Insanin Mukemmeliyetine Dogru Kitap No.6 Kisa Tiyatro Oyunlari

Transkript

Insanin Mukemmeliyetine Dogru Kitap No.6 Kisa Tiyatro Oyunlari
1
2
14.09.2013
ÖNSÖZ
Bu altıncı İnsani Değerler Serisi kitabını bitirip elinize geçmesini sağladığımız için çok
sevinçli ve gururluyuz. Bu kitap İnsanı Mükemmelliğe götüren İnsani Değerler Eğitimi
programında kullanılan çeşitli materyaller arasında yer almaktadır.
İnsani Değerler Eğitimi Ders Planı(4. Ve 5. Kitaplar) eğitimciler tarafından çok iyi
karşılanmış ve programın etkisini artırabilmek için çok çeşitli önerilerde bulunulmuştu.
Bunun sonucunda altıncı kitap olan bu Kısa Oyunlar(Skeçler) kitabı ortaya çıkmış oldu.
Zaten okulların resmi kutlama günlerinde ve sınıf içi etkinliklerde kullanmak üzere bu tür
skeçlere ve teatral oyunlara ihtiyaçları oluyordu. Bu yüzden bu kitabın çok faydalı ve
kullanışlı olacağını zannediyoruz.
Bu bağlamda her türlü okula yardımları konusunda çağrıda bulunuyoruz. Eğer bize bu
kitaptakilere benzer bir şekilde skeçler ve tiyatro gösterileri gönderirlerse onları bu kitabın
ileriki baskılarına koyabiliriz.
Şu noktayı önemle hatırlatmak isteriz ki oyunlarda kullanılacak kostümler ve dekor
malzemeleri çok önemli değillerdir. Bu malzemeler hikâyenin daha anlaşılır ve gözde
canlandırılabilir oluşuna katkı da bulunsalar da, asıl önemli olan öğrencilerin oyuna
yaptıkları katkılarla skeçte vurgulanmak istenen İnsani Değerlerin daha iyi anlaşılmalarını
sağlamalarıdır. Öğretmenler de bu konuda üzerlerine düşen ve gereken katkıyı
yapmalıdırlar.
3
İÇİNDEKİLER
1- BİR ÇOCUĞUN MELEĞİ
2- HAKİKİ BAĞLILIK
3- KOŞULSUZ
SEVGİ
YAŞAMLARI
DEĞİŞTİRİR
4- TANRI NEREDEDİR?
5- TANRI
BAŞKALARINA
YARDIM
EDENLERE YARDIM EDER
6- TANRI SEVGİDİR
7- GAYRET İNSANIN BÜYÜKLÜĞÜDÜR
8- EN KÜÇÜK EKMEK
9- ÜÇ SORU
10- HAKİKİ TESLİMİYET
11- BİZ
HER
NE
YAPARSAK
TANRI
İZLEMEKTEDİR
12- İMPARATOR
13- NE GÖRÜYORSUN?
14- DÖRT ARKADAŞ
15- GÜNAHKÂR, BİR AZİZE DÖNÜŞTÜ
16- TANRI HERYERDEDİR
17- DUANIN MANASI / ANLAMI
18- TANRI
DAVRANIŞIN
ARKASINDAKİ
NİYETE BAKAR
19- TÜM HASTALIKLARA KESİN BİR TEDAVİ
/ ŞİFA
20- AKBAR VE BİRBAL
21- ALAGİ
22- ANGULİMALA
23- İNANÇ MUCİZELER YARATIR
24- SORULAR
25- APTALLIK VE KİBİR DOLU İNSAN
26- JİTENDRİYA
27282930313233343536373839404142434445464748-
NE SÖYLÜYORSAN ONU UYGULA
HAYVANLARIN DÜNYA KONFERANSI
KRAL SATHYAVRATHA
İYİ NASİHATA KULAK VERİN
ANNE VE BABA ÇOK KUTSALDIR
HEMŞİRE
TERESA’NIN
VERDİĞİ
MESAJ
DİLİN DOĞRU KULLANILMASI
TÜM İNANÇLARIN BİRLİĞİ (SARVA
DHARMA)
EVLİYA PURANDARADASA
EN SONUNDA DAİMA HAKİKAT GALİP
GELİR (SATHYA MEVA JAYATHE)
ÖĞRETMEN VİVEKANANDA(1863-1902)
BENCİL VEEGOİST DEV (BİRİNCİ
BÖLÜM)
BENCİL VE EGOİST DEV (İKİNCİ
BÖLÜM)
EN İYİ DİN
PİSKOPOSUN ŞAMDANLARI
APTALSIN SEN
ELİNDE SEVGİ LAMBASI TAŞIYAN
KADIN
DUA EDEN ELLER
HUZURA DOĞRU GİDEN DOĞRU
DAVRANIŞ YOLU
SAVURGAN OĞULUN GERİ DÖNÜŞÜ
SEVGİNİN ZAFERİ
HAKİKİ FEDAKÂRLIK
4
1- BİR ÇOCUĞUN MELEĞİ
1. Sahne: Doğmak üzere olan bir çocuk annesinin karnından Tanrı’ya seslendi.
Çocuk: Sevgili Tanrım, sen beni yarın dünyaya gönderecekmişsin. Ben o kadar küçük ve o
kadar çaresizim ki… Orada yaşamayı nasıl başaracağım?
Tanrı: Sevgili Çocuğum, hiç merak etme. Ben senin için bir melek ayarladım. O orada seni
bekliyor olacak ve seninle ilgilenecek.
Çocuk: Tanrım ben burada cennette şarkı söylemek ve gülümsemekten başka bir şey
yapmıyorum. Bu da beni mutlu etmeye yetiyor.
Tanrı: Senin meleğin, senin için her gün şarkı söyleyecektir. Sen o meleğin sevgisini
hissedecek ve her zaman mutlu olacaksın.
Çocuk: Fakat ben insanların konuştukları dilleri bilmiyorum. İnsanlar benimle
konuştuklarında onları nasıl anlayacağım?
Tanrı: Bu hiç problem değil. Senin meleğin sana büyük bir sabır ve ilgi ile konuşmayı
öğretecek. O melek sana her zaman güzel ve tatlı sözler söyleyecek.
Çocuk: Fakat ben Seninle konuşmak istediğim zaman ne yapacağım?
Tanrı: Hiç üzülme çocuğum, senin meleğin sana el açıp dua etmesini öğretecektir.
Çocuk: İşittiğime göre dünyada kötü insanlar varmış. Beni kim koruyacak?
Tanrı: Senin meleğin kendi hayatı pahasına seni onlardan koruyacaktır.
Çocuk: Fakat ben her zaman üzgün olacağım, çünkü Seni artık göremeyeceğim.
Tanrı: Senin meleğin sana her zaman Beni anlatacak ve seni Bana geri döndürecek yolu
öğretecektir.
(Bu noktada artık dünyadan gelen gürültüler işitilmeye başlanacaktır)
Çocuk: Ey Tanrım, ben artık gitmek üzereyim, lütfen bana benim meleğimin ismini söyler
misin?
Tanrı: Onun isminin hiçbir önemi yok aslında, ama sen ona “anne” diyeceksin.
-PERDE-
5
2- HAKİKİ BAĞLILIK
Karakterler: Bilge Krishna
Prensesler Rukmivi ve Sathaybhama
Narad Muni
4 – 5 çoban kız
Giriş: Büyük bilgin Narada Tanrı’ya Bağlılığı ile övünmeye ve herkese hava atmaya
başlamıştı. Ünlü Bilge Krishna da ona bir ders vermek niyetinde idi.
1.Sahne:
Narada. (Kendi kendine) Ey büyük Narada! Bu dünyada benden daha büyük bir salik
mevcut değil. Ben insanların içinde en önde gideniyim. Benden daha büyük bir mürit olabilir
mi? Yarın ben hac mekânını bir ziyaret edeceğim.
2.Sahne: Hac Merkezinde(Dwaraka’da)
Narada: Aman Allahım! Neler görüyorum böyle. Senin en sevdiğin ermişlerden biri kenarda
oturmuş dinleniyor. Eşi ve kızı da onu yelpaze ile yelliyorlar. Sevgili bilge bana söyler misin?
Neden burada böyle yatıyorsun? Ve neden seni böyle yelpaze ile yelliyorlar?
Bilge: (Ayağa kalkıp doğrularak) Sevgili Narada, buraya hoş geldin. Nasılsın? Gördüğün gibi
benim şiddetli bir baş ağrım var. Oturamıyorum ve sürekli yatmak zorunda kalıyorum.(tekrar
yere doğru uzanır)
Narada: (seyircilere doğru dönerek) Sevgili Efendimiz! Sen neler söylüyorsun? Eğer senin
gibi Tanrı’nın en mukaddes kulu böyle baş ağrısı çekerse, bizlere eyvahlar olsun. Bizim
halimiz nice olacak? Zor zamanlarda biz sana başvuruyor ve senin yol göstermeni
bekliyoruz. Beni affet ama bu nasıl olabilir? Ben bunu kavrayamıyorum? Sen büyük ihtimal
ile bir başkasının hastalığını kendi üzerine aldın öyle değil mi?
Bilge: (Gülerek) Sen benim sözlerime inanmıyorsun, öyle mi? Hayır, ben hiçbir öğrencimin
hastalığını üstlenmedim. Bu sabahtan beri çok şiddeti bir baş ağrım var. Fakat şöyle
söyleyeyim, bunu tedavi edecek yalnızca bir çare var.
Narada: Söyle bana sevgili efendim. Eğer bir çare varsa sana hemen yardım etmeye
çalışacağım.
Bilge: Tanrı’ya inanan ve ona bütün kalbi ile bağlı olan sevgili mütevazı saliklerden birisinin
ayağının altındaki tozu bana getirirsen, ben o tozu anlıma sürüp iyileşebilirim. Lütfen bana o
tozu getir.
Narada: (Kendi kendine) Tanrı’ya tüm kalbi ile bağlı saliklerden biri mi? Bu herhalde ben
olmalıyım. Ben her an Tanrı’nın ismini dudaklarımda zikrederek dolaşmıyor muyum? Kim
benden daha iyi bir salik ve Tanrı’ya bağlı biri olabilir ki? (Böyle diyerek ayağının altındaki
tozu almak için uzanmaya çalışır) Ben ayağımın altındaki bu tozu sevgili efendime
götüreceğim ve onu iyileştireceğim. (Fakat tam ayağının altındaki tozu eli ile alacak iken
birden bir suçluluk duygusuna kapılır) Aman Tanrım. Ben ayağımın altındaki tozu nasıl
efendime götürebilirim. Ben onun ayaklarına kapanıp başımı onun ayağına koyuyorum.
Şimdi nasıl benim ayaklarımın altındaki tozu onun başına sürebilirim?
6
(Şimdi seyirciye dönerek) Sevgili Tanrım! Bu ne kadar büyük bir saygısızlık? Ben böyle bir
şeye kalkışacak kadar ne aptalmışım? Herhalde sevgili efendim bana o her zamanki
şakalarından birisini yaptı. Ben ona ayağımın altındaki tozu götürecek miyim diye beni
imtihan etti. Ben buna kanmayacağım.
(Bilgeye dönerek) Ey sevgili bilge efendim! Ben kendimi Tanrı’nın sevgili bir kulu
olamayacak kadar değersiz hissediyorum. Ben ayağımın altındaki tozu senin alnına sürmek
aşağılamasını yapmayacağım. Belki eşinizin veya kızınızın ayaklarının altındaki tozu
alnınıza sürebilirsiniz.
(Bu esnada eşi ve kızı, ‘Hayır! Hayır!’ Diye bağırırlar.)
Bilge: (Gülerek) Öyle mi? O zaman benim sözümü dinle! Buradan oldukça uzakta Brindavan
diye bir şehir var. Orada inekleri güden çoban kızlar var. Gidip onların ayaklarının altındaki
tozu iste. Belki onların Tanrı’ya olan bağlılıkları tamdır ve beni iyileştirebilirler. Haydi, çabuk
git! Aman başım, başım çok ağrıyor.
Narada: Tamam efendim, hemen gidiyorum.
3. Sahne:
(Brindavan’a giden Narada orada bir grup çoban kızı şarkı söylerken ve dans ederken bulur.
Narada onların şarkılarını bitirmelerini bekler. Çoban kızlardan biri Narada’ya yaklaşır)
Çoban kız: Size selamlar olsun efendim. Sizi bugün buraya getiren şey nedir? (Bu arada
dönüp eliyle diğer kızları da yanına çağırır) Hac merkezinde durumlar nasıl? Sevgili
efendimiz ne durumdalar? Bizler kendisini çok özledik. Buraya ne zaman gelecekler? Ne
oldu, neden cevap vermiyorsunuz? Yoksa efendimiz rahatsızlar mı? Lütfen bize anlatın?
Narada: Sevgili çocuklar, lütfen telaş etmeyin. Ben size bir mesaj getirdim. Bilge efendimiz
maalesef biraz rahatsızlar. Çok şiddetli bir baş ağrıları var. Başının ağrısının yalnızca
Tanrı’nın sevgili müritlerinden birisinin ayağının altındaki tozu alnına sürerse
iyileşebileceğini bana söyledi ve beni size gönderdi. Bana ayaklarınızın altındaki tozdan
verir misiniz?
Çoban kızlar: (Birbirlerine bakarak) Hepsi bu mu? Eğer sevgili efendimizi iyileştirecek toz
bizim ayağımızın altındaki toz ise hemen bu tozu alın ve kendisine götürün. Biz onun bir
saniye daha fazla acı çekmesini istemeyiz.(Böyle diyerek çoban kızlar ayaklarının altındaki
tozu bir mendilin içine koyarak kendisine verirler) Haydi bunu al ve hemen yola çık.
Sahne 4: Tekrar Dwaraka’da
Narada: Sevgili efendim, işte size Çoban Kızların ayaklarının altındaki tozdan getirdim.
Anneciğim lütfen bu tozu efendime sürer misiniz?
(Bilgenin karısı tozu bilgenin alnına sürer ve bilgenin baş ağrısı anında yok olur. Bilge ayağa
kalkar ve şöyle söyler)
Bilge: Sevgili Narada! İşte o çoban kızların Tanrı’ya bağlılıklarını gördün mü? Onlar çok
basit şekilde düşünüyorlar ve hareket ediyorlar. Onlar suçluluk duygusundan da, egodan da
kurtulmuş durumdalar. Onlar ayaklarının altındaki tozu bana vermek için en ufak bir şekilde
tereddüt etmediler. Onların kendilerine ait bir beden düşünceleri yok. Onlar efendilerinin
acısını bir an önce dindirmeye çalıştılar. Peki ya sen? Sen ne yaptın? Sen ayağının tozunu
7
bana vermeye cesaret edemedin ve çekindin. Çünkü bilincinde sen benden ayrı olduğunu
düşünüyordun. Hâlbuki Tanrı her canlı varlığın içindedir ve her zaman bizimle birliktedir.
Bunun tersine sen, ben ve benim düşüncenden ötürü ayağından tozdan bile ayrılamadın.
Şimdi hakiki bağlılık ve kendini adama nedir anlıyor musun ve kendi kusurunu görebiliyor
musun?
(Narada utanç içinde başını sallar)
-PERDE-
8
3- KOŞULSUZ SEVGİ YAŞAMLARI DEĞİŞTİRİR
Karakterler:
Can - 14 yaşında çocuj
Tuğba - Can’ın kız kardeşi
Meryem - Can’ın annesi
Yakup - Can’ın babası
Ahmet, Selim, Hakan ve Yalçın - Can’ın arkadaşları
Bayan Suzan - Bir ebeveyn
1.Sahne:
(Oyun bahçesinde bir akşamüzeri. Çocuklar oyun oynamaktadır. Can, arkadaşları Ahmet,
Selim, Hakan ve Yalçın ile beraber sahneye girerler)
Can: Haydi arkadaşlar, bugün isterseniz futbol oynayalım, ne dersiniz?
Selim: Ben akşamüstleri oynadığımız oyunları çok seviyorum.
Hakan: Sabah erken saatten öğleden sonraya kadar okulda sıralarda oturmak gerçekten
çok yorucu bir iş! Bir de üstüne dersi dikkatle dinlemek ve anlamak zorundayız. Bu da bizi
hem çok yoruyor, hem de sıkıyor.
Ahmet: Hem zihnen ve hem de fiziksel olarak kendimizi yorgun hissediyoruz.
Yalçın: Akşamüstleri oynadığımız bu oyunlar bizi canlandırıyor. Hâlbuki evdekiler okul zili
çalar çalmaz eve gitmemizi istiyorlar.
Can: Unut gitsin, haydi biz oyunumuza bakalım.
(Çocuklar sahnede bir süre oyun oynarlar)
Selim: Haydi arkadaşlar artık yeter. Eve gidelim, yoksa annemler bana kızacaklar.
2.Sahne.
(Can’ın evi: Can’ın anne ve babası koltukta otuyorlar. Çocukları eve geç kaldığı için çok
endişeliler. Can’ın kız kardeşi Tuğba da oturmuş ev ödevlerini yapmaktadır)
Can’ın annesi Meryem: Yakup, ben artık bu oğlanı merak etmeye başladım. Son
zamanlarda eve hep geç geliyor.
Can’ın babası Yakup: Sana katılıyorum. Tuğba sen abinin okuldan sonra ne yaptığını
biliyor musun?
Tuğba: Ben onu bir iki defa arkadaşları ile birlikte top oynarken gördüm. Hepsi çok
eğleniyorlardı.
Meryem: O artık on yaşında bir çocuk. Dikkatini derslerine vermesi lazım!
(O sırada yorgun ve bitkin bir vaziyette Can içeri girer)
Yakup: Oğlum, hepimiz seni çok merak ettik.
Can: Beni merak etmenize hiç gerek yok. Anlıyor musunuz?
Meryem: Oğlum, senin sınıf öğretmenin geçen gün bana arkadaşlarınla çok zaman
harcadığını söyledi. Biliyorsun, zamanı israf edersen hayatını israf etmiş olursun.
9
Can: Lütfen herkes kendi işine baksın. Ben artık büyüdüm. Oyun ve eğlence istiyorum.
Sürekli ders çalış, ders çalış. Herkes koro halinde aynı şeyi söylüyor. Ders çalış. Ben artık
bu işten iyice sıkılmaya başladım.
(Can kızgın bir şekilde içeriye odasına gider)
Meryem: Haydi gelin hep beraber dua edelim. Tanrı ona yardım edebilmemiz için bize bir
yol göstersin.
(Hepsi beraber ellerini açarlar ve sessizce dua ederler)
3.Sahne: (Can odasındadır. Oturmakta ve kitap okumaktadır)
Can: Çok uykum geldi.(Yatağına doğru gider) Bu ne böyle? Yastığımın üzerinde bir
mektup var. (Mektubu eline alır) Üzerinde “Yalnız olduğun zaman oku” diye yazıyor. Ee,
şimdi yalnızım, demek ki okuyabilirim.(Okumaya başlar) “Sevgili Can. Sen şimdi ergenlik
çağındasın ve hayat senin için çok zor gözüküyor. Hayal kırıklığına uğramış ve kızmış
durumdasın. Senin için neyin iyi olduğunu bilmiyorsun. Ben her zaman seninleyim. Benim
sana olan sevgimi hiçbir şey değiştiremez.
Sen her ne zaman konuşmak istersen, ben seni dinlemeye hazırım. Her nereye gidersen
git, her ne yaparsan yap, ben senin annenim ve seninle gurur duyacağım. Benim sevgim
süreklidir ve koşullara bağlı olarak asla değişmez. Sonsuza kadar aynı kalacaktır.” Annen
(Can yatağına oturup duasını eder ve uykuya dalar)
4.Sahne:
Sahne arkası sesi:
Aradan yıllar geçmiştir. Annesinin yastığının altına koyduğu o küçük mektuplar Can’a
doğru yolu göstermiştir. Zaman içinde hem dış görünüşü değişti ve hem de o zor ergenlik
çağını atlattı. Okulu bitirip mezun oldu ve şimdi bir danışman olarak diğer ebeveynlere
yardım ediyordu.
(Can Bey seminer salonundan dışarıya çıkar)
(Sahneye bir ebeveyn olan Suzan Hanım girer)
Suzan: Can Bey, benim ergenlik çağında bir oğlum var ve sizden yardım istiyorum. Oğlum
çok öfkeli, sabırsız ve sinirleri bozuk!
Can: (kendi kendine) Bu bayanın anlattığı durumlar aynı benim ergenlik çağımı hatırlatıyor.
Can: Suzan Hanım, ben de gençken ergenlik çağımda aynı sizin oğlunuz gibi
davranıyordum. Annemin koşulsuz sevgisi bana destek oldu ve beni güçlendirdi. Gençlik
yıllarının zor zamanlarında annemim mektupları bana ben her ne yaparsam yapayım onun
beni sevmeye devam ettiğini bilmeme sebep oldu. Çıkarttığım tüm sorunlara rağmen
sevilmeye devam etmem, benim için büyük bir güvence olmuştu. Bu dünyada ne istediğimi
bilen tek insan benim annem oldu. O da bunu bana “Yalnız olduğun zaman oku”
mektupları ile verdi. Onun sevgisi ve ilgisi sayesinde artık kocaman bir adam oldum.
Gördüğünüz gibi bir anne olarak aynı şeyi siz de oğlunuza uygulayabilirsiniz. Ben bu
koşulsuz sevginin insanın yaşamını nasıl değiştirdiğine birebir şahit oldum ve bunu
yaşadım.
-PERDE10
4- TANRI NEREDEDİR?
Karakterler:
Köyün ağası
Birkaç salik
Genç Adam A
Genç Adam B
Giriş:
Sahne Arkası Sesi:
(Köyün ağası köye girmekte olan turuncu elbiseli rahibi köyün girişinde büyük bir saygı ve
hürmetle karşılar. Yanında birkaç genç çocuk da ona eşlik ederler)
Ağa: Hoş geldiniz, hoş geldiniz sevgili efendimiz. Sizi köyümde ağırlamak benim için büyük
bir şereftir. Lütfen her ne isterseniz bana söyleyebilirsiniz. Bu köydeki bütün dükkânlar
bana aittir. Ne arzu ederseniz hemen getirtebilirim.
Rahip(Bilge): Nezaketinize gerçekten çok teşekkür ederim, ama benim ihtiyaçlarım çok
azdır. Bir şey istediğimi sanmıyorum. Çok teşekkürler.
Ağa: Sevgili öğretmen. Lütfen utanmana hiç gerek yok. Benden her ne istersen
isteyebilirsin. Buradaki toprakların ve evlerin hepsi nesillerden bu yana benim aileme aittir.
Senin her isteğin anında karşılanacaktır. Bugün şimdi bir şey istemesen de yarın mutlaka
bir şeye ihtiyacın olacaktır.
Bilge: (Başını sallayarak) Pekâlâ sevgili oğlum! Madem çok ısrar ediyorsun. Bana lütfen bir
iğne verir misin? Ama şimdi değil, sonra….
Ağa: İğne mi? Yalnızca bir iğne mi istiyorsun? Tabii ki veririm. Hem de altın iğne veririm.
Ne zaman istiyorsun?
Bilge: Lütfen o iğneyi bana gelecek defa dünyaya geldiğimde bana ver.
Ağa: (Afallamış vaziyette) Fakat bu imkânsız. Haydi,…herhalde şaka yapıyor olmalısın.
Bilge: Hayır, ben çok ciddiyim. Sen bu evlerin ve arazilerin nesillerden bu yana sizin
ailenize ait olduğunu söylüyorsun ya. O zaman kesin olarak bundan sonra dünyaya
gelişimde de sen bana bu iğneyi verebilirsin.
Ağa: (Verilmek istenen mesajı aldığı yüzünden belli, idrak etmiş ve gururu alçaltılmış
olarak) Ey sevgili efendim, lütfen beni affet. Bana anlatmak istediğin şeyi anladım
sanıyorum. Ben servetim ile çok kibirleniyor ve gururlanıyordum. Kendimi çok
beğeniyordum.
(Eğilerek bilgenin elini öper. Bu anda sahneye iki genç girer ve bu el öpme olayını
gözlemlerler)
Bilge: Tanrı seni kutsasın sevgili oğlum. (Bilge ağayı ayağa kaldırır) Hakiki servet insanın
sahip olduğu erdemler ve iyi davranışlardır. Çünkü bundan sonraki yaşama taşıyacağımız
yegâne şeyler bunlardır. Bizler bu dünya üzerinde Tanrı’nın yaradılışının bakıcılarıyız. Bu
yüzden de dünyevi eşyalara sahip olmak ancak kısa sürelidir ve gelip geçicidir.
(O sırada sahneye giren gençlerden birisi bilgeye doğru hoş olmayan bir tarzda seslenir)
11
A: Hey! Şu turuncu cübbe giyen sahtekâra bir bakın. Biz bu dolandırıcıyı daha önce komşu
köyde de görmüştük. Şimdi gelmiş bu köydekileri de kazıklamaya çalışıyor. Böyle köy köy
dolaşarak, ondan bundan saçma sapan konuşarak ve atıp tutarak herkesi
kandırabileceklerini zannediyorlar. Haydi, gel şuna dersini verelim ne dersin?
B: Evet bu tür uyuşuk ve tembel kimselere derslerini vermemiz lazım. Onlar insanları
kandırarak paralarını alıyorlar. (Bilgeyi işaret ederek) Ey sözde öğretmen! Sen böyle
sürekli olarak Tanrı konusunda konuşuyorsun ve atıp tutuyorsun. Sen bize şu Tanrı
nerededir bir gösterir misin?
Bilge: Sevgili oğlum, eğer sen iç gözünü açabilirsen Tanrı’yı kesinlikle görebilirsin.
A: Ne! Ne kadar saçma! Sen bizi aptal filan mı zannediyorsun? Gösteremeyeceğin şeyler
hakkında konuşuyorsun.
Bilge: Oğlum, bugün tüm gün boyunca yolculuk yaptım ve çok yoruldum Eğer mümkünse
bana bir bardak süt verebilir misiniz? Susuzluğumu giderdikten sonra sizinle bu meseleyi
daha rahat konuşabiliriz.
A: Süt mü istiyorsun? Problem değil. (B’ye dönerek) İşte onu yakaladık. Gel şuna bir ders
verelim.
(A gidip sütü getirir ve süt bardağını bilgenin önüne koyar. Fakat bilge sütü içmeden süte
merakla bakmaya başlar)
A: Hey sözde öğretmen! Korkma o süt tozu değil. Yüzde yüz inek sütü. Rahatlıkla
içebilirsin. İçine gram su konulmadı.
Bilge: Ondan değil sevgili oğlum. Bana sütün içerisinde tereyağı olduğunu söylediler. Ama
ben ne kadar bakarsam bakayım sütün içinde hiç tereyağı görmüyorum.
A: (B’ye dönerek) Ya ben bu adamın bir sahtekâr olduğunu zannetmiştim, ama galiba bu
aynı zamanda büyük bir aptala benziyor. (Bilgeye dönerek) Sözde öğretmen, tereyağı o
sütün içindedir. O sütün her bir damlasının içerisinde tereyağı mevcuttur. Sen bunu bile
bilemeyecek kadar salaksın işte.
Bilge: Sevgili oğlum, ben de bunu biliyorum. Ama işte ne kadar ararsam arayayım
tereyağını bulamıyorum.
A: Sütün içerisinde tereyağını nasıl görebilirsin? Eğer tereyağını ayrı bir şekilde görmek
istiyorsan önce sütü kaynatmalı, soğumaya bırakmalı, sonra ekşimik ilave etmeli, sonra
kesilmesini beklemeli ve en sonra da onu yayıkta çalkalamalısın. İşte ancak o zaman
tereyağı sütün üzerinde yüzecektir. Bunları yapmadan sütün içine baka baka tereyağını
nasıl görebilirsin?
Bilge: İşte ben de aynı şeyi söylüyorum sevgili oğlum. Tanrı her şeyin içindedir ve her
yerdedir. Eğer O’nu görmek istersen bazı önceden konulmuş prosedürleri, yani yapılması
gerekenleri titizlikle, ciddiyetle, kararlılıkla, azimle ve samimiyetle takip etmelisin. Önce sıkı
sıkıya Hakikat’e bağlı kalmalısın, sonra Doğru davranış yolunu takip etmelisin, Huzur’u
geliştirmelisin ve herkesi ve her şeyi Sevgi ile kucaklamalısın. O zaman zaten kimseye
şiddet uygulayamazsın. Hakikat, Doğru Davranış, Huzur, Sevgi ve Şiddetten Kaçınma.
Eğer bu prensiplere sıkı sıkıya bağlı kalırsan ve aynı zamanda insanlığa karşılıksız
hizmette bulunabilirsen işte o zaman kesinlikle Tanrı’yı idrak edebilir ve O’nu görebilirsin.
A: Yani bunları herkes Tanrı’yı görebilir mi diyorsun?
B: Ben tapınağa giderek dua eden, ibadet eden ve hatta hizmetlerde bulunan insanlar
tanıyorum. Ama içlerinde çoğu hilekâr ve dolandırıcıdır.
12
Bilge: Evet aynen! Tapınağa gitmek eylemi tek başına o kadar önemli değildir. Yaptığın
ibadet ve dua samimi ve içten olmalıdır. Tanrı’nın Rahmeti için tam anlamı ile yanıp
tutuşmalısın.
A: Peki o zaman gazetelerde okuduğumuz hayır işleri yapan insanlar ne oluyorlar?
B: Evet benim bir tanıdığım var. Kendisi at yarışlarında büyük miktarda kumar oynuyor ve
ne zaman bir yarış kazansa hayır işlerine para harcıyor.
Bilge: Bu insanlar eğer yaptıkları hayırseverlikleri kendilerine ün kazandırmak ve isim
yapmak üzere kullanıyorlarsa, onların mükâfatı ün ve şöhret olacaktır. Onlar İlahi Varlığın
vizyonunu asla görmek imkânına kavuşamayacaklardır. Ayrıca doğru olmayan davranışla
kazanılmış olan para yani örneğin kumar parası, kaçakçılık parası, hırsızlık parası,
dolandırıcılık ile kazanılan para; kötülük, fenalık ve uğursuzluk ile lekelenmiştir. O tür
paralar ile yapılan hayırseverlikler hiçbir işe yaramazlar ve ilahi olamazlar.
A: Sevgili öğretmenim, ben şimdi yavaş yavaş Hakikat’i anlamaya başlıyorum. Ben
cehaletimden ötürü sana kötü sözler söyledim ve seni suçladım. Lütfen beni affet!
B: Beni de affet lütfen!
Bilge: Sevgili çocuklar! Benim için ortada affedecek hiçbir şey yok. Çok sayıda insan
cehaletlerinden dolayı Tanrı’yı reddediyorlar. Eğer onların yaptıkları hatayı idrak etmelerini
istiyorsak ilk yapmamız gereken şey kendimizi ve davranışlarımızı geliştirmektir. Önce
kendi kötü ve zararlı davranışlarımızı ve alışkanlıklarımızı değiştirmeli ve Tanrı’yı
gerçekten seven ve günahtan korkan birisi olarak başkalarına örnek olmalıyız. Ancak
ondan sonra Tanrı’nın verdiği mesajı anlamak ve O’nun rahmetini elde etmek için ilk adımı
atabiliriz. Haydi, gelin hep birlikte O’nun görkeminin ilahisini söyleyelim.
(Beraber söylenen bir ilahi ile oyun sona erer)
-PERDE-
13
5- TANRI BAŞKALARINA YARDIM EDENLERE YARDIM EDER
Karakterler:
Rasim
Arda
Doktor
Öğretmen
Kadir
1.Sahne:
(Rasim’in okulda sınavı vardır ve sınava yetişmek için acele etmektedir. Okul yolunda
arkadaşı Arda’yı yerde yaralanmış vaziyette yatarken bulur)
Rasim: Arda, ne oldu? Yaralandın mı?
Arda: Bisikletten düştüm ve ayağım yaralandı. Ayağımı hareket ettiremiyorum, çok acıyor.
Rasim: Haydi seni hemen doktora götüreyim. Omzuma yaslan ve yavaş yavaş şu yakındaki
kliniğe kadar yürüyelim.
(Rasim Arda’yı doktorun yanına götürür)
2.Sahne: (Doktorun muayenehanesinde)
Doktor: Rasim, seni kutlarım oğlum. Çok iyi bir şey yaptın. Arda’yı buraya zamanında
getirmeseydin yarası mikrop kapabilirdi. Ben Arda’nın bacağını pansuman yaparak sardım
ve ona her ihtimale karşı tetanoz aşısı yaptım. Ardacığım sen şimdi eve gidip dinlenebilirsin.
Bandajı su ile ıslatma. Şu ilaçları kullan ve iki gün sonra yine bana kontrole gel.
Arda: Çok teşekkür ederim doktor.
(Rasim ve Arda kliniği terk ederler)
3.Sahne:
Arda: Rasimciğim, sana teşekkür edecek kelime bulamıyorum. (Saatine bakar) Oooo, saat
de çok geç olmuş. Sen sınava çok geç kaldın. Sınav başlayalı yarım saat kadar oldu. Benim
yüzümden oldu çok özür dilerim.
Rasim: Öyle söyleme! Ben yalnızca yapmam gerekeni yaptım. Bir arkadaş diğeri zor
durumda iken ona yardım etmezse ne işe yarar?
Arda: Ben en azından bir rapor götürürüm ve sınavı sonra tekrar olurum. Ama ya sen?
Öğretmen mazeretini kabul etmeyecektir.
Rasim: Ben şimdi bir koşu okula gideyim ve bir cevap kâğıdı alayım. Belki kalan kısa sürede
dersi geçecek not alabilirim? Sen ne yapıyorsun? Okula mı geleceksin, yoksa eve mi
gidiyorsun?
Arda. Ben de seninle okula geleceğim. Belki öğretmene meseleyi anlatma şansı bulurum ve
o da sana biraz daha zaman verir.
14
4.Sahne:
(Her ikisi beraberce okula doğru giderler. Okula vardıklarında Rasim hemen önden koşarak
sınıfa gider. Sınıfta herkes oturmakta ve sohbet etmektedirler)
Kadir: Hey Rasim nerede kaldın? Bugün imtihan olduğunu bilmiyor musun?
Rasim: Sana sonra anlatırım, fakat söyle bana sınav daha başlamadı mı?
Kadir: Bu bölgede bir elektrik kesintisi olmuş. Bu yüzden öğretmen sınav kâğıtlarını
hazırlayamamış. Sınav gecikti. Ancak elektrikler geldikten sonra başlayacak.
Rasim: Teşekkürler Tanrım, imtihanı kaçırmadım.
Öğretmen: Rasim, ne oldu sen neden geç kaldın?
(Tam o sırada Arda ayağı sekerek sınıfa girer)
Öğretmen: Ne oldu Arda? Neden topallıyorsun? Ayağında kocaman bir bandaj var.
Arda. Okula gelirken yolda bisikletten düştüm ve bacağımdan yaralandım. Hareket
edemedim. Tam o sırada Rasim beni gördü ve yakındaki kliniğe götürdü. Doktorun dediğine
göre tam zamanında oraya gitmişiz. Biraz daha geç kalsaymışız yara mikrop kapacak ve
çok sayıda komplikasyon meydana gelecekmiş. Rasim sayesinde başım derde girmeden
kurtuldum.
Öğretmen: Aferin Rasim! Sen bugün “Arkadaşına zor anında yardım eden gerçek
arkadaştır” ve “Dost kara günde belli olur” sözlerini davranışların ile göstermiş oldun.
Görüyor musunuz, Tanrı nasıl başkalarına yardım edene yardım elini uzatıyor? Tam o
sırada elektrik kesildi ve bu sayede Rasim de sınava yetişmiş oldu. Tanrı’nın gizemli yolları
vardır. Hepiniz Rasim’i alkışlar mısınız?
(Bütün öğrenciler hep beraber alkışları ile Rasim’i desteklerler)
-PERDE-
15
6- TANRI SEVGİDİR
Sahne Arkası Sesi: İnsanlar Tanrı’yı aramak için dünyanın dört bir tarafına gidiyorlar. Ama
aslında Tanrı her birimizin içerisinde mevcuttur. Eğer Tanrı’yı çok seviyorsak herkesi
sevmeli ve herkese hizmet etmeliyiz. Tanrı sizin ne kadar uzun süre dua ettiğinize ve kutsal
mekânları kaç kez ziyaret ettiğinize bakmaz. Başka insanları umursuyor musunuz? Onlarla
ilgileniyor ve malınızı ve sevginizi onlarla paylaşıyor musunuz? Bunlara bakar. Zihninizde
yalnızca kutsal düşünceler olsun. Ancak ondan sonra O sizinle birlikte olacaktır. O, bize
hem çok yakındır ve hem de sevgilidir.
Karakterler:
Lucy - Orta yaşlı zenci kadın
Harry - 12 yaşında bir Çocuk, Lucy’nin oğlu.
John Henry - Kilisenin çok eski bir devamlısı
Kilise inşaatında çalışan işçiler, duvar ustaları, boyacılar, marangozlar.
1.Sahne:
(Harrynin evi. Lucy Anne yırtık elbiseleri dikerek onarmaktadır. Küçük Harry içeriye girer)
Harry: Anne, çok güzel haberler getirdim. Bizim köye çok büyük bir ibadet evi yapıyorlar.
Adamın biri bana bir kilise yaptıklarını söyledi.
Lucy: (Sevinerek) Sevgili oğlum, çok sevindim. Ben hep sana Hazreti İsa hakkında hikâyeler
anlatırdım. Şimdi İsa kilisenin içinde ikamet edecek.
Harry: Anne, ben de kilisenin yapımında yardımcı olmak istiyorum. Orası Hazreti İsa’nın evi
olacak. Bana orada yapacak iş verirler mi acaba?
Lucy: Benim bir fikrim var oğlum. Sen ayak işlerine koşuşturursun. Getir götür işleri
yaparsın. Yoruldukları zaman onlara soğuk su verirsin.
Harry: teşekkür ederim anneciğim. Ben hemen gidip yapacak iş var mı diye bir bakayım.
Ancak orada işin başında duranların hepsi beyaz insanlar. Biz siyahilere bir şey derler mi?
Ama ne olursa olsun bir deneyeceğim.
Lucy: Tanrı’nın gözünde siyahın ve beyazın hiçbir farkı yoktur. Hepimiz O’nun çocuklarıyız.
Git ve mutlu ol!
2.Sahne.
(Kilise inşaat sahası. Çok sayıda işçi çalışmaktadır. Boyacılar, marangozlar, duvarcılar, su
tesisatçıları. Mühendisler çeşitli direktifler vermektedirler. Harry de susamış işçilere yüzünde
gülümseme ile soğuk su dağıtmaktadır. Ayrıca da onların ufak tefek getir götür işlerini
yapmaktadır)
16
Sahne Arkası Sesi: Kilisenin yapım aşaması artık bitmiştir ve açılış töreni için uygun bir gün
tespit edilecektir. Küçük Harry de çok mutludur, çünkü kalbi Hazreti İsa için çarpmaktadır.
3.Sahne:
Harry: Anne, bugün kilisenin açılış töreni var. En güzel elbiselerimi giydim. Gidip kiliseye
yerleşecek olan Hz. İsa’yı görmeye gidiyorum. Gidip kalabalığa karışacağım.
(Harry yürür ve kilisenin girişine gelir. İnsanlar iyi bir yer kapmak için acele etmektedirler.
Harry de içeriye giriş kuyruğuna katılır.
John: Dur oğlum! Buraya gelmeye nasıl cesaret edersin? Sen zencisin. Siyahi vatandaşların
kilisenin içinde yerleri yok. Çık dışarı! (Acımasızca Harry’yi itekler)
Harry: Ama ben içeriye girip Hz.İsa’yı görmek istiyorum. Kendisi burada ikamet edecek.
Bunca aydan bu yana onu görmek için bekliyorum. Şimdi tam zamanı geldi. Beni kimse
durduramaz! (Harry tekrar içeri giren kalabalığın içerisine karışır)
(John Harry’i işaret ederek)
John: Seni gidi alçak seni! Sen beni kandırmaya mı çalışıyorsun?(John onu havaya kaldırır
ve çimenliğe doğru götürür) Hava şimdi kararacak. Orada bir yerde bir köşede uzan.
(John Harry’i bir kenara doğru fırlatıp atar ve arkasını dönerek yürüyüp gider. Harry’nin her
tarafı uyuşmuş gibidir. Gözleri kararır ve yanakların yaşlar süzülmeye başlar)
(Birdenbire karanlığın içinden Hazreti İsa ortaya çıkar. Her tarafından ışıklar saçmaktadır.
Arka planda kiliseden ilahi sesleri gelmektedir)
İsa: (Harry’e dokunarak) Sevgili oğlum, ayağa kalk. Bak ben geldim.
Harry: (Ona bakmadan) Lütfen beni rahatsız etme. Ben yalnızca Hazreti İsa’yı görmek
istiyorum.
İsa: Oğlum Ben İsa’yım. Ayağa kalk ve bana bak.
Harry: (Ayağa kalkar ve Hazreti İsa’yı görünce dizlerinin üzerine çökerek ellerine sarılır ve
ellerini öper) Sevgili Efendim, lütfen sizin için yapılan kilisenin içine gidin.
İsa: Harry oğlum! Ben o kilisenin içine giremem. O kilisenin içerisi kibirli, gururlu, nefret ve
kıskançlık içinde insanlarla dolu. Ben her nerede saf ve ilahi bir sevgi varsa oraya giderim.
Harry sen herkesi sevdin ve herkese hizmet ettin. Bu yüzden seni çok seviyorum. Sen
benimsin. Ben de senin içindeyim. Tanrı’nın bütün krallığı senin içindedir. Tanrı’nın tüm
yaratılışını sevmeye ve onlara hizmet etmeye devam et!
(Harry tekrar dizlerinin üzerine çöker)
-PERDE17
7- GAYRET İNSANIN BÜYÜKLÜĞÜDÜR
Karakterler: Ramiz, Süleyman, Ali, Nedim
Küçük bir şehirde oyun bahçesinde oynuyorlardı.
Top biraz ileriye düşmüş ve Ramiz topu almaya gitmişti. Biraz sonra gittiği yerden
arkadaşlarını yanına çağırdı.
Ramiz: Arkadaşlar buraya gelin. Burada toprağın altından bir ses geliyor.
Süleyman: Öyle mi, hadi gidip bakalım.
(Diğer üçü onun yanına koştular)
Aşağıdan gelen ses: Beni dışarı çıkartın. Ne isterseniz vereceğim.
Ali: Çok tuhaf! Nasıl olur da toprağın altından ses gelir?
Nedim: Haydi toprağı kazalım ve ne olduğuna bir bakalım. Ben hemen gidip evden kazma
kürek getireyim.
(Hepsi beraber toprağı kazmaya başlarlar. Toprağın içinde küçük bir lamba bulurlar)
Ramiz: Ama bu yalnızca küçük bir lamba!
Süleyman: Çok eski bir lambaya benziyor. Haydi, şunu bir temizleyelim!
Ses: Ben Alaeddin’in Sihirli Lambasıyım.
Nedim: Alaeddin’in Lambası mı?
Ses. Beni hiç işitmediniz mi? Benden ne isterseniz onu size verebilirim.
Ali: Gerçekten mi?
Ses: Tabii ki, sevgili çocuklar. Haydi, bana birer birer ne istediğinizi söyleyin.
Ramiz: Ben oyun oynamayı çok seviyorum. Lütfen bana yeşil çimleri ve kaleleri olan bir
futbol sahası yapar mısın?
Ali: Bizim öğretmenimiz her gün bize çok ödev veriyor. Eve gelip onu benim için yapar
mısın?
Süleyman: Yollarda dilenen o kadar çok insan var ki? Lütfen bana yeteri kadar para ver ki
onlarla paylaşabileyim.
Ses: Bütün arkadaşların birer şey istediler. Nedim, söyle bana senin istediğin şey nedir?
Nedim: Ey Sihirli Lamba! Lütfen bize herhangi bir şey vermeden hemen ortadan kaybol.
Tanrı bizlere gözler, kulaklar, burun, dil, eller ve ayaklar vermiş. Biz bunları kullanarak
kendimizi ve başkalarını mutlu edebiliriz. İnsanın büyüklüğü gayretli oluşunda yatar. Neden
biz senin önünde dilenci durumuna düşelim ve Tanrı’nın verdiği bu armağanları
kaybedelim?
Ses: Evet sevgili oğlum! Çok haklısın. Tanrı hepinizi korusun ve kutsasın!
(Sihirli Lamba sonuncu çocuğun dileğini çok beğendi ve bir saniye içinde ortadan kayboldu)
-PERDE18
8- EN KÜÇÜK EKMEK
Karakterler:
Zengin adam
Çok sayıda çocuk
Francis(küçük bir kız çocuk)
Francis’in annesi
Sahne Arkasındaki Ses: Avrupa’da eski zamanlarda büyük bir kıtlık zamanı yaşanmış ve o
sırada Lorrain adlı kasabada insanlar büyük açlık çekmek zorunda kalmışlardı.
Zengin Adam: Haydi gelin çocuklar. Alın, alın! Bu ekmekleri sizler için getirdim.
1.çocuk: Bana ver.
2.çocuk: Benim ki nerede?
3.çocuk: İşte ben şuradaki ekmeği istiyorum.
Zengin Adam: Ey küçük kız? Sen neden istemiyorsun? Senin adın ne bakalım? Haydi,
buraya gel de şu küçük somun ekmeği al bakalım. Neden uzakta duruyorsun?
Küçük kız: Efendim, benim adım Francis. Nezaketinize çok teşekkür ederim.
Zengin Adam: Çocuklar her gün bu saatte buraya gelin. Hepinize yine ekmek somunu
dağıtacağız. Allahaısmarladık!
Çocuklar: Güle güle amca! Güle güle amca!
(Ertesi Gün)
Zengin Adam: Çocuklar biz yine geldik. Haydi gelin ve somunlarınızı alın.
1.çocuk: Ben en büyük ekmek somununu istiyorum.
2.çocuk: Benimki daha büyük olsun lütfen.
3.çocuk: Bana ekmeğimi verir misin?
