03 - Dergi Bursa
Transkript
03 - Dergi Bursa
Haziran - Temmuz’11 Fiyat›: 7 TL 03 www.dergibursa.com.tr K E N T R E H B E R İ V E Y A Ş A M D E R G İ S İ Aydınlık BEYAZ bir ışık / Koynunda bir tarih uyur, bin aşık büyür ROMA / “Doğu”nun limanları VAN Işığın Bursa’daki izleri IŞIK / 3 boyutlu Bursa 3D / “Bursa’nın yaşam rehberi” rehberbursa OTEL / HASTANE / ÇİÇEKÇİ / RESTORAN / BAR - BISTRO / PASTANE / KAFE / SİNEMA / TİYATRO / KUAFÖR / TAKSİ MÜZE / KÜLTÜR MERKEZİ / EĞLENCE MERKEZLERİ / TURİZM & ULAŞIM / SPOR SALONU / KUYUMCU / ÖNE ÇIKANLAR 1 2 3 4 5 editör notu “Klasik bir editör yazısı!” Editör yazılarının başına gelen en kötü şey bu damgayı yemek olmalı. İçerik başlıklarını sırayla metinlere sığdırıp klasik bir editör yazısı yazmayı bugüne dek çok denedim fakat “söyleyeceklerim” hep ağır bastı. Dergiyi okumadan önce çok zamanınızı almadan, “dikkat çekici ve işe yarar” birkaç satır not düşmek istiyorum. İŞİNİZİ KOLAYLAŞTIRMAK İÇİN anlatmak istediklerimi 5 kısa not haline getirdim. Hap bilgiler halinde okuyabilir, es geçebilir, söylediklerime geri dönüşleriniz için e-posta gönderebilirsiniz. Hani şu unuttuğumuz mektuplar da kabulümüz... Not 1: “Teşekkür” İlk notu affınıza sığınarak yine teşekkürlere ayırdım. * Bu sayımızda tam 17 yazarımız ve 7 farklı uzmanımız düşüncelerini ve paylaşımlarını bizler için hazırladı. Her birisine teker teker sizin adınıza teşekkür ediyorum. * 3. sayısını elinizdeki bu dergiyle birlikte çıkartmış olan Dergi Bursa, facebook üzerinde yapılan “Bursa’da takip ettiğiniz dergi hangisi?” sorusunu, birçok eski Bursa dergisinin de yer aldığı ankette dikkat çekici bir şekilde ilk üç sırada sürdürüyor. Tercihini Dergi Bursa’dan yana kullanan herkese çok teşekkürler. Not 2: “Satış ve Abonelik” * İkinci sayısı itibarı ile satışa giren Dergi Bursa, şehrin işlek alışveriş merkezleri ve bayilerde satışa girdi ancak duyurmak istediğim şu; bu sayımızdan itibaren Dergi Bursa’ya abone olabilirsiniz. Adrese teslim bu sistem ile satış noktalarına gitmeden de dergimizi takip edebileceksiniz. Abonelik için abone@dergibursa. com.tr ya da (0224 233 87 11)’den bize ulaşabilirsiniz. Güncel satış noktalarımız ile alakalı ayrıntılı ve 6 güncel bilgiyi ise Dergi Bursa’nın facebook hesabından takip edebilirsiniz. Not 3: Bu dergide “ışık” var * Dergi Bursa bu sayıda tema olarak ışığı işledi. Tüm konularımız “ışık” temasının etrafında şekillendi. Yazarlarımızın birçoğu da temamız etrafında yazılar hazırladı. Biz keyifle hazırladık, sizin de keyifle okumanızı dileriz. * Konu başlıklarını kısaca özetlemek gerekirse; Işığın Bursa’daki yansımaları, ışık doğudan yükselir bakış açısıyla sunduğumuz “Doğu’nun Limanları”, Batı’nın ışığı olarak seçtiğimiz “Roma”, evrensel sanatın ışığı diye tanımlayabileceğimiz “Leonardo Da Vinci, eskiden ışığın rengi olarak bilinen “Beyaz”, gözlerdeki ışığın peşindeki fotoğrafçı “Demet Argun Güngör”, Bursa’ya boyut kazandıran bir yenilik “3D Bursa”(dergi ile birlikte dağıtılan 3D gözlüklerinizi almayı unutmayın), çok değerli yazarlarımızın serbest konular ve yeme-içme, eğitim-sağlık, gibi sosyal içerikli konulardaki yazıları... Not 4: Bursa’nın yaşam rehberi “rehber bursa” * Dergi Bursa okurları bu sayıyla beraber tüm Bursa’yı ellerinin altında bulundurabilecekler. Umarız bize göre “işe yarar” olan rehber bursa sayfaları sayesinde herkes, aradığını daha rahat bir şekilde bulabilir. Şehir kılavuzu kimliği taşıyan bu sayfalar, turistleri de düşünerek hazırladığımız İngilizce Türkçe konu başlıkları altında; otelleri, hastaneleri, çiçekçileri, restoranları, barları, bistroları, pastaneleri, kafeleri, sinemaları, tiyatroları, kuaförleri, taksileri, müzeleri, kültür merkezlerini, eğlence merkezlerini, turizm ve ulaşım için gerekli detayları, spor salonlarını, kuyumcuları ve tüm şirketler arasında ön plana çıkanları sunuyor. Not 5: Benim “ışığım” * Sözlerimi benim için ışığın ne anlama geldiğini söyleyerek bitirmek istiyorum. Yakından tanıyanlar aslen bir Karadenizli olduğumu bilirler. Memleketimin insanı çocuklara “çona” diye seslenir. Lazca bir kelime olan bu sevgi ifadesinin anlamı beni hep düşündürmüştür. Candan ve bir o kadar da yüreğiyle yaşayan Karadenizlilerin “çocuklara” seslenişi de yine bir o kadar candan ve yürekten... Kelimenin anlamı, “ışığım…” Bir toplumda yaşlılar edindiği bilgi birikimi ile ne kadar değerli ise, çocuklar da saflıkları ve yaşam sevinçleri ile bir o kadar değerli bence. Onlar seslendiği zaman, kulak kabartmalıyız. Bizim hissedemediğimiz birçok şeyi fark etmiş olabilirler. Basit bir sorusundan bir paragraf ders bile çıkartabiliriz. Keyifli okumalar. https://twitter.com/#!/editornotu [email protected] akır Ç n i g n E 7 arka plan Yıl: 1 Sayı: 3 / Haziran - Temmuz’11 ISSN: 2146 - 1457 Yerel Süreli Yayın (2 Aylık) www.dergibursa.com.tr İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni Engin Çakır (Sorumlu) [email protected] Yayın Kurulu Demet Argun Güngör, Engin Çakır, Emine Civanoğlu, Emine Korku, Kadir Kılınç, Melih Karaer, Özgür Çakır Yazarlar Celil Sezer, Dilek Şen, Emine Civanoğlu, Erdinç Tuğcu, Gözde Aral, Gözde Tezer, Fehmi Enginalp, Hakan Akdoğan, Kadir Kılınç, Melih Karaer, Nazan Aşkalli, Nazlıhan Şevik Ömür Akkor, Özgür Çakır, Özlem Şenkoyuncu, Serkan Duru, Şener Nikbay Uzman Yazıları Psk.Ayşegül Alkış, Uz.Dr.Ferda Erkişi, Op.Dr.Melih Kurt, Op.Dr.Servet Yetgin, Doç.Dr.Tekin Yıldız, Ecz.Tunca Toker, Uz.Dr.Z.Afşin Çulhaoğlu Yayın ve Reklam Koordinatörü Emine Korku [email protected] İstanbul Temsilcisi Nazlıhan Ergin Şevik [email protected] Grafik Tasarım Photo Graphica Creative [email protected] Abonelik, Dağıtım ve Satış Ahmet Kayahan [email protected] Çorbada Tuzu Olanlar Aslı Tuğluk, Esra Minez, Filiz Bedir, Kader Cingöz, Orhan Turhan, Semih Tanyeri Reklam ve Abonelik İletişim [email protected] [email protected] T. (0224) 233 87 11 8 www.dergibursa.com.tr Yayıncı / Yönetim Çekirge Mah. Selvili Cad. No:12 Çelebi 2 Apt. D.1 Osmangazi / BURSA T. (0224) 233 87 11 www.photographica.com.tr [email protected] Baskı www.akmat.com.tr Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir. 9 10 11 plan K E N T R E H B E R İ V E Y A Ş A M D E R G İ S İ bursa dokusu Işığın Bursa’daki izleri 14 gezi - yorum “Doğu”nun limanları - Van 22 uzaktaki yakın Roma’da bir tarih uyur, bin aşık büyür - Roma 34 evrensel sanat Çok yönlü tarihi bir bulmaca - Leonardo Da Vinci 46 rengarenk Aydınlık “beyaz” bir ışık 56 odak noktası Gözlerdeki ışığın peşinde - Demet Argun Güngör 60 fotoğrafa yazı Eylül - Celil Sezer 62 deli kızın defteri Yasak elma - Gözde Aral 64 hemzemin Evrene bir hoşgörü ışığı 66 havadan sudan Gitme zamanı - Nazan Aşkalli 68 kupasız şampiyon Harlem’de tek gözü kalmış canavar - Gözde Tezer 70 köşe Işık saçan kadın - Dilek Şen 72 serbest yazı Işığını kaybetme - Özlem Şenkoyuncu 74 film şeridi Natalie Portman 76 yakın plan Nedir bu 3D dedikleri? Şener Nikbay 80 Tekno günce 22 Ağustos internetin ölüm tarihi mi? Erdinç Tuğcu 84 semboller Lüks - A. Kadir Kılınç 88 kitabi Bursa defteri - Emine Civanoğlu 90 kavram defteri Popüler kültürün sahte ışığı - Hakan Akdoğan 92 türkçe sözlüğü Dilbilgisi 94 eğitim psikolojisi Geleceğimizi aydınlatanlar - Psk. Ayşegül Alkış 96 eğitimli insan Eğitim ve toplumsal yaşamımız - Fehmi Enginalp 98 d.armağansın Onaya oynaya gelin çocuklar - Serkan Duru 100 genel sağlık İltihabi eklem romatizması - Uz. Dr. Ferda Erkişi 102 genel sağlık Sigara - KOAH denklemi - Doç. Dr. Tekin Yıldız 104 sağlıklı düşünce Varis üzerine - Tunca Toker 106 açı Kornea - Op. Dr. Melih Kurt 108 kadın sağlığı Meme kanseri - Op. Dr. Servet Yetgin 110 kalp sağlığı Kalp damarı tıkanıklığı - Uz. Dr. Z. Afşin Çulhaoğlu 112 keyfi yerinde Üzümde güneşin yansımaları - M.Melih Karaer 114 bursa mutfağı Bursa havyarı - Ömür Akkor 116 kestaneli lezzetler Kestaneli Apfelstrudel 118 rehber bursa Bursa’nın yaşam rehberi 120 www.dergibursa.com.tr 12 plan 13 bursa dokusu Işığın Bursa’daki izleri Yazı: Engin Çakır Fotoğraflar: Demet Argun Güngör - Engin Çakır Söndürelim ışıkları Bursa’da. Arabaların farlarına kadar herşey karanlığa gömülsün. İnternetimiz sansürlensin! Hatta bilgisayarlarımız çalışmasın. Cep telefonlarımızdan ışık sızmasın hiçbir yere. Gece ay görünmesin, yıldızlar hiç parlamasın. Işığın tüm evrendeki kaynağını da kapatalım... Güneşi unutalım, hiç gözümüze ilişmesin. Geriye sadece bir renk kalsın; siyah. Ne hissettiniz okurken? 14 15 bursa dokusu 16 ŞİMDİ ŞEHRİ HAYAL EDELİM. Köşebucak gezinen ışıkları. Yansıyan, süzülen, her renkte gözümüzü alan ışıkları. Bu satırları aydınlatan ışıkları. Ya da durun. Daha eskiye mi gitsek acaba? Aydınlanma çağına? Medeniyetler eşiği Anadolu’da küçük bir tur mu yapsak? Zaman makinesine atlayıp, ışığa hasretlerinden ateşi bulmaya çalışan, mağara insanlarına mı göz atsak ne yapıyorlar diye? Mumla mı aydınlatsak sofralarımızı eskisi gibi? Gaz lambasının gazı bitmesin diye dua ederek kitap mı okumalı? Gezginler gibi kutup yıldızını mı takip edelim? Bugün neşemiz çok galiba. Havai fişekler patlatmalı, hepimiz hayran hayran izlemeliyiz ışığın gösterisini. 700 yıllık Cumalıkızık’ta olalım. Güneş her yeri sarmış olsun. Akşamüstü Uluabat misafir etsin bizi. Gölyazı’daki eşsiz günbatımında günü uğurlayalım. Leyleklerin memleketi Eski Karaağaç da olabilir rotamızda. Leylekleri takip eder tarihi Tirilye’de bir yorgunluk kavhesi içeriz. Bir pazar sabahı İnkaya Çınarı, altı asırlık kucağını açsın bize, ulu dallarının gölgesinde kahvaltı yapalım. Bir akşamüstü Kapalı Çarşı’ya gitsek ya. Kozahan’da dinlenir, çay içeriz akşamüstü serinliğinde. Yeşil Türbe’yi ziyaret edip, bir çay da Yeşil’de içeriz. Ulu Cami’deki ilahi ışığı görme şansımız da var. Kayhan’da pideli köfte mi yemeli yoksa Bursa Kebabı mı gün son bulurken? Lunapark’a gidelim. Akşamüstü Tophane’de manzara izleyelim. Daha yukarıda olabiliriz, Bakacak’tan bakalım şehre. Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’nda alalım gece soluğu. Gecenin geç saatlerine kadar ışığın peşinde koşalım. Sabahın ilk ışıklarında Ulu Cami’nin minberindeki samanyolunu keşfetmeyen var mı hala aramızda? Mudanya iskelesinden bir tekneyle ayrılıp ışıltılı bir denize doğru hareket etmeyen? Karabaş Veli Tekkesi’nde ışık saçan semazenleri izlemeyen? Teleferik ile Bursa’ya doğru salınmayan? İznik çinisi bir tabakta yemek yemeyen? Yenişehir’in saat kulesinden saatini ayarlamayan? Oylat mağarasını görmeyen? Arap Şükrü Sokağı’nda çalgı ekibini dinleyip bir kaç tek atmayan? Ters ışıklı sahnesinin ardından “hayali”siyle bizi güldüren Karagöz’ü duymayan, bilmeyen? Botanik Park’ta çiçek kokusuna doyalım bu haftasonu. Yoksa günün ilk saatlerinde Kent Ormanı’na mı gitmeli? Yaz geldiğine göre Uludağ’a, Milli Park’a da gidebiliriz piknik yapmaya. Belki güneşin eşliğinde küçük bir yürüyüş de yaparız ormana doğru. Nefesimiz yeterse büyük zirveye kadar çıkabiliriz kim bilir. Şansımız varsa bir ihtimal Apollo kelebeğini görüp, nesli tükenen bir “Bursa güzelini” tanıma şansı yakalarız... Ama en güzeli havadan görmek olabilir bu şehri. Güneşin yakıcı ve göz alıcı ışıklarının arasında, bulutların üzerinde yamaç paraşütü yapabiliriz Gürsu’da. Sukaypark’ta sukayağı mı denesek ki? 17 bursa dokusu Mustafa Kemalpaşa’da suyun uçtuğu dev şelalenin serin suları altına girip yazın rehavetini üzerimizden atabiliriz. Hepsi bekleyebilir. Denize gidelim, yaz geldi. Martıları izleyelim güneşin yakamozu suya vururken Mudanya’da. Sahi ya en son ne zaman gündoğumu izledik biz? Haziran ayındayız. En uzun gündüzü yaşadığımız aydayız. 21 Haziran gecesi biraz erken kalkabilir miyiz acaba? Mudanya’da gündoğumu Nemrut Dağı’ndaki kadar güzel olmasa da hiç fena değil diyorlar... Biraz fotoğraf çekmeliyiz bu şehirde. Yaşanmış bunca senenin her izine bir kare fotoğraf yakışır doğrusu. Camera Obscura’dan(iğne deliği olarak bilinen ilk fotoğraf makinesi) bu yana, ışığın yardımıyla kopya çeken insanlardan olmalıyız hep beraber. Bu şehir en süslü mankenlerden bile güzel pozlar 18 verebilir bize. Şehrin ışıkları fotoğraf karelerine girmeli. O kadar çok aktörümüz var ki Bursa’da, şanslıyız. Tekrar annemizin karnındayız şimdi. Her yer karanlık. İçgüdüsel olarak ışığı görmek istiyoruz. Görünce ilk tepkimiz ise, tüm gücümüzle çığlık atmak oluyor. Ne büyük bir kutlama bu! Çünkü karanlıktan korkar, bilinmezlikten kaçar, ışığı ararız biz. Aydınlanma Çağı’na gitmiş miydik? Aklı kurucu ilkemiz olarak benimseyip, tüm toplumsal yaşamımızın ve düşünüşlerimizi akla göre şekillendirmiş miydik? Kant’ın dediği gibi, “aklımızı(ışığımızı) kullanma cesaretimiz” oldu mu hiç? 18. yüzyılda Avrupa’da başlayan aydınlanma felsefesinin temelinde de akılla simgeleştirilmiş “ışık” mı vardı acaba? Avrupa şehirlerinde ışık mı kol geziyordu o tarihlerde? O ışıktan Bursa sokaklarına; tarihi Hisar’a, İznik Surları’na, Ulu Cami’nin minarelerine, Hanlar Bölgesi’ndeki tarihi noktalara veya Atatürk Köşkü’ne hiç yansımış mıdır? Hünkar Köşkü’nün bahçesinden şehre bakınca, gözümüze ilişen sadece şehrin ışıkları mıdır? Mütareke binası çok mu beyaz ki, gözümüzü alıyor? Uludağ’da herkesin başını döndüren karlar mıdır, asırlardır Olimpos’un üzerinde yansıyan ışıklar mı? Umutlanıyor muyuz güne başlarken? Karanlıkla mücadele eden nedir? Belirsizlikleri aydınlatan? Tüm doğaya hayat veren? Bilimkurgu filmlerinde bile ışık hızıyla ilerliyor, ışınla yer değiştiriyorduk hatırlayın. Bu şehirde de tıpkı diğerleri gibi ışıkla birlikte yaşıyoruz. Zaten farkında değiliz, ışık saçan her şey Bursa’nın ta kendisi aslında. 19 tek karede bursa Erguvandır Bursa’nın simgesi “ERGUVANLAR ŞEHRİ” olarak anılan Bursa’da, Osmanlı Sultanı Beyazıt’ın damadı Anadolu erenlerinden Emir Sultan, her yıl erguvan mevsiminde Bursalı müritleriyle buluşurmuş. Hem bu sebepten hem de kentin her yerinde baharın coşkusunu yaşattığından 14. yüzyıldan beri erguvan adına şenlikler düzenlenir olmuş. Şehrin ekonomisine olumlu etkileyen bu gelenek 19. yüzyıla kadar sürdürülmüş. 2000’li yılların başlarına kadar ise bu gelenek unutulmuş. Şimdilerde bu gelenek gerek valiliğin gerekse belediyelerin çabaları ile tekrar canlandırılmaya 20 Fotoğraf: Orhan Turhan çalışılıyor. Her yere erguvanlar dikiliyor, erguvan bayramları kutlanıyor. Doğayı, onun bereketini ve güzelliğini anlatmak için şenlikler kapsamında çeşitli sergiler açılıyor, paneller düzenlenip, söyleşiler yapılıyor. Bahar başlangıcında İstanbul’u ve özellikle boğazı kendine has rengine bürüyen erguvan ağacı, İstanbul’un da önemli simgelerinden kabul ediliyor. Hatta İstanbul’un erguvan zamanı kurulmaya başlandığı da rivayetler arasında. Yine son dönem belediye otobüslerinin rengi bile erguvan seçildi. Erguvan “Söyle ışık mı ister yaprakların Toprağın su mu? Tizden bir şarkı söyler gibi gün Duyuyor musun ilkyazın özünü? Dallarında mahrem yaraların, utangaçlığın Bükmen ondan boynunu Geldi ama zamanın Açsın artık erguvani yaprakların Toprak duldalar güzelliğini, Zarar gelmesin sana Oysa doyamaz özleyenler Bursa’da seyr-i sefana ” Şiir: Nazlıhan Ergin Şevik 21 gezi - yorum Ex oriente lux Işık ve medeniyetin yükseldiği topraklar, masallar diyarı. “Doğu”nun limanları BAŞLIĞI GÖRÜP ANLAMAYA ÇALIŞANLARIN işini kolaylaştırarak ya da belki tam tersi iyice kafalarını karıştırarak başlayalım söze. Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf’un bir kitabının adı Yazı ve fotoğraflar: olmasının yanı Özgür Çakır sıra batı toplumlarında vaktiyle Avrupalı tüccarların doğuya giriş yaptığı, tespih taneleri gibi sıralanan ticaret kentlerine verilen addır ‘Doğunun Limanları’. Aslında Akdeniz sularında olduğunu tahmin etsek de bu kentlerin hangileri olduğu, tıpkı gerçek ‘Binbir Gece Masalları’nın 22 hangileri olduğu gibi bir muammadır. Bu durumda biz bugünün gezginlerinin yazılarına -her ne kadar bir liman kentinden bahsetmeyeceksek debaşlık olmasına da mani bir durum olmasa gerek. Yazının başlığındaki seçimde sadece bu güzel, içinde oryantal bir ezgi barındıran tamlamanın karizmatik duruşunun değil, sıradaki satırlarda bahsi geçecek mekanlarda izi olan, bu topraklarda birlikte nefes aldığımız diğer Anadoluluların anısına ve pek tabi çok büyük bir yazara saygı ve ithaf çabası olduğunu da bilin sevgili okur. Ve tabi sadede gelmeye ramak kala, hazır yazının başında ipin ucunu kaçırmışken, meraklı ve hevesli okurlarımız için bir sonraki sayıda dile gelecek olan durağın ipuçlarının da bu paragrafta olduğunu belirtmeden geçmemek lazım. “Aslında limanı yok” dediysek de bakmayın siz, Doğu Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu döneminde üç yüz civarında yelkenliye sahip bir deniz kentinden, günümüzde ‘Su Sporları Şenliği’ ve ‘Offshore’ tekne yarışlarının düzenlendiği bir yerden bahsedeceğiz bu yazıda. “Doğu Anadolu’da ne denizi!?” dediğinizi duyar gibiyim. İsterseniz Vanlılara sorun. Meğer yanlış bilirmişiz, ‘Van Gölü’ değil ‘Van Denizi’ imiş Türkiye fiziki haritasında büyükçe bir yer kaplayan o büyük su birikintisi. Evet, bu yazımızın konusu Doğu Anadolu’da gerçekleştirdiğimiz Van merkezli bir turdan arda kalanlar. Van deyince aklınıza gelenler gözlerinden biri mavi diğeri kahverengi bir beyaz kedi, bir de Van Gölü Canavarı ise bu yazının sonunu getirmelisiniz sevgili okur. Çünkü Van Gölü havzası ve civarında sizi şaşırtmayı başaracak ve merakta bırakacak onlarca önemli durak var emin olun. Ve işin tuhafı ne kediyi ne de canavarı görmeden geri geleceksiniz garanti ederim. Söze bir ‘deniz’ kenti olmasıyla başlamamız laf olsun diye değil pek tabii. Tıplı iklimlerinin Akdeniz iklimi ve Karasal iklim arasında bir geçiş iklimi olması gibi insanı da doğudaki birçok şehire göre daha ılıman bir yapıya sahip. Evet, bir deniz kentine doğru yolculuğunuz. Hatta yolunuzu yazlıkçıların tercihi Edremit’e düşecek şekilde ayarlayacak olursanız ve mevsim yaz ise mayonuzu da valize almak çok kötü bir fikir değil. 23 gezi - yorum 24 Yolculuğa sabah saatlerinde başladıysanız uçaktaki ikramı es geçerek kendinizi meşhur Van kahvaltısına saklamınızı öneririm. Çok sayıda kahvaltı salonu var şehirde ama öne çıkanlar Sütçü Fevzi ve Bakhelebak. Bakhelebak’ı tercih ederseniz, ünü Van sınırlarını çoktan aşmış olan işletmeci Yusuf Konak’ın fıkraları ve ödüllü bilmeceleri eşliğinde eğlenceli ve doyurucu bir kahvaltı sizi bekliyor. Tanıdık lezzetlerin yanında yöreye özgü karakovan çiçek balı, otlu küp peynir, kavut ve murtuğa gibi yeni lezzetleri tatmaya da hazır olun. Kahvaltı sonrası kısa bir şehir turu iyi bir fikir. Tur sırasında; her köşebaşında satılan, hazmı kolaylaştırdığına ve vücuda zindelik verdiğine inanılan; şekli pırasaya, tadı can eriğe benzeyen; kemirilerek tüketilen bir tür yerel atıştırmalık olan ‘uşkun’un tadına bakmayı unutmayın. Üniversitede koruma altına alınmış olanları saymazsak şehirde görebileceğiniz tek Van kedisi olan büyük kedi heykeli ve İran tabelaları size unuttuğunuz anlarda nerede olduğunuzu hatırlatacak. Hazır İran demişken Van’ın doğu sınır komşusu olan İran ve Çin yapımı porselenlere, çinilere meraklı iseniz büyük şehirlerden çok daha uygun fiyata bulmanız mümkün çarşıda. Fakat biz yine de Van’dan alınacaklar listesinin başına bal, otlu peynir ve kuru cacığın yazılması gerektiğinin altını çizelim ve sokaklarda fazla vakit kaybetmeden yola koyulmakta fayda var diyerek hemen önemli duraklardan bahsetmeye başlayalım. Van Gölü ile çevresi, dağlık bir bölgedeki coğrafi avantajı nedeniyle Prehistorik Dönemden beri yerleşim alanı olmuş. Hurriler, Hititler, Persler, Medler, Ermeniler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi birçok uygarlığın izlerini üzerinde taşıyor. Tarih ve arkeolojiye meraklıysanız, bu izlerin sergilendiği Van Müzesi mutlaka görülmeli. Urartu Medeniyeti’ne ev sahipliği yapmış olan bu topraklarda, dünyanın önemli Urartu müzelerinden biri sayılan Van Müzesi’nde bu medeniyetin eserlerinin yanında tarihi MÖ 2000’lere dayanan, boyutları 80 cm ile 3 metre arasında değişen ve bir tür dikilitaş olan Hakkari stellerini de görmek mümkün. Hazır Urartular demişken şunu da belirtmeli: sanat, dokumacılık, sulama, bağcılık, bahçecilik ve mimari alanlarda çok ileri durumda olan bu medeniyete ait bazı eserler havzada dağınık bir şekilde hala bütün ihtişamıyla ayakta duruyor ve şaşırtıcı gelebilir ama kilometrelerle ifade edilen uzunluklardaki bazı sulama kanalları da hala faal durumda. 25 gezi - yorum Bir denizden bahsediyorsak bu denizin adalarından da söz etmeli. Van Gölü’nde irili ufaklı dört ada bulunuyor. Bunlardan en meşhuru Ahtamar, nam-ı diğer Akdamar adası. Bu güzel adanın isminin hikayesini çok duymuşuzdur: “Adada kralın ya da bir başka hikayeye göre kilise papazının Tamar isimli güzel kızı yaşar. Tamar, aşığı olan genç çobana her gece kandili ile yol göstererek sahile yüzmesine rehberlik eder. Bir süre sonra durumu fark eden papaz kızını kuleye hapseder ve kandili kayalıkların olduğu yerde yaktırır. Kayalıklardan ve dalgalardan dolayı sahile çıkamayan genç aşık ‘Ah Tamara, Ah Tamara’ feryatları içinde can verir.” Adanın Ahtamar ismi de buradan gelir. Van-Tatvan Karayolu üzerinde ve merkeze yaklaşık yarım saatlik mesafedeki iskeleden kalkan motorlarla yapacağınız keyifli bir yolculukla Ahtamar Adası’na kolaylıkla ulaşmak mümkün. Motorda alt katta konuşlanmanızı ve turkuaz renkli gölün sodalı suyunun yüzünüze çarpmasına izin vermenizi öneririm naçizane. Badem ağaçlarıyla bezeli bu adada, son dönemlerde restorasyonu ve Ermenistan’dan gelen ziyaretçilerle gerçekleşen ayinle gündeme gelen Akdamar, nam-ı diğer Surp Haç Kilisesi bulunuyor. 915-921 yılları arasında, o dönemde Van’da hüküm süren Vaspurakan Ermeni Hanedanından Kral I.Gagik tarafından mimar keşiş Manuel’e inşaa ettirilen kilise 18. yüzyıla dek süren çeşitli eklemelerle günümüzdeki halini almış. Bir rivayete göre de ilk mimarı Manuel, çıkardığı kusursuz iş sonrası kral tarafından bir benzerini yapamaması için kolları kesilerek cezalandırılmış. Tarihi ve politik önemi yanında ana planı tek kubbeli yonca biçimli olan kilise, o dönemde krallığın bağlı olduğu Abbasi İmparatorluğu’nun halifesi, İncil ve Tevrat’tan bazı sahneler ve –iddia o ki Van Gölü canavarı dahil- çok çeşitli hayvan figürleri içeren dış duvar kabartmalarıyla nevi şahsına münhasır bir mimari yapı. Bir başka rivayete göre 26 de dış cephede muntazaman dizili olan küçük nişler süsleme amacıyla kullanılan ve kıyıdan bakıldığında sürekli ışıldamasını sağlayan değerli taşlara ait. Adanın her yanı ayrı bir manzara. Tepenizde uçuşan martıları da hesaba katarsak, hele bir de uygun mevsimde giderseniz yüksek bir tepeden çiçek açmış badem ağaçları arasında kilise, göl ve karlı tepesiyle görkemli Artos Dağı belki de ahir ömrünüzün en güzel manzaralarından birini sunacaktır size. Adanın çevre düzenlemesi ve parklar da gayet başarılı diyerek belediyenin de hakkını vermek lazım. Kısa ada turunuzda karşınıza çıkacak olan ve büyük ihtimalle adlandırmakta zorlanacağınız, üzerinde bazı Ermenice yazılar ve haç işaretleri bulunan kayalar ise tarih boyunca adada yaşamış olan keşiş ve papazların mezar taşları... Adadan ayrıldıktan sonraki durağımız için yine yollara düşeceğiz. İstikametimiz ‘kaleler şehri’ olarak anılan Van’ın belki de en heybetli ve mistik yapısı olan Hoşap Kalesi. Yolculuğumuz biraz daha güneye doğru. Gürpınar ilçesinde, VanHakkari Karayolu üzerinde 60. km’deki bu muhteşem yapının tarihi Urartu Devleti’ne kadar uzanıyor. Toplamda 120 km’lik yolu göze almanız gerekiyor ama her dakikasına değecek bir deneyim de sizi bekliyor Hoşap’ta. Daha aracın içindeyken uzaktan ilk gördüğünüz anda hemen orada olmayı isteyeceğiniz bir büyüsü var kalenin. Hele bir de komşu tepelerde kıştan kalan kar ve biraz da hayalperest bir yapınız varsa kendinizi Orta Dünya’da Miğfer Dibi Kalesi’ne bakıyor gibi hissetmeniz an meselesi. Yaklaştığınızda sizi önce küçük çay ocakları ve mola yeri atmosferi karşılayacak. Biraz soluklanmakta fayda var çünkü yukarıdaki manzara birazdan nefesinizi kesecek. Tavşankanı çay ve kıtlama şeker birlikteliği sonrasında köyün kızları eşlik edecek yolculuğunuza, sizi şaşırtmayı başaracak kadar düzgün diksiyonlarıyla. Sonra uzaklarda bir dinozor sırtı gördüğünüzü sanacaksınız telaşlanmayın, kalenin dış surları onlar. Sonra kaleyle buluşacaksınız. Bazı kısımları büyük hasar görse de ihtişamıyla sizi etkilemeyi başaracak kadar güzel bir kapı karşılayacak sizi önce. Sonra ilk adımızla tarihinin gizemiyle sizi de içine çekecek mekan. Çıkabileceğiniz en üst noktaya geldiğinizdeki sonsuzluk hissi ve Urartu rüzgarı bütün yorgunluğunuzu alacak cinsten. Dönüş yolunda Van’a varmadan uğramanız gereken bir başka durak Yukarı Bakraçlı Köyü. Burada sizi yine büyük bir sürpriz bekliyor. Ama önce kapı kapı dolaşıp Özlem’i bulmanız gerekiyor. Özlem kim mi? Varagavank Ermeni Manastırı’nın nam-ı diğer Yedi Kilise’nin anahtar taşıyıcısı. Tolkien’in yüzük taşıyıcısı olur da bizim neden anahtar taşıyıcımız olmasın değil mi? Özlem uzun yıllar boyunca samanlık olarak kullanılan manastırı temizleyerek turizme açan vatandaşın küçük kızı ve görevi de mekanı ziyaret edenlere yardımcı olmak. Bu esnada okul harçlığına katkıda bulunmak üzere sattığı el işleri, oyalar, kilim vs.den alırsanız onun için kısa günün karı. Yapının bazı kısımları yıkılmış ve zarar görmüş olsa da ayakta kalan kısmın ihtişamı ve yaşattığı ironi görülmeye değer. Fazla oyalanmadan Van’da gün batımının en güzel izlendiği yere, yani Van Kalesi’ne yetişmeli. Van şehir merkezine 5 km mesafedeki kale, gölün kıyısında ve bütün ovaya hakim bir kayalık üzerinde kurulmuş. Doğu batı yönünde uzunluğu 1800 m olan devasa bir yapıdan bahsediyoruz. Çok sayıda burç, iç kale, cephanelik, cami, mezarlık, açıkhava tapınağı, Analıkız tabir edilen tapınak nişleri, sarnıçlar, eski Van şehrinin yani Tuşba’nın kalıntıları ve Binbir merdiveni barındıran büyük bir kompleks aslında Van Kalesi. Günbatımının keyfini çıkarmadan önce görülmeden dönülmemesi gereken ise Urartular’dan günümüze ulaşan en 27 gezi - yorum uzun kaya yazıtı olan Horhor yazıtları. Tabii şunu da belirtmeli ki bütün bunların bir bedeli var, o da yaklaşık 2 km’lik bir tırmanış. Ama emin olun sarfettiğiniz enerjinin fazlasını geri alacaksınız eşsiz manzarayı izlerken. Aslında bu tırmanış eğlenceli bile sayılabilir çünkü yol boyunca size eşlik edecek çocuklardan kalenin tarihini sekiz farklı dilde dinlemeniz mümkün. İlk gün için yeterince yol yaptığınıza göre otelinize geçmeden kapağı atacağınız herhangi bir kebapçıda –ki Van’ın iki büyük caddesi olan Cumhuriyet ve İskele caddeleri üzerinde bol miktarda birbiriyle yarışacak kalitede yeme içme mekanı var- gün boyunca sarf ettiklerinizi düşünürsek kalori hesabı yapmadan karnınızı doyurabilirsiniz. Ertesi gün için önerimiz Van Gölü’nü tavaf etmek. Evet yanlış duymadınız; Türkiye’nin en büyük gölünün, neredeyse bir iç denizin etrafında küçük bir tur atacağız. Asıl hedefimiz gölün tam karşısında yer alan Ahlat olsa da yol üstünde birçok durağımız var ilginizi çekebilecek. Sayfiye mekanı olan Edremit’ten sonra Gevaş ve Reşadiye’de kırsal yaşama karışacak, Tatvan’da İslim Kebabını tadacaksınız. “O kebap Bitlis’in meşhuru değil mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Evet haklısınız çünkü Bitlis’teyiz. Yemek molasını takiben rotayı biraz içeriye kırıp volkanik bir göl olan Nemrut Gölü’nü de görmek mümkün. Nemrut Dağı manzarası da müessesenin ikramı… İyi bir zamanlamayla akşamüstü saatlerinde Ahlat civarında olacaksınız. Ahlat yoğurdu, bulguru, bastonu ve armuduyla meşhur bir ilçe, bir de tabi 28 bulunduğu coğrafyaya biraz aykırı düşen siyasi seçimleriyle. Ama bizim sebeb-i ziyaretimiz bunlardan biri değil; Selçuklu Mezarlığı. Bizimki gibi adım başı tarih fışkıran bir memlekette değil başka bir coğrafyada olsa dünyanın en bilinen ve hatta en çok turist çeken mezarlığı olmaya aday bir yerden bahsediyorum. 