Daum - Hayatım Futbol

Transkript

Daum - Hayatım Futbol
3 - Sayı
1
0
2
s
to
s
u
ğ
A
23
93
GERİ DÖNDÜ
Alemci golcü
Guiseppe Meazza
Neden transfer
haberleri yalan
31 aylık macera
Anzhi dağılıyor
M
I
T
A
Y
A
H
#93 F
L
O
B
T
U
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editörler
Emre Çelik
Rafet Baran Eryılmaz
Yazarlar
Alper Öcal
Fırat Topal
İsmail Şayan
Salih Demirci
Daum
Yıllardır yolu gözlenen, deli mi dahi mi olduğu hala sorgulanan
Christoph Daum, tekrar ülkemizde. Alman hoca artık
Bursaspor’un başarısı için çalışacak. İnişleri çıkışları sert bir
kariyer onunkisi. Son derece çalışkan, başarıyı kovalayan, işini
ciddiye alan biri. Mükemmel değildi, ödediği bedelin ardından
pes etmedi. Bursaspor Teknik Direktörü Christoph Daum Hayatım
Futbol’un bu haftaki kapak konusu…
Hayatım Futbol’un 93. sayısında ayrıca; Anzhi ile 31 ay
önce başlayan rüyanın sonunu, transfer döneminde çıkan
yalan haberlerin alametini, İtalyan futbolunun önemli, bir
o kadar da alemci figürü Guiseppe Meazza’yı, MHK’nin akıl
hocası Uilenberg’i ve Fenerbahçe’nin Arsenal mağlubiyetini
bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#93
Bu Sayıda
Geç bunları
anam babam
Kafamızı kurcalayan transfer
yalanlarının perde arkası
Alemci Kral
İtalya’nın efsane ismi
Meazza’ya saygı duruşu...
Christoph Daum’un
dönüşü
Alman teknik adam 5. Türkiye
seferinde!
Olmuyor, olamıyor
Fenerbahçe’nin Arsenal hezimeti
nelere gebe?
31 aylık macera
Jaap Uilenberg
Anzhi’nin sahibi Kerimov’un
nefesi çabuk kesildi
MHK’nin akıl hocası ülkesinde
nasıl biliniyor?
Alper Öcal
Olmuyor, olamıyor
Şampiyonlar Ligi
Şampiyonlar Ligi gruplarına kalma şansını Arsenal karşısında uğradığı
hezimetle mucizelere bırakan Fenerbahçe’nin aksayan yönlerini mercek
altına aldık.
HF
#
93
Arsenal maçından önce Ersun Yanal’ın
basın toplantısındaki farklı kimlik vurgusu
ümitlendirmişti ama sahada o kimliği
oluşturmak için bir yapılmış bir hamle yoktu.
Fenerbahçe yine önceki maçlarda oynadığı 4-33 dizilişini, sağ bekteki Bekir – Mehmet Topuz
değişikliği dışında aynı oyuncularla oynadı.
Dürüst olmak gerekirse oynamaya çalıştı ama
oynayamadı.
Aslında Wenger’in temsilcimizin savunmada
en kırılgan olduğu sol kanat savunmasında
Cazorla ya da Walcott yerine atletizmi daha
düşük Rosicky’yi tercih etmesi avantajdı.
Arsenal bunun yanı sıra deplasmana geldiği
için topla oynamayı seçse de, önde kalıp
tempoyu arttırmayı tercih etmedi.Fenerbahçe
ise sahaya çok geniş yerleşti. Geri dörtlüsü
ve ileri üçlüsü arasındaki mesafeyi istatistiki
anlamda bilmek zor ama gözleme dayalı olarak
hayli fazla olduğu söylenebilir. Orta üçlünün
sorumlu olduğunun alanın artması, Raul
Meireles’in en uçtaki Webo’ya yakınlaşarak
ileride prese yeltendiği için merkezin boşalması
ve merkezde topu en iyi kullanan Emre’nin
enerjisinin çabuk bitmesine neden oldu.
Meireles’in bilinen dinamizminden uzak, tıpkı
geçen sezon Alex’in yerine geçen Cristian gibi
kaçak oynaması da bunu çabuklaştırdı.
Ersun Yanal’ın tek hatası bunlarla sınırlı değildi.
Fenerbahçe oyunu bu kadar geniş alanda
kabul etmişken, geniş alan oyuncusu olmayan
Webo ile başlaması bir başka hataydı. İkincisi
Arsenal’in görece ağır stoper ikilisi karşısında
Sow’u solda, Emenike’yi de kulübede
unutmasıydı.
Arsenal’in merkezde Ramsey ve Wilsehere’in
yanı sıra Cazorla ve Rosicky’nin de destek
verdiği presi de eklendiğinde pas kanalları
kapanan, rakibin geri ve orta dörtlüsü arasına
girmediği için ceza yayı düşeyinde pas
istasyonu olmayan Fenerbahçe haliyle pas
yapamadı. Kaleye de yaklaşamadı.
İlk 45 dakikada Fenerbahçe’nin kaleyi tutan ya
da tutmayan şutunun olmaması, geçen sene
Avrupa Ligi’nde yarı final oynamış ve üzerine
30 milyon avro harcanmış bir takım için tam
anlamıyla utanç vericiydi. Öyle ki, Sow daha
fazla dayanamayarak Meireles’in yapamadığını
yapıp merkeze yaklaşmaya başladı ve top
alarak oyunu açtı. Kanarya’nın ilk yarıda
hücuma benzer tek organizasyonu 21. dakikada
gerçekleşti. Kaleye şut atılamasa da Kadlec
soldan bindirdi, ceza sahasına 4 oyuncu girdi.
Şampiyonlar Ligi
İkinci yarıya çıkarken Gökhan Gönül hamlesi
geldi. Fenerbahçe’nin geçen sezon verimli
oyanayan üç santrforlu düzenin besleyen
neredeyse tek başına Gökhan’dı. Arsenal
karşısındaki takımda top taşıyabilecek, adam
eksiltebilecek tek isim de oydu ama Emre
problemini hesaba katmaması yüzünden bu
değişikliğin yaptığı etki 5 dakika sürmedi.
HF
#
93
Fenerbahçe’nin zaten çok fazla alana dolgu
yapması gereken göbeği, Emre’nin yorulmasıyla
iyice düştü. Oyunu biraz daha rakip yarı sahada
oynamaya çalıştığı dakikalarda Arsenal’in topu
kullanan iki merkezi Wilshere ve Ramsey’e
baskı yapamadı. Arsenal ilk yarıda bulamadığı
alanı ikinci yarıda buldu ve cezayı Ramsey
ile merkezden organize ettiği hücumu sol
beki Gibbs ile bitirdi. Ramsey 10 dakika sonra
tekrar sahnedeydi. 5 sene önce henüz gelecek
vaadeden genç rotasyon oyuncusu sıfatıyla
attığı golü bu kez takımın orta sahadaki
organizatörü olarak farklı kaleye, aaşağı yukarı
aynı yerden attı.
Volkan’ın kilo fazlası olmasa muhtemelen
çıkarabileceği bir toptu. UEFA verilerine göre
1.91 boyunda ve 92 kilo olan Volkan’ın geçen
sezona göre bu zayıflamış hali, Arsenal’in
1.95’lik kalecisi Szczesny’ye göre 17 kilo daha
ağır.
Şampiyonlar Ligi
HF
#
93
Ersun Yanal sonraki hamleyi Emenike ile yapıp
gol arasa da, topu oraya taşıyacak Alper Potuk
hamlesi 82. dakikaya kadar bekletildiği için
hücumda birkaç şut fazlası dışında değişen bir
şey olmadı. Pas trafiğini oturtamayan, geniş
alanda oynadığı için çokça pozisyon hatası
yapan Fenerbahçe son dakikalarda yediği
penaltı golü ve kendi evinde oynadığı bir maçta
kalesinde gördüğü 16 şutla maçı 3-0 kaybetti.
oyuncu kullanmamasının, üstelik onu da
sola hapsetmesinin tutarlı hiçbir tarafı yok.
Emre ve Meireles’in yuhalanması aslında
çok şey anlatıyor zira Fenerbahçe ilerideki
elit denebilecek üçlü hücum hattına servis
yapamıyor. Takımın en güçlü yanı olan merkez
rotasyonu, o üçlünün savunma zaafını
taşıyamadığı gibi hücumda da potansiyelinin
altında kalıyor.
Ligde geçen sene ne kadar kötü ve kısır bir
futbol oynarsa oynasın, Avrupa Ligi’nde
karakter koyan bir takımdan rakip Arsenal
dahi olsa bu kadar kişiliksiz bir oyun ve kötü
tercihler büyük hayalkırıklığı.
Fenerbahçe sezonun başından bu yana 5 farklı
seviyenin takımıyla resmi maç yaptı. Hepsinde
mahkum oynadı, hepsinde çok sayıda pozisyon
verdi ve Salzburg dışında hepsine yenildi.
Avusturya ekibi karşısında da iki maçta birden
gol yedi ve açıkçası elenmediği için şanslıydı.
Sıfır hücumcusu kenar oyuncusu olan bir
kadroya 4-3-3 oynatma ısrarı son bulmazsa bu
görüntü devam edeceğe benziyor.
Maçın ardından tempo eksiğine dikkat çeken
Ersun Yanal’ın sahaya yaş ortalaması 29
olan ve Sow dışında topu taşıyacak, hızlı bir
Profil
HF
#
93
GERi DÖNDÜ
Kendi deyimiyle Türkiye’ye aşık Christoph Daum kısa bir ayrılığın ardından
tekrar ‘ikinci vatanında’. Bu kez Bursaspor’un başarısı için ter dökecek.