Zengin adam: (Francis’e dönerek) Neden öyle uzakta duruyorsun? Buraya gelip ekmek
alsana!
Francis: Çok teşekkür ederim efendim. Çok naziksiniz.
Zengin adam: Küçük kız, yine en küçük somunu aldın. Daha büyüğünü alsana!
Francis: Tamamdır efendim. Ben aldığım bu küçük somunla mutluyum. Bize yeter! Tekrar
teşekkür ederim. İyi günler.
Zengin Adam: İyi günler küçük kız, iyi günler.
(Kız eve varır)
Francis: Anne buraya bakar mısın? Bizim için yine bir parça ekmek somunu getirdim.
Annesi: Sevgili Francis, ben çok acıktım. Haydi hemen bir parça yiyelim. Dur sana bir parça
vereyim.(Francis’in annesi ekmeği ikiye böler ve masanın üzerine bir şeyler düşer)
19
Francis: Aaa altın paralar. Anne! Şu altınları görüyor musun? Şimdi ne yapacağız?
Annesi: Tatlı kızım, git ve sahibi gitmeden hemen bu altınları adama geri ver! Herhalde bu
paralar ekmeğin içine yanlışlıkla girdiler. Git güzel kızım, hemen git!
Francis: Tamam anneciğim.
(Francis zengin adamın yanına gider)
Francis: Efendim size bir şey söyleyeceğim. Bana verdiğiniz ekmeğin içinde iki tane altın
para bulduk. Bunlar sizin, lütfen bunları geri alın. Herhalde bu altınlar ekmeğin içine
yanlışlıkla girdiler.
Zengin Adam: Hayır güzel kızım, hiçbir yanlışlık yok. Onları oraya ben kendim koydum.
Senin diğerleri gibi en büyük ekmeği alabilmek için kavga etmeyeceğini ve en küçük ekmek
somununa razı olacağını biliyordum. Lütfen onu kabul et güzel kızım. Onlar benim sana
hediyem. Al götür!
Francis: Efendim. Çok naziksiniz. Çok teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.
Zengin Adam: Her zaman böyle nazik ol ve diğerleri gibi kapışma! Bu davranışın sonunda
her zaman sen kazanacaksın.
-PERDE-
20
9- ÜÇ SORU
Karakterler:
İmparator Akbar ,Birbal, Birbal’in oğlu, Saray görevlileri ve bir asker
1.Sahne: İmparator Akbar bahçede yanında Birbal olduğu halde yürüyüş yapmaktadır.
Akbar: Birbal, sarayda huzurda bulanan şu bilgili kişileri dinleyince benim zihnimde hemen
bazı şüpheler beliriyor. Umarım şüphelerimi sen dağıtabilirsin!
Birbal: Sevgili kralım, ben o bilginler kadar bilgili sayılmam ama sizi temin ederim ki elimden
geleni sonuna kadar yapacağım.
Akbar: Biliyorsun idaremiz altındaki memleketler çok büyük sayılara ulaştı. Bunların
hepsinde farklı farklı dinler var. Bu dinlere mensup din uzmanları benim huzuruma
çıktıklarında kendi dinlerini anlatıyorlar ve Tanrı’dan bahsediyorlar. Tanrı şöyle yapar, Tanrı
şunu yapar, diye. Hâlbuki benim ilk sorum Tanrı nerededir? Ben Tanrı’nın nerede olduğunu
öğrenmek istiyorum. İkinci sorum ben bu Tanrı’yı nasıl görebilirim? Üçüncü sorum ise Tanrı
şu an ne yapmaktadır?
Birbal: (Kendi kendine) Bu sorular çok zor sorular. Korkarım ben bu sorulara cevap
veremeyeceğim.
Birbal: Sevgili majesteleri! Benim bu sorulara cevap verebilmek için biraz zamana ihtiyacım
var.
Akbar: Tamam Birbal, merak etme. Ben sana üç gün mühlet veriyorum. Bundan sonra
saraya huzura gel ve bu soruları cevapla!
2.Sahne:
(Birbal’in evi: Birbal’in oniki yaşındaki oğlu evde oturmakta ve kitap okumaktadır. Birbal
üzgün ve endişeli bir şekilde içeri girer)
Oğlu: Baba ne oldu? Çok endişeli gözüküyorsun. Sarayda Kabul Salonunda sana birisi
hakaret mi etti?
Birbal: Hayır oğlum. İmparator bana cevaplamam için üç tane soru verdi. Ben daha birisini
bile cevaplayamıyorum.
Oğlu: Sen o kadar bilgilisin ve deneyimlisin. Haydi biraz neşelen sen mutlaka başarırsın! Bu
arada İmparator’un sorduğu üç soru nelerdir? Belki sana yardım edebilirim.
Birbal: Dinle oğlum. İmparator bana şunları sordu: 1- Tanrı nerededir? 2- Biz onu nasıl
görürüz? 3- Ve Tanrı şu anda ne yapıyor?
Oğlu. (sevinerek) Baba bu üç soru da çok kolay sorular. Ben bunların cevaplarını biliyorum.
Ben senin oğlun olduğuma göre huzura ben çıkacağım ve bu üç sorunun cevaplarını ben
vereceğim.
21
Birbal: Oh be oğlum, aferin sana. Tanrı’ya başarman için dua edeceğim. Hazırlanmak için
üç günümüz var.
Oğlu: Üç gün gayet yeterlidir. Bu işi bana bırak. Rahat ol ve benim için dua et!
3.Sahne:
(İmparator Akbar’ın kabul Salonu. Akbar ve mabeincileri oturmaktadırlar. İçeriye bir asker
girer)
Asker. Majesteleri, Birbal’in oğlu geldi ve sizi görmek istiyor.
Akbar: Onu içeriye gönder.
(Birbal’in oğlu içeri girer ve Akbar’ı selamlar)
Oğlu: Sayın Majesteleri, benim babam kendisini pek iyi hissetmiyor, üç soruyu cevaplamak
için onun yerine ben geldim.
Akbar: Ama sen daha henüz çocuksun. Böyle zor soruları nasıl cevaplayacaksın?
Oğlu: Saygıdeğer Efendim. Ben şu an sizin misafiriniz değil miyim? Bana oturacak bir yer ve
süt vermeyecek misiniz?
Akbar: A evet unuttum. Sen tabii ki şu an benim misafirim sayılırsın. (Ellerini çırpar)
Askerler! Hemen Birbal’in oğluna bir bardak süt getirin.(Bir asker elinde bir bardak süt ile
içeriye girer)
Oğlu: Bardağı eline alır ve süte bakmaya başlar.
(Uzun süre süte baktıktan sonra Akbar sabırsızlanır ve)
Akbar: Ne yapıyorsun oğlum? Sütün içinde bir şey mi var?
Oğlu: Evet sayın majesteleri. Bana sütün içinde tereyağı olduğu söylendi ama ben
göremiyorum. Tereyağını arıyorum.
Akbar: Akılsız çocuk. Sen bilmiyor musun sütün içindeki tereyağını görebilmek için önce
sütü kestirmeli ve sonra da yayıkta çalkalamalısın.
Oğlu: Evvet efendim, çok doğru. Çok haklısınız. Siz şu anda birinci ve ikinci soruları
cevapladınız. Tereyağı nasıl ki sütün her damlasının içinde mevcutsa Tanrı da yaratılışın en
küçük parçasının bile içerisindedir. Peki, Tanrı’yı nasıl görebiliriz. Siz bunun cevabını da
verdiniz. Sütü önce kaynatmalı, soğutmalı, ekşitmeli ve sonra da çalkalamalısınız. Benzer
şekilde zikir, sessiz oturuş, İlahiler Söylemek ve İyi İnsanlarla arkadaşlık insana kendi
içindeki Tanrı’yı idrak edebilmesini sağlarlar.
Akbar: Evet çok iyi anladım ve çok mutlu oldum. Senden çok şey öğreniyorum.
Oğlu: Evet efendim siz bir kralsınız. Öğretmeninize saygı göstermelisiniz. Mademki ben şu
anda sizin öğretmeninizim, bana en yüksek koltuğu vermelisiniz.
22
Akbar: Evet çok doğru. Lütfen geçip tahta oturur musunuz? Ben şöyle sandalyede otururum.
(Her ikisi yerlerini değiştirirler)
Oğlu: Sayın majesteleri, şimdi size üçüncü sorunuzun cevabını vereceğim.
Akbar: Tanrı şu anda ne yapmaktadır?
Oğlu: Saygıdeğer Efendim, aslında bu sorunun cevabı çok basit. Tanrı’nın biraz önce ne
yaptığını gördüğünüz. Siz biraz önce kraldınız, şimdi basit biri oldunuz. Ben biraz önce
hiçbir özelliği olmayan bir gençtim. Şu anda kral koltuğunda oturuyorum. Tanrı beni yükseltti
ve sizi de alçalttı. İşte Tanrı bunu yapar. Dileğini kulunu yükseltir, dilediğini alçaltır.
Akbar: Verdiğin cevaplar beni çok mutlu etti. Çok memnun oldum.(Akbar oğlana bir inci
kolye verir) Sen de aynı baban gibi yüce bir şahsiyetsin.
Oğlu: Teşekkür ederim efendim. Lütfen benim için dua edin!
-PERDE-
23
10- HAKİKİ TESLİMİYET
Sahne Arkası Sesi: (Tanrı, bize büyük cömertliği ile her şeyi bahşetmiştir. İnsan bedeni
Tanrı’nın bir mükâfatıdır. Bizim kendimizle ne yaptığımız, kendimizi neye dönüştürmüş
olduğumuz ise bizim Tanrı’ya bir hediyemizdir. Biz Tanrı’yı o derece çok sevmeliyiz ki, O’nu
mutlu edebilmek için gerekirse her şeyi feda etmeye hazır olmalıyız. Tanrı için miktarın
hiçbir önemi yoktur. O bizim içtenliğimizin ve O’na olan bağlılığımızın kalitesine bakar)
Karakterler: Rıza - fakir bir köylü
Gülizar - Rıza’nın karısı
Mahmut - Tanrı’nın bir müridi
Bahattin - çok zengin bir kişi
1.Sahne:
(Rıza’nın evi- Rıza sahneye çıkar)
Rıza. Gülizar, bak sebze bahçesinden ne kopardım.
Gülizar: (dışarıya çıkar) Aman Allahım, ne kadar büyük bir balkabağı bu böyle! Evde hiç
erzağımız kalmadı. Bunu satarsan bir şeyler satın alabiliriz.
Rıza: Bu gerçekten Tanrı’nın bize bir hediyesi! Diğer bahçelerde balkabakları daha henüz
olgunlaşmadılar ve hamlar. Olgunlaşmalarına daha çok zaman var. Umarım bu balkabağı
için tatmin edici bir ücret alabilirim.
Gülizar: Haydi gel biraz kahvaltı et, sonra gidip balkabağını satarsın.
Rıza: Gülizar ben bu kabağı en yüksek fiyat verene satacağım. Ailece paraya çok
ihtiyacımız var.
2.Sahne:
(Pazarda satıcılar sebze ve meyve satmaktadırlar. Rıza elinde bir sepetin içine koyduğu
büyük balkabağı ile sahneye gelir. Bir yere oturur ve alıcılarını beklemeye başlar)
Rıza: Haydi gelin. Bu sezonun en büyük balkabağını getirdim.
Mahmut: Bugün çok kutsal bir gün! Bugün tapınakta rahipler yeni hasat edilmiş ekinleri ve
yeni toplanmış sebzeleri kullanarak yemek pişirecekler ve sonra fakir halka dağıtacaklar.
Biraz önce tapınakta idim. Oradan geliyorum. Rahipleri aralarında konuşurlarken duydum,
tek ihtiyaçları olan şey bir balkabağı imiş. Bu yüzden ben de pazara balkabağı almaya
gelmiştim. O balkabağını Tanrı’nın izniyle halka sunacağız. Haydi gidip şu köylüye
balkabağını kaça sattığını soralım.
Rıza: Haydi gelin satılık balkabağı var.
Mahmut: Sizin balkabağınızı almak istiyorum. 5.- TL param var.
24
(Sahneye Bahattin girer)
Bahattin: Ben sana daha iyi fiyat verebilirim. Ailem ve ben bu balkabağını festival
kutlamalarında kullanacağız.
Mahmut: Ama Rıza buraya ilk defa ben geldim. Lütfen o balkabağını bana sat.
Bahattin: Rızacığım, sen fakir bir insana benziyorsun. Ben sana bu balkabağı için 100.-TL
veririm.
Rıza: (Kendi kendine) Aman Allahım, neler duyuyorum? Balkabağına 100.- TL verdiler. Bu
para benim gibi fakir bir adam için büyük bir rakam. Fakat şöyle rahat bir kafa ile düşünelim
bakalım. Beni bahçemde bu balkabağını büyütmem için bana yardımcı olan Tanrı idi.
Herşey Tanrı’ya aittir. Burada bana ait olan bir şey yok ki? Bu koşullarda balkabağını
tapınak rahibine vermem daha doğru olur.
Mahmut: Rıza haydi karar ver, yoksa bugün aç kalacaksın.
Bahattin: Güneş batana kadar karar verecek misin? Neden susuyorsun, refah seni
çağırıyor?
Rıza: Sevgili arkadaşlar, ben her ikiniz de teşekkür ederim. Ama ben Tanrı’yı annem ve
babamdan daha çok seviyorum. Bu yüzden aç kalmaya razıyım. Biz zaten fakir bir aileyiz.
Fakat her seferinde Tanrı bizi açlıktan kurtardı. Bizim O’na olan inancımız tamdır. Ben bu
balkabağını Tanrı’ya hediye edeceğim.(Balkabağını alır ve yakındaki tapınağa doğru
koşmaya başlar)
4.Sahne:
(Bir rahip ve bazı kişiler tapınağın içinde ibadete hazırlanmaktadırlar)
(Rıza tapınaktan içeriye girer. Balkabağını götürerek yemeği pişirmekte olan rahibe sunar)
Rahip: Sevgili oğlum, uzun süreden beri bir balkabağı arıyorduk. Her türlü tahıl, hububat,
sebzeler ve meyvalar vardı. Bir tek balkabağı yoktu. Bunu getirmen çok büyük nezaket!
Lütfen yemek piştiğinde burada ol ve ailen ile birlikte dağıtılacak yemekten istediğin kadar
yiyebilirsin. Yaptığın bu fedakârlık için Tanrı seni yaşamının sonuna kadar kutsasın ve
Rahmetini senin üzerine yağdırsın!
Rıza. Ben bugün Tanrı’nın lütfu ile kutsandım. Hemen gidip aileme haber vereyim.
-PERDE-
25
11- BİZ HER NE YAPARSAK TANRI İZLEMEKTEDİR
Karakterler:
Öğretmen
Öğrenciler: Rıfat, Artunç, Veli, Ramazan, Arzu, Selin, Merve, Jülide
1.Sahne:
(Öğretmen sınıfının ortasına doğru yürür. Öğrenciler oturarak onu izlemektedir.)
Bütün öğrenciler: Günaydın öğretmenim.
Öğretmen: Günaydın çocuklar. Oturun. Bugün size geçen hafta yaptığımız matematik
sınavının sonuçlarını dağıtıyorum. Hepiniz maalesef Rıfat hariç, imtihandan kötü not
almışsınız. Başarılı olamamışsınız. Her zaman olduğu gibi Rıfat yine sınıfın en başarılısı! Al
Rıfat’cığım işte sınav kâğıdın burada.
Rıfat: Teşekkür ederim öğretmenim.
Öğretmen: Diğer sınav kâğıtlarını da dağıtıver lütfen.
2.Sahne:
(Veli, Ramazan, Merve ve Arzu okulda bir yerde bir araya gelip konuşurlar)
Veli: Bugün Rıfat’ı gördünüz mü? Yine imtihandan en yüksek notu almayı başardı ve sınıf
birincisi oldu. Bunu nasıl başarıyor anlamıyorum.
Ramazan: Dün de tiyatro çalışması sırasında öğretmen kendisinden çok memnun idi.
Sürekli olarak onu övüyordu.
Merve: Bir şeyler yapmalıyız. Öğretmenin sevgili öğrencisi haline geliyor.
Arzu: Benim bir planım var. Öğle yemeği sırasında kimse fark etmeden Jülide’nin o çok
sevdiği kalemi alıp Rıfat’ın çantasına koyalım. Aranmaya başlandığında Rıfat yakalanacak
ve suçlanacaktır. Öğretmen onu cezalandıracak ve bir daha sevmeyecektir.
Veli: Çok iyi fikir Jülide. Haydi gidip yapalım.
3.Sahne:
(Öğle yemeği tatilinde bu dörtlü sınıfa giderler ve planı uygularlar)
4.Sahne:
(Öğle yemeğinden sonra ders başlar. Öğretmen tahtaya yazdığı şeyleri defterlerine
geçirmelerini söyler)
26
Jülide: Öğretmenim! Benim kalemim ortada yok, bulamıyorum. Çok pahalı bir kalemdi ve
babam bana doğum günümde hediye etmişti.
Öğretmen: Nerede kaybettin Jülide? Belki evde bırakmışsındır.
Jülide: Hayır öğretmenim. Bu ben o kalemi bu sabah okulda iken kullandım. Birisi almış
olmalı.
Öğretmen: Selin, sınıf başkanı olarak herkesin çantasını sırasını ara bakalım.
(Selin her yeri arar ve kalemi Rıfat’ın çantasının içinde bulur)
Öğretmen: Rıfat, neden Jülide’nin kalemini aldın?
Rıfat: Hayır öğretmenim, o kalemi ben almadım. Bu kalemin çantamın içine nasıl girdiğini
bilmiyorum.
(Veli, Ramazan, Merve ve Arzu birbirlerine bakarlar ve gülümserler)
Öğretmen: Bana kalemin ayakları olduğunu ve çantanın içine girdiğini söylemeyeceksin
değil mi?
Rıfat: Öğretmenim benim kendi kalemim var, neden başkasının kalemini alayım ki? Sonra
ben öyle pahalı bir kalem istemem. Sıradan basit bir kalem kullanmak beni mutlu ediyor.
Bana inanın öğretmenim. O kalemi ben almadım.
Öğretmen: Sana inanıyorum. Zaten bu meselenin başka bir izah tarzı olduğunu
düşünüyordum. Yoksa seni suçlamak zorunda kalacaktım.
(Tam o sırada Artunç, laboratuvardaki deneyi bitirmiş vaziyette sınıftan içeriye girer.
Konuşulanları dinledikten sonra öğretmene giderek kulağına bir şeyler fısıldar)
Öğretmen: Jülide kalemini aldın, sen yazmaya başla. Veli, Ramazan, Merve ve Arzu siz
dışarıya çıkıp benimle öğretmenler odasına gelin. Bu karışıklıkta sizin parmağınız varmış
diye işittim.
5.Sahne:
(Veli, Ramazan, Merve ve Arzu öğretmenler odasına giderler)
Öğretmen: Neden bunu yaptınız? Rıfat size ne kötülük yaptı ki?
Veli: Bu fikri bize Arzu verdi. Biz Rıfat’ı çok kıskanıyorduk.
Arzu: Rıfat her alanda çok iyi olduğu için onu sizin gözünüzde küçük düşürmek istedik.
Merve. Artunç’un bizi görebileceğini düşünemedik.
Ramazan. Çok özür dileriz öğretmenim, bir daha böyle bir şey yapmayacağız.
Öğretmen: Çocuklar, birisi iyi bir şey yaptığı zaman onu takdir etmeyi öğrenmelisiniz.
Kıskançlık sizi ancak mahvolmaya götürür. Bizim her türlü davranışımız birisi tarafından
27
gözlemlenmektedir. Tanrı bizi biz her yaparsak yapalım sürekli olarak bizi izlemektedir.
Tanrı her zaman iyi ve dürüst çocukların yardımına gelir. Aynı bugün Rıfat’a size karşı
yardım ettiği gibi.
Veli, Ramazan, Merve ve Arzu: Bizi affet öğretmenim! Biz hatamızı anladık. Tanrı her an
bizi gözlemlemekte ve her zaman iyi ve dürüst olanın yardımına gelmektedir.
-PERDE-
28
12- İMPARATOR
Karakterler:
İmparator, Ling, Peter, Roger, Ling’in annesi
1.Sahne:
Sahne arkası sesi: Bu uzak doğudaki bir imparatorun hikâyesidir. Kendisi giderek
yaşlanmakta ve kendisinden sonra yerine gelecek bir veliaht aramaktadır. Kendisinin
çocuğu olmamıştır. Bu yüzden ülkesindeki çocukları huzuruna çağırtır.
Yaşlı kral: Sevgili vatandaşlarım. Ben giderek yaşlanıyorum. Artık bundan sonra ülkeyi
yönetecek yeni imparatoru seçme zamanı gelmiştir. Ben içinizden birisini imparator olarak
seçmeye karar verdim.
Genç çocuklar: Bizden biri mi? Nasıl olur?
Yaşlı kral: Evet sizin içinizden birisini! Ben şimdi her birinize birer tohum vereceğim.
Genç Çocuklar: Bir tohum mu? Ne kadar ilginç!
Yaşlı kral: Evet birer tohum! Ama bu tohumlar çok özel tohumlardır. Size verdiğim tohumu
eve götürerek toprağa ekin. Suyunu verin. Bugünden tam bir yıl sonra tekrar buraya getirin
ve bu tohumlardan çıkarmış olduklarınıza göre aranızdan birini yeni imparator seçeceğim.
Genç çocuklar: Bu çok kolay. Efendim biz tohumlar yetiştirmek için sabırsızlanıyoruz.
Yaşlı kral: Haydi gelin çocuklar, şu sepetin birer tohum alın.(Bütün çocuklar birer tohum
alırlar)
2.Sahne: Ling’in evi.
Ling: Anneciğim, kral bizim hepimize birer tohum verdi. Biz bu tohumu toprağa ekeceğiz,
sulayacağız ve bir yıl sonra krala tekrar geri götüreceğiz. O bizim yetiştirdiğimiz bitkilere
bakarak yeni kralı seçecek.
Anne: Çok iyi oğlum! Haydi gel, saksıdaki toprağı kazarak tohumu ekmene yardım edeyim.
(Bir saksının içine tohumu ekerler)
Ling: Anne ben onu her gün sulayacağım.
3.Sahne:
(Aradan 3 hafta geçmiştir)
Roger: Hey Peter, benim tohumum boy vermeye başladı. Seninkinden ne haber?
Peter: Benimki de topraktan çıktı ve uzamaya başladı. Ling, seninkinden ne haber?
Ling:(üzgün bir şekilde) Benimki henüz filizlenmedi.
29
4.Sahne:
(6 ay sonra)
Peter: Benim tohum şimdi kocaman bir bitki oldu. Roger şuna bir bak, ne kadar güzel!
Roger: Benimki de neredeyse bir ağaç oldu. Çok güzel gözüküyor. Şu yaprakların renklerine
bir baksana!
Ling: (üzgün vaziyette kendi kendine) Benim tohumumda maalesef hala bir hareket yok. Ne
oldu? Acaba neyi yanlış yaptım? Bizim tohum bir filiz bile vermedi?
5.Sahne:
(Aradan 1 yıl geçmiştir)
Peter: Benim tohumum çok güzel bir ağaç oldu. Eminim ki kral kesinlikle benimkini
seçecektir.
Roger: Benimki de kocaman oldu. Çok mutluyum.
John: Çocuklar, benim bitkinin üzerindeki çiçeklere bir bakar mısınız?
Ling’in annesi: Sevgili Ling, haydi sen de şu çocuklara katılıp git.
Ling: Hayır anne, ben başarısız oldum. Boş bir saksı ile gitmek istemiyorum.
Ling’in annesi: Ling sen krala saksıyı götüreceğine dair söz verdin. Dürüst olup verdiğin
sözde durman lazım!
Ling: Peki anne. Ben de gideceğim.
(Çocuklar hep beraber saksılarını alarak saraya götürüp Kabul Salonuna koyarlar)
Peter: Hey çocuklar Ling’in saksısına bakın. Hahahahaha.
Roger: Yüksek sesle gülerek) Ling’in saksısına bakın. Hey! İyi denemeymiş ama.
Hohohaha!
(Kral içeri girer)
Yaşlı kral: Hoş geldiniz gençler! Ne kadar güzel ve muhteşem bitkiler getirmişsiniz böyle.
Bugün içinizden birini geleceğin İmparator’u olarak seçeceğim.
(Ling arka sıralarda saklanmaya çalışmaktadır)
(Kral teker teker sıraları dolaşır ve getirilen bütün bitkilere bakar)
Kral: (Birden durur)Şu arka sıradaki boş saksıyı öne getirin bakalım! Bu boş saksıyı buraya
kim getirdi.
Ling:(Bir yandan kralın kendisine çok kızacağını zannettiği için korkarak ve çekinerek) Ben
getirdim efendim. Benim adım Ling.
30
(Bu arada tüm çocuklar ona gülmekte ve kendisi ile alay etmektedir)
Kral: Sessiz olun çocuklar. Sevgili Ling, buraya gel. Çocuklar yeni kralınızı selamlayın, onun
adı Ling!
Peter: fakat efendim. O bir bitki bile yetiştiremedi. Nasıl kral seçilebilir?
Kral: Bir yıl önce ben sizin hepinize birer tohum verdim. Bu tohumu ekmenizi, sulamanızı ve
bir yıl sonra yani bugün bana getirmenizi söyledim. Fakat aslında ben size kaynatılmış ölü
tohumlar vermiştim. Ling hariç hepiniz bana güzel bitkiler, çiçekler ve ağaçlar getirdiniz. Size
verdiğim tohum filiz vermeyince onu fırlatıp attınız ve onun yerine başka bir tohum ektiniz ve
onu sulamaya başladınız. İçinizde benim kendisine verdiğim tohumu bana geri getirme
cesaretini ve dürüstlüğünü yalnızca Ling gösterdi. Bu yüzden yeni İmparatorunuz Ling’dir.
(Kral, Ling’in başına yeni İmparatorluk tacını takar. Herkes alkışlar)
-PERDE-
31
13- NE GÖRÜYORSUN?
Karakterler:
Drona ve öğrencileri. Bhima, Duryodhana, Dussasana, 1.öğrenci, 2.öğrenci ve Arjuna.
Sahne Arkası Ses: Drona öğrencilerini çağırır ve bir araya toplar.
Drona: Bugün sizi imtihan edeceğim ve bir şey öğretmeye çalışacağım. Okçuluktaki en iyi
öğrenciyi bulabilmek için küçük bir test. Haydi şimdi yaylarınızı ve oklarınızı alarak beni
ormana kadar takip edin.
Öğrenciler: Neye ok atacağız hocam?
Drona: Bakın şu ileride büyük ağaçların arkasında iğne yapraklı bir ağaç var. O ağacın
üstlerindeki dallardan birinde bir kozalak duruyor. O kozalağa ok atacaksınız. Bhima, buraya
gel. Okunu ger ve bak bakalım neler görüyorsun?
Bhima: Oku fırlatmaya hazırım hocam.
Drona: Neler görüyorsun anlat.
Bhima: Hocam bir defa önde büyük birkaç ağaç görüyorum. Onların arasından bir tane
havyan geçiyor. Bu ağaçların dalları rüzgârda sallanıyor. En sonunda da sizin gösterdiğiniz
ağacın dallarını ve yukarıdaki dalın üzerinde de o kozalağı görüyorum.
Drona: Peki tamam. Duryodhana sen gel bakalım. Okunu ger ve anlat bakalım sen neler
görüyorsun.
Duryodhana: Hocam ben arka planda karlı dağları, yukarıda ay var onu görüyorum. Ayrıca
ilerideki tepede insanlar toplanmışlar bir şeyler yapıyorlar.
Drona: Tamam yeter Duryodhana! Dussasana, sen gel bakalım. Okunu ger, nişan al ve
bana neler görüyorsun söyle.
Dussosana: Hocam ben önce hemen önümdeki karıncaları, sonra şu ilerideki ağacın
üzerindeki kuşları görüyorum. Sizin söylediğiniz kozalağın üzerindeki dallar rüzgârda
sallanıyorlar.
Drona: Tamam tamam, sen de yeter. Arjuna haydi gel senin sıran şimdi. Şu ağaçtaki
kozalaktan başka neler görüyorsun? Anlat bana.
Arjuna: (biraz tereddütle) Efendim ben sizin gösterdiğiniz kozalağa bakıyorum. Şu anda
kozalağı görüyorum ve ondan başka hiçbir şey görmüyorum.
Drona: (mutluluk ve sevinç içinde gözleri parlayarak) İşte bu! Arjuna sen doğru cevabı
verdin sevgili oğlum. İçinizden en azından bir öğrenci benim sizlere öğretmek istediğim şeyi
öğrenmiş durumda. Bundan ötürü çok memnunum.
Arjuna: Oku fırlatayım mı efendim?
32
Drona: Evet oğlum fırlatabilirsin!
(Arjuna oku fırlatır ve kozalağı tam ortasından vurur)
Diğer öğrenciler: (Alkışlar) Bravo Arjuna! Tebrikler sana.
Arjuna: (utanarak ve sıkılarak) teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Fakat ben bu başarımı
hocam ve bilge efendim Drona’ya borçluyum.
Drona: Sevgili oğlum, seni çalıştırmak benim için büyük bir keyif ve ayrıcalıktı. Sen hayatta
her zaman başarılı olacaksın, çünkü hedefini hiçbir zaman gözünden kaçırmıyor daima göz
önünde tutuyorsun.
-PERDE-
33
14- DÖRT ARKADAŞ
Karakterler: Kaplumbağa, Geyik, Karga, Fare, Avcı
1.Sahne: (Orman)
Ormanda bir geyik yaşamaktadır. Kaplumbağanın yaşadığı yerin yakınında da ormanda bir
göl vardır. Gölün kenarında büyük bir ağaç vardır. Ağaçta bir karga yaşamaktadır ve ağacın
kökleri dibinde de bir fare yaşamaktadır.
Geyik, kaplumbağa, karga ve fare birbirleri ile çok iyi arkadaştırlar. En az haftada bir araya
gelirler. Yine böyle bir sabah erkenden gölün kenarında toplanmak üzere sözleşirler.
Kaplumbağa, karga ve fare gelir, ama geyik ortalarda yoktur.
Fare: Sevgili arkadaşım kaplumbağa. Gölün içinde beni sırtına alıp bir tur attırır mısın?
Kaplumbağa: Tabi olur, neden olmasın. Seni çok keyifli bir yolculuğa çıkaracağım.
Karga: Ben de size katılabilirim. Ve hatta yolculuk sırasında şarkı bile söyleyebilirim.
Ka..Ka..
Kaplumbağa ve Fare: (Gözlerini ve kulaklarını kapatarak) Biz seni ancak şarkı
söylememeye söz verirsen alırız.
Karga: Aman canım, siz ikinizin de müzik zevki hiç yok anlaşılan.
Kaplumbağa: Ya bu geyik arkadaş neden gelmedi? Her zaman vaktinde burada olurdu. Ne
oldu acaba? Sevgili karga arkadaş, sen ormanda gidip bir tur atar ve geyik arkadaşı arar
mısın?
Karga: Evet tabi yaparım. Hemen gidiyorum.
(Karga böyle diyerek hemen havalanır ve ormanın üzerinde tur atmaya başlar)
Karga: (bir yandan uçarken) Geyik arkadaş, geyik arkadaş. Nerelerdesin? Ka…Ka…
(Bir süre sonra karga geyiğin zayıf sesini duyar)
Geyik: Karga, Karga. Ben buradayım. Bana yardım et! Ben burada avcının ağına
yakalandım.
(Karga hemen uçarak geyiğin yanına gelir)
Karga: Tamam ben geldim. Ben hemen gidip fare kardeşi buraya getireceğim. O senin
yakalandığın şu ağı dişleri ile parçalar ve seni kurtarır, merak etme!
(Karga hemen uçarak uzaklaşır ve kaplumbağa ile farenin yanına gider)
Karga: Ka…Ka… Geyik arkadaş büyük tehlike içinde! Bir avcının ağına yakalanmış. Fare
arkadaş sen hemen gidip onun ağını kemirerek onu avcı gelmeden önce kurtarmalısın.
Fare: Tamam hemen gidip yaparım da, ben oraya bu kadar hızlı nasıl gidebilirim?
34
Karga: Ka…Ka… Hımm! İşte karganın aklı böyle işe yarar. Haydi çabuk sırtıma atla, ben
seni götüreyim.
(Fare karganın sırtına atlar. Havada uçarlarken)
Fare: Biraz yavaş uç, şimdi düşeceğim. Aaaaaaa…
(Fare dengesini kaybedecek gibi olur)
Karga: Sıkı dur, iyice sırtıma tutun. Fazla kıpırdama ve rahat ol. Gidiyoruz işte.
(Geyiğin olduğu yere ulaşırlar ve fare geyiğin yakalandığı ağı kemirerek geyiği kurtarır)
Geyik: Çok teşekkür ederim, sevgili arkadaşlarım. Beni kurtardınız.
Fare: Bir şey değil geyik kardeş. Bak işte kaplumbağa da geldi bu arada.
(Dört arkadaş birden el ele tutarak dans etmeye başlarlar. La…la…la…)
(Birdenbire)
Geyik: Bakın, avcı geliyor. Haydi koşun. Kaçıp kurtulun.
(Karga uçup gider, geyik ve fare koşup kurtulurlar. Fakat zavallı kaplumbağa hızlı
gidemeyeceği için uzaklaşamaz)
Avcı: Tuzak için kurduğum ağ bomboş ve üstelik bir de yırtılmış durumda. Bunu yapmaya
kim cesaret edebilir?
(O sırada etrafına bakınır ve kaplumbağayı görür)
Avcı: Vay, bir kaplumbağa! Hemen şunu yakalayayım.
(Avcı kaplumbağayı yakalar ve onu bir çuvalın içine koyarak uzaklaşır. Karga bunu görür.
Bir süre sonra karga, fare ve geyik biraz ileride buluşurlar)
Karga. Avcı kaplumbağayı yakaladı ve onu bir çuvala koydu. Biraz ileriye doğru gittiler.
Fare: Aman Allahım! Şimdi onu nasıl kurtaracağız peki?
Geyik: Benim bir fikrim var. Ben şimdi gidip avcının biraz ilerisinde otluyormuş gibi
yapacağım. Avcı beni görecek ve peşimden gelecek. Koşmaya başlayınca elindeki çuvalı
yere bırakacak. Ben koşmaya ve avcıyı kaplumbağadan uzaklaştırmaya devam edeceğim.
O sırada fare çuvalın ağzındaki ipi dişleri ile kesecek ve kaplumbağayı kurtaracak.
Karga: Ka…Ka… Şahane bir fikir!
(Bu üçlü konuştukları gibi yaparlar ve kaplumbağa kurtulur. Kaplumbağa hemen gidip bir
çalılığın arkasına saklanır. Bu sırada avcı geyiğin izini kaybeder ve çuvalını almak için geri
döner)
35
Avcı: Aman Tanrım! Ben ne kadar şansızım! Bugün hem geyiği, hem de kaplumbağayı
kaybettim.
(Bütün arkadaşlar gölün kıyısında buluşurlar)
Geyik: Sevgili arkadaşlarım fare ve karga. Siz ikinize de çok teşekkür ederim. Sizlere
hayatımı borçluyum. Siz benim hayatımı kurtardınız. Sizler gerçek arkadaşlarsınız.
Kaplumbağa: Evet çok doğru! Siz üçünüz benim hayatımı kurtardınız. Sizlere minnettarım.
Benim gerçek arkadaşlarım sizlersiniz. Arkadaşına zor zamanında yardım eden gerçek
arkadaştır.
Geyik: Evet hepiniz beni kurtarmak için hayatlarınızı tehlikeye attınız. Beni ne kadar çok
seviyormuşsunuz.
Karga: Ka…Ka… Hey arkadaşlar ne içindir? Sadece konuşmak ve eğlenmek için midir?
Fare: Hayır, gerçek arkadaş başın derde girdiği zaman sana yardım edendir. Hakiki
arkadaşlar birbirleri ile ilgilenir ve birbirlerini severler.
(Dördü beraber ellerini birleştirirler ve gölün kıyısında neşe içinde dans etmeye başlarlar.
Karga Ka…Ka… diye şarkı söylemeye başlar)
Fare: Sakın şarkı söyleme! O kadar çirkin bir sesin var ki! Şimdi senin o sesini duyan avcı
geri gelecek!
(Dördü birden kahkahalarla gülerler ve dans etmeye devam ederler)
-PERDE-
36
15- GÜNAHKÂR, BİR AZİZE DÖNÜŞTÜ
Sahne Arkası Sesi: Bu hikâye eski zamanlarda Bağdat yakınlarında yaşayan Bashar
Haafi’nin hikayesidir. O bir sarhoştu ve hep kötü davranışlarda bulunurdu)
1.Sahne:
Bashar Haafi sarhoş bir vaziyette içeri girer. Birdenbire yolunun üzerinde bir kâğıt parçası
bulur. Kâğıt parçasını eline alarak okur)
Bashar Haafi: Bismillahirrahmannirrahim, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! O en
değeri olandır, O merhametlilerin merhametlisidir! …………..Allah’ın bu kutsal ayeti nasıl
benim yolumun üzerine çıktı ki? Ben ki doğru yoldan sapmış, kötü şeyler yapmış bir kişiyim.
Ben bu kâğıdı en yüksek ve değerli yere koyacağım.
2.Sahne:
(Dervişin evi. Gece olmuştur ve derviş uykudadır. Rüyasında bir ses duyar)
Ses: Hemen Bashar Haafi’nin evine git ve ona şu müjdeyi ver. Sen ki Allah’ın ismini evinin
en değerli köşesine koydun, Allah da bu davranışının karşılığını verecek aynı şeyi senin için
yapacaktır.
(Derviş birden uyanır)
Derviş: Şu son üç gündür hep aynı rüyayı görüyorum. Allah’ın bana bir talimatı bu. Ben bu
Bashar Haafi’yi ve kötülüklerini gayet iyi bildiğim için bu rüyayı görmezden geldim ama şimdi
gidip onunla konuşmalı ve Allah’ın emrini yerine getirmeliyim.
3.Sahne:
(Derviş, Bashar Haafi’yi bir içki mahzeninde bulur. Bashar, tam sarhoş bir haldedir ve şuuru
tam olarak yerinde değildir.
Derviş: Ben sana Tanrı’dan iyi haberler getirdim. Allah’ın ismini evindeki mimberin en
değerli ve yüksek noktasına koymandan ötürü Allah çok mutlu oldu. Bu yaptığının karşılığını
sana vermeye ve aynısını sana yapmaya söz verdi.
(Bashar bu mesajdan ötürü sarsılmıştır)
Bashar: Bu inanılmaz bir şey. Aman Allahım. Ben büyük bir günahkârım. Allah’ın hiçbir
sözünü dinlemedim ve O’nu umursamadan yaşadım. Benim yaşamımda kurallar,
kısıtlamalar ve disiplin hiçbir zaman var olmadı. Ama bu rağmen sevgili Tanrım beni sevgisi
ile kutsadı ve beni temizledi. Ben bundan sonra erdemli bir yaşam sürmeye yemin
ediyorum.
37
Derviş: Sevgili Bashar, Allah her şeyi bilendir. O hepimizi rahmeti ile korur ve ipleri ellerinde
tutar. Bu yaşam denilen oyunda birden fazla şans verir. Bu öyle bir oyundur ki erdemler,
kötülüklere üstün gelirler.
(Bashar bu olaydan sonra tövbe etti ve Allah’ın istediği bir yaşantı sürdürerek bir aziz oldu.
Etrafındaki insanları kendi kardeşiymiş gibi sevdi ve kendini onlarla bir tutarak onlara hizmet
etti)
4.Sahne:
(Bashar ve ve arkadaşları hep beraber dua ederler)
-PERDE-
38
16- TANRI HERYERDEDİR
Sahne Arkası Sesi: Her zaman Allah’ı arar ve O’nu görmek isteriz. “Tanrı nerededir?” Bu
sorunun cevabı çok basittir. O, her yerdedir. Bu yaratılıştaki her bir canlının ve cansızın
içerisindedir. O’nun İradesi olmadan tek bir yaprak bile kıpırdamaz. Her çocuk bunu
hatırlamalı ve sonra “Herkesi Sevmeli ve Herkese Hizmet Etmeli”dir. Bizim
düsturumuz,/sloganımız, “Her zaman yardım et, hiçbir zaman incitme” olmalıdır.
1.Sahne:
Ruhi bey: Serdar, oyun oynamaya bir ara ver de biraz buraya gel. Bakkala gidip benim için
bir şey almanı istiyorum.
Serdar: Tamam babacığım, hemen geldim. Senin için ne yapabilirim?
Ruhi bey: Bu akşam kandil var. Hep beraber dua edeceğiz. Şu parayı al ve markete giderek
on iki tane kandil simidi alıp gel lütfen!
Serdar: Babacığım ben arkadaşlarıma söyleyip hemen markete gidiyorum. Akşama onları
da bize duaya davet edebilir miyim?
Ruhi bey: Tabii ki arkadaşlarını da çağırabilirsin, hep beraber ilahi söyleyebilirsiniz.
2.Sahne:
(Serdar marketten kandil simitlerini alarak eve geri dönmektedir. Yolun kenarında ağlamakta
olan bir çocuk görür. Annesi onu teselli etmeye gayret etmektedir)
Anne: Oğlum, neden ağladığını biliyorum. Ama işte bir şey yapamıyorum. Kaç tane eve
gidip yiyecek dilendim ama hiç kimse bize bir şey vermedi. Herkes bizi kapısından kovdu.
Ben de senin gibi acıktım.
Oğlu: Ben çok açım ama anne! Lütfen bana yiyecek bir şeyler buluver!
Serdar: (Kendi kendine) Neler işitiyorum? Bu çocuk çok acıkmış. Benim yanımda da bu
kandil simitleri var ama ben bunları akşamki mevlit için götürüyordum. Babam bana
kızmasın sakın! Allahım bana yardım et! Anne ve babam bana her zaman başkalarının
içindeki Tanrı’yı görmemi ve onlara yardım elimizi uzatmamızı tavsiye ederlerdi. Ben
cesaretli olacağım ve onlara yardım edeceğim)
(Çocuğa ve annesine yaklaşır ve şöyle der)
Serdar: Sevgili Anne Lütfen bu kandil simitlerini kabul edin. Tanrı sizi kutsasın!
(Anne ve çocuk oturup bir güzel afiyetle kandil simitlerini yerler ve karınlarını doyururlar.
Serdar da yürüyerek eve geri döner))
3.Sahne:
39
Serdar: Baba ben geldim. (üzgün ve endişeli gözükmektedir)
Ruhi bey: Hoş geldin oğlum, ama çantan bomboş! Kandil simitlerine ne oldu?
Serdar: Baba beni affet. Ben yolda çok aç bir anne ve çocuğunu gördüm. Kimse onlara
yiyecek bir şey vermemiş. Günlerden beri bir şey yememişler. Ben de elimdeki kandil
simitlerini onlara verdim.
Ruhi bey: (Gözlerinin kenarından yaşlar süzülerek) Sevgili oğlum! Ben seninle gurur
duyuyorum. Sen, benim senden beklediğim davranışı sergilemişsin. Seni kutluyorum.
Kendimi böyle bir oğula sahip olduğum için çok şanslı sayıyorum. Bu Allah’ın bana olan bir
Rahmetidir. Sevgili oğlum, birisi ağladığı zaman şunu iyi bil ki, Tanrı ağlamaktadır. O zaman
her şeyi bırakmalı ve o kişiye yardım etmeye çalışmalıyız! Tanrı seni kutsasın!
(Ruhi bey oğluna sarılır)
-PERDE-
40
17- DUANIN MANASI / ANLAMI
Sahne Arkası Sesi: Dua etmek demek, Tanrı ile bir olmak demektir. Aslında biz o sırada
içimizde ikamet eden Tanrı üzerine düşüncelerimizi yoğunlaştırırız. Dua etmek Tanrı
üzerinde tek bir noktaya yoğunlaşmış bir konsantrasyon gerektirir. Bu içsel bir yolculuktur.
Ancak o sessizliğin derinliklerinde Tanrı’nın sesini duyabiliriz. Huzuru ve süruru
deneyimleyebilmek için dua esnasında zihnimizi kutsal ve sevgi dolu düşüncelerle
doldurmalıyız.
Karakterler:
Akbar - İmparator
Nedimeleri ve Askerleri
Sohan - bir çiftçi
Leela - çiftçinin karısı
1.Sahne:
(İmparator ormanda geziye çıkmıştır ve bir kamp yeri düzenlenmiştir)
Akbar: Akşam ezanı okundu ve namaz vakti geldi. Ben seccademi serip dua edeceğim.
(Akbar hasırını sererek dua etmeye başlar) Bismillahirrahmannır…
(Sahneye Leela girer. Tamamen bilinçsiz bir vaziyette kocasını aramaktadır)
Leela: Ben Sohan’ı arıyorum. Bu sabah erkenden işe gitti ve geri dönmedi. Hava da
kararmaya başladı. Ben onu bu ormanda nasıl bulacağım?
(Leela kocasına ait bu düşüncelerle bilinçsiz bir şekilde yürürken ayağı o sırada namaz kılıp
dua etmekte olan Akbar’a takılıp tökezler. Ama yaptığı bu büyük hatanın farkında olmadan
yürümeye ve kocasını armaya devam eder. Tek bir kelime ile özür bile dilemeden ormana
girip kaybolur)
Akbar: (kendi kendine) Bu kadın ne yaptı böyle? Ne yaptığının farkında değil galiba? Bir
özür bile dilemedi. Ama ben şimdi namazdayım. Şimdi bir şey söylemeyeyim. Şu an
konuşamam.
(Akbar dua etmeye devam eder. Leela ve Sohan birbirlerini bulmuş mutlu bir şekilde tekrar
geri dönerler)
Leela: Aman Allahım İmparator Akbar burada! Ben çok korkuyorum!
Akbar: Sayın bayan, sen demin burada ne yaptın öyle? Kime hakaret ettiğini biliyor musun?
