“Bugün belgeseller Üçüncü Sinema`nın karakteristiklerine en çok

Transkript

“Bugün belgeseller Üçüncü Sinema`nın karakteristiklerine en çok
arksist akademisyen ve
yönetmen Mike Wayne, 9. İşçi
Filmleri Festivali kapsamında
İstanbul’daydı. Engels’in aynı
adlı kitabından esinlenerek
Deirdre O’Neill ile birlikte
tasarladığı ve yönettiği İngiliz
İşçi Sınıfının Durumu’nun
(The Condition of
the Working Class,
2012) Türkiye galasının ardından yönetmenlerle buluştuk.
Manchester ve Salford’da farklı iş kollarından ve farklı
yaş aralıklarından bir grup işçinin bir araya gelerek
deneyimlerini paylaştığı ve bu deneyimlerden kolektif
bir tiyatro oyunu ürettiği süreci perdeye taşıyan filmde,
İngiliz işçi sınıfının bugünkü durumuyla Engels’in
1844 tasvirleri arasındaki benzerlikler vurgulanıyor.
Türkiye’de ‘Politik Film: Üçüncü Sinema’nın Diyalektiği’,
‘Sinemayı Anlamak: Marksist Perspektifler’ ve ‘Marksizm
ve Medya Araştırmaları’ kitaplarıyla tanınan Mike
Wayne’in ‘Yeni Başlayanlar İçin Kapital’ adlı bir kitabı
da bulunuyor. Wayne ve O’Neill ile politik filmden ayaklanma mevsimlerinde ve coğrafyalarında yeşeren yeni
sinema pratiklerine, Engels’in İngiltere’sinden bugünün
işçilerine, Marksist kuramdan sinemanın harekete
geçirici gücüne uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.
Mücadelenin
İçinden
İ N G İ L İ Z İ Ş Ç İ S I N I F I ’ N I N D U R U M U ’ N D A İ Ş Ç İ L E R İ N
K E N D İ S E S L E R İ N İ D U Y U R M A L A R I N A A R A C I O L M AY I
Bu bağlamda, iyi anlamda politik film
dünyayı yorumlamanın yanı sıra değiştirme gücüne de sahiptir, diyebilir miyiz?
mw: Sinema aslında bir algı sanatıdır. Dolayısıyla bizim
dünyayı ve yaşamı nasıl algıladığımızın yanı sıra aslında
algımızı nasıl algıladığımızla da ilgilenir. Bu bakımdan,
algımızı şekillendiren toplumsal koşullara dair de
bir hassasiyet barındırır. Dolayısıyla evet, yorumlarken bizi düşünmeye iter ve düşünmeye ittiğinde
de bir değiştirme gücüne sahip olabilir diyebiliriz.
A M A Ç L AYA N M I K E W AY N E V E D E I R D R E O ’ N E I L L 9 . İ Ş Ç İ
F İ L M L E R İ F E S T İ VA L İ ’ N İ N K O N U K L A R I N D A N D I . M A R K S İ S T
S İ N E M A K İ T A P L A R I Y L A D A T A N I N A N W AY N E , Ü Ç Ü N C Ü
S İ N E M A ’ N I N VA R L I Ğ I N I K O R U D U Ğ U G Ö R Ü Ş Ü N D E .
SÖYLEŞİ: ASLI ÖZGEN TUNCE / FOTOĞRAF: BAHAR GÖKTEN
64
Kitabınızda “tüm filmler politiktir, ancak her film
aynı tarzda politik değildir” diyorsunuz. Sizce
politik film nedir veya bir filmi politik yapan nedir?
Mike Wayne: Tüm filmler politiktir derken aslında
yaşamın tüm alanlarının politik olduğundan hareket
ediyoruz elbette. Film de eğer kitlelere hitap eden
bir iletişim edimiyse, tüm iletişim biçimleri gibi bazı
toplumsal gerçekleri gözler önüne serer. İçinde yaşadığımız dünyaya dair bazı gerçekleri kitlelere anlatma
amacı taşır. Burada esas sormamız gereken soru, bir
filmin toplumsal varsayımları yeniden üretmekte mi
yoksa sorgusuz sualsiz kabul ettiğimiz veya üzerine
pek de kafa yormadığımız olgulara bir nebze eleştirel
mesafe almakta mı olduğu. Bu mesafe, gerek içinde
bulunduğumuz durumu gerekse umutlarımızı, gerek
yaşamlarımızın bugünkü halini gerekse aslında nasıl
olabileceğini konu edinen bir diyalog yoluyla bile
sağlanabilir. Eğer umutlarımızı, beklentilerimizi ve
yaşamlarımızın aslında nasıl olabileceğini anlatan bir
boyuta sahipse, bu iyi anlamda politik bir filmdir. Ancak
kötü anlamda politik bir film de olabilir: Yalnızca içinde
yaşadığımız dünyayı bize anlatmakla yetinen ve bunu
bir norm olarak kabul etmemizi bekleyen bir film.