Üç yıldır gözlerimiz yollardaydı… 2010 yazında
lig şampiyonluğu son maçta kaybedince apar
topar bavulunu toplamış, Fenerbahçe kapıları
bir daha açılmamak üzere yüzüne kapanmıştı.
Bir süre ülkesine gitti, arada cilt kanserini
yendi ve sezon başında Avrupa’dan elenmenin
şokuyla ansızın krize giren Bursaspor tehlike
anında camı kırdı. Christoph Daum, nihayet
Türkiye’ye geri döndü. Sezonun açılış maçında
Eskişehirspor’a kaybetti, üstelik üç yıl önce
şampiyonluk kupasını elinden alan Ertuğrul
Sağlam rakip takımın kulübesinde oturuyordu.
Sezon Takım
Gerçi bu yenilgi sürpriz sayılmaz. Bursaspor’un
psikolojisi iyi değil ve zaten Daum, hem ikinci
Beşiktaş hem de ilk Fenerbahçe kariyerine
ağır yenilgilerle başlamıştı. Şimdi de iki hafta
süre istiyor, fakat zorlu fikstürde karşılaşacağı
rakiplere sürprizler hazırlamayı da etmiyor
olmalı. Duran toplar yine önemli, detaylar
değerli ve Pablo Batalla’nın yeniden yüksek
irtifada uçacağı bir kehanet değil. Fenerbahçe
için imzaya geldiğine ‘benim beynimdi’ dediği
dizüstü bilgisayarını havaalanında çaldırsa
da her takıma dair satır satır notlarla dolu
klasörleri duruyor olmalı. Tabii bir de anılar…
2002–2003
Profil
Daum’u ilk kez Türkiye’ye getiren, Şenes
Erzik’in ısrarı olmuştu. Sezon ortasında Gordon
Milne’den boşalan koltuğa yeni birini arayan
Beşiktaş, eldeki yabancı antrenörler listesini
dönemin flaş futbol adamı Erzik ile istişare
edince Daum ismi öne çıkmıştı. O günlerde
eli sıkı olan başkan Süleyman Seba, çetin
pazarlıklar sonrası Doğu Alman hocayı ikna
etmişti. Yarım sezonun sonunda Türkiye
Kupası geldi, ertesi sezon ise şampiyonluk.
Ertesi sezon ise Stefan Kuntz’a rağmen işler iyi
gitmedi, Daum ülkesine döndü.
HF
#
93
Türkiye’ye sürgün
Bayer Leverkusen’i üç kez ikinci yapınca
yıldızı iyiden iyiye parlıyordu. Öyle ki, Euro
2000’de İngiltere’ye yenilerek grubu sonuncu
tamamlayan Almanya Milli Takımı’nın
antrenörlüğü için en ciddi adaydı. Hatta bir
federasyon ile bir protokol de imzalamıştı,
ama her şey ansızın bozuldu. Kokain skandalı
patlak verdi, saç numuneleri pozitif sonuç
verdi ve Daum kokain kullandığını itiraf etti.
1981–1985
1.FC Köln Amatör
1985–1986
1.FC Köln Amatör (Yard. ant.)
1986–1990
FC Köln
1990–1993
VfB Stuttgart
1994–1996
Beşiktaş
1996–2000B.Leverkusen
2001–2002Beşiktaş
Austria Wien
2003–2006Fenerbahçe
2006–2009
FC Köln
2009–2010Fenerbahçe
2011E.Frankfurt
2011–2012
Club Brugge
2013– Bursaspor
Kokain davası ve süreci
Herşey güzel gidiyordu. 14. sırada ligi
bitiren Bayer Leverkusen’i Beşiktaş’la
yaşadığı şampiyonluğun ardından
teslim alan Christoph Daum, takımını
ikinci sıraya taşıyordu. Ertesi yıl lig
üçüncüsü olmuş, Şampiyonlar Ligi’nde
çeyrek final görmüştü. 1998/99’da yine
şampiyon Bayern Münih’in ardından
ligi bitiriyor, sonraki yıl da Şampiyonlar
Ligi’nde gruplarda kalsa da ligi yine ikinci
bitiriyordu. Köln, Stuttgart ve Beşiktaş’ta
yaptıkları da bir kenara eklenince Daum
artık zirve hoca olarak göze batıyordu.
Doğu Almanyalı’nın ismi artık Almanya
Milli Takımı ile anılıyordu. Euro 2000’in
ardından milli takımın patronu olacaktı.
Profil
Meseleyi ortaya çıkaran Bayern menajeri Uli
Hoeness kazandı, federasyon sözleşmeyi yırttı
ve Daum, Leverkusen’deki görevinden istifa
etti. Sonrasında omurgası onun tarafından
oluşturulan takım 2002 yılında Şampiyonlar
Ligi Finali oynayacaktı. Alman Hoca ise o
sıralarda yeniden Türkiye’ye dönmüştü.
HF
#
93
İsmi lekeli, sabıkalı Daum’a yeniden kucak açan
Beşiktaş o sıralarda kabuk değiştiriyordu. Bir
şeyleri garanti edecek birine ihtiyaç vardı, lakin
Daum kokain davası için sürekli Almanya’ya
gidip geliyordu. İki taraf da istediğini alamadı,
başarı gelmeyince ortaklık bozuldu. Sert
düşüşteki Daum için Avusturya günleri başladı
ve Austria Wien’le gelen şampiyonluk, ona
yeni bir yükselme fırsatı verdi. Yeni durak
Fenerbahçe’ydi.
Daum’un yılları
Yeni kurduğu takımla ilk sezonda (2003/04)
gelen şampiyonluk, onun Türkiye futbol
tarihine geçmesini sağladı. Ertesi sezon aynı
başarıyı tekrarladı. Bir zamanlar Almanya Milli
Uli Hoeness ortaya büyük bir iddia attı:
Daum kokain kullanıyor! Daum reddetti,
ama baskılar vardı. Kamuoyu baskısı onun
saç örneğini vermesini sağladı, numuneler
pozitifti. Leverkusen’den kovuldu. Daum
suçlamaları ısrarla reddetti. Amerika’ya
gitti bir test daha yaptırdı, bu da negatif
çıktı. Ama Daum’un mahkemesi devam
ediyordu. Bu arada Daum’un ikinci Türkiye
serüveni başladı. Beşiktaş ile anlaşmıştı.
Bir yandan mahkeme, bir yandan
Beşiktaş’ın lig maçları… Daum Almanya
ile Türkiye arasında mekik dokuyor, hafta
sonu maçlarda, hafta içi de mahkemede
sınav veriyordu. Ligde istikrarsız sonuçlar
alınıyor siyah-beyazlılarda kazan
kaynıyordu. Menajer Sinan Engin’e büyük
yük binmişti. Ne var ki bir sonraki yıl da
Daum’la devam edildi.
Mahkeme onun suçunu itiraf etmesini,
böylece hapis cezasına çarptırılmayacağını
söyledi. Daum 12 Ocak 2002’de suçunu
kabul etti: “Evet kokain kullandım ama
diğer uyuşturucularla hiç bir alakam
olmadı.” Mayıs 2002’de 10 bin avro para
cezasıyla Daum’un defteri kapandı. O
sezon Beşiktaş’ta yine başarısızlık vardı.
Siyah-beyazlılardan ayrıldı. Daum küle
dönmüştü.
Takımı hocası olmasına ramak kalan parlak
antrenör, Fenerbahçe ile küllerinden doğmuştu.
Yine çok iyi transferler yaptı, geç oyuncuları
parlattı, akla gelmeyen formüllerle takımını
başarılı kıldı. Ancak sonraları kendisi itiraf
edecekti ki, Daum eskisi gibi değildi. Azmi
ve bilgisi ile ayakta duruyordu, bizi bizden
iyi biliyordu ama 90’ların sonundaki Daum
başkaydı. Onda en iyilerin mayasından vardı,
belki de dünya futbolunun zirvesinde onun
yılları yaşanacaktı.
Olmadı. Denizli’den son dakikada kaybedilen
şampiyonluk, belki de en çok onun için yıkıcıydı.
Yine de Daum yeniden ayağa kalkmayı başardı.
İlk göz ağrısı Köln’de rehabilite olduktan sonra
yeniden Fenerbahçe’ye döndü ama kaderi
değişmemişti. Şampiyonluğu yine son maçta,
bu kez Bursaspor’a kaybetti. Şimdilerde ise üç
yıllık aranın ardından zorda kalan Bursaspor’un
başına geçti.
Son 20 yılın 7’sinde Türkiye’de çalışan Alman
teknik adam, bu hafta Galatasaray karşısına
çıkacak. Bir ara ‘en başarılı kim’ kıyasında
at başı gitmelerine karşın kısa süre karşılıklı
mücadele ettiği Fatih Terim’le kapışacak.
Kuşkusuz, kulübede ve tribünde Türkiye’nin
yakın dönem futbol tarihinde adı en çok geçen
iki isim oturuyor olacak. Belki ‘O eski Daum yok’
diyenlere inat yeniden küllerinden doğacak.
Belki de evet o eski Daum bir daha olmayacak.
“Kaleci transferinden aldığım tadı hiçbir şeyden alamadım. Belki bilardo...”
Christoph Daum’un kariyeri boyunca yaptığı
transferlerde kalecileri ön planda tutması
anlaşılabilir bir durum. Anlaşılamaz olansa
bu transferlerde yakaladığı isabet oranının
bir hayli değişken olması.
