03 - Dergi Bursa

Transkript

03 - Dergi Bursa
Haziran - Temmuz’11
Fiyat›: 7 TL
03
www.dergibursa.com.tr
K E N T
R E H B E R İ
V E
Y A Ş A M
D E R G İ S İ
Aydınlık BEYAZ bir ışık / Koynunda bir tarih uyur, bin aşık büyür ROMA / “Doğu”nun limanları VAN
Işığın Bursa’daki izleri IŞIK / 3 boyutlu Bursa 3D / “Bursa’nın yaşam rehberi” rehberbursa
OTEL / HASTANE / ÇİÇEKÇİ / RESTORAN / BAR - BISTRO / PASTANE
/ KAFE / SİNEMA / TİYATRO / KUAFÖR / TAKSİ
MÜZE / KÜLTÜR MERKEZİ / EĞLENCE MERKEZLERİ / TURİZM & ULAŞIM / SPOR SALONU / KUYUMCU / ÖNE ÇIKANLAR
1
2
3
4
5
editör notu
“Klasik bir editör yazısı!”
Editör yazılarının başına gelen en kötü şey bu damgayı yemek olmalı. İçerik
başlıklarını sırayla metinlere sığdırıp klasik bir editör yazısı yazmayı bugüne dek
çok denedim fakat “söyleyeceklerim” hep ağır bastı. Dergiyi okumadan önce çok
zamanınızı almadan, “dikkat çekici ve işe yarar” birkaç satır not düşmek istiyorum.
İŞİNİZİ KOLAYLAŞTIRMAK İÇİN
anlatmak istediklerimi 5 kısa not
haline getirdim. Hap bilgiler halinde
okuyabilir, es geçebilir, söylediklerime
geri dönüşleriniz için e-posta
gönderebilirsiniz. Hani şu unuttuğumuz
mektuplar da kabulümüz...
Not 1: “Teşekkür”
İlk notu affınıza sığınarak yine
teşekkürlere ayırdım.
* Bu sayımızda tam 17 yazarımız ve
7 farklı uzmanımız düşüncelerini ve
paylaşımlarını bizler için hazırladı.
Her birisine teker teker sizin adınıza
teşekkür ediyorum.
* 3. sayısını elinizdeki bu dergiyle
birlikte çıkartmış olan Dergi Bursa,
facebook üzerinde yapılan “Bursa’da
takip ettiğiniz dergi hangisi?” sorusunu,
birçok eski Bursa dergisinin de yer
aldığı ankette dikkat çekici bir şekilde
ilk üç sırada sürdürüyor. Tercihini Dergi
Bursa’dan yana kullanan herkese çok
teşekkürler.
Not 2: “Satış ve Abonelik”
* İkinci sayısı itibarı ile satışa giren
Dergi Bursa, şehrin işlek alışveriş
merkezleri ve bayilerde satışa girdi
ancak duyurmak istediğim şu; bu
sayımızdan itibaren Dergi Bursa’ya
abone olabilirsiniz. Adrese teslim bu
sistem ile satış noktalarına gitmeden
de dergimizi takip edebileceksiniz.
Abonelik için abone@dergibursa.
com.tr ya da (0224 233 87 11)’den
bize ulaşabilirsiniz. Güncel satış
noktalarımız ile alakalı ayrıntılı ve
6
güncel bilgiyi ise Dergi Bursa’nın
facebook hesabından takip
edebilirsiniz.
Not 3: Bu dergide “ışık” var
* Dergi Bursa bu sayıda tema
olarak ışığı işledi. Tüm konularımız
“ışık” temasının etrafında şekillendi.
Yazarlarımızın birçoğu da temamız
etrafında yazılar hazırladı. Biz keyifle
hazırladık, sizin de keyifle okumanızı
dileriz.
* Konu başlıklarını kısaca özetlemek
gerekirse; Işığın Bursa’daki yansımaları,
ışık doğudan yükselir bakış açısıyla
sunduğumuz “Doğu’nun Limanları”,
Batı’nın ışığı olarak seçtiğimiz
“Roma”, evrensel sanatın ışığı diye
tanımlayabileceğimiz “Leonardo Da
Vinci, eskiden ışığın rengi olarak bilinen
“Beyaz”, gözlerdeki ışığın peşindeki
fotoğrafçı “Demet Argun Güngör”,
Bursa’ya boyut kazandıran bir yenilik
“3D Bursa”(dergi ile birlikte dağıtılan
3D gözlüklerinizi almayı unutmayın),
çok değerli yazarlarımızın serbest
konular ve yeme-içme, eğitim-sağlık,
gibi sosyal içerikli konulardaki yazıları...
Not 4: Bursa’nın yaşam rehberi
“rehber bursa”
* Dergi Bursa okurları bu sayıyla
beraber tüm Bursa’yı ellerinin altında
bulundurabilecekler. Umarız bize göre
“işe yarar” olan rehber bursa sayfaları
sayesinde herkes, aradığını daha rahat
bir şekilde bulabilir. Şehir kılavuzu
kimliği taşıyan bu sayfalar, turistleri de
düşünerek hazırladığımız İngilizce Türkçe konu başlıkları altında; otelleri,
hastaneleri, çiçekçileri, restoranları,
barları, bistroları, pastaneleri, kafeleri,
sinemaları, tiyatroları, kuaförleri,
taksileri, müzeleri, kültür merkezlerini,
eğlence merkezlerini, turizm ve ulaşım
için gerekli detayları, spor salonlarını,
kuyumcuları ve tüm şirketler arasında
ön plana çıkanları sunuyor.
Not 5: Benim “ışığım”
* Sözlerimi benim için ışığın ne
anlama geldiğini söyleyerek bitirmek
istiyorum. Yakından tanıyanlar aslen
bir Karadenizli olduğumu bilirler.
Memleketimin insanı çocuklara
“çona” diye seslenir. Lazca bir
kelime olan bu sevgi ifadesinin
anlamı beni hep düşündürmüştür.
Candan ve bir o kadar da yüreğiyle
yaşayan Karadenizlilerin “çocuklara”
seslenişi de yine bir o kadar candan
ve yürekten... Kelimenin anlamı,
“ışığım…” Bir toplumda yaşlılar
edindiği bilgi birikimi ile ne kadar
değerli ise, çocuklar da saflıkları ve
yaşam sevinçleri ile bir o kadar değerli
bence. Onlar seslendiği zaman, kulak
kabartmalıyız. Bizim hissedemediğimiz
birçok şeyi fark etmiş olabilirler. Basit
bir sorusundan bir paragraf ders bile
çıkartabiliriz.
Keyifli okumalar.
https://twitter.com/#!/editornotu
[email protected]
akır
Ç
n
i
g
n
E
7
arka plan
Yıl: 1 Sayı: 3 / Haziran - Temmuz’11
ISSN: 2146 - 1457
Yerel Süreli Yayın (2 Aylık)
www.dergibursa.com.tr
İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni
Engin Çakır (Sorumlu)
[email protected]
Yayın Kurulu
Demet Argun Güngör, Engin Çakır,
Emine Civanoğlu, Emine Korku, Kadir Kılınç,
Melih Karaer, Özgür Çakır
Yazarlar
Celil Sezer, Dilek Şen, Emine Civanoğlu,
Erdinç Tuğcu, Gözde Aral, Gözde Tezer,
Fehmi Enginalp, Hakan Akdoğan, Kadir Kılınç,
Melih Karaer, Nazan Aşkalli, Nazlıhan Şevik
Ömür Akkor, Özgür Çakır, Özlem
Şenkoyuncu, Serkan Duru, Şener Nikbay
Uzman Yazıları
Psk.Ayşegül Alkış, Uz.Dr.Ferda Erkişi,
Op.Dr.Melih Kurt, Op.Dr.Servet Yetgin,
Doç.Dr.Tekin Yıldız, Ecz.Tunca Toker,
Uz.Dr.Z.Afşin Çulhaoğlu
Yayın ve Reklam Koordinatörü
Emine Korku
[email protected]
İstanbul Temsilcisi
Nazlıhan Ergin Şevik
[email protected]
Grafik Tasarım
Photo Graphica Creative
[email protected]
Abonelik, Dağıtım ve Satış
Ahmet Kayahan
[email protected]
Çorbada Tuzu Olanlar
Aslı Tuğluk, Esra Minez, Filiz Bedir,
Kader Cingöz, Orhan Turhan, Semih Tanyeri
Reklam ve Abonelik İletişim
[email protected]
[email protected]
T. (0224) 233 87 11
8
www.dergibursa.com.tr
Yayıncı / Yönetim
Çekirge Mah. Selvili Cad.
No:12 Çelebi 2 Apt.
D.1 Osmangazi / BURSA
T. (0224) 233 87 11
www.photographica.com.tr
[email protected]
Baskı
www.akmat.com.tr
Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergi
Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve konuların her
hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak gösterilerek
alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.
9
10
11
plan
K E N T
R E H B E R İ
V E
Y A Ş A M
D E R G İ S İ
bursa dokusu Işığın Bursa’daki izleri
14
gezi - yorum
“Doğu”nun limanları - Van
22
uzaktaki yakın
Roma’da bir tarih uyur, bin aşık büyür - Roma
34
evrensel sanat Çok yönlü tarihi bir bulmaca - Leonardo Da Vinci
46
rengarenk
Aydınlık “beyaz” bir ışık
56
odak noktası
Gözlerdeki ışığın peşinde - Demet Argun Güngör
60
fotoğrafa yazı
Eylül - Celil Sezer
62
deli kızın defteri
Yasak elma - Gözde Aral
64
hemzemin
Evrene bir hoşgörü ışığı
66
havadan sudan
Gitme zamanı - Nazan Aşkalli
68
kupasız şampiyon
Harlem’de tek gözü kalmış canavar - Gözde Tezer
70
köşe
Işık saçan kadın - Dilek Şen
72
serbest yazı
Işığını kaybetme - Özlem Şenkoyuncu
74
film şeridi
Natalie Portman
76
yakın plan
Nedir bu 3D dedikleri? Şener Nikbay
80
Tekno günce
22 Ağustos internetin ölüm tarihi mi? Erdinç Tuğcu
84
semboller
Lüks - A. Kadir Kılınç
88
kitabi
Bursa defteri - Emine Civanoğlu
90
kavram defteri
Popüler kültürün sahte ışığı - Hakan Akdoğan
92
türkçe sözlüğü
Dilbilgisi
94
eğitim psikolojisi
Geleceğimizi aydınlatanlar - Psk. Ayşegül Alkış
96
eğitimli insan
Eğitim ve toplumsal yaşamımız - Fehmi Enginalp
98
d.armağansın
Onaya oynaya gelin çocuklar - Serkan Duru
100
genel sağlık
İltihabi eklem romatizması - Uz. Dr. Ferda Erkişi
102
genel sağlık
Sigara - KOAH denklemi - Doç. Dr. Tekin Yıldız
104
sağlıklı düşünce
Varis üzerine - Tunca Toker
106
açı
Kornea - Op. Dr. Melih Kurt
108
kadın sağlığı Meme kanseri - Op. Dr. Servet Yetgin
110
kalp sağlığı
Kalp damarı tıkanıklığı - Uz. Dr. Z. Afşin Çulhaoğlu
112
keyfi yerinde
Üzümde güneşin yansımaları - M.Melih Karaer
114
bursa mutfağı
Bursa havyarı - Ömür Akkor
116
kestaneli lezzetler
Kestaneli Apfelstrudel
118
rehber bursa
Bursa’nın yaşam rehberi
120
www.dergibursa.com.tr
12
plan
13
bursa dokusu
Işığın Bursa’daki izleri
Yazı: Engin Çakır Fotoğraflar: Demet Argun Güngör - Engin Çakır
Söndürelim ışıkları Bursa’da. Arabaların
farlarına kadar herşey karanlığa
gömülsün. İnternetimiz sansürlensin!
Hatta bilgisayarlarımız çalışmasın. Cep
telefonlarımızdan ışık sızmasın hiçbir
yere. Gece ay görünmesin, yıldızlar
hiç parlamasın. Işığın tüm evrendeki
kaynağını da kapatalım... Güneşi
unutalım, hiç gözümüze ilişmesin.
Geriye sadece bir renk kalsın; siyah.
Ne hissettiniz okurken?
14
15
bursa dokusu
16
ŞİMDİ ŞEHRİ HAYAL EDELİM.
Köşebucak gezinen ışıkları. Yansıyan,
süzülen, her renkte gözümüzü
alan ışıkları. Bu satırları aydınlatan
ışıkları. Ya da durun. Daha eskiye mi
gitsek acaba? Aydınlanma çağına?
Medeniyetler eşiği Anadolu’da küçük
bir tur mu yapsak? Zaman makinesine
atlayıp, ışığa hasretlerinden ateşi
bulmaya çalışan, mağara insanlarına
mı göz atsak ne yapıyorlar diye? Mumla
mı aydınlatsak sofralarımızı eskisi gibi?
Gaz lambasının gazı bitmesin diye dua
ederek kitap mı okumalı? Gezginler gibi
kutup yıldızını mı takip edelim? Bugün
neşemiz çok galiba. Havai fişekler
patlatmalı, hepimiz hayran hayran
izlemeliyiz ışığın gösterisini.
700 yıllık Cumalıkızık’ta olalım. Güneş
her yeri sarmış olsun. Akşamüstü
Uluabat misafir etsin bizi. Gölyazı’daki
eşsiz günbatımında günü uğurlayalım.
Leyleklerin memleketi Eski Karaağaç da
olabilir rotamızda. Leylekleri takip eder
tarihi Tirilye’de bir yorgunluk kavhesi
içeriz. Bir pazar sabahı İnkaya Çınarı,
altı asırlık kucağını açsın bize, ulu
dallarının gölgesinde kahvaltı yapalım.
Bir akşamüstü Kapalı Çarşı’ya gitsek
ya. Kozahan’da dinlenir, çay içeriz
akşamüstü serinliğinde. Yeşil Türbe’yi
ziyaret edip, bir çay da Yeşil’de
içeriz. Ulu Cami’deki ilahi ışığı görme
şansımız da var. Kayhan’da pideli köfte
mi yemeli yoksa Bursa Kebabı mı gün
son bulurken?
Lunapark’a gidelim. Akşamüstü
Tophane’de manzara izleyelim. Daha
yukarıda olabiliriz, Bakacak’tan
bakalım şehre. Fatih Sultan Mehmet
Bulvarı’nda alalım gece soluğu.
Gecenin geç saatlerine kadar ışığın
peşinde koşalım. Sabahın ilk ışıklarında
Ulu Cami’nin minberindeki
samanyolunu keşfetmeyen var mı
hala aramızda? Mudanya iskelesinden
bir tekneyle ayrılıp ışıltılı bir denize
doğru hareket etmeyen? Karabaş Veli
Tekkesi’nde ışık saçan semazenleri
izlemeyen? Teleferik ile Bursa’ya doğru
salınmayan? İznik çinisi bir tabakta
yemek yemeyen? Yenişehir’in saat
kulesinden saatini ayarlamayan? Oylat
mağarasını görmeyen? Arap Şükrü
Sokağı’nda çalgı ekibini dinleyip bir
kaç tek atmayan? Ters ışıklı sahnesinin
ardından “hayali”siyle bizi güldüren
Karagöz’ü duymayan, bilmeyen?
Botanik Park’ta çiçek kokusuna
doyalım bu haftasonu. Yoksa günün ilk
saatlerinde Kent Ormanı’na mı gitmeli?
Yaz geldiğine göre Uludağ’a, Milli
Park’a da gidebiliriz piknik yapmaya.
Belki güneşin eşliğinde küçük bir
yürüyüş de yaparız ormana doğru.
Nefesimiz yeterse büyük zirveye kadar
çıkabiliriz kim bilir. Şansımız varsa
bir ihtimal Apollo kelebeğini görüp,
nesli tükenen bir “Bursa güzelini”
tanıma şansı yakalarız... Ama en
güzeli havadan görmek olabilir bu
şehri. Güneşin yakıcı ve göz alıcı
ışıklarının arasında, bulutların üzerinde
yamaç paraşütü yapabiliriz Gürsu’da.
Sukaypark’ta sukayağı mı denesek ki?
17
bursa dokusu
Mustafa Kemalpaşa’da suyun uçtuğu
dev şelalenin serin suları altına girip
yazın rehavetini üzerimizden atabiliriz.
Hepsi bekleyebilir. Denize gidelim,
yaz geldi. Martıları izleyelim güneşin
yakamozu suya vururken Mudanya’da.
Sahi ya en son ne zaman gündoğumu
izledik biz? Haziran ayındayız. En
uzun gündüzü yaşadığımız aydayız. 21
Haziran gecesi biraz erken kalkabilir
miyiz acaba? Mudanya’da gündoğumu
Nemrut Dağı’ndaki kadar güzel olmasa
da hiç fena değil diyorlar...
Biraz fotoğraf çekmeliyiz bu şehirde.
Yaşanmış bunca senenin her izine bir
kare fotoğraf yakışır doğrusu. Camera
Obscura’dan(iğne deliği olarak bilinen
ilk fotoğraf makinesi) bu yana, ışığın
yardımıyla kopya çeken insanlardan
olmalıyız hep beraber. Bu şehir en
süslü mankenlerden bile güzel pozlar
18
verebilir bize. Şehrin ışıkları fotoğraf
karelerine girmeli. O kadar çok
aktörümüz var ki Bursa’da, şanslıyız.
Tekrar annemizin karnındayız şimdi.
Her yer karanlık. İçgüdüsel olarak ışığı
görmek istiyoruz. Görünce ilk tepkimiz
ise, tüm gücümüzle çığlık atmak oluyor.
Ne büyük bir kutlama bu! Çünkü
karanlıktan korkar, bilinmezlikten kaçar,
ışığı ararız biz. Aydınlanma Çağı’na
gitmiş miydik? Aklı kurucu ilkemiz
olarak benimseyip, tüm toplumsal
yaşamımızın ve düşünüşlerimizi
akla göre şekillendirmiş miydik?
Kant’ın dediği gibi, “aklımızı(ışığımızı)
kullanma cesaretimiz” oldu mu hiç?
18. yüzyılda Avrupa’da başlayan
aydınlanma felsefesinin temelinde de
akılla simgeleştirilmiş “ışık” mı vardı
acaba? Avrupa şehirlerinde ışık mı
kol geziyordu o tarihlerde? O ışıktan
Bursa sokaklarına; tarihi Hisar’a, İznik
Surları’na, Ulu Cami’nin minarelerine,
Hanlar Bölgesi’ndeki tarihi noktalara
veya Atatürk Köşkü’ne hiç yansımış
mıdır? Hünkar Köşkü’nün bahçesinden
şehre bakınca, gözümüze ilişen sadece
şehrin ışıkları mıdır? Mütareke binası
çok mu beyaz ki, gözümüzü alıyor?
Uludağ’da herkesin başını döndüren
karlar mıdır, asırlardır Olimpos’un
üzerinde yansıyan ışıklar mı?
Umutlanıyor muyuz güne başlarken?
Karanlıkla mücadele eden nedir?
Belirsizlikleri aydınlatan? Tüm doğaya
hayat veren? Bilimkurgu filmlerinde
bile ışık hızıyla ilerliyor, ışınla yer
değiştiriyorduk hatırlayın. Bu şehirde
de tıpkı diğerleri gibi ışıkla birlikte
yaşıyoruz. Zaten farkında değiliz, ışık
saçan her şey Bursa’nın ta kendisi
aslında.
19
tek karede bursa
Erguvandır
Bursa’nın simgesi
“ERGUVANLAR ŞEHRİ” olarak anılan
Bursa’da, Osmanlı Sultanı Beyazıt’ın
damadı Anadolu erenlerinden Emir
Sultan, her yıl erguvan mevsiminde
Bursalı müritleriyle buluşurmuş. Hem
bu sebepten hem de kentin her yerinde
baharın coşkusunu yaşattığından 14.
yüzyıldan beri erguvan adına şenlikler
düzenlenir olmuş. Şehrin ekonomisine
olumlu etkileyen bu gelenek 19.
yüzyıla kadar sürdürülmüş. 2000’li
yılların başlarına kadar ise bu gelenek
unutulmuş. Şimdilerde bu gelenek
gerek valiliğin gerekse belediyelerin
çabaları ile tekrar canlandırılmaya
20
Fotoğraf: Orhan Turhan
çalışılıyor. Her yere erguvanlar
dikiliyor, erguvan bayramları kutlanıyor.
Doğayı, onun bereketini ve güzelliğini
anlatmak için şenlikler kapsamında
çeşitli sergiler açılıyor, paneller
düzenlenip, söyleşiler yapılıyor. Bahar
başlangıcında İstanbul’u ve özellikle
boğazı kendine has rengine bürüyen
erguvan ağacı, İstanbul’un da önemli
simgelerinden kabul ediliyor. Hatta
İstanbul’un erguvan zamanı kurulmaya
başlandığı da rivayetler arasında. Yine
son dönem belediye otobüslerinin rengi
bile erguvan seçildi.
Erguvan
“Söyle ışık mı ister yaprakların
Toprağın su mu?
Tizden bir şarkı söyler gibi gün
Duyuyor musun ilkyazın özünü?
Dallarında mahrem yaraların,
utangaçlığın
Bükmen ondan boynunu
Geldi ama zamanın
Açsın artık erguvani yaprakların
Toprak duldalar güzelliğini,
Zarar gelmesin sana
Oysa doyamaz özleyenler
Bursa’da seyr-i sefana ”
Şiir: Nazlıhan Ergin Şevik
21
gezi - yorum
Ex oriente lux
Işık ve medeniyetin
yükseldiği
topraklar,
masallar diyarı.
“Doğu”nun limanları
BAŞLIĞI GÖRÜP
ANLAMAYA
ÇALIŞANLARIN
işini kolaylaştırarak
ya da belki tam
tersi iyice kafalarını
karıştırarak
başlayalım söze.
Lübnan asıllı
Fransız yazar
Amin Maalouf’un
bir kitabının adı
Yazı ve fotoğraflar:
olmasının yanı
Özgür Çakır
sıra batı toplumlarında
vaktiyle Avrupalı tüccarların doğuya
giriş yaptığı, tespih taneleri gibi
sıralanan ticaret kentlerine verilen
addır ‘Doğunun Limanları’. Aslında
Akdeniz sularında olduğunu tahmin
etsek de bu kentlerin hangileri olduğu,
tıpkı gerçek ‘Binbir Gece Masalları’nın
22
hangileri olduğu gibi bir muammadır.
Bu durumda biz bugünün gezginlerinin
yazılarına -her ne kadar bir liman
kentinden bahsetmeyeceksek debaşlık olmasına da mani bir durum
olmasa gerek. Yazının başlığındaki
seçimde sadece bu güzel, içinde
oryantal bir ezgi barındıran tamlamanın
karizmatik duruşunun değil, sıradaki
satırlarda bahsi geçecek mekanlarda
izi olan, bu topraklarda birlikte nefes
aldığımız diğer Anadoluluların anısına
ve pek tabi çok büyük bir yazara saygı
ve ithaf çabası olduğunu da bilin
sevgili okur. Ve tabi sadede gelmeye
ramak kala, hazır yazının başında ipin
ucunu kaçırmışken, meraklı ve hevesli
okurlarımız için bir sonraki sayıda dile
gelecek olan durağın ipuçlarının da
bu paragrafta olduğunu belirtmeden
geçmemek lazım.
“Aslında limanı yok” dediysek de
bakmayın siz, Doğu Anadolu’da
Osmanlı İmparatorluğu döneminde üç
yüz civarında yelkenliye sahip bir deniz
kentinden, günümüzde ‘Su Sporları
Şenliği’ ve ‘Offshore’ tekne yarışlarının
düzenlendiği bir yerden bahsedeceğiz
bu yazıda. “Doğu Anadolu’da ne
denizi!?” dediğinizi duyar gibiyim.
İsterseniz Vanlılara sorun. Meğer yanlış
bilirmişiz, ‘Van Gölü’ değil ‘Van Denizi’
imiş Türkiye fiziki haritasında büyükçe
bir yer kaplayan o büyük su birikintisi.
Evet, bu yazımızın konusu Doğu
Anadolu’da gerçekleştirdiğimiz Van
merkezli bir turdan arda kalanlar.
Van deyince aklınıza gelenler
gözlerinden biri mavi diğeri kahverengi
bir beyaz kedi, bir de Van Gölü
Canavarı ise bu yazının sonunu
getirmelisiniz sevgili okur. Çünkü
Van Gölü havzası ve civarında sizi
şaşırtmayı başaracak ve merakta
bırakacak onlarca önemli durak var
emin olun. Ve işin tuhafı ne kediyi ne de
canavarı görmeden geri geleceksiniz
garanti ederim.
Söze bir ‘deniz’ kenti olmasıyla
başlamamız laf olsun diye değil pek
tabii. Tıplı iklimlerinin Akdeniz iklimi
ve Karasal iklim arasında bir geçiş
iklimi olması gibi insanı da doğudaki
birçok şehire göre daha ılıman bir
yapıya sahip. Evet, bir deniz kentine
doğru yolculuğunuz. Hatta yolunuzu
yazlıkçıların tercihi Edremit’e düşecek
şekilde ayarlayacak olursanız ve
mevsim yaz ise mayonuzu da valize
almak çok kötü bir fikir değil.
23
gezi - yorum
24
Yolculuğa sabah saatlerinde
başladıysanız uçaktaki ikramı es
geçerek kendinizi meşhur Van
kahvaltısına saklamınızı öneririm. Çok
sayıda kahvaltı salonu var şehirde
ama öne çıkanlar Sütçü Fevzi ve
Bakhelebak. Bakhelebak’ı tercih
ederseniz, ünü Van sınırlarını çoktan
aşmış olan işletmeci Yusuf Konak’ın
fıkraları ve ödüllü bilmeceleri eşliğinde
eğlenceli ve doyurucu bir kahvaltı sizi
bekliyor. Tanıdık lezzetlerin yanında
yöreye özgü karakovan çiçek balı, otlu
küp peynir, kavut ve murtuğa gibi yeni
lezzetleri tatmaya da hazır olun.
Kahvaltı sonrası kısa bir şehir turu iyi
bir fikir. Tur sırasında; her köşebaşında
satılan, hazmı kolaylaştırdığına ve
vücuda zindelik verdiğine inanılan;
şekli pırasaya, tadı can eriğe benzeyen;
kemirilerek tüketilen bir tür yerel
atıştırmalık olan ‘uşkun’un tadına
bakmayı unutmayın. Üniversitede
koruma altına alınmış olanları
saymazsak şehirde görebileceğiniz tek
Van kedisi olan büyük kedi heykeli ve
İran tabelaları size unuttuğunuz anlarda
nerede olduğunuzu hatırlatacak.
Hazır İran demişken Van’ın doğu sınır
komşusu olan İran ve Çin yapımı
porselenlere, çinilere meraklı iseniz
büyük şehirlerden çok daha uygun
fiyata bulmanız mümkün çarşıda.
Fakat biz yine de Van’dan alınacaklar
listesinin başına bal, otlu peynir ve
kuru cacığın yazılması gerektiğinin
altını çizelim ve sokaklarda fazla vakit
kaybetmeden yola koyulmakta fayda
var diyerek hemen önemli duraklardan
bahsetmeye başlayalım.
Van Gölü ile çevresi, dağlık bir
bölgedeki coğrafi avantajı nedeniyle
Prehistorik Dönemden beri yerleşim
alanı olmuş. Hurriler, Hititler, Persler,
Medler, Ermeniler, Selçuklular ve
Osmanlılar gibi birçok uygarlığın izlerini
üzerinde taşıyor. Tarih ve arkeolojiye
meraklıysanız, bu izlerin sergilendiği
Van Müzesi mutlaka görülmeli. Urartu
Medeniyeti’ne ev sahipliği yapmış
olan bu topraklarda, dünyanın önemli
Urartu müzelerinden biri sayılan Van
Müzesi’nde bu medeniyetin eserlerinin
yanında tarihi MÖ 2000’lere dayanan,
boyutları 80 cm ile 3 metre arasında
değişen ve bir tür dikilitaş olan Hakkari
stellerini de görmek mümkün. Hazır
Urartular demişken şunu da belirtmeli:
sanat, dokumacılık, sulama, bağcılık,
bahçecilik ve mimari alanlarda çok ileri
durumda olan bu medeniyete ait bazı
eserler havzada dağınık bir şekilde
hala bütün ihtişamıyla ayakta duruyor
ve şaşırtıcı gelebilir ama kilometrelerle
ifade edilen uzunluklardaki bazı sulama
kanalları da hala faal durumda.
25
gezi - yorum
Bir denizden bahsediyorsak bu
denizin adalarından da söz etmeli. Van
Gölü’nde irili ufaklı dört ada bulunuyor.
Bunlardan en meşhuru Ahtamar, nam-ı
diğer Akdamar adası. Bu güzel adanın
isminin hikayesini çok duymuşuzdur:
“Adada kralın ya da bir başka hikayeye
göre kilise papazının Tamar isimli
güzel kızı yaşar. Tamar, aşığı olan
genç çobana her gece kandili ile yol
göstererek sahile yüzmesine rehberlik
eder. Bir süre sonra durumu fark
eden papaz kızını kuleye hapseder
ve kandili kayalıkların olduğu yerde
yaktırır. Kayalıklardan ve dalgalardan
dolayı sahile çıkamayan genç aşık ‘Ah
Tamara, Ah Tamara’ feryatları içinde
can verir.” Adanın Ahtamar ismi de
buradan gelir.
Van-Tatvan Karayolu üzerinde ve
merkeze yaklaşık yarım saatlik
mesafedeki iskeleden kalkan
motorlarla yapacağınız keyifli bir
yolculukla Ahtamar Adası’na kolaylıkla
ulaşmak mümkün. Motorda alt katta
konuşlanmanızı ve turkuaz renkli gölün
sodalı suyunun yüzünüze çarpmasına
izin vermenizi öneririm naçizane.
Badem ağaçlarıyla bezeli bu adada,
son dönemlerde restorasyonu ve
Ermenistan’dan gelen ziyaretçilerle
gerçekleşen ayinle gündeme gelen
Akdamar, nam-ı diğer Surp Haç Kilisesi
bulunuyor. 915-921 yılları arasında,
o dönemde Van’da hüküm süren
Vaspurakan Ermeni Hanedanından
Kral I.Gagik tarafından mimar keşiş
Manuel’e inşaa ettirilen kilise 18.
yüzyıla dek süren çeşitli eklemelerle
günümüzdeki halini almış. Bir rivayete
göre de ilk mimarı Manuel, çıkardığı
kusursuz iş sonrası kral tarafından
bir benzerini yapamaması için kolları
kesilerek cezalandırılmış. Tarihi ve
politik önemi yanında ana planı tek
kubbeli yonca biçimli olan kilise, o
dönemde krallığın bağlı olduğu Abbasi
İmparatorluğu’nun halifesi, İncil ve
Tevrat’tan bazı sahneler ve –iddia o
ki Van Gölü canavarı dahil- çok çeşitli
hayvan figürleri içeren dış duvar
kabartmalarıyla nevi şahsına münhasır
bir mimari yapı. Bir başka rivayete göre
26
de dış cephede muntazaman dizili
olan küçük nişler süsleme amacıyla
kullanılan ve kıyıdan bakıldığında
sürekli ışıldamasını sağlayan değerli
taşlara ait.
Adanın her yanı ayrı bir manzara.
Tepenizde uçuşan martıları da hesaba
katarsak, hele bir de uygun mevsimde
giderseniz yüksek bir tepeden çiçek
açmış badem ağaçları arasında kilise,
göl ve karlı tepesiyle görkemli Artos
Dağı belki de ahir ömrünüzün en güzel
manzaralarından birini sunacaktır
size. Adanın çevre düzenlemesi ve
parklar da gayet başarılı diyerek
belediyenin de hakkını vermek lazım.
Kısa ada turunuzda karşınıza çıkacak
olan ve büyük ihtimalle adlandırmakta
zorlanacağınız, üzerinde bazı Ermenice
yazılar ve haç işaretleri bulunan kayalar
ise tarih boyunca adada yaşamış olan
keşiş ve papazların mezar taşları...
Adadan ayrıldıktan sonraki durağımız
için yine yollara düşeceğiz.
İstikametimiz ‘kaleler şehri’ olarak
anılan Van’ın belki de en heybetli
ve mistik yapısı olan Hoşap Kalesi.
Yolculuğumuz biraz daha güneye
doğru. Gürpınar ilçesinde, VanHakkari Karayolu üzerinde 60. km’deki
bu muhteşem yapının tarihi Urartu
Devleti’ne kadar uzanıyor. Toplamda
120 km’lik yolu göze almanız gerekiyor
ama her dakikasına değecek bir
deneyim de sizi bekliyor Hoşap’ta.
Daha aracın içindeyken uzaktan
ilk gördüğünüz anda hemen orada
olmayı isteyeceğiniz bir büyüsü
var kalenin. Hele bir de komşu
tepelerde kıştan kalan kar ve biraz
da hayalperest bir yapınız varsa
kendinizi Orta Dünya’da Miğfer Dibi
Kalesi’ne bakıyor gibi hissetmeniz
an meselesi. Yaklaştığınızda sizi
önce küçük çay ocakları ve mola
yeri atmosferi karşılayacak. Biraz
soluklanmakta fayda var çünkü
yukarıdaki manzara birazdan nefesinizi
kesecek. Tavşankanı çay ve kıtlama
şeker birlikteliği sonrasında köyün
kızları eşlik edecek yolculuğunuza, sizi
şaşırtmayı başaracak kadar düzgün
diksiyonlarıyla. Sonra uzaklarda bir
dinozor sırtı gördüğünüzü sanacaksınız
telaşlanmayın, kalenin dış surları
onlar. Sonra kaleyle buluşacaksınız.
Bazı kısımları büyük hasar görse de
ihtişamıyla sizi etkilemeyi başaracak
kadar güzel bir kapı karşılayacak
sizi önce. Sonra ilk adımızla tarihinin
gizemiyle sizi de içine çekecek
mekan. Çıkabileceğiniz en üst noktaya
geldiğinizdeki sonsuzluk hissi ve Urartu
rüzgarı bütün yorgunluğunuzu alacak
cinsten.
Dönüş yolunda Van’a varmadan
uğramanız gereken bir başka durak
Yukarı Bakraçlı Köyü. Burada sizi yine
büyük bir sürpriz bekliyor. Ama önce
kapı kapı dolaşıp Özlem’i bulmanız
gerekiyor. Özlem kim mi? Varagavank
Ermeni Manastırı’nın nam-ı diğer Yedi
Kilise’nin anahtar taşıyıcısı. Tolkien’in
yüzük taşıyıcısı olur da bizim neden
anahtar taşıyıcımız olmasın değil mi?
Özlem uzun yıllar boyunca samanlık
olarak kullanılan manastırı temizleyerek
turizme açan vatandaşın küçük kızı
ve görevi de mekanı ziyaret edenlere
yardımcı olmak. Bu esnada okul
harçlığına katkıda bulunmak üzere
sattığı el işleri, oyalar, kilim vs.den
alırsanız onun için kısa günün karı.
Yapının bazı kısımları yıkılmış ve zarar
görmüş olsa da ayakta kalan kısmın
ihtişamı ve yaşattığı ironi görülmeye
