eleştiri - Tiyatro Dergisi

Transkript

eleştiri - Tiyatro Dergisi
a
cy
pe
a
pe
cy
pe
cy
a
FIAT MAREA
GENİŞ DÜŞ
Geniş hareket özgürlüğü
Geniş kullanım alanı
Marea üstünlüklerine 'çok amaçlı kullanım' boyutunu da
Sedan modelinin tüm konfor donanımlarına sahip MÎ
ekleyen yeni
Weekend, özellikle arka koltukların katlanmasıyla, 1.
bir otomobil:
Marea Weekend.
Otomobil
tasarımına özgün bir yenilik getiren, geniş pencereli arka
litreye ulaşan rakipsiz bagaj hacmi ile dikkat çekiyor.
bölümü
olarak geliştirilen ses yalıtım sistemlerinden ergonom
ile,
Avrupa'nın
wagonlarından
biri.
en
şık
ve
en
ferah
station
Marea Weekend özellikle hareketli
koltuklarına, polen filtreli tam otomatik klimasından
yaşamayı seven geniş ailelere, aradıkları tüm özellikleri tek
panele entegre radyo-teybine, Marea Weekend konforu
bir otomobilde bulabilme olanağını sunuyor.
ailenizdeki her bireyi düşünüyor.
pe
cy
a
WEEKEND
ÜNENLERE.
niş motor seçenekleri
Geniş koruma önlemleri
rea Weekend, hem yüksek performanslı, hem de
nomik, katalitik konvertörlü motor seçenekleriyle de çok
lı ihtiyaçlara cevap veriyor. Dilerseniz 2.0 litrelik 20 valflı
lindirli HLX. Dilerseniz her ikisi de 1.6 litrelik 16 valflı
tora sahip SX veya ELX. Marea Weekend model
azesinde ayrıca otomatik vitesli 1.6 16 V ELX seçeneği
bulunuyor.
Marea Weekend, güvenlik bakımından da en yeni
teknolojileri içeren bir otomobil. Dört sensörlü ABS, çift
airbag gibi en gelişmiş güvenlik sistemleri Marea Weekend
HLX'te standart, ELX modelinde ise isteğe bağlı olarak
sunuluyor. Marea Weekend çelik güvenlik kafesi, çalınma
riskine karşı Fiat CODE Immobiliser gibi önlemleriyle de
tam bir koruma sağlıyor.
pe
a
cy
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri
Müdürü: Tiyatro Yapım Yayıncı­
lık Tic. ve San. Ltd. Şti adına:
Mustafa Demirkanlı Genel
Yayın Yönetmeni: Dikmen
Gürün Yayın Koordinatörü
Emre Koyuncuoğlu. Yazarlar:
Ahmet Cemal, Ahmet Levendoğlu, Redaksiyon: A. Nalân
Ozübek Katkıda Bulunanlar:
Duygu Atay, Esen Çamurdan,
Fakiye Özsoysal Çavuş, Yücel
Erten, Kenan Işık, Üstüngel
İnanç, Nihal Kuyumcu, Tamer
Levent, Hülya Nutku, Ahmet
Ortaçdağ, Seçkin Selvi, Sevda
Şener, Gürkan Tellioğlu, Ata
Ünal
Genel Müdür Yardımcısı: Sedat
Bilgin Reklâm Sorumlusu:
Candan Hoyladı Grafik Tasarım:
Yeşim Demir Teknik Müdür:
Erkut Anburnu Dizgi: Nuray Lale
Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz
Ofset Hazırlık: Tiyatro Yapım
Baskı: Stil Matbaası Abone
Bedeli: 5.000.000. - Kurumlar
Abone Bedeli: 6.000.000.- TL
Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah.
Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-8006
İstanbul Telefon: (0.212) 293 72 77
Fax: (0.212) 252 94 14
Posta Çeki: Tiyatro Yapım 655 248
Banka Hesap No: T. İş Bankası,
Cihangir Şb. 197245
KASIM 97
SAYI 75
400.000.-
A
Y
L
I
K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
İ
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S. 9
BU AY SAHNEDEKİLER/S.11
HABERLER/ S. 12
pe
cy
a
DOSYA: BİR KÜÇÜK SORUŞTURMA Eşen Çamurdan. Yücel Erten. Kenan Işık. Ahmet
Levendoğlu, Tamer Levent, Seçkin Selvi/ S. 15
TARTIŞMA: YETİŞKİNLER ÇOCUKLARİ ÖLDÜRÜYOR (I) Çev: Duygu Atay/ S. 24
SÖYLEŞİ: "ÇOCUKLARIN BİREY OLMALARINI İSTİYORUZ" Üstüngel İnanç/ S. 28
7
ELEŞTİRİ: USTA BİR SANATÇIDAN USTALIK DERSİ Sevda Şener/ S. 30
cy
PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 35
a
SÖYLEŞİ: "AMACIMIZ ÖNCE SEYİRCİMİZİ OLUŞTURMAK" Ata Ünal / S. 32
pe
ELEŞTİRİ: 'KEFİL'Lİ PERFORMANS Ahmet Ortacdağ I S 36
SÖYLEŞİ: "SEVDA ŞENER KİTAPLARI ÜZERİNE" Hülya Nutku / S. 40
ELEŞTİRİ: GODOT, ARTIK BEKLENİLEN DEĞİL AMA TÜKETİLEN Mİ? Fakiye Özsoysal
Çavuş I S. 42
İZLENİM: ULUSLARARASI TİYATRO ENSTİTÜSÜ 27 GENEL KONGRESİ KORE'DEYDİ
Hülya Nutku / S. 44
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S. 47
ELEŞTİRİ: "BENEM GÜZEL PAPUÇLARIM" Nihal Kuyumcu / S. 48
İZLENİM: ASSOS FESTİVALİ ÜÇÜNCÜ YILINDA Emre Koyuncuoğlu / S. 50
AMATÖR TİYATROLAR: ÜNİVERSİTE TİYATROSUNDA İLKLER Gürkan Tellioğlu/ S. 52
TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA/ S. 56
EDİTÖRDEN
Dikmen
Gürün
Bu ay dergimizde yine bir "Dosya"
konumuz var: Repertuvar. Özellikle
ödenekli tiyatrolarımıza ilişkin belgeleri
incelerken bu konunun dünden bugüne
güncelliğinden pek bir şey yitirmediğini
gördük. Sayfalarımız önümüzdeki
sayılarda bu alanda gelecek yanıtlara
açık...
Yine bu sayımızda Çocuk Tiyatrosu bir
kez daha gündeme geliyor. Grips
Tiyatrosu bünyesinde yapılan bir açık
oturumdan alıntılar sanırız çocuk
tiyatrosu ile yakından ilgilenen sanatçılar
için ilginç bir derleme olacaktır.
Dördüncü ödenekli tiyatromuz, İzmit
Belediyesi Şehir Tiyatrosu Işıl
Kasapoğlu'nun sanat danışmanlığında
perdelerini açıyor Kasım ayı içinde.
cy
a
Tiyatro salonuna ilişkin yaşananlara şu
anda yer vermeyi yeğliyor ve Işıl
Kasapoğlu ile arkadaşlarına başarılar
dilerken "Hamlet"in yeni yorumunu
heyecanla bekliyoruz. Ata Ünal'ın Işıl
Kasapoğlu ile yaptığı söyleşi sanatçının
hiç tükenmeyen enerjisinin bir
göstergesi.
pe
Hocamız Sevda Şener'in "Yaşamın
Kırılma Noktasında Tiyatro Sanatı" onun
yıllara dayanan birikiminin bir uzantısı.
Hülya Nutku'nun bu değerli tiyatro
insanı ile yaptığı zevkli söyleşi de
başlıklarımızdan bir diğeri... Hülya Nutku
bir başka yazısında bizlere Kore tiyatrosu
üstüne izlenimlerini de aktarıyor.
Assos Festivali her geçen gün biraz daha
genişliyor. Salt çevre kentlerden değil
Türkiye'nin her yanından tiyatro
meraklılarını Behramkale'ye çekiyor.
Behramkale'li ise yapılan bu işin
gururunu duyuyor, heyecanını
paylaşıyor... Konularımızdan biri de
Assos Festivali.
Tiyatro sezonuyla birlikte eleştiri
yazılarımız da başladı. Önümüzdeki
aylarda eleştirilere daha geniş yer
vermeyi umuyoruz
TİYATRO KÜLÜBÜ NEDİR?
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Şubat 98'de 8. yılına girecek. Bugünün Türkiyesi'nde azımsanmayacak bir süre olduğunu biliyoruz.
Kültür ve sanatın dışlandığı, dahası horlandığı günümüzde tiyatro dergisi çıkarmanın ve yaşatmanın zorluklarının yanı sıra
görevinin büyüklüğünün de farkındayız.
Özellikle İstanbul gibi megapollerde günlük yaşamın içindeki koşuşturma, koşuşturmanın getirdiği stresin oluşturduğu kısır
döngü içinde sıkışıp kalmamıza neden olmakta, zaman zaman hepimizi umutsuzluğa sürüklemekte.
Ayaklanıp sinemaya, tiyatroya, konsere ya da bir sergiye gitmeyi çok düşünür, elimizden tutup veya itekleyerek götürecek birini
arar ama bir türlü bu buluşmayı gerçekleştiremeyiz. Bu arada, sizleri bekleyen sanat insanları da aynı umutsuzluklarını
cy
a
bastırmanın, içlerindeki coşkuyu sürekli diri tutmaya çalışmanın yorgunluğunu yaşamaktadır.
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak Tiyatro Kulübü'nü kurarak bu köprüyü oluşturmaya karar verdik.
Her ay sizlere ulaştıracağımız davetiyeler ile sizi tiyatroya gitmeye zorlayacağız, gitmediniz mi? Sizler için düzenlenmiş özel
galalara davet edeceğiz, o da mı olmadı? O günlerde meşgul müsünüz? İstediğiniz gün ve saat için biletlerinizi temin edip
bulunduğunuz yerde teslim edeceğiz.
Tiyatrolarda neler mi oluyor? Bu sorunun yanıtı ise her ay size ulaşacak Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde var. Türkiye'nin düzenli
olarak yayımlanarak 8. yılına ulaşmakta olan Tiyatro... Tiyatro... Dergisi okuru olma ayrıcalığını da elde etmiş olacaksınız.
Sanat ile sanatseverler arasında eksikliği duyulan köprü olmayı amaçlıyoruz. Amaçlamanın ötesinde böyle bir köprünün
kalmayacak.
pe
zorunluluğuna inanıyoruz. Çünkü, biraz daha yavaş hareket edersek, artık köprüye de gerek kalmayacak, çünkü sanat
"Sanata evet" diyebilmenin yollarından biri -en önemlisi- sanatla buluşmaktır. Tiyatro Kulübü, bu gerçekten yola çıkarak
kuruldu.
Saygı ve sevgilerimizle,
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Aboneliği.
Her ay bir tiyatroya davetiye.
Tiyatrolarda indirim.
Üyelerimize özel galalar.
Cafe-Bar-Restauran ve Kitapevlerinden indirimler.
Kültür etkinliklerine rezervasyon ve bilet temini.
İstediğiniz kitaba anında ulaşma.
Tel: (0.212) 293 72 77 - 251 77 89
BU AY SAHNEDEKİLER
Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu
Yazan: Aziz Nesin
Yöneten: Murat Karasu
Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner
Giysi Tasarımı: Nalan Türkoğlu
Işık Tasarımı: Selim Yıldız
Müzik: Kemal Günüç
Oynayanlar: Yetkin Dikinciler,
Levent Şenbay, Ercan Eker, Erkan
Petekkaya, Şuayip Unsal, Harun
Özer, Sanlı Baykent, Çetin Azer
Araş, Nermin Uğur, Mert Tanık,
Veda Yurtsever, Nazan Kırılmış,
Dilara Keyf Günüç, Gürkan Görbil,
Neşe Baykent, Harun Türköz.
"Anlat Şehrazat", Binbir Gece Masalları'nda
yer alan "Şah Ömer-Ün Neman ve Şaşırtıcı
Güzellikteki İki Oğlu: Şarkân ve Dav-ülMekân'ın Öyküsü" adlı masaldan
uyarlanmıştır. "Anlat Şehrazat" adlı müzikalde,
humor, entrika, aşk, acı, hüzün, intikam,
ihanet, şiddet gibi "Binbir Gece Masallarında
da yer alan temalar, çağdaş bir anlatımla yer
almaktadır.
pe
cy
a
iki perdelik traji-komik oyunda, Övreke ve
Limia isminde onuncu kez savaşmak üzere
hazırlıklar yapan iki düşman ülke ile, bu iki
ülkenin barış ticaretini yöneten Zalpon
Devletinin taşlaması sergileniyor.
Binbir Gece Masalları'ndan
Uyarlayan: Mehmet Birkiye, Atilla
Birkiye
Yöneten: Mehmet Birkiye
Sahne Tasarımı: Nurullah Tuncer
Giysi Tasarımı: Hakan Dündar
Işık Tasarımı: Malcom K. Kay
Beste: Serdar Yalçın
Şarkı Sözü: Atilla Birkiye
Koreograf: Marina Gökçe
Oynayanlar: Müşfik Kenter, Candan
Erçetin, Meltem Cumbul, Kadriye
Kenter, Levent Güner, Tunca
Aydoğan, Kevork Tavityan
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu
Yazan: Roberto Athayte
Çeviren: Tomris Uyar
Yöneten: Metin Belgin
Sahne Tasarımı: Nurettin Özkönü
Giysi Tasarımı: Nurettin Özkönü
Işık Tasarımı: Kazım Öztürk
Oynayanlar: Ülkü Duru, Ali Sürmeli,
Ali Fuat Çimen.
Oyun, Miss Margarida adlı lise
öğretmeninin kişiliğinde eğitim
sistemi, adalet, statü gibi
kavramların irdelendiği komedi,
keskin bir eleştiri dozu içeriyor.
Tiyatro: Dormen Tiyatrosu
Yazan: Bricaire - Lassaygues
Çev.: Gencay Gürün
Yöneten: Çetin Akçan
Sahne Tasarımı: Duygu Sağıroğlu
Giysi Tasarımı: Güler Yiğit
Oynayanlar: Haldun Dormen, Metin
Serezli, Gülen Karaman, Şebnem
Özinal, Alper Düzen, Gürkan Uygun
Tiyatro: Ankara Sanat Tiyatrosu
Yazan: Eşber Yağmurdereli
Yöneten: Rutkay Aziz
Yön. Yrd.: Ebru Erkekli-Esra Ronabar
Sahne Tasarımı: Hakkı GültekinMustafa Köse
Işık Tasarımı: Murat Atmış-Osman
Kaya
Müzik: Komal Günüç
Oynayanlar: Lemi Bilgin, Altan
Erkekli, Erol Demiröz, Koray Ergun,
Metin Coşkun, Hakan Akın
Eşber Yağmurdereli'nin hapislik yıllarını
anlatan romanından uyarlanan oyun Kasım
ayından itibaren Ankaralı tiyatroseverlerle
buluşuyor.
Bir Fransız bakan ile Amerikalı bir albay
arasında geçen garip ilişkiyi anlatan, bugüne
kadar sahnelenmiş komedilerden farklı
biçimde seyirciyi hayli şaşırtacak.
11
HABERLER...
Alman Yayınevleri Birliği'nin bu yılki
Barış Ödülü Yaşar Kemal'e verildi. Yaşar
Kemal, ödülünü 49. Frankfurt Kitap
Fuarı kapsamında Paulskirche adlı tarihi
kilisede düzenlenen bir törenle aldı.
Alman Yayınevleri Birliği'nin Ödülü,
Almanya'da verilen en büyük edebiyat
ödülü. Türkiye'den Atıl Ant, Alpay
Kabacalı, Doğan Hızlan, Erdal Öz, Zehra
Ipşiroğlu çeşitli panellere katılmak üzere
Frankfurt'a gittiler.
Nobel Edebiyat
Ödülü Fo'nun
İstanbul Devlet
Opera ve Balesi
Danimarka'da
İlk yurtdışı turnesini 1994 yılında
Danimarka'ya yapan İDOB, üç yıldır üst
üste Danimarka'da opera sezonunu
açıyor. Bu yıl "Carmen", Aalborg veAarhus'ta sahnelendi ve büyük bir
başarı sağladı. Basında yer alan
eleştirilerde özellikle Jaklin Çarkçı ve
Mete Uğur, Erol Uras, Efsun Öztoprak
övgüler alırken Yekta Kara da kültürel
depremler ülkesi Türkiye'de Batı'nın
kalesi olarak tanımlandı.
pe
cy
1997 Nobel Edebiyat Ödülü'nü İtalyan
oyun yazarı Dario Fo kazandı. "Bir
Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü"
oyunuyla ünlenen 71 yaşındaki Fo,
yapıtlarında "ortaçağ soytarılarına özgü
bir şekilde egemen güçleri yermesi ve
sokaktaki insanın onurunu
yüceltmesinden ötürü" bu ödüle değer
bulundu. Tutuculuğuyla tanınan İsveç
Akademisi'nin bu kararı dünyada
şaşkınlık yaratırken İtalyan basını
tarafından memnunlukla karşılandı.
İsveç Akademisi'nce yapılan açıklamada
sanatçı "fevkalade ciddi bir hiciv ustası"
olarak değerlendirildi ve "eğer bir kişi
gerçek anlamıyla soytarı unvanını hak
ediyorsa, o da Fo'dur" dendi.
hazırlamak ve bu tartışmaların
sonucunda 20. yy Türk tiyatrosuna
yeniden yapılanma olanağı yaratacak
görüş ve kararların ortaya çıkması ve
belirginleşmesini sağlamak. Ülkedeki
tiyatro kuruluşlarının temsilcilerinin
sunacağı bildiriler altı ana başlık altında
toplanıyor: Kurumsallaşma (model
oluşturmak), Hak arama oluşumları,
Tiyatro sanatının hukuksal olarak
Türkiye demokrasisindeki yeri, Tiyatro
eğitimi ve sorunları, Belediye tiyatroları,
Ödenekli tiyatrolarda olması ve
olmaması gerekenler.
a
Barış Ödülü
Yaşar Kemal'in
Türkiye
Tiyatrolar
Kurultayı
15-17 Kasım tarihleri arasında
Mersin'de yapılacak olan Tiyatrolar
Kurultayı Kültür Bakanlığı desteği ile
TOBAV tarafından düzenleniyor.
Kurultayın amacı; tiyatro sorunlarının
derinlemesine tartışılacağı bir ortam
12
Türk ve Yunan
Devlet
Tiyatroları
İşbirliği
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü
Bozkurt Kuruç, Ekim ayı içinde Yunan
Oyun Yazarları Birliği'nin davetlisi
olarak Atina'ya gitti. Devlet Tiyatrosu,
Trabzon doğumlu Yunanlı yazar
Psathas'ın "Yalancı Aranıyor" adlı
oyununu ocak ayında Atina'da
sahneleyecek. Kuruç, "Tiyatro sanatı
aracılığıyla bir dostluk ortamı
pekiştiriyoruz" derken Atina'ya gidecek
ikinci oyunun Türk yazarları arasından
seçileceğini de belirtti. Yunan Devlet
Tiyatrosu ise "Medea" ile 24 Kasım'da
istanbul'da, 27-28 Kasım'da Ankara'da
Türk izleyicisinin karşısına çıkacak.
Oben Güney'in
Eşine Destek
1993 yılında yitirdiğimiz tiyatrocu Oben
Güney'in eşi Maria Güney ve iki
çocuğunun kirada oturdukları evden
çıkarılmaları nedeniyle Müşfik Kenter,
Haldun Dormen, Yılmaz Erdoğan, Sevgi
Sanlı, Hadi Çaman, Ütüna Asutay, Oya
Başar, Levent Kırca ve Tuncer
Cücenoğlu'ndan oluşan bir kurul Maria
Güney ve çocuklarına konut alınması
amacıyla bir kampanya başlattılar.
Kampanya kapsamında Halk Sigorta
600 milyon liralık bir yardımda bulundu.
Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) tüm
tiyatro kuruluşlarına bir mektup
göndererek özel ve ödenekli tiyatroların
bir gecelik hasılatlarının Maria Güney'e
bırakılması için birlikte girişimde
bulunmaya davet etti. Tiyatro
Eleştirmenleri Birliği (TEB) çağrıyı
buradan da yineliyor ve konuyla
ilgilenen tiyatro kuruluşlarının Hayati
Asılyazıcı ile temas kurmalarını diliyor.
Sefiller Müzikali
On İki Yaşında
"Sefiller" müzikali geçtiğimiz ay içinde
Londra'da 12. yılını kutladı. Victor
Hugo'nun romanından sahneye
uyarlanan müzikali şimdiye dek 40
milyon kişi izlemiş, 22 ülkede 14 ayrı
dilde sahnelenmiş ve 960 milyon dolar
hasılat yapmış. Yapımcılar müzikalin
daha uzun yıllar sahneleneceğini
söylüyor.
Borusan Kültür
ve Sanat
Merkezi
Borusan Grubu, Beyoğlu mimarisinin
tipik bir örneği olan tarihi binada
HABERLER...
Borusan Kültür ve Sanat Merkezi'ni açtı.
Binada sanat galerisi, müzik
kütüphanesi, internet cafe, konferans
salonu ve Borusan Oda Orkestrası'nın
çalışma salonu ile yönetim birimleri yer
alıyor. Borusan bu girişimiyle Türkiye'de
ilk kez bir Müzik Kütüphanesi
oluşturuyor. Borusan Kültür ve Sanat
Merkezi amacını, genel olarak
düzenlediği etkinliklerle ve eğitim
programlarıyla ülkenin sanat yaşamını
zenginleştirmek, klasik müziğin ve cazın
daha geniş kitleler tarafından sevilmesini
sağlamak olarak tanımlıyor.
Asuman Arsan
Vefat Etti
Kartal Sanat
İşliği, Yeni
Sahnesinde
Kartal Sanat İşliği faaliyetlerini
sürdürdüğü Kartal Belediyesi salonundan
çıkartıldıktan sonra, uzun süre
pe
cy
a
63 yıllık yaşamının 47 yılını tiyatro,
operet, sinema ve televizyona veren
sanatçı Asuman Arsan 12 Ekim'de vefat
etti. Arsan 1951'de Yeni Ses
Opereti'nde "Yutmazoğlu" oyunuyla
sanat yaşamına atıldı. 1954'te, Operet
dağılınca Toto Karaca, Kenan Büke,
Muzaffer Hepgüler, Tevhid Bilge, Ali
Sururi ve Celal Sururi ile birlikte İstanbul
Opereti'ni kurdu. 1960'lara kadar
burada çeşitli oyunlarda rol alan
Asuman Arsan önce Aksaray Küçük
Opera ve sonra da Muammer Karaca
Tiyatrosu'na girdi. 1969'da Kenan Büke
Tiyatrosu'nu daha sonraki yıllarda
Dormen Tiyatrosu'nu izledi. Haldun
Dormen'in Şan Müzikholü'nde sahneye
koyduğu müzikal güldürülerde ilginç
kompozisyonlar yarattı. Sahnedeki
başarısını sinemaya da taşıyan sanatçı
son yıllarda televizyon dizilerinde rol
alıyordu. Son çalışması Yasemin Yalçın
ve ekibinin hazırladığı "İnce İnce
Yasemince"de oynadığı gelin rolüydü.
Kasım ayından itibaren Martı Sanat
Evi'nde sahnelenmeye başlayacak olan,
Murat Karasu'nun yönettiği "Getto",
1996-97 sezonunda basında geniş yankı
uyandırmış ve 1. Afife Jale ödüllerinde
en iyi yönetmen dalında 4 aday arasında
yer almıştı.
salonsuzluktan faaliyetlerine devam
edememişti.
Uzun aradan sonra, tiyatro çalışanlarının
emekleriyle oluşturdukları oda
tiyatrosunda Kasım ayından itibaren
faaliyetlerine başlıyorlar.
Kartal Sanat işliği'nin bu yılki
repertuvarında "Dostluk Şarkısı", Masal"
ve "Yeşil Dünya" adlı çocuk oyunlarının
yanı sıra yetişkinler için ise Muzaffer
izgü'nün "Duvar" oyunu ve Yaşar
Azaz'ın "Beyaz Cehennem isimli gençlik
oyununu sahneleyecekler.
"Getto" Yeniden Naz Erayda'nın
Seyircisiyle
Workshop
Buluşuyor
Çalışması
1996-97 Tiyatro sezonunda Tiyatro Ti
tarafından sahnelenmeye başlanan
"Getto" (J. Sobol), 1997-98 sezonunda
da seyircisiyle buluşmaya devam edecek.
Tiyatro tasarımcısı Naz Erayda çağrılı
olarak gittiği Danirmarka'da "11 Oyuncu
7 Dil 1 Epilog" başlıklı birvvorkshop
gerçekleştirdi.
Kopenhag'da kurulu Terra Nova
Tiyatrosu'nun düzenlediği ve
aktör/yönetmen Toni Cots ve Peter
Bensted koordinatörlüğünde yürütülen
laboratuvar/vvorkshop çalışmalarına
uluslararası profesyonel oyuncular
katıldı. Naz Erayda'nın bu
laboratuvar/workshop çalışması, tek bir
metinle tek bir oyun parçasının (Fırtına,
Wİlliam Shakespeare, epilog)
çeşitlemeleri, ilişkileri üzerine kuruldu.
Workshop'da 7 ayrı ülkeden 11 oyuncu
aynı metni ve aynı oyun parçasını 7 ayrı
dilde oynama çalışması gerçekleştirdi.
Çalışma süresince, anlamı aynı olan ayrı
dildeki sözcüklerin ayrı ses, ayrı giysi, ayrı
hareketlerle kurduğu ilişkilerden oluşan
ayrı oyunlar sergilendi. Terra Nova'nın
Ekim ayı programında "Konuk
Öğretmen" olarak
Kumpanya'dan Naz
Erayda'nın yanı sıra
Leicester
Haymarket
Tiyatrosu'ndan Sita
Ramamurthy, Odin
Tiyatrosu'ndan
isabel Ubeda ve
koreograf/dansçı
Tess de Quincey yer
aldı.
2. Ankara
Tiyatro Festivali
21-29 Kasım tarihleri arasında yapılacak
olan 2. Ankara Tiyatro Festivali'ni 29'u
yetişkin, çocuk tiyatrosu olmak üzere 40
grup katılıyor. Ankara, İstanbul, izmir,
Adana, Antalya, Denizli, Ordu,
Diyarbakır'ın yanısıra ,talya ve
Hollanda'dan iki topluluk çeşitli oyunlar
sunacaklar.
Oyunların yanısıra söyleşiler, atölye
çalışmaları, seminerler ve paneller
festival kapsamında. Ayrıca, sinevizyon
gösterimlerinde geleneksel Japon
Tiyatrosu ve Alman Tiyatrosu üzerine
belgesel filmler yer alıyor.
Tiyatrodan sinemaya da ayrı bir belgesel
filmler gurubu oluşturuyor.
Festival, Çankaya, Mamak, Yenimahalle
Belediyeleri ve Toplumsal Araştırmalar
Kültür ve Sanat İçin Vakıf tarafından
düzenleniyor.
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
Şehir Tiyatroları
HARBİYE
M. ERTUĞRUL SAHNESİ
TEL: (0212) 240 77 20
FATİH
REŞAT NURİ SAHNESİ
TEL: (0212) 526 53 80
15.00
Halay
Lüküs Hayat
G o d o t ' y u Beklerken
Huzur
20.30
Halay
Lüküs Hayat
G o d o t ' y u Beklerken
Huzur
6 Kasım Pe 2 0 . 3 0
Halay
Lüküs Hayat
G o d o t ' y u Beklerken
Huzur
Diğerlerinin Adı Ali
Evlilik (Saat: 15.00)
7 Kasım Cu 2 0 . 3 0
Halay
Lüküs Hayat
G o d o t ' y u Beklerken
Huzur
Diğerlerinin Adı Ali
Evlilik (Saat: 15.00)
11.00
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Krala O y u n (Ç.O)
N e Hepsi N e Hiçbiri ( Ç . O )
Büsküvi A d a m (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Halay
Lüküs Hayat
G o d o t ' y u Beklerken
Huzur
Diğerlerinin Adı Ali
20.30
Halay
Lüküs Hayat
G o d o t ' y u Beklerken
Huzur
Diğerlerinin A d ı Ali
11.00
Ah Karagöz Vah Karagöz ( Ç O )
Krala O y u n (Ç.O)
N e Hepsi N e Hiçbiri (Ç.O)
Büsküvi Adam (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
10.00
Halay
Lüküs Hayat
G o d o t ' y u Beklerken
Huzur
Diğerlerinin Adı Ali
18.30
Halay
Lüküs Hayat (20.30)
G o d o t ' y u Beklerken
Huzur
Diğerlerinin Adı Ali
TARİH
SAAT
Çar.
8 Kasım
C.tesi
9 Kasım
Pazar
10 Kasım P 19.00
GAZİOSMANPAŞA
SAHNESİ
TEL: (0212) 578 60 67
KADIKÖY
HALDUN TANER SAHNESİ
TEL: (0216) 333 03 97
—
4 Kasım S. 2 0 . 3 0
5 Kasım
ÜSKÜDAR
M. CELAL SAHNESİ
f E L (0216) 333 03 97
KÜLTÜR
HARBİYE CEP
TİYATROSU
TEL: (0212) 240 77 20
Evlilik (Saat: 15.00-20.30)
Diğerlerinin Adı Ali
Diğerlerinin Adı Ali
ETKİNLİĞİ
Evlilik (Saat 15.00)
11 Kasım S. 2 0 . 3 0
Kuyruklu Yıldız Altında
Kuyruklu Yıldız Altında
13 Kasım. Pe 2 0 . 3 0
Kuyruklu Yıldız Altında
14 Kasım. Cu 2 0 . 3 0
1 5 Kasım
C.tesi
Pazar
Halay
ibiş'in Rüyası
Diğerlerinin Adı Ali
Huzur
Halay
Ibiş'in Rüyası
Huzur
Diğerlerinin Adı Ali
Halay
ibiş'in Rüyası
Huzur
Diğerlerinin Adı Ali
Evlilik (Saat.: 15.00)
Evlİİİk (Saat: 15.00)
Halay
Ibiş'in Rüyası
Huzur
Diğerlerinin Adı Ali
11.00
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Krala O y u n (Ç.O)
N e Hepsi N e Hiçbiri ( Ç . O )
Büsküvi A d a m (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Kuyruklu Yıldız Altında
Halay
Ibiş'in Rüyası
Huzur
Diğerlerinin A d ı Ali
20.30
Kuyruklu Yıldız Altında
Halay
İbiş'in Rüyası
Huzur
Diğerlerinin A d ı Ali
Kuyruklu Yıldız Altında
11.00
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Krala O y u n (Ç.O)
N e Hepsi N e Hiçbiri (Ç.O)
Büsküvi A d a m (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
K u y r u k l u Yıldız Altında
Halay
ibiş'in Rüyası
Huzur
Diğerlerinin A d ı Ali
18.30
Kuyruklu Yıldız Altında
Halay
İbiş'in Rüyası
Huzur
Diğerlerinin A d ı Ali
17 Kasım Pt 18.00
18 Kasım 5. 2 0 . 3 0
pe
Çar.
cy
a
15.00
20.30
12 Kasım
KÜLTÜR
ETKİNLİĞİ
Ayrılık (Saat: 15.00,20.30)
15.00
Diğerlerinin A d ı Ali
Bir Ata, Krallığım!
Kuyruklu Yıldız Altında
20.30
Diğerlerinin A d ı Ali
Bir Ata, Krallığım!
Kuyruklu Yıldız Altında
Ahududu
İbiş'in Rüyası
20 Kasım Pe. 2 0 . 3 0
Diğerlerinin A d ı Ali
Bir Ata, Krallığım!
Kuyruklu Yıldız Altında
Ahududu
ibiş'in Rüyası
Ayrılık (Saat 15.00)
Ayrılık (Saat 15.00)
19 Kasım
Çar.
21 Kasım Cu. 20.30
22 Kasım
C.tesi
Diğerlerinin Adı Ali
Bir Ata, Krallığım!
Kuyruklu Yıldız Altında
Ahududu
ibiş'in Rüyası
11.00
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Büsküi A d a m (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Diğerlerinin Adı Ali
Bir Ata, Krallığım!
