Kitabın Tam Metnini Ücretsiz Olarak indirmek için
Transkript
Kitabın Tam Metnini Ücretsiz Olarak indirmek için
BĠRĠNCĠ KISIM AVRUPA KONSEYİ AİHS VE AİHM 1 2 1. BÖLÜM AVRUPA KONSEYĠ VE ĠNSAN HAKLARI SÖZLEġMESĠ I.AVRUPA KONSEYĠ 1.KURULUġU VE FAALĠYETLERĠ Avrupa Konseyi'nin oluĢturulması fikri, Ġkinci Dünya SavaĢı'ndan maddî ve manevî büyük kayıplarla çıkan Avrupa'da bir daha aynı trajedilerin yaĢanmamasını sağlamak amacıyla ortaya atılmıĢtır. Avrupa'da gerginliğin ve çatıĢmanın yerini güven ve iĢbirliğinin alması hedeflenmiĢtir. Ġkinci Dünya SavaĢının ertesinde, Winston Churchill 1946‟da Zürih‟te yaptığı ve savaĢ sonrası Avrupa halklarının duygularını yakalayan bir konuĢmasında, bir “Avrupa BirleĢik Devletleri‟nden bahsetmiĢ ve ilk adım olarak “Avrupa Konseyi”ni önermiĢti. Bu ortamda, 5 Mayıs 1949'da 10 Avrupa ülkesi, Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, Ġngiltere, Ġrlanda, Ġsveç, Ġtalya, Lüksemburg ve Norveç Avrupa Konseyi'ni kuran anlaĢmayı imzalamıĢlardır. 9 Ağustos 1949 tarihinde Yunanistan, 7 Mart 1950 tarihinde Ġzlanda ve 13 Nisan 1950 tarihinde de Türkiye, Avrupa Konseyi'ne katılmıĢtır. Sonraki yıllarda sırasıyla Federal Almanya (1950), Avusturya (1956), Kıbrıs (1961), Ġsviçre (1963), Malta (1965), Portekiz (1976), Ġspanya (1977), LihtenĢtayn (1978), San Marino (1988), Finlandiya (1989), Macaristan (1990), Polonya (1991), Bulgaristan (1992), Estonya, Litvanya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Roman- 3 ya (1993), Andorra (1994), Letonya, Arnavutluk, Moldova, Ukrayna ve Makedonya (1995), Rusya ve Hırvatistan (1996) Gürcistan (1999) Azerbaycan ve Ermenistan (2001), Bosna-Hersek(2002), SırbistanKaradağ‟ın (3.4.2003 tarihinde) ve son olarak da………… katılımıyla kuruluĢ bugünkü 46 üyeli Ģeklini almıĢtır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nezdinde gözlemci statüsü taĢıyan ülkeler ABD, Japonya, Kanada, Vatikan ve Meksika'dır. Ġsrail, Kanada ve Meksika ise, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi nezdinde gözlemci statüsünü haizdir. Beyaz Rusya (Belarus)‟nın Avrupa Konseyi'ne üyelik baĢvurusu ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi nezdindeki özel davetli statüsü askıya alınmıĢ bulunmaktadır. Avrupa Konseyi'nin statüsü gereği, hukukun üstünlüğü, temel insan hakları ve özgürlüklerine saygı ilkelerine bağlı tüm Avrupa ülkeleri Konsey'e üye olabilirler. Konsey, Atlas Okyonusu sahilinden Rusya‟nın uzak doğusuna kadar uzanan bir alanda, yaklaĢık 800 milyon insanın kaygı, umut ve isteklerinin seslendirildiği bir forum olmuĢtur. 1949‟dan beri Konseyin baĢlıca hedefi, Avrupa ulus ve vatandaĢlarının vakarını, temel değerleri olan demokrasiye, insan haklarına ve hukuk düzenine saygıyı sağlamak yolu ile güvence altına almak olmuĢtur. Konsey, çocuk hakları, uyuĢturucu bağımlılığı, hoĢgörüsüzlük, azınlıkların korunması, biyoetik ve gençlere daha geniĢ eğitim fırsatı sağlanması alanlarında Avrupa ülkeleri vatandaĢlarının artan kaygılarına cevaplar getirmiĢtir. Avrupa Konseyi savunma konuları hariç toplumların karĢılaĢtığı tüm temel sorunlar ile ilgilenmektedir. Bunlar, insan hakları, hukukî iĢbirliği, medya, eğitim, kültür, spor, gençlik, sağlık, yerel yönetimler, bölgesel planlama, çevre, aile iĢleri, sosyal güvenlik sorunlarıdır. Örgütün statüsünde ekonomik konularda da faaliyet gösterilmesi öngörülmekle birlikte, uygulamada bu alandaki çalıĢmalar sınırlı kalmaktadır. Konsey'in yukarıda belirtilen alanlardaki çalıĢmaları genellikle SözleĢme ya da Protokoller hazırlanması ile sonuçlanmaktadır. Konsey'in halen 174 SözleĢme ve Protokolü mevcuttur. Türkiye, bunlardan 76 adedine taraf bulunmaktadır. Ülkemiz, 33 SözleĢmeyi de imzalamıĢ, ancak henüz onaylamamıĢtır. Türkiye, onay sayısı sıralamasında orta sıralarda yeralmaktadır. SözleĢme ve Protokoller üye ülkeler mevzuatlarının uyumlaĢtırılması, bu suretle ortak normlar ve bir Avrupa hukuk düzeni oluĢturulması amacına yöneliktir. Bu 4 anlaĢmalar Bakanlar Komitesinin üye devletlere yönelik olan ve ortak sorunlara çözüm bulmakta kesin etki sağlayan kararları ve tavsiyeleri ile desteklenir. Bu bağlamda, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi taraf ülke vatandaĢları hak ve özgürlüğünü koruyacak bir sistem kurmuĢtur. SözleĢmedeki haklarının ihlâl edilmiĢ olduğuna inanan her Ģahıs, ulusal mahkemelerde yasal çare imkanlarının tükenmiĢ olması Ģartı ile, Strasbourg‟daki Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesine Ģikayette bulunabilir. ĠĢkencenin Önlenmesi SözleĢmesi, özgürlüklerinden mahrum Ģahısları güvence altına almaktadır. Avrupa Sosyal ġartı, temel sosyal ve ekonomik hakları güvence altına almaktadır. Yerel Yönetimler Avrupa ġartı, demokratik sistemde yerel yönetimlerin uymaları gereken ilkeleri belirlemektedir. Ulusal Azınlıklar Çerçeve SözleĢmesi, ulusal azınlıkların haklarını koruma hedefine yönelik ilkeleri içermektedir. Ġnsan Hakları ve Biyo-Tıp konusunda Avrupa SözleĢmesi, insan kopyalanmasını yasaklamakta ve bireyin tıbbi tedavi konusundaki haklarını tanımlamaktadır. Verilere ĠliĢkin SözleĢme, kiĢisel bilgilerin dürüst ve yasal bir biçimde toplanması ve kullanımı için bazı ilkeleri tanımlamaktadır. Sınır Ötesi Televizyon Yayınları Avrupa SözleĢmesi, sınır ötesi yayınlanan televizyon programlarının dağıtım ve alım özgürlüğünü güvence altına almaktadır "Bern SözleĢmesi", Avrupa yabani hayatını ve yok olma tehlikesi ile karĢılaĢan bitki ve havyan türlerini kendi doğal ortamlarında korumayı amaçlamaktadır. Avrupa Kültür SözleĢmesi, eğitim, kültür, müĢterek miras, spor ve gençlik konularında hükümetlerarası iĢbirliği için bir temel oluĢturmaktadır. Sosyal GeliĢme Fonu, sosyal projelerin finansmanı ve üye devletlerde acil durumları karĢılamak için kredi vermektedir. Avrupa Farmakopisi, ilaçların kalitesinin standart hale getirilmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Pompidou Grubu, uyuĢturucu bağımlılığı ve kaçakçılığı ile mücadele ve bağımlıların tedavi ve rehabilitasyonu için üye devletlerin politikaları arasında eĢgüdüm sağlamaktadır. 5 Özel yardım ve iĢbirliği programları, yeni üyeler ve Konsey‟e üyelik için baĢvuran devletlere demokratik ve yasal reformların, yerleĢtirmek, güçlendirmek ve hızlandırmak için teknik yardım sağlamaktadır. YaklaĢık 400 hükümet dıĢı kuruluĢ, tüm alanlarda Konsey çalıĢmalarına katılmaktadır. 2.AMAÇLARI Çoğulcu demokrasi, insan hakları ve hukuk düzenini savunmak ve güçlendirmek. Avrupa Toplumunun karĢısındaki sosyal sorunlara; ırkçılığa, hoĢgörüsüzlüğe, azınlıklara farklı muameleye, uyuĢturucu bağımlılığına, biyo-etik sorunlara, sosyal dıĢlanmaya ve organize suçlara çözüm bulmak. Bir Avrupa kimliği bilincini teĢvik etmek ve farklı kültürlerden gelen insanlar arasında karĢılıklı anlayıĢı geliĢtirmek. Gerçekten, Avrupa Konseyi'nin baĢta gelen hedefi 45 üye devlet arasında, tüm gerçek demokrasilerin temelini oluĢturan ve bütün Avrupalıların yaĢamlarını türlü Ģekillerde etkileyen prensipler olarak bireysel özgürlüklerin, siyasal serbestliğin ve hukuk düzeninin korunmasında daha büyük birlik sağlamaktır. Bütün üye devletler özgürlük, insan onuru ve bireylerin refahını hükümet faaliyetleri için kesin ilkeler olarak benimsemekle yükümlüdürler. Bugün, Avrupa Konseyi, 800 milyon Avrupalının insan haklarına, demokrasi ve hukuk düzenine olan ortak yükümlülüklerini kurumsallaĢtırmaktadır. 1949 yılında kuruluĢundan beri Konsey ortak mirası olan insan hakları ve demokrasiye bağlı kalarak barıĢ ve iĢbirliği için bir güç olmuĢtur. 1989'da Berlin Duvarının yıkılması ve demokratik değerlerin bütün Avrupa'ya yayılması ile TeĢkilat yeni bir siyasal boyut kazanmıĢtır. Gerçekten de Avrupa Konseyinin geniĢlemesi hemen hemen tamamlanmıĢtır. Konsey statüsünün 3. maddesinde, her üye devletin “hukukun üstünlüğü ilkesini ve kendi yargı alanı içindeki herkesin insan hakları ve temel haklardan yaralanması ilkesini kabul ettiği” açıkça belirtilir. Bu ilkeleri ciddî biçimde ihlâl eden üye devletlerin Avrupa Konseyindeki temsil haklarının askıya alınması ya da Konsey üyeliğinin sona erdirilmesi yolu ise statünün 8. maddesinde bir yaptırım olarak öngörülmüĢtür. 6 Konsey bünyesinde ayrıca, 1999„da kurulan Ġnsan Hakları Komiseri Bürosu bulunmaktadır. Komiser, üye ülkelerde insan hakları eğitimi ve bilincini artırmakla ve AĠHS ve Konsey‟in tavsiyeleri ile Bakanlar Komitesi‟nin kararlarına üye ülkelerin tam ve etkili bir Ģekilde saygı göstermelerini sağlamakla da yükümlüdür. Komiserin yasal bir yaptırım gücü bulunmamaktadır. Ancak insan haklarını korumak ve bu alanda ihlalleri engellemek için devletlere enformasyon sağlar ve gerektiğinde tavsiyelerde bulunabilir. 3.ORGANLARI KuruluĢun temel organları, karar organı olan Bakanlar Komitesi, danıĢma organı olan Parlamenterler Meclisi ve yerel yönetimlerin geliĢtirilmesini amaçlayan Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'dir. A. Bakanlar Komitesi Bakanlar Komitesi, karar organıdır. Komite, bütçe, yeni üye alımı ve TeĢkilatın politika ve faaliyetlerinin ana hatlarını karara bağlar. Kararları, üye devletlere tavsiyeler ve onaylayan devletler için bağlayıcı nitelik taĢıyan sözleĢmeler veya anlaĢmalar Ģeklinde olur. Bakanlar Komitesi başkanlığı, alfabetik sıraya göre üye devletlerin temsilcileri tarafından yürütülür. Bakanlar Komitesi'nde üye ülkeler DıĢiĢleri Bakanları, Bakanlara vekaleten daha sık toplanan Delegeler Komitesi'nde ise Daimî Temsilciler yer alır. Komitenin görevlerini sürekli olarak yerine getirebilmesi için , üye Devletler AK nezdinde daimi temsilcilikler oluĢturmuĢlardır. Üye ülkeler DıĢiĢleri Bakanları, yılda iki kez, Mayıs ve Kasım aylarında toplanmaktadırlar. Toplantıların gündemlerini, Daimî Temsilciler, Delegeler Komitesi toplantılarında belirlemektedirler. Bakanlar Komitesi'nde genellikle güncel siyasî konular ele alınmakta ve Avrupa Konseyi'nin izlemesi gereken yol belirlenmektedir. Bakanlar Komitesi toplantılarına, benzer alanlarda faaliyet gösteren diğer uluslararası kuruluĢların üst düzey yöneticileri de davet edilmektedir. Bakanlar Komitesinin Konsey Statüsündeki görevlerinin yanı sıra AĠHS‟ne göre de önemli görevleri bulunmaktadır. B. Parlamenterler Meclisi Parlamenterler Meclisi, Konseyin tartıĢma forumunu ve itici gücünü oluĢturur. Bir yasama organı değil, müzakere organı niteliği taĢır. 7 Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM), üye ülkelerin parlamentolarından seçilen 313 asil, 313 yedek üyeden oluĢur. AKPM üyeleri, her üye ülke parlamentosundan, parlamentodaki güç dengesini yansıtacak Ģekilde seçilmektedir. Her üye devlete ayrılan parlamenter sayısı, söz konusu ülkenin nüfusuyla orantılıdır. AKPM Genel Kurulu yılda 4 kez, Ocak, Nisan, Haziran ve Eylül aylarında 5' er gün süreyle toplanmaktadır. AKPM'nin çeĢitli komisyonlarında oluĢturulan raporlar Genel Kurul'a sunulmaktadır. Raporların iĢlem bölümleri, bir baĢka deyiĢle kararlar, Bakanlar Komitesi'ne yönelik tavsiye kararları ya da yönergeler, tartıĢılarak oylanmaktadır. ÇalıĢmalarını ihtisas Komiteleri hazırlar. Meclis, Konseyin baĢarılarının pek çoğunu Bakanlar Komitesine yaptığı tavsiyelerle baĢlatmıĢtır; onayı olmadan Konsey‟e yeni üyeler alınamaz. Ayrıca AĠHS gereği AĠHM hâkimlerini seçmektedir. AKPM'nde, "Sosyalist Grup", "Avrupa Halk Partileri Grubu", "Avrupa Demokratları Grubu", "Liberal, Demokrat ve Reformcu Grup" ve "Avrupa BirleĢik Sol Grubu" olmak üzere 5 siyasi grup mevcuttur. C. Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi (AYBYK), bütün üye devletlerin temsilcilerinden oluĢmaktadır. Yılda bir defa Strasbourg‟da genel toplantısını yapmaktadır. Avrupa Konseyi ilkelerinin yerel yönetimler düzeyinde de geliĢtirilmesini amaçlar. Yerel ve bölgesel yönetimlerin güçlendirilmesi, bu yapılanmaların hukukî ve idarî açıdan incelenmesi ve aralarındaki sınır ötesi iĢbirliğinin artırılmasına yönelik çalıĢmalar yapmaktadır. Üye ülkelerin belediye baĢkanlarından ve mahalli idareler temsilcilerinden seçilen asil ve yedek üyelerin katılımıyla oluĢur. Bölgesel Meclis ve Yerel Meclis olmak üzere iki alt organı bulunmaktadır. Türkiye, 12 asil, 12 yedek üyeden oluĢan bir heyetle Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'nin çalıĢmalarına katılmaktadır. D. Genel Sekreterlik Genel Sekreterlik,bir Genel Sekreter, bir Genel Sekreter yardımcısı ve 1800 dolayında memurdan oluĢmaktadır. Genel Sekreter ve yardımcısı, Bakanlar Komitesinin tavsiyesi üzerine Parlamenterler Meclisi tarafından seçilir. Genel Sekreterliğin AĠHS‟nden kaynaklanan görevleri de vardır. Ġngilizce ve Fransızca olmak üzere iki 8 resmî dil ve yaklaĢık 175 milyon euro tutarında (2003) bir bütçe ile çalıĢmaktadır. Sekreterliğe yardımcı şu müdürlüklükler vardır:İnsan Hakları; Siyasi İşler; Hukuk İşleri; Sosyal Sorunlar; Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor;Yönetim ve Destek Genel sekreter, faaliyetlerinden dolayı Bakanlar Komitesine karşı sorumludur. II.AVRUPA ĠNSAN HAKLARI SÖZLEġMESĠ 1.ÖNEMĠ, KAPSAMI, NĠTELĠĞĠ Avrupa Konseyi bünyesinde 4 Kasım 1950‟de Roma‟da benimsenen ve 3 Eylül 1953‟de yürürlüğe giren Ġnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ĠliĢkin SözleĢme ya da çok bilinen ismiyle AĠHS günümüzde, uluslararası planda ilan edilen insan haklarının en yetkin fiilî garanti modelini teĢkil etmekte ve bireylerin, haklarına riayetin yargısal kontrolünden yararlanmalarını sağlamaktadır. BirleĢik ve demokratik bir Avrupa‟nın inĢasının öncelikli ekseni olan AĠHS, Sovyetlerin çöküĢünden beri çok sayıda yeni ülkenin katılımıyla Avrupa Konseyinin oluĢturmak istediği demokrasiler kulübünün referans belgesi olmuĢtur. 1 SözleĢme BM Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi, bir insan hakları oluĢturma faaliyeti değil, her türlü politik eylemden önde gelen sürekli bir değerin “bir insan olmanın” tanınmasıdır. AĠHS ile, insan hakları Avrupa planında tam olarak pozitif hukuk alanına girmiĢ ve böylece bir Avrupa insan hakları hukuku ortaya çıkmıĢtır. SözleĢme tarafından tesis edilen koruma araçları, insan haklarını koruyan ulusal sistemlerin yardımcısıdır. SözleĢme, ilk planda kutsal kabul ettiği hakları ve özgürlükleri koruma ödevini sözleĢmeye taraf Devletlere bırakır. Bu nedenle AĠHM kararlarında sık sık kendi kararlarını ulusal mahkemelerin kararlarının yerine geçirmeye çalıĢmadığını vurgular. SözleĢmenin insan hakları alanına en devrimci katkısı belki de bireylere AĠHM önünde dava (bireysel baĢvuru) hakkını tanıyan 34. maddesidir. 1 Frédéric SUDRE, La Convention européenne des droits de l’homme, que-sais-je, Paris 2002 s.5. 9 SözleĢme Taraf devletlerin kendi yargı yetkilerine tâbi herkesi (madde 1) Strazburg‟da yeralan uluslararası organların denetiminde temel hakları tanıyan (Bölüm 1) kurucu bir anlaĢmadır. Uzun yıllar boyunca, bağımsız üyelerden oluĢan Komisyon ve Mahkeme (Divan) olmak üzere baĢlıca iki özel organ söz konusuydu. Ayrıca Bakanlar Komitesi de çok önemli bazı yetkilere sahipti. Ancak, 1 Kasım 1998‟de 11 nolu protokol‟ün yürürlüğe giriĢinden itibaren yargısal kontrolün tekeli artık daimî olarak faaliyet gösteren tek bir mahkeme(AĠHM)‟ye aittir. Böylece, AĠHS bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması alanında halen yürürlükte olan en ileri uluslararası belge halini almıĢtır. SözleĢmeyi onaylayan devletler otomatik olarak 1. maddeden çıkan çifte yükümlülüğü kabul etmektedir. Ġlk olarak iç hukuklarının bu SözleĢme ile uyumlu olmasını taahhüt etmek zorundadırlar. 57. maddede ifade edilen genel nitelikli çekince koyma yasağı ile uyumlu bu gereklilik, bu belgeyi onaylayan devletlerin SözleĢmenin ülkelerinde yürürlüğe girmesinden itibaren bu yükümlülüğe uygun davranmasını gerektirmektedir. Kimi durumlarda, bunu yapmak için devletlerin mevzuat ve uygulamalarında bazı uyarlamalar yapmaları gerekecektir. Ġkinci olarak ise, SözleĢmeyi onaylamayı seçen devletler, SözleĢme tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin her türlü ihlâlini gidermek zorundadırlar. SözleĢmenin 57. maddesi, çekince konulmasını bazı Ģartlara bağlamıĢ ve bu çerçevede genel nitelikte çekince koymayı yasaklamıĢtır. Bir çekincenin geçerli olup olmadığını AĠHM incelemektedir. Mahkeme ilk defa 29 Nisan 1988 tarihli Belilos/Ġsviçre baĢvurusunda Ġsviçre tarafından çok genel bir beyanı çekince olarak geçersiz saymıĢtır. AĠHS‟ne ek olarak, onu tamamlayan ya da değiĢiklikler getiren 13 ek protokol meydana getirilmiĢtir. Bu protokoller iki sınıfa ayrılmaktadır. Bazıları 3,5,8, 9 ve 10 nolu protokoller gibi usulî nitelik taĢımaktadır. 2 nolu protokol ise, Bakanlar komitesine AĠHM‟den istiĢari mütalaa talebinde bulunma yetkisi vermektedir. 11 Nolu protokolle birlikte 2 nolu protokol hükümleri sözleĢme içine alınmıĢ usuli hükümler getiren diğer protokoller ise kaldırılmıĢtır. Ġkinci sınıfta ise, 4‟ü yürürlükte olmak üzere, AĠHS‟nde garanti edilen haklar listesini tamamlayan 6 normatif - maddî hükümler içeren-protokol söz konusudur. 1 Nolu protokol, mülkiyet hakkı, eğitim ve öğrenim hakkı ve serbest seçim yapma hakkını, 10 4 Nolu protokol, borçtan dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılma yasağını, serbest dolaĢım özgürlüğünü, vatandaĢın sınır dıĢı edilme yasağını ve yabancıların toplu sınır dıĢı edilmeleri yasağını, SözleĢmeye eklemekte; 6 Nolu protokol, ölüm cezasını yasaklamakta; 7 Nolu protokol, yabancıların sınır dıĢı edilmelerine iliĢkin usulî güvenceler, cezaî konularda üst derece mahkemeye baĢvuru hakkını, yanlıĢ mahkumiyet halinde tazminat, aynı suçtan dolayı iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama ve evlilikte eĢler arasında eĢitlik haklarını, 12 Nolu protokol, genel olarak ayrımcılığın yasaklanması baĢlığı altında, -yasalarda öngörülen bütün hakların kullanımının cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasî veya baĢka görüĢ, ulusal veya sosyal köken, ulusal azınlık, mülkiyet veya diğer statülerine bakılmaksızın güvence altına alınacağını ve -Hiç kimsenin bir kamu makamı tarafından özellikle 1. fıkrada belirtilen gerekçelerle ayrımcılığa tâbi tutulamayacağını, 13 Nolu protokol ise, 6 Nolu protokolün savaĢ ve yakın savaĢ tehdidi durumunda ölüm cezasını kaldırmadığını göz önüne alarak, her durumda ölüm cezasının kaldırılmasını, öngörmektedir. Belirtmek gerekir ki, SözleĢme hak ve hürriyetler listesini geniĢleten protokoller ancak bu protokolleri onaylayan devletler için bağlayıcılık kazanır. SözleĢme'nin önemi özellikle iki nedenden kaynaklanmaktadır: Birincisi, içerdiği hak ve özgürlüklerin yanında, getirdiği bireysel baĢvuru mekanizmasıyla bireylere doğrudan Mahkeme'ye baĢvuru imkanı tanımıĢ olmasıdır; ikincisi, bir davada Mahkeme'nin ihlâl tespit etmesi halinde, Devletin bireysel veya genel tedbirler almakla yükümlü olmasıdır. Bu tedbirler ihlalin kaynağına göre, ihlali durdurma, ihlalin sonuçlarını giderme ve ihlâlin tekrarını önleme amacını güder. Dolayısıyla, ülkenin bir köĢesinden baĢlatılan bir dava, o ülkenin ve hatta SözleĢme'ye taraf diğer ülkelerin hukuk düzenlerini etkileyebilmektedir. 2.SÖZLEġME VE TÜRK HUKUKU 11 1982 tarihli Anayasamız hazırlanırken Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi de esas alınmıĢtır. Nitekim Anayasanın “Temel Haklar ve Ödevleri” kısmının “genel gerekçe”sinde aynen Ģöyle denilmektedir: “Ġnsan hakları ve temel hürriyetlerin düzenlendiği bu bölüm hükümlerinde, insan hakları doktrinini günümüzdeki geliĢmesi ve durumu, geçirmiĢ bulunduğumuz kötü deneyimlerden çıkarılan sonuçlar; insan hakları konusunda Türkiye‟nin imzalayıp onaylamıĢ bulunduğu ve bu sıfatla millî hukukumuza dahil sayılan uluslararası andlaĢma ve sözleĢmeler, özellikle 1948 BirleĢmiĢ Milletler Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve 1950 Ġnsan Haklarının ve Temel Hürriyetlerin Korunmasına Dair Avrupa SözleĢmesi göz önünde tutulmuĢtur.” Bireysel baĢvuru hakkının tanınmasından itibaren2 AĠHS her geçen gün Türkiye‟de daha da güncel hale gelmiĢtir. Siyasî gündemi oluĢturan bazı hak ihlâlleri dahi, SözleĢme'ye aykırılık savı ile Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi önüne getirilmiĢ ve Strazburg'da çözüm aranmıĢtır SözleĢmenin, bir iç hukuk belgesi olarak bireyler ve yargı organları tarafından içselleĢtirilmemiĢ olması zamanla Türkiye‟den yapılan baĢvuruların sayıca çok fazla olmasına ve dolayısıyla Türkiye‟nin bol zayıflı bir insan hakları karnesi almasına yol açmıĢtır. 10. AB uyum paketi çerçevesindeki değiĢiklikten önce, Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasındaki “usulüne göre yürürlüğe konulmuĢ milletlerarası sözleĢmeler kanun hükmündedir ve bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine baĢvurulamaz” hükmüne , önemli bir ekleme yapılmıĢtır. Buna göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuĢ, temel hak ve özgürlüklere iliĢkin milletlerarası 2 Türkiye, uzun bir süre yalnızca zorunlu olan devlet başvuruları yoluna izin vermekle yetinmiş, nihayet Avrupa Topluluğuna tam üyelik başvurusu yapma kararının arifesinde AİHS m.25’ye göre, 28.1.1987 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, AİHK’e bireysel başvuruyu kabul etmiş ve daha sonra da, 22.1.1990 tarihinden geçerli olmak üzere AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini tanımıştır. Türkiye, mahkemenin zorunlu yargı yetkisini tanırken, o dönemde AİHS’in (11 No’lu Protokolün yürürlüğe girmesinden önceki) eski 46. maddesine göre yapılan beyana yer ve zaman yönünden sınırlama koymuş ve bu sınırlama ile örneğin daha önce Güney Kıbrıs’ın Kıbrıs Devleti sıfatıyla Türkiye aleyhine AİHK nezdinde yaptığı devlet başvurularına konu olan mülkiyet hakkı ile ilgili Ek 1 No’lu Protokolün muhtemel olumsuz sonuçları gibi konularda doğabilecek olası sıkıntıları aşabileceğini düşünmüş ise de, gelişmeler böyle olmamış, Birleşmiş Milletler bünyesinde siyasi bir çözüm aranan Kıbrıs sorununda AİHM’nin Kıbrıs Rumlarının Kuzey Kıbrıs’taki mallarından yararlanmalarının engellenmesinden Türkiye’yi sorumlu tutma yönünde aldığı 23.3.1995 tarihli 40/1993/435/514 sayılı Loizidou ön kararı ve bu karar doğrultusunda Sözleşme’nin eski 50 (Yeni 41.) maddesine göre AİHM’nin 28.7.1998 tarihli kararıyla belirlenen avukat ücreti ile maddi ve manevi tazminat, Türkiye’nin kişisel başvuru hakkını ve Divanın zorunlu yargı yetkisini tanırken yaptığı beyanları geçersiz kılmış ve Kıbrıs sorunu, Türkiye’yi siyasi çözüm aranan bir konuda Avrupa Konseyi ile ilişkilerini sorgulama noktasına getirecek bir görünüm kazanmıştır. 12 antlaĢmalar ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkacak uyuĢmazlıklarda, milletlerarası antlaĢma hükümleri esas alınır.‟ Bu durumda, mahkemede görülen bir davada, ulusal yasa ile örneğin Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi arasında çatıĢma çıkması halinde, AĠHS kesin bir Ģekilde ulusal yasaya karĢı üstünlük taĢıyacaktır.3 Bu itibarla, AĠHS ve AĠHM içtihatlarının iç organlarımız ve bu arada yargı mercilerimiz tarafından bilinmesi ve izlenmesi artık daha büyük önem taĢımaktadır. 3 Kitabımızın ilk baskısında bu konuya iliĢkin aĢağıdaki görüĢleri ileri sürmüĢtük: Ülkemizce onaylanan SözleĢme ve Ek protokoller Anayasanın 90. maddesi gereğince, kanun gücündedir ve mahkemelerimizce uygulanmaları gerekir. Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasındaki “usulüne göre yürürlüğe konulmuĢ milletlerarası sözleĢmeler kanun hükmündedir ve bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine baĢvurulamaz” hükmünün ne anlama geldiği konusunda doktrinde değiĢik görüĢler vardır. Ancak bütün değiĢik görüĢler bir yana, sonuçta Ģu söylenebilir. AĠHS onaylandığı andan itibaren iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiĢ ve Türk Hukuk düzeni, milletlerarası hukuk ile iç hukuk arasındaki iliĢkisi konusunda da tekçi görüĢü benimsemiĢtir. Milletlerarası SözleĢmelerin hiyerarĢik konumu bakımından ise, gerek Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası; gerekse, Anayasanın 15. maddesinde hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulması konusu iĢlenirken, ancak milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabileceğinden söz eden anayasal hüküm karĢısında, milletlerarası hukukun bir parçası olan uluslararası sözleĢmelerin yasaların üzerinde olduğu kabul edilmek gerekir. SözleĢmenin kanunlarımızda öngörülmeyen bir kuralı içermesi halinde, SözleĢme kuralının uygulanması gerekir. Bir sözleĢme kuralının kanunlarımızla çatıĢır görünmesi halinde, uygulama merciine düĢen görev kanunu sözleĢme ile bağdaĢır Ģekilde yorumlamaktır. Daha alt derecedeki hukuk kurallarının sözleĢmeye aykırılığı halinde bunların değil, sözleĢmenin uygulanması doğaldır. Uygulamada ise, Anayasa‟nın 90. maddesinde öngörülen kurala iliĢkin mahkemelerce geliĢtirilen içtihatlara göre, ulusal yasalarımızla Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi arasında çatıĢma bulunması halinde mahkemelerce sözleĢme hükümleri uygulanamamakta, bireyler, uluslararası hukuktan doğan haklarını ulusal yargı organları aracılığıyla elde edememeleri sonucu, giderek daha fazla Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesine baĢvurmaktadırlar. DanıĢtay 5. Dairesi, 22.5.1991 tarih, E: 1986/1723 sayılı tek bir kararında, ifade özgürlüğü konusunda doğrudan Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi‟nin 10. maddesi hükmünün uygulanması gerektiğini karara bağlamıĢ, fakat bu karara genellik ve süreklilik kazandırılarak içtihat oluĢturulmamıĢtır. 13 2. BÖLÜM AVRUPA ĠNSAN HAKLARI MAHKEMESĠ, ÖRGÜTLENMESĠ, YARGILAMA USULÜ VE KARARLARININ ĠNFAZI Avrupa Ġnsan Hakları Komisyonunu kaldıran ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin yargısal yetkisine son vererek görevini mahkeme kararlarının yerine getirilmesinin takibine indirgeyen 11 nolu protokolle, AĠHM SözleĢmenin yegane organı haline gelmiĢtir. Bu durumda yeni bir içtüzük yapılması gereği ortaya çıkmıĢtır. Mahkemenin yeni içtüzüğü 4 Kasım 1998 tarihlidir. Bu bölümdeki açıklamalarda SözleĢme‟nin 2. bölümünün yanısıra özellikle içtüzük, Mahkeme ve Komisyonun içtihatları temel alınmıĢtır. I. MAHKEMENĠN GENEL TEġKĠLATI 1-MAHKEMENĠN ÇALIġMA YERĠ AĠHS ve Protokollerine, taraf devletlerce kabul edilen taahhütlere uyulmasını sağlamak amacıyla kurulan Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi daimî olarak görev yapar. Mahkemenin masrafları, Avrupa Konseyi tarafından karĢılanır Mahkeme‟nin çalıĢma yeri, Avrupa Konseyi‟nin Fransa‟nın Strasbourg Ģehrindeki merkezidir. Ancak Mahkeme gerekli gördüğü taktirde, Avrupa Konseyi‟ne üye Devletlerin ülkeleri içinde herhangi bir yerde çalıĢabilir. 14 Ayrıca, Mahkeme, bir baĢvurunun görülmesinin herhangi bir aĢamasında, kendisi veya bir veya birden fazla üyesi tarafından baĢka bir yerde bir araĢtırma yapılmasına veya diğer bir görevin yerine getirilmesine karar verebilir. 2- HÂKĠMLER A. Sayıları, Seçilmeleri ve Aranan Nitelikler Mahkeme, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesine taraf olan devlet sayısı kadar hâkimden oluĢmaktadır. 2004 yılı Ocak ayı itibariyle Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesine kırk beĢ devlet taraf olduğundan dolayı, her bir devletten bir hâkim olmak üzere Mahkemede kırk beĢ hâkim görev yapması gerekmektedir. 4 Bir devletin birden fazla vatandaĢının hâkim olması mümkündür. Örneğin, Ġtalya, San Marino ve Malta adına görev yapan üç Ġtalyan hâkim mevcut olabilmektedir. Hâkimler her Taraf Devlet için, Taraf Devletler tarafından gösterilen ve üç aday içeren bir liste üzerinden Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından oy çokluğu ile seçilirler. Hâkimlerde aranılan Ģartlar SözleĢme‟de, yüksek ahlakî karaktere sahip olma, yüksek mahkeme üyesi olabilme niteliklerini taĢıma ve ehliyetiyle tanınmıĢ hukukçu olma olarak sayılmıĢtır. B. Görev Süreleri Hâkimler 6 yıl için seçilirler. Tekrar seçilmeleri mümkündür. Görevi bitmemiĢ bir yargıcın yerine seçilen bir hâkim selefinin görev süresini tamamlar. Hâkimlerin görev süreleri 70 yaĢında sona erer. Her üç yılda hâkimlerin yarısının yenilenmesini sağlamak amacıyla ilk seçimde seçilen hâkimlerin yarısının görev süresinin üç yıl sonra sona ermesi öngörülmüĢtür. Bu hüküm gereği Mahkemede görev süresi 2001 yılında sona eren Türk hâkim 6 yıllık süre için yeniden seçilmiĢtir. AnlaĢılacağı üzere, hâkimlerin yeniden seçilmesi mümkündür.5 Ancak yeni üyelerden Bosna Hersek‟henüz hakimini seçmediğnden halen 44 hakim bulunmaktadır. 4 5 AĠHM’de kuruluĢundan beri dört Türk hâkim görev yapmıĢtır. Bunlar sırasıyla, 19591965 yılları arasında Kemal Fikret ARIK, 1966-1972 yılları arasında Suat BĠLGE, 1973-1977 yılları arasında Ali Bozer ve 1977-1998 yılları arasında Feyyaz GÖLCÜKLÜ’dür. Halihazırda Mahkeme de görev yapan Türk hâkim ise 1999’da göreve baĢlayan ve 2001 yılında tekrar seçilen Eski Büyükelçi Rıza TÜRMEN’dir. 15 SeçilmiĢ bir yargıcın görev süresi, seçimden itibaren hesaplanır. Ancak bir hâkim, görev süresinin sona ermesi üzerine yeniden seçildiği zaman veya görev süresi sona eren veya sona erecek olan bir yargıcın yerine seçildiği zaman, her iki durumda da görev süresi, bu sona erme tarihinden itibaren hesaplanır. Yerine yenisi seçilen hâkim, kendinden sonraki yargıcın, yemin etmesine veya resmen beyanda bulunmasına kadar görevini sürdürür. Ayrıca, kendine havale edilmiĢ davalara bakmaya devam eder. Her hâkim göreve baĢlamadan önce kendisinin de katıldığı Mahkeme Genel Kurulunun ilk oturumunda, eğer ihtiyaç varsa Mahkeme BaĢkanının önünde aĢağıdaki yemini eder veya resmî beyanı yapar: "Bir hâkim olarak görevlerimi Ģerefli, bağımsız ve tarafsız bir biçimde yerine getireceğime ve müzakerelerin gizliliğine riayet edeceğime yemin ederim -veya resmen söz veririm". C. Statüleri Hâkimler görevlerini yaparken Avrupa Konseyi Statüsünün 40. maddesinde ve bu madde uyarınca imzalanan anlaĢmalarda öngörülen ayrıcalık ve dokunulmazlıklardan yararlanırlar.6 Hâkimler kendi devletlerini temsilen değil, kendilerini temsilen görev yapmaktadırlar ve görevlerini yerine getirirken tamamen bağımsız ve tarafsızdırlar. Tam zamanlı olarak çalıĢan hâkimlerin hâkimlik göreviyle, tarafsızlıkla veya bağımsızlıkla bağdaĢmayan herhangi bir iĢ yapmaları yasaktır. Her hâkim, bütün ek faaliyetlerini Mahkeme BaĢkanına bildirir. Mahkeme BaĢkanı ve ilgili hâkim arasında uyuĢmazlık halinde, ortaya çıkan sorun Mahkeme Genel Kurulunca karara bağlanır. 3 D. Kıdem Sıraları 6 Bu konuda, Türkiye Cumhuriyeti adına 15 ġubat 1999'da Strazburg'da imzalanan ve 4/6/2003 tarihli ve 4869 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan "Avrupa Konseyi'nin Ġmtiyaz ve Muafiyetlerine Müteallik Umumi AnlaĢma'ya Ek 6 Numaralı Protokolün onaylanması; DıĢiĢleri Bakanlığı'nın 12/6/2003 tarihli ve AKGY/238808 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 23/6/2003 tarihinde kararlaĢtırılmıĢtır. R.G.9 Temmuz 2003-25163 3 Bu mecburiyet bazı kiĢilikleri hâkim olmaktan caydırma riski taĢımaktadır. Rene Cassin, Garshıf Van der Meerseh, Pierre-Henri Teitgen, Louis Pettiti ya da Lord MeNair gibi kiĢiler bu koĢullarda hâkim olmayı kabul ederlermiydi? (Gerard Cohen-Jonathan, Aspect européens de droits fondamentaux, s. 24) 16 SeçilmiĢ hâkimler, Mahkeme BaĢkanı ve BaĢkan Yardımcıları ile Bölüm BaĢkanlarından sonra, seçilme tarihlerine göre kıdem alırlar, yeniden seçilme halinde, bu yeniden seçilme hemen seçilme olmasa bile, ilgili yargıcın daha önce görev yaptığı süre kıdemde dikkate alınır. Mahkeme BaĢkan Yardımcılığı görevine aynı gün seçilenler, hâkim olarak görev yaptıkları süreye göre kıdem alırlar. Hâkim olarak görev yaptıkları süre aynı ise yaĢlarına göre kıdem alırlar. Aynı kural, Bölüm BaĢkanları için de uygulanır. Hâkim olarak aynı süre görev yapan hâkimler, yaĢlarına göre kıdem alırlar. Ad hoc (geçici, özel) hâkimler, seçilmiĢ hâkimlerden sonra yaĢlarına göre kıdem alırlar. E. Ad Hoc-Özel, Geçici- Hâkimler Bir SözleĢmeci Devlet bakımından seçilmiĢ bir yargıcın Dairede bulunamaması veya davadan çekilmesi halinde, Daire BaĢkanı o Devleti, seçilmiĢ baĢka bir yargıcı dava yargıcı olarak veya SözleĢme‟de hâkimlik görevi için aranan niteliklere sahip baĢka bir kimseyi bir ad hoc hâkim olarak atamak isteyip istemediğini, atamak istediği taktirde söz konusu kiĢinin adını otuz gün içinde bildirmeye davet eder. Bu suretle atanan kiĢinin Dairede bulunamaması ve çekilmesi halinde de aynı kural uygulanır. Ġlgili SözleĢmeci Devlet otuz gün içinde yanıt vermemesi halinde, atamada bulunma hakkından vazgeçmiĢ sayılır. Bir ad hoc hâkim, hâkim olarak atanmasından sonra, davanın görüleceği ilk oturumun açılıĢında, seçilmiĢ hâkimler için öngörülen yemini eder veya resmî beyanı yapar. F. Ġstifa ve Görevden Alınmaları Bir yargıcın istifası, Mahkeme BaĢkanına sunulur. BaĢkan bu istifayı Avrupa Konseyi Genel Sekreteri‟ne iletir. Ġçtüzüğün 24.maddesinin üçüncü fıkrasının son hükmü ile 26.maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak kaydıyla istifa, görevin boĢalması sonucunu doğurur. Genel kurul halinde toplanan görev baĢındaki seçilmiĢ diğer hâkimler tarafından gerekli koĢulları taĢımadığına üçte iki çoğunlukla karar verilmedikçe, hiç bir yargıcın görevine son verilemez. Bu hâkim önce Mahkeme Genel Kurulu tarafından dinlenir. Göreve son verme usulünün baĢlatılması için herhangi bir hâkim talepte bulunabilir. 3. MAHKEME BAġKANLIĞI A. Genel Olarak 17 Mahkeme Genel Kurulu, Mahkeme BaĢkanını, iki BaĢkan Yardımcısını ve Bölüm BaĢkanlarını, hâkim olarak görev sürelerini aĢmamak koĢuluyla, üç yıllık bir süre için seçer. Bu kiĢiler yeniden göreve seçilebilirler. Her Bölüm, aynı Ģekilde Bölüm BaĢkanının görevini yerine getiremeyecek durumda olması halinde yerine geçecek olan bir BaĢkan Yardımcısını üç yıllık bir süre için seçer. Bu kiĢiler göreve yeniden seçilebilirler. BaĢkanlar ve BaĢkan Yardımcıları, yerlerine yenileri seçilinceye kadar görevlerini sürdürürler. Bir BaĢkanın veya bir BaĢkan Yardımcısının, Mahkeme üyeliğinin sona ermesi veya normal süresinden önce istifa etmesi halinde, duruma göre Mahkeme Genel Kurulu veya ilgili Bölüm, bu görev döneminin geriye kalan süresini tamamlayacak olan kiĢiyi seçer. Seçimler gizli oyla yapılır, seçimlerde sadece seçilmiĢ mevcut hâkimler oy kullanır. Hiçbir yargıcın, seçilmiĢ mevcut hâkimlerin mutlak çoğunluğunun oyunu sağlayamaması halinde, en fazla oyu alan iki yargıcın katılacağı ikinci bir oylama yapılır. Oyların eĢit dağılması halinde, kıdemli olan hâkim seçilmiĢ olur. B. Mahkeme BaĢkanının Görevleri Mahkeme BaĢkanı, Mahkemenin iĢlerini ve birimlerini idare eder. BaĢkan, Mahkeme‟yi temsil eder ve özellikle Mahkeme‟nin Avrupa Konseyi makamlarıyla olan iliĢkilerini yürütür. BaĢkan, Mahkeme Genel Kurulu toplantılarına, Büyük Daire toplantılarına ve beĢ hâkimli kurul toplantılarına baĢkanlık eder. BaĢkan, nezdinde seçildiği SözleĢmeci Devletle ilgili davalar dıĢında, Dairelerin görmekte olduğu davalara katılmaz. C. Mahkeme BaĢkan Yardımcılarının Görevleri Mahkeme BaĢkan Yardımcıları, Mahkeme BaĢkanına yardım eder. BaĢkan Yardımcıları, BaĢkanın görevini yapmasını bir engel çıkması veya BaĢkanlık makamının boĢalması halinde veya BaĢkanın isteği üzerine BaĢkanın yerine görev yaparlar. Ayrıca, Bölüm BaĢkanlıkları da yaparlar. D. BaĢkanın veya BaĢkan Yardımcılarının Yerine Geçme Mahkeme BaĢkanının ve BaĢkan Yardımcılarının aynı anda görev yapamayacak durumda olmaları veya bu makamların boĢalmıĢ olması halinde, Mahkeme BaĢkanlığını bir Bölüm BaĢkanı, Bölüm BaĢkanı yoksa 5.maddeye göre kıdemli olan baĢka bir seçilmiĢ hâkim üstlenir. 18 E. Bölümlerin ve Dairelerin BaĢkanlıkları Mahkemenin 2 baĢkan yardımcısı bölüm baĢkanlığı da yaptıklarından, ancak diğer iki bölüm için ayrıca baĢkan ve baĢkan yardımcısı seçilir. Bölüm BaĢkanları, üyesi oldukları Bölümün ve Dairelerin oturumlarına baĢkanlık ederler. Bölüm BaĢkanlarının görev yapamayacak durumda olmaları ve Bölüm BaĢkanlığının boĢalmıĢ olması halinde veya Bölüm BaĢkanının isteği üzerine BaĢkan Yardımcıları, BaĢkanın yerine geçer. Bunun mümkün olmaması halinde ise Bölüm ve Dairelerin üyeleri kıdeme sırasına göre BaĢkanların yerini alırlar. F. BaĢkanlık Yapamama Mahkeme hâkimleri, vatandaĢı oldukları veya nezdinde seçildikleri SözleĢmeci Devletlerin taraf oldukları davalarda baĢkanlık yapamazlar. 4. MAHKEME KALEMĠ VE PERSONELĠ Mahkeme görevleri içtüzük tarafından belirlenen bir mahkeme kalemine sahiptir. A. Yazı ĠĢleri –Kalem- TeĢkilatı Mahkeme Genel Sekreterliği olarak da tercüme edilen Mahkeme Yazı ĠĢleri ya da Kalemi, Mahkeme tarafında kurulan Bölümlere eĢit sayıda Bölüm kalemleri ve Mahkeme tarafından ihtiyaç duyulan hukukî ve idarî hizmetleri sağlayacak gerekli birimlerden meydana gelir. Yazı iĢleri hem idarî hem de hukukî görevlere sahiptir(Ġçt.18/1). Bölüm Yazı ĠĢleri Müdürü, Bölümün görevlerini yerine getirmesine yardımcı olur ve kendisine de Bölüm Yazı ĠĢleri Müdür Yardımcısı yardımcılık eder Yazı ĠĢleri Müdürü ve Müdür Yardımcıları dıĢında, raportör hukukçular4 dahil, yazı iĢleri memurları, Mahkeme BaĢkanı‟nın ve onun talimatıyla hareket eden Yazı ĠĢleri Müdürünün uygun görmesiyle Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından göreve atanır. Yazı ĠĢleri Müdürlüğü bünyesinde, devamlı statüde hukukçu, geçici statüde hukukçu ve stajyer hukukçu olmak üzere üç farklı kategoride memur hukukçu istihdamı söz konusudur. Her bir kategori- SözleĢmenin Türkçe tercümelerinde “yazı iĢlerinde görevli hukukçu“ ifadesi kullanılmakta, Gölcüklü-Gözübüyük ise, “uzman hukukçu” ifadesini kullanmaktadırlar. Biz Fransızca terime uygun olarak bu Ģekilde tercümeyi uygun bulduk. 4 19 nin özlük hakları ve maaĢları arasında büyük farklar bulunmaktadır. Dosyaların incelemesini yapan raportör hukukçular, onların hukukçu asistanları ve destek elamanları (muhasebe, teknoloji, güvenlik, tercüme, doküman hazırlama, yayın, basın ve halkla iliĢkiler personeli gibi) Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürlüğüne bağlı olarak çalıĢmaktadırlar. Raportör hukukçular bir dava için görevlendirilirler, tek bir hâkime bağlı değildirler. Dolayısıyla, aynı anda çeĢitli bölümlerden çak sayıda raportör üyenin yönetiminde çalıĢırlar. Ara kararların ve son kararların (hükümlerin) yazılması, duruĢmaların hazırlanmasını ve dostane çözüm müzakerelerini yürütmenin yanı sıra, ilk mektuptan davanın sonuna kadar dillerini konuĢtukları taraflarla bağlantıyı sağlarlar.7 Mahkeme Yazı ĠĢlerinin yanında her bir Bölüm kendi yazı iĢlerine (kalem teĢkilatına) sahiptir. Bölüm kalemi, bölümün idarî ve hukukî iĢlerinin yürütülmesinden sorumludur. Mahkemenin idarî iĢleri, baĢvuru sahipleri ile yazıĢma, dosyaların incelenmesi gibi iĢler Mahkeme Kalemi tarafından yerine getirilmektedir. B. Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürü Mahkeme Genel Sekreteri olarak da tercüme edilen Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürü ya da Mahkeme BaĢkatibi, Mahkeme Genel Kurulu tarafından seçilir. Önemli bir güce sahiptir. Adaylar, yüksek ahlakî niteliklere ve hukuk, idare ve dilbilgisine hakim ve makamın gerektirdiği görevlerin yürütebilmesi için gerekli tecrübeye sahip olmalıdır. Yazı ĠĢleri Müdürü, beĢ yıllık bir dönem için seçilir. Yeniden seçilmesi mümkündür. Genel kurul halinde toplanan hâkimlerin üçte iki çoğunluğu tarafından, Yazı ĠĢleri Müdürlüğünün gerektirdiği Ģartları artık taĢımadığına karar verilmedikçe, görevinden alınamaz. Bu durumda, Mahkeme Genel Kurulu önce Yazı ĠĢleri Müdürünü dinler. Herhangi bir hâkim, Yazı ĠĢleri Müdürünün görevinden alınması usulünü bir dilekçeyle baĢlatabilir. Seçimler, sadece seçilmiĢ hâkimlerin katılmasıyla ve gizli oyla yapılır. Hiçbir adayın seçilmiĢ hâkimlerin mutlak çoğunluğunun oyunu alamaması halinde, en fazla oyu alan iki aday arasında yapılacak ikinci tur seçimde en fazla oyu alan aday seçilir. Oyların eĢit 7 Marie-Laure LAYUS, Florence SIMONETTI, procédure juridictionnelle: points communs et différences, Les Cours européennes Luxembourg et Strasbourg, Pouvoirs, no 96, Janvier 2001, s.92. 20 dağılması halinde ilk olarak varsa bayan aday, ikinci olarak daha yaĢlı aday seçilmiĢ olur. Yazı ĠĢleri Müdürü göreve baĢlamadan önce, Mahkeme Genel Kurulunun, eğer gerek varsa Mahkeme BaĢkanının önünde aĢağıdaki gibi yemin eder veya ant içer: “Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi Yazı ĠĢleri Müdürü olarak bana verilen görevi dürüstlükte, basiretle ve büyük bir özenle yapacağıma yemin ederim - veya resmen söz veririm-" Yazı ĠĢleri Müdürü, Mahkeme‟nin görevlerini yerine getirmesinde yardımcı olur ve Mahkeme BaĢkanının emrinde, Mahkeme kaleminin örgütlenmesinden ve faaliyetlerinden sorumludur. Yazı ĠĢleri Müdürü, Mahkeme arĢivini tutar. Mahkeme önüne getirilen veya getirilecek olan bütün davalarda, Mahkeme‟den yapılan veya Mahkeme‟ye gönderilen bütün yazılar ve bildirimler Yazı ĠĢleri Müdürü kanalıyla yürütülür. Yazı ĠĢleri Müdürü, bu makama verilen taktir yetkisi saklı kalmak Ģartıyla, Mahkeme‟nin faaliyetiyle ilgili bilgi taleplerini ve özellikle basından gelen istekleri karĢılar. Yazı iĢlerinin çalıĢması usulü, Yazı ĠĢleri Müdürü tarafından hazırlanan ve Mahkeme BaĢkanı tarafından onaylanan genel talimatlarla düzenlenir. C. Yazı ĠĢleri Müdür Yardımcıları Mahkeme Genel Kurulu, Yazı ĠĢleri Müdürü için belirtilen tarzda aynı süre için iki tane Yazı ĠĢleri Müdür Yardımcısı seçer. Yazı ĠĢleri Müdürünün görevden alınma usulü, Müdür Yardımcıları için de uygulanır. Bu durumda Mahkeme önce Yazı ĠĢleri Müdürünün görüĢünü alır. Yazı ĠĢleri Müdür Yardımcısı göreve baĢlamadan önce, Mahkeme Genel Kurulu, gerektiği taktirde Mahkeme BaĢkanı önünde, Yazı ĠĢleri Müdürü için öngörülen aynı yemini eder veya resmî beyanı yapar. I. MAHKEMENĠN ĠġLEYĠġĠ 1. ĠDARÎ ORGANLARI A. Mahkeme Genel Kurulu Tüm hâkimlerin oluĢturduğu Genel Kurul sadece idarî ve düzenleyici görevlere sahiptir. Mahkeme içtüzüğünü kabul eder ve 26. madde gereğince, üç yıllık bir süre için baĢkanını ve bir veya iki baĢkan yardımcısını, ayrıca yazı iĢleri müdürü ve yardımcılarını seçer. 3 21 yıllık bir süre için yargılama organı olan Daireden ayırdetmek için Bölüm olarak adlandırılan organları kurar. Mahkeme Genel Kurulu, SözleĢme‟ye ve Ġçtüzüğe göre, görevlerinin yerine getirilmesinin gerektirdiği her zaman Mahkeme BaĢkanı tarafından toplantıya çağrılır. Mahkeme Genel Kurulu, Mahkeme üyelerinin en az üçte biri tarafından talep edilmesi halinde ve yılda en az bir kez idarî sorunları incelemek üzere Mahkeme BaĢkanı tarafından toplantıya çağrılır. Görev baĢındaki seçilmiĢ hâkim sayısının üçte ikisi, Mahkeme Genel Kurulunun toplantı yeter sayısını oluĢturur. Toplantı yeter sayısına ulaĢılamaması halinde, BaĢkan toplantıyı erteler. B. Bölüm SözleĢme‟nin 26. maddesinin (b) bendinde öngörülen Daireler, Ġçtüzükte "Bölümler" olarak adlandırılmıĢtır. Bölümler, Mahkeme BaĢkanının teklifi üzerine Mahkeme Genel Kurulu tarafından, baĢkanlık seçiminden baĢlamak üzere üç yıllık bir süre için kurulur. En az dört bölüm bulunur. Bölüm baĢkanları da Genel Kurulca seçilir. Her hâkim bir Bölümün üyesidir. Bölümler, coğrafya ve cinsiyet açısından dengeli ve SözleĢmeci Devletler arasındaki değiĢik hukuk sistemlerini göz önüne alacak Ģekilde oluĢturulur. Bir yargıcın Mahkeme üyeliği, Bölümün oluĢturulduğu dönemden önce sona ermesi halinde, bu yargıcın Bölümdeki yeri, Mahkeme üyesi olarak kendisinin yerine geçen hâkim tarafından doldurulur. Mahkeme BaĢkanı, Ģartların gerektirmesi halinde, istisnaen, Bölümlerin oluĢumunda değiĢiklik yapabilir. BaĢkanının önerisi üzerine Mahkeme Genel Kurulu ilave bir Bölüm kurabilir. 2.YARGILAMA ORGANLARI Mahkeme bünyesinde daimî Ģekilde çalıĢan üç farklı tipte yargılama organı yer almaktadır. Bunlar; Komite, Daire ve Büyük Dairedir. A. Komiteler Komiteler, Bölüm BaĢkanı hariç tutularak, Bölüm üyeleri arasında yapılacak rotasyonla on iki ay için kurulur. Komiteler, 3 hâkimden oluĢur 22 Bir Komite üyesi olmayan Bölümdeki hâkimlerin, Komitede bulunamayan üyelerin yerine görev yapmaları istenebilir. Üç üye de aynı Bölüme bağlı olmalıdır. Her Komiteye, Bölümdeki kıdemli üyeler tarafından baĢkanlık yapılır. Kaç tane Komite kurulacağına Bölüm BaĢkanlarına danıĢtıktan sonra Mahkeme BaĢkanı karar verir. Komiteler daha önce Komisyonun yaptığı ön incelemeyi yaparlar. Dolayısıyla filtre ya da süzgeç fonksiyonu görürler. Bu çerçevede, geçici dosya açma, bireysel baĢvurularda kabuledilebilirlilik incelemesi için kayda alma iĢlemleriyle, oybirliği ile kabul edilemezlik veya kayıttan düĢürme kararı verirler. B. Daireler Mahkemenin çalıĢmasının en önemli bölümü, örgütsel yapının ikinci düzeyinde bulunan daireler tarafından gerçekleĢtirilir. Daireler, 7 hâkimden oluĢurlar ve Bölümlerden hareketle teĢkil edilirler. Bölüm baĢkanı ve BaĢvuruda konu edilen Devletin yargıcı hangi Bölüme bağlı olursa olsun Dairede doğal üye olarak (vazifeten-sözleĢme gereği) yer alır; millî yargıcın yokluğunda veya katılması mümkün olmayan durumlarda, anılan Devletin belirleyeceği bir kiĢi hâkim sıfatıyla -ad hoc hâkim- Dairede yer alır. Diğer üyeler Bölüm baĢkanı tarafından Bölüm bünyesinde dönüĢümlü olarak (rotasyon sistemine göre ) atanırlar. Geri kalan Bölüm üyeleri yedek üye olarak davaya girerler. Bu sistemin avantajı belirli bir devletin her zaman benzer yapıda bir Daire tarafından yargılanmasından kaçınılmasına imkan vermesidir. Daireler genel yetkili mahkeme gibi çalıĢırlar. Kabul edilebilirlilik kararı verme ve baĢvurunun esasına bakmaya yetkilidirler. Bu bağlamda, bir bireysel baĢvuru hakkında, Komite tarafından oybirliği ile kabuledilmezlik kararı verilmemiĢse, baĢvurunun önüne geldiği Daire daha fazla incelenmesinin gerekmediği hallerde kabul edilmezliğine karar verebilir. Ayrıca, Devlet baĢvurularında, kabuledilebilirlik koĢullarını (SözleĢme 35/1) taĢımayan baĢvurularda, baĢvurunun kabul edilmezliğine karar verebilir. Genel olarak Daire, baĢvurunun kabul edilebilirliliği ve esasını ayrı karara bağlar. Davanın esasının incelenmesine katılmıĢ olan hâkimler, görev süreleri sona ermiĢ olsa bile davayı görmeye devam ederler. 23 C. Büyük Daire Büyük Daire, on yedi asil ve üç yedek hâkimden meydana gelir. Ġki adet büyük Daire mevcuttur. Büyük Daire, Mahkeme BaĢkanının seçildiği tarihten baĢlayarak üç yıllık bir süre için oluĢturulur. Büyük Daire, Mahkeme BaĢkanı ve BaĢkan Yardımcıları ile Bölüm BaĢkanları yer alır. Bölüm baĢkanının katılamaması halinde yerini Bölüm baĢkan yardımcısı alır. Ġlgili SözleĢmeci Devlet bakımından seçilen hâkim, onun dairede bulunamaması ya da davadan çekilmesi halinde ise atanan ad hoc hâkim Büyük Dairede resen-SözleĢme gereği- yer alır. Dairenin yetkisizlik kararıyla (SözleĢmenin 30. maddesinde düzenlenen durum) önüne gelen davalarda, Büyük Dairede yetkisizlik kararı veren Daire üyeleri de yer alır. Bir Dairenin kararını vermesinden 3 ay içerisinde tarafların talebiyle (SözleĢme‟nin 43.maddesi) bir itiraz ya da diğer bir ifadeyle istinaf baĢvurusu olarak önüne gelen davalarda, Daire BaĢkanı ve ilgili Devlet adına katılan hâkim dıĢında davanın kabul edilebilirliliği ve esası hakkındaki müzakerelere katılan üyeler ve kararı veren Dairenin hiçbir üyesi büyük Dairede yer alamaz. Büyük Daireyi tamamlayacak asil ve yedek hâkimler, Yazı ĠĢleri Müdürünün huzuruyla mahkeme BaĢkanı tarafından çekilen kura ile belirlenir. Kuranın usulleri Mahkeme Genel Kurulunca SözleĢmeci Devletler arasında mümkün olduğu kadar coğrafî dengeyi ve değiĢik hukuk sistemlerini yansıtacak biçimde tespit edilir. Diğer hâkimlerin yer almalarına engel bulunması halinde, bu hâkimlerin yerine yedek hâkimler yer alırlar. Gerek duyulması halinde, yargılama sırasında BaĢkan ek yedek hâkimler görevlendirebilir. Her bir dokuz aylık dönem içinde Büyük Daireye gönderilen davaları görecek asil ve yedek hâkimler, her grup içinde rotasyona tâbi tutulurlar; bu hâkimler, hâkimlik görev süreleri sona ermiĢ olsa bile, yargılamanın tamamlanmasına kadar Büyük Daire yargıcı olarak kalmaya devam ederler. Büyük Dairenin, SözleĢme‟nin 43.maddesine göre yapılan talepleri ele almak üzere toplanacak olan beĢ hâkimli kurulu aĢağıdaki Ģekilde meydana gelir: 24 - Mahkeme BaĢkanı, -davayı görmüĢ olup, verdiği karar Büyük Daire önüne götürülmek istenen Daireyi oluĢturan Bölümün dıĢındaki Bölüm BaĢkanları, Bölüm BaĢkanlarının yer almasında engel varsa Bölüm BaĢkan Yardımcıları, -davayı gören Daire hâkimlerinin dıĢında diğer hâkimler arasından rotasyon sistemine göre görevlendirilen baĢka bir hâkim. Ġlgili SözleĢmeci Devletin vatandaĢı olan veya nezdinde seçilen hâkim, beĢ kiĢilik kurul üyesi olamaz. Kurulda yer almayan herhangi bir üyenin yerine, davayı görmüĢ Dairenin üyesi olmayan ve rotasyon usulüne göre görevlendirilen bir hâkim geçer. Büyük Daire sadece üç durumda yetkilidir. Ġlki, SözleĢmenin 30. maddesine göre, Devlet baĢvurusu ya da bireysel baĢvurularda, AĠHS ve Protokollerinin yorumu ya da daha önce verilen bir kararla çeliĢkili bir karar verme durumu olan hallerde Dairelerce Büyük daireye bırakılan iĢlere bakar. Ġkinci olarak ise, 43. madde uyarınca daire kararına karĢı üç ay içinde yapılabilen istisnaî baĢvurulara istinaf mahkemesi olarak bakar. Buna göre, göre, bir Dairenin kararının üç ay içerisinde, dava taraflarından her biri, istisnaî durumlarda, davanın Büyük Daireye gönderilmesini isteyebilir. Böyle bir talep Büyük Daire bünyesinde 5 hâkimden oluĢan bir Alt -kurulca ön incelemeye tâbi tutulur. Alt kurul, ancak dava SözleĢmenin ve Protokollerin yorumuna iliĢkin ciddi bir sorun doğurursa ya da genel nitelikli ciddi bir konu teĢkil ediyorsa, istemi kabul eder. Bu takdirde, Büyük Daire bir hüküm ile davayı sonuçlandırılır" Son olarak, 47. maddede öngörülen görüĢ bildirme (istiĢari mütalaa) taleplerini inceler. ĠstiĢari mütalaa (görüĢ bildirme) talebi sadece Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından istisnaî koĢullarda yapılır ve sadece SözleĢme ve Protokollerinin yorumlanması ile ilgili hukukî meselelere iliĢkin olabilir. II. MAHKEMENĠN ĠÇ ĠġLEYĠġĠ Genel Kurul halinde toplanan Mahkeme Ġçtüzüğünü kabul eder. Mevcut Ġçtüzük 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmiĢtir. 25 Ġçtüzüğün herhangi bir maddesi, Mahkeme Genel Kurulunda ele alınması için verilen bir önerge üzerine, bu önergenin Mahkeme'nin bütün üyelerinin üçte ikisi tarafından kabul edilmesi halinde değiĢtirilebilir. DeğiĢiklik önergesi, Mahkeme'nin bu önergeyi tartıĢacağı oturum tarihinden en az bir ay önce Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürüne yazılı olarak verilir. Yazı ĠĢleri Müdürü, böyle bir önergeyi aldıktan sonra mümkün olan en kısa süre içinde bütün Mahkeme üyelerini bilgilendirir. Mahkeme'nin iç iĢleyiĢi ile ilgili bir maddenin uygulanması, önceden bildirilmeyen bir önerge üzerine, ilgili Dairenin oybirliği ile alacağı bir kararla durdurulabilir. Bir maddenin uygulanmasının durdurulması, bu durdurma ile gözetilen amacın elde edilmesi ile sınırlı tutulur. III-MAHKEMENĠN YARGI YETKĠSĠ SözleĢmenin 32. maddesine göre, "Mahkemenin yargı yetkisi, 33., 34.ve 37. maddeler uyarınca kendisine intikal eden, AĠHS ve Protokollerinin yorumu ve uygulamasına iliĢkin tüm konuları kapsar.” Anılan hükümler, Mahkemenin devlet baĢvurularını ve bireysel baĢvuruları incelemesine ve bazı koĢullarda, SözleĢmenin yorumuna iliĢkin hukukî konularda görüĢ bildirmesine izin vermektedir. Mahkemenin yargı yetkisinin olup olmadığı hakkında ihtilaf durumunda, karar Mahkemeye aittir. IV. BAġVURU YA DA DAVA TÜRLERĠ 1.BĠREYSEL BAġVURU Bireysel baĢvuru (kiĢisel baĢvuru olarak da geçmektedir) insan haklarını korumanın en etkili araçlarından birisi ve Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi tarafından kurulan koruma sisteminin anahtar öğesidir. 1 Kasım 1998'de yürürlüğe giren 11 Nolu Protokolle değiĢik AĠHS'nin 34. maddesine göre, "ĠĢbu SözleĢme ve Protokollerinde tanınan hakların Yüksek Taraf Devletlerden biri tarafından ihlâlinden zarar gördüğü iddiasında bulunan her gerçek kiĢi, hükümet dıĢı her kuruluĢ veya her insan topluluğu (kiĢi grubu), Mahkemeye baĢvurabilir.” 26 11 Nolu Protokol gereğince, bütün Taraf Devletler 34. maddede öngörülen bireysel baĢvuru hakkını tanımak zorundadır. Eski sistemde, Devletler isterlerse bireysel baĢvuru hakkını belli bir süre için tanıdıklarını belirten bir beyan da bulunmakta ve düzenli olarak bu beyanlarını yenilemekteydi. Böyle bir baĢvuru SözleĢmede ve davalı devlet tarafından onaylanmıĢ Ek Protokollerin herhangi birinde yer alan haklara iliĢkin olabilir. Mahkeme‟ye herhangi bir baĢvuruda bulunmadan önce, SözleĢme ve eklerine ve bunlarla ilgili devletlerce konmuĢ olan çekincelere bakmak gerekir. Yine 34. maddeye göre, bir devlet kiĢisel baĢvuru hakkını tanıdığı zaman "bu hakkın etkin bir Ģekilde kullanılmasına hiç bir suretle engel olmamayı taahhüt eder." Bu hüküm, 6. madde ile korunan bir mahkemeye ve avukata baĢvurma ve 8. madde de yer alan haberleĢmeye saygı hakları ile sıkı bir Ģekilde bağlantılıdır. Ergi/Türkiye(1998)baĢvurusunda, Mahkeme, maddenin sözü edilen son cümlesinden hareketle, baĢvuranın baĢvurusundan sonra iki defa terörle mücadele görevlileri ve Savcı tarafından ifadesinin alınması nedeniyle baĢvuranın kendisine gözdağı verildiği hissine kapıldığını kabul ederek, 34. maddenin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. A. Bireysel BaĢvurunun ġekli Bireysel baĢvurular, aĢağıdaki hususları içeren ve mahkeme yazı iĢlerince sağlanan forma uygun olmalıdır (Ġçt.m. 47): -BaĢvuranın adı ve soyadı, doğum tarih, uyrukluğu, cinsiyeti, mesleği ve adresi -Varsa, temsilcisinin adı: soyadı, mesleği ve adresi, -Aleyhine baĢvuru yapılan taraf devlet ya da devletler; -Olayların özlü bir açıklaması, -SözleĢmenin ihlâl edilen hükümleri ve önemli deliller hususunda özlü bir açıklama -BaĢvuran tarafından SözleĢmenin 35/1 maddesinde belirtilen (iç hukuk yollarının tüketilmesi ve 6 ay kuralı) kabul edilebilirlilik kriterlerine uyulduğuna iliĢkin kısa bir açıklama, -BaĢvurunun konusu ile, baĢvuranın 41. madde uyarınca talep edebileceği hakkaniyete uygun tatminin genel hatları, -Önemli tüm belgelerin fotokopileri ve özellikle baĢvuru konusuna iliĢkin adlî ya da idarî kararların bir listesi. Bu listede bulunan 27 her kararın tarihi, kısa özeti, kararı alan makamın adı da yer almalıdır. Mektuba bu kararların bir kopyası eklenmelidir. Gönderilen belgeler baĢvurana iade edilmeyeceğinden, belgelerin asıllarını değil suretlerini göndermek uygun olur. BaĢvuran bundan baĢka, aynı konuda baĢka bir uluslararası soruĢturma ya da uyuĢmazlıkların çözümü mekanizmasına baĢvuruda bulunup bulunmadığını belirtmelidir. Kimliğinin açıklanmasını istemeyen baĢvuranın, bunu ve yargılamanın açıklığı ilkesinin istisnası niteliğini taĢıyan bu talebin gerekçelerini bildirmesi gereklidir. Zira Mahkeme kimliğin saklı tutulması taleplerini çok istisnai durumlarda ve ancak gerekçesini haklı bulursa kabul edebilir. BaĢvuran Mahkemeyi her türlü adres değiĢikliği ile baĢvurusunun incelenmesi için önemli her olaydan haberdar etmelidir. BaĢvuru yazılı olarak sunulur ve baĢvurucu veya baĢvurucunun temsilcisi tarafından imzalanır. Bir baĢvurunun hükümet dıĢı bir örgüt veya bir bireyler grubu tarafından yapılması halinde, baĢvuru bu örgütü veya grubu temsil etmeye yetkili kiĢiler tarafından imzalanır. Bir baĢvuruyu imzalayan kiĢinin yetkisi olup olmadığı sorunu hakkında ilgili Komite veya Daire karar verir. BaĢvurucuların temsil edilmeleri halinde, temsilci veya temsilciler tarafından bir vekaletname veya yetki belgesi eklenir. B- Bireysel BaĢvuru Hakkına Sahip Olanlar (Davacı Sıfatı) a. Gerçek kiĢiler Gerçek kiĢiler, vatandaĢlık, ikamet, medenî durum ve fiil ehliyeti gibi hiç bir Ģart aranmaksızın bu haktan yararlanırlar. Bu bağlamda, Taraf bir Devletin vatandaĢları, SözleĢmeye taraf ya da taraf olmayan bir Devlet uyrukları, mülteciler ya da 1951 Cenevre SözleĢmesi anlamında vatansızlar, ayrıca ihlâlin iĢlendiği anda davalı devlet ülkesinde yasal ya da yasadıĢı olarak bulunan yabancılar SözleĢmeye taraf bir Devlete karĢı bireysel baĢvuruda bulunabilirler. Bu nedenle, SözleĢmeye 45 devlet Taraf olmasına karĢın Ģimdiye kadar 120‟den fazla ülkenin vatandaĢı bireysel baĢvuru da bulunmuĢtur. Ġç hukuklarına göre hukukî ehliyetleri tam olmayan küçükler, akıl hastaları ve kısıtlılar da temsilcileri aracılığıyla bu haktan yararlanabilirler. Hükümlüler de, hangi suçu iĢlemiĢ olurlarsa olsunlar, bu haktan yararlanırlar. 28 Önemli olan, baĢvuranın “SözleĢmeye aykırı davrandığı ileri sürülen devletin yargı yetkisi içinde-geçici de olsa- olmasıdır.8 b. Hükümet dıĢı kuruluĢlar "Hükümet dıĢı kuruluĢ" ifadesinden, Devlet ve bağlı kamu kurum ve kuruluĢlarının dıĢında kalan tüzel kiĢiliğe sahip bütün örgüt ve kuruluĢlar anlaĢılmalıdır. Böylece, dernekler, sivil toplum örgütleri, gönüllü kuruluĢlar, vakıflar, siyasî partiler, ticarî Ģirketler, sendikalar, yardım kuruluĢları ( Uluslararası Af Örgütü, Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü gibi), dinî örgütler (les Saints Monastèrs /Yunanistan (1994); Eglise catholique de la Canée/Yunanistan(1997) Mahkemeye baĢvurabilir. Ancak tüzel kiĢiler örneğin özel hayat ve aile hayatının gizliliğinde olduğu gibi, bütün haklardan değil, kendi niteliklerine uygun düĢtüğü ölçüde, fikir ve ifade özgürlüğü, toplantı ve dernek kurma özgürlüğü gibi diğer haklardan yararlanabilir. Tüzel kiĢiliğin veya hükümet dıĢı kuruluĢun sona ermiĢ olması, zorunlu olarak bunların bireysel baĢvuruda bulunma ehliyetinin de sona erdiği anlamına gelmez.9 c. Özel kiĢilerden oluĢan topluluklar "Özel kiĢilerden oluĢan topluluk" tan benzer çıkarları savunan iki ya da daha fazla kiĢiden oluĢan, genellikle geçici ve gayri resmî dernekleri anlamak gerekir.10 C. BaĢvuranın Mağdur Olma ġartı Devlet baĢvurularından farklı olarak bireysel baĢvuru hakkının doğması için bir iç hukuk kuralının uygulanması sonucu kiĢinin somut olarak zarar görmesi yani ihlâlin mağduru- zarar gören tarafolması gerekir. KiĢi kendisini doğrudan ve kiĢisel olarak etkilemeyen eylem veya iĢlem nedeniyle Mahkemeye baĢvuramaz. Yani kiĢi ile zarar arasında doğrudan bir nedensellik bağı bulunmalıdır. Aksi halde baĢvuru SözleĢme hükümleri ile “ratione personae”-kiĢisel geçerlik alanı- bakımından bağdaĢmaz ve SözleĢmenin 35. maddesinin 2. paragrafı uyarınca reddedilir.11 8 Süheyl DONAY, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye, Kavram yayınları, Ġstanbul 1996, s.34. TEZCAN, ERDEM, SANCAKDAR, Türkiye’nin Ġnsan Hakları Sorunu, s. 65. 10 SUDRE, CEDH, s. 58. 9 11 Gerard Cohen – JONATHAN, “Aspect européenne des droits fondamentaux, 2 éme édition, Montehrestien, Paris 1999, s.28. 29 Sözleşme, actio popularise yer vermiş değildir. Buna karşılık AİHM 27.6.2000 tarihli İlhan kararında, zararın tazminini istemenin, başvuruda bulunma hakkından bağımsız olarak ele alınması gerektiğini belirtmiş; ihlalin gerçek mağduru olan kişi adına kardeşi tarafından yapılan başvuruyu da kabul edilebilir bulmuştur. Genel olarak hukukta veli veya vasi için kabul edilen davada temsil yetkisi, AİHM‟nin bu kararıyla genişletilmiş, kardeşlere de, ihlâle maruz kalan kişinin daha sonra onaylaması kaydıyla özel durumunu da göz önünde bulundurarak, gerçek mağdur yerine kardeşinin dava açabileceği kabul edilmiştir. Bu da bize AİHM‟nin her somut olayın özelliklerine göre muhakeme hukuku kurallarını yorumladığını göstermektedir. AİHM Büyük Daire‟nin 19.2.1998 tarihli İngiltere‟ye karşı Bowman kararına konu olan olayda davalı Hükümet, başvurucu hakkında seçimden önce kürtaj konusunda adayların görüşlerini içeren el ilanı dağıtmanın 1983 tarihli Representation of the People Act § 75 uyarınca suç oluşturduğu gerekçesiyle yapılan yargılamanın beraatle sonuçlanmış olması karşısında, AİHS m.25 uyarınca başvurucunun mağdurluk sıfatının bulunmadığı itirazında bulunmuştur. AİHM‟ye göre, başvurucunun beraati, davanın süresinde açılmamış olduğu gerekçesine dayanmaktadır. Bu demektir ki, başvurucunun gelecekte yapılacak bir seçimde tekrar yukarıdaki gibi hareket ettiği kabul edildiğinde kendisine karşı yeniden dava açılabilecek ve hatta mahkumiyetine ve cezalandırılmasına karar verilebilecektir. Bu durum karşısında başvurucu, söz konusu normla doğrudan doğruya ilgili olup bu nedenle de AİHS m.25 anlamında mağdur olduğunu ileri sürebilir. Bu yüzden itirazın reddine karar verilmelidir. Mahkemeye göre, “mağdur” kavramı ihtilâflı eylem ya da ihmalden doğrudan etkilenen kiĢiyi belirtir.” (AĠHM, Adolf, 26 mart 1982, A, n° 49, § 37). Ancak Mahkeme, potansiyel –muhtemel- mağdur ve dolaylı mağdur kavramlarını geliĢtirerek, mağdur olma Ģartını oldukça yumuĢatmıĢtır. Muhtemel –potansiyel- mağdur kavramı çerçevesinde, SözleĢmenin hükümleri ile bağdaĢmadığı iddia edilen bir kanunun uygulanması ihtimali ile karĢı karĢıya bulunan kiĢi de mağdur kabul edilmektedir. Örneğin Klass ve diğerleri ile Malone kararlarında, konu gizli telefon dinlenmesi olduğundan, “baĢvuruda bulunanların, 30 böyle bir gizli dinlemeye muhatap olduklarını kanıtlama imkanlarının bulunmadığı gerekçesiyle, baĢvuranlar mağdur kavramı içerisinde değerlendirilmiĢtir. Komisyon X/Ġngiltere (1978) kararında da, belli bir yaĢın altındakiler için, homoseksüelliği yasaklayan bir yasanın varlığı durumunda, sadece bu nedenle, bir homoseksüelin baĢvurusunu kabul etmiĢtir. Dolaylı mağdur kavramı ise, bir üçüncü kiĢinin haklarının ihlâli nedeniyle, bir zarara uğrayan herhangi bir kiĢinin mağdur olarak göz önüne alınmasıdır. Bu durumda dolaylı mağdur iki koĢul altında bireysel baĢvuruda bulunabilmektedir: SözleĢmenin ihlâlinin doğrudan, fiilî veya potansiyel bir mağdurunun olması ve doğrudan mağdur ile dolaylı mağdur arasında Ģahsî ve sıkı bir bağ bulunması. Bu bağlamda doğrudan mağdurun kardeĢleri, eĢi -maktulün hanımı, hatta özel hayatına saygı hakkının mağduru kiĢinin hanımı (Burghartz (1994), çocukları ve annesi dolaylı mağdur kabul edilebilmektedir. Karakoç/Türkiye(29298/95) baĢvurusunda, baĢvuran kardeĢinin polisler tarafından iĢkence ile yargısız infaz olarak öldürüldüğü iddiasıyla, SözleĢmenin 2, 3, 14 ve kardeĢinin durumunun adil bir mahkeme tarafından dinlenmediğinden dolayı 6/1 maddenin ihlâl edildiğini ileri sürmüĢtür. Hükümet savunmasında, SözleĢmenin 3, 6 ve 14. maddeleri çerçevesinde ileri sürülen Ģikayetler ile ilgili olarak baĢvuranın SözleĢmenin 34. maddesi bağlamında mağdur sayılamayacağı ve öldürme fiilinin baĢvurana karĢı yapılmadığı savunmasında bulunmuĢtur. Mahkeme, baĢvuranın SözleĢmenin 3, 6 ve 14. maddeleri bağlamında ileri sürdüğü iddiaların 2. madde ile ilgili Ģikayetine sıkı sıkıya bağlı olduğu, davalı hükümetin sorumluluğunu gerektiren bir ölüm olayında mağdurun yakınlarının 2. madde bağlamında kendilerini mağdur sayabilecekleri gerekçesiyle, baĢvuranın mağdur kabul edilebileceğini kararlaĢtırmıĢtır. Mahkemeye göre, iki Ģart bir araya gelmiĢse, artık baĢvuran mağdur niteliğini ileri süremez: Bunların ilki, ulusal mahkemelerin Ģikayet edilen ihlâli açıkça tanımıĢ olması, diğeri de mahkemelerin ihlâli tam olarak telafi etmiĢ olmalarıdır.12 “Mahkemenin yegane görevi belirli bir davanın özel koĢullarını değerlendirmektir; bu nedenle, Mahkeme, ulusal yetkililer onaylamadıkça ve sözleĢmenin ihlâlinden dolayı kiĢi tazmin edilmedikçe, baĢvuran lehine alınan bir karar ya da önlemin o kiĢiyi “mağdur statüsünden çıkarmaya yeterli olamayacağını tekrar ifade eder” (Öztürk Türkiye, 1999). 