değer.
Fazla oyalanmadan Van’da gün
batımının en güzel izlendiği yere, yani
Van Kalesi’ne yetişmeli. Van şehir
merkezine 5 km mesafedeki kale,
gölün kıyısında ve bütün ovaya hakim
bir kayalık üzerinde kurulmuş. Doğu
batı yönünde uzunluğu 1800 m olan
devasa bir yapıdan bahsediyoruz. Çok
sayıda burç, iç kale, cephanelik, cami,
mezarlık, açıkhava tapınağı, Analıkız
tabir edilen tapınak nişleri, sarnıçlar,
eski Van şehrinin yani Tuşba’nın
kalıntıları ve Binbir merdiveni barındıran
büyük bir kompleks aslında Van Kalesi.
Günbatımının keyfini çıkarmadan önce
görülmeden dönülmemesi gereken
ise Urartular’dan günümüze ulaşan en
27
gezi - yorum
uzun kaya yazıtı olan Horhor yazıtları.
Tabii şunu da belirtmeli ki bütün
bunların bir bedeli var, o da yaklaşık
2 km’lik bir tırmanış. Ama emin olun
sarfettiğiniz enerjinin fazlasını geri
alacaksınız eşsiz manzarayı izlerken.
Aslında bu tırmanış eğlenceli bile
sayılabilir çünkü yol boyunca size eşlik
edecek çocuklardan kalenin tarihini
sekiz farklı dilde dinlemeniz mümkün.
İlk gün için yeterince yol yaptığınıza
göre otelinize geçmeden kapağı
atacağınız herhangi bir kebapçıda
–ki Van’ın iki büyük caddesi olan
Cumhuriyet ve İskele caddeleri
üzerinde bol miktarda birbiriyle
yarışacak kalitede yeme içme mekanı
var- gün boyunca sarf ettiklerinizi
düşünürsek kalori hesabı yapmadan
karnınızı doyurabilirsiniz.
Ertesi gün için önerimiz Van Gölü’nü
tavaf etmek. Evet yanlış duymadınız;
Türkiye’nin en büyük gölünün,
neredeyse bir iç denizin etrafında
küçük bir tur atacağız. Asıl hedefimiz
gölün tam karşısında yer alan Ahlat
olsa da yol üstünde birçok durağımız
var ilginizi çekebilecek. Sayfiye mekanı
olan Edremit’ten sonra Gevaş ve
Reşadiye’de kırsal yaşama karışacak,
Tatvan’da İslim Kebabını tadacaksınız.
“O kebap Bitlis’in meşhuru değil mi?”
dediğinizi duyar gibiyim. Evet haklısınız
çünkü Bitlis’teyiz. Yemek molasını
takiben rotayı biraz içeriye kırıp
volkanik bir göl olan Nemrut Gölü’nü
de görmek mümkün. Nemrut Dağı
manzarası da müessesenin ikramı…
İyi bir zamanlamayla akşamüstü
saatlerinde Ahlat civarında olacaksınız.
Ahlat yoğurdu, bulguru, bastonu ve
armuduyla meşhur bir ilçe, bir de tabi
28
bulunduğu coğrafyaya biraz aykırı
düşen siyasi seçimleriyle. Ama bizim
sebeb-i ziyaretimiz bunlardan biri
değil; Selçuklu Mezarlığı. Bizimki gibi
adım başı tarih fışkıran bir memlekette
değil başka bir coğrafyada olsa
dünyanın en bilinen ve hatta en çok
turist çeken mezarlığı olmaya aday
bir yerden bahsediyorum. 210 dönüm
genişliğinde uçsuz bucaksız bir alanda
geçmişi 11. yüzyıla dayanan binlerce
mezar taşının olduğu bir mezarlık
Ahlat Selçuklu Mezarlığı. Belki de
dünyanın en etkileyici İslam mezarlığı.
Bir insan boyundan dört buçuk beş
metreye dek ulaşan değişik boyutlarda,
muntazaman kesilmiş, dikilitaşları
andıran yaklaşık sekiz bin tane mezar
taşı düşünün. Mezartaşlarının üzerinde
ise devasa büyüklerine ters düşen
bir incelik ve zerafeti barındıran taş
işçiliği örnekleriyle ayetler, dualar,
ağıtlar ve sahiplerinin hikayelerini.
Sonra kulağınıza rehberinizin
mezartaşlarından birinden alıntıladığı
bu şiir kulağınıza çalınacak:
“O yeni yetmiş gül gitti
Bahar dalları onun endamını kıskanırdı
Yeni damat Alaaddin ne yazık ki toprağı
kucaklamakta
O servi boylu, o bostan gülü nerede?
Eğer cihanın bir ibret yeri olduğuna
inanmıyorsan bari bak da söyle
Alaaddin Osman nerede?”
Bir de mezarlık sessizliği ve gün
batımı kızıllığını ekleyin bu manzaraya.
Eminim, bu gezi boyunca en çok
etkileneceğiniz mekan bu mezarlık
olacak. Kendinizi küçük ve fani
hissedecek, buna karşılık tuhaf bir
şekilde huzurla dolacaksınız.
Eğer tarih ve mimariye meraklı
biriyseniz aynı bölgede, Selçuklu
mimarisinin en güzel örneklerini
barındıran çok sayıda kümbet de
göreceksiniz. Pek tabii Ahlat’a kadar
gitmişken dünyaya nam salmış
bastonlarının hikayesinin izini sürmek
üzere baston atölyelerini ziyaret
edebilir, çok sayıda alternatif içinden
kendinize uygun bir baston bile
edinebilirsiniz.
Dönüş yolunda Adilcevaz’da bir yemek
molası hiç fena fikir değil. Sonrasında
Erciş’i de görüp gölün etrafındaki
turunuzu tamamlayarak Van’a büyük
ihtimalle akşam saatlerinde varmış
olacaksınız.
29
gezi - yorum
Ertesi gün asıl hedefimiz Doğubayazıt
ve dolayısıyla İshak Paşa Sarayı
olacak. Sabah erkenden yola
düşmelisiniz çünkü son güne
sığdırılacak çok şey var sırasını
bekleyen. İlk durağımız ismini
4. Murad’dan alan, Van’a 80 km
uzaklıktaki Muradiye Şelalesi. 50
metre yükseklikten dökülen ve
benzeri diğer meşhur şelalelerden
eksiği değil fazlası olan bu şelale ve
çevresi bölge halkının önemli sayfiye
yerlerinden. Yakınına gitmek için
geçmeniz gereken uzunca bir asma
köprü var ve bu köprü gezimizin doğa
sporları eksikliğini giderecek nitelikte.
Şelalede serinledikten ve kahveleri
höpürtdettikten sonra yine yollara
düşeceğiz. Yol boyunca bölgenin
volkanik yapısından kaynaklı değişik
kaya kütleleri ve coğrafi şekiller
görmeye hazırlayın kendinizi.
Doğubayazıt’a vardığınızda büyük
ihtimalle acıkmış olacaksınız. İsmi
de kendi de biraz tuhaf olan köftesi
meşhur bu ilçenin: Abdigor köftesi.
Yağsız sığır eti, soğan ve baharatların
büyükçe bir tokmak vasıtasıyla taş
üzerinde dövülmesiyle hazırlanan
köfte, önünüze pilav üzerinde
yuvarlak şekilli ve neredeyse bir
tenis topu büyüklüğünde gelecek;
şaşırmayın. Yemekten sonra görüp
de şaşırmamanız gereken bir başka
şey de 1913 yılında düşen büyük bir
meteorun açtığı çukur. Doğubayazıt’ın
35 km doğusunda İran sınırına 2 km
mesafedeki, 60 m derinliğinde 35
m çapında olan bu meteor çukuru
Alaska’dakinin ardından dünyanın
bilinen en büyük ikinci meteor
çukuru. Bu bölgeye gitmek için önce
Doğubayazıt’tan doğuya doğru yol
almak gerekiyor. Hazır bu kadar yol
almışken size bir de sınırkapısı ziyareti
yapmak düşüyor. Ve tabii Gürbulak’taki
İran sınır kapısında bir hatıra fotoğrafı
çektirip, KDV’den muaf alışveriş
yapmak.
Doğubayazıt ile Gürbulak arasında
seyir halinde iken sürekli devasa bir
çift gözün üzerinizde olduğu gibi
30
his olacak içinizde. Bunun sebebi
elbette ki tepenizde bütün ihtişamıyla
dikilen Ağrı Dağı olacak. Yol boyunca
fonda Ağrı Dağı manzaralı hatıra
fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmeyin.
Onca yol, onca manzara, onca keyif,
onca şaşırtıcı güzellik… Şimdi artık
dünyanın en meşhur, en bilinen ve
belki de gerçeğe en yakın efsanesine
çok yakınsınız; Nuh’un Gemisi. Sınır
kapısına gidiş dönüşte kullandığınız
karayoluna 3,5 km mesafedeki Meşar
(Mahşer) Köyü’nün karşısındaki vadide
büyükçe bir gemiye çok benzeyen
bir izden, değişik bir yer şekilinden
bahsediyorum. Beklentinizi yüksek
tutmadan, yani bir gemi göreceğinizi
ummadan giderseniz onlarca yıldır,
çoğu ABD’li olmak üzere onlarca
bilimadamını oyalayan ve birçoğunu
da bazı kanıtlara dayandırarak gerçek
Nuh’un Gemisi olduğuna inandıran bu
yarık şeklindeki yerkabuğu şekli sizi
de etkileyebilir. Eski ahid şöyle diyor:
“Ve gemi yedinci ayda, ayın onyedinci
gününde Ararat dağları üzerine
oturdu”.
Osmanlı hanedanını kıskandıracak
bir yapı olduğu kesin. I. Dünya
Savaşı sırasındaki Rus işgalinde
bahsi geçen kapının sökülerek
Moskova’ya götürüldüğünün altını da
çizelim. Dünyanın bu boyutlardaki
ilk kalorifer sistemli binası olan
sarayın, yaklaşık 360 odası var. Kazan
dairesinde kaynayan su sütunlar ve
kesme taşların arasındaki oluklardan
akıtılarak saray ısıtılırmış. Bunun gibi
dinledikçe ve öğrendikçe şaşırtan bir
dolu mimari ve mühendislik becerisi
de mevcut bu binada. Örneğin
zindan kısmındaki odalar suçun
büyüklüğü ile ters orantılı ısıtılacak
ve ışık alacak şekilde düzenlenmiş.
Bütün odalar manzaradan payını
alacak şekilde konumlanmış ve bazı
çeşmelerden gerçekten de yukarıda
sağılan keçilerin sütü akarmış. Hele
bir ziyafet ve merasim salonu var ki
sırf bunun için bile yollara düşmeye
değer. Bu mekanda serde biraz da
hayalperestlik varsa kendinizi Binbir
Gece Masalları’ndan birinde bulmanız
kaçınılmaz.
Assolistler sahneye en son çıkarmış
ya bu yüzden doğu turumuzun en
son durağı İshakpaşa Sarayı. Yapımı
1685’te Çıldır Valisi Çolak Abdi
Paşa tarafından başlatılan ve 1784
yılında, yani 99 yıl sonra oğlu İshak
Paşa tarafından bitirilen bu saray,
döneminin en muhteşem yapılarından
biri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
Lale Devri’nde yapılan son saray. Bir
rivayete göre burada da ağırlanan
İran elçisinin İstanbul’da huzuruna
çıktığı padişaha “Valinizin, sizinkinden
görkemli bir sarayı var” demesi üzerine
1790’da İshak Paşa’nın görevinden
alınıp Hasankale’ye sürülmesine
sebep olmuş ve çok kısa bir süre aktif
olarak kullanılmış. Sarayın sadece
muhteşem mimarisi ve konumu ile
değil kalorifer ve kanalizasyon sistemi,
süt akan çeşmeleri, duvarları kıymetli
kilimler ve aynalarla süslü ziyafet
salonları ve som altından kapısı ile
gerçekten de zamanında Topkapı
Sarayı’nı ve dolayısıyla sarayın sakini
Ziyafet salonuna barok bir havası da
olan kemerli kapıdan girdiğinizi hayal
edin. İsminiz anons ediliyor girişte.
Duvarlar karşılıklı onlarca simli ayna
ile kaplı, yer gök kıymetli İran halıları
ile süslü, köşelerde Uzak Doğu
kokuları yayan kandiller, her yer ipek
minderlerle bezeli, hizmetliler ikramda,
elbette kuş sütünün eksik olmadığı
muazzam bir sofra, kulağınızda doğu
ezgileri ve hatta aralarda raks eden
peçeli dansözler... Yorgunluğunuzdan
eser kalmayacak, hayallere
dalacaksınız ve anı unutacaksınız.
Sonra ensenizde hissettiğiniz rüzgarla
irkileceksiniz, pencereden ovaya
baktığınızda muazzam bir günbatımı
olacak arkanızda ve size doğru gelen
bir uçan halı. Bu satırları okurken
benim abarttığımı düşüneceksiniz
ama aylar sonra bu gezinin ardından
arkadaşlarınıza uçan halıyla geri
döndüğünüzü anlatan siz olacaksınız.
31
32
33
uzaktaki yakın
34
Roma’nın
koynunda
bir tarih
uyur, bin
aşık büyür
Fotoğraflar: Özgür Çakır
Ateşli oklarla vurdular
birbirlerini. Başı göğe
erecek kadar yükseğe
yaptılar ihtişama tutkulu
hislerinin heykellerini.
Gafillerini aslanlara yem
ettiler. Her şeyleri vardı.
Tanrılar onlar için yarattı
bu kentle birlikte aşkı da,
ihtirasları da. Şarapla
yıkadılar yaşamlarını
tepeden tırnağa. Bütün
kadınlar kendileri için
Roma’yı yakacak bir adam
beklediler. Gelmesin.
Yakmasın.
Yazı: Emine Civanoğlu
35
uzaktaki yakın
ROMA SADECE ‘bir şehir’ değil;
efsanelerin uçuştuğu, geceleri
çatılarında meleklerin buluştuğu,
binlerce çığlık ortasında gladyatörlerin
vuruştuğu, aşıkların kalpleri ile
bakıştığı, parke taşlı sokak aralarında
sevgililerin ihtirasla tutuştuğu, bir
türlü gidip göremeyenlerin her daim
hakkında aşkla konuştuğu ‘o şehir’dir.
36
Kralların, sultanların, hükümdarların
çağlarını yaşadı o. Neler gördü
gizemli hallerin en kalın perdesinden,
neler duydu sırlarla dolu fısıltıların
en üst perdesinden. Binlerce yıl türlü
sebeplerle bir duruldu bir coştu.
Yaşadıklarının, gördüklerinin çoğunu
insanın hafızasına emanet edip kendisi
bile unuttu. Roma; ne Vatikan ne
İspanyol Merdivenleri ne Trevi Çeşmesi
ne Colosseum. Roma, Venüs’le
Mars’ın bu evrendeki aşk şehri; bütün
o görkemli yapılar hep sahne, şahit,
eşlik eden, ilham veren… Roma; Savaş
Tanrısı Mars’ın öfkesini büyüttüğü, Aşk
Tanrısı Venüs’ün öfkeyi yensin diye
aşkı her an her köşesinde elinden tutup
yürüttüğü şehir. Mars gibi savaşarak
ayrılmaların, Venüs gibi sevişerek
birleşmelerin şehri…
Roma’nın başka dilden konuşan
insanlara bile hayatın anlamı üzerine
bildiği, tanıklık ettiği, sebep olduğu,
üstesinden geldiği şeyleri anlatma, fark
ettirme konusunda tuhaf yetenekleri
var. Vatikan’ın ruhani etkisiyle mi,
çeşmelerinden akan suyun şifasıyla
mı, şarabın büyüsüyle mi bilinmez
ama Roma, adama başka hissettiriyor
her şeyi. Günün her saati durmadan
çalan ve şehirden hep aklınızda kalan
ambulans sirenleri, sanki sakin sevmeyi
beceremeyenleri ya da aşksızlıktan ölse
de sevdiğini bir tülü hecelemeyenleri
kurtarmaya gidiyor gibi geliyor insana.
Her gelen önce Vatikan’a koşuyor
elbette; elbettesi malum… Vatikan,
Hıristiyan Katolik Mezhebinin yönetim
merkezi. Papa’nın sözleri yasa.
Saint Pietro Kilisesi aklınızın kolay
almayacağı türden şaheserlerle dolu.
Michelangelo’nun yaptığı kubbe “insan
mı yaptı bunu” dedirtecek ve şuurunuzu
kaybettirmese de şöyle bir uçurup
getirecek cinsten. Tanrıların tapınağı
Panteon. Roma’da geçireceğiniz
günler boyunca sadece sokak
aralarında gezinip makarna yeseniz,
bütün gün şarap içip günübirlik bir
37
uzaktaki yakın
38
kaçamakla Nemi kenarında dağ çileği
turtasına güneşi bandırsanız da olur
tabii ama Panteon hep aklınızda kalır
görmezseniz. Doğada ve evrende
var olan tanrısal mükemmeliyet,
Panteon’da insan eliyle yaratılmış.
Bu tapınak, Tanrıların evrenine atıfta
bulunmak için yapılmış ve bütün
tanrılara adanmış. Rafaello ve birçok
ünlü papanın mezarları da Panteon’da.
Elde harita, “gelmişken illa ki görülecek
yerler” listesinden seçkilerle Roma’yı
tanıma faslı başlıyor sonra. Tiber
Nehri’nin üzerindeki 11 köprünün her
birinden üçer kez karşıya geçip geri
dönerseniz aşkın âlâsını bulursunuz
diye bir şey yok ama yine de bütün
köprülerden, en çok da Sant Angelo
Köprüsü’nden geçmek lazım. Kimbilir,
köprünün hemen başındaki Sant
Angelo Kilisesi’nin tepesine çıkınca
belki o her taşın altında aradığınız
aşkı görmeniz de mümkün. Köprünün
sonundan Garibaldi’ye dönmeden
ışıklardan karşıya geçip Belli İl Popolo
Di Rom heykelinden sola doğru
dümdüz ilerleyerek Dante’nin evine
varmalı, yaş kaç olursa olsun yolun hep
ortasında kalacağınıza ant içmelisiniz.
İspanyol Merdivenleri’nde bir
akşamüstü begonvillerin kokusuyla
efsunlanan akıl, kalbe karşı hükmünü
yitirip seriyor kendini yukarıdan
Barcacia Çeşmesi’ne doğru; soluk
almanıza sebep ne varsa dünyada
hepsine şükrederek bu merdivenlerde
soluklanmalısınız. 16. yüzyılda
yapılan bu merdivenler, Trinita dei
Monti Kilisesi ile Spagna (İspanyol)
Meydanı’nı birleştirmek için inşa
edilmiş. Tarihi, neden yapıldığı kimin
umurunda; mühim olan, merdivenlere
oturup günü biraz şarapla bitirmek
sevgilinin omzunda.
39
uzaktaki yakın
40
İspanyol Merdivenleri’nin karşı
caddesi Via Condotti’deki tasarım
ürünlerle dolu şık ve ünlü dükkanlarda
alışveriş yapmak da Roma’ya karşı
cömertliğinizi sergileyebilmek için bir
yol. Alışverişe giden o yol Roma’da
neredeyse her caddeden her sokaktan
geçiyor; heyecana kapılmamak,
sakin olmak lazım. Roma’yı zaten
sakin sakin gezmelisiniz. Sakin
sakin yemek yemeli, sakince Tiber
Nehri’nin kenarında yürümeli,
Cestino Köprüsü’nden sakin sakin
geçerken illa ki durup direklerden
birine bir kilit asmalısınız aşık
olduğunuz kişinin kalbi sonsuza dek
sizde kilitli kalsın diye. Roma’nın
dondurmasını yemek, hayatın
kaymağını yemek gibi; elde dondurma
sakin sakin gezmek lazım Roma’yı.
Trevi Çeşmesi’nin (Aşk Çeşmesi)
suyunu içemeseniz de, o enteresan
büyüde içiniz içinize sığmasa da siz
sakin kalmalısınız sanki her gün o
çeşmenin kenarında aşkınızla aşka
methiyeler düzüyormuşsunuz gibi,
o kadar alışıkmışsınız gibi. Üç beş
avro bozuk paranın sizi Roma’ya
yeniden götüreceği var sayılan
sihrine değil, çeşmenin sularından
yüzünüze sıçrayan su damlalarının
iksirine inanmalısınız. Ama gündüz
vakti değil gece gitmelisiniz illa ki bu
çeşmeye. Işıkların, mitolojik hikayeden
bir sahneye dönüştürdüğü çeşmenin
üzerindeki efsane, Romalı Askerlerin
susuz kaldıkları bir anda güzel bir
kadının aniden ortaya çıkıp onlara
suyu bulmaları için kazmaları gereken
yeri işaret etmesini anlatsa da siz
orada kendi efsanenizi yazıp ona
inanmalısınız.
41
uzaktaki yakın
42
La Dolve Vita filminde Slyvia’nın
Marcello’nun yüreğinin gücünü
tarttığı gibi siz de ömrünce sizin için
atsın istediğiniz yüreklerin gücünü
tartmalısınız. Piazza Navona (Navona
Meydanı)’da aheste tur atmalısınız.
Medyanda, dünyanın dört bir yanındaki
dört büyük nehri (Tuna, Ganj, Nil, Rio
della Plata) temsil eden Dört Nehir
Çeşmesi’nin sularından sürmelisiniz
yüzünüze. Sizin yüzünüzden aşkla
yanan kim varsa aşkı hiç sönmesin diye
nihayet bu sulara bir ayet söylemelisiniz
içinizden. Akşamları enginar, kabak
çiçeği kızartması, Ciro&Ciro’da baştan
çıkarıcı ahtapot salatası, midye, karides
yemelisiniz. Elbette taa Roma’ya kadar
gelmişken şişelerin dibine vurmalısınız.
Şarabı kana kana içmek için daha
uygun neresi var; öyle çok içmelisiniz
ki Roma’nın ev yapımı şaraplarına
doymalısınız.
Yedik içtik, gezdik gördük, Roma’ya
doyduk deseniz de öyle değil;
Roma’nın 15 mil güney doğusunda
Castel Gandolfo’ya doğru yola
koyulup Alba Gölü kenarındaki bu dağ
köyünde Papa’nın yazlık sarayını da
görmeli, köyün meydanında şarapların,
manzaranın, pencerelerden sarkan
envai renkte çiçeğin, başka hiçbir
yerde bu kadar güzel kokmayan
havanın keyfini çıkarmalısınız.
Sen ne büyülü bir şehirsin Roma.
Hesaba katmalısınız ki; giderken
başınıza neler geleceğini bilmediğiniz
Roma’dan dönerken başa sarıp
yeniden yeniden yaşamak, kalmak,
daha uzun kalmak, hiç değilse en
yakın zamanda yeniden gelmek
isteyeceksiniz.
43
44
45
evrensel sanat
Leonardo
Da Vinci
İnsan anatomisini
ve zekâsını
böylesine bilen ve
eserlerinde bunları
kullanabilen bir
yetenek ancak
bu kadar başarılı
olabilirdi. Da Vinci,
çok yönlülüğü
ile kendisini
yüzyıllarca
konuşturdu. Bir
dahi aynı zamanda
bir mucit, bilim
adamı, jeolog,
geometrici,
anatomist,
heykeltıraş,
mimar, mühendis
ve her şeyden
önce İtalyan
Rönesansının en
büyük ressamıydı...
46
Çok yönlü
tarihi bir
bulmaca
DA VİNCİ’NİN YAPTIKLARI çok büyük
bir bulmacanın parçaları gibiydi.
Yaptığı eserlerin içlerine çözümlemesi
zor birçok şifreler gizledi. Bu şifreler,
aradan onca yıl geçmesine rağmen
hala çözümlenmeye devam ediyor.
Kimi zaman altın oranı kullandı, kimi
zaman çeşitli anlamlar taşıyan kelimeler
gizledi çalışmalarına. Rönesans
denince akla gelen ilk isimlerden bir
tanesi olan Da Vinci, hümanist akımın
da en önemli güçlerinden bir tanesiydi.
Da Vinci’nin yazdığı notları okuyabilmek
için bir aynaya ihtiyaç vardı. Oysa onun
bu satırları yazarken ayna kullanmadığı
ve hiç zorlanmadığı bilinenler arasında.
Onun yaptığı resimler dünyanın en
önemli resimleri oldu. Az sayıda resim
yapmasına rağmen onu tahtından
kimse indiremedi.
Yüzyılların gördüğü en büyük
dâhilerden biriydi. Da Vinci 1452
yılında ailesinin adını aldığı Vinci
kasabasında doğdu. Babası avukat Ser
Piero Antonio da Vinci, Leonardo'nun
annesi soylu bir aileden gelmediği için
onunla evlenemedi ve Leonardo evlilik
dışı doğdu. Annesi Catarina sonradan
başka bir erkekle evlendiği için
Leonardo babasının evinde yetiştirildi.
Farkı daha çok küçük yaşlarda
ortadaydı. Aritmetik ve geometride
öğretmenlerine sorduğu sorular onların
irili ufaklı birçok şok geçirmesine neden
oluyordu. Keskin ve pratik zekâsı
ve üstün yetenekleri hemen dikkat
çekiyordu. Oldukça iyi bir şekilde lut
çalıyordu. Ama esas uğraşı elbette
ki resimdi. Babası bu yeteneği fark
edince, onu Floransa'nın en önemli
atölyelerinden birine gönderdi. Andrea
del Verroccio'nun eğitmenliğindeki
Da Vinci, burada Botticelli, Perugino,
Lorenzo di Credi, Francesco di
Simone, Botticini ve Biagio d'Antonio
ile birlikte son derece kapsamlı bir
sanat eğitimi alma şansı yakaladı.
1469 ile 1476 yılları arasında ise,
“politeknik laboratuarından” çizim,
mimari ve heykelin yanı sıra optik,
botanik ve müzik alanlarında da temel
eğitimler aldı. Hatta Leonardo'nun ünlü
47
evrensel sanat
Arno Manzarası, Müneccim Kralların
Tapınması ve Aziz Hieronymus eskizi ile
birkaç resim bu dönemde hayata geldi.
Da Vinci doğaya, insan fizyolojisine
ve en önemlisi de bağımsızlığına çok
düşkün bir sanatçıydı. 1482 yılına kadar
bağımsız olarak çalışmaya devam etti.
Konularını tamamen kendi ilgi
alanlarına göre belirledi. Konu
seçimlerinin özünü genellikle doğa
teşkil etti. Resimde eski bakış açıları
yerine biçim ve renk çalışmalarından
oldukça ileri giderek ışık ve gölge
etkilerinin gizemini araştırdı. Bu
alanda farklılıkları ortaya koyan ve
ışığın etkilerini çözümleyen ilk ressam
oldu. Yetinmedi, rengin perspektifle
değişkenliğini iyiden iyiye irdeledi.
Işığın özelliklerini sadece görmek de
ona yetmedi. Bilgiye karşı doyumsuz
merakıyla gözün fiziksel yapısını
inceledi, optik ve dalga hareketleri
üzerine çalıştı. Hayvan ve insan
bedeninin yapısını inceledi ve adele
hareketlerinin yapısını araştırdı.
Fizyoloji ve botanikte ilk incelemeleri
yine o yaptı. Kısaca çok yönlü kişiliği ile
ilgisini çeken her türlü konunun peşine
düştü. Öğrenmekten hiç çekinmedi ve
sonuna kadar öğrenmeyi başardı.
48
Da Vinci’nin araştırma ve öğrenme
isteği, inanılmaz sonuçlar doğuruyordu.
1482’de Ludovico Sforza yönettiği
Milano'ya gitti. İlgi çekici bir mektup
ile hizmette bulunmayı teklif etti.
Askerlik ve savaş yönetiminde kendi
buluşu olan dokuz yeni fikri sundu.
Onuncu fikrini de şöyle özetledi; ''10.
Barış zamanında, mimarlıkta, binalar
kurmakta ve suyolları yapımında
ustalara eriştim. Mermer bronz ya
da tuğladan heykeller yontabilirim.
Resim yapmak ise, mesleğimdir;
bunu mesleğini yerine getiren
herhangi bir adamın becerdiği kadar
becerebilirim. Ayrıca, babanızın anısını
ölümsüzleştirecek bir anıt yapabilirim.''
Dükün önünde çaldığı lut sayesinde
bütün müzisyenleri kendine hayran
bıraktı. Ayrıca zamanını en iyi hazırlıksız
şiir söyleyicisiydi. Dük bu genç
Floransalı ressamın çekiciliğine hemen
kapıldı ve teklifini kabul etti. Böylece
on yedi yıl Milano'da yaşayıp çalıştı.
Leonardo bütün saray eğlence ve
gösterilerinin de başındaydı. Hicivler,
alegoriler ve şarkılar yazıyor ve ayrıca
kendi görevlerini sürdürüyordu. Bu
yoğun çalışma temposunu kendine
has bir uyuma düzeniyle ayak uydurdu.
Sonraları “Da Vinci Uykusu” diye
ünlenecek bu yöntemle Leonardo
performansını ikiye katladı. Günün her
saatinde yalnızca 15 dakika uyuyarak
verimli bir çalışma sistemi geliştirmişti.
1485'te Milano'da görülen bir
salgın, Leonardo'ya şehri bir sağlık
düzeniyle yeniden kurma fikrini verdi.
Planları hazırladı ve Ludovico'ya
sundu. Ertesi yıl Milano katedrali için
planlar hazırladı. Bu arada geometri,
astronomi, enerji ve lut yapımı
üzerinde çalışıyor, boş zamanlarında
da Francesco Sforza'nın at üzerindeki
heykelinin modelini hazırlıyordu.
Yıllarca süren çalışmanın sonunda
80 metrelik heykeli tamamladı ve
Milano'da sergiledi. Fakat bu dev
heykel Fransızların saldırısında okların
hedefi oldu ve yıkıldı.
Da Vinci, 1494’te Lombardiya ovası için
su şebekesi planları hazırladı ve hava
şartları üzerine gözlemler yaptı. Aynı
zamanda ''Madonna'' resmini bitirmiş
ve aynı yıl resimlerinin en ünlüsü
''Son Yemek'' tablosuna başlamıştı.
Bu resim Santa Maria delle Grazie
manastırının duvarına yapılmıştı, fakat
tempera boyası sıvaya, sıva da duvara
uymamıştı, kısa zamanda parça parça
dökülmeye ve bozulmaya başladı. Son
Yemek tablosu, bozulmuş olmasına
rağmen dünyanın en önemli sanat
eserlerinden biri oldu. Rönesans’ın
kusursuzluğa ulaşan ilk baş eseri
ve bütün çağların resim tarihinde
en mükemmel kompozisyon diye
tanımlanan bu eser, kusursuz tekniği
ile tarihe imzasını attı. Leonardo
Milano’da, aralarında ''Kayaların
Bakiresi'' tablosunun da olduğu
sayısız iç süsleme ve portre çalışması
tamamladı.
Rönesans’ın en önemli sanatçılarından
birisi olan Da Vinci 1499 yılı
sonunda Milano'dan ayrılarak
Venedik'e gitti. Venedik'te Düşes
Isabella Gonzaga onu son derece
iyi karşıladı. Venedik’te vaktinin çok
büyük bir bölümünü matematiğe ve
mühendisliğe ayırıyordu. Mimari ve
askeri mühendisliğe ilgisi, gezilerini ve
etkinliklerini de yönlendiriyordu. Savaş
makineleri, toplar, nakliye ve kuşatma
gereçlerine dair bilgisini dükalığın
düşmesinden sonra, Cumhuriyetin
askeri danışmanı sıfatıyla Venedik'e
gittiğinde pratiğe dökme fırsatı buldu.
Leonardo askeri mühendis olarak,
Brunelleschi, Taccola, Francesco di
Gorgio ve Valturio'nun kavramlarını
geliştirdi. Karada ve denizde
kullanılabilecek silahlar tasarladı ve
balistik deneylerle bu silahların etkilerini
gözler önüne serdi. Leonardo'nun
diğer askeri tasarımları arasında çok
namlulu toplar, fırlatma mekanizmaları
ve patlayıcılar da sayılabilir. Ayrıca
bugün kullandığımız haliyle makasın
tasarımcısı da Leonardo'ydu.
Leonardo anatomi ve insan vücudu
üzerine büyük bir ilgi duyuyordu. Bu
konudaki ilk eğitimi çıraklık döneminde
başladı. Öğretmeni Andrea del
Verrocchio öğrencilerinin anatomiyi
kavramasında ısrarlıydı. Papa için
geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı.
Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmaya
devam etti ancak Papa, kadavralar
üzerinde çalışmasını yasakladı.
Leonardo'nun insan vücuduna
ilgisinin temelini, figür eskizleri için
incelemeler oluşturuyordu. İnsanı
olabildiğince canlı ve tüm hareketleri
gerçeğe en yakın şekilde çizmek için
dış gözlemleri yeterli görmemişti.
Vücudun içini de görmek, kemiklerin,
kasların ve eklemlerin birbirleriyle
ilişkilerini kavramak istiyordu. İnsan
organizmasına, çalışma prensiplerini
merak ettiği mükemmel bir makine
olarak yaklaşmıştı. O dönemin tıp
bilimine temel oluşturan antik çağ
hekimi Galen’in metinleri, merakını
ancak kısmen giderebilmişti. Aklına
gelen her soruyu sormaya başlamıştı.
Leonardo, gördüklerini çizerek açıklığa
kavuşturuyordu. Kesitlerle, ayrıntılı
görünüşlerle ve farklı açılardan yaptığı
çizimlerle anatominin detaylarını ortaya
çıkarıyordu. Çizimleri, bazı detaylardaki
yanlışlıklara karşın son derece netti.
Anne karnındaki bebek çizimi için
bir insan kadavrasına disseksiyon
yapmamış, inekleri inceleyip, oradan
elde ettiği sonuçları insan anatomisine
uyarlamıştı. Papa, Leonardo’nun insan
kadavraları üzerinde disseksiyon
yapmasını yasakladığında, dolaşım
sistemi üzerine yaptığı araştırmayı