Profil
Daum, kariyerinin ilk şampiyonluğunu
kazandığı Stuttgart’ta formayı Eike
Immel’e vermişti. Immel’in yolu
Fenerbahçe yıllarında kaleci antrenörü
olarak deneyimli teknik adamla
kesişecekti. Bu durum Daum’un
kalecileriyle arasında kurduğu bağı net bir
biçimde özetliyor olmalı.
HF
#
93
Ne var ki Daum’un Türkiye macerasında
Immel kadar başarılı kalecileri izleyemedik.
Daum, Beşiktaş’taki ilk döneminde
kadroya genç yetenek Fevzi Tuncay
ile Bayern Münih’ten ayrılan Raimond
Aumann’ı katmıştı. Alman kaleci 1994/95
sezonunda kazanılan şampiyonlukta kaleyi
korumuştu. Fakat takip eden sezonda
oynanan Rosenborg maçındaki saç baş
yolduran performansı nedeniyle kasım
ayında futbolu bırakıp, eldivenleri Fevzi’ye
devretmişti.
Daum’un Beşiktaş’taki ilk dönemi kaleci
açısından büyük sorunlar yaratmasa da
ikinci İstanbul seferinde işler iyice karıştı.
İskandinav kalecilere merak salan Daum,
tam 3 yabancı kaleciyi 2001/02 sezonunda
transfer etmişti. 36’lık Peter Kjær’in aranan
isim olmadığı 6 maç sonunda anlaşılmıştı.
Norveçli Thomas Myhre ile İsveçli Mattias
Asper arasındaki forma savaşı da bir hayli
can sıkıcıydı. Asper oynadığı 8 maçta
elinden geleni yapsa da ilginç bir şekilde
Myhre’yi geçememişti.
Fenerbahçe ile Türkiye’ye dönüş yapan
Daum, kaleci takıntısını da beraberinde
getiriyordu. O dönemde Ümit Milli Takım’ın
başarılı isimlerini toplayan Fenerbahçe’de
Recep Biler ve Volkan Demirel gibi
potansiyelli iki genç eldiven vardı. Buna
rağmen Robert Enke kiralık olarak kadroya
katıldı. İlk maçında yediği 3 gol sonrasında
geri gönderilen Alman eldivenin yerine bir
süre Recep forma giydi. Ancak ilerleyen
haftalarda Volkan eldivenleri Recep’ten
almayı başardı. Sarı-lacivertli ekip de uzun
yıllar boyunca çalışacağı kalecisini bulmuş
oldu.
Daum’un Bursa serüveninde kaleci
konusunda başı ağrımayacak gibi
görünüyor. Kalitesini kanıtlamış Frey ile
ortalama üstü yeteneğe sahip Harun’un
performansları yeşil-beyazlı ekibe
yetecektir.
Dehasının kaynağı
Daum’un çalıştırdığı takımlarda anlık
çözümlerle iş gördüğü ve transferlerle
sistemini geliştirmeye çalıştığı yönünde
yaygın bir inanış vardır. Fakat bu tespitin
isabetli olmadığını Daum’un kariyerini
mercek altına aldığımızda daha rahat
görüyoruz. Alman teknik adam, genç
oyuncuları geliştirmesinin yanında
kendini kanıtlamış isimlere yeni mevkilere
kazandırmakta da ustaydı.
Profil
Beşiktaş döneminde isabetsiz yabancı
tercihleri hatırlansa da Ertuğrul Sağlam,
Oktay Derelioğlu, Fevzi Tuncay ve Sertan
Eser gibi gelecek vadeden isimlerden en
yüksek verimi almayı başardı.
HF
#
93
Leverkusen’deki son sezonundan önce de
Michael Ballack, Bernd Schneider, Oliver
Neuville ve Robson Ponte gibi oyuncuları
takıma kazandırmıştı. Bu oyuncular
Şampiyonlar Ligi’nde final oynayan
kadroda önemli roller üstlenmişlerdi. Ayrıca
Kaiserslautern’de libero olarak kariyerine
başlayan “Küçük Kayzer” lakaplı Ballack’ı
forvet arkasında kullanan ilk isim Daum’du.
Alman teknik adamın özellikle
Fenerbahçe’de bu alışkanlığı zirveye çıktı.
Hızlı forvet oyuncuları olarak görülen Serhat
Akın ile Tuncay Şanlı’yı 2003/04 sezonunda
iki kanada adapte ederek takımın hücum
gücüne muazzam katkı yaptı. Ayrıca
takıma libero olarak gelen Ümit Özat’ın
kendine güveninden ve çalışkanlığından
yararlanmayı ihmal etmedi. Sol bekte ve
ön liberoda başarıyla oynayan Ümit, 30
yaşından sonra Daum’un peşinden Köln’e
giderek Avrupa’ya açılmıştı.
Fenerbahçe’nin hücuma dönük orta
saha oyuncusu olarak transfer ettiği
Marco Aurelio da Daum sayesinde mevki
değişimine uğramıştı. Savunma yönü ön
plana çıkan Brezilyalı oyuncu, Euro 2008’de
yarı final oynayan Türkiye’nin en başarılı
isimlerinden biri olacaktı.
Daum’un ikinci Fenerbahçe döneminde
de benzer hamleleri oldu. Milli takımda
sol bek oynayan Andre Santos’u yüksek
tekniği nedeniyle sol açıkta kullandı. Öyle
ki 2-2 biten Sion maçında Santos, forvet
arkasında görev yapmıştı. Zico döneminde
ve milli takımda sağ açık oynayan Colin
Kazım da Daum tarafından forvete
çekilmişti. 3-1 kazanılan Galatasaray
maçında tek forvet oynayan Kazım,
gol atamamasına rağmen sarı-kırmızılı
savunmayı çok yıpratmıştı.
Bu açıdan bakıldığında önemli bir altyapıya
sahip olan Bursaspor’da Daum’un varlığı
fark yaratabilir. Şener Özbayraklı, Serdar
Aziz, Enes Ünal ve Okan Deniz gibi
futbolcular Alman hocayla kariyerlerini
geliştirebilirler.
Tokat atmayı öğrenmek
Alman hoca, aynı sonucu 8 hafta sonra
Beşiktaş’la oynanan maçta da alacaktı.
Ama ligin ikinci yarısında bu iki takımla
oynanan ve şampiyonluk mücadelesini
yakından ilgilendiren maçlarda sarılacivertli futbolcular ellerinden geleni
yaptılar. 23. haftada Galatasaray’ı Nobre
ve Mehmet Yozgatlı’nın golleriyle 2-1 geçen
Fenerbahçe, 31. haftada İnönü’de de 3-1’lik
zafere imza atıyordu.
Profil
Takip eden sezonda Beşiktaş’a iki
maçta da kaybeden Fenerbahçe,
Galatasaray’la yaptığı üç maçın da sadece
birini kazanabiliyordu. Bu sonuçlara
bakıldığında bir derbi üstünlüğünden
söz etmek mümkün görünmüyor. Fakat
33. haftada Nobre’nin tek golüyle gelen
1-0’lık Galatasaray galibiyeti, takıma lig
şampiyonluğunu kazandırmıştı. Daum,
takımını en kritik maça en iyi şekilde
hazırlayarak kupayı getirmeyi başarmıştı.
HF
#
93
Christoph Daum’un Beşiktaş’ta geçirdiği
yıllarda derbiler konusunda pek başarılı
olduğu söylenemez. Takımı şampiyonluğa
taşıdığı 1994/95 sezonunda bile İstanbullu
rakipleri Fenerbahçe ile Galatasaray’a
karşı ligde hiç galibiyet alamaması bunu
ortaya koyuyor. O sezon Galatasaray’a iki
maçta da yenilen Beşiktaş, Fenerbahçe
karşısında da beraberliklerle yetinmişti.
Takip eden sezonda da Daum’un yıldızı
derbilerle barışmadı. Ligin ilk yarısında
Galatasaray’ı deplasmanda yenseler de
Fenerbahçe karşısında iki maçta da hüsrana
uğramışlardı. Ayrıca Türkiye Kupası’nda
çeyrek finalde sarı-kırmızılı ekip, Beşiktaş’ı
elemeyi başarıyordu. Daum, ilk Türkiye
macerasına noktayı İnönü’de 2-1’lik
Galatasaray mağlubiyetiyle koyacaktı.
Ne var ki Daum’un 2003’te Fenerbahçe
ile Türkiye’ye gelişi derbi açısından
kaderini değiştirdiğinin göstergesi oldu.
Sarı-lacivertli ekibin başında çıktığı ilk
derbide Galatasaray’la 2-2 berabere kalan
2005/06 sezonunda şampiyonluk son
maçta kaybedilse de Galatasaray’a karşı
muazzam bir üstünlük kurulmuştu.
Toplamda 4 defa karşılaşan bu iki
takımın mücadelelerinde sadece bir kez
Galatasaray galip gelebilmişti. 4 maçta
Fenerbahçe, 9 gol atarken; Galatasaray 3
golle karşılık verebilmişti.
İkinci Fenerbahçe döneminde de son maçta
şampiyonluğu kaybetmesine rağmen 4
derbi maçın 3’ünü kazanmayı bilmişti.
Daum bu alışkanlığı zorluk derecesi yüksek
maçlara muhteşem uyum sağlayan 4-23-1 sistemini oturtarak kazandı. İlerleyen
yıllarda da Fenerbahçe’nin bu taktiği
uygulayarak derbilerde rakiplerine üstünlük
sağladığını gördük.