12 J ONATHAN,s.30. 31 Mahkeme, sığınma taleplerinin reddedilmesi ve sınırdıĢı edilmeleri kararı üzerine 2, 3, 8 ve 13. maddelerin ihlâli nedeniyle bireysel baĢvuruda bulunan ve haklarında üçüncü bir ülkeye yerleĢtirilinceye kadar geçici ikamet izni verilen Ġranlı baĢvuran ve ailesinin artık ABD‟de yaĢamaları nedeniyle SözleĢmenin 34. maddesi anlamında mağdur niteliklerinin bulunmadığını belirtmiĢtir (AĠHM., 11 Temmuz 2000, G.H.H ve diğerleri /Türkiye, parag.28). D. Aleyhine BaĢvuruda Bulunulan - Davalı- Taraf SözleĢmenin 34. maddesi,Yüksek SözleĢmeci Taraflardan birinin, SözleĢmede tanınan hakları ihlâl etmesinden söz etmektedir. Dolayısıyla, aleyhine baĢvuru yapılan Devletin SözleĢmeyi ya da Protokolleri imzalamıĢ ve onaylamıĢ bir Avrupa Konseyi üyesi olması zorunludur. Avrupa Konseyi Üyesi ülkelerin tamamı AĠHS‟ne taraftır. Ancak bazı Protokollere taraf olmayan ülkeler söz konusu olduğundan, protokollerde tanınan haklar yönünden baĢvurularda bu durum göz önüne alınmalıdır.13 Bu itibarla, Mahkeme, Avrupa Konseyine taraf olmayan ülkelere, Protokollere taraf olmamıĢ Avrupa Konseyi üyesi ülkelere, özel kiĢilere veya kuruluĢlara, Uluslararası mahkeme kararlarına ve AB gibi uluslararası örgütler aleyhine yapılan baĢvurulara bakmaz. Nitekim AİHM de, İngiltere‟ye karşı Matthews kararında sözleşmeye taraf olmadığı için, AB işlemleri ile ilgili karar verme yetkisine sahip olmadığı sonucuna ulaşmış, ancak AİHK‟in aksine bir devletin, uluslararası bir sözleşme ile egemenlik yetkilerini ulus üstü bir kuruma devretmiş olmakla, AİHS ve Ek Protokollerden ileri gelen yükümlülüklerinden kurtulamayacağı gerekçesiyle sonuçta İngiltere‟nin Ek 1 No‟lu Protokol m.3‟ü ihlal ettiğini tespit etmiştir. E. BaĢvuru Dilekçesinin Gönderilmesi ve Adres BaĢvuru hiç bir harca tabi değildir. Davanın kaybedilmesi halinde davalı Devletin masraflarını ödemek söz konusu değildir. Bu çerçevede baĢvurucuya mali külfet getirmez. Uluslararası bir faaliyet olmasına karĢın, baĢvuru için her hangi bir ulusal makamdan izin alınması gerekmez. BaĢvurunun doğrudan Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi adresine gönderilmesi yeterlidir. 13 En çok sayıda bireysel baĢvuru, Türkiye, Ġtalya, Polonya ve Fransa aleyhine yapılmaktadır. Ġtalya’dan yapılan baĢvuruların büyük bölümü uzun yargılama süresi nedeniyledir. (Les Cours européennes , s. 134, dpn.8.) 32 Ayrıca, Mahkemeye baĢvuruda bulunmak için Strazburg‟a gitmek gerekmez. BaĢvuru dilekçesi posta ile aĢağıdaki adrese gönderilir. BaĢvurunun yapıldığının ve tarihinin tespiti yönünden dilekçenin APS ile ya da taahhütlü olarak gönderilmesi tercih edilmelidir. a)Adres: Cour européenne des droits de l'homme Conseil de l'Europe F-67075 STRASBOURG CEDEX FRANCE b) Telefon : 03 88 41 20 32 (Türkiye‟den 00 33 3 88 41 20 32) c) Faks : 03 88 41 27 91 (Türkiye‟den 00 33 3 88 41 27 91) d) Ġnternet adresi http://www.dhcour.coe.fr/ Mahkeme‟ye faksla veya elektronik posta ile yapılacak baĢvurular daha sonra posta ile gönderilecek baĢvuru metniyle teyit edilmedikçe geçerli sayılmaz. Mahkeme kaleminde görevli Türk hukukçularla ise, 03 88 41 23 76 nolu telefon ve 03 88 41 27 92 nolu faksla iletiĢim kurulabilir. 2. DEVLET BAġVURUSU YA DA DEVLETLERARASI BAġVURU SözleĢmenin 33.maddesine göre, “Her Yüksek Taraf Devlet iĢbu SözleĢme ve Protokolleri hükümlerine vaki ve kendisinin diğer Yüksek Taraf Devlete isnat edilebileceğine kanaat getirdiği herhangi bir ihlâlden dolayı mahkemeye baĢvurabilir.” Böylece baĢvuruda bulunan Devletin, her Ģeyden önce, Avrupa Konseyi üyesi olması ve Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesini imzalamıĢ ve onaylamıĢ olması zorunludur. Onay belgesinin Konsey Sekreterliğine iletilmesi ile birlikte, ilgili Devlet, baĢka bir Taraf Devletin SözleĢme hükümlerine aykırı davrandığı gerekçesi ile, AĠHM‟ne baĢvuru hakkına sahip olur. Mahkeme 23 Mart 1995 tarihli Loizidou/Türkiye davasında, Devlet baĢvurusunda bulunan BaĢvuran Hükümetin davalı Hükümetçe tanınmasının gerekli olmadığına karar vermiĢtir (parag.40, 41). Burada, baĢvuruda bulunan devletin “mağdur durumda olması” ya da “menfaat Ģartının gerçekleĢmesi” aranmaz. Hakları ihlâl edilen kiĢi ya da kiĢilerin baĢvuruda bulunan Devletin uyruğu olması zorunluluğu da yoktur. 33 ġimdiye kadar 7 grup davaya iliĢkin olmak ve 10‟u Türkiye‟ye karĢı olmak üzere sadece 20 Devlet baĢvurusu yapılmıĢtır.14 V.MAHKEMENĠN YARGILAMA USULÜ 1.GENEL KURALLAR Yargılama usulü mahkeme tarafından içtüzüğünde düzenlenmiĢtir. Ancak usule iliĢkin hükümler, kesin değiĢmez kurallar değildirler. Çünkü belirli bir davanın görülmesi sırasında Mahkeme, gerektiği taktirde taraflara danıĢarak, içtüzüğün öngördüğü yargılama usullerinden ayrılabilir. Mahkeme BaĢkanı, özellikle duruĢmalarda hazır bulunma ve dilekçelerin veya diğer belgelerin dosyaya sunulmasıyla ilgili olarak uygulama talimatları yayınlayabilir. A. Yargılamanın Aleniliği (açıklığı) Mahkemenin duruĢmaları alenidir. Daire, olağanüstü haller nedeniyle resen veya bir tarafın veya ilgili baĢka bir kiĢinin talebi üzerine aksini kararlaĢtırabilir. Çocuk ve gençlerin menfaatlerinin veya tarafların özel yaĢamlarını korumanın gerektirmesi halinde veya adaletin zarar göreceği özel hallerde Dairenin kesinlikle gerekli olduğuna inandığı ölçüde, demokratik bir toplumdaki genel ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik amacıyla halkın ve basın mensuplarının bir duruĢma sırasında tamamen veya kısmen duruĢma salonuna girmeleri yasaklanabilir. Her türlü gizlilik talebinde gerekçe gösterilir ve duruma göre duruĢma veya belgelerin tamamen mi yoksa kısmen mi kamuya kapalı olmasının istendiği belirtilir. B. Müzakere ve Oylamalar Mahkeme müzakerelerini kapalı yapar. Müzakereler gizli kalır. Müzakerelere sadece hâkimler katılır. Müzakerelerde Yazı ĠĢleri Müdürü veya yerine görevlendirdiği bir kiĢi ile birlikte, yardımları gerekli görülen yazı iĢleri memurları ve çevirmenler de hazır bulunur. Mahkeme‟nin özel bir kararı bulunmadıkça baĢka hiç kimse müzakereye alınmaz. 14 JONATHAN, 33. 34 Bir sorun hakkında Mahkeme‟de oylamaya geçilmeden önce BaĢkan, hakimlerden, sorun üzerinde görüĢlerini belirtmelerini isteyebilir. Mahkeme kararları, mevcut üyelerin çoğunluk oyuyla alınır. Oylarda eĢitlik bulunması halinde, yeni bir oylama yapılır ve yine eĢitlik bulunması halinde BaĢkanın oyu ağır basar. Ġçtüzükte aksine hüküm bulunmadıkça, bu hüküm diğer oylamalar için de uygulanır. Büyük Daire ve Daireler, kararlarını ve son kararlarını, hâkim sayısının çoğunluğuyla alır. Kabuledilebilirlik kararı ile esas hakkındaki kararın son oylamalarında çekimser oy kullanılamaz. Genel bir kural olarak, el kaldırma suretiyle oylama yapılır. BaĢkan, kıdem sırasının tersinden yoklamalı oylama yaptırabilir. Üzerinde oylama yapılan her sorun, açık terimlerle kaleme alınır. C. Belgelerin Ġncelenebilmesi Dostane çözüm müzakereleri çerçevesinde verilenler ile, Daire BaĢkanının duruĢmaların aleniliğini sınırlamaya imkan veren sebeplerle kendiliğinden veya bir tarafın veya ilgili kiĢilerden birinin talebi üzerine aksine karar vermesi hariç, bir baĢvurunun kayda girmesinden sonra, Yazı ĠĢleri Müdürlüğüne verilen bütün belgeler kamuya açıktır. D. Kullanılacak Diller Mahkeme‟nin resmî dilleri Fransızca ve Ġngilizce‟dir. Ancak bir baĢvuru hakkında kabuledilebilirlik kararı verilmeden önce, bireysel baĢvuranlar veya temsilcileri tarafından yapılan bütün yazıĢma ve dilekçeler ise, SözleĢmeci Devletlerin resmî dillerinden birinde olabilir. Dolayısıyla ilk baĢvuru dilekçesi ve kabuledilebilirlik kararına kadar ki diğer yazıĢmaları Türkçe olarak yapılabilir. Kabuledilebilirlik kararından önce yapılan bir duruĢma sırasında veya davanın kabul edilebilir bulunmasından sonra ise, bir SözleĢmeci Devletin resmî dillerinden birinin kullanılmasına devam edilmesi için Daire BaĢkanı tarafından izin verilmesi gerekir. Bunun için e, daha kabuledilebilirlik kararından önceki aĢamada, yapılan sunuĢlarla birlikte Türkçe için izin talebinde bulunulması uygun olur.Ġzin verilmemiĢse baĢvurucuların veya temsilcilerinin bütün yazıĢma ve dilekçelerinin Ġngilizce ya da Fransızca dilinde olması gerekir. “Eski Ġçtüzüğün 33. maddesinin 3. fıkrası uyarınca yapılmıĢ olan soruĢturmaya cevaben baĢvuran adli takibata katılmak istedi- 35 ğini bildirmiĢ ve kendilerini temsil edecek avukatları vekil tayin etmiĢtir (eski içtüzük 30. maddesi). Bunun sonucunda, zamanın Mahkeme BaĢkanı olan Bay R. Bernhardt avukata yazılı takibatlarda Türkçe dilini kullanma izni vermiĢtir (Eski Ġçtüzük 27. Maddesi, 3. Fıkrası). Ġleri bir aĢamada, Yeni Mahkeme BaĢkanı Bay Wildhaber baĢvuranın avukatına sözlü takibatlarda Türkçe dilini kullanma yetkisi vermiĢtir (Ġçtüzük 36. Madde 5. Fıkra). (Arslan-Türkiye, 8 Haziran 1999)” Ġngilizce veya Fransızca dıĢında bir dilin kullanılmasına izin verilmesi halinde, Yazı ĠĢleri Müdürü, baĢvurucunun sunuĢlarının ve beyanlarının sözlü veya yazılı tercümesi için gerekli tedbirleri alır. SözleĢmeci Devletler tarafından gönderilen bütün evrak ve gelen tüm dilekçeler Mahkeme‟nin resmî dillerinden birinde yazılır. Daire BaĢkanı, resmî olmayan dillerden birinin kullanılmasına izin verebilir. Ancak bu durumda yapılan sözlü sunuĢların veya yazılı beyanların Ġngilizce‟ye veya Fransızca‟ya çevrilmesini sağlama sorumluluğu ve masrafları karĢılama yükümlülüğü, talep eden tarafa düĢer. Daire BaĢkanı, davalı SözleĢmeci Devletin Mahkemenin resmî dillerinde yaptığı yazılı sunuĢun baĢvurucu tarafından anlaĢılabilmesini kolaylaĢtırmak için o Devletin resmî dil ya da dillerinden birine çevrilmesini sağlamasını isteyebilir. Mahkeme önüne çıkan herhangi bir tanık, uzman veya baĢka bir kiĢi, iki resmî dilden birini yeterince konuĢamıyorsa, kendi dilini kullanabilir. Bu durumda Yazı ĠĢleri Müdürü, bu beyanların çevrilmesi için gerekli önlemleri alır. E. Tarafların Temsili SözleĢmeci Devletler, ajanları (temsilcileri) tarafından temsil edilir; temsilci, avukat veya danıĢman yardımı alabilir. KiĢiler, hükümet dıĢı örgütler veya birey grupları, baĢlangıçta, bireysel baĢvurularını bizzat kendileri veya atanmıĢ temsilcileri aracılığıyla yapabilirler. Bu durumda, baĢvuru dilekçesine temsilci veya temsilciler tarafından bir vekaletname veya baĢvuran tarafından imzalanmıĢ olan yetki belgesi eklenir. Yetki belgesi AĠHM tarafından hazırlanan standart belgenin15 doldurulması Ģeklinde olabileceği gibi, baĢvuru ya da avukat, tarafından hazırlanan ve baĢvuranın adı, soyadı, adresi, düzenleme tarihini ve yetki verilen kiĢinin baĢvuranın tarafından 15 Standart belge için bkz Ek V. 36 kendisini AĠHM önünde temsil etmek için atandığı belirtilen bir ifade içeren bir belgenin baĢvuran tarafından imzalanması Ģeklinde de olabilir.Bu yetki belgesini noterden veya baĢka her hangi bir makamdan onaylatmaya gerek yoktur. Ancak, Türkiye‟den yapılan bazı baĢvurularda yetki belgesinin gerçek olup olmadığı noktasında yaĢanan sorunlar dikkate alındığında, noterden alınacak vekaletnamelere, “Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi‟ne bireysel baĢvuru yapmaya, bu konuda beni temsile” Ģeklinde özel yetki yazdırmak ve baĢvuruda bunu kullanmak da önerilebilir. Mahkeme'ye baĢvuru için reĢit ve mümeyyiz olma Ģartı aranmadığından, küçükler ve kısıtlılar adına yapılacak baĢvurularda, doğrudan bunlardan yetki belgesi alınabilir. Ġçtüzüğün 54.maddenin (b) bendine göre, baĢvurunun davalı SözleĢmeci Devlete bildirilmesinden sonra Daire BaĢkanı, baĢvurusunu bizzat yapmıĢ baĢvurucunun kendisine temsilci tutması talimatını verebilir. Daire BaĢkanı aksine karar vermedikçe, Daire tarafından yapılmasına karar verilen veya baĢvuru hakkındaki kabuledilebilirlik kararından sonraki yargılama aĢamasında yapılacak olan duruĢmada, baĢvurucu kendini temsil ettirmek zorundadır. BaĢvurucunun temsilcisi, herhangi bir SözleĢmeci Devlette çalıĢmaya yetkili olan ve SözleĢmeci Devletlerin ülkelerinden birinde ikamet eden bir avukat veya Daire BaĢkanının kabul ettiği baĢka bir kiĢi (arkadaĢ, akraba, öğretim üyesi) olabilir. Temsilcinin Mahkeme‟nin resmî dillerinden birini (Ġngilizce ve Fransızca) asgarî düzeyde kullanabilmesi gereklidir. Görüldüğü gibi temsilcinin avukat olması Ģart değildir. Ancak, baĢvurana adlî yardım ve dava sonunda tespit edilen temsil ücreti temsilcinin avukat ya da öğretim üyesi olması halinde verilmekte, diğer temsilciler sadece masrafları alabilmektedirler. Daire BaĢkanı, istisnaî durumlarda ve yargılamanın herhangi bir aĢamasında, Ģartların veya avukat ya da atanmıĢ temsilcinin davranıĢlarını dikkate alarak, baĢvurucudan baĢka bir avukat ya da temsilci atamasını isteyebilir. F. Mahkemeyle YazıĢmalar, Tebligatlar ve Davetiyeler Devlet temsilcilerine (ajanlarına) veya tarafların avukatlarına gönderilen yazıĢma ve tebligatlar, taraflara gönderilmiĢ sayılır. Devlet temsilcileri veya tarafların avukatları dıĢındaki kiĢilere bir yazı, tebligat veya davetiyenin gönderilmesi için, Mahkeme bu tür bir yazı, tebligat veya davetiyenin, ülkesi üzerinde sonuç doğura- 37 cağı Devlet Hükümetinin yardımının gerekli olduğunu düĢünmesi halinde, Mahkeme BaĢkanı gerekli kolaylığı göstermesi için söz konusu hükümete doğrudan baĢvurabilir. Mahkeme, maddî olayları ortaya çıkarma veya delil toplama amacıyla yerinde soruĢturma yapmak veya duruĢma düzenlemek istediği takdirde veya bu ülkede ikamet eden veya ülkeden geçecek bir kiĢinin Mahkeme önüne çıkmasını istediği zaman da aynı kural uygulanır. 2. BAġVURUNUN KAYDI YA DA DAVANIN AÇILMASI Hakkının ihlâl edildiğini düĢünen kiĢi baĢvurusunu Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürlüğüne yapmaktadır. Mahkemede baĢvurular ücretsiz incelenmekte olup, dosyanın gidiĢatı ile ilgili bilgiler baĢvurana Yazı ĠĢleri Müdürlüğü tarafından bildirilir. Usul, en azından baĢlangıçta yazılıdır ve bu nedenle Mahkeme‟ye Ģahsen gelmek gerekmemektedir. Ġlk mektubun veya baĢvuru formunun alınmasından sonra, Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürü ”geçici bir dosya” açarak bir ön inceleme yapar. Genel ilke olarak, gerekli tüm belgeler sağlanıncaya kadar kesin kayıt yapılmaz. Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürlüğü baĢvurana cevabında, adına geçici baĢvuru numarası taĢıyan bir dosya açıldığını bildirecektir. Bu numara, daha sonraki bütün yazıĢmalarda yer almalıdır. Daha sonra, baĢvurana SözleĢme metnini ve “mahkemeye baĢvurmak isteyen kiĢilerin dikkatine “ baĢlıklı uyarı metnini göndererek baĢvurandan Ģikayetine iliĢkin belge, bilgi veya tamamlayıcı açıklamalar-muhtemelen iç hukuk yollarının tüketilmesine iliĢkin talep edilebilir. Mektupta yazı iĢleri müdürü Mahkemenin benzer hallerde SözleĢmeyi nasıl yorumladığına iliĢkin açıklamada da bulunabilir. ġikayetin kabul edilebilirliliği için baĢvuranınkine benzeyen davalarda Mahkeme‟nin yerleĢik bir içtihadının olması gibi ilk bakıĢta görünür bir engel mevcutsa baĢvuranı bundan da haberdar eder. Öte yandan, Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürlüğü aleyhine baĢvuruda bulunulan devletin yürürlükteki hukuku hakkında bilgi veremeyeceği gibi, ulusal hukukun yorumu ve uygulanmasına iliĢkin hukukî mütalaada da bulunamaz. Bu mektuplaĢma sonunda baĢvuran Ģikayetini devam ettirmek istiyorsa baĢvurunun yapılmasına iliĢkin gerekli formu gönderir. (bkz. Ek III) Yazı ĠĢleri Müdürlüğü kesin olarak kaydedilen baĢvuru numarasını (yani Mahkeme‟nin dava listesine kayıt numarasını) baĢvurana bildirir. 38 Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürlüğü ile yazıĢmalarda baĢvuranın kendinden istenenleri zamanında ve tam olarak yerine getirmesi yararına olacaktır. Yanıt vermeme veya her türlü gecikme dosyanın takip edilmediği değerlendirilmesine yol açabilir. Dolayısıyla, baĢvuran gönderilen baĢvuru formunu belirtilen sürede - genelde 6 haftalık bir süre- doldurup göndermez ya da Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürlüğü‟nün gönderdiği mektuplara zamanında ve gerektiği gibi cevap vermezse, geçici baĢvuru dosyası imha edilecektir. Bu süzgeçten geçirme mekanizması oldukça caydırıcıdır. Öyle ki alınan mektupların %70‟ i resmî baĢvuru olarak iĢleme konulmamaktadır. BaĢvuru, baĢvuranın ilk dilekçeyi gönderdiği tarihte yapılmıĢ sayılır. Ġlk baĢvuru mektupları genellikle darmadağın bilgiler yumağı, değer yargıları ve tasnif edilmemiĢ iddiaları içermelerinden dolayı baĢvuruyu inceleyen raportör hukukçu özü görmeyebilir ve baĢvuruyu kaydetmeyebilir veya baĢvuranın ısrarı üzerine kaydetse bile komite prosedürüne tâbi tutâbilir. Eğer baĢvuru sahibi baĢvurusunun kayıt edilmesinde ısrarcı olursa bu durumda baĢvuru kaydedilir ve yazı iĢleri tarafından ilgili Bölüm baĢkanına bir Raportör hâkim ataması için dosya gönderilir. Raportör hâkime de Mahkeme kaleminde görevli bir veya birden fazla raportör hukukçu tarafından yardım edilir. 3. KABUL EDĠLEBĠLĠRLĠK ĠNCELEMESĠ Mahkemeye yapılan baĢvurular önce kabuledilebilirlik, diğer bir ifadeyle “ön koĢullar” yönünden incelenir. Bu inceleme raportör hâkimin atanmasıyla baĢlar ve baĢvurunun Devlet baĢvurusu veya bireysel baĢvuru olmasına göre farklılık gösterir. A. Raportör Yargıcın Atanması ve Rolü a. Devlet baĢvuruları Devlet baĢvurusu yapıldığı zaman, Mahkeme BaĢkanı bu baĢvuruyu hemen davalı SözleĢmeci Devlete tebliğ eder ve baĢvuruyla ilgili olarak Bölümlerden birini görevlendirir. BaĢvurucu ve davalı SözleĢmeci Devletler adına seçilmiĢ olan hâkimler davayı görmek üzere oluĢturulan Dairede re‟sen yer alırlar. BaĢvuru birden fazla SözleĢmeci Devlet tarafından yapılmıĢ veya birlikte incelenebilecek nitelikte (Ġçt.m. 43, f.2) ya da SözleĢmeci Dev- 39 letler tarafından aynı konuda birden fazla baĢvuru yapılmıĢ ise, Mahkeme BaĢkanı tarafları tek bir seçilmiĢ hâkim veya ad hoc hâkim (Söz.m.27) üzerinde anlaĢmaya davet edebilir. Tarafların anlaĢamamaları halinde BaĢkan, re‟sen hâkim olarak görev yapacak kiĢiyi Taraflarca hâkim olarak önerilen kiĢiler arasından kura ile belirler. Bir Bölümün görevlendirilmesi üzerine Bölüm BaĢkanı 26.maddeye göre bir Daire oluĢturur ve davalı SözleĢmeci Devleti kabuledilebilirlik hakkında yazılı görüĢlerini bildirmeye davet eder. Bu suretle sağlanan görüĢler, Yazı ĠĢleri Müdürü tarafından baĢvurucu SözleĢmeci Devlete iletilir, baĢvurucu Devlet cevabî görüĢünü sunabilir. Daire, baĢvuru hakkında kabuledilebilirlik kararı vermeden önce tarafları ilave yazılı görüĢlerini sunmaya davet edebilir. Bir veya daha fazla Taraf Devletin talebi üzerine veya Dairenin kendiliğinden karar vermesi halinde, kabuledilebilirlik konusunda bir duruĢma yapılır. Bir Devlet baĢvurusu (Söz.m.33) yapıldığında, davayı görmek üzere oluĢturulan Daire, ilgili SözleĢmeci Devletlerin yazılı cevaplarını aldıktan sonra, kabuledilebilirlik hakkında bir rapor sunmak üzere bir veya birden fazla yargıcı, raportör(ler) olarak görevlendirir. Bir Devlet baĢvurusunun kabuledilebilir olduğu açıklandıktan sonra, Raportör hâkim ya da hâkimler bu raporları, taslakları ve Dairenin görevini yerine getirmesi sırasında yardımcı olacak diğer belgeleri Daireye sunarlar. b. Bireysel baĢvurular Bir bireysel baĢvuru yapıldığında, Mahkeme BaĢkanı bir Bölümü görevlendirir; Mahkeme BaĢkanı bu görevlendirme sırasında davaların Bölümler arasında adil bir iĢ yükü dağılımını gözetir. BaĢvuru kendisine havale edilen Bölümün BaĢkanı, baĢvuruyu inceleyecek olan bir Raportör hâkim görevlendirir. Raportör hâkim baĢvuruyu incelerken; (a) Tarafların herhangi bir maddî olay hakkında önemli olduğunu düĢündükleri bilgi, belge veya materyalleri, belirlenen süre içinde sunmalarını isteyebilir; 40 (b) Bölüm BaĢkanının baĢvurunun bir Daire tarafından incelenmesine karar vermesi hariç baĢvurunun bir Komite tarafından mı yoksa Daire tarafından mı ele alınacağına karar verebilir. Davanın bir Komite tarafından incelenmesine karar verilmiĢ ise(Söz.m.28), Raportör yargıcın raporunda aĢağıdaki konular yer alır: (a)önemli maddî olayların kısa bir özeti; (b)baĢvurunun kabuledilemez olduğuna veya davanın kayıttan düĢmesine karar verilmesi önerisini gerektiren sebeplerin bir özeti. BaĢvuru, daire tarafından görülecek ise, Raportör yargıcın raporunda aĢağıdakiler yer alır: (a) ilgili maddî olayların bir özeti; (b)baĢvuruda, SözleĢme‟ye göre doğan sorunların belirtilmesi; (c)gerektiği taktirde, esas hakkındaki geçici bir görüĢ ile birlikte, kabuledilebilirlik konusunda ve diğer iĢlemler hakkında bir öneri. BaĢvurunun bir Daire tarafından görülmesine karar verilmesinden hemen sonra, yedi hâkimli Daire(Söz.27/1), ilgili Bölüm BaĢkanı tarafından oluĢturulur. Söz konusu Daire oluĢturulurken, Bölüm BaĢkanı Ġçtüzükte Daire BaĢkanına verilen bütün yetkileri kullanır. Kabuledilebilirlik kararı verilmesinden sonra raportör hâkim, görevlerini yerine getirirken Daireye yardımcı olabilecek raporları, taslakları ve diğer belgeleri Daireye sunar. c. Büyük Daire önüne gelen davalar Bir baĢvurunun, SözleĢme‟nin 30 veya 43.maddesine göre Büyük Daire önüne getirilmesi halinde, Büyük Dairenin BaĢkanı, Büyük Dairenin bir üyesini veya Devlet baĢvurusu halinde bir veya birden fazla üyesini raportör hâkim olarak görevlendirir. Daire BaĢkanı, Taraflara danıĢtıktan sonra, yazılı ve gerektiği taktirde sözlü usulü tespit eder ve bu amaçla yazılı görüĢlerin dosyaya konulması için bir süre tayin eder. Daire, yapacağı müzakereler sırasında raportör hâkim(ler) tarafından 48.maddenin birinci fıkrasına göre sunulan raporu dikkate alır. B. Komite Tarafından Ġnceleme (Sadece Bireysel BaĢvurular Ġçin). 41 SözleĢmenin 28. maddesi gereğince bir dava Bir komite tarafından incelendiği zaman, raportör hâkimin raporu, önemli olguların özet açıklamasını ve kabul edilemezlik ya da kayıttan düĢme önerisine temel teĢkil eden gerekçeleri içermelidir. Komite, müzakereleri sırasında, raportör yargıcın sunduğu raporu dikkate alır. Raportör hâkim Komite üyesi değilse, Komitenin müzakerelerine katılması için davet edilebilir. Komite oybirliğiyle kabul edilmezlik veya davanın düĢmesi kararı verebilir. Bu karar kesindir. Aksi halde yani üyelerden biri kabuledilemezlik ya da düĢme kararı verilmesine karĢı ise, baĢvuru davaya bakmak için oluĢturulan Daireye gönderilir. C. Daire Tarafından Ġnceleme a. Devlet baĢvuruları Devlet baĢvuruları daima bir Dairece incelenir. Davalı devlet baĢvurunun kabul edilebilirliliğine iliĢkin görüĢlerini bildirmeye davet edilir. Gelen görüĢ yazılı olarak cevaplarını bildirmesi için baĢvuran tarafa iletilir. Daire taraflardan yazılı olarak ek açıklamada bulunmalarını isteyebilir. Eğer bir ya da birden fazla devlet isterse ya da mahkeme gerekli görürse kabul edilebilirlik hakkında bir duruĢma düzenlenir. Yazılı ve sözlü prosedürler taraflara danıĢtıktan sonra Daire baĢkanı tarafından tespit edilir. ġimdiye kadar Devlet baĢvurularından hiçbirisi hakkında kabuledilmezlik kararı verilmemiĢtir. b. Bireysel baĢvurular Daire bireysel baĢvuruların kabuledilebilirliği konusunda ya Bölüm BaĢkanının davanın doğrudan Daireye sunulması kararından sonra ya da Komite tarafından kabul edilemezlik kararı alınmamıĢ olması halinde karar verir Daire, müzakereleri sırasında, Ġçtüzüğün 49. maddesinin dördüncü fıkrasına göre raportör yargıcın sunduğu raporu dikkate alır. Daire, baĢvurunun kabuledilemez olduğuna ve davanın düĢmesine hemen karar verebilir. Böyle bir karar vermediği takdirde Daire; -Taraflardan maddî olaylara iliĢkin her türlü bilgi, belge veya diğer materyalleri sunmasını isteyebilir; -Davalı SözleĢmeci Devlete baĢvuruyu tebliğ eder ve Devleti, baĢvuru hakkındaki görüĢlerini bildirmeye davet edebilir; dava hala 42 karıĢık görünüyorsa, tarafları, ilave yazılı görüĢlerini bildirmeye davet edebilir. YazıĢmalarda genelde bazı hususların cevaplandırılması istenir. Hükümetin görüĢ ve cevapları baĢvurana iletilerek yanıtı alınır. Sorulan sorular cevaplanmalıdır. Aksine davranıĢ Dairece olumsuz değerlendirilir. BaĢvurucunun karĢı cevabını 6 ay içinde yazması gerekir. Daire, kabuledilebilirlik kararı vermeden önce, tarafların talebi üzerine veya kendi isteği ile bir duruĢma yapmaya karar verebilir. Bu durumda Daire istisnaî olarak aksine karar vermedikçe, taraflar baĢvurunun esasıyla ilgili sorunlar hakkında görüĢlerini bildirmeye davet edilirler. Usul Daire baĢkanı tarafından belirlenir. Görüldüğü gibi, eğer Daire gerekli görürse baĢvuru davalı devletin bilgisine sunulmaktadır. Ancak bu aĢamada baĢvuran ücretsiz adlî yardım isteme hakkına sahiptir. Bireysel baĢvuruların % 80‟den fazlasının Daireler tarafından Hükümete bilgi vermeden kabul edilmezliğine ya da kayıttan düĢürülmesine karar verildiğini belirtmek gerekir. Buna karĢılık ivedi durumlarda, Yazı ĠĢleri Müdürü, Daire BaĢkanının izniyle mümkün olan her çeĢit vasıtayla faydalı her türlü bilgiyi talep ederek, ilgili taraf Devleti baĢvuru yapıldığından ve özet konusundan haberdar eder. Bu durum örneğin iade ya da sınır dıĢı edilme tehdidine maruz olup bu iĢlemin SözleĢmenin 3. maddesini ihlâl ettiğini ya da kendisini ölüm tehlikesine maruz bıraktığından Ģikayet eden baĢvuranı ilgilendirir. Bu aĢamada Daire gerekli gördüğü takdirde geçici tedbirler alabilir. Daire baĢvuruyu incelerken, Raportör hâkimin raporundaki kabul edilebilirliğe ve esasa iliĢkin görüĢleri göz önüne alır. Daire baĢvurulara bulundukları sıraya göre bakar. Bununla birlikte bir baĢvuruya öncelik verebilir, hatta ivedilikle inceleme kararı alabilir. Bu aĢamada Daire, çok geniĢ yetkilere sahiptir. Tarafların talebi ile ya da resen iki veya daha fazla baĢvurunun birleĢtirilmesine ve her türlü uygun soruĢturma tedbirine - araĢtırma, kanıt toplama, tanık dinleme, ilgililerle görüĢme, olay yeri keĢfi, cezaevini ziyaret ya da tarafsız bilirkiĢiler tayin etme gibi- karar verebilir. 4. BAġVURULARIN KABULEDĠLEBĠLĠRLĠK KOġULLARI YA DA KABULEDĠLMEZLĠK ĠTĠRAZLARI A. Genel Olarak 43 SözleĢmenin 35. maddesi "kabul edilebilirlilik koĢulları" adı altında AĠHM'ne baĢvuru için gerekli ve zorunlu koĢulları belirlemektedir. Maddenin 1. fıkrası devletlerarası ve bireysel baĢvurularda ortak koĢulları belirlemekte, 2. fıkrası ise, bireysel baĢvurunun özel koĢullarını belirlemektedir. 11 nolu protokol bu koĢullarda herhangi bir değiĢiklik yapmamıĢtır. Davalı SözleĢmeci devlet, kabuledilebilirlik koĢulları, diğer bir ifade ile kabuledilmezlik konusundaki herhangi bir itirazını (iç hukuk yollarının tüketilmediği, baĢvuranın mağdur niteliğinin olmadığı ya da menfaatinin bulunmadığı, altı aylık sürenin geçirildiği gibi), itirazın özelliği ve Ģartları elverdiği ölçüde, Ġçtüzüğün 51(Devlet baĢvuruları) veya 54.maddeleri (Bireysel baĢvurular) çerçevesinde, duruma göre yazılı veya sözlü olarak baĢvurunun kabuledilebilirliği hakkındaki görüĢlerini sunarken ileri sürmek zorundadır. Daha sonra, sadece duruĢmada yapılan ve Mahkemeye verilen kabuledilebilirlik hakkındaki yazılı görüĢlerde yer almayan itiraz geç yapılması nedeniyle dikkate alınamaz (AĠHM, Open Door ve Dublin Woman /Ġrlanda (1992).Ayrıca aleyhine baĢvuru yapılan Devlet ulusal hâkim önünde dayandığı tezle çatıĢan delileri itiraz olarak ileri süremez.(AĠHM Kolompar/Ġngiltere,1992 parag.32). Mahkeme yargılamanın her safhasında bir baĢvuruyu kabuledilemez bulabilirse de, davalı devlet daha önceki aĢamada ileri sürebileceği bir itirazı her zaman ileri süremez (Açıklayıcı rapor, no 88). 16 B. Bireysel ve Devlet BaĢvurularına ĠliĢkin Ortak KoĢullar a. Ġç hukuk (yargı) yollarının tüketilmesi koĢulu aa)Genel olarak SözleĢmenin 35. maddesi, “devletler hukukunun genel kabul gören ilkelerine göre, ancak iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra Mahkemeye baĢvurulabilir” demektedir. Buna göre, baĢvuran, "iç hukuktaki tüm etkin ve uygun" yolları deneyecek ve bunları, o ülke çerçevesinde kabul edilmiĢ yasal, hukukî yolların hepsine baĢvurarak gerçekleĢtirecektir. Bu Ģart, uluslararası baĢvuru yolunun ikincil karakterini en iyi Ģekilde ortaya koymaktadır. SözleĢmenin 35. maddesi sadece SözleĢmenin ihlâlinin tespitine yönelik baĢvurulara iliĢ- 16 Léon GOFFIN-Julie GOFFIN, Convention europénne des droits de l’homme, édition du Juris-classeure-6,1999 fasc 20, s.10. 44 kindir. Dolayısıyla bu koĢulu gerektirmeyen 41. maddede düzenlenen tazminat taleplerine yabancıdır.17 Gerçekten, haksızlığın giderilebilmesi için yapılacak her yolu denedikten sonra, artık o ülkede hiç bir etkin itiraz yolu kalmamıĢsa, haksızlığın iç hukuka göre önlenmesi imkanı yoksa, o zaman uluslararası yargı yoluna, yani Mahkemeye baĢvurabilecektir. Örneğin baĢvuranın Ģikayeti idarî bir kararla ilgili ise, sorunu, ülkedeki en üst idare mahkeme önüne götürmesi ve bir sonuç elde edememiĢ olması yeterlidir. Ayrıca ulusal yargı yolları önünde, SözleĢmeye aykırı olduğu iddia edilen hususların neler olduğu da ileri sürülmelidir. "Amaç, iç yargı yerlerinin yani ulusal mahkemelerin, soruna bir çözüm getirmeleri için, onlara imkân tanımaktır, ancak onların bir çözüm getirememesi durumunda, Mahkeme devreye girmelidir."Bu prensip Mahkemenin Varga/Fransa(1983) ve Sadık Ahmet/ Yunanistan(1996) kararlarında ifade edilmiĢtir. Bununla beraber, Mahkeme, hiç bir zaman için, " iç hukuk yolları" yani ulusal mahkemeler önünde, SözleĢmenin tüm ilgili maddelerinin ayrı ayrı ileri sürülmesini gerekli görmemektedir. Diğer bir anlatımla, herhangi bir hakkın ihlâl edildiğinin Mahkeme önünde ileri sürülmesi için, önce bu noktanın, ulusal mahkemeler önünde ileri sürülmesi gerekli olmakla birlikte, ulusal yargı organları önünde, SözleĢme hükümlerinin maddeleri ile belirtilmesi zorunlu değildir. Son 20 yıl içindeki kararları incelendiğinde AĠHM‟nin iç hukuk yollarının tüketilmesi ilkesini giderek daha esnek ve istisnaları geniĢleten bir biçimde uyguladığı ve bu trendin günümüzde de sürdüğü görülmektedir.18 Bir baĢvurunun, bu koĢula uyulmamıĢ olması nedeniyle geri çevrilmiĢ olması, aynı tarafların, aynı baĢvuruyu, iç hukuk yollarını tükettikten sonra, tekrar yapmalarına engel değildir. Ġç hukuk yollarının tüketilmesi kuralı yalnız bireysel baĢvurulara değil, devlet baĢvurularına da uygulanır. Ancak devlet baĢvurularında iç hukuk yollarının tüketilmesi Ģartı, konusu belirli kiĢilerin haklarının ihlâli ile ilgili olan Ģikayetler için geçerli olup, devletin haklarının ihlâl edildiğini iddia ettiği bireyler tarafından tüketilme- 17 GOFFIN- GOFFIN,s.11 (AĠHM, 10 Mart 1972, Wilde ve A.C/Belçika) 18 Rıza TÜRMEN, Ġnsan Hakları SözleĢmesi Sisteminde Ġç Hukuk Yollarının Tüketilmesi, Prof.Dr.Sair Erman’a Armağan, ĠÜ Hukuk Fakültesi Yayını, Ġstanbul 1999 s.776. 45 lidir. Ancak, soyut olarak yasaların ve idarî uygulamaların SözleĢmeye aykırılığını ileri süren Devlet baĢvurularında bu Ģart aranmaz. Ġç hukuk yolları tüketilirken, yasaların öngördüğü “usule ve süreye iliĢkin kurallara” da riayet edilmesi gerekir. Eğer, iç hukuk yollarını, mağdur kendi hatası ile, süre ya da usul yönünden kaçırmıĢ ise, daha sonra Mahkemeye yapacağı baĢvuru kabuledilmez. Ġç hukuk yolları tüketilmeden, uluslararası bir kuruluĢa baĢvurmama ilkesi, uluslararası hukukun ana kurallarındandır. Buna göre uluslararası yargıya baĢvurmadan önce, yakınılan devlet hukukunca öngörülen tüm baĢvuru yolları tüketilmiĢ ve olumlu bir sonuç alınamamıĢ olması gerekir. Bu kural, devletlerin egemenliğine ve yargı organlarının yetkisine saygı ilkesinden kaynaklanır.19 Mahkemenin bir kararında belirttiği gibi, iç hukuk yollarının tüketilmesinin istenilmesi, SözleĢme ile güvence altına alınmıĢ hak ve özgürlüklerin korunması görevinin birinci derecede ilgili devlete ait olmasındandır. Ġç hukuk yollarının tüketilmesi, genel olarak Mahkeme tarafından denetimi yapılacak bir ön koĢuldur. Pratikte, iç hukuk yollarının tüketilmesi zorunluluğu, AĠHM‟nin giderek artan ve altından kalkılması güçleĢen iĢ yükünü önemli ölçüde hafifletmektedir. Yapılan bir çok baĢvuru iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle ilgili devlete tebliğ edilmeden reddedilmektedir.20 Ayrıca bu husus, aleyhine baĢvuru yapılan Devlet tarafından ileri sürülebilecek bir kabuledilmezlik itirazıdır. Devlet bunu ileri sürmediği ya da geç ileri sürdüğü takdirde, Mahkeme resen göz önüne almaz. bb)Ġç hukuk yolları nelerdir? Ġç hukuk yolu kavramı ileri sürülen ihlâl iddiasının niteliğine göre değiĢmektedir. Örneğin gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu ileri sürülüyorsa, baĢvuran Türk Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda da mevcut olan habeas corpus hakkını kullanmıĢ olmalıdır. 19 20 Gerçekten, Uluslararası Adalet Divanı’nın 21.3.1959 tarihli Ġsviçre ile ABD arasındaki Interhandel davası ile ilgili kararında, yerleĢik bir uluslararası teamülî hukuk kuralı olduğunu belirttiği bu kural, AĠHS’nin yanında, BM Medenî ve Siyasî Haklar SözleĢmesi’nde, BM Irk Ayrımcılığının Tasfiyesi SözleĢmesi’nde, BM ĠĢkence ve Diğer Zalimane, ĠnsanlıkdıĢı, AĢağılayıcı Muamelelerin Önlenmesi SözleĢmesi’nde, Amerika Ġnsan Hakları SözleĢmesi’nde, Afrika Ġnsan ve Halkların Hakları ġartında, UNESCO Yönetim Kurulu Kararları’nda da yeralmaktadır. TÜRMEN, Sahir Erman’a Armağan, s.778. 46 Ġç hukuk yolunun saptanmasında önemli olan, baĢvurulan ulusal organın yasal bir karar vermekle görevli olması, kararı verip vermemenin o organın takdirine bırakılmamasıdır. O nedenle, Devlet BaĢkanlarına yapılan baĢvurular, yasama organına verilen dilekçeler, Devlet Denetleme Kurulu ya da Ombudsman‟a yapılan baĢvurular, tüketilmesi gereken iç hukuk yolları arasında yeralmaz. Temyiz yolu tüketilmesi gereken iç hukuk yollarındandır. Temyizde baĢarı Ģansının bulunmadığı varsayımı ile bundan vazgeçmek, iç hukuk yolunun tüketilmiĢ olduğu sonucunu doğurmaz. (Oosterwijek / Belçika). Bireye anayasa Ģikayeti yoluyla Anayasa Mahkemesine baĢvuru hakkının tanındığı ülkelerde (Almanya ve Ġspanya gibi), bu yolun da tüketilmesi gerekir. Ancak Ülkemiz açısından, ihlâle konu uyuĢmazlık ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi‟ne baĢvuru, doğrudan baĢvuru yolu olmadığı için tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu değildir. Çünkü, iç hukuka göre kiĢilerin doğrudan doğruya Anayasa Mahkemesi‟ne baĢvurma hakları bulunmamakta, davayı gören mahkemenin anayasaya aykırılık itirazını ciddi görmesi halinde sorun Anayasa Mahkemesi önüne gelebilmektedir. Komisyon, infaz rejiminde farklı uygulama öngören 3713 sayılı yasanın geçici 4. maddesi ile ilgili yapılan bir baĢvuruda, baĢvurucunun, yasa ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine SHP‟nin, yaptığı baĢvuru sonucunu beklemesini ve baĢvurusunu Anayasa Mahkemesi‟nin kararından sonraki 6 aylık süre içerisinde yapmıĢ olmasını iç hukuk yollarının tüketilmesi bakımından gerekli görmemiĢ ve altı aylık süre koĢuluna uyulmadığı gerekçesi ile baĢvuruyu kabuledilemez bulmuĢtur. Yargılamanın yenilenmesi ve yazılı emir ile bozma olağan baĢvuru yolları arasında yer almadığından tüketilmesi gerekli iç hukuk yolları arasında yer almaz. Hukukumuzda hukuk davalarında ve idari davalarda kararın düzeltilmesi tüketilmesi gereken iç hukuk yoludur. Ancak ceza davalarında durum farklıdır. Ceza davalarında bu yol doğrudan doğruya mahkuma değil de Yargıtay Cumhuriyet baĢsavcısına tanındığından tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu sayılmaz.21 Bazı durumlarda, özelikle de kesin hüküm niteliğinde olmayan ulusal mahkeme ve savcılık kararlarına karĢı iç hukukumuzda öngörülen yasa yolu itirazdır. Örneğin, SözleĢme'nin 3. maddesine konu iĢkence ve kötü muamele iddialarına iliĢkin olarak yapılan Ģikayetlere dayalı olarak savcılıklarca verilen takipsizlik kararlarına karĢı en 21 Feyyaz GÖLCÜKLÜ,ġeref GÖZÜBÜYÜK, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi ve Uygulaması, Ankara 1996, s.80. 47 yakın ağır ceza mahkemesine yapılacak itiraz, tüketilmesi gereken zorunlu bir iç hukuk yoludur. Tutuklama ve tutuklamanın devamı kararlarına karĢı yapılacak olan itirazlarda bugün için tüketilmesi gereken iç hukuk yollarıdır. Yine gözaltı olaylarında da, CMUK‟un 128. maddesine göre "yakalama iĢlemine" ve "yakalama süresinin uzatılmasına iliĢkin savcının emrine" karĢı itiraz, tüketilmesi gereken bir iç hukuk yoludur. Bir baĢvuruda birden fazla ihlâl iddasına yer verilmiĢse, iç hukuk yollarının tüketilmesi bakımdan her olay ayrı ayrı değerlendirilecektir. cc) Ġç hukuk yollarının tüketilmesi zorunluluğunun bulunmadığı haller aaa) Ġnsan hakları ihlâllerinin idarî uygulama halini alması Ġnsan hakları ihlâllerinin, bir Devlette sistemli, yoğun ve sürekli bir nitelik göstermesi durumunda, Devletin bu tutumu, "idarî uygulama halini almakta ve baĢvuruda bulunanı, etkisiz olacak iç hukuk yollarını tüketmekten kurtarmaktadır. Bu kavram Ġrlanda/ Ġngiltere(1978) davasında sistematize edilmiĢtir. Hem devlet hem de bireysel baĢvurular için geçerli olan idarî uygulama kavramını belirleyen iki ölçüt vardır: -Aynı tür ihlâlin tekrarlanması ve çok sayıda olması. Aynı zamanda bu ihlâllerin birbirinden kopuk değil de belirli bir Ģablon içinde ve birbirleriyle bağlantılı olması (Ġrlanda/Ġngiltere, 1978). -Resmî hoĢgörü gösterilmesi. BaĢka bir deyiĢle, üst makamların, bilgi sahibi olmalarına rağmen sorumluları cezalandırmamaları, ihlâlleri önleyecek önlemleri almamaları ya da ileri sürülen ihlâllerin gerçek olup olmadığını anlamak için soruĢturma açmamaları (Yunanistan davası Komisyon raporu,1969). Devlet baĢvurusu idarî uygulama iddiasına dayandığı takdirde, iç hukuk yollarının tüketilmesi koĢulu aranmamaktadır. Ancak idarî uygulama iddiasının da somut delillerle kanıtlanması gerekir.22 Mahkeme, Türkiye aleyhine yapılan bazı tür baĢvurularda idarî uygulama iddiasını kabul etmemiĢtir. Mahkeme, baĢvurucuları iç hukuk yollarını tüketmekten muaf sayarken, bunun sadece elindeki bu olayla sınırlı olduğunu vurgulamıĢtır. Örneğin Mahkeme Akdıvar ve diğerleri - Türkiye kararında Ģöyle demiĢtir: “...verdiği bu kararın davanın özel koĢulları ile sınırlı olduğunu vurgular. Bu karar, Türkiye‟nin bu bölgesinde hukuk yollarının etkisiz olduğu veya baĢvurucu- 22 TÜRMEN, Prof.Dr.Sair Erman’a Armağan s.779. 48 ların 26. madde gereğince mevcut olan ve iĢleyen hukuk yollarına normal olarak baĢvurma yükümlülüklerinden muaf tutuldukları Ģeklinde genel bir beyan olarak yorumlanamaz. Mahkeme ancak bu davada olduğu gibi mevcudiyeti gösterilmiĢ böylesine istisnai Ģartlarda, baĢvurucuların uğradıkları zararlar için ulusal mahkemelerden bir giderim isteme teĢebbüsünde bulunmadan, bir çare olarak Strasbourg organlarına yaptıkları baĢvuruları kabul edilebilir.” bbb)Ġç yargı yollarına baĢvurulmasına yasal engel bulunması Ġhlâlin kaynağı, bizzat varolan yasal düzenlemeler ise ya da yasa açıkça yargı yolunun kullanılmasını kapatmıĢ veya imkansız hale getirmiĢse, iç yargı yollarının kullanılması yükümlülüğü ortadan kalkmaktadır. Örneğin Kalaç/Türkiye(1997) baĢvurusunda Mahkeme Yüksek Askerî ġura Kararlarına karĢı yargı yolunun Anayasa tarafından kapatıldığını belirterek iç hukuk yollarının tüketilmesine gerek olmadığına karar vermiĢtir. “Mahkeme 18 Ekim 2000 tarihinde yapılan baĢvuruyu inceledi. Mahkeme SözleĢmenin 35. maddesinin 1. paragrafı anlamında kesin iç kararın, baĢvurana baĢvurunun yapıldığı tarihten 6 ay önce 16 Ağustos 1999 tarihinde tebliğ edilen Yüksek Askerî ġuranın kararı olduğuna dikkat çeker. Bu durumda baĢvuru geç yapılmıĢtır ve 35. maddenin 4. paragrafı uyarınca reddedilmelidir. Sonuç olarak Mahkeme, baĢvuruyu kabuledilemez olarak açıklar.”(Türkiye‟ye karĢı 65707/01 sayılı baĢvuruda, 8 Mart 2001 tarihli Komite kabuledilmezlik (4. Bölüm) kararı) Yine olaylar anında üst mahkemelerin müstakar-yerleĢik- içtihatları göz önüne alındığında, baĢvurunun açıkça hiç bir baĢarı Ģansı yoksa ya da ihlâl kaynağı yasanın anayasaya ya da sözleĢmeye aykırılığını değerlendirtmek yolu mevcut değilse bu Ģart uygulanmaz.(Öztürk, ġubat 1984, A, no 73; Padovani, 20 ġubat 1993, A no 257-B § 19) ccc) Ġç yargı yollarının uygulamada ulaĢılabilir ve etkili olmaması Ġç hukuk yargı makamlarının kararları ihlâli ortadan kaldıracak nitelikte değilse, diğer bir anlatımla, teoride var olan bu yollar uygulamada kayda değer biçimde iĢlemiyor ya da sonuçlara yol açmıyorsa, örneğin, ihlâli giderme yönünde hiçbir yargı kararı ya da tazminat örneği yoksa, baĢvurucu, bu etkisiz ve boĢuna yolları denemek zorunda değildir. Mahkeme Kurt/Türkiye(1997) kararında da, bu gerekçeyle iç hukuk yollarının tüketilmesine gerek olmadığına karar vermiĢtir. 49 Davanın hiçbir baĢarı Ģansının olmaması (AĠHM, Open Door ve Dublin Woman /Ġrlanda(1992) ya da Davada iç hukuk yoluna baĢvuru, örneğin Devlet makamlarının resen avukat tayin etmeyi reddetmeleri nedeniyle etkisiz olacaksa(AĠHM, 25 Eylül 1992, Pham Hoong/Fransa, parag.31) ya da Yargıtay‟a tashihi karar baĢvurusunda bulunmak için tarafların Yargıtay‟a baĢvurup vurmama konusunda takdir yetkisine sahip BaĢsavcıya baĢvurmaları gerekiyorsa (AĠHM,28 Ekim 1998, Çıraklar /Türkiye, parag.32) iç hukuk yollarına baĢvurulmadığı itirazı kabuledilemez.23 Ġhtilaflı önlem iki baĢvuranı etkiliyor ve biri tartıĢmasız biçimde yasa yollarına baĢvurmuĢ ve sonuç alamamıĢsa diğerinin iç hukuk yollarını tüketip tüketmediğini araĢtırmanın yararı yoktur (AĠHM 25 ġubat 1992, Pfeier ve Plankl/Avusturya, parag.42) Yetkili mahkemenin duruĢmada hazır bulunma talebini reddetmesi nedeniyle baĢvuran kendisini bizzat savunamamıĢsa bu itiraz ileri sürülemez. (AĠHM,25 Mart 1998,Belziuk/Polonya parag.31). ddd) Makul bir sürenin geçmesine karĢın, iç yargı yollarından herhangi bir sonuç elde edilmemiĢ olması Ġç yargı yollarının denenmesi açısından, makul bir sürenin geçmesine karĢın, herhangi bir sonuç elde edilmemiĢ olması durumunda, Mahkeme iç hukuk yollarının tüketilmiĢ olduğu sonucuna varabilir. Örneğin kötü muamele ya da iĢkence iddialarında, iç hukuk yollarının o sırada gecikmeksizin açık olması önem taĢımaktadır. Reed/Ġngiltere davasında, hapishanede kötü muamele iddiasında bulunan baĢvurucunun ancak iki yıl süren, cezaevi makamlarının soruĢturmasını tamamladıktan sonra iç hukuk yoluna baĢvurabilecek olmasını Komisyon kabul etmeyerek iç hukuk yolunun tüketilmesine gerek olmadığına karar vermiĢtir. Selmouni/ Fransa (1999) davasında da mahkeme, gözaltı sırasında iĢkence iddiası karĢısında, baĢvuranın talepleri ve özellikle müdahale talebini havi Ģikayetinin bir yargılama yokluğundan değil ama yapılması gereken soruĢturmaların aĢırı yavaĢ ilerlemesi karĢısında iç hukuk yolunun tüketilmesinin gerek olmadığına karar verilmiĢtir. dd) Ġspat yükü Uluslararası hukuk ilkeleri uyarınca, baĢvuran iç hukuk yollarını tükettiğini iddia ettiği zaman baĢvuranın kullanmak zorunda 23 Léon GOFFIN-Julie GOFFIN,s.11 50 olduğu fiilî ve tam yargı yollarının varlığını ispatlamak karĢı iddiada bulunan Hükümete aittir. Nitekim, Mahkeme, Vernillo/Fransa(1991) ve Aka/Türkiye(1998) kararlarında, açıkça iç hukuk yollarının teorik olarak mevcut olmasının yeterli görülemeyeceğini, uygulamada da ulaĢılabilir ve etkili olması gerektiğini, bu konuda Mahkemeyi ikna etme görevinin de, iç hukuk yollarının tüketilmediğini iddia eden Devlete düĢeceğini vurgulamıĢtır. Akdıvar / Türkiye kararında da, iç hukuk yollarının etkin Ģekilde çalıĢtığının ispat edilmesinin hükümetin görevi olduğunu belirterek, terör nedeniyle zarar görenlere, tam yargı davaları sonunda idare mahkemelerince verilen tazminatların hiç bir güvenlik gücü mensubunun ev yaktığından bahisle verilmiĢ bir emsal tazminat kararı içermediğinden, Komisyon önüne getirilen tam yargı davası yolunu etkin bir iç hukuk yolu olarak kabul etmemiĢ ve davada Hükümetin "iç hukuk yollarının tüketilmediği" itirazını kabule Ģayan görmemiĢtir. Aksoy/Türkiye kararında ise, Mahkeme, iç hukuk yollarının tüketilmesi zorunluluğunun mutlak ve otomatik olarak uygulanması gereken bir hak olmadığını, her davanın somut koĢulları dikkate alınarak uygulanıp uygulanmayacağının taktir edileceğini belirtmiĢtir. SözleĢmenin iç hukuktaki değeri mahkemeler önünde ileri sürülebilmesine hukukî imkan tanıyorsa, AĠHM, açıkça SözleĢme maddelerine dayanmayan yargısal baĢvuruları iç hukuk yollarının tüketilmesi olarak değerlendirmemiĢtir. Mahkeme, Türkiye'ye iliĢkin bazı kararlarında,"bir hakkının ihlâl edildiği iddiası ile, yargısal süreci baĢlatan Ģikayetçilerin varlığı durumunda, uzun süre boyunca, hiçbir etkin ve tarafsız bir soruĢturma ve incelemenin yapılmamıĢ olmasını, bu konuda gerek adlî, gerek idarî makamların gerekli çaba ve incelemede bulunmamıĢ olmalarını, hukuk yollarının yeterince çalıĢmadığı biçiminde değerlendirmiĢtir. Örneğin, savcıların, söz konusu iddialardan haberdar olmalarına karĢın, gerekli inceleme ve soruĢturmaları baĢlatıp, kısa sürede bitirmemiĢ olmaları" gibi. Nitekim Akduvar kararında (Akduvar ve diğerleri/ Türkiye kararı, 16 Eylül 1996) "evlerinin yıkıldığı iddiası ile yargı önüne gelen Ģikayetçiler hususunda, olaydan 2 yıl geçmiĢ olmasına karĢın, bu süre boyunca, etkin ve tarafsız hiçbir soruĢturma ve incelemenin yapılmamıĢ olmasını, ne adlî ne de idarî makamlar tarafından hiçbir yardımda bulunulmamıĢ olmasını"(par.70 -73); Aksoy kararında (Aksoy/Türkiye kararı, 18 Aralık 1996) "savcının, iĢkence iddiaları konusunda, gerekli soruĢturmayı resen yapma yetkisinin bulunmasına ve 51 kiĢide gözle görülebilecek iĢkence izlerinin bulunmasına karĢın, hiçbir Ģey yapmamasını" (par.51 -57); yine aynı kararda, "bir kiĢinin, 14 gün gibi uzun bir süre boyunca, hiçbir adlî ve tıbbi bir yardımdan yararlanmaksızın gözaltında tutulmuĢ olmasını"(par.56)”; ġükran Aydın kararında (ġükran Aydın/Türkiye, 25 Eylül 1997) "savcının hem cezaî soruĢturma alanındaki, hem de mağdurun daha sonra uğradığı zararın tazmini amacıyla baĢvuracağı adlî ve idarî yargı alanındaki rolünün çok önemli olmasına karĢın, olayın olduğu mahale hiç gitmemiĢ olmasını, gözaltına alınan ailenin iddia ettiği hususların gerçek olup olmadığını araĢtırmak için hiçbir ciddi önlem almamıĢ olmasını, soruĢturmanın baĢında hiçbir jandarma görevlisi ile yüz yüze görüĢme yapmadan, sadece yazılı olarak soru sorma yolunu seçmiĢ olmasını"( par.103- 108); "Ġç hukuk yollarının tüketilmesi zorunluluğunun" ortadan kalkmıĢ olduğu biçiminde değerlendirmiĢtir. Örnek karar özetleri -1"Komisyon'a yapılan baĢvuruya gelince, bunun yegane hukukî dayanağı SözleĢmede yer almaktadır. BaĢvuran bu hususu ne ilk derece Mahkemesi ne de istinaf aĢamasında ileri sürmüĢtür; kendisi kararı da temyiz etmemiĢtir. Halbuki SözleĢme Belçika hukuk sisteminin bir parçasıdır ve kendisinden önceki veya sonraki mevzuatın üstündedir. Ayrıca Mahkemenin daha önce saptadığı gibi (Wilde,Ooms ve Versyp kararı(1971)) 8. madde doğrudan doğruya uygulanabilir niteliktedir. Bu husus gerek Belçika gerekse diğer devletlerin içtihatları ile kabul edilmiĢ bulunmaktadır. Bu duruma göre ilgili kendi ülkesinden bu hükümden yararlanabilir ve sözü edilen hükmün kendi konusunda, ihlâl edilmiĢ olduğunu savunabilirdi."(Van Oosterwijck/Belçika, 6.11.1980) -2“Hükümet ayrıca – Komisyon huzurunda belirttiği üzere – baĢvuru sahiplerinin tutuklu kalmalarına iliĢkin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından verilen kararların bozulmasına iliĢkin olarak kendilerine Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 299. maddesi uyarınca sağlanmıĢ olan hakkı kullanmadıklarını iddia ederek, iç hukuk yollarının tüketilmediğini öne sürmüĢtür. (parag.41) Mahkeme – Komisyon ile aynı Ģekilde – Hükümet tarafından belirtilen çözüm yolunun teoride olduğu kadar, uygulamada da yeterli olması gerektiği görüĢündedir (bakınız, 23 Kasım 1993 tarihli Navarra- Fransa kararı, A Serisi, No. 273-B, s. 27, madde 24 ilgili hükümleri). Ancak 1958 yılında Yargıtay iki kez, tutuklama kararlarının iptaline iliĢkin baĢvuru hakkını veren, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 299. maddesinin tutukluluk halinin devamını öngören kararları kapsamadığını belirtmiĢtir. Hükümet bunun aksine bir emsal davası gösterememiĢtir. (Parag.42) (Türkiye /Yağcı ve Sargın, 8 Haziran 1995) -3- 52 “Mahkeme, baĢvuranın eĢinin ölümü hakkındaki soruĢturmanın Batman Ağır Ceza Mahkemesinin er Tuncay Deniz‟i kastı aĢan adam öldürme suçundan mahkum etmesi ile sonuçlandığını saptamıĢtır. Hükümet, baĢvuranın Batman Ağır Ceza Mahkemesinin kararına karĢı temyiz baĢvurusunun halen Yargıtay önünde incelenmekte olduğuna iĢaret etmiĢtir. Ayrıca, Cumhuriyet Savcısı Batman Ağır Ceza Mahkemesinin kararını temyiz etmiĢtir ve asker için daha fazla hapis cezası verilmesini talep etmiĢtir. BaĢvuran, Mahkeme‟ye ceza prosedürüne paralel olarak Millî Savunma Bakanlığından, yetkili kıldığı kiĢilerin fiillerinden doğan idarenin objektif sorumluluğu ilkesi gereğince neden tazminat talep etmediği konusunda tatminkar bir sebep de göstermemiĢtir. Özellikle ve söz konusu dava hakkında yürütülen soruĢturmanın esasına girmeden, yetkililerin baĢvuranın eĢinin ölümü ile ilgili koĢullar hakkında pasif kaldığı ya da yürütülen soruĢturmanın iç hukuku yollarına baĢvurmayı anlamsız kılacak kadar etkisiz olduğu iddia edilemez. Bu düĢünceler bağlamında ve davanın kendine özgü koĢullarında, Mahkeme, baĢvuranın SözleĢme kapsamındaki Ģikayetleri doğrultusunda baĢvuranın iç hukuk yollarını tüketmemiĢ olduğunun mütalâa edilmesi gerektiği sonucuna varmıĢtır. Hükümetin ilk itirazları buna göre kabul edilmiĢtir. Bu nedenlerden dolayı, Mahkeme oybirliğiyle, Ġç hukuk yolları tüketilmediği için davanın esasını inceleyemeyeceğine karar vermiĢtir.” (AĠHM, Aytekin / Türkiye, 23.9.1998) b. Kesin kararı takiben altı ay içinde baĢvuru koĢulu Bu kural öncelikle baĢvurunun, aleyhine baĢvuru yapılan devlet hakkında SözleĢmenin yürürlüğe girdiği tarihten sonraki cezalandırılan fiillere iliĢkin olmasını gerektirir. Bu hak düĢürücü bir süredir. Bu koĢul, iç hukuk yollarının tüketilmesi Ģartı ile bağlantılıdır; kesin karar, iç hukuk düzeninde yer alan tüm yargı yollarının ve özelikle en üst yargı merciinin son kararını ifade etmektedir. ġikayet Yargıtay yoluna baĢvurulan bir karar kapsamına dayandığı zaman 6 aylık süre Yargıtay ilamının verildiği tarihte baĢlar(AĠHM,19 ġubat 1998 Higgins ve a.c/Fransa, parag. 34). Gecikme ayrıntılı bir hukukî muhakeme gerektiren gerekçenin geç yazılması nedeniyle Devlet makamlarından kaynaklanmıĢsa, süre ilam örneğinin tebliğ tarihinden baĢlar (AĠHM, 29 Ağustos, 1997, Worm /Avusturya ,parag.33). Eğer bir yasa yolundan sonuç alınması Ģüpheli ve mahkeme tarafından etkili sayılmama riski varsa altı ayın geçmesini önlemek için yasa yolu sonuçlanmadan mahkemeye baĢvurmak tavsiye edilir. Çünkü bu durumda SözleĢme hukuku açısından tüketilmesi gerekmeyen iç hukuk yollarının baĢvurunun altı aylık sürenin aĢılmasına 53 ve baĢvurunun reddedilmesine yol açma ihtimali vardır. Örneğin, AĠHK, Zarokolu/Türkiye (1994) kararında, ceza davalarıyla ilgili olarak karar düzeltme yolunu etkili bir iç hukuk yolu olarak görmediğinden altı aylık süreyi Yargıtay‟ın kesin kararının verildiği ve baĢvurucuya tebliğ edildiği tarihten baĢlatmıĢ; karar düzeltme yoluna baĢvurulduğu için 6 aylık sürenin aĢılmıĢ olması nedeniyle baĢvuruyu kabuledilemez bulmuĢtur. 24 Tüketilecek iç hukuk yolu yoksa, altı aylık süre fiilin iĢlendiği ya da ceza kararının verildiği tarihte baĢlar.25 Bir baĢvuruda SözleĢme'nin birden fazla maddesinin ihlal edildiğinin iddia edilmesi halinde, Mahkeme sürenin baĢlangıcını her ihlal iddiası için ayrı ayrı değerlendirmektedir. Örneğin aynı baĢvuruda, SözleĢme'nin hem 5. maddesine aykırı bir uygulama hem de SözleĢmenin 7. maddesine aykırı bir uygulamadan Ģikayette bulunulmuĢ ise, 5. madde açısından sürenin baĢlangıcı gözaltı veya tutukluluğa itirazların sonuçsuz kaldığı tarih, 7. madde açısından nihai kararının öğrenildiği tarihtir.Bu arada belirtmekte yarar bulunan ve sıkça karĢılaĢılan durum gözaltı veya tutukluluk ile ilgili baĢvurularda yapılan yanlıĢlıklardır. Genellikle, gözaltı veya tutukluluktan sonra sanık aleyhine dava açılmakta ve baĢvuru için bu davanın sona ermesi beklenilmektedir. Oysa gözaltının veya tutukluNaz ÇAVUġOĞLU, Avrupa Konseyi: Ġnsan Hakları Avrupa SözleĢmesinin Denetim Sistemi, cogito, Ġnsan Hakları, Ġstanbul 2000, s.464. 25 BaĢvuruya konu olay ile ilgili olarak tüketilen veya tüketilmesi gereken iç hukuk yolu var ise, sürenin baĢlangıcı nihai kararın öğrenilmesinin ertesi günüdür. Mahkeme, sürenin baĢlangıcı için kararın tebliğini değil öğrenilmesini yeterli görmektedir. Buna göre, karar aleni bir duruĢmada verilmiĢ ise tefhim tarihi sürenin baĢlangıcıdır. Ancak, kararın gerekçesinin bilinmesi baĢvuru açısından önemli ise, bu takdirde gerekçenin öğrenilmesinden itibaren süre baĢlar.Türkiye‟deki uygulama açısından karĢılaĢılan sorun, Yargıtay kararlarının tefhimi ve yazılı bildirimi ile ilgili sorunlardır. Uygulamada, Yargıtay Daireleri duruĢmalı iĢlerde, duruĢmadan sonra kararın tefhim gününü bildirmekte ve tefhim gününde taraflar hazır ise gerekçesiz bir biçimde kararın “onandığı veya bozulduğu” Ģeklinde kararı tefhim etmektedirler. Yargıtay, kararları da genellikle gerekçesiz olduğundan, bu durumda bir zorlukla karĢılaĢmamak için, tefhimde hazır bulunulmuĢ ise, bu tarihten itibaren 6 aylık süre içerisinde baĢvuruyu yapmakta yarar bulunmaktadır. Yargıtay‟daki inceleme duruĢmasız yapılmıĢ veya tefhimde hazır bulunulmamıĢ ise, sürenin baĢlangıcı kararın öğrenildiği andır. Yine uygulamada, Yargıtay Ceza Dairelerinin onama kararları, yerel mahkemeler tarafından yazılı biçimde re'sen tebliğ edilmemektedir. Bu durumda da, kararın öğrenildiği anın tespiti güçleĢmektedir. Yapılması gereken bir dilekçeyle kararın tebliğini sağlamak olmalıdır. Ancak, bu durumda altı aylık sürenin baĢlangıcının tespiti açısından, Mahkeme'nin hassas olduğu da unutulmamalıdır. Dava dosyasının Yargıtay‟dan yerel mahkemeye döndüğü tarih ile kararın öğrenildiğinin bildirildiği tarih arasında uzun bir süre varsa; bu süre kararın öğrenilmesi için çaba sarf etme açısından makul değilse ve baĢvuruda nihai karardan altı aydan daha uzun bir sürede yapılmıĢ ise, kararın geç öğrenildiği noktasında Mahkeme'yi ikna etmek güçtür.DuruĢmasız elde edilen ve Yargıtay yolu kapalı olan takipsizlik kararları ile ilgili baĢvurularda, sürenin baĢlangıcı red kararının tebliği tarihidir. 24 54 ğunun SözleĢme'ye aykırı olduğu düĢünülüyorsa, gözaltına veya tutukluluğa itirazın kesinleĢmesinden sonra, sanık hakkında açılan davanın kesinleĢmesini beklemeden baĢvuruyu yapmak gerekmektedir. Mahkeme birçok kararında, sürenin baĢlangıcı için gözaltı veya tutukluluğun sona erdiği tarihi esas almıĢ ve altı aylık süre geçirildikten sonra yapılan Ģikayeti bu bakımdan kabuledilemez bulmuĢtur. Ancak, sürekli ihlâl (aykırılık) durumlarında, örneğin yürürlükte olan bir yasa hükmünün uygulanması, bireyin hakkını ihlâl ediyor ve SözleĢmeye aykırılık devam ediyorsa, altı aylık süre kaydı dikkate alınmadan bireyin hakkını sürekli ihlâl eden durum incelenebilmektedir.( 5 Aralık 1978, X/ Hollanda: DR 15, p.14, ayrıca Loizidou/Türkiye, 23.3.1995,parag.100-104). Örneğin çok uzun sürmüĢ bir dava nedeniyle, SözleĢme'nin 6(1). maddesindeki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmek için iç hukukta nihai kararın verilmesini beklemeye gerek yoktur. Altı aylık süre baĢvurucunun Mahkeme‟ye sunduğu ve özet olarak da olsa Ģikayetini konusunu açıkladığı ilk mektupla veya doldurulmuĢ baĢvuru formunun gönderilmesiyle kesilir. Sadece bilgi isteyen bir mektup altı aylık süreyi kesmez. Sürenin sonu bakımından baĢvurunun Mahkemeye ulaĢtığı tarih değil (kural olarak) baĢvuru formunda yazılı tarih dikkate alınır. BaĢvuru önce fakslanmıĢsa, faks yazının ulaĢtığı tarih göz önüne alınır. “Mevcut davada, Mahkeme etkin kanunî yollar olmadığı varsayılsa bile, onların, Ģikayet edilen fiillerin meydana geliĢ tarihinden veya baĢvuranların ürünlerinin toplanmasının engellenmesinin öğrenildiği tarihten itibaren, altı ay içinde Ģikayetlerini bildirmeleri gerektiğini düĢünmektedir. Mahkeme, Ģikayet konusu fiilin 1994 baharında meydana geldiğini, halbuki baĢvurunun Komisyon‟a 4 Mart 1996‟da sunulduğunu belirtmektedir. Altı aylık sürenin, baĢvuranların ürünlerinin toplanmasının engellenmesinin öğrenildiği tarihten (örneğin, 21 Ağustos 1995) itibaren baĢladığı kabul edilse bile, bu Ģikayetler altı ay kuralına uyulmaması nedeniyle kabul edilemez. Ayrıca, baĢvuranları, SözleĢme‟nin 35. maddesinin 1. paragrafında belirtilen, zaman sınırlamasını dikkate almaktan muaf kılacak özel koĢullar mevcut değildir. BaĢvuranlar SözleĢme‟nin 5. maddesine vurguda bulunmakta olup, Cavit Özalp‟in özgürlük ve güvenlik haklarından, hukuka aykırı olarak tutulması ve kendisi ve ailesinin, tutuklanmasının sebebi hakkında bilgilendirilmemesi hasebiyle, mahrum bırakıldığını iddia 55 etmektedirler. Ġddialarında devamla, Cavit Özalp‟in göz altına alınmasını sorgulama hakkında mahrum edildiğini belirtmiĢlerdir. BaĢvuranlar Cavit Özalp‟in 24 Ağustos 1995‟te göz altına alındığı ve 26 Ağustos 1995‟te öldüğünü öğrenmiĢlerdi. BaĢvuru, Komisyon‟da 4 Mart 1996‟da görüĢülmeye baĢlamıĢ olup, SözleĢme‟nin 35. maddesinin 1. paragrafında ön görülen altı ay kuralına uyulması nedeniyle, bu baĢlık altındaki Ģikayetler reddedilmelidir. (AĠHM. Suat Özalp vd. baĢvurusu – 32457/96) B. Bireysel BaĢvurular Ġçin Kabuledilebilirlik KoĢulları(md. 35/2,3) a. BaĢvurunun anonim( imzasız) olmama koĢulu BaĢvurunun imzasız oluĢu ile, baĢvuru dilekçesinden baĢvuranın kimliğinin anlaĢılamaması ifade edilmektedir. Uygulamada, baĢvurucunun bir "baĢvuru formunu " doldurması ve doldurduktan sonra, Mahkemeye geri vermesi neticesinde yapılan bir inceleme sonucunda, kiĢisel baĢvurular Ģikayet olarak kaydedilmektedir. Bu nedenle imzasız bir baĢvuru kaydedilmeyeceğinden Ģikayet yapılmamıĢ olmaktadır. Ancak dilekçe de imza olmasa bile, diğer belgelerden baĢvuranın kimliği anlaĢılabiliyorsa, baĢvuru kabul edilebilmektedir. b. “Non bis in idem” prensibi SözleĢmenin 35/ b) maddesine göre baĢvuru daha önce incelenmiĢ ya da bir baĢka uluslararası soruĢturma ya da çözüm iĢlemine sunulmuĢ olan bir konuyla, aynı nitelikte ve hiç bir yeni bilgi içeremiyorsa Mahkeme baĢvuruyu kabul etmez. Burada non bis in idem kuralı çifte bir uygulama bulmaktadır. Ġlk olarak, bireysel baĢvuru Mahkeme tarafından daha önce görülmüĢ bir baĢvuru ile esas yönünden aynı olmamalıdır (,Corigliano /Ġtalya, parag.25,26). Ġkinci olarak, baĢvuru milletlerarası diğer bir soruĢturma veya çözüm merciine sunulmuĢ baĢka bir baĢvurunun konusu ile esas itibariyle aynı olmamalıdır. Örneğin aynı zamanda "Uluslararası Medeni ve ve Siyasî Haklara ĠliĢkin SözleĢme"ye taraf olan bir Devlet aleyhine bu SözleĢme uyarınca görev yapan Ġnsan Hakları Komitesine aynı konuda bir baĢvuru yapılmıĢ ise, Mahkeme söz konusu bireysel baĢvuruyu reddeder. BaĢvuran baĢvurulardan birini seçmelidir. 26 26 BM Genel Kurulu'nun 16 Aralık 1966 tarihli ve 2200 A (XXI) sayılı Kararıyla kabul edilmiĢ ve imzaya, onaya ve katılmaya açılmıĢtır. Yürürlüğü giriĢ: 23 Mart 1976. Türkiye, SözleĢmesi’yi 15 Ağustos 2000 tarihinde imzaladı. 4.6.2003 tarih ve 4868 sayılı Kanun ile onayladı.18.6.2003 tarih ve 25142 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. 56 Mahkeme önüne gelen baĢvuru eğer yeni olaylar içermiyorsa, daha önce yapılan baĢvuruyla aynıdır. BaĢvurucunun ilk baĢvuru sırasında haberdar olup dile getirebilecek durumda olduğu vakıalar, ilk baĢvurudaki olayların gerekçelerinin değiĢtirilerek ileri sürülmesi yeni olaylar olarak değerlendirilemez. c. BaĢvurunun SözleĢmenin hükümleri ile bağdaĢmaz olmaması koĢulu Yer, zaman, kiĢi ve konu bakımından Mahkemenin yetkileri açısından, kendi alanına girmeyen baĢvurular Mahkeme tarafından reddedilir. Mahkemenin konu (rationae materiae) yetkisi SözleĢme ve Ek Protokollerle güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerle sınırlıdır. SözleĢme ve davalı Devletin onayladığı Protokollerin kapsamına girmeyen konularla ilgili baĢvurular reddedilecektir. Bu bağlamda örneğin, sosyal haklar (çalışma, asgari ücret, konut, emeklilik hakkı); sözleşmeci bir devlette ikamet veya o devlete seyahat hakkı, sığınma, vatandaşlık, kamu görevine girme, diplomatik dokunulmazlıktan yararlanma hakkı; çevrenin korunması hakkı, hayvanların korunması; ticaret ve girişim özgürlüğü; af, cezanın indirilmesi, infazının ertelenmesi, tutuklulukta geçen sürenin mahkumiyetten indirilmesi, cezanın koşullu infazı ve nihayet Sözleşme ve Ek Protokollerde öngörülmüş olmayan herhangi bir hakkın ihlali için tazminat hakkı gibi haklar Sözleşme ve Ek Protokollerle korunmadığından, bunlara dayanarak yapılan başvurular ratione materia bakımından yetkisizlik nedeniyle reddedilir. Bu tür “konu yönünden ret” kararlarının sayısı oldukça fazladır. Öte yandan, eğer aleyhine baĢvuru yapılan devlet SözleĢmeye ya da ihlâl edildiği ileri sürülen hakkın Ek Protokollerde düzenlenmiĢ olması halinde söz konusu ek Protokole taraf değilse, baĢvuru reddedilecektir. Örneğin Türkiye‟nin henüz taraf olmadığı 4, 7, 12 ve 13 nolu protokollerde yer alan bir hakkın ihlâli nedeniyle baĢvuru yapılmıĢsa bu baĢvuru reddedilecektir. Hem SözleĢme hem de söz konusu protokollerdeki haklar nedeniyle baĢvuru yapılmıĢsa SözleĢme yönünden kısmî kabul edilebilirlik ve ileri aĢamada da kısmî ihlâl kararı söz konusu olabilecektir. Ayrıca SözleĢmeye göre baĢvuru yetkisi bulunmayanlar tarafından yapılan baĢvurular kiĢi bakımından yetki -rationae personaeyönünden reddedilir. 57 d. BaĢvurunun açıkça temelsiz olmaması koĢulu Bir baĢvurunun açıkça temelsiz kabul edilebilmesi için, olayın ilk incelemesinden, SözleĢmenin ihlâl edilmiĢ olduğu görüntüsünün dahi çıkmaması gerekir. Böyle bir Ģartın gerekçesi, Mahkemenin geliĢi güzel Ģikayetlerle meĢgul edilmesinin önlenmesidir. Mahkeme bir temyiz mercii değildir. Bu nedenle, iç mevzuat hükümlerinin yanlıĢ yorumlandığı, delillerin takdirinin yanlıĢ yapıldığı ya da maddî vakıaların yanlıĢ tespit edildiği gibi iddialara dayanan baĢvurular açıkça temelden yoksun olunması sebebiyle reddedilecektir. e. BaĢvurunun dilekçe hakkının kötüye kullanılması biçiminde yapılmaması Çok sayıda baĢvuru bu nedenle reddedilmektedir. Ancak bu koĢul Devlet baĢvuruları için geçerli değildir. BaĢvurunun suiistimali SözleĢmenin amacından baĢka bir amacın(örneğin garanti edilen bir hakkı kullanmaya değil de bir cezaî mahkumiyetin sonuçlarından kurtulmaya çalıĢan bir tutuklunun baĢvurusu) ya da baĢvuru hakkının ciddiyetten uzak biçimde (örnek, olarak kavĢaklardaki üç renkli trafik ıĢıklarının insan onuruna aykırı olduğuna iliĢkin baĢvuru) kullanılmasıdır. Yine, siyasî propaganda ve aleyhine baĢvuru yapılan devlet üzerinde baskı oluĢturmaya yönelik sistematik baĢvurular bu gruba girer. Ancak, bir baĢvurunun siyasal bir içerik taĢıması ya da abartılı olmamak kaydıyla siyasal propaganda yönünün olması ise, salt bu nedenle baĢvuru hakkının kötüye kullanılmıĢ olduğu sonucunu doğurmaz.27 Ayrıca, uygulamada, Mahkeme Yazı ĠĢleri Müdürünün 2 kez çağrıda bulunmasına karĢın, olayın incelenmesi için zorunlu bilgi ve açıklamaları Mahkemeye hem de mazereti olmaksızın iletmekten kaçınan kiĢinin, ayrıca, Mahkeme tarafından uyarılmasına karĢın, aleyhine baĢvuruda bulunduğu Hükümet ve temsilcileri için açıkça hakaret niteliğinde ve kabul edilemez açıklamalarda bulunan kiĢinin hakkını kötüye kullandığına karar verilmiĢtir. 