Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi

Transkript

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Güz 2011, Sayı : 33
Autumn 2011, Number: 33
İletişim 2003/18
BOŞ SAYFA
II
G. Ü. İ. F. Adına Sahibi
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Rıza AYHAN
Nurettin GÜZ
Editör
Cengiz ANIK
Editör Yardımcıları
Umur IŞIK
Ayşe Gül SONCU
Yayın Kurulu
Zülfikar DAMLAPINAR
Sirel GÖLÖNÜ
Yayın Kurulu Sekreteryası
Ç. Murat HAZAR
Cem YAŞIN
Eda TURANCI
Danışma Kurulu
Ömer AÇIKGÖZ
Suat ANAR
Nejdet ATABEK
Ümit ATABEK
Bilal ARIK
Nabi AVCI
Burhan AYKAÇ
Aysel AZİZ
Hasan BACANLI
Hamza ÇAKIR
Dilruba ÇATALBAŞ
Yusuf DEVRAN
İhsan ERDOĞAN
Fatma GEÇİKLİ
Suat GEZGİN
Nilgün GÜRKAN
Nurettin GÜZ
Metin IŞIK
Seçil DEREN VAN HET HOF
Süleman İRVAN
Ahmet KALENDER
Asker KARTARİ
Kurtuluş KAYALI
Metin KAZANCI
Fahrettin KORKMAZ
Hale KÜNÜÇEN
Ahmet TOLUNGÜÇ
Hasan TOPBAŞ
Mustafa YAĞBASAN
Kırıkkale Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Yaşar Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
T.B.M.M.
Gazi Üniversitesi
Yeni Yüz Yıl Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Galatasaray Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
Kadir Has Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
İnönü Üniversitesi
Fırat Üniversitesi
III
ISSN: 1302-146x
Copyright © Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. Tüm hakları saklıdır
Yayın ve Türü: Yılda iki kez basılan hakemli, yaygın, süreli bir dergidir.
Yönetim Merkezi ve Adresi: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara
Tel: 90 312 212 6495 Fax: 0 312 212 1832
e-mail: [email protected]
Basım yeri: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Basımevi, Emek, Ankara.
TÜBİTAK/ULAKBİM SBVT tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir.
EBSCO tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir.
IV
İÇİNDEKİLER
Ebubekir AYAN
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi / 1
Analysis Of The Relations Between Mass Media And Banking Sectors During The 1990s
Barış YETKİN
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz / 27
Media and Politics Relation in News Discourse: Magazination
Erol İLHAN - Nalan DİRİK
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: ABD Örneği / 61
The Politics Of News In The Context Of The War News: The Case Of U.S.
A. Fulya ŞEN
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
(Tekel İşçi Eylemi Örneği) / 87
Class Identity In The Face Of The Cultural Identities And Representation Of The Identity Of The
Working-Class In Media (A Case Study Of Tekel Workers’ Action)
Kadir CANÖZ
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği / 113
The Habits Of Watching Local Television Channels And Motivations: The Example Of The City Of
Konya
Habibe AKÇAY
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi
Üzerine Bir Araştırma /137
Social Media Use With The Context Of Uses And Gratification: A Research On Gumushane Unıversity
V
Fatma GEÇİKLİ - Neslihan SERÇEOĞLU - Çağla ÜST
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama / 163
Organizational Communication and Communication Statifaction: An Study on Hospitality Industry
Tuğba ELMACI
Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek Filminde Değişen Kadın İmgesi / 185
The Changing Image Of Woman In The Film Called Gitmek In Context Of The Question How Women
Are Represented In New Turkish Cinema
V. Ertan YILMAZ
Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi / 203
The Importance Of Translation In The Development Of Communicatıon Theory In Turkey
VI
‘S U N U Ş’
Dergimizin Güz 2011 33. sayısında yine birlikteyiz. Sunuşa güzel bir haberle
başlamak istedik. Dergimiz Bahar 2009 28. sayısı itibari ile 29. 30. 31. 32. sayıları
da dahil olmak üzere uluslararası veritabanı EBSCO tarafından Communication &
Mass Media alanında taranmaktadır. Dergimizde 2009’dan itibaren makaleleri
yayınlanan tüm yazarlarımıza da buradan duyurmuş olalım.
Dergimizin bu sayısı dokuz makale ile çıkmıştır. İlk makale Ebubekir
Ayan’a ait olup “90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya Ve Bankacılık Sektörleri
İlişkilerinin Analizi” adını taşımaktadır. Bu makalede, 1990’lı yılların Türkiye’de
medya sektörü ve bankacılık sektörü tarihleri açısından son derece özel bir öneme
sahip olduğu belirtilmektedir. Bu çalışma, söz konusu dönemin daha doğru
anlaşılmasına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
İkinci makale Barış Yetkin’e ait olup “Haber Söyleminde Egemen
İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz” adını
taşımaktadır. Yazarının ifadesiyle bu çalışma, hegemonya oluşturan siyasal iletişim
tarzı olan popülizme ve diğer siyasal stratejilere medyanın nasıl aracı olduğunu ortaya
çıkarmayı amaçlamıştır. Bu amaç doğrultusunda, Recep Tayyip Erdoğan’ın silahlı bir
saldırı sonucu yaralanan türkücü İbrahim Tatlıses’i, 26 Mart 2011’de hastanede
ziyaretine ilişkin haberler incelenmiştir.
Üçüncü makale Erol İlhan ve Nalan Dirik’e ait olup “Savaş Haberleri
Bağlamında Haber Politikaları: ABD Örneği” adını taşımaktadır. Bu çalışmada,
iletişim teknolojileri alanında dünyanın etkin ülkelerinden olan ABD’nin savaşlarda
[ Vietnam Savaşı (1965 – 1973), I. Körfez Savaşı (1990 – 1991) ve II. Körfez
Savaşı (Irak Savaşı) (2003)] yeni iletişim teknolojilerinden nasıl yararlandığı, bu
durumun haber politikalarına nasıl yansıdığı örnekleri ile ortaya konulmaya
çalışılmaktadır.
Dördüncü makale A. Fulya Şen’e ait olup “ Kültürel Kimlikler Karşısında
Sınıf Kimliği Ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili (Tekel İşçi Eylemi
Örneği)” adını taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı, medyada sınıf kimliğinin
temsilini Tekel işçi eylemi örneğinde tartışmaktır.
Beşinci makale Kadir Canöz’e ait olup “Yerel Televizyon İzleme
Alışkanlıkları Ve Motivasyonlar: Konya Örneği” adını taşımaktadır. Ülkemizdeki
yerel televizyonların sayısı ve izleyicilerinde belirgin bir artış görülmektedir. Bu
artış, yerel televizyon izleme alışkanlık ve motivasyonları konusuna eğilmeyi
gerektirmektedir. Böylesi bir ihtiyaçtan ortaya çıkan bu çalışmada, kullanımlar ve
VII
doyumlar yaklaşımı temel alınarak Konya’daki yerel televizyon izleme alışkanlık ve
motivasyonları araştırılmıştır.
Altıncı makale Habibe Akçay’a ait olup “Kullanımlar Ve Doyumlar
Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi Üzerine
Bir Araştırma” adını taşımaktadır. Günlük hayatımıza girmiş olan sosyal medya
kullanımından elde edilen doyumların neler olduğunu belirlemek bu çalışmanın
amacını oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Gümüşhane Üniversitesi’nin akademik, idari
personel ve öğrencilerinin sosyal medyayı kullanma sıklıklarını ve amaçlarını tespit
etmeye ve kişilerin sosyal medya sitelerini kullanarak elde etmiş oldukları
doyumları belirlemeye yönelik bir alan araştırması yapılmıştır.
Yedinci makale Fatma Geçikli, Neslihan Serçeoğlu ve Çağla Üst’e ait olup
“Örgüt İçi İletişim Ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama”
adını taşımaktadır. Araştırmanın amacı, konaklama işletmelerinde çalışan iş
görenlerin işletme içindeki iletişimi nasıl algıladıklarını belirlemek ve iletişim
tatmini ile ilgili görüşlerini değerlendirmektir. Erzurum il sınırları içerisinde bulunan
10 otelde toplam 242 çalışana anket uygulanmıştır.
Sekizinci makale Tuğba Elmacı’ya ait olup “Yeni Türk Sinemasında Kadının
Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek Filminde Değişen Kadın İmgesi” adını
taşımaktadır. Bu çalışma, eril nazardan sıyrılmış bir karakter üzerinden yaratılan
kadını, özne olarak kurabilen anlatı inşasının olanaklılığının mümkün olduğunun
açıklanmasını amaçlamaktadır.
Dokuzuncu makale V. Ertan Yılmaz’a ait olup “Türkiye’de İletişim
Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi “ adını taşımaktadır. Bu çalışmada,
Türkiye’de iletişim kuramlarının gelişmesi açısından çevirinin önemi üzerinde
durulmaktadır. Çalışmada, iletişim biliminin geliştirilmesi için çeviri faaliyetine
ağırlıklı bir yer vermenin gerekli olduğu tezi savunulmaktadır. Türkiye’de felsefe,
sosyoloji ve siyaset bilimi gibi alanlarda yapılan çevirilerle ilgili akademik
değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca, çalışmada iletişim alanında çevirilerin
özendirilmesiyle ilgili neler yapılması gerektiği konusunda da öneriler dile
getirilmektedir.
Dergimizin diğer sayısında görüşmek üzere…
Cengiz ANIK
Editör
VIII
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
90’LI YILLARDA TÜRKİYE’DE MEDYA VE BANKACILIK
SEKTÖRLERİ İLİŞKİLERİNİN ANALİZİ
Ebubekir AYAN*
ÖZET
1990’lı yıllar Türkiye’de medya sektörü ve bankacılık sektörü tarihleri açısından son derece özel bir
öneme sahiptir. Bu yıllarda gelişen ve kendisinden sonraki 10 yılı iktisadi ve siyasi açıdan şekillendiren
en temel unsurlardan biri olan medya ve bankacılık sektörleri arasındaki hukuki ve ahlaki açıdan son
derece sorunlu işbirliği, sonuçta Türkiye’yi büyük sosyal ve finansal krizlere sürüklemiştir. Bu yıllarda
medya ve banka yatırımlarından oluşan şirket karması, sahiplerine çok büyük boyutlu haksız kazançlar
sağlarken, ülkedeki temel sorunların daha da derinleşmesine neden olmuştur. Aslında doğal bir kontrol
mekanizması da olan medya, bu süreçte sahiplerinin çıkarları amacıyla kullanılan bir silaha
dönüşmüştür. Bu yıllarda bankacılık sektörü ise, kaynaklarını ağırlıklı olarak yüksek getirili devlet iç
borçlanma senetlerine ve usulsüz biçimde grup şirketlerine aktarmayı tercih etmiş ve çok büyük boyutlu
yolsuzluklara aracılık etmiştir. İktisadi ve sosyal hayatın bu iki önemli sektörü, bu yıllardaki işleyiş
biçimleriyle, ülkeye katma değer sağlamak yerine, tüm toplumu etkileyen büyük iktisadi ve sosyal
zararlara neden olmuştur. Bu çalışma, söz konusu dönemin daha doğru anlaşılmasına katkı sağlamayı
amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Medya, Bankacılık Sektörü, Yolsuzluk, Siyasi etki, Finansal Kriz.
ANALYSIS OF THE RELATIONS BETWEEN MASS MEDIA AND BANKING SECTORS DURING
THE 1990s
ABSTRACT
The years of 1990s have an extremely essential importance for the mass media and banking sectors in
Turkey. The collaboration, which increased during the 1990s between mass media and banking sector
were highly problematic in terms of moral and legal aspects. That eventually carried Turkey to the great
social and financial crises and largely shaped the following decade. The cooperation established upon
the bank and mass media investments provided their owners great amaounts of (ill-gotten) gains and also
deteriorated the essential problems of the country. In mentioned period, the media, which is normally a
universal mechanism for the guarantee of public rights, turned to a gun used for the owners’ benefits. In
these years, the sources held by banking sector were mainly transferred to the government debt securities
and to the own group corporations through nonlegal ways. As two important sectors of the economic and
social life, mass media and banking sectors caused great damages in economic and social structures
rather than providing added value to the country. This paper aims to provide a better and more correct
understanding for this period.
Keywords: Mass Media, Banking Sector, Corruption, Political Impact, Financial Crisis.
*
Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi.
İletişim 2003/18
2
E. Ayan
GİRİŞ
Medyanın kamuoyunu etkileme konusundaki benzersiz konumu dolayısıyla,
medya-sermaye-siyaset ilişkilerinde meslek ahlakı sınırlarını zorlayan ya da bu
sınırların oldukça dışına taşan örnekler, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
uzun yıllardır yaşanagelmektedir. Medya ve siyaset arasındaki bu uygunsuz işbirliği
çabaları, medyanın toplum üzerindeki etki gücü sebebiyle, belki de kaçınılmaz bir
olgudur. Ancak bir hukuk devletinde, toplumsal yaşamının diğer olguları arasında
sayılabilecek, adi ya da nitelikli, bireysel ya da örgütlü tüm suçlar gibi medya
hukuksuzluğunun da yaptırımlara tabi olması ve bunun engellenmesine dönük
caydırıcı önlemlerin alınması esastır. 90’lı yıllar, bu sorunlu ilişki biçiminin
oluşturduğu zeminde Türkiye tarihinin hiçbir döneminde yaşanılmadığı kadar aleni
hukuksuzluklara sahne olmuştur.
Devlet ve hukuk mekanizmasının, bu uygunsuz işbirliğine uzun yıllar
boyunca seyirci kaldığı ya da siyasiler ve üst düzey memurlar marifetiyle bizzat
dâhil olduğu, oluşan yağma ortamında kamu kaynaklarının (en zarif ifadeyle) “doğal
olmayan yollarla” el değiştirdiği (ya da çalındığı) bu süreç, nihayetinde
sürdürülemez bir noktaya ulaşmış ve devletin bekasının dahi tartışılır hale geldiği
büyüklükte finansal (ve soysal) krizler üretmiştir. Türk medyasının esas aktör
olduğu bu sürecin, ayrıca, medya gücünün sınırlarının olası genişliği konusunda
eşsiz bir tecrübe olarak uluslararası literatür açısından da son derece değerli bir
örnek olduğu düşünülmektedir.
Medya-sermaye-siyaset ilişkilerinin bu olağandışı serüveninin en önemli (ve
akçeli) halkasını ise medya sermayedarlarının bankacılık yatırımları
oluşturmaktadır. Medya ve bankacılık sektörlerinin bu sorunlu birlikteliği ve bunun
sonucu olarak o yıllarda yaşanan tecrübeler, bu dönemi kirli kılan unsurların başında
gelmektedir. Çalışmada öncelikle, 90’lı yıllarda bankacılık sektörünü bu denli cazip
kılan finansal ve makroekonomik ortam ele alınacak, ardından medya ve bankacılık
sektörü ilişkisinin boyutları ve bu ilişkinin sonuçları somut örnekler eşliğinde
irdelenecektir. 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan finansal krizler 90’lı yıllardaki bu
sürecin bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve o yıllardaki süreçle bütünlük arz ettiği
için, çalışmada esas alınan inceleme dönemi 1990-2002 arası olarak belirlenmiştir.
1. 1990’lı Yıllarda Türkiye’de Finans Piyasaları ve Getiri Olanakları
1980’li yılların ilk yarısından itibaren ekonomisini hızla serbestleştirme ve
dışa açma çabasına giren Türkiye, serbest piyasanın, temel kurumlarından ve
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
3
denetim işlevinden yoksun bir biçimde işletilemeyeceğini 90’lı yıllarda acı bir
biçimde tecrübe etmiştir. Başta kamusal denetim işlevi olmak üzere, serbest
piyasanın etkili bir biçimde işlemesini sağlayacak kurumsallaşma çabalarının eksik
ya da piyasadaki gelişmelerin oldukça gerisinde kaldığı bu sürecin en önemli
finansal aktörleri ise bankalar olmuştur.
Sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı 1989 yılından itibaren, artan kamu
harcamalarının finansmanına katkıda bulunmak ve ödemeler dengesine katkı
sağlamak amacıyla ülkeye yabancı sermaye çekmek için düşük kur politikası
izlenmeye başlanmıştır. 1989 ve 1990 yıllarında reel faiz düzeyleri çok yüksek
olmasa da, kur artışlarının enflasyon oranının oldukça altında gerçekleşmesi,
yabancı sermayeye önemli oranlarda arbitraj getirisi imkânı sunmuştur. Ancak
finans piyasalarını yabancı sermaye açısından cazip kılmayı amaçlayan bu
uygulama, 1991 yılından itibaren ‘yüksek reel faiz’ politikasına dönüştürülmüş,
ortaya çıkan yüksek reel getiri olanakları, başta bankalar olmak üzere yerli
yatırımcıların da ilgisini çekmeye başlamıştır. Getiri düzeylerinin yüksekliği ve
yurtdışından gelen kaynaklar için sağlanan vergi muafiyetleri, zamanla yerli
bankaların yurtdışından borçlanarak sağladıkları kaynakları yurt içinde Türk
Lirasına çevirip Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) yatırımlarına aktarmaları
sürecini de başlatmıştır (Ayan, 2010: 36-37, ayrıca bkz, Soysal, 2009: 107-115).
1991 yılından itibaren kur artışları enflasyon oranının üzerine çekilmiş, DİBS
faiz oranları ise sert bir biçimde yükseltilmiştir. Kur artış oranları ve faiz oranları
arasındaki aralık (faiz oranları lehine) çok geniş tutularak, hem yabancı yatırımcılar
hem de yurtdışından döviz cinsinden borçlanıp Türkiye’de TL pozisyonuna geçerek
parasını DİBS yatırımlarında değerlendiren yerli yatırımcılar (ya da bıyıklı
yabancılar) açısından yüksek getirili bir yatırım ortamı oluşturulmuştur. Oluşan bu
zahmetsiz ve yüksek kazançlı yatırım ortamı, özellikle banka kârlılıklarını hızlı bir
biçimde arttırarak Türkiye’de banka sahibi olmayı son derece cazip hale getirmiştir.
Yeni bir banka kurmak ya da mevcut bir bankayı satın almak amacıyla medyanın bir
silah olarak kullanıldığı, medya-banka-siyaset üçgeninde yaşanan ve kimi zaman
mafyanın da dahil olduğu bu kirli süreç (dönemin Başbakanının yurtdışında bir
ülkede yediği ve bu süreçle ilişkilendirilen yumruk da hesaba katıldığında, bu kirli
ve kanlı süreç) aşağıdaki başlıklarda ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Genel çerçevesi yukarıda çizilen bu süreçte bankalar ana faaliyet alanlarının
ötesinde, yurtdışından önemli tutarlarda döviz cinsinden kısa süreli kaynak edinerek
bunları yurt içinde yüksek getirili (TL cinsinden) Hazine bonolarında değerlendirme
yoluna gitmiş ve böylelikle, kurların aniden yükselişi olasılığı karşısında yüksek
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
4
E. Ayan
düzeyde risk taşımaya başlamışlardır (Ayan, 2007: 46). 1994 yılı nisan ayında,
ödemeler dengesindeki sorunlar dolayısıyla ortaya çıkarak piyasaları önemli ölçüde
sarsan ve 3 bankanın batmasına neden olan döviz krizi de, ülke ekonomisini önemli
risklerle karşı karşıya bırakan bu süreci durduramamış, sadece kısa bir süre için
yavaşlatmıştır (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz, Kazgan, 2008). 1994 yılında
ağır bir finansal kriz yaşayan ve sonraki 1 yıl boyunca bunun olumsuz etkilerini
gidermeye çalışan Türkiye, krizden çok kısa bir süre sonra, 1995 yılından itibaren
yeniden ‘düşük kur-yüksek faiz’ politikasına dönmüş ve kısa süreli yabancı sermaye
için yeniden bir çekim merkezi haline gelmiştir (Ayan, 2007: s.47).
1990-1999 yıllarında iç borç faizi ödemelerinin konsolide bütçe harcamaları
içindeki payı hızla artmış, sırasıyla %14.3, %13.0, %13.8, %19.1, %25.9, %27.8,
%33.7, %24.8, %36.1, %35.1 olarak gerçekleşmiştir. Bu oranlar kriz yılları olan
2000 ve 2001’de de hızlı artışını sürdürmüş ve sırasıyla %40.3 ve %46.6 olarak
gerçekleşmiştir (TCMB, 2011). Artan kamu harcamalarının ağırlıklı olarak iç
borçlarla finanse edildiği ve özel sektörün fon piyasalarından dışlanması pahasına
toplanan kaynakların son derece verimsiz biçimde kullanıldığı, dolayısıyla
borçlanma ihtiyacının ve borçlanma maliyetlerinin (faiz düzeylerinin) sürekli
yükselme eğiliminde olduğu bu yapı, gün geçtikçe çözümü daha da zorlaşan bir
sorun yumağına dönüşmeye başlamıştır. Ancak bu sağlıksız makroekonomik ortama
rağmen, hatta bu olumsuzlukların düzeyiyle orantılı bir biçimde, Türkiye’de
bankacılık sektörünün kârlılığı ve cazibesi hızla artmıştır. Bu yıllarda bankacılık
sektörünün sermayedarlar açısından bu denli cazip olmasının tek nedeni, kuşkusuz
sadece yüksek getirili DİBS yatırımları değildir. Bunun yanında bazı bankalar, bu
konudaki sınırlamaları ve tüm denetim mekanizmalarını aşarak, kaynaklarını kendi
(gerçek ya da ‘naylon’) grup şirketlerine son derece cazip koşullarla aktararak ya da
kimi zaman doğrudan çalarak büyük haksız kazançlar sağlamıştır.
Bu dönemde banka kârlılıkları da oldukça yüksek düzeylere çıkmış, örneğin
1989 yılında %35.1 olan özel sermayeli ticaret bankalarının özsermaye kârlılık
oranları 1990-1999 arası dönemde sırasıyla %42.0, %47.3, %40.6, %56.5, %53.7,
%77.3, %80, %69.6, %70.8, %65.2 olarak gerçekleşmiştir (TBB, 2011). Aşırı riskli
çalışan bazı bankaların karlılık rakamları ise bu ortalamalardan çok daha yüksek
seyretmiştir. Örneğin 2000 yılında faaliyetlerini sürdüremez duruma gelerek
TMSF’ye devredilmek zorunda kalınan Demirbank’ın özsermaye kârlılığı, 1992
yılından devir tarihine kadar olan dönemde ortalama olarak %100’ün üzerinde
gerçekleşmiş, 1995 yılında ise %222.6 düzeyine kadar çıkabilmiştir. Üretimi
yeterince finanse etmeyen, ülke ekonomisi açısından yeterli katma değer üretmeyen
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
5
ve makro ekonomik dengelerin bozulmasından beslenen bu Türkiye’ye özgü
bankacılık sistemi içerisinde, bazı özel sermayeli bankalar dünyanın en kârlı
bankaları arasına girebilmiştir.
Sorunların çözümü için 2000 yılından itibaren uygulamaya konulan
ekonomik istikrar programı da, ekonominin 90’lı yıllardaki bu temel hastalığı
nedeniyle, yani yüksek reel faiz sarmalının neden olduğu makroekonomik
olumsuzluklar ve bankacılık sektörünün taşıdığı aşırı riskler dolayısıyla başarısızlığa
uğramış ve ülke, Cumhuriyet tarihinin en büyük finansal krizleriyle karşı karşıya
kalmıştır. Bankaların gerek yurtiçinden yüksek faizlerle topladıkları TL ve döviz
kaynaklarını gerekse yurtdışından borçlanarak edindikleri kısa vadeli döviz
kaynaklarını, yüksek getirili Hazine bonolarına ve kendi grup şirketlerine (son
derece cazip koşullarla ya da hiç geri ödenmemek üzere) aktararak ülkeyi çok büyük
finansal risklerle karşı karşıya bıraktıkları bu sürecin en önemli aktörlerinden biri
medya olmuştur.
90’lı yıllardaki yapısal sorunların oluşturduğu zeminden beslenen (ve bu
sorunları daha da derinleştiren) bankacılık anlayışının sonucu olarak, 1994-2003
yılları arasında 25 özel sermayeli ticaret bankası, ‘kötü yönetim’ ya da ‘kötü niyetli
yönetim’ sonucu faaliyetlerini sürdüremez noktaya gelerek, yaklaşık 23 milyar
dolarlık devir zararıyla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmiştir
(Bu konuda ayrıntılı bir çalışma için bkz, BDDK, 2009). Devir zararlarının finanse
edilmesi amacıyla Hazine tarafından gerçekleştirilen iç borçlanma maliyetleri de
hesaba katıldığında, söz konusu maliyetin boyutları çok daha önemli boyutlara
ulaşmaktadır.
2. Türkiye’de Medya-Sermaye-Siyaset İlişkilerinin Kısa Tarihi
Başlangıçta oldukça sınırlı sayıda bir tüketici kitlesine hitap ederken, dağıtım
işlevini kolaylaştıran ve hızlandıran ulaştırma ve iletişim teknolojisindeki
gelişmelerle birlikte, basın, çok daha önemli bir toplumsal güç haline gelmeye
başlamıştır. Zaman içerisinde gerçekleşen teknolojik yeniliklerle birlikte, yazılı
basına başta radyo ve televizyon olmak üzere, diğer elektronik tabanlı iletişim
unsurları da eklenmiş ve basın-yayın sektörünün kapsamı ve çeşitliliği hızla
artmıştır. Özellikle 1980’li yıllarda iletişim teknolojisinde yaşanan gelişmeler,
iletişim olanaklarında sadece nicel değil çok önemli nitel değişmelere de yol açmış
ve asıl olarak bu nitel değişmeler nedeniyle, basın olarak bilinen bir dönem
kapanmış ve medya olarak adlandırılan yeni bir dönem açılmıştır (Kaya, 2009: 111).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
6
E. Ayan
Kitle iletişim araçlarının bu çeşitliliği ve toplumun geniş kesimlerine ulaşmada
sağladığı kolaylık ise, doğal olarak medyanın toplum üzerindeki etki gücünü de
arttırmıştır.
Kitle iletişim araçları, günümüzde toplumsal denetimin sağlanmasında
olduğu gibi, toplumsal değişmenin de başlıca araçlarından olan bir güç-iktidar
kaynağı olarak görülmektedir (Demir, 2006: 7). Gelinen noktada, yalnızca bireylerin
değil, aynı zamanda toplumsal grupların, toplumsal kurumların ve kuruluşların
medyanın şekillendirici ve belirleyici etkisinden kaçabilmesi son derece güçtür
(Arslan, 2001: 135). Sahip olduğu bu emsalsiz güç, tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de medyayı siyasiler açısından özel bir konuma taşımıştır. Siyasetin yüz
yüze iletişimden ağırlıklı olarak kitle iletişimine kayması, onu iktidar mücadelesinin
de stratejik mecrası haline getirmiştir (Bostancı, 2011: 141). Medyanın siyasilerden
gelen bu ilgiyi maddi çıkara tahvil etme çabaları da, yine tüm dünyada yaşanagelen
bir olgudur. 1990’lı yıllarda yaşanan ve bu çalışmanın da asıl konusunu oluşturan
medya-sermaye(banka)-siyaset üçgenindeki tecrübeler ise, bu tanımlamaların da
dışına çıkan çok daha özel olaylardır.
Osmanlı’da ilk gazeteler, Batılı ülkelerin mali çıkarlarını savunma aracı
olarak 18. yüzyılın sonlarında azınlıklar (gayrimüslimler) tarafından Fransızca
olarak yayınlanmıştır. Türkçe gazetelerin yayınlanması ise ancak 19. yüzyılın 2.
çeyreğinde mümkün olmuştur. Batı’da gazete (basın), ekonomik, politik ve sosyal
şartların bir sonucu olarak ortaya çıkıp gelişirken, Türkiye basını, Batı’dan farklı
olarak, toplumsal dinamiklerle değil devlet destekli olarak (devletin uhdesinde)
ortaya çıkmıştır. Bu zemin üzerinde gelişen Türkiye basını, sonraki yıllarda da
gelişimini Batı’dan farklı bir yapıda, devlet desteğinde ve devlet güdümünde
sürdürmüştür (Demir, 2006: 93-94).
Osmanlı’da basının siyasetle ilişkileri hiçbir dönem haber boyutu ile sınırlı
kalmamış, basın, hep endişe ile bakılan ve bu nedenle de denetim altında tutulması
gereken bir araç olarak görülmüştür. Basın siyaset ilişkilerinin başlangıçta böylesi
bir zemin üzerine kurulmuş olması ve basının kendisini siyasal erkin karşısında bir
güç olarak algılamaya başlaması, karşılıklı bir güvensizlik doğurduğu gibi, basını da
asli fonksiyonunun dışına taşımıştır. Devletle karşılıklı güvensizlik ve çıkar ilişkileri
zemini üzerinde gelişen Türk basın tarihi, ilk günlerinden itibaren basın ve siyaset
arasındaki (işbirlikleri ve) karşılıklı güç gösterilerine sahne olmuştur (Çakır, 2008:
75).
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
7
Cumhuriyet sonrasında toplumu biçimlendiren ve yönlendiren tek parti
yönetimi, basını da çeşitli şekillerde denetimi altına almaya ve bu gücü kendi
ideolojik amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışmıştır (Demir, 2007: 107). Tek
parti ideolojisinin topluma kabul ettirilmesinde basın çeşitli şekillerde, bazen
antidemokratik yasal düzenlemelerle, bazen hapis ve tehditlerle, bazen de ikna ve
ödüllendirmelerle kullanılmaya çalışılmıştır (Demir, 2007:139). Bu dönemde basın,
ilgili üst kurumların emirleri altında tek sesli olarak çalışmıştır. Bu bağlılığı
sağlamak için CHP yönetimi basını her açıdan kendisine bağımlı kılmıştır. Örneğin,
bu dönemdeki gazete sahiplerinin çoğu milletvekilidir (Koloğlu, 2006: 118).
Devletin basın üzerindeki tahakkümü konusundaki tek parti döneminden
kalan miras, çok partili yıllarda da etkisini hemen yitirmemiş, 60’lı yıllara kadar,
özellikle muhalif basının eleştiri (ve zamanla eleştiri sınırlarını aşan, kimi zaman
provokatif) haberlerine tek parti dönemini anımsatan reflekslerle cevap verilmiştir1.
Basın özgürlüğü konusunda önemli iyileşmelerin sağlandığı 1960 sonrası dönem ise,
basının ticari olarak da güçlenmeye başladığı bir süreç olmuştur. Basın gruplarının
ticari açıdan güçlendiği ya da güçlü grupların eline geçtiği bu süreç, devlet-basın
ilişkilerinde karşılıklı çıkarların işlemeye başladığı dönem de sayılabilir. (Bu dönem
Koloğlu
(2006)
tarafından
‘basının
sanayileşmesi
süreci’
olarak
isimlendirilmektedir). Kuşkusuz söz konusu çıkar ilişkileri, asıl olarak 1980’lerden
itibaren çok daha belirgin hale gelmiştir.
1980’li yıllar, basın-siyaset ilişkilerinde Türkiye açısından çok önemli bir
dönemdir. Dünyadaki değişim, ülkede gelişen yeni sermaye yapısı, gazete, radyo ve
televizyonla birlikte oluşan yeni (ve daha güçlü) medya yapısı ve medyadaki
ticarileşme süreci, bu ilişkilerin daha da karmaşıklaşmasına ve medya-siyaset
arasındaki karşılıklı menfaat mücadelesinin farklı bir boyut kazanmasına sebep
olmuştur (Demir, 2007: 201).
1990’lı yıllar Türk medya tarihi açısından, medyanın siyasi hayatta ve
hükümetler üzerinde olağanüstü biçimde etkili olduğu, medyanın haksız kazanç ve
çıkar sağlamak üzere bir silah olarak kullanıldığı, medya sahiplerinin banka satın
alma yarışına girdiği, sektör dışındaki sermayedarların da bu olağanüstü güce sahip
olmak için gazete-televizyon yatırımlarına giriştiği özel (ve kirli) bir dönemdir2.
1
2
Provokatif haberler ifadesiyle, Türk basınının ülkeyi 27 Mayıs darbesine götüren süreçteki aktif rolü
kastedilmektedir. Bu husus bu çalışmanın kapsamı dışında olduğundan, ayrıntıya girilmeyecektir.
1998 yılında, en çok satan gazetelerden birinin (ülkenin en büyük medya grubunun ‘amiral gemisi’nin)
genel yayın yönetmeni ile iktidar partisinin önemli bir mensubu arasında geçen ve daha sonra
kamuoyuna da yansıyan (söz konusu medya grubunun talep ettiği teşvik kredisi konusundaki) telefon
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
8
E. Ayan
Medya gücünün bu sınırsız etkisi, medya patronlarını bu yıllarda tekelleşme
arayışlarına da itmiştir. Bazı medya sermayedarlarının bu yıllardaki büyüme
girişimleri, küresel rekabet koşullarının bir sonucu olarak birçok sektörde ortaya
çıkan ‘yoğunlaşma’ olgusunu aşan bir nitelik taşımaktadır. Özellikle dağıtım ağında
oluşturulmaya çalışılan tekelleşme girişimleriyle, bazı rakipleri kendine bağımlı
kılma amacının yanı sıra, bir kısım gazetelerin de yaşamlarına kastedilmiştir.
Türkiye’ye iktisadi, siyasi ve sosyal açıdan çok önemli maliyetler yükleyen bu
‘sorunlu yayıncılık’ anlayışı, aşağıda ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
3. 1990’lı yıllarda Medyanın Bankacılık Sektörü Yatırımlarının Analizi
1990’lı yıllar, iktisadi ve siyasi açıdan olduğu gibi medya açısından da çok
özel bir dönemdir. Sektördeki düşük kârlılığa ve kimi zaman önemli zararlara
rağmen medya yatırımlarının hızla arttığı, medya unsurlarının ticari güç
mücadelesinin en önemli aracı (silahı) olarak kullanıldığı bu yıllarda medya
sermayedarları, en önemli kazançlarını kuşkusuz o dönemde sahip oldukları
bankalar vasıtasıyla elde etmiştir. Bankaların medya gücü sayesinde edinildiği, tüm
sınırlama ve yaptırımlar aşılarak bankaların adeta organize hırsızlık müesseselerine
dönüştürüldüğü bu süreç sürdürülemez noktaya vardığında, söz konusu
sermayedarların önemli kısmının medya sektöründen çekilmesine ya da küçülme
kararı almasına da neden olmuştur. Türkiye’ye her açıdan çok büyük maliyetler
yükleyen ve medya ve bankacılık sektörleri ekseninde şekillenen bu dönem aşağıda
öncelikle genel hatlarıyla ele alınacak, ardından da söz konusu sürecin hâkim medya
grupları ve bunların bankacılık sektörüyle ilgili faaliyetleri incelenecektir.
3.1. 1990’lı Yıllarda Medya ve Bankacılık Sektörü
Yukarıda da belirtildiği üzere 90’lı yıllar, medya sermayedarların bir banka
sahibi olabilmek için yarışa girdiği, birçok banka sahibinin de medya sektörüne
girebilmek için çabaladığı, medyanın merkezinde olduğu bu olağandışı ortamda
büyük çaplı yolsuzlukların ve haksız kazançların ülkeyi Cumhuriyet tarihinin en
büyük ekonomik krizlerine sürüklediği özel bir dönemdir. Bu sürecin özeti
sayılabilecek aşağıdaki tablo, 90’lı yılların sonunda medya ve bankacılık sektörü
arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu grupların medya ve finans
görüşmesinin içeriği ve üslubu, bu dönemdeki medya-siyaset ilişkilerinin kirlilik derecesi konusunda
önemli bir göstergedir.
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
9
sektörü yatırımları aslında tablodakinden çok daha geniştir. Burada finans sektörü
yatırımları bankalarla, medya yatırımları ise gazete ve televizyonlarla
sınırlandırılmıştır.
Tablo-1. Türkiye’de Bankacılık Sektörü - Medya İlişkisi (2000 yılı itibariyle)
MEDYA (Bilgin)
İmar Bankası
Adabank
Etibank
İHLAS (Ören)
İhlas Finans
ÇUKUROVA (Karamehmet)
Pamukbank
Yapı Kredi Bankası
Medya Gücü (TVGazete)
Kanal D, CNN Türk
Hürriyet, Milliyet
Radikal, Posta
Star TV
Star Gazetesi
ATV, Sabah
TGRT
Türkiye Gazetesi
Show TV
Akşam
AVRUPA AMERİKA
(Aksoy)
İktisat Bankası
Cine 5
Holding
Banka
DOĞAN
Dışbank
RUMELİ (Uzan)
DOĞUŞ
BAYINDIR
ZEYTİNOĞLU
NERGİS
Garanti Bankası
Osmanlı Bankası
Körfezbank
Bayındırbank
Esbank
İnterbank
NTV, Kanal E
BRT
Es TV
Olay TV
Bu konudaki tüm düzenlemelere ve sınırlamalara rağmen, bankalar
aracılığıyla halktan toplanan kaynaklar önemli ölçüde grup şirketlerine aktarılarak
ya da genellikle ‘off-shore’ hesaplar yoluyla doğrudan ‘çalınarak’ bankalar önemli
ölçüde zarara uğratılmış ve sonuçta bu zararlar finansal sistemin çökmemesi
açısından devlet tarafından üstlenilmek zorunda kalınmıştır3. Bunun yanında, banka
3
Egebank’ın TMSF’ye devir kararının alındığı gece, bankanın hâkim ortağının (Murat Demirel) sırtında
çuvallarla güvenlik kameralarına yansıyan “Türkiye’ye has” banka soyma görüntüleri, kuşkusuz ayrı
bir sınıflandırmayı hak etmektedir. Ayrıca, devir kararının bankaya ve kamuoyuna bildirimi henüz
yapılmadan önce, çok az siyasetçi ve bürokratın sahip olduğu bu bilginin Egebank’ın sahibine nasıl
ulaştığı hususu, o dönemde kamuoyu vicdanında yanıtını bulmuş bir sorudur.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
10
E. Ayan
aracılığıyla toplanan fonları ‘içeriden edinilen’ bilgiler (insider trading) sayesinde
çok daha kârlı biçimde kullanmak suretiyle daha modern haksız kazanç yöntemlerini
tercih eden sermayedarlar da olmuştur.
Piyasalar açısından son derece önemli makamlarda görev yapan bazı üst
düzey bürokratların emeklilikleri sonrası büyük sermaye gruplarının yönetiminde
görev alması ya da bu gruplarda yöneticilik yapmaktayken piyasalar açısından çok
önemli kamusal kurumlara yönetici olarak transfer edilip, söz konusu kamu
görevleri bittikten sonra yeniden önceki kurumlarındaki yönetim görevlerine
dönmeleri, 90’lı yılların sıkça yaşanan olgularıdır. Bu dönemde, görev süreleri
sonunda özel sektörde etkili bir makamda yönetici olabilmek için, görevleri
süresince bazı iş adamlarının bir nevi ‘iş takipçiliği’ni yapan çok sayıda yüksek
bürokrata rastlamak mümkündür. Bunun da ötesinde, ordunun siyasi hayat üzerinde
olağandışı etkisinin yoğun olarak yaşanmaya devam ettiği bu yıllarda, bazı emekli
generallere, hiçbir ihtisasları olmamasına rağmen banka yönetim kurullarında yer
verildiği de görülmüştür. (Hiçbir mesleki yakınlık olmamasına rağmen bazı emekli
generallere Türkiye’nin önde gelen sermaye gruplarının yönetim kademelerinde yer
verilmesi, bu dönemde yaygın bir uygulamadır).
Paranın banka aracılığıyla kazanıldığı, medyanın ise ahlaki ve hukuki açıdan
son derece sorunlu bu sistemin sürdürülebilirliğini sağlamayı üstlendiği bu medyabanka ilişkisinde bankalar, tüm sınırlamalara rağmen uzun yıllar boyunca bu sorunlu
işleyiş biçimiyle faaliyetlerine devam edebilmiştir. Bu dönemde medya
sermayedarlarının kazançları sadece bankacılık faaliyetleriyle sınırlı kalmamış,
bunların yanında, devlet teşviklerinde ve özelleştirme ihalelerinde de medya
sahiplerine çok önemli avantajlar sağlanmıştır (Bu konuda ayrıca bkz, Sağnak, 1996:
370-379).
3.2. 1990’lı Yıllarda Türkiye’de Medya-Finans Grupları
Aynı zamanda banka sahibi de olan büyük medya grupları 90’lı yıllarda,
yüksek reel faiz politikasını benimseyen hükümetlerin yanında yer alarak ve
kaynaklarını önemli ölçüde Hazine bonosu ve Devlet tahvillerinde değerlendirerek
büyük kazançlar sağlamanın yanında, önemli tutarlarda devlet teşviklerinden de
yararlanmayı bilmiştir. Toplumsal katma değer oluşturmayan ve sadece toplumun
çok küçük bir kesimine refah sağlayan bu süreç, sonuçta ülkeyi 2000 ve 2001
krizlerine götürmüş, anılan medya sermayedarlarının önemli kısmının piyasadan
çekilmek zorunda kalmaları sonucunu doğurmuştur. Çalışmanın bu kısmında, medya
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
11
sahiplerinin bankacılık yatırımları, bu süreçte daha çok öne çıkan ve süreci
şekillendiren gruplar çerçevesinde ele alınacaktır.
3.2.1. Doğan Grubu (Doğan Holding)
Medya sektörüne 1980 yılında Milliyet gazetesini satın alarak giriş yapan
Doğan grubu, iş hayatında asıl büyümesini 90’lı yıllarda ve özellikle bankacılık
sektörü yatırımlarından sonra kaydetmiştir (Milliyet gazetesinin satın alınması
sürecinde Koç grubunun etkisi konusunda bkz, Topuz, 2003: 334-335). Grubun ilk
bankası, Aydın Doğan’ın kuruluş izni için büyük uğraşlar verdiği Alternatifbank’tır.
(Bu mücadele konusunda bkz, Karaca, 2003: 103-105). 90’lı yıllarda Türkiye’de
banka sahibi olmanın yukarıda anlatılan önemi dikkate alındığında, bir medya
sermayedarının banka kurmak için verdiği bu büyük savaş ayrı bir anlam
kazanmaktadır. Ancak grubun bankacılık sektöründeki asıl kazançlı yatırımı Türkiye
İş Bankası’ndan satın alınan Türk Dış Ticaret Bankası (Dışbank)’tır. 1994 yılında
Türkiye İş Bankası’nın Almanya’daki iştirakinden kullanılan (son derece cazip geri
ödeme koşullarına sahip) kredilerle Türkiye İş Bankası’ndan satın alınan Dışbank,
grubun en kârlı yatırımlarından biri olmuştur4.
Medya alanında 90’lı yıllar boyunca büyük bir hızla büyüyen Doğan grubu
bu süreçte, başta Hürriyet, Posta ve Radikal gazeteleri ve Kanal D televizyonu
olmak üzere, birçok televizyon kanalı, gazete, dergi ve radyoyu bünyesine katarak
ve özellikle dağıtım konusunda tekelleşmeye giderek, ülkenin en önemli medya
grubu haline gelmiştir. Medya alanındaki bu hızlı büyüme seyri, grubun siyaset ve
hükümetler üzerindeki etkisini de aynı ölçüde arttırmıştır. Bu yıllarda hükümetle
yakın ilişkisi olan medya patronlarının piyasalar açısından son derece önemli olan
idari makamlara yapılacak bürokrat atamaları konusundaki etkisi, artık sıradan bir
olguya dönüşmüştür. Söz konusu makamlarda görev yapan kimi bürokratların,
görevleri bitiminde, (görev süreleri boyunca önemli gelişme kaydeden) bankalara
yönetici olarak atanmaları da, bu yıllarda yine günlük ve sıradan olay
mertebesindedir. Kuşkusuz bu bürokrat-yönetici transferlerinin kolayca
gerçekleşebilmesinde ve bunun sıradan bir olaymış gibi algılanmasında, bir algı
yönetimi unsuru olan medyanın da payı vardır.
4
Bu yıllarda Dışbank’ın alımıyla başlayan ve Petrol Ofisi özelleştirmesiyle devam eden ve her defasında
Doğan grubunun lehinde cereyan eden İş Bankası – Doğan grubu işbirliğinde, İş Bankası’nın Doğan
grubunun hızla büyümesini finanse eden bu gönüllülüğü, bu çalışmanın kapsamını aşan, ancak ayrıca
incelemeye değer bir husustur.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
12
E. Ayan
Bu dönemde diğer birçok banka gibi Dışbank da, kaynaklarını önemli ölçüde
DİBS yatırımlarına ve (başta özelleştirme ihalesinden İş Bankası’yla birlikte satın
alınan Petrol Ofisi olmak üzere) grup şirketlerine uygun ödeme koşullarıyla
aktararak, grup açısından oldukça kârlı, ülke ekonomisi açısından ise son derece
riskli biçimde faaliyet göstermiştir. Ancak Dışbank’ın Doğan grubuna katkısı sadece
bunlarla sınırlı kalmamıştır. 2001 yılı şubat ayında yaşanan ve Cumhuriyet tarihinin
en önemli ekonomik krizi olarak gösterilen likidite krizi sürecinde alınan
devalüasyon kararının ilan edilmesinden hemen önceki gece, Merkez Bankası’ndan
toplamda 5,2 milyar dolar tutarında döviz alan bankalar arasında Dışbank’ın da
olduğu belirtilmektedir (Kıvanç, 2008). Krizden önceki gün 688 bin TL seviyesinde
olan Dolar kurunun devalüasyon kararı açıklandıktan sonra 962 bin TL seviyesine
çıkmış olması, söz konusu bankalara günlük bazda yaklaşık %45 getiri sağlamıştır.
Bu bankaların krizin yaşanacağı güne saatler kala böyle bir pozisyon almış olmaları,
kuşkusuz ki tesadüfle açıklanamayacak kadar dikkat çekicidir. Bu olay aynı
zamanda medya-bankacılık sektörü işbirliğinin ne derece kârlı olabileceğini ortaya
koyan somut bir örnektir.
Doğan grubu, 90’lı yıllarda yaygın olarak yaşanan bürokrat transferlerini en
kârlı biçimde kullanan grupların da başında gelmektedir. Bürokrasi görevinde
Doğan grubuna büyük yararlılıklar gösteren ve kamu görevleri sonrası Doğan
grubunda üst düzey yönetici olarak işe başlayan çok sayıda bürokrat bu duruma
örnek olarak gösterilebilir. Ancak bürokrat transferleri konusunun en somut örneği
kuşkusuz Vural Akışık’tır.
2001 krizi sonrası oluşturulan kamu bankaları ortak yönetim kurulunun
başkanlığına, bu süreçte hükümete büyük destek veren Doğan grubunun üst düzey
yöneticilerinden Vural Akışık atanmıştır5. 2001 yılında kamu bankalarının aktif
büyüklüğünün, bankacılık sektörünün toplam aktif büyüklüğünün üçte birine
karşılık geldiği düşünüldüğünde, söz konusu makamın finans sektörü açısından
önemi daha iyi anlaşılacaktır. Vural Akışık’ın görev süresi boyunca, bankacılık
sektöründe Doğan grubu lehine birçok gelişme yaşanmıştır. Örneğin o dönem TMSF
bünyesinde olan Demir-Halkbank’ın satışında, Türkiye Halk Bankası’nın ön alım
hakkını kullanmaması sonucu söz konusu banka son derece cazip bir fiyatla Aydın
Doğan ve ortağına satılmıştır. Bu satışın gerçekleşmesinde katkısı olan bir diğer
bürokrat da kısa bir süre sonra Doğan grubunda ‘yönetim kurulu başkanı danışmanı’
5
Ülkenin en büyük medya grubunun önemli bir yöneticisinin bu göreve atanabilmiş olması, ancak, 90’lı
yılların siyaset ve ekonomi üzerinde neden olduğu ağır tahribatın, ortak akıla ve etik değerlere de
sirayet etmiş olmasıyla açıklanabilir.
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
13
sıfatıyla çalışmaya başlamıştır. Vural Akışık, kamu görevi sona erdikten hemen
sonra Doğan grubuna geri dönerek Dışbank’ın yönetim kurulu başkanlığına
getirilmiştir.
Doğan grubu, Türkiye’de bankacılık faaliyetlerine ilişkin getirilen sıkı
düzenlemelerin ve iflas durumunda banka sahiplerini, sahiplerin birinci derece
yakınlarını ve sorumlu yöneticileri zararlardan tüm mal varlıklarıyla sorumlu tutan
kanunun yürürlüğe girmesinin ardından Dışbank’ı yabancı bir bankaya satarak elden
çıkarmıştır. Bankanın söz konusu gelişmelerin ardından satışa çıkarılmış olması da
son derece anlamlıdır.
3.2.2. Bilgin Grubu (Medya Holding)
Gazeteci bir aileden gelen ve gazeteciliğe de bölgesel bir gazete olan Yeni
Asır gazetesiyle başlayan Bilgin grubu, 1985’te sabah gazetesini yayınlamaya
başlayarak ulusal ölçekte yayın yapan bir basın gücü haline gelmiştir. 90’lı yıllarda
ulusal ölçekte yayın yapan çok sayıda gazeteyi daha bünyesine dahil eden ve yazılı
basının en etki gruplarından biri haline gelen Bilgin grubunun 1993 yılında kurduğu
ve Türkiye’nin ilk özel televizyon kanallarından biri olan ATV, 90’lı yılların görsel
medya araçları arasındaki en etkili unsurlarından biri olmuştur. Gruba ait medya
organlarının, Türkiye siyasi tarihi açısından olağanüstü bir dönemi temsil eden ’28
şubat’ sürecinde oynadığı etkili (ve kirli) rol, Bilgin grubunu o süreçte kamu
ihaleleri ve hükümet iznine tabi faaliyetler konusunda oldukça avantajlı kılmıştır.
Bilgin grubunun, ‘28 Şubat gazeteciliği’nin ilk önemli ticari karşılığı Etibank
ihalesidir.
Son derece sorunlu bir ihale sonrasında Cavit Çağlar ve Dinç Bilgin
ortaklığının satın aldığı Etibank’ın özelleştirme ve iflas süreci, bu yıllardaki medyabanka-siyaset ilişkisinin en somut (ve yüz kızartıcı) örneklerinden biridir. Bankanın
Bilgin-Çağlar ortaklığına satılması konusunda olağanüstü bir çaba gösteren dönemin
devlet bakanı Güneş Taner’in, bakanlık görevi sonrasında Bilgin’in sahibi olduğu
Medya Holding’de yönetim kurulu üyesi olarak görev alması ve bankaya el konulma
kararından çok kısa bir süre önce bu görevinden istifa etmesi, Etibank’ın 90’lı
yıllardaki medya-sermaye-siyaset ilişkileri açısından neden özel bir örnek olduğunu
açıkça ortaya koymaktadır.
1935 yılında bir İktisadi Devlet Teşekkülü olarak kurulan ve 1994 yılında
özelleştirme kapsamına alınan Etibank, 1997 yılındaki ilk özelleştirme ihalesinden
sonuç alınamaması üzerine, 1998 yılında yeniden satışa çıkarılmış ve Bilgin-Çağlar
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
14
E. Ayan
ortaklığına satılmıştır6. Çağlar'ın hâkim ortak olduğu İnterbank'ın Fon’a devri
sonucunda Çağlar, Etibank'taki hisselerini Bilgin grubuna devrederek banka
ortaklığından ayrılmıştır. Daha sonra bu devrin usulsüz (geriye dönük ve fiktif)
olarak gerçekleştirildiği Bankalar Yeminli Murakıplarınca tespit edilmiş ancak
Çağlar grubuna ait Etibank hisselerinin Fon’a devri konusundaki girişimler hayata
geçirilememiştir (TMSF, 2009a: 35). Zaten Türkiye'de bu süreçteki asıl sorun gözetim
ve denetimin yetersizliğinden değil, büyük ölçüde denetim sonuçlarının
uygulanmasındaki gecikmeden, yani siyasi etkilerden kaynaklanmaktadır. O dönem
bankaların gözetim işlevini yürüten Merkez Bankası'nın önerilerinin (siyasi etkilere
daha açık olan) Hazine Müsteşarlığı tarafından dikkate alınmaması veya Bankalar
Yeminli Murakıplarının hazırladığı raporların gereğinin ilgili bakan tarafından yerine
getirilmemesi, bankacılık sektöründeki iflasların ve krizlerin önemli bir nedeni
olmuştur (Günal, 2001: 49).
O dönemde Etibank’ın yönetim kurulunda eski Deniz Kuvvetleri
Komutanı’nın, Etibank’ın ortaklarından Cavit Çağlar’ın diğer bankası olan
İnterbank’ın yönetim kurulunda ise eski Jandarma Genel Komutanı’nın yer almış
olmaları, bankacılık sektörünün o yıllarda nasıl işlediği (ya da denetim ve
gözetimin neden etkili olamadığı) konusunda yeterince fikir vermektedir. 28 Şubat
sürecinin şekillendirdiği o yılların siyasi koşulları dikkate alındığında, bu tercihler
banka sahipleri açısından (kuşkusuz) son derece akılcıdır.
1998 tarihli Banka Yeminli Murakıpları raporunda, esas itibariyle kısa vadeli
ve döviz cinsinden mevduattaki artıştan sağlanan kaynakların çok büyük bir
bölümünün kredilere ve menkul kıymetlere aktarıldığı, Etibank'ın kredilendirme
politikasının büyük ölçüde Medya grubu ve Nergis grubuna kaynak aktarmak
üzerine oluşturulduğu belirtilmektedir. Bu gruplara kullandırılan kredilerin geri
ödenmesinde yaşanan sıkıntılar, aktif kalitesini olumsuz etkilemiş, ayrıca, bunlara
kaynak aktarmak amacıyla agresif bir kaynak toplama stratejisinin benimsenmesi
nedeniyle döviz açık pozisyonları önemli rakamlara ulaşmıştır (TMSF, 2009a: 38).
6
Etibanka talip olan grubun taraflarından biri olan ve siyasi açıdan o dönemin en nüfuzlu kişilerinden
olan Cavit Çağlar’ın sahip olduğu (ve bu satıştan çok kısa bir süre sonra Fon’a devredilen) İnterbank’ın
yaşadığı ciddi mali sorunlar, satış sürecini son derece sorunlu hale getirmiştir. Bu satışa olumsuz görüş
bildiren Hazine müsteşarı istifa etmek zorunda kalmış ve yeni atanan müsteşarla birlikte Hazine’nin
görüşü olumluya dönmüştür. Dönemin bir devlet bakanı, bu satışı onaylayan özelleştirme yüksek
kurulu üyelerinin yüce divanda yargılanması gerektiğini belirtmiştir. Cavit Çağlar’ın siyasi nüfuzunun
kaynağı konusunda ise, o dönemde basında genişçe yer alan ve tartışılan dönemin Cumhurbaşkanının
‘aile fotoğrafı’ tartışmasına bakınız.
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
15
Bu işleyiş biçimi bankanın sermaye yeterliliğini de olumsuz etkilemiş ve yasal alt
sınırın oldukça altına çekmiştir.
Sonraki süreçte ilgili birimler tarafından yapılan uyarıların gereği banka
tarafından yerine getirilmemiş ve bankanın mali bünyesi daha da bozulmuştur.
Banka hâkim ortakları ile yönetimin bankanın mali bünyesini iyileştirmeye yönelik
talimatları gerçekleştirmekte yetersiz kalması ve grup şirketlerine kaynak
aktarılmaya devam edilmesi, off-shore bankalarla işlemlere devam edilmesi, grup
şirketlerine iştirak edilmesi, sermayenin artırılmaması ve kredilendirmede emniyet
ve verimlilik ilkelerine uyulmaması nedenleriyle 27 Ekim 2000 tarihinde BDDK
tarafından Etibank’a el konulmuştur (TMSF, 2009a: 48).
3.2.3. Uzan Grubu (Rumeli Holding)
İş yaşamına 1950’li yıllarda inşaat şirketiyle giren, inşaat taahhüt işleriyle
hızla büyüyen ve zamanla faaliyet alanını genişleten Uzan grubu, 1984 yılında
Türkiye İmar Bankasını satın alıp yine aynı yıl Adabank’ı da kurarak iki bankaya
birden sahip olmuştur. Grubun medya alanındaki ilk yatırımı Türkiye’deki ilk özel
televizyon kanalı olan ve 1990’da yayına başlayan Star 1 kanalıdır. Sonraki yıllarda
çok sayıda radyo kanalı kuran ve televizyon kanalı sayısını arttıran Uzan grubu,
böylelikle 90’lı yıllarda görsel ve işitsel medyada son derece etkili bir konuma sahip
hale gelmiştir. 90’lı yıllardaki medya-bankacılık sektörleri işbirliğinde, Uzan grubu
önce banka sahibi olup, bu yıllarda medyanın önemini görerek daha sonra medya
yatırımlarına yönelen bir örneği temsil etmektedir.
Uzan grubu, bünyesine bankaların ardından medya yatırımlarını da dâhil
ettikten sonra, özellikle özelleştirme ihalelerinde çok etkili olmuş, böylelikle enerji
ve çimento sektörlerinde çok sayıda ve büyük ölçekli şirketin sahibi olmuştur. 90’lı
yıllar boyunca medya unsurlarını siyaset üzerinde çok etkili bir biçimde kullanan ve
çok hızlı bir biçimde büyüyen grup, 1999 yılında Star gazetesini kurarak bu etkili
konumunu daha da güçlendirmiştir. Uzan grubunun en etkili ismi olan Cem Uzan
2002 yılında bir parti kurarak siyasete atıldıktan sonra, grubun medya organları daha
da politize olmuş, hem rakip bazı medya gruplarıyla hem de dönemin hükümetiyle
büyük bir mücadeleye girilmiştir. Grubun bu derece büyümesinin de temel etkeni
olan bankacılık alanındaki (büyük haksız kazançlar doğuran) hukuksuz faaliyetleri
ve özellikle İmar Bankası’nın risklerinin artık tüm bankacılık ve finans sistemini
tehdit eder boyutlara ulaşması sonucunda, bankaya BDDK tarafından el
konulmuştur.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
16
E. Ayan
Uzan grubunun iş hayatında bu derece büyümesinin en önemli mali dayanağı
kuşkusuz İmar Bankası kaynaklarıdır. Ancak bütün kamusal sınırlama ve
denetimlere ve hatta tespit edilmiş çok sayıda usulsüzlüğe ilişkin müfettiş
raporlarına rağmen banka kaynaklarının (mevduat sahiplerinin paralarının) bu denli
rahat biçimde hukuk dışı kullanabilmesinde, medya gücü kuşkusuz önemli bir
etkendir.
Türk bankacılık sisteminde 90’lı yıllarda gözlenen tüm ‘finansal hastalık’ları
bünyesinde taşıyan İmar Bankası, ilk olarak 1994 yılında, kredilerinin neredeyse
tamamına yakınını Uzan grubuna kullandırması, bankacılık işlevlerinden
uzaklaşması, risk yoğunlaşması yaşaması, gelir-gider dengesinin bozulması,
kârlılığının düşmesi, likidite sıkışıklığının artması ve 1994 yılında yaşanan finansal
krizin mevcut olumsuzlukları ağırlaştırması nedenleriyle Fon tarafından yakın
izleme kapsamına alınmıştır (TMSF, 2009b: 26).
Banka yakın izleme kapsamına alındıktan sonra Bankalar Yeminli
Murakıplarının yoğun denetimi altına girmiştir. Murakıpların 1994-2000 yılları
arasında gerçekleştirdiği denetimlerde; banka kredi portföyünün hemen hemen
tamamının grup kredilerinden oluştuğu ve bu kredilerin teminatsız olduğu, KKTC'de
kurulmuş olan İmar Off-Shore'a yapılan deponun Uzan grubunun dolaylı
finansmanında kullanıldığı ve depo tutarının sürekli büyüdüğü, faaliyet zararları
nedeniyle oluşan özkaynak yetersizliği, likidite zafiyeti, tüm yetkilerin yönetim
kurulunda toplandığı ve genel müdür ve genel müdür yardımcılarına dahi bazı
detaylar dışında yetki devri yapılmadığı hususları tespit edilmiştir. Bu tespitler
doğrultusunda banka yönetimi; bankanın Uzan grubu firmalarına kullandırılan
kredilerin durdurulması, mevcut kredilerin tahsil edilmesi ve teminatlandırılması,
İmar Off-Shore nezdinde tutulan donuk depoların faiziyle birlikte tahsil edilmesi,
sermayenin nakit olarak arttırılması ve bankanın yönetim organizasyonu gibi
konularda birçok kez uyarmış, ancak tüm bu uyarılardan olumlu bir sonuç
alınamamıştır (TMSF, 2009b: 34-36).
Yakın izleme kapsamındaki bir bankanın, tüm denetim birimlerinin gözleri
önünde ve usulsüzlüklerin gittikçe büyüdüğü tespit edilmiş olduğu halde, tüm
finansal sistemi ve ekonomiyi tehdit eder boyuttaki riskleri taşımasına bu kadar uzun
süre ‘siyasi sabır’ gösterilmesinde, bankanın medya gücünün ve bu gücün de
yardımıyla sağlanan siyasi (ya da siyaset üstü) desteklerin etkisi büyüktür.
Bu şartlar altında girilen Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinde İmar
Bankası, faiz ve kur risklerine maruz kalmıştır. Bu nedenle BDDK, banka
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
17
yönetimini bir kez daha uyarmış ancak talimatların yerine getirilmemesi ve mali
bünyenin düzeltilmesine ilişkin gerçekçi bir plan sunulmaması üzerine bankaya
2001 tarihinde veto yetkisine sahip yönetim kurulu üyesi atanmıştır. Bu süreçte
bankanın gerek sermaye artırımlarını, gerekse grup kredilerinden sağlanan tahsilâtı
büyük ölçüde ÇEAŞ ve Kepez Elektrik'ten sağladığı kaynaklar vasıtasıyla
gerçekleştirdiği anlaşılınca, bu şirketlerin imtiyaz sözleşmelerinin iptali ve bunlara
ait tesislere el konulmasıyla başlayan süreçte, banka 2003 yılında Fon’a
devredilmiştir7 (TMSF, 2009b: 36-37).
Devir sonrası yapılan incelemelerde, bankadaki tasarruf mevduatı tutarının
25 Haziran 2003 tarihinde Merkez Bankası’na resmi olarak bildirilmiş olan 754
milyon TL'nin çok üzerinde ve yaklaşık bu tutarın on katı civarında (8,1 milyar TL)
olduğu görülmüştür. Eksik bildirim dolayısıyla yatırılmayan vergiler ve TMSF ve
Merkez Bankası nezdinde eksik yerine getirilen yasal yükümlülüklerin yanında,
resmi otoritelerden gizlenen mevduat tutarları Uzan grubuna aktarılmıştır (TMSF,
2009b: 34).
İmar bankasında, bir kısmı yakın gözetim altındayken raporlanan, bir kısmı
ise ancak Fon’a devredildikten sonra ortaya çıkarılabilen çok çeşitli usulsüzlükler
tespit edilmiştir. Bunlardan biri de yetkisiz DİBS satışıdır. Bir başka deyişle İmar
Bankası tarafından, aslında Hazine’ye ait olmayan (ya da aslında var olmayan)
Hazine bonosu satışı yapılmıştır. Bu durum binlerce yıllık devlet geleneği olan bir
ülkede, köklü teftiş müesseselerinin ve onun kıdemli bürokratlarının ve diğer (siyasi
ya da siyaset üstü) devlet yöneticilerinin gözleri önünde gerçekleşmiştir. Tüm bu
anlatılanlar, medya gücünün etkili bir biçimde kullanıldığında ne denli büyük bir
silaha dönüşebileceğinin somut kanıtlarıdır.
3.2.4. Ören Grubu (İhlas Holding)
1970 yılında, Türkiye gazetesinin kurulmasıyla temelleri atılan İhlas Holding,
ilerleyen yıllarda faaliyet alanını çeşitlendirerek genişletmiş, özellikle inşaat
alanında büyüme kaydetmiştir. 90’lı yıllarda hızlı büyüme seyrini daha da arttırarak
sürdüren grup, 1993 yılında medya yatırımlarını da hızla arttırmış, İhlas Haber
Ajansı ve TGRT televizyon kanalını kurarak ülkenin medya alanındaki etkili
gruplarından biri haline gelmiştir. İktidardaki siyasi partilerle uyum içinde bir yayın
7
Grubun diğer bankası olan Adabank ise, bankacılık faaliyetlerini halen BDDK’nın gözetim ve
denetimi altında sürdürmekte olup, Fon sadece kurucularda aranan nitelikleri kaybeden Banka
ortaklarının ortaklık haklarını kullanmaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
18
E. Ayan
politikası izlenmesini titizlikle sürdürülen bir gelenek haline getiren İhlas yayın
grubu, 1995 yılında kurdukları İhlas Finans isimli finans kurumuyla bankacılık
sektörüne de girmiştir. Kâr payı (faizsiz bankacılık) esasına göre işleyen İhlas
Finans, kısa sayılabilecek bir sürede önemli aktif büyüklüklere ulaşarak finans
kurumları arasında ilk sıraya oturmuştur. İhlas Finans’ın önemli büyüklüklere
ulaşmasından sonra grubun büyüme seyri daha da hızlanmış, özellikle 1998’den
itibaren, TGRT kanalına önemli yatırımlar yapılmış, kanalın başlangıçta amaçlanan
yayın çizgisinden de çıkılarak izleme oranları (ve dolayısıyla etki gücü)
arttırılmıştır.
Ören grubu bünyesindeki Türkiye gazetesini ve TGRT televizyonunu diğer
medya gruplarından ayıran en temel niteliklerden biri de, bunların kuruluş
sermayesinin bir bölümünü dini hassasiyetlerle yapılan bağışların oluşturmasıdır.
Yine grubun bu büyüklüklere ulaşmasında, toplumun (tüketicilerin) bir kesiminde
gruba karşı dini hassasiyetlere dayalı olarak oluşan güven duygusunun önemi
büyüktür. Ören grubunun medya unsurlarının yayın içeriğindeki ticari kaygılarla
gerçekleşen ‘sapmalar’ ve İhlas Finans’ın aşağıda belirtilecek iflas etme gerekçeleri
bu açıdan değerlendirildiğinde, Ören grubu, 90’lı yıllardaki diğer örneklere göre
sosyal ve ahlaki tarafı daha ağır basan, sadece finansal değil duygusal sömürüyü de
içeren özel bir örnektir.
Ören grubu İhlas Finans vasıtasıyla elde ettiği mali kaynakları hızlı bir
biçimde grup şirketlerine aktarmış, ancak başta medya şirketleri olmak üzere, grup
şirketleri tarafından bu kaynaklar son derece verimsiz biçimde kullanılmıştır.
BDDK’ya devir sonrası hazırlanan ve basına da yansıyan SPK raporuna göre,
kurumun sahip olduğu kaynakların tamamına yakını grup şirketlerine aktarılmış ve
bu politika önemli ölçüde paravan bayiler aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. İhlas
Finans’ın faaliyet izni, yükümlülüklerini yerine getirememesi ve likidite sorununu
çözememesi, şirket kaynaklarını hâkim sermayedarlarının grup firmalarına
aktarması ve faaliyetine devamının hesap sahipleri bakımından tehlike arz etmesi
gibi gerekçelerle 2001 yılı şubat ayında Bakanlar Kurulu kararıyla kaldırılmıştır
(BDDK, 2001a ve 2001b). Özel finans kurumları TMSF kapsamında olmadığından,
İhlas Finans Fon’a devredilememiş ve tasfiyesi genel hükümler çerçevesinde
(herhangi bir anonim şirket gibi) gerçekleştirilmiştir. Aynı yılın mayıs ayında özel
finans kurumlarının tasfiyesine ilişkin değişiklikler getirilmiş, ancak bu değişiklik
kapsamında yer verilen geçici kanun maddesindeki, daha önce faaliyet izni
kaldırılan özel finans kurumları (yani İhlas Finans) hakkında yeni hükümlerin
uygulanamayacağı hükmü sayesinde, İhlas Finans’ın tasfiye süreci yeni
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
19
hükümlerden etkilenmemiş ve şirketin batmasına neden olan ortaklar, bir nevi,
mağdur mudilerle aynı kefeye konulmuştur.
Medya silahının (ve daha önce Ören grubunda yöneticilik yapmış, dönemin
nüfuzlu siyasetçilerinin) etkisi, İhlas Finans’ın tasfiye sürecinde çok daha belirgin
hale gelmiştir. Tasfiye planına uymayan ve ödeme planını sürekli aksatan İhlas
Finans’taki sorunların kalıcı olarak çözülmesi bakımından, İhlas Finans’ın
yükümlülüklerini TMSF gözetiminde gerçekleştirmesini öngören ve mecliste tüm
partilerin desteğiyle hazırlanan tasarının yasalaşmasının 2005 yılında son anda
engellenmesi bu açıdan oldukça anlamlıdır8.
İhlas Finans yaklaşık 200 bin mudi ve 1 milyar doları aşkın yükümlülükle
piyasadan çekilirken hesap sahiplerini çok büyük maddi ve sosyal sorunlarla baş
başa bırakmıştır. Bir kâr zarar ortaklığı birlikteliğinde, ortaya çıkan zararın ağırlıklı
olarak buna neden olan ortaklar yerine katılım hesabı sahiplerine yüklenmiş olması,
Türkiye’ye özgü bir durum olarak değerlendirilmektedir9. Grup, tasfiye planı
kapsamındaki ödemeleri sürekli aksatarak mudilerinin mağduriyetini katlamış, son
olarak, tasfiye planı dışında, mudilere alacaklarının başka şirketler üzerine
aktarıldığını kabul etmelerini öngören sözleşmeler imzalatılmaya başlanmıştır10.
Ören grubunun bu girişimi, basında grubun (tasfiye sürecini ‘bir biçimde’
tamamlayıp) yeni bir banka kurma girişimi olduğu haberleriyle aynı dönemde
gerçekleşmiştir.
3.2.5. Karamehmet Grubu (Çukurova Holding)
Sanayi, inşaat, iletişim, taşımacılık, finans ve medya sektörlerinde faaliyet
gösteren Çukurova grubu, Cumhuriyet tarihinin en eski sermaye gruplarından
biridir. Grubun tarım sektörüyle başlayan yatırımları, zaman içinde çeşitlenerek
büyümüş ve özellikle 90’lı yıllardan itibaren Çukurova grubu ülkenin en önde gelen
8
9
10
Bu engellemenin bizzat dönemin Başbakan’ının devreye girmesiyle gerçekleştiği iddiası o dönem
basında yer bulmuş ve bu iddia muhataplarınca yalanlanmamıştır.
Mudilerin mağduriyeti gün geçtikçe artarken, Ören grubu kısa bir süre sonra büyüme çabalarına ve
yatırımlarına yeniden başlamıştır. Bu süreçte, büyüme hedefleri doğrultusunda grup tarafından inşa
edilen turizm tesislerinin açılışını bizzat dönemin Başbakan’ının yapabilmiş olması, medya-bankasiyaset ilişkileri açısından dikkat çekici bir başka örnektir.
Mudilere önerilen söz konusu sözleşmeler alacakları çok daha uzun yıllara yaymaktadır. Yeni
şirketlerin hayali olup olmadığı ya da ne derece güvenilir olduğu da son derece tartışmalıdır. Bu
sözleşmeleri imzalamayı kabul eden mudiler tasfiye planından çıkarılmakta ve tasfiye halindeki İhlas
Finans tarafından ‘gerçekleşmiş ödeme’ olarak kamuoyuna duyurulmaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
20
E. Ayan
holdinglerinden biri olmuştur. Özellikle Turkcell yatırımı, gruba çok önemli bir
sıçrama imkânı vermiştir.
Grubun ilk bankası 1973 yılında satın alınan Pamukbank, ikinci bankası ise
1980 yılında satın alınan Yapı ve Kredi Bankası’dır. 1996 yılında Güneş gazetesini,
1997 yılında ise Akşam gazetesini satın alarak yazılı basında büyümeye başlayan
grup, 1999 yılında Show TV ve Digitürk televizyon kanallarını kurarak medya
sektörünün önemli aktörlerinden biri haline gelmiştir. Diğer etkili gruplardan farklı
olarak medya yatırımlarını ancak 90’lı yılların ikinci yarısında gerçekleştiren
Çukurova grubu, bu yıllardan itibaren çok daha hızlı bir büyüme seyrine girmiştir.
Grubun ilk bankası olan Pamukbank, özellikle aktif-pasif vade uyumunun
bozulması, likidite sorunu, özkaynak yetersizliği ve mali bünyedeki bozulma
nedenleriyle 1989 yılında yakın izleme kapsamına alınmıştır (TMSF, 2009c: 20).
Bankanın durumu 1994 krizi sırasında yapılan spekülasyonlar nedeniyle daha da
kötüleşmiştir. Bu dönemde grup riskleri nedeniyle aktifler donuklaşmış ve likidite
baskısı önemli ölçüde artmış, dolayısıyla yüksek kaynak maliyetlerine katlanılmak
zorunda kalınmıştır. Pamukbank, grup risklerinden kaynaklanan düşük aktif kalitesi
nedeniyle yüksek maliyetli kaynaklarını tasfiye edememiş ve bu durum zararın
giderek büyümesine neden olmuştur. Pamukbank, mali bünyesinin iyileştirilmesi
hususunda pek çok talimat verilmesine ve mevzuat çerçevesinde mümkün olan
kamu desteğinden yararlandırılmasına rağmen, mali yapısını güçlendirici önlemleri
yeterince alamamış, bankanın en büyük sorunu olan grup kredilerinin azaltılmasında
başarı sağlanamamıştır (TMSF, 2009c: 26).
Tüm bu sorunlara rağmen, bu süreçte yatırımlarını hızla arttıran ve bunu
önemli ölçüde sahip olduğu banka kaynaklarıyla finanse etmeye çalışan Çukurova
grubu, 2000 ve 2001 krizlerinden sonra finansal açıdan daha ciddi sıkıntılar
yaşamıştır. 2001 yılı sonundaki denetimlerde sermayesi yetersiz bulunan
Pamukbank, 2002 yılında BDDK kararıyla Fon’a devredilmiştir. Yapı ve Kredi
bankası ise 2005 yılı itibariyle, Çukurova Grubu ve TMSF’nin sahip olduğu %57,43
oranındaki hisseleri ile Koçbank’ın mülkiyetine geçmiştir.
3.2.6. Aksoy Grubu (Avrupa Amerika Holding)
Bankacılık sektörüne 1984 yılında Çukurova grubuyla birlikte satın aldıkları
İktisat Bankası’yla giriş yapan ve 1988 yılında bankanın tamamına sahip olan Aksoy
grubu, medya sektörüne 1991 yılında kurdukları ve Türkiye’nin ilk özel televizyon
kanallarından biri olan Show TV ile girmiştir. İlerleyen yıllarda medyadaki
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
21
ağırlığını hızla arttıran Aksoy grubu, çok sayıda televizyon ve radyo kanalı
kurmanın yanı sıra, 1993 yılında Hürriyet gazetesinin %25’ini satın alarak yazılı
basında da söz sahibi olmuştur. (Hürriyet gazetesinin %70 hissesi 1994 yılında
Doğan grubu tarafından satın alınmış, sonraki yıllarda gazete tamamen Doğan
grubunun olmuştur.)
Türkiye’de 90’lı yılların geleneksel bankacılığının en önde gelen
temsilcilerinden biri olan İktisat Bankası, kaynaklarını önemli ölçüde grup
şirketlerine ve bankacılığın ana faaliyet alanı dışındaki para piyasası araçlarına
aktararak son derece riskli ve sorunlu bir mali bünyeye sahip hale gelmiştir. 1994
yılında yaşanan ekonomik kriz sonucu kaynak bulmakta zorlanan banka likidite
krizine girmiş ve döviz kurlarında yaşanan artış büyük boyutlarda kambiyo
zararlarına neden olmuştur (TMSF, 2009d: 25). Bankalar Yeminli Murakıpları
tarafından 1994 yılında yapılan incelemelerde; bankanın özkaynaklarının yetersiz
kaldığı, kaynak maliyetinin yükseldiği, hızlı mevduat çekilişleri sonucunda bankanın
likidite krizine girdiği ve Fransa’daki iştirakine yaptığı kaynak aktarımları sonucu
likidite krizinin derinleştiği, döviz kurlarındaki artışın kambiyo zararları ile
sonuçlandığı, grup şirketlerine kullandırılan krediler nedeniyle banka aktif yapısının
donuklaştığı hususları tespit edilmiştir. Bu nedenlerle iktisat bankası 1995 yılında
yakın izlemeye alınmıştır (TMSF, 2009d: 27).
1996 yılında söz konusu uyarılar doğrultusunda bazı iyileşmeler sağlanmışsa
da, 1997 yılından itibaren sorunlar gittikçe derinleşerek devam etmiştir. Yaşanan
tüm bu olumsuz gelişmeler üzerine; mali bünyesindeki sorunların giderilmesi
kapsamında alınması istenen tedbirleri almayan, kaynaklarını bankanın emin bir
şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde ortaklarının oluşturduğu sermaye
grubuna aktaran, zararı özkaynaklarını aşan ve faaliyetlerine bu haliyle devamı
mevduat sahiplerinin haklarını ve mali sistemin güven ve istikrarını tehlikeye
düşüren İktisat Bankası’nın yönetim ve denetimi 15 Mart 2001 tarihli BDDK
kararıyla Fon’a devredilmiştir (TMSF, 2009d: 33).
İktisat bankasının 90’lı yılların başından beri sürekli büyüterek ve tüm
bankacılık ve finans sistemini tehlikeye sokacak şekilde taşıdığı söz konusu
sorunlara bu kadar uzun süre sabredilmiş (ya da göz yumulmuş) olması, kuşkusuz
bankanın ait olduğu grubun medyadaki etkili konumuyla doğrudan ilgilidir. Grup,
İktisat Bankası’ndaki sorunlar nedeniyle Show TV’deki hisselerinin önemli
bölümünü Çukurova grubuna satarak medya sektöründe küçülmeye başlamış,
bankanın Fon’a devrinden sonraki süreçte de medyadan çekilmek zorunda kalmıştır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
22
E. Ayan
SONUÇ
Günümüzde oldukça çeşitli araçları içeren ve hedef kitlesine eskiye kıyasla
çok daha kolay biçimde ulaşan medyanın kamuoyu üzerindeki etki düzeyi
kaçınılmaz olarak çok yüksektir. Bu etki gücünün başta siyasiler ve bizzat medya
sermayedarları olmak üzere birçok çevre tarafından yanlı ve hukuk dışı olarak
kullanılma çabaları ise oldukça sık rastlanan olgulardır. Bu cümleden hareketle,
medya gücünün sistematik bir biçimde belirli kişilerin ya da grupların lehine (ya da
aleyhine) kullanılmasının devlet eliyle engellenmesi, halk egemenliğine dayalı
rejimleri diğerlerinden ayıran önemli unsurlardan biri kabul edilebilir. 90’lı yıllarda
Türkiye’de banka ve medya sektörleri ekseninde yaşanan ve sonuçta ülkeyi tarihinin
en yüksek maliyetli finansal krizlerine sürükleyen süreç ise, bir kısım nüfuzlu
yönetici elitin (siyasetçi ya da üst düzey memur) ve sermayedarın egemenliğine
dayalı olarak işleyen olağanüstü bir dönemdir.
Kurumsal temelleri henüz oluşturulamamış olduğu için son derece aksak ve
çarpık biçimde işleyen serbest piyasa uygulamaları ile koalisyonlardan oluşan
hükümetlerin popülist ve başarısız yönetimleri, 90’lı yıllarda Türkiye ekonomisinde
derin sorunlar oluşturmuştur. Bu sorunların şekillendirdiği siyasi ve makroekonomik
ortamda, Türkiye’de bankacılık sektörü önceki yıllara göre çok daha kârlı ve cazip
bir alan haline gelmiştir. Önemli bir kısmı döviz cinsinden ve yüksek faizlerle
edinilmiş banka kaynaklarının (hiçbir risk yönetim unsuru gözetilmeden) ağırlıklı
olarak devlet iç borçlanma senetlerine ya da (kârlılık ve geri ödenebilme kıstasları
gözetilmeksizin) usulsüz olarak grup şirketlerine aktarıldığı bu sürecin, denetim ve
gözetim otoritelerine ve bu konudaki tüm sınırlamalara rağmen uzun yıllar boyunca
sürdürülebilmiş olmasında medya gücünün belirleyici bir rolü olmuştur.
90’lı yılların son derece sorunlu siyasi ve makro iktisadi ortamında oluşan
medya-bankacılık sektörü birlikteliği, medyayı asıl işlevinden uzaklaştırarak, haksız
kazanç elde etmenin ve devlet ihalesi almanın etkili bir aracı haline dönüştürmüştür.
Türkiye medya tarihinin kara sayfalarını oluşturan ‘28 Şubat yayıncılığı’ da bu
yozlaşma ortamında hayat bulmuştur.
Sonraki yıllarda Türkiye’nin siyasi hayatında çok önemli kırılmalara da yol
açan 90’lı yıllardaki bu süreç, sonraki on yılda, başta sahiplik yapısı olmak üzere
medya sektöründe de büyük değişimlere neden olmuştur. Devlet iç borçlanma
senetleri getirilerinin görece düşüş gösterdiği ve bankaların ana faaliyet konularına
(kredilendirme işlevine) ağırlık vermeye başladığı, risk yönetimine ilişkin
uluslararası standartların titizlikle uygulandığı ve denetlendiği, banka iflaslarında
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
23
sorumluları çok ağır yaptırımlarla karşı karşıya bırakan kanunların uygulamaya
konulduğu bu yeni süreçte, medya-banka ilişkileri eskiye kıyasla çok daha sağlıklı
bir işleyişe kavuşmuştur. Medya-siyaset ilişkilerinde ise aynı iyimser tablonun söz
konusu olduğunu ifade etmek mümkün değildir.