210 dönüm genişliğinde uçsuz bucaksız bir alanda geçmişi 11. yüzyıla dayanan binlerce mezar taşının olduğu bir mezarlık Ahlat Selçuklu Mezarlığı. Belki de dünyanın en etkileyici İslam mezarlığı. Bir insan boyundan dört buçuk beş metreye dek ulaşan değişik boyutlarda, muntazaman kesilmiş, dikilitaşları andıran yaklaşık sekiz bin tane mezar taşı düşünün. Mezartaşlarının üzerinde ise devasa büyüklerine ters düşen bir incelik ve zerafeti barındıran taş işçiliği örnekleriyle ayetler, dualar, ağıtlar ve sahiplerinin hikayelerini. Sonra kulağınıza rehberinizin mezartaşlarından birinden alıntıladığı bu şiir kulağınıza çalınacak: “O yeni yetmiş gül gitti Bahar dalları onun endamını kıskanırdı Yeni damat Alaaddin ne yazık ki toprağı kucaklamakta O servi boylu, o bostan gülü nerede? Eğer cihanın bir ibret yeri olduğuna inanmıyorsan bari bak da söyle Alaaddin Osman nerede?” Bir de mezarlık sessizliği ve gün batımı kızıllığını ekleyin bu manzaraya. Eminim, bu gezi boyunca en çok etkileneceğiniz mekan bu mezarlık olacak. Kendinizi küçük ve fani hissedecek, buna karşılık tuhaf bir şekilde huzurla dolacaksınız. Eğer tarih ve mimariye meraklı biriyseniz aynı bölgede, Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerini barındıran çok sayıda kümbet de göreceksiniz. Pek tabii Ahlat’a kadar gitmişken dünyaya nam salmış bastonlarının hikayesinin izini sürmek üzere baston atölyelerini ziyaret edebilir, çok sayıda alternatif içinden kendinize uygun bir baston bile edinebilirsiniz. Dönüş yolunda Adilcevaz’da bir yemek molası hiç fena fikir değil. Sonrasında Erciş’i de görüp gölün etrafındaki turunuzu tamamlayarak Van’a büyük ihtimalle akşam saatlerinde varmış olacaksınız. 29 gezi - yorum Ertesi gün asıl hedefimiz Doğubayazıt ve dolayısıyla İshak Paşa Sarayı olacak. Sabah erkenden yola düşmelisiniz çünkü son güne sığdırılacak çok şey var sırasını bekleyen. İlk durağımız ismini 4. Murad’dan alan, Van’a 80 km uzaklıktaki Muradiye Şelalesi. 50 metre yükseklikten dökülen ve benzeri diğer meşhur şelalelerden eksiği değil fazlası olan bu şelale ve çevresi bölge halkının önemli sayfiye yerlerinden. Yakınına gitmek için geçmeniz gereken uzunca bir asma köprü var ve bu köprü gezimizin doğa sporları eksikliğini giderecek nitelikte. Şelalede serinledikten ve kahveleri höpürtdettikten sonra yine yollara düşeceğiz. Yol boyunca bölgenin volkanik yapısından kaynaklı değişik kaya kütleleri ve coğrafi şekiller görmeye hazırlayın kendinizi. Doğubayazıt’a vardığınızda büyük ihtimalle acıkmış olacaksınız. İsmi de kendi de biraz tuhaf olan köftesi meşhur bu ilçenin: Abdigor köftesi. Yağsız sığır eti, soğan ve baharatların büyükçe bir tokmak vasıtasıyla taş üzerinde dövülmesiyle hazırlanan köfte, önünüze pilav üzerinde yuvarlak şekilli ve neredeyse bir tenis topu büyüklüğünde gelecek; şaşırmayın. Yemekten sonra görüp de şaşırmamanız gereken bir başka şey de 1913 yılında düşen büyük bir meteorun açtığı çukur. Doğubayazıt’ın 35 km doğusunda İran sınırına 2 km mesafedeki, 60 m derinliğinde 35 m çapında olan bu meteor çukuru Alaska’dakinin ardından dünyanın bilinen en büyük ikinci meteor çukuru. Bu bölgeye gitmek için önce Doğubayazıt’tan doğuya doğru yol almak gerekiyor. Hazır bu kadar yol almışken size bir de sınırkapısı ziyareti yapmak düşüyor. Ve tabii Gürbulak’taki İran sınır kapısında bir hatıra fotoğrafı çektirip, KDV’den muaf alışveriş yapmak. Doğubayazıt ile Gürbulak arasında seyir halinde iken sürekli devasa bir çift gözün üzerinizde olduğu gibi 30 his olacak içinizde. Bunun sebebi elbette ki tepenizde bütün ihtişamıyla dikilen Ağrı Dağı olacak. Yol boyunca fonda Ağrı Dağı manzaralı hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmeyin. Onca yol, onca manzara, onca keyif, onca şaşırtıcı güzellik… Şimdi artık dünyanın en meşhur, en bilinen ve belki de gerçeğe en yakın efsanesine çok yakınsınız; Nuh’un Gemisi. Sınır kapısına gidiş dönüşte kullandığınız karayoluna 3,5 km mesafedeki Meşar (Mahşer) Köyü’nün karşısındaki vadide büyükçe bir gemiye çok benzeyen bir izden, değişik bir yer şekilinden bahsediyorum. Beklentinizi yüksek tutmadan, yani bir gemi göreceğinizi ummadan giderseniz onlarca yıldır, çoğu ABD’li olmak üzere onlarca bilimadamını oyalayan ve birçoğunu da bazı kanıtlara dayandırarak gerçek Nuh’un Gemisi olduğuna inandıran bu yarık şeklindeki yerkabuğu şekli sizi de etkileyebilir. Eski ahid şöyle diyor: “Ve gemi yedinci ayda, ayın onyedinci gününde Ararat dağları üzerine oturdu”. Osmanlı hanedanını kıskandıracak bir yapı olduğu kesin. I. Dünya Savaşı sırasındaki Rus işgalinde bahsi geçen kapının sökülerek Moskova’ya götürüldüğünün altını da çizelim. Dünyanın bu boyutlardaki ilk kalorifer sistemli binası olan sarayın, yaklaşık 360 odası var. Kazan dairesinde kaynayan su sütunlar ve kesme taşların arasındaki oluklardan akıtılarak saray ısıtılırmış. Bunun gibi dinledikçe ve öğrendikçe şaşırtan bir dolu mimari ve mühendislik becerisi de mevcut bu binada. Örneğin zindan kısmındaki odalar suçun büyüklüğü ile ters orantılı ısıtılacak ve ışık alacak şekilde düzenlenmiş. Bütün odalar manzaradan payını alacak şekilde konumlanmış ve bazı çeşmelerden gerçekten de yukarıda sağılan keçilerin sütü akarmış. Hele bir ziyafet ve merasim salonu var ki sırf bunun için bile yollara düşmeye değer. Bu mekanda serde biraz da hayalperestlik varsa kendinizi Binbir Gece Masalları’ndan birinde bulmanız kaçınılmaz. Assolistler sahneye en son çıkarmış ya bu yüzden doğu turumuzun en son durağı İshakpaşa Sarayı. Yapımı 1685’te Çıldır Valisi Çolak Abdi Paşa tarafından başlatılan ve 1784 yılında, yani 99 yıl sonra oğlu İshak Paşa tarafından bitirilen bu saray, döneminin en muhteşem yapılarından biri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Lale Devri’nde yapılan son saray. Bir rivayete göre burada da ağırlanan İran elçisinin İstanbul’da huzuruna çıktığı padişaha “Valinizin, sizinkinden görkemli bir sarayı var” demesi üzerine 1790’da İshak Paşa’nın görevinden alınıp Hasankale’ye sürülmesine sebep olmuş ve çok kısa bir süre aktif olarak kullanılmış. Sarayın sadece muhteşem mimarisi ve konumu ile değil kalorifer ve kanalizasyon sistemi, süt akan çeşmeleri, duvarları kıymetli kilimler ve aynalarla süslü ziyafet salonları ve som altından kapısı ile gerçekten de zamanında Topkapı Sarayı’nı ve dolayısıyla sarayın sakini Ziyafet salonuna barok bir havası da olan kemerli kapıdan girdiğinizi hayal edin. İsminiz anons ediliyor girişte. Duvarlar karşılıklı onlarca simli ayna ile kaplı, yer gök kıymetli İran halıları ile süslü, köşelerde Uzak Doğu kokuları yayan kandiller, her yer ipek minderlerle bezeli, hizmetliler ikramda, elbette kuş sütünün eksik olmadığı muazzam bir sofra, kulağınızda doğu ezgileri ve hatta aralarda raks eden peçeli dansözler... Yorgunluğunuzdan eser kalmayacak, hayallere dalacaksınız ve anı unutacaksınız. Sonra ensenizde hissettiğiniz rüzgarla irkileceksiniz, pencereden ovaya baktığınızda muazzam bir günbatımı olacak arkanızda ve size doğru gelen bir uçan halı. Bu satırları okurken benim abarttığımı düşüneceksiniz ama aylar sonra bu gezinin ardından arkadaşlarınıza uçan halıyla geri döndüğünüzü anlatan siz olacaksınız. 31 32 33 uzaktaki yakın 34 Roma’nın koynunda bir tarih uyur, bin aşık büyür Fotoğraflar: Özgür Çakır Ateşli oklarla vurdular birbirlerini. Başı göğe erecek kadar yükseğe yaptılar ihtişama tutkulu hislerinin heykellerini. Gafillerini aslanlara yem ettiler. Her şeyleri vardı. Tanrılar onlar için yarattı bu kentle birlikte aşkı da, ihtirasları da. Şarapla yıkadılar yaşamlarını tepeden tırnağa. Bütün kadınlar kendileri için Roma’yı yakacak bir adam beklediler. Gelmesin. Yakmasın. Yazı: Emine Civanoğlu 35 uzaktaki yakın ROMA SADECE ‘bir şehir’ değil; efsanelerin uçuştuğu, geceleri çatılarında meleklerin buluştuğu, binlerce çığlık ortasında gladyatörlerin vuruştuğu, aşıkların kalpleri ile bakıştığı, parke taşlı sokak aralarında sevgililerin ihtirasla tutuştuğu, bir türlü gidip göremeyenlerin her daim hakkında aşkla konuştuğu ‘o şehir’dir. 36 Kralların, sultanların, hükümdarların çağlarını yaşadı o. Neler gördü gizemli hallerin en kalın perdesinden, neler duydu sırlarla dolu fısıltıların en üst perdesinden. Binlerce yıl türlü sebeplerle bir duruldu bir coştu. Yaşadıklarının, gördüklerinin çoğunu insanın hafızasına emanet edip kendisi bile unuttu. Roma; ne Vatikan ne İspanyol Merdivenleri ne Trevi Çeşmesi ne Colosseum. Roma, Venüs’le Mars’ın bu evrendeki aşk şehri; bütün o görkemli yapılar hep sahne, şahit, eşlik eden, ilham veren… Roma; Savaş Tanrısı Mars’ın öfkesini büyüttüğü, Aşk Tanrısı Venüs’ün öfkeyi yensin diye aşkı her an her köşesinde elinden tutup yürüttüğü şehir. Mars gibi savaşarak ayrılmaların, Venüs gibi sevişerek birleşmelerin şehri… Roma’nın başka dilden konuşan insanlara bile hayatın anlamı üzerine bildiği, tanıklık ettiği, sebep olduğu, üstesinden geldiği şeyleri anlatma, fark ettirme konusunda tuhaf yetenekleri var. Vatikan’ın ruhani etkisiyle mi, çeşmelerinden akan suyun şifasıyla mı, şarabın büyüsüyle mi bilinmez ama Roma, adama başka hissettiriyor her şeyi. Günün her saati durmadan çalan ve şehirden hep aklınızda kalan ambulans sirenleri, sanki sakin sevmeyi beceremeyenleri ya da aşksızlıktan ölse de sevdiğini bir tülü hecelemeyenleri kurtarmaya gidiyor gibi geliyor insana. Her gelen önce Vatikan’a koşuyor elbette; elbettesi malum… Vatikan, Hıristiyan Katolik Mezhebinin yönetim merkezi. Papa’nın sözleri yasa. Saint Pietro Kilisesi aklınızın kolay almayacağı türden şaheserlerle dolu. Michelangelo’nun yaptığı kubbe “insan mı yaptı bunu” dedirtecek ve şuurunuzu kaybettirmese de şöyle bir uçurup getirecek cinsten. Tanrıların tapınağı Panteon. Roma’da geçireceğiniz günler boyunca sadece sokak aralarında gezinip makarna yeseniz, bütün gün şarap içip günübirlik bir 37 uzaktaki yakın 38 kaçamakla Nemi kenarında dağ çileği turtasına güneşi bandırsanız da olur tabii ama Panteon hep aklınızda kalır görmezseniz. Doğada ve evrende var olan tanrısal mükemmeliyet, Panteon’da insan eliyle yaratılmış. Bu tapınak, Tanrıların evrenine atıfta bulunmak için yapılmış ve bütün tanrılara adanmış. Rafaello ve birçok ünlü papanın mezarları da Panteon’da. Elde harita, “gelmişken illa ki görülecek yerler” listesinden seçkilerle Roma’yı tanıma faslı başlıyor sonra. Tiber Nehri’nin üzerindeki 11 köprünün her birinden üçer kez karşıya geçip geri dönerseniz aşkın âlâsını bulursunuz diye bir şey yok ama yine de bütün köprülerden, en çok da Sant Angelo Köprüsü’nden geçmek lazım. Kimbilir, köprünün hemen başındaki Sant Angelo Kilisesi’nin tepesine çıkınca belki o her taşın altında aradığınız aşkı görmeniz de mümkün. Köprünün sonundan Garibaldi’ye dönmeden ışıklardan karşıya geçip Belli İl Popolo Di Rom heykelinden sola doğru dümdüz ilerleyerek Dante’nin evine varmalı, yaş kaç olursa olsun yolun hep ortasında kalacağınıza ant içmelisiniz. İspanyol Merdivenleri’nde bir akşamüstü begonvillerin kokusuyla efsunlanan akıl, kalbe karşı hükmünü yitirip seriyor kendini yukarıdan Barcacia Çeşmesi’ne doğru; soluk almanıza sebep ne varsa dünyada hepsine şükrederek bu merdivenlerde soluklanmalısınız. 16. yüzyılda yapılan bu merdivenler, Trinita dei Monti Kilisesi ile Spagna (İspanyol) Meydanı’nı birleştirmek için inşa edilmiş. Tarihi, neden yapıldığı kimin umurunda; mühim olan, merdivenlere oturup günü biraz şarapla bitirmek sevgilinin omzunda. 39 uzaktaki yakın 40 İspanyol Merdivenleri’nin karşı caddesi Via Condotti’deki tasarım ürünlerle dolu şık ve ünlü dükkanlarda alışveriş yapmak da Roma’ya karşı cömertliğinizi sergileyebilmek için bir yol. Alışverişe giden o yol Roma’da neredeyse her caddeden her sokaktan geçiyor; heyecana kapılmamak, sakin olmak lazım. Roma’yı zaten sakin sakin gezmelisiniz. Sakin sakin yemek yemeli, sakince Tiber Nehri’nin kenarında yürümeli, Cestino Köprüsü’nden sakin sakin geçerken illa ki durup direklerden birine bir kilit asmalısınız aşık olduğunuz kişinin kalbi sonsuza dek sizde kilitli kalsın diye. Roma’nın dondurmasını yemek, hayatın kaymağını yemek gibi; elde dondurma sakin sakin gezmek lazım Roma’yı. Trevi Çeşmesi’nin (Aşk Çeşmesi) suyunu içemeseniz de, o enteresan büyüde içiniz içinize sığmasa da siz sakin kalmalısınız sanki her gün o çeşmenin kenarında aşkınızla aşka methiyeler düzüyormuşsunuz gibi, o kadar alışıkmışsınız gibi. Üç beş avro bozuk paranın sizi Roma’ya yeniden götüreceği var sayılan sihrine değil, çeşmenin sularından yüzünüze sıçrayan su damlalarının iksirine inanmalısınız. Ama gündüz vakti değil gece gitmelisiniz illa ki bu çeşmeye. Işıkların, mitolojik hikayeden bir sahneye dönüştürdüğü çeşmenin üzerindeki efsane, Romalı Askerlerin susuz kaldıkları bir anda güzel bir kadının aniden ortaya çıkıp onlara suyu bulmaları için kazmaları gereken yeri işaret etmesini anlatsa da siz orada kendi efsanenizi yazıp ona inanmalısınız. 41 uzaktaki yakın 42 La Dolve Vita filminde Slyvia’nın Marcello’nun yüreğinin gücünü tarttığı gibi siz de ömrünce sizin için atsın istediğiniz yüreklerin gücünü tartmalısınız. Piazza Navona (Navona Meydanı)’da aheste tur atmalısınız. Medyanda, dünyanın dört bir yanındaki dört büyük nehri (Tuna, Ganj, Nil, Rio della Plata) temsil eden Dört Nehir Çeşmesi’nin sularından sürmelisiniz yüzünüze. Sizin yüzünüzden aşkla yanan kim varsa aşkı hiç sönmesin diye nihayet bu sulara bir ayet söylemelisiniz içinizden. Akşamları enginar, kabak çiçeği kızartması, Ciro&Ciro’da baştan çıkarıcı ahtapot salatası, midye, karides yemelisiniz. Elbette taa Roma’ya kadar gelmişken şişelerin dibine vurmalısınız. Şarabı kana kana içmek için daha uygun neresi var; öyle çok içmelisiniz ki Roma’nın ev yapımı şaraplarına doymalısınız. Yedik içtik, gezdik gördük, Roma’ya doyduk deseniz de öyle değil; Roma’nın 15 mil güney doğusunda Castel Gandolfo’ya doğru yola koyulup Alba Gölü kenarındaki bu dağ köyünde Papa’nın yazlık sarayını da görmeli, köyün meydanında şarapların, manzaranın, pencerelerden sarkan envai renkte çiçeğin, başka hiçbir yerde bu kadar güzel kokmayan havanın keyfini çıkarmalısınız. Sen ne büyülü bir şehirsin Roma. Hesaba katmalısınız ki; giderken başınıza neler geleceğini bilmediğiniz Roma’dan dönerken başa sarıp yeniden yeniden yaşamak, kalmak, daha uzun kalmak, hiç değilse en yakın zamanda yeniden gelmek isteyeceksiniz. 43 44 45 evrensel sanat Leonardo Da Vinci İnsan anatomisini ve zekâsını böylesine bilen ve eserlerinde bunları kullanabilen bir yetenek ancak bu kadar başarılı olabilirdi. Da Vinci, çok yönlülüğü ile kendisini yüzyıllarca konuşturdu. Bir dahi aynı zamanda bir mucit, bilim adamı, jeolog, geometrici, anatomist, heykeltıraş, mimar, mühendis ve her şeyden önce İtalyan Rönesansının en büyük ressamıydı... 46 Çok yönlü tarihi bir bulmaca DA VİNCİ’NİN YAPTIKLARI çok büyük bir bulmacanın parçaları gibiydi. Yaptığı eserlerin içlerine çözümlemesi zor birçok şifreler gizledi. Bu şifreler, aradan onca yıl geçmesine rağmen hala çözümlenmeye devam ediyor. Kimi zaman altın oranı kullandı, kimi zaman çeşitli anlamlar taşıyan kelimeler gizledi çalışmalarına. Rönesans denince akla gelen ilk isimlerden bir tanesi olan Da Vinci, hümanist akımın da en önemli güçlerinden bir tanesiydi. Da Vinci’nin yazdığı notları okuyabilmek için bir aynaya ihtiyaç vardı. Oysa onun bu satırları yazarken ayna kullanmadığı ve hiç zorlanmadığı bilinenler arasında. Onun yaptığı resimler dünyanın en önemli resimleri oldu. Az sayıda resim yapmasına rağmen onu tahtından kimse indiremedi. Yüzyılların gördüğü en büyük dâhilerden biriydi. Da Vinci 1452 yılında ailesinin adını aldığı Vinci kasabasında doğdu. Babası avukat Ser Piero Antonio da Vinci, Leonardo'nun annesi soylu bir aileden gelmediği için onunla evlenemedi ve Leonardo evlilik dışı doğdu. Annesi Catarina sonradan başka bir erkekle evlendiği için Leonardo babasının evinde yetiştirildi. Farkı daha çok küçük yaşlarda ortadaydı. Aritmetik ve geometride öğretmenlerine sorduğu sorular onların irili ufaklı birçok şok geçirmesine neden oluyordu. Keskin ve pratik zekâsı ve üstün yetenekleri hemen dikkat çekiyordu. Oldukça iyi bir şekilde lut çalıyordu. Ama esas uğraşı elbette ki resimdi. Babası bu yeteneği fark edince, onu Floransa'nın en önemli atölyelerinden birine gönderdi. Andrea del Verroccio'nun eğitmenliğindeki Da Vinci, burada Botticelli, Perugino, Lorenzo di Credi, Francesco di Simone, Botticini ve Biagio d'Antonio ile birlikte son derece kapsamlı bir sanat eğitimi alma şansı yakaladı. 1469 ile 1476 yılları arasında ise, “politeknik laboratuarından” çizim, mimari ve heykelin yanı sıra optik, botanik ve müzik alanlarında da temel eğitimler aldı. Hatta Leonardo'nun ünlü 47 evrensel sanat Arno Manzarası, Müneccim Kralların Tapınması ve Aziz Hieronymus eskizi ile birkaç resim bu dönemde hayata geldi. Da Vinci doğaya, insan fizyolojisine ve en önemlisi de bağımsızlığına çok düşkün bir sanatçıydı. 1482 yılına kadar bağımsız olarak çalışmaya devam etti. Konularını tamamen kendi ilgi alanlarına göre belirledi. Konu seçimlerinin özünü genellikle doğa teşkil etti. Resimde eski bakış açıları yerine biçim ve renk çalışmalarından oldukça ileri giderek ışık ve gölge etkilerinin gizemini araştırdı. Bu alanda farklılıkları ortaya koyan ve ışığın etkilerini çözümleyen ilk ressam oldu. Yetinmedi, rengin perspektifle değişkenliğini iyiden iyiye irdeledi. Işığın özelliklerini sadece görmek de ona yetmedi. Bilgiye karşı doyumsuz merakıyla gözün fiziksel yapısını inceledi, optik ve dalga hareketleri üzerine çalıştı. Hayvan ve insan bedeninin yapısını inceledi ve adele hareketlerinin yapısını araştırdı. Fizyoloji ve botanikte ilk incelemeleri yine o yaptı. Kısaca çok yönlü kişiliği ile ilgisini çeken her türlü konunun peşine düştü. Öğrenmekten hiç çekinmedi ve sonuna kadar öğrenmeyi başardı. 48 Da Vinci’nin araştırma ve öğrenme isteği, inanılmaz sonuçlar doğuruyordu. 1482’de Ludovico Sforza yönettiği Milano'ya gitti. İlgi çekici bir mektup ile hizmette bulunmayı teklif etti. Askerlik ve savaş yönetiminde kendi buluşu olan dokuz yeni fikri sundu. Onuncu fikrini de şöyle özetledi; ''10. Barış zamanında, mimarlıkta, binalar kurmakta ve suyolları yapımında ustalara eriştim. Mermer bronz ya da tuğladan heykeller yontabilirim. Resim yapmak ise, mesleğimdir; bunu mesleğini yerine getiren herhangi bir adamın becerdiği kadar becerebilirim. Ayrıca, babanızın anısını ölümsüzleştirecek bir anıt yapabilirim.'' Dükün önünde çaldığı lut sayesinde bütün müzisyenleri kendine hayran bıraktı. Ayrıca zamanını en iyi hazırlıksız şiir söyleyicisiydi. Dük bu genç Floransalı ressamın çekiciliğine hemen kapıldı ve teklifini kabul etti. Böylece on yedi yıl Milano'da yaşayıp çalıştı. Leonardo bütün saray eğlence ve gösterilerinin de başındaydı. Hicivler, alegoriler ve şarkılar yazıyor ve ayrıca kendi görevlerini sürdürüyordu. Bu yoğun çalışma temposunu kendine has bir uyuma düzeniyle ayak uydurdu. Sonraları “Da Vinci Uykusu” diye ünlenecek bu yöntemle Leonardo performansını ikiye katladı. Günün her saatinde yalnızca 15 dakika uyuyarak verimli bir çalışma sistemi geliştirmişti. 1485'te Milano'da görülen bir salgın, Leonardo'ya şehri bir sağlık düzeniyle yeniden kurma fikrini verdi. Planları hazırladı ve Ludovico'ya sundu. Ertesi yıl Milano katedrali için planlar hazırladı. Bu arada geometri, astronomi, enerji ve lut yapımı üzerinde çalışıyor, boş zamanlarında da Francesco Sforza'nın at üzerindeki heykelinin modelini hazırlıyordu. Yıllarca süren çalışmanın sonunda 80 metrelik heykeli tamamladı ve Milano'da sergiledi. Fakat bu dev heykel Fransızların saldırısında okların hedefi oldu ve yıkıldı. Da Vinci, 1494’te Lombardiya ovası için su şebekesi planları hazırladı ve hava şartları üzerine gözlemler yaptı. Aynı zamanda ''Madonna'' resmini bitirmiş ve aynı yıl resimlerinin en ünlüsü ''Son Yemek'' tablosuna başlamıştı. Bu resim Santa Maria delle Grazie manastırının duvarına yapılmıştı, fakat tempera boyası sıvaya, sıva da duvara uymamıştı, kısa zamanda parça parça dökülmeye ve bozulmaya başladı. Son Yemek tablosu, bozulmuş olmasına rağmen dünyanın en önemli sanat eserlerinden biri oldu. Rönesans’ın kusursuzluğa ulaşan ilk baş eseri ve bütün çağların resim tarihinde en mükemmel kompozisyon diye tanımlanan bu eser, kusursuz tekniği ile tarihe imzasını attı. Leonardo Milano’da, aralarında ''Kayaların Bakiresi'' tablosunun da olduğu sayısız iç süsleme ve portre çalışması tamamladı. Rönesans’ın en önemli sanatçılarından birisi olan Da Vinci 1499 yılı sonunda Milano'dan ayrılarak Venedik'e gitti. Venedik'te Düşes Isabella Gonzaga onu son derece iyi karşıladı. Venedik’te vaktinin çok büyük bir bölümünü matematiğe ve mühendisliğe ayırıyordu. Mimari ve askeri mühendisliğe ilgisi, gezilerini ve etkinliklerini de yönlendiriyordu. Savaş makineleri, toplar, nakliye ve kuşatma gereçlerine dair bilgisini dükalığın düşmesinden sonra, Cumhuriyetin askeri danışmanı sıfatıyla Venedik'e gittiğinde pratiğe dökme fırsatı buldu. Leonardo askeri mühendis olarak, Brunelleschi, Taccola, Francesco di Gorgio ve Valturio'nun kavramlarını geliştirdi. Karada ve denizde kullanılabilecek silahlar tasarladı ve balistik deneylerle bu silahların etkilerini gözler önüne serdi. Leonardo'nun diğer askeri tasarımları arasında çok namlulu toplar, fırlatma mekanizmaları ve patlayıcılar da sayılabilir. Ayrıca bugün kullandığımız haliyle makasın tasarımcısı da Leonardo'ydu. Leonardo anatomi ve insan vücudu üzerine büyük bir ilgi duyuyordu. Bu konudaki ilk eğitimi çıraklık döneminde başladı. Öğretmeni Andrea del Verrocchio öğrencilerinin anatomiyi kavramasında ısrarlıydı. Papa için geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı. Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmaya devam etti ancak Papa, kadavralar üzerinde çalışmasını yasakladı. Leonardo'nun insan vücuduna ilgisinin temelini, figür eskizleri için incelemeler oluşturuyordu. İnsanı olabildiğince canlı ve tüm hareketleri gerçeğe en yakın şekilde çizmek için dış gözlemleri yeterli görmemişti. Vücudun içini de görmek, kemiklerin, kasların ve eklemlerin birbirleriyle ilişkilerini kavramak istiyordu. İnsan organizmasına, çalışma prensiplerini merak ettiği mükemmel bir makine olarak yaklaşmıştı. O dönemin tıp bilimine temel oluşturan antik çağ hekimi Galen’in metinleri, merakını ancak kısmen giderebilmişti. Aklına gelen her soruyu sormaya başlamıştı. Leonardo, gördüklerini çizerek açıklığa kavuşturuyordu. Kesitlerle, ayrıntılı görünüşlerle ve farklı açılardan yaptığı çizimlerle anatominin detaylarını ortaya çıkarıyordu. Çizimleri, bazı detaylardaki yanlışlıklara karşın son derece netti. Anne karnındaki bebek çizimi için bir insan kadavrasına disseksiyon yapmamış, inekleri inceleyip, oradan elde ettiği sonuçları insan anatomisine uyarlamıştı. Papa, Leonardo’nun insan kadavraları üzerinde disseksiyon yapmasını yasakladığında, dolaşım sistemi üzerine yaptığı araştırmayı devam ettirebilmek için sığır kalpleri kullanmıştı. yontması için büyük bir mermer blok teklif edildi, fakat Leonardo buna ayıracak zamanı olmadığından teklifi geri çevirdi. Bu mermer daha sonra Michelangelo'ya Davut heykelini yapması için verildi ve ortaya bir başka şaheser çıktı. 