5. KABUL EDĠLEBĠLĠRLĠK ĠNCELEMESĠNĠN SONUÇLANMASI A. Kabuledilmezlik Kararı Komite ya da Daire baĢvuruyu kabul edilemez bulabilir. Bu durumda karar kesindir ve itiraz mümkün değildir. Böylece, baĢvura- 27 ÇAVUġOĞLU, a.g.m, s.465. 58 nın yeni bir baĢvuru ile yeni vakıalar ileri sürmesi dıĢında dava sona erer. Karar Komite tarafından oybirliği, Daire tarafından ise basit çoğunlukla alınır. Gerekçeli ve kamuya açıktır. Kabuledilemezlik kararı maddî bir hatadan kaynaklanmıĢsa, baĢvuranın yazılı istemi üzerine bu karar kaldırılabilir. Yeni karar baĢka bir nedene dayanan kabuledilemezlik kararı ya da kabuledilebilirlik kararı olabilir. B. Kabuledilebilirlik Kararı Komite ya da Daire, baĢvuruyu belirtilen Ģikayetlere göre, kısmen veya tamamen kabul edilebilir bulabilir. Yine bir kabul edilemezlik ya da yetkisizlik nedeninin ancak esasın derinlemesine incelenmesi ile gereğince çözülebileceğini değerlendirebilir (Örneğin mağdur kavramı). Bu durumda kabuledilebilirlik incelemesi esas incelemesiyle birleĢtirilmiĢ olur. Nihayet mahkemenin bütünlüğü ilkesi nedeniyle, Büyük Dairenin, Daire tarafından daha önce kararlaĢtırılmıĢ kabul edilemezlik iddiasını yeniden incelemesini yasaklayan bir hüküm yoktur. Kabul edilebilirlilik aĢamasını aĢan bireysel baĢvurular, oran hala çok sınırlı kalsa da, eskiye göre daha fazladır. C. Kayıttan DüĢürme Kararı Daire davayı kayıttan düĢürebilir( Söz. m. 37). Bu bakımdan kaydetmek gerekir ki, vazgeçme kabul edilmiĢ bile olsa mahkemenin yetkisini ortadan kaldırmaz. D. Kararın ġekli, Dili Ve Tebliği Kabuledilebilirlik, kabuledilemezlik, kayıttan düĢürme vb. Daire kararlarında, kararın oybirliğiyle mi yoksa oy çokluğuyla mı alındığı belirtilir ve kararla birlikte veya ardından gerekçeleri gösterilir. Daire kararı, Yazı ĠĢleri Müdürü tarafından baĢvurucuya ve ilgili SözleĢmeci Devlet veya Devletlere gönderilir. Mahkeme, kararların her iki resmî dilde yazılmasına karar vermedikçe bütün kararlar Ġngilizce veya Fransızca olarak verilir. Verilen kararlar kamuoyuna açıktır. Bu kararlar, Mahkeme‟nin resmî külliyatında her iki resmî dilinde de yayınlanır. 6. KABULEDĠLEBĠLĠRLĠK KARARI SONRASI (ESAS HAKKINDA ) YARGILAMA A. Dostane Çözüm 59 Mahkeme‟nin SözleĢmenin 38/1-b maddesine göre, Mahkeme, SözleĢme ve Protokollerinde tanımlanan Ģekliyle insan haklarına saygı esasından hareketle, davanın dostane bir çözümle sonuçlandırılması için ilgili taraflara hizmet sunmaya amade olacaktır. Bu uzlaĢtırma görevi, mahkemenin en önemli iĢlevlerinden birisidir. 38/1-b maddesi, dostane çözüm prosedürünün iki görünümünü betimlemektedir. Bunlardan birincisi, taraflar arasında arabuluculuk; ikincisi bu arabuluculuğu düzenleyen ve "insan haklarına saygı"'dan ilham alan dostane çözümü gözetme ilkesidir. Mahkemenin insan haklarının tarafsız koruyucusu olarak bu rolü, bir ihlâl fiilinin sonuçları baĢvuruyu yapan bireysel baĢvurucunun çıkarlarını aĢtığı ve gelecekte devlete bu hakkın diğer bireyler hakkında ihlâlini engellemeye yönelik genel tedbirler alınmasını yüklediği zaman özellikle önemlidir. Davalı Devlet Hükümeti, SözleĢmenin muhtemel ihlâline çare olarak idarî ve bazen de yasa koymaya iliĢkin önlemler aldığı zaman 38. madde anlamında çok sayıda dostane çözümde mutabık kalınmıĢtır. Bir baĢvurunun kabuledilebilirliğine karar verilmesinden hemen sonra Yazı ĠĢleri Müdürü, Dairenin veya Daire BaĢkanının talimatı üzerine, SözleĢme‟nin 38.maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, sorun hakkında dostane bir çözüme ulaĢılabilmesi amacıyla taraflarla iliĢkiye geçer. Daire, böyle bir çözüme varılmasını kolaylaĢtırmak için uygun görünen her türlü tedbiri alır. Dostane çözüm mekanizmasının orijinalliği bireyin genellikle vatandaĢı olduğu davalı Devlet hükümeti ile pazarlık yapmasına imkân vermesidir. Ġçtüzüğün 62. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, dostane çözüme varmak amacıyla yapılan görüĢmeler gizlidir ve tarafların çekiĢmeli yargılamadaki görüĢmelerinden ayrıdır. Sözü edilen müzakereler çerçevesinde gerçekleĢen ne herhangi bir sözlü ya da yazılı haberleĢme, ne de öneri ya da rıza çekiĢmeli yargılama sırasında zikredilemez ve ortaya atılamaz. Dostça çözüm yönteminde kazanan veya kaybeden taraf yoktur. Konuya iliĢkin anlaĢmada ilgili devletin SözleĢmeyi ihlâl edip etmediği konusunda herhangi bir ifadeye yer almamakta, genelde baĢvuru konusuna iliĢkin olarak kiĢisel ve salt o Ģikayeti ortadan kaldırmak amacıyla bir takım önlemler alınmaktadır. Bunların baĢında sıkça ilgili Taraf devletin baĢvurana belli bir miktar tazminat ödemesi, bunun dıĢında örneğin, bir cezanın affedilmesi ya da hapis ce- 60 zasında indirim yapılması, sınır dıĢı etme ya da iade kararlarının kaldırılması ve yabancı bir ülke için seyahat belgesi verilmesi gelmektedir. Bazı dostça çözümler ise, yasal düzenleme yapılması dahil genel tedbirler öngörmektedir. Dostane çözüm sürecinde taraflar arasında iliĢkiyi, daire ya da baĢkanın talimatları ile hareket eden yazı iĢleri müdürü sağlar. Dostane çözüm amacıyla, genelde Hükümetten ziyade baĢvuru sahibine baskı yapılır. AĠHM‟nin ağır iĢ yüküyle baĢa çıkmak için özellikle mâkul sürede yargılanma hakkına iliĢkin baĢvurulardan sistematik olarak dostane çözüme ulaĢılmasını kolaylaĢtırma eğilimi taĢıdığı gözlenmektedir. Daire, tarafların bir dostane çözüm üzerinde anlaĢtıkları konusunda Yazı ĠĢleri Müdürü tarafından bilgilendirilecek olursa, ulaĢılan çözümün SözleĢme ve bağlı protokollerde tanımlanan insan haklarına saygı esasına dayanan bir çözüm olduğunu belirledikten sonra, göre davanın kayıttan düĢmesine karar verir. Türkiye‟nin davalı olduğu bireysel baĢvurularda, dostane çözüm önerileri, DıĢiĢleri Bakanlığında, anılan bakanlık, Adalet, ĠçiĢleri, Maliye Bakanlıkları ve ilgili kurum temsilcilerinden oluĢan Dostane Çözüm Kurulunda tartıĢılarak karar bağlanır. Dostane çözüm süreci sonunda taraflar anlaĢmaya varamazlarsa, müzakereler kamuya asla açıklanmaz yani gizli tutulur ve dava devam eder. Hukuk ĠĢleri Genel Müdürlüğü‟nün 9.4.2003 tarihli genelgesinde açıklandığı üzere, iç hukukumuzda 2004 sayılı Ġcra ve Ġflas Kanununun ilamların icrası ile ilgili hükümleri dıĢında kaldığından AĠHM tarafından verilen dostane çözüm karaları ile ilgili takiplerde icra emri çıkartılmamalıdır. B. Yazılı Usul a. Devlet baĢvuruları Bir Devlet baĢvurusunun, Daire tarafından kabul edilmesinden hemen sonra Daire BaĢkanı, ilgili SözleĢmeci Devletlere danıĢarak davanın esası hakkında tarafların yazılı görüĢlerini bildirmeleri ve olabilecek ilave delil sunmaları için süreleri tayin eder. Devlet baĢvurularında Daire BaĢkanı tarafların sözlü duruĢma isteğini redde- 61 demez. Ancak BaĢkan, SözleĢmeci Devletlerin anlaĢmaları halinde, yazılı usulden vazgeçilmesine karar verebilir. Daire, müzakereleri sırasında, Ġçtüzüğün 48.maddesinin ikinci fıkrasına göre Raportör Hâkim tarafından sunulan raporları, taslakları ve diğer belgeleri dikkate alır. b. Bireysel baĢvurular Bireysel bir baĢvurunun daire tarafından kabul edilmesinden hemen sonra, taraflar, daha baĢka delillerini ve yazılı görüĢlerini sunmaya davet edilebilirler. Daire, müzakereleri sırasında, Ġçtüzüğün 49.maddesinin beĢinci fıkrasına göre raportör hâkim tarafından sunulan raporları, taslakları ve diğer belgeleri göz önüne alır. Esasa iliĢkin yargılamaya genel yetkili olan 7 hâkimden oluĢan Dairedir. Esasa iliĢkin yargılama genel olarak yazılı bir safha ile baĢlar. Mahkeme tarafların görüĢlerini, belge ve delillerini sunması için bir tarih belirler. Kabul edilebilirlilik aĢamasında yapılmamıĢ olması koĢuluyla Mahkeme tarafların talebi üzerine ya da resen DuruĢma yapılmasına karar verebilir. Tarafların talep ettiği durumda, istisnaî olarak mahkeme duruĢmaya gerek görmeyebilir. Bu safhada mahkeme gerekli soruĢturma tedbirlerine baĢvurabilir. Bu çerçevede, taraflardan biri talep ettiği ya da mahkeme vakıaların ispatı için gerek gördüğü zaman aĢağıdaki tedbirleri alabilir: -Taraflardan yazılı delillerini sağlamalarını; -Dinlenmesini gerekli gördüğü herkesi tanık ya da bilirkiĢi olarak dinlemek; -Üyelerinden bazılarını ya da baĢka hâkimleri, olay yeri incelemesi, olguların araĢtırılması, kanıt toplanması ya da baĢka bir soruĢturma tedbirini yerine getirmek için görevlendirmek; -Herkes ya da bir kuruluĢtan bilgi toplamasını, görüĢ vermesini ya da belirli bir nota üzerinde rapor hazırlamasını talep etmek. -Üyelerine yardım için dıĢarıdan bağımsız uzmanlar tayin etmek. 38. maddenin 1. paragrafına göre, Mahkeme, kendisine intikal eden baĢvuruyu kabul edilebilir bulduğu takdirde, olayları tespit etmek amacıyla, tarafların temsilcileriyle birlikte baĢvuruyu incelemeye devam eder ve gerekirse, Ġlgili Devletlerin, etkinliği için gerekli tüm kolaylıkları sağlayacakları bir soruĢturma yapacaktır. Mahkemenin SoruĢturma ya da olayların saptanması aĢamasında yapacağı 62 iĢlemlerin etkinliği için ilgili Devletler her türlü kolaylığı sağlamak yükümlülüğü altındadır.(SözleĢme, m.38/1-a). Mahkeme olayları saptamak için soruĢturma yaparken, önce Tarafların yazılı olarak sundukları görüĢ ve delillerden yararlanır, karmaĢık durumlarda ise duruĢma yapar. DuruĢmada taraflar daha önce, yazılı olarak sundukları görüĢlerini geliĢtirirler. Mahkeme üyeleri de taraflara soru sorararak olayların açıklığa kavuĢmasını sağlarlar. Kimi kez Mahkeme bunlarla yetinmeyerek, bilirkiĢi ve tanık dinleme ve yerinde inceleme (keĢif) yoluna da gidebilir. Mahkeme bu tür iĢlemleri, kendi adına yetki verdiği bir ya da birkaç naip üyelerle yapar. Ġçtüzüğün 42.maddesine göre Daire, delegasyonu tarafından bir olay saptama duruĢması yapılacak olması halinde, delegasyon baĢkanı duruĢmayı yürütür ve delegasyon, gerektiğinde SözleĢme veya Ġçtüzük tarafından Daireye verilen yetkileri kullanır. Naip üyeler hazırladıkları raporu Mahkemeye sunarlar. Bu çerçevede, eski dönemde Komisyon Türkiye‟de çok sık tanık dinleme duruĢmaları yapmıĢtır. Mahkeme de, Türkiye‟den yapılan özellikle Güneydoğu kökenli baĢvurularda duruĢma yerine ya da duruĢma öncesi 3 hâkimden oluĢan bir heyet aracılığıyla zaman zaman Strazburg‟da ya da Ankara‟da tanık dinleme duruĢmaları yapmaktadır. Bu duruĢmalarda baĢvuran, baĢvuran tarafça gösterilen tanıklar bu bağlamda, kolluk memur ve amirleri, Cumhuriyet Savcıları, mülkî ve askerî erkan gibi kamu görevlileri de dinlenilmektedir. DuruĢmada Anglo-sakson sisteminden esinlenen çapraz sorgu sistemi uygulanmaktadır.28 Mahkeme Kılıç, /Türkiye(2000) kararında AĠHK‟nun duruĢma Ankara‟da duruĢma yaptığı dönemde, Dönemin ġanlı Urfa Valisinin ifade vermekten kaçınmasını, Hükümetin, 2 defa yapılan talebe rağmen tanığı ifade vermeye ikna edemediğine, ayrıca tanığın ifade vermemesi konusunda yeterli veya samimi bir açıklamada bulunamamasına dikkat çekerek, SözleĢmenin eski 28/1(a) maddesi anlamında Hükümetin Komisyona olayları tespit etme görevi için gerekli 28 Komisyon Kıbrıslı bazı Türkler tarafından yapılan ve daha sonra Mahkemece Güney Kıbrıs aleyhine verilen ihlâl kararı ile sonuçlanan Denizci ve diğerleri baĢvurusunda da 31 Ağustos-4 Eylül 1998 tarihleri arasında LefkoĢe’de tanık dinleme duruĢması yapmıĢtır. 63 tüm olanakları sağlama yükümlülüğünü yerine getirmediğini vurgulamıĢtır.29 Örnek karar özetleri -4“Mahkemece, Komisyon‟un talep edildiği bilgilerin zamanında sunulmayıĢı ile ilgili olarak Hükümet tarafından açıklanma yapılmadığı belirtmiĢtir. Mahkeme, bu nedenle, Hükümetin SözleĢme‟nin eski 28. maddesinin 1 (a) paragrafından doğan olayların tespit etme görevinde Komisyon‟a gerekli kolaylıkları, sağlama yükümlülüğü yerine getirmediği Ģeklindeki Komisyon Raporlarındaki tespiti onaylamaktadır. (TaĢ / Türkiye, 2000) -5Komisyon‟un Abdülmenaf Kaya‟nın öldürülmesi konusundaki araĢtırma ve soruĢturmaya iliĢkin kararı, 25 Mart 1993 tarihinde meydana gelen olayla ilgili olarak yetkililerce yapılmıĢ ayrıntılı bir soruĢturmanın bulunmadığı ve temsilcilerin soruĢturmanın değiĢik aĢamalarında sorumluluk üstlenmiĢ savcıları dinleme olanağına sahip olamadıkları bir ortamda verilmiĢtir. Komisyon, savcıların temsilciler önündeki oturuma katılmamak konusundaki mazeretlerinin ikna edici olmadığı kanaatine varmıĢtır. (AĠHM., Kaya / Türkiye, 19 ġubat 1998, parag.41) C. Sözlü Yargılama Evresi (DuruĢmalar) a. Devlet baĢvurularında Bir veya birden fazla ilgili SözleĢmeci Devletin talep etmesi veya Dairenin kendisinin istemesi halinde, esas hakkında bir duruĢma yapılır. Daire BaĢkanı izlenecek sözlü usulü tayin eder. b. Bireysel baĢvurularda DuruĢma yapılmasına Dairenin kendisinin karar vermesi halinde veya Ġçtüzüğün 54.maddesinin dördüncü fıkrasına göre, kabuledilebilirlik aĢamasında esasa iliĢkin bir duruĢma yapılmadığı durumlarda, taraflardan birinin talebi üzerine esas hakkında bir duruĢma yapılır30 c. Sözlü yargılamanın cereyanı Kararın türkçe tam metni için bkz. YMB, (16 Ocak 2001) 2001/133, s.97 vd. 30. Mahkeme‟nin eğilimi de artan iĢ yükü karĢısında, baĢvuruyu sonuçlandırma süresini uzatan duruĢmadan vazgeçme yönündedir. Mahkeme, son zamanlarda birçok davayı, baĢvurunun esasına ve kabuledilebilirliğine iliĢkin bir duruĢma yapmadan sonuçlandırmıĢtır. Ancak baĢvurunun karmaĢıklığı, SözleĢme'nin uygulanmasında yeni sorunlar yaratması gibi özellikler karĢısında, Mahkeme kuĢkusuz baĢvurunun esasına iliĢkin bir duruĢma yapacaktır. 29 64 Mahkeme önündeki duruĢmalar, aksi kararlaĢtırılmadıkça alenî (kamuya açık) dir. Mahkeme, kabuledilebilirlik incelemesinden önceki duruĢmalarda, taraflara cevaplandırılması amacıyla bir soru listesi yollar. Bu Mahkemenin baĢvurunun hangi yönleri ile ilgilendiğini gösterir ve diğer hususların inceleme dıĢında tutulması tehlikesi bulunduğunu belli eder. DuruĢmaları Daire BaĢkanı yönetir ve Devletin temsilcileri, avukatları ve danıĢmanları ile tarafların avukatları ve danıĢmanlarının konuĢma düzenini tespit eder. DuruĢma BaĢkanın açıĢıyla baĢlar. Önce baĢvuran taraf, ardından davalı hükümet temsilcisi görüĢlerini aktarırlar. BaĢkan ve üyeler taraflara soru sorabilirler. Gerekirse verilen bir aradan sonra tarafların sorulan hususlara iliĢkin cevaplarını aktarmaları ya da ek görüĢlerini belirtmelerinin ardından duruĢma sona erer. Mahkeme kararını ileriki bir tarihte açıklar. Her halükarda, hükmün tefhimi alenidir. Yeterli sebep göstermeksizin taraflardan birinin duruĢmaya gelmemesi halinde, Daire, duruĢmaya devam etmenin adaletin gereği gibi dağıtılmasıyla(selametiyle) bağdaĢabileceğine ikna olduğu takdirde, duruĢmaya devam edebilir. Herhangi bir hâkim, Devlet temsilcilerine, baĢvurucuya, tanıklara ve uzmanlara ve Daire önündeki duruĢmaya gelen herhangi bir kiĢiye soru sorabilir. Tanıklar, uzmanlar ve içtüzüğün 42.maddenin birinci fıkrasında belirtilen diğer kiĢiler, Daire BaĢkanının denetiminde, Devlet temsilcileri ve tarafların avukatları veya danıĢmanları tarafından sorgulanabilirler. Sorulan bir sorunun, konuyla ilgisi bulunmadığı Ģeklindeki itiraz hakkında Daire BaĢkanı karar verir. d. DuruĢmaya davet edilen tanıklar, uzmanlar ve diğer kiĢilere iliĢkin hükümler Dairenin ve Daire BaĢkanının dinlenmesine karar verdiği tanıklar, uzmanlar veya diğer kiĢiler, Yazı ĠĢleri Müdürü tarafından davet edilirler. Davetiyede Ģunlar belirtilir; -davetiyeye konu baĢvuru; -araĢtırmanın, uzman görüĢünün veya Daire veya Daire BaĢkanının karar verdiği diğer tedbirin konusu; -davet edilen kiĢiye ödeme yapılması için alınmıĢ olan kararlar. 65 Ġlgili kiĢilerin, bir baĢvurucunun veya davalı SözleĢmeci Devletin talebi veya namına duruĢmaya gelecek olmaları halinde, Daire aksine karar vermedikçe, duruĢmaya gelme masrafları o Tarafça karĢılanır. Diğer durumlarda Daire, bu masrafların Avrupa Konseyi tarafından mı karĢılanacağına yoksa kiĢinin duruĢmaya gelmesini talep eden baĢvurucuya mı veya üçüncü tarafa mı yükleneceğine karar verir. Her halükarda bu masraflar, Daire BaĢkanı tarafından tayin edilir. Her tanık, kimliği tespit edildikten sonra ve tanık ifadesi vermeden önce aĢağıdaki yemini eder ve resmen beyanda bulunur: "Gerçeği, tüm gerçeği ve sadece gerçeği söyleyeceğime namusum ve Ģerefim üzerine yemin ederim" veya "resmen söz veririm". Her uzman, kimliği tespit edildikten sonra ve görevini yapmaya baĢlamadan önce, aĢağıdaki yemini resmi beyanı yapar. "Bir uzman olarak görevimi Ģerefime uygun ve vicdanıma dayanarak yapacağıma "yemin ederim" veya "resmen söz veririm". Bu yemin veya resmî beyan Daire BaĢkanı önünde veya bir hâkim önünde veya BaĢkan tarafından tayin edilen bir kamu görevlisi önünde alınabilir. Bir kimsenin tanıklığına veya uzmanlığına yapılan itirazdan doğan uyuĢmazlık hakkında Daire karar verir. Daire, tanık olarak dinleyemeyeceği bir kiĢiyi, bilgi edinme amacıyla dinleyebilir. Usulüne göre duruĢmaya davet edilmiĢ bir tanık veya diğer bir kiĢi, geçerli bir mazereti olmaksızın duruĢmaya gelmez veya beyanda bulunmayı reddederse, Daire baĢkanının isteği üzerine Yazı ĠĢleri Müdürü bu durumu tanığın veya diğer kiĢinin egemenliğine tâbi olduğu SözleĢmeci Devlete bildirir. Bir tanık veya uzman, Ġçtüzüğün 66.maddesindeki yemin veya resmî beyanı ihlâl ettiği taktirde de aynı hüküm uygulanır. e. DuruĢma tutanakları Dairenin karar vermesi halinde Yazı ĠĢleri Müdürü, duruĢma tutanaklarının hazırlanmasından sorumludur. Tutanakta Ģunlar yer alır: (a) Dairenin duruĢmadaki yapısı; (b)Mahkeme önüne çıkan kiĢilerin, yani Devlet temsilcilerinin, taraf avukatlarının ve danıĢmanlarının ve duruĢmaya katılan üçüncü tarafın bir listesi; c)Dinlenen her bir tanığın, uzmanın veya diğer kiĢinin adları, soyadları, kimlik bilgileri ve adresleri; (d)Beyanların, sorulan soruların ve verilen yanıtların metinleri; 66 (e)DuruĢma sırasında Daire veya Daire BaĢkanı tarafından verilen kararların Tutanakların tümü veya bir kısmı resmî olmayan dillerden birinde ise, Dairenin kararı üzerine Yazı ĠĢleri Müdürü tutanakların resmî dilerden birine çevrilmesini sağlar. Daire BaĢkanının veya Yazı ĠĢleri Müdürünün kontrolüne tâbi olarak, tutanaklar üzerinde düzeltme yapmaları için tarafların temsilcilerine tutanakların birer kopyası verilir, ancak tutanaklar üzerinde söylenen sözlerin anlamını ve konuyla ilgisini değiĢtirecek değiĢiklikler yapılamaz. Yazı ĠĢleri Müdürü, Daire BaĢkanının talimatına göre, bu amaçla verilecek müddetleri tespit eder. Tutanaklar düzeltildikten hemen sonra BaĢkan ve Yazı ĠĢleri Müdürü tarafından imzalanır ve onaylı belge haline gelir. D. Hakkaniyete Uygun Tatmine ĠliĢkin Yargılama Bir SözleĢmeci baĢvurucu Devletin veya baĢvurucunun, SözleĢme‟nin 41.maddesine göre hakkaniyete uygun tatmin için bulunmak istediği talepler, Mahkeme BaĢkanı aksine karar vermedikçe, esas hakkındaki yazılı görüĢlerle birlikte belirtilir; eğer bu tür bir yazılı görüĢ verilmemiĢ ise, baĢvurunun kabuledilebilirliği hakkında karar verilmesinden sonra en geç iki ay içinde, ayrı bir belge olarak mahkeme kalemine tevdi edilir. Bütün taleplerin, ispatlayıcı belgeleri-kanıtları- veya faturaları ile birlikte ayrıntılı bir dökümleri yapılır; bunun yapılmaması halinde talepler Daire tarafından tamamen veya kısmen reddedilebilir. Daire, yargılamanın herhangi bir aĢamasında bir tarafı, hakkaniyete uygun tatmin için yapılan talep hakkında görüĢlerini bildirmeye davet edebilir. 7. ARA KARARLARI A. BirleĢtirme Daire, tarafların isteği üzerine veya kendiliğinden, iki veya daha fazla baĢvurunun birleĢtirilmesine karar verebilir. Dairenin, baĢvuruları birleĢtirme kararı saklı kalmak kaydıyla, Daire BaĢkanı taraflara danıĢtıktan sonra, aynı Dairenin görevlendirildiği baĢvuruların soruĢturulmasının aynı anda yapılmasına karar verebilir. B. Ġhtiyatî Tedbir(Geçici Önlem ) SözleĢmede yer almayan bu konu 4 Kasım 1998 tarihli Mahkeme iç tüzüğünün 39. maddesinde düzenlenmiĢtir. Mahkeme ya da toplantı halinde olmadığı zaman BaĢkan, tarafların menfaatleri ya da kendi önündeki yargılama iĢlemlerinin gereğince yürütülebilmesi bakımından, alınmasını gerekli gördüğü herhangi bir geçici önlemi taraflara sunabilir. Bu karar Bakanlar Komitesi‟ne de bildirilir. 67 Geçici önlem kararlarına, daha sık olarak 2. maddenin (yaĢam hakkı) ve suçluların geri verilmesi, yabancıların sınır dıĢı edilmesi, iltica talepleri veya bu taleplerin reddedilmesi durumları gibi 3. maddenin ciddî ihlâl riski olduğu hallerde rastlanmaktadır. Bu durumlarda Mahkeme, baĢvuranın gönderildiği ülkede SözleĢmenin 3. maddesine aykırı davranıĢlarla karĢılaĢma olasılığının yüksek olması gerekçesiyle, geçici tedbir olarak, suçlunun iadesi ya da sınır dıĢı edilmesi iĢleminin belli bir süre durdurulmasını Ģikayet edilen devletten talep etmektedir. BaĢvuran açısından bakıldığında, baĢvuranın gerçek bir tehlike ile karĢı karĢıya bulunduğunu gösterir her türlü bilgi ve belgenin sunulması, olguların ayrıntılı olarak açıklanması, iade ve sınır dıĢı hallerinde kötü muamele ve ölüm tehlikesine iliĢkin kanıtların, sınır dıĢı etme tarihi ve iadenin safhasına iliĢkin bilgilerin özellikle belirtilmesi ihtiyatî tedbir kararının alınabilmesi Ģansını arttırır. BaĢvuranın gerçek bir tehlikeyle karĢı karĢıya bulunduğunun ispatına yarayan, geçmiĢteki iĢkence raporları, ilgili ülkedeki insan hakları ihlâllerine iliĢkin uluslararası raporlar (Uluslararası Af Örgütü, BM, ABD DıĢiĢleri Bakanlığı raporları gibi) da ölüm ya da kötü muamele tehlikesinin kanıtlanmasında kullanılabilir. Ayrıca Mahkeme Yazı ĠĢlerine Dilekçeyi gönderirken üzerine “çok ivedi”-Urgent- “içtüzük 39. madde”, “sınır dıĢı etme” diye yazarak fakslamak ve dilekçe ve diğer belgelerin alındığını teyit için Mahkeme Kalemine telefon etmek uygun olur. Komisyon-Divan döneminde, Divan ihtiyatî tedbir kararlarını uyulması zorunlu kararlardan görmemiĢti. Nitekim, Cruz Varas/Ġsveç(1991) kararında, Taraf devletlerin ihtiyatî tedbir kararına uymamasının, tek baĢına, SözleĢme'nin ihlâli anlamına gelmeyeceğini kararlaĢtırmıĢtı. Ancak, Devletler bu tür kararlara bir kaç istisna dıĢında hep uymuĢlardı. 11 Nolu Protokolden sonra SözleĢmenin tek yargılama organı halini alan AĠHM Mamatkulov ve Abdurrasulovic/Türkiye(2002) kararında ihtiyati tedbir kararlarına davalı devletin uyma mecburiyeti olduğuna, aksi halde SözleĢmenin 34. maddesinin ihlal edilmiĢ olacağına karar vermiĢtir.31 Ġhtiyatî tedbir talebinin reddine rağmen baĢvurunun görülmesi normal sürecinde devam edebilir. Birdal/Türkiye(47520/99) baĢvurusunda, baĢvuran kesinleĢmiĢ hapis cezası nedeniyle cezaevine alınması halinde cezaevi Ģartları nedeniyle sağlığının tehlikeye gireceği gerekçesiyle AĠHM önündeki 31 Anılan kararın Türkçesi için bkz., Polis Akademisi AĠHM Kararları Dergisi,C.2, Sayı 5, Nisan 2003,s.101-146. 68 dava sonuna kadar cezaevine alınmaması hususunda ihtiyatî tedbir talebinde bulunmuĢtu. Hükümetin, cezaevlerindeki hasta mahkumların tedavileri konusunda kendilerine tanınan idarî ve tıbbî kolaylıkları 2 yazıyla mahkemeye sunması karĢısında, Mahkeme, 1 Haziran 1999 tarihli kararı ile, taraflarca sunulan deliller ve somut davadaki koĢullar dikkate alınarak baĢvuranın ihtiyatî tedbire iliĢkin talebinin reddine karar vermiĢtir. Öcalan/ Türkiye ( no 46221/ 99 Bölüm 1) baĢvurusunda, Daire Türk Hükümetinden baĢvurana iç hukuktaki yargılama çerçevesinde 6. maddede yer alan haklara saygı gösterme, özellikle savunma haklarına ve bilhassa baĢvuranın kendisini temsil eden avukatlarla görüĢme serbestisi ve gizli haberleĢme hakkına sahip olmasına, baĢvurana kendisi tarafından serbestçe seçilmiĢ avukatları aracılığıyla Mahkemeye bireysel baĢvuruda bulunma hakkını kullanma fiili imkanının sağlamasına tam olarak saygı göstermesini talep etmiĢtir. Hükümet aynı zamanda, talepleri garanti etmek için Türk makamları tarafından alınacak her türlü tedbirden bilgi vermeye davet edilmiĢtir. Hükümet ise, 39. madde anlamında geçici tedbirler çerçevesini aĢtığı gerekçesi ile sorulara cevap vermeğe hazır olmadığını belirtmiĢ ve bu ret cevabı Bakanlar Komitesine bildirilmiĢtir.32 Öcalan hakkındaki ölüm cezasının infazı hususunda ihtiyatî tedbir talebine iliĢkin AĠHM‟nin 30 Kasım 1999 günlü kararında ise : "Ġnsan Hakları Mahkemesi'nin ilgili dairesi, baĢvurunun mahkeme tarafından incelemeye alınıp alınmaması konusundaki iĢlemler etkin bir biçimde sonuçlandırılana kadar, ilgili devletten idam cezasının infaz edilmemesi için gerekli bütün önlemleri almasını ister." denilmiĢ olup, Hükümet bu karara uyacağını bildirmiĢtir. AĠHM Abdullah Öcalan'ın avukatı Mark Müller'in, 1 Ağustos 2000 tarihinde Öcalan'ın sağlık durumunu ileri sürerek, "Ġmralı Cezaevi'nden baĢka bir cezaevine nakli, daha büyük hücreye konulması ve tecrit koĢullarının ortadan kaldırılmasına" yönelik ihtiyatî tedbir istemini ise reddetmiĢtir. BaĢvuruyu inceleyen AĠHM 1.Daire kararında, "Mahkeme, Tüzüğü'nün 39.maddesine göre, baĢvurduğunuz konularda bir ihtiyatî tedbir kararını Türk Hükümeti'ne bildirmemeyi kararlaĢtırmıĢtır" denilmiĢtir. Kararda, bilgi için Müller'e Türk Hükümeti'nin 2 Ağustos'da AĠHM'e sunduğu ve Öcalan'a ait 24 ve 27 Temmuz tarihli sağlık raporlarına da ek olarak yer verilmiĢtir. 32 JONATHAN , s.37 69 C. Üçüncü Tarafın Müdahalesi 36. madde üçüncü tarafın müdahalelerini düzenlemektedir. Bu hükmün 1. paragrafı, Daire ve Büyük Daire önündeki tüm davalarda, vatandaĢlarından birinin baĢvuran taraf olması halinde, Taraf Devlete yazılı görüĢ sunma ve duruĢmalarda bulunma hakkı tanımaktadır. Ġçtüzüğün 61. maddesi uyarınca, Taraf Devlet bu hakkını kullanmak istediği takdirde, Daire BaĢkanı izlenecek prosedürü belirler. Keza 2. paragraf Mahkeme BaĢkanının, adaletin gereği gibi yerine getirilebilmesi için, yargılamada taraf olmayan herhangi bir Taraf Devleti yazılı görüĢ sunma veya duruĢmalarda taraf olmaya davet edebilmesine izin vermektedir. Ġçtüzük gereğince, izin talepleri gerekçeli olmalı ve yazılı prosedürün tespitinden sonra makul bir süre içinde ve resmî dillerden birinde yapılmalıdır. Bu bağlamda yapılan bir davet veya verilen bir izin, Daire BaĢkanı tarafından zaman sınırı da dahil çeĢitli koĢullara tâbi tutulabilir. Bu koĢulların yerine getirilmemesi halinde BaĢkan, sunulan görüĢlerin dosyaya girmemesine karar verebilir. Yazılı görüĢler, Mahkeme Kalemi tarafından davanın taraflarına iletilir, Daire BaĢkanı tarafından belirlenen süre ve diğer koĢullar çerçevesinde taraflar dosyaya yazılı görüĢlerini koyabilirler. D. Büyük Daire Lehine Görevsizlik Bir Dairenin, görmekte olduğu bir dava SözleĢme veya Protokollerinin yorumlanmasına iliĢkin ciddi bir sorun doğuruyorsa veya Dairenin önündeki sorunun çözümü Mahkeme‟nin daha önceki bir içtihadı ile bağdaĢmayacak bir sonuç yaratacak olması halinde davanın taraflarından biri itiraz etmediği taktirde Daire, hüküm vermeden önce herhangi bir aĢamada, yargılama yetkisini Büyük Daireye bırakabilir. Yargılama yetkisini bırakma kararı için gerekçe gösterme zorunluluğu yoktur. Yazı ĠĢleri Müdürü, Dairenin yargılama yetkisini bırakma niyetinde olduğunu taraflara bildirir. Taraflar, bu bildirimin yapılmasından itibaren bir ay içinde usulüne göre gerekçeli olarak Yazı ĠĢleri Müdürlüğüne itiraz dilekçesi verebilirler. Bu Ģartları taĢımayan bir itiraz, Daire tarafından gerekçesiz kabul edilir. 8. YARGILAMANIN SONUÇLANMASI 70 A. Sonkararlar (hükümler) a. Sonkararın içeriği SözleĢme'nin 42 ve 44.maddelerinde sözü edilen bir son kararda Ģunlar yer alır: -Ġlgili Daireyi oluĢturan Daire BaĢkanı ve diğer hakimlerin adları ile Yazı ĠĢleri Müdürü veya Müdür Yardımcısının adları; - kararın alındığı ve tefhim edildiği tarihler; - tarafların durumu; -Devlet temsilcilerinin ve tarafların avukatlarının veya danıĢmanlarının adları; -yargılama usulünün açıklanması; -davanın maddî olayları; -tarafların iddia ve taleplerinin bir özeti; -hükmün hukukî gerekçeleri; - hüküm fıkrası; -eğer verilmiĢ ise masraflar hakkındaki karar; -çoğunluğu oluĢturan hakimlerin sayısı; -gerekli ise, hangi metnin orijinal olduğunun belirtilmesi. Davanın görülmesinde yer alan her hâkim, karara kendi ayrık görüĢünü, aynı yöndeki görüĢünü ve muhalif görüĢünü veya kısa bir muhalefet beyanını ekleme hakkına sahiptir. 33 Herhangi birisinin incelenmesinden de görüleceği üzere; Mahkeme'nin kararında önce künyesine iliĢkin bilgiler yer alır: Kararın Adı, Tarihi, BaĢvuru numarası, Bölümün numarası, BaĢkan ve Üyelerin adları, Yazı ĠĢleri Müdürünün adı. Daha sonra gelen karar metni baĢlıklar ve numaralandırılmıĢ paragraflar halinde yazılmıĢtır. Paragraflara numara verilmiĢ olması, kararın ilgili yerine atıf kabiliyeti kazandırmaktadır. Karar metni USUL (Procedure) bölümü ile baĢlamaktadır. Burada davanın Mahkeme'nin önüne geliĢ süreci ve baĢvurunun amacı, davayı ele alacak üyelerin belirlenmesi, yapılan usul iĢlemleri anlatılmakta, duruĢmada Hükümet ile baĢvurucu adına Mahkeme'nin önüne çıkan kiĢilerin adları yer almaktadır. Karar metninde daha sonra OLAYLAR (The Facts) bölümü gelmektedir. Burada önce ihlale yol açtığı iddia edilen olaylar kronolojik biçimde anlatılmaktadır. Maddi olayda taraflar arasında uyuĢmazlık varsa, toplanan deliller ile tarafların görüĢlerinin özetlenmesinin ardından Mahkeme'nin maddi olaya iliĢkin değerlendirmesi bulunmaktadır. Eğer maddi olay konusunda uyuĢmazlık yoksa, iç hukukta baĢvurucuya yapılan iĢlemler ve verilen kararlar yine tarih sırasına özetlenmektedir. Bu bölümde ikinci olarak, Ģikayet konusuyla ilgili iç hukuk hükümlerine ve konuyla ilgili ulusal içtihatlara yer verilmektedir. 33 71 b. Son kararın dili Mahkeme bir son kararın her iki resmî dilde de yazılmasına karar vermedikçe, bütün son kararlar Fransızca ya da Ġngilizce olarak verilir. Verilen son kararlar tefhiminden sonra kamuya açıktır. Bu son kararlar, Ġçtüzüğün 78.maddesine göre Mahkeme'nin resmî derlemesinde ve her iki resmî dilinde yayınlanır. c. Son kararın imzalanması, tefhim ve tebliği Son kararlar, Daire BaĢkanı ve Yazı ĠĢleri Müdürü tarafından imzalanır. Son kararlar, Daire BaĢkanı veya görevlendirilen diğer bir hâkim tarafından alenî bir duruĢmada okunabilir. Devlet temsilcileri ile tarafların temsilcileri bu duruĢmanın tarihi hakkında belirli bir süre önce bilgilendirilir. Aksi takdirde son kararın yazılı olarak tebliği tefhim yerine geçer. Son karar, Bakanlar Komitesi'ne iletilir. Yazı ĠĢleri Müdürü son kararın onaylı birer örneğini taraflara, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne, üçüncü tarafa ve doğrudan ilgili üçüncü kiĢilere gönderir. Orijinal nüsha usulüne göre imzalanıp mühürlenerek Mahkeme'nin arĢivinde saklanır. SözleĢme'nin 44.maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Mahkeme'nin kesin son kararları, Yazı ĠĢleri Müdürü'nün sorumluluğu altında, uygun biçimde yayınlanır. Yazı ĠĢleri Müdürü ayrıca, yayınlanması Mahkeme BaĢkanı tarafından yararlı görülen seçilmiĢ son kararların, kararların ve belgelerin yayınlanmasından da sorumludur. B. Ġhlâl Kararı Ulusal bir önlem ya da kararın SözleĢmeye uygunluğu hakkında karar veren Mahkeme, açıklayıcı ve bağlayıcı bir karar alır. Ġnsan hakları uyuĢmazlığı bir iptal davası değil bir yasallık uyuĢmazlığıdır. Mahkeme baĢvuru konusu kararı iptal edemez, sadece ulusal önlemin SözleĢme ile bağdaĢıp bağdaĢmadığını yani SözleĢme hükümleKarar metninde daha sonra KARAR (As to the Law) bölümü yer almaktadır. Bu bölüm kararın gerekçesidir. Bu bölümde SözleĢme'nin madde sırasına göre SözleĢme'ye aykırılık iddiaları, önce Hükümet‟in varsa ilk itirazları açısından daha sonra da Ģikayetin esası açısından ele alınmaktadır. Burada, baĢvurucunun ve Hükümet‟in görüĢü özetlendikten sonra, SözleĢme'ye aykırılık iddiası Mahkeme tarafından tartıĢılmakta ve varılan sonuç belirtilmektedir. SözleĢme'ye aykırılıklar tespit edilmiĢ ise ve baĢvurucu tarafından talep edilmiĢ ise, SözleĢme'nin 41 (Eski 50). maddesi uygulanmakta ve maddi tazminat, manevi tazminat ile ücretler ve masraflar konusunda varılan sonuç belirtilmektedir. Karar metninde daha sonra (For these Reasons the Court) kelimeleriyle baĢlayan HÜKÜM FIKRALARI yer almaktadır. SözleĢme'nin maddelerine iliĢkin verilen hükümler tek tek belirtilmektedir. Eğer sonuca oybirliğiyle varılmamıĢ ise, yargıçların muhalefet Ģerhleri veya ayrık görüĢleri Mahkeme karanın en sonuna eklenmektedir. 72 rini ihlâl edip etmediğini açıklar. Mahkemenin açıkladığı aykırılık beyanı, yasaya aykırı fiilin geçersizliğine yol açmaz. Tespit edilen ihlâli telafi etmek iç hukuk düzenine aittir. Ġçtüzüğün 60. maddesi uyarınca, "SözleĢmenin 41. maddesi anlamında her hakkaniyete uygun tatmin talebi, daire baĢkanının aksi talimatı hariç, baĢvuran tarafından esasa iliĢkin yazılı görüĢler içinde veya anılan yazılı görüĢ de yer almamıĢ olması halinde, baĢvurunun kabul edilebilirliğine iliĢkin karardan itibaren 2 ay sonra verilecek özel bir belge ile sunulmalıdır. C. Hakkaniyete Uygun Tatmin (Adil KarĢılık) Konusundaki Karar 41. madde, Mahkemenin kararı SözleĢme ve Protokollerin ihlâl edildiğine iliĢkin ise ve ilgili Devletin iç hukuku bu ihlâli ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkemenin gerektiği takdirde," hakkaniyete uygun bir surette zarar gören tarafın tatminine" hükmedeceğini öngörmektedir. Daire, bir davada SözleĢme'nin ihlâl edildiği sonucuna vardığı takdirde, Ġçtüzüğün 60.maddesine göre; SözleĢme'nin 41.maddesinin uygulanması istenmiĢ yani tazminat talebinde bulunulmuĢsa ve bu sorun karara hazır ise, aynı karar içinde SözleĢme'nin 41.maddesinin uygulanması konusunda da bir karar verir; sorun karara hazır değilse Daire bu sorunu tamamen veya kısmen saklı tutar ve daha sonraki usulü tespit eder. SözleĢme‟nin 41.maddesinin uygulanmasıyla ilgili karar vermek için, Daire mümkün olduğu kadar bu davanın esası hakkında karar vermiĢ olan hâkimlerden oluĢur. Ġlk Daireyi oluĢturmak mümkün olmazsa, Mahkeme BaĢkanı Daireyi kura çekerek tamamlar veya yeniden oluĢturur. BaĢvuran gerekli belgeleri eklemek zorunda olduğu tüm iddialarının tutarını rakam olarak hesaplamak ve sütun dökümünü yapmak zorundadır. Aksi halde Daire talebi kısmen veya tamamen reddedebilir. Yargılamanın her aĢamasında, Daire bir tarafı hakkaniyete uygun tatmin talebi konusunda görüĢlerini bildirmeye davet edebilir." Bir çok davada, Mahkeme ihlâl kararının tek baĢına hakkaniyete uygun bir tazmin olduğunu, bazı davalarda da sembolik bir ödemenin yeterli olduğunu değerlendirmiĢtir. Buna karĢılık, Hükü- 73 met ödemeyi kötü niyetli olarak geciktirdiği hallerde, davayı kazanan baĢvurana, faizler dahil önemli miktarlar hükmettiği olmuĢtur. Mahkeme bazen yasaya aykırı olarak kamulaĢtırılan mallarının baĢvurana iadesine hükmetmiĢtir Mahkeme ihlâl kararı ile genel olarak 41. madde bağlamında hakkaniyete uygun tatmin taleplerini de karara bağlamaktadır. Ancak, bazen sadece ihlâl kararı vererek, hakkaniyete uygun tazminat kararını daha sonraya bırakabilmektedir. Söz konusu tatminin Ģikayetçiye belirli bir meblağda para ödenerek yerine getirileceğinde kuĢku yoktur. Bu Ģekilde ödenecek tazminat, Ģikayetçinin uğradığı maddî ve manevî zararlarla iç baĢvuru yollarının tüketilmesi dolayısıyla yapılanlar da dahil, Mahkeme önündeki masrafları kapsar.34 Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi, SözleĢme'nin ihlal edildiğinin tespit edilmesi halinde, SözleĢme'nin 41. maddesi uyarınca, iç hukukta ve bireysel baĢvuru sürecinde fiili olarak gerçekleĢtirilen zorunlu çalıĢmalar karĢılığı ücretlerin ve masrafların ödenmesine karar vermektedir. Mahkeme'ye göre ücretler ve masraflar ilkin, "gerçekten yapılmıĢ olması" veya "zorunlu olarak tahakkuk etmesi" gerekir; ayrıca bunların miktarının da "makul" olması zorunludur. Mahkeme tarafından SözleĢme'nin ihlal edildiğinin tespit edilmesi durumunda, sadece SözleĢme organları önündeki değil, aynı zamanda ihlalin önlenmesi veya düzeltilmesi için ulusal makamlar önünde müvekkilin katlandığı veya katlanabileceği ücretlere ve giderlere de hükmedilecektir. Bu nedenle daha baĢlangıçta müvekkille bir ücret sözleĢmesi yapılmalıdır. Ücret sözleĢmesinin yazılı olması esastır. Mahkeme'nin, Türkiye ile ilgili verdiği kararlarda temsilcilerin bulunduğu ülkeye göre iki farklı durum ortaya çıkmıĢtır. Mahkeme, Ġngiliz temsilciler aracılığıyla yapılan baĢvurularda temsilcilerin bildirdikleri çalıĢma saatlerine göre ücret takdir etmektedir. Türkiyeli temsilciler aracılığı ile yapılan baĢvurularda ise ücret sözleĢmesi, avukatın davayla ilgili olarak harcadığı zamanı gösteren bir zaman cetveli sunulmadığı için "hakkaniyet"e göre, ama Ġngiliz temsilcilere nazaran çok daha düĢük ücretlere karar vermektedir. Türkiye‟den yapılan baĢvurularda avukatlık ücretinin az takdir edilmesinin baĢka bir nedeni de Ġstanbul ve Ankara Barolarınca hazırlanan avukatlık asgari ücret tarifelerindeki ücret miktarlarının, yapılan iĢin niteliğinin iç hukuktaki avukatlık hizmetleri gibi değerlendirilmesinin de payı bulunmaktadır. Baroların, saat ücreti üzerinden tarife hazırlamaları ve baĢvuru yapan avukatlara saat ücreti üzerinden ücret sözleĢmesi yapmalarını önermelerinde yarar vardır. Nitekim, Diyarbakır Barosu, 01.03.2000 tarihli kararı ile hazırladığı tarifede, saat ücreti üzerinden avukatlık sözleĢmesinin yapılmasını önermiĢ ve tarifeyi buna göre hazırlamıĢtır.Zaman ve masraf cetveli, kavram ve uygulama olarak Türkiyeli hukukçulara yabancıdır; ancak SözleĢme'nin 41. maddesi uyarınca taleplerin ileri sürüldüğü aĢamada, geçmiĢte bir kaç yıla yayılan çalıĢmaların ve masrafların hatırlanması ve belgelenmesi açısından önemi olduğu Mahkeme kararları ile ortaya çıkmıĢtır.Kabuledilebilirlik kararı ile birlikte, baĢvurucuya gönderilen yazıda, baĢvuruya konu olay ile ilgili olarak doğrudan doğruya oluĢan maddi ve manevi zararlar ile, baĢvuruya konu olan ihlalin giderilmesi için iç hukuk dahil olmak üzere yapılan masraflar, harcanan zaman ve buna iliĢkin ücretlerin ayrıntılı dökümü talep edilmektedir. ĠĢte bu aĢamada geriye dönük olarak yapılan masraf ve harcanan zamanın hatırlanması ve bildirilmesi için baĢvurucu, tanık ve diğer kiĢilerle yapılan görüĢmeler, telefon, faks, fotokopi, posta, yol, çeviri vb. giderler, ayrıca yazılı görüĢler için harcanan zaman bu cetvele kayıt edilmelidir.”Sezgin Tanrıkulu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Bireysel Başvuru, http:// www.britishcouncil.org.tr/ governance/Seminer%201.doc. 34 74 Masraf ve harcamaların gerçekten ve zorunlu olarak yapılmıĢ olduğu, aynı zamanda miktar olarak da makul olduğunun ortaya konulması gerekir. ġikayetçi, uğradığı maddî ve manevî zararlarla yaptığı masrafları kanıtlamak zorundadır. Bu zarar gerçekten uğranılan zararla olayların doğal akıĢına göre mahrum kalınan karı da kapsar. Örneğin Mahkeme, Vermeire/ Belçika olayında, Ģikayetçinin mahrum bırakıldığı miras payını tazminat olarak kararlaĢtırmıĢtır. Uğranılan kesin zarar belirlenemediği durumlarda, Mahkeme bunu hakkaniyet ilkelerine göre belirler. ġikayetçi adlî müzaheretten faydalandırılmıĢsa, kendisine yapılan yardım miktarı tazminattan düĢülür. Kendi kendilerini temsil eden baĢvuru sahipleri sadece masraflarını alırlar. Avukatlık ücretlerine benzetme yapmak suretiyle konu üzerinde çalıĢılan saatlerle ilgili bir iddiada bulunamazlar. Daire, SözleĢme'nin 41.maddesine göre hakkaniyete uygun tatmine hükmederken, tayin edilen süre içinde bir çözüme ulaĢılamadığı takdirde hükmedilen miktara faiz uygulanmasına karar verebilir. Zarar gören taraf ile zarardan sorumlu SözleĢmeci Devlet arasında bir anlaĢmaya varıldığına dair Mahkemeye bilgi gelecek olursa, Mahkeme varılan bu anlaĢmanın hakkaniyete uygunluğunu araĢtırır ve anlaĢma hakkaniyete uygun ise, Ġçtüzüğün 44.maddesinin ikinci fıkrasına göre davanın kayıttan düĢmesine karar verir. Mahkemenin maddî zararın karĢılanmasına karar verebilmesi için sözleĢmenin ihlâli ile uğranılan maddî zarar arasında bir nedensellik bağı bulunması gerekir. Nitekim, Mahkeme, Higgins ve diğerleri/Fransa (1998) kararında, baĢvuranların tazminat taleplerini reddederken, SözleĢmenin ihlâliyle ileri sürülen maddî zarar arasında bir nedensellik bağının ortaya konulamamasına dayanmıĢtır. Manevî tazminat için ise, SözleĢmenin ihlâlinin baĢvuranda manevî acı, kaygı, psikolojik yıkıntı yaratmıĢ olması koĢulu aranmaktadır. Bazı durumlarda Mahkeme, SözleĢmenin ihlâl edilmiĢ olmasına karar verilmiĢ olmasının yeterli bir tatmin sağladığını belirterek, ayrıca manevî tazminata hükmetmeye gerek olmadığına da karar verebilmektedir. Örneğin, Yıldırım/Türkiye(29.7.2004) DGM‟de askerî hakimin varlığı nedeniyle SözleĢmenin 6/1. maddesinin ihlâl edildiğini ileri sürmüĢtü. Mahkeme bu baĢvuruya iliĢkin kararında, “SözleĢmenin 6. maddesinin ihlâl edildiği bulgusunun tek baĢına manevi zarar ile ilgili talebi karĢıladığına” karar vermiĢtir. 75 “Mahkemenin yerleĢik içtihadına göre, SözleĢmenin 41. maddesi kapsamındaki giderler, gerçekten ve/veya zorunlu olarak yapıldığında ve makul miktarda olduğunda karĢılanır. Ayrıca hukuki harcamalar, ancak saptanan ihlale ilgili olduğunda karĢılanır. Bu davada, mahkeme, ilk olarak, baĢvuranın sadece bazı Ģikayetleri açısından ihlal tespit edildiğine dikkat çekmektedir. Bundan dolayı, Mahkeme, baĢvuranın avukatlarının, mesailerinin tümünü, yalnızca ihlal kararı verilen maddeler üzerinde yoğunlaĢtırmadıklarına dikkat çekmektedir. Ayrıca baĢvuranın temsilcilerinin ücretlerine iliĢkin iddialar on dört avukat ve üç yardımcısıyla ilgilidir. Mahkeme, ihlal konusu Ģikayetlerinin dile getirilmesi için bu kadar sayıda avukat tutulmasının aĢırı ve gereksiz olduğunu düĢünmektedir. Mahkeme bu baĢlık altında yapıldığı iddia edilen harcamaların zorunlu olmadığına; bu açıdan, yasal temsilcilerin seyahatleri ve kendi aralarında ve üçüncü kiĢilerle yaptıkları istiĢareler için talep ettikleri miktarın bir kısmının, ihlal kararı verilen Ģikayetlerin sunumu için gereksiz olduğuna karar vermiĢtir. Mahkeme hakkaniyet temelinde, yasal temsilcilerinin dile getirdiği iddialar açısından baĢvurana 100.000 euro ödenmesinin uygun olacağını düĢünmektedir. ( Öca- lan/Türkiye, 12 Mart 2003, parag.253-255). Uygulamada zarar kabul edilen durumlara iliĢkin bazı örnekler Ģunlardır: a) Maddi Kayıplara Dayanan Zararlar: KiĢisel ve diğer malvarlıklarında meydana gelen kayıplar (Akdıvar / Türkiye 01.04.1998); Kar kaybı (Podbielski/Polonya 1999 27 EHRR CD19);Ġlk derece mahkemeleri tarafından verilen para cezaları (Lingens / Avusturya, 1986 8 EHRR 103 at para. 50);GeçmiĢe ve geleceğe dair ücret kayıpları (Thlımmenos/Yunanistan 6.04.2000);Emeklilik haklarından kaynaklanan kayıplar (Young James ve Webster / BirleĢik Krallık,1981 4 EHRR 38);ĠĢ fırsatlarını kaybedilmesinden kaynaklanan kayıplar, (Allenent de Ribemoumt 1996 22 EHRR 582);Tıbbi harcamalar ve masraflar (Aksoy / Türkiye,1997 23 EHRR 553) b) Manevi Kayıplara Dayanan Zararlar; Psikolojik zararlar. Türkiye, BaĢvurucunun gözaltında tecavüz edilmesi nedeniyle uğradığı psikolojik zarara karĢılık 25.000 Ġngiliz Sterlini manevi tazminata mahkum edildi (Aydın /Türkiye(1997 25 EHRR 251); Derin üzüntü keder ve ıstırap. Finlandiya, kızını görebilmek için izin hakkı alamayan babaya 12.000 Ġngiliz Sterlini ödemeye mahkum edildi (Hokkanen v/ Finlandiya (1994, 19 EHRR139); AĢağılanma, (Smith ve Grady / Bir- leĢik Krallık 25.07.2000)35 35 Serkan CENGĠZ , Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi Kararları IĢığında 41. Maddeye Göre Tazminat (Adil Tatmin) Yükümlülüğü, Ġzmir Barosu Dergisi, S.2(Nisan 2002),s. 76 Castells/Ġspanya(1992)baĢvurusunda, baĢvuran, ilk önce, Mahkeme kararının bir özetinin Bask bölgesindeki, Madrit‟teki ve ülkenin diğer bölgelerindeki gazetelerde yayınlanmasını ve mahkumiyetine dair kayıtların merkezdeki adlî sicilden silinmesini istemiĢtir. Mahkeme ise kararında bu tür talimatlar vermeye yetkili olmadığını bildirmiĢtir. Örnek karar özeti -6“BaĢvuranlar maddî zararları ile ilgili olarak, talepte bulunmamıĢtır. Ancak, her biri manevî tazminat için 25.000 Amerikan Doları (USD) talep etmiĢtir. SözleĢmenin 7. maddesinin l. paragrafı ile güvenceye alınan haklarının ihlâl edilerek üç ay fazla hapis cezası aldıklarını iddia etmiĢlerdir. Bu bağlamda hem özel, hem de sosyal hayatlarının maddî ve diğer yönlerden zarara uğradığını iddia etmiĢlerdir. (Parag.39) Hükümet, iddiaların kanıtlanmadığını ve talep edilen meblağın fahiĢ olduğunu ileri sürerek, 41. maddenin amacı bağlamında ihlâl bulgusunun yeterli adil tatmini oluĢturacağını savunmuĢtur. Bu konuda sebepsiz zenginleĢmenin önüne geçilmesini amaçlamıĢlardır. (Parag.40) Mahkeme, baĢvuranların çektikleri sıkıntının sadece Mahkemenin ihlâl bulgusu ile tazmin edilemeyeceği görüĢündedir. Mahkeme adil tazmine hükmederek manevî tazminat için baĢvuranların her birine 7500 Amerikan Doları USD verilmesine karar vermiĢtir. (Parag.41) Mahkeme Masrafları BaĢvuranların temsilcisi mahkeme masrafları için (fotokopi, tercüme, telefon, faks, ve posta giderleri) 258.000.000 Türk Lirası talep etmiĢtir. Ayrıca ulusal mahkemeler ve AĠHM önünde 65 saat süren çalıĢma için 6.500 Amerikan Doları talep etmiĢtir. (Parag.42) Hükümet, talep edilen meblağın, ulusal Mahkemelerde Türk avukatlar tarafından kazanılan ücretlere kıyasla fahiĢ olduğunu ve adil olmadığını belirtmiĢtir. Hükümet yapılan talebin sadece SözleĢme organları huzurundaki iĢlemlerle ilgili olması gerektiğini de eklemiĢtir. Ayrıca baĢvuranların mahkeme masrafları hususunda talep edilen meblağla ilgili kanıt sunmadıklarını belirtmiĢlerdir. (Parag.43) Mahkeme baĢvuranların iddialarını büyük ölçüde desteklemedikleri görüĢündedir. Mahkeme, hakkaniyete uygun bir karar vererek ve içtihatlarındaki kriterleri de göz önünde bulundurarak (bkz. 13 Temmuz 1995 tarihli Tolstoy/ Ġngiltere Kararı, Dizi A, no 316, s. 83, prg.77) baĢvuranlara, Avrupa Konseyi'nden yasal yardım yoluyla alınan 630 Euro'nun 3.000 USD'den çıkarılarak ödenmesine hükmetmiĢtir. (Parag.44) Temerrüt Faizi Mahkeme, ödeme dolar üzerinden yapılacağı için, temerrüt faizi olarak yıllık % 6 faiz oranının kabul edilmesini uygun görmüĢtür. (Parag.45) (AĠHM Ecer ve Zeyrek/Türkiye, 27 ġubat 2001 ). D. Kayıttan düĢürme kararı 77 Bir Komite bireysel baĢvurunun, daha fazla incelenmesinin gerekmediği hallerde, oybirliği ile kayıttan düĢürülmesine karar verebilir. Bu karar kesindir. Komite, Daire veya Büyük Daire ele aldığı baĢvuru hakkında, yargılamanın herhangi bir aĢamasında aĢağıdaki durumların ortaya çıkması halinde baĢvurunun kayıttan düĢürülmesi kararı verebilir: a. Vazgeçme Bir SözleĢmeci baĢvurucu Devlet, Yazı ĠĢleri Müdürüne baĢvurusundan vazgeçme niyetinde olduğunu bildirdiği zaman, davanın diğer tarafı SözleĢmeci Devlet veya Devletlerin buna katılmaları halinde Daire, davanın kayıttan düĢmesine karar verebilir. Akman / Türkiye (2001) baĢvurusunda, Güneydoğu‟da yaĢayan bir vatandaĢ, oğlunun kamu görevlilerince kasten öldürüldüğü gerekçesiyle SözleĢmenin 2. maddesinde düzenlenen yaĢama hakkı ve bağlantılı diğer bir dizi hakkın SözleĢmeye taraf Hükümetçe ihlâl edildiği Ģikayetiyle AĠHM‟ne baĢvurmuĢtur. Kabuledilebilirlik kararından sonra, muhatap Türk Hükümeti; baĢvurucuya 85.000. Ġngiliz Sterlini ödemeyi ve olaydan üzüntü duyduğunu, benzer olayların bir daha yaĢamaması için gerekli önlemleri almayı taahhüt eden bir deklarasyonun yayınlanmasını öngören bir öneriyi Mahkemeye sunmuĢtur. BaĢvurucu taraf bir dizi gerekçesiyle, sunulan öneriyi reddederek, Mahkemeden baĢvuru konusu Ģikayetle ilgili esasa iliĢkin bir karar vermesi talebinde bulunmuĢtur. Ancak Mahkeme, Hükümetçe sunulan öneriyi uyuĢmazlığın çözümü bakımından yeterli bularak, SözleĢmenin 37&1 (c) maddesi uyarınca baĢvuruyu kayıttan düĢürmüĢtür... düĢürme kararının gerekçesi, “........ insan haklarının korunması bağlamında ....... BaĢvurunun daha fazla incelenmesini gerektirecek bir neden kalmaması .......” olarak belirtilmiĢtir. BaĢvurucu taraf, SözleĢmenin 43. maddesi uyarınca, kararın Büyük Daire önüne götürmek için baĢvuru yapmıĢ, ancak aynı madde uyarınca oluĢturulan beĢ kiĢilik yargıçlar kurulunca bu talep reddedilmiĢ ve karar kesinleĢmiĢtir. b. BaĢvuru sahibi baĢvurusunu takip etmek niyetinde değilse Mahkemece talep edilen bilgi ve belgeleri vermemesi, ya da Mahkemenin talep ve uyarılarına ilgisiz kalması halleri baĢvuru sahibinin baĢvurusunu takip etmek niyetinde olmadığını gösterir. Doğan/Türkiye(29297/95) baĢvurusunda, Mahkeme 9 Mart 1999 tarihine kadar baĢvuranın Yargıtay kararını tebellüğ ettiği tarih konusunda tarafların bilgi iletmelerine karar verdi. Hükümet 12 Mart 78 1999 da bilgi verdi. BaĢvurana 19 Nisan 1999 tarihinde 2. mektup yazıldı. BaĢvuranın bu yazıya da cevap vermemesini ve kendisinden Ekim 1995'den beri de hiçbir bilgi gelmemesini birlikte değerlendiren Mahkeme BaĢvuranın 37/1. madde anlamında baĢvurusunu takip etme niyetinde olmadığı gerekçesiyle baĢvurunun kayıttan düĢürülmesine karar vermiĢtir. c. BaĢvuruya konu sorunun çözümlenmiĢ olması SözleĢmenin 27. maddesine göre baĢvuru konusu sorun çözümlenmiĢse baĢvurunun kayıttan düĢürülmesine karar verebilir. d. BaĢka herhangi bir nedenden ötürü, baĢvurunun incelenmesine devam edilmesi hususunda artık haklı bir gerekçe kalmamıĢ olması AĢağıdaki olaylarda Mahkeme söz konusu nedenin oluĢtuğuna karar vermiĢtir. BaĢvuranı çarptırıldığı cezanın ihtilâflı tutuklama süresine denk gelen kısmını çekmekten muaf kılan af kararnamesi (AĠHM,2 Nisan 1997, P.L./Fransa,parag.26) BaĢvuranın yeni bir talebi sonucu, Devletin sınırdıĢı etme kararını kaldıran daimî ikamet tezkeresi vermek mecburiyetinde olması olgusu (AĠHM,30 Ekim 1997, Paez/Suede, parag.29- 9 Ekim 1998, Hatami /Ġsveç, parag.30). Yehavo Ģahidi olan baĢvuranlara Hükümet tarafından bir tapınak kurma izninin verilmiĢ olması (AĠHM, 9 Haziran 1997, Pentidis ve a.c./Yunanistan, parag.19). BaĢvurucunun ölmüĢ olması halinde Mahkemenin mirasçılara iliĢkin hiçbir bilgisinin olmaması, vasiyeti tenfiz memurunun da baĢvuran adına davayı takip etme kaygısını taĢımaması( AĠHM, 25 Mart 1994, Scherer /Ġsviçre, parag.31,32). EleĢtirilen karardan beri Yargıtay içtihadının mahkeme içtihatlarına uygun hale gelmesi (AĠHM, 27 Kasım 1987 Ben Yaacoup /Belçika, parag.15) ya da Ģikayet edilen ihlâlleri gidermek için bir kanun tasarısının meclise sevk edilmiĢ olması. Mahkeme tasarının kabul edilmesini beklememektedir - (AĠHM, 23 Ekim 1991, Muyldermans /Belçika, parag 16-20). Adil yargılanma hakkına riayet edilmediğini ileri süren baĢvuranın tahliyesine yol açan özel af kararı (AĠHM, 12 ġubat 1995, Rubinat /Ġtalya, parag.15,16). 79 AĢağıdaki olaylar ise böyle bir nitelik taĢımaz. Dava mahkemede görülürken vefat eden baĢvuranın, dul eĢ ve iki çocuğunun davayı takip etmeleri (AĠHM, 20 Mart 1997 Loukanov/ Bulgaristan, parag.35). Ġhlâlin dava sırasında durmuĢ olması(AĠHM, Guzzardi/Ġtalya, parag.85). e. Dostça çözüm'e varılmıĢ olması Bu durumda Mahkeme baĢvurunun kayıttan düĢürülmesine karar verir. Ancak istisna olarak, SözleĢme ve Protokollerinde tanımlanan insan haklarına riayet gerektiriyorsa, Mahkeme baĢvurunun incelenmesine devam eder. Ayrıca Mahkeme sonradan koĢulların haklı kıldığı kanısına varırsa, bir baĢvurunun eski haline döndürülmesini kararlaĢtırabilir. BaĢvurunun kayıttan düĢürülmesi, baĢvuranın hareketsizliği ya da baĢvurunun geri alınması mahkemenin etkisi ya da iĢtiraki dıĢında, davalı devlet ile bizzat baĢvuran arasında bir ön anlaĢmaya (paralel çözüm) dayanıyorsa özellikle önem arz eder. Bu durumda dostça çözümün aksine, Mahkeme baĢvurunun incelenmesine kendiliğinden devam etmeye yetkilidir. f. Kayıttan düĢme kararı ve sonuçları Kabuledilebilirlik kararı verilmiĢ olan bir baĢvurunun kayıttan düĢmesi hakkındaki karar, son karar Ģeklinde verilir. Davanın düĢmesi kararı kesinleĢtikten sonra Daire BaĢkanı, davaya son verilmesine, dostane çözüme veya baĢka türde ulaĢılan bir çözüme eklenmiĢ olabilecek taahhütlerin yerine getirilmesi konusundaki kararları SözleĢme‟nin 46.maddesinin ikinci fıkrasına göre icrasını izleyebilmesi için, düĢme kararını Bakanlar Komitesi‟ne gönderir. Mahkeme, davanın düĢmesine karar verdiği zaman, masrafları da taktir eder. Kabuledilebilirlik kararı verilmemiĢ bir davanın düĢmesi kararında masrafların ödenmesine hükmedilmiĢ ise, Daire BaĢkanı bu kararı Bakanlar Komitesi‟ne gönderir. Mahkeme, düĢme kararı verdiği bir davanın yeniden kayda alınmasını haklı gösterecek istisnaî Ģartların bulunduğu sonucuna varırsa, davayı yeniden kayda alır. E. Karar Vermeye Yer Olmadığı Mahkeme baĢvuruyu SözleĢmenin Ģu ya da bu maddesi açısından incelemenin gerekli olmadığına karar verebilir. 80 Örneğin “Öte yandan, baĢvuru sahibi SözleĢmenin 9. maddesinde güvence altına alınan düĢünce özgürlüğünün ihlâle uğradığından Ģikayetçidir. Komisyon gibi, AĠHM de, bu Ģikayetin 10. madde bağlamında yöneltilen Ģikayetle çakıĢtığına hükmetmiĢ ve ayrıca incelemeyi gereksiz bulmuĢtur." (AĠHM., Ġncal / Türkiye, 9. 6. 1998) 9. KARARLARIN YORUMU VE MADDÎ YANLIġLIKLARIN DÜZELTĠLMESĠ TALEBĠ A. Kararların Yorumu (tavzihi) Taraflardan her biri, son kararın açıklanmasından itibaren bir yıl içinde son kararın yorumlanması talebinde bulunabilir. Bu süre hak düĢürücü süredir. Söz konusu talep Yazı ĠĢleri Müdürlüğüne gönderilir. Talepte, son kararın yorumlanması istenen hüküm fıkrası veya fıkraları açıkça belirtilir. Esas hakkında karar vermiĢ olan Dairenin kendisi, son kararın yorumlanmasını gerektirecek bir husus bulunmadığı gerekçesiyle yorumlama talebini reddedebilir. Ġlk Daireyi oluĢturmak mümkün değilse, Mahkeme BaĢkanı kura çekerek Daireyi tamamlar veya yeniden oluĢturur. Daire bu talebi reddetmezse, Yazı ĠĢleri Müdürü talebi diğer tarafa veya taraflara tebliğ ederek Daire BaĢkanı tarafından tayin edilen süre içinde yazılı mütalaalarını sunmaya davet eder. Dairenin bir duruĢma yapmaya karar vermesi halinde, Daire BaĢkanı duruĢma için gün de tayin eder. Daire, hüküm Ģeklinde bir karar verir. B. Maddî Hataların Düzeltilmesi Mahkeme, bir kararı veya son kararı açıkladığı tarihten itibaren bir ay içinde kendi isteğiyle veya taraflardan birinin talebi üzerine yazım ve hesap hatalarını ve açık yanlıĢlıkları giderebilir. 10.BAġVURU YOLLARI A. Büyük Daireye Gönderme Davanın taraflarından biri istisnaî olarak, bir Daire tarafından hükmün verilmesi tarihinden itibaren üç ay içinde, davanın Büyük Daireye gönderilmesine iliĢkin Yazı ĠĢleri Müdürüne yazılı olarak baĢvurabilir. BaĢvuru dilekçesinde, SözleĢme ve ona bağlı Protokollerin yorumlanmasını ve uygulanmasını etkileyen ciddi sorunun veya 81 Büyük Daire tarafından incelenmesinin gerekli olduğu düĢünülen genel nitelikte ciddi sorunun ne olduğu belirtilir. Büyük Daireden beĢ kiĢilik bir kurul, bu talebi yalnızca dosya içindeki belgelere dayanarak inceler. Bu kurul sadece, davada SözleĢme ve ona bağlı Protokollerin yorumlanmasını ve uygulanmasını etkileyen ciddi sorunun veya genel nitelikte ciddi sorunun mevcudiyetini düĢünmesi halinde talebi kabul eder. Talebin reddedilmesi halinde gerekçe gösterilmesi zorunluluğu yoktur. SözleĢmeyi açıklayıcı rapora göre, dava mahkemenin hakkında karar vermediği önemli bir hususu içeriyorsa ya da alınacak karar gelecekteki davalar ve içtihat değiĢikliği bakımından önemliyse SözleĢmeye iliĢkin önemli bir yorum sorunu mevcuttur. Kurulun talebi kabul etmesi halinde, Büyük Daire dava hakkında, kesin olan bir hükümle karar verir. B. Kararın Düzeltilmesi Talebi Taraflardan biri, niteliği gereği son karar üzerinde belirleyici bir etkisi olan ve kararın tefhim edildiği tarihte Mahkeme tarafından bilinmeyen ve kendisi tarafından da bilinmesi mümkün olmayan bir olayın varlığını öğrendiği takdirde, bu olayı öğrendiği tarihten itibaren altı ay içinde Mahkeme'den kararın düzeltilmesini talep edebilir. Talep Mahkemeye yapılır. Mahkeme kalemine verilen dilekçede hangi kararın düzeltilmesinin istendiği belirtilir ve kararın düzeltilmesini gerektiren koĢulların varlığını ispat eden bilgilere yer verilir. Dilekçeye dayanak bütün belgelerin bir kopyası eklenir. Bu talep ve dayanak belgeler, Yazı ĠĢleri tarafından dosyaya konur. Esas hakkında kararı veren Dairenin kendisi, bu talebin incelenmesi için bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle talebi reddedebilir. Ġlk Daireyi oluĢturmak mümkün olmadığı takdirde, Mahkeme BaĢkanı kura çekerek Daireyi tamamlar veya yeniden oluĢturur. Daire bu talebi reddetmezse, Yazı ĠĢleri Müdürü talebi diğer tarafa veya taraflara tebliğ ile Daire BaĢkanı tarafından tayin edilen süre içinde yazılı mütalaalarını bildirmeye davet eder. Dairenin bir duruĢma yapılmasına karar vermesi halinde, Daire BaĢkanı duruĢma günü tayin eder. Daire, düzeltme talebi hakkında hüküm Ģeklinde bir karar verir. Usulün istisnai karakteri böyle bir baĢvurunun kabul edilebilirliği ve esasının sıkı bir Ģekilde incelenmesini gerektirmektedir (AĠHM, Gustaffson/Ġsveç, 25 Nisan 1996 tarihli kararın düzeltilme- 82 si). “Olguların kesin bir etki yapma niteliği taĢıyıp taĢımadığını bilmek için bunları düzeltilmesi istenen mahkeme kararına göre değerlendirmek gerekir(AĠHM, Pardo/ Fransa, 10 Temmuz 1996.) Keza, baĢvuru kararın anlam ve kapsamını açıklığa kavuĢturmayı değil mahkeme tarafından çözülmüĢ bir sorun üzerinde değiĢiklik yapmayı amaçladığı takdirde reddedilir(AĠHM, Hentrich/ Fransa, 3 Temmuz 1997.). C. Kararın KesinleĢmesi Yukarıda açıklandığı üzere, bir Daire tarafından verilen karar, SözleĢme'nin 44(2). maddesi uyarınca, tarafların daire kararını Büyük Daireye götürmeyeceklerini beyan etmeleri veya üç ay içinde bu yönde bir irade ortaya koymamaları halinde kesinleĢir. Bu süre içinde taraflardan biri sorunun Büyük Daire önüne götürülmesini talep edebilir. Bu talep, Ġçtüzüğün 73(1). maddesi uyarınca SözleĢme ve Protokollerin uygulanmasında veya yorumlanmasında ciddi bir sorunun varlığı halinde yapılabilir. Ancak bu durumda otomatik temyiz iĢlemez. Bu talep, Ġçtüzüğün 24(6) maddesine göre oluĢturulan 5 kiĢilik yargıçlar kurulu tarafından incelenir. Eğer bu kurul, talebi reddederse, Dairenin kararı kesinleĢir. Yargılama Büyük Daire tarafından yapılıp karar da verilmiĢ ise karar verildiği tarihte kesinleĢir. Kararın kesinleĢmesini takibeden üç ay içinde yargılama giderinin ödenmesi ile kararın gereklerinin yerine getirilmesi sözkonusu olabilecektir. VI. AĠHM KARARLARIN BAĞLAYICILIĞI VE YERĠNE GETĠRĠLMESĠ (ĠNFAZI) 1.GENEL OLARAK SözleĢmenin 1. maddesinde taraf Devletlerin SözleĢme‟de yeralan hak ve özgürlükleri yetki alanları içindeki herkese sağlamakla yükümlü oldukları belirtilmektedir. 19. maddede belirtildiği üzere Mahkemenin kuruluĢ amacı, Taraf Devletlerin SözleĢme ve ek protokollerinde öngörülen taahhütlerinin yerine getirilmesini denetlemektir. SözleĢmenin 46. maddesine göre ise, "1.Yüksek Taraf Devletler, taraf oldukları davalarda Mahkemenin nihaî kararına uymayı taahhüt ederler. 83 2.Mahkemenin nihaî kararı, kararın uygulanmasını denetleyecek olan Bakanlar Komitesine gönderilir." Bu üç maddenin birlikte değerlendirilmesi, mahkeme kararlarının bağlayıcılığını hiç tereddütsüz ortaya koymaktadır. Nitelik olarak, Mahkeme kararı kurucu değil, tespit edici bir karardır. Kararda bireyin SözleĢmeyle güvence altına alınan bir hakkının ihlâl edildiği tespit edilmektedir. Ġhlâlin faili Ģikayet edilen taraf Devletin bir organıdır. Mahkeme kararı yalnız Ģikayet edilen devlet açısından bağlayıcıdır. Ancak karar, bu devletin iç hukukunda doğrudan bir sonuç doğurmaz. Kararla, ilgili devletin ne iç hukuk düzeni değiĢtirilebilir, ne de devlet organlarının yapmıĢ olduğu bir iĢlem ortadan kaldırılabilir. Ancak, ilgili devlet kararın gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür. Ġhlâle son vermek ve eski hali olabildiğince yeniden ihya etmek zorundadır. Bunun nasıl yapılacağı kendi takdirine kalmıĢ olmakla beraber kararın uygulanması için, mutlaka iç hukukunda gereken değiĢiklik ve düzenlemeleri yapmak durumundadır. Kararın muhatabı olan Taraf Devlet ayrıca gelecekte, baĢka bireylere karĢı da bu tür ihlâl eylemlerinden kaçınmak zorundadır. Örnek karar özeti -7“Mahkeme, SözleĢme hükümlerine uygunluk sağlanması ve SözleĢme‟nin ihlâline sebebiyet veren durumların ortadan kaldırılmasına iliĢkin olarak yerel hukuk sisteminde kullanılacak olan yöntemleri seçme yetkisinin devlete ait olduğunu hatırlatır. (bkz. mutatis mutandis, 19 ġubat 1991 tarihli Zanghi-Ġtalya Kararı, A Serisi, no. 194-C, S. 48, 26. fıkra ve 27 Ağustos 1991 tarihli Demicoli – Malta Kararı, A Serisi, no. 210, s. 19, 45. fıkra)” (Yağcı ve Sargın /Türkiye 8 Haziran 1995) 2. KARARLARIN HUKUKÎ GÜCÜ AĠHM kararları, kesinleĢmiĢ diğer iç hukuk kararları gibi tekrar yargı konusu yapılamaz. Bunun yanı sıra, tekrar bir üst kontrole de tâbi tutulamaz. Taraf devletlerin iç mahkemelerinden birisinin bu durumu denetim konusu yapması da düĢünülemez. Zira, iç hukukta yapılan iĢlemlerin ve verilen kararların, SözleĢme ile yükümlenilen konularla bağdaĢıp bağdaĢmadığını denetlemek amacı ile kurulan bir yargı organının, verdiği kararların bir yerel mahkeme tarafından denetime tâbi tutulması iĢin hem nitelik ve mantığına hem de SözleĢmenin 44 ve 46. maddelerine aykırı olur. 84 AĠHM önüne gelen Taraf Devlet mahkemesi veya idarî makamı kararının SözleĢmeye uygun olup olmadığını denetlerken iki hususu göz önüne alarak karar verecektir: 1-SözleĢmenin ihlâl edilip edilmediği, 2-SözleĢmenin 41. maddesi uyarınca uygun bir tazminata gerek olup olmadığı. Mahkeme bir meblağa hükmetmiĢse, ilgili taraf devlet bunu aynen yerine getirmek yükümlülüğündedir. Mahkeme ihlâle hükmetmiĢse, Ģikayetçi bu yargının iç hukukta yerine getirilmesini talep edebilecektir. Mahkeme SözleĢme'nin ihlâl edilmediğini kararlaĢtırmıĢsa, zaten AĠHM' ne iç hukukta kesinleĢmiĢ kararlar nedeniyle gidilebildiğinden, ortada çifte kesin hüküm söz konusu olur ve Ģikayetçi her ikisinden dolayı da bunlarla bağlı olur. AĠHM, bir iç hukuk kuralının SözleĢme'ye aykırı olduğunu belirlemiĢse, artık Taraf Devlet ilgili hukuk kuralını SözleĢme'ye uygun hale getirmek zorundadır. Bu zorunluluk hem SözleĢme'nin bütününden hem de SözleĢme'nin 46/1. maddesinden kaynaklanır. Taraf devletler, Mahkeme'nin bir iç hukuk kuralının SözleĢmeye aykırılık teĢkil ettiğini tespit etmesi halinde, iç hukuklarında buna uygun değiĢiklikleri yapmaktadırlar. Birkaç örnek olarak aĢağıdaki baĢvurular verilebilir: De Becker/Belçika davasında, SözleĢmeye aykırı olduğu saptanan yasa Belçika parlâmentosu tarafından kaldırılmıĢ ve taraflar dostça çözümde anlaĢmıĢlardır. Bunun üzerine mahkeme davayı kayıttan düĢürme kararı vermiĢtir. Pataki-Dunshirn/Avusturya(1962) davasında, Komisyon kararından hemen sonra Avusturya Hükümeti, Ceza Usul Kanununu değiĢtirmiĢ, bununla yetinmeyip Ģikayetçinin davasını yeniden yargı önüne getirme imkanı tanımıĢtır. Danimarka'da Hauschildt olayında, mahkemelerin tarafsızlığı, baĢvuru konusu olmuĢ ve AĠHM bu olayda SözleĢme'nin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. Bunun üzerine ülkede Ġdarî Hakimler Kanununda değiĢiklik yapılmıĢtır. BirleĢik krallıkta,"Young,James ve Webster" davasından sonra, sendikaya üye olma zorunluluğunu kaldıran yasal düzenlemeye gidilmiĢtir. Fransa'da Abdulaziz Kabales ve Balkandali "kararından sonra konuyla ilgili iç hukuk hükümleri değiĢtirilmiĢtir. Ülkemiz de Ġncal kararı sonrası Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile ilgili olarak Anayasa ve DGM Kanunda değiĢiklik yapmıĢtır. 