e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi

Transkript

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi
ATAUM
e-bülten
Yıl 6 - Sayı 68
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
Avrupa Gündemi...
MAYIS 2014
'İç' ve 'Dış'taki Adımlarla Kurulan
Avrupa'nın 'Güvenli' Madenciliği
Avrupa’da madenlerde çalışma koşullarıyla iş sağlığı ve güvenliği konusunda zorunlu düzenlemeler var.
Bunların çoğunun çerçevesini çizense uluslararası örgütlerle AB'nin talepleri. Öte yandan, “bu nedenlerle
artan maliyetler”, büyük şirketlerin Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelere yönelmesine neden olmuş!
Avrupa'da alınan sıkı önlemler maden kazalarını önemli ölçüde düşürmüş durumda. Zira madenlere ekonomik bağımlılık
sürdüğü için, bu sektöre tümüyle sırt da dönülemiyor. Buradaki yüksek maliyetlerse kıta dışına taşınan maliyeti düşük
faaliyetleri beraberinde getiriyor. Öyle ki, Avrupalı şirketlerin sık kazalı Afrika faaliyetleri "suistimale" fazlasıyla açık.
Elâ BİLGEN
MALİYETİ ÖDEYENLER HEP VAR
Dünyada her yıl 10 milyar tonun üzerinde maden üretiliyor. Bunun yüzde 75‘i kömür, uranyum ve petrol gibi
enerji hammaddelerinden, yüzde 15’i elmas, mermer ve kum gibi endüstriyel hammaddelerden, yüzde 10’u
da demir ve bakır gibi metalik madenlerden oluşmakta. Bir yılda üretilen tüm madenlerin değeri ise 1.5 trilyon doları buluyor. Dünyada faaliyet gösteren yaklaşık 4 bin maden şirketi var. Ancak toplam üretimin yüzde
85’i az sayıdaki büyük çokuluslu şirketler tarafından yapılmakta. Dünyanın en büyük ilk on maden şirketinden beşiniyse Avrupa merkezli şirketler oluşturuyor. Devletlerin gelişmişlik düzeyiyle doğru orantılı olarak artan maden ürünleri tüketiminin, ithalat oranlarına bakarak Avrupa’da da hızla arttığını söylemek mümkün.
Avrupa Komisyonu daha 1989’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’nda madencilik sektörüyle ilgili olarak
hazırlattığı raporda, ulusal hükümetlerin sektörün Avrupa ekonomisi açısından taşıdığı önemin yeterince farkında olmadıkları uyarısında bulunuyordu. Rapor aynı zamanda kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesi,
madencilik eğitiminin ve ar-ge çalışmalarının desteklenmesi ve yasal yapının basitleştirilmesi gibi öneriler
getirmekteydi.. (devamı 3.sayfada)
Asgari Ücret
İstemiyoruz!
AB’nin İlk 'Sosyal
Gözetim' Raporu
Ukrayna’nın Seçimi:
İstikamet Batı
Bosna-Hersek’te
Muşa Eylemleri
Onur HAZNEDAR
sayfa 4
Esra AKGEMCİ
sayfa 5
Mühdan SAĞLAM
sayfa 8-9
Harun Hasanagiç
sayfa 10
AB Vatandaşlarına
‘Unutulma Hakkı'
Cannes Film Festival
2014
Portre: Lord Rosebery
Yasemin KARADAĞ
sayfa 12-13
Ezgi POLAT
sayfa 16
Polisten Twit ‘Ziyareti’
Gökçe ÖZSU
sayfa 11
üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected]
Recep Ersel ERGE
sayfa 18-19
2
'Batı'nın Batısı ve Doğusu Üzerine
Bilgesu Büyükçolak
MAYIS 2014
ATAUM
e-bülten
'Batı'nın Batısı ve Doğusu Üzerine
Bilgesu Büyükçolak
Her ne kadar dünyanın yuvarlak olduğunu ve bu sebepten her yerin hem batı
hem de doğu olabileceğini
bilsek de, Avrupa ve Amerika
odaklı olarak batı ve doğu
kavramlarımızda evrensel
bir söylem görülüyor. Günümüzde siyasi, ekonomik, kültürel ve daha birçok anlamda sınıflandırma yaparken
kullandığımız “doğu” ve
“batı” kavramları kaynağını
kapitalizmin doğuşundan alıyor. Ancak Avrupa'nın kendi içerisinde düştüğü “Doğu
Avrupa” ve “Batı Avrupa” ayrımının nedeni ve etkileri neler olabilir?
Aslında dünyanın doğu ve batı blokları şeklinde ayrılmasıyla beraber her uygarlık
kendi içinde doğusunu ve
batısını yaratıyor. Bütün coğrafi ve tarihi farklılıkların yanında bu isimlendirme, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası çift kutuplu sistemde batının kapitalist, doğununsa
komünist yapısıyla beraber
batıya modernizm ve gelişmişlik, doğuya ise geri kalmışlık atfeden oryantalist bir
kimliğe bürünüyor. Avrupa ülkelerindeki durum da buna
paralel olarak kapitalist sistemde yerini bulan Batı Avrupa ülkeleri ve Sovyet
Rusya'nın dağılmasıyla beraber ekonomik kriz yaşayan
ve bu nedenle aşırı sağ hareketin yükselmesiyle baş edemeyen Doğu Avrupa ülkeleri
olarak kendini gösteriyor.
Öyle ki Avrupa'nın zengin kanadında kendini konumlandırmış Almanya'da bi le
2012'de yapılan bir araştırmada, ülke içindeki doğu ve
batı ayrımının doğunun aşırı
sağcılaşmasıyla beraber derinleştiği vurgulanıyor. Öte
yandan, Mayıs’ta yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın yükselişi de
birçok kesim tarafından şaşkınlıkla ve tepkiyle karşılanıyor. Ancak komünist sistemin
tarih içerisinde nihai zafere
ulaşamaması nedeniyle artık
yoksulluk ve işsizlik sağ ideolojiyi güçlendiriyor. Doğu Avrupa ülkeleri son yıllarda
AB’de yer alma ve serbest pazar ekonomisine geçme girişimleriyle Soğuk Savaş ve
sonrasında Doğu Bloku ülkelerinde var olan Batı'ya ve kapitalizme olan tepkilerini kırıyor. AB ise genişleme politikalarında Doğu Avrupa ülkelerinin birlik başvurularına
olumlu yanıtlar vererek onların Batı'ya yakınlaşma
çabalarını ve Avrupa ülkelerinin her açıdan birleşmelerini destekliyor. Ancak güçlenen sağ hareket içerisinde
AB karşıtlığı politikası uygulayan siyasiler de bulunuyor.
Yani Avrupa doğu-batı ayrımının yanında sol ve sağ ideolojiler arasında da sıkıntı yaşıyor.
Dünyanın en büyük ekonomiye sahip kıtası olan Avrupa'da, ekonomide de doğu
ve batı eksenli olarak zengin-fakir şeklinde ayrılmış durumda. Tabii bu ayrıma rağmen Avrupa'nın en fakir ülkeleriyle dünyanın en fakir ülkeleri arasında uçurumlar bulunuyor. Bulgaristan, Yunanistan ve Kosova gibi ülkeler
Avrupa'nın en fakir ülkeleri arasına girerken, Lüksemburg, Almanya ve Hollanda
gibi ülkelerse en zenginler sınıfına giriyor. AB son yıllarda
fakir ülkeleri kalkındırmak adına birçok sivil toplum örgütünü finanse ediyor. Bu girişimler kısa vadede başarılı
olsalar da son yıllarda Doğu
Avrupa ülkeleri sık sık ekonomik krizlerle baş başa kalıyor. AB'nin yaşattığı hayal
kırıklığı sebebiyle de ülkede
güvensizlik hali ortaya çıkıyor ve bu da tarihin her sahnesinde gördüğümüz gibi politik bir boşluğa ve sağın yükselmesine sebep oluyor.
Lüksemburg, Avrupa'nın en
küçük ülkelerinden olmasına
rağmen en zengin ülkesi olarak tahtını koruyor. Diğer ülkelere kıyasla enflasyon ve işsizlik oranı çok düşük düzey-
de bulunuyor. Kişi başına düşen yıllık milli gelir sınıflandırmasında dünya birincisi,
ülkelere göre yaşam kalitesi
sıralamasındaysa dördüncüsü durumunda. Ülkede sigorta, sanayi ve kimyasal sektörleri büyük paya sahipken,
tarım sektörü oldukça küçük
miktarda bulunuyor. En fakir
AB üyesi ülke olan Bulgaristan'daysa halkın yüzde 50'si
sefaletle mücadele ediyor.
Sovyet pazarının çözülmesiyle beraber Bulgaristan ve
diğer Doğu Avrupa ülkeleri
kapitalizme eklemlenme girişiminde bulunuyorlar ancak 2007'de birliğe dahil olan Bulgaristan aradan 7 sene geçmesine rağmen yerinde sayıyor. Bu sebeple ülkede yolsuzluk, cinayet, hırsızlık, eğitimsizlik ve evlilik yaşının çok düşük olması gibi
problemler yaşanıyor. Bulgaristan'da çalışanların aylık ortalama kazancı 300 Euro iken, Lüksemburg'ta bu rakam ortalama 3 bin Euro'yu
buluyor. Bu ekonomik temelli ayrım, bizi en başta doğubatı ayrımına iten sebebe
döndürüyor. Bulgaristan ve
Lüksemburg arasında kültürel, hukuki, sosyal vb. birçok
uçurum yaşanıyor.
ATAUM
e-bülten
Bu gelişmelere paralel olarak 1996’da Avrupalı ulusal
maden birliklerini bir araya
getiren Avrupa Maden Endüstrisi, Metal Cevherleri ve
Endüstriyel Mineraller Birliği
(Euromines) kuruldu. Tüm
Avrupa’dan 19 ulusal birlik
ve 28 şirketten oluşan Euromines üyeleri 40’tan fazla
farklı metal ve mineral üretmekte. Ayrıca üye şirketler ve
bunların bağlı kuruluşlarının
çalışan sayısı da dünya ça-
MAYIS 2014
pında 350 binin üzerinde.
2008’de yine Avrupa Komisyonu tarafından Euromines’
ın da desteklediği “Hammadde Girişimi – Avrupa’da
Büyüme ve İstihdam için Kritik İhtiyaçların Karşılanması”
konulu bir bildiri Konsey ve
Parlamento’ya sunuldu. Bildiride metal cevherine yönelik küresel talepteki artışa dikkat çekilmekte ve “Avrupa
ekonomisi açısından kritik
öneme sahip olan hammad-
de çıkarımının arttırılması
için gerekli tedbirlerin alınması” tavsiye edilmekteydi.
Ayrıca AB için kritik hammaddelerin tespit edilmesi
ve cep telefonları, LCD televizyon gibi ürünlerde kullanılan ileri teknoloji metallerinin tedarikine önem verilmesi gerektiği de ifade edilmekteydi.
AB’de enerji dışı madencilik
endüstrisi yaklaşık 300 bin kişiyi istihdam etmekte. İnşaat,
Avrupa'nın 'Güvenli' Madenciliği
Elâ BİLGEN
kimya ve otomotiv gibi alt
sektörlerle birlikte 30 milyon
kişinin bu endüstride çalıştığını söylemek mümkün.
Enerji açısından bakıldığındaysa tüm risklerine rağmen
görece düşük maliyeti nedeniyle Sanayi Devrimi’nden
bu yana hâlâ en yaygın enerji kaynağı kömür ve Avrupa
çapında sadece bu sektörde
çalışanların sayısı 200 bini
buluyor.
İş sağlığı ve güvenliğine ilişkin düzenlemeler
Avrupa ekonomisi açısından
madencilik faaliyetlerinin
önemi ve çok miktarda çalışanın bu faaliyetlerde yer alması, çalışma koşullarıyla iş
sağlığı ve güvenliği konusunda düzenlemeler yapılmasını zorunlu kılmakta. Bu
kapsamda Avrupalı devletlerin büyük çoğunluğu hem
Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO) ve Uluslararası Sosyal
Güvenlik Kuruluşları Birliği
(ISSA) gibi uluslararası örgütler, hem de AB tarafından
yapılan düzenlemelere tâbi.
ILO’nun 1995’te imzaya açtığı “Madenlerde Güvenlik
ve Sağlık Sözleşmesi”ne taraf olan 26 devletten 16’sını
Avrupalı devletler oluşturuyor. Yine ILO’nun desteğiyle
1927’de kurulan ve bugün
150 ülkeden 340 üyeye sahip olan ISSA’ya da 40’ın
üzerinde Avrupa ülkesinin
ulusal sosyal güvenlik kurumları üye. ILO çerçevesinde madenlerde güvenliğin
sağlanması amacıyla yapılan düzenlemeler işverene
kazaları önlemek için her türlü önlemi alma, riski kaynağında bertaraf etme, güvenli
çalışma sistemleri tasarlama, işçileri bilgilendirme ve
eğitme, kaza halinde gerekli
tıbbi yardımı sağlama gibi yükümlülükler getiriyor. Hükümetler açısındansa teknik
kılavuzların hazırlanması, denetimlerin düzenlenmesi ve
denetimler için gerekli yasal
zeminin oluşturularak kazaların etkin soruşturulması öngörülüyor.
AET’yi kuran 1957 Roma
Antlaşması’nın 118 A maddesinde Konsey’in, direktifler yoluyla iş sağlığı ve gü-
venliği açısından özellikle çalışma alanlarının iyileştirilmesi için asgari koşulları kabul etmesi gerektiği ifade
ediliyor. Buna dayanarak
oluşturulan ve üye devletlerin iç hukukuna uyarlanması
beklenen Çerçeve Direktif
(89/391/EEC) ise bu koşulların sağlanması için genel ilkeleri tanımlamakta ve çalışma alanlarıyla ilgili pek çok
hususun belirlendiği ilgili diğer direktiflere zemin hazırlamakta.
Örneğin 92/91/ EEC ve
92/104/EEC Sayılı Konsey Direktifleri sırasıyla delme marifetiyle gerçekleştirilen madencilikte ve yer altı ve yer
üstü madenciliğinde iş sağlığı ve güvenliği konularını ele alıyor. Direktifler şirket veya işletmeci tarafından iş yerindeki tehlikelerin, patlayıcı
ekipman ve maddelerin belirlendiği bir İş Sağlığı ve Güvenliği Belgesi hazırlanması
gerektiğini söylüyor. Ayrıca
tehlikelere karşı teknik ve kurumsal açıdan uygun tedbirlerin alınmasını, bunun için
gereken personelin atanmasını, şirket sahibi veya bu personeller tarafından iş yeri
ekipmanlarının güvenli hale
getirilmesini öngörüyor.
Bunların yanı sıra iş yükü,
psiko-sosyal riskler, çalışan
yaşı gibi pek çok konuda hazırlanmış direktifler mevcut.
AB düzenlemelerine ek olarak Euromines tarafından hazırlanan "Avrupa Maden Sektöründe Sürdürülebilir Kalkınma Rehberi" de üye şirketlere gereken tüm koruma
tedbirlerini alarak iyi ve güvenli çalışma koşulları sağlama yükümlülüğü getiriyor.
Düzenlemelerin 'erişemediği' bölgeler
Sanayi Devrimi, yalnız İngiltere’de ve yalnız 1856-1886
arasında yaklaşık bin madencinin hayatına mal olmuştu. Avrupa’da yürürlükte
olan düzenlemeler bu büyük
felaketlerin büyük ölçüde sona ermesini sağladı. Batı
Avrupa’da, 405 madencinin
yaşamını kaybettiği 1946’
dan bu yana büyük maden
kazaları yaşanmıyor. Ancak
gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var: Avrupa’da
sürdürülebilirlik ilkelerinin
sosyal boyutunun madencilik faaliyetlerinin “maliyetini” artırması, büyük şirketlerin Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelere yönelmesine neden oldu.
