenlerin tutumları saptanmaya çalışılmıştır. Ayrıca Yorum
Ajans, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’nün giysileri, konuşma tonu, hızı ve biçimi hakkında
öneriler de getirmiştir (Dalkıran, 1995:104).
Türkiye’de gerçek anlamda siyasal reklam, 1990’lı yıllarda kullanılmıştır. 1990 yılında özel
radyo ve televizyonların yayına başlaması siyasal reklamcılığın çehresini epey değiştirmiştir. Özel radyo ve televizyon kanalları 1991 seçimlerinde açıkça taraf tutmuş ve kamuoyunu
etkilemeye çabalamışlardır. Siyasal reklamcılık, Fransız siyasal reklamcısı Jacques Sequela’nın 1991 yılının Ağustos ayı başlarında Türkiye’ye gelerek Anavatan Partisi ile ilişki
kurmasından sonra siyasal pazarlama ya da siyasal reklamcılık Türkiye’de de artık uygulanan bir siyasal iletişim biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır (Topuz, 1991:7). Türk seçim
kampanyalarında ilk kez olan bu durumda Seguela, Mitterand’a uyguladığı seçim kam-
30
panyasına benzer bir kampanya yürütmüştür. Bu konuda ANAP’a on altın öğütte bulunan
Seguela’nın öğütleri şöyledir (Topuz; 1991:44);
1. Seçimleri ideoloji değil, lider kazanır.
2. Seçimlerde geçmiş için değil, gelecek için oy verilir.
3. Oy umut için verilir, program için değil.
4. Seçim, siyasal olmaktan öte, psikolojik bir olaydır.
5. Devlet adamı olmak isteyen her siyasetçi kendi efsanesini geliştirmelidir.
6. Lider, bağımsız kişiliğini vurgulamalıdır.
7. Devlet adamı, ülkesinin yapısını yansıtmalı, bugünden yarını temsil etmelidir.
8. Lider, ülke içi imajı kadar dış imajına da önem vermeli ve onu geliştirmelidir.
9. Seçimi lider kazanır, ama yalnız olmadığını unutmamalıdır. Politika dışı ilişkilerine
de önem vermelidir.
10. Zamana zaman tanımak gerekir. Lider orta ve uzun vadeli düşünmeli ve bunları
yansıtabilmelidir.
Seguela’nın vermiş olduğu bu öğütlerle birlikte artık seçmenlerin oy verme davranışlarını
etkileyebilecek psikolojik ve sosyolojik durumları ölçebilmek adına kamuoyu araştırmaları
yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Artık seçim kampanyaları için profesyonel reklamcılarla
çalışmış ve Türk siyasi hayatında da profesyonellik yer edinmeye başlamıştır.
Siyasal Reklamın Özellikleri ve Ticari Reklamdan Farkları
Ticari reklamcılık ve siyasal reklamcılık aslında birbiriyle aynı amacı taşımaktadır. Yani bir
deterjan markasının yapacağı reklam ile siyasal partinin yapacağı reklamın amacı hemen
hemen aynıdır. Birinde amaç, deterjanın reklamını yaparak halkı satın alma davranışına
yöneltmektir, diğerin de ise, yine partinin ideolojisinin, yapacağı hizmetlerin reklamını
yaparak halkın o partiye sempati duymasını sağlamak ve seçim dönemlerinde de kendi
lehlerine oy kullanmalarını sağlamaktır.
Ticari reklamcılık ve siyasal reklamcılık arasındaki amaç benzerliğine rağmen ikisi arasında
birtakım farklılıklar vardır. Mc Gann siyasal reklam ile bir ürünün reklamı arasındaki farkları
şu şekilde belirtmiştir (Gann, 1989:16);
1) Siyasal pazarlama ve siyasal reklamlarda yer alan iddialar çok sağlam temellere
dayanmaz iken, bir ürünün reklamındaki iddialar daha çok sağlam ve gözle görülebilir
gerekçelere dayanır.
2) Tüketim mallarının çoğu kısa aralıklı seçimlerden bile daha sık yenilenebilmektedirler. Oysa seçim sürecinde, siyasal faaliyetler uzun aralıklarla tekrarlanmaktadırlar.
3)Tüketim mamüllerinin büyük bir çoğunluğu, garanti belgesi ile sunulmaktadır. Bu
garantilerin önemli bir kısmı da anında mamülü değiştirmektedir. Garantinin varlığı
tüketici tercihinde önemli derecede rol oynamaktadır. Oysa politik pazarlama sürecinde oy verdiğiniz partiden herhangi bir şekilde oyunuzu değiştirme imkanına sahip
değilsiniz.
4) Ticari reklamlarda ürünün tarif edilebilen belli bir etiketi ve niteliği vardır. Bu nitelik, üzerinde işlem yapılmadan değişmez. Oysa siyasal etiket, parti içi tutarlılık, nitelik
ya da ideoloji konusunda değişkenlik gösterebilir. Tam net bir belirleme söz konusu
değildir.
5) Siyasal reklamlarda reklama konu olan ürün bir mal ve hizmet değil, bir kişi kuruluş
ya da felsefedir (Bovee ve Arens, 1986:585).
Ticari reklam ve siyasal reklamın farklarına değindikten sonra asıl konumuz olan siyasal
reklamların özelliklerine değinmek de fayda vardır. Siyasal reklamın özelliklerini Tekin şu
şekilde özetlemiştir (Tekin, 1998:60):
• Siyasal reklamlar, maliyeti yüksek, kısa vadede seçmeni ikna etmeyi amaçlayan, siyasi mesajlardır. Siyasal reklamlar, kısa, basit, görsel, işitsel, dilsel anlatım için düzenlenmişlerdir. Bu niteliklerin bir siyasi mesaja yüklenmesindeki amaç ise çarpıcılığını,
kolay anlaşılırlığını, akılda kalırlığını ve kapsayıcılığını artırmaktır.
• Siyasal reklamlar, seçim dönemlerinde, özellikle seçim döneminin son zamanlarında
yapıldığından, daha az karmaşıktırlar. Siyasal reklam, basitliğiyle iç içe, karmaşık bir
eylemden öte, seçmenlere ulaştırmayı amaçladığı mesajı, açık ve yanlış anlaşılmayacak biçimde düzenler. Bu niteliğin bir siyasal reklamda olması, politikacı ile reklamın
31
hazırlanmasında birlikte çalışan politik danışman, halkla ilişkiler uzmanı ve reklamcıların bilgi ve yeteneklerine bağlıdır.
• Kimi ülkelerde, siyasal reklamlar, ticari reklamlar gibi, yayın kuruluşlarından süre
kiralanarak yayınlanabilir. Böylelikle, izleyici ve dinleyicinin, radyo ya da televizyon
yayınlarını izlerken, kendi tercihi dışındaki siyasal reklamlarla karsılaşması sağlanmış
olur. Bu uygulamaya izin verilen ülkelerde, siyasal reklamlar, etkisi ve temsil yeteneği
daha yüksek, geniş izleyici ve dinleyici kitlesine ulaşabilen siyasi mesajlar olma özelliğini kazanır.
• Siyasal reklam mesajlarının sık sık yenilenmeleri ve değişik kanallarda, farklı zamanlarda yayınlanmalarıyla, akılda kalmaları ve öğrenilmeleri kolaylaşır. Siyasal reklamın
yayınlanma sıklığı ve içeriğinin iyi bilinmesi halinde, seçmenlerin bildiği şeylerin gereğinden sık tekrarı, mesajları boşlamalarına, seçimlerden uzaklaşmalarına, sonuçta da,
seçimlere katılımın azalmasına neden olabilmektedir.
• Siyasal reklamı, diğer siyasi mesajlardan ayıran en önemli özelliği, kitleleri ikna
etme konusunda, uzmanlaşmış reklamcılara yaptırılmasıdır.
• Siyasal reklamın diğer bir özelliği ise, pahalı olmaları, uzun süre yayınlanırlarsa,
kanıksanabilmeleri ve kısa vadede etkili olmaları nedeniyle, seçim kampanyalarında
seçime yakın dönemde yayımlanmalarıdır.
• Siyasi otorite ve özellikle reklamcılar, kitle ilgisini çekmede, güldürü unsurunun etkili
olduğunu bilerek, güldürü öğesine yer vermektedir.
Siyasal Reklamın Stratejileri
Bir siyasal reklam kampanyasının başarılı bir sonuca ulaşabilmesi için belirli birtakım stratejilerin belirlenip reklam çalışmasının o doğrultuda planlanması gerekmektedir. Reklam
kampanyası planlama sürecinde önemle üzerinde durulması gereken ana maddeleri şu
şekilde sıralamak mümkündür;
Reklam amaçlarının saptanması; Amaç sadece “siyasal partiyi tanıtmak mı yoksa partinin propagandasını yaparak halkın tutum ve davranışlarında değişiklik yapmak mı yoksa
her ikisi birden mi” bu gibi ayrımlar yapılarak siyasal reklam kampanyası çalışmaları ona
göre belirlenmelidir.
Reklam bütçesinin belirlenmesi; Medyada yer ve zaman satın almak için ne kadar para
gereklidir? Reklam fotoğrafları, sanatsal katkılar, dizgi, baskı, radyo ve televizyona yönelik malzemenin üretimi, ücretler, çoğaltma, dağıtım masrafları gibi unsurların maliyeti ne
kadar olacaktır? (Stempel, 1994:109) gibi soruların cevaplandığı bir bütçe planı yapılmalı
ve ona göre hareket edilmelidir. Aynı zamanda bunlara ek olarak öngörülemeyen ekstra
masraflar için yedek bir bütçe de hazırlanmalıdır.
Reklam mesajının seçilmesi; Hangi mesajlar verilecektir, hangi konular tartışılacaktır, hangi bakış açıları kabul edilecektir, seçmenlerin hangi istek ve beklentilerine ağırlık verilecektir? Aynı zamanda verilecek olan mesajın biçiminde; mesajın içinde adayın kendi ağzından
direkt olarak neler söylenecek? Kimlerin tanıklığına başvurulacak? Profesyonel sözcü kullanılacak mı? Adayın hayatından bir dilim gösterilecek mi? Hayat öyküsü anlatılacak mı?
Görsel montaj kullanılacak mı? Aday filmi kendisi mi seslendirecek yoksa bir dublör mü
kullanılacak? Müzik kullanılacak mı, kullanılacaksa nasıl olacak? (Stempel, 1994:109) gibi
sorularla mesaj tam olarak biçimlendirilmelidir.
Reklam araçlarının seçilmesi; Reklam araçları, siyasi partinin halka iletmek istediği mesajlarını ulaştırabilmesi için gerekli olan araçlardır. Reklam kampanyasını yürüten kişinin
en çok zorlanacağı noktalardan bir tanesi de reklam araçlarının seçimidir. Çünkü siyasal
partinin kamuoyuna iletmek istediği mesaja ve hedef kitlesine en uygun araç seçilmezse
yapılan çalışmanın başarısız olma yüzdesi yüksek olacaktır.
Reklam etkinliğinin ölçülmesi; Reklam etkinliğinin ölçülmesindeki amaç, planlanan mesajın doğru bir şekilde halka ulaşıp ulaşmadığını, istenen etkinin yaratılıp yaratılmadığını
analiz etmektir.
Türkiye’de Siyasal Reklamcılık Tarihinden Örnekler
Türkiye’de siyasi kampanyalar tek partili dönemlerde de yapılmakla birlikte ilk ciddi çalış-
32
ma, çok partili döneme geçildikten sonra 1950 seçimleri ile olmuştur. 1950 Seçimlerinde
Demokrat Parti, klasikleşmiş sloganı “Yeter Söz Milletindir” sloganı ile iktidara gelmeyi
başarmıştır. Söz konusu slogan yardımıyla Demokrat Parti’nin; halkın sömürülmesine, ezilmesine “Dur” diyeceği anlatılmaya çalışılmıştır. Ve o dönemde seçim çalışmaların yoğun
olarak yapıldığı kitle iletişim aracı olan radyonun yanı sıra yapılan bu afiş çalışması, Türk
Siyasi Tarihinde önemli bir yer edinmiştir.
Gerçek anlamada siyasal reklamların Türkiye’ye girişinde, 5 Haziran 1977 Seçimleri öncesi
Adalet Partisi adına reklam kampanyası düzenleyen Cenajans ile kampanyalarda kullanılan teyp bantlarının da önemli bir yeri bulunmaktadır (Şimşek; 1996:874) duvarlar da mor
afişlerle donatmıştır. Uzmanlara en etkili rengi sormuşlar ve önerilen rengi kullanmışlardır.
1983 genel seçimleri Türkiye’de siyasal propagandanın görkemli bir şekilde sahneye çıktığı
ilk seçimler olarak iletişim tarihimizdeki yerini almıştır. 1983 seçimlerinde, ABD’de kalırken iletişim biçiminin siyasal yaşamı belirlemedeki önemini iyi kavrayan Özal, seçimler
yaklaşırken Manajans’la anlaşır ve çalışmaları birlikte yürütürler. Turgut Sunalp’in kurduğu
MDP de bir ajansla işbirliğine gider. Sol diye bilinen Halkçı Parti ise bu tür bir propaganda
yöntemine pek rağbet etmez ve klasik yöntemlerle yetinir.
33
1987 genel seçimlerinde negatif ve saldırgan propagandanın örnekleri de görülmüştür.
SHP ünlü “limon gibi sıktılar” kampanyası ile ANAP’ı yıpratmaya çalışırken, ANAP’da “Kavgasız Türkiye’ye sahip çıkınız” sloganıyla karşı pozisyon oluşturuyordu. Aynı zamanda 1987
genel seçimlerinde kullanılan ‘görüntülü propaganda’ hakkı, televizyonda siyasal reklamcılık uygulamasının önünü açmıştır.
1991 genel seçim kampanyalarını diğer kampanyalardan ayıran belirli özellikler taşımıştır. Kampanya döneminde hemen hemen her parti bir reklam ajansıyla çalışmıştır. Bu
dönemde Türk siyasal propaganda çalışmalarında bu güne kadar görülmemiş ölçüde bir
medya savaşı yaşanmıştır. 1991 seçimleri öncesi Fransız reklamcısı Jacques Seguela, ENA
İletişim Şirketi aracılığıyla ANAP ile ilişkiye geçmiş, söz konusu bu işbirliği, hem muhalefet
hem de iletişim çevrelerinde tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Bu tartışmalarda
muhalefet çevreleri ve reklamcılar genelde: “Seçimlerin son derece yerel, sosyo-psikolojik
ve ulusal karakterler taşıyan bir olay olduğunu, bölgeler arası farklılıkların, seçmenlerin
ruh halinin ancak bu ülkede yaşayan iletişimci ve reklamcılar tarafından algılanabileceğini,
Türkiye’de hiçbir reklamcılık ve pazarlama deneyimi olmayan bir yabancı firmanın böyle
bir kampanyayı yapamayacağını” (Topuz; 1991:45) belirterek aslında bir nevi rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir.
1995 Genel Seçimlerine, DYP-SHP koalisyonu ile başlayan DYP-CHP Koalisyonu ile biten
bir dönemin ardından gelinmiştir. Bu dönem İslami çizgide faaliyet gösteren Refah Partisi’nin yükseldiği, buna karşılık merkez sağ ve merkez sol partilerin seçmen kitlelerin gözünde öneminin azalmaya başladığı bir dönemdir. 1995 seçiminde iktidar ve muhalefet
konumlarının stratejiye olan etkisinin en rahat gözlemlenebileceği iletişim biçimi ise siyasal reklamcılıktır. Bu seçimlerde ulusal yaygınlığı olan gazetelerde yayınlanan reklamlar
kullanılmıştır (Balcı; 1999:8).
SONUÇ
İnsanlık tarihi kadar eski olan propaganda içerikli eylemler, ikna yöntemleri, iktidar olma
ve iktidarını sürdürme uğraşları tarihsel süreçte hep var olagelmiştir. İnsanların örgütlü
topluluklarda yaşamaya başlamasıyla birlikte liderler ve yöneticiler kendilerine destek
sağlamak amacıyla değişik içerik ve biçimlerde propaganda yöntemlerini kullanmışlardır.
Siyasi partilerin seçim dönemi propaganda çalışmaları, reklamları parti/adayı öne çıkarabilen en önemli unsurlardan bir tanesi olmuştur.
Siyasi partiler seçmenlere kendi ideolojileri anlatmak ve istenilen yönde oy kullanmalarını
sağlayabilmek adına özellikle seçim dönemlerinde siyasal reklamlara önem vermekte ve
34
80’li yıllarda başlayan reklam ajansları ile çalışma anlayışı 1991 seçimlerinde artık “yapılması gereken” halini almıştır. Günümüz seçim kampanyalarında da hatta seçim dışı dönemlerde de siyasi parti liderleri gerek kendi imajları gerekse parti imajı için profesyonel
destek almaktadır.
İletişim teknolojisindeki hızlı gelişme ile birlikte de dünya genelinde bilgi hızla dolaşmakta halka ulaşabilme kanalları da genişlemektedir. Bu nedenle başarı için, siyasal
kampanyalarda amaca uygun siyasal reklamcılığın yapılabilinmesi için, reklam amacı net
olarak tespit edilmeli, amaca en uygun reklam mesajı belirlenmeli, reklam giderleri tespit edilerek bir bütçe oluşturulmalı ve bunların hedef kitleye iletilebilmesi için en uygun
araç tercih edilmelidir. Son olarak da planlanan mesajın doğru bir şekilde halka ulaşıp
ulaşmadığını ölçebilmek adına reklam etkinliğinin ölçülmesi gerekmektedir ki bir sonraki
kampanyalar için de örnek teşkil etsin. Özellikle günümüzde işsizlik, ekonomik sıkıntılar,
eğitimdeki aksaklıklar gibi nedenlerle insanların siyasi liderlere olan güvenin azalmasının
etkisiyle hem halkı bilgilendirmek hem de siyasal katılımın artması için siyasi reklamcılığın önemini artırmakla birlikte başarılı bir siyasal reklamcılık için yukarıda tespit edilen
aşamaların önemle uygulanması gerekmektedir. Kuşkusuz, siyasal kampanyanın başarısı
için reklamcılık tek başına etkili değildir. Kişinin inançları, düşünceleri, sosyo-ekonomik
durumu, siyasi partinin geçmişi vb. kriterlerin de etkisi vardır. Bu nedenden ötürü siyasi
partiler seçim öncesi kamuoyu araştırmaları yapmakta ve çalışmlarını da bu doğrultuda
planlamaktadırlar. Ve artık günümüzde siyasi partilerin, bu planlamaların yapılması, uygulanması ve etkisinin incelenmesi konularında reklam ajanslarıyla çalışmaları başarı için
neredeyse bir zorunluluk haline gelmiştir.
Kaynakça
- Aydemir, A. (2011). Siyasal Kampanyaların İletişim Stratejileri Açısından Değerlendirilmesi Üzerine Bir Örnek İnceleme: “2010 Anayasa Değişikliği Referandumunun AKP ve CHP
Siyasal Kampanyaları Üzerinden Karşılaştırılması. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul Üniversitesi SBE. Halkla İlişkiler ve Tanıtım ABD. Ankara.
- Balcı, Ş. (1999). Seçmenleri Etkileme Sürecinde Siyasal Reklamcılık Olgusu. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
- Bektaş, A. (2002). Siyasal Propaganda. İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
- Bovee, Courtland L. ve Arens, William F. (1986). Contemporary Advertising, İllinois, Richard Irwin Inc.
- Brown, J.A.C. (1992). Siyasal Propaganda. (Çev. Yusuf Yazar). İstanbul: Ağaç Yayıncılık.
- Dalkıran, N. (1995). Siyasal Reklamcılık ve Basının Rolü. İstanbul: Türkiye Gazeteciler
Cemiyeti Yayınları.
- Domenach, J.M. (1995). Politika ve Propaganda. (Çev. Tahsin Yücel). İstanbul: Varlık Yayınları.
- Mc Gann, A.F. (1989). Siyasal Reklamlarda Gelişme. Dünya Dosyası, Özel Sayfalar 45.
- Kipöz, Ş. (1995). Propagandanın Tanımı. Düşünceler, Yıl 9- Özel Sayı 1,(s.2-3).
- Qualter, T.H. (1980). Propaganda Teorisi ve Propagandanın Gelişimi. (Çev. Ünsal Oskay),
Ankara Üni. Siyasal Bil. Fak. Der. Cilt 35, No:14, (s.255-307).
- Özkan, N. (2007). Seçim Kazandıran Kampanyalar. İstanbul: MediaCat Kitapları.
- Özsoy, O. (2009). Seçim Kazandıran Siyasal İletişim. İstanbul, Pozitif Yayınları.
- Stempel III, Guido H. (1994). “The Practice of Political Communication” Englewood Cliffs,
New Jersey: Prentice-Hall (p.79).
- Şimşek, M. (1996). Refah Partisi’nde Halkla İlişkiler ve Reklam. Yeni Türkiye Dergisi Medya Özel Sayısı, 1 (11) (s.874-880).
- Tekin, V. N. (1998). Politik Pazarlamada Ürün ve İletişim Stratejilerinin Belirlenmesi Üzerine Uygulamalı Bir Araştırma. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Kocaeli Üniversitesi
SBE., Kocaeli.
- Tokgöz, O. (1979). Siyasal Haberleşme ve Kadın. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, No.429, (s.4).
- Topuz, H. (1991). Seçimlerde İletişim Politikaları. İstanbul: Tüses Yayınları.
- Topuz, H. (1991). Siyasal Reklamcılık: Dünyadan ve Türkiye’den Örneklerle. İstanbul: Cem
Yayınevi.
- Uğurlu, Ö. (2013). Maltepe Üniversitesi Lisans Ders Notları.
35
KAMUDA HALKLA İLİŞKİLER UYGULAMALARI:
AVRUPA’DAN ÖRNEKLER
Batuhan ASLAN
Özet: Halkla ilişkiler çalışmalarında, ülkemizde ve dışarıda daha çok özel kesimlerdeki
faaliyetler ele alınmaktadır. Bu çalışmada ağırlıklı olarak kamudaki halkla ilişkiler uygulamaları incelenmeye çalışılmıştır. Özel sektöre nazaran daha zor ve karmaşık bir süreci
ifade eden ve statükocu bir anlayış hakim olan kamu alanlarında halkla ilişkiler ve uygulamaları yeni yeni önem kazanmaktadır. İtibar yönetimi alanında ülkeler bazında da son
derece önemli olan bu faaliyet alanı dikkatle yürütülmesi gereken mecralardır. Bu amaçla
kamu sektöründe özellikle de Avrupa’da yapılan halkla ilişkiler faaliyetleri incelenmeye
çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler : Halkla İlişkiler, Kamu Yönetimi, Avrupa
PUBLIC RELATIONS IN THE PUBLIC PRACTICE:
EXAMPLES FROM EUROPE
Abstract: Here discussed is how public relations work in the private sector outside our
country. Public relations practices mainly in the public sector are examined in this study
and how private sector, which represents a difficult and complex but withunderstanding
of the statusquo of public relations has prevailed recently gaining importance in public
areas. On the basis of the countries in the field of reputation management, is extremely
important in this area of activity to be carried out carefully amongst channels.
Keyword: Public Relation, Public Management, Europe
36
GİRİŞ
Bu çalışma, günümüzde kendisinden sık sık söz ettiren halkla ilişkiler anlayış ve uygulamasının kamu sektöründe var olan uygulamalarını ortaya koymaktır. Halkla ilişkiler bir örgütte
ne belirli bir birimin ne de belirli bir kişinin tekelindedir. Günümüzde halkla ilişkiler uygulamaları bir örgütte çalışan tüm bireylerin önemli işlevlerinden biri olmuştur.
Halkla ilişkilere baktığımızda çağımıza uygun bir uygulama olduğunu hemen herkes fark
edebilir. İster kamu sektöründe olsun ister özel sektörde olsun amacın çevre ve toplumla
ilgili ilişkilerde düzenlilik sağlamaktır. Bu amaç kamu sektöründe bürokratik engeller yüzünden biraz daha zor olmaktadır. Fakat özellikle kriz dönemlerinde ilk başvurulan alan
yine halkla ilişkiler faaliyetlerine dayandırıldığı ortadadır.
Bu amaçlar çerçevesinde makalede, öncelikle halkla ilişkiler tanımına, kamu yönetimine,
kamuda halkla ilişkiler faaliyetlerine, kriz dönemlerindeki halkla ilişkiler yönetimine, Avrupa’daki halkla ilişkiler uygulamalarına ve örneklerine yer verilmiştir. Halkla ilişkiler faaliyetlerinin kamuya, memura ve halka ne gibi yararlarının olduğu; kamu sektörü bakımından
da algı ve itibar etkisine değinilmiştir. Özellikle Avrupa Parlamentosu halkla ilişkiler faaliyetleri ele alınarak tüm üye Avrupa Parlamentoları incelenmiş ve uygulama farklılıkları
ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ülkemizdeki uygulamalar da ele alınmış ortadaki benzer ve
farklılıklar belirlenmeye çalışılmıştır.
KAMU YÖNETİMİNİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ
Genel olarak yönetim, gerek kamu gerekse özel sektörde insanın gereksinim ve beklentilerini gerçekleştirme, ülkenin kaynaklarını yerinde ve zamanında iyi kullanabilme çağdaş bir
toplum yaratabilmeyi amaçlar.
Kamu yönetimi, insan ve toplum için var olduğuna göre bu yönetimin toplumun istekleri
doğrultusunda kurulması ve kuruluş nedeninin toplum tarafından çok iyi anlaşılması gereklidir. Halkla yönetim arasında her kademesinde ikişer üçer yönlü bir ilişki söz konusudur. Açıklanan nedenler çerçevesinde bir tanım yapmak gerekirse;
«Kamu yönetimi, halk, örgüt, ekonomik kaynak, kamu görevlileri ve kamu politikaları gibi çeşitli
unsurların meydana getirdiği, devlet ve toplum düzeninin kesintisiz işlemesi ve kamunun ortak
ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik mal ve hizmetlerin üretilip arz edildiği bir sistemdir» (Demir,
2011 : 35)
HALKLA İLİŞKİLERİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ
Bir kurum, kamuoyunda iyi bir imaj oluşturmak için güçlü yanlarını iyi ifade etmelidir.
Halkla ilişkiler süreci hedef kitleyle nasıl, ne zaman ve ne şekilde ilişki kurulacağının belirlenmesidir. Bu bakımdan halkla ilişkiler tanımı:
“ işletme ile onun karşısındaki hedef kitle arasında karşılıklı menfaate dayalı ve sağlıklı bir diyalog tesis etmesi, bunun sonucunda da kamuoyunun ilgili kesimlerinde işletme hakkında olumlu
bir imaj ve destek yaratılmasıdır.”(Askeroğlu, 2010: 17)
Halkla ilişkiler, bir kuruluşu, vatandaşlar arasında ilişki kurarak sevdirme ve saydırma sanatıdır.
— Halkla ilişkiler kişi ya da kurumun halkla ilişkisini geliştirme yolundaki çabadır.
— Halkla ilişkiler halkı etkileyen söz, eylem ya da olaydır.
— Halkla ilişkiler uzmanlık gerektiren bir iştir.
— Halkla ilişkiler bir yönetim fonksiyonudur.
— Halkla ilişkiler örgüt ile çevresi arasındaki bütün iletişimleri yerine getirir.
Halkla ilişkilerde genellikle yönetim fonksiyonları denildiğinde geleneksel olarakplanlama, örgütleme, yönetme, koordine etme ve kontrol süreçleri anlaşılır. Ancak 1975yılında
Henry Mintzberg ve bazı yazarlar yöneticilerin rollerini “yönetsel roller” adı altındaşu şekilde sıralamışlardır:
1. Temsilcilik rolü
2. Liderlik rolü
3. İrtibat kurma rolü
37
4. Bilgi toplama rolü
5. Bilgi dağıtma rolü
6. Sözcülük rolü
7. Girişimcilik rolü
8. Kaynak dağıtımı rolü
9. Problem çözücülük rolü
10. Arabuluculuk rolü
(MEGEP, halkla ilişkiler ve organizasyon hizmetleri: halkla ilişkiler kavramı, 2006 : 6)
KAMU YÖNETİMİNDE HALKLA İLİŞKİLERİN YERİ VE ÖNEMİ
Konumuz kamu kurumunda halkla ilişkiler olduğuna göre, konumumuza uygun olarak halkla ilişkilerin tanımını şu şekilde yapabiliriz.
«Halkla ilişkiler; genelde, bir kamu kuruluşunun kendi dışındaki kişilerle, her yönden iyi
ilişkiler kurabilmesi ve kişilerin de kuruluşa karşı olan düşünce ve davranışlarının olumlu
yönden geliştirilmesi için yapılacak her türlü faaliyettir.» (Tunçağıl, 2005)
Halkla ilişkilerin başarısı yönetim ile halk arasında ortak bir anlayışın gerçekleşmesine
bağlıdır. Yönetim ile halk arasında ortak anlayışın sağlanması ise, bilgilerin somut olmasına ve yönetimin anlatmak istediklerinin, yönetimin söylemek istediği biçimde anlaşılmasına bağlıdır. Ayrıca halkın yönetime katılması sayesinde kararların isabetli olması ve
verimli amaçlara yönelmesini sağlanır.
Halkla ilişkilerin iyi olmasının, kamu kuruluşu, halk ve memura yararları şöyledir;
(http://vdb.gib.gov.tr/denizlivdb/sayfalar/TKY/tky_aituncagil_egitim.htm, 03.05.2013)
Kamu yönetiminde halkla ilişkilerin pek çok amacı vardır. Özetle;
- Kamuoyunu aydınlatmak, örgütün izlediği politikayı halka benimsetmek,
- Halkta yönetime karşı daha olumlu tutumlar oluşturmak,
- Yönetimle olan ilişkilerde halkın işini kolaylaştırmak,
- Alınacak kararların daha yerinde olmasını sağlayacak bilgileri halktan elde etmek,
- Yasaklar üzerinde aydınlatıcı bilgiler vermek ve vatandaşların yasaklara uymasını sağlamak,
- Hizmetlerin götürülmesinde halkla işbirliğini sağlamak,
- Mevzuattaki aksaklıkların saptanmasında ve giderilmesinde halkın dileklerinden,
öğütlerinden,yakınmalarından faydalanmak. (Çakmak ve Kilci, 2011: 224)
KAMU YÖNETİMİNDE KRİZ VE KRİZ YÖNETİMİ
Günümüzde krizler hayatımızın önemli bir parçası haline gelmişlerdir.Küreselleşmeyle birlikte oluşan yoğun ilişkiler ve dünyanın küçülmesinin getirdiği krizhallerinin çeşitlenmesi
ve ortaya çıkma sıklığı kriz yönetiminin önemle ele alınmasını zorunlu hale getirmiştir.
Genel olarak kriz kavramı, aniden ortaya çıkan tehlikeli bir dönemi ve bu dönem boyunca
baş edilmesioldukça güç olan durumu anlatmaktadır. Yani kriz dönemi, belirtiler vermeklebirlikte tamamen engellenmesi mümkün olmayan, çoğu zaman aniden ve sinsiceortaya
çıkan, kurum ve kuruluşların karar mekanizmalarının tıkanmasına, örgütselfonksiyonların
38
denetim dışına çıkmasıyla istikrarsızlığa neden olan gerilimli birsüreçtir.(Demir, 2011: 3)
Kamu yönetiminde kriz ise, kamu kurum ve kuruluşlarının varlığını ve işleyişini tehdit eden
durumlardır. Oluşma riski düşük olmakla birlikte, oluşması durumunda etkisi büyük olmaktadır.Kamu yönetiminin genel özelliği statükocu bir yapıda olmasıdır. Statükocu özelliklerinden dolayı kamu yöneticileri olağandışı durumların olağandışı uygulama gerektirmesinden rahatsızlık duymakta ve bu tür uygulamalara direnmektedirler.
Kamu yöneticilerinin zayıf yönlerinden birisinin de ekip çalışmasına yatkın olmadıkları
söylenebilir. Özellikle kriz yönetiminde ekip çalışmasının önem taşıması, hatta zorunlu
olması, kamu kuruluşlarının bu alanda istenilen hizmetleri istenilen nitelikte sunmalarını
zorlaştırmaktadır. Kriz döneminde yapılması gerekenler;
- Öncelikle örgütlerde alışılmış uygulamalardan ve yöntemlerden farklı olarak davranma
yeteneği için gerekli önlemler alınmalı ve uygulanmalıdır.
- Krizin boyutuna ve özelliğine göre yöntemler geliştirilmeli, bu yöntemlerin uygun bir
şekilde uygulanması sağlanmalıdır.
- Kriz dönemlerinde örgütsel yapıda, örgütlenme biçiminde, hedeflerde nasıl bir yöntem
izleneceğinin açıkça ortaya konulması gerekir.
AVRUPA’DA HALKLA İLİŞKİLER
Avrupa’da halkla ilişkilerin dört özelliği vardır. Bunlar;
Yansımacı Özellik: Toplumdaki değişen standartları analiz ederek örgütün standartlarını
toplumdaki değişen değerlere göre ayarlamaya çalışmak ve bu konuda örgüt üyeleriyle
tartışmak anlamındadır.
Yönetsel Özellik: Kamunun güvenini ve örgütle karşılıklı anlayışını temin etmek için kamu
gruplarıyla iletişim kurmak ve ilişkileri sürdürmek için planlar geliştirmektir.
Operasyonel Özellik: Bu rol hizmetlerle ilgilidir ve diğerleri tarafından geliştirilen iletişim
planlarının uygulanmasında kullanılır.
Eğitsel Özellik: Bu rol örgütün üyelerinin davranışlarıyla ilgilidir ve burada içsel kamu
grupları hedeflenir.
Avrupa’da «halkla ilişkiler» terimi yerine «kurumsal iletişim», «iletişim yönetimi» gibi
terimler kullanılmaktadır.
1940 yılında A.B.D. den Kanada ya geçen Halkla İlişkiler olgusu, orada hızla gelişerek Fransa, İngiltere, Hollanda, Norveç, İtalya, Belçika, İsveç, Finlandiya ve diğer Batı Avrupa Ülkelerine 1950’li yıllarda yayılmaya başlamıştır.
İş dünyasında halkla ilişkiler çalışmalarının başladığı ve yoğunlaştığı ülke ABD olmasına
karşın, hükümet çevresinde, politik ve ticari olmayan alanlarda halkla ilişkiler uygulamalarında İngiltere öncü role sahiptir.İngiltere’deki halkla ilişkiler faaliyetleri için şunları söyleyebiliriz:
- Bir meslek olarak halkla ilişkiler, yukarı yönlü bir gelişme trendi izlemektedir. İngiltere’de halkla ilişkiler ikinci en popüler meslek dalıdır.
- İngiltere’de şirketler şu anda reklam yerine halkla ilişkiler uygulamasını tercih etmektedirler. Pek çok şirket reklam bütçelerini halkla ilişkiler bütçeleri olarak değiştirmektedir.
- Kamu sektörü halkla ilişkileri üçüncü en hızlı büyüyen alandır. Sağlık, gıda ve spor
sektörlerinin halkla ilişkileri daha ön plandadır.
- Halkla ilişkiler uygulamasında İngiltere ve 20 AB ülkesi, ABD’deki uygulama teknolojisini geride bırakmış durumdadır.
- Pek çok kaynağa göre, ABD’li müşteriler İngiltere’dekilere oranla halkla ilişkilerin
değerini daha iyi anlamış durumdalar ve daha etkin kullanmaktadırlar.
- İngiltere’ye göç miktarı arttıkça ve Avrupa Topluluğu halkla ilişkiler endüstrisinin işgücünü farklılaştırdıkça bu anlayışın değişmesi olasıdır.
39
AVRUPA’DAN ÖRNEKLER
İNGİLTERE KRALİYET DÜĞÜNÜ ÖRNEĞİ
İngiltere Kraliyet düğünü tören öncesinde düğüne kimlerin katılacağından, hangi kıyafetlerin giyileceğine, düğün pastasının nasıl olacağından, düzenlenecek sahne şovlarına kadar
hemen her konu dikkatle yürütülmüş bir halkla ilişkiler faaliyet örneğidir. Hatırlanacağı
üzere tüm dünya çapında medya gündemini uzun bir süre İngiltere Kraliyet Düğün Töreni
meşgul etmiştir.
Tüm dünyadaki sunucularıyla tanınan «Akamai» firması da rakam vermemekle birlikte İngiltere Kraliyet Düğünü’nün internetten en çok izlenen canlı organizasyon olduğunu açıkladı. Akamai firması bu alanda rekorun şimdiye kadar 2010 Dünya Kupası organizasyonunda olduğunu ancak bu düğünün dünya kupasını geride bıraktığını açıklamıştır. (http://www.
bitdunyasi.com/tr/?Sayfa=Detay&Id=7117, 03.05.2013)
AVRUPA PARLAMENTOLARINDA HALKA İLİŞKİLER
Avrupa ülkelerinin parlamentolarında halkla ilişkiler hizmetleri her ülkede birbirinden çok
farklı işlemekte, ülkenin gelenekleri, siyasi yapısı ve sosyolojisi bu işleyişi etkilemektedir.
Tüm ülkeler, halkla ilişkilerin «herhangi bir kuruluşla kamu arasında haberleşmeyi içeren
bir yönetim biçimi» olduğunda hem fikirdir.
Parlamentoların halkla ilişkileri halkın isteklerini parlamentonun tümüne, parti gruplarına ve ayrı ayrı milletvekillerine yansıtmaya yönelik bir süreci içerir. Ancak bunun yanında
siyasi işlev ve yapının dışında kalan parlamento yönetiminin de (meclis idari teşkilatının)
halkla ilişkileri de çok önemlidir.Örneğin TBMM gelen ziyaretçiler için meclisin ilk penceresi olan güvenlik sisteminin yani meclis polisinin tutum vedavranışları çok önemlidir.
Çünkü parlamento ile ilgili ilk izlenim ve görüntü meclis polisiyle temas sırasında başlar.
Kısaca parlamentoda cereyan eden olayların halka duyurulması ve ilişkilerin geliştirilmesi
idari mekanizmanın iyi işlemesine bağlıdır. (Kazancı, 1999: 86)
Avrupa ülkeleri içinde Almanya, Finlandiya, Norveç, İsveç, İsviçre kendi bünyelerine uygun
bir halkla ilişkiler konsepti kabul etmişler ve bunu uygulamaya koymuşlardır. Bu tür çalışma Türkiye yoktur. Türkiye’de TBMM içinde bir basın ve halkla ilişkiler birimi vardır. Fakat
bu birim konsept oluşturmaz, sadece olayları Meclis Başkanının denetiminde medyaya
intikal ettirir. Ülkemizde kamu yönetiminde olduğu gibi meclis uygulamalarında da halkla
ilişkiler tek yönlüdür. Halka bilgi verilirken onların eleştiri ve önerilerini dile getirecek bir
mekanizma yoktur. Bu durum Batıdaki uygulamadan bizi ayıran temel farktır.
Avrupa parlamentolarının tümünde yasama faaliyetlerinin ayrıntılı bir şekilde kamuya yansıtılması önemlidir. Bunu hem parlamentolar ister hem de medya bu konuya ilgi duyar.
Hangi yasaların hangi içerikle hazırlandığı, nelerin eksik, nelerin kamuoyunca benimsenmekte olduğunun tartışılması çok yararlı olmaktadır. Bu tartışmalardan hemen hemen tüm
parlamento etkilenmekte kimi kez bu yüzden tasarılardan vazgeçilmekte ya da başka tasarı
gündeme gelmektedir.
Makedonya’da meclis oturumlarını sadece basın temsilcileri izleyebilmektedir. Oturumlar
genel olarak halka kapalıdır. Bunun dışında tüm ülkelerde oturumlara izleyici alınmaktadır.
Yine Makedonya dışında tüm parlamentoların internette siteleri bulunmaktadır.
Her parlamentoda halka daha yakın bir diyalog içinde olunması, ilişkiyi zorlaştıran faktörlerin ortadan kaldırılması istenmekte ama bu konuda önemli bir değişiklik olmamaktadır.
Bazı parlamentolarda halka açık günler düzenlenmekte, isteyenlerin bir rehber eşliğinde
parlamentoyu gezmesi ve hediye eşya satın alması sağlanmaktadır.
Romanya’da parlamentonun bir bölümü müze haline getirilmiş olup halkın ziyaretine açık
tutulmaktadır.
Tüm parlamentolarda basının iyi hizmet verebilmesi için bazı önlemler alınmıştır. Parlamentoların çoğunda her basın kuruluşu için özel bir oda tahsis edildiği gibi haberleş-
40
me için gerekli tüm donanımlar da, gazeteci ya da muhabirlerin kullanımına sunulmuştur.
Fransa, Almanya ve İspanya’da koşulların çok iyi ve etkin bir hizmet vermeye uygun olduğu kaydedilmiştir. Almanya’da parlamentoda her üç haftada bir basının bilgilendirilmesi
amacıyla özel bir toplantı düzenlenmektedir.
Belçika, İtalya, Fransa, İngiltere ve Almanya parlamento çalışmalarını anlatmak amacıyla
ve parlamentoda yaşanan olaylara ilişkin broşür ve kitapçıklar yayınlanmaktadır. İtalya’da
bu kitaplar dört dilde olmaktadır. Yine bu ülkelerde ve Türkiye’de meclis tutanakları halkın
incelemesine açıktır. Komisyon tutanakları için özel izin gerekmektedir. Kuzey ülkelerinde
bu konuda hiçbir sınırlama bulunmamaktadır.
Terminolojide feed-back olarak isimlendirdiğimiz tepkilerin yakalanması ve değerlendirmeye tabi tutulması konusunda iki parlamento hiçbir şey yapmamıştır, yapmamaktadır.
Bunlardan biri Makedonya diğeri de Türkiye’dir. TBMM’de halkla ilişkiler birimi olmasına
rağmen feed-back araştırmalarındaki ihmal sebebi büyük olasılıkla kamudan gelebilecek
büyük tepkilerden çekinilmesidir.
Makedonya yeni bir devlet olduğu için henüz sistemleri yerli yerine oturmamıştır ve bu
konuda deneyimli kişiler bulunmamaktadır. Halkla ilişkiler uygulamalarındaki aksaklıkların
sebebi maddi kaynaklıdır yeterli ödenek yoktur. Slovenya, Polonya, Romanya’da da durum
aynıdır.
Norveç Parlamentosu’nda halkın tepkilerinin, ziyaretçilerle yapılan görüşmelerden ve
e-postalardan öğrenilmektedir.
İsveç’te kamuoyu anketleri yapılmaktadır parlamento ziyaretçilerinin görüşleri değerlendirilmektedir aynı zamanda basın ciddi biçimde izlenerek tepki niteliğindeki haberler değerlendirilmeye alınmaktadır.
İngiltere’de de aynı yöntemler uygulanmaktadır. Kamuoyu araştırmaları önemli feed-back
yakalama yöntemidir.
Fransa’da tepki ölçme ve tepkileri öğrenme konusunda çok önemli ve sık aralıklarla araştırmalar yapılmaktadır. Bu araştırmaların sonucu dikkatle ele alınmakta ve tartışılmaktadır.
Fransa’da bu gelenek olmuştur.
Sonuç olarak; tüm Avrupa parlamentolarında yönetim ve halkla ilişkiler sorunu bulunmaktadır. Parlamentolar kimi kez bu tekniğe yüz çevirmekte kim kez de uygulamak zorunda
kalmaktadırlar. Gerçek şu ki parlamentolar çok eleştiri almaktadırlar.Almanya, Fransa gibi
büyük ülkelerde de meclislerin halkla ilişkiler sorunu bulunmaktadır. Aslında bunun sebebi
gazetecilerle olan sorunlarla üst üste gelmektedir. İtalya ve Belçika medyadan çok rahatsız
olmaktadır.
Türkiye, Romanya ve Polonya’da halk, meclisleri her yönüyle ayrıcalıklı olmaları, yeteneksiz ve eğitimsiz kişileri bünyesinde memur olarak toplamaları yüzünden çok eleştirmektedir. Türkiye’de meclis personelinin sayıca çok olması da ayrıca eleştirilmektedir. Ülkelerin
çoğunda halkla ilişkilerin ilk aşaması olan «halkı bilgilendirmek» şu ya da bu şekilde
yapılmaktadır. Parlamento yönetimlerinin halkın tepkilerini karşılama, şikayetleri giderme
konusunda ciddi sorunları vardır. Fransa dışında bu tepkileri düzenli öğrenme yoluna giden
ülke yoktur.Halkla ilişkiler parlamento çalışmalarına yeni girmekte ama geliştirilmektedir.
SONUÇ
Halkla ilişkiler kavramının kurumun imajını düzenlediği ve kurumun dış dünyayla iletişiminde önemli rol oynadığı artık herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Kurumlar halkla ilişkiler faaliyetleri sayesinde hedef kitlelerine ulaşabilmekte kendi misyon ve vizyonunu
aktarabilmektedir. Bu nedenle kamu yönetiminde de halkla ilişkiler oldukça önemlidir.
Kamu kurumları değer özelliklerini koruyabilmek için halkla ilişkilere önem vermek; halkla
ilişkiler tekniklerinden, yöntem ve araçlarından yararlanmak durumundadırlar. Bunu başarabildikleri ölçüde halkın güven ve desteğini sağlayabileceklerdir. Bu zaten bilindiği üzere
41
kamu kurumlarının görevidir.
Modern toplumlarda halk devletten ve onun kurumlarından çeşitli şekillerde faydalanmaktadır. Bu nedenle devletin ve kurumlarının ana görevi halkın isteklerini yerine getirmektir.
Ancak verilen hizmetlerden halkın şikayetleri olabilmektedir. Özellikle ülkemizde bu şikayetler oldukça fazladır. Kamu kurumları ağır, katı, yavaş çalışan bir yapı sergilemektedir.
Kamu kurumları zaman zaman halkın beklentilerini karşılamaktan uzak kalmaktadır. Bu
da halkla ilişkiler faaliyetleri bakımından sakıncalı durumların ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Rüşvet, aracı kullanma, basın ve diğer yollarla yönetimden yakınma, yanlış
beyanda bulunmadır. Kamu kurumlarında halkla ilişkiler uygulaması adına yapılan çalışmalarda, yapısal anlamdan çok biçimsel konuların ön plandatutulduğu görülmektedir. Genellikle bürokratik işlemler sonucu ortaya çıkan tepkiler önlenmeye çalışılmaktadır. Fakat
bu yaklaşım halkla ilişkiler uygulamalarının sadece belli bir bölümüdür.
Kamu kurumlarıyla halk arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi başta kamu kurumu yöneticileri olmak üzere tüm çalışanların görevidir. Kamu kurumları, halkta olumlu izlenim bırakmak için her şeyden önce kendi amaçları doğrultusunda halka dönük bir şekilde hizmet
sunmalıdır. Kamu kurumları amaçlarını gerçekleştirmek için halkla ilişkilere önem vermelidir. Bunun için yönetim faaliyetleri hakkında topluma bilgi sunmalı ve toplumun duygu,
düşünce ve eğilimleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Avrupa Parlamento örneklerinde de
görüldüğü üzere yönetim ve halkla ilişkiler sorunu her zaman bulunmaktadır. Parlamentolar bile bu tekniğe kimi zaman yüz çevirmekte kimi zamanda uygulamak durumunda kalmaktadırlar.
İncelenen ülkelerin çoğu halkla ilişkilerin ilk safhası olan “bilgilendirme” yigenellikle uygulanmaktadır. Fakat geri bildirimler, kararların buna uygun tekrar ele alınması vs. konularında çözüm üretilmemektedir. Geri bildirimler alınmakta fakat değişimler gerçekleşmemektedir. Bu nedenle de iletişim sorunu oluşmakta güven zedelenmektedir. Ülkeler
incelendiğinde Fransa dışında halktan gelen tepkileri düzenli öğrenme yoluna giden bir
ülke bulunmamaktadır. Yine de halkla ilişkilerin önemi her geçen gün artmaktadır. Değişen
ve gelişen teknolojilerle iletişimin bir sistem dahilinde yapılması gereken bir uğraş olduğu
yavaş yavaş kabul edilmektedir. Özellikle de sosyal medya krizlerinin tamirinde kendini
gösteren halkla ilişkilerin önemi yadsınamaz. Uzun vadede imaj ve güven sağlamanın tek
dayanağı halkla ilişkiler uygulamalarıdır.
KAYNAKÇA
Kitaplar
(2006). MEGEP, Halkla ilişkiler ve organizasyon hizmetleri : halkla ilişkiler kavramı. Ankara
: Milli Eğitim Bakanlığı
BECERİKLİ, S. Y. (2005). Uluslararası halkla ilişkiler. Ankara : Nobel
DEMİR, N. (2011). Türk kamu yönetiminde kriz yönetimi. Kaymakamlık Tezi. Ankara : İçişleri
Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü
Süreli Yayınlar
ÇAKMAK, A. F. ve KİLCİ, S. (2011). Kamu yönetiminde halkla ilişkilerin yeri ve önemi. Kamu-İş, 11 (4), 219-270
KAZANCI, M. (1999). Avrupa parlamentolarında halkla ilişkiler. Amme İdaresi Dergisi, 32
(3), 85-94
Tezler
ASKEROĞLU, O. (2010). Pazarlama odaklı halkla ilişkiler uygulamalarında sosyal medyanın
rolü. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İnternet
http://www.bitdunyasi.com/tr/?Sayfa=Detay&Id=711, 03.05.2013
TUNÇAĞIL, A. İ. (2005). Kamu kuruluşlarında halkla ilişkiler ve toplam kalite yönetimi
uygulanması : eğitim çalışması.03 Mayıs 2013,http://vdb.gib.gov.tr/denizlivdb/sayfalar/TKY/
tky_aituncagil_egitim.htm
42
TÜRKİYE’DEKİ IPTV TEKNOLOJİSİ ve TİVİBU ÖRNEĞİ
Bedia Zeynep KÜÇÜK
Özet: Teknoloji dünyasındaki gelişmeler, ilişki içinde olduğu tüm sektörleri de değiştirmiş
ve geliştirmiştir. İnternet ve televizyon da bu yeniliklerinden oldukça etkilenmiştir. Televizyon yayınlarının internet üzerinden de verilmeye başlamasıyla, hem televizyon yayıncılığında hem de televizyon izleme pratiklerinde yeni bir dönem başlamıştır. Yeni yayıncılık
sistemiyle, kullanıcılar çift yönlü, interaktif bir iletişim ortamına geçmiştir. Bu geçişle birlikte televizyon izleme kültüründe bir dönüşüm yaşanarak, televizyonun vazgeçilmez bir
öğesi olan izleyici kavramı da bu dönüşümün etkisinde kalmıştır. Teknolojinin gelişmesi
ile birlikte ortaya çıkan; sayısallaşma, yakınsama ve temalaşma kavramları, yeni medyayı
yaratmıştır. IPTV, yeni medyanın en güncel türüdür. Bu yeni televizyon yayıncılığı, internet
protokolü üstünden gerçekleştirilen, bireyselleştirilmiş ve kişiye özel hale getirilmiş, ses,
görüntü ve metin iletimini bir arada sunan bir teknolojiye işaret etmektedir. Televizyon
tüketicisine, bir yayını takip etmenin ötesinde, istediği zamanda, istediği yayınları, isterse
arşivleyerek izleme olanağı sunmaktadır. IPTV’nin sunduğu olanaklar, sadece televizyon
içeriği ile sınırlı kalmayıp; internet üzerinden gerçekleştirebilecek alışveriş, bankacılık,
oyun vb. her türlü imkâna sahip olmanın yanı sıra, mobil tv izleme, televizyondan eğitim,
adreslenebilir reklamcılık ve hatta yaşanılan evin güvenlik kameraları ile izlenmesinden,
aile bireylerine televizyon üstünden mesaj göndermeye kadar çok çeşitli bir yelpazede bulunmaktadır. Dijital medyanın aracılık ettiği bu yeni eğilimler vasıtasıyla televizyon izleme
alışkanlıklarında yaşanan değişimler, değişen televizyon ve izleyici kavramları bu çalışmada incelenmiştir. Bu bağlamda izleyicinin birey eksenli televizyonları tercih etme nedenleri, Dünya’da ve Türkiye’deki IPTV kullanımı, hizmetleri, servisleri incelenerek, Türkiye’de
hizmet veren Tivibu platformu ele alınarak, anlatılmıştır. Yaygınlaşan mobil iletişim araçlarıyla birlikte televizyon izleme alışkanlıklarında bireysellik gelecek yıllarda da artarak devam edecektir, düşüncesi savunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: İnternet, Etkileşimlilik, IPTV, Etkileşimli Televizyon,
IPTV TECHNOLOGY IN TURKEY AND TIVIBU EXAMPLE
Abstract: Technological advances have changed and shaped all the various related sectors. Television industry has also taken its share from these advances. As television
programs broadcast online, a new age has started both for television programming and
television viewing habits. With the new boadcast system, users have experienced interactive two way communication. Through these changes, a transformation has occured
in tv viewing habits and the viewers have both contributed to and been affected by this
transformation process. Digitalization, convergency and thematic concepts which have occured along with technologic improved have created new media. IPTV is the most popular
form of new media. This new television broadcasting is pointing out to a new technology
performed over internet protocol that provides individual personalized sound, vision and
text transmission together. It provides the television consumer more beyond following
a broadcast, the opportunity of watching any requested broadcast at any time wanted
with the possibility of archiving. The opportunities of IPTV are not limited with television
contents. It has all the opportunities that can be done through internet such as shopping,
banking, playing games...etc. Also watching mobile tv, education through television, targeted advertising and even watching the house in which consumer is living and sending
messages of the family members to each other through television is in the large range of
IPTV. In this study, the changes in tv broadcasting, tv viewing habits and its effects on the
viewers as the result of new tendencies directed by digital media have been analyzed. In
this sense, we examine the reasons why television consumers prefer the individual oriented tv platforms and we look at the use of IPTV in Turkey and worldwide, its services and as
an IPTV platform, Tivibu example in Turkey. In this study, it is assumed that together with
the widespread mobile communication tools, individualization trend in tv viewing habits
will increasingly continue in the upcoming years.
Keywords: Internet, interactivity, IPTV, interactive television,
43
Giriş
İletişim alanının yeniden biçimlendirilmesini sağlayan sayısal devrim, televizyon yayınlarının kitlelere ulaştırılma şekillerini değiştirmiş, bu devrimin bir uzantısı olarak görüntü
ve ses içeriklerine yönelik sıkıştırma teknikleri geliştirilmiştir. İnternet teknolojisinde yaşanan değişmelerle birlikte bant genişliği kapasitesi de artmıştır. Bütün bu gelişmelerin
sonucu olarak; bireyi ön planda tutan internet protokolü üzerinden interaktif televizyon
yayıncılığı sistemi ortaya çıkmıştır. Televizyon yayınlarını İnternet Protokol (IP) sinyallerine
dönüştürüp, yayınların internet ağı üzerinden izleyiciye ulaştırılması, televizyonu sadece
yayınları alan bir cihaz olmaktan çıkarıp, interaktif bir platform haline getirmiştir.
Yayınlarının internet üzerinden verilmeye başlanmasıyla, televizyon yayıncılığı yeni bir döneme girmiştir. Sayısal teknolojilerin televizyon yayıncılığında kullanılmaya başlanmasıyla, yayınlar köklü bir değişim süreci içine girmiştir. Bir ağ teknolojisi olarak internet, kullanıcılarına çift yönlü, interaktif bir iletişim ortamı sunmaktadır. Sayısal teknoloji ile medya,
telekomunikasyon ve enformasyon alanında yaşanan yöndeşme televizyon yayıncılığının
yapısını değiştirmiştir. Yapısal anlamdaki en önemli değişim, televizyonun artık etkileşimli
bir hale gelmesidir. İzleyicilerin bir kısmı hala pasif bir şekilde sadece televizyon izlemeyi
tercih etse de etkileşimli televizyon, izleyicilerine internete bağlanma, izledikleri programla ilgili ek bilgiler alma gibi olanaklar sunmaktadır. Bu gelişmeler, televizyon yayınları
ve televizyon izleme alışkanlıkları üzerinde değişikliklerin yaşanmasına neden olmuştur.
Medya içeriğinin, internet ortamında yer alması, depolanabilmesi ve istenildiğinde içeriğe
tekrar ulaşılabilmesinin mümkün olmasıyla büyük bir dönüşüm meydana gelmiştir. Bu
dönüşümün sonucunda, izleyicinin içeriği kontrol edebildiği, fikir beyan edebildiği, dilediği içeriğe dilediği mekan ve zamanda ulaşabildiği, etkileşimli yayıncılık anlayışı ortaya
çıkmıştır. Yaşanan bu gelişmeler, televizyonu bir eğlence aracı olmaktan çıkararak daha
fonksiyonel bir hal almasını sağlamıştır.
Teknoloji dünyasındaki baş döndürücü gelişmeler, ilişki içinde olduğu sektörleri de geliştirmiş ve akıl almaz boyutlara taşımıştır. İnternetin gelişimine bağlı olarak gelişen IPTV
teknolojisinin abone sayısındaki artış, Türkiye’de IPTV teknolojisinin kullanılmaya başlaması, IPTV yayın sistemine geçişle izleyicilerin televizyon izleme alışkanlıklarındaki değişimler, geleneksel televizyon yayıncılığı ve IPTV yayın sistemi arasındaki farkları ortaya
koymak araştırmanın amacını oluşturmaktadır. Ayrıca bu araştırmada Türkiye’de IPTV yayını veren TİVİBU’nun yayın sistemi, kullandığı teknoloji, abonelere nasıl hizmet verdiği
araştırılmıştır. İçerik sağlayıcı açısından, şebeke sağlayıcı açısından, hizmet sağlayıcısı açısından ve aboneler açısından da IPTV ele alınmış, IPTV’nin genel prensipleri, Dünya’daki ve
Türkiye’deki durumu, sahip olduğu teknik özellikler ve izleyicilere kazandırdığı avantajlar
da açıklanmıştır. Çalışmada literatür taraması yöntemi kullanılmış, konuyla ilgili makaleler
okunarak, bulgular incelenmiştir. Birey eksenli televizyon yayınları hakkında daha önceden
yapılan araştırmalar incelenmiş, doküman taraması yapılmıştır. Araştırmanın sonucunda
elde edilen bulgular: teknolojik gelişmeler beraberinde etkileşimli televizyon yayıncılığını
geliştirmiştir. Kullanıcılarına etkileşimlilik imkanı sunan bu yeni yayıncılık sistemi, her geçen gün bilinirliğini ve abone sayısını arttırarak, izleyici alışkanlıklarında da değişikliklere
neden olmuştur.
1.Dünya’da ve Türkiye’de Televizyonun, İnternetin Gelişimi
Teknolojinin gelişmeyle birlikte kullanıcının hayatına giren en yaygın ve en etkili kitle iletişim aracı televizyon, her zaman diğer kitle iletişim araçlarından farklı bir konumda değerlendirilmiştir. Bireylerin tutum ve davranışlarını etkileyerek, yönlendirebilme gücüne sahip
televizyonu; vericiden iletilen dalgaların görüntü ve ses olarak görünmesini ve duyulmasını sağlayan aygıt olarak tanımlayabiliriz.
Televizyon icat edildiği 1920’lerden ve ilk televizyon yayınının gerçekleştiği 2 Kasım
1936’dan bu yana hızla yayılan bir icat olarak tarihteki yerini almıştır. Sinema teknolojisinin bir yansıması olarak gerçekleştirilen yayınlar ilk başlarda siyah beyaz; 1950’lerden
sonra ise renkli olarak yapılmaya devam etmiştir. İlk yıllarda deneme yayınlarıyla hayatımıza giren televizyon, önceleri siyah beyaz ardından renkli olarak yayınlarına devam etti.
(Serim, 2006)
44
Yaşanan teknolojik gelişmelerle birlikte televizyon da yıllar içinde gelişmiş, değişmiş ve
bugünkü halini almıştır. Tüplü siyah beyaz televizyonlardan bugün ki smarttv’lere doğru,
teknolojik açıdan bir hayli yol kat etmiştir. Dünya’da yaşanan büyük savaşlar, toplumsal
olaylar, krizler televizyonun o dönemlerde gelişimini yavaşlatmış, fakat televizyonun yaygınlaşmasını durduramamıştır.
Televizyonun Türkiye’deki tarihi gelişimine baktığımızda ise, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) bir laboratuvar çalışması olarak 1952’de başlattığı deneme yayınlarını televizyonun başlangıcı olarak kabul edildiğini görürüz. Türkiye’de 90’lı yıllarda özel kanalların
yayına başlamasıyla televizyon yayıncılığı da hızla gelişmeye başlamıştır. (Aziz, 1982)
İletişim teknolojilerindeki hızlı ilerlemeler “yeni medya” olarak adlandırılarak yeni bir kavramın medya literatürüne girmesine yol açmıştır. Bu yeni kavram sosyolojik, kültürel ve
ekonomik alanda da değişim ve dönüşümleri beraberinde getirmiştir. Günümüzde yeni
medya teknolojileri olarak adlandırılan iletişim teknolojilerinden internet, ilk geniş alan
ağı olan ARPANET Amerika’da 1960’lı yılların ortasında askeri amaçlarla ortaya çıkmıştır.
İlk yıllarda nükleer bir savaş esnasında telefon hatlarının çoğunun tahrip olması durumunda bilgisayar iletişiminin sürdürülmesi amaçlanmaktaydı. Bilgisayarları birbirine bağlayan
bir ağ olan internetin, sivil kullanıma açılmasıyla birlikte yayılma hızı artmış, alışverişten
ticarete bireylerin tüm sosyal hayatını etkilemiştir. Türkiye internete Nisan 1993’ten beri
bağlıdır. İlk bağlantı Orta Doğu Teknik Üniversitesinden gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de
1994’den beri Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından internet hizmeti verilmektedir. (Barutçugil, 2002)
90’lı yıllarda web 2.0 dediğimiz internet hizmeti, kullanıcılar açısından bir dönüm noktası
olmuştur. Web 2.0 kullanılmaya başlamasıyla birlikte kullanıcılar internet üzerinde aktif
konuma geçmiştir. Kullanıcılar web 2.0 sayesinde içeriğin tüketicisi olabileceği gibi içeriği
üretebilen olmuştur. Facebook, Twitter gibi toplumsal paylaşım ağları, YouTube gibi video
paylaşım siteleri 2. Nesil internet hizmetleri sayesinde kurulmuştur. (Aktaş, 2014) Böylece
yeni medyanın en önemli özelliği diyebileceğimiz etkileşimlilik ortaya çıkmaya başlamıştır.
(Aktaş, 2014) Artık bilgisayar kullanıcıları, etkili çevrimiçi iletişime, bilgi paylaşımına ve
bilgiye hızlı, kolay erişim yollarına sahip olmuştur.
2.Geleneksel ve Yeni Sistem Televizyon Yayınlarının Karşılaştırması, Kullanıcı Avantajları
1970’lerden sonra yaşanan teknolojik gelişmeler yeni medya sistemlerinin ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. 90’lı yılların sonlarından itibaren bilişim, telekom ve medya teknolojileri iç içe girmeye başlamıştır. Bu üç teknoloji her geçen gün daha çok ortak bileşene,
ortak alt yapıya sahip oldukları için verilen hizmetler birbirine dönüşmeye başlamış ve
iletişim sektörünün hakim gücü olmuşlardır. Yaşanan gelişmeler neticesinde toplumsal
ilişkiler köklü değişimlere uğramış, toplum yapısı içinde bu iletişim modelleri, gerek birey
gerekse toplum için birçok yeni işlevi yerine getirmeye başlamıştır.
Yeni medyanın en temel özelliğini; sesin, verinin, metnin ve görüntünün tek bir alt yapı
üzerinden aktarılabilmesine, saklanabilmesine, toplanabilmesine ve işleme tabi tutulabilmesine imkân tanıyan dijitalleşme olarak tanımlayabiliriz.(McQuail, 2005). Yakınsama
ve etkileşimlik özellikleri ise yeni medyanın en belirgin özellikleri arasındadır. Bilişim,
Telekom ve medya teknolojilerinin tek bir ortama dönüşmesi sonucu yakınsama özelliği meydana gelirken; iletişim sürecindeki kullanıcının hem alıcı hem verici olarak yer
değiştirebildiği ve kaynakla etkileşim haline geçebildiği süreci ise etkileşimlilik olarak tanımlayabiliriz. Yaşanan tüm gelişmeler, kitle iletişim araçlarından biri olan televizyonu da
etkilemiştir. Televizyon, internet teknolojisinden yararlanarak yayınlarını aboneye iletmeye
başlamıştır. Medyada yaşanan bu gelişmeler, kullanıcının medyayı kullanım alışkanlıklarını da değiştirmiş, bireyin gündelik yaşamını derinden etkilemiştir. Analog televizyon ve
yeni teknolojilere sahip televizyon sistemlerine baktığımızda geleneksel televizyonda pasif konumda olan izleyicinin yeni yayın sistemleriyle aktif konuma geçtiğini söyleyebiliriz.
(Binark, 2007)
Kullanıcılar, yeni yayın teknolojileriyle birlikte yayınlarda fikir belirtme fırsatı buldular. İlk
yıllarda canlı yayınlara faks ve telefonlar vasıtasıyla katılabilen izleyiciler, teknolojinin ge-
45
lişmesiyle birlikte interneti, televizyon yayıncılığında da kullanmaya başlamış ve alıcı ile
verici arasında etkileşime olanak sağlayan bir durum ortaya çıkmıştır. İlk başlarda haber
alma, eğlence ve bilgi amaçlı kullanılan televizyon, internetin yayınlara dahil olmasıyla
birlikte etkileşimlilik özelliği de kazanmıştır.(Kırık; 2010) Yeni yayın teknikleriyle birlikte
televizyon izleme alışkanlıklarından biri olan arkaya yaslanarak televizyon izleme alışkanlığı yerini bilgisayar ekranından öne eğilerek televizyon izlemeye bırakmıştır. Yaşanan
yenilikler ve gelişmeler çerçevesinde, kullanıcının iletişim ve paylaşım kültürü de değişmiştir. Kullanıcılar, yeni teknolojiler sayesinde zaman ve mekan kısıtlaması olmaksızın,
istedikleri yayınları izleyebilecek ve eş zamanlı olarak yorum yapabilecek konuma gelmiştir.
Televizyon izleme pratiklerine de etkisi olan internet, 4 ekran teknolojisi sayesinde bireyi
televizyon ekranının karşına bağımlı olmaktan kurtarmıştır. Geleneksel televizyon yayıncılığında, programı yayınlandığı gün ve saatte izlenme zorunluluğu söz konusudur. Etkileşimli televizyon yayınları ise; izleyiciye zamanlama açısından daha fazla denetim olanağı
sağlamıştır. İzlenmek istenilen programa, istenilen zaman diliminde ulaşılabilme olanağı
mevcuttur. Geleneksel televizyon yayınlarında ve televizyon izleme alışkanlıklarında köklü
değişiklikler meydana getiren etkileşimli teknolojiler, televizyon yayıncılığında çift yönlü
etkileşimin ortaya çıkmasında etkili oldu. Bu yeni dönem teknoloji sayesinde, televizyon
kişiselleştirilmiş, özgün bir hal almıştır. Kullanıcılar yayını istedikleri şekilde alabilme,
kendi kişisel televizyonlarını oluşturabilme olanağına sahip olmuştur. Etkileşim olgusu
ile birlikte pasif konumdaki “seyirciler” aktif birer “kullanıcı” halini almıştır. Etkileşimli televizyon, geleneksel televizyon yayıncılığının tek taraflı yayın prensibinin aksine iki yönlü
iletişim sağladığından etkileşim ihtiyacını da karşılar. Dijital yayınların getirdiği en önemli
yenilikler arasında, görüntü ve ses kalitesinin artmasıdır. Abone, sayısal yayınlarla HD hatta 3D yayın hizmeti alabilmektedir. (Ercingöz, 2008) İzleyicilerin etkileşimde bulunabildiği
bir diğer alan ise; reklam, tanıtım ve satış programlarıdır. İzleyici, bu programlar sayesinde,
ürünle ilgili fiyat, renk, ölçü gibi bilgilere ulaşabilmekte ve sadece kumandada ki tek bir tuş
ile satın alma işlemini gerçekleştirebilmektedir.
Geleneksel televizyonun seyircisine kattığı en önemli şeyin sosyalleşme olduğunu söylemek yanlış olmaz. Geleneksel televizyonu izlemek, tüm ailenin bir arada olduğu zaman
dilimi anlamına gelirdi. Yayının başlamasına az bir zaman kala tüm aile bireyleri aynı yerde toplanarak programın başlamasını beklerdi. Fakat etkileşimli televizyonda bireysellik
ön plandadır. İnternet üzerinden yayın yapan platformlarla abone istediği programı istediği yerde, istediği zaman izleyebilmektedir. Böylece geleneksel televizyonun yarattığı
sosyalleşme ortamı, etkileşimli televizyon yayınlarıyla ortadan kalkıyor ve kullanıcısını
bireyselleşiyor. Bu nedenle sayısal teknolojiler, geleneksel televizyonun yerini almaktansa, televizyonu yeni formlara girmeye zorlayacaktır. Televizyon endüstrisi içeriği izleyiciye
dayatmaktansa, izleyicinin talep ettiği içerik doğrultusunda kendisine çekmeye çalışmaktadır. (Timisi, 2003)
3.IPTV Teknolojisi
İletişim alanındaki gelişmeler, televizyon yayınlarının kitlelere ulaşma şekillerini de değiştirmiş ve yayıncılık sisteminde devrim yaratacak nitelikte bir teknolojiye geçilmiştir.
Televizyon donanımının teknolojik olarak ilerlemesiyle, etkileşimli televizyon tek yönlü
iletişim anlayışı yerine iki yönlü iletişim akışını da beraberinde getirmiş ve televizyon yayıncılığında yeni bir dönemin açılmasını sağlamıştır. Etkileşimliliğe izin veren yeni iletişim
teknolojileri telefon, internet ve televizyon teknolojilerini birleştirerek eşzamanlı olarak
tek kaynaktan tüm iletişim ihtiyaçlarının karşılanmasına olanak sağlamaktadır. Bu gelişmeler sonucu internet ve televizyon teknolojisinin ortak bir alt yapı çerçevesinde bulunduğu, internet sinyalleri üzerinden yapılan televizyon yayın sistemi gelişmeye başlamıştır.
(Kırbaş, 2008)
İnternet Protokol TV (IPTV); şifresiz ya da şifreli radyo, televizyon, veri kanallarının, kategorilendirilmiş sayısal video, ses ve veri içeriklerinin, grafiklerin, metinlerin, interaktif uygulamaların IP paketlerine dönüştürülerek geniş bant erişim teknolojileri aracılığıyla son
kullanıcılara ulaştırılmasıdır. İçerisinde operatör tabanlı ağlar ve açık internet ağlarının
da dahil olduğu pek çok farklı ağdan kullanıcıların erişimine imkan tanıyan bir televizyon
yayın türüdür. (Taşkın, 2008) IPTV’yi basitçe televizyon yayınlarının internet protokolü (IP)
üzerinden sunulması olarak da tanımlayabiliriz.
46
IPTV teknolojisi hem canlı televizyon yayını, hem banttan yayını hem de isteğe bağlı videoları (VoD- Video on Demand) içermektedir. Bu yayınlar, geniş bant internet bağlantısı sayesinde servis noktalarında, televizyona bağlı bir set üstü alıcı cihaz ile izlenebilmektedir.
3.1. Dünya’da IPTV Teknolojisi ve Gelişimi
Günümüzde artık televizyon yanlızca yayın seyredebildiğimiz ekran değil, internete bağlanabildiğimiz ve internette yapabildiğimiz her şeyi interaktif servisler sayesinde yapabildiğimiz bir mecra haline dönüşmektedir. İnteraktif servisleri sayesinde “izleyici” konumundaki bireyler kontrolü elinde tutan, içerikte söz sahibi olan aktif kullanıcılar haline gelir. Bu
gelişmeler ışığında IPTV teknolojisi 90’lı yılların ortalarında kullanılmaya başlandı.
İnternet üzerinden verilen ilk IPTV yayını 1994 yılında Amerika’da ABC (American Broadcasting Company) kanalı tarafından yayınlanan World News Now programıdır. 1995 yılında, Judith Estrin ve Bill Carrico tarafından Precept yazılımının kurulmasıyla IPTV terimi ilk
olarak ortaya çıkmıştır. İnternet Raidosu şirketi AudioNet Ocak 1998 de ilk sürekli IPTV
canlı yayını yapmaya başlamıştır. İngiltere’de Eylül 1999’da KIT (Kington Interactive Television) televizyonu IPTV ile birlikte VoD (Video on Demand) hizmeti vermeye başlamıştır.
KIT Dünya’ya IPTV ve IP VoD hizmetini ADSL üzerinden ilk tanıtan şirkettir. (Hart, 2004)
Dünya’daki iletişim ağlarının geniş bant teknolojileriyle donatılması ve yüksek hızda iletişime imkan sağlaması, geleneksel medya yerine etkileşimli televizyon yayınlarının tercih
edilmesine neden olmuştur. Modern toplularda giderek artan televizyon izleme alışkanlığı, kullanıcıların ihtiyaçları doğrultusunda yeni arayışlara sebep olmaktadır. Bu nedenle geleneksel televizyon izleme alışkanlıkları değişerek yerini kişisel, interaktif televizyon
yayıncılığına bırakmaya başlamıştır. 90’lı yıllarda kullanılmaya başlayan IPTV teknolojisi,
kullanılmaya başladığı günden bugüne oldukça gelişmiş, hizmet çeşitliliğini arttırmıştır.
İnternetin sağladığı tüm olanakları abonelerine sunmaya çalışan IPTV hizmeti, televizyon
yayınlarının yanı sıra internette gezinmeyi, alış veriş yapmayı, interaktiviteyi mümkün kılmıştır.
Oluşumu hali hazırda devam eden küresel IPTV pazarı her gün biraz daha büyümektedir.
Bu büyüklük Dünya üzerinde yer alan kıtalara göre değişiklikler göstermektedir. Çin, Fransa, ABD, Güney Kore ve Japonya gibi pazarlar hariç birçok ülkede IPTV başlangıç aşamasındadır. Genişbant büyüklükleri ve IPTV ile ilgili sayısal büyüklükler IPTV’nin gelişimi için
gereklidir. Dünya’da IPTV ilk 10 sıralaması aşağıdaki gibidir: (point-topic).
• Çin %28.1
• Fransa %13.8
• ABD %10.8
• G. Kore %6.9
• Japonya %4.4
• Rusya %2.6
• Almanya %2.4
• Hollanda % 1.5
• Belçika %1.4
• Tayvan % 1.2
IPTV yayın sistemleri ülkelerin kendi şartlarına, alt yapı olanaklarına bağlı olarak gelişmektedir. Sağlam ve gelişmiş bir geniş bant alt yapısı, alt yapının serbestleşmesi ve yasal
düzenlemeler IPTV yayınlarının gelişmesine olanak sağlar.
3.2. IPTV’nin Sunduğu Hizmetler
Günümüzde, telekomünikasyon hizmetlerini genişbant erişim platformları vasıtasıyla alan
kullanıcılar, ses ve veriyi çift yönlü olarak iletebilmektedir. IPTV vasıtasıyla yayınların etkileşimli olarak izlenebilmesi ve kişiye özel yayın özellikleri bu teknolojinin kullanıcısına
sunduğu en önemli özellikleri arasındadır. Genel olarak IPTV’nin özelliklerini sıralayacak
olursak;(Kırık: 2010)
- IPTV Yayıncılık Hizmetleri
- Geleneksel Yayıncılık (Lineer Kanal)
- Gecikmeli Yayın İzleme (Catch-Up TV)
- TV Yayınını Durdurma (Pause Live TV)
47
- Ücretli Kanal (PAY TV)
- Kirala İzle (İzledikçe Öde)
- İsteğe Bağlı Video (VoD- Seç İzle)
- Elektronik Program Rehberi
- Kişisel Program Kaydedici
- Kişisel Yayıncılık Hizmetleri
- Melez(Çevrim İçi ve Havadan) TV iletimi (Hybrid: ON line and Off-air TV)
- Çoklu Açılı İçerik (Lineer TV with Multi-View Service)
- İnteraktif Servisler
- Ebeveyn Kontrolü
- Görüntülü Arama ve Konferans
3.3.IPTV Bileşenleri
Televizyon yayıncılığı ve telekomünikasyon hizmetlerini bir araya getiren IPTV teknolojisi, sayısal televizyon hizmetleriyle kullanıcılara, IP (İnternet Protokolü) sinyalleri ve geniş bantlı bağlantılar üzerinden kaliteli hizmet sunmayı amaçlanmıştır. IPTV teknolojisi:
hizmet sunucular, kablo operatörleri, televizyon yayıncıları ve IPTV teknolojisine yönelik
donanım, yazılım üreticileri açısından çok büyük bir pazar oluşturmaktadır. Geleneksel iş
modellerinden uzaklaşan işletmeler abonelerini şebekelerine bağlı tutmak için video hizmetlerine daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Böylece ortaya bu alanda hizmet veren
ve bu alanda hizmet alan sektörler çıkmıştır. Aşağıda etkileşimli televizyon hizmeti sonrasında ortaya çıkan sektörler ve bu hizmetlere katkılarını göreceğiz. (Yıldız ve Günel, 2008)
3.3.1.İçerik sağlayıcısı açısından IPTV
IPTV içerik sağlayıcıları içeriğin sahibidir. İçeriği iletim hatları üzerinden, teyp ya da CD gibi
medya vasıtasıyla verirler. IPTV’nin en avantaj yarattığı kesimlerin başında içerik sahipleri
(Film şirketleri, İçerik üretici kişi ve kurumlar) gelir. İçerik sağlayıcıların kontrolleri sayesinde kullanım miktarları, kullanıcı geri bildirimleri anlık izlenebilmekte; korsan kullanım,
kayıt dışılık önlenerek vergi kayıpları ve haksız rekabet en aza inmektedir. Yayınları Set
Top Box(STB)’ler üzerinden kontrol edilebilmekte aynı zamanda içeriklerin içine gömülen
kullanıcılara özel sayısal filigran (digital waltermarking) sayesinde illegal kullanım engellenmektedir.
3.3.2.Şebeke Sağlayıcı Açısından IPTV
Şebeke sağlayıcı, içeriğin IP akışıyla hizmet sağlayıcıdan tüketiciye ulaştırılması işlevini
görür, sahip oldukları fiber kablo ya da mobil şebekeleri işletirler. İletim sistemi, yönetim
ve kalitesinden sorumludurlar. Bu tür işletmeciler genellikle perakende zincirleri, internet
portalleri, mobil sanal işletmeciler gibi firmalardan oluşur.
• IPTV abonelik ücretleri
• Talep üzerine içerik dağıtım ücretleri (Film, Müzik vs.)
• İnteraktif hizmetler (alışveriş, anket, oylama), IPTV üzerinden sağladıkları gelir kaynakları arasında yer alır.
3.3.3.Hizmet Sağlayıcı Açısından IPTV
Hizmet sağlayıcılar ise IPTV hizmeti sunar. IPTV akışını üretirler, içeriğin korunmasından
sorumludurlar ve hizmeti görünür hale getirip, yönetirler. Değişik ticari modeller oluştururlar. Yeni bir iş modeli olarak IPTV Telekom işletmeciliği ve yayıncılığı bir araya getirmektedir. IPTV’nin hizmet sağlayıcılara sunduğu avantajlar :
• İşletmeler için yeni bir gelir kapısıdır ve abone başına gelir artışı sağlar
• Başka bir IPTV hizmetleriyle ortak altyapıdan sunulduğu için maliyeti düşük, yeni bir
hizmet çeşididir
• Telefon, televizyon, internet hizmetlerinin bir arada sunulmasına imkan sağlar
• Kişiselleştirilmiş hizmet paketleri sunumunu mümkün kılar
• Bölgesel/Yerel yayın, reklam ve bilgilendirme imkanı sunar
• Tüketicilerin geri bildirimini doğrudan ve anında alabilmeyi sağlar.
3.3.4.Aboneler Açısından IPTV
Dijital yayıncılık sistemini kullanan aboneler, geleneksel televizyon yayınlarına ek olarak
özel kanallarla zenginleştirilmiş, canlı yayını durdurma, geri alma, tekrar izleme özellikleri gibi kontrolün tamamen kullanıcıda olduğu, seç İzle ve kirala izle servislerinin olduğu
48
etkileşimli yayıncılık hizmeti almaktadır. Etkileşimli televizyon yayıncılığının kullanıcıya
kazandırdığı avantajları sıralayacak olursak:
• Elektronik Program Rehberi (EPG) özelliğiyle istenilen kanal, yayın ve videoya anında ulaşılabilmesi,
• Seç izle özelliğiyle istenen içeriğin izlenebilmesi,
• Kişiselleştirilebilen yayınlar,
• Yüksek görüntü kalitesi HD ve 3D kalitesinde video yayınları
• Kişileştirilmiş hizmet sunumu
• Ebeveyn kontrolü
• İnteraktif servisler
• Oyun, alışveriş, anında geri-bildirim
• Arşivlenmiş video yayınları
Sayısal televizyon yayın sistemleri sayesinde abone aktif konuma geçerek, televizyon içeriklerini kendi beğenileri doğrultusunda belirliyor.
4. Türkiye’de IPTV Teknolojisi ve Tivibu
IPTV teknolojisi Dünya’da 2000’li yılların başında gelişmeye başlasa da Türkiye’de özellikle 2008 yılında çalışmalar başlamıştır. RTÜK IPTV konusunda yasal mevzuat çalışmasını
2010’un Temmuz ayında tamamlamış, IPTV platformunun işletmesiyle ilgili yönetmelik 17
Temmuz 2010’da Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye’de IPTV konusundaki çalışmalar ve yatırımlar Türk Telekom tarafından yapılmaktadır. Türkiye’de IPTV
teknolojisi TTNET bünyesinde bir buçuk yıllık bir deneme yayınından sonra Eylül 2010’da
yayına geçmiştir.
Türk Telekom alt yapısı ve geniş bant sistemini kullanarak IPTV hizmeti sunan Tivibu, Türkiye’de internet televizyon yayıncılığı yapan kuruluşlarından biridir. 2000’li yılların başında
alt yapısı oluşturulup temelleri atılmaya başlandı. Mart 2009 yılında test yayınlarına başlayan TTNET Tivibu, 24 Eylül 2010 tarihinde IPTivibu lisansı alarak yayına başlamıştır. Şubat
2011’de isim değiştirerek TivibuEV adını almıştır. İlk etapta İstanbul, Ankara ve İzmir’de
hizmet veren platform, Ocak 2011’den sonra yayınlarını Türkiye genelinde yapmaya başlamıştır. Tivibu hizmetinin bu kadar kademeli olarak hizmete sunulmasının en büyük nedenini alt yapı geliştirmelerine bağlayabiliriz. 2010 yılında hizmet vermeye başlayan Tivibu
teknolojisinin şu anda 350 bin abonesi, 1 Milyonu aşkın izleyicisi vardır. (Gözüm, 2008)
Tivibu, televizyon (Lineer Kanallar) seçeneğinin yanı sıra seç izle ve tekrar izle servislerinden oluşmaktadır. Seç izle servisi ise; Seç İzle Film, Belgesel, Dizi, Çocuk, Yaşam & Eğlence
ve Müzik kategorilerden oluşmaktadır. Abonelik sistemine dayalı olan yayında, aboneler
belli bir pakete abone olup yayın hizmeti alır. Yayınların internet aracılığıyla yapılması
abonelerin internet ortamındaki sınırsız içeriğe ulaşılabilecekleri anlamına gelmez. Aboneler, Tivibu’da daha önceden belirlenmiş ve lisans hakkı alınmış içerikleri izleyebilmektedir. Tivibu’ya abone olmak için TTNET internet aboneliği ve internet bağlantı hızının 7
Mbit’in üzerinde olması gerekmektedir. TivibuEv, kullanıcıya yayın aktarmak için internet
kotasını değil internet bağlantısını kullanmaktadır. IPTV teknoloji ile aboneler sadece arşivlenmiş videoları değil, etkileşimli televizyonculuk hizmeti de alır. İnternet yayıncılığında
“4 ekran Tivibu” sloganıyla yola çıkan Tivibu, televizyon yayıncılığının yanında bilgisayarda,
cepde, iPad ve hibrit kutularda hizmet vermektedir.
- Tivibu Ev
- Tivibu WEB
- Tivibu CEP
- Tivibu SmartTV
İnternet bağlantısı ve IPTV alıcısı kullanılarak hizmet veren, abonelik sistemi üzerine kurulu olan Tivibu servisleri; TivibuEv, televizyon üzerinden; TivibuWeb, bilgisayar üzerinden;
TivibuCep, cep telefonlarından ya da tablet üzerinden; Tivibu SmartTV ise akıllı televizyon
uygulamalarından izlenebilir.
Tivibu servisleri arasında en çok abone sayısına sahip olan TivibuEv platformudur. TivibuEv’in diğer Tivibu servislerinden farkı ise doğrudan televizyon üzerinden izlenebilir olması, HD ve 3D yayın yapabilmesidir. Abonelik sistemi üzerine kurulu olan Tivibu’da EV ve
49
WEBTV’de Maxi paket, Sinema, Dizi, Belgesel ve Full paketler bulunmaktadır. Kullanıcılar
belirli bir ücret karşılığında bu paketlerden istediğine abone alabilirler. Tivibu servislerindeki kanal sayılarına baktığımızda ise, TivibuEv’de 207 kanal, TivibuWEB’de 147 kanal, TivibuCep’te 94 kanal, TivibuSmartTV’de ise 70 kanal yayındadır. İnternetin geniş bant ağlarını
kullanarak yayın sunan Tivibu, IP hizmetinde belirli bir hizmet ve servis kalitesi garantisi
vermektedir.
4.1.Tivibu’nun Özellikleri
Tekrar İzle: Televizyon kanallarında yer alan yerli dizi, eğlence, yarışma, spor ve haber programlarını arşive alarak yayınlanma tarihlerinden sonraki 1 hafta boyunca sisteminde kayıtlı tutan Tivibu servisidir.
Durdur İzle: Canlı televizyon yayınını 90 dakikaya kadar durdurabilme ve abonenin istediği
zaman, programı durdurduğu yerden izlemeye devam etmesini sağlayan servistir.
Geri Al İzle: Abonenin izlemeye başladığı programı 90 dakikaya kadar geri alıp, devam eden
televizyon programını izleme imkanı sunan servistir.
Seç İzle: Yerli ve yabancı filmler, popüler diziler, çocuk, müzik, belgesel, yaşam & eğlence
gibi içeriklerden oluşan abonenin istediği zaman ücretsiz olarak izleyebileceği Tivibu servisidir.
Kirala İzle: Filmlerin yapım yıllarına göre ücretlendirildiği, satın alınan filmin iki gün boyunca ücretsiz izlenebileceği Tivibu servisidir. Filmler yapım yıllarına göre: 1.25, 3.25, 5.25
olarak ücretlendirilmiştir.
İnteraktif servisler: İnternet üzerinden yapılabilen her şeyin bu servisle IPTV üzerinden de
yapılabilmesidir. Çift yönlü iletişimle; abone güncel finans ve hava durumu bilgilerine ulaşabilir, yemek siparişi verebilir, televizyon üzerinden diğer Tivibu Ev kullanıcılarıyla mesajlaşabilir. Kullanıcı interaktif servisler sayesinde televizyonla etkileşim içindedir.
Sosyal Tivi: Abone televizyon üzerinden Tivibu Ev kullanan diğer kullanıcıya ulaşabilir, televizyon üzerinden mesajlaşabilir, film ya da program önerebilir. (Tivibu.com)
4.2. Türkiye’de Yayın Yapan Sayısal Platformlar
Gelişen internet teknolojisi ve internet hızıyla birlikte kullanıcıların internetten beklentileri de artmıştır. İnternet hızındaki bu değişim, son yıllarda özellikle paylaşım sitelerinin
çok hızlı bir şekilde büyümesine ve kullanıcılar arasındaki etkileşimin yüksek boyutlara
ulaşmasına sebep olmuştur. Teknolojideki bu inanılmaz artış ve kullanıcıların bu alana
ilgililerinin attığını ve ilerde de artacağını anlayan kişiler internet üzerinden yayın yapan
şirketler kurmaya devam etmiştir. (Gözüm, 2008)
Televizyon yayıncılığındaki bu yeni gelişmeleri gören şirket ve firmalar sayısal televizyon
yayıncılığı yönünde adımlar atmaya başladı. Türkiye’de Tivibu dışında sayısal televizyon
yayıncılık hizmeti sunan diğer kuruluşlar ise;
• Digitürk IQ
• D Smart Blu
• Turkcell TV+
• Tele Dünya
• TYVO
Şu an Türkiye’de uydu platformu: Digiturk, D-Smart; kablo platformu: Türksat, Teledünya;
IP platformu: Tivibu ve Turkcel TV+ olmak üzere değişik platformlardan sayısal yayıncılık
verilmektedir. Ayrıca çeşitli WEBTV ve Mobil TV uygulamalarıyla da internet üzerinden yayınlar vermektedir.
Türkiye’de dijital yayın yapan platformlar Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından düzenlemelere tabi olur.
Televizyon yayınlarında ve izleme alışkanlıklarında köklü değişiklikler meydana getiren
yeni teknolojiler, televizyon yayıncılığında çift yönlü etkileşimin ortaya çıkmasında etkili
50
olmuştur. Sayısal yayıncılık, internet teknolojisiyle bir araya geldiğinde, televizyonun izleyiciye sunduğu imkanlar da genişlemiştir. Bu nedenle sayısal teknolojiler, televizyonun
yerini almaktansa, televizyonu yeni formlara girmeye zorlayacaktır. Televizyon endüstrisi,
içeriği izleyiciye dayatmaktansa, izleyicinin talep ettiği içerik doğrultusunda kendisine çekmeye çalışacaktır. Tüm bu gelişmeler göz önüne alındığında, yeni teknolojilerin televizyonu destekleyici yönde rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu gelişmeler ve yeniliklerle amaçlanan televizyon yayınlarını ortadan kaldırmak değil, teknik özelliklerle donatılmış, kullanıcı
dostu yeni yayın sistemleri ortaya çıkarmaktır.
Sonuç
Son yıllarda yaşanan teknolojik gelişmelerle birlikte internet kullanımı da oldukça yaygınlaşmıştır. İnternete erişim hızının artmasıyla kullanıcılar, interneti birçok alanda hizmet
almak için kullanırken, özellikle radyo, televizyon gibi yayıncılık işlemleri de bu durumdan
oldukça etkilenmiştir. Bu gelişmeler sonucu, televizyon yayıncılığı ve telekomünikasyon
hizmetlerini bir araya getiren yeni bir teknoloji doğmuştur. İletişim alanındaki gelişmeler,
televizyon yayınlarının kitlelere ulaşma şekillerini de değiştirmiş ve yayıncılık sisteminde
devrim yaratacak nitelikte bir teknolojiye geçilmiştir. Bu teknoloji ile sayısal televizyon hizmetleri oluşmuş, abonelere IP (İnternet Protokolü) ile geniş bant ağları üzerinden hizmet
sunulmaya başlanmıştır. IPTV adı verilen bu teknoloji ile geleneksel televizyon yayınları
hizmetinden farklı olarak, genişbant IP şebekesi üzerinden, yüksek kaliteli, etkileşimli, kullanıcıya göre değişen hizmetlerin sunulabildiği servisler oluşmuştur. İnternet üzerinden
yapılan yayınlarla, televizyon etkileşimli hale gelmiştir. Televizyonun etkileşimli hale gelmesiyle yayıncılık alanında büyük değişimler yaşanmıştır.
Yeni iletişim teknolojilerinin her geçen gün hayatımızın içinde daha fazla yer alması toplumsal yaşamımızı etkilemektedir. İletişim teknolojilerinin geldiği noktada kullanıcılar,
sunulan bilgiyi sadece alan değil, bilgiyi özgürce yönetip etkileşimli olarak ondan faydalanabilen bir yapıdadır. Kullanıcı beklentileri ve televizyon bu süreçte değişim ve gelişim yaşamıştır. Bu gelişimin temelinde ise IPTV platformunun sağladığı avantajlar yer almaktadır.
Televizyonun vazgeçilmez öğesi olan izleyici de bu dönüşümün etkisi altında kalmıştır. Bu
da etkileşimli ortamlara katılan bireyin, iletişim süreci üzerindeki tepkilerini anlamamıza
yardımcı olmaktadır. Yayıncılık sistemlerinin gelişmesiyle birlikte izleyicilerin televizyondan beklentileri de değişiklik göstermeye başlamıştır. İzleyiciler artık akışa konan programı
izlemek yerine, kendi tercihlerine göre içerikleri tercih etmektedir. Etkileşimli televizyon
yayınlarıyla birlikte kullanıcı pasif konumdan aktif bir konuma geçmiştir. Yeni yayın teknolojileriyle birlikte zaman ve mekan kavramının ortadan kalkmıştır. Kullanıcı tercih ettiği
yayınları 4 farklı ekrandan, zaman ve mekan kısıtlaması olmadan izleme olanağına sahip
olmuştur.
Diyebiliriz ki yaşanan gelişmeler sonrasında hem yayın teknikleri hem de izleyici alışkanlıkları büyük bir değişim yaşanmıştır. Televizyon yayınlarında ve televizyon izleme alışkanlıklarında köklü değişiklikler meydana getiren etkileşimli teknolojiler, yayıncılığın çift
yönlü yapılmasına olanak sağlamıştır. Bu yeni teknolojilerle geleneksel televizyon algısı
tamamen değişmiştir. Böylece televizyon kişiselleştirilmiş ve özgün bir hal almıştır. Çalışmanın sonucunda elde edilen bulgular neticesinde; bilinirliğini ve abone sayısını her
geçen gün arttıran dijital yayın sitemlerinin, izleyicinin televizyon izleme alışkanlıklarında
değişim meydana getirdiğini ve geleceğin tercih edilen yayın sistemi olacağı kanısına varabiliriz. Toplumsal ve bireysel ilişkileri de oldukça etkileyen yeni yayın teknikleri, kullanıcılarını yüz yüze sosyalleşmeden uzaklaştırırken, sosyal medya üzerinden sanal ilişkiler
meydana getirerek, kullanıcılarını bireyselleştirir.
Kaynakça
• Aktaş, C. (2014) QR kod ve İletişim Teknolojisinin Hibritleşmesi, İstanbul: Kalkedon Yayınları, s. 50-65.
• Aziz, A. (1981) Radyo ve Televizyona Giriş, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınları, s. 14.
• Barutçugil, İ. (2002) Bilgi Yönetimi, İstanbul: Kariyer Yayıncılık,s. 21.
• Binark, M. (2007) Yeni Medya Çalışmaları, s. 21.
51
• Ercingöz, N. (2008) Sayısal Dönüşüm, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık, Ankara: RTÜK,
s.213.
• Gözüm, S. (2008) Sayısal Dönüşüm, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık, Ankara: RTÜK, s.79.
•Hart, J. (2004) Technology, Television and Competition- The Politics of Digital TV, New
York: Cmbridge University Press,s. 10.
• McQuail, D. & Windahl, S. (2005). İletişim Modelleri: Kitle İletişim Çalışmalarında (çev)
Konca Yumlu. Ankara: İmge Kitabevi.
• Kırbaş, C. (2008) Sayısal Dönüşüm, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık, Ankara: RTÜK, s.
133.
• Kırık, A. (2010) Etkileşimli Televizyon, İstanbul: Anahtar Kitaplar, s.65.
• Serim, Ö. (2007) Türk Televizyon Tarihi 1952-2006, İstanbul: Epsilon Yayınları, s. 24.
• Taşkın, C. (2008) IPTV Mimarisi ve Servisleri, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık, Ankara:
RTÜK, s.42.
• Yıldız, M. ve Günel, C. (2008) İnternet Hizmeti Olarak IPTV, Birey Eksenli İnteraktif Yayıncılık IPTV, Ankara: RTÜK, s.149.
• http://point-topic.com/free-analysis/global-iptv-subscriber-numbers-q2-2013/
(Erişim Tarihi: 20.03.2015)
• http://www.tivibu.com.tr/ (Erişim Tarihi: 03.03.2015)
52
21. YÜZYILDA TÜRK SINEMASI’NDA TÜRK TOPLUMUNUN
DEĞIŞIMININ ERKEK KARAKTERLER ÜZERINDEN YANSIMASI
Yrd. Doç. Dr. Can Diker
Özet: Kent yaşamı, küreselleşme politikaları, ekonomik değişiklikler, sınıf kavramı, yabancılaşma ve bireyselleşme kavramları; insanların hayatına giren yeni unsurlar olarak toplumların bireylerini değişime uğratmaktadır. Geleneksel yapılı toplumun aile bağlarının ve
kurallarının bu insanların değişim sürecindeki sabit veya çok zor değişen etmenler olduğu
görülmektedir. Ancak toplumun geleneksel yapısı, küreselleşmenin dinamikleri karşısında durmaktadır. Bu durum sonucunda, ataerkil toplumun erkek bireyleri modern düzen
ve geleneksellikler arasında çelişkilere sürüklenmiş olup, bu değişimin belirtileri ulusal
ve uluslararası alanlarda destek bulmuş ve/veya ödül almış Türk sinemasında ve yönetmenlerinde görülebilmektedir. Özellikle geleneksel – modern çatışmasının oldukça sık
görüldüğü 2000’li yıllarda bu çatışmanın izlerinin sinema filmlerine yansıması sonucunda,
Türkiye’deki ataerkil toplum yapısının sorgulanabilir bir konuma geldiği ve anlamını yitirdiğine dair izlekler bulunmaktadır. Bu değişim, toplumun erkek bireylerinin geleneksel
anlamdaki kültürel yapısını aşındırmaktadır. Kendilerine ataerkil toplumda layık görülen
‘aile reisi’, ‘erkeklik’, ‘sorumlu erkek’ gibi kavramları ve sıfatları hak edebilmek için çabalayan toplumun erkek bireyler, yeni düzene karşı bir takım kazanımlar elde etmek için yola
çıkmış olsalar da, toplumun diğer bireylerine ve kendilerine – kent ortamında kapitalist
düzenin sınıf farkları dolayısıyla – yabancılaşarak, küreselleşen dünyanın neoliberal politikalarının istediği yönde bir kültüre adapte olmak zorunda bırakılmışlardır. Böylece de
geleneksel toplum yapısından uzaklaşmışlardır. Bu durum, 2000’li yıllarda Türkiye’de bazı
yönetmenlerin sinemasının içerik bazında, özellikle erkek karakterler üzerindeki esas değişim sürecini oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Türk Sineması, ataerkil yapı, neoliberalizm, traditionalism, modernity
THE REFLECTION OF ALTERATION OF THE TURKISH SOCIETY
OVER MALE CHARACTERS IN 21ST CENTURY TURKISH FILMS
Abstract: Urban life, globalization policies, economic changes, class conflicts, alienization
and individualization concepts are the new facts that come into life of society, which can
change individuals. In traditional societies it can be observed that family ties and its codes
are the stable or hardly changing factors in an individual’s life. But these traditional values
are against of globalization dynamics. In this case, paternalistic society’s male individuals
have fell into contradiction between modern order and traditional society, which can be
seen in Turkish films which have been awarded or funded in national or international film
festivals. It can also be observed that between those conflicts, paternalistic society structure had become in a questionable position. This change had corroded the cultural structure of traditional society. In paternalistic society, the terms like ‘manhood’ ‘responsible
man’ have become vanished and male characters have become alienated from themselves
and from other individuals of the society, which leads them into adapt themselves into
the culture of neoliberal politics, which is called modernity. Therefore, society’s leading
individuals, who are male characters in paternalistic society, have been estranged from
traditional society structure. This situation has caused main content change of some films
in Turkish cinema, especially on male characters in 2000s.
Keywords: Turkish cinema, paternalistic society, neoliberalism, traditionalism, modernity
53
Giriş
21. yüzyıl başında Türkiye, küreselleşmenin özgürce yaşandığı, coğrafi açıdan da stratejik
bir konumda olan bir ülke olarak dünyada yer bulmaktadır. Halbuki, bu tarihten 30-40 yıl
öncesine kadar yani 1980’ler öncesinde küresel güçler, Türkiye’nin ulusal yapısının içinde
aktif bir biçimde yer alamamaktaydı. O dönemde kırsal bölgelerden kentlere göç olgusu
ise değişen ekonomik yapının bir zorunluluğu idi. Geleneksel yapı, karşısında modern değerleri benimsemeye çalışan devlet politikasıyla çatışıyordu. Türkiye’nin yaşadığı bu sosyolojik olgular, 1980’li yılların Türk sinemasında göç probleminin aktarılmasını sağlarken,
gelenekselliğin giderek zayıfladığı bir zaman dilimi olan 2000’lerde ise Türk filmlerinin anlatı yapısının erkek karakterler bakımından içeriklerinin sosyal sınıflara nasıl yansıdığı, bu
çalışma kapsamında ele alınacak ve örnek filmlerin söylem analizi yapılarak irdelenecektir.
Küreselleşme, Neoliberal Politikalar ve Türkiye
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasının ardından Atatürk, emperyalist güçlerin
Anadolu’dan çekilmesini sağladıktan ve yeni Türk devletinin ilanından sonra Türkiye’deki siyasal ve toplumsal sistemin bir bütün olarak değişmesinin, cahillik, dini dogmalar,
kadın – erkek eşitsizliği gibi sorunların çözümüne yönelik büyük bir adım olacağını düşünmüştür. Bernard Lewis, yeni kurulan Türk devletinin yönetimi için iki temel güç olduğunu belirtmektedir. Bunlar askeri zaferler sayesinde destek bulmuş ve halkçı tutumlarıyla
benimsenmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi, diğer tarafta ise Müslüman kimliğini ön plana
çıkaran eski saltanat yanlılarıdır (Lewis, 1991). Atatürk, halifeliğin kaldırılmasını ve laiklik
unsurunun getirilmesini bu güçler ayrılığını fark ettikten sonra gerçekleştirmiştir. Halifeliğin kalkmasından sonra ise, halkçı tutum ve askeri başarı arasında da benzer bir çatışma
olmamasını sağlamak adına asker kimliğinin bırakılması halinde siyasetçi kimliğinin olabileceğini söylemiş ve genelkurmay başkanlığını başbakanlığa bağlayarak, askeri gücün
sivil toplumun kontrolünde olmasını sağlamıştır. Bunun sebebi Lerner’e göre Atatürk’ün
Türk milletinin kurtuluşunun daha fazla savaşarak değil, bilimsel ve ekonomik gelişmeler
sayesinde olabileceğini düşünmesinden ileri gelmektedir (Lerner, 1964). Atatürk, bunun
gerçekleşmesi için de Batı medeniyetini Türkiye için bir örnek teşkil etmesini amaçlamaktadır. Ancak “Biz garp medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak
gördüklerimizi kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz.” (İnan, 1984, s. 183) sözüyle aslında amacının bir Batı taklitçiliği ya da
emperyalist güçlerin himayesine girmek olmadığı görülmektedir. Çağdaşlaşma, Batı’nın
sadece teknik yönünün alınması demek değil, aynı zamanda fikir ve yaşam biçiminin de
benimsenebilmesidir ve Batı dünyası ile bütünleşebilmektir. Bu durum, ikinci dünya savaşından sonra yaşanan post sömürgecilik anlayışı ile karıştırılmamalıdır.
1945 yılından itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’yi Sovyetler Birliği’ne karşı
destekleme kararı sonucunda gelişen Türkiye – ABD ilişkileri, Marshall Planı ile giderek birbirine entegre hale gelmeye başladı. 1948 yılında 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ülkelerinin komünizme kaymaması için tasarlanan bu plan, en başta Türkiye’yi kapsamıyordu
ve Türkiye’nin doğrudan ABD’ye başvurusu ile tekrar düşünülüp kabul edilmişti. Bu ekonomik işbirliğinin kapsamında çeşitli olarak hibeler, ödünç para, teknik ve dolaylı yardımlar
bulunmaktadır. Dünyada 2. Dünya Savaşı’nın yıkımına uğramış bir çok devlet, ABD’nin yardım paketlerini kabul ederek kendilerini ABD’ye bağlı kılmışlardır (Ertem, 2009).
SSCB’nin dağılmasının ardından komünizmin kapitalizm tarafından yenildiği söylenmiş ve
kapitalizmin küreselleşmesi başlanmıştır. Bu politikalar, 1980 darbesinin ardından Türkiye’de de yankı bulmuş, Reagan ve Thatcher’ın ekonomik politikası olan neoliberalizm ile
desteklenmiştir. Küreselleşmenin özünde ilkesel olarak olumsuz bir şey olmasa da, bunu
sadece kendi çıkarları için kullanan bir takım küresel güçler ortaya çıkmıştır.
Küreselleşmeyle Türkiye pazarına bir çok yabancı marka ve ürün girmiş, var olan pazar
dağılımını bir anda değişimini sağlamış ve yerel üreticiyi zor durumda bırakmıştır. Ardından uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar sayesinde, rekabeti artıracağı vaadiyle
özelleştirmeler yapılmış ve kamuya ait olan sanayiler, fabrikalar, kurum ve kuruluşlar yerli ve yabancı firmalara satılıp özelleştirilerek, devletin üretimde sahip olduğu olanakları
azaltmış ve sosyal devlet alanındaki yetki gücünü bir anlamda kısıtlamıştır. Neoliberal
politikalarla, sistem olumlaması yapıldığı görülmektedir. Buna göre sistemin başarıya
ulaşmasında bir sıkıntı yoktur, sorun başarıya nasıl ulaşılacağını bilemeyen bireylerdedir.
54
Halbuki küresel sermayeyi veya ailesinin ekonomik gücünü arkasına alan girişimcilerin
liberal pazarda başarıya ulaşması çok daha kolaydır. Bu yanlış bilincin oluşturulması ise
kitle iletişim araçları sayesinde olmaktadır (Yılmaz & Ergüder, 2010) Neoliberal sistemde
bireyselliğin ön planda tutulması, toplumsal örgütlerin oluşumlarını engellemektedir; bireylerin üzerinde toplumun veya toplumsal sorunların önemi kalmamıştır. Bu da, bir sınıfa
ve bir gruba bağlı olmayan bireyi ortaya çıkarmış ve öne atmıştır (Çakır, 1987). Böylelikle
modernitenin yarattığı neoliberal düzen, en nihayetinde beraberinde insanların birbirlerine yabancılaşmasını ve bireyselleşmelerini getirmiştir.
Yabancılaşma sürecinin neoliberal politikalarla bireyselleşmeye doğru kayması sonucunda özellikle büyük kentlerde insanlar birbirlerine karşı ilgisiz bir konuma gelmişler, yabancılaşmışlar ve hayatın her alanında birbirleriyle sürekli bir rekabet içinde yaşamaya
başlamışlardır. Bireylerin, kendi kişisel özellikleri ve yetenekleri de bu rekabette pastanın
daha büyük dilimini almaya yönelik çabalara katılınca, kendi kimlikleri özünde yok olmakta
ve üretim sürecinde kendisine yer bulamayan bireyin tüketimi artmakta ve aynı oranda da
çevresine ve diğer insanlara karşı yabancılaşma hissiyatı duymaktadır (Mills, 1956).
Türkiye Sineması’nın Dönüşümü
Toplumun birbirine yabancılaşması durumu, Türkiye’nin sinema sektörünün de tema kaynağı olmuştur. Özellikle 2000’li yıllarda çekilen filmlerde bireylerin içinde bulunduğu durum görülmektedir. Bilindiği gibi sinema, önemli bir iletişim aracı ve kültürel olgu olarak
betimlenmiş, uluslararası erkler tarafından dünyaya kültür ihracı yapacak şekilde pazarlanmaya başlanmıştır. 20. yüzyıl boyunca Hollywood sinemasının dünyaya ihraç edilen en
büyük sinema pazarı olması, kendine pazarda başka rakip olmaması yönündeki girişimleri
ve tüm dünyada 2000’lere doğru sinemanın giderek büyüyen bir endüstri haline gelmesi
sayesinde sinema sanatı, siyasal, ekonomik, ideolojik ve kültürel koşulların etkisi altında
üretilmeye başlanmıştır. Böylelikle film yapımının yanı sıra yerel ile küresel dağıtım süreci
de oldukça önemli hale gelmiştir. Kısaca Türk Sineması’nın ekonomik tarihine bakmakta
fayda vardır.
Türk Sineması’nda gerçekleştirilen ilk yapım faaliyetleri, ordunun sinemacılık kolu olan ve
1915 kurulan Merkez Ordu Sinema Dairesi tarafından yürütülmüştür. 1922 yılında Kemal
Film’in kurulmasının ardından yapım faaliyetleri özel şirketlere geçmiş ve resmi kurumların etkisi giderek azalmıştır (Özön, 2010). 1940’lı yıllarda Türk sinemasını korumaya yönelik
bazı adımlar atılmıştır. Böylelikle Türk sinemasında “Altın Çağ” olarak nitelendirilen 19601975 döneminin temelleri atılmıştır. 1950 yılında sinema sektöründe var olan sermaye
birikimi, artan film talebini karşılamada eksik kalmış ve yapımcılar ile yönetmenler ortak
projelere yönelmişlerdir (Scognamillo, 2003).
1967 yılında renkli filme geçişle film yapım maliyeti artmış, 1968 yılında yayına başlayan
televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte Türkiye’de sinema ucuz eğlence aracı olarak görülmemeye başlanmıştır. Böylelikle Altın Çağ’ın sonu gelmiştir. 1970’lerde enflasyon artışı,
renkli film maliyetleri, televizyonun halkın yeni eğlence aracı olması ve siyasal tartışma
ortamlarının gerginlikleri, seyircileri sinemadan uzaklaştırmıştır. Bu durumun sonunda
sinema sektöründe işsizlik artmış, maliyetler yüzünden gelirler düşmüştür (Esen, 2000,
s. 35). Ordunun 1980 yılında yönetime el koymasıyla birlikte film yapım sayısı oldukça
düşmüş, filmlerde konu değişiklikleri gözlenmiştir. 1980’li yılların başında yapım, dağıtım
ve gösterim süreçlerinin değişmesi yönünde bir talep olmuş, Türkiye’de videokaset pazarı
ilgi görmeye başlamıştır.
Türkiye’deki neoliberal politikalar sayesinde Amerikan yapım ve dağıtım firmaları sinema
ve video sektöründe kendisini göstermeye başlamış ve 1989’da pazarda etkin bir konuma
gelmiştir. 1987’de Warner Bros. Video pazarına sonra 1989’da ise sinema filmi dağıtımına
girmiştir. Yine 1989’da Universal, Paramount, Touchstone Pictures, United International
Press (UIP) videokaset ve film pazarına girmiştir. Amerikan film şirketleri, dağıtım alanını
daha karlı bulmuş ve sermaye akışını kontrol etmeye başlayıp, Türk filmlerinin gösterime
girecek sinema salonu bulamamalarına sebebiyet vermişlerdir. Dolayısıyla 1989 yılında
sinema sektörü yabancı hakimiyetine girmiş ve Türk filmleri Amerikan film şirketlerinin
dağıtım ağına girebilmek için uğraş vermek zorunda kalmışlardır; aksi takdirde Türk filmleri
gösterim şansı bulamamıştır (Ulusay, 2004; Dorsay, 2004:12).
55
Bu olumsuz duruma karşın yapımcılar farklı finansal kaynaklara yönelmiştir. 1990’ların başında reklam sektöründe olan bazı yönetmenler yapımcı kimliğiyle sinema alanına yönelmiştir. Yavuz Turgul, Osman Sınav, Ömer Vargı ve Sinan Çetin gibi yapımcı-yönetmenler,
reklam sektöründe elde ettikleri gelirleri sinema filmlerine aktarmışlardır. Bu durumun
sonunda Türk sineması sermaye eksikliği ile 2000’li yıllara girmiş ve yeni kaynak arayışlarına bu dönemde devam edilmiştir.
Türkiye’de, 1990’lardan sonra kişilerin kısıtlı bütçe ve kendi girişimleriyle film yapmaları,
auteur sinema oluşumlarını da beraberinde getirmiştir. Dönemin öne çıkan yönetmenleri
Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Semih Kaplanoğlu ve
Ferzan Özpetek gibi yönetmenler kendi biçimsel anlatılarını oluşturmaya çalışmışlar ve
yaptıkları sinema sanatı için ekonomik destek aramaya girişmişlerdir. Festivallerden alınan
ödüllerin her zaman garantisi olmamakla birlikte, bir filmin en önemli finans kaynağını
oluşturmaktadır. Bunun dışında yönetmenler kendi kaynaklarını kendileri bulmak zorundadırlar (Arslan, 2011). Bu yönetmenler, Hollywood tarzı anaakım film yapımını tercih etmek
yerine, toplumun iç göç sorunlarını, yabancılaşmayı ve neoliberal politikalar karşısında
geleneksel değerlerin değişimlerini filmlerinin temalarında bulundurmuşlardır.
Türk sinemasının 2000’li yıllarda finansal sorunlarını çözmek üzere birçok farklı yol denediği görülmektedir. Finansal kaynaklar genellikle yapımcıların öz kaynakları olmuş, eğer ilk
film değilse bir önceki filmden elde edilen hasılat, televizyon satışı gelirleri, Kültür Bakanlığı ve Eurimages gibi kurum ve kuruluşların verdiği destek, DVD satışlarından elde edilen
gelir bunlar arasında sayılmıştır. Bu dönemde, 2005 yılından sonra bazı dağıtım şirketleri,
filmin yapım aşamasında olmasına rağmen filmin yapımına destek olarak, yapım ve dağıtım süreçlerinin bütünleşmesini sağlamış ve bu da Türk Sinemasının tekrar artmasını
sağlayacak yönde bir olumlu gelişme olmuştur (Arslan, 2011).
1980 öncesine kadar televizyon ve videokaset piyasasının etkisinin olmadığı veya az olduğu dönemlerde Türk sineması ulusal sınırları içerisinde rağbet görmüş ve çeşitli yasalarla
koruma altına alınmıştır. Ancak 1980 öncesi televizyonun popülerliğinin artması, 1980 yılı
askeri darbesi ve sansür gibi unsurlar yüzünden ekonomik anlamda Türk sineması endüstrisi çarkını döndürememiş ve 1990’ların başında Amerikan film dağıtım şirketlerinin
de Türkiye pazarına girmesiyle, durma noktasına gelmiştir. Eurimages, Kültür Bakanlığı
Sinema fonu ve bağımsız fonlar sayesinde alternatif ekonomik yöntemlerle ayakta durmayı
başaran Türk sineması, 2000’lerin başında anlatı yapısı ister popüler kültüre yönelik, ister
sanat filmlerine yönelik olsun; yabancılaşma ve göç temalarıyla birlikte, göç sonrası ikinci
kuşak erkek karakterlerin başrolünü oynadığı hikayelerle izleyicilerin karşısına çıkmaktadır.
Türk Sinemasının Erkek Karakterleri ve Değişimleri
1950 sonrası izlenen liberal ekonomi politikası ile sanayiler büyük şehirlere ve civarlarına
kurulmuş, bu da göç eden nüfusun belli şehirlere yığılmasına yol açmıştır. Bu politika doğrultusunda halk arasında yaygın olan “İstanbul’un taşı toprağı altındır” benzeri deyişlerle
kent yaşamı gün geçtikçe özenilen bir yaşam tarzı haline gelmiştir. Ancak sanayileşmenin,
kentleşmeye nazaran daha yavaş artması, kırsal kesimde zaten var olan işsizlik sorununu kentlere getirmiştir. Bununla birlikte, “kent köylüleri” ve yarı kentleşme gibi deyişlerin
ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ancak, göç edenlerin açısından bakıldığında var olan
durumlarında az da olsa bir gelişme vardır ve daha da iyiye gitmektedir: en azından bir iş
bulma ihtimalleri vardır.
Kitleler halinde yapılan göç, gurbetçilik kavramını değiştirmiştir. Gurbette olma hissiyatı,
göç eden bireylerin birlikte hareket ederek toplanıp var olan gelenek ve görenekleri beraberinde kente aktardıkları için kısmen azalmış, aynı zamanda dışarıdan gelecek geleneksel
karşıtı moderniteye kendilerini kısmen kapatmışlardır. Ancak göçle birlikte, özellikle ikinci
kuşaktan sonra değer yargıları, aile ilişkileri, tüketim tarzı gibi konularda büyük farklılıklar
görülmektedir. Bu da iç göç ve ardından gelen kentleşmenin bir sonucudur. Lümpen Proletarya, Kırsal Yoksul, Şehirli Muhafazakar Orta Sınıf, Geleneksel Orta, Yeni Orta, Varsıl Elit
sınıfları, küreselleşmenin Türkiye’de kendisini göstermesinden sonra önceki dönemlerde
oluşan iç göç ve kentleşme sorunlarıyla birleşmesiyle şehir hayatında oluşmuş veya başka
bir deyişle yeniden adlandırılmış ve sınırları yeni kavramlara göre belirlenmiş yeni sınıflardır (Meisel, 1962; Şimşek, 2005; Kozanoğlu, 1993).
Kırsal Yoksul, köyünde kalmayı tercih eden insanları genellikle bünyesinde barındırırken,
56
Şehirli Muhafazakar Orta Sınıf; çeşitli nedenlerle göç edip, kent yaşamına kültürel, ekonomik ve eğitimsel anlamda uyum sağlayamamasından dolayı var olan geleneksel değerlerini korumak üzere köy yaşamını kente getiren bireylerden oluşmaktadır. Fakat zaman
içerisinde, kuşak farklılıkları da ele alındığında, Yeni Orta ve Geleneksel Orta sınıfları da alt
sınıflardan ihtiyaca göre kendi sınıf kontenjanlarını artırarak ve alt-orta sınıflara iş imkanı
sağlayıp, ekonomik olarak rahatlatarak ve bireyin biraz daha kendisini düşünmesini sağlamakta, eğitim hayatına ve kişisel gelişimine de bir anlamda destek olmaktadır.
Türk sinemasında ise, 1960’lar boyunca 1950’li yıllarda göç eden bireylerin hayatlarına ve
kent yaşamına uyumlarına dair sorunları anlatan filmler yapılmıştır. 1980 darbesinin ardından Türkiye’de görülmeye başlanan küreselleşme destekli neoliberal politikalar, “beyaz
yakalılar” diye bilinen bilgi işçilerinin sınıfı olan “Yeni Orta Sınıf” kavramının da Türkiye’ye
gelmesini sağlamıştır. Tüketim üzerine kurulu olan neoliberal politikalar, Yeni Orta Sınıf’ın
tüketim ürünlerine ulaşımı diğer aşağı sınıflara nazaran daha kolay olması ve alt sınıflar
için de farklı tüketim ürünlerinin yaratılması sayesinde, şehir içerisinde farklı kültürel tabakaların belirginleşmesine (giyim, kuşam, yemek kültürü, müzik, kişisel eğitim ihtiyaçları
vb.) ve daha net çizgilerle birbirinden ayrılmasına yardımcı olmuştur (Şimşek, 2005).
1990’larda bu ayrımı Yavuz Turgul’un çektiği ve Türk Sinemasında bir kilometre taşı olarak
kabul edilen “Eşkıya” filmi, 1960’lardan bu yana hapishanede kalmış ve toplumsal gelişmeleri yakından takip edememiş eski bir dağ eşkıyasının İstanbul’a gelip yaşanılan gelişmeleri şaşkınlıkla izlemesi ve “şehir eşkıyası” ile karşılaşması, Türk Sinemasının 1960’lardan
1990’lara geçişi sürecini genel anlamda incelemekte ve buna uyum sağlayamamış birisinin
yaşadığı zorlukları da alt metin olarak anlatmaktadır (Esen, 2000). Bu noktadan hareketle, bu çalışma erkek karakterler üzerinden sosyal sınıfların özelliklerinin sinemaya nasıl
yansıdığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu amaca ulaşmak için 2000’ler sonrasında
yapılan Takva, Yumurta, Recep İvedik ve Issız Adam filmlerindeki erkek karakterlerin yapı
ve özellikleri incelenmiştir.
2000’lerde ise Türk Sinemasında artık bu uyum süreci tamamlanmış gözükmekte, orta, alt
ve üst sınıflar aynı şehirlerde kendi mahallelerinde, birbirlerinden kopuk bir biçimde, sadece kendi bulundukları sınıf içerisinde yaşama isteğine uygun biçimde şehri şekillendirmişlerdir. Bu dönemdeki Türk sinemasında köyden kente göç eden bu kuşağın çocuklarını
beyazperdede görmek mümkündür. Bu bireylerin ortak yanları, kente göre uyum sağlayıp
sağlayamamaları olmuştur. Kentin sağladığı avantajlardan faydalanmak isteyen fakat hem
kentin acımasızlığı hem de bireyin kendi içinde yaşadığı çatışmalar, geleneksel yapının
hakim olduğu toplumumuzda erkek karakterleri etkilemiştir.
Örneğin, Özer Kızıltan’ın 2006 yılı yapımı Takva filminde, 30 yıla yakın bir süredir İstanbullu olan Muharrem karakteri, kent ve onun sunduğu dünyevi işlerin uzağında kalmak için
Allah inancıyla yıllarca dayanmış, evlenmeyi dahi reddetmiştir. Fakat, sıkça gittiği dergahın
şeyhi, onun bu saf kalmış duygularını fark ederek, kendi dergahı uğruna kullanmaya karar
verip Muharrem’i ikna etmesiyle, bir anda o güne kadar görmediği veya görmekten kaçındığı birçok dünyevi gerçekle yüz yüze kalır ve bu ani farkındalık Muharrem’in filmin sonunda çıldırmasına sebep olur. Çünkü Muharrem için dünyevi işler, kötü yola çıkmaktadır.
Kendisi, dini hayat ile yaşayıp, ibadet edip inanarak ahirete ulaşacağını düşünmektedir.
Fakat dünyevi işlere kendisini kaptıran dergah yüzünden, istemediği fani dünya işlerine
bulaşır ve “şeytan ya bizsek” diyerek günah işlediğini fark etmiş ve arada kalmıştır. Bu da,
muhafazakar kesimin ahiret inancı sayesinde dünyevi işlere pek bulaşmak istemediğini
göstermektedir. Eğer dünyevi işlere bulaşmak zorunlu ise, bu işleri dini bütün birilerine
güvenip, onun önderliğinde halledebileceklerini düşünmektedirler. Birey yoktur, yabancılaşma vardır. Böylelikle bu kitleler, birkaç kişinin önderliğinde dünya üzerinde yol almaktadır. Bu tabloda muhafazakar bir erkeğe düşen görev ise, iyi bir mümin olmak, ailesine
bakabilecek kadar para kazanmak ve bağlı olduğu cemaatin isteklerine uymaktır. Kadının
görevi ise eşine bakmak, ev işlerini halletmek ve çocukları büyütmektir. Geleneksel yaşam
tarzı, Takva filminde oldukça etkin bir şekilde görülmektedir. Muharrem karakteri ise, değişen dünyanın değerlerinin kendi saf inançlarıyla taban tabana çatışmasından ötürü bu
dünyanın düzenine ayak uyduramamıştır.
Semih Kaplanoğlu’nun yönetmenliğini yaptığı 2007 yılı yapımı Yumurta filminde ise, ana
karakter olan Yusuf, kasaba ve şehir hayatı arasında yaşadığı sıkışmışlık yüzünden kendini
bir yere ait hissedememektedir. Gittiği Tire ise yıllardan beri hep aynı kalmıştır; herhangi
57
bir gelişme olmaksızın tıpkı eskisi gibi geleneksel kültüre dayalı hayat devam etmektedir.
Yusuf’un, küçüklüğünü geçirdiği doğal ortamları da ister istemez araması ve şehir ortamında karşısına çıkabileceklerin onu köydeki kadar tatmin edemeyecek olması, şehir içinde
yaşanan yapaylık, sonunda yabancılaşma ve mutsuzluk olgularını Yusuf’un hayatına sokar.
Bu noktada Yusuf karakterinin köyünden çekip gitmesi ve İstanbul’da kendine ait yeni bir
hayat kurması hayaliyle yola çıkıp her şeyin istenilen şekilde gitmediğini fark etmekteyiz.
Yusuf, Takva filmindeki ana karakter olan Muharrem’in aksine kent hayatının içine bilerek
ve bizzat girmiş, fakat belki yeterince mücadele edemediğinden veya mücadele etse dahi
elinden bu kadar geldiğinden dolayı, yazdığı şiir kitabı küçük bir ödül alarak unutulmaya
yüz tutmuş, bunun üzerine de kentin ekonomik gerçekleriyle baş edebilmek için kendine ait
bir sahaf dükkânı açarak hayata tutunmaya çalışmıştır. Filmin ilk sahnelerinde de görüldüğü üzere, onca yıllık kent yaşamı Yusuf’u tam bir kentli konumuna sokamamıştır. Yusuf’un
modern dünyada kendisine bir yer bulamadıktan sonra geleneksel dünyaya dönüşü filmin
temasını oluşturmaktadır. Her ne kadar Yusuf özüne dönse de, film boyunca izleyiciye aktardığı hissizlik duygusu, onda kent hayatının bir yarası olarak da düşünülebilir. Yusuf,
köy hayatından şehir hayatına geçtikten sonra bir yabancılaşma yaşamıştır. Sahip olduğu
sahaf dükkânını kendi dünyası olarak algılayıp, geçimini sağlamak üzere şiir yazmayı bırakarak küçük çapta esnaflığa soyunması da küresel politikaların toplumun en büyüğünden
en küçüğüne kadar herkesi etkilediğini ve artık maddiyatı düşünmeleri gerektiğini göstermektedir. Yine de, şehir ortamında bir dükkâna sahip olabilmek için belirli bir maddiyat
gerekmektedir böylece Yusuf, köyündeki yoksul ortamın aksine, şehirde iyi kötü belirli bir
kazanç elde etmiş ve kendi dükkânını açabilmiştir. Yusuf, hiçbir yere ait olamadığından
dolayı – ne şehre ne de kasabaya aittir – sürekli bir arayış içerisindedir.
Togan Gökbakar’ın 2008 yılı yapımı Recep İvedik filminde ise, sahip olduğu değerleri sonuna kadar korumaya kararlı, fakat yeri geldiğinde kendi gelenek ve göreneklerine zarar
vermeyecek şekilde de değişime açık, ekonomik veya sınıf kaygısı olmadan yaşayan, fiziksel gücü ön planda tutup batı odaklı modernlikten uzak duran bir erkek karakter görülmektedir. Neoliberal politikalar gereği, parası olanın birçok şeye sahip olduğu 21. yüzyılda,
Recep İvedik karakteri, rolü gereği bu hiyerarşinin en tepesine dahi meydan okumakta ve
kendi yaşam tarzını – her ne kadar toplumun üst kesimleri küçümsüyor olsa da – göstermektedir. Kendisi de Kars doğumlu olup, ailesinin göç etmesinden dolayı izleyicinin bilemediği bir takım sorunlar yaşamış olan Recep’in, bu özelliklerinden dolayı da lümpen sınıfın bir temsilcisi olmak durumunda kaldığı görülmektedir. Kent hayatıyla tüm benliğiyle
‘kente karşı’ savaşan Recep, toplumda hemen hemen benzer konumda olan birçok kesimin
beğenisini ve ilgisini toplamasını bu özelliğine borçlu olduğu söylenebilir. Kent dinamikleriyle baş edemeyen insanlar, bir komedi filmi gereği de olsa bütün bu tabuları yıkan adama
bir ilgi duymaktadırlar. Recep, kendisine benzetebileceği, modern olmayan fakat geleneğe
de aykırı yapıya sahip bireyleri lümpen sınıfa koymakta, Sibel gibi beğendiği birisini ise
kendisinden üst sınıfta görüp modernliği, geleneksel olmayan bir şekilde yaşayabilmesi
sayesinde de onu Varsıl Elit sınıfına dahil edecektir. Geleneksel hayatı yaşayıp, modern olmayan bir yapıya sahip bireyler ise, Recep’in etrafında o güne kadar sıradan hayat yaşayan
bireylerdir. Recep İvedik filminde, Lümpen Proleterya’nın modernitesinin yarattığı Varsıl
Elit sınıfa karşı olan cesareti vurgulanmaktadır.
Çağan Irmak’ın 2008 yapımı Issız Adam filmindeki ana erkek karakter olan Alper ise toplumda, yine bir sıkışmışlık örneği sergilemektedir. Fakat diğer örneklem filmlerindeki ana
karakter rollerinden farklı olarak kendine ait, yeni oluşan bir sınıfın temsilcisi olma konumunda bulunmaktadır. Alper, hem geleneksel olmayan hem de modern olmayan hayatı
bir arada yaşamaktadır ve bu da yeni orta sınıfı temsil etmektedir. Geleneksel ve Modern
hayatlar arasındaki çelişkiyi gören Alper, durumu fark etmekte fakat yeterince iyi anlatamamaktadır. Alper’in annesine “zor be anne... çok zor” diyerek kendi içinde yaşadığı sıkıntıları çok da iyi anlatamadığını görmekteyiz. Tarsus’taki toprağın satımıyla kent ortamında
gerekli ekonomik düzeyi sağlayıp, bu parayı tüketmek yerine üretime dayalı bir restorana
dönüştürme sonucunda, kapital süreç Alper’in lehine işlemeye başlamıştır. Fakat, bu süreç
maddi açıdan herhangi bir eksiklik sağlamazken, geleneksel köklere hâlâ ailesi sebebiyle
bağlı olan Alper, hem bunu sevmemekte hem de bundan vazgeçememektedir. Alper’in en
büyük korkularından biri olan yalnızlık ile tercih ettiği ıssızlık arasında fark bulunmaktadır.
Issızlık, Alper’in kendi seçimiyken; hayatına kısa süreli insanları sokması, ailesine karşı
uzaktan sevgi göstermesi örnek gösterilebilir. Yalnızlık ise, sevgilisi Ada ile ayrılmasından
sonra düştüğü hissiyatın ardından, kendisine doğum günü sürprizi yapmak üzere saklanan
58
iş arkadaşlarını görememesi sonucu Alper, bir anlığına toptan terk edilmişlik tedirginliğine
kapılmıştır. Bu hissiyatla birlikte, aslında Alper karakterinin toptan terkedilmiş birisinin yaşadığı yalnızlığı aslında istemediği fark edilmektedir. Dolayısıyla, Yeni Orta Sınıf insanları,
neoliberal politikalar bazında bireyleri daha da bireyselleştirip, iş arkadaşlıkları gibi çıkar
ilişkilerine muhtaç tutarken, duygusal ilişkileri ve aile bağlarını olabildiğince uzak tutmaya
yönelik bir davranış tutumunu gerçekleştirmektedirler. Örneğin, Alper’in annesinin yaşadığı geleneksel aile hayatı, modern olmayan öğelerle geleneksel hayatın birleşimidir. Şehir hayatı ise, Modern hayat ile geleneksel olmayan hayatın doğurduğu bir sonuçtur. Yeni
Orta Sınıf’ın 90’lı yılların başından itibaren yaşadığı aşırı bireyselleşme, yabancılaşma ve
iş yaşamında başarı gibi temel özellikleri Alper’de de görülmektedir. Yeni Orta Sınıf insanlarının yaşadığı çıkar ilişkileriyle özel ilişkiler arasındaki bu samimiyet farklılığın en büyük
nedenlerinden birisinin duygusal bağların, bireyin rekabet düzeyine zarar vereceğine dair
olan korku olduğu konusu ise, tartışmaya açıktır.
Sonuç Yerine
2000’li yıllarda Türk sinemasında erkek karakter betimlemeleri, geleneksel toplumda
“öncü” konumunda olan erkeklerin, dünyada ve Türkiye’deki ekonomik ve kültürel değişimler sonrası hem toplumla, hem de kendi kendileriyle olan sınavlarını yansıtmaktadır. Toplumsal değişim sonucunda farklılaşan sınıfları temsil eden erkek karakterlerden kimisinin
kendi ailesinin kimliğini eskisi kadar benimsemediğini (Issız Adam), kimisinin bu kimliğe
sonuna kadar sahip çıkıp geleneksel bir yaşam tarzı sürdürmeye çalıştığını (Recep İvedik),
kimisinin daha kent hayatını kaldıracak kadar gücü olmadığı zaman köyüne ve özüne geri
dönmek zorunda kaldığını (Yumurta), kimisinin de olabildiğince bu tarz dünyevi işlerin
peşini bırakıp dinine, Tanrı ya ve onun sevgisi ile korkusuna kendini adadığı (Takva) görülmektedir.
Kapitalist düzenin son aşaması neoliberalizmle birlikte kentleşmenin hızlanması, geleneksel değerlerden kopuş, modern dünyaya ayak uyduramama gibi olguların artarda gelmesi
sonunda ataerkil toplum yapısının çözülmesi hızla gerçekleşmektedir. Değişen ekonomik
dengeler, bağımlılıkların geleneksel yapıdaki aile hayatından modern anlamdaki iş hayatına kaymasına sebep olmaktadır. Ataerkil yapıdaki toplumda erkeğin rolü ise, kadının değişen toplumsal dinamikler karşısında ekonomik özgürlüğünü kazanabiliyor olmasıyla birlikte aynı kalmamaktadır. Böylelikle toplumun erkek bireyleri, yeni düzene alışamamasından
ve ait olamamasından ötürü kafa karışıklığı yaşamaktadırlar denilebilir.
Toplumun çeşitli kesimlerinden oluşan filmlerin başrol oyuncuları olan erkek karakterler, aileleri dolayısıyla benzer kültürel, ekonomik ve sosyal ortamlarda yetişmişlerdir. En
önemli ortak noktaları ise taşradan kent yaşamına, gelenekselden moderne, alt sınıftan
üst sınıfa eklemlenmeye çalışan karakterlerdir. Karakterlerin bu süreç içinde arada kalmışlıkları, her bir film karakterinin aslında birbiriyle ne kadar benzer olduğunu göstermektedir. Kent yaşamı, küreselleşme politikaları, ekonomik değişiklikler, sınıf kavramı ve
bireyselleşme etkisi bu insanların hayatına giren yeni unsurlar olmuş ve bireyleri değişime
uğratmıştır. Aile bağlarının ve geleneksel yapılı toplumun ise bu insanların değişim sürecindeki sabit veya çok zor değişen değerleri olduğu görülmüştür. Bu durum sonucunda,
toplumun erkek bireyleri bir takım çelişkilere sürüklenmiştir. Kendilerinden üstü kapalı
istenen geleneksel beklentileri karşılayamayan (iyi bir evlilik yapmak, iyi para kazanmak,
ailesine bakabilmek vb.) bu erkek karakterler, yaşadıkları arada kalmışlık hissiyle de kendilerine yabancılaşarak kendi özlerini benimseyememişlerdir. Böylelikle, toplumdaki erkek
karakterler geleneksel olmayan rollere bürünerek ekonomik anlamda sınıflara bölünüp anlık yaşamaya başlamışlar ve kendi kültürel yapılarının aşınmalarına sebebiyet vermişlerdir.
Bu değişimin, bireylerin benzerliklerini aşındırıp, birbirlerine ve kendilerine sınıf farkları
dolayısıyla yabancılaşmasını sağlaması, 2000’li yılların Türkiye’sinin, Türk sinemasının ve
sinemanın erkek karakterlerinin esas değişim sürecini oluşturmuştur.
Kaynakça
• Özön, N. (2010). Türk Sineması Tarihi (1896-1960) (3. Baskı ed.). İstanbul: Doruk Yayınevi.
• Arslan, E. (2011). 2000’li Yıllar Öncesi ve Sonrasında Türk Sineması’nda Kullanılan Yapım
Kaynaklarının Değerlendirilmesi. (25), 17-32.
• Dorsay, A. (2004). Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları - Türk Sineması 1990-2004.
İstanbul: Remzi Kitabevi.
59
• Ertem, B. (2009). Türkiye - ABD İlişkilerinde Truman Doktrini ve Marshall Planı. Balıkesir
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 12 (21), 377-397.
• Esen, Ş. (2000). 80’ler Türkiye’sinde Sinema (2. Baskı ed.). İstanbul: Beta Yayınevi.
• İnan, A. (1984). Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
• Kozanoğlu, H. (1993). Yuppieler, Prensler ve Bizim Kuşak. İstanbul: İletişim Yayınları.
• Lerner, D. (1964). The Passing of Traditional Society: Modernizing the Middle East. London: The Free Press of Glencoe.
• Lewis, B. (1991). Modern Türkiye’nin Doğuşu. (M. Kıratlı, Trans.) Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
• Meisel, J. (1962). The Myth of Ruling Class: Gaetano Mosca and Elite. Michigan: University of Michigan Press.
• Mills, C. W. (1956). The Power Elite. New York: Oxford Press.
• Scognamillo, G. (2003). Türk Sinema Tarihi (2. Baskı ed.). İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
• Şimşek, A. (2005). Yeni Orta Sınıf. İstanbul: L&M Yayıncılık.
• Ulusay, N. (2004). Globalization and National Film Industries: The Turkish Case. Boğaziçi
Journal , 18 (1-2), 107-119.
• Yılmaz, K., & Ergüder, B. (2010). Neoliberal Dönüşüm Sürecinde Emek-Sermaye ve Merkez-Çevre Karşıtlığında Gündemi Okumak. In A. Pınar, A. H. Köse, & N. Falay (Eds.), Kriz ve
Maliye Düşüncesinde Değişim (pp. 441-470). İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı.
