Insanin Mukemmeliyetine Dogru Kitap No.6 Kisa Tiyatro Oyunlari
Transkript
Insanin Mukemmeliyetine Dogru Kitap No.6 Kisa Tiyatro Oyunlari
1 2 14.09.2013 ÖNSÖZ Bu altıncı İnsani Değerler Serisi kitabını bitirip elinize geçmesini sağladığımız için çok sevinçli ve gururluyuz. Bu kitap İnsanı Mükemmelliğe götüren İnsani Değerler Eğitimi programında kullanılan çeşitli materyaller arasında yer almaktadır. İnsani Değerler Eğitimi Ders Planı(4. Ve 5. Kitaplar) eğitimciler tarafından çok iyi karşılanmış ve programın etkisini artırabilmek için çok çeşitli önerilerde bulunulmuştu. Bunun sonucunda altıncı kitap olan bu Kısa Oyunlar(Skeçler) kitabı ortaya çıkmış oldu. Zaten okulların resmi kutlama günlerinde ve sınıf içi etkinliklerde kullanmak üzere bu tür skeçlere ve teatral oyunlara ihtiyaçları oluyordu. Bu yüzden bu kitabın çok faydalı ve kullanışlı olacağını zannediyoruz. Bu bağlamda her türlü okula yardımları konusunda çağrıda bulunuyoruz. Eğer bize bu kitaptakilere benzer bir şekilde skeçler ve tiyatro gösterileri gönderirlerse onları bu kitabın ileriki baskılarına koyabiliriz. Şu noktayı önemle hatırlatmak isteriz ki oyunlarda kullanılacak kostümler ve dekor malzemeleri çok önemli değillerdir. Bu malzemeler hikâyenin daha anlaşılır ve gözde canlandırılabilir oluşuna katkı da bulunsalar da, asıl önemli olan öğrencilerin oyuna yaptıkları katkılarla skeçte vurgulanmak istenen İnsani Değerlerin daha iyi anlaşılmalarını sağlamalarıdır. Öğretmenler de bu konuda üzerlerine düşen ve gereken katkıyı yapmalıdırlar. 3 İÇİNDEKİLER 1- BİR ÇOCUĞUN MELEĞİ 2- HAKİKİ BAĞLILIK 3- KOŞULSUZ SEVGİ YAŞAMLARI DEĞİŞTİRİR 4- TANRI NEREDEDİR? 5- TANRI BAŞKALARINA YARDIM EDENLERE YARDIM EDER 6- TANRI SEVGİDİR 7- GAYRET İNSANIN BÜYÜKLÜĞÜDÜR 8- EN KÜÇÜK EKMEK 9- ÜÇ SORU 10- HAKİKİ TESLİMİYET 11- BİZ HER NE YAPARSAK TANRI İZLEMEKTEDİR 12- İMPARATOR 13- NE GÖRÜYORSUN? 14- DÖRT ARKADAŞ 15- GÜNAHKÂR, BİR AZİZE DÖNÜŞTÜ 16- TANRI HERYERDEDİR 17- DUANIN MANASI / ANLAMI 18- TANRI DAVRANIŞIN ARKASINDAKİ NİYETE BAKAR 19- TÜM HASTALIKLARA KESİN BİR TEDAVİ / ŞİFA 20- AKBAR VE BİRBAL 21- ALAGİ 22- ANGULİMALA 23- İNANÇ MUCİZELER YARATIR 24- SORULAR 25- APTALLIK VE KİBİR DOLU İNSAN 26- JİTENDRİYA 27282930313233343536373839404142434445464748- NE SÖYLÜYORSAN ONU UYGULA HAYVANLARIN DÜNYA KONFERANSI KRAL SATHYAVRATHA İYİ NASİHATA KULAK VERİN ANNE VE BABA ÇOK KUTSALDIR HEMŞİRE TERESA’NIN VERDİĞİ MESAJ DİLİN DOĞRU KULLANILMASI TÜM İNANÇLARIN BİRLİĞİ (SARVA DHARMA) EVLİYA PURANDARADASA EN SONUNDA DAİMA HAKİKAT GALİP GELİR (SATHYA MEVA JAYATHE) ÖĞRETMEN VİVEKANANDA(1863-1902) BENCİL VEEGOİST DEV (BİRİNCİ BÖLÜM) BENCİL VE EGOİST DEV (İKİNCİ BÖLÜM) EN İYİ DİN PİSKOPOSUN ŞAMDANLARI APTALSIN SEN ELİNDE SEVGİ LAMBASI TAŞIYAN KADIN DUA EDEN ELLER HUZURA DOĞRU GİDEN DOĞRU DAVRANIŞ YOLU SAVURGAN OĞULUN GERİ DÖNÜŞÜ SEVGİNİN ZAFERİ HAKİKİ FEDAKÂRLIK 4 1- BİR ÇOCUĞUN MELEĞİ 1. Sahne: Doğmak üzere olan bir çocuk annesinin karnından Tanrı’ya seslendi. Çocuk: Sevgili Tanrım, sen beni yarın dünyaya gönderecekmişsin. Ben o kadar küçük ve o kadar çaresizim ki… Orada yaşamayı nasıl başaracağım? Tanrı: Sevgili Çocuğum, hiç merak etme. Ben senin için bir melek ayarladım. O orada seni bekliyor olacak ve seninle ilgilenecek. Çocuk: Tanrım ben burada cennette şarkı söylemek ve gülümsemekten başka bir şey yapmıyorum. Bu da beni mutlu etmeye yetiyor. Tanrı: Senin meleğin, senin için her gün şarkı söyleyecektir. Sen o meleğin sevgisini hissedecek ve her zaman mutlu olacaksın. Çocuk: Fakat ben insanların konuştukları dilleri bilmiyorum. İnsanlar benimle konuştuklarında onları nasıl anlayacağım? Tanrı: Bu hiç problem değil. Senin meleğin sana büyük bir sabır ve ilgi ile konuşmayı öğretecek. O melek sana her zaman güzel ve tatlı sözler söyleyecek. Çocuk: Fakat ben Seninle konuşmak istediğim zaman ne yapacağım? Tanrı: Hiç üzülme çocuğum, senin meleğin sana el açıp dua etmesini öğretecektir. Çocuk: İşittiğime göre dünyada kötü insanlar varmış. Beni kim koruyacak? Tanrı: Senin meleğin kendi hayatı pahasına seni onlardan koruyacaktır. Çocuk: Fakat ben her zaman üzgün olacağım, çünkü Seni artık göremeyeceğim. Tanrı: Senin meleğin sana her zaman Beni anlatacak ve seni Bana geri döndürecek yolu öğretecektir. (Bu noktada artık dünyadan gelen gürültüler işitilmeye başlanacaktır) Çocuk: Ey Tanrım, ben artık gitmek üzereyim, lütfen bana benim meleğimin ismini söyler misin? Tanrı: Onun isminin hiçbir önemi yok aslında, ama sen ona “anne” diyeceksin. -PERDE- 5 2- HAKİKİ BAĞLILIK Karakterler: Bilge Krishna Prensesler Rukmivi ve Sathaybhama Narad Muni 4 – 5 çoban kız Giriş: Büyük bilgin Narada Tanrı’ya Bağlılığı ile övünmeye ve herkese hava atmaya başlamıştı. Ünlü Bilge Krishna da ona bir ders vermek niyetinde idi. 1.Sahne: Narada. (Kendi kendine) Ey büyük Narada! Bu dünyada benden daha büyük bir salik mevcut değil. Ben insanların içinde en önde gideniyim. Benden daha büyük bir mürit olabilir mi? Yarın ben hac mekânını bir ziyaret edeceğim. 2.Sahne: Hac Merkezinde(Dwaraka’da) Narada: Aman Allahım! Neler görüyorum böyle. Senin en sevdiğin ermişlerden biri kenarda oturmuş dinleniyor. Eşi ve kızı da onu yelpaze ile yelliyorlar. Sevgili bilge bana söyler misin? Neden burada böyle yatıyorsun? Ve neden seni böyle yelpaze ile yelliyorlar? Bilge: (Ayağa kalkıp doğrularak) Sevgili Narada, buraya hoş geldin. Nasılsın? Gördüğün gibi benim şiddetli bir baş ağrım var. Oturamıyorum ve sürekli yatmak zorunda kalıyorum.(tekrar yere doğru uzanır) Narada: (seyircilere doğru dönerek) Sevgili Efendimiz! Sen neler söylüyorsun? Eğer senin gibi Tanrı’nın en mukaddes kulu böyle baş ağrısı çekerse, bizlere eyvahlar olsun. Bizim halimiz nice olacak? Zor zamanlarda biz sana başvuruyor ve senin yol göstermeni bekliyoruz. Beni affet ama bu nasıl olabilir? Ben bunu kavrayamıyorum? Sen büyük ihtimal ile bir başkasının hastalığını kendi üzerine aldın öyle değil mi? Bilge: (Gülerek) Sen benim sözlerime inanmıyorsun, öyle mi? Hayır, ben hiçbir öğrencimin hastalığını üstlenmedim. Bu sabahtan beri çok şiddeti bir baş ağrım var. Fakat şöyle söyleyeyim, bunu tedavi edecek yalnızca bir çare var. Narada: Söyle bana sevgili efendim. Eğer bir çare varsa sana hemen yardım etmeye çalışacağım. Bilge: Tanrı’ya inanan ve ona bütün kalbi ile bağlı olan sevgili mütevazı saliklerden birisinin ayağının altındaki tozu bana getirirsen, ben o tozu anlıma sürüp iyileşebilirim. Lütfen bana o tozu getir. Narada: (Kendi kendine) Tanrı’ya tüm kalbi ile bağlı saliklerden biri mi? Bu herhalde ben olmalıyım. Ben her an Tanrı’nın ismini dudaklarımda zikrederek dolaşmıyor muyum? Kim benden daha iyi bir salik ve Tanrı’ya bağlı biri olabilir ki? (Böyle diyerek ayağının altındaki tozu almak için uzanmaya çalışır) Ben ayağımın altındaki bu tozu sevgili efendime götüreceğim ve onu iyileştireceğim. (Fakat tam ayağının altındaki tozu eli ile alacak iken birden bir suçluluk duygusuna kapılır) Aman Tanrım. Ben ayağımın altındaki tozu nasıl efendime götürebilirim. Ben onun ayaklarına kapanıp başımı onun ayağına koyuyorum. Şimdi nasıl benim ayaklarımın altındaki tozu onun başına sürebilirim? 6 (Şimdi seyirciye dönerek) Sevgili Tanrım! Bu ne kadar büyük bir saygısızlık? Ben böyle bir şeye kalkışacak kadar ne aptalmışım? Herhalde sevgili efendim bana o her zamanki şakalarından birisini yaptı. Ben ona ayağımın altındaki tozu götürecek miyim diye beni imtihan etti. Ben buna kanmayacağım. (Bilgeye dönerek) Ey sevgili bilge efendim! Ben kendimi Tanrı’nın sevgili bir kulu olamayacak kadar değersiz hissediyorum. Ben ayağımın altındaki tozu senin alnına sürmek aşağılamasını yapmayacağım. Belki eşinizin veya kızınızın ayaklarının altındaki tozu alnınıza sürebilirsiniz. (Bu esnada eşi ve kızı, ‘Hayır! Hayır!’ Diye bağırırlar.) Bilge: (Gülerek) Öyle mi? O zaman benim sözümü dinle! Buradan oldukça uzakta Brindavan diye bir şehir var. Orada inekleri güden çoban kızlar var. Gidip onların ayaklarının altındaki tozu iste. Belki onların Tanrı’ya olan bağlılıkları tamdır ve beni iyileştirebilirler. Haydi, çabuk git! Aman başım, başım çok ağrıyor. Narada: Tamam efendim, hemen gidiyorum. 3. Sahne: (Brindavan’a giden Narada orada bir grup çoban kızı şarkı söylerken ve dans ederken bulur. Narada onların şarkılarını bitirmelerini bekler. Çoban kızlardan biri Narada’ya yaklaşır) Çoban kız: Size selamlar olsun efendim. Sizi bugün buraya getiren şey nedir? (Bu arada dönüp eliyle diğer kızları da yanına çağırır) Hac merkezinde durumlar nasıl? Sevgili efendimiz ne durumdalar? Bizler kendisini çok özledik. Buraya ne zaman gelecekler? Ne oldu, neden cevap vermiyorsunuz? Yoksa efendimiz rahatsızlar mı? Lütfen bize anlatın? Narada: Sevgili çocuklar, lütfen telaş etmeyin. Ben size bir mesaj getirdim. Bilge efendimiz maalesef biraz rahatsızlar. Çok şiddetli bir baş ağrıları var. Başının ağrısının yalnızca Tanrı’nın sevgili müritlerinden birisinin ayağının altındaki tozu alnına sürerse iyileşebileceğini bana söyledi ve beni size gönderdi. Bana ayaklarınızın altındaki tozdan verir misiniz? Çoban kızlar: (Birbirlerine bakarak) Hepsi bu mu? Eğer sevgili efendimizi iyileştirecek toz bizim ayağımızın altındaki toz ise hemen bu tozu alın ve kendisine götürün. Biz onun bir saniye daha fazla acı çekmesini istemeyiz.(Böyle diyerek çoban kızlar ayaklarının altındaki tozu bir mendilin içine koyarak kendisine verirler) Haydi bunu al ve hemen yola çık. Sahne 4: Tekrar Dwaraka’da Narada: Sevgili efendim, işte size Çoban Kızların ayaklarının altındaki tozdan getirdim. Anneciğim lütfen bu tozu efendime sürer misiniz? (Bilgenin karısı tozu bilgenin alnına sürer ve bilgenin baş ağrısı anında yok olur. Bilge ayağa kalkar ve şöyle söyler) Bilge: Sevgili Narada! İşte o çoban kızların Tanrı’ya bağlılıklarını gördün mü? Onlar çok basit şekilde düşünüyorlar ve hareket ediyorlar. Onlar suçluluk duygusundan da, egodan da kurtulmuş durumdalar. Onlar ayaklarının altındaki tozu bana vermek için en ufak bir şekilde tereddüt etmediler. Onların kendilerine ait bir beden düşünceleri yok. Onlar efendilerinin acısını bir an önce dindirmeye çalıştılar. Peki ya sen? Sen ne yaptın? Sen ayağının tozunu 7 bana vermeye cesaret edemedin ve çekindin. Çünkü bilincinde sen benden ayrı olduğunu düşünüyordun. Hâlbuki Tanrı her canlı varlığın içindedir ve her zaman bizimle birliktedir. Bunun tersine sen, ben ve benim düşüncenden ötürü ayağından tozdan bile ayrılamadın. Şimdi hakiki bağlılık ve kendini adama nedir anlıyor musun ve kendi kusurunu görebiliyor musun? (Narada utanç içinde başını sallar) -PERDE- 8 3- KOŞULSUZ SEVGİ YAŞAMLARI DEĞİŞTİRİR Karakterler: Can - 14 yaşında çocuj Tuğba - Can’ın kız kardeşi Meryem - Can’ın annesi Yakup - Can’ın babası Ahmet, Selim, Hakan ve Yalçın - Can’ın arkadaşları Bayan Suzan - Bir ebeveyn 1.Sahne: (Oyun bahçesinde bir akşamüzeri. Çocuklar oyun oynamaktadır. Can, arkadaşları Ahmet, Selim, Hakan ve Yalçın ile beraber sahneye girerler) Can: Haydi arkadaşlar, bugün isterseniz futbol oynayalım, ne dersiniz? Selim: Ben akşamüstleri oynadığımız oyunları çok seviyorum. Hakan: Sabah erken saatten öğleden sonraya kadar okulda sıralarda oturmak gerçekten çok yorucu bir iş! Bir de üstüne dersi dikkatle dinlemek ve anlamak zorundayız. Bu da bizi hem çok yoruyor, hem de sıkıyor. Ahmet: Hem zihnen ve hem de fiziksel olarak kendimizi yorgun hissediyoruz. Yalçın: Akşamüstleri oynadığımız bu oyunlar bizi canlandırıyor. Hâlbuki evdekiler okul zili çalar çalmaz eve gitmemizi istiyorlar. Can: Unut gitsin, haydi biz oyunumuza bakalım. (Çocuklar sahnede bir süre oyun oynarlar) Selim: Haydi arkadaşlar artık yeter. Eve gidelim, yoksa annemler bana kızacaklar. 2.Sahne. (Can’ın evi: Can’ın anne ve babası koltukta otuyorlar. Çocukları eve geç kaldığı için çok endişeliler. Can’ın kız kardeşi Tuğba da oturmuş ev ödevlerini yapmaktadır) Can’ın annesi Meryem: Yakup, ben artık bu oğlanı merak etmeye başladım. Son zamanlarda eve hep geç geliyor. Can’ın babası Yakup: Sana katılıyorum. Tuğba sen abinin okuldan sonra ne yaptığını biliyor musun? Tuğba: Ben onu bir iki defa arkadaşları ile birlikte top oynarken gördüm. Hepsi çok eğleniyorlardı. Meryem: O artık on yaşında bir çocuk. Dikkatini derslerine vermesi lazım! (O sırada yorgun ve bitkin bir vaziyette Can içeri girer) Yakup: Oğlum, hepimiz seni çok merak ettik. Can: Beni merak etmenize hiç gerek yok. Anlıyor musunuz? Meryem: Oğlum, senin sınıf öğretmenin geçen gün bana arkadaşlarınla çok zaman harcadığını söyledi. Biliyorsun, zamanı israf edersen hayatını israf etmiş olursun. 9 Can: Lütfen herkes kendi işine baksın. Ben artık büyüdüm. Oyun ve eğlence istiyorum. Sürekli ders çalış, ders çalış. Herkes koro halinde aynı şeyi söylüyor. Ders çalış. Ben artık bu işten iyice sıkılmaya başladım. (Can kızgın bir şekilde içeriye odasına gider) Meryem: Haydi gelin hep beraber dua edelim. Tanrı ona yardım edebilmemiz için bize bir yol göstersin. (Hepsi beraber ellerini açarlar ve sessizce dua ederler) 3.Sahne: (Can odasındadır. Oturmakta ve kitap okumaktadır) Can: Çok uykum geldi.(Yatağına doğru gider) Bu ne böyle? Yastığımın üzerinde bir mektup var. (Mektubu eline alır) Üzerinde “Yalnız olduğun zaman oku” diye yazıyor. Ee, şimdi yalnızım, demek ki okuyabilirim.(Okumaya başlar) “Sevgili Can. Sen şimdi ergenlik çağındasın ve hayat senin için çok zor gözüküyor. Hayal kırıklığına uğramış ve kızmış durumdasın. Senin için neyin iyi olduğunu bilmiyorsun. Ben her zaman seninleyim. Benim sana olan sevgimi hiçbir şey değiştiremez. Sen her ne zaman konuşmak istersen, ben seni dinlemeye hazırım. Her nereye gidersen git, her ne yaparsan yap, ben senin annenim ve seninle gurur duyacağım. Benim sevgim süreklidir ve koşullara bağlı olarak asla değişmez. Sonsuza kadar aynı kalacaktır.” Annen (Can yatağına oturup duasını eder ve uykuya dalar) 4.Sahne: Sahne arkası sesi: Aradan yıllar geçmiştir. Annesinin yastığının altına koyduğu o küçük mektuplar Can’a doğru yolu göstermiştir. Zaman içinde hem dış görünüşü değişti ve hem de o zor ergenlik çağını atlattı. Okulu bitirip mezun oldu ve şimdi bir danışman olarak diğer ebeveynlere yardım ediyordu. (Can Bey seminer salonundan dışarıya çıkar) (Sahneye bir ebeveyn olan Suzan Hanım girer) Suzan: Can Bey, benim ergenlik çağında bir oğlum var ve sizden yardım istiyorum. Oğlum çok öfkeli, sabırsız ve sinirleri bozuk! Can: (kendi kendine) Bu bayanın anlattığı durumlar aynı benim ergenlik çağımı hatırlatıyor. Can: Suzan Hanım, ben de gençken ergenlik çağımda aynı sizin oğlunuz gibi davranıyordum. Annemin koşulsuz sevgisi bana destek oldu ve beni güçlendirdi. Gençlik yıllarının zor zamanlarında annemim mektupları bana ben her ne yaparsam yapayım onun beni sevmeye devam ettiğini bilmeme sebep oldu. Çıkarttığım tüm sorunlara rağmen sevilmeye devam etmem, benim için büyük bir güvence olmuştu. Bu dünyada ne istediğimi bilen tek insan benim annem oldu. O da bunu bana “Yalnız olduğun zaman oku” mektupları ile verdi. Onun sevgisi ve ilgisi sayesinde artık kocaman bir adam oldum. Gördüğünüz gibi bir anne olarak aynı şeyi siz de oğlunuza uygulayabilirsiniz. Ben bu koşulsuz sevginin insanın yaşamını nasıl değiştirdiğine birebir şahit oldum ve bunu yaşadım. -PERDE10 4- TANRI NEREDEDİR? Karakterler: Köyün ağası Birkaç salik Genç Adam A Genç Adam B Giriş: Sahne Arkası Sesi: (Köyün ağası köye girmekte olan turuncu elbiseli rahibi köyün girişinde büyük bir saygı ve hürmetle karşılar. Yanında birkaç genç çocuk da ona eşlik ederler) Ağa: Hoş geldiniz, hoş geldiniz sevgili efendimiz. Sizi köyümde ağırlamak benim için büyük bir şereftir. Lütfen her ne isterseniz bana söyleyebilirsiniz. Bu köydeki bütün dükkânlar bana aittir. Ne arzu ederseniz hemen getirtebilirim. Rahip(Bilge): Nezaketinize gerçekten çok teşekkür ederim, ama benim ihtiyaçlarım çok azdır. Bir şey istediğimi sanmıyorum. Çok teşekkürler. Ağa: Sevgili öğretmen. Lütfen utanmana hiç gerek yok. Benden her ne istersen isteyebilirsin. Buradaki toprakların ve evlerin hepsi nesillerden bu yana benim aileme aittir. Senin her isteğin anında karşılanacaktır. Bugün şimdi bir şey istemesen de yarın mutlaka bir şeye ihtiyacın olacaktır. Bilge: (Başını sallayarak) Pekâlâ sevgili oğlum! Madem çok ısrar ediyorsun. Bana lütfen bir iğne verir misin? Ama şimdi değil, sonra…. Ağa: İğne mi? Yalnızca bir iğne mi istiyorsun? Tabii ki veririm. Hem de altın iğne veririm. Ne zaman istiyorsun? Bilge: Lütfen o iğneyi bana gelecek defa dünyaya geldiğimde bana ver. Ağa: (Afallamış vaziyette) Fakat bu imkânsız. Haydi,…herhalde şaka yapıyor olmalısın. Bilge: Hayır, ben çok ciddiyim. Sen bu evlerin ve arazilerin nesillerden bu yana sizin ailenize ait olduğunu söylüyorsun ya. O zaman kesin olarak bundan sonra dünyaya gelişimde de sen bana bu iğneyi verebilirsin. Ağa: (Verilmek istenen mesajı aldığı yüzünden belli, idrak etmiş ve gururu alçaltılmış olarak) Ey sevgili efendim, lütfen beni affet. Bana anlatmak istediğin şeyi anladım sanıyorum. Ben servetim ile çok kibirleniyor ve gururlanıyordum. Kendimi çok beğeniyordum. (Eğilerek bilgenin elini öper. Bu anda sahneye iki genç girer ve bu el öpme olayını gözlemlerler) Bilge: Tanrı seni kutsasın sevgili oğlum. (Bilge ağayı ayağa kaldırır) Hakiki servet insanın sahip olduğu erdemler ve iyi davranışlardır. Çünkü bundan sonraki yaşama taşıyacağımız yegâne şeyler bunlardır. Bizler bu dünya üzerinde Tanrı’nın yaradılışının bakıcılarıyız. Bu yüzden de dünyevi eşyalara sahip olmak ancak kısa sürelidir ve gelip geçicidir. (O sırada sahneye giren gençlerden birisi bilgeye doğru hoş olmayan bir tarzda seslenir) 11 A: Hey! Şu turuncu cübbe giyen sahtekâra bir bakın. Biz bu dolandırıcıyı daha önce komşu köyde de görmüştük. Şimdi gelmiş bu köydekileri de kazıklamaya çalışıyor. Böyle köy köy dolaşarak, ondan bundan saçma sapan konuşarak ve atıp tutarak herkesi kandırabileceklerini zannediyorlar. Haydi, gel şuna dersini verelim ne dersin? B: Evet bu tür uyuşuk ve tembel kimselere derslerini vermemiz lazım. Onlar insanları kandırarak paralarını alıyorlar. (Bilgeyi işaret ederek) Ey sözde öğretmen! Sen böyle sürekli olarak Tanrı konusunda konuşuyorsun ve atıp tutuyorsun. Sen bize şu Tanrı nerededir bir gösterir misin? Bilge: Sevgili oğlum, eğer sen iç gözünü açabilirsen Tanrı’yı kesinlikle görebilirsin. A: Ne! Ne kadar saçma! Sen bizi aptal filan mı zannediyorsun? Gösteremeyeceğin şeyler hakkında konuşuyorsun. Bilge: Oğlum, bugün tüm gün boyunca yolculuk yaptım ve çok yoruldum Eğer mümkünse bana bir bardak süt verebilir misiniz? Susuzluğumu giderdikten sonra sizinle bu meseleyi daha rahat konuşabiliriz. A: Süt mü istiyorsun? Problem değil. (B’ye dönerek) İşte onu yakaladık. Gel şuna bir ders verelim. (A gidip sütü getirir ve süt bardağını bilgenin önüne koyar. Fakat bilge sütü içmeden süte merakla bakmaya başlar) A: Hey sözde öğretmen! Korkma o süt tozu değil. Yüzde yüz inek sütü. Rahatlıkla içebilirsin. İçine gram su konulmadı. Bilge: Ondan değil sevgili oğlum. Bana sütün içerisinde tereyağı olduğunu söylediler. Ama ben ne kadar bakarsam bakayım sütün içinde hiç tereyağı görmüyorum. A: (B’ye dönerek) Ya ben bu adamın bir sahtekâr olduğunu zannetmiştim, ama galiba bu aynı zamanda büyük bir aptala benziyor. (Bilgeye dönerek) Sözde öğretmen, tereyağı o sütün içindedir. O sütün her bir damlasının içerisinde tereyağı mevcuttur. Sen bunu bile bilemeyecek kadar salaksın işte. Bilge: Sevgili oğlum, ben de bunu biliyorum. Ama işte ne kadar ararsam arayayım tereyağını bulamıyorum. A: Sütün içerisinde tereyağını nasıl görebilirsin? Eğer tereyağını ayrı bir şekilde görmek istiyorsan önce sütü kaynatmalı, soğumaya bırakmalı, sonra ekşimik ilave etmeli, sonra kesilmesini beklemeli ve en sonra da onu yayıkta çalkalamalısın. İşte ancak o zaman tereyağı sütün üzerinde yüzecektir. Bunları yapmadan sütün içine baka baka tereyağını nasıl görebilirsin? Bilge: İşte ben de aynı şeyi söylüyorum sevgili oğlum. Tanrı her şeyin içindedir ve her yerdedir. Eğer O’nu görmek istersen bazı önceden konulmuş prosedürleri, yani yapılması gerekenleri titizlikle, ciddiyetle, kararlılıkla, azimle ve samimiyetle takip etmelisin. Önce sıkı sıkıya Hakikat’e bağlı kalmalısın, sonra Doğru davranış yolunu takip etmelisin, Huzur’u geliştirmelisin ve herkesi ve her şeyi Sevgi ile kucaklamalısın. O zaman zaten kimseye şiddet uygulayamazsın. Hakikat, Doğru Davranış, Huzur, Sevgi ve Şiddetten Kaçınma. Eğer bu prensiplere sıkı sıkıya bağlı kalırsan ve aynı zamanda insanlığa karşılıksız hizmette bulunabilirsen işte o zaman kesinlikle Tanrı’yı idrak edebilir ve O’nu görebilirsin. A: Yani bunları herkes Tanrı’yı görebilir mi diyorsun? B: Ben tapınağa giderek dua eden, ibadet eden ve hatta hizmetlerde bulunan insanlar tanıyorum. Ama içlerinde çoğu hilekâr ve dolandırıcıdır. 12 Bilge: Evet aynen! Tapınağa gitmek eylemi tek başına o kadar önemli değildir. Yaptığın ibadet ve dua samimi ve içten olmalıdır. Tanrı’nın Rahmeti için tam anlamı ile yanıp tutuşmalısın. A: Peki o zaman gazetelerde okuduğumuz hayır işleri yapan insanlar ne oluyorlar? B: Evet benim bir tanıdığım var. Kendisi at yarışlarında büyük miktarda kumar oynuyor ve ne zaman bir yarış kazansa hayır işlerine para harcıyor. Bilge: Bu insanlar eğer yaptıkları hayırseverlikleri kendilerine ün kazandırmak ve isim yapmak üzere kullanıyorlarsa, onların mükâfatı ün ve şöhret olacaktır. Onlar İlahi Varlığın vizyonunu asla görmek imkânına kavuşamayacaklardır. Ayrıca doğru olmayan davranışla kazanılmış olan para yani örneğin kumar parası, kaçakçılık parası, hırsızlık parası, dolandırıcılık ile kazanılan para; kötülük, fenalık ve uğursuzluk ile lekelenmiştir. O tür paralar ile yapılan hayırseverlikler hiçbir işe yaramazlar ve ilahi olamazlar. A: Sevgili öğretmenim, ben şimdi yavaş yavaş Hakikat’i anlamaya başlıyorum. Ben cehaletimden ötürü sana kötü sözler söyledim ve seni suçladım. Lütfen beni affet! B: Beni de affet lütfen! Bilge: Sevgili çocuklar! Benim için ortada affedecek hiçbir şey yok. Çok sayıda insan cehaletlerinden dolayı Tanrı’yı reddediyorlar. Eğer onların yaptıkları hatayı idrak etmelerini istiyorsak ilk yapmamız gereken şey kendimizi ve davranışlarımızı geliştirmektir. Önce kendi kötü ve zararlı davranışlarımızı ve alışkanlıklarımızı değiştirmeli ve Tanrı’yı gerçekten seven ve günahtan korkan birisi olarak başkalarına örnek olmalıyız. Ancak ondan sonra Tanrı’nın verdiği mesajı anlamak ve O’nun rahmetini elde etmek için ilk adımı atabiliriz. Haydi, gelin hep birlikte O’nun görkeminin ilahisini söyleyelim. (Beraber söylenen bir ilahi ile oyun sona erer) -PERDE- 13 5- TANRI BAŞKALARINA YARDIM EDENLERE YARDIM EDER Karakterler: Rasim Arda Doktor Öğretmen Kadir 1.Sahne: (Rasim’in okulda sınavı vardır ve sınava yetişmek için acele etmektedir. Okul yolunda arkadaşı Arda’yı yerde yaralanmış vaziyette yatarken bulur) Rasim: Arda, ne oldu? Yaralandın mı? Arda: Bisikletten düştüm ve ayağım yaralandı. Ayağımı hareket ettiremiyorum, çok acıyor. Rasim: Haydi seni hemen doktora götüreyim. Omzuma yaslan ve yavaş yavaş şu yakındaki kliniğe kadar yürüyelim. (Rasim Arda’yı doktorun yanına götürür) 2.Sahne: (Doktorun muayenehanesinde) Doktor: Rasim, seni kutlarım oğlum. Çok iyi bir şey yaptın. Arda’yı buraya zamanında getirmeseydin yarası mikrop kapabilirdi. Ben Arda’nın bacağını pansuman yaparak sardım ve ona her ihtimale karşı tetanoz aşısı yaptım. Ardacığım sen şimdi eve gidip dinlenebilirsin. Bandajı su ile ıslatma. Şu ilaçları kullan ve iki gün sonra yine bana kontrole gel. Arda: Çok teşekkür ederim doktor. (Rasim ve Arda kliniği terk ederler) 3.Sahne: Arda: Rasimciğim, sana teşekkür edecek kelime bulamıyorum. (Saatine bakar) Oooo, saat de çok geç olmuş. Sen sınava çok geç kaldın. Sınav başlayalı yarım saat kadar oldu. Benim yüzümden oldu çok özür dilerim. Rasim: Öyle söyleme! Ben yalnızca yapmam gerekeni yaptım. Bir arkadaş diğeri zor durumda iken ona yardım etmezse ne işe yarar? Arda: Ben en azından bir rapor götürürüm ve sınavı sonra tekrar olurum. Ama ya sen? Öğretmen mazeretini kabul etmeyecektir. Rasim: Ben şimdi bir koşu okula gideyim ve bir cevap kâğıdı alayım. Belki kalan kısa sürede dersi geçecek not alabilirim? Sen ne yapıyorsun? Okula mı geleceksin, yoksa eve mi gidiyorsun? Arda. Ben de seninle okula geleceğim. Belki öğretmene meseleyi anlatma şansı bulurum ve o da sana biraz daha zaman verir. 14 4.Sahne: (Her ikisi beraberce okula doğru giderler. Okula vardıklarında Rasim hemen önden koşarak sınıfa gider. Sınıfta herkes oturmakta ve sohbet etmektedirler) Kadir: Hey Rasim nerede kaldın? Bugün imtihan olduğunu bilmiyor musun? Rasim: Sana sonra anlatırım, fakat söyle bana sınav daha başlamadı mı? Kadir: Bu bölgede bir elektrik kesintisi olmuş. Bu yüzden öğretmen sınav kâğıtlarını hazırlayamamış. Sınav gecikti. Ancak elektrikler geldikten sonra başlayacak. Rasim: Teşekkürler Tanrım, imtihanı kaçırmadım. Öğretmen: Rasim, ne oldu sen neden geç kaldın? (Tam o sırada Arda ayağı sekerek sınıfa girer) Öğretmen: Ne oldu Arda? Neden topallıyorsun? Ayağında kocaman bir bandaj var. Arda. Okula gelirken yolda bisikletten düştüm ve bacağımdan yaralandım. Hareket edemedim. Tam o sırada Rasim beni gördü ve yakındaki kliniğe götürdü. Doktorun dediğine göre tam zamanında oraya gitmişiz. Biraz daha geç kalsaymışız yara mikrop kapacak ve çok sayıda komplikasyon meydana gelecekmiş. Rasim sayesinde başım derde girmeden kurtuldum. Öğretmen: Aferin Rasim! Sen bugün “Arkadaşına zor anında yardım eden gerçek arkadaştır” ve “Dost kara günde belli olur” sözlerini davranışların ile göstermiş oldun. Görüyor musunuz, Tanrı nasıl başkalarına yardım edene yardım elini uzatıyor? Tam o sırada elektrik kesildi ve bu sayede Rasim de sınava yetişmiş oldu. Tanrı’nın gizemli yolları vardır. Hepiniz Rasim’i alkışlar mısınız? (Bütün öğrenciler hep beraber alkışları ile Rasim’i desteklerler) -PERDE- 15 6- TANRI SEVGİDİR Sahne Arkası Sesi: İnsanlar Tanrı’yı aramak için dünyanın dört bir tarafına gidiyorlar. Ama aslında Tanrı her birimizin içerisinde mevcuttur. Eğer Tanrı’yı çok seviyorsak herkesi sevmeli ve herkese hizmet etmeliyiz. Tanrı sizin ne kadar uzun süre dua ettiğinize ve kutsal mekânları kaç kez ziyaret ettiğinize bakmaz. Başka insanları umursuyor musunuz? Onlarla ilgileniyor ve malınızı ve sevginizi onlarla paylaşıyor musunuz? Bunlara bakar. Zihninizde yalnızca kutsal düşünceler olsun. Ancak ondan sonra O sizinle birlikte olacaktır. O, bize hem çok yakındır ve hem de sevgilidir. Karakterler: Lucy - Orta yaşlı zenci kadın Harry - 12 yaşında bir Çocuk, Lucy’nin oğlu. John Henry - Kilisenin çok eski bir devamlısı Kilise inşaatında çalışan işçiler, duvar ustaları, boyacılar, marangozlar. 1.Sahne: (Harrynin evi. Lucy Anne yırtık elbiseleri dikerek onarmaktadır. Küçük Harry içeriye girer) Harry: Anne, çok güzel haberler getirdim. Bizim köye çok büyük bir ibadet evi yapıyorlar. Adamın biri bana bir kilise yaptıklarını söyledi. Lucy: (Sevinerek) Sevgili oğlum, çok sevindim. Ben hep sana Hazreti İsa hakkında hikâyeler anlatırdım. Şimdi İsa kilisenin içinde ikamet edecek. Harry: Anne, ben de kilisenin yapımında yardımcı olmak istiyorum. Orası Hazreti İsa’nın evi olacak. Bana orada yapacak iş verirler mi acaba? Lucy: Benim bir fikrim var oğlum. Sen ayak işlerine koşuşturursun. Getir götür işleri yaparsın. Yoruldukları zaman onlara soğuk su verirsin. Harry: teşekkür ederim anneciğim. Ben hemen gidip yapacak iş var mı diye bir bakayım. Ancak orada işin başında duranların hepsi beyaz insanlar. Biz siyahilere bir şey derler mi? Ama ne olursa olsun bir deneyeceğim. Lucy: Tanrı’nın gözünde siyahın ve beyazın hiçbir farkı yoktur. Hepimiz O’nun çocuklarıyız. Git ve mutlu ol! 2.Sahne. (Kilise inşaat sahası. Çok sayıda işçi çalışmaktadır. Boyacılar, marangozlar, duvarcılar, su tesisatçıları. Mühendisler çeşitli direktifler vermektedirler. Harry de susamış işçilere yüzünde gülümseme ile soğuk su dağıtmaktadır. Ayrıca da onların ufak tefek getir götür işlerini yapmaktadır) 16 Sahne Arkası Sesi: Kilisenin yapım aşaması artık bitmiştir ve açılış töreni için uygun bir gün tespit edilecektir. Küçük Harry de çok mutludur, çünkü kalbi Hazreti İsa için çarpmaktadır. 3.Sahne: Harry: Anne, bugün kilisenin açılış töreni var. En güzel elbiselerimi giydim. Gidip kiliseye yerleşecek olan Hz. İsa’yı görmeye gidiyorum. Gidip kalabalığa karışacağım. (Harry yürür ve kilisenin girişine gelir. İnsanlar iyi bir yer kapmak için acele etmektedirler. Harry de içeriye giriş kuyruğuna katılır. John: Dur oğlum! Buraya gelmeye nasıl cesaret edersin? Sen zencisin. Siyahi vatandaşların kilisenin içinde yerleri yok. Çık dışarı! (Acımasızca Harry’yi itekler) Harry: Ama ben içeriye girip Hz.İsa’yı görmek istiyorum. Kendisi burada ikamet edecek. Bunca aydan bu yana onu görmek için bekliyorum. Şimdi tam zamanı geldi. Beni kimse durduramaz! (Harry tekrar içeri giren kalabalığın içerisine karışır) (John Harry’i işaret ederek) John: Seni gidi alçak seni! Sen beni kandırmaya mı çalışıyorsun?(John onu havaya kaldırır ve çimenliğe doğru götürür) Hava şimdi kararacak. Orada bir yerde bir köşede uzan. (John Harry’i bir kenara doğru fırlatıp atar ve arkasını dönerek yürüyüp gider. Harry’nin her tarafı uyuşmuş gibidir. Gözleri kararır ve yanakların yaşlar süzülmeye başlar) (Birdenbire karanlığın içinden Hazreti İsa ortaya çıkar. Her tarafından ışıklar saçmaktadır. Arka planda kiliseden ilahi sesleri gelmektedir) İsa: (Harry’e dokunarak) Sevgili oğlum, ayağa kalk. Bak ben geldim. Harry: (Ona bakmadan) Lütfen beni rahatsız etme. Ben yalnızca Hazreti İsa’yı görmek istiyorum. İsa: Oğlum Ben İsa’yım. Ayağa kalk ve bana bak. Harry: (Ayağa kalkar ve Hazreti İsa’yı görünce dizlerinin üzerine çökerek ellerine sarılır ve ellerini öper) Sevgili Efendim, lütfen sizin için yapılan kilisenin içine gidin. İsa: Harry oğlum! Ben o kilisenin içine giremem. O kilisenin içerisi kibirli, gururlu, nefret ve kıskançlık içinde insanlarla dolu. Ben her nerede saf ve ilahi bir sevgi varsa oraya giderim. Harry sen herkesi sevdin ve herkese hizmet ettin. Bu yüzden seni çok seviyorum. Sen benimsin. Ben de senin içindeyim. Tanrı’nın bütün krallığı senin içindedir. Tanrı’nın tüm yaratılışını sevmeye ve onlara hizmet etmeye devam et! (Harry tekrar dizlerinin üzerine çöker) -PERDE17 7- GAYRET İNSANIN BÜYÜKLÜĞÜDÜR Karakterler: Ramiz, Süleyman, Ali, Nedim Küçük bir şehirde oyun bahçesinde oynuyorlardı. Top biraz ileriye düşmüş ve Ramiz topu almaya gitmişti. Biraz sonra gittiği yerden arkadaşlarını yanına çağırdı. Ramiz: Arkadaşlar buraya gelin. Burada toprağın altından bir ses geliyor. Süleyman: Öyle mi, hadi gidip bakalım. (Diğer üçü onun yanına koştular) Aşağıdan gelen ses: Beni dışarı çıkartın. Ne isterseniz vereceğim. Ali: Çok tuhaf! Nasıl olur da toprağın altından ses gelir? Nedim: Haydi toprağı kazalım ve ne olduğuna bir bakalım. Ben hemen gidip evden kazma kürek getireyim. (Hepsi beraber toprağı kazmaya başlarlar. Toprağın içinde küçük bir lamba bulurlar) Ramiz: Ama bu yalnızca küçük bir lamba! Süleyman: Çok eski bir lambaya benziyor. Haydi, şunu bir temizleyelim! Ses: Ben Alaeddin’in Sihirli Lambasıyım. Nedim: Alaeddin’in Lambası mı? Ses. Beni hiç işitmediniz mi? Benden ne isterseniz onu size verebilirim. Ali: Gerçekten mi? Ses: Tabii ki, sevgili çocuklar. Haydi, bana birer birer ne istediğinizi söyleyin. Ramiz: Ben oyun oynamayı çok seviyorum. Lütfen bana yeşil çimleri ve kaleleri olan bir futbol sahası yapar mısın? Ali: Bizim öğretmenimiz her gün bize çok ödev veriyor. Eve gelip onu benim için yapar mısın? Süleyman: Yollarda dilenen o kadar çok insan var ki? Lütfen bana yeteri kadar para ver ki onlarla paylaşabileyim. Ses: Bütün arkadaşların birer şey istediler. Nedim, söyle bana senin istediğin şey nedir? Nedim: Ey Sihirli Lamba! Lütfen bize herhangi bir şey vermeden hemen ortadan kaybol. Tanrı bizlere gözler, kulaklar, burun, dil, eller ve ayaklar vermiş. Biz bunları kullanarak kendimizi ve başkalarını mutlu edebiliriz. İnsanın büyüklüğü gayretli oluşunda yatar. Neden biz senin önünde dilenci durumuna düşelim ve Tanrı’nın verdiği bu armağanları kaybedelim? Ses: Evet sevgili oğlum! Çok haklısın. Tanrı hepinizi korusun ve kutsasın! (Sihirli Lamba sonuncu çocuğun dileğini çok beğendi ve bir saniye içinde ortadan kayboldu) -PERDE18 8- EN KÜÇÜK EKMEK Karakterler: Zengin adam Çok sayıda çocuk Francis(küçük bir kız çocuk) Francis’in annesi Sahne Arkasındaki Ses: Avrupa’da eski zamanlarda büyük bir kıtlık zamanı yaşanmış ve o sırada Lorrain adlı kasabada insanlar büyük açlık çekmek zorunda kalmışlardı. Zengin Adam: Haydi gelin çocuklar. Alın, alın! Bu ekmekleri sizler için getirdim. 1.çocuk: Bana ver. 2.çocuk: Benim ki nerede? 3.çocuk: İşte ben şuradaki ekmeği istiyorum. Zengin Adam: Ey küçük kız? Sen neden istemiyorsun? Senin adın ne bakalım? Haydi, buraya gel de şu küçük somun ekmeği al bakalım. Neden uzakta duruyorsun? Küçük kız: Efendim, benim adım Francis. Nezaketinize çok teşekkür ederim. Zengin Adam: Çocuklar her gün bu saatte buraya gelin. Hepinize yine ekmek somunu dağıtacağız. Allahaısmarladık! Çocuklar: Güle güle amca! Güle güle amca! (Ertesi Gün) Zengin Adam: Çocuklar biz yine geldik. Haydi gelin ve somunlarınızı alın. 1.çocuk: Ben en büyük ekmek somununu istiyorum. 2.çocuk: Benimki daha büyük olsun lütfen. 3.çocuk: Bana ekmeğimi verir misin? Zengin adam: (Francis’e dönerek) Neden öyle uzakta duruyorsun? Buraya gelip ekmek alsana! Francis: Çok teşekkür ederim efendim. Çok naziksiniz. Zengin adam: Küçük kız, yine en küçük somunu aldın. Daha büyüğünü alsana! Francis: Tamamdır efendim. Ben aldığım bu küçük somunla mutluyum. Bize yeter! Tekrar teşekkür ederim. İyi günler. Zengin Adam: İyi günler küçük kız, iyi günler. (Kız eve varır) Francis: Anne buraya bakar mısın? Bizim için yine bir parça ekmek somunu getirdim. Annesi: Sevgili Francis, ben çok acıktım. Haydi hemen bir parça yiyelim. Dur sana bir parça vereyim.