Afrika Kıtası dünya mineral
rezervlerinin yüzde 30’una
ev sahipliği yapıyor. Elmas,
manganez, platin, kobalt ve
altının büyük bir kısmı da
Afrika’da. Kıta’nın petrol ve
mineral rezervlerinin 55 trilyon doların üzerinde olduğu
tahmin ediliyor. Dolayısıyla
Afrika, büyük maden şirketlerinin dikkatini cezbediyor.
Afrika Kalkınma Bankası da
gelişmiş ülkelerdeki yüksek
madencilik faaliyetlerinin
çok uluslu şirketleri, görece
düşük üretim maliyetleri sunan Afrika’ya yönelttiğini ifa-
de etmekte.
Ancak Afrika’nın endüstrileşmesi açısından olumlu yorumlanan bu durum, maden
kazaları bakımından aynı
olumlu sonucu vermiyor.
1960’ta Güney Afrika’da
meydana gelen kazada 437
madenci, 1972’de Zimbabwe’deki kömür madeni kazasındaysa 426 madenci hayatını kaybetmişti. 2012’de
bu defa Demokratik Kongo
Cumhuriyeti 60’tan fazla maden işçisi göçük altında kalarak öldü. Büyük felaketler kadar dikkat çekici olmasa da
2011’de İsveç menşeli bakır
madeni işletmesinde bir hafta içinde meydana gelen ve
iki kişinin ölümüne neden
olan iki ayrı kazada olduğu
gibi, aynı işletmede sık aralıklarla iş kazaları yaşanıyor.
Bu tür olaylar ücretlerin düşüklüğünü, yetersiz güvenlik
tedbirlerini ve zaman zaman
da maden atıklarının çevreye
verdiği zararları gündeme
getiriyor ama kalıcı tedbirlerin alınması için yeterli olmuyor. Hükümetlerin yetersiz
denetimlerinin yanı sıra
işletmeciler de iyi sicillere sahip değil. Kongo’daki kazanın meydana geldiği bölge
kalay ve altın bakımından oldukça zengin ve bölgede
İngiliz menşeli AngloGold
Ashanti faaliyet göstermekte. İngiliz yardım derneği
War on Want, 2008’de yayın ladığı raporda, Anglo
Gold’un da sahibi olan dünya devi Anglo American Maden Şirketi’ni faaliyet gösterdiği gelişmekte olan ülkelerin insanlarını suistimal etmekle suçlamıştı. Ayrıca her
yıl Bern Deklarasyonu ve Greenpeace öncülüğünde yapılan halk oylaması sonucu seçilen en kötü şirkete verilen
Public Eye Award’un 2011’
deki sahibi de “ciddi insan
hakları ihlalleri ve çevresel
sorunlarla dolu” olan Anglo
Gold Ashanti oldu.
Son yıllarda Afrika madenlerinde meydana gelen ölümlerin “iş kazası”ndan farklı
bir niteliğe büründüğünü de
söylemek mümkün. Nitekim
2012’de İngiltere menşeli
Lonmin Şirketi’nin Güney
Afrika’daki Marikana platin
madenlerinde düşük ücretler
nedeniyle greve giden 3 bin
işçinin üzerine polis tarafından ateş açılmış, 34 madenci
ölmüş ve 78’i de yaralanmıştı. Olayın ardından kurulan
Marikana Araştırma Komisyonu’nun incelemeleri sırasındaysa Lomnin yöneticilerinin “suç işleyen” gösterici-
lere karşı önlem alınması yönünde hükümet yetkililerine
baskı yaptığı ortaya çıkmıştı.
Sorunu daha karmaşıklaştıran ve hatta vahimleştirense, ırkçı Aperthied rejiminden çıkan Güney Afrika’daki
bu katliamın ırkçılığın uzuz
yıllar mağduru olanların yeni
rejimde polis olanları tarafından maden işçisi olanlara
yönelik yapılmasıydı.
Afrika, tıpkı 19. yüzyyıl Avrupası gibi sanayileşmesinin
bedellerini ödüyor. Bu “fedakârlığın” yabancı şirketler lehine yapılmasıysa, iki kıtanın
sanayileşme hamleleri arasındaki en önemli farkı oluşturmakta. Günümüzde birçok uluslararası toplantının
konusunu Afrika’nın endüstrileşmesi oluşturuyor ve Afrikalı hükümetler bu konuda
Avrupalı mevkidaşlarından
danışmanlık alıyor. Hükümetler yabancı yatırımcıyı
çekmek pahasına iş sağlığı
ve güvenliği konusunu ağırdan almaya devam ettikçe
de Avrupa madencilik sektörü ne Avrupa’daki maden kazalarının önlenmesinde ne
de sektörün sürdürülebilirliğinin sağlanmasında zorlanacak gibi görünüyor.
3
4
Asgari Ücret İstemiyoruz!
Onur HAZNEDAR
MAYIS 2014
ATAUM
e-bülten
Asgari Ücret İstemiyoruz!
Onur HAZNEDAR
Gün geçmiyor ki İsviçre’de
yeni bir referandumla karşılaşmayalım. Daha yeni Avrupa’dan gelen göç konusunda referanduma giden ve de
bunu engelleyen İsviçre, bu
sefer de asgari ücret uygulamasını halka sundu. Bu referandumu farklı kılansa rekor
düzeyde bir asgari ücret
tutarını öngörmesiydi. Zira
eğer kabul edilseydi dünyada işçilerine en fazla asgari
ücret ödeyen devlet İsviçre
olacaktı. Ancak halkın bu
öneriyi sandık başında reddetmesiyle birlikte bu rekora
ulaşılamadı. Bu sonuca en
çok sevinense, başından beri
öneriye şiddetle karşı çıkan iş
dünyası oldu.
Herhangi bir asgari ücret düzenlemesinin bulunmadığı
ülkede, İsviçre Sendikalar Federasyonu (SGB) tarafından
önerilen ve Sosyalistler’le Ye-
Neden olmadı?
şiller Partisi tarafından desteklenen bu referandumda
asgari ücretin ayda en az 4
bin İsviçre Frangı olması gerektiği savunuluyordu. Sendikalara göre hayat pahalılığının had safhada olduğu
ülkede her şeye rağmen asgari ücret uygulamasının olmamasından dolayı işçiler
ekonomik bir darboğaz içerisindeydi. Özellikle Cenevre
ve Zürih gibi yaşam standar-
dının yüksek olduğu kentlerde alınan ücretler barınma ihtiyacını ancak karşılayacak nitelikteydi. Bu nedenle de saatlik 14.70 Euro’ya denk düşen bu tutarın asgari olarak
belirlenmesini savunuyorlardı. Ancak halkın yalnızca yüzde 23’ünün sendikaların ve
işçilerin yanında olması sonucu bu uygulama hayata
geçirilemedi.
Bu öneriyi reddedenlerin ortak görüşü, ücretlerin arttırılması sonucu üretim maliyetlerinin artacağından gençlerin iş bulma konusunda zorluklar çekeceği ve mevcut işlerinden ayrılmak zorunda
olacakların sayısının artacağıydı. İsviçre İş Birliği Cenevre Ofisi yöneticisi Cristina
Gagnini de bu görüşü savu-
nanlardan: “Çalışmalar gösteriyor ki, asgari ücret uygulaması insanlara yardımcı olmak bir yana daha çok işsizlik ve sefalete yol açıyor. Ayrıca bu yükseklikteki bir ücretle baş etmek birçok küçük
işletme için problem olacaktır.” Özellikle iş dünyasının
benimsediği bu görüşün dışında var olan bir başka du-
rumu belirtmekte de yarar
var. Zira hâlihazırda İsviçre’de işçilerin yüzde 90’ından fazlası ayda 4 bin İsviçre
Frangı’ndan fazla maaş alıyor. Dahası İsviçre hükümetinin geliri düşük vatandaşlara
çeşitli sosyal yardımları da
bulunuyor. Yani işçiler açısından bile böyle bir uygulamanın gerekliliği konusunda cid-
di soru işaretleri bulunuyor.
Ancak ülkede özellikle kadın
işçiler ve sezonluk işçiler için
böyle bir uygulama yine de
önem taşıyor. Zaten öneriyi
sunan sendikaların amacı da
düşük ücretle çalışan ve toplu sözleşme fırsatı olmayan
yaklaşık 400 bin kişiye bir taban ücret oluşturmaktı.
Avrupa’nın asgari ücret haritasına baktığımızdaysa, karşımıza ilk olarak çıkan nokta
ülkeler arasında ücretlerde
görülen derin farklılıklar oluyor. Şekilde de görüleceği
üzere asgari ücretin Doğu Avrupa ülkelerinde oldukça düşük, buna karşın Batı Avrupa
ülkelerinde de oldukça yüksek seviyelerde olduğu göze
çarpıyor. Altı Avrupa ülkesinde asgari ücret 1000 Euro’
nun üzerinde seyrediyor. Asgari ücretin belirlenmesinde
ülkelerin ekonomik gelişmişlikleri göz önünde bulundurulduğundan buna çok da
şaşırmamak gerekiyor. Bunun dışında bir başka göze
çarpan noktaysa Avrupa’nın
tüm ülkelerinde asgari ücret
düzenlemesinin bulunmadığı. AB üyesi ülkelerden Danimarka, İsveç, Finlandiya,
İtalya, Avusturya, Kıbrıs ve
Almanya’da asgari ücret uygulaması bulunmuyor. Bunun dışında AB üyesi olmayan İzlanda, Norveç ve İsviçre’de de asgari ücret uygulanmıyor. Bu ülkelerde ücret,
şirketler aracılığıyla ya da birtakım özel sözleşmelerle belirleniyor.
Şimdilik asgari ücret uygulaması bulunmayan Almanya’
ya ayrı bir parantez açmakta
yarar var. Zira geçtiğimiz aylarda aldığı kararla birlikte
Almanya da 2015’ten itibaren asgari ücret uygulayan
devletler kervanına katılacak. Almanya bu zamana
dek yabancı yatırımı kendisine çekmek ve bazı sektörlerde ücretleri düşük tutmak
adına asgari ücrete uzak durmuştu. Ancak yeni hükümette Merkel’in koalisyon ortağı
Sosyal Demokratların önerisini kabul etmesiyle Almanya’da da ücret saatlik 8.50
Euro asgari ücret uygulamasına geçilmiş oldu.
Her ne kadar AB’de ülkeler
asgari ücret tutarlarını kendi
ekonomik durumlarına göre
belirleseler de, son zamanlarda ortak bir tutar belirleme konusunda da bazı girişimler bulunuyor. Emektar
bir siyaset adamı olan Lük-
semburg eski başbakanı
Jean-Claude Juncker’in girişimleri de bunlardan biri:
“Bir Avrupa ortak asgari ücretini kabul etmek çokönemli. Çünkü eğer bu olmazsa
AB, işçi sınıfının desteğini
kaybedebilir.” Euro grubu
başkanlığını yürüttüğü sırada girişimlerde bulunan
Juncker’in bu önerisi, bu görevini Hollandalı meslektaşı
Jeroen Dijsselbloem’e devretmesiyle şimdilik sadece
lafta kalmış gözüyor. Üye ülkelerin ekonomik farklılıkları
göz önünde bulundurulduğunda da böyle bir uygulamanın yakın gelecekte hayata geçirilmesi pek mümkün
gözükmüyor.
Avrupa ne durumda?
10 ATAUM
MAYIS 2014
e-bülten
AB’nin İlk 'Sosyal Gözetim' Raporu
Esra AKGEMCİ
5
AB’nin İlk 'Sosyal Gözetim' Raporu
Esra AKGEMCİ
Recep Ersel ERGE
Avrupa Komisyonu, ilk kez
hazırladığı “sosyal gözetim”
raporuyla, AB’de ekonomi
politikalarının eşgüdümü
için 2010’da geliştirilen “Avrupa Sömestri” planını güçlendirmeyi hedefliyor. Önümüzdeki ay yayınlanacak
olan raporda, yoksulluk,
eşitsizlik, hane halkı geliri, istihdam oranları ve genç nüfus arasında işsizlik oranları
gibi ekonomik krizle birlikte
alt üst olan sosyal göstergeler üzerine değerlendirmeler
yer alacak.
“Sosyal gözetim” raporu, AB’
nin son dönemde üye ülkeler, özellikle de Euro Bölgesi
ülkeleri arasında ekonomik
kriz yüzünden gittikçe büyüyen sosyoekonomik farklılıkları kapatmak için yaptığı ça-
lışmalardan biri olarak görülebilir. Mart 2011’de AB liderlerinin kurduğu Euro-Artı
Paktı (Euro-Plus Pact) “farklı
ekonomileri, ekonomilerdeki gelişmişlik düzeylerini,
Maastricht kriterleri gereğince birbirine yakınlaştırmak
amacıyla” hayata geçirilmiş
ve bu pakt kapsamında “Avrupa 2020 Stratejisi” ve “Avrupa Sömestri” adlı girişimler başlatılmıştı. “Avrupa Stratejisi 2020” ile 2020 yılına
kadar Euro Bölgesindeki
farklı sosyal piyasa ekonomilerinin birbirine yakınlaştırılması amaçlanırken, “Avrupa
Sömestri” ile finans ve maliye politikalarının koordinasyonunu sağlamak hedeflenmişti. Böylelikle AB ekonomi
politikalarının eşgüdümü
güçlendirilerek AB genelinde
ekonomik kalkınmanın güçleneceği öngörülmüştü. Avrupa Sömestri’nin geliştirilmesi için hazırlanan “sosyal
gözetim” raporunun da bu
çerçevede sosyal politika
önerileri sunması bekleniyor.
Avrupa Komisyonu’na göre
raporda belirtilen istihdam
ve işsizlik oranları gibi sosyal
göstergeler ve politika önerileri, Avrupa Ekonomik ve Parasal Birliği’nin (EMU) sosyal
boyutunu inşa etmek için yeni bir araç olacak. Euro Bölgesi’nde borç krizinin patlak
vermesinin ardından “aşırı
kamu borçlanması” içindeki
ülkeleri kurtarmak için uygulanan kemer sıkma politikaları, krizin sosyal boyutunu ihmal etmekle eleştirilmiş ve
Avrupa Komisyonu bugüne
kadar bu konuda bir adım
atmamıştı. Kemer sıkma politikalarının olumsuz etkilerinin devam etmesini “parasal
birlik için ciddi bir sorun” olarak tanımlayan Komisyon
üyeleri, EMU’nun sosyal boyutunun güçlendirilmesine
dair “sosyal gözetim” raporunun önemine dikkat çekiyor. Raporda sosyal eşitsizliklerin azaltılması için sunulan
çözüm önerilerinden biri de,
işçi sendikaları gibi sosyal aktörlerin AB düzeyinde karar
alma mekanizmalarına katılımının artırılması ve ekonomik yönetişimin bu şekilde
güçlendirilmesi. Ancak katılımın niteliği üzerine henüz
bir tartışma açılmış değil.
AB ülkelerinde ulusal düzeyde bir siyasi irade oluşturulması.
Son olarak, Avrupa Komisyonu’nun kurmak istediği
“sosyal gözetim” mekanizmasının, Euro krizinin ortaya
çıkmasından bu yana üye ülkelerdeki ekonomik gidişatı
kontrol altına almak için üretilen Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM), İstikrar ve Büyüme Paktı (SWS) ve EuroArtı Paktı gibi tahakküm mekanizmalarının bir parçası olduğunu vurgulamak gerek.