Bursaspor’da da aynı alışkanlığı
oturtması halinde Timsahlar’ın Avrupa
kupaları mücadelesinde önemli avantaj
sağlayacağına şüphe yok.
Ne bilgisayarmış!
Daum’un kariyerinden bahsederken
yaptığı isabetli transferlerden
bahsetmemek olmaz. Daum’un dizüstü
bilgisayarı üstünden dönen şehir
efsanesi, futbol arenasına kazandırdığı
isimlerle gerçeğe dönüştü. Özellikle
getirdiği Brezilyalı oyuncularla fark
yaratmayı her zaman başardı.
Bayer Leverkusen’de geçirdiği yıllar bu
konuda Daum’un zirve yaptığı yıllar
olarak gösterilebilir. Daha sonra dünyanın
en önemli oyuncuları arasına girecek
Emerson ve Ze Roberto’yu kırmızısiyahlı ekibe kazandıran Daum, 2002’de
Şampiyonlar Ligi finali oynayacak
kadronun temellerini atıyordu.
Profil
2001/02 sezonu Daum ve Beşiktaş için
unutulacak cinsten bir sezon olsa da
Benfica’dan transfer edilen Ronaldo,
en büyük teselli olacaktı. 100. yılda
kazanılan şampiyonluğun en kritik
isimlerinden olan Ronaldo, dört yıl
boyunca siyah-beyazlı formayı başarıyla
giyecekti.
HF
#
93
Daum’un Fenerbahçe’deki iki dönemine
de Brezilyalı oyuncular damgalarını
vurdu. 2003/04 sezonunun devre
arasında gelerek attığı gollerle
şampiyonluğu getiren isimdi Marcio
Nobre. 2004 yazında kadroya katılan
Alex ise bir efsanenin başlangıcıydı. Tabii
bu sırada stoper Fabio Luciano da takıma
katkı sağlamaya devam ediyordu.
Transfer döneminin son günlerine
geldiğimiz için benzer bir etkiyi
Bursaspor’da yaratmasını beklemek
anlamsız olur. Ancak devre arasında
ve 2014 yazında Daum’un Bursaspor’a
yapacağı takviyeler şimdiden heyecan
uyandırıyor.
Fırat Topal
MHK’nin akıl hocası engizisyoncu
Profil
Uilenberg bir süredir TFF Merkez Hakem Kurulu eğitimcisi olarak görev yapıyor.
Aynı zamanda federasyona danışmanlık hizmetleri de veriyor. Uilenberg nisan
ayında Türkiye’de verdiği konferansta adeta bir “hakem gurusu” muamelesi
görmüştü. Hollandalı acaba kendi ülkesinde nasıl biliniyor? Umut bağladığımız
adamın pek de sakin olmayan geçmişine bir göz atalım.
HF
#
93
UEFA Hakem Komitesi Üyesi Jaap Uilenberg
nisan ayında Antalya’da yapılan konferansta
salona girdiğinde salondaki 300 davetlinin
suratında kendi yüzünün bir maskesi olduğunu
gördüğünde çok şaşırmıştı. Şaşırmakta haklıydı
daha önce Türkiye dışında kimse ona “süper
kahraman” muamelesi yapmamıştı. Polis
hakem stilini değiştirmek istediğini ortaya
koyan Uilenberg, konuşmasının bir yerinde
hakemlerin basında yazılanların hayatlarına
yön vermesine izin vermemeleri ve birbirlerini
eleştirmemeleri gerektiğini tavsiye vermişti.
Bu tavsiyeyi vermesi normal çünkü hakemlik
kariyeri öyle çok da parlak olmayan bir adam
olarak Hollanda Futbol Federasyonu’nda görev
yaptığı dönemde birçok eleştiri ile karşı karşıya
kalmıştı.
Dedik ya, süper kahraman muamelesini bir tek
Türkiye’de görmüş olabilir diye, Uilenberg’in
ulusal karşılaşmalar baz alındığında yönettiği
en üst düzey maç Euro 96 elemelerindeki
Hırvatistan-İtalya maçı diyebiliriz. Bunun
dışında 1991 yılında yönettiği ve İspanya
ile Uruguay arasında oynanan 1 de hazırlık
karşılaşması var. Hollanda’da ise PSV-Ajax,
Ajax-Feyenoord gibi maçlarda görev alıyordu.
1999’da Hollanda Futbol Federasyonu onun
ve meslektaşı Wout Schaap’ın belirlenen
yaş haddini aştıkları için artık emekli
olmalarına karar verdi. Ancak Uilenberg bu
kararı tanımadı ve federasyonu mahkemeye
verdi. 2000 yılının ocak ayında karara varan
mahkeme ikiliyi haklı buldu ve 5 yıl süre
ile tekrar maç yönetebilmelerine izin verdi.
Bu kavgayı verdiğinde 49 yaşına gelmişti,
Schaap da 47 yaşındaydı..Hatta o günlerde
davayı kazandıktan sonra “uzun süredir maç
yönetmiyorum ama her zamandan daha
zindeyim, ne zaman görevi bırakacağıma ben
karar veririm” demişti. 6 ay mahkemelerde
dolaşıp hakkını aldıktan sonra girdikleri
testlerde bazı futbol kurallarından sınıfta
kaldılar. Uilenberg 10 sorunun 5’ini yanlış
cevaplamış, (sınavı geçmek için en fazla 3
yanlış yapma hakkınız var) sonra da “bana
sorulan sorular çok zordu, 18 yıldır bu sınavlara
girerim, bu soruların pratikte gerçekleşme
olasılığı hiç yok” demişti. Sorulardan birisi
top orta sahada iken futbolculardan birinin
yardımcı hakeme vurması halinde serbest
vuruşun nereden ve hangi gerekçe ile
kullanılacağı ile ilgiliydi (cevap hiçbir yerden,
serbest vuruş kullanılmaz).
Profil
İnternet hakemliğinden cellatlığa
HF
#
93
Uilenberg aslında bahsettiği gibi formda
olmadığını gördü ve 2001 yılında doğduğu
kentin takımı Twente’nin Futbol
Direktörlüğü’ne getirildi. Oradan da Hollanda
Futbol Federasyonu KNVB’de görev yapmak
üzere 2002 yılında ayrıldı. Görevi Hakem
Koordinatörlüğü’ydü. Bu rol kapsamında
her hafta federasyonuun sitesinden o
hafta oynanan maçlarda alınan kararları
yorumlayan yazılar yayınlıyordu ve ismi
“internet hakemi”ne çıktı. Ama bu görevi,
kulüp yöneticileri ve teknik adamlarla
takışmaya döndürdü. Örneğin kendisi gibi
yaşı ilerlemesine rağmen hakemlik mesleğini
sürdüren (2010 yılında 55 yaşında iken emekli
oldu) Roelof Luinge’ye 2003 yılında yönettiği
PSV-NEC maçından sonra büyük eleştiri
getiren Guus Hiddink maçı “Luinge Şov”
olarak değerlendirmişti. Uilenberg köşesinden
Luinge’yi savundu ve asıl Hiddink’in şov
yaptığını iddia etti. Ama tepkiler o kadar
çoğaldı ki köşesini 1 yıl sonra iptal etmek
zorunda kaldı. 2004 yılında federasyondaki
görevden ayrılmadan UEFA Hakem
Komitesi’nde görev yapmaya başladı.
Federasyondaki görevi devam ettikçe sadece
köşesinde yazdıklarıyla değil icraatleriyle
de büyük eleştiri almaya başladı Uilenberg.
Çıkan dedikodulara göre kendisiyle aynı
görüşte olmayan hakemleri büyük maçlarda
görevlendirmiyor veya hiç görev vermiyor
böylece onların maddi olarak da sarsılmasına
yol açıyordu. Bu yaptıklarıyla adeta bir
diktatörlük kurduğu söylentileri de ayyuka
çıkmıştı. Bunlar yetmezmiş Enschede’li
hemşerileri Bas Nijhuis ve Björn Kuipers’ı
kollamak ve onları parlatmak için ülkenin en
saygıdeğer hakemi Dick Jol’a karşı tavır almaya
başladı. Euro 2004 ve 2006 Dünya Kupası’nda
hiçbir Hollandalı hakemin olmaması, bu
genç adamları çok erkenden aslanların
önüne atması ve hakemlerin oyun kurallarını
değil Uilenberg’in isteklerini takip etmesine
bağlandı. Uilenberg hakemlere maçlardan
sonra mektuplar gönderiyor ve açıkça yanlış
karar verdikleri için onları dinlenmeye aldığını
bildiriyordu. Artık evine Uilenberg’den mektup
alan hakem mektubu açmaya korkar olmuştu.
Profil
Ardından ortalığı ayağa kaldıran Dick Jol
hadisesi patladı. Jol 2007-08 sezonunda
Hollanda’da yılın hakemi seçildi. Ama
Uilenberg, daha birkaç ay önce son sezonun
hakemi seçilen Jol’a, artık ülkenin en iyi 10
hakemi arasında yer almadığından 2008-09
sezonunda üst düzey maçları vermeyeceğini
açıkladı, zaten o güne kadar da kendisiyle
sık sık takışmıştı ama aradaki sorunları
yalanlamıştı (hatta 2006’da yayınlanan Jol’un
otobiyografisindeki bazı notlar Uilenberg’in
hoşuna gitmediğinden ona 2 hafta ceza vermiş
ve evine yolladığı o meşhur mektuplardan
birinde bu tür davranışların tekrar halinde
daha ciddi sonuçlara katlanacağı tehditini
savurmuştu). Jol bunun üzerine hakemliği
bıraktı. Olayın hemen ardından 26 Temmuz
2008’de jübile maçını düzenleyecek olan
Jaap Stam, maçı yönetmesi için Jol’a teklif
götürdü. Uilenberg araya girerek, hep arka
çıktığı Roelof Luinge’yi maça atamak istedi
ama Jol federasyonu mahkemeye gitmekle
tehdit edince, federasyon çaresiz boyun eğdi.