A LT YA Z I
MART 2014
“Bugün belgeseller
Üçüncü Sinema’nın
karakteristiklerine en çok
yaklaşan yapımlar.”
‘Politik Film’ kitabınızda, üzerine çok yazılıp
çizilmiş ve belki de tüketilmiş olmasına rağmen,
Üçüncü Sinema kavramının iddia edilenin
aksine henüz ölmediğini belirtiyorsunuz.
Günümüzde sinema üretim ve tüketim koşullarına bakarak Üçüncü Sinema’nın bugünkü
durumuyla ilgili ne söyleyebilirsiniz?
mw: Üçüncü Sinema dediğimiz kavram aslında iki
sinema modelinden üremiştir: Birinci Sinema ve
İkinci Sinema. Birinci Sinema’yı en kısa ve öz şekilde
anlatmanın yolu sanırım Hollywood örneğini vermek
olacaktır. İkinci Sinema’yı ise sanat sineması olarak
düşünebiliriz. Üçüncü Sinema ise bu iki üretim modelinden memnun ve tatmin olmayan bir modeldir. Birinci
ve İkinci sinemanın dayandığı endüstriyel uygulamalara ve taşıdığı kültürel anlamlara karşı bir itirazdan
doğar. Ancak basitçe bunları reddetmez. Daha ziyade
bu sinemaların içerdiği bazı özellikleri devralmış,
fakat onları olabildiğince radikal noktalara itmiştir.
65
ulaştırılabiliyordu. Kuşkusuz bugün alternatif dağıtım
kanalları yaratmak çok daha kolay çünkü internet var.
Güncel Üçüncü Sinema örnekleri geliyor mu aklınıza?
mw: Üçüncü Sinema’nın bugünkü durumu üzerine
kabaca bir değerlendirme yapacak olursam, belgesele odaklanırdım. Bugün belgeseller bence Üçüncü
Sinema’nın karakteristiklerine en çok yaklaşan yapımlar
oluyor çünkü düşük bütçeyle gerçekleştirilebiliyorlar.
Dolayısıyla Üçüncü Sinema örnekleri özellikle belgesel
türünde çok sayıda mevcut. Devrimci mücadeleler
içinde yer alan birçok kolektif ve grup var. Aklıma Mısırlı
medya aktivizm grubu Mosireen Kolektif geliyor. Mısır
Devrimi bağlamında gerçekten çok ilginç işler üretiyorlar. İşlerini hem internet sayfalarından paylaşıyorlar
hem de daha konvansiyonel gösterimler düzenliyorlar.
İşin estetik boyutu da çok önemli ve bu alanda bir
genelleme yapacak olursak şimdilerde yeterli çabanın
gösterilmediğini söyleyebiliriz. Bu kolektifin ortaya
koyduğu işler ise, estetik bakımdan da ilgi çekici ve
kesinlikle sıradan değil. Bu özelliğin, yakın zamanda
üretilen belgesellerde sıklıkla karşımıza çıktığını
söylemek zor. Çoğu daha ziyade aktüalite filmleri
gibi işliyor. Ancak estetik yönün keşfi sürüyor ve bu
alandaki potansiyelin kaybolmayacağını, önümüzdeki
zamanlarda çok daha zenginleşeceğini düşünüyorum.
Öyküleri farklı şekillerde anlatan deneyler artacaktır.
Mosireen Kolektif’in bazı işleri bu bakımdan önemli.
Engels’in 1844 tarihli
metninden yola çıkan
İngiliz İşçi Sınıfının
Durumu, işçi
mücadelesinden
arşiv görüntüleri
de içeriyor.