Mali disiplini sağlamak için
İspanya, Yunanistan, İtalya,
Portekiz gibi üyelere dayatılan anlaşmalar, istenilen disiplini sağlamada bugüne kadar yetersiz kaldı. Bundan
dolayı krizin sosyal boyutuyla ilgili atılacak adımların,
sosyal eşitsizliğin giderilmesi
için yapısal önlemler almaktan çok mali disiplini tamamlayıcı bir işlev görmesi bekleniyor. Diğer yandan “kurtarma paketleri” ve “yardım
fonları”nın maliyetinin özel
vergilerle halktan kesilmesi,
kemer sıkma politikalarının
eğitim ve sağlık alanlarındaki sosyal hakları tehdit etmesi ve borç krizlerinin özellikle
genç nüfusta işsizliği artırması, Avrupa’da son yıllarda
önemli kitle hareketlerini
sahneye çıkarmış durumda.
Özellikle İspanya, Yunanistan, İtalya gibi ülkelerde ortaya çıkan kitlesel eylemlerin
boyutu, Avrupa Komisyonu’nun “sosyal gözetim” için
ne kadar geç kaldığını açıkça
gözler önüne seriyor.
Rapora eleştiriler
Komisyon’un “sosyal gözetim” raporuna yönelik ciddi
itirazlar da var. Öncelikle sosyal önerilerin mali önerilerden farklı olarak AB ülkeleri
için bağlayıcı olmaması, raporun sunacağı yeni perspektiflerin bir fark yaratıp
yaratmayacağı konusunda
endişe uyandırıyor. Önerilerin ciddiye alınacağı konusunda şüphelerini dile getiren AP Yeşiller Grubu üyesi
Philippe Lamberts, Komisyon’un halihazırdaki mali
önerileriyle sosyal eşitsizliği
azaltmak için sunduğu yeni
önerilerin birbiriyle çeliştiğini de vurguluyor. Lamberts,
tüm üyeler için bağlayıcılığı
olan mali önerilerin daha sıkı bir işgücü piyasası dayattığını, bunun da sosyal muhatapların gücünü azalttığını
ve ücretlerde net bir düşüşe
sebep olduğunu belirtiyor.
Dolayısıyla hiçbir bağlayıcılığı olmayan sosyal öneriler,
Lamberts’a göre eşitsizlikler
üzerine oturup konuşmaktan
ibaret olan bir “iletişim pratiği” olmanın ötesine geçemiyor. 2010’da AB ülkeleri
için sosyal göstergeler hazırlanması için girişimde bulunan ancak önerileri merkez
sağ partilerce dikkate alınmayan Yeşiller Grubu, Komisyon raporu için “çok geç,
çok yetersiz” yorumunu yapıyor. Yeşiller’in iki çözüm önerisi var: AB Antlaşması’nda
değişikliğe gidilerek AB kurumlarının sosyal politika
alanında yetkilerinin artırılması ve sosyal ve ekolojik
disiplinin en az mali disiplin
kadar önemli olduğuna dair
6
Yeni Yunanistan’a Doğru…
Christos TEAZIS
ATAUM
MAYIS 2014
e-bülten
Yeni Yunanistan’a Doğru…
25 Mayıs 2014’te Yunanis- seçilen bağımsız adayların
tan’da üç seçim birden oldu. sayısındaki artış vurgulaBirincisi belediye seçimleri, maya değer. Bu, insanların siikincisi vali seçimleri, üçün- yasal eğilimlerinin siyasi parcüsü de Avrupa Parlamento- tilerce belirlenmediğini ve
su seçimleri. Belediye ve Vali temsil edilmediğini gösterseçimleri iki turda gerçekleş- mekte.
tirildi. Yunan seçim sistemine Valilik seçimlerinin renginin
göre, 18 Mayıs 2014’te yapı- biraz daha siyasi olduğunu
lan birinci turda yüzde elli ar- söylemekse mümkün. Matı bir oy alan aday belediye lum, Yunanistan on üç eyabaşkanı seçilecekti. Fakat letten oluşmakta. Bu on üç
adaylar yüzde elliden az oy eyaletin sekizini Yeni Dealırlarsa o zaman en çok oy mokrasi alırken, iki eyaleti
alan ilk iki aday ikinci tura ge- SYRİZA, geri kalan üçünü de
çecek, burada yüzde elliden bağımsız adaylar kazandı.
fazla oy alan aday da beledi- Bu seçimlerden iki önemli soye başkan olacaktı. Aynı pro- nuç çıkarmak mümkün: Bisedür valilik seçimleri için de rincisi, ilk defa Atina eyaletigeçerli. Her seçimi ayrı ayrı kı- ni SYRİZA kazandı. Bu çok ösaca değerledirmemizde fay- nemli bir gelişme, çünkü Yuda var.
nanistan nüfusunun yüzde
Belediye seçimleri açısından 6 0 ’ ı A t i n a’ d a y a ş ı y o r.
dört büyükşehir çok önemli: SYRİZA, Atina’yı almakla bir
Atina, Pire, Selanik ve Patra. bakıma iktidar partisi yolunAtina Belediye Başkanlığı’na da olduğunu ortaya koydu.
Giorgos Kaminis tekrar seçil- İkincisi, eyalet seçimleri
di. Kaminis’i, Zeytin Partisi (Y- “çevre”nin büyük bir bölüunancası “elia” olan zeytin, münün Yeni Demokrasi ParPASOK’un yeni ismidir) ve Ye- tisi’nin elinde ve “merkez”
ni Demokrasi destekledi. Pi- inse SYRİZA’nın elinde oldure Büyükşehir Belediyesi’nin ğu ortaya çıktı. Başka bir deyeni başkanıysa bağımsız a- yişle, kentte yaşayan ve ekoday İoannis Moralis oldu. Se- nomi krizin etkilerine daha
lanik Büyükşehir Belediye çok maruz kalanların oyları
Başkanlığı’na Zeytin Partisi’ SYRIZA’ya giderken, kırda yance desteklenen İoanis Buta- şayan ve şimdilik krizden
ris yeniden seçildi. Patra Bü- kentte yaşayanlara nazaran
yükşehir Belediyesi’nin yeni daha az etkilenenler Yeni
başkanıysa Komünist Parti ta- Demokrasi’ye destek verdirafından desteklenen Kostas ler.
Peletidis oldu. İktidardaki Ye- Avrupa Parlanmeto seçimleni Demokrasi’nin adayları- rine gelince, sonucun tam annın bu dört büyükşehirden lamıyla “siyasi” olduğunu
hiçbirini kazanamaması in- söyleyebiliriz. Şöyle ki, Avrusanların hükümete hoşnut- pa seçimlerinde SYRİZA yüzsuzluklarını göstermesi açı- de 26.60, Yeni Demokrasi
sından dikkat çekici. Ayrıca yüzde 22.71, Altın Şafak yüzbu seçimlerde siyasi partile- de 9.38, Zeytin (eski PASOK)
rin adaylar üzerindeki etkisi- yüzde 8.02, Nehir yüzde
nin ilk defa çok az olması ve 6.61, Komünist Parti yüzde
Christos TEAZIS
6.07 ve Bağımsız Yunanlılar
da yüzde 3.47 oy aldı. Sonuçlara bakıldığında ortaya
şöyle bir tablo çıkıyor: Yunanistan genelinde SYRİZA birinci parti konumunda ve gelecek genel seçimlerde iktidar partisi olabileceğine kesin gözüyle bakılmakta. Zaten SYRİZA genel başkanı
Aleksis Tsipras de ertesi gün
Cumhurbaşkanı Karolos Papulias’le görüşüp erken seçime gidilmesi gerektiğine vurgu yaptı. İktidar partisi Yeni
Demokrasi ise ikinci parti durumunda. Ekonomik krizin
faturası Yeni Demokrasi’ye
kesilmişe benziyor. Nitekim
Başbakan Adonis Samaras
mesaj alındı diye bir açıklama yaptı ve hükümetin daha
hızlı adımlar atacağını vurguladı. Üçüncü parti durumundaki Altın Şafak’ın oylarıysa ülke genelinde arttı.
Örneğin Atina’da gücünü
ikiye katladı (yüzde 8’den
yüzde 6’ya) ve yapılan araştırmaların da gösterdiği üzere göre zaman geçtikçe daha
da güçleneceğini kanıtlamış
oldu. Seçim gecesinde her
kanalda her konuşmacı ve
bütün partiler tek bir konuda
hemfikirdi: Altın Şafak güçlenmekte. Öyle ki, bu artışı
önleyebilmek için ne gibi tedbirler alınabileceği tartışıldı.
Dördüncü parti Zeytin (eski
PASOK) ise yüzde 8.02 almakla “siyaset sahnesinde
ben de varım” gibi bir mesaj
vermiş oldu. Ama realitenin
mesajları farklı. Zira Zeytin
ölmekte ve Avrupa Parlamento seçimleri onun için geçici bir hayat öpücüğüdür. Zira Yunan siyasi sahnesine daha yeni katılan Nehir Partisi
bile yüzde 6.61 alarak Avrupa Parlamentosu’na 3 kişi
gönderdi.
Bu üç seçime bakarak şöyle
bir değerlendirme yapabiliriz. Seçmenlerin kriterleri, eskisi gibi, siyasi partiler tarafından belirlenmiyor. Eskiden yerel seçimler gerçekleştirildiği zaman insanlar
kendi iradeleriye değil siyasi
partilerin iradesine göre hareket ederdi. Bu son seçimlerdeyse adaylara kendi istekleri doğrutulsunda oy verdikleri söyleniyor. Bağımsız
adayların artması da bunun
bir göstergesi. Buna göre toplum yerelden başlayarak
“bağımsızlaşıyor”. Bu toplumsal/siyasal olguysa, aslında Yunanistandaki genel
dönüşümün bir tezahürü.
ATAUM
e-bülten
İletişim
Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM)
Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara
Telefon: 0 (312) 362 07 62
Faks: 0 (312) 320 50 61
Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten
E-posta: [email protected]
Editör: Erdem DENK
Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK
* Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz.
* ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir.
* Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir.
* Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir.
Sahibi: ATAUM adına Çağrı ERHAN · Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık) · Basım Yeri: Ankara
Üniversitesi Basımevi, İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler/ANKARA Tel: 0(312) 213 66 55 · Basım Tarihi: 8 Haziran 2014
ATAUM
MAYIS 2014
e-bülten
Makedonya’da Muhafazakarlardan Çifte Zafer
Emre YÜKSEL
Makedonya’da Muhafazakarlardan Çifte Zafer
Emre YÜKSEL
Ünlü Makedon yönetmen
Milcho Manchevski’nin Yağmurdan Önce filminde “zaman asla ölmez, çember yuvarlak değildir” diye tanımladığı Balkanlar’da her se-
çim hem o ülkenin hem de
tüm Balkanlar’ın istikrarı için
büyük önem arz etmekte. Hemen hemen tüm ülkeler bağımsızlık sürecinde etnik çatışmalar yaşamış olduğun-
Cumhurbaşkanlığı Seçimi
Makedonya esasen bu sene
ilk olarak cumhurbaşkanlığı
seçimi için gitti sandık başına. Dört adayın yarıştığı ve
kayıtlı seçmen nüfusunun
yüzde 50 oyunun alınması
gereken ilk turda adayların
hiçbiri yeterli oy oranına ulaşamadığı için seçimler ikinci
tura ertelendi. İkinci turunsa
genel seçimlerle aynı gün yapılmasına karar verildi. Seçim komisyonu başkanı
Rilkoski, iktidardaki İç Makedon Devrimci Örgütü-Make-
donya’nın Ulusal Birliği Demokratik Partisi (VMRODPMNE) ko a lis yo nu nun
adayı ve mevcut cumhurbaşkanı Gjorge Ivanov’un ilk turu galip bitirdiğini açıkladı.
Ivanov, kullanılan oyların yüzde 51’ini almasına rağmen
kayıtlı seçmenlerin yarısının
oyunu alamadığı için seçimi
kazanamadı. Zaten seçime
katılımın yüzde 48’lerde kalması nedeniyle böyle bir sonucun çıkması da olanaksızdı. Bu durumun oluşmasında
İstikrarın zaferi
Ülke için daha kritik olan süreçse genel seçimdi. Normal
şartlarda genel seçimin
2015 yılının ortalarında yapılması gerekmekteydi. Ancak iktidardaki koalisyonun
ortak bir aday üzerinde anlaşamaması üzerine Arnavut
Partisi Demokratik Bütünleşme Birliği (BDİ) erken seçime
gidilmesini önermiş ve bu teklif kabul edilmişti. Makedon
halkının bağımsızlıktan sonra sekizinci kez sandık başına gittiği seçimlerde 123 milletvekilliği için oy kullanıldı.
Bu 123 koltuğun 120’si Makedonya’daki seçmenler tarafından 3 tanesiyse diaspo-
radaki Makedonlar tarafından seçiliyor. Buna göre ülke
6 seçim bölgesine ayrılıyor
ve her bölge 20 milletvekili
seçiyor. Yurtdışındaysa 3 seçim bölgesi oluşturuluyor ve
her biri bir milletvekili seçip
parlamentoya gönderiyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi genel seçimlerden de mevcut başbakan Nikola Gruevski’nin liderliğini yürüttüğü
muhafazakar VMRO-DPMNE koalisyonu galip çıktı. Seçim komisyonu Gruevski’nin
oyların yüzde 43’ünü aldığını açıkladı. Gruevski zaferi
“bu büyük ve güçlü bir zafer.
Halk kendi iradesini göster-
Ülkenin Batı’ya bakışı
Ivanov ve Gruevski’nin tekrar seçilmeleri ülkenin Batı’
ya yönelmesi açısından da
önemli. Hem Ivanov hem de
Gruevski iktidarları boyunca
ülkeyi AB’ye ve NATO’ya sokma girişimlerinde bulunmuştu. Ancak bu durum Yunanistan’ın vetosu nedeniyle
engellenmekte. “Makedonya” adının kendi topraklarını(n bir bölümünü) temsil ettiğini söyleyen Yunanistan,
bu sebeple ülkeyle isim sorunu yaşamakta ve tüm başvurularını veto etmekte. Nite-
kim Makedonya birçok devlet ve uluslararası örgüt tarafından “Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya” olarak
tanınmakta. Cumhurbaşkanı Ivanov’un seçim vaatlerinden birisi de Yunanistan’la
olan isim sorununu çözmekti. Aslında isim sorunu bir yana bırakıldığında Makedonya, AB’nin ve NATO’nun gelecek planlamaları arasında
yer almakta. Nitekim veto sebebiyle üyelik süreci henüz
başlayamamış olsa da bu iki
örgütle ilişkiler geliştirilmek-
dan, seçimler ülke içi hassas
dengeleri korumanın ya da
koruyamamanın en önemli
yapı taşlarından. Nitekim ülkede yoğun bir Arnavut azınlığı barındıran Makedonya
için de yapılan cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık seçimleri hem ülkenin hassas
dengesi hem de istikrarı için
büyük önem taşıyordu.
ülkenin yüzde 25’ini oluşturan Arnavutların bazı seçim
bölgelerinde seçimi boykot
etmelerinin payı büyüktü. Bunun nedeniyse koalisyonun
ortak bir aday üzerinde anlaşamaması. Ivanov’un yüzde
24.15 oy aldığı seçimde, en
büyük rakibi muhalefetteki
Makedonya Sosyal Demokratlar Birliği’nin (SDSM)
adayı Stevo Pendarovski ise
yüzde 17.49 oy alarak Ivanov’un 120 bin oy arkasında
kaldı.
