Ortaçağda İran: Zaman ve Mekan

Transkript

Ortaçağda İran: Zaman ve Mekan
ORTAÇA⁄DA ‹RAN: ZAMAN VE MEKAN*
Osman G. ÖZGÜDENL‹**
“‹ran” kelimesi, tarih boyunca son yüzy›la kadar, etnik ya da kültürel olarak
muayyen bir co¤rafyay› ifade etmek için kullan›lmam›flt›r. Tabiat›yla burada
izah›na giriflilecek olan tarih ile kastedilecek olan da, bugünkü ‹ran co¤rafyas›n›n de¤il, Afganistan’›n bir k›sm›n› da içine alarak Mâverâünnehir ve Hârezm’e kadar uzanan daha genifl bir co¤rafyan›n tarihi olacakt›r. Bu co¤rafyan›n s›n›rlar›, ülkeye hâkim olan devletlerin siyasî faaliyetlerine paralel olarak
tarih boyunca genifllemifl veya daralm›flt›r. ‹ran, VII. yüzy›l›n ortalar›nda Araplar taraf›ndan fethedilmifl, XI. yüzy›l ortalar›nda Türkler ve XIII. yüzy›l›n bafllar›nda da Mo¤ollar’›n hâkimiyetine girmifltir. Bununla birlikte, ‹ran dili ve
kültürü, kimi zaman muhacirlerden etkilenerek, ço¤u zaman da yeni gelenleri
kendi tesirine alarak hususîyetlerini korumay› ve varl›¤›n› devam ettirmeyi baflarm›flt›r. Bu yaz›da, Ortaça¤ ‹ran tarihinin dinamikleri, önemli siyasî ve sosyal geliflmeleri, kronolojik ve mekansal perspektif içerisinde incelenecektir.
I. ARAP ‹ST‹LÂSINDAN SELÇUKLULAR’A
Arap Hâkimiyetinde ‹ran: Sâsânîler gibi büyük ve köklü bir imparatorlu¤a Araplar taraf›ndan 15 y›l gibi k›sa bir süre içerisinde son verilmesi ilk
bak›flta hayret verici bir hadisedir. Ancak, VII. yüzy›l bafllar›nda Sâsânîler ile
Bizans aras›nda yirmi befl y›l devam eden ve her iki tarafa da a¤›r zararlar veren savafllar, 628 y›l›nda II. Husrev’in ölümünden hemen sonra bafllayan ve
yaklafl›k dört y›l içerisinde sekiz hanedan üyesinin tahta geçifliyle neticelenen
taht kavgalar›, dahilî mücadeleler ve gereksiz teflrifatlarla devlet hazinesinin
israf›, imparatorlu¤un sosyal ve dinî bünyesindeki huzursuzluklar, Sâsânîler
gibi dört yüz y›ll›k bir imparatorlu¤un Araplar karfl›s›nda k›sa sürede sukuta
u¤ramas›n› haz›rlayan sebeplerin bafl›nda gelmekteydi. Müslümanlar’›n
‹ran’a karfl› ilk askerî harekât› halife Hz. Ebû Bekir devrinde (11/632-13/634)
bafllad›ysa da, Hz. Ömer devri (13/634-23/644) bafllar›ndaki Köprü ma¤lûbi––––––––––––––––––––––––––––––
* Bu makale, çok küçük bir hulâsas› D‹A (“‹ran”, XXII, 2000, s. 396-401)’da yay›nlanan
yaz›n›n tam ve orijinal metnidir.
** Yard. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Türkiyat Araflt›rmalar› Enstitüsü, (‹stanbul).
84
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
yetinden sonra k›sa bir duraklama geçirdi. Ancak, son Sâsânî hükümdar› III.
Yezdgerd, daha Kâdisiyye (16/637) ma¤lûbiyetlerinden sonra imparatorlu¤un siyasî-iktisadî merkezi olan Irak’› Müslümanlar’a terk etmek zorunda
kald›¤› zaman, Sâsânîler’in Araplar’a karfl› neticesiz mücadelesinin de sonunu tayin etmifl oluyordu. Arap ordular› kendi kaderine terkedilmifl olan Sâsânî baflkenti Medâ’in’i hiçbir ciddî direniflle karfl›laflmaks›z›n, içindeki say›s›z
ganimetle birlikte ele geçirdiler1. Ard›ndan da, da¤›lan kuvvetlerini yeniden
toparlamaya çal›flan III. Yezdgerd’i Sevâd ile ‹ran aras›ndaki Celûlâ’da bir
kez daha hezimete u¤ratt›lar.
Askerî güçlerinin önemli bir k›sm› savafl meydanlar›nda da¤›lan ‹ranl›lar’a karfl› ‹slâm fütûhat› yeni kurulan Basra ve Kûfe ordugâh flehirlerinden
yürütülmekteydi. III. Yezdgerd’in büyük güçlüklerle toplad›¤› son önemli Sâsânî kuvveti de Nihâvend’de ma¤lûbiyete u¤rat›ld› (21/642). Araplar’›n önemine binaen fethu’l-futûh ad›n› verdi¤i bu zaferi müteakip, merkezî ordunun
tamamen da¤›ld›¤› ‹ran’da art›k fütûhata karfl› direnebilecek mahallî hâkimlerin idaresindeki küçük kuvvetlerden baflkaca bir güç kalmam›flt›. Kûfe ordugâh›ndan kuzey, Basra ordugâh›ndan ise güney istikâmetinde yürütülen askerî harekâtlar k›sa bir sürede Irak-› Acem ve Azerbaycan flehirlerinin Araplar’›n eline geçmesiyle neticelendi2. III. Yezdgerd, daha Araplar’a karfl› bir
süre direnen Fârs’›n düflmesinden önce Kirmân’a firar etti. Muhtelif rivayetler, son Sâsânî hükümdar›n›n otoritesinin bu baflar›s›zl›klar›n ard›ndan tamamen sars›ld›¤›n› ve hükmünün kendi valilerine dahi geçmedi¤ini ortaya koymaktad›r3. Kirmân’da da fazla tutunamayaca¤›n› anlayan Yezdgerd buradan
Sîstân’a geçti. Bu esnada Ahnef b. Kays kumandas›ndaki bir ordu, çöl ve Kuhistân’› geçerek Nîflâbûr ve Tûs gibi önemli Horâsân flehirlerini ele geçirmekle meflguldü (30/650). Son Sâsânî hükümdar›n›n Belh ve Merv’deki gayretleri de bir netice vermedi ve onun 31/651 y›l›ndaki katliyle Sâsânî devleti
tarihe kar›flt›.
Arap fütûhat› ‹ran platosunda h›zl› bir flekilde ilerledi. Mâverâünnehir
ve Toharistân VIII. yüzy›l bafllar›nda, Taberistân ise ayn› yüzy›l›n ikinci yar›s›nda Araplar’›n hâkimiyetine girdi. ‹ran ve Mâverâünnehir flehirlerinin pek
ço¤u, ‹slâmî fütûhat› müteakip zaman zaman isyan hareketlerinde bulunduy-
Name-i Aflina
85
sa da, bu flehirler her defas›nda Araplar taraf›ndan yeniden fethedildi4. Bununla birlikte Araplar, Gîlân, Deylem ve Elburz Da¤lar›’ndaki baz› da¤l›k
m›nt›kalar›n hâkimiyetini daha uzun bir süre ele geçiremediler.
Eski ve zengin bir kültüre sahip olan ve ancak k›l›ç kuvveti ile Araplar’›n siyasî ve dinî hâkimiyetine boyun e¤en ‹ranl›lar’›n kendi kültürlerine
ba¤l›l›klar› -her an tepki hareketi kollayarak- gizliden gizliye devam etti.
Araplar taraf›ndan fethedilen flehirler, miktar› harp ya da sulhen ele geçirilifline, ya da iktisadî flartlar›na göre de¤iflen, bir defaya mahsus yüklü bir vergi ve bundan sonra da her y›l muayyen miktardaki harac› ödemek flartlar›yla
mahallî hükümdarlar›n idaresine b›rak›ld›. ‹slâm’› kabul ederek Müslümanlar’›n hizmetine giren ‹ranl›lar umumiyetle bu verginin d›fl›nda tutuldu. Bu
arada Sâsânî devletine mensup askerî ve idarî zümrelerden pek çok ‹ranl›,
Araplar’›n hizmetine girdi. ‹slâm fütûhat›n›n ilk dönemlerinde dîvân defterleri ‹ran as›ll› kâtipler taraf›ndan Farsça tutuldu. Bu dîvân defterlerinden bir
k›sm› el-Haccâc’›n valili¤i zaman›nda Sâlih b. ‘Abdu’r-Rahmân taraf›ndan
Arapça’ya çevrildi5.
Arap hâkimiyeti uzun vadede ‹ran halk› ve kültürü üzerinde önemli izler b›rakt›: ‹slâm, Arap fütûhat›n› takip eden yaklafl›k iki as›r içerisinde Orta
‹ran ve Horâsân’da önemli ölçüde yay›ld›. Bununla birlikte, ‹slâm hâkimiyetinin ilk iki asr› içerisinde ‹ran flehirlerindeki baz› âteflkedeler varl›¤›n› korumay› baflard›6. Fârs ve Kirmân gibi ana yollardan uzak eyaletlerde Zerdüfltîler
kendi inançlar›n› korumada daha baflar›l› idiler. Deylem s›n›rlar›ndaki Kazvîn,
Azerbaycan s›n›r›ndaki Erdebîl ve Horâsân uç bölgesindeki Merv baflta olmak
üzere, ‹ran flehirlerinin ço¤unda Arap garnizonlar› kuruldu. Buralara Arap kabileleri yerlefltirildi. Önce Hemedân, ‹sfahân ve Istahr gibi Basra ve Kûfe ordugâhlar›na yak›n flehirler, ard›ndan Kum, Kâflân, Kazvîn, Rey ve Yezd gibi
Orta ‹ran flehirlerine Arap muhacirler iskân edildi7. Bu iskânlar Horâsân ve
Sîstân gibi do¤u eyaletlerine kadar yay›ld›. Kabileler hâlinde gelen Araplar’›n
yan›s›ra, gâzâ ve cihâd için s›n›rlara gelen gaziler ve Irak’ta tutunamayan Haricî ve fii‘î Araplar da ‹ran’a geldiler. Bununla birlikte, yeni gelenlerin yerlilerle kaynaflmas› kolay olmad›. ‹ranl›lar, Araplar’› Medâ’in’de dev (dîv)8, ya
da Sîstân’da fleytan (ehrimen)’›n müritleri olarak görmekte, hatta Kum’da ol-
86
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
du¤u gibi bazen onlar› tafllama yoluna dahi gitmekteydiler9. Fakat bunlardan
hiçbirisi Araplar’› ‹ran’a muhaceretten al›koyamad›. Bilhassa evlilikler yoluyla tesis edilen akrabal›klar zamanla bu iki kitlenin kaynaflmas›n› sa¤lad›. Bu
kaynaflman›n tabii bir neticesi olarak çift yönlü bir etkileflim meydana geldi.
Bir yandan ‹slâm dini ve Arapça ‹ran’da h›zla yay›l›rken, öte yandan da yeni
gelenler eski ‹ran kültür ve geleneklerinden etkilendiler.
Hz. Osman’›n flehâdeti ve bunu müteakip ortaya ç›kan Hz. ‘Alî ile
Mu‘aviye aras›ndaki dahilî harpler Müslümanlar’› sarsarken, Sâsânî devleti
çoktan çökertilmifl ve ‹ran fütûhat› genifl ölçüde tamamlanm›fl oldu¤undan,
durumdan istifade ile Araplar için tehlike yaratabilecek merkezî bir ‹ran kuvveti bulunmamaktayd›. Emevîler zaman›nda (41/661-132/750) ‹ran, iktisadî,
içtimaî ve dinî flartlar›n tesiriyle bu hanedana karfl› muhalefet merkezlerinden
birisi haline geldi. Ortaya ç›kan kar›fl›kl›klarda art›k ‹ranl› mevâlînin de yerleflmeye bafllad›¤› Kûfe ve Basra ordugâhlar›n›n rolü büyüktü. ‹ranl› mevâlînin önemli bir k›sm› Hz. ‘Alî-Mu‘aviye mücadelesinde Hz. ‘Alî’nin yan›nda
yer ald›. Ayn› mevâlî, Muhtâr es-Sekâfî’nin Kûfe’deki isyan›nda ona destek
verdi. ‹syan hareketi k›sa sürede o derece Arap aleyhtar› bir mahiyet kazand›
ki, muhalifleri, Muhtâr’›n ordugâh›nda bir tek Arapça kelimenin iflitilmedi¤ini söylemekteydiler10. Muhtâr’›n katlinden sonra Irak umumî valisi Haccâc’a
karfl› vuku bulan ‘Abdu’r-Rahmân b. Muhammed b. Efl‘as isyan›n›n tabii destekçileri de yine ayn› mevâlî idi. Mu‘aviye ve halefleri ‹ran ve do¤u eyaletlerini, Irak’ta kurdu¤u umumî valilik ve Ziyâd b. Ebîh ile Haccâc gibi nüfûzlu
valiler vas›tas›yla idare etti. Bilhassa Araplar ile Arap olmayan yeni Müslümanlar aras›ndaki eflitsizlikler mevâlînin mevcut sistemden rahats›zl›k sebebi
idi. Emevîler’in son zamanlar›nda, ‹ranl›, Berberî ve Türk as›ll› askerlerin say›s› artmaya bafllad›. Ancak, bunlar nâdir olarak kumandanl›k makam›na gelebiliyordu. Irak, Cibâl ve Horâsân, fii‘î ve Haricîler’in s›k s›k isyanlar›na sahne oldu. Özellikle Horâsân’da çok iyi örgütlenen ‘Abbâsîler, bütün gayri
memnun kitleleri kendi etraflar›nda birlefltirmeyi baflard›. Muhaliflerin lideri
Ebû Muslim aslen ‹ranl› idi ve ilk kez 748 y›l›nda Merv’de isyan bayra¤›n› açt›. Horâsân’›n çeflitli flehirlerini dolaflarak isyanc›lar› teflkilâtland›rd›11. ‹syana
destek veren as›l kitle ‹ranl› köylüler idi. Bununla birlikte, ‹ranl› dihkânlarla
Name-i Aflina
87
Emevîler’den hoflnutsuz olan Arap kabileleri de aktif bir flekilde isyan›n içerisinde yer ald›. Ebû Muslim kanl› savafllardan sonra Irak’a girmeyi baflard›.
Horâsânl›lar’›n gayretiyle, 131/749 y›l›nda Kûfe’de ‘Abbâsîler’den Ebû’lSaffâh ad›na hutbe okundu. Firar eden son Emevî halifesi II. Mervân’›n
132/750 y›l›nda M›s›r’da öldürülmesiyle Emevî hilâfeti sona ermifl oldu.