devam ettirebilmek için sığır kalpleri
kullanmıştı.
yontması için büyük bir mermer blok
teklif edildi, fakat Leonardo buna
ayıracak zamanı olmadığından teklifi
geri çevirdi. Bu mermer daha sonra
Michelangelo'ya Davut heykelini
yapması için verildi ve ortaya bir başka
şaheser çıktı.
1500’lü yıllar ise coğrafya yönelmesi
ile şekillendi. Hazar Denizi'ndeki
med ve cezir üzerine araştırmalar
yaptı. Coğrafya kadar mimari de ilgisi
içindeydi. Arno Nehri'nin kanalize
edilmesi için planlar hazırlıyor ve
diğer yol ve köprü yapımı projeleri
üzerine çalışıyordu. Leonardo Da
Vinci’nin 1502’de büyük bir hayali
vardı: “dünyanın o güne kadar
gördüğü en büyük ve en güzel köprüyü
inşa etmek…” Sultan 2. Beyazıt’a
gönderdiği mektupta, Haliç’e de bir
köprü kurma amacından bahsetti.
Mektupta şunlar yazılıydı; “Ben,
kulunuz, İstanbul’dan Galata’ya uzanan
bir köprü yapmak istiyorum…” 507
sene önce yazılmış bu mektup ve
içinde yer alan tasarım diğer bir ifade
ile bir iş başvurusuydu. Gerçekleşseydi
kültürleri ve ulusları buluşturan bir
anıt olacaktı… Fakat kabul görmedi.
Bu tasarım daha sonra 2001 yılında
Norveç'te yapıldı. Bu dönemde
1514 yılında Fransa kralı I. Fransuva'nın
teklifini kabul ederek Ambois
yakınındaki Cloux şatosuna yerleşen
Da Vinci, öldüğü 1519 tarihine kadar
burada yaşadı. Doğaüstü resim
anlayışı, mükemmelliği yakalamış
heykel çalışmaları, not defterlerindeki
gizemli ve şifreler dolu yazı ve taslakları
ile geride birçok sanat eseri bıraktı.
Doğa biliminden mimari tasarımlara,
silah ve top üretimlerine kadar yaşadığı
çağın çok ötesinde işlere imza attı.
Uçak taslağı bile çizdi. Buharın
kullanılışını inceleyip, bir buhar topu
ve gemilere çark şemaları dahi çizdi.
Hidrolik biliminin yaratıcısı ve resim
çekiminde karanlık odanın mucidi
oldu. Suyun molekül yapısı, ses ve ışık
dalgaları üzerine çok derin bilgileri olan
Leonardo, çiçek ya da filiz yapısı ve
düzeni konusunda da çalışan yürüten
ilk kişi oldu.
Da Vinci bütün Orta İtalya'yı baş
mühendis sıfatıyla dolaştı ve bu
yolculukları sırasında yaptığı kusursuz
ve ayrıntılı altı harita bugün Windsor
Saray Kitaplığı'nda saklanıyor. Da
Vinci’nin yaptığı her çalışma büyük ilgi
uyandırıyordu. Floransalı bir soylunun
sarayının toplantı odası için savaş
resmi hazırlamakla görevlendirildi.
Leonardo'nun değişiyle hayvanca bir
çılgınlık olan bu savaş resmi, bütün
ressamların hayranlığını ve övgüsünü
kazandı. Leonardo'nun Raphael gibi
genç sanatçılar üzerinde bıraktığı
etkiler büyük ve kalıcı oldu. Leonardo
bu dönemde dünyaca ünlü resmi
''Mona Lisa'' üzerinde çalışıyordu.
Mona Lisa 1506 senesinde bitmişti.
Bu portre; gülümsemesi, garipliği ve
bakışlarındaki anlamının derinliğiyle
ününü giderek arttırdı.
49
50
51
rengarenk
Aydınlık
beyaz
bir ışık
Newton tüm reklerin toplamının beyaz olduğunu kanıtlayana
kadar, ışığın rengi olarak biliniyordu, bu inanış yıkıldı. Fakat
simgesel olarak aydınlığı temsil etmesiyle, hala ışığın rengi
sayılabilir nam-ı diğer “masumiyet” rengi...
Hex
RGB
CMYK
Hazırlayan:
Engin Çakır
Belki klasik gelebilir ama (dünya bir
toz bulutuydu diyerek) söze varolma
düşüncesinden başlamak gerekir
kanaatimce. Çünkü tüm renklerin
bileşiminden oluşan bir renk en
iyi varolmayı simgeler. Evrenin
yaratıcısının rengi neredeyse tüm
felsefe, din ve inanışlarda beyazdır.
Böylece bazen yaşamın başlangıcında
bazen de sonunda yer alan bir idealdir
beyaz. Yaşamın sonu olan ölüm anı
52
dahi bir geçiş anıdır ve çoğu kişinin
zihninde, filmlerde veya hikayelerde
beyaz olarak betimlenir. Görülenden
görülmeyene, diğer bir ifade ile başka
yere gidişi simgeler. Beyaz bir geçiş
rengidir.
Varlığımızın değişime uğramasının
rengi olabilir, düşünün; ölüm ve
yeniden doğuş. Renksiz bir renk olan
beyaz, olumlu ve gelişebilen dinamik
: #FFFFFF
: 255, 255, 255
: 0, 0, 0, 0
değerleri de hatırlatır bize. Doymamış
bir renktir. Temizliğin, iffetin, bekaretin,
masumiyetin, barışın, bilgeliğin rengi
olarak olumlu yananlamlarını sırtında
taşırken; bir yandan da soğuğu,
sessizliği, dinginliği ve kısırlığı
simgeleyerek ve saydam olarak
algılandığında görünmeyen bir renk
gibi hayaletlerin, hortlakların, korkunun
rengi olarak olumsuz yananlamlar
yüklenir.
Beyaz denince aklımıza gelenler
Kutuplar
Beyaz gül
Yaşlılık
Nikah Şekeri
Beyaz atlı prens
Beyaz Önlük
Diş
Din
Beyaz altın
Beyaz yalanlar
Tuval
Çarşaf
Beyaz Geceler
Gandalf
Beyaz At
Sadelik
Yat
Şeker
Temizlik
Beyaz ayarı
Beyazıt Öztürk
Beyaz Saray
Süt
Beyaz Rus
İnci
Beyaz Perde
Beyaz Irk
Dantel
Spor ayakkabı
Van kedisi
Masumiyet
Yelken
Her uygarlık ve millet beyazı farklı
yorumluyor aslında. Beyaz hakkında
çok ilginç detaylar saklı dünyanın dört
bir köşesinde... Mısır uygarlığında
beyaz, zenginliğin ve mutluluğun
simgesi olarak biliniyor. Siyahi Afrika'da
ise, ölülerin rengi... Aynı zamanda
ölüleri uzaklaştırmaya yarıyor. Genelde
"aydınlanma törenlerinde" beyaz renk,
törenin ilk aşamasının, yani ölümle
savaşmanın rengi olarak kullanılıyor.
Gelin Çiçeği
Kefen
Tül
Un
Gelinlik
Melek
Kış
İhram
Peynir
Kuğu
İlgi duyanlar bilirler; Vatikan
bayrağındaki beyaz renk, tanrının
yeryüzünün tek hakimi olmasına
gönderme yapar. Hindistan'da cenaze
merasimlerinin vazgeçilmez rengi
olan beyaz, Asya'nın birçok ülkesinde
yine cenaze törenlerindeki çelenklerin
rengidir. Hıristiyanlıkta, ölen çocuklara
toprağa verilmeden önce beyaz
giydirilir. Giysiler de beyaz çiçeklerle
doludur.
Soğuk
Martı
Ay
Nilüfer Çiçeği
Rakı
Siyah
Düğün
Kar
Bulut
Tuz
İç çamaşırı
Güvercin
Beyaz gömlek
Beyaz Eşyalar
Papatya
Tüy
Kutup ayısı
Kokain
Tıp
Kağıt
Yumurta
Uludağ
Saflık
Beyaz aslan
Zerafet
Bilgelik
Beyaz aynı zamanda
tamamlanmamışlığın göstergesi.
Birleştirici ve bütünleyici özelliğiyle, tüm
ışınları yansıtan tek renk. Tüm renkleri
barındırdığı gibi, tüm karışımlara
da elverişli... Ressamların üzerinde
çalıştığı tualin vazgeçilmezi olması da,
bu her türlü karışıma açık ve onları en
iyi şekilde yansıtabilme özelliğinden
ileri gelir.
53
rengarenk
Parlaklığın ve ışığın simgesi olarak
İslam’da “iyi” görülen beyaz,
çoğunlukla tedavi edici simgeler
yüklenmiş. Hastanelerin duvarları
genellikle beyaz mesela. Doktor,
hemşire ve hastabakıcıların
kıyafetlerinin beyaz olması, temizlik
ve sağlık koruma ile ilintili olduğu
kadar beyazın rahatlatıcı ve iyileştirici
özelliğinden de kaynaklanıyor.
Renginden dolayı süte de tedavi edici,
onarıcı özellikler yüklenir ya da...
54
Polonyalı sinema yönetmeni Krzysztof
Kieslowski’nin yaptığı efsane film serisi
Üç Renk Üçlemesi’nin “Beyaz”ından
bahsetmeden geçmemek gerekir
beyazı anlatırken. Maviden sonra
üçlemenin ikinci filmi olan Üç Renk:
Beyaz, Fransız devriminin ideallerinden
olan toplumsal eşitliği konu eder. Bu
açıdan beyaz, bilinen anlamlarından
başka bir anlam kazanmıştı.
Türkçe'de ise hiç olumsuz yananlam
yüklenilmeden kullanılan beyaz renk,
"temiz", "masum", "namuslu" gibi olumlu
çağrışımlar yaparak, daha çok "ak"
sözcüğüyle veriliyor: iffetli, namuslu
anlamında kullanılan "alnı açık, yüzü
ak" gibi deyimlerin yanı sıra, birinin
suçsuz olduğu yargısına varmak için
kullanılan"aklamak", bir dava sonunda
temize çıkmak anlamında kullanılan
"aklanmak" örneklerinde olduğu gibi.
Kısaca tıpkı eski bir tango şarkısındaki
gibi duygular besliyoruz beyaza;
“Papatya gibisin beyaz ve ince...”
55
odak noktası
Gözlerdeki
“ışığın” peşinde
Evlilik, bebek, çocuk, aile, portre, özel günler ve stok
fotoğrafçılığı… Demet Argun Güngör, içindeki “ışık
sevdasını” çok sonraları fark etmiş bir isim. Onun odak
noktasında insanların en özel anları ve gözlerindeki “ışıltılar”
var. O, fotoğrafa olan tutkusuyla yaşamını “yeniden”
şekillendirmiş birisi.
Odak noktası bu sayıda özel bir
fotoğrafçılık türünü ve bu türde çok özel
çalışmalar ortaya koyan bir fotoğrafçıyı
ağırlıyor. Hikayesi hem kendini,
hem çekim yaptığı insanları hem de
fotoğrafın hikayesini anlatıyor. Demet
Argun Güngör’ün fotoğrafta, fotoğraf
ile, fotoğraf için yaşadıklarını kendi
anlatımıyla sunuyoruz.
“Fotoğraf çekmeye çocukluk yıllarımda
başlamadım. İçinde uzun zamanlar
geçirdiğim ve fotoğraf banyoları
yaptığım bir karanlık odam olmadı.
Hayatımda bu kadar çok yer kaplayan
fotoğraf değil; resim, heykel veya
56
kıyafet - aksesuar tasarımları olabilirdi.
Hayatımın ince patikasında fotoğraf bir
şekilde diğer olasılıklardan daha öne
geçmeyi başardı.
Üniversitede tekstil mühendisliği eğitimi
aldım. Üniversite ve çalışma hayatımda,
bulunduğum ortama ait olmadığım
duygusunu içimde sürekli hissettim.
Bu duygu gün geçtikçe büyüdü. Öyle
ki son dönemlerinde, hemen hemen
her gün geç kalmaya başladım. İnsanın
gününün büyük bölümünü sevmediği
bir şeye adaması gerçekten zorlayıcı bir
durum. Tek isteğim sevdiğim birşeylerle
uğraşmaktı. Bu istek zamanla evrim
geçirerek farklı formlara büründü ve
son hali fotoğraf oldu.
Her bireyin kendine ait bir kişiliği
ve yetenekli olduğu yönler var.
Hiç kimse bir diğeri ile aynı değil.
Sahip olduğumuz yönlerin büyük bir
bölümü hayatın telaşlı akışında gün
yüzüne çıkamıyor. Çoğunlukla biz
bile kendi özelliklerimizin farkında
olamıyoruz. Bunca çok çeşitliliğin
olduğu insan yapısının, kendini daha
çok ortaya koyabileceği bir alanda
bulunmak istedim. İstedim ki o işi
benim yapmamla bir başkasının
yapması arasındaki fark ortaya çıksın.
Benim hayat süzgecimden geçmiş,
geçmişimle harmanlanmış, değer
yargılarımla şekillenmiş, bilgimle
güçlenmiş, duygularımla insani
yönleri ön plana çıkmış, iletişimimle
doğallaşmış bir sonuç oluşsun. Aslına
bakarsanız fotoğraf bana beklentimden
fazlasını verdi. Çünkü bir fotoğraf karesi
fotoğrafı çeken kişi kadar fotoğrafı
çekilen kişiden de pek çok şey taşır.
Bu şekilde ortaya çıkan sonucun yarısı
size, diğer yarısı ise karşınızdakilere
aittir. Onu eşit oranda sahiplenirsiniz.
Herkes kendinden birşeyler taşıyan
bu güzel sonucu paylaşmak ister.
Dolayısıyla fotoğraf aynı zamanda iyi
bir paylaşım aracıdır.Fotoğraf çekmeyi
zamanla daha çok sevdim. Sanırım
bu hayalimdeki fotoğraf karelerine
biraz daha yaklaşmama bağlı olarak
ortaya çıktı. Hayalimdeki fotoğraf
kareleri insanın günlük yaşantısındaki
tavırlarını, tepkilerini, mimiklerini
içeren tümüyle doğal kareler. Bunu
şöyle örneklendireyim. Bir arkadaş
ortamında, çantanızdan fotoğraf
57
odak noktası
makinanızı çıkarıp yanınızdaki
arkadaşınızın fotoğrafını çektiğinizi
düşünün. Fotoğraf makinası daha
ortaya çıkar çıkmaz ortamın doğallığı
bir anda yok olur ve fotoğraf karesine
yansıyan, aslında onun gerçek yapısı
olamaz. Toplumsal kurallara göre
şekillenmiş planlı bir görselliktir ortaya
çıkan. Oysa sizi çantadan fotoğraf
makinanızı çıkarmaya iten bu sonuç
değildir. Daha öncesindeki doğal
tavırlardır. Bu örneği vermemin bir
58
nedeni var. Önceleri iyi bir fotoğraf
çekebilmenin büyük oranda teknik
bilgi ve beceriye bağlı olduğunu
düşünürdüm. Son yıllardaki örnekler
bu düşüncemde ne kadar yanıldığımı
ortaya koyuyor. En az teknik bilgi
kadar veya ondan çok daha önemli
olan bir diğer yön ise karşınızdaki kişi
ile kurduğunuz iletişimin gücü... Bu
iletişim ne kadar güçlü ise, o kadar
doğal fotoğraf kareleri ortaya çıkıyor.
Fotoğrafını çekeceğim hemen hemen
herkesin ilk cümlesi “Ben hiç fotojenik
değilim” oluyor. Ne rastlantı diye
düşünüyorum içimden ve onlarla
düşüncelerimi paylaşıyorum. “Doğal ve
güzel fotoğraflar için fotojenik olmak
gerekmiyor” diye ekliyorum.
Fotoğraf çektirmek konusunda genelde
bayanlar daha istekli oluyorlar.
Çekime bayanların yanlarında
nişanlıları veya eşleri bazen istemeye
istemeye gelebiliyorlar. Fotoğraf
çekimi sonrasında konuşmalarda
erkeklerin yorumları duyulmaya
değer oluyor. “Ben şöyle dur, böyle
yap diye sürekli yönlendireceğinizi
düşündüm. Öyle olunca ben hiç rahat
olamıyorum ve bitmesini beklediğim
bir sürece dönüşüyor. Oysa burada hiç
düşündüğüm gibi olmadı. Çok keyifli
bir fotoğraf çekimi oldu.” Evet, işte bu
tam da benim istediğim sonuç…
Fotoğraf çekme süreci benim de çok
keyif aldığım bir süreç. Fotoğrafını
çekeceğim kişiler fotoğrafa ne
kadar çok değer verirlerse sonuçlar
o oranda başarılı oluyor. Fotoğraf
çekimine ayırılan süre yeterli
uzunlukta olduğunda, yaratıcı fotoğraf
karelerinin oluşma şansı da artıyor.
Çekim sırasında önceden dersine
çok iyi çalışmış gelinler veya anneler,
pek çok ayrıntı konusunda beni
bilgilendiriyorlar. Onlardan aldığım
bilgilerle, fotoğraf karelerini onları
daha iyi anlatır şekle dönüştürüyorum.
Fotoğraf çekimlerinde genelde
yanımda bir çanta dolusu obje veya
gün içinde kullanılması iyi olacak araç
gereç taşıyorum. Çantadan birşeyler
çıkardıkça, yanımdakiler şapkadan
tavşan çıkarıyormuşçasına beni
şaşkınlıkla izliyorlar.
Fotoğraf benim için çok önemli ve
değerli… Bu anlattıklarım dışında
onu değerli kılan bir başka neden
ise fotoğraf karelerimde yer alan
kişilerin beğenilerini tüm içtenlikleriyle
belitmeleri… Bir tiyatrocu için
sahnede alkışlar ne anlam taşıyorsa,
fotoğraflarına bakan kişilerin
gözlerindeki ışıltılı gülümseme
benim için aynı anlamı taşıyor.Hayatı
geçmişten geleceğe aktarabildiğim için
mutluyum.”
59
detaylı bakış
Demet Argun Güngör kimdir ?
Uludağ Üniversitesi M.M.F. Tekstil
Mühendisliği Bölümü mezunu. 2000
yılından bu yana fotoğrafla iç içe bir
hayat sürüyor. Bursa’da yaşıyor. 2003
yılında ilk düğün fotoğrafını, 2005
yılında ilk doğum fotoğrafını çekti. 2010
yılında iki fotoğrafçının fotoğraflarından
oluşan “Hayata Merhaba” adlı sergide
doğum ve bebek fotoğrafları sergilendi.
Fotoğrafladığı konular; evlilik süreçleri,
hamilelik, yeni doğanlar, bebekler,
aileler, doğum günleri, partiler ve portre
fotoğrafları… Fotoğraf çektirmek için
mutlaka bir nedene gerek olmadığını
düşünüyor. Belgesel tarzda fotoğraflar
çekiyor. www.demetargun.com
Facebook: DEMET ARGUN PHOTOGRAPHY
60
61
fotoğrafa yazı
ESKİ SEVGİLİLERİM BİRER BİRER
EVLENİYOR.
Ve ben işte yaşlanıyorum iyiden iyiye.
İlk gençliğin renkli rüyaları, bilgece
bir gülümsemeyle akla gelen sevimli
hatırlara dönüştü; artık ne hayat öyle
çok uzun geliyor şimdi bana, ne de
gençliğin sonsuza uzarmış gibi duran
gölgesine inanıyorum.
Bir sabah uyandığımda artık “genç” bile
olamayacağımı biliyorum; bunu bana
sızlayan kemiklerim, harekette zorlanan
eklemlerim ya da aynada gördüğüm
buruşuk yüz değil üstelik, bir Eylül
söyleyecek.
Size Eylül’ü anlatayım.
Eylül, geçmiştir; geçip gitmişlik, yarım
kalmışlıktır.
İçinde aslında sizin de olabileceğiniz
bir hayata, şimdi çok uzaktan
bakmaktır. Kimi zaman sızı, kimi
zaman duyulan acı, ya da işte Eylül,
siz’sinizdir; içinde sizin olmadığınız
bir hayatta. Dokunamadığınız ama
gördüğünüz, elinizi uzatamadığınız ama
orada olduğunu bildiğiniz; işte Eylül
bir filmdir sahnede oynayan ve sizin
sadece izlediğiniz; hani başrolü size
teklif edilmişken bir vakit.
Dün erken vakitte gelmiş.
Benim “facebook” hesabıma. Önce
görmemişim, sonra bugün akşamüstü
tekrar girdim siteye, bir mesaj gelmiş.
Adı Eylül. Beş tane fotoğrafı var, özenle
giydirilmiş, cicili bicili, her birinde daha
tatlı, tombul yanakları ısırmalık kırmızı,
çenesinden akan salyalarda bir başka
çocuk gülümsüyor sanki. Gözleri pek
tanıdık; ismi dilimin ucunda bir kadının
bebekliğini görüyorum gibi.
Daha sonraki yazışmalarımızda henüz
yedi aylık olduğunu, dişleri çıkmak
üzere olduğundan damağının çok
kaşındığını ve bu ismi ona annesinin
verdiğini öğrendiğim bu küçük
arkadaşım, bebekliğine hiç aldırmadan,
beni yerlere seren şu soruyu sormuş:
“ben doğdum, sen hala ıssız mısın?”
62
Eski sevgililerim birer birer evleniyor.
bulacaklarını.
Ve ben işte yaşlanıyorum iyiden iyiye.
İlk gençliğin renkli rüyaları, bilgece
bir gülümsemeyle akla gelen sevimli
hatırlara dönüştü; artık ne hayat öyle
çok uzun geliyor şimdi bana, ne de
gençliğin sonsuza uzarmış gibi duran
gölgesine inanıyorum.
Ve işte Eylül, siz’sizinizdir, içinde sizin
olmadığınız ve asla olamayacağınız bir
hayatta.
Onların asla unutmadıklarını bildiğim
gibi.
Terk ettiğiniz kadın çıkagelmiştir
yıllar sonra. Bir vicdan gibi karşınızda
durur; üstelik artık tek kişi de değildir.
Sizden hesap sormaz, kızmaz size,
sorgulamaz, bir yaranız var mı ona
bakmaya da gelmemiştir üstelik ama
işte sadece öyle uzaktan, hesapsız,
gövdesini kapıya yaslayıp içeri meraklı
gözlerle bakan çocuklar gibi bir göz
atıp gidecektir hayatınıza. Belki bir
gece rüyasına girmişsinizdir, apansız
yakalamışsınızdır onu bir rüya arasında,
belki yolda size benzeyen birine
rastlamıştır, belki ismi sizinle aynı olan
bir başka adamla karşılaşmıştır, birden,
aniden, hiç haberi bile yokken ve sizi
aslında hiç unutmamışken, tutuşmuştur
alevi yeniden, sizi görmenin, size ses
vermenin ve sizden ses duymanın
yakıcı arzusu. Evli barklı o kadın, o
incecik çizginin ötesine geçince birden
özlem dolu bir “eski sevgili” oluverir.
Belki sizinle Heybeliada’ya giden
vapurun kuytu bir köşesinde öpüşürken
kendinden geçen bir genç kız, belki siz
onu terk ettiğinizde, size nefretle bakan
ve o an, onun size hayatı boyunca artık
öyle bakacağına inandığınız acı dolu
kadın oluverir.
Bulur sizi.
Nerede olursanız olun, ister evli, ister
bekar, ister ıssız, ister çocuklu..
Bulur.
Size söylesem, biliyorum inanmazsınız,
benim öyle olmasını umduğumu bile
düşünebilirsiniz ama işte öyle değil;
unutmuyor kadınlar.
Ve ilk çocuklarını sizinle büyütüyorlar.
Bir kadının ilk aşkıyla ilk çocuğu
arasında derin bir bağ vardır. O çocuk
bir gün o “amca”yla karşılaşsa bir
yerde, denk gelip sohbet etseler, o
çocuk o amcanın hikayesini bir yerden
biliyor olacak muhakkak. Amcaların
hikayeleri, ilk çocuklara tanıdık gelir.
Benim hikayemin, Eylül’e tanıdık
gelmesi gibi.
Bacakta sallanırken, annesinin
omzunda uyurken veya bir gece
yarısı aniden uyanıp meme ararken
ve bulurken sütü, yüzünü annesinin
göğsüne dayamışken, fısıldanmıştır ona
benden hikayeler.
Genç anneler, genç babalara
anlatamayacaklarını ilk çocuklarına
anlatır ve ilk çocuklarını ilk aşklarıyla
büyütürler. Çiçekleri sular gibi, onların
topraklarına ilk sevgililerinin anılarını
akıtırlar. Çiçek büyür; çiçek işte, elde
değil, büyüyecek.
Eylül, kızım.
Sen de büyüyeceksin.
Bir gün bir yerde karşılaşırsak eğer,
bu “amca”nın hikayesini daha duyar
duymaz, sana bir şeyler tanıdık gelirse,
o kokuları duymuşsan önceden, bu
sesler tanıdıksa, bil ki sen ilk çocuk ben
ilk aşk’ımdır.
Ben senin suyunum, sen çiçeksindir.
Eliyle koymuş gibi hem de. Kadınların
“bulmak”la ilgili, erkeklere verilmemiş
bir yeteneği olduğuna inandığımdan
değil, onların arzularının hiçbir engel
taşımadığını bildiğimden, biliyorum
Eylül’sün sen çünkü.
Sahnede oynayıp duran; başrolü bir
vakit bana teklif edilmiş hani.
Eylül
Celil Sezer
63
deli kızın defteri
Gözde Aral
“Yasak elma”
"Hala bitirmedin mi?" diye sorduğumda, vereceği cevabın beni böylesine derin ve karanlık dehlizlere
sokacağını bilmiyordum. "Bitirmek istiyorum, ama o kadar bölündüm ki, birçok şeyle uğraşıp, hiçbirini
tamamlayamıyorum. Aynı anda dört kitap okuyorum, eve taşıdığım işimle uğraşıyorum, bir yazı ve yeni
bir tasarım üzerinde çalışıyorum, bir de kendimi onunla aldatıyorum..."
TAM BU NOKTADA TAKILDIM
KALDIM. O, kızının gözünün önünde
büyüdüğünü ve ona bile yetişemediğini,
sürekli koşup, yine de geç kaldığını
anlatmaya devam ederken;
ben zihnimde uçuşan düşünce
baloncuklarını bir bir patlatarak gerçek
dünyaya dönmeye çabalıyordum. "Kendimi onunla aldatıyorum"
derken eşinden bahsediyordu. Evet
biliyordum, muhteşem bir evlilik değildi
onlarınki, zaten hangisi öyleydi ki... O
veya bu şekilde kendisi için çizilmiş
yolları izleyerek doğan, büyüyen, okula
başlayan, okulu bitiren, işe başlayan,
evlenen, şanslıysa henüz boşanmadan
çocuk sahibi olan veya yine şanslıysa
henüz çocuk sahibi olmadan boşanan,
yaşlanan, çocuklarını okula gönderen/
işe başlatan/evlendiren, torun sahibi
olan, ve sonunda ölen canlıya insan
denir. (Bkz. On Adımda Biyoloji,
64
Adım 1) Evlilik, bu yolda ilerlerken
alınması gereken virajlardan birisi,
hatta belki de en önemlisidir. Evet, tam
olarak böyledir.
"Bizimkisi bir şirketi yürütmek
gibi..." demişti daha önce de, "ortak
ürünümüzün iyiliği için çalışıyoruz." Bu
muydu hayatın kalanı için öngörülen
rota? Gökten düşen elmalar, sonsuza
kadar mutlu yaşamalar masallarda
olurdu, bunu biliyorduk ama, ancak
buraya kadar mı erebilmişti o yüce
aşkın kolu? Ne hazindir ki, herkesin
bildiği ama kimsenin kabul etmek
istemediği bir yere varıyordu en davullu
zurnalı düğünler bile...
"Ortak ürünün iyiliği için birlikte
yaşamaya katlanma" ekseninde
seyrederken; görev paylaşımında
üzerine düşen sorumlulukları yerine
getirme, akşamları eşinle yarım saat-
çözülmesi gereken mali sorunlar ya
da ekstra bir gündem maddesi söz
konusuysa belki bir saat-konuşma, ve
bu esnada bir yandan televizyonda
dizi izlerken meyve yeme; haftasonları
benzer durumdaki "iyi arkadaş"larla
buluşup -kadınlar mutfakta ya da
salonda, erkekler mangal başında
veya içki sofrasında- hep aynı
konularda (çocuklar, fazla kilolar,
alışveriş, kocalar/iş, futbol, kadınlar)
hep aynı sözleri sarfederek zaman
geçirme; ve tüm bunların son derece
normal olduğuna kendini inandırma...
Kendini kandırma ve sonunda
kendini eşinle aldatır hale gelme...
Hadi Havva o zaman işin bu raddeye
varacağını tahmin edemedi ve bile bile
lades dedi; peki biz neden canımızı
yakacağını bildiğimiz bu elmadan
bir ısırık almak için hala bu kadar
hevesliyiz?
65
hemzemin
Nazlıhan Ergin Şevik
Yüzlerce yıllık
tarihiyle Bursa, tam
bir hoşgörü kenti...
Üzerinden gelip
geçen tüm halkları
kucaklamış, önemli
bir medeniyet beşiği
olmuş yüzyıllarca. Bu
şehir; hem entelektüel
hem bağnaz, hem
göçmen hem manav,
hem huzur seven hem
coşan, hem yoksul
hem varsıl her türden
insanı mutlu edebilen
bir güçte...
Evrene bir hoşgörü ışığı
Fotoğraf: Engin Çakır
66
İŞTE BU YÜZDEN hemzemin bir
şehirdir Bursa. Farklı yönlerden
gelen kültürlerin paydasına doğasını,
güzelliklerini, maneviyatını koyan, onca
çeşitlilik içinde öylece sakin duran,
herkese kucak açan ulu bir dağ şehri...
Köşemin ismi biraz da bu
yüzden“Hemzemin”. Dergi
Bursa’daki ilk yazımda Bursa’yla da
özdeşleştirdiğim bu nadir duyduğumuz
ama kulağa hoş gelen, naif, insancıl
kelimeyle ilgili aslında bildiğiniz bir kaç
şey söylemek istiyorum.
Tahmin edeceğiniz gibi dilimize
Farsçadan gelmiş pek çok sözcükten
biri hemzemin. Özgün yazılışı;
he’mzemin. Anlamı TDK’ ya göre “aynı
düzeyde olan”. Trafikte karşımıza
çıkan şekli “hemzemin geçit” ise “kara
yoluyla aynı düzeyde olan tren yolu
geçidi” anlamında kullanılıyor. O halde
öz Türkçede aynı tabanı paylaşan yani
“tabandaş” da diyebiliriz. İngilizcede
hemzemin; “grade”, “level” gibi seviye/
düzey anlamında karşımıza çıkıyor. Ben
ise şöyle açıklayacağım; iki farklı şeyin
aynı seviyede kesişmesi, birbirleriyle
aynı paydada kavuşması. Mecazi
anlamda “hemzeminde buluşmak”
tabirini yaşamımızın her alanına
bütünleştirebiliriz diye düşünüyorum.
Çünkü insanlığın en güzel erdemi olan
hoşgörüyü, anlayışı çağrıştırıyor.
Dünyada ve ülkemizde her gün onlarca
kötü haber duyuyoruz. Artık birçoğuna
şaşıramıyoruz bile, çünkü kanıksadık.
Farklı yönlerden, kutuplardan,
fikirlerden olan iki ya da daha fazla
grubun yaşadığı, yarattığı hatta
dayattığı kaosların içerisinde buluyoruz
kendimizi. Bunlara kimilerimiz susuyor,
bakıp geçiyor, kimilerimiz duyarlı
davranıp harekete geçiyor, kimilerimiz
ise orta noktada kalmayı tercih ediyor.
Aklınıza hemen siyaset geldi değil
mi? Yok yok siyaset yapmayacağım.
Fakat şimdi gündemimizde seçim
var, elbette o seçim kampanyaları,
kavgaları, saf seçme, seçtirme kaygıları
da konumuza dâhil. Ama daha genel
düşünelim istiyorum; tüm evrende
farklı istikametleri olan, farklı amaçlar
taşıyan, farklı kültür çatıları altında
olan zıtlıkları düşünelim. Bunların
hiç mi ortak özellikleri, paydaları yok
sizce, hiç mi bir kesişme noktası
bulunmaz? Sonucunda güzel durumlar
yaratacağını biliyorsak, iki ayrı şeyi
neden aynı potada eritemeyelim?
Hani ilköğretim matematiğinden
hatırlarsınız; “paydaları eşitleme” diye
bir formülümüz vardı. Paydadaki farklı
sayıların “e.k.o.k.” unu (en küçük ortak
kat) bulurduk, birbirine denk olduğu
zaman işlemimizi daha rahat yapardık.
Demem o ki, ortak yönleri olan her şey
ile işimiz daha kolay.
Peki ya neden hep zoru seçiyoruz?
Neden bunca arbede, kavga, savaş
yaşamlarımızdan hiç eksik olmuyor. Bu
sorunun tek bir yanıtı var; eşitsizlik,
aynı düzeyde olamamak… Tüm insani
ilişkilerimizde anlayıştan, hoşgörüden
yoksun oluşumuz.
En basitinden tüme varım yöntemiyle
ikili ilişkilerimizi irdeleyelim; karşılıklı
hoşgörü ve adalet çerçevesinde
yeşermeyen her ilişki daha çiçekleri
açmadan solmaya mahkûm oluyor.
Çünkü sadece bir tarafın özverisi,
hemzeminde buluşma çabası ne yazık
ki bir süre sonra sonuç vermiyor. Bu,
dostluk, iş, aile ilişkilerimizde de hep
aynı.
Gün geçmiyor ki yeni bir felaket haberi
okumayalım! Birbirini dinlemeyen,
anlamayan insanların işlediği cinayetler,
özgürce kendini ifade edemeyen
kadınların kurban oluşu, dilimize
pelesenk olmuş fırsat eşitsizlikleri
yüzünden yaşanan yüzlerce acı olay…
Cinnetler, cinayetler biliyorsunuz işte
üçüncü sayfa haberleri…
Aslında yalnızca ülkemizde değil, tüm
dünyada eşitsizlik hüküm sürüyor.
Bizler bakış açılarımızı değiştirmedikçe,
başka başka yönlerde olsak da
birbirimize saygı duyup, orta noktalar
bulmaya çalışmadıkça, bu sizden,
o bizden diye ayrımcılık yaptıkça bu
durum hepimiz için daha büyük bir
tehdit oluşturuyor. Giderek küreselleşen
dünyamız için de çıkmaz haline geliyor.
Kızılderililerin bu konuyla ilgili çok güzel
bir sözü var; “Arkamda yürüme, ben
öncün olmayabilirim. Önümde yürüme,
takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü,