Ivanov ve Pendarovski’nin yarıştığı seçimlerin ikinci turundaysa kazanan mevcut cumhurbaşkanı Ivanov oldu. Oyların yaklaşık yüzde 55’ini
alan Ivanov, böylece ikinci
kez cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Siyaset bilimi
profesörü olan ve muhafazakar siyasal görüşe sahip
olan Ivanov, Batı’nın da desteklediği bir aday konumundaydı.
di” şeklinde değerlendirirken, Zoran Zaev liderliğindeki ana muhalefet partisi
Makedonya Sosyal Demokratlar Birliği ise yüzde 24 oy
oranında kaldı. Seçim sonuçlarını tanımadıklarını belirten Zaev, Gruevski’yi otoriter olmakla ve tüm sistemi istismar etmekle suçladı. Ayrıca Gruevski’ye yönelik yolsuzluk suçlaması ve medya
özgürlüğünü kısıtladığına yönelik suçlamalar da bulunuyor. Tüm bunlara rağmen
Gruevski’nin seçimi kazanmasındaki en büyük etkenler
seçmenin istikrar arayışı ve ekonomideki büyüme olarak
göze çarpıyor. 2006’dan beri
iktidarda bulunan Gruevski,
işsizliğin yüzde 28’leri bulduğu Avrupa’nın en fakir ülkelerinden Makedonya’da
ekonomik büyüme sağlamayı başarabildi ve dış yatırımı
artırdı. Ayrıca Gruevski ülkedeki Slav çoğunlukla Arnavut
azınlık arasında dengeleri
kurmakta da başarılı. Bağımsızlık sürecinde çatışmalar yaşayan bu iki etnik grup
arasındaki dengelerin sağlanması, hem ülkenin hem
de bölgenin istikrarı açısından büyük önem arz etmekte.
te. Gruevski ve Ivanov’un tekrar seçilmesi de bu ilişkiler
için önemli.
Muhafazakar adayların tekrar seçildiği çifte seçim sonucunda ülke içindeki dengeler
de korunmuş oldu. Ancak
VMRO-DPMNE’yi bekleyen
çok önemli sorunlar hala bulunuyor. Örneğin, her ne kadar ülke ekonomik gelişme
gösterse de hala yüksek
oranda işsizliğe sahip. Ayrıca
Makedonya, diğer eski Yugoslav cumhuriyetlerinin yolundan giderek yüzünü Batı’
ya dönmüş ve AB ve NATO’
ya üyelik girişimlerinde bulunmuştu. Bu sebeple de bu
yapıların üyesi olan Yunanistan’la sorunlarını da çözmesi
gerekmekte. Ivanov’un ilerleyen süreçte vadettiği gibi
bu soruna odaklanması ülkesi için büyük önem arz etmekte. Çünkü ülkenin bu örgütlere üyeliği ekonomik sorunlara çare olabilecek nitelikte görülüyor.
7
8
Ukrayna’nın Seçimi: İstikamet Batı
Mühdan SAĞLAM
ATAUM
MAYIS 2014
e-bülten
Ukrayna’nın Seçimi: İstikamet Batı
Mühdan SAĞLAM
Avrupa’da Mayıs’ta bir rüzgâr halini alan seçimlerin
son durağı, yaklaşık yedi aydır çatışma altında olan
Ukrayna’ydı. Ülkenin içinde
bulunduğu sancılı dönemin
son bulması umudu cumhurbaş kan lı ğı se çim le rin de
arandı. 35 milyon seçmenin
bulunduğu ülkede seçime katılım oranı yüzde 60 düzeyinde kalırken, Donetsk ve
Luhansk’da seçimler birkaç
istisna bölge dışında yapılamadı. İçlerinde Ukrayna eski
başbakanı Yulia Timoşenko’nun da yer aldığı 23
adaylık seçim yarışındaysa
ipi göğüsleyen yüzde 56’lık
oy oranıyla Roshen çikolatalarının sahibi ve Ukrayna’nın
en zengin oligarklarından
Petro Poroşenko oldu.
Zaferinin ardından kamera-
ların karşısına geçen Poroşenko, ilk olarak Ukrayna’ya
istikrar getireceğini ancak bir
federasyon ihtimalinin olmadığını açıkça ifade etti.
Kırım referandumunu asla
tanımayacaklarını i fa de
eden Ukrayna lideri, sorunların barışçıl yollarla çözülmesi için Rusya’yla de masaya oturmaya hazır olduklarını kaydetti. Bununla beraber
kendisine verilen oyların
Avrupa’yla daha yakın ilişkiler anlamına geldiğinin altını
çizen Poroşenko, AB’yle daha yakın ilişkiler için çalışacağının da altını çizdi.
Seçimlerin gerçekleştiği Mayıs 2014’te ölü sayısının yüzlerle ölçüldüğü Doğu Ukrayna’ysa adeta barut fıçısına
döndü. Zira ne terörle mücadele operasyonu yaptığını
söyleyen hükümet ne de Rusya yanlısı milisler geri adım
atıyor. Ancak hükümetin yanında başka grupların silahlanarak ülkenin doğusuna çıkarma yapması Ukrayna’da
yaşanan çatışmaların iş savaş olarak nitelendirilmesine
neden oldu. 2 Mayıs’ta Odesa’daki bir gösteride Rusya
yanlılarının içinde bulunduğu bir binanın ateşe verilmesi ve 41 kişinin yaşamını yitirmesinde Kiev’deki gösterilerdeki Nazi yanlısı tutumlarıyla dikkat çeken Sağ Sektörün başrolü oynaması, durumun en net örneğiydi. Otel
yangının ötesinde neredeyse
her gün Donetsk ve Luhansk’tan ölüm haberleri geliyor. Öte yandan 18 Mayıs’
ta Donetsk ve Luhansk’ta yapılan referandumda ayrılık
kararının çıkmasının ardından milis gruplar, Novorossiya (Yeni Rusya) isminde
bir devlet kuracaklarını ifade
etmişti.Bununla beraber tüm
Ukrayna gibi bu bölgede de
gözler yeni cumhurbaşkanına ve açıklamalarına çevrildi.Nitekim sandıktan Poroşenko’nun çıkmasının öğrenilmesiyle eylemlere devam
kararı alındı. Bu tutumda kuşkusuz federasyon formülüyle
istikrar uman bölge halkının
çiçeği burnunda cumhurbaşkanından “hayır” cevabı
almasının etkisi var. Dahası
Poroşenko’nun Ukrayna’da
istikrar için ilk icraatının
Donetsk Hava Limanına hava operasyonu olması, yakın
vadede istikrar vaat eden gelişmeler olarak görülmüyor.
Doğu Yakası: Moskova’dan temkinli açıklamalar
Ukrayna halkı sandığa gitmeden önce akıllara takılan
soruların başında, kızgın doğu komşusunun nasıl bir tutum alacağı geliyordu. Hatta
Rusya’nın seçimleri tanımaması ya da oy vermek isteyen
Kırımlılara engel olması ihtimali yeni savaş senaryolarının da hareket noktası oldu. Analizlerini silahlı kuvvetleri karşılaştırmaya kadar
vardıran uzmanlar, NATO’
nun bu ihtimal karşısında uygulaması gereken eylem planını bile hazırladı. Ancak
beklendiğinin aksine Rus yetkililer seçimlerin Ukrayna
için önemli bir dönemeç olduğunu ve Ukrayna halkının
tercihlerine saygı duyacaklarını ifade etti. Poroşenko’nun
zaferinin kesinleşmesinin ardından söz alan ilk isimse
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey
Lavrov oldu. Lavrov, Ukrayna’daki seçim sonuçlarını
tanıdıklarını ifade etmekle
kalmadı, Kiev yönetimiyle
uyuşmazlıkların çözülmesi
için masaya oturmaya hazır
olduklarını ifade etti. Ancak
Lavrov’un konuşmasında en
dikkat çeken unsur “Ukrayna
ve Rusya iki devlet olarak
aralarındaki anlaşmazlıkları
kendi başlarına çözebilirler.
Rusya, Ukraynalı yöneticilerle masaya oturmaktan kaçınan taraf olmakyacaktır”
vurgusuydu. Aslında Lavrov’
un genel bir konuşma gibi duran bu sözleri, Poroşenko’nun “Kremlin’le masaya
oturabiliriz, ancak Cenevre’
de olduğu gibi görüşmelerin
AB’yle ABD’nin arabuluculuğunda gerçekleşmesini isti-
yoruz” sözlerine bir yanıttı.
Yani Moskova, Kiev’e ya “ya
yalnız gel, ya da gerilime devam” mesajını iletmiş oldu.
Öte yandan Poroşenko’nun
Başkan Putin’le görüşmek istediğini ifade etmesi Kremlin’de memnuniyet sebebi
olurken, Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın ilk ziyaretini Rusya yerine Polonya’ya yapacağını söylemesi, Rusya cephesinde sessizlikle karşılandı. Rusya’nın bu sessizliğine
karşın Kiev’in Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan çekil-
2 ATAUM
e-bülten
me kararı aldığı duyumu, iki
ülke arasında gerilimin tırmanmasına zemin yaratacağa benziyor. Zira Ukrayna
Ulusal Güvenlik ve Savunma
Konseyi Sekreteri Andrey
Parubiy’e dayandırılan bu bil-
MAYIS 2014
giye göre Ukrayna, eğer böyle bir karar varsa, örtük bir biçimde Rusya’yla sadece komşu kalacaklarını ve herhangi
bir birlik içinde yer almayacaklarını ifade etmiş oldu.
Her ne kadar resmi olarak
Ukrayna’nın Seçimi: İstikamet Batı
Mühdan SAĞLAM
Ukrayna makamları bu kararı doğrulamamış olsa da,
Poroşenko’nın basın toplantısında “Ukrayna’nın istikameti Batı’dadır” sözleri dikkat çekiyor. “Rusya’yla sorun
istemiyoruz, üstelik de Batı’
nın bir parçası olmak istiyoruz” olarak özetlenebilecek
bu hamle, şimdilik ufukta iki
ülke arası bir çözüm olmadığını gösteriyor.
ABD’de yüzler gülüyor, AB’nin başı kalabalık
Ukrayna seçimlerinin sonra- sponsoru olduğu düşünüldüsında gözlerin çevrildiği di- ğünde, ABD cephesinde soğer iki durak, Ukrayna’nın ge- runsuz ve Rusya’yı büyük releceğini ellerine emanet etti- simde köşeye sıkıştıran bir
ği AB ile ABD oldu. Seçimler Ukrayna’nın temellerinin
öncesinde Ukrayna’ya 11.4 atıldığı fikri baskın durumda.
milyon dolar yardım gönde- ABD’yle benzer bir tutum
ren ABD Başkanı Baracak içinde olacağı düşünülen
Obama, yaptığı yazılı açıkla- AB’yse, kendi parlamento semada, Ukrayna halkını se- çimleriyle meşgul olduğu
çimlere katıldığı için tebrik et- için Beyaz Saray’ınkine benti ve yeni cumhurbaşkanıyla zer tonda memnuniyetini diçalışmaktan mutlu olacak- le getiremedi. Ekonomik
larını söyledi. Obama’nın krizlerin yanında AB’nin haliPoroşenko’ya açık biçimde hazırda alarma geçmesine
destek olmasıysa seçimlerin neden olacak kadar sağ oykazananının çok önceden lar yükselişe geçti. Özellikle
belli olduğu yorumlarına ne- Fransa’da birinci sırada yüzden oldu. Halihazırda Batılı de 24’lük oy alan Milli Cepyönetimlerle yakın ilişkiler he’nin (Front Nasyonel) yükiçinde olan Poroşenko’nun selişi dikkate alındığında,
Turuncu Devrim’in de gizli ABD’ye rağmen yeni bir eko-
nomik ve siyasi yük olarak görülen Ukrayna’nın tam üyeliği reddeden Doğu Komşuluk
politikasından öteye gitmesi
zor görünüyor.
Sonuç olarak Mart’tan bu yana büyük bir merakla beklenen Ukrayna seçimleri, Donetsk ile Luhansk’ın boykotu
ve Kırım’ın düşük katılımıyla
gerçekleşti. Çikolata Kralı ve
Turuncu Devrim’in sponsorlarından Petro Poroşenko’
nun zaferiyle sonuçlanan seçimler Rusya tarafından tanındı. Ancak aday olduğu andan bu yana Batı’ya fazla angaje olmakla eleştiren Poroşenko’nun çözümü AB’yle
ABD’nin arabuluculuğunda
araması, Moskova’nın beklediği cevap olamadı. Daha-
sı AB üyeliği konusundaki
hevesini hiç saklamayan
Kiev’in Avrupa’da değişen
gelişmeler karşısında geleceğinin ne olacağı hala muamma. ABD’nin açık desteğini almasına karşın, ekonomik sorunlara bir de çekirdek
ülkelerde aşırı sağın yükselişinin eklenmesi Brüksel’in sorunlarına bir yenisini ekledi.
Buna bağlı olarak AB kendi içinde bir denge kurmadan
Ukrayna’yı öncelikleri içerisine almayabilir. Dolayısıyla
Ukrayna için aranan istikrar
ve çözümün yakın gelecekte
ufukta görünmeyeceği de
söylenebilir.
9
10
Bosna-Hersek’te Muşa Eylemleri
Harun Hasanagiç
MAYIS 2014
ATAUM
e-bülten
Bosna-Hersek’te Muşa Eylemleri
Harun Hasanagiç
Muharem Hindic, namı diğer
Muşa, Bosna-Hersek’te epey
zamandır yaptığı “tek kişilik”
eylemlerle dikkat çekiyor.
Onunki Bosna-Hersek’te savaştan sonraki en büyük eylem olmayabilir ama kendisini ülkenin en uzun eylemcisi sayabiliriz. Muşa’nın protestosu on bir aydır devam
etmekte. Bu on bir ayın yedisinde protestosunu tek başına, her gün, Mostar şehrinin
tam ortasında bulunan ve
zamanında Boşnak ve Hırvat
güçlerinin ateşkes hattı olarak kullanılan İspanya Meydanı’nda gerçekleştiriyor. Bu
nedenle de medyada ve halk
arasında “ıssız ya da yalnız
protestocu” olarak anılmakta. Muşa, protestosunun ilk
iki ayında medyaya adını bile
söylemek istememiş, yaptığı
posterlerin kendisi için
önemli olan her şeyi ifade ettiğini vurgulamıştı. Posterlerdeyse “Dünyadaki Bütün
Gençler, bir araya gelin!”,
Kadınlar, siz de bize katılın
çünkü siz en güçlüsüsünüz!,
Hükümet istifa, böyle devam
etmiyoruz!, Anayasamız değiştirilmeli, Dayton değiştirilmeli!, Ulusal barıştan korkmayın! (Boşnaklar, Sırplar ve
Hırvatlar arasında) Ey Gençler, en önemlisi sizsiniz, harekete geçin, eylem yapın!,
Gençlerimize kulak vermeliyiz!, Hadi hep beraber,
çalışan bir Bosna-Hersek
için!' diyen sloganlar yer almaktaydı. Daha sonraysa
“Ben bunu sadece gençlerimiz için yapıyorum, başka bir
şey için değil” şeklinde
ifadeler kullanılıyordu. Her
ne kadar ısrarı ve eyleminin
uzunluğu şaşırtıcı olsa da,
Muşa’nın temel istekleri ve
protesto ettiği şey belirsizdi.
Zira “Hükümet istifa”, “Dayton değiştirilmeli”, ve “rüşvete, hırzılığa, adeletsizliğe son
verelim” ifadeleri, BosnaHersek’te yaşayan herkesin
günlük hayatında yüzlerce
kez kullandığı ifadeler. Muşa’nın medyada yer alan
ifadelerinin en önemlisiyse
belki de gençliği ve vatandaşları aktivizme, eylem
yapmaya çağırmasıydı.