‘Abbâsî ihtilâlinin karakteri, ihtilâli müteakip hanedan›n takip etti¤i
dahilî siyasetten anlafl›lmaktad›r: ‘Abbâsîler kendilerini iflbafl›na getiren ‹ranl›lar’a borçlar›n›, baflta Ebû Muslim olmak üzere onlar› önemli mevkilere getirerek ve mevâlî ile Araplar aras›ndaki iktisadî ve içtimaî eflitsizli¤i ortadan
kald›rarak ödediler. K›sa bir süre sonra devlet merkezi Bizans kültürü tesirindeki D›maflk (fiam)’tan ‹ran kültürü tesirindeki Ba¤dad’a tafl›nd›. ‹htilale destek veren gruplar›n bafl›nda gelen mevâlî art›k Araplar’la eflit hale geldi. Yeni kurulan devlet, eski Sâsânî siyasî-idarî kurumlar›ndan yo¤un bir flekilde etkilendi. Vezîrlik makam› Bermekîler ve Fazl b. Sehl gibi nüfûzlu ‹ranl›lar’a
teslim edildi. Önemli görevler ‹ranl› bürokrat ve kâtiplere verildi.
‘Abbâsîler devrinde mevâlînin Araplar ile eflit haklara sahip olmas›ndan dolay› art›k onlardan bu yönde bir muhalefet beklenemezdi. ‘Abbâsîler
için bu dönemde as›l tehlike eski ‹ran dinî ananelerinin ‹slâmî düflünce ile
birleflmesiyle ortaya ç›kan bir tak›m dinî-siyasî muhalefet hareketlerinden
geldi. Özellikle Ebû Muslim’in öldürülmesi (137/755) ‹ran’da büyük rahats›zl›k yaratt›. Onun intikam›n› bahane eden dinî-siyasî isyan hareketlerine zemin haz›rlad›. Yerli halk›n da deste¤ini alarak; Cibâl (merkezî ‹ran)’de Sinbâd (138/755), Herât, Sîstân, Bâdgîs’te Ustâzsîs (151/768), Horâsân ve Mâverâünnehir’de ‹shak et-Turkî ve ‹bn Mukanna‘ (160/778) Ebû Muslim’in intikam›n› almak için isyan bayra¤› açt›. Horâsân’daki isyanlar›n en büyü¤ü
olan Mukanna‘ isyan› güçlükle bast›r›labildi. Bu isyanlar›n yan›s›ra Haricîler’in isyan› Horâsân ve Sîstân flehirlerine yay›ld› ve yaklafl›k otuz y›l boyunca imparatorlu¤un do¤u bölgelerini sarst›. Zenc ad›yla bilinen siyahî kölelerin 869-883 y›llar› aras›ndaki isyanlar› da büyük tehlike oluflturdu. Zenciler,
Güney Irak ve Güneybat› ‹ran’›n önemli bir k›sm›n› hâkimiyetleri alt›na ald›lar. Ancak bu isyanlar›n en tehlikelisi Azerbaycan’da bafllayan ve k›sa sürede
Cibâl’e kadar yay›lan Bâbek isyan› (201/816-223/838) oldu. Dinî-siyasî bir
88
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
nitelik tafl›yan ve Hürremiyye hareketinin lideri olan Bâbek ancak 21 y›l sonra ele geçirilerek, 3 Safer 223/4 Ocak 838 tarihinde Halife Mu‘tas›m-billâh’›n huzurunda idam edildi.
Harûn el-Reflîd’in o¤lu Halife Emîn’in Horâsân valisi olan kardefli
Memûn’u 194/810 y›l›nda veliahtl›ktan azletmesi, gayri memnun kitleye bir
kez daha ‹ran as›ll› anneden do¤an Memûn’un yan›nda Araplar’a karfl› baflkald›rma f›rsat› verdi. ‹ran as›ll› Tâhir b. Huseyn’in yönetti¤i ve büyük ço¤unlu¤unu Horâsânl›lar’›n teflkil etti¤i isyanc›lar, uzun mücadelelerden sonra Emîn’i katlederek Memûn’u hilâfet makam›na geçirmeyi baflard›lar
(198/814). Yeni halife de selefleri gibi önemli görevlere ‹ran as›ll› komandan
ve bürokratlar› tayin etti. Hatta hilâfete geçiflini müteakip befl y›l boyunca imparatorlu¤u Do¤u ‹ran’daki Merv flehrinden idare etti. Bununla birlikte
Mu‘tas›m-billâh (218/833-227/842)’›n devlet içerisindeki ‹ranl› nüfûzuna
karfl› bir denge kurabilmek için askerî vazifeleri Türk as›ll› gulâmlar›n eline
b›rakmas›, bu tarihten sonra ‹ranl›lar’›n ‘Abbâsî devlet yap›s› içerisindeki
rollerinin her geçen gün azalmas›na sebep oldu.
‹slâm’›n ilk iki asr›nda Müslümanlar, baflta vezîr, dîvân, dîvân kâtipli¤i ve posta teflkilât› olmak üzere eski Sâsânî kurumlar›n› aynen ya da çok az
de¤iflikliklerle benimsediler. ‹slâm dünyas›nda ‹ranl›lar, idare, siyaset, bürokrasi ve teflrifat alan›nda elde edilmesi zor bir flöhrete ulaflt›lar12. ‘Abbâsî saray çevreleri giyim kuflam konusunda daha çok Sâsânî tesirinde kald›. ‹ran
k›yafeti ‘Abbâsî saray›n›n resmî k›yafeti oldu. Sarayda ‹ran nüfûzu giderek
art›nca eski ‹ran bayramlar› nevrûz, mihrigân ve râm günleri törenlerle kutlanmaya baflland›. Hilâfet merkezinin D›maflk’tan Ba¤dad’a intikaliyle, ‹slâm
sanat›na tesir eden geç Helenistik-Bizans sanat›n›n yerini Ba¤dad’ta Sâsânî
sanat› ald›. Bu sayede ‹slâmî ananelerin yan›s›ra, Sâsânî-Bizans tesirlerinin
de görüldü¤ü bir devlet modeli ortaya ç›kt›. Emevî Halifesi Hiflâm (105/724125/743) antik imparatorluklarda uygulanan idare metotlar›na ilgi duydu ve
bunlardan baz›lar›n› Arapça’ya tercüme ettirdi. Bu sebeple daha ‘Abbâsî halifelerinin ifl bafl›na geliflinden önce bile, ilham›n› k›smen ‹ran-Sâsânî gelene¤inden alan bir Arap saray edebiyat› do¤mufltu. ‘Abbâsîler’in iflbafl›na gelifli
bu yöndeki çabalar için teflvik edici bir unsur oldu. Bu dönemde Farsça eser-
Name-i Aflina
89
lerin Araplar taraf›ndan tan›nmas›nda ‹ran as›ll› ‹bn Mukaffa‘ (öl.
139/756)’n›n rolü büyüktür. ‹darecilerin davran›fllar› ve memurlar›n tayininde dikkat edilmesi gereken hususlar›n incelendi¤i Kitâbu’s-Sahabe, Edebu’sSagîr ve Edebu’l-Kebîr isimli eserlerin ona ait olup olmad›¤› tart›flma konusudur. Bununla birlikte, ‹bn Mukaffa’n›n as›l flöhreti, Sâsânî devri teflkilât ve
idare sanat›yla ilgili eserleri Arapça’ya tercüme etmesinden kaynaklan›r13. O,
bu meyanda Siyer-i Mulûku Acem (Hudâ-nâme), Kitâbu’l-Âyîn (Âyîn-nâme)
ve Kitâbu’t-Tâc ile daha önce Hint dilinden Pehlevice’ye tercüme edilen Pançatantra’y›, Kelîle ve Dimne ad›yla Arapça’ya tercüme etmifltir14. ‹bn Mukaffa’n›n baflar›s› bu yöndeki çabalar› daha da h›zland›rd› ve bu eserleri bir
taklit seli takip etti. ‹bnu’n-Nedîm’in el-Fihrist isimli eserinde bunlardan bir
kaç yüz tanesi, sadece ismen malûmumuzdur.
VIII. yüzy›l›n ikinci yar›s› ve IX. yüzy›lda yap›lan bu çal›flmalar ‹slâmî literatürde flu‘ubiyye ad› verilen bir tepki hareketinin temellerini oluflturdu. Bafllang›çta Kur’ân’a dayanarak ilmî ve edebî mahfillerde Arap olmayanlar›n Araplar’la eflit oldu¤unu savunan baz› edibler, bir süre sonra ‹ran kültürünün üstünlü¤ünü iddia ve Araplar’› tahkire bafllad›lar. Henüz ‹slâmî ‹ran
edebiyat›n›n teflekkülü öncesine rastlayan bir dönemde, bu görüfller Arapça
kaleme al›nan eserlerde savunuldu. Arapça, idarî, edebî ve ilmî dil olarak kullan›lmaya baflland›. Aslen ‹ranl› pek çok edib ve âlim eserlerini Arapça kaleme ald›. Ba¤dad’›n s›n›rl› ilmî mahfillerini aflamayan tart›flmalara ra¤men,
Arap edebiyat›n› mükemmelli¤e ulaflt›rmada Ebû Nevâs, Beflflâr b. Burd gibi
‹ran as›ll› flâirlerin rolleri büyüktü.
‹lk ‹ranl› Hanedanlar: IX. yüzy›l ortalar›ndan itibaren ‘Abbâsî devletinin giderek zay›flamas›, Horâsân ve Mâverâünnehir’de ‹ran as›ll› ailelerin kurdu¤u mahallî hanedanlar›n ortaya ç›kmas›na imkân haz›rlad›. Tâhirîler, Saffârîler, Sâmânîler ve Buveyhîler gibi ‹ranl› hanedanlar, görünüflte ‘Abbâsî halifelerinin meflruiyet ve hâkimiyetini tan›makla birlikte, gerçekte kendi hâkimiyetlerini güçlendirmek ve yaymak için gayret ettiler.
Bu hanedanlardan ilki 205/821-259/873 y›llar› aras›nda Horâsân’›n hâkimiyetini ellerinde bulunduran Tâhirîler idi. Daha sonralar› baz› kaynaklarda nesebleri ‹ran’›n efsanevî kahraman› Rustem’e ba¤lanmas›na ra¤men, as-
90
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
len Arap bir aileden gelen Tâhir b. Huseyn, Harûn el-Reflîd’in o¤lu Emîn’in
bertaraf edilmesi ve Memûn’un hilâfete geçiflinde önemli rol oynam›fl bir komutand›. Memûn, Tâhir’e olan vefa borcunu onu evvelâ el-Cezîre, ard›ndan
da 205/821 y›l›nda Irak’›n do¤usunda kalan bölgelerin umumî valili¤ine tayin ederek ödedi. Horâsân’a gelen Tâhir 206/821-822 y›l›nda halifenin ad›n›
paralar›ndan ç›kararak yar› müstakil bir idare kurmak istediyse de, k›sa süre
sonra Merv’de anî ve flüpheli bir flekilde öldü (207/822). Onun ölümünden
sonra yerine tayin edilen o¤ullar› Talha (öl. 213/828), ‘Alî ve ‘Abdullâh (öl.
230/844) Horâsân’›n yan›s›ra, Taberistân ve Kirmân’a da hâkim oldular. Tâhirîler bu bölgeleri ço¤u kez Ba¤dad’dan idare etmelerine ra¤men, ‹ran tarihinde, hâkimiyetin ‘Abbâsî halifelerinden ‹ranl› mahallî hanedanlara geçmesinde önemli rol oynad›lar. Hanedan›n son üyesi Muhammed b. Tâhir’in iktidar› önce Taberistân’daki fii‘î Zeydiyye hareketi ile zay›flad›, ard›ndan da
Sîstân’dan vuku bulan istilâ ile sona erdi.
Mahallî hanedanlar›n ikincisi Saffârîler (867-1003) ad›yla ‹ran’›n do¤usunda bulunan Sîstân eyaletinde ortaya ç›kt›. Ya‘kûb b. Leys, Haricîler’in
faal oldu¤u Sistân’da ‘ayyârlar›n da deste¤ini alarak 247/861 y›l›nda kendi
hâkimiyetini tesis etti ve emîr unvan›n› ald›. Ard›ndan hâkimiyetini geniflleterek Mekrân, Sind ve Kirmân’› ele geçirdi. Horâsân’daki Tâhirî hâkimiyetine son verdi. Ya‘kûb’un bütün bunlar› ‘Abbâsî halifesine dan›flmadan yapmas› halifeyle aras›n›n aç›lmas›na sebep oldu. Fârs’a hâkim olan Ya‘kûb, Huzistân s›n›rlar›na dayand›¤› bir esnada, ‘Abbâsî hilâfeti Basra’daki köle isyan›yla meflgul bulunuyordu. Ya‘kûb 262/876 y›l›nda Ba¤dad üzerine yürüdü ve
Vâs›t’› ele geçirmeye muvaffak olduysa da, k›sa bir süre sonra ‘Abbâsîler taraf›ndan ma¤lûp edildi. Bununla birlikte, Saffârîler’in Fârs’taki hâkimiyeti
bir süre daha devam etti. Kardefli ‘Amr, Horâsân’daki son muhaliflerini de
bertaraf edince halifeden Sâmânî valilerinin idaresinde bulunan Mâverâünnehir’in menflûrunu istedi. Ancak 287/900 y›l›nda Belh yak›nlar›nda Sâmânîler’den ‹smâ‘îl b. Ahmed taraf›ndan ma¤lûp edildi. Bu hadise ile Saffârîler’in
Horâsân’daki siyasî hâkimiyeti sona erdi. ‘Amr bu olaydan iki y›l sonra Ba¤dad’da idam edildi. Ancak hanedan›n sonraki üyeleri Sîstân bölgesindeki mahallî hâkimiyetlerini uzun süre korumay› baflard›lar.
Name-i Aflina
91
Sâmânîler (819-1005), Tâhirîler’in Mâverâünnehir’in idaresine tayin
ettikleri valiler iken, onlar›n ortadan kalkmas›ndan sonra Buhârâ ve Semerkand gibi büyük flehirleri ele geçirerek halifeyle iyi iliflkiler kurdular. Semerkand valili¤ine tayin edilen Ahmed b. Esed (öl. 250/864-865) vefat›ndan önce Semerkand’›n idaresini o¤lu Nasr’a verirken di¤er o¤lu Ya‘kûb’u da fiâfl’a
tayin etti. Tâhirîler’in Saffârîler taraf›ndan y›k›l›fl›ndan sonra Mâverâünnehir’de müstakil bir hâle gelen Nasr, Semerkand merkez olmak üzere hâkimiyetini geniflletti ve kardefli ‹smâ‘îl’i Buhârâ’ya tayin etti. Buhârâ’da duruma
hâkim olan ‹smâ‘îl vergiler yüzünden aras› aç›lan kardefliyle savafla girdi.