66
Üçüncü Sinema’nın bugününe bakıldığında, belki
de en önemli amaçlarından birinin, üretimin demokratikleşmesinin gerçekleştiğini söyleyebilirim. Özellikle
pratik seviyede, olabildiğince zengin şekillerde üretimin
demokratikleşmiş olmasından bahsediyorum. Potansiyel
olarak bu demokratikleşme şu âna kadar, üzerinde
yükselebileceği alanların sadece bir tanesinde yeşermiştir.
O da teknoloji alanıdır. Teknolojinin yanı sıra, bu demokratikleşmenin tam anlamıyla gelişmesi için, kuşkusuz
eğitimin demokratikleşmesi ve sosyal kaynakların daha
demokratik ve eşit dağılımının gerçekleşmesi gereklidir.
Ancak böylelikle insanların vakti ve kaynaklara erişimi
olacaktır. Bu son iki alanda henüz demokratikleşmeden
bahsedemeyiz. Fakat teknoloji alanında, özellikle
dijitalle birlikte bir nebze demokratikleşme gerçekleşmiştir. Gerek donanım gerekse dolaşım daha ulaşılır
hale gelmiştir. Bu teknolojinin getirdiği yeniliklerden
biridir. Üçüncü Sinema’nın önemli özelliklerinden biri
de alternatif dolaşım devreleri yaratması olmuştur. Bu
bakımdan, örneğin 1960’lı ve 70’li yıllarda, piyasaya
hakim dağıtım şirketlerinin dolaşıma sokmakla ilgilenmeyeceği filmleri halka açık göstermek, yöntemlerden
biriydi. Filmler kırsaldaki bazı mekânlarda gösteriliyor,
küçük projeksiyon makineleriyle “kusursuz” olmayabilen
gösterimler gerçekleştiriliyor, binlerce köye film elden
MICHEL GONDRY
Türkiye’de geçtiğimiz yıl gerçekleşen Gezi eylemlerinde çok miktarda görüntü kaydedildi. Bu kayıtların
çok büyük bir kısmı hâlâ bir yerlerde montajlanmayı
bekliyor. Bunun yanında çok sayıda kısa, orta ve
uzun metraj film üretildi. Bunların çoğu internette
dolaşıma girdi. İşçi Filmleri Festivali’nde de 15 filmlik
bir seçki yer alıyor. Bunları izleme fırsatınız oldu mu?
mw: Evet, birkaçını izledik. Tabii burada şaşırtıcı bir
durum yok. 2008’de Venezuela’dayken de benzer bir
durum dikkatimi çekmişti. Medya üretiminde aktif olan
çok sayıda insan vardı. Radyo ve basılı medya için de aynı
şey geçerli. İrili ufaklı birçok dergi ve gazete çıkıyordu. Bu
kültürel üretim çılgınlığı, insanların seslerinin bastırıldığının bir göstergesi kuşkusuz. İlk fırsatta, bulduğu
her delikten fışkıran bir ifade arzusu görüyorsunuz.
Dünyanın farklı noktalarındaki benzer ayaklanmaları düşününce, bunun yeni estetik
eğilimler ve alternatif üretim/dolaşım modelleri yaratmada yeni bir dalga oluşturacağını
düşünüyor musunuz? Bu eylemsel hareketlilik
Üçüncü Sinema üretimi bakımından da hareketli bir döneme işaret ediyor mu sizce?
mw: Elbette. Üretimin demokratikleşmesinden önceden
de bahsetmiştim, meseleye buradan yaklaşabiliriz.
Örneğin festivalde izlediğimiz bir belgesel Twitter’ı çok
yaratıcı kullanıyor, estetiğinin bir parçası haline getiriyordu. Bu sayede eylemlerde farklı mecraların önemini
vurguluyordu. Bunun estetik bakımdan önemli bir
yenilik olduğunu düşündüm. Vertov’un vakti zamanında
dediği gibi, yeni dünyaları anlatmak için yeni araçlara
ihtiyaç duyuyoruz. Eninde sonunda onları üreteceğiz.
A LT YA Z I
Bahsettiğiniz yeni estetik araçlar, yeni üretim
yöntemleri, yeni dolaşım alternatifleri gibi
açılardan İngiliz İşçi Sınıfının Durumu’nu bir Üçüncü
Sinema hassasiyetiyle mi tasarladınız? Filmin
arkasındaki düşünsel süreçten ve filmin kendi
sürecinde ürettiklerinden bahsedebilir misiniz?