Bu saygısızca davranışını izah et, yoksa seni çok fena cezalandıracağım. Ben dua ederken
ayağıma vurdun ve beni namaz esnasında rahatsız ettin.
41
Leela: (İmparatorun gözlerinin içine doğru bakarak) Sayın Majesteleri! Biz fakir bir çiftçi
aileyiz. Eve geri gelmeyen kocamı merak ediyor ve sürekli olarak onu düşünüyordum. Bu
düşünce içinde o kadar dalmışım ki, size çarparak rahatsız ettim. Ancak Sayın Majesteleri
siz o sırada namazda idiniz. Siz de çok daha kıymetli olan Tanrı düşüncesinin içine dalmış
idiniz. O zaman nasıl oldu da beni fark ettiniz?
Akbar: Doğru söylüyorsun sevgili çocuğum. Ben bu şekilde dua etmenin gerçek anlamını
senden öğrenmiş bulunuyorum. Bir insan dua ederken Tanrı düşüncesinin içinde
kaybolmalıdır.
Sohan: Saygıdeğer Efendim! Biz size şükranlarımızı sunuyoruz.
Akbar: Leela, gel buraya. Lütfen benim bu küçük hediyemi kabul et!
(Akbar Leela’ya bir elmas gerdanlık hediye eder)
-PERDE-
42
18- TANRI DAVRANIŞIN ARKASINDAKİ NİYETE BAKAR
Karakterler:
Abdullah
İki melek
Camide namaz kılan 3 öğrenci, Anwar, Akhtar ve Khan
Sikandar şehrinden Mahbub
Dilenci
Dükkan sahibi
3 seyyar satıcı
1.Sahne:
(Mekke’de bir cami.)
Anwar: Selamünaleyküm Akhtar arkadaş. Nasılsın, eşin ve çocukların nasıllar?
Akhtar: O Anwar arkadaş. Selamünaleyküm. Sağ ol herkes iyidir. Aa bak Khan da geliyor.
Khan: (acele ile içeri gelerek) Haydi gelin saat üç oldu. Namaz vakti geldi.
(Hepsi beraber namaza dururlar ve Allahu Ekber diyerek dua ederler. O sırada camiinin
diğer bir köşesinde Abdullah bir köşede uyumaktadır. Abdullah uykusunda şu rüyayı
görmektedir)
Rüyada iki melek aralarında konuşmaktadırlar.
1.melek: Bu sene hacca ne kadar çok kişi gelmiş böyle. Haydi gel seninle bu yıl hacı
olanların bir listesini yapalım.
2.melek: Hacı olmak ne demek, ne demek istiyorsun?
1.melek: Hacı olmak demek tüm davranışları ile Tanrı’nın rahmetine nail olmak demektir.
2.melek: O zaman birinci sırada Sikandar şehrinden Mahbub gelmektedir. O bu kutsal şehre
hiç gelmemiş olmasına rağmen listenin birinci sırasında gelmektedir.
(Melekler uçup giderler ve Abdullah da uykusundan uyanır)
Abdullah: Ne kadar tuhaf bir rüya idi! Hacı olanlar ve kutsanmış olan insanlar listesi öyle mi?
Sikandar şehrinden Mahbub da birinci sıradaymış. Çok merak ettim, gidip şu Mahbub’u
görmek istiyorum.
(Abdullah Mahbub’u görmeye gitmek için hazırlanır ve yola çıkar. Sikandar’a gelir.)
2.Sahne:
(Çok kalabalık bir caddede üç seyyar satıcı dolaşmaktadır)
1.seyyar satıcı: Karpuz, karpuuz! Buz gibi karpuzum var.
43
2.seyyar satıcı: Hurma satıyorum. 10 tanesi 3 lira. Hurmalar, hurmalar.
3.seyyar satıcı: Limonata satıyorum. Buz gibi limonata. Tanda tanda şerbeti bu.
(Abdullah şerbet satıcısına gidip Mahbub’u sorar)
3.seyyar satıcı: Selam arkadaş. Gel biraz soğuk limonata iç.
Abdullah: (Limonatayı içer ve serinleyerek rahatlar) Ah ne kadar güzel ve soğuktu böyle.
Arkadaş söyler misin Mahbub’u nerede bulabilirim?
3.seyyar satıcı: Mahbub mu? Ben Mahbub’u tanımıyorum, hiç işitmedim.
(Abdullah 2.seyyar satıcıya gider)
Abdullah: arkadaş Mahbub nerede biliyor musun?
Hurma satıcısı: Aa mahbub mu? Şurada köşede oturuyor işte. İlerde gördün mü?(Köşeyi
göstererek) O ayakkabı tamircisidir.
(Abdullah köşede kunduracıyı görür)
Abdullah(kendi kendine) Ne kadar fakir bir ayakkabıcı bu böyle? Ne kadar zayıf görünüyor.
Hasta ve bitkin bir görüntüsü var. Sanki günlerden beri hiç yemek yememiş gibi duruyor. Bu
adam nasıl listenin birinci sırasında oluyor böyle? Bu fakir ve zayıf ayakkabıcı ne gibi bir
iyilik yapmış olabilir ki?
(O sırada ayakkabı tamircisi ayağa kalkar ve yürümeye başlar. Abdullah da onu takip eder.
Evine giden Mahbub elini yüzünü ve ayaklarını yıkayarak dua etmeye oturur.)
3.Sahne: Ayakkabıcının evi.
Mahbub: Bugün benim eşimin doğum günü. Fakat ona ne hediye alabilirim ki? Biz zaten zar
zor geçiniyoruz. O tatlıyı çok sever, ama parayı nereden bulacağım? (Bunu söyleyerek
ayakkabıcı eski bir sandığa doğru yönelir ve açar. İçinde küçük bir kutu vardır, onu açarak
içinden bir miktar para alır)
Mahbub: Bunlar bizim kefen paramızdı. Ben bu para ile karıma bir hediye alacağım.
(Mahbub dükkana girer, Abdullah da onu takip eder)
Mahbub: (Dükkân sahibine) Selam Rahim arkadaş! Bugün ne tatlılar var? Bugünün
spesiyalitesi hangisidir?
Dükkan Sahibi: Eyvallah Mahbub arkadaş. Bugün Rasa Malai var, Gulab Jamun var,Özel
Pendas var, Chum Chum var ve Helva var. Hepsi de taze ve çok güzeldir. Bence şu
helvadan alabilirsin. Bugün en özel helvalar bunlardır. Değişik renkleri de var, kırmızı, yeşil
ve turuncu.
Ayakkabı tamircisi: Tamam, bana şu helvadan 1 kg kadar verir misin?
(Helvayı alan Mahbub eve doğru yollanır. Yolda yolun kenarında bir dilenciye rast gelir)
Dilenci: Allah’ın Rahmeti üzerinize olsun, sayın beyefendi. Bir haftadır ağzıma bir şey
koymadım. Lütfen bana yiyecek bir şey verir misin? Karnım çok ağrıyor.
44
Mahbub: Aman Allahım, ne kadar aç bir dilenci bu böyle! Ben ve eşim yiyecek bir şeyler
buluruz. Ben iyisi mi şu helvayı bu dilenciye vereyim.
(Böyle diyerek elindeki paketi dilenciye verir ve sonra bir kenara oturarak onun helvayı
afiyetle yiyişini seyreder. Onun yüzünde memnuniyet ifadesinin yayılmasını büyük bir keyifle
gözlemler)
Abdullah: Aman Allahım, bu ne kadar yüce bir ruh böyle. Çok cömert ve merhametli bir
insan! Onun yaptığını kimse yapamaz. Bu Mahbub kesinlikle kutsanarak hacı olmuş
olanların listesinde en birinci yeri hak ediyor.
(Böyle diyerek Abdullah torbasını alarak Mekke’ye geri döner)(Melekler yine sahneye
gelirler)
1.melek: Bu Mahbub çok iyi kalpli bir insan! Çok zengin insanlar Mekke’ye geliyorlar, birçok
hayırseverlikte bulunuyorlar ve milyonlar harcıyorlar. Fakat Tanrı’nın kutsamış olduğu
insanlar listesinde Mahbub en birinci sırada yer alıyor.
2.melek: Evet çok doğru. Onun hareketlerinde hiç başkalarına şov yapma, abartma ve
kendini övme gibi bir şey bulunmuyor. Yaptığını içten, samimi ve saf bir niyetle yapıyor.
Zaten Tanrı da insanı o davranışa yapmaya götüren niyete baktığı için, şana şöhrete
trampete ve yaygaraya bakmadığı için listenin en üst sırasında yer alıyor.
-PERDE-
45
19- TÜM HASTALIKLARA KESİN BİR TEDAVİ / ŞİFA
Giriş:
Sahne Arkası Sesi: Herkes uykuya dalmaya gittiği halde Gopal vücudundaki ağrılar
yüzünden yatakta yuvarlanıp duruyordu. Doktor ona ağrı kesici iğneler ve her zamanki gibi
acı acı ilaçlar vermişti. Fakat durumunda da öyle gözle görülür bir iyileşme yoktu. Gopal
annesinin duvardaki resmine bakarak sordu,
Gopal: “Sevgili anneciğim, benim için hiç iyileşme umudu yok mu acaba?
(Resimdeki annesi kendisine gülümseyerek şöyle dedi)
Anne: Tabii ki senin iyileşmen için umut var, sevgili oğlum. Ben sana Prenses
Sessizlik’i/Sakinlik’i gönderiyorum. O sana yardım edecek ve iyileşmene yardım edecektir.
Sevgili çocuğum gözlerini kapa.”
Gopal gözlerini kapadı ve kısa sürede uykuya daldı. Uyuduğu sırada çok tatlı bir prensesin
yatağı başında kendisini beklediğini gördü.
Gopal: Sen annemin bahsettiği Prenses Sessizlik misin?
Prenses Sessizlik: Evet çocuğum. Elimi tut ve mümkün olduğu kadar sessiz olmaya çalış.
(Gopal Prensesin elini tutarken büyük bir sakinliğin/hareketsizliğin/durgunluğun kendisinin
üzerine çöktüğünü hissetti.)
Gopal: Prenses sen nerede ikamet ediyorsun?
Prenses Sessizlik: Ben daima hareketin, rahatsızlığın, huzursuzluğun olmadığı yerlerde
bulunurum. Benim olduğum yer sessiz ve sakin olmalıdır. Ben yalnızca dağların tepelerinde,
sakin göllerde ve çöllerde yaşarım. Ama mesela insanların kalplerinde de yaşarım. Fakat
onlar benim varlığımın farkında olmazlar. Onlar öyle hareketli, öyle kıpır kıpır, öyle rahatsız
ve öyle huzursuzdurlar ki beni fark etmezler. Her zaman bir faaliyet içindedirler.
Gopal: Nasıl oluyor da ben bu sakinlik ve huzuru yalnızca seninle birlikte iken
hissedebiliyorum.
Prenses Sessizlik: Sevgili çocuğum. Sen fazla düşünmekten vazgeçmelisin. Tanrı’ya seni
iyileştirmesi için dua et. Dualarını eksik etme! O kesinlikle seni iyileştirecektir.
Gopal: Sen yalnız mısın? Senin başka kız kardeşlerin de var mı?
Prenses Sessizlik: Benim üç kız kardeşim daha var ve biz çalışırken birbirimize yardım
ederiz. Ben seni sessiz ve sakin yaptığım anda, kız kardeşim Prenses
Sakinlik/Rahatlık’ı/Durgunluk’u çağıracağım. Mümkün olduğu kadar sessiz ve sakin olmaya
çalış!
(Gopal sessiz olup hiç konuşmadığı anda başka bir Prensesin daha varlığını yanında
hissetti. Yavaşça ona dokunarak sessizce ona kim olduğunu sordu.)
46
Prenses Sakinlik: Ben Prenses Sakinlik/Rahatlık’ım/Durgunluk’um. Ben buraya sana yardım
etmeye geldim.(Bunu söyledikten sonra Prenses onun elini tuttu ve gözlerinin içine baktı)
Gopal: Sizin üçüncü kız kardeşiniz ne zaman gelecek?
Prenses Sakinlik: Sen tamamen rahat olduğun zaman gelecek.
(Gopal kendini tamamen rahat hissetmeyi başardığında üçüncü Prenses Huzur’u
görebiliyordu)
Prenses Huzur: Ben Prenses Huzur’um. Ben seni hastalığından kurtarmaya gelen kız
kardeşlerime yardım etmeye geldim. Senin hastalığın sıkıntı içinde ve sürekli hareket içinde
olmandan kaynaklanıyor.
(Prenses Huzur, Gopal’a gülümsedi ve Gopal kendisini okyanusun üzerinde huzur içinde bir
kayıkla seyahat ettiğini hissetti. Gopal bedeninin tüm hücrelerinde sonsuz bir huzur
hissediyordu. Birdenbire dördüncü bir kişinin daha kendisinin yanında durduğunu fark etti.
Ona baktı. O çok güzeldi. Gopal’in düşüncelerini okuyan bu yeni prenses kendisinin
Prenses Dinginlik/Sürur olduğunu söyledi.)
Prenses Sürur: Gopal, sen ancak sessiz, rahat ve huzur içinde olduğun zaman ben sana
yardım edebilirim. Bir kez bu sürur ortamına girdiğin zaman tüm problemlerinden tamamen
kurtulacaksın.
Gopal: Sana nasıl ulaşabilirim? Bana söyler misin?
Prenses Sürur: Sessiz sakince bir köşeye otur! Düşüncelerini azalt ve rahat ol! Yavaşça
kalbinin üzerine bir huzur çökecektir. Tanrı’nın ismini zikretmeye başla. Tüm düşüncelerini
Tanrı üzerinde yoğunlaştır ve her gün sessiz oturuş yap. Ondan sonra tam bir sürur ve
dinginlik içinde olacaksın ve sonsuz huzur ve mutluluk hissedeceksin.
(Gopal, tüm ağrılarının ve sızılarının kaybolduğunu hissetti. Dört Prensesin kendisini sarıp
sarmaladığını fark etti.
Uykudan uyandığı zaman sabahın oldukça ilerleyen saatleri olduğunu gördü. Teyzesine ve
doktora kendisini çok daha iyi hissettiğini ve artık ilaç içmek istemediğini söylemeye karar
verdi. Sessizlik, Sakinlik, Huzur ve en sonunda Dinginlik- bu dördü her türlü hastalığa karşı
bir tedavi gibi gözüküyorlardı. Gopal için mükemmel bir deneyimdi. Bundan sonraki
yaşamında Prenseslerin sözlerini dinlemeye karar verdi.)
Gopal: (ellerini açıp dua ederek) Sevgili Tanrım, ben büyüdüğüm zaman bu mesajı bütün
dünyaya yayabilmem için beni kutsamanı istiyorum. Arzularımı sınırlamamda, düşüncelerimi
azaltmamda ve endişelerden kurtularak sessizlik, sakinlik, huzur ve sürura kavuşmamda
bana yardımcı olur musun?
-PERDE47
20- AKBAR VE BİRBAL
Karakterler:
Kral Akbar
Bakan
Birbal
Dilenci
Yoldan geçen adam
Çevrede duran 2 kişi
1.Sahne:
(Kral Akbar, tahtında oturmakta ve bakanları ile ülkenin genel meseleleri hakkında
konuşmaktadır)
Akbar: Sokağa çıkıp halkın halini kontrol etmeyeli çok zaman oldu.
i
Akbar: (Bakanına dönerek) Yarın senle ben kıyafet değiştirerek normal vatandaşlar gibi
sokaklarda dolaşalım ve vatandaşların hali nicedir bir görelim olur mu?
Bakan: Tabi kralım, nasıl arzu ederseniz. Sabah erken saatte yola çıkalım.
2.Sahne:
Kral Akbar ve bakan kılık değiştirirler ve normal vatandaşlar gibi sokaklarda dolaşmaya
başlarlar. Sokaklardan birinde yol kenarında iki ayağı olmayan birisini görürler. Yerde
yatıyor ve haykırıyordur)
Dilendi: Su, su verir misiniz? Ben çok açım. Lütfen bana su ve yiyecek verin!
(Dilenci bir yandan sokaklarda ilerlemeye çalışıyordur ama bunun için çok güçsüzdür. Yine
bağırıp çağırmaya başlar)
Dilenci: Yardım edin! Yardım edin! Su, yiyecek, su,…)
(Sonunda dilenci düşüp ölür)
Akbar: (Çok şaşırarak) Aman Allahım, öldü galiba!
Bakan: Haydi yanına gidip bir kontrol edelim.
(O sırada orada hemen bir kalabalık toplanır ve dilencinin cansız bedenini alıp götürürler.
Akbar çok üzgün ve yıkılmış olarak yoluna devam eder. Sonra başka bir sokağın köşesine
geldiklerinde yine böyle ağlayan bu sefer bir kadın görürler)
Kadın: Vaaaaaaay, vaaaaaaay. Allahım yardım et Allahım. Nasıl böyle zalim olabilirsin?
Kardeşim. Bir tane kardeşim. Onu nasıl benden alabildin? Vaaaaay, vaaaaay.
(Akbar giderek yakında duran ve olayı seyreden bir adama sorar)
Akbar: Ne oldu burada biliyor musunuz?
48
Yoldan Geçen: Ne söyleyebilirim ki? Bu çok zavallı bir kadın! Kardeşi ile zor bela geçiniyor
ve hayatta kalıyorlardı. Günlerden beri açlıktan kıvranıyorlar. Bugün açlıktan kardeşini
kaybetti.
Adam: Kardeşinin bir eli ve bir ayağı yoktu. Bir kaza sırasında iki uzvunu da kaybetmişti.
Bakan: Öyle mi? Anladığım kadarı ile yeteri kadar para kazanamıyorlardı öyle mi?
Adam. Evet doğru. Kardeşi engelli olduğu için çalışamıyordu. Ablası bir iş bulmaya
çalışıyordu, ama işte kardeşi açlığa dayanamadı ve öldü.
Bakan: (Akbar’a dönerek) Efendim bugünlük yeteri kadar gördük galiba. İsterseniz saraya
geri dönelim.
Akbar: Evet, evet. Çok doğru haydi gidelim.
2.Sahne:
(Sarayda Kabul Salonu. Akbar, Birbal ve Bakanlar oturmaktadır)
Akbar: Birbal, dün bakanım ve ben kılık değiştirerek şehri dolaştık. Durum çok üzücü ve
vahim! Dün iki ölen kişi gördük.
Birbal: İki ölü mü? Nasıl oldu efendim?
Akbar: Bibal, iki kişi tamamen açlıktan öldüler. Her ikisi de engelli kişilerdi. Birinin elleri
yoktu. Diğerinin de bir eli ve bir ayağı yoktu.
Bakan: Evet Birbal, eli ve ayağı olmadan bir insan nasıl çalışıp para kazanabilir? Sonunda
tabi böyle açlıktan ve çektikleri şiddetli ıstıraptan ölüyorlar.
Birbal: Bu çok üzüntü verici bir durum efendim. Acaba bu engelli vatandaşlar için ne
yapabiliriz?
Akbar: Birbal, ben bu ülkenin kralıyım. Halkımla ilgilenmek benim birinci görevimdir. Hiç
kimse açlıktan ölmemelidir. Bakanım, bir açıklama yap ve sarayın önünde her gün engelli
vatandaşlara ve dilencilere yemek verileceğini halka duyur.
4.Sahne:
(Kalabalık bir sokak. İri yarı iki davulcu sokaklarda dolaşırlar)
Davulcu: (Davuluna vurarak) Duyduk duymadık demeyin. Herkes beni dinlesin! Dum- DumDum. Bütün engelli insanlara ve dilencilere yarından itibaren sarayın önünde her sabah ve
her akşam iki defa yemek verilecektir.
5.Sahne:
Kral Akbar ve Birbal beraber oturmaktadırlar.
49
Birbal: Sayın Majesteleri, engelli vatandaşlara ve dilencilere bedava yemek verme kararınız
beni biraz endişeye sevk ediyor.
Akbar: Neden Birbal? Ben çok iyi bir karar verdik sanıyorum.
Birbal: Şüphesiz ki siz çok iyi niyetli ve saf bir düşünce ile bu kararı verdiniz, ama insanların
sizi kandırmayacaklarına emin misiniz?
Akbar: Ah, Birbal. Neden beni aldatsınlar ki ve ayrıca bunu nasıl yapacaklar ki?
Birbal: Şimdi bazı sağlıklı ama tembel kişiler, sanki kendileri de engelliymiş gibi araya
karışacaklar ve bedava yemek için buraya gelecekler. Bu şekilde biz onları tembel olmaya
ve çalışmamaya sevk etmiş olmayacak mıyız?
Akbar: Hayır, Birbal. Ben bir açıklama yaptırdım ve bu benim son sözümdür. Bir söz verdik
geri dönemem.
6.Sahne:
(Sarayın önündeki geniş alan. Çok sayıda engelli kişi buraya gelmiş ve büyük bir kalabalık
toplanmıştır. Kral Akbar ve Birbal sarayın yukarıdaki balkonundan aşağıyı
seyretmektedirler.)
Bakan: (Halka hitap ederek) Lütfen herkes yere otursun. Bir sıra oluşturun ve sessiz olun.
Herkese yiyecek verilecek merak etmeyin. Lütfen bağırmayın, kral yukarıda balkondan
burayı seyretmektedir.
(Yukarıda sarayın balkonunda)
Akbar. Birbal, şu kalabalığı görüyor musun? Bu şehirde bu kadar çok sayıda engelli kişi
olduğunu bilmiyordum.
Birbal: Sayın efendim. Ben onların birçoğunun engelli olmadığına inanıyorum. Bunlar hep
tembel insanlar. Buraya bedava yemek için geldiler. Eğer her gün böyle bedava yemek
bulacak olurlarsa hayatta çalışmazlar.
Akbar: Aman Allahım, Birbal sen haklısın. Ne yapacağız şimdi?
Birbal: Hiç üzülmeyin efendim. Ben hallederim. Benim bir fikrim var. Kısa zamanda
gerçekten buraya kaç tane engelli gelmiş anlarız. Majesteleri, lütfen iki saat boyunca hiç
yemek dağıtımı yaptırmayınız.
(Aşağıda, toprağın üzerinde ve güneşin altında herkes huzursuz ve tedirgindir)
Bir engelli: Ne zaman yemek verecekler, hepimiz çok açız.
2.engelli: Evet, evet hepimiz çok acıktık. Neden bizi sabahtan beri böyle bekletiyorlar?
(Tam o sırada Birbal öne çıkar ve bir açıklama yapar)
50
Birbal: Değerli arkadaşlar! Kusura bakmayın. Sizi bu kadar uzun süre bekletmek zorunda
kaldık. Yemekler hazır ve dağıtılmaya başlanıyor. Ancak burada değil!
2-3 dilenci: Nerde peki? Yemekler nerede dağıtılacak?
Birbal: Sevgili arkadaşlar! Yemek, sarayın öteki köşesinde dağıtılacak.
(Bir eliyle diğer köşeyi gösterir)
(Birbal daha cümlesini yeni bitirmiştir ki, kalabalığın büyük bir kısmı diğer tarafa doğru
hücum eder. Engelli olduklarını unutmuşa benziyorlardır. Yalnızca %25 kadarı orada
kalırlar. Yukarıda balkondan durumu seyreden kral şoke olmuştur.)
Akbar: (yanındaki askerlere) Şu öbür tarafa koşanları yakalayın! Kralı aldatmaya
teşebbüsten onlara ceza vereceğim. Yalnızca gerçek engellilere yemek dağıtın.
Akbar aşağıya inerek, Birbal ve Bakanının yanına gider.
Akbar: Bu yalancıların hepsini cezalandırın. Onlar yalan söyleyip bizi kandırmaya çalıştılar.
Bakan: Çok doğru sayın efendim. Biz yalancıları ve tembelleri cesaretlendirmemeli ve böyle
teşvik etmemeliyiz.
Birbal: Evet kralım! Şimdi her şey doğru oldu. Yalancılar ve tembeller cezalandırıldı.
Yalnızca iş bulup çalışamayan engelli kişiler bedava yemeğe kavuştular.
Akbar: Teşekkür ederim Birbal.
-PERDE-
51
21- ALAGİ
Karakterler:
Tanjore Kralı
Annadorai(Bakan)
Birkaç hizmetkâr
Alagi
İşçiler - Ramaswami, Muthiah ve Subbu Panditji
2 davulcu
Uyku sahnesinde:
Shiva
Yol sahnesinde:
Yolda 5-6 adam
1.Sahne: Sarayda kabul Salonu
(Kral ve bakanı Annadorai ve birkaç hizmetkâr vardır)
Kral: Ben Brahadeeshwara’da çok büyük bir Shiva tapınağı inşa ettirmek istiyorum.
Annadorai, sen bu tapınağın yapımından sorumlusun. Mimarları çağır ve çalışmalar hemen
başlasın!
Anndorai: Hemen efendim, hemen başlıyoruz sayın majesteleri!
(Çalışmalar hemen başlar)
2.Sahne: Tapınak
(Tapınağın inşaat sahasında çalışmalar tüm hızı ile devam etmektedir. Heykeltıraşlar, duvar
ustaları, marangozlar, mühendisler ve işçiler sürekli olarak çalışmaktadırlar. Sahneye yaşlı
bir kadın Alagi girer)
Alagi: Sevgili Tanrım! (Tapınak sahasında biraz dolaştıktan sonra, bir yere oturur.) Allahım,
bu tapınakta çalışanlar ne kadar şanslılar. Onlar bu tapınağın inşa edilmesine ve ortaya
çıkmasına yardım ediyorlar. Keşke ben de onlara bir hizmette bulunabilsem? (Alagi etrafta
dolaşarak bakınmaya başlar)
Ramaswami: Hey, Muthiah. Nasıl oldu da bugün böyle suskunsun? Haydi bir şarkı söyle de
biz de sana eşlik edelim!
Muthiah: Tamam Ramaswami. Fakat düzgün söyleyin.
(Muthiah bir halk türküsü söylemeye başlar ve diğerleri de ona katılırlar.
Subbu: Ben çok susadım Hava da ne sıcak ve kavurucu.
Diğer işçiler: Evet ağzımızın içi kurudu. Dudaklarımız bile susuzluktan çatladı. Bize
verdikleri su yetmiyor.
52
(Alagi bu sahneyi seyredince sessizce başını sallar ve yürüyüp gider. Ertesi gün olduğunda
Alagi elinde içinde soğuk süt olan bir testi ile inşaat sahasındadır)
Alagi: Hey, şarkıcı Muthiah, buraya gel. Gel biraz soğuk süt iç, daha iyi çalışırsın. İstersen
diğerlerini de çağır!
Muthiah: (Yüksek sesle) Hey Ramaswami, Subbu, Shankara… Buraya gelin. Gelin ve
soğuk süt için!
Subbu: Ah ne kadar iyi geldi. Nineciğim, biraz daha alabilir miyim?
Alagi: Tabii ki oğlum, al biraz daha iç. Kendini çok daha iyi hissedersin.
(Alagi bu hizmeti inşaatın bitimine kadar çok uzun bir süre devam ettirir. Artık inşaatın son
aşamasına gelinmiştir. Tapınağın merkezinde yapılan 70 metre yüksekliğindeki muhteşem
kule tamamlanmak üzeredir)
Alagi: Subbu, oğlum. Senden bir isteğim var. Acaba yerine getirir misin?
(Tüm çalışanlar Alagi’nin çevresine toplanırlar)
İşçiler: Tabii ki Alagi nine. Senin arzun bizim için emir demektir. Sen söyle, biz hemen yerine
getiririz.
Alagi: Benim evimde büyük bir parça granit taş var. O taşı bu kulenin yapımında kullanabilir
misin? Hem Tanrı’ya hizmet edecek ve hem de ben çok mutlu olacağım.
İşçiler: Hiç merak etme, nine. Biz hemen bugün bu işi yaparız.
3.Sahne: (Kral inşaat sahasında dolaşmakta ve yapılan işleri denetlemektedir. Yanında
bakanları ve baş rahip de yer almaktadır)
Kral: Bu tapınak gerçekten muhteşem oldu. En sonunda inşaatın sonuna yaklaştık. Ben çok
mutluyum. (Sonra yanındaki rahibe dönerek) Sayın Baş Rahip, lütfen tapınağın açılış
seremonisi için uğurlu bir gün saptayın.
Baş rahip: (Yanında taşıdığı astroloji haritasına bakarak) Efendim, yarın çok uğurlu bir
gündür, sayın ekselansları.
Kral: Bakan Annadorai, gerekli ayarlamaları yapın, lütfen.
Bakan: Tabii ki Majesteleri! Her şey gayet güzel olacak hiç merak etmeyin. Tüm tapınak
çiçeklerle donatılacak. Lambalar yakılacak. Ben tapınağın açılacağını bütün Tanjore’ye
haber vereceğim. Hiç endişe etmeyin efendim. Ben gerekli tüm ayarlamaları yapacağım.
4.Sahne: (Şehrin ana büyük meydanı) (İki davulcu davul çalmaktadırlar. Halk yavaş yavaş
toplanır)
1.davulcu: Dikkat, dikkat. Herkes beni dinlesin. Büyük tapınağın yarın açılma töreni vardır.
Herkes bu uğurlu serenomi için orada bulunsun.
(Bu şekilde yürüyüp giderler ve başka yerlerde davul çalmaya devam ederler)
53
2.davulcu: (daha ilerlere giderek) Tanjore Halkı! Beni dinleyin Büyük Tapınak yarın açılıyor.
Herkes açılış törenine katılsın!
(Davulcular yürüyüp sahneden çıkarlar)
5.Sahne:
(Rüya sahnesi)(Kral o gece rüyasında Shiva’yı görür.)
Shiva: Ey kral uyan. Yarın büyük tapınak açılacak ve ben çok mutluyum. Bu tapınak, yaşlı
kadın Alagi sayesinde inşa oldu!
Kral: (Kâbus görmüş gibi uyanıp ayağa fırlar) Ey büyük Tanrım! Sen bana ne söylüyorsun?
(Odanın içinde yürümeye başlayarak) Bu tapınak yaşlı kadın Alagi sayesinde mi inşa oldu?
Bu tapınağı ben yapmadım mı? Bütün planını, parasını, işçilerini, her şeyi ben karşılamadım
mı? Yaşlı bir kadınla ne ilgisi olabilir?
Kral: Fakat bunu en yüce Ruh söylediğine göre bu doğru olmalı. Ben iyisi mi bunu ben bir
araştırayım?
(Kral ellerini çırpar ve iki hizmetkâr sahneye gelir)
Hizmetçiler: Buyurun efendimiz! (Bir süre sonra bakan da içeriye girer)
Kral: Bana şu Alagi isimli yaşlı kadını bulun bakalım! Onu hemen görmek istiyorum.
Bakan: Yaşlı kadın Alagi mi? Kim bu bayan?
Kral: Ben rüyamda Shiva’yı gördüm.
Bakan: (şaşırmış vaziyette) Gerçekten mi? Siz kutsanmış bir insansınız efendim!
Kral: Shiva bana yapılan bu büyük tapınağın Alagi’ye borçlu olduğunu söyledi. Bakanım
söyle bana bu doğru mu?
Bakan: Hiç endişelenmeyin efendim. Ben bu kadının kim olduğunu sorup öğreneceğim.
(Bakan sabah ilk iş tapınağın çevresini dolaşarak herkese Alagi’yi sorar.)
Bakan: Yaşlı kadın Alagi’yi tanıyor musun?
1.Yoldan geçen: Alagi mi? Hayır efendim.
(Bakan 5 – 6 kişiye daha sorar, ama kimse kendisini tanımamaktadır. Tapınağın uzak
köşesine doğru gider. İşçiler oturmuş dinlenmektedirler. Bakan gidip onlara da sorar.)
Bakan: Yaşlı kadın Alagi’yi tanıyor musunuz?
Subbu: Ah evet, bizim yaşlı nine Alagi. Evet, evet onu tanıyoruz.
Muthiah: Bizim sütçü ninemiz.
Bakan: Sütçü mü? Ne demek istiyorsunuz?
Muthiah: Büyükanne bize her akşamüzeri soğuk süt getirirdi.
Ramaswami: Evet, efendim. Bizler inşaat işçileriyiz. Bizler çalışırken bu büyükannemiz
bizlere hep soğuk süt getirirdi.
54
Subbu: Bizim nine tapınağın inşaatının sonuna kadar bize hep süt getirmeye devam etti.
Bakan: Bana onu nerede bulabileceğimizi söyler misiniz?(işçiler ona yolu gösterirler.)
İşçiler: Büyükanne Alagi işte şu ilerideki kulübede yaşıyor.
(Bakan tekrar kralın yanına gider)
6.Sahne:
(Sarayda bakan gayet sevinçli bir şekilde kralın yanına gider)
Kral: Evet bakan Annadorai. Çok heyecanlı görünüyorsun. Bu Alagi hakkında ne haberler
getirdin bakalım?
Bakan: Ey kralım! Bu kadın çok asil bir kadın! Çok iyi kalpli, sevecen ve çok nazik bir bayan!
Tapınağın bütün inşaatı sırasında çok yüce bir görev yerine getirmiş. Akşamüzerleri çok
sıcak saatlerde işçilere bedava soğuk süt dağıtmış.
Kral: Gerçekten mi? Çok içten ve candan bir davranış! Onun bu küçük hizmeti Shiva’yı o
kadar mutlu etmiş ki bu tapınağı Alagi tarafından inşa ettirildiğini söylüyor. Ben bu inanmış
kadın ile tanışmalıyım.
Bakan: tabi kralım. Sizi hemen onun evine götüreyim.
7.Sahne:
(Tapınağın karşısında Alagi’nin evi)
(Kral yanında bakanlar, rahipler olmak üzere Alagi’nin evine yaklaşır. Kral ellerini birbiri ile
kavuşturarak eve doğru yaklaşır)
Kral: Seni saygı ile selamlıyorum, Alagi Anne. Shiva senin yaptığın hizmetlerden çok mutlu
olmuş. Senin karşılıksız, içten ve samimi bir şekilde işçilere yaptığın hizmetler yüzünden bu
tapınağın senin O’na bir armağanı olduğunu söylüyor. Sevgili Anneciğim, lütfen bizi kutsar
mısın?
Alagi: Ey kralım! Ben yapabildiğim kadarı ile çok küçük bir hizmette bulundum. Haydi gelin
hep beraber Shiva’ya dua edelim ve bizlere olan rahmeti için kendisine teşekkür edelim!
-PERDE-
55
22- ANGULİMALA
Karakterler:
Angulimala - yol kesen haydut
Sharavasti kralı
Buddha
1.Sahne:
(Shambo ve Dinu Kaka adında iki köylü eşyalarını taşıyarak hızlı bir şekilde
ilerlemektedirler. Ormanın sonunu geçerek kentin dış mahallerine yaklaşmaktadırlar)
Shambo: Haydi Dinu Kaka! Biraz daha hızlı yürüyelim. Hava kararmak üzere!
Dinu Kaka: Hey Shambo, bu ne acele! Merak etme köye zamanında varırız.
Shambo: Kaka, ben şu haydut Angulimala’dan korkuyorum.
Dinu Kaka: Angulimala mı? Kim bu Angulimala?
Shambo: Bu adam yol kesiyor. Geçen yolcuları durduruyor, onların mallarını ve paralarını
alıyor ve sonra da onları öldürüyor.
Dinu Kaka: Ne diyorsun? Gerçekten mi?
Shambo: Yalnızca o da değil Kaka. Ayrıca korkunç bir alışkanlığı daha var. Yollarını kestiği
insanların serçe parmaklarının ucunu keserek onlardan kendisine kolye yapıyor. O kolyeyi
de sürekli olarak boynunda taşıyor.
Dinu Kaka: Aman Allahım! Ne kadar kötü! Haydi haydi yürü hızlanalım biz.
2.Sahne:
(Ormanın içinde
beklemektedir.)
karanlık
çökmüştür.
Angulimala
sabırsızca
gelip
geçen
birisini
Angulimala: Ya uzun süreden beri buradan kimse geçmedi. Artık şu kolyeme bir iki parmak
daha taksam diyorum!
(O sırada Angulimala uzaktan giderek yaklaşmakta olan bir rahip görür. Bu rahip de
Buddha’dan başkası değildir)
Angulimala: Hey sen! Dur orada!
(Bunun üzerine rahip koşmaya başlar. Angulimala da ondan daha hızlı bir şekilde onu
kovalamaya başlar)
Angulimala: Hey sen rahip! Koşmayı kes! Sana dur diyorum. Beni duymuyor musun?
Buddha: (arkasını dönerek) Evet duyuyorum sevgili oğlum!
Angulimala: Sana deminden beri dur diyorum. Hala koşmaya devam ediyorsun!
Buddha: Ben yerimden kıpırdamıyorum. Sen koşuyorsun!
56
Angulimala: Seni ahmak rahip, sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Buddha: Sevgili oğlum, neden bu kadar yüksek sesle bağırıyorsun? Sen hiç de rahat
gözükmüyorsun. Senin zihninde huzuru yakalaman gerekiyor.
Angulimala: Oğlum mu? Sen bana oğlum demeye mi cesaret ediyorsun? Ha ha! Ben
Angulimala’yım. Ben en büyük haydutum. Benim senin nasihatlerine ihtiyacım yok.
Buddha: Peki o zaman benden ne istiyorsun?
Angulimala: Ben senin serçe parmağının ucunu istiyorum.
Buddha: İstediğin bu mu gerçekten? Al istersen bütün parmaklarım senin olsun!
(Böyle diyerek Buddha ellerini ileriye doğru uzatır)
Angulimala: Seni akılsız rahip. Bana bütün parmaklarını vererek kurtulabileceğini mi
sanıyorsun? Ben senin yaşamını da alacağım.
Buddha: Sevgili oğlum, sen benim serçe parmaklarımı istedin. Onları alabilirsin. Eğer
hayatımı istiyorsan onu da alabilirsin. Eğer benim hayatım sana zihin huzuru ve mutluluk
verecekse sana seve seve hayatımı veririm. Her şey senin mutluluğun için sevgili oğlum!
Angulimala: (Kendi kendine düşünür) Bu ne kadar sevecen ve huzurlu bir adam böyle! Ben
onu öldürmekle tehdit ettim, ama o bana karşı sevgi duyuyor ve benim iyiliğimi istiyor.
(Angulimala’nın kalbi erimiş ve gözlerinden akan yaşlarla Buddha’nın ayaklarına
kapanmıştı)
Angulimala: (Ağlayarak) Sevgili Efendim! Lütfen beni affedin! Ben bundan sonra hiç kimseyi
öldürmeyeceğim. Ey saygıdeğer rahip! Ben çok sayıda günah işledim. Ben insanların
mallarını yağmaladım ve insanları öldürdüm. Fakat sizin sevginizi ve yaydığınız huzur dolu
neşeyi gördükten sonra artık ben de değişmek istiyorum. Lütfen beni affedin! Beni
öğrenciniz olarak kabul eder misiniz?
(Buddha Angulimala’yı yerden kaldırır ve onu beraberinde tapınağa götürür)
3.Sahne:
(Tapınakta Kral Buddha’nın kutsamalarını almak üzere gelmiştir)
Buddha: Sevgili kralım! Buraya hangi nedenle geldiniz? Yoksa önemli bir şey mi var?
Kral: Evet çok haklısın. Şehrin dış mahallelerinde tehlikeli bir haydut olan Angulimala kol
gezmektedir. O, yolcuların mallarını yağmalıyor ve karşı gelen insanları öldürüyor. Uzun
zamandan beri onu yakalamaya çalışıyoruz. Fakat askerlerim Angulimala’yı tuzağa
düşürmeyi başaramadı. Ben bugün buraya onu yakalayabilmek için senin dualarını almaya
geldim. Ben Angulimala’yı kendi ellerimle yakalayacağım. Onu öldüreceğim ve bu baş
belasını ortadan kaldıracağım. Ey saygıdeğer efendim! Lütfen beni kutsa da başarılı
olabileyim!
57
Buddha: Ey kralım! Angulimala haydutluğa ve yol kesmeye son verirse ne yapacaksın,
peki? Yaptığı şiddet dolu eylemlere son verirse ve bir münzevi hayatı yaşamaya karar
verirse ne yapacaksın?
Kral: Sevgili Efendim! O zaman ben onu selamlarım ve onu kutlarım! Ancak ben onun
hırsızlığa ve yol kesmeye son vereceğini hiç sanmıyorum. Ben Angulimala’nın haydutluktan
vazgeçerek bir münzevi yaşantı sürdüreceğini hiç sanmıyorum. Bu mucizelerin de mucizesi
olur herhalde!
Buddha. O zaman sayın kralım. İşte şurada Angulimala’yı görebilirsin. Şu anda ağaçları
suluyor. Haydutluktan tamamen vazgeçti ve şimdi bir rahip gibi yaşıyor.
Kral: Gerçekten mi? Aman Allahım, bu Angulimala! Gözlerime inanamıyorum. Nasıl oldu
bu? Bunu siz mi başardınız? Ben onu yakalamayı ve cezalandırmayı planlıyordum. Tüm
gücümle onu enselemeye çalışıyordum. Ey güzel efendim, siz küçük parmağınızı bile
kaldırmadan bunu başardınız. Onu sevginizle ve merhametinizle dönüştürmeye muaffak
oldunuz. Sevgili üstadım, siz bizim kurtarıcımızsınız. Siz çok yaşayın inşallah! Siz çok
merhametli ve sevecensiniz.
(Böyle diyerek kral Buddha’nın ayaklarına kapanır)
-PERDE-
58
23- İNANÇ MUCİZELER YARATIR
Sahne Arkası Sesi: Bizim kendi kendimize inanmamız gerekir. Tanrı bizim içimizde ikamet
etmektedir ve bizim Tanrı’ya kesin bir inancımızın olması gerekir. O bize çok yakındır ve biz
de O’nun için çok değerliyiz. Biz içtenlikle, tam bir bağlılıkla ve teslimiyetle O’na
seslenmeliyiz.
Karakterler:
Maria - orta yaşlı hasta ve dul bir kadın
John - Maria’nın oğlu. 12 yaşında
Doktor Thomas - kalbi sevgi ile dolu meşhur bir doktor
George - bir hasta
1.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Dispanserin iç kısmı. Doktor Thomas iç kısımdaki muayenesinde
hastaları muayene etmektedir. Doktora gözükmek için sıra bekleyen çok sayıda hasta
vardır. O sırada John içeri girer.
John: Ben Doktor Thomas’ı görmek istiyorum. Benim annem çok hasta. Buraya gelebilecek
durumda değil. Sevgili amcalarım ve teyzelerim, doktoru hemen görebilmem için yardım
eder misiniz?
(Hastalar ona acırlar. Bir hasta olan George söz alarak konuşur)
George: Gel sevgili oğlum. Bundan sonraki sıra benimdi, ama ben sıramı sana veriyorum.
İçeriye gir ve doktora kendisinden ne istediğini söyle. Dr.Thomas çok iyi ve yardımsever bir
insandır.
(O sırada doktorun odasından bir hasta dışarıya çıkar ve George John’a içeri girmesini
söyler.)
Dr.Thomas: Evet sevgili oğlum! Senin için ne yapabilirim?
John: Doktor bey, benim annem dul bir kadındır ve çok hasta bir durumdadır. Sürekli olarak
Allah’a dua etmekte ve tüm zamanını böyle geçirmektedir. Çok fakir bir aileyiz. Bize yardım
edebilecek bir akrabamız veya yakınımız da maalesef yok. Ben sizden annemi muayene
etmeniz için rica etmeye geldim. Şu anda sizin yardımınıza çok ihtiyacım var. Lütfen
benimle bizim eve gelir misiniz? En fazla yirmi dakikada gidip geri dönebilirsiniz.
Dr.Thomas: Peki sevgili oğlum. Ben hastalarımdan 20 dakika kadar beklemelerini rica
edeceğim. Haydi beraber gidelim! (Doktor John’u arabasına bindirir ve yola çıkarlar)
2.Sahne:
John: Doktor bey, işte burası bizim evimiz. Annem içeride ve sizi bekliyor. Lütfen gidip onu
muayene eder misiniz? Benim annem için almam gereken bazı şeyler var. Ben siz
çıkmadan yetişirim. Tanrı sizi korusun!
59
(Dr.Thomas içeri girer, Maria hasta bir şekilde yatakta yatmaktadır)
Dr.Thomas: Sevgili kızkardeşim, ben Doktor Thomas’ım. Oğlunuz gelip beni çağırdı.
Durumunuzun ciddi olduğunu ve acilen gelmem gerektiğini söyledi.
Maria: (Gözyaşlarına hâkim olmaya çalışarak) Evet sevgili oğlum. Bu çocuk nasıl bir elbise
giyiyordu?
Dr.Thomas: Yatağınızın başucunda duran askıdaki üniformanın aynısını giyiyordu. Ne oldu
ki?
Maria: Sevgili doktor, siz benim oğlumu değil, yüce varlığın ta kendisini görmüşsünüz.
Dr.Thomas: Anlayamadım efendim, ne demek istiyorsunuz?
Maria: Efendim, benim oğlum uzun yıllar önce bir trafik kazasında öldü. Ben onu hatırlamak
için onun okul formasını başucumda asılı tutuyorum. Ben yapayalnızım. Benim Allah’tan
başka hiç kimsem yok. Ben gece gündüz O’na sesleniyorum. Çok acı çektiğim için O size
geldi ve bana yardım etmeniz için sizi bana getirdi. Sevgili Allahım, Sen nelere kadirsin!
Teşekkür ederim sevgili Allahım!
Dr.Thomas: Fakat…Fakat sizin oğlunuz sizin için bir şeyler almaya gitti. Bana geri
döneceğini söylemişti. (Doktor kapıyı açar, ama John’dan haber yoktur) Doğru
söylüyorsunuz. Ortadan kaybolmuş. Ben size ilaçlarınızı vereyim. Ateşiniz düştü. Sevgili kız
kardeşim, Tanrı bana sizin oğlunuzun şeklinde göründü. Siz çok kutsanmış bir insansınız.