böylece ikimiz eşit oluruz”.
Özellikle son dönemlerde eğitim,
hukuk, sağlık, iş dünyası, cinsiyet,
medya, din, ırk, siyaset gibi insanlığı
ilgilendiren sosyolojik her alanda
eşitsizliğin boy gösterdiğine tanık
oluyoruz. Daha adaletsiz bir dünyanın
içerisinde olduğumuzu görmeden hep
karşı kuvvetleri suçluyor, kendimizi
aklıyoruz.
Eğitimdeki eşitsizlikler kopya
skandallarına, siyasetteki eşitsizlikler
kaset skandallarına, cinsiyet
eşitsizlikleri cinayetlere, gelir
eşitsizlikleri isyanlara dönüşüyor.
Bakınız Libya, Yemen, Mısır, Suriye…
gerisini siz getirin. Dünyanın her
yerinde halk isyan bayrakları çekiliyor,
diktatörlüğe, eşitsizliğe karşı direniyor.
Kimse de çıkıp uzlaşmaya çalışmıyor.
Hâlbuki hiç de zor değil uyum içinde
ve sevgiyle yaşanabilir bir dünya
kurmak. Sadece biraz daha hoşgörü
ve biraz daha saygı… Yeryüzünde akıl
ihsan edilmiş en güçlü canlılar biziz.
Ve biz ne olursak olalım yaratıcının ve
adaletin önünde, insan hakları evrensel
bildirgesinin ilk maddesinde söylendiği
gibi her birimiz hür ve eşitiz.
Hepimizin içinde var olan anlayış
ve adalet ilkelerimizle etrafımızdan
başlayarak evrene güzel bir hoşgörü
ışığı yayabiliriz. Çok mu hayalperest
düşünüyorum? Ee, siz de düşünün,
ne zararı var! Şuna can-ı gönülden
inanıyorum; biz birbirimizle fikir, inanç
ve duygu ayrılıkları yaşasak da yani
hemfikir olmasak da hemzeminde
buluşabiliriz. Bence buna siz de inanın
ve bugünden itibaren bir hoşgörü ışığı
yakın tüm tersliklere, olumsuzluklara…
Hepimize aynı düzeyde ılımlı bir yaşam
diliyorum.
Hemzemin’de buluşmak üzere.
67
havadan sudan
“Gitme” zamanı
Soluduğumuz havanın farkına varmadan, nefes nefese, “telaş
içinde” yaşıyoruz. Zamansızlıktan, yorgunluktan şikayetçiyiz.
Hayallerimiz ve beklentilerimiz var. Ancak bize sonsuz hayatlar
bahşedilmiş gibi erteliyoruz kendimizi. Mazeretler uydurup herşeyin
ayağımıza gelmesini bekliyoruz, gitmek dururken...
HEPİMİZDE VARDIR zaman zaman
gitme isteği. Çocukluğumdan annemin
sözlerini hatırlıyorum. Bazen çok
uzaklara gitmek istediğini söylerdi.
Bugünlerde çok duyar oldum bu sözü
çevremden, herkesin gidesi veya
kaçası var uzaklara. Her şeyini alarak
ya da her şeyden vazgeçerek...
Rüzgarlar bu duyguyu hatırlatır bana
daima. Serin, kışkırtıcı bir dokunuşla
gelir vurur yüzüme. Yüzüme çarpıp
geçerken içime çekerim, kapanır
gözlerim ve onun fısıltısını duyarım:
“Hadi” der, “kalk ve kıpırda...” “Bir kez
olsun farklı bir yöne git, hesaplamadan,
çok düşünmeden, keşfederek
hissederek takip et beni.”
Gitmek yenilenmektir bence, özgür
hissetmek. Gideceğimiz yönü tam
olarak bilmesek de, hatalı kararlar
alsak da gerçek bir tecrübedir.
68
Keşiftir en azından, sorumsuzluk
değil... O kadar korkarız ki düzenimizi
bozmaktan, farkında bile olmadığımız
bağımlılıklarımızdan vazgeçmekten.
Yaşamımızda bir şeyleri değiştirmek
için daima doğru zamanı, uygun şartları
bekleriz. Fakat o şartlar hiçbir zaman
uygun olmaz biz uygun olmadıkça.
Zaman ise aldırmadan süratli bir
şekilde ilerler ve beklemez hiçbirimizi,
tıpkı rüzgarlar gibi....
Elbette kolay değil hayallerinin peşine
takılmak. Sonunda mutluluk da olabilir
hayal kırıklığı da... Yıllarca zor geldi
bana da gitmek. Mecburi vedaları
sevemedim hiç. Aniden toplanan
eşyaları, belirsizlikleri, havalimanlarını,
otogarları sevemedim. Şimdi anlıyorum
da, o gitmeler büyüttü beni. Her yeni
adım farklı yerler tanıttı. Farklı renkler,
duygular işledi içime. Artık değişti
Nazan Aşkalli
bakışım. Her gidiş yeni bir dünya,
her karar yeni bir ben oldu. Ama hala
bitmeyen ertelemelerim var: başlanacak
diyetim, yapamadığım ziyaretler ve
bitirilecek işler... Artık dinliyorum
rüzgarların sesini, hazırım takibe. Bu
mevsim büyük valizler istemiyorum.
Erken rezervasyon da yaptırmadım.
Küçük kızım sokak aralarında keşfetsin
dünyayı, mini kulüpte değil. Doğal
animasyonlar izleyeceğim artık. Gün
batımındaki ışıkların dansını, deniz
fenerindeki aşıkları, limana dönen
teknelerin yarışını, bir dondurma daha
diye ağlarken çekiştirilen çocukları...
Detaylara takılmadan havadan sudan
sohbetlerle tanışacağım yeni insanlarla.
Doğayı olduğu gibi kabullenmeyi
öğrenip, her günün bir armağan
olduğunu hatırlamak istiyorum yeni
kararlarla, yeni yarınlara doğru... Benim
için artık “gitme” zamanı...
69
kupasız şampiyon
Harlem'de
tek gözü
kalmış
canavar
70
Tek gezen insan boş dolap gibidir. Dolabı dolduracak olan gidilen
şehirdir. Korkuları, otelde bırakıp çıkarsanız dışarı, başlar şehir
doldurmaya dolabı. New York’a tek gittim geçen yıl. 15 gün kaldım.
Kapakları sonuna kadar açık, kocaman bir dolaptım. New York’un
hoşuna gitti bu halim, cömertçe doldurdu dolaba hikayeleri.
İLK HAFTANIN SONUNDA bir de baktım
yanımda 10 kişi. Davetiyesiz girilmeyen
The Box diye bir kulübe sokmuşlar
beni. Anlat diyorlar, nasıl geçiyor ilk
New York seferi? Central Park’ın orada
bir hostelde kalıyorum diyorum, kaşları
havaya dikiliyor, “Hostel mi? Korkmuyor
musun?” “Bana bir şey olmaz” diyorum.
“Benim gezi meleklerim var.” “Allah
allah” diyorlar, “o nasıl oluyor?
Cevaplıyorum: İnsan kendini bir
gece Harlem’de bir barda tanımadığı
insanlarla takılıp da eve tek parça
dönmüş bulabiliyor. Bu bulma halini
de meleklere bağlıyor. Hostel 5.5’likse,
Harlem 7.9’luk bir deprem yaratıyor
suratlarında.
Anlatıyorum: Harlem beni değil
gözümü korkuttu. Lensle uyumuştum
da bir önceki gece. Kıpkırmızı gözlerle
uyandım sabah. Akıyor da akıyor.
Metrodayım, kadının biri “Why do
you cry sweetheart?” diye soruyor.
Olmayacak bu böyle diyorum ve
geceyi kurtarmak adına bir New
York gündüzümü hostelde uyuyarak
geçiriyorum.
Uyanıyorum gece. Sağ gözüm hala
Natalie Portman’ın Black Swan
filmindeki deli gözleri gibi. Sol gözüm
kendine gelmiş. 5 numara miyobum bu
arada. İyileşen sol gözüme takıyorum
lensi sağım hala görme engelli…
Couchsurfing’ten mesajlaştığım bir çift
var, zenci. Bu gece için sözleşmiştik,
Harlem gecelerini de katacaktık benim
dolaba. Son geceleriymiş bu, uzun bir
seyahate gidiyorlarmış yarın. İsterse
gözüm çıksın, bu gece Harlem’deyim,
aksini kendime yediremem. Günlüğe bir
Harlem başlığı atmadan dönmem New
York’tan. Gece 11. Çıkıyorum hostelden
tek gözü kalmış canavar.
Gözde Tezer
New York o gece buz kovası. Akan
gözüm ve havanın soğukluğu, el
birliğiyle elektrik süpürgesi gibi
çekiyorlar aşağı burnumdaki sümükleri.
Mendil artık yüzümün bir uzantısı.
Bir yandan sümkürüp bir yandan
metrodaki yazıları okumak için tek
gözümü kapıyorum. Metrodaki kızın
bakışlarından okuduğum kadarıyla,
pek kendimde görünmüyorum. 15
dk sonra Harlem’deyim. Hani nerede
çeteler, hey beyaz piliç diye etrafımı
sarıp bana bıçak sallayacak zenciler?
Sokaklar gayet sakin. Adresi arıyorum.
Ben çift gözle yol bulamam, tek
gözle ne halt ediyorum? Arıyorum
zenci arkadaşlarımı, anlamıyorum ne
diyorlar, kulağım aksanlarıyla bir türlü
barışamıyor. Durduruyorum sokaktan
geçen bir beyaz saçlı zenci amcayı,
telefonu veriyorum. Arkadaşım ne diyor,
anlayıp bana anlatır mısınız? Tane
tane anlatıyor. Kocaman açıyorum
tek gözümü, buluyorum adresi. Niye
ağlıyorsun diyorlar? Çok korkuyorum
diyorum zencilerden. Ciddiye alsak mı
bakışıyla birbirlerine döndükleri anda
ama sizi sevdim diyorum. Lensime
küfretmeye ikinci cümlede başlıyorum.
WuuTange yapmışlar bana, bir tür
zenci kokteyli… Bunu iç, bir şeyin
kalmaz diyorlar. Adam Kate Winslet’ın
şöförüymüş, kadınsa tutunamamış bir
model. Hoparlörler Sade’le titriyor,
smooth operator. Gerçek bir Harlem
gecesine hazırsan çıkalım diyorlar.
Son bir kez siliyorum gözümü (ve
burnumu), hazırım diyorum doğuştan
hazırım. Giriyoruz bir bara. Herkes
zenci, bir ben beyaz. Büyüyor masa,
arkadaşları geliyor çiftin. Amerikalılara
pek bayılmam ama zenciler başka…
Sıcaklar, kafalar, doğallar… Zenci
poposu, beyaz Amerikalı poposundan
ne kadar iyiyse, esprileri de o kadar iyi
beyazlardan. Benim ruhum zenciymiş,
öyle dediler birkaç saat sonra. Ruhum
pek mutluydu ama bedenim yamuk
yaptı ruhuma ve geceye. Dayanamadı
o soğuğa bünye. Ateşim çıktı barda.
Eve gitmek ister misin, çay yapalım
sana dediler. Hayır dedim New York’ta
her şey olabilirim hasta asla! Gittim
barmenden buz istedim bir de poşet.
Koydum buzu alnıma, bileklerime.
Hasta olmayayım diye de rüşvet
olarak bir WuuTange daha verdim
bedenime, birkaç da tekila shot. 15
dakika sonra sandelyelerin tepesinde
dans etmekteydim. Startını hostelde
alıp Harlem’e uğrayan tatilim, Lindsay
Lohan’e komşu bir gökdelenin 32’nci
katında noktalandı. Dolabımı o katta
dolduranlar da başka yazıya kaldı.
71
köşe
Karanlıkta yolunu
bulmak isteyen herkesin
aydınlığa hasreti gibi,
kar kalkmadan açan
kış çiçeği “Kardelen”in
de hasretidir güneşe
uzanmak.
Dilek Şen
Işık saçan kadın
ZORLU ŞARTLARDA, toprağı delerek
güneşe uzanır, üzerindeki karı delerek
çıkar aydınlığa ve ışığı gördüğünde
güzelleşir Kardelen. Tıpkı eğitime
hasret, öğrenmeye istekli, cehaletten
ve töreden kaçan, birey olmak isteyen
kızlarımız gibi. İşte bu kızların sessiz
feryatlarına yankı olan “Kardelenler”
projesi 28 Ağustos 2000 tarihinde
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet
Bakanlığı, bir GSM operatörü ve
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
tarafından düzenlenen bir basın
toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. O
günün şartlarında Türkiye genelinde,
okuma azmi ve kararlılığı gösteren
5.000 kız öğrenciyi kapsayan projede,
bugün gelinen noktada erişilen
rakamlar yaklaşık olarak aşağıdaki gibi;
20.000 öğrenciye GSM Operatörü
bursu verildi, 8.666 Kardelen liseden
mezun oldu, 2707 Kardelen üniversiteyi
kazandı, 755'i mezun oldu.
Bu kızlarımız bir şekilde güneşi
görebilmiş, uzatılan elleri tutabilmiş
ve üzerlerine örtülen kara topraktan
beter töre baskısından uzak
durabilmişler... Amaç artık daha çok
Kardelen’i, daha güçlü, bağımsız
olarak yetiştirmek, aydınlığı daha çok
insanla paylaşmak ve Kardelen’lerin
üzerindeki ışığı hayatın renklerine
72
karıştırabilmek... Okula gönderilseler
dahi nisan ayı itibari ile tarlaya çekilen
kızlarımıza umut olabilmek, büyümeyi
beklemeden üzerlerine giydirilen
gelinliğin geleceklerini karartmasına
göz yummamak, kız olarak dünyaya
gelmenin bir suç olmadığını
anlatabilmek...
Ve annelerinin kaderini yaşamak
istemeyen bu kızlara yeni hayatlar
sunabilmek için yapılan çalışmalarda,
adı sıkça geçen önemli insan Türkan
Saylan… Aramızdan ayrılışının 2.
yılında vizyona giren filmi ile kendisini
bir kez daha tanıma ve anlama şansı
yakaladığımız; törenin, cehaletin,
yoksulluğun ve çaresizliğin kararttığı
geleceklere ışık olan “Aydınlık Yüz.”
Ergen olmadan gelin olan, okuma
yazma bilmeden oy kullanan, sadece
doğurması ve hayatı kolaylaştırması
beklenen kızlarımızın hayatları bu
aydınlıkla değişti, bu ışıkla yeniden
anlam kazandı her şey. Cehaletin kader
olmadığı gerçeğini herkese gösterdi
Türkan Hoca. Elini gidebildiği yere
kadar değil, gitmesi gereken yerlere
kadar uzattı. Yüreği sadece yakınları
için değil, yanında olması gereken
herkes için sımsıcak; inancı, sonuçları
ne olursa olsun, amacını yaşatacak
kadar güçlüydü.
İçerisinde bulunduğumuz koşullar ne
yazık ki hiçbirimiz için denklik teşkil
etmese de fırsatlarımızı paylaşmayı
öğreten, umursamadıklarımızın birileri
için yaşam olduğunu, nefes alabildikçe
umudun süreceğinin ispatı olan
Türkan Hoca’nın en büyük mirası tek
başına çıkılan bir yolda yüreği aydınlık
olanların aynı ışığa yönleneceğini
bizlere öğretmesi oldu. Bir başına
çaresizken birlikte neler yapılabiliyor
ve elinizi uzattığınız hayatlar nasıl
anlamlanıyor, bize bunu öğretti.
Şimdi ardında kalan eserleri, elinden
tuttuğu kızları ve bu ülkeye armağan
ettiği gençliği yaşatıyor onu. Karanlık
gelecekler ve kararmış zihniyetlere
karşı savaşan Işık Saçan Kahraman
Kadını... Bir mola istedi hayattan,
daha yapacak çok işi vardı; ancak
18 Mayıs 2009 sabahı henüz güneş
şehre dönmeden yüzünü, melek olarak
geceye karıştı.
Yolun ve yerin aydınlık olsun Türkan
Hocam, bıraktığın ışık daha nice
Kardelen kızımız için yön ve yol
belirleyecek.
MY KITCHEN İLAN
73
serbest yazı
Evreni aydınlatan, hızına
kimsenin yetişemediği ve
dokunamadığımız bir his.
Hayatımıza dokunmazsa
yaşayamayacağımız “ışık...”
Işık denince akla hemen aydınlık
geliyor, pırıl pırıl bir ortam,
sonsuzluk ve gelecek...
Işığını
kaybetme
IŞIĞIN OLMADIĞI, kasvetli ortamlar
kimseye göre değildir herhalde.
Gökyüzünde havanın, yaşadığımız
evin, çalıştığımız işyerlerinin aydınlık
olması, ışıl ışıl parlaması ne kadar
büyülü... Bu aydınlığın ve ışıltının güzel
düşünmemiz, üretken olmamız ve
daha sevecen olmamız için bize enerji
verdiğini, yaşam için motive ettiğini
düşünüyorum.
Peki aydınlıktayken kendimizi ruhen de
aydınlık ve pırıl pırıl hissediyor muyuz?
Önce kendimizi sonra da yaşadığımız
ortama kendi iç enerjimizle pozitif
bir ışık yayıyor muyuz? Önemli olan
içimizdeki ışığın sönmemesi, bizi ve
etrafımızdakileri aydınlatması. Kör
olup hiç ışığı görmemesine rağmen
içindeki yaşam enerjisi ve neşesiyle
hem kendine hem de etrafına ışık
veren birçok insan biliyorum. İç
ışığımızdır aslında bizi gerçek anlamda
aydınlatan ve farklı kılan. İçimizdeki
ışık bize hayatımızın her anında yol
gösterebilir. Işığımızın aydınlattığı kadar
görüp hissedebilir ve bu doğrultuda
kararlarımızı vererek seçimler
yapabiliriz.
74
Özlem Şenkoyuncu
Belki de soru şu olmalı: “içimizdeki
ışığı yakan, voltajı artırıp azaltan ya
da söndüren nedir?” Ben içimizdeki
ışığın gücünü bilgiye, tecrübeye,
pozitif duygulara ve tabi ki sevgiye
bağlıyorum. Ne kadar çok doğru
bilgiyle donanmış ve tecrübe edinmiş
olursak yaptığımız işlerde o kadar
yetkin hisseder ve aldığımız kararlara
o kadar güveniriz. Bu bize özgüven
verir. Özgüvenimiz ışığımızı hep açık
tutan bir duygu. Ama bu ışığın dozajını
da kendimize ve etrafımızdakilere
duyduğumuz sevgi ve beslediğimiz
pozitif duygular belirliyor.
Işığınızın parıltısını anlamak çok da
zor olmaz. Gözlerinizdeki pırıltıdan,
neşeyle söylediğiniz şarkılardan,
keyifle attığınız kahkahadan, sevgiyle
yaptığınız işlerden kolayca anlaşılabilir.
Hani bazen derler ya “onun ışığını
seviyorum” diye... Bahsedilen o kişinin
etrafına yaydığı pozitif enerjiden ve
güzel duygulardan başka bir şey
değildir bence. Ya da potansiyel
taşıdığını düşündüğümüz kişiler için
“onda ışık var” deriz. Kısaca onun
özgüveninin altyapısını oluşturan
bilgisine, tecrübesine güvenir ve onun
başaracağına inanırız. Gözlerindeki
bilgi, inanç ve azmin ışığını görürüz
çünkü onun içindeki ışığı etrafına
yaydığı o güzel enerjiden hissederiz.
İnsan binbir çeşit duygusuyla varolan
bir canlı. Tabi ki her zaman mutlu,
neşeli ve pozitif olmamız içimizdeki
ışığın hep pırıl pırıl olması mümkün
değil. Işığımızı söndürmeye yetecek
birçok şey var dediğinizi duyar gibiyim.
Ama içimizdeki ışığı tekrar tekrar
yakmak ve ışığımızın voltajını mümkün
olabilen en yüksek seviyeye çıkarmak
bize bağlı.
Bize yaşam enerjisi veren, ışığımızı
artıran, sevdiklerimize ve yapmaktan
mutluluk duyduğumuz herşeye sahip
çıkalım. Başarılı olmak, mutlu olmak,
sevmek ve sevilmek için içimizdeki
ışığa çok ihtiyacımız var.
İçinizdeki ışığın hiç sönmemesi,
etrafınızı hep bilginizle ve sevginizle
aydınlatmanız dileğiyle...
75
film şeridi
Senenin en çok konuşulan filmlerinden birisi
kuşkusuz “Black Swan” oldu. Filmde şizofren
balerin rolüyle “En İyi Kadın Oyuncu Oscarı”nı
kazanan Natalie Portman ise, sinema tarihine
adını altın harflerle yazdıran isim...
İbranice ismi
Doğum yeri
Doğum tarihi
: Natalie Herşlag
: Kudüs/İsrail
: 9 Haziran 1981
Ödülleri ve başarıları
2010 En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü - Black Swan
2006 En İyi Aktris Satürn Ödülü - V for Vendetta
2005 En İyi Aktris Satürn Ödülü Adaylığı - Yıldız Savaşları
3: Sith’in İntikamı
2004 En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Altın Küre Ödülü Akademi ve BAFTA adaylığı - Closer
2002 En İyi Aktris Satürn Ödülü Adaylığı - Yıldız savaşları
2:Klonların Saldırısı
1999 En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Altın Küre Adaylığı Anywhere But Here
1999 En İyi Genç Oyuncu Satürn Ödülüne Adaylığı-Yıldız
savaşları bölüm 1:Gizli Tehlike
76
Natalie
Portman
77
film şeridi
Filmografi
Bağlanmak Yok, No Strings Attached, 2011
Thor, Thor, 2011
Siyah Kuğu, Black Swan, 2010
Kardeşler, Brothers, 2009
Boleyn Kızı, The Other Boleyn Girl, 2008
Benim Aşk Pastam, My Blueberry Nights, 2007
Sihirli Oyuncakçı, Mr. Magorium’s
Wonder Emporium, 2007
Goya’nın Hayaletleri, Goya’s Ghost, 2006
Yıldız Savaşları Bölüm III:
Sith’in İntikamı, 2005
V, V For Vendetta, 2005
Serbest Bölge, Free Zone, 2005
Daha Yaklaş, Closer, 2004
Eve Dönüş, Garden State, 2004
Soğuk Dağ, Cold Mountain, 2003
Yıldız Savaşları : Bölüm 2-Klonlar'ın
Saldırısı, Star Wars: Episode II - Attack
of the Clones, 2002
* Sinema kariyerine modellik yaparak
başlayan Portman 12 yaşında
keşfedildi.
* Çocukken verdiği bir röportajda;
“ben diğer çocuklardan farklıyım, ne
yapmam gerektiğini ve ne istediğimi
biliyorum” diyerek 14 yaşında
oyunculuk kariyeriyle ilgili iddasını
kanıtladı.
* 14 yaşında Leon adlı filmde
“Mathilda” rolüyle hafızalara kazındı.
* Natalie Portman şu an doğuma
hazırlanıyor, dansçı ve koreograf
nişanlısı Benjamin Millepied ile
çok yakında bir erkek bebek sahibi
olacaklar. * Psikoloji mezunu.
78
* Küçük yaşlarda tam bir "babasının
kızı" modelindeydi. Babasıyla her yere
gider, evde ve işte hep onunla olmak
isterdi. 8 yaşındayken babasıyla gittiği
bir medikal konferansta tavuk üzerinde
uygulanan lazer cerrahisi gösteriminin
sonunda ölen tavuğu görünce dehşete
düştü ve bir daha et ürünleri yemedi.
* Hayvansal ürün kullanmamak adına
Te Casan ile işbirliği içinde vegan
ayakkabı koleksiyonu tasarladı.
* Al Pacino’nun kızını oynadığı “Heat”
filmiyle ilk kez ünlü bir yıldızla kamera
karşısına geçti.
* Black Swan filmi Natalie Portman
için sadece Oscar getirmedi. Nişanlısı,
ünlü balet Benjamin Millipied ile bu film
sayesinde tanıştı.
Buradan Çok Uzakta, Anywhere But
Here, 1999
Çılgın Marslılar , Mars Attacks!, 1996
Büyük Hesaplaşma , Heat, 1995
Leon: Sevginin Gücü, Léon, 1994
Kaynak
1: http://www.guardian.co.uk/theobserver/2011/
jan/02/observer-profile-natalie-portman
2: “Natalie Portman: Queen of Hearts” / James L.
Dickerson
3: “Natalie Portman: Queen of Hearts” / James L.
Dickerson
4: http://www.chinadaily.com.cn/
lifestyle/2007-12/26/content_6349512.htm
5: http://www.guardian.co.uk/theobserver/2011/
jan/02/observer-profile-natalie-portman
6: http://whostogether.com/2011/05/24/natalieportman-ready-to-give-birth-in-next-few-weeks/
7: http://tr.wikipedia.org/wiki/Natalie_Portman
79
yakın plan
Nedir bu
3D dedikleri?
Şener Nikbay
3D Görüntü Yönetmeni
Fotoğraflara 3D gözlük ile bakınız.
Sinema sektörünün kurtarıcısı konumda olan bu teknoloji, artık iyiden iyiye evlerimize girmeye başladı.
Sıklaşan 3D haberleri, ardı sıra çıkan 3D televizyonlar ve en önemlisi 3D kanalların yayın hayatına
başlaması… Çevremizde olan biten bu gelişmeler bizi heyecanlandırmasa da aslında büyük bir
devrime tanıklık ediyoruz.
SİNEMADA İLK DEVRİM “ses” ile
gelmişti 1927 yılında. On yıl sonra ise
“RENK”lendi perdeler. Tarihi açıdan
büyük önem arz eden bu gelişmelerin
beklenen son devrim hamlesi 1952
yılında yaşandı aslında. İnsanlar
‘Bwana Devil’ (1952) filmi sayesinde
3D ile tanıştı. Ama günümüzde;
kuluçka dönemini yaşayan bu devrim
hayatımızdaki yerini almaya başlıyor.
Peki nedir 3D ve neden 50 yılı aşkın bir
süre bu devrim kuluçkada kaldı.
3D’ye ihtiyacımız, sinemanın temel
80
gereksinimlerinden biri olan gerçeklik
duygusuna ulaşma ihtiyacından
doğuyor. Sinema dünyasına hizmet
eden bilişim teknolojisindeki
gelişmeler, 3D görüntülerin kalite
anlamında gelişmesine hizmet edince,
bir de sinemanın değişime duyduğu
gereksinim üst düzeylere çıkınca bu
devrim hız kazanmış oldu.
Teknolojinin gelişmesinde birçok
devrimde olduğu gibi, insan taklit
edilerek geliştirilmiş bir teknoloji
3D. İki gözümüzün görmüş olduğu
görüntülerin birbirinden farklı olması
prensibine dayanarak yapılan
çekimlerin, yine iki gözümüze birbirine
karışmadan gönderilmesi ile düz olan
perdenin dışarı taşmasına ve derinlere
dalarak uzaklaşmasına şahit oluyoruz.
İnsanın doğal görme prensibi,
doğuştan öğrenilmiş bir biçimde
cisimler arası mesafe algısına imkan
vermektedir. Bu doğal süreçte netleme
işlemi ve paralaks farkı dediğimiz iki
etken gözümüz ve beynimiz tarafından
hızlı bir şekilde düzeltilir. Bu şekilde
gözlerimiz arasında bulunan mesafe ve
beynimizin bu görüntüleri düzeltmesi
işlemleri ile boyut algısı oluşur. Sinema
sektörüne baktığımızda ise, fotoğraf
makinelerinin bulunmasından bu
yana gelişen süreçte, bir perde veya
ekranda oluşturulan görüntülerde
cisimlerin arasında mesafe farkı netlik
ile veriliyordu. Ancak bu mesafe
farkı beynimizde, gerçekçi bir içinde
bulunma hissi yaratmıyordu. Çünkü
beynimiz boyut algılarken iki görüntü
işliyor. Oysa sinemada tek kameradan
gelen bir görüntüyü iki gözümüzle
görüyorduk.
Stereoscopic 3D en temel olarak iki
kamera ile yapılan çekimlerden boyut
algısı olan filmler elde etmek anlamına
geliyor. Tabi bu süreçte teknolojinin
devreye girdiği, çekim sonrası işleme
süreci bulunuyor. Çünkü beynimiz
gözlerimizin hareketleri mükemmel
bir şekilde yönetirken, bize ulaşan
iki görüntünün hatasız olmasını
sağlamaktaydı. 3D çekimlerde iki
kamerayı gözlerimizin standartlarında
hareket ettirmekte ise bazı teknik imkân
yetersizlikleri vardı. Lens özellikleri ile
gözümüzde bulunan lensler arasındaki
farklar, netleme yetenekleri arasındaki
farklar ve alan derinliği etkilerindeki
farklar gibi birçok parametre istenilen
kalitede çekim yapılmasının önünde
engel olarak duruyordu. Bu noktada
yazılımlar ile çözülen bazı yenilikler
yapıldı. Bu sayede ekranlarda
mükemmel 3 boyut algısı oluşturmak
mümkün kılındı. Bir başka elektronik
teknolojisinin ve yazılım teknolojisinin
desteği ise, görüntülerin birbirlerine
karışmadan iki göze farklı olarak
iletilmesinde gerçekleşti. Yenileme
hızı yüksek görüntüleme cihazlarının
üretilmesi, LCD panelli gözlüklerin
varlığı ve özel yazılımlar sayesinde; eski
teknik olan renkli filtreler ile 3 boyut
ilgisini kaybederek, gerçek renkler ile 3
boyut gösterilmesini sağlayan “aktive
shutter” gözlükler hayatımıza girdi.
Tüm bu deneyimleri yaşarken
aklımıza sağlık ile ilgili konular
geliyor. Gözlüklerin etkileri üzerine
yapılan birçok çalışma bulunuyor. Bu
çalışmalardan çıkan sonuçlar olumlu
yönde. Ancak kişisel tecrübeler aksini
iddia edebiliyor. İlk kez sinemada 3D
film izleyenlerin yüzde sekseni şiddetli
bir baş ağrısından şikayetçi. Bunun
kalıcı bir etkisi bulunmadığı gibi aslında
bir yanılsamadan kaynaklanıyor.
Her ne kadar 3D’nin alameti farikasını
bilsek de, yıllarca öğrendiğimiz bir
takım gerçeklerin değişmesini hemen
kabul edemememiz baş ağrısına
sebep oluyor. Çünkü öğrenilmiş
deneyimlerimiz, ekranın sabit durması
gerektiğini söylüyor. Ancak geçici bir
durum bu. 3D deneyimlerimiz arttıkça
baş ağrısı da ortadan kalkıyor. Yapılan
çalışmalar 3D’nin insanlara yayılmasına
engel teşkil edecek bir sebepten
uzak…
3D deneyimin en üst noktaya ulaştığı
Avatar filmi ile 3D artık büyük
kitlelere ulaşmıştı. Bunu altı ay
içinde piyasa çıkan 3D televizyonlar
takip etti. Biraz tedbirli davranan
müşterilerin gönüllerini almak için,
spor müsabakaları 3D yayınlanmaya
başladı. Ülkemizde de bu alanda
Galatasaray – Fenerbahçe maçı önemli
bir milat oldu. 3D televizyonların
yanı sıra bilgisayarların 3D uyumlu
olması bu teknolojinin hayatımıza ne
kadar girebileceğine dair bir çerçeve
çiziyor. Bu işin tutup tutması ile ilgili
kişisel görüşleri bir yana bırakırsak,
dünya devi markaların açıklamaları
nereye gittiğini çok net ifade ediyor.
Sony’nin 2012 hedefi olan yüzde elli
81
yakın plan
3D gözlük ile bakınız.
3D televizyon üretimi, LG Türkiye Genel
Müdürü Calvin Cho’nun 3D pazarına
dair hedefleri ve Hollywood’un yapım
aşamasındaki 3D filmleri bu devrimin
artık gerçekleştiğinin kanıtlarını
oluşturuyor.
Dünyada bu fırtına iyiden iyiye hız
kazanmışken ülkemizde de gelişmeler
ardı ardına geliyor. 3D yapım firması
olarak kurulan Layat Yapım’ın
gelişmelerin arka planını önümüze
serdiği tablo hayli ilgi çekici. Layat
Yapım; Türksat Uydu AŞ ile 3D
konusunda yerli teknoloji geliştirmeleri
gerçekleştiriyor. Bu alanda
dünyada yerini alan bazı çalışmaları
gerçekleştiriyorlar. Avrupa’da;
İngiltere ve İspanya’dan sonra, ilk
kez Türkiye’de spor müsabakaları 3D
canlı olarak yayınlandı. Galatasaray –
Fenerbahçe maçının ardından Avrupa
Yıldız Kızlar Voleybol Şampiyonası’nda
millilerimizin oynadığı yedi maç Layat
Yapım ve Türksat’ın ekiplerinin 3D canlı
82
yayınıyla sunuldu. Dünyada ilk kez bir
voleybol karşılaşması 3D yayınlanırken,
iki Türk şirketinin yaptığı canlı yayın
ekibi, Avrupa’da 3D canlı yayın
yapabilen üçüncü ekip oldu. Ayrıca
Layat Yapım ve Türksat, Avrupa’daki
3D kanallar arasında en yüksek 3D
yayın üretim kapasitesine sahip olan
şirketler.
oldukça ümit verici noktalara ulaşmış
durumda. 2020 yılında ısınma turlarına
başlayabiliriz. Belki biraz daha önce.
Sonrası için öngörülen teknoloji ise
holografik mekanlar. Televizyonlara
göre farklı noktası, izlenen medyanın
dört bir tarafımızı sarması olacak.
Bunun arkasından ise Matrix kabloların
vücudumuza girmesi olabilir.
Artık 3D tabanlı içeriklerin, televizyon
ekranlarında sıkça yer aldığı günleri
yaşıyoruz. Teknolojik gelişmelere karşı
daha tedbirli müşterilerin gözlüksüz
3D televizyon beklentileri yükselse de
şu an için zaman var gibi görünüyor.
Toshiba’nın lansmanını yaptığı
gözlüksüz 3D televizyon modeli 2014’te