Muşa’nın “ıssız protestosunun” sekizinci ayında
Bosna-Hersek Federasyon
Entitesi’nde Bosna Hersek’in
daha önce görmediği eylemler patlak verdi. Büyük şehirlerin tamamında, dört gün
boyunca, protestolar fazlasıyla alevlendi. Yerel hükümet, büyükşehir belediye ve
hatta Saraybosna’da Cumhurbaşkanlığı binaları ateşe
verildi. Felaketin en büyüğüyse Mostar’da yaşandı ve
toplamda yedi resmi bina ve
iki parti binası (milliyetçi olarak bilinen partiler SDA ve
HDZ) yakıldı. Mostar’daki
büyük protestonun başlangıcında, bütün protestocular
öncelikle Muşa’nın tek başına eylem yaptığı yere gelip
onun liderliğinde hükümet
binalarına gitmeye başladı.
Bazı genç eylemciler birdenbire hükümet binalarını
yakmaya başladığındaysa
Muşa’nın gençlere şöyle seslendiği duyuldu: “Yapmayın,
bu çözüm değil, siz benim
için değil, ben sizin için buradayım!”
Bosna’daki bu yoğun protestolar başladığı gibi bitti. Protestolar sadece dört gün sonra sona erdi ve caddeler boşaldı. Mostar’sa bunun istisnasıydı. Protestolar “İspanya
Meydanı”nda devam etti.
Her gün Muşa’nın bulundu-
ğu yere yeni protestocular
geldi. Protestocuların çoğunluğu gençlerden oluşmaktaydı. Mikrofon Muşa’nın
elindeydi ve o bu mikrofonu
sadece genç protestoculara
verdi. Bu yeni protestolar
sakin bir atmosferde geçiyordu ve protestocuların
sayısı eskisinden daha azdı.
Ama Muşa ve yanında sürekli olarak bulunan birkaç
genç Mostar Şehri Forumları’nı organize etti. Şu anda
Muşa, protestoların resmi olmayan lideri olarak görülmekte. Bu forumlara rağmen
eylemcilerin protesto ettiği
ya da mevcut hükümetten
istediği şey, hala belli değil.
Protestolar daha çok rahatsızlığı ya da öfkeliliği göstermek için gerçekleştiriliyor.
Mostar’daki forumlardan
sonra Muşa medyada daha
çok yer aldı ancak hiçbir
açıklama bulunmadı. Protestolarla ilgili konuşan kişilerse, Muşa’nın yanında sürekli
olarak bulunan iki genç olan
Fedja Fajic ve Nadir Frlj’di.
Protestolar sırasında Muşa
mikrofonu kullanmaya devam etti, havayı yumuşattı
ancak medyada daha çok
gençler yer aldı.
Mostar Bosna-Hersek’teki
diğer protestolardan çok
farklı, çünkü Mostar’daki eylemler halen devam etmekte. Muşa her gün İspanya
Meydanı’na çıkmakta, etrafında daha çok protestocu
toplanmakta ve eylem devam etmekte. Protestocuların sayısı fazla değil ama
görünen o ki, bu protestoların amacı kısa süreli bir
şov yapmak değil; ısrarla yaşamaya devam etmek.
Bu protestoların resmi olmayan lideri olan Muşa’nın dik-
kat çeken bir diğer özelliğiyse, her zaman saldırgan davranışların karşısında durması. Eylemcilerle yürüyüşe
geçtiğinde, hepsinin ellerini
havaya kaldırtarak suç işlemeyeceklerini etraftakilere
ve tabii polise göstermekte.
Yine de böyle olayların birinde polis tarafından dövülüp
gözaltına alınmaktan kurtulamadı. Buna karşılık olaraksa protestolar arttı ancak
protestocular Muşa’nın serbest bırakılmasını yine saldırgan davranışlarından kaçınarak talep etti. Muşa da
serbest bırakıldığında kendi
tonunu hiç değiştirmeden
eyleme devam etti. Medyada
pek konuşmasa da posterlerinden hala onun hakkında
birkaç şey öğrenebiliriz:
“Özgürlük benim milletimdir!”, “Ey yaşlılar, gençlerimizi dinleyin”, “Ey Dünya gençliği, biz sizi seviyoruz “. Mikrofon hala onun ellerinde ve
o hala her eylemde o mikrofonu genç olanlara vermeyi tercih ediyor.
Açık olansa, şehirlerde gerçekleşen eylemlerin siyasi
hayata herhangi bir doğrudan etkisinin olmaması.
Protestolardan sonra BosnaHersek’te var olan hiçbir sorun çözülmedi ama Mostar’
daki protestolar üç aydır da
devam ediyor. Muşa ise çok
daha uzun zamandır aynı
şeyleri söylüyor. Dahası aynı
yerde eylem yapıyor ve
mevcut halini hiçbir şekilde
değiştirmiyor. Protestolarsa
devam ediyor ve o mikrofonla medyaya ve kamuoyuna seslenen “ısrarlı protestocular”ın sayısı artıyor.
ATAUM
e-bülten
MAYIS 2014
Polisten Twit ‘Ziyareti’
Gökçe ÖZSU
Polisten Twit ‘Ziyareti’
Gökçe ÖZSU
Attığınız bir twitten dolayı polislerin evinizi “ziyaret etmesi”, birçok ülke için “sıradan”
bir durum. Fakat İngiltere’de
yaşanan bir gelişme böylesine “sıradan” durumları aratmayacak cinsten. Cambridgeshire’da yaşayan bir blog
yazarı olan Michael Abbertone, AB karşıtı sağ popülist
partisi UKIP (United Kingdom Independence Party)
aleyhinde attığı bir twitten
sonra kapısında polisleri ve 2
UKIP yetkilisini buldu.
Olay, 5 Mayıs’ta Abbertone’un Twitter hesabından
UKIP politikalarını eleştiren
bir “check-list”i paylaşmasıyla başladı. Akabinde Abbertone’un kendi blogu olan
“Axe of Reason”da anlattığı
olaya göre, 2 polis yetkilisi
evini ziyaret etti. Polisler ayrıca Abbertone’un attığı twiti
kaldırmasını ve yaşananları
kimseye anlatmamasını istedi. Olayı BuzzFeed’e doğrulayan Cambridgeshire polis
yetkilileriyse olayın bundan
ileri gitmediğini dile getiriyor: “Cuma saat 12.40’ta bir
sosyal medya mesajına yönelik yapılan bir şikayet üzerine çağırıldık. Yapılan suçlamalar soruşturuldu fakat herhangi bir şey ortaya çıkmadı.
Olay bundan ibaret.”
Abbertone, “UKIP’e oy vermek için 10 güzel sebep” başlıklı twitinden sonra yaşananları Axe of Reason’da şu
şekilde aktarıyor: “Hep farklı
şeyler ve insanlar hakkında
yazdım. Kendim hakkında
hiçbir şey yazmadım. Şimdiye dek. Dün öğlen garip James Caan filmleri izleyip iz-
lememe konusunda kendimle tartışırken salon penceremin önünde beliren polisler
tarafından rahatsız edildim.
Zemin katta yaşadığım için
olay hiç de hayal edebileceğiniz gibi değildi. Kapıya gittiğimde iki polis karşımda duruyordu. İlk söyledikleri şey
korkulacak bir şey olmadığı,
sadece konuşmak için geldikleriydi. Herhangi bir yasayı ihlal etmediğimi, bunun
adli bir mesele olmadığını
söylediler. Bu daha önce başıma gelmiş bir şey değildi.
Polisler paylaştığım twitteki
posteri kendi bilgisayarımda
yapıp yapmadığımı sordular.
Ben de posteri partinin internet sitesinden aldığımı ve
twitterda zaten dolaşımda olduğunu söyledim. Sonra benden twiti silmemi istediler.
Ben bu sefer twitin defalarca
retweet edildiğini ve kontrolümden çıktığı için silemeyeceğimi söyledim. Onlar da
beni buna zorlayamayacaklarını söylediler. Onlara beni
ziyaretlerini twitter’da paylaşıp paylaşamayacağımı sordum. Açıkça verdikleri cevap
yaklaşan seçimler öncesi polisin nötr olması gerektiği bakımından bunun uygunsuz
olacağı için “hayır” idi. Ama
beni bunu yapmaktan alıkoyamadılar çünkü benim ifade özgürlüğüm var. Şüpheci
bir şekilde onlara “ne yaptığınızın farkına varmalısınız”
dedim. Biri omuz silkti, diğeri
mahcup oldu. Tam giderlerken sebebi ziyaretlerini açıklığa kavuşturmak için bunun
telif hakkı ihlaliyle alakalı
olup olmadığını sordum. Hiç-
bir alakası olmadığını söylediler. Ve olsa bile yine de adli
bir mesele değil sivil bir meseleydi. Yaklaşık 15 dakika
sonra bir parti üyesinden tehdit mesajı aldım. Mesajı atan
parti destekçisi gibi görünmüyordu. Polisin geldiğinden haberi var gibiydi. Twiti
kopyalayıp polise yolladım.”
Guardian’a konuşan bir başka polis yetkilisiyse olanları
şöyle anlatmakta: “Bir UKIP
meclis üyesi itiraz ettiği bir
twit üzerine geldi. Twitteki kişinin ismi tanımlanmış ve o kişi de aynı şekilde konuştu.
Olaya baktığımızda polis müdahalesini gerektirecek herhangi bir şey bulamadık.
Açıkçası meclis üyesi atılan
twitten dolayı mutlu değildi.
Eğer her siyasetçi kendi fikrini dile getirenlerden dolayı
mutsuz olacaksa hiç siyaset
yapamayız demektir.”
Liberal Demokrat Milletvekili
Julian Huppert ise, New
Statesman’a verdiği demeçte, Cambridge polis yetkililerinden gerçekte tam olarak
ne olduğuna dair bir açıklama beklediğini dile getirerek
şunları söyledi: “Gördüğüm
kadarıyla polisin olaya dahil
olması uygunsuz gibi duruyor ve Michael Abbertone’un
yazdıklarıysa polisin Abbertone’un suç işleyip işlemediğini anlamasının ötesinin yaşandığını iddia ediyor. Fakat
polisin twitleri silmesini istemek için gelmesi, çevredekilere herhangi bir şey söylememeleri ve göz önünde tutulacak bunun gibi başka şeyler açıkça uygunsuz. Asıl sorun, Abbertone’un suç işledi-
ğine dair özgün iddiaların
olup olmadığı. Ve bu tarz bir
iddia varsa polisin müdahale
etmesi açıkçası doğru, ama
ben potansiyel bir suç unsuru
barındıran herhangi net bir
iddia göremedim. Ama açıkçası gerçek bir suç unsuru
barındırmadan siyasi bir
eleştiri amacıyla -ki kendimin de görmüş olduğu- atılan twitler üzerine polisin
olaya müdahil olmasında
doğru bir mantık yok.”
New Statesman’a konuşan
UKIP’in Cambridge’teki örg ütünün sekreteri Peter
Burkinshaw, tıpkı dünya üzerindeki tüm muhafazakârlar
gibi “iftira”yı öne çıkararak
şunları söyledi: “Bir şeyler
hakkındaki düşüncelerinizi eğer iftira değilse- twitlemenizin suç olduğu şeklinde bir
düşüncem yok. Polisin oraya
neden gittiğini anlamıyorum. İlkesel olarak, bir kişi
düşüncesini dile getiriyorsa
polisin müdahil olmasını gerektiren bir şey göremiyorum.”
Yaşanan olaydan sonra Michale Abertone, Axe of Reason’da ve twitter hesabında
UKIP’e yönelik eleştirel
paylaşımlarını sür dür dü.
Geçtiğimiz günlerde ünlü
UKIP üyesi Hindistan doğumlu Sanya-Jeet Thandi’
nin “popülist ırkçı politikalardan” dolayı istifa ettiğini
açıklaması üzerine UKIP lideri Nigel Farage’ın “Romanların suç oranlarındaki
yerine” dair açıklamalarını
eleştiren yazılarına yer veren
Abertone’u kimse durdurabilecek gibi görünmüyor.
11
AB Vatandaşlarına ‘Unutulma Hakkı’
12 Yasemin
KARADAĞ
MAYIS 2014
ATAUM
e-bülten
AB Vatandaşlarına ‘Unutulma Hakkı’
Yasemin KARADAĞ
Avrupa Birliği Adalet Divanı
(ABAD), özel hayatın gizliliği
hakkı çerçevesinde ortaya çıkan bireylerin “unutulma
hakkı”na (right to be forgotten) ilişkin oldukça önemli
bir karar verdi. Söz konusu
kararda Divan, dünyanın en
büyük çevrimiçi arama motoru olan Google’ın, ilgili kişi
tarafından talep edilmesi halinde, bir kişi hakkında geçerliliği olmayan, yanlış ya
da eksik bilgi içeren linkleri
kaldırması gerektiğine hükmetti. ABAD’nin kararı Birlik içerisinde memnuniyetle karşılanırken, ifade özgürlüğü
savunucularıysa kararı pek
çok yönden eleştirmekte.
Dava konusu olay, İspanyol
vatandaşı Mario Costeja
Gonzales’in adının Google’
da arandığında, Gonzales’in
sosyal güvenlik borçlarına
karşılık gayrimenkullerinin
açık artırmaya çıktığı haberlerinin yer aldığı 19 Ocak ve
9 Mart 1998 tarihli La Vanguardia gazetesinin haberlerinin çıkmasına ilişkin. Gonzales, öncelikle 5 Mart 2010’
da İspanya’nın veri koruma
ajansı olan Agencia Española de Protección’a (AEPD)
yaptığı şikayet başvurusunda, La Vanguardia gazetesinden ilgili sayfaların kaldırılmasını ya da içeriklerinin
değiştirilmesini talep etti. Aynı başvuruda Gonzales, arama motoruna adı yazıldığında gazetenin linklerinin
çıkmasını önlemesi için Google İspanya ya da Google’
dan söz konusu haberle ilgili
kişisel bilgilerinin kaldırılmasını ya da gizlenmesini talep
etti. Başvurucu, bahsi geçen
linklerin kaldırılma talebine
gerekçe olaraksa gazetede
yer alan haberdeki sorunlarını yıllar önce çözüme kavuşturmasını ve bu nedenle ilgili haberlerin artık onunla
bir alakası olmadığını gösterdi. AEPD, 30 Temmuz
2010’ da verdiği kararda gazeteye ilişkin başvuruyu reddetti. Zira La Vanguardia gazetesi başvurucuyla ilgili bilgilerin yer aldığı haberleri,
açık artırmanın olabildiğinde geniş bir kesime duyurulabilmesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın talebi üzerine çıkarmıştı. Dolayısıyla hukuki bir gereklilikle
yayınlanan haberleri gazetenin ortadan kaldırma gibi bir
zorunluluğu yoktu. Google’a
ilişkin şikayetle ilgili olaraksa
karar biraz farklıydı. AEPD, işlenen verilerin internet kullanıcılarına ulaşmasına aracılık eden arama motoru
operatörlerinin bilgilerin ve
bilgi öznelerinin haysiyetlerinin korunmasından sorumlu olduklarını belirtti. Bu çerçevede de, bilgi öznesi talep
ettiği takdirde, üçüncü kişiler
tarafından bilinmesini istemediği verileri arama motoru operatörünün silmekle yükümlü olduğu sonucuna vardı. Kararın ardından Google
İspanya ve Google, İspanya
Yüksek Mahkemesi’ne itirazda bulundu. Yüksek Mahkeme de dava hakkında görüş
bildirmesi için davayı ABAD’
a taşıdı.