Kuşkusuz medya-sermaye-siyaset ilişkileri açısından 2002-2012 arasındaki
yeni 10 yıllık dönem de incelemeye değer önemdedir. Ancak sosyal bilimler çatısı
altındaki bu tarz konularda kapsamlı tespitlerin yapılabilmesi, çoğu zaman analiz
konusu dönemin üzerinden belli bir sürenin geçmesini gerektirmektedir. Örneğin bu
çalışmada esas alınan dönem, zaman içinde güç dengelerinin değişmesi sonucu
kamuoyu tarafından bilinmeyen bazı olayların taraflarca dile getirilmesinin, yaşanan
hukuksuzluklara ilişkin başlatılan mahkeme süreçlerinin neticelenmesinin, bu
konuda kaleme alınmış diğer yayınların ve ilgili kurumlar tarafından sonraki yıllarda
hazırlanan nihai raporların ışığında ele alınmıştır.
Medya-sermaye-siyaset ilişkileri konusunda Türkiye’nin yarınları için çok
önemli dersler içeren bu süreci farklı bir bakış açısı ile analiz etmeyi amaçlayan bu
çalışmada dile getirilen temel sorunların bir daha yaşanmaması açısından, son
derece etkili bir kontrol mekanizması olan medya gücünün kendi doğal mecrasında
işletilmesinin önemli katkısı olacaktır. Piyasaların eskisine göre çok daha kırılgan
olduğu ve uluslararası finansal risklerin son derece canlı olduğu günümüzde, medya
gücünün çıkar amaçlı olarak finansal piyasalar üzerinde yeniden denenmesinin, bu
defa üstesinden gelinemeyecek hasarlara yol açabileceği düşünülmektedir. Bu
itibarla, medya sahiplerinin serbest piyasanın işleyişine ve eşit rekabet koşullarına
zarar verecek olası tekelleşme çabalarına etkili bir biçimde engel olunmalı, daha
önemlisi, medya sermayedarlarının devlet ihalelerine iştirak edebilmeleri
hususundaki sınırlamalar daha da katılaştırılmalı ve tavizsiz biçimde
uygulanmalıdır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
24
E. Ayan
KAYNAKÇA
Arslan, A (2001) Türk Medya Elitleri: Bir Durum Tespiti, Sosyoloji Araştırmaları
Dergisi, Sayı:8, s.135-164.
Ayan, E (2007) Bankacılık Risklerinin Yönetiminde Basel-II Uzlaşısı, İstanbul: Beta
Yayınları.
Ayan, E (2010) Siyasi ve İktisadi Yapı Ekseninde Türk Bankacılık Sektörünün
Tarihsel Analizi, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Cilt:47, S:544, s.2746.
BDDK (2001a) Basın Açıklaması: İhlas Finans Kurumu A.Ş.’nin Faaliyet İzninin
Kaldırılması, http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Duyurular/Basin_
Aciklamalari/208810.02.2001%203.pdf. (Erişim Tarihi: 2 Eylül 2011)
BDDK (2001b) BDDK Kararı, İhlas Finans Kurumu A.Ş.’nin Faaliyet İzninin
Kaldırılması,
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Duyurular/BDDK_Kurul_
Kararlari/8150171.pdf. (Erişim Tarihi: 2 Eylül 2011)
BDDK (2009) Çalışma Tebliği, Krizden İstikrara Türkiye Tecrübesi, İkinci Baskı,
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/7378Krizden
%20%C4%B0stikrara%20T%C3%BCrkiye%20Tecr%C3%BCbesi.pdf.
(Erişim Tarihi: 2 Eylül 2011).
Bostancı, N (2011) Siyaset ve Medya: Alacakaranlığın İki Atlısı, İstanbul: Özgür
Yayınları.
Çakır, H (2008) Osmanlı Dönemi Basın-Siyaset İlişkilerinde Şantaj, Rüşvet ve
Ödenekler, Zülfikar Damlapınar (Der), Medya ve Siyaset, Konya: Eğitim
Kitabevi.
Demir V (2006) Medya Etiği, İstanbul: Beta Yayınları.
Demir, V (2007) Türkiye’de Medya siyaset İlişkisi, İstanbul: Beta Yayınları.
Günal, M (2001) Türk Bankacılık Sektörünün Sorunları ve Geleceği, Ankara:
Ankara Ticaret Odası Yayınları.
Karaca, E (2003) Bir Medya İmparatorunun Öyküsü, İstanbul: Karakutu Yayınları.
Kaya, A.R. (2009) İktidar Yumağı: Medya Sermaye-Devlet, İstanbul: İmge
Kitabevi.
Güz 2011, Sayı:33
90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi
25
Kazgan, G (2008) Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2001), İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kıvanç, T (2008) Kavgada Yumruk Sayılmaz, Yenişafak, 19.08.2008.
Koloğlu, O (2006) Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, İstanbul: Pozitif
Yayınları.
Sağnak, M (1996) Medya-Politik, İstanbul: Eti Kitapları.
Soysal, B (2009) Türkiye’de Bitmeyen Ekonomik Kriz, İstanbul: Kaynak Yayınları.
Topuz, H (2003) II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
TBB (2011) Banka ve Sektör Bilgileri, İstatistiki Raporlar, Seçilmiş Rasyolar,
http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Tum_Raporlar.aspx.
(Erişim Tarihi: 5 Eylül 2011)
TCMB (2011) EVDS Arşivdeki İstatistikler (Hazine), Konsolide
http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html. (Erişim Tarihi: 22 Eylül 2011)
Bütçe,
TMSF (2009a) Raf Temizliği, Etibank, http://www.raftemizligi.com/. (Erişim
Tarihi: 25 Eylül 2011)
TMSF (2009b) Raf Temizliği, İmar Bankası, http://www.raftemizligi.com/. (Erişim
Tarihi: 25 Eylül 2011)
TMSF (2009c) Raf Temizliği, Pamukbank, http://www.raftemizligi.com/. (Erişim
Tarihi: 25 Eylül 2011)
TMSF (2009d) Raf Temizliği, İktisat Bankası, http://www.raftemizligi.com/.
(Erişim Tarihi: 25 Eylül 2011)
Uslu, Z K ve Bilgili, C (2009) Medya Eleştirileri 2009: Bilinç Endüstrisinin İktidar
ve Siyaset Pratikleri, İstanbul: Beta Yayınları.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
26
E. Ayan
Boş Sayfa
Güz 2011, Sayı:33
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
HABER SÖYLEMİNDE EGEMEN İDEOLOJİNİN YENİDEN
ÜRETİMİ:
MAGAZİNLEŞME BAĞLAMINDA BİR ANALİZ
Barış YETKİN*
ÖZET
Siyaset ile popüler kültür arasında önüne geçilemez bir tarihsel anlık söz konusudur. Ancak çeşitli karşılıklı
çıkarlar nedeniyle bu savaşa ara verilmektedir. Kimi zaman popüler kültür ürünü olan bir aktörün, şarkıcının
veya futbolcunun siyasete girme arzusu, çoğu zaman ise siyasetin geniş halk kitleleri üzerinde hegemonya
oluşturmak amacıyla popüler kültürün çeşitli unsurlarını kullanmaya çalışması bu ateşkese neden olur. Bu
uzlaşmadan karlı çıkan genellikle siyasettir. Popülizmin başat unsurlarından biri olan “bizden biri” algısının
yaratılması, siyasetçinin kişiselleştirme stratejisidir. Bu hegemonik popülist stratejinin büyük halk kitlelerine
ulaştırılması için çoğu zaman medya aracılık etmektedir.
Bu çalışma, hegemonya oluşturan siyasal iletişim tarzı olan popülizme ve diğer siyasal stratejilere medyanın
nasıl aracı olduğunu ortaya çıkarmayı amaçlamıştır. Bu amaç doğrultusunda, magazinleşme olgusu da göz
önüne alınarak Posta, Star, Zaman ve Yeni Akit gazeteleri örneklem olarak seçilmiş ve Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın silahlı bir saldırı sonucu yaralanan türkücü İbrahim Tatlıses’i 26 Mart 2011’de hastanede ziyaret
etmesi haberleri eleştirel söylem analizi ile incelenmiştir. Bu gazetelerin haberi yayın politikasına uygun
biçimde ve oranda magazinleştirerek yayınladığı belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Siyaset, Popüler Kültür, Haber Çözümlemesi, Magazinleşme, Eleştirel Söylem Analizi.
MEDIA AND POLITICS RELATION IN NEWS DISCOURSE: MAGAZINATION
ABSTRACT
There is an inevitable historical enmity between politics and popular culture. But the war interrupted because of
a variety of mutual interests. Sometimes an actor, the singer's or player's which is the product of popular culture
desire to enter politics, most of the time in order to create a politics of hegemony on the a large masses of people
tried to use the various elements of popular culture, this causes a cease-fire. In this consensus politics generally
provides profits. One of the principal components of populism which is “one of us” the establishment of the
perception is politician’s personalization strategy. This hegemonic populist strategy for delivery of large masses
of people usually is mediated by the media.
This study is aimed to reveal how the media is mediated that establishing hegemony by populism as a political
communication style and the other political strategies. For this purpose, by considering the phenomenon of
magazination Posta, Star, Zaman and Yeni Akit newspapers are selected as the sample and stories about Prime
Minister Recep Tayyip Erdoğan visited singer İbrahim Tatlıses who was injured by an armed attack in the
hospital on 26 March 2011 examined by a critical discourse analysis. These newspapers were determined
published magazination of news form and rate with their policy.
Keywords: Politics, Popular Culture, News Analysis, Magazination, Critical Discourse Analysis.
*
Doktoro Öğrencisi, Akdeniz Üniversitesi, İletişim Fakültesi.
İletişim 2003/18
28
B. Yetkin
GİRİŞ
Popüler kültür ve ana akım siyasal uygulamalar arasındaki önüne geçilemez
boyutta var olan düşmanlığın uzun bir öyküsü vardır. Bu düşmanlık kimi dönemlerde
daha çok keskinleşirken kimi zaman ise, karşılıklı çıkarların varlığı nedeniyle ortadan
kalkmış gözükmektedir. Örneğin, bu düşmanlığın uzlaşmaya dönüştüğü 19501960’larda siyaset ve siyasetçiler, kaybettikleri güvenirliklerini 1970-1980’lerle beraber
popüler kültürü kullanarak yeniden inşa etmeye gayreti içine girmişlerdir.
Siyasetin popüler kültürle karışması olarak nitelendirilecek birçok örnek
verilebilir. Özellikle kitle iletişim araçlarının gelişiminin yaşandığı 20. Yüzyılda devlet
başkanlarının kültür endüstrileri emtialarının taşıyıcıları ile görünür olma çabaları, ayrıca
siyasi kampanyaların etkin biçimde kullanılması da söz konusudur1. Siyasetin popüler
kültüre yönelişinin yanı sıra popüler kültürün de siyasete yönelişi söz konusudur:
Hollywood aktörlerinden Roland Regan siyasete atılarak Birleşik Devlerler Başkanı,
Arnold Schwarzenegger’ın ise California Valisi olması gibi örnekler çoğaltılabilir.
Türkiye’de de siyasetin tarihsel gelişimine bakıldığında da popüler kültür ile
anaakım siyasal uygulamalar arasında bu karışmanın sayısız benzer örneklerini bulmak
olasıdır. Ancak güncel bir örnek olarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve hayal
kırıklıkları yaşasa da siyasete girebilme hevesi asla sönmemiş olan bir saldırı sonucu ağır
yaralanan Arabesk türkücüsü İbrahim Tatlıses’in hastane odasında el sıkışması, siyaset
ile popüler kültürün uzlaşmasında önemli bir dönüm noktası olarak gösterilebilir. Turgut
Özallı 1980’lerden günümüze kadar siyaset ile popüler kültür bu konuda oldukça yol kat
etmiş gözükmektedir. Öyle ki, bu ikili (siyaset-popüler kültür) arasındaki soğuk savaş
sona ermiş ve birbiriyle bütünleşmiş olarak her birinin kendi amaçları doğrultusunda olsa
bile uyum içinde hareket ettikleri söylenebilir.
1
1930’lardan bu yana Amerikan başkanlarının Broadway ve Hollywood yıldızlarıyla bir arada
görünebilme çabalarına, Roosvelt’in Woody Guthrie’nin şarkısına eşlik etmesi, Nixon’un pop ve soft
rock şarkıcısı Carpenters’ı beğendiğini hoşlandığını sıklıkla beyan etmesi, Carter’ın Dylan ve The
Stone’u kullanması, Reagen’ın Beach Boys’u Beyaz Saray’a davet etmesi gibi Broadway ve Hollywood
yıldızlarının da siyasetçi kampanyalara destek geleneği de vardır. Benzer biçimde, Boris Yeltsin, seçim
döneminde Rostov’daki bir konserde Rus rock yıldızı Yevgeny Osin ile sahnede dans etmiş ve François
Mitterrand tamamen etrafını saran artistlerle medyada yer almayı başarmıştır. Yine benzer biçimde,
Hindistan’daki seçimlerde en yaygın bir Hint dizisinin yıldızları, ilahi olarak görülen statüleri seçimi
kazanmaya yardımcı olması için kullanılmıştır. Brezilya’da da yerel belediye başkanları, siyasetçi
olmak için dizi yıldızlarını kullanılmışlardır. Tüm bu örneklere ek olarak, bağımsız aday Ross
Perot’un, siyasi kampanya için olası adaylığı Larry King’in söyleşi programında [Lary King talkshow]
duyurması, 1992’nin Amerikan başkanlık seçimleri dönüm noktası olarak gösterilmektedir (van
Zoonen, 1998b: 190).
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
29
Medyanın magazinleşmesi -bir diğer adıyla tabloidleşmesi- yine 1980’li yıllara
denk düşmektedir. “Bilgiyle ilgili programlara eğlencenin eklenmesi” (Büyükbaykal ve
Büyükbaykal, 2007: 52) olarak tanımlanabilen magazinleşme, popüler kültürün “en özlü
kısmı” olarak popüler gazeteciliği ortaya çıkarmış ve tabloid gazetelerde öykü ve şehir
efsanelerinin çağdaş biçimlerini tabloid öykü olarak sunmuştur (van Zoonen, 1998b:
187). Bu olgunun evrimleşmesinin, siyasetin popüler kültürle bütünleşme gelişimiyle eş
zamanlı olduğu söylenebilir. Çünkü devletin ideolojik aygıtlarından olan medya
(Althusser, 2006: 67), hegemonya oluşumu ve egemen ideolojinin yayılmasına aracılık
etmelidir.
Her ne kadar Tatlıses sonradan sağlık nedeniyle adaylık başvurusunu geri
çekmiş ve siyasete AKP’den girememiş olsa da, bu uzlaşmanın dönüm noktasında,
kamuoyuna iletilmesinde medyanın oynadığı rol, hangi düzeyde, nasıl olduğu haber
çözümlemeleriyle ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Gazete haberlerinin nitel ve nicel
özelliklerini açığa çıkarma çabası, eleştirel paradigma içerisinde nicel içerik ve eleştirel
söylem analizinin uygulanmasıyla olmuştur.
Popüler Kültür, Siyasete Karşı
Popüler kültür ile ana akım arasındaki tarihsel çelişki görünürde kapanmaz bir
boşluk oluşturur. Bu boşluk, van Zoonen’a göre (1998b: 187), popüler kültür ile anaakım
siyasetin çatallaşmış sosyal geleneklerin kaynaklarıyla açıklanabilir: (1) Sözlü kültür ve
folklorun edebi kültüre ve modernleşmeye karşı olması; (2) sıradan insanların güçlü
seçkinlere ve güç bloklarına karşı olmasıdır. Böylesi bir çatallaşma, her iki kesim
arasında bir boşluk ve genellikle bir düşmanlık biçiminde ortaya çıkmaktadır (van
Zoonen, 1998a: 48). Öyle ki, örneğin 19. yüzyıl sonu 20. Yüzyıl başlarında Latin
Amerika’da liberal oligarşiler, ulusal kültür yarattıklarını öne sürerek geniş yerli ve
köylü kitlelerini dışarıda bırakarak elit bir kültür yaratmak amacıyla toplumun bazı
kesimlerini siyasal olarak kontrol ederek devlet kurmayı başarmışlardır. Dışarıda
bırakılan bu kitlelerse, bu dışlanmışlığı binlerce ayaklanmayla karşılık vermişlerdir
(Canclini, 1999: 134).
Popüler kültürün siyasete olası bakışı, statükonun devam ettiren genel ahlaksal
değerleri savunan ve anaakımın dışındaki herkesi kötüleyen muhafazakar güç olarak
algılasa da (Bird, 1992’den aktaran van Zoonen, 1998a: 49), “çok anlamlılık ve
metinlerarasılığın doğasının tanımlanmasıyla, ilerici ve tutucu güçlerin ikisini de
barındırmaktadır” (van Zoonen, 1998a: 49). Buna karşılık, popüler kültür ise, seçkinler
tarafından aşağılanır, hor görülür (Alemdar ve Erdoğan, 1994: 115; McGuigan, 1992:
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
30
B. Yetkin
45). Bu çift yönlü kinizmin temelinde halkın çoğunluk; seçkinlerin ise azınlık olmasının
yattığı söylenebilir.
Siyaset düzeyinde yer alan seçkinlerin kinik (küçümseyen) yoğunluğu, halkı
siyasal alandan uzak tutmakta ve ilgisizlik içine sürmektedir (van Zoonen, 1998b: 185).
Bu durum, toplumu oluşturan geniş halk kitlelerinde, siyasete ve siyasetçiye güvensizliği
arttırmıştır. Bu güvensizliğin ortadan kaldırılması, popüler kültürün halk kültürü olması
nedeniyle, siyasal propagandanın da popüler kültürden yararlanarak halkı manipüle
edebilmesiyle sonuçlanmaktadır. Ancak, Canclini (1999: 146), siyasal hareketlerin ve
ideoloji stratejilerinin etkili incelemesine karşın, “popülist hareketler içinde yer alan
popüler katmanların kültürlerine neler oluyor” sorusunun sorulmadığını; popülizmin
iktidar yaratmak için kültürü nasıl kullanıldığı hakkında az şey bilindiğini belirtmektedir.
Bu nedenle, bu konunun araştırmaya değer olduğunu söylemek olasıdır.
Halk kavramı, yalnızca soyut tanımlardan ibaret değildir. Popüler kültürün
oluşturulduğu çeşitli olay ve etkinliklerde somutlaşır. Örneğin dünya kupası maçlarında,
ulusal anma günlerinde, tüm farklılıklarına karşın birleşmiş bir ulus olarak halk, pek çok
popüler kültürel yapı ile bireylere bu şekilde hitap eder ve onları etkiler (Bennett, 1999:
71-72). Popüler özelliklerinin karmaşık, iç içe geçmiş ve çelişik biçimde kurulan, ifade
edilen ve maddileştirilen halk oyunu olarak futbol, popüler kültürün odağında yer alarak
halka ulaşmanın en kolay ve yaygın kullanılan stratejilerden birini oluşturur. Popüler
futbol kültürü, özellikle 1980’li yıllardan itibaren, popüler bilinçteki anlam, tema, kod,
mit ve söylemlerin etrafında yoğunlaşan temel bir metin haline gelmiştir. Spor, özellikle
de futbol, toplumsal sınıfların yapılışında, milli kimliklerin kuruluşunda, etkin, saldırgan,
güçlü erkeklik mitinin cisimleşmesinde, çilecilik ve hazcılık gibi bedene ilişkin ahlaki
kategorilerin vücut bulmasında (Erdoğan, 1993: 26-27) kullanılmaya başlanmıştır.
Özellikle seçim süreçlerinde seçmenle (halkla) yüz yüze iletişimi kapsamında
siyasetçilerin gittikleri kentin takımının renklerini taşıyan şapka, atkı vb. nesneleri
giydiklerine, milli takım maçlarını stadyumda seyrettiklerine veya her kentin futbol
takımının bir manevi başkanlığına soyunduklarına sıkça rastlanabilmektedir. Bu
uygulamaların, “milletin biz olarak kurulmasını sağlayan bir alan olan spor”a (Clarke
ve Clarke, 1982’den aktaran Erdoğan, 1993: 28), siyasetin eklemlenmesi olduğu
söylenebilir.
Siyasetçilerin, halkın destek ve sempatisini alma stratejilerinden bir diğeri de,
“halka onlardan değil, bizden biri” algısının dil ile yaratılmasıdır. Van Zoonen (1998b),
sosyal, siyasi ve ekonomik güçlere kendini anlatma ve özel kişilerden daha çok sosyal
ajan biçiminde hareket eden insanların halk dilini kullanılmasının siyasetçiler ve siyaset
için daha olağan olduğunu belirtmektedir. Siyasetçiler kendilerini özel kişiler değil,
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
31
siyasi kurumların temsilcisi olarak konumlandıran özel dil kullanırlar. Ona göre, halk
dili, somut olaylara ve konulara, özel yaşama ve kişisel deneyime odaklanan popüler
kültür çeşitleri, komik, eğlenceli, duygulu öyküler ve iletişimin uygun anlamı olan özel
dilde gerekliliklerine uymaz:
Kaçınılmaz biçimde özel dil kullanımı, bir kurumun temsilcisi olmasından daha
çok özel bir kişi olarak konumlandırır. Siyasetçiler tarafından popüler kültür
çeşitlerinin artması, yalnızca kendilerini yeni gösterme platformu bulunmasının
önemi değil, dilsel biçim yönünün değişmesini de gerektirmekte ve kişiselleştirme
olarak yaygın bilinen konumlandırmadır. Sosyal sorunların yapısal doğasını
gizlediği genellikle söylenir (van Zoonen, 1998b: 191).
Halka ulaşmanın en kolay ve yaygın kullanımı olan “bizden biri” algısının
oluşturulmasını sağlayan kişiselleştirme, bir biçimde, siyaset ile popüler kültürün
yollarının kesişmesinin fırsatını yaratmakla gerçekleştirilmektedir. Halkın bağrından
çıkmış, bir öyküsü, bir miti olan geniş insan toplulukları tarafından yakından izlenen
kültür endüstrisinin bir ürünü olan şarkıcı, manken, aktör vb. kişilerle siyasetçinin,
kamuoyu önünde veya kamuoyunun gündemine yansıyacak biçimde yollarının
kesişmesi sağlanmaya çalışılır. MTV’nin [Music Television] en önde gelen siyasal
iletişim kanalı olduğunu belirten van Zoonen (1998b: 197), “modern siyasi kültürde
krizler, siyasetçilerin, soğutulmuş seçmenlerden, onlar ve farklı vatandaş grupları
arasında toplum ruhu (düşüncesi) yaratma beceriksizlik işareti olarak görülmektedir. Bu
soruna popüler çözüm, kayıp modern cenneti yeniden kazanma sayısız girişimlerinden
biri” olduğunu belirtmektedir. Van Zoonen (1998b: 197), halk ve temsilcileri arasındaki
ilişkilerin restore edilmesi, kamu görevlileri ve onların kamuları arasındaki gerekli
toplum algısını yeniden kazanılması için, bugünkü post-modern toplumlarda popüler
kültür endüstrisinin sembollerinin yayılması gerektiğini ve bunun da tek yol
olabileceğini vurgulamaktadır. Tüm bu ve benzer örneklerden yola çıkılarak, hegemonya
oluşturma amacıyla, “popüler kültürün, siyasal kültürün en etkin unsuru” (Deren van
Het Hof, 2008: 162) olduğu söylenebilir.
Amerikan siyasal kültürünün kapsamlı araştırmasında Hart (1994a’dan aktaran
van Zoonen, 1998b: 186), siyasal kampanya yapma, anketleri (kamuoyu yoklamaları)
kullanma, siyasetçilerin cümlelerinin anlamları ve olumsuz reklamların karışıklığının
tamamen yaygın olan bir anlayışı gerektiren seçimlerde kinizmin baskın (egemen) tutum
olduğunu ileri sürmektedir2. Siyaset düzeyindeki kinik (küçümseyen) yoğunluk, insanları
2
Bu araştırmada, ABD’de “hükümetin doğru şeyi yapmak için güvenilebilir olmadığı” hissinde olan
insanların, 1958’de % 24’ten 1980’de hemen hemen % 75’e çoğalan miktarı, onun bu iddiasını
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
32
B. Yetkin
siyasalın her unsurundan soğutmaktadır. Bunun ana nedeni olarak televizyon ve içerikten
daha çok post-modern sitilde olduğuna işaret etmektedir (van Zoonen, 1998b: 186).
Benzer bir değişim Avrupa’da da olduğu gözlemlenebilir.
Avrupa’da da 1970’lerin başında büyük şirketlere, devlet kurumlarına, hatta
siyasi partilere olan güvensizliğin artmasıyla birlikte popüler kültür ve unsurlarının
siyasette kullanımı artmıştır3. Geniş halk kitlelerinin oluşturduğu böylesine bir ortamda,
sistemi eleştiren Yeni Sol ama ardından özellikle de Yeni Sağ olarak adlandırılan yeni
akımların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Taggart (2004: 95), özellikle savaş sonrası
ortamlarda filizlenmeye uygun, “yeni faşizmin yeni bir popülizm” dalgasıyla örtüşmesi
sonucu yeni popülizm olarak nitelendirilen akımın ortaya çıktığını belirtir. Aşırı sağ kanat
olarak nitelendirilen bu akım Kıta Avrupası’nda günden güne güçlenmiştir (Rydgren,
2005: 7).
Avrupa’daki bu Yeni Sağ olarak tanımlanan muhafazakar partiler, popüler
kültürün nimetlerini kullanarak popülist siyasal iletişimlerini kamufle etmektedirler. Yeni
Muhafazakar partiler, seçkinlerin ilerici, liberal, kozmopolit ve demokratik olması
beklenen görüşlerine karşı kitlelerin otoriter, ırkçı ve şoven değerlerine dayanan popülist
politikaları tepkisel-tutucu popülizm [reactionary populism] (Margaret Canovan,
1981’den aktaran Özkan, 2004: 34) ile eyleme geçirmeye çalışmaktadırlar. Bunu
yaparlarken de kamuflaj uygulamaktadırlar. Böylece, örneğin, ünlü kişilerin satışı
yapılan emtia ile birlikte görünür olma reklam stratejisi biçiminde, farklı beklentileri
olan, farklı toplumsal sınıfların üyelerini birleştirme hegemonyasını oluşturmaya
çalışmaktadırlar. Ancak, Anaakım partiler de, bu yeni sağ partilerin hızına yetişebilmek
adına aynı taktikleri kullanmaya gayret etmektedirler.
Seçim kampanyaları ve siyasal iletişimin potansiyel seçmenlerle iletişim kuran
popüler kültürü hiç olmadığından daha çok yıldızlar, şöhret dergileri çeşitleri, söyleşi ve
oyun gösterilerinin kullandığı görüşündedir. Popüler kültürün böylesine kullanılması,
siyasetçi ve sosyal seçkinler arasında, ciddi ve rasyonel “siyasal kültür bozulması”
3
destekleyen istatistiklerden biridir. Kamu görevlileri ve hükümet ve büyük şirketler arasındaki
ilişkideki sorular, benzer sonuçlar göstermiştir.
Holmberg (2000), İsveç’te insanların siyasetçilerden ve siyasi partilerden hoşnutsuzluklarını gösteren
“parlamentodaki insanların normal insanların düşüncelerine çok önem vermediği” yargısının kamu
görüşü olduğunu ve 1968’de % 46 olan bu görüşün, 1982’de % 60’a, 1998’de ise % 75’e yükseldiğini
belirtmektedir. Ayrıca, “partilerin halkın düşünceleriyle değil, oyu ile ilgilendiği” görüşünün 1991’de
% 37’den % 68’e ve 1998’de % 75’ yükseldiğinin de altını çizmektedir. Düzen karşıtlığının
demokratik ilkelere meydan okuma olarak algılanmadığından, halka özgü ana akım siyasal kurumlara
olan hoşnutsuzluğun kışkırtılması yoluyla protesto seferberliği popülist bir parti için hatırı sayılır bir
kapsamı vardır (Rydgren, 2005: 7)
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
33
konusunda ahlaki bir panik yaşandığını, bu olayın “siyasetin yeniden feodalleşmesi” söz
konusudur. Panik nedeniyle popüler platformda siyasetin çağdaş popülerleşmesi,
siyasetçiler ve gösteri işi destekçilerinin görünmesinden daha çok içerir ve aynı zamanda
retoriksel biçim değişikliği, popülere veya popülist temaya uyum gerekir (van Zoonen,
1998b: 190).
ABD ile Avrupa’nın durumunu karşılaştıran Amerikan olmayan seçim odaklı
araştırmalarda (örneğin Klingeman ve Fuchs’ın araştırmalarında4), çoğunlukla seçmende
daha az meraklı olmayı tersine çeviren referans çerçevesi sonuçlarına ulaşılmıştır.
Pratikte Amerikanlaşma etiketli siyasetler, yaygın olarak ulusal siyasi kültürde çeşitli
değişimi suçlamaya hizmet etmektedir. 1998 yılındaki İngiltere’deki seçim sürecinde
kampanya alanlarının birinde popüler müziğin olması eleştirilse de, İngiliz
Muhafazakarları5 [Tories], Spice Girls’den, İşçi Parti’nin de özellikle, bir hip grubu
tarafından seslendirilen seçim şarkısı umulmadık destek almıştır. İngiliz eleştirmenler, bu
olgularla Madonna ve Pearl Kam’ın desteğini kazanan 1992 Clinton kampanyasının pop
siyaseti arasında bağlantı kurmuşlardır (Boom, 1997’den aktaran van Zoonen, 1998b:
186). Bu noktada denilebilir ki, giriş bölümündeki örneklerde olduğu gibi, yalnızca
ABD’de, İngiltere’de değil Kıta Avrupası ve geri kalan tüm ülkelerde gerek sağ, gerekse
sol siyasal ideolojiden partiler ve siyasetçilerin kitle iletişim araçlarında hacimlice yer
tutabilen popüler kültür endüstrisi emtialarından bir biçimde yararlanmaları söz
konusudur. Çünkü hiçbir sınıf, (dinsel, hukuki, siyasal, sendika, haberleşme, kültürel)
Devletin İdeolojik Aygıtları içinde ve üstünde kendi hegemonyasını uygulamadan devlet
iktidarını kalıcı olarak elinde tutamaz (Althusser, 2006: 67). Böylece bu yolla
hegemonya kurabilmekte ve medya da bu egemen ideolojinin yayılmasına aracılık
etmektedir.
Türkiye’deki siyasetin magazinleşmesi süreci, Batı Avrupa ve diğer
ülkelerdekine benzer yol izlemiştir. 12 Eylül Askeri Yönetimi sonrasının yeni siyasi
yöneticileri, 1980’lerde hatırı sayılır oy potansiyeline ulaşan gecekondu kesimine
yönelik yönlendirme ve destek sağlamak amacı ile Meral Özbek’in değişiyle, bilinçli bir
hegemonya oyununa girişmişlerdir (bkz. EK-1). Turgut Özal, 1979’da dönemin
başbakanı Süleyman Demirel için, genel seçimlerin kilidini gecekondulardaki yüzergezer oyların açabileceğini vurguladığı bir rapor hazırlamıştır. Demirel hükümeti
4
5
Bkz. Van Zoonen, (1998b), Citizens and the State: Beliefs in Government, Oxford University Press,
Vol. 1, New York, 1995.
Muhafazakâr Parti (Conservative Party) olarak da bilinen, Resmi adı Muhafazakar ve Birlikçi Parti,
Tory'ler olarak da adlandırılırlar. 20. yüzyılın başlarında eski Tory Partisi'nin uzantısı olarak kurulan
Muhafazakâr Parti, İngiltere’nin merkez sağ partisidir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
34
B. Yetkin
tarafından uygulanmaya geçirilmeyen bu rapor, yıllar sonra ANAP’ın iktidar olmasıyla
arabesk ile yaşama geçirilmiştir (Özbek, 1998: 177).
Bir zamanlar resmen onaylanmış müzik kategorilerinden hiçbirine uymadığı
gerekçesiyle devletçe tanınmayan, radyo ve televizyonda çalınması bile adeta yasak olan
arabesk, 1970’lerden itibaren, özellikle de 1980’lerde, Türkiye’nin her yerini sarmıştır:
Gazinolarda, minibüs ve taksilerde bangır bangır çalınmış, fabrikalarda,
gecekondularda, meyhanelerde keyifle dinlenmiş ve hatta futbol maçlarında bile
kullanılır olmuştur. Arabeskin siyasete girişi ise, 1983 seçimlerinde Özal’ın öncülüğünde
gerçekleşmiş ve Türkiye’de ilk kez kitlesel tanıtım düzeyinde olmuştur. Özal’ın da her
fırsatta hoşlandığını beyan ettiği bu arabesk müziği ANAP, bütün Türklerin aşık olduğu
temasını, kendisinin ana siyasal görüşü (aşırı sağ, dinsel sağ, merkez sağ ve sosyal
demokrat) saygıyla karşıladığı ve kucakladığı görüşünü desteklemek üzere kullanmıştır.
Bunu yapabilme amacıyla da, ANAP tarafından gecekondu insanlarının kültürünü,
alışkanlıklarını, zevklerini, hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeyleri incelemek üzere
Arabesk Grubu adlı bir araştırma birimi oluşturmuştur. Bununla da yetinmeyen ANAP,
1987 ve 1988 yıllarında kendilerine oy verenlere ilişkin verilere dayalı seçmen profili
hazırlamak için kamuoyu yoklama kuruluşunu (SİAR) devreye sokmuştur. Bu şirketin
araştırmaları, ANAP’a oy verenlerin muhafazakar olduğu, en muhafazakar seçmenlerin
bile, demokratik çoğulculuğa ve ekonomik liberalizme sempati duyduğu sonucunu
ortaya çıkarmıştır. Hegemonya oyunu beklenen sonucu vermiş; oy verenlerin yenimuhafazakar ya da yeni-liberaller olduğu anlaşılmıştır (Özbek, 1998: 175-177). Bu
verileri iyi okuyabildiği anlaşılan Özal, hem doğrudan ve deklare bir popüler kültür
tüketicisi olarak hem de bu kültürel unsurları siyasal retoriğine ekleyerek farklı bir
(popüler) dil oluşturmuştur. Popüler kültürün gelenekçi, muhafazakar unsurları yine bu
kültürün yenilikçi unsurlarıyla Özal’ın kimliğinde mükemmel bir uyum halinde
bütünleşmiştir (Mutlu, 2005: 370) ve bu bütünleşme, basında geniş yer alacak biçimde
örüntülenmiştir.
Medya Dünyasında Yaşanan Değişiklikler
Avrupa’nın pek çok ülkesinde yayıncılık alanının tek egemeni olan kamu hizmeti
yayıncılığının istikrarlı yapılarını oluşturan maddi ve zihinsel iklim, 1980’lerle birlikte
altüst olmuştur. Küreselleşme, teknolojik gelişmelerle gelen dijitalleşme ve yapısal
sonucu olan yöndeşme, deregülasyon denilen ve yayıncılığı düzenleyen kuralların
kaldırılması süreçleri, kamu hizmeti yayıncılığının hem etkisini azaltmış (mali ve
izleyicilere ulaşma açısından) hem de kendisini yapısal değişime ayak uydurmaya
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
35
zorunlu kılmıştır (Kejanlıoğlu, 2004). Ancak yeni teknolojilerin kullanıma açılması
yalnızca televizyon yayıncılığını değil, kitle iletişim dünyasının tamamını
dönüştürmüştür. Gazeteler belli başlı birkaç bölgeye uygun baskılar için uzaktan yazılıp
düzeltilebilme (Castells, 2008), dijital sayfa düzeni yapabilme ve çok kısa sürelerde çok
yüksek tirajlarda baskı yapabilme olanağına ulaşmışlar, ekonomi politik yapıları, tüketici
ya da müşteri odaklı yayınları hızlandırmıştır.
Kamuoyunun oluşumunda medyanın rolü tartışmasızdır. İletişim teknolojisinin
gelişmesi, çeşitli açılardan popülerlik kavramının kapsamını genişletmiştir (Alemdar ve
Erdoğan, 1994: 10). Eski toplumsal hiyerarşi ortadan kalkmamış olmakla birlikte,
geçmişe oranla zayıflamış olduğundan popüler kültürün yayılma alanında da bir
genişleme olmuştur (McGuigan, 1992: 83). Eğer kamuoyunun, belli bir konuda
toplumun çoğunluğunun (hatta tümünün) ortak değerlendirmesi ve yargısı olduğu
tanımlanması kabul edilecek olursa (Bernays, 1928: 959), halka ait kültür olan popüler
kültürün oluşumunda medyanın rolü de kendiliğinden anlaşılabilir.6 Kamuoyu
oluşturanlar halktaki eski yerleşmiş düşünceler yerine yenilerini geçirirler (Bernays,
1928, 970). Bu bakımdan da bu çevreler için popüler kültür ortamı en elverişli olanıdır,
çünkü seçkin kesimler bu konuda daha dirençlidirler. Siyasal açıdan seçmen oy sayısı,
seçkinlerinkinden çok daha fazla olduğu için, hedef kitle halktır. Böylece hedef kitle
haline gelen halk çeşitli koşullandırmalarla homojenleştirilir. Folklor gibi, özellikle
ulusal kökleriyle çeşitlenen ahlaksal bir karaktere sahip olan popüler gazetecilik (van
Zoonen, 1998b: 187) ile bu homojenleştirme gerçekleştirilir.
Modern siyaset, siyasi partilerin, kitle örgütlerinin, ticari birliklerin ve her şeyden
önce tüm insanların kapsayan kamuoyu oluşturma ve karar vermeyi başaran kitle
medyası altyapısıyla karakterize olmuştur. Siyasal düşünce oluşturma için,
enformasyonda, gerçeklerde ve rasyonel tartışmada yer alan bilgili vatandaşlık, önceden
gerekli olan modern siyaset ve demokrasi için göz önüne alınmaktadır. Ve bu yalnızca
uygun bir biçimde olan haber medyasıyla gelebilir (van Zoonen’ın 1998b: 187-188).
Medya ve siyasetin kurumsal olarak örgütlenmesi kamusal alanı yok etmiştir.
Medya ve siyasetin bu yapısal bütünleşmesi, insanları toplumsal sorunlara ve siyasete
etkin katılımcılar olmaktan çıkararak pasif izleyicilere dönüşmüşlerdir. Bir diğer deyişle,
kültürel akım üreten kamusal topluluktan kültür tüketicilerine dönüşmüşlerdir
(Kejanlıoğlu, 2004) ve bu magazinsellik aracılığıyla sağlanmıştır.
6
Örneğin bkz. Susan Herbst, (1993), The Meaning of Public Opinion: Citizens’ Constructions of
Political Reality, Media Culture & Society, (15), s. 437-454.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
36
B. Yetkin
Magazinleşme, bilgiyle ilgili programlara eğlencenin eklemlenmesidir. Bu
kavram bilgilendirirken eğlenmeyi, iyi zaman geçirtmeyi amaçlayarak, insanları
gündelik yaşamlarının sorunlarından bir süreliğine de olsa uzaklaştırmayı
tanımlamaktadır (Büyükbaykal ve Büyükbaykal, 2007: 52). Sparks’ın (2000) tanımına
göre, bil-eğlence tarzının gelişmiş bir boyutu olan info-tainment magazinleşmenin ikili
yapısının birini oluşturur. Birinci boyut, siyasete, ekonomiye ve topluma daha az; spora,
skandallara ve popüler eğlenceye çok daha fazla ilgi gösterilmesiyle; kişisel olana, hem
ünlülerin, hem de sıradan insanların özel hayatlarına daha fazla ilgi gösterilip siyasal
süreçlere, ekonomik ve toplumsal değişimlere daha az ilginin gösterilmesiyle ilgilidir.
İkinci boyut, info-tainment ise, medyadaki önceliklerin haber ve bilgiden eğlenceye
doğru kaymasıyla ilişkilidir (Gencel Bek, 2004: 10). Çalışmalarında McLachlan ve
Golding (2000), magazinleşmenin kodlarını daha az metin, siyasal haber, uluslararası
haber ve daha çok görüntü, eğlence ve insani ilgi [human interest] haberi olarak sıralarlar
(aktaran Gencel Bek, 2004: 10).
Hakan Ergül (2000: 11) ise, haberde magazinleşmeyi hem haber bültenlerinde
daha az haber değeri taşıyan öğelerin artması hem de haberde ikincil öneme sahip
popüler ve magazin öğelerin öne çıkartılması olarak iki şekilde tanımlar:
Birey tarafından üretilen ve bu üretim süreci içerisinde seçilme, değiştirilme,
düzeltilme gibi pek çok aşamadan geçen bir haber metninin, her şeyden önce bu
aşamalar üzerinde etkili olan bireylerin nesnelliği ile sınırlı olduğu savlanmaktadır.
Dolayısıyla haber metninin nesnelliği denildiğinde, toplumsal olayların, deneysel
sonuçlar ya da istatistik veriler kadar yansız ve yorumdan uzak yansıtılmasının
anlaşılmaması gerekmektedir. Bu ölçüt, daha çok habercinin bireysel değerlerinin
haber içeriğine olabildiğince karıştırılmaması ve metninin yazılışında açıkça
görüntülenebilecek yorum öğelerinin en aza indirgenmesi gerekliliklerine
göndermede bulunmaktadır. (Ergül, 2000: 78)
Magazinsel haberin, siyasetin temel konularından olan bütçe açığını ve sağlık
sorununu anlamaya uygun bağlamı inşa etmesi Siyasetçilerin ve diğer danışmanların
(siyasal aktörlerin), seçmenleriyle iletişim kurmak için popüler kültür türlerine hızla
döndüğünü işaret etmektedir. Başkanlık konutu Beyaz Saray’ın Oval Ofisi’nde yaşanan
“oral seks” skandalıyla adı kötüye çıkmış olan Bill Clinton’un 1992 kampanyaları
süresince Arsenio Hall’da saksafon çalması buna tipik bir örnektir ve bu olayın tüm
medya mecralarında yer alması önemlidir. Popüler kültürle modern siyasetin olası
olmayan uzlaşması, böyle durumlarda, belirli siyasetlerin ve ideolojilerin temsilcisi
olmasından öte, bireysel özelliğiyle insan olarak siyasetçi yapılanmasıyla arada bir kültür
koalisyonu sağlanır (van Zoonen, 1998a: 49).
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
37
Genel olarak Türkiye’ye bakıldığında, 1970–1990 döneminde pornografik
dergilerin çoğalması, televizyon kültürünün egemenliğinin arttırışı, sanatın büyük
sermayenin desteğine girerek metalaşması ve çok çeşitli konulardaki (yemek, eğlence,
tatil, ev bakımı moda... vs.) dergilerin tüketim ideolojisini yaymalarının temelini, aslında
1980 darbesinin ardından neo-liberal ekonomi politikalarının ağırlık kazanmasında
yatmaktadır (Gencel Bek, 2004: 14). 1980’li yıllarda yaşanan değişimlerin etkisinin
olduğu (Büyükbaykal ve Büyükbaykal, 2007: 55) özel Televizyonların 1990’larda ortaya
çıkışıyla da, hem sayı, hem de yoğunluk olarak etkisini arttıran bir sürece dönüşmüştür.
2000’ler Türkiyesi’ndeyse artık tüketimin desteklenmesi, Gencel Bek’e (2004: 14) göre,
sadece dergilerde değil, özel televizyon kanallarındaki yaşam tarzı [life-style]
programlarında, hatta gazetelerde, aslında ana odağı siyaset olagelmiş köşe yazılarında
da rastlanabilmektedir. Tüm bunlar aslında, haberin magazinleşmesine işaret etmektedir.
Hakan Ergül’e (2000: 78-80) göre, haberde magazinleşme, başka dünyalara ilişkin
özlemleri yücelten yaklaşımıyla bireyin gerçeklikle arasındaki ilişkiyi etkileyen önemli
bir etkendir:
Türkiye’de haberin ABD’de ‘watercooler’ olarak nitelendirilen magazinel içeriğe
çevrilmesi süreci televizyon kanallarının özelleşmesiyle başlamıştır. İzlenme
oranlarında sürekli tırmanışı hedefleyen bir yayıncılık anlayışıyla haberi çekici
kılacak her türlü unsur (dramatizasyon, müzik, aşırı vurgulanmış cinsellik) haber
metni içerisine yerleştirilmiştir. (Ergül, 2000: 173)
Ergül’ün bu değerlendirmesi, televizyon için geçerli olduğu kadar, aynı sermaye
yapısına sahip olan, aynı “karlılığının devamını sağlama” amacındaki ve aynı hedef
kitleye yönlenen, paralel yayınlara sahip diğer mecralar içinde geçerli olduğu
söylenebilir.
ABD ve Avrupa’dakilerden daha az nicelikte olmasına karşın farklı analiz
yöntemleri kullanan dikkat çekici araştırmalar bulunmaktadır. Medya-siyaset ilişkisi
konusunda yapılan araştırma (Bulut ve Yaylagül, 2004), Türkiye’deki yazılı basında
genişçe yer alan Yargıtay ve mafya ilişkisi bağlamında eleştirel söylem analizi ile ortaya
çıkarmaya amaçlayan çalışmadır. Gazete haberlerinin metinleri aracılığıyla kurulan
eşitsizlik ve tahakküm ilişkileri çıkarılarak endüstriyel yapılar ve dinamikler göz önüne
alması açısından önemlidir. Yargıtay-mafya ilişkisinin basına yansımasını inceleyen bu
araştırmada kimi zaman desteklediği kimi zaman da özellikle de “sağ basın”ın
eleştirdiği, MİT-Mafya ilişkisinin yok sayıldığı bulunmuştur.
Erdal Dağtaş’ın (2005) kaleme aldığı “Türkiye’de Magazin Basını ve Habercilik
Anlayışı: Magazin Eklerinin Sektör ve Metin Analizi” çalışması, magazinleşme olgusu
konusunda Türkiye’de yürütülen tartışmalara alternatif bir katkıda bulunmaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
38
B. Yetkin
Türkiye’deki tekelci medya ortamında, küreselleşmenin etkisiyle toplumda egemen hale
gelen yeni sağ politikaların, magazin sektörünü ve habercilik anlayışını şekillendirdiği
temel varsayımıyla medya içeriklerinin tektipleşmesi, benzeşmesi ve kültürel yaşamın
metalaşması analiz edilmiştir.
Basın ve siyaset arasındaki ilişkiyi, siyaset ve medya gündemlerindeki konular
açısından ele alan ve gündemlerin birbirleri üzerindeki etkisinin, konuların gücüne bağlı
olarak şekillendiği varsayımından yola çıkan bir diğer araştırmada (Terkan, 2007), bu iki
yapı arasındaki ilişki, gündem belirleme modeli çerçevesinde incelenmiştir. Gazetelerde,
hangi konuların ağırlıklı olarak ele alındığı ve hangi tür konu ve olaylarda, gündemler
arasında bir paralellik olduğu tespit edilmeye çalışılmıştır.
Bir diğer araştırma (Gölcü, 2009), medya-siyaset ilişkisini siyasi seçim
kampanyaları sürecinde incelemekte, Türk basınının siyasal partilere nasıl yaklaştığını
siyaset kurumu ve medya ilişkisi bağlamında ortaya koymaktır. Çalışma seçim
öncesinde yapılan siyasal haberlerin söylem yapılarını çözümleyerek, siyaset ve medya
ilişkisini ortaya koymaktadır. İncelenen gazetelerin yayın politikalarının ve
mülkiyetlerinin siyaset kurumuyla olan ilişkilerinin, yapılan haberler ve seçim
döneminde yayın politikalarını belirlemede çok önemli olduğu gözlenmiştir. Ayrıca
gazetelerin aldığı siyasal reklamların da haber söylemlerinin belirlenmesinde etkili bir
faktör olduğu ve bu reklamların haberlerin söylemlerini destekleyecek bir biçimde
sayfalara yerleştirildiği ortaya çıkmıştır.
Medya-siyaset ilişkisinin çoğu zaman ekonomik ve siyasal çıkarlar zemininde
gerçekleştiği ve bunların da haberlere yansıdığı varsayıldığı bir diğer çalışmada (Işık ve
Oğuzhan Börekçi, 2009); Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Doğan Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Aydın Doğan arasında “Deniz Feneri” davası üzerinden yaşanan
polemiğin, medya üzerinden nasıl bir çatışma ve kavgaya dönüştüğü incelenmiş ve
varsayımı doğrular nitelikte bir sonuç çıkmıştır.
Dikkat çeken bir diğer araştırma (Şimşek, 2009) medya alanında da söz sahibi
olan patronlar gerek kendi çıkarlarını korumak gerekse ekonomik ya da siyasi olsun ülke
gündeminde söz sahibi olabilmek için taraflı davranış sergilediği savlıyla medya
organlarının 2009 yerel seçimleri çerçevesinde nasıl hareket ettikleri ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Elde edilen bulgulardan, medya organlarının hükümetler ve muhalefet
partilerinden herhangi birinin lehinde ya da aleyhinde davranış sergiledikleri
belirlenmiştir.
Bir başka çalışma (Kazaz ve Çoban, 2005), televizyon haberlerinde kullanılan
haber çerçeveleriyle egemen söylemin yeniden üretilmesi sürecine nasıl katkı yaptığı
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
39
araştırılmıştır. İçerik çözümlemesi yöntemiyle yapılan analizde, çerçeveler ile kitle
iletişim araçlarının ve özellikle de televizyonda sunulan haberin alılmamasına ilişkin
sınırları da birlikte aktararak; izleyicinin bilincini, sosyal, kültürel ve politik sonuçları
olacak şekilde nasıl oluşturduğu bulunması hedeflenmiştir. İzleyicilerde oluşturduğu
gerçeklik duygusuyla, mevcut durumun sürekliliğini sağlamak için televizyon
haberlerinin nasıl çerçevelendiği ve özellikle hangi ideoloji inşa stratejilerini
kullandıkları tespit edilmeye çalışılmıştır.
Birçok çalışmada, basın ve siyaset arasındaki ilişki çeşitli açılardan çeşitli
araştırma yöntem ve teknikleriyle incelenmiştir. Ancak bu araştırmanın diğerlerinden
farkı, gerek siyasetin gerekse medyanın magazinleşmesiyle oluşan güç ve tahakküm
ilişkilerinin gazete haberlerinin makro ve mikro yapılarını çözümleyerek ortaya
çıkarılmasını amaçlamış olmasıdır. Kısaca denilebilir ki, popüler kültürün siyaset ile
bütünleşmesi çerçevesinde 1980’lerde Türk basınının sermaye yapısındaki değişim
(Özgen, 2004: 472) olgusuna bağlı olarak haber içeriklerindeki magazinleşme ve taşıdığı
ideoloji bu araştırmanın sorunsalını oluşturmaktadır.
Yöntem
Bu araştırma, giriş bölümünde de bahsedildiği gibi, siyasetçi kimliği ile 12
Haziran 2011 genel seçimleri sürecinde Başbakan olarak ülkeyi yöneten Recep Tayyip
Erdoğan’ın, popüler kültür ürünü olan arabesk tarzı müziğin temsilcilerinden İbrahim
Tatlıses’i hastane ziyaret etmesi ve bu buluşmanın gazete haberlerine yansıma biçimini
konu almaktadır.
Şarkıcılıktan, aktörlüğe, çeşitli alanlardaki ticari etkinlikten müteahhitliğe kadar
geniş bir çalışma alanı yelpazesine sahip olan Tatlıses, medyada kimi zaman, inşaat
işçiliğinden gelmesine karşın zengin olmasıyla, kimi zaman sahne sanatındaki
başarılarıyla, kimi zaman mafya bağlantısı iddialarıyla, kimi zaman da siyaset ve
siyasetçilerle olan yakınlaşmasıyla gündeme gelmiştir. Kısacası, Urfa’da yoksul ve çok
çocuklu bir ailenin oğlu iken, zengin ve ünlü olması onu adeta mitleştirmiştir. Bu
avantajla uzun yıllar siyasette yer bulabilmek adına çok sayıda girişimde bulunmuş,
birçok siyasetçi ile yakın ilişkiler kurmuştur (Bkz. Ek 1, 2, 3 ve 4) ama amacına
ulamamıştır. 13 Mart 2011 tarihinde bir televizyon programının ardından silahlı saldırı
sonucu ağır yaralanmıştır. Bu olay, tüm medyada geniş yer almıştır.
Recep Tayyip Erdoğan ise, halkın içinden birisi olarak siyasette alnının teriyle
yükselmiş, İstanbul gibi Türkiye’nin en büyük kentinin belediye başkanlığını yapmış,
ardından da başbakanlık koltuğuna oturmuş bir siyasi kimliğe sahiptir. Kendini, Milli
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
40
B. Yetkin
Görüş kimliğini terk etmiş bir muhafazakar demokrat olarak tanımlamaktadır. Recep
Tayyip Erdoğan, muhafazakar kimliğinin yanı sıra protest karakterinin siyasi iletişim
tarzına yansımış bir siyasetçidir. Doğduğu ve büyüdüğü yerlerin, aile yapısının,
yaşantısının, geçmişinin izlerinin, hem siyasal hem de günlük yaşantısına yansıdığı
söylenebilir. Şehzade, devşirme, damat metaforları yoluyla Türk siyasal egemenliğini
analiz eden Harputlu’ya (2002) göre, Erdoğan, diğer devlet yönetici tiplerinin hiçbirine
girememektedir:
“Erdoğan karizmasının biyografisini gözlemlediğimiz zaman, geleneksel iktidar
elitliğinden sosyolojik olarak uzak olduklarını görmekteyiz. Çünkü devlet
bürokrasisinde çalışma deneyimleri yoktur. Yani devşirme geleneğinden
gelmemektedir. Şehzade ve damat da değillerdir. Devletli aile çocuğu olma vasfı
da bulunmamaktadır. Erdoğan bir orta kesim sosyolojisinden yükselmektedir. Aile
ilişkileri, inanışlar, politik algılayışlar, geçim düzeyi… bütünüyle bu kesimi işaret
etmektedir. Buna Kasımpaşalının bıçkınlığı eklenince, ortaya protest politik
anlayışın simgesel temsilciliğini çıkarmıştır.” (Harputlu, 2002)
Ahmet İnsel (2002: 22-23) ise, Erdoğan’ın yeni orta sınıf aidiyet duygusunun,
alttan gelmiş, hakiki bir halk çocuğu olmasından öte bir şey olduğunu, Erdoğan’ın
geleneksel Cumhuriyet seçkinlerinin geçtiği yollardan geçmediğini, diğerlerinden farklı
olduğunu belirtmektedir. Kısacası halkın dilinden anlayan, halk diliyle konuşan bir
siyasetçidir.
Tatlıses’in vurulmasından sonra kaldırıldığı hastanede Başbakan Erdoğan’ın
ziyareti aslında ilk yakınlaşma değildir. İbrahim Tatlıses, 13 Mart 2011’de
yaralanmasından sonra, 15 Mart 2011’de sanat ve siyaset dünyasından birçok kişi
tarafından adeta ziyaretçi akınına uğramıştır.7 Ancak bu ziyaretlerden daha da dikkat
çekici olan ayrıntı, uzun yıllardır siyasete atılmak istediği kamuoyuna yansımış olan8
Tatlıses’in, 2010 yılının Ekim ayında Erdoğan’a “Hani Gelecektin” adlı açılım türküsü
albümünden “Barış” adlı şarkısını dinletmiş olması ve de Başbakan’ın bu dinlediği bu
türküyü çok beğendiği gazetelerde haber olarak yer almasıdır (Beyaz Gazete,
14.03.2011; Haber 7, 23.10.2010). 8 Mart 2011 tarihinde AKP kadın kollarına konser
veren Tatlıses, silahlı saldırıdan bir gün önce de Erdoğan’a cep telefonuyla mesaj
göndermiştir (CNN Türk; Sabah, 15.03.2011). Yakınlaşmanın seyri böyle iken, 25 Mart
7
8
Örneğin, 15 Mart 2011’deki siyasi ziyaretçiler arasında eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman
Demirel, AKP’den Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, AKP’den Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç dikkat çekmektedir.
2011’in Ocak ayında bir lokantada konser sırasında, “İstanbul'dan aday olmak istiyorum. Nasıl aday
olacağım kesin değil ama bu kez Meclis'e gireceğim kesin" diyerek niyetini tekrarlamıştır (Sabah,
31.01.2011)
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
41
2011 tarihinde, Erdoğan, Tatlıses’i hastanede ziyaret etmiş ve bu ziyaretin resimleri
basında ağırlıklı olarak yer almıştır (Bkz. Ek 5). Erdoğan, çıkışta gazetecilerin sorusu
üzerine ise, memnun olduğu her halinden belli eder biçimde, Tatlıses’in AKP’ye
milletvekili adaylık başvurusunu aldığını açıklamakla yetinmiştir. Ancak gazetecilerin
siyasi gündemle ilgili sorularına ise ayrıntılı beyanlarda bulunmuştur. Kısa bir süre sonra
da, Erdoğan, Irak ziyaretinde Erbil Uluslararası Havalimanı'nın açılışında yaptığı
konuşmada, Tatlıses’in şarkısındaki “Fark etmez, ne dili, ne rengi, mademki insandır,
saygımız vardır” sözlerini kullanarak (Haber Türk; Sabah, 29.03.2011) vermek istediği
mesajını destekleme yoluna gitmiştir. Aslında bu, Kuzey Irak’taki yaşayan halka
dolayısıyla tüm Ortadoğu’ya gönderilen bir mesajdır. Ancak, Erdoğan ve diğer partili
siyasetçilerin Tatlıses’i ziyaret etmesi, sürekli olarak beyanlar vermesi, AKP’nin
yalnızca dış politika değil, seçim sürecinde iç politika malzemesi olarak da kullanma
amaçlarının bir işareti olarak görülebilir.
Siyasal iletişim içinde, siyasetin popüler kültürü kullanması doğaldır.
Siyasetçiler, halka ulaşmak amacıyla kullandıkları popüler kültürü ve ürünleri
atacılığıyla biz, bizden, bizim gibi algısı yaratmaya çalışmaktadırlar. Bu yolda çeşitli
aracıları devreye sokmaktadırlar. Bu aracılardan biri de medyadır. İşte bu aşamada,
medyanın üstlendiği rol önem kazanmaktadır. Makro boyutta medya, mikro boyutta ise
gazeteler, siyasi hegemonyayı oluşturulmasında nasıl işlev görmektedirler? Bu yönde
haberlerini sayfalarına nasıl yansıtmaktadırlar?
Hegemonya oluşturma sürecinde medyanın işlevi, gazete haberlerinin söylem
çözümlemesiyle ortaya çıkarılmıştır. Bu amaçla aşağıdaki varsayımlar ileri sürülmüştür:
V1: Anaakım (merkez) gazeteler, haberleri magazinsel unsurlarla süsler.
V2: Medya kuruluşları merkezden uzaklaştıkça, haberlerinde popüler kültürsiyaset ilişkisini içeren unsurlara daha az yer verir.
V3: Medya kuruluşları, yayın politikalarının siyasi ağırlıkta olması haberi, siyasi
olarak yansıtmasına; magazin ağırlıkta olması, haberi magazinsel olarak yansıtmasına
neden olmaktadır.
V4: Haberin magazinselliği arttıkça, daha çok egemen ideolojinin taşıyıcılığı ve
ileticiliği görevini yerine getirir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
42
B. Yetkin
Örneklem oluşturabilmek amacıyla, Türkiye’deki bazı gazetelerin ideoloji
yörüngesi aşağıda çizilmeye çalışılmıştır9.
Şekil 1: Gazetelerin İdeoloji Yörüngesi.
Liberal popüler basın, demokratik sol basın ve muhafazakar sağ basının aynı
olaylara ilişkin olarak haberi yayımlamada farklılıklar gösterdiklerine yönelik genel bir
eğilim olduğundan bahsedilebilir. Liberal popüler basın toplumdaki iktidar odaklarının
var olan hegemonyacı söylemlerini dolayımlamakta ve kendisi bizzat egemen ideolojinin
gönderim çerçevelerini üretirken, diğerleri ise, olayların niteliğine göre, bu olayları
ideolojilerine uygun hale getirdikten sonra ya olumlayıcı ya da karşıt tutumlar
sergileyerek ilettikleri söylenebilir. Basının bu muhalif tutumu, olayı görmezden gelerek
ya da haberi küçülterek okuyucuya sunma biçiminde görülebilir. (Duruoğlu, 2007: 6-7).
Bu nedenle, egemen ideolojinin kitle iletişim araçları yoluyla dolayımlanmasının sağlıklı
biçimde analiz edilebilmesi amacıyla Yeni Sağ görüşlü iktidara yakın olan gazeteler
örneklem olarak seçilmiştir, bunun dışında kalan merkez sol ve radikal sol gazeteler
örneklem içine katılmamıştır.
Araştırmanın evrenini oluşturan gazetelerde yer alan söz konusu haber
çerçevesinde nicel içerik analizi ve ardından da haberlerin içeriklerine dair eleştirel
söylem analizi uygulanmıştır. Nicel içerik analizi, örneklem olarak seçilen gazetelerin
9
Gazetelerin ideolojik görüşlerinin haritasının oluşturulması, Deren van Het Hof ve Açıkalın’ın 2007
yılında yaptıkları, “2007 Seçimleri Basın Reklamları: Anaakım Gazeteler ve Merkez Partiler” adlı
çalışmadan da yararlanılmıştır.
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
43
vitrini olarak nitelendirilebilecek birinci sayfalarındaki, resim ve metin alanları
ölçülmüştür. Bunun yanı sıra, Güç/bilgi, politik ve ideolojik ilişkilere yönelip bu
ilişkilerin belli bir söylem etrafında nasıl bir değişime- dönüşüme uğradığını, insanların
dil ile ne yaptıkları sorusu üzerine odaklanan, içerik analizinin tersine varsayımdan değil,
belirsizlikten hareket eden (Sözen, 1999’dan aktaran Gökçe, 2006: 42-46) söylem
analizine başvurulmuştur. Güç eşitsizliğini ve tahakküm ilişkilerini merkeze alan, Teun
A. van Dijk’in (1988; 1991; 1995; 2009) geliştirdiği eleştirel haber söylem çözümlemesi
kullanılarak, haberlerin makro ve mikro yapılarını içeren söylem analizi yapılmıştır.
Araştırmanın amacı, bir magazin olayının öyküleştirilmesi gibi görünen
haberlerin hegemonya oluşturmada nasıl kullanıldıklarını ortaya çıkarmak olduğundan,
bu doğrultuda, magazinsel habercilik yapandan daha az magazinsel habercilik yapana
doğru Posta, Star, Zaman ve Yeni Akit gazetelerindeki konuyla ilgili haberlere göz
atılmıştır. Örnekleme dahil edilirken bu gazetelerin ideolojileri göz önünde
bulundurulmuş ama seçim rastlantısal olarak yapılmıştır. Araştırmanın sorunsalına yanıt
verme potansiyeline sahip bu gazetelerin birinci sayfalarındaki haberlerin yüzölçümü
yapılmış ve ardından söylem analizi uygulanmıştır. Ayrıca, örneklemi oluşturan ve
örneklem dışı kalan ama konuyu haber yapan tüm diğer gazeteler Ajans Press adlı
kuruluştan alınmıştır.
Bulgular ve Yorum
Niceliksel İçerik Analizi
İlk sayfalar gazetelerin vitrinidir. Gazete yöneticileri, zarar etmemek ve karlılığını
arttırabilmek adına satış rakamlarını tirajlarına (basım miktarı) yakın tutmaya özen
gösterirler. Bu nedenle, gazete stantlarında okuyucunun ilgisini çekebilmek, ardından da
satışın gerçekleşmesini sağlayabilmek amacıyla, yapılan gazetelerin birinci (kapak)
sayfalarının mizanpajları, kullanılan haber başlıkları ve haber fotoğraflarının önemi artar.
Gazetelerin vitrini sayılan birinci sayfalara bakıldığında, magazin haberciliği yapan
gazeteden ideolojik gazetelere doğru, “az yazı, çok fotoğraf”tan “çok yazı, az fotoğraf”a
bir değişim yaşandığı görülmektedir. Ancak, Star gazetesinin resim ve yazı kullanım
(R/Y: 0,56) oranı, Posta gazetesine göre (R/Y: 11,11) oldukça aykırı görünmektedir.
Ancak, haberin iç sayfalarındaki devamları, araştırmanın öngörüldüğü gibi “az yazı, çok
fotoğraf”tan “çok yazı, az fotoğraf”a doğru ilerlemektedir. Zaman gazetesinde haberin
kapladığı alan (454,95 cm2) Star gazetesinden (398,98 cm2) daha çoktur. Star gazetesi,
hastanede Tatlıses’e ziyaretinin fotoğrafını kullanıp haberin iç sayfadaki devamına
yönlendirmeyi yeğlemiştir. Haberin başlığı ve spot göz önüne alındığında, Bu durumun
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
44
B. Yetkin
haberin magazinsel bir boyutu ile okuyucunun ilgisini çekmeye ve ideolojik boyutun
magazinsellikle gizlenmeye çalışıldığı ileri sürülebilir. Zaman gazetesi, Recep Tayyip
Erdoğan ile İbrahim Tatlıses’in buluşması haberine az yer vermesine karşın Başbakan’ın
hastane çıkışında verdiği beyanları bu haberle kaynaştırmıştır. Hatta Erdoğan’ın
gazetecilerin sorularına yaptığı açıklamalarla hastane ziyaretini ilişkilendirmemiş, buna
karşın tek başlık altında yansıtmıştır. Bunun nedeninin haberin çekiciliğini arttırmaya
çalışmak olduğu ileri sürülebilir.10
Tablo 1: Birinci sayfada yer alan haberin kapladığı alan.
Haberin
Tüm
Sayfada
Resim Alanı Yazı Alanı Haber Alanı R/Y R/H Y/H Kapladığı
(cm2)
(cm2)
(cm2)
Oranı Oranı Oranı Alan (%)
Posta
164,58
294,88
Star
350,00
31,51
Zaman
92,08
Y. Akit
42,50
498,89
0,56
0,33
0,59
26,77
398,98 11,11
0,88
0,08
21,21
264,56
454,95
0,35
0,20
0,58
24,41
76,13
127,88
0,56
0,33
0,60
6,86
Haberlerin bulundukları sayfalarda kapladıkları alanların oranları, magazin
gazetelerinden ideolojik olana doğru azalırken, magazinsel habercilikten ideolojik
haberciliğe doğru azalmaktadır (Tablo 1). Haberlerin iç sayfalardaki devamlarının
oranları ise, ideolojik olana doğru artmaktadır (Tablo 2). Bu oranlar, kendilerine ayrılan
bölümde resim alanlarının haber alanlarına oranı (R/Y) ile doğru orantılı gitmektedir.
10
Her iki gazetedeki bu haberin iç sayfalardaki devam bölümleri ters orantılı bir değişim göstermiştir.
Buna karşın, araştırmanın niceliksel bölümünde Zaman gazetesinin, “Neler oluyormuş bu ülkede diye
sorsak daha isabetli olur” başlığı altındaki haberin ölçümü yapılmamış; her iki haber metni içinde
birbiriyle ilişkilendirecek bulguya rastlanmadığı için yalnızca Erdoğan ile Tatlıses karşılaşması
bölümünün ölçümü yapılmıştır.
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
45
Tablo 2: Devam sayfalarında yer alan haberin kapladığı alan.
Haberin
Tüm
Sayfada
Resim Alanı Yazı Alanı Haber Alanı R/Y R/H Y/H Kapladığı
(cm2)
(cm2)
Oranı Oranı Oranı Alan (%)
(cm2)
Posta
350,20
92,30
454,30
3,79
0,77
0,20
24,38
Star
265,91
337,65
644,33
0,79
0,41
0,52
34,25
Zaman
152,02
306,75
598,76
0,50
0,25
0,51
32,13
Y. Akit
179,74
316,53
690,56
0,57
0,26
0,46
37,05
Her iki tablodaki veriler (birleştirilerek yorumlandırılırsa), araştırmanın varsayımı
doğrultusunda oluşturulan “Gazetelerin İdeolojik Yörüngesi”ni (Şekil 1)
desteklemektedir. Buna karşılık, yine her iki tablo göz önüne alındığında, Star
gazetesinin tiraj kaygısıyla kendisini daha çok merkeze çekme gayreti içinde olduğu
söylenebilir.
Haberlerin (Makro ve Mikro Yapılarının) Çözümlenmesi
Söylem analizi dilin kullanım biçimini ve işlevlerini inceler. Kelimeler, cümleler
ve diğer metinsel ifadeler, arka plan bilgisine dayanılarak çıkarımda bulunulabilecek
içerikleri ya da iddiaları, ima yoluyla ortaya koyabilme özelliğindeki söylem ve iletişim
önemli ideolojik boyutlara sahiptir (van Dijk, 1991: 114). Analizin amacı da, bu
boyutlarda haber metinlerinde kullanılan dilin eşitsizliğin ve tahakküm ilişkilerinin yer
aldığı toplumsal sistemin nasıl yeniden üretildiğini ortaya koymak ve böylece, söylem
analizi aracılığıyla medya metinlerinin yapıları ve stratejileri belirlemektir (Bulut ve
Yaylagül, 2004: 126).
Makro yapı haber başlıkları, giriş, sonuç genel fikir verirken, haberin ana
metininde esas olay, arka plan bilgileri bağlam ve yorumlar yer alır. En önemli bilgiler
öncelikle verilerek okuyucuya neyin daha önemli olduğunu işaret etmektedir (Bulut ve
Yaylagül, 2004: 126). Mikro yapıda ise, sözcük seçimleri, sözcükler arası bölgesel
uyumu, peşi sıra gelen cümlelerin birbiriyle ilişkisi incelenir. Ayrıca haberin retoriğini
ortaya çıkarmak amacıyla da, cümlelerin uzunluğu-kısalığı, basit ya da birleşik, etken ya
da edilgen olması, fotoğraflar ve haberin inandırıcılığı için kullanılan grafik, sayısal
veriler göz önünde bulundurulur (Mora, 2007). Teun Van Dijk’e (1994) göre, toplumsal
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
46
B. Yetkin
iktidarın uygulanmasının ve korunmasının gereği olan ideoloji, söylem yoluyla kazanılır,
onaylanır ya da yeniden üretilir. Böylece iktidar, “çeşitli söylem türleri, içerikleri ve
stillerine, farklı erişme derecelerine sahip olunması yoluyla, dolaylı ya da dolaysız olarak
uygulanır ve meşrulaştırılır” (274-276). Haberin söz dizimi, açılış ve kapanış söylemi,
öykünün kurgulanması, başlıkları, haberin bütünsel anlamı, söylemin konusu, retoriği
gibi biçimiyle, bağlamıyla ikna edici soyutlamaların toplumsal bağlama
yerleştirilmesiyle gerçekleştirilir.” (van Dijk 1988’den aktaran Bulut ve Yaylagül, 2004:
126)
Haber Başlıkları: Van Dijk’e (1991: 111-112) göre, dil kullanıcıları bu tür
makro yapıları, bir metni geniş çaplı olarak anlamak ve özetlemek için kullanırlar. Haber
söyleminde, bu makro-yapının üst kısmı başlıkta ve giriş paragrafında ifade edilir.
Makro yapının parçalarından biri olan başlıklar, haberin giriş ve sonuç kısımlarınki gibi
fikir verme işlevine sahiptir. Araştırma kapsamındaki gazetelerin başlıklarına
bakıldığında birinci sayfa ile haberin devamındaki iç sayfalarda farklılıklar göze
çarpmaktadır.
Tablo 3: İncelenen Gazetelerin Haber Başlıkları
Gazeteler
1. Sayfa Başlığı
26.03.2011
Devam Sayfası Başlığı
Posta
• ADAYLIK TAMAM • Muhabbet iyiydi
Star
• Yeni hayattan ilk kare
Zaman
Yeni Akit
Haberin Devam
Sayfası
Magazin SayfasıSayfa 7
• Paris’in devre dışı kalması
Politika Sayfası
Libya için olumlu bir adım
• Yargı, araştırma
sonuçlarına göre yeni
• ‘Neler oluyormuş bu
Politika Sayfası
ülkede?’ diye sorarsak adımlar atıyor
daha isabetli olur
• Tatlıses’i ziyaret etti,
adaylık başvurusunu aldı
• İBRAHİM TATLISES’İ
ZİYARET EDEN
• ERDOĞAN’DAN
ERDOĞAN SORULARI
Gündem Sayfası
TATLISES’E
YANITLADI -Durup
ZİYARET
dururken yayınevi
basılmaz
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
47
Posta gazetesinin birinci sayfadaki haber başlığı siyasi iken devam sayfasındaki
haber başlığı tamamen magazinsel bir özelliğe sahiptir. Star gazetesinin birinci
sayfasında okuyucunun dikkatini çekecek nitelikte yine magazinsel bir başlık
kullanılmıştır. Ancak haberin devamındaki iç sayfadaki başlık siyasi bir özelliğe
bürünmektedir. Zaman gazetesi ise, Başbakan’ın açıklamalarını ana haber olarak
sunarken, hastane ziyaretini ise ikinci planda, metinde atıfta bulunmadan, bağımsız bir
haber unsuru olarak kullanmaktadır. Yeni Akit gazetesi ise, birinci sayfasında hastane
ziyaretini spot olarak kullanırken, Erdoğan-Tatlıses buluşmasını okuyucu habere
çekilmek için kullandıktan sonra, Başbakan’ın siyasi beyanlarına yer vermektedir.
Haberin Girişleri: Haberin giriş bölümlerinde, haberin ana olay, teması, içeriği
ve en önemlisi olaya ilişkin gazetenin bakışı (ideolojisi) hakkında ipuçları taşır. Ayrıca
dikkatleri çekme özelliğine sahip fotoğrafların yazıları (resim altı yazıları) da giriş
bölümleriyle aynı özelliğe sahiptirler.
13 Mart gecesi Kaleşnikoflu saldırıda başından yaralanan İbrahim Tatlıses’i dün
hastanede Başbakan Erdoğan ziyaret etti. Bu arada Tatlıses de yoğun bakımda ilk
kez görüntülendi. Erdoğan, Tatlıses’in AK Partiden milletvekili aday adaylığı
başvurusunu soran gazetecilere ‘Ben şimdi müracaatını aldım’ dedi. (Posta,
26.03.2011-Birinci sayfa)
Posta gazetesinin iç sayfasındaki devamında herhangi bir giriş bölümü olmadan
doğrudan habere geçilmektedir.
Star gazetesi, Erdoğan-Tatlıses buluşması daha önce de bahsedildiği gibi, ziyaret
sonrası yapılan açıklamalara ilişkin bir haber yapılmış, hastane ziyareti ise, dolgu
malzemesi olarak kullanılmıştır.
Silahlı saldırıda ağır yaralanan İbrahim Tatlıses’i dün Başbakan Erdoğan ziyaret
etti. Erdoğan, ‘İbrahim Bey’i çok iyi gördüm. Milletvekili aday adaylığı
başvurusunu da aldım. Sağ tarafında bir şey yok, birazcık solda var’ dedi. (Star,
26.03.2011-Birinci sayfa)
Başbakan Erdoğan Libya operasyonunda komutanın NATO’ya geçmesinin bazı
noktalarda rahatlama meydana getirdiğini belirterek ‘Irak ve Afganistan’daki
yanlışa düşülmesin’ dedi. (Star, 26.03.2011-Politika sayfası)
Zaman ve Yeni Akit gazetelerinde de benzer durum söz konusudur. Yapılan
beyanlar ana haber yapılırken, İbrahim Tatlıses’in sağlık durumuyla ilgili bilgiler yer
almaktadır. Ancak haberin girişinde buna hiç değinilmemektedir.
Mahkemenin ‘örgütsel doküman’ dediği kitap taslağının toplatılmasıyla ilgili
Başbakan’dan önemli açıklamalar geldi. Operasyonları yargının yürüttüğünü
vurgulayan Erdoğan, ‘Bunlar durup dururken olmuyor. Demek ki her araştırma
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
48
B. Yetkin
yenisini getiriyor, yargı da adımlar atıyor” dedi. Başbakan ‘Neler oluyormuş bu
ülkede?’ sorusunu herkesin kendine sormasını istedi. (Zaman, 26.03.2011-Birinci
sayfa)
Başbakan Tayyip Erdoğan, gazeteci Ahmet Şık’a ait ‘örgütsel dokümanlar’a el
konulmasıyla ilgili eleştirilere cevap verdi. Gelişmelerin tamamen yargının
tasarrufu olduğunu vurgulayan Erdoğan, ‘Demek ki her araştırma yeni bir
araştırmayı, yeni bir müdahaleyi getiriyor ve yargı da buna göre adımlar ayıyor’
değerlendirmesinde bulundu. (Zaman, 26.03.2011-Politika sayfası)
İbrahim Tatlıses’i ziyaretinin ardından gazetecilerin çeşitli konulardaki sorularını
cevaplayan Başbakan Erdoğan, Ahmet Şık’ın kitap taslağının kopyalarının
toplanmasına yönelik kitapevi baskını ile ilgili soruya ‘Bunlar yargının konusu ve
durup dururken olan şeyler değil. Demek ki, her araştırma yeni bir araştırmayı,
yeni bir müdahaleyi getiriyor ve yargı da buna göre adımlar atıyor’ cevabını verdi.
(Y. Akit, 26.03.2011-Birinci sayfa)
Başbakan Erdoğan, İbrahim Tatlıses’i tedavi gördüğü Acıbadem Maslak
Hastanesi’nde ziyaret etti. Erdoğan, Tatlıses’i çok iyi gördüğünü ve milletvekili
aday adaylığı ile ilgili müracaatını aldığını söyledi. (Y. Akit, 26.03.2011-Gündem
sayfası)
Olayın ve Kişilerin Sunuluşu: Gazeteler “hastane ziyaretini” yayın politikaları
ve ideolojilerine uygun biçimde değinmektedirler. Başbakan sıfatı ile Recep Tayyip
Erdoğan’ın şarkıcı İbrahim Tatlıses’i hastanede ziyaret etmesi magazin yayın
politikasına sahip Posta gazetesinden radikal sağın temsilcisi Yeni Akit gazetesine doğru
adım adım magazinsel olmadan siyasi olmaya ve hatta gündem olmaya doğru farklı
haber değeri yüklendiği görülmektedir.
Recep Tayyip Erdoğan, başbakan ve AKP genel başkanı olarak sunulmaktadır.
Ancak tüm gazeteler, tüzel kişiliklere sahip Başbakanlık kurumu ile genel seçimler için
AKP’yi bir tutulmasına aracılık etmektedirler:
Form Teslim Edildi
Başbakan Erdoğan, 12 Haziran’da yapılacak genel seçimlerde İbrahim Tatlıses’i
AK Parti’den adaya göstermeyeceklerini soran gazetecilere “Ben şimdi
müracaatını aldım” diye yanıt verdi. Başbakan hastaneden ayrıldıktan sonra hemen
sonra Abdullah Tatlı adlı akrabası Tatlıses’in milletvekili adaylığına ilişkin
başvuru formunu Dolmabahçe’deki başbakanlık ofisine götürüp teslim etti. (Posta,
26.03.2011-Birinci sayfa)
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
49
Başbakan Erdoğan, İbrahim Tatlıses’i tedavi gördüğü hastanede ziyaret etti.
….Erdoğan, ‘İbrahim Tatlıses’i AK Parti’den aday gösterecek misiniz?’ sorusuna
ise, ‘Ben şimdi müracaatını aldım’ diye yanıtladı. (Star, 26.03.2011-Politika
sayfası)
Gazetecilerin ‘Tatlıses’i AK Partiden aday gösterecek misiniz?’ sorusuna ‘şimdi
müracaatını aldım’ karşılığını verdi. Ziyaretin ardından Tatlıses’in adaylık
dilekçesini yeğeni Abdullah Tatlı, Dolmabahçe’deki Başbakanlık çalışma ofisine
getirdi. (Zaman, 26.03.2011-Politika sayfası)
Başbakan Erdoğan, ‘İbrahim Tatlıses’i AK Parti’den aday gösterecek misiniz?’
sorusunu ise ‘Ben şimdi müracaatını aldım’ diye cevapladı. Gazetecilerin
‘Adayısınız olacak diyebilir miyiz?’ sorusu üzerine de Erdoğan, “Müracaatını
aldım’ sözünü tekrarladı. (Y. Akit, 26.03.2011-Gündem sayfası)
Posta gazetesi egemen ideolojiye hizmet etmektedir. Gazete, İbrahim Tatlıses’in
çocuklarından bahsederken kullandığı “nikahlı eş” ve diğer oğlunun annesinden
bahsederken yalnızca adını kullanması, Tatlıses’in Derya Tuna ile nikahsız veya “imam
nikahlı” olduğunu akıllara getirmektedir. Bu da, laik dünya görünün dışında kalan İslami
yaşam biçimine atıfta bulunmaktadır. Posta gazetesi, popüler kültürü, yaşam kültürünü
üretmek veya İslami yaşam biçimine özgü olan çokeşliliği meşrulaştırmaktadır:
İbrahim Tatlıses’in nikahlı eşi Adalet Tatlı’dan olan büyük oğlu Ahmet Tatlı
Başbakan Erdoğan ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı
kapıda karşıladı. Ahmet Tatlı, Erdoğan’ın elini öptü. (Posta, 26.03.2011-Devamı
sayfa 7-Resim altı)
İbrahim Tatlıses’in Derya Tuna’dan olan oğlu İdo, Tayyip Erdoğan ile Kadir
Topbaş’ı hastane kapısına kadar uğurladı. (Posta, 26.03.2011-Devamı sayfa 7Resim altı)
Posta’dan farklı olarak Yeni Akit gazetesi ise, haberin son kısmında Erdoğan’ın
ziyaret sonrası İstanbul’daki etkinliklerini, çeşitli devlet kademelerinde yer alan kişilerle
Cuma namazı kılmasına değinerek, ideolojisine uygun biçimde bahsetmektedir.