satışa sunacağı kulislerde konuşulanlar
arasında. O zamana kadar ise 3D
içeriklerin oldukça yaygınlaşması
bekleniyor. Bu işin sonu nereye varacak
diye düşünenler için yeni bir bakış açısı
olması açısından şunları söyleyebiliriz.
Hologram televizyon çalışmaları
Teknolojinin hayatımıza etkilerinin
sadece bir noktası 3D. Bu teknolojinin
de görsel zevkler açısından katkıları
olduğu gibi bir takım sakıncaları da
bulunuyor. En önemli uyarılar sosyal
olarak daralan kişisel hayatların,
gerçeklik duygusunu bu kadar ön plana
çıkartan bir teknoloji ile daha asosyal
noktalara götürmesi...
Bu seçimlerin kişisel olduğunun
farkında olarak, güzel ama kararında
3D deneyimleri yaşanması dileğiyle...
83
tekno günce
.
w
ww
22 Ağustos internetin
ölüm tarihi mi?
Erdinç Tuğcu
1969 yılında sadece çeşitli Amerikan üniversitelerine ait dört site ile kurulan ARPANET’le başlayan
internet devrimi, tohumları atıldıktan 40 yıl sonra, bugün 150 milyon sitede tahmini 1,5 trilyon sayfa ile
en az 2 milyar insana ulaşıyor. İnsanoğlunun bugüne kadar yarattığı en geniş sosyal yapı olan bu ağ,
hız kesmeden ve katlanarak genişlemeye devam ediyor.
İNTERNET SAYESİNDE mesafe
ve beklemek geçmiş yüzyıldan
kalmış uzak bir anı artık. Her şey
ekranımızda, anında ve canlı olarak
hem de. İnsanlar, sanal dünyada
istediklerini söyleyip, tartışıp
çözüm yollarına ulaşıp, beraber
çalışmalar yapıp, yeteneklerini
birleştirip, inanılmaz işler ortaya
çıkartabiliyorlar. Bilgiyi paylaşıyorlar,
çoğaltıyorlar, düşünüyorlar ve
konuşuyorlar. İnsanlar, her ne kadar
fiziksel olarak çok ayrı ya da farklı
olsalar da sanal âlemde birlikteler.
Karşıt görüşlü olsalar da birlikteler,
zengin olsalar da, fakir olsalar da,
zenci olsalar da, Çinli olsalar da…
Bundan 20 yıl evvel okullarda bize
düşman olarak anlatılan insanlar
artık Facebook’ta arkadaşlarımız,
onlarla tanışıyor, oyunlar oynuyoruz,
tartışıyor ve üretiyoruz. İnsanlar bizi
hiç tanımadıkları gibi tanıyorlar. Artık
hiçbir şey, başka birilerinin inanmanızı
istediği gibi değil. Artık hiçbir şey
sadece bir tarafın size aktardığı kadar
değil. Artık araştırdığınız her bilgi ve
görüş çok fazla kişiye ait. Artık her
şey olabildiğince fazla bakış açısı ile
84
alabildiğine tarafsız. Bu tarafsızlığın
yanı sıra internet sayesinde kimse
yalnız ya da çaresiz de değil. “Kan
Aranıyor” duyurunuzu binlere, belki
de milyonlara ulaştırabiliyorsunuz.
Arabanızı ya da emeğinizi sizden
binlerce kilometre uzaktaki insanlara
satabiliyorsunuz. Derdinizi, gerçek
hayatta hiç göremeyeceğiniz insanlar
çözebiliyorlar. İnsanlık genelinde
yalnızlığımız neredeyse yok olmak
üzere. Her birey ve her fikir sesini
duyurabilmek için diğerlerine göre eşit
şansa sahip.
İnternet daha farkına bile varamasak
da bizleri çoktan birleştirdi ve bir nebze
de olsa sonunda birbirimizi anlamamızı
sağladı. Bütün bunların altında yatan
yegâne koşul ise internete erişebilen
her bireyin diğerleri ile aynı haklara da
erişebilmesi. İnternete sınırlar olmadan
erişebilen herkes için şartlar, haklar ve
fırsatlar eşit. İnternet çoğu insanın belki
de hayalini bile kurmakta zorlandığı pek
çok özgürlüğü tek başına sağlayabilen
insanlığın en büyük başarısıdır.
İnsanlık için bu kadar fırsatlar sağlayan
internete elbette herkesin iyi gözle
bakmasını beklemek mümkün değil.
2000’in mayıs ayında Türkiye, 16
milyon internet kullanıcı sayısı ile
dünyada 16. sıradaydı. Bugün ise
internet çok daha yaygın hale geldi.
İnternetin evlerimize girmesi üzerinden
geçen onca yıla ve kullanım oranlarının
bu kadar artmasına rağmen; konu ile
alakalı yasal düzenlemeler daha ancak
belirli bir çerçeveye oturtulabiliyor.
İnternet ve kullanımına dair kavramlar
kanunda ilk defa detaylı bir şekilde
açıklanıyor. İlk olması sebebi ile
taslağında yayınlanan bazı maddeler
tartışma konusu oldu bile. Örneğin, ilk
taslaktaki maddelerden bütün internet
eserlerinin bir çıktısının yerel idari
amirliklere onaylatılması gerekiyordu.
Tabi gerçekleşmesi halinde Amazon
yağmur ormanlarının dört saniyede
tükenmesini sağlayacak kadar garip
maddeler, sonradan düzeltilerek, kanun
yürürlüğe girdi. Bu kanunun adını son
günlerde sıkça duyuyoruz: “5651 sayılı
İnternet Ortamında Yapılan Yayınların
Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yolu ile
İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi
Hakkında Kanun.” Bu kanunla beraber
kanundaki görevleri yerine getirmek
üzere Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumu’na bağlı olarak, İnternet Daire
Başkanlığı kuruldu.
2007 yılından beri İnternet Daire
Başkanlığı toplamda, engelliweb.com
verilerine göre, 13064 web sitesine
erişimi yasakladı. Bu yasaklanmış
sitelerin 564’ü mahkeme kararıyla,
436’sı savcılık kararıyla, 10843’ü ise
doğrudan BTK tarafından engellendi.
Bunun dışındaki 1218 sitenin ise neden
ve kim tarafından engellendiği belli
bile değil. Bu rakamlara göre BTK,
site kapatma işlemlerinin %85’inin
sorumlusudur. BTK bu yetkiyi, 5651
sayılı yasanın 8. maddesindeki
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
çeşitli maddelerine yapılan atıflar
doğrultusunda katalog suç kapsamına
girmesi halinde, aynı maddenin 4.
fıkrasından alıyor. Bu fıkra der ki;
“(4) İçeriği birinci fıkrada belirtilen
suçları oluşturan yayınların içerik
veya yer sağlayıcısının yurt dışında
bulunması halinde veya içerik veya yer
sağlayıcısı yurt içinde bulunsa bile,
içeriği birinci fıkranın (a) bendinin (2) ve
(5) numaralı alt bentlerinde yazılı suçları
oluşturan yayınlara ilişkin olarak erişimin
engellenmesi kararı resen Başkanlık
tarafından verilir. Bu karar, erişim
sağlayıcısına bildirilerek gereğinin
yerine getirilmesi istenir.”
Bu işlemin gerçekleşmesi için şu
suçlardan biri işleniyor olmalıdır;
göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti,
kasten öldürme, işkence, çocukların
cinsel istismarı, uyuşturucu veya
uyarıcı madde imal ve ticareti, parada
sahtecilik, suç işlemek amacıyla örgüt
kurma, fuhuş, ihaleye fesat karıştırma,
rüşvet, suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerini aklama, silahlı örgüt veya
bu örgütlere silah sağlama, devlet
sırlarına karşı suçlar ve casusluk.
B.T.K.’nın site kapatmakla ilgili yetkisi,
sadece ve sadece site içeriğini
oluşturanların yurtdışında olması
durumunda ortaya çıkıyor. Kanuna
göre BTK’nın içerik sağlayıcıları yurtiçi
olduğu müddetçe hiçbir site üzerinde
kapatma yetkisi yok, aynı şekilde
BTK’nın hiçbir servis sağlayıcı üzerinde
de bu şekilde site engellemeye bağlı
olarak bir yetkisi de yok. Ancak
BTK’nın yine bu kanun çerçevesinde
10. madde 4.fıkra (ç) bendi uyarınca
internet servis sağlayıcıları üzerinde
(TTNET, Superonline, vb.) uygulanacak
filtreleme sistemine karar verme
yetkisi var. (ç) bendine göre kurumun
görevleri arasında; “Kurum tarafından
işletmecilerin yetkilendirilmeleri ile
mülkî idare amirlerince ticarî amaçlı
toplu kullanım sağlayıcılara verilecek
izin belgelerinde filtreleme ve bloke
etmede kullanılacak sistemlere ve
yapılacak düzenlemelere yönelik esas
ve usûlleri belirlemek” bulunuyor. BTK
bu yetkisini 22 Ağustos 2011 tarihinde
devreye alacağı, “İnternetin Güvenli
Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar”
kararına göre; servis sağlayıcılarını
4 internet kullanıcı filtresi oluşturmak
ve filtreleme veritabanlarını, BTK
filtreleme veritabanına güvenli bir
şekilde bağlamak mecburiyetine
sokuyor. Böylelikle bütün filtreleme
işlemleri bir noktadan kontrol edilebilir
hale gelecek. Bununla beraber hiçbir
servis sağlayıcı bu filtrelerde değişiklik
yapamayacak. Oluşturulacak filtreler;
Aile, Çocuk, Yurtiçi ve Standart olarak
isimlendiriliyor.
Aile Filtresi: Kullanıcının kurum
tarafından işletmecilere gönderilen
kara listedeki alan adı, IP adresi,
port ve web proxy sitelerine erişimin
sağlanmadığı filtre. (Yani internet
bağlantısı’nın BTK tarafından sakıncalı
görülmüş sitelerden temizlenmiş ve
teorik olarak filtreleri aşmaya yarayan
proxy sistemlerinin kullanılamayacağı
hali)
Çocuk Filtresi: Kullanıcının sadece
kurum tarafından işletmecilere
gönderilen beyaz listedeki alan adı, IP
adresi ve portlara erişimin sağlandığı
filtre. (BTK erişilebilir siteler listesi
belirleyecek ve internetten sadece o
sitelere erişilebilecek.)
Yurtiçi İnternet Filtresi: Kullanıcının
sadece yurtiçinde barındırılan ve kara
listede yer almayan alan adı, IP adresi
ve portlara erişimin sağlandığı filtreyi
ifade ediyor. (Yurtdışı çıkışı yok sadece
yurtiçinden yayın yapan siteler var,
Facebook, Youtube, Google vs. yok.)
Standart Filtre: Kullanıcının
erişebileceği internet site ve
uygulamalarına ait bir sınırlamanın
olmadığı, mevcut mevzuat kapsamında
85
tekno günce
internete erişimin sağlandığı profili.
(Çeşitli basın ve yayın organlarında
BTK yetkililerince ısrarla şu anda
eriştiğimiz şekilde olacağı iddia edilen
filtre)
Görünürde oldukça mantıklı ve
çocuklarımızı internetin zararlı
sayılabilecek, henüz tam olarak
ne olduklarını algılamayıp yanlış
etkilenebilecekleri içeriğinden korumak
üzere tasarlanmış, herkesin kolaylıkla
faydalanabileceği bir yapı olarak
gözüküyor. Ancak uygulanması ile
ilgili teknik zorluklar ve henüz paket
içeriklerinin net olarak açıklanmaması
sebebiyle bu filtreler, özellikle de
düşünsel özgürlüklerin yüksek miktarda
alerjiye sebep olduğu Türkiye gibi
bir ülkede büyük tepkiler alıyor.
Getirilen bu uygulama modeli hem
internet erişiminde hâlihazırda var
olan kalitesizlik hem de koruma adı
altında özgürlüklerin elimizden alınma
ihtimali ile konuyla ilgili az ya da çok
bilgisi olan pek çok insanda ve 32 ilde,
yaklaşık 70.000 insanın protestosuna
(internetime dokunma) sebebiyet
verecek kadar kaygı ile karşılandı.
Öncelikle teknik sorulardan bahsetmek
gerekirse; bir ülkenin bütün internet
bağlantısının tek noktadan filtrelenecek
olması hali hazırda yavaş olan
internetimizin daha da yavaşlamasına
sebep olacak mı? Müstehcenlikle ilgili
özellikle kelime tabanlı engellemelerde
86
kurunun yanında yanan yaşların hali ne
olacak? Çocuk paketi satın almış olan
kullanıcılar hangi sitelere erişebilecek?
Bu tip bir filtreleme yatırımının maliyeti
son kullanıcılara ne kadar oranda
yansıtılacak? Herhangi bir filtrenin
aşılması ne şekilde engellenebilecek?
Kullanım tarihçeleri kayıt altına alınıp
internet üzerinde bir gizli kulak olması
nasıl engellenecek? Çığ gibi büyüyen
internet kullanıcı sayısı ve geniş bant
kullanımı karşısında teknik alt yapı
yeterliliği nasıl sağlanacak?
BTK’nın bu tip bir taslağı yayınladıktan
sonra 22 Ağustos öncesinde cevap
vermesi gereken pek çok konu var.
BTK’nın filtreleme ile ilgili çalışmaları
ya da en azından çocuklarımızın
internetin zararlı etkilerinden korunması
ile ilgili çabalarını daha iyi bir seçenek
sunulamadığı sürece keskin bir şekilde
eleştirilmesini doğru bulmuyorum.
Ancak insanların kendi internet
özgürlüklerine karar verebildiği, aynı
zamanda çocukları için de güvenli
bir internet sağlamakta asıl iş anne
babalara düşüyor. Bu sorumluluğu
onların elinden almak ve devletin
himayesine sokmak tek tip bir nesil
yetişmesi ve kültürel çeşitliliğin yok
olması anlamına gelecek. Çeşitlilikleri
yok olan toplumlar yeni fikirler üretemez
ve dışa bağımlı hale gelirler. Fikren
dışa bağımlılık ise modern kölelikten
başka bir şey değildir. Bu kadar fırsatı
olan internet üzerinde Türkiye’nin
bu kadar mağdur edilmemesi adına
BTK, öncelikle standart profilde
kendi yasakladığı sitelere erişimi
açarak filtreleme seçimini bireylere
bırakmalıdır. Paket içeriklerini herkesin
anlayabileceği şekilde açıklayarak
anne babaları bilinçlendirmelidir.
Paketler arasındaki geçişi kolay ve
anlık olarak yapılabilmesini sağlayan
bir yapı kurgulayarak, evdeki tek
çocuk için koca bir aileyi tek tip bir
internete mahkum etmemelidir ve
içeriklerle ilgili harcadığı mesainin
bir kısmını da en pahalı internet
erişimin olduğu ülkelerden biri olan
ülkemizde, daha fazla kullanıcıya
daha ucuz ve hızlı interneti ne şekilde
yaygınlaştırabileceği olmalıdır.
Bu tip filtreleme ve yasaklama
mantığını kendine yakın hisseden,
özgür düşünceye ve fikirler alerjisi
olan devlet büyüklerimiz hiçbir zaman
unutmamalıdır ki; basmanın yasak
olduğu çimlerde piknik yapan, okul
tuvaletlerinde gizli gizli sigara içen
bizlerin de toplum olarak yasaklara
alerjimiz var. Getirilen engel her ne
olursa olsun gene internetin getirdiği
fırsatlarla bu engeller son kullanıcı
tarafından aşılacak.
İnternetin alabildiğine özgür ve hızlı
olması dileği ile...
87
semboller
Abdulkadir Kılınç
Lüks
LÜKS, LATİNCE’DE IŞIK DEMEK.
Biz şimdi lüksü farklı bir anlamda
kullanıyorsak da kelimenin anlamının
altının ya da elmasın ışıltısından
geldiği açık. Bu ışıltı çağlar boyunca
insanoğlunu kendisine çekmiş. Işığın
çekim gücü, biz insanların tıpkı ışığın
etrafında toplanan pervaneler gibi
davranmasına sebep olmuş.
Peki nedir bu ışığın çekim gücünün
sırrı? Aydınlatması mı? Açığa çıkarıp
(yokluktan varlığa çıkarıp) göstermesi
mi? Bize bilmediğimizi bildirmesi mi?
Öğretmesi mi? Belki de hepsi. Çünkü
ışık aydınlatır, tanıtır, gösterir, bildirir ve
öğretir. Tıpkı bazı insanlar gibi.
İnsanlar arasında bu sıfatları hakkıyla
taşıyanlara aydın denmesi de bundan.
Öğretmenler, bilim insanları, sanatçılar,
yazarlar toplumun aydınlatan fenerleri
olmalıdır. Baş öğretmenimiz Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün söylediği gibi
“Hayatta en gerçek yol gösterici bilim’’
olmalıdır. Rasyonel düşünce ve akılcı
davranış bizi çağdaş medeniyetler
seviyesine çıkarır. Nitekim Avrupa’yı
bugünkü uygarlık seviyesine ulaştıran
yaşadığı aydınlanma çağı olmuştur.
Aydınlanma Çağı, “aklı” kurucu ilke
olarak benimseyerek, tüm toplumsal
yaşamın ve düşünüşün buna göre
şekillendirilmesine yönelilen dönemdir.
Kant, aydınlanmacılığı "aklı kullanma
cesareti" olarak tanımladığında, genel
olarak Aydınlanma Çağı'nın felsefesini
vermektedir. 18. yüzyılda Avrupa'da
88
ortaya çıkıp gelişmiş ve "aydınlanma"
fikriyle yaygınlaşmıştır.
Kant, aydınlanma düşüncesinin kurucu
ilkesi olan akıl konusunda şöyle der:
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile
düşmüş olduğu bir ergin olmama
durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin
olmayış durumu ise, insanın kendi
aklını bir başkasının kılavuzluğuna
başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte
bu ergin olmayışa insan kendi suçu
ile düşmüştür; bunun nedenini de
aklın kendisinde değil, fakat aklını
başkasının kılavuzluğu ve yardımı
olmaksızın kullanmak kararlılığını ve
yürekliliğini gösteremeyen insanda
aramalıdır. Sapare Aude! Aklını
kendin kullanmak cesaretini göster!
Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası
olmaktadır.”
Aydınlanma çağının ana fikri,
akıl aracılığıyla doğru bilgilere
ulaşılabileceği ve bu doğru
bilgi ile de toplumsal yaşamın
düzenlenebileceğidir. Öte yandan
bilim alanındaki önemli gelişmeler
de aydınlanma çağına öncülük eder
ve bu çağda ayrıca çok yoğun yeni
bilimsel gelişmeler kaydedilir. Daha 15.
yüzyıldan itibaren meydana gelmeye
başlayan yeni keşifler ve icatlar bu
süreci hazırlamış, bunun sonunda da
"karanlık çağ" olarak değerlendirilen
Ortaçağ'ın sonuna gelinmiştir. Deney
ve gözlem, aklın uygulama araçları
olarak bu dönemde bilimsel yöntemin
ilkeleri biçiminde ortaya çıkmış ve
doğa bilimlerinde önemli gelişmelere
kaynaklık etmiştir.
Dinde meydana gelen yenileşme
hareketleri de, dinsel düşüncenin
giderek geriletilmesi ve
aydınlanmacılıkla birlikte kuruculuk
ve egemenlik gücünü kaybetmesiyle
sonuçlanmıştır. Rönesans ve
reformlarla başlayan bu gelişmeler,
aydınlanmacılıkla doruğuna varmış ve
buradan itibaren “modernite” denilen
sürecin oluşumunu hazırlamıştır. Bu
süreç aydınlanmacılıkta ifadesini bulan
köklü bir zihin değişikliği anlamına
gelmektedir.
Newton ve Kopernik ile tüm bir evrendünya kavrayışı değişime uğramış,
Dekart ve Kant gibi isimlerle bu
değişen zihniyetin felsefi düşüncesi
geliştirilmiştir. Avrupa’daki endüstri
devrimleri de bu sürecin maddi temelini
oluşturmaktadır. Yeni ve bambaşka
toplumsal ve ekonomik ilişkiler
içerisinde yaşamaya başlayan insanlar,
ortaya çıkan yeni düşünce biçimleriyle
dünyaya bambaşka gözlerle bakmaya
başlamışlardır. Bunun sonucunda
modern yaşamın temelleri atılmıştır.
1789 Fransız İhtilali’nin temelinde,
Fransız aydınlanmacılığının belirleyici
bir etkisi vardır. Aydınlanma çağının
önemli düşünürlerinden Voltaire’in şu
sözü çok ünlüdür:
- Işık, biraz daha ışık...
89
kitabi
Işık Bahçeleri’ne
daha çok var mı?
Emine Civanoğlu
Amin Maalouf, bizi doğunun en büyülü yerlerinde dolaştırdığı kitaplarından birinde bu defa Mani’nin
yani Manicilik dininin kurucusunun peşinde dolaştırıyor. İyi ve kötü arasında ayrılan yollar çıkarıyor
karşımıza. Mezopotamya’nın hüzünlü günlerine, Caracalla’nın yıkıcı fırtınasının ortasına, hurma
bahçelerine, Babil’in acı çığlıklarının kayaları oyduğu krallar diyarına, çocukça vaatlerin kalpleri
doyurduğu Dicle kıyısına götürüyor. Bazen bir kral sofrasında bekliyor bizi birkaç sayfa ötede, bazen
bir kanlı pusuda.
IŞIK NE Kİ? Yandığını nereden,
söndüğünü nereden bileceğiz?
Dışarıda değil de içerideyse ışığı
nasıl göreceğiz? Gün doğup etrafı
aydınlattıkça, her yeri led krallığının
çıyan gözü gibi parlak ampulleri
sardıkça bir nasıl fark edeceğiz ne
zaman karanlıkta olduğumuzu? Her yeri
ve her şeyi gün yüzü gibi görüyorken,
karanlığın yüzünü nasıl tanıyacağız?
İyilik ve kötülük… Işık ve karanlığın
vücut bulup davranma biçimi iyilik
ve kötülük. İyiliği arayanla kötülüğü
kovalayan arasında ışığa uzaklık
hesabı nedir? Amin Maalouf’un Işık
Bahçeleri’nde Mani’nin ışığa yani
iyiliğe yürüyüşüne eşlik etmenin
tadı; Semerkant’tan, Doğu’nun
Limanları’ndan, Tanios Kayası’ndan
kalan ve aklımızın damağında o çok
eskiden tadına bakılmış ve lezzetine
90
hep hasret kalınmış ziyafet sofrası gibi
duran bir tat.
Güneş hafifçe kapalı, hava ılık ve
baygın, dut ağaçlarının yaprakları
tutsak olmuş kanatlar gibi hüzünle
sallanmaktaydı. Ömrünün geri kalan
saatleri ona aniden değerli göründü.
Kararını verdi: Akşama varmadan
gidecekti. “Gitmek” diye tekrarlıyordu
Mani, “gitmek bir bayram, bin bir
biçimde belki de tek bayram. Ufkun
ebedi ve ezeli tutsakları olan insanlar,
başka bir şey kutlamamış mıdır?”
Hurma bahçesinden ayrılırken ne
aldatmayı ne kaçmayı denedi.
Gururu ve cesareti ve de töreni seçti.
Önce arınmak, yirmi yıldır onu sarıp
sarmalayan o öteki beyaz tenden
kurtulmak, yerde serili cansız kalmış
giysisine tepeden bakmak! Sonra
renklerle yeniden doğmak. Eski bir
tarihçinin naklettiğine göre “Mani bol
paçalı, küf sarısı ve armut yeşili bir
pantolon giymişti. Omuzlarına gök
mavisi bir hırka atmış, gömleği beyaz
olmakla birlikte kendisi tarafından
o sıkıntılı bekleyiş günlerinde, çeyiz
işler gibi çiçeklerle bezenmişti.”
Gene de Mani’nin müritleri, bu
ayrılış gününü anımsayıp anlatırken
Mariam’ı ve Mardinu’yu, Utakim’in
sıktığı kundak bezlerini unutacak ve
yalnızca doğum günlerinden söz etmeyi
yeğleyeceklerdir. Hayır diyeceklerdir,
bir kadının karnından bir topluluğun
karnına geçiş, bir başka şey, kendi
çevresinde yirmi yıl sürecek bir yolculuk
gerekliydi. Yeryüzünün sarsılması sabır
içinde oluşur.
Amin Maalouf
Hayatı iyilikle ya da kötülükle, ışıkta
ya da karanlıkta, açlıkla sınanmış
kemirgenler gibi kemiriyoruz. Taşın
suya düştüğü yerle ilgileniyoruz
sadece, dalgaların kimin hayatında
neye değdiği neye mâl olduğu
umurumuzda değil. Işığın rehberlik
ettiği iyilikten ömrümüzün payına düşen
hasadı toplamak yerine karanlığın
içinde iğneyle kuyu kazıyoruz.
Dualarımızı hep kendimiz için ediyoruz.
Mani’nin şöyle bir duası var kitapta.
kendi çıkarımıza iyilikler besleyerek
büyütüyoruz. İyi olurlarsa, ışığın
peşinden giderlerse hayatta
kaybolacaklarından, kazançlarını
ve varlıklarını yitireceklerinden
korkuyoruz. Bu korkularla insanlığın
ateşinde közlediğimiz tutumlarımızın,
seçimlerimizin gölgesine sığınıp
düşle gerçek arası bir tarihi okurken
Işık Bahçeleri’nde Amin Maalouf’un
kaleminden Mani’nin Işık Çocukları
dediği çocuklarla da tanışıyoruz.
“Tanrım, bu yiyeceği hazırlamak için
toprağı, bitkileri ve diğer yaratıkları
gücendirmek gerekti. Ama bunu
yapanların, insandaki ışığı beslemekten
ve senin sözünü yaşatmaktan başka
niyetleri yoktu.”
İyiliğin en önemli kriterleri olan
paylaşmayı ve şükretmeyi türlü
gerekçelerle öteleyip duruyor ve her
seferinde de kendimizi haklı çıkarak
bahaneler buluyoruz. Oysa paylaşmak
da şükretmek de insanın hem içini hem
etrafını ışığa çıkarak erdemler.
Çocuklarımızı hayatla ilgili yalanlar
söyleyerek, başkalarının kötülüğünden
“……Sonra yemeği ev sahibiymiş gibi
çevresine dağıtır, kendisi ise azıcık
ekmek ve meyve ile yetinirdi. Özellikle
karpuzu severdi. Nedenlerini soranlara
başka hiçbir yiyeceğin ışığı bu kadar
iyi yansıtmadığını söylerdi. “Karpuza
bakınız, rengi gözlerinizi, kokusu
burnunuzu mest eder. Elinizle kaygan
kabuğunu okşarsınız, ayrıca bir şey
içmenize gerek yoktur, suyu içindedir.
Onu bir tabağa koymanıza gerek yoktur,
kendisi tas olup kendisini sunar. Önce
ucundan başlayın, sonra ortasına
gelin, her lokma sizi ışık bahçelerine
yaklaştıracaktır.”
Mani’nin yolunda gidip iyiliğin nelere
kadir olduğunu, kötülüğün nereye
kadar olduğunu görmek, bilmek
ve anlamak için Işık Bahçeleri’nde
dolaşacak vaktiniz ve hakikatle
karşılaşacak cesaretiniz var mı?
91
kavram defteri
Popüler
kültürün
sahte ışığı
KÜLTÜRÜ BİR METİN BİÇİMİNDE
DEĞERLENDİRMEK, bu çok katmanlı
olguyu boyutlarından soyutlayarak
sığ bir alana hapsetmekle eşdeğerdir.
Kaldı ki bir kültür parçacığını irdelerken
bile tüm dinamikleri göz önünde
tutmak, etkilerini hesaplayarak kültürün
değişimine hangi noktalarda ve hangi
biçimlerde yol açtığını net olarak
ortaya koymak gereklidir. Bunlar için
çok açılı araştırmalar, anketler, veriler
kullanılmalı, akademik saptamalarda
bulunulmalıdır. Bunun aksi, bir
yargılamadan ibaret olacaktır.
Popüler kültüre yönelik önyargılar
seçkinci bir kültür bakış açısından
kaynaklanmaktadır. Bu da kaçınılmaz
olarak bu tutumun odağında
bulunan medyaya cephe almamıza
neden olacaktır. Popüler kültür
değerlendirmesi bir anda medya
eleştirisine dönüşecektir. Elbette
doğru saptamalar ortaya çıkacaktır
ama küçücük bir yanlış değerlendirme
domino taşı gibi doğruları devirmeye
başlayacak, tüm metni geçersiz
92
Hakan Akdoğan
kılacaktır. Diğer taraftan bakıldığında
yapılacak eleştirilerin birçok açıdan üst
düzeyde ve akademik değerde olması
durumunda hedefine ulaşması mümkün
değildir zira popüler kültür üreticisi
ve tüketicisi bu frekansta iletişime
kapalıdır. Ayrıca bu düzeyde metinlerin
popüler hale gelme ihtimalinin sıfır
olması nedeniyle durum popüler
kültürün üzerinde, berisinde, yanında,
yöresinde kalmaktadır.
Şunu da not olarak düşmek gerekir:
Popüler kültür alanında kendilerine yer
bulan ve buralarda konforla ikamet
eden akademisyenler durumun,
durumlarının farkındadırlar. Bir filmin en
çok para kazanan aktörleridir onlar.
Şöhret, popüler kültür kavramının içinde
devinen en önemli katmandır. Şöhret
alanı diye nitelendirilebilecek alana
popüler kültürün altından ve üstünden
yolculuklar bulunmakta, yolcular alt
kültür tarafından alkışlanırken üst
kültür tarafından eleştiri kaynağına
dönüşmektedir.
Halkın şöhrete bağımlılığı giderek
artmaktadır. Kişiler yaşamlarında
arzu nesnesine dönüştürdükleri tüm
eksiklikleri şöhretlerin üzerinden
gerçekleştirmek için boş bir çabaya
girmektedirler.
Şöhretler elbette kültürel ürünlerdir.
Onların toplum üzerindeki etkileri, derin
ve kendiliğindenmiş gibi görünebilir.
Ancak, genellikle, hiç de doğal
olmayan bu süreç ajanslar, halkla
ilişkiler uzmanları, pazarlama personeli,
reklamcılar, fotoğrafçılar, kozmetik
uzmanları, kişisel asistanlar, menajerler
ve daha onlarca kişi ve grubun
eklenebileceği aracılar tarafından
yönetilmektedir. Görevleri; önce
birilerine şöhret kazandırmak, sonra
şöhretli kişilerin, hayran topluluklarının
gözünde sürekli bir çekicilik yaratacak
biçimde topluma sunumlarını organize
etmektir.
Şöhretlerin öz benliği ile topluma
sunulan benliği aynı mıdır? Değildir.
Gerçek benliğiyle başkalarının gördüğü
benliği arasındaki farklar nelerdir? Bu
fark şöhretin kişiliğidir. Bu iki benlik
arasında bir yarılma var mıdır? Mutlaka.
Bir oyun, bir aldanma, bir aldanırken
aldatma ya da aldatırken aldanma
durumu mu söz konusudur? Aldatan
aynı zamanda aldanır.
Toplum aldatılmaktadır. Toplumun
aldatılması sonuçları önceden ve
belki de yıllarca sonrasında bile tam
olarak kestirilemeyecek sonuçlar
doğurmaktadır. Bu konu çok sık
gündeme gelmekte ve unutulmaktadır.
Hatırlanması gereken diğer nokta
şöhretlerin, şöhret olurken ve
sonrasında aldatılmasıdır. Şöhret
gönüllü aldanmakta olabilir. Kendisinde
olmayan bazı özelliklerin yüklendiğine
kayıtsız kalıp zamanla bunlara sahipmiş
hissine kapılabilir. Bu durumda hem
aldatmakta hem de aldanmaktadır.
Toplum sadece aldanmaktadır. Aracılar
sadece aldatmaktadır. Şöhret ise hem
aldanmakta hem de aldatmaktadır. Bu
da kişiliğinde bir çatlağa ve giderek
bir yarığa neden olabilir. İlginçtir ki,
bu tip insanları tedavi etmek için
eğitim görmüş bir akademisyen,
ekranlarda halktan kimselerin bu
durumlarına uzaktan teşhis koyarken
kendi içlerindeki uçurumun farkında
değildirler.
Aslında bir kültür endüstrisi işlemekte,
bu endüstri doğası gereği çıkar
sağlamak için yeni gerçeklikler
yaratmaktadır. Bu gerçeklikler her
türlü duruma göre uyarlanabilmekte,
bireysel özgürlükleri kitlesel duvarlarla
çevirmekte, insan doğasının temel
özelliği olan yaratıcılığı törpülemektedir.
Sıradan olmak yüceltilirken aykırılık
dışlanmakta, bireylerin yaptıkları değil