(Francis’in annesi ekmeği ikiye böler ve masanın üzerine bir şeyler düşer) 19 Francis: Aaa altın paralar. Anne! Şu altınları görüyor musun? Şimdi ne yapacağız? Annesi: Tatlı kızım, git ve sahibi gitmeden hemen bu altınları adama geri ver! Herhalde bu paralar ekmeğin içine yanlışlıkla girdiler. Git güzel kızım, hemen git! Francis: Tamam anneciğim. (Francis zengin adamın yanına gider) Francis: Efendim size bir şey söyleyeceğim. Bana verdiğiniz ekmeğin içinde iki tane altın para bulduk. Bunlar sizin, lütfen bunları geri alın. Herhalde bu altınlar ekmeğin içine yanlışlıkla girdiler. Zengin Adam: Hayır güzel kızım, hiçbir yanlışlık yok. Onları oraya ben kendim koydum. Senin diğerleri gibi en büyük ekmeği alabilmek için kavga etmeyeceğini ve en küçük ekmek somununa razı olacağını biliyordum. Lütfen onu kabul et güzel kızım. Onlar benim sana hediyem. Al götür! Francis: Efendim. Çok naziksiniz. Çok teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim. Zengin Adam: Her zaman böyle nazik ol ve diğerleri gibi kapışma! Bu davranışın sonunda her zaman sen kazanacaksın. -PERDE- 20 9- ÜÇ SORU Karakterler: İmparator Akbar ,Birbal, Birbal’in oğlu, Saray görevlileri ve bir asker 1.Sahne: İmparator Akbar bahçede yanında Birbal olduğu halde yürüyüş yapmaktadır. Akbar: Birbal, sarayda huzurda bulanan şu bilgili kişileri dinleyince benim zihnimde hemen bazı şüpheler beliriyor. Umarım şüphelerimi sen dağıtabilirsin! Birbal: Sevgili kralım, ben o bilginler kadar bilgili sayılmam ama sizi temin ederim ki elimden geleni sonuna kadar yapacağım. Akbar: Biliyorsun idaremiz altındaki memleketler çok büyük sayılara ulaştı. Bunların hepsinde farklı farklı dinler var. Bu dinlere mensup din uzmanları benim huzuruma çıktıklarında kendi dinlerini anlatıyorlar ve Tanrı’dan bahsediyorlar. Tanrı şöyle yapar, Tanrı şunu yapar, diye. Hâlbuki benim ilk sorum Tanrı nerededir? Ben Tanrı’nın nerede olduğunu öğrenmek istiyorum. İkinci sorum ben bu Tanrı’yı nasıl görebilirim? Üçüncü sorum ise Tanrı şu an ne yapmaktadır? Birbal: (Kendi kendine) Bu sorular çok zor sorular. Korkarım ben bu sorulara cevap veremeyeceğim. Birbal: Sevgili majesteleri! Benim bu sorulara cevap verebilmek için biraz zamana ihtiyacım var. Akbar: Tamam Birbal, merak etme. Ben sana üç gün mühlet veriyorum. Bundan sonra saraya huzura gel ve bu soruları cevapla! 2.Sahne: (Birbal’in evi: Birbal’in oniki yaşındaki oğlu evde oturmakta ve kitap okumaktadır. Birbal üzgün ve endişeli bir şekilde içeri girer) Oğlu: Baba ne oldu? Çok endişeli gözüküyorsun. Sarayda Kabul Salonunda sana birisi hakaret mi etti? Birbal: Hayır oğlum. İmparator bana cevaplamam için üç tane soru verdi. Ben daha birisini bile cevaplayamıyorum. Oğlu: Sen o kadar bilgilisin ve deneyimlisin. Haydi biraz neşelen sen mutlaka başarırsın! Bu arada İmparator’un sorduğu üç soru nelerdir? Belki sana yardım edebilirim. Birbal: Dinle oğlum. İmparator bana şunları sordu: 1- Tanrı nerededir? 2- Biz onu nasıl görürüz? 3- Ve Tanrı şu anda ne yapıyor? Oğlu. (sevinerek) Baba bu üç soru da çok kolay sorular. Ben bunların cevaplarını biliyorum. Ben senin oğlun olduğuma göre huzura ben çıkacağım ve bu üç sorunun cevaplarını ben vereceğim. 21 Birbal: Oh be oğlum, aferin sana. Tanrı’ya başarman için dua edeceğim. Hazırlanmak için üç günümüz var. Oğlu: Üç gün gayet yeterlidir. Bu işi bana bırak. Rahat ol ve benim için dua et! 3.Sahne: (İmparator Akbar’ın kabul Salonu. Akbar ve mabeincileri oturmaktadırlar. İçeriye bir asker girer) Asker. Majesteleri, Birbal’in oğlu geldi ve sizi görmek istiyor. Akbar: Onu içeriye gönder. (Birbal’in oğlu içeri girer ve Akbar’ı selamlar) Oğlu: Sayın Majesteleri, benim babam kendisini pek iyi hissetmiyor, üç soruyu cevaplamak için onun yerine ben geldim. Akbar: Ama sen daha henüz çocuksun. Böyle zor soruları nasıl cevaplayacaksın? Oğlu: Saygıdeğer Efendim. Ben şu an sizin misafiriniz değil miyim? Bana oturacak bir yer ve süt vermeyecek misiniz? Akbar: A evet unuttum. Sen tabii ki şu an benim misafirim sayılırsın. (Ellerini çırpar) Askerler! Hemen Birbal’in oğluna bir bardak süt getirin.(Bir asker elinde bir bardak süt ile içeriye girer) Oğlu: Bardağı eline alır ve süte bakmaya başlar. (Uzun süre süte baktıktan sonra Akbar sabırsızlanır ve) Akbar: Ne yapıyorsun oğlum? Sütün içinde bir şey mi var? Oğlu: Evet sayın majesteleri. Bana sütün içinde tereyağı olduğu söylendi ama ben göremiyorum. Tereyağını arıyorum. Akbar: Akılsız çocuk. Sen bilmiyor musun sütün içindeki tereyağını görebilmek için önce sütü kestirmeli ve sonra da yayıkta çalkalamalısın. Oğlu: Evvet efendim, çok doğru. Çok haklısınız. Siz şu anda birinci ve ikinci soruları cevapladınız. Tereyağı nasıl ki sütün her damlasının içinde mevcutsa Tanrı da yaratılışın en küçük parçasının bile içerisindedir. Peki, Tanrı’yı nasıl görebiliriz. Siz bunun cevabını da verdiniz. Sütü önce kaynatmalı, soğutmalı, ekşitmeli ve sonra da çalkalamalısınız. Benzer şekilde zikir, sessiz oturuş, İlahiler Söylemek ve İyi İnsanlarla arkadaşlık insana kendi içindeki Tanrı’yı idrak edebilmesini sağlarlar. Akbar: Evet çok iyi anladım ve çok mutlu oldum. Senden çok şey öğreniyorum. Oğlu: Evet efendim siz bir kralsınız. Öğretmeninize saygı göstermelisiniz. Mademki ben şu anda sizin öğretmeninizim, bana en yüksek koltuğu vermelisiniz. 22 Akbar: Evet çok doğru. Lütfen geçip tahta oturur musunuz? Ben şöyle sandalyede otururum. (Her ikisi yerlerini değiştirirler) Oğlu: Sayın majesteleri, şimdi size üçüncü sorunuzun cevabını vereceğim. Akbar: Tanrı şu anda ne yapmaktadır? Oğlu: Saygıdeğer Efendim, aslında bu sorunun cevabı çok basit. Tanrı’nın biraz önce ne yaptığını gördüğünüz. Siz biraz önce kraldınız, şimdi basit biri oldunuz. Ben biraz önce hiçbir özelliği olmayan bir gençtim. Şu anda kral koltuğunda oturuyorum. Tanrı beni yükseltti ve sizi de alçalttı. İşte Tanrı bunu yapar. Dileğini kulunu yükseltir, dilediğini alçaltır. Akbar: Verdiğin cevaplar beni çok mutlu etti. Çok memnun oldum.(Akbar oğlana bir inci kolye verir) Sen de aynı baban gibi yüce bir şahsiyetsin. Oğlu: Teşekkür ederim efendim. Lütfen benim için dua edin! -PERDE- 23 10- HAKİKİ TESLİMİYET Sahne Arkası Sesi: (Tanrı, bize büyük cömertliği ile her şeyi bahşetmiştir. İnsan bedeni Tanrı’nın bir mükâfatıdır. Bizim kendimizle ne yaptığımız, kendimizi neye dönüştürmüş olduğumuz ise bizim Tanrı’ya bir hediyemizdir. Biz Tanrı’yı o derece çok sevmeliyiz ki, O’nu mutlu edebilmek için gerekirse her şeyi feda etmeye hazır olmalıyız. Tanrı için miktarın hiçbir önemi yoktur. O bizim içtenliğimizin ve O’na olan bağlılığımızın kalitesine bakar) Karakterler: Rıza - fakir bir köylü Gülizar - Rıza’nın karısı Mahmut - Tanrı’nın bir müridi Bahattin - çok zengin bir kişi 1.Sahne: (Rıza’nın evi- Rıza sahneye çıkar) Rıza. Gülizar, bak sebze bahçesinden ne kopardım. Gülizar: (dışarıya çıkar) Aman Allahım, ne kadar büyük bir balkabağı bu böyle! Evde hiç erzağımız kalmadı. Bunu satarsan bir şeyler satın alabiliriz. Rıza: Bu gerçekten Tanrı’nın bize bir hediyesi! Diğer bahçelerde balkabakları daha henüz olgunlaşmadılar ve hamlar. Olgunlaşmalarına daha çok zaman var. Umarım bu balkabağı için tatmin edici bir ücret alabilirim. Gülizar: Haydi gel biraz kahvaltı et, sonra gidip balkabağını satarsın. Rıza: Gülizar ben bu kabağı en yüksek fiyat verene satacağım. Ailece paraya çok ihtiyacımız var. 2.Sahne: (Pazarda satıcılar sebze ve meyve satmaktadırlar. Rıza elinde bir sepetin içine koyduğu büyük balkabağı ile sahneye gelir. Bir yere oturur ve alıcılarını beklemeye başlar) Rıza: Haydi gelin. Bu sezonun en büyük balkabağını getirdim. Mahmut: Bugün çok kutsal bir gün! Bugün tapınakta rahipler yeni hasat edilmiş ekinleri ve yeni toplanmış sebzeleri kullanarak yemek pişirecekler ve sonra fakir halka dağıtacaklar. Biraz önce tapınakta idim. Oradan geliyorum. Rahipleri aralarında konuşurlarken duydum, tek ihtiyaçları olan şey bir balkabağı imiş. Bu yüzden ben de pazara balkabağı almaya gelmiştim. O balkabağını Tanrı’nın izniyle halka sunacağız. Haydi gidip şu köylüye balkabağını kaça sattığını soralım. Rıza: Haydi gelin satılık balkabağı var. Mahmut: Sizin balkabağınızı almak istiyorum. 5.- TL param var. 24 (Sahneye Bahattin girer) Bahattin: Ben sana daha iyi fiyat verebilirim. Ailem ve ben bu balkabağını festival kutlamalarında kullanacağız. Mahmut: Ama Rıza buraya ilk defa ben geldim. Lütfen o balkabağını bana sat. Bahattin: Rızacığım, sen fakir bir insana benziyorsun. Ben sana bu balkabağı için 100.-TL veririm. Rıza: (Kendi kendine) Aman Allahım, neler duyuyorum? Balkabağına 100.- TL verdiler. Bu para benim gibi fakir bir adam için büyük bir rakam. Fakat şöyle rahat bir kafa ile düşünelim bakalım. Beni bahçemde bu balkabağını büyütmem için bana yardımcı olan Tanrı idi. Herşey Tanrı’ya aittir. Burada bana ait olan bir şey yok ki? Bu koşullarda balkabağını tapınak rahibine vermem daha doğru olur. Mahmut: Rıza haydi karar ver, yoksa bugün aç kalacaksın. Bahattin: Güneş batana kadar karar verecek misin? Neden susuyorsun, refah seni çağırıyor? Rıza: Sevgili arkadaşlar, ben her ikiniz de teşekkür ederim. Ama ben Tanrı’yı annem ve babamdan daha çok seviyorum. Bu yüzden aç kalmaya razıyım. Biz zaten fakir bir aileyiz. Fakat her seferinde Tanrı bizi açlıktan kurtardı. Bizim O’na olan inancımız tamdır. Ben bu balkabağını Tanrı’ya hediye edeceğim.(Balkabağını alır ve yakındaki tapınağa doğru koşmaya başlar) 4.Sahne: (Bir rahip ve bazı kişiler tapınağın içinde ibadete hazırlanmaktadırlar) (Rıza tapınaktan içeriye girer. Balkabağını götürerek yemeği pişirmekte olan rahibe sunar) Rahip: Sevgili oğlum, uzun süreden beri bir balkabağı arıyorduk. Her türlü tahıl, hububat, sebzeler ve meyvalar vardı. Bir tek balkabağı yoktu. Bunu getirmen çok büyük nezaket! Lütfen yemek piştiğinde burada ol ve ailen ile birlikte dağıtılacak yemekten istediğin kadar yiyebilirsin. Yaptığın bu fedakârlık için Tanrı seni yaşamının sonuna kadar kutsasın ve Rahmetini senin üzerine yağdırsın! Rıza. Ben bugün Tanrı’nın lütfu ile kutsandım. Hemen gidip aileme haber vereyim. -PERDE- 25 11- BİZ HER NE YAPARSAK TANRI İZLEMEKTEDİR Karakterler: Öğretmen Öğrenciler: Rıfat, Artunç, Veli, Ramazan, Arzu, Selin, Merve, Jülide 1.Sahne: (Öğretmen sınıfının ortasına doğru yürür. Öğrenciler oturarak onu izlemektedir.) Bütün öğrenciler: Günaydın öğretmenim. Öğretmen: Günaydın çocuklar. Oturun. Bugün size geçen hafta yaptığımız matematik sınavının sonuçlarını dağıtıyorum. Hepiniz maalesef Rıfat hariç, imtihandan kötü not almışsınız. Başarılı olamamışsınız. Her zaman olduğu gibi Rıfat yine sınıfın en başarılısı! Al Rıfat’cığım işte sınav kâğıdın burada. Rıfat: Teşekkür ederim öğretmenim. Öğretmen: Diğer sınav kâğıtlarını da dağıtıver lütfen. 2.Sahne: (Veli, Ramazan, Merve ve Arzu okulda bir yerde bir araya gelip konuşurlar) Veli: Bugün Rıfat’ı gördünüz mü? Yine imtihandan en yüksek notu almayı başardı ve sınıf birincisi oldu. Bunu nasıl başarıyor anlamıyorum. Ramazan: Dün de tiyatro çalışması sırasında öğretmen kendisinden çok memnun idi. Sürekli olarak onu övüyordu. Merve: Bir şeyler yapmalıyız. Öğretmenin sevgili öğrencisi haline geliyor. Arzu: Benim bir planım var. Öğle yemeği sırasında kimse fark etmeden Jülide’nin o çok sevdiği kalemi alıp Rıfat’ın çantasına koyalım. Aranmaya başlandığında Rıfat yakalanacak ve suçlanacaktır. Öğretmen onu cezalandıracak ve bir daha sevmeyecektir. Veli: Çok iyi fikir Jülide. Haydi gidip yapalım. 3.Sahne: (Öğle yemeği tatilinde bu dörtlü sınıfa giderler ve planı uygularlar) 4.Sahne: (Öğle yemeğinden sonra ders başlar. Öğretmen tahtaya yazdığı şeyleri defterlerine geçirmelerini söyler) 26 Jülide: Öğretmenim! Benim kalemim ortada yok, bulamıyorum. Çok pahalı bir kalemdi ve babam bana doğum günümde hediye etmişti. Öğretmen: Nerede kaybettin Jülide? Belki evde bırakmışsındır. Jülide: Hayır öğretmenim. Bu ben o kalemi bu sabah okulda iken kullandım. Birisi almış olmalı. Öğretmen: Selin, sınıf başkanı olarak herkesin çantasını sırasını ara bakalım. (Selin her yeri arar ve kalemi Rıfat’ın çantasının içinde bulur) Öğretmen: Rıfat, neden Jülide’nin kalemini aldın? Rıfat: Hayır öğretmenim, o kalemi ben almadım. Bu kalemin çantamın içine nasıl girdiğini bilmiyorum. (Veli, Ramazan, Merve ve Arzu birbirlerine bakarlar ve gülümserler) Öğretmen: Bana kalemin ayakları olduğunu ve çantanın içine girdiğini söylemeyeceksin değil mi? Rıfat: Öğretmenim benim kendi kalemim var, neden başkasının kalemini alayım ki? Sonra ben öyle pahalı bir kalem istemem. Sıradan basit bir kalem kullanmak beni mutlu ediyor. Bana inanın öğretmenim. O kalemi ben almadım. Öğretmen: Sana inanıyorum. Zaten bu meselenin başka bir izah tarzı olduğunu düşünüyordum. Yoksa seni suçlamak zorunda kalacaktım. (Tam o sırada Artunç, laboratuvardaki deneyi bitirmiş vaziyette sınıftan içeriye girer. Konuşulanları dinledikten sonra öğretmene giderek kulağına bir şeyler fısıldar) Öğretmen: Jülide kalemini aldın, sen yazmaya başla. Veli, Ramazan, Merve ve Arzu siz dışarıya çıkıp benimle öğretmenler odasına gelin. Bu karışıklıkta sizin parmağınız varmış diye işittim. 5.Sahne: (Veli, Ramazan, Merve ve Arzu öğretmenler odasına giderler) Öğretmen: Neden bunu yaptınız? Rıfat size ne kötülük yaptı ki? Veli: Bu fikri bize Arzu verdi. Biz Rıfat’ı çok kıskanıyorduk. Arzu: Rıfat her alanda çok iyi olduğu için onu sizin gözünüzde küçük düşürmek istedik. Merve. Artunç’un bizi görebileceğini düşünemedik. Ramazan. Çok özür dileriz öğretmenim, bir daha böyle bir şey yapmayacağız. Öğretmen: Çocuklar, birisi iyi bir şey yaptığı zaman onu takdir etmeyi öğrenmelisiniz. Kıskançlık sizi ancak mahvolmaya götürür. Bizim her türlü davranışımız birisi tarafından 27 gözlemlenmektedir. Tanrı bizi biz her yaparsak yapalım sürekli olarak bizi izlemektedir. Tanrı her zaman iyi ve dürüst çocukların yardımına gelir. Aynı bugün Rıfat’a size karşı yardım ettiği gibi. Veli, Ramazan, Merve ve Arzu: Bizi affet öğretmenim! Biz hatamızı anladık. Tanrı her an bizi gözlemlemekte ve her zaman iyi ve dürüst olanın yardımına gelmektedir. -PERDE- 28 12- İMPARATOR Karakterler: İmparator, Ling, Peter, Roger, Ling’in annesi 1.Sahne: Sahne arkası sesi: Bu uzak doğudaki bir imparatorun hikâyesidir. Kendisi giderek yaşlanmakta ve kendisinden sonra yerine gelecek bir veliaht aramaktadır. Kendisinin çocuğu olmamıştır. Bu yüzden ülkesindeki çocukları huzuruna çağırtır. Yaşlı kral: Sevgili vatandaşlarım. Ben giderek yaşlanıyorum. Artık bundan sonra ülkeyi yönetecek yeni imparatoru seçme zamanı gelmiştir. Ben içinizden birisini imparator olarak seçmeye karar verdim. Genç çocuklar: Bizden biri mi? Nasıl olur? Yaşlı kral: Evet sizin içinizden birisini! Ben şimdi her birinize birer tohum vereceğim. Genç Çocuklar: Bir tohum mu? Ne kadar ilginç! Yaşlı kral: Evet birer tohum! Ama bu tohumlar çok özel tohumlardır. Size verdiğim tohumu eve götürerek toprağa ekin. Suyunu verin. Bugünden tam bir yıl sonra tekrar buraya getirin ve bu tohumlardan çıkarmış olduklarınıza göre aranızdan birini yeni imparator seçeceğim. Genç çocuklar: Bu çok kolay. Efendim biz tohumlar yetiştirmek için sabırsızlanıyoruz. Yaşlı kral: Haydi gelin çocuklar, şu sepetin birer tohum alın.(Bütün çocuklar birer tohum alırlar) 2.Sahne: Ling’in evi. Ling: Anneciğim, kral bizim hepimize birer tohum verdi. Biz bu tohumu toprağa ekeceğiz, sulayacağız ve bir yıl sonra krala tekrar geri götüreceğiz. O bizim yetiştirdiğimiz bitkilere bakarak yeni kralı seçecek. Anne: Çok iyi oğlum! Haydi gel, saksıdaki toprağı kazarak tohumu ekmene yardım edeyim. (Bir saksının içine tohumu ekerler) Ling: Anne ben onu her gün sulayacağım. 3.Sahne: (Aradan 3 hafta geçmiştir) Roger: Hey Peter, benim tohumum boy vermeye başladı. Seninkinden ne haber? Peter: Benimki de topraktan çıktı ve uzamaya başladı. Ling, seninkinden ne haber? Ling:(üzgün bir şekilde) Benimki henüz filizlenmedi. 29 4.Sahne: (6 ay sonra) Peter: Benim tohum şimdi kocaman bir bitki oldu. Roger şuna bir bak, ne kadar güzel! Roger: Benimki de neredeyse bir ağaç oldu. Çok güzel gözüküyor. Şu yaprakların renklerine bir baksana! Ling: (üzgün vaziyette kendi kendine) Benim tohumumda maalesef hala bir hareket yok. Ne oldu? Acaba neyi yanlış yaptım? Bizim tohum bir filiz bile vermedi? 5.Sahne: (Aradan 1 yıl geçmiştir) Peter: Benim tohumum çok güzel bir ağaç oldu. Eminim ki kral kesinlikle benimkini seçecektir. Roger: Benimki de kocaman oldu. Çok mutluyum. John: Çocuklar, benim bitkinin üzerindeki çiçeklere bir bakar mısınız? Ling’in annesi: Sevgili Ling, haydi sen de şu çocuklara katılıp git. Ling: Hayır anne, ben başarısız oldum. Boş bir saksı ile gitmek istemiyorum. Ling’in annesi: Ling sen krala saksıyı götüreceğine dair söz verdin. Dürüst olup verdiğin sözde durman lazım! Ling: Peki anne. Ben de gideceğim. (Çocuklar hep beraber saksılarını alarak saraya götürüp Kabul Salonuna koyarlar) Peter: Hey çocuklar Ling’in saksısına bakın. Hahahahaha. Roger: Yüksek sesle gülerek) Ling’in saksısına bakın. Hey! İyi denemeymiş ama. Hohohaha! (Kral içeri girer) Yaşlı kral: Hoş geldiniz gençler! Ne kadar güzel ve muhteşem bitkiler getirmişsiniz böyle. Bugün içinizden birini geleceğin İmparator’u olarak seçeceğim. (Ling arka sıralarda saklanmaya çalışmaktadır) (Kral teker teker sıraları dolaşır ve getirilen bütün bitkilere bakar) Kral: (Birden durur)Şu arka sıradaki boş saksıyı öne getirin bakalım! Bu boş saksıyı buraya kim getirdi. Ling:(Bir yandan kralın kendisine çok kızacağını zannettiği için korkarak ve çekinerek) Ben getirdim efendim. Benim adım Ling. 30 (Bu arada tüm çocuklar ona gülmekte ve kendisi ile alay etmektedir) Kral: Sessiz olun çocuklar. Sevgili Ling, buraya gel. Çocuklar yeni kralınızı selamlayın, onun adı Ling! Peter: fakat efendim. O bir bitki bile yetiştiremedi. Nasıl kral seçilebilir? Kral: Bir yıl önce ben sizin hepinize birer tohum verdim. Bu tohumu ekmenizi, sulamanızı ve bir yıl sonra yani bugün bana getirmenizi söyledim. Fakat aslında ben size kaynatılmış ölü tohumlar vermiştim. Ling hariç hepiniz bana güzel bitkiler, çiçekler ve ağaçlar getirdiniz. Size verdiğim tohum filiz vermeyince onu fırlatıp attınız ve onun yerine başka bir tohum ektiniz ve onu sulamaya başladınız. İçinizde benim kendisine verdiğim tohumu bana geri getirme cesaretini ve dürüstlüğünü yalnızca Ling gösterdi. Bu yüzden yeni İmparatorunuz Ling’dir. (Kral, Ling’in başına yeni İmparatorluk tacını takar. Herkes alkışlar) -PERDE- 31 13- NE GÖRÜYORSUN? Karakterler: Drona ve öğrencileri. Bhima, Duryodhana, Dussasana, 1.öğrenci, 2.öğrenci ve Arjuna. Sahne Arkası Ses: Drona öğrencilerini çağırır ve bir araya toplar. Drona: Bugün sizi imtihan edeceğim ve bir şey öğretmeye çalışacağım. Okçuluktaki en iyi öğrenciyi bulabilmek için küçük bir test. Haydi şimdi yaylarınızı ve oklarınızı alarak beni ormana kadar takip edin. Öğrenciler: Neye ok atacağız hocam? Drona: Bakın şu ileride büyük ağaçların arkasında iğne yapraklı bir ağaç var. O ağacın üstlerindeki dallardan birinde bir kozalak duruyor. O kozalağa ok atacaksınız. Bhima, buraya gel. Okunu ger ve bak bakalım neler görüyorsun? Bhima: Oku fırlatmaya hazırım hocam. Drona: Neler görüyorsun anlat. Bhima: Hocam bir defa önde büyük birkaç ağaç görüyorum. Onların arasından bir tane havyan geçiyor. Bu ağaçların dalları rüzgârda sallanıyor. En sonunda da sizin gösterdiğiniz ağacın dallarını ve yukarıdaki dalın üzerinde de o kozalağı görüyorum. Drona: Peki tamam. Duryodhana sen gel bakalım. Okunu ger ve anlat bakalım sen neler görüyorsun. Duryodhana: Hocam ben arka planda karlı dağları, yukarıda ay var onu görüyorum. Ayrıca ilerideki tepede insanlar toplanmışlar bir şeyler yapıyorlar. Drona: Tamam yeter Duryodhana! Dussasana, sen gel bakalım. Okunu ger, nişan al ve bana neler görüyorsun söyle. Dussosana: Hocam ben önce hemen önümdeki karıncaları, sonra şu ilerideki ağacın üzerindeki kuşları görüyorum. Sizin söylediğiniz kozalağın üzerindeki dallar rüzgârda sallanıyorlar. Drona: Tamam tamam, sen de yeter. Arjuna haydi gel senin sıran şimdi. Şu ağaçtaki kozalaktan başka neler görüyorsun? Anlat bana. Arjuna: (biraz tereddütle) Efendim ben sizin gösterdiğiniz kozalağa bakıyorum. Şu anda kozalağı görüyorum ve ondan başka hiçbir şey görmüyorum. Drona: (mutluluk ve sevinç içinde gözleri parlayarak) İşte bu! Arjuna sen doğru cevabı verdin sevgili oğlum. İçinizden en azından bir öğrenci benim sizlere öğretmek istediğim şeyi öğrenmiş durumda. Bundan ötürü çok memnunum. Arjuna: Oku fırlatayım mı efendim? 32 Drona: Evet oğlum fırlatabilirsin! (Arjuna oku fırlatır ve kozalağı tam ortasından vurur) Diğer öğrenciler: (Alkışlar) Bravo Arjuna! Tebrikler sana. Arjuna: (utanarak ve sıkılarak) teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Fakat ben bu başarımı hocam ve bilge efendim Drona’ya borçluyum. Drona: Sevgili oğlum, seni çalıştırmak benim için büyük bir keyif ve ayrıcalıktı. Sen hayatta her zaman başarılı olacaksın, çünkü hedefini hiçbir zaman gözünden kaçırmıyor daima göz önünde tutuyorsun. -PERDE- 33 14- DÖRT ARKADAŞ Karakterler: Kaplumbağa, Geyik, Karga, Fare, Avcı 1.Sahne: (Orman) Ormanda bir geyik yaşamaktadır. Kaplumbağanın yaşadığı yerin yakınında da ormanda bir göl vardır. Gölün kenarında büyük bir ağaç vardır. Ağaçta bir karga yaşamaktadır ve ağacın kökleri dibinde de bir fare yaşamaktadır. Geyik, kaplumbağa, karga ve fare birbirleri ile çok iyi arkadaştırlar. En az haftada bir araya gelirler. Yine böyle bir sabah erkenden gölün kenarında toplanmak üzere sözleşirler. Kaplumbağa, karga ve fare gelir, ama geyik ortalarda yoktur. Fare: Sevgili arkadaşım kaplumbağa. Gölün içinde beni sırtına alıp bir tur attırır mısın? Kaplumbağa: Tabi olur, neden olmasın. Seni çok keyifli bir yolculuğa çıkaracağım. Karga: Ben de size katılabilirim. Ve hatta yolculuk sırasında şarkı bile söyleyebilirim. Ka..Ka.. Kaplumbağa ve Fare: (Gözlerini ve kulaklarını kapatarak) Biz seni ancak şarkı söylememeye söz verirsen alırız. Karga: Aman canım, siz ikinizin de müzik zevki hiç yok anlaşılan. Kaplumbağa: Ya bu geyik arkadaş neden gelmedi? Her zaman vaktinde burada olurdu. Ne oldu acaba? Sevgili karga arkadaş, sen ormanda gidip bir tur atar ve geyik arkadaşı arar mısın? Karga: Evet tabi yaparım. Hemen gidiyorum. (Karga böyle diyerek hemen havalanır ve ormanın üzerinde tur atmaya başlar) Karga: (bir yandan uçarken) Geyik arkadaş, geyik arkadaş. Nerelerdesin? Ka…Ka… (Bir süre sonra karga geyiğin zayıf sesini duyar) Geyik: Karga, Karga. Ben buradayım. Bana yardım et! Ben burada avcının ağına yakalandım. (Karga hemen uçarak geyiğin yanına gelir) Karga: Tamam ben geldim. Ben hemen gidip fare kardeşi buraya getireceğim. O senin yakalandığın şu ağı dişleri ile parçalar ve seni kurtarır, merak etme! (Karga hemen uçarak uzaklaşır ve kaplumbağa ile farenin yanına gider) Karga: Ka…Ka… Geyik arkadaş büyük tehlike içinde! Bir avcının ağına yakalanmış. Fare arkadaş sen hemen gidip onun ağını kemirerek onu avcı gelmeden önce kurtarmalısın. Fare: Tamam hemen gidip yaparım da, ben oraya bu kadar hızlı nasıl gidebilirim? 34 Karga: Ka…Ka… Hımm! İşte karganın aklı böyle işe yarar. Haydi çabuk sırtıma atla, ben seni götüreyim. (Fare karganın sırtına atlar. Havada uçarlarken) Fare: Biraz yavaş uç, şimdi düşeceğim. Aaaaaaa… (Fare dengesini kaybedecek gibi olur) Karga: Sıkı dur, iyice sırtıma tutun. Fazla kıpırdama ve rahat ol. Gidiyoruz işte. (Geyiğin olduğu yere ulaşırlar ve fare geyiğin yakalandığı ağı kemirerek geyiği kurtarır) Geyik: Çok teşekkür ederim, sevgili arkadaşlarım. Beni kurtardınız. Fare: Bir şey değil geyik kardeş. Bak işte kaplumbağa da geldi bu arada. (Dört arkadaş birden el ele tutarak dans etmeye başlarlar. La…la…la…) (Birdenbire) Geyik: Bakın, avcı geliyor. Haydi koşun. Kaçıp kurtulun. (Karga uçup gider, geyik ve fare koşup kurtulurlar. Fakat zavallı kaplumbağa hızlı gidemeyeceği için uzaklaşamaz) Avcı: Tuzak için kurduğum ağ bomboş ve üstelik bir de yırtılmış durumda. Bunu yapmaya kim cesaret edebilir? (O sırada etrafına bakınır ve kaplumbağayı görür) Avcı: Vay, bir kaplumbağa! Hemen şunu yakalayayım. (Avcı kaplumbağayı yakalar ve onu bir çuvalın içine koyarak uzaklaşır. Karga bunu görür. Bir süre sonra karga, fare ve geyik biraz ileride buluşurlar) Karga. Avcı kaplumbağayı yakaladı ve onu bir çuvala koydu. Biraz ileriye doğru gittiler. Fare: Aman Allahım! Şimdi onu nasıl kurtaracağız peki? Geyik: Benim bir fikrim var. Ben şimdi gidip avcının biraz ilerisinde otluyormuş gibi yapacağım. Avcı beni görecek ve peşimden gelecek. Koşmaya başlayınca elindeki çuvalı yere bırakacak. Ben koşmaya ve avcıyı kaplumbağadan uzaklaştırmaya devam edeceğim. O sırada fare çuvalın ağzındaki ipi dişleri ile kesecek ve kaplumbağayı kurtaracak. Karga: Ka…Ka… Şahane bir fikir! (Bu üçlü konuştukları gibi yaparlar ve kaplumbağa kurtulur. Kaplumbağa hemen gidip bir çalılığın arkasına saklanır. Bu sırada avcı geyiğin izini kaybeder ve çuvalını almak için geri döner) 35 Avcı: Aman Tanrım! Ben ne kadar şansızım! Bugün hem geyiği, hem de kaplumbağayı kaybettim. (Bütün arkadaşlar gölün kıyısında buluşurlar) Geyik: Sevgili arkadaşlarım fare ve karga. Siz ikinize de çok teşekkür ederim. Sizlere hayatımı borçluyum. Siz benim hayatımı kurtardınız. Sizler gerçek arkadaşlarsınız. Kaplumbağa: Evet çok doğru! Siz üçünüz benim hayatımı kurtardınız. Sizlere minnettarım. Benim gerçek arkadaşlarım sizlersiniz. Arkadaşına zor zamanında yardım eden gerçek arkadaştır. Geyik: Evet hepiniz beni kurtarmak için hayatlarınızı tehlikeye attınız. Beni ne kadar çok seviyormuşsunuz. Karga: Ka…Ka… Hey arkadaşlar ne içindir? Sadece konuşmak ve eğlenmek için midir? Fare: Hayır, gerçek arkadaş başın derde girdiği zaman sana yardım edendir. Hakiki arkadaşlar birbirleri ile ilgilenir ve birbirlerini severler. (Dördü beraber ellerini birleştirirler ve gölün kıyısında neşe içinde dans etmeye başlarlar. Karga Ka…Ka… diye şarkı söylemeye başlar) Fare: Sakın şarkı söyleme! O kadar çirkin bir sesin var ki! Şimdi senin o sesini duyan avcı geri gelecek! (Dördü birden kahkahalarla gülerler ve dans etmeye devam ederler) -PERDE- 36 15- GÜNAHKÂR, BİR AZİZE DÖNÜŞTÜ Sahne Arkası Sesi: Bu hikâye eski zamanlarda Bağdat yakınlarında yaşayan Bashar Haafi’nin hikayesidir. O bir sarhoştu ve hep kötü davranışlarda bulunurdu) 1.Sahne: Bashar Haafi sarhoş bir vaziyette içeri girer. Birdenbire yolunun üzerinde bir kâğıt parçası bulur. Kâğıt parçasını eline alarak okur) Bashar Haafi: Bismillahirrahmannirrahim, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! O en değeri olandır, O merhametlilerin merhametlisidir! …………..Allah’ın bu kutsal ayeti nasıl benim yolumun üzerine çıktı ki? Ben ki doğru yoldan sapmış, kötü şeyler yapmış bir kişiyim. Ben bu kâğıdı en yüksek ve değerli yere koyacağım. 2.Sahne: (Dervişin evi. Gece olmuştur ve derviş uykudadır. Rüyasında bir ses duyar) Ses: Hemen Bashar Haafi’nin evine git ve ona şu müjdeyi ver. Sen ki Allah’ın ismini evinin en değerli köşesine koydun, Allah da bu davranışının karşılığını verecek aynı şeyi senin için yapacaktır. (Derviş birden uyanır) Derviş: Şu son üç gündür hep aynı rüyayı görüyorum. Allah’ın bana bir talimatı bu. Ben bu Bashar Haafi’yi ve kötülüklerini gayet iyi bildiğim için bu rüyayı görmezden geldim ama şimdi gidip onunla konuşmalı ve Allah’ın emrini yerine getirmeliyim. 3.Sahne: (Derviş, Bashar Haafi’yi bir içki mahzeninde bulur. Bashar, tam sarhoş bir haldedir ve şuuru tam olarak yerinde değildir. Derviş: Ben sana Tanrı’dan iyi haberler getirdim. Allah’ın ismini evindeki mimberin en değerli ve yüksek noktasına koymandan ötürü Allah çok mutlu oldu. Bu yaptığının karşılığını sana vermeye ve aynısını sana yapmaya söz verdi. (Bashar bu mesajdan ötürü sarsılmıştır) Bashar: Bu inanılmaz bir şey. Aman Allahım. Ben büyük bir günahkârım. Allah’ın hiçbir sözünü dinlemedim ve O’nu umursamadan yaşadım. Benim yaşamımda kurallar, kısıtlamalar ve disiplin hiçbir zaman var olmadı. Ama bu rağmen sevgili Tanrım beni sevgisi ile kutsadı ve beni temizledi. Ben bundan sonra erdemli bir yaşam sürmeye yemin ediyorum. 37 Derviş: Sevgili Bashar, Allah her şeyi bilendir. O hepimizi rahmeti ile korur ve ipleri ellerinde tutar. Bu yaşam denilen oyunda birden fazla şans verir. Bu öyle bir oyundur ki erdemler, kötülüklere üstün gelirler. (Bashar bu olaydan sonra tövbe etti ve Allah’ın istediği bir yaşantı sürdürerek bir aziz oldu. Etrafındaki insanları kendi kardeşiymiş gibi sevdi ve kendini onlarla bir tutarak onlara hizmet etti) 4.Sahne: (Bashar ve ve arkadaşları hep beraber dua ederler) -PERDE- 38 16- TANRI HERYERDEDİR Sahne Arkası Sesi: Her zaman Allah’ı arar ve O’nu görmek isteriz. “Tanrı nerededir?” Bu sorunun cevabı çok basittir. O, her yerdedir. Bu yaratılıştaki her bir canlının ve cansızın içerisindedir. O’nun İradesi olmadan tek bir yaprak bile kıpırdamaz. Her çocuk bunu hatırlamalı ve sonra “Herkesi Sevmeli ve Herkese Hizmet Etmeli”dir. Bizim düsturumuz,/sloganımız, “Her zaman yardım et, hiçbir zaman incitme” olmalıdır. 1.Sahne: Ruhi bey: Serdar, oyun oynamaya bir ara ver de biraz buraya gel. Bakkala gidip benim için bir şey almanı istiyorum. Serdar: Tamam babacığım, hemen geldim. Senin için ne yapabilirim? Ruhi bey: Bu akşam kandil var. Hep beraber dua edeceğiz. Şu parayı al ve markete giderek on iki tane kandil simidi alıp gel lütfen! Serdar: Babacığım ben arkadaşlarıma söyleyip hemen markete gidiyorum. Akşama onları da bize duaya davet edebilir miyim? Ruhi bey: Tabii ki arkadaşlarını da çağırabilirsin, hep beraber ilahi söyleyebilirsiniz. 2.Sahne: (Serdar marketten kandil simitlerini alarak eve geri dönmektedir. Yolun kenarında ağlamakta olan bir çocuk görür. Annesi onu teselli etmeye gayret etmektedir) Anne: Oğlum, neden ağladığını biliyorum. Ama işte bir şey yapamıyorum. Kaç tane eve gidip yiyecek dilendim ama hiç kimse bize bir şey vermedi. Herkes bizi kapısından kovdu. Ben de senin gibi acıktım. Oğlu: Ben çok açım ama anne! Lütfen bana yiyecek bir şeyler buluver! Serdar: (Kendi kendine) Neler işitiyorum? Bu çocuk çok acıkmış. Benim yanımda da bu kandil simitleri var ama ben bunları akşamki mevlit için götürüyordum. Babam bana kızmasın sakın! Allahım bana yardım et! Anne ve babam bana her zaman başkalarının içindeki Tanrı’yı görmemi ve onlara yardım elimizi uzatmamızı tavsiye ederlerdi. Ben cesaretli olacağım ve onlara yardım edeceğim) (Çocuğa ve annesine yaklaşır ve şöyle der) Serdar: Sevgili Anne Lütfen bu kandil simitlerini kabul edin. Tanrı sizi kutsasın! (Anne ve çocuk oturup bir güzel afiyetle kandil simitlerini yerler ve karınlarını doyururlar. Serdar da yürüyerek eve geri döner)) 3.Sahne: 39 Serdar: Baba ben geldim. (üzgün ve endişeli gözükmektedir) Ruhi bey: Hoş geldin oğlum, ama çantan bomboş! Kandil simitlerine ne oldu? Serdar: Baba beni affet. Ben yolda çok aç bir anne ve çocuğunu gördüm. Kimse onlara yiyecek bir şey vermemiş. Günlerden beri bir şey yememişler. Ben de elimdeki kandil simitlerini onlara verdim. Ruhi bey: (Gözlerinin kenarından yaşlar süzülerek) Sevgili oğlum! Ben seninle gurur duyuyorum. Sen, benim senden beklediğim davranışı sergilemişsin. Seni kutluyorum. Kendimi böyle bir oğula sahip olduğum için çok şanslı sayıyorum. Bu Allah’ın bana olan bir Rahmetidir. Sevgili oğlum, birisi ağladığı zaman şunu iyi bil ki, Tanrı ağlamaktadır. O zaman her şeyi bırakmalı ve o kişiye yardım etmeye çalışmalıyız! Tanrı seni kutsasın! (Ruhi bey oğluna sarılır) -PERDE- 40 17- DUANIN MANASI / ANLAMI Sahne Arkası Sesi: Dua etmek demek, Tanrı ile bir olmak demektir. Aslında biz o sırada içimizde ikamet eden Tanrı üzerine düşüncelerimizi yoğunlaştırırız. Dua etmek Tanrı üzerinde tek bir noktaya yoğunlaşmış bir konsantrasyon gerektirir. Bu içsel bir yolculuktur. Ancak o sessizliğin derinliklerinde Tanrı’nın sesini duyabiliriz. Huzuru ve süruru deneyimleyebilmek için dua esnasında zihnimizi kutsal ve sevgi dolu düşüncelerle doldurmalıyız. Karakterler: Akbar - İmparator Nedimeleri ve Askerleri Sohan - bir çiftçi Leela - çiftçinin karısı 1.Sahne: (İmparator ormanda geziye çıkmıştır ve bir kamp yeri düzenlenmiştir) Akbar: Akşam ezanı okundu ve namaz vakti geldi. Ben seccademi serip dua edeceğim. (Akbar hasırını sererek dua etmeye başlar) Bismillahirrahmannır… (Sahneye Leela girer. Tamamen bilinçsiz bir vaziyette kocasını aramaktadır) Leela: Ben Sohan’ı arıyorum. Bu sabah erkenden işe gitti ve geri dönmedi. Hava da kararmaya başladı. Ben onu bu ormanda nasıl bulacağım? (Leela kocasına ait bu düşüncelerle bilinçsiz bir şekilde yürürken ayağı o sırada namaz kılıp dua etmekte olan Akbar’a takılıp tökezler. Ama yaptığı bu büyük hatanın farkında olmadan yürümeye ve kocasını armaya devam eder. Tek bir kelime ile özür bile dilemeden ormana girip kaybolur) Akbar: (kendi kendine) Bu kadın ne yaptı böyle? Ne yaptığının farkında değil galiba? Bir özür bile dilemedi. Ama ben şimdi namazdayım. Şimdi bir şey söylemeyeyim. Şu an konuşamam. (Akbar dua etmeye devam eder. Leela ve Sohan birbirlerini bulmuş mutlu bir şekilde tekrar geri dönerler) Leela: Aman Allahım İmparator Akbar burada! Ben çok korkuyorum! Akbar: Sayın bayan, sen demin burada ne yaptın öyle? Kime hakaret ettiğini biliyor musun? Bu saygısızca davranışını izah et, yoksa seni çok fena cezalandıracağım. Ben dua ederken ayağıma vurdun ve beni namaz esnasında rahatsız ettin. 41 Leela: (İmparatorun gözlerinin içine doğru bakarak) Sayın Majesteleri! Biz fakir bir çiftçi aileyiz. Eve geri gelmeyen kocamı merak ediyor ve sürekli olarak onu düşünüyordum. Bu düşünce içinde o kadar dalmışım ki, size çarparak rahatsız ettim. Ancak Sayın Majesteleri siz o sırada namazda idiniz. Siz de çok daha kıymetli olan Tanrı düşüncesinin içine dalmış idiniz. O zaman nasıl oldu da beni fark ettiniz? Akbar: Doğru söylüyorsun sevgili çocuğum. Ben bu şekilde dua etmenin gerçek anlamını senden öğrenmiş bulunuyorum. Bir insan dua ederken Tanrı düşüncesinin içinde kaybolmalıdır. Sohan: Saygıdeğer Efendim! Biz size şükranlarımızı sunuyoruz. Akbar: Leela, gel buraya. Lütfen benim bu küçük hediyemi kabul et! (Akbar Leela’ya bir elmas gerdanlık hediye eder) -PERDE- 42 18- TANRI DAVRANIŞIN ARKASINDAKİ NİYETE BAKAR Karakterler: Abdullah İki melek Camide namaz kılan 3 öğrenci, Anwar, Akhtar ve Khan Sikandar şehrinden Mahbub Dilenci Dükkan sahibi 3 seyyar satıcı 1.Sahne: (Mekke’de bir cami.) Anwar: Selamünaleyküm Akhtar arkadaş. Nasılsın, eşin ve çocukların nasıllar? Akhtar: O Anwar arkadaş. Selamünaleyküm. Sağ ol herkes iyidir. Aa bak Khan da geliyor. Khan: (acele ile içeri gelerek) Haydi gelin saat üç oldu. Namaz vakti geldi. (Hepsi beraber namaza dururlar ve Allahu Ekber diyerek dua ederler. O sırada camiinin diğer bir köşesinde Abdullah bir köşede uyumaktadır. Abdullah uykusunda şu rüyayı görmektedir) Rüyada iki melek aralarında konuşmaktadırlar. 