Başbakan Erdoğan’ı hastaneden, İbrahim Tatlıses’in büyük oğlu Ahmet Tatlı ile
küçük oğlu İbrahim Tatlıses elini öperek uğurladı. Öte yandan, Başbakan Erdoğan
Cuma namazını Üsküdar’daki Marmara İlahiyat Vakfı Camisi’nde kıldı. Cuma
namazını burada kılan Erdoğan’a, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu,
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ve
AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu da eşlik etti. (Y. Akit, 26.03.2011Gündem sayfası)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
50
B. Yetkin
Olayın Bağlamı ve Arka Planı: Olayın bağlamı ve haber değeri gazetelere göre
değişmektedir. Örneğin Posta gazetesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş ile giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyaretini haber yapmıştır. Bu
olayı haber yaparken de magazin unsurlarını kullanmıştır:
İbrahim Tatlıses 13 Mart’ta ‘İbo Show’un çekimlerinin yapıldığı İstanbul Maslak
‘yaki Nural Plaza’nın içinde bulunan “Efendy Show Center’dan çıkışta
otomobilinin içinde Kaleşnikoflu saldırıya uğramıştı. Başından ağır yaralanan
Tatlıses, Acıbadem Maslak Hastanesi’nde tedavi altına alınmıştı. İbrahim
Tatlıses’i dün sürpriz bir şekilde Başbakan Erdoğan ziyaret etti. (Posta,
26.03.2011-Birinci sayfa)
13 gündür yoğunbakımda olan İbrahim Tatlıses’in traşı yapılmış, saçı ve bıyığı
boyanmıştı. Başbakan Erdoğan ile sağ eliyle tokalaşan İbrahim Tatlıses, felç
nedeniyle sol tarafını kıpırdatamıyor. (Posta, 26.03.2011-Birinci sayfa)
Star gazetesi ise, ziyaret haberinin fotoğraflarını büyük kullanmış, Erdoğan’ın
Tatlıses’in sağlık durumuyla ilgili açıklamalarına az yer vermiş, ancak diğer uluslararası
gündemi oluşturan Libya operasyonu ve iç siyaseti ilgilendiren “kitap taslağı toplatılma”
gündemiyle ilgili açıklamalarını ana habere taşımıştır. Kısaca, Tatlıses ziyaretine ilişkin
fotoğraflar, kısa bilgiler okuyucunun dikkatini çekmek için kullanmıştır. Benzer durum
Zaman ve Yeni Akit gazetelerinde de ideolojik ağırlıkları artan bir şekilde
yoğunlaşmaktadır.
Haberin Kaynakları: Medya haberleri üretirken inandırıcılığı arttırmak için
resmi kaynakları kullanmayı yeğlemektedirler. Ekonomik zorunluluklar ve karşılıklı
çıkarlar, medyanın güçlü haber kaynakları ile ortak-yaşamlı (sembiyotik) bir ilişki
kurmasına neden olur. Medya, düzenli ve güvenilir haber hammaddesi akışına muhtaçtır.
Hükümet ve şirket kaynakları, konumları ve saygınlıkları dolayısıyla tanınmış ve
inandırıcı olma gibi üstünlüklere de sahiptir. Diğer bir deyişle, resmi kurum ve kişilerin
verdiği bilgilerin, haberlerin nesnel olduğu varsayılmaktadır. Böylece, medya da
haberleri “nesnel” biçimde ilettiği iddiasını desteklemiş olur. Çünkü medya kuruluşları
nesnellik izlenimini sürdürmek ve kendisini önyargılı olma eleştirilerinden ve hakaret
davalarından kurtarmak için medya, doğruluğu kolayca iddia edilebilecek malzemeye
gerek duyarlar. Devlet görevlileri, bürokratlar, siyasetçiler de “haber kaynağı” olarak
medyayı kullanarak okuyucu/izleyicilere ulaşmaya çalışırlar (Chomsky ve Herman,
1998: 60-72). Bu durumda, haberin elde edilmesinde ve haber içinde kullanılan
alıntılarda sıklıkla, haber kaynaklarının seçimindeki ve kaynak metinlerin
kullanımındaki tarafgirlik etkili olabilmektedir (van Dijk, 1991: 115).
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
51
Herman ve Chomsky’nin oluşturdukları “Medyanın Ekonomi Politiği ve
Propaganda Modeli”ne uygun biçimde medya çalışanları, izleyemedikleri “hastane
ziyareti”nin detaylarını resmi kişi ve kurumlardan elde etmişlerdir. Suikast girişimi ile
Türkiye gündeminin neredeyse birinci sırasına oturan İbrahim Tatlıses’in ilk görüntüleri
resmi kuruluş olan Anadolu Ajansı tarafından servis edilmiştir. Buna karşılık hastane
ziyaretinin ayrıntılarını ise Başbakan sıfatı ile Erdoğan’dan almayı yeğlemektedirler. Söz
konusu haberlerde inandırıcılığı arttırmak amacıyla doğrudan Başbakan Erdoğan’ın
açıklamalarını kullanmışlardır. Diğer gazetelerden farklı olarak Zaman gazetesi AKP
Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ’ı da kaynak olarak kullanmıştır. Resmi “haber
kaynağı” olma vasfını da taşıyan Başbakan Erdoğan da, hastane ziyaretinin yanı sıra
siyasi mesajlarını medya aracılığı ile kamuoyuna iletmişlerdir.
Haberin Dili ve Sözcük Seçimleri: Dil ve onu oluşturan kelimeler, işaretler belli
bir dünya görüşünü yansıtmasından dolayı nesnel değildir. Her sözcük belli bir ideolojik
grubun tercihlerini ve vurgularını yansıtır. Bu nedenler dil de toplumsal sınıfların
egemenlik için savaşım gösterdikleri bir alanı oluşturur. Haberler de belli bir seçkin
grubun düşüncelerini ve dünya görüşlerini yansıtmaktadır (Bulut ve Yaylagül, 2004:
138).
Gazetelerin, Başbakan’ın Tatlıses ile aralarındaki “muhabbet” ilişkisi ile ilgili
beyanına yer vermeleri, diğer beyanları meşrulaştırmaya yönelik olduğu ileri sürülebilir.
Kelimelerin bu türlü kullanımı van Dijk’ın (1991: 116) belirttiği gibi aynı zamanda haber
dilinin kültürel bir boyutu olan, tabloid yayınların gündelik, popüler tarzını da gösterir.
Daha açık bir ifadeyle medya, Libya operasyonunda NATO’nun –dolayısıyla
ABD’nin-, kitap taslağının toplatılması olayının aktörlerinden yargı, emniyet
kurumlarının haklılığının meşrulaştırılmasına aracılık etmektedirler. Star, Zaman, Yeni
Akit gazetelerinde, yapılan açıklamaların özellikle vurgulanması, “kuvvetler ayrılığı”
ilkesini, “kanun ve düzen”in yeniden üretilmesini sağlamaktadır.
İbrahim Tatlıses’i ziyaretinin ardından gazetecilerin çeşitli konulardaki sorularını
yanıtlayan Başbakan Erdoğan, Ahmet Şık’ın kitap taslağının toplanmasına yönelik
kitapevi baskını ile ilgili soruya ‘Bunlar yargının konusu ve durup dururken olan
şey değil. Demek ki, her araştırma yeni bir araştırmayı, yeni bir müdahaleyi
getiriyor ve yargı da buna göre adımlar atıyor’ cevabını verdi. (Y. Akit,
26.03.2011-Birinci sayfa)
Başbakan Erdoğan Libya operasyonunda komutanın NATO’ya geçmesinin bazı
noktalarda rahatlama meydana getirdiğini belirterek ‘Irak ve Afganistan’daki
yanlışa düşülmesin’ dedi. (Star, 26.03.2011-Birinci sayfa)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
52
B. Yetkin
Başbakan, herkesin kendisine ‘Neler oluyormuş bu ülkede?’ sorusunu sormasının
daha isabetli olacağını altını çizdi. (Zaman, 26.03.2011-Birinci sayfa)
Doğrudan alıntıların yanı sıra, Zaman gazetesinde kullanılan sözcükler (örn.
örgüt, terör, propaganda) Başbakan’ın açıklamalarına nesnel bir değer katmaktadırlar. Bu
ve benzer sözcüklerin nitelediği kişiler, kanun dışı, toplumun sapkınları olarak
gösterilmesine neden olmaktadır (Bulut ve Yaylagül, 2004: 138)
SONUÇ
İncelenen gazetelerde yer alan olayın fotoğrafı ve haber metni siyaseti ve
siyasetçiyi meşrulaştırmaktadır. Posta gazetesi hem bunu hem de egemen sınıfın
hegemonyasının pekiştirilmesi işlevini yerine getirirken kendi magazin yayın
politikasına uygun biçimde yapmaktadır. Birinci sayfadan verdiği haberin devamı, diğer
magazin haberlerinin bulunduğu sayfanın tepesinde yer almaktadır. Star, Zaman ve Yeni
akit gazeteleri ise, aynı meşrulaştırmayı daha belirgin biçimde yapmaktadır. Bunu
yaparlarken de kendi ideolojilerinin yayılmasını sağlamaya da çalışmaktadırlar. Bu
durumun Yeni Akit gazetesinde daha yoğun olduğu söylenebilir. Star ve Zaman
gazetelerinin haberi politika sayfasında, Yeni Akit’in ise haberi gündem sayfasında
devam ettirmeleri de dikkat çekicidir. Posta gazetesi ise “hastane ziyareti” haberini, diğer
sanatçılarla ilgili haberlerin olduğu magazin sayfasında sürdürmüştür.
“Anaakım (merkez) gazeteler, haberleri magazinsel unsurlarla süsler” varsayımı
inceleme sonucunda doğrulanmakta ve medya kuruluşları merkezden uzaklaştıkça
(radikalleştikçe), haberlerinde popüler kültür-siyaset ilişkisini içeren unsurlara daha az
yer vermektedirler. Ancak yine de ideolojilerini meşrulaştırmak için kullanmaktan da
vaz geçmemektedirler. Bir diğer deyişle, “medya kuruluşları, yayın politikalarının siyasi
ağırlıkta olması haberi, siyasi olarak yansıtmasına; magazin ağırlıkta olması, haberi
magazinsel olarak yansıtmasına neden olmaktadır” varsayımı doğrulanmaktadır.
Araştırmanın son varsayımı olan, “haberin magazinselliği arttıkça, daha çok egemen
ideolojinin taşıyıcılığı ve ileticiliği görevini yerine getirir” varsayımı da
doğrulanmaktadır. Çünkü medya bunu, okuyucunun tepkisine yol açmayacak biçimde
magazinsel unsurlarla süsleyerek yapmaktadır.
Örnekleme dahil edilmemiş gazetelerden, radikal sol olarak nitelendirilecek
Birgün gazetesinde konuyla ilgili hiçbir habere rastlanmazken, Aydınlık gazetesi ise,
yalnızca Erdoğan’ın ziyaretine ve Tatlıses’in aday adaylığı başvurusunu iç sayfada
fotoğraflı küçük bir haber olarak yer vermiş; Erdoğan’ın diğer siyasi beyanlarına
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
53
değinmemiştir. Cumhuriyet gazetesi ise, hastane ziyaretini ve Erdoğan’ın Tatlıses’in
sağlık durumuyla ilgili beyanlarını haber yapmıştır. Sol ideolojiye sahip gazetelerin,
olayla ilgili tutumlarının bu biçimde olması, araştırma kapsamının dışında kalmasına
karşın dikkate değerdir.
İncelenen gazetelerin haber çerçeveleri içinde, aslında siyaset ile popüler kültür
arasında herhangi bir “uzlaşma” olmadığı söylenebilir. İbrahim Tatlıses’in önceki
yıllarda siyasetçilerle olan ilişkilerini gösteren basında yer alan fotoğraflara bakılması,
aslında bu araştırmanın varsayımını destekler niteliktedir. Cem Uzan ile çekilmiş
fotoğraf hariç (Bkz. Ek 3) (Milliyet, 12.06.2007) diğer tümünde Tatlıses, kendisini
siyaseten daha aşağı konuma yerleştirmiştir. Kısacası, uzlaşma zemini her durumda
siyasetin popüler kültürün tüm unsurlarını amacına ulaşmak için kullanmasından başka
bir şey değildir. Medya da, bunu kendi çıkarları için aracılık etmektedir.
KAYNAKÇA
Alemdar K. ve Erdoğan E. (1994) Popüler Kültür ve İletişim, Ankara: Ümit Yayıncılık.
Althusser L. (2006) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbu: İthaki Yayınları.
Anadolu Ajansı, 20.02.2000.
Bennett T. (1999) Popüler ve Popüler Kültür Politikası, Güngör N. (Der.), Popüler
kültür ve İktidar, Ankara: Vadi Yayınları, s. 53-72.
Bernays Edward L. (1928), Manipulating Public Opinion: The Why and the How, The
American Journal of Sociology, 33(6), s. 958-971.
Beyaz Gazete (2011, 14 Mart) Tatlıses’in ‘Biz Türküz Biz Kürdüz’ Şarkısı,
http://www.beyazgazete.com/haber/2011/03/14/tatlises-in-biz-turkuz-bizkurduz-sarkisi.html. (Erişim: 16 Mayıs 2011)
Bulut S. ve Yaylagül L. (2004) Türkiye’deki Yazılı Basında Yargıtay ve Mafya İlişkisine
Yönelik Haberler, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Dergisi, (19),
s.119-142.
Büyükbaykal G. ve Büyükbaykal C. I. (2007) Günümüzde Türk Basınındaki
Magazinleşme Olgusu, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, (29),
s.51-62.
Canclini N. G. (1999) Kültür ve iktidar Araştırmalarının Durumu, Güngör N. (Der.),
Popüler kültür ve İktidar, Ankara: Vadi Yayınları, s. 133-167.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
54
B. Yetkin
Castells M. (2008) Ağ Toplumunun Yükselişi Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve
Kültür, Cilt 1, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Chomsky N. ve Herman E. D. (1998) Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir, İstanbul:
Mirvana Yayınları.
CNN Türk (2011, 15 Mart) Erdoğan: ‘Tatlıses 1 Gün Önce Bana Mesaj Attı,
http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/03/15/erdogan.tatlises.1.gun.once.bana.
mesaj.atti/610039.0/index.html. (Erişim: 15 Mayıs 2011)
Dağtaş E. (2005) Türkiye’de Magazin Basını ve Habercilik Anlayışı: Magazin Eklerinin
Sektör ve Metin Analizi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Gazetecilik Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara.
Deren van Het Hof S. ve Açıkalın Ö (2007) 2007 Seçimleri Basın Reklamları: Anaakım
Gazeteler ve Merkez Partiler, Türkiye Sosyal Bilimler Derneği 28-30 Kasım
2007 10. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nde Sunulan Basılmamış Bildiri
Metni, ODTÜ, Ankara.
Deren van Het Hof S. (2008) Popüler Kültür ve Siyaset, Yaylagül L. ve Korkmaz N.
(Der.), Medya, Popüler Kültür ve İdeoloji, Ankara: Dipnot Yayınları, s. 155170.
Duruoğlu T. (2007) Haber yapmada ideoloji etkeni: 11 Eylül olayı üzerine bir inceleme,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (25), s. 1-42
Erdoğan N. (1993) Popüler Futbol Kültürü ve Milliyetçilik, Birikim Dergisi, (49), s.2633.
Ergül H. (2000) Televizyonda Haberin Magazinleşmesi, İstanbul: İletişim Yayıncılık.
Gencel Bek M. (2004) Türkiye’de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme, İletişim
Araştırmaları, 2(1), s. 9-38.
Gökçe O. (2006) İçerik Analizi Kuramsal ve Pratik Bilgiler, Ankara: Siyasal Kitabevi.
Gölcü A. (2009) Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel
Seçimleri, Gazi Üniversitesi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (29), s. 81102.
Haber
7 (2010, 23 Ekim) Erdoğan'ın hayran kaldığı barış türküsü,
http://www.haber7.com/haber/20101023/Erdoganin-hayran-kaldigi-baristurkusu-VIDEO.php. (Erişim: 15 Mayıs 2011)
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
55
Haberpan (2011, 20 Mart) Erdoğan isterse İbrahim Tatlıses'i kontenjan adayı yapabilir,
http://www.haberpan.com/haber/erdogan-isterse-ibrahim-tatlisesi-kontenjanadayi-yapabilir. (Erişim: 15 Mayıs 2011)
Haber
Türk (2011, 29 Mart) İbrahim Tatlıses şarkısıyla mesaj,
http://www.haberturk.com/
dunya/haber/615374-ibrahim-tatlises-sarkisiylamesaj. (Erişim: 15 Mayıs 2011)
Harputlu A. (2002, 7 Kasım) Siyasetin Arkaik Temellerinde AKP’yi Okumak, Zaman
Gazetesi, http://arsiv.zaman.com.tr/2002/11/07/yorumlar/default.htm. (Erişim:
15 Mayıs 2011)
Herbst S. (1993) The Meaning of Public Opinion: Citizens’ Constructions of Political
Reality, Media Culture & Society, (15), s. 437-54.
Işık G ve Oğuzhan Börekci Ü.A. (2009) Siyasetçi-Medya İlişkileri Bağlamında Bir
İnceleme: “Deniz Feneri Örneği, Gazi Üniversitesi İletişim Kuram ve
Araştırma Dergisi, (29), s. 53-81.
İnsel, A. (2002) Olağanlaşan demokrasi ve modern muhafazakârlık, Birikim Dergisi,
(163-164), (Kasım-Aralık, 2002), s. 21-28.
Kazaz M ve Çoban M. (2005) Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden
Üretimi Sürecinde İdeoloji İnşa Stratejilerinin Kullanımı, Selçuk Üniversitesi
İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 6(2), s.191-206.
Kejanlıoğlu D. B. (2004) Türkiye’de Medyanın Dönüşümü, Ankara: İmge Kitabevi.
McGuigan J. (1992) Cultural Populism, London and New York: Routledge.
Milliyet, 12.06.2007.
Mora N. (2011, 26 Mart) Haber Söylem Çözümlemesinde van Dijk Yöntemi,
htttp://www.neclamora.com/?p:64. (Erişim: 15 Mayıs 2011)
Mutlu E. (2005) Globalleşme, Kültür ve Medya, Ankara: Ütopya Yayınevi.
Özbek M. (1998) Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği,
Bozdoğan S. ve Kasaba R. (Der.), Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik,
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s.168-188.
Özgen M., (2004) 1980 Sonrası Türk Medyasında Gelişmeler ve Magazinleşme Olgusu,
A Dialogue Between Turkish and American Scholars Vol. 1, İstanbul: İstanbul
Üniversitesi, İletişim Fakültesi Yayınları, (26), s. 465-477, 17.03.2004.
Özkan F., (2004) 1950’lerin Popülizm Açısından Bir İncelemesi, Journal of Historical
Studies, (2), s. 32-47.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
56
B. Yetkin
Posta (2011, 26 Mart).
Rydgren J. (2005) Radical Right-wing Populism in Sweden and Denmark, The Centre
for the Study of European Politics and Society, Working Paper,
http://hsf.bgu.ac.il/europe/ uploadDocs/csepspjr.pdf, (Erişim: 26.04.2009).
Sabah (2011, 31 Ocak) Meclise kesin gireceğim!, http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/
Magazin/2011/01/31/meclise_kesin_girecegim. (Erişim: 15 Mayıs 2011)
Sabah
(2011, 15 Mart) Başbakan, Tatlıses’in Yolladığı Mesajı Okudu,
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/15/basbakan_tatlisesin_yolladigi_m
esaji_okudu. (Erişim: 15 Mayıs 2011)
Sabah (2011, 26 Mart).
Sabah
(2011,
29
Mart)
Başbakan'dan
Tatlıses
şarkısıyla
mesaj,
http://www.sabah.com.tr/ Gundem/2011/03/29/basbakandan-tatlises-sarkisiylamesaj. (Erişim: 15 Mayıs 2011)
Samanyolu Haber (2011, 25 Mart) İbrahim Tatlıses'in İLK FOTOĞRAFI,
http://www.samanyoluhaber.com/h_530354_tatlisesin-saldiridan-sonrayayimlanan-ilk-fotograflari.html. (Erişim: 15 Mayıs 2011)
Star (2011, 26 Mart).
Şimşek S. (2009) Medya-Siyaset-İktidar Üçgeninde Medya Gerçeği, Selçuk Üniversitesi
İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 6(1), s.124-143
Taggart P. (2004) Popülizm, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Terkan B. (2007) Basın ve Siyaset İlişkisinin Gündem Belirleme Modeli Çerçevesinde
Bir Analizi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(17), s.
561-684
Ulurasba A. ve Tümer A. (2004) Cumhuriyetin 80. Yılında Foto Muhabirlerinin
Objektifinden Fotoğraflarla Türk Demokrasi Tarihi, Ankara: Başbakanlık
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü.
Yeni Akit (2011, 26 Mart).
van Dijk, Tuen A. (1988). News as Discourse. Hillsdale, New Jersey, London: Lawrance
Erlbaum, Associates Publishers.
van Dijk T. A. (1991) Media Contents The Interdisciplinary Study of News as Discourse,
in K. Bruhn-Jensen & N. Jankowksi (Eds.), Handbook of Qualitative Methods
in Mass Communication Research, London: Routledge, pp. 108-120.
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
57
van Dijk T. A. (1995) Aim of Critical Discourse Analysis, Japanese Discourse, (1), s. 1727.
van Dijk T. A. (2009) Critical Discourse Studies: A Sociocognitive Approach, in Ruth
Wodak & Michael Meyer (Eds.), Methods of critical discourse analysis,
London: Sage pp. 62-85.
van Zoonen, L. (1998a) Finally, I Have My Mother Back: Politicians and Their Families
in Popular Culture, The Harvard International Journal of Press/Politics, (3), s.
48-64.
van Zoonen L. (1998b) A day at zoo: political communication, pigs and popular culture,
Media Culture Society, (20), s. 183-200.
Zaman (2011, 26 Mart).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
58
Ek 1
B. Yetkin
Ek 4
(Ulurasba ve Tümer, 2004)
Ek 2
(Haberpan, 20.03.2011)
Ek 5
(Anadolu Ajansı, 20.02.2000)
Ek 3
(Samanyolu Haber, 25 Mart 2011)
(Milliyet, 12.06.2007)
Güz 2011, Sayı:33
Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz
59
(
Posta, 26.03.2011)
(
Star, 26.03.2011)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
60
(Zaman, 26.03.2011)
(Yeni Akit, 26.03.2011)
Güz 2011, Sayı:33
B. Yetkin
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
SAVAŞ HABERLERİ BAĞLAMINDA HABER
POLİTİKALARI: ABD ÖRNEĞİ
*
Erol İLHAN
**
Nalan DİRİK
ÖZET
“Bilgi” ve “iletişim” tarihin her döneminde gerek toplumlar gerekse devletler için önemli
olmuştur. Bu çerçevede, bilgi ve bilginin yayılmasına olanak sağlayan iletişim teknolojileri
her çağda takip edilmek, düzenlenmek ve kontrol altında tutulmak istenmiştir. Bu yaklaşımın
devletler nezdindeki yöntemi iletişim politikalarıdır.
Bu çalışmada, iletişim teknolojileri alanında dünyanın etkin ülkelerinden olan ABD’nin
savaşlarda [ Vietnam Savaşı (1965 – 1973), I. Körfez Savaşı (1990 – 1991) ve II. Körfez
Savaşı (Irak Savaşı) (2003)] yeni iletişim teknolojilerinden nasıl yararlandığı, bu durumun
haber politikalarına nasıl yansıdığı örnekleri ile ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: İletişim Politikası, Savaşlar ve İletişim, Haber Yönetimi, ABD’de
İletişim, Medya Teknolojisi
THE POLITICS OF NEWS IN THE CONTEXT OF THE WAR NEWS: THE CASE OF
U.S.
ABSTRACT
“Information” and “communication” have been of great importance for both societies and
states throughout history. Thus, information and communication technologies which provide
for the dissemination of information have always been followed, regulated and controlled.
The method applied by the states to this end is, without doubt, communication policies.
This study tries to address how the USA, as one of the most efficent countries of the world in
communication, used new communication technologies in wars [ Vietnam War (1965 – 1973),
I. Gulf War (1990 – 1991) and II. Gulf War (Iraq War) (2003)] and how this was reflected in
news policies.
Keywords: Communication Policy, Wars and Communication, News Management,
Communication in The USA, Media Technology
*
Yrd.Doç.Dr. Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü.
Uzman, Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü
**
İletişim 2003/18
62
E. İlhan – N. Dirik
GİRİŞ
“Bilgi” ve “iletişim” tarihin her döneminde insan, toplum ve devletler için
önemli olmuştur. İlkel toplumdan tarım toplumuna, tarım toplumundan sanayi
toplumuna, sanayi toplumundan yaygın kabul gören ifadeyle günümüzün
enformasyon toplumuna kadar sahip olunan bilginin paylaşımına yönelik olarak
kurulan iletişim bağı ve şekilleri ile bu paylaşımı sağlayacak olan iletişim
teknolojileri belirli bir zamanda, belirli bir yerde, belirli bir siyasi, ekonomik ve
toplumsal çerçevede şekillenmiş ve işlev görmüştür.
1970’lerden sonra bilgi işlem ve bilgisayar alanında kaydedilen gelişmelerin
iletişim alanına uyarlanmasıyla ortaya çıkan küresel iletişim devriminin en önemli
unsuru hiç kuşkusuz yeni medya olarak da adlandırılan yeni iletişim teknolojileridir.
Yeni iletişim teknolojileri pek çok ortak özelliği barındırmaktadır. Artık yüz
yüze iletişim dışında kalan, yani “teknolojiyle aracılanmış” bütün iletişim süreçleri
elektronikleşmiş, sayısallaşma sayesinde haberleşme, telekomünikasyon ve
yayıncılık işlevleri gören kitle iletişim araçları ve bilgi işlem sistemleri bütünleşmiş,
birbiriyle bağlantılı ve ilişkili hale gelmiş, yöndeşmiş ve yeniden şekillenmiştir.
Bu sayede iletişim ortamı etkileşime giderek daha fazla olanak sağlayan,
eşzamanlı olarak iletişim halinde bulunma zorunluluğunu ortadan kaldıran ve büyük
bir kullanıcı grubu içerisinde bile bireylerle ayrı ayrı iletişim kurulabilmesini
sağlayan özellikleriyle giderek yaygınlık kazanmıştır (Geray, 2003: 18-19).
II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte çift kutupluluk sistemi içerisinde
kapitalist ve sosyalist sistemler arasında yaşanmaya başlanan rekabetin yeni
teknolojik gelişmelerin önünü açmasıyla “uzay çağı”nın başladığı ileri sürülmüş ve
özellikle 1970’li yıllara gelindiğinde iletişim ve bilişim teknolojileri alanında
yaşanan gelişmeler pek çok düşünür tarafından tarım ve sanayi toplumundan
tümüyle farklı yeni bir toplumsal düzenin ortaya çıktığı şeklinde yorumlanmıştır
(Çelik, 1989: 54).
İletişim teknolojilerinin üretilmesinde, geliştirilmesinde ve ihraç edilmesinde
hiç kuşkusuz en önde gelen ülkelerden olan Amerika Birleşik Devletleri
“enformasyon çağı” ve “enformasyon toplumu” kavramlarını hızla benimsemiş ve
siyasetini bu doğrultuda şekillendirmiştir.
Özellikle radyo yayıncılığı, uydu iletişimi ve internet ABD hükümetinin
koruması altında yürütülen askeri çalışmalar esnasında serpilmişlerdir (McChesney,
2006: 274).
Güz 2011, Sayı:33
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
63
Zaten bilginin bir ekonomik değer olarak açıklandığı enformasyon çağı ve
teknoloji kaynaklı ilk çalışma Avusturya asıllı bir Amerikalı ekonomist olan Fritz
Machlup’un 1962 yılında yaptığı “ABD’de Bilginin Üretimi ve Dağıtımı” (The
Production and Distribution of Knowledge in The USA) isimli çalışmadır.
Machlup çalışmasında, enformasyon sektörünün gelişimini ve enformasyon
sektörü içerisindeki teknoloji destekli gelişmeyi ABD’den örnekler vererek ortaya
koymuştur. Machlup’un araştırmasına göre enformasyon sektörünün ABD’nin Gayri
Safi Yurtiçi Üretiminde payı %29’a, emek gücü içerisindeki payı ise % 31’e
ulaşmıştır. Bu rakamlar, 1947-1959 yıllarıyla karşılaştırıldığında iki kat büyümeyi
işaret etmektedir. Machlup, benzer diğer göstergeleri de yorumlayarak ABD’nin
hızla bir enformasyon toplumu haline geldiği sonucuna varmıştır (Törenli, 2004:
42).
Ardından, Marc Uri Porat ABD Ticaret Bakanlığı’nın desteğiyle 1977
yılında “Enformasyon Ekonomisi” (The Information Economy) başlıklı bir çalışma
yapmıştır. Porat çalışmasında Machlup’un çalışmasından hareketle enformasyonun
üretimini ve üretilmiş enformasyonun dağıtımını da kapsayan daha geniş kapsamlı
sonuçlara ulaşmış ve enformasyon sektörünün ABD ekonomisi içerisindeki önemini
ortaya koymuştur.
Porat’ın çalışmasına göre, 1860 – 1908 yılları arasında ABD işgücünün
büyük çoğunluğunun tarım sektöründe çalıştığı bir tarım toplumu; 1906 – 1954
yılları arasında sanayide çalışan işgücünün ağır bastığı bir sanayi toplumudur. 1950
yılından başlayarak sanayide istihdam edilen işgücünde bir düşüş söz konusu
olmuştur. 1954 – 1980 yılları arasında ise işgücünün çoğunluğunun enformasyon
sektöründe çalıştığı görülmektedir. 1860’da ABD’nin toplam işgücünün yaklaşık
%5’i enformasyon sektöründe çalışırken 1980’e gelindiğinde bu oran %46’ya
yükselmiştir. Bu verilerle ABD ekonomisinde çok önemli bir dönüşüm yaşanmakta
olduğunu ortaya koyan Porat’a göre; ABD artık “enformasyon tabanlı” bir
ekonomidir (Uğur, 2002: 191-Törenli, 2004: 47-Geray, 2003: 118-119).
Bu doğrultuda, ABD özellikle 1980’lerde egemen olmaya başlayan neoliberal politikalar ışığında ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla tek kutuplu hale
gelen dünyada kurmak istediği “Yeni Dünya Düzeni” açısından ulusal bilgi
altyapıları, enformasyon otoyolları ve bilgi toplumu politikaları gibi yeni iletişim
politikaları oluşturmaya başlamıştır.
McChesney ve Schiller’in ifadesiyle medya ve telekomünikasyon alanında
kendi iletişim modelini tüm dünyaya ihraç eden (http://www.unrisd.org/,2011),
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
64
E. İlhan – N. Dirik
Mattelart’ın ifadesiyle de teknik-elektronik devrimin en önemli yayıcısı olan ABD
(2004:73) bu politikaları da çeşitli uluslararası kurum ve kuruluşlar aracılığıyla diğer
ülkelere yayarak küresel bilgi altyapısı ve küresel bilgi otoyolları oluşturmayı
amaçlamıştır:
“Made in USA teknik-bilimsel devrim, insanlığın imgelemini tümüyle
büyülediğinden daha az ilerlemiş ulusları bu buluş kutbuna uymaya
yöneltmesi ve onun tekniklerini, yöntemlerini ve yönetim uygulamalarını
alarak öykünmeye kışkırtması kaçınılmazdır” (Mattelart, 2004: 74).
Bu hususlardan hareketle, bu çalışma kapsamında “enformasyon çağı” ya da
“küresel iletişim devrimi” olarak adlandırılan ve Amerika’da ortaya çıkarak tüm
dünyayı etkisi altına alan yeni iletişim teknolojilerinin gelişme ve yaygınlaşma
sürecinde ABD’nin savaş politikalarına ne gibi etkileri olduğu ortaya konulmaya
çalışılacaktır.
ABD’de Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları
İletişim teknolojileri ile savaşlar arasında çok yakın bir ilişki vardır.
Denilebilir ki, devletlerin iletişim ve haber politikaları en belirgin ve görünür hale
savaş zamanlarında gelmektedir.
Yazılı basın, broşürler ve propaganda I. Dünya Savaşı’nda büyük önem
kazanmıştır. Savaş sırasında uçaklardan siperlere broşürler atılması uygulanan
propaganda yöntemlerinin en yaygın olanıdır.
II. Dünya Savaşı yıllarının en önemli iletişim aracı ise hiç kuşkusuz
radyodur. Savaş, dünyanın her yerinde hem askerleri hem de kamuoyunu
bilgilendirmek amacıyla kurulan radyo istasyonları aracılığıyla takip edilmiştir.
Ayrıca bu dönemde ABD ordusu yayınladığı “Stars and Stripes” gazetesine
ilaveten “Yank” adlı bir dergi de çıkarmaya başlamıştır (Mutlu, 2003: 189).
Bundan sonraki dönemde de, özellikle ABD tarihindeki savaşlara
bakıldığında her yeni savaşta yeni bir iletişim teknolojisinin ön plana çıktığı
görülmektedir. Bu doğrultuda, ABD gelişen teknoloji karşısında iletişim alanında
yeni politikalar, uygulamalar ve düzenlemeler ortaya koymuştur.
Vietnam Savaşı (1965 – 1973)
Vietnam savaşına damgasını vuran iletişim teknolojisi televizyon olmuş,
hatta bu iletişim aracı savaşın seyrini tamamen değiştirmiştir.
Güz 2011, Sayı:33
65
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
Vietnam savaşı başladığında televizyon ABD’de oldukça yaygınlaşmaya
başlamıştır. O dönemde yapılan araştırmalar haberlerin çoğunun artık gazete ya da
radyodan değil, televizyondan takip edildiğini göstermektedir.
Amerikan medyası başlangıçta Vietnam Savaşı’nı desteklemektedir. Bu
dönemde ABD medyasının genel tutumunu Mutlu şu şekilde anlatmaktadır:
“Gazetelerde Vietnam ile ilgili haberlerde sık sık ‘Komünist saldırılarına
karşı amansız mücadele’, ‘Güneydoğu Asya ülkelerinin domino taşları gibi
birbiri arkasından komünizmin pençesine düşmesi’, ‘Komünizmin hür
dünyanın güvenliğini tehdit etmesi’ gibi temel görüş ve sloganlara bir hayli
yer verildiği gözlemlenmektedir.
Yine bu dönemde, Amerikan
televizyonlarının, Vietnam Savaşı’nın siyasi bir icraat, olay olmaktan çok; bir
insani faaliyet veya ABD’nin kendi kendisini ifadesi olarak sunmağa
çalıştıkları görülür” (Mutlu, 2003: 211).
Gazetecilerin akreditasyon sistemi çerçevesinde savaş alanında birliklerle
birlikte yer değiştirmeleri ve seyahat etmeleri serbesttir. Hatta ulaşımları ABD
ordusu tarafından sağlanmış ya da desteklenmiştir (Oates, 2008: 116). Bu nedenle
Vietnam Savaşı savaş alanında basın özgürlüğünün en ileri seviyede uygulandığı
savaştır (Yalçınkaya, 2008: 34).
Vietnam Savaşı’nın sonucunda ve savaşın ABD kamuoyunda algılanış
biçiminde dönüm noktası olan olay, 1968 yılının Şubat ayında ABD ve Güney
Vietnam’a karşı başlatılan Tet saldırısı olmuştur.
Bu saldırıdan sonra ABD kamuoyunda savaşa karşı tepkiler dile getirilmeye
başlanmış ve savaşın kazanılamayacağı görüşü oldukça yaygınlaşmıştır. ABD
medyası da savaşı desteklemekten vazgeçerek neredeyse savaş karşıtı bir tutum
sergilemeye başlamıştır.
Tet saldırısından önceki dönemde ABD’nin en önemli üç televizyon şebekesi
olan ABC, CBS ve NBC’nin savaşla ilgili haberlerde devletin üst düzey yöneticileri
tarafından verilen talimat sonucunda bir nevi iç sansür uyguladıkları iddia
edilmektedir.
Bu uygulamanın üç temel sebepten kaynaklandığı ileri sürülmektedir:
Televizyon şebekelerinin kârlarını göz önüne alarak devlet ve geniş halk kitlelerine
karşı gözükmeme konusundaki çıkar hesapları, sponsorlarını kaybetme korkusu ve
bu şebekelere abone olan yerel televizyon yöneticilerinin kanlı savaş görüntülerine
fazla yer verilmemesi konusundaki baskıları (Williams, 1992: 315).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
66
E. İlhan – N. Dirik
Daniel Hallin tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Tet saldırısı öncesinde
haber bültenlerinin %22’sinde gerçek savaş sahnelerinin yer aldığı belirlenmiştir. Bu
sahnelerin çoğu da havan atışları, pusuya yatan askerlerin ateş açmaları,
görünmeyen düşmanı hedef alan hava saldırılarından oluşmaktadır. Araştırmada
televizyonda savaşla ilgili haberlerin yalnızca %24’ünde yaralı ve ölülere ait
görüntülerin olduğu, bu sahnelerin çoğunun da yaralı askerlerin helikoptere konulup
nakledilmesinden ibaret olduğu sonucuna varılmıştır. Tet saldırısı öncesi döneme ait
167 haber bülteninden yalnızca 16’sında birden fazla ölü ve yaralı görüntüsü
bulunduğu da araştırmada tespit edilenler arasındadır (Mutlu, 2003: 223).
Hallin, ayrıca, savaşa ilişkin haberlerin Washington’daki elit kesim savaş
karşıtı hale gelene kadar eleştirel olmadığını da tespit etmiştir (Oates, 2008: 116).
Ancak Tet saldırısından sonraki dönemde ABD medyası savaşı sorgulayan,
hatta savaş karşıtı bir tavır takınmaya başlamıştır. Çünkü saldırı ile birlikte ABD
için askeri bir zaferin imkânsız olduğu anlaşılmıştır. Bu dönemde savaşa halk
desteğinin azalmasında da televizyonun büyük rolü olduğu kabul edilmektedir.
Bunda Vietnam Savaşı’nın televizyonun ilk defa kullanıldığı savaş olmasının
etkili olduğu görüşü hâkimdir. O dönemde Vietnam’da çekilen savaş görüntüleri
uydu teknolojisi henüz gelişmediği için uçakla ABD’ye gitmekle ve genellikle 24 ila
36 saat arasında bir gecikmeyle yayınlanabilmektedir. Amerikalılar akşam
yemeklerini yerken ana haber bülteninde bu savaşın gerçekleriyle karşı karşıya
gelmiştir. Bu nedenle, Vietnam Savaşı ABD’de “oturma odası savaşı” (Living room
war) olarak da adlandırılmaktadır. Bu deyimle vurgulanan bir başka gerçek de
savaşın gerçeklerinin televizyon sayesinde oturma odalarına kadar girmesidir.
McLuhan Vietnam Savaşı ile ilgili olarak “Televizyon savaşın barbarlığını
oturma odalarına kadar getirdi. Vietnam Savaşı, savaş alanında değil Amerikalıların
oturma odalarında kaybedildi.” Demiştir (Lovett, 2011: s.y.).
1963 – 1969 yılları arasında Vietnam Savaşı esnasında ABD Başkanı olan ve
dönemi sona erdiğinde bir daha aday olmayacağını açıklayan Lyndon Johnson
savaştan sonra yaptığı değerlendirmede “Vietnam Savaşını televizyon yüzünden
kaybettik. Çünkü Vietnam Savaşı tarihte televizyondan naklen yayınlanan ilk
savaştı.” Demiştir (Aktaran Mutlu, 2003: 236).
Başkan Johnson’dan sonra 1969 – 1974 yılları arasında görev yapan Başkan
Richard M. Nixon da medyayı kontrol altına almaya çalışmıştır. Bu dönemi Mutlu
şu şekilde anlatmaktadır:
Güz 2011, Sayı:33
67
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
“Başkan Yardımcısı Agnew, 13 Kasım 1969’da Cumhuriyetçi Parti’nin Iowa
Kongresi’nde yaptığı konuşmada basını çok ağır bir dille suçladı. Agnew
‘gerekirse basın özgürlüğünün sınırlandırılabileceğini’ belirterek,
‘televizyonların ruhsatlarının iptal edilebileceği’ sinyalini verdi. Nixon
yönetiminin basını açıkça tehdit eden, korkutan tavrı televizyon ruhsatlarını,
dolayısıyla çok karlı işlerini kaybetmek istemeyen televizyon yöneticileri
üzerinde çok etkili oldu. Bu dönemde haberlerde savaştan çok, Paris’te devam
eden barış görüşmelerine ağırlık verildi.” (Mutlu, 2003: 240).
Vietnam Savaşı’na desteğin azalmasındaki bir başka önemli neden de
Pentagon Belgeleri’nin yayınlanmasıdır.
Pentagon Belgeleri (Pentagon Papers), ABD Savunma Bakanı Robert
McNamara‘nın talimatı üzerine 1967 yılında 18 ayda hazırlanan ABD’nin Vietnam
Politikasındaki Karar Verme Yöntemi Tarihi (History of The US Decision Making
Process on Vietnam Policy) adlı 3000 sayfalık metin ve 4000 sayfalık ek
belgelerden oluşan 47 ciltlik bir çalışmadır (İnceoğlu, 2004: 73).
Belgeler, raporların hazırlanmasında görev alan Daniel Elsberg adlı bir askeri
araştırmacı tarafından basına sızdırılmış ve 1971 yılının Haziran ayında The New
York Times ve The Washington Post gazeteleri tarafından yayınlanmaya
başlamıştır. The New York Times, 13 Haziran 1971’de ilk bölümü yayınlamıştır.
Bunun üzerine, ABD hükümeti ve Adalet Bakanlığı belgelerin
yayınlanmasının ABD’nin ulusal çıkarlarına zarar vereceği gerekçesiyle yayının
durdurulması için mahkemeye başvurmuşlardır.
ABD Bölge Mahkemesi yayının geçici olarak durdurulması yönünde karar
vermişse de The New York Times ve elinde aynı dosyaların bir kopyası bulunan
The Washington Post kararı kaldırmak için bir hukuk savaşı başlatmışlardır.
30 Haziran 1971’de ABD Yüksek Mahkemesi 3’e karşı 6 oyla gazetelerin
belgeleri yayınlamasını serbest bırakma kararı almış, ABD Anayasası’nın basının
kısıtlanmasını yasaklayan hükmüne dayanarak ve hükümetin belgelerin ulusal
güvenlikle bir ilgisi olduğunu ispat edememesi nedeniyle zafer basının olmuştur
(İnceoğlu, 2004: 74).
Pentagon belgelerinin yayınlanması ile ABD’nin Vietnam’a askeri
müdahalesinin meşruluğu konusundaki yalanlar ortaya çıkmış ve Vietnam Savaşı’na
destek önemli ölçüde azalmıştır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
68
E. İlhan – N. Dirik
Pentagon belgeleri olayının ABD iletişim tarihindeki bir diğer önemli yanı
da, basın özgürlüğünün adalet yoluyla engellenmeye çalışılmasına rağmen basın
özgürlüğü ilkesinin galip gelmesidir.
Ancak Vietnam Savaşı’ndan çıkarılan dersler yalnızca savaşın kamuoyu
üzerindeki etkisini değiştirmemiştir. “Vietnam sendromu” artık basın için de geçerli
olacaktır:
“ABD Vietnam Savaşı’nın kötü deneyiminin de etkisiyle, yasalarına aykırı
düşmeyen sansürü uyguladı. Çünkü gazetecilerin başıboş bırakılmalarının,
onların sorumsuz yazılar yazmaya sevk edeceğini, böyle yazıların da
hükümetin saygınlığını sarsacağından endişe duyulmaktaydı”(İnceoğlu, 2004:
75).
Vietnam deneyiminden alınan dersler tüm Batılı devletler için yeni
uygulamaları zorunlu kılmıştır. Artık gazetecileri mümkün olduğunca savaşın
dışında tutmak ve onlara sadece dünyaya yansıtmaları istenenleri göstermek için
ciddi bir “haber yönetimi” (news management) uygulaması başlatılmıştır (Çatalbaş,
2003: 245).
Vietnam Savaşı’ndan alınan derslerden ilk kez İngiltere bir savaşta
yararlanmıştır. 1982 yılında İngiltere ile Arjantin arasında gerçekleşen Falkland
Savaşı’nda basına sansür uygulanmış, savaşta yaralanan ve ölenlere ait görüntülere
gazete ve televizyonlarda yer verilmemiş, basın İngiliz Ordusu’nu zor durumda
bırakacak haber ve görüntüleri yayınlamamıştır.
Amerikan Deniz Kuvvetleri Basınla İlişkiler Bölümü’nden Yüzbaşı Arthur
A.Humphries Falkland Savaşı’nın basınla ilişkiler konusundaki uygulamalarından
ABD’nin dersler çıkarması gerektiğini The Naval War College Review dergisinin
1983 yılı Mayıs ayı sayısında yazmıştır.
Buna göre, savaşlarda halk desteğinin sağlanması için yönetimin ve ordunun
merhametsiz ya da barbar olarak görülmemesi, savaş amacına halkın duyduğu
inancın ve güvenin kaybolmaması için vatanın oğullarının sakatlanması ya da ölmesi
gibi görüntülere televizyon ekranlarında yer verilmemesi ve bu nedenle de
gazetecilerin savaş alanına girişlerinin kontrol edilmesi gerekmektedir.
Kısacası, Vietnam Savaşı ile medyanın savaşlarda kamuoyu oluşumunu
önemli ölçüde etkileyebileceğini gören ABD, bundan sonra gireceği savaşlarda
kamuoyunun desteğini arkasına alabilmek için medyaya bir takım sınırlamalar ve
kısmi sansür getirme ihtiyacı hissetmiş, medyanın cepheden uzak tutulması ve
enformasyon akışının sınırlandırılması prensiplerini benimsemiştir.
Güz 2011, Sayı:33
69
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
I. Körfez Savaşı (1990 – 1991)
Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine Sovyet
Rusya’nın lideri olduğu Varşova Paktı’nın çökmesiyle birlikte kurulan “Yeni Dünya
Düzeni” içerisinde ABD’nin kendine biçtiği rol çerçevesinde ABD liderliğindeki
müttefikler 1991 yılında başlayan hava saldırılarıyla Irak’a savaş açmışlardır.
Başlangıçta, yapılan yayınlarda savaşın kaçınılmaz olduğu görüşü hâkimdir.
Yapılan bir araştırmada, savaştan önceki altı ay içerisinde, konunun ele alındığı
toplam 48 saatlik haber süresinde savaşın gerekli olmadığı, alternatifler
üretilebileceği yönündeki karşıt görüşlere yalnızca 29 dakikalık bir zaman diliminde
yani %1 oranında yer verilmiştir (Oates, 2008: 121). Bu haberlerde de Saddam
Hüseyin’den çoğunlukla canavar, şeytan, zalim, barbar gibi sıfatlar kullanılarak
bahsedilmiştir.
Bir başka araştırmada, savaştan üç gün önce tamamlanan bir ankette ABD
halkı askeri bir müdahale ile ilgili olarak görüş ayrılıklarına sahiptir. The New York
Times – CBS News tarafından yapılan ankette halkın %47’si askeri bir müdahaleden
yanayken %46’sı ambargo ve ekonomik yaptırımların işe yarayıp yaramayacağını
görmek için beklenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Savaş başladıktan sonra yinelenen
anket sonuçlarına göre ise %76 müdahalenin haklı olduğu görüşünü savunurken
yalnızca % 19 ekonomik yaptırımlar için süre tanınmış olması gerektiğini ifade
etmiştir. Aynı araştırmada, Başkan Bush’a verilen desteğin de %67’den %84’e
çıktığı tespit edilmiştir (Iyengar&Reeves,1997: 296).
Bu süreçte, Körfez’e askeri müdahalenin gündeme gelmesiyle birlikte bunun
yeni bir Vietnam olmayacağı gerek Başkan Bush gerekse Genelkurmay Başkanı
General Colin Powell tarafından sıklıkla yinelenmiş, böylece I. Körfez Savaşı’na
hazırlık sürecinde Vietnam’dan alınan derslerin tekrar edilmemesine özen
gösterildiği anlaşılmıştır (Mutlu, 2004: 312).
ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan aldığı ders basına getirilen sınırlama ve
sansürlerde de kendisini hissettirmiştir: “Vietnam’ın acısını çıkarırcasına I. Körfez
Savaşı’nda tüm ipler Pentagon’un elindeydi” (Can, 2005: 72).
New York Üniversitesi profesörlerinden Marc Christin Miller, bu durumu
şöyle açıklamıştır:
“Bu harekât Batı basını ve Amerikan halkı için bir felaket oldu, çünkü her şey
bir koreografi gibi düzenlenmiş ve Pentagon tarafından yönetilmişti. Medya
bunu kabullendi. ABD bu savaş manevrasını Thatcher hükümetinden
öğrenmişti. Falkland Adaları’nın işgali, gösteriye egemen olacak ve basını
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
70
E. İlhan – N. Dirik
harekâttan uzak tutacak bir şemaya göre yürütülmüştü. İngilizler, Vietnam’da
olup bitenlerden iyi ders almışlardı. Pentagon’da kendi hesabına Grenada’da
ve Panama’da eğitim görmüş, Çöl Fırtınası’nı uygulamaya hazır hale
gelmişti.” (http://www.milliyet.com.tr/,2011)
Öncelikle ABD’den Körfez’e gönderilen gazetecilerden çoğu Bush
yönetimine yakın olarak bilinen gazetecilerden oluşmuştur. Diğer gazeteciler için ise
Pentagon örnekleme yöntemiyle seçtiği gazetecilere bir anket uygulamış ve
verdikleri yanıtlara göre savaş bölgesine göndermiştir. I. Körfez Savaşı’nı toplam
1600 gazeteci izlemiştir.
Savaşı izlemek isteyen gazetecilere vize verilmesi konusu da sorun teşkil
etmiştir. Kuveyt’in işgali sürecinde çoğu basın yayın organının Washington
temsilcileri Suudi Arabistan vizesi alamamıştır. Pentagon sorumluluğu Suudi
Arabistan’a atsa da Suudi yetkililer de verilecek vize sayısının azaltılması
konusunda Pentagon’un baskı yaptığını ifade etmişlerdir (Mutlu, 2003: 317).
Gazetecilerin çoğu savaşı Suudi Arabistan’daki Dahran Havaalanı
yakınlarındaki Dahran International Hotel’den takip etmiş, yalnızca sınırlı sayıda
gazetecinin cepheye gitmesine izin verilmiştir. Bu sayı yalnızca 180’dir ve
gazeteciler cepheye dönüşümlü olarak gitmişlerdir. Askeri yetkililer tarafından basın
için düzenli brifingler verilmiştir.
Time muhabiri John Stacks I. Körfez Savaşı’nı 20. Yüzyılın kapıları en sıkı
kapalı savaşı olarak nitelendirmiştir (Can, 2005: 72).
Savaşı izleyecek gazetecilere Pentagon tarafından iki sayfalık bir yasaklar
listesi verilmiştir. Bu liste, geceleri ışık kullanımının sınırlandırılması gibi genel
kuralların yanında yapacakları haberlere ilişkin yasakları da içermektedir.
Gazetecilerin ölü ve yaralı isimlerini, askeri birliklerin konaklama ve nakline ait,
düşürülen uçaklarla ilgili, askeri harekâtın ve harekâtta görevli personelin
güvenliğini tehlikeye atabilecek, gerçekleştirilecek askeri harekât ve taaruzlarla
ilgili, askeri birliklerin yeri ve güvenlik derecelerine ilişkin, müttefiklerin savaş
mağlubiyeti ya da askeri görevlilere ilişkin kayıplar gibi ABD birlikleri aleyhine
kullanılabilecek harekât ya da lojistik destekle ilgili her türlü bilgiyi haberlerinde
kullanmaları düşmana bilgi sızmasını önlemek ve birlikler ile halkın moralini
yüksek tutmak amacıyla yasaklanmıştır (Mutlu, 2003: 319).
Havuz sistemi ile bu gazetecilerce yapılan haberler, çekilen fotoğraflar ya da
videolar Pentagon yetkilileri tarafından kontrol edilmiş ve bunlara sansür
uygulanmıştır:
Güz 2011, Sayı:33
71
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
“Yazılan her haberi önce gazeteciyi izleyen eskort okudu, sonra birinci Zırhlı
Tümen’in basın görevlisi okudu, ardından haber Tümen Kurmay Başkanına
gitti. Haber daha sonra 7. Orduya iletildi, burada birkaç basın sorumlusunun
denetiminden geçti. Daha sonra Merkez Komutanlığının bir subayınca
okundu” (Mutlu, 2003: 319).
Onaylanan haberler haber havuzuna girerek tüm gazetecilerin kullanımı
serbest bırakılmıştır. Böylece ancak Pentagon tarafından onaylanan haberler tüm
dünyada takip edilebilmiştir.
Bu nedenle, savaş kamuoyuna kansız, temiz bir savaş olarak yansıtılmıştır.
Oysa tarihin ilk ileri teknoloji savaşı olarak da adlandırılan I. Körfez Savaşı’nda
yalnızca Bağdat’a tonlarca bomba atılmış, savaşta yaklaşık 150 bin Irak’lı asker
ölmüş, 200 bin Irak’lı asker de yaralanmış; Irak adeta yerle bir olmuştur.
Savaşta, kullanılan ileri teknoloji sayesinde sivillerin değil binaların ve askeri
tesislerin hedef alındığı, dolayısıyla sivillerin ölmediği düşüncesi işlenmiştir.
Böylece savaş Irak üzerine ateş açan uçakların kameralarından alınan görüntülerle
tüm dünya kamuoyunda bir video ya da bilgisayar oyunu gibi izlenmiştir (Akıner,
2004: 139).
I. Körfez Savaşı, Bağdat’ta kalmasına izin verilen tek basın kuruluşu olan
CNN aracılığıyla tüm dünyada izlenmiştir. Böylece ABD savaşı tüm dünyaya kendi
bakış açısından yansıtmıştır. İletişim teknolojilerindeki yenilikler bu kez savaşın
naklen, canlı yayında izlenmesine olanak sağlasa da CNN muhabirleri Peter Arnett,
John Holymann ve Bernard Shav Bağdat’ta olayları yaklaşık beş kilometre uzaktan,
El-Raşid Oteli’nden takip edebilmişlerdir.
1980 yılında Ted Turner tarafından kurulan ve 24 saat haber yayını yapan ilk
televizyon kanalı olan CNN, I. Körfez Savaşı’nda rakipleri ABC, CBS ve NBC’nin
bir adım önüne geçerek habercilik anlayışını değiştirmiştir.
Savaşta kullanılan diğer yeni iletişim teknolojileri ise taşınabilir bilgisayar,
dijital resim iletimi, hareketsiz videolar, karanlıkta görme aletleri, fakslar, uydu
bağlantılı taşınır telefonlar, uydu fotoğrafları gibi uygulamalardır.
Yeni iletişim teknolojileri ve değişen habercilik anlayışı ABD halkının savaşı
takip etme ilgisini de arttırmıştır. Savaşın başlangıcında yapılan bir araştırmada
ABD halkının %71’i savaş ile ilgili haberleri “çok yakından” takip ettiklerini,
yaklaşık %80’i de savaş ile ilgili haberleri izlemek için gece geç saatlere kadar
uyanık kaldıklarını ifade etmişlerdir. Bu dönemde CNN’in reytingleri iki haneli
rakamlara ulaşmıştır (Iyengar&Reeves, 1997: 248).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
72
E. İlhan – N. Dirik
Öte yandan, I. Körfez Savaşı’ndan hemen sonra ABD’de yapılan bir
araştırmada 1 Ağustos 1990 – 28 Şubat 1991 tarihleri arasında yazılı basında çıkan
66 bin haber taranmıştır. Bu haberlerde yazılı basında en çok kullanılan sözcük 7 bin
kez kullanılan Vietnam sözcüğüdür (Mutlu, 2004: 312) Kısacası Amerikan medyası
da Vietnam sendromundan kurtulamamıştır.
I. Körfez Savaşı’ndaki sistemden memnun kalmayan basın Pentagon’dan
çatışma ve savaşları izlerken daha özgür çalışabilmeleri için bir takım değişiklikler
talep etmişlerdir. Bunun sonucunda, 11 Mart 1992 tarihinde Pentagon ile ABD
basını arasında dokuz maddeden oluşan bir protokol imzalanmıştır (Gökdağ, 2001:
81)
Söz konusu protokol pek çok yönden eleştirilmiştir. Özellikle 4. maddede yer
alan kurallara uymayan gazetecilerin savaş alanından uzaklaştırılacak olması ve
bölgeden haber geçmesinin yasaklanacak olması ve 6. maddede yer alan askeri
yetkililerin ulusal güvenliği ilgilendiren bilgilerin sızdırılmaması amacıyla medyaya
müdahale edebilecek olması hususları belirsiz ifadelere dayanmaları ve askerlere
verilen müdahale yetkisinin sınırlarının kesin olmaması nedeniyle önemli ölçüde
eleştiri almıştır.
Medya kuruluşları, savaş bölgelerinde görev yapacak gazetecilerin
gönderecekleri fotoğraf ve haberlerin güvenlik kontrolü kapsamında olmasını ve bu
maddenin değiştirilmesini istemiştir. Ancak Pentagon, operasyonların güvenliğini
ileri sürerek protokolde bir değişikliğe gidilmesini istememiştir.
Sonuç olarak protokole iki taraf da birer tavsiye kararı eklemiştir:
“Savaş muhabirleri Amerikan halkının güvenliğini yakından ilgilendiren
bilgiler konusunda son derece duyarlı ve dikkatli bir davranış içindedirler.
Amerikan medyasının bu konuda belirlenen kurallara uyacağı tartışılmaz bir
konudur. Vietnam ve Körfez Savaşı’nda görev alan habercilerin çalışmaları
buna örnektir.
Pentagon’un bu konuyu ön plana çıkararak savaş
bölgelerinden yapılacak yayınları kontrol yetkisi gereksizdir. Pentagon’un
gelecekte olası bir savaş durumunda uygulamayı düşündüğü bu kuralın
değiştirilmesinden yanayız” (Gökdağ, 2001: 82).
Pentagon da bu tavsiye kararına karşılık olarak protokole şu açıklamayı
ekletmiştir:
“Operasyonların başarısı ve askerlerin can güvenliği göz önüne
alındığında, cepheden yapılacak haberlerin denetimi Pentagon’un
vazgeçemeyeceği bir kuraldır. Amaç medyanın göndereceği haberleri
Güz 2011, Sayı:33
73
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
kontrol değil, askerin üstlendiği görevin başarıyla tamamlanmasıdır.
Haberler için uygulanacak bu güvenlik denetimi operasyonlara
katılan üst düzey askeri yetkililerce yapılacak ve kurallara uymayan
gazetecilerin bölgeyi terk etmesi sağlanacak” (Gökdağ, 2001: 82).
II. Körfez Savaşı (Irak Savaşı) (2003)
11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan
saldırılardan sonra ABD, “teröre karşı savaş” söylemi çerçevesinde, 20 Mart 2003
tarihinde Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarına sahip olduğu ve Irak’ın El
Kaide’ye yataklık ettiği iddialarını gerekçe göstererek, 20 Mart 2003 tarihinde Irak’a
savaş açmıştır.
Savaş öncesinde Beyaz Saray Saddam Hüseyin’in I. Körfez Savaşı’ndan beri
gerçekleştirdiği dezenformasyon ve propagandaları anlatan bir rapor yayınlamıştır.
“Propaganda ve Yalanların Aletleri – Saddam’ın Dezenformasyon ve
Propagandaları” (Apparatus of Lies – Saddam’s Disinformation and Propaganda)
isimli 21 Ocak 2003 tarihinde yayımlanan raporda, Saddam’ın trajedi yaratmak için
sivil halkı, askeri birliklerin ve askeri malzemelerin yakınına yerleştirerek Irak
halkını insan kalkanı olarak kullandığını, askeri ekipmanları cami ve kültürel
hazinelerin yakınlarına yerleştirdiği, ülkesinin açlık ve ilaç sıkıntısı çektiğini
söyleyerek Birleşmiş Milletler, ABD ve müttefiklerine duygu sömürüsü yaptığı,
İslam dinini sömürdüğü gibi iddialar yer almaktadır (Akıner, 2004: 103-104).
II. Körfez Savaşı, iletişim politikaları ve savaş – medya ilişkisine yeni bir
boyut kazandırmış ve savaş haberciliğinde ortaya Türkçeye “iliştirilmiş gazetecilik”
(embedded journalism) olarak geçen yeni bir kavram ortaya çıkmıştır.
İliştirilmiş gazetecilik en genel anlamıyla askeri birliklerle beraber hareket
eden anlamında kullanılmıştır. İliştirilmiş gazeteciler askeri birliklerle beraber
yaşayan, seyahat eden, yemek yiyen, uyuyan ve onlarla tüm profesyonel ve kişisel
aktivitelerinde beraber olan gazetecilerdir (Yalçınkaya, 2008: 48). Ancak gerek
kavramın kendisi, gerekse Türkçeye çevirisi bir takım tartışmalara neden olmuştur.
İngilizce “embedded” kavramın özünde parça ile bütün arasında sıkı bir
ilişki, yapışmışlık, içine gömülmüşlük bir şeyin parçası olma anlamları
bulunmaktadır. Bu nedenle kavramın Türkçe çevirisi olarak medyada en yaygın
kullanılan “iliştirilmiş” ifadesinin yetersiz ve “fazlasıyla” yansız bir ifade olduğu
konusu gündeme getirilmiştir. Türkçede bu kavrama ilişkin sıkça kullanılan diğer
karşılıklar ise “bitişik gazeteci” ve “gömme gazeteci” olmuştur.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
74
E. İlhan – N. Dirik
İliştirilmiş gazetecilik kavramının ortaya çıkmasında 11 Eylül sonrası
dönemde ABD’de etkinliği artan vatanseverliğin gazetecilik üzerinde önemli bir rol
oynaması yatmaktadır. “Rumsfeld doktrini” çerçevesinde “onurlu, pozitif ve
vatansever bir savaş haberciliği yapacak” gazetecilik kavramı üzerinde
düşünülmüştür (Akıner, 2004: 139).
Kavram, Pentagon sözcüsü Victoria Clarke ve danışmanları tarafından
geliştirilmiş olup iliştirilmiş gazeteci olmanın kuralları Pentagon ile basın yayın
kuruluşları temsilcileri arasında görüşülerek kararlaştırılmıştır.
Aslında iliştirilmiş gazeteciliğin ilk örnekleri 1990’lı yılların sonunda Bosna
Hersek ve Kosova’da gerçekleştirilen operasyonlarda görülmüştür. Ancak bunlar
Irak Savaşı’nda olduğu kadar sistematik bir uygulamanın sonucu değildir
(Yalçınkaya, 2008: 48).
Irak Savaşı sırasında iliştirilmiş gazetecilik kapsamına yalnızca Fox, CNN,
NBC ve CBS gibi büyük televizyon kanalları ile USA Today, The New York Times,
The Washington Post, The Washington Times ve The Los Angeles Times gibi çok
okunan gazeteler değil ayrıca MTV, Rolling Stones, People, Men’s Health gibi esas
ilgi alanı politika ve savaş olmayan basın kuruluşlarından muhabirler de alınmıştır
(Can, 2005: 112).
İliştirilmiş gazeteciliğin şimdiye kadar kullanılan yöntemlerden bir diğer
farkı da akreditasyon yönteminin ilk defa değişikliğe uğramış olmasıdır. İliştirilmiş
gazetecilikten önce bir olayı izleyecek olan gazeteci ilgili kurumuna başvurup
gerekli bürokratik işlemleri yerine getirdikten sonra akredite edilirken artık gazeteci
ile haber kaynağı arasındaki resmiyet ve mesafe ortadan kalkmıştır.
(http://bianet.org,2010) Yani iliştirilmiş gazeteciler bizzat haberin öznesidir.
ABD, olası bir Irak saldırısının konuşulmaya başlandığı Kasım – Aralık
aylarından itibaren çatışmayı takip etmek isteyen iliştirilmiş gazeteci adaylarını
askeri kamplara çağırmış ve bu gazeteciler 2 - 3 ay boyunca 24 saatlerini kara, hava
ve deniz kuvvetlerine ait askeri kamplarda geçirerek eğitim almışlardır.
İliştirilmiş gazeteciler bundan sonra Kuveyt’e götürülmüşlerdir ve gazeteciler
burada Pentagon tarafından hazırlanan dört ayrı anlaşmayı imzalamak ve
anlaşmadaki hükümlere uyacaklarını taahhüt etmek zorunda kalmışlardır.
İlk sözleşme genel olarak sistemin nasıl işleyeceğinin çerçevesini çizen bir
belgedir. Anlaşmada taraflar uzun ve detaylı bir şekilde tarif edilirken, Pentagon
ileride kendilerine karşı açılabilecek davalara karşı her türlü detayı titizlikle
düzenlemiştir.
Güz 2011, Sayı:33
75
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
Söz konusu protokolde, iliştirilmiş gazetecilerin uyması gereken genel
kuralların yanı sıra ABD birliklerinin haberlere yapabilecekleri müdahaleler ve
gazetecilere getirilen yasaklar da yer almıştır.
Protokole göre haber yapılabilecek konu ve durumlar şunlardır:
-
Onaylanması şartıyla tanık olunan birlik kayıpları,
-
Bir önceki saldırının askeri hedeflerinin yeri ve bilgileri,
-
Onaylanması şartıyla askeri birliklerin ve servis üyelerinin isimleri ve
memleketleri,
-
Düşman birliklerden alıkoyulan ya da esir alınan personelin sayısı,
-
Operasyonların kod adı,
-
Yapılan sortilerin sayısı (Akıner, 2004: 144).
Protokolün haberlerin içeriğine ilişkin getirdiği yasaklar ise şunlardır:
-
Güvenlik seviyesini gösterecek fotoğraf çekmek ve görüntü almak,
-
Yaralanan, sakatlanan veya hastalanan personel ile özel bakım hakkında
bilgi vermek ve görüntü yayınlamak,
-
Sürmekte olan ya da planlanmış arama kurtarma çalışmaları hakkında ve
faaliyetler sırasında düşen ya da kaybolan araç ya da uçaklar hakkında
bilgi vermek,
-
Savaş tutsaklarının ya da alıkoyulan kişilerin yüzlerinin ya da
tanınmalarını sağlayacak diğer özelliklerinin fotoğrafını ya da
görüntüsünü çekmek ve yayınlamak,
-
Ertelenen ya da iptal edilen operasyonlar hakkında bilgi,
-
Birimlerin sayısı; uçak, gemi, tank gibi askeri araçların bulundukları
yerler,
-
Özel operasyon birimleri hakkında bilgi,
-
Düşmanın etkinliği hakkında bilgi,
-
Haber alma yöntemleri hakkında bilgi (Akıner, 2004: 144).
İliştirilmiş gazetecilik sözleşmesi metninde ilgi çeken pek çok husus vardır.
Metin temelde yapılamayacakların, yasakların listesini içermektedir. Bunların yer
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
76
E. İlhan – N. Dirik
aldığı maddelerde “güvenlik nedenleriyle” ifadesi çok sık yer almaktadır. Sık
kullanılan bir başka ifade de "komutanın onayı”dır. Bu onay kimi zaman Merkez
komutanlığının, kimi zaman da savaş alanındaki komutanın onayıdır.
Birçok maddede de bazı bilgilerin, “daha önce Pentagon ya da Merkez
Komutanlığı tarafından açıklanmışsa” yayınlanabileceği ifade edilmektedir.
Ragıp Duran, Amerikalı bir iliştirilmiş gazetecinin söz konusu protokole
ilişkin genel izlenimlerini şöyle aktarmaktadır:
“Amerikan birlikleri hakkında öğrendiklerimiz, bazı bilgiler, düşman
açısından değerli olduğu için yazılamıyor. Ama biz hangi bilginin düşman
açısından önemli ve değerli olduğunu bilmediğimiz için, genel olarak
başımızdaki askeri yetkiliye soruyoruz. Askerlerin en çok önem verdikleri
konu zaman ve mekan. Ne zaman nereye gittik, bunların yazılmasını
istemiyorlar. Eğitimde bize genel, askeri ve siyasi konularda haber yazmamız
yerine, askerlerimizin moral durumunu aktaran haberler yazmamızı, human
interest-human touch (İnsani yanları ön plana çıkaran magazin) haber ve
feature'lar (Haber-yorum, izlenim, not) yazmamızı salık verdiler.”
(http://bianet.org,2010)
Savaşı izlemek için Türkiye’den giden üç iliştirilmiş gazeteciden biri olan
Cüneyt Özdemir’e göre ise sözleşme tek taraflı, Pentagon’un çıkarlarını öne
çıkartabileceği, gazetecileri de bilgilendirip kendi istediği gibi yönlendirebileceği
şekilde oluşturulmuştur. Ancak dikkatli incelendiğinde sözleşmede kimi ucu açık
maddelerin, gazetecilere sahada avantajlar sağlayan kimi detayların varlığı söz
konusudur. Özdemir’e göre, örneğin “kasetlere el konulmaması” ve “editoryal bir
müdahalenin olmaması” avantaj olarak kabul edilmektedir (Özdemir, 2003: 251).
Savaştan önceki dönemde iliştirilmiş gazetecilik kavramı ilk kez ortaya
atıldığında Amerikan medyası olayı büyük bir özgürlük olarak değerlendirmiş, sanki
Pentagon gazetecilere büyük bir kolaylık sağlıyor havası yaratılmıştır. Ayrıca,
Akıner’e göre gazetecilerin bu dönemde Saddam ve ABD yönetimi açısından sahip
olduğu iki büyük korku sistemin gazeteciler arasında kabulünü kolaylaştırmıştır.
Bunlar Irak yönetimi tarafından canlı kalkan olarak kullanılma ve rehin alınma
korkusu ile Pentagon tarafından tıpkı Grenada, Panama ve I. Körfez Savaşı’nda
olduğu gibi habere ulaşımın engellenmesi ve sansürdür (Akıner, 2004: 140).
İliştirilmiş gazeteciler, savaşı izlemek için ABD yönetimine başvuran
yaklaşık 3.000 gazeteci içerisinden seçilen yaklaşık 40 yabancı basın mensubu da
dâhil olmak üzere toplam 600 kişidir. Gazeteciler, ABD birliklerinin koruması
altında onlarla birlikte cephede yer almışlar, tanklara ya da helikopterlere binerek
Güz 2011, Sayı:33
77
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
işgal altındaki bölgelere de gitmişlerdir. Tek fark, gazetecilerin sivil ve silahsız
olmasıdır.
İliştirilmiş gazeteciliğin, sansürü teknik olarak ortadan kaldırması ve görüntü
imkânlarının daha zengin olması gibi faydalarının olduğu ifade edilse de sistem pek
çok nedenle eleştirilmiştir.
İliştirilmiş gazeteciliğin savaşa ilişkin haber üretmek yerine propaganda
ürettiği, gazetecilerin birliklerle kendilerini fazlasıyla özdeşleştirerek nesnellikten
uzaklaştıkları ve savaşı kişisel deneyimleriyle anlattıkları bu eleştirilerden en sık
rastlananlarıdır:
“Meslektaşlarından uzak bırakılan gazeteciler, günlerce, aynı askerlerle
birlikte yiyip içti, onlarla birlikte düşmanın nereden çıkacağından korktu,
onlarla birlikte taarruzun heyecanını, onlarla birlikte Irak’ı işgal etmenin,
savaşı kazanmanın gururunu yaşadı. ABD basını bu savaşta halkına tüm
nesnelliğini yitiren gazeteciler aracılığıyla seslendi. Ölüm kalım
mücadelesinde kendisini koruyan askerlerle bütünleşen gazeteciler,
kaçınılmaz olarak haber vermekten çok birliklerinin halkla ilişkiler temsilcisi
oldular. Basın savaşın habercisi değil, aynı füzeler, tanklar ve tüfekler gibi
savaşın bir unsuru oldu. Sözde küreselleşen dünyada sanki iki ayrı savaş
yaşandı. Biri ABD’ye yansıdığı şekilde, diğeri dünyanın geri kalan kısmında.”
(http://www.radikal.com.tr/,2011)
İliştirilmiş gazetecilik sisteminde, ayrıca, gazetecilerin ne kadar tarafsız
olabileceği ya da ne kadar özgür haber yapabilecekleri de ayrı bir konudur çünkü
emirlere karşı gelen gazeteciler “disembedded” olmakta, yani birlikten atılmakta
eve geri gönderilmektedir. Savaş sırasında bu duruma örnek teşkil edecek pek çok
olay yaşanmıştır.
Örneğin, çatışmada ölen bir Amerikalı askerin fotoğrafını yayınlayan Times
Haber Ajansı’nın cephedeki tüm muhabirleri geri gönderilmiştir. Aynı şekilde,
CNN’de canlı yayında, katıldığı Amerikan birliğinin Bağdat’ın 96 km güneyinde
olduğunu, pozisyonunu ve hangi yönde, ne amaçla ilerlediğini aktaran muhabirin,
birlik komutanının kararıyla ve Pentagon’un emriyle cepheden gönderildiği
açıklanmıştır.
İliştirilmiş gazeteciliğe getirilen eleştirilere neden olan kaygıları
desteklercesine Colombia Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi’nin desteğiyle
“Gazetecilikte Mükemmellik Projesi” (Project for Excellence in Journalism - PEJ)
adı verilen bir araştırmada Irak Savası’nın 6. gününde iliştirilmiş gazetecilerin ilk üç
gün içinde yaptıkları haberler incelenmiştir. Araştırma sonucunda elde edilen
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
78
E. İlhan – N. Dirik
bulgulara göre incelenen 3 günde 40.5 saatlik süre içinde 108 haberin yayınlandığı
ve iliştirilmiş gazeteciliğin büyük ölçüde anekdot aktarımına dayandığı ortaya
konulmuştur. Genellikle, canlı yayınlarla ve editör kontrolünden geçmeden yapılan
savaş odaklı haberlerin çoğu, bir bağlama oturtulmayan ancak ayrıntı açısından
zengin haberlerdir. Haberlerin %94’ü büyük ölçüde verilere dayanan ve olayları
yorumsuz aktaran haberlerdir. İliştirilmiş gazetecilerin yaptığı haberlerin hiçbirinde
ne Amerikalıların ne de Iraklıların öldürülmelerine ya da yaralanmalarına dair
görüntülere yer verilmemiştir. Haberlerde bizzat ceset gösterilmemekle birlikte kask,
çamura batmış bir Iraklı askerin eli, botlar gibi ölü bir insana ait olduğu belli olan
çeşitli simgesel görüntüler kullanılmıştır. 10 haberden 6’sı canlı yayın haberidir ve
bir editörün denetiminden geçmemiştir. Bu da, haberlerde pek çok hata yapılmasına
neden olmuştur. Ayrıca, 10 haberden 8’inde sadece muhabirler konuşmakta,
izleyiciler sadece geri kalan 2 haberde askerler ya da diğer kişilerden haber
almaktadır. Araştırmanın en çok endişe veren kısmı, iliştirilmiş gazetecilerin
sivillerle ilgili verdikleri haberlerin oranıdır. Haberler genelde hep askerlerle
ilgilidir. Sivillere dair haberler yok denecek kadar azdır. Haberlerin % 47’si yani
yarısına yakını ya askeri harekâtı ya da sonuçlarını betimlemektedir. (Özdemir,
2003: 253-265 - Akıner, 2004: 144 -145).
Zülal Kalkandelen o günlerde ABD basınında yapılan yayınları şöyle
anlatmaktadır:
“Gazetelerde yer alan savaşla ilgili haberler, daha çok koalisyon güçlerinin
başarıları üzerine kuruluydu. Amerikalıların en çok itibar ettiği günlük gazete
The New York Times, savaş başladıktan hemen sonra ‘Savaşta Bir Ulus’ (A
Nation At War) başlığı ile özel bir ek yayınlamaya başladı. Bu ekte, büyük boy
fotoğraflarla Amerikan askerlerinin kahramanlığı ve başarılarıyla ilgili
yazılara yer verildi. Amerika’da çok satılan ucuz tabloid gazeteleri ise, Bush
yönetimine ve savaşa açıkça destek verir biçimde yayın yaptılar.
Fotoğrafların kullanılışından, dev puntolarla atılan başlıklara kadar
haberlerin yansıtılışı, Amerikan ordusunun haklı bir savaşı yürüttüğü
görüşünü yaydı topluma. Bu gazetelerden The New York Post, Amerikan
askerlerinin tek bir kayıp bile vermeden 300 Iraklı askeri öldürdüğünü
kapaktan verdiği büyük boy bir fotoğrafla müjdeledi” (Kalkandelen, 2004: 3334).
II. Körfez Savaşı’nda artık pek çok kanal savaşı canlı yayınlarla
iletebilmektedir. Bu kanallardan önde gelenler Amerikan CNN, NBC, ABC, Fox vb.
kanallardır. Savaş sürerken Irak’tan canlı yayınlar gerçekleştirilmiş, bölgedeki
iliştirilmiş gazetecilerden son durum hakkında bilgiler alınmış ve Amerikalı
Güz 2011, Sayı:33
79
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
askerlerle yapılan röportajlar yayınlanmıştır. Bu süreçte Pentagon’dan verilen
bilgiler de haber bültenlerinde düzenli olarak kullanılmıştır.
ABD’nin muhafazakâr ve cumhuriyetçi bir söyleme sahip ilk büyük
televizyon kanalı olarak bilinen Fox televizyonu Irak Savaşı’nda yaptığı vatansever
ve milliyetçi yayınlarla özellikle ön plan açıkmış ve Amerika’da en çok seyredilen
televizyon kanallarından olmuştur.
Ancak bu kez naklen savaş yayını konusunda Amerikan kanallarının
karşısına Arap kökenli güçlü rakip kanallar çıkmıştır. Bunda en büyük pay, hiç
kuşkusuz, yeni iletişim teknolojilerinindir. İleri teknoloji ve kanal çeşitliliğinin
sayesinde artık, I. Körfez Savaşı’nın aksine, yayınlanması istenmeyen görüntüleri ve
bilgileri saklamak kolay olmamıştır. İnsanlar savaşa ilişkin alternatif kareleri,
eleştirel görüşleri farklı kanallar aracılığıyla takip edebilmiştir.
Bu kanallar arasında Arap kökenli Katar televizyonu El Cezire özellikle
dikkat çekmiştir. Afganistan Harekâtı sırasında yıldızı parlayan El Cezire, El
Arabiye ve Abu Dabi televizyonları Irak Savaşı sırasında Bağdat’tan yaptıkları canlı
yayınlarla Amerikan kanallarının hâkimiyetini kırmaya çalışmışlardır. Hatta “Arap
Dünyasının CNN’i” olarak da adlandırılan El Cezire televizyonu, Batılı büyük
medya organlarının yanında alternatif görüntüler sunma konusunda çok önemli bir
rol oynamış; bu sayede daha önce insansız savaş görüntülerine alışmış olan dünya
kamuoyu ilk kez savaşın gerçek yüzüyle, gerçek savaş görüntüleriyle karşı karşıya
kalmıştır. Bu nedenle El Cezire, tüm dünyada Irak Savaşının Amerikan medyası
bakış açısıyla izlenmesini engelleyen en önemli televizyon kanalı olmuştur:
“90’larda yaşanan iletişim devrimi ortaya yeni ürünler çıkardı. Körfez Savaşı
CNN Yayıncılığı demekti. 11 Eylül ve Irak Savaşı ise blog alemini ve El Cezire
(Körfez) gerçeğini yarattı. Merkezi Katar’da olan El Cezire, Irak Savaşı
öncesinde ve işgalin her aşamasında Amerikan medyasından farklı bir Irak
Savaşı anlattı. Ekrana sivil halkı taşıdı. Ölen Iraklı kadın ve çocukların
haberini yapıyordu. Amerikan medyası teröre karşı savaş derken El Cezire
işgal diyordu. Kitle imha silahları hakkında en tutarlı haberleri El Cezire
veriyordu. Bu arada El Cezire hızla globalleşti. Batı Medyası El Cezire’nin
haberlerini kaynak olarak kullanmaya başladı” (Atikkan, 2006: 425).
Savaş sırasında ABD basınının uyguladığı oto sansür de dikkat çekici
olmuştur. Amerikalı savaş esirlerinin Iraklı askerler tarafından sorgulandığı
görüntüler Amerikan kanallarında etik açıdan uygun bulunmadığı için
yayınlanmamış, sadece çok kısa bir haber olarak haber bültenlerinde yer almıştır.
Ancak görüntüler El Cezire Televizyonu başta olmak üzere tüm dünyada
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
80
E. İlhan – N. Dirik
yayınlanmıştır. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, görüntülerin yayınlanmasının
Cenevre Konvansiyonu’na aykırı olduğunu ve Irak’ın yaptığı propagandanın bir
parçası olduğunu söylemiştir (Can, 2005: 146).