60
GÜNDEM BELİRLEME KURAMI ÇERÇEVESİNDE
SİYASAL KARAR VERME SÜRECİNE SOSYAL MEDYA ETKİSİNİN
İNCELENMESİ
Çetin KILIÇ
Özet: Sosyal medya, kendisinden önce var olan ve bugün geleneksel medya olarak adlandırdığımız medya uygulamalarına nazaran, etkileşimli, katılımcılığını kolaylaştıran ve
medya içerik alıcısını, içerik üreticisi noktasına taşıyan yönleri nedeniyle, izleme/dinleme/
okuma bakımından kullanım tercihi giderek artan bir medya alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyal medya günlük yaşantımızdaki etkisi nedeniyle, sosyalleşme sürecimizi
belirleme rolünü ele alabilmekte, geleneksel medya gibi, kültürel, sosyal ve politik tercihlerimizi de biçimlendirici bir nitelik taşımaktadır. Geleneksel medya gibi gündem belirleyici bir nitelik gösteren sosyal medyanın, gündemi belirleme ektisinin hangi düzeyde
olduğu, politik tercihlerimizi doğrudan etkileme gücüne sahip olup olmadığı ise birçok
bakımdan ilgi konusu olmaktadır. İletişim kuramlarında ele alınan gündem belirleme tezinin, geleneksel medyada olduğu üzere, yeni medya ortamlarında da aynı şekilde çalışıp
çalışmadığı, politik davranışların incelenmesi üzerinden kamuoyunun sosyal medyada
üretilip üretilmediği sorunsalını araştırmak günümüz medya alımlama ortamında dikkat
çeken başlıklardan biridir.
Bu bakımdan araştırma konusunun temel amacını; Türkiye’de, bireyin sosyal medya kullanım örüntülerini incelemek ve sosyal medyanın seçmenin siyasal karar verme sürecinde
davranışlarına olan etkilerini ‘Gündem Belirleme Yaklaşımı’ çerçevesinde ortaya koymak
oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Gündem Belirleme Kuramı, Sosyal Medya, Seçmen Davranışı
RESEARCH OF THE SOCIAL MEDIA EFFECTS TO THE POLITICAL
DECISION MAKING PROCESS WITHIN THE FRAME OF AGENTA
SETTING THEORY
Abstract: Social media, unlike the existing traditional media appeals to be more interactive, facilitating the participation and media content receiver, because of the aspects bearing on the content producer point of watching / listening / reading in terms make it the
most user preferred, it emerges as progressivley growing media field. Due to the impact
of social media on daily life, it takes in hand the role of socialization process, unlike traditional media, carries importance on cultural, social, political preference. Interest still remains, traditional media, social media shows the same importance on media agenda-setting, and its first- hand influences on political preferences. As in communication theory,
the traditional media, and agenda setting principles and to see new media environment
functions. Research on forming public opinion, through social media and observation of
political behavior are important topics in today’s media.
The aspect of the thesis and main purpose of the research project ; In Turkey, examining
the individual use of the social media, impact on their behavioral patterns and the effects
on the voters’ political decision making , analyzing it through the theory of the ‘ Agenda
Setting Approach’.
Key Words: Agenda Setting Theory, Social Media, Voter Behavior
61
Giriş
Kitle iletişim alanında yapılan çalışmaların büyük bir kısmı, etki konusu üzerine odaklanmıştır. Medyanın etki araştırmaları tarihsel olarak üç dönem altında incelenmekte ve ilk
dönemde, kitle iletişim araçlarının güçlü etkileri, ikinci dönemde sınırlı etkiler ve son olarak da üçüncü dönemde yine güçlü etkiler üzerine yoğunlaşıldığı görülmektedir. Üçüncü
dönemde öne çıkan modellerden birisi de ‘Gündem Belirleme Modeli’dir. Gündem belirleme modeli, kitle iletişim araçlarının haberdar etme ve bilgilendirme boyutlarını göz önüne
almış ve daha çok öğrenme konusuyla ilgilenmiştir.
Gündem belirleme modeli; bireylerin birtakım konuların görece önemini, o konuya kitle
iletişim araçlarının verdikleri önem doğrultusunda öğrendikleri varsayımına dayanmaktadır. Gündem belirleme modelinin temel düşüncesini ise “medya ne düşüneceğimizi
söylemede başarılı olmayabilir ancak ne hakkında düşüneceğimizi söylemede son derece
başarılıdır” görüşü oluşturmaktadır. Gündem belirleme modeli; bir süreç olarak medya
gündemi, kamu gündemi ve siyasal gündem arasındaki ilişki üzerine odaklanmakta ve söz
konusu bu gündemlerin birbirlerini ne şekilde etkilediğini ortaya koymaya çalışmaktadır.
İnsan yaşamının birçok alanına etki eden ve farklı şekillerde kullanım yeri bulan yeni iletişim teknolojileri ve bu teknoloji içerisinde önemli bir yere sahip olan sosyal medya platformları ile insanlar düşüncelerini/fikirlerini açık bir şekilde ifade edebilme olanağı bulmakta, istedikleri birçok şeyi diğer kişilerle anında paylaşabilmektedirler. Bununla birlikte
dünyada ve içerisinde bulunduğu ülkede neler yaşandığını sadece izlemekle kalmayıp bu
ortamlarda gösterdikleri tepkilerle de kendi düşünceleriyle olayların içerisinde yaşamaya
ve olaylara yön vermeye çalışmaktadırlar. Gittikçe karmaşık bir yapıya dönüşen toplumsal
meselelerin incelenmesinde yeni iletişim teknolojileri, dikkate alınması gereken önemli
bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yeni bir kavram olarak gündemde yer bulduğu gibi, insanlara çeşitli sorunlar ve olaylar
karşısında örgütlenebilme ve birlikte hareket etme olanağı sunması ve bu örgütlü hareketlerin dünya gündeminde önemli bir yer tutmasıyla, sosyal medyanın gündem belirlemede
de etkin olabileceği görülebilmektedir. Dünyada “Wall street’i işgal et” ve “Arap baharı” gibi
sosyal olayları, Türkiye’de ise “Gezi olayları” en bilinen örnekleridir.
Bu araştırmanın temel amacı, kamuoyu oluşturma etkisi bakımından sosyal medya ve geleneksel medyayı karşılaştırarak, geleneksel medya için temel teşkil eden “gündem belirleme” tezinin geçerliliğini incelemektir. Araştırma konusunun tartışma olarak işlenen konusu
ele alındığında sosyal medyanın içerik aktarımına bağlı olarak kamunun gündeminin nasıl belirlendiği, bundan hareketle de kamuoyunun biçimlenmesinde ne oranda etki ettiği
sorgulanmaktadır. Geleneksel medya için altı çizilen “medyanın gündemi kamuoyunun
gündemidir” yaklaşımının test edildiği çalışmada; çevrimiçi (online) ankete katılanlara hayatlarını doğrudan ilgilendiren bir konuda, siyasal karar verme davranışlarına sosyal medyanın ne düzeyde etki ettiği incelenmiştir.
Araştırma ile yalnızca sosyal medyanın politik gündemi belirleme açısından yeteneği incelenmekle kalmamış, aynı zamanda politik davranışları yönlendirme açısından sosyal medyanın gücü de incelenmiştir ve tartışılmıştır.
1. Gündem Belirleme Yaklaşımı
İletişim alanındaki bilimsel araştırmaların artmasıyla birlikte kitle iletişim araçlarının toplum üzerinde dolaylı ve uzun dönemli etkileri olduğunu ileri süren çeşitli yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Medyanın toplum üzerine farklı şekillerde oluşan etkilerini açık bir şekilde
ortaya koyan bu yaklaşımlardan birisi de ‘Gündem Belirleme Yaklaşımı’dır (Atabek, 1997,
s.155). Gündem belirleme yaklaşımı da kitle iletişim araçlarının etkileri üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu yaklaşım kitle iletişim araçlarının toplumun gündemini belirleme etkisi
üzerinde durmaktadır. Bu etkinin ortaya çıkması ve topluma nüfuz etme süreci ise gündem
konusunun önemine, toplumun söz konusu gündem konusuyla ilişkisine, gündem konusunun toplumdaki mevcut güç alanlarıyla ilişkilendirilmesine vb. çeşitli dinamiklere bağlı
olarak işlemektedir.
62
Kitle iletişim araçları gündem belirleme yaklaşımına göre, toplumun gündemini oluşturması istenilen birtakım konuları izleyici/kullanıcı kitlelere aktararak onların ilgisini kısa
sürede o konuya çekerler. İzleyici/kullanıcı kitlelerin konuya yeterince ilgi göstermesi durumunda da toplumda kısa süre içerisinde o konuyla alakalı birtakım kanaatler ortaya çıkmakta ve o kanaatler doğrultusunda da bir kamuoyu oluştuğu gözlenmektedir (Güngör,
2013, s.114).
1972 yılında McCombs ve Shaw tarafından geliştirilen gündem belirleme kuramı, kitle
iletişim araçlarının haberleri sunuş tarzı yoluyla bazı konulara ağırlık vererek, toplumun
gündemini oluşturduğu görüşüne dayanmaktadır. Bu kurama göre, kitle iletişim araçları,
bilgilerin ve haberlerin önem sıralamasını kendisi belirleyerek, toplumun neyi ne kadar bilmesi gerektiğine onlar adına karar vermektedir. Kitle iletişim araçları tarafından gündeme
alınarak verilen haberler önemli olarak algılanmakta diğer konularsa önemsiz kabul edilmektedir. Kitle iletişim araçlarının bu denli gündemi belirleyebilmesinin temelindeyse;
insanların yaşamlarında kendilerine bir dayanak araması yatmaktadır (Temizel, http://www.
iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/831348063296.pdf, 12.01.2014, s.143).
Medya ne düşüneceğimizi söylemede başarılı olmayabilir fakat ne hakkında düşünmemiz
gerektiğini söylemede son derece başarılıdır, görüşü gündem belirleme yaklaşımının esas
düşüncesini yansıtmaktadır. Ancak son dönemlerdeki gündem belirleme araştırmalarında,
medyanın nasıl düşüneceğimize de etkisi olduğu vurgulanmaktadır. Gündem belirleme;
medya, kamu ve siyasal gündem arasındaki ilişkiden oluşan bir aşama olarak değerlendirilmekte ve gündemlerin birbirleriyle etkileşim içinde olduğu belirtilmektedir (Terkan,
http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler.pdf, 12.01.2014, s.563).
1.1 Medya Gündemi
Medya gündemi; belirli bir zaman diliminde medyada yer alan olaylar ve sorunlar listesi
olarak ifade edilebilir. Medyanın gündem belirleme görevi üzerine birçok araştırma yapılmıştır. Yapılan bu araştırmalarda, medyanın bir takım konuları gündeme getirerek, hangi
konuların önemli olduğu konusunda bir çerçeve çizdiği üzerinde durulmaktadır. (Terkan,
http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/ makaleler.pdf, 12.01.2014, s.563) Rogers ve
Dearing medya gündemini “kitle iletişim araçlarının içeriğinin önceliği olan konu ve olaylara yönelttiği dikkat” olarak tanımlamaktadır (McQuail ve Windahl, 2005, s.136).
Medyaya eleştirel yaklaşımın öncülerinden olan Edward S. Herman ve Noam Chomsky’e
göre, medya çağımızda devlet iktidarının ve seçkinlerin ihtiyaçlarını karşılayan bir propaganda aracı olarak işlev görmektedir. Gerçekliğin çarpıtılarak sunulması ve bazı gerçeklerin
gizlenirken bazılarının öne çıkartılması, seçkinlerin gündeminin toplumun gündemi haline
getirilmesi ve seçkinlerin politika hedefleri doğrultusunda toplumun siyasi kampanyalarla
yönlendirilmesi bu ihtiyaçlar arasındadır (s.21-22).
Gündem Belirleme Kuramı kapsamında medya gündemi iki açıdan sorgulanmaktadır; ilki
medya gündeminin nasıl oluştuğu, ikincisi ise medya gündeminin nasıl ölçüldüğüdür.
Yüksel’e göre, gündem belirleme süreci, “Medya Gündemi araştırmalarının esas konusu,
yaşanan pek çok olay arasından haber haline gelenlerin medya tarafından nasıl seçildiği,
haberlerin nasıl üretildiği ve medya içeriğinde nasıl sunulduğu sorularından oluşan haber
üretim sürecinin incelenmesidir” şeklinde ilerlemektedir.
1.2. Siyasal Gündem
Siyasal gündem toplumsal konu ve olayların, hükümet organları, seçilmişler ve kanun koyucular nezdinde yer alan listesi şeklinde ifade edilebilir (Turam, 1994, s.27). Demokratik
toplumlarda kamuoyuyla siyasetçilerin kararları ve eylemleri arasında doğrudan bir ilişki olduğu kabul edilir. Siyaset gündeminin belirlenmesi alanında çalışmalar yapan bilim
adamları, kamuoyu oluşturan bireyler için önem taşıyan gündem unsurlarının siyasetçiler
içinde önemli olup olmadığını anlamaya çalışmışlardır. Hükümetlerin gündeminde ele
alınmayı bekleyen pek çok sorun mevcuttur. Ancak bu sorunlardan sadece bir kısmı siyaset
gündemine taşınabilirler. Sorunların önemliliğinin sıralamasında etkili olan birçok unsur
vardır. Bu unsurlar arasında çıkar grupları, kitle iletişim araçları, bilimsel veriler ve ekonomik kriz sayılabilir (Atabek, 1997, s.167-168).
Siyasal gündem üzerinde etkili olan unsurlardan biri de medyadır (Terkan, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/ makaleler.pdf, 12.01.2014,s. 566). Medyada yayınlanan ileti-
63
ler bireylerin anlam dünyasını yeniden şekillendirmekte ve yorumlamaktadır. Bu yorumlama ve şekillendirme bireyler ve toplumla sınırlı kalmayıp siyasi yapı içerisinde etkin bir
konumda bulunan siyasi liderlerin ve seçilmiş hükümetlerin politikalarını da kapsamaktadır. (Aslan, http://www.ilefarsiv.com/id/yazi_8.html, 25.04.2014) Medya ve siyaset arasında
oldukça güçlü ilişkiler bulunmaktadır. Medya tarafından sürekli gündeme getirilen bir konu
siyasal gündemi etkileyebilmektedir. Siyasetçiler, medyanın kamuoyu üzerindeki etkilerini
görmezden gelemeyecekleri ve yapmış oldukları çalışmaların medyada yer almasını isteyeceklerinden dolayı, medyayla çok sıkı ilişkiler içerisine girmektedirler (Terkan, http://www.
sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/ makaleler.pdf, 12.01.2014, s.566).
1.3. Kamuoyu Gündemi
Kamu gündemi; medyanın bir takım konulara dikkat çekmesi ve bireylerin de hangi konuların önemli olduğunu medyadan öğrenerek, gündemlerini ona göre belirledikleri savına
dayanmaktadır. Lippmann’ın; kafamızdaki resimler tanımlamasında, Cohen’in; medyanın
bireylere ne hakkında düşünmeleri gerektiğini söylemedeki etkisini vurgulamasında, ilk
sistematik gündem belirleme çalışması olan McCombs ve Shaw’ın; Chapel Hill araştırmalarında da, bu iki gündem arasındaki ilişki değişik açılardan vurgulanmak istenmiştir
(Dearing ve Rogers, 1996, s.40).
McCombs ve Shaw bu araştırmanın sonunda elde edilen bulguların, seçmenlerin kitle
iletişim araçlarının bir işlevi olarak gündem belirlemeyi öne sürecek biçimde, medyanın
neyin önemli olduğuna dair karmaşık tanımlamasını paylaşma eğiliminde olduğunu ifade
etmişlerdir.
Medya, bazı konuları daha fazla vurgulamış ve böylece bu konuları seçmenlerin yargı ve
beklentilerinde daha dikkat çekici hale getirerek dolaylı olarak etkisini göstermiştir (Terkan, 2005, s.65-66).
Medyanın gündem belirleme işlevi haber aracının türü, konuların niteliği ve yapısı, izleyicilerin demografik özellikleri, kişilerarası iletişimin varlığı ve zaman gibi değişkenler tarafından etkilenmektedir (İrvan, 1997, s.89).
Kamu gündemi araştırmalarında dikkati çeken bir araştırma biçimi de ampirik çalışmalardır. Ampirik çalışmalarda esas olan, konular hakkındaki kamu gündeminin etkileşimlerini
test etmek için laboratuvar şartlarında bazı deneylerin gerçekleştirilmesidir. Bu deneylerde
yapay olarak medya gündemi değiştirilmekte ve kontrol denekleriyle etkilerin farklılığı üzerinde karşılaştırmalar yapılmaktadır (Dearing ve Rogers, 1996, s.62-63). Severin ve Tankard
ampirik yöntemin neden ve sonuç ilişkisine en çok yanıt verme eğiliminde olan araştırma
yöntemi olduğunu ifade etmektedirler (Severin ve Tankard, 1994, s.45).
2. Yeni Medya ve Geleneksel Medya
Teknolojinin son hızla gelişmesiyle birlikte zaman içinde iletişim de yeni boyutlar kazanmış, iletişim yani bilginin iletilmesi saniyelerle ölçülebilen kısa zaman aralıklarında mümkün hale gelmiştir. 1990’lı yılların sonlarına doğru bilişim, telekomünikasyon ve medya
alanlarındaki hızlı gelişmeler ve bu alanların birbirlerine yakınlaşması sonucu yeni medya
ortaya çıkmıştır (Misçi, 2006, s.128).
Bazı araştırmacılar ve yazarlar yeni medyayı bir teknoloji listesiyle oldukça basit bir şekilde
açıklamışlardır. Compact Disc Read-Only Memory (CD-ROM), Hyper Text Markup Language (HTML), akan ortam, sayısal video düzenleme, ağ uygulamaları, Digital Versatile Disc
(DVD) video, multimedya gibi ortamları yeni medya olarak adlandırmışlardır (Dilmen, http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruid/article/view/5000013287, 29.09.2014, s.114 ).
Yeni iletişim teknolojilerinin iletişim sürecine kazandırdığı en önemli unsur, karşılıklı etkileşim kapasitesini artırması olmuştur. Geleneksel iletişim araçlarıyla yeni teknolojiler arasındaki ayrımı belirleyen de bu karşılıklı etkileşim özelliğidir. Geleneksel medya etkileşimi
oldukça sınırlı bir düzeyde gerçekleştirmiştir: mektupla ya da telefonla katılım gibi. Ancak
iki yönlü kablo ve telefon hatları, izleyicinin medya izleme ya da kullanım anına müdahale
etme şansını artırmıştır. Etkileşim, kullanıcı-gönderici kontrolü ayrımını bulanıklaştırmış-
64
tır (Timisi, 2003, s.84-85).
2.1. Sosyal Medya Kavramı
Sosyal medya, en basit tanımıyla; Web 2.0 teknolojilerinin kullanıldığı iletişim ortamlarıdır. Konuşmalar, bağlantılar ve katılımlardan kaynaklanan Web 2.0 durakları, iletişim araçları, siteleri ve çevrimiçi yayınlar (Gunelius, 2011, s. 10) olarak da tanımlanan sosyal medya; insanların sosyalleşmek amacıyla kullandıkları medya türüdür (Safko, http://msport04.
free.fr/Books/The%20Social%20Media%20Bible.pdf, 11.11.2013, s.3)
H. Burak Hatipoğlu’na göre sosyal medya; toplumun üst kesiminin alt kesimi yönettiği bir
yönetim biçimi yerine, alt kesimlerin üst kesimleri denetlediği, uyardığı ve sürekli geliştirmeye çalıştığı, bu yüzden çağdaş bir yönetim için alt kesimlerin sürekli izlenmesi gerektiği,
yeni dünya düzeni olgusunda çevrimiçi etkileşim, etkili iletişim, bilişim ve paylaşım çağıdır (Erbaşlar, 2013, s.6).
2.2. Sosyal Medyanın Türleri
Sosyal medya içerik ve biçim olarak geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Sosyal medya bloglar, mikro bloglar, sosyal ağlar, sosyal imlemeler, podcastler, wikiler, video paylaşım siteleri
ve forumlar biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Bu biçimler insanların birbirleriyle bilgi ve
içerik paylaşmasını sağlamakta ve böylece kullanıcılara aradıkları ve ilgilendikleri içeriklere ulaşma olanağı vermektedir. (Mayfield, 2008, s.26)
2.3. Sosyal Medyanın Özellikleri
Sosyal medya, internet teknolojisi ve yeni medyayla beslenmekte ve bireyselliği ön plana
çıkarmaktadır. Geri beslemenin hızlı bir şekilde yaşandığı ve alıcı ile verici arasındaki ayırımı ortadan kaldıran sosyal medyanın özellikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Etkileşim: Sosyal medyanın kullanıcılarına sunduğu en temel özelliklerin başında etkileşim gelmektedir (Kırık, 2012, s.93). Sosyal medyada etki ve tepki aynı anda karşılıklı
olarak gerçekleşmektedir. Dolayısıyla sosyal medya tek yönlü değil, çift yönlü bir işleyiş
özelliğine sahiptir (Güngör, 2013, s.369). Etkileşim aracılığıyla alıcı ile kaynak arasındaki
ayırım giderek ortadan kalkmaktadır (Kırık, 2012, s.93). Geleneksel medyada ise kaynak ya
da gönderici tarafından kitlelere gönderilen iletiye verilen tepki konusunda genelde geri
dönüş olmamaktadır ya da çeşitli etki ölçüm teknikleriyle tepki hakkında bir fikir edinilmeye çalışılmaktadır (Güngör, 2013, s.369).
Eşzamanlılık (Asenkronizasyon): Sosyal medyada zaman sorunu yoktur. Kullanıcılar paylaşılan bir içeriğe veya yapılan bir yoruma istedikleri zaman karşılık verebilmektedirler.
Geleneksel medya olarak tanımlanan iletişim araçlarındaysa bu özellik olsa bile anlık değildir.
Kitlesizleştirme: Sosyal paylaşım ağları içerisinde yer alan kullanıcılar gerek birbirlerine
birebir mesaj gönderebilmekte gerekse de kitle halinde iletişim kurabilmektedirler. Bu nedenle sosyal medya aynı zamanda kitleselleştiricidir (Kırık, 2012, s.93).
2.4. Sosyal Medyanın Geleneksel Medyadan Farkları
Geleneksel medya siteleriyle sosyal medya siteleri arasındaki en önemli fark sosyal medya sitelerinde içeriğin neredeyse tamamının kullanıcılar tarafından oluşturulmasıdır. Geleneksel medyada ise durum bunun tersidir yani içeriğin tamamı kullanıcıların kontrolü
dışında yayımcı tarafından belirlenmektedir. Bu sebeple sosyal medya ağlarındaki medya
içeriği sosyal ağdaki kullanıcıların sayısı oranında büyüyen bir yapıya sahiptir ve içerik
miktarı geleneksel medyaya oranla daha fazladır (Bostancı, 2010, s.43).
Sosyal medya, gazete, televizyon ve film gibi geleneksel medyadan farklıklar göstermektedir. Genellikle geleneksel medya bilginin yayınlanması için belirli kaynaklara ihtiyaç duymaktayken, sosyal medya da bilginin yayınlanması veya bilgiye erişmek göreceli olarak
masrafsızdır ve erişim ağları bilgiye erişmek isteyen herkese açıktır. Bir TV yayını yapmak
veya matbaa yatırımı yapmak için zorunlu olan lisansa ihtiyaç duyulmamaktadır (Barakaş,
http://arsiv.salom.com.tr/news/print/23915-Sosyal-medya-geleneksel-medyaya-karsi.aspx,
05.03.2014).
65
Tablo 1: Geleneksel Medya ile Sosyal Medyanın Karşılaştırılması
Kaynak: (Stokes, http://florida.theorangegrove.org, 08.03.2014, s.119-130)
3. Seçmen Davranışı
Seçmen davranışı; yurttaşların öncesi ve sonrası da dâhil olmak üzere seçimlerle ilgili
sergiledikleri, çeşitli unsurların etkisiyle şekillenen, seçime katılıp katılmama, katılmaları
durumunda tercih yapma, seçim sonrasında bu tercihini sürdürme ya da değiştirme gibi
şekillerde somutlaşan siyasal davranış şekli biçiminde de ifade edilebilmektedir. Seçmenlerin seçim zamanlarında aldıkları veya bir konuda verdikleri siyasal kararlar, oluşum
itibariyle oldukça karmaşık faktörlerin etkisi altında bir süreçten geçerek ortaya çıkmaktadırlar. Başka bir deyişle seçmenler tarafından verilen kararlar, genellikle bireyin kişiliğiyle
çevresinin bir etkileşimi sonucunda ortaya çıkan ve zaman içerisinde belli bir tutarlılık
çizgisinde devam eden siyasal bir eğilim şeklinde kendini göstermektedir (Eke, 2008, s.35).
3.1. Seçmen Davranışını Etkileyen Faktörler
Seçmen davranışı konusuyla ilgili yapılan ilk çalışmalar 1910’lu yıllarda başlamış ve
1940’lardan itibaren de özellikle ABD’de yoğunluğunu artırmıştır. İlk sistemli araştırmalar
1913’te Andre Siegfried tarafından, elle hazırlanmış çizelge ve taramalı haritalara dayanılarak yapılmıştır. 1940’lı yıllardan başlayarak günümüze kadar gelen çalışmalardaysa, üç
temel görüş doğrultusunda konuya yaklaşıldığı görülmektedir. Bu temel görüşleri; Lazarsfeld ve arkadaşlarının “The People Choice”, Campbell ve arkadaşlarının “The American
Voter” ve Downs’un “An Economic Theory of Democracy” isimli eserleri oluşturmaktadır.
Sosyolojik, psikolojik ve ekonomik yaklaşımlar olarak nitelendirilebilecek bu çalışmalar
daha sonra yapılan bir çok araştırmayı yönlendirmiştir (Kalender, 2005, s.38-39). Seçmen
tercihlerine etki eden faktörler beş başlık altında sıralanabilir. Bunlar: (Akın 2012:23)
• Aday ile ilgili faktörler
• Seçmen ile ilgili faktörler
• Konu (gündem) faktörleri
• İletişim ve propaganda faktörleri
3.2. Seçmenin Karar Verme Sürecine Etki Eden Sosyo-Ekonomik Faktörler
Bireyin siyasal özellikleri, birbirinden bağımsız değişkenler değildir. Bir topluluğa ait olma,
çevreyle ilişkilerin niteliği, çocukluk ve yetişkinlikteki sosyalleşme deneyimleri, bireyin
siyasal tutum ve davranışlarını belirlemede önemli rol oynamaktadır. Gelir, yaş, meslek,
eğitim, cinsiyet ve içinde bulunulan toplum gibi etkenler, bireyin toplumsal konumunu ve
siyasal davranışını etkileme ölçütleri olarak sosyal bilim araştırmalarında önemle üzerinde durulan ölçütlerdir.
Ekonomik refah, sanayileşme, kentleşme, halkın eğitim düzeyi, kitle iletişim araçlarıyla
birlikte elektronik basın-yayın araçlarının yayılması ve gelir dağılımı gibi etkenler, katılım
oranında artışa neden olurla. Kentleşme ve zenginlik düzeyi yüksek olan toplumlarda siyasal davranış ortaya koyma oranı daha yüksektir (Gümüş, 2006, s.17).
66
3.3. Seçmen Tercihlerine Teorik Yaklaşımlar
Seçmenin oy verme davranışı ve belirli bir adayı veya partiyi tercih etmesi konusunda çalışan araştırmacılar, öncelikle seçmenin karar verme sürecine eğilmekte ve bunu açıklamaya
çalışırken de mevcut teorik ve deneysel (ampirik) yaklaşımlardan faydalanmaktadırlar (Kalender, 2005, s.38). Yapılan araştırmalar sonucunda genel olarak seçmenlerin tercihlerine
yönelik yaklaşımları sosyolojik, psikolojik ve iktisadi boyutlarıyla ele almaktadırlar (Akgün,
2007, s.27).
3.4.1. Seçmen Tercihlerine Sosyolojik Yaklaşımlar (Columbia Ekolü)
Sosyolojik yaklaşımın temeli, Lazarsfeld, Berelson ve Gaudet tarafından atılmıştır (Kalender, 2005, s.40). Araştırmacılar, bu araştırmaları yaparken seçmenin oy verme kararını, seçmenin büyük bir mağazada iki alternatifli ürün içerisinden seçim yapmasına benzeterek,
bu durumun kişisel bir tercih olduğunu ve radyoyla basının da bu tercihi yönlendirmede
önemli bir etkisinin olduğu varsayımına dayanarak yola çıkmışlardır (Akın, 2012, s.38).
Lazarsfeld ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmalar sonucunda bu varsayım tamamen
çürütülmüş ve seçmenin oy verme davranışında sosyolojik öğelerin çok daha ağır bastığı
sonucuna varılmıştır (Kalender, 2005, s.41).
3.4.2. Seçmen Tercihlerine Psikolojik Yaklaşımlar (Michigan Ekolü) (Parti ile Özdeşleşme)
Seçmenin karar verme ve tercih süreciyle ilgili olarak geliştirilen bir başka yaklaşımda psikolojik yaklaşım ya da diğer adıyla partiyle özdeşleşmedir. Bu modelin temelinde, seçmenin bir partiye karşı duyduğu sevgi, bağlılık ve taraftar olma vardır. Bu yaklaşım bir takım
taraftarlığı gibi de düşünülebilir. Seçmenin partiyle özdeşleşmesinin ya da bağlılığının gelişebilmesi için belirli bir partiyle herhangi bir hukuki bağının olması şart değildir. Burada
önemli olan, seçmenin partiye ya da adaya karşı psikolojik bağlılığının olmasıdır.
Bu model, 1950’li yıllarda Michigan Üniversitesinde kurulan Ulusal Seçim Araştırmaları
merkezindeki araştırmacılar Campbell, Converse, Miller ve Stokes tarafından geliştirilmiştir. Campbell ve diğerleri tarafından yayımlanan Amerikan Seçmeni adlı eser bu alanda
yeni bir boyut açmıştır. Bu modele göre, gruplar yerine bireyler üzerinde odaklanılmış ve
seçmenlerin küçük yaşlarda ailelerinin ve çevrelerinin etkisi altıda gerçekleşen siyasal sosyalleşme sürecinde edindikleri siyasal tutumlar ve ideolojik yönelimlerin ilerleyen yaşlarda onların parti tercihlerini oldukça etkilediği üzerinde durulmuştur (Akgün, 2007, s.28).
3.5.3. Seçmen Tercihlerine Rasyonel (İktisadi) Tercih Yaklaşımı
Bu yaklaşımı savunan araştırmacılara göre, seçmen kendi çıkarlarını çok iyi bilmekte ve bu
çıkarlarına en iyi hizmet edecek olan aday veya partiyi değerlendirerek en uygun aday veya
partiye oy vermektedir (Kalender, 2005, s.50).
Bu model, seçmenlerin tek amaçlarını “maddi çıkar” olarak tanımlamaktadır. Antony
Dows’un 1957 yılında yayımlanan ‘Demokrasinin Ekonomik Teorisi’ adlı çalışmasında
belirttiği gibi, her bir vatandaş oyunu, kendisine diğer partilerden daha fazla fayda sağlayacağına inandığı adaya vermektedir. Seçmenin oy verdiği parti seçmenin amaçlarının
karşılanmasında yetersiz kalırsa seçmen bir sonraki seçimde oyunu kolayca değiştirebilir
(Akgün, 2007, s.30).
3.5.4. Diğer Yaklaşımlar
Seçmen davranışlarına etki eden sosyolojik, psikolojik ve ekonomik yaklaşımların yanı sıra
seçmen tercihlerini etkileyen başka yaklaşımlarda bulunmaktadır. Bu yaklaşımlardan özellikle konuya oy verme ve ideolojik yaklaşım üzerinde durmak doğru olacaktır.
Konuya Oy Verme Yaklaşımı : Konuya oy verme yaklaşımı, esasında ekonomik tercih modelleriyle benzerlik göstermektedir. Konuların önemi, seçmenleri ekonomik bir aktör olarak görmek isteyen ve konuya oy verme yaklaşımını da, aday ve parti değerlendirilerek
yapılan oy vermeden daha akılcı bulan araştırmacılar tarafından vurgulanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, seçmenlerin gündemindeki konuların değerlendirilmesi ve bu yönde oy
kullanmaları ekonomik bir davranıştır.
67
Konuya oy verme yaklaşımı üzerinde detaylı bir çalışma yapanlardan biri Crewe’dir. Crewe
1974 ile 1987 seçimleri arasındaki süreci incelemiş ve iktidar olan partilerin başarısını gündem konularını iyi tespit edip güçlü mesajlar göndermesine bağlamıştır (Kalender, 2005,
s.68-69). Konuya oy verme yaklaşımına göre, seçmenler belirli konulara ilgi duymakta ve
adayların bu konulara karşı sergiledikleri davranışlara bakmaktadırlar. Adayın veya partinin
vurgu yaptığı seçim konusunun önemi, bu konular hakkında aday ya da partinin tutumu ve
seçmenin kendi ideal görüşü arasında kıyaslama yapmakta ve oy verme tercihini tüm bu
etkenleri değerlendirerek vermektedir (Akın, 2012, s.43).
İdeolojik Oy Verme Yaklaşımı : Bu yaklaşıma göre ideoloji, seçmenlere ulaşma konusunda
adaylara ve partilere yol gösteren önemli bir tercih faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. İdeolojik oy verme yaklaşımı konusunda çalışma yapan araştırmacılardan birisi de Scarbrough’tur. Scarbrough İngiltere’de 1979 yılında seçim çalışmaları öncesinde bir alan çalışması
yapmış ve bu çalışma sonucunda seçmenlerin oy kullanırken, ideolojiyi ağırlıklı bir etken
olarak kullandıkları sonucuna ulaşmıştır.
Scarbrough’a göre ideolojiler, kendi taraftarları için faaliyet planı sağlayan inanç sistemleridir. Bu inançlardan ilki; amaçlar, değerler ve dünya hakkındaki varsayımları kapsayan öz
inançlar, bir diğeri ise bundan türeyen faaliyet ilkeleridir (Kalender, 2005, s.75).
4. Araştırmanın Amacı
İnceleme konusu bakımından bu araştırmanın temel amacı, sosyal ağlarda üyeliği bulunan
kişilerin, sosyal ağlarda yayınlanan siyasal içerikli mesajlara tepkilerinin ölçümlenmesidir.
Bu ölçümleme yöntemiyle, bireylerin sosyal medya içeriklerinden hangi düzeyde etkilendiği, günlük yaşam deneyimlerine yansıma düzeyi ve özellikle siyasal düşünüş ve davranışları bakımından sosyal medyanın etkisi incelenmiş olacaktır. Genel olarak sosyal medyanın
geleneksel medyadan etkileşim, zaman sınırlamasından bağımsızlık, birebir ilişki kurma
yönleriyle güçlü olduğu kabul edilmekte, sosyalleşme sürecine etkisinin geleneksel medyadan yüksek olduğu varsayılmaktadır. Geleneksel medyanın gerek üretim biçimi ve gerekse izleyici etkisi bakımından gündem belirleyici niteliğinin yüksek olduğu, yeni medyanın
etkileşim özelliği nedeniyle katılımcılık ve tartışma alanlarını yüksek düzeyde sağlaması,
üretim biçiminin aynı zamanda kullanıcılardan oluşması nedeniyle erişim ve etki bakımlarından gündem belirleme yeteneğinin güçlü olmadığı düşünülmektedir. Yani üretilen içeriğin alımlayıcı üzerindeki etkisinin geleneksel medya kadar güçlü olmadığı yönünde görüşler bulunmaktadır. Bununla birlikte sosyal medyanın aynı nitelikleri nedeniyle geleneksel
medyadan daha güçlü bir gündem belirleyici olduğuna ilişkin görüşlerde bulunmaktadır.
Araştırma konusu ve tartışma olarak ele alınan temel sorunlardan birini sosyal medyanın
içerik aktarımına bağlı olarak kamunun gündeminin nasıl belirlendiği, bundan hareketle
de kamuoyunun biçimlenmesine ne oranda etki edildiği konusudur. Geleneksel medya için
altı çizilen “medyanın gündemi kamuoyunun gündemidir” yaklaşımının test edildiği çalışmada; online ankete katılanlara hayatlarını doğrudan ilgilendiren bir konuda, siyasal karar
verme davranışlarına sosyal medyanın ne düzeyde etki ettiği yönünde sorular sorulmaktadır. Özellikle sosyal medyada var olan siyasal içeriklerin bu medya platformlarında var olan
kişiler üzerindeki etkileri, sosyal medyanın kamuoyu oluşturma gücü çeşitli başlıklarda ele
alınmıştır. Araştırma için oluşturulan tez ve varsayımlar aşağıdaki şekilde oluşturulmuştur;
4.1. Araştırmanın Tezi
Sosyal medya kullanıcıları için, sosyal medya ortamında var olan gündem kamuoyu gündemidir, kullanıcının kararlarını doğrudan etkiler.
Bu genel hipoteze bağlı olarak aşağıdaki özel hipotezler oluşturulmuştur.
• Sosyal medya platformunda kullanıcılar siyasal gündemi takip eder ve siyasal görüşlere
ve kamuoyu oluşumuna etki eder.
• Sosyal medya kullanıcıları siyasal tutum ve davranışların biçimlenmesinde doğrudan
etkilidir.
• Sosyal medya ortamında yer alan siyasal içerikli görüş ve mesajlar, kullanıcının siyasal
eğilimlerini etkiler.
• Sosyal ağlarda üyelikleri bulunan kullanıcılar, siyasal içerikli mesajların yayılmasında
aktiftirler ve kamuoyu gündemini etkilerler.
68
4.2. Araştırmanın Kapsamı
Araştırma yalnızca Türkiye genelinde farklı illerde bulunan facebook ve twitter kullanıcılarından oluşan 661 kişiyle sınırlı tutulmuştur. Facebook ve twitter kullanmayan sosyal
medya kullanıcıları bu araştırmanın kapsamı dışındadır.
4.3. Araştırmanın Sınırlılıkları
Örneklemdeki sınırlılık araştırma evreninin incelenmesinin mümkün olmamasından kaynaklanmaktadır. Seçilen örneklem grubunun evreni/anakütleyi yeterli oranda temsil ettiği
ve örneklem üzerinden ana kütleye genelleme yapılabileceği varsayılmıştır.
4.4. Yöntem
Çalışma anket tekniği ile uygulanmıştır. Sosyal medyanın kamuoyunun oluşumu üzerindeki etkilerinin sorgulandığı anket sanal ortamda, sosyal medya kullanıcılarına uygulanmıştır. 661 deneğin katıldığı çalışmamızda yer alan kişilerin üniversite gençliğinden olmasına
özen gösterilmiştir. Çünkü sosyal medyanın, özellikle bilgilendirme, bilgi aktarımı ve bilgi
paylaşımı açısından daha çok üniversite gençliği arasında yaygın kullanıldığını öngörmekteyiz. Özellikle de politik konuların ve bilgilerin paylaşılmasında sosyal medya üniversite
gençliği için yaygın ve yoğun kullanılan bir mecra olarak bilinmektedir. Kuzey Afrika ülkelerinde meydana gelen siyasal süreçler, Türkiye’de yaşanan Gezi Parkı olayları vb. politik nitelikteki toplumsal hareketlerde sosyal medyanın ne denli etkin kullanıldığı, hatta
akademik çevrelerde ve medya ortamındaki tartışmalarda neredeyse belirleyici bir etken
olarak kabul edildiğini de anımsayarak bu çalışmada sosyal medya ile gençlik arasında bir
ilişkilendirme yapmayı uygun bulduk. Anket sosyal ağ kullanıcılarına, yine sosyal ağlar
üzerinden doğrudan ulaşılarak iletildi.
4.5. Araştırma Bulgularının Değerlendirilmesi
Araştırma bulgularının değerlendirilmesi aşamasında öncelikli olarak ankete katılan deneklerin demografik özellikleri ortaya konulmuştur. Daha sonra ise sosyal medya kullanımı, sosyal medyada paylaşılan siyasi içerikli görseller, mesajlar ve metinlerin paylaşım
durumu ve sosyal medyadan etkilenme derecesi ile ilgili bulgular tablo ve grafiklerle gösterilmiş ve yorumlanmıştır.
4.5.1. Sosyo-Demografik Değişkenler
Örneklem grubunun sosyo-demografik özelliklerinin belirlenebilmesi amacıyla deneklere
yaş aralıkları, cinsiyetleri, medeni durumları, eğitim durumları kategorik sorular şeklinde
sorulmuştur. Sorulan bu demografik sorulara verilen cevapların frekans ve yüzde dağılımları Tablo 1’de gösterildiği gibidir. Deneklerin gelir durumu belirsizliğini koruyacağı düşüncesiyle sorulmamıştır.
Tablo 2: Deneklerin Demografik Bilgileri
69
Ankete katılanların yaş bilgilerine bakıldığında ankete katılan katılımcıları genç yaş grubunun oluşturduğunu söylemek mümkündür. Yaş bilgilerinin frekans dağılımlarına bakıldığı
zaman, % 24,21’inin 18-24 yaş arasında, % 27,53’ünün 25-30 yaş arasında, % 19,21’inin
31-35, %16,34’ünün 36-45 yaş aralığında ve son olarak %12,71’inin 45 yaş ve üstü kişilerden oluştuğu görülmektedir. Ankete katılanların büyük bir bölümünün genç kişilerden
oluşması her ne kadar bir kısıt gibi gözükse de sosyal medya kullanıcılarının büyük bir
kısmının bu yaş aralığında olduğu göz önünde bulundurulduğunda; bunun araştırma için
bir kısıt oluşturmadığını söylemek yerinde olacaktır. Ankete katılanların cinsiyet bilgilerine bakıldığında erkek ve kadın oranının eşit bir dağılım gösterdiğinden bahsetmek yerinde olacaktır. Ankete katılanların % 51,74’ünün kadın katılımcılardan, % 48,26’sının erkek
katılımcılardan oluştuğu görülmektedir. Bu dağılım araştırma örnekleminin cinsiyet bakımından hemen hemen eşit bir dağılım gösterdiğini ortaya koymaktadır. Katılımcıların
medeni durumlarına bakıldığında ise % 43,57’sinin evli, % 56,43’ünün ise bekâr olduğu
görülmektedir. Bu durum katılımcılardan bekâr olanların evli olanlara göre internette daha
fazla zaman geçirdiğini ortaya koymaktadır. Katılımcıların eğitim durumlarını gösteren
demografik veriler incelendiğinde, % 16,64’ünün lise ve ön lisans, % 43,27’sinin ön lisans
ve lisans, % 26,32’sinin yüksek lisans ve %13,77’sinin ise doktora ve üstü mezunu olduğu görülmektedir. Eğitim durumunun frekans dağılımları incelendiğinde araştırmada elde
edilen örneklemin eğitim seviyesinin yüksek sayılabilecek bir görünüme sahip olduğunu
söylemek mümkündür.
4.5.2. Sosyal Medya Kullanma Alışkanlıkları
Katılımcıların sosyal medya kullanma alışkanlıklarını belirlemek amacıyla deneklere sosyal medya kullanıcısı olup olmadıkları, sosyal medyayı değerlendirme amaçları, en sık kullandıkları sosyal ağlar ve sosyal medyayı kullanma sıklıklarına dair sorular yöneltilmiştir.
Sosyal ağlara giriş yapıldığında sosyal medyayı değerlendirme amaçları, “arkadaşlık” , “ticari” , “siyasi”, “eğitim”, ve “günlük sohbetler için” ve sosyal ağları kullanma sıklığı ise “her
gün ”, “haftada birkaç gün”, “ayda bir kaç gün”, “çok nadir”, “birkaç ayda bir” şıklarından
herhangi birini tercih etmeleri istenmiştir. Ayrıca en sık kullanılan sosyal medya aracının
hangisi olduğunu ölçmek amacıyla deneklerden “Facebook”, “Twitter”, “Youtube”, “Instagram”, “Diğer” seçeneklerden birini tercih etmeleri istenmiştir.
Tablo 3: Katılımcıların Sosyal Medya Kullanıcısı Olup Olmadıklarına Yönelik Verilerin
Analizi
Çalışmadan elde edilen bulgulara göre katılımcılardan 581 kişinin sosyal medya kullanıcısı
oldukları, buna karşılık 80 kişinin ise sosyal medya kullanıcısı olmadıkları görülmektedir.
Sosyal medya kullanım oranını gösterir yüzdesel dağılım grafiği aşağıdaki gibidir. Sonuçlara bakıldığında katılımcıların sosyal medya kullanım oranın çok yüksek olduğu görülmektedir. Bu yüksek oranın katılımcılarının eğitim ve entelektüel düzeylerinin ortalamanın
çok üzerinde olduğu söylenilebilir. Anketin bundan sonraki bölümünde sosyal medya kullanıcısı olmadıklarını ifade eden 80 denek, anketin sosyal medya kullanıcılarına yönelik
soruları içermesinden dolayı çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur.
Tablo 4: Katılımcıların Sosyal Medyayı Değerlendirme Amaçlarına Yönelik Verilerin
Analizi
70
Ankete katılan 581 katılımcının tamamının seçeneklerden en az birini tercih ettikleri görülmektedir. Bu sonuçlara göre, katılımcıların sosyal medyayı değerlendirme amaçlarının ana
nedenlerinin büyük çoğunlukla “arkadaşlık” “eğitim”, “günlük sohbetler” ve “siyasi” olduğu
tespit edilmiştir.
Tablo 5: Katılımcıların En Sık Kullandıkları
Sosyal Medya Ağlarının Veri Analizi
Katılımcıların en sık hangi sosyal medya uygulamalarını tercih ettiğine ilişkin sonuçlar,
Tablo 5’de verilmiştir. Bu sonuçlara göre ankete katılan katılımcılardan 337 kişi facebook,
118 kişi twitter, 52 kişi youtube, 58 kişi instagram ve 16 kişide diğer sosyal ağları kullandıklarını belirtmişlerdir. Diğer seçeneğini tercih eden katılımcılar hangi sosyal ağlarını kullandıklarını belirtmemişlerdir. Sonuçlardan da anlaşılacağı üzere katılımcıların yoğun bir
biçimde kullandıkları sosyal medya araçlarının Facebook ve Twitter olduğu görülmektedir.
Ankete katılanların vermiş olduğu cevapların yüzdesel grafiği incelendiğindeyse katılımcıların, % 58’i Facebook, %20,31’i Twitter, %8,95’i Youtube, %9,8’i Instagramı kullandıklarını
ifade etmekte, %2,76’sı diğer seçeneğini tercih etmekle birlikte hangi sosyal medya ağını
kullanmayı tercih ettiklerini belirtmemişlerdir. Bu sonuçlara göre Türkiye’de en çok tercih
edilen sosyal medya araçlarının Facebook ve Twitter olduğu görülmektedir.
4.5.3. Sosyal Medyanın Kullanım Sıklığı ve Kullanım Amacı
Bu başlık altında katılımcıların sosyal medyayı kullanım sıklığı ve kullanım özellikleri hakkında bilgi edinilmesi hedeflenmiş, katılımcılara bu bağlamda beş soru sorulmuştur. Katılımcıların günlük hayatlarında sıkça kullandıkları tahmin edilen sosyal medya uygulamaları hakkında sorulan sorulara bakıldığında sonuçlar aşağıdaki gibi olmuştur:
Tablo 6: Katılımcıların Sosyal Medyayı Kullanma
Sıklıklarının Veri Analizi
Tablo 7: Katılımcıların Sosyal Medyada Gördükleri Mesajların
(Cümle, fotoğraf, şekil v.s.) Yaşamsal Kararlarını
Ne Derece Etkilediğinin Veri Analizi
71
Ankete katılanların, sosyal medyada gördükleri mesajların (cümle, fotoğraf, şekil v.s.) yaşamsal kararlarını ne derece etkilediklerini ölçmek amacıyla onlardan 1’den 7’ye kadar bir
derecelendirme yapmaları istenmiştir. 1 en az etkilenme oranını, 7 ise en fazla etkilenme
oranını göstermektedir. Bu durum ankete katılan deneklere ifade edilmiştir. Buna göre ankete katılan 581 kişiden 1-3 arasında derecelendirmede bulunanların toplamı 390 kişi, 5-7
arası derecelendirmede bulunanların toplamı ise 93 kişidir. (4 seçeneği medyan olarak
kabul edildiği için değerlendirme dışı tutulmuştur.) Bu bağlamda ankete katılanların, sosyal medyada gördükleri mesajların(cümle, fotoğraf, şekil vs.) onların yaşamsal kararlarını
etkilemediği görülmüştür.
Katılımcılardan 1’i seçenlerin oranı %24,10, 2’yi seçenlerin oranı %19,97, 3’ü seçenlerin
oranı %23,07, 4’ü seçenlerin oranı %16,86, 5’i seçenlerin oranı %10,84, 6’yı seçenlerin oranı
%2,06, 7’yi seçenlerin oranı ise %3,10’dur. Bu sonuçlara göre katılımcılardan 1-3 arasında
seçim yapanların toplam oranı %67,14’tür. Buna göre katılımcıların büyük bir çoğunluğu
sosyal medyada görmüş oldukları mesajların (cümle, fotoğraf, şekil v.s.) yaşamsal kararlarını çok az etkilediğini ifade etmekte, 5-7 arasında seçim yapan toplam %16,00 oranında
katılımcı ise sosyal medyada gördükleri mesajların (cümle, fotoğraf, şekil v.s.) yaşamsal
kararlarını büyük ölçüde etkilediğini ifade etmektedir. (4 seçeneği medyan olarak kabul
edildiği için değerlendirme dışı tutulmuştur.) Genel bir değerlendirme yapıldığındaysa
sosyal medyada görülen mesajların (cümle, fotoğraf, şekil) insanların yaşamsal kararları
üzerinde bir etkisinin olmadığının ifade edilmesi yerinde olacaktır.
Tablo 8: Katılımcıların Sosyal Medya Ağları Üzerinden Siyasi İçerikli Mesajları, Metinleri
ya da Görselleri Okuma ve Takip Etmelerinin Veri Analizi
Ankete katılan deneklerden 109 kişi sosyal medya ağları üzerinden siyasi içerikli mesajları,
metinleri veya görselleri özel olarak takip ettiklerini, 180 kişi zaman zaman takip ettiklerini, 191 kişi siyasi içerikli mesajlarla, metinlerle veya görsellerle ilgilendiklerini ancak özel
olarak takip etmediklerini, 101 kişi ise ilgilenmediklerini ve özel olarak takip etmediklerini
ifade etmiştir.
Ankete katılan deneklerin sosyal medya ağları üzerinden siyasi içerikli mesajları, metinleri
veya görselleri okuma ve takip etmelerinin grafiği incelendiğinde %18,76 oranında katılımcının ilgiliyim ve özel olarak takip ederim, %30,99 oranında katılımcının ilgiliyim zaman
zaman takip ederim, %32,87 oranında katılımcının ilgiliyim ancak özel olarak takip etmem,
%17,38 oranında katılımcının ilgilenmem ve takip etmem seçeneklerini tercih ettikleri görülmektedir.
Bu oranlara bakıldığında katılımcıların siyasi içerikli mesajlar, metinler ya da görsellerle
oldukça ilgilendiklerini söylemek mümkündür. Ancak sosyal medya üzerinden siyasi içerikli mesajları, metinleri veya görselleri okumayan ve takip etmeyenlerin takip edenlere
oranla daha fazla olduğu da söylenebilir. Katılımcıların sosyal medya ağları üzerinde benzer davranış sergilemeleri insanların ‘çevrimiçi’ ortamda daha özgür konuşabilmelerinin
yanı sıra ‘suskunluklarını’da devam ettirdiklerini göstermektedir.
Anketin bundan sonraki bölümünde deneklerin siyasi tercihleri üzerinde sosyal medyanın
etkisini incelemeyi amaçlayan soruları içermesinden dolayı 101 denek siyasi içerikli mesajları, metinleri ya da görselleri okuyup takip etmediklerini ifade ettikleri için çalışmanın
kapsamı dışında tutulmuştur.
72
Tablo 9: Katılımcıların Sosyal Medya Ağları Üzerinden Herhangi Bir
Siyasi Parti, Topluluk veya Siyasi Bir Kişinin Takipçisi ya da Üyesi
Olmalarının Veri Analizi
Ankete katılanlardan 238 kişi sosyal medya ağları üzerinden herhangi bir siyasi parti, topluluk veya siyasi bir kişinin takipçisi veya üyesi olduklarını, 242 kişi ise sosyal medya ağları
üzerinden herhangi bir siyasi parti, topluluk veya siyasi bir kişinin takipçisi olmadıklarını
ifade etmişlerdir. Bu sonuçlara bakıldığında sosyal medya kullanıcılarının, sosyal medya
üzerinden siyasi bir parti, topluluk veya siyasi bir kişinin takipçisi ya da üyesi olup olmama
oranları birbirine oldukça yakındır. Katılımcıların Sosyal Medya Ağları Üzerinden Herhangi
Bir Siyasi Parti, Topluluk veya Siyasi Bir Kişinin Takipçisi ya da Üyesi Olmalarının grafiksel
dağılımı incelendiğinde, %49,58 oranında katılımcının siyasi bir parti, topluluk veya siyasi
bir kişinin üyesi ya da takipçisi olduğu, %50,42 oranında katılımcının ise siyasi bir parti,
topluluk veya siyasi bir kişinin üyesi ya da takipçisi olmadığı görülmektedir. Bu sonuçlara bakıldığında katılımcıların benzeri siyasal davranış sergiledikleri görülmektedir. Sosyal
medya araçlarının, aynı düşünce yapısına ve benzer görüşlere sahip insanların birbirlerini
bulabildikleri yerleri barındırır. Bunun tersini de söylemek mümkündür.
Tablo 10: Katılımcıların Sosyal Medya Ağları Üzerinden Paylaşılan Siyasi İçerikli Mesajları, Metinleri ya da Görselleri Sosyal Ağlarındaki Arkadaşlarıyla Paylaşmalarının Veri
Analizi
Katılımcılardan 141 kişi sosyal medya ağları üzerinden paylaşılan siyasi içerikli mesajları,
metinleri ya da görselleri sosyal ağlardaki arkadaşlarıyla paylaşacağını ifade etmekte iken,
245 kişi ise içeriğe göre arkadaşlarıyla paylaşımda bulunabileceğini ifade etmektedir. Bu
durumda sosyal medya kullanıcılarının genel olarak sosyal ağlarda gördükleri her türlü
siyasi içerikli mesajları, metinleri ya da görselleri arkadaşlarıyla rahatlıkla paylaşmadığını
bunun yerine içeriğini inceleyerek paylaşımda bulunduğu tespit edilmiştir. Katılımcılardan
94 kişi ise kesinlikle siyasi içerikli mesajları, metinleri ya da görselleri sosyal ağlardaki
arkadaşlarıyla paylaşmayacaklarını ifade etmişlerdir.
“İçeriğe göre belki paylaşabilirim” seçeneğinin bu denli yüksek olmasının sebebi katılımcıların içinde bulunduğu toplumdan dışlanma ve akranları tarafından gruptan soyutlanma
kaygısını taşıdığı görülmektedir. Soyutlanma korkusu nedeniyle, muhalif görüşlere/tercihlere sahip olduğunun farkında olan bireyler, özgürce içerik paylaşımından çekinir. Yani,
aynı/benzer görüşlere sahip insanların bir arada olduğu bir ortamda, ‘aykırı’ görüşe sahip
bir birey içerik paylaşırken ya kendini kısıtlar ya da hiç paylaşımda bulunmaz.
4.5.4. Sosyal Ağlarda Paylaşılan Siyasal İçeriklerin Sosyal Medya Kullanıcılarının Siyasal Tercihleri Üzerine Etkileri
Bu başlık altında sosyal medyada paylaşılan siyasal içeriklerin, katılımcıların siyasal tercihleri üzerindeki etkileri hakkında bilgi edinilmesi hedeflenmiş, katılımcılara bu bağlamda beş soru sorulmuştur. Katılımcıların siyasal içerikli paylaşımlardan etkilenme durumları hakkında sorulan sorulara bakıldığında sonuçlar aşağıdaki gibi olmuştur:
73
Tablo 11: Katılımcıların Sosyal Ağlarındaki Arkadaşlarının Sosyal Medya Üzerinden Gerçekleştirdikleri Paylaşımların Siyasal Eğilimlerini Etkileme Durumunun Veri Analizi
Ankete katılanların sosyal ağlarındaki arkadaşlarının sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal eğilimlerini ne derece etkilediklerini değerlendirmeleri
için 1-7 arasında bir derece vermeleri istenmiştir. 1 siyasal eğilimlerinin en az etkilenme
derecesini 7 ise en fazla etkilenme derecesini göstermektedir. Bu durum deneklere ifade
edilmiştir. Buna göre katılımcılardan 1-3 seçenekleri arasında tercih yapan toplam 378 kişi
sosyal ağlarındaki arkadaşlarının sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların
siyasal eğilimlerini etkilemediğini, 5-7 seçenekleri arasında tercih yapan toplam 50 kişi ise
sosyal ağlarındaki arkadaşlarının sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların
siyasal tercihlerini etkilediklerini ifade etmişlerdir.
Katılımcılardan 1-3 seçenekleri arasında tercih yapanların toplam %78,75’i sosyal ağlardaki arkadaşlarının sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal
kararlarını en az seviyede etkilendiklerini, 5-7 seçenekleri arasında tercih yapan toplam
%10,42’nin ise bu paylaşımların siyasal tercihleri fazlasıyla etkilediğini belirttikleri tespit
edilmiştir. (4 seçeneği medyan olarak kabul edildiği için değerlendirme dışı tutulmuştur.)
Buna göre genel itibariyle katılımcıların sosyal ağlarındaki arkadaşlarının sosyal medya
araçları üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların seçmenlerin siyasal eğilimlerini etkilemediği sonucuna varılabilir.
Tablo 12: Siyasi Kişi, Topluluk ya da Partilerin Sosyal Medya
Üzerinden Gerçekleştirdikleri Paylaşımların Katılımcıların Siyasal
Eğilimlerini Etkileme Durumunun Veri Analizi
Siyasi kişi, topluluk ya da partilerin sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımlardan katılımcıların etkilenme durumlarını ölçmek amacıyla katılımcılara 1-7 arasında bir
değerlendirmede bulunmaları istenmiştir. 1 siyasal eğilimlerinin en az etkilenme derecesini 7 ise en fazla etkilenme derecesini göstermektedir. Bu durum deneklere ifade edilmiştir. Buna göre katılımcılardan 1-3 seçenekleri arasında tercih yapan toplam 356 kişi
74
siyasi kişi, topluluk veya partilerin sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal eğilimlerini etkilemediğini, 5-7 seçenekleri arasında tercih yapan toplam 73
kişi ise sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen bu paylaşımların siyasal tercihlerini fazlasıyla etkilediğini ifade etmişlerdir. Ankete katılanlardan 1-3 seçenekleri arasında tercih
yapanların toplam %74,16’sı siyasi kişi, topluluk ya da partilerin sosyal medya üzerinden
gerçekleştirdikleri paylaşımların siyasal kararlarını en az seviyede etkilendiklerini, 5-7 seçenekleri arasında tercih yapan toplam %15,21’inin ise bu paylaşımların siyasal tercihleri
fazlasıyla etkilediğini belirttikleri tespit edilmiştir. (4 seçeneği medyan olarak kabul edildiği için değerlendirme dışı tutulmuştur.) Bu sonuçlara göre siyasi kişi, topluluk ya da
partilerin sosyal medya araçları üzerinden gerçekleştirdikleri paylaşımların katılımcıların
siyasal tercihlerine bir etkisinin olmadığı sonucuna varılabilir.
Tablo 13: Seçim Dönemlerinde Sosyal Medya Üzerinden Gerçekleşen Siyasi Kampanyaların Katılımcıların Oy Tercihlerine Etki Edip
Etmediğinin Veri Analizi
Ankete katılan 480 kişiden, 100 kişi seçim dönemlerinde sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen siyasi kampanyaların oy tercihlerini etkilediğini, 380 kişi ise sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen siyasi kampanyaların oy verme tercihlerini kesinlikle etkilemediğini
ifade etmişlerdir. Katılımcıların %20,83’ü seçim dönemlerinde sosyal medya üzerinden
gerçekleşen siyasi kampanyaların oy tercihleri üzerinde etkisi olduğunu, %79,17’si ise bu
kampanyaların oy tercihleri üzerinde kesinlikle bir etkisi bulunmadığını ifade etmişlerdir.
Bu sonuçlara göre siyasi partilerin seçim dönemlerinde sosyal medya üzerinden yürüttükleri siyasi kampanyalarını birçok kişiye anında ve hızlı bir şekilde sunma olanağı bulmalarına rağmen seçmenlerin oy tercihlerine etki edemedikleri sonucu ortaya çıkmaktadır.
Tablo 14: Sosyal Medya Üzerinden Gerçekleşen Herhangi Bir Olumsuz Siyasal İçeriğin,
Katılımcıların Desteklediği Siyasi Parti ya da Kişiye Olan Desteğini Olumsuz Yönde
Etkileyip Etkilemediğinin Veri Analizi
Tablodan da anlaşılacağı üzere, sosyal medya üzerinden gerçekleşen herhangi bir olumsuz
siyasal içerik katılımcıların desteklediği siyasi parti ya da kişiye olan desteğini olumsuz
yönde etkilememektedir. Etkilendiğini ve tercihinin değiştiğini söyleyen 61 kişi, etkilediğini ancak tercihini değiştirmediğini söyleyen 165 kişi ve etkilenmeyen ve tercihi değişmeyen kişi sayısı ise 254’tür. Bu sonuçlara göre sosyal araçlar üzerinden gerçekleşen olumsuz
siyasal içeriğin, katılımcıların desteklediği siyasi parti ya da kişiye olan desteği olumsuz
yönde etkilemediği görülmüştür.
Ankete katılan 480 kişiden %12,71’i, sosyal medya üzerinden gerçekleşen herhangi bir
olumsuz siyasal içeriğin destekledikleri siyasi parti ya da kişiye olan desteğini olumsuz
yönde etkilediğini ve tercihini değiştirdiğini, %34,37’si etkilendiğini ancak tercihinin değişmediğini, %52,92’si ise hiçbir şekilde etkilenmediğini ve tercihinin de değişmediğini
ifade etmiştir.
75
Bu sonuçlara göre sosyal medya araçları üzerinden gerçekleşen olumsuz siyasal içeriklerin, katılımcıların desteklediği siyasi parti ya da kişiye olan desteği olumsuz yönde etkilemediği görülmüştür. Parti ve aday imajının seçmen tercihlerinde, algı ve tutumlarındaki
bağlayıcılığın önemi, katılımcıların ideolojik yönelimleri ve belli bir partiye yakınlıkları
doğrultusunda hareket ettikleri görülmektedir.
Tablo 15: Sosyal Medya Ağlarına Getirilen Erişim Kısıtlamasının
Katılımcıların Siyasi Tercihleri Üzerinde
Etkili Olup Olmadığının Veri Analizi
Anket sonuçlarına göre ankete katılan 480 kişiden, 73 kişi sosyal ağlara getirilen erişim
kısıtlamasının kendilerini etkilediğini ve siyasi tercihlerini değiştirdiğini, 157 kişi etkilendiğini ancak siyasi tercihinin değişmediğini, 250 kişi ise hiçbir şekilde etkilenmediğini ve
siyasi tercihinin de değişmediğini ifade etmiştir. Katılımcıların %15,21’i sosyal ağlara getirilen erişim kısıtlamasından etkilendiklerini ve siyasi tercihlerinin değiştiğini, %32,71’i etkilendiğini ancak siyasi tercihlerinin değişmediğini, %52,08’i ise etkilenmediğini ve siyasi
tercihinin değişmediğini ifade etmiştir. Bu sonuçlara göre sosyal medya ağlarına getirilen
erişim kısıtlamasının katılımcıların siyasi tercihlerini etkilemediği ve katılımcıların siyasi
tercihlerine farklı yönde bir etkisinin olmadığı görülmüştür.
SONUÇ
Toplumun geniş kesimlerine hitap eden sosyal medya, günümüzde özellikle üniversite öğrencileri tarafından oldukça sık kullanılan bir görüngü (fenomen) haline gelmiştir. Sosyal
medyanın geleneksel medyanın aksine etkileşimli iletişime, bireylerin örgütlenmesine,
düşüncelerini paylaşmasına ve bilgiye erişimlerine önemli imkânlar sağlaması, bu iletişim
aracına olan sempatiyi arttırmış, bu iletişim mecrasının katılımcı demokrasiyi genişleteceği düşüncesi akademik çevrelerce kabul görmüştür.
Bu bağlamda sosyal platformlarda karşılaştığımız çoğu uygulama toplumun geneli için
büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bu nedenle sosyal medyanın siyasi hayatı ve demokratik
işleyişi etkilememesi düşünülemez. Öyle ki erişim kolaylığı bakımında düşünülecek olursa
akıllı telefonlar sayesinde bile önemli siyasi kararların alınması öncesinden geniş kitlelerin
görüşlerine başvurabilmesine ve bu mecralarda tartışılabilmesi dahi imkân dâhilindedir
Bununla birlikte bu imkânların kullanımı ülkelerin gelişmişlikleriyle de doğrudan ilgilidir. Ancak bu durumda dahi İngiltere gibi gelişmiş teknolojik alt yapıya sahip ülkelerde
olduğu gibi her zaman için siyaset ya da demokrasi bakımından olumlu sonuçlar ortaya
çıkmayabilir. Örneğin gençlerin sosyal medyayı yoğun olarak kullanıyor olmaları ile siyasete katılım oranlarında doğrudan bir artış meydana gelmeyebilir. Diğer bir ifadeyle sosyal medya kullanımı siyasi katılım oranlarında doğrudan bir artış meydana getirmeyebilir.
Bu bağlamda sosyal medya kullanımı ile siyasi katılım arasında bir doğru orantı kurmak
mümkün gözükmemektedir.
Demokratik toplumların, kendilerini ilgilendiren konular hakkında tartışması, kamuoyu
oluşturarak yöneticilerin yönlendirilmesi ve siyasal katılımda bulunması demokrasinin
sağlıklı işlemesinin bir teminatıdır. Bireyler kendilerini ilgilendiren konular hakkında tartışıp görüş bildirebilecekleri kamusal alanlara ihtiyaç duymaktadırlar. Ancak, iktidarların
ve kapitalist ekonominin kontrolündeki geleneksel medya, yaptığı tek yönlü yayınlarla,
kamusal olma görevini tam olarak yerine getirememektedir. Ayrıca geleneksel medyanın
kapitalist iktidarlar tarafından mülkiyet yoluyla tahakküm altına alınmış olduğu görüşü,
76
toplumda giderek daha fazla kabul görmektedir. Buna karşın, geleneksel medyanın aksine
sosyal medya, bireylerin birbirleriyle ve yöneticilerle olan iletişimini daha hızlı ve etkileşimli hale getirmiştir.
Bu araştırmanın temel amacı, sosyal ağlarda yayınlanan siyasi içerikli mesajlara tepkilerin
hangi düzeyde etkilendiği, günlük yaşam deneyimlerine yansıma düzeyi ve özelikle siyasi
düşünüş ve davranışları bakımından sosyal medyanın etkisi incelenmiştir. Genel olarak
sosyal medyanın geleneksel medyadan; etkileşim, zaman sınırlamasında bağımsızlık, birebir ilişki kurma yönleriyle daha güçlü olduğu ve sosyalleşme sürecine etkisinin geleneksel
medyadan daha fazla olduğu yapılan bu araştırmayla görülmüştür. Geleneksel medyanın
gerek üretim biçimi ve gerekse izleyici etkisi bakımından gündem belirleyici niteliğinin
yüksek olduğu, yeni medyanın etkileşim özelliği nedeniyle katılımcılık ve tartışma alanları
yüksek düzeyde sağlaması, üretim biçiminin aynı zamanda kullanıcılardan oluşması nedeniyle erişim ve etki bakımından gündem belirleme niteliğinin güçlü olduğu görülmüştür.
Araştırma sonucunda, kullanıcıların sosyal ağları aktif kullandıkları, siyasi içerikli görüşlerin ve mesajların yayılmasında kısmen etkili oldukları sonucuna varıldığı; ayrıca sosyal
medyanın kullanıcıların siyasi eğilimlerine farklı yönde bir etkisinin olmadığı görülmüştür.
Ancak sosyal medya gündeminde var olan gündemin aynı zamanda kamuoyu gündemi
olduğu kullanıcıların paylaşımları ve sergiledikleri davranışlarla ortaya konmuştur.
Araştırma kapsamında hipotezlerimizi hatırlayarak özetlersek:
Hipotez 1- Sosyal medya platformunda kullanıcılar siyasal gündemi takip eder ve siyasal
görüşlere ve kamuoyu oluşumuna etki eder.
Sosyal medyanın gündem belirleyici niteliğine ilişkin özelliğinin tespit edildiği bu çalışmada, kullanıcıların siyasal gündemi sosyal medya üzerinden de takip ettiği, etkilenme
oranlarında görülen düşüklüğe rağmen siyasal içeriklerle ilgili oldukları görülmüştür. Kullanıcıların büyük çoğunluğunun siyasal içerikleri paylaştıkları ya da paylaşma eğilimi sergiledikleri görülmüştür. Bu bakımda “hipotez 1” doğrulanmıştır.
Hipotez 2- Sosyal medya kullanıcıları siyasal tutum ve davranışların biçimlenmesinde
doğrudan etkilidir.
Sosyal medya kullanıcılarının siyasal tutum ve davranışların biçimlenmesinde etkili oldukları görülmüştür. Kullanıcıların % 80’ine yakınının siyasal içeriklere ilgi gösterdiği ve
paylaşma eğiliminde olduğu, yarısına yakın bir kesimin ise sosyal ağlar üzerinden bir politik gruba üye olduğu verisine ulaşılmıştır. Sosyal medya kullanıcılarının siyasal tutum ve
davranışların biçimlenmesinde aktif oldukları eğilimi görülmüştür. Hipotez 2 bu anlamda
doğrulanmıştır.
Hipotez 3- Sosyal medya ortamında yer alan siyasal içerikli görüş ve mesajlar, kullanıcının
siyasal eğilimlerini etkiler.
Sosyal medya üyelerinin çok büyük bir çoğunluğunun kendilerine gelen sosyal ağ ortamı
içeriklerinden ve mesajlardan etkilenerek siyasal eğilim ve tercih değiştirmedikleri görülmüştür. Bu bakımdan Hipotez 3 doğrulanamamıştır.
Hipotez 4- Sosyal ağlarda üyelikleri bulunan kullanıcılar, siyasal içerikli mesajların yayılmasında aktiftirler ve kamuoyu gündemini etkilerler.
Sosyal ağlarda aktif olan kullanıcıların büyük oranda içeriğe bağlı olarak, siyasal mesajların yayılmasında aktif oldukları görülmüştür ve kamuoyu gündemini etkilemektedirler.
Esasen sosyal medyanın gündem belirleme özelliğinin olduğu, ancak gündem değiştirme
yeteneğinin henüz güçlü olmadığı kanaatine de bu yönde varıldığı görülmektedir. Gündem
belirleme tezinde belirtildiği üzere, sosyal medyanın da geleneksel medya araçlarında
olduğu gibi, kamuoyunu nasıl değiştireceği değil, ne hakkında düşünüleceği bakımından
etkili olduğu görüşü desteklenmiştir. Bu çalışma ile ortaya konulan önemli bir diğer nokta
ise, sosyal medyada bireylerin düşüncelerini özgürce ifade edemedikleridir. Sosyal bir varlık olan bireyin en büyük korkularından biri, toplumdan veya çevresinden dışlanmaktır. Bu
77
bağlamda sosyal medyada gerçek kimlikleriyle yer alan aile, arkadaş ve toplum gözetimine
tabi tutulduğunu bilen bireyler, düşüncelerini/fikirlerini ifade etmeden önce, söylemlerini içinde yaşadığı toplumun normlarına göre düzenlemektedirler. Bu durum ise sosyal
medyanın demokrasiye yaptığı katkıların önündeki en büyük handikaplardan birini teşkil
etmektedir.
Kaynakça
Kitap
• Akgün, B. (2007). Türkiye’de Seçmen Davranışı, Partiler Sistemi ve Siyasal Güven, 2002
Genel Seçimleri, 2004 Yerel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri. (2.b.) Ankara: Nobel.
• Dearing, J. W. ve Rogers, E. M. (1996). Agenta-Sedding. Communication Concepts 6.
California: Sage Publications.
• Erbaşlar, G. (2013). Sosyal Medyada mısınız? Asosyal Medyada mısınız?. (1.b.) Ankara:
Nobel.
• Gunelius, S. (2011). 30 Minute Social Media Marketing. New York: McGraw Hill.
• Güngör, N. (2013). İletişim Kuramlar ve Yaklaşımlar. (2.b.) Ankara: Siyasal
• Kalender, A. (2005). Siyasal İletişim: Seçmenler ve İkna Stratejileri. Konya: Çizgi
• Misçi, S. (2006). Yeni Medya Kullanımının Organizasyon Yapısı Üzerindeki Etkileri. İstanbul: Yeni İletişim Ortamları ve Etkileşim Uluslarası Konferansı Bildiri Kitapçığı.
• Severin, W. ve Tankard, J. W. (1994). İletişim Kuramları. ( A. Atıf Bir ve N. S. Sever, Çev.)
Eskişehir: Kibele
• Timisi, N. (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi. (1.b.) Ankara: Dost
E-kitap
• Mayfield, A. (2008). What is Social Media. (Ocak 2014)
• http://ebooksoneverything.com/marketing/WhatisSocial Media.pdf.
• Safko, L. (2010). The Social Media Bible. New Jersey: John Wiley and Sons. (Kasım 2013)
http://msport04.free.fr/Books/The%20Social%20Media%20Bible.pdf.
• Stokes, R. (2009). eMarketing: the essential guide to online marketing. (Mart 2014).
http://florida.theorangegrove.org/og/file/0e4789b8-320c-3cf5-8ea8-332611afe119/1/ Quirk_eMarketing Textbook.pdf.
Makale
• Atabek, N. (1997). Gündem Belirleme Yaklaşımı. İletişim Fakültesi Dergisi. (Ocak 2014)
http://www.journals.istanbul.edu.tr.
• Dilmen, N. E. (2007). Yeni Medya Kavramı Çerçevesinde İnternet Günlükleri – Bloglar ve
Gazeteciliğe Yansımaları. (Eylül 2014) http://e-dergi.marmara.edu.tr.
• Kırık, A. M. (2012). Arap Baharı Bağlamı’nda Sosyal Medya-Birey Etkileşimi ve Toplumsal Dönüşüm. 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi. C.I. S. 3. Kış. 2012. (Mart 2014) http://
asosindex.com/journal-article-fulltext?id= 22318&part=1.
• Temizel, H. (2010). Kamuoyu Kuramları ve Kamuoyu Oluşumunda Kitle İletişim Araçları.
Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi. (Ocak 2014) http://www.
iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/831348063296.pdf.
• Terkan, B. (2012). Basın ve Siyaset İlişkisinin Gündem Belirleme Modeli Çerçevesinde Bir
Analizi. (Ocak 2014) http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr.
Tezler
• Akın, N. (2012). Yerel Seçimlerde Aday İmajının Seçmen Tercihlerine Etkisi: İzmir İli için
Bir Uygulama. (DEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı Pazarlama Programı
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.) İzmir.
• Bostancı, M. (2010). Sosyal Medyanın Gelişimi ve İletişim Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanım Alışkanlıkları. (EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Kayseri. (Mart 2014) www.mustimedia.com/pdfs/yltez.
pdf.
• Eke, E. (2008). Siyasal Propaganda Araçlarının Seçmen Davranışı Üzerindeki Etkisi:
Isparta Örnek Olayı. (SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Isparta. (Kasım 2013) http://eprints.sdu.edu.tr/ 568/1/
TS00654.pdf.
• Gümüş, Burak. (2006). Eğitim Düzeyinin Seçmen Davranışındaki Rolü ve Antalya Örnek
Olayı. (SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Isparta. (Kasım 2013) http://eprints.sdu.edu.tr/377/1/TS00537.pdf.
78
• İrvan, S. (1997). Dış Politika ve Basın: Türk Basınındaki Dış Politika Haberlerinin Gündem
Belirleme Yaklaşımı Açısından Çözümlenmesi. (AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi). Ankara.
• Terkan, B. (2005). Türkiye’de Basın ve Siyaset İlişkisi: Basın Gündemi ve Siyasal Gündemin Karşılaştırılmasına Yönelik Bir Gündem Belirleme Çalışması. (SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı Halkla İlişkiler Bilim Dalı Yayımlanmamış
Doktora Tezi). Konya.
Diğer kaynaklar
• Aslan, A. Medyanın Toplumsal Gücü. (Nisan 2014) http://www.ilefarsiv.com/id/yazi_8.
htm
• Barakas, N. Ş. Sosyal Medya Geleneksel Medyaya Karşı. (Mart 2014) http://arsiv.salom.
com.tr/news/print/23915-Sosyal-medya-geleneksel-medyaya-karsi.aspx
79
SOSYAL MEDYA ve NEFRET SÖYLEMİNİN SIRADANLAŞMASI
ECE ETKESER
Özet: Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nefret söyleminin kapsamını şu şekilde oluşturmaktadır: “ Nefret söylemi, ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-semitizim ve hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden ya da haklı gösteren her türlü ifade
biçimi. Hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret saldırgan milliyetçilik, etnik merkeziyetçilik, ayrımcılık ve azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenlilere karşı düşmanlık yoluyla ifade edilen
hoşgörüsüzlüğü içermektedir. Nefret söylemleri, gerek ortaya çıkış nedenleri gerekse yayılma süreci itibariyle yeni bir dönemin eşiğindedir. Çünkü nefret söylemleri üzerindeki medya etkisi her zamankinden daha fazladır. Bu durum geleneksel medyanın deformasyonuyla
olduğu kadar yeni medya formlarının yaygınlaşmasıyla da ilişkilidir. Dolayısıyla artık nefret
söylemleri üzerine konuşurken yeni medya teknolojilerinin karakteristiği ve toplumsal etkilerini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu noktada, özellikle sosyal medyanın
nefret söylemlerinin oluşumunda ve yayılmasında oynadığı rol değerlendirilmelidir. Her
ne kadar nefret söylemlerinin internetteki örnekleri çok yeni olmasa da, bu tür içerikle
son yıllarda daha fazla karşılaşılmaktadır. Dahası her türden söyleme ev sahipliği yapan
mevcut web uygulamaları, her geçen gün gelişmekte ve yeni araçlarla desteklenmektedir.
Bu sayede mevcut sosyal ağlar daha kompleks bir görünüme bürünmekte, ayrıca -her türden düşünceye açık bir yapı arz etmesinden ötürü- çeşitli grupların mücadelelerine sahne
olmaktadır. İnternetin sıradan kullanıcıya sunduğu olanakların nefret söylemi üreten kişi
ve gruplar için de aynen geçerli olmaktadır. Etkileşimli yapısı ve anonim karakteri interneti
önemli bir ikna aracı olarak inşa edici bir özelliğe sahiptir. İnternetin etkisi, nefret söylemlerinin yaygınlaşmasına aracı olmakla sınırlı kalmayıp, üretim sürecinde de kendini göstermektedir. İnternet nefret söylemlerinin zaman zaman propaganda eşliğinde sunulduğu bir
medya olmakla beraber, her türden örgütlenmenin gerçekleştirilebildiği bir platformdur.
Anahtar Kelimeler: Sosyal medya, nefret, söylem
SOCIAL MEDIA AND HATE SPEECH
Abstract: Committee of ministers of the council of Europe explains the concept of hate
speech as “any kind of speech that spreads, encourages or justifies all forms of hate based
on racial hate, foreigner hostility and intolerance. Hate based on intolerance includes
nationalism, ethnicism, discrimination and hostility towards minorities, immigrants and
people who have such an origin. Hate speech is on the verge of a new era due to reasons
of occurrence and spreading process since the effect of media on hate speech is more
dominant. This is related to the deformation of traditional media and new media forms.
That is why we need to consider the characteristics of new media technologies and their
social effects. Furthermore, special attention must be paid to the role of social media in
generating hate speech and making it widespread. Despite the fact that online examples
of hate speech is not brand new, this kind of content is more widely seen in the last years.
Existing web applications which include all kinds of speech are also developing day by
day. Thanks to these, social web is becoming more complex and it also serves as a stage
of war among groups with different ideals. Internet, with its interactive form and anonymous characteristic, has a persuasive side. The effect of the internet is not only limited to
making the hate speech widespead; it also affects the process of content creation. Internet
can be seen as a platform which presents hate speech alongside propaganda and it also
makes any kind of organization possible.
Keywords: Social media, hate, discourse
80
Giriş
Nefret söylemleri, gerek ortaya çıkış nedenleri gerekse yayılma süreci itibariyle yeni bir
dönemin eşiğindedir. Çünkü nefret söylemleri üzerindeki medya etkisi her zamankinden
daha fazladır. Bu durum geleneksel medyanın deformasyonuyla olduğu kadar yeni medya formlarının yaygınlaşmasıyla da ilişkilidir. Dolayısıyla artık nefret söylemleri üzerine
konuşurken yeni medya teknolojilerinin karakteristiği ve toplumsal etkilerini göz önünde
bulundurmak gerekmektedir. Bu noktada, özellikle sosyal medyanın nefret söylemlerinin
oluşumunda ve yayılmasında oynadığı rol değerlendirilmelidir. Her ne kadar nefret söylemlerinin internetteki örnekleri çok yeni olmasa da, bu tür içerikle son yıllarda daha fazla
karşılaşılmaktadır. Dahası her türden söyleme ev sahipliği yapan mevcut web uygulamaları, her geçen gün gelişmekte ve yeni araçlarla desteklenmektedir. Bu sayede mevcut sosyal
ağlar daha kompleks bir görünüme bürünmekte, ayrıca -her türden düşünceye açık bir yapı
arz etmesinden ötürü- çeşitli grupların mücadelelerine sahne olmaktadır.
Sosyal medya ortamında gündelik yaşamda söylemsel pratiklerde üretilen ve geleneksel
medya metinlerinde dolaşıma sokulan homofobik, transfobik,heteroseksist cinsiteyçi, yabancı düşmanı, ırkçı, etnik milliyetçi ve ayrımcı nefret söylemi çok kolay bir şekilde yaygınlaşarak, sıradanlaşarak dolaşıma girmektedir. Böylece her türlü ve dışlayıcı söylemsel
pratikler kanıksanmakta, zaman içinde tomlumdaki farklı kimlikleri ve varoluş pratoklerini
ötekileştirmekte, hatta yok edici eylemlere, diğer bir deyişle nefret suçlarına dönüşebilmektedir.
Bu çalışma sosyal medya ortamında hızla yayılan nefret söylemini eleştirel bir gözle ele
almayı amaçlamaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde yeni medya kavramı ele alınmakta,
sosyal medya kavramı tanımlanmakta, sosyal medya araçlarının özellikleri ortaya konulmaktadır. Çalışmanın ikinci bölümünde ise nefret söylemi, nefret suçu kavramsal düzeyde ele alındıktan sonra nefret söyleminin tarihsel gelişimi, nefret söyleminin toplumsal
yaşama etkisi nefret söylemi-ifade özgürlüğü ilişkisi ele alınmaktadır. Çalışmanın üçüncü
ve son bölümünde ise sosyal medya-nefret söylemi ilişkisi eleştirel bir gözle, örnekler üzerinden ele alınmaya çalışılmaktadır.
1.Sosyal Medya
1.1. Sosyal Medya Kavramı ve Sosyal Medya Ortamları
Sosyal medya dar anlamıyla, internetin bireyleri birbirleriyle sanal ortamda buluşturan
web tabanlı hizmetlerinden biridir. Geniş anlamda ise, bireylerin sınırları belli olan bir
sistem içerisinde açık ve yarı açık profil oluşturmalarına izin veren, farklı kişilerle bağlantı
paylaşımında bulunan kişilerin listesini gösteren web tabanlı hizmetler olarak tanımlanmaktadır. Buna göre sosyal medya, kullanıcılara enformasyon, düşünce, ilgi ve bilgi paylaşım imkanı tanıyarak karşılıklı etkileşim yaratan çevrimiçi araçlar ve web siteleri için ortak
kullanılan bir terimdir. Sosyal medya, katılımı ve ilgili olmayı teşvik ederek topluluk ve ağ
oluşturmaya aracılık etmektedir. (http://jcmc.indiana.edu/vol13/issue1/boyd.ellison.html)
Yaygın olarak kullanılan sosyal medya ortamları şunlardır:
Sosyal Ağ Siteleri: Kullanıcılara online profiller ya da kişisel web sayfaları oluşturmaya
ve online bir sosyal ağ geliştirmeye izin veren, kendileri ile ilgili kişisel bilgiler verebilecekleri, arkadaşlar edinebilecekleri ve var olan arkadaşları ile iletişim kurabilecekleri ve
çeşitli etkinlikler düzenleyebilecekleri web sitelerine sosyal ağ adı verilmektedir. Boyd ve
Ellison’a göre ise sosyal ağlar, bireylerin sınırlı bir sistem içinde kamusal veya yarı kamusal
profil oluşturmalarına, bağlantılı oldukları diğer kullanıcıları listeleyerek görebilmelerine
ve paylaşımlar doğrultusunda diğer kullanıcılarla bir ortaklık kurmalarına olanak sağlayan
ortamlardır. (http://jcmc.indiana.edu/vol13/issue1/boyd.ellison.html)
Sosyal ağ sitelerinin en yaygın olarak kullanılan mecralarından biri olarak 4 Şubat 2004
tarihinde Harvard Üniversitesi 2006 sınıfı öğrencisi Mark Zuckerberg tarafından kurulan
Facebook’dan bahsetmek gerekmektedir. Facebook, insanların arkadaşlarıyla iletişim kurmasını ve bilgi alışverişi yapmasını amaçlayan bir sosyal paylaşım web sitesidir. Site kullanıcılara ücretsizdir ve gelirini banner reklamlarından ve sponsor gruplarından almaktadır.
81
Kullanıcılar profilleri fotoğrafları, ilgi alanları, gizli ya da açık mesajları ve arkadaş grupları
sergilemektedir. Profillerin gösterimi sadece arkadaşlara görünecek şekilde veya belli ağların dışındakilere açık olmayacak şekilde sınırlandırılabilir. TechCrunch’a göre; A.B.D.’deki üniversitelerdeki öğrencilerin %85’inin facebook’da bir hesabı bulunmakta ve bunların
%60’ı her gün bağlanmaktadır. %85 her hafta, %93 her ay bağlananlar arasındadır. Teknik
açıdan ise facebook, web otoriteleri tarafından en başarılı Web 2.0 uygulamalarından biri
olarak gösterilmektedir.(http://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook)
Bloglar: Bireyler, gruplar ya da işletmeler tarafından sürdürülen, geniş bir izleyici kitlesi için yorumlar ve fikirler sunarak çevrimiçi günlük görevi gören web sitelerine blog denilmektedir. Sosyal ağlarda olduğu gibi takipçileri bulunan blogların girişleri, güncelden
geriye doğru düzenlenmektedir. Kişisel, kurumsal ya da tematik olarak hazırlanan bloglar,
günlük olayları içeren ve web sitelerinden farklı olarak sürekli güncellenen, daha basit ve
informal bir yapıya sahip, gizlilik seçeneği bulunmayan, kişilere takipçi olma ve yorum yapma olanağı sunan bir sosyal medya ortamıdır.(A.C. Newman, A.C. ve J.G. Thomas,2009:216)
Bloglar, okuyucuların habere dahil olması ve anında yorum ve eleştiri getirebilmesi sebebiyle sıkça tercih edilmektedir. Blogların ucuz ya da çoğu zaman ücretsiz düzenlenmesi
ve düzenlenme esnasında özel bir yazılıma ihtiyaç duyulmaması, bilgisayar konusunda
önemli uzmanlıklar gerektirmemesi, içeriğinin kolaylıkla güncellenebilmesi ve herkes tarafından yorum gönderilebilmesi sebebiyle kullanım alanı her geçen gün artmakta ve işletmelerin ilgi alanına da girmeye başlamaktadır.(T. Goodfellow, T. ve S. Graham,2007:396) İngilizcedeki “web” ve “log” kelimelerinin birleşmesinden oluşan weblog kavramının zamanla
yaygınlaşmış adıdır. Blog, genellikle güncelden eskiye doğru sıralanmış yazı ve yorumların
yayınlandığı, web tabanlı bir yayını belirtir. Çoğunlukla her gönderinin sonunda yazarın adı
ve gönderi zamanı belirtilir. Yayıncının seçimine göre okuyucular yazılara yorum yapılabilir.
Yorumlar, blog kültürünün çok önemli bir dinamiğidir; bu sayede yazar ve okuyucular arasında iletişim sağlanır. Bunun dışında, geri izleme (trackback) mekanizmasıyla, belirli bir
yazı hakkında yazılan diğer yazıların belirlenebilmesi de mümkündür.
İnternet ile ilgili ciddi bir araştırma kurumu olan Jupiter Research’ün 2005 yılında yaptığı
bir araştırmasına göre, blog sitesi sahiplerinin yarısının yılık geliri 60.000 doların altında;
blog okuyanların %60’ı erkek ve blog okuma alışkanlığı olanların %73’ü 5 yıldan uzun süredir internet bağlantısına sahip. Blog okuyanların %28’i blog okumak için RSS kullanıyor.
2005 sonunda yapılan başka bir araştırmaya göre de internet kullanıcılarının %38’i blog
kelimesinin anlamını bildiklerini, %27’si ise blog okuduklarını belirtmiştir. Blogosferin
nabzını tutma misyonundaki Technorati’nin istatistiklerine göre, günde 50.000’den fazla
yeni blog sitesi yaratılıyor.(http://www.blognedir.com/blogrehberi/blog-nedir.html)
Mikroblogging: Mikroblogging, insanların kısa ve anlık metin gönderileri aracılığıyla tanıdıkları, arkadaşları ile ilgili güncel kalmasına izin veren bir kısa mesaj yayımlama hizmetidir.(D. Ryan, D. ve C. Jones:2009:166) Günümüzde en yaygın kullanılan mikroblogging
uygulaması, kullanıcıların birbirleriyle maksimum 140 karakter uzunluğundaki kısa metin
tabanlı mesajları kullanarak iletişim kurmasına imkan tanıyan (ücretsiz) twitter’dır. Twitter; 140 karakterden oluşan tweet adı verilen internet kısa mesajlarının gönderildiği ve
başkalarının mesajlarının okunabildiği bir mikro-blog servisidir. Twitter; her geçen gün karmaşıklaşan internet dünyasına basit bir takip mekanizması sağlamaktadır 2008’deki ABD
seçimlerinde özellikle Barack Obama tarafından sıklıkla kullanılan Twitter dan Türkiye’deki
son yerel seçimlerde de yararlanılmıştır. Ayrıca Twitter, sosyal medya’nın en popüler araçlarından biri olarak gösterilmektedir. Facebook gibi sosyal bir ortamdır.
2006 yılında Jack Dorsey tarafından geliştirilmesinden bu yana, Twitter dünya çapındaki
popülaritesini gün geçtikçe arttırmış ve içerdiği uygulamaların programlama ara yüzünün
kısa mesaj gönderim ve alımı konusundaki olanaklarıyla internet dünyasının SMS (Kısa
Mesaj)’i olarak anılmaya başlamıştır. Twitter’ın yaygınlaşmasıyla birlikte Tweet’lemek kavramı da teknoloji jargonundaki yerini aldı. Twitter, son bir yılda yüzde 1000’in üzerinde
büyüdü. Kişiler, haber kanalları, büyük kurumsal şirketler, kampanya düzenleyenler, politikacılar; yani aklınıza gelebilecek hemen her kişi ve kurum açtığı Twitter hesabıyla kendisi
hakkındaki gelişmeleri paylaşıyor. Twitter kullanmanın mantığı o an başınıza gelen bir olay,
duyurmak istediğiniz bir haber, düzenlenen bir kampanya, firmanız hakkındaki bir gelişme,
82
seçim kampanyanızdaysanız katıldığınız miting ya da çıkacağınız televizyon kanalını duyurmak gibi aklınıza gelebilecek hemen her şeyi Twitter üzerinden takipçilerinize duyurabilmektir. Temel olarak Twitter “Şu anda ne yapıyorsunuz?” sorusunu baz alıp kullanıcılara
kolay kullanılabilir bir mobil ve internet uygulaması sunmaktadır. Asıl gücünü dilediğiniz
yerden cep telefonu ile SMS göndererek güncelleme yapılabilmesinden almaktadır. Twitter’a bir platform olarak bakarsak hemen göze çarpan özellikleri mobil erişim sağlaması,
birçok kişiye bir anda erişimin hızı, geniş kullanıcı kitlesi, kullanım kolaylığı ve düşük ya
da sıfır kullanım maliyeti. Bu özellikler duyurular, anında haber takibi gibi kullanımlar için
de önemli özellikler. Aynı zamanda yukarıda bahsettiğim sorunun kapsamında düşündüğümüzde de bir markanın kendini tanıtımı için de bulunmaz bir fırsat. Diğer kullanıcıları
takip edebilmek için onları arayarak bulabilirsiniz veya onların verdikleri adreslere girip
üye olduktan sonra resimlerinin altında yer alan “Follow” linkine tıklayarak onları takip
etmeye başlayabilirsiniz. Twitter, internet pazarı için istikrarlı bir kaynak olarak kanıtlanmıştır. Inbound linkler kendi web sitenize dışardan gelen tek yönlü linklerdir. Bu linklerden
almanın en iyi yolu, başkalarının isteyerek kendi sitelerinde paylaşmalarıdır. Twitter backlinkleri sağlamak için tasarlanmıştır. Aslında görünüşte Twitter`dan, profilinize listelenen
bir backlink almış gibiolursunuz.
Twitter`ın üçüncü büyük sosyal medya sitesi olduğu ve altı milyon kullanıcısı olduğu
düşünülürse, herhangi bir pazarlama stratejisinde yayın potansiyelini genişletmesi için
Twitter`dan yararlanılması kaçınılmazdır. Backlinkleri sağlamak için tam anlamıyla değerlendirilmiş neredeyse limitsiz potansiyele sahiptir. Sonucu belirtecek önemde olan, kapsamlı takip kurulumunun zaman alacağıdır. Takip etmeye başlamak için kategorilerden ve
gruplardan faydalanmalısınız. Gelişime devam etmek için düzenli olarak “tweet” lemeli
ve alakalı bilgileri sağlamalısınız. Zamanla geniş takipçi grupları oluşturmak mümkündür.
(http://www.teknolojide.com/twitter-nedir_4655.aspx)
Wikiler: Wiki (what I know is- bildiğim kadarıyla), içeriği kolayca oluşturulabilen ve düzenlenebilen çok sayıda birbirine bağlı web sayfasından oluşan web sitelerini tanımlamak için
kullanılır. Wikiler ansiklopedik bilgi depoları, sosyal paylaşım siteleri, kurumsal çevrimiçi
ağlar, bilgi yönetim sistemleri, kişisel ajandalar gibi çok farklı alanlarda uygulama olanağı
bulmaktadır.(Eldeniz,2010:22)
Popüler wiki sitelerine örnek olarak ansiklopedik bilgiler içeren Wikipedia ve haber içerikli
Wikinews verilebilir. Wikipedia bir başlığın kullanıcı tarafında girilebileceği ve başka bir
kişi tarafından değiştirilebileceği gibi önceki yıllarda böyle bir şeye ihtimal bile verilmeyen
bir fikre dayalı çalışan online bir ansiklopedidir. Burada kullanıcıya duyulan radikal bir
güven karşımıza çıkıyor. Öyle ki siz herkese bir şeyler yazmaya izin veriyorsunuz ve böylece
gerçekten muazzam bir kaynak ortaya çıkıyor. Kısa bir sürede yazılan bir milyon başlık ile
çok hızla büyüyen bir ansiklopedi Wikipedia. Özetleyecek olursak web 2.0’daki bilgi kavramı yeniden şekillenmiş ve artık bilgi istenildiği zaman, istenildiği ortamdan, istenildiği
şekilde erişebileceği bir hal almıştır. Temel anlayış webden aldığımız bilginin yanında ona
kattığımız bilgiyle var olmaktır.
(http://ugurates19.blogspot.com/2007_12_08_archive.html)
Forumlar: Belirli konu ve ilgi alanları hakkında çevrimiçi tartışma platformları olarak bilinen forumlar, ürün veya markalar üzerine övgü, öneri veya şikayet yazılarının da yer aldığı
sosyal medya aracıdır. (Mayfield:2008:6) Wiki ve bloglardan farklı olarak, forumlar yöneticileri tarafından denetlenmekte ve tartışmalar belirli kurallar dahilinde yapılmaktadır.
Ticaret Toplulukları: Ticaret toplulukları forumla benzerlik göstermekte, ancak forumlardan farklı olarak ürünle ilgili açıklamaların yanında yorumlara da yer vermektedir.
İçerik Toplulukları: Belirli konularda içerik üreten ve paylaşan sitelerdir. Flickr (fotoğraf
paylaşım sitesi), youtube (video paylaşım sitesi), jamendo (müzik paylaşım sitesi) vb.(
Mangold:2009:358)
Podcastler: Podcast, dijital medya dosyalarının taşınabilir medya oynatıcılarda veya bilgisayarlarda oynatılmak üzere internet üzerinden beslemeler yoluyla dağıtılma tekniğidir.
(www.wikipedia.org.tr)
83
Sanal Oyun Ortamları: Katılımcıların kalabalık bir sanal dünyaya girerek, kendi başlarına
ya da arkadaşlarıyla birlikte çeşitli maceralara atılarak oynadıkları oyunlardır. En önemli
örneği Second Life’tır.(Mayfield,2008:28)
Sosyal İmleme Siteleri: Kullanıcılar beğendikleri içeriğin bulunduğu sayfaların internet
adreslerini paylaşmaktadırlar. Bu uygulamada linklerin oylanması ve değerlendirilmesi
mümkün olmaktadır.(http://www.kilavuzyazilim.com/sosyal-imleme-nedir/)
2. Nefret Söylemi2.1. Nefret Söyleminin tanımı ve Ortaya Çıkışı
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nefret söyleminin kapsamını şu şekilde oluşturmaktadır: “ Nefret söylemi, ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-semitizim ve hoşgörüsüzlüğe
dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimi. Hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret saldırgan milliyetçilik, etnik merkeziyetçilik, ayrımcılık ve
azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenlilere karşı düşmanlık yoluyla ifade edilen hoşgörüsüzlüğü içermektedir.(İnceoğlu,2012:24)
Nefret söyleminin çeşitli boyutları vardır. Kevin Boyle nefret söyleminin politik bir boyutunun olduğunu söylemektedir. Buna göre nefret söylemi “demokratik mücadele ile mağlup
edilen tüm gerici fikir ve teorileri yeniden canlandırma amacı güden, dolayısıyla demokratik mücadelenin kazanımlarını yıkmayı amaçlayan bir söylemdir.”
Nefret söyleminin temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu/düşmanlığı, tarafgirlik,
ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi yatar. Kültürel kimlikler ve grup özellikleri gibi unsurlar nefret söyleminin kullanılmasını etkiler,ancak yükselen milliyetçilik ve farklı olana
tahammülsüzlük gibi koşullarda, nefret dili yükselir ve etkisini arttırır.(http://www.nefretsoylemi.org/nefret_soylemi_nedir.asp)
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), nefret suçunu, şu şekilde tanımlamaktadır:
Mağdurun, mülkün ya da işlenen bir suçun hedefinin, gerçek veya hissedilen ırk, ulusal ya
da etnik köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engellilik, cinsel yönelim
veya diğer benzer faktörlere dayalı olarak benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da
öyle algılanan bağı, bağlılığı, aidiyeti, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği, kişilere
veya mala karşı suçları da kapsayacak şekilde işlenen her türlü suçtur.
Nefret suçu terimi ilk kez ABD ‘de, New York’ta beyaz bir grup öğrencinin Afro-Amerikalı
bir kişiye ırkından yönelik yaptıkları saldırı olayını iletmek için 1986 yılında kullanılmıştır.
Nefret suçları teriminin Avrupa’da kullanılmaya başlanması ise çok daha yakın bir tarihte
mümkün olmuştur. Nefret suçları 20. yüzyıl boyunca yaygın olarak işlenenmiştir. Asıl yeni
olan şey, ırkçılık, milliyetçilik, antisemitizm ve cinsiyetçilik gibi konularda ortaya çıkan yeni
toplumsal hareketler ve bu hareketlerin nefret suçlarına yönelik vermeye başladığı mücadele ve bu mücadele sonucu bu konularda farkındalık oluşması olmuştur. Bu bağlamda
özellikle 1960’larda ABD’de başlayan medeni haklar, mağdurlarla dayanışma, kadın, eşcinsel ve lezbiyen vb. hareketler, siyasi alandaki mücadeleyi yeniden şekillendirmiştir. Bu hareketlerin oluşturduğu siyasi zemin ve mücadele anlayışı, modern toplumsal hareketlerin
başta ABD olmak üzere batı ülkelerinde önyargılı motivasyonla işlenen ve şiddet içeren
suçlar konusunda farkındalık yaratılması, bunlara tepki verilmesi ve suç olarak teşhir edilmesinde ilham kaynağı olmuştur.( http://www.sosyaldegisim.org/2010/10/nefret-suclari-teriminin-ortaya-cikisi/)
Farklı olana tepki göstermek insanlık tarihi boyunca var olan bir olgudur. Çoğunluğun
içinde azınlık durumunda olanlar, derisinin rengi, dini, konuştuğu dili, etnik kökeni ya da
bir başka özelliği farklı olan tepki görmüş, dışlanmış, ayrımcılığa tabi tutulmuş, farklı muamele görmüşlerdir. Ancak özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan tablo, 7,5
milyon Yahudinin, Çingenenin, eşcinselin ve engellinin katledildiği gerçeğini gösterince,
bu konudaki yaklaşımlar değişmiştir. Toplum içinde birlikte yaşayan farklı katmanları bir
arada tutabilmek adına ayrımcılık tanımının gelişmesi ve bu konuda getirilen ceza hukuku
önlemleri, nefret suçları yönüyle 1980’lerin başında ABD’de kristalize olmuştur. 1970’lerin
sonundan itibaren ABD’de giderek yükselişe geçen siyah ve eşcinsel cinayetleri, dikkatle-
84
rin nefret suçları kavramına çekilmesinde önemli rol oynamıştır. ABD’de ilk nefret suçları
yasası federe düzeyde 1978’de Kaliforniya’da kabul edildimiştir. Kabul edilen bu ilk yasada
ırk, din, renk ve ulusal kökenden kaynaklı önyargıyla nefret saiki cezalandırılmaktaydı. Bugün hemen tüm ABD eyaletlerinde farklı önyargılar kaynaklı nefret suçlarının düzenlendiği
yasa metinleriyle karşılaşılmaktadır. 1990’lardan itibaren AB ülkelerinde de nefret suçları
düzenlemelerine, en azından nefret saikiyle işlenen suçları genel hükümler çerçevesinde
ağırlatıcı nedenler arasına alma yönünde bir eğilim gözlenebili.r(http://www.rightsagenda.org/index.php?option=com_content&view=article&id=687:nefret-suclarnn-yarn&catid=48:takmadusunceveifadeozgurlugu&Itemid=76)
2.2.Nefret Suçlarının Bireyleri ve Toplumları Etkileme Süreci
Nefret suçları belli bir zaman sürecinden sonra bir korku paradigmasına dönüsür. Bu korku, nefret suçlarının verdiği mesaj olan, saldırıya uğrayanın kimliğinin inkâr edilmesinden
kaynaklanmaktadır. Buna ek olarak bu tür suçlar, bireyin içinde yaşadığı toplumda istenmediği, bu topluma ait olarak görülmediği mesajını verir. Bunun sonucunda, saldırıya uğrayan mağdurlar bir yandan kendilerini son derece tecrit edilmiş hissederken, öte yandan
işlenen diğer suçların mağdurlarına göre çok daha uzun ve daha derin bir korku duymalarına yol açar. Nefret suçları mağdurlarına destek olunmaması ya da mağdurların kişiliği
veya durumlarının iftira edilecek şekilde yansıtılması, zaten travma yaşayan mağdurların
durumunu daha da kötüleştirir. Yaşanan bu tür bir ikinci mağdurlaştırmadır. Nefret suçu
mağdurlarının birçoğu açısından yaşanan bu tür ikinci bir mağduriyet, çok daha büyük bir
aşağılama, küçük düşürülme veya tecrit anlamına gelir. Bu süreç bireysel isyandan toplumsal çöküntülerin oluşmasına neden olabilecek kadar etkilidir. Nefret suçları, mağdurun ailesi, arkadaşları ile söz konusu önyargılar veya nefretin hedefi olan kurban ve ortak
karakteristik özelliklere sahip diğer kesimler üzerinde de aynı ölçüde yıkıcı etki yaratabilir.
Böyle bir durumda hedef seçilen grubun diğer üyeleri de benzeri saldırı riski altında oldukları korkusu yaşayacaklardır. Aynı zamanda tıpkı mağdurun kendisi gibi bu durumdan
psikolojik olarak etkileneceklerdir.( http://www.toplumsol.org/nefret-suclarin-olusumunda-medyanin-etkisi-hasan-cicek/)
Nefret suçları gerektiği şekilde incelenip, kovuşturulmadığında, bu durum başkalarının da
benzeri suçları işlemesini teşvik edecek şekilde faillerin cezasız kaldığı mesajını verecektir. Nefret suçu faillerinin cezasız kalması, şiddet olaylarının artmasına neden olur. Nefret
suçu kapsamına giren ve şiddet içeren olaylara karşı herhangi bir korumanın söz konusu
olmaması, dezavantajlı gruplara mensup vatandaşların hukuka ve kamu kurumlarına olan
güvenlerini yitirmesine ve böylece daha da tecrit olmalarına yol açar.
Nefret suçları, diğer suçlardan farklı olarak hem mağdurlar hem de genel olarak toplum
üzerinde psikolojik hasarlara yol açabilmektedir. Kurbanların maruz kaldıkları fiziksel zararların dışında, fiziksel zarar görme korkusu ve kalıcı stres gibi olumsuz psikolojik sonuçlar doğurabilmektedir. Psikolojik sonuçları açısından uzun süreli travmatik etkiler ve
bu travmatik etkiler sonucu ruh sağlığında ortaya çıkan bozulmalar bazen intihara varan
sonuçlar doğurabilmektedir. Bu gibi durumlarda gerginlik, depresyon, stres, güvenlik endişesi, öfke ve toplumdan uzaklaşmaktan nefrete kadar varan olumsuz duygulara yol açan
sonuçlar da ortaya çıkabilmektedir. Saldırının etkileri saldırı anından çok daha uzun bir
sürece yayılarak ortaya çıkmaktadır. Mağdurlar, yoğun suçluluk duyguları yaşamaktadır.
Kendilerini, davranışları ya da belirli özellikleri nedeniyle suçlarken, diğer insanlar tarafından da, saldırıdan kendi davranışları nedeniyle sorumlu tutularak suçlanmaktadırlar.
(http://kaosgl.org/sayfa.php?id=7099)
Barış Çoban’ın deyişiyle, ‘iktidar, ‘makbul vatandaş’ olarak tanımladığı kitlelerin yardımıyla, daha doğrusu suç ortaklığıyla şiddeti gündelik yaşam alanındaki söylem ve pratiklerde
sıradanlaştırarak yeniden üretir. Bu süreçte, toplumsal bilinç yapısı faşizan bir biçimde
yapılandırılır; sıradan insan farklı düşünenlerden, farklı din ve etnisiteden olanlardan,
farklı cinsel eğilime sahip olanlardan, kısaca ‘ötekilerden korkar, nefret eder ve söylemsel,
eylemsel şiddeti kullanarak iktidarın kendi varoluşunu tehdit ettiğini bilincine yerleştirdiği
bu unsurlardan kurtulmak ister. (Binark,2010:11-12)
Tüm devletler birden fazla etnik grup, dinsel, politik gruplar barındırmaktadır ve tümellik
egemen olan grubun lehine diğer grupların reddini beraberinde getirir. Bu reddiye birçok
85
önyargının toplumsal anlamda oluşturulması ve meşrulaştırılması ve toplumsal barışın
ulaşılmaz bir ütopyaya dönüşmesini beraberinde getirmiştir. Toplumsal anlamda, devlet
yapısını elinde tutan baskın etnik, dinsel yapının, iç grup ile iktidar tarafından denetim
altında tutulan diğer etnik ve dinsel gruplara, dış grup arasında bir yarılma söz konusudur. İç grup ve dış grup arasındaki yarılma toplumsal anlamda özellikle de iletişimsel süreçlerde kendisini açığa vurur. Toplumsal yaşam bağlamında egemen grubun “öteki”lere
ilişkin düşünceleri, önyargıları toplumsal ilişkileri ve iletişimi belirler. Aynı şekilde baskı
altına alınan gruplar, “ötekiler” de egemen grup ve diğerleri hakkında önyargılar oluşturur
ve toplumsal çatışmanın temelleri atılmış olur. Buna bağlı olarak, küresel anlamdaki çatışmalarda küresel gücün kendisi ve müttefikleri dışında “ötekileştirdiği” tüm dinsel ve etnik
gruplara önyargı ile yaklaşılması, tehdit olarak kodlanması ve kitleselleştirilmesi iletişim
araçlarının yoğun kullanımı ile gerçekleştirilir.
2.3. Nefret Suçu ve İfade Özgürlüğü
İfade özgürlüğü Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde
ilan edilen, birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır.
Elbette ülkeden ülkeye bu hak farklı şekillerde uygulanabilir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nin ifade özgürlüğü Anayasasının bir numaralı maddesiyle güvence altına alınmıştır.
Buna göre: “Kongre herhangi bir dîni kurmak için, uygulamasını yasaklamak için, ifade ve
basın özgürlüğünü ya da insanların barışçıl bir şekilde toplanmasını ve devlete acılarını
anlatmasını kısıtlamak için kanun çıkartamaz.” Aynı şekilde Avrupa Birliği’nin 2000 yılında
yayımlanan temel kanunlarının 11’inci maddesine göre;
“Herkesin ifade özgürlüğü vardır. Bu hak; insanların fikirlere sahip olma ve bilgiyi halk
otoritesi olmadan, sınırsızca alma ve verme hakkını tanır.
İfade özgürlüğüyle ilgili olarak, biri içerik bakımından sınırlanamayacağını, diğeri ise bazı
meşru amaçlara ve öngörülen amaçla orantılı olarak ifade özgürlüğünün sınırlanabileceğini savunan iki önemli yaklaşım söz konusudur. İfade özgürlüğünün sınırlanabileceğini
savunan yaklaşım bazı türde ifadelerin kategorik olarak ifade özgürlüğünün öngördüğü
korumadan yararlanamayacağı, hatta bunun, ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması anlamına geleceği görüşündedir. Nefret içerikli ifadeler, başka bir deyişle nefret söylemi ( hate
speech) bu farklı yaklaşımların ayrım noktalarından birisini oluşturmaktadır.
Nefret söylemi söz konusu olduğunda iki insan hakkı arasında çatışma ortaya çıkmaktadır.
Söz konusu çatışma ifade özgürlüğü ile nefret söylemine maruz kalan kişi veya grubun
ayrımcılığa maruz kalmaması arasındadır ve bu noktada insan haklarıyla uyum içerisinde
bir çözüm bulunması ve bu çatışmanın giderilmesi gerekmektedir. Elbette bu çatışmanın
giderilmesi kolay değildir ve farklı ülkelerde bu konuda farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
Nefret söylemi oluşturan ifadelerin ifade özgürlüğünün kapsamı dışında bırakılması ifade
özgürlüğüne yönelik sınırlamanın bir örneğidir. Bu durum, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasında devletlerin yetkili kılındığı anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla ifade özgürlüğünün korunması için yürütülen çabaların tersine bu kez devletlerin ifade özgürlüğünün
sınırlanması için adım atması beklenmektedir. İfade özgürlüğünün sınırlandırılabilmesine
yönelik nedenlerin savunulması devletlerin başka nedenlerin de aynı kapsam değerlendirilmesi yönünde bir çaba içerisine girmelerine neden olabilecektir. Bu sebeple nefret
söyleminin ifade özgürlüğünün istisnası olarak tanınmasının iyi bir şekilde gerekçelendirilmesi gerekmektdir. Nefret söyleminin insan haklarının, eşitliğin, çeşitliliğin reddi ve
hakların ortadan kaldırılmasına yönelik bir çaba olarak değerlendirilmesiyle bu gerekçe
kısmen ortaya konulabilir. Nitekim uluslararası insan hakları organlarının kararları da bu
gerekçelere dayanarak nefret söylemini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmemektedir.
Tüm insanların onuruna saygı ve hoşgörü demokratik, çoğulcu toplumun temellerini
oluşturmaktadır. İfade özgürlüğünün genel ahlak, devlet güvenliği, çocuk pornografisi
gibi gerekçelerle sınırlandırılmasını savunan bir hukuk düzeninin konu nefret söylemine
geldiğinde pasif kalması ancak nefret söylemine maruz kalan grupların korunmaya değer
görülmemesiyle açıklanabilir. Nefret söyleminin hukuken yasaklanması ile, nefret içerikli
ifadelerin ortaya koyduğu düşüncelerin eşitlik ve insan onuruna dayalı demokratik bir top-
86
lum anlayışıyla bağdaşmazlığına dair açık bir mesaj verilmiş olacaktır. Demokratik bir toplumda hoşgörüsüzlüğe tahrik eden, hoşgörüsüzlüğü yayan, savunan veya mazur gösteren
her türlü ifadeyi yaptırıma tabi tutmak veya önlemek öngörülen bu meşru amaçla orantılı
olduğu sürece gerekli görülebilecektir.
İfade özgürlüğü siyasi, sanatsal, ticari vs her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır. İfade özgürlüğü, görüş sahibi olma özgürlüğü ile bilgi ve düşünceyi edinme özgürlüğünün yanı sıra
bilgi ve düşünceyi yayma özgürlüğünü içermektedir. Her özgürlük gibi ifade özgürlüğünün
de bir norm alanı mevcuttur. Bunun anlamı bazı ifadelerin ifade özgürlüğünün kapsamına
girerken bazılarının girememesidir. Bir ifadenin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğine karar verilmesinin ardından bu kez ifadenin sınırlanıp sınırlanamayacağı değerlendirilmektedir. Bazı ifadeler kategorik olarak ifade özgürlüğünün norm alanı içerisinde
değerlendirilmemektedir. Örneğin çocuk pornografisinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir.
AİHS’nin 10. maddesi ifade özgürlüğünü düzenlemektedir. Maddenin ilk paragrafı ifade
özgürlüğünü korurken ikinci paragrafı bu hakkın nasıl ve hangi meşru nedenlerle sınırlanabileceğini düzenlemiştir. AİHS’nin 10. maddesinde nefret söylemini doğrudan yasaklayan
bir meşru neden bulunmamaktadır. AİHM ifade özgürlüğünün nefret söylemi açısından
sınırlanmasını başkalarının şöhreti ve hakları kapsamında demokratik bir toplumda gerekli bulmaktadır.
Nefret söylemiyle bağlantılı olarak çok sayıda dava AİHM tarafından sonuçlandırılmış ve
bu konuda ortaya bir içtihatlar dizisi çıkmıştır. Mahkeme AİHS’nin temellerini oluşturan
değerlere yönelik her türlü ifadede olduğu gibi, hoşgörüsüzlüğe tahrik eden veya onu haklı
gösteren ya da hoşgörüsüzlüğü yayan ifadelerin AİHS’nin 10. maddesiyle sağlanan korumadan yararlanamayacağını açıkça ve kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ifade etmiştir.
AİHM’ye göre devletlerin nefret savunusunu yasaklamaya ve özellikle etnik kimliği nedeniyle bu tarz tehditlere maruz kalan kişilerin korunmasına dair, uluslararası hukuktan kaynaklanan bir hükümlülüğü mevcuttur.
AİHM’de şiddete teşvik, nefret söylemi, kin ve düşmanlığa tahrik, soykırımın ve insanlığa karşı suçların inkarı gibi konular gündeme gelmiştir. Mahkeme bu durumda ayrımcılığın yasaklanması ve ifade özgürlüğü gibi iki önemli hak arasındaki çatışmayı gidermeye çalışmış ve bu konuda iki yaklaşım benimsemiştir. İlk yaklaşımda nefret içerikli
ifadeler hakların kötüye kullanılmasını düzenleyen AİHS’nin 17. maddesi kapsamında
değerlendirilecek Sözleşme’nin sağladığı koruma alanında çıkarılmaktadır. İkinci yaklaşımda ise AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan sınırlama rejimi kapsamında
değerlendirilmiş ve bu tarz ifadeler ifade özgürlüğünün istisnası haline gelmiştir. (Karan,2012:81-82-83-88-89-90-94-95-96)
Pek çokları, konuşma özgürlüğüne sahip olduğumuzu söylemektedir; konuşma özgürlüğüne sahipsek ilke olarak istediğimiz her şeyi söyleyebiliriz; çünkü kullandıklarımız yalnızca
ve yalnızca sözcüklerdir. Hatta İngilizce’de “sopalar ve taşlar kemiklerinizi kırabilir fakat
sözcükler asla sizi incitmez” şeklinde bir atasözü vardır. Yalnızca fiziksel şiddetin şiddet olduğuna inanan türden bir düşüncenin ürünüdür. 1960’larda John Searle söz-eylem teorisini ortaya atarken konuşmanın yarattığı mikro sosyallik içerisinde metnin ve konuşmanın da
sosyal eylem oldukları gerçeğinin vurgulamıştı. Çoktandır bildiğimiz bu saptamayla, sözcüklerin ve söylemlerin de eylem oldukları düşüncesi kabul edilmelidir. Sosyal eylem ile
incittilen insanlar, söylenen şeylerden dolayı travma yaşayabilirler. Peki bu durumun birisi
tarafından dövülmekten farkı ne? Birçok insanın, her gün kendisine ayrımcı sözler söylenmesindense dövülmeyi tercih ettiği bilinmektedir. Vücuttaki yara bere, insanların kafasına
sokulan olumsuz şeylerin aksine, bir süre sonra ortadan kaybolur. Oysa söylem, insanların
sağlıkları üzerinde, çok daha fazla sistematik bir şekilde gelişen ciddi izler bırakır. Bu yüzden, ikisi arasında büyük bir fark yoktur ve hatta bazen nefret söylemi, fiziksel şiddetten
çok daha olumsuz sonuçlar verebilir. Noam Chomsky de, ABD’deki diğer birçok insan gibi,
konuşma özgürlüğünün bütünlüklü olması gerektiği fikrine sahip. ‘Söylemek istediğiniz her
şeyi söyleyebilmelisiniz. Çünkü konuşma özgürlüğünü sınırlandırırsanız, bu sonun başlangıcı olur zamanla tüm alternatif ve farklı türde ifade olanakları yasaklanıp ortadan kalkar.’
Tıpkı diğer şiddet uygulamalarının yasaklandıkları ya da yasaklanmaları gerektiği gibi, açık
87
ve net bir şekilde açığa vurulan ırkçı ve nefret yayan ifadelerin kullanılmasının da yasaklanması gerekmektedir. İstismar edilen herhangi bir eylem türü sınırlandırılmak zorundadır. Eğer hükümeti eleştirmek için konuşma özgürlüğünüzü kullanıyorsanız bu konuşma
özgürlüğünü istismar ettiğiniz anlamına gelmez; çünkü, bu yalnızca düşüncenizin özgür
bir şekilde ifade edilmesidir. Fakat konuşma özgürlüğünüzü, azınlık bir gruba saldırmak,
kadınlara ya da engelli insanlara vs. hakaret etmek için kullanıyorsanız ya da birileri, bu
insanların, ülkeye, sizin kulübünüze ya da mahallenize girmemelerini sağlıyorsa, bu bir
istismardır ve diğer insanların özgürlüklerini sınırlandırıyordur. İfadeler, konuşmalar, başka
insanların özgürlüklerini kısıtlıyorlarsa yasaklanmaları gerekir.
Batı Avrupa’daki ortaya çıkan ırkçılık eylemlerinin büyük bir çoğunluğu esas olarak konuşma özgürlüğü vasıtası ile açığa çıkma imkânı bulmaktadır. Bu yüzden tamamıyla ırkçı
nitelikler taşıyan nefret ifadelerinin olumsuz sonuçlarını da tıpkı tüm diğer agresif fiziksel
eylem türlerini sınırladığımız gibi sınırlandırabiliriz. Bu kolay bir konu değil, çünkü konuşma özgürlüğünün tam olarak nerede başladığı ve bittiği, uzun bir tartışma konusu.
Örneğin parlamentoda “ülkeye yapılan göçü sınırlandırmak istiyorum” şeklinde bir konuşma yapmanıza müsaade edilir mi? Bu her haliyle tamamıyla ırkçı bir ifade olarak mı
düşünülmelidir? Aslında burada yine bağlamı göz önünde tutan bir değerlendirme ortaya
koymak gerekir. Örneğin, günümüzde, Avrupa’da yapılan seçimlerin birçoğunda kullanılanlara benzer bir sloganınız varsa -ki bu sloganlar, açık ve net ifadeler ortaya koymaktansa,
Fransa’da olduğu gibi “Önce Fransa” tarzında örtülü bir şekilde sürdürülmekte olan göç
karşıtı propagandaların ürünü olarak gündeme düşüyorlar- bunu ırkçı bir ifade olarak mı
ele alacağız? Bu ifadeler doğurduğu sonuçlar çerçevesinde ele alındığında irkçı ifadeler
olarak nitelendirilebilir. Örneğin; “Hizmetlerimizde önceliğimiz göçmenler değil, Fransızlar
olmalıdır.” Bu ırkçı bir ifadedir. Öyleyse bunu söyleyen kişiyi hapse mi atılmalıdır? Bu cevabı zor bir sorudur çünkü rkçı ya da cinsiyetçi ifadeler karşısında cezai işlem uygulamak da
kolay değildir. (http://www.nefretsoylemi.org/rapor/nefretsoylemi_min.pdf )
3. Nefret Söylemi ve Sosyal Medya
3.1. Sosyal Medya ve Nefret Söyleminin Yaygınlaşması
Yeni medya ortamında nefret söylemi dolaşıma girdiği andan itibaren ortamın katılımcıları tarafından yorumlanır, diğer bir deyişle nefret eklenerek büyütülür. Yeni medyanın sahip
olduğu multimedya özelliği ise, göstergelerin, simge sistemlerinin, iletişim çeşitlerinin,
farklı veri türlerinin tek bir araçta toplanmasıdır. Multimedya özelliğiyse, telekomünikasyon, veri iletimi, kitle iletişimi gibi iletişimin farklı boyutları ile imge, ses, metin ve sayısal
veri gibi farklı veri türlerinin bir arada bulunmasıdır. Yeni medya ortamları dijitallik özelliğinden dolayı depolama kapasitesi yüksektir, bundan ötürü de kullanıcının seçiciliği desteklenir. Yunanca hyper sözcüğünden türeyen sözcüğünden türeyen, ‘ötesinde, üzerinde,
dışında’ anlamlarına gelen hiper sözcüğü, metin sözcüğü ile birleşince, ara yüzeydeki bir
metnin başka metinlerle ilişkisine işaret etmektedir. Hipermetinsellik, ağ üzerinden başka
alternatif mecralara kolayca erişimin gerçekleşmesidir. Yeni medya ortamındaki bir nefret
sitesinden başka nefret sitelerine, belli bir konuda etnik gruplara, cinsel kimliklere ve yönelimlere karşı nefret söylemini yayan çevrimiçi haber sayfasından, yine böyesi bir video
paylaşımına, ya da Facebook gibi popüler olarak kullanılan toplumsal paylaşım ağlarında
örgütlenmiş nefret gruplarının duvarlarında paylaşılan ve beğenilen nefret söylemi içerikli
video paylaşımlarına ulaşmak çok kolaydır. Yayılım özelliği de yeni medya ortamlarının
kullanıcısının tüketici konumundan içerik üretici konumuna geçişini açıklar.
Örneğin, bir toplumsal paylaşım ağında kullanıcı kendisinin ürettiği bir siyasi kimliğe, cinsel kimliğe ve yönelime veya etnik bir azınlığa karşı hakaret içeren, aşağılayan, küçük düşüren, basmakalıp yargılardan beslenen bir metni, bir video klibi yükleyerek, diğer kullanıcıların yorumuna açabilir. Yeni medya ortamının son özelliği olan sanallık ise, ara yüzey ile
kullanıcının kurduğu iletişimi açıklamaktadır. Sanallık, kullanıcıya orada olma hissini sağlar. Sanal yerleşimlerde iki tür iletişim gerçekleşir: makine/ yapay zeka-insan, ara yüzeydeki
diğer insanlarla iletişim. Yeni medya ortamının bu özelliği de, nefret söyleminin oldukça
hızlı bir şekilde paylaşılmasına, doğallaştırılmasına yol açar. Sanallık özelliği kullanıcının
ortama gönüllü ve her türlü statünün kısıtından uzak bir şekilde katılım olanağını da sağlamaktadır.(Binark,2010:26-27) Ancak, birey gündelik yaşamdaki habitusunu bu katılıma
yine de taşır: kendi siyasal görüşünü, korkularını ve kaygılarını, dostluklarını ve tercihlerini.
88
Giderek etkisini arttıran, geleneksel medyanın yerini alan çevrimiçi (onlıne) gazetecilik,
haberciliğe dair algıları değiştirmektedir. Artık okuyucular, haberin anlık olarak sunulmasını beklemektedir. Çok sayıda kaynaktan, habere anlık ulaşabilmenin yanı sıra bloglar ve
haber sitelerinde, özel olarak ayrılmış bölümlerde artık okuyucular da haber yapabilmektedir. Değişimin en temel yanıysa okuyucuların etkin bir şekilde, medyanın üretimine katılıyor olmasıdır. Okurların haberlere yorum yapabilmesi, fikir bildirmesi, hatta habere şekil
vermesi çevrimiçi gazetecilik ile mümkün olmuştur. İnternet yayıncılığı haberin akış yönünü değiştirmiştir. Basılı yayıncılık, enformasyonu sadece yayarken internette enformasyon
yeniden üretilebilir hale gelmiştir. İnternet gazetesi okuyucuları, yorum yapmakta, içerik
eklemekte hatta bazı örneklerde habercinin kendisi olmaktadır. Basılı yayıncılıkta ise bilgi
akışı tek yönlüdür, tekten çoğuladır. Okur basılı yayında habere dair görüş ve eleştirilerini,
ancak okur mektupları aracılığıyla sunabilirdi. Bu da sınırları olan bir görüş alışverişiydi.
Ancak yeni medyada okur yorumları eleştirinin, sadece okuyucudan gazete-yazara değil,
okuyucudan okuyucuya, yazara ve gazeteye gitmesini sağlamıştır. Bazı siteler ombudsmanını artık okur yorumlarına da taşımıştır. Okur yorumları haberin bir unsuru haline gelmesine rağmen, görünürde olmadan nefret söyleminin üretilmesinde rol oynamaktadır. Okur
yorumları, okuyucuya habere yorum getirme, habere yön verme şansı tanımıştır. Bununla
birlikte okur yorumları nefret söylemini de üretmektedir.
Yeni medya alanı getirdiği olumlulukların yanında bazı olumsuzlukları da bünyesinde barındırmaktadır. Yazılı basında etik ilkelere daha dikkat edilirken, aynı hassasiyet yeni medya alanında gösterilmemektedir. Yaygın medya internet nedeniyle basılı yayında kaybettiği kazancını, yine internet üzerinde kapatmak, kar elde etmek istemektedir. Bu nedenle
sitelerin tasarımından, haberlerin sunuluş biçimine kadar yaygın olanın beğenisine hitap
etmek ana akım medyada baskın bir davranış biçimidir. Birçok konuda egemen söylemin
kitleye iletimi daha ilk sayfadan başlamaktadır. Gündeme getirilebilecek onlarca toplumsal konu varken, haber portallarının birinci sayfalarını çoğunluk, kadın fotoğrafları ya da
politikacıların birbirleri ile atışmaları işgal etmektedir. Konumuz itibariyle söylem, toplumda, kültürde ve siyasette ötekileştirmeye daha sayfa yüklenirken başlamaktadır. Ötekileştirme haberlerde ayrılan konumdan başlar, haberin başlığına, sunuluş biçimine, kullanılan
fotoğraflarına dek üretilir ve son kertede de yorumlarda sonlanmaktadır. Yorumlar, egemen
söylemin kitlelerin egemen ideolojiyi benimsemesine davetiye çıkarmaktadır. Haberin başından itibaren egemen söylemin etkisi altına alınmaya çalışan okurun, kendi kendini ikna
etmesi hedeflenmektedir. Haberde kullanılan dille, kodlarla ideolojik söylemin etkisinde
kalan okur, kendisi gibi okuyucu olan çoğunluğun fikirlerinden de etkilenmektedir. Kendisi gibi okuyucu olanların fikrine kendi fikirlerini katan okuyucu, rıza üretiminde nihai
sayılabilecek noktayı böylece gerçekleştirmektedir. Bir kişiyi ikna etmenin en iyi yolu, ikna
edilmeye çalışılan fikri o kişiye söyletmektir. Okur yorumları aracılığıyla egemen ideoloji,
binlerin kendi fikirleri haline getirilir. İşte bu nedenle okur yorumları üzerinde durulması,
incelenmesi gereken temel bir alandır.
Haber portallarında basılı yayına oranla çok daha rahat nefret söylemi üretilebilmektedir. Hızın büyük önem kazandığı çevrimiçi gazetecilikte haberlerin niteliği, aynılaşmasının yanı sıra denetimsiz servis edilmesi, sorunları beraberinde getirmektedir. Editoryal
çalışma ve nefret söylemi konusunda genelde bulunan duyarsızlık, söylemin kendisine
daha rahat yer bulmasının nedenlerindendir. Haber portallarında nefret söylemi; haberin
başlığında, spotunda, ilk sayfada sunuş, yer alış şeklinde, okur yorumlarında, okur yorumlarında ifade edilen beğenilerde, okur yorumlarında kullanılan isimlerde üretilmektedir.
(Dirini,2010:55-56-57)
Aynur Köse’nin ‘Milliyetçiliğin Gündelik Üretiminde İnternet: Gazetelerin Forum Sayfaları Üzerine Bir İnceleme’ adlı çalışmasında da bireylerin sanal ortamlardaki kamusal katılımlarında ‘biz-onlar’ ve ‘iyi-kötü’ ayrımlarını ürettikleri gözlemlenmiştir. Örneğin, Milliyet
gazetesinin çevrimiçi haber portalında haber yorumlarında ‘onlar’ ayrımı sıklıkla ‘hain’,
‘iğrenç insanlar’, ‘nankör’, ‘bölücü’, ‘çapulcu’, ‘kalleş’ gibi nitelemelerle kullanıcı tarafından betimlenmiştir. ‘Biz’ tanımı da yücelik ve aşkınlık söylemiyle ve ulusal kahraman,
bayram ve özel günlerde yapılan vurgu ile, ‘...tahayyülün ‘ritüel’, boyutunun zamana dayandırılması ile ulusun kadimliği düşüncesi...’ ile okur yorumlarında üretilmiştir. Haber
portallarının okur yorumlarında dikkat çekici bir unsur da , bir yorumun arkasından benzeri
89
hatta söylemsel şiddet düzeyi daha yoğun bir okur yorumu da teşvik etmesi durumudur.
(Binark,2010:28)
İnternetin sıradan kullanıcıya sunduğu olanakların nefret söylemi üreten kişi ve gruplar
için de aynen geçerli olmaktadır. Etkileşimli yapısı ve anonim karakteri interneti önemli
bir ikna aracı olarak inşa eder. Dolayısıyla internetten çok önce de var olan nefret söylemlerinin bu yeni medya ile farklı bir kültürel altyapı üzerinde yeniden yapılandığı ve daha
marjinal örnekleri içermek üzere biçim değiştirdiği söylenebilir. SPLC İstihbarat Projesi
Yönetmeni Joe Roy ‘ Şüphesiz, nefret gruplarının büyümesindeki temel nedenlerden biri
internettir. Aksi halde bu grupların nefret söylemlerine açılması beklenemezdi’ demiştir.
Bu söylem her ne kadar tüm nefret grupları için geçerli olmasa da, internetin belli nefret
gruplarının büyümesine ve yenilerinin kurulmasına ön ayak olduğu söylenebilir. Simon
Wiesenthal Center’da Task Force Against Hate yönetmeni Mark Weitzman’ın ifadesiyle,’
Nefret internet yaratmadı, ama nefret mesajlarını daha erişebilir hale getirdi ve profesyoneller ile amatörler arasındaki bağın daha doğrudan bir biçimde kurulmasını sağladı.’
Yani internetin etkisi, nefret söylemlerinin yaygınlaşmasına aracı olmakla sınırlı kalmayıp,
üretim sürecinde de kendini göstermektedir.
İnternet nefret söylemlerinin zaman zaman propaganda eşliğinde sunulduğu bir medya olmakla beraber, her türden örgütlenmenin gerçekleştirilebildiği bir platformdur.
(Doğu,2010:237)
3.2. Sosyal Medya Araçları ve Nefret Söylemi: Örnekler
İnternet nefret söyleminin hızla dolaşıma girdiği ve yayıldığı alanlardan biridir. Nefret siteleri, elektronik nefret postaları, forumlar, haber siteleri ve okur yorumları, tarayıcı oyunları ve sayısal oyunlar, IRC’ler ve toplumsal paylaşım ağları ile video paylaşım ağları gibi
sosyal medya uygulamaları aracılığıyla nefret söylemi yeni medya ortamlarında yayılıyor,
dolaşımda uzun süre kalıyor. İnternetin özellikleri bu tür saldırgan ve ayrımcı içeriklerin
yayılmasını kolaylaştırıyor. Yeni medya ortamının bireylere, farklı toplumsal hareketlere
sağladığı olanaklar da yine bu özelliklerden besleniyor. Ancak, bireyler ve topluluklar bu
olanakları gündelik yaşamındaki aidiyetlerinin, konumlanışlarının bir uzantısı olarak nefret söylemini yaymak için rahatlıkla kullanabiliyor. Nefret içerikli mesajlar özellikle sosyal
ağlarda üstü kapalı biçimde de sunuluyor, dolayısıyla pek çok kişi tarafından sanki popüler
kültür ürünü gibi doğal algılanabiliyor.( http://www.bthaber.com.tr/?p=16258)
Bilindiği üzere, Facebook’ta, Twitter’da ve/veya dijital oyunlarda kullanıcılar arkadaşlarının
ürettikleri nefret söylemine ortak olmakta, nefret söylemini doğal görmekte ve kanıksamaktadır. Kanıksanan nefret söylemi nefret suçlarını örgütleyebilmektedir.( https://yenimedya.wordpress.com/2012/01/20/sosyal-medyanin-nefret-soylemi-icin-kullanilmasi-ifade-ozgurlugu-degildir/)
Yeni medya ortamında gündelik yaşamda söylemsel pratiklerde üretilen ve geleneksel
medya metinlerinde dolaşıma sokulan homofobik, transfobik, heteroseksist cinsiyetçi,
yabancı düşmanı, ırkçı, etnik milliyetçi ve ayrımcı nefret söylemi yeni medya ortamının
özelliklerinden dolayı çok daha kolay bir şekilde yaygınlaşarak, sıradanlaşarak dolaşıma
girmektedir. Böylece her türlü ayrımcı ve dışlayıcı söylemsel pratikler kanıksanmakta, zaman içinde toplumdaki farklı kimlikleri ve varoluş pratiklerini ötekileştirmekte, hatta yok
edici eylemlere, diğer bir deyişle nefret suçlarına dönüşebilmektedir.
Yeni medya ortamında nefret söyleminin gelişmesini kısaca aktaracak olursak, Simon
Wiesenthal Merkezi’nin “Online Terror and Hate: The First Decade Report” adlı çalışmasına göre, ilk olarak Batı Virgina’da yaşayan neo-Nazi George Dietz, 1983 yılında haberleşme panosu (BBS) üzerinden ırkçı söylemi yaymaya başlamıştı, ardından 1984 yılında
Louis Beam, ABD’de yine haberleşme panosu üzerinde Aryan Liberty Net’i başlatmıştır.
Almanya’da ise 1990’ların başında haberleşme panoları üzerinden ırkçı söylem aşırı sağcı örgütler tarafından dağıtılmaya başlanmıştır. 1990’ların ortalarından itibaren internet
üzerinden ırkçı söylemin yayılması artmaya başlamış, 1995 yılında eski Ku Klux Klan üyesi
Don Black tarafından Stormfront websitesi kurulmuştur. 1998 yılında ise Kanada’da Ernst
Zündel tarafından Holocaust Denial websitesi açılmıştır. 1990’lı yılların ortalarından itibaren, internetin ırkçı ve yabancı düşmanı örgütlenmeler tarafından kullanımının artmasına
90
Birleşlmiş Milletler (BM) de dikkat çekmiştir. BM Özel Raportörü 1997’de “internet, kamuoyunu etkileme mücadelesinde yeni bir savaş alanı olmuştur. Hala, gazetelerin, dergilerin,
radyo ve televizyonun izler-kitle genişliğinin gerisinde olmasına rağmen, internet şimdiden insanların imgelemelerini, nefret, ırkçı ve anti-semitik tedarik edicilerin iletileriyle ele
geçirmiştir” saptamasını yapmaktadır. Yine Simon Wiesenthal Merkezi Nisan 1995’de bir
ırkçı web sitesinin olduğunu, ancak 2005 yılında 5000’den fazla web sitesinin olduğunu
saptamıştır. Merkez’in “Digital Terrorism & Hate 2005” raporunda 2004 yılıyla karşılaştırıldığında nefret söylemini yayan web sitelerinin % 25 arttığını saptamıştır. “Digital Terrorism
& Hate 2006” raporunda bu tür web sitelerinin sayılarının 6000’i aştığı, 2007 yılında ise bu
artışın % 17 oranında gerçekleştiği, 2008 tarihli “Online Terror and Hate: The First Decade”
raporunda ise 8000 web sitesinin bu tür içeriğe sahip olduğu ve 2007 bulgularıyla karşılaştırıldığında sitelerin sayılarındaki artışın % 30’a ulaştığı saptanmıştır. Bu raporda, nefret
söylemine sahip örgütlenmelerin, özellikle gençleri hedef aldığı ve dijital oyunlar, Second
Life senaryoları, bloglar ve sosyal medya/toplumsal paylaşım ağları üzerinden gençlere
ulaşmayı hedeflediklerine dikkat çekilmiştir. Hatta World of Warcraft adlı popüler devasa
çevrimiçi oyun da ırkçı örgütlenmeler tarafından kullanılmaktadır. Merkez’in 13 Mayıs 2009
tarihli “Facebook, Youtube+:How Social Media Outlets Impact Digital Terrorism and Hate”
raporunda ise, ırkçı içerik ve terörist propaganda yapan web sitesinin sayısının 10.000’i
aştığı belirtilmiştir. Yakın tarihli bir çalışma olan Cyber Racism (2009) araştırmasında Jassie Daniels, yeni medya dolayımlı kamusal alanda beyaz üstünlüğünün (white supremacy)
üretilmesini incelemiştir. Daniels ilk olarak internet ortamında ırkçı sitelerin yaygınlığını
niceliksel olarak gösterir.