Kardeflini ma¤lûp ederek baflkenti Buhârâ’ya nakletti. Bu esnada Saffârîler
ile hilâfet makam› aras›nda bafl gösteren anlaflmazl›k, halifenin, Sâmânîler’in
Mâverâünnehir’deki fiilî hâkimiyetini 261/875 y›l›nda bir menflûr ile resmîlefltirilmesi sonucunu do¤urdu. Ard›ndan ‹smâ‘îl b. Ahmed, Saffârîler’i Horâsân ve Orta ‹ran’dan ç›karmay› baflard› ve devletinin s›n›rlar›n› Taberistân’a kadar geniflletti. ‹smâ‘îl’in 259/907 y›l›ndaki vefat›n›n ard›ndan tahta
ç›kan kardefli Ahmed, Taberistân ve Gurgân’daki isyanlarla meflgul oldu¤u
bir esnada kendi köleleri taraf›ndan katledildi. Yerine geçen Nasr b. Ahmed,
henüz küçük yafl›na ra¤men Ebû ‘Abdullâh el-Ceyhânî ve Bela‘mî gibi âlim
vezîrlere sahipti. Devlet, hanedan üyelerinin ç›kartt›¤› iç kar›fl›kl›klar ve Taberistân’da vuku bulan önemli isyanlarla sars›ld›. Bununla birlikte, Nasr b.
Ahmed zaman›nda Sâmânî devleti en parlak devrini yaflad›. Halefi II. Nûh b.
Nasr zaman›nda Orta ‹ran, fii‘î Buveyhîler’in eline geçti¤i gibi, devlet içerisindeki Türk as›ll› emîrlerin nüfûzu da artt›. Daha sonraki Sâmânî hükümdarlar› devrinde devlet gücünü kaybederek küçüldü. Do¤uda Mâverâünnehir kap›lar›n› zorlayan Karahanl›lar ile mücadeleye girildi. K›l›ç Bu¤ra Han Hârun
(Ebû Mûsâ el-Hasan b. Baytafl Süleymân) Sâmânîler’e karfl› verdi¤i baflar›l›
savafllardan sonra ‹sficâb (990) ve Semerkand (992)’›n ard›ndan Sâmânî baflkenti Buhârâ (992)’y› ele geçirdi15. X. asr›n sonlar›na do¤ru iyice zay›flayan
bu hanedana Karahanl›lar taraf›ndan son verildi.
Karahanl›lar’›n Mâverâünnehir’i ele geçirmesi, gerçekte ‹ran’da yaklafl›k dokuz as›r devam edecek olan bozk›r kavimleri ve Türk hâkimiyetinin
ilk habercisi idi. Bu hadise neticesinde, daha ‹slâm’dan önceki devirlerden
92
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
beri zaman zaman ‹ran kültürünün nüfûz alan› içerisinde yer alan Mâverâünnehir’in Türkleflme sürecinin önü aç›lm›fl oldu. ‹ran co¤rafyas›n›n tabii s›n›r› olan Ceyhun (Amû-deryâ) nehri16, do¤u ve kuzeyde bulunan bozk›r kavimleri taraf›ndan zorlanmaya bafllad›. Bununla birlikte, Mâverâünnehir’de bulunan Buhârâ ve Semerkand gibi flehir merkezleri XIII. yüzy›l ortalar›na kadar
‹ran kültür muhiti içerisinde kalmaya devam etti.
Karahanl›lar, Sâmânîler’in bafllang›çta gulâmlar› sonralar› ise vârisleri
olan Gazneliler (963-1186) engelini aflarak Horâsân’a girmeyi baflaramad›lar.
Sâmânîler’in gulâm› ve ayn› zamanda nüfûzlu komutanlar› olan Alp-Tegin ve
Sebük-Tegin’den sonra, Mahmûd (388/998-421/1030) uzun mücadelelerin
ard›ndan, devleti Irak-› Acem’den Hindistan’a kadar uzanan genifl bir imparatorluk hâline getirdi. Koyu bir Sünnî (Hanefî) olan Mahmûd, Sâmânî hükümdarlar›n›n Buveyhîler’e karfl› Bat› Horâsân’da yürüttü¤ü mücadeleyi devam ettirdi. Muzaffer bir flekilde hâkimiyetini Irak-› Acem’e kadar geniflletti¤i bir anda vefat etti. O¤lu Mes‘ûd (421/1030-432/1040) ise daha çok kuzeydo¤udan gelen Selçuklu tehlikesiyle u¤raflmak zorunda kald›. 431/1040
tarihinde Dandânakân’daki ma¤lûbiyetlerinin ard›ndan Horâsân ve Sîstân’›
Selçuklular’a terk etmek zorunda kalan Gazneliler, bugünkü Afganistân’daki
hâkimiyetlerini yaklafl›k bir buçuk as›r daha devam ettirdiler.
Buveyhîler (932-1062) evvelâ Hazar Denizi’nin güneybat› sahilindeki
Deylem bölgesinde ortaya ç›kt›lar. Irak-› Acem’de otoriteleri art›k iyice sars›lan ‘Abbâsîler’i ‹ran’dan tamamen söküp atmay› baflard›lar. Esasen Deylem
bölgesi, da¤l›k co¤rafî konumu ve nemli iklimi sayesinde uzun bir süre ‹slâm
ak›nlar›na direnmifl ve ‹slâm öncesi kültürünü muhafaza etmiflti. Yine, özellikle ‘Abbâsîler’in takibat›ndan kaçarak bu da¤l›k m›nt›kaya s›¤›nan Hz. ‘Alî
soyundan gelen kimselerin gayret ve telkini neticesinde de IX. as›rdan itibaren de Alevî-fii‘î Zeydiyye dinî muhalefet cereyanlar›n›n tesirine girmiflti. Bu
devletin kurucusu ‘Alî b. Buveyh (‘‹mâdu’d-Devle), önce Rey ve Kerec’i,
daha sonra da ‹sfahân’› ele geçirdi ve flehrin hâkimiyetini kardefli Hasan
(Ruknu’d-Devle)’a verdi. ‹sfahân’› kendisine merkez yapan Hasan, uzun savafllardan sonra Irak-› Acem’deki hâkimiyetini kuvvetlendirmeyi baflard›. Bu
esnada, di¤er kardefl Ahmed (Mu‘îzu’d-Devle) ise hilâfet merkezi olan Ba¤-
Name-i Aflina
93
dad’a hâkim oldu (334/945). Hanedan›n en seçkin simâs› Fenâ Husrev (‘Adudu’d-Devle, 338/949-372/983) devletin s›n›rlar›n› daha da geniflleterek Irak› Acem, Fârs, Kirmân, Irak ve Ummân’a hâkim oldu. Onun ölümünden sonra bafllayan taht mücadeleleri Buveyhî devletini zay›flatt›. XI. yüzy›l bafllar›nda iyice zay›flam›fl bulunan bu devlet önce bir kaç parçaya bölündü, ard›ndan da Selçuklular taraf›ndan hâkimiyetlerine son verildi.
Buveyhîler aslen fii‘î olmak ve Sünnî ‹slâm dünyas›n›n siyasî merkezi
olan Ba¤dad’› ele geçirmekle birlikte, hilâfeti tamamen ortadan kald›rmaktansa, her yönden kontrolleri alt›na tuttuklar› ‘Abbâsî halifelerinin dinî meflruiyetinden istifade yoluna gittiler. ‹lk bak›flta bir çeliflki gibi gözüken bu siyasetin sosyal, psikolojik ve askerî arka plan›nda onlar›n ordular›n›n önemli
bir unsur olan Türk as›ll› gulâmlar›n da rol oynad›¤› anlafl›lmaktad›r. Bununla birlikte, kendi siyasetlerine ters düflen ‘Abbâsî halifelerini azletme, ya da
zindana atmada bir sak›nca görmediler.
Bu büyük ‹ranl› hanedanlardan baflka X.-XII. yüzy›l ‹ran tarihinde pek
çok küçük hâkimiyet göze çarpmaktad›r. Taberistân ve Gîlân’da Bavendîler,
Deylem ve Azerbaycan’da Musâfirîler (Sallârîler veya Kengerîler), yine
Azerbaycan’da Ravvâdîler, Taberistân ve Gurgân’da Ziyârîler, Arrân ve çevresinde de fieddâdîler mahallî hâkimler olarak hüküm sürmüfllerdir. Yine, aslen Deylemli olan ve Buveyhîlerle akraba bulunan Kâkûyîler (398/1008443/1051), Buveyhîler’in dahilî zaaf›ndan istifade ederek ‹sfahân’› ele geçirmifl, bazen müstakil, bazen de Gazneli ve Selçuklular’›n vasal› olarak, yaklafl›k yar›m as›r süreyle Irak-› Acem’in hâkimiyetini elinde tutmufltur.
‹ran’›n dahilî bölünmüfllü¤ü ve siyasî istikrars›zl›¤a ra¤men, yaklafl›k
iki as›r devam eden mahallî hanedanlar ‹ran kültürünün himaye ve yeniden
diriltilmesinde önemli rol oynad›lar: XI. yüzy›l kayna¤› Târîh-i Sîstân’da,
Ya‘kûb b. Leys’in Tâhirîler’i Herât’tan ç›karmas›ndan sonra ona iltihak eden
flâirlerin okudu¤u Arapça fliiri anlamad›¤› ve onlar› Farsça fliir söylemeye teflvik etti¤i kaydedilmifltir17. Fars dili ve edebiyat›n›n yaklafl›k üç as›rl›k bir
aradan sonra yeniden do¤uflu, neseblerini meflhur Sâsânî generali Behrâm
Çubîn’e dayand›ran Sâmânîler’in himâyesinde gerçekleflmifltir. Sâmânîler
devrinde Mâverâünnehir ve Horâsân’da büyük bir kültürel geliflme yafland›.
94
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
Farsça ilk mühim tarih kitab›, Nasr b. Ahmed’in vezîri Bela‘mî’nin, Taberî’nin meflhur tarihini ilâvelerle Farsça’ya tercüme etmesi neticesinde ortaya
ç›kt›. Baflta ‹ran edebiyat›n›n ilk flâirlerinden Rudekî (öl. 339/950) olmak
üzere pek çok flâir Sâmânîler taraf›ndan himâye edildi. Fârâbî ve ‹bn Sinâ gibi daha sonralar› ‹slâm dünyas›nda flöhret bulan pek çok âlim bu ilmî ve kültürel atmosferde yetiflti. ‹lk mahallî hanedanlar›n, eski ‹ran (Sâsânî) devlet geleneklerinin ‹slâmî anane ve Mâverâünnehir kültürü ile bir sentezini kurmak
suretiyle oluflturduklar› devlet ananesi, kendilerinden sonra ayn› co¤rafyada
kurulacak olan Selçuklu ve Hârezmflâhlar gibi devletler için model teflkil etti.
Buveyhîler, baflta flâhanflâh unvan› olmak üzere, eski ‹ran siyasî geleneklerini
yeniden canland›rmada baflar›l› oldular: Uydurma bir secere ile kendi soylar›n› Sâsânîler’e dayand›rd›lar. Ruknu’d-Devle, Taberistân’›n fethi dolay›s›yla
351/962 y›l›nda Rey’de kestirdi¤i bir sikkede, Pehlevice “fiâhanflâh’›n azameti arts›n!” ibaresini yazd›rtt›18. O¤lu ‘Adudu’d-Devle ise, paralar›nda, siyasetnâme (pend-nâme-âyîn-nâme)’lerde eski ‹ran hükümdarlar›n›n ideal vasf›
olan adl (adâlet, dâd)’e atfen Meliku’l-‘âdil unvan›n› kulland›. Ziyârî hükümdar› Merdâviç, ‹slâm öncesi bir gelenek olan Nevrûz bayram›n› büyük bir törenle kutlamaktayd›. Gerdîzî’nin bir kayd›na göre, yine ‹slâm öncesi Zerdüfltî
bir bayram olan Âb-rîzgân, ‹sfahân gibi koyu ‹slâmî kimli¤e sahip bir flehirde
XI. yüzy›lda dahi hâlâ kutlanmaktayd›19. Bütün bunlar›n tabii bir neticesi olarak da Arap istilâs›ndan beri bast›r›lm›fl -ya da bast›r›lmaya gayret edilmifl- bulunan millî ve hamasî hisler fliirde ve edebiyatta yeniden tezâhür etti. Bu hisler ço¤unlukla ‹slâmî temayüllerle de birleflerek tarih boyunca ‹ran co¤rafyas›na münhas›r kalacak dinî-siyasî bir atmosferin yarat›lmas›nda etkili oldu.
Eski ‹ran kültürünün yeniden ihyas› IX. yüzy›ldan itibaren o kadar h›zlanm›flt› ki, bu gelenek en koyu ‹slâmî mahfillere kadar yans›yabilmekteydi: fii‘â’n›n
dördüncü imam› ‘Alî b. Huseyn b. ‘Alî’nin annesi fiehrbânû-fiâhbânû, muhtemelen IX. yüzy›lda uydurulan bir efsane vas›tas›yla son Sâsânî hükümdar›
III. Yezdgerd’in esir edilen k›z› olarak gösterilmifl, dolay›s›yla da imâmlar›n
nesli eski Sâsânî hanedan›yla birlefltirilmek istenmiflti20.
Eski ‹ran kültürünün X-XI. yüzy›llarda yeniden diriltilmesinden bahsederken, bu konuda fiâh-nâme’nin oynad›¤› önemli rolü görmemek müm-
Name-i Aflina
95
kün de¤ildir. Firdevsî, eserinde de bahsetti¤i gibi, ömründen yirmi befl y›ldan
fazla bir zaman› bu ifle ay›rarak eski ‹ran hamasî destanlar›n› yeniden nazmetti. fiâh-nâme’nin ‹ran kültür ve tarihindeki yerini sadece edebî bir destanla s›n›rland›rmak kuflkusuz son derece eksik ve sathî bir de¤erlendirme olacakt›r. Böyle bir destan›n kaleme al›nmas›, gerçekte ‹ran kültürünün yaklafl›k
üç as›r devam eden sükûttan sonra tekrar yükselifle geçiflini ve ‹ranl›lar’›n yenilenen kendine güvenini ifade eder. Baflta Selçuklu hanedan› olmak üzere,
‹ran’a yeni gelen Türkler, fiâh-nâme’nin efsanevî kahramanlar›n›n büyüsüne
kap›lmakta gecikmediler. XI. yüzy›l›n ikinci yar›s›nda meflhur Selçuklu vezîri Nizâmu’l-Mulk, Sultan Melikflâh’a, Afrasiyâb’a dayanan ceddinden dolay› övgüde bulunmaktayd›21. Türkiye Selçuklu Sultanlar› ise, fiâh-nâme’nin
kahramanlar› olan Keykâvûs, Keyhusrev ve Keykubâd gibi Keyyânî hükümdarlar›n›n isimlerini kendilerine unvan olarak seçtiler. Bu durum, müteakip
as›rlarda fiâh-nâme’nin, sadece ‹ranl›lar’›n Araplar karfl›s›nda k›r›lan gururunu yeniden tesis etmekle kalmay›p, ‹ran kültür ve geleneklerini tebli¤ ve bu
geleneklerin baflka co¤rafî mekânlarda yeniden kurulmas›nda da etkili oldu¤unu göstermektedir.