Yapılan anlaşmaya göre Jol’un maaşı 2009
mayıs ayına kadar ödenecekti. Jol daha sonra
birçok kez Uilenberg yönetiminde muhalefete
yer olmadığını, ona karşı çıktığınızda kendinizi
uçurumun dibinde göreceğinizi tekrarladı
ve federasyona açıkca “Uilenberg’i kovun”
çağrısında bulundu.
HF
#
93
Bugünlerdeki akıl hocamız Uilenberg
2010 yılında federasyondaki görevinden
ayrıldı. Hemşerisi Kuipers geçtiğimiz sezon
Şampiyonlar Ligi yarı finali be Avrupa Ligi
finali yönetti. Ülkemizde çok seviliyor ve hatta
maskeleri basılıyor olabilir ama Hollandalı
hakem eskisi, bizim ülkede hata yapmayan,
ebedi dürüst insanlar olarak görülen UEFA ve
FIFA üyelerinin gerçek kariyerlerine çok güzel
bir örnek.
Björn Kuipers
Dick Jol
Bas Nijhuis
İsmail Şayan
Geç Bunları Anam Babam
Transfer
Transfer sezonunda son viraj... Bu yaz da transfer haberinden
çok transfer tevatürü okuduk. Bazıları o kadar tuhaftı ki...
HF
#
93
Basına karşı her zaman nezaketini korumasıyla
bilinen Fransız menajerin adeta çıldırması
toplantıdaki tüm basın mensuplarını
şaşırtmıştı. Londra’daki Bayern Münih maçı
öncesi Wenger “Yönetimin size bu yıl transfer
için 70 milyon Sterlin ayırdığı haberi basında yer
aldı, kimleri transfer etmeyi düşünüyorsunuz.”
diyen gazeteciye karşı daha önce kendisinden
duyulmayan sözcükler kullanıyordu.
Aynı gün football365’in mediawatch köşesi
harika bir iş yaptı ve “Arsenal transfere 70
milyon ayırdı” haberinin aynı gazetede tamı
tamına bir yıl önce aynı gün de yer aldığını
ortaya koydu. Wenger’in ‘yalancılar’ diyerek
çıldırma sebebi de anlaşıldı... Zaten kulüp
geçen sene bırakın öyle bir para harcamayı,
tersine, aldığından çok satarak para bile
kazanmıştı. Bu yıl da şu ana kadar durum farklı
değil ve Arsenal 11 milyon sterlin kârda.
Ya o Garay’ı sandala atıp...
Bir güzide örnek de Portekiz kaynaklıydı.
Record, Mart ayında “Garay’ın Manchester
United’a gittiği” haberine yer vermişti.
Anlaşmanın bittiği, transfer dönemi açıldığında
imzanın atılacağı yazıyordu, transfer kesindi.
Gazete, aynı haberi haziran ortasında transfer
dönemi yaklaşırken bir kez daha yayınladı.
Ve transfer dönemi başladı... Ne var ki Garay
hâlâ Benfica’daydı. Ama Record yılmadı ve
aynı haberi bir kez daha geçti. Haber bu kez
tüm dünyada yankı buldu. Aynı haberi temmuz
ayı içinde birer hafta arayla iki kere daha
yaptılar. Toplamda Record, Garay’ı tam beş kez
Manchester’a getirdi ama ‘bitmiş transfer’ bir
türlü gerçekleşmedi. Garay’ın ‘hazır valizleri’
güvelenmiş miydi bilinmez ama menajer
Jorge Mendes oyuncusuna hâlâ uygun bir talip
bulamamıştı.
Jorge Mendes
Ağustos’ta hedef değişti. Cavani transferinin
ardından Garay’ın bu kez Napoli’ye gideceği
yazılmaya başlandı. Garay hâlâ Benfica’da;
Mendes hâlâ komisyonunu alamadı, ruhumda
hicranını söylüyor...
Ezequiel Garay
Yeni medyanın rolü
Transfer
2009’da Darren Bent 15 milyon sterlin
karşılığında Tottenham’dan Sunderland’e
giderken transferin gerçekleşmesinde en
büyük yardımcısının twitter olduğunu açıkça
kabul ediyordu. Wayne Rooney, 2010’da kulüp
tarihinin en yüksek ücreti alan oyuncusu
haline gelirken yardımı yine sosyal medya ve
internetten almıştı. Sanal ortamda bir hafta
kadar süren ezeli rakip City ile flört, muhteşem
bir gelir artışı olarak geri döndü. Rooney
gerçekten gitmeye niyetlenmiş miydi bilinmez
ama tek kazanan kendisi oldu.
HF
#
93
Ancak iş yalnızca Garay örneğinde olduğu gibi
menajerlerden ya da Bent örneğinde olduğu
gibi oyuncudan kaynaklanmıyor. Bazen bunu
yaratan yeni medyanın bizzat kendisi oluyor.
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda
Bazı internet siteleri, verileri kullanarak yalan
haber üretmek konusunda hiç tereddüt
etmiyorlar. Arama motorlarının raporlamaları
inceleniyor ve buradaki verilerden en çok ‘tık’
getirecek transfer haberi bulunmaya çalışılıyor.
Özellikle transfer dönemi başladığında
günlük raporlardan en çok aranan oyuncular
ve kulüpler listeleniyor. Daha sonra bunlar bir
değerlendirmeye tabi tutuluyor ve eşleştirmeler
yapılıyor. Yani, aynen Pazar araştırması yapan
bir üretici gibi ‘tüketicinin ne istediği’ tespit
ediliyor. Ardından da sitenin yazarlarının
görev dağılımı yapılıyor. Herkese yazması
kendisine düşen transfer ‘haber’i bildiriliyor.
Yazılar geldikten sonra sosyal medya
üzerinden okuyucuya geri satılıyor. Zaten bunu
tüketmeye hazır olduğu tespit edilmiş olan
kitle de habere üşüşüyor ve ‘tık’ toplanıyor. Bu
‘tık’ sayıları da siteye reklam olarak dönüyor.
Transferin gerçekleşme ihtimali mi? Kimin
umurunda, amaca ulaşıldı.
Onu sonra anlatırım
Hatta bazen tık için daha ilginç yöntemlere de
başvurulabiliyor. Bu yılın en görkemli örneği, iki
Hırvat oyuncu üzerinden yapılan operasyondu:
Transfer açlığının zirve yaptığı an olan
Haziran’ın son akşamı, birdenbire bir site
tarafından Tottenham’ın biri ‘yeni Modric’ olan
iki genç Hırvat için Dinamo Zagreb ile 20 milyon
sterlin karşılığında anlaşmaya vardığı haberi
patlatıldı. Üstelik haberde Dinamo Zagreb
cephesinden ismi de verilen bir kulüp yetkilisi
de transferleri doğruluyordu.
Üzerine atlanan haber, hızla yayılmaya başladı.
Yaklaşık bir saat kadar haberin yeterince
yayılması beklendikten sonra muhteşem
hamle geldi ve ilk oyuncunun detaylı bir
incelemesi bu kez isimli bir yazıyla servis edildi.
Daha 18 yaşına girmemiş bu oyuncunun nasıl
biri olduğunu öğrenmek isteyen ve haftalardır
transferin başlayacağı günü bekleyen kitle
siteye aktı. Bundan 45 dakika kadar sonra
da ikinci oyuncunun detaylı bir incelemesiyle
operasyon tamamlandı. Transfer haberleri
neredeyse futbolla ilgili tüm sitelere yayılmış
olan ve başka hiç bir yerde hakkında bilgi
bulunmayan iki oyuncunun incelemeleri ‘tık’
rekoru kırarken sitenin tanıtımı da yapılmıştı.
Operasyon derslikti... Transfer iştahının en
kabarık olduğu an seçilmiş, Hırvatistan’da bir
azınlık dışında çok az kişinin bilgi sahibi olduğu
iki oyuncu belirlenmiş ve incelemeler başkasına
fırsat vermeden servis edilmişti. Sonunda
ne mi oldu? Tottenham’ın oyuncularla hiç bir
zaman ilgisinin olmadığı anlaşıldı. Biri İtalya’ya
gitti, diğeri hâlâ Zagreb’de ve o kadar meşhur
oldu ki hakkında spekülasyonlar ara ara
ısıtılıyor.
Güya Galata’ya dadanmışız
Transfer
Futbol adına çok az aktivitenin olduğu yaz
aylarında gazetelerin o sayfaları, radyo
ve televizyonların o dakikaları dolmak
zorunda. İster transfer yalanları ister transfer
dedikoduları ister transfer tavatürü deyin,
medya açısından bu görevi ifa ediyor. Hatta
bazı sitelerin karmaşık algoritmalar kullanarak
bu işin ne derece cılkını çıkardığını da yukarıda
anlatmaya çalıştık. Taraftar açısından da
futbola dair konuşulacak pek bir şeyin olmadığı
dönemde gelen bu haberler yeni muhabbet
konusu. Ortada karşılıklı bir ihtiyaç var. Tabii
arada “Kandırmayın Fenerbahçe taraftarını,
Alex Türkiye’ye gelmez” ya da “Eto’o bitmiş”
gibi vecizeleri üreten ‘transfer uzmanları’ da
pastanın üstündeki çilek...