Kuyruklu Yıldız Altında
Ahududu
İbiş'in Rüyası
Diğerlerinin A d ı Ali
Bir Ata, Krallığım!
Kuyruklu Yıldız Altında
Ahududu
İbiş'in Rüyası
11.00
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Büsküvi A d a m (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Diğerlerinin Adı Ali
Bir Ata, Krallığım!
Kuyruklu Yıldız Altında
Ahududu
İbiş'in Rüyası
20.30
Diğerlerinin Adı Ali
Bir Ata, Krallığım!
Kuyruklu Yıldız Altında
Ahududu
İbiş'in Rüyası
15.00
Huzur
G o d o t ' y u Beklerken
Halay
İbiş'in Rüyası
Kuyruklu Yıldız Altında
20.30
23 Kasım
Pazar
İbiş'in Rüyası
Evlilik (Saat 15.00-20.30)
25 Kasım S. 2 0 . 3 0
26 Kasım
Çar.
20.30
Huzur
G o d o t ' y u Beklerken
Halay
İbiş'in Rüyası
Kuyruklu Yıldız Altında
27 Kasım Pe. 2 0 . 3 0
Huzur
G o d o t ' y u Beklerken
Halay
ibiş'in Rüyası
K u y r u k l u Yıldız Altında
Evlilik (Saat: 15.00-20.30)
28 Kasım C. 2 0 . 3 0
Huzur
G o d o t ' y u Beklerken
Halay
İbiş'in Rüyası
Kuyruklu Yıldız Altında
Evlilik (Saat 15.00-20.30)
11.00
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Büsküvi A d a m (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Huzur
G o d o t ' y u Beklerken
Halay
İbiş'in Rüyası
Kuyruklu Yıldız Altında
20.30
Huzur
G o d o t ' y u Beklerken
Halay
İbiş'in Rüyası
Kuyruklu Yıldız Altında
29 Kasım
C.tesi
11.00
30 Kasım
Pazar
15.00
18.30
24
14
KASIM
ÖĞRETMENLER
G Ü N Ü N D E
B Ü T Ü N
Ö Ğ R E T M E N L E R İ M İ Z E
SAYGILARIMIZI
SUNARIZ
DOSYA
pe
cy
a
BİR KÜÇÜK SORUŞTURMA...
Neden repertuvar? Neden repertuvar
üstüne sorular? Çünkü özellikle ödenekli
tiyatrolamızın repertuvar politikaları
yıllardır sorgulanmakta. Eleştirmenler,
yazarlar, sanatçılar hep sorgulamışlar
repertuvarları. Oyun seçiminlerindekı
yanlışlara parmak basmışlar. Seçilen
oyunların çağın tartışmalarını
yakalayamadığını belirtmişler, ülke
sorunlarına ışık tutmadığını, topluma
ivme kazandırmadığına dikkatleri
çekmişler. Repertuvar kurulları ile çarkın
doğru işlemediğinin altinı ısrarla çizerken
yönetim kadrolarını siyasal iktidarların
dümen suyuna gitmekle suçlamışlar...
Yerli eser-yabancı eser seçimi üzerine
düşünceler ise yine yıllardır bu geniş
yelpazede yerini korurken nicelik-nitelik
tartışmalarına zemin oluşturmuş...
"Repertuvar" bugün de sorgulanmıyor
mu? Belki 1960'larda, 1970'lerde olduğu
gibi hararetli bit biçimde gündemi
oluşturmuyor, kapalı kalıyor, yanıtsı
bırakılıyor, ama sorgulanıyor... Hoş, zater
1980'lerde birlikte geçen yılların
dinamizmi her alanda kaybolmağa-yüz
tutmadı mı?
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak, yeni b
sezona başlarken, yine son günlerde
basına yansıyan görüşlerden yola çıkaraklepertuvar konusuna bir kez daha
Eğilmenin sağlıklı olacağını düşündük ve
Bir kısım yöneticilerimize,
yönetmenlerimize, yazarlarımıza
aşağıdaki soruları yönelttik..Kimi "bir kaç
günde yanıtlarım dedi yanıtlamadı, kimi
"işlerinin yoğunluğunu" bahane ederek
özür diledi,bir bölümü onu da yapmadı.
Esen çamurdan, Yücel Erten, Kenan Işık,
Ahmet Levendoğlu, Tamer Levent ve
Seçkin Selvi'ye değerli yanıtlarından
dolayı teşekkür ederiz.
1) Sizce repertuvarın tiyatro içindeki yeri
ve önemi nedir?
2) Repertuvarın güncelliğnden ne
anlıyorsunuz?
3) Repertuvar düzenlenirken hep tartışma
konusu olan yerli-yabancı oyun dengesi
hakkında ne düşünüyorsunuz?
15
1) Ülkemizde genelde pek sözü edilmese
de, eleştiri konusu yapılmasa da
repertuvarın bir tiyatronun kimliğini
ortaya çıkarması açısından, çok önemli
bir yeri olduğuna inanıyorum. Öyle ki,
repertuvar bir tiyatronun kültür
siyasetinin aynasıdır diyebiliriz. Bunun
yanı sıra, sahnelenmek üzere seçilen
oyunların siyasal çizgisi kadar önemli bir
başka unsur vardır ki repertuvardan
soyutlanamaz çünkü onun düzeyini
oluşturur. Bu, tiyatronun sanatsal
yaratıcılığa verdiği önemdir, bir başka
deyişle, gözetilen entelektüel ve estetik
değerlerdir. Gerçekten de,
repertuvarınızı ne denli nitelikli
metinlerden oluşturursanız oluşturun
sahneye yaklaşımınız, sahneleme
biçiminiz yaşadığınız çağın sanat
anlayışının gerisinde kalıyorsa, ortaya
çıkacak oyunun düzeyi de seyircinin
beklentisinin gerisinde kalacaktır.
Bizde, özellikle son yıllarda, repertuvarın
güncelliği, seyircide yeni bir algılama
düzeyi yaratma kaygısı taşımadan,
birtakım günlük değer yargıların,
beklentilerin sahnede gösterilmesi ya da
gündemde olan kimi kavramların
canlandırılması olarak
değerlendirilmektedir. Kanımca içine
düşülmemesi gereken son derece
popülist bir tuzak. Örneğin, ciddi bir
demokrasi sorununun yaşandığı, laiklik,
düşünce özgürlüğü, insan hakları gibi
kavramların tartışıldığı, kısacası çağdaşlık
sancıları çekilen bir ülkede bir tiyatro
repertuvarının güncellik çabası, bu
konuları doğrudan sahneye taşıyan,
onları bire bir işleyen ve de çoğunlukla
seyirci eğitmeye, ona ders vermeye
çalışan oyunlar olmamalıdır. Demek
istediğim, kişiler gibi konular da
putlaştırılmamalı, bunların ardındaki
gerçekler aranmalı. Konu ne olursa
olsun, seyirciyi aklından kavramak,
iletilmek istenenleri belirli bir düşünsel
temele oturtmak önemlidir burada,
onun dünyaya ve insanlara yeni bakış
açılarıyla bakabilmesini sağlamak...
pe
cy
2) Repertuvarın güncelliğini; çağının ve
toplumun sorunlarını, çıkmazlarını çağcıl
bir bakış açısıyla sorgulayan, olay ve
olguları irdeleyen bir yaklaşım olarak
algılıyorum ben. Ama güncelliğin bir yanı
toplumdaki hızlı gelişmelere ayak
uydurmak ise, öteki yanı da bunu aynı
zamanda sanatsal düzlemde de
gerçekleştirme zorunluluğudur.
a
Esen Çamurdan
Amdhi Theatre'ın sahnelediği Sophodes'in "Electra"sından bir sahne.
16
Çağdaş olmanın gereğidir bu. Seyirciyi
en duyarlı olduğu yerden yakalamaktan
çok, onu daha derin bir noktadan
harekete geçirmeli bence. Öteki türlü,
yapılan iş yüzeysellikten kurtulamayacağı
gibi, tiyatrocuya da seyirciye de
sağlayacağı doyum yapay kalacaktır.
3) Aslında çok karmaşık ve -yapısı
gereği-tek bir çözümü olmayan,
olmaması gerken bir sorun bu. Her şey
birbirine o denli bağlı, o denli görece
ki... Bir yandan her şeyden önce nitelikli
oyun, sahneye önemli atılımlar
getirebilecek oyun yazarları diyorsunuz;
öte yandan ülkenizde ne kadar az oyun
yazıldığının ayrımındasınız ve bunların
çoğunluğunun çağdaş tiyatro anlayışının
çok gerisinde kaldığını görüyorsunuz,
aynı zamanda da tiyatro sanatının
gelişebilmesinin yazılan metinlerin
sahnelenmesine bağlı olduğunu
biliyorsunuz. Çelişki burada da bitmiyor,
tiyatroda son sözün yönetmene ait
olduğunu düşünüyorsunuz, yani metnin
niteliğinden çok yönetmenin niteliğinin
sahnede belirleyici olduğuna
inanıyorsunuz. Ve bu bağlamda, Türk
tiyatrosunun en büyük sorununun
yönetmen yetersizliği olduğunu
düşünüyorsunuz. Durum böyleyken
Ankara Devlet Tiyatrosu'nun sergilediği "Azizname-95"den bir sahne.
size bakar. "Neden sandalyenin üzerine
çıktı? Bizlere bir şey mi söyleyecek?"
diye düşünür. İşte repertuvar da, "ne
söylemek üzere" oraya, sahneye
çıktığımızın yanıtıdır.
cy
a
sorun artık yabancı-yerli dengesi
olmaktan çıkıyor, ciddi bir yaratıcılık
bunalımına dönüşüyor...
Şurası açık ki, tiyatro yapmaya
yeltendiğiniz zaman, insanlara
söyleyecek, insanlarla paylaşacak bir
şeyiniz olmalı. Bir mesajınız olmalı.
"Mesaj" deyince de, hemen ideolojik bir
formasyonun doğmalarını algılamak
gerekir. İnsanlara bir türkü söylemek, bir
düşünüzü anlatmak, bir uyanda
bulunmak, sancınızı, sevincinizi ya da
üzüntünüzü yansıtmak, öfkenizi
boşaltmak, düşüncenizi açıklamak,
marifetlerinizi göstermek, bir demet
çiçek ya da siyah bir çelenk uzatmak, bir
yaşantıyı paylaşmak, bunlardan birini ya
da birkaçını ya da bunların dışında bir
şeyi yapmak diye düşünün... İşte bu
anlamda, söylenecek bir şeyiniz olması
şart.
pe
Ama tüm bunları bir yana bırakıp
yerli-yabancı oyun dengesi sorununa
kendi içinde bir yanıt vermek gerekirse,
ille de denge kurmaktan yana değilim,
zorlama olur bu ve hiçbir anlam taşımaz.
Saptanmış olan repertuvara ilişkin bir
tutumun benimsenmesinin daha sağlıklı
olacağını düşünüyorum, bir dönem
yabancılar ağır basabilir, bir başka
dönem yerliler. Ayrıca hiçbir
tiyatrocunun yerli oyunlara bir kastı
olduğunu sanmıyorum, bir yerde
yaşananlar ve de yaşanmak istenenler
belirliyor oynadıklarımızı; kimi zaman
yerli metinler beklentilere yanıt veriyor,
kimi zaman da yabancılar. Burada
önemli olan, kendini en doğru biçimde
ifade eden metinde buluşabilmek galiba.
Yücel Erten
1) Soruyu irdelerken, öncelikle tiyatro
yapmanın felsefesi üzerinde biraz
durmamız gerekir:
Tiyatro'nun, ya da "bir" tiyatronun varlık
nedeni nedir? Bir başka deyişle, bir
tiyatronun varlığını haklı kılan şey nedir?
Tiyatro yapmak, herkesin oturduğu bir
yerde, birdenbire sandalyenin üzerine
çıkıp dikilerek, çevredekileri susturmak
gibi değil midir? Öyle ki, herkes dönüp
Yoksa yaptığınız şey, kendini
beğenmişlikten ve dikkat çekme
ihtiyacından öteye gitmez. (Sanatta belki
bu da bir şeydir. Ama tek ve öncelikli şey
değildir.)
Demek ki, bir tiyatronun varlığını haklı
kılan en önemli unsur, bir kimliğinin, bir
kişiliğinin, bir profilinin, özetle bir
politikasının, yani söyleyecek bir şeyinin,
bir "repertuvar anlayışının olmasıdır.
Bir tiyatronun varlığını haklı kılan ikinci
unsur da, o tiyatronun "temel
politikasını" yansıtmak üzere ürettiği
"estetik kategoriler bütünü"dür...
Gelenekten süzdüğü, arayıp araştırdığı,
şablonlar dışına çıkmayı başararak
yeniden ürettiği, yaşayan estetik
kategoriler...
Şöyle özetlemek mümkün: Bir tiyatronun
varlığını haklı kılan iki temel neden,
"temel politikasını yansıtan bir
repertuvara sahip olması" ve "bunu
üstün ya da özgün estetik kategoriler
içinde gerçekleştirebilmesi"dir.
2) Çağının ve toplumunun sancılarına
yanıt aramayan; günü, geçmişi ve
geleceği irdelemeyen; toplumdaki pozitif
gelişmelere ivme katamayan, soru
soramayan tiyatro', tiyatro olabilir mi?
Herhangi bazı yazarların, herhangi bir
biçimde seçilmiş, herhangi bir sıra içinde,
herhangi bir yönetimin ve herhangi bir
rejisörün uyruğunda, herhangi bir
ortamda ve herhangi bir sanatsal
biçimde, herhangi bir seyirciye
sergilemekte serbest miyiz?
Evet. Çünkü demokrasi var.
Peki ama bu repertuvar mıdır? Bence
hayır.
Çünkü yukarda belirttiğim iki temel
unsuru, yani "repertuvar" ve onu hayata
geçiren "estetik kategoriler bütünü"nü
ortaya koyamayan bir tiyatronun, varlık
17
Ama kamu kuruluşları, yani halkın
vergileriyle yaşayan ödenekli tiyatrolar
söz konusu ise, durum değişir.
Yoksa bunların hepsinin, kaotik bir
biçimde birbirine girdiği, hatta birbirini
çiğnediği bir karışım mıdır?..
Bu saydığım gerçeklerin, ülkemizde
ödenekli tiyatroların repertuvarının
oluşumunda bayatlatıcı, bozucu,
çürütücü, kokutucu etkileri yok mu?
Gönül ister ki repertuvar, sorumluluk ve
yetkiyle geliştirilecek bir politika ışığında;
Türk ve dünya tiyatro yazınının önemli
yapıtlarından örülmüş bir güldeste olsun.
Ama işte merkezci yapının buyurganlığı
altında bunun gerçekleşmesinin
mümkün olmadığı görülüyor. Peki
bunun hayata geçmesi için ne
gerekiyor? Her bir tiyatronun tek tek
özgürce kendi repertuvarmı yapabilmesi
gerekiyor. Yani yerinden yönetim
gerekiyor! Kimin, neyin gerçekten
güncel olduğu sorusunun yanıtları,
ancak o zaman oylumlanır, menevişlenir.
pe
cy
Bence Türkiye'de yaşanan repertuvar
gerçeğine bakıp şu soruları sormak
gerekir:
Repertuvar, ülke gerçeklerinden ve
sorunlarından kopuk bir "suya sabuna
dokunmama" ilkesizliğini ayakta tutmak
üzere derlenmiş herhangi bazı oyunlar
karması mıdır?
düşündükleri herhangi bir oyunu
sahneleyerek, bir yandan prestij
kazanma, bir yandan da rejisör
kadrosuna kapağı atıp, yılda 10 ay
serberst kalma isteklerine boyun eğerek
oluşturulan bir meze midir?
a
nedenini savunması çok zor olacaktır.
Kendi ülkesinde ve uluslararası düzeyde
etkili olabilmiş tiyatrolara bakın; bu
böyledir.
Ama bu çerçevede de işin iki ayrı cephesi
var:
Doğal ki özel tiyatroların, bu
sözlerimizden kolayca örselenmeyecek
bir dokunulmazlığı vardır. Son tahlilde
ticari kuruluşlardır ve dolayısıyla alıcı
buldukları sürece, istediklerini satmakta
özgürdürler. Buna rağmen toplumun
isteklerine yanıt verirlerse; teşekkür
ederiz. Ama istemezlerse vermezler ve
kendi bilecekleri iştir. Beğenmiyorsak;
eleştiririz, o kadar.
Repertuvar, iktidarların dümen suyunda
durup, nabzına göre şerbet ikram etmek
midir?
Repertuvar, çoğu kendini memleketin en
yetenekli sanatçısı sanan bir yığın
oyuncunun, büyük (!) rol oynama
iştahına kolonya serpmek midir?
Repertuvar, gül sarısı ve yavruağzı
gömleklerin, üstünde ters dönmüş
karasinek ölüleriyle, bir parmak toz
içinde yattığı bir vitrin midir?
Repertuvar, bazı lobilerin dayatmaları ile
abone yazarlar oluşturarak'sunulan,
suyunun suyu bir çorba mıdır?
Repertuvar, üst düzey yöneticilerin iki
dudağının arasından çıkacak bir sözle
yasaklanıveren oyunlardan geriye kalan
artıklar salatası mıdır?
Repertuvar memur sanatçıların
maaşlarını hak edebilmeleri için, daha da
memur bazı yöneticilerin düzenledikleri
bir tombala mıdır?
Repertuvar, rejisörlükten habersiz bazı
oyuncuların; kolay olduğunu
18
Yoksa bir bakarsınız; her şeyi herkesten
daha iyi bilen padişahınız efendiniz;
sözgelimi Türkiye'nin yaşadığı şeriatçı
tırmanış; sırasında; Nazım Hikmetin,
Bertolt Brecht'in, Aziz Nesinin, ya da
benzerlerinin "güncel olmadığına",
kavuk-kaftan piyeslerinin "güncel
olduğuna" karar verivermiş. Üstelik bu
kararını açıklama cesaretini bile
göstermeden!
3) Belli bir repertuvar anlayışı olan
tiyatrolarımızı ele alalım. Örneğin Ankara
Sanat Tiyatrosu ile Dormen Tiyatrosu, iki
ayrı uçta da dursalar; onyıllar boyunca
özgün repertuvar anlayışı sergilemiş iki
tiyatromuzdur. Dostlar Tiyatrosu da öyle,
Nejat Uygur Tiyatrosu da öyle! Örnekler
çoğalabilir. Bu tiyatroların hiç
yerli-yabancı oyun dengesi %50 olsun
diye bir problemi olmuş mudur?
Sanmıyorum. Gün olmuş art arda yerli
oyunlar, gün olmuş çeviri oyunlar
sergilemişlerdir. Hatta Uygur'un
repertuvarı, uyarlama bile olsa hep
yerlidir de; Dormen'inki de ağırlıklı
olarak yabancıdır. Başarılı olmak için ne
gerekiyorsa, neyi uygun görüyorlarsa,
onu oynamışlardır. Dolayısıyla, yüzdeler
belirleme sorunu, esasen, ödenekli
tiyatrolarımızda türetilmiş bir sorundur.
Sanatımızın özünde böyle yapay bir soru
yoktur.
Bu türetmede haklı bir yan olduğu da
savunulabilir. Şu söylenebilir:
"Devlet, sanayinin ya da tarımın
gelişmesi için önlemler alıyor, teşvikler ve
destekler veriyor da, bunu Türk oyun
yazarlığının gelişmesi için neden
yapmasın?"
Devletin tiyatro alanına destek
vermesinden yanaysak; Türk oyun
yazarlığının gelişmesi için, ödenekli
tiyatrolarda belli bir destek ve teşvik
anlayışını savunabiliriz.
Gerçi, ödenekli tiyatrolarda, yazarlara
bilet satış ücreti üzerinden ödenen %30,
hatta %40'lık telif, başlıbaşına bir destek
ve teşviktir. Oyun yazarlığı alanındaki bu
katkıyı, oynanacak yerli oyunların oranını
yükseltecek bir kota belirleyerek
arttırmak, bir düşüncedir. Ama
tartışılacak bir düşüncedir. Kuşkusuz
hepimiz, oyun yazarlarımızın başarıları
oranında iyi kazanmalarını, iyi
yaşamalarını, ekonomik rahatlığa
kavuşarak daha iyi üretmelerini isteriz.
Ama ödenekli tiyatrolarımızın,
kamuoyunda "yemlik" diye adlandırılan
KİT'lere benzemesini de istemeyiz.
Aslında ben, değerli tiyatro
yazarlarımızın böyle bir kota
uygulamasını reddedecek kadar,
kendilerine güven duymalarını dilerdim.
Kuşkusuz, öyleleri de var. Ama bir kısım
yazarımızın, bu yöndeki teşvik ve
desteği çok önemsedikleri anlaşılıyor.
Oysa konunun, biraz daha tartışılması ve
özellikle de açıklıkla tartışılması gerikiyor.
Ama tartışıp doğruları belirleyinceye
kadar da, bugüne kadar uygulanan orta
yolun korunabileceğini düşünürüm.
Çünkü hayatın pratiği, bizleri zaten bir
uzlaşma noktasına getirmiş bulunuyor:
Ödenekli tiyatrolarımızda geleneksel
olarak uygulanan %50 oranı.
Şurası açık ki, bu oranı da bir önerme
olarak algılamalı, sayıların esiri
olmamalıyız. Çünkü her sezon parmak
hesabı yaparak; yazarlığımızı
geliştiremeyeceğimiz açıktır. İlle de
a
pe
cy
Çünkü ödenekli tiyatrolarımızın, özerklik
düşüncesine ve yerinden yönetim
anlayışına dayalı bir yeni yapılanma ile
özgür ve özgün çizgilere yönelmesinin
zamanı gelmiş geçmektedir!
Kenan Işık
Repertuvar bir tiyatronun kimliğidir. O
tiyatroyu oluşturan kadronun niteliğinin
göstergesidir. Dünya görüşü, içinde
yaşadığı sanatçının mevcut sisteme karşı
tutumu, sistemin içindeki insana
bakışıdır.
Ödenekli, ödeneksiz, ülkenin bütün
tiyatroları bu sorunun üzerine gidip
tartışmak yerine, biraz da birbirimizi
incitmemek için hem o hem de öbürü
olan orta bir yol tutturarak rahat ettik.
Tiyatroların bugün içinde bulundukları
repertuvar - bir anlamda da kimlik keşmekeşinin kaynağı işte bu orta yolcu
anlayıştır. Uzun yıllardan beri süregelen
bu anlayış zamanla bütün ara renkleri
silip yok etmiş, tiyatro sanatını grileştirip,
matlaştırmıştır.
pe
cy
Repertuvarın güncel olması, o
repertuvarı oluşturan oyunların bugünle,
aktüel olanla ilgili olacağı anlamına
gelmez. Güncellik insanoğlunun derin
tarihi ile bağlantılı olacağı gibi, geleceği
ile de bağlantılıdır. Temel mesele;
insanın dünyadaki varoluşuna
yükleyeceği anlamın ne olup olmadığının
sorgulanmasıdır.
kitlelerin ilgisini çekecek oyunları almak
isterler repertuvarlarına. Çoğunlukla da
böyle bir zorunluluktan yakınılır.
Ödenekli tiyatroların yakınmaları da bu
durumun tam tersidir. Oynanan oyun
çok kalitelidir ama ne yazık ki beğenisi
düşük seyirciye göre değildir vb...
Anlaşılacağı üzere her iki durumda da
sorumlu hazırdır. Seyirci!.. Peki seyirciye
bugüne dek dayatılagelen ve beğenisini
düşüren sanatın sorumlusu kimdir
acaba? Para ve popülarite peşinde
olanların yanısıra geniş kitleleri
dışlayarak "iyi sanat"ı sadece kendi
tekelinde sananlar olmasın sakın!
Sanatın üzerindeki birinci sulta eğer
seyirci beğenisinin düşüklüğü ise ikinci
sulta da bu kendini her şeyin dışında ve
üstünde gören sözüm ona entelektüel
anlayıştır. İyi sanatın sınırlarını
pervasızca çizip, kurallarını da koyan,
halktan kopuk bu anlayış; sanatı
yalnızlaştırır, dondurur, zenaatlaştırır.
Çünkü iyi sanat kaynağını halktan alır.
Nâzım Hikmet'in dediği gibi: Halkın dilini
konuşur.
a
%50'ye varsın diye, kötü ya da cılız
piyesleri oynamak; Türk tiyatrosuna
hizmet anlamına gelmez. Bunun her
sezon, üstelik her bölgede ya da
sahnede böyle olacağını savunmak da,
yalnızca duyarsızlığa yol açar. Bu
yüzden, "yerli oyunların oranı %60
olsun, %70 olsun!" şeklindeki önerileri
ciddiye almak mümkün değildir. Önemli
olan, bütüne bakmak ve bir perspektif
oluşturmaktır.
Yoğun trafikte başımıza gelen trajikomik
olaylar, zamane gençlerinin ana
babalarına karşı geleneği hiçe sayan
tutumları, kocasını aşığı ile yakalayan
kadının evliliğini kurtaracak on altın
kuralı ifşa edip tekdüze yaşamımıza
heyecan katarak katkıda bulunan ve
ancak bir televizyon filmi olabilecek
sığlıkta "sabun köpüğü" konular belki
günceldir, günlük hayata dairdir ama bir
tiyatronun repertuvannda olup
olmayacakları tartışılır.
Bir repertuvarı oluşturan oyunların sığlığı
ya da düzeyi bir anlayış, bir estetik görüş
meselesidir. Kime, hangi ölçülere göre
düzeyli veya düzeysiz?
Bana kalırsa kimse bir sanat yapıtını
sadece kendi ahlâki değerlerine göre
yargılamak hakkına sahip değildir.
Ödeneksiz tiyatrolar doğaldır ki geniş
20
Oysa sanat; mevcut anlayışa - statükokarşı koyar, verili biçimlerin dışına
çıkarak hayatı zenginleştirir. Hayatın
içinde, hayatın gerçeğini yakalama
peşindedir. Bir anlamda yaşanan gerçek
hayata koşut bir başka hayat, varolan
dünyaya koşut bir başka dünya, kısacası
varolan yerleşik, tutucu anlayışa karşı bir
başka anlayışın peşindedir. Geniş
kitlelerin beğenisine hitap etmeyi
hedefleyen popüler sanatçı anlayışı ve
bu anlayışa karşı neredeyse züppece
geliştirilmiş iyi sanatı sadece kendi
tekeline alan, baskıcı, buyurgan anlayışın
yanı sıra repertuvarları koşullandıran
hatta zaman, zaman zorlayan üçüncü
bir anlayışda iktidarların tamamen
seçmeni ve oyu hedefleyen işlevsel(!)
sanat anlayışıdır. Sadece iktidarlar değil,
tiyatrolara yardım eden özel kuruluşlar
da şimdi değilse bile gelecekte bu
kapsam içinde düşünülebilir. Bu anlayış
da ilk iki anlayış kadar repertuvarları
olumsuz etkiler.
Biliriz ki sanat; önce özgür olmalıdır,
işlevsel değil. İşlevselliğin sanatla
ucundan kıyısından ilgisi yoktur.
Neredeyse gümrük makbuzlu ithal
sanatın işlevselliğinden söz edilebilir belki
ama bu da ancak taklit etmek üzere
sipariş edilen bir model olarak işe yarar.
Tıpkı bir patron üzerinde elbise biçip,
dikmek, işlemek gibidir, bu sanat değil
zenaattir. İktidarların -otorite dayattıkları sanata, sanat demek bu
nedenle olanaksızdır.
Sanatın özgürlük kadar önemli bir başka
meselesi ise özgünlüktür.
Repertuvarların mevcut yaratıcı sanatçı
potansiyeline ne denli alan açıp,
açmadığını da dikkate almak gerekir.
Bildik örnekte olduğu gibi, eğer resim
yapılabilir bir ortam yoksa büyük ressam
çıkmasını beklemeyin. Bu söz; eğer oyun
yazılmıyorsa ya da yazılan yeni oyunların
üçü, beşi repertuvarlarda yer almıyorsa
büyük oyun yazarı çıkacak diye
beklemeyin olarak da söylenebilir.
Bugün tiyatro alanında ileri gitmiş bir
anlamda kültür toplumu olma süreçlerini
tamamlamış ülkelerin özellikle ödenek
alan tiyatrolarında ilk koşuldur yerli
yazarların oyunlarını oynamak. Çoğumuz
biliriz. Batıda sadece yerli yazarın ilk
oyununu oynamak şartı ile ödenek alan
tiyatrolar vardır. Değişik bir kültürün
ürünlerini seyretme hazzını hepimiz
tadıyoruz. Özellikle bu yıl İstanbul
Festivali'ne gösterilen iki oyun. Ünlü
Strehler'in gelenekten kaynaklı
(Comedia de'llarte) çağdaş yorumu
"Köleler Adası" hepimizi büyüledi.
Heiner Müller'in Arthuro Ui'si, Martin
Wutke'nin şaşırtıcı, çarpıcı ve
alabildiğine çağdaş yorumu da tıpkı
"Köleler Adası"ndaki Arlecino gibi
geleneğe yaslanmıştı. Batının "Clown"
geleneğine. Öyle sanıyorum ki,
repertuvar oluştururken özgün kültürün
de dikkate alınması gerekir. Hele de bu
kültür binlerce yıllık, pek çok
. medeniyetin iç içe geçtiği kadim
Anadolu Kültürü ise.
Gönlüm kültürlerin birbirlerine baskın
çıkmasından yana değil. Kültürler
birbirlerini tamamlayan ve dünyayı daha
da renkli, lezzetli kılan olağanüstü
a
pe
cy
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği "Abdülcanbaz" oyunundan bir sahne.
renklerdir. Bu renklerden ne biz mahrum
kalalım ne de başkalarını kendi
renklerimizden mahrum bırakalım.
Sözün sonu; üç beş tiyatrocu bir araya
geldiğimizde hemen o anda mükemmel
bir repertuvar yapabiliriz. Önemli olan
bu repertuvarın aynı doğrulukta ve
estetik mükemmelikte uygulanıp
uygulanmayacağı. En azından Hamlet
rolünü oynayacak oyuncunuz yoksa
"Hamlef'i repetruara almanızın hiçbir
anlamı yok. Ben kendi payıma sahnede
bütün değerini kaybetmiş nice iyi oyun
metinleri gördüm, Shakespeare ya da
Chekov tarafından yazılmış. Ve beni
etkileyip sarsan nice oyun gördüm,
metninin ya da yazarının adı kötüye
çıkmış. Fakat bizim o bildik ve en, en çok
haklı anlayışımız hâlâ revaçta.
-Öyle iyi oyun ki; - veya rol - bin üstüne
git.
Ne olur bir kere de rol oyuncunun ya
rejisörün sırtına binip gitse!.. Yerli
oyunların repertuvara alınmamasının
kusuru sadece oyun yazarlarında mı?
Bana kalırsa mevcut iyi rejisör ve oyuncu
sayısı kadar iyi yerli metin de var.
"Oidipus" veya "Antigone"un iki bin beş
yüz yıl önce yazılmış olması o oyunun
güncelliğine engel değil. Çünkü bu
oyunların tartıştığı meseleler ne yazık ki
hâlâ çözüme kavuşamadı. Bu oyunlar en
azından dünyanın geleceği üzerine
mühür basan politikacıların sanatı,
sanatçıyı hiçe saydıklarının bir işareti
olarak oynanmalı.
İnsan; insanın varoluşunun kutsallığı
kimsenin umurunda değil hâlâ.
Dünyanın orasında burasında savaşlar
pür şiddet devam ediyor, üstelik iki bin
yıl öncesine göre daha da vahşi ve
acımasız. İktidarlar yine kırdırıyorlar
insanı insana, Antigone'lar kurda yem
olmak üzere dağa taşa bırakılmış erkek
kardeşlerinin ölüleri peşinde hâlâ.
Üzerlerine bir avuç toprak koyabilmek
için. Gücü elinde bulunduran Lady
Macbeth çığlıkları kapalı kapılar
ardından yükselip dünyayı tehdit etmeye
devam ediyor.
-Dünyayı aldatmak için dünyanın
rengine bürünmeli...
Dünyanın rengi giderek daha da
sararmakta. Ona merhem olacak
sanattan başka ne var ki elimizde?..
Repertuvar bunun için önemli
Ahmet Levendoğlu
1) Repertuvar tiyatroda "oynanan
oyunu", yani "yapılan işi" belirler.