Unutulma hakkı v. ifade özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı
ABAD, 1995’te kabul edilen
95/46 No’lu AB Veri Koruma
Yönergesine dayanarak 13
Mayıs 2014’te davayı sonuçlandırdı (C-131/12 Google
Spain SL, Google Inc. v AEPD
and Mario Cesteja Gonzales). Öncelikle, Yönergeye
göre üçüncü kişiler tarafından yayınlanan bilgileri
alan, bir araya getiren ve
ulaşıma açan arama motorlarının eylemlerini “kişisel bilgilerin işlenmesi” (processing of personal data) olarak
tanımlayan Divan, arama
motoru operatörlerinin de veri kontrolörleri (data controllers) olduklarına hükmetti. Ardından, Google Grup tarafından kurulan Google
İspanya’da kişisel verilerin
işlendiğini belirten Divan, yine de Birlik üyesi ülkelerde
bulunan Google şubelerinin
bulundukları ülkenin ulusal
veri koruma hukukuna tabii
olduklarını söyledi. Divan,
özel hayatın gizliliği hakkı
başta olmak üzere, kişilerin
temel hak ve hürriyetlerinin
etkili bir şekilde korunması
amacı göz önünde bulundurulduğunda ilgili davada Veri
Koruma Yönergesi’nin sınırlı
bir şekilde yorumlanmaması
gerektiği sonucuna ulaştı.
Divan, Yönergenin 12 (b). ve
14 (a). maddelerine ve 2000
yılında ilan edilen AB Temel
Haklar Şartı’nın özel hayata
ve aile hayatına saygı ve kişisel bilgilerin korunması haklarının düzenlendiği 7. ve 8.
maddelerine atıfta bulunarak kişilerin “unutulma hakkı” olduğu sonucuna vardı.
Bu çerçevede Divan, şayet in-
ternette işlenen bilginin,
özellikle yanlış ya da eksik
olması halinde ilgili veri
öznesinin bilgilerin düzeltilmesini, silinmesini ya da bloke edilmesini talep etme ve
kişisel bilgilerinin işlenmesine itiraz etme hakkı olduğunu belirtti. Divan’ın kararına göre, arama motorunun
yer verdiği ve ilgili kişi hakkında bilgi içeren linkin yönlendirdiği internet sayfaları,
bilgileri yasal gerekçelerle
yayınlasalar bile, talep edildiği takdirde söz konusu linki
arama sonuçlarından çıkarmak zorunda.
Divan’ın vermiş olduğu bu karar çeşitli eleştirileri de beraberinde getirdi. İfade özgürlüğünü savunan uluslararası
Sansür İndeksi Örgütü’nün
(Index on Cencorship) Baş-
kanı Jodie Ginsberd, kararı,
“kişisel tarihlerindeki kusurları yok etmeye çalışan kişilere açılan kapı” yorumuyla
eleştirdi. ABAD’ın kararını
pek çok yönden eleştiren
Cambridge Üniversitesi öğretim üyelerinden Christopher Kuner da, Divan’ın Hukuk Sözcüsü N. Jääskinen’in
davayla ilgili 25 Haziran
2013’te yayınladığı tavsiye
görüşüne dikkat çekmekte.
Buna göre, Veri Koruma Yönergesinin 2. maddesinde
“Kontrolör”, “Birlik hukukuna ya da ulusal hukuka uygun şekilde bilgilerin nasıl ve
hangi amaçla işleneceğini
saptayan tüzel ya da gerçek
kişiler” olarak tanımlanırken, “Veri İşlemcisi” de
“kontrolörün saptadığı şekilde verileri işleyen gerçek ya
ATAUM
e-bülten
da tüzel kişi” olarak tanımlanmakta. İşte Jääskinen de
arama motoru Google’ın
kontrolör olarak tanımlanmasının mümkün olmadığını, ancak veri işlemcisi olarak görülebileceğini belirtiyor. Dolayısıyla başvurucunun arama motorundan ilgili verilerinin silinmesi talebi, unutulma hakkı bağlamında değerlendirilemez.
Öte yandan Kuner, Divan’ın
“Temel Haklar Şartı kapsamında kişilerin bilgilerinin korunmasıyla, ifade ve bilgi
edinme özgürlüğü arasındaki dengenin gözetilmesi gerektiği” yorumuna da dikkat
çekmekte. Zira Divan, bu
yorumunun ardından, bazı
durumlarda kişilerin bilgilerinin silinme talebinin red-
MAYIS 2014
dedilebileceğini belirtmiş, an- kararı neticesinde arama socak hangi durumlarda oldu- nuçları ve ağ içerikleriyle
ğuna dair ayrıntılı bir açıkla- dünyanın geri kalanından
ma yapmamış ve ifade ve bil- farklı bilgiler içeren “AB
gi edinme özgürlüğüne de interneti” ortaya çıkacağını
dava boyunca bir daha de- ve böylelikle Birlik vatandaşğinmemiş olmakta. Kuner, larının İnsan Hakları Evrenayrıca konuyla ilgili AİHM iç- sel Beyannamesi ve Medeni
tihadına hiç değinmemesi ve ve Siyasal Haklara İlişkin
unutulma hakkını yalnızca Uluslararası Sözleşme’de
bölgesel anlamda yorum- yer alan “ülke sınırları söz kolaması nedeniyle de Divan’ı nusu olmaksızın” bilgi edineleştirmekte. Kuner, herhan- me haklarının kısıtlanacağını
gi bir AB vatandaşının AB’ye düşünmekte.
ait olmayan bir uzantıya sa- Öte yandan, Divan’ın kararıhip arama motorunda yer nı “zafer” olarak tanımlayan
alan bilgilerinin silinmesini Adalet ve Temel Haklardan
talep etmesi halinde, Veri Ko- Sorumlu Komisyon Üyesi Viruma Yönergesine göre viane Reding, 12 Mart 2014’
unutulma hakkının olup ol- te Avrupa Parlamentosu’nda
madığı sorusunun yanıtsız kabul edilen AB Veri Koruma
kaldığına da dikkat çekmek- Reformu ışığında kararın yete. Ayrıca Kuner, Divan’ın bu ni düzenlemenin ruhuna uy-
Google’ın ABAD kararına tepkisi
Divan’ın kararına uyarak Birlik vatandaşlarının unutulma
hakkını tanıyacaklarını söyleyen Google Yönetim Kurulu Başkanı Larry Page, bu uygulamanın baskıcı hükümetlerin daha da güçlenmesine
neden olacağı kanısında.
AB Vatandaşlarına ‘Unutulma Hakkı’
Yasemin KARADAĞ
Öte yandan, Divan’ın kararı
doğrultusunda kişilerin Google arama motorunda kendileri hakkında çıkan internet linklerinin silinmesi talebi için bir başvuru formu da
hazırlandı. Formda linklerin
silinmesinin hangi amaçla ta-
lep edildiği ayrıntılı bir şekilde açıklanmak zorunda. Formu dolduran kişi kimliğini de
ekleyerek başvurusunu gerçekleştirdikten sonra, ilgili kişiye Google tarafından
formun işleme konulduğuna
dair bir mesaj gelecek. An-
gun olduğu görüşünde.
Unutulma hakkıyla birlikte
medya özgürlüğünün ortadan kalkacağı eleştirilerine
yanıt olaraksa Reding, unutulma hakkıyla bilgi edinme
özgürlüğü hakkının düşman
değil, arkadaş olduklarını ve
nitekim yeni düzenlemede
de vatandaşların kişisel bilgi le ri ni yö net me hak kı
güçlendirilirken ifade özgürlüğü hakkının sürekli olarak
göz önünde bulundurulduğunu söylüyor. Diğer taraftan, Veri Koruma Reformunun “unutulma ve sildirme
hakkı” başlıklı 17. maddesi,
kişilerin internette kendileriyle ilgili yer alan bilgilerin
sildirilmesini talep edeceği
durumları oldukça geniş tanımlamakta.
cak başvurunun ardından ilgili linklerin kaldırılmasıyla ilgili işlemlerin ne kadar süreceği hakkında henüz bir açıklama yapılmadı.
13
Ukrayna: AB’ye Uzak, Polonya’ya Yakın!
14 H.
Kardelen IŞIK
ATAUM
MAYIS 2014
e-bülten
Ukrayna: AB’ye Uzak, Polonya’ya Yakın!
H. Kardelen IŞIK
Ukrayna’da Kasım 2013’ten
bu yana süregelen kriz, pek
çok aşamadan geçerek ülkeyi iç savaşı eşiğine kadar getirdi. İkinci Soğuk Savaş benzetmesinin yapıldığı süreçte,
tüm dünyanın gözü her an
Ukrayna’nın üzerinde olsa
da sürecin önde gelen aktörlerinden ne ABD ne de Rusya
Ukrayna’ya AB kadar “yakın”. Polonya kadar “en
yakın” ise hiç değil.
Komünizmin çöküşünün 25.,
NATO üyeliğinin 15., AB
üyeliğininse 10. yılını bu yıl
içinde kutlamaya hazırlanan
Polonya, Ukrayna’da yaşanan gelişmelerle “çok yakından” ilgileniyor. Ukrayna’
daki krizin derinleşmesiyle
birlikte, Polonya’nın halihazırda “Batı”nın bir parçası olması, Ukrayna’nınsa AB’yle
Rusya arasına sıkışıp kalması
durumu daha da çetrefillendiriyor. Krizin sebebinin AB’
nin Doğu Ortaklığı’yla Ukrayna’ya kadar uzanmasını
tarihi nedenlerle “tehdit”
olarak gören Rusya’yı endişelendirmesi olarak tanımlayan Polonya, Ukrayna’ya yardıma hazır olduğunu belirtiyor ancak bir şartla: Ukrayna’nın hangi blokta yer ala-
cağına “kendisinin” bir an önce karar vermesi.
Krizin çözümü için belirsizliğin sürdüğü bu ortamda, Ukrayna’yı Polonya için “aşırı
derecede önemli bir ülke”
olarak tanımlayan kamuoyu
Avrupa Parlamentosu için oy
vermeye giderken, Ukrayna’ysa “kaderini” belirlemek
için sandık başındaydı.
Mavi perde Polonya ve Ukrayna arasında inmişti
Polonya, tarih boyunca bir
yanda bağımsızlık özlemiyle
mücadele ederken diğer yanda da Avrupa-Rusya güç müca de le si a ra sın da “Leh
koridoru” şeklinde ifade
edildiği üzere önemli bir
noktaydı. Avrupa haritasından dahi silinen Polonya,
özellikle Ocak 1990’da komünist rejimin yıkılmasıyla
kendini “Batı”da konumladı.
Bu yeri, önce NATO’ya sonra
da Mayıs 2004’te AB’ye üye
olmasıyla daha da belirginleşti. Öte yandan Polonya’
yla ortak Galiçya mirası bulunan Ukrayna açısından bakıldığında da 2004 ve 2007
genişlemeleriyle post-komünist ülkelerin Polonya da dahil olmak üzere AB üyesi olması kırılma oldu. Avrupa
aksının Polonya’ya doğru
k ay m a sıy la Ukrayna’nın
AB’ye komşu olması, Demir
Perde benzetmesinden yola
çıkarak “Mavi Perde” olarak
adlandırılan yeni sınırın öteki
tarafına (ve Rusya’nın yanı
başına) Ukrayna’yı koymuştu. Almanya’nın Soğuk Savaş
döneminde Ostpolitik çerçevesinde Polonya’ya “Batılı
değerleri” taşımaya çalışması gibi Polonya da bu tarihten
itibaren AB’nin değerlerinin
doğuya taşıyıcısı misyonunu
üstlendi. Bu tarihten sonra
da tarihsel olarak bağları bulunan Ukrayna’ya Avrupa yolunda öncülük etmeyi kendisine görev edindi. AB bünyesinde dönem başkanlığı boyunca Ukrayna lehine yaptığı lobi faaliyetleri de bu rolünü pekiştirdi. Öyle ki, krize
kadar bu yönde en çok faaliyet gösteren ülke olmasıyla
dikkat çekti Polonya.
Turuncu Devrim ve şimdi de
Doğu Ortaklığı Projesi çerçevesinde her zamankinden daha çok anlam ve önem kazanan Ukrayna’daki Batı yanlılarının gözünde Polonya’nın
önemini artırıyor. Polonya’
‘Olabilecek en iyi komşun Avrupa’dır'
Rusya’nın bu süreçte Ukrayna üzerinde artan nüfuzunun sınırlanmasında en etkili
olabilecek aktör AB olarak
karşımıza çıkıyor. Süreçte
AB’nin yerini ve izlediği dış
politikanın temasını anlatan
en iyi ifade de Mayıs’ta Almanya Federal Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble’den
geldi. Rusya’ya göndermede
bulunarak “olabilecek en iyi
komşun Avrupa'dır. Hem
ekonomisi güçlü, hem de
güvenilirdir” diyen Schäuble, AB’nin Ukrayna’ya yönelik dış politikasını Rusya’ya
göndermeyle özetledi.
Ukrayna’yı ekonomik ve siyasi araçlarla istikrara ka-
vuşturarak “Büyük Ivan”
Putin’den koruma görevinde
1990’lardan bu yana belirli
aralıklarla “Weimar Üçgeni”
adı altında bir araya gelen
Polonya, Almanya ve Fransa’
dan ziyade üçgeninin krize
en yakın köşesi konumunda
bulunuyor. Bunun bir uzantısı olarak AB içinde atılacak
nın AB’deki konumunun
belirginleşmesinden sonra
kendilerini Avrupalı hisseden Ukraynalıların isteği, Avrupa Komşuluk Politikası
tartışmasından sonra hiç olmadığı kadar artmış görünüyor. Bunun neticesinde Ukrayna’da Kasım 2013’ten bu
yana gitgide artan istikrarsızlık, Polonya’yı ciddi anlamda endişelendiriyor. Diğer yandan da krizi dindirebilmek için AB’nin atabileceği adımlara yönelik belki
de en önemli öneriler Polonya’dan geliyor.
somut siyasi adımlara yönelik şimdiye kadarki en önemli
belki de en doğru öneri halihazırda Polonya Başbakanı
Donald Tusk’tan geldi.
AB, Ukrayna krizinin ardından başta Rusya olmak üzere
enerjide dışa bağımlılığı
azaltmak için Haziran’daki
AB Zirvesi’ne kadar kapsamlı
11
ATAUM
e-bülten
bir plan hazırlanması yönünde hareket geçme kararı almıştı. Bu çerçevede yenilenebilir ve nükleer enerji gibi
yerel kaynakların teşvik edilmesi üzerinde durulurken,
Polonya Başbakanı Donald
Tusk ise 2009’da Ukrayna’
daki durum nedeniyle yaşanan doğalgaz krizine dikkat
çekerek daha kapsamlı bir
plan önerdi. Tus, planında,
doğalgaz piyasasından başlayarak ortak bir vekalet ve
ortak bir fiyat politikasıyla birlikte acil olarak bir Avrupa
enerji birliği mekanizmasının kurulmasını istiyor. Planın içerisinde ortak alım da
MAYIS 2014
dahil enerji güvenliğinin arttırılması hedefi de yer alıyor.
Tusk, ayrıca Ukrayna'daki
konjonktürün enerjide bağımsızlığın ekonomik bağlamın da ötesine geçen öneminin yalnızca Polonya değil
tüm kıtada arttığı düşüncesinde. Ukrayna Başbakanı
Arseniy Yatsenyuk’in Rusya'
nın kendilerine sattığı doğalgazın fiyatını “Avrupa'yı seçtikleri için cezalandırmak
amacıyla” ikiye katladığını
söylediği ve Rus doğalgazına
bağımlılığı azaltmak için
enerji politikalarında yapacakları reformlarda AB’den
yardım istediği bir ortamda
Ukrayna: AB’ye Uzak, Polonya’ya Yakın!