HF
#
93
Öte yandan bu haberler, bazen piyasaya haber
salmak ya da piyasayı harekete geçirmek için
kullanılıyor. Oyuncunun transfer edilebilir
olduğu bilgisinin yayılması adına veya tüm
kulüpler arayış içindeyken oyuncunun adının
sıkça tekrarlanması için futbolcular ya da
menajerleri Garay gibi güzide örneklerde
gördüğümüz üzere bu yönteme başvurabiliyor.
Ya da Rooney örneğinin bize anlattığı gibi bu
atraksiyonların bazen kulüpten daha iyi bir
sözleşme koparmak adına kullanılması da
mümkün.
Yalanlar istiyorsan yalanlar
söyleyeyim
Psikologlar, transfer haberlerinin taraftarda
BIRG(yansıtılmış zaferin zevkini çıkarmak) ya
da CORF(yansıtılmış hatadan soyutlanmak)
mekanizmalarını harekete geçirdiğini
söylüyorlar. Beğenilen bir oyuncunun adının
kulüple anılmasının biz taraftarlarda ilk
mekanizmayı tetiklerken, beğenmediğimiz
ya da hatalı bulunan bir transfer ihtimalinde
bilinçaltımızda ikinci mekanizmanın devreye
girdiği belirtiliyor.
Bazıları bu haberlerin çok kafa kurcaladığını
ve çalışanların verimliliğini düşürdüğünü iddia
ederken, kimileri bu muhabbetlerin ortak konu
yaratarak iş yerinde takımdaşlığı güçlendirdiği
tezini savunuyorlar.
Transfer tevatürü bir yandan ciddi bir ekonomik
aktivite. Medyanın ötesinde, ülkemizde olmasa
da dünya üzerinde bahis kuruluşlarının transfer
bahisleri açtığı, bu işte çok ciddi rakamların
döndüğü hatta bu bahisler için özel kadrolar
istihdam edilerek iş yaratıldığı da biliniyor.
Transfer tevatürü kimileri için zararsız bir
eğlence. Bu küçük yalanlar, kullananlar
açısından pek çok amaca hizmete müsait.
Hatta Little Lies’da ‘Tell me lies tell me sweet
little lies’ diye yalvaran Fleetwood Mac misali,
galiba duymaya ihtiyacı olanlar bile var.
Wayne Rooney
Alen Halilovic
Emre Çelik
Alemci golcü
Unutulmaz
“Maçtan önce genelevde kaldığım çok olurdu. Şanslıyım ki stada da
yakın oturuyordum. Maçtan 5 dakika önce yetişir, hat-trick yapar, bütün
yöneticileri de sustururdum...”
HF
#
93
Serie A’da 1936-38 sezonunun son maçında
ligin zirvesinde yer alan iki takım, Juventus
ile Inter, şampiyonluk için Arena Civica’da
kozlarını paylaşacaktır. Juventus’a beraberlik
bile yeterken, Inter’in mutlak kazanması
gereken karşılaşmada, maçın başlamasına
1 saat kala Nerazzurri’nin en büyük yıldızı
Guiseppe Meazza yine ortalarda yoktur.
Normalde kimse, Meazza’nın maçtan 1 saat
önce stadyuma gelmesini beklemez elbette.
Ama söz konusu şampiyonluk olunca Inter’de
panik başlamış; yöneticiler, antrenörlerden
birini ve masörü bir arabaya bindirip Meazza’yı
bulmaları için göndermiştir. Bulurlar lâkin
Meazza ağır bir uykudadır. Yıldız oyuncuyu
apar topar paketleyip arabanın arkasına
atarlar ve stadyuma getirirler. Daha sonraları
o gece her zamanki gibi kadınlarla alem
yaptığını açıklayacak olan Meazza, soyunma
odasına girer, kimseyle konuşmadan 9
numaralı formasını sırtına geçirir ve yüzünü
bile yıkamadan sahaya çıkar. Sonrası bilindik
bir hikaye; Meazza, attığı iki golle hem maçın
adamı olur hem de takımının müsabakayı 2-1
kazanarak İtalya’da şampiyonluk yaşamasını
sağlar.
Hakkında “Sansasyonel Arjantinli ve
Brezilyalılar ile kıyaslanabilecek tek İtalyan”
betimlemesini yapan Gianni Brera ve birçok
yorumcuya göre Çizme’den çıkan en büyük
yetenek olan Giuseppe Meazza, 103 sene
önce tam da bugün dünyaya geldiğinde
elbette orada bulunan insanlardan hiç kimse
İtalyan futboluna damga vuracak bir çocuğun
doğuşuna şahitlik ettiklerinin farkında değildi.
Henüz 7 yaşındayken babasını I. Dünya
Savaşı’nda kaybeden, geçim konusunda
annesine yardım etmek için mahallelerindeki
manavda çalışmak zorunda kalan Meazza,
tüm bu kötü hâtıraların acısını sigara, alkol ve
kadınlardan çıkaracaktı ama öncelikle futbolcu
olması şarttı...
Unutulmaz
Bir yıldız doğuyor
HF
#
93
Milano’nun Porto Vittoria bölgesinde doğan
Meazza, neredeyse her çocuk gibi sokaklarda
alır futbolun tadını. Babası ölmeden önce
başına gelen bir olayı aktarırken de futbola
ne denli tutkuyla bağlandığı ortadadır:
“Zavallı babam ölmeden hemen önce
Aziz Giuseppe Günü’nün anısına bana
tüfek hediye etmeye çalışmıştı ama isyan
edip almadım. Kendimi yerlere atıp ‘Bana
futbol topu al’ diye haykırıyordum.” Daha
o yıllarda, 6 yaşında, Maestri Campeonesi
adında bir takımda oynamaya başlayacaktı
ama bu sefer de önündeki engel annesiydi.
Meazza’nın kendi çalıştığı manavda iş
yaparak aile bütçesine katkıda bulunmasını
arzulayan anne, top ayakkabılarını saklasa
da kullanılmış kıyafetlerden yapılmış topla
çıplak ayakla oynamaya devam eder Meazza.
Kendi deyimiyle ayaklarına çok eski kıyafetler
bağlar ama saatlerce süren kıran kıran maçlar
sonunda ayakları da kan içinde kalır. Her ne
kadar “Annem, bir daha futbol oynamamam
konusunda zorla yemin ettirirdi. “ diyerek
uçurumdan döndüğünü belirtse de 12 yaşında
izni koparır ve Gloria FC’de futbol oynamaya
başlar. Annesinin sakladığı ayakkabılarının
yerine kendisine hayran kalan bir taraftarın
hediye ettiği ayakkabıları geçirir ayaklarına.
Gloria, Meazza’ya Milano’nun dev kulübünün
kapısını aralatacaktır ama o kulübün Milan
mı yoksa Inter mi olacağı net değildir. Hemen
hemen bütün yıldız oyuncuların hikâyesinde
olduğu gibi Meazza’da da aynı senaryo yaşanır.
Tutkulu bir taraftarı olduğu Milan, çelimsiz
ve sıska bulduğu Meazza’ya güvenemez
ama Inter bu fırsatı kaçırmayacaktır. Kısacası
Meazza, 14’ünde Inter’in kapısından adımını
atar. 17 yaşında ilk kez as takımın formasını
giydiği Coppa Volta’daki macerası ise yine sıra
dışıdır: “O gün iki maç olacaktı. Sabahki maç
için adımı görmeyince gittim kahvaltı yaptım
ama abartıp çok fazla yemiştim. Takım maçı
kötü kaybedince koç Arpad Weisz çağırıp ilk
maçıma çıkacağımı söyledi. Midemin çok
şiştiğini söyledim ama gülüp şans diledi. Ben
de sahaya çıktım.”
Maçtan önce Meazza’nın kadroya alınmasına
tepki gösteren Leopoldo Cont,, “Takımı kreşe*
çevirdiniz!” diye çıkışır. Fakat Il Balilla, bir
Avanguardista için gerçekten de iyi bir maç
çıkarmış ve daha ilk karşılaşmasında 2 gol
atarak dikkatleri üzerine çekmiştir. Ertesi gün
La Gazetta dello Sport, manşetlerini Meazza’ya
ayırır. Onun “Zeki, hızlı ve genç.” diyerek
tanımlar. Kısacası, Meazza, adeta bir rüyaya
dalar. “İlk senemde çok fazla sinemaya gider ve
film izlerdim. Ama izlediğim hiçbir film benim
hikâyem gibi değildi.” sözleriyle zaten içinde
bulunduğu durumu özetler.
“Bir sigara içeyim, sonra geliyorum...”
Meazza, ilk maçında olduğu gibi kariyerinin
devamında da fırtına gibi esmeye devam
eder. İlk sezonunda Ulusal Lig’de sergilediği
*Burada asıl kast edilen kreş değil. Faşist Mussollini rejiminin kurduğu ve İtalya’da o dönem 8-18 arası çocuklara özel eğitim
veren Opera Nazionale Balilla. Tahmin edileceği gibi bir önceki paragrafta da kendisine Balilla diyen Meazza’nın lâkabı, bu
organizasyondan ve soyunma odasında yapılan bu yakıştırmadan yapılıyor. Avanguardista ise Opera Nazionale Balilla’da eğitim
göre 14-18 yaşındaki gençlere verilen ad.