1500’lü yıllar ise coğrafya yönelmesi ile şekillendi. Hazar Denizi'ndeki med ve cezir üzerine araştırmalar yaptı. Coğrafya kadar mimari de ilgisi içindeydi. Arno Nehri'nin kanalize edilmesi için planlar hazırlıyor ve diğer yol ve köprü yapımı projeleri üzerine çalışıyordu. Leonardo Da Vinci’nin 1502’de büyük bir hayali vardı: “dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük ve en güzel köprüyü inşa etmek…” Sultan 2. Beyazıt’a gönderdiği mektupta, Haliç’e de bir köprü kurma amacından bahsetti. Mektupta şunlar yazılıydı; “Ben, kulunuz, İstanbul’dan Galata’ya uzanan bir köprü yapmak istiyorum…” 507 sene önce yazılmış bu mektup ve içinde yer alan tasarım diğer bir ifade ile bir iş başvurusuydu. Gerçekleşseydi kültürleri ve ulusları buluşturan bir anıt olacaktı… Fakat kabul görmedi. Bu tasarım daha sonra 2001 yılında Norveç'te yapıldı. Bu dönemde 1514 yılında Fransa kralı I. Fransuva'nın teklifini kabul ederek Ambois yakınındaki Cloux şatosuna yerleşen Da Vinci, öldüğü 1519 tarihine kadar burada yaşadı. Doğaüstü resim anlayışı, mükemmelliği yakalamış heykel çalışmaları, not defterlerindeki gizemli ve şifreler dolu yazı ve taslakları ile geride birçok sanat eseri bıraktı. Doğa biliminden mimari tasarımlara, silah ve top üretimlerine kadar yaşadığı çağın çok ötesinde işlere imza attı. Uçak taslağı bile çizdi. Buharın kullanılışını inceleyip, bir buhar topu ve gemilere çark şemaları dahi çizdi. Hidrolik biliminin yaratıcısı ve resim çekiminde karanlık odanın mucidi oldu. Suyun molekül yapısı, ses ve ışık dalgaları üzerine çok derin bilgileri olan Leonardo, çiçek ya da filiz yapısı ve düzeni konusunda da çalışan yürüten ilk kişi oldu. Da Vinci bütün Orta İtalya'yı baş mühendis sıfatıyla dolaştı ve bu yolculukları sırasında yaptığı kusursuz ve ayrıntılı altı harita bugün Windsor Saray Kitaplığı'nda saklanıyor. Da Vinci’nin yaptığı her çalışma büyük ilgi uyandırıyordu. Floransalı bir soylunun sarayının toplantı odası için savaş resmi hazırlamakla görevlendirildi. Leonardo'nun değişiyle hayvanca bir çılgınlık olan bu savaş resmi, bütün ressamların hayranlığını ve övgüsünü kazandı. Leonardo'nun Raphael gibi genç sanatçılar üzerinde bıraktığı etkiler büyük ve kalıcı oldu. Leonardo bu dönemde dünyaca ünlü resmi ''Mona Lisa'' üzerinde çalışıyordu. Mona Lisa 1506 senesinde bitmişti. Bu portre; gülümsemesi, garipliği ve bakışlarındaki anlamının derinliğiyle ününü giderek arttırdı. 49 50 51 rengarenk Aydınlık beyaz bir ışık Newton tüm reklerin toplamının beyaz olduğunu kanıtlayana kadar, ışığın rengi olarak biliniyordu, bu inanış yıkıldı. Fakat simgesel olarak aydınlığı temsil etmesiyle, hala ışığın rengi sayılabilir nam-ı diğer “masumiyet” rengi... Hex RGB CMYK Hazırlayan: Engin Çakır Belki klasik gelebilir ama (dünya bir toz bulutuydu diyerek) söze varolma düşüncesinden başlamak gerekir kanaatimce. Çünkü tüm renklerin bileşiminden oluşan bir renk en iyi varolmayı simgeler. Evrenin yaratıcısının rengi neredeyse tüm felsefe, din ve inanışlarda beyazdır. Böylece bazen yaşamın başlangıcında bazen de sonunda yer alan bir idealdir beyaz. Yaşamın sonu olan ölüm anı 52 dahi bir geçiş anıdır ve çoğu kişinin zihninde, filmlerde veya hikayelerde beyaz olarak betimlenir. Görülenden görülmeyene, diğer bir ifade ile başka yere gidişi simgeler. Beyaz bir geçiş rengidir. Varlığımızın değişime uğramasının rengi olabilir, düşünün; ölüm ve yeniden doğuş. Renksiz bir renk olan beyaz, olumlu ve gelişebilen dinamik : #FFFFFF : 255, 255, 255 : 0, 0, 0, 0 değerleri de hatırlatır bize. Doymamış bir renktir. Temizliğin, iffetin, bekaretin, masumiyetin, barışın, bilgeliğin rengi olarak olumlu yananlamlarını sırtında taşırken; bir yandan da soğuğu, sessizliği, dinginliği ve kısırlığı simgeleyerek ve saydam olarak algılandığında görünmeyen bir renk gibi hayaletlerin, hortlakların, korkunun rengi olarak olumsuz yananlamlar yüklenir. Beyaz denince aklımıza gelenler Kutuplar Beyaz gül Yaşlılık Nikah Şekeri Beyaz atlı prens Beyaz Önlük Diş Din Beyaz altın Beyaz yalanlar Tuval Çarşaf Beyaz Geceler Gandalf Beyaz At Sadelik Yat Şeker Temizlik Beyaz ayarı Beyazıt Öztürk Beyaz Saray Süt Beyaz Rus İnci Beyaz Perde Beyaz Irk Dantel Spor ayakkabı Van kedisi Masumiyet Yelken Her uygarlık ve millet beyazı farklı yorumluyor aslında. Beyaz hakkında çok ilginç detaylar saklı dünyanın dört bir köşesinde... Mısır uygarlığında beyaz, zenginliğin ve mutluluğun simgesi olarak biliniyor. Siyahi Afrika'da ise, ölülerin rengi... Aynı zamanda ölüleri uzaklaştırmaya yarıyor. Genelde "aydınlanma törenlerinde" beyaz renk, törenin ilk aşamasının, yani ölümle savaşmanın rengi olarak kullanılıyor. Gelin Çiçeği Kefen Tül Un Gelinlik Melek Kış İhram Peynir Kuğu İlgi duyanlar bilirler; Vatikan bayrağındaki beyaz renk, tanrının yeryüzünün tek hakimi olmasına gönderme yapar. Hindistan'da cenaze merasimlerinin vazgeçilmez rengi olan beyaz, Asya'nın birçok ülkesinde yine cenaze törenlerindeki çelenklerin rengidir. Hıristiyanlıkta, ölen çocuklara toprağa verilmeden önce beyaz giydirilir. Giysiler de beyaz çiçeklerle doludur. Soğuk Martı Ay Nilüfer Çiçeği Rakı Siyah Düğün Kar Bulut Tuz İç çamaşırı Güvercin Beyaz gömlek Beyaz Eşyalar Papatya Tüy Kutup ayısı Kokain Tıp Kağıt Yumurta Uludağ Saflık Beyaz aslan Zerafet Bilgelik Beyaz aynı zamanda tamamlanmamışlığın göstergesi. Birleştirici ve bütünleyici özelliğiyle, tüm ışınları yansıtan tek renk. Tüm renkleri barındırdığı gibi, tüm karışımlara da elverişli... Ressamların üzerinde çalıştığı tualin vazgeçilmezi olması da, bu her türlü karışıma açık ve onları en iyi şekilde yansıtabilme özelliğinden ileri gelir. 53 rengarenk Parlaklığın ve ışığın simgesi olarak İslam’da “iyi” görülen beyaz, çoğunlukla tedavi edici simgeler yüklenmiş. Hastanelerin duvarları genellikle beyaz mesela. Doktor, hemşire ve hastabakıcıların kıyafetlerinin beyaz olması, temizlik ve sağlık koruma ile ilintili olduğu kadar beyazın rahatlatıcı ve iyileştirici özelliğinden de kaynaklanıyor. Renginden dolayı süte de tedavi edici, onarıcı özellikler yüklenir ya da... 54 Polonyalı sinema yönetmeni Krzysztof Kieslowski’nin yaptığı efsane film serisi Üç Renk Üçlemesi’nin “Beyaz”ından bahsetmeden geçmemek gerekir beyazı anlatırken. Maviden sonra üçlemenin ikinci filmi olan Üç Renk: Beyaz, Fransız devriminin ideallerinden olan toplumsal eşitliği konu eder. Bu açıdan beyaz, bilinen anlamlarından başka bir anlam kazanmıştı. Türkçe'de ise hiç olumsuz yananlam yüklenilmeden kullanılan beyaz renk, "temiz", "masum", "namuslu" gibi olumlu çağrışımlar yaparak, daha çok "ak" sözcüğüyle veriliyor: iffetli, namuslu anlamında kullanılan "alnı açık, yüzü ak" gibi deyimlerin yanı sıra, birinin suçsuz olduğu yargısına varmak için kullanılan"aklamak", bir dava sonunda temize çıkmak anlamında kullanılan "aklanmak" örneklerinde olduğu gibi. Kısaca tıpkı eski bir tango şarkısındaki gibi duygular besliyoruz beyaza; “Papatya gibisin beyaz ve ince...” 55 odak noktası Gözlerdeki “ışığın” peşinde Evlilik, bebek, çocuk, aile, portre, özel günler ve stok fotoğrafçılığı… Demet Argun Güngör, içindeki “ışık sevdasını” çok sonraları fark etmiş bir isim. Onun odak noktasında insanların en özel anları ve gözlerindeki “ışıltılar” var. O, fotoğrafa olan tutkusuyla yaşamını “yeniden” şekillendirmiş birisi. Odak noktası bu sayıda özel bir fotoğrafçılık türünü ve bu türde çok özel çalışmalar ortaya koyan bir fotoğrafçıyı ağırlıyor. Hikayesi hem kendini, hem çekim yaptığı insanları hem de fotoğrafın hikayesini anlatıyor. Demet Argun Güngör’ün fotoğrafta, fotoğraf ile, fotoğraf için yaşadıklarını kendi anlatımıyla sunuyoruz. “Fotoğraf çekmeye çocukluk yıllarımda başlamadım. İçinde uzun zamanlar geçirdiğim ve fotoğraf banyoları yaptığım bir karanlık odam olmadı. Hayatımda bu kadar çok yer kaplayan fotoğraf değil; resim, heykel veya 56 kıyafet - aksesuar tasarımları olabilirdi. Hayatımın ince patikasında fotoğraf bir şekilde diğer olasılıklardan daha öne geçmeyi başardı. Üniversitede tekstil mühendisliği eğitimi aldım. Üniversite ve çalışma hayatımda, bulunduğum ortama ait olmadığım duygusunu içimde sürekli hissettim. Bu duygu gün geçtikçe büyüdü. Öyle ki son dönemlerinde, hemen hemen her gün geç kalmaya başladım. İnsanın gününün büyük bölümünü sevmediği bir şeye adaması gerçekten zorlayıcı bir durum. Tek isteğim sevdiğim birşeylerle uğraşmaktı. Bu istek zamanla evrim geçirerek farklı formlara büründü ve son hali fotoğraf oldu. Her bireyin kendine ait bir kişiliği ve yetenekli olduğu yönler var. Hiç kimse bir diğeri ile aynı değil. Sahip olduğumuz yönlerin büyük bir bölümü hayatın telaşlı akışında gün yüzüne çıkamıyor. Çoğunlukla biz bile kendi özelliklerimizin farkında olamıyoruz. Bunca çok çeşitliliğin olduğu insan yapısının, kendini daha çok ortaya koyabileceği bir alanda bulunmak istedim. İstedim ki o işi benim yapmamla bir başkasının yapması arasındaki fark ortaya çıksın. Benim hayat süzgecimden geçmiş, geçmişimle harmanlanmış, değer yargılarımla şekillenmiş, bilgimle güçlenmiş, duygularımla insani yönleri ön plana çıkmış, iletişimimle doğallaşmış bir sonuç oluşsun. Aslına bakarsanız fotoğraf bana beklentimden fazlasını verdi. Çünkü bir fotoğraf karesi fotoğrafı çeken kişi kadar fotoğrafı çekilen kişiden de pek çok şey taşır. Bu şekilde ortaya çıkan sonucun yarısı size, diğer yarısı ise karşınızdakilere aittir. Onu eşit oranda sahiplenirsiniz. Herkes kendinden birşeyler taşıyan bu güzel sonucu paylaşmak ister. Dolayısıyla fotoğraf aynı zamanda iyi bir paylaşım aracıdır.Fotoğraf çekmeyi zamanla daha çok sevdim. Sanırım bu hayalimdeki fotoğraf karelerine biraz daha yaklaşmama bağlı olarak ortaya çıktı. Hayalimdeki fotoğraf kareleri insanın günlük yaşantısındaki tavırlarını, tepkilerini, mimiklerini içeren tümüyle doğal kareler. Bunu şöyle örneklendireyim. Bir arkadaş ortamında, çantanızdan fotoğraf 57 odak noktası makinanızı çıkarıp yanınızdaki arkadaşınızın fotoğrafını çektiğinizi düşünün. Fotoğraf makinası daha ortaya çıkar çıkmaz ortamın doğallığı bir anda yok olur ve fotoğraf karesine yansıyan, aslında onun gerçek yapısı olamaz. Toplumsal kurallara göre şekillenmiş planlı bir görselliktir ortaya çıkan. Oysa sizi çantadan fotoğraf makinanızı çıkarmaya iten bu sonuç değildir. Daha öncesindeki doğal tavırlardır. Bu örneği vermemin bir 58 nedeni var. Önceleri iyi bir fotoğraf çekebilmenin büyük oranda teknik bilgi ve beceriye bağlı olduğunu düşünürdüm. Son yıllardaki örnekler bu düşüncemde ne kadar yanıldığımı ortaya koyuyor. En az teknik bilgi kadar veya ondan çok daha önemli olan bir diğer yön ise karşınızdaki kişi ile kurduğunuz iletişimin gücü... Bu iletişim ne kadar güçlü ise, o kadar doğal fotoğraf kareleri ortaya çıkıyor. Fotoğrafını çekeceğim hemen hemen herkesin ilk cümlesi “Ben hiç fotojenik değilim” oluyor. Ne rastlantı diye düşünüyorum içimden ve onlarla düşüncelerimi paylaşıyorum. “Doğal ve güzel fotoğraflar için fotojenik olmak gerekmiyor” diye ekliyorum. Fotoğraf çektirmek konusunda genelde bayanlar daha istekli oluyorlar. Çekime bayanların yanlarında nişanlıları veya eşleri bazen istemeye istemeye gelebiliyorlar. Fotoğraf çekimi sonrasında konuşmalarda erkeklerin yorumları duyulmaya değer oluyor. “Ben şöyle dur, böyle yap diye sürekli yönlendireceğinizi düşündüm. Öyle olunca ben hiç rahat olamıyorum ve bitmesini beklediğim bir sürece dönüşüyor. Oysa burada hiç düşündüğüm gibi olmadı. Çok keyifli bir fotoğraf çekimi oldu.” Evet, işte bu tam da benim istediğim sonuç… Fotoğraf çekme süreci benim de çok keyif aldığım bir süreç. Fotoğrafını çekeceğim kişiler fotoğrafa ne kadar çok değer verirlerse sonuçlar o oranda başarılı oluyor. Fotoğraf çekimine ayırılan süre yeterli uzunlukta olduğunda, yaratıcı fotoğraf karelerinin oluşma şansı da artıyor. Çekim sırasında önceden dersine çok iyi çalışmış gelinler veya anneler, pek çok ayrıntı konusunda beni bilgilendiriyorlar. Onlardan aldığım bilgilerle, fotoğraf karelerini onları daha iyi anlatır şekle dönüştürüyorum. Fotoğraf çekimlerinde genelde yanımda bir çanta dolusu obje veya gün içinde kullanılması iyi olacak araç gereç taşıyorum. Çantadan birşeyler çıkardıkça, yanımdakiler şapkadan tavşan çıkarıyormuşçasına beni şaşkınlıkla izliyorlar. Fotoğraf benim için çok önemli ve değerli… Bu anlattıklarım dışında onu değerli kılan bir başka neden ise fotoğraf karelerimde yer alan kişilerin beğenilerini tüm içtenlikleriyle belitmeleri… Bir tiyatrocu için sahnede alkışlar ne anlam taşıyorsa, fotoğraflarına bakan kişilerin gözlerindeki ışıltılı gülümseme benim için aynı anlamı taşıyor.Hayatı geçmişten geleceğe aktarabildiğim için mutluyum.” 59 detaylı bakış Demet Argun Güngör kimdir ? Uludağ Üniversitesi M.M.F. Tekstil Mühendisliği Bölümü mezunu. 2000 yılından bu yana fotoğrafla iç içe bir hayat sürüyor. Bursa’da yaşıyor. 2003 yılında ilk düğün fotoğrafını, 2005 yılında ilk doğum fotoğrafını çekti. 2010 yılında iki fotoğrafçının fotoğraflarından oluşan “Hayata Merhaba” adlı sergide doğum ve bebek fotoğrafları sergilendi. Fotoğrafladığı konular; evlilik süreçleri, hamilelik, yeni doğanlar, bebekler, aileler, doğum günleri, partiler ve portre fotoğrafları… Fotoğraf çektirmek için mutlaka bir nedene gerek olmadığını düşünüyor. Belgesel tarzda fotoğraflar çekiyor. www.demetargun.com Facebook: DEMET ARGUN PHOTOGRAPHY 60 61 fotoğrafa yazı ESKİ SEVGİLİLERİM BİRER BİRER EVLENİYOR. Ve ben işte yaşlanıyorum iyiden iyiye. İlk gençliğin renkli rüyaları, bilgece bir gülümsemeyle akla gelen sevimli hatırlara dönüştü; artık ne hayat öyle çok uzun geliyor şimdi bana, ne de gençliğin sonsuza uzarmış gibi duran gölgesine inanıyorum. Bir sabah uyandığımda artık “genç” bile olamayacağımı biliyorum; bunu bana sızlayan kemiklerim, harekette zorlanan eklemlerim ya da aynada gördüğüm buruşuk yüz değil üstelik, bir Eylül söyleyecek. Size Eylül’ü anlatayım. Eylül, geçmiştir; geçip gitmişlik, yarım kalmışlıktır. İçinde aslında sizin de olabileceğiniz bir hayata, şimdi çok uzaktan bakmaktır. Kimi zaman sızı, kimi zaman duyulan acı, ya da işte Eylül, siz’sinizdir; içinde sizin olmadığınız bir hayatta. Dokunamadığınız ama gördüğünüz, elinizi uzatamadığınız ama orada olduğunu bildiğiniz; işte Eylül bir filmdir sahnede oynayan ve sizin sadece izlediğiniz; hani başrolü size teklif edilmişken bir vakit. Dün erken vakitte gelmiş. Benim “facebook” hesabıma. Önce görmemişim, sonra bugün akşamüstü tekrar girdim siteye, bir mesaj gelmiş. Adı Eylül. Beş tane fotoğrafı var, özenle giydirilmiş, cicili bicili, her birinde daha tatlı, tombul yanakları ısırmalık kırmızı, çenesinden akan salyalarda bir başka çocuk gülümsüyor sanki. Gözleri pek tanıdık; ismi dilimin ucunda bir kadının bebekliğini görüyorum gibi. Daha sonraki yazışmalarımızda henüz yedi aylık olduğunu, dişleri çıkmak üzere olduğundan damağının çok kaşındığını ve bu ismi ona annesinin verdiğini öğrendiğim bu küçük arkadaşım, bebekliğine hiç aldırmadan, beni yerlere seren şu soruyu sormuş: “ben doğdum, sen hala ıssız mısın?” 62 Eski sevgililerim birer birer evleniyor. bulacaklarını. Ve ben işte yaşlanıyorum iyiden iyiye. İlk gençliğin renkli rüyaları, bilgece bir gülümsemeyle akla gelen sevimli hatırlara dönüştü; artık ne hayat öyle çok uzun geliyor şimdi bana, ne de gençliğin sonsuza uzarmış gibi duran gölgesine inanıyorum. Ve işte Eylül, siz’sizinizdir, içinde sizin olmadığınız ve asla olamayacağınız bir hayatta. Onların asla unutmadıklarını bildiğim gibi. Terk ettiğiniz kadın çıkagelmiştir yıllar sonra. Bir vicdan gibi karşınızda durur; üstelik artık tek kişi de değildir. Sizden hesap sormaz, kızmaz size, sorgulamaz, bir yaranız var mı ona bakmaya da gelmemiştir üstelik ama işte sadece öyle uzaktan, hesapsız, gövdesini kapıya yaslayıp içeri meraklı gözlerle bakan çocuklar gibi bir göz atıp gidecektir hayatınıza. Belki bir gece rüyasına girmişsinizdir, apansız yakalamışsınızdır onu bir rüya arasında, belki yolda size benzeyen birine rastlamıştır, belki ismi sizinle aynı olan bir başka adamla karşılaşmıştır, birden, aniden, hiç haberi bile yokken ve sizi aslında hiç unutmamışken, tutuşmuştur alevi yeniden, sizi görmenin, size ses vermenin ve sizden ses duymanın yakıcı arzusu. Evli barklı o kadın, o incecik çizginin ötesine geçince birden özlem dolu bir “eski sevgili” oluverir. Belki sizinle Heybeliada’ya giden vapurun kuytu bir köşesinde öpüşürken kendinden geçen bir genç kız, belki siz onu terk ettiğinizde, size nefretle bakan ve o an, onun size hayatı boyunca artık öyle bakacağına inandığınız acı dolu kadın oluverir. Bulur sizi. Nerede olursanız olun, ister evli, ister bekar, ister ıssız, ister çocuklu.. Bulur. Size söylesem, biliyorum inanmazsınız, benim öyle olmasını umduğumu bile düşünebilirsiniz ama işte öyle değil; unutmuyor kadınlar. Ve ilk çocuklarını sizinle büyütüyorlar. Bir kadının ilk aşkıyla ilk çocuğu arasında derin bir bağ vardır. O çocuk bir gün o “amca”yla karşılaşsa bir yerde, denk gelip sohbet etseler, o çocuk o amcanın hikayesini bir yerden biliyor olacak muhakkak. Amcaların hikayeleri, ilk çocuklara tanıdık gelir. Benim hikayemin, Eylül’e tanıdık gelmesi gibi. Bacakta sallanırken, annesinin omzunda uyurken veya bir gece yarısı aniden uyanıp meme ararken ve bulurken sütü, yüzünü annesinin göğsüne dayamışken, fısıldanmıştır ona benden hikayeler. Genç anneler, genç babalara anlatamayacaklarını ilk çocuklarına anlatır ve ilk çocuklarını ilk aşklarıyla büyütürler. Çiçekleri sular gibi, onların topraklarına ilk sevgililerinin anılarını akıtırlar. Çiçek büyür; çiçek işte, elde değil, büyüyecek. Eylül, kızım. Sen de büyüyeceksin. Bir gün bir yerde karşılaşırsak eğer, bu “amca”nın hikayesini daha duyar duymaz, sana bir şeyler tanıdık gelirse, o kokuları duymuşsan önceden, bu sesler tanıdıksa, bil ki sen ilk çocuk ben ilk aşk’ımdır. Ben senin suyunum, sen çiçeksindir. Eliyle koymuş gibi hem de. Kadınların “bulmak”la ilgili, erkeklere verilmemiş bir yeteneği olduğuna inandığımdan değil, onların arzularının hiçbir engel taşımadığını bildiğimden, biliyorum Eylül’sün sen çünkü. Sahnede oynayıp duran; başrolü bir vakit bana teklif edilmiş hani. Eylül Celil Sezer 63 deli kızın defteri Gözde Aral “Yasak elma” "Hala bitirmedin mi?" diye sorduğumda, vereceği cevabın beni böylesine derin ve karanlık dehlizlere sokacağını bilmiyordum. "Bitirmek istiyorum, ama o kadar bölündüm ki, birçok şeyle uğraşıp, hiçbirini tamamlayamıyorum. Aynı anda dört kitap okuyorum, eve taşıdığım işimle uğraşıyorum, bir yazı ve yeni bir tasarım üzerinde çalışıyorum, bir de kendimi onunla aldatıyorum..." TAM BU NOKTADA TAKILDIM KALDIM. O, kızının gözünün önünde büyüdüğünü ve ona bile yetişemediğini, sürekli koşup, yine de geç kaldığını anlatmaya devam ederken; ben zihnimde uçuşan düşünce baloncuklarını bir bir patlatarak gerçek dünyaya dönmeye çabalıyordum. "Kendimi onunla aldatıyorum" derken eşinden bahsediyordu. Evet biliyordum, muhteşem bir evlilik değildi onlarınki, zaten hangisi öyleydi ki... O veya bu şekilde kendisi için çizilmiş yolları izleyerek doğan, büyüyen, okula başlayan, okulu bitiren, işe başlayan, evlenen, şanslıysa henüz boşanmadan çocuk sahibi olan veya yine şanslıysa henüz çocuk sahibi olmadan boşanan, yaşlanan, çocuklarını okula gönderen/ işe başlatan/evlendiren, torun sahibi olan, ve sonunda ölen canlıya insan denir. (Bkz. On Adımda Biyoloji, 64 Adım 1) Evlilik, bu yolda ilerlerken alınması gereken virajlardan birisi, hatta belki de en önemlisidir. Evet, tam olarak böyledir. "Bizimkisi bir şirketi yürütmek gibi..." demişti daha önce de, "ortak ürünümüzün iyiliği için çalışıyoruz." Bu muydu hayatın kalanı için öngörülen rota? Gökten düşen elmalar, sonsuza kadar mutlu yaşamalar masallarda olurdu, bunu biliyorduk ama, ancak buraya kadar mı erebilmişti o yüce aşkın kolu? Ne hazindir ki, herkesin bildiği ama kimsenin kabul etmek istemediği bir yere varıyordu en davullu zurnalı düğünler bile... "Ortak ürünün iyiliği için birlikte yaşamaya katlanma" ekseninde seyrederken; görev paylaşımında üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme, akşamları eşinle yarım saat- çözülmesi gereken mali sorunlar ya da ekstra bir gündem maddesi söz konusuysa belki bir saat-konuşma, ve bu esnada bir yandan televizyonda dizi izlerken meyve yeme; haftasonları benzer durumdaki "iyi arkadaş"larla buluşup -kadınlar mutfakta ya da salonda, erkekler mangal başında veya içki sofrasında- hep aynı konularda (çocuklar, fazla kilolar, alışveriş, kocalar/iş, futbol, kadınlar) hep aynı sözleri sarfederek zaman geçirme; ve tüm bunların son derece normal olduğuna kendini inandırma... Kendini kandırma ve sonunda kendini eşinle aldatır hale gelme... Hadi Havva o zaman işin bu raddeye varacağını tahmin edemedi ve bile bile lades dedi; peki biz neden canımızı yakacağını bildiğimiz bu elmadan bir ısırık almak için hala bu kadar hevesliyiz? 65 hemzemin Nazlıhan Ergin Şevik Yüzlerce yıllık tarihiyle Bursa, tam bir hoşgörü kenti... Üzerinden gelip geçen tüm halkları kucaklamış, önemli bir medeniyet beşiği olmuş yüzyıllarca. Bu şehir; hem entelektüel hem bağnaz, hem göçmen hem manav, hem huzur seven hem coşan, hem yoksul hem varsıl her türden insanı mutlu edebilen bir güçte... Evrene bir hoşgörü ışığı Fotoğraf: Engin Çakır 66 İŞTE BU YÜZDEN hemzemin bir şehirdir Bursa. Farklı yönlerden gelen kültürlerin paydasına doğasını, güzelliklerini, maneviyatını koyan, onca çeşitlilik içinde öylece sakin duran, herkese kucak açan ulu bir dağ şehri... Köşemin ismi biraz da bu yüzden“Hemzemin”. Dergi Bursa’daki ilk yazımda Bursa’yla da özdeşleştirdiğim bu nadir duyduğumuz ama kulağa hoş gelen, naif, insancıl kelimeyle ilgili aslında bildiğiniz bir kaç şey söylemek istiyorum. Tahmin edeceğiniz gibi dilimize Farsçadan gelmiş pek çok sözcükten biri hemzemin. Özgün yazılışı; he’mzemin. Anlamı TDK’ ya göre “aynı düzeyde olan”. Trafikte karşımıza çıkan şekli “hemzemin geçit” ise “kara yoluyla aynı düzeyde olan tren yolu geçidi” anlamında kullanılıyor. O halde öz Türkçede aynı tabanı paylaşan yani “tabandaş” da diyebiliriz. İngilizcede hemzemin; “grade”, “level” gibi seviye/ düzey anlamında karşımıza çıkıyor. Ben ise şöyle açıklayacağım; iki farklı şeyin aynı seviyede kesişmesi, birbirleriyle aynı paydada kavuşması. Mecazi anlamda “hemzeminde buluşmak” tabirini yaşamımızın her alanına bütünleştirebiliriz diye düşünüyorum. Çünkü insanlığın en güzel erdemi olan hoşgörüyü, anlayışı çağrıştırıyor. Dünyada ve ülkemizde her gün onlarca kötü haber duyuyoruz. Artık birçoğuna şaşıramıyoruz bile, çünkü kanıksadık. Farklı yönlerden, kutuplardan, fikirlerden olan iki ya da daha fazla grubun yaşadığı, yarattığı hatta dayattığı kaosların içerisinde buluyoruz kendimizi. Bunlara kimilerimiz susuyor, bakıp geçiyor, kimilerimiz duyarlı davranıp harekete geçiyor, kimilerimiz ise orta noktada kalmayı tercih ediyor. Aklınıza hemen siyaset geldi değil mi? Yok yok siyaset yapmayacağım. Fakat şimdi gündemimizde seçim var, elbette o seçim kampanyaları, kavgaları, saf seçme, seçtirme kaygıları da konumuza dâhil. Ama daha genel düşünelim istiyorum; tüm evrende farklı istikametleri olan, farklı amaçlar taşıyan, farklı kültür çatıları altında olan zıtlıkları düşünelim. Bunların hiç mi ortak özellikleri, paydaları yok sizce, hiç mi bir kesişme noktası bulunmaz? Sonucunda güzel durumlar yaratacağını biliyorsak, iki ayrı şeyi neden aynı potada eritemeyelim? Hani ilköğretim matematiğinden hatırlarsınız; “paydaları eşitleme” diye bir formülümüz vardı. Paydadaki farklı sayıların “e.k.o.k.” unu (en küçük ortak kat) bulurduk, birbirine denk olduğu zaman işlemimizi daha rahat yapardık. Demem o ki, ortak yönleri olan her şey ile işimiz daha kolay. Peki ya neden hep zoru seçiyoruz? Neden bunca arbede, kavga, savaş yaşamlarımızdan hiç eksik olmuyor. Bu sorunun tek bir yanıtı var; eşitsizlik, aynı düzeyde olamamak… Tüm insani ilişkilerimizde anlayıştan, hoşgörüden yoksun oluşumuz. En basitinden tüme varım yöntemiyle ikili ilişkilerimizi irdeleyelim; karşılıklı hoşgörü ve adalet çerçevesinde yeşermeyen her ilişki daha çiçekleri açmadan solmaya mahkûm oluyor. Çünkü sadece bir tarafın özverisi, hemzeminde buluşma çabası ne yazık ki bir süre sonra sonuç vermiyor. Bu, dostluk, iş, aile ilişkilerimizde de hep aynı. Gün geçmiyor ki yeni bir felaket haberi okumayalım! Birbirini dinlemeyen, anlamayan insanların işlediği cinayetler, özgürce kendini ifade edemeyen kadınların kurban oluşu, dilimize pelesenk olmuş fırsat eşitsizlikleri yüzünden yaşanan yüzlerce acı olay… Cinnetler, cinayetler biliyorsunuz işte üçüncü sayfa haberleri… Aslında yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada eşitsizlik hüküm sürüyor. Bizler bakış açılarımızı değiştirmedikçe, başka başka yönlerde olsak da birbirimize saygı duyup, orta noktalar bulmaya çalışmadıkça, bu sizden, o bizden diye ayrımcılık yaptıkça bu durum hepimiz için daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Giderek küreselleşen dünyamız için de çıkmaz haline geliyor. Kızılderililerin bu konuyla ilgili çok güzel bir sözü var; “Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz”. Özellikle son dönemlerde eğitim, hukuk, sağlık, iş dünyası, cinsiyet, medya, din, ırk, siyaset gibi insanlığı ilgilendiren sosyolojik her alanda eşitsizliğin boy gösterdiğine tanık oluyoruz. Daha adaletsiz bir dünyanın içerisinde olduğumuzu görmeden hep karşı kuvvetleri suçluyor, kendimizi aklıyoruz. Eğitimdeki eşitsizlikler kopya skandallarına, siyasetteki eşitsizlikler kaset skandallarına, cinsiyet eşitsizlikleri cinayetlere, gelir eşitsizlikleri isyanlara dönüşüyor. Bakınız Libya, Yemen, Mısır, Suriye… gerisini siz getirin. Dünyanın her yerinde halk isyan bayrakları çekiliyor, diktatörlüğe, eşitsizliğe karşı direniyor. Kimse de çıkıp uzlaşmaya çalışmıyor. Hâlbuki hiç de zor değil uyum içinde ve sevgiyle yaşanabilir bir dünya kurmak. Sadece biraz daha hoşgörü ve biraz daha saygı… Yeryüzünde akıl ihsan edilmiş en güçlü canlılar biziz. Ve biz ne olursak olalım yaratıcının ve adaletin önünde, insan hakları evrensel bildirgesinin ilk maddesinde söylendiği gibi her birimiz hür ve eşitiz. Hepimizin içinde var olan anlayış ve adalet ilkelerimizle etrafımızdan başlayarak evrene güzel bir hoşgörü ışığı yayabiliriz. Çok mu hayalperest düşünüyorum? Ee, siz de düşünün, ne zararı var! Şuna can-ı gönülden inanıyorum; biz birbirimizle fikir, inanç ve duygu ayrılıkları yaşasak da yani hemfikir olmasak da hemzeminde buluşabiliriz. Bence buna siz de inanın ve bugünden itibaren bir hoşgörü ışığı yakın tüm tersliklere, olumsuzluklara… Hepimize aynı düzeyde ılımlı bir yaşam diliyorum. Hemzemin’de buluşmak üzere. 