Yaşamın hangi alanında olursa olsun,
"ne" yapıldığı, "nasıl", "kimle",
"nerede", "ne zaman" vb. yapıldığından
daha önemli değil mi? Bu
karşılaştırmada bir adım daha atıp,
repertuvarın "öz", geri kalan tüm
öğelerin "biçim" olduğunu söylemek de
yanlış olmaz. Öyleyse, repertuvarın
tiyatro içindeki yerini ve önemini
tanımlamak için pek derinlemesine
düşünmek gerekmiyor.
2) Bunun üzerine de epey yazıldı ve
söylendi. Yaygın bakışı ben kendi adıma
biçimleyeyim: Repertuvarın
"güncel"liğinden, elbette "günümüzde
geçen", "şimdilerdeki yaşamı anlatan",
"gündemde olanı yansıtan" gibi sığ ve
yanlış anlamlar çıkarmamak gerek.
Çağlar öncesinde yaşananı konu alan,
bunu, günün insanı aracılığıyla işleyen,
o günün diliyle konuşan bir oyun da
"güncel" olabilir; eğer bugünün
dünyasıyla düşünsel, içeriksel, anlamsal,
giderek göstergesel, imgesel bağlar,
köprüler kuruyorsa. Antik tiyatrodan
21
Türkiye'nin en büyük ödenekli tiyatrosu,
Devlet Tiyatrolarında 670 oyuncu
çalışmaktadır. Bu oyuncuların yaratıcı,
entelektüel faaliyet üreten ,nsanlar
olarak proje yapma, teklif alma, teklifte
bulunma gibi hakları olmalıdır.
Gösterdikleri gelişme ölçüsünde, verimli
çalışmaları gerekir. WIPO şu günlerde
yoğun olarak"oyuncu haklarını"
tartışırken, uluslararası standartlardan
yoksun kalmış ülkemizde Devlet
Tiyatroları oyuncuları, yönetmenleri,
göstermiş oldukları başarılar ölçüsünde
adeta cezalandırılıyor, repertuvar
konusunda görüşleri alınmadığı gibi,
görevsiz bırakılabiliyor. Oysa tiyatro
oyuncusu ve yönetmenin bir ressam
kadar yaratıcı olabilmesi özendirilmesi
gereken bir konudur. Özendirilmediği
zaman sanatçı kimliğini kaybeder,
umutsuzlaşır, görev icabı işini yapan kişi
halini alır. Katılımı olmayan bir
repertuvarda ve seçme şansı olmayan bir
rolde oynamak zorundadır. Serbest
aktörler gibi olmadığı için, devletten her
ay düzenli maaş aldığı için beğenmediği
rolü oynamama şansı yoktur.
cy
3) "Yerli" tiyatronun gelişebilmesi için
kuşkusuz "yerli" ürünlerin özendirilmesi
gerekli. Özendirmenin en kestirme yolu
da repertuvar kapılarını onlara -gerekli
ölçütleri göz ardı etmeden- açık tutmak.
Ama bu noktada iki şeye çok dikkat
gerek:
-Bu bağlamda öyle bir "hassas denge"
söz konusudur ki, iyi niyetli yerli
özendiriciliği doğrultusunda bir adım
fazla atıp niteliksizlik çukuruna
düşülebilir.
-Yerli tiyatro yandaşlığı şoven, giderek
ırkçı bağnazlığa kayan tehlikeli çizgiden
uzak tutulmalıdır.
Özetle, kendi oyun yazarımızı
yetiştirmek, böylelikle kendi tiyatromuzu
ilerilere götürmek ne denli önemliyse,
nitelik tartımından ödün vermemek de o
denli önem taşır. Sayısal dengede bu iki
gereklilik bir arada gözetilebilmeli ama
bu denge birtakım yönetmeliklerce
belirlenen yüzde elli-elli, yüzde
altmış—kırk türü bürokratik sınırlamalara
hapsedilmemeli. Diyelim ki bir ödenekli
tiyatromuzda yüzde seksen yerli oyun
içerikli bir repertuvar hazırlanmış ama
oyunların çoğu kof, niteliksiz. Bu ,
tiyatro adına övünç duyulacak bir durum
olur mu?
eski Sovyetler Birliği'nin doğrudan devlet
ödenekli tiyatrolarında da oldu. Ancak
bizde, bölgede çalışan bir sanatçı,
repertuvarı gazeteden öğrendiğini
söyleyebiliyor.
a
bugüne doğru uzanan uzun süreçte, bu
güncelliği içeren binlerce oyundan söz
edilebilir. Shakespeare'in yapıtlarının
hemen tümünde bu özelliğin
bulunduğunu belirtmeye gerek var mı?
Başar Sabancu'nun Shakespeare'den
derlediği yetkin sahne çalışması "Bir Ata
Krallığım" bunu bir kez daha göstermedi
mi?
pe
Bu nedenlerle repertuvar daha yapılma
aşamasından itibaren, ödenekli
tiyatrolardaki oyuncu kadrosunun nasıl
en verimli bir şekilde
değerlendirilebileceğini ve bu
verimlilikten kaynaklanan üretim
heyecanı ile yaratılan eserlerin seyirci ile
buluşmasını hedeflemelidir.
Tamer Levent
1-Repertuvar bir tiyatronun kimliğidir.
Tiyatrolar yaptıkları repertuvarlara göre
tanınırlar. Daha önce yapmış oldukları
repertuvarlara göre de nasıl repertuvar
yapacakları önceden bilinir. Ancak
bizdeki Devlet Tiyatroları gibi tek
merkezden repertuvar artık dünyada da
yapılmıyor. 1960lı yıllara kadar Royal
Shakespeare Company'nin böyle bir
tutumu vardı. Ancak 1960lı yıllarda
Peter Hallin artistik direktörlüğe gelmesi
ile bu değişti, daha sonra Trevor Nunn
ve Peter Brook'un da yönetim
kadrosunda yer almasıyla Royal
Shakespeare Company'de önemli
değişiklikler olmuştu. Aynı gelişmeler
22
2- Repertuvar, onu öneren kişiler
tarafından yapılıyor ve repertuvar
tiyatrosu anlayışı gözetilerek yapılıyorsa,
devamlılığı olan bir çalışmadır.
Yönetmenin, yazarın ve oyuncuların
işbirliği ile tabii ki içinde yaşanılan çağın
etkilenmeleri ile sahnelecektir. Bu
etkilenmeleri oluşturan olayların
benzerlik göstererek tekrarlanması,
insan psikolojisinin bunlardan
etkilenmelerindeki benzerlik sürdükçe o
repertuvarı oluşturan eserler güncelliğini
koruyacaktır. Ancak içinde yaşadığı
çağın farkında olamayan yönetmenler,
ya da bilerek farkında değilmiş gibi
davranan intendantlar tiyatromuzu bu
evrensel kimliğinden uzakta
tutabilecekler mi? Tiyatro dün olduğu
gibi bugün de çağının tanığı, yaşamın
aynası olma görevini yerine getirebilir
hale gelmelidir. Bu noktadan sonra da
yeni arayışlar gelişebilir. Ben güncellikten
bunu anlıyorum. Ama tür olarak günü
gününe güncellik anlayışı ile oyun
yapılmasına da karşı değilim. Toplumu
etkileyen konular niye tiyatro sahnesine
çıkarılmasın? Neden tiyatrocuların
yorumları ile izleyicilerin tartışmasına
açılamasın. Burada tiyatro yapmayı
engelleyici etkilerle karşılaşılacağı
kaygısı var galiba hep. Ama bu engeller
ortadan kalkmalıdır. Bu konuyla ilgili
sanatçı haklarını koruyan özel yasalar
çıkarılmalıdır. Sanat, toplumun kabul
ettiği bir toplumsal değer, oyunculuk da
saygın bir meslek olarak layık olduğu
yeri bulmalıdır. Aksi halde, Halide Edip
Adıvar'ın "Sinekli Bakkal" romanında
olduğu gibi oyuncuları sürgüne
göndermeli ya da tam maaşla emekli
etmelidir. Devlet Tiyatroları 1993-94
sanat sezonunda ve 1994-95
sezonunda yapılan koordinasyon
toplantılarını kitap haline getirmiş,
repertuvar oluşturma politikası belirlemiş
ve bu politika doğrultusunda
sanatçılarından proje önerileri istemiştir.
Bu çağrı sonrası dramaturgi arşivlerinden
500 oyun oyuncular tarafından alınarak
okunmuş, oyun okuma konusunda rekor
kırılmıştır. Sözü edilen sezonlarda
mesleklerini coşkuyla yerine getiren
tiyatrolarda, turne hariç yıllık seyirci
ortalaması %100'lük bir doluluk oranına
ulaşmıştır. 95 yılının repertuvarının ise 94
yılı 27 Mart günü açıklanması için
çalışmalar tamamlanmış di. Burada,
yaşadığımız toplumsal, psikolojik
etmenlere göre seçilen temalara göre
yapılacak repertuvar, hem güncel hem
de devamlılık arz eden, hem ulusal hem
de evrensel boyutlar taşıyacaktı.
3-Bu tiyatronun toplumla kucaklaşması,
yaratıcılıklarının kısıtlama altında
olmaması ile ilgili bir sorun bence. Yerli
oyun yazarlığı evrensel boyutlarda
düşünülmüyor. Yönetmenler uluslararası
deneyleri yetersiz olduğu için yerli
oyunları beğenmiyorlar. Yerli oyun
yazarlığını özendirici temalar
bulamıyorlar, yazarlarla birlikte
çalışmıyorlar, yapay bir yazar yönetmen
çatışması doğuyor. Oysa uluslararası
deney insanın benzerliğini, sorunların
benzerliğini ve işlenişin ilginçliğini
öğrenme yönünde çok yararlı oluyor.
Seçkin Selvi
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin
repertuvarla ilgili olarak yönelttiği ve
bence "abes" tanımına giren sorular,
aslında bu konudaki tartışmaların ne
denli abes olduğunu vurgulamayı
amaçlıyor diye düşünmek istiyorum.
cy
artık kimse Shakespeare'i, Shakespeare
gibi sanneye koymadığı gibi, yöresel
oyunlar dahi değişen insanın
beklentilerine göre yorumlanıyor. Bu
yorumlanış o yörenin insanı tarafından
da benimseniyor hatta, değişip
gelişmesine yol gösteriyor. Bu gözle
bakıldığında yerli yabancı oyun dengesi
gibi hesapları anlamsız bulabilirsiniz.
Seyircisiyle iletişim kurabilen, onun
duyarlılık algısını diriltebilen tiyatrodur
esas olan. Özgün eser yazımını
geliştirmez, özendirmezseniz, yerli
oyunlarınızla uluslararası alanlarda
kendinizi başkalarına ifade edemez, bu
anlamda bir iddia taşımazsanız, sırf yerli
oyundan oluşmuş bir repertuvar
yapsanız ne fayda? Buna karşılık kendi
insanınızın yaşantısıyla karşılaştırmalı
olmayan, sözde yazıldığı ülkenin insanını
oynamaya çalışarak sahnelenen
oyunların da hem yurtiçinde hem
yurtdışında duyarlılık algısını harekete
geçirici bir etkisi olabileceğine, izleyicisi
ile iletişim kurabileceğine inanmıyorum.
O zaman böyle bir matematik
hesaplama yerine "neden, niçin, nasıl,
kime" tiyatro yaptığımızı bilmemiz ona
göre yaratıcılıklarımızı geliştirmemiz
doğrultusunda düşünceler üretmemiz,
önlemler almamız, güvenceler, sistemler
oluşturmamız gerektiği kanısındayım
a
Tiyatro Stüdyosu'nun sahnelediği "Çöplük" oyunundan bir sahne.
pe
Her sorunun başına "Türkiye'de"
sözcüğünün konulması belki bu
anlamsızlığa çözüm olurdu. Çünkü bu
tür örnekler ancak Türkiye'de
görülebiliyor. Adamın biri kendine bir
büro kuruyor; ama ne iş yapacağı
konusunda kararsız (üstelik işin sahibi
kendisi olunca, 'ne iş olsa yaparım abi'
demek olanağı da yok); başka birisi
lokanta açıyor, Fransız mutfağından
seçmeler mi sunacak, acılı ezme mi
bilmiyor. Türk tiyatrosunda repertuvar
konusunun tartışılması da, yukardaki
örnekler paralelinde bize yaraşır bir iş.
Bir tiyatronun repertuvarı, o tiyatronun
kimliğini, niteliğini, dünya görüşünü,
sanatsal yaklaşımını gösterir. Repertuvar
bir tutarlık göstergesidir. Repertuvar, bu
tutarlılık çerçevesinde, tiyatronun
sürekliliğine katkıda bulunan en önemli
etmendir. Latince "reperire"- Bulmak
kavramından türeyen bu sözcük,
niteliksel önemini zaten içinde taşıyor.
İnsanlar yaptığınız işte ne bulacaklar,
ne bekleyecekler, sizi nasıl
tanımlayacaklar sorularının cevabı
yaptığınız repertuvarla ortaya çıkıyor.
Gerçi bizim seyirci genelde "x" oyununu
değil de, "Ayşe"yi ya da "Mehmet'i
seyretmeye gider; komşuları bilmem
hangi oyunu seyrederken gülmekten
kasıkları çatlamıştır, bizimki de kasıklarını
gevşetmek için tiyatroya gider. Ama
olsun, biz yine de olanı değil, olması
gerekeni konuşuyoruz.
Bir tiyatronun repertuvarı, kimliği
konusunda seyircisine verdiği sözdür, bir
taahhüttür.
Repertuvarın güncelliği, tiyatronun
kimliği doğrultusunda, güncelliğini
koruyan evrensel konuları kapsamasıdır.
Gündelik ya da günlük olanı değil.
Güncelliğin ölçütü, kaleme alınma tarihi
değil, konunun evrensel varlığıdır.
Baydur da günceldir, Albee de günceldir;
Aristophanes ve Shakespeare de.
Güncelliği yazar kadar yönetmen de
biçimlendirir. Ama ayağına blucin
geçirilmiş her Hamlet'in güncel
olduğunu sanmamak koşuluyla...
Repertuvarda yerli-yabancı oyun
dengesi ne demek? Repetuvar
düzenlenirken oyunun kaynağına değil,
kalitesine bakılır. Biz şu "Yerli malı
kullanalım" haftalarını hâlâ geride
bırakamadık mı?
23
TARTIŞMA
Grips Theater'ın 25. Yıl Kutlama Etkinlikleri Çerçevesinde Çizgi Dışı Bir Çocuk
ve Gençlik Tiyatrosu İçin Uluslararası Kollokyum Belgeseli
YETİŞKİNLER
ÇOCUKLARI ÖLDÜRÜYOR (I)
Dergimizin Ekim '97 sayısında Grips Tiyatrosu hakkında özet bilgiler ve bu
tiyatronun kendi ülkesi dışındaki saygın konumu, oyunları ve turneleri yer alıyordu.
Bu sayıdan başlayarak da, Gripsin bu konuma erişmesinin altında yatan temel
gerçek "çocuk sınıfının sanatsal koruyucusu" olarak adlandırabileceğimiz özellikleri,
bir bilimsel toplantının bant çözümü olarak sunacağız. Bu toplantı, dünyanın önde
a
gelen çocuk tiyatrosu uzmanlarının 30. 6-2. 7. 1994 tarihinde Berlin'de
gerçekleştirdikleri, çeşitli ülkelerde Grips metodundan yola çıkılarak yapılanlar,
doğrular-yanlışlar-öneriler biçiminde çeşitlilik gösteriyor. Ülkemiz açısından
cy
bilinmesinin yararının son derece büyük olacağını düşündük. Çocuklarımızın daha
fazla "ölmesini" içimize sindiremediğimizden bu konuda daha çok kafa yormaya,
daha çok iş yapmaya yönelsinler istedik, çocuk tiyatrosuyla uğraşan arkadaşlar.
Kollokyumun, tam metni önümüzdeki sayılarda da devam edecektir.
Duygu
A t a y Grips Tiyatrosu, kurulduğundan bu yana
geçen 25 yıl içinde, beş kıtada bilinir
duruma geldi. 20 ülkede yüzlerce kez
oyunlarıyla, yönetmenleriyle, vvorkshop
ve seminerleriyle konuk edildi. Bu
konuklukların karşılıkları ise, ne yazık ki
çok az gerçekleşebildi. 1979 ve 1981
yıllarında, Berlin Festival Komitesi
sponsorluğunda, ancak iki kez
uluslararası çocuk ve gençlik şenliği
düzenleyebildik. 1983'te, şenliğin
başlamasından üç ay önce, sözleşmenin
feshiyle, her şey bitti. Şenlik düzenleme
olanağı elimizden alınınca, bize
dünyanın çeşitli ülkelerinde bizim gibi
ağır koşullar altında çalışarak
tiyatrolarını sürdürmeye çalışan değerli
arkadaşlarımızı, 25. yıl jübilemize
çağırmak düştü.
pe
Çev:
VOLKER LUDWIG-Berlin. 1937'de doğdu. 1961'de
Alman Filolojisi ve Sanat Tarihi tahsilini tamamladı.
1965'te Berlin İmparatorluk Kabare'sinin başyazarı
ve yöneticisiydi. 1966'da, bu tiyatronun çocuk
bölümünü kurdu. 1969'dan bu yana da. Gripsin
başyazarı ve yöneticisi. 16 kabare, 24 oyun ve 500
kadar şarkı sözü yazdı.
24
Oyunlarıyla birlikte gelebilmelerini
sağlayamasak da, 14 konuğu en
azından sekiz günlük bir süre için
ağırlamayı başarabildik. Burada
teşekkürü görev bildiğimiz Berlin Kültür
Senatörlüğü, elinde kalan az miktar
parayı, salt jübilemiz için değil,
kollokyum için de harcadı. Bu
kollokyumun tutanakları, yazının
içeriğini oluşturuyor. Tutanakların
dışında kalan ve aslında en verimli,
keyifli, kalıcı konuşmalar ise, her
zamanki gibi Berlin 'in barlarında yapıldı.
Çağrılı olup da gelemeyenler arasında
Peter Brosius (Los Angeles), Anjan Dutt
(Kalküta), Xenia Kalogeropulu (Atina),
Susanne Osten ve Etienne Glaser
(Stokholm) var. Etkinliğin derinliği ve
çeşitliliği açısından Brezilya, Avusturalya,
Hong Kong, irlanda ve Hırvatistan
temsilcileri de aramızda olmalıydılar
aslında. Ama ne yapalım ki, her şey de
her zaman istediğimiz gibi olmuyor işte.
Bu belgeselde doğaldır ki, yalnızca
çözülen bant konuşmaları
bulunmaktadır. Kollokyum haricinde ise,
tahmin edebileceğiniz gibi bol bol
gülündü, geceler boyu tartışıldı, içten
dostluklar kuruldu ve inanılmaz bir
şekilde birbirine sahip çıktı insanlar.
Ciddi bir gençlik ve çocuk tiyatrosu
yapmak isteyen, bunun keyfini taşıyan
bir avuç gerçek profesyonel, bu
kollokyumda bir aradaydı. İstedikleri;
geçerli bir amacı olan, seyircisini tanıyan
ve seven, salt estetik kaygılarla sanatı
savunmayan, varoluş nedenini kendi
bağımsızlığından çıkaran ve bunu
mutlaka seyirciye iletmeyi amaçlayan bir
tiyatro özlemiydi. Belgeselimiz eğer bu
amacın ruhunu yansıtabiliyorsa,
geleceğin çocuk ve gençlik tiyatrosu
konusunu, en azından tartışmaya
açabiliyorsa, görevini yerine getirmiş
sayılabilir.
Volker LUDWIG
a- Çocuk Tiyatrolarının
Çeşitli Ülkelerdeki Durumu:
IMRAN ASLAM- Pakistan'da bir yığın
çocuk tiyatrosu var. Ama bunların
oyunları, okulların yıl sonu
müsamerelerinden başka bir şey değil.
Konular, genellikle tarihi (doğallıkla bize
dayatılan tarih) ya da içinde sihir, büyü
filan olan masallar. Bunun yanı sıra,
büyük geleneği olan bir de kukla
tiyatromuz var. Hatta bunlardan bir
grup, Dr. Faustus ve bir Grips oyunu bile
oynadı.
MOGAN AGASHE- Hindistan'ın
Maharastra bölgesinde çocuk tiyatrosu
denilince akla, hemen daima çocuklarla
yapılan bir tiyatro gelir, çocuklar için
olan değil. Okul tatillerinde, yerden
mantar biter gibi çoğalır bu tür çocuk
tiyatroları. Masalların yanı sıra saçma
sapan, hareketli oyunlar oynarlar. Ama
buna karşın, Bombay'da bu tür tiyatroya
bile sosyal içerik sokulmaya kalkışılmadı
değil...
pe
cy
JAYOTI BOSE- Kalküta'da da durum,
Maharastra'dan pek farklı değil. Bizde
de masallar ve mitolojik konularla
uğraşan bir kukla tiyatrosu var. Bunun
yanı sıra, şu da çok önemli; 30 yıllık
marksist yönetimin sonucu olarak
Kalküta halkında sosyal bilinç oluştu. Bu
bilinçle, bir sürü tiyatro grubu, kentin
varoşlarına giderek, oradaki insanların
sorunlarına eğiliyor. Bu grupların bazıları
çocuklarla da çalışıyor. Yani bizde politik
sokak tiyatrosu geleneği olduğunu
rahatça söyleyebiliriz.
PALYAÇO SHIVEN- Yeni Zelanda'da bir
okul yılı üç sömestreye ayrılır. Çocuk
tiyatroları genelde yalnız Noel'lerde
ortaya çıkmakla birlikte, ilkokullarda her
sömestre için bir oyun sahneleme
geleneği vardır. Çocuk yuvalan ve okul
öncesi alıştırma sınıfları da bu geleneğe
uyarlar. Yirmiye yakın tiyatro grubu
ayrıca okullarda özel temsiller verir.
Devlet yardımı, komik denecek kadar,
65.000 Yeni Zelanda doları kadardır ki,
bununla bir sanatçının bile yaşaması
olanaksızdır. Bu oyunların konuları
genelde efsaneler olmakla birlikte, arada
ben palyaço olarak içine katılabilirim.
Oyunun eğitici yanını inceleyen bir
komisyon vardır ve ancak bu
komisyonun izniyle oyun oynanabilir. 17
yıldan beri okullarla çalışıyorum, işimin
%95'i okullar ve çocuk yuvalarıyla. Bazen
hasta ve özürlü çocuklar için
hastanelere, bakımevlerine de
gidiyorum. Konularım her zaman aynı:
Gülmece, güldürmece, insan sevgisi.
Ama asla diğer insanlara gülmüyorum,
güldürtmüyorum da kimseyi, kendime
güldürüyorum sadece. Vermek istediğim
tek mesaj, kahkahanın iyileyeştirici bir
güç olduğu.
İMRAN ASLAM- Pakistan. Paskistan'ın en büyük
RAZİ AMİTAİ- İsrail'de profesyonel çocuk İngilizce gazetesi The News'un yazı işlerinde.
tiyatrolarının yanı sıra, okullarda çocuk
Lahor'da Doğu ve Afrika tezleri konularındaki
tiyatroları var, yılda çeşitli 300 temsil
fakülteleri bitirdi. Sahne ve televizyon hakkında
sayısız yazı yazdı. Pakistan'daki sivil ve askeri baskı
veriyor, ülkemizin devlet destekli tek
tiyatrosu. Devlet desteğinden dolayı bilet rejimlerinde tevkif edildi. Sekiz Grips oyununu
fiyatları düşük tutuluyor. "Kültür Sepeti" Orducaya çevirdi ve bunları Yasemin İsmail'le
birlikte sahneledi.
adlı ulusal bir program var. Bu program
uyarınca her çocuk, 1. sınıftan 12. sınıfa
kadar her yıl üç kültür etkinliğine
katılmak zorunda: Bir bale gösterisi, bir
klasik müzik konseri ve bir müze gezisi.
Tiyatrolar ise, genellikle turne tiyatroları
olduklarından, çocuklar, oyunları ya
kendi okullarında, ya bir kültür
merkezinde ya da yakın bir tiyatroda
görme olanağı buluyorlar.
BENJAMİN FİLİPOVİÇ- Bosna'da henüz
bir Grips oyunu oynanmadı ama, bizde
de gelişmiş bir kukla tiyatrosu geleneği
var. Kukla tiyatroları sık sık şenlik
düzenliyorlar. Çocuklar için tiyatrodan
daha çok, çocuk filmleri yapılıyor.
VOLKER LUDWIG- Bosna ve Sırbistan'da
daha Grips oyunları oynanmadığı zaman MOHAN AGASHE- Hindistan. Psikolog. Pune,
Hindistan'da B.J. Koleji ve Sassoon Hastanesi
bile, Hırvatistan'da, Zagrep'te müthiş
Psikoloji Bölümü şefi. En büyük aşkı oyunculuk.
canlı bir tiyatro vardı. 1979'da
Satjayit Ray ve Mira Nair'in filmlerinde ve
Berlin'deki ilk çocuk tiyatroları
tiyatrolarda oyunculuk yapıyor. Akademi
şenliğinde, "Islıkçı Max" adlı oyunu,
Tiyatrosu'nun Avrupa ve Kuzey Amerika turnelerini
Yunanca sunan tiyatroyla birlikte paralel ve aynı tiyatronun Grips oyunlarını yönetiyor. Grips
olarak çağırmıştık. (Bu şenlik için bakınız: esprisini ülkesine ilk taşıyan kişi. 1990'da
Milliyet Sanat Dergisi, Ağustos 1979,
Hindistan'ın en büyük ödülü Padmashri, ona verildi.
çevirenin yazısı) Hırvatistan ve
Slovenya'da otuz kadar Grips oyunu
sahnelenmişken, Sırbistan Rus masal
tiyatrosu geleneğiyle işi yürütüyordu.
Hırvatistan ve Slovenya'daki Grips
oyunları bir ölçüde, güneye karşı
protesto olarak da görülebilir.
ROD LEWİS- ingiltere'de son yıllarda
eğitim tiyatrosu olarak
adlandırabileceğimiz bir eğilim gelişti.
Oyunlar, dünya kirlenmesi filan gibi
güncel konuları irdeliyordu. Büyük
tiyatro grupları, bu tür oyunları keyifle
oynadılar. Nedir, silah ters tepti, hedefi
vuracağına. Didaktik oyunlar, sıktı
çocukları. Daha çok büyüklerin
dünyasına seslenir sandılar ve
ilgilenmediler bu tarz oyunlarla. Burada
JAYOTI BOSE- Hindistan. 1992'den bu yana
oyunların basit ve içeriklerinin kof
Kalküta'da, SUTRAPATadlı tiyatronun yöneticisi.
Oyuncu ve yönetmen.
olmasının etkisi de büyük tabii...
a
I- KALKÜTA'DAN TEL-AVİV'E
ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROSU
25
b- Grips Oyunlarının Sahnelenişi
SHIVEN- Yeni Zelanda. Potsdam, Doğu Almanya'da
doğdu. Asıl adı Günther Bennung. Asıl mesleği
öğretmenlik. Doğu Berlin'de Max-Reinhardt tiyatro
okuluna gitti ve on yıl burada oyuncu olarak çalıştı.
16 yıl önce, unutamadığı çocukluk düşünü
gerçekleştirmek için Yeni Zelanda'ya yerleşti ve
palyaçoluk yapmaya başladı. Dünyanın her yerinde
oyunlarını dokuz ayrı dilde sergiliyor.
I987'de bir
çocuk kültür merkezi kurabilmek için Yeni
pe
cy
a
Zelanda'da arazi satın aldı.
MOGAN AGASHE- Anne-babalar
çocuklarının beslenmesi ve okullarının
seçimi konusunda büyük bir dikkat
gösteriyorlar. Ama eğlence
gereksinimlerini, bir tüketim aracı olarak
nasıl kullandıklarıyla ilgilenmiyorlar. İşte
bu tüketim aracı olarak kullanılan
eğlence türünün kalitesi konusu, beni
Grips oyunlarına yöneltti. Ama eğer biz
Hindistan'da Grips ya da benzeri türden
oyunlar hazırlamak istiyorsak, hangi
kültürel bağımlılıkta olduğumuzun
bilincine de son derece özen göstermek
zorundaydık. Oyunların içeriğinde
Hindistan'ın kültürel ve tiyatral gerçeğini
yansıtmak zorundaydık. Derdim illa bir
ya da iki, üç Grips oyunu sahnelemek
değil, oyunları oluşturan metodu
yakalamaktı. Alışılagelen 'Kültürlerarası'
tiyatro değiş tokuşundan sıkılmıştım
zaten. Grips oyunlarından önce, Tankred
Dorst ve Günther Grass çalışmıştık.
Başarılı da olmuştu bu projeler, ama
benim istediğim başkaydı. Yeni bir oyun
sahnelemekten çok başka...
YASEMİN İSMAİL- Grips'le tanışmam,
rastlantının da ötesinde. Karaçi'deki
Goethe Enstitüsünden birisi, bir gün
bana "Stockkerlok ve MİIIİ-PİIIİ adlı harika
bir çocuk oyunu var elimizde. Bir gözden
geçirmek ister misiniz?" diye sordu.
Baktım. Daha önce hiçbir oyun
sahnelemediğim halde, bu olanağı
tepemeyeceğimi hissettim. Mutlaka
yapmalıydım bunu. Önce ingilizce
oynadık. Sonraları Orduca'ya çevirdik ve
Imran politik göndermeler ekledi.
Örneğin oyunun baş nesnesi olan
lokomotifi, sınıf savaşı aracı olarak
kullandık. Dehşet bir olaydı... Oysa ben
oyuna ilk başta büyüleyici bir çocuk
oyunu gözüyle bakmıştım. Oyunun
kendisi, içindeki şarkılar, o denli büyük
bir ilgiyle karşılandı ki, kafam allak bullak
oldu. 'Eğer tek bir Grips oyunu bile bu
kadar büyük bir ilgiyle karşılanıyorsa,
ben bu oyunların tümünü sahnelerim
arkadaş' dedim. O zamandan bu yana
da dediğimi yaptım. Eğer Pakistan gibi
bir ülkede tiyatro yapmak, bir şeyleri
değiştirmek, kokuşmuş sistemi
eleştirmek istiyorsanız, bunu çocuklar
için yapacaksınız, çünkü ancak onlar
toplumu değiştirebilirler. Bu açıdan,
oyunlar kesinlikle didaktik olmamalı.
Basit ve akılda kalan melodili şarkılar, iyi
diyaloglar, durum komedisiyle çocukları
güldürebilirsiniz. Grips oyunları, onların
ROD LEWIS- İngiltere. İngiltere'de pek çok oyun
yönetti ve çeşitli tiyatro formları üstüne çalıştı.
Deneysel oyunlar, favorisi. Sinema ve televizyon
filmleri senaryoları yazıyor. Grips'i İngiltere'de
kitlelere tanıştırdı. Max ve Milli'yi Londra ve
Liverpool'da sahneledikten sonra, Berlin'de de "Isa"
ve "Sizleresöylüyorum, gerçekten..."
adlı oyunları yönetti.
26
duygu ve düşüncelerine sesleniyor,
büyük eğlendirici değere sahipler ve
oyun üstüne düşünmelerini sağlayacak
potansiyeli var.
İMRAM ASLAM- 80'li yılların başında,
Pakistan'da korkunç bir sansür vardı.
Yani biz hiçbir büyük tiyatroda
oynayamazdık. Tabii bir alay politik
sokak tiyatrosu filan da vardı ama, onlar
sadece kendileri gibi düşünenlere
sesleniyorlardı. Bu yanlışlığın ayırdında
olarak, kendi tiyatromuzu insanları
düşünmeye sevk eden ve tabii
hükümetin hiç işine gelmeyen bir
biçimde kotarmak istiyorduk.
Profesyonel oyuncularla bir denemeye
kalkıştık ama, bu sırada politik oyunların
sayısı acınacak kadar azdı. Dario Fo'nun
"Bir Anarşistin Rastlantısal Ölümü"nü
adapte ettim, yasaklandı. Bir süre böyle
gitti işte. Derken Yasemin bana bir Grips
oyunu yolladı. Grips hakkında hiçbir şey
bilmeden iki oyununu sahnelemişti bile.
Oyunu ingilizce, öyle, olduğu gibi
oynamışlardı ve bu bile büyük bir başarı
kazanmıştı. Bu oyunların birini Orduca'ya
çevirmemi istiyordu, 'işte şans bu'
dedim. Oyunu zararsız bir çocuk oyunu
olarak sansürden geçireceğime ve
istediğim seyirciyi bu oyunla tiyatroya
çekeceğime kesinlikle emindim.