85 Kural, ihlâlin mümkün oldukça geçmiĢe dönük olarak ortadan kaldırılmasıdır. Bunun sınırlarını ise, 1-Hukukî istikrar 2-Eski durumun tekrar iadesinin mümkün olmaması oluĢturur. Buna göre, eğer geçmiĢe dönük Ģekilde eski durumun iadesi bir devletin hukuk güvenliğini sarsıyorsa, hukukî istikrar tercih edilerek AĠHM kararı geriye dönük uygulanmayabilir. Nitekim AĠHM, Marchk/Belçika davasında, Belçika hükümetinin bugün mevzuatımı değiĢtirdiğim takdirde, bundan önceki olaylar yeniden muhakeme yoluna mı gidilecek sorusuna Mahkeme açıkça hukukî istikrar yararına, artık o davalar yeniden açılamaz, ancak kararın verildiği tarihten sonraki geliĢmelere bu içtihat uygulanır, yanıtını vermiĢtir. Artık maddî olarak eski hale getirmek olanaksız ise, AĠHM kararının geriye dönük uygulanması da söz konusu olmayacaktır. SözleĢmenin 41. maddesi Devleti SözleĢmeye aykırı olan durumu gidermekle yükümlü tutmaktadır. Bu çerçevede eski durumun iadesi gerekmektedir. Aynı zamanda aynen iade mümkün değilse, makul bir tazminata hükmedilecektir. Normal yol eski hale iadedir ve bu da iç hukuk kurallarına göre talep edilecektir. Norveç, Avusturya, Ġsviçre, Lüksemburg, Belçika gibi ülkeler iç hukuklarında Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi kararları sonucu yargılamanın iadesi yolunu kabul etmiĢlerdir.361 Eylül 1998 tarihli 36 Eski Hale Getirme Yöntemine ĠliĢkin Bazı Yabancı Ülke Uygulamaları Ģöyledir: Avusturya: 1996 yılında Ceza Usul Kanunu'nun 363. maddesine eklenen bir maddeyle AĠHM'nin ihlal karan sonrasında yeniden yargılama yapılabilmektedir. Söz konusu ilavede "Bir Ceza Mahkemesinin karan nedeniyle AĠHM'nin AĠHS'nin veya ek protokollerden birinin ihlal edildiğine karar vermesi halinde yargılamanın yenilenmesinin gerektiği" belirtilmektedir. Yeniden yargılama talebi hakkı ihlal edilen Ģahıs ve BaĢsavcı tarafından yapılmaktadır. Bulgaristan: Ceza Usul Kanunu‟nda 20 Mayıs 1998 tarihinde yapılan değiĢiklikle yargılamanın yenileneceği durumları düzenleyen 362. maddenin 1. fıkrasına aĢağıdaki hüküm eklenmiĢtir. "Cezai soruĢturmalar aĢağıdaki hallerde yenilenebilir: 4.- AĠHM'nin AĠHS'nin ihlal edildiğine dair, cezai soruĢturmalar açısından esasa iliĢkin büyük öneme sahip bir karar vermesi durumunda." Yeniden yargılama talebi BaĢsavcı tarafından yapılmaktadır. BaĢsavcı bu talebi AĠHM'nin ihlal kararını öğrenir öğrenmez resen yapmaktadır. Hırvatistan: l Ocak 1998 tarihinde kabul edilen Ceza Usul Kanunu'nun 413. maddesinde yargılamanın yenilenmesini gerektiren durumlar arasında AĠHM'nin yargılamanın yenilenmesini ya da ulusal mahkemenin verdiği kararların yeniden incelenmesini gerektirecek kararlar da sayılmaktadır. Davanın tarafları, savunma avukattan, hükümlünün ölümü halinde baĢsavcı, hükümlü Ģahsın eĢi ve çocukları, kardeĢleri yargılamanın yenilenmesitalebindebulunabilmektedir. Finlandiya: Yargılama Usulü Kanununun 31. bölümünde yer alan "olağanüstü baĢvuru yollan" bahsinde davanın sonucuna etki yapacak önemde usul hatalarının varlığı halinde ya da ulusal mahkemenin verdiği kararın açıkça kanunun yanlıĢ uygulanmasına dayandığı durumlarda söz konusu kararın bozulacağı öngörülmektedir. Kararın bozulması halinde Yüksek Mahkeme kendisi karar verebildiği gibi yargılamanın yenilenmesine de hükmedilebilmektedir. Yeniden yargılamausulhatasınıyapanmahkemedeyapılmaktadır. Fin Yüksek Mahkemesi AĠHM'nin bir ihlal karan sonrasında "kanunun yanlıĢ uygulandığı" gerekçesiyle yargılamanın yeniden yapılması gerektiğine kararvermiĢtir. 86 Fin yargılama usulü kanununda BaĢsavcının yeniden yargılama talebinde bulunup bulunmayacağı açıkça tasrih edilmemekle birlikte, uygulamada BaĢsavcınında butalepte bulunduğu görülmektedir. Almanya: Alman Ceza Usul Kanunu'nun 359. Maddesine 1998 yılında eklenen bir paragraf uyarınca AĠHM'nin, AĠHS'nin ve SözleĢme'ye ek protokollerden birinin ihlal edildiğine karar vermesi ve ulusal mahkemenin kararında SözleĢmenin ihlal edildiği kanaatinin oluĢmasına yol açan duruma dayanması halinde yargılamanın yeniden yapılması mümkün olabilmektedir. Yargılamanın yeniden yapılması talebi, Savcılık makamı ya da hükümlü tarafından yapılabilmektedir. Lüksembıırg: Ceza Usul Kanunu'nun 444. maddesi 5. paragrafı "AK Delegeler Komitesi'nin ya da AĠHM'nin verdiği bir kararın, cezai sorumluluğu gerektiren bir olayda ulusal mahkemece verilen hükmün SözleĢme'ye aykırı olduğunu ortaya koyması durumunda" yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunabileceğini öngörmektedir. Yeniden yargılama Yargıtay'da yapılmaktadır. Yeniden yargılama talebi, Adalet Bakanı, hükümlü ya da bu hakkını kullanamayacak durumdaysa yasal temsilcisi, hükümlünün ölümü durumunda veya kayıp ise, eĢi ve yakınları tarafından yapılabilmektedir. Slovenya: 1995 yılında yürürlüğe giren Slovenya Ceza Usul Kanunu 406-415. ve 421 maddelerinde AĠHM'nin verdiği bir ihlal karan üzerine yargılamanın yenilenmesini ve ulusal mahkemenin verdiği kararın iptal edilmesini gerektiren durumları düzenlemektedir. Ulusal Mahkeme kararının iptal edilmesi durumu da yargılamanın yenilenmesi sonucunu doğurmaktadır. Yeniden yargılama yapılması daha ziyade yargılamanın iadesini gerekli kılan, yeni delil ve olguların ortaya çıktığı durumlarda olmaktadır. Ulusal Mahkeme kararının iptali ise , Ceza Kanunu'nun veya Ceza Usul Kanunu'nun ihlal edildiği durumlarda söz konusu olmaktadır. Yeniden yargılama talebi, Cumhuriyet BaĢsavcısı, hükümlü veya avukatı, hükümlünün ölümü halinde Usul Kanunu'nun 367. maddesinde belirtilen Ģahıslar tarafından yapılabilir. Norveç: Ceza Usul Kanunu'nun 391. maddesi 2. paragrafında yargılamanın yenilenmesinin sanığın lehine talep edilebileceği durumlar baĢlığı altında aĢağıdaki hususa da yer verilmektedir. "Ulusal Mahkeme'nin verdiği, uluslararası bir kanun ya da sözleĢmenin yorumuna dayanan bir karar uluslararası bir mahkemenin benzer bir durumda yaptığı, Norveç açısından da bağlayıcı bir yorumdan farklıysa ve bu farklılık baĢka türlü bir karar verilmesini gerektirecek nitelikteyseyargılamanınyenilenmesitalepedilebilir". 392. maddede ise Ulusal Mahkeme'nin verdiği kararın doğruluğuna veya sanığın isnat edilen suçlardan sorumlu olduğuna dair tereddüt oluĢturacak Ģartların varlığı halinde sanık lehine yargılamanın yenilenmesinin talep edilebileceği düzenlenmektedir. Her iki durum AĠHM'nin ihlal karan sonrasında yargılamanın yenilenmesine imkan sağladığı Ģeklinde yorumlanmaktadır. Yunanistan: Yunanistan Ceza Usul Kanunu'nda 29 Kasım 2000 tarihinde yapılan değiĢiklik ile AĠHM'nin bir baĢvuru ile ilgili olarak ihlal kararı vermesinden sonra Ģikayet konusu yargılamanın yenilenmesi imkanı sağlanmıĢtır. Ceza Usul Kanunu'nun "Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi" baĢlığını taĢıyan 525. maddesine göre AĠHM'nin verdiği bir karar ile cezai soruĢturmanın yada uygulanan hükmün hakkaniyete uygun olmadığı tespit edilirse cezaisoruĢturma hükümlülehineyenilenir. Yargılamanın yenilenmesi talebinde hükümlü, anne ve babası, mirasçıları, kanuni temsilcisi ve ilgili mahkemenin savcısı bulunabilmektedir. Yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulması herhangi bir süre Ģartına tabi tutulmamıĢtır. Ġsviçre: Yargının Düzenlenmesine ĠliĢkin Federal Kanunun 139 a ve 141 c maddeleri, AĠHM'nin ya da Delegeler Komitesi'nin vereceği ihlal kararlan üzerine yargılamanın yenilenmesini düzenlemektedir. Bu Kanun çerçevesinde sanığın yargılamanın yenilenmesini talep etme hakkı mevcuttur. Ġsviçre'de kantonların CezaUsul Kanunlarında da benzer hükümlere yer verilmektedir. Ġsviçre uygulamasında Savcının yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmasıimkanı mevcut değildir. Danimarka: Ceza Usul Kanunu'nun 977. Maddesine göre sanığın yeni delillerin ortaya çıktığını, hazırlık soruĢturması sırasında mahkeme kararını etkileyecek önemde yalan ifade verildiğini ya da delillerin gerektiği gibi değerlendirilmesini engelleyen "özel koĢullar"ın mevcudiyetini ileri sürerek yargılamanın yenilenmesini talep etme imkanımevcuttur. Uygulamada AĠHM'nin verdiği bir ihlal karan "özel koĢullar"ın ortaya çıkması olarak değerlendirilmiĢ ve yargılamanın yenilenmesine yol açmıĢtır. Yargılamanın yenilenmesi, bu konuda görevli özel bir mahkemede yapılmaktadır. Ġspanya: Ceza Usul Kanunu'nun 954. maddesinde yargılamanın yenilenmesini gerektiren durumlar sıralanmıĢtır. Bunların arasında AĠHM'nin verdiği kararlara yer verilmemektedir. Ancak AĠHS'ni ihlal eden bir hükmün uygulanması Ġspanya'nın anayasal düzenine aykırılık olarak değerlendirilmektedir. Uygulamada bu tür bir durumda yargılamanın yenilenmesine yol açan bir örnek bulunmamaktadır. Ancak, Anayasa Mahkemesi'ne bu 87 yeni Polonya Ceza Usul Kanunu”nun 540/3. maddesine göre; Polonya Cumhuriyeti tarafından onaylanmıĢ bir uluslararası sözleĢmenin uygulanmasında görev yapan uluslararası bir mahkemece verilen bir kararın varlığı gerekli kılıyorsa yargılama sanık yararına yenilenir.”37 Fransa‟da “Masumluk Karinesini ve Mağdur Haklarının Korunmasını Güçlendiren 15 Haziran 200 tarih ve 2000/516 Sayılı Kanun”un 89. maddesiyle Fransa Ceza Yargılama Yasasının 626. maddesinden sonra, aĢağıdaki Fasıl III getirilmiĢtir. “Madde 626-1.- Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen bir karardan bir Fransız mahkemesi mahkumiyet hükmünün Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi ve Ek Protokolleri hükümlerini ihlâl ettiği sonucu çıktığı ve kararının niteliği ve ağırlığından dolayı saptanan ihlâl mahkum için SözleĢmenin 41. maddesi gereğince hükmedilen hakkaniyete uygun tatminin gideremeyeceği zararlı sonuçlara yol açtığı takdirde, bu sonuçtan sorumlu tutulan herhangi bir kiĢi lehine, kesinleĢmiĢ bir ceza kararının yeniden incelenmesi talep edilebilir. 626-II.- Yeniden inceleme, Adalet Bakanı, Yargıtay C. BaĢsavcısı, mahkum ya da ehliyetsizliği halinde yasal temsilcisi, vefatı halinde ise hak sahipleri tarafından istenebilir. 626-III.- Yeniden inceleme talebi Yargıtay Genel Kurul tarafından seçilen ve Ceza Dairesinin 2 ve diğer dairelerin birer üye ile temsil edildiği yedi Yargıtay üyesinden oluĢan bir komisyona gönderilir. Üyelerden biri Komisyona baĢkanlık eder. Savcılık görevi Yargıtay C. BaĢsavcılığınca yerine getirilir. konuda geniĢ yetkiler tanınmıĢ olduğundan, Anayasa Mahkemesi'nin yargılamanın yenilenmesi ya da ulusal mahkemenin ihlale yolaçankaranıniptaletmesi yoluna gitmesi imkanı bulunmaktadır. Ceza Usul Kanunu'nun 954. maddesine göre Yüksek Mahkeme BaĢsavcısıyargılamanınyenilenmesinitalep edebilir. Ġsveç: Ġsveç yasalarına göre bir davanın yeniden görülmesini sağlamanın iki yolu vardır. Birinci yol yeni bir davanın açılması ikincisi ise ilk hükmün bozulmasıdır. Yargılama Usul Kanunu'nun 2. maddesine (58. Bölüm) göre sanık, yeni durum ve delillerin ortaya çıkması halinde ya da kararın uygulanması hukukun çiğnenmesine yol açıyorsa, yeni bir yargılamanın yapılmasını talep edebilir. Öte yandan aynı Kanunu'nun 1. maddesine (59. Bölüm) göre hukuki bir hatanın yapılması durumunda da hükmün bozulması yoluna gidilebilir. Uygulamada Yüksek Mahkemenin AĠHM kararı ile tespit edilen bir hukuki hata üzerine cezai yargılamanın yenilenmesine karar verdiği durumlar olmuĢtur. BaĢsavcının da AĠHM'nin verdiği bir kararın "yeni bir durum" "koĢullarda değiĢildik" oluĢturduğunu ya da ulusal mahkeme tarafından verilen hükmün uygulanması halinde hukukun ihlal edileceğini ileri sürerek yargılamanın yenilenmesini talepetme imkanı mevcuttur. 37 PRADEL-CORSTENS, s.277. 88 Yeniden inceleme talebi AĠHM‟nin kararından itibaren 1 yıllık bir süre içinde yapılmalıdır. Komisyon, baĢvuran ve avukatı ile iddia makamının sözlü ve yazılı görüĢlerini sundukları açık bir duruĢma sonunda karar verir. Bu karar aleyhine baĢvuru mümkün değildir. 626-IV- Komisyon yeniden inceleme talebini haklı bulunduğu takdirde aĢağıdaki hükümlere göre iĢlem yapar: -Eğer mahkumun baĢvurusunun yeniden incelenmesi Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi tarafından saptanan ihlâli telafi edecek nitelikte ise, Komisyon davayı Genel Kurul Halinde karar verecek olan Yargıtay‟a gönderilir; Diğer durumlarda, Komisyon, 625. maddenin 3. ve 4. bentleri hükümlerinin uygulanması saklı kalmak üzere, davayı ihtilâflı kararı alan mahkemeyle aynı düzen ve derecede baĢka bir mahkemeye gönderir. 626-/5.- Komisyon ya da Yargıtay yeniden incelemenin her aĢamasında mahkumiyet kararının infazıyla askıya alınması kararı verebilir. 626/6.- Bu faslın hükümlerinin uygulanması için baĢvuran Yargıtay ve DanıĢtay‟da dava takibine yetkili avukatlar ile baroya kayıtlı bir avukat tarafından temsil edilebilir. 626/7.- Eğer yargılama sonunda, mahkumun masum olduğu sonucuna varılırsa, 626. madde hükümleri uygulanır” II. Geçici hüküm- Bu kanunun Resmî Gazete‟de yayınlanmasından önce verilmiĢ bir Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi kararına dayanarak, Ceza Yargılama Usulü Kanunun 626/1 ve takibeden maddelerinin uygulaması için bu kanunun yayın tarihinden itibaren bir yıllık bir süre içinde yeniden inceleme baĢvurusunda bulunabilir. Bu madde hükümlerinin uygulanması için Avrupa Ġnsan Hakları Komisyonunun bir kararını müteakiben Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi'nin eski 32. maddesi ya da 11 nolu Protokolün 5. maddesinin 6. parafları uygulanarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince alınan kararlar hakkında da Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi kararları gibi iĢlem yapılır.” Bu ülkeler arasına 9.8.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4771 sayılı yasa ile Ülkemiz de katılmıĢtır. 3. MAHKEME KARARLARININ UYGULANMASININ DENETLENMESĠ 89 Ġkinci fıkra Bakanlar Komitesi'nin Mahkeme kararlarının uygulanmasını denetleme görevini düzenlemektedir. Buna göre, Mahkemenin nihaî kararı, kararın uygulanmasını denetleyecek olan Bakanlar Komitesine gönderilir. Bakanlar Komitesi bu izleme görevini kendi içtüzüğüne göre yürütmektedir. Mahkenin ihlale ve dostane çözüme dair kararlarının iç hukukta icrası gerekmektedir. Ġç hukukta bunun için gerekli tedbirleri almak davalı devletin yükümlülüğündedir. Uygulamada Bakanlar Komitesi ilgili Devletten, Mahkeme kararı gereğinin yerine getirilmesi için hangi önlemleri almayı düĢündüğünü bildirmesini talep etmektedir. Ġhlâl devam ederse, Bakanlar Komitesi ilgili hükümetten ihlâlin sona erdirilmesini, ihlâlin neden olduğu sonuçların ortadan kaldırılmasını ya da ihlâlden önceki durumun yeniden sağlanmasını talep eder. Belirli bir süre içinde bu talep yerine getirilmezse, konuyu yeniden gündemine alır. Ġlgili Hükümete mektup gönderir. Ardından bu konuda bir karar kabul eder. Kararın yerine getirilmesi için içtüzüğün verdiği diğer olanakları kullanır.38 38 Örneğin anılan Komitenin ülkemizde çok tartışılan bir kararı şöyledir : Avrupa Komitesi Bakan Delegeleri Komitesi 12.11.2003 tarihli Ara Kararı ResDH (2003)... Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi‟nin 28 Haziran 1998 günü Türkiye aleyhinde olan Loizidou davası ile ilgili (860. Bakan Yardımcıları Toplantısında 12 Kasım 2003 günü Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilmiĢtir) Bakanlar Komitesi, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi‟nin (Mahkeme) Türkiye‟ye karĢı Loizidou davasındaki 28 Haziran 1998 kararını ve bu kararın Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi‟nin (SözleĢme) 46 § 2 maddelerine göre cezanın uygulanıĢının denetimi için Komiteye gönderilmiĢ olmasını dikkate alarak; Bu davada Mahkeme, Türkiye‟nin davacıya tazminat ve mahkeme masraflarını ve diğer harcamaları ödemesine karar verdiğini hatırlatarak; Daha önceki üç geçici karar ve 19 Haziran 2003 tarihli kararı hatırlatarak, Bakanlar Komitesi Toplantısından önce Türk yetkililerin, komitenin 7-8 Ekim 2003 tarihli toplantısında tazminatın ödenmiĢ olacağı ve nihai karar tasarısının onanmasını sağlamak üzere gerekli önlemlerin alınmasına baĢlandığını açık bir Ģekilde beyan etmiĢ olduklarını hatırlatarak; Bu ödemenin nihai karar tasarısının ele alınmasından önce yapılmıĢ olması gereğinin belirgin olduğunu hatırlatarak; Türkiye‟nin bu taahhüdünü yerine getirmemiĢ olmakla, sözleĢmenin 46. Maddesine göre bu karara uymak konusundaki vecibesini hala yerine getirmemiĢ bulunmasını derin bir esefle karĢılayarak; Mahkemenin verdiği kararların uygulanmasının koĢulsuz olduğunu tekrar vurgulayarak; Türkiye‟ye kendi durumunu tekrar gözden geçirmesi ve Mahkeme tarafından takdir edilen tazminatı koĢul öne sürmeden bir hafta içinde (en geç 19 Kasım 2003) davacıya ödemesi ikaz olunur. 90 Ġhlâl bir yasadan oluĢuyorsa, yasanın değiĢtirilmesini talep eder. Yasa değiĢikliği her ülkede belirli bir usule tâbi olduğundan, bu durumda süre bakımından Bakanlar Komitesi daha hoĢgörülü davranır. Ancak bir ülkenin yasaları SözleĢmenin ihlâline yol açıyorsa, er geç o ülkeden yasalarını değiĢtirmesi talep edilecektir. Ġhlâle yol açan yasanın Anayasa veya baĢka bir yasa olması durumu değiĢtirmez.39 Mahkeme kararında hakkaniyete uygun tatmine yani adil karĢılığa da hükmetmiĢ olabilir. Adil karĢılık maddi ve manevi tazminat ile masrafları kapsamaktadır. Mahkeme tazminat ve masrafların ne miktarda, hangi para biriminden ne kadar süre içinde Hükümet tarafından baĢvurucuya ödeneceğini belirtmektedir. Mahkeme, tazminat ve masrafların üç ay zarfında ödenmemesi halinde gecikme faizi uygulanmasına da hükmetmektedir. Mali konulardaki hüküm fıkralarının uygulanması, davalı devletin baĢvurucuya ödeme yapması ve buna dair banka dekontunu Bakanlar Komitesine iletmesiyle yerine gelmiĢ olur.40 Bakanlar Komitesi, alınan önlemleri yeterli görürse, kararında ilgili Devletin SözleĢme'nin 46. maddesi çerçevesinde yükümlülüklerini yerine getirdiğini açıklamakta ve böylece Bakanlar Komitesinin kararı ile dosya kapanmaktadır. 4. MAHKEME KARARLARININ YERĠNE GETĠRĠLMESĠ KONUSUNDA TÜRK UYGULAMASI A.Genel Olarak Ġç hukuk yollarının tüketilmesi koĢulunun da gösterildiği gibi AĠHM‟nin denetimi ikincil nitelik taĢır. Ġlk önce ilke olarak, Devletler SözleĢmesindeki hakları kendi iç hukuk düzenleri çerçevesinde korumalıdırlar. Bu durumla, sözleĢme hükümlerinin ihlâli halinde baĢvuran ilk etapta kendi ulusal mahkemelerine baĢvurmak zorundadırlar Diğer bir anlatımla, SözleĢmenin genel yetkili hâkimi “millî hâkim”dir. Konsey, Türkiye‟nin takdir edilen tazminatı bir defa daha ödememesi durumunda, Türkiye‟ye karĢı gerekli tedbirlerin alınacağını beyan eder. 39 Rıza TÜRMEN, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi‟nin Ġç Hukumuza Etkileri, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yargısı., Ankara, 2000, 38 Osman DOĞRU, Ġnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarının Ġç Hukuklara Etkileri, Anayasa Yargısı Dergisi, c.17, s.199. 40 91 Nitekim, AĠHM‟nin ilk Türk hâkimi Prof. Dr. Kemal Fikret Arık, 1965 yılında yayınladığı “Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi Üzerine Bir Ġnceleme” adlı eserinde Ģöyle demektedir: “SözleĢme ile tanınmıĢ hak ve hürriyetlerin iyice bilinmesinde fayda vardır. Bu hak ve hürriyetlerin pek çoğu iç mevzuat tarafından ayrıca korunmuĢtur. Bu bakımdan Türk hakimi sözü geçen hürriyetlerin çiğnenmesi halinde hükmünü verirken millî kanunun ilgili maddesi yanında Ġnsan Hakları SözleĢmesinin söz konusu maddesini de zikredebilir. Kanaatimizce bu hareket tarzının hukukî bakımdan zaruri olması bir tarafa, suçluyu veya kamuoyunu insan hakları fikrine alıĢtırmak ve saygı uyandırmak bakımından ayrı bir eğitim değeri vardır.” Ancak, maalesef 2004 yılına geldiğimiz ve ülkece yüzlerce ihlâl kararına muhatap olduğumuz bu günlerde bile 1965 yılında ileri sürülen bu öneriyi hayata geçirebilmiĢ değiliz. AĠHM‟nin, bir temyiz mahkemesi gibi ulusal yargı kararlarını bozma ya da değiĢtirme yetkisi yoktur. Mahkemenin baĢlıca görevi, iç hukuk uygulamalarını AĠHS karĢısında değerlendirmek ve eğer varsa SözleĢme'ye aykırılıkları saptamakla sınırlıdır. Bu Ģekilde verilen kararlar, üye devletlerin iç hukuklarını baĢlıca üç temelde etkilemektedir.: a) Yakınılan olay SözleĢme'yle birlikte ulusal yasalara aykırı bulunursa, ilgili devlet, yasalarını değiĢtirmek zorunda kalmaksızın iç hukuk uygulamalarını düzeltebilir. b) Sorun, ulusal yasaların SözleĢme'ye aykırılığından kaynaklanıyorsa, böyle durumlarda yasaların yenilenerek SözleĢme'ye uyarlanması gerekir. c) Her iki koĢulda da, AĠHM bu doğrultuda bir karar almıĢsa, zarar gören kiĢi veya kuruma, hükmedilen tazminat ve yargılama giderleri ödenmektedir. Bu iĢleyiĢ, Türkiye'de yeterince anlaĢılamamıĢtır. Bir dava sonuçlanınca, medya, olayı "Türkiye tazminata mahkum oldu" baĢlığıyla duyurmaktadır. Kimi kiĢiler de, "öde, kurtul" anlayıĢı içinde, kararlaĢtırılan tazminatın ilgilisine ödenmesiyle, AĠHM kararının uygulanmıĢ olacağı, böylece dosyanın kapanacağı yanılgısını taĢımaktadırlar. Hükümetler de, tazminat ve yargılama giderlerini ödemekle yetinmekte, uyuĢmazlığın temelindeki yanlıĢları düzeltmek için etkili çözümlere yönelmekte geç kalmaktadırlar.41 41 Günay DĠNÇ, “Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi Kararları IĢığında Savunma ve Hak Arama Sürecinde Silahların EĢitliği” http://www.izmirbarosu.org.tr/ihm/etkinlikler.htm 92 Doktrinde, bazı yazarlarca, ülkemizde de AĠHM bir idarî iĢlemin SözleĢme'ye aykırı olduğuna karar vermiĢse, ilgili kiĢinin, bu karara dayanarak, ilgili Devlet makamlarına baĢvurup bu yargı kararının yerine getirilmesini talep edebileceği, bu olanağı SözleĢme'nin 46. maddesi sağladığı, Mahkeme kararının yerine getirilmesinin, baĢvuranın yeniden dava açmasını gerektirmesi halinde, bu imkânın kendisine verilmesi gerektiği, ihlâle karar veren Mahkeme kararı karĢısında normalde dava Ģartlarından olan "kesin hüküm bulunmaması Ģartı" nın burada engel olmaktan çıktığı, zira SözleĢme'nin 46. maddesi ile getirilen düzenleme, kesin hükmün dava Ģartı sayılmasının bir istisnasını oluĢturduğu belirtilmektedir.42 Ancak, Uygulamada Anayasa Mahkemesi, TBKP hakkındaki AĠHM kararına dayanarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebini, AĠHM kararının yeni bir vakıa ve delil olmadığı gerekçesiyle reddetmiĢtir. 43 Gerçekten, Anayasa Mahkemesi, uluslararası antlaĢmalara kararlarında "destek norm" olarak baĢvurmakta ve bu antlaĢmalarla milli yasalar arasında çatıĢma veya çeliĢki bulunması halinde iç hukukumuza ait iki yasa arasında çeliĢki olması durumunda izlenecek yöntemle (örneğin, özel yasa - genel yasa, önceki yasa - sonraki yasa gibi) uyuĢmazlığa çözüm getirilmesi gerektiğini kabul etmektedir. 42 Kadir YILDIRIM, SözleĢmenin ve Mahkeme Kararlarının Uygulanma Niteliği, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yargısı., Ankara, 2000, s.323 43Kapatılan TBKP'nin Genel BaĢkanı Nihat SARGIN ve Genel Sekreteri Nabi YAĞCI'nın yargılamanın yenilenmesi istemi üzerine Anayasa Mahkemesi'nin verdiği E:1998/4 (DeğiĢik ĠĢler), K:1999/2 sayılı ve 18.02.1999 günlü kararın ilgili bölümlerine göre;Dilekçeciler, "AĠHM önündeki davada tartıĢılan somut olay Anayasa Mahkemesi kararı olduğuna göre, bu çeliĢkiyi giderme yetkisinin de, öncelikle Anayasa Mahkemesi'nin görev alanına girdiği inancıyla, ...AĠHM'nin kesin kararının CMUK 327.maddesinin 5.bendine göre, en azından 'yeni vakıalar veya yeni deliller' kapsamında değerlendirilmesini ve oluĢan hukuksal çeliĢkinin ulusal hukuk içinde çözüme yol açmasını" talep etmiĢlerdir. Yargıtay Cumhuriyet BaĢsavcılığı, "AĠHM'nin... 'SözleĢme'nin 11.maddesinin ihlal edilmiĢ olduğuna' dair kararının, CMUK'un 327.maddesinde sayılan yargılamanın yenilenmesi sebeplerinden olmadığı ve Anayasa'nın 90.maddesine göre bağlayıcı nitelikte bulunmadığından, yargılamanın yenilenmesi talebinin reddi..." doğrultusunda görüĢ açıklamıĢtır. Anayasa Mahkemesi de, "AĠHM kararı dıĢında yeni bir olay veya kanıt ileri sürülmemesi," ve "AĠHM kararı, CMUK'un 327.maddesi kapsamına giren yeni bir vakıa veya delil niteliğinde olmadığından," yargılamanın yenilenmesi istemini reddetmiĢtir. 93 Avrupa‟nın kimi ülkelerinde, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi, insanlığın asırlar süren mücadelesi sonucu kabul ettiği yüce değerlerden sayılarak anayasa üstü norm olarak kabul edilmiĢtir .44 Öğretide, ihlâlin bir mahkeme kararından kaynaklanması halinde, bu tür ilamların mahkemelerce yargılamanın yenilenmesi yoluyla gözden geçirilmesinden baĢka çare olmadığı, ancak bunun için HUMK ve CMUK‟daki iade-i muhakeme sebeplerine AĠHS‟ne aykırılığı tespit edilen AĠHM kararlarının da eklenmesi gerektiği ifade edilmekteydi.45 4793 sayılı yasa değiĢikliği ile bu mümkün hale gelmiĢtir. AĠHS kararlarının bir tashihi karar nedeni olarak ileri sürülebilmesini Yargıtay C.BaĢsavcılığı kabul etmemektedir. Bu nedenle, CMUK‟nun 322. maddesinde yer alan karar düzeltme nedenleri arasına AĠHM kararlarının da ilavesi görüĢü dile getirilmektedir. Böyle bir değiĢik sayesinde, -AĠHS ile iç hukuk arasında etkileĢim artacak, AĠHS‟nin iç hukuk sisteminin bir parçası olduğu daha belirli bir nitelik kazanacak, -Yargı organları AĠHS‟ne ve AĠHM kararlarına daha fazla özen gösterecekler ve -AĠHM kararlarının uygulanması aĢamasında Bakanlar Komitesinde karĢılaĢılan sorunlar büyük ölçüde sona erecektir.46 SözleĢmenin uygulanmasında yargı organlarının üzerlerine düĢen yükümlülüğü yerine getirmeleri büyük önem taĢımaktadır. Özellikle Anayasa Mahkemesi‟nin özgürlükler için yasalarda öngörülen sınırlamaları zorlayan reformcu bir tavır alması büyük bir önem taĢımaktadır. Anayasa Mahkemesi‟nin özgürlüklerin alanını geniĢletici bir çizgiyi benimsemesi, AĠHM ile Türkiye arasındaki özgürlüklere iliĢkin bazı temel anlayıĢ farklılıklarının giderilmesi açısından da önem taĢımaktadır.47 B. AĠHM Kararlarına Dayalı Olarak Yargılamanın Yenilenmesi Anayasa Mahkemesi BaĢkanı Mustafa Bumin'in 25 Nisan 2001 tarihli Anayasa kemesi'nin 39. KuruluĢ Yıldönümü konuĢması 44 45 Mah- ġeref ÜNAL, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Ġç Hukukumuza Etkileri, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yargısı, Ankara, 2000, s. 69. 46 TÜRMEN, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yargısı, s.39 47 TÜRMEN, Anayasa Yargısı, 35. 94 23.1.2003 Tarihinde TBMM‟de kabul edilen 4793 sayılı yasayhukukumuza giren yeni düzenlemeye göre; Bir hukuk ya da ceza mahkemesi hükmünün, Ġnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair SözleĢmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinin kesinleĢmiĢ kararıyla tespit edilmiĢ olması halinde muhakemenin iadesi talep edilebilecektir. BaĢvuru süresi, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleĢtiği tarihten itibaren bir yıldır. Ancak, 4793 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi gereğince, bu baĢvuru imkânı, muhakemenin iadesine iliĢkin hükümlerin yürürlüğe girdikleri tarihte Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinin kesinleĢmiĢ kararları ile yürürlüğe girdikleri tarihten sonra Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesine yapılan baĢvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanabilir. Anılan kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kesinleĢmiĢ olan Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi kararlarına iliĢkin muhakemenin iadesi istemleri söz kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılır. la48 4 Şubat 2003 gün ve 25014 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan anılan yasanın ilgili maddelerine göre; “MADDE 1. - 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 445 inci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki 11 inci bent eklenmiştir. 11 - Hükmün, Ġnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair SözleĢmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinin kesinleĢmiĢ kararıyla tespit edilmiĢ olması. 48 MADDE 2. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 447 nci maddesine aĢağıdaki üçüncü fıkra eklenmiĢtir. 445 inci maddenin birinci fıkrasının 11 inci bendinde yazılı sebepten dolayı iadei muhakeme müddeti Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleĢtiği tarihten itibaren bir yıldır. MADDE 3. - 4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 327 nci maddesine aşağıdaki 6 ncı bent eklenmiştir. 6- Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu halde, muhakemenin iadesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. MADDE 5. - 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 445/A maddesi, aynı Kanunun 448 inci maddesinin son fıkrası, 4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 327/a maddesi, aynı Kanunun 335 inci maddesinin son fıkrası ile 3.8.2002 tarihli ve 4771 sayılı ÇeĢitli Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılmasına ĠliĢkin Kanunun geçici 2 nci maddesi yürürlükten kaldırılmıĢtır. GEÇĠCĠ MADDE 1. - Bu Kanunun 1 ve 3 üncü maddeleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinin kesinleĢmiĢ kararları ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesine yapılan baĢvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kesinleĢmiĢ olan Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi kararlarına iliĢkin muhakemenin iadesi istemleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılır. 95 Madde gerekçesine göre, “Maddeyle, bugüne kadar Ülkemiz aleyhine verilen 300 civarında ihlâl kararının da muhakemenin iadesi kapsamına alınabilmesi ve Kopenhag siyasi kriterlerine uyum yolunda daha ileri bir adım atılması amacıyla Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilip kesinleĢmiĢ olan kararlar bakımından da muhakemenin iadesi yoluna gidilebilmesi için baĢvuruda bulunma imkânı tanınmakta, bu baĢvurular bakımından istemde bulunma süresi, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl olarak öngörülmektedir.” Görüldüğü gibi AĠHM kararlarına dayalı olarak yargılamanın iadesi yolu Kanunun yürürlüğe girdiği 4.2.2003 tarihinde Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinin kesinleĢmiĢ kararları ile anılan tarihten sonra AĠHM‟ne yapılan baĢvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanacağından, 4.2.2003 tarihinde AĠHM‟nde görülmekte olup daha sonra ihlal kararı verilen baĢvurular hakkında talep edilemeyecektir. Ancak Mahkeme bu baĢvurulardan ifade özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının ihlaline karar verdiklerinde, SözleĢmenin 41. maddesinin uygulanması bağlamıknda ilgili kiĢilere yeniden yargılanma imkanı tanınmasının en uygun tazmin olacağını vurgulamaktadır. “Mahkeme, bir baĢvuran hakkında verilen mahkumiyetin, AĠHS‟nin 6/1 maddesine göre tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkeme tarafından verildiği sonucuna vardığında, ilke olarak en uygun tazminin, zamanında, tarafsız ve bağımsız bir mahkeme tarafından baĢvuranı yeniden yargılama olacağı kanaatine varmıĢtır.” (Binali GENÇEL/Türkiye, 23 Ekim 2003) Hükümetin böyle bir kararın mahkemenin yargı yetkisiyle çeliĢmesi nedeniyle davanın Büyük Daireye gönderilmesi baĢvurusu ise reddedilmiĢtir. C-BaĢvurunun Ġncelenmesi Usulü Kararı veren Yerel Mahkeme dosyayı hukuk ya da ceza davası olmasına göre HUMK ya da CMUK‟daki yargılamanın yenilenmesi usulüne göre inceleyerek karara bağlayacaktır. cc- Yargılamanın Yenilenmesi İçin Gerekli Koşullar 1) AİHM’ce, AİHS veya Ek Protokollerden Birisinin İhlal Edildiğinin Tespit Edilmiş Olmalıdır. AİHS‟in ihlali nedenine dayanarak yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurabilmek için, öncelikle, AİHM tarafından Sözleşme veya Ek Protokol hükümlerinden en az birisinin ihlal edildiğine karar verilmiş olması gerekir.Yasa hükmü, AİHM tarafından ihlal kararı verilmesi koşulunu aradığı için, şayet 96 AİHM‟ye yapılan başvuru, önkoşul eksikliği nedeniyle esasa girilmeden veya dostane çözüm veya başvurunun kayıttan düşürülmesi yoluyla sonuçlanmış ise, bu durumda yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmesi mümkün olmayacaktır. İhlal tespiti, AİHS‟in bir veya birden fazla maddesine ilişkin olabileceği gibi, Sözleşme‟ye ek protokollere ilişkin de olabilir. 2) İhlal, Kesinleşmiş Bir Ceza, Hukuk veya İdare Mahkemesi Kararından İleri Gelmelidir. AİHS‟e yönelik ihlal, bir ceza, hukuk veya idare ve vergi mahkemesi kararından ileri gelmiş olabilir. Söz konusu kararın bir adliye mahkemesince veya Devlet Güvenlik Mahkemesince verilmiş olması bakımından herhangi bir farklılık yoktur. Buna karşılık AsMKYUHK m.228„de yargılamanın yenilenmesi nedenleri ayrıca düzenlendiği ve bu nedenle CMUK m.327, askeri yargıda uygulanamayacağı için, askeri mahkemeler tarafından verilen kararların AİHS‟e yönelik ihlal oluşturması durumunda yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilemez. AİHM nezdinde Türkiye aleyhine yapılan başvurular açısından önemli bir yer oluşturan siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı da yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmesi mümkün gözükmemektedir. 4928 sayılı yasa ile getirilen düzenlemeden önce yargılamanın yenilenmesi, yönetsel yargı yerleri tarafından verilen kararları kapsamamaktaydı. 4928 sayılı yasayla İYUK‟ta yapılan değişiklikle yönetsel yargı yerlerince verilen ve AİHS veya ek Protokollerin ihlalini oluşturan kesinleşmiş kararlara karşı da yargılamanın yenilenmesine olanak sağlanmıştır. Öte yandan AİHS‟in ihlalini oluşturan karar “kesinleşmiş” olmalıdır. Bundan anlaşılması gereken ise, iç hukuka göre karara karşı gidilebilecek “olağan” bir denetim muhakemesi yolunun kalmamış olmasıdır. Zaten bu koşul, işin niteliğinden ileri gelmektedir. Çünkü karara karşı hala iç hukuka göre gidilebilecek olağan denetim muhakemesi yolları varsa, bu takdirde “iç başvuru yolları” tüketilmiş olmayacağından, AİHM‟ce ön koşul eksikliğinden dolayı yapılan başvurunun reddine karar verileceği için Sözleşme‟ye veya ek Protokollere yönelik bir ihlal gündeme gelmeyecektir. Bununla birlikte söz gelimi temyiz yolu açık olduğu halde bu yola başvurulmaması nedeniyle kararın kesinleştiği, fakat iç başvuru yollarının tüketilmediği itirazının, ön savunma olarak ileri sürülmediği durumlarda, yargılamanın yenilenmesi yolunun işletilmesi istisnai olarak mümkün olabilir. 3) İhlal, Başka Türlü Ortadan Kaldırılamamalıdır. Sözleşme‟ye veya ek protokollere yönelik ihlalin iç hukukta mevcut başka olanaklar çerçevesinde ortadan kaldırılamıyor olması gerekir. Bu nedenle 97 örneğin diğer olağanüstü denetim muhakemesi yolları olan karar düzeltme ve olağanüstü itiraz yoluna başvurmak suretiyle ihlali ortadan kaldırma olanağı varsa yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilemeyecektir. Bunun gibi, sonradan yürürlüğe giren maddi ceza hukukuna ilişkin kural, başvurucunun durumunda lehe bir değişiklik meydana getirmişse, başvurucu bundan başkaca bir işleme gerek olmaksızın “kendiliğinden” yararlanacağı için (TCK m.2/2), bu durumda da yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilemeyecektir. 4) İhlal, Yargılamanın Yenilenmesi Yoluyla Ortadan Kaldırılabilir Olmalıdır. Sözleşme‟ye veya ek protokollere yönelik ihlalin yargılamanın yenilenmesi sonucu ortadan kaldırılabiliyor olması gerekir. Her ne kadar, yasada bu açıdan bir sınırlama yapılmamış ise de, eğer mahkeme, yine ihlale yol açan yasayı uygulamak zorunda ise; yargılamanın yenilenmesi sonucunda verilecek karar, ihlale neden olan önceki karardan farklı olmayacaktır. Öte yandan, gözaltı süresinin uzunluğu (AİHS m.5), yargılama süresinin uzunluğu (AİHS m.6/1) veya masumluk karinesi gibi (AİHS m.6) nedenlere dayanarak “tamir edilebilir olmayan” bir ihlal tespit edilmiş ise; artık iç hukuka göre ihlalin ortadan kaldırılması mümkün olmadığı için yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilemez. Ayrıca, mahkumiyete dayanak oluşturan yasanın sonradan yürürlükten kaldırılması, Sözleşme‟ye uygun biçimde yeniden düzenlenmesi veya Anayasa Mahkemesi‟nce anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmesi durumlarında; başvurucu, TCK m.2/2 uyarınca, başkaca bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden ortaya çıkan lehe durumdan yararlanabileceği için de, yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmesine gerek yoktur. Öte yandan yargılamanın yenilenmesi, başvurucuya AİHS m.41 uyarınca tazminat ödenmemiş olması koşuluna bağlı değildir. Bu nedenle başvurucuya tazminat ödenmiş olsa bile, bu, yargılamanın yenilenmesine engel oluşturmaz. Nitekim 4771 sayılı Yasa ile getirilen düzenleme, yargılamanın yenilenmesini, “ihlalin niteliği ve ağırlığı bakımından Sözleşme’nin 41 inci maddesine göre hükmedilmiş olan tazminatla giderilemeyecek sonuçlar doğurması” koşuluna bağlı tuttuğu halde, yeni düzenlemede böyle bir koşula yer verilmemesi, yerinde olmuştur. Özellikle Ek 1 No‟lu Protokol çerçevesinde kamulaştırma bedelleri ile ilgili davalarda AİHM tarafından hükmedilen tazminat miktarlarının para değerlerindeki kur farkından doğan yükseklik nedeniyle iç hukuktakinden yüksek olduğu durumlarda davacı açısından yargılamanın yenilenmesini gerektirecek bir durum söz konusu olmayacaktır. Ancak özellikle ruhsat iptali, vergi uyuşmazlıkları, vatandaşlıktan çıkarılanlara 98 ilişkin davalar ve tam yargı davaları açısından kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanma imkanı bulunabilmektedir. 5) Başvurucu Tarafından Yargılamanın Yenilenmesi Talep Edilmiş Olmalıdır. Yargılamanın yenilenmesi, ancak AİHM önünde yapılan yargılama sonucunda lehine ihlal tespiti yapılmış olan başvurucu açısından söz konusu olur. Başka bir anlatımla, aynı nedenle mahkum edilmiş olsa bile, AİHM‟ye başvurmamış olan kişiler yargılamanın yenilenmesi yoluna gidemezler. Bu nedenle, özellikle güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanması nedeniyle meydana gelen ölüm olayları hakkında iç hukukta etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle AİHS m.2 ve 13„ün ve gözaltında işkence ve kötü muamele olayları hakkında etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle de m.3 ve 13‟ün ihlal edildiğine ilişkin AİHM kararları üzerine yargılamanın yenilenmesi yoluyla bu tür olayların faillerinin yeniden yargılanarak hakkında verilmiş olan beraat kararlarının ortadan kaldırılması mümkün gözükmemektedir. 6) Yargılamanın Yenilenmesi Talebi Süresi İçinde İleri Sürülmüş Olmalıdır. Yargılamanın yenilenmesi, AİHM kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. 4793 ve 4928 sayılı yasaların yürürlüğe girdiği tarihte kesinleşmiş bulunan AİHM kararları açısından ise, yargılamanın yenilenmesi yoluna yasanın yürürlük tarihinden itibaren bir yıl içinde başvurulabilir. Buna göre 4.2.2003 tarihinden önce kesinlik kazanmış olan ceza ve hukuk mahkemesi kararlarının Sözleşme‟nin veya ek Protokollerin ihlalini oluşturduğunu tespit eden AİHM kararları için 4.2.2004 tarihine kadar; 18.7.2003 tarihinden önce kesinlik kazanmış olan yönetsel yargı yerleri tarafından verilen kararların Sözleşme‟nin veya ek Protokollerin ihlalini oluşturduğunu tespit eden AİHM kararları için 18.7.2004 tarihine kadar yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulmalıdır. Burada AİHM kararlarının ne zaman kesinleşeceği konusu önem kazanır. Bir AİHM kararının kesinlik kazanması, kararın daireler veya Büyük Daire tarafından verilmesi durumuna göre değişiklik arz eder. AİHS‟in 42. maddesinin, 44/2. maddeye yaptığı yollama uyarınca, daire kararları, tarafların davanın Büyük Daireye gönderilmesini istemediklerini beyan etmeleri veya kararın verilmesinden sonraki üç ay içerisinde davanın Büyük Daireye gönderilmesinin istenmemesi veya 43. madde çerçevesinde yapılan Büyük Daireye götürme isteminin Büyük Daire bünyesinde kurulan Alt-Kurul tarafından reddedilmesi halinde kesinleşir. Büyük Daire 99 kararları ise verildikleri anda kesinleşirler (AİHS m.44/1). AİHS‟in 44/3. maddesi uyarınca, ancak kesinleşmiş kararlar yayınlanacağından, kararın yayınlanmasının kesinlik kazanmayla ilgisi bulunmamaktadır. Bu durumda, yargılanmanın yenilenmesi başvurusunda bulunabilmek için söz konusu bir yıllık süre; daire kararının taraflarca Büyük Daireye götürülmeyeceğinin beyan edilmesi tarihinden; böyle bir beyan yapılmamış ise, kararın verildiği tarihten sonraki üç ayın dolduğu tarihten; taraflardan biri tarafından yapılan istemin Alt-Kurul tarafından reddedilmesi tarihinden veya nihayet istisnai durumlar neticesinde daire kararı Büyük Dairede görülmüşse, Büyük Daire kararının verildiği tarihten itibaren başlayacaktır. dd- Yargılamanın Yenilenmesi Sonucu Verilecek Kararlar Yeniden yargılama sonucunda verilen karar, önceki kararla aynı doğrultuda olabileceği gibi, farklı da olabilir. Örneğin, önceki karar mahkumiyet olduğu halde, sonraki karar beraat olabileceği gibi; yeniden yargılama sonucunda, tekrar mahkumiyet kararı çıkabilir. Öyle ki, önceki mahkumiyet kararını vermiş olan mahkeme yargılamanın yenilenmesi üzerine davaya bakacağı ve bu mahkemenin önceki bakış açısını değiştirmesi zor olduğu için, bu ikinci durumun gerçekleşmesi olasılığı daha yüksektir. Burada sorun mahkumiyet kararının Sıkıyönetim Mahkemelerince verilmiş olması durumunda ortaya çıkabilir. Bu durumda Sıkıyönetim Kanunu m.23’ün kıyasen uygulanması suretiyle, yeniden yargılamanın suçun niteliği bakımından şu anki duruma göre hangi mahkeme görevli ve yetkili ise o mahkemede yapılması gerektiği düşüncesindeyiz. Kaldı ki, AİHM, ulusal mahkemeler üstünde bir temyiz organı olmadığı ve verdiği karar yalnızca Sözleşme ve ek protokollerden bir veya birkaç maddesinin ihlal edildiğinin tesbitine yönelik bulunduğu için, sonuçta davaya bakan mahkeme iç hukukta yürürlükte bulunan bir kuralı uygulamak durumundadır. Söz gelimi AİHM, elde edilen delilin değerlendirilmesinin AİHS m.8’e yönelik bir ihlal oluşturduğu sonucuna varmış olsa bile, sonuçta ulusal mahkeme, diğer delilllere dayanarak tekrar mahkumiyet kararı verebilir. Yeniden yargılama sonucunda ulusal mahkemenin ilk kararında ısrar etmesi durumunda, sonuçta ortaya çıkacak ikinci karara karşı yeniden AİHM’ye bireysel başvuruda bulunulamaz. Gerçekten böyle bir başvurunun yapılması durumunda,”başvurunun Mahkeme tarafından daha önce incelenmemiş olması” (AİHS’in 35/2) koşulu gereğince, ikinci başvuru kabul edilmezlik kararıyla karşılaşacaktır. 100 VII. MAHKEMENĠN GÖRÜġ BĠLDĠRME YA DA ĠSTĠġARĠ MÜTALAA VERME YETKĠSĠ Bu yetkinin dayanağı SözleĢmenin yeni 47. maddesidir. Sadece Bakanlar Komitesi istiĢari mütalaa talebinde bulunabilir. Talep sadece SözleĢme ve Protokollerinin yorumlanması ile ilgili sorunlara iliĢkin olabilir. 1.TALEBĠN YAPILMASI ĠstiĢari mütalaa talebi Yazı ĠĢleri Müdürlüğüne gönderilir. Bu talepte Mahkeme'nin görüĢü istenen sorun tam ve açık bir biçimde belirtilir ve ayrıca Ģunlar yer alır: (a) Bakanlar Komitesi'nin; istiĢari mütalaa talep etme kararını kabul tarihi; Bu karar komiteye katılmak hakkına sahip temsilcilerin çoğunluğuyla alınır (Söz. m.47/3). (b) Mahkeme'nin isteyeceği açıklamaları vermek üzere Bakanlar Komitesi tarafından görevlendirilmiĢ kiĢi veya kiĢilerin adları ve adresleri. Sorunu izah etmeye yarayabilecek bütün belgeler talebe eklenir. 2.YAZILI USUL Talebi alan Yazı ĠĢleri Müdürü, talebin birer kopyasını Mahkemenin bütün üyelerine iletir. Yazı ĠĢleri Müdürü, SözleĢmeci Devletlere Mahkemeye yazılı görüĢlerini sunmalarını bildirir. Yazılı görüĢler ve diğer belgeler Mahkeme BaĢkanının tespit ettiği süre içinde Yazı ĠĢleri Müdürlüğüne gönderilir. Yazı ĠĢleri Müdürü bunların birer kopyasını Mahkemenin bütün üyelerine, Bakanlar Komitesi'ne ve her bir SözleĢmeci Devlete iletir. 3.SÖZLÜ USUL Mahkeme BaĢkanı yazılı usulün tamamlanmasından sonra, bir duruĢma yaparak, yazılı görüĢlerini sunmuĢ olan SözleĢmeci Devletlere bu görüĢlerini daha fazla geliĢtirmelerine fırsat verilmesinin gerekli olup olmadığına karar verir. 4.MÜTALÂA 101 Mahkeme, bir istiĢari mütalaa talebinin, SözleĢme‟nin 47. maddesinde tanımlanan danıĢılma yetkisi içinde olmadığını düĢündüğü taktirde, bu durumu gerekçeli kararında belirtir. ĠstiĢari mütalâalar Büyük Daire tarafından oyçokluğuyla verilir. Bu mütalâalarda çoğunluğu oluĢturan hâkim sayısı belirtilir. Bir hâkim dilediği taktirde, Mahkemenin görüĢünden ayrı olan kendi görüĢünü, destekleyici görüĢünü veya karĢı görüĢünü ekleyebilir. ĠstiĢari mütalâa, Bakanlar Komitesi'ne ve her bir SözleĢmeci Devlete önceden haber verildikten sonra, Mahkeme BaĢkanı veya görevlendirilen bir hâkim tarafından açık duruĢmada resmî dillerden birinde okunur. Mütalâa veya konunun iĢtiĢarî mütalâa yetkisi içinde olmadığına dair karar, Mahkeme BaĢkanı ve Yazı ĠĢleri Müdürü tarafından imzalanır. Usulüne göre imzalanan veya mühürlenen orijinal metin Mahkeme arĢivinde saklanır. Yazı ĠĢleri Müdürü bunun onaylı birer örneğini SözleĢmeci Devletlere ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri‟ne gönderir. VIII. ADLÎ YARDIM Bireysel baĢvuruda bulunan, Mahkeme önünde temsilini sağlamak için adlî yardımdan yararlanabilir. Ancak, Mahkeme baĢvurunun hazırlanması amacıyla avukat tutulması için adlî yardım vermez. Daire BaĢkanı, ya baĢvuranın talebi üzerine ya da resen, davalı SözleĢmeci Devletten, baĢvurunun kabuledilebilirliği hakkında yazılı görüĢlerin alındığı veya bunun için belirlenen süre dolduğu anda, baĢvurucuya davasını savunmasıyla bağlantılı olarak ücretsiz adlî yardım sağlanmasına karar verebilir. BaĢvurucuya davasını Daire önünde savunması için verilen adlî yardım kendisinin Büyük Daire önünde temsil edilmesi sırasında da devam eder. Ancak Daire BaĢkanı, adlî yardım verilmesini gerektiren Ģartların artık bulunmadığına kanaat getirdiği her an, adlî yardım verilmesi kararını geri alabilir veya değiĢtirebilir. Adlî yardım sadece, Daire BaĢkanının aĢağıdaki hususları saptaması halinde verilir: -Daire önünde davanın gereği gibi görülmesi için adlî yardımın verilmesinin gerekli olması; -Yüklenilen masrafların tamamını veya bir kısmını karĢılamak için baĢvurucunun yeterli malî imkanının bulunmaması. 102 Yüklenilen masrafların tamamının veya bir kısmının karĢılanması için baĢvurucunun yeterli malî imkanının bulunup bulunmadığını belirlemek için, baĢvurucunun gelirlerini, malvarlıklarını ve bakmakla yükümlü oldukları kimseler adına yüklendiği malî taahhütleri veya diğer malî yükümlülüklerini beyan edecekleri bir form doldurmaları istenir. Bu “gelir beyannamesi formu” yetkili ulusal makam veya merciler (ülkemizde ikamet edilen yerin muhtarı) tarafından tasdik edilir. Uygulamada, baĢvurunun Hükümet‟e bildirildiğine dair baĢvurucuya gönderilen bilgilendirme yazısı ile birlikte adli yardıma iliĢkin Ġçtüzük hükümleri ve gelir bildirim formu da birlikte gönderilmektedir. Yazı içeriğinde, adli yardıma iliĢkin kurallara atıfta bulunulmakta ve talep edilecekse gelir bildirim formunun hazırlanıp, onaylatıldıktan sonra öngörülen süre içerisinde gönderilmesi istenilmektedir. Ġlgili SözleĢmeci Devletten bu konuda yazılı görüĢ bildirmesi istenir. Söz konusu bilgiler alındıktan sonra, Daire BaĢkanı adlî yardım sağlanması ya da talebin reddi konusunda karar verir. Yazı ĠĢleri Müdürü tarafları durumdan haberdar eder. Adlî yardım kapsamında, Ġçtüzüğün 36.maddesinin dördüncü fıkrasına göre atanmıĢ avukatların ve diğer kiĢilerin ücretleri ödenir. Bu Ģekilde birden fazla temsilci varsa, bu kiĢilere ücretleri ödenir. Adlî yardım sadece temsilcilerin ücretlerini değil, ama aynı zamanda baĢvurucu veya atanmıĢ temsilci tarafından yüklenilen yolculuk ve iaĢe masraflarını ve diğer mutat masrafları da kapsar. Adlî yardım kararı verilmesi üzerine Yazı ĠĢleri Müdürü; -yürürlükteki adlî yardım tarifesine göre ödenecek ücretin oranını; -masraflar için ödenme düzeyini belirler. IX.MAHKEMENĠN Ġġ YÜKÜ 11 Nolu Protokolün yürürlüğe giriĢini izleyen üç yıl boyunca Mahkemenin iĢyükü görülmemiĢ bir artıĢ göstermiĢtir. 1998‟de 5979 olan kaydedilen baĢvuru sayısı 2001‟de %130 artıĢla 13858‟e yükselmiĢtir. Mahkemenin 21.01.2002 tarihli 2001 istatistikleri hakkında bilgi notuna göre: 103 Mahkeme günde 180 dolayında uluslararası telefon görüĢmesi ve 800 mektup almaktadır. 7 Ocak 2002 tarihi itibariyle Mahkemede kayıtlı derdest davaların toplam sayısı 19,815 „dir. Bir baĢvurunun kaydı ile bir son kararla sonuçlanması arasında geçen ortalama süre yaklaĢık olarak üç yıldır. 49 Mahkeme, 2002 yılı içinde 577 baĢvuruya iliĢkin 550 kabuledilebilirlik kararı vermiĢtir. Buna karĢılık, 16616 baĢvuruya iliĢkin 16165 kabuledilemezlik kararı vermiĢtir. 1664 baĢvuruya iliĢkin 1490 dava, davalı hükümetlere iletilmiĢtir. 2002 yılında Mahkemeye Polonya‟dan 4173, Rusya‟dan 4006, Türkiye‟den 3036, Fransa‟dan 2789, Ukrayna‟dan 2549 ve Ġngiltere‟den 1468 baĢvuru yapılmıĢtır. Mahkeme 2002 yılı içinde toplam 886 baĢvuruya iliĢkin 844 karar vermiĢtir. Bunun 665‟ esasa iliĢkin karar, 151‟i dostane çözüm,12‟si kayıttan düĢme ve 16‟sı diğer kararlardır. Bu kararların 395‟i Ġtalya, 105‟i Türkiye, 75‟i Fransa 40‟ı Ġngiltere ve 332‟ü Portekiz hakkındadır. Türkiye hakkındaki kararların 54’ü ihlal 45’i dostane çözüm kararıdır. 49 Les Cours Européennes, s. 85 104 ĠKĠNCĠ KISIM AİHM’NE BAŞVURU KONUSU OLABİLEN HAK VE ÖZGÜRLÜKLER 105 106 1. BÖLÜM ĠNSAN HAKLARINA SAYGI YÜKÜMLÜLÜĞÜ AĠHS‟nin 1. maddesi; SözleĢmeci tarafların hak ve özgürlükleri "kendi yetki alanları içinde bulunan herkes" için tanımalarını öngörmektedir. Bu, insan haklarının korunması alanında, yeni ve önemli bir unsurdur. "Herkes" ifadesi, SözleĢme tarafından tanınan insan haklarının evrensel niteliğini belirtmektedir. Metin sadece fiilen vatandaĢların haklarını değil, yabancıları, vatansızları ve çocuklar ve akıl hastaları gibi ehliyetsizleri de korumaktadır. Bu yükümlülük yasama, yürütme ve yargı erkleri için geçerlidir. Devlet, SözleĢmeye yönelik herhangi bir organı aracılığıyla gerçekleĢen ihlâlden dolayı, somut olayda önleme olanağı bulunup bulunmadığına bakılmaksızın sorumludur.50 Hakları “güvence altına alma” yükümlülüğü, bu hakları gerçek ve etkili kılmak için pozitif adımlar atmayı gerektirebilir. Dolayısıyla, sözleĢmenin her bir müstakil hükmü, devlete pozitif yükümlülükler getirebilir. Mahkeme, içtihatlarında pozitif yükümlülükleri 2, 3, 5, 6, 8, 9 ve 11. maddelerinde kabul etmiĢtir AĠHM‟ne göre, SözleĢme ve Protokoller, SözleĢmeci Devletlerin egemenlik alanlarında bulunan kiĢilerle ilĢkilerinde bu Devletle tarafından uyulması gereken bazı uluslarası standartları ortaya koyan bir belgedir. Devlet egemenliği ülke sınırları içinde geçerli olduğundan 1. maddeye göre, SözleĢmeci Devlet ilke olarak ancak kendi sınırları içindeki insan hakları ihlâllerinden sorumludur. Bununla beraber, 50 TEZCAN, ERDEM, SANCAKDAR, s. 67 107 egemenlik tasarruflarının ülke dıĢında da sonuç doğurması halinde, bunlarda SözleĢme kapsamında değerlendirilmektedir. Taraf Devlet vatandaĢları, ülke dıĢında yerleĢmiĢ veya ikamet etmiĢ olsalar bile bazı açılardan onun yetki alanı içinde sayılırlar. Bu bakımdan, Taraf devletler yurt dıĢındaki diplomatik ve konsolosluk temsilcilerinin bazı uygulamalarından dolayı SözleĢme hükümleri çerçevesinde sorumlu tutulabilirler. Mahkeme, yargı yetkisi kavramını, SözleĢmeci Devletin ulusal toprakları ile sınır tutmamakta, Devletin yetkililerini kullandığı alan, hatta, "fiilen denetiminde tuttuğu alan" biçiminde anlamaktadır. Loizidou– Türkiye davasında, Hükümet, SözleĢme‟nin 46. maddesi uyarınca 22 Ocak 1990 tarihinde Türkiye tarafından yapılan bildirgenin, içerdiği yer itibarıyla yetki (ratione loci) sınırlamasının Mahkeme tarafından geçersiz sayılması durumunda, hükümsüz olacağını iddia etmiĢ, ancak Mahkeme, 23 Mart 1995 tarihli kararında söz konusu sınırlamayı hükümsüz kabul ederek, anılan bildirgenin kendisine iliĢkin yetkiyi kabul eden bir hüküm içerdiği görüĢüne varmıĢtır (AĠHM.,Loizidou,/Türkiye, Seri A no. 310, parag. 98. ). Büyük Dairenin 21 Kasım 2001 tarihli Al Adsani kararına konu olayda; Körfez savaĢı sırasında Kuveyt hava kuvvetlerinde görev yapmıĢ olan baĢvuran, hem Kuveyt hem Ġngiliz vatandaĢıdır. BaĢvuranın eline, Kuveyt Emirinin akrabası olan ġeyh Sabah‟ın görüntülerinin de yeraldığı pornografik kasetler geçmiĢtir. ġeyh, sözkonusu kasetlerin elden ele dolaĢmasından baĢvuranı sorumlu tutarak baĢvurana iĢkence yaptırmıĢtır. BaĢvuran bunun üzerine, Aralık 1992‟de Kuveyt Hükümeti ve ġeyh aleyhine tazminat davası açmıĢ; Ġngiliz mahkemesi ġeyh‟in gıyabında ve aleyhinde bir karar almıĢtır. Ocak 1994‟de Ġstinaf Mahkemesi, Kuveyt Hükümetine tebligat yapılmasına karar vermiĢ; Mayıs 1995‟de ise, Temyiz Mahkemesi, “State Immunity Act” isimli yargı bağıĢıklığını düzenleyen kanuna dayanarak, Ġngiltere dıĢında iĢlenen bir fiille ilgili olan bu davayı kayıttan düĢürmüĢtür. Bu karara karĢı baĢvuranın Lordlar Kamarasına yaptığı baĢvuru da reddedilmiĢtir. BaĢvuran, tazminat almak için yaptığı diplomatik giriĢimleri de reddedilince, gördüğü iĢkencenin ve bu iĢkence nedeniyle tazminat alamamasının, AĠHS‟nin 3 ve 6. maddelerine aykırı olduğunu 108 ileri sürerek AĠHM‟ne baĢvurmuĢtur. AĠHM Büyük Dairesi, Kuveyt‟te iĢlenmiĢ bir fiil nedeniyle Ġngiltere‟nin sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle 3. maddenin, bir ülkenin yargı yetkisi dıĢında iĢlenen bir fiilden dolayı o ülkede tazminat davası açılmasının uluslararası hukukun yargı bağıĢıklığı ilkesi gereğince mümkün olmadığı gerekçesiyle de 6. maddenin ihlâl edilmediğine karar vermiĢtir. Büyük Dairenin 21 Kasım 2001 tarihli, Mc Elhiney/Ġrlanda kararına konu olayda ise; Kuzey Ġrlanda sınırında görevli olan Ġrlandalı polis, sınırda yaptığı bir kaza sonrasında arabasının arkasındaki çekici ile taĢıdığı Ġngiliz askerînin Ġrlanda sınırları içinde kendisine saldırdığı iddiası ile anılan asker ve Ġngiltere aleyhinde Ġrlanda mahkemelerinde açtığı tazminat davasında, Ġrlanda Yüksek Mahkemesi‟nin Ġngiliz Hükümeti tarafından ileri sürülen yargı bağıĢıklığı itirazını kabul ederek verdiği kayıttan düĢürme kararının SözleĢmenin 6. maddesine aykırı olmadığına hükmetmiĢtir. Büyük Daire, bu kararında, yargı bağıĢıklığı ilkesinin, Devletin egemenlik alanı ile ilgili, uluslararası güvenlik ve diplomatik iliĢkileri etkileyebilecek hassas bir niteliği olduğuna iĢaret ederek, sözkonusu ilkenin ancak trafik kazası gibi sigorta edilebilen olaylarda sınırlandırılabileceğini belirtmiĢtir. AİHS‟in yer bakımından uygulama alanı ile ilgili önemli bir başvuruyu da Belçika ve diğer 16 NATO‟ya üye devlete karşı açılan Bankoviç ve diğerleri davası oluşturmaktadır. Başvuru 1999 Ekim ayında yapılmış olup davayı inceleyen 1. Daire, Büyük Daire lehine görevsizlik kararı vermesi nedeniyle Büyük Daire‟nin önüne gelmiştir. Yugoslavya Federal Cumhuriyeti‟nin başkenti Belgrad‟da oturan 6 kişi tarafından (Vlastimir ve Borka Bankovic, Zivana Stojanoviæ, Mirjana Stoimenovski, Dragana Joksimoviæ ve Dragan Sukoviæ) 24.10.2001 tarihinde yapılan başvuruya dayanak olan olay, NATO tarafından Kosova uyuşmazlığı sırasında Yugoslavya Federal Cumhuriyetine karşı yapılan askeri hava bombardımanları sırasında 23.4.1999 günü saat sabah 02:00‟de Belgrad‟daki RTS‟nin (Sırp Radyo-TV) merkezine yapılan bombardımana ilişkindir. Başvuranlardan ilk beşi RTS‟de bombardıman sırasında ölen personelin yakınları olup altıncısı ise bu saldırı sırasında yaralanmış kişidir (Dragan Sukoviæ). Başvuru NATO üyesi olup aynı zamanda AİHS‟e taraf olan 17 devlete karşı açılmıştır. Bunlar, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Polonya, Portekiz, İspanya, Türkiye ve İngiltere‟dir. Başvuranlar 109 NATO tarafından RTS‟nin bombalanmasının Sözleşme‟nin 2., 10., 13. maddelerini ihlal ettiklerini ileri sürmüşlerdir. 24.10.2001 tarihinde Büyük Dairede davanın kabul edilebilirliği konusunda duruşma yapılmıştır. Haklarında şikayette bulunan devletlerin Sözleşme‟nin 1. maddesi anlamında devlet yargı yerleri olarak kabul edilip edilmeyeceği ve yine NATO kuvvetlerinin faaliyetinin üye devletler hükümetlerine mal edilip edilmeyeceği konusunda AİHM, AİHS m.1‟in esas itibariyle mülkilik ilkesini kabul ettiğini, diğer yetki türlerinin her defasında koşulların gereği olarak haklı neden olması durumunda göz önüne alınabileceğini düşünmektedir. Mahkeme‟ye göre, AİHS m.1, başvuranların iddiasını haklı gösterecek bir içeriğe sahip değildir. Şayet Sözleşme‟yi hazırlayanlar başvuranların ileri sürdüğü şekilde herhangi bir yerde meydana gelen fiillerden taraf devletlerin sorumlu olacağını düşünmüş olsalardı, bu konuya ilişkin olarak 1949 tarihli 4 No‟lu Cenevre Sözleşmesi‟nin 1. maddesine benzer çağdaş bir hüküm koyarlardı. AİHS, esas itibarıyla 56. maddedeki yer itibarıyla yetki istisnası dışında bölgesel ve üye devletlerin yargı çevresinde gerçekleşen ihlaller için geçerlidir. Bu nedenle Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Sözleşme‟nin kapsamına girmemektedir. AİHS tüm dünyada üye devletlerin eylemlerine uygulanan bir özelliğe sahip değildir. Bu durumda mahkeme dava konusu olayın mağdurları ile aleyhine başvurulan devletler arasında AİHS anlamında bir hukuki bağın mevcut bulunmadığı, bu nedenle de söz konusu devletlerin sorumluluğunun söz konusu olamayacağı sonucuna ulaşmıştır. SözleĢmenin 1. maddesinde sadece SözleĢmenin birinci bölümünde öngörülen temel hak ve özgürlükler güvence altına alınmıĢtır. Ayrıca sonradan kabul edilen ek Protokollerle yeni bir takım haklar da SözleĢme kapsamına alınmıĢtır. Bu nedenle bir kimsenin 34. maddeye dayanarak Ģikayette bulunabilmesi için Ģikayet konusunun SözleĢme veya ek protokollerle öngörülen temel hak ve özgürlüklerin ihlâline iliĢkin olması Ģarttır. Örnek karar özetleri -8Ġsnat sorunuyla ilgili olarak, Mahkeme ilk olarak yukarıda bahsi geçen Loizidou Türkiye (ön itiraz) kararındaki (s.23.-24. §62) içtihatlar kapsamında SözleĢme'nin 1. maddesindeki "yetki" kavramının Taraf Devletlerin ulusal topraklarıyla sınırlandırılmadığının vurgulandığını hatırlatmaktadır. Buna göre, SözleĢmeci Devletlerin sorumlulukları 110 kendi topraklarının dıĢında da etki yaratan yetki fiilleri ile de bağlantılı olabilmektedir. Mevcut dava açısından özel öneme sahip bir husus olarak Mahkeme, Devlet sorumluluğuna iliĢkin uluslararası hukuk ilkeleri uyarınca, bir askerî harekât sonucunda -ister kanunî isterse kanun dıĢı nitelikte olsun- ulusal toprakları dıĢında bir alanın etkin kontrolü ele geçirildiğinde, SözleĢmeci Taraf açısından sorumluluğun doğduğu kanaatindedir. Anılan türden bir bölgede, SözleĢme'de altı çizilen hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğü, kontrolün ister doğrudan silâhlı kuvvetler yoluyla isterse tali yerel bir yönetim yoluyla yapıldığına bakılmaksızın anılan kontrolden kaynaklanmaktadır. (Prag. 86) BaĢvuranın ve Kıbrıs Hükûmeti'nin önerdiği Ģekilde, Türkiye'nin fiilî olarak "KKTC" yetkililerinin hareketleri ve politikaları üzerinde ayrıntılı bir kontrolünün olup olmadığına karar verilmesi gerekli değildir. Kuzey Kıbrıs'ta aktif görevde bulunan çok sayıda birlikten de anlaĢılacağı üzere... Türk Ordusunun Kuzey Kıbrıs üzerinde etkili bir kontrolü vardır. Böyle bir kontrol, ilgili incelemelere ve dava koĢullarına göre, "KKTC'nin hareketleri ve politikalarından Türkiye'nin sorumlu olmasını zorunlu kılmaktadır... SözleĢmenin 1. maddesi uyarınca, bu politikalardan ve hareketlerden etkilenen kiĢiler Türkiye'nin yetkisi kapsamına girmektedir. Bu sebeple, Türkiye'nin, baĢvuranın SözleĢme'de belirtilen hak ve özgürlükleri teminat altına alma yükümlülüğü Kıbrıs'ın kuzey kesimi için de geçerlidir."(Parag.89) (Kıbrıs/Türkiye Davası,10 Mayıs 2001) -9"Mahkeme, 1. madde uyarınca, Taraf devletlerin "kendi yetki alanları içinde bulunan herkese" SözleĢmenin 1. Bölümünde belirlenen hak ve özgürlüklerini tanıdıklarına iĢaret eder. Bu hüküm, SözleĢmenin 2-13,14 ve 63. maddeleriyle birlikte, kiĢi, konu ve yer bakımından uygulama alanını göstermektedir. Ancak SözleĢme kural ya da tedbirlerin türü bakımından hiç bir ayrım yapmamakta ve üye Devletlerin "yetki alanının" hiç bir parçasını SözleĢme denetimi dıĢına çıkarmamaktadır. Bu nedenle Taraf Devletler sıklıkla anayasalarının ilk bölümlerinde öngörülen "egemenliklerini" bütünü ile SözleĢmeye saygı yükümlülükleri çerçevesinde kullanırlar Buna göre, üye Devletlerin kurumları ve siyasal organları SözleĢmede öngörülen haklara ve prensiplere saygı göstermelidirler. Bu bağlamda, söz konusu düzenlemelerin Anayasa ile ya da sadece kanunla yapılmıĢ olması fazla önem taĢımaz. Ġlgili Devlet bu hükümlere dayanarak egemenliğini kullandığından itibaren, bu hükümler SözleĢme hükümlerine göre denetime tâbi olurlar (TBKP/Türkiye, 30 Ocak 1998, 133/1996 / 752/951). Hükümet 22 Ocak 1990 tarihinde Türkiye‟nin ilgili tarih “sonrasında meydana gelen olaylara dayalı kararlar da dahil olmak üzere, olaylar ile ilgili baĢvurularda” Mahkemenin zorunlu yetkisini kabul etmiĢ olduğunu ve buradaki amacın SözleĢmenin 46. maddesi uyarınca sunulan bildirgenin sunum tarihinden önce meydana gelen olayların Mahkeme kapsamından çıkarılması olduğunu öne sürmüĢtür. Ayrıca, mevcut davada Mahkemenin zaman itibarıyla yetkisi, niteliği itibarıyla “22 Ocak 1990” tarihi öncesinde meydana gelen olayların” devamı olduğundan Mahkeme‟nin zaman itibarıyla yetkisinin dıĢında olduğunu savunmuĢtur (Parag.37). Bay Yağcı ve Bay Sargın Mahkemenin Komisyon ile aynı Ģekilde, tutuklandıkları 16 Kasım 1987 tarihi itibarıyla davaya bakma yetkisine sahip olduğunu savunmuĢtur. BaĢka türlü bir hareketin SözleĢme‟nin iki kurumu arasında farklı muameleye sebebiyet vereceğini belirtmiĢlerdir.(Parag.38). 111 Komisyon Delegesi ise, Mahkemenin yetkisinin 22 Ocak 1990 tarihi itibarıyla geçerli olmasının kabul edilmesi halinde bile anılan tarihte baĢvuru sahiplerinin, iki yıl iki ayı aĢkın bir süredir ceza davasında yargılanmak üzere tutuklu oldukları gerçeğinin dikkate alınması gerektiğini bildirmiĢtir. (Parag.39). SözleĢmenin 46. maddesi uyarınca Türkiye‟nin sunmuĢ olduğu bildirgenin metni dikkate alınarak, Mahkeme 22 Ocak 1990 tarihinden önce meydana gelen olaylara iliĢkin Ģikayetlerin görülemeyeceği ve zaman itibarıyla yetkisinin sadece anılan tarihten sonrasını kapsadığı görüĢündedir. Ancak SözleĢmenin 5. maddesinin 3. fıkrası ve 6. maddesinin 1. fıkrasına iliĢkin Ģikayetler incelenirken, yukarıda belirtilen bildirgenin sunuluĢ tarihindeki yargılama durumu dikkate alınacaktır (bkz. 27 Haziran 1968 tarihli Neumeister – Avusturya kararı, A serisi No. 8, s. 38, Madde 7, ve 25 Temmuz 1987 tarihli Baggetta – Ġtalya davası, Seri A. No. 119, s. 32, Madde 20).