67 havadan sudan “Gitme” zamanı Soluduğumuz havanın farkına varmadan, nefes nefese, “telaş içinde” yaşıyoruz. Zamansızlıktan, yorgunluktan şikayetçiyiz. Hayallerimiz ve beklentilerimiz var. Ancak bize sonsuz hayatlar bahşedilmiş gibi erteliyoruz kendimizi. Mazeretler uydurup herşeyin ayağımıza gelmesini bekliyoruz, gitmek dururken... HEPİMİZDE VARDIR zaman zaman gitme isteği. Çocukluğumdan annemin sözlerini hatırlıyorum. Bazen çok uzaklara gitmek istediğini söylerdi. Bugünlerde çok duyar oldum bu sözü çevremden, herkesin gidesi veya kaçası var uzaklara. Her şeyini alarak ya da her şeyden vazgeçerek... Rüzgarlar bu duyguyu hatırlatır bana daima. Serin, kışkırtıcı bir dokunuşla gelir vurur yüzüme. Yüzüme çarpıp geçerken içime çekerim, kapanır gözlerim ve onun fısıltısını duyarım: “Hadi” der, “kalk ve kıpırda...” “Bir kez olsun farklı bir yöne git, hesaplamadan, çok düşünmeden, keşfederek hissederek takip et beni.” Gitmek yenilenmektir bence, özgür hissetmek. Gideceğimiz yönü tam olarak bilmesek de, hatalı kararlar alsak da gerçek bir tecrübedir. 68 Keşiftir en azından, sorumsuzluk değil... O kadar korkarız ki düzenimizi bozmaktan, farkında bile olmadığımız bağımlılıklarımızdan vazgeçmekten. Yaşamımızda bir şeyleri değiştirmek için daima doğru zamanı, uygun şartları bekleriz. Fakat o şartlar hiçbir zaman uygun olmaz biz uygun olmadıkça. Zaman ise aldırmadan süratli bir şekilde ilerler ve beklemez hiçbirimizi, tıpkı rüzgarlar gibi.... Elbette kolay değil hayallerinin peşine takılmak. Sonunda mutluluk da olabilir hayal kırıklığı da... Yıllarca zor geldi bana da gitmek. Mecburi vedaları sevemedim hiç. Aniden toplanan eşyaları, belirsizlikleri, havalimanlarını, otogarları sevemedim. Şimdi anlıyorum da, o gitmeler büyüttü beni. Her yeni adım farklı yerler tanıttı. Farklı renkler, duygular işledi içime. Artık değişti Nazan Aşkalli bakışım. Her gidiş yeni bir dünya, her karar yeni bir ben oldu. Ama hala bitmeyen ertelemelerim var: başlanacak diyetim, yapamadığım ziyaretler ve bitirilecek işler... Artık dinliyorum rüzgarların sesini, hazırım takibe. Bu mevsim büyük valizler istemiyorum. Erken rezervasyon da yaptırmadım. Küçük kızım sokak aralarında keşfetsin dünyayı, mini kulüpte değil. Doğal animasyonlar izleyeceğim artık. Gün batımındaki ışıkların dansını, deniz fenerindeki aşıkları, limana dönen teknelerin yarışını, bir dondurma daha diye ağlarken çekiştirilen çocukları... Detaylara takılmadan havadan sudan sohbetlerle tanışacağım yeni insanlarla. Doğayı olduğu gibi kabullenmeyi öğrenip, her günün bir armağan olduğunu hatırlamak istiyorum yeni kararlarla, yeni yarınlara doğru... Benim için artık “gitme” zamanı... 69 kupasız şampiyon Harlem'de tek gözü kalmış canavar 70 Tek gezen insan boş dolap gibidir. Dolabı dolduracak olan gidilen şehirdir. Korkuları, otelde bırakıp çıkarsanız dışarı, başlar şehir doldurmaya dolabı. New York’a tek gittim geçen yıl. 15 gün kaldım. Kapakları sonuna kadar açık, kocaman bir dolaptım. New York’un hoşuna gitti bu halim, cömertçe doldurdu dolaba hikayeleri. İLK HAFTANIN SONUNDA bir de baktım yanımda 10 kişi. Davetiyesiz girilmeyen The Box diye bir kulübe sokmuşlar beni. Anlat diyorlar, nasıl geçiyor ilk New York seferi? Central Park’ın orada bir hostelde kalıyorum diyorum, kaşları havaya dikiliyor, “Hostel mi? Korkmuyor musun?” “Bana bir şey olmaz” diyorum. “Benim gezi meleklerim var.” “Allah allah” diyorlar, “o nasıl oluyor? Cevaplıyorum: İnsan kendini bir gece Harlem’de bir barda tanımadığı insanlarla takılıp da eve tek parça dönmüş bulabiliyor. Bu bulma halini de meleklere bağlıyor. Hostel 5.5’likse, Harlem 7.9’luk bir deprem yaratıyor suratlarında. Anlatıyorum: Harlem beni değil gözümü korkuttu. Lensle uyumuştum da bir önceki gece. Kıpkırmızı gözlerle uyandım sabah. Akıyor da akıyor. Metrodayım, kadının biri “Why do you cry sweetheart?” diye soruyor. Olmayacak bu böyle diyorum ve geceyi kurtarmak adına bir New York gündüzümü hostelde uyuyarak geçiriyorum. Uyanıyorum gece. Sağ gözüm hala Natalie Portman’ın Black Swan filmindeki deli gözleri gibi. Sol gözüm kendine gelmiş. 5 numara miyobum bu arada. İyileşen sol gözüme takıyorum lensi sağım hala görme engelli… Couchsurfing’ten mesajlaştığım bir çift var, zenci. Bu gece için sözleşmiştik, Harlem gecelerini de katacaktık benim dolaba. Son geceleriymiş bu, uzun bir seyahate gidiyorlarmış yarın. İsterse gözüm çıksın, bu gece Harlem’deyim, aksini kendime yediremem. Günlüğe bir Harlem başlığı atmadan dönmem New York’tan. Gece 11. Çıkıyorum hostelden tek gözü kalmış canavar. Gözde Tezer New York o gece buz kovası. Akan gözüm ve havanın soğukluğu, el birliğiyle elektrik süpürgesi gibi çekiyorlar aşağı burnumdaki sümükleri. Mendil artık yüzümün bir uzantısı. Bir yandan sümkürüp bir yandan metrodaki yazıları okumak için tek gözümü kapıyorum. Metrodaki kızın bakışlarından okuduğum kadarıyla, pek kendimde görünmüyorum. 15 dk sonra Harlem’deyim. Hani nerede çeteler, hey beyaz piliç diye etrafımı sarıp bana bıçak sallayacak zenciler? Sokaklar gayet sakin. Adresi arıyorum. Ben çift gözle yol bulamam, tek gözle ne halt ediyorum? Arıyorum zenci arkadaşlarımı, anlamıyorum ne diyorlar, kulağım aksanlarıyla bir türlü barışamıyor. Durduruyorum sokaktan geçen bir beyaz saçlı zenci amcayı, telefonu veriyorum. Arkadaşım ne diyor, anlayıp bana anlatır mısınız? Tane tane anlatıyor. Kocaman açıyorum tek gözümü, buluyorum adresi. Niye ağlıyorsun diyorlar? Çok korkuyorum diyorum zencilerden. Ciddiye alsak mı bakışıyla birbirlerine döndükleri anda ama sizi sevdim diyorum. Lensime küfretmeye ikinci cümlede başlıyorum. WuuTange yapmışlar bana, bir tür zenci kokteyli… Bunu iç, bir şeyin kalmaz diyorlar. Adam Kate Winslet’ın şöförüymüş, kadınsa tutunamamış bir model. Hoparlörler Sade’le titriyor, smooth operator. Gerçek bir Harlem gecesine hazırsan çıkalım diyorlar. Son bir kez siliyorum gözümü (ve burnumu), hazırım diyorum doğuştan hazırım. Giriyoruz bir bara. Herkes zenci, bir ben beyaz. Büyüyor masa, arkadaşları geliyor çiftin. Amerikalılara pek bayılmam ama zenciler başka… Sıcaklar, kafalar, doğallar… Zenci poposu, beyaz Amerikalı poposundan ne kadar iyiyse, esprileri de o kadar iyi beyazlardan. Benim ruhum zenciymiş, öyle dediler birkaç saat sonra. Ruhum pek mutluydu ama bedenim yamuk yaptı ruhuma ve geceye. Dayanamadı o soğuğa bünye. Ateşim çıktı barda. Eve gitmek ister misin, çay yapalım sana dediler. Hayır dedim New York’ta her şey olabilirim hasta asla! Gittim barmenden buz istedim bir de poşet. Koydum buzu alnıma, bileklerime. Hasta olmayayım diye de rüşvet olarak bir WuuTange daha verdim bedenime, birkaç da tekila shot. 15 dakika sonra sandelyelerin tepesinde dans etmekteydim. Startını hostelde alıp Harlem’e uğrayan tatilim, Lindsay Lohan’e komşu bir gökdelenin 32’nci katında noktalandı. Dolabımı o katta dolduranlar da başka yazıya kaldı. 71 köşe Karanlıkta yolunu bulmak isteyen herkesin aydınlığa hasreti gibi, kar kalkmadan açan kış çiçeği “Kardelen”in de hasretidir güneşe uzanmak. Dilek Şen Işık saçan kadın ZORLU ŞARTLARDA, toprağı delerek güneşe uzanır, üzerindeki karı delerek çıkar aydınlığa ve ışığı gördüğünde güzelleşir Kardelen. Tıpkı eğitime hasret, öğrenmeye istekli, cehaletten ve töreden kaçan, birey olmak isteyen kızlarımız gibi. İşte bu kızların sessiz feryatlarına yankı olan “Kardelenler” projesi 28 Ağustos 2000 tarihinde Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı, bir GSM operatörü ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği tarafından düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. O günün şartlarında Türkiye genelinde, okuma azmi ve kararlılığı gösteren 5.000 kız öğrenciyi kapsayan projede, bugün gelinen noktada erişilen rakamlar yaklaşık olarak aşağıdaki gibi; 20.000 öğrenciye GSM Operatörü bursu verildi, 8.666 Kardelen liseden mezun oldu, 2707 Kardelen üniversiteyi kazandı, 755'i mezun oldu. Bu kızlarımız bir şekilde güneşi görebilmiş, uzatılan elleri tutabilmiş ve üzerlerine örtülen kara topraktan beter töre baskısından uzak durabilmişler... Amaç artık daha çok Kardelen’i, daha güçlü, bağımsız olarak yetiştirmek, aydınlığı daha çok insanla paylaşmak ve Kardelen’lerin üzerindeki ışığı hayatın renklerine 72 karıştırabilmek... Okula gönderilseler dahi nisan ayı itibari ile tarlaya çekilen kızlarımıza umut olabilmek, büyümeyi beklemeden üzerlerine giydirilen gelinliğin geleceklerini karartmasına göz yummamak, kız olarak dünyaya gelmenin bir suç olmadığını anlatabilmek... Ve annelerinin kaderini yaşamak istemeyen bu kızlara yeni hayatlar sunabilmek için yapılan çalışmalarda, adı sıkça geçen önemli insan Türkan Saylan… Aramızdan ayrılışının 2. yılında vizyona giren filmi ile kendisini bir kez daha tanıma ve anlama şansı yakaladığımız; törenin, cehaletin, yoksulluğun ve çaresizliğin kararttığı geleceklere ışık olan “Aydınlık Yüz.” Ergen olmadan gelin olan, okuma yazma bilmeden oy kullanan, sadece doğurması ve hayatı kolaylaştırması beklenen kızlarımızın hayatları bu aydınlıkla değişti, bu ışıkla yeniden anlam kazandı her şey. Cehaletin kader olmadığı gerçeğini herkese gösterdi Türkan Hoca. Elini gidebildiği yere kadar değil, gitmesi gereken yerlere kadar uzattı. Yüreği sadece yakınları için değil, yanında olması gereken herkes için sımsıcak; inancı, sonuçları ne olursa olsun, amacını yaşatacak kadar güçlüydü. İçerisinde bulunduğumuz koşullar ne yazık ki hiçbirimiz için denklik teşkil etmese de fırsatlarımızı paylaşmayı öğreten, umursamadıklarımızın birileri için yaşam olduğunu, nefes alabildikçe umudun süreceğinin ispatı olan Türkan Hoca’nın en büyük mirası tek başına çıkılan bir yolda yüreği aydınlık olanların aynı ışığa yönleneceğini bizlere öğretmesi oldu. Bir başına çaresizken birlikte neler yapılabiliyor ve elinizi uzattığınız hayatlar nasıl anlamlanıyor, bize bunu öğretti. Şimdi ardında kalan eserleri, elinden tuttuğu kızları ve bu ülkeye armağan ettiği gençliği yaşatıyor onu. Karanlık gelecekler ve kararmış zihniyetlere karşı savaşan Işık Saçan Kahraman Kadını... Bir mola istedi hayattan, daha yapacak çok işi vardı; ancak 18 Mayıs 2009 sabahı henüz güneş şehre dönmeden yüzünü, melek olarak geceye karıştı. Yolun ve yerin aydınlık olsun Türkan Hocam, bıraktığın ışık daha nice Kardelen kızımız için yön ve yol belirleyecek. MY KITCHEN İLAN 73 serbest yazı Evreni aydınlatan, hızına kimsenin yetişemediği ve dokunamadığımız bir his. Hayatımıza dokunmazsa yaşayamayacağımız “ışık...” Işık denince akla hemen aydınlık geliyor, pırıl pırıl bir ortam, sonsuzluk ve gelecek... Işığını kaybetme IŞIĞIN OLMADIĞI, kasvetli ortamlar kimseye göre değildir herhalde. Gökyüzünde havanın, yaşadığımız evin, çalıştığımız işyerlerinin aydınlık olması, ışıl ışıl parlaması ne kadar büyülü... Bu aydınlığın ve ışıltının güzel düşünmemiz, üretken olmamız ve daha sevecen olmamız için bize enerji verdiğini, yaşam için motive ettiğini düşünüyorum. Peki aydınlıktayken kendimizi ruhen de aydınlık ve pırıl pırıl hissediyor muyuz? Önce kendimizi sonra da yaşadığımız ortama kendi iç enerjimizle pozitif bir ışık yayıyor muyuz? Önemli olan içimizdeki ışığın sönmemesi, bizi ve etrafımızdakileri aydınlatması. Kör olup hiç ışığı görmemesine rağmen içindeki yaşam enerjisi ve neşesiyle hem kendine hem de etrafına ışık veren birçok insan biliyorum. İç ışığımızdır aslında bizi gerçek anlamda aydınlatan ve farklı kılan. İçimizdeki ışık bize hayatımızın her anında yol gösterebilir. Işığımızın aydınlattığı kadar görüp hissedebilir ve bu doğrultuda kararlarımızı vererek seçimler yapabiliriz. 74 Özlem Şenkoyuncu Belki de soru şu olmalı: “içimizdeki ışığı yakan, voltajı artırıp azaltan ya da söndüren nedir?” Ben içimizdeki ışığın gücünü bilgiye, tecrübeye, pozitif duygulara ve tabi ki sevgiye bağlıyorum. Ne kadar çok doğru bilgiyle donanmış ve tecrübe edinmiş olursak yaptığımız işlerde o kadar yetkin hisseder ve aldığımız kararlara o kadar güveniriz. Bu bize özgüven verir. Özgüvenimiz ışığımızı hep açık tutan bir duygu. Ama bu ışığın dozajını da kendimize ve etrafımızdakilere duyduğumuz sevgi ve beslediğimiz pozitif duygular belirliyor. Işığınızın parıltısını anlamak çok da zor olmaz. Gözlerinizdeki pırıltıdan, neşeyle söylediğiniz şarkılardan, keyifle attığınız kahkahadan, sevgiyle yaptığınız işlerden kolayca anlaşılabilir. Hani bazen derler ya “onun ışığını seviyorum” diye... Bahsedilen o kişinin etrafına yaydığı pozitif enerjiden ve güzel duygulardan başka bir şey değildir bence. Ya da potansiyel taşıdığını düşündüğümüz kişiler için “onda ışık var” deriz. Kısaca onun özgüveninin altyapısını oluşturan bilgisine, tecrübesine güvenir ve onun başaracağına inanırız. Gözlerindeki bilgi, inanç ve azmin ışığını görürüz çünkü onun içindeki ışığı etrafına yaydığı o güzel enerjiden hissederiz. İnsan binbir çeşit duygusuyla varolan bir canlı. Tabi ki her zaman mutlu, neşeli ve pozitif olmamız içimizdeki ışığın hep pırıl pırıl olması mümkün değil. Işığımızı söndürmeye yetecek birçok şey var dediğinizi duyar gibiyim. Ama içimizdeki ışığı tekrar tekrar yakmak ve ışığımızın voltajını mümkün olabilen en yüksek seviyeye çıkarmak bize bağlı. Bize yaşam enerjisi veren, ışığımızı artıran, sevdiklerimize ve yapmaktan mutluluk duyduğumuz herşeye sahip çıkalım. Başarılı olmak, mutlu olmak, sevmek ve sevilmek için içimizdeki ışığa çok ihtiyacımız var. İçinizdeki ışığın hiç sönmemesi, etrafınızı hep bilginizle ve sevginizle aydınlatmanız dileğiyle... 75 film şeridi Senenin en çok konuşulan filmlerinden birisi kuşkusuz “Black Swan” oldu. Filmde şizofren balerin rolüyle “En İyi Kadın Oyuncu Oscarı”nı kazanan Natalie Portman ise, sinema tarihine adını altın harflerle yazdıran isim... İbranice ismi Doğum yeri Doğum tarihi : Natalie Herşlag : Kudüs/İsrail : 9 Haziran 1981 Ödülleri ve başarıları 2010 En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü - Black Swan 2006 En İyi Aktris Satürn Ödülü - V for Vendetta 2005 En İyi Aktris Satürn Ödülü Adaylığı - Yıldız Savaşları 3: Sith’in İntikamı 2004 En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Altın Küre Ödülü Akademi ve BAFTA adaylığı - Closer 2002 En İyi Aktris Satürn Ödülü Adaylığı - Yıldız savaşları 2:Klonların Saldırısı 1999 En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Altın Küre Adaylığı Anywhere But Here 1999 En İyi Genç Oyuncu Satürn Ödülüne Adaylığı-Yıldız savaşları bölüm 1:Gizli Tehlike 76 Natalie Portman 77 film şeridi Filmografi Bağlanmak Yok, No Strings Attached, 2011 Thor, Thor, 2011 Siyah Kuğu, Black Swan, 2010 Kardeşler, Brothers, 2009 Boleyn Kızı, The Other Boleyn Girl, 2008 Benim Aşk Pastam, My Blueberry Nights, 2007 Sihirli Oyuncakçı, Mr. Magorium’s Wonder Emporium, 2007 Goya’nın Hayaletleri, Goya’s Ghost, 2006 Yıldız Savaşları Bölüm III: Sith’in İntikamı, 2005 V, V For Vendetta, 2005 Serbest Bölge, Free Zone, 2005 Daha Yaklaş, Closer, 2004 Eve Dönüş, Garden State, 2004 Soğuk Dağ, Cold Mountain, 2003 Yıldız Savaşları : Bölüm 2-Klonlar'ın Saldırısı, Star Wars: Episode II - Attack of the Clones, 2002 * Sinema kariyerine modellik yaparak başlayan Portman 12 yaşında keşfedildi. * Çocukken verdiği bir röportajda; “ben diğer çocuklardan farklıyım, ne yapmam gerektiğini ve ne istediğimi biliyorum” diyerek 14 yaşında oyunculuk kariyeriyle ilgili iddasını kanıtladı. * 14 yaşında Leon adlı filmde “Mathilda” rolüyle hafızalara kazındı. * Natalie Portman şu an doğuma hazırlanıyor, dansçı ve koreograf nişanlısı Benjamin Millepied ile çok yakında bir erkek bebek sahibi olacaklar. * Psikoloji mezunu. 78 * Küçük yaşlarda tam bir "babasının kızı" modelindeydi. Babasıyla her yere gider, evde ve işte hep onunla olmak isterdi. 8 yaşındayken babasıyla gittiği bir medikal konferansta tavuk üzerinde uygulanan lazer cerrahisi gösteriminin sonunda ölen tavuğu görünce dehşete düştü ve bir daha et ürünleri yemedi. * Hayvansal ürün kullanmamak adına Te Casan ile işbirliği içinde vegan ayakkabı koleksiyonu tasarladı. * Al Pacino’nun kızını oynadığı “Heat” filmiyle ilk kez ünlü bir yıldızla kamera karşısına geçti. * Black Swan filmi Natalie Portman için sadece Oscar getirmedi. Nişanlısı, ünlü balet Benjamin Millipied ile bu film sayesinde tanıştı. Buradan Çok Uzakta, Anywhere But Here, 1999 Çılgın Marslılar , Mars Attacks!, 1996 Büyük Hesaplaşma , Heat, 1995 Leon: Sevginin Gücü, Léon, 1994 Kaynak 1: http://www.guardian.co.uk/theobserver/2011/ jan/02/observer-profile-natalie-portman 2: “Natalie Portman: Queen of Hearts” / James L. Dickerson 3: “Natalie Portman: Queen of Hearts” / James L. Dickerson 4: http://www.chinadaily.com.cn/ lifestyle/2007-12/26/content_6349512.htm 5: http://www.guardian.co.uk/theobserver/2011/ jan/02/observer-profile-natalie-portman 6: http://whostogether.com/2011/05/24/natalieportman-ready-to-give-birth-in-next-few-weeks/ 7: http://tr.wikipedia.org/wiki/Natalie_Portman 79 yakın plan Nedir bu 3D dedikleri? Şener Nikbay 3D Görüntü Yönetmeni Fotoğraflara 3D gözlük ile bakınız. Sinema sektörünün kurtarıcısı konumda olan bu teknoloji, artık iyiden iyiye evlerimize girmeye başladı. Sıklaşan 3D haberleri, ardı sıra çıkan 3D televizyonlar ve en önemlisi 3D kanalların yayın hayatına başlaması… Çevremizde olan biten bu gelişmeler bizi heyecanlandırmasa da aslında büyük bir devrime tanıklık ediyoruz. SİNEMADA İLK DEVRİM “ses” ile gelmişti 1927 yılında. On yıl sonra ise “RENK”lendi perdeler. Tarihi açıdan büyük önem arz eden bu gelişmelerin beklenen son devrim hamlesi 1952 yılında yaşandı aslında. İnsanlar ‘Bwana Devil’ (1952) filmi sayesinde 3D ile tanıştı. Ama günümüzde; kuluçka dönemini yaşayan bu devrim hayatımızdaki yerini almaya başlıyor. Peki nedir 3D ve neden 50 yılı aşkın bir süre bu devrim kuluçkada kaldı. 3D’ye ihtiyacımız, sinemanın temel 80 gereksinimlerinden biri olan gerçeklik duygusuna ulaşma ihtiyacından doğuyor. Sinema dünyasına hizmet eden bilişim teknolojisindeki gelişmeler, 3D görüntülerin kalite anlamında gelişmesine hizmet edince, bir de sinemanın değişime duyduğu gereksinim üst düzeylere çıkınca bu devrim hız kazanmış oldu. Teknolojinin gelişmesinde birçok devrimde olduğu gibi, insan taklit edilerek geliştirilmiş bir teknoloji 3D. İki gözümüzün görmüş olduğu görüntülerin birbirinden farklı olması prensibine dayanarak yapılan çekimlerin, yine iki gözümüze birbirine karışmadan gönderilmesi ile düz olan perdenin dışarı taşmasına ve derinlere dalarak uzaklaşmasına şahit oluyoruz. İnsanın doğal görme prensibi, doğuştan öğrenilmiş bir biçimde cisimler arası mesafe algısına imkan vermektedir. Bu doğal süreçte netleme işlemi ve paralaks farkı dediğimiz iki etken gözümüz ve beynimiz tarafından hızlı bir şekilde düzeltilir. Bu şekilde gözlerimiz arasında bulunan mesafe ve beynimizin bu görüntüleri düzeltmesi işlemleri ile boyut algısı oluşur. Sinema sektörüne baktığımızda ise, fotoğraf makinelerinin bulunmasından bu yana gelişen süreçte, bir perde veya ekranda oluşturulan görüntülerde cisimlerin arasında mesafe farkı netlik ile veriliyordu. Ancak bu mesafe farkı beynimizde, gerçekçi bir içinde bulunma hissi yaratmıyordu. Çünkü beynimiz boyut algılarken iki görüntü işliyor. Oysa sinemada tek kameradan gelen bir görüntüyü iki gözümüzle görüyorduk. Stereoscopic 3D en temel olarak iki kamera ile yapılan çekimlerden boyut algısı olan filmler elde etmek anlamına geliyor. Tabi bu süreçte teknolojinin devreye girdiği, çekim sonrası işleme süreci bulunuyor. Çünkü beynimiz gözlerimizin hareketleri mükemmel bir şekilde yönetirken, bize ulaşan iki görüntünün hatasız olmasını sağlamaktaydı. 3D çekimlerde iki kamerayı gözlerimizin standartlarında hareket ettirmekte ise bazı teknik imkân yetersizlikleri vardı. Lens özellikleri ile gözümüzde bulunan lensler arasındaki farklar, netleme yetenekleri arasındaki farklar ve alan derinliği etkilerindeki farklar gibi birçok parametre istenilen kalitede çekim yapılmasının önünde engel olarak duruyordu. Bu noktada yazılımlar ile çözülen bazı yenilikler yapıldı. Bu sayede ekranlarda mükemmel 3 boyut algısı oluşturmak mümkün kılındı. Bir başka elektronik teknolojisinin ve yazılım teknolojisinin desteği ise, görüntülerin birbirlerine karışmadan iki göze farklı olarak iletilmesinde gerçekleşti. Yenileme hızı yüksek görüntüleme cihazlarının üretilmesi, LCD panelli gözlüklerin varlığı ve özel yazılımlar sayesinde; eski teknik olan renkli filtreler ile 3 boyut ilgisini kaybederek, gerçek renkler ile 3 boyut gösterilmesini sağlayan “aktive shutter” gözlükler hayatımıza girdi. Tüm bu deneyimleri yaşarken aklımıza sağlık ile ilgili konular geliyor. Gözlüklerin etkileri üzerine yapılan birçok çalışma bulunuyor. Bu çalışmalardan çıkan sonuçlar olumlu yönde. Ancak kişisel tecrübeler aksini iddia edebiliyor. İlk kez sinemada 3D film izleyenlerin yüzde sekseni şiddetli bir baş ağrısından şikayetçi. Bunun kalıcı bir etkisi bulunmadığı gibi aslında bir yanılsamadan kaynaklanıyor. Her ne kadar 3D’nin alameti farikasını bilsek de, yıllarca öğrendiğimiz bir takım gerçeklerin değişmesini hemen kabul edemememiz baş ağrısına sebep oluyor. Çünkü öğrenilmiş deneyimlerimiz, ekranın sabit durması gerektiğini söylüyor. Ancak geçici bir durum bu. 3D deneyimlerimiz arttıkça baş ağrısı da ortadan kalkıyor. Yapılan çalışmalar 3D’nin insanlara yayılmasına engel teşkil edecek bir sebepten uzak… 3D deneyimin en üst noktaya ulaştığı Avatar filmi ile 3D artık büyük kitlelere ulaşmıştı. Bunu altı ay içinde piyasa çıkan 3D televizyonlar takip etti. Biraz tedbirli davranan müşterilerin gönüllerini almak için, spor müsabakaları 3D yayınlanmaya başladı. Ülkemizde de bu alanda Galatasaray – Fenerbahçe maçı önemli bir milat oldu. 3D televizyonların yanı sıra bilgisayarların 3D uyumlu olması bu teknolojinin hayatımıza ne kadar girebileceğine dair bir çerçeve çiziyor. Bu işin tutup tutması ile ilgili kişisel görüşleri bir yana bırakırsak, dünya devi markaların açıklamaları nereye gittiğini çok net ifade ediyor. Sony’nin 2012 hedefi olan yüzde elli 81 yakın plan 3D gözlük ile bakınız. 3D televizyon üretimi, LG Türkiye Genel Müdürü Calvin Cho’nun 3D pazarına dair hedefleri ve Hollywood’un yapım aşamasındaki 3D filmleri bu devrimin artık gerçekleştiğinin kanıtlarını oluşturuyor. Dünyada bu fırtına iyiden iyiye hız kazanmışken ülkemizde de gelişmeler ardı ardına geliyor. 3D yapım firması olarak kurulan Layat Yapım’ın gelişmelerin arka planını önümüze serdiği tablo hayli ilgi çekici. Layat Yapım; Türksat Uydu AŞ ile 3D konusunda yerli teknoloji geliştirmeleri gerçekleştiriyor. Bu alanda dünyada yerini alan bazı çalışmaları gerçekleştiriyorlar. Avrupa’da; İngiltere ve İspanya’dan sonra, ilk kez Türkiye’de spor müsabakaları 3D canlı olarak yayınlandı. Galatasaray – Fenerbahçe maçının ardından Avrupa Yıldız Kızlar Voleybol Şampiyonası’nda millilerimizin oynadığı yedi maç Layat Yapım ve Türksat’ın ekiplerinin 3D canlı 82 yayınıyla sunuldu. Dünyada ilk kez bir voleybol karşılaşması 3D yayınlanırken, iki Türk şirketinin yaptığı canlı yayın ekibi, Avrupa’da 3D canlı yayın yapabilen üçüncü ekip oldu. Ayrıca Layat Yapım ve Türksat, Avrupa’daki 3D kanallar arasında en yüksek 3D yayın üretim kapasitesine sahip olan şirketler. oldukça ümit verici noktalara ulaşmış durumda. 