H. Kardelen IŞIK
Tusk’un önerileri hayati
önem taşıyor. Şayet Tusk’un
önerileri AB Komisyonu’nun
Haziran’a kadar hazırlayacağı planla birleştirilirse,
Rusya’nın en önemli petrol
ve doğalgaz müşterisi olan
AB’nin Ukrayna üzerindeki
güç mücadelesini AB lehine
çevirebileceği açık görünüyor.
Ab’nin enerji ve doğalgaz pazarlarının entegre edilmesine en önemli karşı çıkışsa
Weimar Üçgeninin bir diğer
köşesi olan Almanya’dan geliyordu. Ancak Almanya’nın
Ukrayna krizinin ardından
yaptırımlar yoluyla Rusya’yla
15
11
karşı karşıya gelmek istemediği düşünüldüğünde, Tusk’
un önerisi daha da önem kazanıyor. Zira Ukrayna Krizi
derinleştikçe Rusya’nın kendisine uygulanabilecek olası
yaptırımlara karşı enerji kozunu oynama riski de artıyor.
Bu barışçıl ve önemli önerisinin ardından Polonya, giderek daha da bütünleştiği
Avrupa’da ilk fırsatta Euro
bölgesine de katılırsa Rusya’nın Doğu Avrupa’da kimin etkili olacağına dair
Avrupa’ya meydan okumasına önemli bir oyuncu olarak
cevap verebilecek gibi görünüyor.
Polonya’da Avrupa, Ukrayna’da cumhurbaşkanlığı seçimleri
“Sovyetler Birliği”yle yeniden
sınırların oluşmasını istemeyen Polonya halkı, görece düşük katılımın gerçekleştiği Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de tercihini bu yönde
kullandı. Avrupa Komisyonu
Başkanlığı için de adı telaffuz
edilen Başbakan Tusk’un muhafazakâr The Civic Platform’uyla Avrupa şüphecisi
Kaczynski’nin Peace and
Justice’i arasında adeta başa
baş bir mücadele yaşandı. Nitekim ikisinin de oyları yüzde
32 civarında kaldı. Avrupa’
da yükselen AB kuşkuculuğunun Polonya’yı da etkilemesi bekleniyordu ancak birçok Polonyalı Ukrayna’da yaşanan istikrarsızlığa AB’nin
halihazırda somut bir çözüm
getirememiş olmasından dolayı sağ partileri destekleme
kararı almış görünüyor.
Sınırın diğer tarafındaysa Uk-
rayna halkı eşzamanlı olarak
yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yerel seçimlere gitti. Ukrayna’nın AB yanlısı yeni cumhurbaşkanı Petr Poroşenko, ülkedeki siyasi krizi
çözme ve AB’yle ilişkileri geliştirme sözü verirken, ilk
yurtdışı ziyaretini de Polonya’ya gerçekleştirecek.
Ukrayna’daki seçim sonuçlarının ardından AB’nin Rusya’
ya karşı olası yaptırımları da
şimdilik gündeme gelmeyeceğe benziyor. Öte yandan,
Putin’in uygun koşullarda verdiği doğalgaz bağlamında
Polonya ve Ukrayna’yı karşılaştırmasının ardından Güney Akım Projesi’ni de AB
üyesi olmayan bir ülkeden
geçirebiliriz a çık la ma sı,
Tusk’un önerisiyle birlikte düşünüldüğünde kafalarda soru işareti bırakıyor.
16
Cannes Film Festival 2014
Ezgi POLAT
MAYIS 2014
ATAUM
e-bülten
Cannes Film Festival 2014
Ezgi POLAT
Eğitim ve Güzel Sanatlar Ba- festivali daha da popükanı Jean Zay’in girişimiyle lerleştirir.
kurulan Cannes Uluslararası 1948’deki festival manifesFilm Festivali, Zay’in Venedik tosunda festivalin amacı diUluslararası Film Festivali’ne ğer film yapan ülkelerle birrakip yaratma hevesinin bir ü- liktelik ruhunu geliştirmek,
rünü olarak ortaya çıkar. Fes- sürdürmek ve aynı zamanda
tivalin ilki 1939’da Fransa’ tüm film türleri için film yapnın Cannes şehrinde sine- ma sanatının gelişimine desmatografın da mucidi olarak tek olarak sinema sanatbilinen Louis Lumiére’in baş- çılarını cesaretlendirip teşvik
kanlığında gerçekleştirilir. etmek olarak belirtilir. 1955’
Ancak sonrasında İkinci Dün- e kadar yarışma kısmında en
ya Savaşı nedeniyle festival iyi filme verilen Grand Prix’in
sekteye uğrar ve savaş bite- adı, o yıl Palme d’or (Altın Palne kadar da festival gerçek- miye) olarak değiştirilir ve
leştirilemez. Savaştan sonra böylece ilk Altın Palmiye de
ilki 20 Eylül 1946’da gerçek- 1955’te Marty filmiyle yönetleştirilen festival, 1948- men Delbert Mann’in olur.
1950 yılları hariç 1952’ye ka- 1960’larda resmi kategoridar eylül ayında, 1952’den lere paralel olarak iki bağımitibarense bugün de olduğu sız kategori daha açılır. Bungibi mayıs ayında gerçekleş- lar 1962’de başlayan Ulustirilmeye başlar.
lararası Eleştiri Haftası ve
Festival, ilk zamanlarında ka- 1969’da gelen Yönetmenin
tılan hemen hemen her fil- İki Haftası’dır. Mayıs 1968’
min ödülle döndüğü bir sos- de Fransa’daki politik gerilim
yal etkinlik gibiyken, zaman- öğrencilerin ayaklanmala dünyanın her yerinden ün- larıyla sonuçlanınca ve olaylü isimler kırmızı halıda belir- lar Mayıs-Haziran ayları bomeye ve festival medyanın yunca devam edince festival
da desteğiyle uluslararası o yıl yapılamaz.
çapta ün kazanmaya başlar. 1972’den önce, filmler kendi
Özellike 1950’lerde Kirk Do- ülkelerinin seçtiği kategoriuglas, Sophia Loren, Grace lerde yarışırlarken, 1972’
Kelly, Brigitte Bardot, Cary G- den itibaren Festival filmleri
rant, Romy Schneider, Alain seçmek üzere Resmi Seçim BiDelon, Simonw Signoret, rimi kurulur. 1978’de Gilles
Gina Lollobrigida ve diğer Jacob genel temsilci olarak
pek çok ünlü ismin katılımı, belirlenir ve aynı yıl Jacob Un
Palme D’or
Palme d’or’un ilk günden bugüne değişimine baktığımızdaysa, ilk olarak ödülün yıllar içinde Festivalin simgesi
haline dönüşmeye başladığını vurgulamak gerek. Aslında 1955’de ilk Palme d’or
verilene kadar Grand Prix
ödülü verilmektedir. Ancak,
1954’ün sonlarında Robert
Favre Le Bret’in girişimiyle
Cannes şehrinin de hanedan
arması olan palmiyenin
tasarlanması için mücevheratçılara çağrıda bulunulur.
Böylece ilk palmiye takı tasa-
Certain Regard (Saygınlık) 2000’lerde genç yönetmenKategorisi ve Caméra d’or lerin gelip çalışabileceği ve
(Altın Kamera) ödülünü festi- senaryolarını tamamlayabivale kazandırır. Yine Jacob’ lecekleri bir mekan olarak
un faaliyetleriyle festivale Résidence’ın açılışıyla berapek çok sekme eklenir. 1991’ ber büyür. Dahası 2005’de
de Leçon de Cinéma ( Usta- her yıl 20 yönetmene filmlelardan Film Dersleri) açılır ve rini çekebilmeleri için finansilki Francesco Rosi tarafın- man sağlayan Atelier’in
dan verilir. O zamandan be- yaratılışıyla daha da gelişir.
ri, pek çok sayıda ünlü yönet- Tematik retrospektif filmler
men kendi artistik kariyerleri olarak gösterilen önemli döve sinema üzerine düşünce- nem (klasik) filmleri, 2004’
lerini paylaşmak üzere bu den itibaren Cannes Classics
derslerde yerlerini alır. Ben- (Cannes Klasikleri) adı altınzer şekilde, 2003’ten itiba- da sunulur. Bu kategori, dören Leçon de Musique (Müzik nem filmlerinin onarılmış
Dersleri), 2004’ten itibaren kopyalarının gösterimini
de Leçon d’Acteur (Oyunc- içermekle birlikte sinema
uluk Dersleri) verilmeye baş- hakkındaki film ve belgelar. 1989’da Fransız Devrimi’ sellere övgü amacıyla da
nin 100. Yılına ithafen sem- oluşturulmuş durumda.
pozyum “Sinema ve Özgür- 2007’de Festivalin 60. Yılı
lük” adını alarak dünyanın kutlamalarında dünyanın en
her yerinden yönetmenlerin büyük 33 yönetmeni yıldöilgisini çeker. 1997’deyse nümü filminde yer almak
Cannes Film Festivali’nin 50. üzere davet edilir. Her bir yöYıl Dönümü nedeniyle dün- netmenin 3 dakikalık kısa
yanın en iyi yönetmenleri bir- filmler çekmesiyle oluşturulikte sahneye çıkarak Usta lan To Each His Own Cinema
Yönetmen Ingmar Bergman’ (Her Biri Kendi Sineması
a Palme des Palmes (Palmi- İçin), yönetmenlerin filmleriyelerin Palmiyesi) ödülünü su- ni planladıkları odalarla ilgili
nar.
kısa filmlerdir. 2010’da Can1998’de Gilles Jacob, dün- nes Kısa Film kategorisi de
yanın her yerinden film okul- yaratılır ve Kısa Film Yarışları tarafından yapılan kısa ması ve Kısa Film Köşesi olave orta uzunluktaki filmler i- rak gruplara ayrılır.
çin Cinéfondation (Sinevakıf)
kategorisini getirir. Bu alan,
rımcısı Lucienne Lazon tara- lar ve bugünkü haline kafından yapılır. 1975’de yeni- vuşur.
lenen tasarım, saf kırmızı Fas Geriye dönerek baktığımızderisi üzerine iliştirilmiş bir bi- da, Palme d’or’u yalnızca altı
çimde sunulurken, 80’lere yönetmenin iki defa alma şegelindiğindeyse deriden vaz- refine eriştiği görülüyor:
geçilip sütun üzerine taşınan Francis Coppola, Shoei Imapalmiye yaprağı, sonrasında mura, Bille August, Emir Kuspi ra mit şek lin de kris tal turica, Dardanne Kardeşler
sütuna iliştirilmiş versiyon- ve Michael Haneke. 1993’
larıyla geliştirilmeye başlar. deyse Festival tarihinde ilk
Ödül, 1997’ye gelindiğinde kez bir kadın yönetmen (Jabir İsveç mücevherat firması- ne Campion) Piano filmi ile
nın sponsor olmasıyla zengin Palme d’or sahibi olur.
bir görünüm kazanarak 24 Sonuncusu bu yıl 14-25 Makarat altından yapılmaya baş- yıs tarihleri arasında gerçek-
leştirilen festivalin Palme
d’or ödülüyse Kış Uykusu (Winter Sleep) filmiyle Nuri Bilge
Ceylan’a verildi. Jüri Büyük
Ödülü “The Wonders” filmiyle Alice Rohrwacher’a, en iyi
yönetmen ödülüyse “Foxcatcher” filmiyle Bennett Miller’
a gitti. En iyi kadın oyuncu
ödülünü “Maps to the Stars”
daki performansıyla Julianne Moore, en iyi kadın oyuncu ödülünü de “Mr. Turner”
filmindeki rolüyle Timothy
Spall kazandı.
ATAUM
e-bülten
MAYIS 2014
Ebola Salgını'nı İhtimali
Ahmet Miraç Sönmez
17
Ebola Salgını İhtimali
Ahmet Miraç Sönmez
Ab’nin 11 Eylül olayları sonrasında oluşturma kararı
alarak 2005 yılında faaliyete
geçirdiği Stockholm merkezli
Avrupa Hastalıkları Önleme
ve Kontrol Merkezi (ECDC),
14 Mayıs 2014 tarihinde resmi internet sitesinde yaptığı
açıklamada, Şubat 2014’te
Batı Afrika ülkelerinde baş
gösteren Ebola virüsü salgınına dair rakamları güncelledi. Buna göre, bu salgından en fazla etkilenen ülkelerden olan Gine ve Liberya’
da Mayıs’ın ilk haftası itibariyle hayatını kaybeden insanların sayıları sırasıyla 157
ve 11’e ulaşmış durumda.
Ancak hastalığın bulaşmış olduğu insan sayısı daha fazla,
zira hastalığa yakalanan her
kişi hayatını kaybetmiyor. Bununla birlikte hastalığın
ölümcül olma yüzdesi oldukça yüksek. Salgından etkilenen bir diğer Batı Afrika ülkesiyse Sierra Leone. Buradaysa teyit edilmiş bir ölüm
vakası bulunmuyor.
AB ülkelerinden binlerce kilometre uzaklıkta bulunan
bu ülkelerde yaşanan vakalar hem AB’yi hem de Dünya
Sağlık Örgütü’nü yakından ilgilendiriyor. Zira artan ülkeler arası temas nedeniyle hastalığın diğer bölgelere ve dolayısıyla Avrupa’ya da bulaşma ihtimali var. İlk teyit edilmiş vakaların Sierra Leone
ve Liberya ile sınırdaş bulunan Gine’nin güneydoğusunda ormanlık bir yer olan
Guéckédou bölgesinde ortaya çıktığını belirten ECDC,
Ebola virüsü salgınının yavaşlamış gibi görünmekle birlikte Guéckédou bölgesinde
halen canlı olduğu uyarısında bulunuyor. DSÖ, Sınır Ta-
nımayan Doktorlar ve AB gibi uluslararası örgütlerin yerel yetkili otoritelerle işbirliği
içinde kontrol altına almaya
çalıştığı virüsün Gine ve Liberya’yı ziyaret eden turistleri etkileme ihtimalinin düşük
olduğu belirtilse de, enfekte
olmuş hastaların tedavi olduğu hastanelerdeki hijyen
koşullarının yetersizliğinin
bulaşmayı tetiklediği bildiriliyor. Ancak hastalığın ana
bulaşma yolu, kan ve vücut
sıvılarıyla temas. Hastalığı yaratan patojenin de bir aşısı
ya da tedavisi henüz geliştirilmiş değil.
Kalp-damar rahatsızlıkları,
kanser ve obezite gibi kronik
hastalıkların bulaşıcı hastalıklara oranla daha fazla can
aldığı AB ülkelerinde bulaşıcı
hastalıklar konusu yine de
ciddiyetini yitirmiyor. Zira
bulaşma yolları devamlı değişebilen ve gelişebilen bulaşıcı hastalıklar çoktandır
sınır-aşan ciddi sağlık tehditleri sınıfına girmekte. Ebola
dışında çocuk felci ve MERS
virüsleri de yine dünya ve AB
gündemini işgal eden bulaşıcı hastalıklar arasında yer
almakta.
AB’nin geçen Kasım’da yürürlüğe koyduğu 1082/2013
/EU sayılı Parlamento ve Komisyon Kararı, bulaşıcı hastalıklar gibi biyolojik kökenli
tehditlere ek olarak kimyasal
ve çevresel kökenli sınıraşan tehditler açısından da
bildirim ve uyarı mekanizmaları geliştirmiş durumda.