İliştirilmiş gazetecilikle özdeşleşen bir başka konu da gazetecilerin kurdukları
internet siteleri aracılığıyla savaş sırasında ve sonrasında yaşadıklarını yazmaları,
yani internet üzerinden “blog”lar aracılığıyla günlük tutmalarıdır. İnternet
yayıncılığının gelişmesiyle bloglar aracılığıyla tutulan online günlükler oldukça
yaygınlaşmıştır. Irak savaşı sırasında iliştirilmiş gazetecilerin tuttuğu günlükler
“warblogs” (savaş günlükleri) adlı yeni bir gazetecilik türünün doğmasına yol
açmıştır.
Savaşın farklı yönleriyle aktarılmasında da önemli bir aracı olan savaş
günlüklerinin en ilginç örneklerinden biri Irak Savaşı sırasında CNN muhabiri Kevin
Sites’ın tuttuğu günlüklerdir. Sites’ın www.kevinsites.net adlı sitesinde paylaştığı
savaş günlüklerinin önemi, burada yazdıklarında CNN’e iliştirilmiş gazetecilik
anlaşması gereğince geçtiği haberlerden farklı olarak daha insani, daha duygusal ve
kişisel bir yaklaşım sergilemesidir. Sites’ın günlükleri o dönemde yoğun ilgi
görmüş, bu durum, “hassas askeri bilgilerin” dışarı sızacağından endişe eden
Amerikan yönetiminin ve CNN’in tepkisini çekmiştir. CNN, Sites’dan CNN için
çalışmanın full-time bir görev olduğu ve Sites’in sadece bu işe yoğunlaşmasının rica
edildiğini bildiren bir basın açıklamasıyla savaş günlüğüne son vermesini istemiştir.
Savaş günlükleri pek çok tartışmaya da konu olmuştur. Duran’a göre
embedded muhabirler, internet üzerinden savaş izlenimlerini aktararak bir anlamda
vicdanlarını temizlemektedir. Çünkü bir muhabir, tanık olup yaşadıklarını, araştırıp
öğrendiklerini, kendi çalıştığı gazete, televizyon ve radyonun dışında bir başka
medyada yayınlamak ihtiyacını duyuyorsa, bu başlı başına ne kadar büyük bir
kısıtlama ve sınırlama içinde çalıştığını göstermektedir. (http://bianet.org/,2010)
Bu anlamda savaş günlükleri, Irak Savaşı sırasında hem kamuoyuna farklı,
içerden bilgi ve izlenimler aktarması açısından hem de iliştirilmiş gazetecilik
sisteminin sorunlu bir yanını gözler önüne sermesi açısından önemlidir.
ABD’nin Irak Savaşı ve sonrasında uyguladığı iletişim politikaları arasında
en dikkat çekici olanlardan biri de kendi kurdurduğu basın yayın organları
aracılığıyla bizzat Irak medyasında faaliyet göstermesidir.
Bunlardan ilki, 2003 yılının Temmuz ayında piyasaya çıkan El Sabah
gazetesidir. 2003 yılının Ocak ayında Pentagon, Irak’ta yeni basın yayın
organlarının kurulması için 96 milyon dolarlık bir ihale açmış ve ihaleyi ABD’li
Güz 2011, Sayı:33
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
81
Harris şirketi kazanmıştır. Ancak daha sonra gazetenin Genel Yayın Yönetmeni
İsmail Zayir başta olmak üzere tüm yayın kadrosu toplu olarak istifa etmiştir. İsmail
Zayir, gazetenin birinci sayfasından yayınlanan başyazıda ABD kontrolünden
kurtulmak için topluca istifa ettiklerini, Irak’ta özgür basın yaratmak isterken
ABD’nin bunun engellediğini yazmıştır (Can, 2005: 131).
Yine 2003 yılının Temmuz ayında finansmanı ABD dışişleri Bakanlığı
tarafından sağlanan ve yıllık 4.2 milyon dolar ayrılan Arapça yayınlanan gençlik
dergisi Hi yayın hayatına başlamıştır. Derginin hedef kitlesi 18 – 35 yaş arası Arap
gençlerdir. Dergide “ABD Dışişleri Bakanlığı Yabancı Medya Ofisi adına
basılmıştır” ifadesi yer almaktadır. Dergi yayın hayatına başladığında ABD Dışişleri
Bakanlığı’ndan bir sözcü derginin amacını Arap halkının Amerikalılara karşı
duyduğu nefreti en aza indirmek, Arap ve Amerikan gençleri arasındaki
benzerlikleri vurgulamak ve Arap gençlerinin Amerikan yaşam tarzını
benimsemesini sağlamak olarak açıklamıştır. Dergi, Irak dışında Mısır, Lübnan,
Ürdün, Tunus, Sudan, İsrail, Kuveyt, Yemen, Bahreyn ve Birleşik Arap
Emirlikleri’ne de dağıtılmıştır (Akıner, 2004: 234).
Aynı anlayışla ABD, El Cezire televizyonuna karşı yayın yapacak bir kanalın
kurulmasını da desteklemiştir. Bu kanal, 14 Şubat 2004 tarihinde yayına başlayan ve
Türkçe karşılığı “Özgür” olan El Hurra’dır. El Hurra, 1942 yılında yayına başlayan
ABD’nin Sesi (Voice of America) radyosundan sonraki en büyük uluslararası medya
projesidir (Can, 2005: 131).
SONUÇ
Çağımız; kitle iletişimi, telekomünikasyon ve özellikle de bilişim alanında
yaşanan gelişmeler sonucunda “enformasyon çağı” olarak adlandırılan, yeni iletişim
teknolojileri sayesinde üretilen ve dağıtılan bilgi ve enformasyonu içeren çeşitli
iletişim ağlarının dünyamızı kuşattığı bir çağdır.
Yaşadığımız yüzyıla damgasını vuran bu iletişim teknolojileri gelişmiş
ülkelerde ortaya çıkmış ve tüm dünyaya yayılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri,
iletişim teknolojilerini üreten, geliştiren ve ihraç eden gelişmiş ülkelerin başında
gelmektedir.
Radyo ve internet gibi iletişim alanına damgasını vuran ve geleneksel iletişim
yöntemlerini değiştiren yeni iletişim teknolojileri II. Dünya Savaşı sonrası ortamda
önce Amerika Birleşik Devletleri’ne ait askeri-endüstriyel yapılarda askeri amaçlı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
82
E. İlhan – N. Dirik
çalışmalarla ortaya çıkmış, geliştirilmiş ve kitle iletişimi alanında daha sonra
kullanılmaya başlanmıştır.
Medya teknolojisindeki ve iletişim alanındaki gelişmeler ABD’nin iletişim ve
haber politikalarını da önemli ölçüde etkilemiştir. Bu durumun en belirgin ve en
çarpıcı örnekleri de ABD’nin giriştiği çeşitli savaşlarda görülmektedir.
Vietnam Savaşı esnasında gazeteciler akreditasyon sistemi sayesinde askeri
imkânları kullanarak savaş alanında rahatça hareket ederek özgürce haber ve yayın
yapabilmişlerdir. Savaş sırasında yeni iletişim teknolojisi olarak ön plana çıkan
televizyon aracılığıyla ise Amerikan halkı savaşın kanlı yüzünü ilk kez bu kadar açık
ve çarpıcı şekilde görmüştür. Bu durum, savaşa verilen halk desteğinin giderek
azalmasına yol açmış ve ABD yönetiminde bundan sonra girilen savaşlarda yeni
iletişim teknolojilerin kullanımına ve gazetecilerin savaşları izleme şekline ilişkin
düzenlemelere giderek, yeni haber yönetim sistemleri geliştirme gereği
doğurmuştur.
ABD yönetimi Vietnam Savaşı’ndan çıkarılan dersler sonucunda geliştirilen
“havuz sistemi”ni ilk olarak küçük çaplı müdahaleler olan Grenada ve Panama
müdahalelerinde denemiş ve I. Körfez Savaşı’nda uygulamıştır.
11 Eylül sonrası dönemin siyasi ve toplumsal konjonktürüne uygun olarak ise
Irak Savaşı’nda yeni bir haber yönetim sistemi olarak “iliştirilmiş gazetecilik” ortaya
konulmuş ve savaş zamanında yönetimi destekleyecek bir gazetecilik anlayışının
ortaya çıkması ve yeni iletişim teknolojileri aracılığıyla Vietnam Savaşı örneğinde
olduğu gibi devletin çıkarlarına aykırı haber üretiminin kesin olarak önlenmesi
amaçlanmıştır. Böylece kamuoyunun neyi ne kadar öğrenmesi gerektiği belirlenerek
kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır.
Güz 2011, Sayı:33
83
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
Tablo 1. Savaşlar ve ABD’nin İletişim Politikaları
Savaş
Haberlerinin
Yönetim
Derecesi
Vietnam
I.
Körfez
Savaşı
II.
Körfez
Savaşı
Medya
Sistemi
Gazetecilerin
Savaş Algısı
Öne Çıkan
Yeni
İletişim
Teknolojisi
ve Haber
Sunumu
Destekleyenler,
Sorgulayanlar
Televizyon
haberleri
Destekleyenler
24 saat
canlı savaş
yayını
(CNN)
Destekleyenler
İnternet
gazeteciliği,
savaş
günlükleri
(Fox) (El
Cezire)
Cephede
Asker –
Medya
İlişkisi
Yok/Az
Akreditasyon
Sistemi
Özgürlükçü
Yoğun
Havuz
Sistemi
Özgürlükçü
(Vatansever)
Yoğun
İliştirilmiş
Gazetecilik
Özgürlükçü
(Vatansever)
Tablo 1’de görüldüğü gibi akreditasyon sisteminin uygulandığı Vietnam
Savaşı sırasında haber yönetimi yapılmamıştır ya da çok az düzeyde yapılmıştır.
Ancak Vietnam’dan sonraki tüm savaşlarda gerek havuz sisteminde gerekse
iliştirilmiş gazetecilikte yoğun bir haber yönetimi uygulaması mevcuttur.
Denilebilir ki, gelişen teknoloji karşısında savaş ile ilgili enformasyona
ulaşmak gazeteciler açısından giderek daha kolay hale gelmiş, bu nedenle devreye
haber yönetimine ilişkin yeni uygulamalar ve düzenlemeler girmiştir.
Tüm savaşlarda medya sistemi özgürlükçü (libertarian) olmakla birlikte
Vietnam’dan sonra medya giderek daha vatansever hale gelmiştir. Bu durum en çok
11 Eylül sonrası dönemde kendini hissettirmektedir.
Gazetecilerin savaş algısı da Vietnam’dan sonra farklılık göstermiştir.
Vietnam Savaşı’nı destekleyenler kadar sorgulayanlar da varken Vietnam sonrasında
gazetecilerin savaşları genel anlamda desteklediği görülmektedir.
Yine Vietnam’dan itibaren hemen her bir savaşta yeni bir iletişim
teknolojisinin ya da haber sunum yönteminin ön plana çıktığı görülmektedir.
Vietnam televizyondan ilk kez izlenebilen savaş olmuştur. Panama müdahalesi ilk
kez saat başı yayınlarla takip edilmiş, I. Körfez Savaşı’nın getirdiği yenilik ise 24
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
84
E. İlhan – N. Dirik
saat canlı savaş yayını olmuştur. Irak Savaşı’nda internet gazeteciliği ve savaş
günlükleri en önemli iletişim araçlarıdır.
Sonuç olarak, ABD II. Dünya Savaşı sonrasında gücünün zirvesinde ve
uluslararası kamuoyunda lider durumdayken, Vietnam Savaşı esnasında medyanın
etkisiyle yaratılan Vietnam Sendromu ve savaşın dünya kamuoyundaki olumsuz
yansımaları nedeniyle bu konumundan geriye düşmeye başlamıştır. ABD bu durumu
tersine çevirmek amacıyla Vietnam Sendromunun uzun süren etkisinden sonra I.
Körfez Savaşı’na girişmiştir. Ancak 11 Eylül saldırıları yeni bir dönüm noktası
olmuştur. Amerikan halkı saldırılardan büyük ölçüde etkilenmiş ve ABD’nin I.
Körfez Savaşı’ndan sonra iyice sağlamlaştırdığı sarsılmaz imajı büyük yara almıştır.
Bu nedenle, saldırıları bahane eden ABD aynı yönteme başvurarak Afganistan’a ve
ikinci kez Irak’a saldırmıştır. Bu süreçte medyayı cephe dışında verdiği psikolojik
savaşın bir aracı olarak kullanmak isteyen ABD başta gazetecilerin savaşı izleme
şekilleri olmak üzere medya ile ilişkilerinde bir takım değişikliklere gitmiş ve haber
yönetimi uygulamaya başlamıştır. Özellikle II. Körfez Savaşı sırasında ABD basını
aracılığıyla tüm dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan “Irak’ı özgürlüğüne
kavuşturmak” ve ”akıllı bomba” gibi söylemler göz önüne alındığında bunu büyük
ölçüde başardığı söylenebilir.
KAYNAKLAR
Akıner, N (2001) Düşman Değiliz: 11Eylül’ün Ardından Amerikan Milliyetçiliği,
İstanbul, Karakutu Yayınları.
Atikkan, Z (2006) 11 Eylül Amerika’yı Nasıl Değiştirdi?: Amerikan Cinneti,
İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.
Can, F (2005) Bilgi Çağının Güdümlü Silahı Medya, İstanbul, Alfa.
Çatalbaş, D (2003)
“Savaşı Aktarmak ve Anlamlandırmak: Gazeteciliğin
Profesyonel Değerleri ve Yaygın Medyanın Tutumu”, Doğu-Batı Dergisi,
Yıl:6 Sayı:24, s.245-253.
Çelik, A (1998) “Bilgi Toplumu Üzerine Bazı Notlar”, Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Sayı1.
Duran,
R
(2010)
“Embedded:
İliştirilmiş
Değil
Askeri
Yatılı”,
http://bianet.org/bianet/medya/18038-embedded-ilistirilmis-degil-askeriyatili, (Erişim: 12 Kasım 2010)
Geray, H (2003), İletişim ve Teknoloji, Ankara, Ütopya Yayınevi.
Güz 2011, Sayı:33
85
Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği
Gökdağ, R (2001) Amerikan Medyasında 11 Eylül, İstanbul, E Yayınları,
Iyengar, S ve Reeves, R (1997) Do The Media Govern?, California, Sage.
İnceoğlu, Y., G (2004) Uluslararası Medya: Medya Eleştirileri, İstanbul, Der
Yayınları.
Kalkandelen, Z (2004) 30 Saniyede Bush:Amerika’da Medya ve Siyaset, İstanbul,
Remzi.
Lovett,
J
(2011)
“The
Media
and
The
Vietnam
War”,
http://www.suite101.com/article.cfm/military_movies/58294/3,15.04.2011,
( Erişim: 15 Nisan 2011)
Mattelart, A (2004) Bilgi Toplumunun Tarihi, İstanbul, İletişim.
Mcchesney, R. W (2006) 21. Yüzyılda İletişim Politikaları: Medyanın Sorunu,
İstanbul: Kalkedon.
Mcchesney, R. W ve Schiller, D (2011) “The Political Economy of International
Communications”,http://www.unrisd.org/unrisd/website/document.nsf/0/C9
DCBA6C7DB78C2AC1256BDF0049A774?OpenDocument, (Erişim: 26
Mayıs 2011)
Mutlu, M (2003) Vietnam’dan Körfez’e Savaşlarda Kamuoyu Oluşumu, İstanbul,
Okumuş Adam Yayınları.
Oates, S (2008, Introduction to Media and Politics, London, SAGE Publications.
Özdemir, C (2003) Onlarlaydım Ama Onlardan Değildim, İstanbul, Dogan Kitap.
Sazak,
D (2011) “Felluce İnfazı ve Namlunun Ucundaki Medya”,
http://www.milliyet.com.tr/2004/11/26/ombudsman/okur01.html, (Erişim:
5 Mayıs 2011)
Smith, A., F (2011), The Amerıcan Forum For Global Educatıon, “American
Intervention in Grenada”, http://www.globaled.org/curriculum/cm6g.html,
(Erişim: 12 Nisan 2011)
Törenli, N (2004) Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye,
Ankara, Bilim ve Sanat.
Uğur, A (2002) “Enformasyon Toplumu ve Medya”, Bilgi Toplumuna
Geçiş:Sorunlar/Görüşler/Yorumlar/Eleştiriler ve Tartışmalar, Ed. İlhan
Tekeli vd., Ankara, TÜBA.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
86
Vassaf,
E. İlhan – N. Dirik
G (2011) “Bir Savaş Nasıl Satılır”, http://www.radikal.com.tr/
Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=667319&Yazar=G%DCND
%DCZ%20VASSAF&Date=20.04.2003&CategoryID=113, (Erişim: 20
Mayıs 2011)
Williams, M., C. (1992) Vietnam At The Crossroads, Washington, Chatham House
Papers.
Yalçınkaya, H (2011) “Savaşlarda Asker-Medya İlişkilerinin Geldiği Son Aşama:
İliştirilmiş Gazetecilik”, http://www.uidergisi.com/wp-content/uploads/
2011/06/Savaslarda-Asker-Medya-Il%C4%B1skilerinin-Geldigi-SonAsama.pdf, (Erişim: 05 Mart 2011)
Güz 2011, Sayı:33
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
KÜLTÜREL KİMLİKLER KARŞISINDA SINIF KİMLİĞİ VE
İŞÇİ SINIFI KİMLİĞİNİN MEDYADA TEMSİLİ
(TEKEL İŞÇİ EYLEMİ ÖRNEĞİ)
A. Fulya ŞEN*
ÖZET
Küreselleşme sürecinde kültürel kimliklere/farklılıklara dayalı ayrıştırıcı politikalar
ön plana çıkmış ve modern ulus-devletin ekonomik ve toplumsal hakları temel alan
yurttaşlık anlayışı geri plana itilmiştir. Küreselleşmenin yurttaşlığın ekonomik ve
toplumsal yönünü geriletmesi, küresel kapitalizm sürecinde işçi sınıfı kimliğinin
önemini yitirmesi ve egemen ideolojinin hegemonya aracı olarak medyanın sınıf
kimliğine bakışı bu çalışmanın temel problematiğini oluşturmaktadır. Bu çalışmanın
amacı, son yılların önemli tartışma konularından olan kimlik konusunu incelemek ve
medyada sınıf kimliğinin temsilini Tekel işçi eylemi örneğinde tartışmaktır.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, kimlik, işçi sınıfı, medya, temsil.
CLASS IDENTITY IN THE FACE OF THE CULTURAL IDENTITIES AND
REPRESENTATION OF THE IDENTITY OF THE WORKING-CLASS IN
MEDIA (A CASE STUDY OF TEKEL WORKERS’ ACTION)
ABSTRACT
The differentiation politics based on cultural identities/diversities have been risen
and the importance of citizenship of modern nation-state has been declined in
process of globalization. The problematic of this study is weakening of economic
and social aspects of citizenship by globalization, the losing of importance of
working-class identity in the process of global capitalism, and media’s view of the
class identity as the tool of the hegemony of global capitalism. The purpose of this
study is to examine the issue of identity which is the important topic in recent years
and to debate the representation of working-class identity through the case study of
Tekel workers’ action in media.
Keywords: Globalization, identity, working class, media, representation.
*
Yrd. Doç. Dr. Fırat Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü.
İletişim 2003/18
88
A. Fulya Şen
GİRİŞ
Küresel kapitalizm sürecinde etnisite, cinsiyet, din gibi kavramlar üzerinden
yükselen kültürel kimlik tartışmalarının ön plana çıkartıldığı, yurttaşlık ve sınıf
kimliği vurgusunun geri plana itildiği görülmektedir. 1970’lerde esmeye başlayan
neoliberalizm rüzgârlarıyla birlikte, öteki kavramının kutsandığı bir dönem başlamış
ve kimlik tartışmaları ortaya çıkmıştır. Günümüzdeki en önemli sorunlardan biri,
kimlik kaygısının yaygınlaşmış olmasıdır. Hall’a göre (1998: 67-68), ulus devletin
ve ulusal ekonomilerin kendine yeterlilikleri temelinde kurulan ulusal kimliklerin
zayıflamaya başlaması ile kolektif toplumsal kimliğin parçalanması ve aşınması eş
zamanlı olarak meydana gelmiştir. Kolektif toplumsal kimlikler, Batı’da
sanayileşme, kapitalizm, kentleşme, dünya piyasasının oluşumu, toplumsal cinsiyete
dayalı işbölümü, bireysel ve toplumsal yaşamın kamu ve özel şeklindeki bir ayrımı,
ulus devletin egemenliği ile modern anlayış arasındaki özdeşleşme tarafından ortaya
konan ve sağlamlaştırılan kimliklerdir. Kolektif kimlikler yok olmaktadır ve artık
geçmişte verdikleri gibi bir kimlik kodu verememektedir.
Günümüzde, farklı kültürel kimliklere dayalı yeni toplumsal hareketlerin
yükselmesi ve sınıfa dayalı politikaların görece öneminin azalmasıyla birlikte kimlik
politikaları, sınıfsal olmayan çelişkilere odaklanmış ve emek-sermaye çelişkisinin
dışında kalan yaşam tarzı, bireysel kendini gerçekleştirme, cinsiyet, sivil haklar ve
çevre gibi konular ekseninde şekillenmiştir. Baudrillard’ın (2004:98) da belirttiği
gibi, “Günümüzde bireyin birey olarak gerekli ve hemen hemen yeri doldurulamaz
olduğu yer tüketici konumudur.” Laclau ve Mouffe’a göre, anti-otoriter, antikurumsal, anti-ırkçı, feminist ve ekolojik gruplardan ve etnik-dini-cinsel
azınlıklardan oluşan yeni toplumsal hareketlerin ortak paydası, işçi ve sınıf
mücadelesinden ayrışmış olmasıdır. Yeni toplumsal hareketler, sınıfların ayrıcalıklı
statüleri üzerine kurulan söylemin kalıcılığına vurgu yapan yeni
antagonizmalar/karşıtlıkların dışında üretim ilişkileri düzeyinde çok farklı bir dizi
mücadeleyi birleştirmektedir (1990: 159).
Bu çerçevede, küresel güçlerin yaratmaya çalıştığı yeni dünya düzeninde
insan kavramına verilmek istenen yeni biçim, yurttaşlık kavramının içini
boşaltmaktadır. Ulus ve yurttaşlık gibi ortak bağların yok olduğu günümüzde,
aynılıkları değil farklılıkları öne çıkaran bir kimlik siyaseti yükselişe geçmiştir.
İnsan, hukukî olmasının yanı sıra sosyal ve ekonomik bir boyutu da içeren yurttaşlık
bağından uzaklaştığı ölçüde metalaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Haklar temelindeki yurttaşlık anlayışı, artık bir saldırı altındadır. Kimliği ve kültürel
farklılığı temel alan hareketler, Aydınlanma döneminden beri Batı’da siyasetin
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
89
merkezinde olan yurttaşlık kavramını sorgulamaya başlamıştır. Aydınlanmanın ve
modernleşmenin kriziyle birlikte sekülerizm, ulusal birlik, sınıfsallık gibi kavramlar
gözden düşürülmüş ve adeta geçerliliğini yitirmiştir.
Kimliği ve farklılıkları temel alan yaklaşımlara karşılık, yeni toplumsal
hareketlerin sınıf perspektifiyle açıklanmasını ve sınıfsal karakterinden
koparılmamasını savunan görüşler de bulunmaktadır. Williams, çevre, barış, insan
hakları gibi sorunların hepsinin sanayi üretim tarzının başlıca sistemleriyle ve
özellikle de sınıf sistemiyle ilişkili olduğunu savunmaktadır. Wallerstein da kültürel
kimlik hareketlerinin sınıf dışı sayılamayacağına ilişkin savları desteklemektedir.
Wallerstein’a göre kapitalizm, artı değeri artırmak için ücretli emekle çalışanların
çoğalmasına neden olmakta ve buna bağlı olarak da emek gücünün değerini
azaltmak için ücretli emek arasında tabakalaşmalar yaratmaktadır. Cinsiyetçilik ve
ırk üzerinden yapılan ayrımlar, kapitalizmin lehine işleyen farklılaşmış bir ücretli
emek ortaya çıkarmaktadır. Kültürel kimliğe dayalı yeni toplumsal hareketlerin
yükselmesinde teknolojik gelişmeler, üretim yapısında esnek üretime doğru
gerçekleşen değişimler ve hizmet sektörünün büyümesi etkili olmuştur. Yeni
toplumsal hareketlerin gelişme süreci, kapitalizmin gerçekleşme seyrinden ve
gelişme alanlarından bağımsız bir yol izlememiştir. Kadınların veya etnik
azınlıkların da ücretli emeğe katılması, yeni toplumsal hareketleri oluşturan unsurlar
ile kapitalizm arasında çok güçlü bağlar olduğunu göstermektedir (Erbaş ve Coşkun,
2007: 12-17).
Günümüz solunun “öteki” anlayışı, klasik Marksizmin sınıf siyasetine karşı
alternatif olma iddiası ile ortaya çıkmıştır. Ötekilerle ilgilenen küçük burjuvanın
farklılık siyaseti, neoliberal politikalarla büyük bir uyum içindedir ve sömürüye
karşı suskundur (Çelik, 2001: 175). Dinsel, cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi ve benzeri
sınıf dışı ideolojilerin yükselmesi ile küreselleşmenin getirdiği yeni dünya düzeni
arasında güçlü bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür. Kapitalizmin bir dünya
sistemi olarak varlığını sürdürebilmesi, sınıfsal çelişkilerin ikincil düzeyde
kalmasına bağlıdır. Bu koşullar, ancak, toplumsal dokunun kültürel parçalanması,
bağımlı sınıfların kendi içinde etnik, dinsel vb. temellerde bölünüp türdeşliğini
yitirmesi, ulusal ve küresel ölçekte sınıf mücadelesinden uzaklaşması ve bu
temeldeki örgütlülük ve dayanışma bilincinin zayıflamasıyla geçekleşebilecektir.
İşsizliğin tırmandığı, yoksulluğun arttığı ve buna bağlı olarak sistemle ilgili ciddi
kuşkuların doğduğu kriz dönemlerinde sınıf çatışması potansiyeli yükselmekte, bu
tür durumlarda tehlikeyi bertaraf etmek, toplumsal muhalefeti bastırmak ve kontrol
etmek amacıyla bireyler kültür temelli bir çatışmanın içine çekilmektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
90
A. Fulya Şen
Küreselleşme politikalarının yurttaşlığın ekonomik ve toplumsal boyutlarını
geriletmesi ve küresel kapitalizm sürecinde işçi sınıfı kimliğinin ve varlığının görece
önemini yitirmesi bağlamında küresel kapitalizmin belirlediği iktidar ilişkileri
medya aracılığıyla meşrulaştırılmakta, ekonomik ve kültürel olarak avantajlı
konumda olanların medyada sesini daha çok duyurması ile eşitsiz iktidar ilişkileri
yeniden üretilmektedir. Medya, ideolojilerin anlam oluşturma ve oluşmuş anlamların
temsili açısından bir mücadele alanıdır. Küresel kapitalizm sürecinde esnek ve
güvencesiz çalışma sisteminin hızla artması ve bir norm haline dönüşmesi bir
meşruiyet krizine işaret etmekte ve sınıf kimliği mücadelesinde yeni bir eşiği temsil
etmektedir. Ekonomik ve toplumsal temelli yurttaşlık haklarının kimlik/farklılık
politikalarının gerisine düşmesi ve Türkiye’de işçi sınıfının güvencesiz ve esnek
çalışma koşullarına direnişini simgeleyen Tekel işçi eylemine ilişkin ulusal medyada
kurulan anlamlandırma çerçevesi bu çalışmanın temel problematiğini
oluşturmaktadır.
Amaç
Bu çalışmada, neoliberalizm döneminde kültürel politikaların yükselişinin
arka planı sorgulanmaya çalışılmakta, yurttaşlık kimliğinin, “modern” kazanımları
olan ekonomik ve toplumsal hakların önemine vurgu yapılmakta ve Türkiye’de
medyanın sınıf kimliği karşısındaki tutumunu örneklemek amacıyla haber
medyasında Tekel işçi eylemine ilişkin egemen anlamların oluşturulma ve aktarılma
biçimleri üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmanın amacı, haber üretiminde sınıf
perspektiflerine yönelik yanlılığı ve egemen medyanın sınıf kimliğini dışlama
eğilimini ortaya koymak ve medyada işçi sınıfı kimliğinin temsilini Tekel işçi
eylemleri örneğinde tartışmaktır.
Yöntem
Tekel işçilerinin direnişi örneği üzerinden işçi sınıfı kimliğinin medyadaki
temsil süreçlerini ele alan bu çalışmada, farklı ideolojik yönelimlere sahip
gazetelerin haber sunumlarındaki farklılaşmayı göstermek amacıyla, neoliberal
egemen ideolojiyi temsil eden Hürriyet ve Sabah gazeteleri ile modern yurttaşlık
değerlerini temsil eden Kemalist-sol çizgideki Cumhuriyet Gazetesi incelenmiştir.
Tekel işçilerinin 4/C’li olmamak için verdikleri 78 günlük mücadele, esnek
istihdamın yaygınlaştırılmasına ve neoliberal politikalara karşı direnişin bir simgesi
olmuştur. Tekel işçi eylemi, 15 Aralık 2009 tarihinde Türk-İş'e bağlı Tek Gıda-İş
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
91
Sendikası'na kayıtlı Tekel işçileri tarafından Ankara'da başlatılan ve 1980 sonrasının
en büyük toplu iş bırakma eylemiyle tüm Türkiye'ye yayılan bir işçi eylemidir.
Eylem, ülke çapında gündemin ilk sıralarında bulunmasının ve geniş bir kesim
tarafından da desteklenmesinin yanı sıra uluslararası çapta bir destek de kazanmıştır.
Tekel direnişi, işçi olduklarına dair kuşku duymayan, ancak aralarındaki
sosyo-kültürel ve mekânsal uzaklıklar nedeniyle etnik, siyasî ve yerel kimlikleri
daha öne çıkan, yıllarca iş güvencesi ile yaşadıktan sonra bu güvenceleri ellerinden
alındığında dışarıdan bilinçle değil, kendi refleksleriyle harekete geçen, sendikal
örgütlülük deneyiminin getirdiği kolektif mücadele anlayışını içselleştirmiş bir işçi
kuşağının hareketidir. Tekel direnişi, işçi sınıfına aidiyet anlamında sınıf bilinci
yüksek, ama güvencesizlik deneyimi yeni olan işçilerin ortak bir durum olarak
güvencesizliklerinin farkına varma süreci olarak gelişmiştir (Oğuz, 2011: 21). Tekel
işçilerinin bu direnişini, T.H. Marshall’ın (2006) kapitalizmin tüm olumsuz etkilerini
dengeleyici bir aktör olarak refah devletini yücelten yurttaşlık kavrayışının üçüncü
boyutunu oluşturan toplumsal haklar çerçevesinde değerlendirmek mümkündür.
Marshall’ın katkısı, kapitalizmin yarattığı eşitsizliğin, refah devleti uygulamaları ile
geliştirilen yurttaşlık anlayışı ile telafi edilmesi olmuştur. Ancak, küreselleşme
söylemi, Marshall’ın yurttaşlık kavramsallaştırmasının temelinde yer alan ulusdevlet, ulusal politikalar ve ulusal sanayi kapitalizmi gibi referansları etkisiz hale
getirmiştir.
Kolektif bir kimlik olarak işçi sınıfının medyadaki temsili çözümlenirken
araştırma için gerekli veriler içerik çözümlemesi yöntemiyle toplanmış ve niteliksel
çözümlemeler yapılmıştır. İdeolojik içerik çözümleme yönteminin kullanıldığı bu
çalışmada, haberdeki olumluluk/olumsuzluk, haberde görüşlerine yer verilen
kişilerin/kurumların bakış açıları, haber dili, sözcük seçimleri ve cümle yapıları
incelenmiştir. Araştırma kapsamında, Tekel işçi eyleminin ilk günü olan 15 Aralık
2009 tarihi ve takip eden üç gün ile 26 Aralık 2009 tarihinde yapılan miting ve 4
Şubat 2010 tarihinde ülke genelinde yapılan grev ile ilgili haberler incelenmiştir. Bu
spesifik tarihlerin seçilmesinin nedeni, bu tarihlerde eylemin yarattığı toplumsal
etkinin ve medyadaki haberlerin yoğunlaşmasıdır.
1. Kuramsal Çerçeve
1.1. Küreselleşme Sürecinde Kimlik Tartışmaları ve Sınıf Kimliği
Kimlik arayışı, modern toplumun yarattığı bireyselleşme ve özerkleşme
süreçleriyle birlikte gündeme gelmiştir. Modernlik, toplumsal konumla
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
92
A. Fulya Şen
belirlenmenin yerine, zorunlu bir öz-belirlenmeyi koymuştur. Çağımızın en önemli
sorunlarından biri, kimlik kaygısının yaygınlaşması/öne çıkmasıdır. Modernlik
öncesinde bireyler, doğal varsayılan kimliklerine oranın verili sakinleriymiş gibi
yerleşmek zorunda iken, günümüzde ise bireylerin içine yerleşebilecekleri kimlikler,
büyük bir istikrarsızlık göstermektedir. Bu yeni kırılganlık, bireylerin bir yaşam
boyu sürecek projelere ve bu projelere denk düşen toplumsal ve kimliksel
konumlara yerleşmelerini engellemektedir (Tutal, 2005:102). Bauman’a göre,
modernliğin temel bileşenlerinden biri olan bireyselleşme, bireyin kendisine miras
kalan ve toplumsal kimliği dolayısıyla doğuştan kazandığı şeylerden özgürleşmesi
anlamına gelmektedir. Bu anlamda bireyselleşme, modern insanlık durumunun en
belirgin ve en özgün niteliğini oluşturmaktadır. Böylece, bireyselleşme, insan
kimliğinin verili bir şey olmaktan çıkıp, bir göreve dönüşmesi anlamına gelmektedir.
Kimlikler, günümüzde hemen benimsenebilecek ve kolayca terk edilebilecek kimlik
biçimini almıştır. Bu kimlikler, özgür ve bireysel tercihlere dayansalar bile, bu
tercihi yapan bireylerin bu kimliklere ömür boyu sadık kalacakları anlamına
gelmemektedir (Aktaran: Tutal, 2005: 102). Tam bir özerklik ve bağımsızlık, bireyi
bağlılıkları ve bir kimliğe ait referansları olmayan özgül bir özneye
dönüştürmektedir. Özne, herhangi bir kültürel tikelciliğe başvurmadan da var
olabilmekte, kimliğe ve gruba boyun eğmeyi reddederek kendisini
oluşturabilmektedir. Öznellik, her şeyden önce kişinin özerklik talebi olarak
tanımlandığında, kimliğin özerklikle zorunlu olarak karmaşık bir ilişki içinde olduğu
söylenebilir. Özne, toplumsal bir kimliğe gereksinim duyabildiği gibi, aynı zamanda
bu kimlikten uzaklaşabilmekte de özgür olmalıdır. Aslında özne, kimliğe ve
kimlikten uzaklaşmaya aynı anda gereksinim duymaktadır (Tutal, 2005: 103-104).
Günümüzde, kimlik ve farklılık tartışmaları çerçevesinde oluşan yeni
toplumsal hareketlerin sınıf temeline dayanmadığı görülmektedir. Bu alanda yapılan
tartışmalar, artık sınıf temelli kitlesel hareketlerin miadını doldurduğu temel tezi
ekseninde şekillenmektedir. Bu tartışmalar üç düzeyde yapılmaktadır: 1) Günümüz
toplumlarının sınıf yapısının değiştiği ve bu nedenle eski sınıf yapısının yerini yeni
orta sınıfların aldığı, 2) Bu değişimle birlikte sınıf ve sınıf kimliğine dayanan eski
toplumsal hareketlerin yerini kültürel kimliklere dayanan yeni toplumsal hareketlere
bıraktığı, 3) Kültürel kimlikler üzerinde yükselen bu yeni toplumsal hareketlerin
demokrasiyi geliştireceği varsayımları genel olarak kabul görmektedir. Bu noktada,
kültürel kimliğin temsilinin bireyin özgürleşmesinin belirleyeni olduğu ön
kabulünden yola çıkılarak bireyin özgürlüğü ile toplumun demokratikleşmesi
arasında özdeşlik kurulmaktadır (Erbaş ve Coşkun, 2007:6). Çokkültürlülük ve
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
93
kimlik tartışmalarında, kültürelci söylem üzerinden yükselen ve sınıf ile siyaset
arasındaki ilişkiyi koparan yaklaşımlar egemen söylem haline gelmiştir. Kültürel
kimlik hareketlerinin, sistemi dönüştürme potansiyelinin oldukça zayıf olduğunu
söylemek mümkündür. Ekonomik ve siyasal haklar temelinde eşitlikçi ve
demokratik talepler üretmeyen yaklaşımlar, kapitalist sisteme eklemlenmektedir.
Yurttaşlık ile toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiyi inceleyen T.H. Marshall,
haklar temelindeki yurttaşlık kuramında ekonomik eşitsizlikler üzerinde
durmaktadır. Yurttaşlığın toplumsal boyutunu vurgulayan T.H. Marshall, yurttaşlığı,
kapitalizmin eşitsizliklerini en aza indirme işlevi gören bir kurum olarak
kavramsallaştırmaktadır. Ona göre yurttaşlık, merkezî kapitalist devletin, sistem
karşıtı grupları birtakım haklar vererek merkeze çekebilmek amacıyla kullanılan bir
ideolojidir. Marshall, tarihsel gelişim sürecinde ortaya çıkan medenî, siyasî ve
toplumsal hakların, yurttaşlığın üç temel boyutunu oluşturduğunu belirtmektedir.
Medenî haklar; hukuk önünde eşitliği, ifade ve düşünce özgürlüğünü, sözleşme ve
mülkiyet hakkını ifade etmektedir. Siyasal haklar, 18-19. yüzyıllarda modern
demokrasinin oluşmaya başlamasıyla birlikte gündeme gelen seçme-seçilme ve
örgütlenme hakkıdır. 20. yüzyılda ortaya çıkan toplumsal haklar ise eğitim ve sağlık
hizmetleri, adil bir ücret, çalışma ve sosyal güvenlik hakkı, grev ve toplu sözleşme
hakkı, sendika ve örgütlenme hakkı, işsizlik ücreti gibi hakları kapsamaktadır.
Toplumsal yurttaşlık hakları, özellikle piyasanın getirdiği birtakım eşitsizlikleri
dengeleyerek sınıf ilişkilerini dönüşüme uğratmıştır (Marshall ve Bottomore, 2006;
Kaya, 2006).
Kimlik politikalarını sınıf paradigmasının ötesinde ele alan yeni toplumsal
hareketler, statü, sivil toplum ve eylem sistemi yaklaşımlarına odaklanmışlardır.
Tanınma siyasetine vurgu yapan Fraser’a göre, 21.yy’da tanınma ve kimlik sorunları
merkezî bir konuma yerleşmiş ve farklılıkların tanınması hareketleri ivme
kazanmıştır. Günümüzde Sovyet tarzı komünizmin çökmesi ve küreselleşme süreci
ile birlikte eşitlikçi yeniden dağıtım siyasetinin politik dili görece önemini yitirmiş,
kaynakların ve zenginliğin eşit paylaşımını talep eden hareketler görünmez hale
gelmiştir. Küreselleşme sürecinde neoliberal retoriğin eşitlikçi anlayışa saldırması,
uygulanabilir sosyalist modelin olmaması ve Keynesyen devletin yaşayabilirliğine
şüpheyle bakılması sonucunda eşitlik ve toplumsal adalet vurgusu azalmıştır. Bu
noktada karşımıza iki sorun çıkmaktadır: Birincisi, ekonomik küreselleşmenin hızla
yayılması ve kapitalizmin ekonomik eşitsizliği radikal bir şekilde derinleştirmesi
yeniden dağıtım siyasetini marjinalleştirmiş, bir anlamda “yerinden etmiş”tir.
İkincisi, yoğun göç ve küresel medya aracılığıyla artan kültürlerarası etkileşim ve
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
94
A. Fulya Şen
iletişim ortamında tanınma mücadeleleri oluşmaya başlamıştır. Ancak, çokkültürlü
bağlam içindeki bu mücadeleler, saygılı bir etkileşim içinde değil, grup kimliklerini
büyük ölçüde cisimleştirme ve basitleştirme şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu grup
kimlikleri, ayrılıkçılığı, hoşgörüsüzlüğü ve şovenizmi, ataerkilliği ve otoriterliği
teşvik etme eğiliminde olmuştur. Fraser, bunu da “şeyleştirme” olarak
adlandırmıştır. Şeyleştirme ve yerinden etme problemlerinin her ikisi de oldukça
önemlidir. Yeniden dağıtım siyaseti, tanınma siyasetiyle değiştirildiği sürece
ekonomik eşitsizlikler artacak, grup kimliklerinin şeyleştirilmesi durumunda ise
insan hakları ihlalleri riski ortaya çıkacaktır. Bu durum, bazıları için cinsiyet,
etnisite, ırk gibi kimliklerin sınıf kimliğinden daha öncelikli olduğu anlamına
gelirken, bazıları için ekonomizmi diriltmek anlamına gelmektedir (2000: 107-108).
Yeniden dağıtım ve tanınma siyaseti arasındaki ikilemi formüle eden Fraser,
siyasal alandaki adaletsizlik olgusunu iki farklı yönüyle incelemiştir. Bunlardan
birincisi, sosyo-ekonomik adaletsizliktir. Toplumun siyasî-ekonomik yapısı içinde
kök salan sosyo-ekonomik adaletsizlik, sömürüyü, ekonomik marjinalleştirmeyi
(istenmeyen işlere verilme veya emek piyasasından tümüyle dışlanma), düşük ücretli
işi ve yoksunluğu yaratmaktadır. İkinci adaletsizlik türü ise kültürel veya
semboliktir. Toplumsal temsil, yorum ve iletişim biçimlerine kök salan kültürel
adaletsizlik ise kültürel egemenlik, tanınmama ve saygı göstermeme şeklinde
tezahür etmektedir. Aralarındaki farklılığa rağmen, çağdaş toplumlarda yaygın olan
ekonomik ve kültürel adaletsizlik, dezavantajlı bazı grupların sistematik bir şekilde
maruz kaldığı uygulamalardan ve süreçlerden oluşmaktadır (1998: 21-22). Fraser’e
göre, ekonomi-politik ve kültürel yaklaşımdan her biri diğerini dışlamakta, yaşanan
eşitsizlikleri kendi kavramsal çerçevesi içinde açıklamakta ve ideal topluluk
modelleri için kendi yapısal erdemlerini çözüm olarak görmektedir. Kültürel
tanınma ve ekonomi-politik yeniden dağıtım yaklaşımlarının tek başına çözüm
üretemeyeceğini savunan Fraser, bunu şöyle bir örnekle açıklamaktadır: Cinselliğe
ilişkin sosyal ayrımcılık ekonomi-politiğin konusu değildir. Eşcinseller, kapitalist
toplumun sınıfsal yapısının tümüne dağılmışlar, emek bölünmesi içinde ayrı bir
pozisyon işgal etmemişler ve sömürülen bir sınıf olmamışlardır. Onların yaşadığı
sorun, toplumun kültürel yapısıyla ilgili olup, tanınmama sorunudur. Dolayısıyla,
dezavantajlı grupların eşitsizlik sorununa getirilen çözümler, her grup için farklılık
gösterebilmektedir. Kadınlara ve siyahlara yönelik bir çözüm olarak görülen pozitif
ayrımcılık uygulamaları, kendi içinde farklı bir dışlanmışlıklar yarattığı için yeni
tartışmaları da beraberinde getirmektedir (1998: 25-26,40). Pietsch’e göre, sınıf
politikası yerine kimlik politikasının egemen hale gelmesinin pek çok olumsuz tarafı
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
95
bulunmaktadır. Kimlik politikası, kimlik gruplarını, bir ortak eşitlik ve adalet
arayışında birleştirmek yerine birbirlerine karşı kışkırtmaktadır. Bu durum, sivil
toplumu da tehdit etmektedir. Her kimlik grubunun kendini mağduriyetleri
üzerinden tanımlaması, grup üyelerinin sadece kendi grubuna güvenebilmesi
düşüncesini yaratmakta ve bunun sonucunda herkesin sivil toplumda
yabancılaşmasına neden olmaktadır. Kimlik politikası, insanlığın ortak Aydınlanma
düşüncesinin terk edilmesi anlamına gelmektedir (2007: 337-346).
İşçi sınıfının ve kimliğinin, geç kapitalist toplumlarda bütün ayrışmalarına
rağmen varlığını sürdürdüğünü ve işçi sınıfı kimliğinin cinsiyet ve ırktan daha
belirleyici bir etken olduğunu savunan Marksist yaklaşıma göre, işçi sınıfının
varlığını sürdürmesine yol açan çelişkiler aslında yeni toplumsal hareketlerin
üyelerini de kapsamaktadır. Bu nedenle, toplumsal kimliklerin en önemli unsuru
sınıfsal pozisyonlarıdır. İşçi sınıfı mücadeleleri, yeni toplumsal hareketlerin
hedeflerinin birçoğunu içermektedir (Miliband, 1989: 29-31). Gray’e göre, Marksist
yaklaşım, insan özünün dinden, aileden, yerellikten, zamanın bütün olaylarından
kopmuş, çatışmalardan arınmış ve olumsallıktan kurtulmuş olması mitine
dayanmaktadır. Marksist felsefî antropoloji, somut bir tarihsel gerçekliğe ulaşmış
tüm insanî kimlik biçimlerinin, insanın üretici güçlerinin gelişmesindeki kaçınılmaz
evreler olduğu, ancak bunların insanın özünü açıklamaktan çok gizlediği görüşünü
kabul etmektedir. İnsanlar, zannettikleri gibi Polonyalı, İspanyol, İngiliz, Katolik,
Yahudi veya Müslüman değillerdir. Onlar, sadece belli bir tarihsel aşamada belli bir
sınıfa ait olmalarından dolayı yapay bir kültürel kimlik kazanmış erkek ve
kadınlardır. Bu özselci antropolojideki temel nokta, ekonomik koşulların
yapılanmasında aracı olmalarının dışında, insan kimliğinin tüm tarihsel
gerçekliğinin insan özünün gerçekliğine yabancı ve muhalif olmasıdır (2004: 277).
Komünist siyasetin pratik sonucunun, insanları yapay kültürel kimliklerinden
özgürleştirmek değil, onun yerine onların sahip olduğu kimliklere savaş açmak
olduğunu belirten Gray, tarihsel ve yerel bağlarından kopmuş evrensel bir insan
kimliği oluşturma temeline dayanan Marksist projeyi, komünist uygulama tarihi
içinde kendisini çürütmesi olarak görmektedir. Öyle ki, Bolşevik Devrimi’nden
sonra, Sovyet sisteminin uyruklarının çoğunun kimliklerini sınıfsal veya siyasal
terimlerle değil, hâlâ dinsel ve ulusal terimlerle tanımlamaktadır. Onlar Polonyalı,
Ukraynalı, Müslüman ve Hristiyan’dır (2004: 278, 280).
Kimlik, çokkültürlülük, ötekilik ve farklılık politikası gibi konuların, maddî
koşullardan ve siyasî projeden soyutlanamayacağını savunan Harvey, ABD’de
Kuzey Caroline’da küçük bir kasaba olan Hamlet’te Imperial Foods tarafından
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
96
A. Fulya Şen
çalıştırılan bir tavuk işleme fabrikasında yaşanan emek sömürüsü ve 1991 yılında
fabrikada çıkan yangında çok sayıda kişinin ölümüyle sonuçlanan iş kazası örneği
üzerinden, adil bir toplumsal düzen arayışı sorunsalını tartışmıştır. Fabrikada çalışan
işçilerin -yoksulluk sınırının altında- saatte 4.25 USD ücret aldıklarını, Hamlet’te
başka bir iş alternatifinin olmaması sonucu çalışanların olumsuz koşullara
katlandığını, coğrafî açıdan yalıtılmış bu tip bir kır kasabasında yaşayanların ucuz,
örgütsüz ve kolayca kontrol altında tutulabilen bir işgücü olduğunu belirten Harvey,
bu fabrikada çıkan yangına siyasî çevrelerin ve medyanın ilgisiz kaldığına dikkat
çekmiştir. Harvey’e göre, Hamlet’te ölen 25 kişiden 18’inin kadın ve 12’sinin
Afrika kökenli Amerikalı olması gerçeği, ırk ve toplumsal cinsiyetin ortak
paydasının bariz bir şekilde sınıf olduğunu göstermiştir. Buna göre, geleneksel bir
sınıf politikası, beyaz erkeklerin olduğu kadar kadınların ve azınlıkların da
çıkarlarını koruyacaktır (2001: 173-177).
Zizek, çokkültürcülüğü küresel kapitalizmin ideal ideoloji formu olarak
görmektedir. Yani, geleneksel emperyalist sömürgecilik ile küresel kapitalist
sömürgeleştirme arasındaki ilişki, Batı kültürel emperyalizmi ile çokkültürcülük
arasındaki ilişkinin aynısıdır. Ona göre, çokkültürcülük kendi tikel kültüründe kök
salmadan, yerel kültürlere karşı tepeden bakan Avrupa merkezci mesafe ve/veya
saygıyı içermektedir. Başka bir deyişle, çokkültürcülük, tersine çevrilmiş,
göndermesi kendinde bir ırkçılık biçimidir, “mesafeli bir ırkçılıktır”.
Çokkültürcünün ötekinin özgüllüğüne duyduğu saygı, tam da kendi üstünlüğünü
beyan etme biçimidir. Zizek, günümüzde kendini dayatan çokkültürcülük
sorunsalının evrensel bir dünya sistemi olarak kapitalizmin görünüş biçimlerinden
biri olduğunu, bu tikel biçimlerin dünyanın mutlak şekilde homojenleşmesi sürecine
tanıklık ettiğini ve kapitalizmin kalıcı olduğunu herkes kabul ettiği için eleştirel
enerjinin kapitalist dünya sisteminin temelindeki homojenliğe dokunamayınca,
kültürel farklılıklar adına savaşmayı bunun yerine ikame ettiğini belirterek
çokkültürcülük taraftarlarına bir eleştiri getirmektedir. Böylece, kapitalizm zafer
yürüyüşünü devam ettirirken, etnik azınlık ve eşcinsel hakları adına savaşlar
verilmektedir. “Kültürel çalışmalar” kılığına bürünmüş günümüz eleştirel teorisi,
kapitalizmin ağır varlığını görünmezleştirmeye yönelik ideolojik çabaya aktif bir
biçimde katılarak kapitalizmin sınırsız gelişimine nihaî hizmeti sunmaktadır (2001:
165-168).
Balibar ve Wallerstein da, ırkçı ve cinsiyetçi ayrımları, kapitalist dünya
ekonomisine uygun bir ideoloji olarak görmektedir. Balibar ve Wallerstein’a göre
kapitalizm, her şeyi metalaştıran ve dünya pazarı içinde mal, sermaye ve emek
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
97
gücünün serbestçe akışını sağlayan bir sistem olarak, bu akışı kısıtlayan her şeyi
engellemeye çalışmaktadır. Kapitalist sistem, sermaye birikimini sağlamak için
emek gücüne ihtiyaç duymaktadır. Sermaye birikimini en üst seviyeye çıkarmak
gerekiyorsa, üretim maliyetlerini, bu yüzden de emek protestolarını en aza indirmek
gerekmektedir. Irkçılık ve cinsiyetçilik, bu hedefleri bir araya getiren sihirli bir
formüldür. Emek gücünün değerini azaltmak için ücretli emek arasında yapısal
bölünmeler yaratılmaktadır. Cinsiyetçilik ve ırk ayrımcılığı türünden ayrımlar,
kapitalizm lehine farklılaşmış bir ücretli emek ortaya çıkarmakta, iş gücünün
etnikleşmesi ise emek gücünün tüm kesimleri için çok düşük ücretlere zemin
hazırlamaktadır (2000: 39-49). Küreselleşme sürecinde kimlik, kişinin toplumsal
yeniden üretim süreci içindeki yerinden çok, kendi eylemlerinin ürünü olmayıp
doğuştan hazır bulduğu ve kendi bireysel varlığı açısından doğal boyutuna tekabül
eden bedensel özellikleri ve ailesel, aşiretsel, yöresel, etnik, dinsel mezhepsel vb.
aidiyetleri çerçevesinde belirlenir hale gelmiştir. Bu durum, uluslar-aşırı kapitalin
dünyayı her türlü sınırdan arınmış tek bir pazar halinde küresel kılma projesiyle
uyum içinde işlemektedir (Cangızbay, 2000: 127).
Modern ulus-devlet, tekil çıkarlardan kısmen bağımsız bir ortak alanın
varlığına dayanmıştır. Modernliğin başlangıcından bu yana, temel yörünge giderek
daha fazla kesimi ve tekil çıkarları bu ortak alana çekme yönünde olmuştur.
Neoliberalizmle birlikte bu tarihsel gelişim çizgisi tersine dönmeye başlamış,
toplumdaki kutuplaşma ve parçalanma potansiyelinin güçlenmesi nedeniyle artık
tekil çıkarlardan bir ortak çıkar oluşturma kapasitesi azalmıştır. Siyasal alana
katılmak isteyen yeni talepler ve kimlikler, örgütlü modernliğin çözülmesi sürecinde
çok artmıştır. Neoliberal iktidar pratikleri, kamusal alanı tahrip ederek çıkarların ve
kimliklerin daha da tekilleşmesine ve birbirlerinden ayrılmalarına neden olmuştur.
Böylece, modern siyasal toplum çözülmeye başlamış, ortaklığa vurgu yapan kurum
ve kavramların içi boşaltılmıştır (Özkazanç, 2009:263).
Küreselleşme sürecinde kimlik ve farklılık vurgusu yapan toplumsal
hareketlerin yükselmesinin koşullarını hazırlayan neoliberalizm sürecinde mevcut ve
potansiyel kaynaklar kamusal yarar anlayışına göre değil, çok uluslu şirketlerin
yararına kullanılmaktadır. Özelleştirmeler, ucuz iş gücü yaratılması, istihdamın
kuralsızlaştırılması ve daraltılması, devletin küçültülmesi, sağlık ve eğitim
hizmetlerinin kârlılık temelinde yeniden örgütlenmesi, sosyal güvencelerin
kısıtlanması veya kaldırılması gibi bir dizi uygulama, dünya ölçeğinde derin bir
yoksulluğa, dışlanmaya ve marjinalleşmeye neden olmaktadır. Yoksullaşan, dışlanan
ve marjinalleş(-tiril)en toplumsal kesimler ise, sistem açısından potansiyel bir tehdit
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
98
A. Fulya Şen
oluşturmaktadır. Ancak, yoksulluğu azaltma/ortadan kaldırmayı amaçlayan
toplumsal politikalar (işsizlik sigortası, sosyal ödentiler, toplumsal konutlar, ücretsiz
ve düşük ücretli sağlık hizmetleri, sübvansiyonlar, v.b.) neoliberalizmin doğasına
aykırı olduğundan, bu kesimleri bertaraf edecek yeni yöntemlerin geliştirilmesi
gerekmiştir. Böylece, yoksullaşmanın getirdiği sorunlara karşı birincil dayanışma
grupları –aile, mahalle, soy grubu, kabile/aşiret, hemşehriler grubu, cemaat, tarikat,
v.s.- ve kimlikler bir çözüm olarak sunulmuş ve yoksulların, hayatta kalmanın
maliyetini kendi aralarında paylaşmaları öngörülmüştür. Genellikle, yoksulları
devşiren bir aidiyet duygusu olarak etnisite, etnik tutunum ve dayanışma, toplumsal
maliyeti hafifleten yönüyle neoliberalizm açısından oldukça önemli bir işlevi yerine
getirmektedir (Özbudun, 2006: 123-125).
Neoliberal politikaların uygulanmasıyla birlikte, toplumun alt katmanlarında
bulunan bazı gruplar kapitalist sistemin dışına itilmişlerdir. Toplumsal yurttaşlık
kurumunun zayıflamasına neden olan neoliberal ideolojinin sistem dışına ittiği ve
sınıf altı olarak adlandırılan bu gruplar, ABD ve Avrupa’da geniş kesimleri
oluşturmaktadır. Bu kesimler, modern yurttaşlık kurumunun gerektirdiği medenî,
siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel haklardan pay alamadıkları ölçüde,
ekonomik güçlerini yitirmekte ve geleneksel sınıfsal sistemin dışında kalmaktadır.
Bazı halk kitlelerinin bu haklardan yararlanamamasının nedeni, neoliberalizmin
özgürlük anlayışıdır. Neoliberalizm için makbul yurttaş, girişimci bireylerdir.
Eşitliğin sağlanamadığı yapılarda özgürlük, eşitsizliğin artmasına neden olmaktadır.
Özgürlük, ancak toplumsal eşitliğin garanti altına alınması ile mümkündür. Sistem
dışına itilen bu kesimlerin, yeniden sistemle bütünleşmesini sağlamak için toplumsal
yurttaşlık kavramını yeniden düşünmek gerekmektedir (Kaya, 2006: 109).
1.2. Medyada İşçi Sınıfı Kimliği ve Hegemonyanın Kuruluşu
Kitle iletişim kuram ve araştırmalarında eleştirel perspektif içinde yer alan
ekonomi-politik yaklaşım, ideolojiye değil, ekonomik temele yaptığı vurguyla
kapitalist üretim dinamiklerine yönelirken, ekonomik indirgemeciliğe karşı olarak
güçlenen kültürel çalışmalar ise, medyayı toplumsal rızanın kazanıldığı veya
kaybedildiği bir mücadele alanı olarak ele almışlardır. Eleştirel kuramlar, temelde
Marksizmi referans almışlar, ancak belli noktalarda Ortodoks Marksist görüşlerden
ayrılmışlardır. Marx, kültürü ve ideolojiyi üst yapının unsurları olarak görmüştür.
Toplumsal gelişmeleri anlamada kültür ve ideolojinin rolü üzerinde düşünen Batılı
Marksistler, toplumsal ilişkilerin korunmasında ve yeniden üretilmesinde kültür ve
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
99
ideolojinin önemli bir rolü olduğunu görmüşlerdir. İşçi sınıfı bilincinin ve
ideolojisinin gelişme(me)sinde kapitalist kültürün ve ideolojinin önemine dikkat
çeken bu düşünürlere göre, kitle iletişim araçları, kapitalist sınıfın egemen fikir ve
görüşlerini topluma aktaran aygıtlardır. Kitle iletişim araçlarını kültürel ve ideolojik
aygıtlar olarak gören yaklaşımlar (Frankfurt Okulu, Gramsci, Althusser, İngiliz
kültürel incelemeler geleneği ve yapısalcı dil bilim çözümlemeleri), medya
içeriklerinin ideolojik yorumunu yapmakta ve medyanın olay ve olguları belirli
anlam çerçeveleri içinde biçimlendirdiğini ve böylece egemen sınıfın ideolojisini
yaydığını ileri sürmektedir. Buna göre medyanın, olayları ve durumları açıklamak
için kimlerin görüşüne başvurduğu, hangi haberleri/kişileri ön plana çıkarırken
kimleri geri planda tuttuğu, olayların ve durumların açıklanmasında nasıl bir temsil
yöntemini seçtiği, bu yaklaşımların odaklandığı temel sorunsallardır.
Günümüzde kitle iletişim araçları, toplumsal yapıların ve pratiklerin
oluşturduğu alanın bir parçası haline gelmektedir. İletişim kurumları ve ilişkileri,
toplumsal alanı tanımlamakta, siyasal alanın inşasına yardım etmekte ve modern
endüstriyel sistemler içinde maddi bir güç oluşturmaktadır (Hall, 1997: 84). Medya
içeriği, toplumdaki iktidar ilişkilerinin kabataslak bir haritasını göstermekte ve
iktidar, medya aracılığıyla ideolojik düzeyde iktidarını sürdürmektedir. İdeolojik
düzey, toplumdaki en yüksek iktidar odakları yararına çalışmaktadır. İdeolojik
düzeyde medya, toplumdaki güçlü çıkar gruplarının bir uzantısı olma işlevini yerine
getirmekte, egemen ideolojinin yeniden üretiminde ve kontrol sisteminin
sürdürülmesinde rutinleri, değerleri ve kurumsal yapıları bir arada tutmaktadır.
Medya rutinleri genelde güçlü kaynaklar yararına işlemekte ve ideolojik düzeyde bu
güçlü kaynaklar, bireyler olarak değil sınıf olarak kendi çıkarları doğrultusunda
hareket etmektedir (Shoemaker ve Reese, 1997: 102-103). Gelişmiş kapitalist
toplumların kültürel ve ideolojik süreçlerini anlamaya yönelik yeni kuramsal
çabaların sorduğu temel soru, kapitalizmin nasıl olup da açık bir şiddete ve zorbalığa
başvurmadan kitleleri yönetme becerisini gösterebildiğidir. Üretim pratiklerinin
yarattığı toplumsal çarpıklıklara rağmen, kapitalizmin, parlamenter demokratik bir
siyasal sistem içinde, yönetilen sınıfların onayını nasıl kazandığı sorusuna cevap
aranmaktadır. Kapitalizmin istikrar içinde yaşayabilmesi için, yönetilenlerin onayına
dayalı, egemen sınıf çıkarlarının üretimini sağlayacak ve kapitalist devletin açık
şiddete başvurmasına gerek bırakmayacak bir ideolojik ve politik oluşum
gerekmektedir (Üşür, 1997: 26-27).
Eleştirel kuramlar, kapitalizmin kültürel ve ideolojik boyutta kendini nasıl
yeniden ürettiğini ve yenilediğini çözümlemeye çalışmaktadır. Bu noktada, Marksist
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
100
A. Fulya Şen
kuramcıların rıza yaratma ve egemen ideoloji üzerine ortaya koyduğu fikirler,
medyanın ideolojik işleyiş biçiminin kavranmasına ışık tutmaktadır. Gramsci’nin
hegemonya kuramı, kapitalist devletin zora dayalı iktidarını görünmez kılan iktidar
biçimlerini açıklamaktadır. Kurama göre, devlet ve sivil toplum arasındaki ilişki,
hegemonya kavramına dayanmaktadır. Hegemonya, belirlenmiş nesnel koşullar ile
yönetici grubun gerçek üstünlüğünün bitişme noktasıdır; bu bitişme sivil toplum
içinde oluşmaktadır. Gramsci’de sivil toplum, yapısal değil, üst yapısal bir momente
aittir ve karşılıklı maddi ilişkileri değil, ideolojik-kültürel ilişkilerin tümünü
kapsamaktadır (Bobbio ve Texier, 1982:19,36). Hegemonya, yönetici sınıfın
egemenliğinin sürdürme araçlarına gönderme yapmaktadır ve ideoloji
hegemonyanın bir aracıdır. Kitle iletişim araçları, yönetici güçlerin toplumsal yapıyı
tahakküm altına almalarını ve yönetilenlerin kendi rızaları ile bu sürece katılmalarını
sağlayarak, sistemi yeniden üreten ve haklılaştıran bir ortak duyusal değerler ve
mekanizmalar üreterek hegemonyacı bir işlev görmektedir (Shoemaker ve Reese,
1997:116).
Yapısalcı Marksist kuramcı Althusser’e göre, günümüzde devlet zor
kullanmaktan çok ideolojiyi kullanarak yönetileni belli sınırlar içinde tutmaya
çalışmakta ve bunun için ideolojik aygıtlarını devreye sokmaktadır. Devletin
ideolojik aygıtları, baskı aygıtıyla aynı şey değildir. Marksist teoride devlet aygıtı;
hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler ve hapishanelerden oluşmaktadır.
Devletin ideolojik aygıtları arasında din ve eğitim kurumları, aile, hukuk, değişik
partileri içeren siyasal sistem, sendikalar, kültür ve kitle iletişim araçları yer
almaktadır. Bu araçların en önemli özelliği, ideolojiyi kullanarak işlemeleridir.
Devletin ideolojik aygıtlarının çeşitliliğini birleştiren bu ideolojik işleyiş, egemen
ideoloji altında her zaman birliğe sahiptir. Hiçbir sınıf, devletin ideolojik aygıtları
üzerinde hegemonyasını kurmadan devlet iktidarını sürdürememektedir (Althusser,
1994:33-36). Althusser, yönetici ideolojiyi düşünceler ve temsiller sistemi olarak
tanımlamaktadır. İdeolojide sunulan, insanın yaşamını yöneten gerçek ilişkiler
sistemi değil, insanların içinde yaşadıkları gerçek ilişkilere dayalı hayali ilişkidir
(Erdoğan ve Alemdar, 2002: 372). İdeoloji, insanların bilinçaltına yönelik bir
yapıdır ve bu yapı gerçek dünyayı temsil etmez. Örneğin, zor koşullar altında çalışan
Tekel işçileri greve giderek devrimci proleter bir eylem gerçekleştirdiklerini
düşünerek ideolojik alanda kendilerini rahatlatırlar. Ancak, gerçek yaşamlarında
değişen hiçbir şey yoktur (Güngör, 2011: 196).
İngiliz Kültürel Çalışmalar geleneği içinde medya, egemen sınıfın görüş ve
düşüncelerini topluma yayan ideolojik bir aygıt olarak görülmektedir. Althusser’in
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
101
“devletin ideolojik aygıtları” ve Gramsci’nin “hegemonya” kavramsallaştırmasına
dayanan bu yaklaşıma göre medya, egemen bakış açısını topluma yayarak işçi sınıfı
ve alt kültürler arasında eleştirel bir bakışın gelişmesini engellemektedir. Çünkü
medya, gerçeği olduğu gibi göstermemekte, onu yanlış bir şekilde sunarak mevcut
eşitsizlikleri ve iktidar yapılarını doğallaştırmakta ve meşrulaştırmaktadır (Yaylagül,
2010: 132). Medya aracılığıyla hegemonyanın kurulması tartışmalarına, eleştirel
kuramlar içinde iki farklı bakışı temsil eden kültürel çalışmalar ve ekonomi-politik
yaklaşımları farklı açılardan katkıda bulunmaktadır.
Kültürel çalışmalar, kültürel pratiklerin ürünü olarak yaşantıyı vurgularken,
ekonomik indirgemeciliğe karşı çıkmaktadır. Kültürel süreçlerin analizine odaklanan
bu yaklaşım iki koldan gelişmiştir: Birincisi, bir kültürel ve tarihsel uğrak içinde
özneye ve metnin iktidarı üzerinde verilen mücadeleye bir yeniden dönüştür. İkincisi
ise, toplumdaki grupların ve bireylerin toplumsal pratikleriyle zorunlu ve sürekli
olarak kesişen medyanın ideolojik etkisinin ele alınışıdır (Hardt, 1999: 54-55).
Kültürel çalışmaların önemli bir temsilcisi olan Hall, ideolojiyi anlamlar
çerçevesinde yer alan bir mücadele alanı olarak görmektedir. Hall, ideolojinin
kökenlerini bulmaya çalışmak yerine, somut etkilerini betimlemeye çalışmaktadır.
İdeoloji özneleri tamamen egemenliği altına almamakta, daha çok egemen ve
muhalif ideolojiler arasında bir mücadele sürecine yerleştirmektedir. Sonuçta
ideoloji, üretim tarzının saf bir yansıması değildir. Cinsiyete ve ırka ilişkin pratikler
de en az ekonomik pratikler kadar temel niteliktedir (Sholle, 1999: 279).
İdeolojinin sonuçlarının belli bir tarihsel konjonktürdeki güçler dengesine ve
anlamlandırma siyasetine bağlı olduğunu belirten Hall’a göre, iktidar ideolojik
iktidardır, yani olayları belli bir yönde anlamlandırma iktidarıdır. Örneğin, her işçiişveren çatışmasının ülkenin ekonomik hayatına ve ulusal çıkara tehdit olarak
anlamlandırıldığı bir durumda böylesi anlamlandırmalar, ekonomik nitelikli
konuları, işçi-işveren çatışmasını, üretimin sürekliliğini kesintiye uğratan herhangi
bir şeyi karalarken; üretimin sürekliliğini koruyan herhangi bir şeyi destekleyen,
işverenlerin ve hissedarların genel çıkarlarını koruyan, hükümetlerin grev hakkını
sınırlandırmaya veya sendikaların gücünü zayıflatmaya çalışan siyasalarına güven
veren ekonomik stratejileri olumlu terimler içinde inşa edecek veya tanımlayacaktır.
Bu şekilde yapılan anlamlandırmalar, emek ve sermayeyi birbirine bağlayan
bağların, toplumu emek ve sermaye şeklinde bölen rahatsızlıklardan daha güçlü ve
meşru olduğu bir toplumda yaşamakta olduğumuz varsayımına dayandırılmaktadır.
Burada, söyleme uygun bir özne inşa edilmektedir. Öznesi, işçilere karşı işveren
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
102
A. Fulya Şen
olan bir söylem, öznesi kolektif veya biz olan bir söyleme tercüme edilmektedir
(Hall, 1999a: 95-96).
İşçi-işveren
anlaşmazlıklarının
bir
bütün
olarak
bu
şekilde
anlamlandırıldığını ortaya koyan Glasgow Üniversitesi Medya Grubu (GUMG),
haber üretim sürecine ve haberin tarafsızlığı üzerine yoğunlaştıkları “Bad News”
isimli çalışmalarında medya içeriğiyle ilgili oldukça kapsamlı bir inceleme
yapmışlardır. Bu çalışmada, endüstriyel uyuşmazlıklarda şirket yönetimlerinden çok
işçi sendikalarının nasıl suçlandığını göstermişler ve televizyon haberlerinin,
toplumda işçi sınıfı gibi daha az güçlü gruplara karşı güçlü aktörler lehine ön yargılı
olduğunu iddia etmişlerdir. Araştırmacılar, BBC ve ITN’in haber odalarında haber
üretim sürecine ilişkin gözlem yapmışlar ve endüstri işçilerinin grevinin haberlere
nasıl yansıtıldığını incelemişlerdir. Görüşlerine başvurulan patronlar genellikle
stüdyoda konuk edilirken, işçiler ve sendika temsilcilerinin kısa sokak
röportajlarıyla konuya dahil edildikleri gözlenmiştir. Greve karşı olanların, destek
verenlere oranla, haberlerde daha geniş bir şekilde yer aldıkları saptanmıştır
(GUMG, 1976). Buradan çıkan sonuç, anlamlandırma iktidarının yansız bir güç
olmadığıdır. Anlamlandırmalar, çekişmeli ve çatışmalı konulara bir güç olarak
katılmakta ve sonuçları etkilemektedir (Hall, 1999a: 96).
Hall, tahakkümlerin ideolojik zorla değil, kültürel önderlikle sağlandığını,
hegemonyanın hukuksal ve meşru zorun yanı sıra tabi sınıfların ve toplumsal
grupların aktif rızalarının kazanılması yoluyla başarıldığını belirtmektedir.
Tahakküm, dil ve söylem aracılığıyla gerçekleştirilmektedir (1999a: 119).
İdeolojinin işlendiği temel ortam dil ve bilinç pratiğidir, çünkü anlam dil yoluyla
verilmektedir. Bu şekilde anlam vermek, temel olarak kendimizi, tecrübemizi ve
koşullarımızı, zaten nesnelleştirilmiş ideolojik söylemlere ve önceden oluşturulmuş
“tecrübe etmeler” dizilerine yerleştirmektir (Hall, 1999b: 208). Hall’a göre anlamlar,
yapısalcı işlevselciliğin ve maddeciliğin indirgemeci biçimlerinin öne sürdüğü gibi
kökenlerinde içerilmiş değildir. Bunlar, belirli bir toplumsal veya sınıfsal yapının
ikinci düzey sonuçları değildir. Öte yandan, anlam, başat paradigmanın
görüngübilimsel ve yorumbilimsel dallarının ileri sürdüğü gibi içinde hiçbir iktidarın
bulunmadığı ideal-idealist konuşma durumları olan açık konuşmalarda da
içerilmemektedir. Anlamlar, tümüyle toplumsal ilişki ve yapılarda içerilmektedir.
Belirli kültürel ve siyasal pratikler aracılığıyla çeşitli toplumsal konumlara
eklemlenebildikleri, toplumsal özneleri oluşturdukları ve yeniden oluşturdukları
ölçüde toplumsal olarak işlev görmekte ve işlemektedir. Anlam, iktidar ilişkilerinin
oyun alanının dışında kavramsallaştırılamaz. Bundan dolayı, “medya ideolojiktir.”
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
103
Başka bir ifadeyle, ideolojik olanın daima kendine özgü toplumsal, siyasal ve
kültürel varoluş koşulları bulunmaktadır. İletişim sistemleriyle ilgili bir çalışmayı,
toplumda temsil sistemlerinin konumlandırıldığı toplumsal, teknolojik, ekonomik ve
siyasal koşulları anlamadan geliştirmenin yolu yoktur ve iletişim kuram ve
araştırmasının ideoloji sorunuyla ilgilenmekten kaçınması olanaksızdır (Hall, 1997:
91).
Hall, söylemle fazla meşgul olması ve kitle iletişim kuramına katkısının
bununla sınırlı kalması yönünden eleştirilmiştir. Stevenson’a göre Hall, ideolojik
stratejilerin birleştirici gücünü abartırken, kitle iletişiminin somut ekonomi politiğini
sunmayı ihmal etmiş, ekonomi ve devletin kültürel üretimi nasıl şekillendirdiğine
ilişkin ayrıntılı bir değerlendirme yapmamıştır. Hall, mülkiyet yapılarının medya
içeriğini doğrudan belirlediği düşüncesini göz ardı ederek maddi yapılar ile simgesel
biçimler arasındaki ilişkiyi koparmıştır. Hall’un ideoloji ve hegemonya
tartışmasındaki bir diğer eksiklik, semiyotiğe olan aşırı ilgisi nedeniyle medyanın
nasıl demokratikleştirilebileceğine ilişkin bir analiz sunmamış olmasıdır. Ayrıca,
Hall, 1980’lerde egemen olan Thatcherizmin yeni kimlikler eklemleme kapasitesini
abartmıştır. Hall’un iddialarının aksine Thatcherizm, siyasal gündemi etrafında
hayali bir konsensüs kurmuş değildir. Thatcherizmin ideolojik çekiciliğinden daha
önemli olan, siyasal muhalefet arasındaki bölünmeler ve emek piyasasındaki
ekonomik değişimler olmuştur. Thatcherizm, vergi indirimleri ve özelleştirilmiş
hizmetler aracılığıyla pragmatik biçimde hoş görünürken, yoksulları evrensel
yurttaşlık biçimlerine dahil etme girişiminden kademeli olarak vazgeçmiştir.
Neoliberalizmin, 1980’ler boyunca süren egemenliği, ideolojikten daha çok
ekonomik ve siyasal veçheler içermektedir. Dolayısıyla Hall, Thatcherizmin
söylemsel kalıplarına ağırlık vererek diğer analiz düzeyleri konusunda körleşmiş ve
fazlasıyla kültürel bir hegemonya açıklaması yapmıştır (Stevenson, 2008: 78-82).
Kültürel çalışmaların kültürü ve ideolojiyi özerk olarak değerlendirmesi ve
ekonomik determinizmi çözümleme çerçevesinin dışında bırakmasına karşılık,
ekonomi-politikçiler ekonomik ve sınıfsal ilişkilerin belirleyici olduğu görüşünü
savunmuşlardır. Eleştirel ekonomi politik, iletişimsel etkinliğin, maddi ve simgesel
kaynakların eşit olmayan paylaşımı tarafından yapılandırılma tarzıyla
ilgilenmektedir. Kültürün eleştirel bir ekonomi politiği için medyanın gelişmesi,
şirket menzilinin genişlemesi, metalaştırma ve devlet/hükümet müdahalesinin
değişen rolü olmak üzere dört farklı tarihsel sürece özel bir önem atfedilmektedir.
İletişimin ekonomi-politiği için temel soru, kültürel üretim ve dağıtım üzerinde
kontrol uygulayan güçlerin etkinlik alanlarındaki değişimlerin kamusal alanı nasıl
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
104
A. Fulya Şen
sınırlandırdığını veya özgürleştirdiğini araştırmaktır. Bu noktada iki temel konu
üzerinde durulmaktadır: Birincisi, bu tür kurumların mülkiyet yapısının ve
etkinlikler üzerindeki kontrolünün yarattığı sonuçlardır. İkincisi de devlet
düzenlemesi ile iletişim kurumları arasındaki ilişkinin içeriğidir (Golding ve
Murdock, 1997: 55-62). Medyanın mülkiyet yapısındaki değişimlerin sonuçlarından
biri, medya kurumlarının ait oldukları dev kartellerin etkinliklerini araştırmaktan
veya eleştirmekten kaçınmaları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Medyanın mülkiyet
yapısındaki değişimler, medyanın hükümetle ilişkilerini de etkilemektedir. Medya
kartelleri, hükümet üzerinde popüler bir denetim kaynağı olmaktan çok, devlet
üzerinde dolaylı etkide bulunan başat ekonomik güçlerin araçlarından biri haline
gelmektedir. Medyanın kapitalizmle bütünleşmesi, sermayeyi destekleyen
söylemlerin onaylanması sürecini beraberinde getirmektedir (Curran, 1997: 148149).
Ekonomi-politiğin ekonomi ve sınıf temelli yaklaşımının, tüm iktidar yapıları
için yeterli bir açıklama getirmediğini belirten Grossberg, özellikle ırk ve cinsiyet
gibi kimliklerin kapitalist ilişkilere eklemlenme sürecini sadece ekonomiyle
açıklamanın yetersiz kalacağını düşünmektedir (2008: 141). Ekonomi-politik
yaklaşımın sınırlılığından bahseden Kellner’e göre ise, medya kültürü kapitalist
değerleri kapsayıcı bir biçimde desteklemektedir. Aynı zamanda farklı ırk, sınıf,
toplumsal cinsiyet ve toplumsal gruplar arasında yoğun bir mücadele vardır. Kellner,
sınıf olgusunun yanında, ırk, cinsiyet gibi diğer toplumsal ilişkilerin de önemli
olduğunu, medyanın kültürel hegemonyayı kurma pratiklerine işaret ederek
göstermekte; buna göre, medya kültüründeki temsillerin ya sınıf, ırk, cinsiyet
imajlarımızın inşasına yardım ettiğini ya da sınıf benzeri olguları sınıfsız toplum
düşlemleriyle ve sınıfın pek de hafife alınamayacak biçimde ihmal edilmesiyle
izleyicinin görüş alanından bütünüyle silindiğini belirtmektedir (2008: 117, 157).
2. Bulgular ve Değerlendirme
2.1. Haber Başlıklarının Tekel İşçi Eylemine Bakışı
Tekel işçi eylemleri 15 Aralık 2009 tarihinde başlamış, eylemin üçüncü günü
olan 18 Aralık 2009 tarihinde polis, eylemcilere müdahale etmiştir. Polisin şiddet
dozu yüksek müdahalesi kamuoyunda oldukça geniş yankı bulmuştur. Buna göre,
15-19 Aralık tarihleri, Tekel işçi eylemleri dayanışma mitinginin yapıldığı 26
Aralık 2009 tarihi ve 4 Şubat 2010 tarihinde ülke genelinde yapılan genel grev
eylemleri, Tekel direnişinin en hareketli ve yoğun gündemleri olarak öne çıkmıştır.
Güz 2011, Sayı:33
105
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
Belirtilen tarihlerde üç gazetede toplam 28 haber yer almıştır. Bu haberlerin 10’unun
başlığı olumsuz bir tonlama içermektedir. Geriye kalanların 13’ü olumlu, 5’i de nötr
bir başlıkla verilmiştir. Ancak, burada dikkatimizi çeken husus, Tekel işçi eylemini
olumsuz bir bakışla değerlendiren başlıkların tamamının egemen medyayı temsil
eden gazeteler tarafından kullanılmış olmasıdır. Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan
12 haberin tümü ise olumlu başlıklarla verilmiştir.
Tablo 1. Haber Başlıklarının Tekel İşçi Eylemine Bakışı
Gazete Adı
Olumlu
Olumsuz
Nötr
Toplam
Hürriyet
-
5
4
9
Sabah
1
5
1
7
Cumhuriyet
12
-
-
12
Tekel işçilerinin özlük haklarını kazanmak amacıyla 15 Aralık 2009 tarihinde
başlattıkları eylemlere ilişkin haberler belirtilen gazetelerde şu başlıklarla
verilmiştir:
“AKP’nin önü emekçinin eylem yeri” (Cumhuriyet, 16 Aralık 2009)
“İşçiden AKP’ye protesto” (Cumhuriyet, 16 Aralık 2009)
“Direnişin simgesi oldular” (Cumhuriyet, 19 Aralık 2009)
“AKP’nin açılımı emekçiye dayak” (Cumhuriyet, 18 Aralık 2009)
“Çalışanlar eylem yaptı, trenler durdu” (Hürriyet, 17 Aralık 2009)
“Tekel işçisi suya ve biber gazına boğuldu, destekçi milletvekili de payını
aldı” (Hürriyet, 18 Aralık 2009)
“AKP’li vekiller biber gazı mağduru işçilerden polis kordonuyla kurtuldu”
(Hürriyet, 19 Aralık 2009)
“İşçinin sesini biber gazı boğdu” (Sabah, 17 Aralık 2009)
“16 TCDD çalışanı için trenler durdu” (Sabah, 17 Aralık 2009)
“Polis TEKEL işçisini de vekilleri de ağlattı” (Sabah, 18 Aralık 2009)
Yukarıda belirtilen örneklerde, Hürriyet ve Sabah’ın haber başlıklarında
pejoratif bir dil kullandığı, Cumhuriyet’in ise işçi eylemlerini destekleyen ifadeler
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
106
A. Fulya Şen
seçtiği görülmektedir. Hürriyet Gazetesi’nin başlığında, çalışanların eylem yapması
sonucunda trenlerin durması bir tür suçlama iması içermektedir. İşçilerin meşru
hakkı olan iş bırakma hakkı burada örtük olarak eleştirilmiştir. Ayrıca, işçi
eylemlerine destek vermesinin bir sonucu olarak biber gazına maruz kalan
milletvekilinin durumu ise bir tür “hak etme” olarak gösterilmiştir. AKP’li vekilleri
işçilerin elinden polis kordonuyla kurtaran bir haber başlığı kurgusu, işçilerin
tehlikeli ve zararlı bir grup, milletvekillerinin ise onlardan korunması gereken
değerli seçkinler olduğu imalarını içermektedir. Benzer bir yaklaşımı Sabah
Gazetesi’nde de görmek mümkündür. Sabah Gazetesi de biber gazını, işçilerin sesini
boğmaya yarayacak meşru bir araç olarak göstermiştir. Bu anlayışa göre, işçilerin
sesi o kadar çok çıkmıştır ki, bu sesin boğulması ve susturulması şart olmuştur.