1.melek: Bu sene hacca ne kadar çok kişi gelmiş böyle. Haydi gel seninle bu yıl hacı olanların bir listesini yapalım. 2.melek: Hacı olmak ne demek, ne demek istiyorsun? 1.melek: Hacı olmak demek tüm davranışları ile Tanrı’nın rahmetine nail olmak demektir. 2.melek: O zaman birinci sırada Sikandar şehrinden Mahbub gelmektedir. O bu kutsal şehre hiç gelmemiş olmasına rağmen listenin birinci sırasında gelmektedir. (Melekler uçup giderler ve Abdullah da uykusundan uyanır) Abdullah: Ne kadar tuhaf bir rüya idi! Hacı olanlar ve kutsanmış olan insanlar listesi öyle mi? Sikandar şehrinden Mahbub da birinci sıradaymış. Çok merak ettim, gidip şu Mahbub’u görmek istiyorum. (Abdullah Mahbub’u görmeye gitmek için hazırlanır ve yola çıkar. Sikandar’a gelir.) 2.Sahne: (Çok kalabalık bir caddede üç seyyar satıcı dolaşmaktadır) 1.seyyar satıcı: Karpuz, karpuuz! Buz gibi karpuzum var. 43 2.seyyar satıcı: Hurma satıyorum. 10 tanesi 3 lira. Hurmalar, hurmalar. 3.seyyar satıcı: Limonata satıyorum. Buz gibi limonata. Tanda tanda şerbeti bu. (Abdullah şerbet satıcısına gidip Mahbub’u sorar) 3.seyyar satıcı: Selam arkadaş. Gel biraz soğuk limonata iç. Abdullah: (Limonatayı içer ve serinleyerek rahatlar) Ah ne kadar güzel ve soğuktu böyle. Arkadaş söyler misin Mahbub’u nerede bulabilirim? 3.seyyar satıcı: Mahbub mu? Ben Mahbub’u tanımıyorum, hiç işitmedim. (Abdullah 2.seyyar satıcıya gider) Abdullah: arkadaş Mahbub nerede biliyor musun? Hurma satıcısı: Aa mahbub mu? Şurada köşede oturuyor işte. İlerde gördün mü?(Köşeyi göstererek) O ayakkabı tamircisidir. (Abdullah köşede kunduracıyı görür) Abdullah(kendi kendine) Ne kadar fakir bir ayakkabıcı bu böyle? Ne kadar zayıf görünüyor. Hasta ve bitkin bir görüntüsü var. Sanki günlerden beri hiç yemek yememiş gibi duruyor. Bu adam nasıl listenin birinci sırasında oluyor böyle? Bu fakir ve zayıf ayakkabıcı ne gibi bir iyilik yapmış olabilir ki? (O sırada ayakkabı tamircisi ayağa kalkar ve yürümeye başlar. Abdullah da onu takip eder. Evine giden Mahbub elini yüzünü ve ayaklarını yıkayarak dua etmeye oturur.) 3.Sahne: Ayakkabıcının evi. Mahbub: Bugün benim eşimin doğum günü. Fakat ona ne hediye alabilirim ki? Biz zaten zar zor geçiniyoruz. O tatlıyı çok sever, ama parayı nereden bulacağım? (Bunu söyleyerek ayakkabıcı eski bir sandığa doğru yönelir ve açar. İçinde küçük bir kutu vardır, onu açarak içinden bir miktar para alır) Mahbub: Bunlar bizim kefen paramızdı. Ben bu para ile karıma bir hediye alacağım. (Mahbub dükkana girer, Abdullah da onu takip eder) Mahbub: (Dükkân sahibine) Selam Rahim arkadaş! Bugün ne tatlılar var? Bugünün spesiyalitesi hangisidir? Dükkan Sahibi: Eyvallah Mahbub arkadaş. Bugün Rasa Malai var, Gulab Jamun var,Özel Pendas var, Chum Chum var ve Helva var. Hepsi de taze ve çok güzeldir. Bence şu helvadan alabilirsin. Bugün en özel helvalar bunlardır. Değişik renkleri de var, kırmızı, yeşil ve turuncu. Ayakkabı tamircisi: Tamam, bana şu helvadan 1 kg kadar verir misin? (Helvayı alan Mahbub eve doğru yollanır. Yolda yolun kenarında bir dilenciye rast gelir) Dilenci: Allah’ın Rahmeti üzerinize olsun, sayın beyefendi. Bir haftadır ağzıma bir şey koymadım. Lütfen bana yiyecek bir şey verir misin? Karnım çok ağrıyor. 44 Mahbub: Aman Allahım, ne kadar aç bir dilenci bu böyle! Ben ve eşim yiyecek bir şeyler buluruz. Ben iyisi mi şu helvayı bu dilenciye vereyim. (Böyle diyerek elindeki paketi dilenciye verir ve sonra bir kenara oturarak onun helvayı afiyetle yiyişini seyreder. Onun yüzünde memnuniyet ifadesinin yayılmasını büyük bir keyifle gözlemler) Abdullah: Aman Allahım, bu ne kadar yüce bir ruh böyle. Çok cömert ve merhametli bir insan! Onun yaptığını kimse yapamaz. Bu Mahbub kesinlikle kutsanarak hacı olmuş olanların listesinde en birinci yeri hak ediyor. (Böyle diyerek Abdullah torbasını alarak Mekke’ye geri döner)(Melekler yine sahneye gelirler) 1.melek: Bu Mahbub çok iyi kalpli bir insan! Çok zengin insanlar Mekke’ye geliyorlar, birçok hayırseverlikte bulunuyorlar ve milyonlar harcıyorlar. Fakat Tanrı’nın kutsamış olduğu insanlar listesinde Mahbub en birinci sırada yer alıyor. 2.melek: Evet çok doğru. Onun hareketlerinde hiç başkalarına şov yapma, abartma ve kendini övme gibi bir şey bulunmuyor. Yaptığını içten, samimi ve saf bir niyetle yapıyor. Zaten Tanrı da insanı o davranışa yapmaya götüren niyete baktığı için, şana şöhrete trampete ve yaygaraya bakmadığı için listenin en üst sırasında yer alıyor. -PERDE- 45 19- TÜM HASTALIKLARA KESİN BİR TEDAVİ / ŞİFA Giriş: Sahne Arkası Sesi: Herkes uykuya dalmaya gittiği halde Gopal vücudundaki ağrılar yüzünden yatakta yuvarlanıp duruyordu. Doktor ona ağrı kesici iğneler ve her zamanki gibi acı acı ilaçlar vermişti. Fakat durumunda da öyle gözle görülür bir iyileşme yoktu. Gopal annesinin duvardaki resmine bakarak sordu, Gopal: “Sevgili anneciğim, benim için hiç iyileşme umudu yok mu acaba? (Resimdeki annesi kendisine gülümseyerek şöyle dedi) Anne: Tabii ki senin iyileşmen için umut var, sevgili oğlum. Ben sana Prenses Sessizlik’i/Sakinlik’i gönderiyorum. O sana yardım edecek ve iyileşmene yardım edecektir. Sevgili çocuğum gözlerini kapa.” Gopal gözlerini kapadı ve kısa sürede uykuya daldı. Uyuduğu sırada çok tatlı bir prensesin yatağı başında kendisini beklediğini gördü. Gopal: Sen annemin bahsettiği Prenses Sessizlik misin? Prenses Sessizlik: Evet çocuğum. Elimi tut ve mümkün olduğu kadar sessiz olmaya çalış. (Gopal Prensesin elini tutarken büyük bir sakinliğin/hareketsizliğin/durgunluğun kendisinin üzerine çöktüğünü hissetti.) Gopal: Prenses sen nerede ikamet ediyorsun? Prenses Sessizlik: Ben daima hareketin, rahatsızlığın, huzursuzluğun olmadığı yerlerde bulunurum. Benim olduğum yer sessiz ve sakin olmalıdır. Ben yalnızca dağların tepelerinde, sakin göllerde ve çöllerde yaşarım. Ama mesela insanların kalplerinde de yaşarım. Fakat onlar benim varlığımın farkında olmazlar. Onlar öyle hareketli, öyle kıpır kıpır, öyle rahatsız ve öyle huzursuzdurlar ki beni fark etmezler. Her zaman bir faaliyet içindedirler. Gopal: Nasıl oluyor da ben bu sakinlik ve huzuru yalnızca seninle birlikte iken hissedebiliyorum. Prenses Sessizlik: Sevgili çocuğum. Sen fazla düşünmekten vazgeçmelisin. Tanrı’ya seni iyileştirmesi için dua et. Dualarını eksik etme! O kesinlikle seni iyileştirecektir. Gopal: Sen yalnız mısın? Senin başka kız kardeşlerin de var mı? Prenses Sessizlik: Benim üç kız kardeşim daha var ve biz çalışırken birbirimize yardım ederiz. Ben seni sessiz ve sakin yaptığım anda, kız kardeşim Prenses Sakinlik/Rahatlık’ı/Durgunluk’u çağıracağım. Mümkün olduğu kadar sessiz ve sakin olmaya çalış! (Gopal sessiz olup hiç konuşmadığı anda başka bir Prensesin daha varlığını yanında hissetti. Yavaşça ona dokunarak sessizce ona kim olduğunu sordu.) 46 Prenses Sakinlik: Ben Prenses Sakinlik/Rahatlık’ım/Durgunluk’um. Ben buraya sana yardım etmeye geldim.(Bunu söyledikten sonra Prenses onun elini tuttu ve gözlerinin içine baktı) Gopal: Sizin üçüncü kız kardeşiniz ne zaman gelecek? Prenses Sakinlik: Sen tamamen rahat olduğun zaman gelecek. (Gopal kendini tamamen rahat hissetmeyi başardığında üçüncü Prenses Huzur’u görebiliyordu) Prenses Huzur: Ben Prenses Huzur’um. Ben seni hastalığından kurtarmaya gelen kız kardeşlerime yardım etmeye geldim. Senin hastalığın sıkıntı içinde ve sürekli hareket içinde olmandan kaynaklanıyor. (Prenses Huzur, Gopal’a gülümsedi ve Gopal kendisini okyanusun üzerinde huzur içinde bir kayıkla seyahat ettiğini hissetti. Gopal bedeninin tüm hücrelerinde sonsuz bir huzur hissediyordu. Birdenbire dördüncü bir kişinin daha kendisinin yanında durduğunu fark etti. Ona baktı. O çok güzeldi. Gopal’in düşüncelerini okuyan bu yeni prenses kendisinin Prenses Dinginlik/Sürur olduğunu söyledi.) Prenses Sürur: Gopal, sen ancak sessiz, rahat ve huzur içinde olduğun zaman ben sana yardım edebilirim. Bir kez bu sürur ortamına girdiğin zaman tüm problemlerinden tamamen kurtulacaksın. Gopal: Sana nasıl ulaşabilirim? Bana söyler misin? Prenses Sürur: Sessiz sakince bir köşeye otur! Düşüncelerini azalt ve rahat ol! Yavaşça kalbinin üzerine bir huzur çökecektir. Tanrı’nın ismini zikretmeye başla. Tüm düşüncelerini Tanrı üzerinde yoğunlaştır ve her gün sessiz oturuş yap. Ondan sonra tam bir sürur ve dinginlik içinde olacaksın ve sonsuz huzur ve mutluluk hissedeceksin. (Gopal, tüm ağrılarının ve sızılarının kaybolduğunu hissetti. Dört Prensesin kendisini sarıp sarmaladığını fark etti. Uykudan uyandığı zaman sabahın oldukça ilerleyen saatleri olduğunu gördü. Teyzesine ve doktora kendisini çok daha iyi hissettiğini ve artık ilaç içmek istemediğini söylemeye karar verdi. Sessizlik, Sakinlik, Huzur ve en sonunda Dinginlik- bu dördü her türlü hastalığa karşı bir tedavi gibi gözüküyorlardı. Gopal için mükemmel bir deneyimdi. Bundan sonraki yaşamında Prenseslerin sözlerini dinlemeye karar verdi.) Gopal: (ellerini açıp dua ederek) Sevgili Tanrım, ben büyüdüğüm zaman bu mesajı bütün dünyaya yayabilmem için beni kutsamanı istiyorum. Arzularımı sınırlamamda, düşüncelerimi azaltmamda ve endişelerden kurtularak sessizlik, sakinlik, huzur ve sürura kavuşmamda bana yardımcı olur musun? -PERDE47 20- AKBAR VE BİRBAL Karakterler: Kral Akbar Bakan Birbal Dilenci Yoldan geçen adam Çevrede duran 2 kişi 1.Sahne: (Kral Akbar, tahtında oturmakta ve bakanları ile ülkenin genel meseleleri hakkında konuşmaktadır) Akbar: Sokağa çıkıp halkın halini kontrol etmeyeli çok zaman oldu. i Akbar: (Bakanına dönerek) Yarın senle ben kıyafet değiştirerek normal vatandaşlar gibi sokaklarda dolaşalım ve vatandaşların hali nicedir bir görelim olur mu? Bakan: Tabi kralım, nasıl arzu ederseniz. Sabah erken saatte yola çıkalım. 2.Sahne: Kral Akbar ve bakan kılık değiştirirler ve normal vatandaşlar gibi sokaklarda dolaşmaya başlarlar. Sokaklardan birinde yol kenarında iki ayağı olmayan birisini görürler. Yerde yatıyor ve haykırıyordur) Dilendi: Su, su verir misiniz? Ben çok açım. Lütfen bana su ve yiyecek verin! (Dilenci bir yandan sokaklarda ilerlemeye çalışıyordur ama bunun için çok güçsüzdür. Yine bağırıp çağırmaya başlar) Dilenci: Yardım edin! Yardım edin! Su, yiyecek, su,…) (Sonunda dilenci düşüp ölür) Akbar: (Çok şaşırarak) Aman Allahım, öldü galiba! Bakan: Haydi yanına gidip bir kontrol edelim. (O sırada orada hemen bir kalabalık toplanır ve dilencinin cansız bedenini alıp götürürler. Akbar çok üzgün ve yıkılmış olarak yoluna devam eder. Sonra başka bir sokağın köşesine geldiklerinde yine böyle ağlayan bu sefer bir kadın görürler) Kadın: Vaaaaaaay, vaaaaaaay. Allahım yardım et Allahım. Nasıl böyle zalim olabilirsin? Kardeşim. Bir tane kardeşim. Onu nasıl benden alabildin? Vaaaaay, vaaaaay. (Akbar giderek yakında duran ve olayı seyreden bir adama sorar) Akbar: Ne oldu burada biliyor musunuz? 48 Yoldan Geçen: Ne söyleyebilirim ki? Bu çok zavallı bir kadın! Kardeşi ile zor bela geçiniyor ve hayatta kalıyorlardı. Günlerden beri açlıktan kıvranıyorlar. Bugün açlıktan kardeşini kaybetti. Adam: Kardeşinin bir eli ve bir ayağı yoktu. Bir kaza sırasında iki uzvunu da kaybetmişti. Bakan: Öyle mi? Anladığım kadarı ile yeteri kadar para kazanamıyorlardı öyle mi? Adam. Evet doğru. Kardeşi engelli olduğu için çalışamıyordu. Ablası bir iş bulmaya çalışıyordu, ama işte kardeşi açlığa dayanamadı ve öldü. Bakan: (Akbar’a dönerek) Efendim bugünlük yeteri kadar gördük galiba. İsterseniz saraya geri dönelim. Akbar: Evet, evet. Çok doğru haydi gidelim. 2.Sahne: (Sarayda Kabul Salonu. Akbar, Birbal ve Bakanlar oturmaktadır) Akbar: Birbal, dün bakanım ve ben kılık değiştirerek şehri dolaştık. Durum çok üzücü ve vahim! Dün iki ölen kişi gördük. Birbal: İki ölü mü? Nasıl oldu efendim? Akbar: Bibal, iki kişi tamamen açlıktan öldüler. Her ikisi de engelli kişilerdi. Birinin elleri yoktu. Diğerinin de bir eli ve bir ayağı yoktu. Bakan: Evet Birbal, eli ve ayağı olmadan bir insan nasıl çalışıp para kazanabilir? Sonunda tabi böyle açlıktan ve çektikleri şiddetli ıstıraptan ölüyorlar. Birbal: Bu çok üzüntü verici bir durum efendim. Acaba bu engelli vatandaşlar için ne yapabiliriz? Akbar: Birbal, ben bu ülkenin kralıyım. Halkımla ilgilenmek benim birinci görevimdir. Hiç kimse açlıktan ölmemelidir. Bakanım, bir açıklama yap ve sarayın önünde her gün engelli vatandaşlara ve dilencilere yemek verileceğini halka duyur. 4.Sahne: (Kalabalık bir sokak. İri yarı iki davulcu sokaklarda dolaşırlar) Davulcu: (Davuluna vurarak) Duyduk duymadık demeyin. Herkes beni dinlesin! Dum- DumDum. Bütün engelli insanlara ve dilencilere yarından itibaren sarayın önünde her sabah ve her akşam iki defa yemek verilecektir. 5.Sahne: Kral Akbar ve Birbal beraber oturmaktadırlar. 49 Birbal: Sayın Majesteleri, engelli vatandaşlara ve dilencilere bedava yemek verme kararınız beni biraz endişeye sevk ediyor. Akbar: Neden Birbal? Ben çok iyi bir karar verdik sanıyorum. Birbal: Şüphesiz ki siz çok iyi niyetli ve saf bir düşünce ile bu kararı verdiniz, ama insanların sizi kandırmayacaklarına emin misiniz? Akbar: Ah, Birbal. Neden beni aldatsınlar ki ve ayrıca bunu nasıl yapacaklar ki? Birbal: Şimdi bazı sağlıklı ama tembel kişiler, sanki kendileri de engelliymiş gibi araya karışacaklar ve bedava yemek için buraya gelecekler. Bu şekilde biz onları tembel olmaya ve çalışmamaya sevk etmiş olmayacak mıyız? Akbar: Hayır, Birbal. Ben bir açıklama yaptırdım ve bu benim son sözümdür. Bir söz verdik geri dönemem. 6.Sahne: (Sarayın önündeki geniş alan. Çok sayıda engelli kişi buraya gelmiş ve büyük bir kalabalık toplanmıştır. Kral Akbar ve Birbal sarayın yukarıdaki balkonundan aşağıyı seyretmektedirler.) Bakan: (Halka hitap ederek) Lütfen herkes yere otursun. Bir sıra oluşturun ve sessiz olun. Herkese yiyecek verilecek merak etmeyin. Lütfen bağırmayın, kral yukarıda balkondan burayı seyretmektedir. (Yukarıda sarayın balkonunda) Akbar. Birbal, şu kalabalığı görüyor musun? Bu şehirde bu kadar çok sayıda engelli kişi olduğunu bilmiyordum. Birbal: Sayın efendim. Ben onların birçoğunun engelli olmadığına inanıyorum. Bunlar hep tembel insanlar. Buraya bedava yemek için geldiler. Eğer her gün böyle bedava yemek bulacak olurlarsa hayatta çalışmazlar. Akbar: Aman Allahım, Birbal sen haklısın. Ne yapacağız şimdi? Birbal: Hiç üzülmeyin efendim. Ben hallederim. Benim bir fikrim var. Kısa zamanda gerçekten buraya kaç tane engelli gelmiş anlarız. Majesteleri, lütfen iki saat boyunca hiç yemek dağıtımı yaptırmayınız. (Aşağıda, toprağın üzerinde ve güneşin altında herkes huzursuz ve tedirgindir) Bir engelli: Ne zaman yemek verecekler, hepimiz çok açız. 2.engelli: Evet, evet hepimiz çok acıktık. Neden bizi sabahtan beri böyle bekletiyorlar? (Tam o sırada Birbal öne çıkar ve bir açıklama yapar) 50 Birbal: Değerli arkadaşlar! Kusura bakmayın. Sizi bu kadar uzun süre bekletmek zorunda kaldık. Yemekler hazır ve dağıtılmaya başlanıyor. Ancak burada değil! 2-3 dilenci: Nerde peki? Yemekler nerede dağıtılacak? Birbal: Sevgili arkadaşlar! Yemek, sarayın öteki köşesinde dağıtılacak. (Bir eliyle diğer köşeyi gösterir) (Birbal daha cümlesini yeni bitirmiştir ki, kalabalığın büyük bir kısmı diğer tarafa doğru hücum eder. Engelli olduklarını unutmuşa benziyorlardır. Yalnızca %25 kadarı orada kalırlar. Yukarıda balkondan durumu seyreden kral şoke olmuştur.) Akbar: (yanındaki askerlere) Şu öbür tarafa koşanları yakalayın! Kralı aldatmaya teşebbüsten onlara ceza vereceğim. Yalnızca gerçek engellilere yemek dağıtın. Akbar aşağıya inerek, Birbal ve Bakanının yanına gider. Akbar: Bu yalancıların hepsini cezalandırın. Onlar yalan söyleyip bizi kandırmaya çalıştılar. Bakan: Çok doğru sayın efendim. Biz yalancıları ve tembelleri cesaretlendirmemeli ve böyle teşvik etmemeliyiz. Birbal: Evet kralım! Şimdi her şey doğru oldu. Yalancılar ve tembeller cezalandırıldı. Yalnızca iş bulup çalışamayan engelli kişiler bedava yemeğe kavuştular. Akbar: Teşekkür ederim Birbal. -PERDE- 51 21- ALAGİ Karakterler: Tanjore Kralı Annadorai(Bakan) Birkaç hizmetkâr Alagi İşçiler - Ramaswami, Muthiah ve Subbu Panditji 2 davulcu Uyku sahnesinde: Shiva Yol sahnesinde: Yolda 5-6 adam 1.Sahne: Sarayda kabul Salonu (Kral ve bakanı Annadorai ve birkaç hizmetkâr vardır) Kral: Ben Brahadeeshwara’da çok büyük bir Shiva tapınağı inşa ettirmek istiyorum. Annadorai, sen bu tapınağın yapımından sorumlusun. Mimarları çağır ve çalışmalar hemen başlasın! Anndorai: Hemen efendim, hemen başlıyoruz sayın majesteleri! (Çalışmalar hemen başlar) 2.Sahne: Tapınak (Tapınağın inşaat sahasında çalışmalar tüm hızı ile devam etmektedir. Heykeltıraşlar, duvar ustaları, marangozlar, mühendisler ve işçiler sürekli olarak çalışmaktadırlar. Sahneye yaşlı bir kadın Alagi girer) Alagi: Sevgili Tanrım! (Tapınak sahasında biraz dolaştıktan sonra, bir yere oturur.) Allahım, bu tapınakta çalışanlar ne kadar şanslılar. Onlar bu tapınağın inşa edilmesine ve ortaya çıkmasına yardım ediyorlar. Keşke ben de onlara bir hizmette bulunabilsem? (Alagi etrafta dolaşarak bakınmaya başlar) Ramaswami: Hey, Muthiah. Nasıl oldu da bugün böyle suskunsun? Haydi bir şarkı söyle de biz de sana eşlik edelim! Muthiah: Tamam Ramaswami. Fakat düzgün söyleyin. (Muthiah bir halk türküsü söylemeye başlar ve diğerleri de ona katılırlar. Subbu: Ben çok susadım Hava da ne sıcak ve kavurucu. Diğer işçiler: Evet ağzımızın içi kurudu. Dudaklarımız bile susuzluktan çatladı. Bize verdikleri su yetmiyor. 52 (Alagi bu sahneyi seyredince sessizce başını sallar ve yürüyüp gider. Ertesi gün olduğunda Alagi elinde içinde soğuk süt olan bir testi ile inşaat sahasındadır) Alagi: Hey, şarkıcı Muthiah, buraya gel. Gel biraz soğuk süt iç, daha iyi çalışırsın. İstersen diğerlerini de çağır! Muthiah: (Yüksek sesle) Hey Ramaswami, Subbu, Shankara… Buraya gelin. Gelin ve soğuk süt için! Subbu: Ah ne kadar iyi geldi. Nineciğim, biraz daha alabilir miyim? Alagi: Tabii ki oğlum, al biraz daha iç. Kendini çok daha iyi hissedersin. (Alagi bu hizmeti inşaatın bitimine kadar çok uzun bir süre devam ettirir. Artık inşaatın son aşamasına gelinmiştir. Tapınağın merkezinde yapılan 70 metre yüksekliğindeki muhteşem kule tamamlanmak üzeredir) Alagi: Subbu, oğlum. Senden bir isteğim var. Acaba yerine getirir misin? (Tüm çalışanlar Alagi’nin çevresine toplanırlar) İşçiler: Tabii ki Alagi nine. Senin arzun bizim için emir demektir. Sen söyle, biz hemen yerine getiririz. Alagi: Benim evimde büyük bir parça granit taş var. O taşı bu kulenin yapımında kullanabilir misin? Hem Tanrı’ya hizmet edecek ve hem de ben çok mutlu olacağım. İşçiler: Hiç merak etme, nine. Biz hemen bugün bu işi yaparız. 3.Sahne: (Kral inşaat sahasında dolaşmakta ve yapılan işleri denetlemektedir. Yanında bakanları ve baş rahip de yer almaktadır) Kral: Bu tapınak gerçekten muhteşem oldu. En sonunda inşaatın sonuna yaklaştık. Ben çok mutluyum. (Sonra yanındaki rahibe dönerek) Sayın Baş Rahip, lütfen tapınağın açılış seremonisi için uğurlu bir gün saptayın. Baş rahip: (Yanında taşıdığı astroloji haritasına bakarak) Efendim, yarın çok uğurlu bir gündür, sayın ekselansları. Kral: Bakan Annadorai, gerekli ayarlamaları yapın, lütfen. Bakan: Tabii ki Majesteleri! Her şey gayet güzel olacak hiç merak etmeyin. Tüm tapınak çiçeklerle donatılacak. Lambalar yakılacak. Ben tapınağın açılacağını bütün Tanjore’ye haber vereceğim. Hiç endişe etmeyin efendim. Ben gerekli tüm ayarlamaları yapacağım. 4.Sahne: (Şehrin ana büyük meydanı) (İki davulcu davul çalmaktadırlar. Halk yavaş yavaş toplanır) 1.davulcu: Dikkat, dikkat. Herkes beni dinlesin. Büyük tapınağın yarın açılma töreni vardır. Herkes bu uğurlu serenomi için orada bulunsun. (Bu şekilde yürüyüp giderler ve başka yerlerde davul çalmaya devam ederler) 53 2.davulcu: (daha ilerlere giderek) Tanjore Halkı! Beni dinleyin Büyük Tapınak yarın açılıyor. Herkes açılış törenine katılsın! (Davulcular yürüyüp sahneden çıkarlar) 5.Sahne: (Rüya sahnesi)(Kral o gece rüyasında Shiva’yı görür.) Shiva: Ey kral uyan. Yarın büyük tapınak açılacak ve ben çok mutluyum. Bu tapınak, yaşlı kadın Alagi sayesinde inşa oldu! Kral: (Kâbus görmüş gibi uyanıp ayağa fırlar) Ey büyük Tanrım! Sen bana ne söylüyorsun? (Odanın içinde yürümeye başlayarak) Bu tapınak yaşlı kadın Alagi sayesinde mi inşa oldu? Bu tapınağı ben yapmadım mı? Bütün planını, parasını, işçilerini, her şeyi ben karşılamadım mı? Yaşlı bir kadınla ne ilgisi olabilir? Kral: Fakat bunu en yüce Ruh söylediğine göre bu doğru olmalı. Ben iyisi mi bunu ben bir araştırayım? (Kral ellerini çırpar ve iki hizmetkâr sahneye gelir) Hizmetçiler: Buyurun efendimiz! (Bir süre sonra bakan da içeriye girer) Kral: Bana şu Alagi isimli yaşlı kadını bulun bakalım! Onu hemen görmek istiyorum. Bakan: Yaşlı kadın Alagi mi? Kim bu bayan? Kral: Ben rüyamda Shiva’yı gördüm. Bakan: (şaşırmış vaziyette) Gerçekten mi? Siz kutsanmış bir insansınız efendim! Kral: Shiva bana yapılan bu büyük tapınağın Alagi’ye borçlu olduğunu söyledi. Bakanım söyle bana bu doğru mu? Bakan: Hiç endişelenmeyin efendim. Ben bu kadının kim olduğunu sorup öğreneceğim. (Bakan sabah ilk iş tapınağın çevresini dolaşarak herkese Alagi’yi sorar.) Bakan: Yaşlı kadın Alagi’yi tanıyor musun? 1.Yoldan geçen: Alagi mi? Hayır efendim. (Bakan 5 – 6 kişiye daha sorar, ama kimse kendisini tanımamaktadır. Tapınağın uzak köşesine doğru gider. İşçiler oturmuş dinlenmektedirler. Bakan gidip onlara da sorar.) Bakan: Yaşlı kadın Alagi’yi tanıyor musunuz? Subbu: Ah evet, bizim yaşlı nine Alagi. Evet, evet onu tanıyoruz. Muthiah: Bizim sütçü ninemiz. Bakan: Sütçü mü? Ne demek istiyorsunuz? Muthiah: Büyükanne bize her akşamüzeri soğuk süt getirirdi. Ramaswami: Evet, efendim. Bizler inşaat işçileriyiz. Bizler çalışırken bu büyükannemiz bizlere hep soğuk süt getirirdi. 54 Subbu: Bizim nine tapınağın inşaatının sonuna kadar bize hep süt getirmeye devam etti. Bakan: Bana onu nerede bulabileceğimizi söyler misiniz?(işçiler ona yolu gösterirler.) İşçiler: Büyükanne Alagi işte şu ilerideki kulübede yaşıyor. (Bakan tekrar kralın yanına gider) 6.Sahne: (Sarayda bakan gayet sevinçli bir şekilde kralın yanına gider) Kral: Evet bakan Annadorai. Çok heyecanlı görünüyorsun. Bu Alagi hakkında ne haberler getirdin bakalım? Bakan: Ey kralım! Bu kadın çok asil bir kadın! Çok iyi kalpli, sevecen ve çok nazik bir bayan! Tapınağın bütün inşaatı sırasında çok yüce bir görev yerine getirmiş. Akşamüzerleri çok sıcak saatlerde işçilere bedava soğuk süt dağıtmış. Kral: Gerçekten mi? Çok içten ve candan bir davranış! Onun bu küçük hizmeti Shiva’yı o kadar mutlu etmiş ki bu tapınağı Alagi tarafından inşa ettirildiğini söylüyor. Ben bu inanmış kadın ile tanışmalıyım. Bakan: tabi kralım. Sizi hemen onun evine götüreyim. 7.Sahne: (Tapınağın karşısında Alagi’nin evi) (Kral yanında bakanlar, rahipler olmak üzere Alagi’nin evine yaklaşır. Kral ellerini birbiri ile kavuşturarak eve doğru yaklaşır) Kral: Seni saygı ile selamlıyorum, Alagi Anne. Shiva senin yaptığın hizmetlerden çok mutlu olmuş. Senin karşılıksız, içten ve samimi bir şekilde işçilere yaptığın hizmetler yüzünden bu tapınağın senin O’na bir armağanı olduğunu söylüyor. Sevgili Anneciğim, lütfen bizi kutsar mısın? Alagi: Ey kralım! Ben yapabildiğim kadarı ile çok küçük bir hizmette bulundum. Haydi gelin hep beraber Shiva’ya dua edelim ve bizlere olan rahmeti için kendisine teşekkür edelim! -PERDE- 55 22- ANGULİMALA Karakterler: Angulimala - yol kesen haydut Sharavasti kralı Buddha 1.Sahne: (Shambo ve Dinu Kaka adında iki köylü eşyalarını taşıyarak hızlı bir şekilde ilerlemektedirler. Ormanın sonunu geçerek kentin dış mahallerine yaklaşmaktadırlar) Shambo: Haydi Dinu Kaka! Biraz daha hızlı yürüyelim. Hava kararmak üzere! Dinu Kaka: Hey Shambo, bu ne acele! Merak etme köye zamanında varırız. Shambo: Kaka, ben şu haydut Angulimala’dan korkuyorum. Dinu Kaka: Angulimala mı? Kim bu Angulimala? Shambo: Bu adam yol kesiyor. Geçen yolcuları durduruyor, onların mallarını ve paralarını alıyor ve sonra da onları öldürüyor. Dinu Kaka: Ne diyorsun? Gerçekten mi? Shambo: Yalnızca o da değil Kaka. Ayrıca korkunç bir alışkanlığı daha var. Yollarını kestiği insanların serçe parmaklarının ucunu keserek onlardan kendisine kolye yapıyor. O kolyeyi de sürekli olarak boynunda taşıyor. Dinu Kaka: Aman Allahım! Ne kadar kötü! Haydi haydi yürü hızlanalım biz. 2.Sahne: (Ormanın içinde beklemektedir.) karanlık çökmüştür. Angulimala sabırsızca gelip geçen birisini Angulimala: Ya uzun süreden beri buradan kimse geçmedi. Artık şu kolyeme bir iki parmak daha taksam diyorum! (O sırada Angulimala uzaktan giderek yaklaşmakta olan bir rahip görür. Bu rahip de Buddha’dan başkası değildir) Angulimala: Hey sen! Dur orada! (Bunun üzerine rahip koşmaya başlar. Angulimala da ondan daha hızlı bir şekilde onu kovalamaya başlar) Angulimala: Hey sen rahip! Koşmayı kes! Sana dur diyorum. Beni duymuyor musun? Buddha: (arkasını dönerek) Evet duyuyorum sevgili oğlum! Angulimala: Sana deminden beri dur diyorum. Hala koşmaya devam ediyorsun! Buddha: Ben yerimden kıpırdamıyorum. Sen koşuyorsun! 56 Angulimala: Seni ahmak rahip, sen benim kim olduğumu biliyor musun? Buddha: Sevgili oğlum, neden bu kadar yüksek sesle bağırıyorsun? Sen hiç de rahat gözükmüyorsun. Senin zihninde huzuru yakalaman gerekiyor. Angulimala: Oğlum mu? Sen bana oğlum demeye mi cesaret ediyorsun? Ha ha! Ben Angulimala’yım. Ben en büyük haydutum. Benim senin nasihatlerine ihtiyacım yok. Buddha: Peki o zaman benden ne istiyorsun? Angulimala: Ben senin serçe parmağının ucunu istiyorum. Buddha: İstediğin bu mu gerçekten? Al istersen bütün parmaklarım senin olsun! (Böyle diyerek Buddha ellerini ileriye doğru uzatır) Angulimala: Seni akılsız rahip. Bana bütün parmaklarını vererek kurtulabileceğini mi sanıyorsun? Ben senin yaşamını da alacağım. Buddha: Sevgili oğlum, sen benim serçe parmaklarımı istedin. Onları alabilirsin. Eğer hayatımı istiyorsan onu da alabilirsin. Eğer benim hayatım sana zihin huzuru ve mutluluk verecekse sana seve seve hayatımı veririm. Her şey senin mutluluğun için sevgili oğlum! Angulimala: (Kendi kendine düşünür) Bu ne kadar sevecen ve huzurlu bir adam böyle! Ben onu öldürmekle tehdit ettim, ama o bana karşı sevgi duyuyor ve benim iyiliğimi istiyor. (Angulimala’nın kalbi erimiş ve gözlerinden akan yaşlarla Buddha’nın ayaklarına kapanmıştı) Angulimala: (Ağlayarak) Sevgili Efendim! Lütfen beni affedin! Ben bundan sonra hiç kimseyi öldürmeyeceğim. Ey saygıdeğer rahip! Ben çok sayıda günah işledim. Ben insanların mallarını yağmaladım ve insanları öldürdüm. Fakat sizin sevginizi ve yaydığınız huzur dolu neşeyi gördükten sonra artık ben de değişmek istiyorum. Lütfen beni affedin! Beni öğrenciniz olarak kabul eder misiniz? (Buddha Angulimala’yı yerden kaldırır ve onu beraberinde tapınağa götürür) 3.Sahne: (Tapınakta Kral Buddha’nın kutsamalarını almak üzere gelmiştir) Buddha: Sevgili kralım! Buraya hangi nedenle geldiniz? Yoksa önemli bir şey mi var? Kral: Evet çok haklısın. Şehrin dış mahallelerinde tehlikeli bir haydut olan Angulimala kol gezmektedir. O, yolcuların mallarını yağmalıyor ve karşı gelen insanları öldürüyor. Uzun zamandan beri onu yakalamaya çalışıyoruz. Fakat askerlerim Angulimala’yı tuzağa düşürmeyi başaramadı. Ben bugün buraya onu yakalayabilmek için senin dualarını almaya geldim. Ben Angulimala’yı kendi ellerimle yakalayacağım. Onu öldüreceğim ve bu baş belasını ortadan kaldıracağım. Ey saygıdeğer efendim! Lütfen beni kutsa da başarılı olabileyim! 57 Buddha: Ey kralım! Angulimala haydutluğa ve yol kesmeye son verirse ne yapacaksın, peki? Yaptığı şiddet dolu eylemlere son verirse ve bir münzevi hayatı yaşamaya karar verirse ne yapacaksın? Kral: Sevgili Efendim! O zaman ben onu selamlarım ve onu kutlarım! Ancak ben onun hırsızlığa ve yol kesmeye son vereceğini hiç sanmıyorum. Ben Angulimala’nın haydutluktan vazgeçerek bir münzevi yaşantı sürdüreceğini hiç sanmıyorum. Bu mucizelerin de mucizesi olur herhalde! Buddha. O zaman sayın kralım. İşte şurada Angulimala’yı görebilirsin. Şu anda ağaçları suluyor. Haydutluktan tamamen vazgeçti ve şimdi bir rahip gibi yaşıyor. Kral: Gerçekten mi? Aman Allahım, bu Angulimala! Gözlerime inanamıyorum. Nasıl oldu bu? Bunu siz mi başardınız? Ben onu yakalamayı ve cezalandırmayı planlıyordum. Tüm gücümle onu enselemeye çalışıyordum. Ey güzel efendim, siz küçük parmağınızı bile kaldırmadan bunu başardınız. Onu sevginizle ve merhametinizle dönüştürmeye muaffak oldunuz. Sevgili üstadım, siz bizim kurtarıcımızsınız. Siz çok yaşayın inşallah! Siz çok merhametli ve sevecensiniz. (Böyle diyerek kral Buddha’nın ayaklarına kapanır) -PERDE- 58 23- İNANÇ MUCİZELER YARATIR Sahne Arkası Sesi: Bizim kendi kendimize inanmamız gerekir. Tanrı bizim içimizde ikamet etmektedir ve bizim Tanrı’ya kesin bir inancımızın olması gerekir. O bize çok yakındır ve biz de O’nun için çok değerliyiz. Biz içtenlikle, tam bir bağlılıkla ve teslimiyetle O’na seslenmeliyiz. Karakterler: Maria - orta yaşlı hasta ve dul bir kadın John - Maria’nın oğlu. 12 yaşında Doktor Thomas - kalbi sevgi ile dolu meşhur bir doktor George - bir hasta 1.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Dispanserin iç kısmı. Doktor Thomas iç kısımdaki muayenesinde hastaları muayene etmektedir. Doktora gözükmek için sıra bekleyen çok sayıda hasta vardır. O sırada John içeri girer. John: Ben Doktor Thomas’ı görmek istiyorum. Benim annem çok hasta. Buraya gelebilecek durumda değil. Sevgili amcalarım ve teyzelerim, doktoru hemen görebilmem için yardım eder misiniz? (Hastalar ona acırlar. Bir hasta olan George söz alarak konuşur) George: Gel sevgili oğlum. Bundan sonraki sıra benimdi, ama ben sıramı sana veriyorum. İçeriye gir ve doktora kendisinden ne istediğini söyle. Dr.Thomas çok iyi ve yardımsever bir insandır. (O sırada doktorun odasından bir hasta dışarıya çıkar ve George John’a içeri girmesini söyler.) Dr.Thomas: Evet sevgili oğlum! Senin için ne yapabilirim? John: Doktor bey, benim annem dul bir kadındır ve çok hasta bir durumdadır. Sürekli olarak Allah’a dua etmekte ve tüm zamanını böyle geçirmektedir. Çok fakir bir aileyiz. Bize yardım edebilecek bir akrabamız veya yakınımız da maalesef yok. Ben sizden annemi muayene etmeniz için rica etmeye geldim. Şu anda sizin yardımınıza çok ihtiyacım var. Lütfen benimle bizim eve gelir misiniz? En fazla yirmi dakikada gidip geri dönebilirsiniz. Dr.Thomas: Peki sevgili oğlum. Ben hastalarımdan 20 dakika kadar beklemelerini rica edeceğim. Haydi beraber gidelim! (Doktor John’u arabasına bindirir ve yola çıkarlar) 2.Sahne: John: Doktor bey, işte burası bizim evimiz. Annem içeride ve sizi bekliyor. Lütfen gidip onu muayene eder misiniz? Benim annem için almam gereken bazı şeyler var. Ben siz çıkmadan yetişirim. Tanrı sizi korusun! 59 (Dr.Thomas içeri girer, Maria hasta bir şekilde yatakta yatmaktadır) Dr.Thomas: Sevgili kızkardeşim, ben Doktor Thomas’ım. Oğlunuz gelip beni çağırdı. Durumunuzun ciddi olduğunu ve acilen gelmem gerektiğini söyledi. Maria: (Gözyaşlarına hâkim olmaya çalışarak) Evet sevgili oğlum. Bu çocuk nasıl bir elbise giyiyordu? Dr.Thomas: Yatağınızın başucunda duran askıdaki üniformanın aynısını giyiyordu. Ne oldu ki? Maria: Sevgili doktor, siz benim oğlumu değil, yüce varlığın ta kendisini görmüşsünüz. Dr.Thomas: Anlayamadım efendim, ne demek istiyorsunuz? Maria: Efendim, benim oğlum uzun yıllar önce bir trafik kazasında öldü. Ben onu hatırlamak için onun okul formasını başucumda asılı tutuyorum. Ben yapayalnızım. Benim Allah’tan başka hiç kimsem yok. Ben gece gündüz O’na sesleniyorum. Çok acı çektiğim için O size geldi ve bana yardım etmeniz için sizi bana getirdi. Sevgili Allahım, Sen nelere kadirsin! Teşekkür ederim sevgili Allahım! Dr.Thomas: Fakat…Fakat sizin oğlunuz sizin için bir şeyler almaya gitti. Bana geri döneceğini söylemişti. (Doktor kapıyı açar, ama John’dan haber yoktur) Doğru söylüyorsunuz. Ortadan kaybolmuş. Ben size ilaçlarınızı vereyim. Ateşiniz düştü. Sevgili kız kardeşim, Tanrı bana sizin oğlunuzun şeklinde göründü. Siz çok kutsanmış bir insansınız. Sizin Tanrı’ya olan inancınız bir mucize yarattı. Bugünden itibaren lütfen beni oğlunuz yerine koyun! İşte burada benim kartvizitimi sunuyorum. Beni ne zaman isterseniz arayın. Ben hemen koşup yanınıza gelirim. Size ilaçlarınızı getiririm, size yiyecek içecek ve ne gerekiyorsa getiririm. Lütfen benim yardımımı kabul edin. Ben bir doktor olarak hastalarımın içinde her zaman İlahi Varlığı görüyorum. Ama bugün sizin oğlunuz şeklinde Yüce Varlığı gördüm, onunla konuştum. Maria: Teşekkür ederim Doktor Bey. -PERDE- 60 24- SORULAR Giriş: Bir zamanlar çok inançlı ve hayırsever bir kral baş yardımcısı ve bakanı Satyavrata ile beraber ülkesini çok güzel bir şekilde yönetiyordu. Kral öldüğünde tahta oğlu çıktı. 1.Sahne: (Sarayın Kabul Salonu: Yeni kral olan oğul ile ülkenin başbakanı beraber konuşuyorlar) Kral: Satyavrata, sana ve babama olan saygımdan ötürü bugüne kadar senin Tanrı ve O’nun Rahmeti hakkında konuşmalarına tahammül ettim. Söylediklerinizi ne anlıyor ne de kabul ediyordum. Bunların batıl inanç olduğuna inanıyordum. Ben artık şimdi kral koltuğunda oturduğuma göre benim senin bu anlattıklarına ikna olmam gerekiyor. Sana şu üç soruyu cevaplaman için 41 gün süre veriyorum. Soru 1: Tanrı kimdir? 