Unutulmaz
futbolla takımı Ambrosiana Inter’in bir yıl
sonra kurulacak Serie A’ya katılmasında büyük
rol oynar. Takiben Serie A’da 33 maçta 31 gol
atarak ilk şampiyonluğu Inter’in almasını
sağlar. Hatta Roma ile oynanan maçın ilk 4
dakikasında hat-trick bile yapmıştır. Serie
A’da ilk sezonunda en fazla gol atma rekoru
da hâlâ kırılamamıştır. Fakat artık yıldızlaşan
Meazza’nın hayatı da doğal olarak değişir;
sinemalara gitmek yerine gece hayatının ışıltılı
dünyasına dalar. Meazza, “Allahtan stadyuma
yakın bir yerde oturuyordum ve yollarda vakit
kaybetmiyordum. Maçlar başlamadan 5
dakika önce soyunma odasına girdiğimden
dolayı genelde hoca ve takım arkadaşlarım
kötü kötü bakardı. Hatta sahaya çıkarken bazı
yöneticilerin ‘Artık onunla biz ilgileneceğiz’ gibi
şeyler dediğini duyardım. Allahtan hat-trick
yapardım ve hepsini sustururdum.” diyerek
durumu özetleyen kendisi olacaktır.
HF
#
93
Şampanyaya ve kadınlara aşırı düşkünlüğü ile
bilinen Meazza, buna rağmen 30-35 yıl sonra
sahalara inecek ruhani varisi George Best gibi
bir kariyerden ziyade sürekli yükselen, efsanevi
bir dönem geçirecektir. Değil Inter’de İtalya
Milli Takımı’nda bile soyunma odasında sigara
içme ayrıcalığı tanınan tek isim olduğu iddia
edilen Meazza için hocası Pozzo, “Takımınızda
Meazza varsa maçlara 1-0 önde başlarsınız.”
diyerek neden Il Ballillo’nun kaprislerine
sabrettiğini dolaylı da olsa açıklar. Zaten
dokunulmazlığı da buradan gelen Meazza
için Fransız gazetesi Match, 1931’de “bitiricilik
ustası”; The Times, 1933’te “Kalecileri rahatlıkla
çizgiden uzaklaştırıp geçme yeteneğiyle
patlayıcı gücü, zekâsı ve hızlı-kuvvetli şutları,
rakipsiz olduğunu belirten Meazza’ya bir
çok hayran kazandırdı.” diyecektir. Kısacası o
dönemde bile dünya çapında bir yıldız olmayı
başaran Meazza, bu sayede ilk özel sponsora
sahip futbolcu unvanını kazanıp bu parayı da
şahsi eğlencesine yatıracaktır.
Nevi şahsına münhasır
Meazza söz konusu olduğunda gerek futbol
sahaları gerekse saha dışı bağımlılıkları
hakkında onlarca hikâye anlatılır fakat
bunlardan ikisi, elbette sahada yaptıkları,
Meazza’nın efsanevi bir isim olduğunu ortaya
Inter taraftarı ezeli rakipleriyle ortak kullandıkları
stadı Guiseppe Meazza adıyla kullanıyor.
koyar. Eğlence hayatına rağmen “Hayatta
hiçbir şeyden gol atmak kadar büyük zevk
duymadım.” diyen Meazza, Altın Ayakkabı’yı
kazanacağı 1934 Dünya Kupası’ndan da takım
arkadaşı Juventus kalecisi Gianpiero Combi’ye
antrenmanda rövaşatadan bir gol atar. Buna
sinirlenen Combi de Meazza ile bu sezonu lig
maçında kendisine atıp atamayacağı yönünde
bir iddiaya girer. Aynı maç öncesinde, kalecilere
attığı çalımlarla tanınan Meazza’ya “Beni
geçip boş kaleye gol atamazsın” diyen Combi,
deyim yerindeyse tam anlamıyla kaşınmıştır.
O sezon Inter ile Juventus arasında oynanan
karşılaşmada Meazza, önce rövaşata ile, hatta
görgü tanıklarının iddiasına göre topa yerden 2
metre yükseklikteyken vurarak, Combi’yi avlar.
Ardından ise tango tutkunu Meazza, Combi
karşısında da tangosunu yaparak arkadaşını
bakkala gönderir ve golünü atar. Golün
ardından eldivenleri çıkaran Combi, Meazza’nın
elini sıkarak kendisini tebrik eder.
1938 Dünya Kupası’nda ise oyun zekasının
sadece saha içi koşular, paslar v.b. şeylerden
ibaret olmadığını gösterir. Brezilya ile oynanan
yarı final maçında İtalyanlar penaltı kazanır
ve topun başına da elbette Meazza geçer.
Fakat tam penaltıyı kullanmak için topa
hareketlendiği anda Meazza’nın şortu düşer.
Kimilerine göre o dakikadan önce Brezilyalı bir
savunma oyuncusu Meazza’yı çekince şortun
ipi kopmuş; kimilerine göre ise Meazza, penaltı
kurtarma becerisiyle bilinen - hatta oyuncuları
hipnotize ettiği bile rivayet edilen - kaleci
Walter de Souza Goulart’ın dikkatini dağıtmak
için senaryoyu kendisi hazırlamıştır. Ne olursa
olsun Goulart, tribündeki ve sahadaki diğer
herkes gibi kahkahalarla gülerken; Meazza,
bir eliyle şortunu yukarı çekip kahkahaların
bitmesini beklemeden topu ağlarla buluşturur.
Finalde de Macarları yenen İtalyanlar, üst üste
iki kez Dünya Kupası’nı kazanan ilk ve tek ülke
olacaktır.
Kalbindeki kulübe dönüş
Unutulmaz
Dünya Kupası’nda yaşadığı sakatlıkların
1938-39 sezonuna da yansıması, Meazza’yı
sahalardan ciddi sürelerde uzak tutar. O sezon
sadece 16 maçta forma giyen Meazza, Inter’in
şampiyonluğu elde edeceği 1939-40 sezonunda
da neredeyse hiç oynayamamış, hatta bütün
seneyi ayak damarlarındaki daralmadan dolayı
hastanelerde geçirmiştir. Dahası bu dönem
Inter adına bir maça çıkmak istemeyip, bundan
ceza alması da Meazza ile kulüp arasındaki
incelen bağların kopma noktasına gelmesine
neden olur. Meazza da 1940’ta çocukluk aşkı
Milan’ın yolunu tutar.
HF
#
93
İşin ilginç ve epik olan yanı ise Milan’da
sakatlıklarla boğuşan Meazza’nın
birçoklarına göre en iyi maçı Inter karşısındaki
performansıdır. Gianni Brera, Meazza’nın
Milan kariyeri için “Sanki dokunsan hemen
düşecekmiş gibiydi.” diyerek ayakta
duramayacak halde olduğunu belirtir. Ama ilk
Milano derbisinde inanılmaz bir oyun ortaya
koyarak takımına beraberliği kazandıracak olan
2’nci golü atar. Hem de soyunma odasında
Inter’e karşı oynayacağı için dakikalarca
ağladığı bir maçta...
İki sezonluk Milan macerasının ardından da 1
sene Juventus’a uğrayan Meazza, Varese ve
Atalanta’nın da havasını soluduktan sonra
oyuncu/teknik adam olarak Inter’e geri döner.
Yaklaşık 10 sene sürecek teknik adamlık
kariyerinde oyunculuğunu aratsa da kendisi
gibi küçük yaşta babasını kaybeden Sandro
Mazzola’yı keşfedecektir.
“Ben ayrı, diğerleri ayrı”
21 Ağustos 1979’da 68 yaşındayken akciğer
kanserinden dolayı hayata gözlerine yuman
Meazza, belki de özel yeteneklerinin ve
futbol sevgisinin yanı sıra kendine güveni
sayesinde bu denli başarılı oldu. Futbolu
bıraktıktan sonra verdiği bir röportajda,
rüyada olduğunu belirttiği ilk senesinin
ardından burnunun sürekli havada olduğunu
da kabul eden efsane, ölmeden bir sene
önce “Ben Meazza’ydım. Önümüzdeki 10,
20 sene sene sonra maçlara gidecek insanlar
hâlâ beni konuşuyor olacaklar. Meazza’nın
kim olduğunu bilecekler.” der. Zaten vefat
ettikten sonra Milan ile Inter’in mutabakata
vararak adını San Siro’ya verince sonsuza
kadar ölümsüz olacağının garantisini alarak,
göremese de, haklı çıkar. Kendi deyimiyle daha
çocukken bile mahalle aralarındaki maçlarında
kendisini izlemeye gelenlere ve sürekli ilgi
gösterilmeye alışan Meazza, 9 Haziran
1974’te Gigi Riva’ya İtalya Milli Takımı’nın en
golcü oyuncu unvanını kaptırınca da “Riva iyi
topçu. Kıbrıs ve Türkiye’ye çok sayıda gol attı.
Elbette benim gollerim çok daha önemliydi.”
diyerek ikinci plana atılmayı yıllar sonra bile
kabullenemeyeceğini gösterir. Belki de hayatı
boyunca bir tek, ölümünün hemen öncesinde
izdiham olacağını varsayıp cenaze işlemlerinin
gizli yürütülmesini ister.