MOGAN AGASHE- Grips olayının ortaya
çıkışı politik bir gereksinim sonucudur ve
bu Pakistan'da da böyle olmuştur. Benim
Hindistan'da Grips'e soyunmam ise
politik değil, sosyaldir. Maharastra'da,
çocuklarla anne-babalar arasındaki
ilişkiler, batıda olduğu kadar düşmanca
değildir. Bizde eskiden anne-babalar
çocukları vesayet altında tutarlardı. Oysa
şimdilerde, toplumsal değişim onlara
çocuklarıyla ilgilenecek fazla zaman
bırakmıyor. Bunun sonucu, çocuklar
yaşamla daha fazla yüz yüze geliyor ve
toplumsal yaşamın gereklerini birebir
tanıyorlar. Bu açıdan işte, bu oyunların
yardımı ve yararı büyük.
DENNIS FOON- 1975'te "Yeşil
Başparmak Tiyatrosu"nu kurduk.
Görevimizi çağdaş Kanada oyunlarını,
genç izleyiciler için, okullarda oynamak
olarak belirledik. Genç seyirciler için
tiyatro yapmanın, halk tiyatrosunun en
basit biçimi olduğuna inanıyorum.
Tarihimiz de zaten bunun örnekleriyle
dolu. Turnelerimizde bütün Kanada'yı
dolaşıyoruz. Yüzlerce kültür, toplumsal
ve ekonomik farklılıklar gösteren
izleyiciler... Seslenmediğimiz hiçbir kesim
kalmadı. Oynadığımız yerler, çok amaçlı
RAZİAMİTAİ- İsrail. 1948'de Tel-Aviv'de doğdu.
Üniversite tahsili için Amerika'ya gitmeden önce,
Tel-Aviv'de tiyatro okuluna gitti ve oyuncu olarak
çalıştı. Amerika'da doktorasını yaptı. İsrail'e
dönüşünde, amatör tiyatrolarda, tiyatro pedagojisi
alanında çalıştı. Aynı zamanda İsrail Tiyatro
Akademisi'nin kuruluş çalışmalarına katıldı. 1986'da
İsrail Ulusal Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu'nda, Tiyatro
Pedagojisi Şefi oldu. Halen aynı tiyatroda genel
sanat yönetmenidir.
a
Kanada'yı dolaştı ve Montreal'de son
buldu. Burada bir Grips Kollokyum'u
gerçekleştirdik. Dünya çocuk tiyatrorsu
olayına gönül verenler Kanada'da
buluştular.
JAYATI BOSE- Kalküta'da aşağı yukarı
200 tiyatro grubu var. Bununla birlikte
çocuk tiyatrosunun ciddiye alındığı
söylenemez. Genelde masalımsı şeyler
oynanıyor ve seyirci ciddiye alınmıyor.
Öyle ya, onlar sadece birer çocuk. Benim
ticari tiyatro ile bir bağım yok. Benim için
tiyatro, yardımlaşma, seyircide toplum
bilinci oluşmasına katkıda bulunmak. Bu
işten para da kazanılabilinir mi, ya da
nasıl kazanılır konusunda en ufak bir
fikrim yok. Günün birinde, Pune'deki
Akademi Tiyatrosu'nun düzenlediği bir
seminere katılma olanağını elde ettim.
Burada Wolfgang Kolneder'in sahneye
koyduğu bir Marathi oyununu gördüm.
Bundan sonra Kalküta'da "Max ve
Milli"yi sahnelemeyi kararlaştırdım. Bu
oyun, bence çocuklar kadar büyükler için
de son derece ilginç olabilirdi.
Yetişkinlerin, kendilerine ilişkin
kemikleşmiş düşüncelerini
değiştirmelerini, oyunu izleyerek yeni
deneyimler kazanmalarını istiyordum. Bu
düşünceden yola çıkarak, ileride kendi
özgün oyunlarımızı yazmayı, Kalküta'nın
yerel durumuna ilişkin, kendi
sorunlarımızı ele almayı düşlüyorum.
ROD LEWİS- Beni ilgilendiren yalnız
çocuk ya da gençlik tiyatrosu değil. Ben
heyecanlandım, incelikle kotarılmış ve
izleyiciyle birebir buluşan oyunlar
arıyorum. Grips'in oyunlarını izlediğimde,
doğallıkla dramaturji, iç dinamik, tempo
gibi şeylerle ilgilenirim. Ama bence
bunların en önemlisi, bu tiyatronun
(Grips'in), seyirciyi ciddiye almasıdır.
Bunu çok az çocuk tiyatrosu yapar.
Genellikle, seyircilerini aklı eren ama
ikinci sınıf vatandaş konumuna alırlar
nedense. İngiltere'de de bir sürü
ajitasyon-prop, sokak tiyatrosu filan var.
Vaaz veriyorlar sanki. Bildiğimiz şeyleri
yineliyorlar sürekli. Sanırsınız gazete
haberlerinin sahneye getirilmiş biçimi.
Kendi yaşamlarından, gerçek insanlardan
bir şey yok.
pe
cy
salonlar ya da spor salonları gibi yerler
olduğundan, doğaldır ki sahne
estetiğinden filan söz edilemez. Ne var
ki, izleyiciler bu olayı bile benimsediler.
Okullardaki tekniğin içler acısı durumuna
karşın, izleyiciyle olan iletişimimiz, bizi
durmadan buralara yöneltti. 1978'de
Vancouver'de Uluslararası Çocuk
Tiyatrosu Şenliği başlattık. Bu sırada
müdürümüz Berlin'e gidip Grips'i
gördükten sonra, onlardan büyük bir
keyifle söz etti: "Orada Grips insanları
var, mutlaka gör onları. Bizden daha
uzunca bir süredir aynı işleri yapıyorlar
aşağı yukarı, ama kendi binaları var ve
de izleyici potansiyelini mutlaka o
binanın içinde yaşamalısın." Kıskandım
tabii önce. Daha sonra müdürümüz bir
sponsor bulup herhangi bir şekilde
işbirliğini düşündüğünü anlatınca,
sevindim. Birkaç Grips oyununu ben de
okumuştum aslında. Ne var ki bunlar
kötü bir didaktik üslupla çevrilmişlerdi.
İçlerinde var olan politik mesajı
çakıyordum da, nereden başlayacağımı
bilemiyordum. Sonunda Berlin'deki
sahnelemeleri görünce, oyuncularla
izleyiciler arasındaki iletişim beni çılgına
çevirdi, işte böylece, "Robot Trummi
Bozuldu" adlı oyunu, Wolfgang
Kolneder'in Berlin'den "Yeşil
Başparmak" tiyatrosuna gelip, bizim
oyuncularla sahnelenmesi işbirliği ortaya
çıktı. Oyunu ben, Volker Ludwig'in
yardımıyla adapte ettim. Oyun bütün
PALYAÇO SHIVEN- Benim palyaço
olmamın nedeni, kahkaha ve yaşam
sevincinin, insanlara terapi etkisi
yaptığına inanmamdır. İşte bu düşünce
beni Grips'e bağlıyor. Oyunlarındaki
gülmece duygusu (Humour) beni her
zaman büyülüyor©
BENJAMIN FİLİPOVİÇ- Bosna. 1962'de
Saraybosna'da doğdu. Prag Film Akademisi'ni
bitirdi. 1993'e kadar Saraybosna'da gazeteci ve film
yapımcısı olarak çalıştı. "Mızaldo-Tiyatronun Ölümü"
adlı filmi, 1994 Berlin Film Festivali'ne çağrıldı. Aynı
yıl Grips'de Boris Pfeiffer'le birlikte Bosana adlı
gençlik oyununu yönetti.
27
SÖYLEŞİ
çekinmeden ortaya
koymaktan kaçınmalarına
neden oluyordu. En
önemlisi de, birbirleriyle hep
şiddet ilişkisi içindeydiler,
her fırsatta itişip kakışıyor,
dövüşüyorlardı. Dikkatimizi
çeken bir başka nokta da
grup içinde çalışma
alışkanlıklarının olmayışı ve
aralarındaki kız erkek
ayrımıydı.
Yaratıcı Drama Dersi'ne Örnek Bir Çalışma
a
"ÇOCUKLARIN BİREY
OLMALARINI İSTİYORUZ
Nihal Geyran Koldaş: Bu
dersin her okulda nasıl
verildiğini bilmiyorum ama
bize önerildiğinde Çağdaş
Yaşamı Destekleme
Derneği'nin yaz ve kış
okullarında seçmeli ders
olarak düşünülmüştü. Adı
konmuştu. Ama içeriği belli
değildi. Doğal olarak bu
dersi veren kişelerin
birikimleri ve kendi kişesel
araştırmalarıyla oluştu. Biz
Esen'le üç yıldır aynı okulda
bu dersi veriyoruz. Üç yılda
bu dersle ilgili olarak, ders
verdiğimiz çocuklardan
daha fazla şey öğrendik
diyebiliriz.
Esen Çamurdan: Bizdeki
okul çalışmalarında "yaratıcı
28
çocuklara benziyordu.
Gecekondu kesiminin
çocuklarının kendi
gerçeklikleri vardı ve ben
onlara göre, daha doğrusu
onlardan yola çıkarak bir
şeyler yapmalıydım. Nihal
de benzeri sorunları
yaşamıştı kendi sınıfında, o
da kararını vermişti.
cy
pe
Üstüngel
İnanç
Son yıllarda ana ve
ilkokullarda ve kimi
derneklerin okul
çalışmalarında yer alan
"yaratıcı drama" dersinin
kapsamı nedir?
drama" dersinde ne
yapıldığını ben de
bilmiyorum doğrusu.
ÇYDD'nin bir gecekondu
mahallesinde bulunan bu
okuluna ders vermeyi kabul
ettikten sonra sıkı bir
araştırmaya giriştim.
Okuduğum ya da
incelediğim kitapların
hemen hemen tümü,
özellikle ingiltere, Almanya
ve Fransa'daki ana ve
ilköğretim okullarında
yapılmış olan yaratıcı drama
çalışmalarından yola
çıkılarak hazırlanmıştı.
Bunlara, çok geniş olmasa
da, kendi birikimimi de
kattıktan sonra bir ders
programı hazırladım ve
çocukların karşısına
kendimce donanımlı olarak
çıktım. İlk yıl, tam bir
bocalama dönemi oldu
benim için, çünkü
karşımdaki kesim ne
yararlandığım kitapların, ne
dinleyici olarak katıldığım
panel veya konferansların
öznesiydi, ne de yaşadığım
ortamda ilişki kurduğum
Gecekondu çocuklarının
ötekilerden farkı neydi ve
sizler bu bağlamda nasıl bir
yol izlemeye karar verdiniz?
E.Ç: Hayal güçlerini
çalıştırmıyorlardı, böyle bir
pratikleri yoktu, söyledikleri
ya televizyonda
gördükleriyle sınırlıydı, ya da
yakın aile çevresinde
yaşadıklarıyla, gerisini siz
düşünün!.. Duyularını
kullanamıyorlardı, bırakın
kullanmalarını, dikkatlerini
bir odakta
toplayamıyorlardı. Sonra
çok çekmiyorlardı
birbirlerinden ve bizden; en
büyük korkuları yanlış
yapmaktı, bu da kendilerini
Bu durum karşısında
Nihal'le birlikte
benimsediğimiz yol, her
şeyden önce çocuklara,
oyunla karışık, duyu
alıştırmaları yaptırmak ve
bunlar arasında geçiş
yapabilmelerini sağlamak
oldu. Örneğin, önlerine
resim veya fotoğraf koyup,
gördüklerini en küçük
ayrıntısına kadar
yazmalarını istedik, ya da
konuyla ilgili bir öykü
uydurmalarını. Her çocuk
kendi başına ya da bir
arkadaşıyla istenileni
yapıyor, ardından öteki
arkadaşlarının karşısına
geçip yazdıklarını okuyor,
eleştiri ve sorularını
yanıtlıyor, gerektiğinde
kendini savunuyor. Ya da
onlara okutulan veya
dinletilen bir parçadan yola
çıkarak hayal kurmalarını,
düşündüklerini ifade
etmelerini ve bunları bize
olabildiğince göstermelerini
sağlamaya çalışıyoruz,
Nihal'in bu konuda ilginç
çalışmaları oldu...
N.G.K.: Biz derse hep teyple
giriyoruz. Bu aletin varlığı
daha baştan bir coşkuya
sebep oluyor. Ama
çocuklar, bütün şarkıları
ezbere bilmelerine karşın,
dinlemeyi bilmiyorlar.
Müzikle vücut ısıtıyoruz.
Rahatlamak için dans
figürleri filan yapıyoruz
birlikte. Ama "Oturun,
gözlerinizi kapayın, müziği
hedefin çok daha geniş
tutulması gerektiğini öğretti
bize. Hatta Esen ile
konuşurken bu dersin adı
genel olarak "Duyarlık
eğitimi" ya da "Yaratıcılığa
giriş" gibi daha geniş bir
alanı kapsasa diye
düşündük. Çünkü çocuklarla
daha çok bedensel ifadeyi
hedef alan çalışmalarla
başladık ama bir süre sonra
beş duyuyu harekete
geçirebilecek tüm
malzemelerden ve ifade
biçimlerinden yararlanır
olduk.
Yıl sonu gösterisi için nasıl
bir hazırlık yapıyorsunuz,
aynı çalışma yöntemini mi
uyguluyorsunuz?
E.Ç.: Çocuklara malzeme
sağlamak çok önemli bu
çalışmalarda. Çocuğu
beslemezseniz ondan bir şey
alamıyorsunuz; ancak
beslendikçe ve size güveni
arttıkça yaratıcı olabiliyor.
Bu dersin hedefi çocuklarda
tiyatroya karşı bir ilgi ve
birikim mi oluşturmak?
N.G.K.: Tabii, hedeflerinden
biri de bu olmalı. Ama
çocuklarla üç yıldır
kurduğumuz ilişki bu
olanaksız; zorlanırsanız
yaparsınız tabii, ama bu son
derece acemi bir müsamere
olamaktan öteye gidemez.
Bir yararı da olmaz, rollerini
iyi kötü ezberlerler ve
sahneye çıkıp taklit yaparlar.
Gerçekten de bizim ne
amacımız, ne de inancımız
bu. Çocukların hayal
güçlerini çalıştırmalarını,
düşünmeyi öğrenip
kendilerini bedensel ve sözel
olarak ifade edebilmelerini
sağlamaya çalışıyoruz biz,
ötekilerden farklı olmaktan
utanmamaları için
çabalıyoruz. Kısacası, birey
olmalarını istiyoruz. Bu
durumda sonuçtan çok
çalışma süreci önem
kazanıyor doğal olarak.
Gerçekten de, bir yarıştan
çok, birlikte bir şeyler
üretmeye
dönüştürüldüğünde drama
sanatı işlevsel oluyor.
cy
a
N.G.K: Önemli olan bizlere,
öğretmenlerine, ailelerine
bir şeyler göstermeleri değil,
yaptıkları şeyden kendileri
için zevk almalarını
sağlamak. Yetişkinlerin,
hangi sosyal sınıftan olursa
olsun, kalıplaşmış seyretme
anlayışlarını doyurmaya,
tatmin etmeye yönelik
çalışmak zorunda değiliz.
Bunun bizim çocuklarla
çalışmamızın ters düştüğünü
sanıyoruz. Eğer çocuklar
çalışmalarının bir bölümünü
başkalarına göstermeyi
istiyorlarsa, grup olarak bu
sorumluluğu alabilecek
düzeye gelebilmişlerse buna
karşı çıkmayız, yardımcı da
oluruz. Ama onların inisiyatif
kullandığı bir gösteri olur
bu. Bizim yönetmenlik
hırsımızı tatmin etmeye
çalışmamızın yeri değil
burası.
pe
dinleyin ve hayal kurun"
dendiğinde ilk başta çok
zorlandılar. "Bu müzik sesi
size neyi hatırlatıyor?
Örneğin ne renk?" diye
sorunca "siyah" diyorlardı
gözleri kapalı olduğu için.
Israrla her ders, hem de
alışık olmadıkları türlerde
müzik dinlemeye başlayınca,
yavaş yavaş mekânlar ve
ayrıntılar oluştu. Giderek
vücut ısınmalarında biz
söylemeden çocuklar çalınan
müziğin onlara verdiği
hareketten yola çıkarak
mekân yaratmaya da
başladılar. Örneğin, kollarını
ritmik bir biçimde sallarken
kulaca benzetmesi-denizde
yüzdüğünü farz etmesi...
Müziğin ritmini daha iyi
izleyebilmeleri için orkestra
yönetme çalışmaları da
yapıyoruz. Grup çeşitli
enstrümanlara bölünüyor.
Yönetici, sırası geldikçe
onları harekete geçiriyor,
hem de hayal gücünü
geliştiriyor. Gördüğünüz bir
şeyin sesini duymaya
çalışmak, dokunduğunuz bir
şeyi görmeden rengini hayal
etmek vb. Bir kez bu duyular
ve hayal gücü harekete
geçirildiğinde, şiirlerden
oyun çıkarmak, resme
bakarak hikâye yazmak,
müzik dinleyerek resim
yapmak mümkün olmaya
başlıyor.
E.Ç: Tiyatroyla yakından
uzaktan ilişkisi olmamış,
yaratıcılıkları hiç harekete
geçirilmemiş, bırakın bunları,
çocukluklarını tam olarak
yaşayamayan çocuklarla
baştan sona bir gösteri
hazırlamak kanımca
Ama işin bir de öteki yanı
var: Yöneticilerimiz, oyların
çoğunun Refah Partisi'ne
gittiği bir gecekondu
mahallesinde çocuklarını
tiyatro dersine gönderen
velilerin, yıl sonunda bir
şeyler görmek isteyeceklerini
düşünüyorlar ve bizden bir
gösteri yapmamızı istiyorlar.
Çocuklar derseniz, onlar
zaten dünden razı. Biz de
şöyle bir yöntem bulduk:
Bütün yıl boyunca tek bir
oyun yerine, biraz önce
sözünü ettiğimiz, çeşitli
çalışmalar yapıyoruz; yıl
sonuna denk düşen çalışma
da, yine hep birlikte
hazırlanmış olan dekoruyla,
kostümüyle velilere ve öteki
öğrencilere sunuluyor.
Bu dersi verirken yanlış
yapmaktan kortuğunuz
oluyor mu?
N.G.K: 7-8 yaş çocuklarına
drama dersi vermek için
eğitilmiş değilim. Tiyatro
konusundaki eğitimim
mesleki bir eğitim. Pedagoji
dersi aldığım için yasal
olarak okullarda ders
vermek hakkına sahibim.
Ama bu beni yanlış
yapmaktan korur mu?
Çocuklarla başa
çıkamamaktan korktum
başlarda. Ama onları tek tek
birey olarak tanımaya
başladıktan sonra artık
hiçbir şeyden korkmuyorum.
Ders verdiğimiz konuda hem
okuyup yeni malzeme
buluyoruz, hem de sürekli
karşılaştığımız sorunları
tartışarak çözmeye
çalışıyoruz. Biraz biz
çocukları yönlendiriyoruz.
Biraz da onlar bizi. Onlardan
çok şey öğrenmeye
başladığımızı hissettikten
sonra korku filan kalmadı.
E.Ç.: Başında korkuyordum.
Çocuklarla her zaman
aramın çok iyi olmasına
karşın beceremeyeceğimden
korkuyordum. Ama onları
tanıdıkça sizden ne
beklediklerini, sizin onlara
neler verebileceğinizi
görüyorsunuz. Ve ellerinize
bırakılan bu ham malzemeyi
işledikçe, rengârenk
dünyaların ortaya çıktığını
gözlemliyorsunuz. Böyle bir
şeyi yaşamak çok hoş! Kimi
zaman gerçekten çok
yoruyorlar sizi, kimi zaman
isyan ediyorsunuz ama hiç
beklemediğiniz bir anda da
öyle güzellikler sunuyorlar ki
her şeyi unutuveriyorsunuz.
"İşte buna değdi!"
diyorsunuz. Sonuç olarak
korkmuyorum, çünkü
karşılıklı bir şeyler
öğreniyoruz. Ben bilgi ve
birikimlerimi onlardan gelen
veriler doğrultusunda
biçimlendiriyorum, aslında
hep birlikte üretiyoruz
29
ELEŞTİRİ
USTA BİR SANATÇIDAN
USTALIK DERSİ
Sevda
Şener
Yıldız Kenter Terence Mc Nelly'nin Maria Callas (Master Class) adlı oyununda büyük
bir başarı gösteriyor. Önümüzdeki yıl sahnede kesintisiz elli yılın emeğini kutlayacak
olan Kenter, bu olağanüstü gösterimi ile sanat yaşamını taçlandırmış oldu.
pe
cy
a
Yıldız Kenter'in Maria Callas yorumu
üzerine çok güzel yazılar yayımlandı.
Sanatçının, olgunluk döneminin
doruğunda yepyeni bir sanatçı kimliği ile
hamle yapışı, kusursuz ve incelikli
yorumu, tiyatro metnini müzikleştirme
yeteneği, coşkuyu aklın denetimiyle
dengelemekteki ustalığı, tiyatralliği
sanatın gereği olarak benimseten
profesyonel oyunculuğu hak ettiği
biçimde övüldü. Övgülerin hiçbiri abartılı
değildi ve eleştirmenlerin üstün bir yapıt
karşısında yaşadıkları gerçek doyumun
ifadesiydi. Hepsine katılıyorum ve bir
hoca olarak kendi payıma oyunun beni
ayrıca etkileyen bir yanına işaret etmek
istiyorum.
Yıldız Kenter Maria Callas yorumu ile
bize yalnızca bir Akdenizli sanat
tanrıçasının karmaşık kişiliğini, sanatçı
kimliğini, dalgalı yaşantısını, tutkusunu,
zaferini ve düş kırıklıklarını yaşatmıyor,
hocalık sanatının inceliklerini de
öğretiyordu. Bu öğretinin metni Maria
Callas'ınki ise, ruhu Yıldız Kenter'den
yansıdı. Onun oyunculuğunu bu denli
inandırıcı, bu denli etkili kılan da sanırım
Maria Callas'ın kısa hocalık deneyimi ile
kendi uzun hocalık birikiminin kesişme
noktalarını yakalamış olmasıydı.
Yıldız Kenter'in Callas yorumundaki
ustalığı iki büyük sanatçının
yaşamlarındaki benzerlikle açıklamak
isteyenler, ona bu yolda sorular soranlar
oldu. Oysa Maria Callas'ın gelgitli
yaşamı ile Kenter'in düzenli, tutarlı,
dengeli yaşamı arasında bir benzerlik
bulmak zor. Eğer bir benzerlik söz
konusuysa bu yalnızca iki başarılı
sanatçının sanat anlayışlarında,
sanatçıdan beklentilerinde, sanat ve
sanat eğitimi konularında mükemmel
olandan ödün vermeyen yaklaşımlarında
aranmalıdır, iki sanatçıyı doruğa taşıyan
da onların sanata bu ölçüde kararlı
yaklaşımları olmalıdır.
Oyunda sergilendiğine göre Maria
Callas'ın derslerinden bir opera sanatçısı
adayından beklediği, notaları şarkı,
şarkıyı müzik yapan ruhu, o ruha biçim
veren somut gerçekleri yaşaması, aynı
zamanda kendi yüreğinin sesini
dinlemesidir. Bunu başarabilmek için
okumak, incelemek, derinleşmek
gerekir. Ayrıntılara dikkat edilmeli,
düzenli ve disiplinli çalışmalı, kendine iyi
bakmalı, çalışmalarında kendine karşı
acımasız, konusuna karşı duyarlı
olmalıdır. Yıldız Kenter bu eğretiyi öyle
coşkuyla sundu ki, onun da bir tiyatro
sanatçısından beklentisinin Maria
Callas'ınkinden farklı olmadığını
sezinledik. Başarısını içtenlik sözünün
açıklanmaya yetmeyeceği böyle bir
inançla sağladı sanırım Yıldız Kenter.
Tanrıçayı oynamak, en yüce, en zor, en
erişilmezi hedef almak Maria Callas'ın
nasıl doruğa ulaştırdıysa, Yıldız Kenter'i
de sanatının kırk dokuzuncu yılında öyle
yüceltti. Bir farkla: Kendi çizgisini elli yıl
sahnede koruduktan sonra büyük bir
hamle yaparak kendini yeniden
kanıtlamıştır. Bunu, özel yaşamının
gerekleri ile sanat yaşamının gereklerini
dengede tutarak, sırasında coşkuyu
düşünceyle dizginleyip, sırasında
düşünceyi coşkuyla aşarak başarmıştır.
Yıldız Kenter sanatındaki olağanüstü
başarısı ile olduğu kadar, olgun kişiliği
ile öğrencilerine en doğru örneği
sunuyor©
pe
cy
a
SÖYLEŞİ
1997-1998 sezonunda ilk
kez perdelerini William
Shakespeare'in "Hamlef'i
ile açacak olan İzmit
Büyükşehir Belediyesi
Şehir Tiyatrosu'nun Genel
Sanat Danışmanı,
yönetmen Işıl Kasapoğlu
ile bir prova sonrası
tiyatronun kuruluşu,
geleceğe ilişkin planları ve
tiyatro üzerine söyleştik.
dönüşür. Ben bu tür bir kamu
tiyatrosu çalışmasına çok
yatkınım. Bunu burda da
geliştirdim. Yani yerel
yönetimle karşılıklı ilişki
kurduk. Kadrolarımızı kurduk.
Küçücük bir tiyatro grubu
yerine birdenbire kocaman bir
bölge tiyatrosu oluştu. Ama
bölge tiyatrosu derken resmi
bir ödenekli tiyatro oluştu;
kadrosuyla, oyuncusuyla,
salonuyla.
"Amacımız Önce
Seyircimizi Oluşturmak"
İzmit Büyükşehir Belediyesi
Şehir Tiyatroları'nın kuruluş
aşamasında belediyenin
epeyce peşinizde koştuğu
söyleniyor. Bu kuruluşun
öyküsünü kısaca anlatır
mısınız?
pe
Evet. Böyle bir teklif bana 96
Ekimi'nde geldi. Ben o sırada
"Gılgamış"ı sahneliyordum
Ankara'da. Provalarım
sırasında çeşitli kereler geldim.
Belediye Meclisi ile karşılaştım,
Kültür Komisyonu ve
Encümen ile karşılaştım. Bu
ilişki Şubat 1997'de sınav
açılmasına karar verilene
değin yürüdü. Şubat'taki
sınavlara yüz on beş kişi
başvurdu ve biz de Türkiye'de
önemli isimlerin yer aldığı bir
jüri ile oyuncuları seçtik.
a
Ünal
Size ilk tahsis edilen mekânın
elinizden alındığını biliyoruz.
Bu durumda oyunlarınızı
nerede sahneleyeceksiniz?
Şu an içinde bulunduğumuz
bina ilk önce Belediye Sarayı
olarak inşa edilmiş. Sonra
kültür ve sanat işleri için tahsis
edildi. Aslında bize başta
salon olarak verilen, az önce
provayı izlediğiniz yerdi. Sonra
resim galerisi olarak ayrılmış
olan salona baktım on dört
metrelik yüksekliği ile daha
32
kaldım, çok uzun süre turne
yaptım, tiyatrolarda çalıştım.
Gözlemlediğim çok önemli bir
sorun kültüre yardımdır.
Kültür ikiye ayrılıyor bütün
dünyada. Biri kamu yararına
kültür, diğeri de hoşça vakit
geçirmek için kültür. O da bir
kültür sonuçta. Bütün
dünyada kamu tiyatroları ya
da kamu yararına yapılan
etkinliklerde devlet ödeneği,
yerel yönetimlerin hatta daha
ileri gidiyorum bölgelerin
ödeneği olmaksızın bu işlerin
yapılmasına olanak yok.
Çünkü özel tiyatroların
ödenekleri ve eleman sayıları
kısıtlı, büyük prodüksiyonlara
cesaret edemiyorlar, haklı
olarak. Bu ancak devletin ya
da yerel yönetimlerin
görevidir. Kültür konusuna
hem devlet, hem yerel
yönetim, hem de bölge olarak
bakılmalı. Aslında şu an bize
yardımı yapan büyükşehir
belediyesi ama bütün
belediyelerin ve hatta
Marmara bölgesinin bu işe
katkıda bulunması lazım.
Daha uzun vadede benim
Türkiye'de gelmek istediğim
yer o. Bu bütün dünyada da
böyledir. Bir tiyatro hem
bulunduğu yerel yönetimden,
hem bağlı olduğu büyükşehir
belediyesinden, hem
bölgeden hem de devletten
para alır ve ancak bunların
birleşimiyle gerçek bir
ödenekli tiyatro haline
cy
Ata
uygun geldi. Ben gidip Sefa
Sirmen'den orayı istedim.
Verdi de. Ve biz birdenbire iki
salon sahibi olduk. İlk verileni
hem dans salonu olarak
kullanacaktık hem de tiyatro.
Diğer tarafta da gerçek
anlamda bir tiyatro salonu
oluşturacaktık. Bunun için
bugün Türkiye'de tiyatroyu,
tiyatro mekânını en iyi tanıyan
mimarlardan, ayrıca dekoratör
ve yönetmen, Duygu
Sağıroğlu bir proje geliştirdi
ve bu projenin yapımına
girişildi. Gerçekten üç yüz elli,
üç yüz altmış kişilik ideal bir
tiyatro olma yolundaydı. Taa
ki belediye meclisi bu binayı
bir tıp merkezi yapmak üzere
Bayındır Holding'e satana
kadar. Ama sırf şikayet
edilerek bir yere varılamaz.
Salon yok, ama yapıyoruz işte.
Bir tanesini aldılar elimizden,
sattılar bir tane daha
yapıyoruz. Gittik bir gece
yarısı Seka Sineması'nı bulduk.
Onun içine girdik, ilişkilerini
kurduk. Belediye'nin
desteğiyle de tadilatını
yapıyoruz, tiyatroya uygun
hale getiriyoruz. Oyunlarımızı
şimdilik orada sahneleyeceğiz.
İzmit Büyükşehir Belediyesi
Şehir Tiyatroları girişimini
Türkiye'de yeni bir ödenekli
tiyatro kurulması açısından
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok uzun süre yurtdışında
Türkiye'nin dördüncü
ödenekli tiyatrosusunuz. Bu
Türkiye nüfusunda bir ülke
için oldukça yetersiz bir sayı.
Türkiye'de tiyatro iş mi
yapmıyor?
Şunu bağıra bağıra söylemek
istiyorum. Türkiye'ye geleli üç,
dört yıl oldu ve on iki, on üç
oyun yaptım, bir sürü de salon
açtım. Türkiye'de tiyatroda
müthiş iş var. Kimse bunun
farkında değil. Yani
'tiyatrocular işsiz' gibi
söylenmelerden, sürekli
şikâyetlerden sıkıldım. Türkiye
altmış beş milyonluk bir ülke.
Biz bu altmış beş milyonluk
ülkenin bir kentinde,
İstanbul'da, bilemediniz iki
kentinde, Ankara'da iş
yapmaya çalışıyoruz. Oysa
Türkiye'nin bütün kentlerinde
tiyatro açısından iş var. Şimdi
Devlet Tiyatrosu atılım
yapmaya başlıyor. Erzurum,
Van, Sivas gibi illerde salonlar
açma girişimi var. Ben
Türkiye'de tiyatrocuya, iyi
tiyatrocuya her zaman iş
olduğunu düşünüyorum.
Kimi zaman dile getirilen
'tiyatro Türkiye'de tutmamış
bir aşıdır' düşüncesine
katılmıyorsunuz o halde.
Kesinlikle katılmıyorum.
Türkiye'de tiyatro çok iyi
gidiyor. Türkiye'de iyi yapılmış
da boş geçmiş bir oyun
görmedim. Şunu açık açık
söylemek gerekiyor. Bugün
Türkiye'de iyi yaptığınız her
oyuna Anadolu kucağını
açıyor. Yeter ki siz, dublajdan,
reklâmdan, televizyon
Sizce Türkiye'de tiyatronun
daha etkin bir sanat
durumuna gelebilmesi için
yapılması gereken en acil işler
nelerdir?