2- Tanrı nerededir? Ve 3- Tanrı ne yapar? Eğer bu üç soruyu cevaplayabilirsen sana inanır ve seninle beraber olurum. Fakat eğer beni ikna edemezsen o zaman krallığı kendi bildiğim gibi maneviyattan uzak bir şekilde yönetirim. (Aradan bir müddet geçtikten sonra) Sahne 2: Bakan: (kendi kendine) Bugün kralın verdiği sürede 40.cı gün oldu. Yarın bu genç kralı ikna etmek zorundayım. Sevgili Tanrım, ben ne yapacağım? Lütfen bana yardım et! Aşçı: Efendim bu sarayda geçirdiğim 35 yıl içinde sizi hiç bu kadar mutsuz görmemiştim. Size nasıl yardım edebilirim acaba? Bakan: Hiç kimse bir başkasının fikrini değiştiremez ve onu ikna edemez. Bu Hakikat’tir. Bunu ancak ve ancak Tanrı gerçekleştirebilir. Biliyorum. Ama nasıl? Ben Tanrının bunu nasıl gerçekleştireceğini görmek için sabırsızlanıyorum. Sahne 3: Sarayda Kabul Salonu 41.gün gelip çatmıştır. Tüm saray halkı meraklı bir şekilde verilecek cevapları beklemektedir. Ansızın yaşlı bir bilge Salondan içeri girer. Bilge: Çok yaşa sevgili kralım! Ben görevi verdiğiniz başbakanınızın adına üç sorunun cevabını vermek üzere bulunuyorum. O bir yönetici olduğu için beni bir bilgin olarak size sorduğunuz manevi sorularınızın cevabını vermek üzere gönderdi. Kral: Pekâlâ, bana söyle bakalım Tanrı kimdir? 61 Bilge: Ben size sadık bir kulum ve siz de benim kralımsınız. Siz bana emir verebilirsiniz, ama ben siz bana tabi olmadıkça ve beni öğretmeniniz olarak kabul etmedikçe size hiçbir şey öğretemem. Kral: Saygıdeğer Bilge, benim koltuğuma oturun ve beni bir öğrenciniz olarak görün lütfen! Bilge: (Kralın tahtına oturduktan sonra) Şimdi bana birinci sorunuzu sorabilirsiniz. Kral: Tanrı kimdir? Bilge: Bana siyah bir inek ve bir kap içinde o inekten sağılmış süt getirin lütfen! Kral: Tabi hocam! Bilge: (Getirilen süt dolu kabı eline alarak) Saygıdeğer Beyefendi, bu beyaz sütü görüyor musunuz? Kral: Evet görüyorum hocam. Bilge: İnek hangi renkte bana söyler misin? Kral: Siyah renkte hocam! Bilge: İnek süt verebilmek için ne yiyor? Kral: Yeşil renkte ot yiyor hocam. Kral: Peki o yeşil ot siyah ineğin içinde nasıl beyaz süte dönüşüyor? Kral: Bilmiyorum hocam. Bilge: Siyah bir ineğin içinde yeşil renkteki otu beyaz renkteki süte dönüştüren güç Tanrı’nın ta kendisidir. Bilge: Bana şimdi de bir tepsi içinde bir kibrit ve bir mum getirin. Bilge: (Getirilen mumu yakarak) Şu ana kadar karanlıkta idik. Şimdi bana bu alevin yaydığı ışığın nerede olduğunu söyler misiniz? Kral: Işık her yana yayılmıştır hocam. Bilge: İşte Tanrı da aynı bu mumun ışığı gibi her yere yayılmıştır. Kral: Peki o zaman Tanrı ne iş yapmaktadır? Bilge: Bunu açıklamak çok kolaydır. (Bu sırada bakan içeriye girer ve herkesin dikkati ona yönelir) Bilge: Siz birinci ve ikinci soruları anladıysanız o zaman üçüncü sorunuz olan ‘Tanrı ne iş yapmaktadır?’ sorusunu sormanız anlamsızdır. Bu yaradılışta meydana gelen her şeyi Tanrı yapmaktadır. Kral: Bunu anlayamadım hocam. Bilge: Saygıdeğer Beyefendi, işte sen burada karşımda oturuyorsun. Başını döndürüp içeriye biraz önce girmiş olan birinci bakanının yüzündeki şaşkınlık ifadesine bakar mısın? Kral koltuğunda eski bir aşçı olan ben oturuyorum ve kralın kendisi de eski aşçının karşısında yerde oturuyor. İşte istediği şekilde kralı hizmetkâr, hizmetkârı da kral yapan Tanrı’nın ta kendisidir. Tanrı işte bunu yapar. 62 Bilge: (bakana dönerek) Saygıdeğer Efendim, Tanrı’nın Rahmeti sayesinde ben kralı sorduğu üç soruyu cevaplamış vaziyetteyim. Bakan: Allah’a Şükürler Olsun! Yüce Varlık Hakikat’tir, En Yüce Bilgeliktir ve En Yüce Huzur’dur. -PERDE- 63 25- APTALLIK VE KİBİR DOLU İNSAN Karakterler: Jawahar Laalu Bansi Hakim 6 rahip Malik 1. Sahne: (Kumar oynanan bir yerde insanlar gruplar halinde oturmakta ve oyun oynamaktadır. Dört kişi içlerinde Jawahar olduğu halde bir masada kumar oynamaktadırlar. Jawahar zengin bir tüccardır ve Sonagrah şehrinde yaşamaktadır) Laalu: Sevgili Jawahar bu sefer de yine ben kazanacağım. Bence sen iyisi baştan mağlubiyeti kabul et. Ha! Ha! Ha! Jawahar: Laalu dün maalesef şansım çok kötüydü. Ama bugün ben kazanacağım, merak etme! Bugün kaybettiğim bütün paraları geri kazanacağım. Bansi: Unut bunu Jawahar. Sürekli bunu söyleyip duruyorsun. Fakat sen zengin bir insansın. Kumar oynamak senin için yalnızca bir vakit geçirme yolu. (Jawahar gururlu bir şekilde başı ile onaylar) Jawahar: İşte kralların kralı Rua bana geldi. Ha! Ha! Gel bakalım Laalu bugün kaybedeceksin. Laalu: (yüksek sesle gülerek) Kusura bakma Jawahar! Ben kazandım. İşte bu gördüklerin astır ve senin Rua’larını geçerler. Yaşasın, ben yine kazandım. Bansi: Jawahar! Bana bin rupee(lira) borcun var. (Jawahar üzgün bir şekilde cüzdanından parayı çıkartıp verir ve evine döner) 2.Sahne: (Jawahar’ın evi Jawahar dolabını açar ve kendi kendine şöyle der) Jawahar: Yarın mutlaka ben kazanmalıyım. Bütün kaybettiğim paraları geri kazanmalıyım. Evet, yarın kesin olarak daha büyük bir rakamla kumar oynamalıyım. (Para almak için dolabın içindeki kutuyu açar ama kutuda hiç para kalmamıştır) Jawahar: Ne! Hiç para kalmamış! İşte şimdi her şey bitti! Ben ne yapacağım? (Jawahar oturup ağlamaya başlar) 64 Jawahar: Para olmazsa hayat neye yarar? Benimle şimdi kim ilgilenir ki? Hayır, ben böyle bir hayat sürdüremem. Artık yaşamamın bir anlamı yok. Ben ölmeliyim. Kendimi aç bırakarak öleceğim. (Jawahar böyle diyerek uykuya dalar. O gece Jawahar rüyasında tuhaf bir rüya görür. Rüyasında sarı renkte bir kaftan giyen bir rahibin yatak odası penceresinin önünde durduğunu görür) Rahip: Jawahar uyan hadi, uyan! (Jawahar uykuda iken gördüğü rüyada uykudan uyanır) Rahip: Benden her ne istersen isteyebilirsin? Sana istediğin her şeyi verebilirim? Jawahar: Ey saygıdeğer rahip, benim şu zavallı halimi görmüyor musun? Tüm paramı kaybettim. Tek bir kuruşum bile kalmadı. Jawahar: Tüm paramı geri kazanmak benim tek dileğim. Bana büyükçe bir parça altın verebilir misin? Rahip: Büyükçe bir parça altın mı? Tek istediğin bu öyle mi? Pekâlâ şimdi eline bir sopa al ve benim başıma şiddetli bir şekilde vur. Jawahar: Gerçekten mi? Sen aklını mı kaçırdın? Rahip: Benim dediğimi yap ve bak bakalım ne olacak. (Jawahar bir sopa alır ve rahibin kafasına vurur. Rahip bir anda ortadan kaybolur ve kaybolduğu yerde şimdi kocaman bir bir altın külçesi bulunmaktadır)(Sabah olur ve rahip uykusundan uyanır) Jawahar: Ne kadar tuhaf bir rüya idi böyle! (Esneyerek) keşke bu tür rüyalar gerçek olsa! (O sırada Jawahar yatak odası penceresinin önünde yerde büyük bir külçe altın görür) Jawahar: Bu ne böyle! Bir külçe altın! Şuna bir dokunayım bakayım. Evet, gerçekten de öyle, bu altından kocaman bir külçe. (O sırada berberi Malik odaya girer) Malik: (şaşırmış vaziyette) Jawahar bu altın külçeyi nerden buldun? Jawahar: Sevgili Malik, beni dinle! Ben dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda penceremin önüne bir rahip geldi ve kendisinden ne istersem bana vereceğini söyledi. Ben de ona bütün paramı kumarda kaybettiğimi ve eğer verebilirse bana bir altın külçe vermesini söyledim. O da bunun üzerine bir sopa ile onun başına vurmamı söyledi. Ben de vurdum. Ve malik ister inan ister inanma bir sihir oldu. Rahip kayboldu ve onun yerinde bir külçe altın duruyordu. Fakat Malik bana söz ver ve bundan hiç kimseye bahsetme! Benim bu altını çaldığımı düşünebilirler. Malik: Gerçekten inanılmaz! Sen çok şanslı bir adamsın Jawahar! Merak etme, ben hiç kimseye bundan bahsetmem. 65 3.Sahne: (Malik’in evi. Gece olmuştur ve Malik yatağa gitmek üzeredir) Malik: Sevgili Allahım! Lütfen benim de Jawahar’ın gördüğü rüya gibi bir rüya görmemi sağla! Ben de bir altın külçe istiyorum. O günden bu yana kaç gece geçti, ama ben hiç rüya görmedim. Bir şeyler yapmam lazım! (Malik bir müddet düşünür ve bir plan yapar) Malik: Ben o altın külçeyi istiyorum ve sanırım o altını nasıl elde edebileceğimi biliyorum. (Böyle diyerek Malik uykuya dalar. Ertesi sabah erkenden kalkıp hemen en yakındaki monastıra gider) 4.Sahne: (Manastır(Tapınak): Manastırda 6 tane rahip vardır) Malik: Sayın rahipler! Benim adım Malik. Ben bir berberim. Ben artık bu dünyadan bıkmış durumdayım. Ben dünyadaki tüm zevklerden vaz geçerek sizin gibi rahip olmak istiyorum. Beni kabul eder misiniz? Rahipler: Sizi buraya seve seve kabul ederiz. Ama neden evinizi terk etmek istiyorsunuz? Ne zaman manastıra gelmeyi düşünüyorsunuz? Malik: Ben hemen gelmeyi düşünüyorum. Fakat şöyle bir problem var. Ben buraya gelmeden önce tüm mal varlığımı dağıtmak istiyorum. Fakat paramı yabancı kişilere vermek istemiyorum. Bu parayı siz dördünüz arasında paylaştırsam kabul eder misiniz? Rahipler: Bizler rahibiz. Dünyanın tüm nimetlerinden el etek çekmişiz. Bu yüzden herhangi bir maddi eşya kabul edemeyiz. Malik: Hiç merak etmeyin! Ben hiç kimseye bundan bahsetmeyeceğim. Yarın sabah erkenden benim evime gelin. Ben parayı siz dördünüzün arasında pay edeceğim. Başka hiç kimse bilmeyecek. (6 rahipten dördü parayı almaya niyetli idi. Diğer iki rahip teklifi her halükarda reddediyordu. 4 rahip diğer ikisinden ayrılarak Malik’in yanına geldiler ve şöyle sordular) Dört rahip: Malik, sen parayı biz dördümüz arasında bölebilirsin. Biz sabah erkenden senin evine geleceğiz. Malik: Çok güzel! Ben çok memnun oldum. 5.Sahne: (Malik’in evi) 66 Rahiplerden dördü sabah erken saatlerde Malik’in evine doğru sessizce sokulurlar. Malik kapının arkasında elinde bir sopa ile pusuda beklemektedir. Malik: (kendi kendine) Jawahar bir rahibin kafasına vurdu ve bir altın külçesi kazandı. Ben bugün dört rahibe vurarak dört tane altın külçe kazanacağım. Vay canına ben bugün çok zengin olacağım. (Her rahip içeriye girdikçe Malik elindeki sopa ile onların kafalarına vurur. Ancak eyvahlar olsun ki yere baktığında feci şekilde yaralanarak ölmüş dört rahip görür. Bu sırada içeriye diğer dört rahibi sessizce takip eden ve onlara bir ders vermek isteyen diğer iki rahip girerler. Arkadaşlarının cansız bedenlerini görünce de dehşete kapılırlar) İki rahip: Aman Allahım! Sen ne yaptın böyle? Onları öldürdün. Katil! Katil! (Bu şekilde bağırarak rahipler sokağa fırladılar) 6.Sahne: Mahkeme Salonu Hâkim: Evet Malik, sen işlediğin suçu itiraf ettin. Bu dört rahibi öldürdüğünü kabul ediyorsun öyle değil mi? Malik: Ben onları öldürmek istememiştim efendim. Ben onların başlarına vurduğum anda onların altın külçelere dönüşeceklerini düşünmüştüm. Bu yüzden onlara vurdum. (Mahkeme salonunda seyirciler arasında oturan diğer iki rahip şöyle bağırdılar): Yalancı, sen onları kasten öldürdün. Hâkim: (iki rahibe doğru dönerek) Sakin olun. Malik bize ne demek istediğini açıklar mısın? Malik: Tabi efendim. Ben size bunu kanıtlayabilirim. Lütfen Jawahar’ı mahkemeye tanık olarak çağırın. O size kendi rüyasını anlatacak olursa durumu anlayacaksınız. Jawahar, hemen mahkemeye çağrılır. Hakim: Jawahar, sen rahip ve altın külçesi ile ilgili ne gibi bir rüya gördün? Jawahar: (korkarak) Sayın efendim, birkaç gün önce rüyamda bir rahip gördüm. Bana sopa ile kendisinin kafasına vurmamı söyledi. Ona vurduğum anda onun yerinde büyükçe bir altın külçe duruyordu. Ertesi sabah ben penceremin önünde gerçekten bir altın külçe buldum. Fakat efendim ben her ne yaptı isem rüyamda yaptım. Ben bundan sorumlu tutulabilir miyim? Hakim: Malik, sen büyük bir günah işledin. İşlediğin bu cinayetler yüzünden yarın sabah erken saatlerde asılarak idam edileceksin. (İki polis gelir ve Malik’i kolundan tutarak götürürler) Malik: (yüksek sesle bağırarak) Beni affet sevgili Tanrım! Lütfen beni asmayın! 67 (Malik Mahkeme Salonundan dışarıya sürüklenerek çıkartılır. Mahkeme Başkanı yani Hâkim salondaki izleyicilere şöyle seslenir) Hâkim: İnsan böyle açgözlü olmamalıdır. Eğer bu dört rahip böyle açgözlü olmasalardı ölmeyeceklerdi. Bir rahip olarak ettikleri yemine sadık olmalılardı. Eğer para kazanmak istiyorsanız bunun için çok çalışmalı ve gayret etmelisiniz. Erdemli şekilde kazanılmış olan para bizimle kalır. Kolay ve yanlış şekilde kazanılmış para insana mutluluk getirmez. Bu yüzden açgözlü olmamalısınız. Çok çalışın ve hak ederek kazanılmış paranızın keyfini çıkartın. -PERDE- 68 26- JİTENDRİYA Karakterler: Jitendriya Prenses Kraliçe Kral Bilge Bilgenin öğrencisi Sarayın kapıcısı Sahne Arkası Sesi: Yaşamakta olduğumuz bu hayat bir su kabarcığı gibidir ve bu bedenin diğer bedenlerle herhangi bir akraba ilişkisi olduğunu sakın zannetmeyin. Anne yoktur, baba yoktur, kardeş ve karı koca yoktur. Bu beden beş elementten meydana gelmiştir ve er geç günün birinde yok olacaktır. Bu aldatıcı dünyaya kanmayın. Her varlığın içinde var olan Hakikat’e, yani İlahi Öz’e inanın. Bu bir skeç tarzı tiyatro oyunudur ve bize duyularımızı kontrol etmemizin ve herhangi bir şeye bağlı olmamız gerektiğinin önemini prens Jitendriya’nın yaşamını örnek göstererek hatırlatmaktadır. 1.Sahne: (Bir İnziva Yeri- Bazı öğrenciler dışarıda dolaşmakta ve çiçek toplamaktadırlar. Prens sahnede içeriye girer. Diğer öğrencileri selamlar) Prens: Saygıdeğer ve kutsal insanlar! Ben çok susadım, bana biraz su verir misiniz? Öğrenci: Efendim sizin isminiz nedir? Nereden geliyorsunuz? Prens: Benim adım Prens Jitendriya. Ben Jitendriya memleketinden geliyorum. Öğrenci: (şaşırmış vaziyette) Sen Jitendriya’sın öyle mi? Lüks bir yaşantı sürdüren bir prenssin. Biz seni bizim öğretmenimiz olan bilgeye götüreceğiz. Lütfen bizimle gelin. (İnziva yerine giderek büyük bilgenin yanına girerler. Prens hemen bilgenin ayaklarına kapanır) Bilge: Ey Prens Jitendriya! Seni tanıdığıma çok memnun oldum. Sizin babanızın adı nedir acaba? Prens: Kral Jitendriya’dır. Bilge: Bu nasıl olabilir? Nasıl olur da her ikinizin de ismi aynı olabilir? Prens. Saygıdeğer Efendim, bizim ülkemizde herkes bir Jitendriya’dır. Bilge: (kendi kendine) Bu nasıl doğru olabilir? Bu çocuk herhalde bilmediği bir konuda konuşuyor. Biz bilgeler bile tam anlamı ile Jitendriya sayılmayız. Jitendriya’lar mükemmel bir 69 şekilde duyularını kontrol edebilirler. (Jitendriya= duyularını tamamen kontrol edebilen kişi demektir) (Yüksek sesle) Sayın prens, kıyafetinizi benimki ile değiştirebilir misiniz? Prens: Memnuniyetle, siz ne derseniz onu yapmaya hazırım. Biliyorsunuz ben bir Jitendriya’yım ve her türlü eşyadan ayrılabilirim. 2.Sahne: Kralın Sarayı: Sarayın giriş kapısının önüne elinde prensin kıyafetlerini taşıyan bilge gelir. Elbisenin üzerinde kan vardır. Giriş Kapısı Muhafızı: Ne istiyorsun? Nereden geliyorsun? Neden ağlıyorsun böyle? Bilge: (ağlayarak) Sizin prensiniz bizim ormana geldi ve büyük bir canavar hayvan tarafından öldürüldü. Ben haberi vermek ve prensin kanlı kıyafetlerini Majestelerine göstermek için getirdim. Giriş Kapısı Muhafızı: (yüzünde en ufak bir üzüntü izi olmadan) Siz bu sebeple mi buraya geldiniz? Ölüm son derece doğal bir şeydir. Bunun için niye ağlıyorsunuz ki? Sizi kralıma doğru götüreyim. (Arka perde yukarıya doğru kaldırılır ve kral tahtında otururken gösterilir. Kral bilgeyi selamlar) Kral: Saygıdeğer Efendim, sizi buralara hangi rüzgâr sürükledi acaba? Bilge: (kanlı elbiseyi göstererek) Ey kralım, prens artık yaşamıyor. Kral: (gülümseyerek) Peki ne yapalım yani? Ne o benim oğlum, ne de ben onun babasıyım. Bizler geceyi bir ağacın üzerinde geçirmek üzere şans eseri yan yana gelmiş olan kuşlar gibiyizdir. Bu yaşam ağacında bizler kısa süre kalmak için gelmişizdir. Oğlumun kuşu ise şimdi uçup gitmiş öyle mi? Ne var bunda? Bilge: (kendi kendine) Bu kral oğlunu hiç sevmiyor, ben iyisi mi çocuğun annesine gideyim. 3.Sahne: (Kraliçe koltukta oturmaktadır. İçeriye bilge girer ve kraliçe onu selamlar) Bilge: Sevgili kız kardeşim. Bu üzücü haberi size nasıl verebileceğimi bilmiyorum. Sizin sevgili oğlunuz maalesef öldürüldü. Bir daha evine dönemeyecek. Kraliçe: Öyle mi? Peki siz neden bu kadar üzgün gözüküyorsunuz? Meydana gelmiş olan şeyi anlayabiliyorum. Bütün bireyler kader yolculuğundaki hac yolcuları gibidirler. Bizler bu yaşam yolculuğunda kendi kaderlerini ve doğru davranışı arayan hac yolcularıyız. Bu handa kısa bir süre kalacağız. Herkes bir gün birer birer bu handan ayrılacaklar ve kendi yollarına gidecekler. Aslında baba, anne ve çocuk ilişkisi yoktur. Bu akrabalık ilişkileri yalnızca bu dünyaya aittir. 70 Bilge kendi kendine şöyle düşünür: Bu duyduklarım nedir böyle? Haydi gidip şu prensin karısını da bir imtihan edeyim bakalım. Belki o tepki verebilir. Bilge: Peki prensesi buraya çağırabilir misiniz acaba? Kraliçe: (hizmetçiyi çağırır) Git ve prensesi buraya çağır! (Hizmetçi hemen koşup prensesi çağırmaya gider. Prenses gelir ve huzura çıkar. Bilgeyi selamlar) Bilge: (acı acı ağlayarak) Sevgili kızım, senin kocan maalesef hayatını kaybetti. Onun öldürülüşünü kendi gözlerimle gördüm. Ben size bu kanlı elbiseleri getirdim. Prenses: (gülümseyerek) Sevgili hocam, ölümün bugün veya yarın geleceği kesindir. O herkesin başına gelecektir. Lütfen şu hikâyeyi dinleyin. Ormanda nehrin kenarında bir ağaç var. Bu ağacın bir dalı kırılır ve nehre düşerek sürüklenmeye başlar. Başka bir ağacın da bir dalı aynı şekilde kırılarak suya düşer. Her iki dal da bir müddet nehrin içinde ayrı ayrı sürüklendikten sonra bir süre boyunca yan yana gelirler. Şimdi artık beraberce nehrin içinde akmaya başlamışlardır. Ancak bir müddet daha böyle beraber aktıktan sonra tekrar ayrılırlar ve her ikisi de kendi yoluna gider. Benim kocam ve ben de işte aynı bu iki dal parçasına benzemekteyiz. Yaşam adı verilen bu nehirde yollarımız ayrıldı. Birleşme de, ayrılma da kaçınılmaz olaylardır. Bilge: Ben bu ülkede herkesin bir Jitendriya(duyularını tamamen kontrol edebilen kişi) olduğunu görüyorum ve buna çok şaşırdığımı söylemeliyim. Tanrı’nın Rahmeti her zaman bu ülke halkının üzerine olsun! 4.Sahne: (İnziva Yeri- Prens bir münzevi kişi kıyafeti ile ortaya gelir) Prens: Acaba sayın bilge nereye gitti biliyor musunuz? (Bilge sahneye gelir) Bilge: (yürek parçalayıcı şekilde ağlayarak) Sevgili prens! Ben sizin krallığınıza gittim. Ama maalesef size felaket haberleri getirdim. Düşmanlar krallığınızı ele geçirmişler ve kralı öldürmüşler. Kraliçe ve prenses de maalesef esir alınarak onların haremlerine götürülmüş. Prens: (sakin bir şekilde) Öyle mi sayın bilge! Lütfen şu şekilde düşünelim. Kral kimdir? Kraliçe kimdir? Prenses kimdir? O kimliklerin hiçbirisinin İlahi Öz ile bir alakası yoktur. Tek kral Tanrı’nın ta kendisidir. Bizim bu yaşamda yapmamız gereken tek şey iyi davranışlarda bulunmak ve kurtuluşa ulaşmaya gayret etmektir. Bilge: Sevgili Jitendriya, ben seni ve krallığını kutsuyorum. Sizler bize en güzel yol olan bağlılıktan uzak olma yolunu örneklerle gösterdiniz. Bu yol hepimizi Tanrı’yı idrak etmemize götüren yoldur. -PERDE71 27- NE SÖYLÜYORSAN ONU UYGULA Karakterler: Bilge(küçük yaşta) Bilgenin annesi 8 yaşında bir çocuk Bilgenin babası Bilgenin öğretmeni Babanın arkadaşı Bir dilenci ve bir rahip 1.Sahne: (İyi giyimli bir bayan, yani bilgenin annesi bir kitap okumakta ve okuduklarını bir grup kadına anlatmaktadır) Anne: Gördüğünüz gibi ev hanımlarının yalnızca kapılarına gelen muhtaç insanlara sadaka vermek gibi bir mecburiyetleri vardır. Zengin olanlara ve tembel olanlara vermemeliyiz, kendi başlarının çaresine bakamayacak olanlara vermeliyiz. (Konuşma sona erer ve kadınlar kendi evlerine dağılırlar ve anne oğlu yalnız bırakırlar. Bu sırada kapı çalar ve kapıya gelen bir kör dilenci sadaka istemektedir. Annenin cevabı hiç de iyiliksever ve sevecen değildir) Anne: Defol! Hemen evimi terk et! Yürü git başka yerlerde dilencilik yap! (Bundan biraz sonra temiz ve iyi giyimli bir rahip elinde bakırdan yapılma bir dilenci kabı ve çok süslü bir tambur/tef/küçük davul ile kapıya gelir. Anne rahibi çok iyi karşılar) Anne: Hoş geldiniz efendim, hoş geldiniz saygıdeğer rahip. Bu güzel sabahta acaba kendinizi nasıl hissediyorsunuz? İyi misiniz? Benim bu alçakgönüllü ev sahipliğimi kabul buyurun lütfen! Lütfen size verdiğim bu az miktar pirinci ve az miktarda parayı kabul buyurunuz. (Anne, kapıya gelen rahibin ayaklarına kapanır) Anne: “Lütfen beni ve ailemi kutsar mısınız? Beni kutsayın saygıdeğer rahip, beni kutsayın! (Küçük bilge tereddütle annesine ve rahibe doğru bakar. Rahip oradan ayrılır ve yoluna gider) Küçük Bilge. Anne, daha beş dakika önce arkadaşlarına zayıf ve fakir olanlara hayırseverlik yapılabileceğini, kuvvetli ve zengin olanlara da yapılmaması gerektiğini söylemedin mi? Sen daha biraz önce fakir bir dilenciyi kovdun ve hali vakti yerinde olan bir din adamını ödüllendirdin? 72 Anne: Senin bu kabalığına çok gücendim sevgili oğlum. İnsanların gerçekten de ağızlarından çıkan kelimeler gibi yaşadıklarını mı zannediyorsun? Haydi sen babana git! (Anne küçük yaştaki bilgeyi babasının yanına götürür. Orada baba muhasebecisi iş yapmaktadır. Babası küçük oğluna bazı tavsiyelerde bulunur) Baba: Sevgili oğlum, senin eğitimin çok önemli! Sen derslerine çalışmalı ve sınıfını geçmek için gayret etmelisin. (O sırada kapı açılır ve babanın konuşması yarım kalır. İçeriye 8 yaşlarında ilkokul öğrencisi bir çocuk girer ve bilgenin babasına doğru bakar) Küçük çocuk: Efendim ben okul ücretimi ödeyemiyorum. Yalnızca bir kuruşa ihtiyacım var. Eğer bu parayı ödemezsem sınıfımı geçemeyeceğin ve okula devam edemeyeceğim. (Babası cüzdanını çıkararak çocuğa boş cüzdanını gösterir) Baba. Bak hiç param yok. Sana verebileceğim hiçbir şey yok maalesef. (Çocuk odadan çıkar ve babanın şirketinden gelen bazı hesap uzmanları odaya gelirler. Hesap yapan adamlardan bir tanesi elinde bir liste tutmaktadır) Muhasebeci: Efendim, verilecek yemek daveti için gerekli malzemelerin listesi burada. Bu yemek yakında işe başlayacak memur adına veriliyor. Yemek için bağış yapacak paranız var mı? Baba: Tabii ki, işte burada 20 liram var sana vereyim. Yeni gelen arkadaşı memnun etmeliyiz. Her şey yolunda olsun, eksik bir şey kalmasın. (Baba gidip dolabın çekmecesinden 20 lira alarak muhasebecilere verir. Muhasebeciler odayı terk ederek giderler. Bizim küçük bilge gördüklerinden hiç hoşlanmamıştır.) Küçük bilge: Baba, sen küçük çocuğa yalan söyledin, sen bana yalan söyledin. Çok paran olduğu halde çocuğa bir kuruşun bile olmadığını söyledin. Bana da derslerime çok çalışıp sınıfı geçmem gerektiğiniz söyledin. Eğer öyleyse neden çocuğa sınıfı geçmesi için gereken bir kuruşu vermedin? Baba: Sus oğlum! Sen ne bilirsin ki? Sen bana karışamazsın ve benim hareketlerimi yargılayamazsın. Sen daha çok küçüksün ve bu meseleleri anlayamazsın. İnsanın davranışları sözlerini takip edip onlarla uyumlu mu olmak zorundadır? Hadi canım sen de! Haydi, haydi sen okuluna git, hiç gecikme! 2.Sahne: (Okulda sınıfta ders yapılmaktadır. Bizim küçük bilge derse girer. Öğretmen öğrencilere ertesi gün okula müfettiş geleceğini heyecanlı bir şekilde anlatmaktadır.) Öğretmen: Sevgili öğrenciler, yarın okulumuzu denetlemek üzere bir müfettiş gelecek. Sizler hepiniz akıllı ve uslu davranmalı, temiz olmalısınız. Hiçbirinizden saçma bir davranış istemiyorum. Elinizden gelenin en iyisini yaparak sorulacak sorulara en güzel şekilde 73 cevaplar verin. Onu gördüğünüzde ona gülümseyin. Bir şey daha var ve bu çok çok önemli. Müfettiş sınıfa girdiği zaman sizlere soru sorabilir. Ama ben sorabileceği bir tek sorudan ötürü endişeleniyorum. Mesela, şöyle sorsa, “Kaç ders yaptığınızı sorarsa ona şimdiye kadar yalnızca 23 ders yaptığımızı sakın söylemeyin. Ona 32 ders yaptığımızı söyleyin. Çünkü ben size 24’ten 32.’ye kadar konuları sonra öğreteceğim. 32.ders asla yalan söylemeyen bir kral ile ilgili bir hikâyedir. Şimdi dersimize dönelim ki yarın saat dörtte sorulabilecek sorulara doğru cevaplar verebilin. Bu 32.dersin daha sınıfta işlenmediğini bir tek kişi bile ağzından kaçırmasın. Bilge: Efendim, siz bize yalan söylemeyen kral hikâyesi ile yalan söylememeyi öğütlüyorsunuz, ondan sonra da müfettişe yalan söylememizi öğütlüyorsunuz. Bu yaptığınız kendi öğrettiğiniz şeye uymuyor. Hakikat’e bağlı olan kralı niye kendimize örnek almıyoruz? Öğretmen: Oğlum, evladım. Senin daha öğrenmen gereken çok şey var. Sen tavsiyeyi veren kişinin o tavsiyeye her zaman uyması gerektiğini mi söylüyorsun? Senin biraz daha beklemen lazım! Biraz daha büyüdüğünde daha akıllanacaksın ve anlayacaksın. (Bilge kendi kendine konuşur) Bilge: Her yerde ikiyüzlülük ve her yerde yalan dolan! 3.Sahne: Bilgenin evi. Okul saati gelmiştir. Fakat bilge odasından dışarıya çıkmamıştır. Annesi onu çağırır. Bilgenin Annesi: Haydi oğlum. Okula geç kalacaksın. Hemen gitmen lazım! (Bilge kayıtsız bir şekilde annesine bakar ve okula gitmek istemez. Daha çantasını bile hazırlamamıştır.) Bilge: Ben gitmiyorum. Artık okumayacağım. Okul, zaman kaybından başka bir şey değil benim için. Her nereye gidersem gideyim, hatta okulda bile insanlar hep ikiyüzlülük yapıyorlar, sürekli yalan söylüyorlar. (Bilgenin anne ve babası şok olmuşlardır. Baba oradan geçmekte olan bir öğrenciye bağırır.) Baba: Çabuk bana oğlumun öğretmenini çağır, çabuk! (Öğretmen acele ile eve gelir) Bilge: (Hepsine birden) Siz hepiniz bu konuda suçlusunuz. Siz bir şeyler söylüyorsunuz ve bir şeyler öğretiyorsunuz, bazı şeyleri açıklıyorsunuz, olması gerekeni söylüyorsunuz, ama iş bunları uygulamaya gelince bunların tersini yapıyorsunuz. Eğer bütün bunların adı eğitim ve öğretim ise ben böyle eğitim ve öğretim istemiyorum. 74 (Anne, baba ve öğretmen bilge çocuğun karşısında afallayıp kaldılar. Bir şey söyleyemeden yutkundular. Başlarını bilgenin sözlerini onaylar şekilde salladılar) Baba: Sevgili oğlum, sen bizim gözlerimizi açtın. Bu günden sonra sevgili oğlum, biz daima Hakikat’i konuşacağız ve her ne konuştuk isek ise uygulayacağız. Düşüncelerimiz, sözlerimiz ve davranışlarımız her zaman birbirleri ile uyumlu olacak! -PERDE- 75 28- HAYVANLARIN DÜNYA KONFERANSI 1.Sahne. Dünyadaki tüm orman hayvanları İnsan hakkında bir konferans düzenleyerek onun yaptığı haksızlıkları ve zulümleri tartışmak istemişlerdi. Ormanda geniş bir alanda bir araya geldiler. Aslan toplantı başkanı olarak seçildi. Her bir hayvanı konuşma yapmak ve fikrini söylemek üzere kürsüye çağırdı. Aslan: Hepinize günaydınlar ve güzel sabahlar! Düzenlediğimiz bu Birinci Dünya Hayvanlar Konferansına hepiniz hoş geldiniz. Bugün burada dünyadaki tüm büyük küçük ormanlardan gelen ziyaretçilerimiz ve delegelerimiz bulunmaktadır. Afrika’dan, Asya’dan ve Avrupa ormanlarından gelen ziyaretçilerimiz buraya hoş geldiniz. Biz burada hoşgörülü ve anlayışlı hayvanlar olarak insanın iddialarını tartışmaya geldik. İnsan bu yaradılışın en tepesinde olduğunu iddia ediyor ve bizlere efendilik yapmak istiyor. Dünya üzerindeki tüm hayvanların kralı olduğunu iddia ediyor. Bugün burada biz insanın bu iddialarına karşı görüşlerinizi dinlemek üzere toplanmış bulunuyoruz. Lütfen herkes kendi fikrini söylesin. İlk konuşmacı olarak Bengal Kaplanını kürsüye davet ediyorum. Kaplan: (mikrofona gelir ve başkanı selamlar) Dünyanı neresinden olursa olsun buraya gelen ve gelmeyen bütün hayvanların gözünde insan büyük bir utanç kaynağı teşkil etmektedir. İnsan her türlü zararlı şeyleri birbiri ile karıştırarak içki, sigara, uyuşturucu, esrar gibi ölümcül zehirler kullanmakta ve bunları da keyifle yapmaktadır. Ayrıca bir de kendisinin bu su katılmadık aptallığından gurur duymaktadır. Aslan: Teşekkür ederiz kaplan, sanırım önemli bir noktaya temas ettin. Şimdi sırayı Amerika’dan gelen aygıra/ata veriyorum. At: İnsan çok alçak, adi, rezil, aşağılık, iğrenç ve hasis bir varlıktır. O atları ve köpekleri sivri aletlerle dürterek ve kırbaçlarla kamçılayarak ölesiye koşmaya zorluyor. O, zavallı hayvanları birbirleri ile vahşi, ahlaksız ve utanmaz bir şekilde dövüştürüyor ve bir de bunun üzerinden kumar oynuyor. İnsan hayvanlar alemi için çok kötü bir örnek teşkil ediyor. Aslan: Teşekkürler at arkadaş. Ben şimdi Burma’dan gelen file konuşma sırası vermek istiyorum. Fil: İnsan denilen bu hayvan karaktere sahip değil maalesef. Kendi hem cinslerini kandırıyor ve tüm zamanını, enerjisini ve kaynaklarını kendi erkek ve kız kardeşlerini yok edecek silahların yapımında kullanıyor. Tüm dünyayı yok edecek atom bombasını bile geliştirdi. Defalarca bu silahı dünyanın üzerinde ve okyanuslarda patlattı. Dünyayı mahvedecek olursa kendisinin de bu dünya üzerinde yaşamayacağının bile farkında değil. Kendi bindiği dalı kesiyor. Fakat bu aptal ve açgözlü insan maalesef işte kendi aklını kaybetmiş gibi davranıyor. Gözleri var ama görmüyor; kulakları var ama duymuyor. Aslan: teşekkür ederim fil arkadaş. Şimdi de Tundra bölgesinden gelen tilki insan hakkında birkaç söz söyleyecek. Tilki: Biz hayvanların çiftleşmek için bir sezonumuz yani belirli bir zamanımız vardır. Fakat bu ahlaksız insanın, ben söylemeye utanıyorum, çiftleşmek için ne belli bir dönemi ne de 76 herhangi bir sebebi var. O bütün engelleri ve sınırlamaları aşmış vaziyette yalnızca kendi arzularının peşinden gidiyor ve hiçbir kural v.s. dinlemiyor. Onun kendi kendisine ait kanunları var, ama maalesef bunlar biz hayvanlar için felaket anlamına geliyor. Aslan: Teşekkürler, çok güzel konuştunuz. Ve şimdi söz sırası Amerikan Gorilinde! Goril: Biz maymunlar için hareketli, yerinde duramayan, kıpırdak, aptal, hiperaktif ve sığ beyinli gibi tabirler kullanırlar. Fakat insanın şu maymun zihnine bir bakar mısınız? Ne kadar korkunç! İnsanın zihni aynı bir maymun gibi daldan dala atlıyor. Hatta insanın zihni normal bir maymunun bile değil, ancak kendi gururunun ve egosunun sarhoşluğu içinde ve ayrıca da kıskançlık ve açgözlülük akrebi tarafından sokulmuş olan bir maymunun davranışları ile karşılaştırılabilir. Böyle bir maymunun nasıl davranışlar içinde olabileceğini siz gözünüzün önüne getirin lütfen. Aslan: Burada çok önemli bir noktaya değindiniz goril arkadaş. Ben şimdi bir sonraki konuşmacıyı davet ediyorum. Sahra çöllerinden gelen deve arkadaş konuşacak. Deve: Biz develer sıcaktan kavrulan çöllerde kaktüsleri ve çalıları yiyerek yaşarız. Biz insana yardım ederiz ve çölleri aşmasını sağlarız. Onun çölleri geçebilmesi için gerekirse günlerce su içmeden sürekli olarak yürürüz. Fakat şu insan kendisi su ve yiyeceği olduğu halde sürekli olarak şehvet, para hırsı, açgözlülük ve kıskançlık dikenlerinden yiyor ve için için kanıyor. Onun zihni susuzluğunu gidermek için Tanrı’ya olan susuzluğu pahasına bakışını dünyevi susuzluklara çeviriyor. Ben eminim ki insanın iyiliği için çırpınan biz develer insan denilen bu canavardan çok daha üstün varlıklarız. Aslan: Teşekkürler, bay deve. Ben şimdi de huzurlarınıza günün son konuşmacısı olarak Avusturalya zürafayı çağırıyorum. Zürafa: İnsan bu dünya üzerinde toprağı, suyu ve havayı kirletti ve bir de bununla, yani teknolojik gelişimle gurur duyuyor. Ormanları yok etti ve onun içinde yaşayan canlıları, örneğin benim gibi hayvanların yaşamlarını olumsuz etkiledi. Bir kısmının nesli yok oldu. Zaten eninde sonunda olacak olan da o, biz tüm hayvanların nesli tükenecek ve dünya üzerinden yok olacağız. Tabii bunun sonunda o kendi kendisini de yok edecek. Öyle davranıyor ki ne kendi iyiliğini ve geleceğini ne de diğer canlı varlıkların iyiliklerini ve geleceklerini düşünüyor. O zaman nasıl oluyor da bu yaradılışın en üstün varlığı ve diğer hayvanların kralı olarak nitelendirilebiliyor? Biz hayvanlar insandan çok daha iyiyiz. Biz bir sonraki yiyeceğimizi nasıl ve nereden bulabileceğimizi bilmiyoruz. Bizim kendimizden emin olduğumuz ve rahatça dinlenebileceğimiz kalıcı bir yerimiz yok. Bedenlerimizi örtmek için derimiz dışında kullanabileceğimiz kumaş parçaları yok. İnsan bütün bunların hepsine sahip, hatta bunlardan başka üstün duyulara, akla ve zekâya sahip. Ama işte kendisi ve diğer canlı varlıklar için işi vardırdığı noktaya bakar mısınız? Biz hayvanlardan en aşağıda olanımız bile bu insan denilen canavara göre Tanrı’nın çok daha fazla sevilen çocuğudur. Aslan: Teşekkür ederim, tüm nazik ve hoşgörülü hayvanlar. Şimdi ben konferansta konuşulan konuların kısa bir özetini yapmak ve bu konferanstan çıkabilecek sonuçları toparlamak istiyorum. Ben insanı eleştiren bu genel eğilime tamamen katılıyorum. Onun üstünlük iddiasına katılmadığınızı dile getirdiniz. Fakat ben bütün insanları aynı kaba 77 koymak istemiyorum. Bazı insanlar var ki içlerinde acımasız bir tabiata sahipler, bunlar hayvanlardan çok daha kötüdürler. Fakat bazı insanlar vardır ki içlerindeki bu hayvansal, bu kaba, bu gaddar ve zalim eğilimleri yenmiş ve onların üzerine çıkmışlardır. Bu insanlar bunu muhakeme/sezgi/idrak/anlayış niteliklerini, ayırt etme güçlerini, her canlının İlahi ve kutsal olduğunu anlayarak ona karşı hissettikleri İlahi sevgi ile ve tabi bağımlılıktan kurtulabilme güçlerini kullanarak başarmışlardır. Bu sayede de gayet tabi başta biz hayvanların olmak üzere tüm insanların ve tüm yaradılışın en üstünde yer almışlardır. Fakat zalim insanlar bizlerden bizden herhangi bir hoşgörü beklememelidirler. Onlar bu dünya üzerinde yaşayan en aşağı hayvandan bile çok daha aşağıdadırlar. -PERDE- 78 29- KRAL SATHYAVRATHA Sahne Arkası Sesi: Eski zamanlarda yaşayan çok ünlü ve Tanrı’ya tüm kalbi ile bağlı Kral Harischandra Hakikat’e her ne olursa olsun, her ne pahasına olursa olsun bağlı kalmıştır. Bu oyunda sembolik olarak gösterildiği üzere Kral Sathyavratha da aynı Harischandra gibi asil ve büyük niteliklerini, Hakikat’e olan sevgisini ve başkalarına olan merhamet hislerini tüm dünyaya göstermiş ve örnek olmuştur. Kral çok defalar ispat ettiği gibi Doğru Davranış uğruna kraliyet hazinesini fakir ve ihtiyacı olan vatandaşları için kullanmış ve hazineyi boşaltmıştır. Her zaman ve her yerde açık seçik söylendiği gibi, ‘Her kim ki Doğru Davranışı korur, Doğru Davranışın kendisi de o kişiyi korur ve eninde sonunda o kişi her şeyden galibiyetle ayrılır. Bu özdeyiş Kral Sathyavratha’nın yaşamı örneğinde tam anlamı ile ispat edilmiştir. 1.Sahne: (Sözcü/Tellak yüksek sesle bağırır): Yaşaın Sayın Majesteleri Kral Sathyavratha, yaşasın kralımız. Tellak: Duyduk duymadık demeyin hey ahali herkes beni dinlesin. Kralımızın bildirisini herkes dinlesin. Yüce kral Sathyavratha şu şekilde halka ilan edilmesini istedi: “Halkımız arasında açlığı ve fakirliği ortadan kaldırmak ve küçük esnafımızın ve tüccarımızın üzerindeki ağır yükü hafifletmek yarından itibaren pazarda malını satamadığı için ailece acı çeken ve aç kalan herkes bana gelsin. Ben kral olarak bu tüccarlara yardımcı olabilmek amacı ile onların mallarını satın alacağım. Bu sayede tüccarlar rahat bir nefes almış olacaklar. Bu hüküm yarından itibaren uygulanacaktır.” Çok Yaşa Sayın Kralımız. 