2020 yılında ısınma turlarına başlayabiliriz. Belki biraz daha önce. Sonrası için öngörülen teknoloji ise holografik mekanlar. Televizyonlara göre farklı noktası, izlenen medyanın dört bir tarafımızı sarması olacak. Bunun arkasından ise Matrix kabloların vücudumuza girmesi olabilir. Artık 3D tabanlı içeriklerin, televizyon ekranlarında sıkça yer aldığı günleri yaşıyoruz. Teknolojik gelişmelere karşı daha tedbirli müşterilerin gözlüksüz 3D televizyon beklentileri yükselse de şu an için zaman var gibi görünüyor. Toshiba’nın lansmanını yaptığı gözlüksüz 3D televizyon modeli 2014’te satışa sunacağı kulislerde konuşulanlar arasında. O zamana kadar ise 3D içeriklerin oldukça yaygınlaşması bekleniyor. Bu işin sonu nereye varacak diye düşünenler için yeni bir bakış açısı olması açısından şunları söyleyebiliriz. Hologram televizyon çalışmaları Teknolojinin hayatımıza etkilerinin sadece bir noktası 3D. Bu teknolojinin de görsel zevkler açısından katkıları olduğu gibi bir takım sakıncaları da bulunuyor. En önemli uyarılar sosyal olarak daralan kişisel hayatların, gerçeklik duygusunu bu kadar ön plana çıkartan bir teknoloji ile daha asosyal noktalara götürmesi... Bu seçimlerin kişisel olduğunun farkında olarak, güzel ama kararında 3D deneyimleri yaşanması dileğiyle... 83 tekno günce . w ww 22 Ağustos internetin ölüm tarihi mi? Erdinç Tuğcu 1969 yılında sadece çeşitli Amerikan üniversitelerine ait dört site ile kurulan ARPANET’le başlayan internet devrimi, tohumları atıldıktan 40 yıl sonra, bugün 150 milyon sitede tahmini 1,5 trilyon sayfa ile en az 2 milyar insana ulaşıyor. İnsanoğlunun bugüne kadar yarattığı en geniş sosyal yapı olan bu ağ, hız kesmeden ve katlanarak genişlemeye devam ediyor. İNTERNET SAYESİNDE mesafe ve beklemek geçmiş yüzyıldan kalmış uzak bir anı artık. Her şey ekranımızda, anında ve canlı olarak hem de. İnsanlar, sanal dünyada istediklerini söyleyip, tartışıp çözüm yollarına ulaşıp, beraber çalışmalar yapıp, yeteneklerini birleştirip, inanılmaz işler ortaya çıkartabiliyorlar. Bilgiyi paylaşıyorlar, çoğaltıyorlar, düşünüyorlar ve konuşuyorlar. İnsanlar, her ne kadar fiziksel olarak çok ayrı ya da farklı olsalar da sanal âlemde birlikteler. Karşıt görüşlü olsalar da birlikteler, zengin olsalar da, fakir olsalar da, zenci olsalar da, Çinli olsalar da… Bundan 20 yıl evvel okullarda bize düşman olarak anlatılan insanlar artık Facebook’ta arkadaşlarımız, onlarla tanışıyor, oyunlar oynuyoruz, tartışıyor ve üretiyoruz. İnsanlar bizi hiç tanımadıkları gibi tanıyorlar. Artık hiçbir şey, başka birilerinin inanmanızı istediği gibi değil. Artık hiçbir şey sadece bir tarafın size aktardığı kadar değil. Artık araştırdığınız her bilgi ve görüş çok fazla kişiye ait. Artık her şey olabildiğince fazla bakış açısı ile 84 alabildiğine tarafsız. Bu tarafsızlığın yanı sıra internet sayesinde kimse yalnız ya da çaresiz de değil. “Kan Aranıyor” duyurunuzu binlere, belki de milyonlara ulaştırabiliyorsunuz. Arabanızı ya da emeğinizi sizden binlerce kilometre uzaktaki insanlara satabiliyorsunuz. Derdinizi, gerçek hayatta hiç göremeyeceğiniz insanlar çözebiliyorlar. İnsanlık genelinde yalnızlığımız neredeyse yok olmak üzere. Her birey ve her fikir sesini duyurabilmek için diğerlerine göre eşit şansa sahip. İnternet daha farkına bile varamasak da bizleri çoktan birleştirdi ve bir nebze de olsa sonunda birbirimizi anlamamızı sağladı. Bütün bunların altında yatan yegâne koşul ise internete erişebilen her bireyin diğerleri ile aynı haklara da erişebilmesi. İnternete sınırlar olmadan erişebilen herkes için şartlar, haklar ve fırsatlar eşit. İnternet çoğu insanın belki de hayalini bile kurmakta zorlandığı pek çok özgürlüğü tek başına sağlayabilen insanlığın en büyük başarısıdır. İnsanlık için bu kadar fırsatlar sağlayan internete elbette herkesin iyi gözle bakmasını beklemek mümkün değil. 2000’in mayıs ayında Türkiye, 16 milyon internet kullanıcı sayısı ile dünyada 16. sıradaydı. Bugün ise internet çok daha yaygın hale geldi. İnternetin evlerimize girmesi üzerinden geçen onca yıla ve kullanım oranlarının bu kadar artmasına rağmen; konu ile alakalı yasal düzenlemeler daha ancak belirli bir çerçeveye oturtulabiliyor. İnternet ve kullanımına dair kavramlar kanunda ilk defa detaylı bir şekilde açıklanıyor. İlk olması sebebi ile taslağında yayınlanan bazı maddeler tartışma konusu oldu bile. Örneğin, ilk taslaktaki maddelerden bütün internet eserlerinin bir çıktısının yerel idari amirliklere onaylatılması gerekiyordu. Tabi gerçekleşmesi halinde Amazon yağmur ormanlarının dört saniyede tükenmesini sağlayacak kadar garip maddeler, sonradan düzeltilerek, kanun yürürlüğe girdi. Bu kanunun adını son günlerde sıkça duyuyoruz: “5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yolu ile İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun.” Bu kanunla beraber kanundaki görevleri yerine getirmek üzere Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na bağlı olarak, İnternet Daire Başkanlığı kuruldu. 2007 yılından beri İnternet Daire Başkanlığı toplamda, engelliweb.com verilerine göre, 13064 web sitesine erişimi yasakladı. Bu yasaklanmış sitelerin 564’ü mahkeme kararıyla, 436’sı savcılık kararıyla, 10843’ü ise doğrudan BTK tarafından engellendi. Bunun dışındaki 1218 sitenin ise neden ve kim tarafından engellendiği belli bile değil. Bu rakamlara göre BTK, site kapatma işlemlerinin %85’inin sorumlusudur. BTK bu yetkiyi, 5651 sayılı yasanın 8. maddesindeki 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun çeşitli maddelerine yapılan atıflar doğrultusunda katalog suç kapsamına girmesi halinde, aynı maddenin 4. fıkrasından alıyor. Bu fıkra der ki; “(4) İçeriği birinci fıkrada belirtilen suçları oluşturan yayınların içerik veya yer sağlayıcısının yurt dışında bulunması halinde veya içerik veya yer sağlayıcısı yurt içinde bulunsa bile, içeriği birinci fıkranın (a) bendinin (2) ve (5) numaralı alt bentlerinde yazılı suçları oluşturan yayınlara ilişkin olarak erişimin engellenmesi kararı resen Başkanlık tarafından verilir. Bu karar, erişim sağlayıcısına bildirilerek gereğinin yerine getirilmesi istenir.” Bu işlemin gerçekleşmesi için şu suçlardan biri işleniyor olmalıdır; göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti, kasten öldürme, işkence, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, parada sahtecilik, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, fuhuş, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, silahlı örgüt veya bu örgütlere silah sağlama, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk. B.T.K.’nın site kapatmakla ilgili yetkisi, sadece ve sadece site içeriğini oluşturanların yurtdışında olması durumunda ortaya çıkıyor. Kanuna göre BTK’nın içerik sağlayıcıları yurtiçi olduğu müddetçe hiçbir site üzerinde kapatma yetkisi yok, aynı şekilde BTK’nın hiçbir servis sağlayıcı üzerinde de bu şekilde site engellemeye bağlı olarak bir yetkisi de yok. Ancak BTK’nın yine bu kanun çerçevesinde 10. madde 4.fıkra (ç) bendi uyarınca internet servis sağlayıcıları üzerinde (TTNET, Superonline, vb.) uygulanacak filtreleme sistemine karar verme yetkisi var. (ç) bendine göre kurumun görevleri arasında; “Kurum tarafından işletmecilerin yetkilendirilmeleri ile mülkî idare amirlerince ticarî amaçlı toplu kullanım sağlayıcılara verilecek izin belgelerinde filtreleme ve bloke etmede kullanılacak sistemlere ve yapılacak düzenlemelere yönelik esas ve usûlleri belirlemek” bulunuyor. BTK bu yetkisini 22 Ağustos 2011 tarihinde devreye alacağı, “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” kararına göre; servis sağlayıcılarını 4 internet kullanıcı filtresi oluşturmak ve filtreleme veritabanlarını, BTK filtreleme veritabanına güvenli bir şekilde bağlamak mecburiyetine sokuyor. Böylelikle bütün filtreleme işlemleri bir noktadan kontrol edilebilir hale gelecek. Bununla beraber hiçbir servis sağlayıcı bu filtrelerde değişiklik yapamayacak. Oluşturulacak filtreler; Aile, Çocuk, Yurtiçi ve Standart olarak isimlendiriliyor. Aile Filtresi: Kullanıcının kurum tarafından işletmecilere gönderilen kara listedeki alan adı, IP adresi, port ve web proxy sitelerine erişimin sağlanmadığı filtre. (Yani internet bağlantısı’nın BTK tarafından sakıncalı görülmüş sitelerden temizlenmiş ve teorik olarak filtreleri aşmaya yarayan proxy sistemlerinin kullanılamayacağı hali) Çocuk Filtresi: Kullanıcının sadece kurum tarafından işletmecilere gönderilen beyaz listedeki alan adı, IP adresi ve portlara erişimin sağlandığı filtre. (BTK erişilebilir siteler listesi belirleyecek ve internetten sadece o sitelere erişilebilecek.) Yurtiçi İnternet Filtresi: Kullanıcının sadece yurtiçinde barındırılan ve kara listede yer almayan alan adı, IP adresi ve portlara erişimin sağlandığı filtreyi ifade ediyor. (Yurtdışı çıkışı yok sadece yurtiçinden yayın yapan siteler var, Facebook, Youtube, Google vs. yok.) Standart Filtre: Kullanıcının erişebileceği internet site ve uygulamalarına ait bir sınırlamanın olmadığı, mevcut mevzuat kapsamında 85 tekno günce internete erişimin sağlandığı profili. (Çeşitli basın ve yayın organlarında BTK yetkililerince ısrarla şu anda eriştiğimiz şekilde olacağı iddia edilen filtre) Görünürde oldukça mantıklı ve çocuklarımızı internetin zararlı sayılabilecek, henüz tam olarak ne olduklarını algılamayıp yanlış etkilenebilecekleri içeriğinden korumak üzere tasarlanmış, herkesin kolaylıkla faydalanabileceği bir yapı olarak gözüküyor. Ancak uygulanması ile ilgili teknik zorluklar ve henüz paket içeriklerinin net olarak açıklanmaması sebebiyle bu filtreler, özellikle de düşünsel özgürlüklerin yüksek miktarda alerjiye sebep olduğu Türkiye gibi bir ülkede büyük tepkiler alıyor. Getirilen bu uygulama modeli hem internet erişiminde hâlihazırda var olan kalitesizlik hem de koruma adı altında özgürlüklerin elimizden alınma ihtimali ile konuyla ilgili az ya da çok bilgisi olan pek çok insanda ve 32 ilde, yaklaşık 70.000 insanın protestosuna (internetime dokunma) sebebiyet verecek kadar kaygı ile karşılandı. Öncelikle teknik sorulardan bahsetmek gerekirse; bir ülkenin bütün internet bağlantısının tek noktadan filtrelenecek olması hali hazırda yavaş olan internetimizin daha da yavaşlamasına sebep olacak mı? Müstehcenlikle ilgili özellikle kelime tabanlı engellemelerde 86 kurunun yanında yanan yaşların hali ne olacak? Çocuk paketi satın almış olan kullanıcılar hangi sitelere erişebilecek? Bu tip bir filtreleme yatırımının maliyeti son kullanıcılara ne kadar oranda yansıtılacak? Herhangi bir filtrenin aşılması ne şekilde engellenebilecek? Kullanım tarihçeleri kayıt altına alınıp internet üzerinde bir gizli kulak olması nasıl engellenecek? Çığ gibi büyüyen internet kullanıcı sayısı ve geniş bant kullanımı karşısında teknik alt yapı yeterliliği nasıl sağlanacak? BTK’nın bu tip bir taslağı yayınladıktan sonra 22 Ağustos öncesinde cevap vermesi gereken pek çok konu var. BTK’nın filtreleme ile ilgili çalışmaları ya da en azından çocuklarımızın internetin zararlı etkilerinden korunması ile ilgili çabalarını daha iyi bir seçenek sunulamadığı sürece keskin bir şekilde eleştirilmesini doğru bulmuyorum. Ancak insanların kendi internet özgürlüklerine karar verebildiği, aynı zamanda çocukları için de güvenli bir internet sağlamakta asıl iş anne babalara düşüyor. Bu sorumluluğu onların elinden almak ve devletin himayesine sokmak tek tip bir nesil yetişmesi ve kültürel çeşitliliğin yok olması anlamına gelecek. Çeşitlilikleri yok olan toplumlar yeni fikirler üretemez ve dışa bağımlı hale gelirler. Fikren dışa bağımlılık ise modern kölelikten başka bir şey değildir. Bu kadar fırsatı olan internet üzerinde Türkiye’nin bu kadar mağdur edilmemesi adına BTK, öncelikle standart profilde kendi yasakladığı sitelere erişimi açarak filtreleme seçimini bireylere bırakmalıdır. Paket içeriklerini herkesin anlayabileceği şekilde açıklayarak anne babaları bilinçlendirmelidir. Paketler arasındaki geçişi kolay ve anlık olarak yapılabilmesini sağlayan bir yapı kurgulayarak, evdeki tek çocuk için koca bir aileyi tek tip bir internete mahkum etmemelidir ve içeriklerle ilgili harcadığı mesainin bir kısmını da en pahalı internet erişimin olduğu ülkelerden biri olan ülkemizde, daha fazla kullanıcıya daha ucuz ve hızlı interneti ne şekilde yaygınlaştırabileceği olmalıdır. Bu tip filtreleme ve yasaklama mantığını kendine yakın hisseden, özgür düşünceye ve fikirler alerjisi olan devlet büyüklerimiz hiçbir zaman unutmamalıdır ki; basmanın yasak olduğu çimlerde piknik yapan, okul tuvaletlerinde gizli gizli sigara içen bizlerin de toplum olarak yasaklara alerjimiz var. Getirilen engel her ne olursa olsun gene internetin getirdiği fırsatlarla bu engeller son kullanıcı tarafından aşılacak. İnternetin alabildiğine özgür ve hızlı olması dileği ile... 87 semboller Abdulkadir Kılınç Lüks LÜKS, LATİNCE’DE IŞIK DEMEK. Biz şimdi lüksü farklı bir anlamda kullanıyorsak da kelimenin anlamının altının ya da elmasın ışıltısından geldiği açık. Bu ışıltı çağlar boyunca insanoğlunu kendisine çekmiş. Işığın çekim gücü, biz insanların tıpkı ışığın etrafında toplanan pervaneler gibi davranmasına sebep olmuş. Peki nedir bu ışığın çekim gücünün sırrı? Aydınlatması mı? Açığa çıkarıp (yokluktan varlığa çıkarıp) göstermesi mi? Bize bilmediğimizi bildirmesi mi? Öğretmesi mi? Belki de hepsi. Çünkü ışık aydınlatır, tanıtır, gösterir, bildirir ve öğretir. Tıpkı bazı insanlar gibi. İnsanlar arasında bu sıfatları hakkıyla taşıyanlara aydın denmesi de bundan. Öğretmenler, bilim insanları, sanatçılar, yazarlar toplumun aydınlatan fenerleri olmalıdır. Baş öğretmenimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün söylediği gibi “Hayatta en gerçek yol gösterici bilim’’ olmalıdır. Rasyonel düşünce ve akılcı davranış bizi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarır. Nitekim Avrupa’yı bugünkü uygarlık seviyesine ulaştıran yaşadığı aydınlanma çağı olmuştur. Aydınlanma Çağı, “aklı” kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm toplumsal yaşamın ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesine yönelilen dönemdir. Kant, aydınlanmacılığı "aklı kullanma cesareti" olarak tanımladığında, genel olarak Aydınlanma Çağı'nın felsefesini vermektedir. 18. yüzyılda Avrupa'da 88 ortaya çıkıp gelişmiş ve "aydınlanma" fikriyle yaygınlaşmıştır. Kant, aydınlanma düşüncesinin kurucu ilkesi olan akıl konusunda şöyle der: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapare Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.” Aydınlanma çağının ana fikri, akıl aracılığıyla doğru bilgilere ulaşılabileceği ve bu doğru bilgi ile de toplumsal yaşamın düzenlenebileceğidir. Öte yandan bilim alanındaki önemli gelişmeler de aydınlanma çağına öncülük eder ve bu çağda ayrıca çok yoğun yeni bilimsel gelişmeler kaydedilir. Daha 15. yüzyıldan itibaren meydana gelmeye başlayan yeni keşifler ve icatlar bu süreci hazırlamış, bunun sonunda da "karanlık çağ" olarak değerlendirilen Ortaçağ'ın sonuna gelinmiştir. Deney ve gözlem, aklın uygulama araçları olarak bu dönemde bilimsel yöntemin ilkeleri biçiminde ortaya çıkmış ve doğa bilimlerinde önemli gelişmelere kaynaklık etmiştir. Dinde meydana gelen yenileşme hareketleri de, dinsel düşüncenin giderek geriletilmesi ve aydınlanmacılıkla birlikte kuruculuk ve egemenlik gücünü kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Rönesans ve reformlarla başlayan bu gelişmeler, aydınlanmacılıkla doruğuna varmış ve buradan itibaren “modernite” denilen sürecin oluşumunu hazırlamıştır. Bu süreç aydınlanmacılıkta ifadesini bulan köklü bir zihin değişikliği anlamına gelmektedir. Newton ve Kopernik ile tüm bir evrendünya kavrayışı değişime uğramış, Dekart ve Kant gibi isimlerle bu değişen zihniyetin felsefi düşüncesi geliştirilmiştir. Avrupa’daki endüstri devrimleri de bu sürecin maddi temelini oluşturmaktadır. Yeni ve bambaşka toplumsal ve ekonomik ilişkiler içerisinde yaşamaya başlayan insanlar, ortaya çıkan yeni düşünce biçimleriyle dünyaya bambaşka gözlerle bakmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda modern yaşamın temelleri atılmıştır. 1789 Fransız İhtilali’nin temelinde, Fransız aydınlanmacılığının belirleyici bir etkisi vardır. Aydınlanma çağının önemli düşünürlerinden Voltaire’in şu sözü çok ünlüdür: - Işık, biraz daha ışık... 89 kitabi Işık Bahçeleri’ne daha çok var mı? Emine Civanoğlu Amin Maalouf, bizi doğunun en büyülü yerlerinde dolaştırdığı kitaplarından birinde bu defa Mani’nin yani Manicilik dininin kurucusunun peşinde dolaştırıyor. İyi ve kötü arasında ayrılan yollar çıkarıyor karşımıza. Mezopotamya’nın hüzünlü günlerine, Caracalla’nın yıkıcı fırtınasının ortasına, hurma bahçelerine, Babil’in acı çığlıklarının kayaları oyduğu krallar diyarına, çocukça vaatlerin kalpleri doyurduğu Dicle kıyısına götürüyor. Bazen bir kral sofrasında bekliyor bizi birkaç sayfa ötede, bazen bir kanlı pusuda. IŞIK NE Kİ? Yandığını nereden, söndüğünü nereden bileceğiz? Dışarıda değil de içerideyse ışığı nasıl göreceğiz? Gün doğup etrafı aydınlattıkça, her yeri led krallığının çıyan gözü gibi parlak ampulleri sardıkça bir nasıl fark edeceğiz ne zaman karanlıkta olduğumuzu? Her yeri ve her şeyi gün yüzü gibi görüyorken, karanlığın yüzünü nasıl tanıyacağız? İyilik ve kötülük… Işık ve karanlığın vücut bulup davranma biçimi iyilik ve kötülük. İyiliği arayanla kötülüğü kovalayan arasında ışığa uzaklık hesabı nedir? Amin Maalouf’un Işık Bahçeleri’nde Mani’nin ışığa yani iyiliğe yürüyüşüne eşlik etmenin tadı; Semerkant’tan, Doğu’nun Limanları’ndan, Tanios Kayası’ndan kalan ve aklımızın damağında o çok eskiden tadına bakılmış ve lezzetine 90 hep hasret kalınmış ziyafet sofrası gibi duran bir tat. Güneş hafifçe kapalı, hava ılık ve baygın, dut ağaçlarının yaprakları tutsak olmuş kanatlar gibi hüzünle sallanmaktaydı. Ömrünün geri kalan saatleri ona aniden değerli göründü. Kararını verdi: Akşama varmadan gidecekti. “Gitmek” diye tekrarlıyordu Mani, “gitmek bir bayram, bin bir biçimde belki de tek bayram. Ufkun ebedi ve ezeli tutsakları olan insanlar, başka bir şey kutlamamış mıdır?” Hurma bahçesinden ayrılırken ne aldatmayı ne kaçmayı denedi. Gururu ve cesareti ve de töreni seçti. Önce arınmak, yirmi yıldır onu sarıp sarmalayan o öteki beyaz tenden kurtulmak, yerde serili cansız kalmış giysisine tepeden bakmak! Sonra renklerle yeniden doğmak. Eski bir tarihçinin naklettiğine göre “Mani bol paçalı, küf sarısı ve armut yeşili bir pantolon giymişti. Omuzlarına gök mavisi bir hırka atmış, gömleği beyaz olmakla birlikte kendisi tarafından o sıkıntılı bekleyiş günlerinde, çeyiz işler gibi çiçeklerle bezenmişti.” Gene de Mani’nin müritleri, bu ayrılış gününü anımsayıp anlatırken Mariam’ı ve Mardinu’yu, Utakim’in sıktığı kundak bezlerini unutacak ve yalnızca doğum günlerinden söz etmeyi yeğleyeceklerdir. Hayır diyeceklerdir, bir kadının karnından bir topluluğun karnına geçiş, bir başka şey, kendi çevresinde yirmi yıl sürecek bir yolculuk gerekliydi. Yeryüzünün sarsılması sabır içinde oluşur. Amin Maalouf Hayatı iyilikle ya da kötülükle, ışıkta ya da karanlıkta, açlıkla sınanmış kemirgenler gibi kemiriyoruz. Taşın suya düştüğü yerle ilgileniyoruz sadece, dalgaların kimin hayatında neye değdiği neye mâl olduğu umurumuzda değil. Işığın rehberlik ettiği iyilikten ömrümüzün payına düşen hasadı toplamak yerine karanlığın içinde iğneyle kuyu kazıyoruz. Dualarımızı hep kendimiz için ediyoruz. Mani’nin şöyle bir duası var kitapta. kendi çıkarımıza iyilikler besleyerek büyütüyoruz. İyi olurlarsa, ışığın peşinden giderlerse hayatta kaybolacaklarından, kazançlarını ve varlıklarını yitireceklerinden korkuyoruz. Bu korkularla insanlığın ateşinde közlediğimiz tutumlarımızın, seçimlerimizin gölgesine sığınıp düşle gerçek arası bir tarihi okurken Işık Bahçeleri’nde Amin Maalouf’un kaleminden Mani’nin Işık Çocukları dediği çocuklarla da tanışıyoruz. “Tanrım, bu yiyeceği hazırlamak için toprağı, bitkileri ve diğer yaratıkları gücendirmek gerekti. Ama bunu yapanların, insandaki ışığı beslemekten ve senin sözünü yaşatmaktan başka niyetleri yoktu.” İyiliğin en önemli kriterleri olan paylaşmayı ve şükretmeyi türlü gerekçelerle öteleyip duruyor ve her seferinde de kendimizi haklı çıkarak bahaneler buluyoruz. Oysa paylaşmak da şükretmek de insanın hem içini hem etrafını ışığa çıkarak erdemler. Çocuklarımızı hayatla ilgili yalanlar söyleyerek, başkalarının kötülüğünden “……Sonra yemeği ev sahibiymiş gibi çevresine dağıtır, kendisi ise azıcık ekmek ve meyve ile yetinirdi. Özellikle karpuzu severdi. Nedenlerini soranlara başka hiçbir yiyeceğin ışığı bu kadar iyi yansıtmadığını söylerdi. “Karpuza bakınız, rengi gözlerinizi, kokusu burnunuzu mest eder. Elinizle kaygan kabuğunu okşarsınız, ayrıca bir şey içmenize gerek yoktur, suyu içindedir. Onu bir tabağa koymanıza gerek yoktur, kendisi tas olup kendisini sunar. Önce ucundan başlayın, sonra ortasına gelin, her lokma sizi ışık bahçelerine yaklaştıracaktır.” Mani’nin yolunda gidip iyiliğin nelere kadir olduğunu, kötülüğün nereye kadar olduğunu görmek, bilmek ve anlamak için Işık Bahçeleri’nde dolaşacak vaktiniz ve hakikatle karşılaşacak cesaretiniz var mı? 91 kavram defteri Popüler kültürün sahte ışığı KÜLTÜRÜ BİR METİN BİÇİMİNDE DEĞERLENDİRMEK, bu çok katmanlı olguyu boyutlarından soyutlayarak sığ bir alana hapsetmekle eşdeğerdir. Kaldı ki bir kültür parçacığını irdelerken bile tüm dinamikleri göz önünde tutmak, etkilerini hesaplayarak kültürün değişimine hangi noktalarda ve hangi biçimlerde yol açtığını net olarak ortaya koymak gereklidir. Bunlar için çok açılı araştırmalar, anketler, veriler kullanılmalı, akademik saptamalarda bulunulmalıdır. Bunun aksi, bir yargılamadan ibaret olacaktır. Popüler kültüre yönelik önyargılar seçkinci bir kültür bakış açısından kaynaklanmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak bu tutumun odağında bulunan medyaya cephe almamıza neden olacaktır. Popüler kültür değerlendirmesi bir anda medya eleştirisine dönüşecektir. Elbette doğru saptamalar ortaya çıkacaktır ama küçücük bir yanlış değerlendirme domino taşı gibi doğruları devirmeye başlayacak, tüm metni geçersiz 92 Hakan Akdoğan kılacaktır. Diğer taraftan bakıldığında yapılacak eleştirilerin birçok açıdan üst düzeyde ve akademik değerde olması durumunda hedefine ulaşması mümkün değildir zira popüler kültür üreticisi ve tüketicisi bu frekansta iletişime kapalıdır. Ayrıca bu düzeyde metinlerin popüler hale gelme ihtimalinin sıfır olması nedeniyle durum popüler kültürün üzerinde, berisinde, yanında, yöresinde kalmaktadır. Şunu da not olarak düşmek gerekir: Popüler kültür alanında kendilerine yer bulan ve buralarda konforla ikamet eden akademisyenler durumun, durumlarının farkındadırlar. Bir filmin en çok para kazanan aktörleridir onlar. Şöhret, popüler kültür kavramının içinde devinen en önemli katmandır. Şöhret alanı diye nitelendirilebilecek alana popüler kültürün altından ve üstünden yolculuklar bulunmakta, yolcular alt kültür tarafından alkışlanırken üst kültür tarafından eleştiri kaynağına dönüşmektedir. Halkın şöhrete bağımlılığı giderek artmaktadır. Kişiler yaşamlarında arzu nesnesine dönüştürdükleri tüm eksiklikleri şöhretlerin üzerinden gerçekleştirmek için boş bir çabaya girmektedirler. Şöhretler elbette kültürel ürünlerdir. Onların toplum üzerindeki etkileri, derin ve kendiliğindenmiş gibi görünebilir. Ancak, genellikle, hiç de doğal olmayan bu süreç ajanslar, halkla ilişkiler uzmanları, pazarlama personeli, reklamcılar, fotoğrafçılar, kozmetik uzmanları, kişisel asistanlar, menajerler ve daha onlarca kişi ve grubun eklenebileceği aracılar tarafından yönetilmektedir. Görevleri; önce birilerine şöhret kazandırmak, sonra şöhretli kişilerin, hayran topluluklarının gözünde sürekli bir çekicilik yaratacak biçimde topluma sunumlarını organize etmektir. Şöhretlerin öz benliği ile topluma sunulan benliği aynı mıdır? Değildir. Gerçek benliğiyle başkalarının gördüğü benliği arasındaki farklar nelerdir? Bu fark şöhretin kişiliğidir. Bu iki benlik arasında bir yarılma var mıdır? Mutlaka. Bir oyun, bir aldanma, bir aldanırken aldatma ya da aldatırken aldanma durumu mu söz konusudur? Aldatan aynı zamanda aldanır. Toplum aldatılmaktadır. Toplumun aldatılması sonuçları önceden ve belki de yıllarca sonrasında bile tam olarak kestirilemeyecek sonuçlar doğurmaktadır. Bu konu çok sık gündeme gelmekte ve unutulmaktadır. Hatırlanması gereken diğer nokta şöhretlerin, şöhret olurken ve sonrasında aldatılmasıdır. Şöhret gönüllü aldanmakta olabilir. Kendisinde olmayan bazı özelliklerin yüklendiğine kayıtsız kalıp zamanla bunlara sahipmiş hissine kapılabilir. Bu durumda hem aldatmakta hem de aldanmaktadır. Toplum sadece aldanmaktadır. Aracılar sadece aldatmaktadır. Şöhret ise hem aldanmakta hem de aldatmaktadır. Bu da kişiliğinde bir çatlağa ve giderek bir yarığa neden olabilir. İlginçtir ki, bu tip insanları tedavi etmek için eğitim görmüş bir akademisyen, ekranlarda halktan kimselerin bu durumlarına uzaktan teşhis koyarken kendi içlerindeki uçurumun farkında değildirler. Aslında bir kültür endüstrisi işlemekte, bu endüstri doğası gereği çıkar sağlamak için yeni gerçeklikler yaratmaktadır. Bu gerçeklikler her türlü duruma göre uyarlanabilmekte, bireysel özgürlükleri kitlesel duvarlarla çevirmekte, insan doğasının