Beşiktaş’a da uğradı
İtalyanların ülke dışında çalışan ilk teknik
direktör unvanını da elinde bulunduran
Meazza, Çizme’nin dışında çalıştırdığı
ilk takım olan Beşiktaş’ın da ilk yabancı
teknik adamı. 1949’da Beşiktaş’ın başına
geçen Meazza, İstanbul Mahalli Ligi’ni
Galatasaray’ın ardından ikinci tamamlar
ve ülkesine geri döner. Kim bilir, belki de
başarısızlıktan ziyade dönemin İstanbul
gazino hayatı Meazza’yı tatmin etmedi?
Rafet B. Eryılmaz
31 aylık macera
Rusya
Dağıstan’ın çılgın takımı Anzhi’nin görkemli günleri kulübün sahibi
Kerimov’un büyük harcamalar yapmayı kesmesiyle sona erdi. Şimdi en
büyük soru Willian, Eto’o ve Lassana Diarra gibi isimlere ne olacağı?
HF
#
93
Hollandalı teknik adam Guus Hiddink, 22
Temmuz 2013’te Anzhi Mahaçkala’deki
görevinden istifa ettiğinden bir açıklama
yayınladı. Bu açıklamada Hiddink, “Hep
söylediğim gibi Anzhi’nin benim yardımım
olmadan gelişimini tamamlayacağına
inandığım anda görevi bırakıyorum. Bu kulübün
başarılı bir geleceği olduğuna inanıyorum. Bu
büyük futbol projesinin içinde yer aldığım için
de mutluyum” ifadelerini kullanıyordu.
Bu açıklamadan sadece bir ay önce takımla
olan sözleşmesini uzattığını düşündüğümüzde
bu kararın oldukça ilginç olduğunu
söyleyebiliriz. Daha da ilginç olan Hiddink’in
istifasından bir ay kadar sonra kulübün sahibi
Süleyman Kerimov, maddi olarak sağladığı
desteği azaltma ve yüksek maliyetli yıldız
oyuncularla yolları ayırma kararı aldığını
açıkladı. Bu açıklamayı doğrulayan ilk hamle
Yuri Zhirkov, Igor Denisov ve Aleksandr
Kokorin’in Dinamo Moskova’ya satılmasıyla
gerçekleşti.
Kerimov’un çok kısa bir süre önce devraldığı
takımdan bu kadar çabuk sıkılmasının
arkasındaki nedeni herkes merak ediyor.
Zira Anzhi, uzun bir aradan sonra Avrupa
arenasında boy göstermeye başlamıştı.
Birkaç yıl içinde Rusya’da şampiyonluğu
kazanmalarına kesin gözüyle bakılıyordu.
“Ah benim memleketim...”
Kerimov’un kulübü satın aldığında yaptığı
açıklamalara baktığınızda Dağıstan’ı ön
plana çıkarmak için elinden geleni yaptığını
görüyoruz. Çılgın milyarder, memleketini tüm
dünyaya tanıtmak ve ekonomik açıdan cazip
hale getirmek için Anzhi’yi kullanacağını
söylüyordu. Ne var ki bu planlarını bir türlü
gerçeğe çeviremedi.
Süleyman Kerimov
Milyonlarca dolar harcayıp takıma kazandırdığı
futbolcular Moskova’da antrenman yapıp,
sadece iç saha maçları için Dağıstan’a
geliyorlardı. Kendi futbolcularını bile Dağıstan’a
çekmeyi başaramayan bir kulübün, dış
dünyadan ilgi toplamayı beklemesi hayalcilik
olurdu.
Ayrıca bir türlü bitmeyen stadyum inşaatı
takımın Avrupa kupalarında oynayacağı maçlar
için Moskova’ya gitmek zorunda kalmasına
neden oldu. 2013 Mart’ında tamamlanan
inşaatla UEFA kriterlerine uygun bir stadyuma
kavuştular. Ne var ki artık Avrupa’yı kovalayan
bir takım olmaktan uzakta kalacaklar.
Rusya
Dokunmayın Igor’uma!
HF
#
93
Zenit’in geçtiğimiz sezonun başında yaptığı
Hulk ve Axel Witsel hamleleri taraftarlarını
heyecanlandırsa da takımın deneyimli
oyuncularından Igor Denisov’u rahatsız etmişti.
Witsel ve Hulk’un aldığı yüksek maaşın
kadrodaki Rus oyunculara haksızlık olduğunu
düşünen deneyimli oyuncu, sözleşmesi
gözden geçirilene kadar maçlara çıkmayacağını
söylemişti. Altyapısından yetiştiği Zenit’le
arasındaki bağlar zayıflayan Denisov, 2013
yazında Anzhi’nin yolunu tutmuştu. Fakat
burada da durum farksızdı. Denisov, Samuel
Eto’o, Lassana Diarra ve Mbark Boussoufa’nın
aldığı maaşların Zenit’tekine benzer bir
adaletsizlik yarattığını düşünüyordu. Sezon
öncesi kampında dile getirdiği bu kaygıları,
Diarra’nın antrenmanda ona bilinçli olarak sert
girmesi ve Eto’o’nun tüm yabancı oyuncuları
sahadan toplamasıyla sonuçlanmıştı. Sağlık
sorunlarıyla boğuşan ve yatırdığı paranın geri
dönüşünü bir türlü alamayan Kerimov’un
en son isteyeceği şey oyuncular arasında
yaşanacak bir kamplaşma olurdu herhalde!
Korktuğu her şey başına gelen Kerimov’un
bütçe kısmanın ilk önlemi olarak Denisov’la
birlikte Zhirkov ve Kokorin’i göndermesi
şaşırtıcı olmasa gerek.
Tatminsizlik duygusu
Geçtiğimiz sezonun devre arasında takıma
katılan Willian, tüm bu olaylardan en çok
etkilenen oyuncu olduğu aşikar. Shaktar
Donetsk’te oynadığı dönemde İngiliz devlerini
peşinden koşturan Brezilyalı oyuncu, serbest
kalma maddesini kullanan Anzhi’nin yolunu
tutmuştu. Bu transferin Willian’ı tatmin
etmediği çok açık. Brezilyalı oyuncu, “Burada
bana saygı ve sevgi gösterdiler. Onlara
minnettarım. Ancak büyük takımlarda oynama
hedefimi hâlâ gerçekleştiremedim. Yeniden
Brezilya Milli Takımı’na seçilmek ve büyük bir
takıma gitmek için elimden geleni yapacağım”
ifadelerini kullanıyor. Kerimov’un kafasındaki
büyüme fikrini oyunculara veremediğini de bu
sözlerden anlıyoruz. Anzhi’ye gelen oyuncuların
takımı üst seviyelere taşımak için burada
olmadıklarını görmemek için kör olmak lazım.
Ne acıdır ki Kerimov’un bunu anlayabilmesi
için 31 ay boyunca milyonlarca avro harcaması
gerekti...
Şampiyonluk yarınlara kaldı...
Anzhi yönetimi, kadroya katılan yıldız
oyuncuların yalnızca uygun teklifler gelmesi
halinde satılacağını söylüyor. Fakat bu
oyunculara ödedikleri maaşlar düşünüldüğünde
oyuncuları zarar ederek satacaklarını söylemek
mümkün. Kerimov’un takıma ayırdığı 150
milyon dolarlık bütçeyi 6 ay içinde 50-70 milyon
seviyelerine çekmek istediği söyleniyor. Ayrıca
Finansa Fair Play’e uygun hale gelebilmek
için de bu oyuncuların sözleşmelerinden
kurtulmaları gerekiyor. Bu durumda yıllık 20
milyon avro ödenen Eto’o için uygun teklifi
bekleyecek zamanları pek yok.
Öte yandan takımı yeniden Dağıstan’a
taşıyacak olması da oyuncuların ayrılma
taleplerini daha yüksek sesle dile getirmesine
neden olabilir. Sport-Espress’in şef editörü
Artur Petrosyan da bu durumu doğruluyor. “Her
şeyi bir kenara bıraksak da takımın yıldızlarını
bu transfer döneminde elinden çıkaracağına
eminiz” diyen deneyimli gazeteci, Anzhi’nin
geleceğiyle ilgili tahmin yapmaktan da
kaçınmıyor. “Muhtemelen yeni yaratacakları
takım, lig şampiyonluğunu değil ligde kalmayı
kovalayacak.”
Rüyanın sonu?
Rusya
Kulübün başkanı Konstantin Remcukov’un
twitter hesabına yazdığı “Anzhi’nin işleyişini
değiştiriyoruz. Pahalı oyuncuların çoğu gidecek.
Senelik 50-70 milyon dolarlık bir bütçeyle
hareket edeceğiz” şeklindeki mesaj yaşanan
değişimi ilk elden doğruluyor. Teknik adamlığa
da Gadzhi Gadzhiev gibi Rusya dışında pek
deneyimi olmayan bir teknik adamı getirmeleri
de vizyonlarını değiştirdiklerinin kanıtı. Daha
önce üç farklı dönemde Anzhi’de görev yapan
Gadzhiev’in Hiddink’le boy ölçüşemeyecek bir
kariyeri var.
HF
#
93
İlerleyen yıllarda bu vizyonu yeniden
genişletmeleri de mümkün görünmüyor.
Kerimov’un tohum üretim devi Uralkali’deki
375 milyon dolarlık hissesini kaybetmesiyle
ekonomik açıdan zayıfladığı ortada. Öyle
ki Kerimov’un sorunlarının artması halinde
kulübün başka birine satılması da gündeme
gelebilir. Böyle bir durumda da milyarder
iş adamının elinde Eto’o, Roberto Carlos
ve Hiddink’le geçen günlerine dair güzel
hatıralardan fazlası kalmamış olacak...
Igor Denisov

Benzer belgeler