İnternet sitelerinin büyük bölümünün ABD’de bulunmasına koşut bir biçimde nefret sitelerinin de büyük bir kısmı da ABD’de bulunmaktadır. Avrupa Konseyi verilerine göre, 4000
nefret sitesinin, 2500’ü ABD’de bulunmaktadır. Nefret siteleriyle ilgili olarak farklı kaynaklar farklı rakamlar vermektedir. 2004 yılı verilerine göre, İngiltere’den bir kaynak nefret sitelerinin sayısını 10.000 olarak belirlemiş, Fransa’dan başka bir kaynak ise 60.000 olarak
belirtmiştir. ABD’den gelen veriler ise çok daha azdır. Dolayısıyla hangi rakamların güvenilir olduğunu belirlemek çok kolay değildir. Ancak yine de tüm bu rakamlar, yeni medya
dolayımlı kamusal alanda üretilen ayrımcı ve nefret söyleminin çokluğuna işaret etmekte,
Kellner ve Kahn’ın yukarıda dikkat çektiği üzere, ırkçı ve yabancı düşmanı siyasal gruplar
internet ortamını söylemlerini ve etkinliklerini yaygınlaştırmak için oldukça etkili şekilde
kullanmaktadır. Örneğin, Daniels’in araştırmasına konu olan, beyaz üstünlüğüyle ilgili olarak yaygın olarak bilinen www.stormfront.org adlı forum, bu kullanımlardan sadece birisidir. Stormfront üzerinden yapılan bu araştırmada, Daniels’ın amacı, beyaz üstünlüğü gibi
toplumsal bir hareketin söyleminin, dijital ortama nasıl taşındığını belirlemektir. Araştırmada başvurulan niteliksel söylem çözümlemesi ve görüşme yöntemiyle edinilen bulgular, beyaz üstünlüğünün, toplu e-postalar, kullanıcı adları, katılımcılı tartışma panoları,
açıkça ırkçı çevrimiçi oyunlar ve örtülü bir biçimde ırkçılık yapan web siteleri aracılığıyla
yeni forumlarda üretildiğini ve yayıldığını göstermiştir. Daniels, özellikle internetin etkileşimselliği nedeniyle, beyaz üstünlüğü gibi görüşlerin propagandalarını çok kolay yapabildiklerini ve çoğunlukla gençlere ve ergenlere ulaştıklarını da saptamıştır. Bu çalışmanın da
gösterdiği üzere, internetteki nefret söylemi çocukları ve gençleri özelikle hedef almaktadır.
EU KIDS ONLINE projesi kapsamında çocuklara ve gençlere yönelik olarak sıralanan çevrimiçi riskler ve olanaklar listesinde, nefret söylemi çevrimiçi risklerden uygunsuz içerik
kategorisinde yer almaktadır. Thomas Wold vd. göre, internet ortamında karşılaşılabilecek
çevrimiçi riskler arasında pornografi, ırkçı malzemeler, şiddet ve ürkütücü içerikler, örneğin
anoreksia ve intiharı teşvik eden kendine zarar veren siteler, tecimsel olarak sömürücü
materyaller yer almaktadır. (Binark,2010:32-33-34-35-36)
Facebook dünyada en çok kullanılan toplumsal paylaşım ağlarından birisidir. Facebook
aracılığıyla bireyler veya topluluklar, kendilerini diledikleri gibi ifade edebilmekte, yeni
arkadaşlıklar/ilişkiler kurabilmekte, merak ettikleri kişi veya grupları takip edip onlarla istediği şekilde iletişim kurabilmektedir. Bireylerin benzeşleri ile daha rahat iletişim kurup
birlikte hareketini kolaylaştıran bu yeni mecra birey ya da toplulukların ‘öteki’ ile ilişkilerini
de etkilemektedir. Temelde bir dışlama pratiğine işaret eden ötekilik, en yalın haliyle bireysel düzeyde ‘ben olmayan’, toplumsa düzeyde ‘biz olmayan’dır. Kişinin kendisini algıladığı,
konumlandırdığı ve kendisini ait hissedip-tanımladığı yere göre kendisinden farklı olan,
‘ötekiler’ değişmektedir. Ancak, kimi zaman bu konumlandırmada kişi, önyargılar, ırkçılık,
91
yabancı düşmanlığı gibi nedenlerle kendisinden farklı olandan nefret edebilmektedir. Bu
his öncelikle kullanılmakta olan dile, yani söyleme yansımaktadır. Son zamanlarda dünyada ve Türkiye’de pek çok grubun/örgütün bir toplumsal paylaşım ağı olan Facebook üzerinden etnik ya da dini azınlıklara, cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı olana yönelik
nefret söylemleri ürettiği, üretilen bu nefret, içerikli söylemlerin giderek daha yaygın bir
şekilde dolaşıma girdiği gözlemlenmiştir.
İnternet ve toplumsal paylaşım ağlarının kullanıcıya sağlamakta olduğu görece özgürlük
ortamının, ortamdaki birey ve toplulukların başka kişilere ve gruplara diğer bir deyişle
ötekilere karşı, ırkçı düşüncelerini, öfkelerini ve nefretlerini denetimsiz bir şekilde ifade
ettikleri bir alana dönüşmektedir. (Aygül,2010:95-96)
Nefret siteleri, sadece belli kesimlere hitap eden kapalı ortamları hedeflemez. Dolayısıyla
benimsedikleri misyonlar dahilinde yeni üye çekme girişimlerinde bulunmaları gerekir. Bu
hususta kullanmayı tercih ettikleri stratejiler çoğunlukla çocuklar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Stormfront’un ev sahipliğini yaptığı ‘Martin Luther King: A True Historical Examination adlı bir nefret sitesinde bunun örneklerini açıkça görmek mümkündür. Rap şarkı
sözleri, el ilanları, bir deneme sınavı ve eğitim videosu ve Stormfront sitesine gönderme
yapan forum alanı bulunduran site, genelde çocuk ve öğrencilere odaklanmaktadır. Martin
Luther King aleyhine propaganda yapan sitede yer alan çeşitli içerik, özel olarak yayılmaya
uygun şekilde tasarlanmıştır.(Doğu,2010:234-235)
Türkiye’de hem eşitliğe hem de ifade özgürlüğüne yönelik korumaları güçlendirmek için
yeni yasalara ihtiyaç vardır. Başkalarına karşı nefreti ortadan kaldırmak için ifadeyi cezalandıran kanunlardan çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Aslında, herkes için eşitliği garanti
eden yasalarla birlikte ifade özgürlüğü teminatını güçlendiren yasalara ihtiyacımız duyulmaktadır. Türkiye’de, 301’inci maddedeki devlete hakaret suçu türünde ifade özgürlüğüne
getirilen kısıtlamalar ve cezaya tabi olan iftira suçu kaldırılmalıdır. Eşitliği garanti eden bir
kanun, hepimizin farklı olduğunu ancak aynı zamanda eşit muamele görme hakkına sahip
olduğumuzu kabul eder. Nefret gruplarının mesajlarını ve kullandıkları dili incelediğinizde,
bunların kullandığı söylemin ana amacının hedef aldıkları grubun eşitliğini inkâr etmek
olduğunu görürsünüz. Geçtiğimiz yıl, Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Sözleşmesi’nin gözetmenliğini yapan BM Komitesi Türkiye’yi ayrımcılığa karşı kapsamlı bir mevzuat getirmeye
çağırmıştır. Komite Anayasa’da eşitliği garanti etmek üzere değişiklik yapıldığını da not
etmiştir. Ancak bu değişiklik “ulusal veya etnik köken” esasında ayrımcılığın yasaklanmasını içermemektedir. Hükümet bu öneriye hayır demiştir, ancak hükümetin bu pozisyonunu değiştirmeye ikna edilmesi gerekmektedir. Türkiye azınlıklara yönelik nefret ve öfkenin
nefret suçlarında veya nefret söylemlerinde ifade bulduğu tek ülke değildir. Bu sorun, tüm
Avrupa için bir kaygı konusudur. Türk liderler AB ülkelerinde yaşayan ve çalışan vatandaşları için konuşurken bu noktayı sıklıkla dile getirmektedirler. AB’deki Türk azınlıklar çoğu
zaman hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık mağduru olmaktadır. Ama bizim bildiğimiz gibi ve Türk
liderlerinin de bilmesi gerektiği gibi, Türkiye’deki azınlıklar da hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık
mağdurlarıdır; bu mağduriyette medyadaki karalamalar da rol oynamaktadır.( http://www.
nefretsoylemi.org/rapor/nefretsoylemi_min.pdf)
Sanal da olsa hızlı ve geniş örgütlenme kolaylığı sağlayan Facebook, her türlü sosyal ve
siyasi kampanya için de platform oluşturuyor. Ancak Türkiye gibi ‘nefret suçları’na yönelik
ayrıntılı ve yaptırım gücü olan hukuki düzenlemelerin bulunmadığı ülkelerde, Facebook,
YouTube gibi sosyal ağlar da ırkçı, radikal dinci, cinsiyetçi gruplaşma ve kampanyalara
sahne olabiliyor. u kampanyalarda kullanılan nefret dili aslında çağdaş hukuk çerçevesinde
ciddi yasal yaptırıma uğrayacak türden. Hatta açıkça suikast ve saldırı çağrısında bulunulan bazı Facebook grupları, yoğun şikayet sonucu Facebook yönetimince kaldırılmadığı
sürece, her hangi bir yaptırımla karşılaşmıyor. Bu grupları kuranların hesapları silinmesi de
çözüm olmuyor, çünkü akabinde yeni hesaplar açılıp yeni gruplar kurulabiliyor
Facebook’taki ırkçı, etnik milliyetçi, mezhep ayrımcı, cinsiyetçi ve homofobik söylem kullanan gruplar, buraya üye olanların çevrimdışında da sahip olduğu siyasi aidiyetlerinin yansımasıdır. Ne var ki Facebook gibi son derece kolay ve hızlı şekilde organize olunabilen bir
platformun aracı olarak kullanılması, bu duyguların ‘normalleşme’ ve ‘kabul görme’ hızını
da arttırmaktadır. Ancak kullanıcıların nefret söylemini doğal kabul etmeye başlamasıyla,
bunların gerçek hayatta da tavır değişikliğine ister istemez yol açması kaçınılmazdır.
92
Hali hazırda ciddi örgütlenmeleri olan gruplar Facebook’u da kullanmaya başladıklarında, normalde ulaşabileceklerinden çok daha büyük bir potansiyele ulaşmaktadır. Sosyal
medya, geleneksel medyaya kıyasla çok daha etkin bir propaganda aracı haline gelmiş
durumdadır. Nefret söylemi kullanan Facebook grupları etnik, siyasi ve cinsel kimliklere
yönelik olarak çok farklılık göstermektedir. Kimi sadece “şahsen sevmeme” retoriği kullanırken, kimileri de karşı olunan gruba yönelik “tehdit etme” ve “yok etme” gibi eylemlere
kullanıcıları davet etmektedir.
Son aylarda “Kürt ve Türk” gibi etnik köken referansıyla yapılan aramalarda 500’den fazla
Facebook grubuyla karşılaşmaktayız. Bunların küçük bir kısmı ana akım siyasi görüş ifadesi olarak anti-PKK veya anti-terör görüşler içerirken, önemli bir bölümü nefret kelimeleri
içermeyen bir grup başlığı altında, duvar panosu ve üye yorumları bölümlerinde, ırksal
aşağılama ve yok etme ifadeleri barındırıyor. Bu grupların ortak özelliği bayrak, Atatürk,
milli mücadele, Kuran gibi ortak milli ve dini değerleri başlıklarında ‘olta’ olarak kullanıp
üye toplamalarıdır.
Cinsiyetçiliği ve homofobiyi teşvik edip ‘normalleştiren’ gruplara da Facebook’ta sıkça
rastlanmaktadır: Geçen yıla ait “Lezbiyenlere Tecavüz Edip Onları Topluma Kazandıralım”
başlıklı Facebook kampanyası bunun en çarpıcı örneklerindendir. Grubun şikayetler üzerine Facebook yönetimince kapatılması sağlansa da aynı paralelde gruplar birbirinin yerini
almaktadır.
(http://www.ntvmsnbc.com/id/25023383/)
Türkiye’de Alevi mezhebine sahip olanalr da nefret söyleminin hedefi olabilmektedir. Facebook’ta Alevi tanımı kullanılarak yapılan taramada 450’nin üzerinde grup sayfasıyla karşılaşılmıştır. Bu grupların bir kısmı Alevilerce oluşturulmuş olmakla birlikte bir kısmı da
Alevilerden nefret edenlerce oluşturulmuştur.
Facebook’ta homofobik nefret söylemi özellikle futbol takımı taraftarlarının oluşturduğu
grup sayfalarında yaygındır. Futbol takımı taraftarları, ezeli rakip olarak gördükleri takımı aşağılamak için “ibne kelimesini takım isminden önce kullanmaktadır. Örneğin 213
üyesi bulunan ‘travesti Bursa i.ne Ankaragücü diyenler’ adlı grup bunlardan birisidir. (Aygül,2010:113-114-115-116)
Maç sonrası konuşan Trabzonsporlu futbolcu Zokora, “Bu
akşam yenilgiden daha çok bir futbolcu nedeniyle büyük
hayal kırıklığı yaşıyorum. Emre bana pis zenci diyerek hakaret etti” dedi. Belözoğlu, canlı yayında TV kanalına bağlanarak yaptığı açıklamada hakaret ettiğini doğruladı. Fenerbahçeli futbolcu Emre Belözoğlu’nun ırkçı hakaretinin
ardında Sosyal Medya’da Emre’nin futboldan men edilmesini talep eden büyük bir refleks doğarken, Futbol Disiplin
(http://www.analizmerkezi.com/haber/turkiyenin-geldigi-yer-pis-zenci-zokora-tt-oldu-29006.html)
93
Talimatı’nda ırkçılık ve ayrımcılık için öngörülen ceza maçtan men yönündedir. Twitter’da
konuyla ilgili açılan, “IrkcıEmreFutboldanMenEdilsin” ve “letskickracistemrebelezogluoutoffootball” hashtag’leri kısa süre içerisinde Türkiye’nin Trend Topic listesinde yer buldu.
(http://www.agos.com.tr/futbolda-irkciligin-cezasi-1236.html)
Bugün “ib.e” ve “or.spu” sözlükleriyle arama yapıldığında en az 300’er grup karşımıza çıkıyor
ki bunların önemli bir bölümü ya doğrudan kadınları ve eşcinselleri aşağılayan gruplar ya
da hakaret dili kullanarak futbol kulübü, etnik grup veya siyasi parti gibi farklı grupları hedef alan topluluklar. Mutlu Binark’a göre homofobinin Facebook’taki geniş kitleler nezdinde bu denli normalleştirilmesi, son yıllarda sayısı artan travesti ve eşcinsel cinayetlerinin
gerisinde yatan ruh halini ve gerekçeleri de “haklılaştırıyor”.( http://www.ntvmsnbc.com/
id/25023383/ )
Facebook’ta başta Yahudiler olmak üzere farklı din ve mezhep aidiyetlerine sahip topluluklara yönelik nefret söyleminin türetildiği gözlemlenmiştir. Örneğin ‘İsrail ve Yahudiler
şerefsizdir yok olsunlar’ adlı grup bunun örneklerindendir. (Aygül,2010:115)
Van depremi sonrasında da sosyal medyada ırkçı içerikli birçok yazı ve yorum gorüldü.
Facebook’tan, Twitter’a bir yandan yardım çalışmaları, varolan ihtiyaçlar listesi kişilere
ulaştırılmaya çalışılırken bir yandan da toplumsal histerinin kalıntıları gün yüzüne çıktı.
Onlardan bazıları şöyle: - Valla yerle bir olsa beş kuruş vermem. Van’lıya para göndereceğime sokak köpeklerine mama alır yediririm. hiç olmazsa ihanet etmez. - Kullandıkları kaçak
elektriğin ve devlete sıktıkları kurşunların hesabını verin! - Allah Diyarbakıra da nasip eder
inşallah... - Hakkari ve Şırnak toprağın altına gömülmüştür umarım. - Şehitlerin kanı yerde
mi kalacaktı? - PKK’yla mücadeleye Allah’ın devreye girdiğinin göstergesidir. Bunlar depremin ilk anlarında gelen twitter, facebook ve çeşitli haber sitelerine yapılan yorumlar. Bu
örnekler sadece sosyal medya ile sınırlı değil, Yeni Asya gazetesi ilahi ikaz adlı bir karikatür
yayınlarken, Habertürk spikeri haber “Doğudan gelse de üzücü” tanımlamasını yapabiliyor.
(http://haber5.com/ozelhaber/deprem-icin-ohhh-serinledim-yorumu)
Nefret söylemleri, gerek ortaya çıkış nedenleri gerekse yayılma süreci itibariyle yeni bir
dönemin eşiğindedir. Çünkü nefret söylemleri üzerindeki medya etkisi her zamankinden
daha fazladır. Bu durum geleneksel medyanın deformasyonuyla olduğu kadar yeni medya formlarının yaygınlaşmasıyla da ilişkilidir. Dolayısıyla artık nefret söylemleri üzerine
konuşurken yeni medya teknolojilerinin karakteristiği ve toplumsal etkilerini göz önünde
bulundurmak gerekir. Bu noktada, özellikle internetin sosyal bir medya olarak nefret söylemlerinin oluşumunda ve yayılmasında oynadığı rol değerlendirilmelidir. Her ne kadar
nefret söylemlerinin internetteki örnekleri çok yeni olmasa da, bu tür içerikle son yıllarda
daha fazla karşılaşılmaktadır. Dahası her türden söyleme ev sahipliği yapan mevcut web
uygulamaları, her geçen gün gelişmekte ve yeni araçlarla desteklenmektedir. Bu sayede
mevcut sosyal ağlar daha kompleks bir görünüme bürünmekte, ayrıca -her türden düşünceye açık bir yapı arz etmesinden ötürü- çeşitli grupların mücadelelerine sahne olmaktadır
(Doğu,2010:223).
Sonuç
İnternetin sıradan kullanıcıya sunduğu olanakların nefret söylemi üreten kişi ve gruplar
için de aynen geçerli olmaktadır. Etkileşimli yapısı ve anonim karakteri interneti önemli bir
ikna aracı olarak inşa edici bir özelliğe sahiptir. İnternetin etkisi, nefret söylemlerinin yaygınlaşmasına aracı olmakla sınırlı kalmayıp, üretim sürecinde de kendini göstermektedir.
İnternet nefret söylemlerinin zaman zaman propaganda eşliğinde sunulduğu bir medya
olmakla beraber, her türden örgütlenmenin gerçekleştirilebildiği bir platformdur.
Sosyal medya ortamında nefret söylemi dolaşıma girdiği andan itibaren ortamın katılımcıları tarafından yorumlanır, diğer bir deyişle nefret eklenerek büyütülür. Facebook’ta,
Twitter’da ve/veya dijital oyunlarda kullanıcılar arkadaşlarının ürettikleri nefret söylemine
ortak olmakta, nefret söylemini doğal görmekte ve kanıksamaktadır. Kanıksanan nefret
söylemi nefret suçlarını örgütleyebilmektedir. Sosyal medya ortamında gündelik yaşamda
söylemsel pratiklerde üretilen ve geleneksel medya metinlerinde dolaşıma sokulan ho-
94
mofobik, transfobik, heteroseksist cinsiyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı, etnik milliyetçi ve
ayrımcı nefret söylemi sosyal medya ortamının özelliklerinden dolayı çok daha kolay bir
şekilde yaygınlaşarak, sıradanlaşarak dolaşıma girmektedir. Böylece her türlü ayrımcı ve
dışlayıcı söylemsel pratikler kanıksanmakta, zaman içinde toplumdaki farklı kimlikleri ve
varoluş pratiklerini ötekileştirmekte, hatta yok edici eylemlere, diğer bir deyişle nefret suçlarına dönüşebilmektedir.
Nefret söylemleri, gerek ortaya çıkış nedenleri gerekse yayılma süreci itibariyle yeni bir
dönemin eşiğindedir. Çünkü nefret söylemleri üzerindeki medya etkisi her zamankinden
daha fazladır. Bu durum geleneksel medyanın deformasyonuyla olduğu kadar yeni medya
formlarının yaygınlaşmasıyla da ilişkilidir. Dolayısıyla artık nefret söylemleri üzerine konuşurken yeni medya teknolojilerinin karakteristiği ve toplumsal etkilerini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu noktada, özelikle internetin sosyal bir medya olarak nefret söylemlerinin oluşumunda ve yayılmasında oynadığı rol değerlendirilmelidir. Her ne kadar nefret
söylemlerinin internetteki örnekleri çok yeni olmasa da, bu tür içerikle son yıllarda daha
fazla karşılaşılmaktadır. Dahası her türden söyleme ev sahipliği yapan mevcut web uygulamaları, her geçen gün gelişmekte ve yeni araçlarla desteklenmektedir. Bu sayede mevcut
sosyal ağlar daha kompleks bir görünüme bürünmekte, ayrıca -her türden düşünceye açık
bir yapı arz etmesinden ötürü- çeşitli grupların mücadelelerine sahne olmaktadır.
Kaynakça
• Binark, Mutlu(2010).Yeni Medyada Nefret Söylemi,Istanbul: Kalkedon Yayıncılık.
• Karan, Uluaş(2010).Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları,Istanbul: Ayrıntı Yayınları.
• Dirini, Ilden (2010).Yeni Medyada Nefret Söylemi,Istanbul: Kalkedon Yayıncılık.
• Doğu, Burak (2010).Yeni Medyada Nefret Söylemi,Istanbul: Kalkedon Yayıncılık.
• Aygül, Eser (2010).Yeni Medyada Nefret Söylemi,Istanbul: Kalkedon Yayıncılık.
• A.C. Newman, A.C. ve J.G. Thomas (2009). Enterprise 2.0 Implementation, New York:
McGraw Hill.
• T. Goodfellow, T. ve S. Graham (2007), “The Blog As A High Impact Institutional Communication Tool”, The Electronic Library, Vol. 25:4, pp. 2007
• D. Ryan, D. Ve C. Jones, Understanding Digital Marketing, London: Kogan Page, 2009
• Eldeniz, Levent (2010). “İkinci Medya Çağında Etkileşimin Rolü ve Web 2.0”, İkinci Medya
Çağında İnternet, Aydoğan F., Akyüz A.(der.), İstanbul: Alfa Yayınları.
İnternet Kaynakları
• http://ugurates19.blogspot.com/2007_12_08_archive.html ( 10.11.2013)
• http://www.nefretsoylemi.org/nefret_soylemi_nedir.asp (15.11.2013)
• http://www.ntvmsnbc.com/id/25023383/ (01.12.2013)
• http://www.agos.com.tr/futbolda-irkciligin-cezasi-1236.html (02.01.2014)
•http://www.analizmerkezi.com/haber/turkiyenin-geldigi-yer-pis-zenci-zokora-tt-oldu-29006.html (02.01.2014)
• http://haber5.com/ozelhaber/deprem-icin-ohhh-serinledim-yorumu (03.01.2014)
• http://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook (08.01.2014)
• http://www.teknolojide.com/twitter-nedir_4655.aspx (08.01.2014)
• http://www.blognedir.com/blogrehberi/blog-nedir.html (07.01.2014)
• www.wikipedia.org.tr, (01.02.2014)
• http://www.kilavuzyazilim.com/sosyal-imleme-nedir/ (01.02.2014)
• http://www.nefretsoylemi.org/rapor/nefretsoylemi_min.pdf ( 15.01.2014)
• http://www.rightsagenda.org/index.php?option=com_content&view=article&id=687:nefret-suclarnn-yarn&catid=48:takmadusunceveifadeozgurlugu&Itemid=76 (17.01.2014)
• http://kaosgl.org/sayfa.php?id=7099 (17.01.2014)
• http://www.nefretsoylemi.org/detay.asp?id=405&bolum=makale (15.01.2014)
•http://www.toplumsol.org/nefret-suclarin-olusumunda-medyanin-etkisi-hasan-cicek/
(14.01.2014)
•https://yenimedya.wordpress.com/2012/01/20/sosyal-medyanin-nefret-soylemi-icin-kullanilmasi-ifade-ozgurlugu-degildir/ (30.01.2014)
• http://jcmc.indiana.edu/vol13/issue1/boyd.ellison.html (10.11.2013)
• http://www.sosyaldegisim.org/2010/10/nefret-suclari-teriminin-ortaya-cikisi/ (30.01.2014)
• http://www.bthaber.com.tr/?p=16258 (30.01.2014)
95
ÇAĞDAŞ SİNEMADA AUTEUR: LEOS CARAX
Fatih YÜRÜR
Özet: Her ne kadar üzerinde belli başlı fikir ayrılıkları olsa da, bu gün auteur dediğimizde
bu kavramın hangi unsurları kapsadığını söyleyebilmemiz mümkündür. Bu çalışmada, modern sonrası yönetmenlerden biri olan Leos Carax’ın sinemasının karakteristik özellikleri,
yaratmış olduğu sinema dilinin ortak ögeleri incelenmiş ve yönetmenin sinemasının auteur kavramıyla örtüşen özellikleri ele alınmıştır.
Günümüzde modern sinemanın eğilimlerini devam ettiren önemli yönetmenlerden biri
olarak kabul edilen Carax; Yeni Dalga sinemasının 1980 sonrasındaki devamı niteliği taşıyan ve ‘ikinci yeni dalga’ olarak anılan sinema hareketine dahil edilmiştir. Yönetmenin
sinemasını şekillendiren öyküler, temalar, kavramlar, karakterler ve yönetmenin sinemasının kimliğini oluşturan benzerlikler zamanla kendisini sinema mecrasında farklı bir yere
konumlandırmıştır.
Çalışmada, 1980 yılında çektiği Strangulation Blues (1980) adlı kısa filmiyle başlayan ve
günümüze kadar filmografisini biçimlendiren kendine has yapıtlarla yoluna devam eden
Carax’ın sinemasını ağırlıklı olarak auteur kuram çerçevesinde inceleyeceğiz. Yönetmenin
yapıtlarının genel özellikleri olan kara filme yakın duran atmosfer, gerçek ile düş arasındaki
ayrımı net bir biçimde ortaya koymayan anlatı ve toplumla, geleneklerle bir türlü yıldızı
barışmayan karakterler ele alınacaktır. Bahsi geçen ortak özelliklerin açık bir biçimde gözlendiği ve kendi içerisinde devamlılık arz eden filmleri analiz edilmiş, yönetmenin sinemasında, auteur kuramına denk düşen nitelikler üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Leos Carax – Auteur – İkinci Yeni Dalga – Kara Film – Modern Sinema
AUTHEUR OF MODEN CINEMA: LEOS CARAX
Abstract: Albeit there are differences of opinion about auteur theory. today when we talk
about this conception; we can say which elements makes auteur theory completely. In this
article, we will examine about Leos Carax who is one of post-modern auteur and created
his original cinematic style and characteristics and overlap with auteur theory.
Leos Carax is one of the most important director, who is continuing trends of Modern
Cinema. He was included in “the second new wave” cinema movement after 1980 the continuation of the New Wave. Stories that shaped in his movies, themes, concepts, charcters
and similarities of forming the identity of his cinema are located in a different place of
the cinema.
In this article, we will examine mainly in the context auteur theory from his short movie
named Strangulation Blues (1980) directed in 1980 which started his career till today; a
lot of details that complement his filmography. General characteristics of Carax’s Works
for example standing close to the film noir atmosphere, the distinction between dream
and reality clearly understood that reveal and reconciliation characters with society and
customs; are the most prominent features of his cinema. These properties is clearly observed and the continuity with movies were analized and in his cinematic language with
qualifications equivalent to the auteur theory.
Keywords: Leos Carax – Auteur – Second New Wave – Film Noir – Modern Cinema
96
Giriş
“Çağdaş Sinemada Auteur: Leos Carax” başlıklı çalışmada, öncelikle auteur kuramının ve sinemadaki auteur kavramının geniş bir tanımlaması yapılmaktadır. Modern sinema ile birlikte
ortaya çıkan ve yönetmenlerin yapıtları üzerindeki hâkimiyetini işaret eden bu kavram,
modern ve modern sonrası dönemlerde, kendine farklı karşılıklar bulmuştur. Hem 80’ler
sonrası Avrupa sanat sinemasında hem de günümüzde benzer eğilimler gösteren çeşitli
ülke sinemalarında, özellikle yapım şirketlerinin bağlayıcılığı ve yapım ekiplerinin kalabalıklaşmasıyla birlikte auteur kavramı da yeniden tanımlanmaya çalışılmıştır.
Auteur kavramı, sinemada modernizm akımının ortaya çıkışıyla birlikte güçlenmiştir. Dönemin sinemacıları, yedinci sanat olarak adlandırılan bu mecranın sadece ticari bir meta
değil, düşünsel bir yanının olduğunu öne sürmüşlerdir. Sinema, yönetmenin sosyal kimliğinden, entelektüel birikiminden ve düşünsel gücünden yararlanmalıdır. Ancak bu gereklilikleri karşılayabildiğinde sinemanın bir sanat olduğundan söz edilebilir.
Zaman içerisinde modernizm hareketi de kurumsallaşmış ve kalıplaşmış, ana akım sinemadan ayrılmış olmasına rağmen kendi entelektüel kurallarını oluşturmaya başlamış ve
zaman zaman ortaya çıkış amaçlarıyla çelişmiştir. Bu durum, hem yönetmenlerin hem de
kuramcıların, modernizm olgusunu yeniden yorumlamasına yol açmıştır. Bununla birlikte
bu gün, her ne kadar sinemadaki eğilimler ve teknik ihtiyaçlar değişmiş olsa da, auteur
kavramı söz konusu olduğunda yapılan tanımlar, kendini sürekli olarak yenileyen sinemasal trendlere rağmen pek fazla değişiklik göstermez.
Auteur, film yapım sürecini kontrol edebilmekle ifade edilirken, yönetmenin kişisel sanat
anlayışı, düşünsel birikimi sinema aracılığıyla dışa vurmasına tanınan imkândan bağımsız
düşünülemez. Film, yönetmenin kimliğidir ve bu sebeple öz yaşam öyküsel izler taşımaktadır. Diğer taraftan yönetmenin bu öz yaşam öyküsel hikâyesi, her yönetmenin kendi çizdiği rotada tutarlı bir devamlılık da göstermektedir. Bu sebeple yönetmenin sineması söz
konusu olduğunda, ortaya çıkan her yapıt, genel çerçevede yönetmenin içsel yolculuğunun
bir durağı olarak değerlendirilebilir. Her bir öykü, auteurün yolculuğunda bir gelişim aşamasıdır. Auteurün, bu sanatsal yaratım sürecinde, yapıtlarında yer verdiği bütün ögeler,
kendi sinema dilinin referansını oluşturur.
Leos Carax’ın sinemasına baktığımızda da, filmografisinde yer alan bütün yapıtların, hem
kendi kişisel yaklaşımını yansıttığını hem de bu yaklaşımı farklı perspektiflere konumlandırarak izleyiciye sunduğunu görürüz. Carax’ın filmlerinde yer alan karakterler, o karakterlerin
sorunları, kendilerine dayatılan sisteme karşı duruşları gibi faktörler genel anlamda benzerlik gösterir. Hatta ve hatta Carax çoğu zaman benzer özellikler taşıyan karakterlerini aynı
rollere büründürür ve onlara aynı ismi verir. Bu bakımdan, yönetmenin sineması, farklı
formlara bürünmüş olsa da temelde aynı sorunları ve temaları ön plana alan hikâyeler anlatmaktadır. Dolayısıyla Carax’ın karakterlerinin sinemasal yolculuğu ile yönetmenin içsel
yolculuğu zaman zaman kesişmektedir.
Amaç ve Yöntem
Günümüzde, sinemasal mecrada auteur kavramının sona erdiği ya da auteorün modernist
sinemada olduğu kadar yapıtları üzerinde hakimiyet kuramadığı tartışılmaktadır. Her ne
kadar sinema sektöründeki maddi bağlayıcılıklar, bu iddiayı doğrular gibi görünse de, kendi yapıtları üzerinde söz sahibi olabilen, tıpkı 1950 sonrası modern sinemada olduğu gibi,
filmlerine kendi düşünsel ve entelektüel birikimini katabilen, yapıtlarında özyaşamöyküsel unsurlara yer veren yönetmenler de sanatsal üretimlerine devam etmektedirler. Leos
Carax, günümüzde, modern sinemanın bu mirasına sahip çıkan en önemli yönetmenlerden biridir. Çalışmanın ilk aşamasında, auteur kavramını irdelemek ve bu kavramı detaylı
biçimde açıklamak için kaynak taraması yapılmıştır. Auteur nedir? Auteur’ün belirleyici
özellikleri nelerdir ve sanatsal üretim sürecinde bu gün nerede durmaktadır? Bu tür sorular, Yeni Dalga akımının günümüzdeki temsilcilerinden biri olan ve çağdaş sinemada bir
auteur olarak nitelendirilen Leos Carax’ın yapıtlarındaki sinemasal tercihler, karakterler,
atmosfer, temalar ve kavramlar ile örneklendirilmektedir. Auteur Kuram rotasında ilerleyecek bu çalışmada, içerik analizinden faydalanılacak, yönetmenin benzer özelliklere sahip
dört filmi, hem görsel açıdan hem de içerik açısından değerlendirilecektir.
97
Bulgular
Bu gün her ne kadar Auteur kavramı için farklı tanımlara rastlasak da, kelime anlamıyla
auteur; yapan, yaratan, üreten, yaratıcı, yazar anlamlarına gelmektedir (Sozlukturce, 2013).
Sinemada auteur kavramına baktığımızda da bu bahsi geçen kavramların bir şekilde yerini
bulduğunu görmekle birlikte, tanım aralığının da genişlediğini gözlemleyebiliriz.
1950’lerin başında, özellikle de Orson Welles, Alfred Hitchcock ya da Ingmar Bergman’ın
bazı filmlerinde kullanılan dış sesin yönetmenin sesi olarak kabul edilmesi, anlatımda yönetmenin egemenliğine dair artan bilincin önemli bir işareti olarak yorumlanmıştır (Kovacs, 2010, s.230). Bu durum, yönetmenin, yapıtının yaratım sürecindeki rolünün de pekişmesi açısından bir çeşit sembol niteliği görmüştür. Böylece, auteur anlayışının doğuşu,
yapıtındaki hakimiyetle ilişkilendirilmiştir. Dış ses, bütün anlatıya hakim olan yönetmenin,
öykünün geçtiği dünyayı bizzat yarattığı izlenimi doğurmuştur. Auteur’ün doğuşu, yaratım
sürecinde yönetmenin özerkliğinin, yapımcının ya da yazarın rolüne eşit olduğu ve dahası
filmin gerçek yaratıcısının, yapımcı ya da yazardan ziyade yönetmen olduğu fikrinin yaygın
kabulü anlamına gelir (Kovacs, s.230). Andre Bazin, bu ilişkinin içeriğini biraz daha genişleterek, yönetmenin yaratım sürecindeki etkinliğine vurgu yapar;
Bazin’e göre, belirli bir filmin biçimi, sonuç itibariyle yönetmenin stilistik tercihine bağlıdır. Bazin, yönetmenlerin adlarını belirli stilistik eğilimlerle ilişkilendiren ve yönetmenleri
sadece öykü anlatımının teknik çözümlerini bulan kişiler olarak değil; olası stilistik ve anlatısal çözümler arasında tercih yapan özerk sanatçılar olarak düşünen ilk kişidir (Kovacs,
s.231).
Bu yaklaşım, zamanla yönetmenin sinema mecrasının teknik ve sanatsal kısıtlamalarının
dışında yer almasına olanak tanımıştır. Yönetmen, her anlamda filmi yaratan kişi olarak
kabul görmeye başlamıştır. Astruc, Bazin’in tanımının çerçevesini biraz daha belirginleştirirken, auteur kavramının da içini doldurur.
Aynı dönemde film yönetmenleriyle ilgili ilk kuramsal tezi de formüle eden Astruc, film
yönetmeninin yaratıcılığını, yönetmenin çalışmasının yaratıcı niteliği yazarın yaratımına
benzer olduğu ve duygularının dışavurumu olması gibi, yönetmenin düşüncelerinin ve
duygularının dışavurumu olduğu için yapımcının etkisinin üzerine yerleştirmiştir. Astruc,
film yönetmeninin gerçek bağımsızlığı için senaryo yazarlarının kendi filmlerini yapmalarının gerekli olduğunu ve bu yollar auteur ile film yönetmeni arasındaki ayrımı yapmanın
önemsiz bir hale geldiğini öne sürdü (Astruc’tan aktaran Kovacs, s.231).
Andrew Sarris, daha önce sinemada auteur konusunda yapılan bu yorumları bir kuram
haline getirme adımını atar. Auteur konusundaki fikir ayrılıklarını tek bir paydada buluşturmayı hedefler. Sarris’in kuramı çerçevesinde auteur ya da yaratıcı yönetmen anlayışı,
kısmen yazarlara benzetilmiştir;
Sarris’e göre, auteur kuramının ilk ölçütü yönetmenin teknik yeterliliği olmalıdır. Diğer bir
ölçüt, yönetmenin ayırt edici kişiliğidir. Üçüncü ve son ölçüt ise, içsel bir anlamlandırma
mekanizmasıdır. Bu üç ölçüt, iç içe geçmiş üç daireyle gösterilebilir. Dış dairede teknik,
ortada kişisel biçem, iç dairedeyse yönetmenin yarattığı içsel anlam vardır. Auteur kuramı,
en parlak olduğu zamanda dikkatini sanatçının bireyselliği, izleği ya da biçemsel parmak
izleri üzerine yoğunlaştırmıştır (Sarris’ten aktaran Genç, 2007).
Auteurün ortaya çıkışı konusundaki ilk kuramsal metinler, yaratımın daha çok edebi yönüyle ilintili olmuştur. Bu durum bir anlamda, yönetmenin yaratıcı olarak, görsel olduğu kadar
edebi içeriğe de hakim olması anlamına gelmektedir. Auteur, yapıtını oluştururken, eserini
meydana getiren yazınsal bütünlüğü de kontrol etmek zorundadır. Yönetmen ya kendi senaryosunu kendi kaleme almalı ya da filmin yazınsal unsurlarını kontrol edebilmelidir. Bu
bakış açısıyla şekillenen yeni yaratım süreci, yönetmenin geleneksel kalıplardan kopuşuna
da işaret etmektedir.
Astruc’un argümanı, 1944’ten itibaren Fransız sinema endüstrisi çevrelerinde yapılan, sinemadaki auteurlük üzerine tartışmaların bir parçası olmuştur. Dönemin yönetmenleri,
yalnızca yapımcılara karşı değil, film üzerinde tek yaratıcılık hakkı talebinde bulunan yazar-
98
lara karşı da kendi hakları için mücadele etmek zorunda kalmıştır. Astruc’un, yönetmenin
bir auteur olarak niteliğine yalnızca yazar minvalinde vurgu yapması, auteur yönetmen
ile teknisyen-yönetmen arasında ayrım yapan bu tartışmadaki güçlü bir argümandan yola
çıkmaktadır. Neticede Fransız senaryo yazarları sendikası da yalnızca kendi senaryolarını
yazan yönetmenlerin auteur statüsünü kabul etmeye hazırdı (Kovacs, s.232).
Astruc’un tanımına göre, bir filmi oluşturmak, yazmanın başka bir biçimidir. Fakat sinemada, yönetmenin yazı aracı kamera olmuştur. Astruc, argümanının temeline yazının işlevini
yerleştirdiğinde, yazmayı ve film yapımını tek bir etkinlik olarak kabul etmiştir. Ona göre,
Edebiyat ve sinemanın eş değer tutulması, yönetmeni auteur mertebesine eriştirecektir.
Cahiers du cinema eleştirmenlerinin genel görüşüne göre, yönetmenlerin yaratıcılığı artık
kuramsal bir düşünce değil, yeni bir film-yapımı stratejisini gösteren eleştirel bir uygulamadır. Bu nedenle Truffaut 1955’te buna yaratıcı yönetmenlik kuramı yerine ‘yaratıcı yönetmenler politikası’ (la politique des auteurs) demiştir (Kovacs, s.232). Truffaut’un tanımı,
yönetmenin yaratıcılığının hayata geçirilmesi adına önemli bir adımdır. Auteur’ün uygulamada hareket kabiliyeti kazanmasının ve film yapımında yeni bir yönelimin işaretidir.
John Caughie’ye göre ise, Auteurizm başlı başına bir kuram değildir. Cahiers du cinema
onu bir politika olarak ileri sürmüştür. Fakat etkileyici bir biçimde uygulandığında, 19. ve
20. Yüzyıl eleştirisinin temelini biçimlendiren bireysel yaratıcılığın o romantik ilkelerinin
çelişkileriyle de karşı karşıya getirmiştir (Caughie’den aktaran Kovacs, s.233).
Auteur Kuramı
İçerisindeki teorik tutarlılığa rağmen auteur kuram, belli bir sistematiğe oturtulmadan geliştirilmiş bir yöntemdir. Her ne kadar Truffaut’un makalesiyle sistemleştirilmiş olsa da
adını Amerikalı eleştirmen Andrew Sarris koymuştur. Kendisinden önce çerçevesi çizilmiş
olsa da Sarris, kuramı sinema tarihinde, yönetmenin konumunu bir yaratıcı pozisyonuna
alarak sistematik bir hale getirmiştir.
Auteur kuram, Amerikan sinemasının derinlemesine incelemeye değer olduğunu; üstün
yapıtların yalnızca ticari bir pastanın üstünde krema tabakası oluşturan kültürlü bir elit,
yani küçük bir grup yönetmen tarafından değil, çalışmaları dışlanıp unutuluşa terkedilmiş
bir auteur yönetmenler yığını tarafından yapıldığını öne sürmüştür (Wollen, 2008, s.76,).
Wollen’ın tanımından yola çıkarak auteur kuram üzerindeki mevcut fikir ayrılıklarının, yönetmenlerin yaratım kaygıları kadar, alımlayıcı kitle ile aralarındaki mesafeden de kaynaklandığı ileri sürülebilir.
François Truffaut, 1954 yılında Fransız Sinemasında Belirgin Bir Eğilim (Une Certain Tendance du Cinema Français) başlıklı bir makale kaleme almıştır. Bu çalışmada filmlerin,
yönetmenin kişisel duygu ve düşüncelerini dışa vurmak için eşsiz bir ortam olduğunu iddia etmiştir. O yüzden yönetmenin bir auteur olarak kabul edilmesi gerektiğini önermiştir
(Yorgancıgil, 2011, parag.1).
Genel anlamıyla baktığımızda, sanat en basit şekliyle güzelliğin dışavurum biçimlerinden
biri olarak tanımlanırken, sinema sanatı da imgeler arası ilişkiler, imge-söz ilişkileri biçiminde tanımlanmıştır. Sinema sanatçısı ise, imgeler arası ilişkilerden oluşan güzelliği dışa
vuran kişi olarak belirtilmiştir (Adanır’dan aktaran Soydan, 2006, s.7). Truffaut’un makalesine dayanarak, auteurün bu yaratım sürecinde daha kişisel bir konuma sahip olduğu ve
bu yaratımın yönetmenin iç dünyasını yansıtan özellikler taşıdığı söylenebilir. Sanatçının
kişisel yaratım dinamiklerine bir diğer örnek de şöyledir;
Sanatın temelini yaşam oluşturmaktadır. Sanatçı, toplumsal olaylar karşısında sezgileriyle
anladıklarını sanat yapıtının içinde yeniden şekillendirmektedir. Bu oluşa, sanatta ‘yaratım’ adı verilir. Sanatçı ürününü yaratırken ya gerçekliğin bir yansımasını sunar ya da gerçekliği tamamen dışlar. İşte sanatçının şahit olduğu, inandığı ya da reddettiği gerçeklik, bir
şekilde onun üslubunun işaretidir (Biryıldız, 2002, s.14).
Auteur, yaratım sürecinde yapıtına ekledikleri konusunda Truffaut’un da söylediği gibi en
fazla söz sahibi olan kişidir. Yapıtı üzerindeki mutlak hakimiyetinin yanı sıra, sanatçının
gündelik gerçekliğe adım atması ve öykülerini sokak yaşantısıyla beslemesi bu yaratımı
99
güçlendirmektedir. Yönetmenin sineması da, kendi gerçekliğinden ve yaşantısından izler
taşımaktadır.
Andrew Sarris, auteur kuramının çerçevesini oluştururken, yönetmenin benzer özellikler
gösteren, kimliğini ve iç dünyasını bütünleyen belli bir grup filmi üzerinde durması gerektiğini ileri sürmüştür. Sarris, kuramın sınırlarını; yönetmenin teknik ustalığı, filmlerde tekrar eden öğelerle ortaya çıkan ve yönetmenin kendi imzasını taşıyan ayırt edilebilir kişiliği
ve ‘ruhun canlılığı’ olarak tarif edilen içsel anlamlar olarak belirlemiştir (Hıdıroğlu, 2011,
s.28). Böylece, yönetmenin filmlerinde tekrar edilen unsurların hepsi, sanatçının ayırt edici
kişiliğini açıklamaya yardımcı olmaktadır. Özetle bu ayırt edici unsurlar auteurü auteur
yapan niteliklerdir.
Sinemadaki auteur kavramını geliştirenler, ikinci dünya savaşından sonraki dönemde, adları Cahiers du Cinema dergisiyle birlikte anılan Fransız eleştirmenlerdir. Bu yazarlardan
biri, daha sonra kendisi de modern bir auteur olarak anılacak Jean-Luc Godard’drı. Godard
üzerine yazan Bordwell, yönetmeni bir ‘auteur’ olarak tanımlarken, bunu tarihsel olarak
Godard ile ilişkilendirilen, gelenek dışı (devamlılık karşıtı) kurguya bağlar. Özellikle Godard’ın ünlü ‘atlaması’ (Jump Cut) onun sinematik dehasını ve sinema dilinin genel yönelimini ortaya koymaktadır (Kurgu Tv, 2012).
Bordwell, Godard’ın sinemasal tercihlerinde kendisini daha belirgin bir biçimde gösteren
auteur kavramını şu şekilde detaylandırmaktadır:
Basit ama sıradan olmayan biçimsel bir aygıtı alırsak, nasıl tanımlandığını ve çözümlendiğini ancak sinemasal gelenek içindeki değişimlerin onu auteur-filmin kaynağı olarak auteur, eşsiz yaratıcı doğasıyla auteur ve filmin ‘anlatıcısı’ olrak auteur kavramı ile birbirine
bağlanabildiğince görünür hale gelir (Kurgu Tv, 2012).
Auteur-Mizansen İlişkisi
Mizansen, Fransızca’da “sahneye koyma” anlamına gelmektedir (Kovacs, s.233). 1950 öncesinde, yaratıcılığın en önemli niteliğinin, kişisel üslup olduğu ileri sürülmüş olsa da
neyin “kişisel üslup” olarak değerlendirilebileceğine dair gerçek bir ölçüt bulunamamıştır.
Ancak 1950’lerin başlarında mizanseni en azından niteleyici bir kategori olarak hala Fransız film eleştirisinde yeni ve oldukça belirsiz bir terim olmuştur. Bresson’un tanımına göre
mizansen, film biçiminin iki yanının eşsiz karakteriyle ilgilidir (Kovacs, s.234). Bresson’un
yaklaşımı, çekim süresinin, kamera açılarının ve hatta kullanılan ışığın bile, mizanseni,
dolayısıyla da yönetmenin kendine ait teknik tercihlerinin öne çıkarması gerektiğini vurgulamaktadır. Filmin teknik altyapısını oluşturan bu ögelerin her birinin bilinçli birer tercih
haline gelmesi, film üreticisini auteur mertebesine konumlandırmaktadır. Auteur ve mizansen, bu bağlamda birbirlerini tamamlayan iki önemli unsurdur.
Filmdeki mizanseni belirleyen, çoğu zaman edebi senaryo değil, senaryonun devamlılık
gösteren çekim düzenidir. Bu, bir filmin teknik planının hiç de teknik olmadığı, ama edebi
malzemenin kendisi gibi aynı türden entelektüel özerkliğe sahip olduğu anlamına gelir.
Son tahlilde mizansene yapılan vurgu, yönetmenin özerkliğini sağlama bağlama arayışının bir sonucudur (Kovacs, s.234). Bazin, genç eleştirmenlerin mizansene çok fazla vurgu
yaptıklarını, çünkü filmin malzemesine, kendi anlamına, yani estetik olduğu kadar ahlaki
de olan anlama sahip olan insanların ve nesnelerin düzenlenişine değer verdiklerini belirtmiştir (Bazin’den aktaran Kovacs, s.234).
Bu bağlamda yönetmen, yapıtlarında kendi estetik egemenliğini kurmak için mizansenin gücünden faydalanmaktadır. Mizansen’ yapılmış olan bu doğrudan vurguyla beraber, yönetmen estetik ve yaratıcılık anlamında kendine ait bir alana sahip olmayı talep
etmektedir. Bu açıdan, Tarkovski’nin mizansen tanımının kapsamı ise biraz daha geniştir.
Mizansen, oyuncuyla dış dünya arasındaki karşılıklı ilişkiyi belirleyen taslaktır. Sanatsal
görüntünün canlı dokusunu bozan gereksiz bir sürü uzlaşmaya dayalı bu anlayış son derece ilkeldir. Yaşamdan alınan bir epizod, olağanüstü etkili bir mizansenle bizi şaşırtır. Bizi
şaşırtıp heyecanlandıran, bir anlamda söz konusu mizansendeki uyumsuzluklardır (Tarkovski, 2010, s.12).
100
Tarkovski’ye göre mizansenin uydurulmuş bir konu çizmeyip, kişilerin karakterine, ruhsal
durumlarına yani hayata bağlı kalması gerekmektedir. Bu sebeple bir mizansenin görevi
yalnızca diyaloglar üzerinde bilinçli bir şekilde düşünmeyi sağlamakla sınırlandırılmamalıdır. Sinemada mizansen, gösterilen eylemin olabilirliğiyle, görüntülerin güzelliği ve derinliğiyle bizi sarsıp etkilemekle yükümlüdür (Tarkovski, s.13). Tarkovski’nin tanımlaması her
ne kadar sınırları belirlenmiş olsa da 1950 sonrası modern sinemacıların yaklaşımlarıyla
da belli başlı benzerlikler göstermektedir.
Tarkovski’nin bir diğer yaklaşımıysa, sinema yapıtlarının, etik idealleri ifade etme çabasından doğduğudur. Ona göre bir sinemacının hayal gücünü ve duygularını belirleyen bu
çabadır. Sanatçı eğer hayatı seviyorsa, onu tanımak, değiştirmek ve daha iyi olması için
katkıda bulunma zorunluluğu duyacaktır. Bu durumda, sanatçının yapıtı, her zaman için
insanın mükemmeliğe ulaşması için gösterilen zihinsel bir çabanın sonucudur (Tarkovski,
s.15). Bahsedilen bu çabanın bileşenleriyse, yönetmenin düşünsel sürecini ve iç dünyasını
görselleştirme konusunda başvurduğu araç olan mizansendir. Mizansenin sinema sanatındaki etkinliği, auteurün kaleme hâkim olduğu kadar görsel kompozisyonları inşa edebilme
yeteneğini de ön plana alır.
Yönetmenin Kendini Yansıtma Biçimi
Sinemada kendini yansıtma işlemleri, genellikle estetik geleneklerin yarattığı yanılsama
etkilerini yok etmek için kullanılmaktadır. Sanatsal kendine gönderme yapmanın sonucu,
yapay olanın suni yapısını açıkça ortaya koymaktır (Kovacs, s.237). Yönetmen bunu farklı
biçimlerde yapabilmektedir. Hem edebi hem de görsel anlamda yapılan çeşitli düzenlemeler ve yönetmenin bireysel tercihleri kendini yansıtan karakteri oluşturmakla birlikte,
yönetmene ifade alanı sağlamaktadır.
Kendini yansıtıcı işlemlerin nihai amacı, yönetmen ile izleyici arasında doğrudan bir söylevsel ilişki kurmaktır ki bu sayede auteur yalnızca bir türün estetik kurallarına uygun olarak değil, aynı zamanda söz konusu sanat yapıtının yapılışına uygun olarak da kuralların
kendileri hakkında bir şeyler söyleyebilir (Kovacs, s.237). Bu yaklaşımına rağmen, kendini
yansıtma biçiminin sadece sinema tekniğiyle alakalı bir oyun olduğunu söyleyebilmek pek
de mümkün görünmemektedir. Sanattaki kendini yansıtıcı biçimler, gerçekliğin ahlaki hükümsüzlüğüne karşıt olarak yanılsamaların sanatsal yaratımının ahlaki geçerliliği ile ilgili
eleştirel bir tutumun önemli bir unsuruna sahip olmuştur (Kovacs, s.237).
Sinema, hiç kuşkusuz niteliksel olarak yeni bir düşünce yaratmıştır. Sinema bir sanat, bir
kitlesel düşünce alanı oluşturmuştur (Deleuze’den aktaran Gönen 2008, s.89). Nitekim
sinemayı gerçek bir sanat haline getiren de çerçeveleme, çekim, montaj ve miksaj gibi
sinematografik tekniklerin, organik operasyonlarıyla duyulur ve kavranır sinema-fikirler
yaratarak, içkin bir biçimde düşünebilme kapasitesidir (Gönen, s.90). Gönen’in bu yaklaşımı, auteurün sinema yapıtı üzerindeki etkinliğine de iyi bir örnek teşkil etmekle birlikte,
yönetmenin fikirsel üretiminin, teknik tercihler ile olan sıkı bağına da işaret etmektedir.
Sinemada Yeni Dalga Akımı
Doğrudan tercüme edildiğinde “Nouvelle Vague”, Yeni Dalga anlamına gelmekte olup, geleneksel Fransız sinema eğilimlerinden farklı bir sinema biçimini kullanan, belli bir fikir
üzerinde birleşip buna göre film çeken genç bir yönetmen grubunun oluşturduğu bir akım
olarak tanımlanmaktadır (Taşdan, 2013, parag4).
Farklı sosyo-kültürel ve siyasal koşulların devreye girmesi, sinema sanatını da derinden
etkilemiştir. II. Dünya Savaşı’nın ardından dünya sineması yeni bir arayışın içine girmiştir.
Hem sarsılan ekonomi hem de değişen yaşam koşulları ülkelerin sinemalarını da doğrudan etkilemiştir. Sinemacılar, toplumsal sorunlara daha gerçekçi bir biçimde yaklaşmaya
başlamışlardır. Böylece savaş sonrasında ortaya “Yeni Gerçekçilik” akımı çıkmıştır (Odabaş,
2012, parag.3).
Yeni Dalga Akımı, 1959 yılında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Akımın çerçevesini oluşturan
101
yönetmenler Godard, Truffaut ve Resnais’in göze çarpan özellikleri sinema üretim sürecine
eleştirmen olarak başlamalarıdır. Akımın diğer önemli özelliğiyse romanlardan ve tiyatrodan sinemaya uyarlama yapılmasına, genel anlamda da ana akım sinemaya karşı çıkmalarıdır (Sanatsinema, 2011).
Fransız film endüstrisi bu akıma çabuk alışmaya başladığını söyleyebilmek mümkündür.
Yeni Dalga Akımı, pek çok açıdan benzerlik göstermekle birlikte aslen Yeni Gerçekçilik’ten
ayrıldığı noktalar da vardır. Örneğin; Yeni Gerçekçilik akımının tersine, Yeni Dalga, kişiye odaklıdır. Bu yanıyla da klasik Hollywood öyküleme biçimlerinden farklı bir öyküleme
anlayışına sahiptir. Öyküleyici sahneler, birbirini tutarlı bir sıralamayla izlemediği gibi,
seyircinin öykünün kalan kısmında ne olacağını ön göremeyeceği bir yapıya kavuşur (Sanatsinema, 2011). Bu haliyle Yeni Dalga yaklaşımının, modern sinemanın karakteristik
özelliklerini taşıdığını ileri sürebiliriz.
Yeni Dalga Akımı, modern sinemanın gelişim sürecinde şekillenmeye başlamıştır. Bu gelişim süreci, 1950’lerdeki modern sinema hareketiyle başlamış ve 1980’li yıllara kadar da
evirilmeye devam etmiştir. Kişisel film-yapımı fikrinin formülasyonu ve tanımı yine Truffaut’a ait olmasına rağmen bu stili etkili bir biçimde geliştiren kişi Godard olmuştur diyebiliriz.
1980 Sonrasında Yeni Dalga Akımı
Avrupa Sanat Sineması, 1950’li yıllarda başlayan gelişimini 1980 sonrasına kadar sürdürmüştür. Kimilerine göre bu sürecin sonunda, bilinen anlamda auteurün yaptırımı da azalmıştır. Fakat Tarkovski’nin Ayna (Zerkalo, Andrei Tarkovski, 1975) filmi, modern sinemanın
sonunu işaret ederken diğer yandan da modern üretimin asla bitmeyeceğini gösterir niteliktedir. Film, kişisel, tarihsel ve kültürel belleğin farklı parçalarının birleştirildiği imgelerden oluşmaktadır. Bu mozaiğin organize edici ilkesi auteürün kişisel yaşamöyküsüdür. Bu
öyküde bütün bu farklı unsurlar buluşur ancak filmin ortaya koyduğu sorun, bu parçaların
devam edebilecek tutarlı ve sürekli bir tarihi oluşturmak için birleştirilip birleştirilemeyeceğinin nasıl bilineceğidir (Kovacs, s.409).
Fransız sinemasının arketipi olarak kabul edilebilecek avant-garde anlayışın şiirsel gerçekçilik uzantısı Yeni Dalga Akımı sayesinde güncellenmiştir (Demirci, 2008, Parag.1). Bu
güncelleme süreci her ne kadar modern sinemanın gelişim biçiminden bağımsız düşünülemese de, 1980 sonrasında da bu dalda üretimler yapan yönetmenler karşımıza çıkmıştır.
Bu sebeple auteurün karşılığı değişmiş gibi görünse de, günümüzde Yeni Dalga Akımı içerisinde değerlendirilebilecek yapıtlar üretilmeye devam edilmiştir.
Şiirsel Gerçekçilik Kavramı
Şiirsel Gerçekçilik (Realisme Poetique) 1930’larda Fransa’da ortaya çıkmış olan sinema
akımıdır (Kaya, 2012). Akımın genel özelliklerine bakıldığındaysa, daha sonra şiirsel sinemaya dair yapıtlar üretecek yönetmenlerin büyük bir kısmını etkisi altına alacak özellikler
göze çarpmaktadır.
Modern Sinema anlayışında etkin olduğu gibi, şiirsel sinema yaklaşımında da, olayın kendisinden çok karakterler ön plandadır. Dramatik bağlam, karakterlerin içinde bulundukları
sıkıntılardan, bunalımdan ve karamsarlıktan beslenmektedir. Hatta seçilen mekânlar bile
karakterlerin çıkışsızlığını vurgulamak için özel olarak seçilir. Mekânı besleyen grafik ögeler
de bu çıkışsızlığa vurgu yapmaktadırlar. Genellikle sisli manzaralar, terk edilmiş yapılar ya
da boş sokaklar kullanılır (Arda, 2012).
Fransız Şiirsel Gerçekçiliği, kendinden önce gelen melodram ve komedi ögelerini merkeze
almasa da, bunlardan yararlanmakta, gerçekliğin etkisini sürekli hissettirmesine rağmen,
şiirsel bir ahenk yakalamaktadır (Saydam, 2008, parag.5).
Yine genel anlamda modern sinemayla birlikte karşımıza çıkan karakterler profilleri, şiirsel
gerçekçilik akımının da karakteristik özelliklerinden birini oluşturur. Karakterler çoğunlukla
topluma adapte olma konusunda sıkıntı yaşayan, asker kaçağı, imkânsız aşkların peşinden
102
koşan ya da kenar mahalleleri mesken tutmuş kimselerdir.
Şiirsel gerçekçilik akımı da tıpkı diğer eğilimler gibi zamansal anlamda sona ermiş olsa da
pek çok yönetmenin yaratımını etkilemiş bir yaklaşımdır.
Şiirsel Gerçekçilik akımı sona erdikten sonra da birçok yönetmeni ve akımı etkilemeye
devam etmiştir. Şiirsel Gerçekçilik, toplumun yaşadığı sıkıntılardan dolayı ortaya çıkmış
ve nihayetinde yönetmenler de yer yer kıyıda köşede kalmış bireylerin hayatlarını, içsel
kaygılarını beyazperdeye aktarmışlardır. Şiirsel Gerçekçilik için, puslu ve soluk sokaklarda
doğmuş bir sinema akımı olduğunu söylemek doğrudur (Kaya, 2012, parag.17).
II. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte Şiirsel Gerçekçilik akımı yerini İtalyan Yeni Gerçekçiliği’ne bırakmıştır (Tezcan, 2012, parag.4). Her iki akım açısından da bu kronolojik
değişimin gerçek anlamda bir kopuş olduğunu söyleyebilmek pek de mümkün değildir.
Şiirsel Gerçekçilik sona ermiş olsa da, yönetmenler bu geleneği sinemasal yapıtlarında
sürdürmeye devam etmişlerdir.
Bu gün sinemada Şiirsel Gerçekçiliği filmlerine adapte etmiş yönetmenlere hala sık sık
rastlanmaktadır. Çünkü akımı ortaya çıkaran koşullardan günümüzde de sıyrılabildiğimizi
söylemek pek de mümkün değildir. Şiirsel Gerçekçiliği ortaya çıkaran koşullar yok olmadığı
için, sanatçıların bu akıma olan eğilimi ve tutkusu da kaybolmamıştır. Dolayısıyla Şiirsel
Gerçekçilik akımı, belli başlı yönetmenlerin yapıtlarında nefes almaya devam etmektedir.
Çağdaş Sinemada Auteur: Leos Carax
Leos Carax’ın sinema kariyerine başlangıcı, diğer Yeni Dalga yönetmenleri gibi olmuştur.
O da sinemaya Chiers du Cinema dergisinde eleştirmenlik yaparak başlamıştır. Bu köklü
kuruluşun oluşturduğu gelenekten de fazlasıyla yararlanmıştır (Saydam, 2008, parag.8).
Carax’ın sinemasına baktığımızda, filmografisinde yer alan Pola X (1999) dışında, hemen
hemen her filminin hem kendi içerisinde hem de geniş ölçekte devamlılık arz ettiğini görürüz. Yönetmenin sinema dilindeki gelişimini, kabaca kendisinin sosyo-kültürel gelişimiyle
ilişkilendirebilmek pek de zor değildir. Bu bağlamda, Kovacs’ın örneklerinin karşılığını, Carax’ın pek de kalabalık olmayan filmografisinde bulabilmek mümkündür.
Yönetmenin sineması, kabaca tek bir karakterin etrafında şekillenmiş izlenimi yaratan
farklı öykülerden oluşmaktadır. Karakter odaklı yaklaşımı sebebiyle, yönetmenin sinemasında Yeni Dalga’nın izlerine rastlayabilmemiz mümkündür. Yaratmış olduğu ana karakter,
çoğunlukla aktör Denis Lavant’ın fiziğiyle perdeye aktarılmış olan Alex’tir ki, karakterin
adı aynı zamanda yönetmenin gerçek adı olan Alexandre Oscar Dupont’tan gelmektedir.
Geniş minvalde değerlendirildiğinde, Leos Carax’ın sineması, Alex karakteri üzerine kurulu gibidir. Özellikle ilk üç yapıtı; Boy Meets Girl, Kötü Kan ve Köprü Üstü Aşıkları’nda bu
devamlılığı açık bir biçimde gözlemlemek mümkündür. Bu üç film, hem Carax’ın inşa ettiği
dramatik çatının benzerliği, hem karakterlerin işlenişi hem de üç filmin ortak öznesi olarak
kabul edilebilecek Alex karakteri sayesinde kendi içerisinde yapısal bir bağ kurmaktadır.
Tıpkı ilk filmine de adını verdiği gibi, yönetmen Carax’ın filmleri genel anlamda, mutlu
sona ulaşamayan, obsesif aşk öyküleri anlatmaktadır. İzleyici Alex’i sinemada ilk olarak
Boy Meets Girl’de görür ve onu ilk gördüğü andan itibaren, karmaşık bir tutkuyla oradan
oraya savrulduğu aşk hikâyelerine, düşsel ve fiziksel yolculuğuna, kalabalık yığınlarla olan
çatışmasına tanık olur.
Alex’in yönetmen Carax ile olan ortaklıkları, tıpkı Tarkovski’nin de dile getirdiği gibi, yaratıcının karakterleriyle olan düşünsel bağına örnek olarak gösterilebilir. Üstelik Alex karakterine hayat veren Denis Lavant, hem yönetmene olan fiziksel benzerliği hem de aşağı yukarı
yönetmenle aynı yaşlarda olması sebebiyle, Tarkovski’nin yaratıcı – karakter ilişkisine kusursuz bir örnek teşkil etmektedir.
Leos Carax, öykülerine kendinden önceki modern sinema anlayışının belli yaklaşımlarını
adapte ederken, Fransız sinemasının bu ayrıksı etkilenimlerinden de faydalanmaktadır;
103
Leos Carax, Fransız sinemasının arketipi olarak kabul edebileceğimiz avant-garde anlayışın “şiirsel gerçekçilik” uzantısını güncelleyen ve Yeni Dalga okulu sonrası yetişen en
önemli sinemacılardan biridir Onun filmleri çağdaş birer mitolojidir; karşıtlıkları çatıştırarak, kurgusal bir gerçekliğe indirgeyen sinematografik dizelerdir ve “sarsıcı aşk” kavramının
kamera yoluyla dile geldiği ortak / örtük yaşam deneyimleridir (Demirci, 2008, parag.1).
Leos Carax’ın sinemasına baktığımızda, onun sinema dilini en çok etkileyen akımların Şiirsel Gerçekçilik ve Fransız Yeni Dalga akımı olduğunu gözlemleyebiliriz. Carax, Yeni Dalga
sinemasının metotlarını olduğu gibi yapıtlarına indirgememiş, hem içerik anlamında hem
de kuramsal anlamında, mevcut eğilimlere belli başlı yenilikler getirmiştir.
Yönetmenin sineması için, kabaca ana karakterin duygusal ilişkisi etrafında şekillendiren
içsel bir yolculuğun izdüşümü tanımını yapmak pek de yeterli olmayacaktır. Yarattığı karakterler, her ne kadar yönetmenin benimsediği sokak gerçekliğinden ya da öz yaşamöyküsel
dinamiklerden beslenseler de, onun peşinde olduğu aşk kavramı, hem seyirciden hem de
karakterlerinden gizlenmiş, masalsı bir unsurdur. Tan Tolga Demirci, yönetmenin sinemasına eklemlemiş olduğu aşk unsurunu şu şekilde tanımlamıştır;
Leos Carax’ın filmlerinde aşk, içsel sınırsızlığı, yaşamsal özgürlükle buluşturan buruk bir
anıdır; izleyicinin gördüğü bir sahneyi sanki daha önceden yaşamış gibi durumsaması da
söz konusu buruk anıların niteliklerinden kaynaklanır. Carax için aslolan, aşkı dönüştürmek değil, var olan aşkı ortaya çıkarabilmektir. Bu ortaya çıkış süreci için onun sunduğu
sinematografik eylem planı, düşünceden ve onun akılsal işlevlerinden bir adım ötededir
(Demirci, parag.3).
Boy Meets Girl: Bir Karakterin ve Sinema Dilinin Doğuşu
Leos Carax’ın ilk filmi olan Boy Meets Girl ile hem sinemasında uzun bir süre rota olarak
belleyeceği dramatik çatısının en ilkel halini inşa etmekte hem de bu süreçte geri dönüşlerle sık sık üzerinden geçeceği, ayrıksı kadın – erkek ilişkisinin dilsel motiflerini ortaya
çıkarmaktadır. Daha sonra üreteceği sinemasal yapıtlarında, kendi kimliğinin perdeye yansıması olarak kabul edebileceğimiz ve sonraki iki filminde de karşımıza Denis Lavant suretinde çıkacak olan Alex karakteri, ilk olarak bu filmde görülmektedir.
Yönetmenin ilk filmi, kendi sinemasında daha sonradan gelenekselleşecek olan, kaybeden
erkek karakterin farklı kadınlarla yaşadığı karmaşık ve “rüya gerçekliğindeki” ilişkilerinin
başlangıç noktasıdır. Bu bakımdan, kendi filmografisi içerisinde bir üçleme olarak değerlendirilecek olan Kötü Kan ve Köprü Üstü Aşıkları filmlerinde takip edeceği anlatı rotasının
ilk adımı olarak kabul edilebilir.
Carax, bu filmiyle birlikte, daha sonraki üç filminin de dramatik çatısını ayakta tutacak olan
tematiklere, görsel motiflere ve içeriklere yer verir. Örneğin, bütün öykülerin ortak paydası
olan Alex, her seferinde bir başka kadının peşine düşer. Her çabası hüsranla sonuçlanacak
olsa da, sevdiği insanın peşinden koşmaktan vaz geçmez.
Boy Meets Girl temelde izleyiciyi tipik Leos Carax karakterleriyle ve onun film diliyle tanıştırır. Filmde Alex’in daha sonra fiziken değişse de ana karakterin tutkusu söz konusu
olduğunda değişmeyecek olan aşkının sembolü Mireille ile bir rastlantı eseri tanışmasına
ve bu rastlantıya aldırmadan onun peşinden koşmasına tanık oluruz. Fakat Carax, ikilinin
ilişkisinin klasik anlatının alışıldık kalıplarına uygun bir biçimde işlemez. Yönetmen, Alex
eliyle kendi düşsel gerçekliğini filme aktarırken, ağırlıklı olarak modern sinemanın formüllerine sadık kalır.
Ana karakter Alex’in isteklerinin, aruzlarının ve tutkularının vücut bulmuş hali olarak yorumlanabilecek Mireille, ilk adımda Alex’in yanı başında olduğu kadar ulaşılmazdır da.
Fakat bu ruhani mesafe, Alex’in genç kadını daha fazla arzulamasını hatta genç kadına
karşı neredeyse patolojik bir tutku beslemesini sağlar. Carax, bu sürecin ardından Alex ve
Mireille karakterlerini yavaş yavaş birbirlerine yaklaştırır. Özünde aynı sorunlara sahip gibi
görünen her iki karakter de hayata tutunamamış, toplum tarafından tam anlamıyla anlaşı-
104
lamamış ve hayatlarına istedikleri gibi yön verememiştir.
Alex ile Mireille, öykünün düzleminde birbirlerini bulmuş olsalar da, geçmişte kalan sırlar
ve gelecek kaygıları bu iki kayıp ruhun ilişkisinde baştan beri var olan çatlağı daha da
genişletir. Her iki karakterin de geçmiş ile yaşadığı derin hesaplaşma, geleceğe atacakları
adımı baltalar. Bu bakımdan Carax, Boy Meets Girl ile birlikte klasik sinemanın “oğlan kıza
rastlar” yaklaşımına neredeyse tamamen sırt çevirmiştir. Yarattığı bu iki karakterden aldığı
güçle anlattığı öyküde, hem aşka hem zaman kavramına hem de genel anlamıyla hayata
varoluşçu sorular getirmektedir.
Carax, sinemasında, yolları rastgele kesişen karakterleri, bu karakterlerin hem toplumla
hem de birbirleriyle yaşadıkları çatışmaları şiirsel bir dille anlatmaktadır. Bu şiirsel dili
anlatısına adapte ederken de kendine has saptamalarda bulunur. Bu saptamalar, yönetmenin sinemasının arka plandaki en önemli öznesini oluşturan ‘hayat’ kavramında diyalektik
bir devinim oluşturur. Carax, hayatın getirdiği çatışmaların hepsini öykülerine yerleştirir.
Filmlerde aşk-nefret, kadın-erkek ve yaşam-ölüm kavramları ve bu kavramların kendi içlerinde yaşadığı dönüşüm karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu dönüşüm iki ana karakterin
çatışmalarından beslenir.
Sonuç olarak Alex ve Mireille’in ilişkisi, içeriğinde hem rüya gerçeklikten hem de sokak
gerçekliğinden izler taşımaktadır. Fakat yönetmen, bu öykünün her şeyden önce bir ‘film
gerçekliği’nde olduğunu da izleyiciye sık sık hatırlatır. Hikâyesini çizgisel bir bütünlük
oluşturacak biçimde inşa etmez. Bu anlamda da çok etkilendiği Godard’ın mirasına sahip
çıkmakta ve Fransız Yeni Dalga Sinemasının klasik anlatıyı ters yüz eden anlayışından beslenmektedir. Diğer taraftan Carax, tıpkı François Truffaut gibi gündelik yaşamın kendine
özgü ritmini yakalamayı her şeyden üstün tutmaktadır. Onun için yazılan bir senaryodan
çok, karakterlerin ruh hallerini yansıtacak sıradan eylemleri filme taşımak daha önemlidir
(Saydam, 2008, parag.1).
Sinemasına eklemlemiş olduğu bu özellikler, Leos Carax’ın modern sinema minvalinde
kabul edilebilecek yaklaşımını desteklemektedir. Diğer taraftan yönetmenin perdede oluşturduğu kendine has dil, yarattığı karakterler ve bu karakterlerin çatışmalarını biçimlendiren kişisel üslubu tıpkı Truffaut’un tanımladığı biçimi destekler nitelikte onun auteur olma
yolunda atmış olduğu ilk adım olarak değerlendirilebilir. Yine modern sinema yapıtlarında
karşımıza çıkan diğer karakterlerde olduğu gibi, izleyici Alex’in geçmişi, sosyal statüsü hakkında pek fazla bilgi edinemez. Carax, filminde Alex’in ressam olduğunu izleyiciye gösterir
fakat bu mesleğin kendisi için gerçekten bir geçim kaynağı olup olmadığını izleyiciden
gizler. Tıpkı sinemasında büyük izlerini gördüğümüz Godard’ın karakterleri gibi Alex’in de
toplumla, dış dünyayla sorunları vardır. Boy Meets Girl, hem bir karakter olarak Alex’in
sinemasal yolculuğunun hem de yönetmenin kendi içsel yolculuğunun perdeye yansıması
açısından başlangıç noktasıdır. Alex ve Mireille, daha sonra farklı mekânlarda, farklı öykülerde Leos Carax’ın sinemasının hareket noktasını oluşturacak iki ana öge olarak karşımıza
çıkacaktır.
Yeni Dalga ve Şiirsel Gerçekçiliğin Birlikteliği: Kötü Kan
Carax’ın sinema dilinin bir başka özelliği de Yeni Dalga sinemasının sokağın gerçekliğini
ve hayatın şiirsel uyumunu ekrana getiren kadrajlarıyla, gerçeküstücülüğün düşsel anlatımını tek bir potada eritebilmesidir. Üstelik yönetmenin etkilenimleri bunlarla da sınırlı
değildir. Fransız Şiirsel Gerçekçiliği’nden de oldukça etkilenir ve sekanslarının hemen hepsinde bunun etkilerini görmek mümkündür (Saydam, 2008, parag.6).
Bu etkilenim yönetmenin ikinci uzun metrajlı filmi olan Kötü Kan’da kendisini biraz daha
göstermektedir. Alex karakteri yine Denis Lavant suretinde karşımıza çıkar fakat hem ruhani anlamda hem de fiziken, ilk filmde karşımıza çıkan Alex’den daha farklıdır. Aynı oyuncu
suretine bürünmüş olsa da, izleyicinin tanıdık hissettiği kadar kendisine yabancı bulduğu
bir karakter olarak betimlenir.
Kötü Kan, Carax’ın en lirik hikâyesi olarak kabul edilmektedir. Yönetmenin “rüya gerçekliği”
yaklaşımını sürdürdüğü halde sokak gerçekliğine yönelişinin ilk izleri bu filmde görülebil-
105
mektedir. Ön plana Alex ve Anna’ın ilişkisini yerleştirirken, arka planda opaklığı düşük bir
pandemi salgını yer almaktadır. Carax, öyküsünün arka planını, ana karakterin bulaşacağı
bir suç öyküsüyle biraz daha zenginleştirir. Fakat öyküsünü besleyen bu kalabalık ögelere
rağmen izleyicinin ilk olarak Alex ve Anna’nın ilişkisinin akıbetini merak edebileceği bir
anlatı rotası izler.
Carax’ın üçlemesinin ilk ayağı olarak kabul ettiğimiz Boy Meets Girl, Alex ile Mireille’in
tanışma hikâyesidir. Kötü Kan’da ise, Alex’in kendisine takıntı haline getirdiği Mireille’in
yerini Anna almıştır. Her ne kadar sevdiği kadının sureti değişmiş olsa da, Alex’in tutkusu
ve arzusu değişmemiştir. Diğer taraftan hem Alex’in hem de Anna’nın başka bir ilişkisi vardır. Her ikisinin de bitmemiş olan ilişkileri, karakterlerin geçmiş ile olan hesaplaşmalarını
besleyen unsurlar olarak karşımıza çıkar. Alex ve Anna’nın asıl yolculuğuysa, geçmiş ile
yaşayacakları kopuş sayesinde gerçekleşecektir.
Kovacs, Modernizmi Seyretmek adlı kitabında, modern sinemadaki gezinme/yolculuk kavramını yinelenen olay örgüsü unsurlarından biri olarak değerlendirir. Olay örgüsünü besleyen bir diğer unsur da zihinsel yolculuktur. Kovacks, modern sinemadaki gezinme kavramını şu şekilde açıklamaktadır:
Çoğu kez arama ya da araştırma, karakteri dünyada gezinmeye teşvik eder. Ancak gezinme
ya da yolculuk, modern sinemada bağımsız bir anlatı nedeni de olabilir. Araştırma/soruşturma/arama türünde, sorulara yanıt verilmese ya da gizem açıklığa kavuşmasa da, hâlâ
anlatının başlangıç noktası olarak işlev gören özel sorular vardır (Kovacs, s.108).
Kötü Kan filminde, Kovacs’ın bahsettiği türden fiziki bir yolculuğun varlığından söz edilebilir. Fakat Carax’ın perdeye yansıttığı sadece fiziksel bir yolculuk değildir. Yönetmen, ilk
filminde karakterinin geçmişiyle ilgili çok fazla detay vermediği gibi Alex’in gelecek konusundaki kaygılarını da fazla deşmemiştir. Alex, o anda, o yerde, rüyalarındaki kadın olan
Mireille ile karşılaştığı sırada, izleyici bu aşkın öncesiyle pek fazla ilgilenmez. Tıpkı Alex’in
mesleğiyle, ailesiyle ya da dostlarıyla ilgilenmediği gibi. Alex, sanki zamandan ve mekândan bağımsız bir biçimde, öykünün geçtiği ‘an’a eklemlenmiş bir karakter gibidir.
Kötü Kan’da karşımıza çıkan Alex’in, Boy Meets Girl’de kendisine çizilen profilin aksine,
yavaş yavaş hayat kaygısı yaşamaya başladığını görürüz. Paraya duyduğu ihtiyaç sebebiyle
hüsranla sonuçlanacak bir anlaşmaya soyunur. Diğer taraftan Alex’in bir seçim yapmak zorunda olduğunu görürüz. Genç adam, sevgilisi Lise’i geride bırakarak kendisini hem fiziksel
hem de zihinsel anlamda yepyeni bir yolculuğun kucağında bulur.
Godard’ın sinemasal dilinin ‘demirbaşı’ olarak tanımlayabileceğimiz tesadüf faktörü Kötü
Kan ile birlikte Carax’ın sinemasında bir kere daha devreye girmektedir. Alex, otobüste görüp âşık olduğu Anna’nın peşine düşer. Bu dakikadan itibaren de Alex’in ‘fiziksel gezinti’si
başlamış olur. Fakat tıpkı Boy Meets Girl’de olduğu gibi burada da fiziksel gezinti, zihinsel
yolculuğa entegre olmuştur. Zihinsel yolculuk, karakterin yaşadığı sokak gerçekliğiyle içsel
bir bağ kurar.
Alex’in yolculuğundaki tesadüf faktörü sadece Anna ile karşılaşmasıyla sınırlı değildir.
Alex’in peşinden koştuğu Anna, aynı zamanda birlikte riskli bir işe giriştiği Marc’ın da kız
arkadaşıdır. Marc ile olan iş ilişkisi, genç adamın Anna’ya olan ilgisini etkilemez. Üstelik
Marc’ın güvensizliği ve tekinsizliğine karşın, Alex sahiplenici ve sadıktır.
Yine Kovacs’ın tanımladığı gibi modernizm, yolculuğun özel bir türünü geliştirmiştir. Modern sinema anlayışına göre yolculuk dünyada değil, kişinin zihninde yapılmaktadır. Bu
anlatı biçiminin temel tekniği, kısa zaman dilimlerini, geçmiş ya da hayali zamanın geniş
katmanlarına yayabilmektir (Kovacs, s.108-109). Bu açıdan bakıldığında Alex’in hem içsel
hem de grafik ögeler barındıran yolculuğu onun (ve yönetmenin) içsel dünyasından izler
taşımaktadır. Fakat bu yolculuğun başlangıcı ve sonu net bir biçimde çizilemez
Düşsel Gerçeklikten Sokak Gerçekliğine Geçiş: Köprü Üstü Aşıkları
Carax’ın üçüncü uzun metrajlı filmi daha öncesinde yarattığı iki yapıt ile birlikte değerlen-
106
dirildiğinde pek çok düşünsel ve görsel ögenin sıkı bir akrabalık bağına sahip olduğunu
gözlemleyebilmek mümkündür. Yönetmenin daha önceki filmlerinde karşımıza çıkan pek
çok unsur burada farklı konumlara yerleştirilmiş bir biçimde karşımıza çıkar.
Örneğin Kötü Kan’da Anna karakteri olarak konumlandırılmış olan aktris Juliette Binoche,
bu öyküde Michelle karakteri suretinde hikâyeye eklemlenmiştir fakat hem Mireille’den
hem de Anna’dan ortak parçalara sahiptir. Carax, öykü içeriğindeki bu ve benzeri revizasyonları yapıtlarına bir yapbozun parçaları gibi yerleştirmiştir.
Köprü Üstü Aşıkları, Alex’in düşsel gerçekliğinin büyük oranda seyreldiği bunun yerini de
yavaş yavaş sokak gerçekliğine bıraktığı bir öykü rotasına sahiptir. Eğer ki Alex’in karakter
olarak Carax filmlerindeki konumları birer ölçüt olarak değerlendirilirse, Köprü Üstü Aşıkları,
karakterin dibe çöktüğü bir öyküye ev sahipliği yapar. Burada Alex, hem diğer hikâyelerde
karşımıza çıkan ana karakterden bağımsız bir şekilde değerlendirilebilen hem de daha önceki öykülerde yaptığı tercihlerin kurbanı olan, her üç öykü de birbirine dikildiğine devamlılık gösteren bir karakter olarak yorumlanmaya açıktır.
Carax’ın sinemasının temel temaları olan “kız ve erkeğin tesadüfi bir biçimde karşılaşması”
geleneği bu yapıtta da istikrarını korur. Dramatik çatı, yönetmenin önceki iki filminden pek
çok görsel ve metinsel ögeleri devam ettirir niteliktedir. Hem içerik, hem edebi hem de
karakterler açısından, özellikle Kötü Kan ile gösterdiği neredeyse tüm sinemasal nitelikleri aynıdır. Bu üç film bir arada değerlendirildiğinde, Leos Carax’ın sinemasında yaşadığı
düşünsel ve biçimsel evrimi gözlemleyebilmek de mümkündür. Yönetmenin sinemasını
oluşturan pek çok unsur ya yer değiştirerek ya da tamamen değişime uğramış bir biçimde
karşımıza çıkar.
Filmde, sosyal hayatından ve çevresinden bıkıp dokuzuncu köprüye sığınan ressam Michelle ile yine aynı köprüde yaşayan evsiz, hayatını hırsızlık yaparak sürdürmeye çalışan
Alex’in karşılaşması ve karşılaşma sonrasındaki sürecin ilişkiye evirilme süreci anlatılmaktadır.
İlk değişim, Alex karakterinde gözlemlenir. Boy Meets Girl ile duygusal ve içsel yolculuğun
kapısını aralayan Alex, Kötü Kan ile birlikte gündelik kaygılarını da doyurmaya çalışan, sokak gerçekliğinde varlığını sürdürmeye çalışmasına rağmen, düşsel dürtülerinin de peşini
bırakmayan karakterdir. Alex’in yolculuğunun son noktası olan Köprü Üstü Aşıkları ise hem
mekânı hem de karakterleri gündelik gerçekliğe indirgemektedir. Alex, fiziksel yolculuğu
sonucunda dibe çökmüş bir karakter olarak karşımıza çıkar.
Köprü Üstü Aşıkları, sadece karakter bazında yaşanan değişimi işaret etmez. Filmde, Carax’ın mekânsal tercihlerindeki grafik değişimi de gözlemleyebilmek mümkündür. Öncelikle yönetmenin sinemasındaki iç mekân hakimiyeti kırılmıştır. Öykünün büyük bir kısmının
geçtiği mekân, tadilat nedeniyle trafiğe kapalı olan 9. Köprü’dür. Köprü, ikilinin yaşadığı
ilişkiyi metafor bağlamında, paralel bir biçimde beslemesi açısından da önemli bir görsel
öge olarak hikâyeye eklenmiştir.
Filmin, Godard’ın sinemasının estetik tercihlerinden de fazlasıyla nasibini alan açılış sekansında, Alex’in bacağının bir araba tarafından ezildiğini görürüz. Bu kaza, kendisini -yine
tesadüfi bir biçimde Michelle ile karşı karşıya getirir. Michelle ise, nadir görülen bir göz
hastalığına sahiptir. Her iki karakter de karşımıza fiziken yara almış bir biçimde çıkar. Sonrasında karakterlerin fiziksel yaraları, ruhsal yaralarıyla birlikte yavaş yavaş iyileşmeye başlar. Bu iyileşme sürecinde, Michelle eski sevgilisi Julien’den kurtulmak için onun hayatına
son verir (Julien aynı zamanda Kötü Kan’da Anna’nın da ilk erkek arkadaşının ismidir). Michelle için Julien’in hayatına son vermek, geçmişi unutup yoluna devam edebilmenin tek yoludur. Alex ise, her zaman olduğu gibi, yönetmenin sona eren her hikâyesinde olduğu gibi
yeniden karşımıza çıkar. Her ne kadar karakteri değişim gösterse de, topluma olan uzaklığı
ve sevdiği kadına beslediği tutku değişmez. Buna rağmen hem Alex hem de Michelle Köprü Üstü Aşıkları’nda, karşımıza hatalarından ders alan, geçmişin içsel muhasebesini yapan,
gelecek kaygıları taşıyan bireyler olarak çıkarlar. Karakterlerin yaşamış olduğu bu düşünsel
değişim, Leos Carax’ın geçirdiği sinemasal evrime de kanıt niteliği taşır.
107
Carax’ın karakterleri ve karakterlerin kişisel özelliklerini her filmde, yapıtının farklı noktalarına serpiştirdiğinden bahsetmiştik. Örneğin Alex, Boy Meets Girl’de karşımıza bir ressam
olarak çıkmıştır. Bununla birlikte illüzyonistlik te yapmaktadır. Kötü Kan’da Alex’in gerçek
mesleği hakkında bilgi sahibi olmasak da onu birkaç defa jonglörlük yaparken görürüz.
Ayrıca kendisi büyük bir suç işlemenin de arifesindedir. Nihayet Köprü Üstü Aşıkları’nda,
kendisi sokak gösterileri yapan bir jonglör olarak görsek de, hayatını devam ettirebilmek
için hırsızlık da yapmaktadır. Alex’in asıl mesleği olan ressamlık ise, artık Michelle tarafından teslim alınmıştır.
Yine Kötü Kan’da Alex’in ortağı olan Hans, Köprü Üstü Aşıkları’nda, tadilat halindeki 9.
Köprü’yü Alex ile paylaşır. Carax, gündelik yaşantısını, düşlerini ve kaygılarını sinemasına
aktarırken, buna benzer farklı yerleştirmeler ile kendi öykülerini yeniden inşa eder. Bu bağlamda, değişen karakterler ve onların değişen ruh hallerinden güç alan film, Carax’ın bir
bakıma olgunluk dönemini de işaret etmektedir.
Filmde Alex, Michelle ve 9. Köprü sıkı bir simgesel bağ ile birbirine bağlanmış gibidir.
Öykünün başında Alex ve Michelle fiziksel anlamda yaralı olarak karşımıza çıkmışlardır.
9. Köprü ise, trafiğe kapalı ve tadilat halindedir. Köprü, Alex için bir yaşam alanı, zaman
zaman da bir mabettir. Adam, bu yaşam alanını Michelle ile paylaşmaya başlar. Bu başlangıç hem ilişkilerinin hem de üçünün birden onarım / iyileşme sürecinin başlangıcıdır.
Öykü anlatıldığı sürece köprünün tadilatı devam etse de bu aşamalar Alex ve Michelle’in
ilişkisinin arka planında erir. Köprü bu süreçte, ilişkiye sessizce ev sahipliği yapar. Öykünün
finalinde her iki karakterin de fiziki yaraları kapanır ve köprü de yeniden hizmete açılır.
Köprü Üstü Aşıkları, her ne kadar dramatik çatı anlamında yönetmenin diğer iki filminin
rotasını takip etse de, öykünün finali bağlamında önceki yapıtlarından ayrılmaktadır. Öncelikle hem Alex hem de Michelle’in yaptığı tercihler, diğer yapıtlara oranla daha bilinçlidir. Filmde her iki karakterin de yaşadığı ilişkinin neticesi, önceki yapıtlardaki gibi net bir
yok oluşla sonuçlanmamaktadır. Yine de sonuç aşamasına gelene kadar geçen süreç, ilk
iki filmle tematik açıdan benzerlikler taşır. Hem Alex hem de Michelle, finale kadar ruhsal
de fiziksel anlamda hem birbirleriyle hem de dış dünyayla olan çatışmalarını sürdürürler.
Carax’ın sinema dilini şekillendiren unsurların hemen hemen hepsini Köprü Üstü Aşıkları’nda gözlemleyebilmek mümkündür. Film, yönetmenin önceki iki filmine yapısal olarak
eklendiğinde, onun sinemasal evrimini de gözler önüne serer. Anlatı, yönetmenin kişisel
ilişkilerinden, düşsel bütünselliğinden, dış dünya ile kurmaya çalıştığı bağdan, yaşam ve
ölüm kavramlarıyla alakalı bireysel düşüncelerinden ve insan ilişkilerinin karşıtlıkları gibi
genel konulardan beslenmektedir.
Sistemi Kabullenmek ve Toplumsal Maskeler: Kutsal Motorlar
Yönetmenin son filmi olan Kutsal Motorlar hem dilinin, hem sinemasal yaklaşımının hem
de düşlerden sokağa adım atan şiirsel gerçekçilik kavramının önemli değişimlere uğradığı
bir anlatıya sahiptir. Carax’ın kullandığı göstergeler, sürrealist okumalara fazlasıyla açık
olmakla birlikte, hem öykü hem de karakterler açısından, yönetmenin filmografisinde yer
alan bütün yapıtların toplamı gibi görünmektedir. Kronolojik anlamda Carax’ın gündelik
hayatında da bambaşka bir dönemi işaret eder. Yönetmenin sosyal hayatındaki değişim ile
birlikte merceğine giren kişisel kabullerin izlerine filmde rastlanabilmektedir.
Film, Mr. Oscar adındaki bir adamın, bir gününe odaklanmaktadır. Bu bir gün içerisinde
Oscar, dokuz farklı görevi yerine getirmek zorundadır. Yerine getirmesi gereken bu görevler, kendisine şoförü Celine tarafından iletilmektedir. Oscar, bütün gün, bir limuzinin arka
koltuğunda kendini bekleyen görevler için hazırlanır. Her görev, bürünmesi gereken yeni
bir karakter demektir. Oscar, limuzinin arka koltuğunda, çoğu zaman da kozmetik ve plastik
makyaj yardımıyla yeni kimliklere bürünür. Büründüğü kimlikler sırasıyla dilenci bir kadın,
CGI modeli, şehrin yer altının yıkım prensi Merde, suikastçi, bankacı, katil, aile babası,
ölümü bekleyen bir ihtiyar ve fedakâr bir âşıktır.
Leos Carax, anlatısındaki sürrealist unsurları, gündelik hayatta ayakları yere basan göstergeler ile izleyiciye aktarmaktadır. Diğer taraftan Kutsal Motorlar’ın yönetmenin düş dün-
108
yasının ürünü olduğu imgesel anlamda, filmin açılış sekansında izleyiciye aktarılır. Film,
rüyadan uyanan Carax’ı görmemiz ile başlar. Yönetmen, parmağında beliren bir anahtar
ile ağaç motifleriyle dolu gizli bir kapıyı açar. Bu kapı bir sinema salonuna açılmaktadır.
Salonun balkonuna çıkan yönetmen, donuk bir biçimde gösterilen filmi izleyen seyircilerle
birlikte, perdede oynayan King Vidor’un Halk (The Crowd, 1928) adlı sessiz filmine bakar.
Bu sırada salonda emekleyen bir bebek belirir. Bir sonraki detay planda emekleyen bebek,
siyah renkli bir köpeğe dönüşür. Carax, belki de sinemasında ilk defa izleyicinin açık açık
eleştiri olarak yorumlayabileceği gösterenlere yer vermiştir. Filmin açılış planını hem auteurün düşlere ya da gündelik gerçekliğe şekil veren, onu işleyen sinemasal tercihlerinin
gücü hem de ana akım sinemanın dönüştürücü, çirkinleştirici ve manipüle edici etkisine
bir eleştiri minvalinde de yorumlanabilir.
Kutsal Motorlar’da Carax’ın öyküsünün odağındaki ana karakter artık Alex değildir. Farklı
okumalara da açık olacak biçimde Carax, yaratmış olduğu bu yeni karaktere kendisinin de
ikinci adı olan Oscar ismini vermiştir. Diğer taraftan, Carax, filmde Oscar’ın bedeninde yeniden canlanan diğer dokuz karakter içerisinde, Alex ile benzeşen özellikler taşıyan, onun
daha abartılı ve fantastik bir yorumu olarak da kabul edilebilecek Mösyö Merde karakterini
de filme eklemlemiştir.
Merde, ilk olarak Joon-ho Bong, Michelle Gondry ve Leos Carax’ın yönetmiş olduğu üç kısa
filmin yer aldığı Tokyo! (2008), yapıtında, kendi adını taşıyan segmentte karşımıza çıkar.
Mösyö Merde, hem toplumun diretmelerinden bunalan bireyin, fantastik hatta absürt grafik tercihlerle dışa vurumunu hem de dizginlenmiş cinselliğin, kontrolsüz bir libidal enerjiyle birleşerek gerçekleştirdiği yıkımı sembolize eder. Toplumla olan sorunları açısından
Alex ile ortak özellikleri bulunsa da, Alex gibi dış dünyanın dayattığı kurallardan kaçmak
yerine topluma, toplumun benimsediği değerlere ve rutinlerine saldırmayı hedefler.
Merde, kelime anlamı bakımından Fransız dilinde pek çok hakaretin temsilidir. Carax, karakterine bu ismi koyarken, hem onun özelliklerini fantezi kanalında değerlendirilebilecek
bir mizahla açıklamak hem de karakterin toplumdaki konumunu belirtmek adına ironik bir
yaklaşımda bulunmak adına koymuş olabilir. İskandinav mitolojisindeki masalsı yaratıkları andıran Merde, tıpkı mitlerdekine benzer biçimde, insanların uzak olduğu bir yerde
(kanalizasyon) yaşar ve zaman zaman yaşadığı yerden çıkarak toplumun huzurunu kaçırır.
Artık unutulup gitmiş ya da insanların hiçbir zaman öğrenemediği, bilmediği bir lisanda
konuşur. Toplumun ya da mevcut trendlerin güzel olarak lanse ettiği her şeye karşı savaş
açmış olan Merde, çiçek (güzelliğin doğal temsillerinden biri) ve para (güzelliği sunileştiren ögelerden biri) yiyerek beslenir.
Tokyo! Filmindeki uzun sorgu sahnesinde de karakterin bizzat anlattığı gibi; inandığı tanrı
Merde’in aynaya bakmasını yasaklamıştır. Merde, annesinin bir azize olduğunu fakat insanlığın onun ırzına geçtiğini iddia eder. Ona göre, bedeninde hayat bulmuş bütün kötülük,
bütün çirkinlik, insanlığın eseridir. Kısacası toplumun günahları, ihmalkârlıkları, düşüncesizlikleri Merde gibi bir canavar yaratmıştır.
Kutsal Motorlar filminde tekrar karşımıza çıkan Merde, mekân olarak bellediği kanalizasyondan çıktıktan sonra bir mezarlığa gider ve mezarlığın üzerindeki çiçekleri yemeye başlar.
Eğer ki Merde, insanlıktan yayılan kötülüğün ve düşüncesizliğin vücut bulmuş hali olarak
yorumlanırsa, Carax’ın Köprü Üstü Aşıkları filminin temasına yerleştirilen ‘ölüm korkusu’
düşüncesinin; ölüm gibi trajik bir olayın bile ‘umursanmayışına’ evirildiğine yorabilmek
mümkündür. Mezar taşlarından birinin üzerindeki ‘visit my web site: tobeornottobe.com’
adındaki internet adresi de, ölümün magazinel değerine yapılan bir gönderme olarak değerlendirilebilir.
Merde, daha sonra Kay M adındaki bir fotomodeli kaçırarak gizli sığınağına getirir. Kanalizasyon, tıpkı Alex’in 9. Köprü’sü gibi, Merde’in mahremiyet alanıdır. Merde, fotomodelin
bütün vücudunu, sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde örter. Güzelliğin cismani temsili
olan Kay M’nin fiziki alımlılığını örterek onu bir nevi dışarıdaki dünyanın algısına göre
değersizleştirir. Kay M’yi örterek sarmalamasına rağmen kendisinin soyunması, erkek egemen toplumlarda, özgürlüğünden ödün vermeyen erkeklerin, kadınlara uyguladığı kısıtlamayı, baskıyı andırmaktadır.
109
Hem Merde’e hem de Oscar’a bakıldığında Alex’in iki farklı kutbunu görebilmek mümkündür. Alex bu iki karakterin tam ortasında yer almaktadır. Merde, ne kadar kendi özgürlüğünü
kısıtlamış, onu dışlamış, hor görmüş topluma dolaysız bir biçimde saldırıyorsa; Oscar da
o oranda toplumun bir parçası olmuş ve kendisine biçilen rollere bürünme konusunda
ustalaşmıştır. Carax, izleyiciye sürekli farklı rollere bürünen Oscar’ın ne ölçüde kendisi olduğunu sordurmayı amaçlamaktadır.
Kronolojik açıdan değerlendirildiğinde, Köprü Üstü Aşıkları’nın finalinde kendince varoluşsal bir sorgulama sürecine giren Alex’in, Oscar’a dönüşmesi muhtemeldir. Hayatı boyunca
normlarla mücadele eden, kendi içsel yolcuğuna toplumu pek de katmayan, neredeyse
toplumla savaş halindeki Alex’in sonunda toplum ve toplumun talepleri arasında eriyip
gitmesi de söz konusu olabilir. Bu durum hem Carax’ın öz yaşam öyküsel izlerini hem de
yarattığı karakterin gelişiminin nihai bir sonucu olarak yorumlanabilir.
Oscar, Carax kanalıyla günümüz insanının dış dünyanın talepleri doğrultusunda şekillenmekte olan rollerinin tamamının temsilidir. Bütün gün boyunca bir limuzinin arka koltuğunda, kendisine iletilen görevleri sırasıyla yerine getirir. Buradaki görevler, hem insanların gündelik hayatta bürünmek zorunda kaldıkları rolleri hem de kendini topluma kabul
ettirebilmek için taktığı maskelerin sembolik ifadesidir. Oscar’ın fiziken, verilen görevlerdeki karakterlere benzemesi için limuzinde bütün imkânlar mevcuttur. Bu sayede, limuzin
her ne kadar maddesel anlamda karşımıza çıkıyor gibi görünse de ‘toplum sosyologlarının’
Oscar’ın oyununa adapte edilmiş halidir. Oscar’ı, Alex’in gelişiminin son aşaması olarak
değerlendirirsek, izleyicinin karşısına hayatındaki mücadeleden, arayıştan, topluma olan
uzaklığının getirdiği sıkıntılardan kaçmış ve dış dünyanın taleplerini yerine getirmeye başlamış bir karakter çıkmaktadır.
Leos Carax’ın sinemasal yaklaşımının en önemli besin kaynağı olan “bir kadın ile bir erkeğin tanışması” teması, burada filmin ana meselesi olmaktan çıkar. Fakat aşk olgusu dramatik çatının önemli bir desteği olarak varlığını sürdürmektedir. Oscar, kendi arabasına
çarpan başka bir limuzinde sevdiği kadını görür. O da kendisine biçilen rolleri yapmakta,
tıpkı Oscar gibi toplumun taleplerini yerine getirmektedir. Fakat iki karakter karşılaştıkları
andan itibaren rol yapmayı bırakırlar. Dış dünyanın istekleri onlar için anlamsızlaşır. İkilinin yeniden karşılaşması, üstlerine yüklenen sorumluluklardan sıyrılmalarını ve kendilerini kabullendirmek için girdiği kalıpları kırarak, taktıkları maskelerin düşmesini sağlar.
Hem Oscar hem de eski sevgilisi Jean, kendilerine biçilen toplumsal rolü oynarken, tıpkı
Carax’ın önceki filmlerinde işlediği karakterler gibi kendi iradeleri ve hayalleri dışında bir
yola sürüklenmiş, farklı insanlarla birlikte olmuş ve evlenmişlerdir. Jean, kendisine biçilen
rolün neticesinde evlenmek zorunda kaldığı kişiyle birlikte intihar eder fakat Oscar yaşadığı tüm acıya (bıçaklanır, vurulur) rağmen ölmez. Jean’in yok oluşu Oscar’ı da yok etmez
ama hissettiği aşkı da öldürmez. Sonuçta yine tesadüf faktörü devreye girmiş ve ikiliyi
birbiriyle karşılaştırmıştır. Bu tesadüf Jean’i ölüme götürse de Oscar’ın gündelik rutinini
pek fazla değiştirmemiştir.
Carax, Kutsal Motorlar ile modern dünyanın gerekliliklerini yerine getirebilmek için kendi
özünü, isteklerini ve tutkularını törpülemek hatta belki de yok etmek zorunda kalan bireyin
portresini çizmektedir. Daha önceki yapıtlarına oranla, burada karşımıza çıkan karakterin
yolculuğu her ne kadar sürrealist bir formda, şiirsel ve düşsel bir gerçeklikle ele alınsa
da, kaygıları daha gündelik kaygılardır. Yönetmenin sinema dilinin, metaforlardan en fazla
beslediği yapım olarak kabul edebileceğimiz Holy Motors, izleyicinin yorumlamasına ve zihinsel katılımına en fazla olanak tanıyan yapıtıdır.
Leos Carax Sinemasının Ortak Ögeleri
Tıpkı Sarris’in kuramında olduğu gibi, yönetmenin teknik ustalığının, filmlerde tekrar eden
ögelerle ortaya çıkan ve yaratıcının imzasını taşıyan içsel ve dışsal anlamlar Carax’ın sinemasının da dilinde kendisini var etmektedir. Yönetmenin filmlerinde, ya aynı ya da benzer
özellikler taşıyan karakterleri veya bu karakterlerin zaman içindeki değişimini gözlemleriz.
Carax, bazen karakterleri farklı suretlerde, aynı isimlerle karşımıza çıkarır. Öykülere eklem-
110
lenen her karakter, öncesinde anlatılmış ya da sonrasında anlatılacak öyküler ile sıkı bir
bağlantı içerisindedir.
Yönetmenin sinemasının en önemli besin kaynağı Yeni Dalga ve Şiirsel Gerçekçilik akımlarıdır. Tıpkı Truffaut’un makalesinde örneklendirdiği gibi Carax’ın yapıtlarında da kendi
kişisel duygu ve düşüncelerinin dışa vurumu söz konusudur. Alex onun perdedeki aynası
gibidir. Carax, Kutsal Motorlar’ın açılış sekansında bizzat görünerek, bütün öykünün kendi
rüyasının bir iz düşümü olduğunu izleyiciye bir kere daha hatırlatır. Kendi içsel dünyasından yola çıkarak filmleriyle oluşturduğu düşünsel ve organik bağ, onu Yeni Dalga’nın
önemli bir temsilcisi haline getirmiştir.
Sinemasının erken döneminde yapıtlarını oluştururken hem tematik hem de kurgusal anlamda benzer bir rota izleyen Carax, Kutsal Motolar ile birlikte epizodik bir öykü anlatımını
tercih etmiştir. Sinemasal tercihlerindeki bu değişime rağmen, Carax’ın son filmini, önceki filmlerinden ayrı biçimde değerlendirebilmek mümkün değildir. Grafik ve içerik anlamındaki değişimlere rağmen, Bresson’ın örneklendirdiği gibi, kamera açılarından, seçilen
mekânlara kadar Carax’ın yarattığı mizansen kendine ait teknik tercihlerini de öne çıkarmaktadır. Bu bakımdan yönetmenin yapıtlarının arasında sıkı bir akrabalık bağı olduğu
söylenebilir
Carax’ın müzikal tercihleri de yaratmış olduğu mizanseni duygusal bağlamda desteklemektedir. Genellikle Les Rita Mitsouko ve Arvo Part gibi müzisyenlerin yapıtlarını filmlerinde kullanan Carax, erken dönemde, yarattığı mizanseni David Bowie’nin şarkılarıyla
güçlendirmiştir. Örneğin, ilk filmi Boy Meets Girl’de Mireille ve Alex’in arasındaki ilişkinin
detaylarına inerken, David Bowie’nin When I Live My Dream şarkısını kullanarak, mizanseni ve öykünün alt yapısını güçlendirmeyi hedeflemiştir. Filmde Bowie’nin şarkısının sözleri, Carax’ın şiirsel sinemasının dili haline gelmiştir. Şarkıda, sadece rüyalarında ideal aşkı
yaşayan bir adamın hislerine yer verilmektedir. ‘Aşk sadece rüyamda varolabilir’ sözü hem
yaratılan mizanseni hem de filmin finalini daha anlamlı kılmaktadır.
Leos Carax’ın sinemasına eklemlediği görsel tercihler de bir süre sonra kendi dilinin ayırıcı özelliklerinden biri haline gelmiştir. Sessiz sinemanın gücüne ve ifade biçimine özlem
duyan Carax, filmlerinde sessiz sinema filmlerinden parçalar yerleştirdiği gibi, karakterlerinin hislerini kelimelerle ifade ettikleri kısımlardan ziyade, onların suskunluklarından
faydalanarak öyküsünü şekillendirir. Carax’ın sessiz sinemaya olan ilgisini Kutsal Motolar’ın açılış sekansına yerleştirdiği King Vidor’un Halk filmiyle izleyicisine bir kere daha
hatırlatmaktadır.
Carax ayrıca, filminin belli başlı noktalarına kısa kısa siyah beyaz sessiz kareler de eklemeyi ihmal etmez. Örneğin Kutsal Motolar’ın başında 19. yüzyıldan kalma siyah beyaz kareler
gösterir. Koşmakta olan veya yere tuğla döşeyen erkek bedenlerinin olduğu bu kareler Carax’a göre sinemanın başlangıç noktasını işaret etmektedir (Altyazı, Serra Yılmaz – Leos
Carax Söyleşisi, 2013).
Yönetmenin sinemasında oyuncuların hikâyeyi büyük bir fiziksel eforla sarf etmelerini de
onun sessiz sinema tutkusuna bağlayabilmek mümkündür. Carax, oyuncularını fiziksel olarak sınamayı da ihmal etmediği sahneler konusunda şunları söylemektedir:
Bütün filmlerimde oyuncuları düşünerek, onların rollerine fiziksel olarak hazırlanabilecekleri sahneler koydum; paraşütten atlamaları veya dans etmeleri, su kayağına binmeleri gibi
fiziksel şeyler. Dolayısıyla oyuncuların önceden fiziksel olarak hazırlanmaları gerekti. Bu
tip hazırlıklar film acı verici veya dramatik olsa bile onları ayakta tuttu. Haftalarca süren çekimleri oyuncuların kaldırabilmesi gerekiyor. Onlardan dans etmelerini veya fiziksel şeyler
yapmalarını isteyeceğiniz sahnelerin olduğunu bilirlerse bu onları şevklendiriyor (Altyazı,
Serra Yılmaz – Leos Carax Söyleşisi, 2013).
Bütün bu etkilenime ve zaman içerisinde modern sinema çatısı altında toplanan yönetmenlerin ‘kurumsallaşma’ kaygısına rağmen Carax, etkisi altında kaldığı yönetmenlerin
sinemasal tercihlerini yapıtlarına eklemlerken, kendi dilini oluşturmayı da başarmıştır.
111
TARTIŞMA VE SONUÇ
Leos Carax, Fransız Yeni Dalga akımından kalan mirası sahiplenmiş ve modern sinemanın
‘zamansızlığını’ kanıtlamış bir yönetmen olarak karşımıza çıkmaktadır. Carax her ne kadar
bu akımın eğilimlerini sahiplenmiş olsa da, öykülerini anlatırken kendine has bir formül
üretme çabası da göstermiştir. Yeni Dalga’nın sokak gerçekliğini ve şiirsel anlatısını yapıtlarına eklemlerken, sürrealist bir dil oluşturmayı başarmıştır.
Modern sinemaya dair yapıtlar üreten tüm yönetmenler gibi, klasik anlatının çizgiselliğine
ve bütünlüğüne sırt çevirmektedir. Tıpkı Godard gibi dağınık, sıçramalı kurgudan beslenen
bir anlatım dilini benimsemiştir. Sinemasını oluşturan parçaları bir bütün halinde dikerken, kendisinden önce gelen auteur’lerden de etkilenmiştir. Kurgu ve mizansen anlamında
Godard’dan pek çok şey ödünç alan Carax, anlattığı öykülerin ritmini oluştururken de Truffaut gibi sokaktan ve sokak gerçekliğinden ögeleri bir araya getirmektedir.
Tıpkı modern sinemayı şekillendiren diğer auteurler gibi yazılı bir senaryoyla çalışmasına
rağmen, öyküsünde yakaladığı ‘an’lara ağırlık vermektedir. Gündelik yaşantının içerisinden keserek filmine yapıştırdığı sıradan sahneler, filmlerinin ana hikâyesini oluşturur. Bu
sebeple Carax, özellikle bir öykü anlatıyormuş gibi görünmez. Sokak gerçekliğinden çekip
çıkardığı sahneler bir araya geldiğinde bir öykü anlatabilmektedir. Aradaki boşlukları doldurmak ise, izleyicinin düşünsel katılımıyla gerçekleşmektedir..Yönetmenin insan ilişkileri,
yaşam, ölüm rüyalar ve duygusal çatışmalar üzerine yapmış olduğu kişisel sapmalar, sinemada daha önce de anlatılagelmiş ‘sokak gerçekliği’ çerçeveli öykülere kendine has bir
yorum getirmesini sağlamıştır.
Leos Carax, sinemasını hem görsel hem de düşünsel biçimde şekillendirirken derin bir anlatım dilini benimsemektedir. Anlatısına adapte ettiği zengin söylemlerin kökeni modern
sinemaya dayanmaktadır. Sinemasal tercihleri sayesinde sokağa dair öyküler anlatmasına
rağmen, hiçbir zaman dilsel anlamda gündelik hayatın algı sınırlarına inmez. Kendi sinema dilini, anılarıyla, yaşadığı ilişkilerle, dış dünya ile olan diyaloglarıyla biçimlendiren Carax, kendinden önce gelen yönetmenlerin yaklaşımlarını da özümsemiştir. Böylece kendi
adı ile anılabilecek özgün bir sinema anlayışı geliştirmiştir.
Sinema yapmaya başladığı ilk dönemlerde, açık biçimde etkilendiği yönetmenlere öykünmüş olsa da kendi sinema dilini, filmlerinin kimliğini dolduran karakterleri oluşturmayı başarmış olan Carax, bu gün tamamen kendi adıyla anılabilecek ve kendi yaklaşımları
sayesinde neredeyse kuramsallaşmış izlenimi veren bir anlatı biçimi geliştirmiştir. Salt
karakter odaklı ve sinema tutkusunu gözler önüne seren yapımların arından bu gün hayatımıza daha fazla egemen olan dijital sanatlar, bireyin üstlenmek zorunda olduğu roller,
düş ve kâbus mevhumunun neredeyse iç içe geçmesi sebebiyle oluşan, bireysel kaygıları
ön plana almasına rağmen, toplumun onu şekillendirme gücünü de anlatısına ekleyen bir
öykü evrenine kavuşmuştur. Bu gün yönetmenin sinemasında gelmiş olduğu nokta, bireylerin epistemolojik kaygılarının yanı sıra, biçim ve içerik olarak izleyicisini de zorlayacak
ve salt öykü anlatımıyla sınırlandırılamayacak bir sinematografik sorgulama süreci olarak
yorumlanabilmektedir.
Kaynakça
• Bergan, R. (2010). François Truffaut (E. Kılıç, Çev.). İstanbul: Agora
• Biryıldız, E. (2010). Sinemada Akımlar. İstanbul: Betaş
• Gönen, M. (2008). Paradoksal Sanat Sinema. İstanbul: Versus
• Hıdıroğlu, İ. (2011). Yeşilçam Sinemasında Bir Auteur. Atatürk İletişim,1, 26-28
• Kovac, A.B. (2010). Modernizmi Seyretmek (E. Yılmaz, Çev.). Ankara: De Ki
• Rosenbaum, J. (2005). Serge Daney: Yeni Dalga’nın Yıkıcı Oğlu (i. Kabaran, Çev.). 2005
• Soydan, M. (2006). Siyasal Kimlik ve Sinema Dili İlişkisi: Sinan Çetin Örneği. Küresel
İletişim, 1, 7-8
• Tarkovski, A. (2010). Mühürlenmiş Zaman (F. Ant, Çev.). İstanbul: Agora
• Wollen, P. (2008). Sinemada Göstergeler Ve Anlam (Z. Aracagök, B. Doğan Çev.). İstanbul:
Metis
112
İnternet Kaynakları
• Altyazı.Net – Serra Yılmaz ve Leos Carax Söyleşisi. http://www.altyazi.net/soylesiler/leos-carax-serra-yilmaz/
• Demirci, T.T. (2008, 13 Ağustos) Leos Cara-X Söylencesi. surrealisteylemturkiye.blogspot.
com/2008/08/leos-cara-x-sylencesi.html
• Kültürel Okumalar (2013, 16 Nisan) http://kulturelokumalar.blogspot.com/2013/04/godard-sinemasinda-evrensel-bir-portre.html
• http://sanatsinema.com/2011/09/24/yeni-dalga-akimi/
•http://www.sinemayakurdi.com/film-gotar-makaleler/25-gotar-makaleler/607-sinemanin-sairaneligi-siirsel-gercekcilik.html
• http://www.sozlukturkce.com/word/auteur/
• Kaya, A. (2012, 25 Ağustos). Sinemanın Şairaneliği: Şiirsel Gerçekçilik. http://www.sinemayakurdi.com/film-gotar-makaleler/25-gotar-makaleler/607-sinemanin-sairaneligi-siirsel-gercekcilik.html
• Odabaş, B. (1989). Fransız Sinemasında Yeni Dalga. http://www.kameraarkasi.org/sinema/
sinemadaakimlar/fransizsinemasindayenidalga.html
• Saydam, B. (2008, 30 Temmuz). Leos Carax Sineması. http://forum.yedincigemi.com/index.php?showtopic=1770
•Sinemasal Dünya. http://sinemasaldunya.com/sineman%C4%B1n-%C5%9Fairaneli%C4%9Fi-%C5%9Fiirsel-ger%C3%A7ek%C3%A7ilik/
• Taşdan, Ö.S. (2013, 16 Nisan). Godard Sinemasında Evrensel Bir Portre ve Politik Bir
Aygıt Olarak “Week-End”.
• Tezcan, T. (2012, 16 Temmuz). Şiirsel Gerçekçilik Akımı ve Sineması http://sinemaninrenkleri.blogspot.com/2012/07/siirsel-gercekcilik-akm-ve-sinemas.html
• Yorgancıgil, G. (2011, 12 Ağustos). Auteur Teorisi. http://www.gokhanyorgancigil.
com/?p=945
Filmler
• Carax, L. (1984) Boy Meets Girl. Fransa
• Carax, L. (1986) Kötü Kan. Fransa
• Carax, L. (1991) Köprü Üstü Aşıkları. Fransa
• Carax, L., Gondry M., Bong J. (2008) Tokyo! Japonya
• Carax, L. (2012) Kutsal Motorlar. Fransa
• Tarkovski, A. (1979) Ayna. Sovyetler Birliği
• Vidor, K. (1928) Halk. ABD
113
TELEVİZYON REKLAMLARINDA KADIN TEMSİLİ VE TOPLUMSAL
CİNSİYET İLE İLİŞKİSİ
Fatma Kabaoğlu
Özet: Bu çalışmada reklamda kadın temsili üzerine bir tartışma gerçekleştirilecektir. Bu
incelemeler öncesinde cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramları açıklanarak aralarındaki
fark ortaya konacaktır. İncelemenin temelinde toplumsal cinsiyet kavramı üzerine durularak geçmişten öncelikle kadının, fakat aynı zamanda da erkeğin günümüze hangi toplumsal cinsiyet öğelerini taşıdığı ortaya konmaya çalışılacaktır. İncelemenin yapıldığı reklam
aracı olarak sadece televizyon reklamları baz alınmış olup, kadının bu reklam türlerinde
hangi amaçlara hizmet ettiği, neden kullanıldığı ve nasıl temsil edildiği sorularına cevap
aranacaktır. Bu araştırma kapsamında geçmişten günümüze birçok televizyon reklamları örnek gösterilerek içerik analizi yapılmaya çalışılacak ve böylelikle kadının televizyon
reklamlarındaki temsili analiz edilmeye çalışılacaktır. Reklamda kadın temsilini daha net
ortaya koyabilmek amacıyla, bazı reklam örneklerinde karşılaştırma amaçlı erkek temsiline
de yer verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Reklam, Toplumsal Cinsiyet, Kadın, Temsil
WOMAN REPRESENTATION IN TV ADVERTISEMENTS AND ITS
RELATIONSHIP WITH GENDER
Abstract
This article attempts to debate woman representation in advertisements. Prior to the
analysis, the concepts of “sex” and “gender” will be expounded and the difference between
each other’s will be exhibited. The analysis constitutively will dwell upon the concept of
gender but on the other hand, it will address which elements of gender have been presented, especially by woman but as well as man, from past to present. The analysis is based
on TV commercials as advertisement medium that will answer the questions as follows;
“To which purpose woman serves in these types of commercials?” “Why and how she is
represented?” To make these arguments more clear, samples from different commercials
where man is representation in a comparative manner.
Keywords: Advertisement, gender, woman, representation
114
Giriş
Üretilen bir malın veya hizmetin tüketiciye/kullanıcıya iletmenin en önemli yolu söz konusu ürün/hizmetin reklamının yapılmasından geçer. Reklamı yapılan ürünün öncelikle
dikkat çekmesi, reklam içeriğinin ‘inandırıcılığı’ ve bunlara bağlı olarak ürünün istenen
satış miktarlarına ulaşması reklam yapanların en öncelikli hedefidir. Reklamcılar bu hedeflerine ulaşabilmek adına kitle iletişim araçlarından önemli düzeyde faydalanmaktadırlar.
Aynı ürünün reklamı farklı kitle iletişim araçları vasıtası ile izleyici/tüketici ile buluşurken,
farklı reklam türleri de reklamcıların üzerinde durduğu alternatiflerdendir. Reklamın hedef
kitlenin dikkatini çekmesi ve istenen hedeflere ulaşabilmesi için reklamcılar kurguladıkları
reklamlarda farklı temsiller tercih etmektedirler. Bu araştırmanın amacında öncelikle Televizyon reklamlarında kadınların hangi rollerde temsil edildiği, aynı temsillerin benzerlerinin erkeklerin oynadığı rollerde olup olmadığıdır. Diğer taraftan hayatımızın vaz geçilmezi
haline ve gündelik yaşam tarzlarımız üzerinde ciddi etkileri olan kitle iletişim araçlarının
veya onlar vasıtası ile bize ulaşan reklamların toplum üzerindeki etkileri kuşkusuz tartışılamaz hale almıştır. Reklamların toplumdaki davranış biçimleri ve roller üzerindeki etkileri
toplumsal cinsiyet kavramı üzerindeki tartışmaların temelini oluşturmaktadır.
1. Yöntem
Televizyon reklamlarında kadın temsili ve toplumsal cinsiyet ile ilişkisini ortaya koymak
için öncelikle kavramlar açıklanacaktır. Akabinde 9 farklı reklamın içerik analizi yapılarak
kavramsal çerçevede değerlendirilecek ve tanımı yapılmış kavramlar ile ilişkilendirilecektir.
2. Reklam
Reklam sözcüğü Latince kökenli (“clemere”) olup bağırmak anlamına gelmektedir. Bu sözcüğün üzerine literatürde birçok anlam ve tanımlama yapılmıştır. Reklam bir taraftan “bir
olayın, bir olgunun ya da haberin belirli bir insan topluluğuna duyurulması” anlamına
geliyor olsa da asıl bizim bugün reklamdan anladığımız ise “bir işin, bir malın veya hizmetin para karşılığında, kitle iletişim araçlarında, tarif edilerek geniş halk kitlelerine duyurulmasıdır”. (Taşkın & Şahım, 2007, s. 4) Bu tanımlamaya dayanarak reklamın bir araç
olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu niteliği ile günümüz modern pazarlama anlayışı
içerinde üretici ve tüketici arasındaki bağın oluşturulması, mal veya hizmetlerin tüketiciye
tanıtılmasında önemli rol oynamaktadır. Reklam veren için reklamın amacı her ne kadar
ekonomik boyutlarda olsa da tüketici için de bazı faydalar içermektedir. Onun açısından
bakıldığında tüketici pazara sunulan birçok ürün alternatifi içinden reklamı bir rehber/yol
gösterici olarak kullanarak kendisi için en faydayı ürünü seçebilmektedir. Her ne kadar
tüketici açısından bu tür kolaylıklar sağlasa da aslında reklam bir ‘talep yaratma sanatıdır’. Reklamcılar tarafından bir reklamda tüketiciye belirli bir ürün gösterildiğinde veya
tüketicinin o ürüne karşı ihtiyaç duyması mesajı verildiğinde sadece bununla yetinmemektedirler. Bu sebepten reklamda hem ürünün sembolik anlamı, hem de istek ve değerler
yelpazesi devreye girmektedir ki, izleyici/tüketici bu reklamın sunduğu habitus ile kendi
gerçek yaşadığı habitus arasında benzerlik ve bir bağlantı kurabilsin. Reklam bir ‘talep
yaratma sanatı’ olarak özellikle alt ve orta sınıfa mensup insanlara sürekli olarak kendi
hayatlarından memnun olmamaları gerektiğini hatırlatarak, tüketicinin kendinde eksiklik
duymasına sebep olmaktadır. Bu şekilde izleyiciye, aynı zamanda tüketiciye, verilmek istenen mesaj açıktık: Bu ürünü aldığında daha renkli ve mutlu bir hayata sahip olacaktır.
Özet olarak reklamın en önemli görevinin inandırmak olduğunun altı çizilebilir. Reklam
kampanyalarında tercih sebebi olan güzel kadınlar, yakışıklı erkekler bu nedenle bir takım
amaçlara hizmet etmektedir. Diğer bir değişle tüketicilerin duyguları bir anlamla reklamda
gösterilen objelerle sömürülmektedir. Reklamı yapılan ürün ‘sadece’ tanıtılmamakta, aynı
zamanda yapılan reklam ile o ürüne bir değer yüklenmektedir. Bu sebepten reklamcılar
tarafından reklam kampanyalarında konumlandırılan güzel kadınlar veya yakışıklı erkekler
tüketicinin ürün seçimini ciddi anlamda etkilemekte, izleyici ürünü satın aldığında ürünün
yanı sıra ürünün vaat ettiği değerleri de satın almış olacaktır. (Uğur & Şimşek, 2011)
Reklam her türlü kitle iletişim aracı vasıtası ile farklı farklı türlerde karşımıza çıkmaktadır.
Bunlar arasında en önemlilerinden biri ise televizyon reklamlarıdır. Televizyon aracılığı ile
tüketici ile buluşan reklam ses ve imge algılamada daha etkili olduğundan diğer kitle ileti-
115
şim araçlarında yayınlanan reklamlara oranla kamuoyunun daha çok dikkatini çekmekte ve
ilgi alanını genişletmektedir. (Mengü, 2004, s. 140) Reklamın yukarıda belirtilen hedeflerine ulaşabilmesindeki en önemli yolu izleyiciyi/tüketiciyi inandırmaktan geçmektedir. Bu
sebepten reklamlarda kimlerin nasıl kullanıldığı önemlidir.
Görsel resimler insanın en önemli duyu organına, gözlerine hitap etmektedir. Görsel etkiler kişinin kendisi için oluşturduğu öz imaj bakımından ilk sırada yer alırken, bunları kulak
ve dokunma duyusu takip etmektedir. Birçok insan için başkaları tarafından nasıl algılandığı/göründüğü kimlik gelişimlerinde önemli rol oynamaktadır (Schmerl, 2003, s. 17).
Reklamlarda kullanılan güzel kadınlar ve yakışıklı erkekler sayesinde tüketicinin ürün seçimindeki kararını etkilediğinden duyguları bir anlamda sömürülmektedir. Böylece tüketici
sadece başlı başına reklamı yapılan ürünü değil, o reklam aracılığı ile ürüne yüklenmiş
değeri de satın almış olacaktır (Uğur & Şimşek, 2011). Reklamın işlevi elbette yukarıda
bahsedildiği üzere firma ve potansiyel müşterileri arasında bir iletişim biçimi olmaktan
ibaret değildir. Bu fonksiyonların yanı sıra reklamcılık “kültürel ve sosyal bir olgu olarak bireyler ve ürünler arasındaki sembol ve fikir iletimini sağlayan önemli bir alandır” (Mengü,
2004, s. 141) ve bu sebeple belli tavır, davranış ve değerleri vurgulama ya da belli yaşam
biçimlerini ve belli oluşumlarını güçlendirme özelliğine sahiptir. Bu nedenle reklamcılık
ideolojinin önemli taşıyıcılarındandır. Toplumsal cinsiyet rollerinin inşası ideolojilerin
etkisinde olduğundan bu rollerin şekillenmesinde reklamların azımsanamayacak etkileri
vardır. Reklamlarda kadın bedeninin cinsel bir obje olarak kullanımı ve böylelikle ‘nesneleştirilmesi’ tamda reklamların toplumsal cinsiyet rollerinin şekillenmesinde oynadığı
rolün bir çıktısıdır (Batı, Fall 2006, s. 2).
“Reklamı yapılan mallar/hizmetler çeşitli sembollerle var olurlar. Birey bu malları/
hizmetleri tüketirken tükettiği yalnızca mallar değil, o semboller bütünüdür. Kullanılan kıyafetler, mekan, dil, dış sesler, müzik sembolik anlamlar taşımakta erkek
ve kadının reklam içinde konumlandırılması ve hangi cinsin hangi ürünle özdeş
olarak sunulduğu da reklamın yan anlamını bir anlamda ideolojisini göstermektedir. Etrafımızda gördüğümüz ve her an maruz kaldığımız reklamlardaki kadınlar
ve erkekler izleyiciye ve onun bilinçaltına bu semboller aracılıyla devamlı mesajlar
göndermektedir.” (Pira & Elgün, 2004, s. 531)
3. Toplumsal Cinsiyet
Reklamlarda belli bir cinsin temsiline geçmeden önce cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramları arasında bir ayrım yapmak yerinde olacaktır. Kısaca tanımlamak gerekirse cinsiyet (İng.: sex) kavramı insanın biyolojik cinsiyetini ifade ederken toplumsal cinsiyet (İng.:
gender) kavramı ise bundan farklı olup erkek ve kadın cinsiyetinin toplumsal algılanışını
ve aynı zamanda bir yapı olarak erkek ve kadının ne olduğunu ifade etmektedir. Toplumsal
cinsiyetin değeri ve sosyal işlevi zaman ve mekan kavramlarının ekseninde değişken olup
kültürel yapı tarafından belirlenmektedir. Bu çerçevede kadın ve erkek arasındaki roller,
davranış kalıpları, duygusal özellikler gibi farklılaşmanın nasıl olduğu toplumsal cinsiyet
kavramı içerisinde değerlendirilir (Batı, Fall 2006, s. 3-4).
Özellikle kitle iletişim araçları vasıtası ile geniş kitlelere iletilen mesajlarda kadın ve erkek
arasındaki farkların toplum üzerindeki yansımalarının bir göstergesi olan toplumsal cinsiyetin izlerine rastlamak mümkündür. Kitle iletişim araçlarından biri olan televizyonda
yayınlanan reklamlarda kadın ve erkeğin toplumsal algı ve konumlandırılmasına dair pek
çok ipucu bulunmaktadır. Özellikle kadının kendisi reklamların hedef kitlesi olası ve diğer
taraftan da karşı cinsten olan hedef kitleyi etkileyebilmesinden dolayı reklamcılar tarafından sıkça kullanıldığı görülmektedir.
Egemen ideolojinin söylemlerini ortaya koyan reklamlar toplumun kültürüne ait değer,
imaj, mit ve dil gibi toplumsal ögeleri kullanmakta ve böylelikle reklamlar kültürel metin özelliği taşımaktadır. Toplumun var olan egemen değerleri bu şekilde korunmakta, var
olan ırk, sınıf ve cinsiyet değerlerinin yeniden üretimini sağlamaktadır. Böylelikle reklamlar bireyleri tüketim kültürü içinde toplumsallaştırmaktadır. Başka bir ifade ile reklamlar
bir ideolojik araç halini almakta, cinsiyet kimliklerini görsel ve sözel olarak üretmekte ve
116
derinleştirmektedir. Böylelikle reklamlar bir ideoloji aracı olarak kültürel değerler çerçevesinde kadına ve erkeğe ait cinsiyet rollerini yeniden tanımlamada önemsenemeyecek
kadar büyük bir rol oynamaktadır (Çimen, 2011, s. 38).
Erkek ve kadının biyolojik farklılaşmasına ideoloji tarafında yüklenen değerler ve anlamlar
olarak tanımlayabileceğimiz toplumsal cinsiyet kurumlar ve sosyal çevre ile oluşan, karşılıklı etkileri bulunan, iç içe geçmiş karmaşık bir ilişkiler bütünüdür ve bu kavram kültürel,
ekonomik, politik ve davranışsal tüm farklılıkları içermektedir (Pira & Elgün, 2004, s. 529).
Kadının toplumdaki konumu içinde bulunduğu ülkenin gelişme düzeyi ve toplumun kültürel değerleri tarafından belirlenmektedir. Bu noktada kitle iletişim araçlarının olumlu
veya olumsuz payı büyüktür. Bazı medya yazarları tarafından kadın eşinin yanındaki hoş ve
ayrılmaz dekor, bir süs objesine dönüştürülerek yeni davranış ve tüketim kalıpları topluma
iletilmektedir. (Özsoy, 2006, s. 51)
Toplumsal cinsiyet kavramını ele alırken dikkat edilmesi ve gözden kaçırılmaması gereken
önemli bir husus ise toplumdaki eril rollerin illaki erkek, dişil rollerin ise illaki kadın tarafından kullanılmamasıdır. Bir kadın eril özelliklere sahip olabildiği gibi, bir erkek de dişil
özelliklere sahip olabilmektedir. (Pira & Elgün, 2004, s. 529) “Ofçay”- Reklamı bir erkek
figürünün dişil bir rolde gösterilmesine bir örnek olarak gösterilebilir.
Eril ve dişil cinsiyet rolleri ataerkil bir ideoloji tarafından belirlenmektedir. Bu ideolojiye
göre kurallar erkekler tarafından konulmakta, kadınlar ise bu ideolojinin kurallarını benimsemek ve onlara uygun davranmak suretiyle sistem içinde yerlerini alabilmektedirler.
(Çimen, 2011, s. 34)
Bu ideoloji tarafından belirlenen eril özelliklere göre kişi; duygusal değil ve duygularını
daima gizler, pek kolay incinmez, hiç ağlamaz, nesnel davranabilir, bağımsız, saldırgan,
kolayca etkilenmez, başat, sokak yönelimli, matematiği sever, bilimsel, küçük bir kriz durumunda kolayca heyecanlanmaz, dünya işlerinden iyi anlar, aktif rekabetçi, mantıklı, kendine güvenli, çalışma hayatında yetenekli, maceracı, kararlarını kolayca verir ve bir lider gibi
davranabilir olarak sayılabilir. Bu özelliklerin tersine dişil özellikler arasında ise oldukça
anlayışlı olma, yumuşak bir dil kullanımı, güvenlik ihtiyacı çok güçlü durumda, oldukça
nazik davranma, diğerlerinin duygularının farkına varma, çok konuşkanlık, dinine bağlılık,
alışkanlıklarında düzenlilik, duygularını kolayca ifade edebilme, kendi dış görünüşüyle oldukça ilgili olmak, edebiyat ve sanattan hoşlanma sayılabilir. (Pira & Elgün, 2004, s. 529)
Ofçay çay firmasının kullandığı bu reklam
filminde bir polisiye dizisizinde aldığı rol ile
tanınan Şevket Çoruh rol almaktadır. Bahsi
geçen dizide Çoruh sert bir polis memurunu
canlandırmakta ve eril özellikler taşımaktadır.
Ofçay reklamının başında Çoruh yine o sert
erkek duruşunu sergilemektedir. Tepsideki
çay bardaklarını yeni doldurmuş iması ile
elinden çaydanlığı ocağın üzerine bırakan
Çoruh bu imajını sürdürüyor. Tam çay tepsisini eline alırken içeriden bir kadın sesi “bekleme yapma Şevket” diye sesleniyor ve Çoruh o
sesle birlikte farklı bir role bürünüyor. YüzünResim 1: Ofçay
deki o sert ifadeyi tebessüme bırakan Çoruh,
tepsiyi eline alarak “geliyorum ‘aşkitom’” diye cevap veriyor. Bu reklam filminde ima edilen
kadının eril bir rol üstlenerek hizmeti alan, erkeğinse bir dişil rol üstlenerek muhtemelen
gelen misafirlere (bardak sayısı) hizmet etmesidir. Hizmet rollerinin değişiminin yanı sıra
kadının emirvari seslenişi ve bunun karşılığında daha çok kadınlar tarafından kullanılan
‘aşkitom’ hitabı ile Çoruhun cevap vermesi eril rollerinin bir kadın, dişil rollerin ise bir
erkek tarafından kullanılabileceğinin bir göstergesidir.
Toplumsal cinsiyetin biyolojik cinsiyetten en önemli farkı ise doğuştan var olmayan aksine zaman ve süreç içerisinde bireylere aktarılmasıdır. Bu süreçler rolün öğrenilmesini,
toplumsallaşmasını ve içselleştirmeyi kapsamaktadır. Kitle iletişim araçlarının yanı sıra
117
bu üçlü ilişkinin devamını ve yeniden üretilmesini sağlayan kurumlar aile (ve/veya anne,
baba) , öğretmenler ve arkadaş guruplarıdır. (Pira & Elgün, 2004, s. 530)
4. Reklam ve Cinsiyet
“Bir reklama bakıldığı zaman beyine gözler yoluyla aktarılan iletileri “üç aşamalı
ve bilgiye bağlı anlama” biçimiyle açıklayabiliriz. Birinci aşama reklamın taşıdığı iletinin beyin tarafından algılanması ve çözümlenmesi, tanıtılan ürünün beyin
tarafından bellekte bulunan bilgilerde yanılsanmasıdır. Yalnızca bu yansıma yeterli değildir. Geriye ya da ikinci aşamaya bu yansımanın değerlendirilmesi kalır.
Son aşama yani üçüncü aşamada ise iletinin kendisinin değerlendirilmesi yer alır.