Peki az olmanın nedeni ne?
insanlar hâlâ bu meslekte
yeteri kadar para
kazanılmadığını düşünüyorlar
ve yeteri kadar ilgi
göstermiyorlar. Diğer yandan
da ilgi gösteren dolu da,
herkes bu mesleği sıradan,
turşu satmak gibi bir şey
sandığı için tiyatro mesleğine
hâlâ çok kolaycı bir şekilde
bakılıyor. Ben mesleğimi
bugün bir beyin cerrahı ile
veya bir kardiyologla eşdeş
tutuyorum. Yıllarca okuyoruz,
bir o kadar asistanlık
yapıyoruz, bir o kadar oyunda
oynuyoruz ve belli bir zaman
sonra bir yerlere geliyoruz.
Türkiye'deki en büyük sorun
bu meslekte bütün sanatçıları
aynı kaba koymak. Bunu
eleştirmenler de yapıyor,
medya da yapıyor, biz
tiyatrocular kendi aramızda
yapıyoruz.
gerekiyor sizce?
Daha iyi tanıdığım için
Fransa'dan bir örnek vererek
anlatayım. Le Monde ya da
Liberation gazetelerinde sizin
hakkınızda bir yazı çıkması
müthiş bir onurdur. Ama Le
Monde ve Liberation'da hiçbir
zaman sizinle aynı kaba
konmayacak bir tiyatronun
yazısı çıkamaz. Bir seçicilik söz
konusu. Bugün Türkiye'de
tiyatronuzu ne kadar kötü
yaparsanız yapın aynı
gazetede ve aynı dille yer
alıyorsunuz. Bugün artık
ödüllerin de hiçbir anlamı
kalmadı. Çünkü ödüller artık
'iki yıl aynı dekoratöre ödül
verdik, bu yıl da şuna verelim'
anlayışıyla veriliyor. Sıradan
yapımlarla, üzerinde yıllarca
emek verilmiş oyunlar ayın
kaba konmamalı. Oyuncularda
da bu böyle. Televizyonda
birkaç kere şarkı söyledi,
reklâma çıktı diye biri, Othello,
Lear oynayan bir oyuncuyla
değerlendirmelere sokulursa
biz hiçbir yere gidemeyiz.
pe
cy
Çoğalmak ve rekabet
edebilecek duruma gelmek.
Henüz çok azız. Biz hiçbir şey
değiliz daha. 1500 tane
sanatçı var Türkiye'de, tiyatro
gösteri sanatlarından para
kazanan. Buna ödenekli
tiyatroların tamamı ve özel
tiyatrolar dahil şu altmış beş
milyonluk ülkede. Yani bizim
rakibimiz yok. Biz derken,
kendimi içine koymam o kadar
önemli değil, işini iyi
yapanlardan bahsediyorum, iyi
oyunculardan, iyi tiyatro
müzikçisinden, iyi bir
dekoratörden. Bunu özel
tiyatrolardaki arkadaşlarımız
itiraf edemeyebilirler. Ancak
bugün özel tiyatrolarda ciddi
bir prodüksiyon ortaya
koyduğunuz zaman, turneye
çıkabilecek fazla oyuncu
bulamazsınız. Gerçek
anlamda, iyi oyuncudan
bahsediyorum. O yüzden
çoğalmak diyorum.
a
dizisinden vakit bulup turneye
çıkın. Biz iyi oyun yaptığımız
zaman seyirci var bu ülkede.
Yeter ki biz, tiyatroculuğun
minimum gereklerini yerine
getirebilelim. Tiyatro başta
turne demektir. Türkiye'de
hangi tiyatro boş kalmış da
böyle laf ediyoruz.
Bunu biraz açar mısınız? Ne
tür bir ayrıma gidilmesi
O zaman tiyatro mesleğinin
motive edici unsurları mı
köreltilmiş oluyor?
Elbette. Biz son yıllarda Türk
tiyatrosunda star çıkaramadık.
Çünkü adam hem az önce
söylediğim gibi aynı kefeye
konuyor, hem de daha az para
kazanıyor. Zaten
tiyatroculuğun karşılığı nedir?
Alkış ve destektir. Özellikle
medyadan destektir.
İzmit'teki politikanız,
amaçladıklarınız neler?
Burada belediye bizim sanat
politikamıza hiç karışmıyor.
Çünkü ben belediye ile
konuşmalarımda 'bana
sorumluluk veriyorsanız verin
ancak işlerime karışmayın'
dedim. 'İki üç yıl için böyle
olsun. Sonra,
beğenmiyorsanız beni atın.'
Tiyatro başka türlü
yapılamıyor. Tiyatroların
yönetilebilmesi için
sorumluluğu verenlerin,
sorumluluğu verme
sorumluluğunu taşımaları
gerekir. Amaçladıklarımıza
gelince; bir kere biz Kocaeli
bölgesinde ilk önce bir tiyatro
seyirci oluşturmayı
amaçlıyoruz. Burada her
Anadolu kentinde olduğu
gibi bin, bin beş yüz kişilik bir
tiyatro seyircisi vardır. Bizim
amacımız bunu on bine, on
beş bine taşımak. Burada gişe
İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun kadrosu.
33
açmak, tiyatroya gelinir, sıraya
girilip bilet alınır bir yer haline
getirmek. Elbette bugünden
yarına olacak bir şey değil.
Ama süreç içinde bunu
başarmak. Bunun için üç yıl
istedim. Ayrıca biz burada tüm
ilçe ve belde belediyeleri ile
ilişkiye geçiyoruz. Bu yerleşim
birimlerinde tiyatro yapmak
isteyenlere yardım öneriyoruz,
hoca olarak sanatçılarımızı
gönderiyoruz. Diğer sanat
dallarında da
İzmit Büyükşehir Belediyesi
Şehir Tiyatrosu'ndaki
girişiminizi bir misyon olarak
görüyor musunuz?
Az önce belirttiğim etkinlikler
çerçevesinde, evet. Ayrıca eğer
birgün İzmit Büyükşehir
Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun
başarısı üzerine Türkiye'nin
diğer illerinde bu tür girişimler
başlatılır ve bu sayede diğer
tiyatroculara çalışma alanları
açılırsa ben kendimi görevimi
yerine getirmiş sayarım.
projelerden biriydi ve bu
zamana denk düşen bir
projeydi. Ben içinde
bulunduğum durumu, ülkemin
durumu ve dünyanın
durumunu, anlatabileceğim
birçok şeyi bugün "Hamlet'le
anlatabileceğimi
düşünüyorum.
Şu anki kadronuzun
seçiminde bizzat bulundunuz.
Kadronuzdan memnun
musunuz?
Ben dokuz tane yönetmen
arkadaşımla birlikte seçtim
kadroyu. Ve bu kadrodan
gerçekten çok memnunum.
Böyle iddialı sözleri
sevmiyorum ama, neredeyse
şimdiye kadar karşılaştığım en
iyi kadro. Bu kadar insanın
Türkiye'nin çeşitli yerlerinden
gelip burada birlikte olmaları,
buradaki ödenekli tiyatro
olayına, Sefa Sirmen'e
inanmaları, belki bana
inanmaları, bu kadar değerli
insanın bir araya gelmesi Türk
tiyatrosu için bir şans. Bunun
sırf benim değil, diğer
arkadaşlarım tarafından da
değerlendirilmesi gerek. Hepsi
muhteşem oyuncular değil
belki. Ama şu var ki, galiba
hepsi oyuncu olmayı
öğrenmeye açık insanlar.
pe
cy
a
sağlayabileceğimiz her türlü
yardımda bulunacağımızı
bildiriyoruz. Çocuk tiyatrosuna
ayrı bir önem veriyoruz. Her
büyük oyununa karşı bir çocuk
oyunu sahneleyeceğiz. Bunun
yanında İzmit'in yerel radyosu
ile ilişkiye geçtik, radyo
programları yapmaya başladık.
TV41 ile ilişki kurduk ve
tamamen tiyatroya ve sanata
yönelik programlar yapmaya
başladık. Çocuklara ve
büyüklere kurs açıyoruz.
Bunun dışında konservatuarla
ve İzmitli sanatçılarla,
tiyatrocular, ressamlarla, vs.
ilişkiye geçiyoruz. Mümkün
olduğunca geniş bir taban
oluşturmaya çalışıyoruz. Önce
biz kendi seyircimizi
yaratacağız.
kaynağıysa İstanbul'a gidip
oynayacağım. Gerekirse Paris'e
de götüreceğim oyunları.
Hatta beğendikleri oyunlar
varsa, onları buraya biz getirip
tiyatromuzda oynatacağız.
Bizim bu anlamda rekabet gibi
bir kaygımız yok. Burada
Genel Sanat Danışmanıyım
ama bütün oyunları ben
yapacak değilim. Bunun için
tüm yönetmen arkadaşlarımla
ilişkideyim. Burada Şakir
Gürzumar, Kenan Işık, Yücel
Erten, Başar Sabuncu gelip
elbette oyun yapacaklar.
Önemli olan seyircimi
oluşturmak.
Peki seyirci oluşturmak sadece
Türkiye'ye ait bir olgu mu
yoksa tüm dünyada tiyatronun
kendi işlevi içinde yer alıyor
mu?
Bir bölge tiyatrosunun amacı
tabii ki bu. Önce kendi
seyircisini oluşturmak sonra
dışarıya açılmak. 'Seyirci yok'
diye bir yakınma geçerli değil.
Tiyatronun işlevlerinden birisi
kendi seyircisini oluşturmak.
Bugün tiyatro sadece prova
yapmak, oyun oynamak,
yönetmenlik yapmak değil.
Strehler önce kendi seyircisini
yarattığı için Strehler, Peter
Stein seyircisini yarattığı için
Peter Stein oldu. Bizi ortaya
çıkaracak olan da o seyircidir.
İşte biz iki üç yıl içinde o
seyirciyi yaratacağız ilk önce.
Bu seyirciyi ne pahasına olursa
olsun yaratacağım. İstanbul'a
gitmek Izmit'liler için bir gurur
34
Perdeleriniz ilk "Hamlet'le
açıyorsunuz. Neden "Hamlet"?
Bunun nedeni benim
Shakespeare'i çok sevmem
değil sadece. Shakespeare şu
anda benim için İzmitli bir
sanatçı. Shakespeare bugün
Türkiyeli bir yazar. Bana
bugün niye Türkiyeli bir
yazarın oyununu
sahnelemediğimi sordukları
zaman, ben Shakespeare
koyuyorum diyorum,
Shakespeare bir Türk yazarı,
bir Fransız yazarı. "Hamlet" ya
da başka bir oyunu, her gün
bir satırını daha öğreniyorum.
Müthiş bir şey. Neredeyse
dünyada yazılabilecek her şeyi
yazmış. Öte yandan, ben bir
gün bir tiyatro kuruluşunda
bulunursam bunu her yıl bir
klasikle açmayı hep
düşünmüştüm. Bir
Shakespeare, bir Moliere, vs.
Benim eskiden beri projelerim
vardır. "Hamlet" bu
Kadronuzu gelişmeye açık
olarak nitelediniz. Peki sizce
genelde Türk tiyatrosunda bu
geçerli mi?
Hayır değil. Çünkü çocuklar
daha konservatuarın ikinci
sınıfından itibaren
televizyonlar, diziler tarafından
kapılıyor. Zaten orada hemen
oyuncu oluveriyor herkes.
Herkes hemen oyuncu
oluverdiği için hiç kimse bir
şeye açık değil, istisnaları
saymıyorum. Oyuncu, 'ben
oyuncuyum' diyerek kendini
bitirirse, tiyatro da orada
bitiyor.
"Hamlet'in Türkiye'de ilk defa
tam metni oynanacak. Daha
önce gişe bile açılmamış olan
İzmit'te seyirciye beş, beş
buçuk saatlik bir oyunu nasıl
izlettirmeyi düşünüyorsunuz?
Evet. "Hamlet" Türkiye'de ilk
kez tam versiyon olarak
oynanacak. Seyirciyi nasıl
çekeceğimize gelince, bu bir
şölen olacak. Oyuna gelenler
ilk önce çay kahve içip oyuna
girecekler. Antraktta sandviç,
kola sunulacak ve fuayede
mini bir klasik müzik konseri
verilecek. Aryalar, vs. İkinci
arada makarna verilecek.
Peynirli, salçalı, türlü türlü
makarna. Ve bir konser daha.
Son perdeden sonra, oyun
bittikten sonra yani, herkese
çorba ikram edilecek,
oyuncular giyinip gelecekler ve
sohbet toplantısı. Yani bize
gelen bir seyirci sekiz saati
birlikte geçirecek. O yüzden de
böyle çok sık oynamayacağız
zaten. Haftada bir gibi. Ama
ben seyirciyi yakalayacağımıza
inanıyorum.
Hamlet'ten sonra ne gibi
projeleriniz var?
Şu sırada Hamlet'in yanı sıra
beş oyun birden çalışıyoruz.
Enzo Corman'ın "Credo" adlı
tek kişilik bir kadın oyunu.
Esen Çamurdan bunu
"Amentü" adı altında çevirdi.
Loula Anognostaki adlı müthiş
bir Yunanlı kadın yazarın
"Resmi Geçit" adlı bir oyunu
var. Nükhet İpekçi çevirdi. Bir
yandan Çehov'un kısa
oyunlarından bir komedi
oynayacağız. Bunların provaları
sürüyor. "Devamı Olan Rüya"
adlı çocuk oyununun provaları
sürüyor. Şakir Gürzumar'ın
yönettiği "Töre"nin provaları
sürüyor. "III. Richard" projesi
vardı ancak Alev Sezer'in
kaybıyla o kaldı. Hemen
"Hamlet'in ardından Bursa
Devlet Tiyatrosu'nda Brecht'in
"Cesaret Ana"sını yapıyorum.
Bir de İstanbul Devlet
Tiyatrosu'nda bir oyun
yapacağım. Ben bu arada
metin yazdırtmaya da katkım
olduğunu düşünüyorum. Işıl
Özgentürk'le son dönemde bir
çalışmamız oldu. Ben Zeynep
Avcı ile çok çalıştım. Bu İzmit
projesinin içinde, bu yıl biraz
geç kalınmış olmasına karşın,
çeşitli yazarların burada üç ay
konuk edilerek bizimle birlikte
kalıp oyun yazmaları da söz
konusu©
PERDE ARASI
Cemal
"Aydın" Sanatçı.
İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ferhan Yürekli, 17 Ekim Cuma günü
"Cumhuriyet" gazetesinde yayımlanan "Üniversitede 'Yabancı' Denetimi" başlıklı yazısının bir
yerinde şöyle diyor: "Bizde üniversiteler, günümüzde, bizce bilim üretme değil, önce gerçek
bilim adamı üretme çabasında olmalıdır. Yani önce kadrolarını aydın kişilerden oluşturmalıdır...
Üniversitelerimiz ayrıca öğrecilerini de, meslek adamı olmaktan önce birer aydın kişilik yapmak
zorundadır..." Prof. Yürekli, yazısının bir başka yerinde de 'aydın kişi'nin tanımını veriyor: "Aydın,
yaşamın erdem savaşımı olduğunu ve özdenetimin en önemli yargılama aracı olduğunu bilen
kişidir. Aydın, bilmediğini bilen, var olanla yetinmeyip yeni bilgiyi arayan kişidir. Aydın, genel
kabul görmüş görüşlere karşı arayış içinde olan ve azınlık görüşlerinin oluşturduğu eleştirel
gerilimin, toplumların gelişmesindeki başlıca etken olduğunu bilen kişidir..."
Yazarın üniversitelerimize görev diye öngördükleri, kanımca, sanat eğitimi, bu arada elbet tiyatro
eğitimi veren kurumlarımız için de aynen geçerlidir. Bunun için günümüz Türkiyesi'nde sanat
eğitiminde bir varsayımdan ve bir tutumdan vazgeçip gerçekleri görebilmek, ön koşul
niteliğindedir.
a
Varsayım, sanatçıyı "zaten" aydın sayma varsayımıdır. Bilgiyle beslenme söz konusu olduğunda,
hiçbir şey için ve hiçbir alanda herhangi bir "zaten" varsayımıyla yola çıkılamaz. Örneğin insanın
anadilini bile "zaten" bildiği, anadili iyi bilmenin ölçüsü olamaz; olursa eğer, o zaman anadil,
bugünkü Türkçe kullanımımızdan yansıyan açması manzaranın özeti olup çıkar. Bunun gibi,
sanatçı da "zaten" aydın değildir; sadece kendini aynı zamanda bir aydın olarak yetiştirebilir ve
onun bu yolda yetişmesi için eğitim verilebilir o kadar.
Bir tiyatrocu, yalnızca tiyatronun "teknik" eğitimini almakla, sonunda da "tiyatrocu" sıfatını
kazanmakla "aydınlığa" terfi etmiş olmaz; onun, tiyatroculuğunun yanı sıra, aynı zamanda bir
aydın da olup olmadığı, tiyatronun teknik eğitiminde geçerli ölçütlerden daha farklı ölçütlere
göre belirlenmek durumundadır. Örneğin o kişiye eğitiminde, yukardaki alıntıda sözü edildiği gibi,
"var olanla yetinmeme", sürekli "yeni bilgiyi arama" bilinci de aşılanabilmiş midir? Yoksa bir kez
sahneye - şu ya da bu sıfatla - ayağını attıktan sonra, artık on yıllar boyu "var olanla yetinmenin
rahatlığı" mı öğretilmiştir? Yine o kişiye "eleştirel tutum", uğraşın temel varoluş nedenlerinden
biri niteliğiyle benimsetilmiş midir? Yoksa bunun yerine, idealsiz ve arayışsız, "verilen rolü
oynama" mı erdem diye aşılanmıştır?
pe
cy
Ahmet
Eğer tiyatro, bütün tarihi boyunca ancak eleştirel olduğu ölçüde etkinlik kazanabilmişse, bunun
en büyük nedeni, oyun yazarlarıyla, yönetmenleriyle ve oyuncularıyla hep çağlarının gerçek
anlamda aydın kişilerince taşınabilmiş olmasıdır. Tiyatronun bunalıma girdiği bütün dönemler,
aynı zamanda bu alanda aydın sıkıntısının çekilmiş olduğu dönemlerdir.
Tiyatro eğitimi veren kurumlarda öğrencilere yalnızca "dramatik tiyatro-yanılsamacı tiyatro" ve
"epik tiyatro-düşündürücü tiyatro" gibilerinden birtakım kalıpları ezberletmek, hiçbir şeyin
çözümü değildir. 1970'li yıllarda Türkiye'ye geldiği söylenen epik tiyatronun düşünme alışkanlığı
olmayan bir toplumda yine - çoğunlukla - fazla düşünme alışkanlığı olmayan, eleştirel tutumun
özünü ve besin kaynaklarını yeterince bilmeyen tiyatro insanlarınca ne denli etkin kılınabildiği
ortadadır. Düşünme eylemi üzerinde yeterince durulmadığı takdirde, hiçbir "düşündürücü
tiyatro"nun yapılabilmesi söz konusu değildir...
Bir varsayımdan ve bir tutumdan vazgeçmenin zorunlu olduğunu söylemiştim. Tutum, eğitim
düzleminde geleceğin sanatçılarını, tiyatrocularını "aydın kişi" kılma görevinin boşlanması
tutumudur. Böyle bir tutumda direnildiği sürece, sahnesine dünyayı getirmekle yükümlü olan
tiyatroya herhangi bir dünya görüşüyle yaklaşılabilmesi olanaksızdır.
Evet, ülkemiz açısından en temel nitelikteki sorulardan biri de bu: Sanat eğitimi veren
kurumlarımızda, geleceğin sanatçılarını aynı zamanda birer "aydın" kılabilmenin savaşımını da
verebiliyor muyuz?
35
ELEŞTİRİ
Ahmet
Ortaçdağ
'KEFİL'Lİ PERFORMANS
Yersiz-yurtsuz korunmasız bir sokak çocuğuydu 'Performans'.
Hele Türkiye'de adı sanı hiç duyulmamıştı iki sene öncesine dek,
taa ki 4. İstanbul Bienali Türk büyüklerine ve gençliğine onun sanat geçmişiyle ilgili
bir dizi 'demo' gösteri sunana kadar.
pe
cy
a
Her türlü alternatiften arındırılmış,
yersiz-yurtsuzluğa alıştırılmış gençlik
çabuk ısındı ona. Bienalin 'orientasyon'
başlıklı kavramı doğrultusunda 'orient'
edildiler ve Performans'ın protest
özelliğinin cazibesi peşinden
sürüklendiler. Disiplinlerarası Genç
Sanatçılar Derneği DAGS sahip çıktı
Performans'a. Öncelikle düzenlediği
yersiz-yurtsuzlaşma konulu 1. Gençlik
Etkinlik'te bir yer edindirmeye çalıştı.
Sonra ona gerçekten sahip çıktığını
göstermek için yalnızca onun adına
düzenlenmiş bir etkinlikle onu halka açtı:
1. Performans Günleri. Büyük, küçük 31
sanatçı katıldı bu günlere, Performans'ı
yürekten desteklediklerini kanıtlamak
için. Önlerine serilen bomboş ve
bembeyaz tuali gönüllerince çiziktirdiler;
küçükler daha çok geleneksel sanat
anlayışlarına karşı yeni bir estetik
ararken, büyükler politik bir estetik
oluşturmak peşindeydiler. Eş, dost,
akraba derken 1. Performans Günleri
sessiz sakin ve oldukça 'samimi' bir
havada bitti.
Yine de DAGS abisi, Performans'ın bu
performansında gelecek görmüş olacak
ki, daha bir sene dolmadan ikinci bir
Performans Günleri için kolları sıvadı.
Fakat bu kez işi daha sıkı tutacak ve
himaye ettiği Performans'ın niteliğine
yakışan, 'kefil' olabileceği sanatçıları
doğrudan davet edecekti Performans'ın
36
İstanbul'daki birinci yıl dönüm
kutlamalarına. Hem DAGS bu kez hiçbir
fedakârlıktan kaçınmamış, etkinlik
alanının AKM'nin resim galerisinden
çağdaş müzecilik anlayışının simgesi
haline gelen tarihi Darphane Binalarına
taşımıştı. (Performans kendi kendini
kemirecekti bu yüksek duvarların
ardında dört gün boyunca!)
Performanslar çağdaş müzecilik anlayışı
doğrultusunda arka arkaya
sıralanmışlardı ve ara sıra bir sonraki
performansın anonsuyla kesilmek
suretiyle birbirlerini izliyorlardı.
Performanslar arasındaki boşluklar, eş,
dost, akrabanın yararlandığı catering
hizmetiyle doldurulmuştu ve yaratılan
sıcak ortam okul kermeslerini
aratmıyordu. Sergi alanında ellere
tutuşturulan broşür ve kitapçıklarda yer
alan tumturaklı açıklamalar kimseyi
kesmediğinden sohbetler genellikle bir
yaşını dolduramayan Performans'ın
sanat olarak ne ifade ettiği ve kendini
nasıl gerçekleştirmesi gerektiği
konusundaki soruları içeriyordu. Cevap
bulmak için anonslar doğrultusunda
koşuşturanların hevesi kursaklarında
kalıyor ve kafaları biraz daha karışık,
boynu bükük catering alanına
dönüyorlardı. ('Sanat' adı altında bu
kadar ezilmeye maruz bırakılmak
birtakım seyirciyi ilerleyen günlerde
çileden çıkartacak ve domates atmak
suretiyle izledikleri performansı protesto
etmeye kadar götürecekti!)
Sanatçılar varlıklarını Performans'ın
varlığına armağan etmişti ve sıralarını
beklerken sergi alanında Brechtien bir
Foto: Orhan Cem Çetin
pe
cy
a
Aydın Teker'in koreografisini yaptığı Sıkı-ş(tır)mak adlı performanstan bir
tavırla dolaşıyorlardı. Sırası gelen
performansçı ise hemen yerini alıyor,
gerektiğinde sergi alanına taşmamaları
için, izleyenleri bizzat uyarıyordu.
'Uyku' adlı performans '72 saat
uykusuzluğun ardından, uyumaya
çalışırken bütün dışsal etkilerle, içsel
baskıların çatışması' idi. (Uyurken atılan
domateslerin dışsal etkisi ile uykuya
düşen bedeniniçsel baskısı çatışmadı,
taa ki, sergi alanının kapanış saati
gelene kadar!)
'Mikrorganizmal süreç' performansın
performançısı 'İnsan bir canlı olmasını
mikrorganizmal süreçte izleyerek,
yaşadığımız toplumsal değişimlerin
insan bedeni ve ruhuna tedavisi zor
yaralar açtığını gözlemek' için oracıkta
aldırdığı kanını beş deney tüpü içinde
darphanenin pencerelerine yapıştırıyor,
'Etkinliğin ikinci gününün 12 Eylül'e
denk gelmesi projelere, mekânın etkileri
dışında ister istemez bir politik boyut da
kazandırılmıştır.' oluyordu. (Sedyede ve
steril bir ortamda kanı alınan
performansçı, neden beş tüp sorusuna
cevap getirmedi ve öngördüğü
göndermeler dışında performans havada
kaldı.)
cy
a
'No:2' adlı performans 'Yemek
hazırlama eyleminin motifleriyle, eyleme
dahil olan malzemelerin detaylarını yan
yana getirerek, 'bugün ne pişirelim?'e
örnek.' teşkil ediyordu. Düzenin
gerektirdiği tarif doğrultusunda sanat
yapanları taşlarken, buluşturulduğu
izleyicisine kendi tarifini para karşılığında
satıyordu. (Performansçı kendi
doğasından gelen konuşma tarzını
seyircisi ile olan iletişiminde iyi kullandı,
yaptığı karışımın içine koyduğu
malzemelerin adlarını kâğıttan okumaya
çalıştığı için performansın akışını
mütemadiyen ketledi. Özellikle kendi
kişisel tercihi doğrultusunda eklediği
'kadın tortusu'fazlasıyla kişisel bir
önermeydi; ortaya çıkan karışımı 'köpek
maması' olarak adlandırması da
performansın mesajını hedefinden
saptırdı. Performansın en çarpıcı özelliği,
paketlenmiş, tüketilmeye hazır hale
getirilmiş sanat ürününün tüketicide
gereken talebi yaratması için sanatçısı
tartından pazarlanması durumunu
ironik bir dille eleştirirken, aynı talebi
kendi seyircisinde de yaratma başarısını
göstermesiydi.)
'Çamurun çıplaklığıyla, insanın
örtünmesi, toprağın doğru
kullanılmasıyla keyife ulaşmak' isteyen
performansçı çamurla kaplı olduğu halde
bir hareket dizgesi sergiliyor ve gösteri
sonrası birtakım seyirci tarafından atılan
domateslerle ilk protesto gösterisine
neden oluyordu. (Performans sanatçısı
olarak kendi şahsi tarihini oluşturmakta
olan bir performansçının içten bir
çalışmasıydı. Mayo giymek yerine çıplak
yapmış olsaydı tarih oluşturabilirdi!)
pe
'Adı henüz belli değil' adlı performans
'Kaçarken de, dururken de, severken
de, sevilirken de, bırakıldığında da
yalnızlık bir veriyse, bu bir güç değil
artık. Bir durum, bir biçim, bir hal bu.
Yeni yaşamın başlaması için eskinin
bitmesi gerekir. Farkında olabilmek için
ego'nun ölmesi gerekir. Ego çabuk
ölmez.'önermesini mekân ve metin
kullanımıyla birlikte aktarıyordu.
(Performansçılardan biri alan olarak yeri
ve suyla dolu bir varili kullanırken, diğeri
tavanı ve tavandaki yatay boruları
kullandı. Suda kendini seyretmekten
varilin içine girip suda kaybolmaya dek
süren suyla ilişkiye girme çabası etkiyi
kırıyordu. Borulara ters şekilde asılı
duran ve bu şekilde ilerleyen
performançı ise durum ve konum
itibariyle bir yarasayı çağrıştırıyordu,
fakat 'yerçekimine karşı koymak' dışında
ters durmakla ilgili başka bir söylem
yaratmadı.)
'Kutsal Duman' adlı performansta
38
'Göz-nuru' performansı günümüzde
belli bir 'şeffaflık içinde uygulanan
işkencenin görgü tanıklığını izleyenlere
yaşatmak isterken, Nick Kaye'in yapmış
olduğu, 'alıntılara yüklenen herhangi
dengeli bir anlam, oyuncuların
oynadıkları unsurların yapaylığını arttırır.
Yine de; performansta bu vurgulama,
bir başka vurguyu ortaya çıkarır'
saptamasını ortaya koyuyordu.
(Parşömen kâğıtlarından oluşturulmuş içi
görünmeyen bir bölmede bir
performansçı diğerine işkence yaparak
bölmenin dışında kaldığı için göremediği
tabelanın üzerindeki 'Görüyor
musunuz?' yazısını okumasını, yani
olanaksızı istiyordu. Seyirci çıkan
seslerden ve parşömen kâğıdına
yansıyan gölgelerden işkence yapılıyor
olduğunu varsayıyordu. Seyirci işkenceyi
görmüyordu, ama işkenceye uğrayan
performansçının görmediği, ama
üzerinde ne yazılı olduğunu önceden
bildiği tabelayı en sonunda okumasıyla,
seyircinin de aslında görmediklerinin
farkında olduğu durumu arasındaki
benzerlik vurgulanmış oluyordu!?)
'Performans Şiirleri' adlı performans
dinleyenleri de içine alan bir şiir
okuması idi. (Şair performansçı kimi
zaman yazdığı şiirlerin içeriğiyle, kimi
zaman da dinleyicileri aktif olarak
şiirlerine katmasıyla -sesle, suskuyla,
okuyarak-izleyenleri sürükledi.)
'Sıkı-ş(tır)mak' adlı performans
'Mekânın sıkı-ş(tır)masını, çok da reel
şartlarda kurgulatarak, bambaşka bir
seyir ilişkisiyle, farklı ve düşünsel
zamanlar oluşturmak tarihi
Darphane'nin buhar kazanları ve
çevresinde eski izlere dokunmak.'
fikrinden yola çıkarak, gösteriye 'herkes'
alınmadığı için belirli sayıdaki seyircisine
ulaşıyor, ama sıkıştırılmışlık kavramını
seyircisi üzerinde çok iyi işliyordu.
(Gerek mekân kullanımı, gerek
performansçıların seçimi, gerekse
hareketlerin uygulanmasındaki yalınlık,
'an'ı gerçek kılan bir atmosfer
oluşturuyor ve ana karnındaki
sıkışmışlığın bir ömre yayılan kasvetini
izleyene birebir yaşatıyordu.)
Üçüncü gün 'Performans Sanatı' adlı bir
panel düzenleniyor, gösterilenden bir
şey çıkarımlayamayan seyirciler gereksiz
yere ümitlendiriliyordu. Panel,
konuşmacıların masasının sahneden
alınıp halkla indirilmesiyle olaylı başlıyor,
bazı dinleyiciler konuşmacılarla aynı
'düzey' i paylaşmaktan memmun
kalırken, bazı konuşmacılar Performans
hakkındaki bir panelin nasıl bir oluşum
gerektirdiği konusunda kendi kendilerini
sorguluyorlardı. Bu arada panel
yöneticisini hiçe sayan birtakım eş, dost,
akraba araya girerek, neyin, hangi
bölümde tartışılması gerektiğini
yöneticiye bildiriyorlardı.
Konuşmacılardan biri, Performans ile
ilgili kanılarını 'Hem seviyorum, hem
sevmiyorum' olarak özetliyor; bir diğeri
birtakım kendini bilmez seyirci
tarafından 1. Performans Günlerindeki
performansını yapamamış olmakla itham
ediliyor; bir diğeri de içinde bulunduğu
oluşumdan rahatsızlık duyduğunu
Son gün bu olup bitenlere daha fazla
seyirci kalamayan birtakım performansçı
bir araya gelerek, 'Günün, yılın tekinde,
19:03-19:23 saatleri arasında, 1m x 1m
x 1m'ye üçgen bir alanda, Fitaş
Sineması'nın kapısına yüz
dönüldüğünde sol çaprazda, koruma
alanlı, zamanlı ve kendinden 'kefil'li bir
yaz gecesi performansı
gerçekleştirmeye çabalayacaklarını
bildiriyorlardı, istiklal Caddesi'ndeki
yaya akışının içinde sınırları iple
oluşturulmuş bir alanın içinde
performans yapmayı öngören
performans, 'yersiz yurtsuz' yayaların
bazı 'korunmasız' kadın
performansçılara elle sarkıntılık etmesi
ve polisin performansa müdahalesi ile
başarılı bir şekilde sonlandırılıyordu.