Sizin Tanrı’ya olan inancınız bir mucize yarattı. Bugünden itibaren lütfen beni oğlunuz yerine
koyun! İşte burada benim kartvizitimi sunuyorum. Beni ne zaman isterseniz arayın. Ben
hemen koşup yanınıza gelirim. Size ilaçlarınızı getiririm, size yiyecek içecek ve ne
gerekiyorsa getiririm. Lütfen benim yardımımı kabul edin. Ben bir doktor olarak hastalarımın
içinde her zaman İlahi Varlığı görüyorum. Ama bugün sizin oğlunuz şeklinde Yüce Varlığı
gördüm, onunla konuştum.
Maria: Teşekkür ederim Doktor Bey.
-PERDE-
60
24- SORULAR
Giriş: Bir zamanlar çok inançlı ve hayırsever bir kral baş yardımcısı ve bakanı Satyavrata ile
beraber ülkesini çok güzel bir şekilde yönetiyordu. Kral öldüğünde tahta oğlu çıktı.
1.Sahne:
(Sarayın Kabul Salonu: Yeni kral olan oğul ile ülkenin başbakanı beraber konuşuyorlar)
Kral: Satyavrata, sana ve babama olan saygımdan ötürü bugüne kadar senin Tanrı ve
O’nun Rahmeti hakkında konuşmalarına tahammül ettim. Söylediklerinizi ne anlıyor ne de
kabul ediyordum. Bunların batıl inanç olduğuna inanıyordum. Ben artık şimdi kral
koltuğunda oturduğuma göre benim senin bu anlattıklarına ikna olmam gerekiyor. Sana şu
üç soruyu cevaplaman için 41 gün süre veriyorum.
Soru 1: Tanrı kimdir?
2- Tanrı nerededir?
Ve 3- Tanrı ne yapar? Eğer bu üç soruyu cevaplayabilirsen sana inanır ve seninle beraber
olurum. Fakat eğer beni ikna edemezsen o zaman krallığı kendi bildiğim gibi maneviyattan
uzak bir şekilde yönetirim.
(Aradan bir müddet geçtikten sonra)
Sahne 2:
Bakan: (kendi kendine) Bugün kralın verdiği sürede 40.cı gün oldu. Yarın bu genç kralı ikna
etmek zorundayım. Sevgili Tanrım, ben ne yapacağım? Lütfen bana yardım et!
Aşçı: Efendim bu sarayda geçirdiğim 35 yıl içinde sizi hiç bu kadar mutsuz görmemiştim.
Size nasıl yardım edebilirim acaba?
Bakan: Hiç kimse bir başkasının fikrini değiştiremez ve onu ikna edemez. Bu Hakikat’tir.
Bunu ancak ve ancak Tanrı gerçekleştirebilir. Biliyorum. Ama nasıl? Ben Tanrının bunu
nasıl gerçekleştireceğini görmek için sabırsızlanıyorum.
Sahne 3:
Sarayda Kabul Salonu
41.gün gelip çatmıştır. Tüm saray halkı meraklı bir şekilde verilecek cevapları
beklemektedir. Ansızın yaşlı bir bilge Salondan içeri girer.
Bilge: Çok yaşa sevgili kralım! Ben görevi verdiğiniz başbakanınızın adına üç sorunun
cevabını vermek üzere bulunuyorum. O bir yönetici olduğu için beni bir bilgin olarak size
sorduğunuz manevi sorularınızın cevabını vermek üzere gönderdi.
Kral: Pekâlâ, bana söyle bakalım Tanrı kimdir?
61
Bilge: Ben size sadık bir kulum ve siz de benim kralımsınız. Siz bana emir verebilirsiniz,
ama ben siz bana tabi olmadıkça ve beni öğretmeniniz olarak kabul etmedikçe size hiçbir
şey öğretemem.
Kral: Saygıdeğer Bilge, benim koltuğuma oturun ve beni bir öğrenciniz olarak görün lütfen!
Bilge: (Kralın tahtına oturduktan sonra) Şimdi bana birinci sorunuzu sorabilirsiniz.
Kral: Tanrı kimdir?
Bilge: Bana siyah bir inek ve bir kap içinde o inekten sağılmış süt getirin lütfen!
Kral: Tabi hocam!
Bilge: (Getirilen süt dolu kabı eline alarak) Saygıdeğer Beyefendi, bu beyaz sütü görüyor
musunuz?
Kral: Evet görüyorum hocam.
Bilge: İnek hangi renkte bana söyler misin?
Kral: Siyah renkte hocam!
Bilge: İnek süt verebilmek için ne yiyor?
Kral: Yeşil renkte ot yiyor hocam.
Kral: Peki o yeşil ot siyah ineğin içinde nasıl beyaz süte dönüşüyor?
Kral: Bilmiyorum hocam.
Bilge: Siyah bir ineğin içinde yeşil renkteki otu beyaz renkteki süte dönüştüren güç Tanrı’nın
ta kendisidir.
Bilge: Bana şimdi de bir tepsi içinde bir kibrit ve bir mum getirin.
Bilge: (Getirilen mumu yakarak) Şu ana kadar karanlıkta idik. Şimdi bana bu alevin yaydığı
ışığın nerede olduğunu söyler misiniz?
Kral: Işık her yana yayılmıştır hocam.
Bilge: İşte Tanrı da aynı bu mumun ışığı gibi her yere yayılmıştır.
Kral: Peki o zaman Tanrı ne iş yapmaktadır?
Bilge: Bunu açıklamak çok kolaydır.
(Bu sırada bakan içeriye girer ve herkesin dikkati ona yönelir)
Bilge: Siz birinci ve ikinci soruları anladıysanız o zaman üçüncü sorunuz olan ‘Tanrı ne iş
yapmaktadır?’ sorusunu sormanız anlamsızdır. Bu yaradılışta meydana gelen her şeyi Tanrı
yapmaktadır.
Kral: Bunu anlayamadım hocam.
Bilge: Saygıdeğer Beyefendi, işte sen burada karşımda oturuyorsun. Başını döndürüp
içeriye biraz önce girmiş olan birinci bakanının yüzündeki şaşkınlık ifadesine bakar mısın?
Kral koltuğunda eski bir aşçı olan ben oturuyorum ve kralın kendisi de eski aşçının
karşısında yerde oturuyor. İşte istediği şekilde kralı hizmetkâr, hizmetkârı da kral yapan
Tanrı’nın ta kendisidir. Tanrı işte bunu yapar.
62
Bilge: (bakana dönerek) Saygıdeğer Efendim, Tanrı’nın Rahmeti sayesinde ben kralı
sorduğu üç soruyu cevaplamış vaziyetteyim.
Bakan: Allah’a Şükürler Olsun! Yüce Varlık Hakikat’tir, En Yüce Bilgeliktir ve En Yüce
Huzur’dur.
-PERDE-
63
25- APTALLIK VE KİBİR DOLU İNSAN
Karakterler:
Jawahar
Laalu
Bansi
Hakim
6 rahip
Malik
1. Sahne:
(Kumar oynanan bir yerde insanlar gruplar halinde oturmakta ve oyun oynamaktadır. Dört
kişi içlerinde Jawahar olduğu halde bir masada kumar oynamaktadırlar. Jawahar zengin bir
tüccardır ve Sonagrah şehrinde yaşamaktadır)
Laalu: Sevgili Jawahar bu sefer de yine ben kazanacağım. Bence sen iyisi baştan mağlubiyeti
kabul et. Ha! Ha! Ha!
Jawahar: Laalu dün maalesef şansım çok kötüydü. Ama bugün ben kazanacağım, merak
etme! Bugün kaybettiğim bütün paraları geri kazanacağım.
Bansi: Unut bunu Jawahar. Sürekli bunu söyleyip duruyorsun. Fakat sen zengin bir
insansın. Kumar oynamak senin için yalnızca bir vakit geçirme yolu.
(Jawahar gururlu bir şekilde başı ile onaylar)
Jawahar: İşte kralların kralı Rua bana geldi. Ha! Ha! Gel bakalım Laalu bugün
kaybedeceksin.
Laalu: (yüksek sesle gülerek) Kusura bakma Jawahar! Ben kazandım. İşte bu gördüklerin
astır ve senin Rua’larını geçerler. Yaşasın, ben yine kazandım.
Bansi: Jawahar! Bana bin rupee(lira) borcun var. (Jawahar üzgün bir şekilde cüzdanından
parayı çıkartıp verir ve evine döner)
2.Sahne:
(Jawahar’ın evi
Jawahar dolabını açar ve kendi kendine şöyle der)
Jawahar: Yarın mutlaka ben kazanmalıyım. Bütün kaybettiğim paraları geri kazanmalıyım.
Evet, yarın kesin olarak daha büyük bir rakamla kumar oynamalıyım.
(Para almak için dolabın içindeki kutuyu açar ama kutuda hiç para kalmamıştır)
Jawahar: Ne! Hiç para kalmamış! İşte şimdi her şey bitti! Ben ne yapacağım?
(Jawahar oturup ağlamaya başlar)
64
Jawahar: Para olmazsa hayat neye yarar? Benimle şimdi kim ilgilenir ki? Hayır, ben böyle
bir hayat sürdüremem. Artık yaşamamın bir anlamı yok. Ben ölmeliyim. Kendimi aç
bırakarak öleceğim.
(Jawahar böyle diyerek uykuya dalar. O gece Jawahar rüyasında tuhaf bir rüya görür.
Rüyasında sarı renkte bir kaftan giyen bir rahibin yatak odası penceresinin önünde
durduğunu görür)
Rahip: Jawahar uyan hadi, uyan! (Jawahar uykuda iken gördüğü rüyada uykudan uyanır)
Rahip: Benden her ne istersen isteyebilirsin? Sana istediğin her şeyi verebilirim?
Jawahar: Ey saygıdeğer rahip, benim şu zavallı halimi görmüyor musun? Tüm paramı
kaybettim. Tek bir kuruşum bile kalmadı.
Jawahar: Tüm paramı geri kazanmak benim tek dileğim. Bana büyükçe bir parça altın
verebilir misin?
Rahip: Büyükçe bir parça altın mı? Tek istediğin bu öyle mi? Pekâlâ şimdi eline bir sopa al
ve benim başıma şiddetli bir şekilde vur.
Jawahar: Gerçekten mi? Sen aklını mı kaçırdın?
Rahip: Benim dediğimi yap ve bak bakalım ne olacak.
(Jawahar bir sopa alır ve rahibin kafasına vurur. Rahip bir anda ortadan kaybolur ve
kaybolduğu yerde şimdi kocaman bir bir altın külçesi bulunmaktadır)(Sabah olur ve rahip
uykusundan uyanır)
Jawahar: Ne kadar tuhaf bir rüya idi böyle! (Esneyerek) keşke bu tür rüyalar gerçek olsa!
(O sırada Jawahar yatak odası penceresinin önünde yerde büyük bir külçe altın görür)
Jawahar: Bu ne böyle! Bir külçe altın! Şuna bir dokunayım bakayım. Evet, gerçekten de öyle,
bu altından kocaman bir külçe.
(O sırada berberi Malik odaya girer)
Malik: (şaşırmış vaziyette) Jawahar bu altın külçeyi nerden buldun?
Jawahar: Sevgili Malik, beni dinle! Ben dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda penceremin
önüne bir rahip geldi ve kendisinden ne istersem bana vereceğini söyledi. Ben de ona bütün
paramı kumarda kaybettiğimi ve eğer verebilirse bana bir altın külçe vermesini söyledim. O
da bunun üzerine bir sopa ile onun başına vurmamı söyledi. Ben de vurdum. Ve malik ister
inan ister inanma bir sihir oldu. Rahip kayboldu ve onun yerinde bir külçe altın duruyordu.
Fakat Malik bana söz ver ve bundan hiç kimseye bahsetme! Benim bu altını çaldığımı
düşünebilirler.
Malik: Gerçekten inanılmaz! Sen çok şanslı bir adamsın Jawahar! Merak etme, ben hiç
kimseye bundan bahsetmem.
65
3.Sahne:
(Malik’in evi.
Gece olmuştur ve Malik yatağa gitmek üzeredir)
Malik: Sevgili Allahım! Lütfen benim de Jawahar’ın gördüğü rüya gibi bir rüya görmemi
sağla! Ben de bir altın külçe istiyorum. O günden bu yana kaç gece geçti, ama ben hiç rüya
görmedim. Bir şeyler yapmam lazım!
(Malik bir müddet düşünür ve bir plan yapar)
Malik: Ben o altın külçeyi istiyorum ve sanırım o altını nasıl elde edebileceğimi biliyorum.
(Böyle diyerek Malik uykuya dalar. Ertesi sabah erkenden kalkıp hemen en yakındaki
monastıra gider)
4.Sahne:
(Manastır(Tapınak): Manastırda 6 tane rahip vardır)
Malik: Sayın rahipler! Benim adım Malik. Ben bir berberim. Ben artık bu dünyadan bıkmış
durumdayım. Ben dünyadaki tüm zevklerden vaz geçerek sizin gibi rahip olmak istiyorum.
Beni kabul eder misiniz?
Rahipler: Sizi buraya seve seve kabul ederiz. Ama neden evinizi terk etmek istiyorsunuz? Ne
zaman manastıra gelmeyi düşünüyorsunuz?
Malik: Ben hemen gelmeyi düşünüyorum. Fakat şöyle bir problem var. Ben buraya
gelmeden önce tüm mal varlığımı dağıtmak istiyorum. Fakat paramı yabancı kişilere vermek
istemiyorum. Bu parayı siz dördünüz arasında paylaştırsam kabul eder misiniz?
Rahipler: Bizler rahibiz. Dünyanın tüm nimetlerinden el etek çekmişiz. Bu yüzden herhangi
bir maddi eşya kabul edemeyiz.
Malik: Hiç merak etmeyin! Ben hiç kimseye bundan bahsetmeyeceğim. Yarın sabah
erkenden benim evime gelin. Ben parayı siz dördünüzün arasında pay edeceğim. Başka hiç
kimse bilmeyecek.
(6 rahipten dördü parayı almaya niyetli idi. Diğer iki rahip teklifi her halükarda
reddediyordu. 4 rahip diğer ikisinden ayrılarak Malik’in yanına geldiler ve şöyle sordular)
Dört rahip: Malik, sen parayı biz dördümüz arasında bölebilirsin. Biz sabah erkenden senin
evine geleceğiz.
Malik: Çok güzel! Ben çok memnun oldum.
5.Sahne:
(Malik’in evi)
66
Rahiplerden dördü sabah erken saatlerde Malik’in evine doğru sessizce sokulurlar. Malik
kapının arkasında elinde bir sopa ile pusuda beklemektedir.
Malik: (kendi kendine) Jawahar bir rahibin kafasına vurdu ve bir altın külçesi kazandı. Ben
bugün dört rahibe vurarak dört tane altın külçe kazanacağım. Vay canına ben bugün çok
zengin olacağım.
(Her rahip içeriye girdikçe Malik elindeki sopa ile onların kafalarına vurur. Ancak eyvahlar
olsun ki yere baktığında feci şekilde yaralanarak ölmüş dört rahip görür. Bu sırada içeriye
diğer dört rahibi sessizce takip eden ve onlara bir ders vermek isteyen diğer iki rahip
girerler. Arkadaşlarının cansız bedenlerini görünce de dehşete kapılırlar)
İki rahip: Aman Allahım! Sen ne yaptın böyle? Onları öldürdün. Katil! Katil! (Bu şekilde
bağırarak rahipler sokağa fırladılar)
6.Sahne:
Mahkeme Salonu
Hâkim: Evet Malik, sen işlediğin suçu itiraf ettin. Bu dört rahibi öldürdüğünü kabul
ediyorsun öyle değil mi?
Malik: Ben onları öldürmek istememiştim efendim. Ben onların başlarına vurduğum anda
onların altın külçelere dönüşeceklerini düşünmüştüm. Bu yüzden onlara vurdum.
(Mahkeme salonunda seyirciler arasında oturan diğer iki rahip şöyle bağırdılar): Yalancı,
sen onları kasten öldürdün.
Hâkim: (iki rahibe doğru dönerek) Sakin olun. Malik bize ne demek istediğini açıklar mısın?
Malik: Tabi efendim. Ben size bunu kanıtlayabilirim. Lütfen Jawahar’ı mahkemeye tanık
olarak çağırın. O size kendi rüyasını anlatacak olursa durumu anlayacaksınız.
Jawahar, hemen mahkemeye çağrılır.
Hakim: Jawahar, sen rahip ve altın külçesi ile ilgili ne gibi bir rüya gördün?
Jawahar: (korkarak) Sayın efendim, birkaç gün önce rüyamda bir rahip gördüm. Bana sopa
ile kendisinin kafasına vurmamı söyledi. Ona vurduğum anda onun yerinde büyükçe bir
altın külçe duruyordu. Ertesi sabah ben penceremin önünde gerçekten bir altın külçe
buldum. Fakat efendim ben her ne yaptı isem rüyamda yaptım. Ben bundan sorumlu
tutulabilir miyim?
Hakim: Malik, sen büyük bir günah işledin. İşlediğin bu cinayetler yüzünden yarın sabah
erken saatlerde asılarak idam edileceksin.
(İki polis gelir ve Malik’i kolundan tutarak götürürler)
Malik: (yüksek sesle bağırarak) Beni affet sevgili Tanrım! Lütfen beni asmayın!
67
(Malik Mahkeme Salonundan dışarıya sürüklenerek çıkartılır. Mahkeme Başkanı yani
Hâkim salondaki izleyicilere şöyle seslenir)
Hâkim: İnsan böyle açgözlü olmamalıdır. Eğer bu dört rahip böyle açgözlü olmasalardı
ölmeyeceklerdi. Bir rahip olarak ettikleri yemine sadık olmalılardı. Eğer para kazanmak
istiyorsanız bunun için çok çalışmalı ve gayret etmelisiniz. Erdemli şekilde kazanılmış olan
para bizimle kalır. Kolay ve yanlış şekilde kazanılmış para insana mutluluk getirmez. Bu
yüzden açgözlü olmamalısınız. Çok çalışın ve hak ederek kazanılmış paranızın keyfini
çıkartın.
-PERDE-
68
26- JİTENDRİYA
Karakterler:
Jitendriya
Prenses
Kraliçe
Kral
Bilge
Bilgenin öğrencisi
Sarayın kapıcısı
Sahne Arkası Sesi: Yaşamakta olduğumuz bu hayat bir su kabarcığı gibidir ve bu bedenin
diğer bedenlerle herhangi bir akraba ilişkisi olduğunu sakın zannetmeyin. Anne yoktur, baba
yoktur, kardeş ve karı koca yoktur. Bu beden beş elementten meydana gelmiştir ve er geç
günün birinde yok olacaktır. Bu aldatıcı dünyaya kanmayın. Her varlığın içinde var olan
Hakikat’e, yani İlahi Öz’e inanın.
Bu bir skeç tarzı tiyatro oyunudur ve bize duyularımızı kontrol etmemizin ve herhangi bir
şeye bağlı olmamız gerektiğinin önemini prens Jitendriya’nın yaşamını örnek göstererek
hatırlatmaktadır.
1.Sahne:
(Bir İnziva Yeri- Bazı öğrenciler dışarıda dolaşmakta ve çiçek toplamaktadırlar.
Prens sahnede içeriye girer. Diğer öğrencileri selamlar)
Prens: Saygıdeğer ve kutsal insanlar! Ben çok susadım, bana biraz su verir misiniz?
Öğrenci: Efendim sizin isminiz nedir? Nereden geliyorsunuz?
Prens: Benim adım Prens Jitendriya. Ben Jitendriya memleketinden geliyorum.
Öğrenci: (şaşırmış vaziyette) Sen Jitendriya’sın öyle mi? Lüks bir yaşantı sürdüren bir
prenssin. Biz seni bizim öğretmenimiz olan bilgeye götüreceğiz. Lütfen bizimle gelin.
(İnziva yerine giderek büyük bilgenin yanına girerler. Prens hemen bilgenin ayaklarına
kapanır)
Bilge: Ey Prens Jitendriya! Seni tanıdığıma çok memnun oldum. Sizin babanızın adı nedir
acaba?
Prens: Kral Jitendriya’dır.
Bilge: Bu nasıl olabilir? Nasıl olur da her ikinizin de ismi aynı olabilir?
Prens. Saygıdeğer Efendim, bizim ülkemizde herkes bir Jitendriya’dır.
Bilge: (kendi kendine) Bu nasıl doğru olabilir? Bu çocuk herhalde bilmediği bir konuda
konuşuyor. Biz bilgeler bile tam anlamı ile Jitendriya sayılmayız. Jitendriya’lar mükemmel bir
69
şekilde duyularını kontrol edebilirler. (Jitendriya= duyularını tamamen kontrol edebilen kişi
demektir) (Yüksek sesle) Sayın prens, kıyafetinizi benimki ile değiştirebilir misiniz?
Prens: Memnuniyetle, siz ne derseniz onu yapmaya hazırım. Biliyorsunuz ben bir
Jitendriya’yım ve her türlü eşyadan ayrılabilirim.
2.Sahne:
Kralın Sarayı: Sarayın giriş kapısının önüne elinde prensin kıyafetlerini taşıyan bilge gelir.
Elbisenin üzerinde kan vardır.
Giriş Kapısı Muhafızı: Ne istiyorsun? Nereden geliyorsun? Neden ağlıyorsun böyle?
Bilge: (ağlayarak) Sizin prensiniz bizim ormana geldi ve büyük bir canavar hayvan
tarafından öldürüldü. Ben haberi vermek ve prensin kanlı kıyafetlerini Majestelerine
göstermek için getirdim.
Giriş Kapısı Muhafızı: (yüzünde en ufak bir üzüntü izi olmadan) Siz bu sebeple mi buraya
geldiniz? Ölüm son derece doğal bir şeydir. Bunun için niye ağlıyorsunuz ki? Sizi kralıma
doğru götüreyim.
(Arka perde yukarıya doğru kaldırılır ve kral tahtında otururken gösterilir. Kral bilgeyi
selamlar)
Kral: Saygıdeğer Efendim, sizi buralara hangi rüzgâr sürükledi acaba?
Bilge: (kanlı elbiseyi göstererek) Ey kralım, prens artık yaşamıyor.
Kral: (gülümseyerek) Peki ne yapalım yani? Ne o benim oğlum, ne de ben onun babasıyım.
Bizler geceyi bir ağacın üzerinde geçirmek üzere şans eseri yan yana gelmiş olan kuşlar
gibiyizdir. Bu yaşam ağacında bizler kısa süre kalmak için gelmişizdir. Oğlumun kuşu ise
şimdi uçup gitmiş öyle mi? Ne var bunda?
Bilge: (kendi kendine) Bu kral oğlunu hiç sevmiyor, ben iyisi mi çocuğun annesine gideyim.
3.Sahne:
(Kraliçe koltukta oturmaktadır. İçeriye bilge girer ve kraliçe onu selamlar)
Bilge: Sevgili kız kardeşim. Bu üzücü haberi size nasıl verebileceğimi bilmiyorum. Sizin
sevgili oğlunuz maalesef öldürüldü. Bir daha evine dönemeyecek.
Kraliçe: Öyle mi? Peki siz neden bu kadar üzgün gözüküyorsunuz? Meydana gelmiş olan
şeyi anlayabiliyorum. Bütün bireyler kader yolculuğundaki hac yolcuları gibidirler. Bizler bu
yaşam yolculuğunda kendi kaderlerini ve doğru davranışı arayan hac yolcularıyız. Bu handa
kısa bir süre kalacağız. Herkes bir gün birer birer bu handan ayrılacaklar ve kendi yollarına
gidecekler. Aslında baba, anne ve çocuk ilişkisi yoktur. Bu akrabalık ilişkileri yalnızca bu
dünyaya aittir.
70
Bilge kendi kendine şöyle düşünür: Bu duyduklarım nedir böyle? Haydi gidip şu prensin
karısını da bir imtihan edeyim bakalım. Belki o tepki verebilir.
Bilge: Peki prensesi buraya çağırabilir misiniz acaba?
Kraliçe: (hizmetçiyi çağırır) Git ve prensesi buraya çağır!
(Hizmetçi hemen koşup prensesi çağırmaya gider. Prenses gelir ve huzura çıkar. Bilgeyi
selamlar)
Bilge: (acı acı ağlayarak) Sevgili kızım, senin kocan maalesef hayatını kaybetti. Onun
öldürülüşünü kendi gözlerimle gördüm. Ben size bu kanlı elbiseleri getirdim.
Prenses: (gülümseyerek) Sevgili hocam, ölümün bugün veya yarın geleceği kesindir. O
herkesin başına gelecektir. Lütfen şu hikâyeyi dinleyin. Ormanda nehrin kenarında bir ağaç
var. Bu ağacın bir dalı kırılır ve nehre düşerek sürüklenmeye başlar. Başka bir ağacın da bir
dalı aynı şekilde kırılarak suya düşer. Her iki dal da bir müddet nehrin içinde ayrı ayrı
sürüklendikten sonra bir süre boyunca yan yana gelirler. Şimdi artık beraberce nehrin içinde
akmaya başlamışlardır. Ancak bir müddet daha böyle beraber aktıktan sonra tekrar ayrılırlar
ve her ikisi de kendi yoluna gider. Benim kocam ve ben de işte aynı bu iki dal parçasına
benzemekteyiz. Yaşam adı verilen bu nehirde yollarımız ayrıldı. Birleşme de, ayrılma da
kaçınılmaz olaylardır.
Bilge: Ben bu ülkede herkesin bir Jitendriya(duyularını tamamen kontrol edebilen kişi)
olduğunu görüyorum ve buna çok şaşırdığımı söylemeliyim. Tanrı’nın Rahmeti her zaman
bu ülke halkının üzerine olsun!
4.Sahne:
(İnziva Yeri- Prens bir münzevi kişi kıyafeti ile ortaya gelir)
Prens: Acaba sayın bilge nereye gitti biliyor musunuz?
(Bilge sahneye gelir)
Bilge: (yürek parçalayıcı şekilde ağlayarak) Sevgili prens! Ben sizin krallığınıza gittim. Ama
maalesef size felaket haberleri getirdim. Düşmanlar krallığınızı ele geçirmişler ve kralı
öldürmüşler. Kraliçe ve prenses de maalesef esir alınarak onların haremlerine götürülmüş.
Prens: (sakin bir şekilde) Öyle mi sayın bilge! Lütfen şu şekilde düşünelim. Kral kimdir?
Kraliçe kimdir? Prenses kimdir? O kimliklerin hiçbirisinin İlahi Öz ile bir alakası yoktur. Tek
kral Tanrı’nın ta kendisidir. Bizim bu yaşamda yapmamız gereken tek şey iyi davranışlarda
bulunmak ve kurtuluşa ulaşmaya gayret etmektir.
Bilge: Sevgili Jitendriya, ben seni ve krallığını kutsuyorum. Sizler bize en güzel yol olan
bağlılıktan uzak olma yolunu örneklerle gösterdiniz. Bu yol hepimizi Tanrı’yı idrak etmemize
götüren yoldur.
-PERDE71
27- NE SÖYLÜYORSAN ONU UYGULA
Karakterler:
Bilge(küçük yaşta)
Bilgenin annesi
8 yaşında bir çocuk
Bilgenin babası
Bilgenin öğretmeni
Babanın arkadaşı
Bir dilenci ve bir rahip
1.Sahne:
(İyi giyimli bir bayan, yani bilgenin annesi bir kitap okumakta ve okuduklarını bir grup kadına
anlatmaktadır)
Anne: Gördüğünüz gibi ev hanımlarının yalnızca kapılarına gelen muhtaç insanlara sadaka
vermek gibi bir mecburiyetleri vardır. Zengin olanlara ve tembel olanlara vermemeliyiz,
kendi başlarının çaresine bakamayacak olanlara vermeliyiz.
(Konuşma sona erer ve kadınlar kendi evlerine dağılırlar ve anne oğlu yalnız bırakırlar. Bu
sırada kapı çalar ve kapıya gelen bir kör dilenci sadaka istemektedir. Annenin cevabı hiç de
iyiliksever ve sevecen değildir)
Anne: Defol! Hemen evimi terk et! Yürü git başka yerlerde dilencilik yap!
(Bundan biraz sonra temiz ve iyi giyimli bir rahip elinde bakırdan yapılma bir dilenci kabı ve
çok süslü bir tambur/tef/küçük davul ile kapıya gelir. Anne rahibi çok iyi karşılar)
Anne: Hoş geldiniz efendim, hoş geldiniz saygıdeğer rahip. Bu güzel sabahta acaba
kendinizi nasıl hissediyorsunuz? İyi misiniz? Benim bu alçakgönüllü ev sahipliğimi kabul
buyurun lütfen! Lütfen size verdiğim bu az miktar pirinci ve az miktarda parayı kabul
buyurunuz.
(Anne, kapıya gelen rahibin ayaklarına kapanır)
Anne: “Lütfen beni ve ailemi kutsar mısınız? Beni kutsayın saygıdeğer rahip, beni kutsayın!
(Küçük bilge tereddütle annesine ve rahibe doğru bakar. Rahip oradan ayrılır ve yoluna
gider)
Küçük Bilge. Anne, daha beş dakika önce arkadaşlarına zayıf ve fakir olanlara hayırseverlik
yapılabileceğini, kuvvetli ve zengin olanlara da yapılmaması gerektiğini söylemedin mi? Sen
daha biraz önce fakir bir dilenciyi kovdun ve hali vakti yerinde olan bir din adamını
ödüllendirdin?
72
Anne: Senin bu kabalığına çok gücendim sevgili oğlum. İnsanların gerçekten de
ağızlarından çıkan kelimeler gibi yaşadıklarını mı zannediyorsun? Haydi sen babana git!
(Anne küçük yaştaki bilgeyi babasının yanına götürür. Orada baba muhasebecisi iş
yapmaktadır. Babası küçük oğluna bazı tavsiyelerde bulunur)
Baba: Sevgili oğlum, senin eğitimin çok önemli! Sen derslerine çalışmalı ve sınıfını geçmek
için gayret etmelisin.
(O sırada kapı açılır ve babanın konuşması yarım kalır. İçeriye 8 yaşlarında ilkokul öğrencisi
bir çocuk girer ve bilgenin babasına doğru bakar)
Küçük çocuk: Efendim ben okul ücretimi ödeyemiyorum. Yalnızca bir kuruşa ihtiyacım var.
Eğer bu parayı ödemezsem sınıfımı geçemeyeceğin ve okula devam edemeyeceğim.
(Babası cüzdanını çıkararak çocuğa boş cüzdanını gösterir)
Baba. Bak hiç param yok. Sana verebileceğim hiçbir şey yok maalesef.
(Çocuk odadan çıkar ve babanın şirketinden gelen bazı hesap uzmanları odaya gelirler.
Hesap yapan adamlardan bir tanesi elinde bir liste tutmaktadır)
Muhasebeci: Efendim, verilecek yemek daveti için gerekli malzemelerin listesi burada. Bu
yemek yakında işe başlayacak memur adına veriliyor. Yemek için bağış yapacak paranız
var mı?
Baba: Tabii ki, işte burada 20 liram var sana vereyim. Yeni gelen arkadaşı memnun
etmeliyiz. Her şey yolunda olsun, eksik bir şey kalmasın.
(Baba gidip dolabın çekmecesinden 20 lira alarak muhasebecilere verir. Muhasebeciler
odayı terk ederek giderler. Bizim küçük bilge gördüklerinden hiç hoşlanmamıştır.)
Küçük bilge: Baba, sen küçük çocuğa yalan söyledin, sen bana yalan söyledin. Çok paran
olduğu halde çocuğa bir kuruşun bile olmadığını söyledin. Bana da derslerime çok çalışıp
sınıfı geçmem gerektiğiniz söyledin. Eğer öyleyse neden çocuğa sınıfı geçmesi için gereken
bir kuruşu vermedin?
Baba: Sus oğlum! Sen ne bilirsin ki? Sen bana karışamazsın ve benim hareketlerimi
yargılayamazsın. Sen daha çok küçüksün ve bu meseleleri anlayamazsın. İnsanın
davranışları sözlerini takip edip onlarla uyumlu mu olmak zorundadır? Hadi canım sen de!
Haydi, haydi sen okuluna git, hiç gecikme!
2.Sahne:
(Okulda sınıfta ders yapılmaktadır. Bizim küçük bilge derse girer. Öğretmen öğrencilere
ertesi gün okula müfettiş geleceğini heyecanlı bir şekilde anlatmaktadır.)
Öğretmen: Sevgili öğrenciler, yarın okulumuzu denetlemek üzere bir müfettiş gelecek. Sizler
hepiniz akıllı ve uslu davranmalı, temiz olmalısınız. Hiçbirinizden saçma bir davranış
istemiyorum. Elinizden gelenin en iyisini yaparak sorulacak sorulara en güzel şekilde
73
cevaplar verin. Onu gördüğünüzde ona gülümseyin. Bir şey daha var ve bu çok çok önemli.
Müfettiş sınıfa girdiği zaman sizlere soru sorabilir. Ama ben sorabileceği bir tek sorudan
ötürü endişeleniyorum. Mesela, şöyle sorsa, “Kaç ders yaptığınızı sorarsa ona şimdiye
kadar yalnızca 23 ders yaptığımızı sakın söylemeyin. Ona 32 ders yaptığımızı söyleyin.
Çünkü ben size 24’ten 32.’ye kadar konuları sonra öğreteceğim. 32.ders asla yalan
söylemeyen bir kral ile ilgili bir hikâyedir. Şimdi dersimize dönelim ki yarın saat dörtte
sorulabilecek sorulara doğru cevaplar verebilin. Bu 32.dersin daha sınıfta işlenmediğini bir
tek kişi bile ağzından kaçırmasın.
Bilge: Efendim, siz bize yalan söylemeyen kral hikâyesi ile yalan söylememeyi
öğütlüyorsunuz, ondan sonra da müfettişe yalan söylememizi öğütlüyorsunuz. Bu yaptığınız
kendi öğrettiğiniz şeye uymuyor. Hakikat’e bağlı olan kralı niye kendimize örnek almıyoruz?
Öğretmen: Oğlum, evladım. Senin daha öğrenmen gereken çok şey var. Sen tavsiyeyi
veren kişinin o tavsiyeye her zaman uyması gerektiğini mi söylüyorsun? Senin biraz daha
beklemen lazım! Biraz daha büyüdüğünde daha akıllanacaksın ve anlayacaksın.
(Bilge kendi kendine konuşur)
Bilge: Her yerde ikiyüzlülük ve her yerde yalan dolan!
3.Sahne:
Bilgenin evi. Okul saati gelmiştir. Fakat bilge odasından dışarıya çıkmamıştır. Annesi onu
çağırır.
Bilgenin Annesi: Haydi oğlum. Okula geç kalacaksın. Hemen gitmen lazım!
(Bilge kayıtsız bir şekilde annesine bakar ve okula gitmek istemez. Daha çantasını bile
hazırlamamıştır.)
Bilge: Ben gitmiyorum. Artık okumayacağım. Okul, zaman kaybından başka bir şey değil
benim için. Her nereye gidersem gideyim, hatta okulda bile insanlar hep ikiyüzlülük
yapıyorlar, sürekli yalan söylüyorlar.
(Bilgenin anne ve babası şok olmuşlardır. Baba oradan geçmekte olan bir öğrenciye
bağırır.)
Baba: Çabuk bana oğlumun öğretmenini çağır, çabuk!
(Öğretmen acele ile eve gelir)
Bilge: (Hepsine birden) Siz hepiniz bu konuda suçlusunuz. Siz bir şeyler söylüyorsunuz ve
bir şeyler öğretiyorsunuz, bazı şeyleri açıklıyorsunuz, olması gerekeni söylüyorsunuz, ama
iş bunları uygulamaya gelince bunların tersini yapıyorsunuz. Eğer bütün bunların adı eğitim
ve öğretim ise ben böyle eğitim ve öğretim istemiyorum.
74
(Anne, baba ve öğretmen bilge çocuğun karşısında afallayıp kaldılar. Bir şey söyleyemeden
yutkundular. Başlarını bilgenin sözlerini onaylar şekilde salladılar)
Baba: Sevgili oğlum, sen bizim gözlerimizi açtın. Bu günden sonra sevgili oğlum, biz daima
Hakikat’i konuşacağız ve her ne konuştuk isek ise uygulayacağız. Düşüncelerimiz,
sözlerimiz ve davranışlarımız her zaman birbirleri ile uyumlu olacak!
-PERDE-
75
28- HAYVANLARIN DÜNYA KONFERANSI
1.Sahne. Dünyadaki tüm orman hayvanları İnsan hakkında bir konferans düzenleyerek
onun yaptığı haksızlıkları ve zulümleri tartışmak istemişlerdi. Ormanda geniş bir alanda bir
araya geldiler. Aslan toplantı başkanı olarak seçildi. Her bir hayvanı konuşma yapmak ve
fikrini söylemek üzere kürsüye çağırdı.
Aslan: Hepinize günaydınlar ve güzel sabahlar! Düzenlediğimiz bu Birinci Dünya Hayvanlar
Konferansına hepiniz hoş geldiniz. Bugün burada dünyadaki tüm büyük küçük ormanlardan
gelen ziyaretçilerimiz ve delegelerimiz bulunmaktadır. Afrika’dan, Asya’dan ve Avrupa
ormanlarından gelen ziyaretçilerimiz buraya hoş geldiniz. Biz burada hoşgörülü ve anlayışlı
hayvanlar olarak insanın iddialarını tartışmaya geldik. İnsan bu yaradılışın en tepesinde
olduğunu iddia ediyor ve bizlere efendilik yapmak istiyor. Dünya üzerindeki tüm hayvanların
kralı olduğunu iddia ediyor. Bugün burada biz insanın bu iddialarına karşı görüşlerinizi
dinlemek üzere toplanmış bulunuyoruz. Lütfen herkes kendi fikrini söylesin. İlk konuşmacı
olarak Bengal Kaplanını kürsüye davet ediyorum.
Kaplan: (mikrofona gelir ve başkanı selamlar) Dünyanı neresinden olursa olsun buraya
gelen ve gelmeyen bütün hayvanların gözünde insan büyük bir utanç kaynağı teşkil
etmektedir. İnsan her türlü zararlı şeyleri birbiri ile karıştırarak içki, sigara, uyuşturucu, esrar
gibi ölümcül zehirler kullanmakta ve bunları da keyifle yapmaktadır. Ayrıca bir de kendisinin
bu su katılmadık aptallığından gurur duymaktadır.
Aslan: Teşekkür ederiz kaplan, sanırım önemli bir noktaya temas ettin. Şimdi sırayı
Amerika’dan gelen aygıra/ata veriyorum.
At: İnsan çok alçak, adi, rezil, aşağılık, iğrenç ve hasis bir varlıktır. O atları ve köpekleri sivri
aletlerle dürterek ve kırbaçlarla kamçılayarak ölesiye koşmaya zorluyor. O, zavallı
hayvanları birbirleri ile vahşi, ahlaksız ve utanmaz bir şekilde dövüştürüyor ve bir de bunun
üzerinden kumar oynuyor. İnsan hayvanlar alemi için çok kötü bir örnek teşkil ediyor.
Aslan: Teşekkürler at arkadaş. Ben şimdi Burma’dan gelen file konuşma sırası vermek
istiyorum.
Fil: İnsan denilen bu hayvan karaktere sahip değil maalesef. Kendi hem cinslerini kandırıyor
ve tüm zamanını, enerjisini ve kaynaklarını kendi erkek ve kız kardeşlerini yok edecek
silahların yapımında kullanıyor. Tüm dünyayı yok edecek atom bombasını bile geliştirdi.
Defalarca bu silahı dünyanın üzerinde ve okyanuslarda patlattı. Dünyayı mahvedecek
olursa kendisinin de bu dünya üzerinde yaşamayacağının bile farkında değil. Kendi bindiği
dalı kesiyor. Fakat bu aptal ve açgözlü insan maalesef işte kendi aklını kaybetmiş gibi
davranıyor. Gözleri var ama görmüyor; kulakları var ama duymuyor.
Aslan: teşekkür ederim fil arkadaş. Şimdi de Tundra bölgesinden gelen tilki insan hakkında
birkaç söz söyleyecek.
Tilki: Biz hayvanların çiftleşmek için bir sezonumuz yani belirli bir zamanımız vardır. Fakat
bu ahlaksız insanın, ben söylemeye utanıyorum, çiftleşmek için ne belli bir dönemi ne de
76
herhangi bir sebebi var. O bütün engelleri ve sınırlamaları aşmış vaziyette yalnızca kendi
arzularının peşinden gidiyor ve hiçbir kural v.s. dinlemiyor. Onun kendi kendisine ait
kanunları var, ama maalesef bunlar biz hayvanlar için felaket anlamına geliyor.
Aslan: Teşekkürler, çok güzel konuştunuz. Ve şimdi söz sırası Amerikan Gorilinde!
Goril: Biz maymunlar için hareketli, yerinde duramayan, kıpırdak, aptal, hiperaktif ve sığ
beyinli gibi tabirler kullanırlar. Fakat insanın şu maymun zihnine bir bakar mısınız? Ne kadar
korkunç! İnsanın zihni aynı bir maymun gibi daldan dala atlıyor. Hatta insanın zihni normal
bir maymunun bile değil, ancak kendi gururunun ve egosunun sarhoşluğu içinde ve ayrıca
da kıskançlık ve açgözlülük akrebi tarafından sokulmuş olan bir maymunun davranışları ile
karşılaştırılabilir. Böyle bir maymunun nasıl davranışlar içinde olabileceğini siz gözünüzün
önüne getirin lütfen.
Aslan: Burada çok önemli bir noktaya değindiniz goril arkadaş. Ben şimdi bir sonraki
konuşmacıyı davet ediyorum. Sahra çöllerinden gelen deve arkadaş konuşacak.
Deve: Biz develer sıcaktan kavrulan çöllerde kaktüsleri ve çalıları yiyerek yaşarız. Biz
insana yardım ederiz ve çölleri aşmasını sağlarız. Onun çölleri geçebilmesi için gerekirse
günlerce su içmeden sürekli olarak yürürüz. Fakat şu insan kendisi su ve yiyeceği olduğu
halde sürekli olarak şehvet, para hırsı, açgözlülük ve kıskançlık dikenlerinden yiyor ve için
için kanıyor. Onun zihni susuzluğunu gidermek için Tanrı’ya olan susuzluğu pahasına
bakışını dünyevi susuzluklara çeviriyor. Ben eminim ki insanın iyiliği için çırpınan biz develer
insan denilen bu canavardan çok daha üstün varlıklarız.
Aslan: Teşekkürler, bay deve. Ben şimdi de huzurlarınıza günün son konuşmacısı olarak
Avusturalya zürafayı çağırıyorum.
Zürafa: İnsan bu dünya üzerinde toprağı, suyu ve havayı kirletti ve bir de bununla, yani
teknolojik gelişimle gurur duyuyor. Ormanları yok etti ve onun içinde yaşayan canlıları,
örneğin benim gibi hayvanların yaşamlarını olumsuz etkiledi. Bir kısmının nesli yok oldu.
Zaten eninde sonunda olacak olan da o, biz tüm hayvanların nesli tükenecek ve dünya
üzerinden yok olacağız. Tabii bunun sonunda o kendi kendisini de yok edecek. Öyle
davranıyor ki ne kendi iyiliğini ve geleceğini ne de diğer canlı varlıkların iyiliklerini ve
geleceklerini düşünüyor. O zaman nasıl oluyor da bu yaradılışın en üstün varlığı ve diğer
hayvanların kralı olarak nitelendirilebiliyor? Biz hayvanlar insandan çok daha iyiyiz. Biz bir
sonraki yiyeceğimizi nasıl ve nereden bulabileceğimizi bilmiyoruz. Bizim kendimizden emin
olduğumuz ve rahatça dinlenebileceğimiz kalıcı bir yerimiz yok. Bedenlerimizi örtmek için
derimiz dışında kullanabileceğimiz kumaş parçaları yok. İnsan bütün bunların hepsine
sahip, hatta bunlardan başka üstün duyulara, akla ve zekâya sahip. Ama işte kendisi ve
diğer canlı varlıklar için işi vardırdığı noktaya bakar mısınız? Biz hayvanlardan en aşağıda
olanımız bile bu insan denilen canavara göre Tanrı’nın çok daha fazla sevilen çocuğudur.
Aslan: Teşekkür ederim, tüm nazik ve hoşgörülü hayvanlar. Şimdi ben konferansta
konuşulan konuların kısa bir özetini yapmak ve bu konferanstan çıkabilecek sonuçları
toparlamak istiyorum. Ben insanı eleştiren bu genel eğilime tamamen katılıyorum. Onun
üstünlük iddiasına katılmadığınızı dile getirdiniz. Fakat ben bütün insanları aynı kaba
77
koymak istemiyorum. Bazı insanlar var ki içlerinde acımasız bir tabiata sahipler, bunlar
hayvanlardan çok daha kötüdürler. Fakat bazı insanlar vardır ki içlerindeki bu hayvansal, bu
kaba, bu gaddar ve zalim eğilimleri yenmiş ve onların üzerine çıkmışlardır. Bu insanlar bunu
muhakeme/sezgi/idrak/anlayış niteliklerini, ayırt etme güçlerini, her canlının İlahi ve kutsal
olduğunu anlayarak ona karşı hissettikleri İlahi sevgi ile ve tabi bağımlılıktan kurtulabilme
güçlerini kullanarak başarmışlardır. Bu sayede de gayet tabi başta biz hayvanların olmak
üzere tüm insanların ve tüm yaradılışın en üstünde yer almışlardır. Fakat zalim insanlar
bizlerden bizden herhangi bir hoşgörü beklememelidirler. Onlar bu dünya üzerinde yaşayan
en aşağı hayvandan bile çok daha aşağıdadırlar.
-PERDE-
78
29- KRAL SATHYAVRATHA
Sahne Arkası Sesi: Eski zamanlarda yaşayan çok ünlü ve Tanrı’ya tüm kalbi ile bağlı Kral
Harischandra Hakikat’e her ne olursa olsun, her ne pahasına olursa olsun bağlı kalmıştır.
Bu oyunda sembolik olarak gösterildiği üzere Kral Sathyavratha da aynı Harischandra gibi
asil ve büyük niteliklerini, Hakikat’e olan sevgisini ve başkalarına olan merhamet hislerini
tüm dünyaya göstermiş ve örnek olmuştur.