Eğer reklam cinselliği çok açık bir biçimde sergiliyorsa beyin “Bilgiye Bağlı Anlama” sırasında daha çok reklamın taşıdığı üzerinde duracak, iletinin biçimine daha
çok yönelecek ve böylece tanıtılan ürünün ve reklamın değerlendirilmesi yalnızca
ikincil dereceden önem kazanacaktır. Genellikle cinsel yönü oldukça ağır basan
reklamlarda öncelikle, özellikle bu cinsellik dikkat çeker ve ürün üzerindeki dikkati, reklamın taşıdığı iletinin içeriğini ikincil düzleme iter ve reklam amacından
sapmış olur. Cinsellik yönü ağır basan bir reklam söz konusu olduğunda hedef
kitledekiler reklamı gördükten sonra bilgiye bağlı tepki (cognitive response) belleğe kaydetme (memory record) cinsellik taşıyan ileti ürünü, değerlendiren iletiyi
bastırır ve böylece ürünün daha az anımsanmasına neden olabilir1. Buna karşın
cinselliği işleyen reklamları cinselliği işlemeyen reklamlardan daha değişik bir biçimde etkin olmaktadır. Hedef kitle cinselliği işleyen reklamları daha çok ilginç
buldukları ürünü alım sırasında bu yönü anımsayıp ürünü satın almaya yönlenmiş
olabilirler.” (Barokas, 1994, s. 130)
Barokas’ın reklamın nasıl algılandığı ve beyin tarafından nasıl işlendiğinin ifadesiyle reklamlarda neden cinselliğin bu denli işlendiği daha kolay anlaşılmaktadır. Erotizmin en çok
sergilendiği veya kullanıldığı sektör reklamcılık sektörüdür. Reklamcıların kimi kez dolaylı,
kimi kezse doğrudan kullandıkları erotizmin ötesinde tamamen pornografik olarak nitelendirilebilecek reklamlara rastlanmaktadır. (Taşkın & Şahım, 2007, s. 54)
Pornografiyi anlamak adına kelimenin kökenine inildiğinde pornografinin yunanca ‘porne’ (fahişe) ve ‘graphein’ (yazmak/kazımak) kelimelerinin birleşiminden oluştuğu görülmektedir. İçerik olaraksa pornografi “ ‘haya, edep ve ahlaka aykırı’, ‘edep ve ahlak dışı’,
‘müstehcen’, hatta cinsellik bağlamında ‘çokça ayıp’ ” (Çamdereli, 2013, s. 570) anlamlarını taşımaktadır. “Cinsel Çağrışımlar bir kışkırtmayı ve cinsel aşk isteğini uyandırmayı
hedefliyorsa, bir başka deyişle seks arzusunu kamçılıyor ve kösnül duyguları tetikliyorsa
erotizmin ve pornografinin alanına girilmiş demektir”. (Çamdereli, 2013, s. 570) Cinsellik
ve erotizmi anlatan reklam imgelerinin kullanıldığı reklamın temeli gerçeğe dayalı değil,
düşlere dayanmaktadır. Erotik imgeler geniş bir reklam yelpazesi içinde kullanılmakta ve
reklamın oluşturdukları imajlarda erkek, kadın ve eşya kullanılmaktadır. Böylelikle reklamı
saran cinsellik hiç bir ayırım yapmaksızın tüm izleyicileri/tüketicileri yeni bir dünyaya davet etmektedir. (Taşkın & Şahım, 2007, s. 54-55) Kadını öbür ögelerden ayıran en önemli
özelliği cinselliği olduğundan cinselliğin ortaya konduğu reklamlarda en fazla kadın kullanılmaktadır. Reklam filmleri bu yüzden cinsellik ışığını kadın vücudunun belirli yönüne
odaklarlar. (Yolcu, 2001, s. 62) Tüm bu bilgiler ışığında reklamlarda cinselliğe başvurma
nedenleri şöyle sıralanmaktadır:
i. Ürünün zorlaması
ii. Dolaylı kullanım
iii. Cinselliğin çekiciliği ile özdeşleşme
iv. Cinsel kimliğin ağır basması
v. Reklamın hangi yönüyle hafızada kaldığı
İnsan kapalı ve gizemli şeylere daime merak besler. Bu sebepten reklamlarda gördüğü
yarı çıplak ve kusursuz güzelliğe sahip kadın – erkek çeşitlemeleri ona çekici gelmektedir.
(Taşkın & Şahım, 2007, s. 56-57)
1 Zaman zaman kadınların reklamlarda cinselliği ile ön plana çıkmasını geri tepen silah olarak da
görmek mümkündür. Buna olarak Fuar kolonyalarının reklamında oynayan Müjde Ar örnek olarak
verilebilir. Fuar kolonyaları şirketi reklamlarında Müjde Ar’ı kullandıktan sonra batmıştır. (İmran Uğur
– Sedat Şimşek, a.g.m., s.554-555.)
118
Bazı araştırmacılara göre yaşam cinsiyet ve cinsellik çerçevesinde örgütlenmekte ve bu
bağlamda cinsellik içermeyen medyanın varlığının pek düşünülemeyeceği gibi erkeğin
sosyalleşme sürecinde önemli olduğu iddia edilmektedir. Onlara göre bu süreçler nesneleştirme (kadını bireysel olmayan bir kategoriye koyma ve genelleştirme), fiksasyon (sabitlenme, kadının bedeninin belirli parçalarına odaklanma) ve fethetme ( kadını bir şey’e
indirgeyip kadının istediği olsun olmasın egemen olarak kurulan, paylaşıma dayanmayan
ilişkiler) süreçleri olarak üç temel kategori altında toplanmaktadır. (Özsoy, 2006, s. 51)
Reklamlarda cinsiyet ve cinselliğin kullanımı temelde iki sebebe dayanmaktadır. Birinci sebep kullanılan cinsiyetin aynı zamanda hedef kitlenin o cins olmasından, ikinci sebep ise
o cinsin erotizm duygularını kamçılayarak bıraktığı etkisinden ötürüdür. Bu iki etki elbette
çok net birbirinden ayrıştırılamayacağı için, reklamlarda her iki etkiyi de bulmak mümkündür. Reklamlarda her ne kadar kadının temsili ağır bassa da paralel erkek temsillerine
rastlamak gayet mümkündür. Örneğin ürünü kullanacak olan kadın olmasına rağmen satın
alacak kişi yani hedef kitle erkek olabildiği gibi, erkeğin kullanacağı ürüne dair satın alma
kararı veren kişi kadın olduğundan hedef kitle kadın da olabilmektedir. Bu durumda reklamlarda ürünü kullanan kadar satın alma aşamasında etkili olan hedef kitle de bir o kadar
önem arz etmektedir. (Elden, Ulukök, & Yeygel, 2005, s. 107)
Temsil kavramı İngilizcedeki representation kelimesi ile örtüşmekte olup ‘yeniden temsil
etmek’ anlamına gelmektedir. Temsil bir imge veya metnin kendilerini birebir yansıtmalarından ziyade onları yeniden kurmaları, oluşturmaları anlamına gelmektedir. Bu yeniden
oluşturmanın sonucunda ‘gerçek’ ile ‘temsil’ arasında bir boşluk oluşmaktadır. Temsille
ortaya konan kurgu gerçek hayattan farklıdır. Kitle İletişim aracılığı ile oluşturulan bu metinler insanları günlük yaşam aktivitelerinden uzaklaştırıp yeni bir hayal dünyasına davet
etmektedirler. “Belli kurumları, kavramları ve kişileri temsil eden sözcükler, biçimler, renkler; temsil edilenlerin insanların hayatındaki yerini ve bunlara atfedilen anlamları yansıtmakta ve bu yere ve anlama meşruluk kazandırmaktadır. Dolayısıyla temsiller toplumda
değerlerin, davranış biçimlerinin, toplumsal rollerin devamlı yeniden üretilmesine katkıda
bulunmaktadır.” (Çimen, 2011, s. 41)
Türk Dil Kurumu İmge kavramını “Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, hayal,
hülya, genel görünüş, izlenim, imaj; ruhbilimi açısından Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, Duyularla algılanan, bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar” olarak açıklamaktadır (Türk Dil Kurumu, 2015).
İmgelerin en çok kullanıldığı alanlardan biri reklamlardır. Reklamların yarattığı ve kendi
gerçekliğinin ifadesinin yanı sıra başka bir niteliğin varlığına gönderme yapabilen imgeler sayesinde reklamcılar açıkça ifade edemedikleri şeyleri izleyiciye/okuyucuya sunabilme
fırsatı bulabilmektedirler. Bu tür imgesel çalışmalara reklamı yapılan ürün direk olarak
kadınla ilişkisiz olmasına rağmen ürünün hedef kitlesi olan erkeklerin dikkatini çekmek
amacı ile kullanımına sıkça rastlanmaktadır. Bu tür örnekteki imgesel kadın kullanımı kadını özellikle cinsel haz nesnesi haline dönüştürmektedir. (Çimen, 2011, s. 45)
5. Reklamda Kadın Temsili
Kapitalist sistemler için reklamlarda kadın kullanımının iki boyutu vardır. Birinci boyutta
kadın bizzat hedef kitle yani tüketici konumdadır. Kadının hedef kitle olarak belirlenmesinin temelinde ise ev idaresi görevinin kadının sorumluluğunda olması, alışverişi gerçekleştiren kişinin daha ziyade kadın olması, kadınların alışveriş tutumlarında sınırsızca
davranmaları, alışveriş yapma arzularının yüksek oluşu ve alışveriş konusunda rasyonel
davranmadıkları yatmaktadır. Reklamlarda kadın kullanımının ikinci boyutunda ise kadının
imgesel kullanımı ile erkeklerin dikkatini çekerek tüketimini artırmada araç olarak kullanılması ifade edilebilir. (Özsoy, 2006, s. 53)
Reklamlarda kadın imgesinin kullanımını dönemsellik penceresinden bakarak incelenebilir. İlk dönemlerinde kadın ‘evcil bir imge’ olarak yani bir eş, anne ya da ev kadını olarak
kullanılırken, ikinci dönemde, yani günümüze kadar olan süreçte, cinselliğin kullanımı ile
ön plana çıkmaktadır. (Batı, Fall 2006) 1950’lerde reklamlarda genellikle ev kadını rolünde
görüntülenen kadın anne ve bebek ürünlerinde ürüne değer katmak amacı ile kullanılırken, 1960’lı ve 1970’li yıllardan sonra kadının toplumdaki statü değişikliği reklamcıların da
119
stratejilerine yansımıştır. Artık kadın aynı zamanda çalışarak evine bakan, başarılı bir anne
olarak temsil edilmektedir ve artık her türlü tüketim ürünü reklamında kullanılmaktadır.
(Uğur & Şimşek, 2011, s. 555) 1978’de Amerika’da yapılan bir araştırmanın neticesinde
ev ile ilgili ürünlerin %86’sında ürünlerin kadınlar tarafından temsil edildiği, kadınların
kişisel sağlık ürünleri, kozmetik ve ev ile ilgili ürünlerdin reklamlarında erkeklere oranla 7
kez daha fazla yer aldığı görülmüştür. Bu araştırmaya göre erkekler otomobil, kamyon ve
benzin reklamlarında kadınlardan daha çok gösterilmiştir. (Barokas, 1994, s. 127)
Başka bir araştırmaya göre2 reklamlarda kadınların erkeklere oranla daha fazla kullanımı
reklam ajanslarının yaratıcı ekiplerinde erkek cinsinin yoğunluğundan kaynaklanmaktadır.
Bu sebeple reklamlarda kullanılan dilin ve söylemin erkek egemenliğinin bir göstergesi
olması kaçınılmazdır.
Reklamlarda en çok kullanılan ve benimsenen mesleki kadın modeli genç (25-35 yaş aralığında), bakımlı, modaya uygun giyinen, zayıf, çekici, dinamik, sportif, kariyerinin ve statüsünün bilince fakat aynı zamanda
da eğlenmeyi bilen bir kadın modelidir. (Büyükbakkal, 2007, s. 26) Çoğu reklamda kadın
artık eski ‘klasik kadın’ rolünden çıkarılmış ve günlük hayatta koşuşturmaca içerisinde olan
eril meslek grubundan işlerde gösterilmektedir. (Steinbeck, 2002, s. 435)
Kadının ağırlıklı olarak kullanıldığı reklamlar genellikle margarin, banyo/yer/
çamaşır deterjanları, yumuşatıcı, sabun,
diş macunu ve hazır gıda reklamlarıdır. Bu
reklam türlerinde kadın öncelikle hedef
kitle olmakla beraber aynı zamanda da
arzu nesnesi olarak konumlandırılmaktadır. Özellikle bu tür ev içi temizliği ve
ailenin, çocuğun sağlığına yönelik ürün
Resim 2: Bizim yağ –Arçelik
reklamlarında oluşturulan stereotip kadınlar ataerkil ideoloji tarafından oluşturulan ve bu ideoloji gereği oluşturulan toplumsal
roller çerçevesinde kadının toplumsal rolünü pekiştirmektedirler. Bu tür ürünlerde erkek
onay merci olarak rol almaktadır. Erkeğin otorite figürünü oluşturmak için reklamda oynayan figür kadın olmasına rağmen dış ses bir erkek sesidir. Yine bu makamı korumak adına
reklamda konumlandırılması onay verici roldedir. (Pira & Elgün, 2004, s. 533-534)
Buna örnek olarak Ülker Bizim Yağ – Arçelik Hediye Kampanyası reklamı incelenmiştir:
Bu reklam filminde kadın mutfakta türlü yemek, kurabiye ve hamur işleri yapan ,bunlarla
sofrayı donatan, evli ve iki çocuklu bir kadın olarak temsil edilmiştir. Yaptığı bu ürünleri
masaya götürdüğü esnada önce kocası elindeki kurabiye tabağından alarak “hak ettim ama
karıcığım” ifadesini kullanırken, benzer hareketle benzer cümleleri çocukları da kurmaktadırlar. Bu reklamda kadın ailesine hizmet eden, onların ‘hak ettikleri’ türden yemek ve hamur işleri ile onlara sofralar hazırlayan bir ev kadını rolündedir. Bu hizmetinin karşılığında
ise Arçelik kampanyası ile ‘ödüllendirilmektedir’. Bu reklam filminde kadının üstlendiği
‘ailesi için üretken anne’ rolü sadece eşi tarafından değil, aynı zamanda çocukları tarafından da onaylanmıştır.
Kadınlar reklamlarda itaatkar, edilgen, bağımlı ve güçsüz gösterildikleri rollerde oynamaktadırlar. Araştırmacılar arasında ortaya çıkan genel bir anlayışa göre medya kurumları kadınların bağımlılığını ve ikincil konumunu pekiştiren, ideolojik açıdan çarpıtılmış imgeler
kullanmaktadırlar. Bu ideolojiye hizmet eden imgelerde kadınların eve ve aile ilişkin rolleri
vurgulanmaktadır. (Özsoy, 2006, s. 54) Ataerkil ideolojinin ürettiği ideal stereotip kadın ev
içi görevlerini yerine getirdiğinde mutlu olan, obsesiftik boyutunda titizlik gösteren ve bu
tür hassasiyetlerini ev işlerinde gösteren, bunların dışında ev dışına taşan idealleri ise
karşı cinse kendini beğendirebilmek ve cezp edici olabilmek ile sınırlanmış varlık olmaktır.
(Büyükbakkal, 2007, s. 24-25)
2 Seda Mengü tarafından 2002 yılında İstanbul’da bulunan 40 reklam ajansında yapılan araştırma.
(Seda Çakar Mengü, a.g.e., 129.
120
Buna örnek olarak Marc Banyo reklamı (2003) incelenmiştir:
Bu reklamda kadın evli ve 3 çocuklu bir ev kadını rolünü oynamaktadır. Kardeşinin doğumu
için evden 3 gün uzaklaşmıştır. Bu esnada eşi ve çocuklar banyoyu kirliliğin ötesinde bir
düzeye taşımışlardır. Eve dönen kadın banyonun kapısı açıp banyonun halini görene kadar
her şeyin yolunda olduğunu sanır. Ve o noktada iste ideal kadın sahne almıştır. Kolları sıvar
ve temizlenmesi saatleri alacak derecede kirlenmiş banyoyu Mark Banyo sayesinde tek
başına tertemiz hale getirir. Reklamlarda kadın sadece sportif, güzel, bakımlı ve özgüven
sahibi değildir, aynı zamanda bu vasıfların yanında mükemmel ve sevgi dolu bir annedir.
(Schmerl, 2003, s. 435)
“Televizyon reklamı göstergeler, söylemler ve imgelerden oluşmuştur. Gösterge ve söylemlerin çerçevelediği anlamlar çeşitli hazlara, endişelere ve gereksinimlere gönderme yapmaktadır. Reklamcılar sundukları ürünün satışı için bu hazları ve gereksinimleri cinsiyet
kimliklerine bağlı olarak yönlendirmeye çalışırlar. Böylece istenen sonuca ulaşabilmek
için cinsiyet stereotiplerini sermayeye çevirmekten ve insanlıktan çıkarmaktan çekinmemektedirler. Ataerkilliğe karşı olan bir tehdit, ekonomik anlamda bir tehdit olduğundan
kadınlara yönelik reklamlar ataerkilliği güçlendirmeye ve karşı herhangi bir ideolojiyi de
güçsüzleştirmeye çalışır. Erkeklere yönelik reklamlar ise yalnızca ataerkil düzen içindeki erkekliği güçlendirmeye gereksinim duymaktadır. Böylece erkek kendisine reklamlar yoluyla
olumlu bir kimlik yaratabilmekte ve bunu sürekli üretebilmektedir.” (Mengü, 2004, s. 136)
Reklamlarda kadın vücudunun kullanımı
her ne kadar ucuz görülse de reklamcılar
bunu ürünlerinin lehine çevirmeyi başarmaktadırlar. Bu süreçte çekici vücut ile
önce dikkat çekilir, akabinde istek uyandırılır ve sonrasında bu istek ürüne yönlendirilir. Böylelikle kadın bedeni tüketimin bir ödülü gibi sunulmaktadır. Kadın
bedeni reklamcılar tarafından sürekli bir
heykel gibi tıraşlanmakta ve nesneleştirilmektedir. Güzellik kavramı doğal halinden koparılıp dışarıdan bedene yüklenen
bir şey halini almakta ve parayla satın
Resim 3: Marc Banyo
alınması icap eden bir gereklilik hatta
neredeyse bir ödev haline dönüşmektedir. Bu bağlamda günün her anında güzel olmak ve
daimi güzellik ulaşılması için sürekli emek sarf edilmesi gereken bir hedef haline dönüşmektedir. Neticede güzellik moda aracılığı ile bireyi içinde bulunduğu zamanın gereksinimleri konusunda tetikte olmaya zorlayan ve bedene yeni bir anlam yükleyen bir kavrama
dönüşmektedir. (Özsoy, 2006, s. 53)
Kadın reklamcılar için hem kendisi için hem ailesi için hedef kitle olup tüketim olgusunun
aktif öznesi olmaktadır. Kadının hedefinde kendi bakımını sağlamak ve güzelliğini korumanın yanı sıra ailesini en iyi şekilde yaşatmak da yer almaktadır. (Çimen, 2011, s. 39) Kadına
yönelik kişisel bakım ürünlerinin (yüz kremi, kırışık giderici kremler, selilüt kremleri, sabun, şampuan, vb.) ve makyaj malzemelerinin reklamlarında ataerkil ideolojinin yansımaları görünmektedir. Bu ideolojiye göre kadına ait beden ince, bakımlı, iyi giyinen, saçları
her zaman düzgün olan, ürüne göre bazen dişiliğini bazen ise saf, masum tarafını öne
çıkartabilen, egzotik ve erotik bir prototip olarak sergilenmektedir. Bu tür bir kadın temsili
toplumsal cinsiyet oluşumunu etkilemekte ve bu beklentiler çerçevesinde toplumda bir
estetik algısı oluşturulmaktadır. (Pira & Elgün, 2004, s. 535)
Yukarıda incelenen kadın temsilinde kadın itaat, edilgen ve titiz bir ev kadını profilinde
görülmüştü. Birçok noktada kadının cinselliğinin kullanıldığına değinilmişti. Reklamlarda
kullanılan kışkırtıcı çıplaklık ve cinsel içerikli kelimeler ve görüntüler ile mesajların iletimi
sağlanmaktadır. Günümüzde artık klasik yöntemlerin işe pek yaramadığı savunan reklamcılar, tüketimi kamçılamak, ürünün iyi tanınmasında ve bellekte yer edinmesinde etkili
olması amacı ile pornografik ve erotik imgeler kullanmaktadırlar. (Özsoy, 2006, s. 33) Reklamlarda kullanılan kadın bedeni 3 kategoride sınıflandırılmaktadır:
i. “Kadın bedeninin meta olarak kullanımı: Reklamda kadın bedeni, erkek arzusunun
121
bir nesnesi olarak kodlanır. Reklamı yapılan ürünle ilgisi olmasa da, kadın bedeni
bütün veya parçalı olarak, erkek tüketicilere yönelik ürünlerin reklamlarında kullanılmaktadır.
ii. Narsistik bir tapınma aracı olarak bedenin kullanımı: kadın bedeninin bu tarz kullanımında mükemmellik, kusursuz bir modelin bedeninde sembolize edilir ve
kullanılan bu stratejiyle kadına bedeniyle ilgili eksikliği gösterilerek mükemmeli
yakalayabilmesi adına ilgili kozmetik ürünlere yönelmesi sağlanır
iii. Rekabet aracı olarak bedenin kullanımı: hedeflenen kadının reklamlarda gösterilen
diğer kadın imgeleri ile rekabet etmesi üzerine kurulmuş bir stratejidir. Doğru ürünü kullanarak erkeklerin ilgisini çekeceğine ve diğer rakiplerini bertaraf edeceğini sanan kadın hayatın her alanında başarılı olacağını, güzel, zayıf ve kusursuz
görünen bir bedenin bu başarının önemli bir unsur olduğuna inandırılmaktadır.”
(Sayımer & Yayınoğlu, 2007, s. 327-328)
wwReklamcılar ‘sex sells’ prensibi ile kadının erotik niteliklerini reklamlarda sadede kadın
ile ilgili reklamlarda kullanmama sebepleri arasında, kadına ait ertotizmi reklamı yapılan
ürünün özelliklerine benzeterek ürünün ‘erotize’ olmasını sağlamaktır. Böylelikle ürünün
hedef kitlesi olan kadın ürünü kendisi ile özdeşleştirme çabasına girerken hedef kitle olan
erkeğin ise dikkati çekilebilmektedir. (Steinbeck, 2002, s. 436)
Reklamlarda nesneleştirilen ve cinsel bir obje niteliğine taşınan kadın sadece erkeğin seyirlik malzemesi olmamaktadır. Kendi bedenini mükemmele ulaştırma ve diğer kadınlar ile
rekabet edebilme adına oluşturulan kadın kimliğine tüketici olarak kadın da bakmaktadır.
Reklamda kullanılan ‘kusursuz’ ve ‘mükemmel’ kadın tasvirinde reklam yıldızı ile kendini
özdeşleştirmektedir. (Uğur & Şimşek, 2011, s. 555) Böylece kadın erkeklerin arzusunun kadınların ise hayranlığının merkezinde yer almaktadır.
“Erkekler davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidirler. Erkekler kadınları
seyrederler, kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye, özellikle görsel bir
nesneye dönüştürmüş olur...kadının kendi kendini etkileme süreci, onun kişiliğini oluşturur. Kadının varlığı hareketlerinde, sesinde, fikirlerinde, yüz ifadelerinde,
giysilerinde, seçtiği çevrede, zevklerinde ortaya çıkar. Bu şekilde kadın kendini
başkasının bakışlarında tanımlamaktadır. Varlığını seyredilen olarak onaylamaktadır. Ancak kadın bunu ya bilinçli yapmaktadır ya da zamanla kendisine yüklenen
rolü içselleştirdiği içindir.” (Mengü, 2004, s. 178)
Reklamlarda kullanılan imgelerin iki anlam düzeyi bulunmaktadır. Birinci düzeyde imgenin ‘düzanlamı’ yer almaktadır. Buna göre göstergenin ortakduygsal anlamına gönderme
yapılır. İkinci düzeyde ise imgenin yananlamı yer alır. Yananlama göre göstergenin izleyicinin duygularıyla veya heyecanlarıyla, kültürel değerleriyle buluştuğunda meydana gelen
etkileşimi betimlenmektedir. “Barthes’a göre yananlamdaki en önemli etmen ilk düzeydeki
gösterendir. İlk düzey göstereni yananlamın göstergesidir. Reklam metninde asıl olan yananlamdır. Reklamın iletisi yananlamın içinde kodlanmıştır.” (Mengü, 2004, s. 149)
Cinsel obje olarak reklamlarda kullanılan kadın giyinirken, soyunurken, mayolu veya yarı
çıplak gösterilmektedir. Reklamlarda tüketimi güdülemek adına kullanılan çıplaklık yada
moda ve giyim şekli mitlerle yakın ilişkidedir. “Havva miti mitlerin en zenginidir, çünkü
tanrının onu söz dinlemediği için lanetlemesi, insanların büyük ana tanrıçaya taptıkları bin
yılları izleyen yani çağda ataerkilliğin ve kadın üzerindeki yüzyıllar boyunca sürecek baskının başlangıcına işaret eder. Reklamlarda çoğunlukla bu mite gönderme yapılarak kadının
baştan çıkarıcılığı, cinselliği, arzusu ürünle özdeşleştirilir. Bu mit genelde özgür, çağcıl, bağımsız, ne istediğini bilen ve elde eden kadını tanımlamaktadır.” (Mengü, 2004, s. 157-158)
Reklamlarda kadın erkeğin arzusunun merkezinde olmayı ve erkek tarafından beğenilmeyi isteyen ve bunun için de seksi olması gereken biri gibi gösterilir. Böylelikle kadınların
vücutları izleyiciler tarafından seyirlik malzeme olarak görülmekte ve nesneye dönüşmektedir. Erkek bakışının nesnesi durumuna düşen kadın diğer yandan fetiş nesneye (kadın
bacakları, saçları, dudakları) dönüşmektedir. (Uğur & Şimşek, 2011, s. 555) Reklamlarda
kadının bir seks objesi olarak gösterilmesi toplumun kadına bu şekilde bakmasına sebep
122
olmaktadır. Yine bu ataerkil ideolojinin kadın üzerine yansıması toplumsal cinsiyet rolleri
üzerinde önemli izler bırakmaktadır.
Kadının cinsel bir obje olarak kullanıldığı reklamlar arasında dondurma ve
çikolata reklamları yer almaktadır. Kadın
izleyici reklamda gördüğü kadın kadar
çekici olabilmeyi arzularken erkek ise
gördü kadını elde etme arzusundadır.
Böylelikle ürün erotize olmuştur ve hem
erkeğin hem kadının satın alma davranışında bulunmasını sağlanır. Dondurma
Resim 4: Penti
veya çikolatayı ağzına götürüp tadına
bakan kadın olmasına rağmen burada ima edilen kadının kendisinin tat verici olduğudur.
Kadının dondurmayı veya çikolatayı ağzına götürdüğü anda kamera yakın çekime geçer,
ya sadece dudaklara veya yüzüne odaklanır. Kadının davetkar bakışları erkeğin fantazisini
uyandırmaktadır. Bu tür reklamlarda arka ses erotik bir ses olarak seçilir ve reklam sloganları cinselliği çağrıştırmaktadır: ‘sanki küçük bir kaçamak’, ‘hazzı dilediğin anda’, ‘haz var,
dahası var’, çikolatadan ötesini istersen’. Bazı dondurma reklamlarında kadının dondurmayı ağzına alışı oral sekse gönderme yapmaktadır.
Cinsel içerikli reklamlar karşımıza farklı türlerde çıkmaktadır. Bu içeriklerin oluşumunda
çeşitli aşamalardaki çıplaklık, yalnız veya başkaları ile birlikte müstehcen tavırlar, imalı
ifadeler, çift anlamlı sözler ve bilinçaltına yönelik cinsel imgeler kullanılmaktadır. Üretilen
reklam ile izleyicinin cinselliğe olan ilgisini kışkırtmak ve romantik duyguları tetiklemek
için prodüksiyon ile ilgili ögeler (cüretkar planlar, filmin kurgusu ve temposu, seksi müzik,
ışık efektleri, romantik mekanlar, seksi ses tonu, kameranın retoriği vb.) katkı sağlamaktadır. (Dal & Şener, 2006, s. 2-3)
Örnek: Hadise – Penti Reklamı
‘Star sensin’ sloganının jingle ile çevrildiği reklam filminde 7 farklı pozisyonda Hadise farklı çıplaklık ve hareketleri ile seksi sahnelere imza atmaktadır. Her karede reklamı yapılmaya
çalışılan ürün (sütyen) arka planda kalmıştır. Bazı kıyafetlerin altından ucu gösterilerek
ima edilmiştir. ‘Star sensin’ sloganına uygun olarak karelerden birinde meşhur sinema
sanatçısı Marilyn Monroe canlandırılmıştır. Bu popüler sahnede Monroe beyaz ve seksi
bir elbise içinde görülmekte ve eteğinin altından esen rüzgar ile eteği uçuş uçuş olup
açılmaktadır.
Reklamlarda temsil edilen kadınların genelde dişil rollerde oynadığını gördük. Eril rolleri üstelenen kadınlar
ise orta yaş grubuna ait kadınlardır. Bunlara örnek olarak DİDİ soğuk çay ve LAYS
cips reklamlarında oynayan
‘teyzeler’ gösterilebilir. Bu iki
Resim 5: Didi
örnekteki kadınlar Anadolu
kadınını canlandıran, dominant, sert ve dikte eden kişilerdir.
Bu tür kadınlar ‘yerel’ kimlerin temsili olmuşlardır. Sadece Türk
topraklarında oluşan ‘teyze’ modelleridir.
Resim 6: Lays
6. Reklamda Erkek Temsili
Reklamlarda kadın temsillerinin yanı sıra erkek temsillerine rastlamak da mümkündür.
1950’li yılların başında erkeklere hitap eden tüketim ürünlerinin başında otomobiller, alkol, sigara markaları ve hayat sigortaları yer almıştı. Zamanla erkeklerin tüketim alışkanlıkları da değişmeye başladı ve kozmetikten iç giyime ve sağlıklı saç bakım ürünlerine kadar
erkekler hedef kitle haline geldiler. (Uğur & Şimşek, 2011, s. 556) Dolayısıyla reklamlarda
erkeklerin kullanımı da artmış oldu. Reklamcılar tarafından oluşturulan yakışıklı, kaslı/fit,
başarılı, çevresi tarafından beğenilen, güvenilir, yaptığı işi bilen, kendine güvenen, ürünü/
hizmeti tüketerek ya da kullanarak istediğini elde edeceğine emin imaj ‘modern’ erkeği
temsil etmektedir.
123
Reklamlarda sadece kadınlar bir cinsel obje olarak kullanılmamaktadır. Kadınlar kadar olmasa da erkeklerin cinselliklerinin kullanıldığı reklam türlerine rastlamak mümkündür. Bunlar arasında ilk
akla gelen Marlboro reklamındaki erkektir. Seksi duruşu ve keskin
bakışı ile bir Kovboyu temsil eden Marlboro erkeği özgürlüğün
temsili haline gelmiştir. Yine başka bir uluslararası reklam olan
Coca-Cola Light reklamıdır. Reklam bir
ofise on bir buçuk randevusu için gelen
kadınlar ile başlar. Kadınlar art arda gelerek sekretere on bir buçuk randevularıResim 7: Marlboro
nın olduğu söyleyerek bekleme salonunda oturup beklemeye başlarlar. İşte o esnada binanın dışında
bir inşaat iskelesinin üstünde yukarıya çıkan yarı çıplak, kaslı ve
Coca Cola Light içen erkek görülmektedir. Kadınlar hayranlıkla
erkeğe bakarlar ve hatta bazı kadınların dudaklarını ısırdıkları
Resim 8: Biscolata
görünür. Bu görüntüden büyülenmiş olan kadınlardan biri ‘hayatın tadı bu anlarda saklı’ der ve reklam bir erkek sesinin ‘hayatın tadına bak. Coca Cola
Light’ sloganını söylemesi ile son bulur. Bu reklamlarda erkek kadınlar tarafından beğenilen bir cinsel nesne gibi gösterilmiştir.
Türkiye’de ilk kez bir yerel reklamda erkeğin cinselliğinin kullanımına şahit olduk. Biscolata reklamındaki erkek kaslı, fit, yarı çıplak ve Biscolata önlüğü ile mutfağa girmiş ve hamur
yoğururken görülmüştür.
Erkeklerin kullanıldığı reklamlar genelde kamusal alanı temsil eden gazete, finans hizmeti,
telefon, otomobil, giysi, koku ve kişisel bakım ürünleri gibi tüketim ürünlerinin reklamlardır. Bu tür ürünlerin reklamlarında erkek genelde takım elbise içinde, heybetli vücudu ile
kamusal alana hakim bir portre çizmektedir. Toplum içinde, yani kamusal alanda iktidar/
söz sahibi olan erkek rekabetçi ve bilimsel verileri analiz edebilme yeteneğine sahip olarak
gösterilmektedir.
Erkek reklamda kendisi oynamasa dahi sesi kullanılmaktadır. Bu da onu güven unsuru, tavsiye eden kişi
konumuna taşınmaktadır. Buna örnek olarak Emre Altuğ’un rol aldığı Bridgstone reklamı incelenebilir. Reklam başlar başlamaz reklamın sağ tarafında reklamda
oynayan kişi hakkında kısa bilgi geçiyor: Emre Altuğ;
Kuzey ve Uzay’ın babası. Burada Emre Altuğ’un popüler
kimliği kullanılmıyor ve sadece babalığı üzerinden gidiResim 8: Bridstone
liyor. Emre Altuğ babalığı oğullarından öğrendiğini ifade ediyor ve babalık görevinin onları korumak olduğunu da ekliyor. Emre Altuğ’un cümleleri şu şekilde devam ediyor: (Çocuklarımın) onların güvenliği için lastiklerimi değiştirdim.
Emniyet lastiği Bridgstone’e geçtim.
Sonuç ve Değerlendirme
“Sahte bireyselleşme, parçaların birbirinin yerine konabilir olmasının kaçınılmaz
kapitalist tamamlayıcısıdır... Parçaların değiştirilebilirliği üretim maliyetini asgariye indirme dürtüsünden kaynaklanır; sahte bireyselleşme ise, satışları arttırma
zorunluluğundan. Reklamcılık sistemi bizleri ambalaj farklılıklarının özel farklılıkları yansıttığına inandırmaya çalışır. Sahte bireyselleşme gerçek içsel içeriğe karşı
üslubu çekici kılar. Burada üslup gerçek öze karşı erişilmeye çalışılan ideal özdür. Parçaların birbirinin yerini tutabilir olmasını gösteren sahte bireyselleşmeye
örnek olarak reklamlardaki kadınlara yüklenen rol betimlemelerinin benzer ama
görüntüsel açıdan farklı olmaları verilebilir.” (Mengü, 2004, s. 187)
Kadın önce kapitalist sistemin çıkarları için tüketim ekonomisinin hedef kitlesi haline gelmiştir. Hedef kitle haline gelen kadına önce ‘harca’ mesajı verilmiş ve sonrasında Pazar
malzemesi halini almıştır. Reklamlarda farklı kadın temsillerine rastladık. Bu çalışmanın
neticesi olarak bunları 3 kategoride toplamak mümkündür. İlk kategoride kadın edilgen,
124
çalışkan bir ev kadını, anne rolünde temsil edilirken ikinci kategoride adeta bir meta haline
dönüşmüş ve nesneleştirilmiştir. Bu temsil türünde kadının cinselliği ön olana çıkarılarak
hayatın tadı ve erkeğin zevki konumuna getirilmiştir. Son kategori de ise farklı bir kadın tipolojisi üretildiği gözlemlenmiştir. Orta yaşlarında daha çok eril karakteri sembolize eden
yerel bir kadın kimliği oluşturulmaya çalışılmıştır. Reklamlarda kadınların oynadığı roller
incelendiğinde bunların bir ataerkil ideolojisinin ürünü olduğunu görüyoruz. Bu ideolojiye
göre kadının alanı mutfak ve dişilik gösterebildiği alanlardır. Erkek kadının alanına (mutfağa) girdiği reklamlarda ancak yardımcı veya onaylayıcı rolde gözlemlenirken, kamusal
alan erkeğin alanı ilan edilmiş ve bu alana giren kadın ancak örneğin sekreter gibi düşük
rollerde veya renk katması amacıyla pasif/silik bir rolde gösterilmiştir. Böylelikle reklamların toplumsal rolleri belirlediğini, onları yeniden yarattığını ve tekrarlayarak pekiştirdiğini
ifade edebiliriz.
Reklamlarda kullanılan kadınlar veya erkekler genelde bir evlilik kurumu içinde gösterilirler
veya medeni halleri konusunda herhangi bir yorum yapılmaz. Bu sebepten ‘singfle-mother’
veya ‘single-father’ rollerine rastlamak pek mümkün değildir. Kadınlar reklamlarda ataerkil
ideoloji tarafından onlara yüklenen dişil erkeklerse eril rolleri üstlenmektedirler.
Reklamlarda sadece birebir ürünün reklamının yapılmadığını o ürüne sahip olmanın faydaları da pazarlanarak artı değer katıldığını görebiliriz. Reklamlar sadece ürünleri değil
yeni/farklı yaşam tarzlarını da pazarlamaktadırlar. Bu çerçevede reklamların belli imge ve
mitleri kullandığını gördük.
Cinselliğin kullanıldığı reklamlarda mesaj üstü kapalı ve ima yoluyla verildiğinden kullanılan mesajları direk anlamak mümkün değildir. Reklamın mesajını açımlayabilmek için onu
düz okumak yetersiz kalacak ve yananlamları çözümlemek gerekecektir. Cinsel imgelerin
kullanıldığı reklamlar bir şeylere gönderme yapmakta veya çağrıştırmaktadır.
Reklamlardaki cinselliğin kullanımı sadece karşı cinsin ilgi ve dikkatini çekmek adına değil,
hemcinse de bir profil çizmektedir. Reklamlarda kullanılan kadın veya erkekler ‘mükemmel’
ve ‘kusursuz’ olduklarından hemcins olan izleyiciler ona hayranlık ile bakmaktadırlar.
Toplumsal rolleri gereği evin alışverişini yapan veya bu kararı veren kadınlar olduğundan
en çok tüketen kadınlardır. Bu sebepten reklamlarda erkeklerden daha çok kadınlar kullanılmaktadır. Yine bir cinsin nesneleştirilmesi veya cinsel objeye çevrilmesi konusunda
bunun daha çok kadınlar üzerinden yapıldı.
Kaynakça
• Barokas, S. K. (1994). Reklam ve Kadın. İstanbul : Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları:
45.
• Batı, U. (Fall 2006). Tüketilen Kadın Bedeni: “Kadın Bedeninin Parfüm Reklamlarında
Görünümünün Göstergebilimsel Çözümlemesi”. Journal of EDAM, 1-25.
• Büyükbakkal, C. I. (2007). Medyada Kadın Olgusu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi, 19-20.
• Çamdereli, M. (2013). Reklamda Pornografik İmgelem. M. Çamdereli içinde, Reklamın
Görme Dediği (s. 156-174). İstanbul: Avrupa Yakası Yayıncılık.
• Çimen, D. (2011). Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bağlamında Televizyon Reklamlarında Kadın. Ankara: T.C. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Uzmanlık Tezi.
• Dal, A., & Şener, G. (2006). Cinsel Öğelerin Reklamda Kullanımı. Küresel İletişim Dergisi,
1, 1-18.
• Elden, M., Ulukök, Ö., & Yeygel, S. (2005). Şimdi Reklamlar. İstanbul: İletişim Yayınları.
• Mengü, S. Ç. (2004). Televizyon Reklamlarında Kadına Yönelik Oluşturulan Toplumsal
Kimlikı. İstanbul: İstanbul İletişim Fakültesi Yayınları.
• Özsoy, T. (2006). Türk Dergi Reklamlarında Kadın İmgesinin Kullanımı; 1971-2004 Döneminin bir değerlendirmesi. İstanbul: Yüksek Lisans Tezi.
• Pira, A., & Elgün, A. (2004, Mart 25). Toplumsal Cinsiyeti inşa eden bir kurum olarak
medya; Reklamlar aracılığı ile ataerkil ideolojinin yeniden üretilmesi. 2nd International
Symposium Communication in the Millennium : A dialogue between Turkish and American scholars (s. 525-537). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları. Anadolu Üniversitesi:
125
http://cim.anadolu.edu.tr/pdf/2004/1130848482.pdf adresinden alınmıştır
• Sayımer, İ., & Yayınoğlu, P. E. (2007). Halkla İlişkiler ve Reklam üzerine Etik Değerlendirmeler. İstanbul: Beta Yayınları.
• Schmerl, C. (2003). Männliche Reflexe, weibliche Reflexionen: Werbung mit Frauenbildern. Zeitschrift des Interdisziplinären Frauenforschungs-Zentrum, 16-28.
• Steinbeck, A. (2002). Das Bild der Frau in der Werbung. Zeitschrift für Rechtspolitik,
435-438.
• Taşkın, D. T., & Şahım, T. Z. (2007). Reklamcılık. Ankara: Savaş Yayınevi.
• Türk Dil Kurumu. (2015, Mart 25). http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.54c3af665004d5.87634539 adresinden alınmıştır
• Uğur, İ., & Şimşek, S. (2011). Kitle İletişim araçlarındaki reklamlarda kadın ve erkek objelerinin kullanılması. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 549-560.
• Yolcu, E. (2001). Televizyon Reklamcılığı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayın no: 4301.
RESİM LİSTESİ
• Resim 1: Ofçay
• Resim 2: Bizim yağ –Arçelik
• Resim 3: Marc Banyo
• Resim 4: Penti
• Resim 5: Didi
• Resim 6: Lays
• Resim 7: Marlboro
• Resim 8: Biscolata
• Resim 9: Bridgstone
126
TELEVİZYON HABERCİLİĞİNDE EĞLENDİREN BİLGİ
(INFOTAINMENT) OLGUSU: KAMU VE ÖZEL
TELEVİZYON KANALLARI ÇERÇEVESİNDE
ANAHABER KUŞAĞININ İNCELENMESİ
Akd. Uzm. Dr. Gözde Sunal
Cansu Sunal
Özet: Televizyon, ekonomik, politik ve toplumsal pek çok konuda kitleleri hem görsel hem
de işitsel olarak bilgilendiren bir kitle iletişim aracıdır. Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren
yaşanan gelişmelerle birlikte televizyon yayıncılığının anlatı yapısı dönüşüme uğramıştır.
Serbest pazar ekonomisi uygulamaları ile birlikte özellikle son yıllarda yaşanan televizyon
kanalları arasındaki reyting rekabeti televizyonun asıl işlevini dönüştürmüştür. Dolayısıyla televizyonun bilgilendirici yayın içeriklerine eğlence kavramı dâhil edilerek bir tüketim
nesnesi olduğu düşünülmektedir. Televizyon kanalları içinde en değerli yayın kuşağında
(prime-time) yer alan haber bültenleri ise, bu açıdan değerlendirildiğinde tüketim kültürü
pratikleri içinde yeni bir anlam kazanmaktadır. İzleyicinin ilgisini artırmak adına yapılan
çalışmalar, düşünülen enformasyon sürecinin dezenformasyona dönüşmesine sebep olmaktadır. Eğlendiren bu bilgi içeriği, dramatik haberlerin bile magazinleştirilmesi ile çarpık ve içi boşaltılmış bir tüketim metası şeklinde düzenlenmesine yol açmaktadır. Haber
bültenlerinde yer alan eğlendiren bilgilerin yani infotainment olgusuyla metinlerdeki enformasyon olabildiğince azalmakta ve bilgi içeriği de daha kısa tutulmaktadır. Bu durumun, toplumun doğru şekilde bilgilendirilmesine engel olduğu öngörülmektedir.
Bu olgunun incelenmesi adına genel izleyici kitlesine hitap eden ve ulusal yayın yapan iki
televizyon kanalı karşılaştırmalı olarak analiz edilecektir. Bu çalışma kapsamında, kamu
yayıncılığı anlayışına sahip TRT ile tecimsel yayıncılığı benimseyen Fox TV ana haber bültenlerinin yayın içeriklerini çeşitli faktörlerde ölçümleyerek içerik analizi ile değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Kültür Endüstrisi, Televizyon Haberciliği, Anahaber Bülteni, Infotainment
THE INFOTAINMENT PHENOMENON IN TV NEWS: ANALYSIS OF
PRIME TIME NEWS OF NON-PROFIT AND PRIVATE CHANNELS
Abstract: Television is a mass communication tool which informs the audience about
economy, politics and publics matters both visually and vocal. In Turkey, the developments
in 80’s led to a change in the style of TV broadcasting. Neoliberal market policies, together
with the rating wars between the channels converted the real function of TV. The informative aspect of TV is extended with the concept of entertainment and afterwards the content
is considered a consumable product. From thıs poınt of vıew, the prıme tıme news whıch
takes place ın the most valuable broadcast tıme zone of channels, gaıns a new meanıng
ın consumptıon culture practıce. The effort provided in order to engage the audience caused the information process to desinformation. This entertaining content even caused
the news become a tabloid like, misleading consumption material with no purpose. As
this infotainment part grows, the information part gets smaller and informative content is
reduced. This prevents society from accessing the right information.
In order to examine this phenomenon, two national channels will be analyzed comperatively. In the scope of this study, the content of the prime time news of the non-profit
broadcast association TRT and a commercial entity Fox TV will be analyzed according to
various factors.
Keywords: Globalization, Culture Industry, Television Broadcasting of News, Prime Time News, Infotainment
127
Giriş
Teknolojik icatların gelişimi birbirini etkilemiş ve takip etmiştir. Her bir icat, bir sonraki için
zemin hazırlamıştır. Televizyonun icadını da elektrik, telgraf, sinema ve radyo alanındaki
gelişmeler sonucu elde edilen birikimin oluşması ile gerçekleşmiştir. Bu icatlar ile televizyonun keşfine bir adım daha yaklaşılmıştır.
Radyonun icadı ile ses iletileri elektromanyetik sinyallere dönüştürülmüş, televizyonun
icadı ile artık görüntülerin de elektromanyetik ortama aktarılması sağlanmıştır. Televizyonun keşfi adına yapılan ilk çalışmalar, İrlandalı bir telgraf operatörü olan Joseph May, 1873
yılı yaptığı deneyler olmuştur. Joseph May, kendi ürettiği selenyum çubuklarının güneş ışığına karşı fotoelektrik bir değişim yarattığını fark etmiş ve bu değişimleri elektromanyetik
sinyallere dönüştürmeyi başarabilmiştir. Yaptığı çalışmalar ve deneyler ile keşfettiği bu
gelişme, sadece sesin değil, görüntülerin de elektromanyetik dalgalarla iletilebileceğini
kanıtlamış ve televizyonun icadına yaklaştırmıştır (Bayram, 2012, s. 107).
Televizyonun icadı adına önemli olduğunu söyleyebileceğimiz üç gelişmeyi sıralamamız
gerekirse; ilki, mekanik televizyon çalışmaları, ikincisi katot ışın tüplerinin keşfi ve üçüncüsü ise elektronik televizyon üzerine yapılan çalışmaların sonucuna elde edilen gelişmelerdir. Mekanik televizyon çalışmalarında en büyük ilerlemeyi Alman bilim adamı olan Paul
Nipkow gerçekleştirirken, Paul Nipkow spiral biçimde delinmiş selenyum hücrelerinden
oluşan bir döner disk üretmiştir. İngiltere’de John Logie Baird, Amerika’da ise Charles
Francis Jenkins, Nipkow’un döner diskini geliştirmek adına gerçekleştirdikleri eş zamanlı
çalışmalarla 1920’li yıllarda, günümüz görüntüleri elektromanyetik olarak iletebilen elektronik televizyonu oluşturmuşlardır (Bayram, 2012, s. 107).
1920’li yıllarda icat edilen Televizyon radyonun da önüne geçerek, ilk yayınlarına 1939 yılında Kuzey Amerika’da başlamıştır. I. Dünya Savaşının radyonun gelişimini geciktirdiği gibi
II. Dünya Savaşı da televizyonun kitle iletişim aracına dönüşümünü yaklaşık 10 yıl geciktirmiştir (Crowley and Heyer, 2007, s. 360). Aksi halde teknolojik anlamda öne çıkacak bir icat
olan televizyon, çok daha kısa sürede bir kitle iletişim aracına dönüşebilirdi.
Savaşın etkilerinin azalması ile, 1950’lerden sonra televizyon, hızlı bir şekilde toplum hayatı içinde yerini almaya başlamıştır. Teknoloji alanındaki gerçekleştirilen çalışmalar ve
gelişmeler, kitle iletişim araçlarına da yansımıştır. Teknolojinin gelişiminin doğal sonucu
olarak televizyonunda işlevi değişikliğe uğramıştır. Keşfiyle birlikte televizyonun, başlıca üç
işlevi bulunmaktaydı; haber verme, eğitim ve eğlendirme. Teknolojik gelişimler ve modernleşmeyle birlikte televizyonun işlevlerinde bazı eklemeler, dönüşümler meydana gelmiştir.
Bu gelişmeleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz;
1) Politik sisteme; bilgi, yorum ve kamuoyunun tepkilerini ileterek hizmet verme,
2) Halka, kendi kendini yönetimde etkin olması adına bilgi verme,
3) Devlete karşı bireysel hakları koruma,
4) Ekonomik sisteme ve reklam sektörüne hizmet vererek ürünlerin alıcılarını ve satıcılarını bir araya getirme,
5) Eğlence ihtiyacını karşılama,
6) Bağımsız kalabilmek adına ekonomik yeterliliğini sürdürme (Cereci, 1996, s. 13).
Yeni işlevleri ile televizyon; siyasetten ekonomiye, sanattan spora pek çok farklı konuda ve
alanda sesli, yazılı ve görüntülü olarak insanları bilgilendiren ve eğlendiren görsel-işitsel
bir kitle iletişim aracı haline gelmiştir. Televizyonun bu gelişimine dair Sevilay Çelenk’in
tanımlaması şu şekildedir; “Televizyon, toplumsal iktidar ilişkilerinin ve kendini ortak duyu
gibi adlar altında doğallaştırmak niyetinde olan bir anlam mücadelesinin, en keskin biçimde gerçekleştiği yeniden üretim uzamıdır. Bunun yanında televizyon alanı, yerel kültürler
bakımından küreselleşmenin tahripkâr etkilerinin en ağır biçimde yaşandığı bir alandır”
(Dağtaş, 2013, s. 90). Bu tanımlamadan da yola çıkarak, aslında televizyonun, doğal bir
sonuçmuş gibi bazı değişikliklere uğratılan ve üretilen içeriklerin sunulması ile birlikte yeniden üretilmesine de katkısı olan ideolojik bir aygıt olduğu da söylenebilir.
Yaşamın her alanında anlık tüketime elverişli olan kitle kültürüne ve kültürel yabancılaşmaya sebep olan kültür endüstrisine kitle iletişim aracı olan televizyon bağlamında
128
değinilmiş, bu kavramlar çerçevesinde televizyonun hizmet ettiği noktalar irdelenmeye
çalışılmıştır.
Global ve ulusal gelişler göz önüne alınarak televizyon haberciliği ve yayıncılığına değinildikten sonra, tecimsel anlayış ile aksiyon olan televizyon kanallarının nasıl bir yol izlediklerini ve bu yolda eğlendiren bilgi ( infotaintment) olgusunun hangi konumda hangi
amaçlarla yer aldığı irdelenmiştir.
Kitle Kültürü ve Kültür Endüstrisi Bağlamında Televizyon
“1969 yılında UNESCO uzmanlarının yaptıkları tanıma göre kültür: Bir insan topluluğunun
kendi tarihi tekamülü hususunda sahip olduğu şuur demektir; o surette ki, bu insan topluluğu bu tarihi tekamül şuuruna atfen varlığını devam ettirme azmini gösterir ve gelişmesini sağlar” (Kocadaş, 2005, s. 2).
Geniş kitlelerin her alanda yaptıkları anlık tüketime elverişli olan kitle kültürü, sermayenin endüstriyel şartlarda ürettiği, kolayca tüketilen, birbirinin benzeri, tek tipleşen fakat
sürekli yeni veya farklı olması beklenen, buna karşın tüketicisine geçici tatminler sunan ve
kitle iletişim araçlarınca yön verilen enformasyona dayalı olan bir kültürdür (Güneş, 2006,
s. 128). Endüstriyel ortamlarda gerçekleştirilen üretimi şekillendiren kapitalist sistem ve
üretim tarzı, toplumsal ve siyasi yapıları sistemin özelliklerine göre değiştirip dönüştürmektedir. Bu durum ise kültürün sürekli kökten değişimine ve birçok kültürel yapının,
düzeyin yaratılmasına sebep olmaktadır.
Kitle Kültürü kavramı, televizyonun sosyolojik ve ideolojik anlamda değerlendirilmesinde
büyük önem arz etmektedir. “Kitle kültürü, özellikle kitle iletişim araçlarının denetiminde
gelişen ve çoğunlukla magazin ve popülarite ile sınırlı, yaygın, tekdüze kültürdür.” (Cereci,
1996, s. 26). Bu kültür büyük ölçüde ticari anlamda iletişim sağlayan araçlara bağlılığı yürüten ideolojik bir süreçtir (Mutlu, 2004, s. 202-203).
Kültür Endüstrisi, kültürel ürünlerin teknolojik ortamda tek tip ve hızlı bir şekilde üretimi
sonucu yayımlanması ile işlevini sürdürmektedir. Üretilen ve medya vasıtasıyla varlıklarını devam ettiren ürünler, bulundukları kültüre yabancılaşmıştır, tek tipleşmiştir ve yapaydırlar (Mora, 2008, s. 11). Medya ile yaratılan ve yaygınlaştırılan gerçekler, gün geçtikçe
yaşanan gerçeği etkileyerek değiştirmektedir. Sonuçta olarak medyanın yarattığı gerçek,
yaşanılan gerçeğin yerini almaktadır. Bu durumda kültürel yabancılaşmayı, aidiyet duygusun azalmasına ve zayıflamasına, içinde bulunduğu topluma yabancılaşmaya ve toplumsal
çözülmeye sebep olacaktır.
İnsanlarda bağımlılık yaratabilecek kadar etkili olan televizyon, küreselleşme ile her geçen gün insanlara tamamlanmamış bir dünya sunmaktadır. Televizyon, insanları erişim
sağlamak adına görüntü ve mesaj bombardımanına tutarak günlük yaşamlarından uzaklaştırmaktadır. Maruz bıraktığı bu bombardıman ile yabancı kültür değerlerinin varlığı vasıtasıyla insanların kendi kültürel yapılarından uzaklaşmalarına sebep olmaktadır (Uğur ve
Şimşek, 2008, s. 101).
“Televizyon (television), Yunanca tele (uzak) ve Latince visio’dan gelen vision (görüş) kelimelerinin birleşimiyle uzagörüm, uzaktan görüntü anlamına gelen bir terimdir. İlk kez
televizyon, 1907 yılında “Scientific America” dergisinin Haziran sayısında kullanılmıştır.”
(Bayram, 2012, s. 111). Televizyon; görsel ve işitsel iletiyi, milyonlarca kişiye eş zamanlı
iletebilmektedir. İşte bu özelliği sayesinde diğer kitle iletişim araçlarından çok daha güçlü
bir iletişim aracı haline gelmiştir. Böylece televizyon bize evimizden tüm dünyada olup
biteni izleyebilmemizi hatta kilometrelerce uzaktaki olayları, kişileri veya durumları gözetleyebilmemizi sağlamıştır.
Küreselleşme ve Televizyon
Küreselleşme, dünyanın iletişim anlamında küçülmesi, yani dünyanın her yerinden bulunduğumuz noktada haberdar olmayı ve dünyanın böylece tek bir yer olarak algılanması
mantığının yaygınlaşması olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme, dünyanın
129
bir küresel köy haline gelmesidir diyebiliriz. Kapsamlı anlamıyla, küreselleşme, zengin
diyebileceğimiz gelişmiş ülkelerin siyasal, toplumsal ve kültürel olarak yoksul yani az gelişmiş ülkelere hegemonyacı üstünlükler sağlaması şeklinde belirtilebiliriz. Söz konusu
zengin ülkelerin koydukları kurallara uyanların küreselleşme çerçevesinde değerlendirileceği, uymayanların ise dışlanıp yok sayılacağı mantık, hegemonyacı mantığında ağırlık
kazanmaktadır (Talas ve Kaya, 2007, s. 150-151).
Coğrafi sınırların artık sosyal, kültürel ve ekonomik bir çok alanda etkisi azalmaktadır. Küreselleşme ile öncelikle sınırlar aşılıyor, uzakta, dünyanın bir başka bölgesindeki olaylar,
kararlar ve etkinlikler yerkürenin bambaşka bölgelerindeki bireyler/topluluklar tarafından
önemli kabul edilebilmektedir (Çalışır, 2012, s. 107).
Küreselleşme süreçleri şu şekildedir; küreselleşme eğilimi batılı ülkelerin dünyanın keşfedilmemiş yerlerini keşfi ile başlamaktadır. Keşiflerin gerçekleştirilmesinden sonra Afrika’nın köleleştirilmesi, köylülüğün yok edilişi, kentleşmenin gerçekleşmesi, sanayi devrimi
ve ulus devletlerin doğuşu ile gelişen yepyeni bir ekonomik yapının dünyanın geneline
hakim olması ile devam etmektedir. Yerel pazarların yabancı pazarlarla etkileşim içerisinde
olduğu, geleneksel üretim biçimlerinin ortadan kaldırıldığı, üretimin kar amacı ile yapıldığı ve sermayenin dünya çapında egemen olduğu bu yeni ekonomik sistem, girdiği her
pazara kendi sistemini de peşi sıra götürmektedir. Kendinden önce var olan sistemleri de
yok ederek ilerleyen bu sisteme Kapitalizm adı verilmektedir (Talas ve Kaya, 2007, s. 151).
Buradan da anlaşıldığı gibi küreselleşmenin tarihi kapitalizmin tarihi ile özdeşleşmiştir.
Kapitalizmin doğa bir sonucu olarak yerel pazarlarla yabancı pazarların etkileşimi ile pazarda devletin varlığının küçülmesi, özelleştirmenin genişlemesi ve sermayenin uluslararası sınırlara bağlı kalmaksızın hareket edebilmesi mümkün hale gelmekte, bu durum
küreselleşmeye hizmet etmektedir.
Televizyonun tüm dünyada yaygınlaşarak bir kitle iletişim aracı haline gelmesi, küresel bir
enformasyon ağının da oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu küresel enformasyon ağı bireylerin dünyayı algılayışını da değiştirdiği söylenebilir. Peki bu algılayış ne yönde değişmiştir? Televizyon ile birlikte artık sadece yerel bilgilere değil, dünyadaki bilgilere de ulaşmak
mümkün hale gelmektedir. Bu durumda bireylerin kendilerini yalnızca yakın çevresinde
değil, dünya içerisinde konumlandırmasına zemin hazırlamaktadır.
Marshall McLuhan, bu konumlandırmayı Küresel Köy adlı kitabında dile getirmiştir. McLuhan’a göre, kitle iletişim araçları, oluşturdukları küresel enformasyon ağıyla birlikte, ülkeler arasındaki fiziksel mesafeleri yok etmiş, kültürel etkileşim ile iletişim sınırlılıklarını
ortadan kaldırarak dünyayı küresel bir köy haline dönüştürmüştür. Dünyada yaşanan her
türlü gelişmelerden, televizyonla birlikte, bir çok hane eş zamanlı haberdar olmakta ve
bireyler bu enformasyon akışından uzak kalamamaktadır. Bu durumda bireyleri artık eskisinden çok daha fazla enformasyona, enformasyon bombardımanı diyebileceğimiz bilgi
kirliliğine maruz kalmaktadırlar (Postman, 1994, s. 119).
Neil Postman’ın dezenformasyon olarak adlandırdığı bilgi kirliliği, “yanıltıcı (yersiz, ilgisiz, parçalı veya yüzeysel) enformasyon, yani insanda bir şey hakkında bilgi sahibi olma
illüzyonu yaratan, oysa aslında insanı bilgilenmekten uzaklaştıran enformasyon demektir”
(Postman, 1994, s. 119). Küreselleşme ile ekonomik ve politik bir çok pratiği giderek bütünleşen ve homojen hale gelen dünyada teknolojinin gelişimi ile artık küresel bir kültürden de bahsetmek mümkün olmaktadır.
Küreselleşen dünyada medyanın rolleri nelerdir? Medya bu süreçte küreselleşme adına
yeni kanallar yaratmaktadır. Bununla birlikte, küreselleşen dünyada, yeni bir ulus ötesi
iletişim süreçleri oluşturarak yeni bir kamusal alan oluşturmaktadır. Bu alan sosyal ve
kültürel iletişim adına uygun bir zemin oluşturmaktadır. Medyanın bu noktada üçüncü
rolü, siyasi, kültürel ve ekonomik kararların alınmasında yeni aktör ve paydaşların etkinlik
alanına taşınmasıdır. Bu süreç iç içe girmiş ir kültürel süreci doğurmaktadır (Çalışır, 2012,
s. 107-108).
1900’lü yılların sonunda, tüm dünyada devlet ağırlıklı politikalardan liberal politikalara
doğru bir eğilim başlamıştır. Bir başka eğilim ise haber medyasının ticarileşmesi ve kamu
130
hizmetinden ticari hizmete bir dönüş olmasıdır. Bu olgunun örnekleri arasında BBC ve
Euronews sayılabilir (Bielsa, 2008, s. 33). 20’nci yüzyılın son çeyreği ile gündeme gelen bir
diğer eğilim olgusu ise, haber medyasının çıktısındaki çeşitlenmedir. Bu süreçte haberlerin
genel içerikleri iş, sağlık, çevre, eğlence, politika, terör, silahlı mücadele, insan hakları ve
özel ilgi alanları gibi çeşitlendirilerek izlenmektedir (Çalışır, 2012, s. 110).
Haber, toplumun genelini ilgilendiren, etkileyen, herhangi bir bilginin, olayın, düşüncenin/
görüşün halkın anlayabileceği düzeyde ve zamanında yayınlanmasıdır. Günümüzde haber
içeriği giderek görüntü ağırlıklı bir hal almaktadır. Bolca görselli televizyon haberciliği ilgi
görmekte ve hızla gelişmektedir. Böyle bir durumda haberin de küresel özellikler taşıyan
bir dönüşüm göstermesi beklenen, doğal bir durumdur.
Türkiye’de Televizyon Yayıncılığı ve Haberciliği
1931 yılında televizyon alıcılarının üretimine başlanması ile Avrupa’da televizyon yayınları
adına çalışmalar başlamıştır. İngiltere kanalı BBC’nin Londra’dan yaptığı ilk yayın 1936 yılında gerçekleşmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde de televizyon yayınlarına başlanması
nerdeyse aynı yıllara rastlamaktadır (Cereci, 1996, s. 13).
Türkiye’de ise ilk televizyon yayını çalışmaları 1953 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
Elektronik Laboratuvarında gerçekleştirilmiştir. O yıllarda sadece Beyoğlu bölgesinde izlenebilen ve 15 günde bir, 60 dakika süreyle gerçekleştirilen bu yayınlar ile bir eğitim televizyonu niteliğindeydi. Düzenli televizyon yayınlarını gerçekleştirmesi için 1963 yılında
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu kurulmuş ve 2 Ocak 1964’te yayımlanan Türkiye Radyo
Televizyon Kurumu Kanunu ile televizyon yayınlarını yapma yetkisi TRT’ye devredilmiştir.
TRT Ankara Televizyonu 31 Ocak 1968 tarihinde deneme yayınlarına ve 31 Aralık 1968’de
ise resmi yayınlara başlamıştır. Bu dönemde sadece Ankara’da gerçekleştirilen yayınlar,
1972 yılından itibaren yavaşça diğer illere de ulaşmıştır. 1977 yılına gelindiğinde ise ülkenin % 60’ına televizyon yayınları iletilebilir hale gelmiştir. Türkiye’de renkli televizyon
yayınlarına ise ancak 1 Temmuz 1984 tarihinde geçilebilmiştir (Bayram, 2012, s. 110). Yeni
bir teknolojinin denemeleri olan bu çalışmalar Türk televizyonculuk tarihi adına büyük
önem taşımaktadır. Televizyondaki ilk yayın akışı ile birlikte “devlet televizyonu” imajı, Türkiye’deki yayıncılık mantığının ve sonrasının ne olacağını açıkça göz önüne sermektedir.
Kamu hizmeti yayıncılığı, hem siyasi iktidardan hem de ticari çıkar ve kardan bağımsız
yayın politikası ile en geniş coğrafi yayılımı ve çok geniş türde, en geniş izleyici kitlesine
ulaşacak şekilde yayınlanması şeklinde özetlenebilir. Bu anlayış ile siyasal iktidar yayıncıların işlerinden uzak durmalı, yayıncılık anlayışını etkilememelidir. Devlet sadece abonelik
aracılığıyla hizmet alanlar için ücretlerin belirlenmesi ve toplanmasında faaliyet gösterebilir. (Mutlu, 1999, s. 23-24)
BBC’nin kurucusu sayılan Sir John Reith’e göre, bir yayın kurumunun topluma karşı sorumluluğu; toplumu eğitmek, bilinçlendirmek, kültürlendirmek, ulusun ahlaki bir topluluk
olarak bütünlüğünü sağlamak, en yüksek beğeni seviyesine özendirmek, enformasyon ve
tartışmaların yayınlanması ile demokrasinin oluşturulmasına yardımcı olmak şeklindedir
(Mutlu, 1999, s. 24). Bu sorumluluklar kapsamında yayının gerçekleştirilmesi için rekabetin
olmadığı, yayıncılığın tekel olduğu bir düzenin olması gerekmektedir. Aksi halde bu sorumlulukları yerine getirecek yayın kurumunun pazarda ayakta kalması zorlaşacaktır.
BBC’nin benimsediği “kamu hizmeti yayın tekeli” anlayışı gibi Türkiye Radyo ve Televizyon
(TRT), kuruluşundan itibaren tıpkı BBC gibi bir yayıncılık anlayışını benimsemiştir. BBC,
izleyicilerin talebine göre değil, kurum olarak kendi benimsediği sorumluluklarını esas
alarak yayın planını oluşturmayı başarabilmiştir (Mutlu, 1999, s. 24-25). Türkiye’de televizyon yayıncılığının gelişimi, ülkedeki ekonomik alandaki gelişmeler ve politik düzenlemeler
bağlamında iki ana dönemde incelenebilir:
1. Birinci dönem (1964-1980); Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun kuruluşunu, televizyon yayıncılığının hayata geçirilmesi ve TRT tekelini kapsayan dönemdir,
2. İkinci dönem (1980 ve sonrası); tüm dünyada ve Türkiye’de egemen olan Neoliberal
politikaların uygulanması vasıtasıyla pazar odaklı yayıncılık dönemidir (Uysal, 2011,
s. 12-19).
131
12 Mart 1971 Muhtırası ile tüm demokratik kurum ve kuruluşlar yeniden gözden geçirilmiş;
1961 Anayasası’nda tanınan imkanlarda pek çok kısıtlamaya gidilmiştir. TRT’nin de öncelikle özerkliği ortadan kaldırılmış ve açıkça dile getirilmese de aslında siyasal iktidarlara
bağımlı hale getirilmiştir (Uysal, 2011, s. 23).
1970’li yıllarda kentlerde televizyon kullanımı yaygınlaştıkça TRT yayınlarının program içeriklerinde de bir artış ve çeşitlenme gözlemlenmiştir. Eğitsel içeriğe sahip programlarla
birlikte yayın süresi arttıkça Amerikan yapımı dizilerin yayınlanması da artmıştır. Reklam
yayınlarında ve haber programlarında bir artış gözlemlenmiştir (Uysal, 2011, s. 24). Yayın
süresinin uzaması, eğlendiren bilgi olgusunun azda olsa TRT bağlamında ortaya çıktığı
görülmektedir.
1980’li yıllarda tüm dünyada artan küreselleşme eğilimi sonucu ortaya çıkan yeni ekonomik ve politik oluşumlar, kamusal yayıncılığın varlığını sürdürmesini sağlayan maddi
kaynaklarının sınırlanması, yayın politikalarını şekillendiren ideolojinin terk edilmesi kamusal yayıncılık modeli uygulamalarını yüksek oranda zayıflatmıştır. Böylelikle, iletişim
sistemlerinde kamusal yayıncılığı da kapsayan yeni sistemlerin alt yapıları oluşturulmaya
başlanmıştır. Yeni iletişim politikalarındaki değişim şu şekilde sıralanabilir:
1. Devletlerin yayın tekeli oluşturmaması,
2. Devletlerin yasal kısıtlamalar getirmemesi veya müdahalesini en aza indirgemesi,
3. Siyasi politikaların uygulanması ile sermaye sahiplerinin yayıncılık sektörüne de
girebilmesine olanak sağlanması (Uysal, 2011, s. 28).
1980-1983 döneminde Türkiye’de yayıncılığın yapısal özellikleri açısından bir farklılık yoktur; aksine bir süreklilik olmuştur. Yayıncılığa ilişkin yasal düzenleme yine askeri yönetim
tarafından gerçekleştirilmiş; TRT’de başta diziler ve filmler olmak üzere %30 oranında
yabancı programlar yayınlanmıştır (Uysal, 2011, s. 29).
Türkiye’nin ilk özel televizyon kanalı 3 Ağustos 1989’da, Federal Almanya’dan “Magic Box
Incorporated” şirketi yayın yapmıştır. Magic Box’ın yayınlarıyla yayıncılık alanında devlet
tekeli kırılmış, hiçbir düzenleme yapılmadan yeni bir yayıncılık dönemi başlamıştır (Uysal,
2011, s. 33-34).
Neoliberal politikaların yayıncılık alanında da hayata geçirilmesiyle 1990’lı yıllarda Türkiye’de 230’u yerel olmak üzere 261 televizyon kanalı etkinlik göstermekteydi. Yayıncılık
tekelinin kırılmasından yaklaşık on yıl sonrasında yayıncılık alanında hiç bir yasal düzenleme yapılmadan böylesi bir gelişim olumlu olmakla birlikte pek çok olumsuzluğu da içinde
barındırmaktadır (Uysal, 2011, s. 34).
Televizyonlarda magazin programlarının artışı ile 1990’lardan sonra haber bültenlerinin
de magazinleştiği görülmektedir. Haberler canlandırma, müzik, animasyon, ses efekti gibi
içeriklerle süslenmiş; haber içerikleri ise ülkenin ekonomik, politik ve toplumsal açılardan önem taşıyan olay ve gelişmelerden çok magazin dünyasının ünlüleri veya söz konusu olayları magazinsel açıdan ele alacak şekilde oluşturulmuştur (Uysal, 2011, s. 37-38).
Radyo, televizyon ve gazete içeriklerinin böylesi bir erozyona uğraması benimsenen liberal
anlayışın ve olmayan yasal düzenlemenin neticesidir.
Türkiye’deki özel medya kuruluşlarından özellikle televizyon kanalları ilk yayına girdikleri
günden 2000’li yıllara kadar daha fazla izleyici çekebilmek adına yerli ve yabancı filmler,
müzik, eğlence programları, yarışmalar, talk-show’lar yayınlamaya başlamış; haber programlarında ise gazetecilerin “anchorman” veya “anchorwoman” olarak yayın yaptıkları
daha hareketli ve sansasyonel yayın şekline yönelmişlerdir (Çelenk, 1994, s. 129-130). Özel
kanallar özellikle ilk yayına girdiklerinde TRT ekranlarında yer bulamayan kişileri, yayınlanmayacak program formatında yayınlamışlardır. Bu durum, kanalların rekabete gireceklerinin işaretleri olmuştur. Rekabetin ana hedefi ise, en fazla izlenme oranını alarak reklam
pastasında en büyük paya sahip olmaktır. Bunun için de kanalar, reyting ve reklam alabilmek adına buna göre format çalışmaları yapılmalıdır. Sonuç olarak ticari anlamda yayıncılık anlayışını benimseyen kanalların medya içeriklerini belirleyen, kamuoyu ve reklamcılık
sektörüdür (Uysal, 2011, s. 41).
132
Televizyon Haberciliğinde Infotainment Olgusu
Günümüz dünyasında kitle kültürü ve eğlence arayışı her şeyin önüne geçmektedir. Televizyon yayıncılığı adına gereklilik haline gelen eğlenceye yönelik yayın yapılması, aslında
çokta yanlış olmayabilir. Yanlış olan, televizyon haberleri de dâhil bütün programların eğlenceyi amaçlayarak hazırlanmasıdır (MEGEP, 2008, s. 15). Özellikle televizyon haberlerinde eğlenceyi amaçlamak, haber bültenlerinin yapısal özelliklerini etkilemektedir.
Türkiye’nin internet ile buluşması, medya ortamındaki köklü değişiminde de hız kazandığı 1990’lı yıllarda gerçekleşmiştir. Medya kuruluşlarının önemli bölümünün birkaç büyük
medya grubunun kontrolü altında olduğu bu yeni dönemde, medyada haber kalitesi, basın
özgürlüğü gibi bir dizi alanda önemli sorunlar yaşanırken, dijital yayıncılığın sağladığı katkıda önem taşımaktadır (Binatlı ve Sunal, 2014, s. 108).
Yazılı basın ise bu dönüşüm ve değişimin dışında kalmamış, yeni kavramlar ile karşımıza
çıkmıştır. Bu kavramlardan birisi olan Infotainment, bilginin eğlence yoluyla aktarımı ve ya
eğlendiren bilgi olarak kısaltılabilir. İngilizce information (bilgi) ve entertainment (eğlence) kelimelerinin birleşmesi ile oluşan yeni bir kavramdır (Bayram, 2012, s. 120).
Kavram günümüzde magazinleşme kavramıyla da karıştırılıp iç içe geçmiş durumdadır.
Ancak buradaki magazinleşme kavramı, magazin gazeteciliği, magazin sayfalarını ya da
magazin programlarını ifade ettiği gibi, aynı zamanda ciddi gazeteciliğin içeriğinin hafifleştirilerek magazinleştirilmesi durumuna da içermektedir. “Tabloidisation” sözcüğü ile de
ifade edilen magazinleşme, “eğlenceli ve duygusal motiflerle ve basit-kolay bir biçimde
oluşturulan içeriğin kolay tüketilebilir bir sunumla topluma ulaştırılması” olarak tanımlanmaktadır (Binatlı ve Sunal, 2014, s. 108)
Birbirleriyle ilişkili olan tabloidleşme (tabloidisation) ve eğlendiren bilgi (infotainment)
kavramları, özellikle son yıllarda medya araştırmacılarının ilgisini çekmiş, popüler hale
gelmiştir. Tarihsel çalışmalarında Mc Lachlan ve Golding (2000) tabloidleşmenin kodlarını
daha az metin, siyasal haber, uluslararası haber ve daha çok görüntü, eğlence haberi olarak sıralamaktadırlar. Bir bakıma, tabloidleşme bilgi programlarına eğlencenin eklenmesi
boyutuyla eğlendiren bilginin (infotainment) ileri seviyesi diyebiliriz (Brants ve Neijens,
1998). Sparks’ın (2000) tanımına göre, infotainment tabloidleşmenin ikili boyutundan birini oluşturmaktadır. Birinci boyut, siyasete, ekonomiye ve topluma daha az ilgi gösterilip
spora, skandallara, hem ünlülerin, hem de sıradan insanların özel hayatlarına ve popüler
eğlenceye çok daha fazla ilgi gösterilmesiyle alakalıdır. İkinci boyutu oluşturan infotainment olgusu ise iletişim aracındaki önceliklerin haber ve bilgiden eğlenceye doğru kaymasıyla alakalıdır (Gencel Bek, 2004,s. 10).
Infotainment, haber bülteni içeriğinde eğlendirme unsurunun da kullanıldığı yeni haber
sunum şeklidir. Bu yeni haber formatında, klasik haber sunumuyla birlikte, magazin, moda,
ve güncel konulara farklı yaklaşımlar gibi eğlenceli haber biçimleri de yer almaktadır. Infotainment kavramıyla günümüz haber yayıncılığı, haber ve eğlence arasındaki kesin sınırın
netliğini kaybettiği ve haber bültenlerinin gösteri - eğlence formatına dönüştüğü konusunda önemli eleştirilere neden olmaktadır. Eleştirilerin sebebini özetlememiz gerekirse,
infotainment olgusunu barındıran haber yayıncılığı, izleyici kitlenin ölüm, savaş, şiddet,
terör ve çevre kirlenmesi gibi olaylar karşısındaki duyarsızlaşmasına, kavramların içlerinin boşalmasına etki ettiği gerekçesidir. Örneğin, bir ölüm, kaza vb negatif içerikli bir
haberinin ardından gösterilen eğlendirici bir olayla birlikte, öncesindeki ölüm, kaza vb
kavramların içi boşaltılmış, değeri zayıflatılmış olmaktadır (Bayram, 2012, s. 120). Bu tarz
yayınların gerçekleştirilmesi, televizyonun tecimsel bir araç olmasının bir sonucudur. Yani
yayın yapan firmanın, müşterisi olan izleyiciden ne talep ederse veya izleyicinin daha çok
ne dikkatini çekerse onu sunması söz konusudur.
Televizyonun gelişim süreci, Avrupa ve Amerika’da serbest pazar ekonomisinin uygulanması süreciyle eş zamanlı olarak ilerlemiştir. Sosyoekonomik ve politik sistemin mevcut
varlığını korumak amacıyla televizyondan faydalanılırken medya sektörü de bu ortamda
daha rahat güçlenme olanağı bulmaktadır. Kitle iletişim araçlarını kontrol edenlerin, kültürel, siyasal ve ekonomik iktidarı elde etmek açısından önemli bir güce sahip oldukları ve
133
bu yolla toplumu yönlendirecekleri düşüncesi, eleştirilerin boyutunu genişletmektedir. Bu
konudaki en ağır eleştiriler Louis Althusser’in yaklaşımından gelmektedir. Althusser’in İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları adlı kitabında belirttiği görüşe göre; televizyon bireyleri
ağır bir enformasyon bombardımanına tutarak gerçek anlamda birey olma özelliklerinin
kaybolmasına neden olmakta; böylelikle yönetenler, televizyonu kendi söylemlerini onaylatan bir baskı aracı olarak kullanmaktadır (Bayram, 2012, s. 115). Bu durumda televizyon,
toplumun kurumları ile birlikte günlük konuşma ve davranış kalıplarımızı belirleyen devletin ideolojik bir aygıttır. Medya sektöründe, çok kanallı televizyon yayınlarının içerik olarak
birbirinden çeşitli ve demokratik bir medya yapılanmasını temsil ettiği düşünülebilir. Fakat
farklı kanalların, aynı ideolojik yaklaşımı yansıttığı durumlarda ise çok seslilik yanılsaması
ortaya çıkmaktadır. Televizyon yayınları bireylerin serbest zamanlarını mümkün olabildiğince işgal etmekte, böylelikle kişileri birey yapan temel özelliklerden biri olan kendini
ve dünyayı sorgulama yetisini kaybettirdiği savunulmaktadır. Televizyon, mevcut ideolojik
sistemi onaylayarak toplumsal düzenin bekçiliğini yapmaktadır. Böylelikle kendilerine ve
yaşadıkları ortama yabancılaşan bireylerin, mevcut toplumsal düzene karşı olası muhalif
tutumları baştan engellenmiş olmaktadır (Bayram, 2012, s. 115).
Haberlerde de izlenme oranlarını arttırmak adına rekabet eden televizyon kanallarının
yayın politikaları için Bourdieu, “Televizyonun, örneğin haberler düzeyindeki simgesel eyleminin bir bölümü, dikkatleri, herkesin ilgisini çekecek türden ... olaylarda yoğunlaştırmaktan ibarettir. ... Değerli dakikalar önemsiz şeyler söylemek için kullanılıyorsa, bunun
nedeni önemsiz bu şeylerin, değerli başka şeyleri gizledikleri ölçüde, aslında çok önemli
olmalarıdır” şeklinde belirtmiştir (Bourdieu, 2000, s. 22).
Televizyonun dikkatin oldukça kolay dağılabildiği bir ortamda izleniyor olması, ilginin sürekliliğini sağlamak için sesin ve müziğin kullanımının önemini ortaya koymaktadır. Televizyonda, belli duygu kalıplarının duyumsatılmasında toplumsal düzenin sürekliliğini sağlayacak, egemen ideolojinin haklılığını kanıtlayacak ve bu ideolojiye muhalif tavrın olan
unsurları da ehlileştirecek bir şekilde kullanılmaktadır (Pekman ve Kılıçbay, 2004, s. 60-67).
Kitle iletişim medyasında yaşanan bu gelişmeler, kitle iletişim medyasının sadece bilgi
aktaran, eğlenceyi kamulaştıran ya da eğiten bir mecra değil; bilgi ile eğlenceyi birbirine
karıştıran bir pakete dönüşmesine yol açmıştır. İletişim araçlarından en etkili enformasyon
ağına sahip ve kitleyi etkileme düzeyi yüksek olan mecra olan televizyonda günümüzde
iletilecek bilgileri yozlaştırıp magazinleştirerek, topluma iletilmesi gereken asıl bilgilerin
iletilmesine engel olmaktadır.
Infotainment Olgusu Bağlamında Kamu ve Özel Televizyonda Anahaber Kuşağının
İncelenmesi
Araştırmanın Sorunsalı
Araştırma, “eğlendiren bilgi (infotainment) sürecinin Türkiye’deki kamu yayıncılığı anlayışına sahip bir devlet televizyonu kanalı ile tecimsel anlayışı özümseyen bir televizyon
kanalında haberciliğin nasıl ele alındığı ve haberciliği ne doğrultuda etkilediği” sorunsalı
üzerine temellendirilmiştir.
Araştırmanın Kapsamı
Araştırmanın örneklemi, yayıncılık anlayışı olarak kamu ve tecimsel yayın anlayışına sahip
sırasıyla TRT ile Fox TV’nin ana haber kuşağını içermektedir. Kanalların 2 Şubat 2015
tarihinde, Pazartesi günü yayımlanan ana haber bültenlerinin kaydı bulunmuş ve kuşakta
yayımlanan 21 haber üzerinde inceleme yapılmıştır. 2 Şubat tarihinin rastgele seçilmesine
rağmen özel bir haber gündemine denk gelmemesine özen gösterilmiştir. Çünkü önemli
gelişmelerin yaşandığı dönemlerde, ana haber bültenlerinde öncede hazırlanan haberler
göz ardı edilerek kullanılmamakta, ağırlıklı olarak veya tamamen anahaber gündemini
önemli gelişmeler kaplamaktadır. Bu nedenle özellikle bu tarih üzerine durulmuştur.
Fox TV’nin seçilme nedenlerinin başında ise, güncel olması adına 2015 yılı ilk iki ayın günlük reyting rakamlarının incelenmesi ve bu inceleme neticesinde en çok izlenen anahaber
bülteni olması yer almaktadır. Ulusal bir kanal olan özel TV genel seyirci kitlesine hitap
etmekte ve yayınlarını karasal, kablo ve uydu sistemleri yoluyla yapmaktadır. İncelemeye
tabi tutulan anahaber kuşağının tek günle sınırlı tutulmasının nedeni ise; özel bir gün-
134
demin yer almadığı 2 Şubat 2015 tarihinde anahaber kuşağında yayımlanan haberlerin
toplanması, düzenlenmesi ve sunulması anlayışının genel anlamda diğer günler için de
geçerli olduğu düşüncesidir. Anahaber kuşağında hangi tür haberlere yer verileceği, bu
haberlerin nasıl hazırlanıp ne şekilde sunulacağı televizyon kanalının haber politikasına
göre şekillenmektedir. Bu nedenle özel bir gelişme olmadığı sürece haber bültenleri aynı
mantık çerçevesinde oluşturulmaktadır.
Araştırmanın varsayımları
Araştırma; “Türkiye’de kamu ve özel televizyon yayıncılığını kıyaslandığında haberciliğin
temelinin, bilgi ve eğlence unsurlarının birleşmesi ile ortaya çıkan eğlendiren bilgiye
(infotainment) dönüştüğünü görmek ve dolayısıyla haberlerin bir tüketim nesnesi haline
geldiğini görmek mümkündür.” temel varsayımı üzerine kurulmuştur. Bu varsayımı destekleyen ve kamu ile özel televizyon kanallarının kıyaslanmasına sebebiyet veren alt varsayım
ise haberin ticarileşmesidir. Haberin zevkle tüketilen bir nesne haline gelmesi ile haberciliğin ticari temellere oturması söz konusu olmuştur.
Araştırma yöntemi
Çalışmada öngörülen haberin bir tüketim nesnesi haline gelmesi ve ticarileşmesi varsayımlarının denenmesi ancak kamu ve özel kanal anahaber bülteni içerik kıyaslaması ile
mümkün olacağı için TRT ve Fox TV anahaber kuşağında yayımlanan haberler içerik analiziyle incelenmiştir.
Araştırmanın özellikle varsayımları düşünüldüğünde analizin temel anlayışı, Pierre Sorln’in aşağıdaki söylemi üzerine araştırma temellendirilebilir.
Pierre Sorlin’e, “Kitle iletişim araçları alanında yapılan çalışmalar üzerine düşünüldüğünde akla gelebilecek üst başlıklar, araçtan edinilen bilgi, bu bilginin hazırlanışı ve sunuluşu /
alımlanışı gibi süreç ve kavramlar ile bu sürece etki eden faktörleri kapsamaktadır.” şeklinde belirtmiştir (Sarlin, 1994: 80-81). Anahaber bültenlerinin içerdiği eğlendiren bilgi (infotainment) olgusunu değerlendirmeyi amaçlayan çalışma, bir kitle iletişim aracında yapılan
bir çalışmanın detayını değerlendirmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle seçilen kamu ve özel
televizyon kanallarının yayınladığı anahaber bültenlerinin haber içeriğini üç başlık ve aşağıda belirtilecek alt detaylar çerçevesinde ele alacaktır.
Ana haber bültenlerinin içerdiği eğlendiren bilgi (infotainment) olgusuna etki eden faktörlerin ölçümlenebilmesi adına başlıkları ve içerikleri şu şekilde düşünebiliriz; 1- Araçtan
Edinilen Bilgi; Haber konuları ve türleri, süreleri, haber unsurları, haber kaynakları, 2- Edinilen Bilginin Hazırlanışı; görüntü efektleri, görüntü tekrarları, ses efektlerinin kullanılması, müzik ve doğal ses kullanımı, 3- Bilginin Sunuluşu/Alımlanışı ise muhabirin ekran
önünde kullanılması, haberin özneleri gibi kriterler baz alınmıştır.
Tablo 1: Eğlendiren Bilgi (Infotainment) Olgusunun Değerlendirme Detayları
Anahaber Bültenlerinin “Araçtan Edinilen Bilgi”ye Göre Değerlendirilmesi Haber
Konuları ve Türleri Bakımından İncelenmesi
2 Şubat 2015 Pazartesi tarihi için TRT ve Fox TV anahaber bültenleri yayınında sırasıyla
Seval Çöpür ile Fatih Portakal’ın spikerliğini gerçekleştirdikleri anahaber bültenleri incelenmiştir. İncelenen iki bültenin haber konuları ve bu konuların sınıflandırılması adına
oluşturulan haber türleri araştırma kapsamında yer almaktadır.
135
Tablo 2: Anahaber Kuşağındaki Haberlerin Konuları Ve Türleri
Bakımından Fox TV’nin İncelenmesi
136
Tablo 3: Anahaber Kuşağındaki Haberlerin Konuları Ve Türleri
Bakımından TRT’nin İncelenmesi
137
Tablo 4: Fox TV Anahaber Bülteni Haber Türlerinin Dağılımı
Tablo 5: TRT Anahaber Bülteni Haber Türlerinin Dağılımı
İncelemede TRT ve Fox TV ana haber bültenlerinde ortak haber türleri toplumsal, siyasi,
hava muhalefeti, ekonomi ve kaza şeklindedir. Fox TV’de yer alan farklı haber türleri magazin ve polisiye iken TRT’deki farklı haber türleri resmi bildirilerin duyurulmasını içermektedir. Kanallar arasındaki farklı haber türlerinin incelenmesi dahi konunun anlaşılması
anlamında yeterli olacaktır. Bununla birlikte Fox TV anahaber bülteninde magazinel ve
polisiye haberleri bültenin %28’sini kapsamaktadır. TRT anahaber bülteninde ise bu türde
hiç bir yayın yer almamaktadır. Bu da haberlerde eğlence ve suç unsurlarının öncelikli
olarak ele alındığını göstermektedir. Fox TV yayınına başlamadan önce günün hashtag’ini
belirleyip izleyicinin interaktif olabilecek bir mecraya yönlendiriyor, bu vesile ile anahaber
bülteninin tanıtımını gerçekleştirebiliyor.
Haber Süreleri Bakımından İncelenmesi
Haber türü kapsamında eğlence ve suç içeren içeriklere ağırlık veren Fox TV, süre anlamında da bu içerikleri barındıran magazin ve polisiye unsurlarının sürelerini de uzun belirlemiştir. Bu haber türünden TRT haber bülteninde yer almadığı için kaza içerikli haber
sürelerinin iki kanalda karşılaştırıldığında yine Fox TV’nin kaza haberlerine TRT’e oranla
bültende daha çok yer verdiği gözlemlenmektedir.
Tablo 6: Fox TV Anahaber Bülteni Haber Türü Kapsamında Sürelerinin İncelenmesi
138
Tablo 7: TRT Anahaber Bülteni Haber Türü Kapsamında Sürelerinin İncelenmesi
Haber Unsurları Bakımından İncelenmesi
Haberin içerdiği unsurlar, kanalın haber politikası ve haberin gerçekle olan ilişkisi anlamında önemli ve yönlendiricidir. Haber unsurları incelenerek bir bültende eylemin kim tarafından gerçekleştirildiğinden ziyade nasıl, ne zaman, neden, nerede gerçekleştirildiği mi
öne çıkartılıyor, bu noktaların analizi ile eğlendiren bilgi (infotainment) olgusu incelenebilmektedir. Yapılan incelemede görüleceği gibi Fox TV haberlerinde öne çıkan unsurlarda
Kim? sorusu %48 oranında işlenmişken TRT’de bu unsur için oran %19’dur. Aynı şekilde
Ne? unsuru Fox TV’de %48 oranı ile işlenmişken TRT’de %71 oranında öne çıkartılmıştır. Bu
noktada tecimsel yayıncılığı özümseyen kanalda haberin Ne? ve ya diğer unsurlara verdiği
cevaptan daha çok magazinleşme olgusuna hizmet eden Kim? unsuruna cevap verilerek
kişisel karakterler üzerine kurulan olaylar ile bülten içeriklerinin oluşturulduğu gözlemlenmektedir.
Tablo 8: Haber Unsurlarının Öne Çıkartılması Bakımından İncelenmesi
Kaynakların Belirtilmesi Bakımından İncelenmesi
Ana haber kuşağında yer alacak haberlerin kaynaklarının belirtilmesi ve hangi kaynaklardan hangi haberlerin seçileceği, kanalın yayın politikası ve haber ajansları ile olan ilişkisine bağlıdır. Bu anlamda incelediğimizde kaynak belirtilen haber oranı eşit olsa da yurtiçi
ve yurtdışı kapsamında, Fox TV’nin yurtiçi haberlerinin oranının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu duruma Fox gibi bir kanalın yurtdışı haber ajansları ile olan ilişkisinin etkili
olduğunu düşünmek yerine daha çok yurtiçi haber vermeyi yayın politikası olarak kabul
ettiğini düşüncesinden yola çıkarak oransal olarak yurtiçi haberlerin daha yüksek olduğu
düşünülebilir.
Tablo 9: Anahaber Bülteninin Kaynak Belirtilmesi
Bakımından İncelenmesi
139
Tablo 10: Yurt İçi Ve Yurt Dışı Haber Oranları Bakımından İncelenmesi
Anahaber Bültenlerinin “Edinilen Bilginin Hazırlanışı”na Göre Değerlendirilmesi Görüntü Efektleri Bakımından İncelenmesi
Anahaber bülteninde kullanılan görüntü efektleri incelendiğinde, Fox TV TRT’e oranla 2
kat daha fazla kullanım gerçekleştirmiştir. Gösterilen haberin, görüntünün daha etkileyici
ve dikkat çekici kalıcı olması anlamında kullanılan görüntü efektleri aşağıdaki gibi olabilir;
• Görüntüden seçilen nesnenin bir şeklin içine alınarak görüntüden koparılması/hareket ettirilmesi ile ayrı bir şekilde vurgulanması,
• Daire vb şekil içine alınan görüntü dışında kalan görüntünü bulanıklaştırılması/karartılması,
• Ekranı ikiye bölerek iki ayrı görüntünün anlatım anlamında kullanılması.
Tablo 11: Anahaber Bülteninde Kullanılan Görüntü Efektlerinin
İncelenmesi
Görüntü Tekrarları Bakımından İncelenmesi
İzleyicinin dikkatini bir görüntü veya kareye çekmek ve böylece haberin etkisini arttırmak
amacıyla yapılan haber tekrarları görsel malzemenin yeterli olmadığı durumlarda da başvurulan bir zorunluluk olsa da etki derecesi nedeniylede yoğunlukla kullanılmaktadır. Yapılan araştırmada iki kanalın görüntü tekrarı kullanımı birbirine yarın oranda çıkmıştır.
Tablo 12: Anahaber Bülteninde Kullanılan Görüntü Tekrarlarının
İncelenmesi
Ses Efekti ve Doğal Ses Kullanımı Bakımından İncelenmesi
Fox TV anahaber kuşağı kapsamında ses efekti kullanım oranı %48 iken TRT’nin oranı
%24’tür. Kullanılan ses efekti, haberin gerçekliğine etki edecek kadar önemli görülmektedir. Ses efekti gibi yine haberin gerçekliğine önemli derecede hizmet edebilecek olan
sesli uyarıcı, doğal ses kullanımıdır. Araştırma ile görülüyor ki doğal ses kullanımını, Fox
TV anahaber bülteni %81 oranı ile TRT’den (%62) daha fazla gerçekleşmiştir. Fox TV sesli
uyarıcıları daha yoğun kullanarak görsel etkiyi arttırmayı ve görsel ritmin yüksek tutularak
bülteni daha da dikkat çekici hale getirmeyi amaçlamaktadır.
140
Tablo 13: Fox TV Ses Efekti ve Doğal Ses Kullanımının İncelenmesi
141
Tablo 14: TRT Ses Efekti ve Doğal Ses Kullanımının İncelenmesi
Anahaber Bültenlerinin “Bilginin Sunuluşuna / Alımlanışı”na Göre Değerlendirilmesi
Muhabirlerin Görüntüde Yer Alması Bakımından İncelenmesi
Haber üretimini gerçekleştiren muhabirlerin haber bültenlerinde kullanılması için haberlerin röportajlı ve ya anonslu olması gerekmektedir. Bu iki türden muhabir kullanımından
röportajlı haber kullanımı Fox TV’de yüksek orada tercih edilirken, anonslu haber TRT’de
daha yüksek oranda kullanılmıştır.
142
Tablo 15: TRT Anahaber Bülteninde Muhabirlerin Haberlerle Görsel Olarak Kullanımının
İncelenmesi
143
Tablo 16: Fox TV Anahaber Bülteninde Muhabirlerin Haberlerle Görsel Olarak
Kullanımının İncelenmesi
Haber Özneleri Bakımından İncelenmesi
Türk insanının seyretmeyi tercih ettiği şiddet içerikli sokak kavgaları, kazalar, çıplak kadın görüntüleri vb unsurlar ticarileşen televizyon haberciliği anlayışında reyting alabilmek
amacıyla özellikle aranan haber konularını şekillendirmektedir.
TRT anahaber bülteninde bireyin ön plana çıktığı haberler ağırlıkla siyasi içerikli, siyasetçinin yer aldığı haberlerdir. Fox TV anahaber bültenin de haberin öznesini bireyin oluşturduğu haberler ise, siyasi içerikli haberlerle birlikte ünlü bir sanatçının yer aldığı magazinsel
bir haber, eylem, cinayet ve kavganın işlendiği polisiye haberleri, korkunç bir tren kazası
haberi ve toplumsal diye nitelendirebileceğimiz yardımseverliği vurgulayan haberler yer
almaktadır. Bu tür içeriklerinde Türk toplumunun dikkatini çekebileceği, haberin kişiselleştirilmesi ile magazinsel yönünün öne çıkartılabileceği bilinmek ve görülmektedir.
144
Tablo 17: Haber Özneleri Bakımından Anahaber Kuşağının
İncelenmesi
Sonuç
Küreselleşme ile birlikte artık tüm bireyler, dünyanın herhangi bir yerinde yaşanılan
herhangi bir olaydan/durumdan haberdar olabilecektir. Bu durum mesafelerin ortadan
kalkmasını sağlayarak dünyayı bir küresel köy haline getirmektedir. Bu küresel köyde baş
edilemeyecek kadar çok enformasyon bulunmaktadır. Öyle ki bunu bir enformasyon bombardımanına benzetebiliriz.
Küreselleşmenin getirdikleri ile birlikte küresel köyün oluşumu enformasyon bombardımanına neden olacaktır. Oluşacak enformasyon bombardımanı bize dezenformasyon kavramını hatırlatmalıdır. Dezenformasyon, aslında bilgi kirliliği ile kişiler veya kurumlar bilgi
sahibi olduğunu düşünmektedirler. Halbuki bu bilgi kirliliği bilgi sahibi olduğu düşüncesinde illüzyon yaratabilmektedir.
Kitle iletişim araçları içerisinde etkileme düzeyi en yüksek olan iletişim aracı televizyon,
günümüz koşullarında tecimsel nedenlerden ötürü hareketli, dikkat çekici yani eğlendiren
bilgi (infotainment) olgusunu içeren yayınlar yapmayı ve böylece izleyici kitlesini genişletmeyi, reklam gelirlerini arttırmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda inceleme yapılan bu
çalışmada, kamu ve özel televizyon kanalları olan TRT ve Fox TV ele alınmış ve bu araştırma
bağlamında kitle endüstrisi, küreselleşme ve infotainmant olgusu çerçevesinde habercilik/
yayıncılık göz önünde bulundurulmaktadır.
Enformasyonun yoğun olması ile kanalların ticari endişeleri birleşince, izleyicinin izlemeyi tercih edebileceği, eğlenceli, kültür endüstrisi anlamında değişimin olduğu yayınlar
gerçekleştirilmeye başlanmıştı. TRT ve Fox TV özelinde seçilen bir günde incelenen anahaber bültenleri “araçtan edinilen bilgi, bu bilginin hazırlanışı ve sunuluşu / alımlanışı”
süreçlerini ve kavramları ele alınmaktadır. Yapılan çalışma çerçevesinde özellikle anahaber
bültenlerinin içeriklerini özet bir şekilde inceleyebiliriz.
Yapılan araştırmada TRT ve Fox TV ana haber bültenlerinin içerdiği haber türleri eğlendiren bilgi olgusu çerçevesinde farklılık göstermektedir. Fox TV’de yer alan TRT’den farklı
haber türleri magazin ve polisiye iken TRT’deki farklı haber türleri resmi bildirilerin duyurulmasını içermektedir. Bu kapsamda iki kanal arasındaki infotainment olgusunun kullanımı belirginleşmektedir.
Anahaber bülteninde kullanılan görüntü efektleri ve ses efektleri incelendiğinde, Fox TV
TRT’e oranla 2 kat daha fazla kullanım gerçekleştirmiştir. Kullanılan efektleri, haberin gerçekliğine etki edecek kadar önemli görülmektedir. Ses efekti gibi yine haberin gerçekliğine
önemli derecede hizmet edebilecek olan sesli uyarıcı, doğal ses kullanımıdır. Araştırma ile
görülüyor ki doğal ses kullanımını, Fox TV anahaber bülteni %81 oranı ile TRT’den (%62)
daha fazla gerçekleştirmiştir. Fox TV sesli uyarıcıları daha yoğun kullanarak görsel etkiyi
arttırmayı ve görsel ritmin yüksek tutularak bülteni daha da dikkat çekici hale getirmeyi
amaçlamaktadır. Böylece ticari anlamda amaçları olan Fox TV’nin anahaber yayın planı
amacına uygun düzenlenmiş, TRT’de ona nazaran infotainment olgusunda çok daha az bir
oranda söz görülmektedir.
Kaynakça
• Aslanoğlu, R., (1998), Kent, Kimlik, Küreselleşme, Bursa, Asa Yayınevi.
145
• Bayram, N., (2012), Evdeki Dünya Televizyon, Bayram, N., (edt.), Toplum ve İletişim, (107120), Eskişehir, Anadolu Üniversitesi.
• Bielsa, E., (2008), Translation in Global News, London, Routledge.
• Binatlı, C., and Sunal, G., (2014), The Impact of Culture an Society on the Entertainment
Industry, Öztürk, G., (edt.), The Understanding of Entertainment in Press Enterprises in
Turkey, Turkey, İstanbul Commerce University.
• Bourdieu, P., (2000), Televizyon Üzerine, Ilgaz, T., (çev.), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.
• Cereci, S., (1996), Televizyonun Sosyolojik Boyutu, İstanbul, Şule Yayınları.
• Crowley, D., and Heyer, P., (2007), İletişim Tarihi (Communication in History), Ankara,
Phoenix Yayınevi.
• Çalışır, G., (2012), “Küreselleşme Sürecinde Haber Kavramında Gerçekleşen Bir Dönüşüm: Küresel Haber Kavramı”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 1, 4, 107-108.
• Çelenk, S., (2005), Televizyon, Temsil, Kültür, Ankara, Ütopya Yayınevi.
• Dağtaş, E., (2013), Televizyon ve Reklam, Dağtaş, B., (edt.), Medya ve Reklam, (90), Eskişehir, Anadolu Üniversitesi.
• Demirci, B. N., (2012), Televizyonun Türkiye’ye Gelişiyle Beraber Toplum Tarafından Algılanışı ve Gündelik Yaşama Yansımaları, Ankara, Gazi Üniversitesi.
• Dileklen, T., (2005), 5N-1K Televizyon Haberciliği, İstanbul, Okumuş Adam Yayınları.
• Gencel Bek, M., (2004), “Türkiye’de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme”, İletişim
Araştırmaları, 2, 1, 10.
• Güneş, S., (2006), Enformasyon Toplumunun Putları, Ankara, Hece Yayıncılık.
• Held, D., and Mcgrew, A., (2008), Küresel Dönüşümler, Ankara, Phoenix Yayınevi.
• Kocadaş, B., (2005), “Kültür ve Medya”, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi (Journal of
Social Science of the Turkish World), 34, 2-5.
• Mora, N., (2008), “Medya ve Kültürel Kimlik”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 5, 1, 11.
• MEGEP (Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi)., (2008), Gazetecilik, Televizyon Haberciliği, Ankara, Milli Eğitim Bakanlığı.
• Mutlu, E., (2004), İletişim Sözlüğü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları.
• Mutlu, E., (1999), Televizyon ve Toplum, Ankara, TRT Genel Sekreterlik Basım ve Yayın
Müdürlüğü Ofset Tesisleri.
• Postman, N., (1994), Televizyon Öldüren Eğlence, Akınhay, O., (çev.), İstanbul, Ayrıntı
Yayınları.
• Pekman, C., ve Kılıçbay, B., Görüntünün Müziği Müziğin Görüntüsü, İstanbul, Pan Yayıncılık.
• Robertson, R. (1998), Küreselleşme: Toplum Kuramı ve Küresel Kültür, Yolsal, Ü., H.,
(çev.), Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları.
• Sorlin, P., (1994), Mass Media: Key Ideas, Routledge.
• Talas, M., and Kaya, Y., (2007), “Küreselleşmenin Kültürel Sonuçları”, Türklük Bilimi Araştırmaları, 22, 150-151.
• Uğur, İ., and Şimşek, S., (2008), Kitle İletişim Araçlarından Televizyonun Küreselleşme
Boyutunda Meydana Getirdiği Kültür Emperyalizmi ve Toplumların Bu Emperyalizme Karşı Geliştirdikleri Direnç Mekanizmaları, Bilgili, C., Tan Akbulut, N., (edts), Medya Eleştirileri 2008 Küreselleşme Makinesi: Medya, (101), İstanbul, Beta Basım Yayın.
• Uysal, R., (2011), Medyada Yapısal Dönüşümler: Dönüşümün Bir Göstergesi Olarak Aşk-ı
Memnu Romanının TRT ile Özel/Ticari Televizyonlarda Değişen Sunum ve İçerikleri, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Waters, M., (1995), Globalization, London, Routledge.
Ek
Tablo Listesi
Tablo 1: Eğlendiren Bilgi (Infotainment) Olgusunun Değerlendirme Detayları
Tablo 2: Anahaber kuşağındaki haberlerin konuları ve türleri bakımından Fox TV’nin incelenmesi
Tablo 3: Anahaber kuşağındaki haberlerin konuları ve türleri bakımından TRT’nin incelenmesi
Tablo 4: Fox TV anahaber bülteni haber türlerinin dağılımı
Tablo 5: TRT anahaber bülteni haber türlerinin dağılımı
Tablo 6: Fox TV anahaber bülteni haber türü kapsamında sürelerinin incelenmesi
146
Tablo 7: TRT anahaber bülteni haber türü kapsamında sürelerinin incelenmesi
Tablo 8: Haber unsurlarının öne çıkartılması bakımından incelenmesi
Tablo 9: Anahaber bülteninin kaynak belirtilmesi bakımından incelenmesi
Tablo 10: Yurt içi ve yurt dışı haber oranları bakımından incelenmesi
Tablo 11: Anahaber bülteninde kullanılan görüntü efektlerinin incelenmesi
Tablo 12: Anahaber bülteninde kullanılan görüntü tekrarlarının incelenmesi
Tablo 13: Fox TV ses efekti ve doğal ses kullanımının incelenmesi
Tablo 14: TRT ses efekti ve doğal ses kullanımının incelenmesi
Tablo 15: TRT anahaber bülteninde muhabirlerin haberlerle görsel olarak kullanımının
incelenmesi
Tablo 16: Fox TV anahaber bülteninde muhabirlerin haberlerle görsel olarak kullanımının
incelenmesi
Tablo 17: Haber özneleri bakımından anahaber kuşağının incelenmesi
147
ORTAÖĞRETİMDE TABLET BİLGİSAYARIN KULLANIMI:
FATİH PROJESİ ÖRNEĞİ
Halis ARICAN
Özet: Çağımızda teknolojik gelişmelerin en hızlısı bilgisayardır. Teknolojideki gelişmelere
bağlı olarak araştırma, geliştirme, haberleşme gibi alanlarda köklü değişmeler meydana
gelmiştir. Bilginin üretilmesi, yaygınlaştırılması, bloke edilmesi bilgisayarların çalışma
alanını genişletmiştir. Bilgisayarların her alanda kullanılmaya başlanması ile çağımızda,
bilim çağı, iletişim çağı, enformasyon çağı gibi çarpıcı gelişmeler ve ilerlemeler gündeme
gelmiştir.
Kişiliğin geliştiği, öğrenmenin gerçekleştiği, eğitim hizmetlerinin üretildiği ve sunulduğu
yerler olan okullarımız şüphesiz bu gelişmelerin dışında kalamaz, tutulamaz. Son yıllarda
eğitim kurumlarının özellikle de ortaöğretim alanında en önemli eğilimlerden biri de öğretimin bireyselleştirilmesi olmuştur. Öğrencilerin bireysel gelişim hızlarını dikkate alarak
öğrencilerin kendi temposuna göre ilerlemesine yer veren, öğrencilerin dikkatlerini ve ilgilerini çeken, zamanında ve faydalı geri bildirimler sağlayan, görülmesi ve denenmesi zor
ve tehlikeli konuları içeren ve sınıf ortamına getiren, oyun formatını kullanarak öğrencilerin
konuları daha kalıcı bir şekilde öğrenmelerini ve kavramalarını sağlayan öğretmenin rehber, bilgisayarın araç olduğu günümüz eğitim sisteminde bilgisayar desteği uygulamalarını incelemek, bu anlamda özellikle de FATİH Projesi kapsamında eğitimdeki köklü yenilik
girişimlerini incelemek bu tez konusunun seçilmesinde etkili olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Teknoloji, Eğitim Teknolojisi, Yeni İletişim Teknolojisi, Yeni Medya Sistemleri, Mobil
Öğrenme, Fatih Projesi.
THE USE OF TABLET PC K12 SCHOOLS IN TURKEY:
THE CASE OF FATIH PROJECT
Abstract: Technological developments in our time is the fastest computer. Due to the developments in technology research, development, radical changes have occurred in areas
such as communications. Knowledge generation, dissemination, expanded the scope of
work to be blocked computers. Since the use of computers in all areas of our age, the age
of science, communication era, as well as stunning developments and improvements in
the information age has been raised.
Developed personality, learning takes place, locations offering training services which are
produced and these developments are certainly not outside the schools, is not. Secondary educational institutions, especially in recent years, one of the most significant trends
in the field of education has been individualization. Taking into account the individual
growth rates of students in the students progress at their own speed, giving the students’
attention and interest them, providing timely and useful feedback, which includes a difficult and dangerous to be seen and tested, and that the classroom environment, using
the format of the game a more permanent way students learn topics and understanding
the teacher’s guide that allows the computer to examine the application of computer support tools that today’s education system, rooted in the sense of innovation in education,
especially Fatih Project, the subject of this thesis attempts to examine the selection has
been effective.
Key Words: Technology, Educational Technology, New Communication Technologies, New Media Systems, Mobile Learning, Fatih Project.
148
1. Giriş
İnsanoğlu nasıl yaşaması gerektiği yönünde düşünürken yüzyıllar boyunca eğitimi ihtiyaçlarına göre şekillendirmiştir. Eğitim insanın ihtiyaç ve isteklerine göre değişim gösterdiği için insanın, eğitimin temel öğesi olduğunu söylemek mümkündür. Zamanla insanda
görülen değişimin eğitimde yansıması görülmektedir. İnsanlar var olduğu andan itibaren
diğer canlılardan farklı olarak bilgi üretmiş, bilgiyi kullanmış, bunu ait olduğu toplumun
diğer bireyleriyle paylaşmış ve çeşitli yollarla bu bilgileri kendilerinden sonraki kuşaklara
aktarabilmiştir. Bilginin dağıtımı ve kendisinden sonraki kuşaklara aktarımında geçmişten
günümüze çok değişik araçlar ve yöntemler kullanılmıştır. Bilginin aktarılması, geçmişte
uzun yıllar sözel olarak bir sonraki kuşağa transferi olarak gerçekleşirken, nüfusun artması
ve toplum yapısının karmaşıklaşması nedenleriyle yazılı aktarıma dönüşmüştür (Aksoy,
2011).
Günümüzde kültürel, teknolojik ve eğitim açısından büyük gelişmeler yaşanmaktadır. Değişimi yakalayan ülkeler katlanarak güçlenirken, değişimi karşılayamayan ülkeler çağın gerisinde kalmaktadır. Değişime ayak uydurmaya çalışan ve gelişmekte olan ülkelerin büyük
çapta yaptıkları çalışmaların eğitim üzerine odaklandığı söylenilebilir. Gelişen ve değişen
dünyaya uyum sağlayabilecek, bilimsel çağdaş bir eğitim sisteminin oluşturulmasının ülkemizin de misyonları arasında olduğunu söylemek mümkündür. Öğrencilerimizin kendine
güvenen, üretken, bağımsız düşünebilen, kendini ifade edebilen, eleştirel düşünebilen,
problem çözebilen bir yapıya sahip olabilmeleri için çağdaş eğitim sistemlerine ihtiyaç
vardır (Akbaba, ve Altun, 2002).
Toplumlar, sosyalleşme ve teknik gelişmedeki önemini kavrayınca, okulların açılması başlar (Baytekin, 2004). Yazının oluşumundan önce de iletişim ve öğretim için mağara resimleri biçiminde, çağın gereği teknolojilerle taşlarla yapılmış resimler bulunur. Bunlar o
çağın eğitim teknolojisinin ilk ürünleridir. Yaşlı nesiller resimlerle kültürel etkinlikleri genç
nesillere aktarmaktadır (Baytekin, 2004).
Yazılı tarih son elli yılda, tarihte hiç görülmediği şekilde hızlı bir değişim yaşamıştır. Haliyle
bu süreç, insanoğlunda asırlardır biriken bilgi ve tecrübe, teknolojiyle birleşince milenyum
çağında binlerce teknolojik eşyayı insanlığın hizmetine sunmuştur. Bilimsel ve teknolojik
alanlardaki bu gelişmeler ve hızlı değişmeler günümüz çağını ve yeni uygarlığı adlandırırken, Öğüt (2007), “Çağdaş uygarlığın ulaştığı düzeyi tanımlama üzerinde henüz tam bir
görüş birliğine varılmış değilse de, yeni uygarlığı adlandırmak amacıyla “Teknogratik Çağ”
(Technocratic Age), “Nükleer Çağ” (Nuclear Age), “Bilgi Çağı, İletişim Çağı ve Elektronik
Çağ”dan söz edilmektedir” diyerek günümüz çağını anlamlandırmaktadır. Öğüt’e (2007)
göre “Bilgi Çağı, bilginin temel kaynak olduğu, bilgi üretimi ve iletiminin yaygınlaştığı,
bilgi çalışanlarının çoğunlukta olduğu sürekli öğrenme ve bilgilenmenin kaçınılmaz hale
geldiği yeni toplumsal ve ekonomik dönemi temsil etmektedir. Bilgi çağına geçiş süreci
ile birlikte, hız kazanarak baş döndürücü bir nitelik arz eden teknolojik değişim kaynaklı,
toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel gelişim gözlenmektedir. Bilgi çağının öngördüğü
toplumsal ve ekonomik yapının içinde biçimlenen dijital dünyayı algılayabilmek için öncelikle gerek kurumsal, gerekse bireysel düzeyde stratejik öneme sahip bir kaynak olarak
kabul edilen bilginin, bilginin değerinin ve niteliklerinin kavranması gerekmektedir.
2.Bilgisayar Destekli Eğitim
Günümüz çağının “Bilgisayar Çağı” olmasında, bilim ve teknolojinin bu seviyelere gelmesinde, her türlü beceri, tutum, davranış ve bilginin nesiller boyunca aktarılmasında eğitimin payı çok büyüktür. Bir zamanlar külle ya da kille yıkanan çamaşırlar artık Merdaneliden
tam otomatik çamaşır makinelerine, tel dolaplardan buzdolaplarına ve derin donduruculara, kervanlardan otobüslere, hızlı trenlere ve uçaklara, kuzineli sobadan mikrodalga fırınlara, ateşle haberleşmelerden manyetolu telefona, hatta dijital telefona ve hatta araç
telefonundan cep telefonlarına, lambalı radyolardan dijital radyolara, siyah-beyaz TV’den
plazma televizyonlara, High Definition Television-Yüksek çözünürlüklü dijital televizyonlara (HDTV). Uydular, fiber optik kablolar ve “Bilgi Çağı”na asıl lokomotif bilgisayar ile
internet, “www” -Word Wide Web- dünyayı birbirine bağlayan ağlar ve devasa elektronik
kütüphanelerdir (Akkoyunlu, 1993).
149
Çağımızın en önemli buluşu hiç şüphe yok ki bilgisayar teknolojisidir. Araştırma, geliştirme, haberleşme gibi konular, yeni yöntemlerle köklü değişmelere uğramıştır. Çağımız
bilgisayarla sürat çağı olmuş, bilgi toplumuna geçiş hızlanmıştır. Bilgisayarın kullanılmadığı ortam neredeyse çağ dışı diye nitelendirilmektedir. Çalışma hızı, kullanım kolaylığı,
bellek gücü, internet ile bilgi kaynaklarına kolayca ulaşabilmesi, görüntünün ve sesin aynı
anda olması, yazılım sektörünün gelişmesiyle kullanılan kaynakların gittikçe çoğalması
ve çeşitlenmesi gibi olumlu yönleri bilgisayarın günümüzdeki yerini almasını sağlamıştır
(Sancak, 2003).
Gelişmiş ülkelerde yeni eğitim modellerinin uygulanmasıyla birlikte, klasik anlayış içerisinde öğrenci yetiştiren ülkeler ve ülkemizin de eğitim sistemi bu çalışmalardan etkilenmiştir. Klasik öğretim biçiminde sınıf eğitimi öğretmen merkezli yapılmaktadır. Bu yaklaşım içerisinde öğretmenin en az altı rolü bulunmaktadır. Bu roller; planlayıcı, eğitici, lider,
danışman, değerlendirici ve yöneticidir (Reinhardt, 1995).
Bu anlayış öğrencinin hiçbir şey bilmediğini varsaymaktadır. Öğrencinin konu hakkındaki bilgileri göz ardı edilerek eğitim verilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda öğretmenler
öğrencinin öğrenme eksiklerinin giderici tedbirler almazlar ya da öğrencinin eski bilgileri
ile yeni bilgilerini bağdaştırabilmeleri için bir gayrette bulunmazlar. Bu durum öğrencinin derse güdülenmesini olumsuz etkilemekte, ezberci bir yaklaşımın doğmasına sebep
olmakta ve de öğrencinin mevcut bilgilerden aktif olarak yararlanmasını engellemektedir
(Bayram, 1999).
Klasik eğitim anlayışı içerisinde öğretmen konunun tek hâkimi ve konuyu aktaran tek
kaynak olarak görülmektedir. Gereğinden fazla sorumluluğu olan öğretmenin tek kaynak
olarak görülmesi öğrencinin kendi çabaları ile araştırma yapmasına engel olmaktadır. Zamanla öğretmen sadece bilgiyi depolayan ve onu öğrenciye aktaran tek kaynak olmaktan
çıkmış, öğrenciyi bilgiye yönlendiren kişi halini almıştır. Dinleyici durumunda olan öğrenci
ise, pasif olmaktan kurtularak, bilgiye ulaşması gereken ve konu hakkında alternatif düşünceler üreten kişi konumuna gelmiştir. Ancak gelişen bu sürecin yapısı, niteliği, fonksiyonları, düzenlenmesi ve yürütülmesi üzerine farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Öğrenme
ve öğretme kavramının algılanışında ve yorumlanmasında meydana gelen bu değişiklikler
öğretim teknolojilerinin gelişmesine olanak sağlamıştır (Çelik, 1998).
Öğretim teknolojisi, disiplinler arası bir sistem yaklaşımı olarak akademik alanda ortaya
çıkmış ve sayısız uygulama alanı ile hızla gelişmekte olan bir bilimdir. Bu bilim; matematik,
teknoloji, biyoloji, psikoloji, felsefe ve sosyal bilimler başta olmak üzere insanoğlunun
ortaya koyduğu bütün geleneksel disiplinlerle bağlantılıdır (Bayram, 1999). Bu bağlamda öğretim teknolojisi araç kullanılsın ya da kullanılmasın, bireylerin davranışlarında ve
öğrenme çıktısında meydana gelen değişikliği sağlamak için eğitim ortamında yapılan
değişikliklerdir. Öğretim teknolojisinin gelişmesinde en önemli etken, öğrenme-öğretme kavramının algılanışında ve yorumlanmasında meydana gelen değişmelerdir. Öğrenci
merkezli yeni yaklaşım, genellikle bilişsel stratejilerle öğrencinin iç dünyasına düşünce ve
süreçlerine ulaşmaya çalışır (Bayram, 1999).
İnsanlar tarihleri boyunca, bütün diğer canlılardan farklı olarak bilgi üretmiş, bilgiyi kullanmış, bu bilgileri içinde bulunduğu toplumun diğer insanlarıyla paylaşmış ve çeşitli yollarla
bu bilgileri kendilerinden sonraki kuşaklara nakledebilmiştir. Bu zaman zarfı içerisinde,
bilginin aktarılış şekilleri eğitimin gelişmesinde de etkileri gözlenmiştir. Ancak günümüz
çağına gelindiğinde, bu etkilerin çok daha fazla olduğu gözlenmektedir. Bunun da altında
yatan sebebin teknolojinin, özellikle “bilgisayarlaşmanın” hızla yaşantımızda değişiklikler
sağlaması olarak gösterilmiştir (Şahin ve Yıldırım, 1999).
Günümüzde eğitim ve öğretim teknolojisi kavramları ilk olarak akla bilgisayarı getirmektedir. Bilgisayarların öğretim sürecinde kullanım biçimi yönünden, bilgisayara dayalı öğretim, bilgisayar yardımı ile eğitim, bilgisayar destekli eğitim gibi çeşitli sınıflamalar yapılmaktadır. Burada unutulmaması gereken ve bilgisayar destekli eğitim’de şekillendirilmesi
gerekli olan ayrıntıları gözden kaçmamalıdır. Bu bilgisayar destekli eğitimin, öğretme-öğrenme sürecinin bir parçası olduğudur (Alkan, 1997).
150
Eğitimde bilgisayar kullanımı bilgiye ulaşım ve bilgilerin iletimi konusunda büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Dolayısıyla bu sistemlerin en etkili olarak kullanımı; ancak teknolojiyi
kullanma konusunda iyi yetiştirilmiş eğiticilerin yol gösterici rolü oynadığı eğitim-öğretim
ortamlarının yaratılmasıyla mümkün olabilecektir. Bilgisayar Destekli Eğitimde bilgisayarın öğretme sürecine, öğretmenin yerine geçecek bir seçenek olarak değil, sistemi tamamlayıcı, güçlendirici bir araç olarak girmesi esastır (Demirel, 1997). Bilgisayar başka eğitim
aracında bulunmayan özelliğinden dolayı diğer eğitim araçlarına göre belirli avantajlar
kaydetmektedir. Bu avantajların bazıları şunlardır:
1. Öğrenme için güvenli bir ortam yaratır,
2. Hızlı aydınlatıcı bilgi verir
3. Öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarını karşılar,
4. Başarısız öğrencilere yardım eder,
5. Bilgiler yeni yöntemlerle sunulabilir,
6. Grup çalışmalarında fırsat verir (Rıza, 1995).
Tüm bu avantajlar yanında, bilgisayarların eğitim ve öğretimde kullanımı çoğu zaman istenilen düzeyde olmamaktadır. Bunun başta gelen nedeni de, yerli programların yetersiz
kalmasıdır. Yabancı şirketler tarafından üretilen eğitim yazılımlarından yararlanmak dil sorununu ortaya çıkarmaktadır (Rıza, 1995).
Uzun yıllar araştırılan eğitimde bilgisayar kullanımı konusu, kitaplara dayalı eğitimin hep
ön planda oluşu ve anlatıma dayalı öğretimde öğrencinin hep pasif kaldığı düşüncesi bilgisayar destekli eğitime geçişin en önemli sorunlarını oluşturmuştur. Bilgisayarın eğitim
sistemine girmesi; eğitim ve öğretim sürecinde bilgi aktarımına dayanan eğitim sistemlerinde kökü değişikliklere yol açmıştır (Ergün, 1989). Bu tür sorunların çözümüne destek
olan bilgisayarların eğitim sistemleri ile paralellik arz eden ürünlerle bir başka deyişle eğitim yazılımlarıyla kullanılmasının geçmişe yönelik sorunların çözümünde yararlı olacağı
kaçınılmaz bir gerçektir (Numanoğlu, 1990).
Eğitim alanında bilgisayarın kullanım şekillerine göre birçok uygulama olduğu görülmektedir. Bu uygulamalardan çıkarılabilecek ortak düşünceler doğrultusunda, bilgisayarların
eğitimde; yönetim, araştırma, rehberlik ve danışmanlık hizmetlerinde, ölçme ve değerlendirme ve öğretim hizmetlerinde kullanıldığı görülmektedir (Demirel, 2005). Bilgisayarlardan eğitim araştırmalarında; araştırma ile ilgili literatürün belirlenmesi, araştırmadan
elde edilen verilerin hızlı, doğru ve eksiksiz biçimde analiz sonuçlarının grafik ve tablo
haline getirilmesi ve araştırma raporunun yazılmasında etkili bir şekilde faydalanılmaktadır (Keser, 1988). Eğitim hizmetlerinin yönetiminde bilgisayar kullanılması eğitim kurumları yöneticilerinin kurumları daha akılcı yönetmesini sağlamaktadır. Öğrenci kayıtlarının
bilgisayarlarda tutulması, ders dağıtımlarının bilgisayar ortamında yapılması, ders planlanması, öğretmenlere görev dağılımı alanlarında eğitim yöneticilerine geniş olanaklar
sağlamaktadır. (Yalın, 2007). Rehberlik danışmanlık hizmetleri ve ölçme-değerlendirme
hizmetlerinde bilgisayardan yararlanılması işlemlerin daha hızlı, duyarlı ve güvenilir gerçekleşmesini sağlamaktadır. Soru bankalarının oluşturulması, testlerin oluşturulması ve
değerlendirilmesi, sonuçlar üzerinden istatistikî veriler elde edilmesi, öğrenci kişisel ruhsal dosyalarının bilgisayar ortamında kayıt altına alınması, rapor yazma, mesleki yönlendirme alanlarında bilgisayarın kullanılması büyük zaman ve emek tasarrufu sağlamaktadır
(Keser, 1988).
Öğretme öğrenme etkinliklerini bireysel ihtiyaçlara göre cevap verecek şekilde düzenlemek, eğitim hizmetlerinin daha verimli ve etkili yürütmek, yeni nesil öğretme öğrenme ortamı yaratmak amacıyla öğretimde geniş ölçüde kullanılmaktadır (Baykal, 1986). Bilgisayar
öğretim sürecinde birçok derste kullanılmaktadır. Bu kullanım dersin içeriğine ve hedeflerine göre değişim göstermektedir. Öğrencinin öğrenme güçlüğü çektiği ya da bireysel farklılıkların daha çok öne çıktığı derslerde (Fen ve Teknoloji, Matematik, Fizik, Biyoloji, Kimya
gibi) bilgisayardan daha fazla yararlanılabileceğini söylemek mümkündür (Uşun, 2004).
Teknolojik gelişmelerin birçok uygulama alanı vardır. Bunlardan en kapsamlı ve en önemli
olanı ise elbette eğitim alanıdır. Bu sebeple teknolojide yaşanan gelişmeler eğitim öğretim süreçlerini de doğrudan etkilemektedir. Orhan ve Akkoyunlu (2003), son yıllarda teknolojideki hızlı gelişmelerin eğitim sistemlerini pek çok açıdan etkilediğini belirtmişlerdir.
Teknoloji ve eğitimin bütünleştirilmesi gerekliliğine inananların bu bütünleşmenin sonuç-
151
larına ilişkin ortak kanısı öğrenme ve öğretme süreçleri daha verimli hale gelecek, daha
vasıflı kişiler yetişecektir. (Baykal, 1986). Aggarwal (Akt. Baykal, 1986) 21. yüzyıl eğitimin
özelliklerini şu şekilde belirtmiştir:
1. Yerden ve zamandan bağımsızdır,
2. Amaç ve sonuca doğru yönelimlidir,
3. Öğrenci merkezlidir,
4. Aktif takım çalışması ağırlıklıdır,
5. Öğrenim elde etmeye yöneliktir,
6. Beceri ve dildeki farklılıkları barındırmaktadır.
Yukarıda belirtilenlere ek olarak 21. yüzyıl eğitimin iki önemli unsuru daha bulunmaktadır:
Hayat boyu öğrenme ve bilgi toplumu. Burada bilgi toplumu tanımıyla anlatılmak istenen,
çağımızın gereksinim duyduğu insan modeli olan, bilgiyi hayatının her alanında kullanan
ve gerektiğinde bilgiyi üreten toplum kastedilmektedir. Bu tarzda toplumu oluşturmak için
de teknolojinin gerekliliği de apaçık ortadadır. Bu teknolojiler düşünüldüğünde de ilk akla
gelenler kuşkusuz bilgisayar ve internet olmaktadır. (Yılmaz ve Horzum, 2005)
Teknoloji kullanımı, öğrencilerin öğrenme sürecine yoğunlaşmalarını teşvik eder. Böylece;
öğrencilerin motivasyonu ile kendilerine olan güvenlerini yükselterek onların bilişsel becerilerinin de gelişmesini sağlar (Ellul, 2003).
Bugün bilgisayar teknolojisi; bilgi kaynağı, öğrenme aracı, depolama aracı, iletişim kolaylaştırıcı ve bilgiyi tamamlayıcı bir vasıta olarak bize hizmet vermektedir ve bu teknoloji, öğrencilerin bilgiye ulaşma süreçlerinde ve bir sonuç ortaya koyabilmelerini sağlayan
araştırmalarında, yeteneklerini olumlu yönde düşünülenden çok daha fazla arttırmaktadır
(Ellul, 2003).
Bilgisayarlar ilk olarak üretildiklerindeki amaçlarına ek olarak birçok özellikle donatılmasının ardından insan hayatında vazgeçilmez bir öğe haline gelmiştir. Dolayısıyla eğitim
- öğretim ortamları da bu durumdan paylarına düşenleri almışlardır. Bilgisayarların sahip
olduğu karmaşık yapı eğitim - öğretim ortamlarında diğer eğitim teknolojilerinden daha
çok özelliği bir arada toplamasını sağlamıştır. Birçok fonksiyonu üzerinde barındırma özelliği ile bilgisayarların eğitim öğretim ortamlarında kullanılmasının sağladığı bol miktarda
fayda bulunmaktadır (Yılmaz ve Horzum, 2005). Rıza’ya (2001) göre bu faydalar arasında,
bilgisayarların öğrencilerde özgüven sağlaması, öğrenme için güvenli bir ortam sunması,
hızlı dönüt vermesi, öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarını karşılaması, başarısız öğrencilere
yardım etmesi, çok zengin bilgi kaynaklarına doğrudan ulaştırması, bilgilerin yeni yöntemlerle sunulabilir olması ve grup çalışmalarına fırsat vermesi sayılabilir.
Eğitim-öğretim sürecinde bilgisayar destekli eğitimin etkililiği okul yöneticilerini de bu
konu üzerinde ciddi olarak düşünmeye yöneltmiştir. Bu sayede eğitim-öğretim sorunlarının çözümünde teknolojinin sağladığı olanaklardan yararlanma ve sorunları bu yolla çözme da girişimleri arttırılmıştır. Eğitim süreci ve niteliğinin artmasında önemli rol oynayan
bu yeni yaklaşım öğretim çalışmaları için olduğu kadar yönetim kademesinde de teknolojilerin eğitim kurumlarına girmesi hızlanmıştır. Buna paralel olarak Bilgisayar Destekli Eğitimin kullanımını desteklemesi ve eğitim-öğretimin daha anlamlı ve kalıcı olması açısından
büyük önem taşımaktadır. Bundan dolayı, eğitim-öğretimde konuları daha iyi anlatma ve
kavratma, konuların önemli ve temel noktalarını belirtme, ilgi, dikkat ve öğrenme arzusunu
yüksek tutmada Bilgisayar Destekli Eğitimden faydalanılmaktadır. Bu nedenle Bilgisayar
Destekli Eğitim, çok sayıda bilgiyi saklayabilme, işleyebilme, istenilen bilgiyi çok az sürede
geri getirebilme, görsel, işitsel ve katılımı sağlayan özellikleriyle bilgiyi zengin biçimde
sunabilme yönüyle büyük bir potansiyel oluşturmaktadır (Tanzer, 2004).
Bilgisayar Destekli Eğitimin verimliliğini sağlamada hayati rol oynayan faktörlerin başında öğretmen gelmektedir. Bilgisayar Destekli Eğitim konusunda öğretmenlerin tutumu ise
bu konuda aldıkları eğitime göre biçimlenmektedir. Her teknoloji gibi bilgisayar da kendi
başına bir mucize değildir. Bu teknoloji de insan unsuruna bağılıdır bu sebeple onun yönetimi doğrultusunda iş yapabilmektedir. Dolayısıyla Bilgisayar Destekli Eğitimde yer alacak
öğretmenlerin bu alanda eğitim almış olmaları gerekmektedir. Öğretmenler yalnızca bu
eğitimi aldıkları takdirde Bilgisayar Destekli Eğitim yönetiminde başarılı olabilirler. Öğ-
152
retmenlik meslek bilgisi kapsamında, öğretimin verimini yükseltmeye ve her öğrenci için
üst düzeyde öğrenmeyi amaçlayan öğretimde denetimi sağlamak için öğretmenin öğretim
etkinliği öncesinde, sırasında ve sonrasında kullanması gereken kimi vasıfları da olmalıdır.
(Odabaşı, 1998).
3. Fatih Projesi
Yeni hedefler; eğitimin amacına, öğrenmenin doğasına, bilimsel bilginin değerine, okulların yapı ve işleyişine ilişkin yeni paradigmaların doğmasını sağlamıştır. Bilgi toplumunda
egemen olan “üretim paradigması” bilgi tabanını değiştirdiği gibi eğitimli insanın tanımını
ve öğrenme-öğretmeye ilişkin yaklaşımları da değiştirmiştir. Bilginin doğasına ilişkin yeni
kabullenmeler, eğitim programlarında köklü değişiklikleri zorunlu kılmaktadır. Bilginin eğitimde kullanılışına ilişkin olarak; geleneksel anlayışa karşı geliştirilen yeni anlayışın odak
noktası öğrencidir. Yeni paradigma, bilimsel bilginin geçici olduğunu savunur. Bilginin keşfinin değil, yorumlanmasının önemli olduğu üzerine kabullenmeler, eğitimde ezberin içini
boşaltıp, anlamsız bir hale getirmiştir (Özden, 2002). Bu anlamda bilgiyi yeniden üretme
yönündeki faydalarından dolayı bilgisayarlar eğitim-öğretim kurumlarındaki faaliyetlerde, laboratuarlarda, idari işlerde ve ders dışı faaliyetlerde aktif olarak kullanılmaya başlamış; vazgeçilmez bir teknoloji haline gelmiştir. Bu sebeple de bilgisayar teknolojisinin
eğitim-öğretim süreçlerinde kullanımı ile bu kullanıma bağlı olarak eğitim kurumlarında
uygulanmaya başlayan FATİH projesinin okullarda kullanımı bu çerçevede önem taşımaktadır.
FATİH projesi ile birlikte öğrenme öğretme süreçlerindeki teknolojik ve alt yapı olanaklarının artırılması ve öğrenmenin daha etkin ve verimli gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Bu
projenin başarılı olması projenin getirdiği teknolojik olanakların sınıfa yerleştirilmesinin
ötesinde öğretmen ve öğrencilerin bu teknolojileri uygun biçimde kullanmaları sürecine
bağlıdır. Bu sürecin planlayıcısı, yönlendiricisi ve kolaylaştırıcısı öğretmen olmalıdır. Proje
kapsamında yer alan teknolojik alt yapı ve olanakların şu anda halen tüm eğitim sisteminde sağlandığını söylemek mümkün değildir ancak sistemdeki öğretmenlerin bu teknoloji
ve olanakları yeterli bir biçimde kullanmaya hazır olmaları gerekmektedir. Bu noktada öğretmenlerin kendilerini bu teknolojileri kullanmaya yeterli görme inançları çok önemli rol
oynamaktadır.
Eğitimde Teknoloji Kullanımı, E-Dönüşüm Türkiye kapsamında üretilen ve ülkemizin bilgi
toplumu olma sürecindeki eylemleri tanımlayan, bilgi toplumu stratejisi belgesi, kalkınma
planları, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) stratejik planı ve Bilgisayar Teknolojisi (BT) politika raporunda yer alan hedefler doğrultusunda 2010 yılında başlayıp 2013 yılı yani bu yılın
sonunda bitirilmesi planlanan Fırsatları Artırma Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH)
Projesi’ni uygulanmaya başlanmıştır.
Görüldüğü gibi Bilgisayar Destekli Eğitim (BDE), eğitim-öğretimin merkezinde yerini almış ve hayatımızın her alanında; hastaneden postaneye, kalp pilinden okul ziline kadar,
insanlığın günlük yaşamında vazgeçilmezi bilgisayarlar olmuş ve her yeni günde yeni bir
ürünle hayatımıza girmeye devam etmektedir. Eğitimde fırsat eşitsizliğine, kalabalık sınıflarda eğitim vb. sorunlara ekonomik ve pratik çözüm derslerin BDE yöntemiyle verilmesi
bu sorunları ortadan kaldıracaktır.
4.Sonuç
Geleneksel eğitimin paradigmalarını kaydıran yeni medya düzeni, eğitim sistemlerinde de
değişimi gerekli kılmıştır. Dünya standartlarına uygun biçimde imkân ve fırsat eşitliğinin
sağlandığı ve teknolojik iyileştirmenin kişiselleştirilerek yapıldığı yeni iletişim teknolojileri ve yeni medya dolayımlı eğitim sistemi sayesinde, küresel rekabet becerisine sahip
bireysel bilinci ve farkındalığı olan yeni nesil öğrenci profili oluşacaktır. 20. ve 21. yüzyıllarda dünyada sosyal ve ekonomik alanlarda pek çok yenilikler gözlenmiştir. Bilgisayar teknolojileri ve daha sonraları çıkan internet teknolojilerinin etkisiyle dünyada eğitim alanında
yenilik çalışmaları bu teknolojilere uygun biçimde yapılmaya başlanmıştır. Yeni medyanın
eğitim ortamına girmesiyle alışageldiğimiz sınıf ortamları yavaş yavaş yerini yeni öğrenme
ortamlarına bırakmaktadır. Daha önce tebeşir ve karatahta ile sınırlı bırakılan eğitim artık
153
günümüzde bilgi ve iletişim teknolojileri ile yer değiştirmeye başlamıştır. Eğitim araştırmacıları, yeni medya dolayımlı eğitim ortamlarının, öğretmeyi kolaylaştırma ve öğrenmeyi
artırma üzerine pozitif etkileri olduğunda hemfikirdirler.