Yeni Karar, ayrıca sektörler
arası koordinasyonun gerekliliğini ortaya koymakta, bu
da farklı alanlardaki yetkili
otoritelerin -örneğin Başbakanlık, Sağlık Bakanlığı,
Çevre Bakanlığı, Savunma
Bakanlığı ve Tarım Bakanlığıbirlikte çalışmasını gerektirmekte. Hâlihazırda AB üyeleri bu AB Kararını ulusal
mevzuatlarına aktarmakla
meşgul.
AB’nin bulaşıcı hastalıklar konusunda uzman kuruluşu
olan ECDC, işvereni pozisyonunda olan Avrupa Komisyonu’nun talebi üzerine araştırmalar yapmakta, raporlar hazırlamakta, üyelere
yönelik olarak bulaşıcı hastalıklara ilişkin bilimsel tavsiyelerde bulunmakta ve üyelerin yetkili otorite temsilcilerine yönelik olarak DSÖ Avrupa Bölge Ofisi ile birlikte ortak eğitim seminerleri düzenlemekte. Ancak yaptığı
en önemli işlerden bir tanesi
de olası tehditlere karşı risk
değerlendirmesi yapmak ve
gerekli tedbirleri öngörmek.
Tüm bu çalışmaların amacı,
halen yaşanan ve ileride yaşanması muhtemel salgınlara karşı AB bölgesini erkenden uyarmak ve hazırlıklı
bulunmasını sağlamak. Ancak koordinasyon konusu burada da önemli zira ECDC
tehdidin çeşidi veya durumuna göre AB üyelerinin yetkili
otoriteleri, Avrupa Gıda
Ajansı (EFSA) veya Avrupa
Kimyasallar Ajansı (ECHA) gibi AB kurumlarıyla veya CDC
gibi ABD’nin 1946 yılından
kurduğu hastalıkları önleme
ve kontrol kurumu gibi ulusal
kuruluşlarla işbirliği içerisinde bulunmakta.
ECDC’nin Gine ve Liberya’ya
seyahat edecek olanlara yönelik tavsiyeleriyse oldukça
basit. Öncelikle bulaş taşıma
ihtimali olan ölü veya canlı insanların kan veya vücut
sıvılarıyla temasta bulunulmaması, vahşi hayvanlarla
yakın temastan kaçınılması,
av eti yenmemesi ve son olarak da korunmasız cinsel ilişkiden uzak durulması. Hayvandan insana geçebilen
Ebola virüsünün Batı Afrika’
da çokça avlanan yarasa,
sincap, maymun, antilop ve
kirpi gibi vahşi hayvanların
etlerinin tüketilmesinden kaynaklandığının anlaşılmasından sonra bu hayvanların
özellikle de yarasa etinin tüketilmemesi zaruretine dayanarak Gine otoriteleri bu
ürünlerin Pazar yerlerinde satışlarını yasaklamış durumda.
AB de geçtiğimiz Nisan’da
yaptığı açıklamada hastalıktan etkilenen ülkelerde yapılan çalışmalara yönelik 1.1
milyon Euro finansman sağlanacağını belirtmiş ve Gine’
ye altı bulaşıcı hastalıklar uzmanı mobil laboratuvar birimiyle Mart’ta gönderilmiş.
DSÖ ise 5 Mayıs 2014 tarihi
itibariyle 112 uzmanını söz
konusu Batı Afrika ülkelerin
göndermiş durumda. Hâlihazırda uluslararası uçuşlarda kısıtlamaya gidilmesi, söz
konusu ülkelerin vatandaşlarına vize verilmemesi veya
ülkeye almama gibi önlemler ne AB ne de DSÖ tarafından önerilmezken, Batı Afrika ülkelerinde havalimanlarındaki sağlık görevlilerinin tetikte olması, hastalık
belirtisi gösteren yolcuları
durdurulması ve ateşine bakılması, gerekirse havaalanındaki sağlık ekibine yönlendirilmesi gibi önlemler
DSÖ tarafından öneriliyor.
Portre
Portre
Recep Ersel ERGE
Lord Rosebery
Bir Avustralya ziyaretinde sarf ettiği şu sözler tarihe geçecekti: “Sizin bu millet olduğunuz gerçeği…
İmparatorluk’tan ayrıldığınız anlamına mı geliyor? Tanrı korusun! Ne kadar büyük olursa olsun hiçbir
milletin İmparatorluk’tan ayrılmasına gerek yok, çünkü İmparatorluk, Milletlerin bir Ortak Varlığıdır.”
Lord Rosebery, zayıf ve zarif,
her zaman özenle dik yürüyen, güzel konuşan, kibar bir
beyefendiydi. Diploması olmadığı halde çağının en bilgili insanlarından biri olarak
görülüyordu. Hayatta üç
amacının olduğunu söylerdi:
Bir soylunun kızıyla evlenmek, Derby’yi kazanan bir
ata sahip olmak ve başbakan olmak. Üçünü de gerçekleştirdi. Ancak başbakanlıktaki başarısızlığı nedeniyle
tarih onu daha çok zenginliği, yarış atı sevdası ve cinsel
yönelimine dair söylentilerle
hatırlayacaktı.
Gerçek adıyla Archibald Philip Primrose, İskoçyalı aristokrat bir ailenin üçüncü çocuğu olarak 7 Mayıs 1847’de
Londra’da doğdu. Babası
ölünce, Rosebery Kontu olan
dedesine üç yaşında varis oldu. Orta öğrenimini Eton
College’da tamamladıktan
sonra 19 yaşında Oxford’da
lisans eğitimine başladı.
Mart 1868’de, henüz ikinci sınıf öğrencisiyken dedesi de
ölünce “Rosebery Kontu” oldu. Böylece, yılda 30 bin
sterlinden fazla gelir getiren
20 bin dönümlük bir arazinin
de sahibi olmuştu. Çok geçmeden “Lord Rosebery ”
adıyla Lordlar Kamarası’
ndaki yerini aldı. Genç Lord,
çok iyi bir binici olmasa da at
yarışlarına pek meraklıydı.
İlk yarış atı Ladas’ı 1869’da
aldı, ama Oxford’da öğrencilerin at sahibi olması yasaktı. Üniversite idaresi ya
Ladas’ı ya da okulu bırakmasını istedi. Kolay bir tercihti.
Çocukluğundan beri hayalini kurduğu safkan İngiliz
atına sahip olmak varken
Oxford’da okumanın lafı bile
olmazdı. Okulu bıraktı. Ertesi
yıl Jokey Kulübü’ne üye seçildi.
Rothschild Baronu’nun tek kızı ve varisi Hannah de Rothschild’le 1878’de evlendi.
Aktif siyasete girişi de aynı yıllara denk geliyordu. 1880 seçimlerinde Liberal Parti lideri
William Ewart Gladstone’un
Midlothian kampanyasını organize etti. Kasım 1879’la
Mart 1880 arasında süren
kampanya, İskoçya’nın Midlothian bölgesinde gerçekleşen seçim konuşmalarını kapsıyordu. Sonuçta Liberal
ATAUM
e-bülten
Parti’nin iktidara gelmesi ve
Gladstone’un Başbakan olmasında Rosebery’nin katkısı önemliydi. Rosebery, çalışmasının karşılığı olarak teklif
edilen Hindistan Bakanlığı
Müsteşarlığı görevini iki kez
reddetti. Bir görüşe göre, bu
teklifi şahsi çıkar için çalıştığı
izlenimi vermemek adına
reddetmişti. Ancak, daha makul görünen bir diğer görüşe
göre, bakanlık teklifi beklerken müsteşarlık önerisini küçük gör müş tü. Ni te kim
Gladstone’un ısrarı üzerine,
Ağustos 1881’de İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı görevini
ancak “İskoçya işlerinde özel
yetkilere sahip olma” şartıyla
kabul etti.
Ne var ki, parlamentonun
İskoçya’yla fazla ilgilenmediğini görmek onu hayal kırıklığına uğratacaktı. Gladstone’un kendisi de en çok
İrlanda’yla meşgul oluyor,
Rosebery’nin yakınmalarına
cevap vermiyordu. İki yılı
doldurmadan istifa eden Rosebery, önce ABD sonra da
Avustralya seyahatine çıktı.
Gittiği her yerde Britanya emperyalizminin propagandasını yapıyordu. Özellikle
18 Ocak 1884’te Adelaide’
de sarf ettiği şu sözler tarihe
geçecekti: “Sizin bu millet olduğunuz gerçeği… İmparatorluk’ tan ayrıldığınız anlamına mı geliyor? Tanrı
korusun! Ne kadar büyük
olursa olsun hiçbir milletin
İmparatorluk’tan ayrılmasına gerek yok, çünkü İmparatorluk, Milletlerin bir Ortak
Varlığıdır.” Genellikle “(İngiliz) Milletler Topluluğu” şeklinde Türkçeleştirilen “Commonwealth of Nations” ifadesini Rosebery icat etmişti.
Gladstone, Londra’ya dönüşünde gönlünü aldı ve Rosebery’yi Şubat 1886’da kurduğu üçüncü hükümette Dışişleri Bakanı yaptı. Kraliçe
Victoria yeni hükümetteki
“tek gerçekten iyi atama”nın
bu olduğunu düşünüyordu.
1889’da Londra Belediye
Başkanı seçildi. Üç yıl boyunca itfaiye, spor tesisleri ve sosyal konutların gelişmesini
sağladı. Ancak, 1890’da
Hannah’nın ölümüyle bir süre aktif siyasetten uzaklaştı.
Eşcinsel olduğu iddiaları da
bu dönemde yaygınlaşmıştı.
Queensberry Markizi John
Douglas’un iddiasına göre
Rosebery ve ünlü yazar Oscar Wil de, oğ lu Alf red
Douglas’la ilişki yaşıyorlardı.
Alfred, Rosebery’nin özel
sekreteriydi. Bu iddia Oscar
Wilde’ın hayatını karartacaktı, ama Rosebery her nasılsa skandala dâhil olmaktan kurtuldu. Daha sonra,
Kraliçe Victoria’nın teşvikiyle, Ağustos 1892’de dördüncü Gladstone hükümetinde
yine Dışişleri Bakanı olarak si-
MAYIS 2014
yasete geri döndü.
Dördüncü Gladstone hükümeti üçüncüsünden biraz daha uzun sürse de Gladstone’un istifasıyla yine iki yılı doldurmadan sone ermişti.
Kraliçe Victoria, Mart 1894’
te Başbakanlık görevini
Rosebery’ye verdi. Atlarından birinin ilk kez ünlü Derby
yarışını kazanması da aynı yıla denk geliyordu. Böylece
Lord Rosebery, 47 yaşında,
kalan iki hayalini de gerçekleştirmiş oldu. İlerleyen yıllarda atları Derby’de yeni zaferler de kazanacaktı, ancak
Rosebery Başbakanlıkta o kadar başarılı olamayacaktı.
Çünkü daha en başından beri partisine ters düşmüştü.
Başbakan olarak ilk konuşmasında, İngiltere’nin onayı
olmadan İrlanda’nın özerk
yönetime kavuşamayacağını
söyledi. Hâlbuki Gladstone
başbakanlığındaki Liberal
Parti altı yıldır İrlanda’nın
özekliği için çalışıyordu.
Çünkü partisi, Avam Kamarası’nda çoğunluğu sağlamak için İrlanda milliyetçilerinin oylarına ihtiyaç duymaktaydı.
Rosebery’yse iktidarı pahasına İrlanda politikasında ısrar
etti, çünkü “küçük İngiltere”
görüşüne şiddetle karşıydı.
Britanya’nın egemenlik haklarından vazgeçmesi şöyle
dursun dünya işlerine daha
çok dâhil olması gerektiğine
inanıyordu. Mısır’a hâkim
olanın Hindistan’a hâkim olacağı düşüncesiyle Mısır’
dan çekilmeye karşı çıktı. Yine, zamanında Gladstone’
un bütünüyle terk etmek istediği Uganda’yı himaye altına aldığını ilan etti. Rosebery’nin siyaseti çok netti, ancak icraatı da bir o kadar
zayıftı. Çünkü Muhafazakârların çoğunlukta olduğu
Lordlar Kamarası bütün yasa
tasarılarını reddediyordu.
Avam Kamarası’ysa İrlanda
politikası yüzünden zaten
tepkiliydi. Parlamento bir yana, Rosebery bakanlarıyla bile sıklıkla ters düşüyordu. Sonunda Haziran 1895’te,
askeriyeyle ilgili çok önemsediği bir oylamanın aleyhte
sonuçlanmasını kendine güvensizlik oyu olarak değerlendirdi ve Başbakanlıktan istifa etti.
“Rosebery hükümeti” sadece
16 ay sürmüştü, ancak veda
konuşmasına bakılırsa Rosebery bundan şikâyetçi değildi: “Hayatta iki büyük keyif
vardır. Birisi ideal, diğeri
gerçekçidir. İdeal olan, bir
kimsenin Hükümdarından
Portre: Lord Rosebery
Recep Ersel ERGE
görev mührünü almasıdır.
Gerçek keyifse onu geri verdiğinde gelir.” 1895 seçimlerini Muhafazakârlar kazandı. Rosebery ertesi yıl Liberal
Parti Genel Başkanlığı’ndan
istifa etti. Bir süre, parti içi
muhalefeti oluşturan Liberal
Emperyalistlerin liderliğini
yaptı. Liberallerin 1905’te iktidara dönmesiyle kendi hükümetinde Savaş Bakanı
olan Henry Campbell-Bannerman Başbakan olunca
Rosebery aktif siyaseti bıraktı.
Son yıllarını ünlü siyasetçilerin biyografilerini yazmakla
geçirdi. Oğlu Neil, Kasım
1917’de Gazze’de bir çatışmada öldü. Ertesi yıl da
Rosebery felç geçirdi ve kısmen sakat kaldı. Hareketsiz,
hastalıklı ve mutsuz yılların
ardından 21 Mayıs 1929’da
öldü. Victoria döneminin son
liberal Başbakanı olan Lord
Rosebery, o zaman kadar en
kısa süre görev yapan ama
en zengin İngiliz Başbakanıydı. Kütüphanesi, değerli
tabloları ve eski gümüş koleksiyonu da dâhil olmak
üzere terekesi 1.5 milyon
sterlinden fazlaydı (bugünün
alım gücüne göre en az 60
milyon sterlin).
21
19
Avrupa
Gündemi...
ATAUM
ATAUM-BİM (08-2011)
e-bülten
bulmak isteyene not:
sadece elektronik posta kutusunda bulunur...

Benzer belgeler

Sayı 69 Temmuz 2014 - ATAUM

Sayı 69 Temmuz 2014 - ATAUM hazırlattığı raporda, ulusal hükümetlerin sektörün Avrupa ekonomisi açısından taşıdığı önemin yeterince farkında olmadıkları uyarısında bulunuyordu. Rapor aynı zamanda kamu teşebbüslerinin özelleşt...

Detaylı

Sayı 67 Mayıs 2014 - ATAUM

Sayı 67 Mayıs 2014 - ATAUM hazırlattığı raporda, ulusal hükümetlerin sektörün Avrupa ekonomisi açısından taşıdığı önemin yeterince farkında olmadıkları uyarısında bulunuyordu. Rapor aynı zamanda kamu teşebbüslerinin özelleşt...

Detaylı

Ukrayna Krizinin Ulusal, Bölgesel

Ukrayna Krizinin Ulusal, Bölgesel kapitalizme eklemlenme girişiminde bulunuyorlar ancak 2007'de birliğe dahil olan Bulgaristan aradan 7 sene geçmesine rağmen yerinde sayıyor. Bu sebeple ülkede yolsuzluk, cinayet, hırsızlık, eğitims...

Detaylı