II. BOZKIR KAV‹MLER‹N‹N HÂK‹M‹YET‹NDE ‹RAN
Türkler’in Gelifli (Selçuklular): Türkler’in XI. yüzy›l›n sonlar›na
do¤ru Mâverâünnehir bölgesinin siyasî hâkimiyetini tamamen ele geçirmeleri, Türkler’e ‹ran ve Yak›ndo¤u co¤rafyas›n›n kap›lar›n› açan önemli bir hadise olmufltur. Bununla birlikte, Türkler’in askerî hizmetler için Yak›ndo¤u
co¤rafyas›na girifli ve buralarda askerli¤in yan›s›ra idarede de etkili olmalar›
daha IX. yüzy›lda ‘Abbâsîler zaman›nda vuku bulmufltur. Bu süreç ‹ran co¤rafyas› için Buveyhî, Sâmânî ve Gazneliler devrinde h›z kazanarak, Selçuklular zaman›nda nihâî noktas›na ulaflm›flt›r.
Aslen O¤uzlar’›n K›n›k boyuna mensup olan Selçuklular, Mâverâünnehir ve Hârezm’deki uzun mücadelelerin ard›ndan Horâsân’a girerek Sultan
Mes‘ûd’u 431/1040 y›l›nda Dandânakân’da ma¤lûp ettiler. Savafl sonras› düzenlenen kurultayda fethedilecek topraklar Tu¤rul ve Ça¤r› Beyler ile amcalar› Mûsâ Yabgu aras›nda paylafl›ld›. Gazneliler’e karfl› hoflgörüsü azalm›fl
olan Horâsân flehirleri, baflta Nîflâbûr, Merv, ve Herât olmak üzere, çok diren-
96
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
meden birbiri ard›na Selçuklu hâkimiyetine girdi. Gazneli istihbarat raporlar›na dayanan ça¤dafl tarihçi Beyhakî, Nîflâbûr ileri gelenlerinin (‘ayân), halk›
Selçuklu hâkimiyetini -mücadele etmeksizin- kabule nas›l teflvik etti¤ini anlatmaktad›r22. Selçuklular’›n bat›daki askerî fütûhat› da ayn› süratle ilerledi.
Tu¤rul ve Ça¤r› Beyler’in anne bir kardeflleri ve amca o¤ullar› ‹brahim Y›nal, Rey, Kazvîn ve Hemedân gibi Orta ‹ran flehirlerini k›sa bir süre içerisinde ele geçirdi. Hanedan›n di¤er üyesi Ça¤r› Bey’in o¤lu Kavurd Bey ise babas›na tâbi olmak üzere Kirmân’a hâkim oldu.
Tu¤rul Bey, evvelâ Kâkûye (Kâkaveyh) hanedan›n›n idaresinde bulunan
‹sfahân’› ele geçirerek arkas›n› emniyete ald›. Ard›ndan Ba¤dad’a girerek buradaki Buveyhî hâkimiyetine son verdi (447/1055). Böylece Sâsânî devletinden sonra ilk kez, el-Cezîre’den Mâverâünnehir’e kadar bütün ‹ran co¤rafyas›
yeniden tek bir devletin s›n›rlar› içerisinde birleflmifl oldu. Sultan Alp-Arslan,
Do¤u Anadolu fütûhat› (456/1064) ve Malazgird zaferi (463/1071) ile Bizans
direniflini k›rarak Selçuklu devletinin s›n›rlar›n› daha da geniflletti. Melikflâh
zaman›nda (465/1072-485/1092) ise, devlet, Orta Asya’dan Akdeniz’e, Aral
Gölü’nden M›s›r’a kadar uzanan genifl bir imparatorluk haline geldi.
Bafllang›çta ülkeyi hanedan›n ortak sorumlulu¤unda kabul eden ve
adem-i merkeziyetçi bir yap›lanma içerisine giren Selçuklular, k›sa süre sonra ‹ran (Yak›ndo¤u) idarî geleneklerini benimsediler. Selçuklu hâkimiyetinin
siyasî merkezi Nîflâbûr, Rey, ‹sfahân ve Merv gibi eski ‹ran flehirleri idi. Tu¤rul Bey kendisine ‘Alî b. ‘Abdullah Salâr-i Bûzcânî, Ebû Mansûr Verekânî,
Ebû ‘Abdullâh Huseyn b. ‘Alî el-Mîkâlî ve ‘Amîdu’l-Mulk el-Kundûrî gibi
‹ranl›lar› vezîr tayin etti. Bu vezîrlerin bir vazifesinin de yeni kurulan devlette, göçebe-asker Türkler ile yerleflik-tebaa ‹ranl›lar aras›nda bir denge kurmak oldu¤u düflünülebilir. Üç muas›r ve müstakil kaynak, silahla ele geçirilen ‹sfahân flehri halk›n›n aff› için ‘Amîdu’l-Mulk’ün gösterdi¤i yo¤un tavassutu zikreder23. Bu konuda Nizâmu’l-Mulk’ün gayretleri kuflkusuz seleflerini gölgede b›rakm›flt›r. Onun çabalar› neticesinde; askerî cephesi Türk, bürokrasi cephesi ise ‹ranl›lar’a dayanan, f›khî olarak Sünnî esaslara ba¤l› bir
devlet sistemi kuruldu24. Nizâmu’l-Mulk, Melikflâh için kaleme ald›¤› eserinde, sultana, Gazneli-Sâmânî-Buveyhî, hatta zaman zaman Sâsânî hüküm-
Name-i Aflina
97
darlar›ndan ideal örnekler getirmekten geri kalmad›. Bürokrasi, ço¤unlukla
aristokratik mahiyette, bir k›sm› daha önce Gazneli devlet teflkilât›nda görev
alm›fl nüfûzlu bir ‹ranl› kâtip (debîr) s›n›f›n›n eline b›rak›ld›. Ard›ndan da
1050 y›llar›ndan itibaren yavafl yavafl daha merkezî bir devlet anlay›fl›na geçildi. Eski Türk geleneklerine uymayan bu tutum, ‹brahim Y›nal, Kutalm›fl ve
Resûl Tegin gibi hanedan üyelerinin isyanlar›na sebep olduysa da, bu üyeler
bertaraf edildi. Alp-Arslan’›n tahta ç›kmas›yla daha merkezî bir devletin temelleri at›lmak istendiyse de, hanedan üyelerinin yönetime ifltirakine dayanan eski Türk idarî geleneklerinin bask›s› ile bu teflebbüs sonuçsuz kald›.
Devletin kurulufl döneminde imtiyazl› bir konuma gelen Kirmân’›n imparatorluk içerisindeki ayr›cal›kl› statüsü devam etti.
Selçuklular, ‹ran co¤rafyas›nda kendi dinî-siyasî telâkkileriyle çeliflmeyen mahallî hanedanlar›n hâkimiyetlerine dokunmad›lar ve bazen bunlara yenilerini de eklediler: Yezd ve çevresinde ‹sfahân’› terke mecbur kalan Kâkûye
hanedan›, Sîstân’da Nîmrûz Melikleri, Buhârâ’da Âl-i Burhân ve Hârezm’de
Anufltegin ailesi, Selçuklular’›n bu eyaletlerdeki temsilcileri oldular. ‹mparatorluk topraklar›na kat›lan Karahanl› ve Gazneliler ise tâbi devlet olarak idare
edilme yoluna gidildi. Melikflâh ile birlikte, eyaletlerin idaresine tayin edilen
hanedan üyelerinin merkeze karfl› tutumlar›, Tu¤rul Bey’den beri merkeziyetçilik için yap›lan bütün gayretleri bofla ç›kartt›. Arslan Argun, Toganflâh ve Tutufl gibi hanedan üyeleri imparatorlu¤a ba¤l› eyaletleri adeta yar› müstakil bir
flekilde idare ettiler. Bu arada hanedan üyelerinden baflka, nüfuzlu komutan ve
valiler de kendi adlar›na para bast›rmaya bafllad›lar25. Bu durum, Melikflâh’›n
vefat›ndan sonra bafllayan taht mücadelelerinde devletin zay›flamas›na ve yar› müstakil hâkimiyetlerin ortaya ç›k›fl›na zemin haz›rlad›.
Selçuklular’›n askerî baflar›lar› yeni Türkmen kabilelerinin ‹ran’a girmelerine vesile oldu. Ancak, bu Türkmen kabileleri ya Horâsân’› do¤usunda tutulmaya çal›fl›ld›, ya da imparatorluk ekonomisine ve flehir kültürüne en az zarar
verecek flekilde Azerbaycan üzerinden Bizans’a yönlendirildi26. Selçuklular’›n, göçebe soydafllar›na karfl› ‹ran flehir kültürünü koruyan bu tutumu XVII.
yüzy›l müellifi Ebû’l-Gâzî Bahâd›r Han taraf›ndan aç›kça elefltirilmifltir27. Bununla birlikte, bu süreç Türkmenler’in, hayat tarz› ve mizaclar›na son derece el-
98
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
veriflli olan28 yaylak-k›fllak havas›na sahip Azerbaycan ve Anadolu co¤rafyas›nda toplanmalar›na yard›mc› olmufltur. Bu Türkmenler’e, Mo¤ol istilâs› ile
birlikte yenileri eklenmifltir. Bu kalabal›k zümreler Azerbaycan co¤rafyas›nda
tedricen yerleflik hayata geçmifllerdir. Daha XIII. sonlar›nda Azerbaycan co¤rafyas›nda Türkçe isim tafl›yan onlarca yerleflim yeri oluflmufltur29.
Selçuklular zaman›nda ‹ran’daki genifl arazi sahipleri olan dihkânlar
toplumdaki ayr›cal›kl› yerlerini korudular. fiehirlerde ise, bürokratik, ilmî ve
hukukî vazifeler, umumiyetle hanedan de¤iflikliklerinden sonra dahi mevkilerini koruyabilen belirli ailelerin tekelinde bulunmakta idi. Bu durum, siyasî hâkimiyetin zay›flad›¤› zamanlarda flehrin idaresinde söz sahibi hâle gelen ve meflruiyetlerini siyasallaflt›ran dinî re’isler için de geçerlidir. Selçuklular, askerî-malî alanda, kendilerinden önceki Yak›ndo¤u devletlerinde daimî surette hissedilen, askerî masraflar›n bütçeden karfl›lanmas›nda nakit para sorununu iktâ‘ sisteminden istifade ederek çözdüler ve bu sistemin kullan›m alan›n› daha da genifllettiler.
Selçuklu saray› ‹ran dilini ve edebiyat›n› koruyup gelifltirmede en az
Sâmânî ve Gazneli saraylar› kadar baflar›l› idi: Resmî muhaberat ve bürokraside ‘Amîdu’l-Mulk el-Kundurî ve Nizâmu’l-Mulk’ten itibaren Farsça kullan›ld›30. Mu‘îzzî, Enverî, Edîb Sâbir gibi ‹ran edebiyat›n›n önemli flâirleri Selçuklu Sultanlar›’n›n meclislerinde bulundular. Ne Tu¤rul Bey, ne de halefi
Alp-Arslan’›n okuma yazma bildi¤ine dair herhangi bir bilgimiz yoktur. Ancak, tarihî ve edebî kay›tlar Melikflâh, Sencer ve Toganflâh gibi Selçuklu hanedan›n›n daha sonraki üyelerinin ‹ran fliirinden hoflland›¤›n› ve bu alanda
edebî bir zevke sahip oldu¤unu ortaya koymaktad›r31. Bir rivayete göre, son
Selçuklu hükümdar› III. Tu¤rul, Hârezmflâhlar’a karfl› ald›¤› ma¤lûbiyetin ard›ndan savafl meydan›nda fiâh-nâme okurken öldürülmüfltür32. ‹ran kültürünün Anadolu’ya tafl›nmas›nda büyük gayretler gösteren Türkiye Selçuklu Sultanlar›’n›n saray› ise, fiâh-nâme’nin flimdiye kadar bilinen en eski tasvirleriyle süslenmifltir33. Sultan Sencer’in vasal› Hârezmflâh Ats›z, Tercumânu’l-bulâga’ya ilgi duymufl, benzer eserlerin kaleme al›nmas›n› teflvik etmifltir34. Bu
durum ‹ran dilinin Selçuklular zaman›ndaki edebî gelifliminin Gazneliler’in
b›rakt›¤› yerden devam etmesine sebep olmufltur. Farsça, hukuk ve dinî e¤itim
Name-i Aflina
99
dili istisna edilirse, art›k her alanda Arapça’n›n yerini almaya bafllam›flt›r. XII.
yüzy›l makâmât yazarlar› meflhûr Hamîdu’d-dîn Belhî, okuyucu ilgisine göre
eserini Farsça kaleme ald›¤›n› kaydetmifltir35. Selçuklu devrinin sonlar›na
do¤ru Horâsân’da kaleme al›nan Destûr-i debîrî’de katiplere Arapça kelimeler yerine kullan›labilecek Farsça kelimeler tavsiye edilmifltir36.
Melikflâh’›n ölümünden (485/1092) sonra ortaya ç›kan taht kavgalar›nda zay›flayan imparatorluk hanedan›n son kudretli üyesi Sultan Sencer devrinde (511/1118-552/1157) bir ara yeniden toparland›ysa da, do¤udan vuku
bulan Kara-h›tay istilâs› (536/1141) ve O¤uz isyan› (548/1153) neticelerinde
y›k›ld›. Bununla birlikte Selçuklu hâkimiyeti Irak ve Orta ‹ran’da 590/1194,
Kirmân’da ise 582/1186 y›l›na kadar devam etti.
Selçuklular gibi yar› göçebe bir bozk›r halk›n›n ‹ran’a gelifli iktisadî,
içtimaî ve dinî aç›dan gayri memnun bir kitlenin ortaya ç›kmas›na sebep oldu. ‹smâ‘îlî propagandac›lar›n›n yo¤un faaliyetleri bu kitleyi kendi yanlar›na
çekti. Selçuklu Sultanlar› Melikflâh devrinden itibaren, Hasan Sabbâh etraf›nda örgütlenen ve baz› müstahkem mevkileri ele geçiren ‹smâ‘îlîler ile uzun
bir mücadeleye girdi. Bu mücadelede zaman zaman önemli baflar›lar kazan›lmakla birlikte, ‹smâ‘îlîler hiçbir zaman ‹ran’dan sökülüp at›lamad›. Bununla
birlikte, yo¤un propaganda ve suikast faaliyetleri ‹smâ‘îlîler’e ‹ran’da istikrarl› bir devlet kurdurmaya yetmedi. Selçuklular’›n tarih sahnesinden çekilmelerinden sonra dahi bu f›rka onlardan boflalan siyasî zemini dolduramad›.