Kral çok defalar ispat ettiği gibi Doğru Davranış uğruna kraliyet hazinesini fakir ve ihtiyacı
olan vatandaşları için kullanmış ve hazineyi boşaltmıştır. Her zaman ve her yerde açık seçik
söylendiği gibi, ‘Her kim ki Doğru Davranışı korur, Doğru Davranışın kendisi de o kişiyi korur
ve eninde sonunda o kişi her şeyden galibiyetle ayrılır. Bu özdeyiş Kral Sathyavratha’nın
yaşamı örneğinde tam anlamı ile ispat edilmiştir.
1.Sahne:
(Sözcü/Tellak yüksek sesle bağırır): Yaşaın Sayın Majesteleri Kral Sathyavratha, yaşasın
kralımız.
Tellak: Duyduk duymadık demeyin hey ahali herkes beni dinlesin. Kralımızın bildirisini
herkes dinlesin. Yüce kral Sathyavratha şu şekilde halka ilan edilmesini istedi: “Halkımız
arasında açlığı ve fakirliği ortadan kaldırmak ve küçük esnafımızın ve tüccarımızın
üzerindeki ağır yükü hafifletmek yarından itibaren pazarda malını satamadığı için ailece acı
çeken ve aç kalan herkes bana gelsin. Ben kral olarak bu tüccarlara yardımcı olabilmek
amacı ile onların mallarını satın alacağım. Bu sayede tüccarlar rahat bir nefes almış
olacaklar. Bu hüküm yarından itibaren uygulanacaktır.”
Çok Yaşa Sayın Kralımız.
2.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Bir gün oyuncak ve süs eşyaları alıp satan fakir bir köylü krala
başvurarak elindeki eşyaları satamadığını beyan eder. Kral da vermiş olduğu sözü
tutabilmek için yanındaki memurlara emir vererek adamın mallarının satın alınmasını söyler.
Köylü: Sevgili Büyük Kralım, ben buraya yardımını istemeye geldim. Ben yaşlı ve fakir bir
adamım. Burada gördüklerin benim alıp sattığım mallardır. Sen ilan ettiğin için bu malları
satın alman için sana getirdim.
Kral: (bakanına dönerek) Sayın bakanım! Lütfen bu köylü arkadaşla ilgilenip mallara ne
kadar istediğine bakar mısın? Kendisi ile pazarlık yapıver ve mağduriyetini gidermeye
çalışalım olur mu?
(Bakan köylüye doğru yaklaşır, onunla fiyatı pazarlık eder ve sonunda cebinden bir miktar
para çıkartarak adama öder)
79
(Yaşlı Adam çok memnun olmuş vaziyette kralın önünde yerlere yatar ve teşekkürlerini
sunarak Kabul Salonundan dışarıya çıkar)
(Kralın bakanı yaşlı ve bilge bir kişidir. Krala tavsiyelerde bulunarak bu tür davranışların
kralın başına dertler açabileceğini söyler ve onu ikaz eder. Kralın bu uygulamasından
haksız bir şekilde faydalanmak ve rahat bir hayat yaşamak isteyen fırsatçıların
çıkabileceğini söyler. Kral da problem çıkabileceğinin farkındadır, fakat halka karşı verdiği
sözden dönmek düşüncesinde değildir. Ayrıca fakir ve muhtaç olan insanlara yardımcı
olabilmek adına yaptığı çağırıyı geri almayı planlamamaktadır)
Bakan: Sevgili Kralım! Size söylemek istediğimiz bazı şeyler var. Bizi cezalandıracağınız
korkusuna kapılmadan, yalnızca siz kralımızın iyiliğini düşündüğümüz konuyu size
açıklamamıza izin verir misiniz?
Kral: Sayın Bakanım, ben her zaman her şeyi sabırla dinlerim, bu endişe niye? Konuş
bakalım!
Bakan: Sevgili Kralım, Köylü ile ilgilenme şeklinizi ve ona yardım etme şeklinizi büyük
takdirle karşılıyorum. Ben de ülkemizdeki muhtaç ve fakir durumda olan insanlara çok
acıyorum. Fakat insanlara ilan yolu ile açıkladığınız şeyler hem çok tehlikelidir ve hem de
istismara/yanlış kullanıma çok açık olan şeylerdir. Sizin bu merhametli ve cömert
teklifinizden haksız şekilde yararlanmak isteyen ve kendini akıllı zanneden ve tilki gibi
açıkgöz olan kişiler ortaya çıkacaklardır. İnsanlar geçinebilmek için çalışacakları ve gayret
edecekleri yerde bunu bir fırsat olarak kullanarak kolay para kazanmak isteyeceklerdir.
Kral: Sayın Bakanım, ben de senin söylediklerine tamamen katılıyorum. Halka yardım
edebilmek amacı ile başlattığımız bu projenin problemlere yol açabileceğini görüyorum.
Fakat ben ülkemde her ne sebeple olursa olsun hiç kimsenin açlıktan ölmesini istemiyorum,
buna izin veremem. Bu bağlamda halka bunun için söz verdim ve sonuçları her ne olursa
olsun bu sözümü geri çekemem.
(İlerleyen günlerde bakanın da öngördüğü üzere insanlar kralın bu çağrısından ve
cömertliğinden haksız yere faydalandılar. Krallığın hazinesi giderek azaldı ve sonunda
tamamen boşaldı)
(Sabahın erken saatlerinde yani ’aşıklar’ saatinde kral ayağa kalkar ve abdestini almak
üzere nehre gider)
3.Sahne: Sathyavrata ellerini açarak sabah duasını yapmak üzereyken yakınındaki bir gölge
dikkatini çekti. Arkasını dönerek bakınca parlak bir ışık saçan çok güzel ve genç bir kızın
şehrin ana kapısından dışarıya çıkmakta olduğunu gördü.
Kral: (Kıza yaklaşarak) Lütfen bana kim olduğunuzu söyler misiniz? Sizin gibi genç bir kız
böyle erken saatte neden benim krallığımın başşehrini terk eder acaba?
Genç Kız: Sayın kralım, yoksa beni tanımadınız mı? Ben uzun zamandan beri sizin
krallığınızda ikamet etmekteyim. Ben Servet Tanrıçası’yım. Uzun zamandan beri sizin
80
krallığınızda olduğum için bir değişiklik yapmak istedim. Ben tabiatım itibarı ile bir yerde
uzun süre kalamam. Ayrıca siz sarayın içine eşyalar satın alıp toplayarak bana saygısızlık
yaptınız.
Kral: (Başını öne eğerek biraz düşündü ve sonra yine başını kaldırarak) Eğer gitmek
istiyorsan gidebilirsin. Ben ne senin yoluna çıkarım, ne de gitmene itiraz ederim.
(Genç kız yürüyüp gider ve uzaklaşır. O sırada şehrin kapısından çıkmakta olan başka bir
ışık parıltısı görülür)
Kral: Selamlar olsun sayın bayan! Siz kimsiniz ve böyle erken saatte nereye gidiyorsunuz?
Sizin vazifeniz nedir?
2. Genç Kız: Ben Hayırseverlik ve Merhamet Tanrıçası’yım. Beni tanımadınız mı? Servet
Tanrıçası burayı terk ettiğine göre ben nasıl burada kalabilirim? Buraya niçin kalmaya
devam edeceğim ki? Servet olmadan hayırseverlik olur mu?
Kral: Haklısınız efendim. Pekâlâ, siz de gidebilirsiniz. Ben sizin yolunuza çıkmayacağım.
(2. Genç Kız da yürüyüp uzaklaşır ve kral şehre doğru yürürken 3. Güzel kızı şehri terk
ederken görür.)
Kral: Güzel Kız, sen kimsin ve neden böyle acele ile şehri terk ediyorsun?
3.Genç Kız: Ben İyilik Tanrıçası’yım. Sosyal davranışlardaki iyilikleri temsil ederim.
Zenginlik, cömertlik ve hayırseverlik olmadan inşalar arasında iyi davranışlar nasıl
gerçekleşebilir ki?
(Kral yalnızca başını sallar ve İyilik Tanrıçasının da uzaklaşmasını seyreder)
(Kısa süre sonra kral elbisesine benzer kıyafet giymiş benzer bir kişi yani ‘Şan ve Şöhret’ de
kapıdan çıkarken görülür. Kral ona yaklaştığında şöyle açıklar)
Şöhret: Diğer üçü buradan gittiğine göre ben nasıl burada kalabilirim? Ben Şan ve Şöhretim.
Zenginlik, hayırseverlik ve mutlu bir sosyal yaşam yoksa Şöhret de orada yaşayamaz. Sayın
kralım, ben de gidiyorum.
Kral: Haklısın, ben sana da karşı çıkmayacağım.
(Bu arada çok büyük bir parıltı ile parlayan bir kişi sarayın çıkış kapısına gelir)
Kral: Saygıdeğer Bayan! Sizin parıltınız benim gözlerimi kamaştırıyor. Lütfen bana kim
olduğunuzu söyler misiniz? Neden benim krallığımı terk ediyorsunuz?
5.Genç Kız: Ben Hakikat’im.
(Bunun üzerine kral alt üst olur. Hemen genç kıza yalvarmaya başlar)
Kral: Saygıdeğer Bayan, lütfen geri dönün. Benim krallığımı terk etmeyin. Eyvahlar olsun,
eğer Hakikat benin krallığımı terk edecek olursa başımıza çok kötü şeyler gelir. Ben size
81
yalvarıyorum, lütfen benim halkımı ve krallığımı terk etmeyin. Sizin kaybınız ülkemizde tamir
edilemez bir hasar bırakacaktır. Siz giderseniz artık yaşam bizim hepimiz için yaşanmaya
değer olmayacaktır.
Hakikat. Ey kral, senin sözlerin büyük bir samimiyet içeriyor. Ben bu sözlerden çok
etkilendim. Benim burada olmamdan ötürü senin çok mutlu ve memnun olduğunu
görüyorum. Eğer böyle söylüyorsan ben seni yüz üstü bırakmayacağım.
(Bu arada kral Hakikat’in ayaklarına kapanmıştır ve Hakikat de konuşurken kralın
omuzlarına dokunmaktadır)
(Bunları söyledikten sonra Hakikat arkasını döner ve krallığa geri gider)
Şöhret: Ben ancak Hakikat’in olduğu yerde yaşayabilirim, o yüzden ben de geri dönüyorum.
(Bu sırada Hayırseverlik ve Servet Tanrıçaları da krallığa geri dönerler ve krallık tekrar
gelişir ve refaha kavuşur. Diğer tüm Tanrıçalar da krala dönerek şu beyanda bulunurlar)
Hepsi beraber: Sayın kralım, Hakikat sizinle birlikte kalmaya karar verdiği için bizler hepimiz
geri geldik, çünkü bizler onlar olmadan yaşayamayız.
Yaşasın Kral Sathyavratha!
-PERDE-
82
30- İYİ NASİHATA KULAK VERİN
Karakterler:
Boodhoo - Dokumacı,
Bansi Boodhoo’nun eşi
Peri
Boodhoo’nun arkadaşı
4-5 köylü
1.Sahne:
Boodhoo kulübesinin dışında durmakta ve ahşaptan yapılma dokuma tezgâhında kumaş
dokumaktadır. Öğle saati olmuştur ve içeriye yemek yemeye girer. Yere oturur ve karısının
yemek getirmesini bekler. Karısı ocağın başında yemeği pişirmektedir.
Boodhoo: Bansi, ne zaman bana yemek vereceksin? Ben çok acıktım. Lütfen biraz acele et.
Akşama kadar elimdeki işi bitirmem lazım.
Bansi: Bana emir vermeyi kes. Sen kendin zaten aptal ve elleri yavaş bir dokumacısın. Bir
sariyi dokuman kaç gün sürüyor? Bana acele etmemi söyleyeceğine neden sen kendin biraz
hızlanmıyorsun?
Boodhoo: Neden böyle sürekli olarak söyleniyorsun, mızmızlanıyorsun ve şikâyet
ediyorsun? Benim yalnızca iki elim var ve olabildiğim kadar hızlı çalışıyorum. Senin
ihtiyaçlarını karşılayacak kadar eve para getiriyorum. Bana dırdır edip başımın etini yemeyi
kes ve insana biraz rahat ver!
(O sırada kulübenin dışında büyük bir gürültü duyarlar. Dışarıya fırladıklarında ağacın
kocaman bir dalının dokuma tezgâhının üzerine düşmüş olduğunu ve tezgâhın kırılarak
ortadan ikiye bölündüğünü görürler.
Bansi: (yüksek sesle ağlayarak) Amanın! Amanın! Yetişin! Bizim dokuma tezgâhımız kırıldı.
Şimdi ne yapacağız? Yenisini alacak paramız yok ki?
Boodhoo: Tamam, tamam, her şey yolunda. Hiç merak etme. Ben gidip biraz odun
toplayacağım ve yeni bir tane dokuma tezgâhı yapacağım, sen üzülme.
Bansi: Ne, senin gibi bir aptal yeni bir dokuma tezgâhı mı yapacak? Hiç sanmıyorum.
(Boodhoo elinde bir balta ile ormana gider. Bir pelesenk ağacının yanına gider ve onun
dallarını kesmeye hazırlanır. Tam baltasını kaldırdığı anda birden bir peri meydana çıkar ve
tatlı bir sesle kendisine seslenir)
2.Sahne:
Peri: Lütfen yapmayın sevgili arkadaşım. Lütfen bu ağacı kesmeyiniz. Ben burada
çocuklarımla beraber senelerce yaşadım. Burası bizim evimizdir.
83
Boodhoo: (şaşırmış vaziyette) Siz kimsiniz acaba?
Ağaç Perisi: Ben bir periyim.
Boodhoo: Faka tsevgili peri, ben ormana biraz odun kesmeye geldim. Yeni bir dokuma
tezgahı yapmam gerekiyor. Yoksa benim karım bana çok kızar ve bağırır.
Peri: Peki o zaman, benden herhangi bir şey dile, ben de onu yerine getireyim. Fakat bu
ağacı kesme!
Boodhoo: Bir dilek mi? Ne dilersem öyle mi? Vay canına. Ben eve gidip eşime bir sorayım.
Ondan sonra buraya senin yanına gelir ve dileğimi söylerim olur mu?
(Boodhoo eve gitmek üzere yola çıkar. Yolda bir arkadaşına rastlar. Bu arkadaşı çok iyi bir
insandır ve her zaman iyi tavsiyelerde ve öğütlerde bulunmaktadır)
Boodhoo: Merhaba arkadaşım! Bana bir peri tarafından bir dilekte bulunmam istendi. Ne
dilekte bulunsam acaba?
Arkadaşı: Bir peri ve ne dilerse dile, öyle mi? Sen ne kadar şanslısın! Neden güzel bir ev ve
hayatın boyunca seni ve karını rahat yaşatmaya yetecek kadar bir para istemiyorsun?
Boodhoo: Aaaa, bu çok iyi bir fikir! Fakat ben gidip karıma da danışmalıyım.
Arkadaşı: Sakın öyle bir hata yapayım deme! Onun gibi bencil bir insana ne istediğini sorma
kesinlikle! O senin başını derde sokacaktır.
Fakat Boodhoo buna rağmen eve geri döner ve karısına sormaya karar verir.
3.Sahne:
Boodhoo’nun evinin içinde.
Boodhoo: Bansi, çabuk buraya gel lütfen!
Bansi: Evet, ne istiyorsun?( O sırada mutfakta bulaşık yıkamaktadır)
Boodhoo: Ben ormanda ağaç keserken bir peri ile karşılaştım. Neredeyse perinin içinde
yaşadığı ağacı kesiyordum. Birden ortaya çıktı ve bana o ağacı kesmememi söyledi. Bunun
karşılığında da bir dileğimizi yerine getirme sözü verdi. Söyle bana Bansi, ne isteyelim?
Bansi: (bir yandan bulaşıkları yıkamaya devam eder) Birincisi elin bomboş gelmişsin, ikincisi
saçma sapan konuşuyorsun. Neden o sevgili perine sana bir çift kol daha ve bir baş daha
vermesini istemiyorsun, bu sayede belki daha hızlı çalışırsın? Ancak senin gibi aptallar
perilere inanırlar ve onlardan bahsederler.
Boodhoo: (kendi kendine düşünür) Evet karımın tavsiyesi kesinlikle arkadaşımın
tavsiyesinden çok daha iyi gözüküyor. Çok sayıda insanın rahat evleri ve paraları var. Fakat
ben bugüne kadar hiçbir yerde dört kolu ve dört eli, ayrıca da iki başı olan bir kişi görmedim.
(Böyle diyerek tekrar ormana geri döner)
84
4.Sahne:
(Orman)
Boodhoo: (Mutlu bir şekilde seslenir) Ey sevgili peri lütfen benim dileğimi yerine getirir
misin? Bana fazladan iki kol ve iki el daha ve ayrıca da bir baş daha verir misin? O zaman
ben senin ağacını kesmem.
Peri: Tamam sen nasıl istersen!
(Peri eline sihirbaz değneğini alarak birkaç sihirli sözcük söyler. Abrakadabra! Abrakadabra!
Senin için ekstra bir çift kol ve ekstra bir baş istiyorum. Hooop Boodhoo anında fazladan
kollara ve fazladan bir başa sahip olur. Gayet mutlu olmuştur ve hemen eve doğru yola
çıkar. Yolda herkes ona bakmaktadır)
5.Sahne:
(Eve geri döner)
Boodhoo: Bansi ben geldim. Artık dört elim ve iki başım var. Tam senin istediğin ve bana
periden istememi söylediğin gibi! Şimdi mutlu musun?
Bansi: (korku içinde geri çekilerek) Hi, Aman Allahım! Bu bir canavar! Sen tam bir canavara
benzemişsin. Ben senin gibi bir mahlûkla nasıl yaşarım?
(Bunları söyledikten sonra Bansi kulübeyi terk ederek kaçar gider. Bu arada evin dışında 45 köylü toplanmıştır.)
1.köylü: Ben demin dört elli ve iki başlı bir kötü ruh gördüm, dokumacının evine gidiyordu.
2.köylü: Bizim bu kötü ruhu öldürmemiz lazım, yoksa bize zarar verebilir.
(Hepsi birden ellerine sopalar ve demir çubuklar alarak dokumacının evine giderler. Kapıyı
çaldıklarında kapıyı Boodhoo açar.)
Köylüler: İşte burada. Burada kötü bir ruh var, onu hemen öldürün.
(Zavallı Boodhoo’ya vurarak onu öldürürler. O sırada Boodhoo’nun arkadaşı karışıklığı
duyarak oraya gelir)
Arkadaş: Eyvahlar olsun! Zavallı Bandoo! Keşke iyi tavsiyeyi dinleseydi. Kötü tavsiyeye
kulak verdi ve bak bu onun sonu oldu.
-PERDE-
85
31- ANNE VE BABA ÇOK KUTSALDIR
Sahne Arkası Sesi: En büyük bilge ve karısı dağlarda birlikte yaşamaktadırlar. Başka bir
bilge olan Narada da onların olduğu yere gelir.
Narada: Sayın bilge, size selamlar getirdim. İkinize de selamlar olsun!
Bilge: Sevgili Narada, benim evime gel! Seni bugün buraya ne getirdi?
Narada: Beni affedin Efendim, ben şehirden size çok değerli bir meyva getirdim. Ben o
meyveyi eşinize takdim edeceğim ve o meyveyi çok akıllı ve zeki olan bir değerli insana
vermesini isteyeceğim. Benim tek dileğim budur.
Bilgenin eşi: Peki öyle olsun, Narada. Ama bu en değerli insanı bulma işini benim kocamdan
başkası yapamaz.
(Başını öne eğerek ve ellerini birleştirerek kocasını selamlar)
Bilge: Pekâlâ öyle olsun. Narada, sen tam zamanında geldin. Ben de benim bin adet
müridim için bir lider arıyordum. Bu lider hem işinin ehli ve hem de son derece becerikli
olmalı.
Narada: Sevgili efendim, böyle bir liderde aradığınız özellikler nelerdir?
Bilge: Bu müritlerin lideri büyük bir akla ve zekâya sahip olmalıdır. Çok merhametli ve
hayırsever/yardımsever olmalıdır. Ayrıca çok iyi huylu, tatlı, sevecen ve sakin bir tabiatı
olmalıdır. Herkesin gönlünü fethetmelidir ve herkes tarafından saygı görmelidir.
Narada: Beni affedin Efendim. Ben bu bahsettiğiniz özelliklere sahip, herkesin sayıp büyük
hürmet ettiği iki kişi tanıyorum. Bunlar sizin iki oğlunuzdur. Gajanana ve Subramanya’dır.
Onlar sizin müritlerin lideri olabilmek için biçilmiş kaftandırlar.
Bilge: Evet haklısın. Her ikisi de bu iş için değerli ve uygundur. Gerekli zekâya sahiptirler.
Siz ne dersiniz sevgili eşim?
Bilgenin Eşi: Sevgili Efendim, ben her hâlükârda Gajanana ve Subramanya ile gurur
duyuyorum. Onlar bu dünya üzerinde herkesin takdirini kazanmışlardır. Bu yaşadığımız
yerde çevremizde olan herkes o ikisi için bize her zaman övgülerini ve hayranlıklarını dile
getirmişlerdir. Onların her ikisi de lider olmak üzere uygundurlar.
Bilge: Haklısın sevgili eşim. Fakat ben içlerinden yalnızca birini seçebilirim. Onları imtihan
etmekten ve bu imtihan sonucunda birisini seçmekten başka bir çaremiz yok. Bakalım
hangisi kazanacak. Lütfen bana her ikisini de çağırır mısın?
(Bilgenin eşi gider ve iki oğlu ile birlikte geri döner. Her iki oğul da içeriye girdiklerinde anne
ve babalarını selamlarlar ve onların ayaklarına kapanarak saygı gösterisinde bulunurlar)
Bilge: Oğlum Subramanya ve oğlum Gajanana bana doğru yaklaşın lütfen. Ben size bir
görev vereceğim. Sizden elinizden gelenin en iyisini yapmanızı istiyorum. Bu görevi ilk
86
yerine getiren hem Narada’nın getirdiği meyveyi alacak ve hem de benim bin müridimin
lideri olmaya hak kazanacak. Yapmanızı istediğim iş şöyle. Sizden Bhooloka
tapınağının(Güney Hindistan’da Tamil Nadu’da Chimbaram şehrinde bulunan ünlü tapınak)
etrafında üç kez dönmenizi ve geri gelmenizi istiyorum. Bu işi yapılabilecek en kısa sürede
tamamlayacak olan yarışı kazanacaktır. Ben her ikinizi de kutsuyorum.
Subramanya: (öne doğru eğilerek) Sevgili babacığım, bizim için ortaya koyduğun bu
yarışma adil bir yarışmadır. Biz de bunu kazanmak için tüm gücümüz ile gayret edeceğiz.
Ben bu yarışmada hızlı gidip gelebilmek için benim atımı kullanacağım. Bhooloka etrafında
hızlıca üç tur attıktan sonra çabucak geri gelip yarışmayı kazanacağım. Lütfen benim için
dua edin. (Böyle diyerek hemen atına atlar ve dörtnala yola çıkar)
(Gajanana sahnede tek başına kalmıştır. Gajanana binek hayvanı olarak yalnızca bir eşeği
olduğu halde hiç acele etmemektedir. Oturmuş kızartılmış tatlısını yemektedir. Bugün gören
anne ve babası ona yaklaşırlar)
Bilge: Gajanana oğlum sen niye burada oturuyorsun? Ağabeyinle yarışman gerekmiyor mu?
Gajanana: Sevgili anne ve babacığım. Ben şimdi sizin etrafınızda üç kez döneceğim.
(Ayağa kalkar ve anne babasının etrafında üç tur atar.) Ey sevgili anne ve babacığım, ben
görevimi tamamladım.
(Sonra da Narada’nın yanına gider)
Gajanana: Sevgili Narada. Sen bilgesin ve tecrübeli bir insansın. Bir insan için en kutsal ve
en çok saygı duyması gereken kendi anne ve babası değil midir? Onlar bize bir beden
verdiler. Bu öyle bir beden ki içinde en Yüce Varlık ikamet etmektedir. Bu yüzden de kutsal
metinlerde şu şekilde beyan edilmemiş midir, “Anne babana her ne pahasına olursa olsun
saygı göster ve asla onların kalbini kırma!” Bizler bu sözleri yalnızca bir papağan gibi
tekrarlamamalı fakat uygulamaya koymalıyız. Bu tartışılmaz bir Hakikat’tir ve bizler bu
Hakikat’i yaşamımızda en önemli bir ibadet gibi uygulamalıyız.
Narada: Ey Gajanana, senin bu zekân gerçekten eşsiz. Senin bu söylediklerin tamamen
doğrudur. Bir insanın anne ve babası en yüksek derecede saygı ve hürmeti hak etmektedir.
Sen gerçekten manevi açıdan çok üstün bir seviyedesin.
Gajanana: (anne ve babasının yanına döner) Ben zihnimde tamamen siz olduğunuz halde
üç kez etrafınızda dönerek görevimi tamamlamış bulunuyorum.
Bilge: Sevgili Gajanana ayağa kalk lütfen. Ben senin söylediğin sözlerden ve yaptığın
davranışlardan çok memnun ve bahtiyarım. Bizlere kalbindeki bilgeliğin ne kadar büyük
olduğunu şüphe götürmeyecek şekilde ispatladın. Senin manevi bilgi seviyen gerçekten çok
derin ve eşi benzeri olmayan seviyede imiş. Senin cesaretin, sağlam ve içten inancın, saf
düşünce kabiliyetin ve gözü pek davranışların seni bir kahraman seviyesine yükseltmekte
ve çok büyük yeteneklerle donatmaktadır. Sen bu davranışların ile size verdiğim görevi
87
büyük bir ayırt etme gücü ve öngörü/basiret ile tamamladın. Bu andan itibaren seni benim
bin adet müridimin lideri ve başkanı olarak tayin ediyorum. Senin adın bundan sonra
Ganapathy ve ya Ganesha olarak anılacaktır. Ve işte burada da vermeye söz verdiğim
meyveyi sunuyorum.
Herkes birden: Çok yaşa Ganesha! Yaşasın Ganapathy!
(Bu sırada Subramanya da gelmiştir ve o da bu kutlamalara katılır)
-PERDE-
88
32- HEMŞİRE TERESA’NIN VERDİĞİ MESAJ
Giriş:
Sahne Arkası Sesi: Ülkenin en büyük yöneticilerinden Başkan Nehru Yeni Delhi’de bir açılış
sırasında Hemşire Terasa hakkında şu beyanlarda bulunmuştur. ‘Ey kutsal anne! Senin bize
yaptığın asil davranışları anlatmana gerek yok. Sen bugüne kadar kendi güzel kokusunu
anlatan bir gül gördün mü? Güneşi bizlere ne kadar parlak ışık gönderdiğini anlattığını hiç
işittiniz mi? Onlar kendi kendilerini aşikâr ederler ve ortaya koyarlar. Senin bu yaptıklarının
seviyesine dünyada ne bir kral ne de bir başbakan ulaşamaz. Sen hepimizin çok çok
üzerindesin. Lütfen benim saygılarımı ve hürmetlerimi kabul buyurun!’
Hemşire Teresa insanlığa ait bir kişi idi. O merhametin ve sevginin somut hale gelmiş şekli
idi ve hayatı boyunca gördüğü her şeyde İlahi Varlığı görüyor ve O’na hizmet etmek
istiyordu. Onun aldığı ödüllerin sayısı o kadar çok ki sayılamıyor. Nobel Ödülü, Bharat
Ratna Ödülü, Amerika Başkanlı özgürlük madalyası, Bharat ki Mahan Suputri ödülü, Leo
Tolstoy Uluslar arası Ödülü v.s. Toplamda 50’den fazla prestijli ulusal ve uluslar arası ödül
kazanmıştır. Ancak buna rağmen Tanrı’nın alçakgönüllü ve sadık bir hizmetkârı olarak
çalışmaya ve hizmet etmeye devam etmektedir.
Bugün sizlere bu büyük bilge insanın yaşamından bir kesit sunmaya çalışacağız. Bu bakış
bizlere insanın kardeşliği hakkında, insana hizmetin Tanrı’ya Hizmet olduğu hakkında, Tanrı
vizyonu hakkında örnek olmakta ve önümüze ışık tutmaktadır. Hemşire Teresa gerçekten
tüm kalbi ile dünyada tek bir din olduğuna ve onun da sevgi olduğuna inanıyordu. Topluma
hizmete başladığında toplumun birçok kesiminden çok tepki görmüştü. Bugün öğrencilerimiz
sizlere bunlardan bir tanesini canlandıracaklar.
1.Sahne: (Kailghat şehir Kalküta, Hindistan. Sahneye birkaç rahip gelirler. Çok öfkeli
gözüküyorlardır)
1.rahip: Kardeşlerim, beni iyi dinleyin. Bu Hemşire Teresa bizim hepimizi yok edecek. Bizim
Kali tapınağına yakın bir yerde Nirmal Hriday(Saf Kalpli Olanların Evi) adında bir huzur evi
açmak üzere. Burada ölmek üzere olan kişilere ve çok hasta olan kişilere yardım
edecekmiş. Yoksul insanlara hizmet verecekmiş. Haydi gidip beraber Nirmal Hriday’a
gidelim ve hemşireye burayı kapatmasını söyleyelim.
(Hep beraber Nirmal Huzurevine doğru yürümeye başlarlar)
2.Rahip: Biz bu kötü insanı bu ülkeden kovmalıyız. Yaptığı tek şey aramızda problemler ve
huzursuzluklar çıkarmaktır. Onu buralardan söküp atalım.
(Hemşire Teresa onlara doğru yürümeye ve onları durdurmaya çalışır)
1.rahibe: Sevgili Anne, lütfen oraya doğru gitme.
2.rahibe: Çok kızgın ve öfkeli gözüküyorlar. Korkarım ki sana zarar verebilirler.
89
3.rahibe: Bizim sana ihtiyacımız var anneciğim. Eğer sana bir şey olacak olursa bu yoksullar
ile kim ilgilenecek?
4.rahibe: Tanrı sana çok kutsal ve önemli bir görev verdi. Lütfen sen arka planda kal.
Hemşire Teresa: Benim görevim yoksullukla mücadele etmek ve onların acılarını
dindirmeye çalışmaktır. Bu bağıran kişilerin kendileri de yoksul ve zavallı durumdalar. Ben
gidip onlarla konuşacağım. Eğer onlar bana zarar verecek olurlarsa ben mutlu olacağım,
çünkü Tanrı’nın bana verdiği görevi yaparken ölmüş olacağım.
(Böyle der ve onlara doğru yürümeye devam eder)
3.rahip: İşte burada bize doğru geliyor. Haydi gelin onu utandıralım.
Hemşire: Sevgili kardeşlerim, siz benim burayı terk etmemi istiyorsunuz. Anladığım kadarı
ile karşılıklı konuşmadan ve sohbet etmekten pek hoşlanmıyorsunuz. Ben size şunu
bildirmek istiyorum. Ben kötü bir Hindu’yu iyi bir Hindu, kötü bir Müslüman’ı iyi bir Müslüman
ve kötü bir Hristiyan’ı iyi bir Hristiyan yapmaya gayret ediyorum. Hindu’ların ve
Müslümanların dinlerini değiştirip Hristiyan olmalarına gayret etmiyorum. Ben fakirler
arasında en fakirlere yardım etmeye çalışıyorum. Eğer beni yok etmek istiyorsanız lütfen
bunu da sessizce yapın ve buradaki hastaları rahatsız etmeyin.
1.rahip: Benim beynim artık çalışmıyor. Ben böyle cesur ve iyi bir insana karşı nasıl el
kaldırabilirim? Neler oluyor burada?
2.rahip: Ben gözlerinde ışık görüyorum. Çok asil bir insana benziyor. Kim ondan nefret
edebilir ki?
3.rahip: Arkadaşlar, haydi biz geri dönelim ve Nirmal Hriday’i rahatsız etmeyelim. Ben
kendimden utanıyorum.
2.Sahne:
(Hemşire Teresa arkadaşı rahibe ile beraber dua etmektedir)
Hemşire Teresa: (Yüksek sesle şöyle dua eder) Lütfen beni senin verdiğin huzuru ve sevgiyi
dağıtan bir enstrüman haline getir.
Hemşire Teresa: Sevgili çocuklar lütfen başkalarının size yaptığı kötülükleri ve verdikleri
zararları hemen unutmaya çalışın. Bunun yerine sizin başkalarına yaptığınız kötülükleri
hatırlamaya ve unutmamaya çalışın. Bundan başa bir de sizin başkalarına yaptığınız
iyilikleri hemen unutmayı öğrenin. Şunu daima hatırlayın ki eylemi yapan siz değilsiniz, O
sizin kanalınız ile hizmet görmektedir. Sizler yalnızca O’nun bir enstrümanısınız. Çalışmak
ibadettir ve görev de Tanrı’ya ulaşmaktır. Ayrıca sizin başkalarına yaptığınız kötülükleri ve
başkalarının size yaptığı iyilikleri de her zaman hatırlamaya ve onlara minnettar olmaya
çalışın.
90
(Bir rahip sahneye gelir)
1.rahibe: Siz kimsiniz?
2.rahip: Rahibe, lütfen hemen Hemşire Teresa’yı görmem gerekiyor.
1.rahibe: Umarım yine sorun çıkarmaya gelmediniz.
1.rahip: Hayır kız kardeşim. O gün olanlardan ötürü çok özür dileriz.
(Rahibe hemen gidip Hemşire Teresa’yı çağırır)
1.rahibe: Anne, geçen gün gelip sorun çıkaran rahiplerden birisi sizi görmeye gelmiş
dışarıda bekliyor.
Hemşire Teresa: Lütfen onu hemen içeriye davet eder misin?
(Rahip Hemşire Teresa’nın odasına girer, gözlerinde yaşlar vardır)
1.rahip: Beni hatırlarsınız birkaç gün önce buraya sizi tehdit etmeye gelenlerden birisi idim.
Lütfen benden çekinmeyin. Ben size bir itirafta bulunmaya geldim. Sevgili hemşire ben
tüberküloz hastasıyım ve durumum da her geçen gün daha da ağırlaşmakta. Ailem beni terk
etti ve benim tedavi olacak param maalesef hiç yok. Size yalvarıyorum sevgili kız kardeşim,
lütfen bana acıyın ve beni de yoksullar evinize kabul edin.
Hemşire Teresa: Tabii seni tanıyorum kardeşim. Ben seni o gün sorun çıkarmaya gelen
birisi olarak değil Tanrı’nın bakıma ve yardıma ihtiyacı olan bir çocuğu olarak hatırlıyorum.
Benim için hiç kimse düşman değildir. Ben Tanrı’yı karşılaştığım herkesin içinde görmeye
çalışıyorum. Sayın rahibe kardeşlerim, lütfen arkadaşımıza yol gösterin ve ona temiz
çarşaflı bir yatak verin. Onun her türlü ihtiyacını karşılamaya gayret edelim. Sevgili kardeşim
lütfen onlarla birlikte gidin. Onlar sizinle ilgilenecekler, size bakacaklar ve sizi iyileştirecekler.
Tanrı sizi kutsasın.
3.Sahne:
(Bir yıl sonra. Rahip mutlu bir şekilde sahneden içeriye girer)
1.rahip: Sevgili arkadaşlar, size Hakikat’i söyleyeyim. Ben yıllardan beri ibadet etmekte
olduğum Tanrıça Kali’yi Hemşire Teresa’nın şahsında buldum. O insan gerçekten çok kutsal
bir insan. Nirmal Hriday’da gördüğüm tedavi ve sevgi sayesinde tamamen iyileştim. Ben
şimdi tamamen değişmiş bir insanım.
(Bütün rahipler hep beraber Hemşire Teresa’ya giderler ve kapısını çalarlar)
Hemşire Teresa: Hoş geldiniz sevgili kardeşlerim.
91
2.rahip: Sevgili Hemşire, lütfen bizi affedin. Biz geçen sefer büyük bir günah işledik ve size
saldırmak istedik. Bizler hepimiz büyük günahkârlarız. Lütfen bizleri affet ve bizim için dua
et.
Hemşire Teresa: sevgili oğullarım, bu dünyada benim gözümde hiç bir günahkâr yoktur.
Hepimiz Tanrı’nın çocuklarıyız. Bana göre hiç kimse günah işlememiştir ve bu yüzden de
özür dilemesine gerek yoktur. Nirmal Hriday’ın kapıları her zaman her isteyene açıktır.
Lütfen benim vermek istediğim şu alçakgönüllü mesajı her zaman hatırlamaya çalışın:
Sessizliğin meyvesi Dua’dır
Dua’nın meyvesi İnanç’tır.
İnancın meyvesi Sevgi’dir.
Sevginin meyvesi Hizmet’tir.
Ve Hizmet’in meyvesi Huzur’dur.
-PERDE-
92
33- DİLİN DOĞRU KULLANILMASI
Sahne Arkası Sesi: Dilin diğer duyu organlarından farklı olarak iki ayrı görevi vardır. Bunlar
konuşmak ve tat almaktır. Maalesef biz dilin bu iki fonksiyonunu da kötüye kullanıyoruz ve
başımıza birçok problem alıyoruz. Bu problemler de sonradan bizi mahvoluşa götürüyor. Bu
yüzden Tanrı’nın bize bahşetmiş olduğu bu hediyeyi kullanırken çok dikkat etmeliyiz.
Karakterler:
Nityananda - Bilge
Sandeep – Öğrenci
Köylüler(7 kişi) - altı erkek ve bir bayan
Manoharan - Yumuşak kalpli bir köylü
1.Sahne:
(Nityananda ve Sandeep sahneye girerler)
Nityananda: Sandeep, nehrin kıyısına geldik ama ortada bizi karşıya geçirecek hiçbir
kayıkçı yok.
Sandeep: Efendim, sizi davet etmiş olan zengin kişi sizi karşı kıyıda bekliyor. Saat ilerledi ve
ayrıca hava da kararmak üzere.
Nityananda: İşte bir köylü buraya doğru geliyor. Ondan yardım isteyelim.
Sandeep: Sevgili arkadaş acaba bize karşı kıyıya geçmemiz için yardım edebilir misiniz?
Manoharan: Benim bir kayığım yok maalesef. Fakat ben ırmağın sığ ve geçilebilecek bir
bölgesini biliyorum. İsterseniz sizi omzumda birer birer karşıya geçirebilirim.
Nityananda: Öyle mi ne kadar naziksiniz. Önce benim öğrencimi lütfen karşı kıyıya geçirin.
Sonra beni geçirirsiniz.
(Manoharan Sandeep’i omuzlarına alır ve öbür kıyıya geçirir)
(Manoharan geri gelerek Bilge’yi omuzlarına alır ve karşı kıyıya geçirir)
Bilge: Manohar, sana çok teşekkürler ediyoruz ve seni kutsuyorum.
Manohar: Sandeep, sana bir şey söylemek istiyorum. Ben sırtımda her zaman bir ağırlık
hissederdim. Fakat ben sayın bilgeyi taşırken hiçbir rahatsızlık hissetmedim. Sırtımdaki
ağırlık tamamen gitmişti. Fakat bilge omuzlarımdan indikten sonra o rahatsızlık tekrar
nüksetti.
(Bundan sonra Manohar evine gider)
Sandeep: Saygıdeğer öğretmenim, Manohar’ın ne demek istediğini ben anlayamadım. Bana
açıklayabilir misiniz?
93
Bilge Nityananda: Manohar sırtında geçmiş zamanlarda işlediği günahların yükünü taşıyor.
Beni sırtında taşırken o yük geçici olarak azaldı ve kendisi çok rahatlamıştı. Ben sırtından
indikten sonra günahların ağırlığı tekrar omuzlarına yüklendi.
Sandeep: Yani o bir günahkâr mı?
Nityananda: Evet doğru.
Sandeep: Efendim biz bizi bekleyen adamın evine geldik.
2.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Bilge ve öğrencisi zengin adamın evine varırlar. Ertesi gün Sandeep
geride bir şey unuttuğu için Manohar’ın köyüne geri döner ve tekrar karşıya geçer. Sonra
tekrar bilgenin yanına döner. Sonra aradan oldukça fazla zaman geçer. Beş yıl sonra bilge
ve öğrencisi Sandeep yine aynı köye gelip karşı kıyıya geçmek isterler. Kendilerini karşıya
geçirmesi için tekrar Manohar’ı ararlar.
Sandeep: Sayın öğretmenim, ilerde bize doğru gelmekte olan bir karı koca var. Ben gidip
onlara Manohar’ın nerede olabileceğini sorayım.
(Evli çift sahneden içeriye girerler)
Sandeep: Acaba Manohar’ı tanıyor musunuz?
Evli çift: Aaa, o günahkarı mı? Tabii tanıyoruz, ama onu hiç sevmiyoruz.
(Yaşlı bir adam sahneden içeri girer)
Yaşlı Adam: Saygıdeğer Efendim, size sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sandeep: Efendim siz acaba Manohar’ı tanıyor musunuz?
Yaşlı Adam: O günahkâr Manharan mı? Biz o adamla hiç konuşmayız ki?
(Yaşlı adam yürüyüp yoluna gider. Bu sefer genç bir adam sahneye girer)
Sandeep: Arkadaşım bize yardım edebilir misin? Manoharan bu köyde mi yaşıyor?
Genç Adam:(Yüksek sesle) Evet, evet. Ben onu dün gördüm. Ancak o bir günahkâr, bence
ondan uzak durun.
Bilge Nityananda: Sandeep bak, Manoharan işte şurda ilerde duruyor. Haydi gel ona doğru
yürüyelim.
Manoharan: Sayın bilge sizi saygı ile selamlıyorum.
Bilge Nityananda: Merhaba Manoharan. Omuzlarındaki o yük ne oldu, anlatır mısın?
94
Manoharan: Teşekkür ederim efendim. Sizi beş yıl önce sırtımda taşıdıktan sonra
omuzlarımda taşıdığım yük yavaş yavaş azalmaya başladı. Şu anda omuzlarımdaki yük
tamamen yok oldu ve ben çok mutluyum.
Sandeep: Efendim bana Manoharan’ın omuzlarındaki yükün nasıl azaldığını ve günahlarının
yükünden nasıl kurtulduğunu açıklayabilir misiniz?
Bilge Nityananda: Olay aslında çok basit. Onun omuzlarındaki o ağır günah yükü köydeki
insanların ve senin omuzlarında eşit olarak paylaşıldı. Aslında senin omuzlarına düşen
günah yükü diğerlerine göre çok daha fazla.
Sandeep: (Üzgün vaziyette) Anlayamadım efendim. Benim omuzlarımda mı? Benim onun
günahları ile ne gibi bir alakam olabilir? Lütfen açıklar mısınız? Ben çok rahatsız oldum.
Bilge Nityananda: Beş yıl önce biz nehri geçip gideceğimiz yere gittikten sonra hatırlarsan
sen tekrar geri dönmek zorunda kalmıştın. İşte o zaman sen köylülere onun günahkâr
olduğunu anlatmış olmalısın. Bu haber bütün köyün içerisinde yayıldı ve ona ‘günahkâr’ diye
hitap etmeye başladılar. Sevgili oğlum, dillerini başkalarını günah işlemekle suçlamakta
kullanan insanlar o insanların günahlarının bir kısmını kendileri üstlenirler. Bu şekilde
günahkârın günahları giderek azalır ve eleştiren insanların günahları da giderek artarlar.
Biraz önce Manoharan’dan hakikati işittin. Onun günahları azalarak yok oldu, çünkü siz
onun günahlarını kendi aranızda paylaştınız.
Sandeep: Efendim ben çok özür dilerim. Ben bunu bilerek yapmadım. Ben köylülere
yalnızca ‘Onun günahkâr olduğunu biliyor musunuz?’ diye sormuştum. Şimdi bu yaptığımın
çok büyük bir hata olduğunu görüyorum. Şimdi hem onlar ve hem de ben bunun acısını
çekeceğiz. Lütfen bana dilin doğru kullanımını anlatabilir misiniz?
Bilge Nityananda: Sevgili oğlum, zihninde devamlı olarak pozitif ve olumlu düşünceler olsun.
Bunu yapabilmek için Zikirin, Sessiz Oturuşun ve İlahi Söylemenin çok faydası olacaktır. İyi
kitaplar okumalısın, iyi insanlarla arkadaşlık etmelisin. Kendi hatalarını görmeli ve onları
yavaşça düzeltmeye gayret etmelisin. Başkalarının içinde her zaman iyiyi görmeyi ve takdir
etmeyi öğrenmelisin. Her zaman yardım ediniz, hiçbir zaman incitmeyiniz. Dil yalnızca iyi
şeyler tatmalıdır. Herkese her zaman yumuşak dille konuşun, Hakikat’i konuşun ve herkese
sevgi dolu konuşun. Tanrı’nın rahmeti senin üzerine olsun!
-PERDE-
95
34- TÜM İNANÇLARIN BİRLİĞİ (SARVA DHARMA)
Karakterler:
Bir Hindu
Bir Müslüman
Bir Hristiyan
Bir Budist
Bir Zerdüşt
Ve iki adam
Hindu: (Sembolü Om’dur) İlk ses olan ‘Om’ sesini dinleyiniz. O ses sizin kalplerinizde ve
evrenin kalbinde yankılanmaktadır.
Budist: (Sembolü Tekerlek’tir) Sebep ve sonuç tekerleğini hatırlayınız. Davranış ve kader
tekerleğini hatırlayınız ve tabii bir de bunların hepsini düzelten ve rayına koyan Dharma
(Doğru Davranış) Tekerleğini hatırlayınız.
Zerdüşt: (Sembolü Ateş’tir) İçinizdeki bütün kötülükleri kalbinizin içinizdeki Kutsal ve
Tanrısal Ateşin içinde yok edin.
Hristiyan: (Sembolü Haç’tır) Ben/bencillik duygusunu düzgün bir çizgi olarak göz önüne
alalım ve üzerini çaprazına çizelim. Bu şekilde ego, yani bencillik o haçta kendini yok etsin
ve sizi sonsuzluğa ulaştırsın.