(Parag.40). Bu sebeple Hükümet‟in halihazırda mevcut durumların uzantısı olduğu durumlarda 22 Ocak 1990 sonrası olayların yetki dıĢında bulunduğu yolundaki savunması kabul edilemeyecektir. Anılan tarih itibarıyla Devletin fiil ve ihmallerinin sadece SözleĢme‟ye uygun olmakla kalmayıp, Ģüphesiz olarak aynı zamanda SözleĢme kurumlarının incelemesine tâbidir.” “SözleĢmenin 46. maddesi uyarınca Türkiye‟nin sunmuĢ olduğu bildirgenin metni dikkate alınarak, Mahkeme 22 Ocak 1990 tarihinden önce meydana gelen olaylara iliĢkin Ģikayetlerin görülemeyeceği ve zaman itibarıyla yetkisinin sadece anılan tarihten sonrasını kapsadığı görüĢündedir. Ancak SözleĢmenin 5. maddesinin 3. fıkrası ve 6. maddesinin 1. fıkrasına iliĢkin Ģikayetler incelenirken, yukarıda belirtilen bildirgenin sunuluĢ tarihindeki yargılama durumu dikkate alınacaktır (bkz. 27 Haziran 1968 tarihli Neumeister – Avusturya kararı, A serisi No. 8, s. 38, Madde 7, ve 25 Temmuz 1987 tarihli Baggetta – Ġtalya davası, Seri A. No. 119, s. 32, Madde 20). Bu sebeple Hükümet‟in halihazırda mevcut durumların uzantısı olduğu durumlarda 22 Ocak 1990 sonrası olayların yetki dıĢında bulunduğu yolundaki savunması kabul edilemeyecektir. Anılan tarih itibarıyla Devletin fiil ve ihmallerinin sadece SözleĢme‟ye uygun olmakla kalmayıp, Ģüphesiz olarak aynı zamanda SözleĢme kurumlarının incelemesine tâbidir. (Parag.40). (AĠHM Türkiye /Yağcı ve Sargın, 8 Haziran 1995) 112 113 2. BÖLÜM SÖZLEġMEDE GÜVENCE ALTINA ALINAN HAKLAR VE GETĠRĠLEN YASAKLAR I.YAġAMA HAKKI (Madde 2) Maddeye göre, "1. Herkesin yaĢama hakkı kanunla korunur. Kanunun ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dıĢında hiç kimse kasten öldürülemez. 2. Öldürme aĢağıdaki durumlardan birinde kuvvete baĢvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda meydana gelmiĢse, bu maddenin ihlâli suretiyle yapılmıĢ sayılmaz: a) Bir kimsenin kanundıĢı Ģiddete karĢı korunması; b) Kanuna uygun olarak tutuklama yapılması veya kanuna uygun olarak tutuklu bulunan bir kiĢinin kaçmasının önlenmesi; c) Ayaklanma veya isyanın, kanuna uygun olarak bastırılması." 1.GENEL OLARAK SözleĢme yaĢama hakkını garanti altına almakta, ancak “yaĢam”ı tarif etmemektedir. "YaĢama hakkı " bütün hakların ve özgürlüklerin varlık koĢulu ve temelidir. Keza, kiĢinin hak ve hürriyetlerini kullanabilmesi fizikî varlığını sürdürebilmesine bağlı olduğundan, diğer hak ve hürriyetlerin ön Ģartıdır. 114 YaĢama hakkı olmadan diğer hakların kullanılabilmesi mümkün değildir. Bu itibarla yaĢam hakkı karĢısında diğer haklar türev, ikincil haklardır. Gerçekten kiĢinin hak ve özgürlüklerini kullanılabilmesi fiziki varlığını sürdürebilmesine bağlı olduğu için yaĢama hakkı, diğer hak ve özgürlüklerin ön koĢuludur. Bu niteliği dolayısıyla yaĢama hakkı, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi‟nde dokunulmaz haklar ya da hakların sert çekirdeğini oluĢturmaktadır. 51 SözleĢmenin bu hükmü sadece Devletin yetkilerinin sınırlandırılması amacıyla konulmuĢtur. Hükmün amacı, kiĢinin yaĢamının devlet tarafından keyfî bir Ģekilde sona erdirilmesini önlemektir.52 Bu madde ölüm cezasının kaldırılmasına iliĢkin 6 ve her durumda ölüm cezasının kaldırılmasına dair 13 nolu protokollerle birlikte ele alınmalıdır.53 2. maddenin birinci fıkrası, her bireyin yaĢama hakkı hukuk tarafından korunur ifadesini içermektedir. Bu, pratik olarak, devletlerin hem bireyler hem de yasa tarafından öngörülen yetkilerinin dıĢına çıkarak hükümet görevlileri tarafından kasten iĢlenen öldürme fiillerini suç sayan bir mevzuatı yürürlüğe koymak zorunda oldukları anlamına gelir. Ancak, devletin Ģiddete maruz veya tehlikeli bölgelerde (örneğin Kuzey Ġrlanda) yaĢayanlara ya da ölümle tehdit edilen kiĢilere (örneğin teröristlerin tanınan hedefi olan), koruma amacıyla polis veya koruma elamanı sağlamak zorunluluğu olduğunu göstermez.54 Ancak hayata kast iddiaları konusunda, belirli bir kiĢinin hayatının gerçekten ve doğrudan tehdit altında olduğunun delilleriyle ortaya konmuĢ olması, ayrıca idarî makamların da bu tür bir riski bilmeleri ya da bilebilecek durumda olmalarına rağmen, tehlikeyi 51 ÇAVUġOĞLU, s.8-10 52 Donna GOMIEN, Vade-mecum de la Convention européenne des droits de l’homme, Conseil de l’Europe, Strazburg, 1999, s.12. 534709 Sayılı yasanın 15. maddesi ile, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38 inci maddesine” “SavaĢ, çok yakın savaĢ tehdidi ve terör suçları halleri dıĢında ölüm cezası verilemez.” fıkrası eklenerek, ölüm cezasının kapsamı daraltılmıĢtır. Son olarak da, 3.8.2002 tarih ve 4771 sayılı yasanın 1. maddesiyle, “SavaĢ ve çok yakın savaĢ tehdidi hâllerinde iĢlenmiĢ suçlar için öngörülen idam cezaları hariç olmak üzere, 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 7.1.1932 tarihli ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununda yer alan idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürülmüĢtür.” Ayrıca Ülkemiz 6 nolu Protokolü, 26.6.2003 tarih ve 4913 sayılı kanunla onaylamıştır. 13 nolu Protokol ise, Türkiye tarafından 9.1.2004 tarihinde imzalanmamıĢtır. 54 GOMIAN, s.12 115 önlemek için gereken önlemi almamalarının kanıtlanması halinde Devletin vatandaĢlarının hayatının korunmasına iliĢkin olumlu (müspet) yükümlülüğünün ihlâli söz konusu olabilir.55 Ancak pozitif yükümlülüğün kapsamı makamlara imkansız veya ölçüsüz bir yük getirmeksizin yorumlanmalıdır. Dolayısıyla yaĢam hakkına geldiği iddia edilen, her tehlike sözleĢmenin gerekleri anlamında yetkililer için bu tehlikenin gerçekleĢmesini önleyici tedbirler alınmasını gerektirmez. Pozitif bir yükümlülüğün söz konusu olabilmesi için, yetkililer birey ve bireylerin yaĢama hakkını üçüncü bir tarafın suç niteliği taĢıyan fiillerden gelebilecek gerçek ve yakın tehlikenin varlığından haberdar olmalı veya olmaları gerekmekte ve yetkileri kapsamında söz konusu tehlikeden kaçınabilmeye yönelik önlemler ihmal etmiĢ olmaları gerekmektedir (Kılıç / Türkiye, 28.3.2000). Mahkeme söz konusu Kılıç davasında, Devletin pozitif yükümlülüğünü ihlâl etmesi nedeniyle 2. maddenin ihlâline karar vermiĢtir.56 Devletin yaşam hakkı konusunda pozitif yükümlülüğü, aynı zamanda sağlık konusunda tedbir almayı da içerir. Bu yükümlülük, devletin, hastaların yaşamının korunması için uygun tedbirler alması konusunda, sağlık kuruluşlarının uyması gereken kuralları öngörmesini de gerektirir. Hekim gözetimi altında bulunan hastaların ölmesi durumunda, olayı aydınlatmak ve bundan sorumlu olan kişilerin sorumluluğu cihetine gitmek konusunda tedbir alacak etkili ve bağımsız bir adalet sistemi oluşturmak zorunluluğu da buna dahildir. Bununla birlikte Mahkeme, İngiltere‟ye karşı 4.5.2000 tarihli Powell kararında, hekim hatası veya birden fazla hekim arasında koordinasyon yetersizliği nedeniyle hastanın ölmesi durumunda devletin sorumluluğunu kabul etmemiştır. Bu temel hak olağanüstü hallerde bile askıya alınamayan hakların sert çekirdeğidir. Bu kuralın tek istisnası, meĢru savaĢ fiilleri sonucunda meydana gelen ölümlerdir. Burada yaĢama hakkından sapmaların yasallık ve yasa dıĢılık koĢullarını sıkı bir biçimde tanımlayan silahlı çatıĢmaları ve savaĢ yasalarını düzenleyen uluslararası normlara saygı çerçevesinde öldürmeler söz konusudur.57 Madde, kanunun ölüm cezası öngördüğü bir suç nedeniyle bir mahkemenin verdiği ölüm cezasının infazını yasaklamamaktadır. AĠHK, bu hükmün sınırlı bir yoruma tâbi olduğunu açıklığa kavuĢturmuĢtur. Buna göre, kullanılan güç, öngörülen amacın gerçekleĢ55 56 57 ÜNAL,s.94. Kararın türkçe tercümesi için bkz. YMB, sayı 2001-154,s. 65. KABOĞLU, s.177. 116 mesiyle sıkı bir biçimde orantılı olmalıdır. Orantılı olma ilkesi, özellikle insan yaĢamı ve fizik bütünlüğü bakımından değerlendirilir.58 “Mahkemece hükmedilen cezanın yerine getirilmesi durumunda “cezaya hükmeden mahkeme AĠHM‟nin içtihadına uygun olarak bağımsız ve tarafsız olmalı, ve hem ilk derece hem de temyiz sürecinde hakkaniyet standartları özenle uygulanmalıdır. Ölüm cezasının uygulanması geri alınamaz olduğundan ancak söz konusu standartların uygulanmasıyla keyfi ve yasadıĢı uygulamaların önüne geçilebilir. Maddede öngörülen, “Kanunun ölüm cezası ile cezalandırması” koĢulu, yalnız cezanın iç hukukta temeli olmasını değil, aynı zamanda yasanın niteliğine azami dikkat gösterilmesini gerektirir. Yasanın niteliği ise, Mahkeme içtihadında kullanılan terimlerle, hukuki temelin “eriĢilebilir” ve öngörülebilir” olmasını gerektirir.Mahkeme, SözleĢmenin 2. maddesinin yapısından, adil yargılamaya tabi tutulmayan bir kimseye verilen ölüm cezasının uygulanmasına izin verilemeyeceği kanaatindedir.”( Öcalan/Türkiye, 12 Mart 2003,parag.203-204). SözleĢmede yer alan haklar teorik değil, gerçek ve somut haklar olduğu için devlet, önce, bu öldürmeme yükümlülüğünü kendisi yerine getirecek, sonra da kiĢinin hayatını, ölümle sonuçlanacak saldırı ya da eylemlere karĢı korumak için ( örneğin adam öldürme fiillerinin cezalandırılması gibi) gerekli uygun önlemleri alacaktır. AĠHM'ne göre, söz konusu madde bağlamında yaĢam hakkını koruma yükümlülüğü, devletin genel görevlerini açıklayan ve devlet görevlileri tarafından güç kullanılması sonucu yaĢamını kaybeden bir birey olduğu zaman etkili bir soruĢturma yapılması gerekliliğini dolaylı olarak belirten SözleĢmenin 1. maddesi ile birlikte ele alınmalıdır. AĠHM bir kararında 2. maddenin önemini Ģöylece vurgulamaktadır: "2. madde sadece yaĢama hakkını güvence altına almakla yetinmemekte; aynı zamanda, öldürmenin meĢru sayılacağı durumları da göstermektedir. 2. madde bu sıfatla sözleĢmenin temel maddelerinden biridir ve bu hükme, barıĢ zamanında, 15. madde yolundan istisna getirilemez. Söz konusu bu madde, 3. madde ile birlikte, demokratik toplumların temel değerlerinden birini içermektedir." Türkiye‟ye karşı 1.3.2001 tarihli Berktay kararında da açıkça vurgulandığı üzere, ölüme değil, yalnızca yaralanmaya yol açan güç kullanımı, esas itibariyle m.2‟nin değil, m.3 ve 8‟in uygulanması sonucuna yol açar. Bununla birlikte, bir kişinin AİHS m.2‟nin 58 KABOĞLU, s.178. 117 korumasından yararlanabilmesi için mutlaka cesedin bulunmuş olmasına gerek yoktur. Nitekim AİHM‟ye göre, bir kişinin öldüğü somut olayın şartlarından da çıkarılabilir. Eğer mağdur birkaç yıl önce güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınmış ve gözaltına alınan diğer kişilerle birlikte serbest bırakılmamışsa, bu, kişinin gözaltı sırasında öldüğünü gösterebilir. Kayıp kişiler bakımından zaman ögesi ve gözaltının, yaşamı tehdit eden bir durumda gerçekleşip gerçekleşmediği son derece önemlidir. Eğer devlet bu konuda yeterli açıklama getiremiyorsa, artık o kişinin öldüğü ve dolayısıyla m.2‟nin de ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır. Özellikle gözaltına alınan bir kişiye karşı yapılan muameleden dolayı hesap verme yükümlülüğü, eğer bu kişi ölmüş ise özel ölçüde geçerlidir. Eğer somut olay, ilgilinin gözaltında iken öldüğünü gösteriyorsa ve kamusal makamlar onun akibeti hakkında hiçbir açıklama getiremiyorsa m.2 ihlal edilmiş olur. Mahkeme, burada somut olayın özelliklerinden hareket etmekte ve kişiden haber alınmaksızın ne kadar uzun bir süre geçmiş ise, ölme olasılığının da o ölçüde yüksek olduğunu kabul etmektedir. AİHS m.2, “yaşama hakkı” bakımından bir güvence içermekte; buna karşılık “ölme hakkını” garanti etmemektedir. Bu bağlamda ötanazi, AİHM‟nin İngiltere‟ye karşı 29.4.2002 tarihli Dianne Pretty kararına (2346/02) konu olmuştur. Divan, AİHS m.2 ile devletin görevinin yaşamı korumak olduğunu vurgulamıştır. Bu durumda m.2 ile güvence altına alınan yaşama hakkının olumsuz bir yönde yorumlanmasının mümkün olmadığını düşünmektedir. Bu nedenle m.2, herkese yaşam yerine ölümü seçmek suretiyle kendi yaşamını belirleme hakkını tanır biçiminde yorumlanamaz. Bu yüzden m.2‟den, başkası eliyle veya bir kamu kurumunun yardımıyla ölme hakkını çıkarmak mümkün değildir. AİHM‟nin bu kararından, aktif ötanaziye olanak tanıyan bir düzenlemenin, AİHS m.2‟nin ihlali sonucuna yol açıp açmayacağı sorulabilir. AİHM‟nin kararına konu olan olayda başvurucu, bir başkasının kendi ölümüne yardımcı olmasının cezalandırılmasının AİHS m.2‟ye aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüştür. Bu nedenle söz konusu karardan, ötanaziye izin veren bir düzenlemenin AİHS m.2‟nin ihlali sonucuna yol acacağı biçiminde bir sonuç çıkarılamaz. 2. SÖZLEġMEYE AYKIRILIK OLUġTURMAYAN HALLER Maddenin ikinci fıkrasında, kiĢinin yaĢamına son verilmesinin bazı hallerde SözleĢmeye aykırılık oluĢturmayacağı belirtilmiĢtir. 118 Buna göre, kiĢilerin zor (cebir) ve Ģiddet olaylarına karĢı korunması (meĢru müdafaa hali), tutuklunun kaçmasının önlenmesi (zabıtanın zor kullanma yetkisini kullanması) ve bir ayaklanmanın yasal olarak bastırılmasının önlenmesi amacıyla kiĢinin yaĢamına son verilebilir. Ancak, sayılı-sınırlı ve son derece kısıtlı olan bu hallerde dahi, kuvvet kullanılarak kiĢinin yaĢamına son verilmesi, mutlak zorunlu hallere inhisar ettirilmelidir. Zira bu istisnalar, bir kimseyi kasden öldürmeye izin veren yasal halleri değil, fakat istenmediği halde yaĢamdan yoksun bırakma sonucunu doğurabilecek “zor kullanma hallerini” belirtmektedir. Kullanılan güç, 2. fıkrada yer alan amaçlarla sıkı bir Ģekilde orantılı olmalıdır. Bu bağlamda, Komisyon, Kuzey Ġrlanda'da bir isyanın bastırılması sırasında ordunun kullandığı plastik mermilerle ölen bir çocukla ilgili olarak verdiği bir kararda, "kullanılan gücün, SözleĢmede tanınan meĢru amaçla orantılı olması gerektiğini " vurgulamıĢtır. Ġrlanda KurtuluĢ Ordusu(IRA)‟nın aktif üç üyesinin Cebelitarık‟taki Ġngiliz güvenlik güçlerince öldürülmesine iliĢkin Mccann/Ġngiltere(1995) davasında, Mahkeme Ġngiliz askerlerinin baĢkasının yaĢamını korumak amacıyla ilgilileri öldürmelerinin gerekli olduğu inancıyla hareket etmelerine rağmen, operasyonun bütününün planlama ve kontrolünün, özellikle ilgililerin öldürülmeleri sırasında Ġngiltere Hükümeti tarafından askerlere verilen bilgilerin intikal ve değerlendirilmesinin yetersiz olduğunu belirterek 2. maddenin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir.59 AĠHM'de Güleç/Türkiye kararında, ġırnak ilinde bir gösteri sırasında güvenlik güçlerinin müdahalesi üzerine bir göstericinin ölümü ile ilgili verdiği kararında; söz konusu olayda güç kullanımının SözleĢmenin 2/2 maddesinin c bendi uyarınca haklı olabileceğini kabul etmekle birlikte, izlenen amaçla kullanılan araçlar arasında denge bulunması gerektiğini vurgulamıĢ ve orantısız güç kullanımı ve maktulün ölümü hakkında tam bir soruĢturma yapılmaması nedenleriyle 2. maddenin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. 2. madde kasten öldürme halinin yanı sıra istemeyerek( taksirle) adam öldürme fiilini de içermektedir. AĠHK Ertak/Türkiye baĢvurusunda, baĢvuranın oğlunun ölümü üzerine, ulusal düzeyde yürütülen soruĢturmanın bağımsız organlar tarafından yapılmadığını, derinleĢtirilmediğini ve baĢvuranın soruĢturmaya dahil edilmediğini gözlemlediğini belirterek, "kamu görevlilerinin neden olduğu Mehmet Ertak'ın ölümü ve söz konusu kiĢinin 59 GOMIEN s. 13. 119 gözaltında kaybolması ile ilgili olarak tam ve etkili bir soruĢturmanın yapılmaması 2. maddenin ihlâlidir" sonucuna varmıĢtır. Komisyon Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin Türkiye aleyhine baĢvurusunda, Kıbrıs BarıĢ Harekatı sırasında, sivillerin ölmüĢ olmasını savaĢ haliyle ilgisiz bulmuĢ ve yaĢam hakkının ihlâl edildiği sonucuna varmıĢtır. Keza, AĠHM Güleç / Türkiye (1998) ve Oğur / Türkiye (1999) kararlarında da ilçe idare kurallarının güvenlik güçlerin dahil olduğu bir ölüm olayının araĢtırılmasında bağımsız ve etkili bir soruĢturma yapılmadığından 2. maddenin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. Nitekim AİHM, 20.3.2001 tarihli Hollanda’ya karşı Köksal kararında (31725/96) polisin ihmali nedeniyle tıbbi bir tedavi yapılmadığı için ölümün meydana gelmesi ve bundan dolayı hiçbir ciddi soruşturma yapılmadığı gerekçesiyle, AİHS m.2 ve 3‟ün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Ancak öldürme olayının sorumlusunun açığa çıkarılmaması mutlaka AİHS m.2‟nin ihlal edildiği anlamına gelmez. Burada önemli olan, bunun açığa çıkarılması için gösterilen çaba ve bu çerçevede yapılan soruşturmanın etkinliğidir. Nitekim Mahkeme, 18.7.2000 tarihli Seho Ekinci/Türkiye ve 16.11.2000 tarihli Hediye Tanrıbilir/Türkiye kararlarında baĢvuranların SözleĢmenin 2. maddesinin ihlâl edildiği iddialarını kabul etmemiĢtir. AĠHM ilk davada, iddia edildiği gibi Nuri Ekinci‟nin öldürülmesinin devlet görevlileri tarafından ya da onların iĢbirliği ile gerçekleĢtirilmiĢ olmasını düĢünmenin, sağlam delillere dayanmadığı, mevcut delillerin böyle bir yargıya varmaya yeterli olmadığı sonucuna varmıĢtır. Ġkinci karar da ise, “baĢvuranın eĢinin olaya tanık olmadığı ve hatta oğluyla birlikte gözaltına alınan ve verdikleri ifadelerinde, nezarethanede görevli jandarmaların nöbetleĢe denetim yaptığını ve intiharın farkedilmesine kadar nezarethanede anormal bir durumun olmadığını söyleyen kızlarla görüĢme talebinde dahi bulunmadığını, olaydan sonra jandarmanın C. Savcısına bilgi verdiğini ve olay mahallinde derhal otopsi yapıldığını, maktulün ölümünden sorumlu tutulan cesedi bulan jandarmaların, C.savcısına, olay yerinde keĢif yapan hâkime, ilçe idare kurulunca görevlendirilen muhakkike ve AĠHK delegelerine Strazburg‟da yapılan tanık dinleme duruĢmasında verdikleri ifadelerin benzer olduğundan, intihardan sorumlu olabilecek kiĢilerin tespiti amacıyla yapılan hazırlık soruĢturmasının yeterli olduğu gerekçesine dayanmıĢtır.60 60 Bilal ÇALIġKAN, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinin Ekinci ve Tanrıbilir Kararları, Adalet Dergisi, Yıl 92/8 (Temmuz 2001) s.10-13. 120 YaĢama hakkının bir diğer boyutu da, "yaĢamın" ne zaman baĢladığı ile ilgilidir. AĠHS ceninin (embriyo) korunmasının gerek olup olmadığını hükme bağlamamaktadır. AĠHK, bu hususa değindiği bir kararında, annenin yaĢama hakkının, doğmamıĢ çocuğunkinden üstün olduğu sonucuna vararak; annenin sağlığını korumak için hamileliğin iradî kesintiye uğratılmasını (kürtaj) SözleĢmenin bu maddesine aykırı bulmamıĢtır. Komisyon, kısırlaĢtırmanın belli koĢullar altında, SözleĢmenin 2 ve 3. maddelerinin ihlâli anlamına gelebileceğini söylemiĢ, ancak tıbbî nedenlerle ve kadının onayına bağlı olarak uygulanabileceğine karar vermiĢtir. Mahkeme Ģimdiye kadar ötenazi ya da benzer problemlere iliĢkin herhangi bir baĢvuru incelememiĢtir. 3. YAġAMA HAKKI ĠLE ĠLGĠLĠ ĠÇ HUKUK KURALLARI VE UYGULAMASI Birçok demokratik ülkenin anayasası gibi 1982 Anayasası da kiĢi ve kiĢilik haklarını hukuksal korumanın konusu yapmıĢtır. KiĢi dokunulmazlığı, 17. maddede hükme bağlanmıĢ olup yaĢama hakkını ve kiĢinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliĢtirilmesini ifade etmektedir. Sözkonusu maddesinin birinci fıkrasında ilke belirtilmektedir. Buna göre, “Herkes, yaĢama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliĢtirme hakkına sahiptir.” Daha sonra, “ Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dıĢında, kiĢinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” Hükmüyle, vücut dokunulmazlığı hukuksal koruma altına alınmaktadır. 4. fıkrada ise yaĢama hakkının istisnaları hükme bağlanmaktadır. Mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile meĢru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dıĢındadır.” YaĢama hakkı, olağanüstü yönetim Ģekillerinde de özel korumadan yararlanır (Any. m.15). Anayasa 15. maddenin 1. fıkrasında, temel hak ve özgürlüklerin hangi hallerde kısmen veya tamamen durdurulabileceğini hükme bağladıktan sonra,ikinci fıkrasında, “Birinci fıkrada belirtilen durumlarda da, savaĢ hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler ile, ölüm cezalarının infazı dıĢında, kiĢinin yaĢam 121 hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz.”denilmektedir. 1982 Anayasası değiĢik hükümlerinde ölüm cezasından söz etmektedir (A. m.15, 17, 38, 87). Kanunlarda ölüm cezası bulunmasına rağmen, TBMM 1984‟ten bu yana hiçbir ölüm cezasının infazını onaylamamıĢtır. 2001 yılında Anayasanın 38. maddesinde yapılan değiĢiklikler sonucunda Türk hukuk sisteminde üç hal yani “savaĢ, çok yakın savaĢ tehdidi ve terör suçları” dıĢında artık ölüm cezasının verilmesi mümkün değildir. ( A. 38 / 7) YaĢama hakkı, hukuk sistemimizde, hem cezai hem da hukuki korumanın konusunu oluĢturmaktadır. TCK‟nun 49, 50, 448, 452. maddeleri bu hak bakımından cezai korumanın sınır ve koĢullarını ortaya koyan hükümlerden bazılarıdır. YaĢama hakkı bakımından Türk hukukunda kuĢkusuz en önemli geliĢme, 2001 yılında Anayasanın 38. maddesinde yapılan değiĢiklik sonucunda “savaĢ, çok yakın savaĢ tehdidi ve terör suçları halleri dıĢında ölüm cezası verilemez” hükmünün kabul edilmesidir. Anayasal alanda bu geliĢmeyi 2002 yılında 4771 sayılı Kanun düzenlemesi izlemiĢtir. Gerçekten 9 Ağustos 2002 tarihli Resmi Gazete ile yürürlüğe giren 3.8.2002 tarih ve 4771 sayılı Kanunun 1. maddesine göre, “A) SavaĢ ve çok yakın savaĢ tehdidi hallerinde iĢlenmiĢ suçlar için öngörülen idam cezaları hariç olmak üzere, 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 7.1.1932 tarihli ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununda yer alan idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürülmüĢtür.”61 Ölüm cezası bakımından 4771 sayılı Kanunun eksiğini ve ihmalini gidermek amacıyla 4533 sayılı Kanunda yer alan ve terör suçları için öngörülen ölüm cezası,15.7.2003 tarihli ve 4928 sayılı Kanunun 18. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıĢ ve bu ceza müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürülmüĢtür. Anayasanı 17. maddedesinde yer alan ve yaĢama hakkının istisnalarından biri olan “yakalamayı ve kaçmayı önlemek için”silah kullanılmasından doğan öldürme fiillerinin hukuka uygun ve meĢru kabul edilmesi, doktrinde Anayasanın değiĢik 13. maddesinde hükme bağlanan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasındaki kriterlerden “ölçülülük” ve “orantılılık” ilkelerine aykırılık oluĢturduğu gerekçesiyle eleĢtirilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 122 TMK‟da yer alan ve kolluğa duraksamaksızın ateĢ açma yetkisi veren bir hükmü iptal etmiĢtir. Anayasanın 38. maddesinde yer alan değiĢiklikler dikkate alındığında, ilk sorununun yapılan değiĢikliklerin AHĠS‟nin ek 6 no‟lu Protokol ile örtüĢmediği görülmektedir. ġöyle ki, yukarıda belirtildiği üzere 6 no‟lu Protokol ölüm cezasını sadece “savaĢ” ve “yakın savaĢ tehlikesi” hallerinde ülkelerin mevzuatında korunabilmesine imkan vermektedir. Anayasanın 38. maddesi bunlara “terör suçları”nı da eklemiĢtir. Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi ile örtüĢmeyen ve ona aykırılık oluĢturan “terör suçları” için ölüm cezası verilebileceği kuralından kaynaklanan çeliĢki 4771 sayılı kanun hükümleri ile giderilmiĢtir. Ġkinci husus, 4771 sayılı kanunun iki durum dıĢında ölüm cezalarını kaldırır iken izlediği sayma yöntemi yanlıĢ olmuĢtur. Zira bu sayma nedeniyle mevzuatımızda terör suçları için ölüm cezası öngören bir hüküm Anayasaya aykırı olmayacağı için amaçlanan gerçekleĢmeyecektir. Nitekim, 17.2.2000 tarihli ve 4533 sayılı Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanunu‟nda terör saiki ile iĢlenecek suçlara ölüm cezası öngörülmektedir. Öyle ise, hukuk sistemimizde terör suçları bakımından ölüm cezası varlığını sürdürmektedir. ĠĢte bu gözden kaçan husus, eleĢtiriler dikkate alınarak 19 Temmuz 2003 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 15.7.2003 tarihli ve 4928 sayılı “ÇeĢitli Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılmasına ĠliĢkin Kanun”un 18. maddesinde 4771 sayılı Kanunun 1. Maddesinin (A) fıkrasının birinci paragrafı değiĢtirilmek suretiyle düzeltilmiĢtir. Buna göre, “SavaĢ ve çok yakın savaĢ tehdidi hallerinde iĢlenmiĢ suçlar için öngörülen idam cezaları hariç olmak üzere, 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 7.1.1932 tarihli ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun62[14], 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu ile 17.2.2000 tarihli ve 4533 sayılı Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanununda yer alan idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürülmüĢtür” Hukuk sistemimizde, yaĢama hakkı bakımından Devlet hem negatif yükümlülük hem pozitif yükümlülük altındadır. Negatif yükümlülüğün, TCK‟nun 448. maddesinden hareketle “öldürmeyeceksin” Ģeklinde olduğu söylenebilir. Pozitif yükümlülük ise yaĢamı hukuken korumak ve ihlal gerçekleĢtiğine ise, etkin soruĢturma Ģeklinde kendini göstermektedir. Gerçekten Devlet, kendi yetki alanı içinde yaĢayan kiĢilerin hayat hakkını korumak yükümlülüğü altındadır. AHĠM‟nin bir çok kararında da belirtildiği üzere sözleĢmede yer alan haklar dinamik bir yapıya sahip olduğundan devlet, önce bu 123 öldürmeme yükümlülüğünü yerine getirecek; sonra da kiĢinin yaĢamını, ölümle sonuçlanabilecek saldırı yahut eylemlere karĢı korumak için gerekli önlemleri alacaktır. Hukuk düzenleri, bir yandan zor kullanımını yasaklarken, diğer yandan toplumsal yaĢamın karmaĢıklığı karĢısında ve kamu düzenin ve barıĢın korunması amacıyla ona izin vermektedir. Bu durumlar hukuka uygunluk nedeni olarak ifade edilmektedir.63 Bu bağlamda, TCK, 49. maddesinde hukuka uygunluk nedenlerine yer vermiĢtir. Burada yer alan genel hukuka uygunluk nedenleri yanında özel hukuka uygunluk nedenleri de bulunmaktadır. TCK‟nun 49. maddesinde yer alan kanunun emrini yerine getirme, izin veren açık ceza normu niteliğinde olduğundan, ayrıntıları özel kanunlara bırakılmıĢtır. Kanunun emrini yerine getirme ve dolayısıyla zor kullanmaya izin veren kanun hükümleri ( Örneğin, PVSK. M.16,ek 6, 2911sayılı Kanun, m.24, 1481 sayılı Kanun, m.1,2) TCK‟nun 49.maddesi ile birlikte uygulanma zorunluluğu vardır. Hukuk düzenimizde bu normlar birlikte değerlendirildiğinde, temel ilkenin “kanunsuz suç ve ceza olmaz” olduğu, bu ilke sadece suçların ve cezaların kanunla konulması anlamına gelmediği, aynı zamanda “kanunsuz yargılama olmaz”, “kanunsuz infaz olmaz” ilkelerini de içerdiği söylenebilir. Bunun anlamı, kanunun emrini yerine getirme olmadıkça, hiç kimse ve özelikle zor kullanmaya yetkili olan kimseler, baĢkasının yaĢamını tehlikeye sokamaz, kiĢilik haklarına zarar veremez. Bunu doğuran fiiller, duruma göre adam öldürme ve müessir fiilden baĢlayarak ( TCK. m. 448,456) diğer suçları oluĢturabilir (TCK. m.243,250). Niteliği hukuk devleti olan bir devlette, “suç iĢlemek” Ģeklinde Devletin bir erki bulunmamaktadır. Devlete ait olamayan bir erk, devletin memuruna da ait olamaz. Hukuk düzenimizde, memurun fiili, kanunun emrinin yerine getirilmesi olmadıkça, suçtur ve cezalandırılması gerekir. Bu itibarla suçun takipsiz ve cezasız kalmasını sağlamaya yönelik usuli her çeĢit ayrıcalık hukuk devleti ilkesi çeliĢir. Hukuk düzenimizde “Yargısız infaz” adı altında bir uygulamanın bulunması mümkün değildir.”yargısız infaz” olarak nitelendirilen uygulamalar esasen suçtur. Hukuk düzenimiz bakımından özellikle kolluğun zor kullanmada sınırın aĢılıp aĢılmadığı ve oranın bulunup bulunmadığı önem kazanmaktadır. Kolluk, zor kullanmayı adli görevler nedeniyle kullanmıĢ ve ölümlere neden olmuĢ ise, son yapılan değĢikliklerle bu fiiller bakımından 4483 sayılı Kanun hükümleri uygulanmamakta, doğrudan C.Savcısı soruĢturma 124 yapabilmektedir. Aynı Ģekilde olağanüstü hal veya sıkıyönetim dönemleri için yine C. Savcısının hazırlık soruĢturması yapabilmesi söz konudur. Buna karĢılık olağan dönemlerde, mülki-idari görevlere giren zor kullanma sonucunda ölüm gerçekleĢir ise, olayın soruĢturulması için 4483 sayılı Kanun gereği mülki amir olan kaymakamın izninin alınması gerekmektedir. Uygulamada ölüm cezaları açısından karĢılaĢılan sorun, 4771 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce ölüm cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen cezaların TCK‟nun 2. maddesi dikkate alınarak değiĢip değiĢmeyeceğidir. Gerçekten 4771 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce ölüm cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan yargılama sonucunda ölüm cezası veya TCK‟nun 59. maddesi uygulanmak suretiyle müebbet ağır hapis cezası verilmesi halinde, bu cezalar bakımından 4771 sayılı Kanun ve TCK‟nun 59. maddesi birlikte uygulanabilir mi uygulanamaz mı uygulamanın çözmesi gereken sorun olarak ortaya çıkmıĢtır. Özellikle DGM‟lerde yapılan yargılamalarda verilen ölüm veya müebbet ağır hapis cezaları açısından sanık veya hükümlüler artık ölüm cezasının bulunmadığını azami cezanın müebbet ağır hapis cezası olduğunu ve dolayısıyla tavan ceza olan müebbet ağır hapis cezasına TCK‟nun 59.maddesinin uygulanarak cezanın “otuz sene ağır hapis cezası” dönüĢtürülmesini talep ettikleri hukuk kamuoyunca bilinmektedir. Belirtelim ki, bu talepler hukuka uygun değildir; çünkü, bu taleplerin dayanağını oluĢturan TCK‟nun 2. maddesinde yer alan lehe kanun uygulaması bu olaylarla örtüĢmemektedir. Çünkü bu taleplerde ileri sürülen lehe kanun yaklaĢımı kabul edilemez; zira hem 4771 sayılı Kanunun hem de TCK‟nun 59. maddesi birlikte olaya uygulanamaz. Lehe kanun için her bir kanun ayrı ayrı olaya bütün unsurlarıyla uygulanır ve somut olarak hangisi daha lehe ise o uygulanır. Bu itibarla her iki kanunun lehe hükümleri bir araya getirilerek lehe kanun uygulaması mümkün değildir. Kaldı ki, 4771 sayılı Kanun, iki hal dıĢında ölüm cezasını kaldırmıĢ olmasına rağmen,1/A. maddesinin (a) fıkrasında hangi hallerde ölüm cezasının saklı olduğu belirtilmektedir. Kanun metni aslında iyi kaleme alınmamıĢ, bazı tereddüt ve duraksamalara yer vermekte ise de, maddenin gerekçesi anlaĢmazlığı çözmektedir. Bu itibarla 4771 sayılı Kanunun 1/A madde ve fıkrasının (a) bendindeki düzenleme Türk hukukunda hangi hallerde ölüm cezasının saklı olduğunu ve varlığını sürdürdüğünü belirtmektedir. Nitekim Yargıtay CGK‟nun 4.3.2003 tarih ve 2003/9-24 E. ve 2003/20 K. sayılı kararında bu yönde bir yoruma yer verilmiĢtir. CGK‟nun bu kararında “fıkranın(a) bendinde ise, TCY‟nin 47, 50, 51, 55, 58, 59, 61, 62,64,64,65,66,451,452,462 ve 463. maddeleri ile 125 2253 sayılı Yasanın 12. maddelerinin idam cezalarına iliĢkin hükümlerinin saklı olduğu hükme bağlanmıĢtır.” 4771 sayılı Kanun hükümleri karĢısında ölüm cezasından müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürmeden sonra yeni bir indirim uygulanarak cezanın değiĢtirilmesi mümkün değildir. Böylece temel cezada yapılacak indirimlerde müebbet ağır hapis cezasının esas alınması gerekmektedir. Gerçekten, CGK‟nun 4.3.2003 tarih ve E.2003/9-24, K. 2003/20 sayılı kararına göre: “ Yasa koyucu, fıkranın (a) bendinde tek tek saydığı indirim nedenleri yönünden önceki miktarların korunduğunu belirtmekle,sadece temel cezayı dönüĢtürme iradesini taĢıdığını ortaya koymuĢ, böylelikle temel cezada yapılacak indirimlerde müebbet ağır hapis cezasının esas alınmasını ve dolayısıyla sonuç cezanın değiĢmesini önleyerek, önceden yaptırımını idam cezası olarak öngördüğü suçlar ile müebbet ağır hapis olarak belirlediği suçlar ve cezalar arasında var olan dengeyi korumak istemiĢtir. Bu düzenlemenin doğal sonucu olarak, temel ceza idam olarak belirlendikten sonra yapılan indirimler nedeniyle sonuç cezanın müebbet veya muvakkat hürriyeti bağlayıcı ceza olarak tayin edildiği kesinleĢmiĢ hükümlerde, 4771 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanması sonuç ceza üzerinde bir değiĢiklik meydana getirmeyeceğinden, bu durumda, mahkemesinden yeni bir karar istenmesine gerek bulunmamaktadır.”64 Örnek karar özetleri - 10 “Olayın gerçekleĢtiği özel Ģartlara dönüldüğünde, Mahkeme, otopsinin Mahmut Tanlı‟nın ölümüne neden olan olayların belirlenmesi açısından çok önemli olduğunu gözlemlemiĢtir. SoruĢturma vakit kaybetmeden savcı tarafından baĢlatılmıĢ olmasına rağmen, birçok açıdan kusurludur. Özellikle organlar çıkarılmamıĢ veya tartılmamıĢtır, kalp parçalara ayrılarak incelenmemiĢ; histapoloji incelemesi için örnekler alınmamıĢ; elektrik akımı verildiğini veya diğer Ģekillerde iĢkence yapıldığını gösterebilecek analiz yapılmamıĢ; toksikoloji incelemesi yapılmamıĢ; fotoğraf çekilmemiĢ ve ayrıca emboli bulgusu da yeterli derecede anlatılmamıĢ veya analiz edilmemiĢtir. Ayrıca, CMUK‟a göre adlî tıp doktorunun varlığının gerekli olmasına rağmen, post mortem rapora imza atan doktorların uzman adlî tıp patoloğu olmadıkları görülmektedir. Hükümet söz konusu hükmün acil durumlar hakkında ikinci parağrafına dayanmıĢtır. Ancak, AĠHM, vücudun katılaĢmasından önce, adlî tıp doktorunun katılımı olmaksızın otopsinin gerçekleĢtirilmesi gerekliliği konusunda ikna olmamıĢtır. Kötü muamele sonucunda gerçekleĢmiĢ olması ihtimali olan bir ölüm hakkında etkili bir soruĢturma yapılmasının taĢıdığı önem, kalifiye bir adlî tıp uzmanının görev almasını gerektirmektedir. Ölümün hemen sonrasında böyle bir Muharrem ÖZEN, Ġnsan Hakları ve Temel Hürriyetleri Korumaya Dair Avrupa SözleĢmesi Bağlamında YaĢama Hakkı ve ĠĢkence Yasağı Konularında Ġç Hukuktaki Düzenlemelere ve Türk Mahkemelerindeki Davalardaki Sorunlara Bir BakıĢ, http : // www. yargitay. gov. Tr / aihm /.html 64 126 doktor bulunamamıĢ olsa bile, olayı takip eden günlerde incelemeye istenilen niteliklere sahip bir doktorun katılımıyla devam edilmemesinin sebebi hakkında açıklama sunulmamıĢtır.(parag.150) Ölünün Ġstanbul Adlî Tıp Kurumuna gönderilmesi, otopsi ile ilgili kusur ve eksikliklerin giderilmesini sağlayabilirdi. Haziran 1995‟de ikinci inceleme sırasında ise ceset iĢkence izlerinin veya ölüm nedeninin belirlenmesini sağlamayacak Ģekilde bozulmuĢ durumda idi. Hükümet, ilk raporda ölümün doğal nedenlerle gerçekleĢtiği belirtildiği için, savcının böyle bir sorumluluğu olmadığını iddia etmiĢtir. Hükümet, ölünün Adli Tıp‟a gönderilmesinin baĢvuranın sorumluluğunda olduğunu ve yetkililerin baĢvuranın talebini çekmesi konusunda suçlanamayacaklarını iddia etmiĢtir. (prag.151) AĠHM, gözaltında gerçekleĢen bir ölüm hakkında soruĢturma yapmanın öncelikle yetkililerin sorumluluğunda olduğu görüĢündedir. Savcının ölünün gönderilmesi için baĢvuranın onayına alması gerekliliği yoktur. Post mortem inceleme kalifiye bir doktorun katılımı olmadan gerçekleĢtiği, ölen kiĢinin yaĢının genç olduğu ve ölmeden önceki sağlık durumunun iyi olduğu ve de ailenin iĢkence iddialarının bulunduğu durumlarda savcı daha detaylı bir inceleme için önlem almalıdır. Ölümün Ģüpheli olduğu savcı tarafından da kabul edilmiĢ ve yargılama için hazırlıklar baĢlatılmıĢtır. Ancak, iddianame, bu hipotezi destekleyecek herhangi bir tıbbî veya uzman raporu olmaksızın ölümün korku nedeniyle gerçekleĢtiğini belirtmiĢtir. (parag.152) Yetersiz olan adlî soruĢturmanın ıĢığında, mahkemede görülen davanın, Mahmut Tanlı‟yı sorguya çeken üç polis memurunun delil yetersizliğinden dolayı serbest bırakılması ile sonuçlanması ĢaĢırtıcı değildir. Hükümet‟in baĢvuranın davaya katılmadığını belirtmesine rağmen, katılması halinde davanın gidiĢinde bir değiĢiklik yaratıp yaratmayacağı açık değildir. Davayı tekrar görüĢülmek üzere Ġlk Derece Mahkemesi‟ne gönderme yetkisi olan Yargıtay‟a baĢvursaydı bile, ölüm sebebi ile ilgili delillerin aydınlatılması konusunda etkili bir olasılık olmayacaktı.(Parag.153). Mahkeme, yetkililerin Mahmut Tanlı‟nın ölümünün gerçekleĢtiği Ģartlar hakkında etkili bir soruĢturma yapmadığı sonucuna varmıĢtır. Bu bağlamda sözleĢmenin 2. maddesi ihlal edilmiĢtir.(parag.154) (AĠHM, Tanlı/Türkiye, 10.04.2001 ) -11“Hayata karĢı her farazî tehdit kamu makamlarını gerçekleĢmesini önlemek için somut tedbirler almaya mecbur tutmasa da, özellikle bu makamlar bir ya da bir kaç bireyin hayatlarında derhal ve ciddî bir biçimde tehdit altında olduklarını bildikleri ya da bilmeleri gerektiğinin kanıtlanması halinde bu riski ortadan kaldırmak için yetkileri dahilindeki gerekli tedbirleri almadıkları takdirde, tersi söz konusu olabilir.(Paragraf 63). YaĢam hakkının ihlâli sadece hükümet tarafından ileri sürülen alanlarla sınırlı olmayıp hayat ve yaĢam hakkının değiĢik görünümleri için ciddi risklere yol açmaya elveriĢli alanlarla da bağlantılıdır. (Paragraf 64) Mahkemeye göre, 2. maddeden çıkan pozitif yükümlülük hiç kuĢkusuz davada suç sayılan kamu faaliyetleri alanında da geçerlidir. Ayrıca, yaĢam hakkının ihlâli çevre sorunlarıyla bağlantılı olarak da düĢünülebilir. (Paragraf 65) Buradan hareketle Mahkeme davada 2. maddenin uygulanabilir olduğuna karar vermiĢtir. 127 Ġkinci olarak Mahkeme davalı Devletin insanların hayatının gereksiz yere tehlikeye atılmaması ve kaybedilmemesi için gerekli tüm tedbirleri alma sorumluluğunu ihmal edip etmediğini incelemiĢtir. Mahkemeye göre, millî makamlar baĢvuranın çöplüğün yakınına yerleĢmesini teĢvik etmemiĢ olsalar da, onu bundan caydırmaya da çalıĢmamıĢlardır. Türk mahkemelerindeki dosyalarda yer alan bilirkiĢi raporları bu makamların ihmalleri ile ölümlere yol açan kaza arasındaki nedensellik bağını ortaya koymaktadır. Mahkeme buradan hareketle kamu makamlarının kamunun bilgilenme hakkına riayet edip etmediğini araĢtırmıĢtır. Mahkeme Guerra ve diğerleri kararında, yetkililerin baĢvuranlara, kendileri ve yakınları için fabrikadaki bir kaza anında tehlikeye maruz bir belde olan Manfredonia bölgesinde ikamet etmelerinin oluĢturduğu riskleri değerlendirmelerine imkan verecek temel bilgileri bildirmediğinden SözleĢmenin 8. maddesini ihlâl ettiğine karar verdiğini hatırlatır. Mahkeme bu dava ile o davanın koĢulları arasında ayrım yapılmasını gerektirir hiç bir unsur görmemektedir.(Parag. 84). Mahkeme davada idarî makamların, Ümraniye‟nin bazı mahallelerinin sakinlerinin Belediye çöplüğünün yetersizliği nedeniyle, fizik bütünlükleri kadar hayatlarının da gerçek bir biçimde tehdit edildiğini bildikleri ya da bilmeleri gerektiği sonucuna varmıĢtır. Zira, bu makamlar bu sorunu çözmemiĢlerdir. Yine yürürlükteki mevzuatın kendilerine verdiği yetkiler çerçevesinde, söz konusu risklerin gerçekleĢmesini önlemek için makul olarak kendilerinden bekleneni yaptıkları da söylenemez. Ayrıca, Kazım Karabekir mahallesi sakinlerini bu riskler konusunda bilgilendirmemiĢlerdir. ( Parag.87 ) Mahkeme SözleĢmenin 2. maddesinin, Devletlere yüklediği yargılama mecburiyetinin bazı durumlarda, insan ölümünün kaynağındaki olguların değerlendirilmesinde etkili araĢtırmaların yapılmasına dayanan cezalandırma mekanizması da içeren etkili bir adlî sistem oluĢturmalarını gerektirdiğini hatırlatır. Fiiliyatta, mahkeme 28 Nisan 1993 kazasının sorumlularına karĢı adlî ve idarî davalar açıldığını belirtir. Ġdarî dava sorumluların tazminat ödemesi, ceza davası ise, sorumluluklarının tanınması ile sonuçlanmıĢtır. Ceza davasında Ġstanbul 5. Asliye Ceza Mahkemesi, sanıkları (Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesi Eski BaĢkanı, Nuretin Sözen ve Ümraniye Belediyesi Eski BaĢkanı ġinasi Öktem) T.C.K‟nun 230. maddesinden 610.000 Tl (yaklaĢık 9.70 euro) ağır para cezasına çarptırarak cezanın ertelenmesine karar vermiĢtir. Mahkemeye göre, bu davada yürütüldüğü Ģekliyle cezaî yol tam ve etkin değildir. Dolayısıyla uygun bir telafi sayılamaz. (Parag.110) Yine, Türk ceza mekanizmasının uygulanmasındaki böyle bir eksiklik Belediye baĢkanlarının politik kariyerleri dolayısıyla ne bir ceza davasının sözde sonuçlarıyla ne de baĢvurana yapılan bir lojman teklifiyle doldurulamaz. (Parag.111) BaĢvuranın tazminat hakkı idarî yargı tarafından, ilk tazminat talebinin reddinden 4 yıl 11 ay 10 gün sonra tanınmıĢtır. Mahkeme hükmedilen tazminatın bugüne kadar ödenmediğini saptar. KuĢkusuz ilgili hükmedilen tazminatın ödenmesini hiçbir zaman talep etmemiĢtir: Kendisi de bu duruma itiraz etmemektedir. Ancak Mahkeme taraf olduğu idarî davadaki yargılamanın yavaĢlığı karĢısında baĢvuranın ayrıca bir de icra takibi baĢlatmamakla suçlanamayacağı kanaatindedir. 128 Bu nedenlerle, mahkeme BaĢvuran Öneryıldızın yakınlarının ölümü ve bu davada iĢletildiği biçimde Türk yargı mekanizmasının etkisizliği nedeniyle SözleĢmenin 2. maddesinin ihlâl edildiğine hükmeder.” (AĠHM, MaĢallah Öneryıldız/Türkiye, (18.6.2002) -12“Mahkeme, ortaya çıkan sorunları, özelikle Hükümetin sunduğu yapılan adlî soruĢturmalara iliĢkinler olmak üzere, dava dosyasına sunulan yazılı belgeler, ayrıca tarafların sunduğu yazılı görüĢler ıĢığında inceleyecektir. Bu öğelerin değerlendirilmesi için “her türlü Ģüpheden uzak” delil ilkesine baĢvuracaktır. Ancak eklemek gerekir ki, böyle bir delil deliller demetinden ya da yeterince ciddi, açık ve uyumlu, çürütülemeyen bir karineden ileri gelebilir. Ayrıca, tarafların delillerin araĢtırılması sırasındaki tutumları da dikkate alınabilir (parag.72) “YaĢam hakkını güvenceye alan 2. madde, kuvvete baĢvurmanın adam öldürme ile neticelendiği hallerde etkili bir soruĢturma yapma mecburiyeti yükler. Bu mecburiyet, ölümün bir devlet görevlisince gerçekleĢtirildiği hallere münhasır değildir. Ölümden, ilgili makamların sadece haberdar olması , ölümün hangi Ģartlarda gerçekleĢtiği –hakkında etkili bir soruĢturma yapma mecburiyetini ipso facto doğurur. (Ekinci/Türkiye, 18 Temmuz 2000, parag.77,78) “Mahkeme dosya da mevcut hiçbir delilin Jandarmaların makul biçimde A.T. nin intihar edebileceğini öngörebilmelerini ve hücresi önünde daimî bir nöbetçi bulundurmaları gerektiğini göstermediğini gözlemlemiĢtir.” (parag.79) (Tanrıbilir /Türkiye, 16 Kasım 2000 –ihlâl yok-) -13"Mahkeme,yaĢama hakkını koruma altına alan 2. maddenin SözleĢme'nin en temel hükümlerinden biri olduğunu ve 3. madde ile birlikte Avrupa Konseyi'ni oluĢturan demokratik toplumların temel değerlerinden birini koruma altına aldığını tekrarlar. Sorumluluk, sadece devlet görevlilerinin kuvvet kullanması sonucunda kasıtlı olarak adam öldürme ile sınırlı değil ayrıca, 2. maddenin 1. paragrafının ilk cümlesi gereği Devletlerin yaĢama hakkını kanun ile koruma altına alması pozitif yükümlülüğünü de kapsamaktadır. Bu durum, yorum yoluyla, kuvvet kullanımı sonucunda, kiĢilerin hayatlarını yitirdikleri durumlarda etkili ve resmî bir soruĢturmanın yapılmasını gerektirir. Ahmet Çakıcının güvenlik güçlerince yakınlarına haber verilmeksizin gözaltına alınmasının ardından ölmesi sebebiyle, Mahkeme Taraf Devletin sorumlu olduğunu tespit etmiĢtir. Mahkeme gözaltı olayının ardından neler olduğu hususunda yetkililer tarafından açıklama yapılmadığını ve görevliler tarafından kullanılan öldürücü kuvvet konusunda Hükümet tarafından bir savunma yapılmadığını gözlemlemiĢtir. Böylece, adı geçenin ölümünün sorumluluğu Taraf Devlete yüklenebilir ve bu konuda 2. maddenin ihlâli söz konusudur. Ayrıca, Ahmet Çakıcının ortadan kaybolması ve cesedinin bulunmasına iliĢkin yürütülen yetersiz soruĢturma çerçevesindeki iĢlemlere dair etkili güvencenin yokluğu nedeniyle, Mahkeme Sorumlu Devletin yaĢama hakkını güvence altına alma görevini yerine getirmediğini tespit etmiĢtir. (Çakıcı/ Türkiye, 8.7.1999) 129 -14“Mahkeme, kamu görevlilerinin keyfi bir biçimde adam öldürmelerinin SözleĢme‟nin 2. maddesinde yasaklanmasının, uygulamada kamu makamlarının kullandıkları Ģiddetin hukuksallığını denetleyecek bir makamın bulunmaması durumunda bir anlamı olmayacağını tespit eder. 2. maddedeki yaĢama hakkı, 1. maddede devletin genel ödevini düzenleyen, “kendi yetki alanı içindeki herkese bu SözleĢmenin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanımak (bunları güvence altında bulundurmak)” hükmüyle birlikte okunduğunda, bireyler kamu görevlilerinin eylemleri sonucu öldürüldükleri zaman etkili bir araĢtırmanın yapılmasını gerektirir (bkz. McMann ve diğerleri kararı, s. 48) (parag.86) Mahkeme, 2. maddedeki yaĢama hakkının korunmasının, kamu görevlileri tarafından kullanılan Ģiddetin belli koĢullar altında hukuka uygun mu aykırı mı olduğunun bağımsız bir Ģekilde incelenmesini, bu konularda kamu görevlilerinden hesap sorulabilmesini gerekli kıldığını açıklar (parag.87) Mahkeme, Hükümet‟in sözkonusu olayın hukuka uygun öldürmeyi içeren bir olay olduğunun çok açık biçimde ortada olması nedeniyle sadece asgarî formalitelerin yerine getirildiği yönündeki açıklamasını hatırlatır. Mahkeme‟nin Hükümet‟in iddialarını doğrulayacak delillerin bulunmadığı bir ortamda bunu kabul etmesi mümkün değildir. Ayrıca, güvenlik güçleri tarafından hukuka uygun bir öldürmenin gerçekleĢtiğinin çok açık olduğu bir olayın sözkonusu olduğu bir durumun bulunduğu varsayılsa bile, yerine getirilen “asgarî formaliteler” yetersizdir.(parag.88). Mahkeme, Cumhuriyet Savcısı‟nın, tüm iĢlemleri, ölenin güvenlik güçleriyle çatıĢma sırasında ölen bir terörist olduğu önyargısından hareketle gerçekleĢtirmiĢ olmasından son derece etkilenmiĢtir. Olay yerindeki askerlerden herhangi bir ifade alınmamıĢ ve bölgede iddia edildiği gibi yoğun bir çatıĢma yaĢandığının göstergesi olabilecek boĢ kovanların bulunması için herhangi bir çaba gösterilmemiĢtir. Bağımsız bir araĢtırma yürüten bir görevli olarak, olay yerinde delil toplamalı, olayların geliĢimine iliĢkin kendi düĢüncesini oluĢturmalı ve tipik bir çiftçi gibi giyinmiĢ olmasına karĢın ölenin iddia edildiği gibi bir terörist olduğu konusunda kendi kendini ikna etmeliydi. Bunun yanında, Savcı‟nın, askerlerin olaya iliĢkin ifadelerini almak konusunda hazırlıklı olduğunu gösterecek herhangi bir iĢaret de yoktu. Savcı‟nın, askerlerin söyledikleri her Ģeyi aynen kabul etmek konusundaki hazırlıklılığı ölenin ellerinde ve giysilerinde barut bulunması için ve silahın üzerinde parmak izi bulunması için herhangi bir çaba göstermemiĢ olmasının nedenini de ortaya koymaktadır. Her durumda, cesedin daha sonra köylülere teslim edilmiĢ olduğu ve dolayısıyla ceset üzerindeki kurĢunlar dahil olmak üzere hiçbir konuda daha ileri analiz yapılmasının mümkün olmadığı da dikkate alınırsa bu kusurlar ciddi kusurlar olarak kabul edilmelidir. Olay yerinde daha ileri inceleme için alınan Ģeyler ölen tarafından kullanıldığı iddia edilen silah ve mühimmattan ibaretti. O zaman için bunun değerinin ne olduğu bir yana, Cumhuriyet Savcısı‟nın balistik incelemenin (bkz. yukarıda paragraf 31) sonucunu beklemeden yetkisizlik kararı vermesi de dikkate değerdir. Otopsi raporu sadece kurĢun yaralarının biçimini, ciddiyetini ve konumlarını içermekteydi. Mahkeme, Komisyon‟un, raporun bazı önemli konularda, özellikle de kurĢun sayısı ve kurĢunun atıldığı yaklaĢık mesafenin ölçülmesi konularında son derece eksik kaldığına iliĢkin görüĢünü paylaĢmaktadır. Yapılan otopsinin baĢtan savma niteliği ve raporda belirtilen bulgular, hukuka uygun öldürme konusunda kesin olarak emin olmayı gerektirecek bir incelemenin ve hatta sadece asgarî bir 130 incelemenin bile yapılmıĢ olduğu sonucuna varılmasını mümkün kılmamaktadır; geride yanıtlanması gereken birçok kritik soru kalmaktadır. Mahkeme, olay yerinde yapılan ölüm sonrası ve adlî tıp araĢtırmasının terörist Ģiddete açık bir yerde olduğunu dolayısıyla standart uygulamanın gerçekleĢtirilmesinin mümkün olmadığını teslim etmektedir. Bunu Dr. Doğru da raporunda belirtmiĢtir (bkz. yukarıda paragraf 29). Bu nedenle, doktorun ve Cumhuriyet Savcısı‟nın cesedi, vücut, giysiler ve kurĢun yaraları üzerinde araĢtırma yapılmak üzere daha güvenli bir yere götürmek konusunda herhangi bir talepte bulunmamıĢ olmaları ĢaĢırtıcıdır.(parag 89) Olaydan sonra da Cumhuriyet savcısı, baĢvurucunun kardeĢi hakkında, örneğin aktif bir PKK üyesi olup olmadığının araĢtırılması, Dolunay Köyü‟ne yakın yerlerde yaĢayan köylülerin olay günü bir silahlı çatıĢma duyup duymadıklarının soruĢturulması veya güvenlik güçleri mensuplarının olayla ilgili olarak dinlenilmesi suretiyle bilgi alma giriĢiminde bulunmamıĢtır. Dolayısıyla Cumhuriyet Savcısı‟nın ölenin güvenlik güçleriyle çatıĢma sırasında ölen bir terörist olduğuna dair inancı baĢka herhangi bir delille sınanmamıĢ ve yetkisizlik kararı da güvenlik güçlerinin gerçekleĢtiği iddia edilen silahlı çatıĢmada herhangi bir Ģekilde orantısız güç kullanmaktan dolayı kusurlu bulunabilmeleri olasılığını ortadan kaldırmıĢtır. Ayrıca, Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcısı‟nın, Hikmet Aksoy‟un 17 Haziran 1994 tarihinde vermiĢ olduğu ifadenin doğruluğunu, örneğin 25 Mart 1993 tarihinde orada tutuklu bulunup bulunmadığını, Lice Jandarma Karakolu‟ndaki hapishane kayıtlarından araĢtırmak suretiyle öğrenmeye çalıĢmadığı da dikkate alınmak gerekir.(parag 90). Mahkeme, Türkiye‟nin güney-doğusunda yaĢam kaybının trajik ve sıklıkla rastlanan bir durum olduğunu tespit eder (bkz. Aydın kararı). Buna karĢın ne silahlı çatıĢmaların yaygınlığı ne de ölümlerin çokluğu, güvenlik güçlerinin yer aldığı silahlı çatıĢmalarda özellikle de baĢvuru konusu olaydaki gibi çeĢitli belirsizliklerin olduğu durumlarda SözleĢme‟nin 2. maddesinden kaynaklanan etkili ve bağımsız bir soruĢturma yapılması ödevini ortadan kaldırır.(parag 91) Bu noktalardan hareketle, Mahkeme de, Komisyon gibi, yetkili makamların baĢvurucunun kardeĢinin ölümünü aydınlatabilmek için etkili bir araĢtırma yürütemedikleri sonucuna varır. Bundan dolayı SözleĢme‟nin 2. maddesi ihlâl edilmiĢtir.(parag.92) Ġç hukukta “YaĢama Hakkı”nın Yeterince Korunmadığı Ġddiası BaĢvurucu, 285 sayılı KHK‟nin 4. maddesinin 1. fıkrasına (bkz. yukarıda paragraf 46) göre güvenlik güçleri mensuplarına iliĢkin araĢtırmaların ve soruĢturmaların, kararları güvenlik güçlerinin yaklaĢımlarından etkilenen idarî makamlarca yapılacağını iddia etmektedir. Bu nedenledir ki kardeĢinin ölümüne iliĢkin araĢtırmada birçok eksiklikler yer almıĢ ve güvenlik güçlerinin doğruluğu sınanmamıĢ tanıklıkları sonucunda kardeĢinin hukuka uygun bir Ģekilde öldürüldüğü ortaya konulmuĢtur. Güvenlik güçlerince hukuka aykırı olarak öldürme iddialarını bağımsız bir biçimde soruĢturacak bir mekanizmanın eksikliği davalı Devlet‟in iç hukukunda yaĢama hakkının yeterince korunmadığı anlamına gelmektedir Bu iddiaya ne Hükümet ne de temsilciler katılmıĢlardır. Mahkeme, daha önce baĢvurucunun kardeĢinin ölümüne iliĢkin olarak etkili bir araĢtırmanın yapılmamıĢ olmasından dolayı SözleĢme‟nin 2. maddesine iliĢkin bir ihlâlin varlığının tespit edilmiĢ olması dolayısıyla bu iddianın incelenmesini gerekli görmemiĢtir.(parag.95) 131 ( AĠHM, Kaya / Türkiye, 19 ġubat 1998 ) -15“BaĢvuran güvenlik güçleri mensuplarının 24 Aralık 1990 tarihinde yaptıkları bir operasyonda oğlunu öldürdüklerini ve onun ölümüyle ilgili olarak etkili bir adlî soruĢturma yapılmadığını iddia etmiĢtir. BaĢvuran aĢağıda yer alan SözleĢmenin 2. maddesinin ihlâl edildiğinden Ģikayetçi olmuĢtur (parag 71). BaĢvuranın oğlunun ölümü BaĢvuran, oğlu Musa Oğur'un gece bekçilerinin kaldığı barakadan yalnız baĢına çıktığında güvenlik güçleri tarafından uyarılmadan atılan bir kurĢunla öldüğünü iddia etmiĢtir. BaĢvurana göre tanıkların ifadeleri, maktulün PKK üyesi olduğu ve güvenlik güçlerinin, gece bekçilerinin sığındıkları yerden yapılan saldırıya karĢılık vermek zorunda kaldıkları yönündeki Hükümetin görüĢünü inandırıcı olmaktan yoksun bırakmıĢtır. (parag. 73) Komisyon, güvenlik güçlerinin, PKK mensupları, maktul veya barınakta bulunan diğer Ģahıslar tarafından yapılan bir saldırıya karĢılık vermek zorunda kalmadıklarının; maktulün kaçmadığının; silah kullanmadan önce yüksek sesli bir uyarı yapılmadığının; ve Musa Oğur'un güvenlik güçleri tarafından uyarı atıĢı niteliğinde olmayan bir atıĢla ölümcül olarak yaralandığının doğruluğunun ortaya konduğunu kabul etmiĢtir. (parag. 74) Hükümet, güvenlik güçleri mensuplarının esas amaçlarının kendilerine verilen bilgi ve talimatlar doğrultusunda bir teröristi tutuklamak olduğunu ileri sürmüĢtür. Hükümet'e göre güvenlik güçleri, kendilerini ateĢ altında buldukları için, kaçmakta olan baĢvuranın oğlunun maalesef yaralanarak ölmesine neden olan uyarı atıĢları yapmak zorunda kalmıĢlardır. Birinin bir uyarı atıĢıyla vurulmuĢ olması gerçeği, görüĢ mesafesinin az olması ve zeminin çamurlu olmasından dolayı atıĢ açısının çok dar olması gibi olağanüstü Ģartların olaya hakim olmasıyla açıklanmıĢtır. Hükümete göre güvenlik güçlerinin kasten öldürmek amacı taĢımadığı hususu kanıtlanmıĢtır. Güvenlik güçlerinin sayıca fazla olmaları nedeniyle ciddi bir silahlı çatıĢmaya rağmen daha büyük olayların meydana gelmesi önlenmiĢ ve olumsuz hava Ģartları ile zemine rağmen operasyonun iyi organize edildiği görülmüĢtür. Güvenlik güçlerinin güç kullanmalarının gerçekten gerekli olmadığı konusu tartıĢma götürmeyecek Ģekilde ispatlanmamıĢtır. Ayrıca, Hükümet, PKK sempatizanı olduğunu belirttikleri Cengizhan Uysal (bkz. yukarıdaki paragraf 47) tarafından sunulan ifadenin doğruluğuna karĢı çıkmıĢtır. (parag. 75) Mahkeme, SözleĢmeye Ek 11 No'lu Protokolün 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmesinden önceki SözleĢme sistemine göre, olayların kanıtlanması ve doğrulanmasının Komisyona ait bir husus olduğu görüĢünü tekrarlamıĢtır (bkz. eski maddeler 28/1 ve 31). Mahkeme bu konuda sadece istisnai durumlarda kendi yetkisini kullanacaktır. Bununla beraber, Komisyonun olaylarla ilgili tespitlerine bağlı değildir ve önündeki tüm verilerin ıĢığında kendi görüĢünü saptamada serbesttir (bkz. yukarıdaki YaĢa Türkiye'ye KarĢı kararı s. ..., para.93). Mahkeme, tarafların sundukları yeni delillerin yokluğunda Komisyon tarafından toplanan delillere dayanacak fakat bunların önemini ve etkilerini kendisi değerlendirecektir. (parag. 76) 132 Mahkeme ilk olarak, taraflardan hiçbirinin, maktulün güvenlik güçleri tarafından atılan bir kurĢunla öldüğüne itiraz etmemiĢ olduğunu göz önünde tutar. AnlaĢmazlık, o kurĢunun bir uyarı atıĢından mı, yoksa doğrudan maktule mi yönelik olduğu ve atıĢın yapıldığı Ģartlar ile ilgilidir. (parag. 77) Mahkeme, daha sonra, SözleĢmenin 2. maddesinin 2. paragrafında tanımlanmıĢ olan istisnaların, bu hükmün kasıtlı öldürme olaylarını da kapsadığı görüĢünü tekrarlamaktadır. 2.maddenin metni bir bütün olarak ele alındığında, 2. paragraf, birini kasten öldürmeye müsaade eden durumları değil, istemeyerek yaĢamdan mahrumiyetle sonuçlanabilecek "kuvvet kullanımına" izin veren durumları da tanımlar. Bununla birlikte kuvvet kullanımı, alt paragraflar (a), (b) veya (c)'de belirtilen amaçlardan birine ulaĢmak için "kesinlikle gerekli" olmalıdır. Bu bağlamda, 2.maddenin 2. paragrafındaki "kesinlikle gerekli" teriminin kullanılması, SözleĢmenin 8-11 maddelerinin 2. paragrafındaki idarî iĢlemin "demokratik bir toplumda" gerekli olup olmadığına karar verilirken, gereklilik konusundaki testin daha titiz ve zorlayıcı olması gerektiğine iĢaret eder. Özellikle kullanılan kuvvet, alt paragraflar 2(a), (b) ve (c)'de belirtilen ulaĢılmak istenen amaçlarla kesinlikle orantılı olmalıdır. Demokratik bir toplumda bu hükmün önemi dikkate alındığında, Mahkeme karar verirken, sadece gücü elinde bulunduran devlet görevlilerinin fiillerini değil, aynı zamanda bu fiillerin planlaması ve kontrolü de dahil olmak üzere, olayı çevreleyen koĢulları da dikkate alarak, ölüme neden olan kuvvetin kullanıldığı durumları dikkate almalıdır. (bkz. 27 Eylül 1995 tarihli McCann ve Diğerleri Ġngiltere'ye KarĢı Kararı, Dizi A, no. 324, s. 46, parag. 148-50) (parag. 78) Bu nedenle Mahkeme, bu baĢvuruda güvenlik güçleri tarafından maktule karĢı güç kullanmanın tümüyle gerekli ve bu nedenle 2. maddenin 2. paragrafıyla belirlenen amaçlardan birisiyle, ki bu olayın Ģartlarıyla ilgili olanlar "bir bireyin yasadıĢı Ģiddetten korunması ve "yasal bir tutuklamanın gerçekleĢtirilmesi" dir, orantılı olup olmadığını göz önünde tutmalıdır. (parag. 79) Bu bağlamda, Hükümete göre, güvenlik güçlerinin amacının bir terörist olduğu düĢünülen maktulü tutuklamak olduğu hatırlanmalıdır. Güvenlik güçleri, kaçmaya çalıĢtığı iddia edilen Musa Oğur'a isabet eden uyarı atıĢı ile cevap verdikleri büyük bir silahlı saldırıyla karĢı karĢıya kalmıĢlardır. Kaza, olayların meydana geldiği yerdeki kötü görüĢ Ģartları, sis ve meyilli arazi yapısı ile açıklanmıĢtır. (parag. 80) Komisyon gibi Mahkeme de, sorgulanan bütün tanıklar arasında sadece güvenlik güçleri mensuplarının silahlı bir saldırıya hedef olduklarını belirttiklerini ifade etmiĢtir. (bkz. yukarıdaki 33, 37 ve 41. paragraflar). Kabul edileceği üzere, ġırnak Savcısı tarafından atanan teknik uzman, raporunda, güvenlik güçleri ile barakadan ateĢ ederek kaçmaya çalıĢan PKK teröristleri arasında karĢılıklı çatıĢma yaĢandığını belirtmiĢ, fakat bu ifadenin dayandırıldığı olaylardan bahsetmemiĢtir. (bkz. yukarıdaki 22. Paragraf) Diğer taraftan, Cumhuriyet Savcılığı 26 Aralık 1990 tarihli kararında, güvenlik güçlerine karĢı bir saldırıdan bahsetmemiĢ, Musa Oğur'un barakayı terk ettikten sonra ihtiyacını gidermek için yere çömeldiğinde güvenlik güçlerinin onun kaçmaya çalıĢtığını zannederek, ateĢ ederek öldürdüklerini belirtmiĢtir. (bkz. yukarıdaki 12. Paragraf). Olaydan hemen önce maktul ile birlikte olan gece bekçilerinin hepsi, Musa Oğur'un tuvalet ihtiyacını gidermek için yalnız olarak barakadan dıĢarı çıktığını söylemiĢler ve Musa Oğur'un ölümüne neden olan ateĢten ne önce, ne de sonra ba- 133 rakada bulunan av tüfeklerini kullanmadıklarını ifade etmiĢlerdir. (bkz. yukarıdaki 28. paragraf). Bu bağlamda Mahkeme, ġırnak Cumhuriyet Savcısı tarafından, cesedin bulunduğu yerde mermi veya mermi kovanına rastlanmadığı (bkz. yukarıdaki 20. Paragraf); hususunun sözlü olarak teyit edildiğini belirtmiĢtir. (bkz. yukarıdaki 28. Paragraf). Savcı tarafından siperlerde iki veya üç günlük olan 8 boĢ kovan bulunmuĢtur.(bkz.yukarıdaki 20. Ve 30. Paragraflar). Son olarak, söz konusu operasyonda güvenlik güçleri mensuplarından hiçbirinin yaralanmadığı anlaĢılmıĢtır. Sonuç olarak Mahkeme, olay yerinde güvenlik güçlerinin herhangi bir silahlı saldırıya maruz kaldıklarını belirleyecek yeterli delil bulunmadığını göz önünde tutar. (parag. 81) Mahkeme, muhakkik olarak Vali tarafından atanmıĢ olan Jandarma Yarbay Celal Uymaz'a göre, güvenlik güçleri bu olaydaki gibi benzer Ģartlar altında Ģüphelilere bağırmak suretiyle en az üç sözlü uyarı yapılması için talimat almıĢlardı. (bkz. yukarıdaki 42. Paragraf) Mahkemeye göre, bu olayda olduğu gibi karanlıkta ve sis altında engebeli bir arazide bu önlemler özellikle gereklidir. Sorgulanan tanıklardan birisi, bu olayda sözlü uyarı yapıldığını (bkz. yukarıdaki 37. Paragraf), bir baĢkası ise uyarı yapılmadığını ve üçüncü tanık ise ne olduğunu hatırlayamadığını ifade etmiĢtir. (bkz. yukarıdaki 33. Ve 38. Paragraflar). Mahkeme, sonuç olarak güvenlik güçlerinin bu gibi olaylarda gerekli olan uyarıları yaptıkları konusunda yeterli delil bulunmadığı sonucuna varmıĢtır. Tanıklardan birçoğu, baĢvuranın oğlunun ölümüne bir uyarı atıĢının neden olduğunu belirtmiĢler (bkz. yukarıdaki 29, 33-34, 38 ve 442. Paragraflar) ve Hükümet görüĢünde Musa Oğur kaçmakta olduğu için, merminin ensesine isabet ettiğini belirtmiĢtir. (parag. 82) Mahkeme, uyarı atıĢ tanımının Ģüphelinin yaralanmaması için, silah ile hemen hemen dikey olarak havaya yapılan atıĢlar olduğunu belirtmiĢtir.(bkz. yukarıdaki 39. Paragraf). Söz konusu olayda görüĢ Ģartları zayıf olduğundan, buna daha fazla gerek vardı. Bundan dolayı tek bir uyarı atıĢının maktulün ensesine isabet etmesini tasavvur etmek oldukça zordur. Bu bağlamda, güvenlik güçleri üyelerinden birisine göre, askerler birbirlerinden elli metre aralıkla mevzilenmiĢlerdi ve telsiz bağlantıları yoktu. Bu da operasyonun yönetilmesini ve emirlerin iletilmesini zor bir hale getirmiĢ olmalıydı (bkz.yukarıdaki 38.paragraf). Mahkeme sonuç olarak, Musa Oğur'un bir uyarı atıĢı ile ölmüĢ olduğunu dikkate almıĢ olsa bile, söz konusu atıĢın, maktulün kaçıp kaçmadığına bakılmaksızın, bunun bağıĢlanamaz bir dikkatsizlik neticesinde kötü yapılmıĢ bir atıĢ olduğunu göz önünde tutmuĢtur. (parag. 83) Özetle, operasyonun planlanmasında ve uygulanmasındaki Ģimdiye kadar görülen tüm eksiklikler, yasadıĢı Ģiddetten korunmak veya maktulü tutuklamak için Musa Oğur'a karĢı kuvvet kullanılmasının ne uygun, ne de kesinlikle gerekli olmadığı sonucuna varmak için yeterlidir. Bu itibarla 2. maddenin ihlâli söz konusudur. (parag. 84) BaĢvuran, üstlerine karĢı sorumlu olan ve avukat olmayan kiĢilerden oluĢan Ġdare Kurulunun, Memurin Muhakemat Kanununa dayanarak, 24 Aralık 1990 tarihindeki olayın sorumlularını korumak için her Ģeyi yaptığını belirtmiĢtir. (bkz yukarıdaki 52. Paragraf) BaĢvuran görüĢünde, bu suçtan sorumlu olanları korumak için idarî makamların harcadığı çabanın açıkça görüldüğünü ifade etmiĢtir. Bu bağlamda baĢvuran, operasyonda görev alan güvenlik güçleri (bkz. yukarıdaki 43. Paragraf) mensuplarının kimliklerinin tespiti ve sorgulanmasına gerek olmadığı görüĢünde olan muhakkikin ifadesi ve Mehmet Akay'ın askerlerin kimliklerinin açıklanması- 134 nın onların hayatlarını tehlikeye sokacağı Ģeklindeki ifadesi de dahil olmak üzere birçok tanığın ifadelerine atıfta bulunmuĢtur. (bkz.. yukarıdaki 35.paragraf) (parag. 85). Komisyon, baĢvuranın oğlunun ölümüyle ilgili ulusal düzeyde yürütülen soruĢturmanın bağımsız makamlarca yapılmadığı, eksiksiz olmadığı ve baĢvuranların buna dahil edilmediğini göz önünde tutar. Komisyonun görüĢü, devletin "yaĢam hakkını hukuk yoluyla koruması" yükümlülüğünü yerine getirmediği yönündedir. (parag. 86) Hükümet, Musa Oğur'un ölümü ile ilgili soruĢturmanın koĢulları hakkında görüĢ bildirmemiĢtir. (parag. 87) Mahkeme, SözleĢmenin 2. maddesi bağlamındaki yaĢam hakkını koruma yükümlülüğü ile 1. maddesindeki Devletin yargı yetkisi altında olan herkesin sözleĢmede tanımlanmıĢ olan hak ve özgürlüklerini güvence altına almak olan esas görevinin, kiĢilerin kuvvet kullanımı sonucu öldürülmeleri durumunda, etkili resmî bir soruĢturmanın yapılmasının gerekli olduğunu tekrarlamıĢtır. Bu soruĢturma, sorumluların tespit edilmesi ve cezalandırılması yönünde olmalıdır. (bkz. yukarıda söz konusu Yasa Türkiye'ye KarĢı davası, s..…., para.98, ve 28 Ekim 1998 tarihli Assenov Bulgaristan'a KarĢı davası, Raporlar 1998-….,s….,para.102) (parag. 88) Mahkeme, ġırnak Cumhuriyet Savcısının, olay yerini incelerken, sadece maktulün cesedi ile ilgili bulguları not almak, olay yerini incelemek suretiyle krokisini çizmek, olayları yeniden canlandırmak ve her biri maktulün iĢ arkadaĢı olan üç gece bekçisini sorgulamakla sınırlı kaldığını gözlemlemiĢtir. (bkz. yukarıdaki 20. Paragraf) Savcı, raporunda, silah yarasınının ölümün kesin nedeni olduğu ve bulgulardan hiçbirinin baĢka bir sebebe iĢaret etmemesinden dolayı otopsi yapılmasına gerek olmadığını özellikle belirtmiĢtir. (bkz. yukarıdaki 20. Paragraf) Burada belirtilmelidir ki, bu tür bir olayda Ģayet bir otopsi yapılmıĢ olsaydı, ateĢ eden kiĢinin yaklaĢık olarak bulunduğu yer ve vurulma anında aralarındaki mesafe gibi değerli bilgiler sağlanabilecekti. Aynı rapor sadece sekiz boĢ kovan, av tüfekleri ve bir miktar barut bulunduğunu belirtmekle beraber, bu delillerden hiçbiri ayrıntılı bir incelemeye tâbi tutulmamıĢtır. Raporda, boĢ kovanlarla ilgili olarak, kovanların iki-üç günlük oldukları, barutla ilgili olarak ise yeni olup olmadığını anlamanın imkansız olduğundan baĢka bir ayrıntıya değinilmemiĢtir. (bkz. yukarıdaki 20. Paragraf). Yine burada da uygun bir incelemenin yapılmıĢ olması özellikle de balistik bir inceleme, bunların tam olarak ne zaman kullanıldıklarını ortaya çıkarabilirdi Olay yerinde savcı tarafından sorgulanan tanıkların hepsi gece bekçileriydiler. SoruĢturma sırasında, operasyonda yer alan güvenlik güçleri üyelerinden hiçbirisi sorgulanmamıĢtır. Son olarak, savcının isteği doğrultusunda hazırlanmıĢ olan uzman raporu eksik olup bulguların çoğu kanıtlarla desteklenmemiĢtir. (parag. 