‹smâ‘îlîler, Alamût’taki hâkimiyetlerine Hülâgü Han taraf›ndan son verilinceye kadar, sadece baz› müstahkem kalelerde tutunabilen, marjinal bir muhalefet örgütü olarak kald›lar.
Selçuklu devletinin y›k›l›fl›ndan sonra ‹ran’da siyasî hâkimiyet küçük
hanedanlar›n eline geçti. Selçuklu hükümdarlar›n›n o¤ullar›n›n e¤itimiyle görevlendirdikleri tecrübeli komutanlara verilen atabeglik vazifesi, atabeglerin,
devletin y›k›l›fl›ndan sonra güç ve nüfûzlar›n› artt›rmalar›yla müstakil hanedanlar›n ortaya ç›k›fl›na sebep oldu. D›maflk (Böriler-Tugteginliler), Mûsul
(Zengiler) ve Erbîl (Begteginler) gibi ‹ran co¤rafyas›n›n d›fl›nda kalan bölgelerde kurulan atabegliklerin yan›s›ra, Azerbaycan’da ‹ldenizliler (531/1137622/1225) ve Fârs’ta da Salgurlular (543/1148-685/1286) Selçuklular’dan
100
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
sonra bu bölgeleri idare eden hanedanlar oldular. Yine, Sultan Sencer’in Katavân savafl›nda flehit düflen Yezd hâkimi ve Kâkûye hanedan›n›n son üyesi
Ferâmurz’un k›zlar›na atabeg olarak tayin etmesiyle kurulan Yezd Atabegli¤i (536/1141-718/1318) yaklafl›k iki as›r boyunca Yezd ve çevresine hâkim
oldu. Bu atabegliklerin yan›s›ra, aslen atabeglik olarak kurulmad›¤› hâlde,
kendileri için atabeg unvan› kullanan hanedanlardan; Büyük Luristân Atabegleri (550/1155-827/1423) ve Küçük Luristân Atabegleri (570/11741006/1597) uzun süre, mahallî hâkimler olarak hüküm sürmüfllerdir. Selçuklulardan sonra Kirmân ve çevresi ise, kendilerine “Kirmân Kara-h›tâylar›” ya
da “Kutluk devleti” denilen hanedan›n idaresine girdi.
Hârezmflâhlar: Selçuklu devletinin y›k›lmas›ndan sonra O¤uzlar yaklafl›k on y›l boyunca Horâsân’daki önemli flehirlerde ya¤ma ve tahribatta bulundular37. Meflhûr flâir Enverî, K›l›ç Tamgaç Han’a yazd›¤› manzum mektupta, O¤uzlar’›n elinden harabeye dönen Horâsân’›n ac›kl› bir tasvirini yapm›flt›r38. Yine meflhûr âlim Beyhakî, neseb ilmine dair 558/1163 y›l›nda kaleme ald›¤› Lubâbu’l-ensâb isimli eserini, büyük ve tan›nm›fl âlimlerin O¤uz
istilâs› esnas›nda katledilmesi, bu ilme ait kitaplar›n ortadan kaybolmas› ve
ensâb ilmini bilen âlimlerin son derece azalmas› sebebiyle yazd›¤›n› zikretmifltir39. Bu O¤uzlar, yaklafl›k bir buçuk as›r önceki soydafllar› gibi ‹ran’da
istikrarl› bir devlet kurmaya muvaffak olamad›lar. Bir zamanlar Selçuklu
devletinin tâbileri durumundaki Hârezmflâhlar (1097-1231) ile Gûrlular
(1000-1215) aras›nda Selçuklu miras›n›n paylafl›m› için bafllayan uzun mücadelelerde Sultan Tekifl (1172-1200) bir ara Horâsân ve Irak-› Acem’e hâkim
olduysa da, Gûrlular’a karfl› nihâî baflar› ancak ‘Alâu’d-dîn Muhammed zaman›nda kazan›ld›. Hârezmflâh Muhammed, Horâsân’dan sonra Mâzenderân,
Mâverâünnehir, Kirmân ve Irak-› Acem’i imparatorlu¤a ilhak ederek yaklafl›k yar›m as›rl›k bir süreden beri kesintiye u¤rayan ‹ran co¤rafyas›n›n siyasî
birli¤ini yeniden kurdu. Muhammed bütün düflmanlar›n› bertaraf edip bat›daki son siyasî rakibi ‘Abbâsî hilâfetiyle mücadeleye girdi¤i bir s›rada, do¤uda
‹ran kap›lar›n› tehdit eden Mo¤ol tehlikesi ile karfl› karfl›ya kald›.
Hârezmflâhlar ile Mo¤ollar aras›ndaki anlaflmazl›k üzerine Cengiz Han
616/1220 y›l›nda güçlü bir orduyla harekete geçti. Hârezmflâh, Mo¤ollar’a
Name-i Aflina
101
karfl› bir meydan savafl› vermektense, ordusunu flehirlere taksim ederek müdafaa savafl› yapma yoluna gitti. Ancak, önce Otrar ve Hocend, ard›ndan da
Buhârâ ve Semerkand gibi önemli Mâverâünnehir flehirleri birbiri ard›na Mo¤ollar’›n eline düfltü. Bu durumda mücadeleyi manas›z gören Hârezmflâh
Muhammed firar etme yoluna gitti. Mo¤ollar’›n eline geçme korkusuyla Horâsân üzerinden Irak-› Acem, Mâzenderân ve bilâhare de Hazar denizindeki
Âbeskûn adas›na s›¤›nd›. K›sa bir süre sonra da burada vefat etti. Büyük o¤lu Celâlu’d-dîn babas›n›n yerine sultan ilân edildi. Celâlu’d-dîn yaklafl›k on
y›l boyunca Kuzey Hindistan, Irak-› Acem ve Azerbaycan’da baflar›l› bir flekilde mücadeleye devem ettiyse de, çabalar› Mo¤ollar’› durdurmaya yetmedi ve onun ölümüyle Hârezmflâhlar devleti sona erdi.
Hârezmflâhlar gibi büyük bir imparatorlu¤un gücünün doru¤unda iken
Mo¤ollar karfl›s›nda birkaç y›l içerisinde aniden çöküflü dikkate flayan bir hadisedir. Bilhassa ‘Alâu’d-dîn Muhammed zaman›nda takip edilen dinî siyaset, h›zl› bir flekilde fethedilen genifl topraklar›n henüz bir devlet kültürü içerisinde yo¤rulamam›fl olmas›, devletin idare mekanizmas›ndaki istikrars›zl›klar ve bizzat sultan›n basiretsiz tutumu gibi sebepler bu h›zl› çöküflte etkili olmufl gözükmektedir.
Mo¤ollar: 617-618/1220-1221 y›llar›nda Mo¤ol komutanlar› Cebe ve
Sübütey komutas›nda gerçekleflen askerî harekâttan sonra Horâsân üzerinden
Irak-› Acem ve Azarbaycan’a giren ilk Mo¤ol müfrezesi Kafkaslar’dan Karadeniz’in kuzeyine geçti¤i zaman, gerilerinde viraneye çevrilmifl bir ülke b›rakm›flt›. Bu askerî harekât› 621/1224 y›l›nda ya¤ma ve tahrip amaçl› seferler takip etti. Nihayet Celâlu’d-dîn’in son önemli direniflini 625/1228 y›l›nda
‹sfahân flehri önlerinde k›ran Mo¤ollar, kendi hâkimiyetlerini tan›yan Fârs
Atabegli¤i idaresindeki Güney ‹ran d›fl›nda, bütün Orta ve Bat› ‹ran’› ya¤malad›lar. Halk›n›n önemli bir k›sm›n› öldürdükten sonra harabeye dönen bu ülkeyi birkaç y›l kendi kaderine terk ettiler. Ögedey Han (1227-1241) zaman›nda bat› fütûhat›na tayin edilen Curmagun, ‹ran ve Azerbaycan’daki Mo¤ol
hâkimiyetini daha da kuvvetlendirdi. Bu esnada ‹ran’›n idaresi Cin-timur,
Körgöz ve onun katlinden sonra da Argun Aka gibi valilere b›rak›lm›flt›.
Mengü Han (1251-1260) tahta ç›k›nca, kardefli Kubilay’› Çin’e gönderirken, di¤er kardefli Hülâgü (Mo¤. Hülegü)’yü de bat› fütûhat›n› yürütmek
102
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
üzere “ilhan” olarak ‹ran’a tayin etti. Hülâgü’nün 653/1255 y›l›nda Ceyhûn’u
geçerek Horâsân’a girmesiyle ‹ran’da Mo¤ol hâkimiyetinin ikinci devresi
bafllam›fl oldu. Hülâgü evvelâ 654/1256 y›l›nda Alamût’u ele geçirerek buradaki ‹smâ‘îlî hâkimiyetine son verdi. Ard›ndan da 656/1258 y›l›nda Ba¤dad’a
girerek ‘Abbâsî hilâfetini y›kt›. Hazar Denizi’nin güney sahilleri hariç bütün
‹ran’da siyasî birli¤i yeniden tesis etti. Bugünkü ‹ran, Azerbaycan, Anadolu
ve Irak’›n idaresi, yaklafl›k bir as›r boyunca ‹lhanl› hâkimiyetinde kald›. Hülâgü Han, daha sonra, tarih boyunca ‹ran’a hâkim olan bütün devletlerin yapt›¤› gibi, askerî harekât› Suriye üzerine yönlendirdi. Ancak, Suriye istikametindeki Mo¤ol ilerleyifli Memlûklar taraf›ndan 658/1260 y›l›nda ‘Ayn Calût’ta durduruldu. Halefleri Abaka ve Gazan zaman›nda bu yöndeki yeni teflebbüsler de baflar›s›z kald›. Abaka, Argun, Gazan ve Olcaytu zamanlar›nda
‹lhanl›lar, Kafkaslar’da Alt›n Ordu, Horâsân’da da Ca¤atayl›lar ile siyasî mücadeleye girdiler. Bununla birlikte, bugünkü ‹ran, Azerbaycan, Anadolu ve
Irak’›n idaresi yaklafl›k bir as›r boyunca ‹lhanl›lar’›n elinde kald›.
‹lhanl›lar, Hülâgü’nün ‹ran’a geliflinden sonra bürokrasi ve idarî alanda yavafl yavafl ‹ran geleneklerini benimsediler. Bu durum hanedan›n en seçkin simas› Gazan Han (1295-1304)’›n ‹slâm’› kabulü ve içtimaî, idarî ve iktisadî her sahada yapt›¤› reformlar ile daha da h›zland›. Do¤udaki büyük han
Kubilay Ka¤an’›n 693/1294 y›l›ndaki vefat›n›n ard›ndan, art›k akrabal›k derecesi oldukça zay›flayan amcazadeleriyle tâbiiyet ba¤lar›n› koparan Gazan
Han, ‹ran’da bozk›r ananelerinin yan›nda, ‹slâmî ve ‹ranî temellere de dayanan bir devlet tesis etmek istedi. Halka karfl› Mo¤ol emîrleri ve vergi tahsildârlar›n›n yapt›¤› zorba ve zulmü engellemeye çal›flt›. Ancak onun erken ölümü bu reformlar›n baflar› ve kal›c›l›¤›n› etkiledi. Vefat›n›n ard›ndan daha yar›m as›r bile geçmeden ‹ran’daki Mo¤ol hâkimiyeti sona erdi.
K›sa olmas›na ra¤men ‹lhanl› hâkimiyeti ‹ran’da menfi ve müspet pek
çok önemli iz b›rakt›: Mo¤ol istilâs› esnas›nda baflta Horâsân flehirleri olmak
üzere, önemli yerleflim merkezleri büyük zararlar gördü. Mo¤ollar taraf›ndan
katledilen insanlar›n say›s›, birbirinden ba¤›ms›z kaynaklar taraf›ndan milyonlarla ifade edilmektedir40. Bir ‹lhanl› bürokrat› olan Hamdullâh Mustevfî bu durumu flu veciz cümle ile tasvir etmektedir: “Dünya e¤er bin y›l hiç za-
Name-i Aflina
103
rar görmeden kalsa, yine de Mo¤ol istilâs›n›n zararlar›n› telâfi etmek ve vaziyeti eski haline döndürebilmek mümkün olmayacakt›r”41. ‹ran’a yeni göçebeler girdi. Göç ve katliamlar sebebiyle etnik yap› bir kez daha yerliler aleyhine de¤iflti. Göçebe kültür etkinli¤ini art›r›rken flehir hayat› ve kültürü geriledi. fiehirlerde eski ‹ran kültür ve geleneklerinin temsilcileri konumunda
olan pek çok köklü aile (‘ayân-dihkân), vatanlar›n›n Mo¤ollar taraf›ndan tahrip edilmesi üzerine farkl› co¤rafyalara göç etti. Bu durum klasik ‹ran kültürünün alt›n devrinin sonunu haz›rlad›. Mo¤ol istilâs›n›n yaratt›¤› karanl›k tablo, toplumda kendine güvensizlik ve dünyevî hayattan kaç›fl fleklinde tezâhür
etti. Özel olarak ‹ran, genel olarak bütün Ortado¤u’da dinî-tasavvufî hareketlerin güçlenip geliflmesi için uygun bir zemin haz›rlad›.
Bununla birlikte ‹lhanl› idaresi, bilhassa ilk yar›m as›rdaki ya¤ma ve
tahrip döneminin atlat›lmas›ndan sonra ‹ran’da olumlu izler de b›rakt›. ‹lhanl› hâkimiyetinin merkezi olan Azerbaycan’da Gazan Han devrinde Ucân ve
fienb-i Gazan, Olcaytu (Mo¤. Ölceytü) zaman›nda ise Rab‘-i Reflîdî ve Sultâniyye gibi yeni yerleflim merkezleri kuruldu. Bunun yan›s›ra, Tebrîz, Merâga
ve Ba¤dad gibi ‹lhanl› hükümdarlar›n›n devaml› temas halinde bulundu¤u büyük flehirlerde önemli imar faaliyetleri yürütüldü. ‹slâmî dönem ‹ran tarih yaz›c›l›¤›n›n en büyük eserleri ‹lhanl› saray› ile irtibatta olan müverrihler, ya da
bu devletin hizmetindeki bürokratlar taraf›ndan kaleme al›nd›. Bugün modern
Farsça’da kullan›lmakta olan pek çok Türkçe-Mo¤olca ›st›lah ilk defa bu eserler vas›tas›yla ‹ran diline girdi. ‹lhanl› vergi ve maliye usûlü -ve bu arada defter ilmi- ‹lhanl› co¤rafyas›nda daha sonra kurulan mahallî hâkimiyetler taraf›ndan aynen benimsendi. Daha da önemlisi, Ön Asya’dan Çin’e kadar bütün
topraklar bir tek devletin s›n›rlar› içerisinde birlefltirildi. Bu da do¤u-bat› ticaretinin geliflmesi ve Çin (do¤u) kültürünün ‹ran’a gerifli için bir vesile oldu. Bu
dönemde pek çok eser Çince’den Farsça’ya tercüme edildi. Ayn› tesirler, baflta minyatür olmak üzere güzel sanatlar alan›nda daha belirgin hissedildi.