görüntüleri önem kazanmaktadır.
Etkinlik değil edilginlik aşılanır.
Düşünmenin yerini düşündürülme
alır. Tüm bunlar olurken de medya
başroldedir.
“İktidar Seçkinleri” adlı çalışmasında C.
Wright Mills şu tespiti yapar:
Medya kitle insanına kim olduğunu
anlatır –ona kimlik kazandırır. Medya
kitle insanına ne olmak istediğini
anlatır –ona hırs, beklenti ve tutkular
kazandırır. Medya kitle insanına buna
nasıl ulaşacağını anlatır –ona tekniği
kazandırır. Medya kitle insanına öyle
olmadığı halde öyle nasıl düşüneceğini
anlatır –ona kaçış imkânı verir. (24)
Popüler kültürün özgürlük vaatleriyle
dolu olduğu görülebilir. Bunun
en önemli nedeni popüler kültür
üreticilerinin tüketicilere kendilerini
özgür hissettirme ve böylece
de sistemlerini sürdürebilme
zorunluluğudur. Dayatılan seçenekler
arasından özgürce seçim yapma
fırsatı allanır pullanır. “Top 10”
programlarında zirveye çıkacak şarkıyı
“SMS” ile belirleyebilme özgürlüğü,
temelde benzerlikler taşıyan ve
Amerikan kültürünün dayatmacıları
olan McDonald’s veya Burger King’i,
diğer yandan Pepsi Cola veya Coca
Cola’yı seçebilme özgürlüğü, pop star
yarışmasını ya da yemek programı
yarışmasını seyretme özgürlüğü
gibi birkaç örnek bile aslında
seçeneklerimizin de dayatmadan öte
olmadığının birer kanıtı değil midir?
Çabuk kullanım ve hızlı tüketimin esas
olduğu bu kültürde aslında garanti
edilen kitle üretiminin kalıcılığı ve
sürekliliğidir. Popülere katılmayanlar
özellikle medya yoluyla tedirgin
edilir, kişi eksik hissettirilir ve popüler
tüketime katılması sağlanır. Bu biçimde
bir ‘serbest kölelik’ durumu yaratılmış
olur. Kişi popüler kültürün alıcısı,
satıcısı, reklamcısı konumunda kimliğini
bulduğunu ve özgür olduğunu sanır.
Yanılmıştır ama mutludur.
Unutulmaması gereken en önemli nokta
egemen olanın popüler olduğudur.
Kişiler arasında da egemen olanın
gerekli, çağdaş, iyi ve doğru olduğu
dayatılır. Kişiler hem siyasal hem de
ekonomik anlamda iktidarda olanlara
hizmet ettiklerinin bilincinde değildirler.
Tekleştirme, düşüncesizleştirme,
düşsüzleştirme, farklı olanı dışlama
kendi içinde çalışan bir mekanizma
olarak çalışmaktadır artık. Birilerine
benzemek, benzetilmek değerlidir,
kendin olmak değil. Birilerinin
giydiklerini giymek değerlidir, sana
yakışanı değil. Birilerinin dinlediği
müziği dinlemek, izlediği filimi izlemek,
bindiği arabaya binmek, yediği yemeği
yemek, okuduğu kitabı okumak
değerlidir, hoşlandıklarını değil.
Bu zihin yönlendirme kültürünü
eleştirirken kapitalizmin başlangıcını,
Londra’daki çiftçilerin topraklarını
çevirerek özel mülke devşirmesini
anlatmak yetmez. Daha da geriye,
Sümerlere, belki de antik çağlara
kadar uzanmak, yazının başında
da aktardığım gibi tüm dinamikleri
göz önünde bulundurmak, veriler
kullanmak, uzman görüşlerine
başvurmak ve akademik değerde
bir yazı kotarmak gerekirdi. Aksini
yaparken yanlış bir yargıda bulunmak
yazının tümünü değersiz kılabilirdi.
Bunun içinse yazıda yanlış olan
noktayı tespit etmek gerekir. Mümkün
olduğunca önyargısız yazılan bu
metinde yanlış bir nokta varsa tümünün
geçersiz ve yanlış olduğunu kabul
ediyorum şimdiden.
Yazıyı popüler kültür hakkında
yazılmış bazı metinlerden rastlantısal
olarak seçtiğim kelime ya da kelime
gruplarıyla tamamlıyorum. Bunların
toplamı popüler kültürü anlatmıyor mu?
Değerlerin erozyonu. Ölçüsüzlük.
Taklit. Şöhret tutkusu. Promo kültür.
Geç kapitalizmin yaygın halk kültürü.
Karnavalesk. Stereotipler. Pazarlama.
Gözetleme. Gözetlenme. Cilalı imaj.
Teknolojik determinizm. Klişeler.
Kültür sarhoşluğu. Hafiflik. Avangard.
Ebleh. Kültür polisi. Ahkâm kesmek.
Tüketim. McDonald’s. İkonik yıldız.
İkoncan. Bilinirlik. Görünürlük. Televole.
Seçkin. Bilimadamı. Kültür endüstrisi.
Medya kitle. Oyalama. Oyalanma.
Kaçış. Eğlence. Ticari temelli.
Düzeysiz. Teşhir. Alt-kültür. Dedikodu.
Globalleşme. Seçkin. Bütünleşme.
Hamburger. Truman. Çarkıfelek.
Dürümland. Greencard. Hamçökelek.
Kitle kültürü. Sahte ışık.
93
Türkçe sözlüğü
Türkçe sözlüğü
Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları
uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere.
Dayatılmış Fr. imposé
Empoze
Yankı
Fr. eco
Eko
İğne
Fr. injecteur
Enjektör
Anlık
Fr. instantené
Enstantane
Sanrı
Fr. hallucination
Halüsinasyon
Gelecekçi
Fr. futuriste
Fütürist
Uğraşı
İng. hobby
Hobi
Sağlıklı, temiz
Fr. hygiénique
Hijyenik
Taklit
Fr. imitation
İmitasyon
Eş cinsel
Fr. homosexuel
Homoseksüel
Yenileşimci
İng. innovative
İnovatif
Yasa dışı
Fr. illégal
İllegal
Liste başı
İng. hit
Hit
Resimleme
Fr. illustration
İllüstrasyon
Düşünce
Yun. idea
İdea
Katkılarından dolayı Türk Dil Kurumu’na teşekkürler.
94
95
eğitimin psikolojisi
Psk. Ayşegül Alkış
Geleceğimizi aydınlatanlar
Her anne-babanın hayalidir mutlu ve başarılı
çocuklara sahip olmak. İşte burada aklımıza şu
soru geliyor: Mutsuz ve başarısız çocuklar nasıl
yetişiyor? Çünkü bakıldığında istediğimiz gibi değil,
yetiştirdiğimiz gibi çocuklarımız oluyor. O zaman
çocuğumuzun mutlu olması ve bu mutluluğu
başarısına yansıtması ne kadar mümkün?
ANNE - BABA EĞİTİMİNDE öncelikle
ebeveynin kendisini ve karşısındakini
tanıması çok önemli. Önce karıkoca olan kadın-erkek sonrasında
anne-baba rollerini üstleniyor. Bazen
roller birbirine karışıyor ya da o rol
üstlenilmek istenmiyor. Öncelikle
kendimizi tanıyarak çocuğumuzu
tanımaya başlamak gerekiyor.
Çocuklarla çalışırken en çok şikayet
ettikleri noktanın bu olduğunu
görüyorum, tanınmamak! Annesi,
babası, arkadaşı ya da öğretmeni
çocuğu tanımıyor. Neyi seviyor,
sevmiyor, neye ilgisi var, niye
üzülüyor, nasıl bir yardım bekliyor
sorularında aldığımız cevaplar çok
çok az. Çocuğunu tanımayan velinin
başkalarına çocuğunu tanıtması ise hiç
kolay değil. Peki çocuğumuz tanımak
için neler yapabiliriz:
* Bol bol oyun oynamak en güzel
yaklaşımdır. Oyun içinde onun
hedeflerini, beklentilerini, yenildiği
zaman tepkisini, duygularını nasıl
yaşadığını hemen görebilirsiniz.
96
* Birlikte etkinliklerde bulunmak;
alışverişe, sinemaya gitmek, yürüyüş
yapmak, birlikte sohbet ederek
televizyon seyretmek birbirinizin bakış
açısını görmenizi sağlar.
* Birbirinize küçük notlar, kartlar ya
da kısa mektuplar hazırlamak. Zaman
zaman içimizde biriken şeyleri yazıya
dökmek kendiliğinden tedavi edicidir.
Bunu iletişim aracı olarak kullanmak ise
karşımızdakiyle ilişkimizi geliştirir. “Son
bir haftadır harika davranıyorsun, odanı
topluyor ve güzel yemek yiyorsun.
Seninle sohbet etmek çok keyif
verici” diye bir not yazıp çocuğunuza
verdiğinizde hep olumsuz yanlarının
görülmediğini, olumlu davranışların da
takdir edildiğini hem görecek hem de
somut bir şekilde elde edecektir.
* Aile günlüğü tutmak da başka bir
tanıma ve yakınlaşma yöntemidir. Evde
merkezi bir yerde bulunacak günlük
defter ile birbirinize takdirlerini ve
duygularınızı iletebilirsiniz. Böylece ev
içinde çocuğunuz için nelerin önemli
olduğunu, neleri gözlemlediğini rahatça
görebilirsiniz.
* Çocuğunuzla günüyle ilgili kısa
sohbetler yaparak iyi bir iletişim
kurabilirsiniz. Bu sürekli “Bugün ne
yedin, neler yaptın” şeklinde sıkıcı
sorular olmaktan çok “Bugün ne
yaparken keyif aldın, ne yaparken
sıkıldın, en çok hangi arkadaşınla
oynadın, bugüne bir puan versen kaç
olurdu” gibi farklı sorularla iletişimi
canlı tutabilirsiniz.
* Son olarak çocuğunuzun izledikleri,
okudukları ve bu dönem için kendisine
seçtiği kahraman-model çok önemlidir.
Neden onu seçiyor ve hangi konularda
onu örnek alıyor diye düşünürseniz
çocuğunuzun iç dünyasına bir adım
daha yaklaşmış olursunuz.
Çocuğunuzu tanıdıkça anne-baba
olmanın keyfinin arttığını göreceksiniz.
Nasıl destek olacağınız, nasıl mutlu
olacağınız her şey çocuğunuzda gizli,
unutmayın!
97
eğitimli insan
Eğitim ve toplumsal
yaşamımız
EĞİTİMİ TOPLUMSAL YAŞAMDA ne
denli önemli olduğu genel olarak
herkes tarafından kabul edilir. Gelişmiş
ülkeler, eğitime gereken önemi
verdikleri ve bu alana ciddi yatırımlar
yaptıkları için bugün pek çok sorunlarını
çözme başarısı göstermişlerdir. Gelir
dağılımında belirli bir denge sağlayarak
ülkelerinde görece bir gönenç (refah)
sağlayabilmişlerdir.
Ülkemizde ise eğitim her sorunu çözen,
her derde deva olan bir reçete olarak
görüldüğü halde programsızlık, günü
birlik uygulamalar, hesapsız kitapsız
yaklaşımlar, kısa ve uzun erimli plan ve
projelerden yoksunluk vb. nedenlerle
tam bir keşmekeşe dönüşmüş, sorunlar
çığ gibi büyümüş, işin içinden çıkılamaz
bir duruma gelinmiştir. Uluslararası
değerlendirmelerde, örneğin son OECD
ve Avrupa Konseyi sonuç raporlarında
Türkiye gelir dağılımında ve eğitim
alanında son sıralarda görülmektedir.
98
veren, barıştan, demokrasiden, insan
haklarından yana olan…vb. insandır.
Ülkemizde şu an bu niteliklere sahip
insan yetiştirebiliyor muyuz? Okuryazar oranının %90’lara ulaştığı, pek
çok örgün ve yaygın eğitim-öğretim
kurumlarının varlığına karşın iyi-nitelikli
insan yetiştirebildiğimizi söylemek
çok zor. Çünkü iyi-nitelikli insan
aynı zamanda okuyan, düşünen,
sorgulayan, eleştiren, öneren insandır
da. Oysa bizim eğitim -öğretim
sistemimiz daha baştan buna kapalıdır.
Bizde “soru” soran öğrenci sevilmez,
hatta “sormak” yasaktır. “Dinle ve
denileni yap’’ anlayışı egemendir.
Bizde düşünen insan tehlikeli
insandır, okuyan insandan korkulur.
Güzel sanatlarla, resimle, müzikle,
heykelle, tiyatroyla, şiirle ilgilenmek
boş, gereksiz şeylerdir. Oysa bizim
önemsemediğimiz, değer vermediğimiz
bu düşünsel ve sanatsal etkinliklerdir
insanı insan yapan.
Sürekli okul açmak, her ile üniversite
açmak, herkesi okul sıralarından
geçirmek görüldüğü gibi sorunların
çözümüne yetmiyor. Öyleyse sorun
nerede? Sorun, herkese eğitim
hakkı, ama herkese nitelikli bir eğitim
verebilmekte. Sorun, niceliksellikten
çok nitelikseldir.
Nitelikli insan yetiştirmede en önemli
etken “nitelikli eğitim”dir. Nitelikli eğitim
ise ancak nitelikli eğitim kurumlarının
açılıp geliştirilmesiyle olabilir. Peki, şu
an ülkemizde böyle eğitim kurumları
var mı? Var sayılmaz, ancak bir elin
parmaklarını geçmez sayısı...
Eğitimin amacı “eğitimli insan”
yetiştirmektir. Eğitimli insan kimdir? Her
alanda kendini yetiştirmiş, geliştirmiş,
donanımlı, onurlu ve kişilikli, özgeci,
paylaşımcı, toplumcu, özverili, çalışkan,
dürüst, ahlaklı, emeğe saygı gösteren,
insana, hayvana ve doğaya değer
Günümüz Türkiyesi’nde bir zamanlar
başarıyla uyguladığımız ve çok
olumlu sonuçlar aldığımız sonunda
kapattığımız Köy Enstitüleri gibi
eğitim kurumlarımız kalmadı. Bunların
yerine açılan Öğretmen Okulları,
Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen
Fehmi Enginalp
Okulları da tarihe karıştı. Şimdilerde
bunların yerine Eğitim Fakülteleri
öğretmen yetiştirmeye çalışıyor. Ama
bu kurumların ne ruhu, ne felsefesi var
Eğitim Fakültelerinde. Öğretmenliğin
bir gönül işi olduğu bilinir. Öğrenciyi
sevmeyen, öğretme ve eğitim işini
gönülden benimsemeyen bir kişinin
bu mesleği yapması çok zor. Salt
işsiz kalmamak için öğretmen olmaya
çalışan insanlardan bu anlamda iyi
eğitici olmasını beklemek olanaksızdır.
Yıllardır yenilikçi, ülke koşullarına
uygun bir eğitim sistemi kuramayışımız,
sistemle sürekli oynamamız, sistemi
yapboz tahtasına çevirdi. Bu yüzden
hem eğitim - öğretim kurumlarımız
kurumsallaşamadı, hem de eğitici
kadrolar eğitilenlere güven vermedi.
Şu an YGS rezaleti bunun en güzel
örneklerinden biri değil midir?
Yüz binlerce adayın yöneticilere,
öğretmenlere, sisteme güveni
kalmamıştır. İnsan, güvenmedikleri
insan tarafından eğitilebilir mi? Şu an
ilköğretim ve ortaöğretimdeki eğitim
uygulamalarına bakalım: Sınav, sınav,
sınav. Eğitim= Sınav mıdır? Bu sınav
baskısıyla insanlar bir şey öğrenebilir
mi? Öğrenmenin tadına varabilir mi?
Öğrenmeyen bir öğrenci eğitilebilir mi?
Özetle, iyi eğitim, iyi insan yetiştirir. İyi
eğitim, ancak çağcıl, bilimsel bir eğitim
anlayışıyla verilebilir. Bu değerlerle
yetiştirilen kuşaklar da toplumun
ilerlemesine, ileri bir demokrasinin
gelişmesine, özgürlükçü ve eşitlikçi bir
toplumsal yaşamın kurulmasına katkı
sağlayabilirler.
99
dünyaya armağansın
“Oynaya
oynaya” gelin
çocuklar
19. yüzyılın ortalarında Thomas Edison ve Nikola Tesla rekabetinin
sonucunda şu anda her birimiz için vazgeçilmez olan elektrik
ve ampül bulundu. Yani ışık. O kadar alıştık ki ışığa bir anlık
yokluğunda bile sıkıntıya düşüyoruz.
CEP TELEFONLARIMIZIN ŞARJI
bittiğinde şarj edemiyoruz.
Televizyonlarımızı izleyemiyoruz.
Bilgisayarlarımızı internete
bağlayamıyoruz. Modern dünyanın
modern insanı gece ışık yoksa kendini
rahatsız ve mutsuz hissediyor. O kadar
yaşamın bir parçası haline geldi ki ışık.
Işık hızı 300.000.000 m/s 'dir. Bu
kadar hızlı olan ışık, insanın hayatında
da aynı hızla yayılıyor. Geceleri ışık
demek, çoğu zaman televizyon veya
bilgisayar karşısında geçirilen zaman
anlamına geliyor. Peki ışığın olmadığı
zamanlarda insanlar ne yapalardı? Ne
konuşurlardı? Bence sohbet ederler,
günün değerlendirilmesini yaparlar ve
oyun oynarlardı. Oyun deyip geçmeyin.
Biz de oyun denince sadece çocuklar
oynar diye yanlış bir genelleme var.
Oyun oyna, başarılı ol!
Başarıyı sağlayan birçok etken var.
Ama en önemlisi hangisi? Başarılı
insanların kişisel özelliklerine
100
bakıldığında, ortak kişisel özellik
sadece %5. İçe dönük ya da dışa
dönük olmak, uzun boylu ya da kısa
boylu olmak, çok da etkili olmuyor. Bir
araştırmaya göre zeki olmak başarının
%40'ını açıklıyor. Duygusal zekâ ise
% 10'unu açıklıyor. Duygusal zekâ
çok önemli ama bir çok mahkumun
da duygusal zekalarının yüksek
olduğunu biliyoruz. O halde en çok
etki hangisinde? Bazılarına göre güçlü
bir vizyonu sahip olmak, bazılarına
göre zamanı iyi kullanmak... Ama
çocuklar için en önemlisi “kişisel
kontrol.” Kişisel kontrol çocukların
okul başarısının % 50'sini oluşturuyor.
Çocuklar, özellikle küçük çocuklar,
genelde akıllarına ilk geleni yaparlar.
Davranışlarının sonuçlarını çok da
düşünmezler, reaksiyon gösterirler.
Örneğin bir oyuncak ile oynamak
isterlerse, o oyuncak ile başka bir kişi
oynuyor olsa bile gidip hemen almaya
çalışırlar. İsteklerini bekletemezler.
Genelde plan yapma veya duygularını
Serkan Duru
düzenleme yetenekleri de yoktur.
İç seslerinin farkında da değildirler.
Zamanla reaksiyon göstermeyi
bırakıp, daha planlı olup, yaptıklarını
düşünmeye başlarlar. Kişisel kontrol
geliştirirler. Ama ailesinden veya
eğitim sisteminden dolayı bu özellikleri
kazanamayan büyük bir grup olan
yetişkin çocuklar da var. Elimde
herhangi bir bilimsel araştırma yok ama
kişisel kontrolü zayıf olan birçok insan
olduğunu düşünüyorum Türkiye'de.
Kazaların sebebi de bu bence. Sollama
yapmadan bir arabanın arkasından
uzun bir süre seyahat etme sabrı yok
insanlarda mesela. Bilgisayar ya da TV
başında saatlerini geçiren gençlikte de
kişisel kontrol yok.
Kişisel kontrol nasıl kazanılır?
Kişisel kontrolü olan insan, plan
yapar ve önceliklerini belirlemede çok
etkilidir. Disiplinlidir. Kendisini motive
etmeyi bilir. Başına gelenlerden dolayı
başkasını suçlamaz. İç sesini dinler.
Aileler çocuklara plan yapmayı, kendi
duygularını tanımayı, tepki vermeden
düşünmeyi öğretebilirler. Bunu
öğretmenin en iyi yolu da oyunlardır.
Özellikle planlanmış oyunlar.
Oyunlar
Çocukların gelişiminde en önemli
etken oyunlar... Çocuklar oyunlar
sayesinde sosyalleşiyor ve plan
yapmayı öğreniyor. Oyunu ne kadar
diğer çocuklar ile oynarsa o kadar
iyi. Oyunun en büyük yararı, soyut
düşünmeyi öğretmek... Oyunda telefon
veya araba oluyor, kaşık ya da uçak
oluyor ve çocuk kendisi ile konuşuyor.
İç sesinin farkına varıyor. Diğer
çocuklar ile işbirliği yapıyor.
Okullarda Oyun
Çocuklar okul öncesi sınıflarda oyun
oynuyor ama ilkokul başlayancı oyun
sayısı azalıyor.
Oyun oynansa bile, plansız bir
oyun oluyor. Öğretmen bir oyun
belirliyor. Çocuklar da oynuyor.
Bu tür oyunlar kişisel kontrolün
gelişmesine yardımcı olmuyor. Çünkü
çocuk plan yapamıyor, iş birliği
yapamıyor. Rollerini belirleyemiyor.
Genel düşünce şu; “Çocuk okulda
oyun oynamasın, ciddi işler yapsın.
Sıkılınca bir oyun oynarız.” Planlı
ve uzun oyunların önemi anlaşılmış
durumda değil. Dikkat edin. Çocuklar
zil çalınca nasıl da dışarı fırlıyor oyun
için ama işin kötüsü teneffüsler çok
kısa... Çocuk oyun planlayamıyor.
Oyun kuramıyor. Bundan dolayı
da kişisel kontrol okullarda çok
gelişmiyor. Bir de okullarda yaşanan
korku eklenince kişisel kontrolü
zayıf kişiler yetişiyor. Eğer çocuklara
başarılı olmayı öğretmek istiyorsak,
okullarda onların kendi oyunlarını
kurmalarına ve planlamalarına olanak
verelim. Teneffüsleri uzatalım. Sonuç
olarak ders saatinde oyunun önemli
olmadığını düşünmek de “doğru
bildiğimiz yanlışlar”dan bir tanesi.
Edison ile başladık yine Edison ile
bitirelim: Peş peşe deneylerin sürdüğü
bir gün asistanı, “Artık bu işten
vazgeçsek!” dedi. “Niçin?”
“Çünkü şu ana kadar iki bine
yakın deney yaptık ve hiçbir sonuç
alamadık!”
Edison hemen itiraz etti: “Bu doğru
değil...”
“Evet amacımıza ulaşamadık ama
hiçbir netice elde edemediğimiz doğru
değildir. Çünkü aradığımız şeyin
yaptığımız şeyin yaptığımız bu iki bin
deney içinde bulunmadığını öğrenmiş
bulunuyoruz!”
101
genel sağlık
Romatizma kavramı, hareket
sisteminin ağrı ve çoğunlukla
hareket kısıtlılığı ile birlikte giden
tüm hastalıklarını tanımlıyor.
Eski Yunan kökenli bir kelime
olan romatizma, eklemlerde
kötü özellikte sıvı birikmesi
anlamında kullanılıyor.
Uz. Dr. Ferda Erkişi
Medical Park Bursa
İltihabi eklem romatizması
GENEL OLARAK VÜCUDUMUZUN
hareket etmesini sağlayan kaslar,
kemikler, eklemler ve bu yapıları
birleştiren bağlarda ağrı ve hareket
kısıtlılığına bazen de şişlik ve şekil
bozukluğuna neden olan hastalıklara
romatizma deniyor.
Peki artrit nedir? Eklem ağrısı yanında
eklem iltihabını gösteren eklem
şişliği, eklem üzerinde sıcaklık artışı,
eklem üzerinde kızarıklık veya eklem
hareketlerinde kısıtlılık bulgularından bir
veya birkaçının bulunması durumudur,
eklem iltihabıdır.
Romatizmalı hastanın en sık
yakınmaları ağrı, halsizlik, yorgunluk
ve tutukluktan oluyor. Bu ağrı eklem
veya eklem dışında olabilir. Hastalıklı
eklemde ağrı uzun süren hareketsizliği
izleyen devrelerde daha belirgin olarak
hissediliyor. Bu bakımdan sabahları
hastalar eklemlerini çok zorlukla
hareket ettirirler. Sabah sertliği de
denen bu olayın süresi ise hastalığın
tanısında çok önemli. 15 dakikadan
az süren sabah sertliği normal
insanlarda da özellikle ileri yaşlarda
görülebilir. Ağrının olmadığı romatizmal
hastalıklara da rastlanıyor. Günümüzde
150‘ye yakın hastalık “Romatizma” adı
102
ile anılıyor. Romatizmal hastalıklar;
iltihabi ve kuru olmak üzere ikiye
ayrılabilir.
İltihabi romatizmal hastalıklar mikrobik
iltihap, vücudun bağışıklık sisteminin
yanılması sonrası oluşan mikropsuz
iltihap ve ürik asit gibi (Gut hastalığında
olduğu gibi) kristallerin dokuda
ve eklem içinde birikmesi sonrası
oluşur. İltihap ile seyreder. Ayrımını
yapılması tedavini şekillendirilmesi ve
takipler açısından çok önemlidir. Kuru
romatizmal hastalıklar da kendi içinde
ayrılabilir. En sık karşılaşılanı halk
arasında “Kireçlenme” olarak bilinen
dejenerativ (aşınmaya bağlı) eklem ve
omurga hastalıklarıdır. Çok sık görülen
dejenerativ eklem hastalıklarında, diz
ya da kalça ekleminde olduğu gibi
eklem kıkırdağı bozulması mevcuttur.
Yaşlılığa bağlı değişimler ya da daha
önceki tahripler buna neden olabilirler.
Artrit ve romatizmal hastalıklarının
mekanizmaları hakkında giderek daha
çok şey bilmemize rağmen, hastalığı
başlatan nedenler hakkında nispeten
daha az şey biliniyor. Genetik, çevresel
etkenler (bazı mikrobik ve kimyasal
etkenlere maruz kalma, bireylerin
karşılaştığı bazı bakteri ve virüslerin
bağışıklık sisteminin dengesini
bozduğu bilinir) ve fizyolojik (Hormonlar
ve yaş durumu gibi faktörler sayılabilir)
etkenler bunda etkilidir.
Çok çeşitli yakınmalara ve organ
tutulumlarına neden olan romatizmal
hastalıkların tedavisi, günümüz
koşullarında artık mümkün. Son
yıllarda hız kazanan ilaç araştırmaları
ile romatizma tedavisinde yol
alınmış durumda. İlaç tedavisi ile
beraber hastaya önerilen egzersizler,
eklemin uygun pozisyonda kalarak
sakatlanmaların önlenmesini sağlayan
cihazlamalar, düzenlenen günlük
yaşam aktiviteleri tedaviyi tamamlıyor.
Ancak çoğu romatizmal hastalığın
tamamen ortadan kalkması söz konusu
değil. Sürekli bir hekim -hasta işbirliği
gerektiriyor. Zaman zaman hastalığın
alevlenebileceği bilinmelidir. Tedavi
uzun süreli hatta ömür boyu sürebilir.
Tedavide amaç; yakınmaların ortadan
kaldırılması, olası ortaya çıkabilecek
organ tutulumlarının önlenebilmesi ve
hastanın yaşam konforunun en üst
düzeyde sürdürmesini sağlamaktır.
Sağlıklı bir yaşam dilerim.
103
genel sağlık
Sigara – Koah denklemi
KOAH’da kronik hava yolu daralması,
küçük çaptaki solunum yollarında
daralma ve akciğer dokusunda yıkıma
bağlı olarak gelişiyor. Kronik yangı
küçük çaplı solunum yollarındaki
yapısal değişikliklere neden oluyor.
Tüm bu değişiklikler, hava yollarının
nefes verme sırasında açık kalmasını
engelliyor. Oluşan bu hava akım
kısıtlanması; ucuz, basit, tekrarlanabilir
ve uygulanması kolay bir test olan
spirometri ile kolaylıkla ölçülebilir.
KOAH’dan sorumlu temel risk faktörleri
ise şunlar; tütün dumanı maruziyeti
(Aktif veya pasif), mesleki tozlar ve
kimyasallar ile iç ortam kirliliği (tezek,
odun, diğer organik yakıtlar). Kırk
yaş üzeri bir olguda bu bulgulardan
herhangi birinin varlığında KOAH
düşünülmeli ve spirometrik inceleme
yapılmalıdır. Bu bulgular tek başına
tanısal olmamakla beraber, birden
fazla bulgunun bir arada olması KOAH
olasılığını arttırır. Kesin tanı için mutlaka
spirometri yapılmalıdır.
104
KOAH’lı hastalar genellikle nefes
darlığı, öksürük ve balgamdan
yakınırlar. KOAH, tüm dünya
ülkelerinde önemli bir sakatlık ve
ölüm nedeni... Dünya Sağlık Örgütü
(DSÖ)’ne göre KOAH, dünyada en
yaygın görülen 4. ölüm nedeni ve her
yıl 2.7 milyon kişinin ölümüne neden
oluyor. 2004 yılında yayınlanan Sağlık
Bakanlığı “Ulusal Hastalık Yükü (UHY)”
çalışmasına göre, KOAH Türkiye’de
3. ölüm nedeni ve 2010 yılında 40
bin ölüme neden olması bekleniyor.
2009 yılında kapalı alanlarda sigara
içimini yasaklayan 4207 sayılı yasanın
uygulamaya girmesi KOAH yükünü
azaltmada önemli bir gelişme oldu.
Hastalık yeterince bilinmiyor, tanı
almıyor ve tedavi edilmiyor.
Sigara: Sigara bilinen en önemli
KOAH nedeni. Genel anlamda
sigara içenlerde KOAH gelişme riski
%20 civarında olup, yaşla birlikte
bu oranda belirgin artış görülüyor.
KOAH’lı hastaların birçoğunda eşlik
eden başka risk etkenleri de olmakla
Kronik obstrüktif akciğer
hastalığı (KOAH), tam olarak
geri dönüşümlü olmayan
ilerleyici hava akımı kısıtlanması
ile karakterize bir hastalık...
Bu hastalık zararlı gaz ve
partiküllere, özellikle sigara
dumanına karşı oluşan, iltihabi
bir süreç sonucu gelişiyor.
Bu iltihabi süreç yalnızca
akciğerlerle sınırlı kalmıyor ve
vücuttaki diğer organları da
etkiliyor.
birlikte, olguların
%70-80’inden ön
planda sigaranın
sorumlu olduğu
düşünülüyor.
KOAH
gelişiminde;
sigaraya başlama
yaşı, sigara
içme süresi ve
günlük içilen
Doç. Dr. Tekin Yıldız
sigara sayısı gibi Medical Park Bursa
etkenler önemli.
KOAH gelişiminin önlenmesindeki
en önemli hedef ise, sigara içme
oranlarının düşürülmesi... Pasif olarak
sigara dumanına maruziyetin de KOAH
gelişme riskini, hiç sigara dumanına
maruz kalmamış kişilere oranla belirgin
olarak arttırdığı biliniyor. KOAH
tedavisinde dört temel yaklaşım şu
şekilde sıralanabilir: hasta eğitimi, risk
etkenlerinin azaltılması, stabil KOAH
tedavisi ve alevlenmelerin tedavisi...
Sağlık dolu bir yaşam dileğiyle...
105
sağlıklı düşünce
Ecz. A.Tunca Toker
Toker Sağlık Grubu
Varis üzerine...
“Varis, her hastalık gibi ciddiyetle ve bilimsel metotlarla tedavi edilmesi gereken bir damar hastalığıdır.
Varisleri ile birlikte yaşamaya çalışan ve bu duruma alışan insanların en büyük dezavantajı zaman
geçtikçe daha zor bir tedavi şekline ihtiyaç duymalarıdır.”
YAZ DÖNEMİ GELDİ ve akıllarda yine
aynı sorun belirdi; varisler... Evinize
daha güzel bacaklarla dönmenin
yollarını ve varis tedavisinde kullanılan
yöntemler hakkında merak edilenleri
sizin için, Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı
Op. Dr. M. Okan Özdemir’e sorduk.
Varis ve venöz yetersizlik denildiğinde
ilk akla gelen isimlerden bir
tanesisiniz. Özellikle bu alanda
çalışmanızın nedeni nedir?
Varis toplumda en yaygın olarak
bulunan, hasta tarafından en kolay
tanımlanabilen ancak hekime müracaat
edilmesinde çoğunlukla geç kalınan bir
hastalık. Uzmanlık eğitimine başladığım
yıllarda kalp cerrahisi hızla gelişiyor
ve hekimler bu alanda yoğun çaba
gösteriyordu. Birçok varis hastası ise
kalp hastalarının tedavi ve ameliyat
106
edildiği kliniklerde yoğunluktan dolayı
önemsenmediklerini düşünüyorlardı,
mutsuzlardı. Özellikle bu konunun
önemsenmediğini, bu nedenle de
ciddi hastalıklarla sonuçlandığını
görmüş olmak varis konusunda daha
da yoğunlaşmama yol açtı. Toplumda
varis hastalığının çaresinin olmadığı
şeklindeki yanlış inanışın yaygınlaşması
sonucunda bu konu ile ilgili tedavi
çabalarının tek başına yeterli
olmadığını, toplumun her kesiminin
varis ve venöz yetersizlik hastalığı ile
ilgili olarak bilinçlendirilmesinin de
işimin önemli bir parçası olduğunun
bilinci ile tercihimi bu yönde kullandım.
Özellikle varisler konusunda toplumda
yerleşmiş olan önyargıları ortadan
kaldırmak, kişileri doğru bilgilendirmek
için göstermek zorunda olduğumuz
çaba tedavinin kendisinden çok daha
fazla emek ve zaman gerektiriyor.
Hastalarınıza hizmet sunarken neler
hissediyorsunuz?
Hastalarıma uyguladığım cerrahi ve