2.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Bir gün oyuncak ve süs eşyaları alıp satan fakir bir köylü krala başvurarak elindeki eşyaları satamadığını beyan eder. Kral da vermiş olduğu sözü tutabilmek için yanındaki memurlara emir vererek adamın mallarının satın alınmasını söyler. Köylü: Sevgili Büyük Kralım, ben buraya yardımını istemeye geldim. Ben yaşlı ve fakir bir adamım. Burada gördüklerin benim alıp sattığım mallardır. Sen ilan ettiğin için bu malları satın alman için sana getirdim. Kral: (bakanına dönerek) Sayın bakanım! Lütfen bu köylü arkadaşla ilgilenip mallara ne kadar istediğine bakar mısın? Kendisi ile pazarlık yapıver ve mağduriyetini gidermeye çalışalım olur mu? (Bakan köylüye doğru yaklaşır, onunla fiyatı pazarlık eder ve sonunda cebinden bir miktar para çıkartarak adama öder) 79 (Yaşlı Adam çok memnun olmuş vaziyette kralın önünde yerlere yatar ve teşekkürlerini sunarak Kabul Salonundan dışarıya çıkar) (Kralın bakanı yaşlı ve bilge bir kişidir. Krala tavsiyelerde bulunarak bu tür davranışların kralın başına dertler açabileceğini söyler ve onu ikaz eder. Kralın bu uygulamasından haksız bir şekilde faydalanmak ve rahat bir hayat yaşamak isteyen fırsatçıların çıkabileceğini söyler. Kral da problem çıkabileceğinin farkındadır, fakat halka karşı verdiği sözden dönmek düşüncesinde değildir. Ayrıca fakir ve muhtaç olan insanlara yardımcı olabilmek adına yaptığı çağırıyı geri almayı planlamamaktadır) Bakan: Sevgili Kralım! Size söylemek istediğimiz bazı şeyler var. Bizi cezalandıracağınız korkusuna kapılmadan, yalnızca siz kralımızın iyiliğini düşündüğümüz konuyu size açıklamamıza izin verir misiniz? Kral: Sayın Bakanım, ben her zaman her şeyi sabırla dinlerim, bu endişe niye? Konuş bakalım! Bakan: Sevgili Kralım, Köylü ile ilgilenme şeklinizi ve ona yardım etme şeklinizi büyük takdirle karşılıyorum. Ben de ülkemizdeki muhtaç ve fakir durumda olan insanlara çok acıyorum. Fakat insanlara ilan yolu ile açıkladığınız şeyler hem çok tehlikelidir ve hem de istismara/yanlış kullanıma çok açık olan şeylerdir. Sizin bu merhametli ve cömert teklifinizden haksız şekilde yararlanmak isteyen ve kendini akıllı zanneden ve tilki gibi açıkgöz olan kişiler ortaya çıkacaklardır. İnsanlar geçinebilmek için çalışacakları ve gayret edecekleri yerde bunu bir fırsat olarak kullanarak kolay para kazanmak isteyeceklerdir. Kral: Sayın Bakanım, ben de senin söylediklerine tamamen katılıyorum. Halka yardım edebilmek amacı ile başlattığımız bu projenin problemlere yol açabileceğini görüyorum. Fakat ben ülkemde her ne sebeple olursa olsun hiç kimsenin açlıktan ölmesini istemiyorum, buna izin veremem. Bu bağlamda halka bunun için söz verdim ve sonuçları her ne olursa olsun bu sözümü geri çekemem. (İlerleyen günlerde bakanın da öngördüğü üzere insanlar kralın bu çağrısından ve cömertliğinden haksız yere faydalandılar. Krallığın hazinesi giderek azaldı ve sonunda tamamen boşaldı) (Sabahın erken saatlerinde yani ’aşıklar’ saatinde kral ayağa kalkar ve abdestini almak üzere nehre gider) 3.Sahne: Sathyavrata ellerini açarak sabah duasını yapmak üzereyken yakınındaki bir gölge dikkatini çekti. Arkasını dönerek bakınca parlak bir ışık saçan çok güzel ve genç bir kızın şehrin ana kapısından dışarıya çıkmakta olduğunu gördü. Kral: (Kıza yaklaşarak) Lütfen bana kim olduğunuzu söyler misiniz? Sizin gibi genç bir kız böyle erken saatte neden benim krallığımın başşehrini terk eder acaba? Genç Kız: Sayın kralım, yoksa beni tanımadınız mı? Ben uzun zamandan beri sizin krallığınızda ikamet etmekteyim. Ben Servet Tanrıçası’yım. Uzun zamandan beri sizin 80 krallığınızda olduğum için bir değişiklik yapmak istedim. Ben tabiatım itibarı ile bir yerde uzun süre kalamam. Ayrıca siz sarayın içine eşyalar satın alıp toplayarak bana saygısızlık yaptınız. Kral: (Başını öne eğerek biraz düşündü ve sonra yine başını kaldırarak) Eğer gitmek istiyorsan gidebilirsin. Ben ne senin yoluna çıkarım, ne de gitmene itiraz ederim. (Genç kız yürüyüp gider ve uzaklaşır. O sırada şehrin kapısından çıkmakta olan başka bir ışık parıltısı görülür) Kral: Selamlar olsun sayın bayan! Siz kimsiniz ve böyle erken saatte nereye gidiyorsunuz? Sizin vazifeniz nedir? 2. Genç Kız: Ben Hayırseverlik ve Merhamet Tanrıçası’yım. Beni tanımadınız mı? Servet Tanrıçası burayı terk ettiğine göre ben nasıl burada kalabilirim? Buraya niçin kalmaya devam edeceğim ki? Servet olmadan hayırseverlik olur mu? Kral: Haklısınız efendim. Pekâlâ, siz de gidebilirsiniz. Ben sizin yolunuza çıkmayacağım. (2. Genç Kız da yürüyüp uzaklaşır ve kral şehre doğru yürürken 3. Güzel kızı şehri terk ederken görür.) Kral: Güzel Kız, sen kimsin ve neden böyle acele ile şehri terk ediyorsun? 3.Genç Kız: Ben İyilik Tanrıçası’yım. Sosyal davranışlardaki iyilikleri temsil ederim. Zenginlik, cömertlik ve hayırseverlik olmadan inşalar arasında iyi davranışlar nasıl gerçekleşebilir ki? (Kral yalnızca başını sallar ve İyilik Tanrıçasının da uzaklaşmasını seyreder) (Kısa süre sonra kral elbisesine benzer kıyafet giymiş benzer bir kişi yani ‘Şan ve Şöhret’ de kapıdan çıkarken görülür. Kral ona yaklaştığında şöyle açıklar) Şöhret: Diğer üçü buradan gittiğine göre ben nasıl burada kalabilirim? Ben Şan ve Şöhretim. Zenginlik, hayırseverlik ve mutlu bir sosyal yaşam yoksa Şöhret de orada yaşayamaz. Sayın kralım, ben de gidiyorum. Kral: Haklısın, ben sana da karşı çıkmayacağım. (Bu arada çok büyük bir parıltı ile parlayan bir kişi sarayın çıkış kapısına gelir) Kral: Saygıdeğer Bayan! Sizin parıltınız benim gözlerimi kamaştırıyor. Lütfen bana kim olduğunuzu söyler misiniz? Neden benim krallığımı terk ediyorsunuz? 5.Genç Kız: Ben Hakikat’im. (Bunun üzerine kral alt üst olur. Hemen genç kıza yalvarmaya başlar) Kral: Saygıdeğer Bayan, lütfen geri dönün. Benim krallığımı terk etmeyin. Eyvahlar olsun, eğer Hakikat benin krallığımı terk edecek olursa başımıza çok kötü şeyler gelir. Ben size 81 yalvarıyorum, lütfen benim halkımı ve krallığımı terk etmeyin. Sizin kaybınız ülkemizde tamir edilemez bir hasar bırakacaktır. Siz giderseniz artık yaşam bizim hepimiz için yaşanmaya değer olmayacaktır. Hakikat. Ey kral, senin sözlerin büyük bir samimiyet içeriyor. Ben bu sözlerden çok etkilendim. Benim burada olmamdan ötürü senin çok mutlu ve memnun olduğunu görüyorum. Eğer böyle söylüyorsan ben seni yüz üstü bırakmayacağım. (Bu arada kral Hakikat’in ayaklarına kapanmıştır ve Hakikat de konuşurken kralın omuzlarına dokunmaktadır) (Bunları söyledikten sonra Hakikat arkasını döner ve krallığa geri gider) Şöhret: Ben ancak Hakikat’in olduğu yerde yaşayabilirim, o yüzden ben de geri dönüyorum. (Bu sırada Hayırseverlik ve Servet Tanrıçaları da krallığa geri dönerler ve krallık tekrar gelişir ve refaha kavuşur. Diğer tüm Tanrıçalar da krala dönerek şu beyanda bulunurlar) Hepsi beraber: Sayın kralım, Hakikat sizinle birlikte kalmaya karar verdiği için bizler hepimiz geri geldik, çünkü bizler onlar olmadan yaşayamayız. Yaşasın Kral Sathyavratha! -PERDE- 82 30- İYİ NASİHATA KULAK VERİN Karakterler: Boodhoo - Dokumacı, Bansi Boodhoo’nun eşi Peri Boodhoo’nun arkadaşı 4-5 köylü 1.Sahne: Boodhoo kulübesinin dışında durmakta ve ahşaptan yapılma dokuma tezgâhında kumaş dokumaktadır. Öğle saati olmuştur ve içeriye yemek yemeye girer. Yere oturur ve karısının yemek getirmesini bekler. Karısı ocağın başında yemeği pişirmektedir. Boodhoo: Bansi, ne zaman bana yemek vereceksin? Ben çok acıktım. Lütfen biraz acele et. Akşama kadar elimdeki işi bitirmem lazım. Bansi: Bana emir vermeyi kes. Sen kendin zaten aptal ve elleri yavaş bir dokumacısın. Bir sariyi dokuman kaç gün sürüyor? Bana acele etmemi söyleyeceğine neden sen kendin biraz hızlanmıyorsun? Boodhoo: Neden böyle sürekli olarak söyleniyorsun, mızmızlanıyorsun ve şikâyet ediyorsun? Benim yalnızca iki elim var ve olabildiğim kadar hızlı çalışıyorum. Senin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar eve para getiriyorum. Bana dırdır edip başımın etini yemeyi kes ve insana biraz rahat ver! (O sırada kulübenin dışında büyük bir gürültü duyarlar. Dışarıya fırladıklarında ağacın kocaman bir dalının dokuma tezgâhının üzerine düşmüş olduğunu ve tezgâhın kırılarak ortadan ikiye bölündüğünü görürler. Bansi: (yüksek sesle ağlayarak) Amanın! Amanın! Yetişin! Bizim dokuma tezgâhımız kırıldı. Şimdi ne yapacağız? Yenisini alacak paramız yok ki? Boodhoo: Tamam, tamam, her şey yolunda. Hiç merak etme. Ben gidip biraz odun toplayacağım ve yeni bir tane dokuma tezgâhı yapacağım, sen üzülme. Bansi: Ne, senin gibi bir aptal yeni bir dokuma tezgâhı mı yapacak? Hiç sanmıyorum. (Boodhoo elinde bir balta ile ormana gider. Bir pelesenk ağacının yanına gider ve onun dallarını kesmeye hazırlanır. Tam baltasını kaldırdığı anda birden bir peri meydana çıkar ve tatlı bir sesle kendisine seslenir) 2.Sahne: Peri: Lütfen yapmayın sevgili arkadaşım. Lütfen bu ağacı kesmeyiniz. Ben burada çocuklarımla beraber senelerce yaşadım. Burası bizim evimizdir. 83 Boodhoo: (şaşırmış vaziyette) Siz kimsiniz acaba? Ağaç Perisi: Ben bir periyim. Boodhoo: Faka tsevgili peri, ben ormana biraz odun kesmeye geldim. Yeni bir dokuma tezgahı yapmam gerekiyor. Yoksa benim karım bana çok kızar ve bağırır. Peri: Peki o zaman, benden herhangi bir şey dile, ben de onu yerine getireyim. Fakat bu ağacı kesme! Boodhoo: Bir dilek mi? Ne dilersem öyle mi? Vay canına. Ben eve gidip eşime bir sorayım. Ondan sonra buraya senin yanına gelir ve dileğimi söylerim olur mu? (Boodhoo eve gitmek üzere yola çıkar. Yolda bir arkadaşına rastlar. Bu arkadaşı çok iyi bir insandır ve her zaman iyi tavsiyelerde ve öğütlerde bulunmaktadır) Boodhoo: Merhaba arkadaşım! Bana bir peri tarafından bir dilekte bulunmam istendi. Ne dilekte bulunsam acaba? Arkadaşı: Bir peri ve ne dilerse dile, öyle mi? Sen ne kadar şanslısın! Neden güzel bir ev ve hayatın boyunca seni ve karını rahat yaşatmaya yetecek kadar bir para istemiyorsun? Boodhoo: Aaaa, bu çok iyi bir fikir! Fakat ben gidip karıma da danışmalıyım. Arkadaşı: Sakın öyle bir hata yapayım deme! Onun gibi bencil bir insana ne istediğini sorma kesinlikle! O senin başını derde sokacaktır. Fakat Boodhoo buna rağmen eve geri döner ve karısına sormaya karar verir. 3.Sahne: Boodhoo’nun evinin içinde. Boodhoo: Bansi, çabuk buraya gel lütfen! Bansi: Evet, ne istiyorsun?( O sırada mutfakta bulaşık yıkamaktadır) Boodhoo: Ben ormanda ağaç keserken bir peri ile karşılaştım. Neredeyse perinin içinde yaşadığı ağacı kesiyordum. Birden ortaya çıktı ve bana o ağacı kesmememi söyledi. Bunun karşılığında da bir dileğimizi yerine getirme sözü verdi. Söyle bana Bansi, ne isteyelim? Bansi: (bir yandan bulaşıkları yıkamaya devam eder) Birincisi elin bomboş gelmişsin, ikincisi saçma sapan konuşuyorsun. Neden o sevgili perine sana bir çift kol daha ve bir baş daha vermesini istemiyorsun, bu sayede belki daha hızlı çalışırsın? Ancak senin gibi aptallar perilere inanırlar ve onlardan bahsederler. Boodhoo: (kendi kendine düşünür) Evet karımın tavsiyesi kesinlikle arkadaşımın tavsiyesinden çok daha iyi gözüküyor. Çok sayıda insanın rahat evleri ve paraları var. Fakat ben bugüne kadar hiçbir yerde dört kolu ve dört eli, ayrıca da iki başı olan bir kişi görmedim. (Böyle diyerek tekrar ormana geri döner) 84 4.Sahne: (Orman) Boodhoo: (Mutlu bir şekilde seslenir) Ey sevgili peri lütfen benim dileğimi yerine getirir misin? Bana fazladan iki kol ve iki el daha ve ayrıca da bir baş daha verir misin? O zaman ben senin ağacını kesmem. Peri: Tamam sen nasıl istersen! (Peri eline sihirbaz değneğini alarak birkaç sihirli sözcük söyler. Abrakadabra! Abrakadabra! Senin için ekstra bir çift kol ve ekstra bir baş istiyorum. Hooop Boodhoo anında fazladan kollara ve fazladan bir başa sahip olur. Gayet mutlu olmuştur ve hemen eve doğru yola çıkar. Yolda herkes ona bakmaktadır) 5.Sahne: (Eve geri döner) Boodhoo: Bansi ben geldim. Artık dört elim ve iki başım var. Tam senin istediğin ve bana periden istememi söylediğin gibi! Şimdi mutlu musun? Bansi: (korku içinde geri çekilerek) Hi, Aman Allahım! Bu bir canavar! Sen tam bir canavara benzemişsin. Ben senin gibi bir mahlûkla nasıl yaşarım? (Bunları söyledikten sonra Bansi kulübeyi terk ederek kaçar gider. Bu arada evin dışında 45 köylü toplanmıştır.) 1.köylü: Ben demin dört elli ve iki başlı bir kötü ruh gördüm, dokumacının evine gidiyordu. 2.köylü: Bizim bu kötü ruhu öldürmemiz lazım, yoksa bize zarar verebilir. (Hepsi birden ellerine sopalar ve demir çubuklar alarak dokumacının evine giderler. Kapıyı çaldıklarında kapıyı Boodhoo açar.) Köylüler: İşte burada. Burada kötü bir ruh var, onu hemen öldürün. (Zavallı Boodhoo’ya vurarak onu öldürürler. O sırada Boodhoo’nun arkadaşı karışıklığı duyarak oraya gelir) Arkadaş: Eyvahlar olsun! Zavallı Bandoo! Keşke iyi tavsiyeyi dinleseydi. Kötü tavsiyeye kulak verdi ve bak bu onun sonu oldu. -PERDE- 85 31- ANNE VE BABA ÇOK KUTSALDIR Sahne Arkası Sesi: En büyük bilge ve karısı dağlarda birlikte yaşamaktadırlar. Başka bir bilge olan Narada da onların olduğu yere gelir. Narada: Sayın bilge, size selamlar getirdim. İkinize de selamlar olsun! Bilge: Sevgili Narada, benim evime gel! Seni bugün buraya ne getirdi? Narada: Beni affedin Efendim, ben şehirden size çok değerli bir meyva getirdim. Ben o meyveyi eşinize takdim edeceğim ve o meyveyi çok akıllı ve zeki olan bir değerli insana vermesini isteyeceğim. Benim tek dileğim budur. Bilgenin eşi: Peki öyle olsun, Narada. Ama bu en değerli insanı bulma işini benim kocamdan başkası yapamaz. (Başını öne eğerek ve ellerini birleştirerek kocasını selamlar) Bilge: Pekâlâ öyle olsun. Narada, sen tam zamanında geldin. Ben de benim bin adet müridim için bir lider arıyordum. Bu lider hem işinin ehli ve hem de son derece becerikli olmalı. Narada: Sevgili efendim, böyle bir liderde aradığınız özellikler nelerdir? Bilge: Bu müritlerin lideri büyük bir akla ve zekâya sahip olmalıdır. Çok merhametli ve hayırsever/yardımsever olmalıdır. Ayrıca çok iyi huylu, tatlı, sevecen ve sakin bir tabiatı olmalıdır. Herkesin gönlünü fethetmelidir ve herkes tarafından saygı görmelidir. Narada: Beni affedin Efendim. Ben bu bahsettiğiniz özelliklere sahip, herkesin sayıp büyük hürmet ettiği iki kişi tanıyorum. Bunlar sizin iki oğlunuzdur. Gajanana ve Subramanya’dır. Onlar sizin müritlerin lideri olabilmek için biçilmiş kaftandırlar. Bilge: Evet haklısın. Her ikisi de bu iş için değerli ve uygundur. Gerekli zekâya sahiptirler. Siz ne dersiniz sevgili eşim? Bilgenin Eşi: Sevgili Efendim, ben her hâlükârda Gajanana ve Subramanya ile gurur duyuyorum. Onlar bu dünya üzerinde herkesin takdirini kazanmışlardır. Bu yaşadığımız yerde çevremizde olan herkes o ikisi için bize her zaman övgülerini ve hayranlıklarını dile getirmişlerdir. Onların her ikisi de lider olmak üzere uygundurlar. Bilge: Haklısın sevgili eşim. Fakat ben içlerinden yalnızca birini seçebilirim. Onları imtihan etmekten ve bu imtihan sonucunda birisini seçmekten başka bir çaremiz yok. Bakalım hangisi kazanacak. Lütfen bana her ikisini de çağırır mısın? (Bilgenin eşi gider ve iki oğlu ile birlikte geri döner. Her iki oğul da içeriye girdiklerinde anne ve babalarını selamlarlar ve onların ayaklarına kapanarak saygı gösterisinde bulunurlar) Bilge: Oğlum Subramanya ve oğlum Gajanana bana doğru yaklaşın lütfen. Ben size bir görev vereceğim. Sizden elinizden gelenin en iyisini yapmanızı istiyorum. Bu görevi ilk 86 yerine getiren hem Narada’nın getirdiği meyveyi alacak ve hem de benim bin müridimin lideri olmaya hak kazanacak. Yapmanızı istediğim iş şöyle. Sizden Bhooloka tapınağının(Güney Hindistan’da Tamil Nadu’da Chimbaram şehrinde bulunan ünlü tapınak) etrafında üç kez dönmenizi ve geri gelmenizi istiyorum. Bu işi yapılabilecek en kısa sürede tamamlayacak olan yarışı kazanacaktır. Ben her ikinizi de kutsuyorum. Subramanya: (öne doğru eğilerek) Sevgili babacığım, bizim için ortaya koyduğun bu yarışma adil bir yarışmadır. Biz de bunu kazanmak için tüm gücümüz ile gayret edeceğiz. Ben bu yarışmada hızlı gidip gelebilmek için benim atımı kullanacağım. Bhooloka etrafında hızlıca üç tur attıktan sonra çabucak geri gelip yarışmayı kazanacağım. Lütfen benim için dua edin. (Böyle diyerek hemen atına atlar ve dörtnala yola çıkar) (Gajanana sahnede tek başına kalmıştır. Gajanana binek hayvanı olarak yalnızca bir eşeği olduğu halde hiç acele etmemektedir. Oturmuş kızartılmış tatlısını yemektedir. Bugün gören anne ve babası ona yaklaşırlar) Bilge: Gajanana oğlum sen niye burada oturuyorsun? Ağabeyinle yarışman gerekmiyor mu? Gajanana: Sevgili anne ve babacığım. Ben şimdi sizin etrafınızda üç kez döneceğim. (Ayağa kalkar ve anne babasının etrafında üç tur atar.) Ey sevgili anne ve babacığım, ben görevimi tamamladım. (Sonra da Narada’nın yanına gider) Gajanana: Sevgili Narada. Sen bilgesin ve tecrübeli bir insansın. Bir insan için en kutsal ve en çok saygı duyması gereken kendi anne ve babası değil midir? Onlar bize bir beden verdiler. Bu öyle bir beden ki içinde en Yüce Varlık ikamet etmektedir. Bu yüzden de kutsal metinlerde şu şekilde beyan edilmemiş midir, “Anne babana her ne pahasına olursa olsun saygı göster ve asla onların kalbini kırma!” Bizler bu sözleri yalnızca bir papağan gibi tekrarlamamalı fakat uygulamaya koymalıyız. Bu tartışılmaz bir Hakikat’tir ve bizler bu Hakikat’i yaşamımızda en önemli bir ibadet gibi uygulamalıyız. Narada: Ey Gajanana, senin bu zekân gerçekten eşsiz. Senin bu söylediklerin tamamen doğrudur. Bir insanın anne ve babası en yüksek derecede saygı ve hürmeti hak etmektedir. Sen gerçekten manevi açıdan çok üstün bir seviyedesin. Gajanana: (anne ve babasının yanına döner) Ben zihnimde tamamen siz olduğunuz halde üç kez etrafınızda dönerek görevimi tamamlamış bulunuyorum. Bilge: Sevgili Gajanana ayağa kalk lütfen. Ben senin söylediğin sözlerden ve yaptığın davranışlardan çok memnun ve bahtiyarım. Bizlere kalbindeki bilgeliğin ne kadar büyük olduğunu şüphe götürmeyecek şekilde ispatladın. Senin manevi bilgi seviyen gerçekten çok derin ve eşi benzeri olmayan seviyede imiş. Senin cesaretin, sağlam ve içten inancın, saf düşünce kabiliyetin ve gözü pek davranışların seni bir kahraman seviyesine yükseltmekte ve çok büyük yeteneklerle donatmaktadır. Sen bu davranışların ile size verdiğim görevi 87 büyük bir ayırt etme gücü ve öngörü/basiret ile tamamladın. Bu andan itibaren seni benim bin adet müridimin lideri ve başkanı olarak tayin ediyorum. Senin adın bundan sonra Ganapathy ve ya Ganesha olarak anılacaktır. Ve işte burada da vermeye söz verdiğim meyveyi sunuyorum. Herkes birden: Çok yaşa Ganesha! Yaşasın Ganapathy! (Bu sırada Subramanya da gelmiştir ve o da bu kutlamalara katılır) -PERDE- 88 32- HEMŞİRE TERESA’NIN VERDİĞİ MESAJ Giriş: Sahne Arkası Sesi: Ülkenin en büyük yöneticilerinden Başkan Nehru Yeni Delhi’de bir açılış sırasında Hemşire Terasa hakkında şu beyanlarda bulunmuştur. ‘Ey kutsal anne! Senin bize yaptığın asil davranışları anlatmana gerek yok. Sen bugüne kadar kendi güzel kokusunu anlatan bir gül gördün mü? Güneşi bizlere ne kadar parlak ışık gönderdiğini anlattığını hiç işittiniz mi? Onlar kendi kendilerini aşikâr ederler ve ortaya koyarlar. Senin bu yaptıklarının seviyesine dünyada ne bir kral ne de bir başbakan ulaşamaz. Sen hepimizin çok çok üzerindesin. Lütfen benim saygılarımı ve hürmetlerimi kabul buyurun!’ Hemşire Teresa insanlığa ait bir kişi idi. O merhametin ve sevginin somut hale gelmiş şekli idi ve hayatı boyunca gördüğü her şeyde İlahi Varlığı görüyor ve O’na hizmet etmek istiyordu. Onun aldığı ödüllerin sayısı o kadar çok ki sayılamıyor. Nobel Ödülü, Bharat Ratna Ödülü, Amerika Başkanlı özgürlük madalyası, Bharat ki Mahan Suputri ödülü, Leo Tolstoy Uluslar arası Ödülü v.s. Toplamda 50’den fazla prestijli ulusal ve uluslar arası ödül kazanmıştır. Ancak buna rağmen Tanrı’nın alçakgönüllü ve sadık bir hizmetkârı olarak çalışmaya ve hizmet etmeye devam etmektedir. Bugün sizlere bu büyük bilge insanın yaşamından bir kesit sunmaya çalışacağız. Bu bakış bizlere insanın kardeşliği hakkında, insana hizmetin Tanrı’ya Hizmet olduğu hakkında, Tanrı vizyonu hakkında örnek olmakta ve önümüze ışık tutmaktadır. Hemşire Teresa gerçekten tüm kalbi ile dünyada tek bir din olduğuna ve onun da sevgi olduğuna inanıyordu. Topluma hizmete başladığında toplumun birçok kesiminden çok tepki görmüştü. Bugün öğrencilerimiz sizlere bunlardan bir tanesini canlandıracaklar. 1.Sahne: (Kailghat şehir Kalküta, Hindistan. Sahneye birkaç rahip gelirler. Çok öfkeli gözüküyorlardır) 1.rahip: Kardeşlerim, beni iyi dinleyin. Bu Hemşire Teresa bizim hepimizi yok edecek. Bizim Kali tapınağına yakın bir yerde Nirmal Hriday(Saf Kalpli Olanların Evi) adında bir huzur evi açmak üzere. Burada ölmek üzere olan kişilere ve çok hasta olan kişilere yardım edecekmiş. Yoksul insanlara hizmet verecekmiş. Haydi gidip beraber Nirmal Hriday’a gidelim ve hemşireye burayı kapatmasını söyleyelim. (Hep beraber Nirmal Huzurevine doğru yürümeye başlarlar) 2.Rahip: Biz bu kötü insanı bu ülkeden kovmalıyız. Yaptığı tek şey aramızda problemler ve huzursuzluklar çıkarmaktır. Onu buralardan söküp atalım. (Hemşire Teresa onlara doğru yürümeye ve onları durdurmaya çalışır) 1.rahibe: Sevgili Anne, lütfen oraya doğru gitme. 2.rahibe: Çok kızgın ve öfkeli gözüküyorlar. Korkarım ki sana zarar verebilirler. 89 3.rahibe: Bizim sana ihtiyacımız var anneciğim. Eğer sana bir şey olacak olursa bu yoksullar ile kim ilgilenecek? 4.rahibe: Tanrı sana çok kutsal ve önemli bir görev verdi. Lütfen sen arka planda kal. Hemşire Teresa: Benim görevim yoksullukla mücadele etmek ve onların acılarını dindirmeye çalışmaktır. Bu bağıran kişilerin kendileri de yoksul ve zavallı durumdalar. Ben gidip onlarla konuşacağım. Eğer onlar bana zarar verecek olurlarsa ben mutlu olacağım, çünkü Tanrı’nın bana verdiği görevi yaparken ölmüş olacağım. (Böyle der ve onlara doğru yürümeye devam eder) 3.rahip: İşte burada bize doğru geliyor. Haydi gelin onu utandıralım. Hemşire: Sevgili kardeşlerim, siz benim burayı terk etmemi istiyorsunuz. Anladığım kadarı ile karşılıklı konuşmadan ve sohbet etmekten pek hoşlanmıyorsunuz. Ben size şunu bildirmek istiyorum. Ben kötü bir Hindu’yu iyi bir Hindu, kötü bir Müslüman’ı iyi bir Müslüman ve kötü bir Hristiyan’ı iyi bir Hristiyan yapmaya gayret ediyorum. Hindu’ların ve Müslümanların dinlerini değiştirip Hristiyan olmalarına gayret etmiyorum. Ben fakirler arasında en fakirlere yardım etmeye çalışıyorum. Eğer beni yok etmek istiyorsanız lütfen bunu da sessizce yapın ve buradaki hastaları rahatsız etmeyin. 1.rahip: Benim beynim artık çalışmıyor. Ben böyle cesur ve iyi bir insana karşı nasıl el kaldırabilirim? Neler oluyor burada? 2.rahip: Ben gözlerinde ışık görüyorum. Çok asil bir insana benziyor. Kim ondan nefret edebilir ki? 3.rahip: Arkadaşlar, haydi biz geri dönelim ve Nirmal Hriday’i rahatsız etmeyelim. Ben kendimden utanıyorum. 2.Sahne: (Hemşire Teresa arkadaşı rahibe ile beraber dua etmektedir) Hemşire Teresa: (Yüksek sesle şöyle dua eder) Lütfen beni senin verdiğin huzuru ve sevgiyi dağıtan bir enstrüman haline getir. Hemşire Teresa: Sevgili çocuklar lütfen başkalarının size yaptığı kötülükleri ve verdikleri zararları hemen unutmaya çalışın. Bunun yerine sizin başkalarına yaptığınız kötülükleri hatırlamaya ve unutmamaya çalışın. Bundan başa bir de sizin başkalarına yaptığınız iyilikleri hemen unutmayı öğrenin. Şunu daima hatırlayın ki eylemi yapan siz değilsiniz, O sizin kanalınız ile hizmet görmektedir. Sizler yalnızca O’nun bir enstrümanısınız. Çalışmak ibadettir ve görev de Tanrı’ya ulaşmaktır. Ayrıca sizin başkalarına yaptığınız kötülükleri ve başkalarının size yaptığı iyilikleri de her zaman hatırlamaya ve onlara minnettar olmaya çalışın. 90 (Bir rahip sahneye gelir) 1.rahibe: Siz kimsiniz? 2.rahip: Rahibe, lütfen hemen Hemşire Teresa’yı görmem gerekiyor. 1.rahibe: Umarım yine sorun çıkarmaya gelmediniz. 1.rahip: Hayır kız kardeşim. O gün olanlardan ötürü çok özür dileriz. (Rahibe hemen gidip Hemşire Teresa’yı çağırır) 1.rahibe: Anne, geçen gün gelip sorun çıkaran rahiplerden birisi sizi görmeye gelmiş dışarıda bekliyor. Hemşire Teresa: Lütfen onu hemen içeriye davet eder misin? (Rahip Hemşire Teresa’nın odasına girer, gözlerinde yaşlar vardır) 1.rahip: Beni hatırlarsınız birkaç gün önce buraya sizi tehdit etmeye gelenlerden birisi idim. Lütfen benden çekinmeyin. Ben size bir itirafta bulunmaya geldim. Sevgili hemşire ben tüberküloz hastasıyım ve durumum da her geçen gün daha da ağırlaşmakta. Ailem beni terk etti ve benim tedavi olacak param maalesef hiç yok. Size yalvarıyorum sevgili kız kardeşim, lütfen bana acıyın ve beni de yoksullar evinize kabul edin. Hemşire Teresa: Tabii seni tanıyorum kardeşim. Ben seni o gün sorun çıkarmaya gelen birisi olarak değil Tanrı’nın bakıma ve yardıma ihtiyacı olan bir çocuğu olarak hatırlıyorum. Benim için hiç kimse düşman değildir. Ben Tanrı’yı karşılaştığım herkesin içinde görmeye çalışıyorum. Sayın rahibe kardeşlerim, lütfen arkadaşımıza yol gösterin ve ona temiz çarşaflı bir yatak verin. Onun her türlü ihtiyacını karşılamaya gayret edelim. Sevgili kardeşim lütfen onlarla birlikte gidin. Onlar sizinle ilgilenecekler, size bakacaklar ve sizi iyileştirecekler. Tanrı sizi kutsasın. 3.Sahne: (Bir yıl sonra. Rahip mutlu bir şekilde sahneden içeriye girer) 1.rahip: Sevgili arkadaşlar, size Hakikat’i söyleyeyim. Ben yıllardan beri ibadet etmekte olduğum Tanrıça Kali’yi Hemşire Teresa’nın şahsında buldum. O insan gerçekten çok kutsal bir insan. Nirmal Hriday’da gördüğüm tedavi ve sevgi sayesinde tamamen iyileştim. Ben şimdi tamamen değişmiş bir insanım. (Bütün rahipler hep beraber Hemşire Teresa’ya giderler ve kapısını çalarlar) Hemşire Teresa: Hoş geldiniz sevgili kardeşlerim. 91 2.rahip: Sevgili Hemşire, lütfen bizi affedin. Biz geçen sefer büyük bir günah işledik ve size saldırmak istedik. Bizler hepimiz büyük günahkârlarız. Lütfen bizleri affet ve bizim için dua et. Hemşire Teresa: sevgili oğullarım, bu dünyada benim gözümde hiç bir günahkâr yoktur. Hepimiz Tanrı’nın çocuklarıyız. Bana göre hiç kimse günah işlememiştir ve bu yüzden de özür dilemesine gerek yoktur. Nirmal Hriday’ın kapıları her zaman her isteyene açıktır. Lütfen benim vermek istediğim şu alçakgönüllü mesajı her zaman hatırlamaya çalışın: Sessizliğin meyvesi Dua’dır Dua’nın meyvesi İnanç’tır. İnancın meyvesi Sevgi’dir. Sevginin meyvesi Hizmet’tir. Ve Hizmet’in meyvesi Huzur’dur. -PERDE- 92 33- DİLİN DOĞRU KULLANILMASI Sahne Arkası Sesi: Dilin diğer duyu organlarından farklı olarak iki ayrı görevi vardır. Bunlar konuşmak ve tat almaktır. Maalesef biz dilin bu iki fonksiyonunu da kötüye kullanıyoruz ve başımıza birçok problem alıyoruz. Bu problemler de sonradan bizi mahvoluşa götürüyor. Bu yüzden Tanrı’nın bize bahşetmiş olduğu bu hediyeyi kullanırken çok dikkat etmeliyiz. Karakterler: Nityananda - Bilge Sandeep – Öğrenci Köylüler(7 kişi) - altı erkek ve bir bayan Manoharan - Yumuşak kalpli bir köylü 1.Sahne: (Nityananda ve Sandeep sahneye girerler) Nityananda: Sandeep, nehrin kıyısına geldik ama ortada bizi karşıya geçirecek hiçbir kayıkçı yok. Sandeep: Efendim, sizi davet etmiş olan zengin kişi sizi karşı kıyıda bekliyor. Saat ilerledi ve ayrıca hava da kararmak üzere. Nityananda: İşte bir köylü buraya doğru geliyor. Ondan yardım isteyelim. Sandeep: Sevgili arkadaş acaba bize karşı kıyıya geçmemiz için yardım edebilir misiniz? Manoharan: Benim bir kayığım yok maalesef. Fakat ben ırmağın sığ ve geçilebilecek bir bölgesini biliyorum. İsterseniz sizi omzumda birer birer karşıya geçirebilirim. Nityananda: Öyle mi ne kadar naziksiniz. Önce benim öğrencimi lütfen karşı kıyıya geçirin. Sonra beni geçirirsiniz. (Manoharan Sandeep’i omuzlarına alır ve öbür kıyıya geçirir) (Manoharan geri gelerek Bilge’yi omuzlarına alır ve karşı kıyıya geçirir) Bilge: Manohar, sana çok teşekkürler ediyoruz ve seni kutsuyorum. Manohar: Sandeep, sana bir şey söylemek istiyorum. Ben sırtımda her zaman bir ağırlık hissederdim. Fakat ben sayın bilgeyi taşırken hiçbir rahatsızlık hissetmedim. Sırtımdaki ağırlık tamamen gitmişti. Fakat bilge omuzlarımdan indikten sonra o rahatsızlık tekrar nüksetti. (Bundan sonra Manohar evine gider) Sandeep: Saygıdeğer öğretmenim, Manohar’ın ne demek istediğini ben anlayamadım. Bana açıklayabilir misiniz? 93 Bilge Nityananda: Manohar sırtında geçmiş zamanlarda işlediği günahların yükünü taşıyor. Beni sırtında taşırken o yük geçici olarak azaldı ve kendisi çok rahatlamıştı. Ben sırtından indikten sonra günahların ağırlığı tekrar omuzlarına yüklendi. Sandeep: Yani o bir günahkâr mı? Nityananda: Evet doğru. Sandeep: Efendim biz bizi bekleyen adamın evine geldik. 2.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Bilge ve öğrencisi zengin adamın evine varırlar. Ertesi gün Sandeep geride bir şey unuttuğu için Manohar’ın köyüne geri döner ve tekrar karşıya geçer. Sonra tekrar bilgenin yanına döner. Sonra aradan oldukça fazla zaman geçer. Beş yıl sonra bilge ve öğrencisi Sandeep yine aynı köye gelip karşı kıyıya geçmek isterler. Kendilerini karşıya geçirmesi için tekrar Manohar’ı ararlar. Sandeep: Sayın öğretmenim, ilerde bize doğru gelmekte olan bir karı koca var. Ben gidip onlara Manohar’ın nerede olabileceğini sorayım. (Evli çift sahneden içeriye girerler) Sandeep: Acaba Manohar’ı tanıyor musunuz? Evli çift: Aaa, o günahkarı mı? Tabii tanıyoruz, ama onu hiç sevmiyoruz. (Yaşlı bir adam sahneden içeri girer) Yaşlı Adam: Saygıdeğer Efendim, size sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Sandeep: Efendim siz acaba Manohar’ı tanıyor musunuz? Yaşlı Adam: O günahkâr Manharan mı? Biz o adamla hiç konuşmayız ki? (Yaşlı adam yürüyüp yoluna gider. Bu sefer genç bir adam sahneye girer) Sandeep: Arkadaşım bize yardım edebilir misin? Manoharan bu köyde mi yaşıyor? Genç Adam:(Yüksek sesle) Evet, evet. Ben onu dün gördüm. Ancak o bir günahkâr, bence ondan uzak durun. Bilge Nityananda: Sandeep bak, Manoharan işte şurda ilerde duruyor. Haydi gel ona doğru yürüyelim. Manoharan: Sayın bilge sizi saygı ile selamlıyorum. Bilge Nityananda: Merhaba Manoharan. Omuzlarındaki o yük ne oldu, anlatır mısın? 94 Manoharan: Teşekkür ederim efendim. Sizi beş yıl önce sırtımda taşıdıktan sonra omuzlarımda taşıdığım yük yavaş yavaş azalmaya başladı. Şu anda omuzlarımdaki yük tamamen yok oldu ve ben çok mutluyum. Sandeep: Efendim bana Manoharan’ın omuzlarındaki yükün nasıl azaldığını ve günahlarının yükünden nasıl kurtulduğunu açıklayabilir misiniz? Bilge Nityananda: Olay aslında çok basit. Onun omuzlarındaki o ağır günah yükü köydeki insanların ve senin omuzlarında eşit olarak paylaşıldı. Aslında senin omuzlarına düşen günah yükü diğerlerine göre çok daha fazla. Sandeep: (Üzgün vaziyette) Anlayamadım efendim. Benim omuzlarımda mı? Benim onun günahları ile ne gibi bir alakam olabilir? Lütfen açıklar mısınız? Ben çok rahatsız oldum. Bilge Nityananda: Beş yıl önce biz nehri geçip gideceğimiz yere gittikten sonra hatırlarsan sen tekrar geri dönmek zorunda kalmıştın. İşte o zaman sen köylülere onun günahkâr olduğunu anlatmış olmalısın. Bu haber bütün köyün içerisinde yayıldı ve ona ‘günahkâr’ diye hitap etmeye başladılar. Sevgili oğlum, dillerini başkalarını günah işlemekle suçlamakta kullanan insanlar o insanların günahlarının bir kısmını kendileri üstlenirler. Bu şekilde günahkârın günahları giderek azalır ve eleştiren insanların günahları da giderek artarlar. Biraz önce Manoharan’dan hakikati işittin. Onun günahları azalarak yok oldu, çünkü siz onun günahlarını kendi aranızda paylaştınız. Sandeep: Efendim ben çok özür dilerim. Ben bunu bilerek yapmadım. Ben köylülere yalnızca ‘Onun günahkâr olduğunu biliyor musunuz?’ diye sormuştum. Şimdi bu yaptığımın çok büyük bir hata olduğunu görüyorum. Şimdi hem onlar ve hem de ben bunun acısını çekeceğiz. Lütfen bana dilin doğru kullanımını anlatabilir misiniz? Bilge Nityananda: Sevgili oğlum, zihninde devamlı olarak pozitif ve olumlu düşünceler olsun. Bunu yapabilmek için Zikirin, Sessiz Oturuşun ve İlahi Söylemenin çok faydası olacaktır. İyi kitaplar okumalısın, iyi insanlarla arkadaşlık etmelisin. Kendi hatalarını görmeli ve onları yavaşça düzeltmeye gayret etmelisin. Başkalarının içinde her zaman iyiyi görmeyi ve takdir etmeyi öğrenmelisin. Her zaman yardım ediniz, hiçbir zaman incitmeyiniz. Dil yalnızca iyi şeyler tatmalıdır. Herkese her zaman yumuşak dille konuşun, Hakikat’i konuşun ve herkese sevgi dolu konuşun. Tanrı’nın rahmeti senin üzerine olsun! -PERDE- 95 34- TÜM İNANÇLARIN BİRLİĞİ (SARVA DHARMA) Karakterler: Bir Hindu Bir Müslüman Bir Hristiyan Bir Budist Bir Zerdüşt Ve iki adam Hindu: (Sembolü Om’dur) İlk ses olan ‘Om’ sesini dinleyiniz. O ses sizin kalplerinizde ve evrenin kalbinde yankılanmaktadır. Budist: (Sembolü Tekerlek’tir) Sebep ve sonuç tekerleğini hatırlayınız. Davranış ve kader tekerleğini hatırlayınız ve tabii bir de bunların hepsini düzelten ve rayına koyan Dharma (Doğru Davranış) Tekerleğini hatırlayınız. Zerdüşt: (Sembolü Ateş’tir) İçinizdeki bütün kötülükleri kalbinizin içinizdeki Kutsal ve Tanrısal Ateşin içinde yok edin. Hristiyan: (Sembolü Haç’tır) Ben/bencillik duygusunu düzgün bir çizgi olarak göz önüne alalım ve üzerini çaprazına çizelim. Bu şekilde ego, yani bencillik o haçta kendini yok etsin ve sizi sonsuzluğa ulaştırsın. İslam: (Sembolü Ay yıldız’dır) Siz hakiki bir yıldız olun ve inancınız hiç sarsılmadan ayın önündeki yerinizden hiç şaşmayın. (Cahil bir adam yukarıdaki inançlara sahip kişilere giderek konuşmaktadır) Adam: (Hindu’ya giderek) En büyük din hangisidir? Hindu: Yalnızca tek bir din vardır, o da sevgi dinidir. Genç adam, hiçbir dini küçük görmeyin. Her din kendi yolunda çok büyüktür, çünkü her din bize hemcinslerimizi sevmemizi öğretir. Eğer kalbinizin içinde sevgi varsa o zaman O’nu kesinlikle göreceksiniz. Swami Vivekananda bize her zaman sevgiyi geliştirmemizi tavsiye etmektedir. Adam: Sevgiyi geliştirmek ve çoğaltmak kolay bir şey midir? Sevgi’yi nasıl geliştirebiliriz? (Adam bir sonraki din temsilcisine geçer) Adam: Saygıdeğer âlim! Lütfen bana en büyük dinin hangisi olduğunu söyleyebilir misiniz? Budist: Bizim Efendimiz Buddha şöyle demiştir, “Sevgili öğrencim, dünyaya gidiniz ve herkesin iyiliği için, herkesin huzuru için, herkesin menfaati için, herkesin kazancı için ve herkesin mutluluğu için çalışınız ve gayret ediniz.” 