Trenlerin durması da işçilerin suçu olarak yansıtılmış, grev yapmanın yasal bir hak
olduğu göz ardı edilmiştir. Bu haber başlıklarında işçiler, biber gazıyla ve polis
kordonuyla kontrol altına alınması gereken, şiddet yanlısı ve tehlikeli bir topluluk
olarak ifade edilmiştir. Cumhuriyet Gazetesi ise, işçi eylemlerinin odağına iktidar
partisi AKP’yi koymuştur. Bu başlıklara göre, işçileri mağdur eden bu neoliberal
politikaların sorumlusu AKP’dir. Tekel işçi eylemi, direnişin bir simgesi haline
getirilerek yüceltilmiştir.
Tekel işçi eylemine destek olmak amacıyla Türkiye genelinde yapılan grevler
ise aşağıdaki başlıklarla sunulmuştur:
“İşçiler bugün çalışmıyor” (Sabah, 4 Şubat 2010)
“Bir günde 420 işçi 4C’ye geçti” (Sabah, 4 Şubat 2010)
“Her yer Ankara, her yer direniş” (Cumhuriyet, 4 Şubat 2010)
“Tekel işçisi yalnız değil” (Cumhuriyet, 4 Şubat 2010)
“4500 işçi parayı kabul etti” (Hürriyet, 4 Şubat 2010)
Tekel işçi eylemlerinin 52. gününde, işçilerin Türkiye genelinde iş bırakma
eylemi, gazetelerde yukarıdaki başlıklarla verilmiştir. Hürriyet ve Sabah gazeteleri,
eylemlerin gerekçesini görmezden gelerek siyasî iktidarın işçilere sunduğu
seçeneklere vurgu yapmış, Cumhuriyet Gazetesi ise Tekel işçilerine verilen kolektif
desteği ve eylemin toplumsal vicdandaki meşruiyetini öne çıkarmıştır. Sabah ve
Hürriyet gazeteleri, Tekel işçilerinin 4C statüsüne geçmeyi ve kıdem tazminatlarını
almayı kabul etmelerine atıfta bulunarak, eylemi kamuoyu nezdinde
değersizleştirmeye çalışmış ve Tekel işçilerinin kendileri ile toplumun çeşitli
kesimleri arasında bir bölünme ve kopma yaratma eğiliminde olmuştur.
Güz 2011, Sayı:33
107
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
2.2. Haber İçeriklerinin Tekel İşçi Eylemine Bakışı
Haber metinlerinde de başlıklarla benzer bir görünümün ortaya çıktığı ve
egemen anlamların inşa edildiği görülmektedir. Cumhuriyet Gazetesi’ndeki
haberlerin tümü Tekel işçi eylemini destekleyen ifadeler içerirken, Hürriyet ve
Sabah gazetelerindeki haberlerin çoğunda eylemi değersizleştiren, bağlamından
koparan ve sokak çatışmalarına indirgeyen bir anlatım biçimi benimsenmiştir.
Hürriyet ve Sabah’ta sadece bir haberde işçi eylemlerine destek veren ifadeler yer
almıştır. Bu haberlerde, işçi sendikalarının eyleme verdiği desteğe atıfta bulunulmuş
ve eylemin haklılığı sadece bu kesimlerin gözünden anlatılmıştır.
Hürriyet Gazetesi’ndeki 26 Aralık 2009 tarihli haberin ilk paragrafı şöyledir:
“Özelleştirme nedeniyle iş yerleri kapatılıp özlük haklarıyla başka kamu
kuruluşlarına nakledilmek istenen Tekel işçilerine, dün Türk-İş üyesi işçiler, işe 1
saat geç başlama eylemi ile destek verdi. DİSK üyeleri de dayanışma adına iş
bırakma eylemine katıldı. İşçilerin İstanbul Kartal’daki Tekel yerleşkesi önünde
yaptığı eyleme, kadın ve çocuklar da destek verdi.” Bu haberde, işçi sendikalarının
Tekel eylemcilerine sahip çıkarak iş bıraktığı, kadın ve çocukların eylemcilere
destek verdiği vurgulanmıştır. Eyleme destek veren özneler olarak, toplumun güçsüz
ve edilgen kesimlerini oluşturan kadın ve çocuklar gösterilmiştir. Egemen medya,
eylemi destekleyen cümlelerini bu aktörler üzerinden kurmuştur.
Tablo 2. Haber İçeriklerinin Tekel İşçi Eylemine Bakışı
Gazete Adı
Destekleyen
ifadeler
Eleştiren
ifadeler
Nötr
Toplam
Hürriyet
1
4
4
9
Sabah
1
5
1
7
Cumhuriyet
12
-
-
12
Tekel işçi eyleminin üçüncü gününde, polisin işçilere gazla müdahalede
bulunmasına ilişkin haberler gazetelerde şu ifadelerle verilmiştir:
“Polis, Tekel işçilerinin eylemine, üçüncü gün, ‘provokatör var’ gerekçesiyle
gazlı müdahalede bulundu… Dün sabah saatlerinde ‘eylemcilerin arasında
provokatör’ bulunduğu gerekçesiyle dağılma uyarısında bulunan polis bunun için
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
108
A. Fulya Şen
saat 15.00’e kadar süre tanıdı (Sabah, 18 Aralık 2009).” Bu haberde, polisin işçilere
gazla müdahalede bulunmasının meşru gerekçesi yaratılmış ve provokatör iddiası
üzerinden polisin müdahalesi haklı ve yerinde bir uygulama olarak sunulmuştur. Bu
ifadeler, işçi eylemine tam bir karşı duruşu içermektedir.
İşçileri potansiyel suçlu ve tehlikeli görme anlayışı, başka bir habere şöyle
yansımıştır: “Dört gündür Ankara’da eylemlerini sürdüren Tekel işçileri dün Türk-İş
genel merkezi önünde toplandı. Gün boyu sokaklarda bekleyen işçilerden habersiz
olan Ak Parti Genel Başkan Yardımcıları Abdülkadir Aksu ve Necati Çetinkaya ile
eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, öğle saatlerinde genel merkeze üç saat
yakındaki bir ofise gitti. İşçilerin bir bölümü söz konusu binanın önünde çıkışlarını
bekledi. Yaklaşık 45 dakika binada kalan Aksu, Çetinkaya ve Coşkun çıkışlarında
işçilerin tezahüratlarıyla karşılaştı... Aksu, Çetinkaya ve Coşkun, polislerin yoğun
gayretiyle makam araçlarına binerek uzaklaştırıldı (Hürriyet, 19 Aralık 2009).” Bu
anlatımlar, egemen medyanın işçilere yönelik algısını açıkça ortaya koymaktadır.
İktidarın temsilcileri her şeyden habersiz, masum ve korunması gereken önemli
aktörler, işçiler ise şiddet eğilimli saldırganlar olarak sunulmuştur.
Sol muhalif basını temsil eden Cumhuriyet Gazetesi ise aynı eylemi
toplumsal yurttaşlık hakları çerçevesinde yorumlamış ve destekleyen bir perspektifle
haber yapmıştır:
“Haklarını savunmak için aşırı soğuk altında üç gündür eylem yapan TEKEL
işçileri, üzerlerine tazyikli su ve gaz sıkılarak dağıtıldı, sürüklenerek gözaltına
alındı. Polisin sert müdahalesinden milletvekilleri de etkilendi (Cumhuriyet, 18
Aralık 2009).” Bir sonraki gün aynı gazetede baş sayfadan verilen haber şöyledir:
“Ankara’da 4 gündür eylem yapan TEKEL işçilerini ne gaz, ne basınçlı su, ne soğuk
hava ne de yağmur yıldırdı. İşçiler soğuk havaya karşın dün de direnişlerini
sürdürdü (Cumhuriyet, 19 Aralık 2009).” Bu ifadelerde işçilerin mağduriyeti ve hak
arayışı dile getirilmiş, işçilerin gücüne ve kararlılığına vurgu yapılmıştır. Bu
haberlerin bakış açısına göre işçiler, polisin sert müdahalesine maruz kalan ve
ekonomik haklarını arayan emekçi yurttaşlardır.
Tekel işçilerine destek olmak amacıyla yurt genelinde 4 Şubat 2010 tarihinde
gerçekleştirilen bir günlük iş bırakma eylemi de egemen medya tarafından olumsuz
bir bakış açısıyla haber yapılmıştır. Sabah Gazetesi eylemi şu ifadelerle vermiştir:
“Tekel işçilerine destek olmak için 5 konfederasyonun gerçekleştirdiği bir günlük iş
bırakma eylemlerine İstanbul ve Ankara’da sınırlı katılım oldu. İzmir’de ise hayat
büyük oranda durdu. Başbakan Erdoğan, eylemi ideolojik olarak nitelendirdi
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
109
(Sabah, 5 Şubat 2010).” Bu haberde, işçilerin bir günlük iş bırakma eylemi, Ankara
ve İstanbul’da sınırlı katılım vurgusuyla önemsiz hale getirilmiş ve iktidar sahibi
olarak Başbakan’ın gözünden yorumlanmıştır. Başbakan’ın eylemi ideolojik olarak
nitelendirmesine yapılan bu atıf, egemen güçlerin durum tanımlarını yansıtmakta ve
eyleme verilen kamuoyu desteğini kırarak eylemin meşru temellerini
zayıflatmaktadır.
Tekel işçi eyleminin ve işçi sınıfı kimliğinin Hürriyet, Sabah ve Cumhuriyet
gazetelerindeki temsilinde haberlerin veriliş yeri, basın organlarının yaklaşımını
göstermede önemli bir veri sunmaktadır. Sabah’ta sadece iki haber, Hürriyet’te ise
bir haber birinci sayfadan ve devamı iç sayfalardan verilirken, Cumhuriyet’teki
haberlerin tamamı hem birinci sayfadan hem de iç tam sayfalardan verilmiştir.
Haber metinlerinde durum tanımlayıcısı ve haber kaynağı olarak görüşlerine yer
verilen aktörlerin kimlerden seçildiği haberin ideolojik inşasında önemli bir
göstergedir. Hürriyet ve Sabah gazeteleri haber içeriklerini oluştururken egemen
sınıfı temsil eden iktidar ve sermaye seçkinlerinin görüşlerine ve sözlerine yer
vermiş, eylemi bu çerçeveden tanımlamıştır. Ancak, Hürriyet’te sendika
temsilcilerinin sözlerinin aktarıldığı iki haber yapılmıştır. Cumhuriyet Gazetesi ise,
eylemi ve işçi sınıfını, tamamen işçilerin ve sendika temsilcilerinin gözünden
görmüştür. Haber metinlerinde, iktidar seçkinlerinin sözleri ve görüşleri eleştirel bir
üslupla aktarılmış, haberin temel öznesi olarak işçiler ve onların mücadeleleri öne
çıkarılmıştır. Egemen (ana akım) medyayı temsil eden gazetelerde olaylara ve
aktörlere ilişkin bağlam bilgisi verilmemiş, olaylar bu bilgilerle ilişkilendirilmek
yerine sonuçlarıyla değerlendirilmiştir.
SONUÇ
Günümüzde ulus-devlet içinde anlamını bulan ekonomik-toplumsal haklar
temelindeki yurttaşlık kavrayışının heterojen toplumların siyasal, toplumsal, kültürel
ve ekonomik ihtiyaçlarına cevap veremediği görüşünü savunan ve kültürel
kimlikleri ön plana çıkaran anlayış, sınıfın artık kimlik inşasında ve toplumsal
dönüşüm sürecinde öneminin azaldığı tezine dayanmakta, böylece küresel
kapitalizmin yarattığı eşitsizliklere meşruiyet kazandırmaktadır. Sınıf hareketini geri
plana iten ve tikelliğe/farklılığa vurgu yapan kimliğe/kültüre dayalı politikalar,
toplumlar üzerindeki ayrıştırıcı etkiler yaratmakta, sınırlı ve parçalı bir demokrasi
anlayışına hizmet etmektedir. Haber üretiminde sınıf perspektiflerine yönelik
yanlılığı ve egemen medyanın sınıf kimliğini dışlama eğilimini ortaya koymayı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
110
A. Fulya Şen
amaçlayan bu çalışmada, haber inşa sürecinde ideolojinin etkisi gösterilmeye
çalışılmıştır. Haberdeki anlam üretiminin temel bağlamı, kapitalist sistem ve sınıflı
toplum yapısıdır. Dolayısıyla, medya içeriği, toplumdaki iktidar ilişkilerinden
bağımsız değildir. Bu çalışmada, egemen medyanın, işçi kesiminin ekonomik
haklarını ve hak arama biçimlerini demokrasi çerçevesinin dışında tuttuğu ve
toplumdaki iktidar odaklarının hegemonyacı söylemlerini yeniden ürettiği sonucuna
ulaşılmış; sınıfsal boyutu olan protesto eylemlerini değersizleştirme,
marjinalleştirme ve şiddet kavramıyla çerçeveleme eğiliminde olduğu görülmüştür.
Kapitalist sistemin yarattığı eşitsizlik sorununun, köklü bir çözüm getirmeyen kimlik
politikaları yerine, ortak haklar temelinde bütüncül bir politika izleyerek çözülmesi
toplumsal adaletin sağlanması açısından yeni bir başlangıç olacaktır. Sınıf dışı
ideolojiler ile buna dayanan çatışmaların, neoliberal politikalarla eş zamanlı olduğu
görülmektedir. Dolayısıyla, kimlik siyaseti, bölüşüm siyasetine izin vermemektedir.
Medya, sınıf kimliğini haber üretim sürecinin dışında bırakmakta ve yurttaşın
eleştiri yapabilme kapasitesini geliştirmesine olanak vermemektedir. Üretim
ilişkilerine ve sürecine ilişkin bilgiden yoksun bırakılan bir yurttaşlık kurgusunda
özgürlükten ve demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
KAYNAKÇA
Althusser, L. (1994). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Yusuf AlpMahmut Özışık, İletişim Yayınları, İstanbul.
Balibar, E. ve Wallerstein, I. (2000). Irk, Ulus, Sınıf, Metis Yayınları, İstanbul.
Baudrillard, J. (2004). Tüketim Toplumu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Bobbio, N. ve Texier, J. (1982). Gramsci ve Sivil Tolum, Çev. Arda İpek, Kenan
Somer, Sevinç Matbaası, Ankara.
Cangızbay, K. (2000). Komprador Rejimin Anatomisi, Özgür Üniversite Kitaplığı,
Ankara.
Castells, M. (2006). Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, İkinci Cilt:
Kimliğin Gücü, Çev. Ebru Kılıç, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Curran, J. (1997). “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme”, Medya, Kültür,
Siyaset, Der. Süleyman İrvan, Ark Yayınları, Ankara.
Çelik, S. K. (2001). “Yabancılaşmadan Ötekileşmeye:Kültürel Bir Hegemonyanın
Kuruluş Biçimleri”, Praksis (4), s.144-184.
Güz 2011, Sayı:33
Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili
111
Erbaş, H. ve Coşkun, M.K. (2007). “Sınıf Kimliğinden Kültürel Kimliğe:
Fark/Kimlik Politikalarının Yükselişi”, Fark/Kimlik-Sınıf, Der: Hayriye
Erbaş, EOS Yayınları, Ankara.
Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2002). Öteki Kuram, Erk Yayınları, Ankara.
Fraser, N. (2000). “Rethinking Recognition”, New Left Review 3, May-June 2000,
p.107-120.
Fraser, N. (1998). “From Redistribution to Recognition? Dilemmas of Justice in a
Post-Socialist Age”, Theorizing Multiculturalism: A Guide to the Current
Debate, Ed. Cynthia Willet, Blackwell Publishers Ltd, UK.
Glasgow University Media Group (1976). Bad News, Routledge&Kegan Paul Ltd.,
London.
Golding, P. ve Murdock, G. (1997). “Kültür, İletişim ve Ekonomi Politik”, Medya,
Kültür, Siyaset, Der. Süleyman İrvan, Ark Yayınları, Ankara.
Gray, J. (2004). Post-Liberalizm, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.
Grossberg, L. (2008). “Kültürel Çalışmalar Ekonomi Politiğe Karşı: Bu Tartışmadan
Başka Sıkılan Var mı?”, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar ,
Sevilay Çelenk (Derleyen), De Ki Yayınları, Ankara.
Güngör, N. (2011). İletişim: Kuramlar ve Yaklaşımlar, Siyasal Kitabevi, Ankara.
Hall, S. (1997). “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Medya, Kültür, Siyaset, Der.
Süleyman İrvan, Ark Yayınları, Ankara.
Hall, S. (1998). “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik”,
Kültür,
Küreselleşme ve Dünya Sistemi, Der: Anthony D. King, Çev: Ümit Hüsrev
Yolsal, Gülcan Seçkin, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.
Hall, S. (1999a). “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında
Tutulanın Geri Dönüşü”, Medya, İktidar İdeoloji, Der. Mehmet Küçük, Ark
Yayınları, Ankara.
Hall, S. (1999b). “Kültür, Medya ve İdeolojik Etki”, Medya, İktidar İdeoloji, Der.
Mehmet Küçük, Ark Yayınları, Ankara.
Hardt, H. (1999). “Eleştirelin Geri Dönüşü ve Radikal Muhalefetin Meydan
Okuyuşu: Eleştirel Teori, Kültürel Çalışmalar ve Amerikan Kitle İletişimi
Araştırması”, Medya, İktidar İdeoloji, Der. Mehmet Küçük, Ark Yayınları,
Ankara.
Harvey, D. (2001). “Sınıf İlişkileri, Sosyal Adalet ve Farklılık Politikası”, Çev.
Sinan Kadir Çelik ve Ayça Atikoğlu, Praksis (2), s.173-203.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
112
A. Fulya Şen
Kaya, A. (2006). “Yurttaşlık, Azınlıklar ve Çokkültürcülük”, (İçinde) T.H.
Marshall-Tom Bottomore, Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Kellner, D. (2008). “Ayrımın Üstesinden Gelmek: Kültürel Çalışmalar ve EkonomiPolitik”, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar , Sevilay Çelenk
(Derleyen), De Ki Yayınları, Ankara.
Laclau, E. ve Mouffe, C. (1990). Hegemony & Socialist Strategy, Verso, LondonNew York.
Marshall, T.H. ve Bottomore, T. (2006). Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar, Çev.
Ayhan Kaya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Miliband, R. (1989). “Sınıf Siyaseti”, Birikim, Sayı:5, s.28-31.
Oğuz, Ş. (2011). “Tekel Direnişinin Işığında Güvencesiz Çalışma/Yaşama:
Proletaryadan ‘Prekarya’ya mı?”, Mülkiye Dergisi, Cilt:XXXV, Sayı: 271,
s.7-24.
Özbudun, S. (2006). “Etnik Kimlik Tartışmaları ve Toplumsal Sermaye”, Avrupa
Birliği ve Çokkültürcülük Yalanı, Sibel Özbudun-Temel Demirer, Ütopya
Yayınevi, Ankara.
Özkazanç, A. (2009). “Toplumsal Vatandaşlık ve Neo-Liberalizm Sorunu”, Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, 64-1, s.247-274.
Pietsch, C. (2007). “Sınıf, Milliyetçilik ve Kimlik Politikaları”, Fark/Kimlik-Sınıf,
Der. Hayriye Erbaş, EOS Yayınları, Ankara.
Sholle, D. (1999). “Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden İktidar/Bilgiye”,
Medya, İktidar İdeoloji, Der. Mehmet Küçük, Ark Yayınları, Ankara.
Shoemaker, P. ve Reese, S.D. (1997). “İdeolojinin Medya İçeriği Üzerine Etkisi”,
Medya, Kültür, Siyaset, Der. Süleyman İrvan, Ark Yayınları, Ankara.
Stevenson, N. (2008). Medya Kültürleri, Sosyal Teori ve Kitle İletişimi, Ütopya
Yayınevi, Ankara.
Tutal, N. (2005). Küreselleşme, İletişim, Kültürlerarasılık, Kırmızı Yayınları,
İstanbul.
Üşür, S.S. (1997). İdeolojinin Serüveni, İmge Kitabevi, Ankara.
Yaylagül, L. (2010). Kitle İletişim Kuramları, Dipnot Yayınları, Ankara.
Zizek, S. (2001). “Çokkültürcülük ya da Çokuluslu Kapitalizmin Kültürel Mantığı”,
Çev. Tuncay Birkan, Defter, Yıl: 14, Sayı: 44, s.145-175.
Güz 2011, Sayı:33
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
YEREL TELEVİZYON İZLEME ALIŞKANLIKLARI VE
MOTİVASYONLAR: KONYA ÖRNEĞİ
Kadir CANÖZ*
ÖZET
Günümüzde televizyon izleme alışkanlıkları ve motivasyonları ile ilgili çalışmalar giderek önemini
artırmaktadır. Bu çalışmalar genelde ulusal televizyonlar üzerine yoğunlaşmakta yerel düzeydeki
araştırmalar sınırlı kalmaktadır. Ancak ülkemizdeki yerel televizyonların sayısı ve izleyicilerinde belirgin
bir artış görülmektedir. Bu artış ise, yerel televizyon izleme alışkanlık ve motivasyonları konusuna
eğilmeyi gerektirmektedir. Böylesi bir ihtiyaçtan ortaya çıkan bu çalışma da, kullanımlar ve doyumlar
yaklaşımı temel alınarak Konya’daki yerel televizyon izleme alışkanlık ve motivasyonları araştırılmıştır.
Konya merkez ilçeler ve mahallelerde yaşayan yerel televizyon izleyicisi 553 katılımcıdan, alan
araştırması ile elde edilen verilere göre; insanların televizyon izlemelerinde 3 motivasyon belirlenmiştir.
Bunlar önem sırasına göre; Boş Zamanları Değerlendirme-Rahatlama ve Eğlence, Rehberlik ve Sosyal
Etkileşim ile Bilgi Arama faktörleridir. Katılımcıların cinsiyeti, eğitimi, mesleği ve medeni durumu;
televizyon izleme motivasyonlarını ve televizyon izleme süresini belirleyen temel değişkenler
konumundadır.
Anahtar Kelimeler: Medya, kitle iletişim, yerel televizyon, izleyici, kullanımlar ve doyumlar.
THE HABITS OF WATCHING LOCAL TELEVISION CHANNELS AND MOTIVATIONS: THE
EXAMPLE OF THE CITY OF KONYA
ABSRTACT
Academic studies on the habits of watching TV and their motivations have been increasing their
importance day by day. These sort of studies are usually focusing on national TV channels and similar
studies on local Tv channels are rather limited. However, the number of local TV cahannels and their
audience have been observed to be increased recently in our country. So this meaningful increase
deserves to be paid a great deal of attention. In this study which emerged from that kind of need, the
habits of watching local TV channels and motivations behind them on the people living in the city of
Konya were strictly researched on the basis of the approach of “uses and satisfactions.”
In this work, people’s habits of watching local TV channels and their motivations were researched at full
length. According to the data which were obtained from 553 participants who live in the central
townships and surrounding districts of Konya through a field survey, those people’s three important
motivations in watching local TV channels were clearly determined. They are subsequently as follows:
Filling their free time with a useful activity, relaxing and entertainment; Guidence and social interaction
with Factors of looking for information. At the end of the survey it was obviously understood that the
basic factors which affect the motivation and duration of watching TV are the participants’ gender, level
of education, occupation and marital status.
Keywords: Media, mass communication, local television channel, audience, uses and satisfaction.
*
Yrd. Doç. Dr Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü.
İletişim 2003/18
K. Canöz
114
GİRİŞ
Sanayi devrimi üretimde bolluğa, şehirleşmeye, kitleselleşmeye ve bireylerin
topluluklar içerisinde yalnızlaşmasına sebep olurken, sosyal yaşantıda da önemli
değişimlere neden olmuştur. Özellikle küçük yerleşimlerde/köylerde yaşayan
kişilerin karar vermelerinde etkin olan komşular, akrabalar, arkadaş grupları gibi
birinci dereceden referans kaynaklarının yerini gazete, dergi, televizyon ve internet
gibi kitle iletişim araçlarının almasını sağlamıştır.
İnsanların hemen her türden kararında etkili olan kitle iletişim araçları
günümüz toplumunda; haber ve bilgi verme, eğitim, eğlendirme, toplumsallaştırma,
güdüleme, tartışma ortamı hazırlama, kültür geliştirme ve bütünleştirme (Kaya,
1985:15-16) işlevlerini yerine getirme görevlerini üstlenmiştir. Öyle ki artık, günlük
modadan yeme-içme alışkanlıklarına, boş zaman değerlendirmelerinden çalışma
şekillerine, eğlenceden siyasi oy verme davranışına kadar birçok alan onlar
tarafından düzenlenir olmuştur.
Kitle iletişim araçlarının toplumu şekillendirdiği, yönlendirdiği gerçekliği 19.
yüzyıldan itibaren sosyal bilimciler tarafından kabul edilen bir gerçeklik olmakla
beraber, toplumların/kişilerin bu araçları değişik amaçlarla kullandıkları fikri de
gelişmeye başlamıştır. Yani “toplumun ve onu oluşturan bireylerin kitle iletişim
araçlarını niçin kullandıkları?” sorusu bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Daha
spesifik olarak söylenecek olursa “insanlar kitle iletişim araçlarını hangi amaçla
kullanmaktadırlar?” sorusu kendisini hissettirmiştir.
Kitle iletişim araçlarının kullanımıyla ilgili oluşan soruya cevap, Elihu Katz
tarafından 1940’lı yıllarda keşfedilip 1970’li yıllarda ilk defa ismi konan,
“Kullanımlar ve Doyumlar” yaklaşımıyla verilmiştir. İnsanların medyayı kendi
yararlarına kullandığını ifade eden bu yaklaşım, Katz, Blumler ve Gurevitch
tarafından zaman geçtikçe de sürekli geliştirilmiştir. Bu araştırmacılar, medyayı
kullanım amacının, medya seçimi ve kullanımında etkin rol oynadığını
belirtmişlerdir (Rossi, 2002).
İzleyicilerin, kitle iletişim araçlarını etkin bir şekilde kullandığını savunan
Kullanımlar ve Doyumlar yaklaşımı; önceki geleneksel, insanları pasif kabul eden
ve medyanın izleyiciye ne yaptığı üzerinde duran iletişim araştırmalarının aksine
(Çakır ve Çakır, 2010:47), işlevselci gelenekten geliştirilmiş olan bir tipolojiyle,
insanların medyayı ne amaçla kullandıkları sorusunu, bu etkinliği, insanların faal
olarak katıldığı bir süreç olarak tanımlayarak cevaplamıştır (Mutlu, 1999:81). Bu
yaklaşım kullanıcıların, medya içeriğini bazı doyumlara ulaşma ya da bazı
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
115
ihtiyaçları gidermede kullanmaları üzerine yoğunlaşmaktadır. İzleyicilerin medyayı
takip etme/kullanma nedeninin ise, büyük oranda onların ihtiyaçları ve bilgileri
doğrultusunda gerçekleştiğini belirtmektedir (McQuail ve Windahl, 1993:110).
Katz’ın ortaya attığı ve daha sonra diğer araştırmacılarla geliştirdiği bu
yaklaşımın beş temel varsayımı vardır (Katz, Blumler ve Gurevitch, 1974:21-22):
1-İzleyici Aktiftir: İzleyicinin medya kullanımı büyük oranda kendi amacını
gerçekleştirmeye yönelik olmaktadır.
2-İzleyici İnisiyatif Sahibidir: Kitle iletişim sürecinde ilk adım genellikle
izleyiciden gelir. Kitle iletişim araçları bireyleri kullanmaz, bireyler kendi
gereksinimlerini karşılayacak doğrultuda kitle iletişim araçlarını ya da içeriklerini
seçerek kullanırlar.
3-Medya Tek Doyum Kaynağı Değildir: Medya dışında insan ihtiyaçlarını
tatmin edebilecek alternatif kaynaklar vardır ki, medya onlarla rekabet içerisine
girer. Kitle iletişimi kurmak gereksinimlere hizmet eder. Ancak insanların
gereksinimleri çok çeşitli olduğundan medya tüketimi her gereksinimi eşit biçimde
karşılamaz. O yüzden gereksinimlerin doyurulmasında medyanın rolü ile ilgili bir
bakış açısı, gereksinimleri doyurmada kullanılabilecek farklı, daha eski, geleneksel
diğer fonksiyonel alternatifleri de hesaba katmalıdır.
4-İnsanlar Motivlerinin ve Gereksinimlerinin Farkındadır: İnsanlar kendi
ilgilerinin ve motivlerinin farkındadır. Anlaşılır sözel formülasonlar içinde bu ilgi ve
motivleri ile karşılaştıkları zaman onları tanıyabilirler. Bu yüzden kitle iletişim
araçlarının kullanım amaçları ile ilgili veriler doğrudan izleyiciden elde edilir.
5-İzleyici Yönelimleri Araştırılırken, Medyanın Kültürel Önemi Hakkındaki
Değer Yargıları Göz Ardı Edilmelidir: İzleyici yönelimleri onların sahip oldukları
kavramlar üzerinden keşfedilirken, kitle iletişiminin kültürel önemi/anlamı hakkında
değer yargılarının askıya alınması gerekmektedir. Çünkü medyayı izleme kararı
veren izleyiciler bireysel davranmakta ve kendi ihtiyaçlarını tatmin noktasında
tercihte bulunmaktadır.
Öte yandan Katz’a göre medya aracılığıyla bireylerin giderdiği ihtiyaçlar beş
gruba ayrılmaktadır (aktaran Gülnar ve Balcı, 2011:29-30):
-Bilişsel İhtiyaçlar: Bilgi, kanaat ve anlayışı güçlendirme ile ilgili ihtiyaçlar
-Duyuşsal İhtiyaçlar: Estetik, zevk veren duygusal deneyimleri güçlendirme
ile ilgili ihtiyaçlar
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
K. Canöz
116
-Bilişsel-Duygusal İhtiyaçlar: Güvenilirliği, kendine güveni, istikrarı ve
mevcut durumu güçlendirmeyle ilgili ihtiyaçlar bu sınıftadır. Bu ihtiyaçlar bilişsel
ve duyuşsal unsurların bir araya gelmesiyle oluşur ve bütünleştirici olarak
nitelenebilir.
-Bütünleştirici İhtiyaçlar: Aileyle, arkadaşlarla ve dünya ile bağlantıyı
güçlendirme ile ilgili ihtiyaçlar bütünleştirici ihtiyaçlar olarak nitelenmektedir. Bu
ihtiyaçlar ayrıca bütünleştirici bir işlevin yerine getirilmesini sağlayabilir.
-Kaçış İhtiyacı: Gündelik hayatın sıkıntılarından kaçışla ya da gerilimden
kurtulma isteği ile ilgili ihtiyaçlardır. Bu kaçış doğrudan bireyin kendisinden
uzaklaşma şeklinde olabileceği gibi sosyal rollerinden uzaklaşma biçiminde de
olabilir.
Kitle iletişim araçlarından televizyonun yaygınlaşması ve toplumun her
kesimini etkileyebilen bir güce ulaşması iletişim araştırmacılarının ilgisinin
televizyona yönelmesine neden olmuştur. Son 30-40 yıllık zaman aralığında
kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı çerçevesinde yapılan çalışmalara bakıldığında da
araştırmaların çoğunun televizyon üzerine odaklandığı dikkati çekmektedir. İşte
kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı temel alınmak suretiyle Konya örneğinde
yürütülen bu araştırma; insanların yerel televizyon izleme alışkanlıkları ve
motivasyonlarını belirlemeyi amaçlamaktadır.
1. Toplumsal Yaşamda Yerel Medya
Günümüz toplumlarında “tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından aynı isimle
tek bir yerleşim biriminde basılan ya da yayınlanan ve yalnızca o yerleşim biriminde
dağıtılan ya da izlenen gazete, dergi, bülten, radyo ve televizyon yayınlarına” verilen
isim olan yerel medya (Altun, 2005:79-80); 5187 Sayılı Basın Kanunu’nun 2.
Maddesi’nde, “tek bir yerleşim biriminde yayımlanan süreli yayınlar ile haftada bir
veya daha uzun aralıklarla yayınlanan yaygın ve bölgesel yayınlar” (Basın Kanunu,
2004) şeklinde tanımlamaktadır.
Genellikle yerel konuların ele alındığı, yerel kültürün önemli yer kapladığı,
yerel bilgi gereksiniminin karşılandığı (Arslan ve Yılmaz, 2007:84) ve yayınlandığı
coğrafyadaki insanlara yönelik olan yerel medyanın, toplumsal yaşamda yerine
getirdiği bir takım işlevleri vardır. Bunlar:
-Yöneten ve yönetilen ilişkisinde kamu hizmetlerinin halka doğru ve eksiksiz
bir biçimde duyurulmasını sağlamak
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
117
-Halk adına yönetenlerin denetimini yapmak
-Kamuoyu oluşumunu sağlamak
-Yerel yönetim ile yurttaşlar arasında köprü olarak bir iletişim kanalı olmak,
-Kentlilik bilincinin, toplumsal sorumluluk bilincinin yerleşmesine yardımcı
olmak (Gezgin, 2007: 178-179).
-Yerel kültürlerin devamlılığını sağlamak (Arslan ve Yılmaz, 2007:84),
-Sosyo-ekonomik gelişime katkı sağlamak,
-Toplumsal demokrasinin gelişmesini sağlamak,
-Toplumsal konularda veya toplum için önem taşıyan durumlarda toplumsal
seferberliği başlatıp yönetmek (Kalender, 1999: 59),
-Ulusal çaptaki sermayenin basını ele geçirip yayında tekel oluşturmasını
engellemektir.
Kamu hizmetlerinin halka doğru ve eksiksiz duyurulması; yerel yönetimlerin
kendisini halka doğru aktarabilmesi ve uygulamada ortaya çıkabilecek olan
sorunların önlenmesi anlamına gelmektedir. Yerel basın bu işleviyle kamu hizmetini
yerine getirirken aynı zamanda toplumsal barışa ve demokrasiye de katkıda
bulunmaktadır. Belirli dönemler için iş başına gelen yerel yönetimler, günümüz
demokratik toplumlarında sadece karar alıp uygulayan merciler olarak kabul
edilmemekte aynı zamanda almış oldukları karar ve uygulamaları halka aktarması
gereken yerler olarak da kabul edilmektedir. Ortaya çıkan bu anlayıştan dolayı
halkın desteğini alamayan yönetimlerin kısa ömürlü, başarısız ve bir sonraki
seçimde yeniden işbaşına gelememesi kaçınılmaz son olarak görülmektedir. Halkın
gözü kulağı olduğu kadar yerel yönetimin de dili olan yerel basın (Girgin, 2001:161162), halkı bilgilendirme hususunda sorumluluk hisseden yerel yönetimlerin dışa
açılan penceresi olmaktadır.
Yönetimi kullananların yönetilenler üzerinde her türlü isteklerini
gerçekleştirmeleri ve onlardan asla etkilenmemeleri düşünülemez. İktidar gücünü
kullananların eylemleri yönetilenlerin tutum, davranış ve genel özellikleri tarafından
sınırlandırılmaktadır (Dursun, 2004:118). Bu sınırlamanın denetimi ise halk adına
görev üstlenen basın tarafından yapılmaktadır. Bu çerçevede yerel kamuoyunu
oluşturma gücünü elinde bulunduran yerel basın, karar alma ve uygulama gücüne
sahip yerel yönetimlerin keyfi kararlar alıp uygulamasını veya sorumluluğu altında
bulunan görevleri ihmal etmesini halk adına denetlemekte; yaptıkları ve yapacakları
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
118
K. Canöz
işlemlerin kanunlara, geleneklere, topluma, ekonomiye, insanlığa ve uluslar üstü
oluşumlara uygun hale gelmesini sağlamaktadır.
Toplumsal bir sorun karşısında insanların genelinde oluşan tutum veya
kanaatler olan kamuoyu, “ortak bağlarla birbirine bağlı bireylerden oluşan bir
kümenin üyelerince belirtilen kişisel kanıların tümü” (Mıhçıoğlu, 1986:41) olarak
tanımlanmaktadır. Belirli bir yerleşim biriminde yaşayan insanlar da yerel
kamuoyunu oluşturan unsurlar olmaktadır. Bunlar arasındaki bireysel çıkarlar birbiri
ile yakın ilişki içindedir. Bu nedenle de ortaya çıkaracakları tepki veya ortak ses de
o düzeyde güçlü olabilmektedir (Vural, 1996:1060). Yerel basın ise, kadrosunun
niteliğine de bağlı olmak kaydıyla bu güçlü ortak sesin uyandırılmasında ve genel
kanaate dönüştürülmesinde ateşleyici, toparlayıcı ve gündem devamlılığını sağlayıcı
işlevleri yerine getirmektedir (Vural, 1999:142-146). Bu sayede halkın
çoğunluğunun konu hakkındaki istekli, tepkili ve zorlayıcı fikri yerel yönetimlere
iletilerek dikkate alınma zorunluluğu yaratılmaktadır.
Yerel yönetim ile yurttaşlar arasında bir iletişim kanalı olan yerel basın, yerel
halkla ve yerel yönetimle aynı çevreyi paylaşıp aynı hayatı yaşadığı için her türlü
gelişmeye çok daha yakın olmakta ve yönetimle, yöre halkını daha iyi
algılayabilmektedir. Yerel halkın istek ve beklentilerini yönetime, yönetimin istek
ve beklentilerini de halka ulaştırmaktadır. Bu sayede hem yönetim hem de halk
kendi sorunlarını, gelişmelerini ve çözüm önerilerini görmekte; her şeyi daha
yakından izlemekte, sorunların temelindeki nedenleri bilmekte ve ortak çözüm
önerileri geliştirmektedirler.
Demokrasinin temel dayanak noktalarından olan “katılım” konusunda yerel
basın, bireyleri, toplumun sorunlarına katılmasını kolaylaştırabilecek mekanizmaları
geliştirebilmektedir. Bu amaçla yapmış olduğu yayınlarda “biz” duygusu sürekli
vurgulanarak beslenmekte, hemen her şeyin kişisellikten ziyade “bizim” için
olduğuna işaret edilmektedir. Farklı dünya görüşlerinden ve farklı yaşam
tarzlarından insanlar yerel medyanın ortaya koymuş olduğu bu idealler altında bir
araya getirilirken; bulunulan mekanda farklı görüşlerin birbirini anlaması ve
eleştirmesi için de gereken forum sağlanmış olmaktadır (Bekiroğlu, 2008:136).
Yerel politikacıları ve onların icraatlarını haber yaparak halkı, yerel siyasal
yaşama ait gündemdeki konulardan haberdar eden yerel basın (Turan, 2011:179), bu
işleviyle toplumsal demokrasinin gelişmesine önemli katkıda bulunmaktadır. Yerel
basının bilgilendirmesi doğrultusunda, demokrasinin en önemli unsurlarından bir
tanesi olan oy kullanma fonksiyonu, yerel halk tarafından yerine getirilmekte ve bu
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
119
noktada yerel basın, demokratik sürecin sağlıklı işlemesine katkıda bulunmaktadır.
Keane’de (1999:164), demokrasinin asıl üstünlüğünün, belirli kararlardan etkilenen
yurttaşlara, bu kararların niteliği ve istenmeyen sonuçları hakkındaki yargılarını
“yeniden gözden geçirebilme” olanağı vermesinde yattığını belirtmektedir.
Yerel basının demokrasi açısından bir başka işlevi yerel kültürlerin
devamlılığını sağlamak, yeni kültürleri ve kültürel gelişmeleri duyurmasıdır. Ulusal
kültürün haricinde, yaşanılan bölgeler itibariyle yerel kültürlerin varlığı bir
gerçekliktir. Ulusal basın da, bu yerel kültürlere ayrıntılı olarak yer verilmesi her
zaman mümkün olmamaktadır. Oysa yerel basın, yerel kültürün tanıtılmasında ve
gelecek kuşaklara aktarılmasında çok önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Bu
bağlamda yerel basın, demokratik toplumlarda kitle iletişim araçlarının üstlenmiş
olduğu devamlılık fonksiyonuna hizmet etmekte ve demokrasinin gelişmesine
katkıda bulunmaktadır (Kalender, 1999:58).
İletişimi grubun dünya görüşüne göre biçimlendiren güvenilir kaynağa kanaat
önderi denilir. Kanaat önderleri, konumları ile ilgili iletişim içeriğini seyreder, okur,
dinler ve iletirler (Erdoğan, 2011). Kırsalda yaşayan insanlar için muhtar, imam,
öğretmen, ağa; kentler de yaşayanlar için ise basın kuruluşları, iş adamları, ticaret
odaları, dernek ve birlikler kanaat önderleridirler. Bunlar toplumda her hangi bir
konunun yorumlanmasını, anlaşılmasını, toplumsal seferberlik başlatılmasını ve
amaç doğrultusunda harekete geçilmesini temin eden kişi veya araçlardır. Sanayi
Devrimi sonrasında ortaya çıkan büyük yerleşim birimlerinde, basın kuruluşları
önemli kanaat önderleri durumuna gelmiştir. Daha çok; eğitim, sağlık, ekonomi,
kalkınma, yönetim, siyaset, din, güvenlik gibi konularda toplumsal seferberlikler
başlatmışlardır ki; yerel medya, yerel düzeyde sahip olduğu özellikleri nedeniyle
toplumsal seferberliğin başlatılıp yürütülmesinde ve sonuca ulaşmasında en önemli
etkileyici unsurların başında gelmiştir.
Tüm dünyada, sermayenin belirli ellerde birikmesiyle ortaya çıkan
tekelleşme olgusu basın sektöründe de karşımıza çıkmaktadır. Kısaca mevcut
sistemin işleyişinin ve gücün tek elde toplanması olarak nitelendirebileceğimiz
tekelleşme olgusu, demokrasinin temel taşlarından olan çok seslilik unsurunu
tehlikeye atmaktadır. Bir başka ifadeyle insanların, basın organlarına eşit şartlar
altında erişimi, kendilerini diğerleriyle eşit oranda yansıtmaları ve dolayısıyla ifade
özgürlükleri tehlikeye girmektedir (Bekiroğlu, 2008:136-137). Oysa demokratik bir
toplumun çoğulcu ve çok sesli bir toplum olması gerektiği hususunda görüş birliği
bulunmaktadır. Bütün sınırlılıklara ve kısıtlı olanaklara rağmen günümüzde bu
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
K. Canöz
120
çoğulculuğu sağlayan en önemli vasıta ise, kendi imkanlarıyla yayın yapan yerel
basındır (Alemdar,1992: 88).
Kısaca; ülkenin demokratikleşmesinde, yerel ekonomik kalkınmasında,
eğitimde, sosyal ve kültürel gelişimin sağlanmasında ve toplumsal yapının
iyileştirilmesinde yerel basına önemli görevler düşmektedir. Ayrıca, küreselleşen
dünyada bireyin duyabileceği yalnızlık, yakın çevresinden soyutlanma ve
yabancılaşma duyguları ile bunun sonucu olan yerel kültüre ve çevreye ilişkin
bilgilere duyulan ihtiyacın karşılanmasında, yerel yönetimle yerel halk arasında
iletişimin sağlanmasında kilit rol oynamaktadır.
2. Televizyon Kullanimi ve Doyumu Üzerine Yapilan Araştirmalar
Dünyada ve ülkemizde televizyon izleyicileri üzerine yapılmış çok sayıda
çalışma bulunmaktadır. İnsanların televizyonu farklı nedenlerle izlediklerini ortaya
koyan bu çalışmaların belli başlıları Rosengren, Wenner ve Palmgreen’in 1985
yılında “Medya Doyum Araştırmaları” ile Rubin’in 1985’te yaptığı “Üniversite
Öğrencilerinin Gündüz Televizyon Kullanım Alışkanlıkları” dır. Bunlar izleyicilerin
televizyonu daha çok enformasyon arayışı, eğlence, oyalanma, sosyal fayda, kişisel
kimlik ve kişisel ilişkiler nedeniyle izlediklerini bulmuşlardır. McQuail, Blumler ve
Brown ise (1972), izleyicilerin televizyonu oyalanma (kaçış, eğlence, duygusal
rahatlama), kişisel ilişkiler (arkadaşlık, sosyal fayda), kişisel kimlik (değerlerin
pekiştirilmesi ya da içini rahatlatma, kendi kendini anlama, gerçeği keşfetme) ve
enformasyon edinme için izlediklerini ortaya koymuşlardır. Clark (2011:3) ise, yerel
televizyonu insanların; diğerleriyle iletişimde uygun fikir oluşturmak (sosyal
etkileşim), bilgi ve tavsiye sağlamak, kültürel hareketlilik yaşamak (bilgilenme),
günlük yaşamda rol-model oluşturmak (gözetim-rehberlik) ve olaylardan haberdar
olmak için izlediklerini belirtmektedir. Bu motivasyonlar içerisinden en fazla da
rehberlik motivasyonunun önemsendiğini ifade etmektedir.
Ülkemizde televizyon kullanımı ve doyumlar üzerine yapılan ilk
araştırmalardan birisi Koçak’ın 2001 yılında yapmış olduğu “Televizyon İzleyici
Davranışları Televizyon İzleyicilerinin Tercihleri ve Doyumları” isimli çalışmadır.
Bu çalışma da Türk izleyicilerinin en başta eğlence/rahatlama/alışkanlık; daha sonra
da sırasıyla moral destek, bilgilenme, arkadaşlık, ekonomik enformasyon ve kaçış
için televizyonu kullandıkları ortaya konulmuştur (Koçak, 2001: 132-133).
Vedat ve Vesile Çakır’ın (2010:162) yapmış olduğu araştırmada ise;
insanların gözetim/kişilerarası fayda, eğlence, arkadaşlık/kaçış, boş zamanları
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
121
değerlendirme/alışkanlık, sosyal etkileşim, rahatlama ve bilgilenme amacıyla
televizyon izledikleri ortaya çıkmıştır.
Balcı ve arkadaşlarının yapmış oldukları “Televizyon ve Seçmen İlişkisini
Yeniden Düşünmek: 2009 Yerel Seçimlerinde İzleyici Motivasyonları”
araştırmasında ise insanları televizyon izlemeye yönelten beş temel doyum
kategorisi ortaya konulmuştur. Söz konusu motivasyonlar önem sırasına göre
eğlence/rahatlama, rehberlik, boş zamanları değerlendirme ve kaçış, bilgi arama,
alışkanlık/sosyal etkileşim (Balcı, Akar ve Ayhan, 2011:56) şeklinde belirmiştir.
Ancak bu araştırmalar ulusal televizyonlar üzerine yapılmış olan
araştırmalardır. Bu zamana kadar ülkemizde yerel televizyonların kullanım ve
doyumları üzerine yapılmış her hangi bir araştırma bulunmamaktadır. Bu çalışmada,
yukarıdaki literatür taraması ışığında ortaya çıkan sonuçlara göre yerel televizyon
izleme alışkanlıkları hakkında aşağıda sıralanan sorulara cevaplar aranmaya
çalışılacaktır.
Araştırma Sorusu 1. Katılımcıların yerel televizyon izleme alışkanlıkları
nasıldır?
Araştırma Sorusu 2. Katılımcılar yerel televizyonlarda hangi tür programları
daha çok izlemektedirler?
Araştırma Sorusu 3. Katılımcılar yerel televizyonları ne derece güvenilir
bulmaktadırlar?
Araştırma Sorusu 4. Katılımcılar yerel televizyonları hangi motivasyonlarla
izlemektedirler?
Araştırma Sorusu 5. Katılımcıların yerel televizyon izleme motivasyonlarına
verilen önem, demografik değişkenlere göre farklılık gösteriyor mu?
Araştırma Sorusu 6: Katılımcıların yerel televizyon izleme motivasyonları
arasında ne tür bir ilişki vardır?
3. Yöntem
3.1. Araştirmanin Uygulanmasi ve Örneklem
İzleyicilerin yerel televizyon izleme alışkanlıkları ile motivasyonlarını ortaya
koymak amacıyla Konya’nın üç merkez ilçesi Selçuklu, Karatay ve Meram’da bir
saha araştırması gerçekleştirilmiştir. Araştırma kitle iletişim araçlarının insanlar
tarafından ne amaçla kullanıldığını açıklayan, psikolojik içerikli, kullanımlar ve
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
K. Canöz
122
doyumlar modeli temel alınarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmada örneklemin
belirlenmesinde amaçlı örneklem esas alınmıştır. Bu nedenle öncelikle insanlara
yerel televizyon izleyip izlemedikleri sorulmuş, evet cevabı verenlere anket
uygulamasına devam edilmiştir. Saha araştırmasına esas olan veriler yerel televizyon
izleyicilerinden 600 kişi ile yüz yüze anket tekniği ile elde edilmiştir. Bu anketlerin
ön incelemelerinin sonucunda 553 anket analize tabi tutulmuştur.
3.2. Veri Toplama Araçlari
Katılımcıların televizyon izleme davranışları ve motivasyonlarını belirlemek
amacıyla 3 bölümden oluşan anket formu hazırlanmıştır. Anketin ilk bölümünde
insanların ulusal ve yerel televizyon izleme sıklıklarını belirlemek amacıyla 5’li
likert tipinde (1=Hiç İzlemem, 2=Haftada 1-2 Gün İzlerim, 3=Haftada 3-4 Gün
İzlerim, 4=Haftada 5-6 Gün İzlerim, 5=Her Gün Düzenli İzlerim), Günlük ortalama
televizyon izleme sürelerini belirlemek amacıyla açık uçlu (Günlük ortalama kaç
saat televizyon izlersiniz?) ve günün hangi saatleri arasında en fazla televizyon
izlediklerini belirlemek amacıyla da kategorik (1=07.00-12.00 saatleri arası,
2=12.01-17.00 saatleri arası, 3=17.01-21.00 saatleri arası, 4=21.01-24.00 saatleri
arası, 5=24.01-06.59 saatleri arası) sorular yer almaktadır.
Anketin ikinci bölümünde yerel televizyon izleme motivasyonlarını
belirlemeye çalışan, kullanımlar ve doyumlar ifadelerinden oluşan 5’li likert tipinde
35 maddelik bir ölçek bulunmaktadır. Ölçek, daha önceki araştırmalarda (McQuail
ve arkadaşları 1972, Rubin 1985, Koçak 2001, Çakır ve Çakır 2010, Gülnar ve Balcı
2011, Balcı ve arkadaşları 2011,) kullanılan televizyon izleme motivasyonları temel
alınarak ve yerel televizyonlar ekseninde yer yer değişiklikler yapılarak uygulamaya
hazır hale getirilmiştir. Rubin tarafından geliştirilen ölçek, kullanımlar ve doyumlar
literatüründe yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada ölçeğin güvenilirliği
(Cronbach’s α) 0.94 olarak hesaplanmıştır. Bu ölçekte Hiç Katılmıyorum (1),
Katılmıyorum (2), Kararsızım (3), Katılıyorum (4) ve Tamamen Katılıyorum (5)
aralıklarında cevaplar alınmıştır.
Anketin üçüncü bölümü ise; katılımcıların eğitim düzeyi, mesleği, aylık
ortalama geliri, medeni durumu, cinsiyeti ve yaşı gibi sosyo-demografik özelliklerini
ortaya koyacak sorulardan oluşturulmuştur.
Oluşturulan anket formu sahada uygulanmadan önce iki ayrı uzmana yüzey
geçerliliği için inceletilmiş ve onların önerileri doğrultusunda gerekli düzenlemelere
tabi tutulmuştur. Ayrıca anket formunun anlaşılırlığının gözlemlenmesi ve sahada
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
123
karşılaşabileceği diğer sorunları önceden görebilme açısından 50 kişi üzerinde preteste (ön-teste) tabi tutulmuş ve son kontroller yapıldıktan sonra da uygulamaya
hazır hale getirilmiştir.
3.3. Verilerin Analizi ve Kullanilan Testler
Alan araştırması 24 Kasım-7 Aralık 2011 tarihleri arasında Konya’nın
merkez ilçelerinde (Meram, Karatay, Selçuklu) katılımcılarla yüz yüze görüşme
yoluyla gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler, SPSS 15.0 istatistik programı
kullanılarak elektronik ortamda işlenmiştir.
Verilerin analizinde sırasıyla; ankete katılanların demografik özellikleriyle
yerel televizyon kullanımına ilişkin bazı davranışlarını ortaya koymak amacıyla
aritmetik ortalama ve frekans dağılımları gibi betimleyici istatistik teknikleri esas
alınmıştır. Araştırmanın temel amaçlarından olan yerel televizyon izleme
motivasyonlarının alt boyutlarının belirlenmesinde, keşfedici faktör analizi
kullanılmıştır. Faktör analizi sonucu elde edilen gruplar değişken olarak kaydedilip,
demografik özelliklerle olan ilişkisi, Cinsiyet gibi iki şıklılarda Bağımsız Örneklem
T-testi (Independent Samples T-Test) ve çok şıklılarda Tek Yönlü Varyans Analizi
(ANOVA) aracılığıyla test edilmiş, anlamlılık düzeyi p=0.05’e eşit ve daha küçük
olanlar değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Çoklu karşılaştırmalarda Tukey testi esas
alınmıştır.
4. Bulgular ve Yorum
4.1. Katılımcıların Bazı Özellikleri
Katılımcıların demografik özelliklerini ifade eden bazı bulgular şu şekildedir:
- Ankete katılanların (N=553) cinsiyet bakımından yüzde 53.3’ü erkek, yüzde
47.7’si kadındır. Elde edilen bu oranlar cinsiyet bakımından karşılaştırmanın
yapılabileceği bir düzeydedir.
- Medeni duruma göre katılımcıların yüzde 60.2’si evli, yüzde 33.6’sı bekâr
ve yüzde 6.2’si duldur.
- Yaş dağılımının betimleyici istatistikleri incelendiğinde en düşük 16, en
yüksek 69 yaşında katılımcılarla görüşüldüğü ortaya çıkmaktadır. Anket sorularını
cevaplayanların yaş ortalaması 36.11, dağılımın standart sapması ise 11.12 olarak
hesaplanmıştır. Katılımcıların yaşı kategorilendirildiğinde ise; katılımcıların yüzde
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
124
K. Canöz
19.5’i 16-25, yüzde 30.8’i 26-35, yüzde 31.3’ü 36-45, yüzde 13.2’si 46-55, yüzde
3.8’i 56-65 ve yüzde 1.4’ü de 66 ve üzeri yaş grubunda yer almaktadır.
- Eğitim durumu açısından katılımcıların yüzde 2.9’u eğitimsiz olduklarını
ifade ederken; yüzde 13.2’si ilkokul, yüzde 16.6’sı ortaokul, yüzde 38.5’i lise, yüzde
26.2’si üniversite ve yüzde 2.5’i de lisansüstü eğitimli olduklarını belirtmişlerdir.
Ortaya çıkan oranlara bakıldığında katılımcılar arasında lise ve üniversite eğitimi
almış kişilerin ağırlığı oluşturduğu görülmektedir.
- Mesleğe göre katılımcıların yüzde 18.8’i işçi, yüzde 16.6’sı memur, yüzde
12.1’i esnaf, yüzde 15.6’sı serbest meslek, yüzde 6.7’si emekli, yüzde 1.8’i sanayicitüccar, yüzde 18.8’i ev hanımı ve yüzde 9.6’sı öğrencidir. Mesleğe göre oranlara
bakıldığında toplumun farklı meslek grubundan insan araştırma içerisinde yer
almaktadır.
- Araştırma sorularındaki cevaplarda katılımcıların ailelerinin aylık toplam
gelirlerine ilişkin betimleyici istatistik sonuçlarına bakıldığında, en düşük 300 TL,
en yüksek 20.000 TL gelire sahip oldukları göze çarpmaktadır. Bu sonuçlara göre
aylık gelirle ilgili soruya cevap veren 553 katılımcının ortalama aylık geliri 1852
TL’dir. Aylık gelir kategorilendirildiğinde ise; katılımcıların yüzde 0.7’si 500
TL’den az, yüzde 32.9’u 501-1000 TL, yüzde 21.7’si 1001-1500 TL, yüzde 23.9’u
1501-2000 TL, yüzde 6.5’i 2001-2500 TL, yüzde 6.3’ü 2501-3000 TL, yüzde1.7’si
3001-3500 TL, yüzde 1.1’i 3501-4000 TL, yüzde 0.3’ü 4001-4500 TL, yüzde 2.4’ü
4501-5000 TL ve yüzde 2.5’i 5001 TL ve üzerinde gelire sahiptir.
- Katılımcıların yerel televizyonların güvenilirliği hakkındaki düşüncelerini
belirlemek üzere 1 ile 10 arasında puan vermelerine yönelik bir skala (1= çok
güvensiz, 10= çok güvenli) oluşturulmuştur. Bu çerçevede 553 kişinin verdiği
cevaplar doğrultusunda yapılan betimleyici istatistik analizi sonuçları, katılımcıların
yerel televizyonları orta düzeyde (Mean = 5.97) güvenli bulduklarını ortaya
koymaktadır.
- Televizyon izleme süresinin betimleyici istatistik sonuçları incelendiğinde
ise; katılımcıların en düşük 15 dakika, en fazla da 750 dakika televizyon izlediği
görülmektedir. Buna göre televizyon izleme süresiyle ilgili soruyu yanıtlayan 553
kişinin ortalama televizyon izleme süresi 231 (3 saat 51 dakika) dakikadır.
Televizyon izleme süresinin standart sapması 130 dakika olarak bulunmuştur.
Günlük ortalama izlenen televizyon süreleri kategorileştirildiğinde ise; 120 dakika
ve daha az süre televizyon izleyenler yüzde 26.6 oranındadır. 121-180 dakika arası
televizyon izleyenler yüzde 21.0, 181-240 dakika arası televizyon izleyenler yüzde
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
125
20.0, 241-300 dakika arası izleyenler yüzde 14.9 ve 301-360 dakika arası izleyenler
yüzde 7.7, 361 dakika ve üzeri izleyenler yüzde 9.8 oranındadır.
- Katılımcıların en çok televizyon izledikleri saatleri ortaya koymak amacıyla
yöneltilen soruya verilen cevaplarda; katılımcıların yüzde 46.3’ü 21.01-24.00
saatleri arasında, yüzde 31.8’i 17.01-21.00 saatleri arasında, yüzde 12.1’i 12.0117.00 saatleri arasında, yüzde 5.2’si 24.01-06.59 saatleri arasında ve yüzde 4.5’i ise
07.00-12.00 saatleri arasında izlediklerini belirtmişlerdir. Katılımcıların yüzde
64.9’unun çalışan kesimden oluştuğu göz önüne alındığında en çok izlenme
oranlarının çalışma saatleri dışında oluşması doğal bir sonuç olarak ortaya
çıkmaktadır.
4.2. Televizyon İzleme Davranışları
Ulusal ve yerel televizyonların izlenme sıklığı incelendiğinde aritmetik
ortalama değerleri açısından en çok ulusal kanalların ikinci sırada da yerel kanalların
izlendiği görülmektedir.
Hiç
Haftada 12 gün
Haftada 34 gün
Haftada 56 gün
Her Gün
Düzenli
Mean
SD
Tablo 1. Katılımcıların Haftalık Televizyon İzleme Sıklığı 11
Ulusal Televizyon İzleme
0.7
14.1
18.4
18.6
48.1
3.99
1.13
Yerel Televizyon İzleme
0.0
40.3
27.5
14.7
17.5
3.09
1.11
Tablo 1’de yer alan verilere bakıldığında ulusal televizyonların, katılımcıların
yüzde 0.7 gibi çok küçük bir kısmı tarafından hiç izlenmediği, yüzde 14.1’i
tarafından haftada bir iki gün, yüzde 18.8’i tarafından haftada üç dört gün, yüzde
18.6’sı tarafından haftada beş altı gün ve yüzde 48.1’i tarafından her gün düzenli
olarak izlendiği görülmektedir. Bu sonuçlar araştırmaya katılanların yarıya yakının
(yüzde 48.1) düzenli olarak her gün televizyon izlediklerini, geriye kalan önemli
kısmın da çeşitli sıklıklarda (1-6 gün arasında) olmak kaydıyla ulusal kanalları
izlediğini göstermektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
K. Canöz
126
Tablo 1’de yerel televizyon kanallarının katılımcılar tarafından izlenme
sıklığına bakıldığında ise; (yüzde 40.3) haftada bir iki gün, (yüzde 27.5) haftada üç
dört gün, (yüzde 14.7) haftada beş altı gün ve (yüzde 17.5) her gün düzenli olarak
izlediği görülmektedir. Bu sonuçlara göre haftada 1-2 gün yerel televizyon
izleyenler izleyiciler içindeki çoğunluğu oluşturmaktadır.
Konya’da yayın yapan yerel televizyon kanallarının hangi sıklıkta
izlendiklerine aritmetik ortalama değerleri açısından bakıldığında (Tablo 2), ilk
sırada Kon TV’nin (Mean=3.50), arkasından sırasıyla Konya TV (Mean=2.71), Ün
TV (Mean=2.37), Sun TV (Mean=2.25), ve K TV’nin (Mean=2.06) geldiği
görülmektedir.
Hiç
İzlemem
İzlemem
Bazen
İzlerim
İzlerim
Çok Sık
İzlerim
Mean
SD
Tablo 2. Katılımcıların Yerel Televizyon Kanallarını İzleme Sıklığı
Kon TV
7.4
6.5
38.0
24.2
23.9
3.50
1.22
Konya TV
28.2
14.3
28.0
16.8
12.7
2.71
1.36
Ün TV
34.5
16.5
32.2
10.7
6.1
2.37
1.22
Sun TV
36.0
22.1
27.3
9.9
4.7
2.25
1.17
K TV
42.5
22.2
24.1
8.7
2.5
2.06
1.11
Yerel televizyonlarda yayınlanan program türlerinin izlenme sıklığı
incelendiğinde (Bkz. Tablo 3.) aritmetik ortalama değerleri açısından en çok izlenen
programlar arasında; ana haber bültenleri, haber programları, diziler, yerli filmler ve
müzik/eğlence programları ilk beş sırada yer almaktadır. Belgesel, kadın
programları ve çizgi filmler ise, katılımcıların en az ilgi gösterdikleri programlar
olarak dikkat çekmektedir.
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
127
Hiç
Haftada 1-2
gün
Haftada 3-4
gün
Haftada 5-6
gün
Her Gün
Düzenli
Mean
SD
Tablo 3. Yerel Televizyonlarda Program Türlerinin Haftalık İzlenme Sıklığı
Ana Haber Bülteni
6.9
16.5
18.7
15.6
42.3
3.69
1.34
Haber Programları
15.2
21.3
15.6
14.8
33.1
3.29
1.48
Diziler
29.3
24.1
15.7
11.8
19.2
2.67
1.48
Yerli Filmler
27.7
25.5
18.3
18.1
10.5
2.58
1.33
Müzik/Eğlence
Programları
Dini Programlar
28.2
25.7
21.9
12.7
11.6
2.53
1.32
30.4
30.4
17.5
10.1
11.6
2.42
1.32
Spor Programları
38.2
21.7
14.3
12.3
13.6
2.41
1.43
Sağlık Programları
30.2
29.5
20.4
10.7
9.2
2.39
1.26
Yabancı Filmler
36.5
23.3
15.9
12.8
11.4
2.39
1.38
Ekonomi Programları
35.3
24.2
18.3
12.3
9.9
2.37
1.33
Kültür-Sanat
Programları
Sohbet/Talk Show
30.7
32.2
19.3
10.8
6.9
2.30
1.20
35.3
27.7
16.8
11.4
8.9
2.30
1.29
Programları
Eğitim Programları
34.4
27.8
20.6
11.9
5.2
2.25
1.19
Belgesel
36.9
34.5
14.6
8.3
5.6
2.11
1.15
Kadın Programları
53.5
14.6
11.4
9.2
11.2
2.09
1.42
Çizgi Film
70.2
16.6
6.1
3.4
3.6
1.53
1.00
4.3. Yerel Televizyon İzleme Motivasyonları
Televizyon izleme araştırmasına katılanların yerel televizyon izleme
motivasyonlarını tespit etmek amacıyla hazırlanan likert tipi 35 maddeye verilen
cevaplar doğrultusunda faktör analizi uygulanmış; üç faktör grubunun ortaya çıktığı
görülmüştür. Ölçekte yer alan ifadelerin faktör yüklemesi, aritmetik ortalama ve
standart sapma değerleri Tablo 4’de ele alınmaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
K. Canöz
128
Tablo 4: Yerel Televizyon İzleme Motivasyonlarına Yönelik Faktör
Analizi (Principal Component Analysis, Varimax Rotation, N= 553)
Boş Zamanları DeğerlendirmeRahatlama ve
Eğlencegeçmesine
Sıkıldığımda
zamanın
yardım
ediyor
Boş zamanlarımı değerlendirmeme
yardımcı oluyor
Neşelendiriyor
Konuşacak kimse olmadığından
arkadaşstresinden
oluyor kurtarıyor
Günün
Eğlence ihtiyacımı gideriyor
Yapacak daha iyi bir şeyim yok
Beni rahatlatıyor
Sıkıcı işlerden kurtuluyorum
Televizyon izlemekten
hoşlanıyorum
Alışkanlık
oldu
Çok canlı ve renkli
Dinlendiriyor
Yalnız kalmıyorum
Çevremdeki sorunlardan
uzaklaştırıyor
Rehberlik
ve Sosyal Etkileşim
Başkaları hakkında nasıl
düşüneceğime
yardımcı oluyor
İnsanları
etkileyebiliyorum
Hayata bakış açımı değiştiriyor
Tanıdıklarımla yeni sohbet
konuları bulmamı
sağlıyor
Alacağım
ürünün seçimini
yapmama
yardımcı
oluyor
Sohbet konularına yabancı
kalmıyorum kurtuluyorum
Uyuşukluktan
Bilgi Arama
Yerel yönetimin icraatlarını takip
edebiliyorum
Yerel
kültürümü öğrenip
yaşıyorum ilde neler olup bittiğini
Yaşadığım
öğrenebiliyorum
Yerel
ekonomik yatırımlarıma
yardımcı
oluyor konularda bilgi
Beni
ilgilendiren
sahibi Sampling
oluyorum Adequacy
KMO
Barlett’s Test of Sphericity
Güz 2011, Sayı:33
Eig.
941
Var.
22.3
α
.906
1.96
14.7
.812
1.37
.767
.732
.720
.530
.303
.937
X²=6107.518
Df=351
10.1
.732
M
SD
Load
3.03
3.16
2.79
2.71
2.84
2.87
2.55
2.88
2.64
3.42
2.92
2.65
2.83
2.48
2.78
1.374
1.333
1.304
1.373
1.304
1.258
1.354
1.283
1.313
1.382
1.373
1.287
1.297
1.450
1.324
.749
.680
.668
.657
.645
.608
.603
.591
.578
.576
.562
.526
.521
.457
.431
2.54
2.38
2.44
2.87
2.60
2.78
2.31
3.41
3.29
3.89
2.80
3.38
1.250
1.192
1.192
1.319
1.299
1.334
1.196
.684
.618
.613
.602
.593
.579
.529
1.356
1.316
1.229
1.438
1.266
p< .000
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
129
Faktör analizinde faktör gruplarının sınıflandırılma ve değerlendirilmesinde
Varimax rotasyonlu tablo dikkate alınmıştır. Özdeğeri 1’den büyük ve minimum
yükleme büyüklüğü 0.40 ölçütü kullanılan analize dahil edilen maddelerin genel
olarak güvenilirlik katsayısı (Cronbach’s α) 0.924 olarak hesaplanmıştır ki; faktör
analizinde güvenilirlik katsayısı (Cronbach’s α) 0.700’ün üzerinde olanlar güvenilir
ve analiz yapılabilir bulunmaktadır (Özdamar, 1999: 522). Faktör analizinde KaiserMeyer-Olkin (KMO) örnekleme değeri 0.937; Barlett’s testi sonucu 6107.518 değeri
ve p< .000 düzeyinde gerçekleşmiştir. Elde edilen sonuçlar; bulguların yüksek
derecede gerçekleştiğini ve kabul edilebilir sınırlar içinde olduğunu ortaya
koymaktadır. Analiz sonucunda ortaya çıkan üç faktör yerel televizyon izleme
motivasyonlarındaki toplam varyansın %47.2’sini açıklamaktadır.
Araştırmaya katılanları yerel televizyon izlemeye yönelten ilk ve en önemli
faktör, Boş Zamanları Değerlendirme-Rahatlama ve Eğlence motivasyonudur. Bu
faktörün öz değeri 9.41; güvenilirlik derecesi ise .906 gibi oldukça yüksek bir
değerdir. Faktörün tanımladığı fark yüzdesi tek başına toplam varyansın
(%47.252’nin) %22.3’ünü oluşturmaktadır. Bu faktörü oluşturan maddelere
bakıldığında; katılımcıların sıkıldıklarında zaman geçirme, boş zamanları
değerlendirme, neşelenme, arkadaş olma, stresten kurtulma, eğlenme, yapacak iş
bulamama, rahatlama, sıkıcılıktan kurtulma, tv izlemekten hoşlanma, alışkanlık,
canlı ve renkli bulmak, dinlenmek, yalnız kalmamak ve çevredeki sorunlardan
uzaklaşmak amacıyla yerel televizyonlara yöneldikleri ortaya çıkmaktadır.
Demografik değişkenler açısından Boş Zamanları Değerlendirme –
Rahatlama ve Eğlence faktörü incelendiğinde, cinsiyetin anlamlı bir farklılaşma
meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır (t= -2.428; sd.= 551; p< .05). Bir başka
deyişle Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence faktörüne verilen
önem erkekler (M=2.78) ve kadınlar (M=2.96) arasında farklılık göstermektedir.
Kadın izleyicilerin erkek izleyicilere göre Boş Zamanları Değerlendirme –
Rahatlama ve Eğlence motivasyonu nedeniyle yerel televizyonları daha çok
kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Katılımcıların eğitim düzeyi ile Boş Zamanları
Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence faktörü arasında ise anlamlı farklılaşma
bulunmaktadır (F=4.776; sd.=5; p< .05). Betimleyici istatistikler ve çoklu
karşılaştırma tablosu incelendiğinde, farklılaşmanın lisans üstü eğitimliler ile
eğitimsiz, ilkokul, ortaokul ve lise eğitimliler arasında yaşandığı görülmektedir.
Buna göre eğitimsiz, ilkokul, ortaokul ve lise eğitimliler lisans üstü eğitimlilere göre
yerel televizyona Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence
motivasyonu nedeniyle daha çok yönelmektedirler. Katılımcıların meslekleri ile Boş
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
130
K. Canöz
Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence faktörü arasında anlamlı
farklılaşma bulunmaktadır (F=6.004; sd.=7; p< .05). İlgili veriler incelendiğinde,
farklılaşmanın ev hanımları ile işçi, memur, serbest meslek ve öğrenci arasında
yaşandığı görülmektedir. Buna göre ev hanımları işçi, memur, serbest meslek ve
öğrencilere göre Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence
motivasyonu nedeniyle yerel televizyona daha çok yönelmektedirler. Katılımcıların
medeni durumları ile Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence faktörü
arasında anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F=9.357; sd.=2; p< .05). Betimleyici
istatistikler ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde, farklılaşmanın bekarlar ile
evli ve dullar arasında yaşandığı görülmektedir. Buna göre bekarlar, evli ve
dullardan daha az olarak Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence
motivasyonu nedeniyle yerel televizyonlara yönelmektedirler.
Yerel televizyon izleme motivasyonlarına ait ikinci önemli faktör “Rehberlik
ve Sosyal Etkileşim” motivasyonudur. Rehberlik ve Sosyal Etkileşim motivasyonu
tek başına toplam varyansın (%47.2’nin) % 14.7’sini açıklamaktadır. Bu faktörün öz
değeri 1.96; güvenilirlik derecesi ise .812 gibi bir değerdir ki; bu tatmin edici
düzeydedir. Katılımcılar gündelik yaşantılarında kendilerine rehberlik edecek,
sosyalleştirecek ve rol model oluşturacak güvenilir kaynaklara ihtiyaç hissetmeleri
nedeniyle yerel televizyonları izlemektedirler. Rehberlik ve sosyal etkileşim
motivasyonu faktörünü oluşturan maddeler; başkaları hakkında nasıl düşüneceğine
yardımcı olma, insanları etkileyebilme, hayata bakış açısını değiştirme, satın alma
davranışında ürün seçimini yapmaya yardımcı olma, sohbet konularına yabancı
kalmama, yeni sohbet konuları bulmayı sağlama ve uyuşukluktan kurtulma şeklinde
belirmektedir.
Demografik değişkenler açısından Rehberlik ve Sosyal Etkileşim faktörü
incelendiğinde, cinsiyetin anlamlı bir farklılaşma meydana getirdiği ortaya
çıkmaktadır (t= -2.041; sd.= 551; p< .05). Bu faktöre verilen önem, erkekler
(M=2.49) ve kadınlar (M=2.64) arasında farklılık göstermektedir. Kadın izleyicilerin
erkek izleyicilere göre Rehberlik ve Sosyal Etkileşim motivasyonu nedeniyle yerel
televizyonları daha çok kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Katılımcıların meslekleri
ile Rehberlik ve Sosyal Etkileşim faktörü arasında anlamlı farklılaşma
bulunmaktadır (F=3.218; sd.=7; p< .05). Betimleyici istatistikler ve çoklu
karşılaştırma tablosu incelendiğinde, farklılaşmanın ev hanımları ile işçi, memur ve
öğrenci arasında yaşandığı görülmektedir. Buna göre ev hanımları işçi, memur ve
öğrencilere göre Rehberlik ve Sosyal Etkileşim motivasyonu nedeniyle yerel
televizyona daha çok yönelmektedirler. Öte yandan katılımcıların eğitim düzeyi (F=
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
131
2.702; sd.= 5; p> .05) ve medeni durumları (F= 2.448; sd.= 2; p> .05) ile Rehberlik
ve Sosyal Etkileşim faktörü arasında anlamlı bir ilişki söz konusu değildir.
Katılımcıların yerel televizyon izleme motivasyonlarına ait üçüncü ve son
faktör “Bilgi Arama” motivasyonudur. Bu faktörün öz değeri 1.37; güvenilirlik
derecesi ise .732’dir. Faktörün tanımladığı fark yüzdesi tek başına toplam varyansın
(%47.252’nin) %10.167’sini oluşturmaktadır. Bu faktörü oluşturan maddelere
bakıldığında; yerel yönetimin icraatlarını takip etmek, yerel kültürü öğrenip
yaşamak, yaşanılan yöreden haberdar olmak, yerel ekonomik yatırımlara yardımcı
olmak ve kişiyi ilgilendiren konularda bilgi sahibi olmak amaçlarından oluştuğu
görülmektedir.
Demografik değişkenler açısından Bilgi Arama motivasyonu ile cinsiyet
arasında anlamlı bir farklılaşmanın olup olmadığına bakıldığında ise, anlamlı bir
farklılaşmanın meydana gelmediği görülmektedir (t=0.774; sd.=551; p>.05). Bir
başka anlatımla yerel televizyon izlemede Bilgi Arama faktörüne verdikleri önem
bakımından erkekler ( M = 3.38) ve kadınlar (M = 3.32) birbirine yakın değerlere
sahiptirler. Katılımcıların eğitim düzeyi ile Bilgi Arama faktörü arasında ise anlamlı
farklılaşma bulunmaktadır (F= 4.249; sd.= 5; p< .05). Betimleyici istatistikler ve
çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde, farklılaşmanın ilkokul mezunları ile
üniversite ve lisans üstü eğitimine sahip insanlar arasında yaşandığı ortaya
çıkmaktadır. Buna göre üniversite ve lisans üstü eğime sahip katılımcılar ilkokul
eğitimine sahip katılımcılara göre yerel televizyonları bilgi arama motivasyonu
nedeniyle daha fazla kullanmaktadırlar. Katılımcıların meslekleri ile Bilgi Arama
faktörü arasında anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F=3.388; sd.=7; p< .05).
Betimleyici istatistikler ve çoklu karşılaştırma tablosu analiz edildiğinde,
farklılaşmanın emekliler ile memur, serbest meslek ve öğrenci insanlar arasında
yaşandığı ortaya çıkmaktadır. Buna göre emekliler memur, serbest meslek ve
öğrenci katılımcılara göre yerel televizyonları bilgi arama motivasyonu nedeniyle
daha fazla kullanmaktadırlar. Katılımcıların medeni durumları ile Bilgi Arama
faktörü arasında da anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F=10.785; sd.=2; p< .05).
İlgili betimleyici istatistikler ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde,
farklılaşmanın bekârlar ile evli ve dullar arasında yaşandığı görülmektedir. Buna
göre bekârlar, evli ve dullardan daha az olarak Bilgi Arama motivasyonu nedeniyle
yerel televizyonları kullanmaktadırlar. Bir başka deyişle evliler ve dullar, yerel
televizyonları bekârlara oranla Bilgi Arama motivasyonu nedeniyle daha fazla
kullanmaktadırlar.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
K. Canöz
132
SONUÇ
Ortaya konulan bu çalışmada kullanımlar ve doyumlar yaklaşımından hareket
edilerek Konya’daki insanların yerel televizyon izleme alışkanlıkları ve
motivasyonları açıklanmaya çalışılmıştır.
Çalışmada öncelikle katılımcıların televizyon izleme alışkanlıkları ve yerel
televizyon izleme sıklıklarını ortaya koymaya yönelik sorulara yer verilmiştir.
Ortaya çıkan sonuçlar incelendiğinde, katılımcılar günlük ortalama televizyon
izleme sürelerinin 3.51 saat olduğunu -ki; bu veriler Balcı, Akar ve Ayhan’ın
(2011:60) çalışmalarında da 3.33 saattir-, televizyonu gün içerisinde en çok 21.01 ile
24.00 saatleri arasında izlediklerini ve yarısına yakını her gün düzenli olarak
televizyon izlediklerini ifade etmektedirler. Araştırmaya katılanların çoğunluğunun
çalışan kesimden oluşmuş olması televizyon izlemenin akşam saatlerinde daha
yaygın kullanılıyor olmasının en önemli nedenidir. Ancak burada dikkati çeken,
çalışan kesimdeki insanların da günlük 4 saate yakın zamanlarını televizyon
karşısında geçiriyor olmasıdır.
Katılımcıların yerel televizyonlara güven düzeylerini belirlemek üzere 1 ile
10 arasında puan vermelerine yönelik bir skala oluşturulmuştur. Yapılan betimleyici
istatistik analizi sonuçları, katılımcıların yerel televizyonlara orta düzeyde güvene
sahip olduklarını ortaya koymuştur. Günümüzde kitle iletişim araçlarının
çeşitlenmesi, hızlanması, dünya ölçeğinde yayın yapabilmesi ve bunların neticesinde
bilgiye erişimin kolaylaşması; yerel düzeyde yayın yapan araçların tamamen
yerelleşmesine neden olurken, yerel televizyonların orta düzeyde güvene sahip
olmasının da temel nedeni olabilmektedir.
Konya’daki yerel televizyon kanalları katılımcıların %17.5’i tarafından her
gün düzenli olarak izlenmekte; “Kon TV” ise, en sık izlenen yerel televizyon kanalı
olmaktadır. Bu veriler ulusal televizyonlar yanında yerel televizyonlarında önemli
sayıda kullanıcısının olduğunu, farklı nedenlerden dolayı sürekli kullanılabildiklerini
ortaya koymaktadır. Ana haber bültenleri, haber programları, diziler, yerli filmler ve
müzik/eğlence programları yerel televizyon kanallarında en sık izlenen; belgeseller,
kadın programları ve çizgi filmler ise, en seyrek izlenen programları
oluşturmaktadır.