estetik yöntemlerin hemen sonrasında
onların yıllardır taşımak zorunda
kaldıkları varislerinden, ağrılarından,
bacaklarındaki estetik kaygı yaratan
görüntülerden, kılcal varislerinden
kurtulmalarını görmek, yüzlerindeki
sevinç ifadesine şahit olmak bir hekim,
bir cerrah olarak benim için önemli
bir gurur ve mutluluk kaynağı oluyor.
Bunca yıllık bilgi ve tecrübe birikimimi
doğru bir şekilde kullandığımı,
eğitimimde çok emeği geçen ailemi
ve saygıdeğer hocalarımı mahçup
etmediğimi düşünüyorum.
Varis ve venöz yetersizlik tam olarak
nedir?
Varis kanı akciğer ve kalbe geri
taşıyan toplardamarların ilerleyici
bir şekilde genişlemesine, kıvrımlı
bir hale gelmesine verilen isim.
Yaptığı ağrı ve kramplar dışında
rahatsız edici görüntüsü nedeniyle de
mutsuzluk kaynağı. Venöz yetersizlik
toplardamarların içindeki kapakçık
bozukluğu ve basınç yükselmesi ile
başlayan bir hastalık ve çoğunlukla
cilt üzerindeki görünümü kılcal
varisler ve ince kıvrımlı mor, kırmızı
damarlar şeklinde. Varislerin ilk
görüldüğü anda hekime estetik
kaygılarla müracaat eden hastalarda
bile derin toplardamarlarda “venöz
yetersizlik” adı verilen hastalık başlamış
olabilir. İlk muayene sonucunda
venöz yetersizlikten şüphelendiğimiz
durumlarda venöz doppler ultrason
tetkikini yaptırmak ve tedavi planını
buna göre geliştirmek gerekir.
Varis tedavisinde güncel yaklaşımlar
nelerdir?
Varis, her hastalık gibi ciddiyetle ve
bilimsel metotlarla tedavi edilmesi
gereken bir damar hastalığı. Varisleri
ile birlikte yaşamaya çalışan ve bu
duruma alışan insanların en büyük
dezavantajı zaman geçtikçe daha zor
bir tedavi şekline ihtiyaç duymaları...
Hastaların varis tedavisindeki
ihmallerinin genel nedeni hepsinin
ameliyat gerektirebileceğini düşünerek
hekime müracaat etmemeleri... Çoğu
hastamız ailesi ve çevresinin etkisinde
kalarak varisleri nedeniyle bir hekime
danışmaktan çekiniyor hatta utanıyor.
Bazı hastalar ise varisleri tedavisi
olmayan, ömür boyu katlanılması
gereken bir hastalık olarak kabul
ettiklerinden bu sıkıntılara katlanmaya
razı oluyor. Ancak günümüzün
teknolojik gelişimleri yoluyla erken
müdahaleler yoluyla her türlü varis
kontrol altına alınabiliyor. Kılcal
varislerde skleroterapi daha yaygın
bilinen adıyla köpük tedavisi ve
radyofrekans esaslı cihaz uygulamaları
erken müdahale olanakları yaratır.
İlerleyen yıllar içinde oluşabilecek
sağlık problemlerini engeller. Varis
erken tedavi edildiğinde yaşam
konforu devam eder.
Skleroterapi nasıl bir uygulamadır?
Nerede yapılabilir?
Genellikle genetik olarak kılcal
varislerle erken tanışan genç
kızlarımızda ve doğum sonrasında
kadınlarda kalıcı hale gelen varislerde
anında sonuç veren bir yöntemdir.
20 yılı aşkın bir süredir uygulamakta
olduğum skleroterapi yönteminde
varislerin içine çok ince iğneler ile
dondurucu özellikli bir sıvı veya
köpük verilir. Damar içinde gelişen
reaksiyon sonucu varisler kaybolur.
1mm.’den 4mm.’ye kadar olan
varislerin tedavisinde en etkili sonuçları
veren, cerrahi girişim gerektirmeyen
bir işlemdir. Estetik olarak hiçbir iz
bırakmadan iyileşmesi önemli bir
avantajıdır. İleri yıllarda genişleyerek
ve yayılarak ameliyat gerektirebilecek
varislere uygulandığında koruyucu ve
engelleyicidir. Telenjiektazi denilen
küçük çaplı örümcek ağı şeklinde
görülen varislere damar çapı ve
yaygınlığına bağlı olarak seanslar
halinde uygulanır. Muayenehane
şartlarında yaptığımız bu uygulama
sonrasında herhangi bir istirahata gerek
duyulmadan kişi günlük yaşantısına
geri döner. Skleroterapi sonrası
bacağa elastik bandaj uygulanır ve
hasta müdahale odasından yürüyerek
çıkar. Tedavi sonrasındaki haftalar
içinde varisli damarın kaybolması ile
tamamen iyileşme olur. Herhangi bir iz
bırakmadığından estetik açıdan tercih
edilen iyi bir yöntemdir.
Peki, Radyofrekans cihazı hangi tür
varislerde uygulanır?
Radyofrekans ve termokoagülasyon,
en ince varislerin yok edilmesini
amaçlayan bir tedavi yöntemidir.
Radyofrekans dalgalarının varisli
damara cihazın özel kalemi yoluyla
yönlendirilmesi sonucu oluşan enerji
ile varisleri ortadan kaldırır. Özellikle
kadınlarda estetik olarak kaygı
yaratan kırmızı - mor renkli varisler
için çok uygundur. En ince varislerde
uygulanan güvenilir ve yan etkisi
olmayan bir tedavi yöntemidir. Bu
cihaz uygulamasını da muayenehane
ortamında yapıyoruz. Özelliği tüm
vücutta ve her cilt tipinde uygulanabilir
olmasıdır. Yüzde doğumsal nedenli
damarsal lekelerde de kullanılabilir.
Telenjiektazik ve ince retiküler venler
anında kaybolur.
Radyofrekans cihaz uygulaması
sonrası nasıl bir süreçtir?
Genellikle hastalarımız iş çıkışlarında
gelip bu işlemleri yaptırıp evlerine
dönüyorlar. Bu işlem sonrasında
bandaj gerekmiyor, ağrı olmuyor, kişi
normal yaşamına devam edebiliyor.
Hızlı bir tedavi yöntemi olup kendisi
beyan etmediği müddetçe kimse böyle
bir işlemi yaptırdığını anlayamaz bile.
Her seans yaklaşık 45 dakika sürer.
Bir seans termokoagülasyon kalemi
ile yapılan 400 enerji atımına karşılık
gelir. Seansta toplam 40 ila 70 cm
uzunluğunda ince varis temizlenebilir.
Seanslar arasında 1 hafta süre
olması yeterlidir. Pigmentasyon (renk
değişikliği) ve yanık görülme olasılığı
yoktur, yaz ayları da dahil olmak üzere
yılın tüm zamanlarında uygulanabilir.
Lazer cihazlarına üstünlüğü de bu
özellikleridir.
Varisler tedavi edilmezse neler
olabilir?
En önemli sonuçları damar içinde
pıhtı oluşması, bu pıhtının akciğere
gitmesidir. Uzun süren hareketsizlik,
gebelik, büyük ameliyat geçirmiş
olmak, 40 yaş üstünde olmak, önceden
tromboemboli geçirmiş olmak, susuz
kalmak ve obezite gibi nedenler
pıhtı ihtimalini arttırır. Uzun süren
hareketsizlik başlığı içine uzun süren
yolculukları öncelikle katmalıyız. 4
saatten fazla uçak yolculuğu, araba,
tren ve otobüs yolculukları riskli sayılır.
4 saatten fazla yolculuk yapanlarda
yolculuk sırasında veya sonraki 4 hafta
içinde derin ven trombozu adı verilen
pıhtı olasılığı çok yükselir. Ayrıca
uzun süren perforan ve yetersizliği
sonucunda bacaklarda kapanmayan
yaralar oluşabilir. Varis tedavisinde
basit kural şudur: “Varis ne kadar yeni
ise tedavi o kadar başarılıdır.”
107
açı
Op. Dr. Melih Kurt
Retina Göz Merkezi
Korneanın
incelmesi ya da
bombeleşmesi
Keratokonus, halk arasında çok bilinmese de çok büyük önem arz eden bir rahatsızlık... Bu rahatsızlık
korneanın inflamatuar olmayan incelmesi ve öne doğru bombeleşmesi ile oluşuyor. Bombeleşme
sonucunda ise korneal yüzeyde düzensizleşme ve buna bağlıda düzensiz astigmatizma gelişiyor.
KERATOKONUS YAŞAYAN
KİŞİLERİN kliniklere başvurma
nedeni, genellikle kısa sürede
giderek artan göz numaraları ve
buna bağlı bulanık görme şikayetleri
olur. İnsanlar göz hekimlerine sık
sık mevcut gözlüklerinden yeterince
fayda sağlayamadıkları şikayetiyle
başvururlar. Keratokonus her iki
gözü tutmasına karşın bu tutulum
asimetriktir. Belirtiler genellikle 1625 yaşları arasında başlar. Erkek ve
kadında görülme sıklığı eşittir. Nadiren
ailevi yatkınlık vardır. Atopik dermatit,
bağ dokusu hastalıkları, tavuk karası,
down sendromlu hastalarda daha sık
görülür.
Tanısı ise biyomikroskobik olarak
konulur. Tanıyı kesinleştirecek ya da
çok erken dönemdeki keratokonus
vakalarına tanı koyacak ek yöntemler
keratometrik, korneal topografik
108
ve pakimetrik ölçümlerdir. Korneal
topografi kornea yüzeyinin eğrilik
haritasını en doğru şekilde veren ölçüm
yöntemidir. Tanı sonrasında hastalığın
şiddetine göre morfolojik ya da
keratometrik sınıflama yapılır. Sınıflama
hastalığın ilerleyişinin takibi ve
uygulanacak tedavinin saptanmasında
da yol göstericidir.
Tedavide öncelikle başlangıç ya da
orta seviyedeki hastalarda gözlük
ve / veya sert kontakt lenslerle
görme rehabilitasyonu sağlanmaya
çalışılır. Sert kontakt lens uygulaması
tecrübeli bir hekim ve sabırlı bir hasta
birlikteliğinde gayet tatmin edici
sonuçlar verecektir. Sert lenslerin
uygulanamadığı erken ve orta seviye
keratokonuslarda yakın dönemde
uygulanmaya başlanmış "cross-linking
" adıyla anılan korneal yüzeye özel
bir ilaç uygulamasından sonra lazer
yapılarak kornea yapısındaki bağ
dokusunun sertleşmesi sağlanarak
hastalığın ilerlemesi durdurulabilir.
Çok merkezli, uzun süreli ve çok vakalı
bilimsel yayınlar olmamasına rağmen
bu uygulamanın erken dönem sonuçları
umut vericidir.
Kornea yüzey eğriliğinin daha da arttığı
ve sert kontakt lenslerden yeterince
fayda sağlanamadığı durumlarda
ise "corneal-ring" denilen kornea
mid-perifer kısmına açılan tünellere
PMMA materyalden yapılmış halkalar
konularak kornea merkezindeki
bombelik azaltılabilir. Bu uygulamayla
görme keskinlikleri artırılabilir.
Korneanın çok inceldiği ve dikliğinin
arttığı ileri dönem olgularda ise kornea
nakli yapılır.
Sağlıkla kalın.
109
kadın sağlığı
Kadınların kabusu
meme kanseri
İstatistiklere göre her sekiz kadından biri meme kanseri ile
yaşamının bir evresinde mutlaka karşılaşıyor. Meme kanseri
gençlerde fazla sık görülmezken, görülme sıklığı 40 yaşından sonra
yaşla birlikte artıyor.
MEME KANSERİ günümüzde tedavisi
mümkün kanserler arasında. Burada
önemli olan meme kanserini erken
evrede yani henüz memedeyken, başka
organlara yayılmadan teşhis etmekten
geçiyor. Erken evredeki muayene ve
40 yaşından sonraki düzenli doktor
kontrolleri meme kanserini teşhis
etmenin en önemli yolları arasında.
Ayrıca meme kanserini çoğunlukla
hasta kendi kendine teşhis ediyor.
Görülen vakaların büyük bir bölümünü,
eline kitle geldiği için doktora başvuran
kadınlar oluşturuyor. Bazı kadınların
göğüs kanserine yakalanma riski ise
diğerlerine göre çok daha fazla…
Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:
“anne, kızkardeş ve teyze başta
olmak üzere yakın akrabasında meme
kanseri olanlar; hiç doğum yapmamış
kadınlar; geç doğum yapmış (35
yaş üstü) kadınlar; hiç emzirmemiş
kadınlar; erken adet görmeye başlayan
ya da geç menopoza giren kadınlar;
uzun süreli hormon tedavisi (doğum
kontrolü, menopoz tedavisi) görenler;
aşırı kilolu kadınlar; alkol ve / veya
sigara kullananlar; hareketsizlik
içerisinde olanlar; rahim, yumurtalık
ya da kalın barsak kanseri olanlar ve
radyasyona maruz kalanlar”
Bu kişilerde rutin kontrollere daha erken
yaşlarda başlamak gerekir ve hastanın
riskine ve meme bulgularına göre
özel bir takip programı oluşturulması
gerekir. Meme kanseri teşhisinde altın
üçlü ise meme muayenesi, mamografi
ve bunları takip eden biyopsi…
110
En sık görülen belirti memede ele kitle
gelmesi ve çoğunlukla hastanın bunu
fark etmesi…
Meme kanseri erken evrede yani
henüz memede sınırlıyken teşhis
edilirse tedavisi mümkün bir hastalık.
Günümüzde meme kanserinin birinci
tedavi yöntemi cerrahi yani kanserli
dokunun vücuttan uzaklaştırılması
işlemi. Diğer birçok kanser türünde
olduğu gibi meme kanseri ile beslenme
arasında önemli bir ilişki söz konusu.
Kanser hastalığı üzerine araştırma
yapan uzmanlar bazı besinlerin
içerdikleri maddelerin kanser riskini
arttırdığını belirtiyor. Bu besinler şu
başlıklar altında toplanabilir: “yağlı
tüm hayvansal besinler; yağlı şarküteri
ürünleri; tereyağı; kızarmış besinler;
tütsülenmiş besinler; tuzlanmış
veya salamura yapılmış besinler ve
doğrudan ateşte pişirilmiş etler…”
Bu besinlerin tüketimleri mutlaka
sınırlandırılmalı ve bazı önlemler
alınarak tüketimi sağlanmalıdır.
Örneklerle yol haritaları çıkartmak
gerekirse bazı önlemler almak
mümkün:
* Bahsettiğim bu besinlerden
tüketecekseniz mutlaka yanında C
vitamini kaynağı olan sebze veya
meyvelerden bol miktarda tüketin.
* Yıllardır yapılan araştırmalar ile bazı
besinlerin kanser riskini azaltıcı etki
yaratabildiği biliniyor. Bu araştırmalara
göre kanser riskini azaltıcı besinlerin
başında meyve, sebze, kuru baklagiller
ve tam tahıl ürünleri geliyor.
Op. Dr. Servet Yetgin
Esentepe Tıp Merkezi
* Yapılan birçok çalışmada orta
düzeyde egzersiz yapan kadınların
meme kanseri olma riskinin azaldığı
vurgulanıyor. Fiziksel olarak etkin bir
yaşam kansere karşı koruyucu olarak
biliniyor. Egzersiz sırasında salgılanan
endorfin hormonu sayesinde psikolojik
olarak da mutlu olmak mümkün.
* Vücut ağırlığınızı ideal seviyede
tutmayı hedefleyin.
* Sebze ve meyve tüketiminizi yüksek
seviyede tutun, günde 5 kez meyve ve
sebze tüketmeyi hedefleyin.
* Yağ alımınızı sınırlamayı deneyin.
Günlük aldığınız enerjinin % 2025 kadarının yağdan gelmesini
sağlayın. (Sağlıklı yetişkin bireyler
için bu değer % 30’a kadar çıkabilir.)
Yediğiniz besinleri yağ içeriklerine
göre ayarladığınızda tükettiğiniz yağ
miktarını da azaltmış olursunuz.
* Omega 3 yağ asitlerinden zengin
besinleri beslenme planınıza ekleyin.
Trans yağ asitlerinden mutlaka uzak
durun.
* Kırmızı et tüketiminizi haftada 12 kez olacak şekilde sınırlandırın.
Tütsülenmiş, yanmış besinleri
tüketmekten kaçının.
* İyi beslenmeyi sağlayın, kendinizi
mümkün olduğunca stresten uzak tutun
ve sağlığınızı koruyun.
Sağlıkla kalın...
111
kalp sağlığı
“Kalp damarı tıkanıklığı
sadece erkeklerin
hastalığı değil”
Uz. Dr. Z. Afşin Çulhaoğlu
Ç. Kalp ve Aritmi Hast.
Kalp damarlarının tıkanması olarak bilinen koroner aterosklerozun sadece erkeklerin hastalığı sanıldığı
yıllar çok gerilerde kaldı. Koroner ateroskleroz artık kadınlarda da hiç de azımsanmayacak oranlarda
görülmeye başladı. Kadınlar özellikle menopoz sonrası, erkeklerden daha hızlı ilerleyebilen, kalp ve
damar hastalığı problemleri ile karşı karşıyalar...
KORONER ARTER HASTALIĞI uzun
yıllardır erkek hastalığı sanılırken,
bugün altmış yaş üzeri kadın ve
erkeklerde risk hemen hemen eşitlendi.
Bunun en önemli nedeni ise; hızlı kilo
artışı ve hareketsiz yaşam. Yaşlandıkça
azalan östrojen düzeyine bağlı olarak
menopozda; koroner arter hastalığı
için risk etkeni olan LDL kolesterol
düzeyi artar. Bu da kadınlarda kalp
hastalıkları ve inmeye karşı olan
eğilimi iyice yükseltir. Hatta öyle ki ilk
kalp krizinden sonra kadınlarda ölüm
riskinin erkeklere göre yüzde 70 daha
fazla görüldüğünü gösteren çalışmalar
bulunuyor. Yine yetmiş yaş üzerindeki
kadınların neredeyse yüzde 80’inde
görülen hipertansiyon ve diyabet de
kadınlardaki koroner arter hastalığı
riskini artıran etkenlerdendir. Türk
toplumunda kadınlarda kilo, sigara
alışkanlığı ve hipertansiyon oldukça
yüksek orandadır.
Obezite de kadın sağlığı için önemli
bir tehdit. Obezitenin en önemli
göstergelerinden biri olan bel çevresi
genişliği kadınlarda kırklı yaşlarda
artarken, altmışlı yaşlarda da en yüksek
değerine ulaşır. Tedavide yaşam tarzı
değişiklikleri ve beslenme alışkanlıkları
112
çok önemlidir. Kadınlarda aşırı kilo
sorununun menopozla belirginleştiği
düşünüldüğünde, menopoz öncesi
dönemde kadınlar için düzenli egzersiz
yapma, düşük kalorili beslenme ve
sigaradan uzak durma gibi koruyucu
yaşam tarzı alışkanlıkları önem kazanır.
İnsanlar göğüs ağrılarında ilk olarak
kalpten şüphelenir. Ancak her göğüs
ağrısı kalple ilişkili değildir. Göğüs
kafesi içindeki kalp harici organlardan
veya komşu bölgelerden kaynaklanan
mide, safra kesesi gibi karın içi
organlardan kaynaklanan ağrılar;
kas ağrıları, reflü, yemek borusu
şikayetleri ve boyun fıtığı gibi ağrılar
da göğüs ağrılarına neden olup
kalpten kaynaklananlara benzer ağrılar
yapabilir.
Türkiye’de göğüs ağrıları sonucu
hastanelere başvuru sayısının çok fazla
olmasına rağmen başvuruların sadece
yüzde 15-20’si gerçekten kalp ile ilgili
şikayetlerdir. Göğüsün ön bölgesinde,
kişinin yerini tam olarak gösteremediği,
sıkıştırıcı ya da baskı yapan, sırta,
kollara (özellikle de sol kol iç kısmına)
ve çene altına yayılan 20 dakikadan
fazla süren, ağrı kesicilere cevap
vermeyen fakat dil altı damar genişletici
haplar ile rahatlayan veya şiddeti
azalan bir ağrı olduğunda dikkate
alınması ve hemen en yakın sağlık
kuruluşuna başvurulması gerekir.
Koroner arter hastalığı için bir takım
riskli gruplar vardır. Erkek veya
kadın 45 yaşını geçmiş, ailesinde
kalp hastalığı olanlar, şeker, yüksek
tansiyon, yüksek kolesterolü
bulunanlar ve sigara içenlerin
göğüste oluşabilecek ağrılara karşı
dikkat etmesi gerekir. Koroner arter
hastalığında önemli olan, hastanın
kalp krizi geçirmesinin önlenmesi ve
hayatta kalmasının sağlanmasıdır.
Bu yüzden doktora müracaat zamanı
çok önemlidir. Hasta hastaneye yeter
ki kriz oluşmadan gelsin, en kritik
damar darlıkları bile kolayca açılabilir.
Fakat krizden sonra açılan damarlarda
sonuç çok iyi olsa da, kalpte bir kısım
fonksiyon kayıpları yaşanabilir. Risk
grubunda olanlar; hayat tarzını bir
miktar değiştirerek; sigarayı bırakma,
haftada iki veya üç kez yarım saat
tempolu yürüyüş, az yağlı beslenme,
kırmızı etten bir miktar uzaklaşma gibi
basit bir takım tedbirlerle bu hastalıktan
yüksek oranda korunabilirler.
113
keyfi yerinde
M. Melih Karaer
Üzümde güneşin yansımaları
Tabiatın en savaşçı, en hırçın bitkilerinin başında gelir asma... Hayatı uğruna önüne gelen engelleri
savaşarak aşan ve yaşamını sürdüren asma, suya ihtiyacı sayesinde köklerini toprağın 9-10 metre
derinlere kadar gönderir. Ve ona hayat bahşeden güneş, ihtiyaç duyduğu toprak ve su kadar elzemdir
onun için. Öyle ya, fotosentez yapacak ve en güzel meyvelerini verecektir daha...
GÜNEŞLE KAVUŞMASI bir aşktır
asmanın. Meyvelerini bu aşk
olgunlaştırır. Onlara tadını verir. Bu
aşkın tadı, bizler aşkımızı kadehlerde
paylaşırken, şaraplarımıza yansır.
Asmanın meyvesi üzüm salkımı, dalında
güneşle olgunlaşır ve şekerlenir. Bu
şeker, üzüm sıkılıp şaraba doğru
yolculuğu başladığında, alkole ve
dillerdeki tada dönüşür. Ne kadar çok
güneş, o kadar çok alkol ve tatlılık
demektir...
Anadolu, üzümün bu aşkı doyasıya
114
yaşayabildiği nadir yerlerden. Tarihte
de günümüzde de üzüm yetiştiriciliğinin
altında yatan önemli nedenlerden
birisi bu işte. Topraklarımız çok
uygun. Kireç, mineraller, her şey var.
Diğer doğal koşullar; ihtiyaç duyulan
kadar su, gece gündüz ısı farkının
mükemmelliği... Geriye sadece güneşli
gün sayısı kalıyor. İşte bu can alıcı
gereklilik de tamam. Deymeyin gitsin
asmanın, üzümün keyfine. Dünyanın
en önemli 5 üzüm üreticisinden birisi
olan ülkemiz, sadece tatlı sofralık
üzüm yetiştirip onları çok ucuz fiyatlara
kurutulmuş olarak satmaktansa, katma
değeri çok daha yüksek “şarap” olarak
ihraç etmek için herşeye sahip...
Oysa, güneş eksikliği nedeniyle pek
çok ülkede şarap üreticileri, tabiatın
o ülkelere bahşetmediği eksikliği
gidermek üzere neler neler yapıyorlar...
Şaraplarına dışardan alkol, şeker
ekleyip, doğal olmayan yöntemlerle
şaraplar üretiyorlar. Biraz daha güneş
görebilsinler diye üzümleri geç hasat
ediyorlar hatta kararıncaya ya da
donuncaya kadar bekletiyorlar. Bu
şekilde kesip işliyorlar. Üstelik bu
ürünlerle şöhret yakalayıp aranılır
hale geliyorlar. Yaptıkları ihracatlarla
ülkelerine çok önemli döviz girdileri
sağlıyorlar. İşte Portekiz’in fortifiye
(sonradan katlı yapılan), yüksek
alkollü tatlı şarapları, Almanların “ice
wine”ları, Macarların “Tokai” şarapları,
Fransızların geç hasat ve asil küfle çok
kısıtlı üretim yapabildikleri “Sauternes”
şarapları... Her şeyin dört dörtlük ve
doğal olduğu ülkemiz şarap üretimini
nasıl ıskalıyor görüyorsunuz. Yazık
ki; toprak harika, güneş mükemmel,
herşey tamam da ne eksik? Tarihimiz
de ortada, daha 100 yıl öncesine kadar
bugün üretilen şarabın 5-6 mislini
Osmanlı ihraç etmiyor muydu? Bu
duruma üzülmemek elde değil...
Biraz tüyo verebilirim. Blush’larda
İtalyan Lamberti, hafif tatlı yapısıyla
harika. Keza Cielo Blush çok hoş. Bu
şaraplar Pinot Grigio üzümlerinden
yapılmıştır. Şeftali, egzotik meyveler,
mango ve narenciye kokularıyla
bezenmiş zarif içimli şaraplardır,
fiyatları da çok makuldür. Amerika’dan
ise Beringer White Zinfandel’i
önerebilirim. Ülkemizden de Blush
ve Roze önerilerim şöyle; başta
Kavaklıdere Egeo Roze, Doluca
Verona Blush ve Butik Harem Sultan
Roze olmak üzere, Karga Blush,
Sevilen R güzel örnekler... Geçmişte
kırmızı şaraplardan daha fazla tercih
edilen beyazlara gelince; beni bu
sene Fransız Chablis şarapları
çok etkiliyor. Geçmişte deniz olan
Bougoigne bölgesinin Chardonnay
üzümlerinden yapılan inanılmaz deniz
kabukluları kokularıyla bezenmiş
bu çok kaliteli beyazları yine deniz
mahsulleri yemekleriyle eşleşmek
üzere tercih edebilirsiniz. Birkaç örnek
vermek gerekirse; Pascal Bouchard
Petit Chablis 2009, hem çok keyifli,
hem de fiyat - kalite dengesi doğru
bir şarap. Ama özel bir Chablis
derseniz, Domaine William Fevre 1er
Cru Vaillons 2007 ya da 2008 harika...
Bizden örnek beyaz şarap vermek
gerekirse; Kavaklıdere Narince, Egeo
Sauvignon Blanc ve Sarafin beyazları
önerebileceklerim.
Bırakalım karamsarlığı ve önümüzdeki
güzellikleri yakalayalım. Bu yıl da
her yıl olduğu gibi yaz aylarının ışıltılı
şarapları; blush, roze ve beyaz şaraplar
bizleri bekliyor. Amerika’da yakın tarihte
White Zinfandel ile yani kırmzı üzümden
beyaz şarap üretmekle başlayıp,
İtalyanlarla çok popüler hale gelmiş
olan ve ülkemizdede şarap üreticilerinin
başarıyla uyguladıkları blush, roze
ve beyazlar bu yazın yine favorileri...
Akşamüstü, gün batımıyla birlikte Blush
ya da Roze şarabı; yemeğimizde beyaz
etlerle birlikte beyaz şarapları keyifle
yudumlayacağız.
Keyifte ve afiyetle kalın...
115
bursa mutfağı
M. Ömür Akkor
Mutfak Araştırmacısı
550 yıllık
serüven
Bursa
havyarı
“BURSA’YA yarım günlük mesafedeki
bir kasabaya (Aksu’ya) girdik. Burada et
ve bağbozumu zamanındaki tazeliğini
bir yıl muhafaza eden üzümler bulduk.
Bu kasabada ayrıca manda sütünden
yapılmış çok güzel ve lezzetli bir krema
bulduk; buna “kaymak” diyorlardı; O
akşam Türkler bana çok pişmiş olmayan,
yarı yarıya pişmiş denebilecek ızgara
et yedirdiler; bunlar parça parça şişe
geçirilerek ızgarada pişiriliyordu…’
“Yaklaşık 1000 yıl önce, Kaşgarlı
Mahmud’un Türkçe sözlüğü Divan-ü
Lügat-it Türk’te “eti şişe taktı” şeklinde
kayıt bulunması, bu kültürün Türk
toplumunda çok eskiye dayandığının bir
kanıtıdır.” “500 yıl öncesine ait diğer bir
kayda göre şiş kebap 112.5 dirhem yani
360 gram gelmekteydi.”
Broquiere’in değindiği ilginç nokta,
zeytinyağlı havyarı ilk yediği memleketin
1400’lü yılların Bursa’sı olması. Aynen
şöyle diyor;
“Zeytinyağlı havyarı ilk kez yediğim yer
burasıydı. Eğer yiyecek başka bir şey
yoksa bu anlaşılabilir bir durum, fakat bu
yemeği sadece Rumlar sever… ”
Yıllar önce sıcak bir yaz günü, İstanbul
Beyazıt Kütüphanesi’nde, Bursa
Mutfağı arşiv taraması yapıyordum.
Hava dışarıda çok sıcaktı ama
kütüphane, yüksek tavanı ve kalın
duvarları sayesinde bir o kadar
serindi. İki sene önce Broguiere’nin
seyahatnamesindeki yukarıdaki
izlenimlerini ve son paragrafta geçen
116
1432’de ticaret
kervanıyla
Bursa’ya gelen
Fransız seyyah
Broquiere’nin
izlenimleri…
havyarı ilk Bursa’da yediğine dair
kaydı okuduğumda şaşırmış ama
bunun pek mümkün olmadığını
düşünmüştüm. Bunun yanı sıra bu
havyarın olsa olsa Venedik ve Ceneviz
ticaret gemileri ile Mudanya limanına
geldiğini, seyyahımızın da orada
yediğini sanmıştım. Ta ki o sıcak gün
yüzlerce kitap arasında kaybolmuşken
Fazıl Yenisey’in 1951 yılında yazdığı
Bursa folkloru isimli kitabında Ramazan
yemekleri bölümünde, “Ramazan
sofralarında havyar bulunurdu”
cümlesini okuyana kadar. Anladım ki o
güne kadar havyar konusunun üzerinde
pek durmamıştım.
1432 ve 1951 yıllarında yazılmış bu
satırlar Bursa’da geçmişte havyar
yendiğine dair iki kayıt anlamına
geliyor ve bence çok anlamlı... İlginç
olan yaklaşık 500 sene boyunca
Bursa’da havyar yendiğine dair kayıtlar
varken, şehirde bunu bilen kimseye
rastlamadım. Zaman zaman da bu
konunun peşinde ipuçları topluyordum.
Nisan ayının başında Demirli Tatlısı’nın
peşine düşmek için Keramet Köyü’ne
gitmiştim. Bu sırada İznik Gölü civarına
yaptığım keşifte, tam mevsiminde
olduğumuz için Bursa havyarının izine
rastladım. Artık yemek yerine çöpe
atılıyordu. Bir zamanlar kerevitler daha
karlı olduğu için terk edilen sazan
balıklarının yerini, son yıllarda da
kerevitlerden vazgeçerek gümüş
balıkları almıştı. Bu sebeple de
ne sazanlarla ne de havyarlarıyla
ilgilenilmiyordu artık. Sizlerle İznikli balıkçılardan aldığım
ama şimdilerde kimsenin yapmadığı
iki benzer tarifi paylaşmak istiyorum.
Ayrıca bahsettiğim seyyahın yediği
zeytinyağlı havyarın “tarama” olduğu
kanaatindeyim. “Tarama”nın tarifi de
aşağıda:
1. Tarif: Havyar güveç kabına konur ve
tereyağı ilave edilerek fırında kısa süre
pişirilir.
2. Tarif: Havyar tavada tereyağıyla
yumurta gibi kızartılır. Bol ekmekler
afiyetle tava ekmekle sıyrılarak yenir.
TARAMA
200 gram balık yumurtası
1 bardak zeytinyağı
2 dilim ekmek içi
1 diş sarımsak
1 limon suyu
Balık yumurtalarını çukur bir kaba
koyup zeytinyağını ağır ağır ilave
ederken bir yandan da tahta kaşıkla
çırpın. (Bu işlem 15 dakika sürmeli ve
hep aynı yöne karıştırmalısınız.) Tarama
kıvama geldiğinde mayonez gibi
beyazlaşacaktır. Bu esnada içerisine
limonsuyu, 2 dilim ıslak sıkılmış ekmek
içi ve sarımsağı ilave edip aynı yönde
karıştırmaya devam edin. 10 dakika
buzdolabında dinlendirip servis edin.
Kaynakça
Fazıl Yenisey, Bursa Folkloru, Bursa Vilayet
Matbaası, Bursa, 1955
W. Lowry, Seyyahların Gözüyle Bursa
1326–1923, Eren Yayınları, İstanbul, 2004
Yusuf Oğuzoğlu, Kerime Üstünova,
Bursa Halk Kültürü, 1. Bursa Halk Kültürü
Sempozyumu Bildiri Kitabı, Cilt 1, Cilt 2,
Bursa, 2002
117
kestaneli lezzetler
Kestaneli
Apfelstrudel
Hazırlanışı
Tüm malzemeler karıştırılarak hamur yoğurulur.
Buzdolabında 1 gün dinlendirilir. Hamur
merdane ile yufka kalınlığında açılır ve bir bezin
üzerine yayılır. Ayçiçek yağı fırça ile hamura
sürülür ve galeta unu (1 avuç) serpilip elmalı iç
malzeme koyulur. Hamur bez yardımıyla rulo
şeklinde sarılır. Üzerine ayçiçek yağı sürülür ve