Eğitimciler, bilgi ve iletişim teknolojinin küresel ölçekte rekabet edebilecek düzeyde öğrencilerin eleştirel düşünme, problem çözme ve karar verme yeteneklerini geliştirdiğini
ortaya koymaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojileri destekli öğretim ortamları öğretmenlere,
dünya standartlarına uygun biçimde öğrenci merkezli ve aktif öğrenme temelli eğitim ortamları hazırlama bağlamında önemli katkılar sağlamaktadır.
Ancak bilgi ve iletişim teknolojileri destekli eğitim ortamları farklı görüşlere açık bir alandır. Teknoloji destekli eğitimin nasıl gerçekleştirileceği hususu eğitimciler tarafından farklı
şekilde ele alınmakta ve tartışılmaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin eğitimdeki pedagojik yapıya nasıl entegre edileceği ile ilgili birçok farklı yaklaşım bulunmaktadır.
Eğitimciler gibi öğretmenler de teknolojiyi eğitime entegre etmede herhangi bir standart
doğrultusunda hareket etmemektedirler. Eğitimde teknoloji kullanımı öğretmenler tarafından farklı şekillerde içselleştirilmektedir. Örneğin bazı öğretmenler teknolojiyi sadece
araç görmekte, bazıları sadece ders materyali geliştirmede, öğrenci başarısını ölçmede kullandıkları gibi bazıları da bilgisayar destekli öğrenimde öğrenci merkezli ders yöntemini
benimsemekte, bazıları da benimsememektedir. Bazı öğretmenler de farklı bakış açılarından dolayı teknolojinin eğitimdeki rolünü de farklı algılanmaktadırlar.
Eğitimde teknolojiyi verimli ve etkili kullanmaya başlayan gelişmiş ülkelerdeki tecrübelere göre; daha etkin bir kullanım için öğretmenlerin uluslararası eğitim teknolojileri standartlarına uymaları temel şart olarak görülmektedir. Sınıfa gelen öğrencilerin kendi aile
ortamlarında teknolojinin gelişimine paralel olarak her geçen yıl bu araçlar ile etkileşimde
olmaları ve bu yeni becerilerle sınıfa geliyor olmaları öğretmenlerin teknolojinin eğitime
entegrasyonu konusunda uluslararası standartlarla örtüşen değişim sürecine girmelerini
gerekli kılmaktadır.
Öğretmenlerin teknolojiyi eğitim süreçlerine entegre etmelerinde kullanılabilecek en iyi
uluslararası öğretmen standardının ISTE tarafından belirlenmiş olduğu tesbit edilmiştir.
Uluslararası pek çok ülke tarafından kabul gören ISTE (International Society for Technology in Education-Uluslararası Eğitimde Teknoloji Topluluğu) tarafından, öğretmenlerin
üst düzeyde eğitim teknolojilerini kullanmalarını sağlamak amacı ile Öğretmenlere Yönelik Eğitim Teknolojisi Standartları (National Educational Technology Standards for Teachers-NETST) 2008 tarihinde belirlenmiştir. ISTE Teknolojinin eğitime entegrasyonunda
uluslararası kabul görmüş küresel çapta en iyi standarttır.
ISTE öğretmen standartlarının en önemli özelliği, teknolojinin eğitime entegrasyonunda
belirli bir içerik alanında ya da inter disipliner bir bağlamda, öğrenmenin arttırılması için
teknolojinin sürece dahil edilmesini, öğretimle ilgili işlevlerin bir parçası haline getirilmesini ve diğer eğitsel araçlar gibi erişilebilir olmasını istemesidir.
NETST öğretmen standartları eğitim teknolojisi kullanımı ile ilgili öğretmenlerin sahip
olması gereken nitelikleri ve yeterlilikleri 5 standart çerçevesinde belirlemektedir. ISTE
standartlarına göre öğretmenler yeni medya ortamında bilgi, beceri ve çalışma süreçlerini,
yenilikçi bir mesleğin temsilcileri olarak sergilerken; öğrencinin öğrenme ve yaratıcılığını
teşvik etmeleri, dijital öğrenim deneyimi tasarlama, geliştirme, hedeflenen performans
kriterlerine göre bu kaynakları kullanmaları ve yaşam boyu öğrenimin gerçekleşmesine
model oluşturmaları amaçlanmaktadır.
Ülkemizde Bilgi ve İletişim Teknolojileri’ne yapılan son proje yatırımı, Fırsatları Artırma ve
Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) adı verilen projedir. Eğitim sistemimiz için reform
niteliğinde değişimler içerdiği iddia edilen Fatih projesiyle “her okula bilgisayar döneminden her sınıfa bilgisayar” dönemine geçiş amaçlanmıştır. Üç yıl içinde tamamlanması
planlanan proje kapsamında sınıflara tablet bilgisayar, etkileşimli tahta, doküman kamera,
çok fonksiyonlu yazıcı teknolojileri sağlanması amaçlanmıştır. Ayrıca FATİH Projesi kapsamında öğretmen ve öğrencilerin ders öğretimi ve öğreniminde kullanılmaları için sosyal
eğitim platformu Eğitim Bilişim Ağı (EBA)’nın hazırlık çalışmaları devam etmektedir.
154
Yeni medya dolayımlı eğitim ortamında lider konumundaki öğretmenler, Fatih projesinin
sürdürülebilirliğinde kilit role sahiptirler. Bu amaçla Fatih projesi öğretmenlerinden iyi birer teknoloji okur-yazarı olmanın yanında, iyi birer yeni medya dolayımlı öğrenme ortamlarını oluşturabilen, eğitim sürecine zenginlik ve vizyon katabilen lider öğretmenler olmaları da istenmektir. Bunu sağlamak amacıyla öğretmenlerin yeni medya dolayımlı öğretim
ortamında sahip olmaları gereken yeterliliklerin evrensel standartlara uygun biçimde geliştirilmesi gereklidir. ISTE standartları evrensel standartlar olarak tüm öğretmenlerimiz ve
Fatih Projesi için büyük öneme sahiptir. Fatih projesinin öğretmenler üzerinde göstereceği
etki ISTE standarlarında belirtilen evrensel standartlara uygun olmalıdır.
Yeni medya dolayımlı öğrenme ortamında teknoloji destekli öğrenimin pedagojik uygulamaların önüne geçmeden içerikle desteklendiği sınıf atmosferinde bir kolaylaştırıcı olarak
bu imkânları kullanmak geleceğe atılan bir devrimdir. Devrim niteliğindedir çünkü sorgulayan, üreten, özgüveni yüksek, yenilikçi, lider ruhlu genç bireyler, toplumsal refah düzeyinin
gelişiminde ve sürdürülebilir politikalarımızın katlanarak büyüyüp evrenselleşmesinde,
nitelikli vatandaş olarak söz sahibi olmalarına zemin hazırlayacaktır. Bir diğer deyişle, görselliğin, paylaşımın, etkileşimli öğrenmenin gücünün yoğun olduğu yeni medya dolayımlı
eğitim sisteminde reform niteliğindeki teknoloji destekli projeler, z kuşağın algı biçimine
uygun olarak toplumsal verimin daha anlamlı hale gelmesini sağlayacaktır. Bu eğitimi alan
bireyler küreselleşen dünyamızın her yerinde iş ortamlarında rekabet edebilecek, iş imkânları bulabilecek bilgi ve becerilerle sahip olacaktır.
Ülkemizde eğitim teknolojilerinin kullanımı konusunda son dönemde çalışmalar yapılmakta olup Bilgi İletişim Teknolojilerine yapılan son yatırımın Fatih Projesi olduğu görülmektedir. Ancak, eğitim teknolojisinin kullanımı konusunda yatırımlara yön verecek,
eğitim sistemimizi yeni medya dolayımlı öğretme-öğrenme ortamına göre şekillendirecek
standartlar bulunmamaktadır. Uluslararası pek çok ülke tarafından kabul gören ISTE (International Society for Technology in Education- Uluslararası Eğitimde Teknoloji Topluluğu) tarafından, öğretmenlerin üst düzeyde eğitim teknolojilerini kullanmalarını sağlamak
amacı ile öğretmenlere yönelik eğitim teknolojisi standartları (National Educational Technology Standards for Teachers- NETST) temel alınarak, bu bağlamda yeni medya dolayımlı
eğitim ortamında Fatih projesi okullarında görev yapan öğretmenlerin pedagojik uygulamaları uluslararası eğitim teknolojileri öğretmen standartlarına ne düzeyde uygun olduğu
yararlı bir değerlendirme olacaktır.
Ülkemizde yeni medya dolayımlı eğitim ortamını sağlayan Fatih projesi pilot uygulamalarında yer alan öğretmenlerin, proje ile gelen yenilikleri pedagojik amaçlı uygulamalarının, uluslararası eğitim teknolojileri öğretmen standartlarıyla karşılaştırılması sayesinde,
projenin gelişen yeni medya teknolojilerine adapte olması ve bu doğrultuda revize edilebilmesini sağlayacaktır. Çünkü Fatih projesi kapsamında sunulan yeni medya araçlarının
fırsat eşitliğini sağlayabilmesi öğretim materyali olarak etkin kullanılabilmesi, bu araçların eğitim-öğretim sistemine öğretmenler tarafından dâhil edilebilme düzeyleriyle doğru
orantılıdır. Bu nedenle uluslararası öğretmen standartları temel alınarak Fatih projesinin
etkili ve başarılı olabilmesi için küresel ölçekte değerlere ait farkındalığın arttırılması
önem arz etmektedir. Ayrıca, eğitim ve teknoloji alanında çalışan araştırmacılara, teknoloji destekli eğitim ile ilgili standartlara ilişkin fikir oluşturma bağlamında yararlı olacağı
düşünülmektedir.
Kaynakça
• Akbaba, S. ve Altun S. A. (2002). Okul Yöneticilerinin Teknolojiye Karşı Tutumlarının
İncelenmesi, Çağdaş Eğitim, S: 286, s. 8-14.
• Aksoy, M. (1989). Bilgisayar kursundan geçen öğretmenlerin bir eğitim aracı olarak bilgisayara ilişkin tutumları. Ankara: Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi.
• Akkoyunlu, B. (1996). Öğrencilerin Bilgisayara Karşı Tutumları. Eğitim ve Bilim Dergisi.
Cilt:20, S: 102. s. 13-21.
• Alkan, C. (1977). Eğitim Teknolojisi Açısından Türk Eğitim Politikası, Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi S: 1(10), s. 31-46.
• Baytekin, Ç. (2005). Öğrenme Öğretme Teknikleri ve Materyal Geliştirme, 2. Baskı, Anı
Yayınları, Ankara.
155
• Bilgiç, Ş. E. (2005). E-Öğretim Tasarım Süreci: Bir Materyalin Kullanışlılığına İlişkin Katılımcı Görüşleri. Ankara: Uzmanlık Yeterlilik Tezi. T.C. Merkez Bankası İnsan Kaynakları
Genel Müdürlüğü.
• Demirel, Ö. (2004). Eğitimde Program Geliştirme. Ankara: Pegem A Yayıcılık.
• Demirel, Ö. (2006). Öğretimde Planlama Ve Değerlendirme, Öğretme Sanatı. Ankara: Pegem Yayınları.
• Ellul, J. (2003). Teknoloji Toplumu. (Çev. Musa Ceylan). İstanbul: Bakış Yayınları.
• Ergün, M. (1997). Eğitim Sosyolojisi Nedir? (4. Basım). Ankara: Ocak Yayınları.
• Keser, H. (1998). Bilgisayar Destekli eğitim İçin Bir Model Önerisi. Ankara: Yayınlanmamış Doktora Tezi., Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Numanoğlu, G. (1995). Bir Eğitim Ortamı Olarak Bilgisayardan Yararlanmada Politika
ve Stratejiler. Ankara: Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Odabaşı, F. (1998). Bilgisayar Destekli Eğitim, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları.
• Özden, Y. (2002). Eğitimde Dönüşüm, Eğitimde Yeni Değerler, Ankara: PegemA Yayıncılık.
• Tanzer, S. (2004). Mesleki Ve Teknik Öğretim Okul Yöneticilerinin Teknolojik Liderlik Yeterlikleri. Bolu: Yüksek Lisans Tezi. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
• Yalın, H. (2000). Öğretim Teknolojisi ve Materyal Geliştirme. Nobel Yayın Dağıtım. Ankara.
156
QR KOD TEKNOLOJİSİNİN GENEL GAZETELERİN YAŞADIĞI
SORUNLARI ÇÖZMEDEKİ ROLÜ
Hüseyin Aslan
Özet: Geleneksel gazetecilik çevrimiçi gazeteciliğin bir sonucu olarak dönüşmektedir. Okuyucular artık kullanıcılar olmuşlardır. Bu durum geleneksel gazetelerin yapısını da bozmaktadır. Çevrimiçi gazeteler okuyucularına sayı olarak daha çok haber verebilmektedir.
Geleneksel gazete editörleri de bu durum nedeniyle habercilerini nitelik yönüyle değil,
nicelik yönüyle değerlendirmektedir. Geleneksel gazetenin çevrimiçi gazeteler sonucu yaşamış olduğu bütün yapısal bozulmaları düzeltmek içinse, QR kod teknolojisi kullanılmalıdır. QR kod teknolojisiyle, geleneksel gazeteler dijital bir yapıya bürünecektir. Bu nedenle
geleneksel gazeteler QR kod teknolojisini mutlaka kullanmaya ve okuyucularına anlatmaya
başlamalıdır.
Anahtar Kelimeler: gazetecilik, yeni medya, qr kod
THE ROLE OF QR CODE TECHNOLOGY IN SOLVING TRADITIONAL
NEWSPAPERS PROBLEMS
Abstract: Traditional journalism is transformed as a result of online journalism. The most
important factor that triggers this transformation is new media technologies. Readers
have been become users with new media technologies. This situation distorts the structure of the traditional newspaper. Online newspapers are able to provide more information
to the readers. Traditional newspaper editors are now looking at the number of news they
get because of online newspapers. They are no longor interested in the quality of news
content. QR code technology must be used to solve all these structural distortions of traditional newspapers. Traditional newspapers will become a digital structure with QR code
technology because QR code technology gives newspapers the opportunity to use new
media technologies. Therefore, traditional newspapers should begin to tell their readers
how to use QR code technology.
Keywords: journalism, new media, QR code
157
Giriş
Geleneksel gazetecilik anlayışı ve bu doğrultuda geleneksel gazeteler “ilk” haber kaynağı olabilme özelliğini kaybetmeye başlamıştır. Paylaşılan haberlerin bütün ayrıntılarını
okuyucusuna yansıtabilmekte sıkıntı çekmekte olan geleneksel gazeteler, zaman geçtikçe
okuyucu açısından önemini yitirmektedir. Okuyucular okuduğu haberlerle ilgili doğrulama
yapma gereği hissetmektedir ve bu işlemi fazla zaman harcamadan internet aracılığıyla yapabilmektedir. QR kod teknolojisi geleneksel gazetelerin yaşamaya başladığı bu sorunların
çözümünde anahtar görevi görecektir.
1.Yeni Medya ile Değişen Geleneksel Gazetecilik
Geleneksel gazetecilik anlayışı yeni medyanın beraberinde getirmiş olduğu çevrimiçi gazeteciliğin hızını takip etmekte zorlanmaktadır. Yeni Medyanın beraberinde getirdiği yeni
uygulamalar ve medya anlayışı gün geçtikçe geleneksel gazetecilik yöntemlerini değişime
uğratmaya başlamıştır. Bu değişimden ilk ve direkt olarak etkilenenlerse gazete yayınlarını
takip eden okuyucular olmuşlardır. Basılı gazete yayınlarını takip eden “okuyucular” yeni
medya ile birlikte “kullanıcılar”a dönüşmüşlerdir.
2.Yeni Medyanın Özellikleri
2.1.Dijitallik
Yeni medya ortamında dijitallik her şeyin sayısal kodlara dönüşmesini sağladığı için, gerek üreticiye gerekse kullanıcıya bir arayüz üzerinde büyük bir depolama olanağı tanır ve
verilerin iletim hızını arttırır. Örneğin, bir e-posta yazdığımızda, içeriğinin birçok kişiye
yollanmasını istiyorsak ve her alıcı hem gönderici hem de yorumlayıcı oluyorsa, burada
artık alıcı da üretici konumundadır.(Binark ve Löker, 2011) Dijitalleşen medya içerikleri de
yeni iletişim teknoloji araçlarının kullanılmasını zorunlu kılar. Kullanıcının birebir içerisinde bulunduğu ve isteğine bağlı olarak kendi yorumlarını katabildiği bu dijital içerik,
internet mecrası özelinde paylaşıldığı andan itibaren “evrensel” bir ulaşım ağına sahip
olur. Kullanıcılar dijital olan içeriklere, herhangi bir ödeme yapmadan, fazla zaman veya
emek harcamadan, kısıtlanmadan ulaşabilir. Dijitalleşme bu yönüyle yeni medyayı sınırları olmayan bir paylaşım ağı haline getirir. İnterneti ve dijital içeriğe ulaşımı sağlayacak
bir cihazı(cep telefonları, bilgisayarlar, tabletler…) olan kullanıcı, yeni medyaya katılımcı
olabilir. Dijitallik bu yönüyle kullanıcıyı bir anlamda katılımcı yapar ve bu durum iletişim
çağının yeni vizyonunun en temel anlatıcısıdır.
Medya içeriklerinin dijitalleşmeye yönelmesiyle birlikte geleneksel gazetecilik yöntemleri
günümüz “ habercilik hızını” takip edemez hale gelmektedir. Geleneksel gazetenin, “dijital
olan” içeriği, yeni iletişim teknolojileriyle birlikte büyüyen ve bu teknolojilere aşina olan
yeni insanlığa sunamıyor olması; geleneksel gazeteciliğin geleceğiyle ilgili ciddi endişeleri
de beraberinde getirmektedir. Geleneksel gazetecilik “gelişime kapalı” bu yönüyle okuyucusunu yeni çağın gerisinde bırakmaktadır.
2.2.Hipermetinsellik
“Ötesinde, üzerinde, dışında” anlamlarına gelen “hiper” sözcüğü, metin sözcüğü ile birleşince arayüzeydeki bir metnin başka metinlerle olan ilişkisine, diğer bir deyişle bağına
işaret eder. Hipermetinsellik, ağ üzerinden başka alternatif mecralara kolayca erişimin
gerçekleşmesidir. (Binark ve Löker, 2011) Hipermetinsellik, arayüz özelinde bir metinden
bir başka metine geçebilmeyi, bu metinler arasında ve içerisinde dolaşabilmeyi sağlar.
İnternet de aslında bu yönüyle hipermetinsel bir yapının ürünüdür. İnternet ilkesel olarak
çoklu-doğrusal ve sonuç olarak zamansal bir yapıya sahiptir.
Hipermetinsellik geleneksel medyanın iki boyutluluğundan, zaman kısıtlılığından, mekana
bağlı kalma zorunluluğundan kaynaklanan sorunları çözmekte kolaylık yaratmaktadır. Bu
durum internetle geleneksel medya arasındaki çeşitli farklılıkların ortaya çıkmasına neden
olmuştur.(Öztürk, 2013) Bu konuda örnek vermek gerekirse; geleneksel gazetelerdeki birinci sayfalar ile internetteki haber sitelerini eşleştirebiliriz. Bu eşleşmede geleneksel gazete
eksik kalacaktık çünkü geleneksel gazete okuyucusuna asla bir bilgisayar ekranı kadar alan
ayıramaz. Bir haber sitesi açılış sayfasındaki haberlerde an be an değişiklik yapabilirken,
158
geleneksel gazetelerin böyle bir şansı yoktur. Geleneksel gazetelerin yaşamış olduğu bu sıkıntı geleneksel gazetelerin mecburi olarak değişimine neden olmuştur. Günümüzde basılı
gazetelerin sayfa mizanpajları çeşitli görsellerle süslenmeye başlanmıştır. Bunun nedeni
okuyucunun gözünün aşina olmaya başladığı yeni medya materyallerini basılı gazeteye
de yansıtabilme isteğidir. Basılı gazetelerin özellikle kapak sayfalarında(1.sayfa) eskiden
olduğundan daha fazla grafik ve içerik kullanılmasının nedeni de budur. Ayrıca basılı gazeteler, okuyucusunu gazete içeriğinin tamamına dair bilgilendirebilmek için ilk sayfalarında
gazetenin çeşitli sayfalarındaki haberlerin özetlerine yer vermeye başlamıştır. Hipermetinselleşmenin sonucu ortaya çıkan bu durum, basılı gazete içeriklerinin eskiye göre daha az
nitelikli, daha çok nicelikli olmasına sebep olmuştur.
Hipermetinselliğin kullanıcısına sağladığı bu çeşitlilik, günümüzde kullanımı oldukça artan tablet cihazlarıyla ve akıllı telefonlarla farklı bir boyut kazanmıştır. Kullanıcılar haberler
arası geçisi bir dokunuşla sağlayabilir hale gelmiştir. Haberler veya içerikler arası geçisin
tek dokunuşla mümkün hale gelmesiyle, basılı gazete okuyucularının gazeteleri okurken
“sayfaları çevirme” alışkanlığı birbirine benzemektedir.
2.3.Yöneşme
Yeni medyayı geleneksel medyadan ayıran diğer bir yönüyle de geleneksel medyayı yeni
medya ortamına taşıyarak telekominikasyon ve bilgisayar sistemleriyle bütünleştiren yöneşme ilkesidir. Yöneşme, telekominikasyonun, veri iletişiminin ve kitle iletişiminin bütünleşerek tek bir ortama dönüşmesi olarak tanımlanmaktadır. Yöneşme olgusunu mümkün
kılan ilke ise sayısallaşma ilkesidir.(Erol, 2007) Sayısal format olarak ses, görüntü ve metin
şeklinde paylaşılabilen bilgi, yöneşme sürecinde beraberce harmanlanır. Sayısal şekilde
girdisi yapılan veriler, bilgisayar teknolojileri aracılığıyla işlemden geçer ve işlemden geçen bu veri farklı medya aygıtlarının tamamında kullanılabilir hale gelir. Yöneşme ilkesiyle
hem ses, hem veri hem de kitle iletişimi tek bir ortamda ve araçta birleşebilmektedir. İnternetin hayatımızda bütün durumlarda kullanılabilir hale gelmesiyle, internet mecrasında
paylaşıma çıkan bir materyal, paylaşıma çıktığı an tüm insanların ulaşabileceği bir haber/
yenilik haline gelir.
Özellikle YouTube, Vimeo, Dailymotion gibi video paylaşım ağları ve Facebook, Hi5, Myspace gibi toplumsal paylaşım ağlarında dolaşıma giren çeşitli metinler bağlantı verme veya
kopyalama-yapıştırma yöntemi ile hızla siber alemde(internet ortamında) dolaşıma girer.
(Binark ve Löker, 2011) Dolaşıma giren bu bilgiler kısa sürede herkes tarafından ulaşılabilir
konuma gelir. Bu durum sonucunda yeni bir iletişim biçimleri ortaya çıkar. Ortaya çıkan bu
yeni iletişim biçimleri, yeni medyanın yöneşmesi ekseninde gelişim gösterir. İnternetle
bağlantısı olan tabletlerin, akıllı telefonların veya diğer dokunmatik elektronik cihazlarda sunulan uygulamalar an be an güncellenirken, bu uygulamalar aracılığıyla kullanıcılar
internette olan içeriği çeşitli yollardan fazla zahmet göstermeden alabilmeye başlarlar.
Yöneşme kavramıyla ses, veri, ve kitle iletişimi bütünleşerek tek bir ortama dönüşür. Bu
duruma göre medya içeriği aynı anda hem metinsel (textual) hem görsel (visual) hem de
işitsel (audible) unsurlardan meydana gelir.(Özkır, 2014) Bu yönüyle yeni medya teknolojisi, geleneksel medyaya göre daha zengin ve sınırı olmayan bir içeriğe sahiptir. Kullanıcı ile
medya aygıtı arasında herhangi bir aracı olmadan iletişim kurulabilmesi durumu da yeni
medyanın yöneşme ilkesinin bir sonucudur çünkü internet aracılığıyla aygıtlar arası bütünleşme söz konusudur. E-mail adresleri veya sosyal medya aracılığıyla içerik oluşturucuya
anında erişim sağlanabilir. Bunun dışında geleneksel gazetelere içerik sağlayan gazeteciler
de, okuyucuları ile aynı bu kanallar üzerinden iletişime girebilir. Bu durum gazetecilere
oluşturdukları içerikleri “tekrar düzenleyebilme” olanağını sağlar. Kullanıcıysa bu ikili iletişimden en yararlı çıkan taraftadır.
2.4.Etkileşimsellik
Etkileşim kavramı 1990’lardan bu yana üzerinde tartışılan ve defalarca yeniden tanımlanan bir kavramdır. Etkileşim kavramı yeni medyayı geleneksel medya ortamlarından ayıran
temel özelliklerden biridir. Etkileşim, medya içeriği ile kullanıcısını daha yakınlaştıran,
medya kullanımını bireyselleştiren, oldukça fazla kullanıcı seçeneği sunan güçlü bir yapıyı
tanımlamaktadır.(Öztürk, 2013) Yeni medyanın sahip olduğu etkileşim olanağı bireyleri
pasif birer alıcı olma durumundan uzaklaştırır ve kullanıcısını daha aktif bir konuma geçirir.
159
Geleneksel medyada izleyici, okuyucu, dinleyici olan insanlar, yeni medyayla birlikte kullanıcı olarak adlandırılmaktadırlar. Çünkü yeni medya türleriyle haşır neşir olan kullanıcılar,
geçmişte oldukları gibi pasif konumda değildirler. Bu kullanıcılar içerikleri kendi istekleri
ve beklentileri doğrultusunda yönlendirebilme, eleştirebilme, farklılaştırabilme olanaklarına sahiptirler. Yeni medya teknolojilerini öğrenen ve kullanmaya başlayan kullanıcılar,
internet aracılığıyla da bütün bu olanaklardan geçmişte olduğundan çok daha kolay, ucuz
ve hızlı yararlanabilmektedirler.
Leah A. Lievrouw yeni medyayı geleneksel medyadan farklı kılan önemli özelliklerden birinin her yerde hazır ve nazır olması ile etkileşimsellik olduğunu söyler. Etkileşim, kullanıcı ile sanal kişilikler arasında yahut daha ziyade sanal kişilikler ile kullanıcının tasviri
arasında meydana gelebilir.(Binark ve Löker, 2011) Birden fazla kullanıcının sanal ortama
dalması durumunda, söz konusu ortam, kullanıcıların avatarlarının da birbirleriyle etkileşim içinde olabildiği ortak bir dünya haline gelir. Buradaki işlemde kullanıcı okuduğu
metnin içeriğinden etkilenir ve yine bu kullanıcı okuduğu veya paylaştığı metnin üzerinde
çeşitli değişikler yaparak medya içeriklerinde söz sahibi olabilir. Bu durum kullanıcının
medeni bir katılım kültürüne dahil olmasını gerekli kılar. Bu gereklilik kullanıcıyı etkileşimde bulunduğu içerik özelinde farklılaştırır ve kullanıcı etkileşime geçerek içerikle alakalı
kendi “gerçek”liğini yaratır. Kullanıcıların yeni medya materyalleriyle etkileşime geçerek
kendilerince oluşturduğu bu gerçeklik, paylaşılan medya içeriğinin de dinamikleşmesine
ve medya içeriklerinin altyapısının sağlam olmasına yol açar. Yeni medyada etkileşim farklı
şekillerde gerçekleşebilmektedir. Bu etkileşim şekillerini 3 kategori halinde sıralamak gerekirse; (Öztürk, 2013)
- Birey-birey etkileşimi: iletişim teknolojisi aracılığıyla birbirlerinden zaman ve uzam
bakımından uzak olan iki bireyin sözsüz, sözlü, yazılı veya görüntülü bir iletişim sürecini gerçkleştirebilmesidir. İki bireyin 3G bağlantısı ile cep telefonuyla görüntülü
görüşmeyi gerçekleştirmesi, veya elektronik posta ile bireylerin ileti alışverişinde bulunabilmesi...
- Birey-kitle etkileşimi: kullanılan iletişim teknolojinin imkan verdiği ölçüler doğrultusunda, zaman ve uzam farkı gözetmeksizin bireylerin iletişim sürecini yönlendirme
olanağına sahip olduğu etkileşim türüdür. Bir birey trafından gönderilen görsel, işitsel
veya her ikisini de kapsayacak şekilde gönderilen bir ileti her hangi bir yer ve zamanda
olan farklı bireylere ulaşmaktadır. İletiyi alan bireylerin verdiği geribildirim doğrultusunda iletişim süreci yönlendirilmektedir. Örneğin: sosyal medya ortamlarında paylaşılan bir videoya farklı bireylerin yorum yapabilmesi...
- Birey-teknoloji/içerik etkileşimi: bireyin iletişim teknolojisi ile etkileşimini tanımlamaktadır. Birey iletişim teknolojisinin içeriğini kendi istekleri, gereksinimleri beklentileri ve ilgileri doğrultusunda yönlendirmektedir. Örneğin: dijital ortamlarda oynanan
oyunlar. Birey oyunu kazanmak için kullandığı iletişim teknolojisinin kumanda aygıtı,
klavyesini kullanmaktadır. Bireyin verdiği komutlar doğrultusunda oyundaki görüntüler, hareketler değişmektedir. Sonucu belirleyen komutu veren bireydir. Bu etkileşim
türü sistem sağlayıcıların sunduğu sınırlılıklar dahilinde gerçekleşmektedir.
3.Yeni Medyanın Özellikleri Nedeniyle Geleneksel Gazetenin Yaşadığı Sorunlar
- Basılı gazetelerde haber içeriği oluşturanlar için yer/alan sıkıntısı vardır.
- Basılı gazete içerikleri değiştirilemez, çünkü basılı gazetenin ana materyali kağıttır ve
dijital bir yapısı yoktur.
- Basılı gazetedeki içerikle birebir etkileşime geçilebilme olanağı yoktur.
- Basılı gazeteler içeriklerindeki haberlerle alakalı ellerindeki tüm materyalleri kullanamazlar. Örneğin: Hareketli resim veya videolar.
Özetle basılı gazetelerin yeni medyanın özelliklerini kullanabilmesi olanaksızdır.
4.QR Kod Teknolojisi
“QR Code” tanımlaması içerisinde bulunan “Q” ve “R” harfleri İngilizce “Quick Response –
Hızlı Yanıt Veren” kelimelerinin ilk harfleri kullanılarak oluşturulmuştur. Türkiye’de ise QR
kod sahip olduğu biçimsel özellikler nedeni ile zaman zaman çeşitli yayınlarda “kare kod”
olarak da isimlendirilebilmektedir. “QR Code” tanımlaması Denso Wave Şirketi’nin uluslararası tescilli bir markasıdır.(Aktaş, 2014)
160
QR kodu, ilk olarak 1994 yılında Japon kökenli Danso Wave şirketinin geliştirmiş olduğu,
görsel veri şifreleme yöntemi olarak tanımlanabilir. Bu teknoloji TOYOTA otomotiv şirketinin araba üretim ve imalat sürecinde kullanılan parçaların etiketlenmesi ve böylece üretim
veriminin artırılması için ortaya çıkmıştır. 2010 yılında ise şirket patent haklarını insanlığın kullanımına açmıştır. Böylece QR teknolojisi insanlığın kullanımına ücretsiz olarak
sunulmuştur. QR kodu ile geleneksel barkod teknolojisine göre daha fazla veri şifrelemek
mümkün olmaktadır. Bu görsel şifreleme yöntemini kullanarak 7089 sayısal veya 4296 alfasayısal veri (yaklaşık 3kb veri) saklamak mümkündür. (Çataloğlu ve Ateşkan, 2014)
Şekil 1: Alışılagelmiş geleneksel barkod örneği(Soldaki),
2 boyutlu QR Kod (Sağdaki)
QR kod teknolojisini; 1960’lı yıllardan sonra sıkça rastlayabileceğimiz, özellikle marketlerde alışveriş yaparken ürünlerin fiyatlarını listelemeye yarayan barkod sisteminin bir
gelişmiş hali olarak da değerlendirebiliriz. Bununla birlikte, QR kodlar alışılagelmiş barkodlardan daha az yer kaplar ve “verileri hem yatay hem de dikey olarak depolar”.(History
of QR Code, 2014) Bu özelliğiyle QR kodlar 2 boyutludur. Ayrıca deforme olmuş, bozulmuş
veya bir kısmı net taranamayacak bir QR kod bile yatay ve dikey veri saklayabilme özelliği
nedeniyle cihazınız tarafından okunabilir. Bu özelliğiyle de QR kodların kalıcılığı alışılagelmiş barkodlardan farklıdır.
Tablo 1: Ansari ve Nazim, “Quick Response Code and ITS Use in Libraries: A Recent
Trend”, 2014.
4.1.QR Kod Teknolojisinin Geleneksel Gazetelerdeki Sorunları Çözmedeki Rolü
Basılı gazetedeki durağan, değiştirilebilir özelliği bulunmayan, elden ele dolaşımı sağlanan ve okunan haberler; QR kod teknolojisi kullanılarak durağan olmaktan çıkar, okuyucusuyla birebir etkileşim haline geçebilir, böylelikle değiştirilebilir özellikleri olmayan basılı
gazete haberleri, QR kodlarla birlikte potansiyel olarak canlı bir mekanizma haline dönüşür. QR kod teknolojisinin hem maliyeti düşüktür hem de kullanımı büyük deneyimler
gerektirmez. Bu sebeple QR kod teknolojisi günümüz gazetelerinde özellikle Türkiye’de ki
gazetelerde artık kullanılmaya başlanmalıdır.
4.2.QR Kodların Basılı Yayınlarda Kullanım Oranları
Amerika özelinde QR kodların kullanım alanları düşünüldüğünde, US Comscore verilerine
göre kullanıcıların ağırlıklı olarak basılı yayınlardaki QR kodları kullandığı gözlemlenmektedir %49,40, basılı yayınları %35,30 ile ürün paketlemesi, %27,40 ile websiteleri, %23,50
ile poster veya el ilanları, %13,40 ile iş kartları veya broşürler, %13,40 ile mağaza vitrinleri,
%11,70 ile televizyon takip etmektedir.(Chaffey, 2014)
161
4.3.QR Kod Teknolojisinin Gazeteler Üzerinde Kullanılabileceği
Örnekler
4.3.1.Video İçeriklerinin Kullanılması: Mehmet Pişkin Örneği
16 Ekim 2014 tarihinde Mehmet Pişkin adlı kişi Facebook sayfasında yaklaşık 15 dakikalık
“intihar manifestosu” niteliğinde bir video yayınladı ve bu videoyu paylaştıktan sonra da
kendisini asarak intihar etti. Mehmet Pişkin’in paylaştığı video neticesinde Mehmet Pişkin
ile alakalı ekşi sözlükte 2000’e yakın girdi yapıldı(İnternethaber, 2014), Mehmet Pişkin ismi
Twitter’da 2 gün boyunca en çok konuşulan konular arasında yer aldı(trendtopic) ve bu
intihar vakası Türkiye’de ki bütün çevrimiçi haber sitelerinde, tüm kağıt gazetelerin yaşam
haberleri bölümlerinde ve yine bu kağıt gazetelerin internet ortamlarında paylaşıldı. Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre 2013 yılında Türkiye’de ölümle sonuçlanan intihar
vakası sayısının 3.189(TİSK, 2014) olduğu düşünüldüğünde, bu intihar vakasını diğer intihar vakalarından ayıran ve bütün toplum tarafından konuşulmasını sağlayan şey, bu intihar
vakasından önce Facebook’ta paylaşılan video dosyasıydı.
Şekil 2: Habertürk Gazetesi’nin 17 Ekim 2014 Tarihli 1. Sayfası
Basılı gazetenin haberi okuyucusuna sağlıklı bir şekilde ulaştırmada kullanabileceği materyaller sınırlı. Haberi oluşturan ana etken bir video paylaşımı olmasına rağmen kağıt
gazeteler QR kod kullanmadıkları için, toplumun oldukça fazla ilgisini çeken bu haberi tam
olarak yansıtamıyor. Basılı gazetede bu haberi okumaya başlayan okuyucu, haberi oluşturan ana etkenin video olduğunu görünce, basılı gazeteyi bir tarafa bırakıp bu videoyu internet ortamında aramaya başlıyor. Bu okuyucunun internette haberle ilgili doğru “video”
içeriğini bulabileceğinin herhangi bir kesinliği yok ve okuyucu açısından kağıt gazete burada tamamen devreden çıkıyor. Eğer basılı gazetelerde QR kod kullanılıyor olsaydı, bu haber
basılı gazetede paylaşılırken yine haber metninin içerisine yerleştirilecek QR kod aracılığıyla, haberin ana etkeni olan video paylaşımı da okuyucuya izlettirilebilirdi. Böylece basılı
gazete, okuyucusu için günümüz teknolojisinin bütün nimetlerinin kullanılabilecek olmasıyla işlevsel bir iletişim aracı haline gelirdi. QR kod kullanılmasıyla, okuyucu hem merak
duyduğu haberle ilgili video paylaşımını internette arama zahmetinde bulunmaz, hem de
kağıt gazeteyi habere ulaşmada “ara bir araç” olarak görmez.
162
4.3.2.Kağıt Gazetecilikte Foto Muhabirliğinin Değerlenmesi
Geleneksel gazetecilikte oluşturulan haber içeriklerinde kullanılan haber fotoğraflarının
da büyük önemi vardı. Ancak gelişen teknoloji ve yeni medyanın getirmiş olduğu olanaklar
gün geçtikçe kağıt gazetecilikte fotoğrafın önemini yitirmeye başlamasına neden oldu, bu
durum foto muhabirlerin de işlerini kaybetmesine ve foto muhabirliğinin önemini yitirmesine yol açmaya başladı. Pew Araştırma Merkezi’nin 11 Kasım 2013’de yayınladığı bir rapor ABD’de yayınlanan gazetelerin çalıştırdığı foto muhabir sayısının son 13 yıl içerisinde
yüzde 43 azaldığını ortaya koydu. Gazetelerin çalıştırdığı foto muhabir sayısının neredeyse yarıya düşmesinin nedeni olarak medya tekellerini karları yükseltme arayışıyla sosyal
medya ve internette yer alan fotoğraflara yönelmesi gösterildi. Araştırmaya göre ABD’deki
gazetelerin çalıştırdığı editör sayısı yüzde 27’lik bir azalma gerçekleşirken muhabir sayısı
da yüzde 32 düştü.(HaberSol, 2014) Bu durum Türkiye’de ki geleneksel gazeteler için de
farklı değildir. Yeni medya teknolojilerinin, kağıt gazete sektöründeki haber içeriklerinin
yansıtılış biçimlerini değiştirmesinden, foto muhabirler olumsuz anlamda etkilendi. Ünlü
foto muhabiri Ali Öz, “yayın kuruluşları dijital teknoloji ile birlikte foto muhabiri kullanımına sınırlama getirdiler.” sözleriyle foto muhabirliğinin yeni teknolojilerle birlikte yaşadığı
sıkıntıyı dile getirirken; Reuters İstanbul Şef Foto Muhabiri Murad Sezer de “internetin
yaygınlaşması, gazetelerin internet üzerinde okunur olması, son yıllarda büyük gazete yöneticilerini ve haber ajansı fotograf editörlerini yeni açılımlara zorladı. Son 5 yıldır özellikle uluslararası haber ajanslarında bu yeni akıma nasıl uyum sağlarız, görsellerimizi nasıl
daha iyi pazarlarız çalışması var.” sözleriyle internetin foto muhabirliği anlayışını değiştirdiğinin altını çiziyor. Türkiye Foto Muhabirleri Derneği Başkanı Rıza Özel de kağıt gazetelerin artık içeriklerinde fotoğraflara önem vermediğini “günü kurtaracak fotoğraflar gazete
sayfalarında yer buluyor, fotoğrafın dünyadaki gelişimini takip etme konusunda Türkiye’de
foto muhabirleri, çalıştıkları gazete ve kurumların çok önünde. Gazetelerin fotoğrafa vermediği değerin sonucu olarak fotoğraf çeken muhabirler, foto muhabirlerine alternatif oluyor.”(Fotomuhabiri.com, 2014) sözleriyle açıklıyor. Çevrimiçi gazetelerde haberlerle ilgili
fotoğrafların alan ve boyut sınırlaması olmadan paylaşılabiliyor olması da geleneksel gazetelerdeki foto muhabirliğini olumsuz yönde etkilemektedir.
4.3.3.QR Kod Teknolojisiyle Okuyucuya “Etkin” Konumda Olduğunu Hissetirebilmek
Yeni medyanın bir sonucu olarak çevrimiçi gazeteciliğin okuyucular tarafından sıkça tercih
edilmesiyle, geçmişte geleneksel medya ile “edilgen” konumda olan okuyucular/kullanıcılar “etkin” konuma geldiler. Okuyucuların edilgen durumdayken etkin konuma geldiğiyle
alakalı daha önce spesifik örneklerle birlikte açıklamalar yaptık. Okuyucusu artık etkin konumda olan geleneksel gazeteler de, bu durumun bir sonucu olarak gazetelerini çevrimiçi
ortamlarda paylaşıma açtılar ve köşe yazarlarına okuyucularının ulaşabilmesi için sosyal
medya hesapları, e-mail adresleri oluşturdular. Ayrıca çevrimiçi gazeteler, okuyucularına
okudukları haberden sonra haber altı “yorum” yazabilme olanağını tanıdılar. Burada tartışmaya açılması gereken bir başka sorun ortaya çıktı.
Örneğin kağıt gazete, toplumu ilgilendiren önemli bir konuda, bir gün önce gerçekleştirilmiş basın toplantısını veya basın açıklamasını sayfasına yansıtmak istediği zaman; bu
basın toplantısı veya basın açıklamasından sadece bazı öne çıkan kesitleri alabilmektedir
çünkü kağıt gazetede yer sorunu vardır. 1 saate yakın sürmüş bir basın toplantısında “kendine göre” öne çıkanları gazete sayfalarına yansıtan gazeteler, bu eylemleriyle, aslında artık
etkin olan kullanıcıya yine “edilgen”miş gibi davranmaktadır. Bir haber ajansının video
çekimini yaptığı ve gazetelerle paylaştığı basın toplantısını deşifre eden ve satır başlarını
çıkartan gazeteci, sadece kendi veya gazetesinin “bakış açısını” yansıtabilmektedir. Kağıt
gazeteler buradaki ikilemi ortadan kaldırabilmek ve kullanıcısına/okuyucusuna gerçekten
“etkin” olduğunu hissettirebilmek için QR kod teknolojisini kullanabilir. Gazeteler kendi
perspektiflerince öne çıkan satır başlarını sayfalarında paylaşırken, bir yandan da QR kodun içine yerleştirecekleri basın toplantısı veya açıklamasının görüntülerini okuyucularına
gösterebilirler. Bu teknolojinin kullanılmasıyla, okuyucu hem kağıt gazetedeki haberi ve
yansıtılış biçimini görecek, hem de QR kod aracılığıyla takip ettiği basın toplantısı veya
açıklamasının içeriğine göre “kendi” fikrini oluşturup, okuduğu kağıt gazetenin tutarlılığını,
doğruluğunu teyit edebilecek.
Özetlemek gerekirse, kağıt gazeteler hem kendi gazetecileri/muhabirlerince oluşturulan
içerikleri, hem anlaşmalı oldukları haber ajanslarından gelen haber içeriklerini, hem de
163
editöryal kadrolarının insiyatifiyle oluşturdukları haber içeriklerini sayfalarında paylaşmaktadırlar. Bu durumda açıkça görülmektedirki aslında kağıt gazeteler içerik anlamında her türlü imkan ve olanağa sahiptir. Kağıt gazetenin çevrimiçi gazeteye göre en büyük
dezavantajının sayfa ve alan sınırı olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, geçmişte
kağıt gazetelerin bu durumun önüne geçme şansları bulunmamaktaydı. Ancak QR kod teknolojisinin hem maliyetsiz, hem de zahmetsiz bir şekilde kullanılabilecek olmasıyla; kağıt
gazeteler bu en büyük dezavantajı “ellerindeki bütün içerikleri” okuyucularına aktarabilecek oldukları için ortadan kaldırabilirler. QR kod teknolojisiyle, geçmişte bir “kağıt” parçası
hüviyeti gören geleneksel gazeteler, ayaklı birer “canlı” ansiklopedi haline gelebilecekler.
SONUÇ
Forrester Araştırma Grubunun araştırmasına göre “2016 yılında Dünya’da 1 milyarı aşkın
akıllı cep telefonu kullanıcısı olacaktır. Bu bilgi yakın gelecekte qr kodların da kullanım
alanını genişletebileceğine kanıttır. Geçmişte gazetelerin edilgen okuyucuları vardı, şimdiyse bu edilgen okuyucular etkin kullanıcılara dönüştüler. Gazeteler okuyucularına gerçek
anlamda hizmet etmek/beklentilerini karşılamak istiyorlarsa, okuyucularının artık etkin
hale geldiğini kabul etmeli ve bu doğrultuda geliştirmelere ivedikle başlamalıdır. Basılı
gazeteler hem kendi muhabirlerince oluşturulan içerikleri, hem anlaşmalı oldukları haber
ajanslarından gelen haber içeriklerini, hem de editöryal kadrolarının insiyatifiyle oluşturdukları haber içeriklerini sayfalarında paylaşmaktadırlar. Bu durumda açıkça görülmektedirki aslında basılı gazeteler içerik anlamında her türlü imkan ve olanağa sahiptir. Burada
gereken şey mevcut içeriği olabildiğince okuyucuya aktarabilmektir. QR kod teknolojisi
buna olanak sağlayacaktır. QR kod teknolojisiyle birlikte geçmişte sadece kağıt hüviyeti gören gazeteler dijital birer canlı ansiklopedi formuna geçiş yapabilir. Gazetenin içeriklerinin
değiştirilemez ve güncellenemez durumu ortadan kalkabilir.
Sonuç olarak QR kod teknolojisi basılı gazetelerin bütün olanaksızlıklarını ortadan kaldırabilecek özelliklere sahiptir. Bu yönüyle QR kodlar basılı gazetelerin yeni medya anlayışıyla
birlikte yaşadığı sorunları çözmede “anahtar rolü” görecektir.
Kaynakça
• Aktaş, C. Qr kodlar ve iletişim teknolojisinin hibritleşmesi (2. Baskı). İstanbul: Kalkedon
Yayıncılık.
• Ansari, A. ve Nazim, M. Quick response code and ITS use in libraries: a recent trend.
(b.t.). 19 Eylül 2014, https://www.academia.edu/7390863/Quick_Response_Code_and_ITS_
Use_in_Libraries_A_Recent_Trend_by_Aslam_Ansari_and_Mohd_Nazim.
• Binark, M. ve Löker, K. (2011). Sivil toplum örgütleri için bilişim rehberi. Ankara: Sivil
Toplum Geliştirme Merkezi.
• Chaffey, D. (21 Eylül 2012). Qr code statistics. 26 Eylül 2014, http://www.smartinsights.
com/mobile-marketing/qr-code-marketing/qr-codes-location-demographic-statistics/.
• Çataloğlu, E. ve Ateşkan, A. (2014). Qr kodunun eğitim ve öğretimde kullanımının örneklenmesi. İlköğretim Online Dergisi, 13, 6-14.
• Erol, G. (2007). Medya üzerine çalışmalar. İstanbul: Beta Basım Yayım.
• Foto muhabirleri “o an”ın fotoğrafını mı çekecek yoksa videosunu mu?. (b.t.). 29 Ekim
2014, http://www.fotomuhabiri.com/?p=363.
• Foto muhabirlik tehdit altında. (15 Kasım 2013). HaberSol. 29 Ekim 2014, http://haber.
sol.org.tr/medya/foto-muhabirlik-tehdit-altinda-haberi-82671.
• History of qr code. (b.t.). 19 Eylül 2014, http://www.qrcode.com/en/history/.
• Mehmet Pişkin’in intihar videosu twitter’ı salladı. (17 Ekim 2014). İnternetHaber. 28
Ekim 2014, http://www.internethaber.com/mehmet-piskinin-intihar-videosu-twitteri-salladi-731112h.htm.
• Özkır, Y. (2014). Geleneksel bir medya aygıtı olarak sosyal medya. Kamuda Sosyal Politika
Dergisi, 1, 38-44.
• Öztürk, M. (2013). Dijital iletişim ve yeni medya. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
• Türkiye İstatistik Kurumu. (2014). İntihar İstatistikleri. 25 Haziran 2014, http://www.tuik.
gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16049
164
TÜRKIYE’DE MEDYANIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ:
NEOLİBERAL POLİTİKALAR VE SERMAYE YAPISININ DEĞİŞİMİ
Öğr. Gör. İhsan Eken
Özet: Medya, kendi içinde farklı bir yapıya sahiptir. Bir hizmet sektörü olarak medyanın
sadece iktisadi bir yönü yoktur, iktisadi yönünün dışında kültürel, sosyal ve politik bir yapısı da vardır. Medya sadece haber veren, ileten bir organizasyon değildir. Bunun yanında
ideolojik olarak da kitlelere yön veren bir organizasyondur. 1973’de tüm dünyada yaşanan
petrol krizinden sonra, ilk olarak Amerika, Japonya ve Avrupa’da, daha sonra 1980’lerde
özellikle 24 Ocak kararlarıyla Türkiye’de başlayan değişim tüm sektörleri etkilemiştir. Bu
tarihten sonra Devlet kararlarıyla, Türkiye’de neoliberal politikalar etkili olmaya başlamıştır. Türkiye’de yaşanan değişimlerle beraber medya sektörü giderek önem kazanmaya, ulusal
ve uluslararası büyük kuruluşların ilgisini çekmeye böylece medya sektöründe köklü değişiklikler yaşanmaya başlamıştır. Gazeteci ailelere mensup patronlar dönemi kapanmış,
basın sektörünü ticari bir işletme mantığıyla idare eden, geçmişte basın sektörüyle hiç
bağlantısı olmayan, finans, inşaat, otomotiv, bankacılık gibi sektörlerde deneyim sahibi
sermaye sahipleri basın piyasasında faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu sebeple medya
sektöründe sermaye yapısı hızla el değiştirmiş, ulusal ve uluslararası yatırımlar giderek artmıştır. Bu çalışma, Türkiye’de medyanın, neo liberal politikalarla sermaye yapısının nasıl
değiştiğini tartışmayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Neo liberal, Medya, Sermaye Yapısı
STRUCTURAL TRANSFORMATION OF MEDIA IN
TURKEY: NEOLIBERAL POLICIES AND ALTERATION OF THE
STRUCTURE OF CAPITAL
Abstract: Media has a different structure in itself. As a service sector, media does not only
have an economical aspect, apart from its economical aspect, it also has a cultural, social
and political structure. Media is not organization that gives out, transmits news only. In
addition to this, it is an organization that directs masses ideologically. After the oil shock
experienced all over the world in 1973, the change started firstly in America, then Japan
and Europe and after that especially in 1980s with January 24 decision in Turkey affected
all sectors. After this date, with the decision the state, neoliberal policies started to be
effective in Turkey.
With the changes experienced in Turkey media sector started to gain importance, attract
attention of national and international huge institutions and thus fundamental changes
were experienced in media sector. The era of bosses belonging to journalist families was
ended, capital owners, who manages media sector as if it is a commercial enterprise, do no
have any connection with the media sector before, have experience in sectors like finance,
construction, automotive, banking, started to be active in the press market. Because of
this, in media sector, structure of capital changed hands rapidly, national and international investments gradually increased. This study aims to discuss how media in Turkey and
capital structure is changed with neoliberal policies.
Keywords: Neoliberal, Media, Structure of capital
165
Giriş
Cumhuriyet’in ilanından 80’li yıllara kadar Türkiye’deki televizyon ve radyo sektörü devlet
tekelinde, yazılı basın ise aile şirketleri tarafından yönetilmekteydi. Özel girişimlerin devletle rekabet etme olanağı yoktu, bu durumda da devlet tekel olarak televizyon ve radyoyu
idare etmekteydi. 80’den sonra bu durum değişmeye başladı. Bu yapının değişmesindeki
en önemli sebep tüm dünyada egemen yapı olan neo liberal yapının etkisidir. Neo-liberal
yapı, devletin özellikle ekonomi alanındaki müdahalelerini en az düzeye indirgeyen ve devletin yalnızca savunma, adalet ve dış politika gibi temel görevleriyle sınırlamaktadır. Daha
basit bir anlatımla, insanları, ülkeleri, kültürleri, kısacası dünyanın uzak uçlarını birbirine
yakınlaştıran, bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişimiyle hız kazanan bir süreçtir. Ekonomik, sosyal, kültürel bir çok alanda etki yaratan neo-liberal politikalar, coğrafi keşiflerden
günümüze süregelen bir oluşumdur.
McLuhan’ın söz ettiği küresel köy kavramıyla en somut şekilde açıklanabilen neo- liberal
yapı, etkileşimin yoğun yaşandığı bir süreçtir. Günümüzde dünyanın çok uzak yerlerinde
yaşayan insanlar birbirlerinden haberdar olabilmekte, giyim ve yaşam tarzlarıyla birbirlerine benzemektedir. İnsanları bu denli yaklaştıran en büyük unsursa medyadır. Çoklu iletişim ortamı medyanın ulusal sınırlar içinde yaşadığı yatay, dikey ve çapraz entegrelerden
sonra, etki alanını daha fazla genişletmek amacıyla uluslararası alanda da entegre olma
çabaları başlamıştır. Böylece yeni dünya düzenine ayak uyduran medyanın da küreselleşmesi hız kazanmıştır. Küresel medya oluşumunun hız kazanmasındaki en büyük etki belki
de siyasi iktidara baskı oluşturma, küresel alanda kamuoyu yaratma gücünü elde etmek
istemesidir.
1980 sonrası Türk medyasının sahiplik yapısında yaşanan dönüşümleri de bu anlayış ve
oluşum çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Nitekim, Türkiye’de yayıncılık alanında
devlet tekelinin çözülmesinin ve özel kanalların ortaya çıkışının temelinde, devletin pazardaki etkinliğini ve denetim inisiyatifini sermaye araçlarına ve piyasanın işleyişine devretme düşüncesi yatmaktadır. Bu bağlamda, holding yapısındaki büyük sermaye gruplarının,
80 sonrası devreye giren neo-liberal politikaların kendilerine sunduğu ekonomik olanaklardan faydalanarak medya sektörüne girmişlerdir. Bu süreçten sonra medya işletmeleri,
yatay, dikey ve çapraz mülkiyet yapısıyla genişleyerek büyük medya grupları oluşmuştur.
Başka bir deyişle, eski tip kitle iletişim araçları, büyük multimedya gruplarının ve çoklu
tekellerin birer bileşenine dönüşmüştür. Bu dönüşümle beraber Türk medyasının güncel
yatırımları arasında dünya medya devlerinin yatırımları bulunmaktadır. Bu yabancı yatırımların gelmesindeki en büyük etken Türkiye’nin çoğrafi ve jeopolitik yapısının yanında
yabancı sermayeye ilişkin teşvikler, ulusal düzenlemelerle desteklenerek bu işin sürekliliği
sağlanmaktadır. Böylece yazılı, görsel ve işitsel alanda Türk medyasına ortaklık, satın alma,
lisans anlaşmaları şeklinde yabancı sermaye girişleri yapılmıştır. Bu süreç içerisinde Türk
medyasında Time Warner Inc, News Coporation, Egmont Yayıncılık, NBC ve Al-Cezire gibi
büyük kuruluşların yatırımları olmuştur.
Neo-Liberal Yapı
Neo-liberal politikaların maksadı, devlet müdahalesinin en az düzeyde olduğu piyasanın
kendi kendisini kontrol ettiği, bu kontrol sayesinde kendine has kurallar oluşturarak kendi
içinde devamlılığı sağlayan bir yapıdır. Devlet müdahalesinin en az düzeyde tutulması fikri, yalnızca piyasa yapısı ile sınırlandırılmamalıdır. Dış polita, güvenlik gibi temel ihtiyaçlar dışında devlet müdahalesi en az düzeyde istenmektedir. Devlet müdahalesinin en az
olduğu bir yerde kurumlar ve bireyler fikirlerini ifade ederken çok daha rahat edeceklerdir
(Kurt, 2006: 200).
1929 yılında tüm dünyada çok büyük bir üretim fazlalığı yaşanmaktaydı, bu üretim fazlalığı
yüzünden üretim neredeyse durmuştur ve dünya büyük bir krize girmiştir. Bu krizden sonra
makroekonominin en önemli isimlaerinden biri olan Keynes’in, ekonomik modelleri uygulanmaya başlanmıştır. Bu model, devletin ekonomiye müdahale etmesini savunmuştur.
Keynes, krizden sonra oluşan işsizliğe karşı, devletin sorumluluk alarak bu kişilerin yeniden istihdam edilerek krizin ortadan kaybolmasını savunmuştur. Keynes ekonomi modeli
1970’lere dek sürmüştür, bu tarihten sonra refah devlet politikaları yerine serbest piyasa
166
ekonomisi ve devlet kontrolünün en az düzeyde tutulduğu bir system oluşmuş ve bu sistem neo-liberal politikaların başlamasını sağlamıştır (Aytekin, 2012: 4-5 ).
Neo-liberal politika Milton Friedman’a göre; ekonomide devletin rolü mümkün olabilecek
en az düzeye indirilmelidir. Bu düzey, adalet, savunma, dış politika gibi klasik görevlerle
sınırlanmalı, bütçe açık vermemeli, nötr bir vergi politikası izlenmeli, yani teşvik vb gibi
düzenlemelerden kaçınılmalıdır. Devlet kimsenin lehine ya da aleyhine düzenlemeler yapmamalıdır (www.radikal.com.tr).
Neo-liberal model, iki temel varsayıma dayanmaktadır. Birinci varsayım, ekonominin, doğal ve evrensel kanunların hakimiyetinde olan ayrı bir alan olduğu ve bu nedenle hükümetlerin, gereksiz müdahalelerle bu doğal gidişatı bozmaması gerektiğidir. İkinci varsayım
ise, piyasanın, demokratik toplumlarda üretim ve değişimin en etkin ve adil biçimde gerçekleşeceği optimal bir örgütlenme tarzı olduğudur. Neo-klasik varsayımları benimsemiş
iktisatçılar, kendi kurguladıkları bu varsayımları, doğruluğu ispatlanmış öneriler olarak
görmekle eleştirilmektedirler. Bu varsayımları modelleştirip, akılcılaştırarak, evrensel bir
modelin temelleri haline getiren neo-klasik iktisat yaklaşımı için, kurguladığı dünya çok
özel bir topluma tekabül eder (İnsel, 2003: 25.).
1980’li yıllarda, neo-liberalizmin; birçok ülke yönetiminde etkisini göstermeye başlamasıyla, devletlerin ‘‘neo-liberal reform programları’’na başvurmaları dikkat çekmiştir. Bu
programlarda; insan ihtiyaçlarının karşılandığı, refahın sağlandığı, kişisel özgürlüklerin
artırıldığı, pazarlara siyasetin ötesinde öncelik tanındığı ve piyasa tabanında bireylere mal
ve hizmetleri seçme hakları sunulduğu görülmektedir. Bu süreci ülke yönetimleri için önerilen neo-liberal politikalar takip etmiştir (Faulks, 1995: 75; Cizrelioğlu: 2013). Türkiye’de
1980 sonrası neo-liberal dönüşümün başlangıcı kabul edilen uygulama 24 Ocak kararlarıdır. Bu kararlarda başrol oynayan Turgut Özal önce Başbakanlık Müşteşarı, Başbakan Yardımcısı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak kararları uygulamıştır. Özellikle Özal’ın ANAP
genel başkanlığı ve başbakanlık döneminde, gündelik yaşamımızda önemli bir etkililiği
olacak “işbitiricilik” retoriği, Türkiye siyasal tarihinde örneğini pek bulamayacağımız bir
parti hükümetinin işbitiriciliğinde de işlenmiştir (Kejanlıoğlu, 2004: 193).
24 Ocak kararlarının kısa vadeli planı, acil olarak dış borç ödemelerini gerçekleştirebilmek,
enflasyonu düşürmek, ekonomik olarak büyümeyi sağlamak ve işsizlik oranını düşürmektir
(TCMB, 2002). Bu kararlar, piyasayı tamamen değiştirerek, fiyatın en önemli unsur haline
gelmesini sağlamıştır. Bununla beraber bu kararlar kısa vade de anı kurtarmaktan ziyade
kalıcı bir ekonomik yapıyı sağlamaya yönelik bir gelişmedir (Kazgan, 2008).
Askeri müdahalenin ilk gününden itibaren Türkiye’de yaşayanların yaşam alanlarında
adeta değmedik yer bırakılmazken, uluslar arası askeri ittifaklar ve iktisadi politikası, dokunulmaz alanlar olarak ilan edilmiştir. Öyle ki, 12 Eylül 1980’de yapılan “Türk Milletine
Açıklama” da, “Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalacak”
denilmiştir. Böylece IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların etkinliği de yadsınmamış olmaktadır (Gemalmaz, 1996: 975).
Turgut Özal’ın liderliğinde hazırlanan bu kararlarla benimsenen liberal ekonomi modeli;
IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların eşliğinde gerçekleştirilmeye başlanmıştır, bu kurumlar tarafından başlatılan yapılandırma sürecinde öncelikle devlet tarafından kurulan kuruluşların özelleştirmesine önem verilmiştir. Türkiye’de ekonomik, siyasi,
sosyal ve ekonominin yeniden şekillendirilmesi adına; IMF ve Dünya bankası gibi kuruluşlarla çeşitli uyum kredileri anlaşmaları yapılmıştır. Uluslararası kuruluşların bu imzaları
imzalamasındaki en önemli ön koşul özelleştirmelerin bir an evvel yapılması ve devlet
yatırımlarının azaltılması vardır (Cizrelioğulları, 2013: 88). Bu politikaların, ülkemiz de
uygulanması eksik istihdama ve vatandaşlar arasındaki gelir dağılımının adaletsizliğine
neden olmuştur (Uçkaç, 2010: 429).
Bu politikalar sadece devletin en az düzeyde kontrolünün dışında, uluslararası kuruluşlara kamu harcamasına müdahale sınırlandırması da getirmiştir. Bu girişimler bir şekilde
devlet ağırlığının da azaltılmasını sağlayan kararlardı. Bu kararlarla devletin ekonomiye
müdahalesi ortadan kaldırılmıştır. Tüm bunlara baktığımız zaman radikal bir değişimin
gerçekleştiği görülmektedir (Cizrelioğulları, 2013: 97).
167
Türkiye’de Medyanın Mülkiyet Yapısı
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne (2013) göre Türkiye’de yaklaşık 6800
gazete ve dergi, 263 televizyon kanalı ve 1058 radyo istasyonuyla her geçen gün daha da
büyüyen bir medya sektörü bulunuyor (byegm.gov.tr).
Yazılı Basın
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, toplumsal yaşamda etkili ve köklü değişim ve dönüşümlerin
de temellerinin atıldığı bu dönemde gazeteler ise, yeni kurulan rejimin ve onun önderlerinin tanıtımı işlevini üstlenmiştir.
Cumhuriyet döneminin basın ve basım evleriyle ilgili ilk kanunu 1931 tarihinde çıkarılan
“Matbuat Kanunu” olmuştur. Matbuat Kanunun 50. maddesi şöyledir: “ Memleketin genel
siyasetine dokunacak yayınlardan dolayı İcra Vekilleri Heyeti kararıyla gazete ve dergiler
geçici olarak kapatılabilir. Bu şekilde kapatılan gazetelerin sorumluları, kapatılma süresince başka bir adla gazete çıkaramaz.”
(Girgin, 2001: 123). İstenildiği şekilde yorumlanmaya açık olan “memleketin genel siyaset”
terimi ile hükümete gazeteleri kapatma yetkisini veren böyle bir hüküm karşısında basın
özgürlüğünden söz etmek olanaksızdır. Türk Basınını, ancak totaliter rejimlerde görülecek
şekildeki bir düzene bağlayan bu kanun, 1950 yılına kadar yürürlükte kalmıştır (İçel, 2001:
38).
1948’e kadar, gazete patronları hep gazetecilikten yetişmiş kimseler olmuştur. Genelde
patron, gazetenin başyazarı olarak göze çarpmaktadır. Tanzimat’ta da, Meşrutiyet’te de durum aynıdır. Sabah’ın sahibi Mihran Efendi gibi başyazar olmayan patronlar az sayıdadır.
Cumhuriyet’in başlarından İkinci Dünya Savaşı sonlarına kadar patron gazeteci geleneği
sürdürülmüştür (Erol, 2010: 13).
Çok partili döneme geçmeden Türkiye’de kapalı bir ekonomi vardı. Bu kaplı ekonomide de
basın özgürlüğünden söz edilmesi mümkün değildi. Bu dönemde, ekonomik koşullardan
dolayı da gazete sahipleri ve yöneticileri, devletle sıkı bir ilişki içinde olması matbuatın
hala yönetimin bir organı olarak öne çıkmasına neden olmuştur (Duran, 2000: 39). Çok
partili döneme geçişle birlikte 5680 sayılı Basın Kanunu yürürlüğe girmiş ve bu kanun liberalist görüşün basın özgürlüğü alanındaki genel ilkelerine geniş ölçüde yer veren özgürlükçü bir kanun niteliğindedir (Topuz, 2003: 193). Bu kanundan sonra Demokrat Parti
ile basının arası bozulmuştur. Iktidara ilk geldiğinde basının savunucusu olan Demokrat
Parti, basının karşına geçerek yasaklar getirmeye başlamıştır. Basın Kanunu 1954 ve 1956
yıllarında değişikliğe uğratılarak basın ve haberleşme özgürlüğüne çok şiddetli darbeler
indirilmiştir. Yine bu dönemde, sansür ve müdahaleden dolayı gazetelerin sayfaları boş
olarak basılmış ve bunun daha da ilerisine gidilerek çeşitli gazete ve sendikalar kapatılmıştır. Basın özgürlüğü açısından yaşanan bu karanlık dönem 27 Mayıs 1960 hareketine
kadar sürmüştür (İçel, 2001: 41). Askeri hükümet ilk olarak 1950 yılında kabul edilen Basın
Kanunu’ndaki antidemokratik maddeleri kaldırmış, böylelikle dönemin basınını büyük bir
baskıdan ve korkudan kurtarmıştır. Bununla birlikte, aynı yıl 212 sayılı kanunun yürürlüğe
girmesi basın çalışanları açısından önemli bir kazanım niteliği taşımaktadır ve kanunun
yürürlüğe girdiği gün olan 10 Ocak tarihi, “çalışan gazetecilerin bayramı” olarak kabul edilmiştir (Topuz, 2003: 228-229).
1970’lere gelindiğinde medyada tiraj kaygısı oluşmaya başlamıştır. Meydana gelen tiraj
kayıpları basını, apartman dairesi çekilişlerinden, bedava kitap ve ansiklopedi dağıtımına
kadar uzanan yeni arayışlara yöneltmiştir. Türk Basını’nda asıl tiraj patlaması da bu yıllarda, ‘tecimsel yöntemlerin gazetecilik olgusunu bastırması yoluyla’ sağlanmıştır (Oktay,
1987: 88). Yine bu dönemde, büyük gazetelerin sahipleri, turizmden kitap sanayine çeşitli
şirketler kurmaya ve holdingler oluşturmaya başlamışlardır. Gazete tirajlarında yaşanan
görece patlama, ticaret ve sanayi sermayesinin ürünlerini pazarlayabilmek için 2,5-3 milyonluk bir okur/alıcı kitlesine sahip olan gazeteleri daha çok önemsenmesine yol açmıştır.
Bu süreç içerisinde, büyük sermaye şirketleri okur kitleyi kendi müşterileri yapabilmek için
gazeteleri ilan yağmuruna tutmuşlardır (Oktay, 1987: 91).
168
1960-80 dönemi, basın özgürlüğü açısından bugüne ve geçmişe oranla en zengin ve en rahat dönem olarak tanımlanabilir. Mesleki açıdan bakıldığında gazetecilik faaliyetinin yavaş
yavaş zanaat olmaktan çıkıp, sanayi haline gelmesi de yine bu döneme rastlar. Metin Toker,
1940’lı yılların gazeteleri için, “Bugünün bin kişi çalıştıran gazeteleri birer fabrikaysa, o
zamanın gazeteleri birer küçük atölye idi” derken, 1970’lerin gazetelerini ‘büyük atölyeler’
olarak tanımlamaktadır (Cemal, 2005: 55).
1980’li yılların hemen başlarında Türkiye’deki ekonomi politikalarında köklü değişimler
olduğu dönemde medya alanı dışında farklı alanlarda çalışan kuruluşların yazılı medyaya
olan yatırımları artmaya başlamıştır. 1980’li yıllara gelene kadar, Türkiye’de yazılı basının
yapısı aile şirketleri şeklindedir. Küçük işletmeler ve aile şirketlerinden oluşan mevcut
mülkiyet yapısı, Aydın Doğan’ın Milliyet’i satın almasıyla değişmeye başlamıştır. Medyada yaşanan bu değişim, medyanın bütün yapısını (kurum, yasal çerçeve, maliyet, finansman…) değiştirmiştir (Özerkan ve Kabaş, 2005, 201).
1980’li yılların sonlarında özellikle Uluslararası platformda çalışmalarını yürüten Asil Nadir’in Başbakan’ın oğlu Ahmet Özal ile Başbakanın Ekonomi Danışmanı Bülent Şemiler’in
aracılık yaptığı söylenen pazarlıktan sonra Haldun Simavi’den Veb-Ofset basın grubunu
satın almıştır. Bununla sınırlı kalmayan Nadir, Mehmet Ali Yılmaz’dan Güneş Gazetesi’ni
ve Ercan Arıklı’nın Ekonomik Panaroma, Kadınca ve Nokta dergilerini çıkaran Gelişim grubunu da satın almıştır (Cumhuriyet 19.1.1989, s.1 ve 15; 21.1.1989, s.1 ve 11). Nadir bu
yatırımlarla basın sektörüne iddialı bir giriş yapmıştır. Nadir, birdenbire basın sektörünün
en büyük ismi haline gelmiştir. Nadir bu gücü yalnız uluslararası arenada yürüttüğü işleri
için değil, aynı zamanda Kıbrıs sorununun çözümü için kullanacağı hakkında söylentiler de
bu dönem için çıkmıştır. Asil Nadir’in basın sektörüne girişi, diğer patronların direnciyle
karşılaşmış, bunun üzerine Nadir ucuz gazete politikasıyla ezici bir rekabete girişmiş ve
sektörün hakimi olmanın eşiğine gelmiştir. Nadir’in en önemli özelliği, uluslar arası boyutta çok farklı alanlara yatırım yapmasıdır. Nadir’in elektronik imalat, tarım, gıda, inşaat,
emlak, tekstil, basın yayın, denizcilik ve finans sektörlerinde ve Kıbrıs, İngiltere, Portekiz,
Hollanda, İsviçre, Hong Kong, ABD, Japonya vd. ülkelerde şirketleri vardı (Topuz, 2003: 89).
Nadir tam da bu dönemde en büyük olucakken, Nadir’in diğer şirketi Polly Peck bir kriz
içine girmiş, geçirdiği adli soruşturma Nadir’in satın almış olduğu basın kuruluşlarını satışa çıkarmasına neden olmuştur (Tokgöz, 2003: 34) Bu dönem de Babıâli’nin geleneksel
dengelerini bozan esas unsur, İzmir’de Yeni Asır Gazetesi ile bölgesel gazeteciliğin en iyi
örneği sergileyen Dinç Bilgin ve ailesinin İstanbul’a gelerek Sabah Gazetesi’ni kurması
olmuştur. 1982 yılında yayın hayatına başlayan Sabah, bilgisayar teknolojisini ilk kullanan
gazete olmuştur. Sabah Gazetesi bünyesinde Babıâli’nin en muhteris profesyonellerini bir
araya getiren Bilgin ailesi, büyümek için her yolu mübah gören bir anlayışla, gazeteciliğin
bazı etik kurallarını hiçe sayarak, sektörün eskisi gazeteci patronlar ve sektöre yeni giren iş
adamı patronlarla didişerek sürekli bir büyüme başlatmıştır (Tokgöz, 2003: 33). Ardından
sektör dışından gelen sermaye sahibi ise Aydın Doğan olmuştur. Bugün hala basın piyasasında en büyük paya sahip olan Doğan, 1980’de Milliyet’i alarak sektöre, 1994’de Hürriyet’i
satın alarak da tekel olma yoluna adım atmıştır (Koloğlu, 1995: 136).
“Medyanın holdingleşmesi” olarak adlandırılabilecek bu yıllarda, özel sermayenin sektöre
hızlı bir şekilde girmesiyle yaşanan değişim sonucunda, gazetecilik dışındaki alanlarda
pek yatırımı olmayan geleneksel medya sahipleri sektörden uzaklaşırken; bankacılık, inşaat, turizm, ticaret, vb. pek çok alanda yatırımları olan büyük iş adamları ve holdingler,
“yeni medya sahipleri” olarak sektöre girmişlerdir. Sermayenin bu alanda etkinlik göstermesi, dördüncü gücü paylaşma, siyasi çevrelerde etkinlik sağlama ve bu sayede ihalelerden yararlanma, medyayı diğer şirketlerinin reklamlarında kullanma, medyayı kullanarak
pazarlama faaliyetlerini arttırma gibi faktörlere bağlanabilir (Özsever, 2004: 122-123). Bu
dönemde, basının en büyük gelir kaynaklarından biri olan ilan ve reklamlar konusunda
da büyük basın gruplarının etkisi açıkça fark edilmeye başlamıştır. Satışların önemli bir
kısmını ellerinde tutan basın grupları toplam basın reklam harcamalarının da önemli bir
kısmını kendilerine çekerek, diğer bağımsız yayınların yaşama şansını iyiden iyiye azaltmışlardır (Görgülü, 1991, 41).
Medya alanı haricinde faaliyet gösteren büyük holdingler ve kuruluşlar Çok farklı sektörlerde faaliyet yürüten ve asıl faaliyet alanları gazetecilik olmayan yeni medya patronları,
169
şirketlerini diğer alanlarlardaki şirketleri gibi kapitalist değerler sisteminde yönetmişlerdir.
Bu süreçte kimi gazeteciler kurumsal hiyerarşiler içerisinde yükselip bir tür medya yöneticisi elitine dönüşürken, kimi gazetecilerde starlaştı. Yönetici elit ve starlar kendilerine
ödenen olağanüstü ücretlerle toplumun üst sınıfına transfer edildiler. Bu noktadan sonra
da, gazetecilik ilkelerinden çok içine yeni katıldıkları üst sınıfın değerlerinin savunulması
önem kazandı. Medyada çalışan yöneticiler, çalıştığı kurumdaki pozisyonunu yaptıkları iş
birikimine göre değil, patronlarıyla olan ilişkisi üzerinden gerçekleştirmeye başlamışlardır
(Tılıç, 2001: 139). Bu dönem de gazeteler birbirleriyle rekabet için promosyonlar vermeye
başlamıştır. Gazeteyle birlikte verilen kuponlar ve içerikle doğrudan hiçbir ilgisi olmayan
hediyelerin sunumuyla devam eden bu dönem, promosyonlarla oranlı giden tiraj artışları
yaratmıştır. Burada temel hedef, mevcut okur sayısını elde tutmanın yanında, daha önce o
gazeteyle tanışmamış yeni okurların kazanılması ve promosyon sona erdiğinde “tortu” olarak nitelendirilen bir kısım okurun, mevcut okurlara eklenmesi olmuştur. Ancak bu dönem,
beklenen okuru kazandırmadığı gibi, mevcut sadık gazete okurlarının ellerindeki gazeteye
olan saygısının azalmasına neden olmuştur (Özerkan ve Kabaş, 2005: 202).
Birleşme sadece medya mülkiyetinde değil, dağıtım şebekelerinde de gerçekleşmiş, birbirine rakip en büyük iki holding bir araya kurdukları dev ulusal dağıtım şirketleri yoluyla,
kendi yayınlarının dışındaki gazete ve dergilerin dağıtımını da keyfi yöntemlerle denetleyebilir ya da engelleyebilir hale gelmişlerdir (Duran, 2000: 46).
Radyo
Kurtuluş Savaşı sırasında iletişime fazlaca ihtiyaç duyulması, alandaki eksikliği göz önüne
sermiştir. Cumhuriyet‘in ilk yıllarında bu eksikliği ortadan kaldırmak için Ankara ve İstanbul‘da birer telsiz telgraf istasyonu kurulması düşünülür. Bu amaçla düzenlenen istasyonların yapım ihalesini Fransız TSF şirketi kazanır. Vericilerin yapımına 1925‘te başlanır ve
vericiler 1927 yılında hizmete sokulur.
Bu dönemde yayın tekeli, Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketindedir (TTTAŞ). TTTAŞ, yapımı 1927’de biten PTT’nin telsiz telgraf vericilerinden 5-7 KW gücünde iki verici kiralayıp
yayın yapacak hale getirmiş; bu vericilerden ilki başkent Ankara’ya, diğeri ise İstanbul’da
kurulmuş ve 6 mayıs 1927’de İstanbul’da Büyük Postahanesi‘nin kapısı üzerine yerleştirilen vericiyle radyodan müzik dinletilerek yapılmıştır ve aynı yıl içinde Ankara’da düzenli
yayınlara başlamıştır (Kocabaşoğlu 1980: 9-113; Gülizar, 1985: 27-32; Arslan, 2010: 22). Atatürk‘ün verdiği destek sayesinde radyo alıcısı üretimi ve dağıtımı artar. TTTAŞ, yayın hakkını
aldıktan sonra , tekel olmasının avantajını da kullanarak radyo alıcısı satımına başlar ve
radyo dinleme alışkanlığını oturtmak amacıyla bedava radyo alıcısı dağıtır. 1990‘lı yıllarda
gazetelerin yoğun şekilde uyguladığı kupon biriktirme yöntemi, TTTAŞ tarafından daha o
dönemde gündeme getirilir (Arslan, 2010: 25). 1927–1936 yılları arası radyoculuk açısından
zor yıllardır, ekonomik bunalımın etkileri sürerken yetkin eleman eksikliği ve stüdyoların
teknik yetersizlikleri yayıncılığı etkilemektedir. Türkiye‘de radyoculuğun ilk yıllarında yayınlar, genellikle akşam saatlerinde, sınırlı sürelerde yapılmaktaydı. TTTAŞ‘ta yaşanan mali
bunalımlar, şirketin iflasının istenmesine sebep olmuştur. Hükümet şirkete yardım etmiş
ve şirket, faaliyete devam kararı almıştır. TTTAŞ, devlet yardımıyla zararını azaltmaya başlamış ve ilk kez 1932 yılında kâr etmiştir (Kocabaşoğlu, 1985: 39–40). 1926–1937 yılları arasında yaklaşık on yıl süreyle TTTAŞ eline bırakılan radyo yayıncılığı, bu dönemden sonra
devlet idaresine geçmiştir. TTTAŞ‘ın radyodan beklenenleri tam olarak gerçekleştiremeyişi
devletin radyo teşkilatını ele almasına sebep olmuştur. Bu dönemden sonra yetki PTT‘ye
aktarılmıştır (Arslan, 2010: 29).
Radyo yayınlarının devletçe yürütülmesi, 18 Ağustos 1936’da çıkarılan bir kararname ile
başlamıştır ve bu kararnameye göre Nafia Vekaleti radyoların yönetimini, PTT aracılığıyla
yürütmektedir. PTT genel müdürlüğü de yayın akışını sağlamak için Ankara ve İstanbul
Posta ve Telgraf Başmüdürlüklerini görevlendirir (Kocabaşoğlu, 1985:135 Çankaya, 1997:
6).
Radyolarda ilk kez 1940 yılında “Manevi Yayınlar” adı altında yayınlanan “Milli Kahramanlık Menkıbeleri” ve “Yurt Bilgisi ve Sevgisi” adlı programlar ilgi dikkat çekmektedir. Kocabaşoğlu, bu programların ikinci dünya savaşının yaklaştığı günlerde toplumun morali
açısından önem taşıdığını düşünmektedir. (Kocabaşoğlu,1985:170). 1936–1940 yılları arası
170
değerlendirildiğinde; önceki döneme göre söz yayınlarının arttığı, radyoda eğitim, kültür,
sanat amaçlı programların arttığı görülmektedir (Arslan, 2010: 32). Türkiye savaşa girmese
de ekonomik koşullar radyonun yayınlarına yansımıştır. Savaş koşullarının bir başka yansıması radyonun kazandığı önemdir. Radyoya devlet bütçesinden büyük fonlar ayrılmış;
farklı dinleyici gruplarına yönelik kadınlar, çocuklar, gençler, çeşitli programlar yapılıp yayınlanmaya başlamıştır (Kocabaşoğlu, 1985: 27-35).
Çok partili hayata geçiş ve iktidar değişikliği, radyonun önemi artırmış, hatta radyo partiler
arası çatışmanın göstergesi haline gelmiştir. İktidar istekleri doğrultusunda hareket eden
bir kurum haline gelmiştir. İlk olarak yasada yapılan değişiklikle siyasi partilerin radyodan
yararlanması istenmiştir; ayrıca Yayın Danışma Kurulu oluşturularak hazırlanan yayınların
denetimden geçirilmesi uygun görülmüştür (Kocabaşoğlu, 1987: 256). Radyonun siyasete
âlet edilmesi ve tarafsızlığını yitirmesi halkta tepkilere yol açar ve Bedrettin Çalışkur adlı
bir vatandaş Radyo Dinlemeyenler Cemiyeti’ni kurar ancak valilikten izin alamayan cemiyet kapatılır (Gülizar,2008: 66). Devlet radyosuna güvensizlik duyulması nedeniyle halkın
Türkiye‘yle ilgili haberleri BBC‘den dinlemesi de döneme damga vuran olaylar arasında yer
alır. Radyoya duyulan tepki nedenlerinden biri de Vatan Cephesi‘dir. 1 Ekim 1958 tarihinde
Vatan Cephesi‘nin kurulduğu bildirilir ve üyelerin ismi okunmaya başlanır. Okuyanların da
dinleyenlerin de canını sıkan uzun listeler bir süre sonra eleştiri malzemesi olur (Arslan,
2010: 40).
1960 askeri müdahalesinden sonra, Türkiye Radyo Televizyon Kanunu çıkana ve TRT kurulana dek geçen sürede sekiz il radyosu hizmete girmiş; bunların özellikle ülke sınırlarındaki
illerde kurulmasıyla, Türkleri yabancı radyoların zararlı yayınlarından koruma amacı güdülmüştür (Kocabaşoğlu, 1985: 2735).
Trt’nin devreye girmesiyle , Türkiye’de yayıncılık alanındaki gelişmeler hızlanmıştır. Haber
kadrosu 1970’lerden sonra güçlendirilir, ana haber bültenleri dışında saat başı haberler
yayınlanır. Bölgesel haberler, iç ve dış haberlerle programlar zenginleşir; ancak TRT yine de
siyasi iktidarın gölgesi altında kalacaktır. 1982’den özel radyoların kuruluşuna değin yayın
tekelini elinde tutan TRT hem yapısal hem içeriksel değişikliklerle yenilenmeye çalışmış
yine de özel radyo ve televizyon ihtiyacını engelleyememiştir. 1987 yılında kurulan Radyo
4’le yayın ağı genişletilmiş Radyo 1, Radyo 2, Radyo 3 ise Türkiye geneline yayılmıştır. Tüm
bunlara rağmen televizyonun ezici üstünlüğü ve özelleşme karşısında gücünü yitirmeye
mahkûm olmuştur (Arslan, 2010, 49).
1985 yılında özel radyo kurulması için 106 başvuru yapıldığı ilan edilmiştir. Ülkenin önde
gelen basın şirketleri (Hürriyet, Sabah,Türkiye, Karacan Yayınları ) ve Nadir Grubu başvuranlar arasındadır (Arslan, 2010: 49). Bu istekler uzunca süre reddedilmiş sadece eğitim
amaçlı belediye ya da üniversite radyolarının kurulmasının mümkün olduğu belirtilmiştir.
Üstelik iktidar ve muhalefetin çoğu da bu görüşe katılıp Türkiye’nin özel kanallara hazır olmadığını savunmuştur (Cankaya,1997:71-77). Özel radyo ve televizyonlar TRT’nin üstlendiği eğitim, kültür, haber ve müzik yayınlarını farklı bir bakışla ele aldı. “Eğitim”in esas oluşu
geride kaldı. Özelleşme yenilik ve gelişmeyle beraber yozlaşmayı da ortaya çıkardı. 1994’te
Resmî Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe giren kanunla yayınlar kurallara bağlanmıştır. RTÜK
denetiminde olan radyo ve televizyonlar sık sık uyarı ve kapatma cezaları almışlardır (Cankaya,1997: 76-91).
Günümüzde pek çok radyoyla beraber TRT Radyoları yayın yapmaktadır. TRT hâlâ en geniş
kapsama alanına sahip olma ve en çok dinleyiciye seslenebilme özelliğini taşımaktadır.
Yayın anlayışında da eski ilkelere bağlı kalarak eğitim, kültür, bilgi ve haber kaynağı olmayı
hedeflemektedir (Arslan, 2010: 50).
Televizyon
Türkiye’de ilk olarak televizyon yayını 1952 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne ait stüdyolarda gerçekleşmiştir (Serim, 2007: 15). Bu yayın yalnızca İstanbul’u kapsayabilecek bir
ölçekteydi.
Televizyona, ulusal düzeyde yayına başlayacağı ilk yıllarda, Türkiye’de yaşanan eğitim sorununu çözmek üzere umut bağlandığı görülmektedir (BDPT, 1968: 592). Almanya’yla yapı-
171
lan bir anlaşma neticesinde, Televizyon Eğitim Merkezi kurmak üzere girişimler başlamış
ve bu çerçevede 1966 yılında kapalı devre stüdyo yayınları başlamıştır. İki sene sonra, 31
Ocak 1968 tarihinde TRT kendi kurumsal kimliğiyle haftanın üç günü deneme mahiyetinde
televizyon yayınına geçmiştir (Oskay, 1978: 18). Ankara televizyonu 1968 yılında, İstanbul,
İzmir ve Eskişehir televizyonları 1971 yılında, Edirne, Balıkesir ve Kütahya televizyonları
ise 1972 yılında yayın hayatına başlamıştır (BDPT, 1973: 21). Devletin, ilk kuruluş yıllarında
televizyon için biçtiği eğitim rolünün yanına, bu yıllarda ulusal güvenlik kaygıları da eklenmiştir. Onun işlevselliği, böylece, sadece eğitim aracı olmasıyla değil, aynı zamanda milli
birlik ve bütünlüğü sağlayacak biçimde sürdürülecek yayınlarla da önem kazanmış olacaktır. Bu amaç doğrultusunda, hükümetler ve planlamacılar, öncelikle sınır bölgelerden başlamak koşuluyla, 1980 yılına gelindiğinde toplam nüfusun %82’sine televizyon yayınlarıyla
ulaşmayı hedeflemişlerdir (BDPT, 1973: 612). TRT, 1969 yılında her on bin kişiye 7 adet ve
bundan üç yıl sonra, 1972 yılında ise, her on bin kişiye 27 adet televizyon düştüğü hesabını
yapmaktadır (BDPT, 1973: 782).
TRT, 1984 yılının Mayıs ayından itibaren önce reklamları ve birkaç ay sonra da tüm programlarını renkli olarak yayınlanmaya başlamıştır (Serim, 2007: 130). Ulusal düzeyde siyah-beyaz olarak yayına başlamasından 16 yıl sonra, Türkiye televizyonu artık renklenmiştir. Bu önemli bir teknolojik atılım olarak görülmektedir. Ancak televizyonun renklenmesine
karşın, hanelerin renklenmesi biraz daha sonra gerçekleşecektir. Türkiye’de renkli televizyonun yaygın olarak haneye girişi ancak 1990’lı yıllardan itibaren mümkün olacaktır. Zira
renkli yayın başlamış olsa da, ülkede renkli yayını alacak televizyon alıcısı henüz yoktur.
Ayrıca, sadece fiili olarak değil ama resmi olarak da renkli televizyonun satışının yapılması
yasaktır. Ancak hükümetin bir karar almasından sonra Türkiye’ye renkli televizyon ithal
edilmeye başlanmıştır (Serim, 2007: 130). Milli Güvenlik Kurulu da, ikinci kanal yayınının
1986 yılının sonunda başlamasına hükmetmiştir. Böylece, 6 Ekim 1986 tarihinde, TRT2 kanalı renkli olarak, ulusal düzeyde yayın hayatına başlamıştır (Serim, 2007: 131).
1990’lı yıllar, Türkiye’de özel televizyon ve radyoların varlığının meşruiyetinin tartışıldığı
yıllar olması bakımından kritiktir. Öyle ki, Türkiye’de televizyon ve radyo kurma ve yayın
yapma hakkı devlete aitti. İlk olarak 1961 Anayasası’nda meşruiyet kazanan televizyon yayıncılığına ilişkin yasal düzenleme, 1980 Anayasası da dahil olmak üzere, sonraki anayasalarda da aynen korunmuştur. Anayasaların yer verdiği bu madde, televizyon istasyonlarının
ancak devlet eliyle kurulabileceğini ve yayınların tarafsızlık esasına göre yapılacağına işaret etmekteydi. Ne var ki Türkiye’de ilk özel televizyon yasaya aykırı olacak biçimde kurulmuş ve yayın hayatına başlamıştır. İlk özel televizyonun yasadışı varlığı, sonrasında başka
özel televizyonların yasal dayanaktan yoksun, fiili olarak yayın hayatına başlaması, günümüzde devam eden Türkiye televizyonlarının yasal statüsüne ilişkin sıkıntıların temelini
teşkil etmektedir (Arun, 2010: 111).
Türkiye’nin ilk özel televizyonu Magic Box – Star 1 isimli kanalın test yayınları, Mayıs
1989 yılında başlamıştır (Arun, 2010: 21). Ancak etkileri uzun yıllar Türkiye’nin siyasi ve
toplumsal yaşamında tartışılmıştır. İlk özel televizyonun kurulmasının hikayesi 1989 yılına dayanmaktadır. 1989 yılında beklenmedik bir gelişme olur. TRT’nin elinde bulunan
televizyon vericilerinin, posta işletmesine (PTT) devredilmesini öngören (3517 sayılı) yasa
mecliste onaylanır. Vericilerin PTT’ye devrinin nedeni o yıllarda anlaşılamaz. Ancak, özel
bir televizyon kanalının kurulacağına ilişkin gelişmelerin yaşanmasıyla, vericilerin devrinin
nedenleri üzerine tartışmalar başlar. Zira o zamanlar bir televizyonun yayın yapabilmesi için vericilere ve link hattına ihtiyaç vardır. Hatlar ve vericiler TRT’nin elindedir. Ayrıca
anayasaya göre televizyon istasyonları da sadece devlet eliyle kurulabilir. O halde özel bir
televizyonun yayın yapma olanağı nasıl sağlanabilirdi? Anayasaya aykırı olsa da, vericilerin ve link hatlarının PTT’ye devriyle, fiili olarak özel bir televizyonun yayın yapma imkanı
sağlanmış olur. Özel televizyonların yasal düzenleme olmaksızın hayata geçirilmesi fikri,
devletin önceden planladığı bir konudur aslında. (BDPT, 1989: 278). (Arun, 2010: 111-112).
1990 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD gezisinde dört gazeteciye yaptığı bir açıklamada “yurtdışından Türkçe televizyon yayını yapılmasını engelleyen bir kural yok. Dış
memleketlerden bir kanal kiralayan Türkiye’ye yayın yapabilir” demistir (A. Sayın, Cumhuriyet, 8.2.1990, s.4; Tan, Cymhuriyet, 13.2.1990, s.9).
172
Yetkililerin aksi yönde beyanlarına karşın, bu yıllarda yasaların özel televizyon yayınlarını imkan verecek biçimde yeniden düzenlenmemiş olması, Türkiye’de özel televizyon
yayıncılığı yasal dayanağı konusundaki halen süren tartışmaların merkezini oluşturmaktadır. Dönemin Cumhurbaşkanı’nın, Türkiye siyasal yaşamında halen hatırlanan önermesi,
bu yıllarda televizyon üzerinden sürdürülen tartışmaların sonucu dile getirilmiştir. 1980
Anayasasında da belirtilen “Televizyon yayınlarının devlet eliyle düzenleneceği” hükmüne
karşın, 1990 yılında ticari işletme olarak kurulacak özel bir televizyon girişimine destek
veren Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, bu tutumuyla anayasayı ihlal ettiğini söyleyenlere
karşı “Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz” önermesi, izleyen yıllarda Türkiye’deki
televizyon yayıncılığının sorunlar yumağı haline gelmesindeki nedenlerden birisi olarak
görülmüştür (Serim, 2007: 216).
Türkiye’de özel bir televizyon yayının yasal olarak mümkün olmaması nedeniyle, Magic
Box – Star 1 televizyonu yayınlarını Almanya’nın Ludwigshafen kentinden Türkçe olarak,
uydu aracılığıyla, Türkiye’yi kapsayacak biçimde gerçekleştirir. İzleyen yıllarda bu kanalın
ismi, önce İnterstar sonra ise Star TV olarak değiştirilir.
Magic Box şirketinin Star1 kanalı, Türkiyenin ilk özel televizyon kanalı televizyon kanalıdır.
1 mart 1990’da deneme sinyali vermeye; 7 Mayısta da günde beş saat yayına başlamıştır.
Yayına başlaması beraberinde bir çok sorunu da getirmiştir. Star1’in Türkiye’de özel radyo
televizyon yayıncılığı konusunda, bir yandan yasal düzenleme yapılması üzerine tartışmanın alevlenmesine, öte yandan da fiili durumun kabullenilmesine yol açmıştır. Star1, 1990
Eylül’ünden itibaren yayın süresini haftada 92 saate çıkarmış ve düzenli haber yayınına
geçmiştir (Kejanlıoğlu, 2004: 312).
İlk özel televizyonun yayına başlamasından iki yıl sonra ise ikinci bir özel kanal daha Türkiye televizyon alanındaki rekabete katılır. 1992 yılının Mart ayında, Fransa üzerinden kiralanan bir uydu aracılığıyla yayına başlayan bu özel kanalın ismi Show TV’dir. Aynı yıl
Magic Box – Star 1 kanalını birlikte kuran iki ortaktan birisi olan Ahmet Özal, ortağı Cem
Uzan’la anlaşamayarak ayrılır ve Kanal 6 televizyonu üçüncü özel kanal olarak 6 Ekim 1992
tarihinde kurularak yayınlarına başlar. Türkiye televizyon tarihinin önemli dönüm noktalarından birisi 1993 yılıdır. Bu yıl radyo televizyon yayınına ilişkin olarak önemli bir yasal
düzenleme yapılmıştır. Askeri darbe sonucunda oluşturulan 1982 Anayasası’nın yürürlüğe
girdikten sonra, 1995 yılına kadar değişen sadece dört maddesi vardır. Bunlardan birisi
de radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen 133. maddesidir. Bahsi geçen madde ilk kez
1961 Anayasası’nda 121. madde olarak düzenlenmiştir ve 1982 Anayasası’nda korunmuştur (Arun, 2010: 130)
1990’larda R. Murdoch, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile görüşmüş; sonra da TRT ve TV3
için ön anlaşma yapılmıştır (Cumhuriyet, 27.7.1990; Cumhuriyet, 13.9.1990). Bu girişimler
daha sonra sonuçsuz kalmıştır. 1990’lı yıllarda Sabah Gazetesi ile ATV; Milliyet ve Hürriyet
gazeteleri ile Kanal D; Türkiye Gazetesi ile TGRT; Zaman Gazetesi ile Samanyolu TV aynı
grupların eline geçmiştir. Bu satın alma yarışlarına son yıllarda yabancı sermaye ile işbirlikleri eklenmiştir. Bu holdingler, dünyada medya sektörünü elinde bulunduran şirketlerle
birleşmişlerdir: Doğan Grubu Time Warner ortaklığı ile CNN Türk; Doğuş Grubu-NTV ile
NTV - MS (Microsoft) NBC (General Electric), NBC ortaklığı ile CNBC-E, İhlas Grubu Tgrt
ile Rupert Murdoch News Corporation ile Fox TV ve El Cezire’nin direk girişleri yaşanmıştır
(Tılıç, 2001:147 ).
Medya’da birleşme (entegrasyon) çeşitleri
Medyada görülen birleşme biçimlerini yatay, dikey ve çapraz birleşme olarak üç grupta
toplamak mümkündür. Birleşme ile oluşan grupların çok sayıda gazete, radyo, televizyon,
basım, dağıtım gibi işleriyle uğraşmasını çok seslilik anlamına geldiğini söyleyemeyiz. Genel içerik olarak aynı, benzer ve yakın görüşler değişik cümlelerle ya da ifadelerle aktarılmakta, dağıtılmakta veya basılmaktadır, bu durumun demokrasiye herhangi bir katkısı bulunmamaktadır. Aynı zamanda, alıcının tek taraflı bir şekilde bilgilendirilmesi neticesinde,
bireylerin doğru bilgiye ve içeriğe ulaşma hakkı da yara almaktadır (Bulunmaz, 2011: 243).
Yatay Birleşme: Medyanın kitle iletişim araçlarından birine sahip olan bir işletmenin aynı
173
türde bir kitle iletişim aracının da sahibi olmasıdır. Sahiplik ve sermaye birleşmesine örnek olan yatay birleşmede amaç ürün çeşitlenmesine gitmektir. Örneğin Doğan Grubunun
Hürriyet gazetesine sahipken Posta’yı, Sözcü’yü,Fanatik’i vs. alması gibi.
Dikey Birleşme: Bir medya işletmesinin sahip olduğu iletişim aracının üretimden, dağıtımına kadar her aşamasında söz sahibi olmasıdır. Her aşamasına yatırım yapan kuruluşlar
rakipleri karşısında daha güçlenmektedirler. Dikey birleşmeye bir gazete örneğini verecek
olursak; gazetenin haber ajansına, matbaasına, dağıtım kanallarına sahip olması demektir
(Avşar, 2011: 4). Dikey bütünleşmede firma, ürettiği malın hammaddesinden pazarlamasına kadar tüm aşamaları kendi yapısında toplamaktadır. Böylece birim maliyetinde ve
fiyatlarında indirimler sağlayarak diğer firmalara karşı önemli üstünlükler sağlamaktadır
(Aydın, 2013: 40).
Çapraz Birleşme: Firmalara, her bir iletişim aracını diğer tüm araçların ürünlerini satma
işiyle meşgul ederek, bir ürünün tüm kazanç potansiyelinden yararlanma olanağı da verdiğinden stratejik bir avantaja sahiptir (Meyer, 2004: 52-53.) Farklı sektörlerle birleşme,
medyanın, özellikle reklam aracılığıyla talep eğrisini belirleme gücünü de nitelik ve nicelik bakımından dönüştürmüştür. Ana akım medyanın kamusal yarar adına bir tehdide dönüşmesinin temelinde de bu vardır (Adaklı, 2006: 12). Sadece gazete,tv vs. değil bunların
hepsinde yatırımının ve mülkiyetinin olmasıdır. Yani, televizyon yayıncıları ve yazılı basın
veya internet sağlayıcıları gibi diğer medya unsurları arasındaki sahiplik ve sermaye entegrasyonu yanı sıra, otomotiv, finans vb. alanlarda da mülkiyet ve yatırımlar söz konusudur
(Avşar, 2011: 4).
Mülkiyet Sermaye Yapısı
Medya sektörü genel olarak toplumun sosyal ihtiyaçlarına yönelik çalışan bir hizmet sektörüdür. Diğer sektörler için kâr tek amaç iken medya sektörü için sosyal, kültürel, siyasi
amaçlar da yer almaktadır. Böyle olunca sahiplik yapısında da çeşitlilik ve şeffaflıktan uzak
bir yapı ortaya çıkabilmektedir. Bir tarafta daha çok sosyal amaçlar içeren kamu yayıncılığı,
diğer tarafta kârı öncelik edinen özel yayıncılık yer almakta ve değişen teknoloji ile sektörün sahiplik analizi zorlaşmaktadır. Medya sektörünün en önemli problemi olan finansal
güçlükler de medyada devletin, varlıklı ailelerin ya da büyük şirketlerin sahipliğine yol
açmıştır (Özdurdu, 2011: 22).
Günümüzde patron, gazeteyi bir işletme olarak görmekte ve bu doğrultuda karını maksimize etmek istemekteyken; editörler gazetecilik işlevi yapmakla görevlidirler. Editörlerin
hazırladığı haberler patronun karını olumsuz etkilemediği sürece patron ile editörler arasında bir sorun yoktur. Ancak gazetecilik çıkarları ile patronun çıkarları çatıştığında editörler ile patronun arasındaki ilişki ağa-kahya ilişkine dönmekte ve patronun çıkarları ağır
basmaktadır (Duran, 1999: 93-95). Bu ağa-kahya ilişkisinde patron kendisini dördüncü güç
olarak hükümetin üstünde görmekte ve kendisini kamuoyu olarak görmektedir. Bir gazetede, piyasadaki mevcut markalı maden sularının sağlığa aykırı olduğuna dair manşetten
yayınlar yapılarak kamu sağlığı açısından önemli bir hizmetin yerine getirildiğine ilişkin
bir algı yaratılmak istenmiştir. Ancak kısa bir sure sonra söz konusu gazetenin bağlı bulunduğu holdingin piyasaya yeni bir maden suyu markası sürdüğü ortaya çıkmıştır. Benzer
bir şekilde kırmızı etin zararlarını gündeme getiren bir gazetenin bağlı olduğu holdingin
önemli kuruluşlardan birinin tavukçuluk şirketi olduğu ortaya çıkmıştır (Duran, 1999: 94).
Kar maksimizasyonu gazetenin bağlı bulunduğu diğer holdinglerin çıkarları doğrultusunda
yapılacak yayınlar sağlıyacaktır.
1990’lı yıllarda radyo ve televizyon yayıncılığı alanındaki devlet tekelinin kaldırılması ve
özel radyo ve televizyonların yayın hayatına girmeleri ile medya alanında holdingleşmeler
artmaya başlamıştır. Uygulanan neo-liberal ekonomi politikaları, yayıncılık alanını tecimsel yapılara dönüştürürken, kamu yararı ve toplumsal sorumluluk gibi kaygılarından hızla
uzaklaşılmıştır. Yayıncılığın etik yapısında yozlaşmayı da beraberinde getiren kar amaçlı bu yaklaşımlar, güç odaklarının çıkarları doğrultusunda yayın politikaları güdülmesine
yol açmıştır. Bu da beraberinde magazinleşme sürecinin ivmesinin artmasını ve magazinleşmenin sürekliliğini getirmiştir. “Bu anlamda özel televizyon kanallarının, geleneksel
TRT formatının dışına çıkarak gerçekleştirdikleri yayınlar içerisinde, haber bültenleri de
174
bu niteliksel dönüşümden önemli ölçüde etkilenmişlerdir. İzlenme oranlarında sürekli tırmanışı hedefleyen bir yayıncılık nlayışıyla, haberi çekici kılacak her türlü unsur (dramatizasyon, müzik, aşırı vurgulanmış cinsellik...) haber metni içerisine yerleştirilmiştir” (Ergül,
2000:172 ).
McChesney’in (2003) “bugünkü gazete ve televizyon haberciliği, medya sisteminin birlikte yönetim ve sürekli kar mantığının kazazedeleri olarak değerlendirilmemelidir” derken
bu tehlikenin yaşanmakta olduğunu vurguladığı açıktır: “Anonim şirketlerin birçok dergiyi
ele geçirmesi, anonim şirket sahiplerinin politik gündemine hizmet eden ve reklamcıları
mutlu eden yazılara dikkati çeken editörler üzerinde kurulan baskının artmasına neden
olmuştur. 1997’de Chrysler ve Colgate- Palmolive gibi reklamlarla oldukça başarılı olan
reklamcılar, dergi yayıncılarından, hoşlarına gitmeyen bir yazıyla karşılaştıkları takdirde
reklamlarım yayından çekebilmek için, magazinin ilgi gören yazıları hakkında bilgilendirilmeyi istemişlerdir” (McChesney, 2003: 29). Piyasa aktörü kategorisinde yer alan siyasa aktörü görüşmecilerin “haber”in “haber verme” durumunu sorguladıkları ifadelerse, haberin
magazinleşmesi sonucunda haberin inandırıcılığının kaybolduğu yönündeki inançlarını
ortaya koymaktadır. Ne var ki bu vurgular, piyasa aktörlerinin örtülü reklam yayınlarının
“en fazla haber kadar inandırıcı” olabileceği yönündeki ifadeleri ile “haber içindeki örtülü
reklam yayınlarının zararlı etkisinin de azaldığı” imalarına dönüşmektedir:
Küreselleşme büyük şirketlerin yaşamasını sağlayan yeterli tüketici sayısının oluşturulmasını ister. Bu sebeple, McLuhan’ın sözünü ettiği eşitlik ve demokrasiye dayalı bir “küresel
köy”e ulaştığımızı söylemek, şu an için zor görünmektedir. Küresel medya şirketi sahipliğinde, Amerika, Avrupa ve Japonya başı çekmektedir. Türkiye gibi ülkelerin bu şirketler ve
bunların yaydıkları değerler konusunda söz hakkı yoktur. Zengin ülkelerin medya sanayinin
sahipliğini ve denetimini ellerinde tutması, küresel medya ürünlerinin üretiminde ellerinde bulundurmalarını sağlamaktadır. Başka bir değişle ülkeler arasındaki ekonomik eşitsizlik, medya ürünlerinin üretiminde ve tüketiminde de sürmektedir. Bu nedenle, enformasyonun ve kültürün eşit olarak dağılabildiği bir küresel köy beklentisi, şu an için mümkün
değildir. Özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından bu küresel köy fikri ortadan kalkmıştır.
Çağımızdaki savaş soğuk savaş gibi ideolojik olarak yönlendirilmektedir. Artık düşman
ulus devletin ittifaklarından değildir; düşman küresel olarak yayılmış kültürel, politik ve
dini hareketlerdir. Günümüzde küreselleşmenin insan haklarını, demokrasiyi, toplumsal
hakları yayn değerler ürettiğini söyleyemeyiz. Günümüzde küreselleşme kapitalizmin değerlerinin Amerika ve Avrupa yoluyla, kendilerine göre daha az gelişmiş ülkelere egemen
olmasına yaramaktadır.
Sermaye Yapısının Değişmesi
Türkiye de holdingleşme sürecinin dışında kalmamıştır. Osmanlı döneminde ilk gazete
devlet tarafından yayınlanmıştır. Batıda olduğu gibi burjuvazinin geliştirdiği özgürlük ortamından yararlanarak ortaya çıkan bir basın dünyası yoktur. İlk özel gazetelerde mali bakımdan devletten destek almıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1930’lu yıllara kadar gazeteler
ağırlıklı olarak devletten destek alarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. 1930’lu yıllardan itibaren ise basının mülkiyet yapısının değişmesi için ilk adımlar atılmıştır. Bu tarihten itibaren
gazeteler patronlara açılmaya başlanmıştır. 1948’den itibaren ise gazetecilikten gelmeyen
kişiler de gazete sahibi olmaya başlamışlardır. Çok partili hayatla birlikte gazeteler, maddi
destek aldıkları partilerin gazeteleri olmuştur. 1960’lı yıllarda ise basın artık hükümetten
çok özel sermaye ile yakınlaşmaya başlamıştır. Sermaye-basın arasındaki bu ilişki basının
sermaye gruplarının maddi desteğine bağımlılığını artırmış ve basın sektörünün doğrudan büyük sermaye denetimine girmesine neden olmuştur. Burjuvazinin denetime ancak
1960’larda giren Türkiye basınındaki yatay genişleme dönemi 1970’lerin sonuna doğru başlamıştır (Bulut, 2009: 62-74). 1970’lerle birlikte gazeteci olmayan patronların gazetelerle
birlikte diğer basın-yayın kuruluşlarının da sahibi olduğu bir evreye girilmiştir. 1980’lerde
artık medya patronluğu gazeteci ailelerin elinden çıkarak Türk ekonomisinin büyük devlerinin ellerine geçmeye başlamıştır. Öte yandan gazetecilikten gelen patronlar da işadamlığına yönelmeye başlamışlardır (Tokgöz, 2000: 44). Türkiye medyasında1960’larda başlayıp
1980’lerde hızlanan bu tekelleşme girişimleri sonucunda 1990’lı yıllardan itibaren medya
birkaç büyük grubun denetimine geçmiştir (Bulut, 2009: 85).
175
Dünyada 1997 ve 1998 yılında ortaya çıkan krizlerin sonuçları, ülkemizde özellikle 2001’de
her alanda ciddi boyutlarda hissedilmeye başlamıştır. Bu olaylar, Türkiye dahil küreselleşmenin dünyanın her bölgesi için neden kaçılamıyacak bir gerçek olduğunu ortaya koymuştur (Aydoğan, 2011: 89).
Bu türden bir gösterinin başka bir deyişle, Batının kültür kodlarının ulaşılması gereken
hedefler haline gelmesi ve türdeşleştirici bir tahakküm süreci olarak nitelenmesi sonucunda, küreselleşme Türkiye gibi Batı dışındaki ülkeler açışından üç önemli etki yapmıştır.
Birincisi, bireysel kimliklerin parçalanması ve siyasallaşmasıdır. Ikincisi, merkezi kurum ve
yapıların öneminin kaybetmesiyle, yerel kurum ve yapıların önem kazanması sonucunda
gereksinim duyulan toplumsal bağların tüketim siyasetiyle dengelenmesidir. Üçüncüsü ise
bireylerin davranış kalıplarının küresel bir perspektif ve duruma göre ayarlanmasının dayatılmasıdır (Sarıbay, 2004: 63).
Günümüzde küreselleşmeyle bütünleşmeye çalışan Türkiye gibi az gelişmiş toplumlar,
iletişim olanaklarının gelişmesiyle birlikte, bu süreci daha hızlı yaşamaya başlamışlardır.
Çünkü Guy Debord’un belirttiği gibi, gelişmiş ülkeler, azgelişmiş ülkelere, yalnızca ekonomik yollarla egemen olmamaktadır. “Gösterenin taşıyıcısı olan toplum, azgelişmiş bölgeleri sadece iktisadi hegemonyası ile egemenlik altına almaz. Onlara gösteri toplumu olarak
egemen olur. Maddi temel henüz mevcut olmasa da, modern toplum her kıtanın toplumsal yüzeyini gösteri aracılığıyla şimdiden istila etmiştir” (Ercan, 2001: 187).
Küreselleşmeyle birlikte, gelişen yeni iletişim yapısı ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere doğru dikey bir yapılanma biçiminde yaygınlaşmaktadır. Bu nedenle, teknolojik olarak bağımlı olan az gelişmiş ülkeler hem teknoloji hem de bu teknolojinin yaydığı kültür açısından bu toplumlara bağımlı olmaktadır.
Buna ek olarak dünyadaki uluslararası reklam şirketleri 1980’lerden itibaren gelirlerinin
yarısından fazlasını diğer ülkelerden sağlamaktadırlar. Sanayi altyapısından yoksun olan
gelişmekte olan ülkeler ise tüm program ve teknik donanımlarını Batı’dan daha çok Amerika’dan almaktadılar. Iletişim sistemlerinin kamusal niteliğini kaybederek ticarileşmesi ve
bu durumun küreselleşmesi, medyanın kendi çıkarlarını korumasına neden olur. Elbette,
medya şirketleri de, yalnızca kendi çıkarlarına değil, aynı zamanda çokuluslu şirketlerin
çıkarına da hizmet eder (Konyar, 2002: 182-184).
Bu durum, ithal filmlerin ve programların kopyalanmasını, Türkiye’ye uyarlanmasını ya da
uydurulmasını kolaylaştırmıştır. Yeni iletişim teknolojilerinden internet de büyük medya
şirketleri arasındaki rekabetin artmasına yol açmıştır. Örneğin Doğuş Grubu, İxir ve NTV
aracılığıyla, Microsoft ve Genaral Electric NBC News ortaklığındaki MSNBC Interactive
Inc. ile ortaklığa girmiş NTVMSNBC internet haber sitesini kurmuştur. Doğan grubu da
buna benzer işbirliği ile internet hizmetlerine de girmiştir. Medya sahiplerinin yeni iletişim
araçlarına yatırım yapması, küresel şirketlerle daha yakın bir işbirliğine girmelerini de beraberinde getirmiştir (Ankara Üniversitesi Basın Yayın Uygulama Merkezi, 2000: 9-10). Bu
süreç içinde Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i, 16 Şubat 2011 yılında değiştirdiği RTÜK Yasasıyla birlikte radyo ve televizyondaki toplam yabancı sermaye payını %50’ye çıkarmıştır. Bu
da küresel medyanın korkmadan Türkiye’ye girmesini kolaylaştıracak bir gelişmedir (http://
www.hurriyet.com.tr).
Sonuç
Küresel medya fikri, Amerika, İngiltere ve Fransa gibi sanayileşmiş ülkelerdeki küresel
medya şirketlerinin yabancı karlarını arttırmak, küresel tekel ideolojisini arttırmak için birleşebileceği düşüncesinden doğmuştur. Bu küresel tekel düşüncesinde, karın arttırılması
yönündeki çaba nedeniyle, hazırladıkları medya içeriğine (sabun köpüğü diziler, yarışma
programları vs gibi programlarda), genel bir homojenleştiriciliği ve dünyanın geri kalanını
modernleştirme eğilimini koymak vardır. Küresel tekelci medya paketlenmiş, tarz haline
getirilmiş, reklamlaştırılmış alınıp satılan bireysel metaların üretildiği küresel kültürü ekip
biçer. Küresel kültür filmler, videolar, şarkılar, CD’ler, dergiler, giyecekten yiyeceğe, kişisel
bakım ürünlerine kadar uzanır. Küresel medyanın ulaştığı milyonlar tüketici hazzının tatlı
kokusundan etkilendikçe, ulus ötesi medya tarafından sunulan eğlence ve reklam modeli
olan küresel sermayenin hegemonik liderliği devam eder. Bu tüketici hazzını sürdürmek
176
için küresel medya ve reklamcılar, kışkırtıcı yeni ürünler, yeni pazarlar ararlar. Bu durumda,
küresel medya, kültürel deneyimleri ticarileştirdiğinden bunların çeşitliliğini sınırlamaz,
aksine bu durumu kullanır (Kraidy, 2005: 10).
Medyanın küreselleşmesi, kapitalist ilişkilerin yaygınlaştırılmasında gereken politik, ekonomik ve ahlaki temelleri yasallaştırmak için gereken ideolojik konsepti ve pazarın buyruklarının yeni uluslara ve bölgelere yayılmasına yardımcı olan bir durumdur. Günümüzde,
küresel medya imparatorlukları, çok küçük bir grup tarafından kullanılmaktadır. Bauman’ın
da belirttiği gibi bu durumda “yeni iletişim teknolojilerinin üçüncü dünya için yaptığı tek
şey, bu ülkelerin geriliyişinin kaydını tutmaktır”. Gerçekten de yereller ya da fakir ülkelerdeki açlık haberlerinde bu durumun onların kaderlerinin sonucu olarak temsil edilir. Başka bir
deyişle, “zenginlik küresel, fakirlik ise yereldir”. Zamanı ve mekanı ortadan kaldıran teknolojiler, aslında, yerel mekanları yoksullaştırırlar (Bauman, 2006: 84-86). Bunun sonucunda
yani küresel ve ulus ötesi medya akışı nedeniyle, yerel medya üretiminin ve tüketiminin
dinamikleri giderek azalmaktadır. Çünkü 20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başında,
medya sahipliğinde lider olan Batı ve özellikle Amerika, ekonomik olarak zayıf ülkelere
ucuz programlar ithal ederek, kendi kültürünü yaymaktadır (McMillin, 2007: 9).
Dünya Bankası ve IMF gibi kurumlar aracılığıyla ülkeler özellikle ekonomik açıdan Batı’ya
bağımlı hale gelmekte; öte yandan da çok uluslu şirketler yoluyla ekonomi gittikçe uluslararasılaşmaktadır. Bugün dünyanın en büyük 100 ekonomisinden 51’i en az iki ülkede
üretim ve hizmet sunan çok uluslu şirketlerdir. Kaynakları açısından bakıldığında; çok
uluslu şirketler dünyadaki ekonomik faliyetlerin yaklaşık dörtte birine sahiptirler. Sermayenin önündeki engellerin azaltılmasıyla çok uluslu şirketler tarafından yapılacak doğrudan yatırımlar gittikçe hızlanmaktadır. Çok uluslu şirketlerin böylesine egemen olduğu bir
dünyada medya endüstrisi de bu değişimden etkilenmektedir. (Bulut, 2009: 80-83). Türkiye’deki medya da küresel medyanın etkisi altındadır. 1990’lardan önce, Türk medyası,
gazete ve dergi yayıncılığında odaklanan aile şirketlerinin egemenliğindeyken, 1990’larla
birlikte gazete, dergi, radyo, televizyon, yayıncılık, haber ajansı, dağıtım ve yapımı da içeren
holdingler tıpkı Batı’daki örneklerinde olduğu gibi, medya sahipliğine soyunmuştur. Aynı
zamanda bu holdingler iletişim teknolojileri, bankacılık ve finans, elektrik, otomotiv, inşaat, tekstil gibi sektörlerde de pay sahibidirler. Türk medyasının küresel medyaya işbirliği,
moda, sağlık, dekorasyon gibi konulardaki dergilerin Türkçe versiyonlarının yayınlanması
ile başlamış, bu durum Türk medya şirketlerini dünyanın küresel şirketleriyle daha geniş
çaptaki ortaklıklara yöneltmiştir.
Türkiye’de uluslararası olarak ilk meya birleşmesi Doğan Medya Grubu ile Time Warner
Grubu arasında olmuştur. Bu iki grubun ortak girişimiyle 2000 yılında CNN Türk kurulmuştur. Bu süreç, 2000 yılından sonra devam etmiş, Doğan Medya Grubu, Turner Broadcasting
System ile işbirliğine girerek TNT ve çocuk kanalı Cartoon Network Türkiye yayınını başlatmıştır. Küresel medyayla bütünleşen, bir diğer grup ise Doğuş Grubudur. CNBC ile yapılan
anlaşma gereğince 2000 yılında CNBC-e yayın hayatına başlamıştır.
Bunun yanında Türkiye’ye yabancı sermayenin girişinde, Türkiye’de yapılan özelleştirmelerin büyük etkisi olmuştur. Türkiye’de medya sektörüne yabancı sermayenin girişi ise bir
zorunluluktan kaynaklanmıştır. Geçmişte Türkiye’de hem banka işletmeciliği yapan hem
de medya kuruluşu olan grupların bankalarının batması ve bu bankaların fona aktarılması
ve sonrasında da satılmak istenmesiyle, yabancı medya Türkiye’ye giriş yapmıştır (Biçer,
2006: 61). TMSF’nin haczettiği medya gruplarını bir an önce elinden çıkarmak istemesi
yabancı sermayenin Türk medyasına girişine imkan verdi.
Bütünleşme ATV ve TGRT’nin çok uluslu medya şirketleriyle yaptıkları ortaklıklar izlemiştir.
Daha geriden olmakla birlikte yazılı basına da çok uluslu şirketlerin etkisi gelmektedir.
Yabancı tekeller Türkiye medyasında ortaklıklar kurar ya da Türk medyasını doğrudan satın
alırken; yerli medya tekelleri de uluslararası alanda kendilerine alan açmışlardır. Örneğin
Kanal D’nin hisslerinin %25’i İsviçreli Ringier Grubu’nda, Sabah-ATV’nin hisselerinin %25’I
Katar Yatırım Ajansı’ndadır (Bulut, 2009: 94-98). Bunlara ek olarak, Kanadalı CanWest Grubu ise Türkiye’nin önemli radyo kanallarından Süper Fm, Metro Fm, Joy Fm ve Joy Türk’ü
almıştır. News Corporation’ın sahibi Ruperth Murdoch, 2006 yılında TGRT kanalını satın
alarak Fox TV adıyla Türkiye’de yayına başlamıştır (http://www.cihandergi.com). Bu süreç
177
içinde Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i, 16 Şubat 2011 yılında değiştirdiği RTÜK Yasasıyla
birlikte radyo ve televizyondaki toplam yabancı sermaye payını %50’ye çıkarmıştır. Bu da
küresel medyanın korkmadan Türkiye’ye girmesini kolaylaştıracak bir gelişmedir (http://
www.hurriyet.com.tr).
Neo-liberal politikalarla beraber daha önemli olan konulardan biri de basın özgürlüğüdür.
Gerek Batı’da gerekse Türkiye’de basının bir sanayi haline dönüşmesinden önce yayın bağımsızlığı diye bir sorun yoktu. Çünkü Neo-liberal politikalardan önce, işvereninde kendisi
gazeteciydi ve adı gazetenin künyesinde hem gazetenin sahibi hem de yazı işleri müdürü
ya da başyazar olarak geçiyordu. Tek işi gazetecilik olan işverenlerin gazetelerinde yayın
bağımsızlığı sorunu çıktığında mesela daha kolay çözülebiliyordu. İşverenin gazetecilik dışı
çıkarları yerine, devletten, hükümetten, ordudan, yasalardan, reklam verenlerden ya da
okurlardan gelen baskılara karşı gazeteciliğin ilkelerini savunmak söz konusu olduğu için
mesele nispeten daha kolay bir şekilde çözülebiliyordu. Ancak günümüzde medya sahipliğinde çapraz bir bütünleşme olduğundan kuruluşların sadece yayıncılık düşüncesi yoktur.
Almanya’daki Tageszeitung örneğinde olduğu gibi işveren yani gazetenin sahibi, çalışanlardan oluşan bir kooperatif olursa bir sorun olmaz ya da Fransa’da Le Monde örneğindeki gibi, şirketin hisselerinin çoğu çalışanların yani gazetecilerin elinde olursa da sorun
oluşmuyor, olsa bile mesleki ahlak ilkelerine uygun olarak çözülüyor. Medya eğer sadece
kamuoyunu doğru, çok boyutlu, hızlı, dengeli, güvenilir bir şekilde bilgilendirmek işlevini
yerine getirirse sorun çıkmıyor (Duran, 1999: 95).
Türk medyasının küresel firmaları çekmesinin bir çok sebebi de vardır. Fırsatlara ve yeniliklere açık, genç bir hedef kitlesi ile Türk medyası Türk dünyasına seslenebilme, etki
edebilme özellikler göstermesidir. Geniş bir coğrafyada etki alanı bulunan medya krizlerde
en çabuk etkilenen en zayıf halkalardır. Tamamen bir işletme mantığının hakim olmaması, tehdit ve krizlere karşı öngörülerin tamamlanmadan sadece kar maksimizasyonu arzulandığı için yeterli önlemler alınamamaktadır. Bunlarla birlikte Türk medyasının reklam
verebilmek açısından gayet uygun ve doymamış bir pazar alanına sahip olması yerli ve
yabancı yatırımcıların iştahını kabartmaktadır. Ancak Türk medyası oligopol bir yapı olarak
oluştuğundan, reklam payı ve pazar payı olarak bakıldığında, karlılık oranları düşüktür.
Kaynakça
o Arslan, S. (2010). Türkiye’de Radyo oyunları, Hacettepe Üniversitesi, Ankara
o ARUN, Ö. (2010). Türkiye’de Televizyon Alanının Sosyal Yapısı ve Televizyon Alanında
Kültürel Tüketim Pratikleri, Selçuk Üniversitesi, Konya
o Avşar, Z. (2004). Medyada Yoğunlaşma ve Şeffaflaşma:Yasal Düzenlemeler, Beklentiler, Sorun Alanları, s.4, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/23/666/8495.pdf, erişim
25.10.2014Aytekin, C. E. (2012). Türkiye Siyasetinde Neo-liberal Dönüşüm, Seminer Çalışması, Erciyes Üniversitesi İ.B.B.F, Kayseri
o Aydın, I. (2013). Medyanın küreselleşmesi ve Yabancı Sermayanin Türk Medyasına İlgisi,
Marmara üniversitesi, İstanbul
o Aydoğan, F. (2011). Tüm Boyutlarıyla Küresel Medya, 2. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul
o Bauman, Z. (2006). Küreselleşme 2. Baskı. Çev. Abdullah Yılmaz. Ayrıntı Yay. İstanbul
o Bulunmaz, B. (2011). Holdingleşme Ekseninde Türk Medyasında Tekelleşme Sorunu,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hakemli Öneri Dergisi, Cilt: 9 Sayı: 36, s.
237-246
o Bulut, S: (2009). Osmanlı’dan 1980’li yıllara Basının Mülkiyet Yapısı. Ütopya Yayınevi.
Ankara
o Cankaya, Ö. (1990). Türk radyoculuğunun Gelişimi, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Ansiklobedisi, İletişim yay., İstanbul
o Cemal, H. (2005). Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “İç Savaş”ın
Perde Arkası, 11. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul
o Cizrelioğulları, M.N. (2013). Türkiye’de Liberalizm (1980-1999): Neo Liberal politikaların
Türk-Politik ekonomisine Etkisi, Atılım Üniversitesi, Ankara
o Duran, R. (2000). Medyamorfoz, 1. Baskı, Avesta Yayınları, İstanbul
o Ercan, F. (2001). Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik. Bağlam Yay. İstanbul
178
o Ergül, H. (2000) Televizyonda Haberin Magazinleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul
o Erol, G. (2010). Türk Basınında Yaşanan Dönüşümün Gazeteci Kimliğine Yansıması Türkiye’de Medya Profesyonellerinin İş Doyumu ve Mesleğiyle Aidiyet ilişkisi Üzerine Analiz
Çalışması, Ege Üniversitesi, İzmir
o Gemalmaz, M. S. (1996). 12 Eylül Rejimi, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklobedisi, İletişim Yay., İstanbul
o Girgin, A. (2001). Türk Basın Tarihi’nde Yerel Basın, 1. Baskı, İnkılap Kitabevi, İstanbul
o Görgülü, G. (1991). Basında Ekonomik Bağımlılık, 1. Baskı, TGC Yay, İstanbul
o Gülizar, J. (1985). Türkiye Radyoları, Türkiye Ansiklobedisi, İletişim Yayınları. İstanbul
o İçel, K. (2001). Kitle Haberleşme Hukuku, 5. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul
o İnsel, A. (2003). Piyasaların İdeolojik İşlevi, Birikim:170-171, İstanbul
o Karluk, R. (2010), Turgut Özal’n Ekonomi Politikaları Kapsamında Krizlere Kar Uygulamaya Koyduğu Ekonomi Politikaları, Turgut Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Kongresi I,
15-16 Nisan, Malatya
o Kazgan, G. (2008). Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2001), Ekonomi Politik Açsndan
Bir İrdeleme, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yaynları, İkinci Bsk. İstanbul
o Kejanlıoğlu, D. B. (2004). Türkiye’de Medyanın Dönüşümü. İmge Kitabevi. Ankara
o Kocabaşoğlu, U. (1985). Radyo, Türkiye Cumhuriyeti Ansiklopedisi. İletişim Yay. İstanbul
o Kocabaşoğlu, U. (1980). Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna, AÜ SBF Yay. No.442. Ankara
o Koloğlu, O. (1995). Liberal Ekonomi Döneminde Basın Rejimi, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklobedisi, İletişim Yay., İstanbul
o Konyar, H. (2002). Türk Magazin Basınındaki 80 Sonrası Değişimler. İletişim Yay., İstanbul
o Kraidy, M. (2005). Hybridity, or the Cultural Logic Of Globalization. Temple University
Press. USA
o Kurt, S. (2006). Hayek’in Özgürlük ve Adalet Teorisi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:2, Sayı:3
o McChesney, R.W (2003) “Küresel İletişimin Politik Ekonomisi” çev. Çınga, S.N. vd., McChesney, R.W., Wood,E.M., Foster J.B. (der.) Kapitalizm ve Enformasyon Çağı – Küresel İletişim Devriminin Politik Ekonomisi, Epos Yayınları, Ankara
o McMillin, D. C. (2007). International Media Studies. Blackwell Publishing. USA
o Meyer, T. (2004). Medya Demokrasisi, (çev:Ahmet Fethi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
o Oktay, A. (1987). Toplumsal Değişme ve Basın, 1. Baskı, Bilim Felsefe Sanat Yay, Ankara
o Oskay, Ü., (1978). Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon: Geri Kalmışlık Açısından
Olanaklar ve Sınırlar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara
o Özdurdu, R. (2011). Medyada Sahiplik ve Yoğunlaşma, Oluşturduğu Sorunlar ve Şeffaflığın Sağlanması, Uzmanlık Tezi, Ankara
o Özerkan, S. ve Kabaş, B. (2005). Türkiye’de Medyanın Yapısal Sorunları ve Gazeteciliğin
Konumu”, Medya Eleştirileri (Gelişime İlişkin Değerlendirmeler), 1. Baskı, Beta Yayınları,
İstanbul
o Özsever, A. (2004). Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci, 1. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara
o Serim, Ö., (2007). Türk Televizyon Tarihi, 1952-2006, Epsilon Yayıncılık, İstanbul
o Sarıbay, A. Y. (2004). Modernitenin İronisi Olarak Globalleşme. Everest Yay. İstanbul
o Tılıç, L. D. (2001).2000’ler Türkiyesinde Gazetecilik ve Medyayı Anlamak, Su Yayınları,
İstanbul
o Tokgöz, O. (2000). Temel Gazetecilik, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara
o Topuz, H. (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul
o Uçkaç, A. (2010). Türkiye’de Neo-liberal Ekonomi Politikaları ve Sosyo-Ekonomik Yansımaları’’, Mülkiye Dergisi, Sayı:158, Ocak Haziran, Ankara
o http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=205000 (Erişim tarihi: 25 Aralık 2014)
o byegm.gov.tr (Erişim tarihi: 25 Aralık 2014)
o Cumhuriyet 19.1.1989, s.1 ve 15; 21.1.1989, s.1 ve 11
o Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1968: 589-92 (Erişim tarihi:
25 Aralık 2014)
o BDPT, 1973: 21 (Erişim tarihi: 15 Aralık 2014)
o BDPT, 1968: 592 (Erişim tarihi: 15 Aralık 2014)
o BDPT, 1989: 278 (Erişim tarihi: 15 Aralık 2014)
o http://www.hurriyet.com.tr (Erişim tarihi: 15 Aralık 2014)
o Sayın, Cumhuriyet, 8.2.1990, s.4; Tan, Cymhuriyet, 13.2.1990, s.9
o http://www.cihandergi.com (Erişim tarihi: 20 Aralık 2014)
179
SİYASAL İLETİŞİM ÇALIŞMALARINDA YENİ MEDYA
TEKNOLOJİLERİNİN KULLANIMI
Murat BARAN
Özet: Dünyada gelişen ve değişen siyasal eğilimler doğrultusunda siyasal iletişim, siyaset
ve siyasal partiler açısından önemli bir noktaya gelmiştir. Siyasal iletişim, siyasal kurumların ve kişiliklerin sadece seçim dönemi ihtiyaç duydukları reklam kampanyaları olmaktan
çıkarak, siyasi yaşamlarını sürdürdükleri her anda ihtiyaç duydukları bir olgu haline gelmiştir. Siyasal iletişim, gelişmiş demokrasilerde profesyonel bir süreç olarak algılanmakta
ve uygulamaları da siyasal aktörler tarafından gittikçe daha geniş katılımlı şeffaf bir süreç
olarak düşünülmektedir. Günümüzde yeni medya geleneksel medya araçlarına oranla çok
daha geniş kitlelere ulaşma imkânı sağlamaktadır. Bu imkân sayesinde yeni medyanın en
büyük buluşu olarak kabul edilen internet, başta siyaset olmak üzere eğitim, eğlence, haberleşme ve ticaret gibi birçok farklı amaç için kullanılmaktadır.
Son yıllarda internet özellikle siyasal partiler tarafından özellikle de siyasal seçim kampanyaları döneminde siyasal iletişim amacıyla yoğun olarak kullanılmaktadır. İnternet
ortamı siyasi partilerin, paydaşlarıyla buluşmasına aracılık edecek önemli bir mecradır.
Bu nedenle siyasi partilerin internetteki siyasal iletişim çalışmalarını seçim kampanyası
dönemi dışındaki süreçte de istikrarlı şekilde sürdürmeleri gerekmektedir. Bu çalışmada
siyasi partilerin siyasal katılım ve haberleşme sürecini yeni medya dolayımlı internetin
sağladığı olanaklarla siyasal iletişim yönünden ne kadar etkin olduğunun ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Çalışma kapsamında siyasal iletişim kavramı ve yeni medya dolayımlı internet süreci incelenmiş, siyasal partiler tarafından bunların kullanım durumu
açıklanmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: İletişim, Siyasal İletişim, Siyasal Partiler, Yeni Medya, İnternet, Web Sitelerinde
Siyasal İletişim.
POLITICAL COMMUNICATION AND NEW MEDIA
TECHNOLOGIES
Abstract: In line with the evolving and changing political trends in the world of political
communication, politics and political parties have come to an important point. Political
communication, political institutions and personalities that they need the election period
only diverged from its advertising campaigns, political, they need to sustain their lives
every time they have become a phenomenon. Political communication, is perceived as a
professional process in advanced democracies and applications increasingly broad participation by political actors is considered to be a transparent process. Today, new media
compared to traditional media provides the opportunity to reach a much larger audience.
With this possibility is considered to be the greatest invention of the new media of the Internet, particularly education, including politics, entertainment, communication and trade
are used for many different purposes like.
In recent years, especially on the internet, especially by political parties during election campaigns political communication, political purposes are used extensively. Internet
environment, political parties, will mediate the meeting with stakeholders is an important field. Therefore, the work of political parties, political communication on the Internet
outside the period of the election campaign must continue steadily in the period. In this
endeavour, the political participation of political parties and the communication process
with the possibilities afforded by new media, internet-mediated political communication
in terms of how effective that is intended to reveal. Working under the concept of political
communication and new media, internet-mediated processes were examined, and their
use by political parties have tried to explain the situation.
Keywords: Communication, Political Communication, Political Parties, New Media, Internet, Web Sites
Political Communication.
180
Giriş
Siyasal iletişimin, politik aktörler tarafından gerçekleştirilen politik etkinliğin kamusallaşması ile ilgili olan kısmı bizzat doğası gereği medyanın kurallarına tabi iken, politik
iletişimin doğrudan medya ile ilişki içinde olmayan kısmı bile mevcut şartlarda önemli
ölçüde medyada var ve geçerli olan iletişim ilkelerinin ufku içinde sürdürülebilmektedir.
Medyadan ayrı düşünülemeyecek olgunun hangi bağlamda ne şekilde bir işbirliği yürüttüğünün anlaşılabilmesi için medyanın niteliklerine göre kategorilere ayrılması gereksinimi
bulunmaktadır. Medya ve iletişim teknolojileri konusunda gerçekleştirilen çalışmalara dair
bir değerlendirme yapıldığında birçok çalışmada medyanın geleneksel ve yeni medya olmak üzere iki temel kategoride ele alındığı saptanmıştır. İletişim teknolojileri ifadesi ile ise
çalışmada radyo ile başlayan ve televizyon ile yükselen bir döneme atıf yapılırken, internet
dijital iletişim teknolojisi olarak tanımlanmıştır.
Buradan hareket ile tez kapsamında çizilen çerçeve ile geleneksel medya içerisinde yazılı
medya (gazete, dergi vb) ve elektronik medya (radyo ve televizyon) yer alırken, dijital iletişim teknolojisi olarak internet ve sunduğu enstrümanlar (www, blog, forum) yeni medya
adı altında incelenmektedir.
Geleneksel medyanın altında yer alan elektronik medya politik iletişim için son derece
önemli bir mecra olmaktadır. Bilgi ya da enformasyon toplumu kuramı ile koşut olarak,
teorik ve felsefi alt tabanı Harold Innis ve Marshall McLuhan’ın yaklaşımlarında yer alan
ve uygarlık tarihinin gelişim çizgisinde bir sıçrama addedilen dijital devrim öncesinde,
iletişim araçlarının biçimlendirdiği elektronik devrime göndermede bulunan “elektronik
galaksi” de (elektronik galaksi kavramı, elektronik medyanın icadında toplumsal düzenin
yerini karakterize eden Marshall McLuhan’ın Gutenberg Galaksisi’nden esinlenilerek türetilmiştir. Gutenberg Galaksisi biçimciliği, McLuhan’a elektronik iletişim tarihini ve okuryazarlığını anlama olanağı tanımaktadır. Elektronik galaksi, McLuhan’ın kendine özgü terminoloji ile tanımladığı mekân ve zamanda dağıldığı düşünülen mevcut değişiklilerin ki
burada yeni iletişim teknolojileri kastedilmektedir, bir sonucudur), politik iletişim süreci
bağlamında medyanın işlevi tartışılmaz bir noktadadır.
Radyo ve ardından televizyon elektronik galaksideki yurttaşların politik olan ile ilişkilerinde merkezi konuma yükselmiş, anılan süreçte alıcı, verici ve kanal sınıflandırmasında yer
alan üç unsurdan kanal olarak radyo ve televizyon kendine has nitelikleri paralelinde hem
verici hem de alıcının (ya da sunucu- kullanıcı) kullanım ve yararlanma biçimlerini alışkanlıklar haline dönüştürerek yerleşik kılmıştır.