İslam: (Sembolü Ay yıldız’dır) Siz hakiki bir yıldız olun ve inancınız hiç sarsılmadan ayın
önündeki yerinizden hiç şaşmayın.
(Cahil bir adam yukarıdaki inançlara sahip kişilere giderek konuşmaktadır)
Adam: (Hindu’ya giderek) En büyük din hangisidir?
Hindu: Yalnızca tek bir din vardır, o da sevgi dinidir. Genç adam, hiçbir dini küçük görmeyin.
Her din kendi yolunda çok büyüktür, çünkü her din bize hemcinslerimizi sevmemizi öğretir.
Eğer kalbinizin içinde sevgi varsa o zaman O’nu kesinlikle göreceksiniz. Swami
Vivekananda bize her zaman sevgiyi geliştirmemizi tavsiye etmektedir.
Adam: Sevgiyi geliştirmek ve çoğaltmak kolay bir şey midir? Sevgi’yi nasıl geliştirebiliriz?
(Adam bir sonraki din temsilcisine geçer)
Adam: Saygıdeğer âlim! Lütfen bana en büyük dinin hangisi olduğunu söyleyebilir misiniz?
Budist: Bizim Efendimiz Buddha şöyle demiştir, “Sevgili öğrencim, dünyaya gidiniz ve
herkesin iyiliği için, herkesin huzuru için, herkesin menfaati için, herkesin kazancı için ve
herkesin mutluluğu için çalışınız ve gayret ediniz.”
96
Adam: Ben bunu nasıl yapabilirim?
Budist: Sevgiyi geliştirerek! Ancak ve ancak sevgi sayesinde dünyada yürüyebiliriz ve
çoğunluğun mutluluğu için çalışabiliriz. Sevgi bu dünyadaki en büyük ve en muhteşem
güçtür.
Adam: Peki ben başka insanlara nasıl hizmet edebilirim?
Hristiyan: Kalbinin içinde onlar için Sevgi’yi geliştirerek. Ancak ondan sonra başkalarına
hizmet edebilme şansı bulabilirsin.
Adam: Sevgiyi geliştirmek mi? Ama bu aynı Hindu’nun ve Budist’in söylediği şey!
(Adam Müslüman’a yaklaşarak)
Adam: Ey bilge kişi! Lütfen bana hangi dinin en büyük din olduğunu söyler misiniz?
Müslüman: Allah Malik! (Her şey Allah’a aittir. Her şeyin maliki/sahibi O’dur) Bizim
peygamberimiz Hazreti Muhammed şöyle demiştir, “İnsanların içinde en hayırlısı
insanlara/başkalarına hizmet edendir” Tanrı’nın yaradılışındaki her şey O’nun ailesidir.
Tanrı’nın en çok sevdiği kul, Tanrı’nın yaradılışına yardım etmek için elinden gelenin hepsini
yapan kuludur.
Adam: Ben hemcinslerim için elimden gelenin hepsini nasıl yapabilirim?
Müslüman: Sevgiyi geliştirerek ve sevgi dolu saf bir kalbe sahip olarak!
Adam: Sevgiyi geliştirmek mi? Ama bunu bütün diğer dinler de söylüyorlar.
Adam: (Zerdüşte giderek) Saygıdeğer âlim, sizin için dünyanın en büyük dini hangisidir?
Zerdüşt: Tüm nehirler kayaların ve taşların üzerlerinden akarlar ve en sonunda okyanusun
içinde birleşerek onun içinde erirler. Sevgili oğlum benzer şekilde bütün dinler de insanı Her
şeye Gücü Yeten ve Her şeye Kadir Olan o Yüce Varlığın içine doğru sürüklerler. Bizim
Üstadımız Zoraster şöyle demiştir, “Her kim ki iyi davranışları ile, saf zihni ile, iyi sözleri ile
ve duaları ile tasavvur edilebilecek en saf düşünceyi düşünür ve en saf niyete sahip olursa o
zaman en sonunda muhakkak Tanrı’nın içinde eriyecektir.”
Adam: İnsan böyle bir saflığa nasıl ulaşabilir?
Zerdüşt: Ancak sevgi sayesinde! Sevgiyi geliştirin, o zaman siz de giderek büyüyeceksiniz.
Sevgiyi geliştirin. Her şey Sevgi’dir. Tanrı Sevgi’dir, Sevgi içinde yaşayın!
97
“Güne sevgi ile başlayın!
Günü sevgi ile doldurun.
Günü sevgi içerisinde geçirin.
Günü sevgi ile bitirin.
İşte Tanrı’ya giden yol budur.
Beraber Söylenen Şarkı: …………
-PERDE98
35- EVLİYA PURANDARADASA
Giriş:
Sahne Arkası Sesi: Evliya ve büyük bilge Purandardasa büyük bir insandı ve 475.000’den
daha fazla kirtan(övgü, mehdiye) ve ilahi şarkı/ilahi bestelemişti. Onun yaşamı şu ünlü
özdeyişe tamamen uyuyordu. “Para gelir ve gider, ama ahlak/erdem gelir yerleşir” İnsanın
sahip olduğunuz para aynı ayakkabı gibi olmalıdır, yani ne çok büyük ne de küçük olmalıdır.
Aşağıda zengin ve açgözlü bir adamın yaşam hikâyesinden bir bölüm sunuyoruz. Kendisi
daha sonra Tanrı’nın rahmeti sayesinde büyük bir bilge olmuştur.
Karakterler:
Srnivasa Nayak
Onun karısı Lakshmibai
Yaşlı bir adam
Başka bir adam
1.Sahne:
(Rehinci ve Para Komisyoncusu dükkânında Srinivasa bankonun arkasında oturmaktadır.
İçeriye bir adam girer)
Adam: Ben 200 Rupi borç almak istiyorum.
S.Nayak: Tamam verelim, borç faizimiz %30’dur. Bir yıl sonra aldığın parayı 260 Rupi olarak
geri ödeyeceksin.
Adam: ama efendim ben fakir bir adamım. Bu sizin söylediğiniz rakam çok yüksek değil mi?
Sizin babanız çok nazik bir adamdı ve hiçbir zaman bu kadar yüksek faiz almazdı. O çok iyi
bir adamdı ve fakirlere bedava yiyecek dağıtırdı. Siz bu parayı bana % 10 faizle verebilir
misiniz acaba?
S.Nayak: Bana ne yapacağımı sen mi söyleyeceksin? Ya bu faizi kabul et ya da çık git!
2.Sahne: (Yaşlı bir adam dükkandan içeriye girer)
S.Nayak: (kendi kendine) Bu adam buraya ne diye geliyor ki? Bana rehin olarak verebilecek
hiçbir şeyi yok ki!
Yaşlı Adam: Efendim, ben fakir bir adamım. Bir tane oğlum var ve onu evlendirmem
gerekiyor. Siz zengin bir insansınız, bana bir miktar para verebilir misiniz? Tanrı sizi
korusun.
S.Nayak: Hey! Ben bu işte herkese para dağıtacak kadar çok para kazanmıyorum. Buradan
uzaklaş!
99
Yaşlı Adam: Efendim bu ülkede Karna gibi, Kral Sibhi gibi yüce insanlar yaşadı. Onlar sahip
oldukları şeyleri hep insanlara dağıttılar. Siz birkaç tane altından ayrılamıyor musunuz?
S.Nayak: (iyice sinirlenerek) Bana verdiğin nasihat yeter! Benim senin verdiğin öğütlere
ihtiyacım yok. Hiç vaktini harcama. Sana bir kuruş bile vermeyeceğim.
Yaşlı Adam: Efendim, siz…
S.Nayak: Bak hala konuşuyor. Sana git buradan dedim.
(S.Nayak yaşlı adamı iter. Bunun üzerine yaşlı adam da onu iter. S.Nayak yere düşer.
Elbisesi kirlenir)
Yaşlı adam: (bir yandan dışarı çıkarken kendi kendine konuşur) Ben iyisi mi bu adamın
eşine gideyim. Belki o iyi bir insandır.
S.Nayak: (kendi kendine) Bu yaşlı adam ne kadar güçlüymüş böyle?
3.Sahne:
(Yaşlı adam Laksmibai’nin kapısını çalar)
Lakshmibai: Buyurun efendim, ne arzu etmiştiniz acaba?
(Bunu söyleyerek yaşlı adamın ayaklarına kapanarak saygılarını sunar)
Yaşlı Adam: Tanrı seni korusun sevgili evladım. Ben biraz para talep etmek için sizin
eşinizin dükkânına gittim ama o beni dışarı çıkardı, yani beni kovdu. Acaba siz bana yardım
edebilir misiniz? Oğlumu evlendirmem için paraya ihtiyacım var.
Lakshmibai: Gerçekten mi? Aman Allahım, efendim ben zengin olduğumuzu kabul
ediyorum, ama evdeki kasanın anahtarı bende yok. Olsa bile kocama sormadan zaten size
veremezdim. Ancak benim şu an tek sahip olduğum şey elimdeki şu yüzüktür. Bu çok
değerlidir. Lütfen bunu kabul edin. Bu size oğlunuzun evlendirebilmeniz için yeteri kadar
para sağlayacaktır.
Yaşlı Adam: Çok teşekkür ederim evladım. Çok teşekkür ederim.
4.Sahne:
(Yaşlı adam yine S.Nayak’ın rehinci dükkanına gider)
Yaşlı Adam: Efendim ben rehin için size bir şey getirdim. Bu yüzüğü rehin tutup bana 400
rupi verir misiniz?
S.Nayak: Şu yüzüğe bir bakayım. Burada bekle bakalım.
(Srinivasa içeri gider ve yüzüğü kontrol etmeye başlar)
100
S.Nayak: (kendi kendine) Bu yaşlı adam bu yüzüğü nereden buldu acaba? Bu aynı benim
eşimin yüzüğüne benziyor. Ben iyisi mi şunu bir kontrol edeyim.
(Hemen yüzüğü kasaya kilitler. Bu arada yaşlı adam dışarıda kendi kendine gülümser ve
sonra da dükkândan çıkıp gider)
5.Sahne:
(S.Nayak eve gider)
S.Nayak: Lakshmibai, buraya gel. Sana bir şey soracağım.
(Eşi korkarak gelir, kocası elini görmesi diye elini arkada saklamaktadır)
S.Nayak: Ne oldu, niye ellerini saklıyorsun böyle?
Lakshmibai: Hayır saklamıyorum ne oldu ki?
(ellerini gösterir)
S.Nayak: Senin düğün hediyesi yüzüğün nerede?
Lakshmibai: İçeride dua odasında, temizlemek için çıkarmıştım. Hemen gidip getireyim.
(Lakshmibai dua odasına girer ve dua etmeye başlar)
Lakshmibai: Sevgili Tanrım, ben yalnızca yaşlı bir adama yardım etmeye çalıştım. Şimdi ne
yapacağım? Kocama ancak boş bir kutu verebileceğim. Ne olursun bana yardım et!
(Lakshmibai boş mücevher kutusunu alır ve kocasına vermek üzere içeriye gider)
S.Nayak mücevher kutusunu açar ve yüzük içinde durmaktadır)
S.Nayak: Anlamıyorum. Bu yüzük burada ise? Nasıl olur? Hemen gidip kontrol edeyim!
(S.Nayak hemen dükkâna koşar ve kasayı açar. Kasanın içinde yüzük yoktur.)
S.nayak: Aman Allahım, burada yüzük yok. Yüzük yok. Ben, ben şimdi anlıyorum.
(S.Nayak hemen eve doğru koşar)
6.Sahne:
(Ev)
(Srinivasa evden içeri girer ve hemen karısının ayaklarına kapanır)
S.Nayak: Sevgili karım! Sen çok kutsanmış bir insansın. Ben işe yaramaz rezil adamın
biriyim. Benim dükkânıma gelen yaşlı adam çok kutsal bir insandı. Ben bunu anlayamadım.
Acaba kendisini bir daha görebilir miyim?
101
Lashmibai: Haydi gel servetimizi hayırlı bir şekilde kullanalım ve Tanrı’nın hoşuna gidecek
eylemlerde bulunalım. Her zaman O’nun ilahilerini söyleyelim. Belki sonunda O’nun
rahmetine mazhar olabiliriz?
S.Nayak: Haklısın canım, öyle yapalım.
7.Sahne:
Srinavasa Nayak, Purandaradasa olarak giyinmiş olarak sahneye gelir ve şarkısını söyler.
Şarkı: …………
-PERDE-
102
36- EN SONUNDA DAİMA HAKİKAT GALİP GELİR (SATHYA MEVA JAYATHE)
Karakterler:
Venugopal
Shanta – Venugopal’in annesi
Kamala – Venugopal’in eşi
Rajesh – Venugopal’in oğlu
Kavita – Venugopal’in kızı
Vijay – Venugopal’in kayınbiraderi
1.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Orta sınıf bir ailede evdeki resim odası. Venugopal’in annesi Shanta
oğlu ile konuşmaktadır. Oğlu Venugopal ünlü bir firmada memur olarak çalışmaktadır.
(Yavaş bir müzik çalınır)
Shanta: Venu oğlum, ben seninle gurur duyuyorum. Sen aynı babanın yolunu takip
ediyorsun. O şimdi seni yukarıdan seyretmekte ve o da mutlu olmaktadır. O hayatta her
zaman Hakikat’e ve Doğru Davranış’a uygun şekilde eylemlerde bulunurdu. Onun bizlere
bıraktığı en büyük miras bu idi.
Venu: Evet anne, ben babamın bizlere olan sevgisini gösterdiği o kadar çok şey hatırlıyorum
ki? O Hakikat’i bir yaşam şekli haline getirmişti. Şan, şöhret onu hiç bir zaman esir
alamamıştı.
Shanta: Bana çalıştığı yerde herkesin kendisine “Modern Harischandra” dediğini söylemişti.
Venu: Fakat ben maalesef ailemin isteklerine yetişmekte zorluk çekiyorum. Eşim iş yerinde
benim daha alt seviyemde çalışan kişilerin eşleriyle arkadaşlık yapıyor ve bizim daha fazla
konfor içinde yaşamamız gerektiğini söylüyor.
Shanta: Belki de onlar yanlış yollara sapıp rüşvet v.s. alıyorlardır ve bu sayede daha lüks bir
yaşam sürdürüyorlardır.
Venu: Ben her zaman içimdeki sese kulak veriyorum. Fakat ailemdekiler maalesef
gördüklerine bakarak taleplerde bulunuyorlar. Oğlum bir tane motosiklet istiyor ve bütün
arkadaşlarımda var bende niye yok diyor. Oğlum ayrıca kendisine aldığımız elbiselerden ve
verdiğimiz harçlıktan da hiç memnun değil. Kızım istediği modaya uygun elbiseleri
alamadığı için çok mutsuz. Eşim evde birçok değişiklikler yapmak yeni eşyalar satın almak
istiyor. Ayrıca birkaç tane de mücevher takmak istiyor. Ben artık gerçekten yoruldum ve
bıktım anne.
103
Shanta: Sevgili oğlum, bunlar gelip geçen bulutlardır. Senin dürüstlüğün ve Tanrı’ya olan
bağlılığın seni ödüllendirecektir. Eğer sen Tanrı’ya doğru bir adım atarsan O sana yüz adım
atacaktır. Bu yüzden negatif düşüncelere kapılma. Ben tüm kalbimle sizleri kutsuyorum.
Merak etme bütün problemlerin eninde sonunda çözülecektir.
Venu: Anne işte eşim Kamala ve çocuklar geliyorlar.
Kamala: Kusura bakmayın, biraz geç kaldık, çocuklar beni elbise almak üzere Alış Veriş
Merkezine götürdüler. Ama maalesef orada fiyatlar çok yüksek biz oradan elbise alamayız.
Rajesh: Baba, yaşamda ne zaman güzel günler göreceğiz ve mutlu olabileceğiz?
Kavita: Baba, ben arkadaşlarımın yanında elbiselerimden utanıyorum. Bir tane bile yeni
kıyafetim yok.
Shanta: Çocuklar merak etmeyin. Yakında babanız sizi sevindirecektir.
2.Sahne:
(Venugopal ofiste çalışırken)
Venu: (kendi kendine) Bugün yaşamımda çok önemli bir gün. Hakikat’e bağlı olmak için
artık zihnimi kontrol edemiyorum. Ailemin şikâyetlerini sürekli dinleyerek daha ne kadar
yaşayabilirim? Etrafımda bazı insanlar beni sürekli olarak sıkıştırıyorlar ve şirketin sırlarını
onlara satmamı istiyorlar. Çok büyük miktarlarda para teklif ediyorlar. Bugüne kadar bu
teklifleri hep reddettim, ama artık daha fazla dayanamayacağım galiba.
Mr.Joseph: (Venu’nun iş arkadaşı) Günaydın efendim, (kısık sesle) size birkaç gün önce
yapmış olduğum teklifi düşündünüz mü? Eğer şirketle ilgili bazı bilgileri verirseniz onlarla
ilgilenen bazı kişiler var.
Venu: Evet düşündüm. Onları sana yarın vereceğim. Yarın bana bir uğra!
Mr.Joseph: Tamam efendim, çok teşekkürler.
(Akşam olduğunda herkes işyerini terk eder. Venu tek başına kalmıştır. Yavaş yavaş hava
kararmaktadır. Venu’nun zihni karmakarışıktır. Ayağa kalkar ve aşağı yukarı yürümeye ve
tur atmaya başlar. En sonunda yerine oturur ve gözlerini kapayarak içindeki Öz’den yardım
ister. Orada vicdanın sesi zaten onun kendisini dinlemesini beklemektedir. Vicdanın sesi
konuşur)
Vicdan: Dinle Venugopal, ben senin vicdanının sesiyim. Uzun yıllar boyunca her zaman
beni dinledin ve hiçbir zaman doğru yoldan ayrılmadın. Fakat bugün bürodaki adamın rüşvet
teklifini kabul ederek benim söylediklerimi göz ardı ettin. Ben senin en yakın arkadaşın ve
dostun değil miyim? Neden beni terk ettin? Şunu unutma ki ‘Para gelir ve gider, ama ahlak
104
ve erdem gelir ve gelişir’ Yaşamında problemler olduğu zaman her zaman şunu hatırla,
“Sana yol gösteren bilgeyi/üstadı takip et, kötü ile yüzleş, sonuna kadar savaş ve sonunda
bu oyunu bitir!’ Ben Hakikat’im ve seni her zaman koruyacağım. Şimdi önünde iki seçenek
var. Ya benim sesimi dinleyeceksin ya da beni terk edeceksin. Seçim senin. Ben
bekliyorum. Ben bekliyorum. Ben bekliyorum. (Ses giderek zayıflar)
3.Sahne:
(Venu’nun evi)
(Venu, karısı, çocukları, annesi ve kayınbiraderi Vijay ile birlikte evde oturmaktadır)
Venu: Yarın yaşamlarımızda çok önemli bir gün olacak. Ben beni koruyan zırhım ve tek güç
olan Hakikat’i terk ederek diğerlerine katılıyorum. Sizin tek istediğiniz şey para! Yarın ona
kavuşacaksınız. Fakat tabi bu benim yıkımım olacak. Ben bana ailem tarafından öğretilmiş
olan bütün İnsani Değerleri unuttuğumu düşünüyorum.
Shanta: Oğlum, sen ne yaptın? Lütfen Hakikat’e bağlı kal. Hakikat seni koruyacaktır. Her
zaman sonunda hakikat kazanır. Bu güzel ailenin böyle dağılması ne kadar yazık!
Vijay: Sevgili enişte, bu modern çağda insan İnsani Değerleri uygularken bir yandan da
hayatın gerçeklerine uyum sağlamalıdır. Yoksa yeteri kadar paramız olmaz ve yaşam bizler
için çok zor olabilir.
(Kavita ve Rajesh ağlayarak babalarına sarılırlar)
Çocuklar: Babacığım sen lütfen hiç üzülme. Biz her zaman sana güler yüzle davranacağız.
Kamala: Evet sevgilim, çocuklar çok haklı, başkalarının nasıl yaşadığı bizi hiç
ilgilendirmiyor. Ben de, çocuklar da isteklerimize bir tavan oluşturacağız. Senin için rahat
olsun.
(Venugopal yüksek sesle ağlamaya başlar. Annesine dönerek)
Venugopal: Anneciğim beni affet, az daha büyük bir yanlış davranış içine girecektim. Fakat
ben kesin olarak kararımı verdim. Ben Hakikat’in yolundan asla ayrılmayacağım ve her
zaman elimdeki ile yetineceğim.
(O sırada telefon çalmaya başlar. Venugopal kısık sesle telefona cevap verir)
Telefondaki Ses: İyi günler Bay Venugopal, benim adım Mr.Raghuram. Ben sizin şirketinizin
Yönetim Kurulu Başkanıyım.
Venu: Buyurun efendim.
105
Raghuram: Bugünkü Yönetim Kurulu toplantısında sizin durumunuzu görüştük ve sizi İdari
İşler Müdürü olarak atamaya karar verdik. Tebrikler.
Venu: Çok teşekkür ederim efendim.
Venu: (telefonu kapatarak annesinin ayaklarına kapanır) Tanrı bizi kutsadı anne, Beni
şirkette İdari Müdür olarak terfi ettirdiler.
Kayınbiraderi Vijay: Beni affet Venu enişte, az daha seni yanlış yola sevk ediyordum.
Shanta: Teşekkürler Allahım, ailemizi kurtardın. Rahmetini bizlerden eksik etmedin. Biz her
zaman Hakikat’e ve İnsani Değerlere bağlı kalacağız. Hakikati sevgi içinde uygulamaya
koyacağız ve fedakârlık yaparak her zaman başkalarına hizmet edeceğiz.
-PERDE-
106
37- ÖĞRETMEN VİVEKANANDA(1863-1902)
Karakterler:
Anne Bhuvaneshwari
Narendra
Narendra’nın iki ablası - Hasmolini ve Swamamayi
İki genç çocuk
1.Sahne:
Hasmolini ve Swarnamayi kardeşler ortalarına Naren’i alarak kol kola sahneye girerler.
Naren çok mutludur ve sevinç içinde gülümsemektedir. Diğer iki çocuk da Naren’in
arkasından gelmektedir. Naren onların lideri gibidir. Onlar da çok mutludurlar ve neşe
içindedirler.
Hasmolini: Anne, Naren ve arkadaşları sokakta futbol oynuyorlar. Gelip geçeni rahatsız
ediyorlar. Ona söyledim ama benimle dalga geçmeye başladı. Benim sözümü dinleyip
içeriye girmiyor. Artık onu sana zorla getirmekten başka çarem kalmadı.
(Naren’in kollarını sıkıca yakalar)
Anne: Güzel Allahım, ben senden bir oğlan çocuğu istedim. Bana gönderdiğin oğlana bir
bakar mısın? Durun bakayım ben onu sakinleştirecek bir çare biliyorum. Onu mutfağa
musluğun altına getirin.
(Anne ve iki kız kardeş Naren’in kafasını musluğun altına tutarlar. Bir yandan da ‘Sakin ol!
Sakin ol!’ diye onu rahatlatmaya çalışırlar. Sonunda çocuk yavaş yavaş sakinleşir. Sonra
annesi onu dışarıya çıkartır, başını bir havlu ile kurular ve şöyle der)
Naren, lütfen şimdi sessiz ol ve ablanlara sataşmaktan vazgeç. Onlar senden daha büyükler
ve senin onlara saygı göstermen gerekiyor.
Naren. Ama anne, ben onlara saygısızlık yapmadım ki? Sana da saygısızlık yapmadım.
Ben bu futbolu çok sevdiğim için onlarla hafifçe dalga geçtim. Ben futbol oynamayı çok
seviyorum. Ravi! Rakhal! Haydi gelin çocuklar, şimdi de sessiz oturuş oyunu oynayalım. Bu
annemi mutlu edecektir. Bye bye anne! Bye kızlar. Kendinize iyi bakın ve hanım evladı
olmayın! Devamlı ağlıyorsunuz.
Kız kardeşler: Ama anne! Görüyor musun Naren bizimle nasıl dalga geçiyor ve alay ediyor.
(Anne kızlarına sarılır ve onları teselli eder)
Anne: Yaa, yapmayın, yine ağlamaya başlamayın işte. Naren her ikinize de güçlü olmanızı
söylemedi mi? Naren bir şekilde doğuştan lider olarak doğmuş ve bu genç yaşına rağmen
etrafındakilere yol gösterme özelliğine sahip bir çocuk. Böyle bir erkek kardeşiniz olduğu için
mutlu ve gururlu olmalısınız. Sizinle arada bir ufak ufak dalga geçse ne olur sanki? Onun
107
zapt edilemez bir enerjisi var ve onu tutmayı başaramıyor. Allah onu korusun ve yolunu açık
etsin inşallah.
2.Sahne:
(Naren bahçede büyük bir ağacın önüne gelir. Yanında 5-6 çocuk daha vardır)
Naren: Ravi! Rakha! Sarath, Bankin ve Keshup- çabuk benimle gelin. Ben size sessiz
oturuş nasıl yapılır onu öğreteceğim. Burası tam olarak uygun! Hep beraber burada ağacın
altında oturalım! Şimdi bir defa her şeyden önce dikkatinizi herhangi bir şey veya çok
sevdiğiniz bir eşya üzerinde yoğunlaştıralım. Ben örneğin bu ağacı tercih edebilirim. Ağaç
fedakârlığı temsil eder.
Ravi: Ben ormandaki ayıyı tercih edebilirim. O çok güçlü ve herkese galip geliyor.
Rakha: Ben şahsen gölün üzerindeki lotus/nilüfer çiçeğini seçiyorum. Lotus çiçeği saflığı
temsil eder. O çamurun içinde büyür ama o çamurun kendisini kirletmesine izin vermez.
Güneş parladığı zaman Lotus çiçeği açar. Benim kalbim de aynı bu lotus çiçeği gibi olur
inşallah. (yere oturur ve gözlerini kapatır)
Naren: Ya sizler ne düşünüyorsunuz?
Sarath: Ben güneşi seçiyorum. Güneş hem Öz’ü temsil ediyor, hem de bilgiyi temsil ediyor.
Güneş kendi ışığı ile parlıyor ve her şeyi temizliyor. Bütün dünya güneş sayesinde var
oluyor ve canlı varlıklar hepsi güneş sayesinde yaşıyorlar.
(O da yere oturup gözlerini kapatır)
Bankin: Ben Naren gibi cesur olmak istiyorum. Naren o kadar girişken ki! Onda aslanın
cesareti var. Bu yüzden ben aslanın kalbini seçiyorum. Aslan ormanın kralı ve her şeyin
üzerinde yer alıyor. Bu açıdan aslan Öz’ü temsil ediyor. Özümüz de bu yaşam okyanusunda
ve her türlü tehlike içinde cesaret içinde yolculuk yapıyor.
(O da yere oturur ve gözlerini kapatır)
Keshub: Bana mı sıra geldi? Ben mum ışığını tercih ediyorum. Işık bilgiyi ve en yüce
bilgeliği sembolize ediyor. Ben ışığı içime alıyorum ve kalbime yerleştiriyorum. Sonra onu
vücudumun birçok organına götürerek onları temizliyorum. Bu iş bittikten sonra şöyle
diyebilirim, “Işık benim içimde!” Bundan sonra da “Ben ışığım, ben ışığın ta kendisiyim ve
ben ışıktan başka bir şey değilim!” diyebilirim.
(O da oturup gözlerini kapar)
Bütün çocuklar Naren’in etrafında bir daire şeklinde otururlar ve gözleri kapalı sessiz bir
şekilde hep beraber otururlar. Beraber oturmanın verdiği birlik hissi ve keyif içinde
içlerindeki o derin sessizliğe ve huzura ulaşmaya çalışırlar. Bu şekilde bir süre oturduktan
sonra dışarıdan gelen bazı seslerle rahatsız olurlar. Bunlar etraflarında dönen
108
sivrisineklerden başka bir şey değildir. Ancak yalnızca Naren rahatsız olmaz. O derin bir
düşünce içine girmiştir. Biraz sonra hepsi rüzgârda uçuşan yaprak sesleri ile gözlerini
tamamen açarlar. Birden karşılarında kendilerine doğru gelmekte olan kocaman bir yılan
görürler. Korku içinde ayağa fırlarlar ve
Tüm çocuklar: (bağırarak) Naren uyan, buraya bir kobra yılanı geldi. Haydi kaçalım!
(Hepsi korku içinde kaçışırlar, ama Naren derin düşünce içinde olduğu için olan bitenin
farkında değildir. Büyük yılan yaklaşarak gelir ve Naren’in yanından geçip gider. Ona hiçbir
zarar vermez. Yılan gittikten bir müddet sonra çocuklar geri gelirler ve gözlerine
inanamazlar)
Çocuklar: Bu inanılmaz bir şey! Naren’e bakın hala sessiz oturuş içinde. O gerçekten büyük
bir insan!
3.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Narendranath 18880 yıllarında liseyi okurken oturduğu bölgede Brahmo
Samaj adında bir Manevi Uygulama Merkezi vardı. Dünyaca ünlü şair Devendranath Tagore
ve ayrıca Keshub Chandra Sen bu merkezin müdavimleri idi. Naren genç olduğu için çok
meraklı idi ve çok şey öğrenmek istiyordu. Bu merkeze giderek Tagore’un yanına gitti.
Tagore sessiz oturuş yapıyordu. Naren her zamanki gibi cesaret ve içtenlikle Tagore’a
sordu.
Narendra: Sayın efendim! Size bir soru sormama izin verir misiniz? Sizi rahatsız ediyor
muyum?
Tagore: Sor oğlum, ne vardı?
Narendra: (tam bir ciddiyet ve öğrenme arzusu ile) Efendim, siz acaba Tanrı’yı gördünüz
mü?
(merakla Tagore’un yüzüne bakar)
Tagore. Oğlum, Tanrı Heryerde Hazır ve Nazır Olan, Her şeye Gücü Yeten ve Her Şeyi
Bilen’dir. O’nun İlahi Varlığını kendi gözünle görmek kolay bir iş değildir. Tam bir teslimiyet
içinde uzun süren manevi çalışmalar yapmak gerekir. O zaman belki?
Narendra: Evet efendim. Fakat bana söyler misiniz, siz hiç Tanrı’yı gördünüz mü?
Tagore: Genç adam, sen çok hevesli ve çok istekli gözüküyorsun. Senin geleceğini çok
parlak görüyorum. Kocaman, siyah ve hemen dikkat çeken gözlerin var. Bu iş için çok
uygunsun.
(Böyle diyerek Tagore tekrar sessiz oturuşuna geri döner. Genç Narendra hayal kırıklığına
uğramıştır. Beklediği cevabı alamamıştır. Naren birkaç gün sonra okulda İngilizce öğretmeni
William Hastie’den Öğretmen Ramakrishna’yı işitir. Hemen Dakshineshwar’a gidip Kali
Tapınağında Ramakrishna’yı ziyaret etmek ister. Bir gün iki arkadaşı ile beraber öğretmenin
evine gider)
109
Ramakrishna: Sevgili oğlum, sen nerelerde kaldın? Ben çoktan beri seni bekliyorum. Ben bu
manevi deneyimlerimi senden başka kime anlatabilirim ki? Senin çok asil bir ruh olduğunu
biliyorum.
(Ramakrsihna onu içeri odaya götürür ve deli bir adam gibi saçmalamaya ve mırıldanmaya
başlar. Ona sol ayağı ile dokunur. Birdenbire Narendra’nın etrafındaki mobilyalar, duvarlar
ve her şey büyük bir çevresinde dönmeye başlarlar. Narendra’nın bedeni dâhil her şey yok
olmuştur. Narendra bedenini kaybetmekten ötürü çok korkar ve ölüm korkusu içinde bağırır)
Narendra: Oh hayır efendim. Ne yapıyorsunuz? Benim evde annem babam var.
(Ramakrishna gülmeye başlar ve)
Ramakrishna: Pekâlâ şimdilik öyle olsun bakalım! (Narendra’ya tekrar dokunur ve Narendra
kendine gelir. Ancak bu olaydan sonra Narendra, Ramakrishna’dan çok etkilenir ve ondan
ayrılmak istemez)
Narendra: (Ramakrishna’nın ayaklarına kapanarak) Efendim, ben bundan sonra sizi Hocam
ve Efendim olarak kabul ediyorum. Lütfen beni öğrenciniz olarak kabul edin!
Ramakrishna: (memnun bir vaziyette) Naren! Naren! Sen bu dünyada büyük işler
başaracaksın. İlahi Varlık seni bana bu maksatla getirdi.
Naren artık büyümüş ve herkes tarafından yüce öğretmen/manevi öğretmen Vivekananda
olarak tanınmaya başlamıştır)
4.Sahne:
(dansçı kız)
Öğretmen Vivekananda, Rajastan’a gittiğinde oranın Raja’sı(hükümdarı, yöneticisi)
tarafından misafir edilmekte idi. Kral, Vivekananda’nın sadık bir öğrencisi idi. O akşam kralın
yeni doğmuş oğlunun şerefine bir şarkı ve dans gösterisi düzenlenmişti. Ülkede çok
tanınmış olan bir dansçı bu gösteride şarkı söyleyip dans etmek için davet edilmişti. Raja
akşam gösterisine Vivekananda’yı da davet etti, ama Vivekananda bu teklifi kesin bir dille
reddetti. Bu tür tiyatro ve eğlence gösterilerinde bulunmayı hiç istemiyordu. Manevi
öğretmen içeriye odasına çekildi ve gösteriye gitmedi. Fakat gösteriyi yapacak dansçı kız
bunu duymuştu. Hâlbuki dansçı kız onu çok beğeniyordu ve doğası itibarı ile çok inançlı bir
kız idi. Gösterinin başında çok felsefi ve güzel bir şarkı seçti.
Şarkı:
Benim şu günahlarıma bakma ne olur Tanrım
Senin İsimlerinden biri Rahman değil midir?
Bir demir parçası kutsal tapınağın içinde kullanılır
Diğer bir demir parçası da bıçak yapımında
Berberin birinin elinde et kesen
110
Ancak simyacı her ikisini de o sihirli dokunuşu ile
Altına dönüştürmüyor mu?
O mübarek Yamuna Nehri
Ve hendekte akan pis kokulu su
Bunların her ikisi de
Büyük Ganga Nehrine kavuştukları zaman
Günahlarından arınıp aynı şekilde kutsanmıyor mu?
Bu yüzden benim günahlarıma bakma Tanrım
Rahman ve Rahim Olan Senin ismin değil mi?
Look not, O Lord, upon my sins!
Is not Same-sightedness Thy name?
One piece of iron is used
Inside the holy shrine,
Another for the knife
Held in the butcher’s hand;
Yet both of these are turned to gold
When touched by the philosophers’ stone.
Sacred the Jamuna’s water,
Foul the water in the ditch;
Yet both alike are sanctified
Once they have joined the Ganga’s stream.
So, Lord, look not upon my sins!
Is not Same-sightedness Thy name?
(Odasında dinlenmekte olan Öğretmen bu şarkıyı odasından işitince şarkıcıya karşı büyük
hayranlık hissetti. Hemen odasından çıkarak gösterinin yapıldığı sahneye geldi ve şarkıcının
karşısında ellerini birleştirerek durdu)
Vivekananda: Sevgli Kızkardeşim, benim bu ilgisiz tavrımı lütfen affedin. Gerçek bir Vedanta
(Manevi yol yolcusu) bir Sanyasi (münzevi, dünyadan elini eteğini çekmiş kişi, her şeyden
feragat etmiş kişi) ile bir dansçı arasında hiçbir fark görmez ve hiç kimseyi eleştirmez. Siz
bana bugün büyük bir ders verdiniz ve gerçekten gözlerimi açtınız. Tanrı sizi korusun!
5.Sahne:
(Öğretmen Vivekananda bir ağacın altında oturmaktadır. Yanında üç misafir vardır ve ona
soru sormaktadırlar. Yanında köşede ise bir mahar oturmakta ve efendisini büyük bir
hayranlıkla seyretmektedir.(Mahar Hindistan’da ‘Dokunulmazlar’ olarak adlandırılan
toplumun en alt tabakasına verilen addır. En çok Maharashtra eyaletinde bulunduklarından
onlara Mahar lakabı verilmiştir)
111
1.misafir: Bir insan neden Öz’e ilişkin bilgiyi edinmek zorundadır?
2.misafir: (Genç bir adam) Sevgili Hocam, ben sessiz oturuş yaparken başarı
sağlayamıyorum. Odama çekiliyorum, kapıları ve pencereleri kapatıyorum ve sessizliğe
konsantre olmaya çalışıyorum ama beyhude/faydasız. Lütfen bana yardım eder ve bana yol
gösterir misiniz?
Öğretmen Vivekananda: Ne! Sen odanın kapı ve pencerelerini kapatıp sessiz olmaya mı
çalışıyorsun? Benim sana tavsiyem sevgili oğlum, ilk iş odanın kapılarını ve pencerelerini
ardına kadar açmandır. Kapıyı aç, dışarıya çıkıp bak, insanlarımız ne kadar büyük zorluklar
ve acılar içindeler gör. Onlarla konuş! Onların acılarını biraz olsun nasıl dindirebilirsin düşün
ve bunun için çareler ara, gayret et! Bu yapacağın şey senin sessiz oturmaya çalışmandan
çok daha fazla işe yarayacaktır.
Mahar(Dokunulmaz): (ayağa kalkar ve çok çekingen bir şekilde öğretmenin yakınına
gelmeye çalışır) Sevgili hocam, siz saatlerden beri burada oturuyor ve soruları
cevaplandırıyorsunuz. Çok acıkmış ve çok susamış olmalısınız. Size yiyecek ve içecek bir
şeyler getirmemi ister misiniz? Ben bir mahar’ım ve dokunulmaz’ım. Benim gibi birinden
kabul eder misiniz, bilmiyorum?
Manevi Öğretmen Vivekananda: (ayağa kalkar ve mahar’ın yakınına gelir. Şu hale bir bakın!
Toplumumuzda bir de sözüm ona utanmadan ‘dokunulmaz’ adı verilen bu güzel
insanlardaki sevgiye ve ilgiye bir bakın! Onlar bu dünyada Tanrı’nın en sevgili kulları değiller
mi? Onları bu şekilde niteleyen bizlere yazıklar olsun! Sevgili Tanrım, lütfen bizleri affet!
(Mahar’a dönerek) Sevgili oğlum, haydi gel elimden tut da seninle beraber bir şeyler yiyelim
ve içelim.
(Her ikisi beraber sahneyi terk ederler. Sonra misafirler de giderler)
Öğretmen Vivekananda: (Dışarıya çıkarken) Sevgili Ramakrishna şöyle derdi, “Tanrı’ya
karşı olan özlem çok büyük olmalıdır. Bir otelde karanlık bir odada uyumakta olan bir hırsıza
bir arkadaşı fısıldayarak, yandaki odada büyük bir hazine saklandığını ve çalınmasın diye o
odanın kapılarının sıkı sıkı kilitlendiğini söylediğini varsayalım. O hırsız o gece bir daha
uyuyabilir mi? Bütün gece boyunca o hazineyi çalabilmek için türlü dümenler düşünüp
planlayacaktır, öyle değil mi?” İşte aynı şekilde gerçek bir müride, yani Tanrı’ya tüm kalbi ile
tamamen bağlı ve teslim olmuş bir kişiye İlahi Öz’e ait hazinenin kendisinin içinde saklı
olduğunun söylendiğini düşünün! Onun durumu da aynı hırsızınki gibi olacaktır. O hazineye
ulaşıncaya kadar artık ona huzur yoktur. İşte bu yüzden bizlere, “Uyan! Ayağa kalk ve
hedefe ulaşıncaya kadar durma” diye boşuna söylenmemiştir.
6.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Madame Emma Calve, Amerika’da çok tanınmış, soprano bir opera
şarkıcısı idi. Genç yaşta çok meşhur olmuştu. Çok güzel ve çok kültürlü bir bayandı, ama
112
maalesef daha gençken kocasını kaybetti. Bunun üzerine kızına çok bağlandı. 1893 yılında
bir gün kendisi operada sahnede şarkı söylerken birden derin bir üzüntü hissetti. İki defa
bayılacak gibi oldu ve konseri zorla tamamladı. Kulise odasına çekildiğinde daha salonda
çılgınca alkışlar varken kendisine kızının bir kaza sonucu öldüğü söylendi. Madame Calve
bayıldı ve yere düştü. Artık yaşamayacağını düşündü ve kısa zamanda üç kez intihara
teşebbüs etti. Bir arkadaşı kendisine öğretmen Vivekananda’yı görmesini tavsiye etti. Ancak
Madame Calve bunu reddetti ve yine bir gün hayatına bir son vermek üzere nehrin kıyısına
gitti.
Nehre
doğru
giden
yolda
yürürken
ayakları
sanki
bir
güç
tarafından
yönlendiriliyormuşçasına kendisini caddenin üzerindeki bir eve götürdü. Eve doğru
yaklaştığında bahçe kapısını ve evin kapısını yarı açık vaziyette buldu. Evden içeriye girdi.
İçerideki odada turuncu renkte uzun bir elbise giymiş olan bir adam başı aşağıda ve gözleri
yerde sessiz oturuş yapıyordu. Başını bile kaldırmadan Madame Calve’a seslendi,
Vivekananda: İçeri gel, sevgili çocuğum. Ben de seni bekliyordum.
Calve: (şok olmuş vaziyette yavaşça ona doğru yürür)
Vivekananda: Sevgili çocuğum, senin ne kadar büyük bir derdin var böyle! Senin kesinlikle
sakin ve huzurlu olmaya ihtiyacın var. Ben senin her türlü problemini biliyorum.
Calve: Bunları nasıl bilebiliyorsunuz efendim? Beni size anlatan biri mi oldu? Yakın
arkadaşlarımla mı konuştunuz?
Vivekanada: (sanki küçük bir çocuk anlamsız ve gereksiz bir soru sormuş gibi bakar)
Benimle hiç kimse konuşmadı. Sence bu gerekli mi? Ben seni açık bir kitap gibi kolayca
okuyorum. Sen unutmalısın! Dertlerinin sessizliği içinde yaşama! Duygularını sanatın
şeklinde, başkalarına hizmet şeklinde dönüştürmeli ve dışarıya vurmalısın. Ayağa kalk ve
tekrar mutlu ol! Senin sağlığının buna ihtiyacı var, başkalarının da sana ihtiyacı var.”
(Madame Calve bu asil öğretmene doğru yürüdü, önünde diz çöktü ve onun elbisesinin
eteğini öperek ona olan saygısını gösterdi. Öğretmen ona doğru baktı ve elini havaya
kaldırıp onun başının üzerine koyarak)
Vivekananda: Tanrı seni korusun çocuğum. Shanthi, Shanthi, Shanthiii!
(Bu olaydan sonra Madame Calve’ın üzerine büyük bir huzur ve rahatlık çökmüştü. İntihar
fikri de dahil olmak üzere zihnindeki tüm negatif düşünceler güneşin önünde dağılıp giden
sis gibi silinip yok olmuştu. Yaşadığı acı dolu anılar halen tamamen hatırasında durmakta
idi, ama işte bir şekilde artık o onların üzerine çıkmıştı. Bu olaydan sonra Madame Calve
Manevi Öğretmen Vivekananda’nın çok yakın bir öğrencisi oldu. Fakirlere ve muhtaç
insanlara yönelik çok sayıda vakıf kurdu ve yönetti. Ayrıca Öğretmeni Vivekananda’nın
insanlara yönelik hizmet programlarına katkılarda bulundu.)
-PERDE113
38- BENCİL VEEGOİST DEV (BİRİNCİ BÖLÜM)
Karakterler:
Dev
5 çocuk
Kuşlar- 4 çocuk temsil ediyor
Ağaçlar- 4 çocuk temsil ediyor
Çiçekler - 4 çocuk temsil ediyor
Kar - 1 çocuk temsil ediyor
Ayaz/Soğuk Hava - 1 çocuk temsil ediyor
Kuzey Rüzgârı- 1 çocuk temsil ediyor
Yağmur/Dolu - 1 çocuk temsil ediyor
Sonbahar- 1 çocuk temsil ediyor
İlkbahar- 1 çocuk temsil ediyor
1.Sahne:
(Çok güzel bir bahçe
Bahçedeki ağaçlar, çiçekler ve çimenler çok güzeldir ve rengârenktir. Kuşlar ağaçların
dallarında oturmakta ve şarkı söylemektedir. Çocuklar bahçede oyun oynamaktadırlar)
Ağaçlar: Şu çocuklara bir bakın! Ne kadar mutlular!
Çiçekler: Çevrelerine her zaman huzur ve sevgi yayıyorlar.
Kuşlar: Burada onlar sayesinde ne kadar büyük bir mutluluk var, aynı cennete benziyor.
Çiçekler: Evet çok doğru. Burası tamamen bir sevgi cenneti! Siz de böyle hissetmiyor
musunuz?
(Ağaçlar, çiçekler ve kuşlar ortaya gelip mutlu ve neşeli bir şekilde şarkı söylemeye
başlarlar.)
Şarkı: ………………
(Çocuklar şarkıya katılarak mutlu bir şekilde dans ederler. Şarkı sona erer. Çocuklar
sıçramakta, el çırpmakta ve mutlu bir şekilde koşmaktadırlar. Ağaçlar, çiçekler ve kuşlar da
mutludurlar. Tam o sırada dev oraya gelir.)
Dev: Hey çocuklar! Siz ne kadar haylaz ve yaramaz çocuklarsınız böyle? Burası benim
bahçem. Burada ne arıyorsunuz? Burada benden başkası oynayamaz. Çabuk buradan
defolup gidin!
(Dev hemen bahçenin etrafına yüksek bir duvar inşa eder ve kocaman bir tabela asar.)
Dev: İşte tabelayı buraya asıyorum. “Bahçeye izinsiz girenler hemen cezalandırılacaktır”
Haydi bakalım, çocuklar bundan sonra da buraya gelmeye cesaret etsinler bakalım.
(Çocuklar bahçe etrafında mutsuz bir şekilde dolaşırlar.)
114
Çocuklar: Bu bahçede ne güzel oynuyorduk ve ne kadar mutlu idik. Şu anda kış mevsimi ve
her yerde kar var. Sonra ilkbahar gelecek, ama şu anda devin bahçesinde halen kış var.