Mo¤ol hükümdarlar› ‹ran co¤rafyas›nda yerleflik kültürün tesirine girmekte gecikmediler: Hülâgü, Abaka ve Argun gibi ilk ‹lhanl› hükümdarlar›n›n ‹ran kültürü ve Farsça ile temas› oldukça mahdut çevrelerde gerçekleflmifl olsa gerektir. Ancak, tarihî kaynaklarda Gazan (1295-1304), Olcaytu
104
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
(1304-1316) ve Ebû Sa‘îd (1317-1335)’in Mo¤ol yaz›s›n›n yan›s›ra, Farsça’y› da iyi derecede bildiklerine iflaret edilmifltir42. Sultan Olcaytu, Horâsân’da bulunan o¤lu fiehzâde Ebû Sa‘îd’in kaleme ald›¤› hat levhalar› ile
büyük gurur duymufltur43. ‹lhanl› hükümdarlar› daha bafl›ndan beri astronomi ilmine ilgi duydular ve bu yöndeki çal›flmalar› teflvik ettiler. ‹slâm dünyas›n›n en büyük rasathanelerinden birisi olan Merâga Rasathanesi’nin yan›s›ra, Tebrîz’de de astronomiyle ilgili çal›flmalar yapmak üzere bir rasathane tesis edildi.
Daha Selçuklular zaman›nda bafllayan ‹ran kültürünün Anadolu’ya tafl›nmas› hadisesinin Mo¤ol istilâs›ndan sonra oldukça h›zland›¤› görülmektedir: Memleketlerinin Mo¤ollar taraf›ndan yak›l›p y›k›ld›¤›n› gören aralar›nda
edib, flâir ve bilim adamlar›n›n da bulundu¤u pek çok ‹ranl› Anadolu’ya s›¤›narak Selçuklu devletinin hizmetine girdi. Bu kimseler, daha Selçuklular zaman›nda bafllayan ‹ran kültür ve edebiyat›n›n Anadolu’da yeniden canland›r›lmas›nda mühim rol oynad›lar. XIII. ve XIV. yüzy›llarda Anadolu’da tarih,
edebiyat, felsefe ve tasavvufla ilgili pek çok Farsça eser kaleme al›nd›. Farsça baz› medreselerde e¤itim dili hâline geldi44. Meslekî-co¤rafî isimlerde
önemli ölçüde Farsça kelimelerden istifade edildi. Resmî vesikalar›n yan›s›ra, baz› dinî-hukukî kay›tlarda da Farsça kullan›ld›. Anadolu’da Farsça kullanan müelliflerin Arapça müflkilâtlar›n› aflabilmeleri için önemli kitaplar kaleme al›nd›45. Farsça Anadolu’nu uç köflelerine kadar yay›ld›46. Farsça, Türkçe’nin art›k yayg›nl›k kazanmaya bafllad›¤› XIV. yüzy›l›n sonlar›nda dahi hâlâ tercih edilen dil durumunda idi47. Bu geliflmeler XIII.-XIV. yüzy›llarda
Anadolu’yu ‹ran kültür sahas›n›n tesirlerine soktu.
‹lhanl› Sonras› ‹ran: ‹lhanl› devletinin siyasî birli¤inin sona ermesinin ard›ndan ‹ran co¤rafyas›nda siyasî hâkimiyet pek çok küçük hanedan aras›nda paylafl›ld›. ‹lhanl›lar’›n nüfûzlu komutan› Emîr Çoban’›n torunu ve Timurtafl’›n o¤lu fieyh Hasan, Ebû Sa‘îd Han’›n 736/1335 y›l›ndaki vefat›n›
müteakip ortaya ç›kan taht mücadelelerinde, Suldus kavmine dayanarak, gerçekte birer kukla olmaktan ileriye gidemeyen son ‹lhanl› hükümdarlar› Sat›
Beg Hatun ve Süleymân ad›na Tebrîz merkez olmak üzere Azerbaycan’›n
idaresini ele geçirdi ve burada Çobânîler (Âl-i Çûbân) hâkimiyetini kurdu.
Name-i Aflina
105
fieyh Hasan’›n 744/1343 y›l›ndaki katlinin ard›ndan kardefli Melik Eflref, önce Anûflirvân ad›na ve 745/1344-45 y›l›ndan sonra da kendi ad›na idareyi ele
geçirdi. Bir ara gücünü Irak-› Acem’e kadar yaymaya muvaffak olduysa da,
onun 758/1357 y›l›ndaki ölümüyle Çobânîler’in hâkimiyeti sona erdi.
‹lhanl›lar’dan sonra Bat› ‹ran’da bu devletin vârisî olma iddias›yla siyasî mücadeleye giren di¤er bir güç Celâyîrîler oldu. Hanedan›n kurucusu
Büyük Hasan (Hasan-i bozorg), Ebû Sa‘îd zaman›nda Anadolu valili¤inde
bulunmufl nüfûzlu bir emîr idi. Hasan, Ebû Sa‘îd’in ölümünden sonra her biri kukla olmaktan ileri gidemeyen ‹lhanl› flehzâdelerinin zaaflar›ndan istifade
ile, baflta Ba¤dad olmak üzere Irak ve Azerbaycan’daki ‹lhanl› miras› üzerinde hak iddia etti. O¤lu fieyh Uveys, 761/1360 y›l›nda Tebrîz’e hâkim oldu¤u
gibi, Muzafferî flehzâdelerinin taht mücadelelerinden istifade ederek nüfûzunu ‹sfahân’a kadar geniflletti. Savafl ve mücadelelerin ‹ran’› harabeye çevirdi¤i bir döneme rastlayan hükümdarl›¤›nda, Azerbaycan ve Irak’da tesis etti¤i emniyet ve istikrar ile büyük flöhret kazand›. ‹lim, edebiyat ve sanat›n geliflmesine destek verdi. O¤lu Huseyn (1374-1382), Azerbaycan hâkimiyeti
için Muzafferîler ile mücadeleye girdiyse de, bu mücadeleler her iki devlet
için nihâî bir netice vermedi. Kardefli Ahmed (1382-1410), Timur istilâs› esnas›nda taht›n› kaybederek M›s›r’a s›¤›nd› ve ancak Timur’un ölümünden
sonra 807/1405 y›l›nda yeniden Ba¤dad’a hâkim olabildi. Celâyirî hâkimiyetine, XIV. yüzy›l sonlar›ndan itibaren iyice güçlenen Kara Koyunlu Türkmenleri taraf›ndan son verildi.
Çobanîler ve Celâyirîler Azerbaycan’da ‹lhanl› miras› için mücadele
etmekteyken Orta ve Güney ‹ran’›n hâkimiyeti ‹ncü o¤ullar› (Âl-i ‹ncû) ve
Muzafferîler aras›nda paylafl›lm›flt›. ‹ncü o¤ullar›, ‹lhanl› hükümdarlar›n›n
hususî mülklerinin bulundu¤u Fârs’ta Melik fierefu’d-dîn Mahmûdflâh’›n
725/1325 y›l›nda buran›n idaresine tayin edilmesiyle kuruldu ve hanedan›n
son üyesi fieyh Ebû ‹shâk’›n 758/1357 y›l›nda Muzafferîler’den Mubârizu’ddîn Muhammed taraf›ndan öldürülmesine kadar Fârs ve Güney ‹ran’›n hâkimiyetini elinde tuttu.
Aslen Mo¤ol istilâs› esnas›nda Horâsân’dan Yezd’e muhaceret ederek
Yezd Atabegleri’nin hizmetine giren bir aileden gelen Muzafferîler, yaklafl›k
106
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
yar›m as›r Orta ve Güney ‹ran’a hâkim oldular. Argun, Geyhatu, Gazan ve
Olcaytu gibi ‹lhanl› hükümdarlar›n›n hizmetlerinde bulunan ve Meybed ile
Yezd çevresindeki yollar›n emniyetini sa¤lamakla görevlendirilen fierefu’ddîn Muzaffer’in 713/1314 y›l›ndaki vefat›n›n ard›ndan o¤lu Mubârizu’d-dîn
Muhammed, Olcaytu taraf›ndan ayn› göreve tayin edildi. Mubârizu’d-dîn
Muhammed, Yezd Atabegli¤i’nin 718/1318-19 y›l›nda sona ermesinden sonra Ebû Sa‘îd taraf›ndan Yezd’e tayin edildi. Ebû Sa‘îd’in 736/1335 y›l›ndaki
vefat›ndan sonra bafl gösteren taht mücadeleleri esnas›nda müstakil bir konuma gelen Muhammed 741/1340-41 y›l›nda Kirmân ve ard›ndan da Bam’› ele
geçirdi. ‹ncü o¤ullar›ndan fieyh Ebû ‹shâk ile mücadeleye giriflen Muhammed, önce fiîrâz ve 758/1356 y›l›nda da ‹sfahân’› feth ve Celâlu’d-dîn Ebû ‹shâk b. Mahmûdflâh’› katlederek ‹ncü o¤ullar›n› ortadan kald›rmaya muvaffak
oldu. Güney ‹ran’da önemli bir güç haline gelen Muhammed, 759/1357-58
y›l›nda Azerbaycan seferine ç›kt› ve Tebrîz’i ele geçirmeyi baflard›ysa da, Celâyir hükümdar› fieyh Uveys’in karfl›s›nda duramayarak hiçbir netice elde etmeksizin ‹sfahân’a geri döndü. K›sa bir süre sonra o¤ullar› taraf›ndan azledilerek gözlerine mil çekildi. Babas›n›n yerine fiîrâz’da tahta ç›kan fiâh fiucâ‘
ile bu durumu kabullenmeyen ‹sfahân hâkimi kardefli fiâh Mahmûd aras›ndaki mücadeleler Celâyir hükümdar› fieyh Uveys’in yard›m bahanesiyle Irak-›
Acem’i Celâyir nüfûzuna sokmas›na sebep oldu. 776/1374-75 y›l›nda kardefli fiâh Mahmûd ve Celâyirli fieyh Uveys’in pefl pefle rastlayan ölümüyle
önemli düflmanlar›ndan kurtulan fiâh fiucâ‘, Muzafferîler devletini yeniden
toparlad›. Celâyirli Sultan Huseyn’in flahsî zaaflar›ndan istifade ederek
777/1375-76 y›l›nda Azerbaycan’a yürüdü. Celâyir kuvvetlerini ma¤lûp ettikten sonra Tebrîz’e girdiyse de, ayn› k›fl ‹sfahân’a çekilmek zorunda kald›.
Onun 786/1384 y›l›ndaki vefat›n›n ard›ndan bafllayan taht mücadelelerinde
Muzafferîler devleti k›sa sürede zay›flad›. Nihayet bu devlete Emir Timur taraf›ndan 795/1393 y›l›nda son verildi.
‹lhanl› devletinin çöküfl devrinde Horâsân, Togay-Timur’un hâkimiyetinde bulunmaktayd›. Bu esnada Horâsân büyük bir sosyal ve dinî hareketin
neticesinde önce fieyh Hasan-i Cûrî ve onun katlinden sonra da Vecîhu’d-dîn
Mes‘ûd’un rehberli¤inde, kendilerine Serbedârân (bafllar›n› dar a¤ac›na ve-
Name-i Aflina
107
renler) denilen bir grubun hâkimiyetine girdi (737/1336-788/1386). Evveliyat› her ne kadar tart›flmal›ysa da, sonralar› fii‘î karakter tafl›yan bu sosyal ve
siyasî muhalefet hareketinin ilk merkezi Sebzevâr idi. Ancak hareket k›sa bir
sürede Horâsân’›n di¤er flehirleri ile, Mâzenderân, Gîlân, Semerkand
(766/1364-65) ve Kirmân (775-776/1373-75)‘a kadar yay›ld›. Yaklafl›k yar›m
as›r muhtelif reislerin rehberli¤inde Horâsân ve Mâzenderân gibi ‹ran’›n do¤u ve kuzey k›s›mlar›nda etkili oldu. Bununla birlikte, mevcut istikrars›zl›k
ve adaletsizli¤e bir tepki olarak ortaya ç›kan Serbedârân hareketinin kendisi
de âdil ve istikrarl› bir düzen yaratmaya muvaffak olamad›. Bafllang›c›ndan
k›sa bir süre sonra Serbedârân kendi içinde dahi birbiriyle mücadele eden
gruplara ayr›ld›.
‹lhanl›lar’dan sonra Do¤u ‹ran’da ortaya ç›kan di¤er bir hâkimiyet de,
merkeze karfl› daha 718/1318-19 y›l›nda vergi muafiyeti elden Kert hanedan› oldu. Kertler, zahiren bir süre daha ‹lhanl› devletine ba¤l› kalmakla birlikte, gerçekte bu devletin y›k›l›fl›ndan önce Sîstân ve Horâsân’›n bir k›sm›n›n
hâkimi durumuna geldiler. Horâsân’daki Serbedârân hareketi bu hanedan taraf›ndan Zâve Savafl› (743/1342-43)’ndan sonra durduruldu. Ancak Kertler
de, ‹lhanl›lar’›n di¤er siyasî halefleri gibi, bölgesel bir güç olmaktan öteye gidemedi. Yar›m as›r kadar sonra hâkimiyetlerine Timur taraf›ndan son verildi.
Bu esnada Kuzey ‹ran’›n hâkimiyeti Seyyid K›vâmu’d-dîn ile o¤ullar›
Kemâlu’d-dîn ve Fahru’d-dîn’in eline geçti. Mar‘aflîler (760/1358794/1392), Âmul merkez olmak üzere Mâzenderân bölgesinin önemli bir k›sm›n› ele geçirdi. K›sa sürede hâkimiyetlerini bat›da Lâricân bölgesine yayarak Kazvîn’e kadar uzand›lar (780/1378). Do¤uda Eserâbâd’› ele geçirdiler.
Mar‘aflîler’in hâkimiyetine 794/1392 y›l›nda Timur taraf›ndan son verildi48.