Ulusal televizyonları izleme motivasyonları ve doyumlarına yönelik yapılan
araştırmalarda genellikle beş ila yedi arasında faktör ortaya çıkmaktadır. Vesile ve
Vedat Çakır’ın (2011:141) Konya ölçeğinde yaptığı ulusal televizyon izleme
motivasyonları ve doyumları araştırmasında gözetim/kişiler arası fayda faktörü,
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
133
eğlence faktörü, arkadaş/kaçış faktörü, boş zamanları değerlendirme/alışkanlık
faktörü, sosyal etkileşim faktörü, rahatlama faktörü ve bilgilenme faktörü gibi yedi
faktör ortaya çıkmıştır. Clark’ın (2011:3) Pennsylvania’daki yerel televizyonlar
üzerine yapmış olduğu araştırmada; sosyal etkileşim, bilgilenme ve gözetimrehberlik gibi üç faktör ortaya çıkmıştır. Yerel televizyon izleme motivasyonu ve
doyumlarını belirlemek amacıyla Konya ölçeğinde yapılan bu çalışmada da, Boş
Zamanları Değerlendirme-Rahatlama ve Eğlence, Rehberlik ve Sosyal Etkileşim ile
Bilgi Arama gibi üç faktör ortaya çıkmıştır. Bu durum Konya’daki yerel televizyon
izleyicileri ile Pennsylvania’daki yerel televizyon izleyicilerinin, yerel televizyonu
izlemede, büyük oranda benzeştiğini ve yerel televizyonların izlenmesindeki en
önemli üç nedeni ortaya koymaktadır.
“Boş Zamanları Değerlendirme-Rahatlama ve Eğlence” motivasyonu;
nedeniyle yerel televizyonu kullananlardan;
Kadın izleyiciler erkek izleyicilere göre; Eğitimsiz, ilkokul, ortaokul ve lise
eğitimliler lisans üstü eğitimlilere göre; Ev hanımları işçi, memur, serbest meslek ve
öğrencilere göre Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence
motivasyonu nedeniyle yerel televizyona daha çok yönelmektedirler. Bekarlar ise;
Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence motivasyonu için yerel
televizyonlara evli ve dullardan daha az yönelmektedirler.
“Rehberlik ve Sosyal Etkileşim” motivasyonu; nedeniyle yerel televizyonu
kullananlardan;
Kadın izleyiciler erkek izleyicilere göre; Ev hanımları işçi, memur ve
öğrencilere göre “Rehberlik ve Sosyal Etkileşim” motivasyonu nedeniyle yerel
televizyona daha çok yönelmektedirler. Eğitim düzeyi ve medeni durum ise, yerel
televizyonların kullanımındaki Rehberlik ve Sosyal Etkileşim motivasyonu için
belirleyici olmamaktadır.
“Bilgi Arama” motivasyonu; nedeniyle yerel televizyonu kullananlardan ise,
Üniversite ve lisans üstü eğitimliler ilkokul eğitimlilere göre; Kadın
izleyiciler erkek izleyicilere göre; Emekliler; memur, serbest meslek ve öğrencilere
göre; Evliler ve Dullar, Bekarlara göre Bilgi Arama motivasyonu nedeniyle yerel
televizyonları daha fazla kullanmaktadırlar. Cinsiyet ise, yerel televizyonların
kullanımındaki Bilgi Arama motivasyonu için belirleyici olmamaktadır. Erkekler ve
kadınlar bilgi arama motivasyonu için birbirlerine yakın ölçüde yerel televizyonları
kullanabilmektedirler.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
K. Canöz
134
Sonuç olarak bu araştırma ülkemizde yayın yapan yerel televizyonların
insanlar tarafından izlenme alışkanlıkları ve motivasyonlarını tespit etmeye yönelik
ilk girişimlerden birini oluşturmakta; yerel televizyon izlenme alışkanlıkları ve
motivasyonlarının sonuçları üzerine ilk verileri sunmaktadır. Lokal düzeyde yapılan
bu çalışmadan başka ülkenin genelinde ya da farklı bölgelerinde yapılacak yeni
çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Böylelikle farklı bölgelerdeki insanların yerel
televizyon izleme alışkanlıkları ve motivasyonlarındaki farklılıklar daha iyi ortaya
konabilecek ve karşılaştırmalar yapılabilecektir. Bu veriler ise, toplumun yerel
televizyonları en çok hangi amaçla kullandıklarını ortaya koyarken, topluma mesaj
vermek isteyen siyasetçilerin, yöneticilerin, reklamcıların, kuruluşların ve halkla
ilişkiler şirketlerinin işini kolaylaştıracaktır. Bu nedenle gelecekteki çalışmalar
belirli bir il ile sınırlandırılmayıp ülke genelindeki yerel kanalların kullanım ve
doyumlarını da araştırmalıdır.
KAYNAKÇA
Alemdar, K (1992) . Demokratikleşmede Yerel Basının İşlevi, Yerel Basın Kurultayı
Paneller, Yerel Basın Kurultayı Dizisi: 3, Adana: Çukurova Gazeteciler
Cemiyeti Yayınları
Altun, A (2005). Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya
Enstitüsü, İletişim Araştırmaları, C.3, S.1-2, s.75-104
Arslan, E ve Yılmaz, S (2007). İşletmelerin Hedef Kitlelerine Ulaşabilmeleri İçin
Yerel Radyo Ve Reklamların Kullanımı Ve Etkinliği, Dumlupınar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.18, Ağustos 2007, s.83-98
Balcı, Ş., Akar, H. ve Ayhan, B (2011). Televizyon ve Seçmen İlişkisini Yeniden
Düşünmek: 2009 Yerel Seçimleri’nde İzleyici Motivasyonları, Selçuk
İletişim, C.6, S.4, s.48-63
Basın Kanunu (2004). 5187 sayılı ve 09.06.2004 tarihli Basın Kanunu
Bekiroğlu, O (2008). Yerel Kamuoyunun Oluşumunda Yerel Basının Rolü -Trabzon
Örneğinde Bir Araştırma-, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, S.19, s.131-151
Clark, A (2011). Uses and Gratification Theory for Local TV News: Old Theory,
New Meaning, http://aaroncclark.weebly.com/uploads/2/8/3/4/2834327/
.pdf, (Erişim Tarihi: 03.11.2011).
Çakır, V ve Çakır, V (2010). Televizyon Bağımlılığı, Konya: Literatürk Yayını
Güz 2011, Sayı:33
Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği
135
Çakır, V ve Çakır, V (2011). Yalnızlık ve Televizyon Kullanımı, Selçuk İletişim, C.7,
S.1, s.131-147
Dursun, D (2004). Siyaset Bilimi, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım
Erdoğan, İ (2011). Lazarsfeld ve Columbia Okulu, (http://www.irfanerdogan.com/
makaleler4/lazarsfeld.pdf), (Erişim Tarihi: 26.12.2011)
Gezgin, S (2007). Türkiye’de Yerel Basın, Türkiye’de Yerel Basın içinde, (Editör:
Suat Gezgin), İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları,
s.177-196.
Gülnar, B ve Balcı, Ş (2011). Yeni Medya ve Kültürleşen Toplum, Konya:
Literatürk Yayını
Kalender, A (1999). Demokrasilerde Yerel Basının Önemi, Yerel Gazetecilikte
Meslek İçi Eğitim, Yerel Basın Eğitim Seminerleri Dizisi:13, İstanbul:
Erdini Basım ve Yayınevi
Katz, E., Blumler, J and Gurevitch, M (1974). Utilization of Mass Communication
by the Individual, The Uses of Mass Communications: Currnet Pespectives
on Gratifications Research into, Jay G. Blumler ent Elihu Katz (Eds.).
California: Beverley Hills, pp.:19-32
Kaya, R (1985). Kitle İletişim Sistemleri, Ankara: Teori Yayınları
Keane, J (1999). Medya ve Demokrasi, (Çev. Haluk Şahin), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları
Koçak, A (2001). Televizyon İzleyici Davranışları Televizyon İzleyicilerinin
Tercihleri ve Doyumları Üzerine Teorik ve Uygulamalı Bir Çalışma,
Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve
Tanıtım Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi
McQuail, D., Blumler, J.G and Brown, J.R (1972). The Television Audience: A
Revisted Perspective, in Denis Mc Quail (ed). Sociolgy of Mass
Communications, pp.135-165
McQuail, D ve Windahl, S (1993). İletişim Modelleri, (Çeviren: Mehmet
Küçükkurt), Ankara: İmaj Yayınları
Mıhçıoğlu, C (1986). Kamusal İlişkiler, Ankara: AÜBYYO Yayını
Mutlu, E (1999). Televizyon ve Toplum, Ankara: Türkiye Radyo ve Televizyon
Kurumu Yayını
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
K. Canöz
136
Özdamar, K (1999). Paket Programlar İle İstatistiksel Veri Analizi, Eskişehir: Kaan
Kitabevi
Rosengren, K., Wenner, L., and Palmgreen, P. (1985). Media Gratifications
Research: Current Perspectives. California: Beverly Hills
Rossi,
E.
(2002).
Uses
&
Gratifications/Dependency
http://zimmer.csufresno.edu/~johnca/spch100/7-4-uses.htm.
Tarihi:15.11.2011)
Theory,
(Erişim
Rubin, A. (1985). Uses of Daytime Television Soap Operas by College Students,
Journal of Broadcasting & Electronic Media, 29, pp.67-77
Turan, E (2011). Siyaset Bilimine Giriş, Konya: Palet Yayınları
Vural, A.M (1996). Yerel Kamuoyunun Kitle İletişim Aracı Olarak Yerel Basın,
Yeni Türkiye, S.12, Eylül-Ekim 1996
Vural, A.M (1999). Yerel Basın ve Kamuoyu, Eskişehir Anadolu Üniversitesi
Yayınları,
Güz 2011, Sayı:33
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
KULLANIMLAR VE DOYUMLAR YAKLAŞIMI
BAĞLAMINDA SOSYAL MEDYA KULLANIMI:
GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Habibe AKÇAY*
ÖZET
Günlük hayatın içine yeni kavramlar ve sunduğu yeni iletişim tarzı ile birlikte giren internet, bunun yanı
sıra kendine özgü yeni iletişim kurma yollarını da hayatımıza dahil etmiştir. Günümüzde, internet
denilince çoğu kişinin aklına belli sosyal medya siteleri gelmektedir. Öyle ki kişiler interneti çoğu zaman
sadece bu sosyal medya sitelerine bakmak amacıyla kullanmaktadır. Öte yandan kişiler sanal
hayatlarında arkadaşlıklar kurmakta, tartışma ortamları oluşturmakta, sanal çiftliklerde hayvanlar
besleyip, bitkileri hasat etmekte, en yakın arkadaşlarının doğum günlerini buradan öğrenmekte, her gün
görüp de selam verilmeyen karşı komşuyla, video paylaşılıp, fotoğraflara yorum yapmaktadır.
Günlük hayatımızın içine sunmuş olduğu kendine özgü yaşam tarzıyla girmiş olan sosyal medya
kullanımından elde edilen doyumların neler olduğunu belirlemek bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, Gümüşhane Üniversitesi’nin akademik, idari personel ve öğrencilerinin sosyal medyayı
kullanma sıklıklarını ve amaçlarını tespit etmeye ve kişilerin sosyal medya sitelerini kullanarak elde etmiş
oldukları doyumları belirlemeye yönelik bir alan araştırması yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Sosyal medya, kullanımlar ve doyumlar, Web 2.0.
SOCIAL MEDIA USE WITH THE CONTEXT OF USES AND
GRATIFICATION: A RESEARCH ON GUMUSHANE UNIVERSITY
ABSTRACT
The internet which appears with new concepts and new communication style bringing into daily life also
welcomes new distinctive communication styles for our life. Nowadays when internet is mentioned,
certain social media sites occurs to the most of people. Moreover,in their virtual lives people generally
use the internet only by searching these social media sites. On the other hand people make firends,
create the platforms, feed animals in virtual farms, harvest the plants, learn the bithdays of their closest
friends, share videos, comments on the photographs of the opposite neighbor that they normally don’t
contact with.
The aim of this research is to identify gratification obtained by social media that takes place in our lives
with its distinctive life style. In this context, an area research has been conductud in order to detect how
frequently the academic personnel, admistratative personnel, and students in Gümüşhane University use
internet, what their goals of using internet are and how much gratified they feel when they use the
internet.
Keywords: Social Media, uses and gratification, Web 2.0
*
Arş.Gör. Gümüşhane Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla ilişkiler ve Tanıtım Bölümü.
İletişim 2003/18
138
H. Akçay
GİRİŞ
Geleneksel kitle iletişim araçlarına yüklenen birçok görevi, günümüzde
sosyal medya, yani medya vb. isimlerle anılan, internet alt yapılı enformasyon
teknolojisinin yeni araçları üstlenmiştir. İnternetin günlük hayatla bu denli iç içe
olması, yeni bir iletişim aracı olarak internetin sorgulanmasını da beraberinde
getirmiştir. Bugün dünyanın bir ucunda yaşayan kişi, dilini dahi bilmediği bir başka
kişiyle anlık düşünce ve ileti paylaşımında bulunabilmektedir. Bu yeni dünya
düzeninde zaman ve mekan kavramlarının anlamları değişmiştir. Bununla birlikte
internetin, insanın iletişimde bulunabilme mekanlarına bir yenisini eklediği (Timisi,
2003:147) söylenebilir.
Doksanlı yılların sonlarına doğru bireyin gündelik hayatta sıkça görmeye
alıştığı internet, netlerin neti, ağların ağı (network of networks) ya da tüm dünyadan
yüz binlerce bilgisayar ağının bilgiye erişilmesi amacıyla birbirlerine
bağlanmalarından oluşan bir ağ (Duman, 1998) olmasının ötesinde, bireyler
arasındaki etkileşimi interaktif olarak gerçekleştirmeye olanak sağlayan en önemli
araçlardan biri haline geldiği söylenebilir. Web 2.0, internetin evriminin içindeki
ikinci aşamayı oluşturmakta, Web bilgelik, insan merkezli Web, katılımcı Web ve
Web okuma/yazma diye adlandırılan Web 2.0, daha interaktif ve işbirlikçi yöntemler
kullanıcılarına sosyal etkileşim ve kolektif düşünmeden yararlanarak daha etkili yeni
fırsatlar sunmaktadır. Son iki üç yıl içerisinde MySpace, Flicker ve You Tube gibi
başarılı Web 2.0 tabanlı sosyal uygulamalar tarafından desteklenen Web 2.0, daha
önce hayal dahi edilemeyecek aşamalar kaydetmiştir (Murugesan, 2007: 34). Medya
çağında Web 2.0 paradigması, özgür ve açık iletişim sağlaması açısından internette
içerik dağıtan bir sosyal olgu olarak karakterize edilebilir.
İnternet kullanıcıları günümüzde interneti sadece bilgi elde etmek amacıyla
kullanmamakta, bunun yanı sıra internete içerik yükleyebilmekte ve var olan içeriğe
müdahalede bulunabilmektedir. Web 1.0 kullanıcısına salt okunan bir ortam
sunarken, Web 2.0 okuma ve yazmayı aynı anda sunmaktadır (Thompson,
http://innovateonline.info/pdf).
Toplumlar, iletişimin içeriğinden çok, iletişimde bulundukları araçlar
tarafından biçimlenmektedir (Sartori, 2004:26). İletişim araştırmalarında ise,
kullanılan aracın doğası temel işleyiş mantığı sorgulanmaktadır. Tıpkı “araç
mesajdır” (McLuhan, 1964: 32) da olduğu gibi. Her yeni medya sosyal anlamda
kişilere bir takım değerler katarak onu geliştirir ve yeni kültürel değerlere adapte
olmasına ve bu yeni değerlere göre kişinin şekillendirmesine olanak sağlar
Güz 2011, Sayı:33
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
139
(McLuhan, 1964: 32). Yeni iletişim teknolojilerinin en fazla sorgulanması gereken
yönünü de bu özellikleri oluşturmaktadır. Yeni iletişim teknolojilerini bu kadar kısa
sürede hayatımızın bir parçası haline getiren nedir? Bu yeni teknolojiler ciddi ticari
ilişkilerin yaşandığı ağlara dönüşmüştür. İnternet vasıtasıyla bilgi emtiaya dönüşmüş
ve bu bilgi karşısında özne konumunda olması gereken birey nesneye dönüşmüştür.
Tıpkı McLuhan’ın da belirttiği gibi yeni teknolojiler toplumu ve kişiyi kendi
işleyişine göre şekillendirmiştir. İnternet ve dolayısıyla bu yeni enformasyon
teknolojileri bireyin karar almada, geçerli ve doğru bilgiye ulaşmada kullandığı
bütün aşamaların içinde yer almaya başlamıştır. İnternette sunulan bilgi ise
insanların üzerinde en az düşünecekleri şekilde, yani onları en fazla cezbedecek
şekilde sunulmaktadır. Bilgi aynı anda birçok duyuya hitap edecek şekilde
sunulmakta, bilgi bolluğu içinde Mr Magoo (Levine, 2003:66-67)1’laşan birey
kendisi için neyin gerçekten en iyisi olduğu konusunda çoğu zaman karar vermekte
zorlanmaktadır.
İnsan davranışının nedenini anlamanın bir yolu da onu bu davranışa iten
nedenlere bakmaktır. Sosyal paylaşım ağları kişilerin birbirleriyle etkileşim
kurdukları platformlardır. Bu bağlamda sosyal medya kullanıcılarının, bu yeni
iletişim teknolojisi vasıtasıyla elde ettikleri doyumlar ele alınmakta ve kişileri sosyal
medya kullanımına iten sebepler sorgulanmaktadır. Çalışmada, özellikle sosyal
medyayı kullanan üniversite öğrencileri ve üniversitede çalışan akademik ve idari
personel seçilmiştir. Ayrıca “yaşanılan şehrin sosyal imkanları bireyi sosyal
medyayı kullanmaya itmektedir” varsayımı da çalışmada sorgulanmaktadır.
1. Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı
Kullanımlar ve Doyumlar (Uses and Gratifications) Yaklaşımı’nı ilk kez dile
getiren akademisyenlerden biri Elihu Katz’dır (Severin ve Tankard 1994:474). İzler
kitle üyelerinin kendileri için en doyurucu olan kitle iletişim içeriklerini şöyle ya da
böyle etkin biçimde aradıkları varsayımına dayanan (Mutlu, 2005:189) bu yaklaşım,
Berelson’un öne sürdüğü “iletişim araştırmaları alanı ölmüş görünüyor” düşüncesine
tepki olarak ortaya çıkmıştır (Severin ve Tankard 1994:474). İnsanların medyayı
kullanarak elde etmiş olduğu doyumu sistematik olarak inceleyen bu yaklaşım,
1
Levine ileti bolluğunun açık seçik düşünme ve yorumlama yetisini olumsuz yönde etkilediği
gerçeğinden yola çıkarak ileti bombardımanının verileri bulandırdığını ve bireylerin 1960’lı yılların
çizgi filmlerinin kahramanı olan ileri derecede miyop olduğu için görüntüleri seçebilen ancak bu
görüntüleri çoğunlukla yanlış yorumlayan sakar milyoner Quincy Magoo’ya dönüştürdüğünü dile
getirmiştir. Bu durumu Mr Magoo etkisi kavramıyla tanımlamaktadır (Levin, 2003:66-67)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
140
H. Akçay
‘‘İnsanlar medyadan nasıl yararlanıyorlar?’’ sorusunu sorarak ‘‘kullanıcıların
doyumu’’ ile izleyici gruplarına ve ileti almaya ilişkin etnografya incelemelerine
(Blumler ve Katz 1975’den akt. Mattelart ve Mattelart, 2009,120) vurgu yapılmıştır.
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’nın temelinde izleyicilerin medyadan
gidermeye çalıştıkları karmaşık bir gereksinimler dizgesine sahip oldukları inancı
yatmaktadır. Bu yaklaşım izleyicinin, en azından gönderici kadar etkili olduğunu
varsaymakta ve iletinin göndericinin niyet ettiği şey değil, izleyicinin verdiği anlam
olduğunu ima etmektedir (Berger, 1996: 96-97; Lull, 2001: 127: Fiske, 2003: 193194). Öte yandan iletinin göndericinin niyet ettiği şey değil, izleyicinin verdiği
anlam olduğunu ima eder ve bu yüzden göstergebilimsel yöntemlerle bazı
benzerlikler gösterir (Fiske, 2003, 194-195). Kısacası bu yaklaşıma göre, bir doyum
söz konusudur ve buna dayalı olarak da bir kullanım (Küçükkurt ve diğ. 2009: 38)
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle medya ve izleyicisi arasında oluşan etkileşimin
anlaşılması için bu süreci anlamak önemlidir. “İzleyici” olgusunu göz önünde
bulunduran bu yaklaşım, ‘‘daha önceki iletişim kuramlarına oranla çok daha olumlu,
psikolojik ve toplumsal olarak tanımlanması zorunlu bir izleyici imgesi
sunmaktadır’’ (Mutlu, 2005: 190).
Blumler ve Katz, medyanın doyuma ulaştırdığı gereksinimlerin toplumsal
kökenlerinin bulunduğunu vurgulamaktadır. Araştırmacılara göre kullanımlar ve
doyumlar çalışmalarının temelleri şu şekildedir (Fiske, 2003, 199):
1. İzleyici etkindir. Medyanın yayınladıklarına karşı edilgen değildir. Bu
içerikleri seçerek alır.
2. İzleyici kendi gereksinimlerine en iyi doyumu sağlayacak medyayı ve
programı özgürce seçer. Medya yapımcısı programın kullanım biçimlerinin farkında
olmayabilir ve farklı izleyiciler aynı programı farklı gereksinimleri gidermek
amacıyla kullanabilirler.
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı kitle iletişim sürecindeki gönderici
kategorisini ikinci plana iterken, izleyicinin gereksinim ve güdülerini ön plana
çıkarır. İzlerkitle bu yaklaşımda iletişim araçlarını belli gereksinimlerini doyurmak
amacıyla kullanan bir kategori olarak formüle edilmektedir (Mutlu, 2005: 190).
Medyaya bir anlamda “ilan tahtası” (Işık, 2005: 60) işlevi yükleyen, medya
içeriğiyle izleyici arasında işlevsel bir ilişki olduğunu kabul eden (Yaylagül, 2008:
62) bu yaklaşım, toplumsal etkileri bir yana bırakıp sadece bireysel etkenlere
eğilmesi (Erdoğan ve Alemdar, 2005, 205) nedeniyle eleştirilmektedir. Öte yandan
Güz 2011, Sayı:33
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
141
kitle iletişim deneyimini salt ‘doyum’ alanıyla kısıtlanması (Mutlu, 2005: 190) da
eleştirilen bir başka boyutu oluşturmaktadır.
İhtiyaçlar sonucunda insanlar, medyadan ve diğer kaynaklardan bu
ihtiyaçlarını gidermek için bir takım beklentilere girerler. Medyaya maruz kalma
neticesinde bu ihtiyaçlardan bazılarını giderirler. Ancak bunun yanında medyanın
etkisi olarak bir takım istenmeyen veya niyet edilmeyen sonuçlar da ortaya çıkabilir
(Yaylagül, 2008: 62). Eğer kişiler kitle iletişim araçlarına bağlanırsa, bu araçlar
kişilerin temel gereksinimlerine ve amaçlarına hizmet ederler. Fakat bunun
gerçekleşebilmesi için öncelikle kitle iletişim aracının doğasının ve yapısının
toplumsal, kişisel bir takım kabullerden geçmesi gerekmektedir. İzleyiciler kendi
gereksinimlerine göre iletişim araçlarını ve içeriklerini seçmekte ve kendi etkilerini
kendileri aramaktadırlar. Bu da önceki araştırmalardaki “Pasif İzleyici” kavramı
yerine “Aktif İzleyici” fikrini doğurmuştur. Bu yaklaşım insanları basit bir şekilde
davranan kişiler yerine, çevrelerine etki yapan aktif ajanlar olarak kabul etmektedir.
Bu ajanlar etkinlikleri seçme yolları arasından amaçlarına uygun tercihler yapma
erkine sahiptirler. Kişi kendi enformasyonunu kendi yaratır (Erdoğan ve Alemdar,
2005:209). Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’yla ilgili yapılmış çalışmalar daha
çok televizyon, radyo, internetin etkilerine yönelik alan araştırmalarından
oluşmaktadır. 1942-1944 yıllarında Paul F. Lazarsfeld ve Herta Herzog’un, radyo
dinleyicilerinin hangi ihtiyaçlarını doyurmak için hangi programları tercih ettiklerini
araştırmaları (Jensen ve Rosengren 2007: 55’ den akt. Küçükkurt vd., 2009: 38) bu
yaklaşımla ilgili yapılmış öncü çalışmalar arasında yer almaktadır. Blumler,
McQuail ve Brown’un 1972 yılında İngiltere’deki televizyon izleyicileriyle ilgili
çalışmalarında ise kişilerin televizyonu izleyerek elde etmiş oldukları doyumları,
oyalanma (eğlence), kişisel ilişkiler, kişisel kimlik ve gözetim (Severin ve Tankard,
1994: 479) şeklinde sınıflandırmıştır. Fiske, Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’na
değindiği kitabında, çeşitli medya içerikleri üzerinde gerçekleştirilen araştırmalardan
hareketle insanların medyadan elde ettiği doyumları şu şekilde sıralamaktadır (Fiske,
2003: 195-196); yarışma programlarını takip eden izleyicilerin bu programlardan
dört temel doyum elde ettiğini belirtmektedir. Bunlar; kendini takdir etme, toplumsal
etkileşim, heyecan ve eğitim. Benzer şekilde cinayet dizilerinin takip eden
izleyicilerin elde ettikleri doyumlar ise; heyecan/kaçış, bilgi ve kendini güvende
hissetmedir. Tüm bu farklı araştırmalardan hareketle izleyicilerin medya
içeriklerinden elde ettikleri doyumlar dört temel kategoride sınıflandırılmaktadır
(Fiske, 2003: 198): Oyalanma (gündelik yaşamın sınırlamalarından kaçış, sorunların
verdiği sıkıntılardan kaçış, duygusal boşalma), kişisel ilişkiler (arkadaş edinme,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
142
H. Akçay
toplumsal fayda), kişisel kimlik (kişisel referans, gerçekliğin keşfi, değer
pekiştirme), gözetim işlevi.
Anık’a göre (2003: 72-73) psikolojik tatmin amacıyla medyaya yönelen
insanlar dört nedenle medyayı izlemektedirler; Medyatik ürünlerin tüketicileri ilk
olarak eğlence programlarını izleyerek duygusal rahatlık ve gündelik
gerginliklerinden arınma hazzı elde etmektedirler. İkincisi, kendisine uygun
programlar (genellikle drama) izleyerek kişisel ilişkilerini geliştirme, dost arkadaş
edinme ve yalnızlıktan kurtulma yollarını medyadan öğrenmekte ya da bazı
özdeşlikler kurarak, buna yönelik ihtiyaçlarını sanal olarak karşılamaktadırlar.
Üçüncüsü, izleyiciler; başkalarını etkilemeyi ve onların görüş alanına girmeyi prestij
elde etmeyi, taktir-itibar görmeyi, estetik ve edebi beceriler kazanmayı, başarıya
kendini motive etmeyi medyayı kullanarak elde etmektedirler. Son olarak insanlar,
inandıklarının teyit edildiğini görmek, doğru yolda olduklarından emin olmak,
kendisinin ve başkalarının kişiliğini çözümleyerek, kendini ve başkalarını
konumlandırmak amaçlarıyla medya içeriklerine bağımlı kalmaktadırlar.
Kullanımlar ve doyumlar üzerine Türkiye’de ve dünyada yapılmış
araştırmalarda, kişilerin medya içeriklerini izleyerek ve takip ederek elde ettikleri
doyumlar genel olarak şu başlıklar altında toplanmaktadır; eğlence, bilgilenme, boş
zaman geçirme, rahatlama/stresten uzaklaşma, sosyalleşme (Charney, 1996; Kaye,
1998; Armstrong, 1999; Koçak ve Özcan, 2002; Şeker, 2005; Balcı ve Ayhan, 2005;
Balcı ve Tarhan, 2007; Işık, 2007; Toruk, 2008; Balcı ve Ayhan, 2009).
2. Sosyal Medya Kullanımı ve Sağladığı Doyumlar
İnternet tabanlı etkileşimin bir sonucu olan sosyal ağlar bireylere özgürlük,
özerklik içeriğini kendisini yaratabilme serbestisi sağlamaktadır (Onat; Alikılıç,
2008: 1118). Kullanıcının katılımına yapılan bu vurgu aynı zamanda çoğu yorumcu
ve savunucu tarafından sunulan Web 2.0’ın tanımlarını karakterize etmektedir
(Thompson, http://innovateonline.info/pdf).
Sosyal medyanın, yeni kişilerle tanışma, yeni dostluklar kurma için ortam
yaratması gibi avantajları, bu noktada yeni bir kitle iletişim aracı olmasından dolayı
sosyal medyayı farklı bir boyuta taşımaktadır. Online sosyal medya sosyal hayatı
küçültmesinin yanı sıra, etkileşim ve paylaşımı artırdığı için kişileri daha sosyal bir
canlıya dönüştürdüğü söylenebilir (Onat, Alikılıç, 2008: 1113). Bu bağlamda
internet sadece bilgisayar ağlarının değil aynı zamanda milyonlarca insanın birbiri
ile bağlantı içerisinde, veri alışverişinde bulunduğu ortamın adıdır. Kişiler
Güz 2011, Sayı:33
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
143
kurdukları sosyal ağlarda anlık ileti, resim, video, müzik vb. birçok öğeyi
paylaşabilmekte ve fikir alışverişi elde edebilmektedir. İnsanlara anlık etkileşim
sağlayan bu ağların birçoğuna (Facebook, Myspace, Yonja, Twitter vb.) ücretsiz
erişilebilmektedir. Zaman ve mekan fark etmeden aynı anda milyonlarca kişinin
bağlandığı ve birbiri ile online etkileşim içerisinde olduğu bu sosyal paylaşım ağları
içerisinde bireyler, pasif ya da aktif olarak ağlarda sunulan her türlü içeriğin de
alıcısı durumundadır. Kullanıcı için çok hızlı elde edilen geri bildirimler (Gilbert ve
Karahalios, 2009: 2) sayesinde sosyal ağlar pazarlama, halkla ilişkiler ve reklam
piyasasının değeri her geçen gün artan mecralarından biri haline gelmiştir. Aynı
zamanda halkla ilişkiler literatürü Web 2.0’ın kullanımıyla yeni kavramlarla da
tanışmıştır. Yaratıcılık, vizyon, hayal gücü, tutarlılık, değişim, esneklik, hareketlilik,
sınırsız coğrafya, düşük bedel, amaç odaklılık, ölçümleme, viral yayılım, paylaşım,
katılım, nitelikli veri tabanı gibi etki kategorilerini kullanma cesaretini
konumlandıran halkla ilişkiler 2.0, çağdaş teknolojileri etkin kullanarak ikna, taraftar
toplama, savunma, itibarı yönetme, bilgiyi yönetme, eğitme ve ilişki yönetimi gibi
durumsal rollerini yerine getirmede halkla ilişkilerin doğasını yeniden
konumlandırmaktadır. (Güz ve Zafarmand, 2009:12).
Öte yandan sosyal ağlar içinde en çok tercih edilenler ise Facebook,
Microsoft’un sosyal ağ projesi Myspace, Twitter ve Google’un sosyal ağ projesi
Orut’tur. Bu ağlar arasında en ünlüsü olan ve başlangıçta Amerika’da Harvard
öğrencisi olanları sanal ortamda bir araya getirmek ve çevrimiçi paylaşım alanı ve
bir sosyal ağ oluşturmak üzere kurulan Facebook, bugün akıl almaz bir hızda
dünyanın her yanından üyesi olan devasa bir ağa dönüşmüştür. Hızla yayılan bu
Web 2.0 çağı ve onun ürünü olan sosyal ağlar, sunmuş oldukları içerik ile kişileri
hızla cezbetmeye devam etmektedir. MySpace’e birkaç yıl içerisinde 160 milyondan
fazla kullanıcı üye olmuştur ve dünyanın en çok ziyaret edilen sitelerinden biridir.
Öğrenciler ise sosyal paylaşım siteleri içerisinde en çok facebooku tercih
etmektedirler. Bu sosyal paylaşım ağları, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi bilginin
paylaşımı fırsatını kişilere sunmaktadır. Öte yandan bu ağlar aracılığıyla bilginin
yayılmasını
kolaylaştıran
teknolojiler
de
gelişmektedir
(Thompson,
http://innovateonline.info/pdf).
Kişiler bu sosyal ağlar vasıtasıyla ilkokul arkadaşlarını bulabilmekte, video
izleyebilmekte, müzik dinleyebilmekte, birçok bilgiyi ve etkinliği arkadaşları ile
paylaşabilir hale gelmiştir. Ayrıca bu tür sosyal ağlara üye olmak ve profil
oluşturmak ise sadece birkaç dakikalık bir işlem gerektirmektedir. Sosyal medya
platformlarında, kişi günlük hayatında karşılaşamayacağı kişilerle arkadaşlık
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
144
H. Akçay
kurmakta, onlarla özel hayatına ilişkin paylaşımlarda bulunmaktadır. Yani
kişilerarası iletişimin belki de en temel özelliği olan ortak mekan ve amaç birlikteliği
dönüştürülmüş olarak işletilmektedir. Öte yandan sosyal medyanın çok hızlı
yayılması onun takibini ve kontrolünü zorlaştırmaktadır (Vural ve Bat, 2010:5).
3. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı
Bu araştırmanın amacı, sosyal medya kullanan Gümüşhane Üniversitesi
öğrencileri, akademik ve idari personelinin elde etmiş oldukları doyumları ortaya
koymak ve kişilerde sosyal medya kullanımının bırakmış olduğu etkileri
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı bağlamında incelemektir. ‘‘İnsanlar sosyal
medyayı kullanarak nasıl doyumlar elde ediyor?’’ bu konuyla ilgili sorulabilecek en
önemli sorulardan biri ve bu çalışmanın da ana sorunsallarından biridir. Öte yandan
insanlar medyayı niçin takip eder? Medyadan elde ettikleri nelerdir? Nasıl bir
doyum elde etmektedir? Tüm bu sorular medya hakkında yapılan sayısız
araştırmaların konusunu oluşturmaktadır. İnsanların hayatına yeni girmiş olan, biraz
da onların var olan kişilerarası iletişim algısından farklı bir şeyi ifade eden sosyal
medya kavramı ele alınıyor olması çalışmanın önemini oluşturmaktadır.
Sosyal medya kullanıcılarının elde ettikleri doyumları belirlerken,
araştırmada kullanılacak kurum, örneklem seçimi, bütçe, zaman vb. sınırlılıklar
çalışmanın gerçekleştirilmesinde önem taşımaktadır. Bu nedenle araştırma 2010
Kasım ayında, özellikle öğrencilerin ve üniversite personelinin okulda yoğun olarak
bulundukları zaman dilimi seçilmiştir. Çalışmanın örneklemi Gümüşhane
Üniversitesi’nde okuyan öğrenciler ve üniversitede görev yapan akademik ve idari
personelden oluşmaktadır. Bu kişilerin sosyal medya kullanımından elde ettikleri
doyumları belirlemek amacıyla iki aşamalı bir anket formu hazırlanmıştır. Anket
formunun ilk bölümünde yer alan 27 soru ile kişilerin, sosyal medya kullanımı ve
elde etmiş oldukları doyumların neler olduğunu tespit etmeye yönelikken; ikinci
bölümdeki sorular kişilerin sosyal medya kullanım sıklığı, kullanım alışkanlıkları,
internete bağlantısı kurdukları yer, ikamet ettikleri yer ve demografik özelliklerini
öğrenmeye yönelik olarak hazırlanmıştır. Çalışmada ayrıca geliştirilen ölçeklerin
güvenilirlik ve geçerlilik analizlerinin yapılması ve denekler tarafından tam olarak
algılanmayan soruların belirlenmesi amacıyla üç örneklem grubundan on kişi
üzerinde ön test uygulanmıştır. Son kontrolleri yapılan anket ana örneklem üzerinde
uygulanmaya hazır hale getirilmiştir.
Güz 2011, Sayı:33
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
145
3.1. Araştırmanın Hipotezleri
İlgili literatür incelemesi sonucunda ‘‘Sosyal medya kullanımı kişilere bir
takım doyumlar sağlamaktadır’’ önermesine ulaşılmıştır. Bu önerme sosyal medya
günlük hayatta kişilerin iletişim biçimini de önemli derecede dönüştürmüştür ve
kişilerin içinde yaşadıkları sosyo-demografik özelliklere göre farklılaşmaktadır.
Şeklinde genişlettiğinde çalışmanın hipotezlerinin aşağıdaki gibi belirlenmiştir;
Hipotez 1: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile meslekler arasında anlamlı
bir fark vardır.
Hipotez 2: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile Sosyal medyayı kullanma
süresi arasında anlamlı bir fark vardır.
Hipotez 3: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile ikamet edilen yer arasında
anlamlı bir fark vardır.
Hipotez 4: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile internete bağlandığı yerler
arasında anlamlı bir fark vardır.
Hipotez 5: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile günlük kullanma süresi
açısından anlamlı bir fark vardır.
Hipotez 6: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile cinsiyet arasında anlamlı bir
fark vardır.
3.2. Araştırmanın Örneklemi
Araştırmanın amacı ve sınırlılıkları doğrultusunda ana kütle Gümüşhane
Üniversitesi akademik ve idari personeli ve öğrencilerinde oluşturulmuştur.
Üniversitenin ilgili birimlerinden örnek kütleye ilişkin veriler elde edilmiştir. Buna
göre toplam akademik personel sayısı 356, idari personel sayısı 134 ve toplam
öğrenci sayısı ise 5 bin 536’dır.
Veri toplamak için üniversiteden gerekli izinler alındıktan sonra hazırlanan
anket formu yüz yüze anket yöntemi ile doldurulmuştur. Veri toplama aşamasında
toplam 250 kişiyle görüşülmüş, ön inceleme sonucunda anketlerin 232 tanesi
örnekleme dahil edilmiştir. Örneklem dahilinde belirlenen bazı kişilerin sosyal
medya kullanmamalarından dolayı, araştırmanın örnekleminin dışında tutulmuştur.
Elde edilen bu örneklemin yeterliliği çalışmada kullanılacak istatistiksel analiz
yöntemi bağlamında değerlendirilmiştir. Örnek büyüklüğü konusunda çok farklı
görüşler bulunmaktadır (Akgül ve Çevik, 2005: 419). Örnek büyüklüğünün en az 50,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
146
H. Akçay
mümkünse 100’den büyük olması gerektiği ve örnek büyüklüğünün analiz edilecek
değişken sayısının en az 5 katı olması gerektiği ve yine aynı şekilde, araştırmada
kullanılan analiz yöntemine bağlı olarak örneklem büyüklüğünün değişeceğini
savunan farklı görüşler mevcuttur (Albayrak, 2006: 112). Çalışmada kullanılan
örneklemin yeterliliği ayrıca kullanılan analiz yöntemleri bakımından da
değerlendirilmiştir. Çalışmada, istatistiksel analiz yöntemi olarak Faktör Analizi
kullanılmıştır. Örneklem yeterliliği konusunda, faktör analizi için ileri sürülen görüş;
örneklem sayısının, değişken ölçeklerinin madde sayısından büyük olması gerektiği
yönündedir (Akgül ve Çevik, 2005: 419).
3.3. Verilerin Analizi ve Bulgular
Çalışmada kullanılan ölçek önceki bölümlerde yer verilen literatürden
uyarlanmıştır. Bu ölçekte yer alan sorulan 1’den (kesinlikle katılmıyorum) 5’e
(Kesinlikle katılıyorum) uzanan 5 noktalı Likert tipi tepki skalası üzerinde yer
almıştır. Bu ölçek de yer alan sorular da 5 noktalı Likert ölçeği üzerinde yer
almaktadır. Her iki ölçek için düşük skorlar, sosyal medya kullanımından elde edilen
düşük doyum olarak kabul edilmektedir. Araştırmaya katılanların sosyo-demografik
özellikleri şu şekildedir; %39,2’si Kadın %60,8’ı Erkektir. Araştırmaya katılan
deneklerin meslek dağılımları; %30,2’si akademik personel, %16,4’ü idari personel
ve %53,4’ü ise öğrencidir. Deneklerin ikamet ettikleri yere göre dağılımlarına göz
attığımızda; %19,4’ü ailemle, %31,5’i arkadaşlarımla, %12,1’i yalnız, %36,2’si
yurt, %,9’u ise diğer seçeneğini işaretlemiştir. Deneklerin internete bağlandığı
yerlere açısından dağılım yüzdesi şu şekildedir; %1,3’ü okuldan, %9,9’u iş yerinden,
%16,8’i yurttan, %8,6’si evden, %17,7’si internet kafeden, %4,3 okul ve evden,
%10,3’ü okul ve yurttan, %31’i ise işyeri ve evden internete bağlandığını
belirtmiştir. Araştırmaya katılanların %54,3’ü gün içinde aklına gelince, %20,3’ü 1
saatten az, %9,5’i 2-5 saat arasında, %2,2’si ise bilgisayarı açık olduğu süre içinde
sosyal medya sitelerinin de hep açık olduğunu belirtmiştir. Deneklerin %3’ü 1 aydan
az bir süredir, %8,6’sı 2-5 aydır, %72’si 1 seneden fazla bir zamandır, %16,4’ü ise
ilk çıktıkları günden beri sosyal medya sitelerini kullandığını ve onlara üye
olduğunu belirtmiştir.
Güz 2011, Sayı:33
147
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
Tablo 1. Sosyal Medya Kullanımı ve Elde Edilen Doyumlara İlişkin
Faktör Analizi Sonuçları
Sosyal Medya Kullanımından Elde Edilen
Doyumlar
Sosyal medya kullanıyorum
çünkü…
İnternette edindiğim arkadaşlarla
çevrem genişliyor.
Tanımadığım insanlarla iletişim
kurabiliyorum.
Yeni arkadaşlar edinebiliyorum.
Karşı cinsle daha rahat iletişim
kurabiliyorum.
Kendimi daha rahat ifade
edebiliyorum.
Kendimi olduğumdan farklı
gösterebiliyorum.
Arkadaşlarımla resim, video ve müzik
paylaşabiliyorum.
Müzik dinleyip video
izleyebiliyorum.
Çeşitli faaliyetler yaparak
eğleniyorum.
Oyun oynuyorum.
Arkadaşlarımın paylaşımlarına yorum
yapıyorum. Böylece onlarla zaman
geçirebiliyorum.
Günlük koşuşturma içinde
rahatlamamı sağlıyor.
Sıkıntılarımdan uzaklaşmamı
sağlıyor.
Günlük hayattaki stresten
uzaklaşmamı sağlıyor.
Boş zamanlarımı
değerlendirebiliyorum.
Bilmediğim olayları öğrenebiliyorum.
Dünya ve Ülke gündemini takip
ediyorum.
Günlük olaylarla ilgili yapılmış
yorumları takip ediyorum.
Herhangi bir durumla ya da zorlukla
karşılaştığımda nasıl başa
çıkabileceğimi öğreniyorum.
Açıklanan Varyans
Cronbach’s Alpha
İstatistikler
Eğlence/ Rahatla
Boş ma/Stres
Vakit
ten
Geçirme Uzaklaş
ma
SS
Sosyal
Çevre
Edinme/
Sosyalleşme
3,01
1,30
,822
2,67
1,26
,784
3,01
1,30
,777
2,29
1,23
,752
2,57
1,22
,601
1,82
1,05
,537
4,00
1,06
,846
3,94
1,13
,838
3,11
1,22
,628
2,70
1,46
,610
3,39
1,14
,495
2,97
1,13
,828
2,81
1,15
,823
3,12
1,15
,817
,511
Bilgi
edinme/
Hayatı
Tanıma
3,00
1,17
3,09
1,22
,790
2,80
1,21
,760
3,15
1,20
,661
2,18
1,15
,523
36,785
11,334
8,776
6,972
,86
,81
,85
,74
KMO, örneklem yeterliliği testi: ,860
Barlet’in Küresellik Testi: 2357,021 (,000)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
148
H. Akçay
Faktör analizi sonuçları özetlendiğinde, sosyal medya kullanımı ve elde
edilen doyumlar ölçeği için, özdeğeri 1’den büyük 4 faktör elde edilmiştir. Bu
faktörler toplam varyansın % 63,86’sını açıklamaktadır. Bu faktörler içerisinde 6
sorudan oluşan sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörü, 5 sorudan oluşan ikinci
faktör eğlence/boş vakit geçirme faktörü, 4 sorudan oluşan üçüncü faktör
rahatlama/stresten uzaklaşma ve 4 sorudan oluşan son faktör ise bilgi edinme/hayatı
tanıma faktörü olarak isimlendirilmiştir. Sosyal medya kullanımı ve elde edilen
doyumlar ölçeğinde örneklemin yeterliliğini ölçmeye yarayan Kaiser-Meyer -Olkin
(KMO) örneklem yeterliliği ölçütü iyi bir değer olarak nitelendirilebilecek 0.86
olarak hesaplanmıştır. Verilerin çoklu normal dağılımdan gelmeleri ile ilgili bir test
olan Barlett Testi’de kabul edilir sınırlar içindedir (p<0.000). Bu sonuçlar elde
edilen faktör yapısının kullanılabilir olduğunu göstermektedir. Yapılan faktör analizi
sonucunda görülmektedir ki kişileri sosyal medyayı kullanmaya yönelten en temel
faktör sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörüdür. Tek başına toplam varyansın
%36,785’sini açıklayan sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörünün güvenilirlik
değeri (Cronbach’s Alpha: ,86) oldukça tatmin edici bir düzeydedir. Analiz sonucu
ortaya çıkan ikinci faktör, ‘‘eğlence/boş vakit geçirme’’ faktörüdür. Güvenilirlik
değeri Cronbach’s Alpha: ,81 olan, eğlence/boş vakit geçirme faktörünün toplam
varyansın %11,334’ünü açıklamaktadır. ‘‘Rahatlama/stresten uzaklaşma’’ olarak
adlandırılan üçüncü faktörün Güvenilirlik değeri Cronbach’s Alpha: ,85’dir.
Rahatlama/stresten uzaklaşma faktörü toplam varyansın %8,776’ünü açıklamaktadır.
Faktör analizi sonucunda çıkan son faktör ise ‘‘bilgi edinme/hayatı tanıma’’
faktörüdür. Bu faktörün Cronbach’s Alpha değeri:,74 ve faktör toplam varyansın
%6,972’sini açıklamaktadır. Bu durum göstermektedir ki insanların sosyal medyayı,
hayatı tanıma ve bilgi edinme amacıyla diğer faktörlerden daha az
kullanmaktadırlar.
3.4. Değişkenlerle Faktörlerin Karşılaştırılması
Faktörlerin demografik özellikler bakımından anlamlı farklılık gösterip
göstermediğini incelemek için bağımsız örneklem t testi ve Tek Yönlü Varyans
Analizleri (ANOVA) uygulanmıştır. Bulgular ve yorumları aşağıdaki tabloda
verilmiştir.
Güz 2011, Sayı:33
149
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
Tablo 2. Meslek Değişkeni İle Faktörler Arasındaki Fark
Sosyal Çevre
Edinme/
Sosyalleşme
Eğlence/Boş Vakit
Geçirme
Rahatlama/Streste
n Uzaklaşma
Meslek
Ortalamalar
SD
Akademik
personel
2,25
,88
İdari personel
2,29
,72
Öğrenci
2,68
,98
Meslek
Ortalamalar
SD
Akademik
personel
3,08
,85
İdari personel
3,49
1,03
Öğrenci
3,61
,86
Meslek
Ortalamalar
SD
3,00
,91
Akademik
personel
İdari personel
Öğrenci
Meslek
Bilgi edinme/
Hayatı Tanıma
1
Akademik
personel
İdari personel
Öğrenci
2,88
2,99
,86
1,01
Ortalamalar
SD
2,60
,91
2,73
2,95
,84
,88
ANOVA
F
P
6,06
,00
ANOVA
F
P
7,98
,00
ANOVA
F
P
Post Hoc1
Grup 1
Akademik
personel
İdari
personel
Öğrenci
Post Hoc1
Grup 1
Akademik
personel
İdari
personel
Öğrenci
Post Hoc1
Grup 1
Akademik personel
,23
,79
ANOVA
F
P
İdari personel
Öğrenci
Post Hoc1
Grup 1
Akademik personel
3,87
,02
İdari personel
Öğrenci
Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır.
Tablo 2’de özetlendiği gibi denekler meslekleri bakımından 3 grup
oluşturacak biçimde sınıflandırılmıştır. Tek yönlü varyans analizi sonuçları, bu
meslek grupları arasında sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörü bakımından
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark olduğunu ortaya koymaktadır (F=6,06;
P<,05). Anlamlı farkın hangi gruplardan kaynaklandığını anlamak için uygulanan
“Tukey HSD” Post Hoc testi sonuçları yorumlandığında ise akademik ve idari
personel grubunda yer alan deneklerin ortalamalarının öğrenci grubundan anlamlı
düzeyde düşük olduğu görülmektedir. Bu sonuç; ‘‘Sosyal medya kullanımı faktörleri
ile meslekler arasında anlamlı bir fark vardır.’’ hipotezinin doğrulandığını
göstermektedir. Öğrenciler sosyal medyaya sosyal çevre edinme/sosyalleşme
açısından daha fazla önem vermektedirler. Başka bir ifadeyle öğrenciler sosyal çevre
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
150
H. Akçay
edinme/sosyalleşme açısından sosyal medya araçlarına akademik ve idari
personelden daha fazla önem vermektedirler. Bu bağlamda öğrencilerin, özellikle
arkadaş edinmek ve arkadaş çevrelerini geliştirmek için sosyal medyadan
yararlandıkları söylenebilir. Sosyal medyanın sunmuş olduğu özgürlük ortamında
kim olduğunu, sosyo-demografik özelliklerini belli etmeden gerçekleştirilen iletişim,
özellikle gençlerin yeni arkadaşlar edinmek ve sosyal çevrelerini geliştirmek için
sosyal medya sitelerinden faydalandıklarını göstermektedir. Diğer taraftan
öğrencilerden yaş ve eğitim olarak daha üst bir seviyeyi temsil eden akademik
personel ve idari personel gruplarının sosyal medyaya, sosyal çevre
edinmek/sosyalleşme aracı olarak verdikleri önem daha düşüktür.
Öte yandan eğlence/boş vakit geçirme faktörü açısından sonuçlara
baktığımızda meslek grupları arasında eğlence/boş vakit geçirme faktörü
bakımından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark olduğu ortaya çıkmaktadır
(F=7,98; P<,05). Anlamlı farkın hangi gruplardan kaynaklandığını anlamak için
uygulanan “Tukey HSD” Post Hoc testi sonuçları yorumlandığında ise akademik
personel grubunda yer alan deneklerin ortalamalarının, idari personel ve öğrenci
grubundan anlamlı düzeyde düşük olduğu görülmektedir. Bu bağlamda idari
personel ve öğrencilerin sosyal medyaya eğlence/boş vakit geçirme açısından
akademik personel grubundan daha fazla önem verdikleri söylenebilir. Bu durum,
idari personel ve öğrencilerin sosyal medyaya kullanmalarındaki düşüncelerinin
akademik personelden farklı olduğunu göstermektedir.
Rahatlama/stresten uzaklaşma faktörü açısından meslek gruplarının anlamlı
farklılık gösterip göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi
(ANOVA) sonuçlarına göre meslek grupları ile Rahatlama/Stresten uzaklaşma
Faktörü (F=,23; P>,05), arasında anlamlı düzeyde farklılığa rastlanmamıştır. Benzer
şekilde, Bilgi edinme/hayatı tanıma faktörü ile meslek grupları arasında anlamlı
düzeyde bir farka rastlanmamıştır (F=3,82; P>,05).
Güz 2011, Sayı:33
151
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
Tablo 3. İkamet Değişkeni İle Faktörler Arasındaki Fark
Sosyal Çevre
Edinme/Sosyalleşme
ANOVA
İkamet
Ortalamalar SD
Durumu
F P
Ailemle
2,21
,81
Arkadaşlarımla
2,57
,91
Yalnız
2,32
,78
2,36 ,05
Yurtta
2,63
1,03
Diğer
Eğlence/Boş Vakit
Geçirme
Rahatlama/Stresten
Uzaklaşma
Bilgi edinme/ Hayatı
Tanıma
1
1,58
,11
ANOVA
İkamet
Ortalamalar SD
Durumu
F P
Ailemle
3,06
,82
Arkadaşlarımla
3,57
,96
Yalnız
3,08
,80
4,34 ,00
Yurtta
3,62
,89
Post Hoc1
Grup 1
Ailemle
Arkadaşlarımla
Yalnız
Yurtta
Diğer
Post Hoc1
Grup 1
Ailemle
Arkadaşlarımla
Yalnız
Yurtta
Diğer
3,50
,14
Diğer
ANOVA
Post Hoc1
İkamet
Ortalamalar SD
Durumu
F P
Grup 1
Ailemle
2,66
,92
Ailemle
Arkadaşlarımla
3,05
1,05
Arkadaşlarımla Arkadaşlarımla
Yalnız
2,80
,75
Yalnız
Yalnız
2,59 ,03
Yurtta
Yurtta
Yurtta
3,11
,92
Diğer
Diğer
4,00
,00
1
ANOVA
Post Hoc
İkamet
Ortalamalar SD
Durumu
F P
Grup 1
Ailemle
2,61
,80
Ailemle
Arkadaşlarımla
2,88
,90
Arkadaşlarımla Arkadaşlarımla
Yalnız
2,40
,93 3,63 ,00
Yalnız
Yurtta
2,97
,88
Yurtta
Yurtta
Diğer
3,87
,17
Diğer
Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır.
Tablo 3’e baktığımızda denekler ikamet ettikleri yere göre 5 gruba
ayrılmıştırlar. Tek yönlü varyans analizi sonuçlarına göre, ikamet edilen yerler ile
sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörü arasında istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde fark oluşmadığı görülmektedir (F=2,36; P>,05). Benzer şekilde eğlence/boş
vakit geçirme faktörü ile ikamet edilen yerler arasında istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde bir farka rastlanmamıştır (F=4,34; P>,05). Öten yandan rahatlama/stresten
uzaklaşma faktörü ve ikamet edilen yerler arasında anlamlı düzeyde bir farkın
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
152
H. Akçay
bulunduğu anlaşılmaktadır (F=2,59; P<,05). Farkın hangi gruplardan
kaynaklandığını belirlemek amacıyla yapılan Tukey HSD Post Hoc testi sonuçlarına
göre ailesiyle birlikte yaşayan ve diğer (misafirhane, bir yakının yanında ikamet
eden vb.) grubundan kaynaklandığı belirlenmiştir. Buna göre ailesiyle birlikte
ikamet eden kişiler rahatlama/stresten uzaklaşma açısından sosyal medyaya diğer
gruplardan daha az önem vermektedirler. Bu sonuçtan ailesiyle birlikte ikamet eden
kişilerin stres atmak amacıyla farklı araçlara yöneldiğini söyleyebiliriz (mesela
ailesiyle birlikte vakit geçirme gibi). Diğer taraftan diğer grubunda yer alan kişiler
ise rahatlama/stresten uzaklaşma açısından sosyal medyaya diğer gruplardan daha
fazla önem verdikleri görülmektedir.
Bilgi edinme/Hayatı Tanıma faktörünün ikamet edilen yer bakımından
anlamlı farklılık gösterip göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans
analizi (ANOVA) sonuçlarına göre bilgi edinme/hayatı tanıma faktörü ile ikamet
edilen yer (F=3,63; P<,05) arasında anlamlı düzeyde farklılık bulunmaktadır. Farkın
hangi gruplardan kaynaklandığını belirlemek amacıyla yapılan Tukey HSD Post
Hoc testi sonuçlarına göre sosyal medyadan bilgi edinme/hayatı tanıma faktörüne en
az önem verenler yalnız yaşayanlar ve ailesiyle birlikte yaşayanlardır. diğer
grubunda yer alan kişiler ise sosyal medyadan bilgi edinme/hayatı tanımaya diğer
gruptakilerden daha fazla önem vermektedirler.
Tablo 4. Sosyal Medyayı Kullanma Süresi ile Faktörler Arasındaki Fark
Kullanma
Süresi
Sosyal Çevre
Edinme/Sosyalleşme
Güz 2011, Sayı:33
ANOVA
F
Post Hoc1
P
Grup 1
1 aydan az
1,92
,98
1 aydan az
2-5 ay
2-5 ay
2,17
,64
1 seneden fazla
2,47
,93
İlk çıktığından
beri
2,82
,98
Kullanma
Süresi
Eğlence/Boş Vakit Geçirme
Ortalamalar SD
Ortalamalar SD
1 aydan az
3,28
,56
2-5 ay
3,04
,94
1 seneden fazla
3,45
,92
İlk çıktığından
3,58
,90
3,30 ,02
2-5 ay
1 seneden
1 seneden fazla
fazla
İlk çıktığından
beri
ANOVA
F
P
Post Hoc1
Grup 1
1 aydan az
1,68 ,17
2-5 ay
1 seneden fazla
153
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
beri
Kullanma
Süresi
Rahatlama/Stresten
İlk çıktığından beri
Ortalamalar SD
P
Grup 1
2,28
1,46
1 aydan az
2-5 ay
2,68
,74
2-5 ay
1 seneden fazla
3,00
,95 2,33 ,07
İlk çıktığından
beri
3,15
,93
Kullanma
Süresi
1 aydan az
1
F
1 aydan az
Uzaklaşma
Bilgi edinme/ Hayatı
Tanıma
Post Hoc1
ANOVA
Ortalamalar SD
2,32
1,10
2-5 ay
1 seneden
fazla
1 seneden fazla
İlk çıktığından
beri
ANOVA
F
P
Post Hoc1
Grup 1
1 aydan az
2-5 ay
2,65
,83
1 seneden fazla
2,82
,87 1,16 ,32
2-5 ay
İlk çıktığından
beri
2,93
,97
1 seneden fazla
İlk çıktığından beri
Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır.
Tablo 4’e baktığımızda denekler sosyal medyayı kullanma süreleri
bakımından 4 gruba ayrılmıştırlar. Tek yönlü varyans analizi sonuçlarına göre,
sosyal medyayı kullanma süresi ile sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörü
arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark oluşmadığı görülmektedir
(F=3,30; P<,05). Buna göre 1 aydan az süredir sosyal medyayı kullanan kişiler
sosyal medyanın sosyal çevre edinme/sosyalleşme etkisine diğer grupta yer alan
kişilerden daha az önem vermektedirler. İlk çıktığı günden beri sosyal medyayı
kullanan kişiler ise sosyal medyanın sosyal çevre edinme/sosyalleşme etkisine diğer
gruplardan daha fazla önem vermektedirler. Farkı belirlemek amacıyla yapılan
Tukey HSD Post Hoc testine göre fark bu iki gruptan kaynaklanmaktadır. Bilgi
edinme/hayatı tanıma faktörü (F=1,16; P>,05) ve eğlence/boş vakit geçirme faktörü
(F=1,16; P>,05) ile sosyal medyayı kullanma süresi arasında anlamlı düzeyde bir
farka rastlanmamıştır. Rahatlama/stresten uzaklaşma faktörü ve sosyal medyayı
kullanma süresi arasında anlamlı bir fark olup olmadığını öğrenmek için yapılan tek
yönlü varyans analizi (ANOVA) sonuçlarına göre rahatlama/stresten uzaklaşma
faktörü ile sosyal medyayı kullanma süresi arasında anlamlı bir fark olduğu
görülmektedir (F=2,33; P<,05). Tukey HSD Post Hoc testi sonuçlarına göre 1 aydan
az zamandır sosyal medyayı kullananların rahatlama/stresten uzaklaşma faktörüne
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
154
H. Akçay
verdikleri önem diğer grupta yer alanlardan anlamlı düzeyde düşüktür. Sosyal
medyayı ilk çıktığından beri kulanlar da ise rahatlama/stresten uzaklaşma faktörüne
verdikleri önem diğer gruptakilerden anlamlı düzeyde yüksektir. 2-5 aydır
kullananlar ile 1 seneden beri kullananlar için ise anlamlı bir fark gözlenmemiştir.
Tablo 5. Günlük Kullanma Sıklığı İle Faktörler Arasındaki Fark
Sosyal Çevre
Edinme/Sosyalleşme
Eğlence/Boş Vakit
Geçirme
Rahatlama/Stresten
Uzaklaşma
Bilgi edinme/ Hayatı
Tanıma
Güz 2011, Sayı:33
ANOVA
Post Hoc1
Kullanma
Ortalamalar SD
Sıklığı
F P
Grup 1
Aklıma
2,35
,90
Aklıma gelince
gelince
1 saatten az
2,46
,85
1 saatten az
2-5 saat
2,67
1,04 2,60 ,03
2-5 saat
6 saatten
2,73
,84
fazla
6 saatten fazla
Hep açık
2,90
1,01
Hep açık
ANOVA
Post Hoc1
Kullanma
Ortalamalar SD
Sıklığı
F P
Grup 1
Aklıma
Aklıma
Aklıma
3,31
,90
gelince
gelince
gelince
1 saatten 1 saatten
1 saatten az
3,40
,90
az
az
2-5 saat
3,60
,70 3,79 ,00
2-5 saat 2-5 saat
6 saatten
2,80
1,09
6 saatten
fazla
fazla
Hep açık
3,90
,95
Hep açık
ANOVA
Post Hoc1
Kullanma
Ortalamalar SD
Sıklığı
F P
Grup 1
Aklıma
2,79
,97
Aklıma gelince
gelince
1 saatten az
2,95
,92
1 saatten az
2-5 saat
3,34
,65 4,73 ,00
2-5 saat
6
saatten
fazla
6 saatten
2,85
,78
fazla
Hep açık
Hep açık
3,51
,93
ANOVA
Post Hoc1
Kullanma
Ortalamalar SD
Sıklığı
F P
Grup 1
Aklıma
2,73
,92
Aklıma gelince
gelince
1,99 ,09
1 saatten az
2,72
,85
1 saatten az
155
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
2-5 saat
6 saatten
fazla
Hep açık
1
2,80
,88
2-5 saat
3,15
,57
6 saatten fazla
3,19
,83
Hep açık
Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır.
Tablo 5’e baktığımızda denekler sosyal medyayı günlük kullanma süreleri
bakımından 5 gruba ayrılmaktadır. Sosyal Çevre Edinme/Sosyalleşme (F=2,60;
P>,05), Rahatlama/Stresten Uzaklaşma (F=4,73; P>,05), Bilgi edinme/ Hayatı
Tanıma (F=1,99; P>,05) faktörleri ile sosyal medyayı günlük kullanma süresi
arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Eğlence/boş vakit geçirme faktörü ve
sosyal medyayı günlük kullanma süresi arasında anlamlı bir fark olup olmadığını
öğrenmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA) sonuçlarına göre
eğlence/boş vakit geçirme faktörü ile sosyal medyayı günlük kullanma süresi
arasında anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (F=3,79; P<,05). Tukey HSD Post
Hoc testi sonuçlarına göre bu fark sosyal medyada günlük 6 saatten fazla kalanlar ile
internette bulunduğu süre boyunca sosyal medya siteleri hep açık bulunanlardan
kaynaklandığı görülmektedir.
Tablo 6. İnternete Bağlanılan Yer ile Faktörler Arasındaki Fark
ANOVA
Bağlantı
Ortalamalar SD
Yeri
F P
okul
2,27
,96
İş
2,29
,79
Yurt
2,52
1,05
Sosyal Çevre
Edinme/Sosyalleşme
Ev
2,63
,90
1,87 ,07
İnternet kafe
2,66
1,00
Okul/ev
2,93
,98
Okul/yurt
2,79
1,03
İş/ev
2,24
,79
ANOVA
Bağlantı
Ortalamalar SD
Yeri
F P
okul
2,93
1,60
İş
3,16
,74
Yurt
3,55
,88
Eğlence/Boş Vakit Geçirme
Ev
3,46
,98
2,01 ,05
İnternet kafe
3,53
,90
Okul/ev
3,98
,84
Okul/yurt
3,73
,82
İş/ev
3,23
,93
Post Hoc1
Grup 1
okul
İş
Yurt
Ev
İnternet Kafe
Okul/ev
Okul/yurt
İş/ev
Post Hoc1
Grup 1
okul
İş
Yurt
Ev
İnternet Kafe
Okul/ev
Okul/yurt
İş/ev
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
156
H. Akçay
ANOVA
Post Hoc1
Bağlantı
Ortalamalar SD
Yeri
F P
Grup 1
okul
2,16
1,12
okul
İş
2,85
,75
İş
Yurt
3,16
1,13
Yurt
Rahatlama/Stresten
Uzaklaşma
Ev
3,01
1,05
Ev
,72 ,65
İnternet kafe
2,90
1,08
İnternet Kafe
Okul/ev
2,72
1,12
Okul/ev
Okul/yurt
3,06
,85
Okul/yurt
iş/ev
2,98
,83
İş/ev
ANOVA
Post Hoc1
Bağlantı
Ortalamalar SD
Yeri
F P
Grup 1
okul
1,83
,52
Okul
İş
2,52
,73
İş
İş
Yurt
2,83
,94
Yurt
Yurt
Ev
2,98
,82
Ev
İnternet kafe
3,01
,96
İnternet
1,80 ,08
Bilgi edinme/ Hayatı Tanıma
kafe
1
Okul/ev
2,95
1,14
Okul/yurt
iş/ev
3,05
2,67
,76
,87
Okul/ev
Okul/yurt
iş/ev
iş/ev
Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır
Tablo 6’a baktığımızda denekler internete bağlandıkları yer açısından 5 gruba
ayrılmaktadır. Sosyal Çevre Edinme/Sosyalleşme (F=1,87; P>,05), Eğlence/Boş
Vakit Geçirme (F=2,01; P>,05), Rahatlama/Stresten Uzaklaşma (F=,72; P>,05)
faktörleri ile sosyal medyayı günlük kullanma süresi arasında anlamlı bir farka
rastlanmamıştır.
Bilgi edinme/hayatı tanıma faktörünün internete bağlanılan yer bakımından
anlamlı farklılık gösterip göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans
analizi (ANOVA) sonuçlarına göre bilgi edinme/hayatı tanıma faktörü ile internete
bağlanılan yer (F=1,80; P<,05) arasında anlamlı düzeyde farklılık bulunmaktadır.
Farkın hangi gruplardan kaynaklandığını belirlemek amacıyla yapılan Tukey HSD
Post Hoc testi sonuçlarına göre farklılık okuldan, ev, internet kafe, okul/yurt,
okul/ev gruplarından kaynaklanmaktadır. Sosyal medyaya bilgilendirme işlevi
açısından en az önem verenler ise sosyal medya sitelerine okuldan bağlananlardır.
Cinsiyet grupları ile faktörlerin farklılık gösterip göstermediğini test etmek
için yapılan bağımsız örneklem t testi sonuçlarına göre cinsiyet grupları ile faktörler
arasında fark gözlenememiştir (P>,05).
Güz 2011, Sayı:33
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
157
SONUÇ
Bu çalışmada Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı bağlamında kişilerin
sosyal medya kullanımları ve bu kullanımdan elde etmiş oldukları doyumlar
belirlenmiştir. Sosyal medya kullanımı ve elde edilen doyumlarının test edilmesinde
deneklere yöneltilen sorular; sosyal çevre edinme/sosyalleşme, eğlence/boş vakit
geçirme, rahatlama/stresten uzaklaşma, bilgi edinme/hayatı tanıma olmak üzere dört
faktöre ayrılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre sosyal medya kullanımında etkili
olan faktörler arasında, sosyal medya kullanımından elde edilen doyumu açıklayan
faktör ‘‘sosyal çevre edinme/sosyalleşme’’dir. Kişiler arası ilişkilerin daha yoğun
yaşanabileceği ortamlar olan üniversitelerde, özellikle gençlerin arkadaşlarıyla
zaman geçirmek yerine sosyal medya sitelerini tercih etmeleri ve zamanların büyük
bölümünü internette geçiriyor olmaları, günümüzde sosyal medyanın kişiler için
önemli bir sosyal çevre edinme ve sosyalleşme aracı olduğunu göstermektedir.
Sosyal medyanın çift taraflı etkileşim ve oneline iletişime uygun bir ortam sunması,
arkadaş sohbetlerinin yerine internet üzerinden farklı bir şehirde yaşayan farklı
sosyo-kültürel özellikteki insanlarla iletişime elverişli bir ortam sağlıyor olması,
sosyal medyanın kişileri cezbeden bir diğer yönüdür. Bunun yanı sıra özellikle
gençlerin karşı cinsle daha rahat iletişim kurabilmeleri ve kendilerini daha rahat
ifade edebilmelerini sağlaması yönünden de sosyal medya sosyal ortam kurma ve
sosyalleşmede tercih ettikleri iletişim araçlarından biri haline gelmiştir. Öte yandan
tek bir Facebook ve Twitter mesajı ile saniyeler içinde binlerce kişiye ulaşılabilmesi,
sosyal medyayı sosyalleşme açısından önemli bir araç durumuna getirmektedir.
Soysal medya kişilere günlük yaşamda üyesi olamayacağı, gruba aidiyetin belli
kurallarla ayrıldığı, sert kuralları olan belli gruplara üye olma ihtiyacını
karşılamaktadır. Bireyin belli bir gruba üye olma ihtiyacını da sosyal medya
aracılığıyla tatmin ettiği söylenebilir. Öte yandan sosyal medya ile devrimlerin
yaşandığı günümüzde birçok marka ve grup destekçilerine sosyal medya aracılığı ile
ulaşmaktadır.
Araştırmanın sonuçlarına göre sosyal medya kullanımında etkili olan ve
sosyal medya kullanımından elde edilen doyumu açıklayan ikinci faktör,
‘‘eğlence/boş vakit geçirme’’ faktörüdür. Kişiler sosyal medya aracılığıyla videolar,
resim, müzik vs. gibi paylaşımlar yaparak zaman geçirmektedir. Her ne kadar sosyal
medya ve internete insanların kitap okuma, yakınlarıyla zaman geçirme
alışkanlıklarını körelttiği yönünde eleştiriler yöneltilse de kişilerin önemli bir
bölümü zamanının çoğunu sosyal medya sitelerinde kurdukları arkadaş ortamları ile
çeşitli paylaşımlar yaparak geçirmektedirler.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
158
H. Akçay
Araştırmada ortaya çıkan sonuçlara göre sosyal medya kullanımını
açıklayıcılık bakımından etkili olan üçün faktör ‘‘rahatlama/stresten uzaklaşma’’
faktörüdür. Kişiler günlük yaşamın koşuşturması, stresi ve yorgunluğu içinde sosyal
medyaya yönelmekte, sosyal medyayı gündelik hayatın problem ve sıkıntılarından
kaçış için bir yol olarak görülmektedir. Araştırmaya göre sosyal medya kullanımını
açıklayıcılık bakımından etkili olan dördüncü ve en son faktör ise ‘‘bilgi
edinme/hayatı tanıma’’ faktörüdür. İnternet, günlük hayatımızın her ne kadar bir
parçası haline gelmiş olsa da, kişilerin interneti bilgi edinme kaynağı olarak
görülmediği söylenebilir. İnternette oluşan güvenlik problemleri, yasal boşluklar,
günübirlik imajların yok olup gittiği, kişilerin özel hayatlarının hiçbir çekinme
olmadan gözler önüne serildiği, her ne karar özgürlük olarak nitelense de aslında
insanların hayatlarının ortasında bir kaos olarak durmaktadır.
Sosyal medyayı bir aydan az zamandır kullanmakta olanlar yani henüz yeni
kullanmaya başlamış kişiler sosyal paylaşım sitelerini, ilk çıktıkları günden beri
kullananlara oranla sosyal çevre edinme/sosyalleşme ve rahatlama/stresten
uzaklaşma faktörleri açısından daha az önem vermektedirler. Yani kısacası uzun
süreden beri sosyal medyayı kullanan kişiler, sosyal medyayı kısa süredir
kullananlara oranla daha çok sosyal çevre edinme/sosyalleşme ve rahatlama/stresten
uzaklaşma aracı olarak gördüklerini ortaya çıkarmaktadır. Bu durum ‘‘sosyal
medyayı kullanma süresi arttıkça, kişilerin sosyal çevre edinme/sosyalleşme
faktörüne verilen önem artmaktadır’’ şeklinde formülle edilen hipotez
doğrulanmaktadır.
Araştırma dahilinde kişilerle yapılan yüz yüze mülakatlarda bir çok kişinin
sosyal medyanın çok fazla zamanlarını aldığı, yüz yüze sohbet etme, yakınlarıyla
zaman geçirme, telefonla konuşma vb. alışkanlıklarını zayıflattıkları yönünde bir
takım yakınmalarının olmasına rağmen sosyal medyayı kullanmaktan
vazgeçemediklerini belirtmeleri de ayrı bir inceleme konusu olarak karşımıza
çıkmaktadır. Okulların her birinin twitter, facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde
hesapları olması gerekmektedir. Seçim kampanyalarının dahi sosyal medyalar
aracılığıyla yürütüldüğü bir çağda, üniversitelerin internetten uzak kalması
düşünülemez. Böylece okulu tanımak isteyen yabancı öğrenci ve eğitmelere fırsat
tanınmaktadır. Dünyada kullanımının yaygınlığının yanı sıra anlık etkileşimi
artırması açısından çok daha tercih edilebilir göstermektedir. Öte yandan okulun
reklam ve tanıtımını yapmak açısından önemlidir.
Güz 2011, Sayı:33
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
159
KAYNAKÇA
Akgül, A ve O Çevik (2005) İstatistiksel Analiz Teknikleri, SPSS’te İşletme
Yönetimi Uygulamaları, Ankara: Emek Ofset.
Albayrak, A S (2006) Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, Ankara: Asil
Yayın Dağıtım.
Anık, C (2003) Bilgi Fabrikaları ve Müşteriler, Ankara: Altın Küre Yayınları.
Armstrong, M H (1999) The Gratification Dimensions of the İnternet’s World Wide
Web: An Exploratory Study. Unpublished Doctoral Dissertation, The
Florida State University: UMI Dissertation Information Service.
Balcı, Ş ve Ayhan, B (2007) Üniversite Öğrencilerinin İnternet Kullanım ve
Doyumları Üzerine Bir Saha Araştırması, Selçuk Üniversitesi İletişim
Fakültesi Akademik Dergisi, 5 (1). s.174-197.
Balcı, Ş ve Tarhan, A (2007) Siyasal Bilgilenme ve İnternet: 22 Temmuz 2007 Genel
Seçimleri’nde Bir Kullanımlar ve Doyumlar Araştırması, Medya ve Siyaset
Uluslararası Sempozyumu, Cilt 1. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, 15–
17 Kasım, İzmir. S.322-335.
Berger, A A (1995) Essential of Mass Communication Theory, London: Sage
Publication.
Büyüköztürk, Ş (2004) Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, Ankara: PigemA
Yayıncılık.
Bryman, A ve D Cramer (1997) Quantitative Data Analysis With SPSS For
Windows, London:Routledge.
Charney, T R (1996) Uses and Gratifications of the Internet. Unpublished Master of
Arts Dissertation, Michigan State University:UMI Dissertation Information
Service.
Çetin,
E.; Sosyal İletişim Ağları ve Gençlik :Facebook Örneği,
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/bilim/bilim15.pdf (Erişim: 31.11.2010).
Duman, A (1998) İnternet, Öğrenme ve Eğitim Üzerine Bir Deneme,
(http://www.dergimiz.biz/internet-ogrenme-ve-egitim-uzerine-birdeneme.htm), (Erişim: 02.11.2010).
Erdoğan, İ ve Alemdar, K (1990) İletişim ve Toplum Kitle İletişim Kuramları
Tutucu ve Değişimci Yaklaşımlar, Ankara: Bilgi Yayınevi.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
160
H. Akçay
Erdoğan, İ ve Alemdar, K (2005) Öteki Kuram (Kitle İletişim Kuram ve
Araştırmalarının Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi), Ankara: Erk
Yayınları.
Fiske, J (2003) İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev.:Süleyman İrvan, Ankara: Bilim ve
Sanat.
Gilbert, E. ve Karahalıos, K (2009) Predicting Tie Strength With Social Media, CHI,
Nisan 4‐9.
Güz, H. ve Zafarmand, N. (2009) Sosyal Medya Bağlamında Alternatif Bir
Alan:web2.0 ve PR2.0, Birinci Halkla İlişkiler 2.0 Uluslararası Konferansı,
Kargozare ravabet umumi yayınevi, Tahran, Kasım 2009, s.107- 119.
Işık, M (2005) Kitle İletişim Teorilerine Giriş, Konya: Eğitim Kitabevi.
Işık, U. (2007) Medya Bağımlılığı Teorisi Doğrultusunda İnternet Kullanımının
Etkileri ve İnternet Bağımlılığı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
Kaye, B. K. (1998) Uses and Gratifications of the World Wide Web: From Couch
Potato to Web Potato, The New Jersey Journal of Communication, 6 (1):
21-40.
Küçükkurt, M., Hazar M. Ç. ve Çetin, M. (Temmuz 2009) Kullanımlar ve Doyumlar
Yaklaşımı Perspektifinden Üniversite Öğrencilerinin Medyaya Bakışı,
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, Cilt:6,
Sayı:1,s.37-50.
Koçak, A. ve Özcan, Y. Z. (2002) Information or Entertainment?: Use of Internet
Among University Students in Turkey, International Conference on Media
and Communication in the E-Society of the Century: Access and
Participation, Moscow, October 17-19.
Levine, M. (2003) Halkla İlişkiler: Bir Gerilla Savaşı, İstanbul: Rota.
Lull, J. (2001) Medya İletişim Kültür, Çeviren: N. Güngör, Ankara: Vadi Yayınları.
Mattelart, A. ve Mattelart, M. (2009) İletişim Kuramları Tarihi (çev. Melih
Zıllıoğlu), İstanbul: İletişim Yayınları.
McLuhan, M. (1964) Understanding Media: The Extensions of Man, NY, USA:
New American Library.
Mutlu, E. (2004) İletişim Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Güz 2011, Sayı:33
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:…
161
Murugesan, S. (2007) Understanding Web 2.0, IT Professional, Volume: 9, Issue:4,
s.34-41.
Nordenstreng, K. (1970) Comments on Gratifications Research in Broadcasting,
Public Opinion Quarterly 34: 130- 132.
Onat, F. ve Alikılıç, Ö. A. (2008) Sosyal Ağ Sitelerinin Reklam ve Halkla İlişkiler
Ortamları Olarak Değerlendirilmesi, Journal of Yasar University, 3(9),
s.1111-1143
Sartori, G. (2004) Görmenin İktidarı, Homo Videns: Gören İnsan, Çev. G. Batuş ve
B. Ulukan, İstanbul: Karakutu.
Severin, W. J. ve Tankard, J. W. (1994) İletişim Kuramları (Kökenleri, Yöntemleri
ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev: Ali Atıf Bir ve Serdar
Sever, Eskişehir: Kibele Sanat Merkezi.
Şeker, T. B. (2005) İnternet ve Bilgi Açığı, Konya:Çizgi Kitabevi.
Şencan, H. (2005) Sosyal ve Davranışsal Ölçümlerde Güvenilirlik ve Geçerlilik
(Reliability and Validity in Social and Behavioral Measurements), Ankara:
Seçkin Yayıncılık.
Thompson, J; Is Education 1.0 Ready for Web 2.0 Students?,
(http://innovateonline.info/pdf/vol3_issue4/Is_Education_1.0_Ready_for_
Web_2.0_Students_.pdf), (Erişim: 02.11.2010).
Toruk, İ. (2008) Üniversite Gençliğinin Medya Kullanma Alışkanlıkları Üzerine Bir
Analiz, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,Sayı:19,
s.475-488.
Timisi, N. (2004) İnternet Toplum Kültür (içinde) “Sanallığın Gerçekliği: İnternetin
Kimlik ve Topluluk Alanlarına Girişi, Ankara: Epos.
Vural, B.Z. ve Bat, M. (2010) Yeni Bir İletişim Ortamı Olarak Sosyal Medya: Ege
Üniversitesi İletişim Fakültesine Yönelik Bir Araştırma, Journal of Yasar
University 20(5) 3348‐3382.
Yaylagül, L. (2008) Kitle İletişim Kuramları(Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar), 2.
Baskı, Ankara: Dipnot Yayınları.
http://www.emekdunyasi.net/ed/teknoloji/9606-internet-en-cok-tercih-edilenmedya-araci
http://www.siberkult.com/blog/?p=291 (Erişim: 01.11.2010)
http://www.guvenliweb.org.tr/istatistikler/content/internetkullan%C4%B1m%C4%B
1na-ili%C5%9Fkin-ara%C5%9Ft%C4%B1rma (Erişim: 01.11.2010)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
162
H. Akçay
Boş Sayfa
Güz 2011, Sayı:33
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
ÖRGÜT İÇİ İLETİŞİM VE İLETİŞİM TATMİNİ
KONAKLAMA İŞLETMELERİNDE BİR UYGULAMA
Fatma GEÇİKLİ* Neslihan SERÇEOĞLU** Çağla ÜST***
ÖZET
Geleneksel anlamdaki yönetim anlayışı yerini örgütün tüm paydaşlarıyla olan ilişki ve iletişimini
yönetebileceği daha geniş bir yaklaşıma bırakmıştır. Son yıllarda örgütsel aktifler arasında insan
kaynaklarının önemi artmakta, çalışanların daha verimli ve etkin olabilmesi için çalışma ortamında
iletişim işleyişi üzerinde önemle durulmaktadır. Bir işin başarısız ya da başarılı olması işin tekniğini
bilmekten çok, iletişim kurabilme becerisine bağlıdır. Ortak bir amaca ulaşmak için birlikte çalışan
insanlardan meydana gelen bir örgütte iletişim, bu sürecin hayati önem taşıyan bir parçasıdır.