İlkbahar: Aa burası o kendini beğenmiş ve bencil devin bahçesi değil mi? Ben burada
kalmak istemiyorum.
(Sonra kuşlar gelirler)
Kuşlar: Burada hiç çocuk yok. Hiç ağaç da yok! Ayrıca bahçenin her tarafı kar altında. Biz
burada kalamayız.
Kar: Vay canına ilkbahar bu bahçeyi gelmeyi unuttu galiba? Yaşasın. (Kar bunun üzerine
Ayaz’ı/Soğuk Hava’yı davet eder.)
Kar: Hoş geldiniz sayın Ayaz! Biz bütün yıl boyunca beraberce burada kalacağız.
(Kar ve Ayaz Kuzey Rüzgârını da davet ederler.)
Kar&Ayaz: Hey, Kuzey Rüzgarı! Burası çok güzel bir yer! Neden sen de burada
kalmıyorsun?
Kuzey Rüzgarı: Wsh……Wsh…….
(Kuzey Rüzgârı tüm gün boyunca bahçenin üzerinde esip durur ve damdaki bacaları kırıp
aşağıya düşürür.)
Kuzey Rüzgârı: Burası gerçekten de çok güzelmiş. Bay Dolu da buraya gelip ziyaret eder mi
acaba?
(Don/Soğuk Hava gri elbiseler giymiştir ve ağzından soğuk buharlar çıkmaktadır. Her gün
devin şatosunun tavanında tangırdamakta ve sinir edici ses çıkarmaktadır.)
Don/Soğuk Hava: “Tangır, tangır!” Burada ne kadar çok eğlence var! Tangır…Tangır…!
(Dev pencereden dışarıya bakar.)
Dev: Dışarısı çok soğuk! Bu sene İlk Bahar neden böyle geç kaldı acaba? Umarım havalar
yakında biraz ısınır.
(Fakat ne İlkbahar gelir ve ne de yaz gelir. Sonra sonbahar gözükür)
Sonbahar: Ben bu bahçeye hiç meyve filan vermeyeceğim. Bu dev zaten çok bencil ve
egoist!
Sonra, Kar, Ayaz/Soğuk Hava, Kuzey Rüzgârı ve Don beraberce bahçede dans ederler.
Şarkı: Ha…Ha…
(Bir gün çocuklardan biri duvardaki küçük bir delikten gizlice bahçeye girer. Ağaçlar ve
çiçekler sevinçten hemen çiçek açarlar. Kuşlar neşe içinde şarkı söylemeye başlarlar.
İçeride oturan dev güzel bir müzik işitir ve yatağından kalkar)
Dev: En sonunda İlk Bahar geldi galiba. Bahçeye çıkıp bir bakayım.
115
(bahçeye çıkar)
Dev: Aman Tanrım ne kadar güzel bir sahne bu!
(Bahçenin bir köşesinde halen kış vardır. O bölgede yerlerde kar vardır ve ağacın dalları
soğuktan donmuş vaziyettedir. İleride bir ağacın yanında küçük bir çocuk durmakta
yukarıdaki dala ulaşamadığı için ağlamaktadır)
Dev. Bu güzel çocuk niçin ağlıyormuş bakalım! Ya ben ne kadar bencil ve egoistmişim
böyle! Ben şimdi İlk Bahar’ın neden gelmediğini anlıyorum.
(Dev küçük çocuğun yanına gider)
Dev: Bu tatlı çocuk niye ağlıyormuş bakalım? Gel seni dalın üstüne koyayım istersen! Zaten
ben bu bahçe etrafındaki duvarı da yıkıp yerle bir edeceğim. Burası eskisi gibi yine sizin
oyun bahçeniz olacak. Burada istediğiniz kadar oynayabilir ve mutlu olabilirsiniz.
-PERDE-
116
39- BENCİL VE EGOİST DEV (İKİNCİ BÖLÜM)
Çocuklar bahçede oynamaya başladıklarında Kar, Ayaz, Kuzey Rüzgârı ve Don orayı terk
edip giderler.
Hepsi Birden: Artık burası bize göre değil. Haydi gelin gidelim. O dev küçük çocuğu o
donmuş ağacın üzerine koyduğu anda ağaç çiçek açmaya başladı.
O ağaç: Yaşasın, çocuklar yine geri geldiler.
Çiçekler: haydi gelin, çocukları kokularımızla selamlayalım.
(Kuşlar uçarak gelirler ve o ağacın dallarına konarlar)
Kuşlar: Tweet! Tweet! Haydi gelin beraber bir şarkı söyleyelim.
(Küçük çocuk o kadar mutludur ki, kollarını Dev’in boynuna dolayarak ona sarılır ve
yanağından öper)
Küçük Çocuk: Sevgili Dev! Sen ne kadar tatlı ve sevimlisin! Ben seni çok seviyorum.
(Bu arada Dev diğer çocukların yanına doğru gider)
Dev: Hepiniz hoş geldiniz çocuklar. Artık burada istediğiniz gibi oynayabilirsiniz.
Diğer Çocuklar: Aaa, bizim Dev tamamen değişmiş. Bize karşı çok nazik ve sevecen olmuş.
Yaşasın!
(O sırada İlk Bahar da oraya gelir)
İlk Bahar: Dev tamamen değişmiş ve yumuşak bir adam olmuş. Çocuklar da bahçeye geri
gelmişler. O zaman ben de buraya geri dönüyorum ve çocuklarla birlikte kalıyorum.
Dev: Gelin çocuklar. Burası artık sizin bahçeniz. Ben bahçenin çevresindeki bu yüksek
duvarları da yıkacağım. Burada istediğiniz kadar oynayabilirsiniz.
(Çocuklar bütün gün bahçede oynarlar ve akşam olduğunda evlerine gitmek üzere oradan
ayrılırlar. Fakat o küçük çocuk ortada yoktur)
Dev: Çocuklar, ağacın üzerine koyduğum o küçük çocuk nerede biliyor musunuz?
Çocuklar: Hayır bilmiyoruz. Onu hiç görmedik. Nereye gitti acaba? Evine mi gitti dersiniz?
Dev: Ona yarın yine gelmesini söyleyin olur mu?
Çocuklar: Fakat biz onun nerede oturduğunu bilmiyoruz ki?
Dev: (çok üzülerek) Peki o zaman. Siz gelip oynayın. Ben o çocuğu çok sevdim, onu bir
daha ne zaman görebilirim acaba?
(Bu olaydan sonra aradan uzun zaman geçer. Çocuklar gelip bahçede oynamaya devam
ederler. Fakat o küçük çocuk bir daha ortada görünmez. Dev o çocuğu özlemeye devam
eder.)
117
(Bu arada çeşitli oyunlar oynanır ve dev yaşlanmaya başlar. Devamlı olarak çocukları
seyretmekte ve bir yandan da saçları ve sakalları beyazlamaktadır)
Dev: Bahçemde birçok güzel çiçek var. Fakat aslında en güzel çiçekler bu çocuklar. Onlar
etraflarına ne kadar çok sevgi ve mutluluk dağıtıyorlar böyle?
(Bir kış sabahı dev yine evinin penceresinden dışarıya doğru bakarken birden o küçük
çocuğu ilerideki ağacın altında ayakta dururken görür. Dev hemen koşarak dışarıya çıkar ve
çocuğun yanına doğru seğirtir)
Dev: Benim güzel çocuğum, benim küçük tatlı çocuğum. Sen nerelerdeydin böyle?
(Dev o sırada çocuğun yaralanmış olduğunu fark eder. Çocuğun avuçlarının içinde ve
ayaklarında çivi izleri vardır ve kanamaktadır)
Dev: Seni kim yaraladı böyle? Söyle bana, hemen gidip onun cezasını vereyim.
Küçük Çocuk: Hayır, sevgili dev! Beni kimse yaralamadı.
Dev: Peki o zaman o yaralar nasıl oldular?
Küçük çocuk: Bunlar sevginin yara izleri.
(Kocaman dev kendisini küçük çocuğun karşısında küçücük hisseder, onun önünde diz
çökerek sorar)
Dev: Sen kimsin, güzel çocuğum, sen kimsin böyle?
Küçük çocuk: (gülümseyerek) Sen bana hep nazik ve sevecen davrandın. Bana bahçende
oynama izni verdin. Bugün ben seni kendi bahçeme götürmeye geldim.
Dev: Senin bahçen mi? Senin bahçen neresi?
Küçük Çocuk: benim bahçem cennetin ta kendisidir, sevgili dev. Sen orada her zaman
mutlu olacaksın. Haydi benimle gel, seni oraya götüreyim.
(Bir müddet sonra çocuklar bahçede oynamak üzere oraya gelirler. Dev ağacın altında
yerde yatmaktadır. Üzeri beyaz çiçeklerle kaplıdır. Çocuklar onun son yolculuğa çıkmış
olduğunu anlarlar)
Küçük çocuklar: Allahım! Bizim tatlı devimiz ölmüş.
(yere diz çökerek dua etmeye başlarlar)
Küçük çocuklar: Sevgili Tanrım! Lütfen bizim dev arkadaşımızı cennetine kabul et! Onun
orada mutlu olmasını sağla ne olur. O bize karşı hep sevgi dolu ve anlayışlı davrandı. Biz
onu çok sevdik. Onun ruhunu kutsa! Her zaman huzur içinde olsun ve yolu açık olsun!
İnşallah bizler de onun gibi sevecen ve merhametli oluruz ve gittiğimiz her yerde çevremize
sevgi ve mutluluk dağıtırız.
-PERDE118
40- EN İYİ DİN
Sahne Arkası Sesi: Ülkenin kralı en iyi dinin hangisi olduğunu öğrenmek istemişti. Kral
başbakanını çağırarak büyük bir konferans düzenlemesini ve dinlerin temsilcilerini davet
etmesini istedi. Gelen temsilciler kendi inançlarını anlatacak ve tanıtmaya çalışacaklardı.
Çağırılan dinler İslam, Hıristiyanlık, Budizm, Hinduizm, Jainizm, Zerdüştlük ve Sikhizm idi.
1.Sahne:
(Kral sarayın Kabul Salonunda tahtında oturmaktadır. Bakanları ve saray görevlileri
etrafında çevrelenmişlerdir. Kürsünün karşısında katılımcılar birbirlerine bakacak şekilde
oturtulmuşlardır)
Kral: Başbakanım, lütfen müzakereyi başlatın!
Başbakan: Tabi sayın kralım! (Bütün dinlerin temsilcilerine dönerek) Sayın kutsal insanlar!
Lütfen teker teker kürsüye gelerek kendi inanışlarınızı ve dininizin özelliklerini bizlere anlatır
mısınız?
Kürsüye ilk olarak Hindu Rahip gelir.
Hindu rahip: Hepinizi alçak gönüllülük ile selamlarım. Hindu kelimesi Hin ve du hecelerinin
yan yana gelmesi ile oluşmuştur. Hin+du = Hindu. Hin hecesi himsa kelimesinin
kısaltmasıdır ve şiddet manasına gelir. Du hecesi de dur, yani şiddetten uzakta durmak
demektir. Bu inanıştaki kişiler çevresindeki herkese düşüncede, sözde ve davranışta şiddet
uygulamazlar. Bizlere etrafımızda gördüğümüz yaradılışın içinde her zaman Tanrı’yı
görmemiz öğretilmiştir. Bizler her zaman iyiyi görmeye, iyiyi yapmaya ve iyi olmaya gayret
etmekteyiz.
Molla(İslam Âlimi): Burada toplanmış olan herkese en içten selamlarımı sunuyorum. Bizim
dinimiz İslam, Tanrı’nın iradesine teslim olmak demektir. Her Müslüman İslam’ın beş şartını
yerine getirmeye çalışır. Bunlar Kelime-i Şahadet Getirmek, Namaz kılmak, Oruç tutmak,
Zekât vermek ve Hacca gitmektir. Bizler insanın içindeki altı düşman olan şehvet, öfke,
açgözlülük, kibir, kıskançlık ve nefrete karşı savaş, yani cihat açmışızdır.
Hıristiyan piskopos: Hıristiyan dini bizlere sevgi ve merhameti öğretmektedir. Tanrı’nın
Krallığı bizim içimizdedir ve bizler komşularımızı kendimiz sevdiğimiz gibi sevmeliyiz. Bizler
hiçbir zaman karşımızdakinin hatasını işaret etmemeli, onu eleştirmemeliyiz. Biz herkesi
sevmeli, herkese hizmet etmeliyiz.
Budist rahip: Biz Budistler için insanı acı çekmeye ve mutsuz olmaya götüren yol insanın
bitip tükenmek bilmeyen arzularıdır. Bütün dertlere ve üzüntülere son verebilmek için tüm
arzular kontrol edilmeli, onlara bir tavan oluşturmalı ve bütün aşırı tutkular kökünden
sökülerek yok edilmelidir. Bunu yapabilmek için de herkesin iyi bildiği sekiz katlı yol takip
edilmelidir. Bunlar, doğru görüş ve doğru karar, gaye, anlayış, konuşma, davranış kontrolü,
119
geçimini sağlama, gayret, dikkatli ve düşünceli olmak ve konsantrasyon yani düşünceleri
yoğunlaştırmaktır.
Jain Rahibi: Jainizm felsefesi bizlere Hakikat’i, Şiddetten Kaçınmayı, Cömertliği, Dürüstlüğü,
Feragat Etmeyi ve namuslu ve iffetli davranmayı şiddetle tavsiye eder. Bizim inanışımız bize
doğru bilgiyi edinmemizi, doğru şekilde bakmamızı ve her zaman Doğru Davranış içinde
bulunmamızı öğütler.(Jainizm=Cainizm=Caynizm: Güney Asya kökenli, din ve felsefe.
Günümüzde Batı Avrupa, Amerika ve Afrika’da varlığını sürdürmektedir)
Zerdüşt Âlim: Biz Tanrı’ya alev şeklinde ibadet ederiz. Biz Tanrı’nın bir olduğuna inanırız.
Bizim için Rahman ve Rahim, her ikisi de birdir. Bizler insanlar arasında ırk ayrımlarına
inanmayız. (Zoroastrianism= Zerdüştlük= İran kökenli bir dini felsefedir. Takribi 2,5-3 milyon
takipçisi vardır))
Sikh Guru: Bizim dinimiz üç mücevher üzerine kurulmuştur. Bunlar iyi düşünceler, iyi sözler
ve iyi davranışlardır. (Sikhizm= 15.yüzyılda Tek Tanrılı bir din olarak Guru Nanak tarafından
Pencap’ta ortaya atılmıştır. Dünyada takribi 30 milyon takipçisi vardır)
Kral: Ben gerçekten anlatılan bu dini inanışlar içerisinde herhangi bir farklılık göremiyorum.
Ben her birinizi dinlediğimde her bir dini inanışın çok kutsal olduğuna ve kendi yolunda eşsiz
olduğuna kanaat getirdim.
Bakan: Sayın majesteleri, artık bu oturumu kapatma zamanı gelmiştir. Ben hepimiz için bir
öğle yemeği düzenledim. Şimdi yemek için hepimiz nehrin karşı kıyısına geçeceğiz ve
sofraya oturacağız. Ondan sonra bir oturumumuz daha var.
2.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Kral ve bakanları beraberce nehrin kıyısına gelirler. Dini inanışların
temsilcileri de beraberdirler.
(Başbakan krala dönerek)
Başbakan: Sayın kralım, karşıya geçmek üzere altı tane değişik renkte kayık ayarladım. Bu
kayıklar sizin için özel olarak getirildiler. Acaba karşıya geçmek için siz hangisini tercih
ediyorsunuz?
Kral: Neden bu kadar kayıklar hakkında konuşup vakit kaybediyoruz? Bir an önce karşıya
geçmemiz gerekiyor? Hangi kayık olursa olsun bizi karşıya geçirmiyor mu? Ne diye özellikle
bir kayığı seçmemi istiyorsun ki?
Başbakan: Sayın Majestelerimiz, siz tamamen haklısınız ve bu cevabınız ile bu toplantıyı
düzenleme sebebinizi kendi kendinize cevaplamış oluyorsunuz. Tanrı Bir’dir, ancak O’na
doğru giden yollar çok çeşitlidir. O’na giden her yol kutsaldır. Bu gerçek, kadim bilgeler ve
evliyalar tarafından söylenegelmiştir. Hangi inanış yolunu seçerseniz seçin onu içtenlikle ve
tam bir bağlılıkla takip etmelisiniz. O zaman en sonunda hedefiniz ulaşacak ve Tanrı’ya
120
kavuşabileceksiniz. Bu konferansa katılan ve katılmayan her türlü inanış bizi yaşam
nehrinde karşı kıyıya geçirecek kayıklara benzerler.
Kral: (Başbakan’a dönerek) Bana böyle büyük bir manevi bilgi verdiğin için sana çok
teşekkür ederim. Seninle gurur duyuyorum. Çeşitli inanışlar arasında böyle bir tartışma
konferansı düzenlemek gerçekten çok aptalca bir fikir idi. Her bir inanış kendi yolunda çok
değerlidir ve kutsaldır. Bizim düsturumuz “Her zaman yardım edin, hiçbir zaman incitmeyin”
ve “Herkesi sevin, herkese hizmet edin” olmalıdır. Bütün dini inanışlar beş İnsani Değer
sütunu üzerinde ikamet ederler ve bunlar da, Hakikat, Doğru Davranış, Huzur, Sevgi ve
Şiddetten Kaçınma’dır.
-PERDE-
121
41- PİSKOPOSUN ŞAMDANLARI
Sahne Arkası Sesi: Bugün sizlere dünya çapında ünlü Victor Hugo’nun yine kendisi kadar
ünlü “Sefiller” adlı romanından alınma kısa bir tiyatro oyununu yani küçük bir skeç
sergileyeceğiz. Sefiller romanının ana karakteri Jean Valgean’dır ve bu romandan alınan
bölümün ana konusu “Kötüden yüz çevirme ve iyi davranışa dönüş” tür. Romandaki
piskopos merhameti ve cömertliği ile hırsızlıktan mahkûm olmuş olan Jean Valgean’ın
hayata bakışını tamamen değiştirir. Tanrı bizden başkalarının hatalarını görmemizi değil,
kendi hatalarımızı fark etmemizi ve onları düzeltmemizi istiyor. Bize şöyle öğüt veriyor, “İyiyi
görün, iyi davranın ve iyi olun!”
(Sahneye Jean Valgean girer. Çok yorgun ve bitkin görünmektedir. Açlıktan ve susuzluktan
perişan vaziyettedir)
Jean Valgean: Açlıktan ve susuzluktan artık bayılmak üzereyim. Hiç kimse benim gibi saçı
sakalı birbirine karışmış birine yardım elini uzatmıyor. Üstelik ben bir de eski bir
mahkûmum. Gerçi Allah biliyor ya o ekmeği neden çaldığımı. Evde açlıktan ölmekte olan
çocuklarımın çığlıklarına daha fazla dayanamazdım. Bu suç için 18 yıldan beri hapishanede
çile çekiyorum. Ne yaşam ama! Bir hayvanınkinden bile bin beter! Aaa, galiba bu benim
aradığım kilise! Geçen gün bir rahibe bu kiliseyi anlatırken duymuştum. Çok iyiliksever bir
piskoposu varmış. Belki beni içeriye buyur edip bana bir lokma ekmek verir.
(Hemen giderek kilisenin kapısını çalar.)
Piskopos: (içeriden) İçeriye gel sevgili kardeşim. Kapı açıktır. Hoş geldin!
Jean V.: (içeriye girer) Efendim ben bir suçlu bir mahkumum. Beni içeriye davet etmeye
korkmuyor musunuz?
Piskopos: Lütfen bana ‘Efendim’ diye hitap etme kardeşim. Bizler hepimiz Tanrı’nın
çocuklarıyız. Beni kendi kardeşin yerine koyabilir misin?
Jean V.: (bu sözlere çok şaşırmış bir vaziyette) Efendim, bugün bana hiç kimse ne bir lokma
ekmek ne de bir yudum su verdi. Benimle karşılaşan herkes beni hor gördü ve beni geri
çevirdi. Siz beni içeriye nasıl davet ettiğiniz hiç anlayamadım.
Piskopos: Sevgili kardeşim, haydi biraz neşelen. Ben senin çok aç ve çok susuz olduğunu
biliyorum. Lütfen burasını kendi evin farz et ve rahat ol.(içeriye doğru seslenir) Rahibe
kardeşim, yemek hazır mı acaba?
Rahibe: Evet hazır sayın piskopos. Lütfen mutfağa gelin, beraber yemek yiyelim.
Piskopos: (mahkûma dönerek) Haydi beraberce içeriye geçelim ve yemek yiyelim.
2.Sahne: Bishop ve Jean Valgean mutfaktan içeriye girerler.
Jean V.: Efendim, bana gösterdiğiniz bu yakın ilgiye ve misafirperverliğe çok teşekkür
ederim. Uzun süreden beri hiçbir şey yememiştim. Hepsi bana büyük bir ziyafet oldular.
122
Piskopos: Sevgili kardeşim, afiyet olsun. Şimdi uykuya çekilebilirsin. Ben de senin yanındaki
odada kalıyorum. Yarın sabah görüşürüz inşallah. Sana hayırlı geceler.
Jean V.:İyi geceler efendim.
(Jean V. Yatağına yatar, ancak uyuyamaz. Sağa sola döner ve en sonunda kalkıp yatakta
oturur.)
Jean V.: Gözüme bir parça olsun uyku girmiyor. Yemekte gördüğüm şu gümüş tabaklar ve
çatal bıçak takımları gözümün önünden gitmiyorlar. Onları satsam çok para kazanırım ve
rahat ederim. Fakat bana burada o kadar iyi davrandılar ki tereddüt ediyorum doğrusu.
Çalmak mı çalmamak mı? Bu soruya cevap bulamıyorum. Aman Tanrım, gece saat 02.00
olmuş. Acele etmeliyim! Mutfağa gidip şu gümüş tabakları ve kaşıkları alıp kaçayım.
Sonunda ne diye korkaklık yapıyorum ki sanki?
(Mutfağa gider ve gümüş tabakları alarak evden dışarı çıkar ve kaçar)
3.Sahne:
Sabah erken saatlerde Piskopos bahçede yürümektedir. Çok öfkeli bir şekilde rahibe ona
doğru yaklaşır.
Rahibe: Sayın piskopos, hislerimde yanılmamışım. Dün gece o mahkûmu gördüğümde
ondan şüphe etmiştim.
Piskopos: Ne oldu ki? Neden suratınız böyle bir karış?
Rahibe: Sizin o sevgili kardeşiniz gece mutfaktan gümüşleri çalıp kaçmış.
Piskopos: Hepsi bu mu yani? Belki de o gümüşlere onun bizden daha çok ihtiyacı vardır.
Tanrı verir ve alır. Bunun için neden üzülelim ki?
Rahibe: Siz biraz sonra nasıl kahvaltı edeceksiniz, çok merak ediyorum.
Piskopos: Gidip ucuz tabaklar ve kaşık çatallar alırız. Bize lazım olan tabakların altın veya
gümüş olmasına gerek yok ki?
(Birdenbire, yanlarında Jean Valgean olduğu halde iki polis memuru kilisenin avlusundan
içeriye girer)
1.Polis memuru: Efendim, biz bu adamı sokakta elinde bir torba ile giderken yakaladık.
Gümüş tabaklarınızı ve çatal bıçaklarınızı geri getirdiğimiz için şanslısınız.
Piskopos: Ama bizim gümüş tabakalarımız ve çatal bıçaklarımız çalınmadılar ki! Ben o
gümüşleri dün gece kardeşime hediye olarak vermiştim. Neden onu tutukladınız? Aslında
buraya getirmeniz çok iyi oldu. Çünkü kardeşim sabahleyin acele ile çıkarken bu gümüş
şamdanları almayı unutmuş. Şimdi ona bu şamdanları da verebilirim. (Jean Valgean’a
123
dönerek) Sevgili kardeşim, bu gümüş şamdanları almayı neden unuttun. Haydi, şimdi onları
da alabilirsin. (Şamdanları Jean V.’a uzatır)
2.Polis memuru: Efendim kusura bakmayın biz sizin arkadaşınızı hırsız zannetmiştik. Özür
dileriz. Bu durumda bize ancak gitmek düşüyor.(Piskoposu saygı ile selamlarlar ve giderler)
Jean V.:(Polisler gittikten sonra gözleri havada boşluğa baka kalmıştır. Gözlerinden yaşlar
akmaktadır. Kendi kendine sorar) Ben hayal mi görüyorum? Polisler beni bıraktılar mı?
Evet, hayal görüyorum herhalde.
Piskopos: (Jean V.’nın yanına giderek) Sevgili oğlum, Hakikat yolundan ayrılma! Hakikat
Tanrı demektir. Her zaman iyiyi gör, iyi şeyler yap ve iyi kalpli ol! Benim gibi bir insan nasıl
yalan söyledi diye şaşırmış olabilirsin. Bu senin iyiliğin içindi. Ben sana günahkâr olmanın
yolunu değil, Hakikat’e bağlı olmanın yolunu tutmanı öğütlüyorum. Lütfen, sana
yalvarıyorum sakın Doğru Davranış yolundan ayrılma!
(Biraz önce Jean V.’na uzatıp da kendisinin almadığı şamdanları kendisine bir daha uzatır)
Piskopos: Lütfen bu şamdanları da elindeki torbanın içine diğer gümüşlerin yanına koy!
Geçmişi unut ve kendine yeni bir yaşam kur! Başına her ne zorluk gelirse gelsin bu
şamdanlara sığın. Onlar sana doğru yolu göstersinler. Bu şamdanlar sana cesaret
aşılayacaklar ve yolunu aydınlatacaklardır. Bu sayede karanlıktan aydınlığa doğru yürü
sevgili kardeşim!
(Jean Valgean piskoposun ayaklarına kapanır. Sonra dizlerinin üzerinde Tanrı’ya dua
ederek kendisine bir şans daha verdiği için teşekkür eder. Piskopos elini onun başına
koyarak onu takdis eder. Jean Valgean önündeki ışığı takip ederek yürüyüp gider.)
(Bir yerden ışık yakılır ve yolu aydınlatılır)
42- APTALSIN SEN
Giriş: Bilim adamları felsefecileri/din adamlarını aptallıkla suçlarlar, din âlimleri de bilim
adamlarını aptallıkla suçlarlar. Bu dünyada akıllı adam kimdir ve aptal olan kimdir? Bu nokta
aşağıdaki oyunda dramatik olarak işlenmiştir. Şunu aklımızdan çıkarmayalım lütfen,
“Bilgeliğin sonu Özgürlük’tür.”
Karakterler:
Bir kral
Üç bakan
Kralın bir danışmanı
1.Sahne:
(Kral Sarayın Kabul Salonunda üç bakanı ile ülkenin genel durumlarını konuşmaktadır)
124
Kral: Sayın bakanım, bu yıl bütçemiz açık verecek gibi gözüküyor. Bütçe gelirlerini gelecek
yılda iki milyon lira artırmamız gerekecek sanıyorum.
Bakan: Haklısınız efendim. Bu sene yağmurun az yağması bunu etkiledi maalesef.
Kral: Ancak bu durum ülke halkımızı olumsuz etkiler mi sence? Biliyorsun onların refah
içinde ve mutlu olmaları benim en önemli görevimdir.
Bakan: Hayır sanmıyorum kralım. Bu artış çok yüksek bir atış değil. Hem zaten halktan
büyük bir itiraz yükseldiği zaman da yapmamız gereken yatırımları biraz erteler ve vergileri
tekrar azaltırız.
(İçeriye kralın soytarısı girer. Nefes nefes krala giderek)
Soytarı: Sayın kralım, size önemli bir soru sorabilir miyim?
Kral: Burada önemli devlet meselelerini konuştuğumuzu görmüyor musun? Ama madem bu
kadar acele ediyorsun ve bekleyemedin sor bakalım?
Soytarı: Sayın kralım, ben uzun yıllardan beri gökyüzüne bakıp inceliyorum. Sizce gökyüzü
neden her zaman böyle mavi?
(Kralın yanındaki 3 bakan gülmeye başlarlar)
Kral: Zaten senden çıka çıka böyle bir soru çıkacağı belli idi. Bu mu önemli soru? Sen
bilmiyor musun güneşin ışınları yedi renk içerirler. Bu ışınlar dünyanın atmosferinden içeriye
girdiklerinde havaya çarparak kırılıp saçılırlar. Mavi ışınlar en çok saçılırlar, bu yüzden
gökyüzü mavidir. Bu senin sorunu cevapladı mı?
Soytarı: Evet kralım, benim bir sorum daha var. Neden biz cisimleri yukarıya doğru
attığımızda tekrar yere doğru düşüyorlar?
Bakan: Yetti ama, bu önemli toplantıyı böyle aptalca sorularla bölemezsin. Git buradan, git
buradan hadi.
Kral: Soytarı bekle bir dakika, buraya gel. Bundan sonra bu “Aptal” şapkasını takacaksın.
Nereye gidersen git herkes senin aptal olduğunu bilecek, tamam mı?
(Soytarının başına bir kep takar. Soytarı şapka almaktan dolayı mutludur ve hemen onu
takmaya başlar.)
(Aradan yıllar geçer.
(Kral artık yaşlanmıştır. Hastadır ve ölüm döşeğinde yatmaktadır. Ülkedeki bütün iyi
doktorlar kralın yanın başındadırlar, ama maalesef onun derdine bir çare bulamamışlardır)
(İçeriye soytarı girer)
125
Soytarı: (başında yine aptal şapkasını takmaktadır) Sevgili kralım, size çok önemli bir sorum
var. Ben bütün bilgilerin kaynağını merak ediyorum. Diğer bütün her şeyin bilinmesini
sağlayan o bilgi nedir? Ama siz hastasınız galiba, yatakta yatıyorsunuz? Ne oldu, neden
yatakta yatıyorsunuz?
(Bakanlar ve hizmetkârlar onu susturmaya çalışırlar)
Kral: Sevgili soytarı, benim günlerim artık sayılı. Ben yakın zamanda gidiyorum.
Soytarı: Gidiyor musunuz? Bekleyin sayın kralım, ben hemen seyahatiniz için gerekli
hazırlıkları yapayım. Hemen kraliyet filini getirteyim isterseniz?
Kral: Ey aptal soytarı! Ne diyorsun sen? Hiçbir fil beni oraya götüremez.
Soytarı: Sevgili kralım, ben o zaman ne yapılması gerektiğini biliyorum. Hemen kraliyet at
arabasını hazırlatıyorum. En hızlı atları arabaya koşmalarını söyleyeceğim. Böylece
gideceğiniz yere çabucak varabilirsiniz?
Kral: Yaa aptal herif, sen öğrenmeyecek misin? O at arabası da beni oraya götüremez.
Soytarı: (oldukça şaşırmış vaziyette) At arabası da mı seni oraya götüremiyor. Peki, kralım
siz nereye gidiyorsunuz acaba?
Kral: Valla gideceğim yeri ben de bilmiyorum.
Soytarı: (içgüdüsel olarak yüksek sesle) Siz ne diyorsunuz sayın kralım? Siz en başından
gitmeniz gereken yere gideceğinizi biliyordunuz. Sizi oraya filin götüremeyeceğini de
biliyordunuz. Gitmeniz gerekeceğini biliyordunuz ama bugüne kadar nereye gideceğinizi
araştırmadınız, öyle mi? O zaman efendim siz benden daha aptalsınız ve bu şapkayı
takmayı siz hak ediyorsunuz.
(Böyle diyerek soytarı başındaki şapkayı çıkartır ve kralın başına takar)
Anlatıcı: Sevgili arkadaşlar, bizler nereye gideceğini ve nasıl gideceğini bilmeyen bu kral gibi
olmayalım. Yaşam denilen bu yolculuğumuz bittiği zaman nereye ve nasıl gideceğimizi
araştıralım. Şu özdeyişi hiç unutmayalım, “Yola erken çık, yavaş sür ve gideceğin yere
emniyetle var! Tanrı’ya giden yol budur.”
-PERDE-
126
43- ELİNDE SEVGİ LAMBASI TAŞIYAN KADIN
Giriş:
Sahne Arkası Sesi: Yardım eden eller, dua eden dudaklardan daha kutsaldır. Hemşire
Florence Nightingale kolay ve lüks içinde bir yaşamı terk ederek yaşlı, hasta ve yaralı
insanlara hizmet edebilmek için çok zor ve meşakkatli bir yaşamı tercih etmişti. Hemşire
büyük bir reformcu idi ve hemşirelik mesleğini saygın ve onurlu bir seviyeye getirmişti. Şu
anda hastanelerde yerleşmiş olan etkili ve fedakârlık dolu hemşirelik sisteminin temellerini
atmıştı.
Bugün biz şimdi size Florence Nightingale’ın yaşamından bazı olayları bir tiyatro oyunu
şeklinde sergileyeceğiz.
1.Sahne:
(Küçük Florence oyuncakları ile oynamaktadır. Birdenbire oyuncak kırılır)
Florence: Anne bir dakika buraya gelir misin? Bu küçük bebeğimin eli kırıldı.
(Annesi içeriye girer)
Anne: Bir tanem, ne oldu? Oyuncağının kolu mu kırıldı? Bu kadar üzülmen boşuna, ben
sana hemen yeni bir oyuncak bebek alırım. Neden böyle bir bebek için bu kadar
üzülüyorsun?
Florence: Hayır anne. Baksana şu tatlı Lucy’e! Elleri yok. Haydi onu tamir edelim ve bu
şekilde o mutlu olsun. Ben Lucy’i çok seviyorum anne. Ne olur onu tamir eder misin?
Anne: Sen bu bebeğe çok bağlandın bence. Zaten geçen gece nasıl bize haber vermeden
kaçıp gitmiştin?
Florence: Anne ben o zaman senin arkadaşının evine gitmiştim. Sen bana onun hasta
olduğunu söylemiştin. Ben de ona eşlik etmek ve ayak işlerini yapmak için onun yanına
gitmiştim.
Anne: Neden dışarıya çıkıp arkadaşlarınla oyun oynamıyorsun? Yaşam eğlence demektir.
Bizim paramız var, hizmetçilerimiz ve toplumda saygın bir yerimiz var. Biraz eğlenmene
baksana!
Florence: Anneciğim, lütfen benim için üzülme. Ben herkesi seviyorum ve zor durumda
olanlara hizmet etmek istiyorum. Özellikle de zayıf ve fakir durumda olanların buna çok
ihtiyaçları var. Ben büyüdüğüm zaman daha fazla sayıda insana hizmet etmek ve onları
mutlu etmek istiyorum. Bu benim en büyük istediğimdir.
Anne: Güzel kızım, sen dünyayı bilmiyorsun. Beni dinlesen iyi olur. Mutlu ol ve yaşamın
tadını çıkar. Şu evcil köpeğine ve çevrendeki fakir insanlara hizmet etmeye çalışarak
zamanını ve hayatını boşa harcama!
127
2.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Aradan yıllar geçmiştir. Fakir ve hasta insanlar için faydalı olmak için
yanıp tutuştuğu için Florence yaşamını bu insanlara hizmete edebilmek için hemşire olmaya
karar verir. Anne ve babası kızlarının bu kesin kararına saygı göstermek zorunda kalırlar.
Florence, Almanya’da ve Fransa’da hemşirelik okulunda okur. 33 yaşına geldiğinde
Londra’da hemşirelik evininin(Huzur evinin) yöneticiliğine getirilir.
(Florence bir grup hemşire ile birlikte sahneye girer)
Florence: Sevgili hemşireler, bu Hemşirelik(Huzur) Evi’nin durumu maalesef çok kötü ve
hepimizi üzüntüye sevk ediyor. Bizim çok çalışmamız lazım.
1.hemşire: Efendim, biz sizinleyiz merak etmeyin. Lütfen bize ne yapmamız gerektiğini
söyleyin.
Florence: İlk söyleyeceğim şey ‘Temizlik Tanrısallık’tır’. Bunu çok iyi anlamamız lazım.
Sonra yapmamız gereken ilk iş koğuşları çok iyi temizlemektir. Ondan sonra da ilaç ve diğer
sağlık malzemesi stoklarını kontrol edeceğiz.
2.hemşire: Efendim sizin bu yaptığınız yenilikler buradaki doktorların hiç hoşuna gitmiyor.
Florence: Bizim vazifemiz zor durumda ve ıstırap içinde acı çeken hastaları sevmek ve
onlara hizmet etmektir. Ben doktorlarla arkadaşça ve sevgi dolu olarak konuşmamızdan ve
onları ikna etmemizden yanayım. Zamanla onlar da görüşlerini değiştireceklerdir.
(O sırada içeriye bir doktor girer)
Doktor: Biz uzun süreden beri burada çalışmaktayız. Sizin Londra Hemşirelik Evi’nde
uygulamaya çalıştığınız bu yeni kuralları ve düzenlemeleri doğru bulmuyoruz. Siz bu işi
bizden daha iyi mi bildiğinizi düşünüyorsunuz? Bu yeni kuralları uygulamaya koymadan
önce bize sormalıydınız.
Florence: Efendim, biz kendimizin büyük olduğunu göstermeye gayret etmiyoruz. Bizler
hemşireyiz ve bizim vazifemiz sevgi ve fedakârlıkla insanlara hemşire olarak hizmet
etmektir. Bunun için de temizlik başta olmak üzere, düzen ve intizam, her şeyin zamanında
yapılması/dakiklik, kendini adama ve işine bağlılık gerekmektedir. Ben yalnızca bu
Hemşirelik Evini daha iyi bir konuma getirecek değişiklikler uygulamaya çalışıyorum.
Doktor: Madam, ben sizin söylediklerinizden çok etkilendim. Bu kutsal görevinize devam
edin lütfen. Düşüncelerimi belirttiğim için beni affedin lütfen.
3.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: (1853 yılında Rusya, Fransa, İngiltere ve Osmanlı İmparatorlukları
arasında bir savaş çıkar ve tarihte ünlü Kırım Savaşı olarak tanınır. Savaş çıktığı zaman
128
Britanya Hükümeti Florence Nightingale’ı Türkiye’deki İngiliz birliklerine bakan Sağlık
Bölümüne başhemşire ve en üst yönetici olarak göndermişti. Florence göreve başlamadan
önce diğer hemşire arkadaşları ile birlikte bir toplantı düzenledi.
Florence: Hastanemize her geçen gün daha çok sayıda yaralı asker getiriliyor. Durumumuz
kötüye doğru gidiyor.
1.hemşire: Sayın hemşire, bu durumla nasıl başa çıkacağız? Her yer sefalet ve ıstırapla
dolu.
Florence: Ordu hastanelerinin durumu maalesef çok feci. Ameliyat yapan cerrah sayısı çok
yetersiz! Yeteri kadar yatağımız ve çarşafımız, yeteri kadar hasta elbisemiz, yeteri kadar
yara bandajımız yok.
2.Hemşire: Madam, ayrıca ihtiyacımız olan çok sayıda ilaç da yok.
Florence: Sevgili hemşireler, bunlara hiç üzülmeyin. Biz burada Tanrı’nın işini yapıyoruz. Bu
kutsal görevimizi büyük bir cesaretle ve kararlılıkla sürdürmemiz gerek. Masrafları
karşılayacak kadar ödenek yok ama bazı yerlere mektup yazarak yardım isteyebiliriz. Ben
mesela aileme yazacağım ve kendime ait olan paradan buraya malzeme göndermelerini
isteyeceğim. Ayrıca kendi maaşımdan da buraya malzeme almalarını söyleyeceğim. Şimdi
bunları kendimize dert edinmeyelim ve yapmamız gereken göreve devam edelim. Haydi,
herkes koğuşlara!
4.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Florence ve hemşireler grubu yerleri temizleyip ovalayarak, çamaşır
yıkayarak, yaraları tedavi ederek, hastalara yiyecek temin ederek ve onları teselli ederek
görevlerini sürdürürler. Florence, başhemşirelik görevinin yanında aynı anda bir aşçının,
temizlikçinin, ambar memurunun vazifelerini de üstlenmiş yapıyordu.
Gece olduğunda Florence elinde bir lamba ile koğuşları geziyor, yaralı askerlerin
durumlarını kontrol ediyordu.
Yaralı askerler: İşte yine bizim Hemşiremiz elinde Sevgi Lambası ile teftişe çıkmış geliyor. O
bizim hepimizin kurtarıcısıdır, o bizim kalplerimizi sevgi ışığı dolduran annemizdir. Tanrı onu
korusun ve Rahmetini onun üzerine yağdırsın.
-PERDE-
129
44- DUA EDEN ELLER
Karakterler:
İki arkadaş, birinin adı Hamdi, diğerininki Cenk.
Hamdi: Merhaba Cenk, hoş geldin. Dün sana bir resimden bahsediyordum hatırlıyor
musun?
Cenk: Evet hatırlıyorum. Ressamı Albrecht Dürer ve resmin adı da ‘Dua Eden Eller’ idi
galiba.
Hamdi: Haydi gel o zaman içeriye resim galerisine geçelim. Sana bu remin hikâyesini
anlatmamı ister misin?
Cenk: Eveeeeeet. Lütfen bana o hikâyeyi anlatır mısın? Bir arkadaşımdan duyduğum kadarı
ile bu bir fedakârlık hikâyesi idi öyle değil mi?
Hamdi: Evet çok doğru! Bu olay bundan takriben 500 yıl kadar önce Almanya’da Nürnberg
şehrinin yakınlarındaki bir köyde meydana geldi.
Cenk: Lütfen hemen anlatmaya başla. Sabırsızlanıyorum.
Hamdi: 15.yüzyılda bugünkü Nürnberg yakınlarında küçük bir köyde on sekiz çocuklu bir
aile yaşıyordu. Ailenin reisi olan baba kuyumcu idi ve ailesini geçindirebilmek ve ekmek
parası kazanabilmek için günde 18 saat çalışıyordu. Ayrıca etrafta bulduğu ufak tefek
angarya işlerde de çalışıyordu. Fakirlikten ailenin on üç çocuğu daha küçük yaşlarda
ölmüşlerdi.
Umutsuz ve çaresiz bir yaşam sürdürmelerine rağmen ailenin çocuğu olan Albrecht
Dürer’in(1471) bir hayali vardı. Sanat eğitimi almak ve ressam olmak istiyordu. Kardeşi
Albert de kendisi ile aynı hayali paylaşıyordu. O da çok yetenekli idi ve dünya çapında
tanınmış bir ressam olmak istiyordu. Ancak babalarının maddi durumu onlara bu pahalı
eğitimi sağlamak için yeterli değildi. Babası Albrecht’in kendisi gibi bir kuyumcu olmasını
istiyordu ve ona dersler veriyordu ama o kendi yolunu çizmişti bile.
Cenk: Hayatları ne kadar zormuş. Biz şimdi böyle iyi bir eğitim alabildiğimiz için çok
şanslıyız.
Hamdi: Uzun konuşmalardan sonra aralarında bir anlaşmaya vardılar. Aralarından birisi
madenlerde çalışmaya gidecek ve diğerini 4 yıl boyunca maddi açıdan destekleyecek ve
akademide sanat eğitimi almasını sağlayacaktı. Bu dört yılın sonunda ise diğeri sanat
eğitimini tamamlayacak ve madenlerde çalışan kardeşini okutmak için maddi destek verme
sırası ona gelecekti. Bunu yapabilmek için sanat eğitimini kullanacak veya eğer buna imkân
yoksa o da madenlerde çalışmaya gidecekti.
Cenk: Çok güzel ve adil bir anlaşma yapmışlar. Hangisinin önce gideceğini nasıl belirlediler
peki?
Hamdi: 1486 yılında bir pazar günü kiliseden sonra hangisinin okumaya gideceğini
belirlemek için para atışı yaptılar. Yazı tura oyununu kazanan Albrecht Dürer oldu. Kurayı
kaybeden kardeşi Albert tehlikeli madenlerde çalışmaya başladı. Albrecht Dürer ise 15
130
yaşında hemen Nürnberg’e giderek resim öğrenmeye başladı. O yıllarda Nürnberg çok
önemli ve refah içinde bir şehir idi. Ticaretin ve kitap yayıncılığının bir merkezi konumunda
idi ve özellikle İtalya ve Venedik ile bağları çok kuvvetli idi. Alpler üzerinden kısa bir
yolculuk ile Venedik’e ulaşabiliyordunuz.
Cenk: Peki sonra ne oldu? Bu Dua Eden Eller Tablosu nasıl yapıldı, çok merak ediyorum.
Hamdi: Albrecht’in resim yapma yeteneği o kadar büyüktü ki kısa zamanda ismini duyurdu.
Albrecht’in maden oyarak yaptığı resimler(gravürler), tahta oymaları ve yağlıboya resimleri
kendisini eğiten profesörlerden bile çok daha iyi idi. Okuldan mezun olduğunda aldığı
siparişlerden hatırı sayılır paralar kazanmaya başlamıştı.
Cenk: Herhalde o sırada Albert çok sevinmiştir.
Hamdi: Albrecht Dürer okulu bitirdikten sonra eve geri döndüğünde ailesi onun dönüşünü
kutlamak amacı ile büyük bir kutlama yemeği düzenlediler. Yemeğin sonunda masanın onur
konuğu olan Albrecht, masa başındaki yerinden ayağa kalktı ve kardeşi Albert için kadeh
kaldırmayı teklif etti. Yıllar boyunca fedakârca derin madenlerde çalışmış ve yemeden
içmeden Albrecht’in sanat eğitimini finanse etmişti. Şöyle dedi, “Sevgili kardeşim Albert,
şimdi sıra senin. Şimdi sen resim eğitimi alacaksın ve ben de seni destekleyeceğim.”
Cenk: Çok heyecanlı! Albert havalara uçmuştur kesin!
Hamdi: Fakat masanın öbür tarafında oturan kardeşi Albert hıçkıra hıçkıra ağlamaya
başladı. “Hayır” dedi. “Sevgili Albrecht yapamam. “Dört yıl boyunca madenlerde ağır işlerde
çalışmaktan ellerim deforme oldu. Her iki elimin de parmakları birkaç defa kırıldı. Sağ
elimde kireçlenme var ve artık elimde hiçbir şey tutamıyorum. Senin kadeh kaldırma
önerinden sonra elime bir bardak almak istedim, onu bile kaldıramadım. Ben artık
ressamların yaptıkları o ince kalem işlerini ve fırça darbelerini yapamam ve Nürnberg’e
gidemem. Üzgünüm ama artık benim için çok geç.”