89) Ġdarî soruĢturma makamları tarafından yapılan daha sonraki soruĢturmalar da, yine otopsi ve balistik incelemelerin yapılmamıĢ ve operasyonda yer alan güvenlik güçleri üyelerinden hiçbirisinin, isimlerinin bilinmesine rağmen sorgulanmaması nedeniyle yukarıdaki belirtilen eksikliklere çözüm getirmekten uzaktır (bkz. yukarıdaki 42.ve 49. Paragraflar). Öldürücü atıĢı yapan kiĢinin kimliğinin belirlenmesi için ciddi bir giriĢim yapılmamıĢ olmasına rağmen tanıklardan birçoğunun ifadeleri atıĢın güvenlik güçleri tarafından yapıldığını belirtmiĢtir. (parag. 90) 135 Bütün olaylarda, SözleĢmenin 2. maddesi bağlamında bağımsız bir soruĢturmanın yetkili makamlar tarafından gerçekleĢtirildiği konusunda ciddi kuĢkular ortaya çıkmıĢtır. Mahkeme valinin atadığı muhakkikin bir jandarma yarbayı olduğunu ve soruĢturmasını yaptığı güvenlik güçlerinin, komuta zincirinin bir alt halkasını teĢkil ettiğini not etmiĢtir. Yapılan iĢlemlerin söz konusu güvenlik güçlerine karĢı yapılıp yapılmaması konusunda karar verme sorumluluğunu taĢıyan idare kurulu ise, ilçenin kıdemli memurlarından oluĢur ve baĢkanlığını da güvenlik güçlerinin yaptıkları operasyonlardan idarî olarak sorumlu olan vali yapar. Bu bağlamda, ġırnak Ġl Ġdare Kurulu üyelerinden birinin, Valiye itiraz etme olasılığının mevcut olmadığına iliĢkin ifadesi göz önüne alınmalıdır. Üyeler ya kendisi tarafından hazırlanan kararı imzalarlar, ya da imzalamaya istekli üyelerle yerlerini değiĢtirirler. (bkz. yukarıdaki 48 paragraf). (parag. 91) Son olarak, idarî soruĢturma boyunca, dava dosyası, maktulün yakınları tarafından ulaĢılabilir değildi (bkz. yukarıdaki 15. Paragraf) Bölge Ġdare Mahkemesi DanıĢtay 15 Ağustos 1991 tarihli kararıyla, bu hususa hükmetmiĢtir. 15 Ağustos 1991 tarihli kararın baĢvuranın avukatına tebliğ edilmemiĢ olması nedeniyle, baĢvuran DanıĢtay‟a temyiz için baĢvurma olasılığından mahrum kalmıĢtır. (parag. 92) Sonuç olarak, bu olaydaki soruĢturmalar söz konusu olayların sorumlularını ortaya çıkaracak ve cezalandıracak kapasitede etkin soruĢmalar olarak algılanamaz. Bu nedenle burada da 2. maddenin ihlâli söz konusudur. (parag. 93) (Oğur /Türkiye 20 Mayıs 1999 ) - 16 “AĠHM. Türkiye‟nin o bölgesinde, dosyadaki olayların gerçekleĢtiği dönemde mevcut olan Ģartları, PKK tarafından gerçekleĢtirilen Ģiddet eylemlerini ve bunlara engel olmak için resmi makamlar tarafından alınan tedbirleri dikkate almaktadır. Bunlar iç hukukta yürütülen ceza prosedürlerinde sonuç almaya yönelik kanıtları araĢtırmaya engel olabilmektedir. Yine de, bu Ģartlar, resmi makamları, SözleĢmenin 2. maddesinde belirtilen Ģekilde bir soruĢturma yükümlülüğünü yerine getirmekten alıkoymamalıdır, aksı takdirde bu bölgedeki dokunulmazlık ve emniyetsizlik ortamı daha da Ģiddetlenir ve bu da bir kısır döngüye yol açar. Ayrıca, AĠHM, soruĢturma makamlarının, devlet görevlilerinin saldırılara karıĢabilme gibi ihtimali tamamen göz ardı etme eğiliminde olduklarını saptamıĢtır. Cumhuriyet Savcısı ve Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi, dava konusu olayları silahlı örgütlerin arasındaki hesaplaĢma olarak dikkate almaktadırlar, ayrıca AĠHD önüne sunulan dosyada hiç bir somut kanıt olmamasına rağmen, Hükümet saldırıların sorumluluğunun tamamen teröristlere ait olduğu kanısındadır. Bu yaklaĢıma, AĠHK‟nın Türkiye‟nin güneydoğusunda gazetecilere, gazete bayilerine ve büfelerine yönelik bir çok saldırının gerçekleĢtirildiği, ve bunların içlerinden bazılarının baĢvuru konusu yapıldığına dair saptanmalarının ıĢığında ulaĢılmıĢtır. Hükümet, bu saldırıların varlığını ve ciddiyetini tartıĢmamıĢtır. AĠHK, ayrıca, olayların meydana geldiği sırada gazetenin sahibi olan Y. Kaya tarafından bir çok kere resmi makamlardan koruma talep edildiğini de saptamıĢtır. AĠHM‟ne göre, YaĢa davasında, resmi makamlara düĢen görev, soruĢturmalar sırasında, söz konusu saldırılara Devlet görevlilerinin de karıĢabileceği ihtimalini göz önüne almaktadır. Kısaca, YaĢa davasında yürütülen soruĢturmalar, güvenlik güçlerinin saldırılara karıĢma ihtimaline yer verilmediği ve Ģu geçmiĢ olmasına rağmen somut ve 136 dikkate değer hiç bir geliĢme elde edilemediği için, SözleĢmenin 2. maddesinin gerektirdiği anlamda etkili sayılamaz. Sonuç olarak, baĢvuran, iç hukuk yollarını tüketmiĢ sayılmaktadır. AĠHD, Hükümetin, ceza hukuku bağlamında ileri sürdüğü ilk itirazını reddeder ve SözleĢmenin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar verir.” (AĠHM, YaĢa / Türkiye, 2.9.1998) II. ĠġKENCE ĠNSANLIK DIġI VEYA ONUR KIRICI MUAMELE VEYA CEZA YASAĞI (Madde 3) 1.GENEL OLARAK Maddeye göre; “Hiç kimse iĢkenceye, insanlık dıĢı ya da onur kırıcı ceza veya iĢlemlere tâbi tutulamaz.” AĠHM‟nin sıklıkla tekrarladığı gibi,”3. madde demokratik toplumların en temel değerlerinden birini içermektedir.65 “Mahkeme, SözleĢme‟nin 3. maddesinin, demokratik bir toplumun temel değerlerinden birini içerdiğini hatırlatır. Çok gerekli durumlarda bile, SözleĢme, kesin ifadelerle iĢkence, insanlık dıĢı ya da onur kırıcı ceza veya muameleleri yasaklamaktadır. SözleĢme ile 1 ve 4 No‟lu protokollerdeki bazı maddelerin aksine, 3. madde herhangi bir istisna içermemekte ve ulusun varlığını tehdit eden durumlarda bile 15.madde uyarınca 3.maddeyi ihlal eder nitelikte tedbirlere izin verilmemektedir (bkz. 18 Aralık 1996 tarihli Aksoy-Türkiye kararı, RD 1996-VI, s.2278, §62). (Sevtap Veznedaroğlu, Türkiye 11 Nisan 2000) SözleĢmenin 3. maddesi ile konulan yasaklar, doğrudan doğruya kiĢinin, vücut bütünlüğü ve insanlık onurunu korumaya yönelik, en temel hakları ilgilendirmektedir. Hükmün amacı, bireyin beden bütünlüğünü ve kiĢilik onurunu mutlak surette korumaktır. SözleĢme’nin 3. maddesindeki iĢkenceye karĢı koruma garantisi, 1989 yürürlüğe giren ve Avrupa ĠĢkenceyi Önleme Komitesi’ni kuran ĠĢkence ve Ġnsanlık DıĢı veya AĢağılayıcı Muamele ve Cezayı Önleme Avrupa SözleĢmesi ile desteklenmiĢtir. Bu sözleĢme, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi'nin yargı mekanizmasını, önleyici bir sistemle tamamlar niteliktedir. Avrupa ĠĢkenceyi Önleme Komitesi (AĠÖK), hukuk, tıp, politika ve cezaevi sorunları gibi çeĢitli alanlarda tecrübeye sahip olan, bağımsız ve tarafsız uzmanlardan oluĢmaktadır. Komite, gözaltına alınanlara yapılan muameleleri izlemek için gözaltı yerlerini ziyaret eder. Komite bu tür yerlere hiçbir sınırlandırmaya tâbi olmadan girme ve gözaltındaki bireylerle özel görüĢmeler yapma yetkisine sahiptir. AĠÖK, ayrıca, insan hakları ile bağlantılı sivil toplum örgütleri de dahil, muayyen bir dava hakkında davayla ilintili bilgi sunabilecek herhangi bir kimse ile özgürce iletiĢim kurma hakkına da sahiptir. 65 137 SözleĢmenin bu maddesinin muhatabı olan Ģahıslar, devletin zor kullanma yetkisine tâbi olan kiĢilerdir: "iĢkence " eylemleri sadece gözaltında tutulan veya tutuklanmıĢ olan Ģahısları kapsar." Ceza ise, hükümlüler açısından söz konusu olur. AĠHM'ne göre,"madde hükmü ile konulan yasak mutlaktır ve ne belli hallerde istisna getirilmesi ne de 15. madde aracılığıyla askıya alınması mümkün değildir. Hükmün amacı bireyin beden bütünlüğünü ve kiĢilik onurunu mutlak surette korumaktır." Her türlü kaba ve sert muamele 3. madde kapsamına girmez. BaĢtan beri AĠHM kötü muamelenin 3. madde kapsamına girebilmesi için belli bir asgari Ģiddet düzeyinde olması gerektiğini vurgulamıĢtır. Asgari Ģiddet düzeyi ise, muamelenin süresi, niteliği, kapsamı, uygulamanın Ģekli ve yöntemi, fiziksel ve ruhsal etkiler ve bazı durumlarda, mağdurun cinsiyeti, yaĢı ve sağlık durumu gibi dava ile ilgili tüm koĢullara bağlıdır. ĠĢkence ve insanlık dıĢı veya küçük düĢürücü muameleleri birbirinden ayırmak çok güçtür. Söz konusu üç tür muamele arasındaki fark nitelikten çok bir yoğunluk farkıdır. KiĢinin insanlık haysiyetini yaralayan ve aĢağılayan ve ruhsal ve fiziki acı çekmesine neden olan bu tür bilinçli ve kasıntlı cezaların en hafifi küçük düĢürücü muamele, en ağırı ise iĢkencedir. Onur kırıcı muamele veya ceza, bireyi baĢkalarının ya da kendi gözünde küçük düĢüren muameledir. Mahkeme, Tyrer kararında, genç suçlulara uygulanan dayak cezasını onur kırıcı bulmuĢtur. Bir muamele, kasıtlı fiziksel ve zihnî acı veriyor ve psikiyatrik bir tahribata yol açıyorsa, bu insanlık dıĢıdır. Bir muamele korku duygusunda yükseliyor, utanca boğuyorsa, fiziksel ve moral direnci kırıyorsa, aĢağılayıcıdır. "3. madde ile yasaklanan muamelelere maruz kalma riskinin ciddi, gerçek ve yakın olması halinde de madde hükmü çiğnenmiĢtir." Diğer yandan, iĢkencenin, insanlık dıĢı veya onur kırıcı muamelenin, kasten yapılmıĢ olması gerekir. Suçla mücadelenin, özellikle de örgütlü suç ve terörle mücadelenin inkar edilemeyecek zorluklarla dolu olduğunu kabul eden ve bu gibi suçların araĢtırılmasının gerekliliğine de inanan AĠHM‟ne göre, bu tür suçların takibinde delillere iliĢkin kurallar ve usuli haklarda bazı istisnalara izin verilebilir. Ama tüm bu zorluklar, kiĢilerin bedensel bütünlüklerinin korunmasını hiçbir Ģekilde kısıtlayamaz. Sorgulama ve ifade almalar sırasında kötü muameleye baĢvurulması 138 ve bu yolla elde edilen bilgilerin delil olarak kullanılması konusundaki yasaklar mutlaktır. AĠHM'ne göre, bir kiĢinin polis tarafından gözaltına alındığı zaman sağlıklı, fakat salıverildiğinde yaralı olduğunun tespiti durumunda, Devletin bu sakatlığın nedeni konusunda makul bir açıklama yapma ve sözleĢmenin 3. maddesi anlamında bir açıklama getirme görevi vardır. Mahkemenin Ribistch /Avusturya(1995) kararında vurgulandığı üzere, sanık polisin ulusal mahkemeler önünde kötü muameleden dolayı hakkında açılan davadan beraat etmesi Devletin SözleĢmenin 3. maddesinden kaynaklanan yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz. Zorunlu tıbbi müdahalelere iliĢkin olarak ise, tedavi açısından gerekli olan bir müdahale insanlık dıĢı veya küçük düĢürücü olarak değerlendirilemez.(Herczegfalvy/Avusturya, 24.10.1992) 2.ĠġKENCE SözleĢme iĢkencenin tanımını vermemektedir. Ancak, ĠĢkence- ye ve Diğer Zalimane, Gayri Ġnsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya KarĢı BirleĢmiĢ Milletler SözleĢmesi 1.maddesinde, "iĢkence", bir Ģahsa veya bir üçüncü Ģahsa, bu Ģahsın veya üçüncü Ģahsın iĢlediği veya iĢlediğinden Ģüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayrım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir baĢka Ģahsın teĢviki veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fizikî veya manevî ağır acı veya ızdırap veren bir fiil olarak tanımlanmıĢtır.66 Akkoç/Türkiye(2000) ve Salman/Türkiye(2000) 66 Türkiye bu SözleĢmeyi 21.4.1998 tarih ve 3441 sayılı Kanun ile onaylamıĢtır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 17 nci maddesine göre, de “Kimseye iĢkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaĢmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” Gerek Anayasamızda, gerek insan haklarına iliĢkin uluslararası hukuk kurallarında insanlık suçu olarak kabul edilen iĢkence ve kötü muamelenin önlenmesi için 26.8.1999 tarih ve 4449 sayılı “Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun”la Türk Ceza Kanununun konuya iliĢkin 243 ve 245 inci maddeleri ile bu suçların gizlenmesinin önüne geçmek için aynı Kanunun 354 üncü maddesinde değiĢiklik yapılması zorunluluğu duyulmuĢtur. Bu çerçeve içinde Türk Ceza Kanununun 243 üncü maddesinde iĢkence suçu “ĠĢkenceye ve Diğer Zalimane; Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya KarĢı BirleĢmiĢ Milletler SözleĢmesine göre yeniden tanımlanmıĢ ve cezası ağırlaĢtırılmıĢtır. Aynı biçimde 245 inci maddede öngörülen ceza da artırılmıĢtır. Türk Ceza Kanununun 354 üncü maddesinde yapılan değiĢiklikle de cezalar artırılmıĢ; bu arada gerçeğe aykırı belgenin iĢlenmiĢ bir suçu yahut iĢkence veya diğer zalimane davranıĢların delillerini gizlemek veya bu delilleri yok etmek için düzenlenmiĢ olması hali, ağırlaĢtırıcı sebep olarak kabul edilmiĢtir. Maddeye ayrıca yeni bir fıkra eklenmek suretiyle; hekim, eczacı, sağlık memuru veya diğer bir sağlık mesleği mensubu tarafından gerçeğe aykırı olarak, iĢlenmiĢ olan bir suçu veya iĢkence veya gayri insanî diğer fillerin delillerini gizlemek veya bu delilleri yok etmek için gerçeğe aykırı belge düzenlenmesi, ağırlaĢtırıcı sebep olarak cezalandırılmıĢtır. 139 kararlarında AĠHM bu tanımı kısmen onaylamıĢtır. Bu tanımdan, iĢkencenin üç ana unsuru olduğu çıkartılabilir: -ġiddetli ruhsal acı veya eziyet uygulanması, -Acının kasıtlı ve bilinçli olarak uygulanması, -Bilgi almak, cezalandırmak ve sindirmek gibi belirli bir amacın izlenmesi. AĠHK' na göre iĢkence, bilgi ya da ikrar elde etme, ya da cezalandırma amacıyla yapılan insanlık dıĢı muameledir ve genelliklede insanlık dıĢı muamelenin ĢiddetlendirilmiĢ biçimidir. Komisyon 3. maddedeki kavramları birbiriyle bağlantılı değerlendirmiĢ; iĢkencenin insanlık dıĢı ve aĢağılayıcı muameleyi içerdiğini, insanlık dıĢı muamelenin de aynı zamanda aĢağılayıcı olduğunu belirtmiĢtir. Yunanistan olayında tanımlandığı üzere, insanlık dıĢı muamele, belirli bir durumda kasıtlı olarak fiziksel veya zihinsel Ģiddetli acıya neden olan gayrı meĢru muameledir. AĢağılayıcı muamele ise, kiĢinin, baĢkaları önünde fena halde küçük düĢmesine veya kendi isteği veya iradesine aykırı davranmasına yol açan eylemler olarak tanımlanmıĢtır. Komisyon'a göre "bedene yapılan saldırılar" dıĢında, kiĢide stres ve yorgun ızdırap duygusu yaratan zihinsel acı verici uygulamalar da fiziki olmayan iĢkenceyi oluĢturur. AĠHK'nun bu kararında; falaka, elektrik verilmesi, kiĢinin akrabalarına ya da arkadaĢlarına yapılan iĢkence veya kötü muameleyi seyretmeye zorlanması, pencereden atma tehdidi, erkek cinsel organının tekmelenmesi, uykudan alıkonma, rectuma yabancı cisim sokma, vücudun sigara ile yakılması, kiĢinin baĢı dıĢarda kalacak Ģekilde gömülmesi, tırnak altına iğne sokulması, ayaklardan aĢağı sallandırarak baĢın ateĢe yaklaĢtırılması, ellerin günlerce kelepçeli tutulması, öldürme tehdidi, SözleĢmenin 3. maddesine aykırı uygulamalar olarak belirlenmiĢtir. Komisyonun incelemesine göre, bu olaylar tekrarlana gelen ve "resmî müsamaha" altında gerçekleĢen eylemler oldukları için sistemli bir idarî uygulama niteliği taĢımaktadır. "Resmî müsamaha, iĢkence ve kötü muamelenin yasadıĢı olmasına karĢın, sorumlu üst yetkililerin bunlara müsamaha etmesi; eyÜlkemiz, bütün bunlarla çağdaĢ, insan haklarına saygılı bir devlet olarak iĢkenceyle mücadele konusunda kararlılığını ortaya koymuĢtur. Ancak, gerek, 2 5.1988 tarih ve 3411 sayılı Kanun ile onaylanan ĠĢkencenin ve Gayriinsani Ya Da Küçültücü Veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa SözleĢmesi çerçevesinde görev yapan Avrupa Konseyi ĠĢkenceyi Önleme Komitesi (CPT)‟nin hazırlamıĢ olduğu raporlar ve gerekse AĠHM önüne taĢınan iĢkence iddiaları ve verilen ihlâl kararları, bu kararlılığın sadece Anayasa metinlerinde veya ceza kanunlarında ifade edilmiĢ olmasının yeterli olmayıp uygulamada da sağlanması gerektiğini göstermektedir. 140 lemlerden haberleri olduğu halde yapanları cezalandırmamaları; tekrarlanmalarını önlememeleri; iddiaları araĢtırmamaları; yargı önüne gelen olaylarda adil yargılanmanın gerçekleĢmemesi olarak tanımlanmıĢtır. Komisyona göre, iĢkencenin sistemli bir idarî uygulama haline gelmesi iç yargı yollarını etkisizleĢtirebileceğinden, iç hukuk yollarının tüketilmesi Ģartının aranmasını gereksiz kılar. olayında belirginleĢen iĢkence tanımı Ġrlanda/Ġngiltere kararında yinelenmiĢ ve Ġngiliz güvenlik güçlerinin Kuzey Ġrlanda'daki olağanüstü hal çerçevesinde uyguladığı beĢ sorgulama tekniğini Komisyon, iĢkence kapsamı içerisinde görmüĢtür. Komisyon raporuna göre bu teknikler, kiĢiyi duyularını kullanamaz hale getirdiği için iĢkencedir. Duyuların, özellikle gözlerin ve kulakların kullanılmasını önleyen sorgulama tekniklerinin bir arada uygulanması, kiĢiliği fiziksel ve zihinsel olarak doğrudan etkiler ve daha önceki zamanlarda bilgi ve ikrar elde etme amacıyla yapılan uygulamalarla aynı kategoride iĢkencenin yeni biçimidir. Yunanistan AĠHM, önüne gelen aynı olayda "iĢkencenin, insanlık dıĢı muamelenin ĢiddetlendirilmiĢ biçimi" olduğunda Komisyonla uzlaĢmakla beraber, Ģiddetin derecesinin belirlenmesinde farklı bir sonuca ulaĢmıĢtır. Mahkemeye göre söz konusu fiiller sözleĢmenin 3. maddesine aykırı insanlık dıĢı ve aĢağılayıcı muameledir. Ama iĢkence anlamında; belli bir yoğunlukta acı verici ve zalimce değildir. Uygulamanın bilgi ve ikrar elde etme amaçlı ve sistemli olduğunu belirtmesine rağmen, neden olduğu "acı" iĢkence kapsamında görülmemiĢtir. AĠHM, iĢkence ile diğer kötü muamele türleri arasındaki ayrımın “yapılan eziyetin yoğunluğundaki fark” temelinde yapılması gerektiğini belirtmiĢtir. Eziyetin Ģiddet ve yoğunluğu ise, aĢağıdaki faktörler ölçüt alınarak değerlendirilebilir: Süre; fiziksel ve ruhsal etkiler; mağdurun cinsiyeti, yaĢı ve sağlık durumu; muamelenin uygulanıĢ Ģekli ve yöntemi.67 Uzun süren gözaltı durumu ve tutuklama ile ilgili olarak, Dohoist/Belçika davasında, bu konunun iĢkence teĢkil edip etmediği üzerinde durulmuĢ, 14 yıllık hücre cezası incelenmiĢ ve bunun iĢkence niteliği taĢımadığı ve sözleĢmeye aykırı olmadığına karar verilmiĢtir. Aisling REIDY, ĠĢkencenin Yasaklanması, Ġnsan Hakları El kitapları, No:6, Avrupa Konseyi yayını, Strazburg 2002, s.12. 67 141 AĠHM Aksoy/ Türkiye davasında, baĢvuranın "Filistin askısına" konulmasını, diğer bir deyiĢle soyulup çıplak halde elleri arkadan bağlanmıĢ ve kollarından asılı bırakılmıĢ olmasını iĢkence olarak değerlendirmiĢtir. Aydın/Türkiye davasında ise, gözaltında tecavüz fiilinin 3. maddenin ihlali olan iĢkence olarak değerlendirilmesine karar vermiĢtir. AĠHM Selmonui/ Fransa (28 Temmuz 1999) kararında, baĢvurana gözaltı sırasında polislerce yapılan kötü muamele nedeniyle Fransa'yı iĢkenceden mahkum etmiĢtir. Mahkeme bu kararında açıkça, “iĢkence” kavramının insan hakları alanındaki mevcut ihtiyaçlar nedeniyle güncelleĢtirilmiĢ bir yoruma konu olması ve bir zamanlar “kötü muamele ya da insanlık dıĢı “ nitelenen bazı eylemlerin bundan böyle iĢkence olarak nitelenmesi gerektiğini ifade etmiĢtir. Askerlik görevini yapmaktan kaçınan bir tutukluya kelepçe vurulması 3. maddeyi ihlâl etmez.68 “BaĢvurucunun ayrıntılı açıklamaları, sağlık raporlarının tespitleri, bunları Hükümetin inkar etmemesi hiç bir makul kuĢkuya yer bırakmayacak Ģekilde baĢvurucunun çok sayıda darbeye ve iĢkencenin diğer türlerine maruz kaldığını göstermiĢtir. Psikolojik Ģiddet bakımından arkadaĢının kendisini gözleri bağlı bir biçimde gördüğünü söylemesi gözleri bağlı bir biçimde sorgulandığını kanıtlamaya yeterlidir. Diğer iĢkence iddiaları bakımından ise, Mahkeme'ye göre baĢvurucu on altı günlük gözaltı boyunca tıbbi ve diğer yardımlar ile bir mahkemenin hukuki denetiminden mahrum kaldığı için bu dönem boyunca polislerin insafına bırakılmıĢtır. Bu tespitler baĢvurucunun manevi bütünlüğüne müdahale olduğunu göstermiĢtir. BaĢvurucu Filistin askısına alındığı veya elektrik verildiği Ģeklindeki iddialarını kanıtlayamamıĢtır; ancak kendisine yapılan muamele sayısı, süresi ve amacı bakımından çok ağır ve zalimane olup büyük acılar çekmesine yol açabilecek nitelikte olduğundan, iĢkence yasağının ihlaline; BaĢvurucunun Ģikayetinden itibaren 8 yıl geçmesine rağmen olay hakkında kayda değer bir sonuç elde edilememiĢtir. BaĢvurucuyu nezarette tutmakla görevli olup kötü muameleden sorumlu bulunan polislerin kimliği belirlenememiĢtir. Hükümet soruĢturmanın ilerlemesi konusunda ikna edici her hangi bir açıklamada bulunamamıĢtır. Bu yönden de iĢkence yasağının ihlaline(AĠHM, Dikme - Türkiye; 11.07.2000) 68 ÜNAL a.g.e.s.108 142 3.ĠNSANLIK DIġI CEZA VE MUAMELE Yeterli yoğunluk ve amaç unsuru taĢımaması nedeniyle iĢkence sayılmayan fiil insanlık dıĢı veya küçük düĢürücü olarak kabul edilecektir. Tutuklu veya gözaltında olan kiĢiye karĢı maddî güç kullanımında, ilgili kiĢi davranıĢı ile bunu mutlak Ģekilde zorunlu kılmamıĢsa, onur kırıcı muamele sayılır. SoruĢturma ve kovuĢturma gerekleri, suçla mücadelede karĢılaĢılan inkar edilmez güçlükler bireyin vücut bütünlüğünü korumada daha sınırlı kalmayı sonuçlamaz. Suç ve ceza arasındaki açık ve aĢırı orantısızlık, duruma göre, gayri insanî muamele niteliği kazanabilir. Komisyon aĢırı süreli önleme tutuklamasının ve tutukluluk halinin devamının, tutukluluk halinin baĢvuranın sağlığını ağır biçimde tehlikeye düĢmesi halinde insanlık dıĢı muamele oluĢturabileceği görüĢündedir. Komisyon, Wiechert / F. Almanya olayında, mahkumun, yerinin değiĢtirilmesi sırasında güvenlik gerekçesiyle bir elinin ve ayağının aynı kelepçe ile zapt edilmesini "insanlık dıĢı muamele" olarak değerlendirmiĢtir. Komisyon X/ F.Almanya vakasında ise, bireyin değiĢen cinsiyetinin tanınmamasını, bir aĢağılayıcı muamele olarak görmüĢtür. 18 Aralık 1996 tarihli, Türkiye'ye karĢı Aksoy. davasında Mahkeme Ģu görüĢe varmıĢtır: “Polis tarafından göz altına alındığında sağlıklı olan bir kiĢinin salıverilme anında yaralı olduğu saptanırsa, yaralanmanın nedeni konusunda inanılır bir açıklama getirme sorumluluğu Devlet'e aittir; böyle bir açıklama gelmediği takdirde, [bu vakanın] SözleĢmenin 3 üncü maddesi uyarınca incelenmesi gereken bir vaka olduğu açıktır.” Mahkeme, kararın daha sonraki bölümünde, baĢvuru sahibinde oluĢan yaralanmaların iĢkenceden kaynaklandığı ve 3 üncü madde'nin ihlâl edildiği sonucuna varmıĢtır. Dahası, Mahkeme yetkili ulusal mahkemeler nezdinde hukukî çözüm arama hakkını getiren SözleĢmenin 13 üncü maddesinin, iĢkence iddialarını kapsamlı olarak soruĢturma yükümlülüğü getirdiği yorumunu da yapmıĢtır. Mahkeme, "iĢkencenin yasaklanmasının büyük öneme sahip olduğunu" ve iĢkence mağdurlarının ne kadar kolayca zarar görebilir bir durumda olduklarını göz önüne alarak, "13 üncü madde Devletlere, ulusal sistem dahilinde yer alan diğer hukukî yolların baki kalması Ģartıyla, iĢkence olaylarını etkili ve 143 kapsamlı biçimde soruĢturma yükümlülüğü de getirir" Ģeklinde karar vermiĢtir. Mahkeme, söz konusu SözleĢmenin, BirleĢmiĢ Millet- ler ĠĢkencenin ve Diğer Zalimane, Ġnsanlık DıĢı ya da AĢağılayıcı Muamele ve Cezanın Önlenmesi SözleĢmesi'nin 12. maddesindeki gibi açık bir hüküm içermemesine karĢın, "böyle bir gerekliliğin, 13 üncü maddede yer alan "etkili çözüm ve etkili hukuk yolu" kavramın içinde bulunduğunu" belirtmiĢtir. Mahkeme, baĢvuruda bulunan kiĢinin iĢkence iddiasını soruĢturmadığı gerekçesiyle, Devletin SözleĢmenin 13üncü maddesini ihlâl ettiğine karar vermiĢtir. Mahkeme, Bulgaristan'a karĢı Assenov ve diğerleri baĢvurusunda verilen (90/1997/874/1086) 28 Ekim 1998 tarihli kararında daha da ileri giderek, Devletin sadece SözleĢmenin 13üncü maddesine göre değil, 3üncü maddesine göre de iĢkence iddialarını soruĢturmakla yükümlü olduğu sonucuna varmıĢtır. Bu davada, polis tarafından tutuklanan genç bir Roman, dayak yediğine iliĢkin tıbbi veriler sunmuĢtur, ancak varolan kanıtlara dayanarak gencin babası mı, yoksa polis tarafından mı dövüldüğünü değerlendirmek mümkün değildir. Mahkeme "Bay Assenov'u muayene eden doktorun saptadığı çürüklerin, yaralama ister polis, ister babası tarafından yapılmıĢ olsun, madde 3'ün kapsamına giren kötü muameleye denk gelecek ağırlıkta" olduğuna hükmetmiĢtir. Üçüncü maddenin ihlâl edildiği görüĢünde olmayan Komisyonun aksine, Mahkeme, o noktada da durmamıĢtır. Daha da ileri giderek bulguların, "yaralanmalara polisin sebep olduğuna iliĢkin gerçekçi bir Ģüphe yarattığı" görüĢünü de belirtmiĢtir. Sonuç olarak Mahkeme Ģöyle hükmetmiĢtir: Bir kiĢinin, SözleĢmenin 3üncü maddesinin ve yasaların ihlâl edilerek, polis veya Devletin diğer yetkilileri tarafından ciddi bir biçimde kötü muamele gördüğü iddiasını dile getirmesi durumunda SözleĢmenin 3üncü maddesi, SözleĢmenin 1inci maddesinde dile getirilen "[Devletlerin] kendi yargı alanlarında bulunan herkese, SözleĢmede yer alan hak ve özgürlükleri sağlaması" gerektiğini belirten ibare ile birlikte okunduğunda, üçüncü maddenin etkin resmî bir soruĢturma yapılmasını gerektirdiği anlaĢılır. Bu görev, sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılmasına yol açacak düzeyde olmalıdır. Bu yapılmazsa, iĢkence ve insanlık dıĢı ve aĢağılayıcı muamelenin veya cezanın hukuken yasaklanmıĢ olması, temelde çok önemli olmasına rağmen pratikte etkisiz kalacak ve kimi durumlarda, Devlet görevlilerinin zımnen cezadan muaf kalarak, kendi denetimleri altındaki kiĢilerin haklarını çiğnemesi mümkün olacaktır. Mahkeme bu davayla ilk kez tek baĢına kötü muamelenin yapılmıĢ olmasından değil, kötü muamele iddiaları üstüne etkin bir 144 resmî soruĢturmanın yapılmamıĢ olmasından dolayı 3. maddenin ihlâl edildiği sonucuna varmıĢtır. Ayrıca Mahkeme, Aksoy davasındaki tutumunu yineleyerek 13. maddenin de ihlâl edildiğine karar vermiĢ ve Ģu yorumu yapmıĢtır: Bir kiĢi, kötü muamele gördüğü ve dolayısıyla 3. maddenin çiğnendiğini iddia ettiği zaman, etkili iyileĢtirme kavramı, 3. maddenin öngördüğü gibi kapsamlı ve etkili soruĢturmanın yanısıra, Ģikayetçinin etkili bir biçimde soruĢturma prosedüründen yararlanabilmesini ve gerekli olan durumlarda uygun tazminata hak kazanmasını da içerir. Mahkemeye göre, baĢvuranın gözaltına alınan yakınının durumundan resmî makamların pasifliği nedeniyle uzun süre haber alamaması ve bilgilendirilmememsi sonucu ağır bir zihinsel ıstırap ve korku içinde yaĢaması kötü muamele oluĢturur. (AĠHM, Çiçek / Tür- kiye, 27.02.2001) Diğer yandan mahkemeye göre, “adil olmayan bir yargılama sonucu ölüm cezası verilmesi, kiĢiyi yanlıĢ bir biçimde, bu cezanın infaz edileceği korkusu ile karĢı karĢıya bırakmaktadır. Ölüm cezasıyla ortaya çıkan geleceğe iliĢkin korku ve belirsizlik, cezanın gerçekten uygulanma ihtimali olduğu durumlarda, insanın ciddi derecede acı çekmesine neden olur. Bu acı ve endiĢe, cezanın temelinde yatan ve insan yaĢamının tehlikede olduğu gözöüne alındığında SözleĢmeye göre hukuk dıĢı sayılan dava sürecinin adaletsizliğinden ayrı tutulamaz. Günümüzde, artık demokratik bir toplumda meĢru yeri olduğuna inanılmayan ölüm cezasının SözleĢmeci taraflarca reddedilmesi göz önüne alındığında, ölüm cezası verilmesi insanlık dıĢı bir muamele biçimi kabul edilmelidir.(Öcalan/Türkiye, 12 Mart 2003,parag.207). “BaĢvuranın tutuklanması Türk hukukuna göre yasal olduğu için, mahkeme,baĢvuranın siyasi görüĢlerinden dolayı,denizaĢırı bir ülkeden kaçırılmasının insanlık dıĢı veya aĢağılayıcı bir muamele olduğu iddiasını kabul edemez” (Öcalan/Türkiye, 12 Mart 2003, parag. 227). “Mahkeme baĢvuranın tutuklu bulunduğu Ġmralı Cezaevindeki genel koĢulların, SözleĢmenin 3. maddesinde belirtilen asgari insanlık dıĢı veya aĢağılayıcı muamele düzeyine eriĢmediğini tespit etmiĢtir. Sonuç olarak, bu açıdan sözkonusu maddenin ihlalinden söz edilemez.” ( Öcalan/Türkiye, 12 Mart 2003, parag.236). 4.KÜÇÜK DÜġÜRÜCÜ MUAMELE Küçük düĢürücü muameleler ise, mağdurda, korku, anksiyete ve aĢağılık duygusu yaratan, alçaltıcı ve küçük düĢürücü nitelik taĢıyan yada onu iradesi veya vicdanın aksine harekete yönelten fiil ve 145 uygulamalardır. AĠHM‟ne göre,bu bakımdan mağdurun baĢkalarının gözünde olmasa bile kendi gözünde küçük düĢürülmesi yeterli olabilir. AĠHM Tekin/Türkiye (1998) kararında, baĢvuranın sorgulanması sırasında gözü bağlı olarak soğuk ve karanlık bir hücrede tutulmasını ve vücudunda yara ve iz bırakacak tarzda muameleye maruz bırakılmasını 3. madde anlamında küçültücü ve insanlık dıĢı davranıĢlar olarak değerlendirmiĢtir. BaĢvuranın polis merkezi ve tutukevindeki tutukluluk koĢulları, özellikle hücrelerin aĢırı kalabalıklığı, yatak ve yorgan yokluğu 3. maddeye aykırı aĢağılayıcı muamele oluĢturur (Dougoz/ Yunanistan, 6.3.2001) Mahkeme bazı uygulamaların kurumsallaĢtırılarak sürdürülmesini 3. madde anlamında küçük düĢürücü muamele kabul etmektedir: A. Ayırım Yapmak Bir ülkenin, kendi pasaportunu taĢıyan kiĢilere ırk ayrımına dayanan uygulamalar sonucu ülkeye giriĢ izni vermemesi ya da sınırlaması da, 3. madde yasağına aykırı aĢağılayıcı muamele oluĢturur. Ġngiltere 1968‟de çıkardığı göçmen yasası ile; yeni bağımsızlığını kazanan Afrika devletlerinin (Kenya, Uganda) sınır dıĢı ettiği Asya kökenli vatandaĢlarının ülkeye giriĢini belli sınırlamalara tâbi tutmuĢtur. Ġngiltere‟ye giriĢ izni alamayan Doğu Afrikalı Asyalılar, 3. madde dahil AĠHS‟nin bir dizi hükmünün ihlâl edildiği gerekçesi ile Komisyona baĢvuracak ve Komisyon bu baĢvuruları kabul edilebilir bulacaktır. Komisyon‟a göre, 14. maddeden ayrı olarak, belirli Ģartlar altında, ırka dayalı ayrımcılık SözleĢmenin 3. maddesi anlamında aĢağılayıcı muameledir ve bir gurup insana ırk ayrımcılığı nedeniyle, açıkça farklı davranılması insan onurunun ihlâlini teĢkil eder. Zira, aĢağılayıcı muamele yasağının genel amacı, insanlık onuruna yönelen, özellikle ciddi mahiyetteki müdahalelerin önlenmesidir. Bu çerçevede kiĢiyi, örnek olarak, rütbe, konum ya da Ģöhret gibi açılardan daha alt düzeye düĢüren edimler ya da bir gurup içerisinde kiĢiyi ırk temelinde farklı muameleye tâbi tutan tasarruflar aĢağılayıcı muamele kapsamına girer. Ancak Abdulaziz, Cabales ve Balkandali /Ġngiltere (1985) davasında, 3. maddenin ihlâli için Devletin küçük düĢürme(aĢağılama) kastının bulunması gerektiğini açıklamıĢtır. B. Gençlere Dayak Cezası Vermek 146 BirleĢik Krallığa karĢı Tyrer davası (seri A,25 Nisan 1978, no 26.), çocuklara okulda dayak cezası uygulanması konusundadır. Man adasında Castletown‟da oturan Ġngiliz uyruklu Anthony Tyrer 7 Mart 1972‟de 15 yaĢında iken yöredeki çocuk mahkemesi tarafından bulunduğu okulda üst sınıflardaki baĢka bir öğrenciyi yaralamaktan dolayı adada yürürlükteki bir kurala göre, “üç adet sopa” cezasına çarptırılmıĢ ve ceza istinaf müracaatının reddinden sonra hemen infaz edilmiĢtir. Ġngiltere AĠHS‟nin 63. (yeni) maddesine göre, bildirimde bulunarak SözleĢmenin “mahallî icaplar nazara alınarak tatbik edilebileceği” hükmünün uygulanmasını istemiĢtir. Anthony Tyrerr 21 Eylül 1972 tarihinde Komisyona yaptığı Ģikayette bedenî ceza uygulaması ile, AĠHS‟nin 3. maddesinin ihlâl edildiğini ileri sürmüĢtür. Ancak daha sonra Ocak 1976 tarihinde Ģikayetinden vazgeçtiğinin bildirmiĢtir. Vazgeçme, Komisyon tarafından “Ģikayetin sadece kiĢisel olmayıp SözleĢmeye saygıyı ilgilendiren genel bir konuya dayanması” nedeniyle reddedilmiĢtir. Komisyon 14 Aralık 1976 tarihli bir kararla mahkemece bedenî bir cezaya hükmedilmiĢ olmasını 14‟e karĢı 1 çoğunlukla SözleĢmenin 3. maddesinin “aĢağılayıcı ceza yasağı “ kapsamına girdiği sonucuna varmıĢtır. Komisyon raporunda varılan sonuç daha sonra, Mahkeme kararı ile de doğrulanmıĢtır. Buna göre, dayak cezası SözleĢmenin 3. maddesi kapsamında “iĢkence” veya kötü muamele” sayılmaz ise de “aĢağılayıcı ceza” sayılmalıdır. Kendisini hiç tanımayan kiĢiler önünde, genç Tyrer çıplak kaba etlerine sopa vurulmakla aĢağılanmıĢtır. AĠHM Campbell ve Cosans/ BirleĢik Krallık vakasında, bedensel ceza Ģikayetçi çocuklar üzerinde uygulanmadığı, sadece tehdit düzeyinde kaldığı için, insanlık dıĢı ceza kapsamına sokulamayacağını; ancak bedensel cezanın, kural olarak, SözleĢmenin 3‟üncü maddesinde düzenlenen insanlık dıĢı muamele yasağı kapsamı içerisinde düĢünülebileceğini hükme bağlamıĢtır. 5. ÜÇÜNCÜ MADDENĠN UYGULAMA ALANININ GENĠġLEMESĠ Mahkeme uygulamada 3. maddenin sağladığı korumayı, SözleĢme‟de açıkça ifade edilmeyen bazı haklara da geniĢletmiĢtir. Burada Mahkeme özellikle zayıf durumda olan iki sınıf insanın, yabancılar ve mahpusların (tutuklu ve hükümlülerin) yararını gözetmiĢtir. Gerçekten, yabancılar politikasına ve mahpusluk koĢullarına iliĢkin 147 konular SözleĢmede ayrıca düzenlenmemiĢtir. Devletler bu konularda bir takdir yetkisine sahiptirler. Ancak, Devletler söz konusu alanlardaki yetkilerini kullanırken ilgiliye SözleĢme tarafından tanınan diğer haklara saygı göstermelidirler. Örneğin, eğer bir yabancının ülkeden uzaklaĢtırılması kararı SözleĢme tarafından korunmayan bir hakkın (sınır dıĢı edilmeme ya da iade olunmama) ihlâli nedeni olamazsa da, AĠHS tarafından korunan baĢka hakların ihlâline yol açabilir ve bu bakımdan AĠHM‟nin kontrolüne tâbi olabilir. SözleĢme Taraf Devletlerin ülkelerine girme, oturma ve yerleĢme haklarını garanti altına almamaktadır. Ayrıca sığınma hakkını himaye etmemekte ve 4 Nolu Protokolün 4. maddesinde düzenlenen yabancıların toplu sınır dıĢı edilmelerini yasaklayan istisna dıĢında sınır dıĢı etme konusunda hiçbir hüküm içermemektedir. Bu normatif boĢluk 7 Nolu Protokolle kısmen doldurulmuĢtur. Bir Devletin ülkesinde kurallara uygun olarak ikamet eden yabancı sınır dıĢı edilme halinde kamu düzeni ve ulusal güvenlik gerekleri hariç asgarî usulî güvencelerden (savunma hakkı) yararlanacaktır. Sadece 3. maddenin dolaylı koruması 7 Nolu Protokole Taraf olan ülkeler dıĢındaki ülkeler açısından mevcut boĢluğu doldurmaktadır. Mahkeme fiiliyatta insanlık dıĢı muamele görmeme hakkından yararlanmayı uzaklaĢtırma tedbirinin mağduru yabancılara da geniĢletmiĢtir. Mahkemeye göre; istisnaî hallerde sınır dıĢı etme ve suçluların iadesinin, yabancının gönderileceği ülkede (insan haklarının geniĢ Ģekilde ihlâl edildiği -Chahal,15 Kasım 1996- ya da ölüm cezasının uygulandığı-Soering/Ġngiltere, 7 Haziran 1998) 3. maddede yasaklanan bir muameleye maruz kalabileceği kanısını uyandıran ciddi nedenler söz konusu olduğu zaman 3. maddenin ihlâli gerçekleĢebilir. A. Sınır DıĢı Etme ve Suçluların Ġadesi SözleĢme sığınma hakkını, korunma altına almadığı halde, Komisyon‟a göre; kiĢinin insanlık dıĢı bir muameleye tâbi tutulabileceği bir ülkeye geri gönderilmesi, geri gönderen üye ülkenin 3. maddeyi ihlâl etmesi anlamını taĢır. AĠHM‟de, sınır dıĢı etme veya suçluların iadesinin yabancının gönderildiği (insan haklarının büyük ölçüde çiğnendiği) ülkede bu türden bir muameleye tâbi tutulacağına dair ciddî kanıtlar mevcut olması halinde 3. maddenin ihlâl edileceğini kabul etmiĢtir. Mahkemenin koyduğu ilkeye göre, bir sınırdıĢı iĢlemine baĢvuracak Devlet ağır bir suçtan mahkum olmuĢ olsa bile ilgilinin ülkede karĢılaĢacağı durumun bağımsız bir incelemesini yapmalıdır (Ahmet/ Avusturya (1996). 148 Üçüncü maddenin bireylerin ülkeden uzaklaĢtırılması ve sınırdıĢı edilmesi olaylarına uygulandığı bir çok örnek vardır. Bu örneklerde, ülkeler arasında suçluların iadesi anlaĢmasının varlığı, sınırdıĢı eden ülkenin yetki alanı veya terör zanlılarının adalete teslim edilmesi gibi faktörler söz konusu olsa bile, bir devletin bir kiĢiyi kötü muamele görmesi konusunda gerçek bir riskin bulunduğu üçüncü bir ülkeye göndermeme sorumluluğundan kurtulması mümkün değildir. Belirli bir ülkeye geri gönderilmek istenen, ancak, SözleĢmenin 3. maddesine aykırı muamelelerle ciddî Ģekilde karĢı karĢıya kalacağını ileri süren kiĢinin iddialarını kanıtlarla desteklemesi gerekir. Nitekim Komisyon Azeri uyruklu Ġran vatandaĢı Ghaffarinin Türkiye‟ye karĢı baĢvurusunda(1997), baĢvurucunun Ġran‟daki kiĢisel durumuna, özellikle yasadıĢı bir örgütle bağlantılarına iliĢkin iddialarını destekleyecek Ģekilde hiçbir kanıt ortaya koyamadığı gerekçesiyle baĢvuruyu kabul edilemez bulmuĢtur. Mahkeme 3. maddenin ihlâline karar verdiği bir davada ise, dönüĢ ülkesindeki malî ve duygusal desteğin yetersizliği ve tıbbî tedavinin kötü kalitesinin son aĢamasındaki bir AIDS hastasının ihtiyaçlarını karĢılayacak ölçüde olmadığı gerekçesine dayanmıĢtır (D./ Ġngiltere(1997)). AHM‟nin 6 Mart 2001 tarihli Said Muhammed Hilal/B. Krallık kararına konu olayda; 9 ġubat 1995 tarihinde Ġngilitere‟den siyasî sığınma hakkı talebi reddedilen Tanzanya vatandaĢı baĢvuran, baĢvurusunda ülkesini terketmeden önce muhalefet partisinin aktif bir üyesi olduğunu, siyasî kimliği nedeniyle 1994 yılında 3 ay süre ile polis karakolunda tutularak çeĢitli iĢkencelere maruz kaldığını, ülkesine geri gönderildiği takdirde aynı muameleye tekrar maruz kalacağını ve Ģikayetlerini ileri sürebileceği hiçbir hukuk yolunun bulunmadığını belirterek SözleĢme‟nin 3, 6, 8 ve 13. maddelerinin ihlâl edildiğini ileri sürmüĢtür. Mahkeme, kararında Ģikayetçinin sınırdıĢı edilmesini, iĢkence ve insanlık dıĢı muameleye maruz kalma riskini doğurduğu gerekçesiyle SözleĢmenin 3. maddesinin ihlâlini oluĢturacağı, ancak baĢvuranın iddiasının Yargıtay tarafından incelendiği gerekçesiyle 13. maddenin ihlâl edilmediği sonucuna varmıĢtır. AĠHM, Soering v./B.Krallık davasında, Ġngiltere‟de gözetim altında tutulan Alman uyruklu Soering‟in ABD‟ye iade kararını 3. maddeye aykırı bulmuĢtur. Virginia‟da cinayet suçlaması ile yargılanacak olan ve AĠHM‟ne göre ölüm cezasına mahkum edilebileceği belirgin olan Soering‟in baĢvuru gerekçesi, ölüm cezasının, temyiz dahil, kesinleĢme süresinin ortalama altı ile sekiz yıl olması ve bu “ölüm bekleyiĢi”nin SözleĢmenin 3. maddesine aykırılığıdır. AĠHM, 149 söz konusu olayda ölüm bekleyiĢinin kiĢi üzerinde yaratacağı Ģiddetli gerilimi göz önünde bulundurarak, adı geçenin ABD‟ye iade edilmesinin 3. maddeyi ihlâl edeceği sonucuna varmıĢtır. Komisyon Türkiye‟den yapılan bir baĢvuruda ise, Ģikayetçinin ölüm bekleyiĢi sendromu iddiasını kabul edilemez bulmuĢtur: Çınar/Türkiye,(No.17864/91,5.91994) baĢvurusuna konu olayda, 28 Mayıs 1984 tarihinde, Anayasal düzeni bozmaya matuf Ģiddet kullanmak ve üç kiĢiyi öldürmekten dolayı Ġstanbul 2 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından ölüm cezasına mahkum edilen ve cezası 1987 yılında kesinleĢen TĠKKO üyesi Çınar, Komisyona yaptığı baĢvuruda, Terörle Mücadele Kanunu uyarınca 1991 yılında serbest bırakılıncaya kadar cezasının infaz edilebileceği korkusuyla “ölüm bekleyiĢi sendromu”na kapıldığını ve bu nedenle AĠHS‟nin 3. maddesinin ihlâl edildiğini, temyiz talebini reddeden Askerî Yargıtay‟ın SözleĢmenin 6/1. maddesi anlamında tarafsız ve bağımsız bir mahkeme sayılamayacağını, ayrıca bazı usuli aykırılıklar nedeniyle savunma hakkının (AĠHS m.6/3) da ihlâl edildiğini iddia etmiĢtir. Komisyon Ģikayetçinin her üç iddiasını da reddetmiĢtir. Kararda, Türkiye‟de Ekim 1984‟ten beri hiçbir ölüm cezasının infaz edilmemiĢ olması, Terörle Mücadele Kanunuyla 12 Nisan 1991‟den önceki ölüm cezalarının infaz edilemeyeceği, hatta 10 yıl hapiste kalan ölüm mahkumlarının da serbest bırakılacakları dahi öngörülmüĢ olması nedenleriyle baĢvuranın ölüm cezasının infaz edilemeyeceğinin anlaĢıldığı sonucuna varılmıĢ ve Ģikayetçinin “ölüm bekleyiĢi sendromu”na iliĢkin iddiası dayanaktan yoksun bulunmuĢtur. B. Mahpuslara ĠliĢkin Muamele SözleĢme mahpuslara muameleye iliĢkin hiçbir hüküm içermese de, Komisyon 1962‟den itibaren SözleĢmenin, 3. maddesinin garanti ettiği haklardan mahpusları mahrum etmediğini kararlaĢtırmıĢ ve böylece mahpuslara aĢağılayıcı olmayan koĢullara sahip olma hakkını tanımıĢtır. SözleĢme hastaların durumuna dair de hiçbir özel hüküm içermemektedir. Ancak, hasta bir kiĢinin mahpusluğunun SözleĢmenin 3. maddesi anlamında bazı problemlere yolaçması ihtimali de dıĢlanamaz. (Chartier c. Ġtalya, 8 Aralık 1982 tarihli komisyon raporu, D.R. 33, pp. 41-47, DeVarga-Hirsch c. Fransa, no 9559/81, Komisyonun 9 Mayıs 1983 tarihli kararı, D.R. 33 p.158, B. c. Federa Almanya, no 13047/87, 10 Mart 1988 tarihli karar, D.R. 55 p. 271). Komisyon mahpusluk halinin baĢvuranın sağlığını ağır Ģekilde bozduğu durumlarda, örneğin, aĢırı süreli önleme tutuklamasının ve tutukluluk halinin devamının, tutukluluk halinin baĢvuranın sağlığını ağır 150 biçimde tehlikeye düĢürmesi halinde insanlık dıĢı muamele oluĢturabileceği görüĢündedir. Kalıtsal nitelikte bir obezite hastalığına tutulmuĢ bir mahkum konusunda, Avrupa Komisyonu SözleĢmenin 3. maddesinin ihlâli hükmüne varmamıĢtır. Zira baĢvuran sağlık durumuna uygun tedaviden yararlanmaktaydı. AĠHM‟de, Papon / Fransa kararında, ilerlemiĢ yaĢta ve aĢırı hasta bir kiĢinin uzun süre mahpus tutulmasının 3. maddenin koruma alanına girebileceğini hatırlatmıĢtır. Keza, Mahkeme, mahpusun sağlık durumunu ve geliĢimi üzerine mahpusluğun etkilerini inceleyerek, kimi muamelelerin akıl hastası bazı kiĢilere yapılmasından ötürü 3. maddeyi ihlal ettiğini kabul etmiĢtir. (Bkz. Keenan c. Royaume-Uni, no 27229/95, 3.04 2001, §§ 111-115 kararı ). Price/ B. Krallık kararında, Mahkeme ayakları ve kolları sakat baĢvuranın mahpusluğunun sağlık durumuna uymayan koĢullarda devamını incelemiĢtir. Bu davada, baĢvurucuyu küçük düĢürmek veya alçaltmak için kasıtlı bir niyet olduğuna dair herhangi bir delil olmamakla beraber, mahkeme ileri derecede özürlü olan bir kiĢinin sağlığı için tehlikeli olacak kadar bir ortamda tutulmasını, yatağı çok sert veya eriĢilemez olduğu için bedeninde yara açılması riskinin bulunmasını ve tuvalete gitmesi ve kendisini temizlenmesinin ya mümkün olmadığı ya da büyük zorluklarla mümkün olduğu koĢullarda tutulmasını küçük düĢürücü muamele olarak değerlendirmiĢtir. (no 33394/96, 10.07.2001, § 30). Bundan bir mahpusu sağlık gerekçeleriyle genel bir tahliye yükümlülüğü çıkarılmasa da, SözleĢmenin 3. maddesi her halükarda Devleti özellikle gerekli tıbbî tedavileri sağlama yoluyla, özgürlüğünden yoksun bırakılan kiĢilerin bedensel bütünlüğünü korumaya mecbur tutmaktadır. (Hurtado c. Ġsviçre, 28 Ocak 1994, seri A no 280A, pp. 15-16, § 79 davasında Komisyonun görüĢü). Mahkeme, daha sonra, her mahpusun ilgiliyi mahpusluğa bağlı kaçınılmaz acı düzeyini aĢan yoğunlukta bir sıkıntı ya da yıkıma tabi tutmamasını temin edecek tarzda insan onuruna uygun koĢullara sahip olma hakkını teyid etmiĢtir; Ayrıca mahpusun sağlığı dıĢında, hapis cezasının pratik gereklilikleri gözönüne alınarak rahatının da tam olarak sağlanmak zorunda olduğunu eklemiĢtir.(Anılan Kudla kararı &94). Yukarıda anılan AĠHM içtihadı çizgisini devam ettiren Mouisel /Fransa (14 Kasım 2002) kararı, AĠHS‟ne taraf ülkelerin hasta tutuklu ve hükümlülerin cezaevi ve hastahane ortamında tedavilerine ve cezalarının infazı usüllerine iliĢkin standartları ortaya koymaktadır. Benzer gerekçelerle, Ülkemiz aleyhine bireysel baĢvuru yapılması imkan dahilindedir. Mevzuatımızda, Anayasamızın 104. maddesi CumhurbaĢkanına, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiy- 151 le belirli kiĢilerin cezalarını hafifletmek ve kaldırmak yetkisi tanımaktadır. Ceza Muhakemeleri Kanununun 399. maddesi de akıl hastalığına yakalanmıĢ ya da cezanın infazı hayati tehlikeye yolaçacak mahkumlar hakında cezanın iyileĢinceye kadar ertelenmesi imkânı getirmektedir. Dolayısıyla, cezaevlerindeki hasta tutuklu ve mahkumlar için öncelikle AĠHM‟nin Mouisel kararındaki standartlara uygun bir tedavi olanağının sağlanması, bu mümkün olmadığı takdirde cezanın kaldırılması ya da ertelenmesi için mevzuattaki imkanların kullanılması gerekir. 69 Cezaevi ve gözaltı koĢullarına iliĢkin standartlar sürekli evrim içinde bulunduklarından, bunlara iliĢkin ortak uygulamalar veya rutin iĢlemler sürekli gözden geçirilmeli ve 3. maddenin standartlarına uygunlukları sağlanmalı veya esas itibariyle küçük düĢürücü olmayan bir muamelenin bu Ģekilde olacak tarzda uygulanması önlenmelidir. 6. ĠġKENCE VE KÖTÜ MUAMELE AÇISINDAN ĠÇ HUKUK KURALLARI VE UYGULAMASI Türkiye, AĠHM‟nin bir çok kararında iĢkence yasağının ihlalinden dolayı mahkum edilmekte ve yüklü tazminatlar ödemektedir. ĠĢkence ve kötü muameleye yasağının bir ülkede istenen noktaya gelmesi ve tam olarak uygulanabilmesi için sırf hukuksal düzenleme yeterli değildir; ayrıca baĢta siyasi irade olmak üzere konuyla ilgili her kesimin ciddi ve samimi mücadelesi gerekir. Anayasanın “ KiĢinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” baĢlıklı 17‟nci maddesinin 3‟üncü fıkrasında, “ Kimseye iĢkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaĢmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” denilmektedir. Ayrıca 137/2. maddeye göre, “Konusu suç teĢkil eden emir, hiçbir surette yerine getirilemez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz”. ĠĢkencenin ve kötü muamelenin Anayasada yasaklanmıĢ olması iĢkence sorunuyla etkin mücadele ve sonuçta bunun ortadan kaldırılması veya en aza indirgenmesi için tek baĢına yeterli değildir. Anayasal hükümlerin varlık kazanabilmesi için iĢkence yasağının ihlali halinde, faillerin cezai, idari ve hukuki yaptırımlara tabi olması Ģarttır. Bu nedenle Türk hukukunda iĢkence yasağının ihlalinde baĢta cezai olmak üzere idari ve hukuki yaptırımlar mevcuttur. Her Ģeyden önce Türkiye iĢkencenin önlenmesine yönelik hazırlanan uluslararası sözleĢmeleri imzalamıĢ ve iç hukukunun bir parçası haline getirmiĢtir. Ayrıca TCK‟da 243. maddede iĢkence suçuna, 245. Ergin ERGÜL, Mouisel /Fransa (tercüme ve yorum),Polis Akademisi AĠHM Kararları Dergisi, C.1,S.4 (Ocak 2003) s. 231. 69 152 maddesinde kötü muamele veya cismen eza verme suçu ve 228. maddede ise kiĢilere karĢı keyfi ve sert muamele suçuna yer verilmiĢtir. Anayasanın 17. maddesinin 3. fıkrasında yer alan iĢkence yasağının yaptırımını oluĢturan iĢkence suçu, TCK‟nun 243. maddesinde hükme bağlanmıĢtır. 1999 yılında 4499 sayılı Kanunla değiĢik düzenlemeye göre, “Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, Ģahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engelleme, Ģikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut Ģikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple iĢkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere baĢvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir. Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452‟nci, sair hallerde 456‟ncı maddeye göre tertip olunacak ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.” 1999 yılında 4499 sayılı kanunla yapılan değiĢiklik sonucunda, iĢkence ve kötü muamelenin tanımı uluslararası sözleĢmelere uygun hale getirilmeye çalıĢılmıĢ, iĢkence suçunu mağdurlarının sayısı artırılmıĢ, manevi unsurun alanı geniĢletilmiĢ ve sonuçta günümüz insan hakları yaklaĢımına uygun bir suç tipi haline getirilmiĢtir.70 Ayrıca TCK‟nun, 245. maddesinde kötü muamele veya cismen eza verme suçu ve 228. maddede ise kiĢilere karĢı keyfi ve sert muamele suçuna yer verilmiĢtir. ĠĢkence ve kötü muamele fiilleri bakımından uygulamada karĢılaĢılan en önemli sorunlardan biri iĢkence sanığı memur veya kamu görevlilerini tespit edip, yeterli kanıt bulunduktan sonra dava zamanaĢımı dolmadan yargılama yapılıp hüküm verilmesindeki zorluktur. Uygulamada bu durumu aĢabilmek ve varsa iĢkence faillerinin cezalandırılmasını sağlamak amacıyla bazı yasal değiĢiklikler gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu konuda çözümlenmesi gereken temel noktalardan biri iĢkence suçları ile ilgili davalarda yargılama sürecini hızlandırmak ve yargılamaların en seri ve hızlı Ģekilde tamamlanması ve varsa faillinin cezalandırılmasını sağlamaktır. Bu bağlamda, 7 Ağustos 2003 tarihli Resmi Gazetede yürürlüğe giren 30.7.2003 tarih ve 4963 sayılı Kanunun 5. maddesinde 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa ek 7 madde eklenmek suretiyle belirtilen düzenleme yapılmıĢtır. Buna göre, “ 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanu70 ARTUK/GÖKCEN/YENĠDÜNYA, Özel Hükümler, s.528. 153 nunun 243 ve 245 inci maddelerinde yazılı suçları iĢleyenler hakkında soruĢturma ve kovuĢturmalar acele iĢlerden sayılır, öncelik ve ivedilikle ele alınır. Bu suçlarla ilgili davalarda duruĢmalara zorunluluk olmadıkça otuz günden fazla ara verilemez, bu davalara adli tatilde de bakılır.” ĠĢkence ve kötü muamele ile mücadeleyi olumsuz etkilediği düĢünülen hususlardan biri de iĢkence ve kötü muamele suçlarının faillerine verilen cezanın para cezasına veya baĢka bir tedbire çevrilmesi yada ertelenebilmesidir. Gerçekten iĢkence suçu nedeniyle verilen asıl hürriyeti bağlayıcı cezanın, 647 sayılı Cezaların Ġnfazı Hakkında Kanun‟un 4. ve 6. maddelerinde yer alan para cezasına veya baĢka bir tedbire çevrilmesi ya da ertelenmesi halinde iĢkence suçunu iĢlemiĢ olan kamu görevlisinin bir anlamda ödüllendirilmesi söz konusu olabilmektedir. ĠĢte bu sakıncaları gidermek amacıyla 2.1.2003 tarihli ve 4778 sayılı “ÇeĢitli Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılmasına ĠliĢkin Kanun‟un 1. maddesi ile “243 ve 245. maddelerde yazılı suçlardan dolayı verilen cezalar, para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilemez ve ertelenemez”, hükmü getirilmiĢtir. ĠĢkence ve kötü muamelenin önlenmesinde ve etkin mücadele edilmesinde karĢılaĢılan sorunlardan biri de iĢkence faillerinin soruĢturulması ve kovuĢturulmasında haklarında kamu davası açılmadan önce idarece yapılan ve soruĢturmaların zaman aĢımını dolmasına yol açan idari soruĢturmalar idi. Bu duruma neden olan yasal düzenlemelerden birinin 1999 yılına kadar yürürlükte kalan Memurin Muhakematı Hakkında Kanun olduğu ileri sürülmekteydi. ĠĢte bu eleĢtiriyi de dikkate alan kanun koyucu 1999 yılında 4483 sayılı Memurların ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunu kabul ederek, kamu görevlileri hakkındaki soruĢturma ve takibatın hızlandırılmasını mümkün hale getirmeyi amaçlamıĢtır. Ancak 4483 sayılı Kanunun getirdiği sistem ciddi eleĢtirilere neden olmuĢtur. Özellikle soruĢturmaya baĢlamadan önce aranan izin iĢkence ve kötü muamele suçlarında faillerin geç yargılanmalarına veya zaman aĢımı nedeniyle açılan kamu davalarında davanın ortadan kaldırılması kararlarının verilmesine yol açmıĢtır. Uygulamada karĢılaĢılan bu sorunu aĢmak amacıyla, 4483 sayılı Kanunun 2. maddesine bir fıkra eklenmiĢtir. 2.1.2003 tarihli ve 4778 sayılı “ÇeĢitli Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılmasına ĠliĢkin Kanun”un 33. maddesine göre, “ 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruĢturma ve kovuĢturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz.”. Böylece iĢkence ve kötü muamele suçları bakımından 4483 sayılı Kanunun soruĢturma ve kovuĢturmaları zaman aĢımının dolmasına neden 154 olacak kadar geciktirici hükümleri uygulanmayacaktır. Aynı Ģekilde, kolluk amirleri bakımından bu sıfatla iĢledikleri suçlar nedeniyle 4483 sayılı Kanun hükümleri uygulanmayacaktır. ĠĢkence ve kötü muamelenin önlenmesinde gözaltında tutulan kiĢilerin yargı mercileri önüne çıkarılmada önce sağlık durumlarının tespitine yönelik olarak alınan adli tıp raporlarının önemi çok büyüktür. Gerçekten gözaltı süresi içinde zanlıların iĢkence veya bir kötü muameleye maruz kalıp kalmadığının belirlenmesinde ve buna bağlı olarak verdikleri ifadenin hukuksal sonuç doğurup doğurmamasında adli tıp raporları belirleyici bir iĢleve sahip bulunmaktadır. Ülkemizde bu konuda bazı sorunlarla karĢılaĢıldığı bilinmektedir. Özellikle bu tür muayenelerin yapıldığı sırada gözaltı iĢlemini yapan kolluğun orada bulunması, muayene sonrası zanlının tekrar kolluğa teslim edilmesi ve muayene iĢlemini yapan hekimlerin istenen muayeneyi zaman zaman yapmaması veya yüzeysel yapması ve o sırada kolluğun odada bulunması gibi eleĢtiriler dile getirilmektedir. Bu konuda da olumlu bir adım atılmıĢ ve gerçeğe aykırı rapor düzenleyerek iĢkenceyi gizleyen sağlık personelinin cezai sorumluluğunu düzenleyen 354. maddedeki cezalar, 26.8.1999 tarihli ve 4449 sayılı Kanunun 3. maddesi ile ağırlaĢtırılmıĢtır. Söz konusu cezaların yaklaĢık yarı oranında artırıldığı görülmekle birlikte faillerinin ortaya çıkarılmasının kolay olmayacağı da bir gerçektir. ĠĢkencenin ve kötü muamelenin önlenmesinde ülkemizde atılan önemli adımlardan biri de, göz altı sürelerinin azaltılmasıdır. Gerçekten göz altı süreleri baĢta anayasal olmak üzere yasal düzenlemelerde yapılan değiĢiklikler sonucu AĠHM‟nin içtihatlarına uygun hale getirilmiĢtir. Örneğin Anayasanın 19. maddesinin 5. fıkrası 4709 sayılı Kanunun 4. maddesi ile “ Yakalanan veya tutuklanan kiĢi, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz saat ve toplu olarak iĢlenen suçlarda en çok dört gün içinde hakim önüne çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz”, Ģeklinde yeniden düzenlenmiĢtir. Bu anayasal değiĢikliğe paralel olarak CMUK‟da DGM‟lerinin ilgili yasalarında değiĢiklikler yapılmıĢtır. 6.2.2002 tarih ve 4744 sayılı Kanunla CMUK‟da yapılan değiĢiklik sonucunda azami göz altı süresi bireysel suçlarda yirmi dört saat, toplu olarak iĢlenen suçlarda dört gün olarak hükme bağlanmıĢtır (CMUK. m. 128) CMUK‟da 1992 yılında yağılan reform niteliğindeki değiĢikliklerle sanığın hakları açıkça hükme bağlandı. Bu bağlamda hukuka aykırı delil elde yasakları ve iĢkence yasağı açıkça düzenlenmiĢtir. CMUK‟nun 135/a maddesine göre, “ Ġfade verenin ve sanığın beyanı 155 özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma,iĢkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve Ģiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.” CMUK 135/a ve 254/2. maddelerinde hukuka aykırı ve iĢkence yasağını ihlal ederek elde edilen delilerin hükme esas alınmayacağını kabul etmiĢtir. Bu yaklaĢım, 2001 değiĢikliği ile Anayasanın 38. maddesine girmiĢtir. Gerçekten Anayasanın 38. maddesine göre, “Kanuna aykırı olarak elde edilmiĢ bul- gular, delil olarak kabul edilemez.” Gerek iç hukuk tarafından gerekse uluslararası sözleĢmelerde yasaklanan iĢkence, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamelenin ortadan kaldırılmasında veya en aza indirgenmesinde baĢvurulacak etkin hukuksal yollardan biri de iĢkence yapan kamu görevlisine Devletin ödediği veya ödeyeceği tazminat bakımından rücu edilebilmesidir. Ülkemizde zaman zaman tartıĢılan ancak pozitif kural haline gelemeyen bu husus Avrupa Birliğine uyum paketleri çerçevesinde 2002 yılında 4748 sayılı Kanunla hukuk normuna dönüĢtürülmüĢtür. Gerçekten 26.03.2002 tarih ve 4748 sayılı “ÇeĢitli Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile AĠHM‟nin AĠHS‟nin 3. maddesinde düzenlenen “iĢkence yasağı”nın ihlali nedeniyle Türkiye aleyhine vereceği mahkumiyet kararlarından ötürü ödenecek tazminatlar için, iĢkence yapan kamu personeline rücu edebileceği hükmü kabul edilmiĢtir. 9.4.2002 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4748 sayılı Kanunun 3. maddesindeki düzenleme aynen Ģöyledir: “ 14.7.1965 tarihli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir. “ĠĢkence ya da zalimane, gayri insanı veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.” Bu düzenlemenin tam olarak anlaĢılabilmesi için atıfta bulunduğu fıkranın ne olduğun da bilinmesi gerekir. Söz konusu hükme göre, “KiĢiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu 156 beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” 71 Örnek karar özetleri -17“Mahkeme, bir durumun, SözleĢme‟nin 3.maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için kötü muamelenin asgari düzeyde sertliğe varması gerektiği hususunu hatırlatır. Bu asgari düzeyin değerlendirilmesi izafidir ; olayın Ģartlarına bağlı olabileceği gibi, muamelenin süresine, fiziksel ve ruhsal etkilerine ve bazı durumlarda da cinsiyet, yaĢ ve mağdurun sağlık durumuna bağlı olabilmektedir. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bireyin durumunda ise, kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora baĢvurmak, insan onurunu zedelemekte ve ilke olarak 3. maddede öngörülen hakkın ihlal edilmesi anlamına gelmektedir (bkz. 9 Haziran 1998 tarihli Tekin-Türkiye kararı, RD 1998-IV, ss.1517-18, §§ 52 ve 53). (Parag. 29.) Bu bağlamda Mahkeme, bir birey, polis ya da diğer devlet görevlilerince hukuk dıĢı ve 3.maddeye aykırı bir muameleye tabi tutulduğunu iddia ettiğinde –ki bu hüküm SözleĢme‟nin 1.maddesinde öngörülen devletin „kendi yetki alanı içinde bulunan herkese SözleĢme‟de tanınan hak ve özgürlükleri tanıma‟ yükümüyle birleĢince- bu iddia zımnen, sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılmasıyla sonuçlanan etkili bir soruĢturmayı zorunlu kıldığını tekrarlar (bkz. 28 Eylül 1998 tarihli Assenov-Bulgaristan kararı, RD 1998-VII, s.3290 §102). Eğer bu gerçekleĢmemiĢse, iĢkence, insanlık dıĢı ya da onur kırıcı muamele veya cezanın genel olarak yasaklanması, temel önemine rağmen, uygulamada etkisiz kılınabilecek ve bazı durumlarda fiili ceza bağıĢıklığına sahip devlet görevlilerinin, denetimleri altındaki bireylerin haklarını çiğnemeleri mümkün olabilecektir (ibid.). (Parag. 32.) Mahkeme, 15 Temmuz 1994 tarihinde, baĢvuranın, savcıya ve Diyarbakır DGM‟ne bağlı yedek hakime iĢkence gördüğüne iliĢkin iddiada bulunmuĢ olduğuna dikkat çekmektedir (bkz. üstte 16. ve 17. paragraflar). Savcıya sunulan dosya, baĢvuranın, 4, 13 ve 15 Temmuz 1994 tarihindeki muayene sonuçlarını ihtiva etmektedir. 13 ve 15 Temmuz 1994 tarihli raporlar baĢvuranın kol ve bacağındaki çürükleri göstermektedir. Yedek hakim de baĢvuranın gözaltındayken iĢkence gördüğüne iliĢkin ifadesini duruĢmadaki zabıtlara geçirmiĢtir. (Parag. 33.) Mahkeme, baĢvuranın iĢkence gördüğüne iliĢkin ısrarının, dosyadaki tıbbi kanıtla birlikte, savcının soruĢturma açması için yeterli olması gerektiği kanaatindedir. Dahası baĢvuran, 4-15 Temmuz 1994 tarihleri arasında gözaltında tutulmuĢUygulamada karĢılaĢılan sorunların belki de en önemlilerinden biri de uluslararası hukukta ve bu çerçevede imzalanan sözleĢmelerdeki reform niteliğindeki hükümleri karĢısında değiĢmeyen kanun hükümlerinin bunların gerisinde kalması, hakimin ve içtihatların yapılan reform ve değiĢikliklere uyum sağlamadaki gecikmesidir. Ġçtihatları ile Türk ceza yargılamasına ıĢık tutan Yargıtay‟ın özelikle iĢkence ve kötü muamele iddialarına dayanan davalarda içtihatlarının özgürlükler hukukunun geliĢmesine paralel olması arzulanmaktadır. Yargıtay CGK‟nun 15.6.1999 tarih, E.1999/8-109 ve K.1999/164 sayılı kararında iĢkence suçunun varlığını belirlerken yerel mahkemenin direnme kararının aksine iç hukukumuzun bir parçası haline gelen bu alandaki uluslararası sözleĢme hükümlerine kararında yer vermesi bu konuda bir umut doğurmuĢtur. Sadece normlarda değiĢiklik yapılması yeterli değildir. Bu değiĢikliklerin alanla ilgili herkes tarafından benimsenmesi ve yaĢama geçirilmesi gerekmektedir. Yapılanları insan hakları açısından soyut normlardan somut adalete dönüĢtürme ve gerçek anlamını belirleme görevi ve onuru yargıya ait olacaktır. Özen,s. 19-22 71 157 tur. Fakat, baĢvurandan daha ayrıntılı bilgi edinilmesi yönünde herhangi bir adım atılmadığı gibi, iĢkence iddialarına konu olan polis memurları da sorgulanmamıĢtır (bkz üsstte 16. paragraf). (Parag. 34.) Mahkeme, baĢvuranın bu Ģartlar altında, iĢkence gördüğüne iliĢkin iddiasına dayanak oluĢturduğu kanaatindedir. BaĢvuranın, yargılama aĢamasında da iddialarında ısrar ettiği unutulmamalıdır (bkz. üstte 19. paragraf). BaĢvuranın iddialarına yönelik olarak, yetkililerin sergiledikleri atalet, SözleĢme‟nin 3. maddesinin kendilerine yüklediği usuli sorumluluğa aykırıdır. Sonuç olarak, Mahkeme, davalı Devlet, baĢvuranın iĢkence iddialarını soruĢturma görevini yerine getirmediği için 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıĢtır. (Parag. 35.) (Sevtap Veznedaroğlu Türkiye, 11 Nisan 2000) -18"Mahkeme kötü muamelenin, sözleĢmenin 3. maddesi kapsamına girmesi için, söz konusu muamelenin asgarî bir vahameti içermesi gerektiğini hatırlatır. Bu vahametin tespiti izafidir; kötü muamelenin süresine, fiziki ve/veya zihinsel etkilerine ve bazı durumlarda mağdurun cinsiyetine, yaĢına ve sağlık durumuna bağlıdır. Mahkeme, Komisyon'un, baĢvuranın sorgulanması sırasında gözü bağlı olarak soğuk ve karanlık bir hücrede tutulduğunu ve vücudunda yara ve iz bırakacak tarzda muameleye tâbi tutulduğunu tespit ettiğine iĢaret etmektedir. Mahkeme bunları, 3. maddede zikredilen standartlara aykırı olaylar olarak değerlendirmiĢtir. Mahkeme, özgürlüğünden mahrum bırakılan ve hareketleriyle güç kullanımına sebep olmamıĢ bir kiĢiye karĢı güç kullanmanın , ilke olarak 3. maddede yer alan hakkı ihlâl ettiğini ve insan itibarını düĢürdüğünü hatırlatır. Mahkeme, baĢvuranın gözaltında tutulduğu koĢulları ve vücudunda yara ve ekimoz bırakacak Ģekilde muameleye tâbi tutulmasını, 3. madde anlamında küçültücü ve insanlık dıĢı davranıĢlar olarak değerlendirmiĢtir. (AĠHM, Tekin/ Türkiye, 9.6.1998) - 19 "AĠHM, baĢvuranın, oğlunun kaybolmasını izleyen günlerde savcılığa baĢvurduğunu saptamıĢtır. BaĢvuran, oğlunun köyde gözaltına alındığını gözleriyle görmüĢtür. Savcı ise oğlunun PKK tarafından kaçırıldığı hipotezini kabul etmeyi tercih etmiĢtir. BaĢvuran, oğlu hakkında hiçbir resmî bilgi alamadığı için Ģiddetli ızdırap duymuĢtur ve bu ızdırap çok uzun bir süreden beri devam etmektedir. Bu Ģartlar altında, AĠHM, SözleĢmenin 3. maddesinin ihlâl edildiği sonucuna varmıĢtır.." ( AĠHM, Kurt /Türkiye, 25. 5. 1998, 15/ 1997/ 799 /1002) -20"Mahkeme bir kiĢinin polis tarafından gözaltına alındığı zaman sağlıklı, fakat salıverildiğinde yaralı olduğunun tespiti durumunda, Devletin bu sakatlığın nedeni konusunda makul bir açıklama yapma ve sözleĢmenin 3. maddesi anlamında bir açıklama getirme görevinin bulunduğu inancındadır. (bkz. Tomasi/ Fransa kararı, 27.8.1992, Series A No 241/As. 40, 41, prg.108/III, Ribitah/ Avusturya kararı, 4.12.1995, s. 26, prg. 34). 3. madde, Mahkemenin bir çok fırsatta gözlemlediği gibi, demokratik toplumun temel değerlerindendir. SözleĢme, organize suç ve terör gibi savaĢılması son 158 derece güç olan durumlarda bile, iĢkenceyi, insanlık dıĢı veya aĢağılayıcı muamele veya cezayı kesin bir dille yasaklar. SözleĢmenin birbirinden farklı belirleyici ifadelerinde ve 1 ve 4 nolu Protokollerde, 3. maddeye istisna getirilebileceğine ve 15. maddeye göre ulusun yaĢamını tehlikeye atan olağanüstü hal durumlarında sapma yapılabileceğine dair hüküm yoktur.(Bkz. Ġrlanda/Ġngiltere Kararı, 18.1.1998 seri A no 25,.,s.65, Chohal/Ġngilitere'ye, 15.11.1996, PRg.22-23.979) Herhangi bir tür kötü muamelenin iĢkence olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini belirlemek için, Mahkeme bu iddiayla, insanlık dıĢı ve aĢağılayıcı muamele arasında bulunan ve 3. maddede belirlenen ayrımları dikkate almalıdır. Daha öncede söylenildiği gibi, bu fark ciddi ve zalimce zararlara sebep olan insanlık dıĢı zararları müzakere etmek için iĢkencenin özel etkilerini hesaba katmak için SözleĢmede yer almıĢ gözükmektedir.(bkz the Irlandev.the UK Judgement of 18.1.1978,Series A no.25,P.66,SS 167) Mahkeme, Komisyon'un diğer hususlar yanında baĢvuranın "Filistin askısına" konulduğunu, diğer bir deyiĢle soyulup çıplak halde elleri arkadan bağlanmıĢ ve kollarından asılı bırakılmıĢ olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkemeye göre bu davranıĢ ancak kasıtlı yapılabilir. Gerçekten bu iĢi yapabilmek için büyük bir hazırlık ve çaba gereklidir. Bu baĢvurandan itiraf ve bilgi almak amacıyla uygulanmıĢ gibi görünmektedir. Filistin askısı o zaman neden olmuĢ olduğu büyük acıya ilaveten, tıbbi deliller göstermektedir ki bir süre kollarda felce sebep olmuĢtur. Mahkeme, bu davranıĢının sadece iĢkence olarak tanımlanabilecek ciddi ve acımasız bir davranıĢ olduğunu düĢünmektedir. Bu sonucun ağırlığından dolayı, Diğer baĢvuranın Ģikayetçi olduğu diğer davranıĢ Ģekillerini incelemek gereksizdir. Sonuç olarak SözleĢmenin 3. maddesinin ihlâli söz konusudur." (AĠHM, Aksoy / Türkiye,18.12, 1996) -21"Bay Erdagöz, ifadesine göre, dükkanına vaki saldırı için ilk defa polis karakoluna gittiğinde BaĢ komiser yardımcısı S.K. tarafından dövülmüĢ ve hakarete uğramıĢ ve Ģikayeti zapta geçirilmeden karakoldan kovulmuĢtur. Daha sonra kendisi, Emniyete müracaat ederek ilgili memurlar hakkında Ģikayette bulunmuĢtur. Daha sonra, Emniyet müdürünün tavsiyesi üzerine karakola geri dönmüĢ ve iki boĢ kovanı delil olarak sunmuĢtur. 