Bu bağlamda, örgütsel iletişim yöntem ve süreçlerinin yeterince yerine getirilmemesi ve bu durumun
sonucu olarak çalışanlarda görülen tatminsizlik bu çalışmanın sorunsalını oluşturmaktadır. Araştırmanın
amacı, konaklama işletmelerinde çalışan iş görenlerin işletme içindeki iletişimi nasıl algıladıklarını
belirlemek ve iletişim tatmini ile ilgili görüşlerini değerlendirmektir. Erzurum il sınırları içerisinde
bulunan 10 otelde toplam 242 çalışana anket uygulanmıştır. Araştırmada verilerin değerlendirilmesinde
SPSS for Windows 16.0 paket programı kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: İletişim, Örgütsel iletişim, İletişim tatmini
ORGANIZATIONAL COMMUNICATION AND COMMUNICATION
SATISFACTION: AN STUDY ON HOSPITALITY INDUSTRY
ABSTRACT
Management understanding in traditional sense has been replaced by a broader approach in which all
shareholders of the organization can manage the relations and communication. Recently, the importance
of human sources among organizational factors and the running of communication has gained
significiance at working environment for the employees being more efficient and effective. The failure or
success of a task depends on the capability of communicating rather than knowing its techniques.
Communication is a vital part of the process in which an organization is made up of people working
together to reach a common goal.
In this context, insufficiency in performing the organizational communication methods and procedures,
and unsatisfaction, as a result of this situation, among amployees build up the problem of this survey. The
objective of this study is to determine how the employees working in the organization perceive the
communication and to evaluate their views on communication satisfaction.
A questionnaire was applied totally to 242 employees in 10 hotels in the city centre of Erzurum. In the
assesment of the data, SPSS for Windows 16.0 packet program was used.
Keywords: Communication, Organizational Communication, Communication Satisfaction
*
Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü.
Arş. Gör., Atatürk Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu.
***
Atatürk Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu.
**
İletişim 2003/18
164
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
GİRİŞ
Toplumsal yapının en önemli unsurlarından biri olan örgütler, sahip oldukları
kurumsal özellikleriyle faaliyetlerini içte ve dışta kurulan bir ilişkiler sistemiyle
devam ettirirler. Dinamik bir varlık olan örgütler kendilerine özgü işlevleri
gerçekleştirebilmek için hem örgüt içine hem de örgüt dışına yönelik etkili bir
iletişime ihtiyaç duyarlar. Ortak bir hedefe ulaşmak için birlikte çalışan insanlardan
meydana gelen bir kurumda iletişim, bu sürecin hayati önem taşıyan bir parçası
olarak yerini alır. Konaklama işletmeleri de insanı önemli bir unsur olarak görür ve
faaliyetlerini de o şekilde sürdürür. İnsanın olduğu yerde iletişimin olması
kaçınılmazdır. İnsan gücünün son derece önemli olduğu konaklama işletmelerinde
iletişim, iş görenlerin faaliyetlerinin düzenli olarak devam edebilmesi, süreklilik ve
motivasyon için çok önemlidir. Çalışanların iletişim tatminlerinin sağlanması ile
takım çalışması, örgüt iletişim iklimi, bütünleşme-özdeşleşme ve ast-üst ilişkileri
düzelir, performans artar, takım çalışması ve bütünlük sağlanır ve ayrıca hizmet
kalitesi de artar. (Ünüvar ve Bilge, 2009: 55)
Çalışma temel olarak iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, araştırmanın
temelini oluşturan iletişim, iletişim süreci elemanları, örgütsel iletişim, örgütsel
iletişimin amaçları ve akış yönü, iletişim tatmini - örgütsel iletişim tatmini ve
konaklama işletmeleri gibi kavramlar açıklayıcı olması bakımından kuramsal
bilgilerden söz edilmiştir. Bu bölümde genel olarak iletişim kavramı üzerinde
durulmuştur. Konaklama işletmelerinin temel özellikleri ve örgütsel iletişim
incelenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde ise ilk bölüme dayanılarak yapılan
araştırma ile ilgili bilgiler ve bulgular bulunmaktadır.
1. İletişimin Tanımı ve Önemi
İletişim Latince’deki Communicatio ve batı dillerindeki Communication
kavramının karşılığıdır. Communicatio kavramının kökeni de ortaklaşa demek olan
Communis kavramına dayanmaktadır. Bu bağlamda iletişim en geniş anlamıyla
canlılar arasında belirli ortaklaşa unsurlara dayanan bir süreci ifade etmektedir. Bu
anlayıştan hareketle iletişimin sadece insanları değil, tüm canlıları kapsadığı
söylenebilir. (Özaslan, 2009:2) İletişim sayesinde insanlar, örgütler (kurumlar) ve
toplumlar arasında etkileşim kurulur. Bir etkileşimin iletişim olabilmesi için,
mutlaka bir değişimin olması veya bir değerin oluşturulması gerekmektedir.
İletişim kavramının herkes tarafından kabul edilen tek bir tanımı
bulunmamaktadır. İletişim kavramı ile ilgili yapılan tanımlardan bazıları şunlardır:
Güz 2011, Sayı:33
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
165
• İletişim, herhangi bir kişiden diğer bir kişi veya kişilere bilgi, veri, anlayış
ve sezgi aktarmasıdır.
• İletişim, iki kişinin duygu, düşünce ve bilgilerini paylaşarak birbirini
anlaması ile ilgili bir süreç olarak tanımlanabilir. (Gürgen, 1997:9)
• İletişim kavramı, tutum, bilgi, düşünce, duygu ve davranışların, kaynaktan
hedefe doğru aktarılması anlamına gelir. İletişim bir kişiden veya gruptan, bir başka
kişi veya gruba bilgilerin aktarılması sürecidir. (Lewis, Goodman,1995:389)
• İletişim, simgeler aracılığıyla bir kişiden veya gruptan diğerine veya
diğerlerine bilginin, fikirlerin, tutumların veya duyguların iletimidir. (Sarıkamış,
2006:37)
• İletişim çoğu açıklamalarda olduğu gibi sadece bilgi paylaşımı ve
duyguların aktarımı değildir. İletişimin anlam yaratma, etkileme ve değiştirme,
etkileme ve yönlendirme gibi birçok işlevi vardır. Ayrıca iletişimin kendi içinde bir
yapısı vardır ve bu yapıya temel oluşturan bir planlamaya sahiptir. (Geçikli, 2010:
253)
Toplumsal yaşam içerisinde iletişime herkesin ihtiyacı vardır. Çünkü iletişim,
insanların birbirini anlamaları için gerekli olan bir köprü konumundadır. İnsanlar
ister tek başına, ister toplumla birlikte yaşasın, iletişim kurarak amaçlarına ulaşırlar.
İnsanda iletişim kurma ihtiyacı, çevreyi etkileme isteğinden kaynaklanır. İletişim,
insanın kendini bir insan olarak gerçekleştirmesi ve sosyal süreçlere girmesi
bakımından da önemlidir. Günümüzde iletişimin öneminin artmasının bir diğer
nedeni ise iletişimin bugün bir güç kaynağı olan bilgi iletiminin temel aracı
olmasıdır. Öte yandan, iletişim toplumda yaşayanlar arasında sağladığı etkileşim ile
düşüncelerde, davranışlarda, maçlarda ve değerlerde benzerlik ve uzlaşma olasılığını
artırmada da son derece önemli bir rol oynamaktadır.
2. İletişim Süreci Elemanları
İletişim süreci, kaynağın bir mesajı anlaşılır bir biçimde kodlayarak alıcıya
göndermesiyle başlar. Bu süreç iki şekilde olmaktadır. Bunlar; tek yönlü yani
doğrusal iletişim ve çift yönlü yani döngüsel iletişimdir. Tek yönlü-doğrusal
iletişimde bilgi, duygu, düşünce, tutum ve kanaatlerin doğrusal bir şekilde aktarımı
söz konusudur. Çift yönlü-döngüsel iletişimde ise bilgi-duygu, düşünce, tutum ve
kanaatlerin kaynaktan alıcıya gönderilmesi alıcının da bunları alıp anlamlandırarak
yorumlaması ve geri bildirimde bulunması şeklinde gerçekleşmektedir. Tek yönlü
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
166
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
iletişim
sürecinin
temel
unsurları;
kaynak-mesaj-kanal-alıcı
şeklinde
sıralanmaktayken çift yönlü iletişim sürecinin unsurları ise; kaynak - kodlama mesaj - kanal - kodaçma - alıcı - geri bildirim şeklinde sıralanmaktadır. (Geçikli,
2010:263)
3. Örgütsel İletişim
İletişim; bilginin paylaşıldığı, etkinliklerin organize edildiği ve karar almanın
daha da artırıldığı bir yöntemken, örgütsel iletişim; kurumda meydana gelen,
kurumla alakalı ve kurumun yaptığı iletişim anlamına gelir. Kurumda olan iletişim
denildiğinde ise daha çok örgütsel iletişimin kurum içi ilişkilerini kapsayan süreci
ifade eder. (Erdoğan, 2005: 260) İletişim bireysel yaşamın olduğu kadar örgütsel ve
toplumsal yaşamında vazgeçilmez aracıdır.
Örgütsel iletişim; birden fazla insanın bir amaç etrafında birleşmesini
sağlayan ve onların güç birliği yaparak örgüt amaçlarına ulaşma yönünde etkili bir
biçimde çalışabilmeleri için, aralarında gerçekleşmesi gereken işbirliğini ve
çevresiyle uyumlarını sağlamada önemli bir rolü bulunan, biçimsel ve biçimsel
olmayan yapılardaki anlam yükü taşıyan her türlü insan etkinliğinin paylaşılmasıdır.
(Ünüvar, 2009: 57)
Örgütler, üretime yönelik örgüt içi işbirliği ve ortak amaç etrafında birleşme
çabasının dışında, “dış dünya” ile ilişki kurma, çevreden aldıkları bilgiyi örgüt
içindeki bilgi işlem merkezlerine aktarıp bir strateji oluşturarak belirsiz, rekabetçi ve
dinamik çevre şartlarına uyum gösterebilme çabası içerisindedirler. Gerek örgüt
içerisindeki uyum, ortak görüş ve koordinasyon sağlamaya, gerekse de örgüt dışı
adaptasyon ve bilgi akışına yönelik bu eylemlerdeki başarı, örgütlerde etkin bir
iletişim sistemi oluşturmakta saklıdır. (Özarallı, 1997:71) Örgütte oluşturulan etkin
iletişim sistemi, örgütsel düzenin başarısını da yansıtır. Bütün bu örgütsel faaliyetler
için örgütsel iletişim zorunlu bir yönetsel araç olarak ortaya çıkar.
Örgütsel iletişimin gelişimi; endüstriyel psikolojinin, sosyal psikolojinin,
örgütsel davranış ve yönetim biliminin gelişimine eşlik etmiştir. Bu nedenle bu
alandaki uzmanlar örgütsel iletişim çalışanlarının tipik olarak türettikleri egemen
teorileri, kavramları ve konuları biçimlendirmişlerdir. Örgütsel iletişim üç ana sözlü
iletişim geleneğini geliştirmiştir: (Gülnar, 2007:21-22)
• Topluluğa hitap etme,
• İkna,
Güz 2011, Sayı:33
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
167
• Bireylerarası, küçük grup ve kitle iletişimi üzerinde sosyal bilim
araştırması.
Günümüzde örgütler giderek karmaşıklaşan bir yapıya bürünürken, onu
meydana getiren bireylerde, çeşitli açılarda karmaşık bir yapıya sahip olarak
karşımıza çıkmaktadırlar. Bireysel ve örgütsel anlamdaki bu karmaşık yapı,
birbirleri ile ancak etkili bir örgütsel iletişim sayesinde uyumlu ve sistemli bir
şekilde bütünlük oluşturabilirler. Bu bağlamda, örgütsel unsurlar arasındaki
dayanışma ve koordinasyon, bireyler arasındaki uyum ve iyi ilişkilere temel
oluşturan iletişimle mümkündür denilebilir.
Bireyler ne kadar yetenekli ve yüksek performans gösterme eğilimine sahip
olurlarsa olsunlar, örgütte iletişim sorunları söz konusu ise, örgüt içerisinde
bireylerin yada grupların etkin olmaları engellenebilir. Çünkü etkili bir iletişim, bir
örgütün etkin ve etkili çalışabilmesi için en önemli ve temel faktörlerden biridir.
(Gökçe, 2006:87) Etkili iletişim yeteneği çalışanın ve kurumun verimliliğini artırır.
Etkili iletişim kurabilen bir çalışan meslektaşları, çalışanlar, yöneticiler, yatırımcılar
ve müşteriler üzerindeki etkisini daha da artırabilir.
Örgütsel iletişim bilimsel yönetim, insan ilişkileri yaklaşımı, insan kaynakları
yönetimi, sistem yaklaşımı ve kültürel perspektif gibi çeşitli yaklaşımlara
dayanmaktadır. Bu yaklaşımlardan her biri iletişim olgusuna ilişkin farklı kavramları
ve tanımları öne çıkarmışlardır. 20. yy. sonlarına doğru bir disiplin olarak gelişen
örgütsel iletişim alanında, alanın belirgin olarak kimliğini saptama çabaları örgütsel
iletişimin gelişimine eşlik etmektedir. Örgütsel iletişim araştırmacıları, alanının
geleceği ve sınırlarına ilişkin tanımlamalarına hala devam etmektedirler. (Durgun,
2006:116)
4. Örgütsel İletişimin Amaçları
Örgütsel iletişim, örgütteki tüm çalışanların örgütsel amaçlar yönünde
etkileşimde bulunmasını sağlayarak, örgütsel bütünlüğü gerçekleştirmede son derece
önemli bir işleve sahiptir. Örgütsel bütünlüğünü gerçekleştirebilmek için öncelikle
örgüt içerisinde sağlıklı bir iletişim oluşturulması gerekmektedir.
İletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi sonucu örgüt şu faydaları
sağlayabilir: (Torrington, Hall; 1987:76)
• Yönetime karar almada gerekli bilgiyi elde etme olanağı sağlar.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
168
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
• Yöneticilerin aldığı kararların çalışanlar tarafından algılanması ve
uygulamaya dönüştürülmesine yardımcı olur.
• Çalışanların örgüte bağlılığını artırarak, müşteri hizmetlerinin iyileşmesini
sağlar.
• İş tatmini, örgütsel bağlılık ve motivasyon gibi çalışanların davranışları
üzerinde olumlu etkiler yaratarak örgütsel performansı artırır.
• İş ortamındaki huzursuzlukları ve baskıları azaltır.
• Örgütsel faaliyetlerin işbirliği ve istikrar içinde geçmesini sağlar.
• Daha az hata yapılmasına ve dolayısıyla giderlerin azalmasına olanak sağlar.
5. Örgüt İçi İletişimin Akış Yönü
Örgüt içinde kurulan çok yönlü iletişim ağı, çalışanların serbestçe üstleriyle
tartışabilmesi, çeşitli önerilerini iletebilmesi, örgütle ilgili konularda bilgi sahibi
olabilmesi, deneyim, düşünce ve duygularını paylaşabilmesi, çalışanlar arasında
eşgüdümün sağlanabilmesi ve çalışanların motivasyonları için büyük önem
taşımaktadır.
Örgütte çalışanlar arasındaki mesajlar birçok farklı yol veya kanallardan
iletilir. Bu kanallarda iletişim dikey, yatay ve çapraz olarak üç yönde akmaktadır.
(Ünüvar, 2009: 61-62)
5.1. Dikey İletişim
Dikey iletişim yönetenler ve astlar arasında kurulan iletişim biçimidir. Dikey
iletişim organizasyonda hem aşağı doğru hem de yukarı doğru akar. Yukarıdan
aşağıya doğru iletişim üst yöneticiden başlar ve aşağıya doğru en alt düzeydeki
çalışana kadar iner. Aşağı doğru iletişimin temel amacı; astlara bilgi verme, onların
performansını değerlendirme, örgütün amaç ve politikaları konusunda onları
bilgilendirmedir. Yukarı doğru iletişimin temel amacı ise alt birimlerde yaşananlar
hakkında üst yönetimi bilgilendirmektir.
Bir anlamda formel iletişim türü olarak da kabul edilebilen bu yöntemde
astlara resmi kanallardan bilgi ve emirler ulaştırılır. Bu şekilde astların
çalışmalarının nasıl değerlendirileceği, başarı veya başarısızlık durumunda
çalışanlara ne tür ödül ve cezaların verileceği açık ve net olarak da ortaya konmuş
olur. Çalışanlar kendilerine ulaşan bu bilgilerden yola çıkarak, neyi nasıl
Güz 2011, Sayı:33
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
169
yapacaklarını öğrendikleri gibi, neleri yapmamaları gerektiği konusunda da bilgi
sahibi olmuş olurlar.
5.2. Yatay İletişim
Yatay iletişim, aynı kademedeki yönetici ve meslektaşlar arasındaki iletişimi
içermektedir. Daha çok yönetici pozisyonunda görev yapanlar arasında
gerçekleşmektedir. Ekip çalışmasının önemli rol oynadığı örgütsel sorunların
çözümünde oldukça etkindir. Yatay iletişimin amacı yalnızca bilgilendirmek değil,
birimler arası faaliyetleri koordine etmek, desteklemek ve kolaylaştırmaktır. Bunun
sonucunda işlerin verimi ve verilen hizmetin kalitesi artmaktadır.
Yatay iletişim, iş görenlerin organizasyonlarda otoriter liderlik anlayışını
kontrol etmenin önemli bir aracıdır. Aynı zamanda olumlu yatay iletişim,
destekleyici örgütsel iletişim iklimine olumlu katkılar sağlar ve örgütte
koordinasyonu iyileştirir. Yatay iletişim, fonksiyonel departmanlar arasında (üretim,
pazarlama, personel, halkla ilişkiler vd.) ortaya çıkan sorunların çözümlenmesi,
koordinasyon sağlanması veya örgütsel işleyişin hızlandırılması gibi amaçlarla
kurulur. Yatay iletişim, sorunları üst kademelere taşımadan ve resmi iletişimin
zaman öğütücü kurallarına takılmadan, hızlı ve karşılıklı güvene dayalı olarak
yürütülen iletişimdir. Bu kanalın kullanımının öneminin çalışanlar tarafından da
bilinmesi etkinliği arttıracaktır.
5.3. Çapraz İletişim
Çapraz iletişim, farklı fonksiyonel birimlerde çalışan ast ve üstler arasında
gelişen bilgi içerikli iletişimdir. Çapraz iletişim, örgüte yönelik uzlaşmayı, farklı
birimlerin birbirine karşı sorumluluklarını daha iyi kavramalarını ve yardımlaşmayı
kolaylaştırır. Özellikle ekip çalışmasına ağırlık veren işletmelerde, katılımın yararlı
sonuçlar verebilmesi için çapraz iletişime önem verilmesi gerekir.
Bazı olağanüstü durumlarda, bir yönetici kendi bölümü dışında çalışan
işgörenlerle doğrudan ilişki kurabilir. Karmaşık ve çoğu kes uzun olan dikey
kanalların sakıncalarını giderme ve olağanüstü durumlarda zaman kazanma olanağı
vermesi bakımından çapraz iletişim önem taşımaktadır. (Demiray, 2000:157)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
170
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
6. İletişim Tatmini – Örgütsel İletişim Tatmini
Tatmin, belirli şartlarda herkesçe kabul görmüş bir bakış açısı tarafından
açıklanabilen ve çevreye verilen bir yanıtı ifade eder. En fazla tekrar eden ve en
fazla belirgin deneyimler ile bu deneyimlerin sonuçları bireylerin tatmin düzeyini
oluşturmaktadır.
İletişim tatmini, iletişim etkileşimlerinden ortaya çıkan sosyo-duygusal bir
sonuçtur. Başka bir deyişle iletişim tatmini, içsel iletişim tatmini olarak bir
başkasıyla başarılı iletişim kurmak ya da bir başkasının birey ile başarılı bir şekilde
iletişim kurması olarak tanımlanmaktadır. Bireyin tatmini, çeşitli durumlarda üyesi
olduğu örgüt içinde oluşan iletişim olarak görülebilir. Bilgi akışı, örgüt içi ilişki
çeşitliliği, çalışanların ve yöneticilerin örgüt içi iletişim algılayışının kapsamlı
olması ile özetlenebilir. (Sabuncuoğlu ve Gümüş, 2008: 49) Çalışanlar ve yöneticiler
örgüt iletişimden tatmin sağladıklarında daha verimli olurlar. İletişim doyumu bilgi
akışını, bilginin niceliğini ve niteliğini, içerik ve örgütsel etkililiği değerlendiren,
ölçülebilen bir yapıdır.
İletişim tatminini belirlemek örgütsel iletişimin güçlü ve zayıf yönlerini
ortaya çıkaracağı için daha iyi ilişkiler, bilgi aktarımının iyileştirilmesi ve bunun
sonucunda örgütsel etkililiği iyileştirmek için oluşturulacak iletişim stratejisine
dayanak teşkil eder. (Özaslan, 2009: 43) İletişim tatmini örgütün bilgi alışverişinin
kalitesini ölçer ve etkili paylaşımına erişebilmek için bir ön koşul olarak kabul
edilir.
Örgütsel iletişim tatmini, iş performansı ve verimliliği, iş tatmini ve iş
sorumluluğu ile bağlantılıdır. Örgüt çalışanlarının iletişim tatminleri ulaşılabilir bilgi
miktarı ile doğru orantılıdır. İletişim, iş ile ilgili bilgilerin çalışanlara aktarımını ve
işgören tatminini sağlıyor olsa da, sadece işle ilgili değil, kişiler arası tatmin
ihtiyaçları açısından çalışanların iş arkadaşlarıyla ve üstleriyle iletişim içinde
olmasını da sağlar. (Byrne ve LeMay, 2006: 60)
Örgüt içindeki iletişimin kalite algısı, örgütsel performansa, sonuçlara ve iş
görenlere önemli ölçüde bağlıdır. Kalite algısı ne kadar yüksek olursa, genel örgüt
performansı da o kadar yüksek olur. Yüksek kalitedeki örgüt içi iletişim verimliliği
artırır, devamsızlığı azaltır, karşıt fikirli çalışan sayısını azaltır ve tüm servislerdeki
kaliteyi artırır. (Özaslan, 2009: 44) Aynı zamanda etkin bir iletişim sisteminin
kurulması örgüt çalışanları arasında katılımcılık ruhunun geliştirilmesini de sağlar.
Güz 2011, Sayı:33
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
171
7. Konaklama İşletmelerinin Tanımı ve Sınıflandırılması
Hanlar, kervansaraylarla başlayan konaklama hizmetler, ulaşım araçlarının
gelişmesi paralelinde, zamanımızda büyük değişikliğe uğramıştır. Önceleri, yalnız
yatak satarak konaklama ihtiyacına cevap veren ve babadan oğula devredilerek
işletilen küçük oteller, iş ve başka amaçlarla seyahat eden günümüz insanının
ihtiyaçlarına cevap veremez olmuşlardır. Bugün, rekabetin de etkisiyle hizmet
anlayışları değişen oteller; restoran, bar, alışveriş merkezleri vb. birimlerin
eklenmesiyle eğlence ve dinlenme imkanları da sağlayan birer modern endüstri
işletmesi haline gelmişlerdir. Düne kadar hizmet anlayışıyla birlikte hizmet birimleri
de değişen otelcilik, büyük yatırım ve organizasyon gösteren, yılın 365 günü,
haftanın 7 günü ve 24 saati devamlı insana hizmet eden ve onun mutluluğu için
çalışan karlı ve zevkli bir sektör olmuştur. (Gökdeniz ve Dinç, 2003: 9)
Konaklama işletmeleri, seyahat eden insanların kendi konutlarının bulunduğu
yer dışında geçici olarak asgari barınma ve yeme-içme gibi temel gereksinmeleri
karşılamaya yönelik ticari nitelikteki işletme faaliyetleridir. (Çakmakçı, 2002: 1)
Konaklama işletmeleri turizm çekiciliğini oluşturan işletmeler içerisinde yer alır. Bu
işletmeler içerisinde en önemli grubu oteller oluşturmaktadır.
Diğer bir tanıma göre konaklama işletmeleri, birinci derecedeki turizm
işletmeleri arasında ilk sırayı alan ve turistik mal ve hizmetlerin üretimini sağlayan,
varlıkları turizm olayına bağlı olarak ortaya çıkan ve şekillenip çeşitlenen
işletmelerdir. (Gökdeniz ve Dinç, 2003: 9) Konaklama işletmeleri, turistlerin geçici
konaklama, yeme-içme, kısmen eğlence ve diğer bazı sosyal ihtiyaçlarını karşılayan
işletmelerdir.
Konaklama işletmelerinden yararlanan insanların ihtiyaçlarının çok çeşitli
olması, bu ihtiyaçları karşılayan işletmelerin de çok çeşitlilik göstermesine neden
olmuştur. Gecelemenin yanında insanların diğer ihtiyaçlarının zevklerine ve sosyal
yapılarına göre değişmesi birbirinden farklı hizmetler sunan işletmelerin doğmasına
neden olmuştur. Bu nedenle konaklama işletmelerinde ayrım yaparken çeşitli
kriterlere göre sınıflandırma yapmak gerekir. (Eraslan, 2004: 1)
Konaklama işletmeleri, aşağıda belirtilen çeşitli kategorilere göre sınıflamaya
tabi tutulabilir. Bunlar:
Fiziki Yapılarına Göre; Oteller, Moteller, Tatil Köyleri, Karavaningler,
Kampingler, Pansiyonlar, Oberjler, Hosteller
Konaklamanın Amacına Göre; Şehir Otelleri, Dinlence ve Eğlence Otelleri,
Apart Oteller, Tedavi Otelleri (Kaplıcalar)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
172
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
Faaliyet Sürelerine Göre; Devamlı Oteller, Sezonluk Oteller
Yıldızlamaya Göre; 1 Yıldızlı Oteller, 2 Yıldızlı Oteller, 3 Yıldızlı Oteller, 4
Yıldızlı Oteller, 5 Yıldızlı Oteller
8. Konaklama İşletmelerinde İletişim ve Örgütsel İletişim
Turizm işletmeleri, geçici bir süre için yer değiştirme sonucu ortaya çıkan,
seyahat ve konaklama ihtiyaçlarının ve buna bağlı diğer ihtiyaçların tatminine
yarayan mal ve hizmetlerin üretilmesini ve pazarlanmasını sağlayan ekonomik
birimlerdir. (Batman, 2003:5) Doğrudan insan gücünün kullanıldığı konaklama
işletmelerinde, kişilerin farkında olarak ya da olmadan sözlü ya da sözsüz ortak
simgeler aracılığıyla bilgi, düşünce, inanç ve duyguları karşılıklı olarak aktardıkları,
zihinlerinde aynı ya da benzer çağrışımlar söz konusu olduğunda aktarılan iletilerin
karşılıklı olarak benzer çağrışımlara yol açtığı tüm bu çağrışımların ise ilişkileri
olumlu ya da olumsuz yönde etkileyerek tüm işletmeyi doğrudan ilgilendirdiği
söylenebilir. (Özaslan, 2009:24-25) Turizm sektöründe kalitenin belli bir düzeyde
gerçekleşmesi ve hizmet üretiminin sürekli iyileştirilmesi hizmeti üretecek iş
görenlerin iletişim tatmini ile sağlanabilir.
Konaklama işletmeleri pek çok işletmeden daha fazla çevreden girdi alıp onu
işleyen ve çevreye çıktı veren açık sistemlerdir denebilir. Tüm yıl boyunca ve
aralıksız hizmet veren işletmelerdir. Toplumda ve kültürler arası etkileşimi
fazlasıyla yerine getiren bu işletmelerde örgüt yapısı içinde iletişim çok önemlidir.
(Özaslan, 2009:35) Örgütler, kurdukları iletişim sayesinde gelişir ve çalışmalarını
sağlayan hedeflerini ifade ederler. Ayrıca iletişim sayesinde örgüt üyeleri, diğer
üyelerin faaliyetleriyle kendi faaliyetlerini eşgüdümleyebilirler. Görevlerin
karmaşıklığının düzenlenmesi örgüt içinde birbirine bağımlı yapılmalıdır ve her bir
çalışan kendi görevini ancak diğer çalışanlarla karşılıklı iletişim kurarak yapabilir.
(Conrad, 1985:6) Tüm bunlardan yola çıkarak iş görenin iletişim tatmini,
performansı ve müşteri memnuniyeti artırılabilir. Artan müşteri memnuniyeti
sonucu hem müşteri kayıpları önlenir hem de müşterinin sürekliliği sağlanır.
9. Araştırma
9.1. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı
Erzurum’da ki konaklama işletmelerinde uygulanan araştırma ile temel
olarak çalışanların işletme içindeki iletişimi nasıl değerlendirdikleri belirlenmeye
Güz 2011, Sayı:33
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
173
çalışılmıştır. Bu kapsamda araştırmaya katılan iş görenlerin işletme içindeki iletişimi
nasıl algıladıkları yaş, gelir, eğitim düzeyi, sektörde ve işletmede çalışma süresi,
çalışılan departman ve statü açısından farklılık gösterip göstermediğinin
araştırılması amaçlanmıştır.
Bu çalışma konaklama işletmelerinde çalışan iş görenlerin iletişim doyumu
hakkındaki görüşlerini değerlendirmek suretiyle otel yöneticilerine ve konu ile ilgili
bilgiye ihtiyacı olan akademisyen, araştırmacı vb. kişilere fikir verme amacını
gütmektedir. Ayrıca çalışma örgütsel memnuniyet ve iletişim doyumunun kurumlar
için ne derece hassas konular olduğunu açıklaması bakımından ve bir kurumun
devamlılığını sağlayan üstlerle iletişim, yatay iletişim, üst yönetim iletişimi, iletişim
araçlarının kalitesi ve bölümler arası iletişim gibi konularla doğrudan ilişkiyi ortaya
koyması bakımından önem arz etmektedir.
Araştırmanın kapsamını Erzurum il merkezindeki turizm işletme belgeli
konaklama işletmelerinde çalışan kişiler oluşturmaktadır. Erzurum il merkezinde
turizm işletme belgeli 10 otelde 650 çalışan olduğu tespit edilmiştir. Araştırmada
olasılıklı örnekleme yöntemlerinden olan küme örneklem yöntemi uygulanmıştır.
Krejcie ve Morgan tarafından evren hacminin büyüklüğüne karşılık örneklem
büyüklüğünün ne kadar alınması gerektiğine ilişkin genel bir tablo geliştirilmiştir.
Bu tablo kapsamında örneklem sayısı 242 kişidir. (Ural ve Kılıç, 2005: 43) Eksiksiz
doldurulan 195 anket araştırmada değerlendirmeye alınmıştır. Anketler SPSS
istatistik paket programı kullanılarak analiz edilmiştir.
9.2. Araştırmanın Metodolojisi
9.2.1. Örnekleme Süreci
Erzurum’da ki konaklama işletmelerinde çalışan işgörenlerin iletişim
doyumunu etkileyen faktörleri belirlemeyi amaçlayan bu çalışmada, Erzurum’da ki
konaklama işletmelerinde çalışan işgörenler örneklem olarak alınmıştır. Araştırmada
158 erkek (%81), 37 bayan (%19) toplam 195 kişiye anket uygulanmıştır.
9.2.2. Veri Toplama Yöntem ve Aracı
Bu çalışmada birincil veriler anket yöntemi ile elde edilmiştir. Anket
formunda 7 grup soru yer almıştır. Birinci grup ile beşinci grup arası sorular
sırasıyla; üstlerle iletişim, yatay iletişim, üst yönetim iletişimi, iletişim araçlarının
kalitesi ve bölümler arası iletişimdir. Altıncı grup sorular örgütsel memnuniyeti
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
174
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
belirleyen sorulardır. Yedinci grup sorular ise cevaplayıcıların demografik
özelliklerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Anket 31 sorudan oluşmuştur. İlk
bölümde 22 soru yer almaktadır. Bu ölçek Karen Zwijze-Koning ve Menno de Jong
tarafından geliştirilmiştir. (Zwijze ve Jong, 2007: 273)
Ankette yer alan soruların cevaplandırılmasında, demografik özelliklerle
ilgili sorularda muhtelif seçenekler sunulmuş, diğer değişkenlerle ilgili sorularda
beşli Likert tipi ölçek kullanılmıştır. Likert ölçeğini kullanmanın amacı, sayısal
olmayan verilerin sınıflandırılabilmesini ve değerlendirilebilmesini sağlamak amaçlı
olup, çalışanların örgütsel işleyişten tatmin olup olmadıkları ile ilgili düşüncelerini
ölçmek amaçlı “Tamamen Katılıyorum”, “Katılıyorum”, “Kararsızım”,
“Katılmıyorum”, “Kesinlikle Katılmıyorum” şeklinde düzenlenmiştir. Ölçeğimizin
alfa değeri 0,94 olarak tespit edilmiştir. Bu sonuç ölçeğimizin yüksek derecede
güvenilir olduğunu göstermektedir. (Kalaycı, 2009: 405)
9.2.3. Araştırmanın Modeli
Şekil 6.1. Araştırma Modeli
Buna göre araştırma modeli 5 temel değişkenden oluşmaktadır. Modelde yer
alan demografik özellikler değişkeni; cinsiyet, yaş, gelir, eğitim durumu, medeni
hal, sektörde çalışma süresi, işletmede çalışma süresi, işletmedeki statü, çalışılan
departman değişkenlerinden oluşmaktadır.
Güz 2011, Sayı:33
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
175
Üstlerle iletişim 4, yatay iletişim 3, üst yönetim iletişimi 7, iletişim araçları
kalitesi 3, bölümler arası iletişim 2’şer sorudan oluşmaktadır. Son olarak örgütsel
memnuniyetin tespiti amacıyla 3 soru sorulmuştur. Araştırma modeline göre
demografik özellikler ile iletişim doyumu arasında ilişki olup olmadığı ve
değişkenlerin örgütsel memnuniyeti etkileyip etkilemediği tespit edilmeye
çalışılmıştır.
9.2.4. Araştırmanın Hipotezleri
Araştırmanın modeli kapsamında ana hipotezimiz:
H1: Model değişkenleri örgütsel memnuniyeti etkiler.
Bunun dışında geliştirilen alt hipotezleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
H2: Yaş ile model değişkenleri arasında ilişki vardır.
H3: Üst yönetim iletişimini bay ve bayan çalışanlar farklı algılamaktadır.
H4: Eğitim durumu ile model değişkenleri arasında ilişki vardır.
H5: Gelir ile model değişkenleri arasında ilişki vardır.
H6: Çalışanlar işletmedeki statülerine göre örgütsel memnuniyeti farklı
algılamaktadırlar.
H7: Çalışanlar işletmedeki statülerine göre iletişim araçları kalitesini farklı
algılamaktadırlar.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
176
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
9.2.5. Verilerin Analizi Yöntemi
Tablo 1. Araştırma Örneğinin Demografik Özellikleri
CİNSİYET
Bay
Bayan
Toplam
MEDENİ HAL
Evli
Bekar
Toplam
STATÜ
Kadrolu
Geçici
Sözleşmeli
Stajyer
Toplam
SEKTÖRDE
ÇALIŞMA
SÜRESİ
1 Yıldan Az
1-5 Yıl
6-10 Yıl
11-15 Yıl
16 + …
Toplam
AYLIK GELİR
Asgari ücret-700
TL
701-901 TL
902-1102 TL
1103-1303 TL
1304 + …
Toplam
Güz 2011, Sayı:33
Frekans
158
37
195
Frekans
81
114
195
Frekans
86
57
47
5
195
Frekans
Yüzde
81
19
100
Yüzde
41,5
58,5
100
Yüzde
44,1
29,2
24,1
2,6
100
Yüzde
62
73
39
18
3
195
Frekans
126
31,9
37,4
20
9,2
1,5
100
Yüzde
64,6
40
20
3
6
195
20,5
10,3
1,5
3,1
100
YAŞ
18-22
23-27
28-32
33-37
38 + …
Toplam
Frekans
41
66
44
27
17
195
Yüzde
21
33,8
22,6
13,9
8,7
100
EĞİTİM
İlk Öğretim
Lise
Meslek Y.O.
Üniversite
Toplam
İŞLETMEDE
ÇALIŞMA
SÜRESİ
1 Yıldan Az
1-5 Yıl
6-10 Yıl
11 + …
Toplam
DEPARTMAN
Önbüro
Yiyecek-İçecek
Frekans
35
125
8
27
195
Frekans
Yüzde
17,9
64,1
4,1
13,9
100
Yüzde
74
78
26
17
195
Frekans
25
75
37,9
40
13,3
8,8
100
Yüzde
12,8
38,5
Güvenlik
Kat Hizmetleri
Teknik Servis
Mutfak
Diğer
Toplam
8
44
9
15
19
195
4,1
22,6
4,6
7,7
9,7
100
177
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
Cevaplayıcıların % 81’i erkektir. Cevaplayıcıların yaklaşık % 59’u bekardır,
yaklaşık % 65’i asgari ücret-700 TL arası aylık gelire sahiptir. Yaş gruplarına
bakıldığında yaklaşık % 34’ü 23-27 yaş arası katılımcılar oluşturmaktadır.
Çalışanların % 44’ü kadrolu iş görendir, % 64’ü lise mezunudur, %37’si 1-5 yıllık
sektör deneyimine sahiptir. İş görenlerin % 40’ı 1-5 yıl ve yaklaşık % 38’i 1 yıldan
az süredir şuan çalıştıkları işletmede çalışmaktadırlar. Son olarak cevaplayıcıların %
39’u yiyecek-içecek departmanında çalışmaktadırlar.
Tablo 2. Regresyon Analizi
Bağımlı
Değişken
2
Düzeltilmiş
R2
Tahminin
Standart
Hatası
0,708
R
R
0,737
0,544
0,532
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F
Değeri
P
Regresyon
113,08
5
22,62
45,02
0,000
Artıklar
94,95
189
0,502
Toplam
208,03
194
Örgütsel
Memnuniyet
Anova
Örgütsel memnuniyet ile değişkenler (üstlerle iletişim, yatay iletişim, üst
yönetim iletişimi, iletişim araçları kalitesi, bölümler arası iletişim) arasında pozitif
yönlü ve çok kuvvetli bir ilişki vardır. Değişkenler örgütsel memnuniyeti %54
oranında etkilemektedir. Bu verilerden hareketle H1 hipotezimiz kabul edilmiştir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
178
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
Tablo 3. Demografik Özellikler ve Model Değişkenleri Arasındaki İlişkiler
Sektör
de
Çalışm
a
Süresi
İşletme
de
Çalışma
Süresi
İşletmede
ki Statü
Yaş
Gelir
Eğiti
m
Üstlerle İletişim
0,086
0,095
0,002
-0,038
-0,017
-0,130
Yatay İletişim
0,152
*
0,029
0,052
0,068
0,089
-0,103
Üst Yönetim
İletişimi
0,060
0,140
0,040
-0,085
-0,048
-0,062
İletişim
Araçlarının
Kalitesi
0,106
0,049
0,008
-0,006
0,027
-0,125
Bölümler Arası
İletişim
0,013
0,124
0,059
0,003
-0,035
-0,006
Örgütsel
Memnuniyet
0,089
0,057
0,052
0,008
0,013
-0,084
**p<0,01
*p<0,05
Yaş ile yatay iletişim arasında 0,05 önem düzeyinde pozitif ve anlamlı bir
ilişki vardır. Bu verilerden hareketle H2 hipotezimiz kabul edilmiştir. Çalışanlar
yaşları arttıkça iş arkadaşları arasında iyi bir iletişim iklimi olduğu, kişisel durumları
rahatlıkla tartışabildiği ve iş arkadaşlarının kendilerine her zaman destek olduğu
konusuna daha olumlu baktıkları söylenebilir.
Bay ve bayan çalışanlar, üst yönetim iletişimine farklı bakmaktadırlar. Bu
verilerden hareketle H3 hipotezimiz kabul edilmiştir. Yönetim ekibinin birlikte çok
iyi çalıştığı, iletişimin açık, anlaşılır, samimi olduğu ve yönetim ekibinin vizyon
sahibi olduğu konusuna baylar (3,84) bayanlara (3,55) göre daha olumlu baktıkları
söylenebilir.
Tablo 3’e göre eğitim durumu ile model değişkenleri arasında ilişki
saptanamamıştır. Sonuç olarak H4 hipotezimiz reddedilmiştir.
Güz 2011, Sayı:33
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
179
Gelir ile model değişkenleri arasında ilişki saptanamamıştır. Sonuç olarak H5
hipotezimiz reddedilmiştir.
Tablo 4. İşletmedeki Statü Açısından Örgütsel Memnuniyet ve İletişim
Araçları Kalitesi Arasındaki Farklılık
İşletmedeki Statü
(I)
(J)
Geçici
Kadrolu Sözleşmeli
Stajyer
Örgütsel
Kadrolu
Memnuniyet
Geçici Sözleşmeli
Stajyer
Kadrolu
Sözleşmeli Geçici
Stajyer
Kadrolu
Stajyer Geçici
Sözleşmeli
Geçici
Kadrolu Sözleşmeli
Stajyer
Kadrolu
İletişim
Geçici Sözleşmeli
Araçlarının
Stajyer
Kalitesi
Kadrolu
Sözleşmeli Geçici
Stajyer
Kadrolu
Stajyer Geçici
Sözleşmeli
P
Ortalam
Ortalama Standart
Farkı
Hata
a
(I-J)
0.37*
0,17
0,032
3,52
9,48
0,18
0,959
3,89
1,03*
0,46
0,028
2.86
-0,37*
0,17
0,032
3,90
-0,36
0,20
0,069
3,89
0,65
0,47
0,167
2.86
-9,48
0,18
0,959
3,90
0,36
0,20
0,069
3,52
1,02*
0,47
0,033
2.86
-1,03*
0,46
0,028
3,90
-0,65
0,47
0,167
3,52
-1,02*
0,47
0,033
3,89
0,39*
0,12
0,95*
-0,39*
-0,27
-0,55
-0,12
0,27
0,83
-0,95*
-0,55
-0,83
0,16
0,17
0,43
0,16
0,18
0,43
0,17
0,18
0,44
0,43
0,43
0,44
0,014
0,473
0,028
0,014
0,139
0,203
0,473
0,139
0,061
0,028
0,203
0,061
3,29
3,56
2.73
3,68
3,56
2.73
3,68
3,29
2.73
3,68
3,29
3,56
Çalışanlar işletmedeki statülerine göre örgütsel memnuniyeti farklı
algılamaktadırlar. Örgütte alınan bilgilerden memnun olunduğu konusunda kadrolu
çalışanlar (3,68), stajyerlere (2,73) ve geçici çalışanlara (3,29) göre daha olumlu
düşünmektedir. Ayrıca sözleşmeli çalışanlar da (3,56) stajyerlere (2,73) göre daha
olumlu düşünmektedir. Bu verilerden hareketle H6 hipotezimiz kabul edilmiştir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
180
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
Çalışanlar işletmedeki statülerine göre (kadrolu, geçici, sözleşmeli, stajyer)
iletişim araçları kalitesine farklı bakış açılarına sahiptirler. Posta kutusundan alınan
bilgilerin doğruluğu ve e-mail ile yapılan iletişimin iyi çalıştığı konusunda kadrolu
çalışanlar (3,90), stajyerlere (2,86) ve geçici çalışanlara (3,52) göre daha olumlu
düşünmektedir. Bu verilerden hareketle H7 hipotezimiz kabul edilmiştir.
SONUÇ
İletişim örgüt içinde bilgi, fikir, duygu ve düşüncelerin bir kimseden diğerine
geçmesi sürecidir. İletişim, toplumsal yaşam için ne kadar gerekli ve kaçınılmaz ise
örgütsel yaşam içinde aynı derecede kaçınılmaz ve vazgeçilmezdir. Özellikle
modern yönetim anlayışından hareketle birer açık sistem olarak tanımladığımız
örgütlerin çeşitli alt sistemleri ve çevresi ile gerekli ilişkileri kurması iletişimle
mümkün olmaktadır. Örgüt içinde iyi işleyen bir iletişim ağı güdüleyici bir niteliğe
sahiptir. Örgütle ilgili konularda bilgi sahibi olmak, yöneticileriyle işlerini
ilgilendiren konularda özgürce tartışabilmek, kararlara katılmak çalışanlarda
kendilerine değer verildiği inancını güçlendirir. Bu sebeple iletişim çalışanlar
üzerinde olumlu etkiler yaratarak onların kendilerine olan güvenlerini pekiştirici
özelliktedir. Ayrıca kurumun işleyişini sağlamak ve amaçlarını gerçekleştirmek
üzere gerek kurum içi, gerekse kurum ile çevresi arasında girişilen devamlı bir bilgi
ve düşünce alışverişine olanak verir.
Bu çalışmada iletişim doyumunu oluşturan; üstlerle iletişim, yatay iletişim,
üst yönetim iletişimi, iletişim araçları kalitesi ve bölümler arası iletişim değişkenleri
ile örgütsel memnuniyet arasındaki ilişki incelenmiş ve şu sonuçlar elde edilmiştir:
Yaş ile yatay iletişim arasındaki ilişkiye 28-32 (4,13) yaş grubundaki
işgörenler ile 38 (4,25) yaş üzeri işgörenlerin daha olumlu baktıkları tespit
edilmiştir. Örgütteki diğer çalışanların yatay iletişim memnuniyetini artırabilmek
için örgüt içine yönelik iletişim çalışmaları yapılmalıdır. Örgüt içi iletişim otel
işletmelerinde hem departmanların hem de personelin birbiriyle kaynaşması ve bu
sayede örgütün uyumlu bir şekilde çalışması açısından önemli bir araçtır. Örgüt içi
iletişimden beklenilen bilgi paylaşımı, motivasyon, denetim ve uyum sağlama
amaçları doğrultusunda örgüt içi iletişime gereken önemin verilmesi gerektiği
söylenebilir.
Çalışılan departman ile yatay iletişim arasındaki ilişkiye güvenlik
departmanında çalışanlar (4,20), mutfak departmanında çalışanlara (3,44) göre daha
olumsuz yanıt vermişlerdir. Departmanların yatay iletişime bakışındaki farklılıkları
Güz 2011, Sayı:33
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
181
ortadan kaldırmak ve memnuniyeti artırmak için hem departman içi hem de
departmanlar arası ekip çalışmasına ağırlık vermek gerekir. Personelin iş hayatı
dışında sosyal yaşamlarındaki iletişimini artırabilmek için personel geceleri, toplu
eğlenceler, spor, yemek vb. organizasyonlar hazırlamak faydalı olacaktır. Sosyal
yaşamda iş arkadaşlarıyla iyi iletişim kurabilen çalışanın örgüt içi iletişim tatmin
düzeyi de artırılmış olur.
Üst yönetim iletişimine baylar (3,84) bayanlara (3,55) göre daha olumlu
bakmaktadır. Bu sonuç işletmelerdeki bayan sayılarının az olmasından veya
yöneticilerin çoğunlukla erkek olmasından kaynaklanabilir. Bu farklılıkların olduğu
iş ortamında üst yönetim ile bayan çalışanlar arasındaki iletişimi artırabilmek için
yapılan tüm organizasyonlara bayan çalışanların katılımı artırılmalıdır. Yüksek
empati yetisine sahip bir işgören gerek takım çalışmalarında, gerekse ferdi
çalışmalarda karşısındaki kişilerin duygularının farkında olur ve ne hissettiğini anlar.
Empati yetisini kazandırmak için kişilere duygusal zeka artırıcı seminerler
verilmelidir.
Bunların yanı sıra;
• Örgüt içi iletişimi kolaylaştırmak için; işletme içinde telefonla ve ilan
panolarıyla ve haftalık, on beş günlük veya aylık yayınlarla bilgi aktarımı
yapılmalıdır.
• Kurumla ilgili verilecek kararlar alınırken yöneticiler toplantılarda ve
konsültasyon (görüş alışverişi) çalışmalarında çalışanların görüş ve
önerilerini dikkate almalıdır.
• Personeller örgütteki tüm departmanlarda görevlendirilmeli, ayrıca genel
görev dağılımı belirlenerek bölüm görevleri dışında sorumluluklar
dağıtılmalıdır.
• Personeli ödüllendirmek için aylık performans düzeylerine göre ödüller
verilmelidir.
• Örgüt içinde ekstranet (işletme dışı iletişim ağı) ve intranet (işletme içi
iletişim ağı) kullanımına ağırlık verilmelidir. Bu sistemler kullanılarak
hem işletme içi haberleşme kolaylığı sağlanabilir hem de personelin özel
günleri intranet aracılığıyla kutlanarak iş gören motivasyonu da
artırılabilir.
• Personelin niteliğini ölçmek için aylık performans anketleri, teftiş
raporları, bölüm raporları ve aylık istatistikler kullanılmalıdır. Elde edilen
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
182
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
verilerden hareketle işgörenlerin hizmet içi eğitim seminerleri,
oryantasyon (işe alıştırma) ve personel el kitapları ile nitelikleri
artırılabilir.
• Görsel ve işitsel araçlar kullanılabilir. (Kapalı devre televizyon
programları)
• Görüş alma araştırmaları, iletişim etütleri (örgüt içi iletişimin yeterli olup
olmadığı, yeterli değilse önerilerin neler olacağı çalışması), açık kapı
günleri (çalışanın yönetici ile olan iletişimi güçlendirmesi), öneri
programı, özgür ifade programı ile örgütte iletişim verimliliği artırılabilir.
Örgütte iletişime önem vermekle, örgütün farklı kademeleri arasında bilgi
akışını güçlendirmek, çalışanın örgüte karşı iyi niyet oluşturmasını ve örgütle
bütünleşmesini sağlayacak böylece örgüte karşı yabancılaşma, nitelikli iş görenin
örgütten ayrılması, iş gören devri ve sık sık rapor almalarının önüne geçilmiş
olacaktır.
Etkili iletişim ve iletişim tatmini, örgütte verimliliğin artması, yüksek kaliteli
ürün ve hizmetler, yüksek düzeyde yaratıcılık, daha fazla iş tatmini, işe gelmemenin
azalması, daha az huzursuzluk ve daha az maliyet gibi faydalar sağlayacaktır.
Ayrıca, çalışanların söylenti yoluyla yanlış bilgilenmesini önlemek mümkün
olacaktır.
KAYNAKÇA
Batman, O (2003) Otel İşletmelerinin Yönetimi, İstanbul, Değişim Yayınları.
Bryne, Z ve LeMay, E (2006) Different Media for Organizational Communication:
Perceptions of Quality and Satisfaction, Journal of Business and
Psychology , Volume 21, 2, s.60.
Condrad, C (1985) Strategic Organizational Communication, Cultures, Situations
and Adaption, New York: CBS College Publishing.
Çakmakçı E (2. Baskı-2002) Konaklama İşletmelerinde Önbüro Uygulamaları ve
Yönetimi, Ankara: Takav Yayıncılık.
Demiray, U (2000) Genel İletişim, Ankara: Pegem Akademi Yayınları.
Durgun, S (2006) Örgüt Kültürü ve Örgütsel İletişim, Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:II1, Sayı:II, 112-132.
Güz 2011, Sayı:33
Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama
183
Eraslan N (2004) Konaklama İşletmelerinde Önbüro İşlemleri ve Yönetimi, Isparta:
Detay Anatolia Yayıncılık.
Erdoğan, İ (2. Baskı-2005) İletişimi Anlamak, Ankara.
Geçikli, F (2. Baskı-2010) Halkla İlişkiler ve İletişim, İstanbul: Beta Basım Yayım
Dağıtım A.Ş.
Gökçe, O (2006) İletişim Bilimine Giriş, Ankara: Siyasal Kitabevi.
Gökdeniz, A ve Dinç, Y (3. Baskı-2003) Konaklama İşletmelerinde Önbüro
Operasyonları ve Yönetimi, Ankara: Detay Yayıncılık.
Gürgen, H (1997) Örgütlerde İletişim Kalitesi, İstanbul: Der Yayınları
Kalaycı, Ş (4. Baskı-2009) SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri,
Ankara: Asil Yayın.
Lewis S, P., ve Goodman H, S. (1995) Management Challenges in the 21st Century,
New York: West Publishing CO.
Özarallı, N (1997) Etkin Örgütsel İletişim Olarak Etkin Kaynak Alışverişi, Endüstri
ve Örgüt Psikolojisi, Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.
Özaslan, S (2009) Sözsüz İletişimin Örgütsel İletişim Tatminine Etkileri:
Çanakkale’deki Konaklama İşletmelerine Yönelik Bir Araştırma,
Çanakkale.
Sabuncuoğlu, Z ve Gümüş, M (2008) Örgütlerde İletişim, İstanbul: Arıkan Basın
Yayım.
Sarıkamış, Ç (2006) Örgüt Kültürü ve Örgütsel İletişim Arasındaki İlişkinin Örgüte
Bağlılık ve İş Tatminine Etkisi ve Başarı Teknik Servis A.Ş.’de Bir
Uygulama, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi, Sosyal
bilimler Enstitüsü.
Torrington, D. Ve Hall, L. (1987) Personel Management A New Approach, Prentice
Hall, UK.
Ural, A ve Kılıç, İ (2005) Bilimsel Araştırma Süreci ve SPSS ile Veri Analizi,
Ankara: Detay Yayıncılık.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
184
F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst
Ünüvar, Ş ve Bilge A (2009) Örgütsel İletişimin Bir Unsuru Olan Örgüt İçi
İletişimin konaklama İşletmelerindeki Etkinliği: Örnek Bir Alan
Araştırması, Journal of Azerbaijani Studies, Volume 12, 1, s. 55.
Zwijze, K ve Jong K (2007) Evaluating the Communication Satisfaction
Questionaire as a Communication Audit Tool, Management
Communication Quarterly, 20, (3), s. 273.
Güz 2011, Sayı:33
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
YENİ TÜRK SİNEMASINDA KADININ TEMSİL SORUNU
BAĞLAMINDA GİTMEK FİLMİNDE DEĞİŞEN KADIN
İMGESİ
Tuğba ELMACI*
ÖZET
Türk Sineması’nda kadın konusu 1980’li yılara gelene dek çok önemsenmeyen ve yerleşik toplumsal
cinsiyet kodlarının dışına çıkamayan bir süreç izlemiştir. Pek çok kadın starın yer aldığı Yeşilçam
Sineması’nda kadın salt bir görsel malzeme olarak kullanılmış genellikle özne konumunda
değerlendirilmemiştir. 1980’li yıllarda ise yükselen feminist hareketin etkisiyle kadını merkeze alan
sinematografik anlatılar üretilmiş fakat kadın sorununu gündeme taşıma gibi iyi niyetli başlangıçlara
rağmen çekilen marjinal örneklerle mevcut ortam iyi değerlendirilememiştir. 1990 sonrası gelişen Yeni
Türk Sineması ise tam bir erkek sineması olarak gelişme göstermiş ve kadınlar bu sinema içerisinde
patriyarkal sistemin dışında resmedilen bir özne konumuna çekilememiştir. Bu dönemde çekilen fakat
genel olarak politik sinema içerisinde değerlendirilen Gitmek filmi, yeni sinemanın baskın erilliğinin
dışında bir örnek olarak kadının temsil sorunu üzerine yeniden düşünme fırsatı sunmaktadır. Film özgür
görünen bir kadın karakterin toplumsal cinsiyet açısından babaerkil ideolojinin karşısında geliştirdiği
gündelik taktiklere odaklanırken; kadın karakterin kendisini nispeten özgür bir şekilde ifade edebilme
koşulları da yerleşik güzellik algısının dışında yer almasıyla gerçekleşir. Bu çalışma, eril nazardan
sıyrılmış bir karakter üzerinden yaratılan kadını, özne olarak kurabilen anlatı inşasının olanaklılığının
kısıtlı örneklere rağmen hala mümkün olduğunun açıklanmasını amaçlamaktadır. Örnek film temelde
feminist film eleştirisi yöntemi ile incelenmiştir. Toplumsal cinsiyet ekseninde değerlendirilen filmde
ayrıca toplumsal ilişkileri deşifre edebilmek için de sosyolojik çözümleme yöntemi de kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Gitmek Filmi, Yeni Türk Sineması, Kadın İmgesi.
THE CHANGING IMAGE OF WOMAN IN THE FILM CALLED GİTMEK IN
CONTEXT OF THE QUESTION HOW WOMEN ARE REPRESENTED IN NEW
TURKISH CINEMA
Summary
The woman subject pursued a process which was often disregarded or could not go beyond established
gender codes until 1980s. In Yeşilçam Cinema where many female artists take roles, women were used
only as a visual component and were not evaluated as a subject. Under the influence of the feminist
movement rising in 1980s, cinematographic narrations focusing on women were produced. However, the
current environment could not be evaluated in a good way through the marginal examples despite wellmeant beginnings to bringing the woman problem into question. The New Turkish Cinema which
appeared after 1990s has developed as a cinema of men. In this cinema, women have not been able to be
posited in a position away from the patriarchal system. Gitmek cast shot in this period but considered
generally as a political film gives the opportunity to rethink over the representation of women away from
the dominant masculinity. While the film focuses on the daily tactics practiced by a seemingly free woman
against the patriarchal ideology, the conditions under which this woman expresses her freely are shaped
by her being outside the general and established perception of beauty. The goal of this study is to make it
clear that it is possible to construct a narration that posits a female character emancipated from the
masculine perspective as a subject. The sample film has been analyzed through the method of feminist
film criticism. In the film evaluated within the axis of gender, the method of sociological analysis has
been used to decipher social relations.
Keywords: Gitmek Movie, New Turkish Cinema, Woman Image.
*
Öğr. Gör. Dr., Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema TV Bölümü.
İletişim 2003/18
186
T. Elmacı
GİRİŞ
Türkiye’de sinemanın başlangıcından itibaren kadın sorunu genelde arka
plana itilmiş, susturulmuş bir olgudur. Kadının kültürel temsil alanında bir özne
olarak yer alma koşulları uzun yıllar boyunca da gelişememiştir. Kadın starların ön
plana çıktığı ve Türkiye’de sinemanın altın çağını yaşadığı Yeşilçam döneminde bile
kadınlar toplumsal alana itilmiş ikincil konumlarının dışında bir varlık
gösterememişlerdir. Özellikle Melodram türü içerisinde yer alan bu kadın imgeleri
de türün kendi yapısı gereği eril iktidarın birer taşıyıcısı, aktarıcısı konumunda
kalmıştır. Kadınların toplumsal cinsiyetten sıyrılmış özneler olarak varolabilme
koşullarını yaratan toplumsal ortamın da eril iktidarca sıkı bir denetim altında
tutulduğu toplumsal yapılarda, bunun tersi de çok mümkün olamamaktadır.
Beklenen değişim hatta dönüşüm uzun yıllara yayılmaktadır.
Türkiye’de kültürel temsil aracı olarak sinemanın kadın imgesine en ciddi
bakışı 1980’li yıllarda gözlenmiş ve iyi niyetli çabalar olarak sinema tarihindeki
yerlerini almıştır. Fakat o dönem izleyicisini kaybetmiş bir sinema vardır. Bu
filmler de kendi içlerinde nispeten sorunlu anlatımlarla istedikleri etkiyi
yaratamamışlardır. 1990 sonrasında kendi sinema dilini yaratmaya çalışan yeni
yönetmen kuşağının sinemaya girmesi, ucuzlayan sinema teknolojilerinin film
üretim sürecine sağladığı olumlu katkılarla gelişen ve değişen yeni bir sinema ortaya
çıkmıştır. Fakat ortaya çıkan bu yeni sinema, odağını kadın imgesi yerine baskın bir
eril imge anlatımına çevirmiştir. Dolayısıyla da kadının kültürel temsildeki
sorunları, artık yanlış gösterilmesinin ötesinde, görünmez bir hal almıştır. Yeni
sinema ağırlıklı olarak eril bireyin varolma sorunları, dostlukları ve kültürel
boşalımlarına (özellikle de milliyetçi söylemle) yönelmiştir.
Bu amaçla incelen ‘Gitmek’ filmi (Hüseyin Karabey, 2008) yeni sinema
içerisinde naif olmakla birlikte politik bağlamından ayrı olarak kadın imgesi
üzerinde yeniden düşünme fırsatı vermektedir. Filmin gerek kendi hikayesi, gerekse
gösterimi sonrasındaki patriyarkal tartışmaları ile bu anlamda filmi farklı bir alana
taşımıştır. Bu nedenle çalışmada seçilen örnek film, baş kadın karakter üzerinden
feminist film eleştirisinin temel paradigmaları çerçevesinde incelenmeye
çalışılacaktır. Feminist film eleştirisi; perdedeki kadın imgelerinin doğal bir kadınlık
durumunu değil, babaerkil ideolojileri uygunluk açısından kullanılan filmsel anlatı
stratejilerinin inşa ettiği toplumsal kimliklerin yansıması olduğunun gözler önüne
serilmesine yardımcı olmuştur. (Özden 2004:195) Feminist film eleştiri bu anlamda
kadının kendi biyolojik cinsel kimliği yerine toplumsal olarak kodlanan ve babaerkil
ideolojiyi pazarlayan toplumsal cinsiyetini tartışma olanağı vermektedir.
Güz 2011, Sayı:33
Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek…
187
Bu çalışma kapsamında kadının bir özne olarak varolma mücadelesinde nasıl
yalnızlaştırıldığı, beden tahakkümünün ve beden mülkiyetçiliğinin kadınlığı ne
şekilde kurguladığı ve politik sinemanın odağında yer alan bir film olmasına karşın
‘Gitmek’ filminin kadını merkeze alan hikayesi ile feminist eleştiri perspektifinden
yeniden okunmasını amaçlanmaktadır. Toplumsal cinsiyetin ana tartışma
konularından biri olması gerçeğinden hareketle feminist film eleştirisine ek olarak,
toplumsal ilişkileri ortaya koyabilmek için sosyolojik çözümleme yöntemi de
kullanılmıştır. Kadının toplumsal yapı içerisindeki yerinin tam olarak
çözümlenebilmesi ona atfedilen toplumsal kodların deşifresi kadının toplumsal yapı
içerisindeki hakkettiği konum üzerindeki olumlu düşüncelere zemin hazırlayacaktır.
Sosyolojik eleştirinin sağlayacağı bu katkılar mevcut çalışmanın iddia ettiği gibi
kadının özgürleşmesi, ona dayatılan rol modelleri reddedebilmesi ve de hakettiği
toplumsal konuma ulaşabilmesinin de olanaklarını tartışması açısından önemlidir.
Bu çalışmada örnek olarak alınan ‘Gitmek’ filmi (Hüseyin Karabey, 2008) aşağıda
belirtilen temel sorular çerçevesinde çözümlenmiştir.
-Feminizm ve sinema ilişkisi nedir?
-Feminist film teorisinin sinemada kadın temsillerini nasıl algılamaktadır?
-Türkiye’de kadın imgesinin sinemada temsil süreci nasıl ilerlemektedir?
-Yeni Türk Sineması’nda kadın temsillerinde değişim var mıdır?
-Gitmek Filmindeki baş kadın karakter kadının toplumsal konumlanışını nasıl
yansıtmaktadır?
-Film bağlamında kadının bedeni üzerinde devam edem mülkiyetçi
yaklaşımlar günümüzde nasıl algılanmaktadır?
1. Sinemada Kadının Temsil Sorunu ve Feminist Film Teorisi
Kadının sinemada temsiline ilişkin ilk ciddi eleştirel yaklaşımlar 60’lı
yıllarda ortaya çıkmıştır. 1968’te ortaya çıkan özgürlükçü hareket de pek çok alanda
radikal sayılabilecek çıkışlara ve olaylara düşünsel bir zemin hazırlamıştır. Kadın
hareketleri de kendilerini daha radikal düşünüşlerle ifade etmeye başlamış ve eril
iktidara sert entellektüel çıkışlar yapmıştır. Feminizmin ilk döneminde sinema ise,
kadın hareketi için bir mücadele alanı haline getirilebilecek iletişim araçlarından
biri olarak görülmüştür. (Nelmes 1998:78) Bu anlamda feminist film teorisine
ilişkin ilk ciddi entelektüel tartışmalar da bundan sonra gelişmeye başlamıştır.
Özellikle Marksist düşünürlerin temellendirmeye çalıştığı kuramsal çıkışla birlikte
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
188
T. Elmacı
sinemanın salt gösterilenlerden ibaret olmadığı, göstergelerinin de filmsel metinler
aracılığıyla dayatıldığı gibi tartışmalar ortaya atılmıştır. Modernist sinemacı Jean
Luc Godard’a göre de sinema salt babaerkil ideolojinin dikte aracı değil, diğer
insanların bizi temsil etmesine bizim adımıza konuşmasına bize sunulan imgeleri
olduğu gibi kabul etmek zorunda oluşumuzun koşullarını yaratmaya dayanan
burjuva sunum anlayışını telkin etmeye çalışan bir araçtır. (McBean 1997:81) Tabi
ki sinema salt metinsel bir okumanın ötesinde farklı değişkenlerle okunması gereken
bir süreci temsil eder. Çünkü temsiller içinde yer alınan kültürlerden devralınır ve
içselleştirilerek benliğin bir parçası haline getirilir.(…) Kültürel temsiller de
yalnızca psikolojik durumları değerlendirmekle kalmaz toplumsal gerçekliğin nasıl
inşa edileceğine ilişkin olarak da, yani, toplumsal yaşamın ve toplumsal kurumların
şekillendirilmesinde hangi figür ve sınırların baskın çıkacağı konusunda da çok
önemli bir rol oynar. (Ryan, Kellner 1997:219) Bu bağlamda kültürel temsil araçları
(tüm kitle iletişim araçları dahil) pek çok farklı görüş açısından da zihinsel
dönüşümler için uygun zemini hazırlayabilecek etkiye ve güce sahip olarak
görülüyorlardı.
Yıllardır film sektöründe değişik ara elemanlar olarak çalışan fakat ana
yaratım sürecine pek az kadının dahil olduğu bir sinema pratiği gerçeğinden
hareketle feminist hareketlerin kitle iletişim araçlarına dolayısıyla da sinemaya olan
yaklaşımları da farklılaştı. Onlara göre;
“Film erkeklerin egemenliğindeki medyanın sunduğu tek tipleştirilmiş kadın
imgelerine karşı koyacak ve kadınların genellikle bağımlı roller üstlendikleri
erkek egemen toplumdaki ikincil konumlarının farkına varmalarını
sağlayacak ideolojik bir aygıt olarak kullanılabilirdi. Feminist film yapımının
ardındaki amacın ve politik mücadelenin ideolojik özelliği de, feminist bir
sinema kuramının gelişimini sağladı. İlk dönem feminist sinema kuramı,
özellikle cinsellik ve sunumu ile bunun erkek egemen bir toplumda erkek
iktidarının egemenliği ile ilişkilerin ana ilgi odağı olarak benimsedi. (Nelmes
1998:76)”
Feminist kuramcı Anneke Smelik de sinemanın eril iktidarın pekiştiriciliğini
devam ettiren ve yerleşik toplumsal cinsiyeti yeniden üreten önemli bir araç olma
özelliğinin altını çizer. “Hollywood’un sakıncalı oluşunun sebebi, yanlış bilinç
üretmesi ve bu filmlerin gerçek kadınları değil sadece ideolojik anlam yüklü
kadınlığa ait klişe imgeleri göstermesidir. Artık filmlerin anlamları yansıttığı değil,
inşa ettiği düşünülmektedir. (…) Geleneksel sinemanın anlatısal yapısı eril karakteri
etkin ve iktidar sahibi olarak kurar. ( Smelik 2008:6)”
Güz 2011, Sayı:33
Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek…
189
Özellikle ana akım film üretim sürecindeki klişeler üzerine farklı yaklaşımlar
getiren Claire Jonston ve Laura Mulvey feminist sinema kuramı ve pratiği üzerine
ilk makaleleri kaleme alan isimler olmuştur. Genel olarak erkek egemen anlayışı
koruyan ve devamını sağlayan anaakım sinemaya karşı çıkarlar ve ataerkil düzeni
dolayısıyla da onu yansıtan sinema anlayışını reddedecek, erkek egemen bakışı
yıkacak bir sinema üretimine yönelinmesi gerektiğini savunurlar. Feminist film
teorisine psikanalizin özellikle de Freud, Lacan, yapısalcılar ve Marksist kuramın
etkileri olmuştur. Laura Mulvey ‘in psikanalitik kavramlar üzerinden çözümlemeler
yaptığı ve sinemanın nasıl hem içeriksel hem de biçimsel olarak eril bakışın
hizmetinde olduğunu anlattığı “Visual Pleasure ve Narative Cinema” ( Görsel Haz
Ve Öykülü Sinema) adlı makalesi 1970’lerden günümüze kadar bu alandaki
çalışmalar için önemli bir referans kaynak olmuştur.
1970’li yıllara gelindiğinde kadın aktivistler daha radikal çözümlerin
uygulamaya geçirilmesini savunmaya başladılar. Buradaki amaç pasivize edilmiş ve
kendinden geçirilmiş kadın imgesini yeniden yaratmak ve bunu yaparken de
babanın dilini yıkarak, gerçek bir özne konumuna getirmekti. Bunu da yapabilecek
yegane varlık babanın dilini kullanmayı reddedecek kadın yönetmenlerdi. “ Kadının
fallik olan dilde temsil edilmediğini öne süren Irigaray, Cixous’un düşüncesindekine
paralel olarak, kadının kendiliğine kavuşabilmesinin yolu olarak kadın
özgürleşmesini,
onun
erkek
dilinden
ve
dünyasından
kendisini
bağımsızlaştırabilmesine ve kendi dilini kurabilmesine bağlıdır. (Cevizci
2010:564)” Bu bağlamda eğer radikal bir dönüşüm isteniyorsa ilk yapılacak şey
babanın dilinin reddi ile işe başlamak gerekmektedir. Feminist sinema bu anlamda
avangarde sinema içerisinde daha etkili olacağını düşünüyordu. Çünkü babanın
sinemasının hazır ve kalıplaşmış yapısının dışına çıkabilecekleri ve yıkıcı etkinliği
gerçekleştirebilecekleri bir alan olarak görüyorlardı. Bazı feminist sinemacılar da
Marksist bir feminist sinemanın özellikle de emekçi kadın sınıfı üzerinden daha
etkili bir alan olduğunu düşünüyorlardı.
Ann Kaplan ise; egemen sinemanın gerçekliğinin uydurma olduğunu
açıklamak için bilinen sinemasal gelenekleri kullanmanın daha anlamlı olduğunu
belirtir. (Nelmes 1998:77) Çünkü yapılan filmler sınırlı bir izleyici grubuna hitap
eden major etkiden uzak dolayısıyla da hedeflenen zihinsel dönüşümün çok
gerisinde duran pratikler olarak sinema tarihindeki yerlerini almıştır. Dolayısıyla da
en etkin mücadele yöntemi aynı silahı kullanmaktan geçmektedir. Mulvey de daha
sonraları sunum konusunu aşırı vurgulamanın tehlikelerinden bahseder ve erkek
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
190
T. Elmacı
egemen film üretiminin gelenekleri içinde çalışarak değişime neden olmanın karşı
üretim olabileceğini öne sürer. (Nelmes 1998:77)
1980’li yılara kadar feminist teorinin tam olarak bir çizgide ilerlemediği
değişik bakış açıları ve çözüm üretimlerine göre farklılaştığı görülmüştür. Özellikle
de babanın dilinin reddi konusunda oluşturulan çözümlerin pratikle çok uyuşmaması
kuramın dikte edilen zihniyeti değiştirmeye yönelik temel çıkış noktasını da ana
odağından kaydırmıştır. Nelmes 1980 sonrası dönemi tartışmalar çerçevesinde şu
şekilde özetler:
“Bazı feministler 1980'lerin başında hala bir karşı-cinema ve yapı-çözücü
sinema talep ediyordu. Ann Kaplan ve Annette Kuhn, egemen sinema
biçimlerini parçalama gereksiniminin olduğunu ve izleyicinin edilgin değil
etkin, öyküden (narrative) değil, öğrenmekten haz alması gerektiğini öne
sürdüler. Feminist karşı-sinema genel hatlarıyla üç kategoriye ayrılabilir:
birincisi, filmde kadın sesinin olmayışını ve phallocentric (penis merkezli) bir
dil ve imge sistemi içinde kadınların marjinalleş(tiril)mesini inceleyen filmler.
Mulvey'in filmleri bu tipten örneklerdir. İkincisi, Lacancı psikanalizi
kullanımlarında ortak noktalara sahip olan ve kadınların boş bir kap, erkek
sesinin bir uzantısı olarak kullanıldığını gösteren filmler (…) Psikanalize
dayanan feminist bir sinema kuramını bütün feministler desteklemedi. Terry
Lovell Pictures of Reality (1983) adlı kitabında Lacancı kuramı kolektiften
çok bireysele önem verdiği için eleştirdi ve metinden alınan hazzın sadece
cinsel arzuya atfedilmesinden çok daha karmaşık olduğunu öne sürdü.
Feminizm kesinlikle bölünmüş görünüyor, ama Jane Pilcher birçok kadının,
özellikle de 30 yaşın altında olanların en geniş anlamıyla feminizm terimini
benimsediğini belirtiyor: Ancak bu insanlar aynı zamanda feminizmi, örneğin
kadınların cinsel nesne haline getirilmesi de dahil geniş bir sorunlar dizisi ile
ilgili olarak tanımladılar. Diğerleri ise feminizmi, geniş bir alana yayılan bir
'yaşam felsefesi' olarak kabul etti.” (Nelmes 1998:75)
Feminist film kuramı ilk dönemlerde önerdiği radikal kopuşçu yöntemin de
pratikte uygun olmadığı tezinden yola çıkarak aynı araçlarla savaşmaya yani
babanın dilini kullanmaya karar verirken eril sistemden kaçış yollarını da kültürel
temsil alanında tıkamıştır. Son kertede önerilen kadını tarihsel bağlamından
koparmadan ama yeni bir zihinsel okumadan geçirerek özne konumuna çekme
çabaları da kültürel temsil araçlarını akılcı kullanımı ile mümkündür. Tüm bunlar
yeni bir okuma ve görme biçimi yaratabilmeyi ve bunu yani bir kuşağa
öğretebilmeyi gerektirmektedir.
Güz 2011, Sayı:33
Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek…
191
2. Türkiye’deki Sinematografik Anlatıda Kadının Temsil Sorunu
Türkiye’de sinematografik anlatıda kadın, cinselliğinden sıyrılmamışsa
toplumsal cinsiyet kodlarının dışında kurgulanması söz konusu olamamıştır.
Türkiye’de sinema kadınları bu anlamda sadece güzel nesneler olarak kurdumuş,
uzun yıllar boyunca kadının kendi içine dönük hiçbir hikayenin odağına
yerleşmesine izin vermemiştir. Aslında Türkiye’de sinema genel anlamda hiçbir
karaktere birey olma fırsatı vermemiş, toplumsal ahlakın taşıyıcı unsuru olarak
kurgulamayı, genel anlamda kaçışçı bir sinemayı ya da Zeynep Tül Akbal Sualp’in
deyimiyle ‘ima ile geçiştirmeyi’ uygun bulmuştur. Zahit Atam da Türkiye’de sinema
kadın temsillerinin ikinci karakter üzerinden yapıldığını söyler ve temel yanlışlıkları
ise genel olarak şu şekilde toparlar:
1. Eğer bir oyuncu, mesela döneminde Türkan Şoray, birinci oyuncu
konumuna yükselse bile, bu kadın toplumdaki ikinci karakter rolünü sinemada
canlandırmaktaydı. Yani sinemadaki kuralları kadın oyuncu ticari değeri
açısından koyabilse bile, aynı kadın oyuncunun beyazperdedeki temsili,
toplum içindeki ikinci karakteri canlandırmanın ötesine geçmezdi.
2. Kadınlar iç dünyasız yaratılmışlardır. Bizim sinemamızın ne Antigone’si ne
de Medea’sı, hatta bir Rosa Lüksemburg’u hiç olmamıştır.
3.Kadına sinemamızda isyankârlık değil, itaat yakıştırılmıştır. Daha da
önemlisi kadın filmsel metinde isyan etmesi durumunda bile, bu kirlenen
namusu kurtarmak ya da kirlenmeden önce engellemek, ikincisi ise bozulan
nizamı yeniden tesis etmek içindir. Düzen sağlandığında, kadın ikinci karakter
rolüne rahatlıkla dönebilecektir.
4.Filmlerimizde kadın için “namus” çok önemli bir sınırı çizer, kadının
hareket alanını daraltır, erkek için ise, sonradan kadir kıymetini bilmek ve
dahası her zaman tövbe kapısını çalıp, yeniden tam bir adam olmak
mümkündür. Ancak kadın sınırı aşınca tövbe değil, Allah affetsinle sınırlı,
benden uzak olsun da, bari bundan sonra ıslah olsun anlayışı vardır.
5.Kadınlar filmlerimizde, genellikle erkeklerin tebelleş oldukları, yoldan
çıkarmak için çok ciddi uğraştıkları insan olarak çizilir. Aynı şekilde,
filmlerimizde kötü kadınlar genel olarak cinselliklerini kullanarak
kötülüklerini yaparlar.
6.Filmsel metinde iktidar alanından kadın özellikle uzak tutulmuştur, bu alana
girdiğinde kadın “kadın kimliğini kaybetmekte”, falluslu etekli bir kimliğe
bürünmektedir. ( Atam ,2011)
Zahit Atam’ın farklı maddeler olarak ortaya koyduğu kadının
konumlanışında temelde toplumsal cinsiyete sadakat konusunun, temel değişmez
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
192
T. Elmacı
olduğu ortadadır. Kadına, gündelik hayatında dikte edilen her türlü toplumsal
cinsiyete ilişkin toplumsal kod, genel olarak yeniden üretilerek ve daha ahlakçı
söylemlerle sinemamızca topluma dikte edilmiştir. Bu ahlakçı üslubun uzun yıllar
sinemada yer alması, kadın bedenini kutsallıkla, edepsizlik sınırında iki uç alanda
tutulmasına neden olmuştur. Perdede kadın imgesinin anlamlandırılmasında kadın,
siyah beyaz kadar net bir çizgide tutulmuştur. Dolayısıyla yaratılan kadın tipleri
derinlikli bir karakter olma yolunda en ufak bir ilerleme kaydedememiştir. Yeşilçam
döneminde kadının yerleşik toplumsal kodlarına paralel olarak, tipleştirilme sürecine
bakılması ise yeni sinemadaki kadın temsillerinin anlaşılmasını da kolaylaştıracaktır.
2.1. Yeşilçam Sinemasında Kadının Temsili
Yeşilçam sinemasında kadının temsili, genel olarak yerleşik toplumsal
kodlara uygun bir anlayışla gelişmiştir. Özellikle de melodram türünün dayandığı
star sistemi de bu durumun uzun yıllar boyunca yeniden üretilmesinin en önemli
aracı durumuna gelmiştir. Dönemin star sistemi içerisinde yer alan kadın
oyuncuların da kitlelerini kaybetme korkusu nedeniyle kendi üzerlerine atfedilen
yerleşik kodlara uygun rollerde oynamışlardır. Bu durum kalıplaşmış kadın
rollerinin devamlılığına sağlayan bir diğeri bir diğer unsur olmuştur. Faruk Kalkan
da melodram anlatısı içinde kadının temsil biçiminin erkek egemen ideolojinin
kendisine biçtiği değerler ve sembollerle yer alabildiğine dikkati çeker ve
“1960’lara kadar kadınlar melodram kalıpları içinde ‘faziletli anne’ ve
‘dokunulmamış sevgili’ olarak idealize edilmektedir. Bunun dışında kalanlar ise
kötü kadın, seks bombası, erkekleşmiş kadın, isterik kadın, gizemli cinsellik örneği
kadın v.s. olarak tek boyutlu, iyi ya da kötü kadınlar olduğunu ekler (Kalkan
1992:42). 1960’lara kadar olan kadın anlatılarında kadının konumlanışında herhangi
bir değişim sözkonusu değilken, 1950’li yıllarla birlikte işgücüne katılan kadınlar
toplumsal alanda daha farklı rollerde görünürlük kazanmıştır. Fakat o dönemde
sinemada bunun olumlu yansımalarını görmek pek fazla mümkün olamamıştır. Hatta
bu değişimi yansıtan pek çok filmde de görüldüğü üzere kadınlar toplumsal
yozlaşma ve gelenekten kopma noktasında ilk fireleri verenler olarak sunulmaktadır.
Kadın karakterler olumlu bir sunumda gösterildiği filmlerde ise stereotip bellidir:
ölünceye kadar bekleyen sadık âşık kadın ile nizamın sürdürücüsü olarak kendini
çocuklarına vakfetmiş ve geleneksel değerlerin yaşatıcısı olma durumudur. (Atam
2011).
Güz 2011, Sayı:33
Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek…
193
Yeşilçam döneminde melodramların dışında kadın figür merkezinde
şekillenen ve Fatma Girik’in canlandırdığı güçlü kadın filmlerinden bahsetmek ve o
filmlerin feminist teori açısından yanlış okunmalarının da önüne geçmek
gerekmektedir. Bu filmler; Toprak Ana(1973), Ana Ocağı (1977), Meryem ve
Oğulları (1977),Gülsüm Ana (1982), Yılanların Öcü (1986) gibi filmlerdir. Fakat bu
filmlerde yaşlı fakat güçlü kudretli kadın hikâyelerinin merkeze alınması kadının
feminist teori açısından konumlanışındaki yanlışlıkları düzeltmez. Tam aksine
kadının cinselliğinden sıyrılarak bir erkek olarak bu toplumsal alanda yaşamasının
olanaklılığını açıklar. Kadın olarak güçlü olabilmenin ve toplumdan saygı
görebilmenin koşulu kadınlıktan feragatte gizlidir. Bu anlamda güçlü kadın figürler
olarak görünen bu filmler, aslında feminist teorinin tam da karşısında durduğu
kavramları (toplumsal cinsiyet kodlarına itaat ve onun devamlılığına hizmet)
pekiştirmektedir.