Cenk: Aman Allahım, ne kadar üzücü. Albert adına çok üzüldüm şimdi.
Hamdi: Şimdi artık Albrecht’in de gözlerinden aşağıya yaşlar boşanıyordu. Kardeşi de
kendisi gibi çok yetenekli bir ressam olabilir ve dünyaya ün salabilirdi. Ancak kaderin cilvesi
ile yaptıkları kura atışında kaybeden o olmuş ve Albrecht’in eğitimini karşılayabilmek için
yıllar boyu ağır işlerde çalışarak nerdeyse hayatını kardeşi uğrunda harcamıştı. Albrecht
artık ünlü ve zengin bir kişi olduğu için onun geçimini sağlayacaktı ama kardeşinin yaptığı
fedakârlığın karşılığını ne yapsa veremeyecekti.
Cenk: Bu çok acıklı bir hikâye oldu şimdi. Nerdeyse ağlayacağım.
Hamdi: Kardeşi Albert arada bir kendisinin resim atölyesine geliyor ve kendisini ziyaret
ediyordu. Albrecht kardeşine sevgi ile sarılıyor ama bir türlü borcunun karşılığını hakkıyla
veremiyor, içi kahroluyordu. Onun durumuna üzülüyor ve ne yapabileceğini düşünüyordu.
Bir gün yine kardeşi kendisini ziyarete geldiğinde aklına şimşek gibi bir fikir geldi. Kardeşini
karşısına oturttu ve onun deforme olmuş ellerini dua eder pozisyonda resmetmeyi başardı.
Resmi tamamlaması bir yılı aşmıştı.
Cenk: (Gözlerinden yaşlar boşanarak) Bu resim o resim mi?
131
Hamdi: Albrecht Dürer bu resme “Eller” ismini vermişti ama bütün dünya fedakârlığın bir
anısı olan bu resme kalbini açtı ve onun kardeşine olan sevgisinin bir göstergesi olan bu
resme “Dua Eden Eller”(Praying Hands) ismini taktılar. Bu sayede kardeşi Albert’in ismi
ölümsüzlerin arasına katıldı.
Cenk: (ağlamaya devam ederek) Bu müthiş bir hikâye. Bunu herkesin bilmesi lazım!
Hamdi: Şu ana kadar aradan takriben 500 yıl geçti. Bu resimden sonra Albrecht Dürer
bütün dünyada tanınmış ve çok ünlü olmuş bakır gravürleri, kendi portrelerini, kara kalem
çalışmaları, yağlı boya resimleri ve tahta oymaları yaptı. Ancak bunların hiçbirisi “Dua Eden
Eller” kadar insanın yüreğine dokunmadı. Sayısız insan, fedakârlığın ve kardeş sevgisinin bu
en güzel örneğinin resmini büyüterek evinin duvarına astı.
Bir daha bu resmi gördüğünüzde dönüp ikinci bir kez daha bakın, lütfen. Size dayanışmayı,
arkadaşlığın ne kadar güzel bir şey olduğunu ve insanın tek başına hiçbir şey
yapamayacağını anlatsın. Bizim büyüklerimiz bunu çok güzel bir özdeyişle bizlere ne kadar
güzel anlatmışlar. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”
Cenk: (artık hüngür hüngür ağlamaktadır) Çok teşekkür ederim. Ben de bu resimden
kendime bir tane edineceğim ve duvarıma asacağım. Keşke hepimiz bu resmi birbirimize
versek ve fedakârlığın güzelliğini hatırlatsak!
Albrecht’in kendi portresi
Dua Eden Eller (Praying Hands)
-PERDE-
132
45- HUZURA DOĞRU GİDEN DOĞRU DAVRANIŞ YOLU
Sahne arkası Sesi: Bu yaşamı boyunca İnsani Değerleri uygulamış olan büyük bir
öğretmenin, büyük bir bilgenin hikâyesidir. Bu öğretmenin en gözde öğrencisi Naren idi.
Naren öğretmenine yaşamda İnsani Değerleri yolunda yürüyebilmek ve huzura
kavuşabilmek için daha çok şey öğrenmesi gerektiğini öğretmişti.
Karakterler:
Ramakrishna- öğretmen
Naren – onun öğrencisi
Reshma- Naren’in annesi
Jaya- Ramakrishna’nın kızı
Shantha- Ramakrishna’nın eşi/karısı
1.Sahne: Okulda bir sınıftadırlar. Öğretmen ders anlatmaktadır. En sevdiği öğrencisi de
diğer öğrenciler gibi dinlemektedir.
Öğretmen: Bugün size Hakikat’i ve Doğru Davranış’ı anlattım. Şimdi bu anlattıklarımı
özetlemek istiyorum. Bunu sizin içinizden biri yapmak ister mi?
(Naren elini kaldırır)
Öğretmen: Pekâlâ Naren. Lütfen sınıfa bugünkü dersi anlatır mısın?
(Naren ayağa kalkıp sınıfa doğru döner)
Naren: Biz bugün Hakikat’i ve Hoşgörü’yü öğrendik. Hakikat bizim yaşam nefesimizdir. Biz
Hakikat olmadan yaşayamayız. Hakikat değişmez, değişmeyen tek şeydir. O bizim
içimizdeki vicdanın sesidir. Ülkemiz Hindistan’ın düsturu Sathyameva Jayathe’dir.
(En sonunda galip gelen ve hüküm süren her zaman Hakikat’tir)
(Bu söz bir sembol haline getirilmiş ve Hindistan’daki bütün madeni paraların üzerine
basılmıştır)
Bizim yapmamız gereken şey vicdanımızın sesini kulak vererek davranmak ve Doğru
Davranış’ı korumak ve desteklemektir. Kadim bilgeler tarafından bizlere verilmiş olan öğüt,
“Hakikat’i Konuş ve Doğru Davranış’ı Uygula”dır.
(Öğretmen beğendiğini belli etmek için Naren’in sırtına vurur)
Öğretmen: Çok güzel anlattın Naren. Teşekkür ederim. Şimdi yerine oturabilirsin. Çocuklar
şimdi gelecek imtihana çalışmak sizin göreviniz ve yapmanız gereken Doğru Davranış’tır.
Öyle davranmalısınız ki anne ve babalarınız sizlerle gurur duysunlar.
Öğrenciler: Evet efendim.
(O sırada zil çalar, çocuklar ayağa kalkarlar, öğretmenlerine selam vererek sınıftan çıkmaya
başlarlar)
133
Öğretmen: Naren, sen yarın ki sosyal çalışmalar dersine katılacak mısın?
Naren: Evet öğretmenim. Ben engelli kişilere hizmet etmeyi seviyorum. Bu bize alçak
gönüllülük kazandırıyor.
Öğretmen: Evet, çok doğru! Ben seninle gurur duyuyorum ve senin için büyük umutlar
besliyorum.
Naren: Teşekkür ederim efendim.
2.Sahne:
(Naren eve gelir)
Naren: Anne, ben eve geldim.
(Ancak Naren’in annesi evde hasta yatmaktadır. Naren çok şaşırır)
Naren: Anne ne oldu? Neyin var, hasta mısın?
(Naren gidip annesinin ayak ucuna oturur)
Naren: Anne ben gidip hemen doktor çağırıyorum.
Anne: Bilmiyorum oğlum. Birdenbire böyle rahatsızlandım. Ama merak etme. Doktor
çağırmana gerek yok. Yarın daha iyi olurum ve düzelirim inşallah.
Naren: Lütfen sana nasıl yardım edebilirim, onu söyler misin?
Anne. Lütfen mutfağı temizle ve bizim için akşama yemek hazırla.
(Naren annesinin işlerini yaparak ona yardım eder. Ancak annesinin hastalığı ilerler. Naren
okula gitmez ve iki hafta boyunca annesinin yanından ayrılmaz)
Anne: Naren benim yüzümden okula gidemiyorsun.
Naren: Merak etme anne. Ben sınıfımı geçerim. Ben seninle ilgileniyorum ve sana
bakıyorum. Bu şu anda benim görevim. Bize yardım edecek başka kimse yok ki?
Sahne Arkası Sesi: Naren hasta annesine baktığı için uzun süre okula gidemez. Bu yüzden
de sene sonu imtihanında tam olarak başarılı olamaz. Çok üzülür ama Ramakrishna’nın
kendisine kanaat notu vereceğine ve kendisini geçireceğine inanmaktadır.
3.Sahne:
(Sınıf’ta Ramakrishna yalnız başına öğretmen sandalyesinde oturmaktadır. Naren sınıftan
içeriye girer)
Naren: Günaydın, öğretmenim.
134
Öğretmen: (Hayal kırıklığına uğramış vaziyette) Sınav notların beni hayal kırıklığına uğrattı.
Bu konuda ne diyorsun?
Naren: Efendim, annem çok hasta olduğu için sürekli olarak onunla ilgilenmek zorunda
kaldım. Benin öncelikli görevimin bu olduğunu sanıyorum. Nasıl olsa sınıfı geçerim diye
düşünmüştüm.
Öğretmen: (gayet ciddi bir yüz ifadesi ile) Bütün derslerden aldığın notlar zayıf olduğu için
sınıfta kalmak zorundasın.
Naren: Öğretmenim, lütfen eğer yanlış bir şey yaptıysam beni affedin…..Acaba biraz kanaat
notu vererek beni geçiremez misiniz? İlerde telafi edeceğim söz veriyorum.
Öğretmen: Nasıl böyle bir şey yapabilirim, sevgili oğlum? Eğer kanaat notu vererek seni
geçirirsem, seninle aynı konumda olan diğer öğrencileri de geçirmem gerekir. Ama bu da
Hakikat’e aykırı bir şey olmuş olur. Ben Hakikat’e aykırı davranamam.
Naren: Ama efendim, ben derslerimi hasta anneme bakabilmek için ihmal ettim,
tembelliğimden değil ki?
Öğretmen: Naren, sen sınavı geçebilmek için derslerine çalışma görevini ihmal ettin. Eğer
başarısız olduysan bu senin kendi sorumluluğundur. Tam başarılı olmak için tam gayret
etmek gerekir. Eğer sen imtihanlarda başarısız olmuşsan bile, bu başarısızlığını kanaat notu
ile geçerek telafi edemezsin. Bunu yaparsan bu sefer de dürüstlüğünü, erdemini ve
karakterini kaybedersin. Bizim yaşamımız iniş çıkışlarla doludur. Biz düştüğümüz zaman
yenilgiye uğramayız. Düştüğümüz yerden ayağa kalkmadığımız zaman yenilmiş oluruz. Bu
derslerden alacağın notlar önemli değildir, senin görüşün ve hayata bakışın önemlidir.
Biliyorsun ki eğitimin sonu karakter olmalıdır. Bu yüzden sevgili oğlum, başarısızlığını tam
bir iç huzuru ve samimiyetle kabul et. Kendini teselli et. Sen yine çok çalışır ve gelecek sene
yine en iyi öğrenci olursun. Benim bu konuda yapabileceğim bir şey yok. Senin
başarısızlığını görmezden gelerek yanlış ve Hakikat’e aykırı bir şey yapamam.
Naren: Efendim lütfen beni affedin. Sizden kanaat notu istemekle doğru davranmadım. Ben
sınıfta kalmaya ve gelecek yıl bu sınıfı tekrar etmeye razıyım. Siz bana doğru yolu
gösterdiniz. Hakikat en önemli şeydir.
(Arka planda şu özdeyiş Sahne Arkası Sesi tarafından yavaşça tekrarlanır: “Senin üzerine
düşen davranışı yapmaya hakkın vardır, ama o davranışın sonunda meyve isteme hakkın
yoktur. Davranışlarının maksadı o meyveyi almak olmasın, ayrıca bu yüzden de yapman
gereken görevden kaçamazsın”)
135
4.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Aradan yıllar geçmiş ve Ramakrishna emekli olmuştur. Herkes
tarafından sevilmekte ve çok saygı görmektedir. Mutludur, ancak kızı kendisini dinlemediği
ve ele avuca sığmadığı için biraz huzursuzdur.
(Ramakrishna oturma odasında oturmakta ve gazete okumaktadır. Kızı içeriye bir oğlan
kılığına bürünmüş olarak ve rock müziği ile dans ederek girer. Kız gidip kanepeye oturur ve
magazin dergilerini karıştırmaya başlar.)
Ramakrishna: (kızmış vaziyette) Neden bu şekilde giyindin? Büyüklerin karşısında böyle
laubali olarak oturulmaz. Kendine çeki düzen ver biraz.
Kızı Jaya: (omzunu sallayarak) Aman baba, ben artık emir verebileceğin küçük bir çocuk
değilim ki? Merak etme ben ne yaptığımı biliyorum.
Ramakrishna: Size okulda bunu mu öğretiyorlar? Böyle saygısızca cevap vermenizi mi
öğütlüyorlar? Benim hemen gidip senin öğretmeninle konuşmam lazım.
(O sırada Ramakrishna’nın karsı içeriye girer. Deminki konuşmayı iştmiştir.)
Karısı Shanta: Neden Jaya’ya kızıyorsun? O daha çocuk. Sürekli olarak onunla
uğraşıyorsun ve onu üzüyorsun. Şunu unutma ki o bize Tanrı’nın bir hediyesi!
Ramakrishna: Tanrı’ya bir çocuk için dua ettiğim zaman ailesine ve büyüklerine böyle
saygısız bir çocuk istememiştim. Baksana bizlere nasıl davranıyor.
Jaya: Tamam bizim söylev başladı yine. En iyisi ben odayı terk edeyim.
Ramakrishna: (Karısına dönerek) Derslerinin nasıl olduğunu ve imtihanlardan hangi notları
aldığını biliyor musun?
Shanta: Üçüncü sınıfta da sınıfta kaldığını biliyorum.
Ramakrishna: Kızımız tembelliğinin sonucunu görmek zorunda Onda hiç görev sorumluluğu
yok.
Shanta: (kızmış vaziyette) Sen kızını ihmal ettin ve yalnızca kendi öğrencilerinle ilgilendin.
Şimdi hemen kalkıp kızımızın öğretmenine gidiyorsun ve ondan kızımızı geçirmesi için
kanat notu vermesini istiyorsun, tamam mı?
Ramakrishna: Neler işitiyorum? Ben kesinlikle prensiplerimin dışına çıkamam ve Doğru
Davranış’a aykırı davranamam.
Shanta: Kızımıza yardım edebilmek için bu son şansımız. Jaya bu sene de sınıfta kalırsa ne
olacak biliyor musun?
136
(Shanta Ramakrishna’yı yalnız bırakır. Ramakrishna odada aşağı yukarı yürümeye başlar.
Zihninde vicdanı ve arzuları karşılıklı olarak tartışmaktadırlar)
Sahne Arkası Sesi:
Hakikat: Ben Hakikat’im. Doğru yoldan sakın ayrılma. Kızının sınıfı geçmesi için not
dilenmen ne kadar ayıp bir şey görmüyor musun?
Arzu: Ben de arzuyum ve haklıyım. Sen ailen için fazla bir şey yapmadın. Hep öğrencilerinle
ilgilendin. Shanta haklı. Kız sınıfını geçerse hayatı kurtulabilir.
İyilik: Ben iyiliğim. Lütfen Arzu’nun sesini dinleme! Jaya bu ihmalinin ve kayıtsızlığının
bedelini ödemeli. Daima Hakikat’e ve Doğru Davranış’a bağlı kal!
Arzu: Yaa, öğretmene gidip konuşmanın neresi yanlış? Biraz cesaretini topla! Hadi biraz
acele et, bir an önce git!
(Ramakrishna dışarıya çıkar)
5.Sahne:
Eski öğrencisi Naren, Jaya’nın öğretmeni olmuştur ve elinde bir kitap bir sandalyede
oturmaktadır.
(Ramakrishna içeriye girer)
Ramakrishna: İyi günler efendim. Aaa, Naren merhaba, nasılsın?
Naren: Hocam, bu ne sürpriz? Nasılsınız, iyi misiniz? Buraya sizi hangi rüzgâr sürükledi?
Ben kendi yaşamımda sürekli olarak sizden öğrendiğim prensipleri ve değerleri uygulamaya
çalışıyorum.
Ramakrishna: Ben buraya kızım ve senin öğrencin Naren için konuşmaya geldim.
Naren: Hocam, o kız sizin tam aksiniz. Derslerine çalışmıyor ve hiç dikkat etmiyor. Sanki
hiçbir şeyi umursamıyor gibi gözüküyor. İlk iki yıl sınıfta kalmıştı. Korkuyorum ama bu yıl da
sınıfta kalmak üzere!
Ramakrishna: Sevgili Naren, onun bu halde olmasının sebebi tamamen benim. Ben onu
ihmal ettim. Ben ona sevgimi tam olarak gösteremedim ve dersleri ile ilgilenemedim. Ben
senden onu kanaat notu ile sınıfını geçmesini sağlayabilir misin diye rica etmeye geldim.
Naren: (ağlamaya başlar) Efendim, siz benim ilk öğretmenim, bana yol gösteren, benim bu
hale gelmemi sağlayan hocamsınız. Şu anda burada bana söylediklerinize inanamıyorum.
Siz bana yol gösteren yol gösteren ışıksınız, deniz fenerisiniz. Siz bana ve arkadaşlarıma
tuttuğunuz ışık ile yol gösterdiniz. Siz, Hakikat ve Doğru Davranış ışığısınız. Hocam siz
ışığın ta kendisisiniz. Ben hayatım boyunca, ben sizden kanaat notu istediğim zaman bana
137
anlattığınız öğretiler doğrultusunda hareket ettim. Şimdi aradan bu kadar sene geçtikten
sonra siz nasıl olur da gelip benden Doğru Davranış’a aykırı davranmamı isteyebilirsiniz?
Tanrım lütfen bana zihin huzuru ver. Efendim siz benim her şeyimsiniz. Lütfen bana huzura
kavuşmam için yol gösterir misiniz?
(Böyle diyerek Ramakrishna’nın ayaklarına kapanır)
Ramakrishna: (Ona sarılır) Sevgili oğlum, şu ana kadar ben kendimin daima İnsani
Değerleri takip eden ideal bir insan olduğumu zannediyorum. Fakat işte görüldüğü üzere
ben de aileme aşırı bağlılık göstererek Doğru Davranış’a aykırı ve hatalı davrandım. Şurası
muhakkak ki sen benden çok daha üstünsün. Sen benim gözlerimi açtın ve tekrar kendime
gelmemi sağladın. Asıl sen benim öğretmenimsin. Sen beni günaha doğru yürümek üzere
iken uyardın ve beni kurtardın. Eğer bu hataya düşseydim bu ileri yaşımda hayatımı
mahvetmiş olacaktım. Bugüne kadar okuttuğum öğrencilerimin gözünde ne hale gelmiş
olacaktım. Ben sana sonsuz teşekkürler ediyorum sevgili oğlum. Seni tüm kalbimle
kucaklıyorum.
-PERDE-
138
46- SAVURGAN OĞULUN GERİ DÖNÜŞÜ
Giriş: Sizlere kutsal kitaptan bir öyküyü oyun şeklinde sunmak istiyoruz. Bu hikâyenin adı
‘Savurgan Oğulun Geri Dönüşü’. Bizler hepimiz Tanrı’nın çocuklarıyız. Burada dünyada bir
günahkâr kişi tövbe ederek bu günahtan el çektiği zaman cennette büyük bir kutlama şenliği
düzenlenmektedir. Bizler bazen doğru yoldan saparak günah dolu eylemlerde bulunuruz,
ancak biz pişman olduğumuz ve tövbe ettiğimiz zaman Tanrı bizi affeder ve bağrına basar.
Sahne Arkası Sesi: Levy’nin bir çiftliği ve Jude ve Simon adlarında iki oğlu vardı. Jude çok
akıllı ve uslu bir çocuktu. Tarlada çok çalışıyor ve babasına çok yardımcı oluyordu. Simon
ise tembel ve sürekli canı sıkılan bir çocuktu.
1.Sahne:
(Levy’nin evi. Levy koltukta oturmaktadır. İçeriye Simon girer)
Levy: Sevgili oğlum, benden bir şey istiyor musun? Gördüğüm kadarı ile senin çiftliğinin
işleri ile fazla bir merakın ve ilgin yok. Aslında Tanrı bize çok verimli bir toprak parçası
bahşetmiş durumda. Eğer çalışırsan refah içinde bir yaşam sürdürebilirsin.
Simon: Ben de zaten seninle bu konuyu konuşmak istiyordum. Ben burada sıkılıyorum. Ben
her gün bu zor ve sıkıcı işleri yapan Jude gibi olamam. Ben çeşitli ülkelere gitmek ve
heyecanlı maceralar yaşamak istiyorum. Lütfen bana bu çiftlikten üzerime düşen hakkımı
verir misiniz?
Levy: Ben açıkçası bunu duyduğuma çok üzüldüm. Bu kararından sonra pişman olacağını
biliyorum. Sen daha henüz dünyayı görmedin, bilmiyorsun? Senin kendi yaşamını kendi
yeteneklerin dahilinde kurmayı istemen son derece doğal. Sana şimdi üzerine düşen kısmı
nakit olarak vereceğim.
(Levy içeriye gider ve büyük bir çanta dolusu para ile geri döner)
Levy: Al oğlum. İşte burada senin hakkın var.
(Simon çantayı alır.)
Simon: Artık ben gideyim.
(Simon orayı terk ederek uzaklaşır)
Levy: Benim oğlum bana ve evdeki diğer yakınlarına veda bile etmedi. Tanrı inşallah ona
doğru yolu gösterir ve iyi bir yaşam sürer.
2.Sahne:
Sahne Arkası Sesi: Simon mutlu bir şekilde evi terk eder. Harcayacağı çok fazla para vardır.
Zaman içinde çok sayıda arkadaş edinir. Yaşamı boyunca bir partiden diğerine gider. Dans
139
etmeyi, içki içmeyi ve eğlenmeyi çok sevmektedir. Fakat bir müddet sonra paralar suyunu
çeker. Bir bakar ki arkadaşları kendisini teker teker terk etmektedirler. Yalnız başına ve
parasız bir şekilde kalmıştır. Pahalı elbiselerini, saatini satar. Paçavralar içinde kalmıştır.
Açlıktan bulduğu bir işe girer.
(Simon sahneye gelir)
Simon: Çok açım. Açlıktan karnım ağrıyor. En sonunda bir işe girdim ama burada bana
domuzlara verilen bezelye ve fasulyelerden başka bir şey vermiyorlar.
(Elinde birkaç bezelye vardır. Onları ağzına atıp yemeye başlar. Bu sırada gözlerinden
yaşlar gelmektedir)
Simon: (kendi kendine) Şimdi hatırlıyorum da evde iken bana prens gibi davranıyorlardı.
Hizmetçilerimiz vardı. Sevgi dolu bir babam vardı. Ben ne kadar aptalmışım. Babamın en
küçük çalışanı bile benden çok daha fazla değerlidir. Ben en iyisi geri döneyim. Babamın
beni affedeceğini düşünüyorum. Biliyorum ben hissemi alıp harcadığım için artık evde ve
çiftlikte en ufak bir hakkım bile yok, ama babam bana tarlada bir iş verirse orada çalışırım.
Ben döndüğümde onun ayaklarına kapanıp özür dileyeceğim ve affetmesini isteyeceğim.
(Hüngür hüngür ağlar)
3.Sahne:
Sahne Arkası sesi: Eve dönüş yolculuğu oldukça uzun ve yorucu olmuştur. Baba Levy, oğlu
Simon’un ayrılışından beri yüzü gülmemiştir. Her gün sabah uyandıktan sonra evin
önündeki terasa çıkıp oturmakta ve uzaklara bakarak oğlunun geri gelmesini beklemektedir.
Bir gün oğlunun geri geleceğine tüm kalbi ile inanmaktadır. Zaten öyle de olur. Uzaklardan
gelerek çiftliğe doğru sürünerek yaklaşmakta olan yırtık pırtık elbiseler içindeki oğlu Simon’u
tanımıştır. Hemen ayağa kalkarak oğluna doğru koşar ve sevinç çığlıkları içinde ve
gözlerinde sevinç gözyaşları ile oğlunu sımsıkı kucaklar. Babasının kendisini öpmesinden
ve kucaklamasından Simon konuşamaz)
Simon: Baba, ben çok büyük bir günah işledim. Sana ihanet ettim ve nankör davrandım.
Ben tekrar senin oğlun olmayı hak etmiyorum. Lütfen eğer beni tekrar geri kabul edeceksen
bir çalışanın olarak işe almanı istiyorum.
Levy: (ellerini çırparak hizmetkârlarını çağırır) Arkadaşlar lütfen hepiniz gelir misiniz? Benim
oğlum evine geri döndü. Lütfen ona güzel bir kıyafet, bir çift ayakkabı verin. Benim oğlum bu
şekilde giyinmemeli. Saygın, yakışıklı ve zarif olmalı. Lütfen hepiniz ona gerekli saygıyı
gösterin. Yarın akşam oğlumun dönüşünün şerefine büyük bir ziyafet ve kutlama şöleni
düzenliyoruz. Gerekli düzenlemeleri ve hazırlıkları yapın. Herkese, bütün tanıdıklara haber
verin Müzik programı ve dans gösterileri, hepsini istiyorum. Bugün hepimiz çok sevinçliyiz.
Herkes mutlu olsun!
140
4.Sahne:
Büyük şölen başlamıştır. Müzik gösterileri, dans gösterileri yapılmaktadır. Herkes beraber el
çırpmakta ve şarkılara katılmaktadır. Levy ve Simon kapıda durmuş gelen misafirleri
karşılamaktadır.
(Bu sırada öbür oğlu Jude sahneye gelir)
Jude: Baba bunca yıldan beri ben senin yanında ve seninle birlikte çalıştım. En zor, en
sıkıcı işleri yaptım. Benim için ne yaptın? Benim arkadaşlarımla eğlenebilmem için en küçük
bir yemek bile vermedin.
Levy: (Kollarını Jude’un omuzlarına dolayarak) Sevgili Jude, benim sevgili oğlum, benim
güzel oğlum. Sen benim en büyük dayanağımsın. Sen her zaman burada benim yanımda,
benim arkamda idin. Simon kendi hissesini alıp gittiği için neyim var neyim yoksa hepsi sana
aittir. Fakat lütfen şunu anlamaya çalış. O da aynı senin gibi benim oğlum. Ben her ikinizi de
çok ama çok seviyorum. Sizin için canımı bile veririm. Ona güzel bir hoş geldin demeye
hakkım olduğunu düşünüyorum. O tekrar geri döndüğü ve artık iki oğlum birden olduğu için
çok ama çok sevinçliyim. Görüyorsun işte, sanki o öldü de sonra tekrar geri geldi gibi oldu.
Onu tekrar göreceğimi hiç sanmıyordum. Gelmesini umuyordum ama işte ya gelmezse,
gelemezse diye düşünüyordum. Benim için ölmüş gibiydi. Şimdi hayata tekrar geri döndü.
Haydi gel güzel oğlum Jude, haydi gel benim sevincimi paylaş lütfen!
(Jude gider ve Simon’a sarılır. Baba Levy her iki kolunu iki oğlunun omuzlarına koyarak
sevinç içinde gülümsemektedir.)
-PERDE-
141
47- SEVGİNİN ZAFERİ
Giriş: Dünyadaki en büyük hastalık ne tüberküloz, ne verem, ne Aids ne de kanserdir. Bir
insanın karşı karşıya kalabileceği en büyük hastalık sevgisizlik, ilgisizlik ve istenmezliktir.
Fiziksel rahatsızlar ilaçla tedavi edilebilir. Fakat yalnızlığın, çaresizliğin, sevgisizliğin ve
umutsuzluğun tek ilacı yalnız ve yalnızca sevgidir.
Hemşire Teresa’nın şöyle güzel bir sözü vardır: Dünya üzerinde bir lokma ekmeği olmadığı
için ölen çok sayıda insan vardır. Ama biliyor musunuz, bundan çok daha fazla sayıda insan
sevgisizlikten ölmektedir.)
Karakterler:
Mr.Shivadas – Emekli bir okul müdürü
Mrs.Sumathi Shivadas- Okul Müdürünün karısı
Mr.Soman – Shivadas’ın oğlu
Mr.Gopinath – Shivadas’ın arkadaşı
Ramlal ve Lalitha – Shivadas ailesinin hizmetkârları
Çocuk yuvasından/Yetimhaneden birkaç çocuk
1.Sahne: Mr.Shivadas’ın ikametgahı. Akşam olmuştur. Shivadas koltuğunda oturmakta ve
kitap okumaktadır. Sumathi içeriye girer)
Shivadas: Ramlal’e yetimhanenin iyice temizlemesini söyledin mi acaba? Lütfen çimenleri
kessin ve duvarları temizlesin. Soman yetimhaneyi gördüğü zaman mutlu olmalı.
Sumathi: Ramlal ve Lalitha isteyerek ve severek çalışıyorlar. Sebzeleri ve meyveleri
getirdiler. Oğlumuz Bombay’den geliyor. O geldiği zaman bir ziyafet yemeği düzenleyeceğiz.
Bütün herkes oğlumuz Soman’ı merak ediyor ve görmek istiyorlar.
Shivadas: Aslında ben de Soman’a çok düşkünüm ve onu çok seviyorum. Yıllar ne kadar da
çabuk geçti. Onu bir yetimhaneden aldığımız günü dün gibi hatırlıyorum. Ne kadar tatlı ve
güzel bir çocuktu.
Sumathi: O bize Tanrı’nın bir hediyesi. Biz onu sevgiyle, sorumlulukla ve özenle yetiştirdik.
O okuduğu okulun da büyük gurur kaynağı idi.
Shivadas: Şimdi de çok iyi bir işi var. Londra’da çok iyi bir konumda ve seviyede bir işte
çalışıyor. Ben umuyor ve dua ediyorum ki o biz ailesini, akrabalarını ve arkadaşlarını
unutmasın.
Sumathi: Bizim kurduğumuz bu yeni yetimhane de onun için büyük sürpriz olacak.
Umuyorum o da buradaki çocukları çok sevecektir.
Shivadas: Onun şimdi birçok zengin arkadaşı da var. Onlar nasıl insanlar bilmiyorum. Tanrı
oğlumuzu korusun ve yol göstersin.
142
2.Sahne:
(Shivadas’ın evi)
(Ramlal ve Lalitha herşey ile ilgilenmekte ve çok meşgul gözükmektedirler. Shivadas ve eşi
oğulları Soman’ın gelmesini beklemektedirler. Mr.Gopinath, Soman’ı havaalanında
karşılayıp eve getirecektir. Dışarıda bir arabanın korna sesini duyarlar. Shivadas ve eşi
oğullarını karşılamak üzere dışarı çıkarlar)
Shivadas: Evine hoş geldin sevgili oğlum.
Soman: (Yere eğilip anne ve babasının ayaklarına dokunur) Nasılsınız, iyi misiniz? Baba
sen bu emeklilikten sonra çok daha mutlu gözüküyorsun. Günlerini nasıl geçiriyorsun?
Sumathi: Sevgili oğlum, sana bazı iyi haberlerimiz var. Bizim evin yanındaki şu binaya bir
baksana. Orada seni bir sürpriz bekliyor. Sen biraz dinlendikten ve kahvaltını ettikten sonra
orayı ziyaret edeceğiz.
Soman: Ne ima ediyorsunuz bilmiyorum ama ben buraya sizinle beraber mutlu zamanlar
geçirmek üzere geldim. Arkadaşlarım da bir hafta sonra gelecekler ve beraberce vadiye
gezi yapmaya ve dolaşmaya gideceğiz.
Shivadas: O zaman sen şimdi hemen git banyonu yap, biz de kahvaltıyı hazırlayalım.
(Hepsi beraber içeriye girerler)
3.Sahne:
(Yetimhane dekore edilmiştir. Çocuklar yetimhanenin yöneticisinin oğlunun gelmesini
beklemektedirler. Ramlal ve Lalitha da çocukların yanındadır. Mr.Shivadas, Soman ve
Mr.Gopinath beraberce içeriye girerler)
Soman: (Yetimhaneyi görünce kızar) Baba burası ne böyle? Bu çocuklar kim? Nereden
buldunuz bunları? Sizin bana sürpriziniz bu muydu? Paranızı bu şekilde mi harcıyorsunuz?
Bu çirkin ve pis çocukları görmekten nefret ediyorum.
(Shivadas bir şok geçirmektedir. Gözlerinden yaşlar akarak aşağıya doğru bakar)
Gopinath: Soman, biraz sakin ol! Senin annen ve baban sevgilerini bu yetim yavrularla
paylaşıyorlar ve onlarla ilgileniyorlar. Shivadas gerçekten çok iyi bir gerçek bir öğretmen ve
o çocukları çok seviyor. O 40 yıldan bu yana böyle çocuklara hizmet etti ve şimdi bu okul
onun ikinci evi haline geldi. Emeklilikten sonra bu kutsal misyonu düşündü ve harekete
geçerek sonunda burayı meydana çıkardı. Burada herkes senin babana hayranlık besliyor.
Sumathi: (Soman’ın yanına gider) Sevgili oğlum, sen artık Londra’da yaşıyorsun. Neden bu
yetim çocuklardan böyle nefret ediyorsun? Birkaç gün sonra yine İngiltere’ye işinin başına
döneceksin. Okul günlerinde çok müşfik ve merhametli bir kalbin vardı. Nasıl olur da babana
karşı sesini yükseltirsin?
143
Shivadas: Sevgili oğlum, benimle gel! (İkisi beraber dışarıya çıkarlar) Soman, sen küçüklük
yaşlarında nasıl yaşadığını hatırlamıyor musun? Sen bir yetimhanede kalıyordun. Biz ise
çocuğu olmayan bir çifttik. Sen on yaşına geldiğinde Sumathi ve ben seni evlat edindik. O
zamanlar durumumuz bugünkü gibi hali vakti yerinde değildi. Çok çalıştık ve senin için hiçbir
şeyi eksik etmedik. Sana iyi bir yaşam verdik, yüksek bir eğitim kazandırdık ve İnsani
Değerleri öğrettik. Bugün sen çok iyi bir firmada müdür seviyesine geldin. Bunun için bizler
seninle gurur duyuyoruz. Faka senin bugünkü davranışın çok tuhaf idi. Neden kendini bu
çocuklarla karşılaştırmıyorsun, sen de onlardan biri idin. Eğer bunu yapamıyorsan sevgili
oğlum lütfen Londra’ya geri dön ve bizi yalnız bırak!
Soman: (babasının ayaklarına kapanır) Sevgili babacığım, lütfen beni affet! Ben iflah olmaz
ve nankör bir zavallıyım. Aşağılık bir kimseyim. Biraz önceki öfkeli çıkışımı bağışla lütfen.
Ben bencil, acımasız ve kalbinde merhamet olmayan birisiyim. Herhalde değiştim ben.
Para, toplumsal konum ve zengin arkadaşlar beni ve yaşama bakış şeklimi değiştirdi. Ben
hem anneme hem de sana büyük üzüntü ve hayal kırıklığı oluşturdum. (Soman annesinin
yanına gider)
Soman: Anne ben senin ayaklarına kapanıyorum. Sen bana ben öksüz ve yetim iken
karşılıksız sevgini verdin. Siz ikiniz de beni sevdiniz ve yalnızca benim için yaşadınız. Her
ikiniz de beni beslediniz ve beni destekleyerek yaşamda yükselmemi sağladınız. Lütfen beni
affedin. Ben bu çocukların görüntülerine dayanamadım. Sizin paranızı yanlış ve boş yere
harcadığınızı düşündüm. Ayrıca onlarla ilgilenmenin bizim seviyemize yakışmadığını, daha
aşağı bir iş olduğunu düşündüm.
Shivadas: Tamam oğlum, her şeyi unut. Biz seni affediyoruz. Gel oğlum, gidip o sevgi
timsali olan çocuklara bir bakalım. Onlar seni görmeyi dört gözle bekliyorlar. Onlara sevgini
ve pozitif düşüncelerini aktar.
(Hep beraber yetimhaneye giderler. Shivadas, Sumathi, Soman ve Mr.Gopinath sandalyede
otururlar. Çocuklarda onların etraflarına otururlar. Ramlal ve Lalitha herkese tatlı dağıtır)
Soman: Çocuklar, siz şarkı biliyor musunuz?
Çocuklar: Evet, amca bize birçok şarkı öğretti. Biz bugün çok mutluyuz ve sizi çok
seviyoruz.
Hep beraber şarkı söylerler: ……………………….
Soman: Sevgili anne ve babacığım. Sizi temin ederim, ben sizin bu sevgi misyonunuzu
devam ettireceğim. İnşallah sevgimiz çoğalarak genişler ve daha çok sayıda sevgiye
muhtaç çocuklara ulaşırız.
-PERDE144
48- HAKİKİ FEDAKÂRLIK
Giriş:
Sahne Arkası Sesi: Bu hikâye Büyük Öğretmen Vivekananda tarafından derslerde sürekli
anlatılan bir hikâyedir. Fedakârlığın ne kadar önemli olduğunu ve sayıların ve ne kadar çok
insana gıda, giysi ve malzeme dağıtılmış olduğunun tamamen önemsiz olduğunu gözler
önüne sermektedir. Diğer fedakârlıklar toplumun içinde belli bir sebeple ve maksatla
yapılırlarken, yapılabilecek en büyük fedakârlığı yapmak için insanın tam bir teslimiyet ve
feragat ruhu içinde olması gerektiğini anlatıyor.
(Kurushetra savaşından sonra savaşı kazanan Pandavalar birçok kişinin katıldığı çok büyük
bir fedakârlık töreni/yajna ritüeli düzenlemişlerdi. Şairlere, koruyuculara, bilginlere, din
âlimlerine ve bilgelere çok miktarda pahalı hediyeler ve zenginlikler dağıtıldı. Fakir ve
muhtaç insanlara yemek dağıtıldı. Sanatçılara, öğretmenlere, rahiplere ve mühendislere çok
miktarda paralar dağıtıldı ve onurlandırıldılar. Herkes sevinmiş ve çok mutlu olmuştu. Bu
kadar büyük bir fedakârlık ritüeli çok uzun zamandan beri görülmemişti.)
(Dharmaraja yine böyle bir dağıtım günü akşamında Kurushetra meydanına çıktı. İçini
kavuran pişmanlık ve üzüntüden kurtulmak için çareler arıyordu. Bu savaşa isteyerek
girmemişti, ama yapması gereken Doğru Davranış bunu gerektirmişti. Yapılan kanlı savaş
sonucunda kendisini yetiştiren çok sevdiği dedesi, akrabaları, kuzenleri, okçuluk öğretmeni
ve daha birçok tanıdığı yakını hayatını kaybetmişti. Zaten bu fedakârlık gösterisi de bu
yüzden düzenlenmişti. Yapılacak fedakârlıklarla işlenen günahların bedeli bir nebze olsun
azaltılmak isteniyordu.)
(Dharmaraja, Doğru Davranış’tan hayatı pahasına ayrılmayan ve her zaman yapılabilecek
bir davranışın Hakikat’e uygun olup olmadığını araştıran bir insandı. Yapılan bu fedakârlık
gösterisi kendisine yeterli gelmiyor, işlediği günahların karşılığından korktuğu için
yapılabilecek başka bir şeyler arıyordu. İşte bu amaçla yine bir akşamüzeri Kurushetra
meydanına çıktığında tepelerin üzerinde dolaşmakta olan bir kunduz gördü. Bir şeyler arıyor
gibi oraya buraya bakınıyordu)
(Kunduza doğru seslendi)
Dharmaraja: Hey kunduz, burada ne arıyorsun? Buralarda fazla dolaşma, başına kötü
şeyler gelebilir.
Kunduz: Bir dakika hemen oraya yanına geliyorum.
(Kunduz Dharmaraja’nın yanına gider. İlginç bir şekilde bedeninin sol tarafı tamamen altın
rengindedir. Sağ tarafı ise kendi rengi olan kahverengi rengindedir)
(Yakınına gelince)
145
Kunduz: Ben burada büyük bir fedakârlık ritüeli yapılıyormuş diye duydum. Onun için
geldim.
Dharmaraja: (Kendisinin kral olduğunu söylemeden) Evet kraliyet sarayının orada kral savaş
sonrası bugüne kadar yapılmış en büyük fedakârlık ritüelini düzenledi. Gelen halka ve her
isteyene istediği zenginlikler, mal mülk, arazi, inek mücevherler, altın v.s. dağıtılıyor. Bütün
fakir ve muhtaç insanlar dağıtım yerine gelip istediklerine kavuşuyorlar. Şu ana kadar
dağıtılanlarla çevrede fakir ve muhtaç insan kalmadı diyebilirim. İstersen sen de oraya
giderek istediğine kavuşabilirsin?
Kunduz: Ben de bu kadar büyütüldüğünü duyduğum bu ritüelin gerçek bir fedakârlık
gösterisi olduğunu zannettiğim için buraya geldim. Ama kralın başkalarından zorla ve vergi
ile topladığı vergileri yine halka bedava dağıtmasının neresi fedakârlık oluyor anlamıyorum.
Dharmaraja: Sen nasıl bir şey olduğunu zannetmiştin peki?
Kunduz: Bak ben sana bir hikâye anlatacağım. Sonra sen bana burada yapılanın gerçek
fedakârlık olup olmadığını söyle.
Dharmaraja: Tamam dinliyorum.
Kunduz: Bir zamanlar bir köyde basit bir köylü, karısı, oğlu ve gelini ile beraber yaşıyorlardı.
Bu aile çok fakir bir aile idi ve kıt kanaat başkalarının kendilerine verdiği sadakalarla
geçinmeye çalışıyorlardı. Bu sırada onların yaşadığı bölgede büyük bir felaket yaşandı ve
topraktan elde edilen ürün çok çok azaldı. Zaten çok zor durumda olan aile üç yıl süren bu
kıtlıktan çok etkilenmişti ve perişan durumda idiler. Eskisi gibi kendilerine yardım eden ve
sadaka veren kimse bulamıyorlardı. Aile üyelerinin yine böyle günlerden beri hiçbir şey
yememiş oldukları bir zamanda kralın/bir hayırseverin herkese un dağıttığını işittiler. Hemen
giderek sıraya girdiler ve adam başı birer avuç un tedarik edebildiler. Anne hemen bu
unlarla dört tane ekmek hazırladı. O akşam uzun zamandan beri ilk kez bir şey yiyeceklerdi.
Dharmaraja: Sonra ne oldu?
Kunduz: Mutfakta sofraya oturdular, yemek dualarını söylediler. Tam o sırada kapı çaldı.
Baba gidip kapıyı açtı. Kapıda bir dilenci vardı. Dilenci günlerden beri hiçbir şey yemediğini
ve karın ağrısının artık dayanılmaz bir hale geldiğini anlatıyordu. Baba gelen misafire bir şey
ikram etmek zorundaydı. Masaya gidip kendi hissesini getirdi ve adama verdi.
Dharmaraja: Ne büyük fedakârlıkmış!
Kunduz: Adam gözlerinin önünde kendisine verilen ekmeği bir iki ısırışta bitirdi. Sonra tekrar
bağırmaya başladı. ‘Efendim bu yediğimle beraber açlık hissim daha çok arttı. Bana biraz
daha verebilir misin? Bunun üzerine evin hanımı adama yaklaştı ve kendi hissesini verdi.
Adam büyük bir acele ile onu da hemen yiyip bitirdi. Sonra tekrar bağırmaya ve yardım
istemeye başladı. “Ben on günden beri hiçbir şey yemedim. Her bir şey yiyişimle beraber
146
açlık hissim daha da artıyor gibi oluyor. Bana bir tane daha verebilir misiniz lütfen?” diye
seslendi. Bu sefer oğlu kendi hissesini verdi. ‘Adam teşekkür etti ve ama açlığının hala
devam ettiğini söyleyerek bir tane daha istedi. Bu sefer sıra gelinde idi. O da kendi hissesini
misafire verdi. En sonunda adam doymuştu. Aileye teşekkür ederek oradan ayrıldı.
Dharmaraja: Hepsi kendi ekmeklerini vermişler ve aç kalmışlar öyle mi?
Kunduz: Evet, aynen öyle! O gece soğuk bir gece idi. Hiçbirisi o geceyi çıkaramadı. Hepsi
açlıktan öldüler. Ben ertesi sabah yiyecek bir şey aramak için o evin içine girdiğimde hepsini
yerde yatarlarken gördüm.
Dharmaraja: Ne kadar üzücü bir şey!
Kunduz: Tam aksine! Ben onları o halde görünce sevincimden yerlerde yuvarlanmaya
başladım. Çünkü hepsi yaptıkları bu fedakârlıkla kesinlikle ölümsüzlüğe kavuşmuş ve
cennete gitmişlerdi. Ben yerde yuvarlanırken meğerse yerde ev hanımının ekmek
hazırlarken yanlışlıkla yere döktüğü bir miktar un varmış. Bu un benim bedenimin yarısına
bulaştı ve bedenimin yarısı bu fedakârlığın kutsallığı ile altın rengine büründü. Ben işte o
günden beri bedenimin öbür yarısını da altın sarısına boyayabilecek bir fedakârlık gösterisi
aramaktayım. Burada kralın yaptığı fedakârlık ritüelinin benim anlattığım gerçek fedakârlıkla
yakından uzaktan bir alakası yok. Bence bu bir fedakârlık değil!
Dharmaraja: Çok haklısın! Zaten bu yüzden kadim büyüklerimiz bizlere şu özdeyişi söyleye
gelmişlerdir. “Ölümsüzlük, ne servet edinerek, ne hayırseverlik yaparak ve ne de çocuk ve
torun sahibi olarak elde edilebilir. Ölümsüzlük, yalnız ve yalnızca yapılan fedakârlıklarla, bir
şeylerden vazgeçerek/feragat ederek kazanılır.”
-PERDE-
147
148

Benzer belgeler