Deirdre O’Neill: Elbette, kuşkusuz Üçüncü Sinema’dan
öğrendiklerimiz hep aklımızdaydı. Üçüncü Sinema’nın
en önemli dayanaklarından biri eğitim, bilinç yükseltme
ve film mecrasının kullanımını dönüştürmektir. Biz
de İngiliz İşçi Sınıfının Durumu’nda bunları hedefledik.
İngiltere gibi ülkelerde işçi sınıfı mensuplarına konuşma
hakkı pek tanınmıyor. Hep onlar adına veya onlar
hakkında konuşuluyor ama onların sesini duymuyoruz.
Üniversitelerde akademisyenler, meclislerde politikacılar, yani daha önce işçi sınıfıyla temas etmemiş veya
işçi sınıfı mensubu olmamış insanlar konuşup duruyor.
Biz filmimizde işçilerin kendi öykülerini anlatmalarını
istedik ve onlara bir mecra sunduk. Hal böyle olunca
çok farklı bir perspektif ediniyorsunuz. Bizzat bu
zorlukları çekmiş, bu mücadeleleri vermiş insanlardan
kendi öykülerini dinlemek çok farklı bir etki yaratıyor.
Eğer kötü şartlarda çalışmamış, kötü evlerde barınmamışsanız, bunları deneyimlemiş insanlarla aynı bakış
açısına sahip olamazsınız. Belki kuramsal veya soyut bir
yerden bunlardan bahsedebilirsiniz, fakat yine de eksik
kalacaktır. Filmin kuvvetli tarafı bence bu mücadelenin
içinden gelen insanların kendilerini ifade etmesi.
MART 2014
“Vertov’un vakti zamanında
dediği gibi, yeni dünyaları
anlatmak için yeni araçlara
ihtiyaç duyuyoruz.”
Filmde, Engels’in aynı adlı eserinden bir tiyatro
oyunu üretme süreci anlatılıyor. Türlü deneyimlerden geçmiş işçiler bir araya geliyor ve
bir grup oluşturuyor. Bu yeni doğmakta olan
kolektif içinde ne gibi dinamikler şekillendi?
mw: Film üretim sürecini yansıtmayı hedefliyor. Bu kişilerin bir araya gelerek birlikte ortak
bir ürün ortaya koyma sürecini kurcalıyor.
do: Ancak en önemli zorluk, Engels’in kitabını nasıl
bir tiyatro oyununa dönüştürürüz, sorusuydu. Daha
sonra da bunu filme çekmekti. Çünkü sadece kitaptan
bahseden düz bir film yapmak istemiyorduk. Bizi en çok
etkileyen, sosyalist tiyatrocu John McGrath olmuştu.
1970’lerde McGrath İskoçya’ya giderek oradaki sınıf
mücadelesini tiyatro üzerinden keşfe çıkmış, oyunlar
yazmış, televizyon için de çeşitli prodüksiyonlar
yapmıştı. Onun yöntemini benimsemek, amacımız
için en uygun yol olarak göründü. Yani insanları davet
MICHEL GONDRY
67
etmek, bir tiyatro performansının parçası olmalarını
istemek, kendi öykülerini anlatma ve bu deneyimlerden
bir tiyatro oyunu yaratma süreçlerini filme almak...
mw: Bir başka önemli husus da, birbirini hiç tanımayan
bu insanların kolektif bir özne oluşturmalarıydı. Her
şeyi, en çok da birbirlerinin hikâyelerini paylaşarak,
birbirleriyle dayanışarak, kolektif olarak ortak bir
ürün ortaya koydular. Burada tabii bir diğer önemli
unsur da yaratıcılıktır. Yaratıcılık, sadece sanatsal
üretim için değil toplumsal değişim için de elzemdir.
Engels’in metniyle nasıl bir ilişki kurdular peki?
do: Grupta bir kuşak çeşitliliği de vardı. Birbirilerinin
hikâyelerini dinledikçe 60’lı ve 70’li yıllarda aktif
mücadele veren işçilerle aralarında bir ortaklık keşfettiler.