temel özelliği olan yaratıcılığı törpülemektedir. Sıradan olmak yüceltilirken aykırılık dışlanmakta, bireylerin yaptıkları değil görüntüleri önem kazanmaktadır. Etkinlik değil edilginlik aşılanır. Düşünmenin yerini düşündürülme alır. Tüm bunlar olurken de medya başroldedir. “İktidar Seçkinleri” adlı çalışmasında C. Wright Mills şu tespiti yapar: Medya kitle insanına kim olduğunu anlatır –ona kimlik kazandırır. Medya kitle insanına ne olmak istediğini anlatır –ona hırs, beklenti ve tutkular kazandırır. Medya kitle insanına buna nasıl ulaşacağını anlatır –ona tekniği kazandırır. Medya kitle insanına öyle olmadığı halde öyle nasıl düşüneceğini anlatır –ona kaçış imkânı verir. (24) Popüler kültürün özgürlük vaatleriyle dolu olduğu görülebilir. Bunun en önemli nedeni popüler kültür üreticilerinin tüketicilere kendilerini özgür hissettirme ve böylece de sistemlerini sürdürebilme zorunluluğudur. Dayatılan seçenekler arasından özgürce seçim yapma fırsatı allanır pullanır. “Top 10” programlarında zirveye çıkacak şarkıyı “SMS” ile belirleyebilme özgürlüğü, temelde benzerlikler taşıyan ve Amerikan kültürünün dayatmacıları olan McDonald’s veya Burger King’i, diğer yandan Pepsi Cola veya Coca Cola’yı seçebilme özgürlüğü, pop star yarışmasını ya da yemek programı yarışmasını seyretme özgürlüğü gibi birkaç örnek bile aslında seçeneklerimizin de dayatmadan öte olmadığının birer kanıtı değil midir? Çabuk kullanım ve hızlı tüketimin esas olduğu bu kültürde aslında garanti edilen kitle üretiminin kalıcılığı ve sürekliliğidir. Popülere katılmayanlar özellikle medya yoluyla tedirgin edilir, kişi eksik hissettirilir ve popüler tüketime katılması sağlanır. Bu biçimde bir ‘serbest kölelik’ durumu yaratılmış olur. Kişi popüler kültürün alıcısı, satıcısı, reklamcısı konumunda kimliğini bulduğunu ve özgür olduğunu sanır. Yanılmıştır ama mutludur. Unutulmaması gereken en önemli nokta egemen olanın popüler olduğudur. Kişiler arasında da egemen olanın gerekli, çağdaş, iyi ve doğru olduğu dayatılır. Kişiler hem siyasal hem de ekonomik anlamda iktidarda olanlara hizmet ettiklerinin bilincinde değildirler. Tekleştirme, düşüncesizleştirme, düşsüzleştirme, farklı olanı dışlama kendi içinde çalışan bir mekanizma olarak çalışmaktadır artık. Birilerine benzemek, benzetilmek değerlidir, kendin olmak değil. Birilerinin giydiklerini giymek değerlidir, sana yakışanı değil. Birilerinin dinlediği müziği dinlemek, izlediği filimi izlemek, bindiği arabaya binmek, yediği yemeği yemek, okuduğu kitabı okumak değerlidir, hoşlandıklarını değil. Bu zihin yönlendirme kültürünü eleştirirken kapitalizmin başlangıcını, Londra’daki çiftçilerin topraklarını çevirerek özel mülke devşirmesini anlatmak yetmez. Daha da geriye, Sümerlere, belki de antik çağlara kadar uzanmak, yazının başında da aktardığım gibi tüm dinamikleri göz önünde bulundurmak, veriler kullanmak, uzman görüşlerine başvurmak ve akademik değerde bir yazı kotarmak gerekirdi. Aksini yaparken yanlış bir yargıda bulunmak yazının tümünü değersiz kılabilirdi. Bunun içinse yazıda yanlış olan noktayı tespit etmek gerekir. Mümkün olduğunca önyargısız yazılan bu metinde yanlış bir nokta varsa tümünün geçersiz ve yanlış olduğunu kabul ediyorum şimdiden. Yazıyı popüler kültür hakkında yazılmış bazı metinlerden rastlantısal olarak seçtiğim kelime ya da kelime gruplarıyla tamamlıyorum. Bunların toplamı popüler kültürü anlatmıyor mu? Değerlerin erozyonu. Ölçüsüzlük. Taklit. Şöhret tutkusu. Promo kültür. Geç kapitalizmin yaygın halk kültürü. Karnavalesk. Stereotipler. Pazarlama. Gözetleme. Gözetlenme. Cilalı imaj. Teknolojik determinizm. Klişeler. Kültür sarhoşluğu. Hafiflik. Avangard. Ebleh. Kültür polisi. Ahkâm kesmek. Tüketim. McDonald’s. İkonik yıldız. İkoncan. Bilinirlik. Görünürlük. Televole. Seçkin. Bilimadamı. Kültür endüstrisi. Medya kitle. Oyalama. Oyalanma. Kaçış. Eğlence. Ticari temelli. Düzeysiz. Teşhir. Alt-kültür. Dedikodu. Globalleşme. Seçkin. Bütünleşme. Hamburger. Truman. Çarkıfelek. Dürümland. Greencard. Hamçökelek. Kitle kültürü. Sahte ışık. 93 Türkçe sözlüğü Türkçe sözlüğü Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere. Dayatılmış Fr. imposé Empoze Yankı Fr. eco Eko İğne Fr. injecteur Enjektör Anlık Fr. instantené Enstantane Sanrı Fr. hallucination Halüsinasyon Gelecekçi Fr. futuriste Fütürist Uğraşı İng. hobby Hobi Sağlıklı, temiz Fr. hygiénique Hijyenik Taklit Fr. imitation İmitasyon Eş cinsel Fr. homosexuel Homoseksüel Yenileşimci İng. innovative İnovatif Yasa dışı Fr. illégal İllegal Liste başı İng. hit Hit Resimleme Fr. illustration İllüstrasyon Düşünce Yun. idea İdea Katkılarından dolayı Türk Dil Kurumu’na teşekkürler. 94 95 eğitimin psikolojisi Psk. Ayşegül Alkış Geleceğimizi aydınlatanlar Her anne-babanın hayalidir mutlu ve başarılı çocuklara sahip olmak. İşte burada aklımıza şu soru geliyor: Mutsuz ve başarısız çocuklar nasıl yetişiyor? Çünkü bakıldığında istediğimiz gibi değil, yetiştirdiğimiz gibi çocuklarımız oluyor. O zaman çocuğumuzun mutlu olması ve bu mutluluğu başarısına yansıtması ne kadar mümkün? ANNE - BABA EĞİTİMİNDE öncelikle ebeveynin kendisini ve karşısındakini tanıması çok önemli. Önce karıkoca olan kadın-erkek sonrasında anne-baba rollerini üstleniyor. Bazen roller birbirine karışıyor ya da o rol üstlenilmek istenmiyor. Öncelikle kendimizi tanıyarak çocuğumuzu tanımaya başlamak gerekiyor. Çocuklarla çalışırken en çok şikayet ettikleri noktanın bu olduğunu görüyorum, tanınmamak! Annesi, babası, arkadaşı ya da öğretmeni çocuğu tanımıyor. Neyi seviyor, sevmiyor, neye ilgisi var, niye üzülüyor, nasıl bir yardım bekliyor sorularında aldığımız cevaplar çok çok az. Çocuğunu tanımayan velinin başkalarına çocuğunu tanıtması ise hiç kolay değil. Peki çocuğumuz tanımak için neler yapabiliriz: * Bol bol oyun oynamak en güzel yaklaşımdır. Oyun içinde onun hedeflerini, beklentilerini, yenildiği zaman tepkisini, duygularını nasıl yaşadığını hemen görebilirsiniz. 96 * Birlikte etkinliklerde bulunmak; alışverişe, sinemaya gitmek, yürüyüş yapmak, birlikte sohbet ederek televizyon seyretmek birbirinizin bakış açısını görmenizi sağlar. * Birbirinize küçük notlar, kartlar ya da kısa mektuplar hazırlamak. Zaman zaman içimizde biriken şeyleri yazıya dökmek kendiliğinden tedavi edicidir. Bunu iletişim aracı olarak kullanmak ise karşımızdakiyle ilişkimizi geliştirir. “Son bir haftadır harika davranıyorsun, odanı topluyor ve güzel yemek yiyorsun. Seninle sohbet etmek çok keyif verici” diye bir not yazıp çocuğunuza verdiğinizde hep olumsuz yanlarının görülmediğini, olumlu davranışların da takdir edildiğini hem görecek hem de somut bir şekilde elde edecektir. * Aile günlüğü tutmak da başka bir tanıma ve yakınlaşma yöntemidir. Evde merkezi bir yerde bulunacak günlük defter ile birbirinize takdirlerini ve duygularınızı iletebilirsiniz. Böylece ev içinde çocuğunuz için nelerin önemli olduğunu, neleri gözlemlediğini rahatça görebilirsiniz. * Çocuğunuzla günüyle ilgili kısa sohbetler yaparak iyi bir iletişim kurabilirsiniz. Bu sürekli “Bugün ne yedin, neler yaptın” şeklinde sıkıcı sorular olmaktan çok “Bugün ne yaparken keyif aldın, ne yaparken sıkıldın, en çok hangi arkadaşınla oynadın, bugüne bir puan versen kaç olurdu” gibi farklı sorularla iletişimi canlı tutabilirsiniz. * Son olarak çocuğunuzun izledikleri, okudukları ve bu dönem için kendisine seçtiği kahraman-model çok önemlidir. Neden onu seçiyor ve hangi konularda onu örnek alıyor diye düşünürseniz çocuğunuzun iç dünyasına bir adım daha yaklaşmış olursunuz. Çocuğunuzu tanıdıkça anne-baba olmanın keyfinin arttığını göreceksiniz. Nasıl destek olacağınız, nasıl mutlu olacağınız her şey çocuğunuzda gizli, unutmayın! 97 eğitimli insan Eğitim ve toplumsal yaşamımız EĞİTİMİ TOPLUMSAL YAŞAMDA ne denli önemli olduğu genel olarak herkes tarafından kabul edilir. Gelişmiş ülkeler, eğitime gereken önemi verdikleri ve bu alana ciddi yatırımlar yaptıkları için bugün pek çok sorunlarını çözme başarısı göstermişlerdir. Gelir dağılımında belirli bir denge sağlayarak ülkelerinde görece bir gönenç (refah) sağlayabilmişlerdir. Ülkemizde ise eğitim her sorunu çözen, her derde deva olan bir reçete olarak görüldüğü halde programsızlık, günü birlik uygulamalar, hesapsız kitapsız yaklaşımlar, kısa ve uzun erimli plan ve projelerden yoksunluk vb. nedenlerle tam bir keşmekeşe dönüşmüş, sorunlar çığ gibi büyümüş, işin içinden çıkılamaz bir duruma gelinmiştir. Uluslararası değerlendirmelerde, örneğin son OECD ve Avrupa Konseyi sonuç raporlarında Türkiye gelir dağılımında ve eğitim alanında son sıralarda görülmektedir. 98 veren, barıştan, demokrasiden, insan haklarından yana olan…vb. insandır. Ülkemizde şu an bu niteliklere sahip insan yetiştirebiliyor muyuz? Okuryazar oranının %90’lara ulaştığı, pek çok örgün ve yaygın eğitim-öğretim kurumlarının varlığına karşın iyi-nitelikli insan yetiştirebildiğimizi söylemek çok zor. Çünkü iyi-nitelikli insan aynı zamanda okuyan, düşünen, sorgulayan, eleştiren, öneren insandır da. Oysa bizim eğitim -öğretim sistemimiz daha baştan buna kapalıdır. Bizde “soru” soran öğrenci sevilmez, hatta “sormak” yasaktır. “Dinle ve denileni yap’’ anlayışı egemendir. Bizde düşünen insan tehlikeli insandır, okuyan insandan korkulur. Güzel sanatlarla, resimle, müzikle, heykelle, tiyatroyla, şiirle ilgilenmek boş, gereksiz şeylerdir. Oysa bizim önemsemediğimiz, değer vermediğimiz bu düşünsel ve sanatsal etkinliklerdir insanı insan yapan. Sürekli okul açmak, her ile üniversite açmak, herkesi okul sıralarından geçirmek görüldüğü gibi sorunların çözümüne yetmiyor. Öyleyse sorun nerede? Sorun, herkese eğitim hakkı, ama herkese nitelikli bir eğitim verebilmekte. Sorun, niceliksellikten çok nitelikseldir. Nitelikli insan yetiştirmede en önemli etken “nitelikli eğitim”dir. Nitelikli eğitim ise ancak nitelikli eğitim kurumlarının açılıp geliştirilmesiyle olabilir. Peki, şu an ülkemizde böyle eğitim kurumları var mı? Var sayılmaz, ancak bir elin parmaklarını geçmez sayısı... Eğitimin amacı “eğitimli insan” yetiştirmektir. Eğitimli insan kimdir? Her alanda kendini yetiştirmiş, geliştirmiş, donanımlı, onurlu ve kişilikli, özgeci, paylaşımcı, toplumcu, özverili, çalışkan, dürüst, ahlaklı, emeğe saygı gösteren, insana, hayvana ve doğaya değer Günümüz Türkiyesi’nde bir zamanlar başarıyla uyguladığımız ve çok olumlu sonuçlar aldığımız sonunda kapattığımız Köy Enstitüleri gibi eğitim kurumlarımız kalmadı. Bunların yerine açılan Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Fehmi Enginalp Okulları da tarihe karıştı. Şimdilerde bunların yerine Eğitim Fakülteleri öğretmen yetiştirmeye çalışıyor. Ama bu kurumların ne ruhu, ne felsefesi var Eğitim Fakültelerinde. Öğretmenliğin bir gönül işi olduğu bilinir. Öğrenciyi sevmeyen, öğretme ve eğitim işini gönülden benimsemeyen bir kişinin bu mesleği yapması çok zor. Salt işsiz kalmamak için öğretmen olmaya çalışan insanlardan bu anlamda iyi eğitici olmasını beklemek olanaksızdır. Yıllardır yenilikçi, ülke koşullarına uygun bir eğitim sistemi kuramayışımız, sistemle sürekli oynamamız, sistemi yapboz tahtasına çevirdi. Bu yüzden hem eğitim - öğretim kurumlarımız kurumsallaşamadı, hem de eğitici kadrolar eğitilenlere güven vermedi. Şu an YGS rezaleti bunun en güzel örneklerinden biri değil midir? Yüz binlerce adayın yöneticilere, öğretmenlere, sisteme güveni kalmamıştır. İnsan, güvenmedikleri insan tarafından eğitilebilir mi? Şu an ilköğretim ve ortaöğretimdeki eğitim uygulamalarına bakalım: Sınav, sınav, sınav. Eğitim= Sınav mıdır? Bu sınav baskısıyla insanlar bir şey öğrenebilir mi? Öğrenmenin tadına varabilir mi? Öğrenmeyen bir öğrenci eğitilebilir mi? Özetle, iyi eğitim, iyi insan yetiştirir. İyi eğitim, ancak çağcıl, bilimsel bir eğitim anlayışıyla verilebilir. Bu değerlerle yetiştirilen kuşaklar da toplumun ilerlemesine, ileri bir demokrasinin gelişmesine, özgürlükçü ve eşitlikçi bir toplumsal yaşamın kurulmasına katkı sağlayabilirler. 99 dünyaya armağansın “Oynaya oynaya” gelin çocuklar 19. yüzyılın ortalarında Thomas Edison ve Nikola Tesla rekabetinin sonucunda şu anda her birimiz için vazgeçilmez olan elektrik ve ampül bulundu. Yani ışık. O kadar alıştık ki ışığa bir anlık yokluğunda bile sıkıntıya düşüyoruz. CEP TELEFONLARIMIZIN ŞARJI bittiğinde şarj edemiyoruz. Televizyonlarımızı izleyemiyoruz. Bilgisayarlarımızı internete bağlayamıyoruz. Modern dünyanın modern insanı gece ışık yoksa kendini rahatsız ve mutsuz hissediyor. O kadar yaşamın bir parçası haline geldi ki ışık. Işık hızı 300.000.000 m/s 'dir. Bu kadar hızlı olan ışık, insanın hayatında da aynı hızla yayılıyor. Geceleri ışık demek, çoğu zaman televizyon veya bilgisayar karşısında geçirilen zaman anlamına geliyor. Peki ışığın olmadığı zamanlarda insanlar ne yapalardı? Ne konuşurlardı? Bence sohbet ederler, günün değerlendirilmesini yaparlar ve oyun oynarlardı. Oyun deyip geçmeyin. Biz de oyun denince sadece çocuklar oynar diye yanlış bir genelleme var. Oyun oyna, başarılı ol! Başarıyı sağlayan birçok etken var. Ama en önemlisi hangisi? Başarılı insanların kişisel özelliklerine 100 bakıldığında, ortak kişisel özellik sadece %5. İçe dönük ya da dışa dönük olmak, uzun boylu ya da kısa boylu olmak, çok da etkili olmuyor. Bir araştırmaya göre zeki olmak başarının %40'ını açıklıyor. Duygusal zekâ ise % 10'unu açıklıyor. Duygusal zekâ çok önemli ama bir çok mahkumun da duygusal zekalarının yüksek olduğunu biliyoruz. O halde en çok etki hangisinde? Bazılarına göre güçlü bir vizyonu sahip olmak, bazılarına göre zamanı iyi kullanmak... Ama çocuklar için en önemlisi “kişisel kontrol.” Kişisel kontrol çocukların okul başarısının % 50'sini oluşturuyor. Çocuklar, özellikle küçük çocuklar, genelde akıllarına ilk geleni yaparlar. Davranışlarının sonuçlarını çok da düşünmezler, reaksiyon gösterirler. Örneğin bir oyuncak ile oynamak isterlerse, o oyuncak ile başka bir kişi oynuyor olsa bile gidip hemen almaya çalışırlar. İsteklerini bekletemezler. Genelde plan yapma veya duygularını Serkan Duru düzenleme yetenekleri de yoktur. İç seslerinin farkında da değildirler. Zamanla reaksiyon göstermeyi bırakıp, daha planlı olup, yaptıklarını düşünmeye başlarlar. Kişisel kontrol geliştirirler. Ama ailesinden veya eğitim sisteminden dolayı bu özellikleri kazanamayan büyük bir grup olan yetişkin çocuklar da var. Elimde herhangi bir bilimsel araştırma yok ama kişisel kontrolü zayıf olan birçok insan olduğunu düşünüyorum Türkiye'de. Kazaların sebebi de bu bence. Sollama yapmadan bir arabanın arkasından uzun bir süre seyahat etme sabrı yok insanlarda mesela. Bilgisayar ya da TV başında saatlerini geçiren gençlikte de kişisel kontrol yok. Kişisel kontrol nasıl kazanılır? Kişisel kontrolü olan insan, plan yapar ve önceliklerini belirlemede çok etkilidir. Disiplinlidir. Kendisini motive etmeyi bilir. Başına gelenlerden dolayı başkasını suçlamaz. İç sesini dinler. Aileler çocuklara plan yapmayı, kendi duygularını tanımayı, tepki vermeden düşünmeyi öğretebilirler. Bunu öğretmenin en iyi yolu da oyunlardır. Özellikle planlanmış oyunlar. Oyunlar Çocukların gelişiminde en önemli etken oyunlar... Çocuklar oyunlar sayesinde sosyalleşiyor ve plan yapmayı öğreniyor. Oyunu ne kadar diğer çocuklar ile oynarsa o kadar iyi. Oyunun en büyük yararı, soyut düşünmeyi öğretmek... Oyunda telefon veya araba oluyor, kaşık ya da uçak oluyor ve çocuk kendisi ile konuşuyor. İç sesinin farkına varıyor. Diğer çocuklar ile işbirliği yapıyor. Okullarda Oyun Çocuklar okul öncesi sınıflarda oyun oynuyor ama ilkokul başlayancı oyun sayısı azalıyor. Oyun oynansa bile, plansız bir oyun oluyor. Öğretmen bir oyun belirliyor. Çocuklar da oynuyor. Bu tür oyunlar kişisel kontrolün gelişmesine yardımcı olmuyor. Çünkü çocuk plan yapamıyor, iş birliği yapamıyor. Rollerini belirleyemiyor. Genel düşünce şu; “Çocuk okulda oyun oynamasın, ciddi işler yapsın. Sıkılınca bir oyun oynarız.” Planlı ve uzun oyunların önemi anlaşılmış durumda değil. Dikkat edin. Çocuklar zil çalınca nasıl da dışarı fırlıyor oyun için ama işin kötüsü teneffüsler çok kısa... Çocuk oyun planlayamıyor. Oyun kuramıyor. Bundan dolayı da kişisel kontrol okullarda çok gelişmiyor. Bir de okullarda yaşanan korku eklenince kişisel kontrolü zayıf kişiler yetişiyor. Eğer çocuklara başarılı olmayı öğretmek istiyorsak, okullarda onların kendi oyunlarını kurmalarına ve planlamalarına olanak verelim. Teneffüsleri uzatalım. Sonuç olarak ders saatinde oyunun önemli olmadığını düşünmek de “doğru bildiğimiz yanlışlar”dan bir tanesi. Edison ile başladık yine Edison ile bitirelim: Peş peşe deneylerin sürdüğü bir gün asistanı, “Artık bu işten vazgeçsek!” dedi. “Niçin?” “Çünkü şu ana kadar iki bine yakın deney yaptık ve hiçbir sonuç alamadık!” Edison hemen itiraz etti: “Bu doğru değil...” “Evet amacımıza ulaşamadık ama hiçbir netice elde edemediğimiz doğru değildir. Çünkü aradığımız şeyin yaptığımız şeyin yaptığımız bu iki bin deney içinde bulunmadığını öğrenmiş bulunuyoruz!” 101 genel sağlık Romatizma kavramı, hareket sisteminin ağrı ve çoğunlukla hareket kısıtlılığı ile birlikte giden tüm hastalıklarını tanımlıyor. Eski Yunan kökenli bir kelime olan romatizma, eklemlerde kötü özellikte sıvı birikmesi anlamında kullanılıyor. Uz. Dr. Ferda Erkişi Medical Park Bursa İltihabi eklem romatizması GENEL OLARAK VÜCUDUMUZUN hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda ağrı ve hareket kısıtlılığına bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara romatizma deniyor. Peki artrit nedir? Eklem ağrısı yanında eklem iltihabını gösteren eklem şişliği, eklem üzerinde sıcaklık artışı, eklem üzerinde kızarıklık veya eklem hareketlerinde kısıtlılık bulgularından bir veya birkaçının bulunması durumudur, eklem iltihabıdır. Romatizmalı hastanın en sık yakınmaları ağrı, halsizlik, yorgunluk ve tutukluktan oluyor. Bu ağrı eklem veya eklem dışında olabilir. Hastalıklı eklemde ağrı uzun süren hareketsizliği izleyen devrelerde daha belirgin olarak hissediliyor. Bu bakımdan sabahları hastalar eklemlerini çok zorlukla hareket ettirirler. Sabah sertliği de denen bu olayın süresi ise hastalığın tanısında çok önemli. 15 dakikadan az süren sabah sertliği normal insanlarda da özellikle ileri yaşlarda görülebilir. Ağrının olmadığı romatizmal hastalıklara da rastlanıyor. Günümüzde 150‘ye yakın hastalık “Romatizma” adı 102 ile anılıyor. Romatizmal hastalıklar; iltihabi ve kuru olmak üzere ikiye ayrılabilir. İltihabi romatizmal hastalıklar mikrobik iltihap, vücudun bağışıklık sisteminin yanılması sonrası oluşan mikropsuz iltihap ve ürik asit gibi (Gut hastalığında olduğu gibi) kristallerin dokuda ve eklem içinde birikmesi sonrası oluşur. İltihap ile seyreder. Ayrımını yapılması tedavini şekillendirilmesi ve takipler açısından çok önemlidir. Kuru romatizmal hastalıklar da kendi içinde ayrılabilir. En sık karşılaşılanı halk arasında “Kireçlenme” olarak bilinen dejenerativ (aşınmaya bağlı) eklem ve omurga hastalıklarıdır. Çok sık görülen dejenerativ eklem hastalıklarında, diz ya da kalça ekleminde olduğu gibi eklem kıkırdağı bozulması mevcuttur. Yaşlılığa bağlı değişimler ya da daha önceki tahripler buna neden olabilirler. Artrit ve romatizmal hastalıklarının mekanizmaları hakkında giderek daha çok şey bilmemize rağmen, hastalığı başlatan nedenler hakkında nispeten daha az şey biliniyor. Genetik, çevresel etkenler (bazı mikrobik ve kimyasal etkenlere maruz kalma, bireylerin karşılaştığı bazı bakteri ve virüslerin bağışıklık sisteminin dengesini bozduğu bilinir) ve fizyolojik (Hormonlar ve yaş durumu gibi faktörler sayılabilir) etkenler bunda etkilidir. Çok çeşitli yakınmalara ve organ tutulumlarına neden olan romatizmal hastalıkların tedavisi, günümüz koşullarında artık mümkün. Son yıllarda hız kazanan ilaç araştırmaları ile romatizma tedavisinde yol alınmış durumda. İlaç tedavisi ile beraber hastaya önerilen egzersizler, eklemin uygun pozisyonda kalarak sakatlanmaların önlenmesini sağlayan cihazlamalar, düzenlenen günlük yaşam aktiviteleri tedaviyi tamamlıyor. Ancak çoğu romatizmal hastalığın tamamen ortadan kalkması söz konusu değil. Sürekli bir hekim -hasta işbirliği gerektiriyor. Zaman zaman hastalığın alevlenebileceği bilinmelidir. Tedavi uzun süreli hatta ömür boyu sürebilir. Tedavide amaç; yakınmaların ortadan kaldırılması, olası ortaya çıkabilecek organ tutulumlarının önlenebilmesi ve hastanın yaşam konforunun en üst düzeyde sürdürmesini sağlamaktır. Sağlıklı bir yaşam dilerim. 103 genel sağlık Sigara – Koah denklemi KOAH’da kronik hava yolu daralması, küçük çaptaki solunum yollarında daralma ve akciğer dokusunda yıkıma bağlı olarak gelişiyor. Kronik yangı küçük çaplı solunum yollarındaki yapısal değişikliklere neden oluyor. Tüm bu değişiklikler, hava yollarının nefes verme sırasında açık kalmasını engelliyor. Oluşan bu hava akım kısıtlanması; ucuz, basit, tekrarlanabilir ve uygulanması kolay bir test olan spirometri ile kolaylıkla ölçülebilir. KOAH’dan sorumlu temel risk faktörleri ise şunlar; tütün dumanı maruziyeti (Aktif veya pasif), mesleki tozlar ve kimyasallar ile iç ortam kirliliği (tezek, odun, diğer organik yakıtlar). Kırk yaş üzeri bir olguda bu bulgulardan herhangi birinin varlığında KOAH düşünülmeli ve spirometrik inceleme yapılmalıdır. Bu bulgular tek başına tanısal olmamakla beraber, birden fazla bulgunun bir arada olması KOAH olasılığını arttırır. Kesin tanı için mutlaka spirometri yapılmalıdır. 104 KOAH’lı hastalar genellikle nefes darlığı, öksürük ve balgamdan yakınırlar. KOAH, tüm dünya ülkelerinde önemli bir sakatlık ve ölüm nedeni... Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ne göre KOAH, dünyada en yaygın görülen 4. ölüm nedeni ve her yıl 2.7 milyon kişinin ölümüne neden oluyor. 2004 yılında yayınlanan Sağlık Bakanlığı “Ulusal Hastalık Yükü (UHY)” çalışmasına göre, KOAH Türkiye’de 3. ölüm nedeni ve 2010 yılında 40 bin ölüme neden olması bekleniyor. 2009 yılında kapalı alanlarda sigara içimini yasaklayan 4207 sayılı yasanın uygulamaya girmesi KOAH yükünü azaltmada önemli bir gelişme oldu. Hastalık yeterince bilinmiyor, tanı almıyor ve tedavi edilmiyor. Sigara: Sigara bilinen en önemli KOAH nedeni. Genel anlamda sigara içenlerde KOAH gelişme riski %20 civarında olup, yaşla birlikte bu oranda belirgin artış görülüyor. KOAH’lı hastaların birçoğunda eşlik eden başka risk etkenleri de olmakla Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), tam olarak geri dönüşümlü olmayan ilerleyici hava akımı kısıtlanması ile karakterize bir hastalık... Bu hastalık zararlı gaz ve partiküllere, özellikle sigara dumanına karşı oluşan, iltihabi bir süreç sonucu gelişiyor. Bu iltihabi süreç yalnızca akciğerlerle sınırlı kalmıyor ve vücuttaki diğer organları da etkiliyor. birlikte, olguların %70-80’inden ön planda sigaranın sorumlu olduğu düşünülüyor. KOAH gelişiminde; sigaraya başlama yaşı, sigara içme süresi ve günlük içilen Doç. Dr. Tekin Yıldız sigara sayısı gibi Medical Park Bursa etkenler önemli. KOAH gelişiminin önlenmesindeki en önemli hedef ise, sigara içme oranlarının düşürülmesi... Pasif olarak sigara dumanına maruziyetin de KOAH gelişme riskini, hiç sigara dumanına maruz kalmamış kişilere oranla belirgin olarak arttırdığı biliniyor. KOAH tedavisinde dört temel yaklaşım şu şekilde sıralanabilir: hasta eğitimi, risk etkenlerinin azaltılması, stabil KOAH tedavisi ve alevlenmelerin tedavisi... Sağlık dolu bir yaşam dileğiyle... 