Tüm bu olup bitenler eş, dost,
akrabanın biraz daha yakınlaşmasını
sağlarken, sanat ile ilgili duyumların
daha 'samimi' bir şekilde paylaşılmasına
olanak sunmaktan öteye gidemiyor ve
şu sorular akıllardan hiç çıkmıyordu:
pe
cy
a
belirterek önündeki 'batı' kaynaklı
kâğıttan Performans ve kadın konulu
alıntıları okuyordu (Nedense hiçbir
konuşmacı '2. Performans Günlerinde
yer alan performansla ilgili konuşmaya
yanaşmıyordu!)
Performans neydi? Deneysel miydi, kefil
mi? Rastlantısal mıydı, kurgulu mu?
Zamanlı mıydı, zamansız mıydı? Yerli
miydi, yoksa 'yer'siz mi?!.©
Aydın Teker'in koreografisini yaptığı Sıkı-ş(tır)mak adlı performanstan bir sahne.
EVERYTING YOU NEED TO KNOW
ABOUT TURKEY CAN BE FOUND HERE
(PLEASE ADD YOUR BOOKMARKS)
MEDYA TEXT
İnternet & Multimedya
http://www.medyatext.com.tr
MEDYATEXT İSTANBUL TEL : +90-212-233 9242 PRX
MEDYATEXT ANKARA TEL : +90-312-341 2203 - 04
39
SÖYLEŞİ
Çok genç yaşımdan beri iyi
bir tiyatro seyircisi oldum.
Zaten 1958'de Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde
açılan Tiyatro Enstitüsü'ne
asistan olarak girmem de bu
merakımın o zaman ki çok
değerli hocam Prof. irfan
Şahinbaş'ın dikkatini çekmiş
olmasındandır. Bütün bu
yıllar boyunca bir şeyin
farkına vardım: Tiyatro
seyircisi, dram sanatını
seviyor, fakat onu bu sanata
çeken şeyin ne olduğunu,
tiyatronun onu neden bu
denli etkilediğini bilmiyor, bu
konuda düşünmüyor. Kırk yılı
bulan tiyatro hocalığım
süresinde benzer bir durumu
öğrencilerimde, hatta pek
çok tiyatro sanatçısında da
gözlemledim. 0 zaman
konuya bir açıklık getirmek,
dram sanatının insanı çok
pe
Kırk yıldır üniversitede
öğretim üyesi olarak
hizmet veren Prof. Dr.
Sevda Şener, doktora tezi
olan "Müsahipzade Celal
ve Tiyatrosu" kitabının
ardından yine Türk
tiyatrosuna yönelik olarak
doçentlik aşamasında
"Çağdaş Türk Tiyatrosunda
Ahlâk, Ekonomi, Kültür
Sorunları" ve hemen
ardından "Çağdaş Türk
Tiyatrosunda İnsan"
başlıklı çalışmalarını içeren
kitaplarını A.Ü.DTCF
Yayınları tarafından
okurların ilgisine sundu.
Bu nedenle ilk sorum neden
Yaşamın Kırılma Noktasında
Dram Sanatı ya da kısaca
neden dram sanatı ve tiyatro
insanı?
yargılarım oldu. Tabii, bunları
oluşturanın da okuduğum,
gördüğüm, her türden iyi
yapıtlar olduğunu
unutmadım.
Dram sanatı üç temel öğe ile
bütünleniyor a) dramatik
olanı içermesi b) içeriği etkili
hale getirecek özel bir yapı c)
ve bunun oynanarak
tamamlanması... Bu
açıklamanızın ışığında
modern tiyatronun vardığı
nokta ve sizin incelemenizde
seçtiğiniz örnek oyunlardaki
ölçütünüz neydi?
Dramatik olanın niteliği ya da
dram sanatının temel öğeleri
söz konusu olduğu zaman
klasik-modern ayrımı
yapmıyorum. Hepsinde aynı
ölçütleri kullanıyorum. Ancak
modern oyunlarda
düzenlemeler, vurgulamalar
değişiyor. Yapı taşları aynı,
malzemeleri farklı. Örneğin,
dramatik bir davranışta
bulunmayı göze alma, onun
sorumluluğunu taşıma,
sonucuna katlanma gibi
klasik eylem aşamaları, bir
modern oyunda dramatik bir
davranıştan elden geldiğince
kaçma, sorumluluğu
üstlenmek istememe,
sonucuna istemeden
katlanma biçiminde ortaya
a
Bu konuda özel olarak
yeni yapıtınız, genel olarak
da Türk tiyatrosu
konusunda görüşlerinizi
almadan önce sizin
serüveninize değinmek
istiyorum.
dram sanatının niteliklerine
yönelik serüveninizi
başlatıyor. Bu üç yapıtınız da
bu birikimi yansılarken, aynı
zamanda okura da
panoromik bir bakış açısı
sağlıyor.
cy
Sevda Şener'in Yapı Kredi
Yayınları'ndan yeni çıkan
inceleme kitabı "Yaşamın
Kırılma Noktasında Dram
Sanatı", yazarın sözleriyle
şöyle özetlenebilir: "Dram
sanatının malzemesi olan
yaşam gerçeğinin,
yüzyılların etkisiyle ele
alınışındaki değişimlerin
serüveni..."
Sevda Şener ile Kitapları Üzerine...
Hülya
Nutku
Sayın hocam, ilk basımı
1982' de yapılan "Dünden
Bugüne Tiyatro Düşüncesi",
1993'te yayımlanan
"Oyundan Düşünceye" ve
üzerinde konuşmak istediğim
son kitabınız "Yaşamın
Kırılma Noktasında Dram
Sanatı", sizin Türk
tiyatrosuyla başlayan
kariyerinizde ilk yirmi, yirmi
beş yılın ardından genel
olarak dünya tiyatrosu,
modern dram ve özelde de
40
çeken, kendine özgü
niteliğini saptamak istedim.
Bunun hiç de kolay
olmadığını, dramatik olanın
sınıflı formüllere sığmadığını
gördüm. Zorluk, konunun
gerçekten önemli olduğunu
gösteriyordu. İmdadıma
tiyatro yazının başyapıtları
geldi. Çok sevdiğim,
okuduğumda, temsillerini her
seyrettiğimde beni
heyecanlandırmış olan bu
yapıtlardaki dramatik özü
yakalamaya çalıştım.
Kılavuzum, kendi duygularım,
düşüncelerim, değer
çıkabiliyor. Fakat dramatik
olanın niteliği değişmiyor.
Yine de söz konusu olan
insanın insan olmaktan gelen
zaafları, istekleri, tutkuları,
insanın insan olmaktan gelen
sorumlulukları ve bunları
sonuçları olan eylemleridir.
Bu eylemleri yapmak ya da
yapmamak, istemek ya da
istememek onların önemini,
anlamını değiştirmez, çünkü
yapılsa da yapılmasa da
gündemdedir,
düşündürücüdür,
duygulandırıcıdır. Modern
tiyatroda günümüz insanının
kıstırılmışlığı sergileniyor çoğu
kez. Bu yüzden eylemsiz
kalan, ya da aşırı tepki
gösteren, saldırganlaşan
insanı tanıyoruz. Onu insanca
eylemekten alıkoyan bireysel,
toplumsal gerçekler üzerinde
düşünüyoruz.
Kitabınızın önsüzünde bir
bilim insanı olarak varmış
olduğunuz birikimin bir
değerlendirmesini yaparken,
konunun uzmanlarının
kaynakları tanıdığını, uzman
olmayan okurun ise
kaynaklardan çok okuma,
öğrenme ve kendini arayıp
bulmasına önem verdiğinizi
belirterek kaynak
göstermede özel bir çabaya
girmediğinizi söylüyorsunuz.
Sizce bu tip birikimlerin
sergilendiği yapıtlar yeterince
yazılıyor mu, yazılsa bile
yeterli tartışma (polemik)
ortamı var mı? Ya da başka
bir yaklaşımla kitabınıza
inceleme değil de deneme
diyebilir miyiz?
Son sorunuz gönlümde
yatan, fakat açıklamaktan
çekindiğim gizli bir isteğe
parmak bastı. İçimden bu
çalışmanın bir deneme olarak
değerlendirilmesini, edebi
değeri ile beğenilmesini
istedim. Fakat belirtmeye
cesaret edemedim. Edebiyat
alanında bu tür yayınlar var.
Tiyatroda ise, tiyatro adına
yapılıyormuş gibi görünen
değerlendirmeler çoğu kez,
güncel sorunlardan, yönetim
ile sanatçılar arasındaki
anlaşmazlıklardan, kişisel
çekişmelerden kaynaklanıyor
ve karşılıklı saldırı ve savunma
biçiminde sergileniyor.
Drama özgü olan tragedya
ve komedya türlerine geniş
bir yer ayırdığınız
incelemenizde komedyada
varılan noktayla "kara
komedya "ya gelindiğini,
bunda da "kolay eğlenme
alışkanlığı edinmiş seyircinin
rahatını kaçırmak ve onu
Karar verme, seçim yapma,
eyleme, eylemin sonuçlarına
katlanma... Oyun kişisi bu
davranışları ile toplumsal
kimliğini, bireysel kişiliğini ele
veriyor. Dün de, bugün de
seyirciyi etkileyen eyleme
karar veririken ve eylerken
etik karakterine ilgi duyarım.
Okuduğum, seyrettiğim
yapıtlarda bunun
irdelenmesini ararım.
Başkaları da öyledir
sanıyorum.
Kitabımda bizim
yazarlarımızın oyunlarından
örnek vermedim. Birikimimi
oyun yazarlığımız üzerine
yapacağım ayrı bir çalışmaya
saklıyorum. Birçok
meslekdaşımdan farklı olarak
ben tiyatroda metnin
önemine inanıyorum. Daha
doğrusu, dramatik gücün,
öncelikle oyunun insansal ve
toplumsal özünü içinde
taşıyan yazılı olandan
kaynaklandığı kanısındayım.
İzin verin de bu konudaki
değerlendirmemi, nedenlerini
sergileyebileceğim başka,
uzun bir yazıya saklayayım.
Sonuçta son cümleniz
sanırım kitabınızdaki bilgilerin
ve vermek istediğinizin en
anlamlı ifadesi... Şöyle
diyorsunuz: "Dram sanatı
insanı, toplumu, yaşamı
anlamak ve anlamlandırmak
için tiyatro sanatının eli
altındakiler her çeşit
malzemenin ustalıkla
kurgulanmasını gerektiren,
bu konuda beceriksizliği
bağışlamayan çetin bir
sanattır". Sayın hocam, bu
çetin sanatla uğraşanlara
mesaj olabilecek nitelikte
eklemek istediğiniz bir şeyler
var mı?
pe
cy
Bugün tiyatromuzda ister
kara komedya türünde olsun,
ister başka bir türde, seyirciyi
zorlayan oyunların sayısı çok
az. Sanırım seyircinin böyle
oyunları anlamayacağı
endişesi baskın çıkıyor. Oysa,
dil ve görüntü öğelerine
yeterli özen gösterilirse,
kurgusu, ritmi iyi tutturulursa,
seyirci ile ilişki kurabilecek
noktalar doğru saptanırsa,
doğru sahnelenir, iyi
oynanırsa seyirci bu çabayı
değerlendirir. Geçen mevsim
Stüdyo Tiyatrosu'nun Histeri,
İstanbul Şehir Tiyatroları'nın
Bir Ata Krallığım adlı oyunları
bunu kanıtlıyor.
Yönetmenlerimizin yerli
oyunları da aynı cesaret ve
özenle sahnelemelerini
isterdim.
düşünce yoluyla ortaya çıkan
anlam ve değer ve bunu
besleyen eylem/ ve ya da
eylemsizlik ve görüntü
bugün çağdaş Türk
tiyatrosunda nasıl bir
görünüm arz etmektedir?
Yazarlara ya da yazar
adaylarına dram sanatı
açısından neler önermek
istersiniz?
a
heyecanlandıran ve zorlu bir
eğlence anlayışının" hakim
olduğunu söylüyorsunuz.
Bugün bizim tiyatromuzda
bu çetin ikilemleri ele alma
cesaretinin varlığı ya da
yokluğu konusunda neler
söylüyebilirsiniz ?
Tiyatro eğitiminde Ankara
DTCF, İzmir Güzel Sanatlar
Fakültesi, Erzurum Atatürk
Üniversitesi'nde yazarlık dalı
var. Yapıtınızda sözünü
ettiğiniz dramatik olan yani
drama özgü olma niteliğinde
kişi özellikleri, olayın
vurgulanması, iletilen
Size göre dram sanatı
kaynağını yaşam
gerçeğinden alıyor, burada
zorunlu ve önemli iki kırılma
noktası var; karar verme ve
eylemi sonuçlandırma...
Seyirciyi etkileyen de bu,
oyuncuyu harekete geçiren
de bu... Günümüzde bunun
göstergeleri nelerdir, biraz
bilgi verebilir misiniz?
A
Y
L
I
K
T
Onlara saygı duyuyorum,
onları seviyorum. Sevgim ve
saygım değerlidir. Ona layık
olmalarını istiyorum. Bu
sözüm en çok okuttuğum,
mezun ettiğim, güvendiğim
öğrencilerimedir.
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
Sayın hocam bu yararlı
söyleşimizde size teşekkür
etmeden önce yeni projenizle
ilgili bir soru sormadan
edemeyeceğim. Türk
tiyatrosunun serüvenini
yazacağınızı biliyorum. Sizin
Türk tiyatrosu ile başlayan
kariyeriniz dünya
panoramasındaki dram
sanatını ele alışınızdaki
birikimle, tekrar Türk
tiyatrosu ile ilgili bir
panoromik incelemeye
yöneldiğinizde, nasıl farklı bir
bakış açısıyla
değerlendireceğinizi
öğrenmek isterim...
Her geçen yıl insanın
gücünden, sağlığından bir
şeyler götürüyor. Buna karşın
yılların birikimi ile yaşama
uzak açı kazandığınızı,
kendinizi ve çevrenizi daha iyi
tanıdığınızı, olayları daha
soğukkanlılıkla
değerlendirebildiğinizi
görüyorsunuz.
Okuduklarımız,
yaşadıklarımız, dostlarımız,
çocuklarımız, öğrencilerimiz
bizi içten besliyor,
zenginleştiriyor. Yeni
çalışmamda bu inancımın bir
"hüsn-ü kuruntu" olmadığını
kanıtlıyabilmek isterdim.
Emek verdiğiniz insanlardan
biri olarak size nice ürünler
vermeniz dileğiyle teşekkür
ederim
İ
Abone olun, abone bulun.
Yıllık abone bedeli 5.000.000 TL.
Tiyatro Yapım: Tel: (0.212) 293 72 77 - 243 09 37 Fax: (0.212) 252 94 14
T. İş Bankası - Cihangir Şb.: Tiyatro Yapım 197 245
41
ELEŞTİRİ
GODOT,
ARTIK BEKLENİLEN DEGİL
AMA TÜKETİLEN Mi?
Fakiye Özsoysal Çavuş
"Uyumsuzluğun uç noktada yaşandığı bir dünyada uyumsuz tiyatrodan
etkilenmemiz beklenemez" diye yazıyor, Zehra ipşiroğlu, "Uyumsuz Tiyatroda
Gerçeklik" adlı kitabında. Bu sözler uyumsuz tiyatro örneklerinin sahnelenmemesi
cy
a
anlamında söylenmiş bir şey değil. Ancak günümüzde uyumsuz tiyatro uyumsuzluk
özelliğini kaybetmiş, gerçeğin doğrudan yansıması halini almış görünüyor. Yani
oyunlardaki boş alanlar günlük tüketime açık yanılsamalarla dolmuş durumda.
Dolayısıyla 90'ların sonunda uyumsuz tiyatro oyunları, kendi kendimizle, var olan
sistemle dalga geçmemiz onu "kepaze" etmemiz
için bir arayış olarak mı ele alınmalı?
pe
Orhan Alkaya'nın Şehir Tiyatroları'nda
sahnelediği "Godot'yu Beklerken"
yorumu, Beckett'in öylesine sade
kurduğu oyununu, abartı yoluyla "dalga
geçme" boyutuna taşımaya çalışıyor.
Daha oyun başlamadan dekor sizi
abartısıyla kavrıyor. Bir bataklığı andıran
ve akışkan izlenimi veren zemin sahnenin
dışına taşarak izleyiciye doğru uzanıyor.
Işıklandırma da bu akışkanlığı
belirginleştiriyor. Sahne biraz yüksekte
olduğu için izleyici ağaç kökleri, lifli
bitkilerle sarmalanmış bataklığın dibine
daha yakın gibi. Sahnenin ortasındaki
kuru ağaç da büyük ve dekorun
gerçeküstü, korku filmi etkisini tamamlar
durumda. Bir çeşit rüya gerçekliği ortaya
konuyor sanki. Dekor, sahnede her an
bilinmedik, beklenmedik bir şey
olabileceği izlenimini uyandırırken az
sonra Lorel-Hardy tiplemesini çağrıştıran
Viladimir (Savaş Dinçel) ve Estragon
(Engin Alkan), birbirlerine sesleniş
biçimiyle Didi ve Gogo görünüyorlar ve
oyun boyunca gayet bildik bir şeyi
yapıyorlar: Bekliyorlar!
42
Onlar gelip gelmeyeceği belli olmayan
birisini beklemenin verdiği sıkıntı içinde
Godot'yu bekliyorlar. Ancak Beckett'in
oyun metninde, bu sıkıntıyı vurgulayan,
izleyiciye tedirginlik veren ve boş alanları
çoğaltan "uzun sessizlik'ler, bu
sahnelemede komik hareketlerle
seslendirilmiş. Böylece oyun, izleyicinin
kahkahalar attığı, bir başka komiklik
yapılsın diye sessizliği dolduran anlık
yanılsamaların vurgulanması biçimine
dönüşmüş. Gogo ve Didi'nin bir çeşit
şaklabanlığa dönüşen bu hareketlerinin
beklemenin verdiği sıkıntıdan
kaynaklandığı belirgin aslında. Aptal
değiller, bir anlamda kendi kendileriyle
alay ediyorlar. Bu sahnelemede Gogo ve
Didi umut içinde beklemiyorlar, buldukları
çözümlere, değişime inanmıyorlar.
Kendilerini asma planları bile gülünecek,
güldürecek bir oyun gibi sunuluyor. Bu
bağlamda da Beckett'in metnindeki
anlamlı, yoğun tiradlar zamanını
tamamlamışcasına rafa kaldırılmış. Dahası
ilk perdede tedirginlik, korku yaratan
"Gidemeyiz. Godot'yu bekliyoruz." sözü,
ikinci perdede öyle alaysı bir vurguyla
sesletilmeye başlıyor ki izleyici gülmekten
kendini alamıyor. Tabii bunun bir nedeni
de seyircinin durmadan kendilerini
güldüren bu iki tipin her sözüne gülme
eğilimi de olabilir çünkü zaman zaman
sanki oyunu kurtarmaya çalışan, bir
tavırla izleyiciye doğrudan sataşan bu iki
tip, Beckett'in karamsar denebilecek
oyun kişilerinin aksine, son derece canlı
kanlı, sevimli, canayakın görünüyor
izleyiciye. Hatta, geleneksel halk tiyatrosu
izleriyle bezenmiş oldukları bile
söylenebilir. Burada asıl sözünü etmek
istediğim oyunun alay etme üzerine
yoğunlaşması. Ama dalga geçme
boyutunun Beckett'in metni içinde ince
bir dengede durduğu, sahnedeki
abartıların izleyiciyi oyunu üretmek yerine
tüketmeye yönlendirebileceği de göz ardı
edilemez kuşkusuz.
için şimdiden bilet alanların ölümsüzlük
hayallerindeyse ölüme karşı gülümsüyor.
Heiner Müller, Berlin duvarı yıkılmamışken
"Ben yalnızca duvara karşı yazabilirim.
Duvar olmazsa düşüncem de olmaz."
diyordu. Müller bu sözleriyle bir anlamda
duvarın düşünce için gerekliliğinden söz
ediyor, duvarın yıkılması belki
düşüncenin de yıkılması anlamına gelecek
endişesini yaşıyordu. Öyle ya, duvar
olmazsa neye karşı düşünecekti. Şimdi
duvar yok! Peki kötülük artık nerede?
Hangi kötülüğe karşı bizi özgürleştirecek
kurtarıcımızı bekliyoruz, umutlarımız
nereye yöneldi?
Kötülük, sürekli kendisine başkaldıran
şeyin yumuşatılıp hazmettirilmesi
biçiminde çıkıyor karşımıza ve durmadan
biçim değiştirip yaşamın her alanında her
yerde kanıksadığımız bir şey haline
geliyor. Bize hizmet ediyor bizi kendisine
katarak. Bölünerek çoğalan, bölerek
yaşayan, karşı çıkılan değil kabullenilip,
parçası olunan bir şey o.
cy
Oyun boyunca bir sirk havası hakim,
özellikle ikinci perdede doğaçlamalarla
Beckett'in espri anlayışının da abartıldığı
bir yan var. Oyun, özgün metnin aksine
olay dolu bir oyun halinde çaıkıyor
karşımıza. Belki de oyun kişilerinin
sıradan olanı abartarak olay haline
getirmesi, umutları, günlük yanılsamalarla
sıradanlaştırması günümüz dünyasına bir
atıf. Oyunda Godot'dan haber getiren
çocuksa, dekorun yarattığı düş gerçekliği
içinde Gogo ve Didi'nin düş güçlerinin
ürünü olarak ağaç kökleri arasından bir
görünüp bir kaybolan hayale dönüşmüş.
Böylece bir çeşit yanılsama gerçekliği
yaratılıyor. Çocuk, Godot'nun koyunları
besleyen kardeşine değil, keçileri besleyen
kendine iyi davrandığını söylüyor, özgün
metin üzerine yazılan çözümlemelerde,
birinci ve ikinci perdede haber getiren bu
çocuğun Habil ve Kabil olduklarından söz
edilir. Buradan hareketle, Godot'nun keçi
güden Kabil'i yani kötüyü, kötülüğü
kucakladığı, beslediğini düşünürsek
Godot'nun gelmesi sorunları ne ölçüde
çözebilecek sorusuna yanıtları
günümüzün değer yargılarından
yorumlayabiliriz. Zaten Gogo ve Didi oyun
bitiminde yine yerlerinden
kıpırdayamazken, sahne arkasından fona
yansıtılan ışıkla belirginleşen görüntüde,
tamamiyle iç içe girmiş, çözülmesi
olanaksız ağaç ve bitki köklerinin sardığı
bir mekânda görünüyorlar. İzleyici de
zaten bu bataklığın içine batmış
hissediyor kendini. Bu durumda en iyi şey
değiştiremediğinle dalga geçip, onu
kepaze etmek mi? Gerçekten çözümleri
tükettik mi?
a
Pozzo ve Lucky'nin efendi köle
ilişkisindeyse Pozzo mafya adamlarını,
Lucky de yuvarlak gözlükleriyle bilim
adamı ya da sözde aydın birisi
görünümüne bürünmüş. Belki
günümüzde bilimin de, aydınların da
sistemi yönlendirenlerin kölesi durumuna
düşmesine gönderme yapılıyor ve onlarla
da alay ediliyor. Nitekim Lucky'nin,
"düşün" komutuna karşılık verdiği
parçalanmış bilincinin içler acısı halini
sunan tiradını söyleyiş biçimi ve
hareketleri yine gülünesi bir durum
yaratıyor. İkinci perdeyse Lucky artık
efendisinin gömleği, kravatı ve kaşkolünü
giyiş olarak ona özenir hal bile alıyor.
pe
Artık kötülük, tek bir şeye
indirgenemeyecek kadar dağılıp,
parçalanmış bir biçimde her yerde.
Demokratik kuralların içine gizlenerek,
entrikaların arasında boy göstererek ama
bunu oyunun oynama biçimi içinde
sinsice yaparak, hepimizi kendisine
hizmet ettiriyor, farkında olsak da
olmasak da. Bu sistem içinde
soluduğumuz atmosfere dönüşüyor.
Üzerinde Che Guevera'nın fotoğraflarının
basılı olduğu tişörtlerde, hediyelik
eşyalarda görüyoruz onu, Punkçılar için
"onlar da bizim çocuklarımız" yazan
reklâm afişlerinde, bir kamyonun siyah bir
Mercedes'le çarpışmasında, dahası gurur
duyulan(l) hizmetler vermiş silahların boş
kovanlarında gösteriyor kendini ya da
insanlık için insanlığa karşı yok edilen
ekolojik sistemin çığlıklarında, önümüze
atarken gülümseyen bir yüz oluveriyor.
Canlı kopyalayan bilimin, 3000 yılında
yeniden gözünü açmak için dondurularak
saklanma sırasındakilerin, Mars'a kaçmak
Artık karşıtını da kendine doğru
döndüren, umudu, bekleyişleri günlük
yanılsamalara taşıyan bir güce karşı hâlâ
bir kurtarıcı ya da değişim beklentisi
taşıyor muyuz? Yoksa günümüzü
kurtarmaya bakan, birey olamayan ama
bireyci olana mı dönüştük?
Bekleme eylemi, kişileri edilgen bir
konuma sokmakla birlikte, beklenilen
"kurtarıcı"nın var olan ve huzursuzluk
duyulan acıyı, bunu yaratan sistemi yok
edip yerine yeni ve iyi olanı koyma fikrini
ve umudunu da içinde barındırır. Böylece
"kurtarıcı" bir anlamda "isyan eden, baş
kaldıran" konumuna da girer. Ama
"isyan"ı kendi yan ürünü haline sokan bir
şey varsa ortada, "baş kaldırma" da aynı
potada eritilip, tüketilecek bir hale
geliyor.
Kendi kurguladığımız dil ve göstergelerin
egemenliği altında parçalanmış düşünme
sistemimiz artık var olana seçenek
oluşturmaktan uzak da, bu yüzden artık
kimse Godot'yu beklemiyor ama hem
sahnede hem yaşamda Godot'yu da mı
tüketiyor?
43
İZLENİM
ULUSLARARASI TİYATRO ENSTİTÜSÜ
27. GENEL KONGRESİ
KORE'DEYDİ
Hülya Nutku
cy
a
Bir yanda Lotte World otelinde ITl'ın 27.
Dünya Tiyatro Kongresi toplanıyor, öte
yanda beş ayrı festivalle kent canlılık
kazanıyor ve seyirci tiyatrolara koşuyor.
Üstelik eylül ayı sonunda Seul'da
bulunduğumuz hafta "Thanksgiven"
şükran bayramı... İnsanlar bu bayramda
doğdukları yerlere gidip hayata gelişleri,
dünya nimetlerinden yararlanma şansına
kavuştukları için tanrıya şükrediyorlar.
Duyumlarımıza göre kırk beş milyonluk
Kore'de on milyonu aşan insanın yaşadığı
Seul kentinin bayramda önemli bir oranda
boşalmasına karşın tiyatrolar dolu...
pe
Uçaktan iner inmez Seul'de ilk gözlemim
kente egemen olan güleryüzlü ve saygıya
dayanan bir dinginliğin oluşu... Bir yanda
ekibimizin başkanı gazeteci-yazar Refik
Erduran'ın yıllar önce Kore'ye vatani
görevini yaparken gelişinden bu yana
geçen süredeki izlenimlerini almaya
44
çalışırken, Prof. Dr. Ayşegül Yükselin ilgi
ve merak dolu coşkusunu ve tanıma
aşkını bizlerle birlikte AICT yönetim kurulu
için gelen Zeynep Oral'ın ustaca ve
soğukkanlı programlama yeteneğini de
hayranlıkla izliyor ve bir yandan da bu
kenti, insanlarını ve çevreyi tanımaya
çalışıyorum. Çevremizde bayram
nedeniyle geleneksel giysili insanlar
sokaklara renk katıyorlar. Doğu
kültürünün doğal, içten inceliğini taşıyan
bu insanlar tavırlarıyla bizim insanlarımızın
sıcaklığını taşıyor.
Havaalanından kente doğru ilerliyoruz.
Seul kenti Hangang Irmağı'nın ikiye
böldüğü birçok köprü ile bezeli bir kent.
Son derece modern bir yapılaşma var
kentte... Metro ağı bir uçtan öbür uca
ulaşım kolaylığı sağlıyor, dört-beş hatla
her yöne kısa sürede ulaşmak mümkün.
Temiz, gelişmiş, canlı ve modern kentin
içinde yer alan Budist tapınakları doğu ve
batı kültürlerinin ilginç bir sentezi gibi...
Tapınaklarda çocuğu olmayan ailelerden,
terk edilen sevgililere kadar sorunları olan
kadınlı, erkekli, çocuklar namaza benzer
hareketlerle, örtünmeden tapınıyorlar.
Hafta boyunca tanımaya çalıştığımız bu
kentte Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI)
27. Genel Kongresi Lotte Oteli'nin
salonlarında toplanıyor. Salonlar en
modern cihazlarla donatılmasına karşın
çevre tasarımı açısından doğu motifleri
egemen... Büyük salonda sabahları
topluca katılman toplantılar, öğleden
sonraları küçük komisyon toplantıları
dışında kentte akıp giden beş ayrı festivali
izlemek zor, biz de mümkün olduğu
kadar Kore tiyatrosunu tanımaya
çalışıyoruz. Açılış gecesi müzik ve dansın
pe
cy
izlediğimiz ilk oyun "Kral Lear".
Toplantılara da başkanlık eden ITl'ın Koreli
Başkanı Bay Kim çeşitli uluslardan gelen bir
grup öğrenciyle festival için bu oyunu
sahnelemiş. Oyunun etkili olduğunu
söylemek mümkün değil. Herkes kendi
dilinde oynuyor ama oyun parçalanarak
göstermeci bir tutumla sahnelenmiş. Bu
epizodik bölünme dramatik yoğunluğu yok
etmiş adeta bir kukla oyunu esprisine
dönüştürülmüş. Oyunda rol alan
Chung-ang Üniversitesi öğrencilerinin
deneyimsizliklerinin de bunda etkisi olsa
gerek... Aradan sonra grubun
doğaçlamaya dayanan bir bölüm
sergilemeleri (ses ve beden çalışmasına
dayanan) başlıbaşına iyi bir gösteri olmakla
birlikte, bizleri oyundan koparan ve
yabancılaştıran bir eklenti olarak sırıtıyor ve
dolayısıyla uzaklaşıyor ve oyunu
yadırgıyoruz.
ölümüyle acı çeken annenin ve sevgilinin
dramı ve bu gencin trajik sonu... Oyunun
başındaki ağıt (Koreli ünlü bir şarkıcı
bayan) ardından köy yaşamını veren saban
sürme sahnesi, ürün toplama, köy
alanında sevgiliyle buluşma, savaşın baskısı
ve uçakların geçişi, yanlarda oturan
oyuncuların sırası geldikçe oyuna katılışları,
oyunculuk tavrıyla ve devinimleriyle bize
yakın bir oyun... Kore'de Kuzey ve Güney
Kore arasındaki gerilimi Güney Kore
insanında günlük yaşamda hissettiğimiz
gibi bu antimiltarist temalı oyunlarla
sahneye de taşınmış. Oyun belli ki Kore'de
ilgi gören yapıtlar arasında önde geliyor.
a
egemen olduğu bir gösteriyle, geleneksel
ulusal dans ekibi, kongreye katılanları
etkiliyor. Açılış kokteylinde Zeynep Oral'la
yeniden bir araya gelme fırsatı buluyoruz.
ITI ve AICT üyeleri Erduran, Yüksel ve
Oral'a yakın ilgi gösteriyorlar.
Ertesi gün izlediğimiz oyun "Oh
Jang-Gun'ın Ayak Tırnakları", savaş
ortamında geçen baskı ve bürokrasiyi
bütün yoğunluğuyla hissettiren
antimilitarist bir oyun... Oyun depo tiyatro
diyebileceğimiz bir mekânda göstermeci
bir biçimde oynanıyor. Bizim köy
oyunlarımıza, geleneksel tiyatro
özelliklerimize paralel bir yapı taşıyor.