96 Adam: Ben bunu nasıl yapabilirim? Budist: Sevgiyi geliştirerek! Ancak ve ancak sevgi sayesinde dünyada yürüyebiliriz ve çoğunluğun mutluluğu için çalışabiliriz. Sevgi bu dünyadaki en büyük ve en muhteşem güçtür. Adam: Peki ben başka insanlara nasıl hizmet edebilirim? Hristiyan: Kalbinin içinde onlar için Sevgi’yi geliştirerek. Ancak ondan sonra başkalarına hizmet edebilme şansı bulabilirsin. Adam: Sevgiyi geliştirmek mi? Ama bu aynı Hindu’nun ve Budist’in söylediği şey! (Adam Müslüman’a yaklaşarak) Adam: Ey bilge kişi! Lütfen bana hangi dinin en büyük din olduğunu söyler misiniz? Müslüman: Allah Malik! (Her şey Allah’a aittir. Her şeyin maliki/sahibi O’dur) Bizim peygamberimiz Hazreti Muhammed şöyle demiştir, “İnsanların içinde en hayırlısı insanlara/başkalarına hizmet edendir” Tanrı’nın yaradılışındaki her şey O’nun ailesidir. Tanrı’nın en çok sevdiği kul, Tanrı’nın yaradılışına yardım etmek için elinden gelenin hepsini yapan kuludur. Adam: Ben hemcinslerim için elimden gelenin hepsini nasıl yapabilirim? Müslüman: Sevgiyi geliştirerek ve sevgi dolu saf bir kalbe sahip olarak! Adam: Sevgiyi geliştirmek mi? Ama bunu bütün diğer dinler de söylüyorlar. Adam: (Zerdüşte giderek) Saygıdeğer âlim, sizin için dünyanın en büyük dini hangisidir? Zerdüşt: Tüm nehirler kayaların ve taşların üzerlerinden akarlar ve en sonunda okyanusun içinde birleşerek onun içinde erirler. Sevgili oğlum benzer şekilde bütün dinler de insanı Her şeye Gücü Yeten ve Her şeye Kadir Olan o Yüce Varlığın içine doğru sürüklerler. Bizim Üstadımız Zoraster şöyle demiştir, “Her kim ki iyi davranışları ile, saf zihni ile, iyi sözleri ile ve duaları ile tasavvur edilebilecek en saf düşünceyi düşünür ve en saf niyete sahip olursa o zaman en sonunda muhakkak Tanrı’nın içinde eriyecektir.” Adam: İnsan böyle bir saflığa nasıl ulaşabilir? Zerdüşt: Ancak sevgi sayesinde! Sevgiyi geliştirin, o zaman siz de giderek büyüyeceksiniz. Sevgiyi geliştirin. Her şey Sevgi’dir. Tanrı Sevgi’dir, Sevgi içinde yaşayın! 97 “Güne sevgi ile başlayın! Günü sevgi ile doldurun. Günü sevgi içerisinde geçirin. Günü sevgi ile bitirin. İşte Tanrı’ya giden yol budur. Beraber Söylenen Şarkı: ………… -PERDE98 35- EVLİYA PURANDARADASA Giriş: Sahne Arkası Sesi: Evliya ve büyük bilge Purandardasa büyük bir insandı ve 475.000’den daha fazla kirtan(övgü, mehdiye) ve ilahi şarkı/ilahi bestelemişti. Onun yaşamı şu ünlü özdeyişe tamamen uyuyordu. “Para gelir ve gider, ama ahlak/erdem gelir yerleşir” İnsanın sahip olduğunuz para aynı ayakkabı gibi olmalıdır, yani ne çok büyük ne de küçük olmalıdır. Aşağıda zengin ve açgözlü bir adamın yaşam hikâyesinden bir bölüm sunuyoruz. Kendisi daha sonra Tanrı’nın rahmeti sayesinde büyük bir bilge olmuştur. Karakterler: Srnivasa Nayak Onun karısı Lakshmibai Yaşlı bir adam Başka bir adam 1.Sahne: (Rehinci ve Para Komisyoncusu dükkânında Srinivasa bankonun arkasında oturmaktadır. İçeriye bir adam girer) Adam: Ben 200 Rupi borç almak istiyorum. S.Nayak: Tamam verelim, borç faizimiz %30’dur. Bir yıl sonra aldığın parayı 260 Rupi olarak geri ödeyeceksin. Adam: ama efendim ben fakir bir adamım. Bu sizin söylediğiniz rakam çok yüksek değil mi? Sizin babanız çok nazik bir adamdı ve hiçbir zaman bu kadar yüksek faiz almazdı. O çok iyi bir adamdı ve fakirlere bedava yiyecek dağıtırdı. Siz bu parayı bana % 10 faizle verebilir misiniz acaba? S.Nayak: Bana ne yapacağımı sen mi söyleyeceksin? Ya bu faizi kabul et ya da çık git! 2.Sahne: (Yaşlı bir adam dükkandan içeriye girer) S.Nayak: (kendi kendine) Bu adam buraya ne diye geliyor ki? Bana rehin olarak verebilecek hiçbir şeyi yok ki! Yaşlı Adam: Efendim, ben fakir bir adamım. Bir tane oğlum var ve onu evlendirmem gerekiyor. Siz zengin bir insansınız, bana bir miktar para verebilir misiniz? Tanrı sizi korusun. S.Nayak: Hey! Ben bu işte herkese para dağıtacak kadar çok para kazanmıyorum. Buradan uzaklaş! 99 Yaşlı Adam: Efendim bu ülkede Karna gibi, Kral Sibhi gibi yüce insanlar yaşadı. Onlar sahip oldukları şeyleri hep insanlara dağıttılar. Siz birkaç tane altından ayrılamıyor musunuz? S.Nayak: (iyice sinirlenerek) Bana verdiğin nasihat yeter! Benim senin verdiğin öğütlere ihtiyacım yok. Hiç vaktini harcama. Sana bir kuruş bile vermeyeceğim. Yaşlı Adam: Efendim, siz… S.Nayak: Bak hala konuşuyor. Sana git buradan dedim. (S.Nayak yaşlı adamı iter. Bunun üzerine yaşlı adam da onu iter. S.Nayak yere düşer. Elbisesi kirlenir) Yaşlı adam: (bir yandan dışarı çıkarken kendi kendine konuşur) Ben iyisi mi bu adamın eşine gideyim. Belki o iyi bir insandır. S.Nayak: (kendi kendine) Bu yaşlı adam ne kadar güçlüymüş böyle? 3.Sahne: (Yaşlı adam Laksmibai’nin kapısını çalar) Lakshmibai: Buyurun efendim, ne arzu etmiştiniz acaba? (Bunu söyleyerek yaşlı adamın ayaklarına kapanarak saygılarını sunar) Yaşlı Adam: Tanrı seni korusun sevgili evladım. Ben biraz para talep etmek için sizin eşinizin dükkânına gittim ama o beni dışarı çıkardı, yani beni kovdu. Acaba siz bana yardım edebilir misiniz? Oğlumu evlendirmem için paraya ihtiyacım var. Lakshmibai: Gerçekten mi? Aman Allahım, efendim ben zengin olduğumuzu kabul ediyorum, ama evdeki kasanın anahtarı bende yok. Olsa bile kocama sormadan zaten size veremezdim. Ancak benim şu an tek sahip olduğum şey elimdeki şu yüzüktür. Bu çok değerlidir. Lütfen bunu kabul edin. Bu size oğlunuzun evlendirebilmeniz için yeteri kadar para sağlayacaktır. Yaşlı Adam: Çok teşekkür ederim evladım. Çok teşekkür ederim. 4.Sahne: (Yaşlı adam yine S.Nayak’ın rehinci dükkanına gider) Yaşlı Adam: Efendim ben rehin için size bir şey getirdim. Bu yüzüğü rehin tutup bana 400 rupi verir misiniz? S.Nayak: Şu yüzüğe bir bakayım. Burada bekle bakalım. (Srinivasa içeri gider ve yüzüğü kontrol etmeye başlar) 100 S.Nayak: (kendi kendine) Bu yaşlı adam bu yüzüğü nereden buldu acaba? Bu aynı benim eşimin yüzüğüne benziyor. Ben iyisi mi şunu bir kontrol edeyim. (Hemen yüzüğü kasaya kilitler. Bu arada yaşlı adam dışarıda kendi kendine gülümser ve sonra da dükkândan çıkıp gider) 5.Sahne: (S.Nayak eve gider) S.Nayak: Lakshmibai, buraya gel. Sana bir şey soracağım. (Eşi korkarak gelir, kocası elini görmesi diye elini arkada saklamaktadır) S.Nayak: Ne oldu, niye ellerini saklıyorsun böyle? Lakshmibai: Hayır saklamıyorum ne oldu ki? (ellerini gösterir) S.Nayak: Senin düğün hediyesi yüzüğün nerede? Lakshmibai: İçeride dua odasında, temizlemek için çıkarmıştım. Hemen gidip getireyim. (Lakshmibai dua odasına girer ve dua etmeye başlar) Lakshmibai: Sevgili Tanrım, ben yalnızca yaşlı bir adama yardım etmeye çalıştım. Şimdi ne yapacağım? Kocama ancak boş bir kutu verebileceğim. Ne olursun bana yardım et! (Lakshmibai boş mücevher kutusunu alır ve kocasına vermek üzere içeriye gider) S.Nayak mücevher kutusunu açar ve yüzük içinde durmaktadır) S.Nayak: Anlamıyorum. Bu yüzük burada ise? Nasıl olur? Hemen gidip kontrol edeyim! (S.Nayak hemen dükkâna koşar ve kasayı açar. Kasanın içinde yüzük yoktur.) S.nayak: Aman Allahım, burada yüzük yok. Yüzük yok. Ben, ben şimdi anlıyorum. (S.Nayak hemen eve doğru koşar) 6.Sahne: (Ev) (Srinivasa evden içeri girer ve hemen karısının ayaklarına kapanır) S.Nayak: Sevgili karım! Sen çok kutsanmış bir insansın. Ben işe yaramaz rezil adamın biriyim. Benim dükkânıma gelen yaşlı adam çok kutsal bir insandı. Ben bunu anlayamadım. Acaba kendisini bir daha görebilir miyim? 101 Lashmibai: Haydi gel servetimizi hayırlı bir şekilde kullanalım ve Tanrı’nın hoşuna gidecek eylemlerde bulunalım. Her zaman O’nun ilahilerini söyleyelim. Belki sonunda O’nun rahmetine mazhar olabiliriz? S.Nayak: Haklısın canım, öyle yapalım. 7.Sahne: Srinavasa Nayak, Purandaradasa olarak giyinmiş olarak sahneye gelir ve şarkısını söyler. Şarkı: ………… -PERDE- 102 36- EN SONUNDA DAİMA HAKİKAT GALİP GELİR (SATHYA MEVA JAYATHE) Karakterler: Venugopal Shanta – Venugopal’in annesi Kamala – Venugopal’in eşi Rajesh – Venugopal’in oğlu Kavita – Venugopal’in kızı Vijay – Venugopal’in kayınbiraderi 1.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Orta sınıf bir ailede evdeki resim odası. Venugopal’in annesi Shanta oğlu ile konuşmaktadır. Oğlu Venugopal ünlü bir firmada memur olarak çalışmaktadır. (Yavaş bir müzik çalınır) Shanta: Venu oğlum, ben seninle gurur duyuyorum. Sen aynı babanın yolunu takip ediyorsun. O şimdi seni yukarıdan seyretmekte ve o da mutlu olmaktadır. O hayatta her zaman Hakikat’e ve Doğru Davranış’a uygun şekilde eylemlerde bulunurdu. Onun bizlere bıraktığı en büyük miras bu idi. Venu: Evet anne, ben babamın bizlere olan sevgisini gösterdiği o kadar çok şey hatırlıyorum ki? O Hakikat’i bir yaşam şekli haline getirmişti. Şan, şöhret onu hiç bir zaman esir alamamıştı. Shanta: Bana çalıştığı yerde herkesin kendisine “Modern Harischandra” dediğini söylemişti. Venu: Fakat ben maalesef ailemin isteklerine yetişmekte zorluk çekiyorum. Eşim iş yerinde benim daha alt seviyemde çalışan kişilerin eşleriyle arkadaşlık yapıyor ve bizim daha fazla konfor içinde yaşamamız gerektiğini söylüyor. Shanta: Belki de onlar yanlış yollara sapıp rüşvet v.s. alıyorlardır ve bu sayede daha lüks bir yaşam sürdürüyorlardır. Venu: Ben her zaman içimdeki sese kulak veriyorum. Fakat ailemdekiler maalesef gördüklerine bakarak taleplerde bulunuyorlar. Oğlum bir tane motosiklet istiyor ve bütün arkadaşlarımda var bende niye yok diyor. Oğlum ayrıca kendisine aldığımız elbiselerden ve verdiğimiz harçlıktan da hiç memnun değil. Kızım istediği modaya uygun elbiseleri alamadığı için çok mutsuz. Eşim evde birçok değişiklikler yapmak yeni eşyalar satın almak istiyor. Ayrıca birkaç tane de mücevher takmak istiyor. Ben artık gerçekten yoruldum ve bıktım anne. 103 Shanta: Sevgili oğlum, bunlar gelip geçen bulutlardır. Senin dürüstlüğün ve Tanrı’ya olan bağlılığın seni ödüllendirecektir. Eğer sen Tanrı’ya doğru bir adım atarsan O sana yüz adım atacaktır. Bu yüzden negatif düşüncelere kapılma. Ben tüm kalbimle sizleri kutsuyorum. Merak etme bütün problemlerin eninde sonunda çözülecektir. Venu: Anne işte eşim Kamala ve çocuklar geliyorlar. Kamala: Kusura bakmayın, biraz geç kaldık, çocuklar beni elbise almak üzere Alış Veriş Merkezine götürdüler. Ama maalesef orada fiyatlar çok yüksek biz oradan elbise alamayız. Rajesh: Baba, yaşamda ne zaman güzel günler göreceğiz ve mutlu olabileceğiz? Kavita: Baba, ben arkadaşlarımın yanında elbiselerimden utanıyorum. Bir tane bile yeni kıyafetim yok. Shanta: Çocuklar merak etmeyin. Yakında babanız sizi sevindirecektir. 2.Sahne: (Venugopal ofiste çalışırken) Venu: (kendi kendine) Bugün yaşamımda çok önemli bir gün. Hakikat’e bağlı olmak için artık zihnimi kontrol edemiyorum. Ailemin şikâyetlerini sürekli dinleyerek daha ne kadar yaşayabilirim? Etrafımda bazı insanlar beni sürekli olarak sıkıştırıyorlar ve şirketin sırlarını onlara satmamı istiyorlar. Çok büyük miktarlarda para teklif ediyorlar. Bugüne kadar bu teklifleri hep reddettim, ama artık daha fazla dayanamayacağım galiba. Mr.Joseph: (Venu’nun iş arkadaşı) Günaydın efendim, (kısık sesle) size birkaç gün önce yapmış olduğum teklifi düşündünüz mü? Eğer şirketle ilgili bazı bilgileri verirseniz onlarla ilgilenen bazı kişiler var. Venu: Evet düşündüm. Onları sana yarın vereceğim. Yarın bana bir uğra! Mr.Joseph: Tamam efendim, çok teşekkürler. (Akşam olduğunda herkes işyerini terk eder. Venu tek başına kalmıştır. Yavaş yavaş hava kararmaktadır. Venu’nun zihni karmakarışıktır. Ayağa kalkar ve aşağı yukarı yürümeye ve tur atmaya başlar. En sonunda yerine oturur ve gözlerini kapayarak içindeki Öz’den yardım ister. Orada vicdanın sesi zaten onun kendisini dinlemesini beklemektedir. Vicdanın sesi konuşur) Vicdan: Dinle Venugopal, ben senin vicdanının sesiyim. Uzun yıllar boyunca her zaman beni dinledin ve hiçbir zaman doğru yoldan ayrılmadın. Fakat bugün bürodaki adamın rüşvet teklifini kabul ederek benim söylediklerimi göz ardı ettin. Ben senin en yakın arkadaşın ve dostun değil miyim? Neden beni terk ettin? Şunu unutma ki ‘Para gelir ve gider, ama ahlak 104 ve erdem gelir ve gelişir’ Yaşamında problemler olduğu zaman her zaman şunu hatırla, “Sana yol gösteren bilgeyi/üstadı takip et, kötü ile yüzleş, sonuna kadar savaş ve sonunda bu oyunu bitir!’ Ben Hakikat’im ve seni her zaman koruyacağım. Şimdi önünde iki seçenek var. Ya benim sesimi dinleyeceksin ya da beni terk edeceksin. Seçim senin. Ben bekliyorum. Ben bekliyorum. Ben bekliyorum. (Ses giderek zayıflar) 3.Sahne: (Venu’nun evi) (Venu, karısı, çocukları, annesi ve kayınbiraderi Vijay ile birlikte evde oturmaktadır) Venu: Yarın yaşamlarımızda çok önemli bir gün olacak. Ben beni koruyan zırhım ve tek güç olan Hakikat’i terk ederek diğerlerine katılıyorum. Sizin tek istediğiniz şey para! Yarın ona kavuşacaksınız. Fakat tabi bu benim yıkımım olacak. Ben bana ailem tarafından öğretilmiş olan bütün İnsani Değerleri unuttuğumu düşünüyorum. Shanta: Oğlum, sen ne yaptın? Lütfen Hakikat’e bağlı kal. Hakikat seni koruyacaktır. Her zaman sonunda hakikat kazanır. Bu güzel ailenin böyle dağılması ne kadar yazık! Vijay: Sevgili enişte, bu modern çağda insan İnsani Değerleri uygularken bir yandan da hayatın gerçeklerine uyum sağlamalıdır. Yoksa yeteri kadar paramız olmaz ve yaşam bizler için çok zor olabilir. (Kavita ve Rajesh ağlayarak babalarına sarılırlar) Çocuklar: Babacığım sen lütfen hiç üzülme. Biz her zaman sana güler yüzle davranacağız. Kamala: Evet sevgilim, çocuklar çok haklı, başkalarının nasıl yaşadığı bizi hiç ilgilendirmiyor. Ben de, çocuklar da isteklerimize bir tavan oluşturacağız. Senin için rahat olsun. (Venugopal yüksek sesle ağlamaya başlar. Annesine dönerek) Venugopal: Anneciğim beni affet, az daha büyük bir yanlış davranış içine girecektim. Fakat ben kesin olarak kararımı verdim. Ben Hakikat’in yolundan asla ayrılmayacağım ve her zaman elimdeki ile yetineceğim. (O sırada telefon çalmaya başlar. Venugopal kısık sesle telefona cevap verir) Telefondaki Ses: İyi günler Bay Venugopal, benim adım Mr.Raghuram. Ben sizin şirketinizin Yönetim Kurulu Başkanıyım. Venu: Buyurun efendim. 105 Raghuram: Bugünkü Yönetim Kurulu toplantısında sizin durumunuzu görüştük ve sizi İdari İşler Müdürü olarak atamaya karar verdik. Tebrikler. Venu: Çok teşekkür ederim efendim. Venu: (telefonu kapatarak annesinin ayaklarına kapanır) Tanrı bizi kutsadı anne, Beni şirkette İdari Müdür olarak terfi ettirdiler. Kayınbiraderi Vijay: Beni affet Venu enişte, az daha seni yanlış yola sevk ediyordum. Shanta: Teşekkürler Allahım, ailemizi kurtardın. Rahmetini bizlerden eksik etmedin. Biz her zaman Hakikat’e ve İnsani Değerlere bağlı kalacağız. Hakikati sevgi içinde uygulamaya koyacağız ve fedakârlık yaparak her zaman başkalarına hizmet edeceğiz. -PERDE- 106 37- ÖĞRETMEN VİVEKANANDA(1863-1902) Karakterler: Anne Bhuvaneshwari Narendra Narendra’nın iki ablası - Hasmolini ve Swamamayi İki genç çocuk 1.Sahne: Hasmolini ve Swarnamayi kardeşler ortalarına Naren’i alarak kol kola sahneye girerler. Naren çok mutludur ve sevinç içinde gülümsemektedir. Diğer iki çocuk da Naren’in arkasından gelmektedir. Naren onların lideri gibidir. Onlar da çok mutludurlar ve neşe içindedirler. Hasmolini: Anne, Naren ve arkadaşları sokakta futbol oynuyorlar. Gelip geçeni rahatsız ediyorlar. Ona söyledim ama benimle dalga geçmeye başladı. Benim sözümü dinleyip içeriye girmiyor. Artık onu sana zorla getirmekten başka çarem kalmadı. (Naren’in kollarını sıkıca yakalar) Anne: Güzel Allahım, ben senden bir oğlan çocuğu istedim. Bana gönderdiğin oğlana bir bakar mısın? Durun bakayım ben onu sakinleştirecek bir çare biliyorum. Onu mutfağa musluğun altına getirin. (Anne ve iki kız kardeş Naren’in kafasını musluğun altına tutarlar. Bir yandan da ‘Sakin ol! Sakin ol!’ diye onu rahatlatmaya çalışırlar. Sonunda çocuk yavaş yavaş sakinleşir. Sonra annesi onu dışarıya çıkartır, başını bir havlu ile kurular ve şöyle der) Naren, lütfen şimdi sessiz ol ve ablanlara sataşmaktan vazgeç. Onlar senden daha büyükler ve senin onlara saygı göstermen gerekiyor. Naren. Ama anne, ben onlara saygısızlık yapmadım ki? Sana da saygısızlık yapmadım. Ben bu futbolu çok sevdiğim için onlarla hafifçe dalga geçtim. Ben futbol oynamayı çok seviyorum. Ravi! Rakhal! Haydi gelin çocuklar, şimdi de sessiz oturuş oyunu oynayalım. Bu annemi mutlu edecektir. Bye bye anne! Bye kızlar. Kendinize iyi bakın ve hanım evladı olmayın! Devamlı ağlıyorsunuz. Kız kardeşler: Ama anne! Görüyor musun Naren bizimle nasıl dalga geçiyor ve alay ediyor. (Anne kızlarına sarılır ve onları teselli eder) Anne: Yaa, yapmayın, yine ağlamaya başlamayın işte. Naren her ikinize de güçlü olmanızı söylemedi mi? Naren bir şekilde doğuştan lider olarak doğmuş ve bu genç yaşına rağmen etrafındakilere yol gösterme özelliğine sahip bir çocuk. Böyle bir erkek kardeşiniz olduğu için mutlu ve gururlu olmalısınız. Sizinle arada bir ufak ufak dalga geçse ne olur sanki? Onun 107 zapt edilemez bir enerjisi var ve onu tutmayı başaramıyor. Allah onu korusun ve yolunu açık etsin inşallah. 2.Sahne: (Naren bahçede büyük bir ağacın önüne gelir. Yanında 5-6 çocuk daha vardır) Naren: Ravi! Rakha! Sarath, Bankin ve Keshup- çabuk benimle gelin. Ben size sessiz oturuş nasıl yapılır onu öğreteceğim. Burası tam olarak uygun! Hep beraber burada ağacın altında oturalım! Şimdi bir defa her şeyden önce dikkatinizi herhangi bir şey veya çok sevdiğiniz bir eşya üzerinde yoğunlaştıralım. Ben örneğin bu ağacı tercih edebilirim. Ağaç fedakârlığı temsil eder. Ravi: Ben ormandaki ayıyı tercih edebilirim. O çok güçlü ve herkese galip geliyor. Rakha: Ben şahsen gölün üzerindeki lotus/nilüfer çiçeğini seçiyorum. Lotus çiçeği saflığı temsil eder. O çamurun içinde büyür ama o çamurun kendisini kirletmesine izin vermez. Güneş parladığı zaman Lotus çiçeği açar. Benim kalbim de aynı bu lotus çiçeği gibi olur inşallah. (yere oturur ve gözlerini kapatır) Naren: Ya sizler ne düşünüyorsunuz? Sarath: Ben güneşi seçiyorum. Güneş hem Öz’ü temsil ediyor, hem de bilgiyi temsil ediyor. Güneş kendi ışığı ile parlıyor ve her şeyi temizliyor. Bütün dünya güneş sayesinde var oluyor ve canlı varlıklar hepsi güneş sayesinde yaşıyorlar. (O da yere oturup gözlerini kapatır) Bankin: Ben Naren gibi cesur olmak istiyorum. Naren o kadar girişken ki! Onda aslanın cesareti var. Bu yüzden ben aslanın kalbini seçiyorum. Aslan ormanın kralı ve her şeyin üzerinde yer alıyor. Bu açıdan aslan Öz’ü temsil ediyor. Özümüz de bu yaşam okyanusunda ve her türlü tehlike içinde cesaret içinde yolculuk yapıyor. (O da yere oturur ve gözlerini kapatır) Keshub: Bana mı sıra geldi? Ben mum ışığını tercih ediyorum. Işık bilgiyi ve en yüce bilgeliği sembolize ediyor. Ben ışığı içime alıyorum ve kalbime yerleştiriyorum. Sonra onu vücudumun birçok organına götürerek onları temizliyorum. Bu iş bittikten sonra şöyle diyebilirim, “Işık benim içimde!” Bundan sonra da “Ben ışığım, ben ışığın ta kendisiyim ve ben ışıktan başka bir şey değilim!” diyebilirim. (O da oturup gözlerini kapar) Bütün çocuklar Naren’in etrafında bir daire şeklinde otururlar ve gözleri kapalı sessiz bir şekilde hep beraber otururlar. Beraber oturmanın verdiği birlik hissi ve keyif içinde içlerindeki o derin sessizliğe ve huzura ulaşmaya çalışırlar. Bu şekilde bir süre oturduktan sonra dışarıdan gelen bazı seslerle rahatsız olurlar. Bunlar etraflarında dönen 108 sivrisineklerden başka bir şey değildir. Ancak yalnızca Naren rahatsız olmaz. O derin bir düşünce içine girmiştir. Biraz sonra hepsi rüzgârda uçuşan yaprak sesleri ile gözlerini tamamen açarlar. Birden karşılarında kendilerine doğru gelmekte olan kocaman bir yılan görürler. Korku içinde ayağa fırlarlar ve Tüm çocuklar: (bağırarak) Naren uyan, buraya bir kobra yılanı geldi. Haydi kaçalım! (Hepsi korku içinde kaçışırlar, ama Naren derin düşünce içinde olduğu için olan bitenin farkında değildir. Büyük yılan yaklaşarak gelir ve Naren’in yanından geçip gider. Ona hiçbir zarar vermez. Yılan gittikten bir müddet sonra çocuklar geri gelirler ve gözlerine inanamazlar) Çocuklar: Bu inanılmaz bir şey! Naren’e bakın hala sessiz oturuş içinde. O gerçekten büyük bir insan! 3.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Narendranath 18880 yıllarında liseyi okurken oturduğu bölgede Brahmo Samaj adında bir Manevi Uygulama Merkezi vardı. Dünyaca ünlü şair Devendranath Tagore ve ayrıca Keshub Chandra Sen bu merkezin müdavimleri idi. Naren genç olduğu için çok meraklı idi ve çok şey öğrenmek istiyordu. Bu merkeze giderek Tagore’un yanına gitti. Tagore sessiz oturuş yapıyordu. Naren her zamanki gibi cesaret ve içtenlikle Tagore’a sordu. Narendra: Sayın efendim! Size bir soru sormama izin verir misiniz? Sizi rahatsız ediyor muyum? Tagore: Sor oğlum, ne vardı? Narendra: (tam bir ciddiyet ve öğrenme arzusu ile) Efendim, siz acaba Tanrı’yı gördünüz mü? (merakla Tagore’un yüzüne bakar) Tagore. Oğlum, Tanrı Heryerde Hazır ve Nazır Olan, Her şeye Gücü Yeten ve Her Şeyi Bilen’dir. O’nun İlahi Varlığını kendi gözünle görmek kolay bir iş değildir. Tam bir teslimiyet içinde uzun süren manevi çalışmalar yapmak gerekir. O zaman belki? Narendra: Evet efendim. Fakat bana söyler misiniz, siz hiç Tanrı’yı gördünüz mü? Tagore: Genç adam, sen çok hevesli ve çok istekli gözüküyorsun. Senin geleceğini çok parlak görüyorum. Kocaman, siyah ve hemen dikkat çeken gözlerin var. Bu iş için çok uygunsun. (Böyle diyerek Tagore tekrar sessiz oturuşuna geri döner. Genç Narendra hayal kırıklığına uğramıştır. Beklediği cevabı alamamıştır. Naren birkaç gün sonra okulda İngilizce öğretmeni William Hastie’den Öğretmen Ramakrishna’yı işitir. Hemen Dakshineshwar’a gidip Kali Tapınağında Ramakrishna’yı ziyaret etmek ister. Bir gün iki arkadaşı ile beraber öğretmenin evine gider) 109 Ramakrishna: Sevgili oğlum, sen nerelerde kaldın? Ben çoktan beri seni bekliyorum. Ben bu manevi deneyimlerimi senden başka kime anlatabilirim ki? Senin çok asil bir ruh olduğunu biliyorum. (Ramakrsihna onu içeri odaya götürür ve deli bir adam gibi saçmalamaya ve mırıldanmaya başlar. Ona sol ayağı ile dokunur. Birdenbire Narendra’nın etrafındaki mobilyalar, duvarlar ve her şey büyük bir çevresinde dönmeye başlarlar. Narendra’nın bedeni dâhil her şey yok olmuştur. Narendra bedenini kaybetmekten ötürü çok korkar ve ölüm korkusu içinde bağırır) Narendra: Oh hayır efendim. Ne yapıyorsunuz? Benim evde annem babam var. (Ramakrishna gülmeye başlar ve) Ramakrishna: Pekâlâ şimdilik öyle olsun bakalım! (Narendra’ya tekrar dokunur ve Narendra kendine gelir. Ancak bu olaydan sonra Narendra, Ramakrishna’dan çok etkilenir ve ondan ayrılmak istemez) Narendra: (Ramakrishna’nın ayaklarına kapanarak) Efendim, ben bundan sonra sizi Hocam ve Efendim olarak kabul ediyorum. Lütfen beni öğrenciniz olarak kabul edin! Ramakrishna: (memnun bir vaziyette) Naren! Naren! Sen bu dünyada büyük işler başaracaksın. İlahi Varlık seni bana bu maksatla getirdi. Naren artık büyümüş ve herkes tarafından yüce öğretmen/manevi öğretmen Vivekananda olarak tanınmaya başlamıştır) 4.Sahne: (dansçı kız) Öğretmen Vivekananda, Rajastan’a gittiğinde oranın Raja’sı(hükümdarı, yöneticisi) tarafından misafir edilmekte idi. Kral, Vivekananda’nın sadık bir öğrencisi idi. O akşam kralın yeni doğmuş oğlunun şerefine bir şarkı ve dans gösterisi düzenlenmişti. Ülkede çok tanınmış olan bir dansçı bu gösteride şarkı söyleyip dans etmek için davet edilmişti. Raja akşam gösterisine Vivekananda’yı da davet etti, ama Vivekananda bu teklifi kesin bir dille reddetti. Bu tür tiyatro ve eğlence gösterilerinde bulunmayı hiç istemiyordu. Manevi öğretmen içeriye odasına çekildi ve gösteriye gitmedi. Fakat gösteriyi yapacak dansçı kız bunu duymuştu. Hâlbuki dansçı kız onu çok beğeniyordu ve doğası itibarı ile çok inançlı bir kız idi. Gösterinin başında çok felsefi ve güzel bir şarkı seçti. Şarkı: Benim şu günahlarıma bakma ne olur Tanrım Senin İsimlerinden biri Rahman değil midir? Bir demir parçası kutsal tapınağın içinde kullanılır Diğer bir demir parçası da bıçak yapımında Berberin birinin elinde et kesen 110 Ancak simyacı her ikisini de o sihirli dokunuşu ile Altına dönüştürmüyor mu? O mübarek Yamuna Nehri Ve hendekte akan pis kokulu su Bunların her ikisi de Büyük Ganga Nehrine kavuştukları zaman Günahlarından arınıp aynı şekilde kutsanmıyor mu? Bu yüzden benim günahlarıma bakma Tanrım Rahman ve Rahim Olan Senin ismin değil mi? Look not, O Lord, upon my sins! Is not Same-sightedness Thy name? One piece of iron is used Inside the holy shrine, Another for the knife Held in the butcher’s hand; Yet both of these are turned to gold When touched by the philosophers’ stone. Sacred the Jamuna’s water, Foul the water in the ditch; Yet both alike are sanctified Once they have joined the Ganga’s stream. So, Lord, look not upon my sins! Is not Same-sightedness Thy name? (Odasında dinlenmekte olan Öğretmen bu şarkıyı odasından işitince şarkıcıya karşı büyük hayranlık hissetti. Hemen odasından çıkarak gösterinin yapıldığı sahneye geldi ve şarkıcının karşısında ellerini birleştirerek durdu) Vivekananda: Sevgli Kızkardeşim, benim bu ilgisiz tavrımı lütfen affedin. Gerçek bir Vedanta (Manevi yol yolcusu) bir Sanyasi (münzevi, dünyadan elini eteğini çekmiş kişi, her şeyden feragat etmiş kişi) ile bir dansçı arasında hiçbir fark görmez ve hiç kimseyi eleştirmez. Siz bana bugün büyük bir ders verdiniz ve gerçekten gözlerimi açtınız. Tanrı sizi korusun! 5.Sahne: (Öğretmen Vivekananda bir ağacın altında oturmaktadır. Yanında üç misafir vardır ve ona soru sormaktadırlar. Yanında köşede ise bir mahar oturmakta ve efendisini büyük bir hayranlıkla seyretmektedir.(Mahar Hindistan’da ‘Dokunulmazlar’ olarak adlandırılan toplumun en alt tabakasına verilen addır. En çok Maharashtra eyaletinde bulunduklarından onlara Mahar lakabı verilmiştir) 111 1.misafir: Bir insan neden Öz’e ilişkin bilgiyi edinmek zorundadır? 2.misafir: (Genç bir adam) Sevgili Hocam, ben sessiz oturuş yaparken başarı sağlayamıyorum. Odama çekiliyorum, kapıları ve pencereleri kapatıyorum ve sessizliğe konsantre olmaya çalışıyorum ama beyhude/faydasız. Lütfen bana yardım eder ve bana yol gösterir misiniz? Öğretmen Vivekananda: Ne! Sen odanın kapı ve pencerelerini kapatıp sessiz olmaya mı çalışıyorsun? Benim sana tavsiyem sevgili oğlum, ilk iş odanın kapılarını ve pencerelerini ardına kadar açmandır. Kapıyı aç, dışarıya çıkıp bak, insanlarımız ne kadar büyük zorluklar ve acılar içindeler gör. Onlarla konuş! Onların acılarını biraz olsun nasıl dindirebilirsin düşün ve bunun için çareler ara, gayret et! Bu yapacağın şey senin sessiz oturmaya çalışmandan çok daha fazla işe yarayacaktır. Mahar(Dokunulmaz): (ayağa kalkar ve çok çekingen bir şekilde öğretmenin yakınına gelmeye çalışır) Sevgili hocam, siz saatlerden beri burada oturuyor ve soruları cevaplandırıyorsunuz. Çok acıkmış ve çok susamış olmalısınız. Size yiyecek ve içecek bir şeyler getirmemi ister misiniz? Ben bir mahar’ım ve dokunulmaz’ım. Benim gibi birinden kabul eder misiniz, bilmiyorum? Manevi Öğretmen Vivekananda: (ayağa kalkar ve mahar’ın yakınına gelir. Şu hale bir bakın! Toplumumuzda bir de sözüm ona utanmadan ‘dokunulmaz’ adı verilen bu güzel insanlardaki sevgiye ve ilgiye bir bakın! Onlar bu dünyada Tanrı’nın en sevgili kulları değiller mi? Onları bu şekilde niteleyen bizlere yazıklar olsun! Sevgili Tanrım, lütfen bizleri affet! (Mahar’a dönerek) Sevgili oğlum, haydi gel elimden tut da seninle beraber bir şeyler yiyelim ve içelim. (Her ikisi beraber sahneyi terk ederler. Sonra misafirler de giderler) Öğretmen Vivekananda: (Dışarıya çıkarken) Sevgili Ramakrishna şöyle derdi, “Tanrı’ya karşı olan özlem çok büyük olmalıdır. Bir otelde karanlık bir odada uyumakta olan bir hırsıza bir arkadaşı fısıldayarak, yandaki odada büyük bir hazine saklandığını ve çalınmasın diye o odanın kapılarının sıkı sıkı kilitlendiğini söylediğini varsayalım. O hırsız o gece bir daha uyuyabilir mi? Bütün gece boyunca o hazineyi çalabilmek için türlü dümenler düşünüp planlayacaktır, öyle değil mi?” İşte aynı şekilde gerçek bir müride, yani Tanrı’ya tüm kalbi ile tamamen bağlı ve teslim olmuş bir kişiye İlahi Öz’e ait hazinenin kendisinin içinde saklı olduğunun söylendiğini düşünün! Onun durumu da aynı hırsızınki gibi olacaktır. O hazineye ulaşıncaya kadar artık ona huzur yoktur. İşte bu yüzden bizlere, “Uyan! Ayağa kalk ve hedefe ulaşıncaya kadar durma” diye boşuna söylenmemiştir. 6.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Madame Emma Calve, Amerika’da çok tanınmış, soprano bir opera şarkıcısı idi. Genç yaşta çok meşhur olmuştu. Çok güzel ve çok kültürlü bir bayandı, ama 112 maalesef daha gençken kocasını kaybetti. Bunun üzerine kızına çok bağlandı. 1893 yılında bir gün kendisi operada sahnede şarkı söylerken birden derin bir üzüntü hissetti. İki defa bayılacak gibi oldu ve konseri zorla tamamladı. Kulise odasına çekildiğinde daha salonda çılgınca alkışlar varken kendisine kızının bir kaza sonucu öldüğü söylendi. Madame Calve bayıldı ve yere düştü. Artık yaşamayacağını düşündü ve kısa zamanda üç kez intihara teşebbüs etti. Bir arkadaşı kendisine öğretmen Vivekananda’yı görmesini tavsiye etti. Ancak Madame Calve bunu reddetti ve yine bir gün hayatına bir son vermek üzere nehrin kıyısına gitti. Nehre doğru giden yolda yürürken ayakları sanki bir güç tarafından yönlendiriliyormuşçasına kendisini caddenin üzerindeki bir eve götürdü. Eve doğru yaklaştığında bahçe kapısını ve evin kapısını yarı açık vaziyette buldu. Evden içeriye girdi. İçerideki odada turuncu renkte uzun bir elbise giymiş olan bir adam başı aşağıda ve gözleri yerde sessiz oturuş yapıyordu. Başını bile kaldırmadan Madame Calve’a seslendi, Vivekananda: İçeri gel, sevgili çocuğum. Ben de seni bekliyordum. Calve: (şok olmuş vaziyette yavaşça ona doğru yürür) Vivekananda: Sevgili çocuğum, senin ne kadar büyük bir derdin var böyle! Senin kesinlikle sakin ve huzurlu olmaya ihtiyacın var. Ben senin her türlü problemini biliyorum. Calve: Bunları nasıl bilebiliyorsunuz efendim? Beni size anlatan biri mi oldu? Yakın arkadaşlarımla mı konuştunuz? Vivekanada: (sanki küçük bir çocuk anlamsız ve gereksiz bir soru sormuş gibi bakar) Benimle hiç kimse konuşmadı. Sence bu gerekli mi? Ben seni açık bir kitap gibi kolayca okuyorum. Sen unutmalısın! Dertlerinin sessizliği içinde yaşama! Duygularını sanatın şeklinde, başkalarına hizmet şeklinde dönüştürmeli ve dışarıya vurmalısın. Ayağa kalk ve tekrar mutlu ol! Senin sağlığının buna ihtiyacı var, başkalarının da sana ihtiyacı var.” (Madame Calve bu asil öğretmene doğru yürüdü, önünde diz çöktü ve onun elbisesinin eteğini öperek ona olan saygısını gösterdi. Öğretmen ona doğru baktı ve elini havaya kaldırıp onun başının üzerine koyarak) Vivekananda: Tanrı seni korusun çocuğum. Shanthi, Shanthi, Shanthiii! (Bu olaydan sonra Madame Calve’ın üzerine büyük bir huzur ve rahatlık çökmüştü. İntihar fikri de dahil olmak üzere zihnindeki tüm negatif düşünceler güneşin önünde dağılıp giden sis gibi silinip yok olmuştu. Yaşadığı acı dolu anılar halen tamamen hatırasında durmakta idi, ama işte bir şekilde artık o onların üzerine çıkmıştı. Bu olaydan sonra Madame Calve Manevi Öğretmen Vivekananda’nın çok yakın bir öğrencisi oldu. Fakirlere ve muhtaç insanlara yönelik çok sayıda vakıf kurdu ve yönetti. Ayrıca Öğretmeni Vivekananda’nın insanlara yönelik hizmet programlarına katkılarda bulundu.) -PERDE113 38- BENCİL VEEGOİST DEV (BİRİNCİ BÖLÜM) Karakterler: Dev 5 çocuk Kuşlar- 4 çocuk temsil ediyor Ağaçlar- 4 çocuk temsil ediyor Çiçekler - 4 çocuk temsil ediyor Kar - 1 çocuk temsil ediyor Ayaz/Soğuk Hava - 1 çocuk temsil ediyor Kuzey Rüzgârı- 1 çocuk temsil ediyor Yağmur/Dolu - 1 çocuk temsil ediyor Sonbahar- 1 çocuk temsil ediyor İlkbahar- 1 çocuk temsil ediyor 1.Sahne: (Çok güzel bir bahçe Bahçedeki ağaçlar, çiçekler ve çimenler çok güzeldir ve rengârenktir. Kuşlar ağaçların dallarında oturmakta ve şarkı söylemektedir. Çocuklar bahçede oyun oynamaktadırlar) Ağaçlar: Şu çocuklara bir bakın! Ne kadar mutlular! Çiçekler: Çevrelerine her zaman huzur ve sevgi yayıyorlar. Kuşlar: Burada onlar sayesinde ne kadar büyük bir mutluluk var, aynı cennete benziyor. Çiçekler: Evet çok doğru. Burası tamamen bir sevgi cenneti! Siz de böyle hissetmiyor musunuz? (Ağaçlar, çiçekler ve kuşlar ortaya gelip mutlu ve neşeli bir şekilde şarkı söylemeye başlarlar.) Şarkı: ……………… (Çocuklar şarkıya katılarak mutlu bir şekilde dans ederler. Şarkı sona erer. Çocuklar sıçramakta, el çırpmakta ve mutlu bir şekilde koşmaktadırlar. Ağaçlar, çiçekler ve kuşlar da mutludurlar. Tam o sırada dev oraya gelir.) Dev: Hey çocuklar! Siz ne kadar haylaz ve yaramaz çocuklarsınız böyle? Burası benim bahçem. Burada ne arıyorsunuz? Burada benden başkası oynayamaz. Çabuk buradan defolup gidin! (Dev hemen bahçenin etrafına yüksek bir duvar inşa eder ve kocaman bir tabela asar.) Dev: İşte tabelayı buraya asıyorum. “Bahçeye izinsiz girenler hemen cezalandırılacaktır” Haydi bakalım, çocuklar bundan sonra da buraya gelmeye cesaret etsinler bakalım. (Çocuklar bahçe etrafında mutsuz bir şekilde dolaşırlar.) 