Televizyon dolayımlı politik iletişimin çizdiği sınırlar içerisinde gerçekleşen bu süreçte taraflar rollerini, isteklerini, beklentilerini, kimliklerini, meşruiyetlerini, uzlaşmalarını, etkinliklerini televizyonun araçsal özelliklerine göre kurgulamak durumunda kalmışlar; çizilen
çerçeveyi her geçen gün daha fazla içselleştirerek gündelik yaşamlarında bir medyumun
aracılığı ile gerçekleşebilecek politik alana ait her türlü etkinliklerini büyük ölçüde televizyona endekslemişlerdir.
Siyasal iletişim sürecinde televizyon, son elli yılda sürece muhatap olan kuşaklara kendi
kültürünü öğretmiş, politik rejimler iletişim politikaları doğrultusunda televizyona öncelik
vererek yayıncılık alanını şekillendirmiş, politik mücadeleler daha çok televizyon üzerinden
sürdürülmüştür. Benzer şekilde, bu şartlar altında politik iletişimin ayrılmaz bir parçası
olarak demokrasi olgusunun da olanakları politik iletişim sürecinde televizyonun çizdiği
çerçeve içinde gerçekleşebilmiştir.
Siyasal iletişim insanoğlunun hayatına teorilerden önce uygulamalarla girmiştir. Özellikle
İkinci Dünya savaşı sonrası ülkelerin değişen rejimleri ve radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarının etkin bir biçimde insan hayatına girmesi siyasal iletişimin dünya siyasetinde kendine uygun yerler bulmasına fırsat sunmuştur.
Siyasal iletişimin doğuşu ve dünyadaki hızlı gelişimi kitle iletişim araçlarının gelişim hızıyla paralel seyretmiştir. Dolayısıyla kitle iletişiminin gerçekleştirildiği siyasal iletişim uygulamalarında kitle iletişim araçlarının etkinliği önemli bir yer tutmaktadır. Kitle iletişim
181
araçlarının kamuoyuna sunduğu haber ve bilgiler toplum içerisindeki bireylerin siyasal tutum ve davranışlarına etki etmektedir. Kitle iletişim araçlarının söz konusu misyonu siyasal
iletişimin amaçlandığı şekilde gerçekleşmesine doğrudan katkı sağlıyor olması açısından
da önem arz etmektedir. Dolayısıyla kitle iletişim araçlarının toplumsal fonksiyonlarından
biri olan bilgi ve haber paylaşımı, siyasete dair bilgi ve haber paylaşımı olarak da nitelendirilebilmektedir.
Özellikle kitle iletişim araçlarının etkisiyle dünyanın globalleşme noktasında hızlanması,
siyasal iletişim alanına da etki etmiştir. Globalleşmenin etkisiyle siyasal iletişimin çıkış
noktası olan ABD (Amerika Birleşik Devletlerimdeki siyasal iletişim anlayışı çağdaş demokrasi anlayışına sahip tüm ülkeleri etkisi altına almış, dünya ABD merkezli bir siyasal
iletişim anlayışına sahip olmuştur diyebiliriz. İlk ve en önemli siyasal iletişim uygulamalarının görüldüğü ABD’de günümüz siyasal iletişim anlayışına yön veren uygulamalar tüm
dünya ülkelerine örnek teşkil etmeye devam etmektedir.
Siyasal iletişim uygulamaları içerisinde kitleleri en fazla ilgilendiren ve siyasetin seçmenle
ilişkisi açısından en renkli atmosferi yaratan uygulamalar seçim kampanyalarıdır. Belirli bir
demokratik yapının olduğu, iktidarın seçimlerle belirlendiği ülkelerde, siyasal iletişimin ve
seçim kampanyalarının önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Başta ABD olmak üzere
birçok Avrupa ülkesindeki seçim atmosferlerinde yaşananlar tüm dünya ülkelerine özellikle kitle iletişim araçları yoluyla ulaştırılmakta ve insanlar bu yolla siyasal iletişimin dünyadaki seyri hakkında haberdar edilmekte hatta etki altında bırakılmaktadır. Dolayısıyla
dünya ülkeleri birçok alanda olduğu gibi siyasal iletişim alanında da Amerikanlaştırılmış
bir anlayışa sahip olmaktadırlar.
Siyasal iletişimin gelişim süreci içerisinde başta ABD olmak üzere gelişmiş demokrasilere sahip dünya ülkelerinin siyasal iletişim uygulamaları ülkemiz siyasetince de yakından
takip edilmiştir. Ülkemizde siyasetin belirli kalıplar üzerinde sistemleşmiş olması belirli
bir siyasi yapının da sabitleşmesine neden olmuştur. Siyasal sistemimiz içerisindeki kalıplar uzun yıllar boyunca siyasal iletişimin varlığına ihtiyaç hissetmemiş, ihtiyaç duyulan
noktalarda da geleneksel yapılanmanın sunduğu olanaklar kullanılmaya çalışılmıştır. Demokrasinin askıya alınmasına neden olan darbeler ve siyasi yapılanma içerisindeki söz
konusu kalıplar, ülkemiz siyasetinin ve dolayısıyla siyasal iletişiminin değişimini ve gelişimini yavaşlatmıştır.
Politik iletişim sürecinde medya kullanımı, görsel kültürün egemenliğini artırdığı çağımızda her safhada süreci besleyen başat faktör olarak politik iletişimin son derece profesyonelleşmiş bir uzmanlık alanını oluştururken, bu alan içinde yeni medya olarak internetin
potansiyel gücü ve etkisi, kendini her geçen gün daha da belirgin kılmaktadır. Bu durumda, dijital iletişim teknolojilerinin ve bir dijital iletişim teknolojisi olarak internetin yakınsamayı kolaylaştırıcı etkisinin bütün diğer geleneksel medyayı da kapsamasının önemi
büyüktür. Türkçeye ‘yöndeşme’ ya da ‘yakınsama’ olarak çevrilen ‘convergence’ olgusu ile
bilgisayar, görsel- işitsel kitle iletişim araçları, telekomünikasyon gibi sektörler teknolojik
ve ekonomik olarak birleşebilmekte audio, video ve data bir araya gelerek çok daha düşük
maliyet ve çok daha geniş yararlanma kapasiteleri ile yeni ürünler ve hizmetler yaratabilmektedir. Ancak daha da önemlisi iletişim teknolojilerinin karşılıklı etkileşim olanaklarını
artırma doğrultusunda evrilen ruhu demokrasi ile eş zamanlı olarak gelişmektedir (Bek,
2003).
Demokrasi ikliminde gelişen karşılıklı etkileşim, teknolojik ilerleme paralelinde daha
fazla demokrasiyi sonuçlar gözükmektedir. Profesyoneller tarafından, bir dijital iletişim
teknolojisi olarak internetin yurttaşların sürece doğrudan katılımına olanak tanıması ile
demokrasiyi yaygınlaştırmakta olduğu, temsili demokrasiden aracıların azaltılması hatta
ortadan kaldırılması ile Atina demokrasisine doğru bir gidişe olanak tanıyacağı görüşleri
her geçen gün daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Öte yandan internet, politik aktörler
olarak politik partilere ve adaylara, yurttaşlara geleneksel medyanın (yazılı ve elektronik
medya) olumsuz olarak değerlendirilen manipülatif faaliyetlerini by-pass etme olanağını
tanımaktadır.
Görüleceği üzere gündelik yaşam pratiklerinin hemen hemen her alanını biçimlendirmekte
182
olan internetin sunduğu araç (WWW, weblog, forum, wikiler, e- group, e-mail, on-line yönetim hizmetleri ve oylama için çeşitli programlar vb) ve olanaklar (karşılıklı etkileşim, politik
aktörlerin seçmen ile seçmenlerin politik aktörler ile dolayımsız iletişimi, tek medyumda
bütün diğer medyum özelliklerinden yararlanma avantajı vb) ile politik iletişim alanının
çehresini de önemli ölçüde değiştirmektedir.
İçinde bulunduğumuz dönemde geleneksel elektronik medya olarak televizyon politik iletişimdeki değerini korurken artık yeni medya internetin de hesaba katılması gereği politik
aktörler tarafından hızla ve yaygın biçimde kabul görmektedir. John C. Tedesco’nun da ifade
ettiği gibi internet kullanımının 90’ların ortalarında yaygınlaşmaya başlamasından günümüze, Batı demokrasilerindeki politik partiler ve politikacılar başarılı bir biçimde politik
iletişimde yeni bir araç olarak World Wide Web’e yönelmiş bulunmaktadırlar. Sonrasında
politik süreç içinde internet, politik partilerin, haber organizasyonlarının, eğitim kurumlarının, özel ilgi gruplarının filtre edilmemiş görüşleri ile ilgilenen seçmenler için anahtar bir
enformasyon kaynağı olarak görülmeye ve olanaklarını geliştirerek evrilmeye başlamıştır.
Ülkemizde siyasal iletişim uygulamalarının ilk izleri çok partili yaşama geçişle birlikte görülmeye başlanmıştır. Siyasi rekabetin olduğu ortamlarda çok daha önemli bir role sahip
olan siyasal iletişimin ülkemizdeki ilk ciddi uygulamaları tüm dünyada olduğu gibi siyasal
reklam odaklı olmuştur. 50’li yıllar ile 80’li yıllar arasında siyasal iletişim tarihine geçen uygulamaların gelişimi, dünyanın 30 yıllık süreç içerisinde siyasal iletişim gelişimi ile paralel
seyretmemiştir. 1980 darbesi sonrasında Turgut Özal’ın siyaset sahnesinde yer almasıyla
birlikte Türk siyasal iletişiminde önemli değişimler yaşanmış ve bu değişimler günümüz
siyasal iletişim uygulamalarının gelişimine zemin hazırlamıştır.
Ancak ülkemiz siyasal iletişim sistemi içerisinde özellikle siyasal partilerin ve liderlerin
siyasal iletişime dair yıllarca süren yanlış ya da eksik algıları gelişim ve değişim noktasında yavaş kalmamıza neden olan etkenlerden bir diğeri olmuştur. Siyasal partilerimizin ve
liderlerimizin siyasal iletişime dair başvurdukları en önemli uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi seçim kampanyaları olmuştur. Ancak ABD’deki siyasal partilerin seçim
kampanyaları seçimden yaklaşık 2 yıl önce başlarken ülkemiz siyasal partileri ve liderleri
seçim kampanyalarına 4 ya da 6 ay kala başvurmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerin siyasal iletişim yapıları siyasal kurumlarla ve bireylerle bütünleşmişken ülkemizde seçimden seçime
hatırlanan bir uygulama olarak süregelmiştir. Hala birçok siyasal partinin ve liderin seçimden seçime başvurma ihtiyacı hissettiği siyasal iletişim, 2000’li yıllarla birlikte Özal’ın
80’lerde yarattığı değişim ve gelişim sürecinin bir devamı niteliğinde tekrar yükselişe geçmiştir. Ancak bilinen bazı kalıplar henüz kırılmamış, sahip olunan bazı eksik ya da yanlış
algılar ise henüz düzelmemiştir.
TR-NET projesi çerçevesinde 1993’te internetle tanışan Türkiye’de de politik iletişim süreci, teknolojinin yaygınlaşma ve edinilmesindeki sosyo- ekonomik koşullar nispetinde gecikmeli de olsa Batı’daki süreci izlemektedir. Öte yandan yeni dijital iletişim teknolojisinin
etkin kullanımı, bir önceki safhaya ait teknolojilerin toplum tarafından iyice sindirilmiş
olmasını gerektireceğindendir ki Türkiye’de inceleme konusu olan yeni medya dolayımlı internetin henüz ortalama değerde nitelikli bir şekilde kullanıldığı söylenemez. Yine
de her geçen gün Türkiye’de internetin sağladığı olanaklar Batı ve özellikle Amerika’daki
kullanımlar takip edilerek yaşantıya geçirilmektedir. Bu minvalde internetin sağladığı imkânların başlangıcından bu yana siyasal partilerin genel ve yerel seçimlerde web, blog ve
forum gibi internet enstrümanlarından yararlandıkları ve yararlanmaya çabaladıkları görülmüştür. Tüm bu çabalarda geleneksel medya kullanımının izlerine rastlanmakta, politik
oyuncular geleneksel medya ile yapamadıklarını internetin sağladığı yeni medya teknolojisinin olanakları ile gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Özellikle seçimlere giren ve geleneksel
medyada yer alamayan bağımsız adayların her ne kadar kendilerine başarı getirmese ve
çoğu zaman amatörlükten kaynaklanan bir mizah duygusu yaratsa da internetin video paylaşım sitelerinden youtube’da yayınladıkları tanıtım filmleri yeni mecranın kullanılması
konusunda gayretlere ve bu gayretlerin altında yatan motivasyona örnektir.
Dünyanın gelişen ve değişen siyasal eğilimleri doğrultusunda siyasal iletişim, siyasal partiler açısından çok daha önemli bir noktaya gelmiştir. Siyasal iletişim siyasal kurumların
ve kişiliklerin sadece seçim dönemi değil siyasi yaşamlarını sürdükleri her anda ihtiyaç
183
duydukları bir olgu haline gelmiştir. Siyasal iletişim, gelişmiş demokrasilerde profesyonel bir süreç olarak algılanmakta ve profesyoneller tarafından yönetilmektedir. Özellikle
ABD’de Cumhuriyetçiler ve Demokratlar olarak ayrılmış siyasi yapı içerisindeki yüzlerce
siyasal partinin ve liderinin siyasi rekabet ortamında rakiplerine üstünlük kurma biçimlerinde siyasal iletişim kimi zaman yapılan siyasetin dahi önüne geçebilmektedir.
Kitle iletişim araçlarının dönemsel etkinliklerine, takip edilirliklerine önem veren siyasal
iletişim, internet çağının gelişmiş demokrasilerde yoğun kullanımı ile birlikte kendisine
yeni ve önemli bir mecra kazanmıştır. Büyük kitlelerin hayatının bir parçası haline gelen
internet dolayısıyla siyasal iletişimin de önemli bir mecrası haline gelmiş ve son dönemlerdeki siyasal iletişim uygulamalarında da bu etkinliğini kanıtlamıştır. Özellikle sosyal
medyanın kullanıcısı sayısındaki artış ve buna bağlı olarak gelişimindeki hız siyasal iletişimin internetten yeni medya olarak yararlanmasını zorunlu hale getirmiştir.
İnternetin Sağladığı Yeni Medya İmkânlarının Siyasal Alandaki
Yansımaları
Yeni medya dolayımlı internetin karakteristikleri olarak iletişimin doğasına getirdiği değişimler hacim, hız, biçim, yön ve bireysel kontrol olmak üzere beş öğe üzerinden değerlendirilebilmektedir:
Hacim: İnternet aracılığıyla daha çok miktarda enformasyon gönderilebilmektedir.
Hız: İnternetin verilerin sıkıştırılmasına olanak vermesi belli bir mesajın gönderilmesi için
gereken zamanı önemli ölçüde azaltmaktadır.
Biçim: Enformasyonun yazılı, sesli ve görüntülü olarak gönderilmesine izin veren internet,
iletilen mesajın biçimini de değiştirmektedir. Böylece eş zamanlı olarak hareketli ya da
görsel mesajların iletilmesini de olanaklı hale getirmektedir.
Yön: İnternet, etkileşime ve eş zamanlı iletişime olanak tanımaktadır. Ayrıca web siteleri,
üzerinde çoklu metinlerin (hypertext) yer aldığı linkler sayesinde kişiler ya da gruplar arasında yatay iletişim olanaklarını büyük ölçüde arttırmaktadır.
Kişisel Kontrol: Mesajların alınmasına ve iletilmesine yönelik kontrol gücünü belli bir
merkezden alarak kişisel kullanıcılara vermesinin yanında, editörsel açıdan nelerin yayınlanıp nelerin yayınlanmayacağına karar verilmesinde kullanıcılara özgürlük sunmaktadır
(Bayraktutan, 2007).
İletişim sürecinde internetin sağladığı yukarıda belirtilen olanakların siyasal alandaki
yansımaları, demokrasinin işleyişi açısından vatandaşlar ve siyasal aktörler olmak üzere
iki boyutta ortaya çıkmaktadır. Vatandaşlar açısından internetin getirdiği en büyük yenilik
enformasyon tekelinin kırılmasıdır. İnternet sayesinde vatandaşlar siyasal içerikli her türlü
bilgiyi çok çeşitli kaynaklardan elde edebilmektedirler. Böylelikle elit kesimin tekelinde
olan siyasal enformasyona toplumdaki farklı sosyoekonomik ve kültürel sınıflara mensup
tüm vatandaşların erişebilmesi sağlanmaktadır. Bu durum da, toplum üzerinde genel bir
siyasal bilincin oluşmasına katkıda bulunmakta ve birbirleriyle sürekli biçimde iletişimde olan, siyasal enformasyonun paylaşıldığı sanal bir cemaatin oluşmasını sağlamaktadır
(Beck, 1999).
İnternetin siyaset alanında vatandaşlar açısından ortaya çıkardığı diğer bir açılım ise, vatandaşların siyasal partilere ait web siteleri ya da adaylara ait kişisel blog ya da web sayfaları aracılığıyla siyasal aktörlerle çevrimiçi ortamda tartışabilmesine, görüş ve düşüncelerini herhangi bir aracı mekanizması olmadan paylaşabilmesine olanak tanımasıdır (Atabek,
2001). Bu bağlamda internet, özellikle tüm dünyada e-devlet ve e-demokrasi tartışmalarının odağında yer almaktadır. “Tele-demokrasi” ya da “e-demokrasi” olarak adlandırılan
süreçte, kitle iletişim araçları arasında özellikle iki yönlü bilgi akışına ve etkileşime izin
veren internetin sağladığı olanaklar tartışılmaktadır. Söz konusu olanaklar daha etkin bir
kamu yönetimi sisteminin oluşturulması, siyasetçiler ve vatandaşlar arasında daha etkin
bir iletişimin sağlanması, siyasete olan ilgi ve katılımın arttırılması, halkın bilgi ve tecrübelerinden yararlanılması sayesinde daha gerçekçi kararların alınması olarak sıralanabilir
(Ersoy, 2007). İnternet, e-demokrasi ve e-devlet sürecinde sağladığı bu olanakların yanında
artık tüm dünyada hayata geçirilmesi için üzerinde çalışmalar yapılan elektronik ortamda
184
oy kullanmada (e-vote) önemli bir rol üstlenmektedir. Dolayısıyla internet, vatandaşların
siyasal bilgilere çok çeşitli kaynaklardan, hızlı ve kolay bir şekilde ulaşmasını sağlayarak,
demokrasinin en temel unsuru olan siyasal katılım seviyesinin artmasında çok önemli rol
oynamaktadır (Bektaş, 2000).
İnternetin demokratik sürecin işleyişinde etkili olduğu ikinci boyut ise siyasal aktörlerdir.
Siyasal aktörler içinde, internetin etkilediklerinin başında siyasal partiler gelmektedir. Siyasal partilerin seçmenler üzerinde sahip oldukları güven ve itibar duygusunun giderek
azaldığı bir durum söz konusudur. Ulrich Beck (1999) bu durumu, “Batılı demokrasilerde
büyük siyasal partiler- bunlar uzun süre, yurttaş çıkarlarının ve kanılarının başarılı bir biçimde birleştirilmesinin tescilli markaları idiler- son yıllarda dramatik biçimde itibar yitirdiler. Göstergeler hiç de iç açıcı değil. Bütün katılımcı demokrasilerde sağlam bir artış
gösteren tek parti, oy vermeyenlerin partisidir.” şeklinde ifade etmektedir. Bu durum karşısında partilerin kendilerini seçmenlere çok iyi bir şekilde ifade etmeleri gerekmektedir. İşte
bu noktada internet, çok büyük miktarlardaki enformasyonu sunma ya da iletme özelliği
sayesinde partilerin, web siteleri ya da web sayfaları aracılığıyla kendilerini seçmenlerine
daha iyi bir şekilde ifade edebilmelerini sağlamaktadır.
Bir başka durum daha çok seçim dönemlerinde yaşanan hızlı ve yoğun bir bilgi alışveriş
sürecidir. Bu süreçte sürekli olarak seçmenlerin görüşleri, istekleri ve düşüncelerinin ne
olduğunun çok hızlı biçimde tespit edilmesi, bir başka deyişle seçmenin nabzının her an
tutulması (Vural ve Bat, 2007), seçim stratejisinin de ona göre yapılması gerekmektedir.
İnternet, sunduğu sohbet odaları, eş zamanlı tartışma platformları, forumlar ve çevrimiçi
anketler gibi uygulamalar sayesinde siyasal partilerin, seçmenlerin partiden beklentilerini,
parti hakkındaki görüş ve düşüncelerini öğrenebilmesini ve seçim döneminde yapacakları
propaganda etkinliklerini bu doğrultuda biçimlendirebilmesini sağlamaktadır.
Siyasal iletişim sürecinde siyasal aktörlerin, vatandaşlara iletmek istedikleri mesajları geleneksel kitle iletişim araçlarıyla ulaştırmaları da söz konusudur. Ancak siyasal aktörler ile
vatandaşlar arasında geçekleşen mesaj alışverişinde medya sahipleri tarafından gerçekleştirilen sansür ve kısıtlama durumu ortaya çıkabilmektedir. İnternetin siyasal aktörlere sağladığı kontrol olanağı, partilerin iletmek istedikleri mesajları herhangi bir medya kuruluşunun sansür ya da çeşitli kısıtlamalarına maruz kalmadan seçmene iletilebilmesinde çok
önemli rol oynamaktadır (Doğan, 1995). Özellikle ideolojik olarak partiye karşıt bir medya
kuruluşunun negatif propaganda yapmasına karşı propaganda yapabilmesi bakımından
internetin sağlamış olduğu kurumsal kontrolün önemi büyüktür.
İnternet, siyasal aktörler içinde siyasal partilerin yanında adaylara yönelik olanaklar da
sunmaktadır. Özellikle ekonomik bakımdan yeterli maddi kaynağa sahip olmayan ve bu
nedenle geleneksel medya araçlarında yer alamayan adaylar, internet sayesinde çok düşük
maliyet ile metin, resim, grafik, ses ve görüntü unsurlarını barındıran kendilerine ait bir
iletişim platformu oluşturabilmektedirler. İnternet bunun yanında uygulamalarına daha
çok ABD’de ve adayların ön planda olduğu ülkelerde rastlanan kaynak ve destek toplama
amacıyla da kullanılmakta, bu sayede önemli ölçüde maddi (web sitesi üzerinden para
bağışı ve çeşitli malzemelerin satışı gibi) ve fiziksel kaynak (seçmenlerin seçim kampanyasında yürütülen etkinliklerde gönüllü olarak yer almaları) elde edilmektedir. İnternetin
adaylara sunduğu bu olanaklar, tüm adayların siyasal arenada eşit şekilde mücadele edebilmelerine katkıda bulunarak, siyasal sürece katılımlarını artırmaktadır (Çakır ve Çalmuk,
2001).
İnternet ayrıca, kullanıcılara ucuzluk ve coğrafi anlamda bir sınırsızlık sağlamaktadır. Günümüzde çok düşük bir maliyet ile internette bir site açılması ve açılan bu sitenin dünyanın her yerinden erişilebilir, izlenebilir bir medya olarak kullanılması olanaklıdır. Diğer
teknolojilerle enformasyonu dağıtmak ya da yaymak çok ciddi bir maliyet gerektirmektedir.
Örneğin herhangi aday ya da parti ile ilgili görüntünün bir televizyon kanalında yayınlanması oldukça yüksek maliyet gerektirmekte ve yayınlanan görüntü yalnızca o televizyon
kanalını izleyen izleyicilerin bulunduğu coğrafya ile sınırlı kalmaktadır. Ancak oldukça düşük maliyet ile oluşturulan bir web sitesinde herhangi bir görüntünün yayınlanması ve
yayınlanan görüntünün internet erişimi olan herhangi bir yerde izlenmesi olanaklıdır (Atabek, 2005). Maliyetin oldukça düşük olması ekonomik olanakları kısıtlı partilerin ekonomik
185
bakımdan güçlü partilerle en azından sanal ortamda rekabet etmelerine olanak tanımaktadır. Partilerin birbirleriyle eşit şartlarda rekabet etmesi de demokratik sürecin işleyişi
açısından büyük önem taşımaktadır.
Özetleyecek olursak internetin siyasal alanda vatandaşlar ve siyasal aktörlere sağladığı
en önemli olanak, demokratik sürecin işleyişinde çok önemli bir rolü olan katılımı hem
vatandaşlar hem de siyasal aktörler boyutunda arttırmasıdır. Vatandaşlar açısından söz
konusu katılım düzeyi, siyasal enformasyona toplumun tüm kesimlerinin ulaşabilmesine,
vatandaşların görüş ve düşüncelerini iletebilmelerine ve elektronik ortamda oy verebilme
ya da referandumlara katılabilmelerine yönelik olanaklar sayesinde artmaktadır. Siyasal
aktörler açısından siyasal katılım düzeyi ise, siyasal aktörlerin web siteleri sayesinde çok
düşük maliyet ile her türlü tanıtım ve propaganda etkinliklerini yürütebilmelerine, maddi
bakımından yeterli kaynağa sahip olmayan parti ya da adayların kaynak ve destek toplayabilmelerine yönelik olanaklar sayesinde artmaktadır.
Siyasal Partiler Tarafından İnternetin Kullanımı
Siyasal sistemin en önemli aktörlerinin başında siyasal partiler gelmektedir. Siyasal parti,
bir program etrafında toplanmış, siyasal iktidarı elde etmek ya da paylaşmak amacını güden, sürekli bir örgüte sahip kuruluşlar olarak tanımlanmaktadır. Modern demokrasilerde
bireyler ve gruplar iktidarı ele geçirmek için siyasal partilere üye olurlar ya da parti kurarlar
(Geray, 2003). Çünkü bu demokrasilerin temel kuralıdır. Siyasal parti, programını uygulamak ve üyelerini iktidara getirmek amacıyla hükümetin kontrolünü sağlamaya çalışan
organize bir insan topluluğudur. Siyasal partiler iktidara gelme amacını taşırlar ve programlarını yani hedeflerini gerçekleştirmek için hükümetin kontrolünü sağlamak isterler.
Bunu da yine demokrasilerde hükümet olmanın temel koşulu seçimlerle yaparlar. Seçim,
yönetilenlerin yönetenleri belirlemesiyle sonuçlanan hukuksal yöntemler ve işlemler bütünü olarak tanımlanabilir (Kadıbeşgil, 2001). Dolayısıyla yönetmeye aday olanlar, kendilerini yöneten konumuna getirecek olan yönetilenlerin oylarına ihtiyaç duyarlar.
Günümüzde açıkça bir iletişim demokrasisinden söz etmek mümkündür. Yönetilenler hemen hergün meşruluğunu kanıtlamak durumunda olan iktidardaki partiden ya da partilerden, aynı zamanda hükümeti denetlemekle görevli muhalefettekilerden haber bombardımanına tutulurlar. Bu haberlere geri bildirimi de ancak seçim günü verebilmektedirler.
Siyasi partiler bugüne kadar iletişim kanallarının yetersizliği sebebiyle bir takım sabit politikalarla işi götürebiliyordu. Fakat sabit politikalar yerine şartların ve olayın gerekliliğini
düşünen partiler için İnternet bulunmaz bir imkândır (Arık, 2000). Çünkü karşılaşılan her
durumda halkın ne istediği sorulup ona göre karar verilip kampanya yürütülebilinecektir.
Böylece çoğulcu karar alma mekanizması daha etkili kullanılabilecektir. Çoğulcu ve karşılıklı etkileşime imkân veren internet, demokrasi fikrini ve yönetişim olgusunu geliştirici bir
medya olma yolundadır.
Türkiye’de Siyasal Partiler Tarafından İnternetin Kullanımı
Siyasal Partiler temel amaçları olan siyasal erki ele geçirmek için demokrasinin ana etkeni
olan seçimleri kazanmaları gerekmektedir. Bunun içinde seçmenler üstünde güçlü etki bırakmak ve onları ikna etmek için daha profesyonel bir yol olan seçim kampanyalarını kullanırlar. Böylece seçimlere hazırlık sürecinde tüm iletişim araçlarını stratejik olarak koordineli bir şekilde kullanabilmektedirler. Siyasal kampanya stratejisi, adayın ya da partinin
tüm kampanya faaliyetlerini bütünleştirme ve yürütmede bir ana plan işlevi görmektedir.
Strateji belirlemede ilk basamak siyasi konunun saptanmasıdır. Bu aşamada içsel ve dışsal
faktörler hesaba katılır. İçsel faktörler parti ve adaylarla ilgilidir. Dışsal faktörler ise; rakip
partiler ya da partililer, seçmenler, ulusal ve uluslar arası siyasal koşullar ile ilgili tüm
ögelerdir (Dursun, 2004).
Türkiye’de yeni enformasyon ve iletişim teknolojileri siyasal iletişim alanında ilk kez 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde kullanılmıştır. Bu dönemde Cem Uzan’ın SMS mesajlarıyla
yürüttüğü seçim kampanyası, yeni enformasyon ve iletişim teknolojilerinin siyasal iletişimde nasıl kullanılabileceğinin ilginç bir örneğini oluşturmuştur. 2002 seçimleri bunun
yanı sıra başka yeni mecraların kullanımı bakımından da bir dönüm noktası sayılabilir.
186
2002 seçimlerinden önce siyasal partiler, propaganda konuşmalarının ve parti şarkılarının
kasetlerini dağıtırken, 2002’de kasetlerin yerini CD’ler almıştır (Ersoy, 2007).
Partiler bu dönemde, partinin tarihi, politikaları, parti üyeleri hakkında bilgileri ve partilerin şarkılarını içeren CD’leri çok sayıda kişiye ücretsiz olarak dağıtmışlardır (Can, 2006,
s.395). 2002 seçimlerindeki en önemli husus seçime giren tüm partilerin kendilerine ait
web sitelerinin bulunması ve bunların seçim kampanyasının yürütülmesinde destekleyici
araç olarak kullanılmasıdır. Bu dönemde siyasal partilere ait web sitelerinde genel olarak,
seçmenlerin parti yetkilisi ya da liderleriyle çevrimiçi tartışma platformlarına yer verilmemiş, yukarıdan aşağıya doğru bir enformasyon akışı gerçekleştirilmiştir. Bunun yanında,
internete yönelik olarak hazırlanmış içeriklere neredeyse hiç yer verilmediği, genellikle diğer mecralarda yer alan materyallerin web üzerinde de yer aldığı tespit edilmiştir. Tasarım
açısından ses ve görüntü gibi çoklu medya özelliklerine fazla yer verilmediği gözlenmiştir
(Aktaş, 2004).
Ülkemizde web sitelerinin siyasal amaçlı kullanımında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu
farklılıklardan ilki bazı Avrupa ülkelerinden farklı olarak, Türkiye’de bağımsız adaylara ait
web sitelerine pek rastlanmamasıdır. Bu durum daha çok, ülkemizde yapılan seçimlerin
aday yerine parti odaklı yürütülmesinden kaynaklanmaktadır. Bir diğer farklılık, ABD’dekinin aksine Türkiye’de web sitelerinde seçmenlerin parti ya da adaylara para bağışında
bulunabilecekleri bölümlerin olmamasıdır (Ersoy, 2007).
Sonuç
İnsan bireysel olduğu kadar toplumsal bir varlıktır da. İnsanoğlu topluluk içerisinde yaşamaya başladığı ilk günlerden itibaren düzeni ve insanların yaşamlarının kolaylaşmasını
sağlayabilmek adına siyaset olgusuna ihtiyaç duymuştur. Eşit kaynaklara sahip olmayan
bireyler bir arada yaşayabilmek için ortak kurallar bulmak ve bu kuralları uygulayacak güce
sahip olguya yani siyasete gerek duymuşlardır. Sosyal bir varlık olarak doğan ve yaşamını
yalnız sürdüremeyeceğinin bilincinde olan insanoğlu düzenli yaşama geçebilmek için siyasetin gereklerini yerine getirmek ve kendilerini idare edecek meşru bir gücün varlığını
kabul etmek durumunda kalmışlardır.
Siyasetin getirdiği gücün etkisi ve diğer insanları kontrol edebilme yetisinin göz kamaştırıcı çekiciliği zamanla siyaset kavramının özünden çıkmasına sebep olmuştur. Zaman
içerisinde bu cazibeye kapılan ve siyaseti amaç değil araç olarak kullanan kişiler, kendi
çıkarlarını gözetirken farkında olmadan siyaset kavramına zarar vermişler ve siyaset olgusuna dolayısıyla siyasi aktörlere olan güvenin kaybolmasına sebep olmuşlardır. Bu durum
siyasi süreçlerin işlemesini zorlaştırırken her iki taraf açısından da bazı çelişkiler ortaya
çıkarmıştır. Siyaseti, kurallarına uygun olarak ve halkın yararını göz önünde bulundurarak
yapmak isteyen kişiler diğerlerinden ayırt edilmekte, halk ise kendileri ve ülkeleri için en
uygun siyasetçiyi diğerlerinden ayırabilmekte zorlanır hale gelmiştir.
Yeni ikna yöntemleri ve farklı dikkat çekme stratejileri gerektiren bu durum, siyasetin genel
yapısında farklılıklara gidilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Diğer yandan bu gelişmeler
yaşanmasaydı ve siyasetçiye olan güven kaybolmasaydı dahi siyaset aynı kalamazdı. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu bir dünyada her geçen gün bir yenilik ortaya çıkmakta
ve önceki gün unutulmaktadır. Bu durumda özünü insanlardan alan ve tüm çalışmaları da
insana yönelik olan siyasetin değişmemesi kaçınılmaz olarak görünmektedir.
İnsanoğlunun dizginlenemez merakı, sürekli yenilikler ve değişiklikler istemesi, önceleri
var olan dünyanın tüm ücra köşelerini keşfetmelerini sağladı. Ancak bununla da yetinemeyen insanoğlu, var olmayan dünyalar oluşturarak bu yeni, parlak ve gelişken dünyanın
içerisinde kaybolmaya başladılar. Bu yeni dünyanın oluşturulmasında, gelişmesinde ve
elbette etkin olarak kullanımında teknoloji baş etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Kürselleşme ve teknoloji arasındaki ilginç bağ da bu noktada karşımıza çıkar. Teknoloji geliştiği
için mi dünya globalleşerek küçülmüştür yoksa sanılanın aksine dünya ve insanlar küreselleştiği için mi teknoloji bu derece gelişmiştir? Bu iki kavram arasında birbirlerine sıkı sıkıya
bağlı, kısırdöngüye benzer bir ilişki vardır. Gelişen koşullar ve insanoğlu için küreselleşme
kaçınılmaz hale gelmiştir ki, bunu destekleyen teknolojinin hızlı gelişimi olmuştur. Diğer
187
yandan iletişim teknolojilerinin gelişimi zaman ve mekân sınırlarını kaldırarak küreselleşmeye sebep olmuştur. Küreselleştikçe teknolojiye daha fazla ihtiyaç duyan dünya, teknoloji geliştikçe de küreselleşmiştir. Diğer bir deyişle, teknolojinin gelişimi küreselleşmenin
hem sebebi hem sonucudur.
Gelişen ve iyi yönde değişen koşulların bilincinde olan ve bu değişimlerden mümkün olduğunca çok faydalanmak isteyen insanlar, gerek sosyal yaşamlarında, gerek ticaret hayatında gerekse de siyasette teknolojiyi etkin olarak kullanmaya başlamışlardır.
Bu durumun en belirgin olarak görüldüğü alanlardan biri de sosyal yaşamın kilometre
taşlarından birini oluşturan iletişim alanıdır. Söz konusu yenilikler geniş kitleleri etkileme
gücüne sahip kitle iletişimi olgusunun da gelişimine hız kazandırmıştır. Dünya nüfusundaki artışın yanı sıra seçeneklerin fazlalaşması ve insanların bunun bilincinde olması da
kitle iletişiminin önemini arttırmıştır. Hayatın her alanında ve farklı amaçlarla kullanılmaya başlanan kitle iletişimi, bireylerin ve kuruluşların amaçlarına ve hedef kitlelerinin
fikirlerini istenilen doğrultuda yönlendirme isteklerine ulaşmalarında büyük avantajlar
sağlamaktadır. Yeni medya dolayımlı kitle iletişiminin, amaçlara ulaşılması konusunda
sıkça kullanıldığı ve önemli etkilerinin görüldüğü diğer bir alan da siyasettir ki, odak noktası toplum olan bir kavram için kitle iletişiminden söz etmemek mümkün olmamaktadır.
Siyasi partiler, kuruluşlar ve aktörler siyasal amaçlarına ulaşabilmek, rakiplerinden ve benzerlerinden farklı olduğunu gösterebilmek ve tercih edilebilmek adına en ince ayrıntısına
kadar siyasal iletişim kampanyaları planlamakta ve bunları kademe kademe yürütmektedirler. Söz konusu bu siyasal iletişim kampanyalarının çok büyük bir bölümü yeni medyanın iletişim araçları aracılığıyla hedef kitlelere ulaşmaktadır. İstenilen etkinin yaratılması
ve kampanya sonucunda başarı elde edilebilmesi için kitle iletişim aracının doğru seçilmesi ve etkin şekilde kullanılması büyük önem taşımaktadır. Kitle iletişim araçları doğru
kullanıldıkları takdirde siyasi partinin ya da siyasi aktörün kendini daha doğru ifade edebilmesi ve fikirlerin daha kolay aktarılması mümkün olmaktadır.
Yeni medya dolayımlı iletişim araçlarının iletişim süreçlerinin başarılarında bu derece hayati önem taşıması söz konusu araçlara daha fazla önem verilmesi ve bu araçların değişen
koşullar paralelinde geliştirilmesi ve zamana uydurulması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu duruma gelişen teknolojinin etkileri de eklendiğinde teknolojinin kitle iletişimi
amaçlı olarak kitle iletişim araçlarında kullanılması kaçınılmaz hale gelmektedir. Belki de
teknolojik gelişmelerden en çok etkilenen alanlardan biri iletişim alanıdır. Yeni koşullarla
yepyeni özelliklere ve değişikliklere ulaşan iletişim araçları pek çok kolaylığı da yanında
getirmektedir. Özellikle bireylerin hayatlarının vazgeçilmez unsuru haline gelen internet
teknolojisi yeni medya dolayımlı kitle iletişiminde yeni çığırlar açmıştır. Pek çok alanda
en etkili mesaj gönderim araçları olarak kullanılan kitle iletişim araçlarındaki bu yenilikler
söz konusu alanların kendilerine has özelliklerine uygulanarak kullanılmaya başlanmıştır.
Siyaset alanı da kitle iletişim araçlarının bu gelişmiş halinden sıkça yararlanılan alanların
başında gelmektedir. Bireylerin ikna edilmesi mantığına dayanan siyaset için böylesine
geniş kitlelere ulaşabilen etkili araçlar önemli fırsatlar olarak görülmektedir. Özellikle internet teknolojisinin, siyaset alanında bir iletişim aracı olarak kullanılması yeni bir kavram
olsa da şimdiden bazı siyasi kuruluşların ve siyasi aktörlerin vazgeçilmezi, siyasal iletişim
kampanyalarının en önemli parçalarından biri haline gelmiştir. Diğer iletişim araçlarıyla karşılaştırıldığında çok daha büyük kesimlere, minimum maliyetle ve istenilen etkiyi
yaratacak şekilde mesajlar gönderilmesine olanak tanıyan yeni medya dolayımlı internet
teknolojisi siyasi amaçlarla kullanıldığında, bilhassa gençlerin etkilenmesi bakımından
büyük avantajlar yaratmaktadır. Siyasi partiler açısından hedef kitlelerine daha kolay ulaşma ve partilerini geniş zamanda daha iyi ifade edecek, doğru mesaj stratejileri oluşturma
açısından büyük artılar kazandıran internet teknolojisi seçmenler için de bulundukları yerden, siyasi parti ya da aktör hakkında diledikleri bilgiye ulaşma imkânını doğurmaktadır.
Siyasi süreçlerde her iki taraf açısından da büyük farklılıklar yaratan bu teknoloji, doğru
kararların verilmesine de yardımcı olmaktadır.
İnternet teknolojisinin kullanımı pek çok alanda insanoğlu için avantajlar yaratarak, hayatları kolaylaştırsa da her geçen gün bu avantajlar yetersiz kalmaktadır. Yeniliklere doymayan
188
bireylere, bir süre sonra internetin sunduğu imkanların da zorlanmasıyla internet teknolojisinin içerisinde yeni küçük sanal dünyalar kurulmaya başlanmıştır. Bireylerin birbirleriyle
sanal ortamda iletişim kurmalarını ve birbirleri hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlayan
bu yeni alanlar, diğer bir deyişle sosyal ağlar, on sene öncesinde insanlara yabancı gelmekte ve gereksiz bulunmaktaydı. Oysa günümüzde dünya nüfusunun önemli bir kısmı
tarafından sıkça kullanılan bu alanlar sosyal hayatın önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Sosyal ağlar sayesinde katılım kültürü içerisinde kendilerini tatmin olmuş hisseden bireyler, sosyal ağlara olan ilgiyi de arttırmaktadır. Pek çok gelişmiş ülkede nüfusun yarısı kadar
üyeleri olan bu sosyal ağlar, devasa büyüklüklerde hedef kitle havuzları oluşturmaktadır.
Üstelik bu hedef kitleler ulaşılması kolay, ucuz ve özelliklerine göre bölümlere ayrılmış
bir sistem içerisinde sunulmaktadır. Bu noktada sosyal ağ siteleri ticari ve siyasi amaçlar
taşıyan kuruluş ve kişilerin de ilgisini cezp etmektedir. Bu ilgi arttıkça sosyal ağlara olan
talepte artmaktadır.
Diğer yandan sosyal ağlar önemli birer halkla ilişkiler mecraları olarak görülmektedir. Geniş kitleleri bir çatı altında toplaması, bu kitlelerin siyasete uygun biçimde özelliklerine
göre sınıflandırılmış olması, oluşturulan gruplar ve topluluklar aracılığıyla bireylere katılım kültürünün etkisinin hissettirilebilinmesi sanal dünyadaki sosyal ağları siyasal ilişkiler
açısından cazip kılmaktadır. Sahip olduğu geniş toplulukların yanı sıra görsel ve işitsel
öğelerin bir arada olması, buna ek olarak bilgi işlemin de kullanıcıların hizmetine sunulması söz konusu sosyal ağların ikna edici iletişimi temel alan siyasal ilişkiler aracı olarak
kullanılmasını uygun kılmaktadır. Sosyal ağlarda gerçekleştirilen siyasal ilişkiler uygulamaları ortamın ve koşulların da etkisiyle daha fazla sayıda insana ulaşmakta ve mesajların
iletilmesi ve bireylerde istenilen ve önceden belirlenmiş etkiyi oluşturabilmesi açısından
daha kalıcı sonuçlar yaratmaktadır.
Sosyal ağların siyaset alanında siyasal ilişkiler amaçlı kullanılması en önemli sermayesi
seçmenleri olan siyasetçiler için oldukça akılcı olarak görülmektedir. Sosyal ağlar, mevcut
ve potansiyel hedef kitleleri, segmentlere, özelliklerine ve ilgi alanlarına göre ayrılmış olarak sunmaktadır ki, bu da seçmeni etkileyecek doğru stratejilerin belirlenebilmesi ve etkili
mesajların verilebilmesi açısından büyük avantaj taşımaktadır. Diğer yandan sosyal ağlar
söz konusu bölümlere ayrılmış hedef kitlelerin tümünü bir arada, bir sistem içerisinde
sunmaktadır. Üstelik bu sistemde hedef kitleye ulaşmak çeşitli etkinlikler ve uygulamalarla desteklenmektedir. Siyasi amaçlarla sosyal ağları kullanan kimseler; hedef kitlelerini
yakından tanıma ve dolayısıyla kendilerini daha doğru anlatacak, daha etkileyici mesajlar
gönderebilme, sadece mevcut hedef kitlelere değil rakipleri tercih eden ya da nötr durumda bulunan potansiyel hedef kitlelere de ulaşma, yeni çağın kurucuları olan gençlere
ulaşabilme, kendini kanıtlayabilme ve ilgili kesimlerle daha yakından, daha iyi iletişim
kurabilme şansına sahip olmaktadırlar.
Siyasi alanda başarı sağlayabilmek adına büyük önem taşıyan tüm bu artılara rağmen internet teknolojisi hala pek çok siyasi parti ve aktör tarafından batıda olduğu gibi yeterli
düzeyde kullanılmamaktadır. Yeniliklere direnmeye çalışan ve eski sistemlere bağlılığını
sürdürmekte ayak direyen kişiler pek çok artıyı da teknoloji ile birlikte kendilerinden uzaklaştırmaktadırlar. Değişime ayak uyduramayan kimselerin kısa bir süre sonra varlıklarının
yok olduğu bir zamanda, özellikle de büyük faydalar sağlayacağı bilinen bu yeniliklerden
uzak durmaya çalışmak göz göre göre başarıyı itmek anlamına gelmektedir. Yapılması gereken, her türlü yeniliğin ve gelişmelerin takip edilmesi, koşulların el verdiği müddetçe bu
yeniliklere ayak uydurulması ve kendilerine büyük faydalar sağlayacak şekilde kullanılmasıdır. Özellikle siyasi partilere ve siyasi aktörlere olan güvenin giderek azaldığı günümüz
koşullarında, bu güveni tekrar sağlayabilecek, kitleleri etkileyebilecek, partinin kendisini
daha etkili olarak ifade edebileceği araçlar bulabilmek giderek önem kazanmaktadır. İşte
bu noktada internet teknolojisi ve özellikle gençlerin gözdesi olan sosyal ağlar siyasi partilere büyük bir fırsat olarak sunulmaktadır. Siyasi alanda varlığını sürdürmek, etkisini kanıtlayabilmek, rakiplerinden ve benzerlerinden farklı olduğunu göstererek hedef kitlelerin
güvenini kazanmak isteyen tüm siyasi partiler ve aktörler yeni medya dolayımlı internet
teknolojisinden ve bu teknoloji içinde yeni küçük dünyalar oluşturan sanal ağlardan yararlandıkları takdirde rakiplerine karşı büyük farklılık gösterecek ve her zaman bir adım önde
olacaklardır.
189
Kaynakça
• Aktaş H. (2004). Bir Siyasal İletişim Aracı Olarak İnternet. Konya: Tablet Yayınları.
• Aktaş, H. (2004). Bir Siyasal İletişim Aracı Olarak İnternetin Partilerin Seçim Kampanyalarında Yeri. Konya: Tablet Yayınları.
• Arık, C. (2000). Siyasal İkna. Ankara: Vadi Yayınları.
• Atabek, Ü (2001). İletişim ve Teknoloji. Ankara: Seçkin Yayınları.
• Atabek Ü. (2005). İletişim Teknolojileri ve Yerel Medya İçin Olanaklar. Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya, drl. Alankuş S., s. 61-90, İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları.
• Bayraktutan S. G. (2007). Yeni İletişim Teknolojileri Bağlamında Siyasal İletişime Altyapısı Etnografisi İle Bakmak. İzmir: Uluslararası Medya ve Siyaset Sempozyumu, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi.
• Beck U. (1999). Siyasallığın İcadı. (Çev.). Gürler N. İstanbul: İletişim Yayınları.
• Bektaş A. (2000). Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi. İstanbul: Bağlam Yayınları.
• Doğan İ. (1995). Sosyoloji, Ankara: Sistem Yayınları
• Ersoy A. B. (2007). E-Devlet ve İletişim Teknolojileri İlişkisi: Panel Eşbütünleşim Analizi
Denemesi. İzmir: Uluslararası Medya ve Siyaset Sempozyumu, Ege Üniversitesi İletişim
Fakültesi.
• Geray H. (2003). İletişim ve Teknoloji Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya Politikaları. Ankara: Ütopya Yayınevi.
• Kadıbeşegil S. (2004). Halkla İlişkilere Nereden Başlamalı. İstanbul: MediaCat Yayınları.
• Vural Z. B. ve Bat M. (2007). Siyasal İletişim Sürecinde Yeni Teknolojiler: Siyasi Partilerin
Web Sitesine Yönelik Bir Analiz. İzmir: Uluslararası Medya ve Siyaset Sempozyumu, Ege
Üniversitesi İletişim Fakültesi.
190
BBC VE CNN TELEVİZYONLARININ YAYIN
POLİTİKALARI: KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ
Öğr. Gör. Serra Orkan
Özet: Televizyon haberciliğinde ilk akla gelen akşam yayınları iken; günümüzde 24 saat
kesintisiz yayın yapan kanallar kastedilmektedir. Prime-time dendiğinde de mutlaka haber kanalları da beraberinde akla gelmektedir. Ülkemizde 10’u aşkın haber kanalı olduğu
bilinmekle beraber Avrupa’da 160’dan fazla haber kanalı bulunmaktadır. En çok izlenenler
arasında genelde haber kanalları ilk sıralarda yer almaktadır. Televizyon yayınları toplumun bilgilenmesinde önemli bir araç konumundadır. Uluslararası öneme sahip televizyon
kanallarından ikisi de “CNN International” ve “BBC World News” olarak gösterilmektedir.
Dil olarak İngilizceyi seçmiş bu televizyon yayınlarının tarihi, kimlikleri ve yayın politikaları
birbirinden oldukça farklıdır. Asıl görev toplumun bilgilenmesi iken, habercilikte yaşanan
yoğun rekabet, benimsenmesi gereken etik ilkelerin zaman zaman önüne geçmekte bu da
televizyon haber kanallarının eleştirilerin hedefinde yer almalarına sebebiyet vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Habercilik, Televizyon Haberciliği, Yayıncılık,Yayın Politikası
BBC AND CNN TELEVISIONS BROADCASTING POLICY;
A COMPARATIVE ANALYSIS
Abstract: Before, when people talk about Television News it was understood the evening
news by the audience. However; today there are many twenty four hour news channels. It
is remembered together Prime-time word and the news channels. There are more than
10 news channels in our country. There are more than 160 news channels in the Europe.
One of the most viewing tv programmes are known as the news channels. TV broadcasting
is vert important to inform the society. Two of the most important international news
channels are “CNN International” and “BBC World News”. Those television broadcastings’ language is English and they all have different history, identity and brocasting policy.
Although the most important responsibility is informing the community; they experience
an intense competition from time to time and forget about their ethical principles. This
irresponsibility leads to criticism.
Key Words: Reporting, Television Reporting, Publishing, Broadcasting Policy
191
1- BBC Televizyon Yayıncılığı
BBC Tarihçesi
İngiltere’nin yayın politikasında hakim olanın; geleneksel olduğunu söylemek doğru olacaktır. İngiltere’de radyo ve televizyon yayıncılığının gerçekleştirilmesinde kamu hizmeti
ve özel yayın kuruluşlarının parmağı bulunmaktadır. İktidarın etkisinden uzak kendi yayın
politikasını benimsemiş ve uzun yıllar koruduğu çizgisi ile pek çok yayın kuruluşuna örnek
teşkil eden BBC (British Broadcasting Corporation) özerk bir oluşumdur. İlk kez 1922 senesinde radyo yayıncılığı ile hayata atılmıştır. Televizyon yayıncılığına başlama tarihi 1932
olan BBC; 1954 senesine kadar tekelliğini sürdürmüştür. Devlet destekli bir kuruluş olan
BBC merkezi Londra’da yer almaktadır. Ticari firmaların 1. Dünya Savaşı akabinde, İngiliz
radyoculuğuna soyundukları bilinmektedir. 1922 yılında özel bir firma olarak kurulan ve
1925 senesinde tasfiye edildikten sonra 1927’de British Broadcasting Corporation kamu
kuruluşuna dönüşen BBC yönetim kurulu üyelerinin atamasını Birleşik Krallık yapmaktadır.
Sonradan Lord Reith adını alacak olan John Reith 1927 ve 1938 seneleri arasında kurumun
genel yönetmenliğini üstlenmiş önemli bir isimdir. Kendisi aynı zamanda 1936 senesinde
de televizyon yayınlarının geliştirilmesine yönelik çalışmalarda bulunmuş ve bu yayıncılık
anlayışı İngiltere’de çoğunluk tarafından benimsenmiştir. BBC televizyon yayınlarına zorunlu ara verilmesi 2. Dünya Savaşı’na denk gelmiş ve 1946 senesinde tekrar başlayarak
Avrupa’nın ilk düzenli renkli televizyon yayınlarını da 1967 senesinde başlatmıştır. Radyoculukta tekelini 1970 senesine kadar sürdüren BBC, televizyonculukta da 1954 senesine
kadar tekel konumda kalmıştır. Ticari yayınlara izin veren hükümet; 1970 senesi itibariyle
BBC’nin tekel durumunu radyoculuk anlamında sonlandırmıştır.
BBC Yayın Politikası
Yanlı yayın anlayışından uzak duran BBC senelik ruhsat ödemeleri ile geçinmektedir ve kuruluş beratı sebebiyle reklama yer vermemektedir. Objektif davranma zorunluluğu bulunmaktadır. Gerek günlük sorunlarda, gerekse de hükümet politikasına dair sorunlarda kendi
görüşlerine asla yer vermemektedir. 13 Ekim 1922 senesinde iyi bir savaş olmakla beraber
John Reith mevcut koşullara uygun bir iş arayışı içerisindeyken “British Broadcasting Company” ye ait ilana gözatmış ve başvurma kararı almıştır. Burada genel müdür olarak göreve
başlayan Reith başlangıçta yayıncılığa dair hiçbir fikri olmadığını da dile getirmiştir.
22 Aralık 1922 senesinde ofise geldiği sırada kendisiyle beraber 4 çalışan daha bulunmaktadır. Girdiği odada bulunan bir adet masa, sandalye ve telefonu görmüş ve buranın
“genel müdür” odası olduğunu tahmin etmiştir1. 2003 senesinden beri ilk defa BBC World
News, Hong Kong’ta CNN’in önüne geçmeyi başarmış ve bir numaralı uluslararası haber
kanalı seçilmiştir. Sonuçlar Ipsos PAX anketinde ortaya konmuştur. Ankete göre bbc.com
masaüstü ve mobil sitelerde bir numara olarak gösterilmektedir.
Araştırma sonuçlarına göre; BBC dijital haber içeriği de Asya’da en hızlı büyüyen haber
kaynağı olarak görülmektedir. Hong Kong’ta olduğu gibi Avustralya ve Hindistan’da da
günlük haber tüketiminde üst sırada yer almaktadır. Ayrıca “BBC World News” ve www.bbc.
com, BBC’nin uluslararası haber servisleri olarak hem birinci sınıf hem de ekonomi sınıfında uçanların bir numaralı tercihi olarak gösterilmektedirler. ComScore sonuçlarına göre
de; BBC Asya Pasifik’te 13 milyon tekil kullanıcıya ulaşmıştır.
BBC sadece CNN’e üstünlük kurmamış, aynı zamanda haber websitesi anketi sonucunda
“The Wall Street Journal”, “The New York Times”, “The Economist” ve “The Financial Times”
gibi ünlü isimlerin de önüne geçmiştir2. New York Times’ın “artsbeat” bloğunda yeralan
ve Roslyn Sulcas tarafından hazırlanan yazıda BBC’nin ünlü dedektif romanı yazarı J. K.
Rowling gibi önemli yazarların romanlarının ekrana taşınmasına aracılık etmesi de onu
diğerlerinden bir adım daha öne taşımaktadır3. “Tv.com” sitesinde yer alan BBC Yayın Şir1 Charlotte Higgins: “What Can the Origins of the BBC Tell Us About Its Future” (Çevrimiçi): http://
www.theguardian.com/media/2014/apr/15/bbc-origins-future, 17.01.2015
2 “BBC beats CNN to #1 international news channel spot in Hong Kong and ranks as top cross-platform news brand among high net worth audiences across Asia Pacific” (Çevrimiçi): http://www.bbc.
co.uk/mediacentre/worldnews/120713-pax-hong-kong, 17.01.2015
3 Roslyn Sulcas: “J. K. Rowling’s Detective Novels Set for BBC Series” (Çevrimiçi):
192
keti’nin en başarılı 10 drama kategorisindeki programları; “Sherlock”, “EastEnders”, “Spooks”, “Merlin”, “Death in Paradise”, “Doctor Who (1963)”, “New Tricks”, “The Musketeers”,
“Doctors” ve “Holby City” olarak gösterilmiştir4.
Kevin Wicks tarafından BBC Amerika için hazırlanan haberde yeralan tüm zamanların en
iyi İngiliz drama filmleri de; “Doctor Who (1963)”, “North and South (2004)”, “Pride & Prejudice (1995)”, “Life on Mars (2006-2007)”, “Prime Suspect (1991-2006)”, “State of Play
(2003)”, “MI-5 (2002)”, “Sherlock (2010)”, “I, Claudius (1976)”, “Upstairs-Downstairs (19711975)” olarak belirlenmiştir5.
BBC İşletme Modeli; Sürekli Devrim
Lucy Küng-Shankleman’ın “Inside the BBC and CNN - Managing Media Organisations”
isimli çalışmasında BBC televizyon kuruluşu İngiltere’nin öncü yayıncısı olmaktan öte bir
“işletme” olarak incelenmektedir. Onu oluşturanlar arasında güçlü yanları ve zayıflıkları
irdelenmiştir6.
BBC iPlayer Uygulaması
BBC ya da kısa adı ile iPlayer bir internet televizyonu ve radyo yayınıdır. Kişilere altyazılı video izleme imkanı sunmaktadır. Diyalogları “text” haline getiren altyazılar genellikle
ekranın en alt tarafında bulunurlar ve hem duyma güçlüğü çekenler hem de İngilizcesini
geliştirmek isteyenler tarafından oldukça faydalı bulunmaktadırlar. 2008 senesinin Mayıs
ayından beri BBC iPlayer izleyicilere altyazılı izleme imkanı sunmaktadır. Altyazıların güçlendirilmesi için çalışmalar devam etmektedir7.
2- CNN Televizyon Yayınları
CNN Tarihçesi
1 Haziran 1980 senesinde yayın hayatına Başlayan CNN 1.7 milyon erişime sahiptir. Güney
Amerika’nın baştacı olan Georgia Eyaleti’nin başkenti Atlanta CNN International’a ev sahipliği yapmasıyla da ününe ün katmıştır. 1938 doğumlu Robert Edward ya da bilinen adı
ile Ted Turner seyrek televizyon izleyen biri olarak bilinmektedir.
Turner; 1970 senesinde Atlanta’da WJRJ Kanalı’nı sahiplenmiş daha sonra 1979 Yılına gelindiğinde adı “Turner Broadcasting System” anlamına gelecek şekilde WTBS olarak değiştirilmiştir8. CNN International da bu Gürcistan’lı işadamı Ted Turner tarafından kurulmuştur. Açılımı “Cable News Network” olan CNN kimileri tarafından “Chicken Noodle News”
olarak değerlendirilmiştir.
1995 senesi itibariyle 2500 kişiden oluşan editoryal kadrosu ile epey genişlemiştir. 1990’lı
yılların sonuna gelindiğinde güçlü rakipleri arasında yer alan kanallar “MSNBC” ve “Fox
News Channel” olmuştur9. Fox televizyonunun sahibi Rupert Murdoch’ın CNN’in sahibi
Times Warner’ı satın almak istediği de 2014 senesinin önemli haberleri arasında yer almıştır. Firma için 80 milyar dolar teklifte bulunmuştur. Bu teklif; geçtiğimiz 10 yılın en büyük
teklifi olarak gösterilmiştir10.
http://artsbeat.blogs.nytimes.com/2014/12/11/j-k-rowlings-detective-novels-set-for-bbc-series/?_r=1,
17.01.2015
4 http://www.tv.com/shows/network/bbc-british-broadcasting-corporation/category/drama/
5 Kevin Wicks,“Readers Have Their Say: The 10 Greatest British TV Dramas of All Time” (Çevrimiçi):
http://www.bbcamerica.com/anglophenia/2011/08/readers-have-their-say-the-10-greatest-british-tvdramas-of-all-time/11/, 17.01.2015
6 Lucy Küng-Shankleman, Inside the BBC and CNN, Managing media organisations,
New York, Routledge publishing, 2000, p. 85.
7 http://www.bbc.co.uk/accessibility/on_the_bbc/subtitles.shtml
8 Chris Stars, “Ted Turner (b.1938)” (Çevrimiçi): http://www.georgiaencyclopedia.org/articles/arts-culture/ted-turner-b-1938, 18.01.2015
9 Lain Huggs, “CNN” (Çevrimiçi): http://www.georgiaencyclopedia.org/articles/arts-culture/cnn,
18.01.2015
10 A. R. Sorkin, M.J Merced, “Murdoch Puts Time Warner on His Wish List” (Çevrimiçi): http://
dealbook.nytimes.com/2014/07/16/rupert-murdoch-said-to-have-made-offer-for-time-warner/?_r=0,
18.01.2015
193
2014 senesi Ocak ayı CNN’in en düşük izlenme oranlarından üçüncüsüne sahip olduğu
bir tarih olarak kayda geçmiştir.Haber Jack Mirkinson tarafından The Huffington Post için
derlenmiştir. Geleneksel habercilik anlayışından uzaklaşmaya çalışan CNN için bu durum
çok fazla şaşırtıcı görülmemektedir11. 2013 senesinin Ocak ayı reytinleri ile kıyaslandığında izlenme oranında %39 gerileme görülmektedir. David Bauder tarafından Huffington
Post için hazırlanmış olan haber yazısına göre ise; genel olarak 2014 senesi yayınları incelendiğinde, CNN Malezya havayolları ile ilgili yaptığı haber dışında pek parlak bir yıl
geçirmemiştir12.
CNN Yayın Politikası ve Haberleri Yeniden Yaratmak
Her olay haber olamayacağından, haber niteliği taşıyabilecek özelliklere sahip olaylar diğerlerinden ayrılarak haber haline getirilmektedir. “North”, “East”, “West” ve “South” kelimelerinin biraraya gelmesi ile oluşturulmuş “News” kelimesi; Dünya’nın her yerinden
gelen haberlere işaret etmektedir.
İlk 24 saat kesintisiz haber programları ile bilinen CNN sansasyonel haberleri ile zaman
zaman öne çıkarken zaman zaman diğer Dünyaca meşhur televizyon kuruluşlarının gölgesinde kalabilmektedir. Sansasyon yaratmak adına nesnel duruşundan taviz verebilen CNN,
Hugo Chavez’in ölümü ile ilgili yapmış olduğu haberde de bunu ortaya koymuştur. Bununla
beraber Amerika’nın en güven duyulan kitle iletişim araçları arasında televizyon birinci
sırada yer almaktadır13. Özel bir televizyon kuruluşu olan CNN yayınladığı reklamlarla da
geçimini sağlamaktadır.
3- BBC ve CNN Televizyon Yayınlarının Karşılaştırılması
Yayıncılığın Değişen Doğası
John Logie Baird; 1928 senesinde New York’a Londra’dan görüntü aktarmayı başarmıştır.
Bu tarihten tam iki sene önce ise Baird; tüpleri ve Hertz Dalgaları’nı kullanarak Londra’da
bir televizyon gösterimi denemiştir.
İngiltere, ABD, Sovyetler Birliği, Fransa ve Almanya sırasıyla düzenli televizyon yayınlarını
başlatan ülkelerdir. Düzenli yayınların başlatılması 1930’lu yılların çok önemli eylemleri
olarak görülmektedir14. 1980’li senelere geldiğimizde PC adı verilen “Personal Computer”
açılımlı kişisel bigisayarların meydana gelmesi masaüstü yayıncılığın başlamasına neden
olmuştur. Bu; yazı matbaa, radyo ve televizyondan sonra önemli bir buluştur ve yayıncılığın
akış yönünü yeniden belirlemiştir. Bundan sonra gelecek en önemli buluş ise internettir15.
Televizyon Yayıncılığında Reyting Kaygısı
Toplumu yansıtmak için adeta bir ayna olan televizyonun kişilere gösterdiği dünyanın, gerçek işlevlerinin paralelinde olup olmadığı tartışılan bir konudur. Şiddet ve suç işlemeye
teşvik edecek yayınların yapılıp yapılmadığı, kültür ve sanata yeterli yer verilip verilmediği
de yayıncılığın gündemindeki sorular arasındadır.
Şov dünyası, sinemanın arkasından gelen radyo ve sonra televizyon ile “seyirciyi mutlu
etme” amacını pekiştirmiştir. Bir kitle iletişim aracının asıl amacı “eğlence” olduğunda içerik de ister istemez yozlaşma görülmektedir. Televizyonun eğitmekten çok eğlendirmesi gerektiğini savunan pek çok televizyon yapımcısı bulunmaktadır. Bu da akıllara ister istemez
reyting kaygısını getirmektedir. Elde edilen veriler ışığında da BBC televizyon kuruluşunun
kültürel ve bilgilendirici yayınlara fazlasıyla yer verdiği, CNN’in ise “breaking news” adı
altında sansasyonel haberlerle insanların dikkatini çekme girişimlerinin yoğunluğu göze
çarpmaktadır.
11 Jack Mirkinson, “CNN Ratings Plunge To Near-Record Lows” (Çevrimiçi): http://www.huffingtonpost.
com/2014/01/28/cnn-ratings-january-2014_n_4682699.html, 18.01.2015
12 David Bauder, “It’s Been A Rough Year For Cable News Networks” (Çevrimiçi): http://www.huffingtonpost.com/2014/06/04/cable-news-networks-cnn-sixties-documentary-_n_5440550.html, 18.01.2015
13 Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür – Kimliğin Gücü, 2. Bs., Çev.
Ebru Kılıç, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, ss. 472-473.
14 N. Tülay Şeker, Teknoloji ve Televizyon – Türkiye’de Uydu, Kablo TV ve Dijital Platform Yayınları Üzerine Bir İnceleme, İstanbul, Literatürk Yayınları, 2009, s. 18-19.
15 Cem S. Sütçü, Erhan Akyazı, Yayıncılığın Değişen Yüzü, İstanbul, Der Yayınları, 2005, s.11-12.
194
CNN ve BBC websitelerindeki haber videolarını karşılaştıran bir siyasi blog yazısına göre;
BBC sitesinde oynatılan bir videoda haber ne ise sadece o yer almaktadır. BBC habercilik
anlayışı kıyaslanmayacak kadar iyidir ve haberi izlemeden önce ya da arada herhangi bir
reklam videosuna yer vermemektedir. Tüketim Kültüründe reklamın yabancılaşmayı pekiştiren bir tavrı vardır. Gündelik yaşamın denetlenmesi açısından reklamın sadece kılavuzluk
etmekle kalmadığı bilinmektedir. İnsanoğlunun seçimlerinde özgür olduğu bilinmekle beraber, bu seçme eylemi zihin tarafından yapılmakta ve bize kabul ettirme yoluyla aşılanmış
geçmiş tecrübeleri tekrar hatırlatmaktadır. Zihnimizin bizim kontrolümüzde olduğu inancı;
bizleri seçimlerimizde özgür olduğumuz yanılgısına sürüklemektedir. Reklamların da bu
düşünce sisteminde en büyük paya sahip olduğunu söylemek gerekmektedir.
Reklam; toplumsal ilişkiler içerisinde hakimiyet kurmaktadır. Marshall McLuhan’ ın “Mekanik Gelin” isimli çalışması reklama karşı yeni bakış açısı geliştirmek açısından faydalı
bulunmaktadır. Amerikan kültürü de burada ele alınan konular arasındadır. Tüketim Kültür’ünü ateşleyen reklam kişide “tatmin olmama” durumunu ortaya çıkartır. Kuluçkada yatan korkuları su yüzüne çıkartır. insanlar reklamlar aracılığıyla toplumdan soyutlanmakta
ve farklı özellikleriyle ortaya çıkmaktadırlar. Tatmin olması güç, korku içinde bir toplum
oluşmaktadır.
Reklamların insanları tüketime yönlendirmesinde en önemli nedenlerden biri; ekonomik
sistemin canlı tutulmasını sağlamaktır. Sistem kişiyi önce ürkütmekte ve daha sonra da
tüketime yönlendirmektedir. Bu durum reklamın kişi üzerinde egemenlik kurmasını sebep
olmaktadır. Reklamların kişilere aktarımı kitle iletişim araçları vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Reklam; bu araçlarla aslında toplumu iki türlü etkilemek istemektedir. Bu etkilerden
birincisi ve kısa süreli olanı satış yapmayı içermektedir. Ikincisi de farklı sınıf kavramının
zihinlerde yer bulmasına aracılık etmektir16.
BBC televizyon kuruluşunda Bir politikacıyı ağırladıklarında profesyonel bir gazetecinin
yapması gerektiği gibi sorular sorup zaman zaman politikacıları zor durumda bırakmaktan
kaçınmamaktadırlar. Amerikan haber kanallarında ise; reklam her zaman önce gelmekte ve
eğer konuk bir politikacı var ise, o politikacıyı zor duruma sokacak herhangi bir soru sorulmasından kaçınılmaktadır. CNN serbest piyasa oluşumu iken, BBC bir hükümet servisidir.
CNN bir haber kuruluşu olmanın ötesinde bir iştir ve haberler kazanca yönelik hazırlanmaktadır. BBC’nin ise asıl amacı; haber yapmaktır ve bu bir ülke görevi olarak düşünülmektedir. Kamuya hizmet asıl amaçtır17. İlk yirmi dört saat kesintisiz haber yapan televizyon
kanalı olması sebebiyle, ilk seneler oldukça popüler bir dönemden geçen CNN, bu durumunu büyük oranda yenilikçi formatına borçlu olmuştur18. BBC televizyonu ise doksan
yılı aşkın tarihi ve hem eğlendirici hem bilgilendirici içeriği ile dünya çapında bir öneme
sahiptir. BBC televizyonunun diğer kanallardan farklı olarak ekonomi alanına daha fazla
yoğunlaştığı bilinmektedir.
CNN’in siyasi, ekonomik ve sosyal alanlar içerisinde en fazla siyaset üzerinde durduğu
gözlemlenmektedir. CNN’in demokrasi ile ilgili düğüm noktası niteliğindeki haberinin
merkezinde Venezuela’da 1999-2013 seneleri arası başkanlık yapan “Hugo Chavez” yer almıştır. Chavez’i dikdatör ve zulmeden biri olarak tanımlamış ve hakkında yapılan olumsuz
eleştirilere açıkça yer vermekten de çekinmemiştir.
2013 Senesinin En İyi Tv Programları
Breanne Hare tarafından CNN için derlenen habere göre; Amerika Film Enstitüsü AFI tarafından belirlenen 2013 senesinin en başarılı TV programları arasında, “The Americans”,
“Breaking Bad”, “Game of Thrones”, “The Good Wife”, “House of Cards”, “Mad Men”, “Masters of Sex”, “Orange is the New Black”, “Scandel”, “Veep” yer almaktadır. Bu araştırma
2013 senesinin sonlanmasına haftalar kala yapılmıştır ve araştırma sadece TV programları
ile sınırlı kalmamış, senenin en iyi filmlerine de yer verilmiştir19. Kişilere fikir belirtme
16 Arthur Asa Berger, Kitle İletişiminde Çözümleme Yöntemleri, Ed. Nazmi Ulutak, Aslı Tunç,
Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Basımevı, 1993, s. 56-57.
17 https://danielmiessler.com/blog/profit-vs-service/
18 http://www.rucsdigitaleprojektbibliotek.dk/bitstream/1800/11864/1/ultimate%20print%20out.pdf
19 Breanna Hare, “AFI names 10 best movies, TV shows of 2013” (Çevrimiçi): http://edition.cnn.
com/2013/12/09/showbiz/movies/afi-best-movies-tv-shows-2013/, 18.01.2015
195
ve belirtilen fikirler üzerinde de yorum yapma imkanı sunan bir sosyal ağ olan “Reddit”
sitesinde yeralan haber verilerini değerlendiren Emanuella Grinberg tarafından CNN için
hazırlanan haberde izleyicilerin başından sonuna kadar sıkılmadan izledikleri programlar
arasında olan; “Deadwood”, “Orphan Black”, “Stargate: SG1” izleyicinin heyecanla gelecek
bölümü bekledikleri programlar olarak belirlenmişlerdir.
“Peep Show” ve “Silicone Valley” de eğlence programları içerisinde gelen yorumlardan da
yola çıkılarak başarılı bulunmuşlardır. “Freaks And Geaks” ve “Firefly” gibi popüler TV programları da haberde yer bulmuştur20.
Sonuç
Günümüz medyasının neoliberal politika ile uyumlu bir yol izliyor oluşu medya etiği ile
ters düşmektedir. Medya çalışanları; medyanın uluslararası şirketlerin hem kendi içlerinde
hem de ortaklık kurma gayesi ile ilişkide bulundukları diğer siyasi otoriteler ile aralarını
hoş tutma ihtiyacı sonucu farklı ilişkilerin içerisine itilmiştir. Haber ve reklam içiçe yol
almaktadır.
Medya çalışanları olarak; gerek hükümet gerekse de reklam verenlerle ortak bir paydada
buluşma çabasına girmeyenler sektör dışına itilmektedir21.
Yaşadığımız toplumda tarafsızlık ilkesine harfiyen uyan yayın anlayışına sahip yayınların
bulunması her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Reklamla yürüyen tüketim
toplumunda habercilik etiğinden taviz vermeyen şirketlerin bulunması umut vadederken
hükümet yanlısı yayın yapan oluşumlardan uzaklaşmak için insanlar sosyal medyadan da
faydalanmaktadırlar.
Her kuruluşta olduğu gibi medya kuruluşları da kar amaçlı oluşumlardır; ancak onları diğerlerinden ayıran çok önemli toplumsal görevleri bulunmaktadır. Kişileri eğlendirirken
bilgilendirmek ve bunu katıksız doğru haberler ile yapmak insanların genel anlamda medyaya olan güvenlerini sağlamlaştırmak ve sağlıklı düşünen toplumlar yaratmak açısından
faydalı görülmektedir.
Kaynakça
• Adaklı, Gülseren: “Gazetecilik Etiğini Belirleyen Yapısal Unsurlar: Mülkiyet ve Kontrol
Sorunu”, Televizyon Haberciliğinde Etik, Ed. Bülent Çaplı, Hakan Tuncel, Ankara, Fersa
Matbaacılık, 2010, s. 89.
• Berger, Arthur Asa: Kitle İletişiminde Çözümleme Yöntemleri, Ed. Nazmi Ulutak, Aslı
Tunç, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Basımevı, 1993.
• Castells, Manuel: Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür – Kimliğin Gücü, 2. Bs.,
Çev. Ebru Kılıç, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008.
• Küng-Shankleman, Lucy: Inside the BBC and CNN, Managing media organisations,
• New York, Routledge publishing, 2000.
• Sütçü, Cem S., Akyazı, Erhan: Yayıncılığın Değişen Yüzü, İstanbul, Der Yayınları, 2005.
• Şeker, N. Tülay: Teknoloji ve Televizyon – Türkiye’de Uydu, Kablo TV ve Dijital Platform
Yayınları Üzerine Bir İnceleme, İstanbul, Literatürk Yayınları, 2009.
• “BBC beats CNN to #1 international news channel spot in Hong Kong and ranks as top
cross-platform news brand among high net worth audiences across Asia Pacific” (Çevrimiçi):
• http://www.bbc.co.uk/mediacentre/worldnews/120713-pax-hong-kong, 17.01.2015
• Higgins, Charlotte: “What Can the Origins of the BBC Tell Us About Its Future” (Çevrimiçi):
• http://www.bbc.co.uk/mediacentre/worldnews/120713-pax-hong-kong, 17.01.2015
• Sulcas, Roslyn: “J. K. Rowling’s Detective Novels Set for BBC Series” (Çevrimiçi):
• http://artsbeat.blogs.nytimes.com/2014/12/11/j-k-rowlings-detective-novels-set-for-bbc20 Emanuella Grinberg, “The best TV shows to binge-watch” (Çevrimiçi): http://edition.cnn.
com/2014/11/09/showbiz/binge-worthy-tv-shows-reddit/, 18.01.2015
21 Gülseren Adaklı, “Gazetecilik Etiğini Belirleyen Yapısal Unsurlar: Mülkiyet ve Kontrol Sorunu”, Televizyon Haberciliğinde Etik, Ed. Bülent Çaplı, Hakan Tuncel, Ankara, Fersa Matbaacılık, 2010, s. 89.
196
series/?_r=1, 17.01.2015
• http://www.tv.com/shows/network/bbc-british-broadcasting-corporation/category/drama/
• Wicks, Kevin: “Readers Have Their Say: The 10 Greatest British TV Dramas of All Time”
(Çevrimiçi): http://www.bbcamerica.com/anglophenia/2011/08/readers-have-their-say-the10-greatest-british-tv-dramas-of-all-time/11/, 17.01.2015
• http://www.bbc.co.uk/accessibility/on_the_bbc/subtitles.shtml
• Stars, Chris: “Ted Turner (b.1938)” (Çevrimiçi): http://www.georgiaencyclopedia.org/articles/arts-culture/ted-turner-b-1938, 18.01.2015
• Huggs, Lain: “CNN” (Çevrimiçi): http://www.georgiaencyclopedia.org/articles/arts-culture/cnn, 18.01.2015
• Mirkinson,Jack: “CNN Ratings Plunge To Near-Record Lows” (Çevrimiçi): http://www.huffingtonpost.com/2014/01/28/cnn-ratings-january-2014_n_4682699.html, 18.01.2015
• Bauder, David: “It’s Been A Rough Year For Cable News Networks” (Çevrimiçi): http://
www.huffingtonpost.com/2014/06/04/cable-news-networks-cnn-sixties-documentary_n_5440550.html, 18.01.2015
• Miessler, David: “CNN vs. BBC: Profit vs. Service” (Çevrimiçi):
• https://danielmiessler.com/blog/profit-vs-service/, 18.01.2015
• Hare, Breanna: “AFI names 10 best movies, TV shows of 2013” (Çevrimiçi): http://edition.
cnn.com/2013/12/09/showbiz/movies/afi-best-movies-tv-shows-2013/, 18.01.2015
• Grinberg, Emanuella: “The best TV shows to binge-watch” (Çevrimiçi): http://edition.cnn.
com/2014/11/09/showbiz/binge-worthy-tv-shows-reddit/, 18.01.2015
• Sorkin, A. R., Merced, M.J.: “Murdoch Puts Time Warner on His Wish List” (Çevrimiçi):
http://dealbook.nytimes.com/2014/07/16/rupert-murdoch-said-to-have-made-offer-for-time-warner/?_r=0, 18
197
TÜKETİM TOPLUMU VE TELEVİZYON DİZİLERİ:
MEDCEZİR ÖRNEĞİ
Sinem ARSLAN
Özet: Yirminci yüzyılda tüketim alanında yaşanan gelişmeler günlük hayatımızda büyük
dönüşümlere yol açmıştır. Tüketime ekonomik açıdan bakıyor olsak da tüketim kültürel
bir yapıya da sahiptir. Jean Baudrillard’a göre günümüzde tüketim, kodlar ve kurallarla
düzenlenmiş tutarlı bir göstergeler sistemi olarak yorumlanmalıdır. Kitle iletişim araçları;
televizyon, radyo, basın, reklam bir göstergeler ve iletiler bütünüdür. Özellikle televizyon
dizileri kullandıkları lüks ürünler, eşyalar, evler, arabalar yoluyla insanları daha çok tüketmeye sevk ediyor. Diziler yoluyla insanlar lüks kıyafetleri, mücevherleri, evleri istemeye
ve zengin yaşamı arzulamaya davet ediliyor. Dizilerdeki karakterlerin bir takım eşyaları,
kullandıkları ürünler, piyasaya sürülüp tüketicinin bu ürünleri satın alıp tüketmesi tüketim
toplumunun daha da yaygınlaşmasına yol açıyor. Bu çalışmada özellikle televizyonun tüketim toplumuna özellikle diziler aracılığıyla nasıl yol açtığı üzerinde durulacak ve Medcezir
dizisinden örnekler incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Tüketim toplumu, televizyon, televizyon dizileri
CONSUMPTION SOCIETY AND TELEVISION SERIES:
THE CASE OF MEDCEZIR
Abstract: In the twentieth century developments in the field of consumption has led to
major transformations in our daliy life. Even though we’re looking at an economic standpoint of consumption,consumption has a cultural structure.According to Jean Baudrillard,the consumption it must be interpreted as a semiotic system regulated of codes.Mass
media; television,radio,press,advertising is a set of indicators and messages.Especially as
the television series that they use luxury products,items, houses ,cars encourages people
to consume more.Through television series,viewers are invited to desire rich life,luxury
clothes,houses,jewels in short everything about wealth..A team of characters in the television series,the products they use is applied to the market and consumers purchase these
products paves the way for the further spread of the consumption society to consume. In
this study,we will focus on how the consumption society especially caused through arrays
of television,and will be given examples from the Medcezir.
Keywords:Consumption society,television, television series
198
Giriş
Son yıllarda baş döndürücü bir hızla gelişim gösteren teknoloji yaşamın her alanında etkisini göstermektedir. Teknolojinin insana sağladığı en büyük araçlardan biri olan televizyon
günümüzde insanların en çok vakitlerini geçirdikleri bir araç konumunu almıştır. İnsanlar
günlük hayatlarının yorgunluğunu ve stresini üzerlerinden atmak için yarışma, dizi gibi
programlar izlemektedirler. Özellikle diziler akşam saatlerinde insanların kafalarını boşaltıp hayatlarındaki stresi unutmaları için insanlar üzerindeki en büyük etki oluşturur.
Dizilerde gösterilen karakterler gibi yaşamak, onlar gibi giyinmek ve onların kullandıkları
şeyleri kullanmaya özendirilmektedirler. Bunun içinde tükettikçe daha da tüketmek ihtiyacı
duyulur. Eğer bunları yapamıyorsa bir adım geridedir ve bunlara sahip olabilmek için ne
bedel ödemesi gerekiyorsa bu bedeli ödemeye hazır durumdadır.
Bu çalışmanın amacı diziler yoluyla nasıl tüketim toplumu haline geldiğimizi ortaya koymak ve Medcezir dizisinden örneklerle desteklemektir. Bu çalışmanın yöntemi, dizi üzerinden örnekler yoluyla incelemeler yapmaktır.
1.Tüketim Toplumu Kavramı ve Oluşumuna Etki Eden Unsurlar
1.1 Tüketim Toplumu
Tüketim toplumunun ortaya çıkışı, endüstrileşme sürecinden kaynağını alan Fordist üretim sistemine dayanmaktadır. Daha sonrasında kitle üretiminin ortaya çıkması, işletmecilik ve pazarlama eğitiminin kurumsallaşması ve “önce al sonra öde” olanağı veren taksitli
alışverişin ortaya çıkması, üretim toplumunu, tüketim ve tüketicilerle şekillendiren tüketim
toplumuna dönüştürmüştür.(Yanıklar,2006: 76). Süreç sonrasında tüketime eleştirel bakan
yaşlı bir kuşaktan, tüketime yaratıcığın ve ekonominin dinamosu olarak bakan genç ve
dinamik bir kuşağa doğru bir kayma gerçekleşmiştir.(Robins,1999:175-176)
Tüketim toplumu denilince, tüketim davranışı sergileyen insan beraberliği değil, aynı
zamanda “tüketici davranışını” devam ettiren, pekiştiren, yeniden-üreten üstyapısal düzenlemelerden bahsedilmektedir. Tüketim toplumunun bileşenlerini tüketici doldurur.
(Alpman ve Göker,2011:115) Tüketim toplumunun ayırt edici özelliği; kişilerin ihtiyaç için
tüketmeleri değil tüketimin tek başına bir amaç ve ihtiyaç durumuna gelmesidir; insanlar
hafta sonlarını temiz havaya çıkıp arkadaşlarıyla sohbet ederek geçirmek yerine alışveriş
merkezlerine gidip gezmeyi tercih etmektedirler ve bu tür yerlere gidenler bazen hiç işlerine yaramayacak şeyler alabilmektedirler.(Çınar ve Çubukçu,2009:279) Özellikle çalışan
insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için alışveriş yapmamakta, haftanın stresini atmak için de
alışveriş yapmaktadırlar.(Aslan,1996:14)
Tüketim toplumuna ait değerlerin yerleşim göstermesinde özellikle televizyonun büyük
etkisi görülmektedir. ABD ve Avrupa kaynaklı dizi ve filmlerde gösterilen yaşam tarzı, tüketim modeli oluşturup, giyim biçiminden ev döşeme tarzlarına kadar pek çok şeyde bize
rehberlik oluşturmaktadır. Aynı şekilde ülkemizde yayınlanan pek çok dizilerde ve filmlerde
de bunları açıkça görmekteyiz. Tüketim toplumunu belirleyen şey kitle iletişiminde günlük
haberin evrenselliğidir. Kitle iletişiminin bize sunmuş olduğu gerçeklik değil asıl olan bu
sunduğu gerçekliğin baş döndürücü olmasıdır. İletilerin içeriği, göstergelerin gösterilenleri büyük ölçüde önem taşımaz. Biz bu iletilerin önemsizliğine bağı değiliz ve medya bizi
dünyaya göndermez, medya bize göstergeler olarak göstergeleri, bununla birlikte gerçeğin
teminatıyla doğrulanmış göstergeleri tükettirirler.(Baudrillad,1997:27)
Tüketim toplumu var olabilmek için nesneleri yok etmeye ihtiyaç duyar. Nesnelerin yok
edilmesinde yaratılan değer büyük önem taşır. Nesneler sadece yok etmede gereğinden
çok vardırlar ve yok oluşlarında zenginliğe tanıklık ederler. Her durumda yok etme ister
şiddetli ve simgesel biçimi altında olsun ve isterse sistematik ve kuramsal yok edicilik biçimi altında olsun endüstri sonrası toplumun başat işlevlerinden biri olmaya adanmıştır.
(Baudrillad,1997:45)
1.2 Küreselleşme ve Tüketim Toplumu
Küreselleşme, Kapitalizmin dönüm noktasından birini oluşturur. Bu kavram ağırlıklı olarak
199
1980’den sonra gündeme yerleşmeye başladı. Genel olarak küreselleşme, ülkeler arasındaki ilişkilerin yaygınlaşması ve gelişmesi, ideolojik ayırımlara dayalı kutuplaşmaların çözülmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi ancak, birbiriyle bağlantılı
olguları içerdiği, bir anlamda maddi ve manevi değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin
milli sınırları aşarak dünya çapında yayılması olarak tanımlanıyor.
Küreselleşme, uzak yerleşimleri birbirlerine, yerel oluşumların millerce ötedeki olaylarla
biçimlendirildiği ya da bunun tam tersinin söz konusu olduğu yollarla bağlayan dünya
çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşmasıdır.(Giddens,2004:69)Küreselleşmeyle birlikte özellikle yirminci yılın son çeyreğinde teknoloji ve haberleşmede görülen gelişmeler
sonucu dünyanın iyice küçülmesi, ekonomik ve siyasal sınırların giderek ortadan kalkması
ve sonuç olarak maddi değerlerin milli sınırları aşarak dünya çapında yayılması ile ülkeler
ve milletler arasında iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel temas ve etkiler artmıştır. Bu yakınlaşma ekonomik açıdan, dünyanın bir Pazar yeri haline gelmesini ve tüketicilerin homojen
davranışlarda bulunmasını içerir. Yenidünya düzeninde toplumlar, diğer toplumların sahip
oldukları yaşam standartlarını, ulaştıkları refah düzeyini görebilmekte, yabancı TV dizileri,
tüketicilerin yaşam kalitelerini yükseltmek için benzer tüketimde bulunmalarıyla sonuçlanmaktadır.(Ferman,1989:28)
Küreselleşme, dünya ekonomisinde tüketim kalıplarında da etkilidir. İnsanlar daha fazla
gelire sahip olmak ve daha çok tüketmek eğilimine girmişlerdir.(Ilgaz,2002:327) İnsanlar
reklamlarda ve televizyon ekranlarında gördüklerini hemen elde etmeye yönelmektedirler.
(Ilgaz,2002:328)
Küreselleşme, kapitalizmin günümüzdeki boyutu ve görünümü onun dünyaya dağılması ve
yayılması, dünyayı kuşatması ve ileri aşaması olan emperyalizmin yeni ismidir. Kapitalizm
temel dayanağı sermayedir ve özü itibariyle “ölü emektir” ve ancak vampir gibi canlı emeği
emmekle yaşayabilir ve ne kadar çok emek emerse o kadar çok yaşar. Küreselleşme döneminde insanların yaşamının anlamı tüketime bağlıdır. İnsan tüketiyorsa vardır, anlamlıdır.
Eğer tüketmiyorsa yoktur, anlam ifade etmez. Tüketim toplumunun temel bileşeni bedendir. Küreselleşmenin inşa ettiği dünyamızda insan tüketici konumuna indirgenir.”Tüketiyorum öyleyse varım “ temel slogan durumunu almıştır.
1.3 Medya-Reklam ve Tüketim Toplumu
Günümüzde tüketiciler açısından medya ve reklam önem taşır. İnsanlar, gereksinimlerini
reklam ve medyaya göre belirler. İhtiyaç ortaya çıktığında bu ihtiyacın nasıl bir ürünle giderilebileceği konusunda medya ve reklamın tesiri bulunmaktadır.
Reklam, insanların belirli bir konu hakkında bilgi sahibi olmalarının, istenilen tutumu geliştirmelerini ve davranışta bulunmalarını hedefleyen planlı bir iletişim faaliyetidir. Reklamı savunmak adına ileri sürülen görüşler, reklamın ekonominin önemli bir parçası olduğu
ve temel işlevinin insanların tüketim ürünleri konusunda bilgilendirmek ve satılmasını
teşvik ettiği şeklinde özetlenebilir.(Gürgen,1996:434) Reklama eleştirel olarak bakanlar günümüzde insanların bir yanılsama dönemi yaşadığını iddia ederler.”Bu yanılsamalar günümüz insanının zihnini köreltip, aklı da devre dışı bırakarak insani fonksiyonlarını yitirmesine yol açarken, neyin gerçek neyin gerçekdışı olduğunun ayırt edilmesini de güçleştirdiler.
İnsanlık, kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılan yanılsamalara karşı direniş göstererek
onları deşifre edeceği yerde, yanılsamaları benimsedi. Hiç kimsenin neler olup bittiğini
merak etmek gibi bir çabası da yok. Herkes hayatından memnun, herkes kitle iletişim araçlarına sonsuz bir güven duyuyor. Zihinler adeta medyanın tarlası. Medya ne ekerse onu
biçiyor!”(Çetinkaya,1992:15).
Reklamcı, hedef kitlesini ikna edebilmek için duygusal faktörleri kullanır. Bu duygusal faktörlerin tüketicinin karar vermesinde büyük bir etkisi vardır. Reklam, insanlara devamlı
olarak yeni ürünlerin daha başarılı ve mutlu yaşam sürdürmelerini sağlayacağını söyler.
Tüketim isteğini canlı tutabilmek için tüketicileri yeni ürünler kullanmaya yöneltirler. Sistemin öngörüsü ve reklamların yardımı sayesinde ürünlerin kitlelerin mutlak ihtiyacıymış
gibi gösterilip çok önemli olduğu imajı verilmeye çalışılır. Reklam dolayısıyla tüketiciler,
toplum yaşamında değil kendi hayatında bir eksiklik duyar. Reklam sürekli alt-orta sınıf
insanlarına bu eksiklikleri anımsatır. Tüketim toplumunun da geçerli olan düşünme şekli,
200
gereğince çok maddi varlığa sahip olmaktır. Reklam, birtakım şeylerden yoksun olduğumuz
düşüncesine bizi ulaştırır. Günümüzde insanlar markaları insanları değerlendiriyormuş
gibi değerlendirmeye alıyor ve markalar da özelliklerini tüketicilere iletmek istiyor ve bu
yolla arzuladıkları imajı oluşturup tüketicilerin zihinlerinde istenilen konuma ulaşmanın
yolunu aramaktadırlar. Bu aşamada reklamlar oldukça önem arz ederler. Marka imajının
yaratılıp tüketicilere aktarılıp benimsenmesinin sağlanmasında, bağlılık ve sadakatin yaratılmasında reklamlar büyük bir konuma sahiptir.
Nuri Bilgin’e göre tüketim toplumunda reklamların ve kitle iletişimlerinin yarattığı ve sunduğu bir dünyada insanlar ”herkes kral olup zirveye çıkabilir” düşüncesine sahip.(www.
sosyologsevgi.blogcu.com) Günümüz insanını reklamdan kopuk olarak düşünmek imkansızdır. Sıradan bir birey, okuduğu gazetede, izlediği televizyonda, aldığı cep telefonunda
binlerce kurum ve kuruluşlara ait olan yüz binlerce reklam mesajları ile karşı karşıyadır.
İnsanlar medya araçları aracılığıyla gördükleri, izledikleri, okudukları şeylere sahip olmak
ihtiyacı duyuyorlar. Televizyondaki yarışmalar, film oyuncuları, kadın programları kahramanları, dizilerin varlığı tüketim toplumu şirketleri ve uzmanları için büyük önem taşır.
Çünkü bu kahramanların giydikleri, takıları, tükettikleri gıda ürünleri karşılarına model alınacak olarak çıktıkları bu kahramanların imajı tamamen toplumsaldır. (www.sosyologsevgi.blogcu.com/tuketim-koleligi).Çünkü üzerinde taşıdıkları ve tükettikleri markaların birer
yayıcısı, o ürünlerin toplumda kullanımının yaygınlaşmasını sağlarlar. Örneğin, sinema
yıldızının oynadığı filmde tükettiği Winston marka sigaranın hayranları tarafından aktörle özdeşleşme yaşayacağı ve sonuç olarak beğendiği aktörün tükettiği sigarayı tüketmeye
başlayacağından hareket edersek uzmanlar sigarayı satabildikleri en üst miktarda satmayı
hedefler. ”Sevgililer günü”, “Anneler günü” , “babalar günü “ gibi önceden belirlenmiş günler, insanlar alışveriş merkezlerinde normalinde üstünde çaba göstererek gittikleri yerlerdir. Bu günlerde özellikle ne tür hediye alınması gerektiği medyalar tarafından belirlenip
ve belirtilerek insanlar yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Markaların ve reklamların tüketimi
artırdığı ve topluma ve bireylere olumsuz etki yarattığı yönde eleştiriler bulunmaktadır.
Son yirmi yılda gitgide artan bu eleştiriler yaratmış olduğu mücadeleyle yeni hareket ve
birliktelikler getirmiştir.
1.4 Moda ve Tüketim Toplumu
Moda; adet, örf ve gündelik temalar üzerinde sosyal olarak onaylanan geçici değişikliklerdir. Moda devamlı bir süreç olduğu için devamlı olarak tortu bırakma gibi bir özelliğe
sahiptir. Devamlı değişikliğe sahip olan her sosyal yaşam alanı, modanın istilası ile karşı
karşıyadır.(Dönmezer,1984: 434).Modayı belirgin kalıplarla iç içe geçmiş bir toplumsal davranış olarak görmek mümkündür. Moda aslında hayranlıktan kaynaklanan taklit değil rekabet olgusunu da içinde bulundurduğu için eşitlik yaratmaya yönelik bir mana barındırır.
(Çınar ve Çubukçu:2009:283)
Modanın yayılmasında etkili olan en önemli araç reklamdır. Moda ve reklam işlevleri dolayısıyla birbiriyle bağlantılıdır ve ilgi uyandırmak, dikkat çekmek ve bunu devam ettirmek
temelinde vardır. Moda önce belirli topluluğun değişik ve yeni olanı kabul etmek ile başlar
sonra ise başka bireylerin onları taklit etmeleriyle yayılmaya başlar. Zaman geçtikçe moda
öncülerinin farklı olmak istekleri yeni bir moda dalgasının başlamasına sebep olur. Bu
yüzden moda yaratıcıları yeniliklerini öncelikle moda öncülerine sunarlar.(Gümüş ve Üstün,1992:25) Moda, kültür ve topluma egemen olan her akım gibi yenilikçi bir duyarlılıkla
toplumun tüketim yapısını etkiler. Modayı takip etme isteği tüketilmekte olan ürünlerin
değişik şekillerinin tekrar tüketilmesini gerektirmektedir. Tüketiciler, neyin, nasıl ve hangi
tüketim topluluğuna girmek için tüketileceğini, modadan öğrenirler. Modaya bu açıdan
baktığımızda kültürel değişmeye sebep olan kitle tüketiminin bir parçası olarak kabul edilebilir.(http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunisosbil/article/view/1020002629)
1.5 Gösteriş Tüketimi ve Tüketim Toplumu
Veblen,1899’da yayınladığı “TheTheory of TheLeisure Class” eserinde ele almış olduğu
gösteriş tüketimi teorisinde, bu tüketimin eskiden beri toplumda var olduğunu belirtir.
Veblen’e göre tüketimin bu yapısının değişmesi kolay değildir. Toplumlarda itibarın kıstası
para gücü, para gücünü kanıtlamanın şartı da zengin bir yaşam, gösteriş tüketimidir ve bu
gösteriş tüketimi sadece zengin sınıfa mensup değildir alt sınıflara kadar da inebilir. (Çınar
201
ve Çubukçu,2009:284)
Tüketim davranışlarının sosyal statüyü gösteren araç olarak görülmesi Veblen’in temel
hareket noktasıdır. İnsanların sosyal statüsü, başkaları tarafından gözlemlenebileceği varsayılır. İnsanlar, tüketim kalıplarını statü getiren mallar ve ihtiyaçlar içinden tercih ederek
belirlemektedir. (Açıkalın ve Erdoğan,2004:8)Bu teorik çerçeve Veblen’in ortaya çıkardığı
‘gösteriş amaçlı tüketim’ ana fikrine dayanmaktadır.
Gösteriş tüketimi, kişilerin yalnızca kendi tatmini için değil, başkalarının gözünde değer
kazanmak için yapılır. Kişinin davranışında toplumun sosyal ve kültürel yapısının gösteriş
merakı karşısındaki tutumu büyük önem taşır. Kişi, bulunduğu sosyal sınıf içinde başkalarının hayranlığını kazanmak, lider olup statüsünü sağlama almak gibi hareketler içinde bulunabilir. Ekonomik olarak gelişmiş toplumlar sosyal sınıf içinde statüsünü sağlama almak
ve itibarında artış sağlamak amacıyla yapılan gösteriş tüketimi daha çok kendini gösterir.
(Çınar ve Çubukçu,2009:284)
Türkiye’de orta tabakalar hayat tarzı bakımından gelişmiş ülkelerden büyük farklılık göstermemektedir. Genel olarak itibarı yüksek tüketim mallarına verilen önemin sürmesi
ve ev eşyası, mutfak eşyalarına ilginin artış göstermesi görülmektedir. (Çınar ve Çubukçu,2009:284)
1.6 Türkiye’de Tüketim Kültürü ve Yaşam Tarzlarının Medyadaki Yansımaları
Türkiye’deki bugünkü medya ortamları magazinleşen söylem ve içeriğiyle devamlı izleyicileri tüketime yönelten bir çerçeve oluşturmaktadır.(Dağtaş,2009:63) Kitle iletişim araçları
varlıklarını tüketim kültürü dizgelerine borçlu oldukları için ekonominin genel işleyişinden
de kendilerini ayıramamaktadır. Bu nedenden dolayı arz talep ilişkisi etrafında hareket
etmektedirler.
Tüketimin yaşam tarzına dönüşmesinde kitle iletişim araçlarının önemli etkisi vardır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde medya aracılığıyla kitleler olabildiğince tüketici olmaya
ikna edilmekte ve çok harcamaya, yok etmeye dönük bir tüketim alışkanlığı yaratılmaya
çalışılmaktadır. Tüketim kültüründe , “Sadece düşünmeyin, var olan sistemi sorgulamayın, bugünü yaşayın, yarın ne olacağım telaşına düşmeyin”, temasının topluma iletişim
araçları aracılığıyla sürekli enjekte edildi.(http://www.hurriyet.com.tr/strateji/10687736.
asp) .Medyanın buradaki amacı ise insanlara asıl ihtiyaçlarını karşılayacak ürünleri vermekten çok onlara tüketim ürünleriyle beraber değerlerle özdeşleştirecekleri kimlikler sunarak yapay kimliklerin satın alınmasını sağlamaktır.Türkiye’de bürokratik mekanizmaların
haberden dramaya bütün programlara yansıdığı TRT’nin yayıncılık anlayışının karşısına
yeni içerik ve türlerle çıkan ticari televizyon kanalları, demokratik ve çoğulcu bir alternatif
yayıncılık sağlayamamışlardır(Dağtaş,2006:23).
Pek çok Amerikan televizyonundan alınarak yerelleştirilen soap opera, reality show, durum
komedileri gibi formatlar egemen tüketim kültürünün ve yaşam tarzlarının yeniden üretilmesinin araçları olmuşlardır(Adaklı,2001:145-203).Bu programlar ve reklamlar, izleyiciyi
tüketim kültürü alışkanlıkları içinde konumlandırırken ayrıca bütün medya metinlerinde
egemen söylemlerin temsili ön plana çıkar. Bu söylemler modern tüketim kültürü söylemleri olduğu kadar geleneksel ataerkil söylemlerde olmaktadır. Medyanın temsil ettiği temsil sürecinde azınlıktaki görüşleri dışlayıp çoğulluğun medyası olmaktan dışarı çıkmıştır.
Bir anlamda; medya azınlığın çıkarlarını çoğunluğun çıkarlarına dönüştürürken çoğunluğu
temsil ettiği yanılsaması yaratmaktadır(İnal,1999:13-36).
Farklılıklara hitap etmek yerine her program türü ve içeriğinde ortak payda mümkün olduğunca çok sayıda izleyiciyi ekrana bağlamak olmaktadır. Reklam gelirlerinin düşürme
endişesi içinde bulunan ticari televizyon kanalları da reklam pastasından alınan payı artırmaya yönelim içerisine girmektedir. Bunun sonucunda medya metinlerinde çeşitlilik ve
farklılık yerine homojenleşme ve benzeşme görülmektedir. Bu programlar farklı kanallarda
neredeyse aynı zamanda yayınlanmaktadır.1980 yılıyla beraber Türkiye’de küreselleşme
sürecinin de etkisiyle artık kamusal yarar düşüncesi ihmal edilmiş ve medya hızla tüketimin kalıplarına göre şekillenmiştir. Bu düzen dolayısıyla izleyiciler yurttaş konumunu değil
tüketici konumunu almıştır.
202
2.Televizyon Olgusu ve Kitle İletişim Aracı Olarak Televizyon
Televizyon, ortaya çıktığı andan itibaren insanoğlunun hayatına her alanda girmiş ve vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Televizyon, belli bir toplumsal yapının siyasal, ekonomik, teknolojik ve kültürel ürünüdür(Erdoğan ve Alemdar,2001:169) .Diğer kitle iletişim araçlarıyla kıyaslandığında televizyonun ön plana çıktığı ve her geçen gün teknolojik
gelişmelerle birlikte kendini yenilediği ve birçok gereksinimi karşıladığı görülmektedir.
Televizyon temelde haber verme, eğitme, eğlendirme işlevlerini içerir. Gelişmiş ülkelerde
enformasyon kaynağı olarak görülen radyo ve özellikle televizyonun enformasyonun dağıtımındaki önemi gün geçtikçe artış göstermektedir. Bu bağlamda, belli bir toplumsal
yapının, ekonomik, siyasal, kültürel ve teknolojik ürünü olan televizyon gündelik hayatın
vazgeçilmez bir parçası olarak hızla yaygınlaşmaktadır.
İrfan Erdoğan’a göre kitle iletişim, yönetici sınıfların ya da egemen güçlerin tek yönlü olarak yukarıdan aşağı kitleye doğru yaptıkları iletişimdir.(www.irfanerdogan.com)Çoğunlukla
tek taraflı işleyen ilişkilere dayanan birinin verici diğer taradın da alıcı olduğu kitle iletişiminde gönderici ve alıcı arasında yüz yüze bir ilişki olması imkansızdır.Kurumsallaşma ve
uzmanlaşmanın olduğu bu iletişim türünde gönderici mesajını gazete, radyo ve televizyon
gibi mekanik araçlar vasıtasıyla kısa zamanda hızlı ve sürekli biçimde alıcıya iletmektedir.
Kitle iletişimden söz edebilmek için;baskı teknikleri ve basım sanatının gelişmesi,bu basılı metinleri tüketecek kitle ve ortamın oluşmasının yanında bu kitlenin belirli bir kültür
ve gelir düzeyinde olması ve son olarak ise toplumdaki insanların birtakım haklara sahip
olmaları gerekmektedir( Işık,2000: 32).
Televizyon gündelik hayatımızın öylesine ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir ki, kendimize en yakın bildiğimiz arkadaşlarımız, dostlarımız hatta aile bireyleri için kullandığımız
deyimlerle ‘içimizden biri’, ‘bizden biri’dir, ailemizin bir üyesidir(Mutlu,1991:10).Televizyon, Erol Mutlu’nun “Televizyonu Anlamak” adlı kitabında değindiği gibi sadece teknolojik
bir ilerlemenin sonucu olan bir iletişim aracı değildir. Eğitim düzeyi, gelir durumu, dünya
görüşü, yaşı, cinsiyeti farklı olan milyonlarca insanın hayatında bir yeri olan televizyon, bu
insanlarla belki de daha derin bir ilişki içindedir. Ayrıca televizyon, sadece “teknolojik bir
araç değil aynı zamanda, toplumsal, kültürel ve endüstriyel bir biçimdir(Mutlu,1991:16).
Televizyon programları ve bu programların içeriği ile ilgili yapılan eleştirileri ele alırsak ki
bu eleştirilerin bir kısmı yine televizyon programlarında ve günlük gazetelerde yapılmaktadır, bu eleştirilerin televizyonun teknolojik yapısından çok, televizyonun ortaya koyduğu
sosyo-kültürel yapılarla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu nedenle Mutlu, televizyonu
toplumsal ve kültürel bir yapı olarak ele almıştır. Televizyon kelimesinin anlamı, uzağı görmektir. Aynı zamanda kültür kavramının da ortak sembollerin anlamlandırma süreci olarak
tanımlanabileceğini düşünürsek, televizyon sadece teknolojik bir iletişim aracı değil, aynı
zamanda kültürü oluşturan ve birçok kişiye aynı anda ulaşabildiğinden, kültürü oluşturan
ve aynı zamanda bu kültürel imgelere ve olgulara yaygınlık kazandıran bir araç olarak da
düşünülebilir.
Neil Postman,”Televizyon: Öldüren Eğlence” isimli kitabında televizyonun diğer kitle iletişim araçlarından farklı yapıda olduğundan bahsetmiştir. Postman’ın belirttiği gibi, televizyon mesajlarını görsel imajlar kullanarak aktarmaktadır, televizyonda mesajlar konuşmalar
yerine görüntülerle anlatılmaktadır(Postman:1994:16).
Televizyon hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir, hatta merkezileşmiş, toplum bireylerinin politika, spor, eğitim, bilim, din gibi konularda bile kavrayış biçimlerinin tamamen
şekillendiren bir yapı haline gelmiştir. Bunun sebebi bu konuların bile televizyonun ilgi
alanı içinde olmasıdır(Postman:1994:90).
2.1 Dizi ve Seriyal Kavramları
Televizyon çıktılarının büyük bir bölümü drama dizileri ve seriyallerden oluşmaktadır. İki
formatta aynı mekan ve karakterler içeren bölümleri vardır ama dizide bir bölüm bittiği
zaman bütün olaylar çözümlenmiş haldedir seriyalde ise olaylar o bölümde merak edici
şekilde sona ermekte, gelecek bölüme çözüme kavuşmamış olaylar olmaktadır. Günümüzde televizyon dizileri dizi seriyaller örnek oluşturmaktadır.”Bu birleşik formatta her bölüm
203
açılıp kapanan bir öyküyü anlattığı gibi, devam eden bir öyküyü de anlatmaktadır; böylelikle izleyicinin bir hatta birkaç bölümü kaçırmış olması, onu programdan uzaklaştırmaz;
üstelik devam eden öykü dolayısıyla programa bağlı izler kitle oluşturabilmektedir”(Mutlu,1991:200). Diziler; popüler diziler, belgesel-dramalar, soap-operalar, durum komedileri
gibi alt türlere ayrılmaktadır. Konularına göre diziler ise şöyledir; (Çelenk,2005:306)
1)Aile dizileri: Belli bir aile temel alınarak aile üyeleri, akrabalar ve onların sosyal çevrelerinde yaşanan ilişki ve çatışmalar ekseninde ilerleyen diziler
2)Cemaat dizileri: Kentlerin apartman ve mahalle gibi yaşam alanlarındaki cemaat ilişkilerini konu alan diziler
3)Şarkıcı-sanatçı dizileri: Ünlü bir sanatçı ya da şarkıcının ana karakter olarak merkeze
alındığı ve çoğu kez onun yaşam hikayesinden ya da popüler bir şarkısının sözlerinden
esinlenerek geliştirilen diziler.
4)Çalışma yaşamını ve iş ilişkilerini merkeze alan diziler: Genellikle polis, hukukçu
ya da medya mensubu olan eğitimli, orta ya da üst-orta sınıftan insanların belli bir
suç olayını aydınlatmak üzere verdikleri mücadeleleri bu mücadele kapsamında karşı
karşıya kaldıkları riskleri ve iş çevrelerindeki diğer insanlarla olan ilişkilerini anlatan
diziler
5)Zenginlerin yaşamlarının konu edildiği diziler: Üst ya da üst-orta sınıftan insanların
aşk, para ve iktidar mücadelesi çerçevesindeki ilişkilerini işleyen diziler.
2.2 Televizyon -Dizi ve Tüketim
Televizyon aracılığıyla tüketim toplumu oluşturmada ilk basamak; kitleyi televizyon tiryakisi yapmak ve onları bu görsel büyücünün etki alanına almaktır. Televizyon kitleler arasındaki genel olarak bir eğlence aracı olarak görülmektedir.Televizyonun içeriği yapılırken
de eğlence aracı imajına zarar verilmez(www.enfal.de/tele.htm.)Televizyonda söylem büyük
oranda görsel imajla yansıtılır. Televizyon, konuşmayı bize sözcüklerle değil; görüntülerle
aktarır. Bu sebeple içerik, imajın arkasında yok olur. Televizyon tarafından kötü ilan edilen
bir kişi, ne kadar doğru söylese de, toplum tarafından kötü biri olarak görülmeye devam
eder.
Diziler şüphesiz ki her dönemde izleyiciler tarafından kabul görmüştür. Bazı dizilerin ömrü
kısa sürse de çoğu diziler de toplum tarafından kabul görmüş ve beğeniyle takip edilmiştir.
Diziler gösterdikleriyle ve dizi kahramanlarının yaptıklarıyla insanları daha çok tüketime
yönlendiriyor. Popüler televizyon dizileriyle, insanlar tüketim toplumunun değerlerinin etkisinde bırakılırken, onlara gerçeklik duygusunu tehdit eden imaj ve bilgi dünyası sunulmaktadır ve gerçek ve hayal arasında ayrım silik hale gelmektedir(Featherstone,2005:144,
aktaran Aydın,2014:6276). Dizideki karakterler ile izleyiciye sunulan tüketime ait değerler,
kalıplar, yaşam tarzları, cinsiyet rollerinin kabulü kolay hale gelmektedir.(Aydın,2014:6276)
Dizilerde ülkede yaşayanların ortalama yaşam standardının üzerinde bir yaşam seyirciye
gösterilmektedir, senaryodan ibaret olan bu yaşam standardının toplumun genelinde varmış gibi bir izlenim verilmektedir. Dizilerde, izleyicilere model olarak sunulmuş kişiler gibi
yaşayabilmek, onların giydiklerini giyebilmek, kullandıkları ürünleri ya da markaları kullanabilmek belirli bir gelire sahip olmayı gerekli kılar. Bu dizileri az gelir sahibi olan kişilerde
izlemektedir. Bu kişilerin amaçlarına ulaşabilmek için hırsızlık, gasp gibi suç işleme yoluna
başvurabilir. Aileler çocuklarının isteklerini reddetmesi çocuklarda yoksunluk ya da kırgınlık duygusunun oluşmasına neden olabilmektedir.(Baran,2014:173)
RTÜK Üst Kurul Üyesi Esat Çıplak’a göre; dizi yapımları bir nevi seri imalata dönüşmüş
durumda. İnsanlara bu lüks gösterilirken nerden geldiği konusunda bir bilgi verilmediğini
söylüyor. Şehir kenarında yaşayan veya kırsal kesimde yaşayan zor geçinen insanların kızları, oğulları bunlardan nasıl etkilendiğine dikkat çekiyor. Lüks hayat için emek harcamaya gerek yokmuş gibi gösterildiğini belirtiyor. Bu algının toplumu tehdit ettiğini söylüyor
ve televizyon dizilerinin tüketim ideolojisinin bir enstrümanı gibi çalıştığını ifade ediyor.
(www.sozgazetesi.org)
En çok akılda kalan dizilerden örnek olarak şunları gösterebiliriz;
Sıla (2006) Yasın Uslu ve Gül Oğuz tarafından çekilen dizide Sıla İstanbul’da köklü bir
ailenin evlatlık kızı olarak büyütülmüştür, gerçek ailesinin öldüklerini sanmaktadır, ancak
bir gün ağabeyi ve babası, annesinin ölüm döşeğinde olduğunu ve onu görmek istediğini,
204
söyleyerek çıkagelirler. Gerçek annesini merak eden Sıla Mardin’e gelir ve berdel kelimesinin anlamını öğrenir. Ağabeyinin düğünü için hazırlandığını sanan Sıla, aslında kendi
düğünü için hazırlanmaktadır, çünkü ağabeyi Azad Genco aşiretinin kızı Narin’i kaçırmıştır.
Kan dökülmemesi için zorla evlendirilen Sıla artık Genco aşiretinin gelini ve Baran Ağa’nın
eşi olmuştur. İstanbul’daki ailesi Sıla’yı merak ederek Mardin’e gelmek istemekte fakat yolda geçirdikleri kaza ile hayatlarını kaybetmektedirler. Bütün miraslarını Sıla’ya bıraktıkları
anlaşılınca, Sıla İstanbul’la kaçma planları yapmaktadır. İstanbul’da ve Mardin’de yaşanan
evler, hizmetkârlar, para sahibi olan kadının törelere direnebileceği ve benzerleri ile paranın yapabileceklerine ilişkin örnekler izleyiciye sunulmaktadır(www.kutaksam.karabuk.
edu.tr) Bu dizide Sıla tokası piyasaya sürülmüştü ve genç kızların bu ürünü alıp tüketime
yönlendirilmesine neden olmuştur.
Aşk-ı Memnu (2008) Hilal Saral tarafından yönetilen dizi Halit Ziya Uşaklıgil’in aynı adlı
romanından televizyona uyarlanmıştır. Dizi babasının ölümünden sonra Bihter Yöreoğlu’nun kendinden yaşça büyük iki çocuk sahibi zengin bir iş adamı olan Adnan Ziyagil ile
evlenmesi ile başlamaktadır. Evliliğinde istediği mutluluğu bulamayan Bihter aynı yalıda
yaşayan eşinin yeğeni Behlül’le yasak aşk yaşamaya başlamaktadır. Bihter’in annesi Firdevs de romatizmalarını bahane ederek yalıya taşınmaktadır. Adnan Bey’in baş düşmanı
Hilmi Önal olarak gösterilmektedir. Dizi boyunca bireyler yalının bahçesinde gezerken,
akşam yemeği için hazırlanırken dahi dışarıya çıkılacakmış gibi kıyafetler içinde görülmektedir. Giyim, zayıflama, kilo alma üzerine sohbetler yapılmakta, spor salonlarına gidilmektedir. Yaşanılan yalının her penceresinden deniz görülmekte, müzik odası, hobi odası
gibi mekânlar yalıda yer almaktadır. Dizi, yaşam tarzı göstergeleri içermekte ve insanları
tüketime daha çok yönlendirmektedir. Bu dizide Bihter karakterinin giydiği kıyafetler izleyici tarafından karış karış aranmıştır(www.kutaksam.karabuk.edu.tr)Bihter çizmesi adı ile
çizmeler vitrinlerde yerini almıştı.
Küçük Sırlar (2010) Timur Savcı tarafından yaratılan Türk gençlik drama dizisidir. 14 Temmuz 2010 tarihinde Kanal D’de yayınlanmaya başlamış, 29 Kasım 2010’da Star TV’ye geçmiş ve 2 Eylül 2011’de sona ermiş. Dizi İstanbul Etiler ‘deki gençlerin sıradışı hikayelerini
ele alır. Dizi, başrol karakter Su Mabeynci’nin (Sinem Kobal) ve çevresindekilerin hayatları
etrafında döner. Zengin, dominant annesinden yeterli ilgiyi göremediği için hastalıklı ve
güvensiz bir yapısı olan Arzu, Su’yu çok seven ama bir yandan da onu çok kıskanan arkadaşıdır. Öykü aynı zamanda zengin bir iş adamının oğlu olan kötümser, çekici ve anarşist
Çetin “Çet” Ateşoğlu (Burak Özçivit), okulun en popüler, en hızlı ve Çet’in üvey kardeşi
olan Ayşegül Yalçın(Merve Boluğur), Çet’in yakın arkadaşı olan çapkın Ali(Kadir Doğulu),
orta sınıf bir ailenin çocuğu olan Demir Karaman (Birkan Sokullu) ve Demir’in kız kardeşi
Meriç’in (Ecem Uzun) yaşamları hakkındadır. (www.wikipedia.org/wiki/kücüksırlar)
Dizide yaşları 17-20 arasındaki gençlerin entrika, gece kulübü, arasında geçen lüks araba,
villa, şık elbiseleri gösteren bir dizidir. (http://www.mehmetozan-ozanca.blogspot.com)
Lüks yaşamak, güzel kız veya erkeklerle gezmek, güzel giyinmek, lüks arabalara binmek
önemli olarak gösteriliyor. Bunları yapabilmek için para gerekli ve parayı elde edebilmek
için de üretmek lazım. Ama bunlar gösterilmeyip dizi sadece tüketmek ve tekrar tüketmek
üzerine kuruluyor.(http://www.mehmetozan-ozanca.blogspot.com)
3.Tüketim Toplumu ve Televizyon Dizileri: Medcezir Örneği
Medcezir, Star Tv’de yayınlanan, senaristliğini Ece Yörenç’in yaptığı ve Ali Bilgin’in yönetmenliğini üstlendiği drama türündeki televizyon dizisidir. İlk bölümü 13 Eylül 2013’te
yayınlanmıştır. Dizi, Amerikan yapımı olan The O.C dizisinden uyarlamadır. İlk bölümün
yayın sırasında #medcezir etiketi Twitter’da Türkiye çapında trend topic olarak ilk sırada
yerini almıştır. Dizinin karakterleri ise şöyledir; (www.wikipedia.org)
Yaman Koper (Çağatay Ulusoy) - İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde, sorunlu bir
ailede büyümüş zeki bir genç. Çocukluğu dramlarla travmalarla dolu, küçük yaşta terk eden
babasını bir daha hiç görmemiş, hayattaki tek rol modeli ağabeyi Kenan. Ama , Kenan
Yaman’a farklı görünmeye çalışsa da çok masum biri değildir.
Mira Beylice (Serenay Sarıkaya) - Mira, Faruk ve Sude çiftinin büyük kızı. Zengin ve güzel, cemiyet hayatının en renkli, en gözde kızıdır. Faruk ve Sude’nin büyük kızıdır. Önemli
205
iş adamı Mithat Civanoğlu’nun oğlu Orkun Civanoğlu ile flört etmiştir. Ama Mira bütün
dünyanın sadece etrafında gördüğü gibi olmadığının farkındadır. Derin bir ilişki yaşamayı
hayal ediyor. Bu aşkın kahramanı da Yaman Koper olmuştur.
Selim Serez (Barış Falay) -Yoksul bir aileden gelip çalışkanlığı ve azmiyle (ve tam uçuruma yuvarlanacakken yardımsever birinin elinden tutmasıyla) hayatı değişmiş, başarılı bir
avukat. Karısı Ender ile üniversitede başlayan aşkları, oğulları Mert’in doğumuyla perçinlenmiş.
Ender Kaya Serez (Mine Tugay) - Ender Kaya Serez, ünlü iş adamı Asım Şekip Kaya’nın
kızı, başarılı bir mimar. Üniversitedeyken Selim’e aşık olur, bugüne kadar tek gücü para
zanneden Ender, Selimin “fakir karizmasından” bir hayli etkilenir ve tanışmalarından kısa
bir süre sonra, babasının öfkesine rağmen evlenir, evlendikten kısa bir süre sonra da okumaya devam ederken oğlu Mert’i doğurur.1.sezonun sonunda Selim’le birlikte geçirdiği
trafik kazası sonucunda hayatını kaybeder. Selim kurtulur ama Ender kurtulamaz ve sezon
finalinde ölmüştür.
Mert Asım Serez (Taner Ölmez) - Serez ailesinin tek oğlu Mert, varlık içinde büyümüş,
süper zeki bir çocuk olsa da içine kapanık genç. Çocukken etrafındaki herkesten ileride olması büyükleri tarafından sempati ile karşılanıp desteklense de, bu durum yaşıtlarının etrafından uzaklaşmasına sebep olmuştur. Giderek yalnızlaşan Mert, çizgi romanlarında çizdiği kahramanlarla arkadaş olur. Yaman ile abi kardeş gibidirler. Eylül’ün erkek arkadaşıdır.
Eylül Buluter (Hazar Ergüçlü) - Eylül, Mira ile aynı hayata gözlerini açmış, yaşadığı çevreden başka hiçbir şeyle çok da fazla ilgilenmeyen, ailesinin imkanlarından keyfince faydalanan hayat dolu, çok renkli bir kız. Mira’nın en yakın arkadaşıdır. Ünlü Plastik Cerrah Prof.
Barış Buluter’in biricik kızı ve Mert’in kız arkadaşıdır.
Sude Beylice (Şebnem Dönmez) - Çok güzel, bakımlı, çok şık ve sosyete ile iç içe olan
bir kadın. Geçmiş hayatını, unutmuş ve herkese unutturmuştur. Zengin bir adamla evlenip
sınıf atlama hayallerini Faruk’la tesadüfen tanıştıkları gün, gerçekleştireceğini anlamış ve
bunun için elinden geleni yapmış, entrikalarla dolu bir kadın. Herkes tarafından (özellikle
genç erkekler) beğenildiğinin farkındadır. Asım Şekip Kaya’nın karısıdır.
Faruk Beylice (Murat Aygen) - Yatırım danışmanı, Mira ve Beren’in babası. Başkalarının
paralarını borsada değerlendiriyor. Parayı seviyor, paranın sağladığı yaşama aşık. Hayatında ilk kez okul yıllarında Ender’e aşık olmuş. Bir süre flört etmişler, üniversite okumak için
yurt dışındayken bir yandan da Ender’le evlilik hayalleri kurmuş. Sude’nin eski kocasıdır.
Beren Beylice (Miray Daner) - Sude ve Faruk çiftinin kızları, Miranın küçük kız kardeşi. Dik
başlı bir karaktere sahiptir.
Asım Şekip Kaya (Can Gürzap) - 60’lı yaşlarında tanınmış iş adamı ve çok güçlü aynı zamanda zarif bir adam. Yenilgiyi ne iş hayatında ne de sosyal hayatında yaşamış bir adam.
Cemiyet hayatının saygın ve hayatı merak edilen bir yüzüdür. Sude’nin kocasıdır.
Sedef Kaya (Defne Kayalar) -Asım Şekip Kaya’nın kızı, Ender’in kardeşidir. Çılgın kişiliği
yüzünden etrafındaki çoğu kişi tarafından sevilmemektedir. Faruk Beylice ile aşk yaşamaktadır.
Günümüzde Medcezir dizisi iki sezondur televizyonda devam eden ve reytinglerde ilk sıralarda yer alan bir dizidir. Zenginlik içinde yaşayan insanların yanı sıra fakir bir mahalleden
gelen gencin avukat sayesinde başını beladan kurtarıp onun yanında yaşamına devam etmesi dizinin temelini oluşturur. Fakir genç Yaman yan villada oturan zengin kız Mira’ya aşık
olur ve aşk yaşamaya başlarlar.
Dizi, oldukça gösterişli, havuzlu villalar, şirketler, milyonluk spor arabalarını insanlara gösteriyor. Bunu gösterirken de bunların kaynakları verilmiyor. Bu kadar büyük servetin nereden geldiği, bolluğun kaynağının ne olduğundan bahsedilmiyor. Öğrencilerin giydikleri
kıyafetler, gittikleri yerler, mekanlar son derece lüks yerlerdir. Dizide yer alan kişiler sosyete
diye tabir ettiğimiz zengin kişilerle arkadaştır ve kendinden olan insanları aralarına kabul
206
ederler. Fakir genç zengin kişiler tarafından küçümsenmekte ve laf atma telaşına girmektedirler. Gençler okulda daha çok vakit geçirmek yerine kafelerde, restoranlarda veya birbirlerinin evinde vakit geçirmekte özellikle Mira ve Eylül karakteri moralleri bozuk olduğunda
alışveriş yapma ihtiyacı duymaktadırlar ve kendilerini alışveriş merkezinde bulmaktadırlar.
Genç kızların giyim ve kuşamları okula gider gibi değil sanki dışarı çıkar gibidir ve bol topuklu ayakkabılar tercih edilmekte ve oldukça pahalı aksesuarlar kullanmaktadırlar.
Dizinin karakterlerinden olan Eylül (Hazar Ergüçlü) eylulunnotlari.com adında bir blog
açmıştır. Buradan moda, alışveriş hakkında yazılar yazmaktadır. Örneğin, Samsung Galaxy
Note 3 ile uyumlu olan Gear modeli hem saat olarak kullanılan hem de arama yapıp, arayanlarla konuşabilme özelliğine sahiptir. Eylül bu ürün hakkında düşüncelerini paylaşmaktadır. Yazısının altına yapılan yorumlarda bu ürünü satın almak isteyen hatta babasına
aldırmak isteyenler bile bulunmaktadır. (www.eylulunnotlari.com)
“Dizide gördüm bende bu saati arıyordum çok güzel “(S,20.12.2013)
“Ne zaman cıkcak pıyasaya babama aldırcam “ ( B,21.12.2013
“Of yha bu neeee cok guzel kesin aliorm eylulll ”m seni sevyrmm tarzlarimiz ayni seni senden daha cokk sevyrm ve cidden tarzlarimiz ayni iyiki actin bu siteyi cnmsn” (D,28.12.2013)
“Aa ne guzel saat kac para eylulcum?” (Z.M, 28.12.2013)
Ayrıca, #EyluleNotumVar etiketiyle @eylulbuluter ‘den bahseden ve tarzını video ya da
fotoğrafla gösteren kişiler arasından seçerek yılbaşı alışverişine çıkaracaktır. Facebook sayfasında videonun altında yapılan yorumlarda Eylül karakteriyle alışverişe çıkmak isteyen
izleyicileri görmek mümkündür. (wwww.facebook.com/medcezirstartv/videos )
“ben gelebilirim “ (F.A,23.12.2014,14:22)
“eylülll beraber çıkalımmmmm ben alışverişe bayılırım“(E.Ç,20.12.2014,16:52)
“bende gelecemm eylull abla “(B.B, 20.12.2014,16:32)
“bende senle alışveriş yapmak istiyorum seni çok seviyorum”(S.B,20.12.2014,09:53)
“çok iyi olur ya bayadır alışveriş yapmıyorum” (N.Ö,20.12.2014,04:43)
“EYLÜL seninle o yılbaşı alışverişine cıkacammm”(U.E,19.12.2014,23:59)
Dizi oyuncularının giydiği kıyafetler, Facebookta Medcezir Kıyafetleri sayfasında kıyafetlerin markaları, nereden satın alınabileceği konusunda bilgi vermektedir.(www.facebook.
com/pages/Medcezir-Kıyafetleri) İnsanların karakterlerin giymiş olduğu kıyafetlerin, ayakkabıların hangi marka olduğu hakkında yorum yaptıkları görülmektedir.(www.dizimagazin.
net)
“Şu yamanin botlarini yalvaririm bulurmusunuz ya da diziden bir fotoğrafını koyun bizde
arastiralim lutfen dizi magazin ekibi”(İsmail,04.04.2015,11:24)
“Eylulun mavi cantasi hangi marka?? Lutfen bulun:((“(Gülara,04.04.2015,11:53)
“Miranın gri boğazlı üstünün markasını öğrenebilir miyim?” Şeyma,04.04.2015,13:53)
“Yamanın kolye tam olarak gözüktü nerden bulabiliriz artık “ (M.Y,05.04.2015,17:20)
“Merhaba miranin giydigi beyaz taban siyah deri loafer tarzi ayakkabiyi noluuur bulun ben
bayagi arastirdim ama bulamadim takipte olacagim “(Merve,06.04.2015,21:44)
Dizide gidilen mekanlar hakkında insanlar dizinin Facebook sayfasında mekanın adını soranlar ve mekanın nerede olduğunu soranlar bulunmaktadır. (www.facebook.com/medcezirstartv)
“Lutfen bana biri buranin neresi oldugunu soylesin ?” (Z.Ç,21.11.2014,22:23)
“Bu mekan neresi bilen var mı acaba?” (T.M,01.06.2014,19:44)
“Mirayla Yamanin gitdiyi restoranin ismini bilen var mı?”(E.G,21.05.2014,09:38)
Dizideki karakterlerden biri olan Yaman’ın gitarını kazanmak için Yapı Kredi Play tarafından yarışma düzenlenmiştir. İzleyicilerin, “O gitara sahip olmak istiyorum”, “Ben bu gitarı
çok istiyorum” şeklindeki yorumlarına rastlamak mümkündür.(wwww.facebook.com/medcezirstartv.photos)
“#Gitarbenimolsa#OlurmuOlur hayatımda ilk kes bi şeyi bu kadar istiyorum da bende o
şans yok”(L.A,25.03.2015,21:38)
“Cagatayla tanismayi çok istiyorum o gitar benim olmalı hayran olduğun adamın gitarı
bende olmalı... “(M.K,25.03.2015,19:26)
“Ya ben o gitara hayranım ya o gitar benim olmasını herşeyden çok isterim”
(A.E,25.03.2015,17:22 )
207
“Benim olsun ben gitar çalmak istiyorum yaman hayranıyım hatta MEDCEZİR hayranıyım
nolurrrr o gitar benimmmmm olsunnnnnnnn”(B.Y,25.03.2015,18:13)
“Aa ne kadar güzel bir gitaar, keşke benim olsaaa :)))))))))) “(N.L,25.03.2015,17:31)
“İnşallah benim olur yaa#gitarbenimolsa “( H.E,26.03.2015,22:26)
“ O gitar bnim olsa süper olur lütfen nedenimi söylemek istemiyorum “(İ.Z,26.03.2015,14:09)
“#gitarbenimolsa#olurmuolur çok isterim, hemde çok ama imkansiz” (E.A,26.03.2015,16:31)
Sonuç
Teknolojinin en önemli araçlarından biri olan televizyon son zamanlarda eğlence ve boş
vakitlerin değerlendirildiği bir araç konumunu almıştır. Özellikle televizyonda yayınlanan
dizilerin her geçen gün artış göstermesi ve dizilerde özellikle insanları tüketime yönlendiren unsurların ve kişilerin bulunması daha da çok gözlemlenmektedir. Tüketim artık
sadece ürünü almak ve kullanmak olarak değil kimlik oluşturmak ve ürünler aracılığıyla
insanlara mesaj göndermek amacını taşımaktadır. İnsanlar sevdikleri karakterler yoluyla
kendisine sunulan tüketim kalıplarını, yaşam tarzlarını daha kolay kabullenir. Dizi karakterlerinin kullandıkları ürünlerin satışa sunulması(Sıla tokası, Bihter çizmesi gibi),giyilen
kıyafetlerin mağazalarda aranması, gidilen yerlere gidilmesi sonucunu getirmiştir. Dizinin
Facebook sayfasında da görüldüğü üzere, “Medcezir’e özendim, Note 3 aldım”,”Serenay,
senin kıyafetinin aynısını aldım” gibi yorumları görmek mümkündür. (www.facebook.com/
medcezirstartv/videos). Dizideki Yaman karakterinin kullandığı gitarı yarışma yoluyla yarışmayı kazanan izleyiciye hediye edilmektedir. İzleyicilerin “ O gitarı çok istiyorum”, “O gitara
sahip olmak istiyorum” şeklindeki gitarı çok istediğini belirten yorumlarına da rastlamak
mümkündür (www.facebook.com/medcezirstartv/photos). Bu tür yorumlardan da anlaşılacağı üzere insanların dizi karakterinin bir eşyasına bile sahip olmak için tüketmeye ne
kadar hazır olduğunu görmekteyiz. İzleyiciler orada gösterilenlerin bir hayal ürünü olduğunu unutmamalı ve kendini bu tür dizilere kaptırmamaya çalışmalıdır. Kendi durumunun bilincinde olup gereğinden fazlasını tüketmeye arzu duymayıp dizideki gösterilenlere sahip
olmak için her türlü bedeli ödemeye hazırmış gibi kendinden ödün vermemelidir. Aileler
çocuklarını diziler yerine onlara daha fayda sunacak programlara yönlendirmelidirler.
Kaynakça
• Açıkalın, S. ve Erdoğan, L.(2004). Veblen’ci Gösteriş Amaçlı Tüketim, Sosyal ve Ekonomik
Araştırmalar Dergisi, Sayı:7,s.8.
• Adaklı, G.(2005). Medya Politikaları, Türkiye’de Televizyon Yayıncılığının Dinamikleri, Ankara: İmge Yayınları
• Alpman,P. ve Göken,G.(2011). Tüketim Toplumuna Sinemasal Bir Yaklaşım: Fight Club,
Atatürk İletişim Dergisi,1(1),s.115
• Aslan, Y. (1996). Tüketici Hukuku ve İlgili Mevzuatı, Bursa: Ekin Kitabevi
• Aydın, Ö. (2014). “Televizyon Reklamlarında Dizi Karakteri Kullanımıyla Sunulan Tüketim
Kültürü Değerleri: Yalan Dünya Örneği”,Yaşar Üniversitesi Dergisi, 9(36),s.6276.
• Baran, S ve Baran, T.(2014). “Televizyon Programları, Sembolik Tüketim ve Toplumsal
Yansımaları”, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Sayı:1,s.173.
• Baudrillard, J. (1997). Tüketim Toplumu, çev: Hazal Deliceçaylı-Ferda Keskin, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
• Çelenk, S. (2005) .Televizyon Temsil Kültür, Ankara: Ütopya Yayınları
• Çetinkaya, Y. (1992). Reklamcılık ve Manipülasyon, İstanbul: Ağaç Yayınları
• Çınar, Recai ve Çubukçu İhsan.(2009). “Tüketim Toplumunun Şekillenmesi ve Tüketici
Davranışları, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,13(1),s.279-284.
• Dağtaş, B.(2009). Reklam, Kültür, Toplum, Ankara: Ütopya Yayınları
• Dağtaş, B.(2006). Tüketim Kültürü, Yaşam Tarzları, Boş Zamanlar ve Medya Üzerine Bir
Literatür Taraması, Eğitim Bilim Toplum, Cilt 4,Sayı 14,s.23.
• Dönmezer, S .(1984). Sosyoloji, Ankara: Savaş Yayınları
• Erdoğan, İ ve Korkmaz, A.(2001). “Televizyon: Dünyaya Açılan Pencere”,Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık1999,s.169.
• Featherstone, M .(2005). Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Çev. Mehmet Küçük,2.Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
• Ferman, M .(1989). “Yaşam Kalitesi ve Pazarlama Üzerine Değerlendirmeler”, Pazarlama
Dünyası, Yıl:3, Sayı:13,s.28.
208
• Giddens, A. (2004). Modernliğin Sonuçları, çev. Ersin Kuşdil, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
• Gümüş, İ. ve Üstün, G .(1992) .”İki Sihirli Güç! Moda ve Reklam “, Pazarlama Dünyası,
Yıl:6, Sayı:36,s.25.
• Gürgen, H.(1996). “Reklama Nasıl Bakalım”, Yeni Türkiye,2(11),s.434.
• Mutlu, E. (1991). Televizyonu Anlamak, Ankara: Gündoğan Yayınları
• Mutlu, E. (1999) . Televizyon ve Toplum, Ankara
• Ilgaz, C.(2002).Tüketim Toplumu ve Küresel Kültür, İletişim Fakültesi Dergisi, Cilt 1,Sayı
12,s.327-328
• Işık, M .(2000). İletişimden Kitle İletişimine, Konya: Mikro Yayınları
• İnal, A. (1999) . “Medyada Dil İktidar Sorunu, İletişim Çalışmalarında Medya ve Siyaset
İlişkisini Nasıl Tartışmalıyız, İletişim, Sayı:3,s.13-36.
• Postman, N. (1994) Televizyon: Öldüren Eğlence Gösteri Çağında Kamusal Söylem, çev.
Osman Akınhay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
• Robins, K. (1999). İmaj, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
• Yanıklar, C. (2006). Tüketimin Sosyolojisi, İstanbul: Birey Yayınları
• www.dizimagazin.net, Erişim Tarihi: 10.12.2014.
• http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunisosbil/article/view , Erişim Tarihi: 20.10. 2014.
• www.enfal.de/tele.htm , Erişim Tarihi: 20.10.2014.
• www.eylulunnotlari.com ,Erişim Tarihi: 15.12.2014.
• www.facebook.com/medcezirstartv , Erişim Tarihi: 22. 12. 2014.
•www.facebook.com/pages/medcezir-kıyafetleri ,Erişim Tarihi: 16.12.2014.
• www.hürriyet.com.tr/strateji/10687736.asp , Erişim Tarihi: 02.04.2015.
• www.kutaksam.karabuk.edu.tr , Erişim Tarihi: 12.11.2014.
• www.mehmetozan-ozanca.blogspot.com , Erişim Tarihi: 10.11.2014.
• www.sosyologsevgi.blogcu.com ,Erişim Tarihi:5.10. 2014.