Timurlu, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devirleri: Ça¤atay Hanl›¤›’n›n zay›flad›¤› bir dönemde askerî duruma hâkim olan Timur, zahiren hanlar ad›na olmak üzere fütûhat için ‹ran’a yürüdü. Evvelâ Güney Horâsân’daki Kert hâkimiyeti ile Sebzevâr’daki Serbedârlar’a son verdi. Ard›ndan Sîstân’› itaati alt›na ald›. Horâsân’daki Togay-Timur hâkimiyetine son verdi. Bat›ya ilerleyen Timur, Irak-› Acem ve Azerbaycan’a girdi. 1386-1388 y›llar›
aras›nda üç y›l kadar Azerbaycan ve Do¤u Anadolu’da kalan Timur, daha
108
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
sonra Güney ‹ran üzerinden Mâverâünnehir’e döndü. 794/1392 y›l›nda bafllayan befl y›ll›k seferde bir biri ard›na Mâzenderân ve Irak-› Acem flehirlerini tâbiiyete alarak Güney ‹ran’daki Muzafferî hâkimiyetine son verdi. Bu baflar›lar Timur’un gücünü Fârs ve Kirmân’a kadar yayd›¤›ndan art›k bat› yolu
aç›lm›fl oldu: Irak’taki Celâyirîler ile Azerbaycan’daki Karakoyunlular ezildi.
Direnen flehirler ya¤ma ve katliama tâbi tutuldu. Timur kuvvetleri taraf›ndan
sadece ‹sfahân’da katledilen halk›n say›s› Timurlu resmî tarihçileri taraf›ndan
70.000 kifli olarak kaydedilmifltir49.
Bu seferler neticesinde, kuzeyde Toktam›fl Han, bat›da Osmanl› ve güneyde de Memlûk kuvvetlerini ma¤lûp eden Timur, Mâverâünnehir’i Akdeniz’e ba¤layan büyük bir imparatorluk kurarak o¤ul ve torunlar›n› bu genifl
imparatorlu¤un idaresine tayin etti. Timur’un Çin seferi esnas›nda 807/1405
y›l›ndaki ölümünden sonra, onun flahsî kudretiyle kurulmufl olan büyük imparatorlu¤u dahilî anlaflmazl›k ve taht mücadeleleri içine düfltü. Bu flartlarda
‹ran’›n siyasî birli¤i bir kez daha kayboldu. Timur, vefat›ndan önce torunu Pîr
Muhammed b. Cihângîr’i kendisine veliaht tayin etmiflti. Ancak, dahilî mücadelelerden sonra Timur’un o¤lu ve Horâsân umumî valisi fiâhruh babas›n›n taht›n› ele geçirdi. fiâhruh, büyük imparatorlu¤u Herât’taki merkezinden
idare etti. 812/1409 y›l›nda babas›n›n baflkenti Semerkand’› ele geçirdi.
816/1413-14 y›l›nda hâkimiyetini tan›mayan ye¤enleri ‹skender b. Ömer
fieyh’e karfl› ‹sfahân ve Baykara b. Ömer fieyh’e karfl› da Fârs’a sefere ç›kt›.
Bu seferi müteakip Kirmân’› hâkimiyetine ba¤lad›. ‹mparatorlu¤un do¤usu
ve Orta ‹ran fiâhruh’un hâkimiyetine girdi. Bununla birlikte, özellikle Bat›
‹ran’da onun hâkimiyeti tan›nmamakta idi. Buradaki Timurlu hâkimiyetinin
temsilcisi Ebû Bekr b. Mîrân fiâh, Timur taraf›ndan taht› gasp edilen Celâyirîler’den Ahmed b. Uveys ve ondan daha tehlikeli olarak Karakoyunlular’dan
Kara Yusuf’un sald›r›s›na maruz kald›. XIV. yüzy›l sonlar›na do¤ru Azerbaycan’daki son Mo¤ol bakiyelerinin de Türkleflmesiyle, Bat› ‹ran’›n etnik yap›s› yeniden Türkler lehine dönmüfl bulunuyordu. Bu Türkmen kitleleri ‹lhanl›
devletinin y›k›lmas›ndan sonra evvelâ güçlerini Van ile Urmiye Gölü’nün kuzeyinde hissettiren, daha sonra ise Tebrîz’e hâkim olan Karakoyunlular’›n etraf›nda topland›. fiâhruh, Azerbaycan’daki Türkmen nüfûzunu k›rmak için
Name-i Aflina
109
823/1420, 833/1429 ve 838/1434-35 y›llar›nda üç kez bat›ya yürümek zorunda kald›. Ancak bu seferlerden hiçbirisi nihâî neticeler vermedi. fiâhruh’un
imparatorlu¤un bat›s›n› tasarrufa yönelik uzun mücadeleleri neticesiz kald›.
Kendisi de Muhammed b. Baysungur’a karfl› ç›kt›¤› bir sefer esnas›nda
851/1447 y›l›nda Rey’de öldü. Onun ölümünü müteakip pek çok hanedan üyesinin kat›ld›¤› büyük taht mücadeleleri esnas›nda Horâsân ve Do¤u ‹ran büyük
tahribata u¤rad›. Bu kar›fl›kl›klara son vermek isteyen Ulu¤ Bey baflar›s›z olarak o¤lu ‘Abdu’l-Latîf taraf›ndan katledildi (853/1449). Uzun mücadelelerinden sonra tahta ç›kan Ebû Sa‘îd b. Muhammed (855/1451-873/1469)’in hâkimiyeti Mâverâünnehir, Horâsân, Mâzenderân ve Kuzey Afganistân’› aflamad›.
Bat› ‹ran’da da durum bundan farkl› de¤ildi. fiâhruh’un vefat›ndan
sonra Irak-› Acem ve Fârs’a yeniden hâkim olan Muhammed b. Baysungur,
Horâsân’a yürüdüyse de Bâbur’e yenilerek öldürüldü (856/1452). Buna ra¤men Bâbur’ün Irak-› Acem’deki hâkimiyet teflebbüsü Karakoyunlu Türkmenleri taraf›ndan baflar›s›zl›¤a u¤rat›ld›. Orta ‹ran flehirleri birbiri ard›na
Karakoyunlu hâkimiyetine girdi. Timurlular’›n dahilî mücadelelerinden istifade eden Cihânflâh, Horâsân’› zabt ederek 1458 Haziran’›nda Herât’a girmeye muvaffak oldu. Bununla birlikte, k›sa süre sonra Horâsân’› yeniden Timurlular’a terk etmek zorunda kald›. Ard›ndan da iki devlet aras›nda zahirî
bir dostluk kuruldu. Cihânflâh, Akkoyunlular’dan Uzun Hasan’a ma¤lûp olup
öldürülünce (872/1467), Karakoyunlu topraklar› Akkoyunlular’›n eline geçti. Bu durum Ebû Sa‘îd’e, Timurlular’›n fiâhruh’dan beri sars›lan Orta ve Bat› ‹ran hâkimiyetini yeniden tesis için bulunmaz bir f›rsat yaratt›. Onun as›l
amac›n›n Yak›ndo¤u’daki Timurlu hâkimiyetini yeniden canland›rmak oldu¤u anlafl›lmaktad›r. Akkoyunlular ile olan ananevî ittifak ve Akkoyunlular’›n
günden güne artan güçlerine ra¤men bat›ya yürüyen Ebû Sa‘îd, Miyâne yak›nlar›na geldi¤i zaman bir fermân ile Uzun Hasan’› itaate davet etti50. Ancak, hadiselerin seyri onun ma¤lûbiyet ve katliyle neticelenince, Timurlular’›n bat›daki son hâkimiyet teflebbüsü de baflar›s›zl›¤a u¤rad›. Bu olaydan
k›sa bir süre sonra Uzun Hasan’› ‹sfahân’da ziyaret eden Venedikli elçi Ambrosio Contarini, bu flehirdeki bir imârete, Ebû Sa‘îd’in Uzun Hasan’›n o¤lu
U¤urlu Muhammed’in kin dolu bak›fllar› alt›nda idâm›n› tasvir eden bir res-
110
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
min bulundu¤unu kaydetmektedir51. Timurlular, Bat› ve Orta ‹ran’›n hâkimiyetini tamamen Akkoyunlular’a teslim etmekle birlikte, Herât ve Mâverâünnehir’deki hâkimiyetlerini bir süre daha devam ettirmeyi baflard›lar. Bilhassa
Hüseyin-i Baykara (875/1469-912/1506), Herât ve çevresinde büyük imâr ve
kültür faaliyetlerinde bulundu. Ancak Mâverâünnehir’i ele geçiren Özbekler
bir süre sonra Herât’a girerek buradaki Timurlu hâkimiyetine son verdi. ‹ran
için büyük bir istilâ hareketine dönüflebilecek olan Özbek tehlikesi, ancak
fiâh ‹smâ‘îl taraf›ndan bertaraf edildi.
Ebû Sa‘îd’in öldürülmesinden sonra (873/1469) Uzun Hasan, Irak-›
Acem, Fârs ve Kirmân’a hâkim oldu. Baflkenti Âmid (Diyarbak›r)’den Tebrîz’e nakletti. Timurlular’dan Yâdigâr Muhammed’i destekleyen Uzun Hasan, Horâsân’a hâkim olmas› için ona askerî yard›mda bulundu. Evvelâ Muharrem 875/Temmuz 1470 tarihinde muzaffer bir flekilde Herât’a giren Yâdigâr Muhammed’in k›sa bir süre sonra Hüseyin-i Baykara’ya ma¤lûp olmas›
ve katlinin ard›ndan, Horâsân s›n›r olmak üzere Akkoyunlular ile Timurlular
aras›nda dostane iliflkiler kuruldu. Böylece ‹ran’›n büyük bir k›sm› Uzun Hasan’›n hâkimiyetinde kald›. Bununla birlikte, Uzun Hasan’›n Anadolu’daki
askerî harekât› Akkoyunlular’› Osmanl›lar ile karfl› karfl›ya getirdi. 878/1473
y›l›nda Otlukbeli’nde yap›lan savaflta Osmanl› kuvvetleri, hafif Akkoyunlu
Türkmen süvarilerine karfl› ateflli silahlar›n da yard›m›yla büyük bir zafer kazand›. Buna ra¤men, Akkoyunlu hâkimiyetinin sonunu haz›rlayan fley Osmanl› askerî harekâtlar› de¤il, gün geçtikçe ‹ran’da nüfûzunu art›ran Safevî
hanedan›n›n Türkmenler üzerinde kurdu¤u fii‘î propaganda oldu. Son Akkoyunlu hükümdar› Elvend’in 906/1501 y›l›nda Nahcevân yak›nlar›ndaki ma¤lûbiyetinin ard›ndan Tebrîz’e giren fiâh ‹smâ‘îl hutbe ve sikkeyi kendi ad›na
çevirtti. Bu arada baz› hanedan üyeleriyle birlikte bir k›s›m Akkoyunlu ümerâs› da Osmanl› devletine iltica etti. 908/1503 y›l›nda Akkoyunlu hanedan›n
di¤er üyesi Murâd’› Hemedân yak›nlar›nda ma¤lûp eden fiâh ‹smâ‘îl, Akkoyunlu devletine son vererek Azerbaycan, Irak-› Acem ve Fârs’›n hâkimiyetini ele geçirdi. Ard›ndan ‹ran co¤rafyas›n›n siyasî birli¤ini yeniden tesis etti.
Yaklafl›k iki buçuk as›r devam edecek olan Safevîler devri, ‹ran tarihinde pek
çok aç›dan yeni bir dönemin bafllang›c› oldu.
Name-i Aflina
111
Timurlu, Karakoyunlu ve Akkoyunlu hâkimiyetleri, genel hatlar›yla
göçebe menfleli kavimlerin ‹ran dil, tarih ve kültürü üzerine önemli tesirlerine flahit oldu. Türkmen hâkimiyeti devrinde, Gazan Han’dan itibaren ‹lhanl›
hükümdarlar›n›n tesisine gayret etti¤i yerleflik (flehir) ve göçebe kültürler aras›ndaki denge, bir kez daha göçebeler lehine bozuldu. Karakoyunlu ve Akkoyunlular, kendileri gibi Türkmen olan Selçuklular’a nazaran O¤uz ananelerine daha ba¤l› idiler. Yaz›flmalar›nda resmî dil olarak Farsça’y› kullanmalar›na karfl›n, bir çok önemli devlet makam› için Türkçe kelime ve ›st›lahlar tercih edildi. Timurlular’dan Hüseyin-i Baykara, Türkçe ve Farsça fliirler yazd›.
Karakoyunlu hükümdar› Cihânflâh’›n (Hakîkî) Farsça fliirlerinin yan›s›ra, çok
say›da Türkçe fliirinin de bulundu¤u dîvân› günümüze ulaflm›flt›r52. Türkçe,
meflhûr vezîr ve âlim ‘Alî fiîr Nevâ’î’ (1441-1501)’nin flahs›nda önemli bir
hâmi buldu. Osmanl› tahrir defterlerindeki suretleri vas›tas›yla günümüze
ulaflan Akkoyunlu Uzun Hasan’›n kanunlar›53, baz› küçük de¤iflikliklerle
sonraki devirlerde de kullan›lmaya devam etti.
D‹PNOTLAR
1
Tecâribu’l-umem fî ahbâri’l-mulûki’l-‘Arab ve’l-Acem, [Farsça terc. Hamdullâh Mustevfî-yi Kazvînî], neflr. Rizâ Enzâbînejâd-Yahyâ Kelânterî, Meflhed 1373/1994, s. 382-383.
2
‹bnu’l-Belhî, Fârs-nâme, neflr. G. Le Strange-R.A. Nicholson, London 1921, s. 120.
3
‹bn A‘sem el-Kûfî, el-Futûh, Farsça terc. Muhammed b. Ahmed Mustevfî-yi Herevî, neflr.
Gulâm-Rizâ Tabâtabâ’î, Tahrân 1374/1995, s. 259-260.
4
Bu isyan ve din de¤ifltirme hareketi Buhârâ flehrinde dört defa tekrarlanm›flt›: “Har bår√
ahl-i Buhårå moselmån flodand båz cn ‘Arab båz gafltand√ riddet åvordand√ , va Kutayba
ibn Muslim seh bår √flån-rå moselmån karda-bd, båz riddet åvorda kåfir floda-bûdand√, √n
bår-i çehårom Kutayba harb karda flahr ba-girift” (Narflâhî, Târîh-i Buhârâ, neflr. Muderris Rezevî, Tahrân 1351/1972, s. 66).
5
el-Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, Türkçe terc. Mustafa Fayda, Ankara 1987, s. 430-431.
6
Mes‘ûdî, Murûcu’z-zeheb, I, Farsça terc. Ebû’l-Kâsim Pâyende, Tahrân 1374/1995, s. 589;
Ebû ‘Abdullâh Hâkim-i Nîflâbûrî, Târîh-i Nîflâbûr, Farsça terc. Muhammed b. Huseyn Halîfe-yi Nîflâbûrî, neflr. M.R. fiefi‘î Kedkenî, Tahrân 1375/1996, s. 217.