Yanlışlıkla askere alınan ve isim
benzerliğine dayanan bu yanlışın
düzeltilebilmesini başaramadan onun
Dördüncü gün Dong-guk Üniversitesi'nin
salonunda Danimarka Odin Tiyatrosu'nu
temsilen gelen Eugenio Barba'yı yaşam
öyküsü ve tiyatro anlayışını belirleyen
yarım saatlik konuşmasının ardından
Barba'nın oyuncusu Julia Varley'i "Echo of
Silence" başlıklı gösterisiyle
(demostrasyon) izliyoruz. Oyuncunun sesi,
tekst değerlendirmeleri, anları kullanışı,
teknik disiplini ve özellikle de sessizliğin
ardındaki sesi yakalama üzerine kurulu bu
gösteri iki saat kadar sürüyor, sahnede
oyuncunun tavrı ve tekniği vermek adına
bu denli sesini yorması, hançeresini
zorlaması doğrusu bizleri de hem yordu,
hem de üzdü. Günlük konuşmada sesinin
dalgalanıyor olması oyuncunun ses
problemi olduğu konusunda bile bizi
düşündürdü. İkinci gösteri olan "Dona
Musica'nın Kelebekleri" başlıklı çalışmasını
izlemek yerine bir başka Kore tiyatrosunun
yolunu tuttuk.
Bu kez de Ayışığında Baekma Irmağı
Boyunca adlı gerçeküstü bir ortamda
geçen deneysel bir çalışma izledik.
Ritüelistik bir ton taşıyan oyun, bilindik bir
ortamdan gerçeküstü bir ortama geçişle
boyutlanıyor. Ortahalli bir kasaba
sergilenirken, bir annenin geçmiş yaşamda
işlenen bir günahtan dolayı kızının
arınması istemine yönelik gördüğü düşle
gerçeküstü bir ortama geçiliyor. Amaç bu
arınma sonucu tüm kasabanın
kötülüklerden arınabileceği düşüncesi...
Gerçeküstü sahnelerin uzaması oyunun
başlangıcındaki sıcaklığı bozduğu gibi,
modern yaşamla saf, doğal yaşam
arasındaki çelişkinin üstüne bu kadar
keskin bir biçimde gidilmesi bizim
duyarlığımıza uzak kalan bir yaklaşımı
içeriyordu. Oyun müzikli, danslı, sonradan
canlanan iki kukla ile sıcak bir atmosferde
başlıyor daha sonra yaşamın çelişkilerinden
uzaklaşıp destansı geleneksel bir masalın
içinde kayboluyordu.
Kore'den ayrılmadan bir gün önce
düzenlenen turda ilk önce bizleri çok
övündükleri hidroelektrik santralini
gezmeye götürdüler. Kentin oldukça
uzağında doğanın içinde yer alan, adeta
gökyüzüne uzanan merdivenleri çıkarak
ulaştığımız bir santral gezisinden sonra üç
kralın mezarının bulunduğu krallar
mezarlığını ziyaret ettik. Kralların ölüm
tarihlerinin en erken 1919 ila 1920 ve
sonrasını taşıyor olması geçmişe pek de
uzanmadığının kanıtıydı adeta... Gezi
dönüşü hava kararmak üzereyken yine
kentin dışında sayılabilecek açık bir alanda
ritüelistik bir şaman törenine katıldık. Bu
tören bir bakıma sabrın ve yaşamın
anlamının sergilenişiydi. Yorgun bir günün
akşamında uzun süren bu törensel gösteri
üç bölümden oluşuyordu: Yaşamın önemiölüm- ve ardından ruhun huzura
45
pe
cy
Eylül ve Ekim ayı boyunca süren 21. Seul
Festivali, altı üniversitenin tiyatro
bölümlerinin katılımıyla, dünya
tiyatrolarından örneklerin sergilenişi, açılan
tasarım sergileri, dans ve jazz dans
gösterileri, alternatif ve deneysel tiyatro
gösterileri, Beseto festivali ve özel son
derece zengin bir programa sahipti. 27.
Uluslararası Tiyatro Kongresi 17 yönetim
kurulu üyesi (Türkiye adına Refik Erduran)
50 ITI merkezinden 300 kadar delegenin
katılımıyla ve ayrıca AICT yönetim
kurulunun (Türkiye adına Zeynep Oral)
toplantısı ile sonuçlandı. Kore'den
ayrılırken şükran gününü doğdukları
yerlerde kutlayanlar dönerken, bizler de
ülkemize dönüşte teknik olanaklarımızın,
donanımlı sahnelerimizin ve sahne
disiplinin ön planda olduğu Kore
tiyatrosuna hayranlık duyarken,
ülkemizdeki oyuncu potansiyeli,
bireylerimizin performans gücü açısından
a
kavuşması, sonuçta yaşamın devam
ettiğinin izleyiciye müjdelenmesiyle
tamamlanıyordu, elinde davulu ve
tokmaklarıyla gelen beyazlı yaşlı adam
gösteriyi noktalıyordu. Gösteride yer alan
beyaz uzun kumaştaki düğmeler yaşamın
engellerini, düğümlerin çözülmesi yaşamın
sonunun yaklaşmasını, kumaştan oluşan
uzun yol, ruhu huzura kavuşturan gidişi
yansıtıyordu. Ölüyü taşırcasına kumaş
taşıyan yaşlı Şaman kadın, ölünün sevdiği
nesneleri taşıyan ikinci kadın ve ruhun
uzun yolculuğa uçuşunu simgeleyen
üçüncü kadın, diğer iki kadının tuttuğu
uzun kumaştan oluşan beyaz yolu, uzun
süren bir törensellik içinde katediyorlar.
Belli ki bu statik gösteride öne çıkan
sözlerdeki felsefe ve törenselliği
tamamlayan ilginç geleneksel çalgılardı.
Devinim tüm bunların içinde yatan
dinginlikteydi.
daha etkili oluşuna, eğitimdeki yokluklara
karşın gençlerimizin yeteneğine inancımız
daha da artmıştı.
Kore tiyatrosu tüm batıya açılma çabasına
karşın geleneklerini kaybetmemekle
eşdeğer evrensellik yerine tekli evrensellik
(evrensilliği Koreli kalarak yakalama)
örneğini bizlere göstermiş oluyordu. Böyle
bir kongrede ülkemizin yer alışı ise bu
evrensellik içinde bizlerin de önemli bir yeri
olduğunun kanıtıydı. (Örneğin izleme
olanağı bulamadığımız ama Litvanyalı olup
da Japonya'da burslu tiyatro eğitimi gören
delege genç kızdan, Ellen Stewart'ın
sahnelediği "Troyalı Kadınlar"da izlediği
Zişan Uğurlu'nun başarısını duymanın
sevinci gibi...)
88 Seul Olimpiyatlarından bu yana 97'de
de başarıyla bu kültür buluşmasını
gerçekleştiren Güney Korelileri
selamlayarak ayrıldığımız bu kentte
topluca katılımın ülkelerarası bir modelini
yaşarken aynı zamanda da doğa-insan,
teknoloji-sanat, geleneksel-evrensel
olanın uyumunu tadma hazzı duyduk
Zeynep Oral, Refik Erduran ve Hülya Nutku, (arka planda Ayşegül Yüksel) Kore'de.
46
İZDÜŞÜM
Levendoğlu
FO, NOBEL, GÜLDÜRÜ, SUSURLUK vb.
Dario F'o'nun Nobel edebiyat Ödülü'ne değer görülmesinin epey yankısı oldu. Gazete-dergi
yazılarında onun için "çağdaş meddah", "yeryüzü büyücüsü", "anarşist sanatçı", "çağdaş
Arlecchino", "halk sanatçısı", "düş mimarı", "düzen karşıtı tiyatrocu", "aykırı sanatadamı" gibi
tanımlar kullanıldı. Çok ya da az, hepsi Fo'nun bir yanını, bir niteliğini yansıtıyor.
Fo ile (eşi) Rame tiyatrosunun rüzgârı dünya tiyatrolarında yaklaşık otuz yıldır esiyor. Bizde de
1980 sonrası onun/onların sözü edilir ve oyunları oynanır oldu.
cy
a
Dario Fo'nun, ödülün ardından yazılara dökülen özelliklerine burada şu önemli olanlarını da
eklemek tamamlayıcı olacak:
-İlk büyük çıkışı 1950'li yıllarda "anti varyete" diye tanımlanan "varyete-mim-toplumsal yergi"
karışımı özgün gösteriyle oldu. Fo'nun "Faşizmin dayattığı, Hristiyan Demokratların da koruduğu"
dediği "İtalyan toplum yaşamının sahte mitoslarına" bu saldırısı, tiyatroda da, siyasal-toplumsal
düzlemde de sarsıcıydı.
-601ı yılların başında Fo ile Rame Komünist Partisi ile yakın ilişki kurdular. Toplumdaki politik
gerilimleri çok iyi özümseyerek bunları oyunlarına yansıttılar. Milano'nun resmi yetkilileri,
gösterilerinin yasaklanmasına yönelik onlara sürekli gözdağı veriyorlardı.
-1967'de Fo "burjuva tiyatrosu'ndan tümden koptu ve izleyen yıllarda işçi yerleşimlerinde ve
kulüplerinde, sendika salonlarında, fabrikalarda yeni izleyicisini yarattı.
-1970'lerde "Komün" adlı tiyatrolarının oyunlarında hep direkt politik yaklaşım egemen oldu:
Filistinlilerin savaşımından, Şili olgusuna, italyan polisinin sindirici yöntemlerine dek, el atılan her
konuda. (Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü'ndeki "karakol penceresinden düşerek ölme"
olgusunun ya da "gözaltındayken kaybolma'ların ülkemizde "sıradan polisiye süreçler" sınıfına
girdiği konusunda Dario Fo bilgilendi mi acaba? "Susurluk olayı"nı -talihin bir cilvesiyle- bizlerle
birlikte yaşamış olsaydı, o çamurdan yaratmış olacağı oyunu düşleyebiliyor musunuz?)
-Tutuklamaların, gözaltına alınmaların yabancısı olmadı Fo; oyunları da polis gözetiminin.
Dario Fo "düzen karşıtı" olarak da tanımlanıyor. Oysa ona "bozuk düzen karşıtı" demek daha
doğru olur. Tüketim toplumundan Kilise'ye, Karakol'dan yoz kültüre, ikiyüzlü tabulardan kirli
politikaya, uyuşturucu batağından erkek egemenliğinde ezilen kadına, onun yeden yere vurduğu;
bu "bozuk" konumlarla onları yaratan sömürücüler, dolandırıcılar,baskıcılar, bağnazlar,
sahtecilerdi. Öyle ki, solculuğu açıklarken de "solun bozukluklarını da her zaman açıkça
eleştirdiğini" anımsatıyor.
pe
Ahmet
Dario Fo'nun Nobel almasının önemi bizde çoğunlukla "tutucu İsveç Akademisinin ödülü
"anarşist" ya da "aykırı" bir sanatçıya vermesine dayandırıldı. Oysa "tutucu Akademi" bile, az çok,
sanatçının bireşimini oluşturan öğelerden ağırlıklı birinin karşıtlık, giderek aykırılık olduğunun
bilincinde.
Bence ödülün önemi iki noktada yatıyor:
-Bu, tiyatronun bir utkusu (zaferi). Çünkü Fo, oyun yazarı olduğu denli yönetmen, oyuncu,
tasarımcı ve bu kimliklerini "komik" ("meddah" anlamında), mimci, şarkıcı, dansçı, soytarı
becerileriyle destekleyen eşsiz bir tiyatro ustası.
-Aristofanes'ten kopup gelen, "Commedia Dell' Arte"den geçip çağımıza ulaşan "güldürünün
keskin silahıyla eleştirme" geleneğinin (başka bakışla "halk tiyatrosu"nun) günümüzdeki kuşkusuz
en büyük temsilcisinin, "seçkin yazın ustalarına" yeğlenmiş olması.
Yaratmaya çalıştığı tiyatroyu şöyle betimliyor Fo: "Bir koca makine ki insanları dramatik şeyler
karşısında güldürüyor... Kahkahada öfkenin tortuları gizlidir."©
47
ELEŞTİRİ
Nihal Kuyumcu
"
AST'dan Müzikli Danslı Palyaço Serüveni
BENİM GÜZEL PABUÇLARIM ıı
Ankara Sanat Tiyatrosu Dersu Yavuz Ahun'un yazdığı bir çocuk oyununu sahneliyor.
Bu tiyatro mevsiminde Ankara'da sahnelenecek olan "Benim Güzel Pabuçlarım",
geçtiğimiz haziranda Alaçatı Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivalinde
Egeli çocuklarla buluştu.
pe
cy
a
Şimdilik sadece filmlerde yaşayan
kahramanlar olarak gördüğümüz
robotların insan gücünün yerini alacağı,
yaygın biçimde kullanılacağı günler çok
uzak olmasa gerek. Daha dün
şehirlerarası telefon görüşmeleri santral
görevlilerinin aracılığı ile yapılırdı, bugün
ise otomatik santrallar bizleri dünyanın
en uzak köşelerine anında ulaştırıyor.
Tele-sekreterler çok kısa bir zaman
diliminde neredeyse ailenin, şirketlerin,
büyük iş merkezlerinin yeni ve
vazgeçilmez üyesi haline geldiler.
Bankamatikler, banka kartları, internet
aracılığı ile yazışmalar, alışverişler,
bilgisayarlar, elektronik oyuncaklar
günlük yaşamımızın bir parçası oldu.
Bütün bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak,
çağı yakalamak için gerekli olan bu
vazgeçilmez değişimler, gelişmeler bir
yandan yaşamımızı kolaylaştırırken,
diğer yandan bir şeyleri de beraberinde
alıp götürmüyor mu? Bir dükkâna girip
dükkân sahibi ile küçük bir sohbetten
sonra alışveriş yapmanın, alacaklarımızı
dokunarak seçmenin zevkini hangi
ekran siparişi verebilir. Karşılıklı oturup
şaka yaptığınız bir tavla arkadaşınızın
yerini bir bilgisayar tutabilir mi? Hatta
arkadaşınızdan daha iyi oynasa bile.
Tiyatro sahnesinden salona atılan bir
lafa gelen yanıtın, kanlı canlı insanla
kurulan bire bir iletişimin sıcaklığını ne
verebilir?
48
Dersu Yavuz Altun, oyununda
çocukların dünyasından yola çıkarak bu
sorunların yanı sıra çağımızda gittikçe
unutulan yardımlaşma, verme gibi
kavramları da irdeliyor. Oyun bir sirkte
Palyaço ve Kocaman'ın (filin) gösterileri
ile başlar. Gösterinin sonunda ortalığa
yayılan tekdüze mekanik bir ses
palyaçoya, müdürün odasında kendisini
beklediğini bildirmektedir. Müdürle
görüşmesinde çevredeki çocuklar
arasında atari, tetris ve benzeri
elektronik oyuncaklarla oynama ve TV
izleme oranlarının çok düşük olduğunu
ve bunun baş sorumlusunun kendisi
olduğunu öğrenir. Bu nedenle müdür,
Elektronikçiler Başkanlığı'nın palyaçonun
işine son verdiğini söyler. Bir palyaço
için çok önemli olan pabuçlarını
bırakarak ya da onları satın alarak sirki
terk etmesini ister. Ancak onları satın
alacak parası yoktur. Palyaço
pabuçlarına tekrar kavuşabilmek için
para kazanmak üzere sirkten ayrılır.
Yolda Paraadam'a, Korkuluk
Karaşapka'ya, Obur'a ve Aşçı'ya,
Çiçekçiye, Mavi Saçlı çocuğa. Yaşlı
kadına, kendisi gibi kovulmuş olan
sirkten arkadaşı Kocaman'a rastlar.
Sonunda hiç para kazanamadığı gibi
sahip olduğu şeyleri karşısına çıkanlara
vermiş sadece bir saksı fesleğeni ile
kalmıştır. Tam ümidini yitirdiği bir anda
sirkten çağrılır, çünkü; çocuklar hep aynı
numarayı yapan robot palyaçodan
sıkılmıştır artık. Ayrıca yağan yağmur
sonucunda devreleri yanan robotlar
çalışamaz olmuştur. Palyaço önce itiraz
etse de ısrarlara dayanamaz sirke döner,
kaldığı yerden gösterilerine devam eder.
a
insanın yerini alması ve getirdiği
sorunlar. Aynı şeyleri tekrar eden
robotlardan söz edilmesi, aynı şeyleri
tekrar eden anonslar, çağrılar bu
konunun çocukların kafasında
netleşmesini sağlaması açısından önemli.
Ancak yazarımız mekanik seslerle
yapılan duyurularda durmadan aynı şeyi
tekrar etmek yerine zaman zaman
palyaço ile karşılıklı diyaloglara yer
vermiş. Hatta pabuçlarını satın alacak
parası olmadığını söylediğinde mekanik
ses, devrelerinin söyleyecek bir şey
bulamadığını belirtiyor. Bu durum
makine ile insan arasındaki ayrımın biraz
kırılmasına yani makinanın
insanlaşmasına neden oluyor... Belki
yazarımız müdürün acımasızlığı
karşısında makinenin bile insafa geldiğini
göstermek istiyor ancak bu oyundaki
amaç müdürün (ya da patronun)
acımasız olabileceğini göstermek değil,
makinenin bir insan karşısında, sadece
aynı şeyleri tekrar eden bir alet
olduğunu göstermek. Zaten sirkteki
çocukların aynı şeyleri yapan robotlardan
sıkılması da bu iletiyi desteklemiyor mu?
Öte yandan oyunda sirk müdürünün
ancak robotlar arızalanınca yaptığı
hatayı anladığı anlatılır. Elinde gösteri
yapacak elemanı kalmadığında palyaço
ve Kocaman'ı sirke geri çağırtır. Bu
pe
cy
Oyundaki tipleri iki gruba ayırabiliriz, ilk
grupta Paraadam, Aşçı, Yaşlı Bayan ve
Çiçekçi yani her şeyi para olarak gören,
para kazanmayı her şeyin önünde tutan
ya da bir çiçeği sulamayı, ona bakmayı
vakit kaybı olarak gören tipler. Diğerleri
ise korkuluk Karaşapka, Mavi Çocuk,
Kocaman ve Palyaço gibi sevginin,
dostluğun unutulduğu, paranın egemen
olduğu bu dünyada yanlızlık çekenler.
Bu tiplerle Palyaço arasındaki
konuşmalar zaman zaman didaktik bir
biçim alsa da yazarımız bunları ince
esprilerle ya da duygu yüklü sevgi
sözcükleriyle süsleyerek oyunun iletisini
güçlendirmiş. Örneğin Paraadam'ın
masal kahramanlarını satmak için
"Emrinde çalışan adamları" ile yaptığı
telefon konuşmaları, Palyaço'nun tüm
karşı koymalarına karşı bulduğu esprili
çözümler salonda bulunan her yaştaki
çocuğa rahatlıkla ulaşıyordu. Yine
Palyaço'nun, Plastik fesleğen yerine
gerçek bir fesleğen alması için döktüğü
diller, Yaşlı Kadın'ı etkileyemedi ama
seyircileri etkiledi ve sanırım çoğu seyirci
çocuk ilk kez o gün evlerinde bir
kenarda öylesine duran küçük bir saksı
çiçeğin varlığını fark ettiler.
Oyunda yer alan konulardan biri, daha
önce de belirttiğimiz gibi teknolojinin
durumda başka robot olsaydı
çağırtmayacaktı gibi bir sonuç çıkmıyor
mu?..
Oyunda işlenen bir diğer konu ise
yardımlaşmanın, paylaşmanın verdiği
mutluluk. Palyaço sürekli karşısına
çıkanlara yardım eder; ceketini, kırmızı
burnunu, mızıkasını verir. Alanların biraz
karşı koysalar da arkalarına bakmadan
gitmeleri bu kadar verici olmanın
çağımız insanı için çok uygun olmadığını
da gösteriyor galiba. Ne dersiniz?
Vermek yerine paylaşmak nasıl olurdu
acaba? Yazarımız, oyunda sadece
kahramanın vermesine değil, diğerlerinin
de ona bir şeyler vermesine fırsat
veremez miydi?
Oyun genel olarak değerlendirildiğinde
tiplemeleri, diyalogları, müziği ile nitelikli
oyun sıkıntısı çekilen günümüzde bu
açığı giderebilecek özelliklere sahip.
Özellikle Paraadam, Karaşapka ve Yaşlı
Kadının oyunculukları ve iyi çizilen
tiplemeleriyle, yalın ve kolay değişimlerin
yer aldığı bir dekor anlayışı ile ilkokul
çağı çocukları kadar onları tiyatroya
götüren yetişkinlerin de zevkle,
sıkılmadan hoşça vakit geçirebilecekleri
bir oyun
49
İZLENİM
Emre Koyuncuoğlu
ASSOS FESTİVALİ
ÜÇÜNCÜ YILINDA
festivale özel bir gazete gibi gelişmeleri de içine barındırıyor.
Ancak bu gelişimin "sağlıklı" kalabilmesi için ne gibi önlemler
alınmalı? Bu soru, Assos'da bu yıl sempozyumda hararetle
tartışıldı. Bazı şeyleri engellemek tabii ki mümkün değil.
Örneğin festival yapısı gereği birçok riski içeriyor ve bunu
taşıyor olması da zaten festivalin deneyselliğini getiriyor.
Katılan sanatçılardan her yıl aynı randımanı almak tabii ki
mümkün değil. Bu yıl da örneğin, geçmiş yıllara oranla
üretimin sonuç aşaması dikkate alınacak olursa, pek başarılı
geçmedi. Ben bunu çok doğal karşılıyorum. Yalnız, şöyle bir
gerçeği de unutmamak gerekiyor. Aslında Katırcıoğlu'nun
festivalin konsept diye belirlediği özellikleri, Türkiye'den kaç
tane grup hakkıyla taşıyor? Belki bazı sanatçıların isimleri ve
birkaç deneysel grup hemen sayılabilecektir, ama daha
sonrası... Bu nedenle zaten dikkat edilecek olursa, Türkiye'den
katılan sanatçılardan bazıları tekrar tekrar festivalde farklı
isimler altında var oluyorlar. (Bazı yabancı sanatçılar da böyle
ama konuyla bunun ilgisi yok) Bu konu hakkında belki
düşünmek lazım. Açıkça en azından Türkiye'de "deneysel" adı
altında (gerçekten olup olmadıklarını tartışmıyorum) iş yapan
tiyatroların bile azlığı hakkında düşünmek lazım. Festivali
besleyen ana damarlardan biri ister istemez tıkalı demek
oluyor, böylelikle. Aynı zamanda da festival bu gerçeği ortaya
çıkarıyor. Ve yurtdışında bu tarz işler yapanlarla, ülkemizde
yapmaya yönelik Türk sanatçılarını bir araya getirip, kendi
kendilerini sorgulama fırsatını sağlamış oluyor. Bu kıyaslama ve
beraber çalışırken tartışma olanağı sağlanacak bir etkinliğin
gerçekleşiyor olması festivalin önemsenmesi gereken bir
özelliği. Belki festival organizasyonu da bundan sonra bu tür
etkinliklerin üzerine daha çok eğilirse, Türk alternatif tiyatrosu
ya da deneysel tiyatrosu kendi yağında mutlu mutlu
kavrulmaktan kurtulup, farklı dinamikler altında kendini
sorgulamaya başlar. Bu nedenle festivalin bu yıl bir anlamda
gazete çıkararak bir başlangıç yaptığı sahne ötesi-gerisi-teorisi
gibi konularda da üretimin sağlanmasını desteklemesi
gerekmekte. Çünkü bilindiği üzere hiçbiri birbirinden bağımsız
gelişemiyor. Ve tüm ortaklıklar birbirini besliyor.
a
Tiyatro sezonuna merhaba derken, Assos Festivali'yle birlikte
yaza da elveda dedik. Festival son güneşli günlerde açık
havada gösteri sanatlarını aşan bir yelpazede, mekânda
üretilmiş yapıtları izleyicisine sunuyor. Bu yıl; Amerika,
Avusturalya, İngiltere, Fransa, Avusturya ve Türkiye'den
altmışa yakın sanatçı bir aylık üretim kamplarını her yıl festival
sanatçılarına yaşam alanı sağlayan Eden Beach Otelleri'nde
tamamlayıp, Assos'un farklı mekânlarında gösterileri sundular.
Ayhan Kayar-Hüseyin Alptekin ekibi, 5. Sokak Tiyatrosu, Çağla
Ormanlar, YaDa Tiyatro Türkiye'den festivale katılan dört
grubu oluşturuyorlardı. Geçen yıla oranla festival izleyicisinde
gözle görülür bir artış yaşandı. Hatta bazı gösterilerde izleyici
kalabalığı, özellikle de arabayla gelenler bir hayli sorun yarattı.
pe
cy
Assos Festivali'ni ilk gününden itibaren izliyorum. İlk yıl Yeşil
Üzümler ekibiyle birlikte festivale katılmış bu ekiple üç ayrı
gösteri yapmıştık. Geçen yıl Cumhuriyet Gazetesi adına
izledim. Bu yıl ise hem gazeteci/eleştirmen, hem de
performansçı olarak iki yönümü birleştirerek katıldım. Her yıl
farklı alanlara doğru festival gelişiyor. Hüseyin Katırcıoğlu bu
açıdan oldukça başarılı bir sanat yönetmeni. Elindeki kısıtlı
paraya rağmen Assos Festivali'ni baştan oturttuğu doğru
konsept üzerinde sürekli zenginleşmesini sağlıyor.
Peki, "Konsepti nedir?" diyecek olursanız; festivalin bu yılki
katalogunda Katırcıoğlu'nun imzası olan giriş yazısından bir
bölüm aktarmak istiyorum. "Assos Festivali alışılmış kalıpların
dışında, kendi anlatımını geliştiren yaratıcı sanatçılara, üretim
ve gösteri ortamı yaratmak, Türk sanatçılarını başka ülkelerden
gelen benzer sanatçılarla bir araya getirerek, dünyaya
açılmalarına olanak sağlamak amacı ile başladı." Gerçekten de
üç yıldır bu yolda hızlı adımlar atıyor. En önemlisi de
sanatçıların çoğu zaman arayıp da bulamadığı bir şansı bu
festivalle birlikte ele geçirmeleri: Üç hafta boyunca kesintisiz
bir proje üzerinde düşünmek ve bunu hayata geçirebilmek için
en temel gereksinimlerinin karşılanması. "Temel
gereksinimlerin karşılanması" özelliği bence çok önemli.
Nedeni ise çok basit. Assos'da yalnızca elinin altında olabilecek
malzemeyle sanatçıyı belli bir yönde gelişecek olan bir
yaratıcılığa zorlayan ve temelde doğa, insan bedeni ve mekân
ilişkilerine yönelik işlerin ortaya çıkmasına teşvik eden bir
durum yaratıyor. Bu da aynı zamanda festivalde üretilen
gösterilerde ister istemez ortak bir dilin oluşmasına neden
oluyor. Festival üçüncü yılında; artık bir teknik ve prodüksiyon
ekibi, bir bürosu, köyün farklı yerlerinde "enformasyon
büroları", gösterilerin yanı sıra yan etkinlikleri, sempozyum ve
50
Bu yılki festivalde performans sanatından birçok farklı türde
örneğin ve enstellasyonun olması da yine heyecan vericiydi.
Keşke plastik alanda daha fazla üretim görebilsek...
Performans dili ve yapısı daha yeni yeni oturmaya başlayan
ülkemizde iyi örnekleriyle karşılaşmak da bence dikkat edilmesi
gereken bir k o n u ©
Foto: Gamze Kutluk -
pe
cy
a
Tanz Atellier'in koreografı Sebastian Prantl, Behramkale'li bir köylüyle dans ederken.
AMATÖR TİYATROLAR
ÜNİVERSİTE TİYATROSUNDA
İLKELER
cy
a
G ü r k a n T e l l i o ğ l u Her birimiz farklı alanlarda uzmanlaşırken
ya da uzmanlaşmaya aday olurken, yarın
bugünden daha yalnız ve daha
yabancılaşmış olacağımız iddiası gerçek
dışı olmasa gerek. Bir koşuşturmaca
içerisinde yaşayageldiğimiz akıl dişilik,
soluduğumuz havaya hakim olsa da
insanlık serüveninin her anında olduğu
gibi birilerinin başka bir yaşam
kurgulamasına ve bu kurgudan hareketle
tavır almasına engel olamıyor.
pe
Böylesi bir başka yaşam kurgusunu
bilimsel bir zeminde üretmek iddiasını
"taşıyan" üniversitelere insan
yaratıcılığının ve zekâsının zenginliği ile
paralel ürünler "sunmuştur" topluma.
Bu yazıda konu edilecek olan üniversite
tiyatroları da sanat ve bilimin ortak bir
zeminde buluştuğu kurumlar olarak,
bugün her zamankinden daha çok
tartışılmaya, değerlendirilmeye muhtaç
durumdadırlar. Bu muhtaçlık bir
olumsuzluktan çok bir potansiyeli ve
önemi ifade eder.
Bond'un söylediği gibi;
"... Teknoloji ve bilimi akla uygun bir
biçimde kullanabilecek bir kültüre
gereksinimimiz olduğu açıkça anlaşılıyor."
Bu gereksinimin karşılanması noktasında
üniversite ve üniversite tiyatrosunun
konumu, yukarda bahsedilen önemli
potansiyeli açıklığa kavuşturmuş oluyor.
Bu da bilim ve teknolojiyi üretenlerin
birinci elden üretimlerine eleştirel
yaklaşarak sanat aracılığı ile toplumsal
gelişime ve kültüre katkı koymayı,
duyarlılık yaratmayı adres gösteriyor.
Üniversite tiyatrosu üzerinde yürütülecek
böylesi bir tartışma her biri ayrı ayrı
üniversite ve tiyatro-bütünlük taşıyan iki
alanın buluşması anlamında bir başlangıç
ve sistematiğe ihtiyaç duyar. Bu başlangıç
burada tüm tarafları kapsayan bir ilke
tartışması ile yapılacak.
Bu ilkeler bütünü ayağımızı bastığımız
yerin nitelikleri nedeniyle bir mutlakiyet
taşımayacak, farklı süreçler yaşayan
tiyatro toplulukları için somut olacak ve
var olan pratikle tartışma içinde olacak.
Bu bütünün yaşama geçirilmesi ise var
olan üniversite tiyatrosu pratiğinin de
mutlak olmadığının anlaşılmasından daha
önemli olmayacak...
Üniversitenin sürekli akan dinamiği
içerisinde yeni gelenlere nasıl merhaba
diyoruz ve mezun olanları nasıl yolcu
ediyoruz? Birbirimizle ilişkilerimiz hangi
temel üzerine kurulu? Ahlâki kaygılarımızı
paylaşıyor muyuz veya böyle bir tartışma
ilgimizi çekiyor mu? Ve bütün bunlar
üniversite tiyatrosunu ilgilendiriyor mu?
Tüm topluluklar kendi koşullarında bu
sorulara bilinçli ya da bilinçsiz bir cevap
veriyor aslında. Bu cevaplar da olması
gerektiği gibi bir çeşitlilik ve renk içeriyor.
Hâl böyle iken bu doğal çeşitliliğin altında
yatabilecek ortak bir noktanın olup
olamayacağı sorusu ilkeler sorusuna bir
cevap oluşturabilir belki de.
a
değerlendirdiğimizde; hemfikir
olduğumuz bilimsel temellerle çelişki
içinde olunduğu ortaya çıkar.
pe
cy
Tüm üniversitelerin doğal bir katılım
hakkına sahip olduğu ünivertise
tiyatrosu bu hakkı kullananların çok
farklı gerekçelere sahip olarak girdiği bir
odada buluşturur üniversitelileri. Bu
buluşma bir coşku, duyarlılık ve kaygı
taşır. Ve tiyatro algısının ortaklaşmamış
olması, birlikte iş yapmaya yabancı oluş.
kapıdan bacadan girmeye fırsat kollayan
kaosu üniversitelilerin ensesinde tutar.
Kültür ve sanat faaliyetleri içerisinde
disiplinli bir çalışmaya duyduğu ihtiyaç ve
gereksindirdiği bilgi ve deneyim ile
tiyatro ayrı bir yere sahiptir.
Katılımcıların yukarda bahsedilen
nitelikleriyle böylesi bir sahne sanatının
buluşması üniversiteli bir nitelik
taşıyacaktır. Yani bilimsel bir bakış
açısıyla tiyatro yapma eyleminin her
adımının sistematik bir biçimde tarif
edildiği, tartışılmış ve sorgulanmış bir
metod oluşturacaktır. Her birey
toplulukta bir renktir. Bu renkler üretken
kılındıkları ölçüde topluluğun
zenginliğinin ifadesi olurlar. Bu zenginlik
ise araştırmanın, soru sormanın,
okumanın sonunda ortaya çıkar.