• www.sozgazetesi.org , Erişim Tarihi: 10.02.2015.
• www.wikipedia.org , Erişim Tarihi:4.11.2014.
209
SINEMADA GÖRÜNTÜ DÜZENLEMESI: GÜNÜMÜZ TÜRKIYE
SINEMASI ÇERÇEVESINDE BIR DEĞERLENDIRME
Vahit Özdemir
Özet: Sinema anlatı dilini oluştururken en önemli unsur olarak görüntüyü kullanmaktadır.
Sinemasal bir anlam yüklemeden görüntü perdeye yansıtıldığı zaman insanlar üzerinde
gerekli etki oluşturulamamaktadır. Bu nedenle etkili ve estetik bir anlatım için görüntülerin belirli kurallara göre düzenlenmesi gerekmektedir. Bu kuralları aydınlatma, renk, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, alan derinliği, ses ve kurgu unsurları kapsamında incelemek
mümkündür. Araştırmamızın amacı Türkiye sinemasında görüntü düzenlemesinin gelişimi
ve bugünkü durumunun film analizleri çerçevesinde incelemektir. Araştırmamızın ilk bölümünde sinemanın ortaya çıkış evrelerinden bahsedildikten sonra ikinci bölümde görüntü
düzenleme kurallarına teknik açıdan bakılmıştır. Üçüncü bölümde ise, görüntü düzenleme
konusunda Türk sinemasının günümüze kadar olan gelişimine bakılmıştır ve bu kapsamda 1996 yapımı “Eşkıya” filmi İle 2010 yapımı “Av Mevsimi” filminin görüntü düzenleme
kurallarına göre analizi yapılmıştır. Araştırmamızın sonucunda görüyoruz ki günümüzde
Türk filmlerini seyretmek için milyonlarca izleyici sinema salonlarını doldurmaktadır. Türk
filmleri teknik ve estetik açıdan yabancı filmlerle yarışır duruma gelmiştir hatta ülkemizde
birçok Türk filmi yabancı filmlerden daha fazla gişe yapmaktadır. Bunun en büyük sebeplerinden biri de artık sinemamızda aydınlatma, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, çerçeve
düzenlemesi, ses ve kurgu bağlamında görüntülerin izleyiciyi etki altına alabilecek atmosferde ve kalitede olmasıdır.
Anahtar Kelimeler: Türk Sineması, görüntü, izleyici
A CASE FOR IMAGE EDITING AT MOVIES: TURKISH CINEMA
Abstract: The aim of this thesis is to examine current situation of image editing in Turkish
cinema and also its development by film analyses. In this context, firstly the invention of
motion picture which provides a basis for cinema was examined. Next, it was touched on
the efforts of cinema for formation of its own language by separating other branches of
art. In this way, the cinema with its own language was accepted as the 7th art all over the
world. A motion picture should have certain properties to mean in terms of cinematography. One of these properties is editing images according to some principles to influence
audience and create a certain cinema language. In the course of the study, it was realized
that Turkish cinema, which was not valued and not made investment, begin to fall into
decay after 1970s. One of the reasons for this decay was that Turkish cinema did not have
visual quality and techniques used in American cinema. This situation continued until
1990s. In 1990s, directors who had different cinema languages began to produce films and
educated cinematographers began to use images effectively to create a dramatic and psychological atmosphere in the films. These all changes led to rise of Turkish cinema again.
At the end of the study, we can see that today millions of audience watch Turkish movies.
Turkish movies have come to compete with foreign movies in terms of cinema techniques
and aesthetics. Even many Turkish movies do more box offices than foreign movies. One
of important reasons for this success is that today Turkish cinema has capacity to produce
high quality movies in terms of lightening, camera motions, shot scales, frame layout,
sound and montage.
Keywords: Turkish cinema, image, audience
210
Giriş
Sinema anlatı dilini oluştururken en önemli unsur olarak görüntüyü kullanmaktadır. Sinemasal bir anlam yüklemeden görüntü perdeye yansıtıldığı zaman insanlar üzerinde gerekli etki oluşturulamamaktadır. Bu nedenle etkili ve estetik bir anlatım için görüntülerin
belirli kurallara göre düzenlenmesi gerekmektedir. Bu kuralları aydınlatma, renk, kamera
hareketleri, çekim ölçekleri, alan derinliği, ses ve kurgu unsurları kapsamında incelemek
mümkündür.
Araştırmamızın amacı; Türk sinemasının doğuşundan günümüze kadar olan dönemde sinema dili oluşturma adına görüntü düzenlemenin nasıl bir gelişme kaydettiğini araştırmaktır. Bu bağlamda, Türk sinemasının özellikle son döneminde yabancı filmlerle yarışır
hale gelmesinde kaliteli ve estetik görüntülerin kullanılmasının etkisi incelenecektir.
Araştırmamızın ilk bölümünde hareketli görüntünün ortaya çıkışı ve sinemanın kendi dilini
oluşturma çabaları incelenecektir. İkinci bölümde temel görüntü düzenleme kurallarına ve
bu kuralların etkilerine teknik açıdan bakılacaktır. Üçüncü ve son bölümde ise Türk sinemasında görüntü düzenlemesinin geçmişten günümüze kadar olan gelişimi incelenecektir.
Bu kapsamda, araştırmamızın son bölümünde Türk sinemasının 1950’lerden günümüze
kadar olan dönemindeki görüntü düzenleme açısından kaydedilen gelişmeler aktarılacaktır. Dönem olarak 1950’lerden sonrasının tercih edilmesinin nedeni, Türk sinemasında
sinema dilinin bu yıllarda oluşmaya başlamasıdır. Araştırmamız da son olarak günümüz
Türkiye sinemasında iki örnek film ele alınacak ve görüntü düzenleme kuralları açısından analizi yapılacaktır. Türk sinemasında görüntü düzenleme tekniklerinin gelişimini ve
etkisini inceleyebilmek adına yönetmenliğini Yavuz Turgul, görüntü yönetmenliğini Uğur
İçbak’ın yaptığı 1996 yapımı “Eşkıya” ve 2010 yapımı “Av Mevsimi” filmlerinin aydınlatma,
çekim planları, kamera hareketleri, ses ve kurgu gibi unsurlar açısından incelenecektir.
1. Hareketli Görüntünün Ortaya Çıkışı
İnsanoğlunun görüntü elde etme çabası Rönesans, Yeniçağ ve Yakınçağda da devam etmiştir. Bu dönemlerde insanlar hareket eden-etmeyen her şeyin hareketliliği ve durağanlığı büyük bir özenle incelenip kâğıda, beze, tahtaya, taşa ve madene kaydedilmiştir. Büyük
ustalıkla yapılan bu işlemler insanlar üzerinde büyük etkiler bıraksa da istediklerini tam
olarak elde edememişlerdir. Eksik olan nokta ise, hareketli olmayan bu eserlerin, gerçek
hayattaki canlılığı karşısındakilere yansıtamamış olmasıydı1.
Hareketli görüntünün cazibesi sinemanın doğuşuna zemin hazırlamıştır. Latince hareket
anlamına gelen “kinema” sözcüğünden türeyen sinemanın mucidinin kim olduğu konusu
her zaman tartışılmıştır. Her ne kadar hareketli görüntünün doğuşu Lumiere Kardeşler’e
atfedilse de hareketli görüntü birçok çalışmanın sonucunda ortaya çıkmıştır. Sinematografi
icat edilinceye kadar bu alanda yapılan çalışmalar sadece birer fizik araştırmasıdır. Dünya’nın çeşitli bölgelerinde, değişik bilim adamları tarafından hareketli görüntünün icadı
konusunda birçok gelişme kaydedilmiştir. Hareketli görüntü kapsamındaki araştırmalar,
İngiltere’de Peter Mark Roget’in Kraliyet Ailesi’ne sunduğu bir inceleme ile başlar. “Hareket Eden Cisimlere Nazaran Görme Kuvvetinin Devamı” başlıklı bu inceleme daha sonra
bu konuda yapılan birçok araştırmaya ışık tutmuştur. Bunlardan en önemlileri, birbirleri
ile ilişkisi olmadan hareketin aşamalarını belirleyen ve görüntüleri seri halde gösterebilen
“Phenakistoscope”dur2.
Teknik gelişmeler çerçevesinde, kamera ve göstericilerin eş zamanlı olarak izleyiciyi rahatsız etmeyecek oranda çalışması 19. yüzyılın sonlarına doğru sağlanmıştır. Bunun gerçekleşmesi, birçok mühendislik gelişiminin ve çalışmasının sonunda meydana gelmiştir3.
İlk sinema gösterisi yapılana dek birçok bilim adamı birden çok cihaz geliştirerek sinema1 Nijat Özön, Sinema Sanatına Giriş, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008, s. 4.
2 Memduh Yağmur, Muhammed Özkılınç, “ Sinema Tarihi 2. Bölüm”, Broadcasterinfo Dergisi, S. 79
(Kasım 2010), s. 106.
3 Nilgün Abisel, Sessiz Sinema, İstanbul: Om Yayınevi, 2003, s. 27
211
nın doğuşuna katkıda bulunmuştur. Bu gelişmeler ışığında Dikson’un çalışmaları sonucunda geliştirilen “Kinetograph” adlı kamera ile birden çok kısa film çekilmiştir. Bu kamera
Edison’ın laboratuvarlarındaki çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Kinetograph ile çekilen kısa filmlerin Kinetoscope tarafından 1893 tarihinde gösterimleri yapılmıştır. Fakat
halkla buluşması Broadway’de bir müzikholde 1896’da gerçekleştiğinden Lumiere’lerin
1895 yılında “Cinematographe” ile yaptıkları halka açık gösteri ilk sinema gösterisi olarak
kabul edilmektedir4.
Bu gelişmelerin ışığında, evrensel bir “sinema” sözcüğünün yaratıcıları olan Lumiere’ler,
geliştirdikleri sağlam ve kullanışlı cihazları sayesinde sinemanın isim babası ünvanını kazanmışlardır.
2. Sinema Sanatında Anlatım
Sinema, tüm geleneksel sanatları içinde barındıran bir sanat dalı olması yanında kendine
özgü anlatım dilini de geliştirmiştir. Aksi halde zaten sinemanın bir sanat dalı olması söz
konusu olamazdı. Sinema kendine özgü geliştirdiği dil sayesinde, yararlandığı diğer sanat
dallarından ayrılmış ve ayrı bir sanat dalı olarak sanat dünyasında, teknik özellikleri ve
buna paralel olarak anlatım dilini geliştirerek yoluna devam etmektedir.
Yönetmen film dilini oluştururken görüntülerden faydalanmaktadır. Nasıl bir kitabın anlamlı en küçük birimi kelimeler oluyorsa, görüntüler de filmin en küçük anlamlı unsurlarını
oluşturmaktadır. Görüntünün aslı çıplak gözle görülendir. Yönetmen, kendi bakış açısı ile
bu görüntüler üzerinde bazı değişiklikler yaparak, çekilen nesnenin özünü değiştirmemekle birlikte, kendi bakış açısı ile görüntüleri yeniden biçimlendirip bize aktarmaktadır. Bunu
yaparken de kamera hareketlerinden, çekim planlarından, sesten, renkten ve aydınlatmadan yararlanmaktadır5. Sinemada anlatımın daha anlaşılır olabilmesi, yönetmen ve görüntü yönetmeninin film dilini ve anlatım öğelerini iyi bilmesi ile ilgilidir. Sinema diline hâkim
olan bir sinemacı vermek istediği mesajı veya etkiyi kolayca seyirciye aktarabilir. Sinemacı,
sinema diline ve o dili oluşturmaya yardımcı olan teknik bilgiye, son derece hâkim olmak
zorundadır.
Yönetmenin dışında sinema izleyicisinin de, teknik anlamda olmasa da, görüntü ve sinema anlatımı konusunda kendini geliştirmiş olması gerekmektedir. Sinema dili konusunda
bilgi sahibi olmayan izleyici, seyrettiği filmlerden çok fazla bir çıkarım elde edemez. İzleyicinin sinema dilini bilmesini gerektiren bir neden de, sinemanın bir propaganda aracı
olarak kullanılmasıdır. Bunun yanında sinemanın yanıltmak ve yönlendirmek gibi amaçları
da olabilmektedir. Bu nedenle sinema izleyicisinin propagandaya ve yanıltılmaya maruz
kalmamak için sinema dilini geliştirmesi önemlidir6.
3. Sinemada Görüntüyü Oluşturan Öğeler ve Görüntü Düzenlemesi
Kamera vasıtasıyla kaydedilecek görüntüler bazı kurallar çerçevesinde kayda alınır. Çekim
yapan kişinin bu kuralları bilmesi ve bunlara göre hareket etmesi düzgün ve anlaşılır bir
çekim gerçekleştirmesi açısından önemlidir. Bu şekilde yapılan çekimler tüm film dünyası
tarafından da benimsenen etkileyici görüntünün standartlarını oluşturmaktadır. Bir filmin
oluşmasında yönetmenin yeteneği önemli olsa da filmde yeteneğini ortaya koyabilmesi
için standart çekim kurallarını bilmesi gereklidir. Burada önemli olan çekilen görüntünün
düzgün, anlaşılır ve etkileyici olmasıdır7.
Kamera görüntüleri, objektiflerinin özelliklerine göre eni ve boyu olan iki boyut özelliği
taşıyan bir kare yani çerçeve şeklinde kayda alır. Oysa yönetmen veya görüntü yönetmeni
seyirciye göstermek istediği konuyu etkili bir şekilde aktarabilmesi için oluşturduğu film
karesini üç boyutlu düşünmek zorundadır. Bu üç boyutlu alanın oluşmasındaki en büyük
etki derinliğin sağlanabilmesidir. Etkiyi arttırmak ve manasız düz bir kayıt yapmamak için
sinemacı, seyirciye bu derinlik etkisini vermek zorundadır.
4 Abisel, a.g.e. s.27.
5 Seçil Büker, Sinemada Anlam Yaratma, Eskişehir: Milliyet Yayınları, 1985, s. 36.
6 Özön, a.g.e., s. 17.
7 Mehmet Arslantepe, Bir Film Çekmek ve Masaüstü Filmciliğe Giriş, İstanbul: Beta Yayıncılık, 2009,
s. 23.
212
İstenilen etkiyi seyirci üzerinde oluşturabilmek adına yönetmen ve görüntü yönetmeni görüntüyü oluşturan unsurlardan ışığı, kamera hareketlerini, çekim ölçeklerini, sesi ve rengi
nerede ve nasıl kullanabileceğini çok iyi bilmek durumundadır. Bu unsurların doğru kullanımı ile meydana çıkan olguya görüntü düzenleme denilmektedir.
Aydınlatma: Etkili ve anlaşılır bir görüntü oluşturmada en önemli unsurlardan biride aydınlatmadır. Aydınlatma sinemada birden çok amaç için kullanılmaktadır. İlk olarak aydınlatma çekilen nesnelerin izleyici tarafından görünebilir olmasını sağlamaktır. Aydınlatmanın bir diğer amacı da görüntüde dramatik ve psikolojik etkiyi arttırmaktır. Görüntüyü
düzenleyen en önemli kişi olan Görüntü yönetmeninin ilk görevi sinemada ışığın doğru ve
etkili bir şekilde kullanılmasıdır.
Sinemada temel olarak kullanılan dört tane aydınlatma türü vardır. Bunlar anahtar ışığı,
dolgu ışığı, arka (tepe) ışığı ve fon ışığıdır. Anahtar ışık konuya 45 derece açıyla konarak
uygulanan sert ışık türüdür ve konunun aydınlatılmasını sağlar ve konu üzerinde sert gölgeler oluşturur. Dolgu ışığı ise bu gölgeleri yumuşatması adına anahtar ışığın aksi yönüne
göz hizası seviyesine konulmaktadır. Dolgu ışığının yoğunluğu anahtar ışık yoğunluğunda
daha az olması gerekmektedir.
Sinemada arka ışık ise çekilen konu ya da nesnenin arkasından gelen doğrudan bir aydınlatma türüdür. Nesnenin tam arkasından kareye girmeyecek yükseklikte konumlandırılır.
Tepe ışığı, nesnenin daha belirginleşmesini ve arkadaki fondan ayrılmasını sağlayarak
nesnenin detayları ile birlikte tam olarak görünmesini sağlar. Temel aydınlatma yöntemi,
temel olarak üç ışık kaynağı ile oluşturulmak ile birlikte, fonun aydınlatılması da üç boyut
etkisinin oluşturulması için oldukça önemli bir aydınlatma türüdür. Konunun fondan ayrılıp derinlik etkisinin oluşturulması adına fona uygulanan yumuşak ışık türüdür.
Çerçeveleme Kuralları: Görüntü yönetmeni sinemada çerçeveleme yaparken bazı kurallara göre uygulama yapmaktadır. Bunlar baş boşluğu, bakış boşluğu ve altın oran kurallarıdır. Oyuncu kayda alınırken insan çekimlerini örnek aldığımızda insanın başının üzerinden, çerçevenin üst bitiş noktası arasındaki boşluğa baş boşluğu denilmektedir. Baş
boşluğunun çok ya da az bırakılması çekilen oyuncunun boyutları konusunda izleyiciye
yanlış izlenimler verebilmektedir.
Bakış boşluğu da çerçeveleme kurallarından biridir. Bakış boşluğu oyuncunun baktığı veya
hareket ettiği yöne doğru bırakılan boşluktur. Bakış boşluğu, hem oyuncunun çerçeveden
çıkmasını engellemek, yani kameraman için bir güvenlik önlemi olarak, hem de oyuncunun
baktığı yöne seyirci de bakacağı için izleyicilere de bir bakış mesafesi vermek için bırakılmaktadır8.
Çerçeveleme kurallarından bir tanesi de altın orandır. İzleyici çerçevedeki nesnelerin simetrik bir şekilde dizilmesinde rahatsız olmaktadır. Yönetmen bunu göz önünde bulundurarak çerçeveyi düzenlemelidir. Bunun en kolay yolu çerçeveyi dikey ve paralel olarak üç
eşit parçaya bölmek ve çekilen nesneleri çizgilerin kesiştiği noktalara konumlandırmaktır.
Çekim ölçekleri: Çekim Ölçekleri genel anlamda insan bedeni göz önünde tutularak belirlenmiş ölçeklerdir. Ölçek türlerine kısaca baktığımız da ayrıntı çekim, yakın yüz çekim,
baş çekim, omuz çekim, göğüs çekim, bel çekim, diz çekim, boy çekim, genel çekim ve
uzak çekim olarak adlandırılmaktadırlar. Tanıtma ve izleyiciye gelecek sahneler konusunda genel bilgi verilmek istenildiğinde uzak ve genel çekimlerden faydalanılmaktadır. Yönetmen izleyicinin ilgisini belli bir noktaya çekebilmek veya dramatik etkiyi arttırmak için
baş, göğüs ya da ayrıntı çekimlerini kullanmaktadır. Ölçekler ayarlanırken oyuncuların tam
eklem yerlerinden kesilmemesine dikkat edilmelidir. Aksi takdirde oyuncunun o uzvunun
olmadığı izlenimi oluşabilir.
Kameranın Konumlandırılması: Kameranın konumlandırılması görüntüyü düzenleyen
unsurlardan en önemlilerinden bir tanesidir. Yönetmen ve görüntü yönetmeni kamerayı
nereye konumlandıracağı önemli bir konudur. Çünkü normal yaşantıda üç boyutlu olan
görüntüler iki boyutlu sinema perdesine aktarılmaktadır. Kameranın doğru konumlandırıl8 İlker Canikligil,. Dijital Video ile Sinema. İstanbul: Pusula Yayıncılık. 2007, s.114.
213
ması ile bu iki boyut etkisi ortadan kaldırılmaktadır. Bunun yanında kamera konumlandırılmaları izleyici üzerinde değişik psikolojik etkiler oluşturmaktadır.Kamera çekilen nesnenin
tam karşısından değil de, 45 derecelik bir açıyla çekildiği zaman perspektif etkisi oluşturularak iki boyut etkisinden kurtula bilinir. Kamera çekilen konunun üstüne konumlandırıldığı zaman üst açıyla çekim yapmış olmaktadır. Üst açılar mekânların tanıtma sahnelerinde
kullanılır. Üst açı kullanılan sahneler izleyici üzerinde yenilmişlik, küçük düşürme ve aşağılama gibi etkiler oluşturmaktadır. Üst açının tersi olarak alt açı çekimleri de yapılmaktadır.
Alt açılarda kamera çekilen nesnenin aşağısına konumlandırılmıştır. Alt açı ile yapılan çekim izleyici üzerinde yüceltme, büyüklük, güç ve iktidar gibi duygular oluşturmaktadır. Bir
kamera konumlandırma şeklide açı artı açı konumlandırılmasıdır. Bu açı türünde kamera
göz seviyesinde ne çok aşağı nede çok yukarı bir yere konumlandırılır. Bu tür açılar görüntülerin düz bir şekilde değil de derinlik etkisi ile oluşmasını sağlamaktadır.
Kamera Açısı Tipleri: Bir sinema filminde konu ya da olaylar izleyiciye değişik bakış açılarından verilmektedir. Kameranın açılarının izleyiciye değişik şekillerde verilmesi, izleyicinin çerçeveye yerleştirilen konuya daha yakından ya da uzaktan, alçaktan ya da daha
yukarıdan bakabilmesini sağlamaktadır. Kamera açısı tipleri sayesinde izleyici, konunun
dramatik durumuna göre bazı yerlerde bir oyuncunun yerine geçebilir. Bazı durumlarda da
konudan uzaklaşarak filmi bir gözlemci gibi izlemektedir9.
Kamera açısı tiplerinden biri nesnel açılı kameralardır. Nesnel açılı kameralar, sinemada
sahneyi kenar bakış açısından kayda alır. Bu açılarda seyirci olayları bir gözlemci gibi takip
eder. Nesnel kamera açılarında kişilikten söz edilemez çünkü kamera, çekilen sahnede hiç
kimsenin bakış açısına göre çekim yapmamaktadır ve olayları bir gözlemci gibi kenardan
izlemektedir.
Bir diğer kamera açısı da öznel kamera açısıdır. Öznel kamera açıları ile yapılan çekimlerde sahne kişisel bir bakış açısıyla kayda alınır. Seyirci çekimi yapılan konuyu ya kendi
gözüyle ya da sahnede yer alan bir oyuncuyla yer değiştirip onun gözüyle olayları takip
etmektedir10. Bunun yanında sahnedeki diğer oyuncular kameranın objektifine doğrudan
bakabilirler; çünkü bu açıda objektif kişilerin yerine geçmektedir.
Bakış açılı kameralar diğer kamera açısıdır. Bakış açılı kameralar, çekimi belirli bir oyuncunun bakış açısıyla yapar. Bakış açılı kameralar temelde nesnel açılı çekimlerdir. Fakat
nesnel açılı çekimlere göre daha özneldir. Öznel ve nesnel açılı çekimlerin arasında yer
aldığı için ayrı bir başlıkta incelemek gereklidir11. Bakış açısı kameraları, çekim esnasında
nesnel ve öznel açıların arasında oyuncunun yakınına konumlandırılır ve böylece seyirciye
sahne dışındaki bu oyuncuyla yan yana duruyormuş hissi verilir.
Alan Derinliği: Kameranın çekim alanı içerisinde yer alan nesneler ya da kişiler, kameraya
göre dikey olarak konumlandırıldığında bazı nesneler daha net olurken bazı nesneler ise
net olmamaktadır. Kameraya dikey olarak yerleştirilen bu nesneler belli bir uzaklığa kadar
net olmakta, sınırlı olan net alanın dışındaki diğer bölge bulanık olmaktadır. Net olan
bölge ile bulanık olan bölge arasında derinlemesine oluşan bölgeye “alan derinliği” denilmektedir12. Alan derinliğinin kullanımı görüntüleri düz bir şekilde kullanılmasının dışında
sahneye derinlik katarak üç boyut etkisi oluşturmaktadır.
Kamera Hareketleri: Kamera hareketi, kameranın bulunduğu konumdan çekimi yapılacak konunun açısına, uzaklığına ve pozisyonuna göre hareket ettirilmesidir. Yönetmenler,
izleyiciye vermek istedikleri sahneleri daha etkili bir şekilde perdeye yansıtabilmek için
bir birinden farklı kamera hareketlerine başvururlar. Kamera hareketleri yardımıyla hareketli nesneler takip edilebilir, durağan konulara canlılık ve hareket kazandırılabilir, çekimi
yapılan konuya yaklaşıp uzaklaşarak dramatik etki arttırılabilir ve bunların yanında çekimi
9 Gürol Gökçe, Televizyon Program Yapımcılığı ve Yönetmenliği, İstanbul: Der Yayınları, 1997. s.
155.
10 Gökçe, a.g.e., s.156.
11 Milli Eğitim Bakanlığı (MEGEP). Kamera ile Görüntü Estetiği. 2008. http://hbogm.meb.gov.tr/
modulerprogramlar/kursprogramlari/radyotv/moduller/kamera_ile_goruntu_estetigi.pdf. (20 Nisan
2013). s.20
12 Nadi Kafalı, Tv Yapımlarında Teknik ve Kuramsal Temeller, Ankara: Ümit Yayıncılık, 2000, s. 32.
214
yapılan kişi, nesne ya da konuya boyut kazandırmak mümkün olabilir.
Kamera hareketleri kameranın gövdesi ile yaptığı hareketler, kameranın konum değiştirerek yaptığı hareketler ve optik kaydırma (zoom) ile yaptığı hareketler olarak üç başlıkta
toplayabiliriz. Gövdesi ile yaptığı hareketlerde yatay çevrinme hareketi (pan) ve dikey çevrinme hareketi (tilt) olmak üzere iki hareket bulunmaktadır. Sola doğru yapılan harekete
sola pan, sağa doğru yapılan harekete sağa pan denilmektedir. Yukarı yapılan harekete
yukarı tilt aşağı yapılan harekete aşağı tilt denilmektedir.
Kameranın konum değiştirerek yaptığı hareketler, kameranın sabitlendiği sehpa ile birlikte
konumunu değiştirerek yaptığı hareketlerdir. Bu hareketlere “kayma” hareketleri adı da verilmektedir. Kamera sabitlendiği sehpa ile birlikte kayarak hareketini tamamlar. Hareketin
yönü o hareketin adını da belirlemektedir. Bu kayma hareketleri ileri doğru olduğu zaman
“ileri kayma”, geriye doğru olduğu zaman “geriye kayma”, sağa olduğu zaman “sağa kayma”
ve sola doğru olduğu zaman da “sola kayma” olarak isimlendirilirler. Bu tür hareketlerin
yapılabilmesi için kameranın yerleştirileceği dolly, pedestal, şaryo, tekerlekli tripod, vinç,
Jimmy Jip gibi özel cihazlara ihtiyaç vardır.
Kameraların objektiflerinde yer alan, kullanıldığı yere bağlı olarak ölçekleri değişen ve
mekanik bir özellik olan optik kaydırma, nesnelere uzaklaşmayı (zoom in), ya da yakınlaşmayı (zoom in) sağlar. Optik kaydırmada görüntü derinliği değişmediği için doğal bir etki
oluşturmamaktadır. Optik kaydırma hareketi ile kamera, kişi ya da konuya uzaklaşıp yakınlaşmaz sadece resmi büyütür veya küçültür. Gözün böyle bir hareket özelliği olmadığında
dolayı zoom hareketi izleyici tarafından doğal karşılanmamaktadır13.
Ses Olgusunu Kullanımı: Bir sinema filmini oluştururken söz, doğal sesler ve müzik olmak
üzere üç çeşit sesten faydalanılmaktadır. Söz, sinemada kullanılan sesin en önemli çeşididir. İnsan sesinin anlamlı olarak ifade ettiği her şey sözdür. Sinema filmi içinde yer alan
oyuncuların konuşmalarına diyalog denir. Diyaloglar, sahne içinde sözün önemli bir kısmını oluşturur. Diyaloglar, önceden yazılmış film senaryosuna bağlı yapılan konuşmalardır14.
Burada önemli olan sözün seyirci tarafından anlaşılır bir şekilde kayda alınması ve oyuncuların sözlerini söylerken oluşturmak istenen duyguyu etkili bir şekilde verebilmesidir.
Doğal sesler, gerçek hayatta hangi durumlarda meydana çıkıyorsa, sinema filminde de aynı
durumlarda ortaya çıkar. Dış çekimlerde yoldan geçen bir arabanın sesi, deniz kenarında
çekilen bir sahnede denizin sesi doğal seslere örnek verilebilir.
Sinema filmlerinde kullanılan diğer ses çeşidi de müziktir. Filmlerde kullanılan müzikler
filmin türüne, konusuna ve sahnelerdeki akışa göre belirlenip kullanılmalıdır. Müzik, eşleştirildiği görüntüyü desteklemeli ve bir bütün halinde devam etmelidir. Müzik, ilk olarak filmin girişinde jenerik müziği olarak kullanılır ve bu müzik filmin türüne ve konusuna uygun
olmalıdır. Jenerik müziği filmin sonunda tanıtım yazıları geçerken de kullanılır15. Jenerik
müziğinin sade, anlaşılır, yumuşak melodilere sahip olması gerekmektedir. Aynı zamanda
filmin hikâyesini tamamlar nitelikte olup, izleyiciyi filmin atmosferine hazırlamalıdır16.
Kurgu: Birçok sinemacıya göre bir filmin ortaya çıkmasını sağlayan temel unsur kurgudur.
Kurgu sayesinde kayda alınmış yüzlerce dakikalık görüntü anlatıma uygun şekilde ayıklanarak, kesilerek, yan yana getirilerek, görüntüleri uzatarak veya kısaltarak, hızlandırarak,
yavaşlatarak kullanılmaktadır. Bunlarla birlikte günümüzdeki dijital bilgisayar teknolojileri ile gerçekleştirilen bir çok efekt ve uygulama sayesinde yönetmen, filminde izleyiciye
anlatmak istediği öyküyü, sinema diline uygun bir ritim eşliğinde oluşturabilmektedir17.
Kurgu, sinemada ilk kullanılmaya başlandığında daha iyi bir anlatım için benzer harekete
sahip değişik özelliklerdeki görüntülerin arka arkaya eklenmesi şeklinde yapılıyordu. Fakat
kısa bir zaman sonra bu basit kurgu biçiminin, kurgunun bütün özelliklerini yansıtmadığı
13 Arslantepe, a.g.e. s. 93.
14 Arslantepe, a.g.e., s.129.
15 Arslantepe, a.g.e., s. 130.
16 Bülent Vardar, Sinemada Ses ve Müzik, İstanbul: Es Yayınları, 2009, s. 89.
17 Canikligil, a.g.e., s. 155.
215
anlaşıldı. Gerçekte bir seçme ve düzeltme işi olan kurgu, günümüz teknolojisi sayesinde
kullanmasını ve uygulamasını bilen sinemacılar tarafından büyük bir etkileme aracı haline
gelmiştir18.
Bir sinema filminde zaman ve mekân oluşumu ancak kurgu sayesinde gerçekleştirilmektedir. Birçok değişik mekânda gerçekleştirilen çekimlerin yalnızca bir mekâna aitmiş gibi
gösterilmesi sadece kurgu ile yapılabilmektedir. Bu, yalnızca sinemaya özgü bir durumdur.
Yine bir sinema filminde gerçek hayatta doğrusal bir şekilde devam eden zamanı değişik açılardan verebilirsiniz. Zamanın geriye ya da ileriye çekilmesi, hızlandırılması ya da
yavaşlatılması ancak sinemada kurgu ile gerçekleştirilebilir19. Bir sinema filminde kurgu
yapılmasının amacı, onlarca saat çekilmiş görüntülerin içinden yönetmenin oluşturmak
istediği filmi çıkarmaktır. Burada önemli olan filmin dramatik yapısını kurarak, oluşacak
öykünün ne şekilde, nasıl bir ritimle, hangi sırayla ve hangi hızla anlatılacağına karar vermektir20.
4. Görüntü Düzenlemesinin Türk Sinemasındaki Gelişimi
Türk sinemasının ilk yıllarında Muhsin Ertuğrul’un tek başına hâkimiyetini sürdürdüğü bir
dönemle karşılaşmaktayız. Bu dönem 1922-1939 yıllarını kapsamaktadır21. Fakat Muhsin
Ertuğrul’un ve oyuncularının tiyatro kökenli olması ve buna bağlı olarak film senaryolarının tiyatro ya da edebiyat eserlerinden uyarlanıyor olması nedeniyle o dönemde sinema tiyatronun etkisinden kurtulamamıştır. Sonuç olarak Ertuğrul döneminde gerçek bir sinema
dilinin oluşmasından söz edilememektedir22. Muhsin Ertuğrul’un başını çektiği tiyatrocular dönemine teknik açıdan bakıldığı zaman, teknik eleman olarak sadece bir kaç isimden
söz edebiliriz. Bu isimler de sadece fotoğraf yönetmeni olarak görev almaktadır. Montaj,
dekor, aksesuar ve sanat yönetmenliği konusunda yetişmiş teknik eleman bulunmamaktaydı. Bu dönemlerde karşımıza fotoğraf yönetmeni olarak Weinberg, Uzkınay, Yorgo ve
Ertuğrul’un hemen hemen filmlerinde görev almış olan Cezmi Ar çıkmaktadır23. Teknik ve
sanat yönetmenliği konusundaki bu eksikler, o dönemde bir sinema dilinin oluşamamasında büyük rol oynamaktaydı.
Türk sinemasında Ertuğrul’un tek adam dönemini bitiren Faruk Kenç olmuştur. İlk filmini
1939-1940 tarihleri arasında çekmiştir. Bunların yanında Faruk Kenç’in 1940 yılında çevirdiği “Yılmaz Ali” adlı filmiyle Türk sineması adına teknik açıdan büyük bir gelişme yaşanıyordu. Kenç, “Yılmaz Ali” filminde ilk defa kamera hareketlerinde şaryo kullanmıştır. Bununla
birlikte 1943’teki çevirdiği “Dertli Pınar” filminde dublaj tekniğini kullanmıştır. Kenç, ayrıca
senaryodaki sıra takip edilerek oluşturulan çekimler için, iç ve dış mekânları ayırarak bir
çekim planı yapmıştır. Kenç’in çektiği filmlerde tiyatro etkisi ağırlıklı olarak görülmektedir.
Türk sinemasında gerçek anlamda bir film dilinin oluşması 1450’leri bulacaktır.
Türk Sineması’nda film dilinin oluşması açısından asıl başlama noktası Lütfi Ömer Akad’ın
1952 yılında çektiği “Kanun Namına” filmidir. “Kanun Namına” filmi, Türk Sineması’na bazı
yenilikler getiriyordu. Öyküsünü bir gazete haberinden alan film için ilk defa özel olarak
senaryo yazılmıştır. Akad, bu filmde kamerayı dışarı çıkarıp çekimleri dışarıda yapmıştır
ve bu eser, sinemamız tarihinde ilk defa bir sinema dili oluşturması açısından önemli bir
adımdır. Bunun sonucunda Türk Sineması’nda tiyatrocular dönemi kapanmış ve sinemacılar dönemi başlamıştır24.
1950’lerde başlayan bu yeni dönem, Türk Sineması’na bir yükseliş kazandırmıştır. Bu dönemle birlikte sinema konusunda bilgi sahibi elemanların yetişmesi sektöre bir hareket
katmıştır. Fakat yine de Türk Sineması’nda birçok problem bulunmaktaydı. Bu dönemde
18 Yelda Özkoçak, Kurgu Estetiği ve Teknikleri, İstanbul: Derin yayınları, 2011, s. 9.
19 Arslantepe, a.g.e., s. 99.
20 Canikligil, a.g.e., s. 156.
21 Nijat Özön, Türk Sinema Tarihi 1896-1960, İstanbul:, Doruk Yayımcılık, 2010. s. 75.
22 Özön, a.g.e., s. 118.
23 Özön, a.g.e., s. 205.
24 Elif Tunca, “Sinemamızın Umutlu Tarihi”, Abdurrahman Şen (Ed.), Türk Sinemasında Yerli
Arayışlar içinde. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayımları, 2010. s. 17.
216
sinema teknik açıdan sıkıntılar yaşamaktaydı. Filmler, teknik malzeme olmadan çekilmeye
çalışılıyordu ve 1950’li yılların başlarında hala tahta kameralar kullanılmaktaydı. Teknik
bilgiyi öğrenebilecek bir kurumun olmaması, bilgilerin çekimler esnasında öğrenilmesini
zorunlu kılıyordu. Yetişen elemanların çoğu alaylı olarak yetişiyordu. Kurgu teknikleri konusunda kimsenin yeterli bilgisi yoktu. Bunun yanında salon eksiklikleri, yabancı filmlerin
rekabeti ve ham filmin piyasada yeteri kadar bulunamaması da nitelikli filmler yapılmasını
büyük ölçüde zorlaştırıyordu25.
Türk sinemasının 1960 ve 1970’li yıllarına baktığımızda, siyasi ve ekonomik zorlukların yoğun bir şekilde yaşandığı görülmektedir. Bu bunalımlı dönemlerde halkın en ucuz eğlence
aracı sinemadır. Bu dönemde sinema geniş izleyici kitlelerine sahiptir. Bir senede yapılan
film sayısı, 200’ü geçmektedir. Fakat bu dönemlerde ne bu kadar filmi gerçek anlamda yapabilecek stüdyo ne de gösterim yapabilecek sinema salonu vardı. Senede an fazla 50 film
yapma kapasitesi olan stüdyo, teknik eleman, teknik alt yapı ve oyuncu, bu dönemde dört
beş kat fazla çalışmak zorunda kalmaktaydı. Bu fazla çalışma temposu, bir oyuncunun yılda
iki düzine filmde oynamak, bir senaristin iki düzine film yazmak ve bir yönetmenin yılda
on iki film çekmek zorunda kalmasına neden olmuştur26. Bunların sonucunda da filmlerin
kalitesi gün geçtikçe düşmekteydi.
Filmlerin görüntülerini oluşturan görüntü yönetmenlerinin bu dönemde asıl yokluğunu
yaşadığı konular, yeni model kameralar, bunların araç ve gereçleri, çeşitli aydınlatma işlerinde kullanılacak ışık ve yan elemanlarıydı. Türk sinemasında görüntü yönetmeninin
kullandığı araç ve gereçlerin çoğu, eski ve sınırlı malzemelerden oluşmaktaydı. Aynı zaman
da bozulan parçaların yerlerine yenilerini bulmak neredeyse imkânsızdı. Yeşilçam piyasasındaki filmlerde kullanılan kameralar, genelde görüntü yönetmenlerinin kameralarıdır. O
dönemde, kamerası olan görüntü yönetmeni iş bulabilmekteydi. Fakat on yıldan yeni olan
kameralar, ancak reklam filmlerinin çekimlerinde kullanılmaktaydı. Bu dönemde, kameralarda çok önemli merceklerden ve birkaç aksesuardan başka araç bulunmamaktaydı. Bu da
görüntü yönetmeninin kaliteli işler yapmasını engelleyen en büyük etmenlerden biriydi27.
Bunların yanında kaliteli yabancı filmlerin 1987’de Yabancı Sermaye Kanununda yapılan
değişiklik ile kolayca Türkiye’de yayınlanma şansı bulması Türk sinemasına büyük bir darbe vurmuştur. 1970 ve 1980 yıllarındaki Türk sinemasındaki bu gerileme 1990’lı yıllara kadar devam etmiştir. 1990’lı yıllarda sinema konusunda eğitim almış başarılı sinemacıların
ortaya çıkması, kaliteli yabancı filmlerin Türk filmlerinin kalitesini yükseltmeye zorlaması,
devletin verdiği ve Avrupa’dan gelen sinemayı destekleme fonları sayesinde Türk sineması
yeniden bir yükselişe geçmiştir.
Bu dönemde Türk sinemasında en önemli gelişmeler, görüntü ve ses konusunda olmuştur.
1990’lar, görüntünün gücünün keşfedildiği dönem olarak adlandırılabilir. Yeşilçam sinemasından gelen Aytekin Çakmakçı, Erdal Kahraman, Ertunç Şenkay ve Orhan Oğuz gibi
görüntü yönetmenleri, daha kaliteli ve estetik bir görselliğin arayışı içinde bulunmuşlardır.
Bunların yanında Uğur Erzurum, Uğur İçbak ve Mehmet Aksın gibi okullu görüntü yönetmenlerinin çektiği kaliteli filmler, bu dönemdeki sinema kalitesinin artmasını sağlamıştır.
Bu gelişmelerin yanında reklam sektöründe görev alan yabancı yönetmen ve görüntü yönetmenleri, görüntü kalitesinin artmasına yardımcı olmuştur. Yabancı görüntü yönetmenlerinin ortaya çıkması rekabeti arttırmış ve Türk yönetmenlerinin kendilerini geliştirmesinde itici güç olmuştur28.
Türk sinemasında 2000 yıllara gelindiğinde ise Türk filmlerinin Yabancı filmlerle yarışı hale
geldiğini görmekteyiz. Ülkemizde yetişen okullu olarak adlandırabileceğimiz sinemacılar
dünyadaki teknik gelişmeleri yakından takip etmektedir. Dünyada gelişen sinema teknolojisi artık Türkiye’de de kullanılmaya başlanmıştır.
25 Giovanni Scognamillo, Türk Sinema Tarihi, Çetin Şan (çev.), İstanbul: 2. Basım, Kabalcı Yayın evi,
2003. s. 116.
26 Nijat Özön, Karagözden Sinemaya Türk Sineması ve Sorunları, Ankara: Kitle Yayıncılık, 1995, s.
245.
27 A. Şefik Güngör. Sinemada Görüntü Yönetmeni. Ankara: Kitle Yayınları. 1994, 95-96.
28 Âlim Şerif Onaran,. Bülent Vardar, 20. Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması, İstanbul: Beta
Basım. 2005, s. 5.
217
Türk sinemasında 2000-2013 yılları arasına baktığımızda seyircinin Türk filmlerine karşı
ilgisinin yoğun bir şekilde arttığını görmekteyiz. Artık Türk filmleri yabancı filmlerle gişe
konusunda yarışır durumdadır hatta birçok Türk filmi yabancı filmlerden fazla gişe yapmaktadır. Türk filmlerine artan bu ilginin doğal olarak birçok sebebi bulunmaktadır. Bunlardan
en önemlisi hiç şüphesiz ki günümüz Türk filmlerindeki görüntü estetiğinin, çekim kalitesinin, sahnede atmosfer oluşturmanın ve efekt kullanımının yabancı sinemalar kalitesine
ulaşmış olmasıdır.
Türk sinema salonlarında vizyona giren filmler arasında en fazla gişe yapan ilk on film Türk
filmlerinden oluşmaktadır. Türk sinemalarında vizyona giren yabancı filmlerin hiç biri bu
ilk on filmin içinde yer almamaktadır. Gişe bakımından ilk onda yer alan filmlerin hepsi
2003 yılından sonra yapımları gerçekleştirilen Türk filmleridir. Bu filmlerin arasında 3.4
milyon izleyici sınırının altına düşen yoktur. Türk sinema tarihinde en çok gişe yapan Türk
filmi ise 2012 yapımı yönetmenliğini Faruk Aksoy’un, görüntü yönetmenliğini Hasan Gergin ve Mirsat Herovic’in yaptığı “Fetih 1453” filmidir. “Fetih 1453” 6.572.618 kişi tarafından
seyredilerek Türk sinema tarihine geçmiştir29.
Türk sinema salonlarında 2013 yılında tamamlanan 51 gösterim haftasında (3 Ocak - 26
Aralık 2013) toplam bilet satışı 48.500.000’i geçerken, bu satışlardan elde edilen hasılat
ise 486 milyon TL’ye ulaşmıştır. Toplam bilet satışının % 57’si Türkiye yapımlarından elde
edilmiştir. 2013 yılında Türk sineması adına uzun süredir görülmeyen başarılar kazanılmıştır. Yönetmenliğini Selçuk Aydemir’in, görüntü yönetmenliğini Türksoy Gölebeyi’n yaptığı
2013 yapımı “Düğün Dernek” filmi vizyonda olduğu üçüncü haftada 3.267.728 bilet satmayı
başarmıştır. Bu başarıya 1980’den bu yana hiçbir film ulaşamamıştır. 2013 yılındaki bir
diğer başarı da bu yıl içerisinde 300 adet filmin gösterime girmiş olasıdır. Bununla birlikte
51. hafta sonunda 48,5 milyon sinema bileti satılmıştır. 52. hafta sonunda ise bu rakamın
50 milyon sınırına ulaşması beklenmektedir. Bu rakamlara 1980’li yıllardan sonra ilk defa
2013 yılında ulaşılmıştır30. Türk sineması adına bu olumlu verilere baktığımızda sinemacılar hem dünya çapında bir Türk sinema dili oluşturmak hem de Türk sinemasının devamlılığını sağlamak adına geleceğe daha güvenle bakmaktadırlar.
5. “Eşkıya” Filminin Görüntü Düzenleme Bağlamında Analizi
Bu bölümde Eşkıya filminin kameranın konumlandırılması, kullanılan açılar, çekim ölçekleri, kamera hareketleri, aydınlatma ve ses açısından analizi gerçekleştirilecektir.
Kameranın Konumlandırılması: Filmde kameranın konumlandırılmasında ve kamera açılarında perspektif ve derinlik oluşturulması için titizlikle çalışılmıştır. Görüntüler düz bir
şekilde verilmemiş, kişi ve konulara göre 45 derecelik belli bir açı ile kamera konumlandırılmıştır. Filmde binaların ve üç ya da dört oyuncunun bir arada olduğu sahnelerde kamera,
45 derecelik açıyla yerleştirildiği için sinema perdesinde oluşan iki boyut etkisi ortadan
kalkmış ve üç boyut etkisi başarılı bir şekilde oluşturulmuştur.
Filmde genellikle diyaloglar olağan görüş noktası ile çekilmiştir. Düzenli bir şekilde oyuncuların boyları göz önünde bulundurularak, göz hizasından çekimler gerçekleştirilmiştir.
Olağan görüş noktası çekimleri, alt ve üst açılı çekimlere göre izleyici üzerinde daha az etki
oluştursa da filmde kullanılan olağan görüş noktası çekimleri, özellikle yakın planlarda,
izleyiciyi etki altına almaktadır.
Filmde alt açı, Cumali’nin Emel ve sevgilini yatakta yakaladığı sahnede oldukça etkili bir
şekilde kullanılmıştır. Cumali alt açıdan çekilmiştir ve elinde silah olduğu için gücün ve
öfkenin etkisini yüzünde çok iyi bir şekilde görmekteyiz. Bunun tam tersi olarak yataktaki
Emel ve sevgilisinin üst açıyla çekilmesi yenilgilerini, ümitsizliklerini ve korkularını çok iyi
bir şekilde izleyiciye aktarmıştır.
Kamera Açıları: Filmin bütünü neredeyse nesnel kamera açılarından oluşmaktadır. İzleyici, filmi bir gözlemci gibi takip etmektedir. İzleyici birkaç sahne hariç, filmin doğrudan
29 Gelmiş Geçmiş, http://www.sinematurk.com/gise/gelmis-gecmis/ (28.12.2013).
30 2013, 51. hafta / 20-26.12.2013 vizyon raporu, http://www.antraktsinema.com/boxoffice-rapor.
php?id=282 (04.01.2014).
218
katılımcısı olmamıştır; yani öznel kamera açıları sadece birkaç sahnede kullanılmıştır.
Bir öznel kamera hareketini de filmin sonunda Eşkıya’nın Berfo’yu öldürmeye gittiği sahnede görürüz. Bu sahnede de kamera, Berfo’nun yerine geçmiştir. Eşkıya, tekerlekli sandalyeyi iterken izleyici her şeyi Berfo’nun gözünden görmüştür. Yine ustaca bir kamera hareketi ile 360 derece dönen tekerlekli sandalye, yani Berfo, Eşkıya ile karşı karşıya Aynı şekilde
Cumali’nin Emel’i ve Sedat’ı vurduğu sahnede de öznel kamera çekimi kullanılmıştır.
Eşkıya filminde bakış açılı kameralarda kullanılmıştır. Bakış açılı kameralar, daha önce de
bahsettiğimiz gibi aslında nesnel açılı kameralar grubuna girmektedir. Fakat bakış açılı
kameralar, seyircinin oyuncuyu ve konuyu nesnel açılı kameralardan daha yakın bir açıyla
izlemesini sağlar. Bu filmde kullanılan bakış açılı kameralar izleyicinin konuya yaklaşması
ve izleyicinin oyuncuların duygularını ve filmin dramatik yapısını daha iyi anlayabilmesi
sağlanmıştır.
Kamera Hareketleri: Uğur İçbak Eşkıya filminde kullanılan kamera hareketleri ile ilgili
Sinema Dergisi’nde şu şekilde açıklama yapmıştır;
“Yavuz Turgul, genellikle hareketli kamera istiyordu, mahallede elde çekim yapacak şekilde, gerekli teknik donanıma da sahiptik, ancak çok fazla insanın çalıştığı bu projede, sesli
çekimin getirdiği tedirginlikle daha sonra belli yerler dışında hareketli kamera kullanmak
istemedi. Genellikle kamera pozisyonları belli şekilde çalıştık”, “Ama ben de bu tarzı benimsiyorum, gerekmiyorsa kamera hareket etmemeli, çünkü rahatsız edici bir şey sürekli
planların değişmesi…”31,
Filmin geneline baktığımızda hareketli kameranın özellikle kullanılması gerektiği bazı sahneler hariç, film hareketsiz genel planlardan oluşmaktadır.Filmde Eşkıya’nın kaldığı otelin
dikey yükselme hareketi ile tek planda çekildiği sahne oldukça başarılıdır. Bu sahnede,
otel içinde kalanların neler yaptığının yanında onların psikolojik halleri hakkında da tek
planda bilgi sahibi oluyoruz. Otelin camları ve dikey yükselme hareketi, bu sahnede oldukça iyi kullanılmıştır. Sahne, izleyiciyi dramatik ve psikolojik etki altına alma konusunda da
başarılıdır.
Filmin bazı sahnelerinde aktüel çekimler için özel olarak üretilmiş ve kamera hareketini
hissettirmeden, hareketli sahneler ve oyuncu takiplerinde kullanılan steadicam kamera
kullanılmıştır. Özellikle Cumali ve arkadaşlarının uyuşturucu satmak için gittikleri barda
steadicam etkili bir şekilde kullanılmıştır. Filmde optik kaydırma (zoom) hareketi birkaç
plan dışında kullanılmamıştır. Bu da filmin doğallığının bozulmaması için başarılı bir yöntemdir.
Çekim Ölçekleri: Film genel ve uzak planlarla başlar. Böylece izleyiciye durum ve yer hakkında bilgi verilmektedir. Filmde ağırlıklı olarak ikili çekimlerde göğüs plan kullanılmıştır.
Omuz, baş ve bel planlar hemen hemen birbiriyle aynı oranda kullanılmıştır. Diz ve boy
planlar ise diğer ölçeklere göre daha az kullanılmıştır. Tekli oyuncu planlarında daha çok
omuz plan tercih edilmiştir. Böylece oyuncuların psikolojik ve dramatik durumları daha
çok ön plana çıkartılmıştır. Filmin dramatik bölümlerinde baş ve yakın yüz planları kullanılmıştır. Bu da oyuncuların psikolojik durumlarının izleyiciye geçmesini kolaylaştırmıştır.
Bunların yanında filmde genel planlar ağırlıklı olarak tercih edilmiştir. Bunun nedeni daha
önce de bahsettiğimiz gibi kalabalık sahneler ve sesli çekimin zorluğudur. Genel olarak
başlayan planlar, daha sonra ileri kayma hareketi ile yakınlaşmaktadır.
Ayrıntı çekimlerine çok yer verilmese de birkaç sahnede ayrıntı çekimi dikkat çekmektedir.
Berfo’nun çeki yazması ve Eşkıya’ya verme sahnesi, bununla birlikte Berfo’nun öldürüldüğü
sahnede arabasının kolunu geriye çekmesi, filmdeki ayrıntı çekimlere örneklerdir. Bu ayrıntı çekimleri sahnenin gelişimi hakkında bizlere bilgi vermektedir.
Çerçeveleme Kuralları: Filmin geneline baktığımız zaman baş boşluğu, bakış boşluğu
ve hareket boşluğu kurallarına titizlikle uyulmuştur. Birçok noktada da altın oran kuralına
göre çerçeveler hazırlanmıştır. Görüntüler simetrik olarak değil, çerçeveleme kurallarına
göre düzenlenmiştir. Bu da izleyicinin filmi görüntü düzenlemesi açısından başarılı, akıcı
31 “Uğur İçbak Röportajı”, Sinema Dergisi, Özel Eşkıya Sayısı, Mayıs 1997, s. 74.
219
görüntüler eşliğinde, yorulmadan, rahat bir şekilde seyretmesini sağlamıştır.
Aydınlatma ve Renk Kullanımı: Eşkıya filminde temel olarak karakter ve mekân aydınlatılması üzerine titizlikle çalışıldığı görünmektedir. Bunun yanında filmde, dramatik ve
psikolojik etki oluşturmak amacı ile aydınlatma unsurlarından da oldukça iyi bir şekilde
faydalanılmıştır. Filmde kullanılan renk tonlarına bakıldığında genel anlamda sıcak renkler
kullanılmıştır.
Filmin görüntü yönetmeni Uğur İçbak, filmi çekmeye başlamadan önce yönetmen Yavuz
Turgul İle birlikte filmde kullanılacak renk tonlarına karar verdiklerini söylemektedir. Yönetmenin isteği doğrultusunda filmde sıcak bir atmosfer oluşması için sıcak renklerin kullanımına karar verilmiştir. Bu sıcak renkler, filmde hem iç mekânlarda hem de dış mekânlarda kullanılacaktır32.
Filmin birçok sahnesi dış mekânlarda çekilmiştir ve buna bağlı olarak bazı çekimler de çatılarda gerçekleştirilmiştir. Yine Uğur İçbak, 1997’de Sinema dergisine verdiği röportajda,
yaz aylarında güneşin İstanbul’da çok dik geldiğini ve sert gölgeler oluşturduğunu söylemektedir. Bu sert gölgeler oluşturan yoğun güneş ışığını yumuşatabilmek için dolgu ışığı
kullanmak zorunda kaldığından bahsetmektedir. Işığın yoğun olduğu bazı çekimlerde de
mahallenin üstünün büyük bezler ile kapatılması suretiyle yeniden aydınlatma yapılmak
zorunda kalınmıştır33.
Filmin gece sahnelerinde aydınlatma konusunda da özenli bir çalışma yapılmıştır. Gece
çekilen sahnelerde hem karakterlerin aydınlatılması hem de atmosfer oluşturma amacıyla
başarılı görüntüler oluşturulmuştur. Gece çekilen sahnelerde oyuncu ışığında, filmin genel
sıcak tonlarına uygun şekilde tonlar kullanılmış, bunun yanında oyuncu arkasındaki mekân
ve fonlarda ay ışığı etkisi oluşturmak için mavi rengin tonlarında soğuk renkler kullanılmıştır. Bu da gece çekimlerinde derinlik etkisini ortaya çıkarmıştır.
Filmin iç mekânlarında da etkileyici bir atmosfer oluşturmak amacıyla, başarılı aydınlatma çalışmaları yapılmıştır. Özellikle Eşkıya ve Berfo’nun diyaloglarının çekildiği, Berfo’nun
evindeki sahnelerde etkili bir dramatik atmosfer oluşturmak için aydınlatma konusunda
titizlikle çalışıldığı görülmektedir. Bu sahnelerde dışarıdaki güneş ışığı kesilmiş ve görüntü
yönetmeni kendi ışığını yapmıştır.
Sesin Kullanımı: Eşkıya filmi, dolby-dijital (Dolby Dijital sesin yüksek kalitede depolanmasını ve transfer edilebilmesini sağlayan daha önceki formlardan daha iyi olan gelişmiş
dijital ses kodlama tekniğidir) 34 ve sesli çekilen ilk Türk filmidir. Film, kalabalık ortamlarda, birden fazla oyuncuyla çekilmesine rağmen, sesli çekimler başarılı bir şekilde gerçekleşmiştir.
Bir filmin ana sesleri olan diyaloglar, ilk önce anlaşılır ve izleyici tarafından duyulabilecek
şekilde olmalıdır. Eşkıya filminin diyalogları, izleyicilerin kolaylıkla duyabileceği ve anlayabileceği şekilde ayarlanmıştır.
Yine film, sesli çekim olmasına rağmen doğal sesler ve diyaloglar arasındaki denge iyi
bir şekilde korunmuştur. Doğal sesler, dengeyi bozup diyalogların üstüne çıkmamaktadır.
Doğal sesler, filmde etkili bir şekilde kullanılmıştır.
Yönetmen sessizliği de dramatik ekti oluşturmak amacıyla filmde kullanmıştır. Cumali’nin
vurulduğu sahnede tam bir sessizlik oluşturulmuştur. Slow motion görüntüler eşliğinde,
sadece silah sesi ve yükselen dramatik bir müzik ve sonra o müzik de kapatılarak sadece
Cumali’in inlemelerini duymaktayız.
Filmin müzikleri Erkan Oğur tarafından yapılmıştır. Filmin ana müziğini Fırat Ağıtı oluşturmaktadır. Eşkıya’nın köyünün sular altında kaldığını anladığı anda, Eşkıya’nın Keje ile
buluştuğu ilk anda ve son sahnede Eşkıya ölürken Fırat Ağıtı müziği çalmaktadır. Bu sahnelere filmin en önemli sahneleri diyebiliriz.
32 “Uğur İçbak Röportajı”, s. 74.
33 “Uğur İçbak Röportajı”, s. 74.
34 Dolby Digital Nedir? Bilim ve Teknoloji. http://www.ozmena.net/bilim-ve-teknik/dolby-digital-nedir-bilim-ve-teknoleji-9738.html. (18.12.2013).
220
Filmin geneline bakıldığında diyaloglar, doğal sesler ve müzik filmin dramatik yapısına
göre anlaşılır ve uygun bir şekilde yapılandırılmıştır.
Kurgu: Eşkıya filmine kurgu açısından baktığımızda yeni bir teknoloji ile karşılaşıyoruz.
Türkiye’de ilk defa bir filmin kurgusu, bilgisayar tabanlı dijital kurgu programı olan “Avid”
ile yapılmıştır. Filmin montajının yapıldığı Avid programının hem işleri kolaylaştırma hem
de çekim esnasında yapılan hataları düzeltme gibi özellikleri vardır. 256 kutu film çekilmiştir. O günün normal şartlarında aylar sürmesi gereken montaj, bilgisayar tabanlı kurgu
programı sayesinde bir haftada bitirilmiştir35.
Filmin bazı sahneleri, Avid kurgu programı sayesinde efektler kullanılarak yapılmıştır. Filmin sonunda havai fişek görüntüleri ile Eşkıya Baran’nın görüntüleri ayrı ayrı çekilmiştir,
daha sonra kurgu esnasında birleştirilmiştir36. Kurgu, bu filmde dramatik bir yapı oluşturmak için etkin bir şekilde kullanılmıştır. Bu nedenle de iki saatlik bir film, dinamik kurgusu
sayesinde izleyiciyi sıkmadan akıp gitmektedir.
6. “Av Mevsimi” Filminin Görüntü Düzenlemesi Bağlamında Analizi
Bu bölümde, 2010 yılında gösterime giren Av Mevsimi filminin çekim ölçekleri, çekim açıları, kamera hareketleri, aydınlatma, kullanılan müzikler ve kurgu açısından incelemesi
gerçekleştirilecektir.
Kamera Konumlandırılması: Görüntüde derinlik etkisinin oluşturulması için, oyuncu ve
dekorun kamera açısına göre düzenlenmesi oldukça önemlidir. Bununla birlikte, perdedeki
üç boyut etkisinin ortaya çıkması için perspektif oluşturulması da önemli bir olgudur. Av
Mevsimi filminde yönetmen ve görüntü yönetmeni, bu konular üzerinde oldukça titizlikle
çalışmışlardır; oyuncular ve çerçeveye giren bütün unsurlar, düz bir şekilde verilmeden
alan derinliği etkisi oluşturularak konumlandırılmıştır.
Özellikle bina çekimlerinde, kamera 45 derecelik açı ile konumlandırılmıştır ve hareketli kamera açıları kullanılmıştır. Bu da izleyiciler tarafından binaların düz bir şekilde görünmesini engelleyerek, üç boyutlu dolgun görüntüler oluşmasını sağlamıştır. Dramatik
atmosferin etkili bir şekilde kurulduğu Battal’ın evinin dıştan gece görüntülerinde bunu
görmek mümkündür.
Kameranın çekim esnasında kullanılan yüksekliğine baktığımızda, genellikle Eşkıya filminde de olduğu gibi çekimler olağan görüş noktasından yapılmıştır. Kamera boyları,
oyuncuların boy ve konumlarına göre ayarlanmıştır. Filmde, üst açıyla başlayıp daha sonra
aşağıya ve ileriye doğru kayma hareketi ile oyunculara kadar giren planlar oldukça sık kullanılmıştır.
Filmde alt açı çok fazla kullanılmamıştır. Ferman’ın Pamuk’un odasına girdiği sahnede
Ferman’ı oldukça aşağıdan çekilen bir alt açıyla görmekteyiz. Bunların yanında, bu filmin
bazı sahnelerinde göz hizasından çok az aşağıda konumlandırılmış “açı artı açı” adındaki
kamera açıları görmekteyiz. Bu açılar tam alt açı olmamakla birlikte, tam olarak göz hizasından yapılan olağan görüş noktası açılarından da değildir. Bu açı, filmde etkili bir
şekilde kullanılmıştır. Oyuncuların tam karşıdan çekilmesi sonucunda oluşan düz görüntü
etkisini ortadan kaldırmıştır.
Kamera Açıları: Av Mevsimi filmine genel olarak bakıldığında nesnel kamera açılarından
oluşmaktadır. İzleyiciler, filmi bir gözlemci gibi kenardan takip etmektedir. Bununla birlikte
öznel kamera açılarına filmde çok yer verilmemiştir. Sadece filmin sonlarında Ferman’ın,
Battal’ın katil olduğunu kanıtladığı an, şüphelilerin yazıldığı tahtaya uzun uzun baktığı
zaman ve İdris’in ölmek üzereyken türkü söylediği veda gecesini hayalinde canlandırdığı
sahnede kullanılmıştır. Burada kamera, İdris’in yerine geçerek etrafa bakmaktadır.
Nesnel kamera çekimlerinden sonra en çok kullanılan açı türü “bakış açısı” kameralarıdır.
Filmde bu kamera açıları izleyicilerin, oyunculara ve konulara yakınlaştırarak olayları daha
yakından bakmasını sağlamak için kullanılmıştır. Film, genel planların ağırlık olduğu bir
35 Eşkıya Teknik, “Montajda İleri Bir Adım” Sinema Dergisi, Özel Eşkıya Sayısı, s. 12.
36 Eşkıya Teknik, s. 13.
221
yapımdır. Buna rağmen yönetmen, dramatik etkiyi arttırmak istediği sahnelerde bakış açısı
kamerasını ve yakın planları kullanmayı tercih etmiştir.
Kamera Hareketleri: Filmde genellikle kameranın konum değiştirerek yaptığı hareketler
kullanılmıştır. Kameranın gövdesi ile yaptığı yatay ve dikey çevrinme hareketlerinden bazı
sahneler hariç çok sık yararlanılmamıştır. Genellikle kapalı mekânlarda kayma hareketinin
iyi görüntü vermeyeceği yerlerde yatay ve dikey çevrinme hareketlerinden faydalanılmıştır.
Filmde sahne içinde oluşan geçişler, özellikle kalabalık sahnelerde hareketli kameralar sayesinde sağlanmıştır. Yani planlar kesme ve sahneyi yeniden çekme şeklinde değil bir bütün olarak tek bir plan halinde oluşturulmuştur. Buradaki oyuncu yönetimi çok önemlidir.
Yönetmen ve sahneyi takip eden görüntü yönetmeni, filmde bu konuda başarılı çekimler
gerçekleştirmiştir. Steadicam türü kamera bu filmin içindeki hareketli çekimlerde ağırlıklı
bir şekilde kullanılmıştır. Bu hareketli çekimler, filmin içinde Ferman ve ekibinin kesik elin
bulunduğu bataklığa gidip olayı inceleme sahnesinde ve Battal’ın evine ilk geldikleri sahnede etkili bir şekilde kullanılmıştır.
Filmde dikkat çeken bir konu da birçok kamera hareketinin aynı anda yapılıyor olmasıdır.
Aşağıya doğru yapılan bir kayma hareketiyle birlikte aynı anda ileriye kayma hareketi de
yapılmaktadır. Steadicam kamera sayesinde oyuncuların takibi kolay ve hareketli olması
sağlanmıştır. Böylece filmin birçok sahnesinde, sanki izleyici de oyuncularla birlikte hareket ediyormuş, onların etrafında dolaşıyormuş atmosferi oluşturulmaktadır.
Yine Eşkıya filminde olduğu gibi bu filmde de insan gözünün çalışma prensibine uymayan
optik kaydırma hareketi neredeyse hiç kullanılmamıştır. Bu da filmin doğal akışını olumlu
yönde etkilemektedir.
Çekim Ölçekleri: Av Mevsimi filmi genellikle genel planlardan oluşmaktadır. Oyuncu ve
konu yakın çekimleri üzerinde çok çalışılmamıştır. Karakter çekimlerinde kullanılan çekim
ölçeklerine bakıldığında çoğunlukla göğüs ve bel planları kullanılmıştır. Tekli karakter çekimlerinde göğüs ve omuz planları, ikili ve daha çok karakterin bulunduğu sahnelerde ise
genellikle bel plan ve genel planlar, ağırlıklı olarak bazı planlarda da diz planlar tercih
edilmiştir. Oran olarak bakıldığında göğüs ve bel planlar ağırlıklı olarak birbiri arasında hemen hemen aynı oranda kullanılmıştır. Bunun yanında, artık sinemada kullanılan teknikler
sayesinde genel bir plandan başlayan kamera hareketi(bu hareket çok yüksek ve dik bir üst
açıyla da olabilir) kolaylıkla ve kamera hareketini izleyiciye hissettirmeden, oyuncunun baş
planına kadar gidebilmektedir. Kullanılan bu teknikler sayesinde yönetmen, seyirciyi bir
oyuncuya veya bir konuya yakınlaştırarak filmin içine dâhil edebilmektedir.
Yönetmen, film içindeki bazı sahnelerdeki dramatik ve psikolojik etkiyi seyirciye aktarabilmek için baş ve yakın planları kullanmıştır. Özellikle filmin sonunda, Battal’ın itiraf
sahnesinde baş planda konumlandırılan kamera objektifi sayesinde oluşturulan derinlikle
birlikte dramatik bir sahne oluşturulmuştur. Burada Battal’ın ruh hali belirgin bir şekilde
ortaya çıkarılmıştır. Filmde ayrıntı çekimlerine de yer verilmiştir. Filmde kesik elin kime ait
olduğu konusunda laboratuvarda yapılan araştırma sahnesinde birçok ayrıntı çekimi kullanılmıştır. Özellikle Ferman’ın, Pamuk’un evini araştırırken mutfakta ve odasında ayrıntı
çekimlerinden yoğun bir şekilde faydalanılmıştır.
Filmde, zamanı belirtmek için de şehrin uzak çekimlerinden faydalanılmıştır. Uzaktan çekilen şehre baktığımızda gece olduğunu görürüz, sonra bir anda hava aydınlanır ve böylece
izleyici artık sahnenin gündüz devam edeceğini anlamaktadır.
Çerçeveleme Kuralları: Av Mevsimi filmine genel olarak bakıldığında baş boşluğu, bakış
boşluğu, hareket boşluğu ve altın oran gibi çerçeveleme kurallarına uygun çekimler gerçekleştirilmiştir. Çekimler simetrik bir şekilde yapılmamıştır. Bu da izleyicilerin filmi yorulmadan, akıcı bir şekilde, rahatsızlık duymadan, kaliteli görüntüler eşliğinde seyretmesini
sağlamıştır. Görüntü yönetmeni, Eşkıya filmine göre daha fazla hareketli çekim olmasına
rağmen, bu filmde de çerçeveleme kurallarına uygun çekimler yapmıştır.
Filmde alan derinliği konusunda da etkili çalışmalar yapılmıştır. Yönetmen, filmin iki boyut etkisinden kurtulması ve izleyicinin algısını kontrol etmek için alan derinliği olgusun-
222
dan faydalanmıştır. Örnek vermek gerekirse, İdris’in annesi ile Lazca konuştuğu ve annesinin Asiye türküsünü söylediği sahnede alan derinliği, izleyicinin dikkatini yönlendirmek
amacıyla etkili bir şekilde kullanılmıştır.
Aydınlatma ve Renk Kullanımı: Filmin genel renk tonu soğuk mavi tonlardır. Bu filmde
Eşkıya filminin tersine soğuk renkler kullanılmıştır. Bunun nedeni filmin tür itibari ile polisiye gerilim olmasıdır. Soğuk renkler, özellikle mavi tonları korku ve gerilimin artmasını
sağlamak amacıyla kullanılmaktadır. Bu filmde de etkili bir şekilde kullanılmıştır.
Aydınlatmanın sinemadaki işlevine bakıldığında, ilk olarak aydınlatmanın birinci kuralı
oyuncu, mekân ve çekilen konunun izleyici tarafından görünür olmasıdır. Filmdeki aydınlatma bu konudaki işlevini yerine getirmektedir. Film, mavi tonlarda oluşmasına rağmen
karanlık bir film değildir. Oyuncular ve konu, belirgin bir şekilde izleyici tarafından görünmektedir. Bunun yanında karakterlerin özel hayatlarının gösterildiği sahnelerde oyuncuların yüzlerine daha sıcak tonlar kullanılmıştır.
Filmde, aydınlatma devamlığı üzerinde titizlikle çalışılmıştır. Planlar arasında ve filmin bütününe bakıldığında aydınlatma ve renk tonları birbirini tamamlar durumdadır. Bu uyumdan anlaşıldığı üzere yönetmen, renge karar verdikten sonra görüntü yönetmeni, belirlediği filtre ve ışık kaynaklarını film boyunca kullanmıştır.
Aydınlatma filmde oyuncuların, mekânların ve çekilen konunun izleyici tarafından görüle
bilirliğini sağlaması yanında dramatik ve psikolojik unsurların ortaya çıkması ve bunların
oluşturulması için de etkili bir şekilde kullanılmıştır.
Sesin Kullanımı: Filmi, sesin oluşturulması açısından incelediğimizde diyalogların duyulabilir ve anlaşılabilir olduğunu görmekteyiz. Kalabalık sahnelerde doğal sesler, diyalogların üzerine çıkmamaktadır. Bu da ortam ne kadar kalabalık olursa olsun izleyicinin
ana konudan uzaklaşmamasını sağlamaktadır. Filmde ayrıca dış ses de kullanılmıştır. Ses
öldürülen Pamuk’a aittir. Film bu dış sesle başlar. Pamuk öldükten sonra hissettiklerini
anlatır. Bu, filme masalsı bir anlatım kazandırmaktadır. Ferman’ın yalnız bir şekilde bataklıkta ve evinde Pamuk’u araştırırken, sanki Ferman’ın Pamuk hakkında hissettiklerini ya da
anlamaya çalıştığı şeyleri, Pamuk kendi ağzından bize dış ses olarak anlatmaktadır. Bu dış
ses sayesinde filmin dramatik etkisi arttırılmıştır. Bunun yanında izleyici Pamuk’un hayatı
hakkında bilgi sahibi olmaktadır.
Ayrıca film içinde müzik, sahnelerin dramatik yapısına uygun bir şekilde kullanılmıştır.
Gerilimi yüksek sahnelerde korku ve gerilimi arttıran müziklerden yararlanılmıştır. Battal’ın
her şeyi itiraf ettiği sahnede olduğu gibi, gerilimi yüksek müzikler kullanılmıştır. Bu sahnede müziğin yanına Pamuk’un çığlıkları da eklenmiştir ve güçlü bir korku hissi oluşturulmuştur. Başka bir sahnede, Asiye’den tamamen ümidini kesen İdris, içki içmek için gittiği barda
prova yapan grubun söylediği “Benden Adam Olmaz” şarkısı da o sahnenin ve İdris’in ruh
halini güçlü bir şekilde vurgulayan bir müzik olarak kullanılmıştır.
Kurgu: Filmin geneline baktığımızda kurgu ritminin ve akışının iyi bir şekilde hazırlandığı
görülmektedir. Polisiye türü bir film olduğu için zaman zaman hız kazanan kurgu (özellikle
polis bürosunda ve takip sahnelerinde), zaman zaman da izleyiciye nefes almasını sağlamak amacıyla bazı sahnelerde ritmi düşürülerek uygulanmıştır (polislerin özel hayatlarının
anlatıldığı sahneler gibi). Yine de filmin geneline baktığımızda ağırlıklı olarak filmin kurgusu dinamik bir hızda yapılmıştır.
Filmde mekân ve zaman ilişkisi, kurgu esnasında doğru bir şekilde sıralanmıştır. Farklı bir
sahneye girerken izleyiciyi sahneye hazırlamak için geçiş görüntüleri kullanılmıştır.
Teknik anlamda bakıldığında kurgu yapılırken geçişlerde birbirine çok yakın ya da birbirinden çok uzak planlar kullanılmıştır. Geçişlerde kamera hareketlerinin hızları göz önünde
bulundurulmuştur.
223
Sonuç
Hareketli görüntünün bulunuşundan sonra sinema kendi anlatı dilini oluşturmaya çalışmıştır. Bütün diğer sanat dallarını içinde barındıran sinema, kendi öz diline kavuşmak
adına uzun yıllar çaba harcamıştır. Nasıl bir müzik notalardan oluşuyorsa ve bir roman
kelimelerin birleşmesiyle ortaya çıkıyorsa sinema da anlatı dilini oluştururken ilk önce
görüntüden daha sonra da sesten faydalanmaktadır. Yani sinema görsel ve işitsel bir dil
kullanmaktadır.
Estetik ve etkili bir şekilde kullanılmayan görüntü ve ses, izleyicinin filmden uzaklaşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle görüntünün ve görüntünün tamamlayıcı unsuru
olan sesin sinemacılar tarafından kabul görmüş belirli kurallara göre düzenlenip uygulanması gerekmektedir. Görüntüyü estetik ve etkili bir hale getirebilmek veya bir anlatım
aracı olarak kullanabilmek için görüntüyü oluşturan aydınlatma, renk, kamera hareketleri,
çekim ölçekleri, alan derinliği, ses ve kurgu gibi unsurların nerede ve nasıl kullanılacağının
sinemacılar tarafından bilinmesi gerekmektedir.
Türk sineması tarihinde ki en parlak dönemi yaşadığı Yeşilçam döneminde dahi istenilen
kalitede filmler yapma şansına erişememiştir. O dönemde teknik cihaz ve sinema dalında uzmanlaşmış çalışanların olmaması kalitesiz filmlerin oluşmasının başlıca nedenlerini
oluşturmaktaydı. Bunun yanında senaryo, oyunculuk, çekim aşamaları ve pazarlama yönünden sinemaya gerekli önem verilmemesi yabancı filmler karşısında Türk filmlerinin
gerilemesine neden olmuştur. Bunun sonucunda Yeşilçam döneminde yılda 200 film çeken
Türk sineması daha sonraları film yapım konusunda büyük bir düşüş yaşamıştır.
Bu gerileme 1990’lı yıllara kadar devam etmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan okullu olarak
tabir edeceğimiz yönetmenler ve görüntü yönetmenleri sinemaya yeni bir soluk katmışlardır. Bu yeni sinemacılar bilinçli olarak sinema alanındaki teknik gelişmeleri takip ederek,
çektikleri filmlerde bu teknik ve yöntemleri uygulamaktaydılar. Bunu araştırmamızda incelediğimiz görüntü yönetmenliğini Uğur İçbak’ın yaptığı filmlerinde açıkça görmek mümkündür. Hem “Eşkıya”, hem de “Av Mevsimi” filmlerinin kaliteli görüntüleri ile ön plana
çıkarak izleyicilerin beğenisini kazanmıştır.
Günümüz Türkiye sinemasına baktığımızda Türk filmlerinin görüntü kalitesi, estetik ve görsel efekt kullanımı açısından yabancı yapımlarla yarışır hale geldiğini görmekteyiz. Türkiye’deki sinema salonlarında vizyona giren filmlerin gişe başarılarına baktığımızda ise Türk
filmleri yabancı filmlerin önünde yer almaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri de
kaliteli ve estetik görüntülerin artık Türk sinemasında da var olmasıdır. Tüm bu başarılara
paralel olarak, bugünkü rakamlar da izleyicinin sinemasına sahip çıktığını açık bir şekilde
göstermektedir. 2013 son gişe rakamlarına göre Türkiye’ de 50 milyona yakın sinema bileti
satılmıştır ve bunun % 57’ si Türkiye yapımı filmlere aittir37.
Kaynakça
• Abisel, Nilgün. Sessiz Sinema. İstanbul: Om Yayınevi. 2003.
• Arslantepe, Mehmet. Bir Film Çekmek ve Masaüstü Filmciliğe Giriş. İstanbul: Beta
Yayıncılık. 2009.
• Büker, Seçil. Sinemada Anlam Yaratma. Eskişehir: Milliyet Yayınları. 1985.
• Canikligil, İlker. Dijital Video ile Sinema. İstanbul: Pusula Yayıncılık. 2007.
• Gelmiş Geçmiş. http://www.sinematurk.com/gise/gelmis-gecmis/. (28.12.2013).
• Gökçe, Gürol. Televizyon Program Yapımcılığı ve Yönetmenliği. İstanbul: Der Yayınları.
1997.
• Güngör, A. Şefik. Sinemada Görüntü Yönetmeni. Ankara: Kitle Yayınları, 1994.
• Dolby Digital Nedir? Bilim ve Teknoloji. http://www.ozmena.net/bilim-ve-teknik/dolby-digital-nedir-bilim-ve-teknoleji-9738.html. (18.12.2013).
• Eşkıya Teknik, “Montajda İleri Bir Adım” Sinema Dergisi, Özel Eşkıya Sayısı. Mayıs 1997.
Ss. 12-13.
• Kafalı, Nadi. Tv Yapımlarında Teknik ve Kuramsal Temeller. Ankara: Ümit Yayıncılık.
2000.
37 2013, 51. hafta / 20-26.12.2013 vizyon raporu, (04.01.2014).
224
• Milli Eğitim Bakanlığı (MEGEP). Kamera ile Görüntü Estetiği. 2008. http://hbogm.meb.
gov.tr/modulerprogramlar/kursprogramlari/radyotv/moduller/kamera_ile_goruntu_estetigi.pdf. (20 Nisan 2013). s.20
• Onaran, Âlim Şerif, Bülent Vardar. 20. Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması. İstanbul: Beta Basım. 2005.
• Özön, Nijat. Türk Sinema Tarihi 1896-1960. İstanbul: Doruk Yayımcılık. 2010.
• Özön, Nijat. Karagözden Sinemaya Türk Sineması ve Sorunları. Ankara: Kitle Yayıncılık. 1995.
• Özön, Nijat. Sinema Sanatına Giriş. İstanbul: Agora Kitaplığı. 2008.
• Scognamillo, Giovanni. Türk Sinema Tarihi. Çetin Şan (çev.). İstanbul: 2. Basım. Kabalcı
Yayın Evi. 2003.
• Tunca, Elif. “Sinemamızın Umutlu Tarihi”, Abdurrahman Şen (Ed.), Türk Sinemasında
Yerli Arayışlar içinde, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayımları, 2010.
• “Uğur İçbak Röportajı”. Sinema Dergisi. Özel Eşkıya Sayısı. Mayıs 1997. ss. 73-75.
• Vardar, Bülent. Sinemada Ses ve Müzik. İstanbul: Es Yayınları. 2009.
• Yağmur, Memduh, Muhammed Özkılınç. “ Sinema Tarihi 2. Bölüm”. Broadcasterinfo
Dergisi. S. 79 (Kasım 2010).
225
KUZEY AFRİKA’DA ARAP BAHARI SÜRECİNDE
SOSYAL MEDYANIN ROLÜ
Xheni Simaku
Özet: Arap Dünyası’nda 2011’deki protesto dalgaları, bölgenin tarihinde daha önce benzer
bir vaka olmaması nedeniyle ilkti. Çevrimiçi ağların göstericiler tarafından ayaklanmaların
dağılması yönünde işlevsel kullanımı, özellikle Batı kamuoyunda, en sık tartışılan konulardan biri haline geldi. Bu yöndeki argümanlardan biri; sosyal ağların, modern toplumların
iletişiminde etkin bir rolü olması, yurttaşlar arasındaki iletişimi kolaylaştırması, bilgi,
fikir alışverişi akışını değiştirmesi gibi özelliklerinin, yıllardır hüküm süren rejimleri devirmeye yönelik protestoları mümkün kılan faktörlerden biri olduğudur. Bu ağlar, ifade özgürlüğü kısıtlanarak yıllarca baskıya maruz kalmış vatandaşlar için kendi aralarında iletişime
geçerek sistemi bozguna uğratmayı deneme yönünde yeni bir kapı olmuştur. Bu bağlamda,
protestocuların başarısında sosyal ağların kullanımının etkinliğini analiz etmeye yönelik
bu çalışmada, sosyal dinamiklerin ve gücün, iletişim bazında, gösterilerde majör bir rolü
olup olmadığı üzerinde durulacaktır. Bu çalışma, Tunus, Mısır ve Libya’daki ayaklanmalar
ile yeni medya arasındaki ilişkiyi mukayese etmeyi amaçlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Sosyal ağlar, Arap baharı, uydu, Kuzey Afrika
THE ROLE OF SOCIAL MEDIA IN THE ARAB SPRING OF THE
NORTH AFRICA
Abstract: The wave of protests that involved the Arab World in 2011 has not precedents
in the history of the region. Much has been discussed, especially on media and on western public opinion, about the role played on the revolts diffusion from the use of Social
Network by demonstrators. These ones, playing a decisive role in the communications of
a modern society and altering the way in which citizens relate, converse and exchange
information, ideas and information among themselves, were listed as one of the possible
new factors that led the popular protests to overturn several decade regimes. Thanks to
such communications, citizens of countries where freedom of expression was for such long
time repressed, have found new channels to get in contact and try to demolish the power
system. It will attempt, therefore, to analyse if really the use of these Social Network may
have had a weight in the success of the protests, or if it has focused attention on the communication factor, at the expense of social dynamics and power that maybe have played
a major role in the demonstrations. This article will attempt to compare and highlight
the relationship between these new media and the uprisings in Tunisia, Egypt and Libya.
Keyword: Social network, Arab spring, satellite TV, North Africa.
226
Giriş
2011’de Kuzey Afrika’da başlayan protestoların ve isyanların yayılmasında medya ve sosyal
ağların kullanımının rolü çok tartışılmaktadır. Bu olayların başlangıcı ve devamında medyanın etkisi batıda da çok tartışılmaktadır. Birçok yorumcu durumu “medya isyanları” olarak değerlendirirken, sosyal ağların protesto etkinliklerinin organize edilmesine ve bilginin
yayılmasına yardımcı olduğunu belirtmektedir. Diğer bir görüş, Arap devletlerinin çok azında internet erişimi olduğunu ve bunların da sadece bazı gizli servisler tarafından kullanıldığını söyleyerek sosyal medyanın rolünü en aza indirmektedir. (Comunello & Anzer, 2012)
“Yasemin Devrimi” ve sosyal medya ile etkileşimini anlamak için öncelikle bölgenin tarihi
ve coğrafyası incelenmelidir:
“Yasemin Devrimi” Tunus’ta başlayan devrimci bir harekettir. 11 Eylül 2010’da genç bir Tunuslu manav olan Muhammed Boauzizi, polis tarafından malına el konulduğu için kendini
ateşe verdi. Bu olay Sidi Bou Said şehrinde gerçekleşti. Burası Tunus’un en fakir bölgeden
biri olup, gençler arasında işsizlik oranı %40 dolayındadır. Bir gencin polisin baskısına
karşılık bu şekilde hayatını kaybetmesi Tunus nüfusunun büyük bir kısmının katılımıyla barışçıl protestoların başlaması neden oldu. Ekonomik sorunlardan doğan protesto; sivil ve
siyasi özgürlük amaçlayan bir biçim almaya başladı. Bu devrimin büyümesinde en önemli
unsur kötü ekonomik koşullar ve 2011 yılının ilk aylarında gelişen olaylardır. Bu dönemde ayrıca rejimin baskıcı yönetimi ve halkın günlük yaşantısındaki zorluklar çok fazlaydı.
(Axford, 2011).
2011’in başlarında Tunus devrimi tüm Kuzey Afrika’ya ve Ortadoğu’ya yayıldı. “Yasemin
Devrimi” nin gücü ve etkisi o kadar büyüktü ki, senelerdir liderliğe soyulmuş otokrat devlet
başkanları da tahtlarından alaşağı edildi. Tunus’ta 1987 yılından beri iktidarda olan Zine el
Abidine Ben Ali olaylardan sonra istifa etmek zorunda kaldı. Mısır’da ayaklanmalar meydana geldi, 1981 yılından beri Cumhurbaşkanı olan Hüsnü Mübarek de istifa etmek zorunda
kaldı. Libya’da İsyan bir iç savaşa dönüştü, NATO güçleri de olaylara dâhil oldu, olaylar
41 yıldır iktidar olan lider Muammer Kaddafi’nin ölümüyle sonuçlandı. Cezayir ve Fas’ta
halk protestoları bu ülkelere göre daha az olmasına rağmen yeni demokratik açılımları ve
reformları doğurdu. (Alqudsi-ghabra, 2012)
Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar öyle tarihi bir anda gerçekleşti ki, aynı zamanda tüm dünyada 2008’den beri devam eden uluslararası kriz ile yüzleşmek gerekti. Kriz sonucunda üretim ve tüketimde, ekonominin her alanında düşüş yaşandı, büyüme hızı yavaşladı, işsizlik
oranın arttı, yoksulluk oranı yükseldi, insanların memnuniyetsizliği arttı. (Dixon, 2011)
Ayaklanmaların olduğu Kuzey Afrika devletlerinin politik ve kurumsal özelliklerine bakıldığında farklılıklar gözlenir. Cezayir “Başkanlık Cumhuriyeti” dir. Ülkede üç kez üst üste başkan seçilen Abdelaziz Bouteflika 1999’dan beri seçime gitmemiştir. Yürütme organı olan
Bakanlar Kurulu’nun başına Ahmed Ouyahia yine cumhurbaşkanı tarafından atanmıştır.
Cezayir’de alt yönetim ve üst yönetim olmak üzere iki meclis vardır, alt meclis 389 üyeden
üst meclis de 144 üyeden oluşur, üst meclisin üyelerinin üçte birini devlet başkanı atar.
Cezayir yasal sistemi Fransız kökenli medeni hukuk ile İslam hukukunun birleşimidir. (Volpi, 2013) Cezayir’de 2011 yılında yoğun işsizlik üzerine gelen zamlar ve ayaklanmalar acil
demokratik reformları getirmiştir. Böylece olası bir rejim değişikliği gerçekleşmemiştir.
Mısır da bir cumhuriyet ülkesidir ki cumhurbaşkanı halk tarafından 6 yıllık süre için seçilir. Yasal sistemi Napolyonik sivil sistem ile İslam hukukundan öğeler içerir. 1981’den
itibaren cumhurbaşkanı olan Hüsnü Mubarek Şubat 2011’de istifa etmek zorunda kaldı.
Cumhurbaşkanının istifasından sonra devlet kontrolü silahlı kuvvetlere geçti ve başındaki
Essam Abdel Aziz Sharaf başbakan olarak görevlendirildi. Tunus da bir cumhuriyet ülkesidir, cumhurbaşkanı 5 yıllık süre için seçilir. 1987’den beri cumhurbaşkanı olan Zine el
Abidine Ben Ali en yüksek oy oranıyla seçilmiştir (2009’da seçimlerde %89,6 oy oranıyla
kazanmıştır) ki bu seçimlerin şeffaf olmadığı ve manipüle edildiği belirtilmektedir. Ocak
2011’de Ben Ali de ayaklanmalar nedeniyle istifa etmek zorunda kalır. Ben Ali rejimin düşmesiyle, cumhurbaşkanlık görevi meclisin eski başkanı Fouad Mebazaa’ya geçti. Bu geçiş
döneminde demokratik ve anayasal reformların oluşturulması ve uygulanması için üç kez
hükümet değişmiştir.
227
Fas ise anayasal monarşi ile yönetilmektedir. 1999’dan beri VI. Muhammed kraldır. Seçimlerde 18 yaşından büyük olan herkes oy hakkına sahip olup başbakanı seçebilir. Anayasal
düzene göre kral Müslüman topluluğun başında olup asker üzerinde doğrudan ve tam
yetkilidir. Yeniden revize edilen 1996 Anayasası’na göre başbakanın yetkisi artırılmıştır,
başbakan son seçimlerde kazanan partilerin arasından seçilen adayların arasından kral
tarafından atanır. Fas’ın yasal sistemi İslam yasası ile Fransız sivil yasalarının karışımından meydana gelmiştir. Fas kralı 2011 yılındaki protestolardan sonra işsizlik ve yoksulluğa
karşı hazırlanan çalışmaları onaylanmıştır. Kral 2011 Temmuz ayında yapılan referandum
sonucunda yeni bir reform hazırlığını da devreye sokmuştur. (Kuhhardt, 2012)
Sivil savaş döneminden Muammer Kaddafi’nin ölümüne kadar Libya devleti formaliteden
ibaret bir halk cumhuriyetidir (Jamahiriya) Jamahiriya ya da devletin hükümeti politik delegelerle değil, halkın da dâhil olduğu yerel meclisler ile yönetilir. Libya’ da hükmetme şekli
otoriter bir devlete benzer. Kaddafi, 1969’dan bu yana tam 41 yıl boyunca halkı yöneten
kral İdris’in monarşisine askeri cunta ile son vermiştir. Devrim Yüksek Konseyi Libya Halk
Cumhuriyeti’ni ilan eder. 1975 yılında Kaddafi, “Yeşil Kitap” isimli üç ciltlik kitap serisinin
ilkini yayınlar. Bu kitaba göre ekonomi, komünizm ile kapitalizmin arasında üçüncü bir
yoldan yönetilmelidir ki bu da Arap Sosyalizmi’dir. Bu düşünceler doğrultusunda yapılan
reformlarla devlet özel sektöre el koydu, devletleştirilme- kamulaştırma başladı. Libyalı vatandaşlara sadece bir konut sahibi olma izni verildi, taşınmaz mülklere devlet tarafından el
konulup ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı. “Yeşil Kitap” Libya için bir anayasa görevi üstlenmeye
başladı çünkü daha önce Libya’nın yazılı anayasası olmamıştı. (Volpi, 2013)
Ancak 2011 yılında isyan protestolarının başlaması ve devletin çok sert karşılık vermesiyle
Libya bir sivil savaşı içine düştü. 8 ay süren bu savaş Kaddafi’nin güçleri ile NATO askeri
gücünün de desteklediği devrim güçleri arasında oldu. 20 Ekim 2012 Sirte’de Kaddafi devrimciler tarafından öldürüldü. Böylece Kuzey Afrika’da uzun süren tek liderli rejim dönemleri kapanmış oldu.
Sosyal Ağlar
Bu ülkelerde izleyici ve ulaşılabilirlik açısından iki tane önemli sosyal ağ vardı: twitter
ve facebook. Twitter 2006 Mart-Temmuz döneminde kurulmuştur. Kullanıcılarına 160 karektere (tweet) kadar bilgi paylaşımı imkânı sağlar. “Mikroblog” esasıyla çalışan ve “internet sms” i olarak tanımlanan bir ağdır. Dünyada en çok takipçiye ulaşan ilk on sitesi
arasına girmiştir. Bu sıra dışı yapısıyla çok kısa sürede 200 milyon bireysel kullanıcı, 190
milyon günlük tweet ve 16 milyar kere arama-tarama rakamlarına ulaşmıştır. Atılan tweetlerle olayların ve bilgilerin paylaşımında giderek artan bir sayıya ulaşılmaktadır. (Paradiso,
2013) Tweet’ler ile bilgi ve fikirler paylaşıldıkça konular hakkındaki farkındalıklar artarak
yayılmakta ve kişilerin sahip olukları fikirler de değişebilmektedir. Bu aynı zamanda kişiler
için daha farklı bir öğrenme yolu olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Facebook ise 2004 Şubat ayında tesis edildi. Facebook, kullanıcılarına kendi profillerini
duyurabilme, kendi çevrelerindekilerin profillerini izleme ve öğrenme ile kendilerine yakın
ilgi alanlarına sahip başka kişilerle tanışma ve arkadaş olma imkânı sağladı. Ayrıca benzer fikirlere sahip kişilerin organize gruplar şekline dönüşmesine katkı sağladı. (Paradiso,2013) 2011 Temmuz ayında dünya üzerinde 750 milyon izleyiciye ulaşan Facebook’un bu
dönemde yeni izleyicilerinin önemli bir bölümü Ortadoğu ülkelerindendi. Aynı dönemde
mobil cihazlarla Facebook’a ulaşanların sayısı 250 milyona ulaşmıştı.
Ortadoğu ülkelerinde Facebook kullanıcılarının sayısı 2011 Nisanında 27.7 milyona ulaştı.
Bu rakam bir önceki yıla göre iki kat artmıştı ve 2011 yılının başından itibaren Facebook
kullanıcıları sayısındaki artış %30 u bulmuştu. (Joffé, 2012)
Bu ülkelerde Twitter ve Facebook dışında diğer sosyal ağlar da çok önem kazanmış, “NetAktivizm” olarak adlandırılan bu ağlar bilgi akışında çok önemli bir yere sahip olmuştur. Arap Baharının başlangıcında bu tür sosyal ağ birlikteliklerinin katkısı kimilerince çok
önemsenmiş ve “virtual NGO - sanal sivil toplum kuruluşları” olarak adlandırılmaktadır.
(Khondker, 2011)
228
Arap Baharı döneminde sosyal paylaşım ağlarından biri olan “Avaaz”ın 9 milyon üyesi
vardı. Sivil toplum ile yönetimler ve uluslararası kuruluşlar arasında doğrudan bağlantı
sağlamaktaydı. Bu bağlantı kendi toplumları ile başka ülke hükümetleri arasında olduğu
gibi uluslararası birlikler (EU veya ONU) ile de oluşturulmuştu. Ayrıca “We Rebild “ve “Telecomix” gibi ağlar kolaylıkla sansürlenemeyen yapılarıyla toplulukların iletişiminde çok
önemli rol oynadı. (Soengas, 2012)
İletişim, eski tip modemler ve anonim internet Proxy ağları üzerinden hükümet sansürü
nedeniyle sorunlu olsa da, farklı ve modifiye olabilir bilgi bankaları (data base) aracılığıyla
bu sorunlar aşılmaya çalışıldı. Uluslararası internet korsanları ( hacker) birleşerek özellikle
Tunus ve Mısır’da etkili olmak üzere devlete ait sitelere siber saldırılar düzenleyerek siteleri çalışamaz hale getirdiler (Anonymous). Wikileaks ve Kablogram gibi internet siteleri
hükümetlerin gizli bilgilerini yayınlayarak muhalif grupları desteklediler.
Uydu Kanalları
Uydu televizyon kanalları bu ülkelerde cereyan eden olaylar hakkında başka ülkelerdeki
halkların da hızı bir şekilde bilgi sahibi olmasını sağladı ve dünyanın ilgisini Kuzey Afrika
ve Ortadoğu’ya çekti. Bu bölgelerde çok aktif bir şekilde yayın yapan Al Jazeera ve Al Arabiya gibi televizyonların yaptığı Arapça yayınlar ve özellikle görüntüler diğer Arap halklarının
da dikkatini çekti. Bu ülke halklarının önemli sorunlarını dile getirdiler, halkın mutsuz olduğu noktaları uluslararası kamuoyuna sundular. Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinin liderlik
sistemi halkın her şeyi doğrudan öğrenmesine engel oluyordu. Ortak dil Arapça sayesinde
bu televizyon yayınlarıyla diğer ülkelere gerçekler anlatılarak toplumsal bilinç oluşturuldu.
Böylece artarda diğer ülkelerde de protestolar gerçekleşti. Bu protestoların içeriği ülkelere
göre farklıydı. Arap uydu kanalları bu değişimde en önemli rolü üstlendi. 1990’ lı yılların
başına kadar sağlıklı haber almak çok zordu ve devlet propagandası dışında, gerçek haberlere erişilemiyordu. Örneğin Irak’ın Kuveyt’i işgalini Suudi Arabistan medyası 3 gün
geç duyurdu. Halk sansürlenmeyen uluslararası haber sağlayıcıların Arapça yayınlarına
yöneldi (Amerikanın Sesi, BBC, Radio Monte Carlo gibi). Uydu kanalları yerel haberciler
kullanarak doğru bilgiyi aktarmaya çalıştılar. (Bettin Lattes, 2012). 1990 da Mısır Uydu Kanalı yayına başladı, bir yıl sonra Ortadoğu Haber Merkezi açıldı. Bu merkezin finansı Suudi
hükumetiydi. Onların başında Suudi kralının akrabası Walid Al-Ibrahim vardı. 1996 yılı
Kasım ayında doğan Al Jazeera bu anlamda çok geniş bir izleyici kitlesine ulaşarak onları
7/24 ekran başına bağlayan ilk haber kanalıydı. Arap dünyasında ilk canlı yayınlar bu kanal
aracılığıyla gerçekleştirildi, politikacılar da görüşlerini bu yolla aktarma fırsatı buldular. Bu
kanalın yatırımcısı olan Katar Emiri Hamad bin Halifa Al Thani’dir. (El-Nevevi & Iskandar,
2004)
Ancak uydu yayınının uzak ülkelere kadar ulaşması ve kanalın buralarda izleyici bulması
olayların, haberlerin tüm bölgeye aktarılması ile çevre halkın bakış açısını değiştirebildi.
Uluslararası yayınların sağladığı gelir ilgi çekti. 2003 yılı Mart ayında Al Arabiya TV kuruldu. Bu kanal Suudi Arabistan’da 24 saat esasına göre yayın yapmaya başlayan ve Arap
milliyetçiliğini yaymaya çalışan Doha merkezli bir kuruluştu. Ortadoğu Haber Ajansının
kontrolündeydi. Bu kanallar aynı zamanda batı ülkelerinin kanallarının giremediği yerlere
de ulaşabiliyor, bölge halkına BBC, CNN gibi kanallardan daha farklı bir perspektifle haberleri veriyordu.
Bu dönemde Al Jazeera ve Al Arabiya, özellikle kritik bölgelerde kritik haberlerle diğer kanallardan daha fazla takip edilmişti. Özellikle Afganistan ve Irak’ta bu haber kanallarının
daha aktif haberler yapması ve diğer kanallardan daha fazla izleniyor oluşu bu kanalların El
Kaide gibi unsurlara yakın olduğu iddiasını gündeme getirmişti. Amerikan ordusunun Felluce operasyonunu CNN ile birlikte takip eden Abu Dabi TV kamerası Irak ahalisinin evine
kadar girebilmişti. Al Arabiya 2004 Kasım ayında Saddam Hüseyin’in mesajını canlı olarak
yayınlayabilmişti. Yine Al Jazeera Bin Laden’in mesajını dünyaya iletmişti.
Bu haber kanallarının diğer haber kanallarına göre örgütlerle bir takım özel bağları olduğu ve farklı manipülasyonlar yaptığı ya da editörlerin veya yöneticilerinin doğrudan bu
gruplarla bağlantılı olup olmadığı kesin olarak bilinemese de gerek dil avantajı gerek yerel
halka daha yakın olmaları, farklı haber kaynaklarına kolay ulaşabildikleri görülür. Ayrıca Al
229
Jazeera ve Al Arabiya sayesinde oluşan toplumsal bilinç, hükümetlerin propagandasına
rağmen gerçekleşmiştir. (El-Nevevi& Iskandar 2004)
Kitlesel hareketlerin hızla yayılması şaşırtıcı değildir. Elbette bölgede mevcut yönetim yapısındaki problemler nedeniyle bu hareketlerin etkisi çok fazla hissedildi. Zaten bu ülkelerde kötü yönetim ve diktatörlük nedeniyle halk ayaklanmaya hazırdı. Yine de Muhammed
Bouazizi’nin kendini yakması ve bu görüntülerin herkes tarafından izlenmesi ve sonradan
sosyal medyada paylaşılması çok önemli bir başlangıç oldu. Bu olaylar Devlet Başkanı Ben
Ali’nin devrilmesine kadar süren bir zincirin başlangıcı oldu. Başlangıçta bu olaylar uluslararası medya çok fazla yankı uyandırmadı. Batıda Bouazizi’nin bu protesto gösterisinin
birbirini takip eden olaylar zincirini başlatacağı ve bir sembol olacağı tahmin edilemezdi.
Tunus halkı neler olup bittiğini Twitter aracılığıyla öğreniyordu. Sosyal medya haberlerin
yayılmasında kritik ve tarihi bir rol oynamıştı. Bunun dışında Twitter ve Facebook protesto
gösterilerinin organizasyonunda etkin bir şekilde kullanılmaya başlanmıştı. (Hostrup Hugbolle & Cavatorta). Arap Baharı sadece Tunus’ta değil Kuzey Afrika ülkelerinin çoğunda
aynı anda başlamıştı.
Tablo1:Protesto sırasında Facebook hesabı açanların ülkelere göre dağılımı1
Facebook, Suriye dışındaki ülkelerde haberleşme ve protesto gösterileri organizasyonlarında çok etkin bir şekilde kullanıldı. Ancak ülkelerde ve yerleşim bölgelerinde farklı etkileri olduğu görüldü. Mısır’da Facebook kullanıcıları internete ulaşma açısından önemli
bölgesel farklar göstermekteydi. Ülke geneline Facebook kullanıcılarının nüfusa oranı %
5.5 dolayında kalmaktaydı. Bu nedenle gösterilerin organizasyonunda Facebook katkısının
Mısır’da daha az olduğu düşünülmektedir. (Wilson & Dunn, 2011)
Facebook’un etkisinin özellikle genç nüfus üzerinden gerçekleştiği düşünülmektedir. Kırsal alanda ve yaşlı nüfus arasında internet erişimi ve Facebook kullanımının olmamakla
beraber, genç nüfusun internet aracılığıyla konuya ilişkin yaydığı fotoğraf ve videolar hükümetler tarafından sansürlenemedi. Kahire’de beş gün süreyle internet erişimi tümüyle engellendi. Bu durum hükümetin istediği sosyal izolasyonu oluşturmakla beraber, dış
dünyayla iletişimi kestiği için ekonomik çöküntüyü de birlikte getirmişti. İnternet erişimin
engellenmesi haberleşme ve organizasyonları engellemeye yetmedi, protestolar devam
etti. Zaten haberleşmenin tümüyle engellenmesi mümkün değildi.(Allagui & Kueber,2011)
Tablo2: Mısır’da protestolar sırasında aylara göre internet kullanım oranı2
1 Ce.S.I. Center for International Studies. 15.11.2014.
2 http://www.google.com/transparencyreport/traffic/?r=EG&l=EVERYTHING&csd=1294957800000&c
ed=129737700000 11.11.2014
230
Internet erişinin kesilmesi ayrıca halkın Mubarek’e duyduğu öfkenin artmasına neden
oldu. Zaten uydu telefonları ve dial-up bağlantılarla da internet kullanmak mümkün olabiliyordu. Mısır’da istihbarat polisi protesto gösterileri ile ilgilenen web kullanıcılarını ve
bloggerları kontrol altına almaya çalışıyordu.(Lotan & al, 2011)
Öte yandan gösteriler sırasında Google Ortadoğu Sorumlusu Wael Ghonim tutuklandı.
Wael Ghonim Tahrir Meydanı’ndaki aktivistlerden biriydi. Bu tutuklama kararı baskılayıcı
yaklaşımın en çarpıcı örneğiydi. Wael Ghonim’in tutuklanması bilginin daha fazla yayılmasına vesile oldu. Öyle ki Ghonim Time dergisinin 2011 yılı en etkin 100 kişi listesine
alındı ve Mısır’daki protestoların sembolü oldu. Wael Ghonim’in Mısır’daki gösterilerin
sembolüne dönüşmesi böyle bir toplumsal öncülüğün politik veya ideolojik bir şey gerektirmediğini gösterebilir. Çünkü Wael Ghonim’in kendi ifadesine göre böyle bir yönü yoktu.
İnternet erişimini engellemek önce Libya’da Kaddafi’ye karşı başlatılan protestolarda denendi. Tripoli gibi büyük merkezler dâhil olmak üzere erişim kesilmişti. Libyalı mühendis
Oushama Abushagur Libyalı ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden farklı iş adamlarının desteğini alarak Bingazi’de telefon merkezi kurdu. Bu merkez cep telefonlarının kablosuz internet
erişimini yeniden canlandırdı. Bu korsan telefon şebekesi ‘Free Libyana” olarak adlandırılır. Bu çalışma Birleşik Arap Emirlikleri tarafından “Etisalat” şebekesiyle desteklendi. Mobil
ağ Libya’nın doğusundaki bölgelerde yapılan askeri operasyonlardan isyancıların haberdar olmasını sağladı. Sosyal ağ Tunus ve Mısır’a ulaştığında 30 yılı aşkın bir suredir devam eden iktidarların sonlanmasına katkıda bulundu. Benzer şekilde Suriye ve Bahreyn’de
liderleri çok zor bir duruma düşürdü. Bu ülkelerde liderler demokratik gerçeklerden çok
uzaklardı ve böylece güçlerini kaybettiler. Halk ekonomik sıkıntılar nedeniyle tükenmişti.
(Axford,2011)
Problemin Tartışması
İran’da gerçekleşen 2009 protestolarında yönetim gösterileri bastırmakta zorlanmadı. Sosyal medya ve gazeteler protestoların yayılmasında ve iletişimde aktif rol oynamışsa da
bir sonuca varılmamış olmasıyla sosyal medyanın gücü tartışılmaya başlandı. Öte yandan
Facebook ve Twitter kullanıcısı olan herkes aslında bireysel gazeteci gibi bir rol üstlendi.
Zira geleneksel medyanın erişmekte zorlandığı her yerde onlar vardı. Sosyal meydanın
bireysel gazetecileri olarak görev yaptılar ancak bir süre sonra inanılırlıkları sorgulanmaya
başlandı. Verdikleri haberler doğru muydu? Halen sosyal medya kullanıcıları video ve fotoğraf paylaşılıyor, gördüklerini değerlendiriyor. Bunun en son örneğini Mısır ve Libya’da
gördük. Sosyal ağ kullanıcıları YouTube aracılığıyla çeşitli videolar paylaştılar. Ancak burada Facebook ve Twitter’dan farklı olarak bir protestonun organize edilmesi için haberleşme
faaliyeti değil dünyanın her yerine bilgi aktarma, haberdar etme amacı vardı. (Greffrath &
Duvenhage, 2014)
Bu konuda ikinci bir yorum şöyledir: Sosyal medya kullanıcıları sayısı gerçek protestocuların sayısını yansıtmamaktadır. Protestocuların sayısı çok daha fazlaydı. Mısır, Tunus ve
Yemen’deki toplam Twitter kullanıcısı sayısı 14 bin olarak belirtilir. Oysa sadece Mısır’ın
nüfusu 80 milyondu. Bazı çevrelerce Arap Baharı “ Facebook ya da Twitter Devrimi” olarak
adlandırılmış ancak internet erişiminin her yerde mümkün olmamasına rağmen hak hareketleri gerçekleşmiştir. 2009’ da Tunus’ta halkın %34 ü internet erişimine sahipken Mısır’da
bu oran % 24 olarak belirtilir. Öte yandan Tunus’ta halkın %16’sının, Mısır’da ise % 7’sinin
Facebook hesabı bulunmaktaydı. Bölgede en yüksek Facebook kullanım oranı Birleşik Arap
Emirlikleri’nde %36, Katar’da %24 ve Lübnan’da %23 şeklindeydi. Sosyal medya kullanıcıları çok yüksek oranda şehirlerde yerleşmişti. Kırsal alanda pek fazla kullanıcı yoktu. Bu
da şehir merkezleri dışından elde edilen görüntülerin gerçek olmama ihtimalini düşündürüyordu. Sosyal medya özellikle Kahire, İskenderiye, Tunus, Manama, Tripoli ve Bingazi’de
odaklanmıştı. Bu bölgelerden yoğun fotoğraf ve video paylaşımı vardı. Bu ülkelerde sosyal
medya kullanıcısı olmak bilgisayar ve akıllı telefona sahip olmak demektir. Bu durum da
para sahibi olmak ve daha yüksek eğitim seviyesinden gelmek anlamını taşır. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı Mısır’da yüzde olarak 28, Tunus’ta 26, Suriye’de 19 ve Libya’da 16
olarak belirtilir. Ayrıca “report sans frontieres” “organizasyonuna göre protesto gösterileri
süresince Mısır, Libya, Suriye ve Suudi Arabistan internet kullanımın sansürlendiği ülkeler
olarak bildirilmişti. Bu ülkelerde internet erişimi filtreleniyor ve kontrol ediliyordu. Hatta
231
Tunus’ta internet kafelerde bütün internet girişleri kayıt altına alınıp, izleniyordu. Bu ülkelerde geleneksel medyanın ön plana çıktığı, özellikle gazetelerin halkı haberdar etmede
önemli rol oynadığı düşünülebilir. Ancak Mısır’da Mübarek’in devrilmesinden sonra askeri
cunta getireceği sosyal reformlar için referandum yaptığında, “Müslüman Kardeşler”in geleneksel medya üzerinden buna karşı yaptığı propaganda işe yaramamıştı. Bunun nedeninin Müslüman Kardeşlerin iyi eğitimli sosyal medya kullanıcısı tarafından desteklenmemesi olarak görülmüştü.
Arap Baharı süreci boyunca geleneksel medya protesto haberlerinde Twitter ve Facebook’u
referans gösterdi. Bu şekilde doğrudan sorumluluk da almamış oldular. Ayrıca uluslararası televizyonlar (BBC, Al Jazeera, Al Arabiya) klasik haber kaynaklarının dışında bireysel
sosyal medya kullanıcılarından oluşan haberci ordusuna sahip olmuştu. Ancak bireysel
medya kullanıcılarının/gönüllü muhabirlerin verdikleri haberlerin doğruluğunu saptamak
da her zaman mümkün olmadı.
Eylem açısından düşünüldüğünde sosyal ağlar binlerce kullanıcıyı sanal ortamda bir araya
getirmesi ile bilgisayar “mouse”unun tek bir hareketi ile gerçek protesto eylemleri oluşturulması arasında önemli bir fark vardır. Sanal ortamda insanların bir araya gelmesi politik
açıdan bir risk oluşturmazken gerçek yaşamda protesto eylemi için bir araya gelen insanlar
bir anlamda kendilerini kurban etmekte, yaşamsal risk almaktadırlar. Sosyal medya, kesinlikle eylemci sayısının hızla artmasını sağlamaktadır. Sosyal ağ kullanıcıları arasında hiyerarşik bir yapılanma da yoktur. Oysa tarihteki devrimlere bakıldığında ciddi bir hiyerarşik
yapılanma gözlenmektedir. Bu yapılanma kurallar içerir. Belli bir merkezden yönetilmeyen
bu tarz çok başlı ve çok sesli muhalefet diktatörlüğe karşı da olsa bir tür organizasyonsuzluk ve ilave olarak diktatörlüğün sonlanmasının ardından eylem ve fikir birliği olmaması
nedeniyle bir eylem stratejisi geliştirilememiş, çok başlılık yaratmış ve kaos devam etmiştir. Bu anlamıyla sosyal ağlara katılmak adeta bir moda akımı sayılmakta ve gerçekte
eylem oluşturmaktan çok olan bitenin ve bir takım gerçeklerin dünyanın başka taraflarına
aktarılması sağlamaktadır. Bazen de teknolojinin bu biçimde kullanımı, internet erişiminin yaygın olması ile örgütlenememiş bir şekilde bir sürü haber yazı ve fikrin uçuşmakta
olduğu bir ortamda ortaya çıkan vizyon ve amaç eksikliği tersine çalışarak eylemlere zarar
da verebilmektedir. Ayrıca yönetimler tarafından getirilen ağ kısıtlamaları ve muhalif görüşlerin filtrelenmesi, hükümetlerin propaganda aracı olarak kullanılabilmesi internet ve
sosyal ağların yapısından kaynaklı durumlardır.
Dünya üzerinde sosyal ağlarla bilgi paylaşımı maliyeti çok azalmış, çok geniş kitlelere
ulaşabilmiş, en son teknolojilerin kullanılmasıyla farklı guruplara ulaşabilmiştir. Internet
kullanımı ve mobil telefonlar ağların gelişmesine çok büyük katkı sağlamaktadır ki bunun
bölgenin sosyo-politik yapısının değişiminde önemi vurgulanmıştır. İnternetin yaygınlaşması, mobil telefonlar ve buna bağlı olarak sosyal ağlar sosyal gerilimin yaratılmasında
sosyal ve politik miras oluşmasında çok önemlidir. En önemlisi 1991 Körfez Savaşı sonrasında” Pan Arab uydu kanallarının doğması eski propaganda yöntemlerinin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bölgenin ortak dil ve ortak tarihi, aynı din ve aynı sosyo-ekonomik koşullar altında olması farklı sınırlar içindeki ülkelerde sürecin zincirleme reaksiyon
şeklinde gelişmesinin nedenidir. Tunuslu genç Bouazzizi’nin eylemi yıllardan beri izole bir
şekilde gerçeklerden kopuk olarak yaşayan halk, hükümetlerin yarattığı sorunlardan sosyal
ağlar ve uydu kanalları aracılığıyla haberdar olmuş olaylar durdurulamaz bir şekilde süratle
yayılmıştır.
Kaynakça
• Allagui I. & Kuebler J., The Arab Spring and the Role of ICTs Editorial Introduction . In:
International Journal of Communication.1435-1442. 2011.
• Alqudsi-ghabra T., Creative use of Social Media in the Revolution of Tunisia, Egypt, Libya, In: The international Journal of Interdisciplinary Social Sciences. Pp. 1833-2882. 2012.
• Axford B., Talk about Revolution: Social Media and the MENA Uprisings. In: Globalizations. 2011.
• Bettin Lattes G., Il Mediterraneo tra la Primavera Araba e un Autunno Europeo. In :Società Mutamento Politica. Pp. 5-16. 2012.
• Breuer A. & Groshek J., Online Media and Offline Empowerement in Post-Rebellion Tu-
232
nisia: An Analysis of Internet Use During Democratic Transition. In:Journal of Information
Technology & Politics. Pp. 25-44. 2014.
• Comunello F. &Anzer G., Will the revolutin be tweeted? A conceptual framework for understanding the social media and the Arab Spring. In: Islam and Christian-Muslim Relations. Pp.453-470. 2012.
• Dixon M., An Arab spring. In: Review of African Political Economy. Pp. 309-316. 2011.
• El-Nevevi M. & Iskandar A., El-Cezire, Ortadogu’yu Degistiren Haber Kanali. Gelenek
Yayinlari, 2004.
• Greffrath W. & Duvenhage A., The Arab Spring: Theoretical perspectives on the regimes
of North Afrika and the Middle East. In: South African Journal of International Affairs. Pp.
27-44. 2014.
• Hinnebuch R., Authoritarian persistence, democratization theory and the Middle East:
an overview and critique. In: Democratization. Pp. 373-395. 2006.
• Hostrup Haugbolle R. & Cavatorta F., “Vive la grande famille des médias tunisiens” Media
reform, authoritarian resilience and societal responses in Tunisia. In: The Journal of North
African Studies. Pp. 97- 112. 2012.
• Joffé G., The Arab Spring in North Africa: origins and prospects. In:The Journal of North
African Studies. Pp. 507-532. 2011.
• Khondker H.H., Role of the new Media in the Arab Springs, in: Globalizations, pp.675679. 2011.
• Kuhhardt L., The Resilience of Arab Monarchy. In:Policy Review. Pp. 57-67. 2012.
• Lotan, Graeff, Ananny, Gaffney, Pearce, & Boyd., The Revolutions Were Tweeted: Information Flows During the 2011 Tunisian and Egyptian Revolutions .
• Paradiso, M. , The Role of Information and Communications Technologies in Migrants
from Tunisi’s Jasmine Revolution, In: Growth and Change, pp. 168-182. March 2013.
• Soengas X.; The Role of the Internet and Social Networks in the Arab Uprisings-An Alternative to official Press Censorship. In:Scientific Journal of Media Education. Pp147-155.
2013.
• Volpi F., Explaining (and re-explaining) political change in the Middle East during the
ARab Springs: trajectors of democratization and of authoritarianism in the Maghreb. In:
Democratization.pp. 969-990. 2013.
• Wilson Ch. & Dunn A., Digital Media in the Egyptian Revolution: Descriptive Analysis
from the Tahrir Data Sets. In: International Journal of Communication. Pp. 1248-1272. 2011.
233
TÜRKİYE’DE KAMU SEKTÖRÜNDE HALKLA İLİŞKİLER
BÖLÜMLERİNİN YAPISAL SORUNLARI VE ÇALIŞANLAR ÜZERİNE
BİR DEĞERLENDİRME
Yener Lütfü MERT
Özet: Türkiye’de kamu yönetimi alanında halkla ilişkiler bölümlerinin yasal zemine oturtulmaya başlandığı ve örgütlendiği 1980’li yıllar dünyada kamu yönetiminde önemli dönüşümlerin gerçekleştiği bir dönemi işaret etmektedir. Küreselleşmenin etkisiyle Türk kamu
yönetiminde yaşanan bu dönüşüm halkla ilişkiler bölümlerinde kendini birtakım yapısal
değişikliklerle göstermiştir. Halkla ilişkiler bölümleri kamunun özel sektör mantığıyla hareket alanına kavuşturulması bakış açısından hareketle yeniden kurgulanmaya başlanmıştır.
Ancak, bu yapılanma pek çok eksiklik ve sorunları beraberinde getirmiştir. Yasal örgütlenmenin yeterli olmadığı ve temelde halkla ilişkiler olgusuna kamu yöneticilerinin sorunlu
bakış sergilemeleri nedeniyle yaşanan bu durum halkla ilişkiler olgusunun yerleşmesinde
ve dolayısıyla çalışanlar üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Söz konusu birimlerin
bütünsel halkla ilişkiler etkinliğini gerçekleştirebilmeleri için örgütlenmelerinde yeniden
düzenlemeye gidilmesi ve siyasal aktörlerin etkilerinin olabildiğince azaltılacağı, istisnai
kadro statüsünün liyakate göre düzenleneceği, alandan eğitim görmüş çalışanlardan oluşan bir yapılanmaya gidilmelidir. Çalışmada kamu kurumlarının halkla ilişkiler bölümlerinde günümüzde yaşanan sorunların kaynağı tartışılmakta ve bölümlerin yeniden yapılandırılması yönünde ne tür çözümlerin ortaya konulması gerektiği irdelenmektedir.
Anahtar sözcükler: halkla ilişkiler, tanıma, tanıtma, çalışanlar, basın ve halkla ilişkiler müşavirlikleri
AN EVALUATION ON STRUCTURAL PROBLEMS OF THE PUBLIC
RELATIONS DEPARTMENTS IN TURKISH PUBLIC SECTOR AND
THEIR IMPACT ON THE RELATED EMPLOYEES
Abstract: The 1980s, when the public relations departments in the public administration
sector of Turkey have started to be organized and based to legal grounds and gained
corporate identity, underlines a period when important transitions has occurred in public
sector in the world. This transition that is experienced in the Turkish Public Sector through
the impact of globalization has manifested itself by several structural changes that occurred in public relations departments in Turkey. The public relations departments is started
to be reconstructed as a whole in order to acquire a private sector the perspective and approach of free market economy. However this reconstruction has brought forward several
shortcomings and problems together with it. This condition which is encountered in an
environment where the judicial organization is not sufficient and that the public administrators exhibited a somewhat problematic opinion toward the public relations phenomenon seem to lead to a detrimental impact in settlement of public relations disciplines and
hence on its related employees. In this study, the sources of problems that are currently
experienced in public sector are discussed and the issue of what kind of solutions should
be applied in order to reconstruct these departments are discussed.
Keywords: Public relations, recognition, presentation, employees, public information agency undersecretaries.
234
Giriş
Yöneten-yönetilen ilişkisinin olduğu her dönemde halkla ilişkiler olgusundan söz edilmekle birlikte1 modern anlamda halkla ilişkiler kavramı 20. yüzyıla ait bir yapılanmayı içinde
barındırmaktadır. Temelde “Bir örgütle o örgütün ilişkide bulunduğu kamular arasındaki
iletişimin yönetimi” (Grunig ve Hunt, 1984, s.6) olarak tanımlanan halkla ilişkiler “tanıma”
ve “tanıtma” işlevini kapsamaktadır. Tanıma işlevi, yönetimin halkın talep ve beklentilerini
izleme olarak ortaya çıkarken tanıtma işlevi ise kamunun gerçekleştirdiği hizmetlerin ve
çıktıların çeşitli araçlarla halka anlatılması olarak görülmektedir (Kazancı, 2002, s.68-154).
Bu iki işlevi karşılıklı anlayışa dayandıran Amerikan Halkla İlişkiler Derneği Public Relations Society of America (PRSA), halkla ilişkileri “demokratik toplum tarafından daha etkili
kararlar verme ve örgütler ile kamuları arasında karşılıklı anlayışa dayalı hizmet vermek için
uyum politikaları geliştirme işlevini yerine getirme” (http://www.prsa.org) şeklinde ifade
etmektedir.
Türkiye’de kamu sektöründe gelişen halkla ilişkiler çalışmaları izlendiğinde 1960’lı yıllarda
alana ilişkin kayda değer yasal çalışmaların ortaya konulmaya başlandığı gözlenmektedir
(Okay ve Okay, 2011; Tortop, 1975; Asna, 1998; Uysal, 1998). Planlı dönemin başladığı bu
yıllarda vatandaşın verilen hizmetlerde rızasının alınması ve örgütlü bir şekilde kendini
ifade etmesi ön planda tutulmuştur. Bu kapsamda ilk halkla ilişkiler birimi örgütlenmesi
olarak Devlet Planlama Teşkilatı tarafından henüz 1961 Anayasası yürürlüğe girmeden bir
yıl önce hizmete giren “Yayın ve Temsil Birimi”nin (Ertekin, 1983, s.23) öncülük ettiği bir
yapısal süreç görülmektedir. Hemen devamında halkla ilişkiler olgusu kurumsallaşmaya
başlamış ve bu yıllarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının Eğitim ve Tanıtım Şubesi
eliyle kurgulanan bir diğer halkla ilişkiler çalışması nüfus planlaması üzerine olmuştur
(Asna, 1998, s.64). Asna (1969, s.102), daha önceki bir tarihte 1969 yılında yaptığı çalışmada Başbakanlık ve birçok bakanlığın merkez örgütlenmesinde halkla ilişkiler birimlerinin
çeşitli adlar altında oluşturulduğunu, ancak bu birimlerin daha çok yayın çalışması gerçekleştirdiklerini ve geniş anlamda halkla ilişkiler yapmadıklarını belirtmektedir. Yine, 1980’li
yıllara kadar kısa adı MEHTAP olan Merkezi Hükümet Teşkilatı Araştırma Projesi geliştirildiği ve 1971 yılında İdari Danışma Merkezinin (Mıhçıoğlu, 1986) kamu yönetiminin ilk
merkezileştirilmiş halkla ilişkiler çabası olarak (Yamanoğlu vd., 2013, s.111-114) çalışmalar
yaptığı bilinmektedir.
Türk kamu yönetiminde halkla ilişkiler alanında geniş çaplı birimlerin oluşturulması ve
uygulamaya konulmasının 1980’li yıllarda yeni kamu yönetimi anlayışının gelişmesiyle ortaya çıktığı söylenebilir. Yeni Kamu Yönetimi anlayışı küreselleşmenin etkisiyle geleneksel
devletçi yaklaşımın ötesinde kamu kurumlarının da özel sektör mantığıyla hareket etmesi
sürecine dayanmaktadır. Bu kapsamda ilk olarak 1984 yılında Bakanlıkların kuruluş görev
ve esaslarını yeniden düzenleyen 202 Sayılı Yasada kararname ile tüm kamu kuruluşlarındaki ilgili birimler Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği adını almış ve süreç içerisinde kamu
kuruluşlarında ve yerel yönetimlerde halkla ilişkiler birimlerinin sayıları rakamsal olarak
artış kaydetmiştir (Erdoğan, 2006, s.173-175). Diğer bir deyişle, halkla ilişkiler birimleri
artık yeni kamu yönetimi anlayışı ile paralel olarak kamu yönetiminin işlevsel bir parçası
olmaya başlamıştır. Ancak yasalarla yapılan birçok düzenleme ile halkla ilişkiler birimleri
istenilen işlevselliği kazanamamış, gerek yapılanma gerekse çalışanlar açısından ve dolayısıyla yönetim açısından gerçekçi bir uygulama ile yerine oturtulamamıştır.
Bu çalışmada 1980 sonrası yasal düzenlemelerle etkinleştirilmeye çalışılan halkla ilişkiler
birimlerinin uygulama sürecinde istenilen etkinliğe ulaşamaması durumu, yaşanılan sorunlar, personelin çalışma sistemi ile birlikte göz önüne alınarak irdelenmeye çalışılacaktır. Bu bağlamda öncelikle birimlerin yapılandırılmasının nasıl gerçekleştiği, yöneticilerin
tutumu ve 2000’li yıllarda gelişen taşeron firma elemanı çalıştırma hususlarının sorunlu
yönleri tartışılacaktır.
1 Eski Roma’da Demostenes ve Cicero gibi hatiplerin açık alanlarda halkı etkileyen konuşmalarından,
Makedonya Kralı Büyük İskender’in İran seferinde Pers giysileri giymesine, J. Sezar’ın Galya Valisi olarak elde ettiği başarıları, sık sık gönderdiği habercilerle Romalılara duyurması eski çağlardan bu yana
halkla ilişkiler etkinliğinin gerçekleştiğini
235
1.Halkla ilişkiler bölümlerinin yapılandırılması
1980 sonrası dönemde kamu yönetimi tarafından alanda yapılan önemli değişiklik yukarıda belirtildiği üzere 1984 yılında çıkarılan Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği Kararnamesidir2 (Tortop, 1993, s.23). Bakanlıkların merkez ve taşra teşkilatının yeniden yapılandırılması kapsamında çıkarılan kararnamenin 26. maddesinde “Bakanlıklarda basın ve halkla
ilişkilerle ilgili faaliyetleri planlamak ve bu faaliyetlerin belirlenecek usul ve ilkelere göre
yürütülmesini sağlamak üzere Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği teşkil edilebilir.” şeklinde ifade yer almaktadır. Hemen devamında çıkarılan “Başbakanlık Teşkilatı Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun”3 ile Başbakanlık
Merkez Teşkilatında Basın Müşavirliği ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığının görevleri belirlenmiştir. Basın Müşavirliğinin görevleri Başbakan ve yardımcıları ile devlet bakanlıklarının
basınla ilişkilerini düzenlemek olarak belirlenirken Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığının
görev kapsamında ise hükümet çalışmalarının kamuoyundaki etkilerini değerlendirmek,
vatandaşların istek ve şikayetlerini incelemek ve kamu kurumları arasındaki işbirliği görevini yerine getirmek olarak belirlenmiştir. Daha sonra çıkarılan çeşitli kararnamelerle
Adalet, İçişleri, Maliye, Milli Eğitim, Sağlık, Ulaştırma, Tarım, Çalışma, Sanayi, Enerji ve
Kültür Bakanlıklarında Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirlikleri kurulmuştur (Canpolat, 2012,
s.196). Bu yasal düzenlemelerle halkla ilişkilerin bir parçası olan basınla ilişkiler bu alanın
içinden adeta çıkarılmış ve onu önceleyen bir konuma getirilmiştir (Uysal, 1998¸ s.135).
Bakanlıklarla ilgili birçok yasal düzenlemeyle oluşturulmaya çalışılan Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliklerinin görevleri belirlenirken kurumların gerekli alt düzenlemeleri yapabilecekleri belirtilmiş, ancak uygulamaya gelindiğinde geniş kapsamlı bir halkla ilişkiler faaliyetini görmek gerçekte pek mümkün olamamıştır. Bakanlıklarda birkaç istisna dışında4
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği şeklinde bir örgütlenmeye gidilmekle birlikte kendi
halkla ilişkiler bölümlerini oluşturan kamu kurumlarına ve yerel yönetimlere gelindiğinde
uygulamada sayısal anlamda birimlerin oluşturulduğu görülmekte; ancak farklı adlar ve
birimlerin çatısı altında halkla ilişkiler uygulamaları ortaya konulmaktadır. Bu yapı, bazen
basın büroları örgütlenmesi şeklinde görülürken bazen de halkla ilişkiler şube müdürlüğü
şeklinde kurgulanmıştır.
1.1. Halkla ilişkiler çalışmalarının parçalı bir yapıda örgütlenmesi
Halkla ilişkiler etkinliği konusunda yapılacak bir değerlendirmede temelde öngörülen tanıma ve tanıtma işlevlerinin ikisinin bir arada çeşitli araçlarla yürütülmesi önemlidir. Bu
işlevler ise basın ve halkla ilişkiler çalışmalarının bir bütün şeklinde kurgulanması ve yönetim işlevi olarak gerçekleşmesidir. Yönetsel işlev olarak halkla ilişkilerin kurgulanmasında ise beklenen, sözkonusu alanın doğrudan üst yöneticiye bağlı olması ve birlikte hareket
etmesidir (Uysal, 1998, s.144). Türk kamu yönetiminde halkla ilişkiler bölümleri bu açıdan
incelendiğinde sorunlu görünmektedir. Örneğin, yukarıda belirtilen örgütlenmede Başbakanlık teşkilatının Basın Müşavirliği ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı olarak kurgulanmasından sonra çeşitli kurumlar bölümleri oluştururken bu yapıya bağlı kalmakta, ancak
bazı bakanlıklarda Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliklerinin müdürlük düzeyinde veya bir
daire başkanlığına bağlı olarak çalıştığı izlenmektedir. Bu kurgunun günümüze değin fazla
bir yapısal değişikliğe uğramadan yansıdığı söylenebilir.
Günümüzdeki yapıya Bakanlık ve kurumlar açısından örnek vermek gerekirse, Kalkınma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, organizasyon şemasında Müsteşar yardımcısına bağlı çalışmaktadır. Sağlık Bakanlığında ise Basın Müşavirliği ve Halkla İlişkiler Dairesi
Başkanlığı ayrı birimler halinde örgütlenmiş; Basın Müşavirliği ile Halkla İlişkiler Dairesi
Başkanlığı farklı bir müsteşar yardımcısına bağlı hizmet vermektedir. Halkla ilişkiler örgütlenmesi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının ilgili kuruluşu olan Türkiye Petrolleri
2 Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 Sayılı Kararname ile 13/12/1983 Gün ve 174
Sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkındaki Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkındaki 202 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkındaki Kararname, 18540 Sayılı Resmi Gazete.
3 19/10/1984 tarih ve 18550 sayılı Resmi Gazete
4 Bunlar; Başbakanlık bünyesinde kurulan Basın Müşavirliği ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığının
ayrı kurulması; Milli Savunma Bakanlığında Basın ve Protokol Şube Müdürlüğü adı altında ve Dışişleri
Bakanlığında ise Enformasyon ve Tanıtma Dairesi Başkanlığı adıyla birimlerin oluşturulması şeklindedir (Bilgin, 1994, s.56).
236
Anonim Ortaklığında ise Stratejik Planlama Dairesinin altında bir müdürlük olarak görülmektedir. Bu durum kuşkusuz üst yönetime ulaşmayı zorlaştırmakta ve halkla ilişkiler alanına verilen önemin yeterli olmadığına işaret etmektedir. Çünkü halkla ilişkiler etkinliğinin
kuşkusuz hızlı ve doğrudan üst yönetimin vereceği kararlarla işlerlik kazanması olasıdır.
Bölümlerdeki bu parçalı yapı, yönetim işlevinin gerçekçi bir şekilde uygulamaya konulamadığını işaret ettiği gibi, bağlı bulunulan üst yöneticilerin anlık kararlarıyla değişebilen bir
örgütlenme olgusunun olduğunu da gözler önüne sermektedir.
1.2. Yönetici odaklı halkla ilişkiler
Kamuda halkla ilişkiler örgütlenmesinde diğer bir konu da özellikle yönetici odaklı halkla
ilişkiler etkinliğinden söz edilmesidir. Bütünsel bir halkla ilişkiler etkinliğinden çok yöneticilerin kararları doğrultusunda yürütülen bu çalışmalar bir anlamda zaman zaman
yöneticinin kamuoyu nezdinde aklanması sonucunu ortaya koyabileceği düşünülebilir.
Nitekim, basınla ilişkilerde özellikle yöneticinin haberlerde ön plana çıkarılması bu hususun odak noktasını oluşturmaktadır. Karar mekanizmasındaki yöneticinin süzgecinden
geçen her basın bülteni büyük oranda tek yönlü kalmak durumundadır. Özellikle gazete ve
televizyonlarda çalışan sayısının az olması nedeniyle kurumun geçtiği haberlerin kullanılması ve siyasal iktidarın kolayca gündem oluşturabilmesi açısından özellikle kamuoyuna
yansıması kurumdan çok yönetici odaklı gerçekleşmektedir. Sonuçta ortaya çıkan durum,
özellikle Bakanlıklarda bakan odaklı bir iletişim sürecinin ortaya konulması, dolayısıyla
yönetici iletişiminin sağlanması olarak görülebilir. Bu bakış açısıyla kurumsal bir yapıya
sahip olması gereken halkla ilişkiler etkinliği yöneticinin kişiliği ile özdeşleşmekte ve bu
haliyle kamuoyuna yansıtılmaktadır. Yani özünde gerçek anlamda halkla ilişkiler birimlerinin kurumsallaşmasından söz etmek mümkün olamamaktadır.
1.3. Halkla ilişkilerde taşeron istihdamı
1990’lı yıllarda başlayan taşeron firma yoluyla hizmet satın alınması yöntemi yalnızca
güvenlik ve yemek hizmetleri alanında gerçekleşirken 2000’li yıllardan günümüze doğru
evrilerek halkla ilişkiler alanında da kullanılmaya başlanmıştır. Hatta bu durum gerek Bakanlıklar gerekse kamu kurumları ve yerel yönetimler tarafından pratik bir çözüm olarak
sıkça başvurulan bir yöntem haline dönüşmüştür. Örneğin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,
Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve belediyelerde çok sayıda taşeron
firma elemanı istihdam edilmektedir. Böylece bir yandan kadrolu eleman istihdam edilirken diğer yandan düşük ücretle taşeron firma çalışanı eliyle hizmet verilmektedir. Bu
noktada dikkat çeken husus, özellikle çağrı merkezi bulunan Bakanlık ve belediyelerde yüz
kişinin üzerinde şirket personeli istihdam ediliyor olması ve bu personele kadro verilmediği için işgücü devir hızının oldukça yüksek olmasıdır. Birebir yapılan görüşmelere göre
örneğin, Ankara Büyükşehir Belediyesi Mavi Masa Çağrı Merkezinde üç yüz kişi, Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı Çağrı Merkezinde iki yüz kişinin üzerinde dışarıdan eleman istihdam edildiği görülmektedir. Bu olgu, 1980 sonrası gelişen neoliberal politikalar sonucu
kamunun özel sektör mantığıyla hareket etmesi bakışıyla gerçekleştirilirken çalışan devir
hızının yüksek olması, çalışanların ücretlerinin ve motivasyonun düşük olması sonucunda
kurumsal aidiyetin sağlanamaması ile birlikte emeğin örgütlenememesini de beraberinde
getirmektedir.
1.4. Ajanslar kanalıyla dışarıdan hizmet satın alma yoluyla halkla ilişkiler
Halkla ilişkiler hizmetleri zaman zaman dışarıdan hizmet satın alınması yoluyla çeşitli
ajanslar eliyle yürütülmektedir. Sistem, kurumda çalışan az sayıda kişi ve ajans arasında
gerçekleştirilen sözleşme üzerinden yürütülmektedir. Amerika gibi farklı ülkelerde örneği sıkça görülen az sayıda çalışanla halkla ilişkiler hizmetlerini yerine getirme açısından
olumlu değerlendirilebilecek bu durumun (Okay ve Okay, 2012, s.73) ajanslara ödenen
yıllık sözleşme ücretleriyle kurumların kendi çatısı altında eleman istihdamıyla gerçekleştirilmesiyle ekonomik maliyetinin karşılaştırılması sonucunda ancak değerlendirilmesi
olasıdır. Diğer bir açıdan yapılacak değerlendirmede ise kurumun çalışanlarının her türlü
hizmeti ajans kanalıyla gerçekleştirdikleri için kendilerini yetiştirme olanağının göz ardı
edebilme şeklinde görülebilir. Bu nedenle gerek ekonomik maliyet gerekse işlerin niteliği
açısından konu değerlendirmeye açıktır ve üzerinde daha fazla veriyle çalışma yapılarak
gerçekçi sonuçlara ulaşmanın mümkün olabileceği düşünülmektedir.
237
2. Halkla ilişkiler bölümlerinde çalışanlar ve sorunları
Halkla ilişkiler bölümlerinin örgütlenmesine baktıktan sonra bu bölümlerde çalışanların
nitelikleri ve yaşadıkları sorunlara değinmek gerekmektedir. Yukarıda sözü edilen parçalı
yapı ile birlikte kurumlar arasında pek çok farklılık olmasına karşın çalışanların sorunları
ve sistemdeki yerleri hemen hemen ortak bir özellik arz etmektedir. Bu sorunların başında
personelin nitelikleri, eğitim durumları, halkla ilişkiler alanının bir meslek olarak görülmesinde yaşanan sıkıntılar ve yönetimlerin bu alana bakışındaki aksaklıklar gelmektedir.