Yeşilçam döneminde genel olarak kadının konumlandırılışında toplumsal
cinsiyete sadık kalınan bir çizgide ilerlenmesine karşın, yükselen feminist harekete
tanık olan 1980’li yıllar kadının temsilindeki yanlışlıkların düzeltilme çabalarına da
zemin hazırlamıştır.
2.2.1980 döneminde Kadın Filmleri Kapsamında Kadının Temsili
1980’li yıllarda tüm dünyada yeniden yükselen feminist hareket Türkiye’de
de kendisini göstermiştir. Özellikle de 1980 öncesi sol örgütlenmelerde yer alan
kadın aktivistlerin öncülüğünde, kadın üzerine yazılar, yayınlar ve kadının toplumsal
konumlanışı üzerine derin tartışmalar yapılmaya başlanmıştır. Türkiye’nin politik
ortamının politika yapmaya yasaklandığı yıllar, feminist düşünce açısından faydalı
yıllar olarak geçirilmiştir. Sanat alanında hem konjonktürün getirdiği sıkıntılar hem
de Türkiye’de sinema üretiminin değişen koşulları karşısında farklı tematik
arayışlara yönelmiştir. Burçak Evren sinema açısından bu dönemi bir fırsat olarak
görür ve şöyle tanımlar: “Sinemamıza bireyin girmesi, özellikle erkek odaklı
sinemamızda kadının ön plana geçerek tüm tabuların yıkılışı ‐biraz da değişen
koşullar gereği‐ altüst edilişi yine 80’li yılların bizlere armağan ettiği değişimler
zincirlemesinin önemli bir halkasıdır” (Evren, 1990:7). Kadın sorunlarını odağına
taşıyan pek çok aydın, entelektüel ve sanatçı için sinema da modern kadın üzerine
fazlasıyla düşünülmesi gereken bir alandı. “Daha önce filmlerde köyde ya da
gecekondu, fabrikada kendilerine yer bulmuşlardı. Ama şehir merkezinde kadını ya
şarkıcı ya da pavyon kadını olarak tanıyorduk, şimdi modern, yalnız şehirli, işi olan
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
194
T. Elmacı
bir kadın olarak karşımızda duruyordu.” (Gündoğdu 1997:12-13) Bu modern şehirli
kadının varoluş sorunları üzerine üretilen pek çok filmde ise Yeşilçam ekolünden
gelen Atıf Yılmaz imzası vardır. Atıf Yılmaz, Mine (1981), Bir Yudum Sevgi (1984),
Dul Bir Kadın (1985), Aaah Belinda (1987), Kadının Adı Yok (1988) gibi filmlerle
bu dönemin en aktif yönetmeni olmuştur. Atıf Yılmaz’ı Sinan Çetin, Ömer Kavur,
Selim İleri, Şerif Gören gibi isimler izlemiştir. Giovanni Scognamillo ise dönemi iyi
niyetli bulsa da şu şekilde eleştirir: “Kadın filmi dendiğinde asıl hedef büyük
kentteki, İstanbul gibi bir megapoldeki kadındır. Eski Yeşilçam’ın çokça ve çoğu kez
kendince anlattığı kırsal alan ya da kasaba kadını artık pek ilginç değildir, sanki
onlara özgü sorunlar çoktan çözülmüştür. Ancak orta yaş ya da dulluk yalnızlığıister kırsal alanda ister karmaşık kentte- pek değişmiyor, cinsel arayışı ise hiç
değişmiyor.” (Scognamillo 1998:510) Bu bağlamda üretilen filmler kadının
gündelik hayatta karşılaştığı ayrımcılıktan ya da zorluklardan ziyade belli kesim
kadının içsel bunalımı ile ilgilenmekle eleştirilmiştir. Bu eleştirilere Nezih Erdoğan
daha faklı bir perspektiften eleştirir ve şunları ekler: “Bu filmler, güçlü kadınların
güçlerini terk etme fantezilerine oynayarak aslında erkek seyirciye seslendiklerini
düşündürtmektedirler. Ancak öykünün daha çok kadın bakış açısından verilmesi ve
erkekle özdeşleşme süreçlerinin göz ardı edilmesi filmin hitap ettiği kesim açısından
kafa karışıklığı yaratmaktadır.” (Erdoğan 1999:123) Kadını seçkinci bunalımlar
içerisinde göstermenin dışında gündelik hayatı içerisinde konumlandıran filmler de
üretilir. Bunların en önemlileri: İffet (Kartal Tibet,1982); Fahriye Abla (Yavuz
Turgul,1984); Adı Vasfiye (Atıf Yılmaz, 1985) Asiye Nasıl Kurtulur (Atıf Yılmaz,
1985), filmleridir.
Kadın filmleri, 1980 darbesi sonrası pek çok alanda sekteye uğrayan anlatım
olanakları içerisinde sesini yükseltebilmiş ve de dönemin iktidarı tarafından da
zararsız görülmüş bir konu olması açısından kendisine geniş bir üretim alanı
bulabilmiştir. Fakat iyi niyete ve kadının toplumsal konumuna eleştirel bir açıdan
bakmaya çalışmalarına rağmen pek çok eleştirmen tarafından kadın sorunun
yaklaşımı açısından gerçekçi bulunmamış ya da yetersiz bulunmuştur.
2.3. Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsili
Yeni sinema içerisinde kadın temsilleri temelde toplumsal cinsiyet kodlarının
katı taşıyıcılarının ötesinde farklı şekillerde resmedilmiştir. Bu anlamda Yeşilçam
döneminin katı ahlakçı konumlanışının dışında imgeler olarak kendisine yer
bulabilmiştir. Kadınlar kadın gibi görünmekte, cinselliklerini özgürce
Güz 2011, Sayı:33
Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek…
195
yaşayabilmekte fakat özne olamamaktadırlar. Ayrıca yeni sinemanın daha çok eril
hikâyelere odaklanması, merkezine erillik krizini taşıması nedeniyle kadınlar yeni
sinema içerisinde geçmişten daha görünmez bir alana taşınmışlardır. Sabri
Büyükdüvenci ve Ruken Öztürk yeni sinemanın Yeşilçam’dan farkını şöyle açıklar:
“Yeşilçam'da melodramın klasik özellikleri işler; yani aşırı zıtlıklar,
tesadüfler, yüce bir aşk ilişkisi; filmdeki gerilim kadın ve erkeğin kavuşup
kavuşamamalanna dayanır. Genellikle mutlu sonla biter filmler. Ama bu
sürece gelene kadar kötü kadınlar cezalandırılır, iyi kadınlar yola getirilir,
genellikle şiddet uygulanarak bunlar gerçekleşir ve sonunda kötü talihlerini
yener karakterler. Genellikle evlenirler, ölseler bile birlikte ölerek öte
dünyada kavuşacaklarına dair inancımızı pekiştirirler. Günümüzdeki popüler
sinemada artık kadınlar bile yer almamakta neredeyse, sadece erkekler var,
erkekler arası dayanışma ve erkekler arasındaki ilişkiler yüceltiliyor,
erkekliğin yüceltilmesi son dönem filmlerde çoğu zaman milliyetçilikle de kol
kola giriyor. (Düvenci, Öztürk 2007:40)”
Düvenci ve Öztürk’ün tespit ettiği yeni oluşan sinema erkek sineması olarak
yükselirken kadın bu sinemanın odağı olmaktan çok uzaktadır. Kadın figürler
genellikle erkek kahramanı harekete geçiren unsurlar olarak kullanılmaktadır. Kadın
karakterin harekete geçirici bir unsur olarak kullanıldığı pek çok örnekte ise kadın
negatif kurulmuştur. Örneğin Zeki Demirkubuz’un Uğur (Masumiyet, Kader
filmlerinin kadın karakteri) karakteri çok güçlü ve istediğinin peşinden koşan bir
figür olmasına rağmen kötü bir karakter olarak öykü evreninde yer alır. Dahası
hayatına giren tüm erkeklerin, ailesinin de sonunu hazırlayan bir karakterdir. Zeki
Demirkubuz’un filmografisinde yer alan hiçbir kadın karakter de bu anlamda masum
değildir.
Popüler film kanadına bakıldığında filmlerin ya kadını cinsel bir meta olarak
pazarlayan örnekleri ile karşılaşılmakta ya da erkek karakteri harekete geçiren
unsurlar olarak resmetmektedir (Kahpe Bizans, Mum Kokulu Kadınlar, Ağır Roman,
Yandım Ali, Şellale, Gecenin Kanatları, Issız Adam). Popüler olmayan film
üretiminde ise yerleşik cinsiyet kodları Yeşilçam dönemindeki kadar vurgulu olmasa
da üretilmeye devam etmektedir. Örneğin Zeki Demirkubuz dışında popüler
olmayan kanattan bir yönetmen olarak Nuri Bilge Ceylan’ın derinlikli bir şekilde yer
verdiği kadın karakterlere bakıldığında ise cinsiyetçi bakışın devamı
gözlenmektedir. İklimler’deki (2006) sadakatsiz eşe tahammüle zorlanan, Üç
Maymun’daki (2008) yaşadığı yasak ilişki ile ailesini kötülüğe iten kadın
karakterler bu bağlamda değerlendirilebilir. Dönemin bir başka önemli ismi olan
Semih Kaplanoğlu’nun filmografisi de kadın üzerine düşünmekten çok uzaktır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
196
T. Elmacı
Kadınlar 1990’lı yıllarla birlikte yeni sinema olarak adlandırılan dönemde
kendilerine geçmişten çok farklı bir konum bulamamışlardır. Hatta kadınlar üzerine
inşa edilen anlatılar yeni sinema içerisinde yok denecek kadar azalmıştır. Kadının
toplumsal konumlandırılışındaki görece değişim ya da gelişim kültürel üretim
alanındaki görünümleri ile paralellik göstermemektedir. Bu da yerleşik zihniyetin
hala kültürel alanda devam ettiğinin en önemli göstergesi gibi durmaktadır. Ataerkil
yapıyı olağanlaştıran ve devamlılığına hizmet anlayışının hakim olduğu bir yapıda
bulunan sinema için derinlikli kadın hikayelerine odaklanmak oldukça zordur.
Konjonktürün yükselen milliyetçilik dalgasından etkilenmesi ise daha fazla eril
hikayeyi sinemaya kazandırmakta sessiz, kimliksiz kadınlar ve ulusun namusu
faziletli anneler olma durumuna daha da yaklaştırılmaktadır. Anlatılarda, kadınlar
ikincil konuma çekilmekte, biyolojik fark ataerkil yapı tarafından ideolojik olarak da
dayatılmaktadır.
2.3.1. Gitmek Filmi
Film, İstanbul'da yaşayan tiyatrocu Ayça ile Kuzey Iraklı tiyatrocu Kürt
Hama Ali arasındaki aşk ilişkisini anlatır. Hama Ali ve Ayça Türkiye'de çekilen bir
film setinde tanışır ve âşık olurlar. Film çekimleri bittikten sonra Hama Ali Irak'a,
Ayça ise İstanbul'daki tiyatro çalışmalarına geri döner. Irak'ta Amerikan işgali ile
birlikte savaşın patlamasıyla birbirlerine ulaşmaları zorlaşır. Sadece telefonla
birbirlerinden haber alarak ilişkilerini yürütmeye çalışan çift için savaşın ilerleyen
zamanlarında telefonla görüşmek bile çok zorlaşır. Hama Ali Ayça’ya sürekli, video
mektuplar gönderir. Ayça bu duruma daha fazla katlanamaz ve Kuzey Irak’a aşkının
yanına gitmeye karar verir. Önce Irak sınırı, Van, Urumçi (İran) ve İran’da küçük bir
kasabada sonlanan yolculuğuna çıkar. Hama Ali ise İran’a Ayça’nın yanına gitmek
isterken vurularak ölür.
Aslında film feminist eleştiri açısından tehlikeli bir konumdadır. Çünkü Ayça
karakteri bir erkek için herşeyi feda edip, geride bırakıp gitmektedir. Bu anlamıyla
film, feminist eleştirinin kadını erkeğe göre konumlandıran ve anlamlandıran tavra
karşı olan duruşunu sekteye uğratmakta gibi görünmektedir. Fakat burada asıl
önemli olan; bir kadının kendi arzuları ve isteğini vatan, namus ya da herhangi bir
toplumsal dikte için feda etmemesidir. Bu filmde asıl üzerinde düşünülmesi,
odaklanılması gereken alan kadının kendisini bu toplum için yok saymamasıdır.
Kadının bedeni toplum tarafından ‘kurulmuş’ olduğu için o yerleşik bir dile
aittir. Kadın bedenine ilişkin her türlü imge de bu anlamda yani simgesel alanda bir
Güz 2011, Sayı:33
Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek…
197
anlamlar kümesine dahildir. Dolayısıyla da kadın bedeni salt kendi varlığı ile bile bir
anlam aracıdır. Çoğu zaman da kadın bedeni üzerindeki mülkiyet, kadının özne
konumuna çekilmesi imkansızlaştırır. Feminist kuramcı Elizabeth Grozs da bedeni
bu anlamda toplumsaldan bağımsız düşünülemeyeceği gerçeğinden hareketle şunları
ekler: Gövde tarih ve kültür ötesi değildir . Hiçbir biçimde doğal olmadığı gibi, her
zaman ve her yerde toplumsal süreçler tarafından işaretlenmiş, yazılmış ve
kazınmıştır (Akt:Yeğenoğlu 1997:23). Kadın bedeni kültürün önemli bir taşıyıcısı
olarak tüm kodlamaların adeta kazındığı bir kamusal pano gibidir. Ayça ise, Zahit
Atam’ın özne konumunda yer alabilmek için ‘falluslu etekli bir kimlik’ olarak
tanımladığı kategoride bir kadın imgesi değildir. Ayça aksine kendisini kadın gibi
hissettiren bir erkeği arzulamakta, onunla birlikte yaşamayı istemektedir.
Kahramanın kendisini görece özgür bir şekilde ifade edebilme koşulları da
kıyaslamalı güzellik algısının dışında yer almasıyla gerçekleşir. Bu anlamda film,
bakılacak kadın imgesi üretmek yerine eylemde bulunan konuşan bir kadını
imgeleştirir. İrigeray’ın tanımladığı anlamıyla fallosentrik (erkeğe göre belirlenen
anlam) bir okumayla kadının bedeni özel ve seyirlik değildir. Bu da kahramanı
özgürleştirir. Pek çok örnekte olduğu gibi kadınlığından ya da görünür
cinselliğinden sıyrılmış her kadın özne konumuna çekilebilir. Fakat Ayça karakteri
için bu söz konusu değildir. O kendi hikayesini kendisi yazar, ve toplumun kendi
kimliğini onun adına kurmasına izin vermez. Örneğin karşı dairesinde oturan yaşlı
adamın “Ne idüğü belirsiz bir insansın sen. Evine giren çıkan belli değil!
Ahlaksızsın!” bağırışlarına Ayça, kimse bana nasıl yaşayacağımı söyleyemez
diyerek direnir. Kadının neler yapabileceği ya da yapamayacağını dikte eden
toplumsal kod Ayça’yı da sarmalar. Örneğin gece sokağa çıkmamalı eve akrabası
olmayan erkekleri almamalıdır. Toplumsal cinsiyet kodlarının kadını yoksunlaştıran
zihniyetine direnir. O kentte kendi başına verdiği mücadelesinde, özgüveni tam bir
genç kadın olarak yoluna devam etmektedir. Aslında Hama Ali’den beklentisi naif
bir sevgi ve yol arkadaşlığının ötesinde bir şey değildir. Yeşilçam’ın kadınları
hayatta kalabilmenin koşulunu bir erkeğin evliliğine mahkum bırakılarak yerine
getirir. Ayça ise Yeşilçam kadınları gibi kendisini eksik ya da yoksun düşünerek bir
erkeğin varlığını arzulamaz. O toplum tarafından dayatılan ikincilliğe direndiği için
aşık olduğu erkeği de onu koruyacak kollayacak bir figür gibi düşünmez.
Ayça ayrıca politik eğilimleri belli, toplumun dayattığı politik ideolojinin
dışında duruşu olan genç bir kadındır. Ayça bu anlamda sıradan genç bir kadın
değildir. Irak’ı işgal protestolarına katılarak siyasal katılımda bulunmaktadır.
Mevcut ortamı politik bir gözle okumamakla birlikte, tanık olduklarını ideolojik
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
198
T. Elmacı
olarak farklı bir perspektiften değerlendirebilmektedir. Aslında Ayça mevcut politik
ortama, kendi konumuna verilen tepkiden daha sert tepki göstermez. Ayça’yı
hiddetlendiren iki şey vardır: Birincisi Hama Ali’ye bir türlü ulaşamaması diğeri ise
karşı komşusu olan adamın onu bir kadın olarak ahlaksızlıkla suçlamasıdır. Kentte
ayakları üzerinde yalnız başına durmaya çalışan bir kadın olarak bu aşağılama ya da
hakarete tepkisiz kalmamaktadır. İnsanların onun yaşamına müdahale etmesi
noktasında ise oldukça nettir. Aslında sadece karşı komşusu değil, alt katta oturan
yaşlı kadınlar da onu rahatsız eder. Apartman kapısının geceleri açık kalmasına
ilişkin uyarılarının altında biz senin geceleri geç saatte gelmenden rahatsızız
mesajını vermektedirler. Ayça tüm bu toplumsal kontrol mekanizmalarına karşı
direniş içerisindedir.
Ayça’nın bir kadın olarak yaşadıklarını sadece kadın açısından
değerlendirme sığlığına düşmeden farklı bir gerçekliğe de odaklanmak
gerekmektedir. Ayça’nın Hama Ali de bulduğu şey sadece kadınlığa ilişkin kaygılar
ya da arzular değildir. Ayça için ve de toplumun geriye kalanı için toplumsal
ilişkilerin yoz, sığ hatta yok derecesine yaklaşan duyarsızlıkla ilerlemesinin birey
üzerinde yarattığı travma söz konusudur. Bu anlamda Ayça salt bir kadın olarak
değil, bu toplumla bu topluma rağmen yaşama mücadelesi verirken oldukça
yıldırılmaktadır.
Zahit Atam 1980 sonrası yıkılan güven ortamının (adalete, devlete, insana)
insanları hayat algısını da değiştirmesi üzerinden kadın temsilleri ile ilgili şu
okumayı yapar. “Türkiye’nin insanı idealin, vefanın, karşılıksız sevginin, her
durumda evladının arkasında duran insan olarak annenin, her yıkıntıya karşın
sevgisi için dayanıp bekleyen çileci eşin, tutkuyla sevilecek sevgilinin yitişine ağıt
düzmüş, bu anlamda artık genel olarak aşkı ve aşkın temsil edici portesi olan kadın
kimliğini de deforme etmiştir.” (Atam, 2011) Ayça’nın aşkının peşinden sürükleniş
hatta saplantılı bir şekilde aşkını arayış serüveni de akla Yeşilçam
melodramlarındaki sebatla bekleyen ‘deforme edilmiş’ kadınları getirmektedir.
Ayça’da Yeşilçam kadınları gibi ağlamakta hıçkırmaktadır fakat, onlardan farklı
olarak kadere karşı da gelebilmektedir. Ayrıca Ayça, Yeşilçam kadınlarının aksine
aşkını sebatla beklemeyi reddeden bir kadındır. Hama Ali ile yaptığı bir telefon
görüşmesinde Hama Ali’ye “ben telefonun başında oturup bekleyecek bir kadın
değilim” der. Ayça bu anlamda bekleyen suskun bir kadın değil, aksine amaçları
doğrultusunda harekete geçmekten korkmayan cesur bir kadındır. Ayrıca Yeşilçam
kadınları gibi güzellik odaklı değildir. Güzel olmayan kadının yaşama şansı
bulamadığı Yeşilçam’da Ayça kendi bedeni ile barışık bir genç kadındır. Dolayısıyla
Güz 2011, Sayı:33
Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek…
199
o Yeşilçam imgeleri gibi eril nazarın haz alanında yer almaz. Bu anlamda yeni
sinema kadını ister merkeze oturtsun isterse erkeğin tamamlayıcısı bir yan role
hapsetsin salt güzel olması üzerine odaklamaz.
Ayça yeni sinemada kendisine verilen ikincil konumlanmanın dışında bir
kadın imge olarak farklılaşan bir karakterdir. Ayça kendisinden beklendiği gibi
suskunlukla kendisini anlatmaz. Bağırır, çağırır, küfür eder dahası eyleme geçer. O
ne istediği bilen bir kadındır. Kendisine verilene razı olmaz. Bu anlamda Ayça
yaşadığı habitusa rağmen özne olmak isteyen, direnen ve bu toplumun kadınları için
umut vadeden bir karakterdir. Onu çağdaşı güçlü kadınlardan ayıran da onun bu
özgünlüğüdür. Daha önce değinildiği gibi Zeki Demirkubuz’un Masumiyet ve
Kader filmlerinin kadın kahramanı Uğur’un güçlü bir kadın figürü temsil ettiği
savunulur. Fakat burada Uğur karakterinin kendi isteklerinin peşinde giden, hayatta
tek başına mücadele eden bir kadın karakter olmanın dışında feminist eleştiri
açısından elle tutulan hiçbir yanı yoktur. Çünkü Uğur karakteri salt kendisini
düşünen bencil bir kadındır. Etrafındaki insanlara sadece zarar verir. Kendisine ve
ailesine bakan bir adamı öldüren sevgilisi uğruna herkesi yok sayar. Ailesinin
felaketine neden olur. Hatta çocuğunu bile hapisteki sevgilisi için günbegün heba
eder. Bu bağlamda Uğur karakteri feminist eleştiri açısından özne konumunda bir
kadın olmanın ötesinde negatif kurulmuş bir özne olarak yer alır. Ayça ise kendi
vicdanı ile hareket eden insanları insan oldukları için seven onlara yalnızca kendi
sınırlarını aştıklarında tepki gösteren bir öznedir. Onun ahlakı, başkalarına zarar
vermek pahasına salt kendi arzularının peşinde koşmaya izin vermez. O insan
olmanın değeri üzerinden kendisini ve çevresini değerlendirir. Bu anlamda yeni
sinemanın kötücül kadınlarından farklıdır.
SONUÇ
Feminist perspektiften değerlendirmeye dayanan bu çalışmada görülmüştür
ki; feminist hareket 1960’lı yıllarda ortaya çıktığından bu yana sinemayı kadın
hareketi için bir mücadele alanı haline getirilebilecek iletişim aracı olarak
görmüştür. Feminist teori sinemanın babanın dilini kullanan ve yerleşik toplumsal
cinsiyet algısını yeniden üreten bir araç olmaktan çıkartılması, dahası kadının
toplumsal konumlanışında eşitlikçi mücadeleye hizmet etmesini savunmuştur.
Özellikle ana akım sinema olarak adlandırılan Hollywood sineması üzerine
geliştirdikleri eleştiri ve tartışmalarla bu feminist film pratiğinin ufkunu açacak
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
200
T. Elmacı
kuramsal zeminini yaratmaya çalışmışlardır. Amaçları suskun,boyun eğen, edilgen
kadın imgesini değiştirmek ve gerçek bir özne konumuna getirmektir.
Türkiye’de sinemanın serüvenine bakıldığında ise kadınlar açısından ilk
dönem sinema çok da olumlu değildir. Kadınlar sadık eş, fedakâr anne, iffetli kadın
olarak sunulmuştur. Toplumsal uylaşıma uygun kadın karakterler, Yeşilçam
melodramlarında bolca işlenmiş, yerleşik toplumsal cinsiyet kodları yeniden
üretilmiştir. Hatta toplumsal değişim dönemlerinde topluma atfedilen genel
yozlaşma belirtileri Gurbet Kuşları filmindeki gibi ilk önce kadın karakter üzerinden
sunulmuştur. Kadın kendi cinselliği içerisinde güçlü bir figür olamamıştır. Güçlü
olan kadın karakterler de ataerkil düzenin devamlılığından yana eril özelliklidir.
Genellikle de cinselliğini terk etmiş yaşlı kadın figürleridir. 1970’li yıllar ayrıca
kadın bedenin seks filmleri furyası ile iyice nesneleştirildiği yıllar olarak sinema
tarihinde yerini alacaktır. 1980’li yıllarla birlikte kadın konusu üzerinde sıkça
düşünülmüş fakat genelde belli sınıftan kadınların içsel sorunları merkeze taşınmış.
Kadın sorununa daha derinlikli bakan filmler az sayıda kalmıştır. 1990’larla birlikte
yeni bir sinemacı kuşağı sinemaya dahil olmuştur. Fakat bu yeni sinema, kadını
geçmiş dönemden daha da olumsuz bir konuma çekmiş, kadını olumsuz bir yan
figür olarak resmetme eğiliminde olmuştur. Anlatının odağına aldığında ise baş
erkek karakteri güdüleyen bir durumda resmedilmiştir. Yükselen milliyetçi ideoloji
ile birlikte yerleşik toplumsal algıyı besleyen anlatılarda görülen kadınlar genellikle
suskun ve kaderci bir biçimde resmedilmişlerdir.
Gitmek Filmi ise bu anlamda erkek sineması olarak gelişen yeni sinemada
toplumsal cinsiyet perspektifinden farklı bir okumayı olanaklı kılan bir filmdir.
Gerçekte film kendi içerisinde erilliğin kadın bedeni üzerindeki tahakkümüne ilişkin
net referanslar vermemektedir. Fakat filmin "Bir Türk kızı bir Kürt’e aşık olamaz"
düşüncesiyle İsviçre'de Türk Kültür Bakanlığı’nın desteklediği ve daha sonra
Bakanlığın girişimiyle Culturescapes Festivali'nden çıkarılması filmi bu anlamda
farklı bir alana taşımıştır. Kadının bedeni bir ulusun onuru, şerefi, namusunun
nesnesi durumuna indirgenmiş ve patriyarkal iktidar kendi hegemonyasını gerçek
hayatta bizzat ‘Ayça’nın kendi hür iradesi ile yönlendirmeye çalıştığı bedeni
üzerinden devam ettirmiştir. Deniz Kandiyoti de kadın üzerinden gelişen bu devlet
tahakkümünü şu şekilde açıklar:
“Kadınlar, etnik/ulusal gruplar arasındaki farkların yeniden
üretiminde önemli bir rol oynarlar, kültürü taşırlar ve ulusal farkların
ayrıcalıklı belirleyicileridirler; ayrıca “ulusun anneleri” (resmi
önceliklere uygun biçimde ideolojik olarak tanımlanan bir görev)
Güz 2011, Sayı:33
Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek…
201
olma yükünü de taşırlar. “Ulus”un talepleri tıpkı soy, aşiret ya da
akrabalarla ilgili temel sadakat bağları kadar zorlayıcı olabilir; fark
bu tür taleplerin erkekler tarafından değil, devlet tarafından ve
devletin yasal yönetim aygıtınca dayatılmaktadır.” (Kandiyoti,
2007:163)
Gitmek filmine ilişkin pek çok tartışma kirli eril dil üzerinden
gerçekleşmiştir. Filmin ilk okumasında temel olarak politik anlamlar üretmesi ile
gelişen süreçte, kadın karakterin Türk, aşık olunan erkeğin ise Kürt olması
üzerinden aşırı milliyetçi çizgide sığ eleştiriler yükselmesine neden olmuştur. Bu
eleştirilerin ciddiye alınır bir yanı olmamakla birlikte, filme yönelik bu eleştirinin bu
çalışma bağlamında, feminist eleştirinin temel problematiklerinden biri olan kadın
temsillerinin iktidarın devamlılığına hizmet eden araçlara dönüştürülmesi açısından
değerlendirilmesi gerekmektedir. Politik bir araç olarak sunulduğu düşünülen film;
toplumsal cinsiyet algısında ‘ikinci sınıfa itilmiş kadınlığın Türk’lükle eşdeğer
tutulmasını’ aşağılama olarak gören bir zihniyetin turnusol kağıdına dönüşmüştür.
Filmin kadınlığa ya da insanlığa ilişkin gösterdiği naif çaba bir anda politik bir
okuma ile yine kadın bedeni üzerinden geliştirilen patriyarkal bir iktidar savaşı
yaratmıştır. Kadın bedeni, kadının kendisinden bağımsız olarak üzerinde mülkiyet
kurulan bir nesne konumundan kurtulmamakta ve eril hegemonyanın en büyük
iktidar alanı olmaya ve bu şekilde okunmaya devam etmektedir. Bu bağlamda
feminist yazar Emma Goldman’ın kadının gelişiminde özellikle altını çizdiği
kadının kendi varlığını bir birey olarak ortaya koyma süreçlerini Ayça fazlasıyla
yerine getirmektedir. Kendisini bir obje olarak değil, bir kişilik olarak ortaya
koymaktadır. Hayatını basit, fakat zengin ve derin kılarak; kendi bedeni üzerinde
başkalarının iddia ettiği tüm haklara karşı koymakta, tanrının, devletin, bir kulu
olmaya karşı çıkmaktadır. Bunu da hayatın tüm karmaşıklığını ve özünü anlamaya
çalışarak, yani kendini toplumun fikirlerinden ve yargılarından özgürleştirerek
yapmaktadır. (Goldman, 2011)
Kadın bedeni üzerinden kurulan kodları ya da pazarlama taktilerini yıkan,
gündelik sıradanlığı, naifliği insanın yüzüne vuran bir kadını, anlatının odağına
yerleştirmesi, filmi feminist teori açısından kayda değer bir alana taşımıştır. Film
aslında Ayça karakterinin doğanın biyolojik olarak farklı kıldığı iki insan cinsinin
ataerkil düzen tarafından ideolojik olarak da ayrıştırma çabasına direnme
mücadelesidir. Salt politik bir duruşu sergilemenin ötesinde anlamlar üreten, dahası
bu kadar erillikle sarmalanmış bir sinemada bir genç kızın saf aşkı üzerinden
geliştirilen anlatıların daha iyilerinin önünü açacağına kuşku yoktur.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
202
T. Elmacı
KAYNAKÇA
Atam, Z (2011) Yeni Türkiye Sineması’nda Kadın http://www.birgun.net/
writer_2010_index.php?category_code=1261404460&news_code=126252
3268&year=2010&month=01&day=03 (Erişim: 20. 10.2011)
Büyükdüvenci, S ve Öztürk, R (2007) “Yeni Türk Sineması’nda Estetik arayışı”
Felsefe Dünyası Dergisi, sayı:46
Cevizci, A (2010) Felsefe Sözlüğü, İstanbul:Paradigma yayınları.
Erdoğan, N (1999) Üç Seyirci: Popüler Eğlence Biçimlenmesi Alımlanması
Üzerine Notlar, Doğu Batı Düşünce Dergisi, İstanbul.
Evren, B (1990) Türk Sinemasında Yeni Konumlar İstanbul: Broy Yayınları.
Goldman, E (2011) http://www.felsefeforumu.com/viewtopic.php?f=45&t=2577
(Erişim: 10.09.2011)
Gündoğdu, M (1997) Sinemamızda Bir Dönem Kapanırken, 25. Kare Sinema
Dergisi, sayı:18 Ocak Mart, Ankara.
Kalkan, F (1992) Türk Sineması Toplumbilimi İzmir:Seçin Yayınları.
Kandiyoti, D (2007) Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, İstanbul:Metis Yayınları
Lorant, S, Englehart L, Karabey, H (Yapımcı). & Karabey, H. (Yönetmen). (2008).
Gitmek: Benim Marlon Brandom (Sinema Filmi) Türkiye: Asi Filmcilik.
McBean, JR (1997 ) Marksist Film Eleştirisinin Kuram ve Uygulaması , E. Yılmaz,
(Çev.), Sinemasal, Sayı: Ortak kitap1.
Nelmes, J (1998) Sinemada Cinsiyet ve Cinselliğin Sunumu, E. Yılmaz, (Çev.),
Sayı:Ortak kitap-2
Özden, Z (2004) Film Eleştirisi. Ankara:İmge Kitabevi.
Ryan, M , Kellner, D (1997). Politik Kamera, E. Özsayar (Çev.), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Scognamillo, G (1998). Türk Sinema Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Smelik, A (2008) Feminist Sinema ve Film Teorisi, D. Koç (Çev.), İstanbul:Agora
Kitaplığı.
Yeğenoğlu, M (1997) Emperyal Özne ve Feminist Söylem Toplumbilim sayı:75
Güz 2011, Sayı:33
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
TÜRKİYE’DE İLETİŞİM KURAMLARININ GELİŞMESİNDE
ÇEVİRİNİN ÖNEMİ
V. Ertan YILMAZ*
ÖZET
Bu çalışmada, Türkiye’de iletişim kuramlarının gelişmesi açısından çevirinin önemi üzerinde
durulacaktır. Çalışmada, iletişim biliminin geliştirilmesi için çeviri faaliyetine ağırlıklı bir yer
vermenin gerekli olduğu tezi savunulacaktır. Türkiye’de felsefe, sosyoloji ve siyaset bilimi
gibi alanlarda yapılan çevirilerle ilgili akademik değerlendirmeler yapılmıştır. Ancak,
iletişim alanında yapılan çevirilerle ilgili çalışmalar, yeterli düzeye ulaşabilmiş değildir. Bu
makalede öncelikli olarak sosyal bilimlerde çevirinin bilimsel gelişme açısından taşıdığı
öneme işaret edilecektir. Daha sonra Türkiye’de tarihsel açıdan sosyal bilimlerde çeviri
etkinliğinin gelişmesi konusunda bilgiler verilecektir. Bundan başka iletişim kuramları
alanında gerçekleştirilen çeviri kitaplar hakkındaki veriler de değerlendirilecektir. Ayrıca,
çalışmada iletişim alanında çevirilerin özendirilmesiyle ilgili neler yapılması gerektiği
konusunda da öneriler dile getirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Çeviri, İletişim Kuramları, Bilim Politikaları
THE IMPORTANCE OF TRANSLATION IN THE DEVELOPMENT OF
COMMUNICATION THEORY IN TURKEY
ABSTRACT
In this study the importance of translation in the development of communication theory in
Turkey will be discussed. For the development communication theory the translation activities
are very important. In Turkey, several studies were made on the importance of translation in
political science sociology and philosophy. But the level of appereciation translation are not
sufficient yet in that area. After putting emphasis on the importance of translation for
communication field, The article will give the a short story about the historical development
of translation activities. And later the books that were translated into Turkish will be
appreciated in order to give on information on each them. Besides, the article will make
recommendations for the encourgement of translation activities.
Keywords: Translation, Communication Theory, Science Policy
*
Öğr. Gör. Dr., Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Sinema Bölümü.
İletişim 2003/18
204
V. Ertan Yılmaz
GİRİŞ
Sosyal Bilimlerin gelişmesinde izlenecek bilim politikalarının büyük bir
önemi vardır. Sosyal bilimlerin gelişmesi için neler yapılmalı, nelere ağırlık
verilmeli? Bu doğrultuda hedefler belirlendikten sonra hangi yöntemler
kullanılmalı? Bu ve benzeri sorulara verilecek yanıtlar, sosyal bilimlerin
geliştirilmesinde benimsenecek yaklaşımların genel hatlarını oluşturur. Son yıllarda
Türkiye’de Üniversitelerde sosyal bilimlerde gelişmişliğin bir ölçütü olarak yabancı
dilde yayınlar başat bir ölçüt olarak kabul edilmeye başlandı. Bir akademisyenin
başarısı, yabancı dilde yaptığı yayınlarla ölçülür oldu. Bununla bağlantılı olarak
yabancı dilde yapılan yayınlar, sosyal bilimlerin gelişmişliğinin önemli bir
göstergesi olarak benimsendi. Bilim politikaları, yabancı dilde yayın eksen alınarak
oluşturuldu. Sosyal bilimlerin güçlenmesi için gereken çeviri gibi faaliyetler geri
plana atıldı. Oysa çeviri, sosyal bilimlerin gelişmesinde ilk planda düşünülmesi
gereken bilimsel faaliyetlerden bir tanesidir. Sağlam, tutarlı bir politikaya dayanan
bir çeviri faaliyeti olmadan, çevrede yer alan bir ülkede sosyal bilimlerin gelişmesi
mümkün değildir. Bu yargı felsefe, sosyoloji, ekonomi gibi disiplinlerde olduğu gibi
iletişim alanı için de aynı ölçüde geçerlidir. Ne var ki, ortada duran bu gerçeğe
karşın, Türkiye’de genelde sosyal bilimler alanında, özelde iletişim alanında hala
birçok önemli eserin çevirisinden yoksunuz.
Bu nedenlerle Türkiye’de iletişim kuramlarının sağlam bir akademik zemin
üzerinde geliştirilmesinin en önemli şartlarından biri, çeviri konusunda akademik
duyarlılık oluşturmaktır. Bu noktadan hareketle çeviri politikasının temellerini
atmak son derece önem arz etmektedir. Bilinçli bir çeviri politikası kapsamında
gerçekleştirilecek çalışmaların iletişim kuramlarının gelişmesine yapacağı katkı, bu
makalenin çıkış noktasını meydana getirecektir.
Bu çalışmada, belirli bir politika doğrultusunda içeriği ve sınırları belirlenmiş
bir çeviri hareketinin, Türkiye’de iletişim kuramlarının gelişmesinde ve
zenginleşmesinde öncelikli olarak tercih edilmesi gereken bir yol olduğu, değişik
açılardan ortaya konularak temellendirilecektir. Bu amaçla ilkin İslam felsefesinin
derinlik kazanmasında Yunan felsefesinden yapılan çeviri faaliyetinin ne kadar
hayati bir rol oynadığına işaret edeceğiz. Daha sonra Batı uygarlığının önemli
dönemeç noktalarından olan Rönesans ve Reform hareketleri döneminde artan çeviri
hareketlerinin Batı felsefesine nasıl bir ivme kazandırdığını göstereceğiz. Ardından
Türk modernleşmesini besleyen kaynaklardan biri olan çeviri hareketinin ortaya
çıkardığı sonuçları tartışacağız. Bu tarihsel perspektif ışığında Türkiye’de iletişim
kuramları alanında gerçekleştirilen bazı çeviri eserleri değerlendireceğiz.
Güz 2011, Sayı:33
Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi
205
Bu bağlamda ele alacağımız çeviri kitapların doğrudan doğruya iletişim
kuramlarıyla ilgili olmasına özen göstereceğiz. 1960’ların sonundan 1990’ların
ortalarına kadar iletişim kuramlarıyla ilgili yapılan çevirilerin son derece az olması,
dikkate alınması gereken önemli bir noktadır. Bu dönemde çevrilen belli başlı
eserlerin hemen hemen tümü, bu incelemeye dâhil edilmiştir. 1990 yılların ortasında
iletişim alanında göreli olarak canlanan çeviri hareketi kapsamındaysa özellikle
değişik yazarların makalelerini kapsayan derleme kitaplara ağırlık verilmiştir.
Çeviriyle iletişim kuramlarının gelişmesi arasındaki ilişkileri tartışan ilk
çalışmalardan biri olması nedeniyle makalemizde çevrilen bazı kitaplarla ilgili
betimleyici düzeyde bilgilere yer vermekle yetinilmiştir. Çalışmamızın sonunda
iletişim alanında çeviri etkinliğinin geliştirilmesi ve sağlıklı bir zemine
oturtulabilmesi için yapılması gerekenler, kimi öneriler ışığında tartışmaya
açılmıştır.
1. Felsefe ve Bilimin Gelişmesinde Çevirinin Rolü
Tarih boyunca felsefenin gelişmesi açısından çevirinin çok önemli bir rolü
olmuştur. 9. yüzyıldan sonra, Yunan felsefecilerinden yapılan çeviriler, İslam
felsefesinin gelişmesinin ve zenginleşmesinin zeminini hazırlamıştır. Bu dönemde
önce mimariyle ilgili eserler, daha sonra Platon ve Aristo’nun eserleri, Arapça’ya
çevrilmiştir. Bu yoğun çeviri hareketi sonucunda Arap-İslam düşüncesi kavram ve
terminoloji açısından zenginleşmiştir (Erten, 2003:117-121). Bu dönemde
gerçekleştirilen büyük tercüme hareketi, İslam felsefesinin gelişmesine ciddi bir
katkı yapmıştır (Skirbekk, Gilje, 2006:196-197). Yine, Batı uygarlığı da çeviriye çok
şey borçludur:
“12. Yüzyılda, Yunanlıların bıraktığı mirasın büyük bir bölümü Batı
tarafından ilk kez erişilebilir hale geldi. Yunan eserlerinin Arapça
tercümelerinden, bunlarla ilgili Arapça yorumlardan ve Yahudi düşünürlerin
Arapça eserlerinden binlercesinin Latinceye tercümesi yapıldı. Kimi zaman
Yunanlıların eserleri İbranice tercümeler aracılığıyla Avrupa’ya ulaştı. Daha
sonra Yunanca orijinallerden doğrudan Latinceye yapılan tercümeler oldu
(Ortaçağ Avrupasında Yunanca pek bilinmiyordu. Bu dilin öğretimi ancak
Hümanizm döneminde canlılık kazandı). Daha sonra ise Latinceden artık
(henüz yeterli bir felsefe terminolojisi oluşmamış olsa da) tamamen gelişmiş
Avrupa milli dillerine tercümeler yapıldı.”(Störig, 2011: 234-235).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
206
V. Ertan Yılmaz
Hasan Bülent Kahraman’ın deyimiyle Rönesans “başlı başına ve tepeden
tırnağa” bir çeviri sürecidir. Kahraman’a göre, Neoklasizm ve Romantizm dönemleri
de Antik Yunan ve Roma kaynaklarından birçok çeviri yapıldı. 18.yüzyıl ortalarında
uyanan Helen hayranlığından söz eden Kahraman, Nietzsche'nin, Freud'un bu
dönemin ürünleri olduğunu söyler (Kahraman, 2004b). Osmanlı İmparatorluğu’nda
Lale döneminde ilk ciddi çevirilerin yapıldığını anlatan Günyol ise, 1859 yılından
başlayıp Cumhuriyet’e kadar uzanan döneminin çeviri açısından zengin ve verimli
bir dönem olduğunun altını çizer (Günyol,1983:325). Cumhuriyet döneminin ilk
ciddi ve planlı çeviri etkinliğinin, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan
Tercüme Bürosu’yla başlandığını belirten Berk, 1967 yılına kadar binden fazla
çevirinin yapıldığının ifade eder (Berk,2004:317). Dönemin Milli Eğitim Bakanı
Hasan Ali Yücel’in girişimiyle kurulan Tercüme bürosunda Nurullah Ataç,
Sebahattin Eyüpoğlu, Azra Erhat gibi dönemin önde gelen edebiyatçıları ve
yazarları çalışır. Eski Yunan, Roma uygarlığından ve Fransız edebiyatından birçok
eser, Türkçe’ye kazandırılır (Günyol, 1983). Bu düzenli çeviri etkinliğinin, Türk
edebiyatı, felsefe ve sosyal bilimlerin gelişmesinde önemli katkıları olmuştur.
Türkiye’de çeviri açısından ikinci altın dönem, 1960’lı yıllarda başlar. 1961
Anayasa’sının getirdiği özgürlükçü ortamda sol yazından önemli eserler, Türkçe’ye
çevrilir (Berk,2003:517). Zaman zaman Can Yücel, Sabahattin Eyüboğlu gibi
çevirmenler, yaptıkları çevirilerden dolayı, hakim karşısına çıkarlar. Bu
soruşturmaların çevirmenler üzerinde olumsuz etkisi olsa da 1980’lere kadar, çeviri
etkinliği canlılığını korur. Çevrilen bu eserler de Türkiye’de fikir hayatını
beslemiştir. Bu çeviri hareketleri sayesinde yeni yaklaşımlar, etraflı bir şekilde
tartışılmaya başlanmıştır. 1980’lerden sonra 12 Eylül Askeri Darbesinin etkisiyle
özellikle sol yazından yapılan çeviriler duraklar. Bu dönemde popüler kültür
eserlerinin çevirisine ağırlık verilirken sosyal bilimler alanında yeni çeviriler yapılır.
Özellikle 1990’larda Ayrıntı, İletişim, Metis, Paradigma, Yapı Kredi Yayınları,
edebiyat ve sosyal bilimler alanında önemli eserleri, Türkçe’ye kazandırırlar. Şimdi
de Bilgi ve Sabancı gibi bazı vakıf üniversiteleri çeşitli çeviri yapıtları yayınlanmaya
devam ediyor.
2. Çeviri: Bilgi Birikiminin Aktarılmasındaki Temel Araç
Peki, sosyal bilimlerin gelişmesinde çeviri, neden bu kadar önemli?
Türkiye’nin yetiştirdiği önemli felsefecilerden biri olan Hilmi Ziya Ülken,
Cumhuriyetin ilk yıllarında, “Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü” adlı kapsamlı
eserinde bu sorunun yanıtını aramıştır. Ülken’in ifadesiyle “uyanış devirlerinde
Güz 2011, Sayı:33
Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi
207
yaratıcılık kudretini veren tercümedir”(1935:18). Tarihte ortaya çıkan büyük
uygarlıkların temelinde tercümenin yattığını vurgulayan Ülken, medeniyetlerin ilk
tohumlarının atıldığı uyanış hareketlerinin tercümelerle başladığına işaret eder.
Ülken’e göre hem modern hem de geçmiş uygarlıklara ait eserler, Türkçe’ye
çevrilmelidir (Ülken, 1935:22). Hasan Bülent Kahraman da Ülken’le benzer
görüşleri dile getiriyor. Kahraman’a göre dünyanın her yerinde modernleşme,
aktarıma dayalı olarak gerçekleşir:
“Şunu iyice bellemek gerek: Dünyanın her yerinde modernite süreçleri,
modernleşmenin kendisi bir aktarıma dayanır. Modernleşme denilen olgu son
kertede bir çeviri etkinliğidir. Hele söz konusu olan Batı modernitesi ise bu
daha çok böyledir. Batı bilincini hazırlayan temel düşüncenin bir başka dile
aktarılmasına öncel herhangi bir Batı eksenli modernleşmeden söz açmak
olanaksızdır. Kaldı ki, Batı'nın kendisi moderniteyi bu yoldan geçerek ve bu
yöntemle inşa etmiştir. Hem de birkaç ayrı dönemde”(Kahraman, 2004b).
Bu sorun üzerinde duran bir başka yazar olan Selahattin Hilav’ın ifadesiyle
‘Tarihteki büyük uygarlık geçişlerinin, kültür değişimlerinin ve sentezlerinin
temelinde geniş anlamıyla” çeviri olayı yatıyor (Hilav, 1995:195). Türkiye’de çeviri
ile batılılaşma arasındaki ilişkileri değerlendiren Berk ise çevirinin kültürü
dönüştürmedeki kilit rolüne işaret ediyor. Çevirmenlerin, çeviri eylemiyle bir
bağlama ait olan bir dizgeyi bir başka bağlama taşıyarak, kültürler arası bir iletişimi
gerçekleştirdiğini anlatan Berk, edebi çevirilerin yanı sıra bilimsel alanda yapılan
çevirilerin de bir başka kültürün düşünce hayatını zenginleştirdiğine ve yeni
ufukların oluşmasına katkıda bulunduğunu ifade ediyor (Berk, 2004:317).
Nedim Gürsel de “Uygarlık ve Çeviri” adlı makalesinde çevirinin, tarihteki
büyük kültürel dönüşümlerin gerçekleştirilmesinde oynadığı role dikkat çekiyor.
Çeviri, geçmiş kültürlerin aktarılıp özümsenmesinde başvurulan çok önemli bir araç.
Ancak, bu aktarılıp değerlendirilen birikim üzerine yeni bir kültürel temel
atılabiliyor. Geçmiş çağlara ait başka uygarlıklarının kültürel mirası, yeni
tartışmalara, arayışlara zemin hazırlıyor. Gürsel’in ifadesiyle bu çevirinin artzamanlı
işlevidir. Bundan başka çeviri, aynı zaman dilimi içinde olan uygarlıkların
birbirleriyle iletişim kurmalarına ve kültürel olarak alışveriş yapmalarına da
yardımcı oluyor. Buna paralel biçimde, Kahraman da çevirinin yalnızca bir dilden
başka bir dile eserlerin aktarılmasıyla sınırlandırılamayacağı görüşünü taşıyor.
Kahraman’a göre çeviri, daha genel bir çerçevede insan anlayışı, hoşgörü ve
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
208
V. Ertan Yılmaz
özgecilik gibi kavramların bir kültürden başka kültüre aktarılmasıdır (Kahraman,
2004a). Bu duruma birçok örnek verilebilir. Aslında, çeviri, Türkiye’de batılılaşma
hareketinin önemli bir parçası olagelmiştir. Berk’in ifadesiyle, “Batılılaşma, aynı
zamanda Batı’yı çevirmek anlamına gelmiştir”(Berk, 2003:511) Berk’e göre
Cumhuriyetin kurulmasında da bu anlayış kendini belirgin bir biçimde gösterir.
“Böylece, Avrupa kültürünün bir parçası olmak isteyen Türkler için bu
kültürün kaynaklarını öğrenmek bir zorunluluk olarak kendini göstermiştir. Bu
bağlamda, Cumhuriyet’in temellerinin Türkiye’deki sosyo-kültürel hayatın her
alanını etkileyen Batı’dan yapılan çeviriler üzerine kurulduğunu da söylememiz
mümkün gözükmektedir”(Berk, 2003:513)
3. Türkiye’de İletişim alanıyla ilgili Çeviri Faaliyeti
Hilmi Ziya Ülken’in 1935 yılında tercüme konusunda yaptığı vurguya
rağmen, Türkiye’de felsefe ve sosyal bilimler alanında çevirinin istenen düzeye
geldiğini söyleyebilmek ne yazık ki mümkün değil. Felsefe, sosyoloji ve siyaset
bilimi gibi disiplinlerle karşılaştırıldığında ise iletişim kuramları alanında yapılan
çevirilerin sayısı deyim yerindeyse bir elin parmaklarını geçmiyor. Kuşkusuz,
iletişim alanını ilgilendiren başka disiplinlerden çeviriler yapılıyor. Ancak,
çalışmamızda bu çevirileri kapsam dışı bıraktık. Şimdi, burada iletişim kuramları
alanında yapılan çevirilerden örnekler vereceğiz. İletişim kuramları alanında yapılan
ilk çeviri, Ünsal Oskay 1969 yılında gerçekleştirilen “Kitle Haberleşme Teorilerine
Giriş” adlı derleme kitap. Kitap, ana akım içinde yer alan iletişim bilimcilerin sosyal
psikoloji, haber ve propaganda konularında yazdıkları makalelerden oluşuyor.
1970’lere gelindiğinde ise, doğrudan doğruya iletişim kuramları içinde
değerlendirilebilecek üç kitabın çevrildiği göze çarpıyor. Ayseli Usluata, 1973
yılında Halloran’ın “Televizyonun Etkileri” ve Brian Groombridge’nin “Televizyon
ve Toplum” adlı kitaplarını dilimize kazandırıyor. 1977 yılında Mattelart’tan
çevrilen “Emperyalist Kültür Sanayii ve W.Disney: Vak Vak Amca Nasıl okunmalı”
adlı kitap. Kitap Atilla Aksoy tarafından Türkçe’ye çevriliyor. 1980’lerde ise yine
bir derleme eserle karşılaşıyoruz. Korkmaz Alemdar ve Raşit Kaya tarafından
iletişim alanında çalışan çeşitli akademisyenlerin makalelerinden derlenen “Kitle
İletişimde Temel Yaklaşımlar” adlı kitap. Brown, McOuail, Mcluhan gibi ana akım
içinde değerlendirilebilecek yazarların yanı sıra Mosco, Sarti, Oskay gibi daha
eleştirel yazarların makalelerinden meydana geliyor. Bu kitap, eleştirel iletişim
bilimcilerinin yazılarına ilk kez yer vermesi bakımından önemli. 1991 yılında ise
Güz 2011, Sayı:33
Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi
209
Yusuf Kaplan tarafından derlenen “Enformasyon Devrimi Efsanesi” adlı kitap
piyasaya çıkıyor. Eserde Türk yazarlarının dışında Kellner, Eco, Schiller gibi
yazarların makaleleri ağırlıklı olarak yer alıyor. 1993 yılında Herbert Schiller,
“Zihin Yönlendirenler” adlı kitabı,
Cevdet Cerit tarafından Türkçe’ye
kazandırılıyor. 1994 yılında ise Osman Akınay, Nail Postman’ın “Televizyon:
Öldüren Eğlence” adlı önemli eserini Türkçe’ye kazandırıyor. Yine aynı yıl Mehmet
Küçük tarafından çıkartılan “Medya, İktidar, İdeoloji” adlı derlemede, Curran, Hall,
Murdock gibi iletişim alanında önde gelen akademisyenlerin makalelerine yer
veriliyor. Bu derleme kitap, Batı’da son yıllarda iletişim alanında gerçekleştirilen
tartışmaları, Türkiye’ye taşıması bakımından büyük önem taşıyor. Denis McQuail’in
“Kitle İletişim Kuramlarına Giriş” adlı kitabın Ahmet Haluk Yüksel tarafından 1994
yılında Türkçe’ye çevrildiğini görüyoruz. Yine 1994 yılında Severin ve Tankard’ın
“İletişim Kuramları, Kökenler, Yöntemler ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımı”
kitabının, Ali Atıf Bir ve Serdar Sever tarafından Türkçe’ye çevriliyor. Yine aynı
yıl, Mehmet Küçük, Philip Schlesinger’in, “Medya Devlet ve Ulus / Siyasal Şiddet
ve Kolektif Kimlikler” adlı kitabını Türkçe’ye kazandırıyor. 1995 yılında ise
Graeme Burton’un “Görünenden Fazlası: Medya analizlerine Giriş” adlı kitabı,
Nefin Dinç tarafından Türkçe’ye çevriliyor. Daha sonra Süleyman İrvan tarafından
derlenen “Medya, Kültür ve Siyaset” adlı kitapta Fiske, Golding, Hall, Curran,
Keane gibi yine hatırı sayılır iletişim bilimcilerin makalelerine yer veriliyor. İletişim
alanında önde gelen batılı akademisyenlerin yazılarını, Türk okurlarına tanıtması
bakımından bu derleme kitap, önemli bir boşluğu dolduruyor. Yine İrvan, 1996
yılında John Fiske’nin “İletişim Bilimlerine Giriş” ve 1999 yılında “Popüler Kültürü
Anlamak” adlı kitaplarını Türkçe’ye çevirdi. Mutlu Binark ve Süleyman İrvan
tarafından 1995 yılında çevrilen “Kadın ve Popüler Kültür” adlı derleme kitapta ise
feminist yaklaşım içinde yer alan yazarların yazılarına yer veriliyor. 1999 Yılında
Nazife Güngör tarafından derlenen “Popüler Kültür ve İktidar” kitapta popüler
kültür konusunda çalışmalar yapan Stuart Hall, Lawrence Grosberg gibi çok sayıda
yazarın çalışmalarına yer verildiğini görüyoruz. Denis McQuail ve Sven Windahl’ın
“Kitle İletişim Modelleri”adlı kitabı önce 1993 Mehmet Küçükkurt tarafından, 1997
yılında ise Konca Yumlu tarafından Türkçe’ye çevriliyor. 1999 yılında Osman
Akınay ve Abdullah Yılmaz, Noam Chomsky’in “Medya Gerçeği” adlı kitabını,
Türkçe’ye kazandırdılar.
2000 yılında Koray Şahin, John Storey’in “Popüler Kültür ÇalışmalarıKuramlar ve Metotlar” adlı kitabını Türkçe’ye çeviriyor. 2001 yılında İletişim
alanına çalışmalarıyla damgasını vuran Marshall Mcluhan’ın Gutenberg Galaksisi:
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
210
V. Ertan Yılmaz
Tipografik İnsanın Oluşumu” adlı eserin, Gül Çağalı Güven tarafından Türkçe’ye
2001 yılında çevriliyor. Mcluhan’ın Bruce R Povers ile birlikte yazdıkları bir başka
önemli eser olan “Global Köy, 21. Yüzyılda Yeryüzü Yaşamında ve Medyada
Meydana Gelecek Dönüşümler” Bahar Öcal Düzgören tarafından 2001 yılında
Türkçe’ye kazandırılıyor. Yine aynı yıl Judith Lazar’ın “İletişim Bilimi” adlı kitabı
Cengiz Anık tarafından Türkçe’ye çevriliyor. 2003 yılında ise Merih Zıllıoğlu,
Armand Mattelart, Michale Mattelart tarafından kaleme alınan “İletişim Kuramları
Tarihi” adlı çalışmayı Türkçe’ye kazandırıyor. 2004 yılında ise Halime Yücel
Altınel, Armand Mattelart’ın “Bilgi Toplumunun Tarihi” adlı eseri, Türkçe’ye
çeviriyor. 2005 yılında gelindiğinde ise iletişimin ekonomi politiği konusunda
önemli çalışmaları bulunan Noam Chomsky’in “Medya Denetimi” adlı kitabı Elif
Baki tarafından Türkçe’ye kazandırılıyor. Bu arada Raymond Williams’ın iletişim
alanını doğrudan ilgilendiren dört önemli eseri de Türkçeye çevrildi. 1990 yılında
Esen Tarım, Raymond Williams’ın “Marksizm ve Edebiyat” adlı eserini Türkçe’ye
çevirirken 1993 yılında Suavi Aydın, aynı yazarın “Kültür” adlı eserini Türkçe’ye
kazandırdı. Daha sonra ise 2003 yılında Ahmet Ulvi Türkbağ yazarın “Televizyon,
Teknoloji ve Kültürel Biçim” adlı eserini Türkçeye kazandırırken 2005 yılında
Savaş Kılıç, “Anahtar Sözcükler, Kültür ve Toplumun Sözvarlığı” adlı eserini
türkçeye çevirdi.
2003 yılında ekonomi politik alanında çalışan McChesney, Wood ve Foster
tarafından derlenen “Kapitalizm ve Enformasyon Çağı” adlı kitabı, Nil Senem
Çınga, Erhan Baltacı ve Özge Yalçın Türkçe’ye kazandırdı. Bu kitap, ekonomi
politik alanında çalışan akademisyenlerin çalışmalarını, Türkiye’de tartışılmasına
zemin hazırlaması açısından önemli bir çeviridir. Bu arada Erol Mutlu’nun “Kitle
İletişim Kuramları” adıyla daha önce hazırladığı çeviriler, öğrencileri tarafından
“Kitle İletişim Kuramları” adıyla kitaplaştırıldı. Mutlu’nun, Frankfurt Okulu,
kültürel çalışmalar yaklaşımı içinde yer alan iletişim bilimcilerin makalelerinden
çeviriler yaptığını görüyoruz. Buna ek olarak Barış Engin Aksoy ve Göze Orhan
tarafından Türkçeye kazandırılan “Medya Kültürleri”(2008) adlı kitap, iletişim
kuramlarıyla ilgili gelişen teorik tartışmaları vermesi açısından son derece önemli.
Nick Stevenson tarafından yazılan kitapta, ağırlıklı olarak eleştirel iletişim
kuramlarıyla ilgili değişik perspektiflere yer veriliyor. Bundan başka, Ali Toprak
tarafından Türkçeye çevrilen “Medya Çalışmaları”(2010) adlı kitap, iletişim
kuramlarını öğrenmek isteyen okuyucular açısından alanı genel hatlarıyla tanıtan bir
kitap niteliğinde.
Güz 2011, Sayı:33
Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi
211
SONUÇ
Türkiye’de iletişim kuramları alanında yapılan çeviri kitaplara baktığımız
zaman, son yıllarda göze çarpan kıpırdanışa rağmen karşımıza çıkan tablonun parlak
olduğu söylenemez.
Türkiye’de iletişim alanındaki tartışmaları besleyecek ve zenginleştirecek
geniş çaplı bir çeviri hareketinden söz edebilmek mümkün değil. Bireysel çabaların
sonucunda, yayınevlerinin istekleri doğrultusunda çeviriler gerçekleştiriliyor. Sosyal
bilimlerin genelinde olduğu gibi iletişim alanında da çeviri hala kurumsallaşabilmiş
değil. Bununla bağlantılı olarak genel olarak belirli bir çeviri politikası da yok. Bu
açıdan Shayegan’ın İran’da çeviri konusunda yaptığı gözlemler, Türkiye’ye için de
geçerli:
“... çeviriler tutarlı bir siyaset ve bütünlüklü bir görüş olmadan yapıldığı için,
bir düşünce ekolünü tanımamıza az çok olanak verebilecek uyumlu bilgi blokları
olarak sunulmazlar, hiçbir özel bağlamla ilişkilendirilemeyen bilgi parçaları halinde
dağılırlar ve okuru özgül bir alanda yönlendirmekten ziyade, insan bilimleri
labirentinde kaybederler”(Shayegan, 1992:135).
Shayegan göre, Batının düşünce tarihinden rast gele yapılan çeviriler
sonucunda okuyucular, tutarlı bir bilgi bütünü oluşturamazlar. Bu nedenle de
okuyucular, bu çevirilerden hareketle yanlış yargılarda bulunabilirler. Shayegan’ın
ifadesiyle “Kesin yargılar da, kapsamlı ve eleştirel usavurmadan ziyade toptan
mahkûm etmeye başvuran o indirgemeci görüşler de bundan ileri
gelmektedir”(Shayegan, 1992;135). Benzer şekilde Türkiye’de de, deyim yerindeyse
“oradan buradan” yapılan çeviriler aracılığıyla, iletişim bilimlerinde bir yaklaşımı
bütünüyle tanımak mümkün olmuyor. Ana akıma dâhil yazarlardan, kültürel
çalışmalardan ve az da olsa ekonomi politik yaklaşıma mensup olan yazarlardan
çeviriler yapılsa da, büyük emek verilerek yapılan bu çeviriler, belirli bir yaklaşımı
bütünüyle tanımamıza ne yazık ki imkân vermiyor. Bunun sonucu olarak 1935
yılında Ülken’in altını kalın çizgilerle çizdiği tercüme ile uygarlığın ve tabii ki
bilimin gelişmesi arasındaki ilişki ise, günümüzde akademik dünyada unutulmuşa
benziyor. Bunun ise birçok nedeni var. İletişim alanında çevirinin gelişmemesinin
önemli nedenlerinden biri, uzun yıllar Türkiye’de iletişim alanıyla ilgili akademik
örgütlenmenin Basın Yayın Yüksek Okulları çatısı altında yürütülmüş olması.
BYYO’ların diğer fakültelerinin deyim yerindeyse gölgesinde kalmış olması, genel
anlamda iletişim alanıyla ilgili akademik çalışmaların yavaş yol almasına neden
oldu. Fakültelere dönüşünceye kadar BYYO’ları iletişim alanında sınırlı sayıda bir
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
212
V. Ertan Yılmaz
akademik kadroyla faaliyetlerini sürdürmek zorunda kaldılar. Bu durum ister
istemez, iletişim alanında gerçekleştirilen akademik faaliyetlere de yansıdı. Bu
nedenle çeviri faaliyeti güdük kaldı. Bu işin kurumsal yönüyle ilgilidir. Ama
üzerinde durulması ve tartışılması gereken asıl neden, “sosyal bilimleri” nasıl
geliştirebiliriz sorusunun yanıtlanma biçimiyle ilgili. Bir disiplinde ya da iletişim
bilimi gibi disiplinler arası bir alanda, çok ciddi bir aktarma faaliyeti, bir başka
ifadeyle sistemli bir çeviri faaliyeti olmadan gelişme beklemek, bilim politikası
açısından yanlış bir tutumdur. Son zamanlarda akademik yükseltmede yabancı
yayın gibi başka kriterlerin ağırlık kazanması, bunun tipik bir örneğini oluşturuyor.
Bunu söylerken yabancı dille yapılan yayınların önemini yadsımıyoruz. Ancak,
bulunduğumuz aşamada çabamızı öncelikli olarak yoğunlaştırmamız gereken
alanlardan biri çeviri. Belirli bir yaklaşımın eserlerini özümseyip sindirdikten sonra
(ki bunun için belirli bir sürenin geçmesi gerekiyor) kendi yaşadığımız toplumsal
gerçekliği de dikkate alarak, oluşan bu temel üzerinde yeni ürünler verebiliriz.
Peki, çeviri konusunda bundan sonra ne yapılabilir? Öncelikli olarak,
akademik faaliyetlerde çeviriye verilen önemin artması gerekiyor. Akademik
yükseltmelerde çeviri, göz önünde bulundurulması gereken temel ölçütlerden biri
olmalı. Üniversiteler, fakülteler yapılan nitelikli çevirileri ödüllendirebilirler.
Bundan başka bazı üniversitelerin yaptığı gibi komisyonlar kurulup alanla ilgili
temel eserler belirlendikten sonra bunların sistemli bir biçimde çevrilmesi işine
girişilebilir. Bu konuda TUBA ve RTÜK gibi kamu kurumlarından mali destek
sağlanabilir(2). Burada ele alınması gereken bir başka öneri ise İletişim
Fakültelerinin yayınlarında çeviriye ağırlık veren yayın evlerine destek vermesi.
Böylelikle bu yayın evleri, iletişim serisi altında önemli eserleri Türkçe’ye
kazandırabilirler. Bütün bunlar yapılırken dikkat edilmesi gereken husus, çevirilerin
belirli bir politikaya dayalı olarak yapılmasını sağlamak. Bunun için de iletişim
kuramları alanını çalışmalarıyla yönlendiren isimlerin çalışmalarına ağırlık verilmesi
gerekiyor. Buradaki temel hedef, çeviriler sonucunda okuyucunun belirli bir
yaklaşımın genel hatlarını anlayabilmesini sağlayabilmek olmalı. Çeviriler de
İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinde iletişim alanında geliştirilen
yaklaşımlara ağırlık verildiğini gördük. Almanya, Fransa, Japonya gibi başka
ülkelerde iletişim konusunda gerçekleştirilen önemli araştırmaların ve kuramsal
çalışmaların da Türkçe’ye aktarılması gerekiyor. Bu ülkelerden yapılan çeviriler de,
kuşkusuz yeni bakış açılarının kazanılmasında önemli rol oynayacaktır.
Çalışmamızda iletişim kuramlarıyla ilgili yapılan çevirilerin niteliksel açıdan
bir değerlendirmesini yapmadık. Yapılan çevirilerin kalitesiyle ilgili sorunlar, başka
Güz 2011, Sayı:33
Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi
213
çalışmaların konusu olabilir. Burada, şimdilik üzerinde durulması gereken konu,
iletişim alanında yapılan çeviriler ilgili eleştiri yazılarının sıcağı sıcağına yazılması
gerektiğidir. Yapılan bu eleştiriler, çevirilerin gelişmesinde önemli katkılar
sağlayacaktır.
(1) Bu çalışma, 20-21 Ekim 2005 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de İletişim
Araştırmaları” sempozyumunda sunulan bildirinin gözden geçirilerek
geliştirilmiş halidir.
(2) Türkiye Bilimler Akademisi tarafından 2008 yılından bu yana verilen
“ders kitapları çeviri” ödülleri, çevirinin özendirilmesi bakımından
önemli bir girişim olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Atatürk Kültür, Dil
ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından başlatılan “Farklı Kültürlerin
Temel Düşünce, Bilim ve Sanat Eserlerini Türkçeye Çeviri hareketi”
projesi, çevirinin sistematik ve kurumsal olarak ele alınması açısından
olumlu bir çabadır.
KAYNAKÇA
Berk, Ö (2002) “Batılılaşma ve Çeviri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce
Modernleşme ve Batıcılık, Der: Uygur Kocabaşoğlu, C.3 İletişim Yayınları:
İstanbul.
Berk, Ö (2004) “Çevirmenlik Üstüne” Doğan Özleme Armağan, Derleyen: A.
Kadir Çüçen, Hatice Nur Erkızan, Güçlü Ateşoğlu, İnkilap Yayınları:
İstanbul.
Erten, M (2003) “Tercüme ve Kültür: 9-11 Yüzyıllarda İslam Medeniyetinde
Çeviri”, Mehmet Küçük’e Armagan, Hazırlayan Doğan Özlem, Doğu-Batı
Yayınları: Ankara.
Günay, M (2003) “Felsefede ve Sosyal Bilimlerde Çeviri”, Mehmet Küçük’e
Armagan, Hazırlayan Doğan Özlem, Doğu-Batı Yayınları: Ankara.
Gürsel, N (1983) “Çeviri ve Uygarlık” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,
Der: Murat Belge C.2 İletişim Yayınları: İstanbul.
Günyol, V (1983) “Türkiye’de Çeviri” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,
Der: Murat Belge C.2 İletişim Yayınları: İstanbul.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
214
V. Ertan Yılmaz
Hilav, S (1995) Edebiyat Yazıları, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul.
Kahraman, H, B (2004a) “Çeviriyi Çevirmek” Varlık Dergisi, Sayı:1156.
Kahraman, H, B (2004b) “Modernitenin Aynası Çeviri”, 24 Mart 2004, Radikal.
Shayegan, D (1991) Yaralı Bilinç, Çev: Haldun Bayrı, Metis Yayınları: İstanbul.
Skırberkk, G; Gilje N (2006) Antik Yunan’dan Modern Döneme Felsefe Tarihi,
Çev:Emrah Akbaş, Şule Mutlu, Kesit Yayınları: İstanbul.
Störig, H, J (2011) Dünya Felsefe Tarihi, Çev: Nilüfer Epçeli, Say Yayınları:
İstanbul.
Ülken, H, Z (1935) Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, Vakit Yayınları:
İstanbul.
Güz 2011, Sayı:33
215
Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi
TÜRKİYE’DE
İLETİŞİM
ESERLERDEN BAZI ÖRNEKLER
BİLİMİYLE
İLGİLİ
ÇEVRİLEN
Alemdar, K ve Kaya,
R, der. (1983)
Kitle İletişimde Temel Yaklaşımlar, Savaş Yay:
Ankara.
Almagor, R, C (2003)
İfade, Medya ve Etik, Çev: Nihat Şad, Phoenix Yay:
İstanbul.
Berger, A, A (1993)
Kitle İletişimde Çözümleme Yöntemleri, Çev:Murat
Barkan, Nazlı Bayram ve diğerleri, Anadolu
Üniversitesi Yay: Eskişehir.
Groombridge, B (1976)
Televizyon ve Toplum, Çev: Ayseli Usluata, Reklam
Yay: İstanbul.
Burton, G (1995)
Görünenden Fazlası, Çev: Nefin Dinç, Alan yayınları:
İstanbul.
Charon, J, M (1992)
Medya Dünyası, Çev:
Yayınları: İstanbul.
Debord, G (1996)
Gösteri Toplumu, Çev:Ayşen Emekçi, Okşan Taşkent,
Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Chomsky, N (2005)
Medya Denetimi, Çev: Elif Baki, Everest Yayınları:
İstanbul.
Fiske, J (1996)
İletişim Bilimine Giriş, Çev: Süleyman İrvan, Ark
Yayınları: Ankara.
Fiske, J (1999)
Popüler Kültürü Anlamak, Çev: Süleyman İrvan, Ark
Yayınları: Ankara.
Güngör, N, der.(1999)
Popüler Kültür ve İktidar: Popüler Kültür Üzerine
Kuramsal İncelemeler, Vadi Yayınları: Ankara.
Halloran, J (1973)
Televizyonun Etkileri, Çev: Ayseli Usluata, Reklam
Yayınları: İstanbul.
İrvan, S, der. (2002)
Medya Kültür Siyaset, Ark Yayınevi: Ankara.
Kaplan, Y (1990)
Enformasyon Devrimi Efsanesi, Rey Yayınları:
Kayseri.
Oya
Tatlıpınar,
İletişim
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
216
V. Ertan Yılmaz
Keane, J (1992)
Medya ve Demokrasi, Çev: Haluk Şahin, Ayrıntı Yay:
İstanbul.
Küçük, M, der.(1994)
Medya İktidar İdeoloji, Ark Yayınları: Ankara.
Laughey, D (2010)
Medya Çalışmaları, Teoriler ve Yaklaşımlar, Çev:Ali
Toprak, Kalkedon Yayınları: İstanbul.
Lazar, J (2001)
İletişim Bilimi, Çev: Cengiz Anık, Vadi Yayınları:
Ankara.
Lull, J (2001)
Medya, İletişim Kültür, Çev: Nazife Güngör, Vadi
Yayınları: Ankara.
Maıgret, E (2011)
Medya ve İletişim Sosyoloji, Çev: Halime Yücel,
İletişim Yayınları: İstanbul.
McRobbie, A (1999)
Postmodernizm ve Popüler Kültür, Çev: Almıla
Özdek, Sarmal Yayınları: İstanbul.
McChesney, R, W; Wood
E, M; Foster, J,W (2003)
Kapitalizm ve Enformasyon Çağı, Çev: Nil Senem
Çınga, Erhan Baltacı, Özge Yalçın, Epos Yayınları:
Ankara.
Modleski, T (1998)
Eğlence İncelemeleri-Kitle Kültürüne Eleştirel
Yaklaşımlar, Çev Nurdan Gürbilek, Metis Yayınları:
İstanbul.
Mattelart, A;
Mattelart, M.( 2003)
İletişim Kuramları Tarihi, Çev: Merih Zıllıoğlu,
İletişim Yayınları: İstanbul.
Mattelart A (2004)
Bilgi Toplumunun Tarihi, Çev: Halime Yücel Altınel,
İletişim Yayınları: İstanbul.
Meyer, T (2004)
Medya Demokrasisi, Çev: Ahmet Fethi, İş Bankası
Yayınları: İstanbul
McQuail, D;
Windahl, S (1993)
İletişim Modelleri, Çev: Mehmet Küçükkurt, İmaj
Yayınları: Ankara.
McQuail, D;
Windahl, S (1997)
Güz 2011, Sayı:33
Kitle İletişim Modelleri, Çev: Konca Yumlu, İmge
Yayınları: Ankara.
217
Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi
Mutlu, E, der.(2005)
Kitle İletişim Kuramları, Ütopya Yayınları, Ankara.
Mcluhan, M (2001)
Gutenberg Galaksisi: Tipografik İnsanın Oluşumu,
Çev: Gül Çağalı Güven. Yapı Kredi Yay, İstanbul.
Mcluhan, M; Povers,
B (2001)
Global Köy: 21. Yüzyılda Yeryüzü Yaşamında ve
Meydana
Gelecek Dönüşümler, Çev: Bahar Öcal Düzgören,
Scala
Yayıncılık: İstanbul.
Morley, D, Robins K(1997) Kimlik Mekanları-Küresel Medya, Elektronik
Ortamlar ve Kültürel Sınırlar, Ayrıntı Yayınları:
İstanbul.
Oskay, Ü, der. (1969)
Kitle Haberleşme Teorileri, Ankara Üniversitesi
Basınevi:
Ankara
.
Postman, Nail (1994)
Televizyon: Öldüren Eğlence, Çev: Osman Akınay,
Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Robins, K (1999)
İmaj: Görmenin Kültür ve Politikası, Çev: Nurçay
Türkoğlu. Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Ramonet, İ (2000)
Medyanın Zorbalığı,
Yayınları: İstanbul.
Rowe, D (1996)
Popüler Kültürler-Rock ve Sporda Haz Politakası,
Çev: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Swallow, N (1973)
Televizyonun Gerçek Gücü, Çev: Ayseli Usluata,
Reklam Yayınları: İstanbul.
Schiller, Herbert (1993)
Zihin Yönlendirenler, Çev: Cevdet Cerit, Pınar
Yayınları: İstanbul.
Schlesinger, P (1994)
Medya Devlet ve Ulus, Siyasal Şiddet ve Kollektif
Kimlikler, Çev: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları:
İstanbul
Smith, P (2005)
Kültürel Kuram, Çev: Selime Güzelsarı, İbrahim
Gündoğdu, Babil Yayınları: İstanbul.
Çev:Aykut
Derman,
Om
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
218
V. Ertan Yılmaz
Stevenson, N (2008)
Medya Kültürleri, Sosyal Teori ve Kitle İletişimi,
Çev: Barış Engin Aksoy, Göze Orhan, Ütopya
Yayınları: Ankara.
Storey, J (2001)
Popüler Kültür Çalışmaları: Kuramlar ve Metodlar,
Çev: Koray Karaşahin, Babil Yayınları: İstanbul.
Williams, R (1990)
Marksizm ve Edebiyat, Çev: Esen Tarım, Adam
Yayınları: İstanbul.
Williams, R (1993)
Kültür, Çev: Suavi Aydın, İmge Yayınları: Ankara.
Williams, R (2003)
Televizyon, Teknoloji ve Kültürel Biçim, Çev:Ahmet
Ülvi Türkbağ, Dost Kitabevi: Ankara.
Williams, R (2005)
Anahtar Sözcükler-Kültür ve Toplumun Sözvarlığı,
Çev:Savaş Kılıç, İletişim Yayınları: İstanbul.
Güz 2011, Sayı:33
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
Yazı Teslim Kuralları
1. Dergiye gönderilen makaleler başka bir yerde yayınlanmamış veya
değerlendirmeye alınmamış olmalıdır.
2. Makalelerde yazı tipi “Times New Roman 12 punto” ve satır aralığı “1.5
satır” olmalıdır. Sayfa yapısı soldan 4, diğer taraflardan 3 cm boşluk bırakılmalıdır.
Renkli grafik, şekil ve tablo kullanılmamalıdır.
3. Makalelerin 150-200 sözcük civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de
yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özetlere Türkçe ve İngilizce anahtar kelimeler
eklenmelidir.
4. Çalışmalarda şu sıranın takip edilmesi uygun olacaktır: Başlık, Özet,
Anahtar Sözcükler, Yabancı Dildeki Başlık, Abstract, Key Words, Giriş, Yöntem,
Ana Metin, Bulgular, Tartışma, Sonuç ve Kaynakça.
5. Gönderilen basılı kopyalarda kapak sayfası olmalı, kapak sayfasında
yazar ismi ya da isimleri, adresler, e-mail ve telefonları bulunmalıdır. Bu bilgiler
makaleye ait kapakta bulunmamalıdır. Yazılı kopyalar hakeme isimsiz gönderileceği
için makalenin iç sayfalarında değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer
almalıdır.
6. Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tavsiye edilir.
7. Basılı kopyalar A4 boyutunda dijital kopyalar “Word” formatında
olmalıdır.
8. Dergiye gönderilen makaleler 2 basılı ve 1 dijital kopya olmalı ve
“İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Bişkek
Caddesi 81.Sokak No:9 06510 Emek/Ankara” adresine posta yoluyla
gönderilmelidir.
9. Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler
veya
yapmaları
istenebilir.
Makalenin
düzeltilmeden
yayınlanmasına
yayınlanmamasına karar verilebilir. Makaleyi Hakemlerden birisi yayınlanmasına
ikincisi yayınlanmamasına karar verdiği takdirde makale üçüncü bir hakeme
gönderilir. Makaleye ilişkin raporlar ve makale metni makale yazarına iade edilmez.
10. Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir.
11. Yasal ve etik her türlü sorumluluk makale yazarlarına aittir.
Kaynakların Düzenlenmesi
1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve
yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir.
2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine
göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda yapılan çalışmalar
İletişim 2003/18
220
için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan
göndermelerde de aynı olmalıdır.
Kaynakça ve Alıntı Kuralları
Metin içi kaynak örnekleri:
(Duran, 2003), (Tas, 2005: 16), (Hemdi, 2004; Kimy, 2001)
Günay’a göre (2005), (Vert ve Hale, 2005: 71), (Lazersfeld vd., 1944: 23).
Kaynakça örnekleri:
Tek Yazarlı Dergide Makale
Varis, T (1984) International Flow of TV Programmes, Journal of
Communication, 34(1), s.143-152.
İki Yazarlı Dergide Makale
McCombs, M E ve Shaw D L (1972) The Agenda-Setting Function of Mass Media,
The Public Opinion Quarterly, 36, (2), s.176-187.
Tek Yazarlı Kitap
McQuail, D (1987) Mass Communication Theory: An Introduction, Beverly Hills,
CA: Sage Pulication Inc.
İki Yazarlı Kitap
Perelman, C ve Olbrechts-Tyteca, L (1971) The New Rhetoric, Notre Dame:
University of Notre Dame Pres.
İkiden Çok Yazarlı Kitap
Lazarsfeld, P F, Berolson, B ve Gaudet, H (1944) The People Choice, London:
Colombia University Press.
Editörlü Kitapta Bölüm
Schramm, W (1992) Haberleşme Nasıl İşler, Ünsal Oskay (Der.), Kitle Haberleşme
Teorilerine Giriş, İstanbul: Derya Yayınları, s.95-134.
Çeviri Kitap
Mattelart, A ve Mattelart M (1995) İletişim Kuramları Tarihi, M Zıllıoğlu (Çev.),
İstanbul: İletişim.
İnternet
Elçi, O (1991) Futbol, Business Journal, s.11-12. (Erişim: EBSCO Masterfile
database, 2 Mayıs 1999)
Mel, H (2005) Vücudun dili olmaz, http://www.dnr.org/hra.htm. (Erişim: 12 Mayıs
2005)
Türkiye İstatistik Kurumu (2001) Zenginlik indeksleri. http://www.trkist..tr/hra.htm.
(Erişim: 1 Mart 2002)
Bahar 2009, Cilt 7, Sayı 2

Benzer belgeler