114 Çocuklar: Bu bahçede ne güzel oynuyorduk ve ne kadar mutlu idik. Şu anda kış mevsimi ve her yerde kar var. Sonra ilkbahar gelecek, ama şu anda devin bahçesinde halen kış var. İlkbahar: Aa burası o kendini beğenmiş ve bencil devin bahçesi değil mi? Ben burada kalmak istemiyorum. (Sonra kuşlar gelirler) Kuşlar: Burada hiç çocuk yok. Hiç ağaç da yok! Ayrıca bahçenin her tarafı kar altında. Biz burada kalamayız. Kar: Vay canına ilkbahar bu bahçeyi gelmeyi unuttu galiba? Yaşasın. (Kar bunun üzerine Ayaz’ı/Soğuk Hava’yı davet eder.) Kar: Hoş geldiniz sayın Ayaz! Biz bütün yıl boyunca beraberce burada kalacağız. (Kar ve Ayaz Kuzey Rüzgârını da davet ederler.) Kar&Ayaz: Hey, Kuzey Rüzgarı! Burası çok güzel bir yer! Neden sen de burada kalmıyorsun? Kuzey Rüzgarı: Wsh……Wsh……. (Kuzey Rüzgârı tüm gün boyunca bahçenin üzerinde esip durur ve damdaki bacaları kırıp aşağıya düşürür.) Kuzey Rüzgârı: Burası gerçekten de çok güzelmiş. Bay Dolu da buraya gelip ziyaret eder mi acaba? (Don/Soğuk Hava gri elbiseler giymiştir ve ağzından soğuk buharlar çıkmaktadır. Her gün devin şatosunun tavanında tangırdamakta ve sinir edici ses çıkarmaktadır.) Don/Soğuk Hava: “Tangır, tangır!” Burada ne kadar çok eğlence var! Tangır…Tangır…! (Dev pencereden dışarıya bakar.) Dev: Dışarısı çok soğuk! Bu sene İlk Bahar neden böyle geç kaldı acaba? Umarım havalar yakında biraz ısınır. (Fakat ne İlkbahar gelir ve ne de yaz gelir. Sonra sonbahar gözükür) Sonbahar: Ben bu bahçeye hiç meyve filan vermeyeceğim. Bu dev zaten çok bencil ve egoist! Sonra, Kar, Ayaz/Soğuk Hava, Kuzey Rüzgârı ve Don beraberce bahçede dans ederler. Şarkı: Ha…Ha… (Bir gün çocuklardan biri duvardaki küçük bir delikten gizlice bahçeye girer. Ağaçlar ve çiçekler sevinçten hemen çiçek açarlar. Kuşlar neşe içinde şarkı söylemeye başlarlar. İçeride oturan dev güzel bir müzik işitir ve yatağından kalkar) Dev: En sonunda İlk Bahar geldi galiba. Bahçeye çıkıp bir bakayım. 115 (bahçeye çıkar) Dev: Aman Tanrım ne kadar güzel bir sahne bu! (Bahçenin bir köşesinde halen kış vardır. O bölgede yerlerde kar vardır ve ağacın dalları soğuktan donmuş vaziyettedir. İleride bir ağacın yanında küçük bir çocuk durmakta yukarıdaki dala ulaşamadığı için ağlamaktadır) Dev. Bu güzel çocuk niçin ağlıyormuş bakalım! Ya ben ne kadar bencil ve egoistmişim böyle! Ben şimdi İlk Bahar’ın neden gelmediğini anlıyorum. (Dev küçük çocuğun yanına gider) Dev: Bu tatlı çocuk niye ağlıyormuş bakalım? Gel seni dalın üstüne koyayım istersen! Zaten ben bu bahçe etrafındaki duvarı da yıkıp yerle bir edeceğim. Burası eskisi gibi yine sizin oyun bahçeniz olacak. Burada istediğiniz kadar oynayabilir ve mutlu olabilirsiniz. -PERDE- 116 39- BENCİL VE EGOİST DEV (İKİNCİ BÖLÜM) Çocuklar bahçede oynamaya başladıklarında Kar, Ayaz, Kuzey Rüzgârı ve Don orayı terk edip giderler. Hepsi Birden: Artık burası bize göre değil. Haydi gelin gidelim. O dev küçük çocuğu o donmuş ağacın üzerine koyduğu anda ağaç çiçek açmaya başladı. O ağaç: Yaşasın, çocuklar yine geri geldiler. Çiçekler: haydi gelin, çocukları kokularımızla selamlayalım. (Kuşlar uçarak gelirler ve o ağacın dallarına konarlar) Kuşlar: Tweet! Tweet! Haydi gelin beraber bir şarkı söyleyelim. (Küçük çocuk o kadar mutludur ki, kollarını Dev’in boynuna dolayarak ona sarılır ve yanağından öper) Küçük Çocuk: Sevgili Dev! Sen ne kadar tatlı ve sevimlisin! Ben seni çok seviyorum. (Bu arada Dev diğer çocukların yanına doğru gider) Dev: Hepiniz hoş geldiniz çocuklar. Artık burada istediğiniz gibi oynayabilirsiniz. Diğer Çocuklar: Aaa, bizim Dev tamamen değişmiş. Bize karşı çok nazik ve sevecen olmuş. Yaşasın! (O sırada İlk Bahar da oraya gelir) İlk Bahar: Dev tamamen değişmiş ve yumuşak bir adam olmuş. Çocuklar da bahçeye geri gelmişler. O zaman ben de buraya geri dönüyorum ve çocuklarla birlikte kalıyorum. Dev: Gelin çocuklar. Burası artık sizin bahçeniz. Ben bahçenin çevresindeki bu yüksek duvarları da yıkacağım. Burada istediğiniz kadar oynayabilirsiniz. (Çocuklar bütün gün bahçede oynarlar ve akşam olduğunda evlerine gitmek üzere oradan ayrılırlar. Fakat o küçük çocuk ortada yoktur) Dev: Çocuklar, ağacın üzerine koyduğum o küçük çocuk nerede biliyor musunuz? Çocuklar: Hayır bilmiyoruz. Onu hiç görmedik. Nereye gitti acaba? Evine mi gitti dersiniz? Dev: Ona yarın yine gelmesini söyleyin olur mu? Çocuklar: Fakat biz onun nerede oturduğunu bilmiyoruz ki? Dev: (çok üzülerek) Peki o zaman. Siz gelip oynayın. Ben o çocuğu çok sevdim, onu bir daha ne zaman görebilirim acaba? (Bu olaydan sonra aradan uzun zaman geçer. Çocuklar gelip bahçede oynamaya devam ederler. Fakat o küçük çocuk bir daha ortada görünmez. Dev o çocuğu özlemeye devam eder.) 117 (Bu arada çeşitli oyunlar oynanır ve dev yaşlanmaya başlar. Devamlı olarak çocukları seyretmekte ve bir yandan da saçları ve sakalları beyazlamaktadır) Dev: Bahçemde birçok güzel çiçek var. Fakat aslında en güzel çiçekler bu çocuklar. Onlar etraflarına ne kadar çok sevgi ve mutluluk dağıtıyorlar böyle? (Bir kış sabahı dev yine evinin penceresinden dışarıya doğru bakarken birden o küçük çocuğu ilerideki ağacın altında ayakta dururken görür. Dev hemen koşarak dışarıya çıkar ve çocuğun yanına doğru seğirtir) Dev: Benim güzel çocuğum, benim küçük tatlı çocuğum. Sen nerelerdeydin böyle? (Dev o sırada çocuğun yaralanmış olduğunu fark eder. Çocuğun avuçlarının içinde ve ayaklarında çivi izleri vardır ve kanamaktadır) Dev: Seni kim yaraladı böyle? Söyle bana, hemen gidip onun cezasını vereyim. Küçük Çocuk: Hayır, sevgili dev! Beni kimse yaralamadı. Dev: Peki o zaman o yaralar nasıl oldular? Küçük çocuk: Bunlar sevginin yara izleri. (Kocaman dev kendisini küçük çocuğun karşısında küçücük hisseder, onun önünde diz çökerek sorar) Dev: Sen kimsin, güzel çocuğum, sen kimsin böyle? Küçük çocuk: (gülümseyerek) Sen bana hep nazik ve sevecen davrandın. Bana bahçende oynama izni verdin. Bugün ben seni kendi bahçeme götürmeye geldim. Dev: Senin bahçen mi? Senin bahçen neresi? Küçük Çocuk: benim bahçem cennetin ta kendisidir, sevgili dev. Sen orada her zaman mutlu olacaksın. Haydi benimle gel, seni oraya götüreyim. (Bir müddet sonra çocuklar bahçede oynamak üzere oraya gelirler. Dev ağacın altında yerde yatmaktadır. Üzeri beyaz çiçeklerle kaplıdır. Çocuklar onun son yolculuğa çıkmış olduğunu anlarlar) Küçük çocuklar: Allahım! Bizim tatlı devimiz ölmüş. (yere diz çökerek dua etmeye başlarlar) Küçük çocuklar: Sevgili Tanrım! Lütfen bizim dev arkadaşımızı cennetine kabul et! Onun orada mutlu olmasını sağla ne olur. O bize karşı hep sevgi dolu ve anlayışlı davrandı. Biz onu çok sevdik. Onun ruhunu kutsa! Her zaman huzur içinde olsun ve yolu açık olsun! İnşallah bizler de onun gibi sevecen ve merhametli oluruz ve gittiğimiz her yerde çevremize sevgi ve mutluluk dağıtırız. -PERDE118 40- EN İYİ DİN Sahne Arkası Sesi: Ülkenin kralı en iyi dinin hangisi olduğunu öğrenmek istemişti. Kral başbakanını çağırarak büyük bir konferans düzenlemesini ve dinlerin temsilcilerini davet etmesini istedi. Gelen temsilciler kendi inançlarını anlatacak ve tanıtmaya çalışacaklardı. Çağırılan dinler İslam, Hıristiyanlık, Budizm, Hinduizm, Jainizm, Zerdüştlük ve Sikhizm idi. 1.Sahne: (Kral sarayın Kabul Salonunda tahtında oturmaktadır. Bakanları ve saray görevlileri etrafında çevrelenmişlerdir. Kürsünün karşısında katılımcılar birbirlerine bakacak şekilde oturtulmuşlardır) Kral: Başbakanım, lütfen müzakereyi başlatın! Başbakan: Tabi sayın kralım! (Bütün dinlerin temsilcilerine dönerek) Sayın kutsal insanlar! Lütfen teker teker kürsüye gelerek kendi inanışlarınızı ve dininizin özelliklerini bizlere anlatır mısınız? Kürsüye ilk olarak Hindu Rahip gelir. Hindu rahip: Hepinizi alçak gönüllülük ile selamlarım. Hindu kelimesi Hin ve du hecelerinin yan yana gelmesi ile oluşmuştur. Hin+du = Hindu. Hin hecesi himsa kelimesinin kısaltmasıdır ve şiddet manasına gelir. Du hecesi de dur, yani şiddetten uzakta durmak demektir. Bu inanıştaki kişiler çevresindeki herkese düşüncede, sözde ve davranışta şiddet uygulamazlar. Bizlere etrafımızda gördüğümüz yaradılışın içinde her zaman Tanrı’yı görmemiz öğretilmiştir. Bizler her zaman iyiyi görmeye, iyiyi yapmaya ve iyi olmaya gayret etmekteyiz. Molla(İslam Âlimi): Burada toplanmış olan herkese en içten selamlarımı sunuyorum. Bizim dinimiz İslam, Tanrı’nın iradesine teslim olmak demektir. Her Müslüman İslam’ın beş şartını yerine getirmeye çalışır. Bunlar Kelime-i Şahadet Getirmek, Namaz kılmak, Oruç tutmak, Zekât vermek ve Hacca gitmektir. Bizler insanın içindeki altı düşman olan şehvet, öfke, açgözlülük, kibir, kıskançlık ve nefrete karşı savaş, yani cihat açmışızdır. Hıristiyan piskopos: Hıristiyan dini bizlere sevgi ve merhameti öğretmektedir. Tanrı’nın Krallığı bizim içimizdedir ve bizler komşularımızı kendimiz sevdiğimiz gibi sevmeliyiz. Bizler hiçbir zaman karşımızdakinin hatasını işaret etmemeli, onu eleştirmemeliyiz. Biz herkesi sevmeli, herkese hizmet etmeliyiz. Budist rahip: Biz Budistler için insanı acı çekmeye ve mutsuz olmaya götüren yol insanın bitip tükenmek bilmeyen arzularıdır. Bütün dertlere ve üzüntülere son verebilmek için tüm arzular kontrol edilmeli, onlara bir tavan oluşturmalı ve bütün aşırı tutkular kökünden sökülerek yok edilmelidir. Bunu yapabilmek için de herkesin iyi bildiği sekiz katlı yol takip edilmelidir. Bunlar, doğru görüş ve doğru karar, gaye, anlayış, konuşma, davranış kontrolü, 119 geçimini sağlama, gayret, dikkatli ve düşünceli olmak ve konsantrasyon yani düşünceleri yoğunlaştırmaktır. Jain Rahibi: Jainizm felsefesi bizlere Hakikat’i, Şiddetten Kaçınmayı, Cömertliği, Dürüstlüğü, Feragat Etmeyi ve namuslu ve iffetli davranmayı şiddetle tavsiye eder. Bizim inanışımız bize doğru bilgiyi edinmemizi, doğru şekilde bakmamızı ve her zaman Doğru Davranış içinde bulunmamızı öğütler.(Jainizm=Cainizm=Caynizm: Güney Asya kökenli, din ve felsefe. Günümüzde Batı Avrupa, Amerika ve Afrika’da varlığını sürdürmektedir) Zerdüşt Âlim: Biz Tanrı’ya alev şeklinde ibadet ederiz. Biz Tanrı’nın bir olduğuna inanırız. Bizim için Rahman ve Rahim, her ikisi de birdir. Bizler insanlar arasında ırk ayrımlarına inanmayız. (Zoroastrianism= Zerdüştlük= İran kökenli bir dini felsefedir. Takribi 2,5-3 milyon takipçisi vardır)) Sikh Guru: Bizim dinimiz üç mücevher üzerine kurulmuştur. Bunlar iyi düşünceler, iyi sözler ve iyi davranışlardır. (Sikhizm= 15.yüzyılda Tek Tanrılı bir din olarak Guru Nanak tarafından Pencap’ta ortaya atılmıştır. Dünyada takribi 30 milyon takipçisi vardır) Kral: Ben gerçekten anlatılan bu dini inanışlar içerisinde herhangi bir farklılık göremiyorum. Ben her birinizi dinlediğimde her bir dini inanışın çok kutsal olduğuna ve kendi yolunda eşsiz olduğuna kanaat getirdim. Bakan: Sayın majesteleri, artık bu oturumu kapatma zamanı gelmiştir. Ben hepimiz için bir öğle yemeği düzenledim. Şimdi yemek için hepimiz nehrin karşı kıyısına geçeceğiz ve sofraya oturacağız. Ondan sonra bir oturumumuz daha var. 2.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Kral ve bakanları beraberce nehrin kıyısına gelirler. Dini inanışların temsilcileri de beraberdirler. (Başbakan krala dönerek) Başbakan: Sayın kralım, karşıya geçmek üzere altı tane değişik renkte kayık ayarladım. Bu kayıklar sizin için özel olarak getirildiler. Acaba karşıya geçmek için siz hangisini tercih ediyorsunuz? Kral: Neden bu kadar kayıklar hakkında konuşup vakit kaybediyoruz? Bir an önce karşıya geçmemiz gerekiyor? Hangi kayık olursa olsun bizi karşıya geçirmiyor mu? Ne diye özellikle bir kayığı seçmemi istiyorsun ki? Başbakan: Sayın Majestelerimiz, siz tamamen haklısınız ve bu cevabınız ile bu toplantıyı düzenleme sebebinizi kendi kendinize cevaplamış oluyorsunuz. Tanrı Bir’dir, ancak O’na doğru giden yollar çok çeşitlidir. O’na giden her yol kutsaldır. Bu gerçek, kadim bilgeler ve evliyalar tarafından söylenegelmiştir. Hangi inanış yolunu seçerseniz seçin onu içtenlikle ve tam bir bağlılıkla takip etmelisiniz. O zaman en sonunda hedefiniz ulaşacak ve Tanrı’ya 120 kavuşabileceksiniz. Bu konferansa katılan ve katılmayan her türlü inanış bizi yaşam nehrinde karşı kıyıya geçirecek kayıklara benzerler. Kral: (Başbakan’a dönerek) Bana böyle büyük bir manevi bilgi verdiğin için sana çok teşekkür ederim. Seninle gurur duyuyorum. Çeşitli inanışlar arasında böyle bir tartışma konferansı düzenlemek gerçekten çok aptalca bir fikir idi. Her bir inanış kendi yolunda çok değerlidir ve kutsaldır. Bizim düsturumuz “Her zaman yardım edin, hiçbir zaman incitmeyin” ve “Herkesi sevin, herkese hizmet edin” olmalıdır. Bütün dini inanışlar beş İnsani Değer sütunu üzerinde ikamet ederler ve bunlar da, Hakikat, Doğru Davranış, Huzur, Sevgi ve Şiddetten Kaçınma’dır. -PERDE- 121 41- PİSKOPOSUN ŞAMDANLARI Sahne Arkası Sesi: Bugün sizlere dünya çapında ünlü Victor Hugo’nun yine kendisi kadar ünlü “Sefiller” adlı romanından alınma kısa bir tiyatro oyununu yani küçük bir skeç sergileyeceğiz. Sefiller romanının ana karakteri Jean Valgean’dır ve bu romandan alınan bölümün ana konusu “Kötüden yüz çevirme ve iyi davranışa dönüş” tür. Romandaki piskopos merhameti ve cömertliği ile hırsızlıktan mahkûm olmuş olan Jean Valgean’ın hayata bakışını tamamen değiştirir. Tanrı bizden başkalarının hatalarını görmemizi değil, kendi hatalarımızı fark etmemizi ve onları düzeltmemizi istiyor. Bize şöyle öğüt veriyor, “İyiyi görün, iyi davranın ve iyi olun!” (Sahneye Jean Valgean girer. Çok yorgun ve bitkin görünmektedir. Açlıktan ve susuzluktan perişan vaziyettedir) Jean Valgean: Açlıktan ve susuzluktan artık bayılmak üzereyim. Hiç kimse benim gibi saçı sakalı birbirine karışmış birine yardım elini uzatmıyor. Üstelik ben bir de eski bir mahkûmum. Gerçi Allah biliyor ya o ekmeği neden çaldığımı. Evde açlıktan ölmekte olan çocuklarımın çığlıklarına daha fazla dayanamazdım. Bu suç için 18 yıldan beri hapishanede çile çekiyorum. Ne yaşam ama! Bir hayvanınkinden bile bin beter! Aaa, galiba bu benim aradığım kilise! Geçen gün bir rahibe bu kiliseyi anlatırken duymuştum. Çok iyiliksever bir piskoposu varmış. Belki beni içeriye buyur edip bana bir lokma ekmek verir. (Hemen giderek kilisenin kapısını çalar.) Piskopos: (içeriden) İçeriye gel sevgili kardeşim. Kapı açıktır. Hoş geldin! Jean V.: (içeriye girer) Efendim ben bir suçlu bir mahkumum. Beni içeriye davet etmeye korkmuyor musunuz? Piskopos: Lütfen bana ‘Efendim’ diye hitap etme kardeşim. Bizler hepimiz Tanrı’nın çocuklarıyız. Beni kendi kardeşin yerine koyabilir misin? Jean V.: (bu sözlere çok şaşırmış bir vaziyette) Efendim, bugün bana hiç kimse ne bir lokma ekmek ne de bir yudum su verdi. Benimle karşılaşan herkes beni hor gördü ve beni geri çevirdi. Siz beni içeriye nasıl davet ettiğiniz hiç anlayamadım. Piskopos: Sevgili kardeşim, haydi biraz neşelen. Ben senin çok aç ve çok susuz olduğunu biliyorum. Lütfen burasını kendi evin farz et ve rahat ol.(içeriye doğru seslenir) Rahibe kardeşim, yemek hazır mı acaba? Rahibe: Evet hazır sayın piskopos. Lütfen mutfağa gelin, beraber yemek yiyelim. Piskopos: (mahkûma dönerek) Haydi beraberce içeriye geçelim ve yemek yiyelim. 2.Sahne: Bishop ve Jean Valgean mutfaktan içeriye girerler. Jean V.: Efendim, bana gösterdiğiniz bu yakın ilgiye ve misafirperverliğe çok teşekkür ederim. Uzun süreden beri hiçbir şey yememiştim. Hepsi bana büyük bir ziyafet oldular. 122 Piskopos: Sevgili kardeşim, afiyet olsun. Şimdi uykuya çekilebilirsin. Ben de senin yanındaki odada kalıyorum. Yarın sabah görüşürüz inşallah. Sana hayırlı geceler. Jean V.:İyi geceler efendim. (Jean V. Yatağına yatar, ancak uyuyamaz. Sağa sola döner ve en sonunda kalkıp yatakta oturur.) Jean V.: Gözüme bir parça olsun uyku girmiyor. Yemekte gördüğüm şu gümüş tabaklar ve çatal bıçak takımları gözümün önünden gitmiyorlar. Onları satsam çok para kazanırım ve rahat ederim. Fakat bana burada o kadar iyi davrandılar ki tereddüt ediyorum doğrusu. Çalmak mı çalmamak mı? Bu soruya cevap bulamıyorum. Aman Tanrım, gece saat 02.00 olmuş. Acele etmeliyim! Mutfağa gidip şu gümüş tabakları ve kaşıkları alıp kaçayım. Sonunda ne diye korkaklık yapıyorum ki sanki? (Mutfağa gider ve gümüş tabakları alarak evden dışarı çıkar ve kaçar) 3.Sahne: Sabah erken saatlerde Piskopos bahçede yürümektedir. Çok öfkeli bir şekilde rahibe ona doğru yaklaşır. Rahibe: Sayın piskopos, hislerimde yanılmamışım. Dün gece o mahkûmu gördüğümde ondan şüphe etmiştim. Piskopos: Ne oldu ki? Neden suratınız böyle bir karış? Rahibe: Sizin o sevgili kardeşiniz gece mutfaktan gümüşleri çalıp kaçmış. Piskopos: Hepsi bu mu yani? Belki de o gümüşlere onun bizden daha çok ihtiyacı vardır. Tanrı verir ve alır. Bunun için neden üzülelim ki? Rahibe: Siz biraz sonra nasıl kahvaltı edeceksiniz, çok merak ediyorum. Piskopos: Gidip ucuz tabaklar ve kaşık çatallar alırız. Bize lazım olan tabakların altın veya gümüş olmasına gerek yok ki? (Birdenbire, yanlarında Jean Valgean olduğu halde iki polis memuru kilisenin avlusundan içeriye girer) 1.Polis memuru: Efendim, biz bu adamı sokakta elinde bir torba ile giderken yakaladık. Gümüş tabaklarınızı ve çatal bıçaklarınızı geri getirdiğimiz için şanslısınız. Piskopos: Ama bizim gümüş tabakalarımız ve çatal bıçaklarımız çalınmadılar ki! Ben o gümüşleri dün gece kardeşime hediye olarak vermiştim. Neden onu tutukladınız? Aslında buraya getirmeniz çok iyi oldu. Çünkü kardeşim sabahleyin acele ile çıkarken bu gümüş şamdanları almayı unutmuş. Şimdi ona bu şamdanları da verebilirim. (Jean Valgean’a 123 dönerek) Sevgili kardeşim, bu gümüş şamdanları almayı neden unuttun. Haydi, şimdi onları da alabilirsin. (Şamdanları Jean V.’a uzatır) 2.Polis memuru: Efendim kusura bakmayın biz sizin arkadaşınızı hırsız zannetmiştik. Özür dileriz. Bu durumda bize ancak gitmek düşüyor.(Piskoposu saygı ile selamlarlar ve giderler) Jean V.:(Polisler gittikten sonra gözleri havada boşluğa baka kalmıştır. Gözlerinden yaşlar akmaktadır. Kendi kendine sorar) Ben hayal mi görüyorum? Polisler beni bıraktılar mı? Evet, hayal görüyorum herhalde. Piskopos: (Jean V.’nın yanına giderek) Sevgili oğlum, Hakikat yolundan ayrılma! Hakikat Tanrı demektir. Her zaman iyiyi gör, iyi şeyler yap ve iyi kalpli ol! Benim gibi bir insan nasıl yalan söyledi diye şaşırmış olabilirsin. Bu senin iyiliğin içindi. Ben sana günahkâr olmanın yolunu değil, Hakikat’e bağlı olmanın yolunu tutmanı öğütlüyorum. Lütfen, sana yalvarıyorum sakın Doğru Davranış yolundan ayrılma! (Biraz önce Jean V.’na uzatıp da kendisinin almadığı şamdanları kendisine bir daha uzatır) Piskopos: Lütfen bu şamdanları da elindeki torbanın içine diğer gümüşlerin yanına koy! Geçmişi unut ve kendine yeni bir yaşam kur! Başına her ne zorluk gelirse gelsin bu şamdanlara sığın. Onlar sana doğru yolu göstersinler. Bu şamdanlar sana cesaret aşılayacaklar ve yolunu aydınlatacaklardır. Bu sayede karanlıktan aydınlığa doğru yürü sevgili kardeşim! (Jean Valgean piskoposun ayaklarına kapanır. Sonra dizlerinin üzerinde Tanrı’ya dua ederek kendisine bir şans daha verdiği için teşekkür eder. Piskopos elini onun başına koyarak onu takdis eder. Jean Valgean önündeki ışığı takip ederek yürüyüp gider.) (Bir yerden ışık yakılır ve yolu aydınlatılır) 42- APTALSIN SEN Giriş: Bilim adamları felsefecileri/din adamlarını aptallıkla suçlarlar, din âlimleri de bilim adamlarını aptallıkla suçlarlar. Bu dünyada akıllı adam kimdir ve aptal olan kimdir? Bu nokta aşağıdaki oyunda dramatik olarak işlenmiştir. Şunu aklımızdan çıkarmayalım lütfen, “Bilgeliğin sonu Özgürlük’tür.” Karakterler: Bir kral Üç bakan Kralın bir danışmanı 1.Sahne: (Kral Sarayın Kabul Salonunda üç bakanı ile ülkenin genel durumlarını konuşmaktadır) 124 Kral: Sayın bakanım, bu yıl bütçemiz açık verecek gibi gözüküyor. Bütçe gelirlerini gelecek yılda iki milyon lira artırmamız gerekecek sanıyorum. Bakan: Haklısınız efendim. Bu sene yağmurun az yağması bunu etkiledi maalesef. Kral: Ancak bu durum ülke halkımızı olumsuz etkiler mi sence? Biliyorsun onların refah içinde ve mutlu olmaları benim en önemli görevimdir. Bakan: Hayır sanmıyorum kralım. Bu artış çok yüksek bir atış değil. Hem zaten halktan büyük bir itiraz yükseldiği zaman da yapmamız gereken yatırımları biraz erteler ve vergileri tekrar azaltırız. (İçeriye kralın soytarısı girer. Nefes nefes krala giderek) Soytarı: Sayın kralım, size önemli bir soru sorabilir miyim? Kral: Burada önemli devlet meselelerini konuştuğumuzu görmüyor musun? Ama madem bu kadar acele ediyorsun ve bekleyemedin sor bakalım? Soytarı: Sayın kralım, ben uzun yıllardan beri gökyüzüne bakıp inceliyorum. Sizce gökyüzü neden her zaman böyle mavi? (Kralın yanındaki 3 bakan gülmeye başlarlar) Kral: Zaten senden çıka çıka böyle bir soru çıkacağı belli idi. Bu mu önemli soru? Sen bilmiyor musun güneşin ışınları yedi renk içerirler. Bu ışınlar dünyanın atmosferinden içeriye girdiklerinde havaya çarparak kırılıp saçılırlar. Mavi ışınlar en çok saçılırlar, bu yüzden gökyüzü mavidir. Bu senin sorunu cevapladı mı? Soytarı: Evet kralım, benim bir sorum daha var. Neden biz cisimleri yukarıya doğru attığımızda tekrar yere doğru düşüyorlar? Bakan: Yetti ama, bu önemli toplantıyı böyle aptalca sorularla bölemezsin. Git buradan, git buradan hadi. Kral: Soytarı bekle bir dakika, buraya gel. Bundan sonra bu “Aptal” şapkasını takacaksın. Nereye gidersen git herkes senin aptal olduğunu bilecek, tamam mı? (Soytarının başına bir kep takar. Soytarı şapka almaktan dolayı mutludur ve hemen onu takmaya başlar.) (Aradan yıllar geçer. (Kral artık yaşlanmıştır. Hastadır ve ölüm döşeğinde yatmaktadır. Ülkedeki bütün iyi doktorlar kralın yanın başındadırlar, ama maalesef onun derdine bir çare bulamamışlardır) (İçeriye soytarı girer) 125 Soytarı: (başında yine aptal şapkasını takmaktadır) Sevgili kralım, size çok önemli bir sorum var. Ben bütün bilgilerin kaynağını merak ediyorum. Diğer bütün her şeyin bilinmesini sağlayan o bilgi nedir? Ama siz hastasınız galiba, yatakta yatıyorsunuz? Ne oldu, neden yatakta yatıyorsunuz? (Bakanlar ve hizmetkârlar onu susturmaya çalışırlar) Kral: Sevgili soytarı, benim günlerim artık sayılı. Ben yakın zamanda gidiyorum. Soytarı: Gidiyor musunuz? Bekleyin sayın kralım, ben hemen seyahatiniz için gerekli hazırlıkları yapayım. Hemen kraliyet filini getirteyim isterseniz? Kral: Ey aptal soytarı! Ne diyorsun sen? Hiçbir fil beni oraya götüremez. Soytarı: Sevgili kralım, ben o zaman ne yapılması gerektiğini biliyorum. Hemen kraliyet at arabasını hazırlatıyorum. En hızlı atları arabaya koşmalarını söyleyeceğim. Böylece gideceğiniz yere çabucak varabilirsiniz? Kral: Yaa aptal herif, sen öğrenmeyecek misin? O at arabası da beni oraya götüremez. Soytarı: (oldukça şaşırmış vaziyette) At arabası da mı seni oraya götüremiyor. Peki, kralım siz nereye gidiyorsunuz acaba? Kral: Valla gideceğim yeri ben de bilmiyorum. Soytarı: (içgüdüsel olarak yüksek sesle) Siz ne diyorsunuz sayın kralım? Siz en başından gitmeniz gereken yere gideceğinizi biliyordunuz. Sizi oraya filin götüremeyeceğini de biliyordunuz. Gitmeniz gerekeceğini biliyordunuz ama bugüne kadar nereye gideceğinizi araştırmadınız, öyle mi? O zaman efendim siz benden daha aptalsınız ve bu şapkayı takmayı siz hak ediyorsunuz. (Böyle diyerek soytarı başındaki şapkayı çıkartır ve kralın başına takar) Anlatıcı: Sevgili arkadaşlar, bizler nereye gideceğini ve nasıl gideceğini bilmeyen bu kral gibi olmayalım. Yaşam denilen bu yolculuğumuz bittiği zaman nereye ve nasıl gideceğimizi araştıralım. Şu özdeyişi hiç unutmayalım, “Yola erken çık, yavaş sür ve gideceğin yere emniyetle var! Tanrı’ya giden yol budur.” -PERDE- 126 43- ELİNDE SEVGİ LAMBASI TAŞIYAN KADIN Giriş: Sahne Arkası Sesi: Yardım eden eller, dua eden dudaklardan daha kutsaldır. Hemşire Florence Nightingale kolay ve lüks içinde bir yaşamı terk ederek yaşlı, hasta ve yaralı insanlara hizmet edebilmek için çok zor ve meşakkatli bir yaşamı tercih etmişti. Hemşire büyük bir reformcu idi ve hemşirelik mesleğini saygın ve onurlu bir seviyeye getirmişti. Şu anda hastanelerde yerleşmiş olan etkili ve fedakârlık dolu hemşirelik sisteminin temellerini atmıştı. Bugün biz şimdi size Florence Nightingale’ın yaşamından bazı olayları bir tiyatro oyunu şeklinde sergileyeceğiz. 1.Sahne: (Küçük Florence oyuncakları ile oynamaktadır. Birdenbire oyuncak kırılır) Florence: Anne bir dakika buraya gelir misin? Bu küçük bebeğimin eli kırıldı. (Annesi içeriye girer) Anne: Bir tanem, ne oldu? Oyuncağının kolu mu kırıldı? Bu kadar üzülmen boşuna, ben sana hemen yeni bir oyuncak bebek alırım. Neden böyle bir bebek için bu kadar üzülüyorsun? Florence: Hayır anne. Baksana şu tatlı Lucy’e! Elleri yok. Haydi onu tamir edelim ve bu şekilde o mutlu olsun. Ben Lucy’i çok seviyorum anne. Ne olur onu tamir eder misin? Anne: Sen bu bebeğe çok bağlandın bence. Zaten geçen gece nasıl bize haber vermeden kaçıp gitmiştin? Florence: Anne ben o zaman senin arkadaşının evine gitmiştim. Sen bana onun hasta olduğunu söylemiştin. Ben de ona eşlik etmek ve ayak işlerini yapmak için onun yanına gitmiştim. Anne: Neden dışarıya çıkıp arkadaşlarınla oyun oynamıyorsun? Yaşam eğlence demektir. Bizim paramız var, hizmetçilerimiz ve toplumda saygın bir yerimiz var. Biraz eğlenmene baksana! Florence: Anneciğim, lütfen benim için üzülme. Ben herkesi seviyorum ve zor durumda olanlara hizmet etmek istiyorum. Özellikle de zayıf ve fakir durumda olanların buna çok ihtiyaçları var. Ben büyüdüğüm zaman daha fazla sayıda insana hizmet etmek ve onları mutlu etmek istiyorum. Bu benim en büyük istediğimdir. Anne: Güzel kızım, sen dünyayı bilmiyorsun. Beni dinlesen iyi olur. Mutlu ol ve yaşamın tadını çıkar. Şu evcil köpeğine ve çevrendeki fakir insanlara hizmet etmeye çalışarak zamanını ve hayatını boşa harcama! 127 2.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Aradan yıllar geçmiştir. Fakir ve hasta insanlar için faydalı olmak için yanıp tutuştuğu için Florence yaşamını bu insanlara hizmete edebilmek için hemşire olmaya karar verir. Anne ve babası kızlarının bu kesin kararına saygı göstermek zorunda kalırlar. Florence, Almanya’da ve Fransa’da hemşirelik okulunda okur. 33 yaşına geldiğinde Londra’da hemşirelik evininin(Huzur evinin) yöneticiliğine getirilir. (Florence bir grup hemşire ile birlikte sahneye girer) Florence: Sevgili hemşireler, bu Hemşirelik(Huzur) Evi’nin durumu maalesef çok kötü ve hepimizi üzüntüye sevk ediyor. Bizim çok çalışmamız lazım. 1.hemşire: Efendim, biz sizinleyiz merak etmeyin. Lütfen bize ne yapmamız gerektiğini söyleyin. Florence: İlk söyleyeceğim şey ‘Temizlik Tanrısallık’tır’. Bunu çok iyi anlamamız lazım. Sonra yapmamız gereken ilk iş koğuşları çok iyi temizlemektir. Ondan sonra da ilaç ve diğer sağlık malzemesi stoklarını kontrol edeceğiz. 2.hemşire: Efendim sizin bu yaptığınız yenilikler buradaki doktorların hiç hoşuna gitmiyor. Florence: Bizim vazifemiz zor durumda ve ıstırap içinde acı çeken hastaları sevmek ve onlara hizmet etmektir. Ben doktorlarla arkadaşça ve sevgi dolu olarak konuşmamızdan ve onları ikna etmemizden yanayım. Zamanla onlar da görüşlerini değiştireceklerdir. (O sırada içeriye bir doktor girer) Doktor: Biz uzun süreden beri burada çalışmaktayız. Sizin Londra Hemşirelik Evi’nde uygulamaya çalıştığınız bu yeni kuralları ve düzenlemeleri doğru bulmuyoruz. Siz bu işi bizden daha iyi mi bildiğinizi düşünüyorsunuz? Bu yeni kuralları uygulamaya koymadan önce bize sormalıydınız. Florence: Efendim, biz kendimizin büyük olduğunu göstermeye gayret etmiyoruz. Bizler hemşireyiz ve bizim vazifemiz sevgi ve fedakârlıkla insanlara hemşire olarak hizmet etmektir. Bunun için de temizlik başta olmak üzere, düzen ve intizam, her şeyin zamanında yapılması/dakiklik, kendini adama ve işine bağlılık gerekmektedir. Ben yalnızca bu Hemşirelik Evini daha iyi bir konuma getirecek değişiklikler uygulamaya çalışıyorum. Doktor: Madam, ben sizin söylediklerinizden çok etkilendim. Bu kutsal görevinize devam edin lütfen. Düşüncelerimi belirttiğim için beni affedin lütfen. 3.Sahne: Sahne Arkası Sesi: (1853 yılında Rusya, Fransa, İngiltere ve Osmanlı İmparatorlukları arasında bir savaş çıkar ve tarihte ünlü Kırım Savaşı olarak tanınır. Savaş çıktığı zaman 128 Britanya Hükümeti Florence Nightingale’ı Türkiye’deki İngiliz birliklerine bakan Sağlık Bölümüne başhemşire ve en üst yönetici olarak göndermişti. Florence göreve başlamadan önce diğer hemşire arkadaşları ile birlikte bir toplantı düzenledi. Florence: Hastanemize her geçen gün daha çok sayıda yaralı asker getiriliyor. Durumumuz kötüye doğru gidiyor. 1.hemşire: Sayın hemşire, bu durumla nasıl başa çıkacağız? Her yer sefalet ve ıstırapla dolu. Florence: Ordu hastanelerinin durumu maalesef çok feci. Ameliyat yapan cerrah sayısı çok yetersiz! Yeteri kadar yatağımız ve çarşafımız, yeteri kadar hasta elbisemiz, yeteri kadar yara bandajımız yok. 2.Hemşire: Madam, ayrıca ihtiyacımız olan çok sayıda ilaç da yok. Florence: Sevgili hemşireler, bunlara hiç üzülmeyin. Biz burada Tanrı’nın işini yapıyoruz. Bu kutsal görevimizi büyük bir cesaretle ve kararlılıkla sürdürmemiz gerek. Masrafları karşılayacak kadar ödenek yok ama bazı yerlere mektup yazarak yardım isteyebiliriz. Ben mesela aileme yazacağım ve kendime ait olan paradan buraya malzeme göndermelerini isteyeceğim. Ayrıca kendi maaşımdan da buraya malzeme almalarını söyleyeceğim. Şimdi bunları kendimize dert edinmeyelim ve yapmamız gereken göreve devam edelim. Haydi, herkes koğuşlara! 4.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Florence ve hemşireler grubu yerleri temizleyip ovalayarak, çamaşır yıkayarak, yaraları tedavi ederek, hastalara yiyecek temin ederek ve onları teselli ederek görevlerini sürdürürler. Florence, başhemşirelik görevinin yanında aynı anda bir aşçının, temizlikçinin, ambar memurunun vazifelerini de üstlenmiş yapıyordu. Gece olduğunda Florence elinde bir lamba ile koğuşları geziyor, yaralı askerlerin durumlarını kontrol ediyordu. Yaralı askerler: İşte yine bizim Hemşiremiz elinde Sevgi Lambası ile teftişe çıkmış geliyor. O bizim hepimizin kurtarıcısıdır, o bizim kalplerimizi sevgi ışığı dolduran annemizdir. Tanrı onu korusun ve Rahmetini onun üzerine yağdırsın. -PERDE- 129 44- DUA EDEN ELLER Karakterler: İki arkadaş, birinin adı Hamdi, diğerininki Cenk. Hamdi: Merhaba Cenk, hoş geldin. Dün sana bir resimden bahsediyordum hatırlıyor musun? Cenk: Evet hatırlıyorum. Ressamı Albrecht Dürer ve resmin adı da ‘Dua Eden Eller’ idi galiba. Hamdi: Haydi gel o zaman içeriye resim galerisine geçelim. Sana bu remin hikâyesini anlatmamı ister misin? Cenk: Eveeeeeet. Lütfen bana o hikâyeyi anlatır mısın? Bir arkadaşımdan duyduğum kadarı ile bu bir fedakârlık hikâyesi idi öyle değil mi? Hamdi: Evet çok doğru! Bu olay bundan takriben 500 yıl kadar önce Almanya’da Nürnberg şehrinin yakınlarındaki bir köyde meydana geldi. Cenk: Lütfen hemen anlatmaya başla. Sabırsızlanıyorum. Hamdi: 15.yüzyılda bugünkü Nürnberg yakınlarında küçük bir köyde on sekiz çocuklu bir aile yaşıyordu. Ailenin reisi olan baba kuyumcu idi ve ailesini geçindirebilmek ve ekmek parası kazanabilmek için günde 18 saat çalışıyordu. Ayrıca etrafta bulduğu ufak tefek angarya işlerde de çalışıyordu. Fakirlikten ailenin on üç çocuğu daha küçük yaşlarda ölmüşlerdi. Umutsuz ve çaresiz bir yaşam sürdürmelerine rağmen ailenin çocuğu olan Albrecht Dürer’in(1471) bir hayali vardı. Sanat eğitimi almak ve ressam olmak istiyordu. Kardeşi Albert de kendisi ile aynı hayali paylaşıyordu. O da çok yetenekli idi ve dünya çapında tanınmış bir ressam olmak istiyordu. Ancak babalarının maddi durumu onlara bu pahalı eğitimi sağlamak için yeterli değildi. Babası Albrecht’in kendisi gibi bir kuyumcu olmasını istiyordu ve ona dersler veriyordu ama o kendi yolunu çizmişti bile. Cenk: Hayatları ne kadar zormuş. Biz şimdi böyle iyi bir eğitim alabildiğimiz için çok şanslıyız. Hamdi: Uzun konuşmalardan sonra aralarında bir anlaşmaya vardılar. Aralarından birisi madenlerde çalışmaya gidecek ve diğerini 4 yıl boyunca maddi açıdan destekleyecek ve akademide sanat eğitimi almasını sağlayacaktı. Bu dört yılın sonunda ise diğeri sanat eğitimini tamamlayacak ve madenlerde çalışan kardeşini okutmak için maddi destek verme sırası ona gelecekti. Bunu yapabilmek için sanat eğitimini kullanacak veya eğer buna imkân yoksa o da madenlerde çalışmaya gidecekti. Cenk: Çok güzel ve adil bir anlaşma yapmışlar. Hangisinin önce gideceğini nasıl belirlediler peki? Hamdi: 1486 yılında bir pazar günü kiliseden sonra hangisinin okumaya gideceğini belirlemek için para atışı yaptılar. Yazı tura oyununu kazanan Albrecht Dürer oldu. Kurayı kaybeden kardeşi Albert tehlikeli madenlerde çalışmaya başladı. Albrecht Dürer ise 15 130 yaşında hemen Nürnberg’e giderek resim öğrenmeye başladı. O yıllarda Nürnberg çok önemli ve refah içinde bir şehir idi. Ticaretin ve kitap yayıncılığının bir merkezi konumunda idi ve özellikle İtalya ve Venedik ile bağları çok kuvvetli idi. Alpler üzerinden kısa bir yolculuk ile Venedik’e ulaşabiliyordunuz. Cenk: Peki sonra ne oldu? Bu Dua Eden Eller Tablosu nasıl yapıldı, çok merak ediyorum. Hamdi: Albrecht’in resim yapma yeteneği o kadar büyüktü ki kısa zamanda ismini duyurdu. Albrecht’in maden oyarak yaptığı resimler(gravürler), tahta oymaları ve yağlıboya resimleri kendisini eğiten profesörlerden bile çok daha iyi idi. Okuldan mezun olduğunda aldığı siparişlerden hatırı sayılır paralar kazanmaya başlamıştı. Cenk: Herhalde o sırada Albert çok sevinmiştir. Hamdi: Albrecht Dürer okulu bitirdikten sonra eve geri döndüğünde ailesi onun dönüşünü kutlamak amacı ile büyük bir kutlama yemeği düzenlediler. Yemeğin sonunda masanın onur konuğu olan Albrecht, masa başındaki yerinden ayağa kalktı ve kardeşi Albert için kadeh kaldırmayı teklif etti. Yıllar boyunca fedakârca derin madenlerde çalışmış ve yemeden içmeden Albrecht’in sanat eğitimini finanse etmişti. Şöyle dedi, “Sevgili kardeşim Albert, şimdi sıra senin. Şimdi sen resim eğitimi alacaksın ve ben de seni destekleyeceğim.” Cenk: Çok heyecanlı! Albert havalara uçmuştur kesin! Hamdi: Fakat masanın öbür tarafında oturan kardeşi Albert hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. “Hayır” dedi. “Sevgili Albrecht yapamam. “Dört yıl boyunca madenlerde ağır işlerde çalışmaktan ellerim deforme oldu. Her iki elimin de parmakları birkaç defa kırıldı. Sağ elimde kireçlenme var ve artık elimde hiçbir şey tutamıyorum. Senin kadeh kaldırma önerinden sonra elime bir bardak almak istedim, onu bile kaldıramadım. Ben artık ressamların yaptıkları o ince kalem işlerini ve fırça darbelerini yapamam ve Nürnberg’e gidemem. Üzgünüm ama artık benim için çok geç.” Cenk: Aman Allahım, ne kadar üzücü. Albert adına çok üzüldüm şimdi. Hamdi: Şimdi artık Albrecht’in de gözlerinden aşağıya yaşlar boşanıyordu. Kardeşi de kendisi gibi çok yetenekli bir ressam olabilir ve dünyaya ün salabilirdi. Ancak kaderin cilvesi ile yaptıkları kura atışında kaybeden o olmuş ve Albrecht’in eğitimini karşılayabilmek için yıllar boyu ağır işlerde çalışarak nerdeyse hayatını kardeşi uğrunda harcamıştı. Albrecht artık ünlü ve zengin bir kişi olduğu için onun geçimini sağlayacaktı ama kardeşinin yaptığı fedakârlığın karşılığını ne yapsa veremeyecekti. Cenk: Bu çok acıklı bir hikâye oldu şimdi. Nerdeyse ağlayacağım. Hamdi: Kardeşi Albert arada bir kendisinin resim atölyesine geliyor ve kendisini ziyaret ediyordu. Albrecht kardeşine sevgi ile sarılıyor ama bir türlü borcunun karşılığını hakkıyla veremiyor, içi kahroluyordu. Onun durumuna üzülüyor ve ne yapabileceğini düşünüyordu. Bir gün yine kardeşi kendisini ziyarete geldiğinde aklına şimşek gibi bir fikir geldi. Kardeşini karşısına oturttu ve onun deforme olmuş ellerini dua eder pozisyonda resmetmeyi başardı. Resmi tamamlaması bir yılı aşmıştı. Cenk: (Gözlerinden yaşlar boşanarak) Bu resim o resim mi? 131 Hamdi: Albrecht Dürer bu resme “Eller” ismini vermişti ama bütün dünya fedakârlığın bir anısı olan bu resme kalbini açtı ve onun kardeşine olan sevgisinin bir göstergesi olan bu resme “Dua Eden Eller”(Praying Hands) ismini taktılar. Bu sayede kardeşi Albert’in ismi ölümsüzlerin arasına katıldı. Cenk: (ağlamaya devam ederek) Bu müthiş bir hikâye. Bunu herkesin bilmesi lazım! Hamdi: Şu ana kadar aradan takriben 500 yıl geçti. Bu resimden sonra Albrecht Dürer bütün dünyada tanınmış ve çok ünlü olmuş bakır gravürleri, kendi portrelerini, kara kalem çalışmaları, yağlı boya resimleri ve tahta oymaları yaptı. Ancak bunların hiçbirisi “Dua Eden Eller” kadar insanın yüreğine dokunmadı. Sayısız insan, fedakârlığın ve kardeş sevgisinin bu en güzel örneğinin resmini büyüterek evinin duvarına astı. Bir daha bu resmi gördüğünüzde dönüp ikinci bir kez daha bakın, lütfen. Size dayanışmayı, arkadaşlığın ne kadar güzel bir şey olduğunu ve insanın tek başına hiçbir şey yapamayacağını anlatsın. Bizim büyüklerimiz bunu çok güzel bir özdeyişle bizlere ne kadar güzel anlatmışlar. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” Cenk: (artık hüngür hüngür ağlamaktadır) Çok teşekkür ederim. Ben de bu resimden kendime bir tane edineceğim ve duvarıma asacağım. Keşke hepimiz bu resmi birbirimize versek ve fedakârlığın güzelliğini hatırlatsak! Albrecht’in kendi portresi Dua Eden Eller (Praying Hands) -PERDE- 132 45- HUZURA DOĞRU GİDEN DOĞRU DAVRANIŞ YOLU Sahne arkası Sesi: Bu yaşamı boyunca İnsani Değerleri uygulamış olan büyük bir öğretmenin, büyük bir bilgenin hikâyesidir. Bu öğretmenin en gözde öğrencisi Naren idi. Naren öğretmenine yaşamda İnsani Değerleri yolunda yürüyebilmek ve huzura kavuşabilmek için daha çok şey öğrenmesi gerektiğini öğretmişti. Karakterler: Ramakrishna- öğretmen Naren – onun öğrencisi Reshma- Naren’in annesi Jaya- Ramakrishna’nın kızı Shantha- Ramakrishna’nın eşi/karısı 1.Sahne: Okulda bir sınıftadırlar. Öğretmen ders anlatmaktadır. En sevdiği öğrencisi de diğer öğrenciler gibi dinlemektedir. Öğretmen: Bugün size Hakikat’i ve Doğru Davranış’ı anlattım. Şimdi bu anlattıklarımı özetlemek istiyorum. Bunu sizin içinizden biri yapmak ister mi? (Naren elini kaldırır) Öğretmen: Pekâlâ Naren. Lütfen sınıfa bugünkü dersi anlatır mısın? (Naren ayağa kalkıp sınıfa doğru döner) Naren: Biz bugün Hakikat’i ve Hoşgörü’yü öğrendik. Hakikat bizim yaşam nefesimizdir. Biz Hakikat olmadan yaşayamayız. Hakikat değişmez, değişmeyen tek şeydir. O bizim içimizdeki vicdanın sesidir. Ülkemiz Hindistan’ın düsturu Sathyameva Jayathe’dir. (En sonunda galip gelen ve hüküm süren her zaman Hakikat’tir) (Bu söz bir sembol haline getirilmiş ve Hindistan’daki bütün madeni paraların üzerine basılmıştır) Bizim yapmamız gereken şey vicdanımızın sesini kulak vererek davranmak ve Doğru Davranış’ı korumak ve desteklemektir. Kadim bilgeler tarafından bizlere verilmiş olan öğüt, “Hakikat’i Konuş ve Doğru Davranış’ı Uygula”dır. (Öğretmen beğendiğini belli etmek için Naren’in sırtına vurur) Öğretmen: Çok güzel anlattın Naren. Teşekkür ederim. Şimdi yerine oturabilirsin. Çocuklar şimdi gelecek imtihana çalışmak sizin göreviniz ve yapmanız gereken Doğru Davranış’tır. Öyle davranmalısınız ki anne ve babalarınız sizlerle gurur duysunlar. Öğrenciler: Evet efendim. (O sırada zil çalar, çocuklar ayağa kalkarlar, öğretmenlerine selam vererek sınıftan çıkmaya başlarlar) 133 Öğretmen: Naren, sen yarın ki sosyal çalışmalar dersine katılacak mısın? Naren: Evet öğretmenim. Ben engelli kişilere hizmet etmeyi seviyorum. Bu bize alçak gönüllülük kazandırıyor. Öğretmen: Evet, çok doğru! Ben seninle gurur duyuyorum ve senin için büyük umutlar besliyorum. Naren: Teşekkür ederim efendim. 2.Sahne: (Naren eve gelir) Naren: Anne, ben eve geldim. (Ancak Naren’in annesi evde hasta yatmaktadır. Naren çok şaşırır) Naren: Anne ne oldu? Neyin var, hasta mısın? (Naren gidip annesinin ayak ucuna oturur) Naren: Anne ben gidip hemen doktor çağırıyorum. Anne: Bilmiyorum oğlum. Birdenbire böyle rahatsızlandım. Ama merak etme. Doktor çağırmana gerek yok. Yarın daha iyi olurum ve düzelirim inşallah. Naren: Lütfen sana nasıl yardım edebilirim, onu söyler misin? Anne. Lütfen mutfağı temizle ve bizim için akşama yemek hazırla. (Naren annesinin işlerini yaparak ona yardım eder. Ancak annesinin hastalığı ilerler. Naren okula gitmez ve iki hafta boyunca annesinin yanından ayrılmaz) Anne: Naren benim yüzümden okula gidemiyorsun. Naren: Merak etme anne. Ben sınıfımı geçerim. Ben seninle ilgileniyorum ve sana bakıyorum. Bu şu anda benim görevim. Bize yardım edecek başka kimse yok ki? Sahne Arkası Sesi: Naren hasta annesine baktığı için uzun süre okula gidemez. Bu yüzden de sene sonu imtihanında tam olarak başarılı olamaz. Çok üzülür ama Ramakrishna’nın kendisine kanaat notu vereceğine ve kendisini geçireceğine inanmaktadır. 3.Sahne: (Sınıf’ta Ramakrishna yalnız başına öğretmen sandalyesinde oturmaktadır. Naren sınıftan içeriye girer) Naren: Günaydın, öğretmenim. 134 Öğretmen: (Hayal kırıklığına uğramış vaziyette) Sınav notların beni hayal kırıklığına uğrattı. Bu konuda ne diyorsun? Naren: Efendim, annem çok hasta olduğu için sürekli olarak onunla ilgilenmek zorunda kaldım. Benin öncelikli görevimin bu olduğunu sanıyorum. Nasıl olsa sınıfı geçerim diye düşünmüştüm. Öğretmen: (gayet ciddi bir yüz ifadesi ile) Bütün derslerden aldığın notlar zayıf olduğu için sınıfta kalmak zorundasın. Naren: Öğretmenim, lütfen eğer yanlış bir şey yaptıysam beni affedin…..Acaba biraz kanaat notu vererek beni geçiremez misiniz? İlerde telafi edeceğim söz veriyorum. Öğretmen: Nasıl böyle bir şey yapabilirim, sevgili oğlum? Eğer kanaat notu vererek seni geçirirsem, seninle aynı konumda olan diğer öğrencileri de geçirmem gerekir. Ama bu da Hakikat’e aykırı bir şey olmuş olur. Ben Hakikat’e aykırı davranamam. Naren: Ama efendim, ben derslerimi hasta anneme bakabilmek için ihmal ettim, tembelliğimden değil ki? Öğretmen: Naren, sen sınavı geçebilmek için derslerine çalışma görevini ihmal ettin. Eğer başarısız olduysan bu senin kendi sorumluluğundur. Tam başarılı olmak için tam gayret etmek gerekir. Eğer sen imtihanlarda başarısız olmuşsan bile, bu başarısızlığını kanaat notu ile geçerek telafi edemezsin. Bunu yaparsan bu sefer de dürüstlüğünü, erdemini ve karakterini kaybedersin. Bizim yaşamımız iniş çıkışlarla doludur. Biz düştüğümüz zaman yenilgiye uğramayız. Düştüğümüz yerden ayağa kalkmadığımız zaman yenilmiş oluruz. Bu derslerden alacağın notlar önemli değildir, senin görüşün ve hayata bakışın önemlidir. Biliyorsun ki eğitimin sonu karakter olmalıdır. Bu yüzden sevgili oğlum, başarısızlığını tam bir iç huzuru ve samimiyetle kabul et. Kendini teselli et. Sen yine çok çalışır ve gelecek sene yine en iyi öğrenci olursun. Benim bu konuda yapabileceğim bir şey yok. Senin başarısızlığını görmezden gelerek yanlış ve Hakikat’e aykırı bir şey yapamam. Naren: Efendim lütfen beni affedin. Sizden kanaat notu istemekle doğru davranmadım. Ben sınıfta kalmaya ve gelecek yıl bu sınıfı tekrar etmeye razıyım. Siz bana doğru yolu gösterdiniz. Hakikat en önemli şeydir. (Arka planda şu özdeyiş Sahne Arkası Sesi tarafından yavaşça tekrarlanır: “Senin üzerine düşen davranışı yapmaya hakkın vardır, ama o davranışın sonunda meyve isteme hakkın yoktur. Davranışlarının maksadı o meyveyi almak olmasın, ayrıca bu yüzden de yapman gereken görevden kaçamazsın”) 135 4.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Aradan yıllar geçmiş ve Ramakrishna emekli olmuştur. Herkes tarafından sevilmekte ve çok saygı görmektedir. Mutludur, ancak kızı kendisini dinlemediği ve ele avuca sığmadığı için biraz huzursuzdur. (Ramakrishna oturma odasında oturmakta ve gazete okumaktadır. Kızı içeriye bir oğlan kılığına bürünmüş olarak ve rock müziği ile dans ederek girer. Kız gidip kanepeye oturur ve magazin dergilerini karıştırmaya başlar.) Ramakrishna: (kızmış vaziyette) Neden bu şekilde giyindin? Büyüklerin karşısında böyle laubali olarak oturulmaz. Kendine çeki düzen ver biraz. Kızı Jaya: (omzunu sallayarak) Aman baba, ben artık emir verebileceğin küçük bir çocuk değilim ki? Merak etme ben ne yaptığımı biliyorum. Ramakrishna: Size okulda bunu mu öğretiyorlar? Böyle saygısızca cevap vermenizi mi öğütlüyorlar? Benim hemen gidip senin öğretmeninle konuşmam lazım. (O sırada Ramakrishna’nın karsı içeriye girer. Deminki konuşmayı iştmiştir.) Karısı Shanta: Neden Jaya’ya kızıyorsun? O daha çocuk. Sürekli olarak onunla uğraşıyorsun ve onu üzüyorsun. Şunu unutma ki o bize Tanrı’nın bir hediyesi! Ramakrishna: Tanrı’ya bir çocuk için dua ettiğim zaman ailesine ve büyüklerine böyle saygısız bir çocuk istememiştim. Baksana bizlere nasıl davranıyor. Jaya: Tamam bizim söylev başladı yine. En iyisi ben odayı terk edeyim. Ramakrishna: (Karısına dönerek) Derslerinin nasıl olduğunu ve imtihanlardan hangi notları aldığını biliyor musun? Shanta: Üçüncü sınıfta da sınıfta kaldığını biliyorum. Ramakrishna: Kızımız tembelliğinin sonucunu görmek zorunda Onda hiç görev sorumluluğu yok. Shanta: (kızmış vaziyette) Sen kızını ihmal ettin ve yalnızca kendi öğrencilerinle ilgilendin. Şimdi hemen kalkıp kızımızın öğretmenine gidiyorsun ve ondan kızımızı geçirmesi için kanat notu vermesini istiyorsun, tamam mı? Ramakrishna: Neler işitiyorum? Ben kesinlikle prensiplerimin dışına çıkamam ve Doğru Davranış’a aykırı davranamam. Shanta: Kızımıza yardım edebilmek için bu son şansımız. Jaya bu sene de sınıfta kalırsa ne olacak biliyor musun? 136 (Shanta Ramakrishna’yı yalnız bırakır. Ramakrishna odada aşağı yukarı yürümeye başlar. Zihninde vicdanı ve arzuları karşılıklı olarak tartışmaktadırlar) Sahne Arkası Sesi: Hakikat: Ben Hakikat’im. Doğru yoldan sakın ayrılma. Kızının sınıfı geçmesi için not dilenmen ne kadar ayıp bir şey görmüyor musun? Arzu: Ben de arzuyum ve haklıyım. Sen ailen için fazla bir şey yapmadın. Hep öğrencilerinle ilgilendin. Shanta haklı. Kız sınıfını geçerse hayatı kurtulabilir. İyilik: Ben iyiliğim. Lütfen Arzu’nun sesini dinleme! Jaya bu ihmalinin ve kayıtsızlığının bedelini ödemeli. Daima Hakikat’e ve Doğru Davranış’a bağlı kal! Arzu: Yaa, öğretmene gidip konuşmanın neresi yanlış? Biraz cesaretini topla! Hadi biraz acele et, bir an önce git! (Ramakrishna dışarıya çıkar) 5.Sahne: Eski öğrencisi Naren, Jaya’nın öğretmeni olmuştur ve elinde bir kitap bir sandalyede oturmaktadır. (Ramakrishna içeriye girer) Ramakrishna: İyi günler efendim. Aaa, Naren merhaba, nasılsın? Naren: Hocam, bu ne sürpriz? Nasılsınız, iyi misiniz? Buraya sizi hangi rüzgâr sürükledi? Ben kendi yaşamımda sürekli olarak sizden öğrendiğim prensipleri ve değerleri uygulamaya çalışıyorum. Ramakrishna: Ben buraya kızım ve senin öğrencin Naren için konuşmaya geldim. Naren: Hocam, o kız sizin tam aksiniz. Derslerine çalışmıyor ve hiç dikkat etmiyor. Sanki hiçbir şeyi umursamıyor gibi gözüküyor. İlk iki yıl sınıfta kalmıştı. Korkuyorum ama bu yıl da sınıfta kalmak üzere! Ramakrishna: Sevgili Naren, onun bu halde olmasının sebebi tamamen benim. Ben onu ihmal ettim. Ben ona sevgimi tam olarak gösteremedim ve dersleri ile ilgilenemedim. Ben senden onu kanaat notu ile sınıfını geçmesini sağlayabilir misin diye rica etmeye geldim. Naren: (ağlamaya başlar) Efendim, siz benim ilk öğretmenim, bana yol gösteren, benim bu hale gelmemi sağlayan hocamsınız. Şu anda burada bana söylediklerinize inanamıyorum. Siz bana yol gösteren yol gösteren ışıksınız, deniz fenerisiniz. Siz bana ve arkadaşlarıma tuttuğunuz ışık ile yol gösterdiniz. Siz, Hakikat ve Doğru Davranış ışığısınız. Hocam siz ışığın ta kendisisiniz. Ben hayatım boyunca, ben sizden kanaat notu istediğim zaman bana 137 anlattığınız öğretiler doğrultusunda hareket ettim. Şimdi aradan bu kadar sene geçtikten sonra siz nasıl olur da gelip benden Doğru Davranış’a aykırı davranmamı isteyebilirsiniz? Tanrım lütfen bana zihin huzuru ver. Efendim siz benim her şeyimsiniz. Lütfen bana huzura kavuşmam için yol gösterir misiniz? (Böyle diyerek Ramakrishna’nın ayaklarına kapanır) Ramakrishna: (Ona sarılır) Sevgili oğlum, şu ana kadar ben kendimin daima İnsani Değerleri takip eden ideal bir insan olduğumu zannediyorum. Fakat işte görüldüğü üzere ben de aileme aşırı bağlılık göstererek Doğru Davranış’a aykırı ve hatalı davrandım. Şurası muhakkak ki sen benden çok daha üstünsün. Sen benim gözlerimi açtın ve tekrar kendime gelmemi sağladın. Asıl sen benim öğretmenimsin. Sen beni günaha doğru yürümek üzere iken uyardın ve beni kurtardın. Eğer bu hataya düşseydim bu ileri yaşımda hayatımı mahvetmiş olacaktım. Bugüne kadar okuttuğum öğrencilerimin gözünde ne hale gelmiş olacaktım. Ben sana sonsuz teşekkürler ediyorum sevgili oğlum. Seni tüm kalbimle kucaklıyorum. -PERDE- 138 46- SAVURGAN OĞULUN GERİ DÖNÜŞÜ Giriş: Sizlere kutsal kitaptan bir öyküyü oyun şeklinde sunmak istiyoruz. Bu hikâyenin adı ‘Savurgan Oğulun Geri Dönüşü’. Bizler hepimiz Tanrı’nın çocuklarıyız. Burada dünyada bir günahkâr kişi tövbe ederek bu günahtan el çektiği zaman cennette büyük bir kutlama şenliği düzenlenmektedir. Bizler bazen doğru yoldan saparak günah dolu eylemlerde bulunuruz, ancak biz pişman olduğumuz ve tövbe ettiğimiz zaman Tanrı bizi affeder ve bağrına basar. Sahne Arkası Sesi: Levy’nin bir çiftliği ve Jude ve Simon adlarında iki oğlu vardı. Jude çok akıllı ve uslu bir çocuktu. Tarlada çok çalışıyor ve babasına çok yardımcı oluyordu. Simon ise tembel ve sürekli canı sıkılan bir çocuktu. 1.Sahne: (Levy’nin evi. Levy koltukta oturmaktadır. İçeriye Simon girer) Levy: Sevgili oğlum, benden bir şey istiyor musun? Gördüğüm kadarı ile senin çiftliğinin işleri ile fazla bir merakın ve ilgin yok. Aslında Tanrı bize çok verimli bir toprak parçası bahşetmiş durumda. Eğer çalışırsan refah içinde bir yaşam sürdürebilirsin. Simon: Ben de zaten seninle bu konuyu konuşmak istiyordum. Ben burada sıkılıyorum. Ben her gün bu zor ve sıkıcı işleri yapan Jude gibi olamam. Ben çeşitli ülkelere gitmek ve heyecanlı maceralar yaşamak istiyorum. Lütfen bana bu çiftlikten üzerime düşen hakkımı verir misiniz? Levy: Ben açıkçası bunu duyduğuma çok üzüldüm. Bu kararından sonra pişman olacağını biliyorum. Sen daha henüz dünyayı görmedin, bilmiyorsun? Senin kendi yaşamını kendi yeteneklerin dahilinde kurmayı istemen son derece doğal. Sana şimdi üzerine düşen kısmı nakit olarak vereceğim. (Levy içeriye gider ve büyük bir çanta dolusu para ile geri döner) Levy: Al oğlum. İşte burada senin hakkın var. (Simon çantayı alır.) Simon: Artık ben gideyim. (Simon orayı terk ederek uzaklaşır) Levy: Benim oğlum bana ve evdeki diğer yakınlarına veda bile etmedi. Tanrı inşallah ona doğru yolu gösterir ve iyi bir yaşam sürer. 2.Sahne: Sahne Arkası Sesi: Simon mutlu bir şekilde evi terk eder. Harcayacağı çok fazla para vardır. Zaman içinde çok sayıda arkadaş edinir. Yaşamı boyunca bir partiden diğerine gider. Dans 139 etmeyi, içki içmeyi ve eğlenmeyi çok sevmektedir. Fakat bir müddet sonra paralar suyunu çeker. Bir bakar ki arkadaşları kendisini teker teker terk etmektedirler. Yalnız başına ve parasız bir şekilde kalmıştır. Pahalı elbiselerini, saatini satar. Paçavralar içinde kalmıştır. Açlıktan bulduğu bir işe girer. (Simon sahneye gelir) Simon: Çok açım. Açlıktan karnım ağrıyor. En sonunda bir işe girdim ama burada bana domuzlara verilen bezelye ve fasulyelerden başka bir şey vermiyorlar. (Elinde birkaç bezelye vardır. Onları ağzına atıp yemeye başlar. Bu sırada gözlerinden yaşlar gelmektedir) Simon: (kendi kendine) Şimdi hatırlıyorum da evde iken bana prens gibi davranıyorlardı. Hizmetçilerimiz vardı. Sevgi dolu bir babam vardı. Ben ne kadar aptalmışım. Babamın en küçük çalışanı bile benden çok daha fazla değerlidir. Ben en iyisi geri döneyim. Babamın beni affedeceğini düşünüyorum. Biliyorum ben hissemi alıp harcadığım için artık evde ve çiftlikte en ufak bir hakkım bile yok, ama babam bana tarlada bir iş verirse orada çalışırım. Ben döndüğümde onun ayaklarına kapanıp özür dileyeceğim ve affetmesini isteyeceğim. (Hüngür hüngür ağlar) 3.Sahne: Sahne Arkası sesi: Eve dönüş yolculuğu oldukça uzun ve yorucu olmuştur. Baba Levy, oğlu Simon’un ayrılışından beri yüzü gülmemiştir. Her gün sabah uyandıktan sonra evin önündeki terasa çıkıp oturmakta ve uzaklara bakarak oğlunun geri gelmesini beklemektedir. Bir gün oğlunun geri geleceğine tüm kalbi ile inanmaktadır. Zaten öyle de olur. Uzaklardan gelerek çiftliğe doğru sürünerek yaklaşmakta olan yırtık pırtık elbiseler içindeki oğlu Simon’u tanımıştır. Hemen ayağa kalkarak oğluna doğru koşar ve sevinç çığlıkları içinde ve gözlerinde sevinç gözyaşları ile oğlunu sımsıkı kucaklar. Babasının kendisini öpmesinden ve kucaklamasından Simon konuşamaz) Simon: Baba, ben çok büyük bir günah işledim. Sana ihanet ettim ve nankör davrandım. Ben tekrar senin oğlun olmayı hak etmiyorum. Lütfen eğer beni tekrar geri kabul edeceksen bir çalışanın olarak işe almanı istiyorum. Levy: (ellerini çırparak hizmetkârlarını çağırır) Arkadaşlar lütfen hepiniz gelir misiniz? Benim oğlum evine geri döndü. Lütfen ona güzel bir kıyafet, bir çift ayakkabı verin. Benim oğlum bu şekilde giyinmemeli. Saygın, yakışıklı ve zarif olmalı. Lütfen hepiniz ona gerekli saygıyı gösterin. Yarın akşam oğlumun dönüşünün şerefine büyük bir ziyafet ve kutlama şöleni düzenliyoruz. Gerekli düzenlemeleri ve hazırlıkları yapın. Herkese, bütün tanıdıklara haber verin Müzik programı ve dans gösterileri, hepsini istiyorum. Bugün hepimiz çok sevinçliyiz. Herkes mutlu olsun! 140 4.Sahne: Büyük şölen başlamıştır. Müzik gösterileri, dans gösterileri yapılmaktadır. Herkes beraber el çırpmakta ve şarkılara katılmaktadır. Levy ve Simon kapıda durmuş gelen misafirleri karşılamaktadır. (Bu sırada öbür oğlu Jude sahneye gelir) Jude: Baba bunca yıldan beri ben senin yanında ve seninle birlikte çalıştım. En zor, en sıkıcı işleri yaptım. Benim için ne yaptın? Benim arkadaşlarımla eğlenebilmem için en küçük bir yemek bile vermedin. Levy: (Kollarını Jude’un omuzlarına dolayarak) Sevgili Jude, benim sevgili oğlum, benim güzel oğlum. Sen benim en büyük dayanağımsın. Sen her zaman burada benim yanımda, benim arkamda idin. Simon kendi hissesini alıp gittiği için neyim var neyim yoksa hepsi sana aittir. Fakat lütfen şunu anlamaya çalış. O da aynı senin gibi benim oğlum. Ben her ikinizi de çok ama çok seviyorum. Sizin için canımı bile veririm. Ona güzel bir hoş geldin demeye hakkım olduğunu düşünüyorum. O tekrar geri döndüğü ve artık iki oğlum birden olduğu için çok ama çok sevinçliyim. Görüyorsun işte, sanki o öldü de sonra tekrar geri geldi gibi oldu. Onu tekrar göreceğimi hiç sanmıyordum. Gelmesini umuyordum ama işte ya gelmezse, gelemezse diye düşünüyordum. Benim için ölmüş gibiydi. Şimdi hayata tekrar geri döndü. Haydi gel güzel oğlum Jude, haydi gel benim sevincimi paylaş lütfen! (Jude gider ve Simon’a sarılır. Baba Levy her iki kolunu iki oğlunun omuzlarına koyarak sevinç içinde gülümsemektedir.) -PERDE- 141 47- SEVGİNİN ZAFERİ Giriş: Dünyadaki en büyük hastalık ne tüberküloz, ne verem, ne Aids ne de kanserdir. Bir insanın karşı karşıya kalabileceği en büyük hastalık sevgisizlik, ilgisizlik ve istenmezliktir. Fiziksel rahatsızlar ilaçla tedavi edilebilir. Fakat yalnızlığın, çaresizliğin, sevgisizliğin ve umutsuzluğun tek ilacı yalnız ve yalnızca sevgidir. Hemşire Teresa’nın şöyle güzel bir sözü vardır: Dünya üzerinde bir lokma ekmeği olmadığı için ölen çok sayıda insan vardır. Ama biliyor musunuz, bundan çok daha fazla sayıda insan sevgisizlikten ölmektedir.) Karakterler: Mr.Shivadas – Emekli bir okul müdürü Mrs.Sumathi Shivadas- Okul Müdürünün karısı Mr.Soman – Shivadas’ın oğlu Mr.Gopinath – Shivadas’ın arkadaşı Ramlal ve Lalitha – Shivadas ailesinin hizmetkârları Çocuk yuvasından/Yetimhaneden birkaç çocuk 1.Sahne: Mr.Shivadas’ın ikametgahı. Akşam olmuştur. Shivadas koltuğunda oturmakta ve kitap okumaktadır. Sumathi içeriye girer) Shivadas: Ramlal’e yetimhanenin iyice temizlemesini söyledin mi acaba? Lütfen çimenleri kessin ve duvarları temizlesin. Soman yetimhaneyi gördüğü zaman mutlu olmalı. Sumathi: Ramlal ve Lalitha isteyerek ve severek çalışıyorlar. Sebzeleri ve meyveleri getirdiler. Oğlumuz Bombay’den geliyor. O geldiği zaman bir ziyafet yemeği düzenleyeceğiz. Bütün herkes oğlumuz Soman’ı merak ediyor ve görmek istiyorlar. Shivadas: Aslında ben de Soman’a çok düşkünüm ve onu çok seviyorum. Yıllar ne kadar da çabuk geçti. Onu bir yetimhaneden aldığımız günü dün gibi hatırlıyorum. Ne kadar tatlı ve güzel bir çocuktu. Sumathi: O bize Tanrı’nın bir hediyesi. Biz onu sevgiyle, sorumlulukla ve özenle yetiştirdik. O okuduğu okulun da büyük gurur kaynağı idi. Shivadas: Şimdi de çok iyi bir işi var. Londra’da çok iyi bir konumda ve seviyede bir işte çalışıyor. Ben umuyor ve dua ediyorum ki o biz ailesini, akrabalarını ve arkadaşlarını unutmasın. Sumathi: Bizim kurduğumuz bu yeni yetimhane de onun için büyük sürpriz olacak. Umuyorum o da buradaki çocukları çok sevecektir. Shivadas: Onun şimdi birçok zengin arkadaşı da var. Onlar nasıl insanlar bilmiyorum. Tanrı oğlumuzu korusun ve yol göstersin. 142 2.Sahne: (Shivadas’ın evi) (Ramlal ve Lalitha herşey ile ilgilenmekte ve çok meşgul gözükmektedirler. Shivadas ve eşi oğulları Soman’ın gelmesini beklemektedirler. Mr.Gopinath, Soman’ı havaalanında karşılayıp eve getirecektir. Dışarıda bir arabanın korna sesini duyarlar. Shivadas ve eşi oğullarını karşılamak üzere dışarı çıkarlar) Shivadas: Evine hoş geldin sevgili oğlum. Soman: (Yere eğilip anne ve babasının ayaklarına dokunur) Nasılsınız, iyi misiniz? Baba sen bu emeklilikten sonra çok daha mutlu gözüküyorsun. Günlerini nasıl geçiriyorsun? Sumathi: Sevgili oğlum, sana bazı iyi haberlerimiz var. Bizim evin yanındaki şu binaya bir baksana. Orada seni bir sürpriz bekliyor. Sen biraz dinlendikten ve kahvaltını ettikten sonra orayı ziyaret edeceğiz. Soman: Ne ima ediyorsunuz bilmiyorum ama ben buraya sizinle beraber mutlu zamanlar geçirmek üzere geldim. Arkadaşlarım da bir hafta sonra gelecekler ve beraberce vadiye gezi yapmaya ve dolaşmaya gideceğiz. Shivadas: O zaman sen şimdi hemen git banyonu yap, biz de kahvaltıyı hazırlayalım. (Hepsi beraber içeriye girerler) 3.Sahne: (Yetimhane dekore edilmiştir. Çocuklar yetimhanenin yöneticisinin oğlunun gelmesini beklemektedirler. Ramlal ve Lalitha da çocukların yanındadır. Mr.Shivadas, Soman ve Mr.Gopinath beraberce içeriye girerler) Soman: (Yetimhaneyi görünce kızar) Baba burası ne böyle? Bu çocuklar kim? Nereden buldunuz bunları? Sizin bana sürpriziniz bu muydu? Paranızı bu şekilde mi harcıyorsunuz? Bu çirkin ve pis çocukları görmekten nefret ediyorum. (Shivadas bir şok geçirmektedir. Gözlerinden yaşlar akarak aşağıya doğru bakar) Gopinath: Soman, biraz sakin ol! Senin annen ve baban sevgilerini bu yetim yavrularla paylaşıyorlar ve onlarla ilgileniyorlar. Shivadas gerçekten çok iyi bir gerçek bir öğretmen ve o çocukları çok seviyor. O 40 yıldan bu yana böyle çocuklara hizmet etti ve şimdi bu okul onun ikinci evi haline geldi. Emeklilikten sonra bu kutsal misyonu düşündü ve harekete geçerek sonunda burayı meydana çıkardı. Burada herkes senin babana hayranlık besliyor. Sumathi: (Soman’ın yanına gider) Sevgili oğlum, sen artık Londra’da yaşıyorsun. Neden bu yetim çocuklardan böyle nefret ediyorsun? Birkaç gün sonra yine İngiltere’ye işinin başına döneceksin. Okul günlerinde çok müşfik ve merhametli bir kalbin vardı. Nasıl olur da babana karşı sesini yükseltirsin? 143 Shivadas: Sevgili oğlum, benimle gel! (İkisi beraber dışarıya çıkarlar) Soman, sen küçüklük yaşlarında nasıl yaşadığını hatırlamıyor musun? Sen bir yetimhanede kalıyordun. Biz ise çocuğu olmayan bir çifttik. Sen on yaşına geldiğinde Sumathi ve ben seni evlat edindik. O zamanlar durumumuz bugünkü gibi hali vakti yerinde değildi. Çok çalıştık ve senin için hiçbir şeyi eksik etmedik. Sana iyi bir yaşam verdik, yüksek bir eğitim kazandırdık ve İnsani Değerleri öğrettik. Bugün sen çok iyi bir firmada müdür seviyesine geldin. Bunun için bizler seninle gurur duyuyoruz. Faka senin bugünkü davranışın çok tuhaf idi. Neden kendini bu çocuklarla karşılaştırmıyorsun, sen de onlardan biri idin. Eğer bunu yapamıyorsan sevgili oğlum lütfen Londra’ya geri dön ve bizi yalnız bırak! Soman: (babasının ayaklarına kapanır) Sevgili babacığım, lütfen beni affet! Ben iflah olmaz ve nankör bir zavallıyım. Aşağılık bir kimseyim. Biraz önceki öfkeli çıkışımı bağışla lütfen. Ben bencil, acımasız ve kalbinde merhamet olmayan birisiyim. Herhalde değiştim ben. Para, toplumsal konum ve zengin arkadaşlar beni ve yaşama bakış şeklimi değiştirdi. Ben hem anneme hem de sana büyük üzüntü ve hayal kırıklığı oluşturdum. (Soman annesinin yanına gider) Soman: Anne ben senin ayaklarına kapanıyorum. Sen bana ben öksüz ve yetim iken karşılıksız sevgini verdin. Siz ikiniz de beni sevdiniz ve yalnızca benim için yaşadınız. Her ikiniz de beni beslediniz ve beni destekleyerek yaşamda yükselmemi sağladınız. Lütfen beni affedin. Ben bu çocukların görüntülerine dayanamadım. Sizin paranızı yanlış ve boş yere harcadığınızı düşündüm. Ayrıca onlarla ilgilenmenin bizim seviyemize yakışmadığını, daha aşağı bir iş olduğunu düşündüm. Shivadas: Tamam oğlum, her şeyi unut. Biz seni affediyoruz. Gel oğlum, gidip o sevgi timsali olan çocuklara bir bakalım. Onlar seni görmeyi dört gözle bekliyorlar. Onlara sevgini ve pozitif düşüncelerini aktar. (Hep beraber yetimhaneye giderler. Shivadas, Sumathi, Soman ve Mr.Gopinath sandalyede otururlar. Çocuklarda onların etraflarına otururlar. Ramlal ve Lalitha herkese tatlı dağıtır) Soman: Çocuklar, siz şarkı biliyor musunuz? Çocuklar: Evet, amca bize birçok şarkı öğretti. Biz bugün çok mutluyuz ve sizi çok seviyoruz. Hep beraber şarkı söylerler: ………………………. Soman: Sevgili anne ve babacığım. Sizi temin ederim, ben sizin bu sevgi misyonunuzu devam ettireceğim. İnşallah sevgimiz çoğalarak genişler ve daha çok sayıda sevgiye muhtaç çocuklara ulaşırız. -PERDE144 48- HAKİKİ FEDAKÂRLIK Giriş: Sahne Arkası Sesi: Bu hikâye Büyük Öğretmen Vivekananda tarafından derslerde sürekli anlatılan bir hikâyedir. Fedakârlığın ne kadar önemli olduğunu ve sayıların ve ne kadar çok insana gıda, giysi ve malzeme dağıtılmış olduğunun tamamen önemsiz olduğunu gözler önüne sermektedir. Diğer fedakârlıklar toplumun içinde belli bir sebeple ve maksatla yapılırlarken, yapılabilecek en büyük fedakârlığı yapmak için insanın tam bir teslimiyet ve feragat ruhu içinde olması gerektiğini anlatıyor. (Kurushetra savaşından sonra savaşı kazanan Pandavalar birçok kişinin katıldığı çok büyük bir fedakârlık töreni/yajna ritüeli düzenlemişlerdi. Şairlere, koruyuculara, bilginlere, din âlimlerine ve bilgelere çok miktarda pahalı hediyeler ve zenginlikler dağıtıldı. Fakir ve muhtaç insanlara yemek dağıtıldı. Sanatçılara, öğretmenlere, rahiplere ve mühendislere çok miktarda paralar dağıtıldı ve onurlandırıldılar. Herkes sevinmiş ve çok mutlu olmuştu. Bu kadar büyük bir fedakârlık ritüeli çok uzun zamandan beri görülmemişti.) (Dharmaraja yine böyle bir dağıtım günü akşamında Kurushetra meydanına çıktı. İçini kavuran pişmanlık ve üzüntüden kurtulmak için çareler arıyordu. Bu savaşa isteyerek girmemişti, ama yapması gereken Doğru Davranış bunu gerektirmişti. Yapılan kanlı savaş sonucunda kendisini yetiştiren çok sevdiği dedesi, akrabaları, kuzenleri, okçuluk öğretmeni ve daha birçok tanıdığı yakını hayatını kaybetmişti. Zaten bu fedakârlık gösterisi de bu yüzden düzenlenmişti. Yapılacak fedakârlıklarla işlenen günahların bedeli bir nebze olsun azaltılmak isteniyordu.) (Dharmaraja, Doğru Davranış’tan hayatı pahasına ayrılmayan ve her zaman yapılabilecek bir davranışın Hakikat’e uygun olup olmadığını araştıran bir insandı. Yapılan bu fedakârlık gösterisi kendisine yeterli gelmiyor, işlediği günahların karşılığından korktuğu için yapılabilecek başka bir şeyler arıyordu. İşte bu amaçla yine bir akşamüzeri Kurushetra meydanına çıktığında tepelerin üzerinde dolaşmakta olan bir kunduz gördü. Bir şeyler arıyor gibi oraya buraya bakınıyordu) (Kunduza doğru seslendi) Dharmaraja: Hey kunduz, burada ne arıyorsun? Buralarda fazla dolaşma, başına kötü şeyler gelebilir. Kunduz: Bir dakika hemen oraya yanına geliyorum. (Kunduz Dharmaraja’nın yanına gider. İlginç bir şekilde bedeninin sol tarafı tamamen altın rengindedir. Sağ tarafı ise kendi rengi olan kahverengi rengindedir) (Yakınına gelince) 145 Kunduz: Ben burada büyük bir fedakârlık ritüeli yapılıyormuş diye duydum. Onun için geldim. Dharmaraja: (Kendisinin kral olduğunu söylemeden) Evet kraliyet sarayının orada kral savaş sonrası bugüne kadar yapılmış en büyük fedakârlık ritüelini düzenledi. Gelen halka ve her isteyene istediği zenginlikler, mal mülk, arazi, inek mücevherler, altın v.s. dağıtılıyor. Bütün fakir ve muhtaç insanlar dağıtım yerine gelip istediklerine kavuşuyorlar. Şu ana kadar dağıtılanlarla çevrede fakir ve muhtaç insan kalmadı diyebilirim. İstersen sen de oraya giderek istediğine kavuşabilirsin? Kunduz: Ben de bu kadar büyütüldüğünü duyduğum bu ritüelin gerçek bir fedakârlık gösterisi olduğunu zannettiğim için buraya geldim. Ama kralın başkalarından zorla ve vergi ile topladığı vergileri yine halka bedava dağıtmasının neresi fedakârlık oluyor anlamıyorum. Dharmaraja: Sen nasıl bir şey olduğunu zannetmiştin peki? Kunduz: Bak ben sana bir hikâye anlatacağım. Sonra sen bana burada yapılanın gerçek fedakârlık olup olmadığını söyle. Dharmaraja: Tamam dinliyorum. Kunduz: Bir zamanlar bir köyde basit bir köylü, karısı, oğlu ve gelini ile beraber yaşıyorlardı. Bu aile çok fakir bir aile idi ve kıt kanaat başkalarının kendilerine verdiği sadakalarla geçinmeye çalışıyorlardı. Bu sırada onların yaşadığı bölgede büyük bir felaket yaşandı ve topraktan elde edilen ürün çok çok azaldı. Zaten çok zor durumda olan aile üç yıl süren bu kıtlıktan çok etkilenmişti ve perişan durumda idiler. Eskisi gibi kendilerine yardım eden ve sadaka veren kimse bulamıyorlardı. Aile üyelerinin yine böyle günlerden beri hiçbir şey yememiş oldukları bir zamanda kralın/bir hayırseverin herkese un dağıttığını işittiler. Hemen giderek sıraya girdiler ve adam başı birer avuç un tedarik edebildiler. Anne hemen bu unlarla dört tane ekmek hazırladı. O akşam uzun zamandan beri ilk kez bir şey yiyeceklerdi. Dharmaraja: Sonra ne oldu? Kunduz: Mutfakta sofraya oturdular, yemek dualarını söylediler. Tam o sırada kapı çaldı. Baba gidip kapıyı açtı. Kapıda bir dilenci vardı. Dilenci günlerden beri hiçbir şey yemediğini ve karın ağrısının artık dayanılmaz bir hale geldiğini anlatıyordu. Baba gelen misafire bir şey ikram etmek zorundaydı. Masaya gidip kendi hissesini getirdi ve adama verdi. Dharmaraja: Ne büyük fedakârlıkmış! Kunduz: Adam gözlerinin önünde kendisine verilen ekmeği bir iki ısırışta bitirdi. Sonra tekrar bağırmaya başladı. ‘Efendim bu yediğimle beraber açlık hissim daha çok arttı. Bana biraz daha verebilir misin? Bunun üzerine evin hanımı adama yaklaştı ve kendi hissesini verdi. Adam büyük bir acele ile onu da hemen yiyip bitirdi. Sonra tekrar bağırmaya ve yardım istemeye başladı. “Ben on günden beri hiçbir şey yemedim. Her bir şey yiyişimle beraber 146 açlık hissim daha da artıyor gibi oluyor. Bana bir tane daha verebilir misiniz lütfen?” diye seslendi. Bu sefer oğlu kendi hissesini verdi. ‘Adam teşekkür etti ve ama açlığının hala devam ettiğini söyleyerek bir tane daha istedi. Bu sefer sıra gelinde idi. O da kendi hissesini misafire verdi. En sonunda adam doymuştu. Aileye teşekkür ederek oradan ayrıldı. Dharmaraja: Hepsi kendi ekmeklerini vermişler ve aç kalmışlar öyle mi? Kunduz: Evet, aynen öyle! O gece soğuk bir gece idi. Hiçbirisi o geceyi çıkaramadı. Hepsi açlıktan öldüler. Ben ertesi sabah yiyecek bir şey aramak için o evin içine girdiğimde hepsini yerde yatarlarken gördüm. Dharmaraja: Ne kadar üzücü bir şey! Kunduz: Tam aksine! Ben onları o halde görünce sevincimden yerlerde yuvarlanmaya başladım. Çünkü hepsi yaptıkları bu fedakârlıkla kesinlikle ölümsüzlüğe kavuşmuş ve cennete gitmişlerdi. Ben yerde yuvarlanırken meğerse yerde ev hanımının ekmek hazırlarken yanlışlıkla yere döktüğü bir miktar un varmış. Bu un benim bedenimin yarısına bulaştı ve bedenimin yarısı bu fedakârlığın kutsallığı ile altın rengine büründü. Ben işte o günden beri bedenimin öbür yarısını da altın sarısına boyayabilecek bir fedakârlık gösterisi aramaktayım. Burada kralın yaptığı fedakârlık ritüelinin benim anlattığım gerçek fedakârlıkla yakından uzaktan bir alakası yok. Bence bu bir fedakârlık değil! Dharmaraja: Çok haklısın! Zaten bu yüzden kadim büyüklerimiz bizlere şu özdeyişi söyleye gelmişlerdir. “Ölümsüzlük, ne servet edinerek, ne hayırseverlik yaparak ve ne de çocuk ve torun sahibi olarak elde edilebilir. Ölümsüzlük, yalnız ve yalnızca yapılan fedakârlıklarla, bir şeylerden vazgeçerek/feragat ederek kazanılır.” -PERDE- 147 148