20 dakika 180 derece fırında pişirilir. Çıkarılıp
tekrar yağlanır ve yine 20 dakika 180 derece
fırında pişirilir. Sıcakken üzerine pudra şekeri
serpilir ve vanilya sosu ile servis edilir.
Hamur
1 su bardağı un
2 yemek kaşığı sıvı yağ
1 çay kaşığı şeker
1 çay kaşığı tuz
yarım çay bardağı su
Tarif: Kafkas
Elmalı iç
Elmalar kuşbaşı büyüklüğünde doğranır ve diğer
malzemeler eklenerek karıştırılır.
10 adet elma
4 yemek kaşığı kırık kestane şekeri
yarım çay bardağı şeker
yarım çay bardağı üzüm
1 çay kaşığı tarçın
Vanilya sosu
Süt, şeker, vanilyalı puding, vanilya ve tuz bir tencereye
koyulur ve karıştırılarak pişirilir. Yumurta sarısı biraz süt
ilave edilerek çırpılır ve tencereye ilave edilir. Karıştırılır ve
kaynatılıp ocaktan alınır.
1 litre süt
100 gram şeker
5 adet yumurta sarısı
25 gram toz vanilyalı puding
1 çay kaşığı vanilya
1 tutam tuz
118
119
ISSN: 2146 - 1457
Yerel Süreli Yayın (2 Aylık)
!
N
I
AY
ABONELİK BAŞVURU FORMU
AD SOYAD
:
E-POSTA
:
TELEFON
:
CEP TELEFONU
:
ABONELİK SÜRESİ
:
DO
U
M
OR
F
BU
N
FE
T
Ü
L
BAŞLANGIÇ TARİHİ AY / YIL :
DERGİ TESLİM ADRESİ
:
M
R
U
LD
* ADRES BİLGİLERİNİ LÜTFEN BÜYÜK HARFLE VE OKUNAKLI BİR ŞEKİLDE DOLDURUNUZ.
www.dergibursa.com.tr
arayın, biz sizin yerinize doldururuz.
1 Senelik (6 Sayı) Adrese Teslim Abonelik: 35,00 TL
ABONELİK İLETİŞİM
(0224) 233 87 11
[email protected]
120
www.dergibursa.com.tr
rehberbursa
guidebursa
OTEL / HOTEL
HASTANE / HOSPITAL
ÇİÇEKÇİ / FLORIST
RESTORAN / RESTAURANT
BAR / BAR - BISTRO
PASTANE / PATISSERIE
KAFE / CAFE
SİNEMA / CINEMA
TİYATRO / THEATRE
KUAFÖR / COIFFEUR
TAKSİ / TAXI
MÜZE / MUSEUM
KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER
EĞLENCE MERKEZLERİ / ENTERTAINMENT CENTERS
TURİZM & ULAŞIM / TOURISM & TRANSPORTATION
S P O R S A L O N L A R I / S P ORTS HALLS
KUYUMCU / JEWELLERY
ÖNE ÇIKANLAR / HIGHLIGHTS
“Bursa’nın yaşam rehberi”
“Life guide of Bursa”
121
guidebursa
RESTORAN / RESTAURANT
Bakus İtalyan Restraunt & Winehouse
Çekirge Meydanı T. 234 38 88
Beceren
Botanik Parkı T. 211 52 60
CP Steak House
Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Dababa
Esentepe Mah. Gürler Cad. No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00
Kadife A la Carte
Almira Hotel Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T. 250 20 20
Kahve Beyaz
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 34 47
Kaşıkara
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 35 66
Kavis
Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47 T. 444 40 00
Placia Restaurant
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40
Otantik Gemi
Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00
Panaroma
Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Tike
Mudanya Cad. Bademli Kavşağı T. 549 20 75
Yazı
E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı T. 548 00 28
IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS
Anadolu Lezzet Dünyası
E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03
Bademli Et Mangal
Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu No: 307 T. 244 84 60
Çağrışan Et Mangal
Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00
Çiçek Izgara
Belediye Cad. Orhan Boğazı No:15 T. 221 65 26
Korupark AVM T. 241 29 88
İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00
“Life guide of Bursa”
Park Izgara
Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01
Hayat Lokantası
Merinos Parkı T. 272 27 77
DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE / SEA FOOD & BAR
Arap Şükrü Çetin
Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53
Cafeman Balıkçısı
Agora İş Merkezi Kulealtı Bademli T. 549 10 14
Deniz Tabağı
Kuruçeşme Mah. Sakarya Cad. No:45 T. 222 19 19
Saki Rum Meyhanesi
E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89
KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA
Atmosfer Pide / Metin Durmaz
FSM Bulvarı No: 92 T. 240 10 00
Dürümcü Bekir Usta
Setbaşı T. 220 11 01
Çekirge T. 233 88 18
FSM Bulvarı T. 243 75 75
Bademli T. 549 28 28
İskender Kebap
Atatürk Cad. Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76
Carrefour AVM T. 452 10 62
Korupark AVM T. 241 21 10
Kebapçı Yavuz İskender
Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20
As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30
Köy Tesisleri Y.Mudanya Yolu 16. Km No144 T. 244 99 01
İskender Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90
Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15
Zafer Plaza AVM T. 221 15 33
Pidefabric
FSM Bulvarı Nilüfer Hatun Cad. No:142 T. 452 89 89
Şampiyon Kokoreç
Altıparmak T. 223 23 20
Uludağ Kebapçısı
Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51
Kent Meydanı AVM T. 255 55 56
Zeugma Restoran
Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27
2011
122
rehberbursa
“Bursa’nın yaşam rehberi”
HAZIR YEMEK / FAST FOOD
Big Mammas
FSM Bulvarı T. 247 44 55
Kükürtlü T. 236 89 91
Korupark AVM T. 241 27 50
Ertuğrulkent T. 413 38 93
Burger King
T. 444 54 64
Dominos Pizza
Altıparmak T. 222 90 40
Bademli T. 241 58 00
Beşevler T. 453 46 04
FSM Bulvarı T. 453 00 76
Özlüce T. 413 15 00
Çekirge T. 234 99 22
Yıldırım T. 362 60 60
Çınar Pastanesi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49
FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98
Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76
Durak Muhallebicisi
Çekirge Meydanı T. 235 08 08
İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09
Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19
Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80
Hobi Paket Büfe
Altıparmak T. 221 11 63
Beşevler T. 451 11 00
İhsaniye T. 246 00 55
Özlüce T. 413 73 13
Kafkas
Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99
Carrefour AVM T. 452 49 99
Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10
FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00
İzmir Yolu T. 413 22 20
Kent Meydanı AVM T. 255 67 00
Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51
As Merkez Karşısı T. 261 52 61
Davutdede Mah. Conk Sok. No:24 Yıldırım T. 360 03 30
Korupark AVM T. 241 49 29
Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25
Terminal T. 261 58 02
Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70
Kentucky Fried Chicken
444 35 55
Profiti
Gazi Cad. No:12 Ataevler T. 452 10 11
Mariza
Altıparmak T. 225 12 25
FSM Bulvarı T. 451 44 44
Pita
Çekirge Meydanı T. 233 98 00
Mc Donald’s T. 444 62 62
Vitosto FSM Bulvarı No:4 T. 242 72 71
PASTANE / PATISSERIE
Aslı Börek
Carrefour T. 452 66 86
Kent Meydanı AVM T. 251 40 02
Metro Market T. 441 37 20
Geçit Evke Plaza T. 241 80 88
Osmangazi Metro T. 272 03 03
Zafer Plaza T. 223 79 79
Uludağ Ünv.T. 442 88 26
Bread House
Anatolium AVM T. 261 30 27
Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07
İhsaniye Mah. FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27
Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05
Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87
Rıhtım
FSM Bulvarı Kamuran Sitesi No:71 / A T. 451 24 77
Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77
Konak Mah. Beşevler Cad. No: 66 /A T. 452 66 28
Çamlıca Mah. Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00
Çekirge Meydanı T. 236 83 58
Un-Pa
Çekirge Meydanı T. 236 73 65
Beşevler Mah. Bilginler Cad. Mehtap Sitesi No:32 T. 452 26 72
Beşevler Mah. Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17
Waffle Evi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90
Waffle Abbas
FSM Bulvarı Aksel 104 Sitesi No:78 T. 245 77 78
Uzay Pastanesi
Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55
Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04
Saygınkent AVM T. 413 43 06
FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44
Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97
2011
123
guidebursa
Sui Çukurköşk
& My Kitchen
Çekirge Cad. No: 114
T. 234 62 00
Öne çıkanlar / Highlights
www.cafemykitchen.com
Bakus İtalyan
Restraunt & Winehouse
Çekirge Meydanı
T. 234 38 88
www.bakusrestaurant.com
124
“Life guide of Bursa”
rehberbursa
Picante
Cumhuriyet Mah.Gazi
Cad. No:51 / A
T. 451 36 34
www.picante.com.tr/bursa
Öne çıkanlar / Highlights
“Bursa’nın yaşam rehberi”
Hayal Kahvesi
FSM Bulvarı No:59
T. 451 65 75
www.hayalkahvesibursa.com
125
guidebursa
KAFETERYA / CAFE
Cafe Crown
Carrefour AVM T. 451 21 45
Kent Meydanı T. 255 30 00
Korupark AVM T. 242 06 24
Coffe and Beyond
FSM Bulvarı T. 247 22 37
“Life guide of Bursa”
Süksse
FSM Bulvarı Aksel 104 Sit. B Blok T. 240 16 35
Şale
Karagöz Cad. No:65 Kükürtlü T. 233 18 27
Tesadüf
FSM Bulvarı T. 241 58 58
Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99
BAR – BİSTRO / BAR BISTRO
Gönül Kahvesi
As Merkez Outlet T. 261 58 78
Nostaljik Tren İstasyonu Beşevler T. 452 82 16
FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06
Angaje Lounge & Brasserie
Nilpark AVM T. 246 77 44
Gren
Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64
Gloria Jean’s Coffee’s
Kent Meydanı AVM T. 255 05 81
Korupark AVM T. 241 37 26
Bigo
FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04
Boo Live
Geçit No:639 T. 244 88 78
Bongo Bar
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34
İncir Cafe
Kordon Boyu Mudanya T. 544 06 05
Benzin
FSM Bulvarı No:57 T. 452 26 96
Kahve Dünyası
Korupark AVM T. 241 23 45
Zafer Plaza AVM T. 225 29 29
Cadde Üstü
FSM Bulvarı T. 246 66 74
Kahve Mania
FSM Bulvarı No:116 T. 245 02 22
Lusso
FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30
Neşve
FSM Bulvarı No: 139/ 8 T. 243 06 63
Pascal
Nilpark AVM T. 240 02 04
Saklıbahçe
1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59
Siesta
Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05
Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01
Starbucks
Carrefour AVM T. 453 20 76
Kent Meydanı T. 255 37 39
Korupark AVM T. 241 27 60
Kükürtlü T. 233 39 55
Zafer Plaza AVM T. 220 00 46
Cha Cha
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Kulüp
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78
Duetto
FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Exit
Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70
Festina
FSM Bulvarı T. 249 19 49
Hayal Kahvesi
FSM Bulvarı No:59 T. 451 65 75
Highout
Oulu Cad. Oylum Carşısı T. 233 00 60
Ivory
Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90
Jazz Bar
Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54
2011
126
rehberbursa
“Bursa’nın yaşam rehberi”
K Bar
Çekirge Cad. T. 233 44 22
Teras
Carrefour AVM Yanı Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09
Kat 3
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Kent Meydanı AVM T. 255 55 22
Veni Vidi
Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99
Wamtes
Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22
Keyifli Bar
FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86
ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER
Kırmızı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53 T. 452 97 07
Anatolium Yeni Yalova Yolu Cad. No.487 T. 261 12 22
Kios Bar
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40
As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu 8.Km T. 261 51 51
Carrefour İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı T. 219 73 00
Klan
FSM Bulvarı / Bademli T. 247 63 23
Kent Meydanı Santral Garaj Mah. T. 255 43 63
Konak 18
Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07
Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35
Krema Jazz Club
Mudanya Cad. Bademli Kavşağı Tike Restoran T. 549 20 75
La Luz
Korupark AVM T. 243 93 98
Mox Lounge
FSM Bulvarı T. 240 22 42
My Kitchen
Çekirge Cad. No: 114 T. 234 62 00
Leman Kültür
AVP Tiyatro Aralığı Heykel T. 224 44 54
Malt
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
People
Agora İş Merkezi Arkası Bademli T. 549 04 43
Picante
Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34
Resimli
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 88 15
Şey Pub
Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25
Shakespeare Bistro
Korupark AVM T. 241 29 59
Suare
Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01
Özdilek Yeni Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00
Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. No.181 T.225 39 00
SİNEMA / CINEMA
Korupark Cinetech T. 242 93 83
Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88
Setbaşı Prestige T. 221 48 06
Kent Meydanı T. 255 30 84
As Merkez Avşar T. 261 57 67
Akpınar K. M. T. 243 73 43
Altıparmak Burç T. 221 23 50
AFM Carrefour T. 452 83 00
Cinemoda Barış Manço K.M. T. 366 08 36
TAKSİ / TAXI
Altıparmak T. 222 16 44
Almira T. 252 86 38
Ataevler T. 441 88 00
Bademli T. 549 24 90
Beşevler T. 451 28 28
Çekirge T. 236 71 04
Çelik Palas T. 233 27 79
Dallas T. 233 81 22
Doğumevi T. 236 67 06
İhsaniye T. 247 47 33
Kükürtlü T. 235 12 96
Nilüfer T. 245 05 98
Setbaşı T. 328 90 91
Uludağ T. 222 35 14
2011
127
guidebursa
Korupark
Mudanya Yolu 9.Km
T. 242 35 35
Öne çıkanlar / Highlights
www.korupark.com.tr
Medical Park Bursa
Haşim İşcan Cad. Fomara
Meydanı T. 444 44 84
www.medicalpark.com.tr
128
“Life guide of Bursa”
rehberbursa
Çelik Palas *****
Çekirge Cad. No:79
T. 233 38 00
www.celikpalas.com
Çekirge Kalp ve Aritmi
Kükürtlü Mah.
Konca Sok. No.2
T. 275 75 00
Öne çıkanlar / Highlights
“Bursa’nın yaşam rehberi”
wwww.cekirgekalp.com
129
guidebursa
OTEL / HOTEL
Adapalas ***
1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90
Artıç ***
Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05
“Life guide of Bursa”
Marigold *****
1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00
Otantik Club (Butik)
Botanik Parkı T. 211 32 80
Otantik Gemi (Butik)
Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34
Almira *****
Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20
HASTANELER / HOSPITALS
Anatolia ****
Çekirge Meydanı T. 233 94 00
Baia ****
Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı T. 275 45 00
Beceren (Butik)
Botanik Parkı T. 211 52 60
Boyugüzel (Butik)
Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99
Büyükyıldız ****
Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90
Central ***
Uluabatlı Hasan Bulvarı No:55 T. 273 55 00
Çelik Palas *****
Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Divan ****
Kükürtlü Mah. Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07
Gönlüferah ****
1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10
Holiday Inn ****
Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü T. 442 85 40
İbis Hotel **
Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00
Kervansaray ***
Fomara Meydanı T. 220 00 00
Kervansaray Termal *****
Çekirge Meydanı T. 233 93 00
Kırcı ****
Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00
Kitapevi (Butik)
Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60
Kent ***
Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20
Acıbadem
FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44
Bursa Anadolu
İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09
Bursa Göz Merkezi
Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69
Bursa Vatan
Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40
Çekirge Kalp ve Aritmi
Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00
Dentatürk Diş
FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00
Doruk Tıp
Zübeyde Hanım Cad. No.5 T. 444 04 53
Esentepe Tıp Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46
Jimer
Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67
Konur
Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40
Medical Park Bursa
Haşim İşcan Cad. Fomara Meydanı T. 444 44 84
Medicabil
Mudanya Yolu Küre Sok. No.1 Fethiye T. 444 81 12
Osmangazi Tıp Merkezi
Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05
Rentıp
FSM Bulvarı No.42 / A İhsaniye T. 249 77 00
Retina Göz Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01
Turkuaz Diş
Konak Mah. Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22
2011
130
rehberbursa
“Bursa’nın yaşam rehberi”
SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS
Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60
Asya Spor Merkezi
İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 Nilüfer
T.249 64 55
Sacha
Kükürtlü Mah. Manolya Sok. No.67 T.233 59 79
Kent Meydanı AVM T. 255 63 64
FSM Bulvarı T. 453 38 55
Bademli T.549 11 42 - 43
Beyge Club
Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4 Nilüfer
T.453 55 00
Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98
ÇİÇEKÇİ / FLORIST
B-Fit Spor Kulübü
Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer
T.244 64 68
Aşşk Çiçek
Çekirge Cad. Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00
Hat Cad. No.10 Osmangazi
T.235 35 15
Bursa Çiçekçilik
FSM Bulvarı Zafer Sok. No.45 T. 452 47 32
Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer
T.452 60 52
Lora Çiçek Evi
Osmangazi Mah. Asker Cad. No.1 Tophane T. 225 41 43
Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım
T.369 08 31
Lis Çiçek
Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96
Çok Yaşa Clup
İzmir Yolu Nilpark AVM 5.Kat Nilüfer
T.245 68 00
Koru Çiçek
Korupark AVM T.241 54 74
Gym Sport
Agora İş Merkezi Bademli T.549 25 00
Pelit Çiçekçilik & Peyzaj
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62
Maya Spor Salonu
Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza No.12 Nilüfer
T.453 02 50
TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM & TRANSPORTATION
Kamil Koç T. 444 05 62
Score Fitness Spa
Korupark AVM İçi
T.242 68 00
Nilüfer Turizm T. 444 00 99
U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00
Studio Pilates
Cumhuriyet Mah. Yağmur Sok. Elmas Evler Sit. C / Blok K.4
Nilüfer
T.451 32 41
Plaza Turizm
Kükürtlü Mah. Oulu Cad. No.33
T. 234 58 58
Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi
Konak Mah.Yaz Sok.No.2 / A Nilüfer
T.451 44 15
Şentürkler Turizm
Çekirge Cad. No.51 Osmangazi
T. 235 66 66
KUAFÖR / COIFFEUR
Ahmet Albayrak Korupark AVM No.74 T.241 31 12
Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35 Bademli T. 548 00 80
Emma Cumhuriyet Mah. Nilüfer Hatun Cad. No.2 T. 452 67 50
Enis Aslan Hairdesigner Kükürtlü Cad. T. 233 00 51
Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90
Burkon Turizm
Çekirge Cad. No.51 / C Osmangazi
T. 233 40 00
İDO Bursa Satış Noktaları
Kent Meydanı AVM T. 255 44 60
Korupark AVM T. 242 19 49
Mamis Restaurant T. 211 23 81
Park Plaza T. 244 94 01
Plaza Tur T. 234 58 58
Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü T. 442 91 25
Zafer Plaza AVM T. 225 39 08
2011
131
guidebursa
Öne çıkanlar / Highlights
Sacha
Kükürtlü Mah. Manolya
Sok. No.67
T.233 59 79
Kent Meydanı AVM
T. 255 63 64
FSM Bulvarı
T. 453 38 55
Bademli
T.549 11 42 - 43
132
Kafkas
Kafe Pastane Restoran
Y.Yalova Yolu
As Merkez Karşısı
T. 261 52 61
“Life guide of Bursa”
rehberbursa
Burkon Turizm
Çekirge Cad. No.51 / C
Osmangazi
T. 233 40 00
www.burkon.com
Holiday Inn ****
Uludağ Üniversitesi
Görükle Kampüsü
T. 442 85 40
Öne çıkanlar / Highlights
“Bursa’nın yaşam rehberi”
www.holidayinnbursa.com
133
guidebursa
“Life guide of Bursa”
KUYUMCU / JEWELLERY
KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER
Altınbaş
Kapalı Çarşı No: 327 T. 444 46 87
Açık Hava Tiyatrosu
Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12
Orotrend
Korupark AVM T. 241 31 50
Nalbantoğlu No:8 T. 224 90 13
Adile Naşit Kültür Merkezi
Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20
Gencay Altın & Pırlanta
Kapalı Çarşı No: 317 - 341 - 381 - 2 - 284
T. 221 16 87
Gilan
Korupark AVM T. 241 31 32
Gold Kuyumculuk
Kapalı Çarşı No:288 - 308 - 6 T.223 26 37
Hüseyin Sümer
Pembe Çarşı No:27 T. 233 71 71
Macit Gümüş & Altın
Bedesten Doğu Kapısı Karşısı T. 222 45 84
Mücevher Exclusive
Korupark AVM T. 241 77 11
Nur Kuyumculuk
Ulucami Cad. No: 68
Bedesten Civarı No: 99
Kapalı Çarşı No: 353
T. 444 46 87
Pırlant
Anatolium AVM T. 261 23 61
Korupark AVM T. 241 31 31
Kent Meydanı T. 255 13 55
Modatech - Korupark AVM T. 241 31 33
Modatech - Zafer Plaza AVM T. 225 36 69
Ulucami Civarı T. 223 33 33
Setbaşı T. 220 18 18
Zafer Plaza AVM T. 223 23 23
Uludağ Diamond
CH Bursa- Kapalı Çarşı No: 315 T. 224 98 13
Uzun Çarşı No:244 T. 225 56 19
Zafer Plaza AVM T. 225 05 75
Zen Diamond
Carrefour AVM T. 452 15 55
Akpınar Kültür Merkezi
Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk.
T. 243 73 43
Atatürk Kongre Kültür Merkezi
Merinos Parkı T. 272 16 00
A.V.P.Devlet Tiyatrosu
Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10
Barış Manço Kültür Merkezi
Mimar Sinan Cad. No.79 / Yıldırım
T. 366 02 02
Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği
Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi
Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı / Osmangazi
T. 225 51 50
Bursa Senfoni Orkestrası
A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70
Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu
Atatürk Cad. No:93 / Görükle
T. 483 21 83
Fethiye Kültür Merkezi
Fethiye Mah. Huzur Cad. Fileci Sok.
T. 243 36 63
Konak Kültür Merkezi
Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00
Şehir Kütüphanesi
Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49
Tayyare Kültür Merkezi
Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48
Uğur Mumcu Kültür Merkezi
Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42
Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon
Görükle Kampüsü T. 294 00 00
16 mm Sinema Atölyesi
F. Çakmak Katlı Otoparkı Zemin Kat T. 222 11 12
2011
134
rehberbursa
“Bursa’nın yaşam rehberi”
MÜZE / MUSEUM
Ormancılık Müzesi
Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18
Türkiye'nin ilk ve tek ormancılık müzesidir. Bursa'da, Çekirge
caddesi üzerinde Saatçi Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır.
Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün mesai saatleri
arasında hizmet veriyor.
Arkeoloji Müzesi
Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18
Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş M.Ö. 3000’den
Bizans Devri sonlarına kadar olan devirlere ait eserler
sergileniyor. Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı
sergide.
Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi
Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41
Tekerleğin at arabasından otomobile gelişimini sergileyen
müzede Tofaş’ın 0001 seri nolu araçlarından örnekler
izlemek de mümkün.
Atatürk Evi Müzesi
Çekirge Cad. Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16
19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk, Bursa Belediyesi
tarafından sahibinden satın alınarak Atatürk’e hediye edildi.
1968’de Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk, 29 Ekim
1973’te, Cumhuriyet´in 50. yılında müzeye dönüştürülerek
ziyarete açıldı.
Bursa Kent Müzesi
Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26
Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı padişahının balmumu
heykelleri, geleneksel ticaret hayatını canlandıran dekorlar,
kentin topografik maketi gibi objelerle bilgiler sunuluyor.
Türk İslam Eserleri Müzesi
Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79
Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414 – 1424 yılları
arasında Mimar Hacı İvaz Paşa'ya yaptırılmış ilk Osmanlı
medreseleri arasındadır. "Sultaniye Medresesi" adıyla
da bilinir. Anadolu Selçuklu mimarisinde açık avlulu
medreselerin en iyi örneklerindendir.
Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları
II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye T. 222 75 75
Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu üyelerinden Esat
Uluumay’ın 45 yılda topladığı 18 değişik koleksiyon
sergileniyor.
Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi
Umurbey / Gemlik T. 525 00 98
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma yıllarına ait
fotoğraflar, anı eşyalar ve hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler,
nişanlar, madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor.
Hünkâr Köşkü
Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90
Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında av köşkü olarak
yaptırılmış olan köşk, Sultan Abdülmecid dışında, Sultan
Abdülaziz ve Sultan 5. Mehmet Reşad tarafından da
kullanılmış. Atatürk’ü de ağırlamış olan köşke günümüzde
Atatürk Köşkü ve Cumhuriyet Köşkü de deniliyor.
Hüsnü Züber Evi
Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42
1836 yılında devlet misafirhanesi olarak yapılmış, daha
sonra Rus konsolosluğu olarak kullanılmış olan ev, tipik bir
Osmanlı evi.
Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı
Çekirge Cad. T. 232 25 90
Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu hakkında bilinen tüm
kültürel motifleri barındıran müzede Ramazan aylarında
günümüz hayalileri tarafından Karagöz gösterimleri yapılıyor.
Mudanya Mütareke Evi Müzesi
Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68
Türk Kurtuluş Savaşı’nı sonlandıran Mudanya Mütarekesi’nin
imzalandığı tarihi evdir. Mütarekeye ait eşyaların korunduğu
evde, döneme ait fotoğraflar ve belgeler de sergileniyor.
2011
135
136

Benzer belgeler

09 - Dergi Bursa

09 - Dergi Bursa Yayıncı / Yönetim

Detaylı

05 - Dergi Bursa

05 - Dergi Bursa Yayıncı / Yönetim

Detaylı

11 - Dergi Bursa

11 - Dergi Bursa Yayıncı / Yönetim

Detaylı

08 - Dergi Bursa

08 - Dergi Bursa Yayıncı / Yönetim

Detaylı

07 - Dergi Bursa

07 - Dergi Bursa Yayıncı / Yönetim

Detaylı

06 - Dergi Bursa

06 - Dergi Bursa Yayıncı / Yönetim

Detaylı