18 Eylül ve 24 Aralık tarihli raporlar onun maruz kaldığı kötü muamelenin reddedilemez biçimde ispatını sağlamaktadır. Kendini, görevi kendilerine sunulan delilleri incelemek olan millî mahkemelerin yerine koymak Mahkemenin bir prensibi değildir. (bkz. Ribistch/Avusturya, 4.12.1995) Eldeki davada bir kaç olay, Bay Erdagözün iddia ettiği gibi, dükkanına vaki hasar hakkında Ģikayette bulunmak için karakola ilk gittiğinde madde 3'ün yasakladığı türde bir muameleye maruz kaldığı hakkında ciddi Ģüphe uyandırmaktadır. Evvela, kendisine 16 Eylül günü saat 5.30'da kötü muamele yaptığı iddia edilen polis memurları hakkında emniyete Ģikayette bulunulduğuna dair dosya da hiç bir iz yoktur. Ġkinci olarak, müracaatçı, önce yaralarını tespit edecek olan doktor raporu almadan ertesi günü savcının huzuruna çıkmadan önce kendisine kötü muamele yapıldığı Ģikayetinde bulunmamıĢtır. Son olarak da, ilki olaydan iki gün sonra tan- 159 zim edilmiĢ bulunan doktor raporunda yaraların ne zaman nasıl hasıl olduğuna dair bir kayıt bulunmamaktadır. Böyle olunca, Mahkeme, baĢvuranın vücudunda bulunduğu 18 Eylül 1992 tarihli tıbbî raporda zikredilen yara ve darbe izlerinin, komiser muavini tarafından ika edildiği iddia edilen kötü muameleden ileri geldiği hususunun ispatlanamamıĢ olduğunu belirten 29 Aralık 1992 tarihli takipsizlik kararındaki bulguları reddeden bir delile sahip bulunmamaktadır. Buna göre, Mahkeme 3. maddenin ihlâl edildiği kanısında değildir." (AĠHM, Erdagöz/Türkiye, 22 Eylül 1997) -22Mahkeme 3. maddenin demokratik toplumun en önemli değerlerini içerdiğini hatırlatmaktadır. Terör ve organize suçlarla mücadele gibi en zor Ģartlar altında bile, SözleĢme, iĢkence ile insanlık dıĢı ve aĢağılayıcı muamele ve cezayı, mağdurun davranıĢı ne olursa olsun, kesin hükümlerle yasaklamaktadır. SözleĢmenin ve 1 ve 4 Sayılı Protokollerin aslî hükümlerinin aksine, 3. madde istisnaî unsurlar içermemekte olup, milletin hayatını tehdit edici acil bir durumda bile, 15. maddenin 2. paragrafına göre izin verilebilir bir aykırılık teĢkil etmez.(parag.53) Mahkeme, ayrıca polis tarafından sağlıklı olarak gözaltına alınan fakat serbest bırakıldığında yaralı bir halde bulunan bir kiĢinin bulunduğunu hatırlatarak, Devletin bu yaralanmanın nasıl olduğuna dair makul bir açıklama yapmakla yükümlü olduğunu, bunu yapmamanın 3. maddeye göre açıkça bir sorun yaratacağını ifade etmiĢtir (bkz Selmouni/Fransa kararı). Mahkeme nezdinde aynı ilke, özgürlükten mahrum edilmeleri ve hapishane yönetiminin kontrol ve sorumluluğuna tâbi olmaları sebebiyle, hapishanedeki mahkumlar için de geçerlidir. Özgürlüğünden mahrum edilmiĢ bir kiĢi ile ilgili olarak, tutumunun sonucu olarak kesinlikle gerekil olmamsına rağmen fiziksel güç kullanımı uygulaması insan onurunu zedeler ve ilkesel olarak, 3. maddenin ihlâline yol açar.(parag.54). Ek olarak Mahkeme kötü muamele iddialarının sağlam bir delille desteklenmesi gerektiğini ifade etmiĢtir.(Klaas/Almanya, 22 Eylül 1993, parag.30). Bu delilin değerlendirilmesi amacıyla mahkeme, ispatın standardını “makul Ģüphelerin ötesinde” kabul etmiĢ, fakat böyle bir ispatın ardından, yeterince güçlü, açık ve uyumlu bir müdahale veya çürütülemeyen karinenin varlığı gelmelidir (parag.55). Mahkeme, hapishane ortamındaki Ģiddet oluĢma olasılığını veya mahkum isyanlarının kanlı olaylara yol açabilmesi tehdidinin, hapishane yönetiminin güvenlik güçlerinin yardımına baĢvurmasını gerektirdiğini göz ardı edemez. Bununla birlikte, Mahkeme, hapishane yönetiminin, yetki sınırları içinde bir olayla ilgili olarak, böyle bir dıĢ yardıma baĢvurduğunda, kullanılan gücün orantılılığı da dahil, uygunluğunu garanti edebilmek amacıyla, bağımsız bir eylem gözlem Ģeklinin olması gerektiğini belirtmektedir(Parag.58). (Sakık ve diğerleri/Türkiye,10 Ekim 2000) -23"Kötü muamele yapılmıĢ olması, suçun terör suçu olması nedeniyle hafifletilemez. Kötü muamele izlerinin poliste uğradığı Ģiddet sonucu olmadığı savunması da geçerli değildir. Zira tahliyeden sonra sanığı muayene eden dört doktor, Ģiddet izlerinin yapıldığı tarihin polis gözetimi tarihi ile çakıĢtığını saptamıĢtır. 160 Fransız temyiz mahkemesine göre olayda kötü muamelenin polis gözetimi sırasında yapıldığı kanıtlanamamıĢtır. Genel olarak iddia sahibi bunu kanıtlamakla yükümlü olmakla birlikte kötü muameleden yakınan tutuklu aslında güçsüz ya da bağlı durumda olup buna karĢı polis dilediğini yapabilir konumdadır. Bu nedenle, göz altında veya tutukluluk/hükümlülük sırasında kötü muamele iddiası varsa, bunun yapıldığını kanıtlamak gerekmez, aksine yapılmadığını kanıtlamak gerekir. Bu yük polise / ilgili yönetime düĢmektedir. Yine de iĢkence veya kötü muamele mağdurunun bir "kanıt baĢlangıcı" göstermesi gerekir. Soyut olarak iĢkence veya kötü muamele yapıldığı iddiasında bulunulmuĢ fakat buna iliĢki bir iz veya ipucu gösterilememiĢse, Ģikayetin "ciddi " bulunması mümkün değildir." (AĠHM, Tomasi /Fransa, 27 Ağustos 1992,Serie A 241A) - 24 Mahkeme, Hükümet‟in Mahmut Tanlı‟nın sağlıklı halde girdiği halde gözaltında ölmesine ikna edici bir açıklama getiremediğini gözlemlemiĢtir. Ancak Salman/Türkiye Kararının aksine, ceset üzerinde iĢkence tekniklerinin uygulandığını gösteren iz yoktur. BaĢvuran ve diğer tanıkların vücut üzerinde birtakım izler gördüklerini söylemelerine rağmen, bu izlerin post mortem değiĢikliklerden değil de, iĢkenceden kaynaklandığını tıbbî olarak kanıtlamak mümkün değildir. BaĢvuran tarafından sunulan uzman raporu, ölünün defnedilmesinden önce çekilen fotoğraflardan sonuç çıkarılamayacağının belirtmektedir. Bu sebeple ölüm nedeninin açıklanamaması dıĢında iĢkence yapıldığını gösteren kanıt mevcut değildir.(parag. 158.) (AĠHM, Tanlı/Türkiye, 10.04.2001) -25“Mahkeme, SözleĢmeci tarafların, uluslararası andlaĢmalarla yükümlendikleri zorunluluklar saklı kalmak üzere, yabancıların ülkelerine giriĢ, ikamet ve sınırdıĢı edilmelerini düzenleme hakları bulunduğunu teyit eder. Ayrıca, siyasi iltica hakkı ne SözleĢme‟nin ne de ona bağlı protokollerin kapsamına girmektedir (bkz. 30 Ekim 1991 tarihli Vilvarajah vd.- Ġngiltere kararı, A serisi no. 215, s.34, §.102). (Parag. 38) A Serisi no.161, s.35, §§ 90-91, 20 Mart 1991 tarihli Cruz Varas vd.-Ġsveç kararı, A Serisi no.201, s.28, §§ 69-70, ve 15 Kasım 1996 tarihli Chahal-Ġngiltere kararı, RD 1996-V, s.1853, §§ 73-74). Mahkeme‟ye göre, 3. maddenin demokratik bir toplumdaki temel değerlerden birini içerdiği ve mutlak ifadelerle iĢkenceyi ya da insanlık dıĢı veya aĢağılayıcı muamele ya da cezayı yasakladığı göz önünde bulundurularak, bir bireyin 3. bir ülkeye sınırdıĢı edildiği takdirde o ülkede 3. madde tarafından yasaklanmıĢ bir muameleye maruz kalacağına iliĢkin iddiası mutlaka titiz bir irdelemeden geçirilmelidir (bkz. üstte adı geçen, Chahal kararı, s. 1855, §79, ve s. 1859, §96). (Parag. 39.) Mahkeme, davalı Devlet görevlilerinin baĢvuranın iddiasına iliĢkin olarak anlamlı bir değerlendirmede bulunmadıkları kanaatindedir. BaĢvuranın 1994 Mülteciler Yönetmeliği‟nce öngörülen koĢulları yerine getirmemesi onu, Ġran‟a sınırdıĢı edilmesinden kaynaklanan korkularının gerçek nedeninin irdelenmesinden mahrum 161 bırakmıĢtır (bkz. 16. Paragraf). Mahkemeye göre, bir iltica baĢvurusunda bulunmak için bu tür kısa süreli otomatik ve mekanik bir sınırlama SözleĢme‟nin 3. maddesinde öngörülen temel hakkın korunmasıyla çeliĢmektedir. Fakat, Mahkeme‟nin yerleĢmiĢ içtihadına göre, söz konusu kiĢinin, sınırdıĢı edildiği takdirde kabul eden ülkede 3.maddeye aykırı bir muameleyle karĢılaĢma tehlikesi bulunmaktaysa, sınırdıĢı etme iĢlemi 3. madde uyarınca bir soruna yol açmakta ve dolayısıyla bu durum SözleĢme‟ye göre devletin sorumluluğunu teĢkil etmektedir. Bu Ģartlar altında, 3. madde, söz konusu kiĢinin o ülkeye sınırdıĢı edilmemesini zorunlu kılmaktadır (bkz. 7 Temmuz 1989 tarihli Soering-Ġngiltere kararı, arkasında yatan nedenleri araĢtırmak ve kendisine isnad edilen suç ıĢığında maruz kalacağı tehlikeyi değerlendirmek BMMYK‟nin görevidir. Ankara Ġdare Mahkemesi baĢvuranın temyiz baĢvurusu üzerine, sınırdıĢı edilme kararını, daha zorlayıcı bir sorun olan baĢvuranın korkuları bakımından değil Ģekli bir yasallık bakımından değerlendirmiĢtir. (Parag. 40) Mahkeme, BMMYK‟nin baĢvuranın sınırdıĢı edilseydi yüzyüze kalacağı tehlikeye iliĢkin yaptığı değerlendirmeye gereken önemi vermelidir. BMMYK baĢvuranla görüĢmüĢ ve korkularının sağlamlığını ve zina suçu nedeniyle Ġran‟da kendisine yönelik olarak baĢlatılan cezai kovuĢturma iddiasının gerçekliğini değerlendirme fırsatı yakalamıĢtır. Hükümet‟in baĢvuranın güvenilirliğini Uluslararası Af Örgütü‟nün Ġran‟da zina suçu iĢleyen kadınlara verilen cezalarla ilgili bulgulara dayanarak değerlendirmediği gözlemlenmektedir (bkz. 34. paragraf). BaĢvuranın karĢı karĢıya kaldığı tehlikenin davaya bakılma zamanındaki tehlike olduğunu gözönünde bulunduran Mahkeme, baĢvuranın ülkesinin zina suçuna hala çok kötü bir biçimde ceza verdiği ve daha insancıl bir ceza verme yönünde bir geliĢim kaydetmediği kanaatindedir. Mahkeme Ġran‟daki mevcut durumu ve zina suçuna verilen recm cezasının hala kanunlarda yer aldığını ve bu cezaya yetkililerin baĢvurabildiğini göz önünde bulundurmaktadır (bkz. 31. ve 32. paragraflar). (Parag. 41) Üstteki mülahazalardan hareketle, Mahkeme, baĢvuranın Ġran‟a döndüğü takdirde 3. maddeye aykırı bir muameleye maruz kalacağını kanıtladığı sonucuna varmıĢtır. (Parag. 42.) Dolayısıyla, baĢvuranın Ġran‟a sınırdıĢı edilmesi iĢlemi, eğer uygulanırsa, 3. maddenin ihlaline yol açacaktır. (Jabari/Türkiye , 11 Temmuz 2000) 162 III. KÖLELĠK VE ZORLA ÇALIġTIRMA YASAĞI (Madde 4) Maddeye göre; “1. Hiç kimse köle ve kul halinde tutulamaz. 2. Hiç kimse zorla çalıĢtırılamaz ve zorunlu çalıĢmaya tabi tutulamaz. 3. AĢağıdaki haller bu maddede sözü geçen “zorla çalıĢtırma veya zorunlu çalıĢma”dan sayılmazlar: a) Bu SözleĢme‟nin 5. maddesinde öngörülen koĢullar altında tutuklu bulunan kimseden tutukluluğu veya Ģartlı salıverilmesi süresince olağan olarak yapılması istenen çalıĢma; b) Askerî nitelikte bir hizmet veya inançları gereğince askerlik görevini yapmaktan kaçınan kimselerin durumunu meĢru sayan ülkelerde bu inanca sahip kimselere zorunlu askerlik yerine gördürülecek baĢka bir hizmet; c) Toplumun hayat veya refahını tehdit eden kriz ve afet hallerinde istenecek her hizmet; d) Normal yurttaĢlık yükümlülükleri kapsamına giren her türlü çalıĢma veya hizmet.” Görüldüğü gibi maddede kölelik, kulluk ve angarya (zorla çalıĢtırma) yasaklanmıĢtır. Ancak söz konusu kavramlar SözleĢme'de tanımlanmamıĢtır. Bu nedenle de Mahkeme, konuyla ilgili olarak uluslararası sözleĢmelere yollama yapmıĢtır. 4. madde ayrı ayrı bir yandan kölelik ve kulluğu diğer yandan zorunlu ya da zorla çalıĢtırmayı ele almaktadır. Ġlk iki kavram birey üzerinde ve bireyin değiĢtiremeyeceği ve engelleyemeyeceği baskı koĢullarını belirtmektedir. Son iki kavram ise, geçici olarak yerine getirilmekle yükümlü olunan ya da baĢka yükümlülükler veya medenî koĢullara ilave edilmek zorunda olan söz konusu hizmet ya da iĢin gayri iradî niteliğini vurgulamaktadır Kölelik ve kulluk, sürekli bir statü olarak birey üzerinde çok kapsamlı bir gözetim ve denetime imkân verdiği ve bireyin kendi iradesiyle bu statüden kurtulması mümkün olmadığı halde, zorla çalıĢtırma, belirli bir süre, bireye kendi iradesi dıĢında bir iĢin yaptırılmasını ifade eder.72 72 GOMIEN s. 18, ÜNAL, a.g.e., s. 131. 163 1.KÖLELĠK VE KULLUK Bireyin, her türlü haktan yoksun biçimde, mal ya da eĢya muamelesi görmesi; yasal olarak bir baĢkasının mülkiyetinde olması kölelik, bir borç karĢılığı ya da toprak mülkiyetine bağlı olarak süresiz ve durumunu değiĢtirme imkanına sahip olmaksızın baĢka bir kiĢinin mülkiyeti altında hizmet vermesi ise kulluktur. Buna göre kulluk, kölelik durumunun daha az yoğun biçimidir. Komisyon ve Mahkeme bu konuda çok az baĢvuruya bakmıĢtır. BaĢvuruların çoğu tutuklular tarafından yapılmıĢ ve hepsi de kabul edilemez bulunmuĢtur. Van Droogenbroeck / Belçika (1982) baĢvurusunda, idarî makamların gözetimi altına konulan mükerrir suçlu, madde 4/1 ile yasaklanan bir kulluk oluĢturan bir gözetim altına tâbi tutulduğundan Ģikayet ediyordu. Mahkeme bu görüĢü kabul etmemiĢ ve sınırlayıcı önlemlerin hem zaman olarak sınırlı hem de yargısal kontrole tâbi olduğunu belirtmiĢtir. Ayrıca, tedbir ilgilinin hukukî durumunu kulluk ve kölelik kavramlarının gerektirdiği gibi etkilememektedir. W,X,Y ve Z/Ġngiltere(baĢvuru no.3435-3438/67) davasında 15, 16 yaĢlarında 4 genç donanmada 9 yıl hizmet yapmayı taahhüt etmiĢlerdi. Akabinde 4' ü de bu yükümlülükten kurtulmayı talep ettiler. Ancak talepleri reddedildi. Komisyon'a baĢvurularında, bu durumun SözleĢmede yasaklanan kölelik ve kulluk teĢkil ettiğini iddia ettiler. Komisyon ise, askerlik görevinin kölelik ve kuluk sayılamayacağını, ayrıca SözleĢmede öngörülen zorla çalıĢtırma yasağına da bir istisna oluĢturduğunu, görev taahhüdünde bulunurken annebabaların rızalarının da alındığını belirterek baĢvuruyu reddetmiĢtir.73 2-ZORLA YA DA MECBURÎ ÇALIġTIRMA Milletlerarası ÇalıĢma Örgütü (ILO)'nün 29 Nolu SözleĢmesine yollama yapan AĠHM Van der Mussele/Belçika (1983) kararına göre, bu kavram maddî ya da manevî bir baskıyı içerir. Komisyon ve Mahkeme uygulamasında, "mecburî kamu hizmeti, "avukatların adlî yardım kapsamında hizmet verme yükümlülüğü", "mahkumların hapishane yönetiminin yaptığı sözleĢmeler uyarınca özel firmalar için çalıĢtırılması”, 4. maddeye aykırı bulunmamıĢtır. Bu madde gereğince, devletin negatif yükümlülüğünün yanısıra pozitif bir yükümlülüğü yani madde hükmüne aykırı bir uygulamaya yer vermeme mükellefiyeti vardır. 73 ÜNAL, a.g.e., s.132. 164 3. paragrafta kölelik ve zorla çalıĢtırma yasağının istisnaları belirtilmiĢtir. Buna göre, A. Hükümlülerin Zorla ÇalıĢtırılması Yetkili mahkemece mahkum edilen kiĢinin çalıĢtırılmak üzere bir kuruma yerleĢtirilmesine karar verilmesi veya cezaevlerindeki tutuklu ve mahkumlardan belirli iĢleri yapılması talep edilmesi zorla çalıĢtırma sayılmaz. Madde SözleĢmenin 5/1.maddesi anlamında özgürlüğünden yoksun kılınan kiĢilere uygulanır.74 B. Askerlik veya Yerine BaĢka Bir Görev SözleĢmenin bu hükmü, kiĢilere inançları dolayısıyla askerlik ödevinden bağıĢık tutulma hakkı verdiği biçiminde yorumlanamaz. Devletler vatandaĢlarını zorunlu askerlik hizmetine tâbi tutmakta serbest olup, ilgililer de buna uymakla yükümlüdürler. Bu hüküm sadece, Taraf Devletlere bu gibi kiĢileri askerlikten muaf tuttuğu hallerde, kendilerine baĢka bir hizmet talep etme yetkisi tanımakta ve bu bağlamda talep edilen görevin zorla çalıĢtırma sayılamayacağını hükme bağlamaktadır. Nitekim Komisyon vicdanî ret nedeniyle askerlik hizmeti yapmama hakkını tanıyan ülkelerde vicdanî retçilere askerlik hizmeti yerine getirilen mecburiyetlere karĢı yapılan çok sayıda baĢvuruyu kabul edilemez bulmuĢtur. C. Olağanüstü Durum Toplum hayatını tehdit eden kriz, afet ve olağanüstü hallerde tehlikeyle orantılı olarak bir takım olağanüstü önlemler alınması gerektiğinden, bu çerçevede vatandaĢlardan istenecek bir takım özel hizmetler bu maddedeki yasak kapsamına girmeyecektir. D. VatandaĢlık Görevleri Zorla çalıĢtırmanın son istisnası ise, “normal yurttaĢlık yükümlülükleri kapsamına giren her türlü çalıĢma veya hizmet”tir. IV. HÜRRĠYET VE GÜVENLĠK HAKKI ( Madde 5) Maddeye göre; “1.Herkesin kiĢi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır. AĢağıda belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dıĢında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz. 74 DONNA,HARRIS,ZWAAK s.135 165 a) KiĢinin yetkili mahkeme tarafından mahkum edilmesi üzerine usulüne uygun olarak hapsedilmesi; b) Bir mahkeme tarafından, yasaya uygun olarak, verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulu durumda bulundurulması; c) Bir suç iĢlediği hakkında geçerli Ģüphe bulunan veya suç iĢlemesine ya da suçu iĢledikten sonra kaçmasına engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin bulunması dolayısıyla, bir kimsenin yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulu durumda bulundurulması; d) Bir küçüğün gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiĢ bir karar gereği tutulu durumda bulundurulması veya kendisinin yetkili merci önüne çıkarılması için usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulması; e) BulaĢıcı hastalık yayabilecek bir kimsenin, bir akıl hastasının, bir alkoliğin, uyuĢturucu madde bağımlısı bir kiĢinin veya bir serserinin usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulması f) Bir kiĢinin usulüne aykırı surette ülkeye girmekten alı konmasını veya kendisi hakkında sınır dıĢı etme ya da geriverme iĢleminin yürütülmekte olması nedeniyle usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulu durumda bulundurulması; 2. Yakalanan her kiĢiye, yakalama nedenleri ve kendisine yöneltilen her türlü suçlama en kısa zamanda ve anladığı bir dille bildirilir. 3. Bu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koĢullara uyarınca yakalanan veya tutulu durumda bulunan herkes hemen bir hâkim veya adlî görev yapmaya yasayla yetkili kılınmıĢ diğer bir görevli önüne çıkarılır; kendisinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adlî kovuĢturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruĢmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir. 4. Yakalama veya tutuklu durumda bulunma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar vermesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde kendisini serbest bırakması için bir mahkemeye baĢvurma hakkına sahiptir. 5. Bu madde hükümlerine aykırı olarak yapılmıĢ bir yakalama veya tutulu kalma iĢleminin mağduru olan herkesin tazminat istemeye hakkı vardır. 166 1.GENEL OLARAK Bu madde klasik anlamda kiĢi özgürlüğünü korumaktadır. KiĢi özgürlüğü ve güvenliği benzersiz ve temel bir hak olmasının yanısıra, ayrıca diğer hak ve hürriyetlerin kullanılması açısından da bir önceliğe sahiptir. Bu hak korunmadığı sürece diğer hiç bir hak ve hürriyetten tam olarak yararlanmak mümkün olmaz. Bu nedenle, madde ceza adaleti için çok büyük önem taĢımaktadır. Üye Devletlerden bu hüküm çerçevesinde yapılan baĢvuruların çokluğu bu hükmün hayatî önemini göstermektedir. Maddede yer alan “kiĢi hürriyeti” ve “kiĢi güvenliği” terimleri birbirini tamamlayan kavramlardır. KiĢi hürriyeti, bireyin bir yere kapatılmaması, tutuklu bulunmaması hakkıdır. Güvenlik kelimesi de özgürlüğe yapılacak tüm keyfi müdahalelere karĢı kiĢinin korunmasını ifade eder.75 Güvenlik hakkı mutlak iken, kiĢi özgürlüğü, 5. maddenin 1. fıkrasının (a) ilâ (f), bentlerinde belirtilen hallerde kısıtlanabilir. Bu maddenin konusu ceza hukuku ile sınırlı olmayıp "özgürlükten yoksun bırakılma" terimi, sadece gözaltına alma ve tutuklama olarak anlaĢılmamalıdır. Nitekim Mahkeme uygulamasında, tanığın duruĢmada hazır bulundurulması, babalık davasında kan alınmasının sağlanması, psikiyatrik bir muayene yaptırılması, sağlık kurumlarına kapatma vs. gibi özgürlük kısıtlamaları madde kapsamında görülmüĢtür. Mahkemeye göre, hürriyetten mahrum etme ile hürriyeti kısıtlama arasında öz ya da nitelik değil, sadece derece ya da yoğunluk farkı vardır. Somut durumdan yola çıkmak ve tür, süre, incelenen tedbirin icra usulleri ve etkileri gibi kriterlerin toplamını dikkate almak gerekir (AĠHM, Ashingdane, 28 Mayıs 1985, Série A,No 93,parag.41). "Hürriyetten mahrum etme"den bahsedilebilmesi için, ilgilinin rızası dıĢında veya irade serbestisinin bulunmadığı bir anda, özgürlüğü kısıtlanmalıdır. Kısıtlanma yasayla düzenlenmiĢ olmalı ve hürriyetten mahrum etmeye iliĢkin olarak hâkimden bir karar alınmalıdır. Hâkimin nasıl karar vereceği konusunda bir yasal düzenleme mevcut olmalıdır. KiĢi özgürlüğünden mahrumiyeti, seyahat serbestisinin kısmen kısıtlanmasından ayırmak gerekir. Örneğin sağlığı korumak için karantina bölgesinden çıkma yasağı ya da kamu güvenliği nedeniyle kiĢinin belli bir yerde oturma zorunluluğu gibi durumları, keza, polis 75 Jean PRADEL-Geert CORSTENS, Droit pénal européen, Dalloz, Paris 1999, s.323 167 kontrolü gibi basit hürriyet kısıtlamaları 5. madde kapsamına girmeyip, Ek 4 nolu Protokolün 2. maddesine tâbidir. KiĢisel durumu ne olursa olsun herkes bu haktan yararlanır. Bu madde, kiĢi özgürlüğünün devlet organları tarafından kısıtlanması halinde uygulanabilir. Örneğin, velayet hakkına dayanarak, yetkili doktor ve ilgili servislerin tavsiyesi üzerine oğlunu tedavi amacıyla bir psikiyatri kliniğine kapatan annenin neden olduğu özgürlük kısıtlanmasında kamu yönetimi sorumlu tutulup bu madde hükmü uygulanmaz.(AĠHM,Nielsen/Danimarka) .76 Kabul edilemez bulunan çok sayıda baĢvurunun gösterdiği gibi, bu hüküm trafik kurallarının uygulanması, yabancıların ya da vatandaĢların zorunlu kaydı, Ģartla tahliye edilen mahkumların denetimi (en sık rastlanan davalar) gibi ağır olmayan özgürlük kısıtlamalarına karĢı koruma sağlamamaktadır. Mahkeme içtihatlarına göre, bir bireyin özgürlüğünden 5. maddeye aykırı Ģekilde yoksun bırakılıp bırakılmadığı davanın tüm koĢulları göz önüne alınarak somut olaya göre kararlaĢtırılmalıdır. Engel ve diğerleri/ Hollanda (1976) baĢvurusunda, Mahkeme askerlerin kıĢlalarında kalmalarını, normal bir askerî hizmetin gereklerini aĢmaması nedeniyle 5. maddeye aykırı bulmamıĢtır. Mahkeme Öcalan/Türkiye (2003) baĢvurusunda, 5.maddenin 4.bendinde ifade edildiği üzere baĢvuranın gözaltında olduğu süre içinde bu gözaltının hukuka uygunluğunun denetlenmesi açısından etkin bir iç hukuk yolunun bulunmaması nedeniyle ihlale karar vermiĢtir. Mahkeme Türk devletinin bu konuda iĢaret ettiği hukuki çarenin teoride kaldığının ve uygulamada baĢvurulabildiği ve sonuç alınabildiği yönünde bir kanıt sunulamadığını tesbit etmiĢtir. Mahkeme baĢvuran'ın iddialarının aksine Kenya'dan Türkiye' ye getirilmesi açısından 5. maddenin 1. bendinin ihlal edilmediğine karar vermiĢtir, bir baĢka deyiĢle gözaltına alınması yöntemini gerek milletlerarası hukuk gerekse Türk iç hukuku açısından uygun bulmuĢtur. Mahkeme Öcalan'ın gözaltına alındıktan sonra "derhal" hakim huzuruna çıkartılmamıĢ olmasını tesbit ile 5. maddenin 3. bendinin ihlal edildiğini saptamıĢtır. 5. madde 15. maddenin 2. paragrafında sayılan dokunulmaz hükümler arasında yer almamaktadır. Bu nedenle Devletler savaĢ ya da ulusun yaĢamını tehdit eden baĢka bir olağanüstü durumda 5. maddedeki yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilirler. Ġngiltere, Ku76 Serap KESKĠN, KiĢi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı, Ġnsan Hakları, cogito, Ankara 2000, s.93. 168 zey Ġrlanda‟da isyan durumunu yenmek için en aĢağı iki defa bu istisnaî hükmü uygulamıĢtır.77 2. KĠġĠ ÖZGÜRLÜĞÜNDEN YOKSUN BIRAKILMA NEDENLERĠ Bu nedenler 6 grup halinde sayılmıĢtır. Taraf devlet bu nedenlere yenilerini ekleme imkanına sahip değildir. Bu altı halden üçü hâkimin müdahalesini gerektirirken diğerleri için bu durum söz konusu değildir.78 Güvenlik hakkının demokratik bir toplumda özel bir öneme sahip olduğunu resmen kabul eden AĠHM‟ne göre devlet, toplumsal düzen için tehlikeli kiĢileri özgürlüğünden alıkoyabilmelidir. Ancak Mahkeme bu istisnaları dar yorumlamakta, madde uygulamasının devletlere çok dar bir değerlendirme payı (takdir marjı) bıraktığını belirtmektedir.79 Öngörülen nedenlere dayanılarak alıkoymanın sözleĢmeye uygun olması için “yasal yollar”a uyulmalı ve “usulüne uygun” olmalıdır. AĠHM‟ne göre, “yasal yollar” Devletin iç yasa ve düzenlemeleriyle sınırlı olmayıp, daha geniĢ ve objektif bir anlama sahiptir. Dolayısıyla konuya iliĢkin iç hukuk ilkeleri SözleĢme ile uyumlu olmak zorundadır. (Kemmache/Fransa, 1994).Ancak, bir devlet tarafından bireyin iç hukukun öngördüğünden daha fazla bir süre ile özgürlüğünden yoksun bırakılması bu hükmün ihlâlini oluĢturur (K.F./F.Almanya, 1997). Mahkeme, bir milletvekilinin Hükümet üyesiyken geliĢmekte olan ülkelere yardım sağlanması kararlarına katıldığı gerekçesiyle zimmet nedeniyle tutuklanmasının 5/1. maddeyi ihlâl ettiğine karar vermiĢtir (Loukonov/ Bulgaristan ( 1997 ). Belirtmek gerekir ki kiĢi 5. maddenin kendisine tanıdığı haklardan vazgeçemez. Diğer bir ifadeyle, mahkemenin serseri davaları diye bilinen De Wilde, Ooms ve Versyp /Belçika(1971)baĢvurusunda vurguladığı gibi, bir birey bizzat teslim olup, tutuklu kalmaya razı olsa bile, tutuklama hukuka aykırı olup 5. maddeyi ihlâl edebilir.80 “Gözaltına alınmıĢ bir kimsenin suç iĢlediğine dair makul kuĢkunun sürmesi tutukluluğun devamı için olmazsa olmaz (sine qua 77 PRADEL/ CORSTENS, s.324. 78 JONATHAN, s.93. 79 KABOĞLU, s.198 80 GOMIEN, s.25. 169 non) bir koĢuldur; ancak belirli bir süre geçtikten sonra yeterli değildir. Mahkeme bu gibi durumlarda, tutukluluğun devamını haklı kılmak için yargısal makamlar tarafından baĢka gerekçeler gösterilip gösterilmediğini belirlemelidir. Bu gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olması halinde, Mahkeme ulusal makamların tutuklu iĢe muhakeme sırasında “özel bir özen gösterip göstermediklerini tespit etmelidir.(Labita/Ġtalya, 6.4.2000 parag 153) A. Mahkemelerce Verilen Kararların Yerine Getirilmesi (Mahkumiyet Sonrası Tutuklama) Bu mahkemenin hapis cezasının infazı devletinin mahkemesi olması gerekmez. Cezaların yerine getirilmesi alanında uluslararası adli iĢbirliği, mahkumiyet kararının verildiği ülkeden baĢka bir ülkede cezanın infazına imkan vermektedir. Böyle Yabancı bir ülkede verilen mahkumiyet kararı da tutuklama nedeni olabilir. Drozd ve janousek(1992) vakasında, sözleĢmeye taraf olmayan bir Liechtenstein Prensliği mahkemesi tarafından verilen bir hapis cezasının Fransa‟da infazı söz konusuydu. Mahkemeye göre, SözleĢme Tarafları 3. Devlet ya da ülkelere kendi kurallarını empoze etmeye zorlamadığından, Fransa‟nın bu mahkumiyetle sonuçlanan yargılamanın 6. maddenin hükümlerinden her birine uygun olup olmadığını araĢtırma yükümlülüğü yoktur.81 Mahkeme bir davada (Bizzotta/Yunanistan(1996)), bu hükmün ihlâl edilmediğine karar verdi. Olayda, ulusal mahkeme bir tedavî amaçlı cezaevine konulmasına karar verdiği halde, devlet mahkumu normal cezaevine koymuĢtu. Mahkeme davanın koĢulları içinde, özgürlükten yoksun bırakmanın temel amacının tıbbî tedavi değil cezalandırma olduğunu gözlemledi. Wemhoff /Almanya Federal Cumhuriyeti (1968) davasında Mahkeme mahkumiyet kararına ve hükmedilen cezaya karĢı istinafa baĢvurmuĢ olsa bile, devletin bireyi tutuklayabileceğine karar vermiĢtir. Hakkında kesinleĢmiĢ bir ceza hükmü bulunan bir kimsenin bu cezasını çekmek üzere hürriyetinden mahrum bırakılması normaldir. Ancak ceza ilamıyla bunu izleyen özgürlükten yoksun bırakma talebi arasında makul bir sebep ve sonuç iliĢkisi bulunmalıdır. Mahkemeye intikal eden bir olayda, mahkemece müebbet hapse mahkum edilen Weeks, bir süre sonra Ģartlı olarak salıverilmiĢtir. Weeks daha sonra tekrar tutuklanmasının, SözleĢmenin 5/1-4 maddesini ihlâl ettiği gerekçesiyle Ģikayette bulunmuĢtur. AĠHM adı geçeni haklı bulmuĢ 81 PRADEL/ CORSTENS, s.327. 170 ve tutuklama olayının SözleĢmenin 5/1 maddesinde sayılan hallerden birisine dayanması gerektiğini ve somut olayda yeni bir mahkeme kararına ihtiyaç olduğunu belirtmiĢtir. B. Yakalama ve Tutuklama Tutuklama çok ağır bir önlemdir. Bu nedenle, 1. fıkranın c paragrafında, -Suç iĢleme Ģüphesi, -Suçu önleme ve -Kaçma Ģüphesi olmak üzere, sınırlı sayılı, üç tane yakalama ve tutuklama sebebi öngörülmüĢtür. Bu bakımdan bunlar dıĢında diğer amaçlarla, örneğin bir AĠHM kararında da belirtildiği gibi, sırf kiĢiden bazı bilgiler almak amacıyla tutuklama SözleĢmeye aykırıdır. Sayılan sebeplerden birinin varlığı yakalama ve tutuklama için yeterlidir. Bu nedenlerin ortak yönü cezaî nitelikte olmalarıdır. Bu nedenle mahkeme c) fıkrasının yalnızca bir ceza kovuĢturması çerçevesinde hürriyetten yoksun bırakmaya karar verilmesine imkan verdiğini vurgulamıĢtır.(Ciulla /Ġtalya, 22 ġubat 1989 seri A , no 148, parag.38). Mahkeme 1. fıkradaki sınırlı listenin dar yorumu gerektirdiğini belirtmiĢtir.82 Anılan Ciulla / Ġtalya kararında AĠHM, göz hapsine alma amacıyla tutma sözleĢmenin 5/1. maddesinde sayılan hallerde hiçbirisine girmediğinden. SözleĢmenin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. Yakalama ve tutuklamanın iç hukuktaki yasalara uygun olması gerekir. Mahkeme, bir devletin, onayı olmaksızın diğer bir devletin toprakları üzerinde gerçekleĢtirilen yakalamanın, 5. maddenin 1. paragrafı ile güvence altına alınan güvenlik hakkını ihlal ettiğini kabul etmiĢtir.(Stock/Almanya, 12 Ekim 1989, Öcalan Türkiye, 12 Mart 2003, parag.88). Yakalama ve tutuklanmanın klasik koĢulu olarak" suç iĢlenmesini önleme", bir AĠHM kararında belirtildiği gibi, genel bir suç politikası anlamında değil, somut ve belli bir suçun yakın gelecekte iĢlenmesini önleme amacını güden bir tedbir niteliğindedir. 83 "Makul sebep" suç iĢleme Ģüphesinin kuvvet derecesini belirlemektedir. AĠHM'ne göre, makul bir Ģüphenin mevcut olması için, 82 PRADEL/ CORSTENS, s.329. 83 Timur DEMĠRBAġ, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi ile KarĢılaĢtırmalı Olarak Haksız Yakalama ve Tutuklama, Ġzmir Barosu Dergisi, 1996/3, s. 19. 171 Ģahsın suç iĢlemiĢ olabileceğine dair tarafsız bir Ģahsı tatmin edebilecek vakıa veya bilginin bulunması gerekir.84 1/b1. Cümledeki "karar" terimi ile, duruĢmalarda düzenin sağlanması için mahkemece verilen kararlar kastedilmektedir.85 1/b, 2. Cümlede söz konusu olan, önleme amaçlı özgürlük kısıtlamasıdır. 86 Kaçma tehlikesi nedeni uygulamada fazla probleme yol açmamaktadır. Ancak, madde kaçma tehlikesinden genel terimlerle bahsetmektedir. KiĢinin duruĢmaya çıkmama ya da cezanın infazından kaçma tehlikesinin mi söz konusu olduğu anlaĢılamamaktadır. Gıyapta yargılama ve hüküm verme imkanını tanımayan mevzuatlarda duruĢmada hazır bulunmama tehlikesinin varlığı tutuklama kararı verilmesine yeterlidir. Buna karĢın, gıyapta kararın kabul edildiği Devletlerde, sadece sanığın duruĢmaya gelmeme tehlikesi tutuklamaya karar vermek için geçerli bir neden sayılamaz. Ancak, ilgilinin cezasının infazından kurtulması tehlikesi tutuklama kararı alınmasına yeterlidir.87 Mahkemeye göre, bir sanığın kaçmasına iliĢkin tehlike sadece söz konusu cezanın ağırlığı bazında değerlendirilmez. Bu aynı zamanda, bir kaçma tehlikesinin mevcudiyetini teyit eden veya kaçma ihtimalinin yargılanmak üzere tutuklu tutulmayı haklı çıkarmayacak derecede düĢük olduğunu ortaya koyan baĢka ilgili etkenlere göre değerlendirilmelidir. (Letellier /Fransa Kararı, s. 19, 43. Fıkra). Maddede geçen "yetkili adlî makam", sanığın yargılanacağı mahkemedir. 84 CMUK 104 ve 127. maddeler iç hukukumuzdaki yasal dayanaklardır. Hukukumuzda da suça tesebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz ve delil bulunan sanıkları, (PVSK 13/G) ve hastalık bulaĢtırabilecek kiĢilerle tehlike yaratan akıl hastalarını (PVSK 13/D) polis yakalayabilir. Bu gibi hallerde önleme yakalamasından bahsedilir. 85 Mesela usulü dairesinde çağrılan tanıkların gelmemeleri halinde zorla getirilebilmeleri (CMUK 46/1) SözleĢmeye uygundur. Kanunî bir sebep olmaksızın tanıklıktan ve yeminden çekinen tanık bundan doğan masraflara ve CMUK 46 uyarınca para cezasına mahkum olur.(CMUK 63/1). Bu para cezası ödenmezse, tanık hapsedilebilir. 86 Mesela tanıklığa ve yemine zorlanması için 6 ayı geçmemek üzere hapis olunabilmesi(CMUK 63/2) veya zapta tâbi bir eĢyayı vermeyen zilyet hakkında 63. maddedeki cebre müteallik hükmün uygulanması (CMUK 87/2) buna örnek gösterilebilir. Diğer örnekler, mahkemeye gelen sanığın duruĢmadan savuĢmasını önleyici (CMUK 224/1) tedbirler; sorgusu yapılacak sanığın ihzarı (CMUK 133), duruĢmaya gelmeyen sanığınn ihzarı veya tutuklanması (CMUK 223/2); cezasını çekmek üzere davet edilen hükümlülerin gelmemesi üzerine yakalama müzekkeresi ile yakalanması(CMUK 401), usulü dairesinde çağırılıp ta mazeretini bildirmeyen tanıkların zorla getirilmesi. 87 PRADEL-CORSTENS,s.332. 172 “Mahkeme, SözleĢmenin 5. maddesinin 1. fıkrasındaki özgürlük hakkına iliĢkin istisnaların sınırlı sayıda olduğunu ve bu istisnaların sadece dar bir yorumunun, hiç kimsenin özgürlüğünden keyfi olarak yoksun kalmamasını sağlamak olan maddenin amacına uygun olduğunu hatırlatır. SözleĢmenin 5(1) ( c) maddesinin amacı bakımından bir tutukluluğun haklılığı, “suç isnadının karara bağlandığı gün” sona erer ve bu nedenle beraat kararından sonra tutma bu madde içinde yer almaz; ancak “tutulan bir kimsenin salıverilmesi ile ilgili bir kararın icra edilmesinde biraz gecikme olması genellikle kaçınılmazdır; ancak bu gecikme asgarî düzeyde kalmalıdır.”.( Labita /Ġtalya 6.4.2000, parag.170 ve 171). Mahkeme yukarıdaki gerekçeyle, Labita /Ġtalya (2000) kararında, beraat etmesinden sonra idarî formalitelerin yerine getirilmesi için tekrar cezaevine götürülen baĢvuranın kayıt memurunun bulunmaması nedeniyle gece 12.25 den sabaha kadar tutulmasını 5. maddenin 1.fıkrasının ihlâli olarak değerlendirmiĢtir. Maddenin 2. fıkrası sadece yakalanmayı ilgilendiren bir hükümdür. Metinde tevkiften bahsedilmekte ise de; tutuklama kararının infazı niteliğindeki yakalama ve meĢhut suçta müzekkeresiz yakalama gibi "yakalama türleri" söz konusudur. C. Küçüklerin Islahı Mahkemeye göre, küçüğe uygulanacak özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirin "güdülen amaca uygun" nitelikte olması gerekir. Maddenin d fıkrası, küçüklerin yakalanmalarına iliĢkindir. Bu tür bir tedbire, ana-babalarına karĢı gelen çocukların Yeni Türk Medenî Kanununun 273. maddesi uyarınca bir kuruma yerleĢtirilmelerinde olduğu gibi, bir özel hukuk tedbiri olarak baĢvurulabileceği gibi, hâkim kararına dayanılarak suçlu çocukların bir ıslah evine konulmaları gibi, ceza hukukunda öngörülen bir tedbir çerçevesinde de baĢvurulabilir.88 Bu hüküm az sayıda içtihada konu olmuĢtur. Mahkeme Boumar/Belçika (1988) kararında, bir küçüğün 5 Haziran 1965 tarihli yasa gereğince 9 kez 15 günü geçmeyen sürelerle bir eğitim kuru- 88 1/d fıkrası PVSK m.13/E de aynen tekrarlanmıĢ ve bir iç hukuk normu haline getirilmiĢtir. 173 mu ya da ıslahevi yerine cezaevine konulmasını 5. maddenin d fıkrasının ihlâli olduğuna karar vermiĢtir.89 "Küçük" terimi, iç hukuka bakılarak değerlendirilmelidir.90 D. Tedavi, Eğitim ve Islah Amaçlı Tedbirlerin Alınması SözleĢme “akıl hastası “ terimini tanımlamamaktadır. Ancak, akıl hastalığı nedeniyle kiĢi özgürlüğünün kısıtlanabilmesi için davranıĢ bozukluğunun "hastalık" niteliğinde olması gerekir. Mahkemeye göre, sırf fikirleri ve davranıĢı bakımından "kuraldıĢı" bulunan bir kimsenin bu nedenle bir yere kapatılmasına, 1-e madde izin vermemektedir. Mahkeme akıl hastalığı halinde iĢlemin gerek Ģekil gerekse esas yönünden iç mevzuata uygun olması yanında, aranacak diğer koĢulları değiĢik kararlarında Ģöyle belirlemiĢtir: birey ancak, objektif ve tıbbi bir ekspertizle saptanacak, gerçek akıl hastalığı halinde kapalı bir kuruma konulabilecek, hastalığın niteliği ve önemi böyle bir tedbirin alınmasını gerekli kılmıĢ olacaktır. Önlemin süresi de hastalık halinin devamı ile sınırlıdır. Mahkeme, Koendjbiharie /Hollanda(1990) baĢvurusunda, psikiyatrik gözlem süresinin uzatılmasına karar vermek için geçen 4 aylık sürenin 5/4. maddeyi ihlal ettiğine karar vermiĢtir. Serseriler konusunda alınacak özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler de, bir anlamda akıl hastası konusunda alınanlarla aynı amacı gütmektedir. Bu amaç suç iĢleme eğilimindeki kiĢinin "tehlike hali"ni ortadan kaldırmak, yani bir iyileĢtirme tedbiri almaktır. SözleĢme "serserilik" teriminin tanımını vermiĢ değildir. Mahkeme de önüne gelen davada, Belçika Ceza Kanununu 374. maddesindeki tanımlamanın SözleĢmeye aykırı düĢmediğini belirtmekle yetinmiĢtir. Mahkemenin "serseri" kelimesinin dikkatli ve dar yorumundan yana olduğu ve bu konuda SözleĢme ile ulusal kanunlarda yapılan tanımlamaları yaklaĢtırmaya gayret gösterdiği görülmektedir. 89Dominique 90 BĠBAL-SÉRY, prison et droits de l’homme, Paris 1995, s.49. Anayasa'nın 9/2. maddesi de, özgürlüğün ve güvenliğin geçici olarak yoksun bırakılacağı haller arasında"bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesini" saymıĢtır. 2253 sayılı Çocuk Mahkemeleri Kanunu 11 yaĢını bitirip 15 yaĢını bitirmemiĢ olanları küçük saymıĢtır. (madde 12). Bu kanun uygulanacak tedbirler bakımından en geç 18 yaĢın bitimini esas almıĢtır. 2828 sayılı Korunmaya Muhtaç Çocuklarla Ġlgili Kanun ise, hangi çocukların korunmaya muhtaç olduklarının mahkeme kararı ile belirleneceğini; öngörmüĢ acele durumlarda mahkemeden karar gelinceye kadar bu yetkiyi en büyük mülkî amire vermiĢtir (m.229). Bu konuda belli bir alt yaĢ sınırı öngörülmemiĢtir. Küçüklerin yaĢı konusu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde ele alınarak genelde uygulanan 21 yaĢ yerine 18 yaĢı tavsiye edilmiĢtir. 174 Anayasamız da "suç öncesi tehlikeli hal " arasında "serseri" terimine de yer vermiĢtir. Madde gerekçesinde serseri terimi, "muntazam ve normal geçim kaynağından mahrum ve meskeni bulunmayan kimseler " olarak nitelendirilmiĢtir. Alkolik ve uyuĢturucu madde bağımlısı terimleri, günlük dildeki anlamlarında ve dar yorumlanmalıdır. Ulusal mevzuatların nitelendirmeleri de göz önüne alınabilir. Ancak Mahkeme nitelendirmenin aĢırı olup olmadığını kontrol edebilir.91 SözleĢme organlarının “bulaĢıcı bir hastalık yayabilecek kiĢiler” konusunda herhangi bir içtihadı yoktur. Bazı yazarlar, Dünya Sağlık Örgütünün kabul ettiği “Uluslararası Sağlık Tüzüğü” nün bu kavramın yorumlanmasında kullanılabileceğini savunmaktadırlar. Yine iç mevzuat tarafından kabul edilen tanımlar da dikkate alınabilir. Ayrıca, henüz hasta olmayan ama bulaĢıcı bir hastalığı baĢkasına geçirme riski bulunan kimseler de bu hüküm kapsamına girmektedirler.92 E. Usulüne Aykırı Olarak Ülkeye Girenlerin ve Suçluların Geri Verilmesi 1/f fıkrası sadece yabancılar ve vatansızlar hakkında uygulanabilir. VatandaĢların yurda girmelerine engel olunamaz ve vatandaĢ iade edilemez. Avrupa topluluğu içinde serbest dolaĢma hakkının kabulü ile maddenin uygulama alanı geniĢlemiĢtir. "usulüne uygun olmayarak girmek", bir yabancının pasaport kanunundaki düzenlemeleri ihlâl etmesi ile gerçekleĢir. 5/1-f maddesine göre, hakkında iade süreci baĢlatılmıĢ kiĢinin yakalanması ve tutuklanması mümkündür. Bozano/Fransa (1986) davasında Limoge Ġstinaf Mahkemesinin Ġtalya‟da adam öldürmeden mahkum edilmiĢ bir Ġtalyan hakkındaki Ġtalya‟nın talebine iliĢkin olumsuz görüĢü söz konusuydu. Gerekçe söz konusu kiĢinin gıyabında mahkum edilmesiydi. Ardından Fransa söz konusu Ģahsı Ġsviçre‟ye sınır dıĢı etti. Ġsviçre ise Ġtalya‟ya iade etti. AĠHM tutuklamanın 5-1-f anlamında usulüne uygun olmadığına karar verdi. Zira gerçekte Limoge Ġstinaf Mahkemesinin olumsuz görüĢünü dolanmayı amaçlayan muvazaalı bir iade iĢlemi söz konusuydu. Amuur /Fransa (1996) davasında, Mahkeme çok sayıda sığınmacının hiç bir itiraz hakkından yararlanmadan bir Fransız havaa91 92 BIBAL-SÉRY, s.52. J.VELU- R. ERGEC, La Convention européenne des droits de l’homme, Editions Bruylant, Bruxelles,1990, s.277 175 lanının uluslararası bölümünde yaklaĢık 3 hafta süre ile tutulmasını 5/1,f maddenin ihlalini oluĢturacağını belirtmiĢtir.93 Ġade amacıyla tutukluluk hallerinde, iade iĢlemlerinin gereken normal süre içinde sonuçlandırılamaması da 5. maddesinin 1/f paragrafının ihlâlini oluĢturur. (AĠHM, Quinn / Fransa, 1995) Mahkeme bu olayda, yaklaĢık 2 yıllık tutukluluk süresinin, uluslararası adlî yardımlaĢma gereğine rağmen, 5. madde hükmü ile bağdaĢmadığına karar vermiĢtir. Aynı olayda AĠHM. Ġstinaf Mahkemesinin derhal tahliyesine karar verdiği tutuklunun 11 saat sonra bırakılmasını da 5. maddeye aykırı bulmuĢtur. 94 3. KĠġĠ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLĠĞĠNDEN YOKSUN BIRAKILANLARIN HAKLARI Maddenin 2, 3, 4 ve 5. fıkraları yakalanan veya tutuklanan kiĢinin haklarına iliĢkin olup, SözleĢmeyle getirilen haklar tek tek açıklanacaktır. A. Ġsnadı (Yakalamanın Niteliği ve Nedenini) Öğrenme Hakkı Yakalanan her kiĢi, yakalanmasını gerektiren nedenler ve kendisine yöneltilen her suçlamadan en kısa sürede ve anladığı dilde haberdar edilmelidir. Bu hükmün amacı bir maddî hatayı önlemekten ziyade, özellikle 4. fıkrada düzenlenen baĢvuru (hapeas-corpus) hakkının etkili bir Ģekilde kullanılabilmesi sağlanmaktadır. Bu hak yalnız suç iĢleyenlere değil, herhangi bir nedenle özgürlüğünden yoksun bırakılan herkese tanınmıĢtır. Örneğin bir psikiyatri kurumunda tedavi görmek üzere özgürlüğünden yoksun bırakılan akıl hastaları da bu haktan yararlanır. KiĢiye verilen bilgi, kendisinin neden yakalandığını anlamasını sağlayacak düzeyde olmalıdır. Eğer kiĢi, verilen bilgileri anlayacak veya kavrayacak durumda değilse, bu bilgiler avukatı veya yasal temsilcisine verilmelidir. AĠHM, Ġrlanda/Ġngiltere olayında, Ġngiliz askerlerinin polisin emriyle yakalanan Ģikayetçilere, olağanüstü hal kanunu çerçevesinde tutulduklarının belirtilmesiyle yetinilip, hangi somut suçla suçlandıklarına iliĢkin bilgi verilmemesini SözleĢmenin ihlâli olarak kabul etmiĢtir. AĠHM‟ne göre, gözaltına alınan kiĢinin gözaltına alma nedenlerini anlamasına yol açacak sorgulama arasındaki bir kaç saatlik zaman dilimi”, SözleĢmenin 5. maddesinin 2. fıkrasındaki “en kısa za- 93 GOMIEN,s.29 94 MARGUENAUP, s. 63. 176 man” kavramıyla getirilen sınırı aĢacak Ģekilde görülemez (Fax, Compbell ve Hartley/Ġngiltere, 1990) “BaĢvurucu gözaltına alınma sebebi hakkında bilgilendirilmediğini iddia etmiĢtir. Mahkeme'ye göre sahte kimlik taĢıdığı sırada durdurulup sorgulandığı için, gözaltına alınma sebebini bilmediğini iddia edemez. BaĢvurucu kendisinden duyulan kuĢkunun sebebi hakkında da bilgilendirilmediğini iddia edemez; çünkü bu kuĢkuların niteliğini hemen anlamasını sağlayacak yeterli delil vardır. Polislerin kendisini ölümle tehdit etmeleri konusundaki kendi anlatımından da anlaĢıldığı gibi, Dev-Sol'a üyeliğinden kuĢkulanılmıĢtır. Bu nedenle gözaltı sebebi hakkında derhal bilgilendirilme hakkının ihlal edilmediğine (AĠHM, Dikme Türkiye 11.07.2000). B. Hemen Hâkim Önüne Çıkarılma Hakkı Maddenin 3. fıkrası, bir suç iĢlediği Ģüphesiyle yakalanan kimsenin derhal hakim(magistrat) önüne çıkarılmasını emretmekte, polisteki gözaltı süresini kısıtlamaktadır. Burada amaç keyfi davranma riskinin en aza indirilmesi, gözaltı süresinin aĢırı uzamamasının önlenmesi ve cezanın bir tür önceden infazı yolunun- suçsuzluk karinesini kaldıran- kapatılmasıdır.95 Hâkim önüne çıkarma, ilgili kiĢinin arzusuna bağlı olmadan gerçekleĢtirilmelidir. Adlî kontrol, otomatik ve koĢulsuz olmalıdır. Yakalanan ya da tutuklanan kiĢinin zorunlu olarak bir kürsü hâkimi(juge) önüne çıkarılması gerekmez. Madde hükmü, yasanın adlî görevler icrasına yetki verdiği baĢka bir görevli(un autre magistrat habilité par la loi à exercer des fonctions judiciaires) önüne çıkarmaktan bahsetmektedir. Mahkeme, Schiesser/Ġsviçre(4 Aralık 1974), kararında bu terimin kürsü hâkimleri gibi savcıları da içerdiğini, ancak bu savcıların yürütme ve taraflar karĢısında bağımsızlık garantilerine sahip olması ve önüne getirilen kiĢiyi bizzat dinleme ve tutuklama talebini inceleme görevinin olması gerektiğini belirtmiĢtir. Diğer adlî görevli, tek baĢına tutuklunun salıverilmesine karar verebilme yetkisine sahip olmalıdır. ĠstiĢari yetki, mütalaaları her zaman uygun bulunsa da yeterli değildir.96 AĠHM, Chahul/BirleĢik Krallık (1996) kararında, karar verme yetkisi olmayan ancak ĠçiĢleri Bakanına tavsiyelerde bulunan bir tavsiye kurulunun sözleĢmenin 5/4. maddesi uyarınca bir “mahkeme” 95KABOGLU, 96 s. 198. PRADEL-CORSTENS,s.333. 177 olmadığına karar vermiĢtir. Bu olayda Kurulun tavsiyeleri açıklanmamıĢ ve sanığa kurul önünde hukukî temsil imkânı sağlanmıĢtır. Brogan ve arkadaĢları / Ġngiltere (29 Kasım 1988 Série A No 145 B) kararında, davacılar SözleĢmenin 5. maddesinin 3. paragrafına göre, "hemen" hâkim önüne çıkarılmadıklarını öne sürmüĢlerdi. AĠHM olayda, Kuzey Ġrlanda hükümetinin terör faaliyetlerini ortaya çıkarmada karĢılaĢtığı güçlükleri göz önünde tutmakla birlikte, dört gözaltı süresinden en kısa olanının bile ( 4 gün 6 saat), ivedilik sınırlarını aĢtığı sonucuna varmıĢtır. Olayda hükümet sürenin kötüye kullanılmaması için gözaltı kararlarının Bakan tarafından denetlendiğini, bu konuda Parlamentonun sürekli gözetim yaptığını, ayrıca bağımsız kiĢilere de inceleme yaptırıldığını Mahkemeye bildirmiĢtir. Mahkeme denetimin var olmasının gözaltı süresinin uzamasını haklı kılmayacağı sonucuna varmıĢtır. Mahkeme içtihatlarına göre, her ne sebeple olursa olsun gözaltı 4 günü aĢmamalıdır. Kolluğun, bir kimseyi süreleri geçirmek veya haklı olmayan gecikmelere mahal vermek suretiyle gözaltında tutması hürriyeti tahdit suçunu oluĢturur. “On altı gün süreyle gözaltında tutma terörle mücadeleyle ilgili ulusal mevzuata uygun olmakla birlikte, bu kadar uzun bir süre gözaltında tutulduktan sonra yargıç önüne çıkarılma, tutmanın SözleĢme'nin 5(3). maddesindeki bir mahkeme tarafından hızla denetlenmesi Ģartına aykırıdır. Sadece hızlı bir yargısal müdahale bu incelemeyi mümkün kılabilir ve gözaltında tutulma sırasında kötü muameleyi önleyebilir. Olayda derhal yargıç önüne çıkarılma hakkının ihlaline(AĠHM, Dikme / Türkiye, 11.07.2000). C. Makul Süre Ġçinde Yargılanma Hakkı Bu hak maddenin 3. fıkrasında getirilmektedir. Anılan hüküm, yargılanan sanığın tutukluluk süresine bir sınır getirmekte ve böylece Devlet olayı soruĢtururken kendisinin belirsiz bir süre boyunca tutuklu kalmasını önlemeyi amaçlamaktadır. Makul olup olmadığı değerlendirilecek sürenin baĢlangıcının belirlenmesi problem oluĢturmamaktadır. Bu süre yakalamadan itibaren baĢlar. Normal olarak polis yakalaması baĢlangıç noktası olacaktır. Değerlendirilecek sürenin hangi anda son bulduğu daha karmaĢık bir noktadır. Mahkemeye göre, bu sanığın fiilen serbest bırakıldığı veya sanık tutuklu olarak yargılanmıĢsa ilk derece mahkemesindeki hükmün verildiği tarihtir. kesinleĢmemiĢ de olsa, yerel 178 mahkemeinin hükmünden sonra da tutukluluk halinin devam etmesi halinde m. 5/3 değil, 5/1 (a) hükmü uygulanacaktır. 5. maddenin 3. paragrafı tutuklu sanıklara iliĢkindir. Ġlk derece mahkemesince mahkum edilmiĢ bir tutuklu ise, 6/1. maddeye tâbidir. AĠHM'nin yerleĢmiĢ içtihadına göre, ulusal adlî merciler bir somut olayda tutukluluk halinin makul süreyi aĢıp aĢmadığına karar verirken, suçsuzluk karinesi de göz önünde tutularak, kiĢi özürlüğüne saygı ilkesine istisna getirmeyi meĢru kılan bir kamu yararının varlığını kabul veya redde gerekçe teĢkil edecek tüm koĢulları araĢtırıp inceleyecekler; ve, ilgilinin salıverilme istemine iliĢkin olarak verdikleri ret kararında, reddin gerekçesini açıkça belirteceklerdir. Mahkemenin makul süre değerlendirmesinde koyduğu diğer önemli bir ilke de, sanığın suç iĢlediğine dair kuvvetli emarelerin mevcudiyeti, her ne kadar tutuklama tedbirinin Ģartı ise de, bu koĢulun belli bir süre sonra yetersiz kalacağı, tek baĢına, tutukluluğuna gerekçe teĢkil edemeyeceğidir. Mahkeme soruĢturmanın baĢlangıcında kendisi suçluluğunu itiraf etmiĢ bir bireyin dört yıl tutuklu kalmasının bu hükmün ihlâlini oluĢturduğuna karar vermiĢtir.(Müller /Fransa,1997)97 Ancak Mahkeme uyuĢturucu kaçakçılığı suçundan üç yılından fazla bir süre tutuklu kalan yabancı uyrukluyla ilgili Van der Tang/Ġspanya (1993) kararında, sanığın kaçma tehlikesinin devam etmesi ve tutukluluğunun uzamasının yetkililerin özel bir özen göstermelerine dayandırılamaması nedeniyle bu hükmün ihlâl edilmediğine hükmetmiĢtir. D. Teminatla Salıverilme Hakkı Orantılılık prensibi ile teminatla salıverilme hakkına iliĢkin 53. madde arasında bir uyum söz konusudur. Daha hafif bir tedbirle aynı amaca ulaĢmak mümkünse tutuklamayı sürdürmenin ne anlamı olabilir? Niteliği gereği bu hüküm, tutuklamanın sadece kaçma tehlikesi nedeniyle verildiği hallerde uygulanır. Mahkemeye göre teminatın miktarı, ilgili kiĢiye, maddî imkanlarına, teminatı ödemeye hazır kiĢilerle bağlarına ve özellikle, mahkeme önüne çıkmama ya da ce- 97 GOMIEN,s.31. 179 zanın infazından kaçma riskine karĢı bu teminatın yeterli bir fren rolü görebilecek olması göz önüne alınarak kararlaĢtırılmalıdır.98 AĠHM, Wemhoff / Almanya (1998) davasında, “Eğer tutuklamanın devamı için geriye kalan yegane neden, sanığın duruĢmaya çıkmaktan kaçınması ise, kendisinden duruĢmaya çıkarılacağına dair güvence alındıktan sonra salıverileceğine” karar vermiĢtir. E. BaĢvuru( Habeas Corpus) Hakkı Yakalanma ya da tutuklanma nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılan her kiĢi, tutukluluk durumunun yasallığı üzerinde karar vermesi ve tutukluluk yasal değilse serbest bırakılma kararını vermesi için mahkemeye baĢvurma hakkına sahiptir. Bu hak 5. maddenin 1. fıkrasında belirtilen tüm tutuklama durumlarına uygulanır. AĠHM‟ne göre, “makul” bir ritim ile gerçekleĢtirilen süreli ve otomatik adlî kontrol anlaĢılmalıdır ve böyle bir denetim, bireye özellikle bir mahkemeye etkili baĢvuru ve dinlenilme hakkını sağlamalıdır. 99 5/4. a maddesi özerk (otonom) bir özellik taĢır: Ġlgilinin tutulma sebepleri 5. maddenin diğer bendlerine uygun olsa bile bir Devlet bu hükmü ihlâl edebilir. Winterwerp/Hollanda (1979) davasında, AĠHM bir tutuklunun tutukluluğunun hukuka uygunluğunun makul aralıklarla yeniden incelenmesini talep için baĢvuruda bulunabileceğine karar vermiĢtir. Bezicheri/Ġtalya(1989) davasında Mahkeme, tutuklama kararlarının yeniden inceleme aralıklarının oldukça kısa olması gerektiğini, ancak psikiyatrik gözlem altına almalarda sürelerin biraz daha uzun olabileceğini belirtmiĢtir. Olayda, bir sanığın ikinci tahliye talebinin incelenmesi için geçen 5,5 ay çok uzun sayılmıĢtır. De jong, Baljet ve Van Den Brink/Hollanda (1984) davasında, bir tutuklama kararının ilk kontrolü beklemek için 6 ilâ 11 güne kadar sürenin çok uzun olduğunu saptamıĢtır. Gene, psikiyatrik gözlem altına alma (Akıl Hastahanesine yerleĢtirme) kararlarının denetimine iliĢkin iki ka98 PRADEL-CORSTENS,s.339. CMUK'da "kefalet" adı altında düzenlenmiĢ olan bu müessese, para veya tahvil seklinde, malî teminat olarak ele alınmıĢtır. 99 Mahkemeye itiraz etme (habeas corpus ) hakkı: Türk hukukunda kabul edilmiĢtir."Habeas Corpus" güvencesi kiĢinin hâkim kararı ile tutuklanmıĢ olduğu hallerde bir itiraz mercii yaratır. Hâkim kararına dayanmayan yakalamada ise, ilk derecede hâkim incelemesini gerektirir. 1992 yılında yapılan değiĢiklikle bu müessese hukukumuza kazandırılmıĢtır. Yakalama iĢlemine veya yakalama süresinin uzatılmasına karĢı C. savcısının yazılı emrine karĢı yakalanan kiĢi veya müdafii veya yasada tanımlanan bir yakını sulh hâkimine baĢvurabilir. Hâkim 24 saat dolmadan evrak üzerinde karar verecektir(m.128/4). 180 rarda Mahkeme 4 ay (Koendjbiharie/Hollanda, 1990) ve 8 haftalık (E /Norveç (1990) süreleri çok uzun bulmuĢtur.100 Habeas Corpus prosedürü 6. madde de öngörülen adil yargılamanın tüm Ģartlarına tâbi değilse de, Mahkeme, 5/4.maddede öngörülen prosedürün adil yargılamanın bazı niteliklerini taĢıması gerektiğini değerlendirmiĢtir. Devlet bir kiĢinin tutuklama sebebini ulusal güvenlik kaygılarına dayandırsa bile hakkaniyet ilkelerine riayet edilmelidir. “Mahkeme, ulusal güvenlik söz konusu olduğunda gizli bilgilerin kullanımının kaçınılmaz olabileceğini kabul eder. Ancak bu, davanın ulusal güvenliğe ve terörizme iliĢkin olduğunu ileri süren ulusal makamların millî mahkemelerin her türlü denetiminden kaçınabilecekleri anlamına gelmez. Bir yandan istihbaratın niteliğine ve kaynaklarına iliĢkin yasal güvenlik endiĢelerini ve diğer taraftan sanığa usül kurallarından yeterince yararlanmayı sağlama gereksinimini uzlaĢtırmaya imkan veren teknikler bulunmaktadır.”(Chahal/Ġngiltere, 1996). Sanchez-Reisse/Ġsviçre (1986) davasında, Mahkeme silahların eĢitliği ilkesinin habeas corpus prosedürü için de geçerli olduğunu belirtmiĢtir. Bouamar/ Belçika (1988) davasında, Mahkeme, çok genç bir kiĢinin gözlem altına alınmasına itiraz etmesi durumunda 5/4. maddenin savunması için garanti ettiği temel haklara riayet edilmesi için hukukî yardım elde edebileceğini açıklamıĢtır. 5/4. maddenin SözleĢmeye Taraf Devletleri etkili bir iç baĢvuru yolu sunmaya zorladığını da kaydetmek gerekir. Mahkeme Sakık ve diğerleri / Türkiye(1997) davasında, özellikle Hükümetin 5/4. maddeyi ya da Anayasanın benzer maddesini baĢarı ile ileri süren hiç bir kiĢi örneği gösteremediği gerekçesiyle bu hükmün ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. 101 F. Tazminat Ġsteme Hakkı Bu tazminat hakkı sadece doğrudan SözleĢmece tanınan hakların ihlâl edilmesi nedeniyle değil, aynı zamanda iç hukuka uyulmaması halinde de söz konusu olur. Birinci fıkrada tanımlanmıĢ bulunan Ģartlara aykırılık varsa, yakalanma hukuka aykırıdır. 2 ve 4. fıkra hükümlerine aykırılığın tazminat hakkı doğurabilmesi için, bu düzenlemelere uyulsa idi, ilgilinin özgürlüğünün kısıtlanmayacağı ispat edilmelidir. Tutuklama 100 GOMIEN,s.33. 101 GOMIEN,s.34. 181 kararı verildiği sırada mevcut olan kuvvetli Ģüphenin bir hataya dayandığı sonradan anlaĢılırsa, bu gibi hallerde tazminat söz konusu olmaz.1. fıkranın a ile f bentleri iç hukuka atıf yaptığından, hukuka aykırılık kavramının içeriği iç hukuk kurallarına bakılarak belirlenecektir. 102 Kanunlarda ve usulüne göre yürürlüğe konularak iç hukuk kuralı haline getirilmiĢ bulunan milletlerarası sözleĢmelerde gösterilen Ģartlar gerçekleĢmedikçe kimse ne yakalanabilir, ne tutuklanabilir ne de buna benzer bir iĢleme tâbi tutulabilir. AĠHM, içtihatlarında, kiĢileri özgürlükten yoksun bırakma ile ilgili kuralların iç hukuk kuralı olarak değerlendirildiğini, ancak bu kuralların SözleĢmenin 5. maddesinde belirtilen amaçlarla uygun olması gerektiğini belirtmektedir. Tutuklunun zararı maddî ya da manevî olabilir. Tutukluluk sosyal bir aĢağılamaya yol açmıĢ olabileceği gibi maaĢ kaybına da neden olmuĢ olabilir. Zarar yoksa, tazminat da sözkonusu olmaz. Burada öngörülen tazminat normal olarak bir miktar para ödenmesidir. YasadıĢı tutuklanan kiĢinin serbest bırakılması madde hükmü anlamında tazminattan anlaĢılmaz. Çünkü bu husus 5. maddenin 4. paragrafında düzenlenmiĢtir.103 Buradaki tazminat, 5. maddenin ihlâli ile ilgili olup, genel hüküm niteliğinde ki 41. madde hükmünden (hakkaniyeti uygun tatmin) bağımsızdır. AĠHM, 5. maddeyle ilgili durumlarda genellikle, gerekiyorsa 41. maddeyi uygulamak suretiyle tazminata da hükmetmektedir. Yukarıda anılan Sakık ve diğerleri kararında, Mahkeme Türk Hükümetinin, uygulanabilirliliğini ileri sürdüğü yasal iç mevzuat hükümlerine göre herhangi bir kimseye tazminat ödenmiĢ olduğunu kanıtlayamadığı gerekçesiyle 5/5. maddenin ihlaline hükmetmiĢtir. 4. BEġĠNCĠ MADDE VE TÜRK HUKUKU 102 Türk hukukunda 466 sayılı "Kanun DıĢı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun " bu konuyu düzenlemektedir. 103 PRADEL-CORSTENS, s.347. 182 6.2.2002 Tarih ve 4777 Sayılı yasa ile, iç mevzuatımızın 5. maddenin gereklerine uydurulması yönünde önemli bir adım atılmıĢtır. Buna göre;104 -16.6.1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin KuruluĢ ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 16‟ncı maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi madde metninden çıkarılmıĢ, üçüncü ve dördüncü fıkraları ise aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. Anayasanın 120‟nci maddesi gereğince olağanüstü hâl ilân edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kiĢiler hakkında ikinci fıkrada dört gün olarak belirlenen süre, Cumhuriyet savcısının talebi ve hâkim kararıyla yedi güne kadar uzatılabilir. Hâkim, karar vermeden önce yakalanan veya tutuklanan kiĢiyi dinler. Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüĢebilir. Cumhuriyet savcısı tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına yazılı olarak emir verilmesinden sonra gözaltında bulunan kiĢi hakkında da aynı hüküm uygulanır. – 4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 107 nci maddesi aĢağıdaki Ģekilde– Tutuklamadan ve tutuklamanın uzatılmasına iliĢkin her karardan tutuklunun bir yakınına veya belirlediği bir kiĢiye, hâkimin kararıyla gecikmeksizin haber verilir. Ayrıca, soruĢturmanın amacını tehlikeye düĢürmemek kaydıyla, tutuklunun tutuklamayı bir yakınına veya belirlediği bir kiĢiye bizzat bildirmesine de izin verilir.105 104 Madde gerekçesine göre; “Madde ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin KuruluĢ ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi madde metninden çıkartılmakta, üçüncü ve dördüncü fıkraları yeniden düzenlenmektedir. Anılan Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinin madde metninden çıkarılması suretiyle, üç veya daha fazla kiĢinin bir suça iĢtiraki suretiyle toplu olarak iĢlenen suçlarda gözaltına alma süresinin Cumhuriyet savcısının talebi ve hâkim kararı ile yedi güne kadar uzatılması usulü kaldırılmakta ve diğer mahkemelerin görevine giren suçlarda yapılan soruĢturmalarla paralellik sağlamak üzere, Anayasanın 19 uncu maddesinde 4709 sayılı Kanunla yapılan değiĢikliğe uygun olarak dört güne indirilmektedir. Maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değiĢiklikle, olağanüstü hâl ilân edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kiĢiler hakkında ikinci fıkradaki sürenin “yedi güne kadar hâkim kararıyla uzatılabileceği” hükme bağlanmaktadır. Maddenin dördüncü fıkrasında yapılan değiĢiklikle de Cumhuriyet savcısı tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına yazılı olarak emir verilmesinden sonra tutuklunun müdafii ile her zaman görüĢebileceği öngörülmektedir.” 183 - Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 128 inci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi madde metninden çıkarılmıĢ ve üçüncü fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. Yakalamadan ve yakalama süresinin uzatılmasına iliĢkin emirden yakalananın bir yakınına veya belirlediği bir kiĢiye, Cumhuriyet savcısının kararıyla gecikmeksizin haber verilir.”106 Örnek karar özetleri -26“Mahkeme, Bir kiĢinin gözaltına alındığının reddinin, SözleĢmenin 5. maddesinin toptan ve ciddi olarak ihlâl edildiği anlamına geldiğini vurgular. Resmî makamlar ellerinde olan bir kiĢini yerini bildirmekle yükümlüdürler. Bu nedenle SözleĢmenin 5. maddesi, bir kiĢinin kaybedilme riskini önlemek için gerekli tedbirlerin alınmasını ve bir kiĢinin gözaltına alındığı ve geri gelmediği konusunda olabilecek Ģikayet sonucu yürütülecek soruĢturmanın etkili ve çabuk olmasının sağlanması düzenlemiĢtir. AĠHM, bu bağlamda, Üzeyir Kurt'un 25 Kasım 1993 sabahı askerler ve köy korucuları tarafından gözaltına alındığı saptamasını geçerli kabul etmektedir. O tarihte, gözaltına alınma kayda geçirilmemiĢtir ve baĢvuranın oğlunun bulunduğu yere ait ya da akıbetiyle ilgili hiç bir resmî kayıt ya da iz bulunmamaktadır. Bu eksiklik hataların en vahimi olarak kabul edilmelidir. Çünkü özgürlükten yoksun bırakma olayının faillerine, bir suça iĢtiraklerinin gizlenmesi, izlerinin silinmesi bozulması ve gözaltına alınan kiĢinin yazgısıyla ilgili olarak sorumluluktan kurtulma imkanı vermektedir. AĠHM, gözaltı tarihi, saati, yeri, gözaltına alınan kiĢinin 105 Madde gerekçesine göre; “Madde ile Anayasanın 19 uncu maddesinde 4709 sayılı Kanunla yapılan değiĢikliğe paralel olarak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun “Sanığın tutuklanmasından kimlere haber verileceği”ni düzenleyen 107 nci maddesi yeniden düzenlenmiĢtir. Madde ile tutuklamadan ve tutuklamanın uzatılmasına iliĢkin her karardan tutuklunun bir yakınına veya belirlediği bir kiĢiye hâkimin kararıyla gecikmeksizin haber verileceği hükme bağlanmıĢtır. Ayrıca soruĢturmanın amacını tehlikeye düĢürmemek kaydıyla, tutuklunun tutuklamayı bir yakınına veya belirlediği bir kiĢiye bizzat bildirme olanağı da getirilmiĢtir.” 106Madde gerekçesine göre; Madde ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 128 inci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi ile üçüncü fıkrası madde metninden çıkarılmaktadır. Bu değiĢiklikle, üç veya daha fazla kiĢinin bir suça iĢtiraki suretiyle toplu olarak iĢlenen suçlarda gözaltı süresinin Cumhuriyet savcısının talebi ve sulh hâkiminin kararı ile yedi güne çıkarılması usulü kaldırılarak, toplu olarak iĢlenen suçlarda gözaltı süresinin uzatılması Cumhuriyet savcısının emri ile olanaklı hâle getirilmektedir. Anayasanın 19 uncu maddesinde 4709 sayılı Kanunla yapılan değiĢikliğe uygun olarak bu tür suçlarda gözaltı süresinin en çok dört gün olması öngörülmektedir. Böylece Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına ve Avrupa Konseyine üye devletlerin mevzuatına da uyum sağlanmıĢtır. Öte yandan, Anayasanın 19 uncu maddesinde yapılan değiĢikliğe paralel olarak, yakalamadan ve yakalama süresinin uzatılmasına iliĢkin emirden yakalananın bir yakınına veya belirlediği bir kiĢiye Cumhuriyet savcısının kararıyla gecikmeksizin haber verileceği hükme bağlanmıĢtır.” 184 kimliği gibi verilerin kayda geçirilmemesini, sözleĢmenin 5. maddesinde belirtilen kriterlerine uymama sonucunu doğurduğunu belirtmektedir. AĠHM'ne göre, baĢvuranın, oğlunun köyde gözaltına alındığına dair ısrarlı Ģikayetleri sonucu, savcı, dikkatli bir Ģekilde soruĢturmanın gereklerini yerine getirmeliydi. Savcı, baĢvurana oğlunun gözaltına alındığından nasıl bu kadar emin olduğu konusunda soru sormamıĢtır. Kendisinden bu konuda ne sözlü ne de yazılı ifade almamıĢtır. Savcı, güvenlik güçlerinin Üzeyir Kurt'u gözaltına almadıkları ve ellerinde olmadığı yolundaki açıklamalarının ötesine gitmek istememiĢtir Üzeyir Kurt'un operasyon sırasında muhtemelen PKK tarafından kaçırıldığı Ģeklindeki açıklamayı doğru kabul etmiĢ ve bu da görevsizlik kararı vermesine neden olmuĢtur. Komisyon gibi AĠHM de PKK tarafından kaçırılmıĢ olduğu açıklamasının geçerli hiç bir delile dayanmadığı görüĢündedir. Jandarma, çok acele bir Ģekilde hiç bir temele dayandırmadan bu açıklamayı yapmıĢtır. Üç köylünün ifadesi alınmıĢ ve bu sırada PKK tarafından kaçırılma tezini kuvvetlendirecek tarzda sorular sorulmuĢtur. Diğer taraftan, Üzeyir Kurt'un PKK'ya katılmak için köyü terk etmiĢ olabileceği tezi de hiç bir ciddi kanıta dayanmamaktadır. Bu açıklamalar ıĢığında, AĠHM, resmî makamların, baĢvuranın oğlunun bulunduğu yer ve köyde gözaltına alındıktan sonra kendisine ne olduğu konusunda makul ve kanıta dayalı hiç bir açıklama yapmadıkları ve etkili bir soruĢturma yürütmedikleri sonucuna varmıĢtır. Resmî makamlar, Üzeyir Kurt'un akıbeti konusunda sorumlu olma yükümlülüklerini yerine getirmemiĢlerdir ve adı geçeni, SözleĢmenin 5. maddesinden kaynaklanan garantiler olmaksızın bilinmeyen bir yerde gözaltında tutmuĢlardır. AĠHM‟de Komisyon gibi, SözleĢmenin 5. maddesinin tamamının ciddî bir Ģekilde ihlâl edildiği sonucuna varmıĢtır. (AĠHM, Kurt/ Türkiye, 25. 