Buraya kadar dile getirilen bilimsel
temeller üzerine inşa edilmiş üniversite
tiyatrosu modeline karşı bugüne kadar
herhangi bir muhalefete rastlanmadı.
Bunu bir fikir birliği olarak kabul edersek
var olan ünivertise tiyatroları pratiğini
Bu çelişki üniversitede tiyatro yapmakla
üniversite tiyatrosu arasındaki gerilimden
kaynağını alır. Ünivertisede tiyatro
yapmak isteyen öğrencilerin sıradan
birlikteliğini üniversite tiyatrosunu
evriltmek demek, bu dinamik yapıya
ayak uyduracak bir devinimi öngören,
bilgi ve deneyimleri yeni gelen
katılımcılara aktarabilmek için bir
gelenek ve kurumsallaşma sürecini
tartışan, çevrenin çehresini
değiştirebilmek için çevreyle ilişkileri
üzerine kafa yoran, tükenmekten çok
üretmek kaygısında olan insanların
anlamlı birlikteliğini üretmek demektir.
İşte bu da sadece tiyatro yapmaktan
başka bir iddia taşır. Üniversiteli olmak
iddiası.
Bugün bu iddia çok popüler olmasa da,
üniversitelerimizin üniversite olma
yolundaki sorunlarının çözümü için
taşıdığımız umut, üniversitede
tiyatronun üniversite tiyatrosu olması
yolunda ufukta gördüğümüz ışıktır aynı
zamanda.
Bizden sonrası tufan diyen anlayışın taş
üstüne taş koymayı imkânsız kılan tavrı
toplumsal yaşamımızın "gelişim"
yönündeki değişimini baltalarken,
aslında en büyük tıkanıklıklardan birini
de üniversitelere dayatır. Akademik
yaşantımızın her anını, kültürel ve sosyal
yaşantımızı kısır bir döngü içine sokan
bu dayatma, üniversiteyi oluşturan tüm
unsurlar tarafından bir bütün olarak
algılanmadıkça, hocalarımız onların
varlık gerekçeleri olduğumuzu unutmaya
devam edecek, öğrenciler onlara
sunulanla yetinecek ve belki gelen yıllar
gidenleri aratacak. Yani üniversite
varoluşunu yadsıyacak.
Bugün bulunduğumuz bu noktadan
kurgularımıza giden yolda üniversite
tiyatrolarının üniversiteye de tiyatroya da
katkı koyacağı noktaların anlam ve
önemi açık. Böylesi bir müdahalenin
tarafı olan üniversitelilerin yapacağı açık
yürekli bir ilke tartışması sadece
üniversite tiyatrosu için değil, akademik,
kültürel ve sanatsal yaşantımızın
bütünlüklü algılanması için de netlik
yaratacak bir zemin oluşturacaktır.
Bu zemin üniversitede yetişkinler arası
eşit ilişki biçimini, emeğin
çalışmalarımızdaki değerini, birbirimize
karşı sorumluluklarımızı, değişme ve
değiştirme iddialarımızı belirleyecektir.
Yapılacak onca iş bizi beklerken
birbirimizden coşkumuzu esirgemeyerek
kendimizle bir an önce hesaplaşmalıyız©
53
AMATÖR TİYATROLARDAN HABERLER...
BÜO "Kafkas
Tebeşir
Dairesi"ni
Sahneliyor
olmak zorunda olan, ancak iç körlükleri
ve aşırı bireyci yapılarıyla birbirlerini
sürekli tüketen küçük insanları anlatıyor.
Sahne düzenini Songül Coşkun'un
yaptığı oyunda Kemal Bilginer, Ahmet
Vahapoğlu, Aslı Paçacı, Ercan Temel ve
Saadettin Kan rol alıyor. Bakırköy
Oyuncuları, bu sezon ikinci oyun olarak,
İstanbul Sahnesi'yle ortak olarak
yürüttüğü "Otamatik Portakal'ın
çalışmalarını da sürdürüyor.
cy
a
Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları, 97-97
sezonuna Bertolt Brecht'in "Kafkas
İ.Ü. Öğrenci
Şenliği
pe
Tebeşir Dairesi" adlı oyunu ile girdi.
Brecht'in olgunluk dönemi eserlerinden
olan "Kafkas Tebeşir Dairesi" Ekim
ayında Boğaziçi Üniversitesi Demir
Demirgil Salonu'nda sahnelendi. Dört ay
süren bir hazırlık dönemi sonunda 40
kişilik bir kadro ile sahnelenen eserin
çevirisi Can Yücel'e ait. Oyunun rejisi ise
Kerem Eksen, Celal Mordeniz, Zeynek
Okan, İhsan Özçıtak ve Aysan Sönmez'e
ait.
Bakırköy
Oyuncuları'nda
"Körler"
Bakırköy Oyuncuları, yeni dönemin ilk
oyunu olarak, Cem Yalın'ın yazıp
yönettiği "Körler" adlı oyunu
sahnelemeye başladı. 16. Yüzyıl Flaman
ressamı Pieter Bruegel'in aynı adlı
tablosundan esinlenerek üretilen oyun,
fiziksel körlükleri nedeniyle birarada
54
I.Ü. Öğrenci Şenliği 4 Ekim 1997
Cumartesi I.Ü. Rektörlük ön bahçesinde
gerçekleştirildi. Şenlik 4 yıldır Öğrenci
Kültür Merkezi kulüplerinde kültürel
faliyetleri sürdüren öğrenciler tarafından
düzenlenmektedir. Ö.K.M.'nin
kuruluşundan bu yana çalışmaları
sürdüren Tiyatro Kulübü ise şenlik
programında "Üniversite Dedikleri" adlı
gösteri ile yer aldı. Topluluğun
doğaçlama çalışmaları sonucu olarak
ortaya çıkan gösterisi, öğrencinin
üniversite öncesi ve sonrası yaşantısını,
üniversite içindeki konumunu mizahi bir
üslûpla ortaya koyuyor.
Tiyatro
Boğaziçi'nden
Fırtına
II
II
Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nun
tiyatro birimi Tiyatro Boğaziçi, William
Shakespeare'in Fırtına adlı oyunuyla
yeniden seyirci karşısına çıkıyor.
Geçtiğimiz yıl Boğaziçi Üniversitesi'nde
sergilenen Fırtına, bu yıl Ekim ayı içinde
B.Ü.'de yapılan gösterilerin ardından
Kasım ayı içinde her Pazar, Hadi Çaman
Tiyatrosu'nda sergilenmeye devam
edecek. Fırtına, II. Ankara Tiyatro
Festivali kapsamında 29 Kasım tarihinde
Ankara'da da sergilenecek.
Fırtına, Shakespeare'in yazdığı son
oyun. Hem trajedi hem de mizahi
yönlerinin bir arada olması onu
Shakespeare'in 'problem play'leri
arasına sokuyor. Bu nedenle geleneksel
tiyatro bölgesinin hayli temkinli olduğu,
deneysel bir yaklaşımdan uzak kalmaya
dikkat ettiği, alternatif tiyatro
bölgesinin ise fazlasıyla rağbet
ettiği ve denysellik enflasyonuna
boğduğu bir oyun. Klasik
sahnelemeler Shakespeare'e
sadık kalmayı yeğlerken, avantgarde yaklaşımlar oyunun
sunduğu malzemenin şu ya da
bu yönünü fazlasıyla öne
çıkarmaya eğilimli görünüyorlar.
MitosBOYUT Tiyatro Yayınları
Y E N İ
1. Bertolt Brecht / Bütün Oyunları
K
İ
T
A
P
L
A
R
Cilt 7
Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Galileo (Amerika Metni)/Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin
Fiyatı Nedir. (Çev. Ahmet Cemal)
2. Bertolt Brecht / Bütün Oyunları
Fiyat: 2.000.000.- TL.
Cilt 10
Schweyk (Çev. Yücel Erten) / Malfi Düşesi (Çev. Filiz Ofluoğlu).
3. Bertolt Brecht /Bütün Oyunları
Fiyat: 1.600.000.- TL.
Cilt 11
Kafkas Tebeşir Dairesi (1949)/Kafkas Tebeşir Dairesi (1954) (Çev. Yılmaz Onay) /Sofokles'in Antigone'si
(Çev. Ahmet Cemal)
Fiyat: 1.600.000.- TL.
4. Müjdat Gezen / Salak Oğlum
Günümüzde geçen bir evlenme olayının, ortaoyunu biçiminde eğlenceli anlatımı.
5. Behiç
Fiyat.: 400.000.- TL.
Ak / Ayrılık
Boşanmış bir çiftin, bir gün biraraya geldiklerinde eski yaşamlarını tartışlar. Çelişkiler, aykırılıklar,
6. Yuri Liubimov / Kutsal Ateş
a
aldatmalarla dolu bir beraberliğin ironik güldürüsü.
Fiyat: 400.000.- TL.
(Çev. Ali Berktay)
pe
cy
Rus tiyatrosunun yaşayan en ünlü yönetmeninin, tiyatro sanatına adanmış yaşamından anılar ve kendi
portresi. Rus tiyatro sanatının araştırma ve yenilik geleneğinin yaşatıldığı Taganka Tiyatrosu'nun Sovyet
yönetimi ile ilişkilerinin bilinmeyen ilginç tarihçesi.
Fiyat: 600.000.- TL.
7. Müjdat Gezen / Babam
Sanatçının yeni oyunu. Oyun, 1997 Bakırköy Belediyesi Oyun Yazma Yarışmasında
Başarı Ödülü almıştır.
Fiyat: 400.000.- TL.
8. Müjdat G e z e n / Gırgıriye
Sulukule'de yaşayanları anlatan eğlenceli, müzikli bir komedi.
Fiyat: 400.000.- TL.
9. Prof. Ayşegül Yüksel / Çağdaş Türk Tiyatrosundan On Yazar
Çağdaş Türk tiyatrosunun oluşturulmasında büyük katkıları olan on yazarın tüm oyunlarını inceleyen bir
çalışma. Yazarlar: Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, M.C. Anday, O. Rifat, H. Taner, S. K. Aksal, T. Özakman,
V. Öngören, O. Arayıcı, M. Baydur.
10. Eşber
Yağmurdereli
Fiyat: 500.000.-TL.
/Akrep
Düşünce suçundan mahkûm olmuş Av. Yağmurdereli'nin eski hapisane yaşamından derlediği, duygu yüklü
bir özgürlük çığlığı. AST'nun sahnelediği oyun.
Fiyatı: 400 00-TL
MitosBOYUT Yayınları (TEM Yapım Yayıncılık Ltd. Şti.)
Ağa Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu/İST. Tel. (212) 249 87 37-38 Faks. (212) 249 02 18
55
tiyatro
Tiyatro'dan Önce...
Tiyatrodan Sonra...
TİYATRO KLÜBÜ
İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR
Tel: (0216) 337 49 20
Fransız Cafelerinin kendine özgü
havasında, günün her saati hoş
vakitler geçirebilirsiniz.
CAFE SIĞINAK
İndirim: %15
Caferağa Mah. Muvakkithane
Cad. No:30/4 Kadıköy-lst.
Tel: (0216) 349 18 94
Yozlaşma, iletişimsizlik,
üretkensizlik ve sevgisizlik
yağmurunun sağnak haline
geldiği bu topraklarda
sığınabilecek bir yer ararsanız
Sığınak Cafe'deyiz.
ÇATI RESTAURANT
İndirim: % 8
İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın
Sk. No: 20/7 Beyoğlu-lst Tel:
(0212)251 00 00
DARÜZZİYAFE
İndirim: %15
Şifahane Sk. No: 6
Süleymaniye-lst
Tel: (0212) 511 84 14
Türk Musikisi'nin sihirli
nağmelerini dinleyerek
mutfağımızın eşsiz lezzetlerini
tarihi bir mekânda tadabilirsiniz.
Not: Ctesi akşamları saat
8.00-10.00 arası Canlı Fasıl
EL MARIACCHI
İndirim: %10
Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah
Sk. No: 16 Ihlamur-lst
Tel: (0212) 231 28 07
Meksika mutağının tadına
doyulmaz yemeklerini tattınız
mı? Tatmadıysanız o halde El
Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz.
FEHMİ BABA ET LOKANTASI
İndirim: %10
Meşrutiyet Cad. No: 33
Galatasaray-lst
Tel: (0212) 293 93 26
cy
a
Karid es Güveç'te, Balık ve çeşitli
et yemeklerinin sunulduğu
zengin menüsü ile sabaha karşı
tadına duyamayacağınız İşkembe
Çorbasıyla son bulan
unutamayacağınız bir gece için
her Çarşamba, Cuma, Ctesi
günleri I. T. Ü. Devlet
Konservatuvarı Yüksek Lisans
öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve
Türk Sanat müziği eşiliğinde
nezih bir ortamda leziz
yemeklerimizi tadarak hoş
saatler geçirebilirsiniz...
Not:: Kredi Kartı geçerli değildir.
BAHAR LOKANTASI
İndirim: %10
Istinye Cad. No: 134 Istinye-lst
Tel: (0212) 277 85 55
BAY BALIKÇI
İndirim: %10
Kefeliköy Cad. No: 14
Kireçburnu-lst
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân.
CAFE LA PORTE
İndirim: %15
Miralay Nazım Sk. No: 15
Bahariye-lst.
Tel: (0216) 418 08 59
Alışılagelmişin dışında zengin
menüleriyle sıcak bir sevgi
ortamında buluşalım.
CAFE LEBON
indirim: %10
İstiklâl Cad. No: 445
Beyoğlu-lstanbul
Tel: (0.212) 252 54 60
CAFE SHOP
İndirim: %10
Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk.
No:34 Bahariye-lst.
pe
SANAT RESTAURANT
İndirim: %10
Balık Pazarı Nevizade Sk. No.23
Beyoğlu-lstanbul
Tel: (0212) 244 13 09
Memnun kalan konuk her
zaman hatırlar, memnun
kalmayan konuk asla unutmaz.
A LA TURKA RESTAURANT
İndirim: %10
Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8
Ortaköy-lstanbul
Tel: (0212)258 79 24
Ortaköy'ün ilklerinden.
Meydanın ve boğazın otantik
atmosferinde Türk mutfağının
en güzel örneklerini sunuyor. Üst
katında yer alan ODA "Kişiye
Özel Salon" ise her türlü grup
organizasyonları, seminer.
konferans, toplantı, doğum
günleri, kahvaltılar için sadece
"SİZE ÖZEL"
ALA-TURKA MEŞK REST.
İndirim: %10
Çarşıarkası Sk. No: 32. 1.
Levent-lst
Tel: (0212) 283 45 63
Sıcacık bir ortamda özlediğiniz
tatlarla an-nenizin mutfağı kadar
özenli, sevgi dolu sofralarda
Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla.
ASİTANE RESTAURANT
İndirim: %10
Kariye Camii Sk. No: 18
Edirnekapı-lst
Tel: (212) 534 84 14
Osmanlı Saray Mutfağının
doyumsuz lezzetlerini UDİ'nin
hoş nağmeleri eşliğinde tatmak
için Asitane de buluşalım.
AŞİYAN RESTAURANT
İndirim: %10
Kalamış Yat Limanı Kalamış-lst
Tel: (0216) 349 55 69
SERAGLİO BAR
DENİZ ÜRÜNLERİNDE
EN İYİSİ
Sahil Yolu No: 41 Üsküdar
(Kız Kulesi karşısı)
Tel: (0216) 341 04 03 - 334 40 46
56
Garibaldi.
GOLDEN KYLIN CHINESE
RESTAURANT
İndirim: %15
Receppaşa Cad. No: 5 Taksiın—İst
Tel: (0212) 256 36 45
Uzak Doğu'dan gelen esinti
rüzgârlanyla hoş bir ortamda
hakiki Çin Mutfağını ta­
dabilirsiniz.
GOODFELLAS BAR-REST.
İndirim: %15
Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişi i-lst
Tel: (0212)233 00 36
Şafak Yaprak & Orkestrası
MOLIERE
CAFE & BAR
Harikulade ortam
ve manzara
Her gün canlı süper müzik
Salacak Sahil Yolu No: 41
Üsküdar
Tel: (0216) 341 04 03
334 40 46
FLAMİNGO BAR-REST
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 15/B
Taksim-lst
Tel: (0212) 235 78 54
Alt kattaki Akşam Barımızda
nefis içecekler üst kattaki
Restaurantımızda zengin mutfak
çeşitleri ile özel günlerinizde tüm
beklentilerinize yanıt verecek ve
dostlarınızla unutamayacağınız
saatler yaşamak istermisiniz.?
Böyle bir ortamı bulamadıysanız
o halde; biz bu ortamı size
yaşatacağız...
Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl
GALATA BAR/MEYHANE
İndirim: %8
Orhan Apaydın Sk. No: 11
Beyoğlu-lst.
Tel: (0212) 293 11 39
Her akşam fasıl eşliğinde nefis
yemekleriyle sizlerle.
GARİBALDİ
indirim: %10
İstiklal Cad. Oda Kule yanı N o: 1
Beyoğlu-lst
Tel: (0212) 249 68 95
Nostaljik bir ortamda güzel vakit
geçirmek için tek adres
EN İYİ YER MOLIERE
BABAM ÖYLE DİYOO!
Lamartin Cad. No: 3/1 Taksim
Tel: (0212) 256 92 80
eşliğinde her Salı, Perşembe,
Cuma, C. tesi günleri. Canlı Caz
Müzik dinleyebilirsiniz.
CAFE KİKKA
İndirim: %10
Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18
Erenköy-lst Tel: (0216) 411 15
20
Cafe Kikka'da kahve cehennem
kadar karanlık, ölüm kadar güçlü
aşk kadar tatlıdır.
KHALKEDON
RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Münir Nurettin Selçuk Cad.
Kalamış Spor Tesisleri Kadıköyİst.
Tel: (0216) 349 58 72
Altı yıl boyunca adıyla
özdeşleşmiş, Bizans harabeleri
dekoruyla hizmet veren
Khalkedon Bar bahçesindeki
Viking dekoruyla; restaurant
bölümü ile Grup Tempo
eşliğinde yemek yemeniz ve
eğlenmeniz için Kalamış'ta.
LA BOHEME - ŞAMATA
GARDEN
İndirim: %10
Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-lst.
Tel: (0212) 261 75 20
Boğaz manzaralı yazlık
restaurant ve barımızda canlı
müzik eşliğinde uluslararası
mutfağımızdan seçmeleri
tadabilirsiniz.
LE SELECT
İndirim: %20
Manolya Sk. No: 21 Levent-lst
Tel: (0212) 268 21 20
Uluslararası Mutfağı ile Le Select
LITTE CHİNA
İndirim: % 10
1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan
-İst
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
Gün Batımında Haliç
sakin bir ortamda sohbet olanağı
hafif müzik.
Çar, Cuma, C.tesi günleri akustik
canlı müzik, günlük gazete,
dergi, kitap okuma olanağı grup
toplantıları ve grup yemekleri için
ayrı bir mekân.
MOLIERA CAFE-BAR
İndirim: % 20
Lamartin cad. No: 23/1 Taksim
Tel: (0.212) 256 92 80
PANE VİNO
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst
Tel: (0212) 248 84 65
Kuzey İtalya mutfağının mevsime
göre üç ayda bir değişen leziz
yemekleri ve sürpriz specıalleri
özel Grappa içeceği eşliğinde.
Not:: Pazar günleri kapalıdır.
PARSİFAL
İndirim: %15
Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst
Tel: (0212) 245 25 88
Vejeteryenler, ağzının tadını
bilenler ve küçük bir serüvene
hazır herkes için Parsifal
Beyoğlu'nda.
RAQUETE RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Sadi Gülçelik Spor Sitesi Istinye
Tel: (0212) 276 50 87
RİSTORANTE İTALİANO
İndirim: %7
Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ
Tel: (0212) 247 86 40
ROUTE CAFE 66
İndirim: %15
Osmanağa Mah. Süleymanpaşa
Sk. No: 13 Bahariye-İst Tel:
(0216)336 24 66
Geçmişten gelen geleceğin adı.
Not: İndirim Alışveriş Merkezi için
de geçerlidir.
SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK.
İndirim: % 15
Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk.
No: 12 Kadıköy-lst
Tel: (0216)414 42 06
Kitabevi ve cafenin ötesinde
sanatsal-kültürel etkinliklerde
bulunan Sahaf Cafe şimdi de
Ergün-Özcan Tamer
Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma
tiyatrosu her pazartesi saat
18.30'da sizlerle
SEAPORT
İndirim: % 10
Yalıboyu Cad. No: 36 Beylerbeyi
Tel: (0216) 321 14 93
SICAK RESTAURANT
İndirim: %10
Keskin Kalem Sk. No: 37
Esentepe -İst
Tel: (0212) 267 38 56
Akdeniz mutfağının seçme
yemekleriyle sıcak bir ortamda
yemek yemek ister misiniz?
TANDOORI RESTAURANT
İndirim: % 20
Alkent Sitesi Tepecik Yolu
Etiler -İst
Tel: (0212) 257 84 79
Türkiye'de ilk ve tek Pakistan
Hint Mutfağı.
TEGİK RESTAURANT
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 20
Taksim-lst
Tel: (0212) 254 66 99
Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve
lapon Mutfaklarından da
örnekler sunan Uzak Doğu
Mekânı. Kore Mutfağını tanımak
isteyenlere özel menü öneriliyor.
Koreden getirilen özel pişerme
üniteli masalarda yer alıyor.
T-BONE STEAK HOUSE REST.
İndirim: %15
İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi)
Küçük Bebek Cad. No: 16 K.
Bebek-lstTel:(0212)287 05 11
Fransız ve İtalyan Mutfağının
sizlere sunduğu lezzetli ve
değişik yemeklerle hoş bir
ortamda hafta sonu canlı müzik
eşliğinde güzel saatler
geçirebilirsiniz.
TIFFANY T-R-M
indirim: % 5
Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-lst.
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân
THE CHINA RESTAURANT
İndirim: % 10 (Gece)
İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı
indirimi)
İndirim: %15 (Gündüz)
İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı
indirimi)
Lamartin Cad. No: 17 Taksim-lst
Tel: (0212) 250 62 63
Sizlere ilk defa Çin mutfağının
lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı
yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş
gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin
mutfağını sevenler veya Çin
mutfağının tatlarını merak
edenler için hizmetinizde.
VAGABONDO'S RESTAURANT
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Köybaşı Cad. No: 278
Yeniköy -İst
Tel: (0212) 299 00 54
cy
a
Tel (0216) 363 50 90
2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş
Merkezi Etiler-lst Tel: (0212) 263
17 15
3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5
Bebek
Litte China'larda sunulan
yemekler Çin'in "Cantonese"
bölgesinin özel yemekleri, bu
mutfağı bilenler ve merak
edenler için...
LİTTE İTALY BAR-REST.
İndirim: %10
İstiklal Cad. Örs Turistik İş
Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8
Beyoğlu -İst
Tel (0212) 243 17 18
MANDRA TAVERNA
İndirim: %10
Ergenekon Cad. No: 73/B
Pangaltı-lstanbul
Tel: (0.212) 241 47 36
MAVİŞ MANTI
İndirim: %10
Yeni Çarşı Cad. No: 76
Galatasaray -İst
Tel: (0212) 249 48 94
MESERRET
CAFE-BAR-RESTAURANT
İndirim: %10
Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4
Tepebaşı-lstTel:244 39 55
pe
KRYOLAN
Profesyonel Makyaj Malzemeleri
ACADEMİE
Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri
FREED
Dans ve Bale Malzemeleri
DANSKIN
Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri
SHOW & KARNAVAL
Malzemeleri ve Aksesuarları
PROFESYONEL SİHİRBAZLIK
Malzemeleri
KOSTÜM ve MASKOTLAR
Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri
VİRA KOZMETİK SAN. ve TIC. A.Ş. Merkez: Fener Kalamış Cad. No: 26/13 Kat: 3 81030 Kızıltoprak-istanbul Tel: (0-216) 347 30 70-347 71 60 Fax: (0-216) 337 05 25
Şube: Kastel iş Merkezi No: 36 Beyoğlu-istanbul (Atlas Sineması Pasajı Kuyumcular ve Antikacılar Çarşısı) Tel: (0-212) 293 36 37
İSIANBUL'DA YAŞAMAK
KİTABEVLERİ
• Dünya Tünel Kitabevi
İndirim: %5
İstiklal Cad. No: 496
Beyoğlu-lstanbu
Tel: (0.212)249 10 06
• Dünya Bebek Kitabevi
İndirim: %5
Cevdet Paşa Cad. No: 232/1
Bebek-lstanbul
Tel: (0.212) 265 71 03
• Dünya Nişantaşı Kitabevi
İndirim: %5
Teşvikiye Cad. No: 164/3
Nişantaşı-lstanbul
Tel: (0.212) 247 05 90
• Dünya Kadıköy Kitabevi
İndirim: %5
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-lstanbul
Tel: (0.216) 347 79 06
• Dünya Cağaloğlu Kitabevi
İndirim: %5
Narlıbahçe Sk. No: 13
Cağaloğlu-lstanbul
Tel: (0.212) 513 50 79
• Dünya Capitol Kitabevi
İndirim: %5
Tophanelioğlu Cad. Altunizade
Üsküdar-lstanbul
Tel: (0.216) 391 18 80
• Dünya Svviss Otel Kitabevi
İndirim: %5
Swiss Oteli Maçka
Maçka-lstanbul
Tel: (0.212) 259 02 26
• Dünya Hilton Oteli
Köşk Kitabevi
TİYATROLAR
KOCAELİ
Beşiktaş Kültür Merkezi
Hasfırın Sok. No: 75 Beşiktaş
Tel: (0.212) 260 11 56
İstanbul Üniversitesi Maçka
Maden Fakültesi
Tel: (0.212) 231 21 00
Dormen Tiyatrosu
Ergerekon cad. No: 98 Pangaltı
Tel: (0.212) 241 27 37
Tiyatroom
Beşiktaş Kültür Merkezi
Tel: (0.212) 260 11 56
H. Çaman Yeditepe
Oyuncuları
Teşvikiye Cad. No: 160
Tel: (0.212) 225 71 98
Yayla Sanat Merkezi
Maltepe Sahil Yolu, Süreyyapaşa
Tesisleri Maltepe
Tel: (0.216) 383 99 20-21
Kenter Tiyatrosu
Halaskargazi Cad. No: 35
Harbiye
Tel: (0.212) 246 35 89
İST. DEVLET TİYATROLARI
AKM Büyük Salon
Tel: (0.212) 245 25 90
Azizi Nesin Sahnesi
Tel: (0.212) 245 25 90
A K M Oda TiyatrosuTel:
(0.212) 245 25 90
Taksim Sahnesi
Tel: (0.212) 249 69 44
Tiyatro Günbay
Kocamustafapaşa Çevre
Tiyatrosu
Tel: (0.212) 585 59 35
İST. BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
ŞEHİR TİYATROLARI
Harbiye M. Ertuğrul Sahnesi
Tel: (0.212) 240 77 20
Harbiye Cep Tiyatrosu
Tel: (0.212) 240 77 20
Fatih R. Nuri Sahnesi
Tel: (0.212) 526 53 80
Üsküdar M. Celal Sahnesi
Tel: (0.216) 333 03 97
Kadıköy H. Taner Sahnesi
Tel: (0.216) 349 04 63
Gaziosmanpaşa Sahnesi
Tel: (0.212) 578 60 67
Tiyatro İstanbul
İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi
Tiyatro Salonu - Balmumcu
Tel: (0.212) 275 21 10
Tiyatro Mie
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
Tel: (0.216) 347 48 31
Yunus Emre Kültür Merkezi
Tel: (0.212) 661 19 41
Tiyatro Ti
Martı Sanat Evi Baro Han
No:330 Beyoğlu
Tel: (0.212) 244 18 00
BKM Oyuncuları
TiyatroKare
pe
cy
AFA KİTABEVİ
İndirim: %20
İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17
Beyoğlu-lstanbul
Tel: (0.212)249 22 18
AKYÜZ KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-lstanbu
Tel: (0.216)336 90 81
BAKIRKÖY KİTAP SARAYI
İndirim: %15
Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8
Bakırköy-lstanbul
Tel: (0.212) 542 48 83
BEYAZ A D A M KİTABEVİ
İndirim: %15
İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk.
No: 1/A Bakırköy-lst.
Tel: (0.212) 561 20 92
EVRİM KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi No: 78-106
Kadıköy-lstanbul
Tel: (0.216)347 49 63
DÜNYA AKTÜEL
İndirim: %5
Hilton Oteli Elmadağ
Harbiya-lstanbul
Tel: (0.212) 233 00 94
• Dünya Holliday İn Crovvn
Plaza Kitabevi
İndirim: %5
Holliday İn Oteli
Ataköy-lstanbul
Tel: (0.212) 559 11 95
• Dünya Maltepe Kitabevi
İndirim: %5
Maltepe Sahil Yolu S Plajı
İstasyon yanı
Maltepe-lstanbul
Tel: (0.216) 442 09 50
• Dünya Borsa Kitabevi
İndirim: %5
I.M.K.B. Binası
Maslak-lstanbul
GENÇLİK KİTABEVİ
İndirim: %10
Mühürdar Cad. No: 68
Kadıköy-lstanbul
Tel: (0.216)337 96 05
MEFİSTO KİTABEVİ
İndirim: %15
İstiklâl Cad. No: 173
Beyoğlu-lstanbul
Tel: (0.212) 293 19 09
Bakırköy Belediye Tiyatrosu
a
YANYALI RESTAURANT
İndirim: %10
Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı
İsmail Sk. No:1 Kadıköy-lst.
Tel: (0216) 336 33 33
1919'dan beri Anadolu
yakasında Türk mutfağını
yaşatan Yanyalı; nostaljik
salonu, seçkin kadrosu ile
damak zevkine hitap eden
100'e yakın yemek çeşidiyle
hizmet vermektedir.
BÖLGE
T İ Y A T R O S U
Telefax: 0.262. 324 10 90 Tel: 0.262. 331 62 54
başlıyoruz...
19. D ö n e m Ö z g ü n Eğitim
AZİZNAME '95
Tiyatro ve Yaratıcı Drama Kursları
1997-1998
Çocuklarımıza özgüven duygusu,
estetik yaratım yeteneği, doğru ve
güzel konuşma, uyumlu kişilik,
perspektif algılama, güzel sanatlara
yönelim, kültürel gelişim, üretkenlik,
sanatçılığa ilk adım
- 2 Perde Yazan
Aziz NESİN
Yeniden Düzenleyen
Yücel ERTEN
Yöneten
Burhan AKÇİN
HAKKARİ'DE
BİR M E V S İ M
- 2 Perde Roman
Ferit EDGÜ
Oyunlaştıran
Kadir YÜKSEL
Yöneten
B. AKÇİN - K. YÜKSEL
7-17 Yaşlar Arası Farklı Yaş Grupları
BU YIL VERİLECEK DERSLER
X MİMİK ROL
X MÜZİK
X YARATICI DRAMA X SAHNE
X DOĞAÇLAMA
X HAREKET
X DANS
X TİYATRO TARİHİ
SEN BEN Y O K
BİZ V A R I Z
- Çocuk Oyunu -
GODOT'YU BEKLERKEN
- 2 Perde -
ŞİRİNLER
Müzikli Çocuk Oyunu -
Yazan
Yazan
Muharrem BUHARA
Petra FORHMANN
Yazan
Samuel BECKET
Yöneten
Yöneten
Yöneten
Burhan AKÇİN
Burhan AKÇİN
Taner BÜYÜKARMAN
GİŞE: 331 62 54 - 321 48 61'DEN Belediye İşhanı Batı Blok Kat. 5 41040 İZMİT
58
a
pe
cy
a
pe
cy

Benzer belgeler

izlenim - Tiyatro Dergisi

izlenim - Tiyatro Dergisi SÖYLEŞİ: "AMACIMIZ ÖNCE SEYİRCİMİZİ OLUŞTURMAK" Ata Ünal / S. 32

Detaylı

izlenim - Tiyatro Dergisi

izlenim - Tiyatro Dergisi Yeşim Demir Teknik Müdür: Erkut Anburnu Dizgi: Nuray Lale Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz Ofset Hazırlık: Tiyatro Yapım Baskı: Stil Matbaası Abone Bedeli: 5.000.000. - Kurumlar

Detaylı