105 sağlıklı düşünce Ecz. A.Tunca Toker Toker Sağlık Grubu Varis üzerine... “Varis, her hastalık gibi ciddiyetle ve bilimsel metotlarla tedavi edilmesi gereken bir damar hastalığıdır. Varisleri ile birlikte yaşamaya çalışan ve bu duruma alışan insanların en büyük dezavantajı zaman geçtikçe daha zor bir tedavi şekline ihtiyaç duymalarıdır.” YAZ DÖNEMİ GELDİ ve akıllarda yine aynı sorun belirdi; varisler... Evinize daha güzel bacaklarla dönmenin yollarını ve varis tedavisinde kullanılan yöntemler hakkında merak edilenleri sizin için, Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. M. Okan Özdemir’e sorduk. Varis ve venöz yetersizlik denildiğinde ilk akla gelen isimlerden bir tanesisiniz. Özellikle bu alanda çalışmanızın nedeni nedir? Varis toplumda en yaygın olarak bulunan, hasta tarafından en kolay tanımlanabilen ancak hekime müracaat edilmesinde çoğunlukla geç kalınan bir hastalık. Uzmanlık eğitimine başladığım yıllarda kalp cerrahisi hızla gelişiyor ve hekimler bu alanda yoğun çaba gösteriyordu. Birçok varis hastası ise kalp hastalarının tedavi ve ameliyat 106 edildiği kliniklerde yoğunluktan dolayı önemsenmediklerini düşünüyorlardı, mutsuzlardı. Özellikle bu konunun önemsenmediğini, bu nedenle de ciddi hastalıklarla sonuçlandığını görmüş olmak varis konusunda daha da yoğunlaşmama yol açtı. Toplumda varis hastalığının çaresinin olmadığı şeklindeki yanlış inanışın yaygınlaşması sonucunda bu konu ile ilgili tedavi çabalarının tek başına yeterli olmadığını, toplumun her kesiminin varis ve venöz yetersizlik hastalığı ile ilgili olarak bilinçlendirilmesinin de işimin önemli bir parçası olduğunun bilinci ile tercihimi bu yönde kullandım. Özellikle varisler konusunda toplumda yerleşmiş olan önyargıları ortadan kaldırmak, kişileri doğru bilgilendirmek için göstermek zorunda olduğumuz çaba tedavinin kendisinden çok daha fazla emek ve zaman gerektiriyor. Hastalarınıza hizmet sunarken neler hissediyorsunuz? Hastalarıma uyguladığım cerrahi ve estetik yöntemlerin hemen sonrasında onların yıllardır taşımak zorunda kaldıkları varislerinden, ağrılarından, bacaklarındaki estetik kaygı yaratan görüntülerden, kılcal varislerinden kurtulmalarını görmek, yüzlerindeki sevinç ifadesine şahit olmak bir hekim, bir cerrah olarak benim için önemli bir gurur ve mutluluk kaynağı oluyor. Bunca yıllık bilgi ve tecrübe birikimimi doğru bir şekilde kullandığımı, eğitimimde çok emeği geçen ailemi ve saygıdeğer hocalarımı mahçup etmediğimi düşünüyorum. Varis ve venöz yetersizlik tam olarak nedir? Varis kanı akciğer ve kalbe geri taşıyan toplardamarların ilerleyici bir şekilde genişlemesine, kıvrımlı bir hale gelmesine verilen isim. Yaptığı ağrı ve kramplar dışında rahatsız edici görüntüsü nedeniyle de mutsuzluk kaynağı. Venöz yetersizlik toplardamarların içindeki kapakçık bozukluğu ve basınç yükselmesi ile başlayan bir hastalık ve çoğunlukla cilt üzerindeki görünümü kılcal varisler ve ince kıvrımlı mor, kırmızı damarlar şeklinde. Varislerin ilk görüldüğü anda hekime estetik kaygılarla müracaat eden hastalarda bile derin toplardamarlarda “venöz yetersizlik” adı verilen hastalık başlamış olabilir. İlk muayene sonucunda venöz yetersizlikten şüphelendiğimiz durumlarda venöz doppler ultrason tetkikini yaptırmak ve tedavi planını buna göre geliştirmek gerekir. Varis tedavisinde güncel yaklaşımlar nelerdir? Varis, her hastalık gibi ciddiyetle ve bilimsel metotlarla tedavi edilmesi gereken bir damar hastalığı. Varisleri ile birlikte yaşamaya çalışan ve bu duruma alışan insanların en büyük dezavantajı zaman geçtikçe daha zor bir tedavi şekline ihtiyaç duymaları... Hastaların varis tedavisindeki ihmallerinin genel nedeni hepsinin ameliyat gerektirebileceğini düşünerek hekime müracaat etmemeleri... Çoğu hastamız ailesi ve çevresinin etkisinde kalarak varisleri nedeniyle bir hekime danışmaktan çekiniyor hatta utanıyor. Bazı hastalar ise varisleri tedavisi olmayan, ömür boyu katlanılması gereken bir hastalık olarak kabul ettiklerinden bu sıkıntılara katlanmaya razı oluyor. Ancak günümüzün teknolojik gelişimleri yoluyla erken müdahaleler yoluyla her türlü varis kontrol altına alınabiliyor. Kılcal varislerde skleroterapi daha yaygın bilinen adıyla köpük tedavisi ve radyofrekans esaslı cihaz uygulamaları erken müdahale olanakları yaratır. İlerleyen yıllar içinde oluşabilecek sağlık problemlerini engeller. Varis erken tedavi edildiğinde yaşam konforu devam eder. Skleroterapi nasıl bir uygulamadır? Nerede yapılabilir? Genellikle genetik olarak kılcal varislerle erken tanışan genç kızlarımızda ve doğum sonrasında kadınlarda kalıcı hale gelen varislerde anında sonuç veren bir yöntemdir. 20 yılı aşkın bir süredir uygulamakta olduğum skleroterapi yönteminde varislerin içine çok ince iğneler ile dondurucu özellikli bir sıvı veya köpük verilir. Damar içinde gelişen reaksiyon sonucu varisler kaybolur. 1mm.’den 4mm.’ye kadar olan varislerin tedavisinde en etkili sonuçları veren, cerrahi girişim gerektirmeyen bir işlemdir. Estetik olarak hiçbir iz bırakmadan iyileşmesi önemli bir avantajıdır. İleri yıllarda genişleyerek ve yayılarak ameliyat gerektirebilecek varislere uygulandığında koruyucu ve engelleyicidir. Telenjiektazi denilen küçük çaplı örümcek ağı şeklinde görülen varislere damar çapı ve yaygınlığına bağlı olarak seanslar halinde uygulanır. Muayenehane şartlarında yaptığımız bu uygulama sonrasında herhangi bir istirahata gerek duyulmadan kişi günlük yaşantısına geri döner. Skleroterapi sonrası bacağa elastik bandaj uygulanır ve hasta müdahale odasından yürüyerek çıkar. Tedavi sonrasındaki haftalar içinde varisli damarın kaybolması ile tamamen iyileşme olur. Herhangi bir iz bırakmadığından estetik açıdan tercih edilen iyi bir yöntemdir. Peki, Radyofrekans cihazı hangi tür varislerde uygulanır? Radyofrekans ve termokoagülasyon, en ince varislerin yok edilmesini amaçlayan bir tedavi yöntemidir. Radyofrekans dalgalarının varisli damara cihazın özel kalemi yoluyla yönlendirilmesi sonucu oluşan enerji ile varisleri ortadan kaldırır. Özellikle kadınlarda estetik olarak kaygı yaratan kırmızı - mor renkli varisler için çok uygundur. En ince varislerde uygulanan güvenilir ve yan etkisi olmayan bir tedavi yöntemidir. Bu cihaz uygulamasını da muayenehane ortamında yapıyoruz. Özelliği tüm vücutta ve her cilt tipinde uygulanabilir olmasıdır. Yüzde doğumsal nedenli damarsal lekelerde de kullanılabilir. Telenjiektazik ve ince retiküler venler anında kaybolur. Radyofrekans cihaz uygulaması sonrası nasıl bir süreçtir? Genellikle hastalarımız iş çıkışlarında gelip bu işlemleri yaptırıp evlerine dönüyorlar. Bu işlem sonrasında bandaj gerekmiyor, ağrı olmuyor, kişi normal yaşamına devam edebiliyor. Hızlı bir tedavi yöntemi olup kendisi beyan etmediği müddetçe kimse böyle bir işlemi yaptırdığını anlayamaz bile. Her seans yaklaşık 45 dakika sürer. Bir seans termokoagülasyon kalemi ile yapılan 400 enerji atımına karşılık gelir. Seansta toplam 40 ila 70 cm uzunluğunda ince varis temizlenebilir. Seanslar arasında 1 hafta süre olması yeterlidir. Pigmentasyon (renk değişikliği) ve yanık görülme olasılığı yoktur, yaz ayları da dahil olmak üzere yılın tüm zamanlarında uygulanabilir. Lazer cihazlarına üstünlüğü de bu özellikleridir. Varisler tedavi edilmezse neler olabilir? En önemli sonuçları damar içinde pıhtı oluşması, bu pıhtının akciğere gitmesidir. Uzun süren hareketsizlik, gebelik, büyük ameliyat geçirmiş olmak, 40 yaş üstünde olmak, önceden tromboemboli geçirmiş olmak, susuz kalmak ve obezite gibi nedenler pıhtı ihtimalini arttırır. Uzun süren hareketsizlik başlığı içine uzun süren yolculukları öncelikle katmalıyız. 4 saatten fazla uçak yolculuğu, araba, tren ve otobüs yolculukları riskli sayılır. 4 saatten fazla yolculuk yapanlarda yolculuk sırasında veya sonraki 4 hafta içinde derin ven trombozu adı verilen pıhtı olasılığı çok yükselir. Ayrıca uzun süren perforan ve yetersizliği sonucunda bacaklarda kapanmayan yaralar oluşabilir. Varis tedavisinde basit kural şudur: “Varis ne kadar yeni ise tedavi o kadar başarılıdır.” 107 açı Op. Dr. Melih Kurt Retina Göz Merkezi Korneanın incelmesi ya da bombeleşmesi Keratokonus, halk arasında çok bilinmese de çok büyük önem arz eden bir rahatsızlık... Bu rahatsızlık korneanın inflamatuar olmayan incelmesi ve öne doğru bombeleşmesi ile oluşuyor. Bombeleşme sonucunda ise korneal yüzeyde düzensizleşme ve buna bağlıda düzensiz astigmatizma gelişiyor. KERATOKONUS YAŞAYAN KİŞİLERİN kliniklere başvurma nedeni, genellikle kısa sürede giderek artan göz numaraları ve buna bağlı bulanık görme şikayetleri olur. İnsanlar göz hekimlerine sık sık mevcut gözlüklerinden yeterince fayda sağlayamadıkları şikayetiyle başvururlar. Keratokonus her iki gözü tutmasına karşın bu tutulum asimetriktir. Belirtiler genellikle 1625 yaşları arasında başlar. Erkek ve kadında görülme sıklığı eşittir. Nadiren ailevi yatkınlık vardır. Atopik dermatit, bağ dokusu hastalıkları, tavuk karası, down sendromlu hastalarda daha sık görülür. Tanısı ise biyomikroskobik olarak konulur. Tanıyı kesinleştirecek ya da çok erken dönemdeki keratokonus vakalarına tanı koyacak ek yöntemler keratometrik, korneal topografik 108 ve pakimetrik ölçümlerdir. Korneal topografi kornea yüzeyinin eğrilik haritasını en doğru şekilde veren ölçüm yöntemidir. Tanı sonrasında hastalığın şiddetine göre morfolojik ya da keratometrik sınıflama yapılır. Sınıflama hastalığın ilerleyişinin takibi ve uygulanacak tedavinin saptanmasında da yol göstericidir. Tedavide öncelikle başlangıç ya da orta seviyedeki hastalarda gözlük ve / veya sert kontakt lenslerle görme rehabilitasyonu sağlanmaya çalışılır. Sert kontakt lens uygulaması tecrübeli bir hekim ve sabırlı bir hasta birlikteliğinde gayet tatmin edici sonuçlar verecektir. Sert lenslerin uygulanamadığı erken ve orta seviye keratokonuslarda yakın dönemde uygulanmaya başlanmış "cross-linking " adıyla anılan korneal yüzeye özel bir ilaç uygulamasından sonra lazer yapılarak kornea yapısındaki bağ dokusunun sertleşmesi sağlanarak hastalığın ilerlemesi durdurulabilir. Çok merkezli, uzun süreli ve çok vakalı bilimsel yayınlar olmamasına rağmen bu uygulamanın erken dönem sonuçları umut vericidir. Kornea yüzey eğriliğinin daha da arttığı ve sert kontakt lenslerden yeterince fayda sağlanamadığı durumlarda ise "corneal-ring" denilen kornea mid-perifer kısmına açılan tünellere PMMA materyalden yapılmış halkalar konularak kornea merkezindeki bombelik azaltılabilir. Bu uygulamayla görme keskinlikleri artırılabilir. Korneanın çok inceldiği ve dikliğinin arttığı ileri dönem olgularda ise kornea nakli yapılır. Sağlıkla kalın. 109 kadın sağlığı Kadınların kabusu meme kanseri İstatistiklere göre her sekiz kadından biri meme kanseri ile yaşamının bir evresinde mutlaka karşılaşıyor. Meme kanseri gençlerde fazla sık görülmezken, görülme sıklığı 40 yaşından sonra yaşla birlikte artıyor. MEME KANSERİ günümüzde tedavisi mümkün kanserler arasında. Burada önemli olan meme kanserini erken evrede yani henüz memedeyken, başka organlara yayılmadan teşhis etmekten geçiyor. Erken evredeki muayene ve 40 yaşından sonraki düzenli doktor kontrolleri meme kanserini teşhis etmenin en önemli yolları arasında. Ayrıca meme kanserini çoğunlukla hasta kendi kendine teşhis ediyor. Görülen vakaların büyük bir bölümünü, eline kitle geldiği için doktora başvuran kadınlar oluşturuyor. Bazı kadınların göğüs kanserine yakalanma riski ise diğerlerine göre çok daha fazla… Bunları şu şekilde özetleyebiliriz: “anne, kızkardeş ve teyze başta olmak üzere yakın akrabasında meme kanseri olanlar; hiç doğum yapmamış kadınlar; geç doğum yapmış (35 yaş üstü) kadınlar; hiç emzirmemiş kadınlar; erken adet görmeye başlayan ya da geç menopoza giren kadınlar; uzun süreli hormon tedavisi (doğum kontrolü, menopoz tedavisi) görenler; aşırı kilolu kadınlar; alkol ve / veya sigara kullananlar; hareketsizlik içerisinde olanlar; rahim, yumurtalık ya da kalın barsak kanseri olanlar ve radyasyona maruz kalanlar” Bu kişilerde rutin kontrollere daha erken yaşlarda başlamak gerekir ve hastanın riskine ve meme bulgularına göre özel bir takip programı oluşturulması gerekir. Meme kanseri teşhisinde altın üçlü ise meme muayenesi, mamografi ve bunları takip eden biyopsi… 110 En sık görülen belirti memede ele kitle gelmesi ve çoğunlukla hastanın bunu fark etmesi… Meme kanseri erken evrede yani henüz memede sınırlıyken teşhis edilirse tedavisi mümkün bir hastalık. Günümüzde meme kanserinin birinci tedavi yöntemi cerrahi yani kanserli dokunun vücuttan uzaklaştırılması işlemi. Diğer birçok kanser türünde olduğu gibi meme kanseri ile beslenme arasında önemli bir ilişki söz konusu. Kanser hastalığı üzerine araştırma yapan uzmanlar bazı besinlerin içerdikleri maddelerin kanser riskini arttırdığını belirtiyor. Bu besinler şu başlıklar altında toplanabilir: “yağlı tüm hayvansal besinler; yağlı şarküteri ürünleri; tereyağı; kızarmış besinler; tütsülenmiş besinler; tuzlanmış veya salamura yapılmış besinler ve doğrudan ateşte pişirilmiş etler…” Bu besinlerin tüketimleri mutlaka sınırlandırılmalı ve bazı önlemler alınarak tüketimi sağlanmalıdır. Örneklerle yol haritaları çıkartmak gerekirse bazı önlemler almak mümkün: * Bahsettiğim bu besinlerden tüketecekseniz mutlaka yanında C vitamini kaynağı olan sebze veya meyvelerden bol miktarda tüketin. * Yıllardır yapılan araştırmalar ile bazı besinlerin kanser riskini azaltıcı etki yaratabildiği biliniyor. Bu araştırmalara göre kanser riskini azaltıcı besinlerin başında meyve, sebze, kuru baklagiller ve tam tahıl ürünleri geliyor. Op. Dr. Servet Yetgin Esentepe Tıp Merkezi * Yapılan birçok çalışmada orta düzeyde egzersiz yapan kadınların meme kanseri olma riskinin azaldığı vurgulanıyor. Fiziksel olarak etkin bir yaşam kansere karşı koruyucu olarak biliniyor. Egzersiz sırasında salgılanan endorfin hormonu sayesinde psikolojik olarak da mutlu olmak mümkün. * Vücut ağırlığınızı ideal seviyede tutmayı hedefleyin. * Sebze ve meyve tüketiminizi yüksek seviyede tutun, günde 5 kez meyve ve sebze tüketmeyi hedefleyin. * Yağ alımınızı sınırlamayı deneyin. Günlük aldığınız enerjinin % 2025 kadarının yağdan gelmesini sağlayın. (Sağlıklı yetişkin bireyler için bu değer % 30’a kadar çıkabilir.) Yediğiniz besinleri yağ içeriklerine göre ayarladığınızda tükettiğiniz yağ miktarını da azaltmış olursunuz. * Omega 3 yağ asitlerinden zengin besinleri beslenme planınıza ekleyin. Trans yağ asitlerinden mutlaka uzak durun. * Kırmızı et tüketiminizi haftada 12 kez olacak şekilde sınırlandırın. Tütsülenmiş, yanmış besinleri tüketmekten kaçının. * İyi beslenmeyi sağlayın, kendinizi mümkün olduğunca stresten uzak tutun ve sağlığınızı koruyun. Sağlıkla kalın... 111 kalp sağlığı “Kalp damarı tıkanıklığı sadece erkeklerin hastalığı değil” Uz. Dr. Z. Afşin Çulhaoğlu Ç. Kalp ve Aritmi Hast. Kalp damarlarının tıkanması olarak bilinen koroner aterosklerozun sadece erkeklerin hastalığı sanıldığı yıllar çok gerilerde kaldı. Koroner ateroskleroz artık kadınlarda da hiç de azımsanmayacak oranlarda görülmeye başladı. Kadınlar özellikle menopoz sonrası, erkeklerden daha hızlı ilerleyebilen, kalp ve damar hastalığı problemleri ile karşı karşıyalar... KORONER ARTER HASTALIĞI uzun yıllardır erkek hastalığı sanılırken, bugün altmış yaş üzeri kadın ve erkeklerde risk hemen hemen eşitlendi. Bunun en önemli nedeni ise; hızlı kilo artışı ve hareketsiz yaşam. Yaşlandıkça azalan östrojen düzeyine bağlı olarak menopozda; koroner arter hastalığı için risk etkeni olan LDL kolesterol düzeyi artar. Bu da kadınlarda kalp hastalıkları ve inmeye karşı olan eğilimi iyice yükseltir. Hatta öyle ki ilk kalp krizinden sonra kadınlarda ölüm riskinin erkeklere göre yüzde 70 daha fazla görüldüğünü gösteren çalışmalar bulunuyor. Yine yetmiş yaş üzerindeki kadınların neredeyse yüzde 80’inde görülen hipertansiyon ve diyabet de kadınlardaki koroner arter hastalığı riskini artıran etkenlerdendir. Türk toplumunda kadınlarda kilo, sigara alışkanlığı ve hipertansiyon oldukça yüksek orandadır. Obezite de kadın sağlığı için önemli bir tehdit. Obezitenin en önemli göstergelerinden biri olan bel çevresi genişliği kadınlarda kırklı yaşlarda artarken, altmışlı yaşlarda da en yüksek değerine ulaşır. Tedavide yaşam tarzı değişiklikleri ve beslenme alışkanlıkları 112 çok önemlidir. Kadınlarda aşırı kilo sorununun menopozla belirginleştiği düşünüldüğünde, menopoz öncesi dönemde kadınlar için düzenli egzersiz yapma, düşük kalorili beslenme ve sigaradan uzak durma gibi koruyucu yaşam tarzı alışkanlıkları önem kazanır. İnsanlar göğüs ağrılarında ilk olarak kalpten şüphelenir. Ancak her göğüs ağrısı kalple ilişkili değildir. Göğüs kafesi içindeki kalp harici organlardan veya komşu bölgelerden kaynaklanan mide, safra kesesi gibi karın içi organlardan kaynaklanan ağrılar; kas ağrıları, reflü, yemek borusu şikayetleri ve boyun fıtığı gibi ağrılar da göğüs ağrılarına neden olup kalpten kaynaklananlara benzer ağrılar yapabilir. Türkiye’de göğüs ağrıları sonucu hastanelere başvuru sayısının çok fazla olmasına rağmen başvuruların sadece yüzde 15-20’si gerçekten kalp ile ilgili şikayetlerdir. Göğüsün ön bölgesinde, kişinin yerini tam olarak gösteremediği, sıkıştırıcı ya da baskı yapan, sırta, kollara (özellikle de sol kol iç kısmına) ve çene altına yayılan 20 dakikadan fazla süren, ağrı kesicilere cevap vermeyen fakat dil altı damar genişletici haplar ile rahatlayan veya şiddeti azalan bir ağrı olduğunda dikkate alınması ve hemen en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması gerekir. Koroner arter hastalığı için bir takım riskli gruplar vardır. Erkek veya kadın 45 yaşını geçmiş, ailesinde kalp hastalığı olanlar, şeker, yüksek tansiyon, yüksek kolesterolü bulunanlar ve sigara içenlerin göğüste oluşabilecek ağrılara karşı dikkat etmesi gerekir. Koroner arter hastalığında önemli olan, hastanın kalp krizi geçirmesinin önlenmesi ve hayatta kalmasının sağlanmasıdır. Bu yüzden doktora müracaat zamanı çok önemlidir. Hasta hastaneye yeter ki kriz oluşmadan gelsin, en kritik damar darlıkları bile kolayca açılabilir. Fakat krizden sonra açılan damarlarda sonuç çok iyi olsa da, kalpte bir kısım fonksiyon kayıpları yaşanabilir. Risk grubunda olanlar; hayat tarzını bir miktar değiştirerek; sigarayı bırakma, haftada iki veya üç kez yarım saat tempolu yürüyüş, az yağlı beslenme, kırmızı etten bir miktar uzaklaşma gibi basit bir takım tedbirlerle bu hastalıktan yüksek oranda korunabilirler. 113 keyfi yerinde M. Melih Karaer Üzümde güneşin yansımaları Tabiatın en savaşçı, en hırçın bitkilerinin başında gelir asma... Hayatı uğruna önüne gelen engelleri savaşarak aşan ve yaşamını sürdüren asma, suya ihtiyacı sayesinde köklerini toprağın 9-10 metre derinlere kadar gönderir. Ve ona hayat bahşeden güneş, ihtiyaç duyduğu toprak ve su kadar elzemdir onun için. Öyle ya, fotosentez yapacak ve en güzel meyvelerini verecektir daha... GÜNEŞLE KAVUŞMASI bir aşktır asmanın. Meyvelerini bu aşk olgunlaştırır. Onlara tadını verir. Bu aşkın tadı, bizler aşkımızı kadehlerde paylaşırken, şaraplarımıza yansır. Asmanın meyvesi üzüm salkımı, dalında güneşle olgunlaşır ve şekerlenir. Bu şeker, üzüm sıkılıp şaraba doğru yolculuğu başladığında, alkole ve dillerdeki tada dönüşür. Ne kadar çok güneş, o kadar çok alkol ve tatlılık demektir... Anadolu, üzümün bu aşkı doyasıya 114 yaşayabildiği nadir yerlerden. Tarihte de günümüzde de üzüm yetiştiriciliğinin altında yatan önemli nedenlerden birisi bu işte. Topraklarımız çok uygun. Kireç, mineraller, her şey var. Diğer doğal koşullar; ihtiyaç duyulan kadar su, gece gündüz ısı farkının mükemmelliği... Geriye sadece güneşli gün sayısı kalıyor. İşte bu can alıcı gereklilik de tamam. Deymeyin gitsin asmanın, üzümün keyfine. Dünyanın en önemli 5 üzüm üreticisinden birisi olan ülkemiz, sadece tatlı sofralık üzüm yetiştirip onları çok ucuz fiyatlara kurutulmuş olarak satmaktansa, katma değeri çok daha yüksek “şarap” olarak ihraç etmek için herşeye sahip... Oysa, güneş eksikliği nedeniyle pek çok ülkede şarap üreticileri, tabiatın o ülkelere bahşetmediği eksikliği gidermek üzere neler neler yapıyorlar... Şaraplarına dışardan alkol, şeker ekleyip, doğal olmayan yöntemlerle şaraplar üretiyorlar. Biraz daha güneş görebilsinler diye üzümleri geç hasat ediyorlar hatta kararıncaya ya da donuncaya kadar bekletiyorlar. Bu şekilde kesip işliyorlar. Üstelik bu ürünlerle şöhret yakalayıp aranılır hale geliyorlar. Yaptıkları ihracatlarla ülkelerine çok önemli döviz girdileri sağlıyorlar. İşte Portekiz’in fortifiye (sonradan katlı yapılan), yüksek alkollü tatlı şarapları, Almanların “ice wine”ları, Macarların “Tokai” şarapları, Fransızların geç hasat ve asil küfle çok kısıtlı üretim yapabildikleri “Sauternes” şarapları... Her şeyin dört dörtlük ve doğal olduğu ülkemiz şarap üretimini nasıl ıskalıyor görüyorsunuz. Yazık ki; toprak harika, güneş mükemmel, herşey tamam da ne eksik? Tarihimiz de ortada, daha 100 yıl öncesine kadar bugün üretilen şarabın 5-6 mislini Osmanlı ihraç etmiyor muydu? Bu duruma üzülmemek elde değil... Biraz tüyo verebilirim. Blush’larda İtalyan Lamberti, hafif tatlı yapısıyla harika. Keza Cielo Blush çok hoş. Bu şaraplar Pinot Grigio üzümlerinden yapılmıştır. Şeftali, egzotik meyveler, mango ve narenciye kokularıyla bezenmiş zarif içimli şaraplardır, fiyatları da çok makuldür. Amerika’dan ise Beringer White Zinfandel’i önerebilirim. Ülkemizden de Blush ve Roze önerilerim şöyle; başta Kavaklıdere Egeo Roze, Doluca Verona Blush ve Butik Harem Sultan Roze olmak üzere, Karga Blush, Sevilen R güzel örnekler... Geçmişte kırmızı şaraplardan daha fazla tercih edilen beyazlara gelince; beni bu sene Fransız Chablis şarapları çok etkiliyor. Geçmişte deniz olan Bougoigne bölgesinin Chardonnay üzümlerinden yapılan inanılmaz deniz kabukluları kokularıyla bezenmiş bu çok kaliteli beyazları yine deniz mahsulleri yemekleriyle eşleşmek üzere tercih edebilirsiniz. Birkaç örnek vermek gerekirse; Pascal Bouchard Petit Chablis 2009, hem çok keyifli, hem de fiyat - kalite dengesi doğru bir şarap. Ama özel bir Chablis derseniz, Domaine William Fevre 1er Cru Vaillons 2007 ya da 2008 harika... Bizden örnek beyaz şarap vermek gerekirse; Kavaklıdere Narince, Egeo Sauvignon Blanc ve Sarafin beyazları önerebileceklerim. Bırakalım karamsarlığı ve önümüzdeki güzellikleri yakalayalım. Bu yıl da her yıl olduğu gibi yaz aylarının ışıltılı şarapları; blush, roze ve beyaz şaraplar bizleri bekliyor. Amerika’da yakın tarihte White Zinfandel ile yani kırmzı üzümden beyaz şarap üretmekle başlayıp, İtalyanlarla çok popüler hale gelmiş olan ve ülkemizdede şarap üreticilerinin başarıyla uyguladıkları blush, roze ve beyazlar bu yazın yine favorileri... Akşamüstü, gün batımıyla birlikte Blush ya da Roze şarabı; yemeğimizde beyaz etlerle birlikte beyaz şarapları keyifle yudumlayacağız. Keyifte ve afiyetle kalın... 115 bursa mutfağı M. Ömür Akkor Mutfak Araştırmacısı 550 yıllık serüven Bursa havyarı “BURSA’YA yarım günlük mesafedeki bir kasabaya (Aksu’ya) girdik. Burada et ve bağbozumu zamanındaki tazeliğini bir yıl muhafaza eden üzümler bulduk. Bu kasabada ayrıca manda sütünden yapılmış çok güzel ve lezzetli bir krema bulduk; buna “kaymak” diyorlardı; O akşam Türkler bana çok pişmiş olmayan, yarı yarıya pişmiş denebilecek ızgara et yedirdiler; bunlar parça parça şişe geçirilerek ızgarada pişiriliyordu…’ “Yaklaşık 1000 yıl önce, Kaşgarlı Mahmud’un Türkçe sözlüğü Divan-ü Lügat-it Türk’te “eti şişe taktı” şeklinde kayıt bulunması, bu kültürün Türk toplumunda çok eskiye dayandığının bir kanıtıdır.” “500 yıl öncesine ait diğer bir kayda göre şiş kebap 112.5 dirhem yani 360 gram gelmekteydi.” Broquiere’in değindiği ilginç nokta, zeytinyağlı havyarı ilk yediği memleketin 1400’lü yılların Bursa’sı olması. Aynen şöyle diyor; “Zeytinyağlı havyarı ilk kez yediğim yer burasıydı. Eğer yiyecek başka bir şey yoksa bu anlaşılabilir bir durum, fakat bu yemeği sadece Rumlar sever… ” Yıllar önce sıcak bir yaz günü, İstanbul Beyazıt Kütüphanesi’nde, Bursa Mutfağı arşiv taraması yapıyordum. Hava dışarıda çok sıcaktı ama kütüphane, yüksek tavanı ve kalın duvarları sayesinde bir o kadar serindi. İki sene önce Broguiere’nin seyahatnamesindeki yukarıdaki izlenimlerini ve son paragrafta geçen 116 1432’de ticaret kervanıyla Bursa’ya gelen Fransız seyyah Broquiere’nin izlenimleri… havyarı ilk Bursa’da yediğine dair kaydı okuduğumda şaşırmış ama bunun pek mümkün olmadığını düşünmüştüm. Bunun yanı sıra bu havyarın olsa olsa Venedik ve Ceneviz ticaret gemileri ile Mudanya limanına geldiğini, seyyahımızın da orada yediğini sanmıştım. Ta ki o sıcak gün yüzlerce kitap arasında kaybolmuşken Fazıl Yenisey’in 1951 yılında yazdığı Bursa folkloru isimli kitabında Ramazan yemekleri bölümünde, “Ramazan sofralarında havyar bulunurdu” cümlesini okuyana kadar. Anladım ki o güne kadar havyar konusunun üzerinde pek durmamıştım. 1432 ve 1951 yıllarında yazılmış bu satırlar Bursa’da geçmişte havyar yendiğine dair iki kayıt anlamına geliyor ve bence çok anlamlı... İlginç olan yaklaşık 500 sene boyunca Bursa’da havyar yendiğine dair kayıtlar varken, şehirde bunu bilen kimseye rastlamadım. Zaman zaman da bu konunun peşinde ipuçları topluyordum. Nisan ayının başında Demirli Tatlısı’nın peşine düşmek için Keramet Köyü’ne gitmiştim. Bu sırada İznik Gölü civarına yaptığım keşifte, tam mevsiminde olduğumuz için Bursa havyarının izine rastladım. Artık yemek yerine çöpe atılıyordu. Bir zamanlar kerevitler daha karlı olduğu için terk edilen sazan balıklarının yerini, son yıllarda da kerevitlerden vazgeçerek gümüş balıkları almıştı. Bu sebeple de ne sazanlarla ne de havyarlarıyla ilgilenilmiyordu artık. Sizlerle İznikli balıkçılardan aldığım ama şimdilerde kimsenin yapmadığı iki benzer tarifi paylaşmak istiyorum. Ayrıca bahsettiğim seyyahın yediği zeytinyağlı havyarın “tarama” olduğu kanaatindeyim. “Tarama”nın tarifi de aşağıda: 1. Tarif: Havyar güveç kabına konur ve tereyağı ilave edilerek fırında kısa süre pişirilir. 2. Tarif: Havyar tavada tereyağıyla yumurta gibi kızartılır. Bol ekmekler afiyetle tava ekmekle sıyrılarak yenir. TARAMA 200 gram balık yumurtası 1 bardak zeytinyağı 2 dilim ekmek içi 1 diş sarımsak 1 limon suyu Balık yumurtalarını çukur bir kaba koyup zeytinyağını ağır ağır ilave ederken bir yandan da tahta kaşıkla çırpın. (Bu işlem 15 dakika sürmeli ve hep aynı yöne karıştırmalısınız.) Tarama kıvama geldiğinde mayonez gibi beyazlaşacaktır. Bu esnada içerisine limonsuyu, 2 dilim ıslak sıkılmış ekmek içi ve sarımsağı ilave edip aynı yönde karıştırmaya devam edin. 10 dakika buzdolabında dinlendirip servis edin. Kaynakça Fazıl Yenisey, Bursa Folkloru, Bursa Vilayet Matbaası, Bursa, 1955 W. Lowry, Seyyahların Gözüyle Bursa 1326–1923, Eren Yayınları, İstanbul, 2004 Yusuf Oğuzoğlu, Kerime Üstünova, Bursa Halk Kültürü, 1. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu Bildiri Kitabı, Cilt 1, Cilt 2, Bursa, 2002 117 kestaneli lezzetler Kestaneli Apfelstrudel Hazırlanışı Tüm malzemeler karıştırılarak hamur yoğurulur. Buzdolabında 1 gün dinlendirilir. Hamur merdane ile yufka kalınlığında açılır ve bir bezin üzerine yayılır. Ayçiçek yağı fırça ile hamura sürülür ve galeta unu (1 avuç) serpilip elmalı iç malzeme koyulur. Hamur bez yardımıyla rulo şeklinde sarılır. Üzerine ayçiçek yağı sürülür ve 20 dakika 180 derece fırında pişirilir. Çıkarılıp tekrar yağlanır ve yine 20 dakika 180 derece fırında pişirilir. Sıcakken üzerine pudra şekeri serpilir ve vanilya sosu ile servis edilir. Hamur 1 su bardağı un 2 yemek kaşığı sıvı yağ 1 çay kaşığı şeker 1 çay kaşığı tuz yarım çay bardağı su Tarif: Kafkas Elmalı iç Elmalar kuşbaşı büyüklüğünde doğranır ve diğer malzemeler eklenerek karıştırılır. 10 adet elma 4 yemek kaşığı kırık kestane şekeri yarım çay bardağı şeker yarım çay bardağı üzüm 1 çay kaşığı tarçın Vanilya sosu Süt, şeker, vanilyalı puding, vanilya ve tuz bir tencereye koyulur ve karıştırılarak pişirilir. Yumurta sarısı biraz süt ilave edilerek çırpılır ve tencereye ilave edilir. Karıştırılır ve kaynatılıp ocaktan alınır. 1 litre süt 100 gram şeker 5 adet yumurta sarısı 25 gram toz vanilyalı puding 1 çay kaşığı vanilya 1 tutam tuz 118 119 ISSN: 2146 - 1457 Yerel Süreli Yayın (2 Aylık) ! N I AY ABONELİK BAŞVURU FORMU AD SOYAD : E-POSTA : TELEFON : CEP TELEFONU : ABONELİK SÜRESİ : DO U M OR F BU N FE T Ü L BAŞLANGIÇ TARİHİ AY / YIL : DERGİ TESLİM ADRESİ : M R U LD * ADRES BİLGİLERİNİ LÜTFEN BÜYÜK HARFLE VE OKUNAKLI BİR ŞEKİLDE DOLDURUNUZ. www.dergibursa.com.tr arayın, biz sizin yerinize doldururuz. 1 Senelik (6 Sayı) Adrese Teslim Abonelik: 35,00 TL ABONELİK İLETİŞİM (0224) 233 87 11 [email protected] 120 www.dergibursa.com.tr rehberbursa guidebursa OTEL / HOTEL HASTANE / HOSPITAL ÇİÇEKÇİ / FLORIST RESTORAN / RESTAURANT BAR / BAR - BISTRO PASTANE / PATISSERIE KAFE / CAFE SİNEMA / CINEMA TİYATRO / THEATRE KUAFÖR / COIFFEUR TAKSİ / TAXI MÜZE / MUSEUM KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER EĞLENCE MERKEZLERİ / ENTERTAINMENT CENTERS TURİZM & ULAŞIM / TOURISM & TRANSPORTATION S P O R S A L O N L A R I / S P ORTS HALLS KUYUMCU / JEWELLERY ÖNE ÇIKANLAR / HIGHLIGHTS “Bursa’nın yaşam rehberi” “Life guide of Bursa” 121 guidebursa RESTORAN / RESTAURANT Bakus İtalyan Restraunt & Winehouse Çekirge Meydanı T. 234 38 88 Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60 CP Steak House Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Dababa Esentepe Mah. Gürler Cad. No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00 Kadife A la Carte Almira Hotel Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T. 250 20 20 Kahve Beyaz Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 34 47 Kaşıkara Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 35 66 Kavis Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47 T. 444 40 00 Placia Restaurant Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40 Otantik Gemi Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00 Panaroma Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Tike Mudanya Cad. Bademli Kavşağı T. 549 20 75 Yazı E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı T. 548 00 28 IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS Anadolu Lezzet Dünyası E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03 Bademli Et Mangal Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu No: 307 T. 244 84 60 Çağrışan Et Mangal Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00 Çiçek Izgara Belediye Cad. Orhan Boğazı No:15 T. 221 65 26 Korupark AVM T. 241 29 88 İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00 “Life guide of Bursa” Park Izgara Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01 Hayat Lokantası Merinos Parkı T. 272 27 77 DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE / SEA FOOD & BAR Arap Şükrü Çetin Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53 Cafeman Balıkçısı Agora İş Merkezi Kulealtı Bademli T. 549 10 14 Deniz Tabağı Kuruçeşme Mah. Sakarya Cad. No:45 T. 222 19 19 Saki Rum Meyhanesi E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89 KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA Atmosfer Pide / Metin Durmaz FSM Bulvarı No: 92 T. 240 10 00 Dürümcü Bekir Usta Setbaşı T. 220 11 01 Çekirge T. 233 88 18 FSM Bulvarı T. 243 75 75 Bademli T. 549 28 28 İskender Kebap Atatürk Cad. Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76 Carrefour AVM T. 452 10 62 Korupark AVM T. 241 21 10 Kebapçı Yavuz İskender Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20 As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30 Köy Tesisleri Y.Mudanya Yolu 16. Km No144 T. 244 99 01 İskender Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90 Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15 Zafer Plaza AVM T. 221 15 33 Pidefabric FSM Bulvarı Nilüfer Hatun Cad. No:142 T. 452 89 89 Şampiyon Kokoreç Altıparmak T. 223 23 20 Uludağ Kebapçısı Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51 Kent Meydanı AVM T. 255 55 56 Zeugma Restoran Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27 2011 122 rehberbursa “Bursa’nın yaşam rehberi” HAZIR YEMEK / FAST FOOD Big Mammas FSM Bulvarı T. 247 44 55 Kükürtlü T. 236 89 91 Korupark AVM T. 241 27 50 Ertuğrulkent T. 413 38 93 Burger King T. 444 54 64 Dominos Pizza Altıparmak T. 222 90 40 Bademli T. 241 58 00 Beşevler T. 453 46 04 FSM Bulvarı T. 453 00 76 Özlüce T. 413 15 00 Çekirge T. 234 99 22 Yıldırım T. 362 60 60 Çınar Pastanesi Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49 FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98 Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76 Durak Muhallebicisi Çekirge Meydanı T. 235 08 08 İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09 Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19 Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80 Hobi Paket Büfe Altıparmak T. 221 11 63 Beşevler T. 451 11 00 İhsaniye T. 246 00 55 Özlüce T. 413 73 13 Kafkas Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99 Carrefour AVM T. 452 49 99 Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10 FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00 İzmir Yolu T. 413 22 20 Kent Meydanı AVM T. 255 67 00 Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51 As Merkez Karşısı T. 261 52 61 Davutdede Mah. Conk Sok. No:24 Yıldırım T. 360 03 30 Korupark AVM T. 241 49 29 Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25 Terminal T. 261 58 02 Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70 Kentucky Fried Chicken 444 35 55 Profiti Gazi Cad. No:12 Ataevler T. 452 10 11 Mariza Altıparmak T. 225 12 25 FSM Bulvarı T. 451 44 44 Pita Çekirge Meydanı T. 233 98 00 Mc Donald’s T. 444 62 62 Vitosto FSM Bulvarı No:4 T. 242 72 71 PASTANE / PATISSERIE Aslı Börek Carrefour T. 452 66 86 Kent Meydanı AVM T. 251 40 02 Metro Market T. 441 37 20 Geçit Evke Plaza T. 241 80 88 Osmangazi Metro T. 272 03 03 Zafer Plaza T. 223 79 79 Uludağ Ünv.T. 442 88 26 Bread House Anatolium AVM T. 261 30 27 Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07 İhsaniye Mah. FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27 Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05 Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87 Rıhtım FSM Bulvarı Kamuran Sitesi No:71 / A T. 451 24 77 Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77 Konak Mah. Beşevler Cad. No: 66 /A T. 452 66 28 Çamlıca Mah. Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00 Çekirge Meydanı T. 236 83 58 Un-Pa Çekirge Meydanı T. 236 73 65 Beşevler Mah. Bilginler Cad. Mehtap Sitesi No:32 T. 452 26 72 Beşevler Mah. Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17 Waffle Evi Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90 Waffle Abbas FSM Bulvarı Aksel 104 Sitesi No:78 T. 245 77 78 Uzay Pastanesi Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55 Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04 Saygınkent AVM T. 413 43 06 FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44 Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97 2011 123 guidebursa Sui Çukurköşk & My Kitchen Çekirge Cad. No: 114 T. 234 62 00 Öne çıkanlar / Highlights www.cafemykitchen.com Bakus İtalyan Restraunt & Winehouse Çekirge Meydanı T. 234 38 88 www.bakusrestaurant.com 124 “Life guide of Bursa” rehberbursa Picante Cumhuriyet Mah.Gazi Cad. No:51 / A T. 451 36 34 www.picante.com.tr/bursa Öne çıkanlar / Highlights “Bursa’nın yaşam rehberi” Hayal Kahvesi FSM Bulvarı No:59 T. 451 65 75 www.hayalkahvesibursa.com 125 guidebursa KAFETERYA / CAFE Cafe Crown Carrefour AVM T. 451 21 45 Kent Meydanı T. 255 30 00 Korupark AVM T. 242 06 24 Coffe and Beyond FSM Bulvarı T. 247 22 37 “Life guide of Bursa” Süksse FSM Bulvarı Aksel 104 Sit. B Blok T. 240 16 35 Şale Karagöz Cad. No:65 Kükürtlü T. 233 18 27 Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58 Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99 BAR – BİSTRO / BAR BISTRO Gönül Kahvesi As Merkez Outlet T. 261 58 78 Nostaljik Tren İstasyonu Beşevler T. 452 82 16 FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06 Angaje Lounge & Brasserie Nilpark AVM T. 246 77 44 Gren Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64 Gloria Jean’s Coffee’s Kent Meydanı AVM T. 255 05 81 Korupark AVM T. 241 37 26 Bigo FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04 Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78 Bongo Bar Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34 İncir Cafe Kordon Boyu Mudanya T. 544 06 05 Benzin FSM Bulvarı No:57 T. 452 26 96 Kahve Dünyası Korupark AVM T. 241 23 45 Zafer Plaza AVM T. 225 29 29 Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74 Kahve Mania FSM Bulvarı No:116 T. 245 02 22 Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30 Neşve FSM Bulvarı No: 139/ 8 T. 243 06 63 Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04 Saklıbahçe 1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59 Siesta Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05 Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01 Starbucks Carrefour AVM T. 453 20 76 Kent Meydanı T. 255 37 39 Korupark AVM T. 241 27 60 Kükürtlü T. 233 39 55 Zafer Plaza AVM T. 220 00 46 Cha Cha Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Kulüp Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78 Duetto FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16 Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70 Festina FSM Bulvarı T. 249 19 49 Hayal Kahvesi FSM Bulvarı No:59 T. 451 65 75 Highout Oulu Cad. Oylum Carşısı T. 233 00 60 Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90 Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54 2011 126 rehberbursa “Bursa’nın yaşam rehberi” K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22 Teras Carrefour AVM Yanı Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09 Kat 3 Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Kent Meydanı AVM T. 255 55 22 Veni Vidi Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99 Wamtes Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22 Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86 ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER Kırmızı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53 T. 452 97 07 Anatolium Yeni Yalova Yolu Cad. No.487 T. 261 12 22 Kios Bar Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40 As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu 8.Km T. 261 51 51 Carrefour İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı T. 219 73 00 Klan FSM Bulvarı / Bademli T. 247 63 23 Kent Meydanı Santral Garaj Mah. T. 255 43 63 Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07 Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35 Krema Jazz Club Mudanya Cad. Bademli Kavşağı Tike Restoran T. 549 20 75 La Luz Korupark AVM T. 243 93 98 Mox Lounge FSM Bulvarı T. 240 22 42 My Kitchen Çekirge Cad. No: 114 T. 234 62 00 Leman Kültür AVP Tiyatro Aralığı Heykel T. 224 44 54 Malt Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 People Agora İş Merkezi Arkası Bademli T. 549 04 43 Picante Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34 Resimli Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 88 15 Şey Pub Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25 Shakespeare Bistro Korupark AVM T. 241 29 59 Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01 Özdilek Yeni Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00 Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. No.181 T.225 39 00 SİNEMA / CINEMA Korupark Cinetech T. 242 93 83 Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88 Setbaşı Prestige T. 221 48 06 Kent Meydanı T. 255 30 84 As Merkez Avşar T. 261 57 67 Akpınar K. M. T. 243 73 43 Altıparmak Burç T. 221 23 50 AFM Carrefour T. 452 83 00 Cinemoda Barış Manço K.M. T. 366 08 36 TAKSİ / TAXI Altıparmak T. 222 16 44 Almira T. 252 86 38 Ataevler T. 441 88 00 Bademli T. 549 24 90 Beşevler T. 451 28 28 Çekirge T. 236 71 04 Çelik Palas T. 233 27 79 Dallas T. 233 81 22 Doğumevi T. 236 67 06 İhsaniye T. 247 47 33 Kükürtlü T. 235 12 96 Nilüfer T. 245 05 98 Setbaşı T. 328 90 91 Uludağ T. 222 35 14 2011 127 guidebursa Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35 Öne çıkanlar / Highlights www.korupark.com.tr Medical Park Bursa Haşim İşcan Cad. Fomara Meydanı T. 444 44 84 www.medicalpark.com.tr 128 “Life guide of Bursa” rehberbursa Çelik Palas ***** Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 www.celikpalas.com Çekirge Kalp ve Aritmi Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00 Öne çıkanlar / Highlights “Bursa’nın yaşam rehberi” wwww.cekirgekalp.com 129 guidebursa OTEL / HOTEL Adapalas *** 1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90 Artıç *** Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05 “Life guide of Bursa” Marigold ***** 1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00 Otantik Club (Butik) Botanik Parkı T. 211 32 80 Otantik Gemi (Butik) Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34 Almira ***** Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20 HASTANELER / HOSPITALS Anatolia **** Çekirge Meydanı T. 233 94 00 Baia **** Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı T. 275 45 00 Beceren (Butik) Botanik Parkı T. 211 52 60 Boyugüzel (Butik) Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99 Büyükyıldız **** Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90 Central *** Uluabatlı Hasan Bulvarı No:55 T. 273 55 00 Çelik Palas ***** Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Divan **** Kükürtlü Mah. Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07 Gönlüferah **** 1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10 Holiday Inn **** Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü T. 442 85 40 İbis Hotel ** Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00 Kervansaray *** Fomara Meydanı T. 220 00 00 Kervansaray Termal ***** Çekirge Meydanı T. 233 93 00 Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00 Kitapevi (Butik) Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60 Kent *** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20 Acıbadem FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44 Bursa Anadolu İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09 Bursa Göz Merkezi Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69 Bursa Vatan Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40 Çekirge Kalp ve Aritmi Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00 Dentatürk Diş FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00 Doruk Tıp Zübeyde Hanım Cad. No.5 T. 444 04 53 Esentepe Tıp Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46 Jimer Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67 Konur Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40 Medical Park Bursa Haşim İşcan Cad. Fomara Meydanı T. 444 44 84 Medicabil Mudanya Yolu Küre Sok. No.1 Fethiye T. 444 81 12 Osmangazi Tıp Merkezi Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05 Rentıp FSM Bulvarı No.42 / A İhsaniye T. 249 77 00 Retina Göz Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01 Turkuaz Diş Konak Mah. Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22 2011 130 rehberbursa “Bursa’nın yaşam rehberi” SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60 Asya Spor Merkezi İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 Nilüfer T.249 64 55 Sacha Kükürtlü Mah. Manolya Sok. No.67 T.233 59 79 Kent Meydanı AVM T. 255 63 64 FSM Bulvarı T. 453 38 55 Bademli T.549 11 42 - 43 Beyge Club Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4 Nilüfer T.453 55 00 Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98 ÇİÇEKÇİ / FLORIST B-Fit Spor Kulübü Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer T.244 64 68 Aşşk Çiçek Çekirge Cad. Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00 Hat Cad. No.10 Osmangazi T.235 35 15 Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı Zafer Sok. No.45 T. 452 47 32 Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer T.452 60 52 Lora Çiçek Evi Osmangazi Mah. Asker Cad. No.1 Tophane T. 225 41 43 Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım T.369 08 31 Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96 Çok Yaşa Clup İzmir Yolu Nilpark AVM 5.Kat Nilüfer T.245 68 00 Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74 Gym Sport Agora İş Merkezi Bademli T.549 25 00 Pelit Çiçekçilik & Peyzaj Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62 Maya Spor Salonu Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza No.12 Nilüfer T.453 02 50 TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM & TRANSPORTATION Kamil Koç T. 444 05 62 Score Fitness Spa Korupark AVM İçi T.242 68 00 Nilüfer Turizm T. 444 00 99 U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00 Studio Pilates Cumhuriyet Mah. Yağmur Sok. Elmas Evler Sit. C / Blok K.4 Nilüfer T.451 32 41 Plaza Turizm Kükürtlü Mah. Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58 Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi Konak Mah.Yaz Sok.No.2 / A Nilüfer T.451 44 15 Şentürkler Turizm Çekirge Cad. No.51 Osmangazi T. 235 66 66 KUAFÖR / COIFFEUR Ahmet Albayrak Korupark AVM No.74 T.241 31 12 Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35 Bademli T. 548 00 80 Emma Cumhuriyet Mah. Nilüfer Hatun Cad. No.2 T. 452 67 50 Enis Aslan Hairdesigner Kükürtlü Cad. T. 233 00 51 Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90 Burkon Turizm Çekirge Cad. No.51 / C Osmangazi T. 233 40 00 İDO Bursa Satış Noktaları Kent Meydanı AVM T. 255 44 60 Korupark AVM T. 242 19 49 Mamis Restaurant T. 211 23 81 Park Plaza T. 244 94 01 Plaza Tur T. 234 58 58 Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü T. 442 91 25 Zafer Plaza AVM T. 225 39 08 2011 131 guidebursa Öne çıkanlar / Highlights Sacha Kükürtlü Mah. Manolya Sok. No.67 T.233 59 79 Kent Meydanı AVM T. 255 63 64 FSM Bulvarı T. 453 38 55 Bademli T.549 11 42 - 43 132 Kafkas Kafe Pastane Restoran Y.Yalova Yolu As Merkez Karşısı T. 261 52 61 “Life guide of Bursa” rehberbursa Burkon Turizm Çekirge Cad. No.51 / C Osmangazi T. 233 40 00 www.burkon.com Holiday Inn **** Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü T. 442 85 40 Öne çıkanlar / Highlights “Bursa’nın yaşam rehberi” www.holidayinnbursa.com 133 guidebursa “Life guide of Bursa” KUYUMCU / JEWELLERY KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER Altınbaş Kapalı Çarşı No: 327 T. 444 46 87 Açık Hava Tiyatrosu Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12 Orotrend Korupark AVM T. 241 31 50 Nalbantoğlu No:8 T. 224 90 13 Adile Naşit Kültür Merkezi Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20 Gencay Altın & Pırlanta Kapalı Çarşı No: 317 - 341 - 381 - 2 - 284 T. 221 16 87 Gilan Korupark AVM T. 241 31 32 Gold Kuyumculuk Kapalı Çarşı No:288 - 308 - 6 T.223 26 37 Hüseyin Sümer Pembe Çarşı No:27 T. 233 71 71 Macit Gümüş & Altın Bedesten Doğu Kapısı Karşısı T. 222 45 84 Mücevher Exclusive Korupark AVM T. 241 77 11 Nur Kuyumculuk Ulucami Cad. No: 68 Bedesten Civarı No: 99 Kapalı Çarşı No: 353 T. 444 46 87 Pırlant Anatolium AVM T. 261 23 61 Korupark AVM T. 241 31 31 Kent Meydanı T. 255 13 55 Modatech - Korupark AVM T. 241 31 33 Modatech - Zafer Plaza AVM T. 225 36 69 Ulucami Civarı T. 223 33 33 Setbaşı T. 220 18 18 Zafer Plaza AVM T. 223 23 23 Uludağ Diamond CH Bursa- Kapalı Çarşı No: 315 T. 224 98 13 Uzun Çarşı No:244 T. 225 56 19 Zafer Plaza AVM T. 225 05 75 Zen Diamond Carrefour AVM T. 452 15 55 Akpınar Kültür Merkezi Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk. T. 243 73 43 Atatürk Kongre Kültür Merkezi Merinos Parkı T. 272 16 00 A.V.P.Devlet Tiyatrosu Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10 Barış Manço Kültür Merkezi Mimar Sinan Cad. No.79 / Yıldırım T. 366 02 02 Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı / Osmangazi T. 225 51 50 Bursa Senfoni Orkestrası A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70 Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu Atatürk Cad. No:93 / Görükle T. 483 21 83 Fethiye Kültür Merkezi Fethiye Mah. Huzur Cad. Fileci Sok. T. 243 36 63 Konak Kültür Merkezi Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00 Şehir Kütüphanesi Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49 Tayyare Kültür Merkezi Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48 Uğur Mumcu Kültür Merkezi Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42 Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon Görükle Kampüsü T. 294 00 00 16 mm Sinema Atölyesi F. Çakmak Katlı Otoparkı Zemin Kat T. 222 11 12 2011 134 rehberbursa “Bursa’nın yaşam rehberi” MÜZE / MUSEUM Ormancılık Müzesi Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18 Türkiye'nin ilk ve tek ormancılık müzesidir. Bursa'da, Çekirge caddesi üzerinde Saatçi Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır. Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün mesai saatleri arasında hizmet veriyor. Arkeoloji Müzesi Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18 Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş M.Ö. 3000’den Bizans Devri sonlarına kadar olan devirlere ait eserler sergileniyor. Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı sergide. Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41 Tekerleğin at arabasından otomobile gelişimini sergileyen müzede Tofaş’ın 0001 seri nolu araçlarından örnekler izlemek de mümkün. Atatürk Evi Müzesi Çekirge Cad. Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16 19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk, Bursa Belediyesi tarafından sahibinden satın alınarak Atatürk’e hediye edildi. 1968’de Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk, 29 Ekim 1973’te, Cumhuriyet´in 50. yılında müzeye dönüştürülerek ziyarete açıldı. Bursa Kent Müzesi Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26 Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı padişahının balmumu heykelleri, geleneksel ticaret hayatını canlandıran dekorlar, kentin topografik maketi gibi objelerle bilgiler sunuluyor. Türk İslam Eserleri Müzesi Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79 Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414 – 1424 yılları arasında Mimar Hacı İvaz Paşa'ya yaptırılmış ilk Osmanlı medreseleri arasındadır. "Sultaniye Medresesi" adıyla da bilinir. Anadolu Selçuklu mimarisinde açık avlulu medreselerin en iyi örneklerindendir. Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye T. 222 75 75 Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu üyelerinden Esat Uluumay’ın 45 yılda topladığı 18 değişik koleksiyon sergileniyor. Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi Umurbey / Gemlik T. 525 00 98 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma yıllarına ait fotoğraflar, anı eşyalar ve hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler, nişanlar, madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor. Hünkâr Köşkü Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90 Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında av köşkü olarak yaptırılmış olan köşk, Sultan Abdülmecid dışında, Sultan Abdülaziz ve Sultan 5. Mehmet Reşad tarafından da kullanılmış. Atatürk’ü de ağırlamış olan köşke günümüzde Atatürk Köşkü ve Cumhuriyet Köşkü de deniliyor. Hüsnü Züber Evi Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42 1836 yılında devlet misafirhanesi olarak yapılmış, daha sonra Rus konsolosluğu olarak kullanılmış olan ev, tipik bir Osmanlı evi. Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı Çekirge Cad. T. 232 25 90 Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu hakkında bilinen tüm kültürel motifleri barındıran müzede Ramazan aylarında günümüz hayalileri tarafından Karagöz gösterimleri yapılıyor. Mudanya Mütareke Evi Müzesi Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68 Türk Kurtuluş Savaşı’nı sonlandıran Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi evdir. Mütarekeye ait eşyaların korunduğu evde, döneme ait fotoğraflar ve belgeler de sergileniyor. 2011 135 136