Örneğin aksanından ötürü ayrımcılığa uğramak ve iş
bulamamak. Yani nesiller üstü bir paylaşım, bir ortaklık
yüzeye vurdu. Bu hem çok ilginçti hem de Engels’in
metninden bu yana işçi sınıfının durumunda çok fazla bir
değişim olmadığı hipotezini kuvvetlendiriyordu. Nesiller
boyu bazı şeylerin aynen aktarıldığını görüyordunuz.
mw: İşyerinde cinsel istismara maruz kalan genç
bir kadını dinliyoruz mesela. Engels de metninde
fabrikalarda kadın işçilerin karşılaştığı zorluklar
arasında cinsel istismara değinmişti.
Peki bu grup, yani The Ragged Collective,
hâlâ birlikte üretiyor mu?
mw: Maalesef hayır. Aslında bir arada kalmalarını çok
istedik fakat fon yardımı olmadan bunu korumak çok
zor. Belli bir fon yardımı almıştık, fakat profesyonel bir
yönetmen çalıştırmak zorunda olduğumuzdan paramız
çabuk tükendi. Hâlâ görüşüyorlar elbette, biz de sık
görüşüyoruz. Ancak bir grup olarak bir şey üretmiyorlar,
ki bu çok talihsiz bir durum. Aralarında bir kişi tiyatro
okumaya başladı, ancak biliyorsunuz İngiltere’de tiyatro
çok kapalı ve çok orta sınıf bir sektör. Okulların çoğu özel,
paralı ve o grubun içine girmek bazen çok zor olabiliyor.
do: Tabii sadece okul masraflarını karşılamak yetmiyor.
Tiyatrocu olarak tutunabilmek için esnek olmak gerekiyor; kiranızı ödeyecek ya da karnınızı doyuracak
kadar birikmiş paranızın olması veya birisinin bunları
karşılaması gerekiyor. Ancak bu şekilde örneğin farklı
illerdeki seçmeleri kovalayabiliyorsunuz. Hemen
atlayıp oradan oraya gitmeniz, seçmeleri takip etmeniz
gerekiyor. Bu da sabit bir işte çalışıyorsanız, bir işçi
sınıfı mensubuysanız imkânsızlaşıyor. Kaçınılmaz
olarak tiyatro kariyerinin ellerinizden kayıp gitmesine izin vermek zorunda kalabiliyorsunuz.
Sinema kuramı ve Marksist kuram üzerine
uzun yıllardır yazıyor ve düşünüyorsunuz.
Sizce bugünkü konjonktürde Marksist kuram ve
sinema kuramı birbirine neler kazandırabilir?
mw: Marksist kuram, sinema çalışmaları alanına
kuşkusuz materyalist ve politik bir perspektif armağan
etmiştir. Bilinç ile toplumsal varlık arasındaki ilişki,
bildiğiniz gibi Marksizmin ilgilendiği konulardan biridir.
Kültür, temsil, anlam ve bunları üreten endüstri arasındaki ilişkisellik de Marksist bir sinema kuramının ilgi
alanına girer. Filmlerin ifade ettiği anlamları ve kitlelerle
68
“Filmimizde işçilerin kendi
öykülerini anlatmalarını istedik
ve onlara bir mecra sunduk.”
ilişkileniş biçimlerini açıklamanın yolları üzerine düşündürür. Marksist kuramla sinema kuramının karşılıklı
ilişkisi neyi ifade eder? Bu soru beni söyleşinin başında
söylediklerime geri götürüyor. Filmin karmaşık bir iletişim
edimi olduğunu düşünürsek, Marksist analiz filmi bir
ürün olarak ele alır ve bunun materyalist üretiliş koşulları üzerine kafa yordurur. Kuşkusuz film gibi karmaşık
bir kültürel ürün, sadece materyalist üretim koşullarına
indirgenemez. Bu noktada sinema kuramının birikimi
devreye girer ve filmin anlam dünyası yahut anlatım
dünyasındaki dengeleri görmemizi sağlar. Filme eleştirel
bir mesafe alarak, ideolojik yönleri ve izleyiciler üzerinde
yaratmak istediği etki üzerine düşündürür. Filmin bir
ürün olarak ne şekilde işlediğini, ne işe yaradığını ve
içinde yaşadığımız topluma dair ne gibi imalarda bulunduğunu yahut ne gibi sorular sordurduğunu kurcalamak,
hem Marksizmin hem sinema kuramının ortak alanıdır.
Toplumsal meselelerde izleyicinin kafasını karıştıran, onu
düşündüren, sorgulatan filmler bu bakımdan önemlidir,
daha fazla böyle örnek izlemeye ihtiyacımız var.
A LT YA Z I