2.1. Basın ve halkla ilişkiler müşavirlerinin atanması
Bakanlıklarda Basın Müşavirlerinin istisnai kadro ile atanabilme kolaylığının bulunması
yaşanan sorunlardan biri olarak görülebilir. Bakanlıkların Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği birimlerinin yasal durum gereği oluştuğu, ancak söz konusu birimlere atanacak müşavirlerin “istisnai kadro” ile alınması sonucunda aslında durumun yöneticilerin beklentilerine uygun çalışan ve bağlılığın olması nedeniyle “siyasal kimlikli” yapının görünür olduğu
söylenebilir. Çünkü, örneğin bir Bakanla gelen müşavir kurumun amaç ve etkinliklerinden
çok Bakanın halkla ilişkilerini yapmak durumunda veya onun ideolojisini yansıtmak zorunda kalmaktadır. Bunun yanı sıra istisnai kadrolarla eleman alımı siyasal nitelikli yapının
çevre kadrosu oluşturma niteliğine de sahip olmaktadır. Nitekim, bakanlıklardaki Basın
ve Halkla İlişkiler Müşavirleri, yönetimdeki bakanın isteği doğrultusunda açıktan atama
ile alım yapıldıktan bir müddet sonra çalışanın farklı birimlere kaydırılması şeklinde de
gerçekleşmekte, bu durum kamu çalışanları arasında eşitliği zedelemektedir. Buna örnek
olarak 2011 yılında kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde 2014 yılı ortalarına
kadar beş ayrı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirinin açıktan atama şeklinde göreve başlamış
olması gösterilebilir. Bunun örnekleri belediyeler ve valiliklerde de gözlenmektedir. Oysa
“kamu örgütünde esas olanın halkla ilişkilerin kuruma yönelik olmasıdır. Başka deyişle bir
bakanlıkta bakana değil bakanlığa, yerel yönetimde belediye başkanına değil, belediyenin
kendisine yönelmelidir.” (Uysal, 1998, s.145).
2.2. Personel sayısının yetersizliği
Halkla ilişkiler birimlerinde çalışan personel sayısının hizmeti yerine getirecek kadar yeter sayıda olmadığı görülmektedir. Kuşkusuz personel sayısı değerlendirme için tek ölçüt
olmamalıdır, ancak iç ve dış hedef kitleyle iletişim kurmak durumunda olan bir birimin
çalışan sayısının da toplam çalışan sayısına ve kurumun halkla ilişkiler çabasına göre değerlendirilmesi gerekir. Acar (1994, s.74) araştırmasında kamu kurumlarındaki halkla ilişkiler birimlerinin yüzde 18’inde birim yöneticisi dahil 1 personel, yüzde 19’unda 2 personel,
yüzde 11’inde 3 personel, yüzde 10’unda 4 personel, yüzde 5’inde 5 personel, yüzde 8’inde
6 personel, yüzde 20’sinde 7 veya daha fazla personelin görev yaptığını ortaya koymuştur.
Yakın dönemde kamu kurumlarında yönetici ve çalışanlar üzerinde yapılan nitel bir çalışmada (Mert, 2015, s.171) geçmişe oranla söz konusu birimlerde çalışan sayısının yüksek
olduğu görülmekle birlikte yeteri düzeyde olmadığı ortaya konulmuştur. Buna göre örneğin Kalkınma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğinde yönetici dahil 11 personel,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığında 11 personel, Ulaştırma ve Denizcilik Bakanlığında 10 personel, Sağlık Bakanlığında 20 personel görev yapmaktadır. Ayrıca bu çalışanların da sık
sık yer değiştirdiği veya farklı birimlerden eğitim durumuna bakılmaksızın bu birimlere
eleman gönderildiği bulgulanmıştır.
Bu bulgulardan hareketle personel sayısının yetersiz olması nedeniyle bütünsel bir halkla
ilişkiler etkinliğinden söz edilmesi pek olası görünmemektedir. Bu durum ya dışarıdan
hizmet satın alınması veya birimin daha az işlevsel olması sonucunu beraberinde getirmektedir.
2.3. Çalışanların nitelikleri
Halkla ilişkiler bölümlerinde çalışanların etkinliklerin gerçekleştirilmesinde yetkin ve uzman olması gerekmektedir. Bunun sağlanabilmesi için başarıya giden yolda gereken, öncelikle bu birimlerde çalışanların eğitimli ve alandan gelmesidir. Bilgin’in (1994, s.55-58)
Başbakanlık örgüt yapılarında yer alan halkla ilişkiler birimleri üzerinde yaptığı bir çalışmaya göre, bu birimlerde toplam 168 kişi çalışmakta; bunların 9’u ilkokul, 10’u orta okul,
53’ü lise, 86’sı üniversite ve 10’u yüksek lisans mezunudur. Buna göre bu kişilerin yarıdan
fazlası üniversite ve yüksek lisans öğrenimi görmüş kişilerden oluşmaktadır. Bu durum
238
olumlu olmakla birlikte, ankete katılan yalnızca 21 kişinin yani yüzde 12.5’inin halkla ilişkiler eğitimi almış olması düşündürücüdür. Oysa halkla ilişkiler çalışanının işi gereği sosyal
bilimlerin pek çok alanıyla ilgili bilgi sahibi olması gerekmektedir. Nitekim üniversitelerin
halkla ilişkiler bölümlerinin programında alan dersleri dışında hukuk, siyaset bilimi, sosyoloji, istatistik ve ekonomi gibi başlıklar ders programlarında yer almaktadır (Yamanoğlu,
2013, s.230-37- ekler bölümü).
Mert’in (2015, s.200) ortaya koyduğu araştırmada ise örneklem olarak belirlenen 8 Bakanlık
ve 10 kamu kurumunda görüşme yapılan toplam 41 kişiden ancak 15’i İletişim Fakültesi
mezunudur. Bu veriler halkla ilişkiler alanında iletişim fakültelerinden mezun çalışanların
sayısının geçmişe göre arttığını göstermekle birlikte toplam kişi sayısı içerisinde İletişim
Fakültesi mezunlarının sayısının %50’yi bile bulmaması düşündürücüdür. Aynı araştırmada görüşme yapılanların büyük bir bölümünün lisans mezunu ve daha üst eğitim düzeyine sahip olmalarına karşın halkla ilişkiler formasyonuna sahip olmadıkları görülmektedir.
Bölüme eleman alımlarında beklentinin alana uygun kişiler olmasına karşın gerek eğitimlerinin bu alanda olmaması, gerek kurum içinde yatay geçişle herhangi bir birimden
alım yapılması, gerekse iletişim alanından mezun olmasına karşın deneyimli olmamaları
yetişmiş eleman sorununu ortaya koymaktadır. Bunun nedeninin halkla ilişkiler bölümlerine kamu yönetimi nezdinde yeterince önem verilmediği ve bir uzmanlık alanına sahip
olmayan, hatta vasıfsız herhangi birinin de bu alanda hizmet verebileceği varsayımından
hareket edilmesinden kaynaklandığı söylenebilir. Bu noktadan hareketle siyasal aktörlerin
rahatlıkla bu bölümleri istedikleri gibi kullandıkları açıkça görülmektedir.
2.4. Halkla ilişkiler çalışanlarında kariyer planlama eksikliği
Türk kamu yönetiminde halkla ilişkiler bölümlerinde çalışanların diğer bölümlerden ayrıştığı önemli bir nokta insan kaynakları yönetimi kapsamında kariyer planlama eksikliğinin
görülmesidir. Bu birimlerde çalışanların istihdam edilmesi büyük oranda başka birimlerden yatay geçiş şeklinde olmakta, açıktan atama şeklinde alım yapılanların ise memur olarak istihdam edilmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS)
ile eleman alımlarında memur olarak alınan çalışanların kariyer planlamasında yükselmesi büyük oranda mümkün olmamaktadır. Oysa kamu kurumlarının pek çoğunda B grubu
olarak adlandırılan uzmanlık gerektiren alanlarda uzman yardımcısı olarak işe başlayan
çalışanlar belirli bir süre sonra yeterliliklerine uygun olarak uzmanlık ve başuzmanlık gibi
kariyer basamaklarına yükselebilmektedir. Konuyla ilgili son dönemde bazı Bakanlıklarda
halkla ilişkiler alanına alınacakların kariyer meslek grubu olarak değerlendirilmesi çalışmaları söz konusu olmakla birlikte Türk kamu yönetiminde maalesef henüz bu durum uygulama alanı bulamamıştır. Bu durum çalışanların motivasyonunu etkilemekte ve beklenti
düzeyleri düşen çalışanlar meslek yaşamının sonuna kadar aynı kadro ile çalışmayı sürdürmek durumundadırlar.
Sonuç
Türk kamu yönetiminde halkla ilişkiler bölümlerinin örgütlenmesi yasal bir zemine dayanmakla birlikte örgütlenme ve çalışanların niteliği konusunda pek çok eksikliği içinde
barındırmaktadır. Yeni Kamu Yönetimi anlayışıyla önemli bir dönüşüm yaşayan Türk kamu
yönetimi, aynı dönüşümü halkla ilişkiler birimlerinde de yaşamaktadır. Ancak, yönetim
işlevi olarak görülen halkla ilişkiler, yönetici iletişimi ağırlıklı olarak yürümekte, dolayısıyla
örgütlenme ve çalışan kurgusu büyük oranda yönetici odaklı olmaktadır. Bu nedenle alanla
ilgili değerlendirmenin yöneticilere göre değiştiği ve örgütlendiği bu yapının kurumsal bir
bakış açısına dönüştürülmesi temel gerekliliklerden biridir. Yöneticilerin görevinin sona
ermesiyle yeniden kurgulanan bu birimlerin görev tanımlarının yeniden koşullara uygun
bir şekilde tanımlanması gerekmektedir. Öte yandan çalışanların kamu hizmetlerini temsil
edebilme yetkinlik ve uzmanlığına sahip halkla ilişkiler bölümlerinden veya azından sosyal
bilimlerden seçilmesi birimlerin etkinliğini artıracaktır. Ayrıca kariyer planlama noktasında
halkla ilişkiler bölümlerine alınacak elemanların uzman yardımcılığı meslek grubu içine
alınması çalışanların motivasyonu ve aidiyetin sağlanması açısından önemlidir.
Dışarıdan hizmet alımı yoluyla yapılan halkla ilişkiler etkinliklerinin ekonomik maliyeti ve
çalışanların kendilerini geliştirebilmeleri açısından iyi okunması gerekmektedir. Aynı şekilde taşeron firma çalışanlarıyla farklı meslek gruplarından personelin aynı ortamda aynı
239
işi yapması gerek ücret açısından gerekse kurumsal bakış açısından sorunları beraberinde
getirmektedir.
Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri kadrosuna atananların istisnai kadrolarla değil liyakat
sistemi ile atanması çalışma ortamının etkinliği açısından yeniden değerlendirilme konusu olmalıdır.
Gelişen ve değişen dünya ile birlikte Türk kamu yönetimindeki dönüşümlerin iyi okunması
ve halkla ilişkilerin bütünsel bir açıdan uygulanabilmesi için köklü bir yapılanma gereği
ortadadır. Bunun gerçekleşebilmesi için akademik alan ile birlikte kamu ve sivil toplum örgütlerinin de halkla ilişkiler bölümlerinin yeniden kurgulanması noktasında üzerine düşen
görevi yerine getirmesi gerekliliği bulunmaktadır.
Kaynakça
• Acar, M. (1994). Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Araştırması, Ankara: Sosyal Planlama Genel Müdürlüğü Planlama Dairesi Başkanlığı Yayını.
• Asna, A. (1969). Türkiye’de Kamu Kuruluşlarının Halkla İlişkileri, AİD, Cilt:2, Sayı:3,
ss.101-115.
• Asna, A. (1998). Halkla İlişkiler Dünden Bugüne Bir Sanat-Meslek Öyküsü, İkinci Baskı,
İstanbul:Sabah Kitapları.
• Bilgin, K. U. (1994). Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Uygulamasında Örgütsel Bir
Yaklaşım (Başbakanlık ve Bakanlıklarda Halkla İlişkiler Birimleri), Amme İdaresi Dergisi,
Cilt:27, Sayı:4, ss.43-62.
• Canpolat, N. (2012). Geçmişten Günümüze Örneklerle Türkiye’de Halkla İlişkilerin Gelişimi, Ankara: Seçkin Yayınları.
• Dikme, H. (2012). Osmanlı’da Halkla İlişkiler: Sultan Abdülaziz Dönemi Örneği, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:21, ss.293-305.
• Erdoğan, İ. (2006). Teori ve Pratikte Halkla İlişkiler, Ankara: Erk Yay.
• Ertekin, Y. (1983). Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığında Halkla İlişkiler Uygulaması, AİD,
Cilt:16, S:1, ss:23-45.
• Grunig, J. E. ve Hunt T. (1984). Managing Public Relations, New York: Holt, Reinehart &
Winston Publication.
•http://www.prsa.org/AboutPRSA/PublicRelationsDefined/#.U56NVfl_vVI (erişim tarihi:
08.08.2014).
• Kazan, E. (2007). Eski Türkler ve Osmanlı’da Halkla İlişkiler, İstanbul: Yakamoz Yay.
• Kazancı, M. (2007). Osmanlı Devletinde Halkla İlişkiler, Selçuk İletişim Dergisi, (4) 3,
ss.5-20.
• Mert, Y. L. (2015). Türkiye’de Kamu Sektörünün Halkla İlişkiler Bölümlerinde Çalışma
İlişkileri, Ankara Üniversitesi SBE Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü, Yayınlanmamış Doktora Tezi.
• Mıhçıoğlu, C. (1986). Bir Yönetim Deneyi İdari Danışma Merkezi Kırtasiyecilikle Savaş,
Ankara: A.Ü. Basın Yayın Yüksekokulu Yayınları:7.
• Okay, A. ve Okay A. (2011). Halkla İlişkiler Kavram Strateji ve Uygulamaları, Genişletilmiş
Beşinci Basım, İstanbul: Der Yayınları.
• Tortop, N. (1975). Kamu Kuruluşlarında Halkla İlişkiler, İkinci Baskı, Ankara: Sevinç Matbaası.
• Uysal, B. (1998). Siyaset Yönetim Halkla İlişkiler, Ankara: TODAİE Yayını.
• Yamanoğlu, M.A., Hızal Gençtürk S. ve Özdemir. B. P. (2013). Türkiye’de Halkla İlişkiler
Tarihi Kurumsallaşma Yılları 1960-1980, Ankara: Deki Yayınları.
240
SÜRDÜRÜLEBİLİR ŞEHİR MARKALARI İÇİN ÇOK
YÖNLÜ SİMETRİK İLETİŞİM MODELİ YAKLAŞIMI
Zeynep Genel
Özet: Başarılı ve etkili şehir markaları yaratmak için kilit nokta marka iletişim örgütlerinin kurulması ve bu sayede iletişimde sürdürülebilirliğin sağlanması olduğu varsayılmaktadır. Günümüzde marka değeri ve farkındalığı yüksek dünya kentlerinin başarısının
arkasında, paydaşların sürece dâhil edilmesi amacıyla yapılandırılan başarılı marka iletişimi yapıları gözlemlenmektedir. Bu noktadan yola çıkılarak, James Grunig(2005) tarafından
geliştirilen iki yönlü simetrik iletişim modelinden esinlenerek, şehir markasında başarı
elde etmek için ön koşul olarak aktörler ve paydaşlar arasındaki simetrik ve sürdürülebilir iletişimin önemli rol oynadığı varsayılmaktadır. Barthes’in(1971) belirttiği gibi, şehrin
sakinleriyle iletişim kurduğu bir dil vardır. Bu dil üzerinden nasıl bir söylem üretildiği, bu
üretim sürecinde yer alan öncü disiplinlerin denklemin hangi parçası olacağıyla doğrudan
ilgilidir(http://dergi.mo.org.tr/dergiler/4/453/9358.pdf). Bu açıdan bakıldığında altyapı, renovasyon, finans, turizm , sosyoloji ve kültürel çalışmalarındaki sürdürülebilirlik için dahi
iletişimsel boyutta Grunig’in de önemine vurgu yaptığı gibi iletişimsel simetrinin ve
katılımın önemli olduğu düşünülmektedir. Sürdürülebilir bir şehir markası yaratmak için ,
aktörlerin rolleri, bu rollerin markaya etkisi ve aktörler arasındaki çok yönlü iletişimin sağlanmasının marka imajına etkisi ve öneminin ortaya konması araştırmanın ana amacıdır.
Bildiri İstanbul markasının aktör ve paydaşları arasında varolan durumun analizinin yanı
sıra, literatüre şehir markaları açısından iletişim ihtiyaçları ve eksikliklerine cevap vermek
amacıyla yaratılmış “Çok yönlü (multilateral) simetrik iletişim model yaklaşımı” ile katkıda
bulunulması hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler : Şehir markalaşması, sürdürülebilirlik, çok yönlü simetrik iletişim, İstanbul
MULTILATERAL SYMMETRICAL COMMUNICATIONS APPROACH
TO SUSTAINABLE CITY BRANDS
Abstract: In order to create a successful and effective city brand, the key point is the establishment of communıcation organizations and thereby providing the sustainable communication. The success behind the world cities whose brand value and awareness are high,
is the configuration of successful brand structures for the involvement of the stakeholders
to the period. Starting from this point inspired by the two-way symmetrical communication model that is developed by James Grunig (2005) , symmetric and sustainable communication between the actors and stakeholders are assumed to play an important role as
a prerequisite for achieving success. As stated by Barthes (1971), the city has a language
through which it communicates with its residents. The kind of a discourse generated from
this language is directly related to the part of the equation on which leading disciplines
in this production process are positioned (Barthes, 1971, s. 17-18). In any case or any field
communication is the vital discipline which is required for sustainable practice of all fields
in terms of city. In this regard, even for sustainability in infrastructure, renovation, finance,
tourism, sociology and cultural studies, as Grunig emphasizes, the importance of symmetry and participation is also considered to be important in terms of communication. For
sustainable city brand, the roles of the actors, the impact of these roles on the brand and
the impact of ensuring the multi-directional communication between actors on the brand
image and demonstrating the importance of this is the main aim of the study. Declaration,
as well as the analysis of the current situation between the actors and stakeholders of the
Istanbul brand also aims to contribute to the literature with ‘Multi-directional (multilateral) symmetrical communication model approach’ which has been created to respond to
the lacks and needs of communication in terms of city brands.
Keywords: Sustainablity, city brands, publics, symmetrical communication, İstanbul
241
Introduction
Since antiquity, cities have made themselves heard with their local qualities throughout
the world geography and many of them had a say in cultural, political, and economic areas
with the help of their positive image. The best examples are Babylon, Ephesus, Athens,
Rome, and Istanbul all of which once were the government center of the world; Jerusalem,
which is the holy city of the three big religions; and Paris with its increased cultural significance especially after the revolution, to which many cities boast about resembling in
various ways. Cities have been a symbol of development for centuries. Many cities witness
a different kind ideological changes. City policies have always been an interesting issue
for human masses.
The term policy stems from the word polis (city) which means “the things concern of
politics”. Most of the ancient philosophers such as Aristo defined and positioned cities
differently from other communities. As Aristo stated that cities are clever destinations
which carry the ruins of many different community lives. Cities are the important political
arguments since the ancient times. They are not only destinations which have natural
beauties or resources, cities always have an involving character which has been carved by
the politics of citizens. Therefore, the citizens are not individuals who make their lives
continue as Aristo also expressed its importance as “a citizen is anyone who can take
part in the governmental process” (http://en.wikipedia.org/wiki/Politics_%28Aristotle%29).
Therefore the most effective policies are shaped by citizens’ perceptions. Both city policies
and uproars were made by the same group of the residents.
Not only living in a particular city, but also visiting different cities always excite people
since mankind. Human kind has been trying to complete his own evolution by travelling.
Individuals or groups are travelling for different reasons shared their experiences, which in
turn brought the unique values of regions and cities to the global platform and led to the
emergence of these examples. Especially with the path was partially cleared for individual
liberties after the cold war, increasing consumption need in travelling has begun to rise
and that has made a contribution to the economic development of countries, regions
and in particular the cities. It has contributed to the economic development of countries,
regions, and particularly cites. As a result of that, the city governments are aiming at one
or more of the several different markets such as culture, economy, sports, arts, fashion, history, gastronomy, politics, exhibition, education, and science used 360-degree marketing
strategies and achieved their goals. They got to profit from global economic circulation
in terms of area-based growth. By the time, city managers had started to publicity their
regional values in some areas such as tourism.
Although the terms “brand and integrated marketing communications” have become
the main topic of many disciplines in the last decade with the advanced communication
technologies, they are new branded facilities for city brands in both theory and practice.
Consumer behavior has been a paramount of marketing communications for years. City
brand managers are understanding the importance of segmenting and integrating target
audiences to the decision making process since they have a positive impact on the city
image. The concept of city marketing has been evolved from the theories and practices
of the tourism discipline. It is used to mean the construction of a city image to make it
attractive in order to raise visit frequency of both current and potential investors, tourists,
and residents.
In addition to its neonate position among brands, city branding has usually been examined as a sub-element of destination marketing not related with communication efforts
but as a part of tourism. Although there are numerous studies in brand positioning, it is
considered that city branding has been kept in the background and its communicative aspect has not been deemed significant enough by both marketers and academic authorities
to go beyond the scope of a mere discussion topic. Especially in Turkey, there is no academic study, which focuses on the importance of the communication in the marketing city
brand. Today, the notions such as introduction, marketing and branding of the city which
play an important role even in the growth rate of a country, its position in global competition and its capital gaining a global scale can be considered as a scientific research field
242
that needs differentiation and self-governing. It is assumed that city as a brand is needed
to be considered and it is different from other brands in terms of integrated marketing
communications discipline.
In the second chapter of the study the theoretical framework about the importance and
theories about city brand communications are conducted ın detail. In order to form a basis
for the study, James Grunig’s two-way symmetrical communication approach is explained
in detail. It is suggested that two-way symmetrical communication is an inevitable necessity of today’s global world. Understanding the target audience opens the way to create
successful strategies for brand promotion. Professional communication approach is the
key component of two-way symmetrical communication model. In order to plan strategies,
communication professional needs do research for the current brand perception and intended brand perception in the target audiences’ minds. Especially cities as being a brand
need to do research and observe more than other brands. Because their communication
environment has a complex structure. Research must be used in order to explain this environment. Not only building a strong city brand, but also managing properly city crises
require information. This type of information provides the use of understandable language
In addition to regulations in city planning, such as city regeneration and sustainable environment in many European cities became aware of communication strategies towards
brand positioning in the 1990s and made it one of their top priorities of their strategic
development plans. As noted by Kavaratzis, “the scope of city planning is shifting towards
city branding and its communications aspect” (Kavaratzis & Astworth, 2006:23). The main
point to create successful and effective brand images for cities is to establish the communication organizations. Today, it is observed that European cities such as Amsterdam,
Londra with is a high brand recall owing this achievement to successful brand communication campaigns executed with the participation of each stakeholder in the process.
Local governments of world-brand cities like Amsterdam, Berlin, and New York have been
carried out communication plans for years. As a result of long-term studies which are held
in those cities, the brand equity has been reinforced by applying management models
which are redolent with James Grunig’s two way symmetrical communication model that
prioritize participation of all stakeholders in the marketing process. As an outcome of
cooperation with residents and the business world, the brand manifestos that identify
stakeholders with the brand such as “I love New York, I Amsterdam, Be Berliner” has been
generated.
In a simplest definition, sustainability (Azapagic,2003; Málovics et al., 2008) means
“thinking about tomorrow’s requirements while conforming to today’s needs” (as cited in
Bıçakçı, 2012:49). The important key point of sustainable communication is to ensure that
organizations and stakeholders have interdependence. It enables benefits to stakeholders
and a health growth opportunity for organizations. However, as pointed out by Grunig,
organizations must abandon acting only for their own benefits for this to be possible. Organizations could gain more profits when they give up a part of their expectation (Grunig
& Grunig, 2000). For providing sustainability on a communicative platform, cooperation
and information circulation are needed to build in a professional manner. Therefore, city
organizations need to be adopting a mutual and a symmetrical communication approach
to their communication strategy.
The main issues of this study are the roles of actors, the impact of these roles on the
brand image, and the importance of ensuring accurate communication between actors and
publics for a sustainable brand with a specific focus on cities. The structure of city brands
contains many different needs and target audiences. At the same time, it is assumed that
some of the publics are also the first-degree image carriers of a city brand. Today, it is observed that the high valued brands of European cities as Amsterdam, Berlin, London owe
this achievement to successful communication campaigns executed by each stakeholder
by participating in the process. Based on this, it is assumed as a prerequisite that communication between actors and stakeholders plays a crucial role to achieve success with city
brands. By that reason some questions were asked :
RQ1: Who manages Istanbul’s branding process?
243
RQ 2: Is there collobration among the actors who manage Istanbul’s branding?
RQ 3: Is two-way symmetrical communication model is preferred in Istanbul’s brand
communication?
James, E. Grunig, who has studied on the two-way symmetrical of the communication
approach, stresses the importance of information circulation between an organization
and its target publics. If there is one-way communication between sides, the organization
probably will not able to achieve its goals and objective (Vasquez, 1993:201–216). Organizations need the opinion of their targets to develop their life cycle. If the targeted publics
of organization are active to solve their situation, the sustainability of the communication
is provided.
In order to provide sustainability in the communication process, target audience engagement is needed to process. The two-way symmetrical communications model reflects the
right path of communication implications for city brands. Because, it relies on honesty and
mutual give and take rather than one-way persuasion and also it seems to be used more by
nonprofit organizations, government and regulated businesses than profit driven companies. The main reason for that is publics to make the other targeted consumers recall the
brand (http://www.nku.edu/~turney/prclass/readings/3eras3x.html).
In fact, the structure of the communications process in a community is not a new argument of the literature. For centuries, philosophers and sociologists have been trying to
explain this process in many different terms. The first known communication expert of
the world is Aristo, the structured the communication process of societies including its
sides and environment.It is suggested that to discuss effectiveness of a city brand image,
the communication environment and background of the brand communication should be
explained. In order to understand and analyze the communication environment, the brand
managers and their relationships with the publics is considered as important. In the light
of the point above, one of the main objective of the study is to analyze the communication
environment of İstanbul brand. İstanbul is one of the 16th greatest cities in human history.
Its geography, which forms a bridge between Europe and Asia Contenentsboth offer advantages and challenges. However İstanbul is one of the city which has lost its importance
by time in the global area, it is still the most dominant economic gate and a wonder city
for Turkish people.
In the conclusion part of the study , in order to establish a sustainable communication
model for city brands and city of İstanbul, marketing and strategic plans of the European cities of Amsterdam, Brighton and Berlin, which developed and implemented a communication strategy organizationally similar to the two-way symmetrical communication
model is examined, communication strategies which constitute an important part of the
city branding practice are analyzed, and the management structures of local governments
which enable the stake holders communications is researched. Istanbul’s current studies
and communication structure are compared to these examples, its shortcomings are identified, and a sample model is generated. In doing this, the shortcomings of the İstanbul
brand communication are trying to analyze and enlightened by comparison with successful European brands. Because of the exploring communication technologies, life dynamics
are changing in every second in all over the world. The temporal and spatial barriers front
the intelligent minds are melting quickly. That way by the perception of the masses is
rapidly changing. As a natural consequence, it is suggested that the temporal and spatial
habitat of the traditional communication beliefs and terms are needed to revise and redefine. As a recommendation the communication foundation structure is explained in detail
by inspiring European City Brands regulations. In addition to this information, the multilateral symmetrical communication model is created to explain the interaction among the
city actors, stakeholders and publics in the new technology era. It is assumed that this new
approach is going to give important key component of the city marketing practice.
1.Methodology of the study
Durkheim (1895) argued that the basis of social science begins with comparison and it is
important to compare a correctly practiced example, with another example lacking in prac-
244
tice (Kantor& Savitch, 2005:135). “Durkheim examined the religious breakdown in different
cases at certain regions in his book Suicide (1897) which provided significant results for
this field” (Kantor & Savitch, 2005:135).
The term Benchmarking is defined that “is the process of comparing one’s business processes and performance metrics to industry bests or best practices from other companies”( http://en.wikipedia.org/wiki/Benchmarking). It is believed that benchmarking the
strategic brand positioning and communication works of the cities within international
boundaries may help put forward the shortcomings and differences in social policies and
planning. Within this scope, it is probed and analysis that some of the successful branded
cities in Europe as Berlin, Amsterdam, and Brighton. It is aimed to benchmark the strategies of European cities with İstanbul and gain a vision how to create successful city brand
images for the local government.
Qualitative research methods were used to obtain necessary data for said benchmarking.
The two main components were used in order to build a framework for the research part
of the study. These are personal interviews for obtaining experts views and data collection
for supporting the main idea of the study. On the data collection phase of the research the
content analyzing technique is used to classify the given data. Ronald Smith’s Strategic
Communication Plan model (ROPE) is used as a content analyzing technique for communication studies for explaining the communication works of the addressed city brands.
In this study, some of the interviews were held by personal interview and some were by
email. It is determined by the occasions and time agenda of the participants.
In order to explain Amsterdam brand, the questions asked in the communication department of Amsterdam Partners in 2012 and the analyses given in the next chapter is supported by official documents as Amsterdam Strategic Marketing Plan, Choosing The Concept,
Brand Manifest, Tourism and Congress Bureau Facts.
In order to explain as a role model for city branding the questions were asked the Marketing Department of Brighton& Hove by mail and the facilities were supported to official
documents as Brighton Communication Plan and Tourism and Congress Bureau Facts.As
another example of successful communication and target audience engagement, relating
questions were asked to Berlin Partners and Berlin Tourism and Congress Bureau by interview and email. Berlin Strategic Marketing Plan, Berlin Image Guide and the Tourism and
Congress Bureau Facts documents were used to generate a rational ground for the study.
Finally, the personal interviews were held with actors who played an important role in
Istanbul’s branding process such as the corporate communications officer from Istanbul
Development Agency, the media and public relations officer from Istanbul Governorship,
the marketing officer from Istanbul Tourism and Congress Office, an official from media
directorate of Istanbul Metropolitan Municipality, an official from the Tourism Workshop
at the Istanbul Metropolitan Municipality, an official from Kültür A.Ş., an official from Panorama 1453, an official from Istanbul Chamber of Commerce, official from Istanbul Foundation for Culture and Arts and official of İstanbul Sabiha Gökçen Airport. The obtained
data and documents from these interviews are being analyzed.
2.Findings
Initially, the city marketing communication approaches and plans of the cities such as Amsterdam, Berlin and Brighton were analyzed in order to provide required data for benchmarking. As a result of this part of the study, it is understood that the city marketers have
professional organizations to provide communication among the actors,stakeholders and
publics. Strategic marketing plans based on target audience researches are established
and practiced. For providing sustainability, the authorities of those European cities such
as Amsterdam,Berlin, Brighton decided to renew those strategic communication plans in
terms of the needs of city. As a result of the research it is accepted that those European
cities have been using two-way symmetrical communications approach to provide sustainable brand image. But as a result of the intwerviews helded by the authorities of İstanbul,
245
there is no professional or official authority found in order to provide brand communication of Istanbul among the actors.
The other question of the research was that whether or not there is a two-way symmetrical
communication among the actors and the stakeholders. It is claimed by IBB Tourism Works
Bureua that there is a cooperation and two way symmetrical communication between the
stakeholders and the IBB about city regeneration and tourism but not the marketing activities. As one of the most important actors of İstanbul Brand ICVB states that the organization aims to improve İstanbul brand as a World Convention and Congress Center
but they do not follow any strategic communication plan. It is claimed that professional
communication necessity is obvious in terms of establishing a sustainable brand for the
city of İstanbul.
A professional organizing frame was formed by taking into account all of these necessities
for successful branding efforts. In the middle of the frame a city marketing agency or foundation is recommended which is inspired by the examples of European cities such as Amsterdam and Berlin. The main responsibility of this agency is to provide symmetrical communications and relations between actors in order to take mutual actions for branding.
When it comes to symmetrical communication, it addresses two way symmetrical communications for organizations. It means that the expectations and needs of all parts are going
to determine the brand communications in terms of sustainability. Based on the principles of two- way symmetrical communications, the profits of all parts including both actors
and stakeholders should be considered and evaluated before taking any action in order
to succeed in branding. Otherwise, the actions which are planned in one way approach is
not able to maintain communication sustainability. As Grunig underlined as a key point
in the excellence theory, professional communication experts should be employed in the
organizations in order to understand and analyze the necessities and expectations of
target groups which consist of communication environment. From that point of view, it
is recommended that professional communications experts should provide and manage
the complicated communication process between the city actors and stakeholders. Thus,
it is suggested that a common sense and appropriate communication manifest, which is
a necessity for building a powerful city brand are to be provided.
Most of the participants, both actors and stakeholders do not have sufficient information
about other partners’ roles. It is seen as a marketing communication gap for İstanbul brand
which is a key factor in improving a successful city brand and a significant indicator of
lack of symmetrical communication. It is assumed that the sustainable communication
process cannot be completed without interaction among actors. For instance, most of the
actors do not know the main target of the communication facilities. Either public relations
or advertisement works are made randomly.
It is mentioned by participants that the communication and cooperation among stakeholders is not based on a plan, but on a situational basis in terms of promotion. For
example, if a foreign journalist visit İstanbul to prepare an article about the city, İstanbul
Turizm Atölyesi ask for assistance to stakeholders such as TURMOB, coast guards, ports to
organize and manage the event. Matt Lauer, who is one of the most popular leisure editor
of United States visited İstanbul to broadcast a live program regarding İstanbul. The
assistance in preparing the program is made by Turizm Atölyesi, not by a public relations
department of the city brand management. This type of opportunity to publicize the İstanbul brand to all over the world via a popular TV program is not appropriately assessed by
the local authorities. In all targeted markets, but especially in tourism marketing, professional strategic communication is inevitable. Only exercising the communication efforts in
terms of tourism discipline are not sufficient to build an image which correctly expresses
the brand value of the City.
In an age where cities try to migrate creative minds,industries, information technologies
to their own city, even cities with proven their cultural heritage like Paris and Venice make
an attempt to position themselves on new fields like fashion,maritime,film industry etc.
However, the fact that İstanbul’s local authorities are still trying to produce something
out of Hagia Sophia and Sultan Ahmet Square can be regarded as the most obvious in-
246
dicator of really obsolete understanding of the tourism market. Although all authorities
emphasize İstanbul as one of the most important tourism destinations, there has been no
concrete answer as to what type of measurements led to this conclusion. Therefore, it is
observed that two-way asymmetrical communication methods are conveyed in promoting
İstanbul. The main reasons for that are the two-way symmetrical communication based
on situational analyze, strategic planning which presents common sense and evaluation.
Media relations as a key component of integrated strategic marketing communications is
practiced in tactical level without guiding any strategic communication objective. In addition to this, it is obvious that each organization separately manages brand communication
of İstanbul and there is not any communications experts in their staff.
On the other hand, almost all of the participants of İstanbul brand have relationship with
many stakeholders of İstanbul in terms of renovation, infrastructure, cultural and sports
events. Arts and tourism faculties of some popular universities are the mentors of many
projects. Only communication discipline and necessity are ignored by local authorities.
However, a city brand is not a brand which has a private owner, all individuals of a city has
the right to ask for the statement of government revenues. As an investor or a İstanbuler,
the impact of İstanbul European Culture Capital project and its rational evaluation are
asked to some of the official parties. It is found that no research has been conducted to
evaluate the impact of that project. Some of the participants such as IKSV state that the
project failed due to the lack of coordination between all parts of the project and this was
not provided by the management council of the project. As an example for the lack of
coordination, the results and impact of İstanbul European Culture Capital project can be
shown. This type of huge project was organized and put into practice without a strategic
communication plan which is grounded in detailed research and situation analysis.
Conclusion
This study is to be a rational guide to the practical level of local governments in terms of
marketing communications. Besides offering the strategic communication of Amsterdam
and Berlin, it suggests a new approach called Multilateral Symmetrical Approach, which is
considered to be consistent in providing sustainable brand communication. It is inspired
by the model of John Fiske and there are some multi-scalar models for just branding in
governance level which are improved by tourism marketing academicians. At the same
time, multi-directional approach is going to shed light on complicated promotion works
for non-profit organizations.
The main requirement to practice multilateral symmetrical approach is to establish a
professional communication foundation in order to provide sustained communication
in terms of common sense of all parts. As opposed to old fashioned popular marketing
belief, communication efforts such as public relations, event management or advertising
is not to be put into practice without professional approach. The main reason for that is
communications as a young discipline is the dominant weapon of this information era. It
is not a branch of art, feasibility and measure are required to be put into practice. Tourism or architecture discipline also needs a professional communication touch to become
popular and meaningful in destination brand communication. Practicing communication
tactics that are followed persistently within the scope of tourism is not enough to build
a powerful city brand. Communication practices in which stakeholder and public experience and expectations find representation add value to the brand as seen in the examples
such as Amsterdam and Berlin. In addition to these examples, many global private brands
such as Coca Cola, Nestle are trying to produce emotional brand values by utilizing the
consumers’ dialogues. However, in complex and multi-layered brand structure like cities,
it creates a need for a professional communication platform that will provide communication among actors, publics and stakeholders due to the diversity and multitude of
influences on brand image.
The stakeholder structure of a city is different than other marketing fields since city as a
product has multiple layers. Depending on their position, stakeholders can be both actors
and stakeholders of a city. In other words, those working on bodies governing the brand
are also among some of the city’s residents that will get affected by any change in the city.
247
Within this scope, it is recommended that a professional city marketing foundation should
be established by cooperation of local authorities. The main responsibility of the city marketing foundation should be to provide communication balance among all parts which
affect the city’s brand image. As Fiske stated that in a complicated communication environment, providing a communication balance between sender and receiver is the most important key factor of success. The balance of communication represents a comprehensible
message in terms of the receiver (B) which is sent by A (sender). For maintaining comprehensible message the communication environment (X) should be convenient for the process and the content of the message could be enough to attract receiver. It is stated that
the balance of communication process occurs, when all of those factors are completed.
Not only Fiske, but also Aristo were aware of the importance of communication environment balance. Aristo used two-way symmetrical communication methods in ancient
Greece in order to motivate and direct masses. When it is considered as a city brand it
is obvious that there is no one or certain receiver group of the message. In addition to
that, the interviews showed that there is not only one message sender of İstanbul as well.
Most examples such as Amsterdam or Brighton show that the heterography of message
sending is the crucial communication strategy for providing sustainability on brand value.
It is believed that the marketing foundation of İstanbul project may solve this message
chaos. In the city communication foundation, ever stakeholder group and every local unit
influential on the city’s image must be included within the representative management
body. (Figure 6.1.).
In today’s global communication environment, it is suggested that every receiver (B) of
any brand message is also one of the sender to another. The main complicated factor in
today’s communication environment is that the receiver and then the sender B interfere
with the content of the message and reshapes its meaning with its own perception before
sending B1 as a sender. The communication environment gets more complicated and
crowded day by day with the role of fast communication platforms.
Methods such as monologue broadcasts and one-way propaganda behind a rostrum have
gone stagnant in spiral of power and capital in the communication age; they now have to
face a mass of people who Google what they have to say with one click. In an age where a
10-year-old kid will only prefer mobile and personal communication in a short period of
10 years, today, it is one of the most crucial mistakes to chart out a course of action with
meaningful but invalid perspectives based on facts like certain masses still reading printed newspapers and simultaneous broadcast packets still being widespread. The process
of questioning messages has changed with the Internet, as did prejudices. The need for
consumption is shaped by utilization of communication channels, every individual influence these channels with their own personal characteristics.
At this very stage there arises the need to talk about public communication and how to
execute it. Trying to achieve balance in communication with messages positioned around
only a few values and making it sustainable through the use of agonists discourse went
out of fashion a decade ago, but is thought to remain an obsolete approach in the next
decade as well. Governments that find the power of these influences utopian need to
look at history and analyze how the printing press and radio shaped mental processes.
Mass communication needs a perspective ahead of its time. The communication model
that meets today’s needs requires a structure reminiscent of balance and coordination
between parties stated by Newcomb. The model based on the balance between one’s attitudes and beliefs and it is the first model to introduce the role of communication in society and its triangulation. By taking into consideration all of the factors mentioned above, a
multilateral structural communication model is created in order to meet a sustainable city
brand. The multilateral symmetrical communication model not only shows the communication environment of city brand, it also points out how the senders and receivers interact
with each other simultaneously and how all of the process affects the city’s brand image.
248
Figure 1: Multilateral Symmetrical Communications Modal
The default communication environment circle is shown in the figure 6.1. The local communication department or marketing foundation of the city is in the middle of the circle
in order to manage and observe the message interaction among all publics. On the other
hand, it is the medium of the city which bear the responsibility to announce the latest
news and issues regarding the city brand throughout the communication environment.
In the model, a communication model is foreseen which is established to represent all
actors and stakeholders influential in the city image along with the multi -way symmetrical communication of this department with stakeholders. According to this, stakeholders
that make an impact on city image are divided into two groups; organic stakeholders and
image carriers
On the left part of the circle there are different sort of publics (residents, craftspeople,
NGOs, etc.) which are identified with X and classified under the image carriers title. However, these groups consist of secondary target audiences, it is assumed that they are the
last meaning producers of the brand message sent by city marketers. Foreign and national
visitors and investors, residents, universities, NGOs and target tourism market audiences
are listed under the image carriers title. The number of X may be increase depending on
communication objectives and regional development policies. It is asserted that the last
sender position of a city promise does not have an important place in the communication
process while promoting city brands. The secondary image of a destination mostly is the
result of non-promotional information and slight promotional information. In the lıght
of this insight, it is suggested that the targeted groups which are the last in the rank are
the most effective publics in terms of formation of the brand image. However, the most
effective factor which forms the image in publics mind are not the advertisement and
introduction tools but the residents of the city themselves. It is considered that the brand
managers of a city should adopt professional and rational point of view in order to manage the entire interaction.
On the right part of the figure some of the stakeholders are symbolized with Y under the
Organic Stakeholders title (provincial tourism office, public, private affiliates, airport, air
and land transport companies, commerce and industry chambers, etc.). Organic stakeholders explain that organizations that are funded by the government s responsible for
organizing events under the İstanbul brand name such as IKSV, SIB, ICVB. This part of
stakeholders have more sources than other groups to invest communication environment.
The main characteristic of this model is that there is an exchange of cyclical and multilateral communication among all the parts. Therefor the stakeholders affect the attitudes and
behaviors of each other that may reflect positively or negatively on the city’s image. With
the help of a partner structure to be established that is expected to ensure communicative
balance among all stakeholders, the negative effects of communication exchange among
stakeholders based on experience and impression will be minimized. These organizations
use the İstanbul brand name to create new brand values for their own brands. Most of
them are the member of the official actors. It can be said that they have communication
and organization between each other for the other sort of regulation and also for some
events such as İstanbul Shopping Fest and İstanbul Convention and Congress projects.
Because of their role, they deliver some messages about the brand values. However, as
put by Ronald Smith, communication is a discipline that brings success only with planning based on research. Data from research on the right channels and target audiences
249
is vital for a healthy strategic planning. One of the biggest mistakes that brand managers
do is that they implement decisions made based on institutional and personal experience
without rationally considering the needs and expectations of external publics within the
organization. Upon examination of the projects of local governments in cities that have
made success sustainable as a brand, like Amsterdam and Berlin, it is seen that they prepare strategic plans with surveys conducted by professional researchers and measuring
after implementation. Besides giving the frame for proactive communication, planning the
strategic communication shows the responsibilities of each stakeholder. Furthermore, it is
estimated that these groups produce new content for the main communication message
and affects the perception of image carriers. Without a communication department managing the first meaning of the brand message is nearly impossible in these circumstances.
The multilateral approach assumes communications environment as a medium. The multi directional nature of the city brand communication environment affects the meaning
of message and brand image. Every channel in this environment changes or affects the
meaning of the message by its own features and delivers by its own methods. Therefore,
the first meaning of the message is substantially changed by the interpretations of the
mediums. Such as in the multi-layered communication environment, observing and managing the process in order to provide sustainability is necessary. Having communication
with each public through traditional media probably will not enough to provide sustained
success. To understand the flow of the information, the effect of the message should be
measured by research. Measurement provides an explanation of the evaluation of target
audiences and help organizations to produce understandable messages by target audiences. Not only obtaining required information in order to produce sustainable messages,
but also the participation of local governments in that multilayered communication environment helps to explain the emotions of the audiences. As Aristo (350 B.C.E.) stated,
“persuasion may come through for the hearers, when the speech stirs their emotions”, in
other words trust increases in the consumer’s mind by using the same language(http://
www.mountainman.com.au/essenes/aristotles_modes_of_persuasion_in_rhetoric.htm).
Therefore, the two-way symmetrical communication starts by the organizational communication of the city. Today, two-way communication is not just a social responsibility
for most global brands, but a must to maintain their brand life circle due to the diffusion
effects of new communication technologies.
In literature, “Multilateral means multi-direction, thinking or multi-way relations Miller
Kahler as international governance of the many first defined the term multi-lateralism in
1990. It’s improved for preventing the discriminatory of bilateral agreements and relations
among the states and groups” (http://en.wikipedia.org/wiki/Multilateralism). Similar to
commercial and political areas, it is foreseen that the adoption of a multilateral communication approach by brand owners and managers in the communication field will communicate to the masses the message, which addresses modern necessities. The multilateral
symmetrical communication approach assumes that consistent communication among all
parts of environment triggers their behavioral interaction. Similarly the effectiveness of all
parties to the meaning. It is considered that the interaction among all parts might affect
the organizational attitude. Furthermore, they have already affected the meaning of the
positioned brand image by themselves. Because of these reasons, their attitude could be
effective on the changes of organization. This situation explains the communication gap
for city brands.
The local governments which are not able to follow and manage the last delivered meaning
of the message can not provide sustainability in the changing communication dynamics
of the global world. Only keeping in touch with all sides and measuring the feedbacks of
actions might be helpful to see their future. It is assumed that creating attractive messages
by obtaining information which contains consumer insights help to produce persuasive
arguments. When the persuasive arguments become suitable to the case in the question,
persuasion is effected by the speech itself. Developed based on the experiences and deficiencies of brands that address to stakeholders which interact with each other despite
being different in addition to having a multitude of various values, especially in cities, etc.,
the main purpose of this model (6.1) is to make brand communication adaptable to global
changes and therefore ensure the sustainability of brand positioning.
250
In light of this model’s tripartite structure, in today’s conditions what influences B is not
only X environment; it is though that the influencing factor is Y which has communication
with A but also contains different social and cultural values. In other words, communication has transformed into a multi-tangular structure. Furthermore, it is believed that the
process that includes X’s observation of Y, Y1, Y2, Y3, why… experiences in its communication with A and its subsequent explanation inference of the message and the repetition of
this cycle will bring a constant change in A’s structure. No matter through which channel
A sends a message to B whom it wants to impress through communication, Y1’s access
to Y’s experience which has a common past with A is as easy as a single click.Moreover, Y
is not an individual most of the time, but a mass consisting of different segments. What
makes the experiences of this mass easily approved will be the global communication
device of Internet that establishes communication between Y1 and Y2.
Today’s global competition is an important barrier to deliver messages through the consumer via traditional promotion approach due to the cluster of the communication environment. Therefore, direct communication by offering cooperation to the target audiences is the only path to create a sustainable brand image for city brands. Because of its
multi-directional structure and multiple stakeholders as a brand, city marketers need to
build strong networks with all publics that affective on the city image. There is not a single
segmented target audience group anymore. There are lots of different kinds of them due
to the developing communication technology consuming. Someone who used to live in a
city before may affect in seconds a potential consumer via social networks.
Based on the forecasting about a change in social structure expected to occur due to this
pacy change in communication, a multilateral and multi-directional model that takes symmetry as base in communication is recommended for multi-layered and multi-directional
the brand like cities.With the help of a partner structure to be established that is expected
to ensure balance in communication between all stakeholders, the negative effects of communication exchange among the stakeholders based on experience and impression will
be minimized. The Communication Partner Organisational Structure framework is given
in figure 6.2. The main objective of this structure must be to provide permanent communication between all actors and stakeholders of the city. On the other hand, all parts
must be represented and get themselves heard by this communication structure. The responsibilities of the structure must be published officially on the foundation website. The
Partner Structure should be announced as being the assets of the city residents through
the media. Therefore, the interest of the public might be attracted in the first level. The
communication professionals in the Partner Structure must employ surveys to understand
the substantial image and intended image of the city.According to Landry, civic and public
creativity need to gather their abilities together for a creative image” (Landry, 2008:190).
Figure 2: Communication management organization structure
251
A partner structure should be established by Istanbul’s local government and affiliates
will enable many organizations, institutions, and bodies to participate, not only public and
public and semi-private organizations. However, the core value of this structure must be
defining a communication strategy based on data obtained by an in-house professional
research department, instead of research and evaluation based on observation. Therefore,
there will be an opportunity to define primary, secondary, and potential target audiences
and to position the brand with the participation of stakeholders. The losses caused by
implementations carried out with random information will be eliminated.
The most important reason for this necessity is, regardless of political conjuncture, new
media, which are now directing life and has become a respiratory device for the younger
generation. New media are partially autonomous if not completely; it is a field in which
intervention is not yet dominated by the authority and capital. In our age where technological innovations change in just a quarter of a century, the communication practices in
governance disciplines should be inevitably evolved as a result of globalization.
References
• Barthes R., (1971/4) AA No. 153/71, Göstergebilim ve Şehircilik ( Gümüş K., Bilgin İ.
Trans.), Mimarlık Dergisi, 82/ 11-12, http://dergi.mo.org.tr/dergiler/4/453/9358.pdf, (Erişim
Tarihi : 1 Mart 2015).
• Bıçakçı B.A. (2012), Sürdürülebilirlik Yönetiminde Halkla İlişkilerin Rolü, Sosyal ve Beşeri
Bilimler Dergisi, Cilt 4, No:1, ISSN: 1309-8012, (Erişim Tarihi : 1 Mart 2015).
• European Commities (2009), European Security Strategies: ABetter World, DGF-Communication / Publications, Belçika, DOI 10.2860/1402, (Erişim Tarihi : 1 Mart 2015
• Grunig J.E., Grunig Larissa (2000), Public Relations in Strategic Management and Strategic Management of Public Relations : Theory and Evidence of the IABC Excellence Project,
Journalism Studies, Vol.1, No: 2, 303,321, DOI:10.1080/14616700050028271, (Erişim Tarihi
: 1 Mart 2015).
• Kantor P., Switch H.,(2005), How to Study Comperative Urban Development Politics:
A Research Note, International Journal of Urban and Regional Research,19/1, 135-151.,
(Erişim Tarihi :15 Aralık 2012).
• Kavaratzis M., Astworth G.J.(2006), Partners in Coffeshops, Canals and Commerce:Marketing The City of Amsterdam, Cities, Vol.24, No:1.
• Landry C. (2008), The Creative City: A Toolkit for Urban Innovations, Comedia, London.
• Vasquez G. (1993), A Homo Narres Paradigm for Public Relations: Combining Barmann’s
Symbolic Covergence Theory and Grunig’s Situational Theory of Publics, Journal of Public
Relations Research, 201,216.
252
TÜRKİYE’DE MEDYANIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ
BASINA GÜVENİN SARSILMASI
Zeynep Kılıç
Özet: Basın; Demokrasilerde yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü güç (kuvvet)
olarak bilinir. Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyetçiliğin özü gereği çağdaş-demokratik nitelikler üzerine kurulmuştur. İçinde barındırdığı bireye ve topluma yasal ve demokratik haklar
bağlamında ifade özgürlüğü tanınmıştır. Bu ifade özgürlüğünün resmiyetteki dili ise ‘’basın’’ kabul edilir. Basın; yasama yürütme ve yargıyı bireyin ve toplumun haklarını koruyup
kollama adına denetleme gücüne sahiptir. Dolayısıyla Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze değin basın bu işlevini hakkıyla yerine getirmiş mi yoksa bu güç, hakim
güçler ile medya patronları arasında sıkışıp kalmıştır? Bu araştırmada amacımız Türkiye’de
günümüze kadar vuku bulan hadiseler etrafında gelişen basın olaylarını incelemektir. Bu
bağlamda oluşan etki-tepkiyi ve sonuçta oluşan basına güvenirliliğin ne dereceye vardığını
tespit edip güvensizliğe neden olayları tek, tek ele almaktır. Araştırmada basının oynadığı
rölü dört büyük olay etrafıdan: 27 Mayıs 1960 ihtilali, 28 Şubat (1997) Süreci, Uludere
(Roboski) Olayı ve Gezi Olayları bağlamında işleyip basına olan güvensizliğin nasıl oluştuğuna yer vermektir.
Anahtar Kelimeler: Basın, Basım, Medya, Yapısal Dönüşüm, 27 Mayıs İhtilal’i, 28 Şubat Süreci,
Uludere (Roboski) Olayı, Gezi Olayları, Basına güvensizlik.
TRANSFORMATION STRUCTURAL OF MEDIA IN
TURKEY AND SHAKEN TRUST TO THE PRESS
Abstract: This article offers a detailed and analysis about the role of Turkish media
around four term which include ‘’27 May 1960 military coup’’,’the February 28 Process,
(1997) “postmodern” military intervention in Turkey’, ‘Roboski airstrike, also known as the
‘’Uludere massacre’’, Şirnak massacre, or Roboski massacre, took place on December 28,
2011, at 9:37 pm local time near the Turkish–Iraqi border and the Gezi Park Events. The
article also aims to examine therol of media and relations of contemporary Turkey. This
article suggests that people should feel free to express their views and be able to choose whatever they want from the approaches conveyed by the media organisations and it
both opposes the authoritative pressures and the financial aims to dominate the media
organisations. This refers to the necessity of existence of a ‘public sphere’ in which people
should be able to discuss and exchange views regarding political, economic and social
issues for democracy to function properly. Furthermore, in the democratic corporatist model, “the press has developed an instrument of identification and organisation of social
groups and of discussion, comparison and conflict among them In Turkey, the opposite is
usually the case, as political or military relations have caused the elites to intervene in the
media practices via dictating how they should report specific news and even what words
to use or not.
Keywords: Turkish media, Military coup, February 28 Process, postmodern, Roboski massacre, Gezi Park
Events.
253
Giriş
Yazının icadı kadar önemli olan bir diğer olay matbaanın icadıdır. Matbaanın icadıyla
medeniyetin gelişmesinde büyük bir hamle daha gerçekleşmiş. Matbaayla Basım artmış.
Buna paralel İnsanlar arası iletişim, haberleşme, bilgi alışverişi, bilgiye çabuk ulaşma ve
okuma-yazma özgür düşünme da artmıştır. Medeniyetler arası kültür alışverişi hız kazanmıştır. Basına paralel olarak kitleleri bilgilendirme ve haberdar etme ihtiyacına binaen
basın hız kazanmış. Basın demokrasilerde yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü
güç olarak kabul edilmiştir. Basın bu güçle halk adına hakkını aramada diğer güçleri denetleyip sorgulama yetkisine sahip olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve sınırları çerçevesinde basın bu gücü inişli çıkışlı bir şekilde günümüze kadar kullanmıştır. Kimi zaman
hakim güçlerin gölgesinde varlık sürdürmüş kimi zamanda bir üste çıkmayı başarıp bu
güçle baskı kurmuştur. Dolayısıyla savuncusu ve dili olduğu halkı güvensizliğe sebebiyet
veren birçok olayla karşı karşıya bırakmıştır.
1.BASIM
Dökme ya da herhangi bir şekilde yapılan harf, klişe, taş kalıp, film vb kullanılarak bir makine aracılığıyla kağıt, bez vb üzerine yazı-resim çıkartarak çoğaltma işlemine verilen ad.
Yazının keşfedilerek tarihin başlamasının ardından yazıları çoğaltmak ve korumak ihtiyacı doğdu. Bu amaçla önce Sümer, ardından tüm Ön Asya kavimleri damga ya da silindir
mühürler aracılığıyla ilk basım örnekleri kabul edilebilecek belgeleri günümüze bıraktılar.
Başlangıçta basım işlemi ‘’dizgi’’ ve baskı olarak iki evrede gerçekleştirildi. Basılacak olan
(yazı, resim, çizgi) devingen harflerle dizilerek ya da klişe halinde çıkarılarak baskıya hazır
duruma getirildi.
Günümüzde elektronik bilimin hızla gelişmesi, bilgisayar teknolojisinin de aynı süreci yaşaması sonucu, dizgi ve baskı teknolojisinin de aynı süreci yaşaması sonucu dizgi ve baskı
tekniğin birçok yerde tamamen değişmiş, bu alanlara bilgisayar tamamen egemen olmuştur. Türkiye’de ilk basım evi İspanya’dan Türkiye’ye göç eden Museviler tarafından 1493’te
(ya da 1504) İstanbul’da kuruldu. Basım makineleri ve harfler engizisyon mahkemeleri nedeniyle İspanya’dan kaçan Samuel ve David Nahmias adlı iki kardeş tarafından Türkiye’ye
getirilmişti. İbranice basılan ilk kitabın adı ‘’Arba Ah Turim’’dir. İlk Türk basımevi ise İbrahim Müteferrika ve Sait Mehmet Çelebi tarafından 1727’de açıldı. Sadrazam Nevşehirli
Damat Fert Paşa basımevinin kurulmasına önayak oldu. Resmi adı ‘’Darü Tabat-il Mamure’’
olan basımevinde basılan ilk Türkçe kitap ‘’Kitab-ı Lüğat-it Vankulu’’dur1.
1.1.Basın
Gazete, dergi ve de benzerleri gibi düzenli aralıklarla çıkan süreli yayınların tümüne verilen ad. Dünyada ilk çağlarda, örneğin Babil’de (Sami ırkından bir kavim Basra körfezi ve
Hindistan’a yakın topraklarda yaşadılar) kamuyu ilgilendiren olaylar günü gününe, bir tür
‘’duvar gazetesi’’ gibi kentlerin görülebilen noktalarına görevlilerce asılırdı. Eski Mısır’da
ise örneğin İÖ 1750’de papirüslerin üzerine günümüzdeki gazetelerin ilk benzerlerine rastlanır. Eski Yunan’daki çeşitli site devletlerde günlük olayların yazılıp duyurulduğu ‘’Elimerit’’ler ilkel birer gazete olarak görülebilir. Dünyanın en eski gazetesi ise 911’de Çin’in
Pekin kentinde çıkmaya başlayan ve bazı kısa aralıkla yayımını günümüze dek sürdürmeyi
başaran ‘’King Pao’’adlı gazetedir. Venedik’te zamanında bir ufaklık parası olan ‘’Gazetta’’
karşılığı, ‘’Gazettanti’’ adı verilen dağıtıcılarda satılan ‘’fogli amongo’’ (haber el kağıtları),
günümüzdeki gazetelere isim babalığı yapmıştır.
Türkiye’de ilk gazete İstanbul’da 1795’te ‘’Bulletein des Nouvelles’’ (haber bülteni) adıyla
Fransızca olarak ve Fransa büyükelçiliği tarafından yayımlandı. İlk Türkçe gazete, Padişah 2.
Mahmut’un 1831’de İzmir’den İstanbul’a getirttiği Alexandre Blacque’enin yayım yaşamına
soktuğu Takvim-i Vakayi (1 Kasım 1831) olarak kabul edilir. Temmuz 1862’de ilk Türkçe
dergi Mecmua-i Fünun yayımlandı2.
1 Erdoğan Tokmakçıoğlu; ‘’Türk Basın Tarihi’’, Ankara, İsim Yayınları, 2011,s.36
2 A. g. e, s. 41
254
2. BABIALİ’DEN İKİTELLİ’YE
İstanbul’da basın ve basım yaşamının merkezi olan (1990’lara dek) semt, Sirkeci-Cağaloğlu arasında uzanan, yayınevlerinin, kağıtçıların, gazete yönetim yerlerinin, basımevlerinin
sıralandığı Ankara Caddesi ve çevresine yayılmıştı. ‘’Babıali’’ terimi, 19. Yüzyılın sonlarına
doğru, ‘’İstanbul basını’’ için de kullanıldı. 1970’lerden itibaren birçok basımevi, yayınevi,
kitapçı ve gazete kentin başka yerlerine taşındı.
‘’Babıali’nin yerini gazete binalarının yoğun olarak bulundukları ‘’İkitelli’’ almaya başladı;
Babıali-Cağaloğlu ise turistik eşya satan mağazaların, turizm şirketlerinin ve halıcıların
yoğun olarak etkinlik gösterdikleri bir semt durumuna geldi3.
2.1. Basının Sanayileşme Sürecine Girmesi
27 Mayıs 1960 ile başlayıp 12 Eylül 1980 ile noktalanan dönem Türk toplumunun çarpık
da olsa hızlı bir ekonomik gelişme ve sanayileşme için girdiği ama çözümlenemeyen sorunların yarattığı ama çözümlenemeyen sorunların yarattığı siyasal krizlerin üçü sonuca
ulaşan en az4 ikisi sonuçsuz kalan askeri darbelerle dondurulmaya çalışıldığı dönemdir.
Bu dönemde çeşitli etkilerle gazetelerin tirajları büyük artış gösterdi. 1979’da günde toplam ortalama 3 milyon tirajla en yüksek tiraja ulaşılmıştır. Önce İstanbul’dan kamyonla
ortak dağıtıma girişildi. Daha sonra ticaretleşmede büyük ilerleme gösteren Babıali’den
iki büyük dağıtım şirketi çıktı, Gameda ve Hürriyet’in kendi şirketi Hür Dağıtım. Bununla da
yetinilmedi bütün büyük gazeteler Ankara, İzmir, Adana hatta Erzurum’da basımevleri kurup oralarda baskı yaptılar. Altı gazete de Almanya’da basımevi kurup Avrupa’daki5 emekçilerimiz için özel baskı yayınladılar. Hürriyet’in Fax sistemini başlatmasıyla haberlerin bu
çeşitli basımevlerine anında ulaşması sağlandı. 1966’da ilk girişimi yapılan ve 1970’lerde
bütün gazetelerin benimsediği Ofset sistemi de (bu alanda Günaydın öncülük yaptı) daha
temiz baskı sağlayarak gelişmeye katkıda bulundu.
Türkiye’de birçok toplumsal olayın nirengi noktası da sayılan 1980’e gelindiğinde holdinglerin medya sektörüne girişi dikkat çekmektedir. Libya’da inşaat faaliyetleri nedeniyle para
kazanan ve Hisarbank’ın sahipleri arasında olan Kozanoğlu-Çavuşoğlu gurubu dışarıdan
medyaya girerek 1982 yılında Güneş Gazetesi’ni çıkarmışlardır. 1990’lara kadar uzanan
bu dönemde Asil Nadir de Günaydın Gazetesi’ni satın alarak medyaya girmiş daha sonra
Güneş gazetesi ve gelişim yayınlarının sahibi olmuştur. İzmir bölgesinde daha çok yerel
gazetecilik yapan Bilgin ailesi de 1980 sonrası İstanbul’a gelerek Sabah Gazetesi’ni çıkarmışlardır6.
1990 sonrası dönem ise medyada çapraz tekelleşmenin yaygınlaştığı Doğan Gurubu, Bilgin
Grubu gibi grupların gazete yanında televizyon kanallarının sahibi olduğu ve giderek diğer
sektörlere de yayılarak banka ve benzeri kuruluşların sahibi olduğu bir dönem olarak nitelendirilmektedir. Yıllardır ülkenin en çok satan gazetelerini çıkaran Doğan Gurubu, medya
dışında bankacılık, tekstil, ticaret, sigortacılık, turizm ve otomobil sektörlerinde de faaliyet
göstermektedir7. Doğan Holding Dış Bank, Ray Sigorta, Milpa, Pen Turizm, Hür İthalat, AD
Yayıncılık gibi şirketleri bünyesinde bulunduran gurup, İş Bankası ile birlikte bir kamu kuruluşu olan Petrol Ofisi AŞ’yi satın almışlardır. Doğan Gurubu enerji ihalelerinde de önemli paylar alabilmek için çaba harcamıştır. Guruba bağlı izlenme oranı yüksek özel televizyon kanalları olarak Kanal D, CNN İnternational’la ortaklığı bulunan CNN-Türk’ün yanı sıra
Hürriyet, Milliyet Radikal, Posta, Fanatik gibi gazeteler ve Hafta Sonu, Tempo, Ekonomist
gibi dergiler, Radyo Forex, Hür FM gibi radyolar da bulunmaktadır. Doğan Haber Ajans’ını da bünyesinde bulunduran grup, Ocak 2000’de ülkenin İngilizce gazetesi olan Turkish
Daily News’ü bünyesine katmıştır8. 1997 yılına kadar gazetecilikten başka iş yapmamakla
3 A. g. e. s,34
4 Orhan Koloğlu: ‘’Osmanlıdan 21.Yüzyıla Basın Tarihi’’, İstanbul, Pozitif Yayınları, Ağustos 2006 s.
132
5 A. g. e, s. 133
6 Oya Tökgöz: ‘’Temel Gazetecilik’’ Ankara, 4. Baskı, İmge Kitapevi Yayınları, 2000, s. 32: aktaran
Atilla özsever:’’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s. 115
7 A.g.e,s.32-33; aktaran Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi,
2004, s.116
8 Doğan Tılıç: ‘’Medyayı Anlamak’’ s.19 Aktaran: Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazete-
255
övünen Bilgin Grubu bu yıldan itibaren aştan bankacılık olmak üzere birçok sektörde faaliyet göstermeye başlamıştır. Grubun patronu olan Dinç Bilgin, gazeteci kökenli bir aileden
gelmektedir. Uzun yıllar İzmir’de bölgenin en önemli gazetelerinden Yeni Asır’ı çıkartan
Bilgin 1980’li yılların ortalarında İstanbul’a taşınmış ve Sabah Adlı Gazeteyi çıkarmaya
başlamıştır. Grupta Sabah’la birlikte Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl, Takvim, Bugün gibi gazeteler
çıkmış, ATV özel televizyon kanalını da bünyesine katmıştır. Son dönemde Park Holding’in
sahiplerinden madenci Turgay Ciner, Bilgin’le ortaklık yaparak Sabah Gazetesi ve ATV’yi
kontrolü altına almıştır. Turgay Ciner, Çukurova Grubu’nun sahibi Karamehmet’lerle birlikte Cumhuriyet Gazetesi’nin de yeni ortakları arasına katılmıştır9. Mart 1990’da televizyon
alanındaki devlet tekelini kırarak medya sektörüne giren Uzan Grubu ise, medya sektöründeki yatırımlarının dışında İmar Bankası, Ada Bank, Çukurova Elektrik AŞ (ÇEAŞ), Kepez
Elektrik ve Rumeli Çimento ile birlikte bir dizi çimento fabrikasına, inşaat ve tekstil alanındaki birçok kuruluşa da sahip olmuştur. Grubun telekominikasyon alanında da Telsim adlı
bir şirketi vardır. Star TV, Kral TV gibi televizyon kanallarının sahibi olan Uzan’lar, 1999’da
da Star adlı gazeteyle yazılı basın alanına girmişlerdir. Medyadaki etkinliği siyasal alana
da taşımak isteyen Uzan Ailesi’nden Cem Uzan Genç Partiyi kurarak 2002 seçimlerinde %7
gibi önemli bir oranı elde etmiştir. Genç Parti seçimler sonrasında merkez sağ kesimde
AKP’ye alternatif bir görünüme bürünmüştür. Bu süreçte AKP iktidarıyla çatışmaya giren
Uzan Grubu bu çatışmadan zararlı çıkmıştır.
Medyadaki ‘’dört büyükler’’ arasında sayılan Çukurova Grubu ise bankacılık, inşaat, sanayi, iletişim(Turkcell) sektörlerinde yüz dolayında şirketiyle aynı zamanda Türkiye’nin önde
gelen büyük sermaye guruplarından biridir. Son yıllarda medyadaki yatırımlarıyla dikkati
çeken bir gurup da Doğuş Grubu’dur. Esas itibarıyla inşaat, bankacılık, turizm, ticaret, sigortacılık, otomotiv ve gıda sektöründe ATİLLA 120 şirketleri bulunan Doğuş Holding bünyesinde ülke çapında izlenme oranı en yüksek olan NTV televizyonunun yanı sıra CNBC-e
(CNBC şirketi ile ortak), NTV Radyo, NTVMSNCB bulunmaktadır. Gurup ayrıca National
Geographic Dergisinin de Türkiye temsilciliğini yürütmektedir. ‘’İslamcı sermaye’’ olarak
tanımlanan İhlas Gurubu ise İhlas Finans, İhlas Otomobil Pazarlama, İhlas Dış Ticaret,
İhlas Gıda, İhlas Fuarcılık gibi çok sayıda şirketlere sahip bulunmaktadır. Enver Ören’in
sahibi olduğu bu gurup da 2001 krizinde ağır bir sarsıntı geçirmiştir. Grubun medya yatırımları olarak TGRT TV, TGRT FM, Türkiye Gazetesi, İhlas Net İhlas Haber Ajansı (İHA)
gibi kuruluşlar dikkati çekmektedir. Fethullah Gülen cemaatine hitap eden Feza Yayıncılık
gurubunun medyadaki kuruluşları da Zaman Gazetesi, Samanyolu TV ve Aksiyon Dergisi
olarak bilinmektedir. Bu gurubun finansman ayağını Asya Finans oluşturmaktadır. Ayrıca
AKP’ye yakınlığıyla bilinen Albayraklar Gurubunun Yeni Şafak Gazetesi’yle olan ilişkisini ve
yine genel anlamda bu kesim içinde gözüken etkili televizyon kanalı Kanal-7’i de belirtmek
gerekir10.
2.2.Medya-Siyaset İlişkisi
1980 ve özellikle 1990 sonrasında medya-siyaset ilişkisi yoğunlaşmış medya sahipleri ellerinde bulunan gazete ve TV kanallarını bir anlamda silah olarak kullanmışlardır. Siyasal
iktidarla ve diğer siyasi odaklarla yakın işbirliğine girerek mali olanaklar elde etmişlerdir.
Özelleştirmede ve banka satın almalarda medya-siyaset ilişkisi önemli bir işlev görmüştür.
2000 yılı başlarında Doğan ve Bilgin grupları yazılı ve görsel medyada büyük bir egemenlik
sağlarken dağıtım alanında da güçlerini birleştirip bir tekel oluşturmuşlardır. Milliyet Gazetesi’nin 1998 yılında kısa süreli de olsa Aydın Doğan tarafından işadamı Korkmaz Yiğit’e
satılması, medya mülkiyetindeki yeni sahiplik açısından da dikkati çeken bir olay olmuştur.
Doğan Gurubu patronu Aydın Doğan basın organlarının birinci özgürlüğü ekonomik özgürlüktür. Doğan; Akşam Gazetesini satın alan Mehmet Emin Karamehmet ile yaptığı bir
konuşmayı aktarıyor: ‘’Mehmet Emin Bey, bu gazeteden para kaybediyorsun oysa bundan
para kazan, dedim. ‘Nasıl kazanacağım? Diye sordu. Ben de Gazeteye biraz haberciliğe
önem verirsen zaman, zaman promosyon yaparsan, reklam işin eğilirsen bu gazete para
kazanır’ diye cevap verdim. ‘ Benim işim çok ben bunları yapamam’ deyince benim sözlerim şöyle oldu: her yıl 40-50 milyon dolar kaybedeceğine kapat.’ Bana şu yanıtı verdi:
ci’’Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s.117
9 Mustafa Sönmez: ‘’Filler Ve Çimenler, Medya ve Finans Sektöründe Doğan/Anti-Doğan Savaşı,
İstanbul, İletişim Yayınları, 2003, s.28: aktaran Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’
Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s.118
10 Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s.120
256
‘Bir gün lazım olur’. Dünyanın hiçbir yerinde, ‘Bir gün lazım olur’ diye yayıncılık yapılmaz.
Türkiye’de yayıncılık yapanların neredeyse tamamı ‘bir gün lazım olur’ zihniyetiyle bu işi
yapmaya başladılar11. Medya sektörüne girenlerin iletişim araçlarını diğer yatırımlarına
kalkan olarak kullandıklarıyla ilgili en somut örnekler bir dönem Star TV’de çalışan Tayfun
Talipoğlu’nun ‘Benim Yolum’ adlı kitabında yer alıyor: ‘’Bir de İstanbul spor var başımızda.
Yenildi mi kurumda herkes kaçacak deli arar. Hakemler iltifatlarından nasibini alır. İşte yine
o günlerden birinde bu emir geldi. İstanbulspor’un kaderini belirleyecek bir toplantı var federasyonda. Bana verildi görev zor buldum yerini. Artık tanınıyoruz ya, kimse sormadı nereye gidiyorsunuz diye. İkinci kata çıktık alelacele ‘içerdeler’ dedi sekreter. Başlamıştır diye
toplantı, vurmadan kapıyı, daldık içeri. İçerde yaş ortalaması 65 olan 5 adamcağız ‘eyvah
basıldık’ tavrıyla ayağa fırladılar ‘Ne oluyor?’ dedi en yaşlısı. Böyle içeri girilir mi? Girilmez
efendim girilmez de biz basın toplantısı var sandık.’ Dediysem de saklayamadık gözdağı
için girdiğimizi.’’ Talipoğlu Akit Gazetesi’ne de Star’ın (o dönemdeki starın) ‘’gazetecilik’’
değil ‘’şantajcılık, tetikçilik’’ yaptığını söylüyordu. Talipoğlu Star TV çalışanlarının gazeteci
olarak değil, Cem Uzanın tetikçisi olarak kullandıklarını savunuyordu. Fatih çekirge döneminde gazete 28 Şubat sürecinin devamı gibi çıkmaktaydı. Serdar Turgut, 30 Akşam’da
bunu şöyle yorumladı: ‘’Çekirge ve arkadaşları 28 Şubat’ın devamıymış gibi gözüken o manşetleri babalarının hayrına kendi çıkarları için atmadılar. Çoğu insanın yaptığı yoruma göre
Uzan Grubu’nun asker tarafından destekleneceği, kollanacağı yolunda bir beklenti vardı.
Bu beklentinin doğru çıkmasını sağlamak üzere atılmış manşetlerdi bence…’’ Medyanın
büyük yatırımlar yapan en mühim işadamı 28 Şubat sürecinin parlattığı isimlerden biriydi:
Korkmaz Yiğit. (Yiğit aynı zamanda Anasol-D hükümetinin düşmesine yol açacaktı.) Türkbank ihalesini 600 milyon dolara alarak adını duyuran Yiğit, kanal E’yi 40, Kanal 6’yı 120,
Yeni Yüzyıl ve Ateş’i 70, Milliyet’i 400 milyon dolara satın aldı.( Yiğit 2003 yılında Meclis
komisyonuna verdiği ifadede bu yatırımları kendi parası ile değil ANAP Lideri Yılmaz’ın
desteği ve bankalara açtırdığı kredilerle aldığını iddia etti12.
3.BASINA GÜVENSİZLİK
1980’lerle başlayan dönemde basının önemli bir sorunu da toplumun medyaya olan güvensizliğinin artması ve gazeteciliğin prestij kaybeden bir meslek haline gelmesidir.Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de medyaya olan güvenenlerin oranı sadece %28.5 olmuştur13. Sadece Türkiye’de değil Yunanistan’da da gazetecilerin ‘resmi yalancılar’ olarak
halk tarafından tanımlanması mesleğin geldiği durumun önemli bir göstergesini oluşturmaktadır. Ülkemizde de çeşitli işçi ve memur eylemlerinde en çok duyulan sloganlardan
birisinin ‘’satılmış medya ‘’olması da dikkat çekicidir.
2001 yılı ortasında yapılan bir kamuoyu araştırmasında medyanın %17’lik güvenirlilik oranıyla ülkenin en az güvenilen kurumların arasında yer alması, basına olan güvensizliğin en
çarpıcı örneklerinden biri olmuştur14.
Basın çalışanları da basının tarafsız ve özgür biçimde görevini yerine getirmediği görüşünü
savunuyorlar. Çağdaş Gazeteciler derneğinin 2000 yılında üyeleri arasında yaptığı ankette
çalışanların % 62’sini basının üstlendiği misyonu yerine getirmediği görüşünü savunduğu
ortaya çıkmıştır15.
3.1. 27 Mayıs (1960) İhtilal’inde Basın
14 Mayıs 1950 seçimleri bir dönemin başlangıcı olmuştur. Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan beri iktidarda olan Halk Parti özgür seçimlerle yerini Demokrat Partiye bırakıp
çekilmiştir meclisin bir köşesine o güne kadar basın, büyük çoğunluğu ile Demokrat Parti’yi hep desteklemiştir. Demokrat Parti basının büyük ümitler bağladığı bir partidir. Parti
11 Hamit Karalı: ‘’Medya İmparatorluğu’’ İstanbul, Truva Yayınları, 2005, s.138
12 A. g. e, s.142
13 Doğan Tılıç ‘’Utanıyorum ama Gazeteciyim’’ s.155 :aktaran Atilla Özsever.’’Tekelci Medyada
Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara,İmge Kitapevi, 2004, s.154
14 Doğan Tılıç: ‘’Medyayı Anlamak’’s. 7; aktaran: Atilla Özsever ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’
Ankara,’ İmge Kitapevi, 2004, s.154
15 Çağdaş Gazeteciler Derneği Ege Şubesi, ‘’ÇGD üyelerine ilişkin Durum Saptaması’’, Çağdaş Dergi
ÇGD Ege Şubesi Yayın Organı, Eylül 2000: aktaran Atilla Özsever: ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi, 2004, s.154
257
işbaşına geldikten sonra bütün basın sorunlarının çözüleceği kanısı vardı gazetecilerde
1946-50 yıllarında Türk Basının manzarası şuydu. Zaman ilerledikçe muhalefeti destekleyen gazetelerin sayısı gittikçe artıyordu. Zira muhalefet düşüncede, eylemde her şeyin en
mükemmelini öne sürüyordu. Genellikle aydınlar demokrasinin bütün nimetlerinin elde
edileceği hayali ile etkilenmişlerdi. Halk ise adalet ve eşitlik çığlıkları arasında sigaranın
beş kuruşa içileceği şekerin ucuza yeneceği günleri düşünmeye başlamıştı. Basın halkı
coşturuyor. Basın halkın heyecanını daima taze tuttu. İşte DP Böyle Heyecanlı hava içinde
iktidara gelecektir.
DP iktidarının ilk yılları basının mutlu bir dönemidir. Kovuşturmaya uğrayan, tutuklanan
gazeteci yoktur. Hükümetle gazeteciler arasında genellikle yakın ilişkiler kurulmuştur. Gazete sahipleri ile Başbakan Adnan Menderes arasında bir balayı dönemi başlamıştır o
yıllarda. Ahmet Emin Yalman buna ‘’Altın Devri’’ diyecektir. Basınla hükümet arasındaki iyi
ilişkiler iki yıl kadar sürdü. Gazete ve dergilerde Demokrat Parti iktidarının icraatına yönelik
eleştiriler yer almaya başlayınca DP illeri gelenleriyle basın arasında gerginlik baş gösterdi. 1954 seçimlerinden sonra muhalif basındaki eleştiriler yoğunlaşırken basın davalarının sayısı da arttı. Ve davalar birbirini izledi. Hüseyin Cahit Yalçın’ın, Halkçı gazetesindeki
makalelerde Başbakana hakaret ettiği gerekçesiyle verilen 26 ay 20 günlük hapis cezası
Yargıtay’ca onaylandı. Yalçın sekseninci yaş gününü hapishanede kutladı16.
‘’Ve 27 Mayıs 1960… Yurtta ilk askeri darbe… Önce, güle oynaya karşılanır tabi… Çifte sevinç vardır… DP iktidarından kurtuluş sokaklara yansıdıkça basın da bunu manşetlere yansıtır, bu arada DP
sansüründen kurtulmuştur. Ancak çok geçmez Yassıada kaynaklı askeri yasaklar, sansürler çıkagelir…
‘’Türkiye O Dönemde çok utanç verici bir tablo sergiledi’’ Taha AKYOL
Medyanın utancı 27 Mayıs darbesine bilhassa alkış tutmuş olmasıdır. Rahmetli Celal Bayar’ın Yapı Kredi Bankası tarafından yayınlanan Yassıada hatıraları vardır; eski Türkçeyle
ajandasına yazdığı, ben bunu ilk defa Tercüman Gazetesinde yayınlamıştım Türkiye’de
Dreyfus faciaları işlendiği halde bir Emile Zola çıkmadı, ‘’Suçluyorum bu bir adaletsizliktir’’
diyen. Türkiye’de profesörler ‘geçmişe yürüyen ceza kanunları çıkarılabilir’ diye evrensel
hukuku çiğneyen fetvayı 27 Mayıs’ı meşrulaştırmak için yayınladılar. Bunların içinde hukuk
dekanları vardı, bunların içerisinde adı ilericiye çıkmış hukuk profesörleri vardı. Bunların
hepsi suçludur. Suçsuzluklarını kendileri ispat etmelidir biçiminde. Gazeteciler de bunu
büyüttüler alkışladılar. Türkiye o dönemde medya olarak hukukçular olarak çok utanç verici
bir tablo sergiledi17.
‘’Medya zaman, zaman fiilen darbeyle işbirliği yapmıştır.’’ Nazlı ILICAK.
Türk medyasının bazı mensupları 12 Mart öncesinde askerlerle işbirliği yaparak bir sol
darbe hazırlığına girmiş, 12 Mart darbesiyle emir-komuta zinciri içinde engellenince de
maalesef Ziverbey Köşkü’ne kapatılıp onlardan hesap sorulmuştur. Yani medya zaman, zaman da fiilen darbeyle işbirliği yapmıştır18.
3.2. 28 Şubat (1997) Sürecinde Basın
Bazılarına göre medya olanı, yani tepkileri yansıtıyor. Bunun dışında bir fonksiyonu bulunmuyordu. Suçlu aranması gerekiyorsa Rafahyol’un bazı icraatlarına ve o dönemde patlayan
kasetlerin içeriklerine (H.Hüseyin Ceylan, Şevki yılmaz) bakılmalıydı. Bazılarına göre ise
medya sürecin baş aktörü, en azından etkin ve kritik rol oynayan ikincil faktördü. Bu kurama gösterilen kanıt, iktidara hemen ilk günlerinden itibaren yöneltilmeye başlanan ağır ve
iyi niyeti aşan eleştiriler, hemen hepsi eski tarihli kasetlerin zamanlaması, yansıtılış biçimi
ve bu çerçevede bilinçli olarak tırmandırılan gerilimdi. Yeni Bin Yıl yazarı Ali Bayramoğlu
1 Ocak 2000’de medyanın fonksiyonunu ‘’sürecin aktif parçası, ana silahı’’ olarak tanımladı. İstihbarat Daire Eski Başkanı Bülent Orakoğlu’na göre de medya sürecin silahlı askeri
idi. Orakoğlu konuyla ilgili sorumuzu şöyle yanıtlıyordu: ‘’Medya, Orgeneral Çevik Bir’in
başını çektiği bir ekip tarafından kullanılmıştır. Türk halkına medya vasıtasıyla psikolo16 Alpay Kabacalı: ‘’Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü’’, İstanbul, Gazeteciler
Cemiyeti Yayını, 1990, s.164
17 Nebil Özgentürk: ‘’Cumhuriyet’ten Günümüze Basının Kısa Tarihi’’ İstanbul, Alfa Yayınları, Kasım
2008,s.31
18 A. g. e, s.35
258
jik harekat uygulanmıştır. Psikolojik harp metodları kullanılmıştır aslında psikolojik harp
metodları başka ülkelere uygulanır. Maalesef 28 Şubat’ta Türk halkına uygulandı. Bunda
medya çok ciddi biçimde kullanıldı. Medya birtakım menfaatler açısından olaya girmiştir.
28 Şubat’ta Türkiye’ye bazı şeyler yaptırılmak istendi. ABD’nin kontrolünde bir büyük Kürt
Devleti kurdurulmak istendi. 28 Şubat sürecinde yer alan bazı isimler bu palanın içinde yer
aldı. 28 Şubat ciddi bir darbedir. Marş hazırlığı bile yapılıyordu19.10. Yıl marşı bunun için
dizayn ediliyordu. Darbe yapmak suç ama darbe istihbaratını yapacak birim belli değildir.
TSK darbe yapacak bunu kim önleyecek belli değildir. Bunun bir kanunu yok. Efendim MİT
yapsın MİT’in yönetimindekiler zaten askerler. O dönemdeki en büyük sorun Batı Çalışma
Grubu’ydu. Türkiye’deki üç darbede de birtakım çalışma gurupları kurulmuştur. Bunların
görevleri belli ülkeyi darbe şartlarına getirmek BÇG’nin de hiçbir yasal dayanağı yok. Anayasa’ya aykırı bir kuruluş. Valiler, rektörler, sivil toplum kuruluşları fişleniyordu. Zira süreç
boyunca bazı medya kuruluşlarının haberi ve bu bağlamda bazı beyanatlara verilen özel
önem bu tezi haklı gösterecek sayısız örnekler içeriyordu. Haberlerin nitelik ve niceliği
değerlendirilme biçimleri toplu analiz edildiğinde medya aracılığıyla bir ‘toplum mühendisliği’ çalışmasında söz etmek zor olmayacak20.
Laiklik ve irtica moda sözcükler…
Basında kim ve ne konuşursa konuşsun laiklik çerçevesindeki beyanatları ön plana çıkartılıyordu Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, kendisinin laik Türkiye’nin teminatı olduğunu belirterek ‘’3 ay boyunca laik Türkiye cumhuriyetinde ne değişmiştir. Buna ben müsaade
etmem ben siper olurum demek zorunda kaldı. Aynı gün ANAP genel başkanı Yılmaz laiklik
konusunda son günlerde çeşitli kesimlerden yükselen seslerin, hükümetin kamuoyunda
oluşturduğu rahatsızlıklara bir tepki olduğunu söylüyor, bu hükümetin hiçbir yanlış icraatı
antidemokratik girişimleri haklı kılamaz’’ diye ekliyordu21.
Bu arada Erbakan’ın Libya Devlet başkanı Muammer Kaddafi’yi ziyaretinde Türkiye’yi şoka
uğratan bir gelişme yaşandı. Kadaffi genel olarak Türkiye’nin dış politikasından memnun
olmadıklarını bildirerek Ortadoğu’daki güneşin altında Kürt milletinin de yerini almasını
gerektiğini illeri sürdü (6 Ekim 96) söz alan Başbakan Erbakan, Türkiye’de yaşayan 65 milyon insanın birlik içinde olduğunu belirterek ‘’Türkiye’de hiçbir ırkçılık ve cinsiyet ayırımı
yoktur’’ dedi. Erbakan’ın tepkisi yeterli görülmemişti. Medya da Türkiye’nin itibarının zedelendiğini sert ifadelerle vurgulanıyordu. Mısır Libya ve Nijer’yayı kapsayan gezisini tamamlayarak Ankara’ya dönen Erbakan Esenboğa havalimanında bir basın toplantısı düzenledi.
Erbakan Kadaffi ile yaptığı görüşmede ‘’teröristlere destek çıkmaya hakkı olmadığını açık
ve kesin bir şekilde ortaya koyduğunu’’ söyledi. Erbakan ‘’Ulusal onur hislere kapılıp, kırıp dökmekle korunmaz, yanlış hareket edenleri doğru yola getirmekle korunur.’’ Diyerek
tepkisinin tarzını savundu. Ancak medyanın konuyla ilgili tavrı değişmedi. (6 Kasım 96’da
yaşanan önemli bir olay gazetenin ancak satır aralarında yer bulabildi. Bu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Almanya ziyaretinde Bonn’da Kohl ile görüşürken MED TV muhabirlerine akreditasyon verilmesiydi. Halbuki bu olay ‘’Libya skandalı’’ kadar önemliydi.
Nitekim bakan Yalım Erez ‘’siz teröristsiniz’’ diye bağırmaktan kendini almadı. Alman makamları bunun üzerine muhabirleri uzaklaştırdı ve akreditasyonlarını iptal etti) Refah Partisinin 5. Olağan kongresinde Başbakan Necmettin Erbakan, ılımlı mesajlar vererek havayı
yumuşatmaya çalışıyordu. Ancak aynı gün Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyete rakip olarak yayın
hayatına atılan Radikal Gazetesi sürpriz bir manşetle çıktı Buna göre Antalya’da toplanan
ve İşbirliği Konferansında üst düzey bir general ‘’iç ve dış destek sağlanırsa darbe olabilir’’
diyordu…
Hükümet 16 Ekim 96’da önemli bir gensoru sınavı geçirdi. Erbakan Libya’ya yaptığı gezide
Kadaffi’nin Türkiye aleyhine söyledikleri üzerine hükümet hakkında verilen gensoru önergesinin22 gündeme alınması oylaması yapıldı. Muhalefetin sınavı şeklinde geçen oylamada 256 oya karşı 275 oyla gensoru gündeme alınmadı DYP’li Gencay Gür oylama öncesi
partisinden istifa etti. ‘’ Oylamada beni göreceksiniz o zaman etek mi yoksa pantolon mu
giydirirsiniz…’’ diyen eski paşa Doğan Güreş ret oyu verdi. Basın etekli paşa resimlerin19 Hamit Karalı: ‘’Medya İmparatorluğu’’, İstanbul, Truva Yayınları, 2005 s.195
20 A. g. e, s.196
21 A. g. e, s. 206
22 A. g. e,s.207
259
den geçilmez oldu. Hükümet üyeleri bu gelişmelerden sorumlu tuttuğu medyayla ilgili
sert çıkışlarda bulundu. Gensoru önerisinden sonra Hürriyet’te çıkan yazı özetle şöyleydi.
‘’Kadafi’nin çadırındaki hareketlerin suçlusu bulundu. Medya… Bedevi çadırında 73 yıllık Cumhuriyete yapılan hakaretlerin aşağılanmaların müsebbibi ortaya çıktı. Gazeteler ve
televizyonlar… Son zamanlarda her skandalın her yolsuzluk haberinden her eleştiriden
sonra aynı senaryo tekrarlanıyor. Gırtlağına kadar yolsuzluğa bulanmış, bedevi çadırında
ülkelerine yapılan hakaretlere tek kelime dahi cevap vermemiş siyasiler, hemen kürsüye
çıkıp başlıyorlar medyaya vurmaya. Amaç nedir? Sesiz, itirazsız, dilsiz ve sağır bir Türkiye’yi
yaratmak? Bedevi çadırlarındaki skandalların halka duyurulmasını mı engellemek?
Daha önce defalarca düzenlenen Sincan’daki Kudüs Gecesi o yıl ilgi odağı oldu ve Belediye
Başkanı Bekir Yıldız ile İran Büyükelçisi Bagheri’nin koltuklarından olmasına yol açtı RP’li
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı’nın (10 Kasım) Atatürk’ü anma törenine katıldıktan
sonra gittiği partisinin İl Divan Toplantısında ‘’ bu sabah ben de resmi görevim, sıfatım
nedeniyle bir törene katıldım. Süslü püslü görünüşüme bakıp da laik olduğumu sanmayın.
İnancımıza saygı duyulmadığı, sövüldüğü bir dönemde içim kan ağlayarak bugünkü törenlere katıldım, içinizdeki kini eksik etmeyin şeklindeki konuşması da büyütüldü. Karatepe
KARLI 208 Fatih Altaylı’nın Teke Tek Programında ve İnter Star’ın haber programında kastının konuşmadan çıkartılan anlam olmadığını açıklıyordu. Karatepe23, Atatürk ve 10 Kasım
isimlerini zikretmediğini Atatürk’ün sevdiği yanları olduğu gibi sevmediği yanlarının da
olduğunu kaydediyordu. Bu arada Fehmi Koru o gün bazı gazetelerin Karatepe’nin sözlerini
büyütebilmek için piyasaya epey gecikmeli çıktıklarını yazıyordu: önce Akşam haberlerinde
çarmıha gerildi RP’li başkan ertesi gün de gazetelerde derisi yüzüldü. Her aklı başında
insanın korkusu ‘’çağdaş kabus’’, medya linci, bu 10 Kasım’da Şükrü Karatepe’nin kapısını
çalmıştı. RP’li Başbakanın birçok anlama gelebilecek, tevile gayet müsait sözlerini bir an
için medya araçlarının anlamamızı istediği biçimde algılasak bile herkesin fikri kendine
değil midir? Toplum linç ayinlerini geride bırakmayacak mı? (Zaman 12 Kasım 1996)
Eskiden Tankların yaptığını şimdi de ‘’Haber atlatma adı altında medya yapıyor’’ eleştirilerine rağmen benzer haberler sürdü24.
Tarih 17 Aralık 96. (Başlık) ‘’Erbakan İran Flörtüne ordudan sert tepki.’’
Haber: Türk Silahlı Kuvvetleri İran’la savunma sanayi işbirliği yapılacağını açıklayan Başbakan Erbakan’a çok sert tepki gösterdi. Üst düzey bir askeri yetkili ‘’böyle bir şey olanaksızdır. Bu başbakanın talihsiz açıklamalarından biri. Türkiye düşmanca tutumunu sürdüren
ve teröre destek olan bir ülke ile nasıl hayati alanda anlaşma yapabilir’’ dedi. Aynı gün
gazetelerde Mümtaz soysal şunları yazıyordu: ‘’Dar anlamıyla alırsanız, hükümeti muhtıra
yemiş sayabilirsiniz de saymayabilirsiniz de…’’
Takip eden günlerde Milliyet Gazetesi’nde aynı bağlamda bir haber daha yayımlandı. Gizli
MGK raporu, ordudan özel tim ve teröre çözüm önerileri. Gazete ordunun taleplerini şöyle
sıralıyordu: ‘’ Özel Harekat Timleri, bekleneni veremedi, vatandaşa sert davrandı, temel
vasıflarını yitirdi. Timlerin eğitimi askeri birliklere verilmeli. Jandarmaya iç ve dış istihbarat
yetkisi verilmesi için özel yasa çıkarılmalı. Siyasiler silah kaçakçılığı yapıyor bu sebeple
dokunulmazlık kaldırılmalı. 20 Aralık 96’da ise Hürriyet gazetesi sürece uygun düşmeyen
mesaj yüklü bir manşet attı.
Başlık: ‘’Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin.’’
Altbaşlık: Ordu darbe mi yapacak söylentilerine cevap veren üst düzey bir komutan, ‘’Bu
defa işi silahsız kuvvetler halletsin’’dedi.
25 Haziran 2000 Güven Erkaya’nın vefat haberi Hürriyet Gazetesi’nde şu ifadelerle verildi:
milletinin kalbinde 28 Şubat’ın mimarı öldü; Türkiye’yi karanlık ufkundan döndüren adamı
kaybettik25.
Ve tanklar başkent sokaklarında yürüdü… Sincan’da Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve
23 A. g. e, s.208
24 A. g. e, s.209
25 A. g. e, s. 210
260
Eğitim Tümen Komutanlığına bağlı 20 kadar tank 15 kariyer, cip ve reolardan oluşan araçlar kent merkezinden geçerek Akıncı Üssü’ne gitti. Açıklamalara göre bunun adı tatbikattı.
Dönemin Genelkurmay ikinci Başkanı Çevik Bir, daha sonra bunun anlamını şöyle açıkladı:
‘’Balans Ayrı’’ bunun adı resmen ‘’darbe’’ değildi ama ciddi bir mesaj içerdiği için adı geçen
kavram kadar önem taşıyordu. Demokrasinin en temel unsuru olan TV ve gazetelerde ‘’bu
tanklar niçin buradaydı?’’ sorusunu kimse sormadı26.
Tankların yürüyüşüne tepki gösteren bazı yazarlar ise şunları savundu:
Ali Bayramoğlu: Türkiye demokratik bir ülke olsaydı Sincan’la ilgili olarak, gazetelerin birinci sayfalarında Belediye Başkanı hakkında soruşturma açan kamu otoritesi, şehrin içine tankları süren birlik
komutanı hakkında soruşturma açmalıdır.’’ İbaresi yer alırdı. (Yeni Yüzyıl)
Cengiz Çandar: Sincan’a hükmedemezsen Ankara’ya da hakim değilsindir. Türkiye’ye zaten değilsin.
Sincan’dan geçen tanklar çok şeyi birden çiğnediler. Sadece Refahın gururunu değil. Bu ülkenin sorunlarını askersiz çözebilme umutları ve gelişmiş ergin bir demokratik sisteme kavuşma emelleri de paletlerin
altında kaldı.(Sabah)
Hürriyet’in yayın patronu Ertuğrul Özkök, köşesinde 18 Şubat Çarşamba günü yapılan İran
Milli günü ile çarpıcı bir ayrıntıya27 yer verdi: (Bu sırada Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız Kudüs Gecesi nedeniyle tutuklanmış, Sincan’da tanklar yürümüş, Adalet Bakanı Şevket
Kazan tutuklu bulunan Yıldız’ı ziyaret ettiği için ağır suçlamalara maruz kalmıştı… Adı geçen geceye katılan İran’ın Ankara Büyükelçisi Bagheri’nin ‘’İstenmeyen Adam’’ ilan edilmesi için yoğun baskı yapılıyordu. İran en tehlikeli komşu haline gelmişti.) Özkök İran’ın Milli
Gün’ü dolayısıyla genelkurmayın bir temsilcisi yarbay gönderdiğini; yarbayın İran Büyükelçiliğe girişini Anadolu Ajansı’nın fotoğrafladığını ancak bu haber ve fotoğrafın askerler tarafından servise konulmasının engellendiğini kaydediyordu. 28 Şubat 97 tarihinde yaklaşık
9 saat süren ve sürece ismini veren MGK toplantısı sonrasındaki gelişmeler tüm resmi ve
sivil kesimi ciddi bir demokrasi sınavına tabi tuttu. ‘’ Demokrasi giderse gelir; ama laiklik
gitti mi gelmez’’ diyen köşe yazarları oldu (Rauf Tamer) Sincan’da yürüyen tankları iftiharla
anlatanları da… Basın da gerilimi28 tırmandıran manşetler havanın durulmasına rağmen
dinmiyordu (MGK toplantısında İrtica PKK’dan daha tehlikelidir.’’ Diyen Deniz Kuvvetleri
Komutanı Güven Erkaya’nın önündeki dosyaların gazete küpürlerinden oluştuğu ekranlara yansıdı.) İlk kez 1966 yılındaki MGK’da dile getirilen Kur’an kurslarındaki yemin olayı
manşetlere tekrar yansıdı Artık Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar açıkça ‘’Birçoğumuz
demokrasi sınavında sınıfta kaldı.’’ Diye yazıyorlardı.
28 Şubat MGK’sı ismini verdiği süreçle tarihe damgasını vurdu. (bu toplantının alt yapısı
medya daha önceden hazırlandı. Basında komutanların Erbakan’a yüklendikleri ve RP liderinin söylenenleri onaylamak zorunda kaldığı belirtiliyordu. Erbakan’ın MGK Kararlarını
imzalaması basında ilginç başlıklarla yer aldı.
Hürriyet: ‘’Aynen imzaladı.
Sabah: Paşa, paşa imzaladı’’29.
11 Haziran 97’de genelkurmay başkanlığı basına verdiği brifingde ‘’ Türkiye Cumhuriyeti’ni
yıkmaya çalışan irticaya karşı mücadelede gerekirse silah kullanılacağını’’ açıkladı. Komutanların irticaya karşı Batı Çalışma Grubu’nu kurduğu da kamuoyuna resmen yansıdı. Brifingde darbelere zemin teşkil eden İç Hizmet Kanunun 35. Maddesinde de atıfta bulunuldu.
Silahlı Kuvvetlerin vazifesi anayasa ile tayin edilmiş olan TC’yi kollamak ve korumaktır. TSK
için durumdan vazife çıkarmak bir görevdir. Konu gazete manşetleri ve bazı köşe yazılarında şöyle değerlendirildi:
Sabah: ‘’Türkiye sizinle gurur duyuyor.’’
Milliyet: ‘’Orduda son uyarı.’’
26 A. g. e, s. 212
27 A. g. e. s, 213
28 A. g. e. s, 214
29 A. g. e. s, 215
261
Hürriyet: ‘’Gerekirse silah bile kullanırız.’’
Sabah: ‘’Muhtıra gibi brifing.’’
Derya sazak: ‘’Tek tarih vermediler.’’
Yalçın Doğan: ‘’İhtilal bildirisi.’’
Fikret Bila: ‘’Durumdan vazife…’’
Fatih Çekirge: ‘’Yolun sonu.’’
Ertuğrul Özkök: ‘’Nereye Kadar?’’
İsmet Barkan: ‘’Siviller kına yaksın!’’
Turhan Erdem: ‘’Takriri Sükun Kanunu…’’30
Hasan Cemal: ‘’İrtica ve siyasal İslam’la mücadele konusunda tarafsız kalacak kadar da avanak değilim.
İran tipi bir totaliter ideolojiyi bu ülkede iktidar yapmak isteyen siyasal İslamcılara dişe diş bir mücadele
hem demokrasi mücadelesidir, hem aydın olmanın gereğidir.31’’ (15 Haziran 97)
Cengiz Çandar: ‘’Bu ülkenin en önemli sorunlarının başında ‘’belkemiksiz aydın sorunu’’ geldiğini bir
süredir öğrendik.’’
Türk Basını çok kötü bir sınav verdi. 28 Şubat Süreci içerisinde özellikle büyük gazete ve
televizyonların yaptığı haberlerin yüzde 90’ı yalandır. Biz yazdık biz okuduk. Gayet netti.
28 Şubat’la birlikte bir düşman ilan edildi ve bu düşman gelecek başımıza oturacak..mış!
endişesi içerisinde bir savunma mekanizması çalıştı32.
3.3. Uludere (Roboski) Olayı’nda Basın
28 Aralık tarihi akşamında Şırnak’ın Uludere ilçesinde 34 kaçakçı vatandaşın TSK’ ya ait
F-16 jetleri tarafından PKK’lı sanılıp bombalanarak öldürülmesini ertesi gün bazı haber
sitelerinden öğrendik. Öğle saatlerine kadar bazı haber kanalları da gazete ve televizyonların internet siteleri de katliamı duyurmadılar. Haber kanalları öğle saatlerinde ‘’35 köylü
vuruldu iddiası’’ sadece dakika bile diyemeyeceğimiz süre içerisinde ve sonra Şırnak Valisinin açıklamasını verdiler yine dakika bile diyemeyeceğimiz süre içerisinde. Halbuki böyle
bir olayda haber kanalları hemen ekiplerini yola çıkarırlar ve ‘’ilk canlı yayını kim verecek
‘’yarışına girerlerdi. Aynı şekilde ajanslar da ‘’Haberi ilk kim geçecek okuyucularına’’yarışı
yaparlardı. Ama ajanslardan da böyle bir son dakika refleksi gelmedi şaşırtıcı bir şekilde bu
kez. Tabii ta ki TSK’nın açıklamasına kadar. TSK’nın yaptığı açıklamayı veren haber kanalları
katliamı yine pas geçti. Ancak TSK’nın açıklamasının ardından haber kanalları olayı duyurmaya başladılar. ‘’Sınırda 35 vatandaşın ölümü’’ başlığı ile sanki insanlar kendiliklerinden
ölmüşler gibi. Özellikle sosyal paylaşım sitesi Twitter’da bombalama olayına yeterince
yer vermedikleri için haber kanallarına tepki mesajları yağarken, operasyon haberini ilk
veren kanalın TRT Haber olduğu öğrenildi. TRT Haber’in sabah haber kuşağında yer alan
‘Günlük’ programında son dakika olarak duyurulan operasyon haberi ‘Şırnak’ın Uludere
ilçesinde gerçekleştirilen operasyona F-16’ların da destek verdiği belirtiliyor. Operasyonda
çok sayıda kişinin öldüğü iddia ediliyor.’ İfadeleri ile aktarıldı. Bombalama olayı sonrası
bir haber kanalı öğle bülteninde Şırnak Valiliği’nin açıklamasından tam 4 saat sonrasında
haber geçti. Diğer haber kanalı olayla ilgili herhangi bir haber geçmezken yayın akışındaki
programlarda üstü kapalı olarak yaşananlara değindi. Ve bir diğer haber kanalı ise tüm yaşanan gelişmelere kayıtsız kalıp sadece Genelkurmayın yaptığı 8 maddelik açıklamayı ‘son
dakika’ olarak verdi. Ertesi gün gazeteler ve özellikle de yazarların çoğu, Uludere’yi yazdı33.
Ali Bayramoğlu: Bu felaket göstermektedir ki silah, savaş, çatışma üzerine kurulu seferberlik her zaman
ve herkes için ölümcüldür. Diğer yönüyle soru şudur: Nasıl becerilebildi? Sorumlu kim? 24 askerin şehit
olmasıyla ayağa kalkan medya, devlet ve siyaset, 35 sivil ölümü karşısında ne yapacak, ne diyecek? Muhtemelen zayiat diyerek geçiştirecektir bazıları, kimileri o sivillerin orda ne işi vardı diyecektir…
30 A. g. e. s, 228
31 A. g. e, s. 229
32 A. g. e, s. 248
33 Ender Özkanat: ‘’Uludere Ve Medya’’ www.derindusunce.org 2012/02/03(Kasım 2013) aktaran:
Zeynep Kılıç; ‘’Demokratik Açılımda Medyanın Rolü’’ Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, Ocak 2014. S.91.
262
Özlem Albayrak: Kendi ülkesinin kadınlarının%70’inin yakının başına örttüğü örtüyü hala bir tehdit
olarak gören/görebilen TSK’nın o eski hassasiyetleri ısrarla korumaya devam etmesi bir yana, kuruma
bağlı subayların mesajlarını bile kontrol edebilme kudretini haiz bir istihbaratı varken PKK’lılar ile ortalama köylüleri nasıl ayırt edebilmez? Var mı bunun izahı? Sizin istihbaratınızı, sizin vicdanınızı sevsinler…34
Ahmet Hakan: Uludere olayı dışında hükümet sustu kaldı. Etkili bir çıkış yapmadı. Kısacası ortaya
çıkan vahim tabloyu hafiften üzerine aldı… Bir kez daha anladık: Güvenlik politikalarına abanmanın
tehlikeli sonuçları olabiliyor. Hele azcık bir başarı sağlanınca bir havaya girme durumu söz konusu oluyor
ve dikkat elden kaçıyor. Dikkatin elden kaçması ise 35 cana mal oluyor.
Ruşen Çakır: Yaşanan facia bilerek değil kazayla yaşandı ama kaza olması sorumlularının günahlarını
azaltmıyor, tam tersi artırıyor. AKP Hükümeti bu olayın üstünü örtmeye çalışmayacaktır. Böylesi bir günde vatandaşları yaşananlardan haberdar etmeme konusunda olağanüstü bir beceri sergileyen haber kanallarının günahlarına ortak olmadığım için son derece memnunum. Gerçekten her işte bir hayır varmış35.
Taraf:‘Devlet Halkını Bombaladı 35 Ölü’ manşetiyle haber yaptı.Tarafın attığı ‘Devlet halkını
bombaladı’ manşeti için Erdoğan ‘acımasızlık’ olarak niteledi. ‘’İstihbarat MİT ajanından
geldi’’ iddiasını yazan Baransu için ‘cambaz’ ifadesini kullandı. ‘Devlet halkını bombaladı’
başlığı çok acımasızdır. Hiç bir devlet halkını kalkıp da bombalamaz. Geçmişte böyle şeyler
yapılmış olabilir. Ama bizim iktidarımızda mümkün değildir. Erdoğan Tarafın manşetine
yönelik sözlerinin hemen ardından Taraf muhabiri Mehmet Baransu’ya da sert eleştiriler
getirdi.
‘Burada bilir bilmez yazan köşe yazarı cambazlar var. Bunlar istihbarat örgütlerimizi istihbaratçılarımızdan daha iyi biliyorlar. İstihbaratın içinde böcekleri var galiba…’’
Başbakan Erdoğan’nın ‘bilip bilmeden yazan cambaz köşe yazarı’ diyerek eleştirdiği Mehmet Baransu cevabı anında twitter üzerinden verdi. Baransu twitter üzerinden
‘Sayın Başbakan iki cambaz bir ipte oynamaz, hatırlatayım size. Öyle böcek diyerek olayı sulandırmayın
gerçeği siz de benim gibi biliyorsunuz’’ yanıtını verdi. İşte Baransu’nun yazdıkları. Sayın Başbakan bugün anladım ki sizden daha iyi MİT’i biliyorum. MİT arşivlerini MOSAD’a açmıştı böceğe değil mossad
ajanlarına bak. Bu ülke cambazın kim olduğunu da öğrenecek. Cambazları da. Sayın Başbakan siz de
çok iyi bildiklerinizi öğreneceksiniz. Sayın Başbakan ben eli silah tutanlardan korkmadım Kasımpaşalı36
Tayyip Erdoğan’dan korkacağımı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Sayın Başbakan hatırlatayım. Senin
iç işleri bakanına bağlı jandarma beni dinledi. Şimdi de evimin ve iş yerimin üzerine bir heron istiyorum.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Tarafın, TSK’nın bombalı saldırı sonucu 35 köylünün yaşamını yitirdiği Şırnak’taki katliamla ilgili ‘’Devlet halkını bombaladı’’ manşetine yönelik
eleştirilerini sürdürdü ve ‘’onların arkasında ne tür emellerin, amellerin olduğunu gayet iyi
biliyoruz’’ diye ağır ithamda bulundu.
Başbakan Erdoğan Partisinin grup toplantısında konuşmasının önemli bir bölümünü Şırnak’ta 35 köylünün öldürüldüğü katliam olayına ayırdı. Erdoğan şunları söyledi: ‘’Olayı ‘Devlet halkı bombalıyor’ diye
göstermek, devletin milletiyle arasındaki bütünlüğü parçalamaktan öte bir gayret taşımıyor. Bu gayretlerin
içerisinde bulunan bir kısım medyanın niyetlerini de gayet iyi biliyoruz. Onların da arkasında ne tür
emellerin amellerin olduğunu gayet iyi biliyoruz. Bakın en az bu gözü dönmüş fırsatçı siyasetçiler kadar,
bazı medya kuruluşları bazı yazarlar da bu acı hadiseyi istismar etme gayreti içine girdiler. Dikkat edin
dertleri olayın aydınlatılması değil. Dertleri acıyı paylaşmak hiç değil. Dertleri bu acı hadise üzerinden suyu
bulandırmak ve ilk saatlerde kendilerinin ürettikleri komplo teorilerine kendileri de inandılar. Devlet işte
az önce söyledim, halkını bombaladı diye manşet atıyorlar, katliam diyorlar, kirli savaş ifadelerini kullanıyorlar. Güya vicdan kisvesi altında, kuzu postu altında, kendi dünya görüşleri çerçevesinde toplumu tedip
etmenin, terbiye etmenin çok bilmiş edasıyla millette istikamet çizmenin gayreti içindeler.
Bakıyorsunuz daha da illeri gidiyor. Ben diyor eli silahlı olanlardan korkmadım, Kasımpaşalı Tayyip’ten
mi korkacağım? Benim derdim kimseyi korkutmak değildir. Ama şunu unutmayın ben Kasımpaşalı Tayyip olmaktan şeref duyarım. Eğer bu ülkede bize %50 oy verdiyse ondan sen gocun. Herhalde bu %50’den
34 A. g. e, s. 93
35 A. g. e, s. 95
36 A. g. e, s. 99
263
daha akıllı değilsin. Kendinizi bir check bir kontrolden geçiriniz. Kusura bakmasınlar beyler bizim istikametimizi her zaman millet çizdi. Bundan sonra da sadece millet çizer37.
Bunlar gibi bunların taşeron fikirlerini alacak vicdan kisvesi altındaki fitnelerine boyun eğecek değiliz. Biz
devlet millet kaynaşmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bunlarsa terör örgütünün düşman devlet algısını güçlendirmeye çanak tutuyorlar. Biz milletimizi kucaklamanın birlik ve bütünlüğü korumanın derdindeyiz.
Bunlar kin ve nefret tohumlarının yeşermesine hizmet ediyorlar. Biz her alanda sivilleşme ve demokratikleşme hakim olsun diye mücadele ediyoruz. Bunlar kurumlar birbirine düşsün diye fitne çıkarıyorlar’’
Başbakan Uludere’yi unutup devlet-millet kaynaşmasına karşı Taraf’ın gizli emellerinden
bahsedince hatırlatmak şart oldu diye, Taraf Gazetesi:
‘’İyi de senin devlet halkını bombaladı’’ diye manşet attı38.
Uludere katliamından dolayı ceza alan tek kişi gazeteci-yazar Ahmet Altan oldu. Şırnak’ın
Uludere ilçesinde 34 kişinin TSK’ ya ait uçaklardan atılan bombalarla katledilmesinin ardından Taraf Gazetesinin kurucusu ve eski Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan 4 Ocak
2012 tarihinde ‘’Devlet yardakçılığı ve ahlak’’ isimli bir yazı kaleme almıştı. Altan yazısında
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a hakaret ettiği39 gerekçesiyle 2 yıl 8 aya kadar hapis cezası
istemiyle yargılandığı davada 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Altan’a verilen ceza
para cezasına çevrildi. Ayrıca, Yeni Şafak Yazarı Ali Akel’in Uludere yazısı nedeniyle gazetesiyle yolları ayrıldı. Yeni Şafak Yazarı Ali Akel 25 Mayıs tarihli ‘’Özür açıklanmaz dilenir’’başlıklı yazısında Uludere konusunda Başbakan Erdoğan ve hükümet üyelerinin tavrını sert
sözlerle eleştirmiş yazısını ‘’Bir şey söyleyecekseniz doğrusunu söyleyip gereğini yapın.
Ya da ebediyete kadar susun. Allah aşkına susun!..’’ diyerek bitirmişti40. ‘’Paşa’’ başlıklı
yazısı nedeniyle bir başka ilginç soruşturma Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun’a
yapıldı. Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun’a 29 Nisan 2012’de yazdığı ‘’paşa’’ başlıklı
yazı için soruşturma açıldı. Genelkurmay Başkanlığı suç duyurusunda ‘’Coşkun’un ‘’Paşa’’
adlı yazısıyla TSK personelinin şeref ve haysiyetini rencide ettiği Türk Ceza Yasasının 125
maddesine kamu görevlisine hakaret suçundan soruşturma açılmasını istedi. Konuyla ilgili
İstanbul savcılığı soruşturma başlattı. Bekir Coşkun’un Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca
ifadesi alındı41.
3.4. Gezi Olaylarında Basın
Başbakan Erdoğan, 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi partisinin İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlediği toplantısında, Taksim Meydanı’nı yeniden düzenleyeceklerini açıkladı. Buna göre şu anda Gezi Parkı olan alan Sultan 3. Selim zamanında inşa edilen Topçu
Kışlası’na dönüşecek, Taksim ve çevresindeki tüm trafik de yeraltına indirileceği açıklandı.
Erdoğan, Taksim Gezi Parkı’nın yerinde bulunan, ancak 40’lı yıllarda yıkılan Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilecekti. Çılgın projelerden biri olarak bilinen bu projeye o günlerde
dikkatli ve kentine hassas İstanbullular dışında büyük tepki gelmedi. Ancak Mimarlar odası
ve bazı kuruluşların başını çektiği grup projenin açıklanmasından sonra parkın kent merkezindeki ender yeşil alanlarından biri olduğunu ve böyle kalması gerektiğini savunuyordu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin finanse ettiği Taksim Yayalaştırma Projesi ihalesini 51
milyon 555 bin TL bedelle Kalyon İnşaat kazanmıştı.
27 Mayıs: Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi’ne bakan duvarın 3 metrelik kısmı Taksim
Yayalaştırma Projesi kapsamında gece 22: 00 civarında yıkıldı. 4-5 ağaç da taşınmak üzere
yerinden söküldü. Taksim Dayanışma grubu eyleme başladı, 40-50 kişilik grup çadır kurup
parkta sabahladı.
28 Haziran: Sırrı Süreyya Önder iş makinelerinin önüne geçti ve yıkım çalışmalarının ruhsatını görmek istedi. Önder;“Ağaçları kestirmeyeceğiz. Fakir fukaranın gölgesinin kesilmesine izin vermeyeceğiz.” dedi. Ruhsatsız yıkım çalışması tepki topladı. BDP’den sonra CHP
adına ilk olarak Gürsel Tekin destek amaçlı olarak parka geldi.
29 Mayıs: Polisler sabah saat 5:00 civarı parktaki çadırlarda nöbet tutanlara müdahale etti.
37 A. g. e, s.100
38 A. g. e, s. 101
39 A. g. e, s. 103
40 A. g. e, s. 106
41 A. g. e, s. 110
264
Çadırlar ateşe verildi. Bu sırada inşaat ekibi çalışmalarına devam etti.
30 Mayıs: Çok sayıda sanatçı, akademisyen ve siyasi de eyleme katıldı. Akşam saatlerinde
hızla sayı arttı. Gezi Parkı’na “Taksim için nöbetteyiz” yazılı pankart asan grup, “Taksim
bizim, İstanbul bizim”, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganları attı. Binlerce
kişi, açıklamaların ardından Kardeş Türküler, Hilmi Yarayıcı ve Ferhat Tunç’un seslendirdiği
şarkılarla eğlenerek Gezi Parkı’nı bırakmayacaklarını dile getirdi.
31 Mayıs: İstanbul dışındaki birçok şehirde de protesto yürüyüşleri düzenlendi. Ankara’da
Kuğulu Park, İzmir’de Gündoğdu Meydanı ve Konak bölgelerinde yapılan yürüyüşler polisin müdahale etmesiyle son buldu. Eylemler hızla diğer illere de yayıldı. Ankara, İzmir,
Mersin, İzmit, Konya, Manisa gibi pek çok kentte gösteriler yapıldı. TTB acil servislere gelen yüzlerce yaralıdan bazılarının durumunun çok ağır olduğunu açıkladı. Polisin şiddetine
karşın on binler geri çekilmedi.
1 Haziran: Eylemciler İstanbul’un Anadolu yakasında toplandı ve Boğaziçi Köprüsü üzerinden yürüyüşe geçti. Köprüyü sabahın erken saatlerinde yürüyerek geçenlerin yer aldığı
fotoğraf ajanslar tarafından dünya medyasına iletildi. Ünlü Hollywood yıldızı Bruce Willis
polisin şiddetini tweet atarak duyurdu. Willis, mesajında “Türkiye’de basın çalışmıyor…
İnsanlar sokaklarda ölüyor? Türkiye acı çekiyor! Tweet atın lütfen…” dedi.
2 Haziran: İstanbul’un pek çok semtine kadar halk protestoları “Her yer Taksim her yer
direniş” sloganlarıyla, tencere tava eylemleri ile yayıldı.
3 Haziran: Taksim Gezi Parkı eylemlerini, medyanın büyük bölümünün görmezden gelmesi, yurttaşların ve izleyicilerin tepkisini çekti. Sabah gazetesi, ATV ve NTV izledikleri
yayın politikaları nedeniyle protesto edildiler. Doğuş Medya Grubu’nun Maslak’taki binası
önünde öğlen saatlerinde toplanan yaklaşık 3-4 bin kişilik grup NTV’yi protesto etti. Grup,
“Bu da mı haber değil NTV?” diye bağıran göstercileri ve tepkilerini canlı yayınla ekranına
yansıttı. Beşiktaş Balmumcu’da bulunan ATV- Sabah önünde dün akşam saatlerinde toplanan iki yüz kişilik bir grup da sloganlar eşliğinde ATV ve Sabah’ı protesto etti. Dünyaca
ünlü küresel hacker grubu Anonymous, Taksim Gezi Parkı olaylarına ilişkin bir video yayımladı. Grup, 1 milyon 150 bin takipçisi bulunan Twitter hesabından yayımladığı videoda,
“Merhaba Türkiye hükümeti, 4 gündür dehşet içerisinde diktatörce davranan hükümete
karşı barış içerisinde gösteri yapan kardeşlerimizin şiddet gördüğünü, dövüldüğünü, üstlerine tazyikli su sıkıldığını, gaz bombası atıldığını izliyoruz” denildi ve direnişçilere destek
mesajı verildi. Türkiye’ye 18 yıl aradan sonra, ‘yatırım yapılabilir ülke’ notunu veren ilk
kredi derecelendirme kuruluşu olan Fitch, Gezi Parkı direnişiyle ilgili olarak açıklama yaptı.
Fitch, ‘Kitlelerin sesinin duyulması kriteri BBB notunun çok altına indi’ uyarısını yaptı.
4 Haziran: Amerikan Washington Post’ta editoryal kurul imzasıyla yayımlanan makalenin
başlığı “Türkiye’de Başbakan Erdoğan’ın zorba taktikleri”ydi. Haberde Türk basınının “Gezi”
isyanını görmezden geldiği vurgulanırken olaylar sırasında CNN Türk’ün yemek programı
yayımladığı örneği de verildi. Basının bu suskunluğuna karşın Türkiye’de diğer yandan da
rekor sayıda gazetecinin demir parmaklıklar arkasında olduğuna işaret edildi.
5 Haziran: Fethullah Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Abant Platformu, Taksim Gezi
Park’ta başlayıp tüm yurda yayılan protestolarla ilgili olarak AKP hükümetine yönelik sert
bir açıklama yaptı. Küresel hacker grubu Anonymous, Suriye Elektronik Ordusu desteğiyle Gezi Parkı direnişine destek için Başbakanlığ’ın internet sitesini çökerttiğini duyurdu.
Anonymous grubunun Başbakanlık “server”larından veri çaldığı da iddia edildi.
6 Haziran: Taksim Gezi Parkı eylemleri uluslararası emek dünyasına da damgasını vurdu.
Eylemler, Cenevre’de başlayan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Konferansı’nda gündeme gelirken polis ve hükümet eleştirildi.
7 Haziran: Başbakan Tunus’tan dönüşünde havalimanında kendisini karşılayan 10.000
civarında kişiye seslendi. Olaylar için faiz lobisini sorumlu tutan Başbakan kışla ve AKM
konusundaki ısrarından vazgeçmedi devamla gençliğin elinde tencere tava değil bilgisayar
olacağını söyledi.
8 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş düzenlediği basın toplantısında, Gezi Parkı’nın yerine alışveriş merkezi, otel ve rezidansın yapılmayacağını, kent
müzesi olabileceğini, böyle bir durumda ise mimarlar ile görüşülebileceğini açıklamıştır.
9 Haziran: Meydana miting için kurulan platformdan katılımcılara yönelik yapılan konuş-
265
malarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar eleştirilirken, tertip komitesi, “Her yer Taksim her yer direniş”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği” ve “Hükümet istifa”
sloganları dışında slogan atılmamasını istedi.
10 Haziran: Taksim’de başlayan eylem illere, ilçelere hatta köylere kadar yayıldı.
11 Haziran: Vali Hüseyin Avni Mutlu gezi parkına müdahale edilmeyeceğini açıkladı
12 Haziran: Erdoğan İçişleri bakanına Gezi Parkı’nı 24 saatlik süre sonrası dağıtması için
talimat verdiğini açıkladı. Hürriyet’in manşetine taşıdığı sapan atan teyze fotoğrafı Erdoğan’ın Türk milletini nasıl çıldırttığının resmi olarak konuşuldu.
13 Haziran: Taksim Dayanışması üyesi bir grup, Taksim Gezi Parkı protestolarını sansürlediği gerekçesiyle Maslak’ta NTV binasının önünde protesto gösterisi yaptı. Bu arada protestoların hedefindeki NTV’nin CEO’su Cem Aydın görevinden istifa etmek zorunda kaldı.
15 Haziran: Gezi direnişinin başlamasından bu yana yaşananları görmezden geldiği için
Türkiye’de birçok kesimin protestolarının hedefi olan NTV kanalına bir tepki de uzun yıllardır işbirliği yaptığı İngiliz yayın kuruluşu BBC’den geldi. BBC Küresel Haber Dairesi Başkanı Peter Horrocks önceki gün BBC Türkçe’nin “Dünya Gündemi” programını yayımlamayan
NTV’yle ortaklığın askıya alındığını açıkladı.
17 Haziran: Operasyon sinyali Gezi eylemleri süresince Twitter ve Facebook gibi sosyal
paylaşım sitelerindeki yazılardan rahatsız olan hükümet operasyon için harekete geçti.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün konuyla ilgili çalışma yürüttüğünü belirten İçişleri Bakanı
Güler, daha önce İzmir’de yapılan Twitter gözaltılarının diğer illerde de gerçekleştirileceğini söyledi.
26 Haziran: Gezi Direnişi’ni takip eden 28 gazeteci yaralandı, 22 gazeteci darp edildi, 18
gazeteci de gözaltına alındı. Çağlayan Adliyesi’nde bir araya gelen gazeteciler, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
ile ABD Başkanı Barack Obama arasında gerçekleştirilen ve 1 saat süren telefon görüşmesinin detayları 7 saat sonra açıklanabildi. Tarafların özellikle Gezi Parkı eylemleri ekseninde “basın ve ifade özgürlüğü” vurgusunda uzlaşamadıkları ileri sürüldü.
Gezi Parkı olaylarında haber kaynağı olarak kullanılan ve eylemlerin yaygınlaşmasında
önemli rol oynayan sosyal medyaya müdahale etmek isteyen hükümete Twitter’ın olumsuz
cevap verdiği ortaya çıktı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Taksim Gezi Parkı olaylarına ilişkin Facebook ve Twitter’la temasa geçtiklerini ancak Twitter’ın
bu konuda işbirliğine yanaşmadığını bildirdi.
28 Haziran: Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, sosyal medyaya kısıtlama
getirileceği yolundaki söylentilerle ilgili yaptığı açıklamada, “Özgürlüklere, internetin sonuna kadar kullanılmasına evet ama suç işlenmesine, kaos, kargaşa, şiddetin aracı olarak
kullanılmasına asla geçiş yok. dedi.
Gezi Olayları Dünya Basınına Şöyle Yansıdı
BBC: ‘’Masum bir çevre protestosuydu’’
Fınancıal Times: ‘’Alkol yasağı tepki çekmişti’’
ZDF: “Barbar dediğimiz Türkler doğa için savaşıyor ve Türkler savaşırsa olaylar değişir.”
metni ile duyurdu.
ABD Basını’nda da Manşet: Polisin göstericilere müdahalesiyle olayların daha da büyüdüğünü belirten New York Times gazetesi, hükümetin Mısır’ın başkenti Kahire’deki Tahrir Meydanı’na benzer sayılabilecek Taksim Meydanı’na Osmanlı çağından bir kışla inşa
etmeyi planladıklarını yazdı. Gazete, Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin dindar kitlesinden
büyük destek aldığını ancak laik kesimin, hükümetin muhalif görüşlere tolerans gösterememesinin bir göstergesi olarak gazetecilerin tutuklanmasını eleştirdiğini ifade etti.
İtalyan Basını: ‘’Ağaç Savaşı’’ Protestolar İtalyan basını tarafından da ilgiyle izlendi.
Norveç Kanalı Canlı Yayınladı: Taksim Meydanında gerçekleştirilen Gezi Parkı Eylemleri
Norveç’te yayın yapan VG TV tarafından canlı yayınlandı.
266
Rus Televizyonu: Türkiye’de ayaklanmalar, barikatlar, sokak savaşları yaşanıyor42.
Başta CNN ve BBC olmak üzere Batı medyası, Gezi Parkı eylemlerinde adeta cephe savaşı
verdi. Taksim’’e gönderdiği savaş muhabirleriyle saatlerce canlı yayın yapan CNN, molotoflu eylemcileri masum, polisi ise kaosun sorumlusu gibi gösterdi. Taksim Gezi Parkı
protestolarını takip etmek için İstanbul’a adeta ‘çıkarma’ yapan uluslararası basın mensupları, canlı yayınlardaki manipülatif haberleriyle tepki topladı. Dünyanın önde gelen
kanallarından CNN’in saatlerce canlı yayın yapması, Associated Press (AP) ve Reuters’ın
meydandan uzun süre canlı yayın noktası kiralaması dikkat çekti. Taksim Meydanı’ndan
heyecanla haber yapan kanalların başında Amerikan CNN televizyonu geliyor. Aralıksız yapılan canlı yayınlar, CNN’nin 1991’deki büyük Körfez Savaşı başlamadan önce yapılan yayınları hatırlattı. İstanbul’daki gelişmeleri kalabalık bir ekiple izliyen CNN’nin Suriye’deki
insani krizi geçiştirirken, Taksim’den saatler süren aralıksız canlı yayın yapması kuşkuyla
karşılandı. Kalın’a Sansür: CNN’de ünlü habercisi Christiane Amanpour’un 81 ilin bulunduğu Türkiye’de sadece Taksim Meydanı’ndaki yaşananlardan yola çıkarak tüm ülkenin
çatışma ortamında olduğu izlenimini verdiği programında, Başbakan Erdoğan’ın başdanışmanı İbrahim Kalın’a da sansür uyguladı. Programa katılan Kalın’ın ‘DHKP-C Amerikan
Büyükelçiliği’ne bomba attığında terörist, Taksim Meydanı’na çıkınca demokratik protestocu mu oluyor?’ sorusu karşısında şaşıran Amanpour, Kalın’ı ‘program bitti’ anlamına
gelen ‘The show is over’ sözleriyle yayından aldı. ABD’li yayın kuruluş Los Angeles Times’ta
Başbakan Erdoğan diktatörlere benzetirken, USAToday internet kullanımının engellendiği
yalanına yer vermişti. Katar merkezli El Cezire televizyonu Mısır devriminde Tahrir Meydanı’nda görev yapan ekibini İstanbul’da görevlendirdi. İngilizce yayın yapan Rus haber
kanalı Russia Today (RT), Türkiye’den uzun süreli canlı yayın gerçekleştiren kanallardan.
Son günlerindeki haberlerinde ‘Türk baharı’, ‘Türk savaşı’ ve ‘İstanbul savaş alanı’ gibi üst
başlıklar kullanan RT, Türkiye’den gelen fotoğraf ve videoları sürekli yeniledi. RT, gelişmeleri internet sitesi ve sosyal medya hesaplarından da anında verdi., Amerikan Fox News ve
İngiliz kuruluşu BBC’nin yanı sıra
Gezi Parkı olaylarının yabancı medyada Türkiye’yi karalama kampanyasına dönüşmesi üzerine, Türkiye’de sosyal medya üzerinden karşı kampanya başlatıldı. Kısa sürede Twitter’da
dünya listesine giren, ‘Türkiye’nin başarısını durduramazsınız’ mesajı için İngilizce ‘You
CANT stop Turkish Success’ hastag’i kullanılıyor. Bazı yabancı televizyon kanalları ile haber
ajanslarının, Taksim Gezi Parkı’nda yaşanan olayları, Türkiye’de adeta iç savaş yaşanıyormuş gibi yansıtan yayınlar yapması üzerine, Türkiye’de yabancı medyaya tepkili kesimler,
karşı kampanya için harekete geçti. Kampanyaya yüzbinlerce gönüllü destek verdi. Twitter’da yabancı medyaya tepki içerikli olarak ‘’GoHomeLiarCNNbbcANDreuters’’ ‘Evine dön
yalancı CNN, BBC ve Reuters’ mesajlı kampanya ve Londra’daki Wall Street protestolarına
dünyanın dikkatini çekmeye yönelik ‘#occupylondon’ ‘Diren Londra’ hastag’i Trend Topic
(TT) listesine girdi. Kampanyaya Bülent Arınç ve Egemen Bağış da desteklerini iletti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da destek veren bir mesaj yayınladı. Davutoğlu, Twitter
hesabından yayınladığı mesajında ‘Bu ülke yediden yetmiş yediye tüm vatandaşlarının
omuzlarında yükseliyor ve bunu hiç kimse durduramayacak’ dedi43.
Gezi Parkı Olayları Basın Açıklaması: ‘’Gezi Parkı Eylemleri, masum ve meşru bir şekilde başladığı, gerek amacı gerekse eylem metoduyla taraflı tarafsız pek çok kesimin takdirini ve hatta desteğini
kazandığı fakat bu meşru talebe polisin ve devletin aşırı reaksiyon verdiği algısıyla pek çoğumuzun zihinlerinde yerini almıştır.
Sürecin devamında yaşananlar; özellikle sosyal medya odaklı olmak üzere kısa sürede ve organize bir
şekilde yayılan asılsız haberler ve çarpıtmalar, olayların sadece doğa sevgisiyle açıklanamayacağını, eylemin planlı ve sistematik şekilde, demokratik bir seçimle iktidara gelmiş olan hükümetin aleyhinde “gayr-ı
meşru” bir kampanyaya dönüşmüş olduğunu gözler önüne sermiştir.
Basın Yayın Birliği olarak uzun yıllardır, Türkiye’nin okur yazarlık oranını arzu edilen standartlara çekmek ve ayrıca sektörümüzün sosyo-stratejik konumu itibariyle daha bilinçli, daha duyarlı, daha demokrat,
fikirlere ve inanışlara daha saygılı bir toplum yapısının oluşumuna katkı sağlamak amacıyla faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. 3 haftasını geride bıraktığımız olayların gelmiş olduğu nokta, bu adil toplum
42 http://www.radikal.com.tr/dunya/gezi_parki_olaylari_dunya_basininda/31/05/2013.
43 http://www.yenisafak.com.tr/gundem/dis-basin-cephe-savasi-veriyor.
267
düzeni çabamızın hiçbir yerinde çoğunluğun azınlığa tahakkümünün söz konusu olmadığı gibi, azınlığın
çoğunluğa tahakkümünü de kabul etmemizin asla mümkün olmadığını bir kez daha açıklıkla ve altını
çizerek ifade etmek zorunluluğu doğurmuştur. Demokratik hak beyanlarının, ülkemizde geride bırakmış
olduğumuza inandığımız ve hatırlamak istemediğimiz günlerdeki şekliyle, tekrar, ortak değerlerimize yapılan saldırı ve ithamlara dönüşmüş olmasını ve bütün bunların özgürlük ve demokrasi talebi adı altında
gerçekleşiyor olmasını şiddetle kınıyor ve gelişmeleri kaygıyla takip ediyoruz.
Hepimizin ideal manasıyla özgürce fikirlerimizi ifade edebildiği demokratik bir atmosferin temini için muhatapları sağ duyuya davet ediyor, başkalarının değer ve inanışlarına taarruz hüviyetinde sergilenen hiç
bir tutum ve davranışın bu toplumun sinesinde takdir görmeyeceği hakikatini bir kez daha hatırlatmak
istiyoruz.’’Saygılarımızla44, Basın Yayın Birliği Yönetim Kurulu
Sonuç
27 Mayıs 1960 İhtilaliyle başlayan 28 Şubat süreci ile devam ede gelen Uludere ve Gezi
olayları ile bitirilen bu çalışma basına güvensizliğin olduğunu gösteriyor. Bu olayların cereyan ettiği dönmelerde basının kendisinden beklenen performansı göstermediği ve güvensizliğe sebebiyet verdiği anlaşılmaktadır.
Yeteri performans göstermeyen basın halk tarafından eleştiriye tabi tutulmuş basına güvensizlik giderek artmıştır. Güven addeden basına farklı bakılmaya başlanmıştır.
Basın; 27 Mayıs İhtilalinde askeri darbeden yana tavır almış bir bakıma darbeye zemin
hazırlamış ve darbeye alkış tutmuştur. 28 Şubat Sürecinde soğuk savaş estirmiş tankların Sincan’a yürümesine sebebiyet vermiş. Uludere’de (Roboski) katliamın üzerini örtmüş,
Gezi olaylarında da dengede kalmayı başarmayıp daha çok dış basına kayıp vermiştir. Bütün bu olaylar halkta basına karşı bir önyargı oluşturup basına güvensizliği pekiştirmiştir.
Kaynakça
Kitap
• Kabacalı, A.(1990) ‘’Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü’’ İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayını.
• Karalı, H. (2005) ‘’Medya İmparatorluğu’’ İstanbul, Truva Yayınları.
• Kılıç, Z. (2014). ‘’ Demokratik Açılımda Medya’nın Rolü’’ İstanbul, Yüksek lisans Tezi.
• Koloğlu, O. (2006). ‘’Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi’’ İstanbul, Pozitif Yayınları.
• Tokmakçıoğlu, E. (2011). ‘’Türk Basın Tarihi’’ Ankara, İsim Yayınları.
• Özgentürk, N. (2008). ‘’Cumhuriyet’ten Günümüze Basının Kısa Tarihi’’ İstanbul, Alfa Yayınları.
• Özsever, A. (2004). ‘’Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci’’ Ankara, İmge Kitapevi.
İnternet kaynak
• http://en.wikipedia.org/wiki/Adnan_Menderes
•https://dspace.lboro.ac.uk/dspace-jspui/bitstream/2134/16450/1/Thesis-2014-Gecer.pdf
• http://en.wikipedia.org/wiki/1997_military_memorandum
•http://www.dailysabah.com/politics/2014/02/28/feb-28-a-military-coup-never-to-be-forgotten
• http://en.wikipedia.org/wiki/Roboski_airstrike
• http://en.wikipedia.org/wiki/Gezi_Park_protests
• http://www.medyalens.com/gezi-parki-direnisi-nedir-nasil-basladi/
•http://www.radikal.com.tr/dunya/gezi_parki_olaylari_dunya_basininda-1135814
• http://www.yenisafak.com.tr/gundem/dis-basin-cephe-savasi-veriyor.
•http://www.basyaybir.org/basin-aciklamasi-gezi-parki-olaylari-cn272.html
44 http://www.basyaybir.org/basin-aciklamasi-gezi-parki-olaylari-cn272.html

Benzer belgeler