7
Hasan b. Muhammed b. Hasan-i Kummî, Târîh-i Kumm, Farsça terc. Hasan b. ‘Alî Kummî, neflr. Seyyid Celâlu’d-dîn Tahrânî, Tahrân 1361/1982, s. 28, 32, 240-243; Ya‘kûbî, elBuldân, Farsça terc. ‘Abdu’l-Muhammed ‹brâhîm Âyetî, Tahrân 2536/1977, s. 50; Ca‘fer
b. Muhammed-i Ca‘ferî, Târîh-i Yezd, neflr. ‹rec Afflâr, Tahrân 1343/1965, s. 32.
112
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
“D√vån åmådand” (bkz. Dîneverî, Ahbâru’t-tivâl, neflr. ‘A. ‘Âmir - C. efl-fieyyâl, Kâhire
1960, s. 126).
Hasan-i Kummî, Târîh-i Kumm, s. 253.
‘Abd al-Husain Zarrînkûb, “The Arab Conquest of Iran and its Aftermath”, The Cambridge History of Iran, IV, The Period from the Arab Invasion to the Saljuqs, ed. R.N. Frye,
Cambridge 1975, s. 36.
Hamza b. Hasan-i ‹sfahânî, Târîh-i Peyâmberân u fiâhân, Farsça terc. Ca‘fer fii‘âr, Tahrân 1367/1988, s. 197-198.
Mes‘ûdî, Ahbâru’z-zamân, Farsça terc. Kerîm Zemânî, Tahrân 1370/1991, s. 98.
Bela‘mî, Târîh-nâme-yi Taberî, neflr. Muhammed Rûflen, II, Tahrân 1373/1994, s. 1173.
The Fihrist of al-Nad√m. A Tenth Century Survey of Muslim Culture, ed. and trans. Bayard
Dodge, New York 1970, I, s. 24, 259-260; II, s. 715-717.
‹bnu’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-ta’rîh, IX, Türkçe terc. A. Özayd›n, ‹stanbul 1987, s. 84.
Ceyhun nehri çok eski devirlerden beri ‹ran ile Turan aras›nda nihâî s›n›r olarak kabul
edilmifl, bazen bat›da bulunan yerleflik kültürlerin, bazen de do¤uda bulunan bozk›rl› göçebelerin nüfûz alan›na girmifltir (G. Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, ed.
F. Sezgin, I.G., vol. 85, Frankfurt 1993, s. 433).
Târîh-i Sîstân, neflr. Meliku’fl-fiu‘arâ’ Bahâr, Tahrân 1366/1987, s. 209-210.
G.C. Miles, “A portrait of the Buyid prince Rukn al-Dawlah”, ANSMN, XI, (1964), s. 285;
L. Treadwell, Buyid Coinage. A Die Corpus (322-445 A.H.), Ashmolean Museum, Oxford
2001, s. XIV.
Gerdîzî, Zeynu’l-ahbâr, neflr. ‘Abdu’l-hayy Habîbî, Tahrân 1366/1987, s. 527.
Ca‘fer fiehîdî, Zendegânî-yi ‘Alî b. el-Huseyn, Tahrân 1371/1992, s. 22-23.
Nizâmu’l-Mulk, Siyeru’l-mulk yâ Siyâsetnâme, I, neflr. Mehmet Altay Köymen, Ankara
1976, s. 1-2.
Ebû’l-Fazl Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, neflr. ‘Alî Ekber Feyyâz, Meflhed 1375/1996, s. 728.
‘Abbâs ‘Azzavî, “‹bn Hassul’un Türkler Hakk›nda Bir Eseri”, Türkçe terc. fi. Yaltkaya,
Belleten, IV/14-15, Ankara 1940, s. 265; Nâsir-i Husrev, Sefer-nâme, neflr. Muhammed
Debîr Siyâkî, Tahrân 1375/1996, s. 166-167; Fahru’d-dîn-i Gurgânî, Vîs u Râmîn, neflr.
Muctebâ Mînovî, Tahrân 1338/1959, s. 23.
Anonim bir XIII. yüzy›l kayna¤›nda, Sultan Sencer’in, Türkistan’dan gelerek kendisini
vezîrlik makam›na tayin etmesini isteyen bir “Türk”e, “Sen Türksün! senin için ordu kumandanl›¤› (emîr-i sipâhsâlârî) daha uygun olur” dedi¤i kaydedilmektedir (bkz. Târîh-i
flâhî, neflr. Bâstânî-yi Pârîzî, Tahrân 2535/1976, s. 79).
Stephen Album, A Checklist of Islamic Coins, Santa Rosa 1998, s. 85-86.
Nîflâbûrî, Seçûk-nâme, neflr. Mîrzâ ‹smâ‘îl Han Afflâr, Tahrân 1332/1953, s. 27.
“Selçuk√ler Türkmen bolup kar›ndafl m›z tip ilge ve halkga fåydas› tigmedi. Pådiflåh bolgunça Türkmenning K›n›k urug›nd›n miz tidiler” (Selçuklular Türkmen idi. Kardefliz deseler de, devlete ve halka faydalar› dokunmad›. Padiflah oluncaya kadar Türkmenler’in K›n›k soyundan›z dediler). Bkz. Ebû’l-Gâzî Bahad›r Han, Secere-i Terâkime (Türkmenlerin
Soykütü¤ü), haz. Zuhal Karg› Ölmez, Ankara 1996, s. 206 (metin), 264 (tercüme).
Name-i Aflina
113
28 Kirmân Selçuklu hükümdar› Kavurd Bey flöyle diyordu: “Ben Türküm, s›cak iklim benim
ve askerlerimin mizac›na uygun de¤ildir” (bkz. Efdalu’d-dîn Ebû Hâmid-i Kirmânî, Selçûkiyân û Guzz der-Kirmân, tahrîr Mîrzâ Muhammed ‹brâhîm-i Habîsî, neflr. Bastânî-yi
Pârîzî, Tahrân 1373/1994, s. 333).
29 Reflîdu’d-dîn Fazlullâh, Vakf-nâme-yi Rab‘-i Reflîdî, neflr. Muctebâ Mînovî-‹rec Afflâr,
Tahrân 2536/1977, (fihrist), s. 318-327.
30 Devletflâh Semerkandî, Tezkiretu’fl-flu‘arâ’, neflr. Muhammed Ramazânî, Tahrân
1366/1987, s. 26.
31 Nizâmî-yi ‘Arûzî, Çehâr makâle, neflr. Muhammed Kazvînî, London 1910, s. 43; Muhammed ‘Avfî, Lubâbu’l-elbâb, I, neflr. Edward G. Browne-Mîrzâ Muhammed Kazvînî, Leiden-London 1906, s. 34; Devletflâh Semerkandî, Tezkiretu’fl-flu‘arâ’, neflr. Muhammed
Ramazânî, Tahrân 1366/1987, s. 58-59.
32 Cuveynî, Târîh-i cihân-guflâ, neflr. Muhammed Kazvînî, II, Leiden 1916, s. 31.
33 Muhammed Emîn Riyâhî, Osmanl› Topraklar›nda Fars Dili ve Edebiyat›, Türkçe terc.
Mehmet Kanar, ‹stanbul 1995, s. 55.
34 Reflîdu’d-dîn Vatvât, Hadâ’iku’s-sihr fî dekâ’iki’fl-fli‘r, neflr. ‘Abbâs ‹kbâl, Tahrân
1362/1983, s. 1-2.
35 Hamîdu’d-dîn Ebû Bekr-i Belhî, Makâmât-i Hamîdî, neflr. Rizâ Enzâbînejâd, Tahrân
1372/1993, s. 21-22.
36 el-Meyhenî, Destûr-i debîrî, neflr. A.R. Behâbâdî, Tahrân 1375/1996, s. 32-33.
37 Muhammed b. Munevver-i Meyhenî, Esrâru’t-tovhîd, neflr. Zebîhullâh Safâ, Tahrân
1354/1975, s. 359-360.
38 Dîvân, I, neflr. M. Takî Muderris Rizavî, Tahrân 1337/1958, s. 201-205.
39 Lubâbu’l-ensâb ve’l-elkâb ve’l-u‘kâb, I, neflr. M. el-Recâ’î, Kum 1410/1990, s. 178, 180.
40 Kaynaklarda; Nîflâbûr ve çevresinde katledilen insanlar›n say›s› 1.747.000, Herât’ta katledilenlerin say›s› 1.600.000, Merv flehrinde katledilenlerin say›s› 1.300.000 (Cuveynî) (veya 700.000, ‹bnu’l-Esîr) kifli olarak kaydedilmektedir. Ba¤dad’›n ele geçirilmesi esnas›nda katledilenlerin say›s› ise 800.000 kifli olarak verilmektedir. Bunlar›n yan›s›ra, ‹ran co¤rafyas›na dahil flehirlerden; Rey, Kazvîn, ‹sfahân, Tebrîz ve Merâga’da da ciddî katliamlar›n vuku buldu¤u bilinmektedir (bkz. Cuveynî, Târîh-i Cihân-guflâ, I, neflr. M. Muhammed Kazvînî, Leiden 1912, s. 128; ‹bnu’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-ta’rîh, XII, Türkçe terc. A.
Özayd›n, ‹stanbul 1987, s. 352; Sayf-i Herevî, Târîh-nâme-yi Herât, neflr. M. Zubeyr esSiddikî, Calcutta 1943, s. 63, 80; ‹sfizarî, Ravzâtu’l-cennât ve evsâf-i medînet-i Herât, I,
neflr. Muhammed Kâzim ‹mâm, Tahrân 1338/1959, s. 255-256; Hamdullâh Mustevfî, Târîh-i guzîde, neflr. ‘Abdu’l-Huseyn Nevâ’î, Tahrân 1364/1985, s. 589).
41 Nuzhetu’l-kulûb, neflr. G. Le Strange, GMS, 23, London-Leiden 1915, s. 27.
42 Reflîdu’d-dîn Fazlullâh, Târîh-i mubârek-i Gâzânî, neflr. Karl Jahn, Geschichte GâzânHân’s aus dem Ta’rîh-i Mubârek-i Gâzânî des Resîd al-Dîn Fadlallâh b. ‘Imâd al-Daula
Abû’l-Hair, London 1940, s. 171; Ebû’l-Kâsim ‘Abdullâh el-Kâflânî, Târîh-i Olcâytû, neflr.
Mehîn Hamblî, Tahrân 1348/1969, s. 17; Vassâf, Târîh-i Vassâf, yay. M. ‹sfahânî, Tahrân
1338/1959, s. 617; Ebû Bekr Kutbî el-Âharî, Târîh-i fieyh Uveys, neflr. ve ‹ng. terc. J.B. van
Loon, An important source for the history of Adharbaijan, s’ Gravenhage 1954, s. 149.
114
Ortaça¤da ‹ran: Zaman ve Mekan
43 Kemâlu’d-dîn ‘Abdu’r-Rezzâk-i Semerkandî, Matla‘u’s-sa‘deyn ve mecma‘u’l-bahreyn,
neflr. ‘Abdu’l-Huseyn Nevâ’î, Tahrân 1372/1993, s. 55.
44 Ahmed Atefl, “Hicrî VI-VIII. (XII-XIV.) As›rlarda Anadolu’da Farsça Eserler”, Türkiyat
Mecmuas›, VII-VIII, (1945), s. 134-135.
45 Aslen Sivasl› olan Ahmed b. Ahmed b. Ahmed Domânisî böyle bir düflünce ile 693/129394 y›l›nda Mucmelu’l-akvâl fî hikem ve’l-emsâl isimli eseri kaleme alm›flt›r (bkz. Mucmelu’l-akvâl fî hikem ve’l-emsâl, t›pk› bas›m ‹rec Afflâr-Mahmûd Umîdsâlâr, Tahrân 1381/
2002, s. XIV).
46 XIV. yüzy›l›n ortalar›nda Sinop gibi Anadolu’nun uç köflesinde yeralan bir flehirde Farsça
resmî muhasebe kitab› istinsah edilmifltir (Felek ‘Alâ’-yi Tebrîzî, Kânûnu’s-sa‘âde der-siyâkat, Tübingen Ms. Or. Oct. 2556, mikrofilmi: Kitâbhâne-yi Dâneflgâh-i Tahrân, F. 2862,
eser el-Hâkî-yi Sînobî taraf›ndan 788/1386-87 y›l›nda istinsah edilmifl ve Mahmûd b. Ahmed b. Muhammed Yûsuf b. Ya‘kûb-i Amâsî isimli biri taraf›ndan sat›n al›nm›flt›r).
47 XIV. yüzy›l›n sonlar›nda ‘Azîz b. Erdeflîr, bafllang›çta Arapça yazmak istedi¤i eserini,
“yayg›n teamüle uyarak” Farsça yazd›¤›n› dile getirmektedir (Bezm ü rezm, Türkçe terc.
Mürsel Öztürk, Ankara 1990, s. 491).
48 fierefu’d-dîn ‘Alî-yi Yezdî, Zafernâme, neflr. A. Urunbayev, Taflkent 1972, s. 475;
Zahîru’d-dîn-i Mar‘aflî, Târîh-i Taberistân u Rûyân u Mâzenderân, neflr. Muhammed
Huseyn Tesbîhî, Tahrân 1368/1989, s. 228.
49 Hâfiz-i Ebrû, Zubdetu’t-tevârîh, II, neflr. Kemâl Hâcc Seyyid Cevâdî, Tahrân 1378/1999, s.
668; Nizâmu’d-dîn fiâmî, Zafernâme, Türkçe terc. Necati Lugal, Ankara 1949, s. 126-127.
50 Akdes Nimet Kurat, Topkap› Saray› Müzesi Arflivindeki Alt›n Ordu, K›r›m ve Türkistan
Hanlar›na ait Yarl›k ve Bitikler, ‹stanbul 1940, s. 119-133.
51 Sefer-nâmehâ-yi Venîziyân der-‹rân. fiîfl sefer-nâme, Farsça terc. Menûçehr Emîrî, Tahrân
1349/1970, s. 141; ‹tâliâ ve ‹sfahân, ed. A.M. Piemontese, Tahrân 1370/1991, s. 9.
52 Bkz. V. Minorsky, “Karakoyunlu Cihanflâh ve fiiirleri”, Türkçe terc. M. Erol, Selçuklu
Araflt›rmalar› Dergisi, II, (1970), s. 153-180; Jale Demirci, “Cihanflah (Hakîkî) Divan›n›n
‹ki Yeni Nüshas›”, Türkoloji Dergisi, XII/1, (1997), s. 127-138; Muhsin Macit,
Karakoyunlu Hükümdar› Cihanflah ve Türkçe fiiirleri, Ankara 2002.
53 Bkz. Ö.L. Barkan, “Osmanl› Devrinde Akkoyunlu Hükümdar› Uzun Hasan Bey’e Ait
Kanunlar”, Tarih Vesikalar›, I/2, 3, (1941), s. 91-106, 184-197.

Benzer belgeler