5. 1998) -27“Belli bir davada, yargılanmak üzere bekleyen suçlanan bir Ģahsın gözaltı halinin makul bir süreyi aĢmamasını sağlamak, öncelikli olarak ulusal yargı mercilerinin görevidir. Bu bağlamda, masumiyet karinesi ilkesi, kiĢisel özgürlüklere saygı kuralından sapma ve serbest bırakılma baĢvurusunda bunların dikkate alınmaması hususlarını göz önünde bulundurarak, kamu yararına iliĢkin gereklerin mevcut olup olmadığı konusundaki tüm hususları incelemelidir. Mahkemenin, bu kararlarda gösterilen gerekçeler ve baĢvuru sahibi tarafından baĢvurularda belirtilen gerçeklere göre SözleĢmenin 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlâl edilip edilmediği konusunda karar vermesi istenmektedir. (bakınız diğer mercilerin yanı sıra 26 Haziran 1991 tarihli Letellier – Fransa kararı, Seri A, No. 207, s. 18, 35). Tutuklu Ģahsın bir suç iĢlemiĢ olmasına iliĢkin makul Ģüphenin devamı, sürdürülen gözaltı halinin geçerliliği için bir zorunlu koĢuldur, ancak belli bir sürenin aĢılması durumunda bu yeterli olmamaktadır; bu durumda Mahkeme, adlî merciler tarafından öne sürülen gerekçelerin özgürlüğün kısıtlamasını haklı nedene dayandırıp dayandırmadığını incelemelidir (a.g.e. ve bkz. Wemhoff – 27 Haziran 1968 tarihli Almanya kararı, A Serisi, No. 7, ss. 24-25, Fıkra 12, ve 16 Temmuz 1971 tarihli Ringeisen – Avusturya kararı, A Serisi, No. 13, s. 42, Fıkra 104). Ġlgili gerekçelerin “geçerli “ ve yeterli olması durumunda Mahkeme ayrıca ilgili ulusal mercilerin soruĢturmanın yürütülmesi aĢamasında “özel bir ihtimam” gösterip göstermediğini 185 araĢtırmalıdır (bkz. 10 Kasım 1969 tarihli Matznetter - Avusturya davası, A Serisi, No. 10, s. 34, 12. Fıkra; 28 Mart 1990 tarihli ...– Avusturya davası, A Serisi, No. 175, s. 16, 42. Fıkra; ve daha önce anılan Letellier – Fransa kararı, s. 18, 35. Fıkrası).(Parag.50). Bay Yağcı ve Bay Sargın‟ın serbest bırakılmasının reddedilme gerekçesi olarak suçlamaların niteliğini (ciddi bir suç olarak sınıflandırılmıĢ olup kanunen sanığın kaçma ihtimaline iliĢkin bir riskin mevcut olduğu varsayılmıĢtır), “delillerin durumu” ve 16 Kasım 1987 olan “yakalama tarihini” öne sürmüĢtür. Hükümet‟in sunumunda baĢvuru sahiplerinin, kaçmalarını engellemek için gerektiği kadar uzun bir süre gözaltında tutuldukları belirtilmiĢtir.( Parag.51) Mahkeme, bir sanığın kaçmasına iliĢkin tehlikenin sadece söz konusu hükmün ciddiyeti bazında değerlendirilmeyeceğine iĢaret etmektedir. Bu aynı zamanda, bir kaçma tehlikesinin mevcudiyetini veya kaçma ihtimalinin yargılanmak üzere gözaltında tutulmayı haklı çıkarmayacak Ģekilde düĢük olduğunu teyit eden baĢka ilgili etkenlere göre değerlendirilmelidir. (bkz., mutatis mutandis, önceden belirtilen Letellier – Fransa Kararı, s. 19, 43. Fıkra). Bay Yağcı ve Bay Sargın kendi inisiyatiflerine dayanarak, Türkiye BirleĢik Komünist Partisini kurmak üzere (bakınız yukarıdaki paragraf 7 ve 13) dönmüĢ olup, bu nedenle yargılanacaklarının bilincinde olmamaları imkansızdır. Devlet Güvenlik Mahkemesinin gözaltı durumunu onaylayan emirlerinde, basmakalıp denmese de, hiç bir Ģekilde kaçmanın bir tehlike oluĢturduğunu açıklamaksızın, hemen her zaman aynı ifadeler kullanılmıĢtır. ( Parag.52) “Delillerin durumu“ ifadesi suça iliĢkin ciddî göstergelerin mevcut olduğu ve devam ettiği Ģeklinde anlaĢılmaktadır. Genel olarak bunların ilgili etkenler olmasına rağmen, mevcut davada bunlar Ģikayet konusu tutukluluğun devamını haklı çıkarmamaktadır. (bkz. 27 Kasım 1991 tarihli Kemache – Fransa kararı (No. 1 ve 2), A Serisi, No. 218, s. 24, 50. fıkra). ( Parag.53) Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından ileri sürülen üçüncü neden olan baĢvuru sahiplerinin yakalanma tarihi de, herhangi bir toplam tutukluluk süresi tek baĢına SözleĢme kapsamında bir dayanak olmaksızın haklı çıkarılmayacağından dayanaktan yoksundur. ( Parag.54) Bu hususlarda dikkate alınarak, Mahkeme baĢvuranların söz konusu süre içinde sürdürülen tutukluluk halinin 5. maddenin 3. fıkrasını ihlâl ettiğini kabul etmiĢtir. ( Türkiye /Yağcı ve Sargın 8 Haziran 1995,) -28“Belli bir davada yargılanmak üzere bekleyen, suçlanan bir Ģahsın tutukluluk halinin makul bir süreyi aĢmamasını sağlamak, öncelikli olarak ulusal yargı mercilerinin görevidir. Bu bağlamda ulusal yargı mercileri, masumiyet karinesi ilkesini gerekli ölçüde dikkate alarak, kiĢisel özgürlüğe saygı kuralından kamu yararı adına taviz gerektiren haklı bir gerekçenin mevcudiyetine iliĢkin lehte ve aleyhteki esasların tümünü incelemeli ve serbest bırakılma baĢvurularına iliĢkin kararlarında bunları tespit etmelidir. Mahkemeden, bu kararlarda gösterilen gerekçeler ve baĢvuran tarafından baĢvurularda belirtilen esaslar bazında SözleĢmenin 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlâl edilip edilmediği konusunda karar vermesi istenmektedir. (bkz. diğer mercilerin yanı sıra 26 Haziran 1991 tarihli Letellier – Fransa kararı, Seri A, No. 207, s. 18, 35) (parag.52) 186 Tutuklu Ģahsın bir suç iĢlemiĢ olmasına iliĢkin makul Ģüphenin devamı, sürdürülen tutukluluk halinin geçerliliği için zorunlu bir koĢuldur, ancak belli bir sürenin aĢılması durumunda bu yeterli olmamaktadır; Bu durumda Mahkeme, adlî merciler tarafından öne sürülen gerekçelerin özgürlüğün kısıtlamasını haklı nedene dayandırıp dayandırmadığını incelemelidir (a.g.e. ve bkz. Wemhoff – 27 Haziran 1968 tarihli Almanya kararı, A Serisi, No. 7, ss. 24-25, Fıkra 12, ve 16 Temmuz 1971 tarihli Ringeisen – Avusturya kararı, A Serisi, No. 13, s. 42, Fıkra 104 ). Ġlgili gerekçelerin “geçerli” ve “yeterli” olması durumunda Mahkeme ayrıca ilgili ulusal mercilerin soruĢturmanın yürütülmesi aĢamasında “özel bir ihtimam” gösterip göstermediğini araĢtırmalıdır (bkz. 10 Kasım 1969 tarihli Matznetter - Avusturya davası, A Serisi, No. 10, s. 34, 12. Fıkra; 28 Mart 1990 tarihli ......... – Avusturya davası, A Serisi, No. 175, s. 16, 42. Fıkra; ve daha önce anılan Letellier – Fransa kararı, s. 18, 35. Fıkrası). Mahkemenin zaman itibarıyla yetkisi kapsamındaki süre içinde Edirne Birinci Ağır Ceza Mahkemesi baĢvuranın tutukluluk süresinin devamına iliĢkin hususu dokuz kez görüĢmüĢtür. Bay Mansur‟un serbest bırakılmasının reddedilme gerekçesi olarak “suçlamaların niteliğini” ve “delil durumunu” öne sürmüĢ ve üç kez de kararı için bir gerekçe göstermemiĢtir. Hükümet sanığın karĢı karĢıya olduğu ağır cezayı, kaçma ihtimalini veya delilleri yok etme ve hileli itilaf tehlikesini vurgulamıĢtır. Bay Mansur‟un Türkiye‟de herhangi bir sabit ikametinin mevcut olmadığını ve serbest bırakılmasından sonra adlî mercilerin duruĢma celplerine icabet etmeme veya sadece süresinin tespiti gereken cezasının infazından kaçırma ihtimalini dile getirmiĢtir (parag.53). BaĢvuran söz konusu kararların mükerrer olduğundan Ģikayetçi olmuĢ ve daima Türkiye‟de ikamet ettiğini ve Ġstanbul‟daki Kapalı ÇarĢı‟da bir tüccar olduğunu ve mahkemelerin kendisinin durumuna iliĢkin gerçekleri gözardı ettiğini bildirmiĢtir. (Parag 54) Mahkeme, bir sanığın kaçmasına iliĢkin tehlikenin sadece söz konusu cezanın ağırlığı bazında değerlendirilmeyeceğine iĢaret etmektedir. Bu aynı zamanda, bir kaçma tehlikesinin mevcudiyetini teyit eden veya kaçma ihtimalinin yargılanmak üzere tutuklu tutulmayı haklı çıkarmayacak derecede düĢük olduğunu ortaya koyan baĢka ilgili etkenlere göre değerlendirilmelidir. (bkz., mutatis mutandis, yukarıda anılan Letellier – Fransa Kararı, s. 19, 43. Fıkra). Söz konusu davada, Ağır Ceza Mahkemesinin tutukluluk halini teyit eden kararlarında, kaçmaya iliĢkin bir tehlikenin neden olduğuna iliĢkin herhangi bir açıklama yapılmaksızın, basma kalıp denmese de, hemen her zaman aynı kelimeler kullanılmıĢtır. (parag.55) “Delil durumu“ ifadesi suça iliĢkin ciddî göstergelerin mevcut olduğu ve devam ettiği Ģeklinde anlaĢılmaktadır. Genel olarak ilgili etkenler olmasına rağmen, mevcut davada bunlar Ģikayet konusu tutukluluğun devamını haklı çıkarmamaktadır. (bkz. 27 Kasım 1991 tarihli Kemmache – Fransa kararı (No. 1 ve 2), A Serisi, No. 218, s. 24, 50. fıkra)(parag.56). Bu hususlar da dikkate alınarak, Mahkeme baĢvuranın söz konusu süre içinde sürdürülen tutukluluk halinin 5. Maddenin 3. fıkrasını ihlâl ettiğini kabul etmiĢtir. (parag.57). Bu sonuç, adlî mercilerin davayı nasıl yürüttüklerine iliĢkin bir araĢtırmanın yapılmasını gereksiz kılmaktadır. 187 (AĠHM Türkiye/Mansur,8 Haziran 1995 ) -29"Mahkeme bir bütün olarak ele alındığında, SözleĢmenin 6. maddesinin amaç ve hedefinin, cezaî bir fiille itham edilen herkesin duruĢmalara katılma hakkına sahip olduğunu gösterdiğini tekrar eder. Ayrıca, 3. fıkranın (c ) ve( d ) bentleri "cezaî bir fiille itham edilen herkese kendinî bizzat savunma ve tanıkları sorguya çekme ya da sorguya çektirme" hakları tanımaktadır. Ve ilgili kiĢi mevcut olmadan bu hakları nasıl kullanabileceğini anlamak güçtür Eldeki davada Mahkeme, Bay Zana'nın kendisinin 12 aylık hapis cezasına mahkum eden Diyarbakır DGM'ndeki duruĢmaya katılması için çağrılmadığın belirtir. Adı geçenin savunması, CMUK'nun 226/4. maddesi uyarınca, DGM'nin istinabe ettiği Aydın Ceza Mahkemesi tarafından alınmıĢtır. Hükümetin iddiasının aksine, baĢvurucunun Aydın Ceza Mahkemesinde usuli itirazlarda bulunması ve mahkemeye Kürtçe yanıt vermek istemesi hiçbir biçimde, açık savunma hakkından ve Diyarbakır DGM önüne çıkmaktan vazgeçtiğini göstermez. SözleĢmeyle garanti altına alınan bir hakkın kullanılmasından vazgeçilmesi, bunun açıkça söylenmesiyle mümkün olabilir. On iki ay hapis cezasına mahkum edilen Bay Zana'nın karĢı karĢıya kaldığı risk göz önünde tutulduğunda DGM, eğer yargılama adil olacaksa, baĢvurucucunun bizzat vereceği ifadeyi değerlendirmeden karar veremez. BaĢvurucu duruĢmada hazır bulunsaydı, özellikle, bu açıklamayı yaparken kastın ne olduğunu ve röportajın hangi koĢullarda yapıldığını söylemek, gazetecileri tanık olarak çağırtmak ya da röportaj kaydını istemek olanaklarına sahip olacaktı. Ne Aydın Ceza Mahkemesinde yapılan dolaylı duruĢma, ne de Diyarbakır DGM'de yapılan duruĢmaya baĢvurucunun avukatlarının katılması, zanlının (duruĢmada) hazır bulunmasının yerine geçebilir. Bu nedenle Komisyon gibi AĠHM de, SözleĢmenin benimsediği anlamıyla adil yargılanma hakkının demokratik bir toplumda tuttuğu önemli yer göz önüne alındığında, savunma hakkına yapılan böyle bir müdahalenin haklı sayılamayacağının ifade eder. Sonuç olarak SözleĢmenin 6. maddesi ihlâl edilmiĢtir." (AĠHM,Zana/Türkiye) -30"Mahkeme 5. maddenin SözleĢme sistemindeki önemini vurgular: Bu madde temel bir insan hakkını, yani bireylerin özgürlük hakkına Devletin keyfi müdahalelerine karĢı bireyin korunmasını kutsal bir hak olarak güvence altına almaktadır. KiĢisel özgürlük hakkına yapılan idarî müdahalelerin yargısal kontrolü, hukukun üstünlüğünü sağlamak ve keyfilik riskini en aza indirmek niyetiyle 5. maddenin 3. fıkrasında somutlaĢtırılan garantinin temel bir özeliliğidir. Dahası hazır yargısal denetim, SözleĢmede kesin ve çekingesiz (non-derogable) dille yasaklanan ciddî kötü muamelelerin önlenmesi ve araĢtırılması sonucuna götürebilir. Brannigan ve McRride davasında Mahkeme, BirleĢik Krallık hükümetinin SözleĢmenin 5. maddesindeki terörist saldırılardan dolayı Ģüpheli olan kiĢilerin yargısal denetim olmadan 7 güne kadar tutulabileceğini deroge ederek takdir yetkisi sınırını aĢmadığını kabul etmiĢtir. 188 Bu davada ise, baĢvuran hâkim ya da diğer bir yetkilinin önüne getirilmeden en azından 14 gün gözaltında tutulmuĢtur. Hükümet, bu önlemi dıĢarıdan destek alan terör örgütüyle karĢı karĢıya olan coğrafî olarak büyük bir alanda, polis araĢtırmalarının özel gereklerine gönderme yaparak haklı göstermeyi arzulamıĢ bulunmaktadır. Mahkeme geçmiĢte bir çok davada ifade ettiği gibi, terörist saldırıların araĢtırılmasının otoritelere kuĢkusuz özel sorunlar çıkardığı görüĢünde olmasına rağmen, bir Ģüphelinin yargısal müdahale olmadan 14 gün tutulmasını kabul edemez. Bu süre istisnaî uzunluktadır ve baĢvuranı sadece onun özgürlük hakkına keyfi karıĢmaya değil iĢkenceye karĢı da savunmasız bırakmaktadır. Dahası, Hükümet,Türkiye‟nin Güneydoğusundaki teröre karĢı mücadelenin, hukukî soruĢturmayı nasıl uygulanamaz hale getirdiğiyle ilgili ayrıntılı nedenleri mahkeme önünde ortaya koymamıĢtır. Komisyon, Türk hukuk sisteminin, gözaltındakilere yeterli bir güvence sağlamadığını, örneğin mahkemeye getirtmeme kararı için hızlı çalıĢan bir merciin bulunmadığını ve arkadaĢ, akraba, avukat, doktorla görüĢme için zorunlu yasal hakların bulunmadığını tespit etmiĢtir. Bu Ģartlarda, Türkiye‟nin Güney doğusundaki ciddî terörist tehdide rağmen, baĢvuranın hâkim veya yargısal fonksiyonlar üstlenmiĢ diğer bir yetkilinin huzuruna çıkarılmadan 14 gün gözaltında tutulmasına izin veren önlem, hükümetin takdir yetkisini aĢmıĢtır ve kesinlikle durumun gereği olduğu söylenemez. Yukarıda sözü edilen Brannigan ve McBride davasında mahkeme, Kuzey Ġrlanda'daki operasyonlarda hiç kimse ile görüĢtürülmeden gözaltında tutulma ve keyfî muamelelere karĢı önemli korunma önlemleri sağlayan etkili güvenceler olduğuna kanaat getirmiĢtir. Örneğin, tutuklamadan 48 saat sonra bir avukata danıĢmak için mutlak ve hukukî olarak zorunlu bir hak vardır, tutuklular tutukluluk halleri konusunda bir akraba veya arkadaĢını bilgilendirme ve doktor görme hakkına sahiptirler. Bununla birlikte Mahkeme, uzun süre gözaltında tutulan baĢvuru sahibi için aynı güvencelerin bulunmadığını düĢünmektedir. Özel olarak, avukat, doktor, akraba, arkadaĢ görme izni verilmemesi ve gözaltının yasallığını denetlemek için bir hakimin önüne çıkarılma konusunda gerçekçi bir imkan bulunmaması, baĢvuranın tamamen onu tutanların insafına terk edilmesi anlamına gelmektedir. Mahkeme, Türkiye'nin Güney doğusundaki sorgulanamaz ciddilikteki terörizm problemini ve devletin buna karĢı etkili önlemler almada karĢılaĢtığı güçlükleri dikkate almıĢtır. Bununla birlikte, bir yargısal güçle donatılmıĢ yetkili veya yargıcın önüne çıkarılmadan kimseyle görüĢtürülmeden terörist saldırılara katılma Ģüphesiyle, baĢvuranın 14 gün veya daha fazla tutulmasının durumun gereği olduğu konusunda Mahkeme ikna olmamıĢtır. Sonuç olarak SözleĢmenin 5/3 maddesi ihlâl edilmiĢtir. (AĠHM, Aksoy / Türkiye, 18. 12, 1996) -31"Mahkeme, Terörist güçlerle mücadele etmenin yetkililere kuĢkusuz özel sorunlar getireceğini bir çok olayda zaten kabul etmiĢtir. Ancak, bu sınırsız yetkiye sahip soruĢturma makamlarının 5. maddeye göre zanlıları sorgulamak için iç hukuk mahkemelerinin ve SözleĢme organlarının (konunun terörizm içerdiğini değerlendirseler de) etkin kontrolünden uzak olmaları anlamına gelmez. 189 Mahkeme baĢvuranlardan Sakık, Türk, Alınak ve Zana'nın gözaltı süresinin 12 gün ve Dicle ve Doğan'ın ise 14 gün olduğunu tespit etmiĢtir. Mahkeme Brogan davasında adlî kontrol olmaksızın 4 gün 6 saat süren gözaltı süresini, toplumu bir bütün olarak terörizmden korumak amacı taĢısa bile, 5/3 maddesindeki kesin sınırların dıĢında kaldığına karar verdiğini hatırlatmaktadır. BaĢvuranların suçlandıkları fiillerin terörizm tehlikesine bağlandığı savunulsa bile, Mahkeme yine de onların adlî kontrol olmaksızın 12 veya 14 gün gözaltında tutulmalarının gerekli olduğunu düĢünmemektedir. Buna göre, 5/3. madde ihlâl edilmiĢtir." (AĠHM, Sakık ve diğerleri/Türkiye,26.11.1997) -32"BaĢvuranlar, Cumhuriyet savcısının kendilerinin gözaltına alınmalarına dair kararı hakkında baĢvuracak bir merci olmadığından Ģikayet etmiĢlerdir. Komisyon bu argümanı kabul etmiĢtir. Hükümet, sözleĢmenin 5/4 maddesinin gerektirdiği yeniden gözden geçirmenin, süren yargılamada baĢvuranların tutuklanmasına hükmeden hâkim tarafından yapıldığını ileri sürmüĢtür. Mahkemeye sunulan dosya da tutuklanan bir kiĢinin serbest bırakılması ya da tutukluğunun haksızlığına hükmetmesi için yargıca baĢvurduğunda Anayasanın 19/8 maddesinden ya da SözleĢmenin 5/4. maddesinden tatmin edici bir Ģekilde yararlandığını gösteren herhangi bir örnek yoktur. Mahkeme Türk hukukundaki bu sorunu tespit etmeye gerek duymamıĢtır. Fakat örneklerin yokluğu bu iç hukuk yolunun uygulamasının belirsizliğini göstermektedir. BaĢvuranlar iç hukuktaki 5. madde ihlâlleri için Türk hukukunda 5/5. madde bağlamında tazminat talep etmenin mümkün olmadığını iddia etmiĢlerdir. SözleĢmenin 5/5. maddesi ile garanti altına alınan hakkın etkin kullanımı yeterli derecedeki kesinlikle garanti altına alınmamıĢtır. Sonuç olarak 5/4 ve 5/5 maddeler ihlâl edilmiĢtir." (AĠHM, Sakık ve diğerleri/Türkiye, 26.11.1997) -33"Bay Erdagöz, karakola, dükkanına karĢı iĢlenilmiĢ olan suçun delillerini sunmak için gitmiĢ olmasına karĢın, özgürlüğünden mahrum edildiğini yasal süreyi aĢan bir Ģekilde polis nezaretinde tutulduğunu iddia etmiĢtir. Mahkeme Ģu hususu belirtir ki, baĢvuran hakkında, iddianame tanzim edilmemiĢ veya mahkeme huzuruna çıkarılmamıĢ bulunması, gözaltına alınmasının amacının madde 5/1'e uygun olmadığı anlamına gelmesi Ģart değildir. Böyle bir amacın varlığı, amacın gerçekleĢmesinden ayrı olarak incelenmelidir; 5/1 maddesinin c fıkrası polisin tutulma veya tutuklanma süresinde iddianame tanzimi için yeterli delil elde etmiĢ olmasını ön koĢul saymaktadır.(Bkz Brogan ve diğerleri/Ġngiltere,29 Kasım 1988,Serie A.No 45-B,p29 &53). Gözaltı sırasında sorgulamanın amacı, madde 5/12'in ( c ) fıkrasına göre, tutuklamaya neden olan Ģüphenin doğrulanması veya ortadan kaldırılmasıdır. Böylece Ģüpheye neden olan veriler, daha sonraki safha olan cezaî takibat sırasında ortaya çıkan hükme veya iddianame tan- 190 zimine yetecek düzeyde olmayabilir.(Bkz:Murray Ġngiltere,Seri A.no 300,s.27, &55). Bununla beraber, makul bir Ģüphenin mevcut olması için, Ģahsın suç iĢlemiĢ olabileceğine dair tarafsız bir Ģahsı tatmin edebilecek vakıa veya bilginin bulunması gerekir.(Bkz. Fox,Campbell ve Hartley/ Ġngiltere, Serie A. no.182 s.16, &32). Eldeki davada Ģüphe, gereken düzeydedir. Zira belirli vakıalara dayanmaktadır. Bunlar özgürlüğün kaldırılması amacının, baĢvuranın olmayan bir suç duyurusunda bulunduğu ve delil uydurduğu Ģüphesini doğrulamak veya ortadan kaldırmak amacının güdüldüğünü göstermektedir. BaĢ komiser, biri 16 Eylül diğeri 17 Eylül tarihli her iki yazısında da baĢvuranın bir suç iĢlemiĢ olduğundan Ģüphelenildiğini açıklamıĢtır. BaĢvuranın davranıĢı ve bahis konusu suçun niteliğini dikkate alan Mahkeme, 6 Aralık 1993 tarihinde savcılığın, Erdagöz'ün, hakkındaki tahkikatın tamamlanması için 24 saat gözaltında tutulduğu bulgusunu kabul etmemek için bir neden görmemiĢtir. Sonuç olarak, SözleĢmenin 5/1 maddesi ihlâl edilmemiĢtir." ( AĠHM, Erdagöz / Türkiye, 22 Eylül 1997) V.ADĠL YARGILANMA HAKKI (Madde 6) Maddeye göre; 1. Herkes, gerek medenî hak ve yükümlülükle- riyle ilgili nizalar, gerek cezaî alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuĢ bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde, veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruĢmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir. 2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır. 3. Her sanık en azından aĢağıdaki haklara sahiptir: a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek; b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak c) Kendi kendinî savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için malî olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek; 191 d) Ġddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koĢullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek; e) DuruĢmada kullanılan dili anlama dıĢı veya konuĢma dıĢı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak. 1-GENEL OLARAK AĠHS' nin diğer hükümlerle birlikte veya tek baĢına sayıca en fazla ihlâl iddiasına konu hükmü olması (10 baĢvurudan 6‟sı), bu hükmün hayatî önemini ortaya koymaktadır.107 Bu, Mahkemenin geniĢletici Ģekilde yorumladığı bir maddedir. Çünkü, demokrasinin iĢleyiĢi için temel bir öneme sahiptir. “SözleĢme anlamında demokratik bir toplumda, yargının iyi iĢlemesi öyle önemli bir yer iĢgal eder ki, 6/1. maddenin dar yorumu bu hükmün amaç ve konusuna uygun düĢmez. (AĠHM, Delcourt/Belçika, 1970) Bu maddede öngörülen adil yargılanma hakkı, etkin baĢvuru hakkını düzenleyen 13. madde ile yakından ilgilidir. Ayrıca bu hakkın kapsamı 7 Nolu protokolle geniĢletilmiĢtir. Ancak taraf bulunmadığından bu protokol Türkiye açısından yürürlükte değildir. Adil yargılama kavramı ise, adlî mekanizmanın yalnız iĢleyiĢini değil, bunun teĢkilatlanmasını da kapsar. Adil yargılama kavramının demokratik toplumda iĢgal ettiği önemli yer, hem bu hakkın pratik mülahazalara feda edilmesine hem de 1. fıkra hükmünün dar yorumuna engeldir. Maddenin genel kuralı koyan 1. fıkrasında adil yargılama kavramını oluĢturan unsurlardan bir kısmı açıkça sayılmaktadır. AĠHM bu fıkranın sayılan söz konusu unsurlar yanında hakkaniyete uygun surette dinlenme hakkının, mahkeme önünde hak arama özgürlüğü, taraflar arasında silah eĢitliği, yargılamada vicahilik (yüzyüzelik) gibi öğeleri içerdiğini içtihat etmiĢtir. 1. fıkranın 2. cümlesi, açık duruĢmaya getirilen istisnaları belirtmektedir. 2. fıkrada suçsuzluk karinesi, 3. fıkrada ise sanığın hakları düzenlenmektedir. 107 JONATHAN, s.100. 192 3. fıkranın baĢında yer alan en azından -ezcümle -ibaresi sayılan hakların sınırlı olmadığının ve örnek niteliği taĢıdığının göstergesidir. Sanığa tanınan söz konusu güvenceleri, adil yargılama kavramına dahil unsurlar olarak gören Mahkeme, 2 ve 3. fıkraların ihlâl edildiği iddialarını, tek baĢına bu fıkralar açısından değil genel kuralı içeren 1. fıkra ile bağlantılı olarak ele alıp sonuca varmaktadır. Mahkemeye göre, adil yargılama güvencesini gerçek kılmak için SözleĢmeye taraf devletler gerekli önlemleri almak zorundadırlar. Örneğin yargılamanın makul sürede bitirilmesi için yeter sayıda mahkemenin kurulması, hâkim görevlendirilmesi gibi. Belirtmek gerekir ki, hasımsız davalarda dahi sanığın karĢı iddia ve savunma imkanları kısıtlandığı takdirde 6. madde ihlâl edilmiĢ olacaktır. Devlet bazı alanlarda hâkim denetimini sınırlayamaz ya da ortadan kaldıramaz (AĠHM,Golder/BirleĢik Krallık,1975.). Söz konusu güvenceler ceza davalarının yanısıra gereğinde medenî hak yargılamasında da uygulama alanı bulacaklardır. Diğer bir anlatımla, 6/1. maddedeki tüm güvenceler açısından ortada ya bir özel hukuka dahil hakka iliĢkin bir uyuĢmazlığın ya da cezaî bir isnadın bulunması gerekir. Ayrıca, “hukukun üstünlüğü ilkesi ve 6. maddenin içerdiği adil yargılama kavramı yasama organının bir uyuĢmazlığın yargısal çözümünü etkilemek amacıyla her türlü müdahalesini dıĢlar.”(Rafinerie grecques Stran et Stratis Andreais/Yunanistan, 1994) Bunun anlamı ise, SözleĢme, adil yargılama isteme hakkını medenî hak ve yükümlülüklere iliĢkin davalar ve ceza davalarıyla sınırlamıĢtır. Örneğin idarî davalar yahut disiplin hukuku veya anayasaya aykırılık iddiaları, kural olarak bu maddenin dıĢındadır. AĠHM ayrıca 6. maddenin Anayasa Mahkemesinde görülen davalara da, eğer dava sonucu doğrudan bir medeni hak ya da yükümlülük konusunda belirleyici bir özellik taĢıyorsa, uygulanacağını belirtmiĢtir(Kraska/Ġsviçre 1993). Ancak Anayasa Mahkemesince siyasî parti kapatma davalarında adil yargılama hakkına dayanılamaz. Nitekim Komisyon da, HEP raporunda, "Komisyon bu davada söz konusu yargılamanın (Anayasa mahkemesi önündeki) baĢvuranların ne medenî hakları hususundaki bir itiraza ne de kendilerine yönelik ceza alanında bir suçlamaya iliĢkin olmadığı görüĢündedir. Buradan 193 hareketle SözleĢmenin 6. maddesi bu davaya uygulanamaz" sonucuna varmıĢtır. Komisyon aynı gerekçeyle, Sosyalist Türkiye Partisi'ne iliĢkin 12 Ocak 1998 tarihli kabul edilebilirlilik kararında, Ģikayetin 6. maddenin ihlâline iliĢkin kısmı hakkında kabul edilemezlik kararı vermiĢtir. AĠHM‟de Refah Partisi /Türkiye(2000) baĢvurusuna iliĢkin kısmî kabul edilebilirlik kararında da aynı görüĢü sürdürmüĢtür. Ancak bu kavramların açıklığa kavuĢturulması gerekir. Çünkü, Bunlar değiĢik ulusal sistemlerin karĢılıklı nitelendirmelerinden bağımsız ve özerk (otonom) yani iç hukuktan bağımsız bir Avrupa tanımına neden olmuĢtur. 6. maddenin 1. paragrafı hem hukuk hem de ceza alanına uygulanırken 2. ve 3. Paragraflar sadece ceza alanına uygulanır. 2. ÖZEL HUKUKA ĠLĠġKĠN (MEDENÎ) HAK VE YÜKÜMLÜLÜKLER KAVRAMI Mahkeme medeni hak ve yükümlülük kavramının soyut bir tanımını yapmaktan kaçınmıĢ, bunun yerine her olayın özelliklerine göre karar vermeyi tercih etmiĢtir. KiĢiler arasındaki haksız fiilden kaynaklanan tazminat talepleri, akdî iliĢkilerden kaynaklanan hak ve yükümlülükler, aile hukuku alanındaki uyuĢmazlıklar gibi geleneksel özel hukuk uyuĢmazlıkları, ayrıca iĢ hukuku, sosyal sigorta ödemeleri (Feldbrugge, 29 Mayıs 1986, A no 99) , sosyal yardım (Salesi, 26 ġubat 1993, A no 257-E) ya da Devletten emeklilik durumu madde kapsamına girmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, Mahkeme bu hükmü geniĢ Ģekilde ve özerk bir kavram olarak yorumladığından Ģeklen kamu hukuku içinde yer alan birçok uyuĢmazlık özü bakımından medenî(özel) haklara iliĢkin sayılarak bu madde kapsamına sokulmaktadır. Mahkemeye göre, olay hakkında uygulanan kanunların niteliği önemli değildir. Bunlar ister hukukî, ister ticarî ve isterse idarî kanunlar olsun ve olaya yetkili idarî veya adlî mahkemeden hangisi bakarsa baksın, konu özel bir hak ve yükümlülüğü ilgilendirdiği takdirde, 6. madde uygulanmalıdır. Mahkeme daha da ileri giderek, kamulaĢtırma, inĢaat ruhsatı verilmesi; aynı Ģekilde bir meslek veya ekonomik faaliyetin icrası için yapılan ruhsat baĢvurularının geri çevrilmesine iliĢkin kararlar dolayısıyla çıkan uyuĢmazlıklarıda madde kapsamına almıĢtır. Bir hukukçunun avukatlık stajı için yaptığı baĢvurunun meslek kuruluĢunca reddedilmesi, bir gaz Ģirketi kurmak için istenilen izin 194 talebinin geri çevrilmesi, toplu taĢımacılık veya alkollü içki satıĢı ruhsatının geri alınması gibi uyuĢmazlıklar bu uygulamaya örnek olarak gösterilebilir. Komisyon, 1982 yılında Fransa'da hastanede verilen kan nedeniyle AĠDS mikrobu kapan kiĢinin bakanlık aleyhine açtığı tazminat davasının reddedilmesi üzerine yapılan kiĢisel baĢvuruyu, konu idarî yargı alanına girdiği halde, meseleyi 6. madde kapsamında mütalaa etmiĢtir. Buna karĢılık, seçme ve seçilme hakkı gibi siyasî haklar, kamu görevinde istihdam edilme hakkı, kamu görevine geri dönme(Huber /Fransa,19 ġubat 1998; Maillard /Fransa, 9 Haziran 1998), iltica hukuku, salınan vergiye itiraz, Ģartlı salıverme talebinin reddi, askerlik yükümlülüğü, pasaport vermenin reddi, patent baĢvuruları gibi salt kamu hukukuna iliĢkin konularda çıkan uyuĢmazlıklar madde kapsamında sayılmamıĢtır. Keza disiplin suçları da madde kapsamı dıĢında görülmüĢtür. Mahkeme içtihatlarından çıkan sonuca göre, memur hukukuna dair bir uyuĢmazlığın 6. madde kapsamına gidebilmesi için kanunun doğrudan parasal nitelikli olması gerekmektedir. sonucunda malî sonuçlar doğursa bile, davanın esas konusu memuriyete giriĢ, kariyer ve memuriyetten çıkarma oluĢturuluyorsa 6. maddenin uygulanması mümkün olmaz.108 AĠHM Büyük Dairesi (Pellegrin/Fransa (1999) baĢvurusunda, devlet ile memuru arasındaki iliĢkinin medenî hukuk iliĢkisi olmadığından bahisle, baĢvurunun 6. madde kapsamında değerlendirilemeyeceğine ve bu nedenle davanın reddine karar vermiĢtir. R. Belçika (2001) kararında Mahkeme yedek subay sıfatıyla askerî görevin ifası sırasında meydana gelen yaralanmanın tazmini ile ilgili baĢvurunun özel hukuka iliĢkin bir hak özelliği taĢımadığına karar vermiĢtir. Bu kararlar çerçevesinde pek çok Yüksek Askerî ġura kararına iliĢkin olarak Türkiye‟ye karĢı yapılan baĢvurularda da uyuĢmazlığın 6. madde kapsamına girmediğinden bahisle -örneğin 1. Dairenin Subay ve Astsubaylardan oluĢan 11 davada 4.7.2000 tarihli kabuledilemezlik kararı gibi- kabuledilemezlik kararı verilmiĢtir.109 3.SUÇ ĠSNADI HAKKINDA KARAR VERĠLMESĠ suç 108 109 Mahkemeye göre suç isnadı; "bir makamın kiĢiye iĢlediği bir dolayısıyla resmî bir bildirimde bulunmasıdır.(AĠHM., Kerem ALTINPARMAK, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesinin 6. Maddesinin Uygulama Alanı, AÜSBFD, c. 53, Ocak- Aralık . 1998) No 1-4, s. 20 TEZCAN – ERDEM – SANCAKDAR, s. 244. 195 Eckle/Federal Almanya,1980). Mahkeme Foti ve diğerleri/Ġtalya (1982) davasında daha ileri giderek, kavramı “böyle bir isnadı içeren ve Ģüphelinin durumu üzerinde önemli etkileri olan diğer tedbirlere” geniĢletmiĢtir. Mahkemeye göre, bir müzekkere çıkarılması, arama, üst araması tedbirlerinde “önemli etki” mevcuttur. Buna karĢılık polis araĢtırması baĢlatılması, tanık dinleme ve ilgili üzerinde doğrudan etkisi olmayan diğer faaliyetler bu kritere karĢılık gelmez. SözleĢme ile koruma altına alınan hak ya da özgürlüklerin normal kullanımını etkilememek koĢuluyla Taraf Devletler herhangi bir fiili suç haline getirebilirler. Ġç hukukun suç saydığı bir eylem sözleĢme uygulamasında da suçtur. Burada da otonom bir tanım söz konusudur ve bazen ulusal hukukların idarî (Öztürk, 21 ġubat 1984, A no 73) ya da disiplin suçu (Engel, 23 Kasım 1976, A no 22) olarak nitelendirdikleri yaptırımları da içine alabilir. Bendenoun / Fransa davasında Mahkeme SözleĢmenin 6-1. maddesinin iyi niyet yokluğundan dolayı vergi arttırma idarî yaptırımına da uygulanacağına karar vermiĢtir. “Suç isnadı” deyimi, devletlerin iç hukuklarındaki nitelendirmelerden bağımsız, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi hukuku çerçevesinde değerlendirilmesi gereken özerk bir kavramdır .110 Örneğin iç hukuk bakımından disiplin kabahati olan bir fiil, SözleĢme bakımından pekala bir suç olarak nitelendirilebilir ve böylece 6‟ncı maddenin koruma alanına girebilir.111 Mahkeme, bir fiilin 6‟ıncı maddenin kapsamında bir “suç” olarak görülüp görülemeyeceğini bu fiilin iç hukuktaki tavsifine, ihlal edilen kuralın önemine, yaptırımın amacına, ağırlığına ve niteliğine(para cezasının miktarı, hapis ihtimali, muhtemel hapis süresi) dikkate alarak bir sonuca varmaktadır. Yabancıların Ülkeye giriĢi, ikameti, sınırdıĢı edilmesi ya da iĢlemiĢ olduğu bir suç nedeniyle yabancı bir ülkeye iadesine iliĢkin davalar da medeni bir niza ya da cezai bir isnat sözkonusu olmadığından 6/1. maddenin uygulanma alanı yoktur. (Mamatkulov ve Abdurrasulov/Türkiye ,2002) 4. MAHKEME ÖNÜNDE HAK ARAMA (MAHKEMEYE ERĠġĠM) HAKKI AĠHM'ne göre, 6. madde hukukun üstünlüğü ilkesini de içerir. Bunun bir gereği olarak bu madde, mahkeme önünde hak arama hakkını da kapsamaktadır. Bu nedenle mahkeme önünde hak arama yolunun, geçici de olsa, fiilen ya da hukuken kapatılmasını veya kul- 110 111 ÇAVUġOĞLU (1994, s. 25. GÖLCÜKLÜ, (1995), s. 14. 196 lanılmasını imkansız kılan ölçüde koĢullara bağlanıp sınırlanması 6.madde hükmünün çiğnenmesi demektir. Mahkeme önüne gidebilme imkanının gerçekten ve fiilen var olması gerekir. Bu imkanın kağıt üzerinde teorik olarak hukuken varolup somut olayda, bazı nedenlerle etkin Ģekilde kullanılamaması, örneğin yargılamanın yüksek maliyeti ya da ücretsiz adlî yardım almanın imkansızlığı (Airey, 9 Ekim 1979) durumunda bu madde hükmü gene ihlâl edilmiĢ olur. Gerçekten 6/1. madde, kiĢinin kanunla kurulmuĢ tarafsız ve bağımsız bir mahkemede yargılanma hakkı ile, bu nitelikteki mahkemeler önünde hak arama özgürlüğünü düzenlemektedir. “Herkesin bir mahkemeye baĢvurma hakkı”na sahip olması, devlete üç ayrı görev yüklemektedir. Ġlki, davanın esasını hem maddî hem de hukukî bakımdan görmesine imkan veren tam bir yetkiye sahip mahkemeler kurmak: Çünkü 6/1 “karar verecek” dolayısıyla itirazı çözümleyecek bir mahkemeden bahsetmektedir. Ġkinci olarak, devlet vatandaĢlara mahkemeye baĢvurabilmeleri için her türlü kolaylığı sağlamalıdır. Son olarak, devlet baĢvuru yollarına bakacak yüksek mahkemeler öngörmelidir.112 Golder/BirleĢik Krallık davasında, bir cezaevi yetkilisine karĢı Ģahsi iftira davası açmak isteyen bir mahkumun avukatı ile görüĢmesine izin verilmemiĢti. AĠHM bunun 6. maddenin ihlali olduğuna karar verdi; Çünkü mahkemeye eriĢim hakkının sadece bulunması yetmez, etkin olması da gerekir. Ayrıca AĠHM bir mahkumun avukatıyla duruĢma salonu dıĢında gizlilik içinde görüĢememesinin, etkin bir biçimde mahkemeye eriĢim hakkının ihlali olduğuna karar verdi. (Cambbbell ve Fell/BirleĢik krallık, 28 Haziran 1984) AĠHM‟ne göre, mahkemeye baĢvuru için avukat tutma mecburiyetinin aranması 6. maddeye uygundur. Ulusal hukuk tarafından baĢvuru koĢullarını düzenleyen kurallar makul olduğu takdirde 6. maddeyle bağdaĢır. Davayı uzatma amaçlı baĢvuruları engellemeye yönelik düzenlemeler de 6. maddeye aykırı değildir.113 Mahkeme, Edificaciones March Gallego S.A./Ġspanya (1998) davasında, bir poliçenin ödenmesine iliĢkin takibin iptal edilmesi için yapılan baĢvurunun, bu baĢvurunun yapılmasındaki bir hata nedeniyle geçersiz sayılmasının baĢvurucu Ģirketin uyuĢmazlığın bir 112 PRADEL-CORSTENS,s.356. 113 PRADEL-CORSTENS,s.356. 197 mahkeme tarafından dinlenilmesi hakkını çiğnemediğini kararlaĢtırmıĢtır. Fransa/Khalfoui kararında, 1993 yılında, Monbéliard Hastahanesi‟nde gözlem altında iken bir hastaya cinsel tacizden 1995 yılında istinafta 2 yıl hapse mahkûm olan bir Cezayirli) davasında, Fransız Yargıtayı‟nın kendiliğinden cezaevine girmeyi reddettiğinden, mahpus olmayan hükümlünün temyiz baĢvurusunu incelemeyi reddetmesi nedeniyle 14 Aralık 1999‟da mahkûm olmuĢtur. AĠHM‟ne göre, Fransız Ceza Usul Kanununun 583. maddesinde yer alan temyiz duruĢmasından 24 saat önce kendiliğinden cezaevine teslim olma usulü, bu nedenle temyize baĢvuramama adil bir yargılamadan yoksun bıraktığından 6&1 maddenin ihlâline yolaçar. Ayrıca, temyiz baĢvurusunun cezanın infazını durdurucu etkisiyle birlikte masumiyet karinesine riayet cezaevinde kalacağı süre ne olursa olsun, hatta çok kısa bir süre bile olsa, serbest sanığın kendiliğinden hapse girmesiyle çeliĢir. Diğer bir davada, 6 ay süren yargılama sonunda Gironde Ağır Ceza Mahkemesince 2 Nisan 1988‟de insanlığa karĢı suçlara iĢtirakten 10 yıl Ağır Hapis Cezasına çarptırılan ve serbest olan Maurice Papon AĠHM‟nin 11 Ekim 1999‟da temyiz baĢvurusunun Yargıtay tarafından incelenmesi için kendiliğinden hapse girmeyi reddederek Ġsviçre‟ye sığınmıĢtır. 21 Ekim 1999‟da Yargıtay Ceza dairesi kendisinin temyiz hakkını düĢürmüĢtür. Ancak daha sonra AĠHM‟nin Khalfoui kararını dikkate alarak kendiliğinden hapse girmemesine rağmen baĢvuruyu inceleyerek reddetmiĢtir. Papon‟un avukatlarının AĠHM‟ye yaptığı baĢvuruda AĠHM, 25.2.2002 tarihinde 6/1. maddenin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. Bu karar, temyiz hakkının da 6. madde kapsamına girdiğini, ulusal mercilerin suçlulukla mücadelede bu hakka getirecekleri sınırlamalarda orantılılık ilkesini gözetmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. 114 5. SĠLAHLARIN EġĠTLĠĞĠ ĠLKESĠ 6. maddede formüle edilmemiĢ prensiplerin en önemlisi yargılamanın taraflarından her birinin hakkını dile getirmede eĢit Ģanslara sahip olması ve kimsenin rakibi karĢısında önemli bir avantaja sahip olmaması fikrine dayanan silahların eĢitliğidir. Bu ilke gereği, adil (hakkaniyete uygun) bir yargılama için, mahkeme önündeki süErgin ERGÜL, Coste/Fransa (tercüme ve yorum),Polis Akademisi AĠHM Kararları Dergisi, C.2,S.5 (Nisan 2003) s. 67,68. 114 198 reçte taraflar arasında tam eĢitlik olmalı ve bu eĢitlik yargılama boyunca devam etmelidir. Buna göre yargılama süreci içinde yapılan her iĢlem (mesela delil ve karĢı-delillerin sunulması, iddia ve karĢı iddiada bulunma gibi) silahların eĢitliği ilkesi açısından değerlendirilir. Örneğin silahların eĢitliği ilkesi, Schuler-Zgragen/Ġsviçre davasında davacının dava dosyasını inceleyebilme ve dosyadan bazı belgelerin fotokopilerini alabilme, mahkeme kararına dayanak teĢkil eden bilirkiĢi raporlarının kendisine gösterilmesi açısından incelenmiĢtir.115 Bu ilke, hem ceza hem de hukuk davalarına uygulanır. Mahkeme bu prensibi ortaya koyan bir çok dava incelemiĢtir. Neumeister/Avusturya (1968) davasında, bir ceza yargılamasında iki tarafın davanın bütün aĢamalarında temsil edilmek zorunda olduğu, Bönisch/ Avusturya (1985) davasında, iki tarafın uzman tanıklarının dinlenilmesi gerektiği, Feldbrugge / Hollanda (1986) davasında, her tarafın diğerlerinin delillerine itiraz etme imkanının verilmesi talep edilebileceğini açıklamıĢtır. Mahkeme, ayrıca Colozza/Ġtalya(1985) ve Monnell ve Morris/BirleĢik Krallık(1987) davalarında, bir çok halde, sanıkların hazır bulunmaları ve yargılamanın tamamına katılabilmeleri gerektiğini belirtmiĢtir. AĠHM Borgers/Belçika (22 Haziran 1993) kararında, baĢvurucuya, kamu adına görev yapan savcılığın mütalaasını yanıtlama olanağının sağlanmamasını, "silahların eĢitliği" ve "çekiĢmeli yargı” ilkelerine aykırı düĢtüğünden SözleĢme'nin 6/1. maddesinin ihlali olarak nitelemiĢtir. Foucher/Fransa(1997) davasında AĠHM, kendi kendini savunmak isteyen bir sanığın savcı tarafından dava dosyasına eriĢiminin engellendiğini ve dosyada bulunan evrakın birer nüshasının sanık tarafdından alınmasına izin verilmediği için sanığın savunmasına yterince hazırlanamamasının 6/3. madde ile birlikte okunduğunda, silahların eĢitliğinin ihlali anlamına geldiğini kararlaĢtırmıĢtır. Hukuk davalarında taraflardan birinin ulusal mahkemeye devletin vekili tarafından sunulan yazılı layihaya yanıt vermesinin önlenmesi durumunda bu ilke ihlal edilmiĢ olur.(Dombo Beheer, B.U/Hollanda, 27 Ekim 1993). AĠHM Parlâmento tarafından, davası ulusal mahkemelerde görülürken, baĢvurucunun davasını kaybetmesini temin edecek bir yasal düzenlemenin kabul edilmesinin silahla- 115 GÖLCÜKLÜ (1995) s.32-35. 199 rın eĢitliği ilkesinin ihlâli olduğuna Orshoven/Belçika 25 Haziran 1997) kara vermiĢtir. (Van Mahkeme, ceza yargılamasının çekiĢmeli usülde yapılmasını gerektiren temel hakkı da içeren silahların eĢitliği ilkesinin daha geniĢ bir adil yargılanma kavramının sadece bir yönü olduğunu yeniler. Bir ceza davasındaki çekiĢmeli dava hakkı hem iddia hem de savunma taraflarına, diğer tarafın görüĢü ve sunduğu kanıtlar hakkında bilgi sahibi olma ve yorumda bulunma fırsatı tanınması anlamına gelir. Bu gerekliliği karĢılamaya yönelik herhangi bir yol SözleĢme tarafından kabuledilebilir niteliktedir. Bununla birlikte, hangi yol tercih edilirse edilsin, ilgili yöntem, karĢı tarafa dosyadaki mütaalalardan haberdar olma ve bunlar hakkında yorumda bulunma fırsatını sağlamalıdır. (Branstetter/Avusturya,1991). Yargıtay kararını etkileme niteliğine C.BaĢsavcısı mütalaasının cevabını bildirmesi için lebinde bulunan sanığa iletilmemesi, baĢvuranın hakkı”nın ihlâli olup 6/1. maddenin ihlâline Göç/Türkiye, 2000) sahip Yargıtay tashihi karar ta“tartıĢmalı dava yol açar.(AĠHM, "Mahkeme, BaĢsavcının tebliğname içeriğinin dikkate alınıp baĢvurucuya tebliğnameye karĢı farklı bir görüĢ sunma olanağının sağlanmamasını, hak ihlâli olarak değerlendirmiĢtir. Hızlı bir süreç içerisinde çabuk sonuçlandırılması amaçlanan davalarda, ulusal yargı sisteminin bağımsız bir üyesince ileri sürülmüĢ bile olsa (örneğin Cumhuriyet BaĢsavcısı gibi) adil yargılanma hakkı, ilkesel olarak hukuk ya da ceza yargılamasının taraflarına, sunulan tüm görüĢler ve gösterilen tüm kanıtlar hakkında bilgi sahibi olma ve yorumda bulunma olanağının verilmesini amaçlamaktadır. BaĢvurucu, Yargıtay önündeki yargılamada, baĢarı olanaklarını zayıflatacak her tür sunumdan bilgi edinmek hakkına sahiptir. Bu nedenlerle Cumhuriyet BaĢsavcısının Yargıtay'a sunduğu tebliğnamesinin baĢvurucuya tebliğ edilmemesi, SözleĢme'nin 6/1. maddesinin ihlâlidir."(AĠHM Göç/Türkiye, 9 Kasım 2000) 6. MAHKEMELERĠN BAĞIMSIZLIĞI VE TARAFSIZLIĞI Mahkemenin kanunla kurulmuĢ olma Ģartı onun mutlaka yargı erki içinde yer almasını gerektirmez. Nitekim, Komisyon ve Mahkeme, düzenli mahkemeler dıĢında bir çok organı 6. madde anlamında mahkeme olarak kabul etmiĢtir. Örneğin, askerî veya cezaevi disiplin komisyonları, meslek disiplin kurulları, arazi satıĢ onay komisyonları, toprak reformu komisyonları ve hakem mahkemeleri gibi bir çok organ, bu çerçevede kanunla kurulmuĢ mahkeme sayılmıĢtır. 200 Bağımsızlık öncelikle mahkemenin kuruluĢu ve oluĢumu açısından söz konusu olur. Üyelerinin atanması, görevden alınmasında uygulanan usul de önem kazanır. Ancak bundan da önemlisi, iĢleyiĢinde ve karar verirken bağımsız olmasıdır. AĠHM uygulamasında, mahkemenin bağımsız olup olmadığının belirlenmesinde, mahkeme üyelerinin atanması, görev süresi, dıĢ baskılara karĢı yeterince korunup korunmadığı ve bağımsızlık görünümünün olup olmadığı gibi hususlar göz önüne alınmaktadır. Bağımsızlık, baĢka bir kiĢi veya organdan emir almamak ve tarafların ve özellikle yürütme organının etki alanının dıĢında olmak demektir. AĠHM Fransa / Beomartin(1994) kararında, mahkemenin yürütme organına ve taraflara karĢı bağımsız olması gerektiğini vurgulayarak, Fransız DanıĢtay‟ının bir kararını, salt DıĢiĢleri Bakanlığının bir görüĢüne dayandırmasını mahkemenin bağımsızlığı ilkesine, dolayısıyla SözleĢmeye aykırı bulmuĢtur. Taraflar karĢısında bağımsızlık tarafsızlıkla iç içe geçmektedir. Davanın çözümünü etkileyecek bir ön yargı yokluğu demek olan tarafsızlık, bağımsızlık kavramıyla yakından ilgilidir. Mahkemenin tarafsızlığı konusunda, mahkemenin kuruluĢ Ģekli ve konumu, kamuoyu ve özellikle taraflara güven verip vermediği konuları üzerinde durulmaktadır. Tarafsızlık hâkimin birey olarak tutku ve inançlarını bir kenara bırakarak, adeta bir yargılama makinesi gibi davranmasını gerektirir. AĠHM, Gautrin ve diğerleri/Fransa (1998) kararında, Fransa‟da bir bölgede faaliyette bulunan bir dernekte (S.O.S Médicins) çalıĢan pratisyen doktorlara, bu dernekle rekabet halinde çalıĢan ulusal ve bölgesel doktorlar derneklerinin oluĢturduğu Konsey üyeleri aralarından seçilerek oluĢan disiplin komisyonunca, süreli meslekî faaliyetten men cezası verilmesi olayında, disiplin komisyonu üyelerinin, meslekî rekabet nedeniyle önyargılı davranmıĢ olabileceklerine iliĢkin kuĢkuyu yerinde bulmuĢtur. 116 Önce savcılık yaptıktan sonra aynı davada ağır ceza reisi olan hâkimin durumu 6. maddeye aykırı bulunmuĢtur. Öte yandan tarafsızlık ilkesi, sadece hâkimlerin değil, jüri üyelerinin de tarafsız olmasını gerektirir. AĠHM, Holm/Ġsveç kararında, 116 Yılmaz Ali EFENDĠOĞLU, Bağımsız ve Yansız Yargılanma (Adil Yargılanma Hakkı) Türkiye’de Ġnsan Hakları, TODAĠE, Ankara 2000, s.127 201 jüri üyelerinin bir siyasî partiye üye olmalarının tarafsızlık ilkesiyle bağdaĢmadığını kabul etmiĢtir. AĠHM Türkiye‟ye karĢı açılan davalarda Devlet Güvenlik Mahkemesinde (Incal / Türkiye, 1998) ve Sıkıyönetim Mahkemesinde (Arap Yalgın ve diğerleri, 25.10.2001) askerî hâkimin görev yapmasını 6. maddeye aykırı bulmuĢtur.117 AĠHM, Öcalan/Türkiye (2003) baĢvurusunda, yıllardan beri yaptığı ihlal tesbitleri sonucunda Öcalan duruĢmasının son celsesi öncesinde yürürlüğe giren Anayasa ve ilgili yasalardaki değiĢiklikler ile asker yargıcın DGM heyetinden ayrılarak onun yerine "sivil" yedek hakimin girmesine rağmen bu durumun mahkemeyi tarafsız ve bağımsız mahkeme haline getirmediği kararına varmıĢtır. Bundan böyle, Anayasanın 143. maddesinde değiĢiklik yapan 18.6.1999 tarih ve 4388 sayılı yasa ile 22.6.1999 tarih ve 4390 Sayılı “Devlet Güvenlik Mahkemelerinin KuruluĢ ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Ġle Askerî Hâkimler Kanununda DeğiĢiklik Yapılmasına ĠliĢkin Kanun‟un 2. maddesiyle değiĢik 2845 sayılı Kanunun 5 inci maddesine göre, “Devlet Güvenlik Mahkemesinin baĢkanı, iki asıl ve bir yedek üyesi ile Cumhuriyet baĢsavcısı, birinci sınıfa ayrılmıĢ adlî yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından; Cumhuriyet savcıları ise, diğer Cumhuriyet savcıları arasından atanırlar.” 4388 sayılı Kanunun Hükümet gerekçesine göre; “Bilindiği üzere, 1982 Anayasasının 143 üncü maddesinde, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine iĢlenen ve doğrudan doğruya Devletin iç ve dıĢ güvenliği ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması öngörülmüĢtür. Anayasanın 143 üncü ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin KuruluĢ ve Yargılama Usulü Hakkında Kanunun 3, 4 ve 5 inci maddelerine göre, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde, bir baĢkan, iki asıl ve iki yedek üye ile Cumhuriyet baĢsavcısı ve yeteri kadar Cumhuriyet savcısı bulunmaktadır. BaĢkan, bir asıl ve bir yedek üye ile Cumhuriyet baĢsavcısı, birinci sınıfa ayrılmıĢ hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından; bir asıl ve bir yedek üye, birinci sınıf askerî hâkimler arasından; Cumhuriyet savcıları ise diğer Cumhuriyet savcıları ve askerî hâkimler arasından özel kanunlarında gösterilen usule göre atanmaktadır. Ayrıca Anayasanın 143 üncü maddesinin son fıkrası hükmüne göre, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yargı çevresine giren bölgelerde sıkıyönetim ilân edilmesi halinde bu bölgelerle sınırlı olmak üzere kanunla belirlenen esaslara göre Devlet Güvenlik Mahkemesi Sıkıyönetim Askerî Mahkemesine dönüĢtürülebilmektedir. Ancak, gerek ulusal, gerek uluslararası hukukta kaydedilen geliĢmeler ve değiĢmeler karĢısında, bu geliĢme ve değiĢmelere koĢut olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yapısal oluĢumunu yeniden düzenlemek amacıyla Anayasanın 143 üncü maddesinde değiĢiklik öngören bu Teklif verilmiĢtir. Teklifte, Devlet Güvenlik Mahkemesi baĢkan, asıl ve yedek üyeleri ile Cumhuriyet baĢsavcılarının birinci sınıfa ayrılmıĢ hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından, Cumhuriyet savcılarının ise diğer Cumhuriyet savcıları arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca özel kanununda gösterilen usule göre dört yıl için atanmaları ve süresi bitenlerin de yeniden atanabilmeleri öngörülmektedir. Ayrıca Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yapısal durumları değiĢtirildiği ve sadece adlî yargı hâkimlerinden oluĢturulduğu cihetle, sıkıyönetim ilânı halinde yalnızca adlî yargı hâkimlerinden oluĢan mahkemenin Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi haline dönüĢmesi söz konusu olamayacağından maddenin son fıkrası yürürlükten kaldırılmaktadır. Ancak, sıkıyönetim ilânını gerektiren olaylar, genelde Devlet Güvenlik Mahkemesinin görev alanına giren bir kısım suçları da kapsadığı cihetle, sıkıyönetim veya savaĢ halinde Sıkıyönetim Askerî Mahkemeleri ile Devlet Güvenlik Mahkemeleri arasında görev yönünde bir ihtilâf çıkmaması için, “Ancak, sıkıyönetim ve savaĢ haline iliĢkin hükümler saklıdır.” Ģeklindeki bir cümlenin maddenin birinci fıkrasına eklenmesi öngörülmektedir. 10. .AB uyum paketi kapsamında Anayasanın 143. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. 117 202 Bir sanık tarafsızlık sorununu ileri sürerse, iddia tamamen esastan yoksun olmadığı takdirde mutlaka soruĢturulmalıdır(Remli/Fransa, 1996) 7.YARGILAMANIN MAKUL SÜRE ĠÇĠNDE SONUÇLANDIRILMASI Bir inceleme 1968 –Mayıs 1995 arası AĠHM‟nin verdiği kararların(159 dava) %30‟nun makul süreye iliĢkin olduğunu ortaya koymuĢtur. Gözönünde bulundurulacak olan süre, özel hukuk davalarında yargılamanın baĢlatılması, ceza davalarında ise, suçlamanın yapılmasıyla baĢlar. Karar nihai hale geldiğinde yani kesinleĢtiğinde sürenin iĢleyiĢi durur. AĠHM içtihadına göre, makul süre ya da yargılamanın makul süresi üç ölçüte göre belirlenir: -Davanın karmaĢıklığı -Davacının tavır ve davranıĢı, -Siyasal bağlama göre ulusal organların, adli ve idari makamların tutumu ve davacı için neyin yitirileceği. Davanın karmaĢıklığı hem olgular hem de yasal konularla ilgili olabilir. AĠHM‟nin önem verdikleri arasında, toplanması gereken maddi deliller, sanık ve tanık sayısı, uluslararası unsurlar, davanın baĢka davalarla birleĢtirilmesi, müdahale talepleri bulunur. Örnek olarak, AĠHM aĢağıdaki davalarda 6/1. maddenin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir: “ġirket hisselerinin devri sözleĢmesinin yerine getirilmemesine iliĢkin davanın geçen 11 yıl yedi aydır süreye rağmen hale devam etmesi (Maillard Bous/ Portekiz, 28.6.2001 (BaĢvuru n° 41288/98) BaĢvuranın komĢu bir binanın inĢasının taĢınmazına verdiği zarar nedeniyle açtığı davanın 8 yıl 7 ay sürmesi [Bento da Mota/Portekiz, 28.6.2001 (BaĢvuru n° 42636/98) BaĢvurana ek bir emekli aylığı sağlayan SayıĢtay kararını idarenin uygulamaması (Logothetis /Yunanistan, 12.4.2001 (n° 46352/99) Yine baĢvurucunun taraf olduğu mal rejiminin tasfiyesine iliĢkin hukuk davasının 7 yıl 4 ay sürmesi özel hukuk uyuĢmazlıkların- 203 da makul süre içerisinde bir yargı kararını elde etme hakkının (Söz.6/1) ihlâlidir. (Stanèiak /Slovakya, 12.4.2001 (n° 40345/98) BaĢvuran hakkındaki ceza yargılaması süresinin 9 yıl 7 ay sürmesi makul sürede yargılama hakkının ihlâlidir (Arvelakis /Yunanistan, 12.4.2001 (n° 41354/98) BaĢvuranın taraf olduğu idarî davanın 9 yıl 8 ay 5 gün sürmesi 6 § 1 ihlâlidir.( Messochoritis / Yunanistan, 12.4.2001 (n° 41867/98) Büker/Türkiye (24 Ekim 2000) kararında, baĢvuran, Üniversite yönetiminin idare mahkemelerinin kendi lehinde vermiĢ olduğu kararları uygulamaması nedeniyle üniversitedeki görevine iade edilmesinin yedi buçuk yıl sürdüğünü ve bu nedenle SözleĢmenin 6/1. maddesinin ihlâl edildiğini ileri sürmüĢtür. Mahkeme, baĢvuranın hakkını arama sürecinin 4 Mart 1988‟de Üniversite yönetimini dava etmesiyle baĢladığını ve 7 Aralık 1995‟de Üniversite yönetiminin göreve iade edildiğine iliĢkin yazısıyla son bulduğunu düĢünmektedir. Bu yedi buçuk yıllık süre istisnaî bir biçimde uzundur ve daha yakın bir incelemeye layıktır. Bu sürenin uzunluğu hiçbir biçimde, dava konusunun karmaĢıklığı, üniversite ve baĢvurana iç hukuk yollarının tanımıĢ olduğu karĢılıklı temyiz yollarının kullanılması gibi kavramlarla açıklanamaz, bu nedenle SözleĢmenin 6/1. maddesi ihlâl edilmiĢtir.” sonucuna varmıĢtır. 8.YARGILAMANIN ALENÎ (KAMUYA AÇIK) OLMASI Açık duruĢma adil yargılanma hakkının temel boyutudur. Ġlke yargılamanın açık olmasıdır. Ancak tüm yargılama evrelerinin alenî olması Ģart değildir. Mahkeme Yargıtay safhasında açık duruĢmanın olmamasını 6-1 maddenin ihlâli olarak görmemiĢtir (Sutter/Ġsveç, 22 ġubat 1994). Ayrıca ilk derece mahkemesinde duruĢma yapılmıĢsa istinaf mahkemesinde duruĢma yapılmaması söz konusu yargılamanın özel nitelikleri ile haklılaĢtırılabilir. (Kremzow /Avusturya, 2 Ey- lül 1993). Eğer açık duruĢma ilk derece mahkemesinde yapılmamıĢsa, bu bir üst mahkemede açık duruĢma yapılarak düzeltilebilir. Ancak Temyiz mahkemesi davanın esasını göz önünde bulundurmazsa (sadece hukuki inceleme yapıyorsa) adli yargılanma hakkı ihlal edilmiĢ olur. “Hükmün açık oturumda verilmesi” ifadesi, her zaman hükmün mahkemede yüksek sesle okunması anlamına gelmez. Örneğin, hükmün mahkeme kalemine teslim edilerek, kararın tam metnine herkesin ulaĢabilmesinin sağlanması ile bu Ģart yerine getirilmiĢ olur (Piretto ve diğerleri/Ġtalya) . 204 AĠHM, basının ve halkın bir cezaevindeki mahkumların disiplin yargılamasına alınmamalarının, kamu düzeni ve güvenlik gerekçeleriyle haklılığına karar vermiĢtir. Mahkeme, bu yargılamanın alenî yapılmasının, “kamu makamları üzerine orantısız bir yük” yükleyeceğini belirtmiĢtir (Compbell ve Fell/BirleĢik Krallık, 1984).118 Mahkemeye göre, bir ilk ve tek derece mahkemesi önündeki yargılamada 6/1. madde uyarınca "kamuya açık bir yargılama isteme hakkı, bundan vazgeçilmesini haklı kılan istisnaî durumlar söz konusu olmadıkça sözlü "duruĢma" hakkını da içerir. Temyiz mahkemesinde sözlü duruĢma yapılmasına iliĢkin genel bir gerek yoktur. Ancak Temyiz Mahkemesi hem maddi hem de hukuki yönden inceleme yapıp, itham edilen kiĢinin suçlu ya da suçsuz olduğuna karar veriyorsa sözlü duruĢma yapması gereklidir. Medeni hukuka iliĢkin davalarda sözlü duruĢma gerekmez (Axen/F.Almanya, 1983). Mahkeme H./Belçika (19879 kararında ise, gerekçelerini açıklamaksızın sadece istisnaî durumlar ve ağır hata gibi içeriği açıklanmamıĢ belirsiz kavramlara dayandırmayı sübjektif tarafsızlığı ihlâl gerekçesi saymıĢtır. 9.MAHKEME KARARLARININ GEREKÇELĠ OLMASI 6. madde uyarınca yerel mahkemeler hem ceza, hem de hukuk davalarında kararlarının gerekçelerini belirtmelidirler. Mahkeme, özellikle baĢvuranların iç hukuk makamları önündeki davasında Yargıtay'ın kararı için gerekçe göstermemesi konusunu değerlendirdiği Higgins ve diğerleri/ Fransa (1998) kararında, 6/1. maddenin ihlâline karar verirken Ģu açıklamada bulunmuĢtur: "Mahkeme, 6/1. maddenin yargı organlarına kararları için gerekçe göstermeleri yükümlülüğü getirdiği, ancak bunun her iddiaya ayrıntılı yanıt verilmesi gerektiği biçiminde anlaĢılamayacağını yineler. Gerekçe gösterme görevinin hangi geniĢlikte uygulanacağı, kararın niteliğine göre değiĢebilir ve bunun davanın özel koĢulları ıĢığında belirlenmesi gerekir." Mahkemeler tüm sorulara ayrıntılı cevap vermek zorunda değildir. Ancak davanın sonucunu temelden etkileyecek bir layiha varsa, kararda bunun üzerinde özellikle durulmalıdır.(Hiro Balani / Ġs- panya, 1994). 10.CEZA YARGISININ ADĠL YARGILANMA ĠLKELERĠ A. Masumluk Ġlkesi 118 Uluslararası Af Örgütü, s. 178. 205 Masumluk ilkesi ya da “suçsuzluk -karinesi-varsayımı” ceza hukukunun temel ilkelerinden biridir. SözleĢmenin 6. maddesinin 2. fıkrasındaki masumluk karinesi, 6. maddenin birinci fıkrasının ceza yargılamasında gerektirdiği adil yargılama unsurlarından birisidir. Hakkında suç isnadı bulunan bir kimse kendisiyle ilgili yargısal bir kararda, hukuka göre, suçluluğu kanıtlanmadan önce suçlu olduğunu yansıtan bir düĢünce bulunması halinde, masumluk karinesi ihlâl edilmiĢ olur. Sanığı mahkemenin suçlu olarak gördüğüne dair resmî bir tespit varolmasa bile, bunu ima eden bir gerekçe bulunması yeterlidir.(Allenet de Ribemont / Fransa, 10.2.1995 parag.35) Mahkeme masumluk karinesinin sadece bir hâkim veya bir mahkeme tarafından değil ve fakat diğer kamu makamları tarafından da ihlâl edilebileceğini kabul etmektedir. (Allenet de Ribemont / Fransa, 1995, parag.36) Bununla birlikte kamu görevlilerinin, halkı ceza soruĢturmaları hakkında bilgilendirmesi, bunu yaparken Ģüphelinin adını vermeleri, veya Ģüphelinin gözaltına alındığını veya itirafta bulunduğunu belirtmeleri, 6. kiĢinin suçluluğuna dair bir beyanda bulunulmadıkça masumluk ilkesi ihlâl edilmiĢ sayılmaz. (Worm/Avusturya, 1997) Masumiyet karinesi yargılama öncesi olduğu kadar beraat sonrasında da gözetilmelidir. Sekanina/Avusturya(1993) davasında AĠHM, beraat kesinleĢtikten sonra yerel mahkemelerin baĢvurucunun suçuna ilĢkin Ģüphelere dayanmasının artık kabuledilemez olduğunu kararlaĢtırmıĢtır. B) Suç Ġthamı Hakkında Bilgi Edinme Hakkı “Her sanık kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmelidir.” AĠHM‟ne göre, “suçlamanın niteliği” deyimi olayların hukukî nitelendirilme ya da sınıflandırılmasına, “suçlamanın nedeni” deyimi ise, suçlamanın temelini oluĢturan maddi olaylara göndermede bulunmaktadır. (X/Belçika, 9 Mayıs 1977) Hiç kuĢkusuz, savunma ancak sanığın ne ile suçlandığını bilmesi halinde etkin olabilir. AĠHM bu bağlamda, yalnızca iddianamenin tercüme edilmiĢ olmasını yeterli görmekte dosyadaki tüm belge- 206 lerin tercümesini aramamaktadır. Ġddianamedeki suçun tavsifine iliĢkin maddî hatalar bu hakkı ihlâl etmez.119 Suçlama ile ilgili bilginin sanığın anladığı dilde olması gerekir. Sanık yargılandığı ülkenin dilini bilmiyorsa, tebligat sanığın diline tercüme ettirilmelidir. (Brozicek/Ġtalya, 1989). Mahkemede konuĢulan dili bilmeyen sanığa iddianamenin anladığı dilde yazılı tercümesi verilmelidir.( Komosinski/Avusturya,1989) KiĢinin hüküm giydiği suçun itham edildiği suç olması esastır. Ġtham olunan suç ile hüküm giyilen suçun unsurları farklı ise, bu hüküm ihlal edilmiĢ olur. (Pelissier ve Sasi/Fransa, 1999) “Mahkeme SözleĢmenin 6&3-a maddesindeki düzenlemenin, ilgiliye suçlamayı bildirme konusunda çok büyük özen gösterilmesi gerektiğini hatırlatır. Ġddianame, ceza davalarında belirleyici bir rol oynamaktadır: iddianamenin tebliğinden itibaren, sanık kendisine yöneltilen suçlamanın hukuksal ve maddî gerekçeleri hakkında resmî olarak bilgilendirilmiĢ sayılır. Ayrıca SözleĢmenin 6&3-a maddesi, sanığa sadece suçlamanın nedenini yani kendisine yöneltilen ve suçlamaya temel oluĢturan nesnel olaylarla ilgili olarak değil, aynı zamanda, ayrıntılı olarak, bu olaylara getirilen hukukî nitelendirme ile ilgili olarak da bilgilendirme hakkını tanır. Mahkeme, SözleĢmenin 6&3-b maddesine dayandırılan Ģikayet hakkında, SözleĢmenin 6&3-a ve 6&3-b maddeleri arasında bir iliĢki olduğunu ve isnat edilen suçun niteliği ve içeriği hakkında bilgilendirilme hakkının, sanığın savunmasını hazırlamasına yönelik olduğunu hatırlatır. (AĠHM.,Sadak ve diğerleri/Türkiye, ) C) Savunma Hazırlamak Ġçin Gerekli Zaman ve Kolaylıklara Sahip Olma Hakkı Maddenin 3 b) fıkrasına göre; “Her sanığın savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmaya hakkı vardır.” Yukarıdaki ifade kuĢkusuz muğlak olmakla birlikte, SözleĢmeyi hazırlayanlarca bilinçli olarak kabul edilmiĢtir. Bu sayede AĠHM hâkimleri kolayca her olaya göre denetim gerçekleĢtirebilmektedirler. Örnek olarak, mahkeme bir avukata danıĢamayan ve yargılama sırasında bir avukatla temsil edilemeyen bir kiĢinin olayında; mahkumiyete karar veren makamla disiplin konusunda karar veren mağdurlar komitesi aynı olduğu takdirde (AĠHM, Campbell et 119 PRADEL/CORSTENS, s.370. 207 Fell/Ġngiltere,28 Haziran 1984);Avukatı olmayan bir kiĢiye resen atanan avukatın muhtemel menfaat çatıĢması nedeniyle savunmasına zarar vermesi; Avukatı olan bir kiĢinin usulî nedenlerle üst mahkemeye baĢvuramaması hallerinde bu hakkın çiğnendiğine karar vermiĢtir. Dava dosyasını yalnızca avukatın inceleyebilmesi savunma hakkına aykırılık teĢkil etmez. (Kamsisnski/Avusturya,21 Eylül 1993).Ancak avukatı olmayan sanık dosyayı inceleyebilmelidir. (AĠHM. Foucher/Fransa, 18 Mart 1997). Sanığın ya da avukatının dava dosyasını inceleme imkanı da bu kolaylıklar arasında sayılmaktadır. AĠHM Öcalan kararında, 6. maddenin ihlaline karar verirken, avukatlarının çok geç bir tarihe kadar dava dosyasına uygun bir biçimde eriĢme olanağı verilmediği gerekçesine de dayanmıĢtır. Zamanın yeterliliği, davanın tüm koĢullarına bağlı olarak, davanın karmaĢıklık düzeyi ve yargılamada ulaĢılan aĢamada gözönünde bulundurularak saptanacaktır. (Albert ve Lecompte / Bel- çika,1983) Mahkeme Kremzow /Avusturya kararında baĢvuranın ve avukatını 49 sayfalık bir dosyaya hazırlanmasını mümkün kılmak için SözleĢmenin 6. maddesi bakımından üç haftalık bir sürenin yeterli olacağına hükmetmiĢtir. Ancak Öcalan davasında, 17 000 sayfalık dava dosyasına hazırlanmak için baĢvuranın avukatlarına DGM‟deki duruĢmalar öncesinde tanınan yaklaĢık iki hafta süre yeterli bulunmamıĢtır. Öcalan/Türkiye(2003) kararında, Mahkeme Öcalan'ın gözaltında bulunduğu sürede avukatları ile görüĢememesinin 6.maddenin ihlali açısından önem taĢıdığına atıfla, yine baĢvuranın tutuklanıp cezaevine konulmasından sonra avukatları ile baĢkalarının bulunmadığı ve dinlemediği bir ortamda görüĢme imkanına sahip olamaması nedeniyle, 6. maddenin 3. bendi c fıkrasının ihlal edildiğine iĢaret etmiĢtir. Mahkeme 6. madde ile ilgili değerlendirmelerinde avukatlara sınırlı süre ile haftada iki kez görüĢme izni verilmesini, Öcalan'a dosyadan iddianame dıĢında diğer evrak fotokopilerinin verilmemesini ve dava dosyasını incelemesi için yeterli zamanın tanınmamıĢ olmasını da ihlal olarak belirlemiĢtir. Mahkeme yine bu çerçevede sanık Öcalan'ın avukatlarına da dava dosyasını incelemeleri için yeterli süre tanınmadığını bunun da 6.maddenin ihlali kapsamında yer aldığını ifade etmiĢtir. 208 D) Kendisini Bizzat veya Seçeceği (ya da Devletçe Atanacak) Bir Avukat Aracılığıyla Savunma Hakkı “Sanık kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için malî olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmelidir” Bu fıkra, üç hakkı güvence altına alır: Sanığın kendini savunma hakkı, bunu yapmak istemiyorsa kendi seçtiği avukatı atama hakkı, bunun için mali imkanları yetersiz ve adaletin yerine gelmesi gereği bir avukatın ücretsiz yardımından yararlanma . Ġlgili ilk olarak savunmasını bizzat yapabilir. Bu durumda dosyasını inceleyebilmesi ve önemli usulî belgelerin kendisine tebliğ edilmesi gerekir. Ayrıca bizzat duruĢmada hazır bulunup ifade vermeyi isteyebilir. Böyle bir talebin mahkemece reddi adil yargılama ilkesinin ihlâline yolaçar. Ancak millî hâkim örneğin tecrübe eksikliği nedeniyle sanığın sorgusunun faydasız olacağına inanıyorsa kendisine mecburî bir avukat atamak zorundadır. Savunma avukatının hazırlıklarını gereğince yapmasına izin vermeye yeterli bir süre önce atanması gerekir.(X ve Y/Avusturya,15 DR 160) Buna karĢın ilgili bir avukat isterse, ulusal yasa koyucu avukatıyla serbestçe ve tam bir gizlilikle görüĢme imkanı sağlamalıdır. Mahkemeye göre; sanığın avukatıyla baĢkalarının dinleme kapsamı dıĢında görüĢme hakkı demokratik toplumda adil yargılamanın temel gereklerinden biridir.(AĠHM, S./Ġsviçre, 28 Kasım 1991). Bu hak mektup yoluyla yazıĢmayı da içerir. AĠHM, Murray/BirleĢik Krallık (1996) davasında, gözaltına alınmadan sonraki ilk 48 saat içinde kiĢiye avukata ulaĢma imkanının verilmesinin, 6. maddesi ihlâl ettiğine karar vermiĢtir.120 Yasa koyucu aynı zamanda, avukatlık ücretini ödeyemeyecek durumda olan sanık için en azından adaletin yararı(selameti) gerektirdiği takdirde ücretsiz bir savunma sistemi öngörmelidir. Bu yararı belirlemek için, AĠHM hâkimleri davanın bütününü ve özellikle ilk derece mahkemesinde verilen cezanın ağırlığını ya da suçun ağırlığı ile davanın karmaĢıklığını göz önüne almaktadırlar. 120 Uluslararası Af Örgütü, Adil Yargılama Hakkı, ĠletiĢim yayınları, Ġstanbul 2000, s. 85. 209 Özel hukuk davalarında ücretsiz avukat yardımından yararlanma hakkı SözleĢmede açıkça belirtilmemekle birlikte, AĠHM tarafından adaletin selametinin gerektirdiği durumlarda sağlanması gerektiği kararı verilmiĢtir.(Airey/Ġrlanda, 1979). “Mahkemeye göre, SözleĢmenin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının c) bendi, etkili bir savunmayı kiĢinin bizzat veya bir avukat aracılığıyla yapma hakkını güvence altına almakta, bazı durumlarda Devletin ücretsiz hukukî yardım sağlama yükümlülüğünü öngörerek bu hakkı güçlendirmiĢ bulunmaktadır. (Artico/Ġtalya, 13.5.1980, Parag.33) “SözleĢmenin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının c) bendi “atama” dan değil “yardım”dan söz etmektedir. Sadece avukat atama yardımı etkili kılmaz; Çünkü adlî yardım amacıyla atanmıĢ avukat ölebilir, veya ağır hastalanabilir, bu süre içinde görev yapması engellenebilir veya kendisi görevden kaçınabilir. Kamu makamlarına haber verilmesi halinde bu makamlar ya avukatı değiĢtirmeli veya görevini yerine getirmeye zorlamalıdırlar. (Artico/Ġtalya, 13.5.1980, Parag.33) Pakelli/Almanya davasına konu olayda; Almanya'da iĢçi olarak çalıĢırken, bir suç nedeniyle tutuklanıp yargılanan Lütfi Pakelli'ye yerel mahkemedeki ceza davası sırasında adli yardım yoluyla avukat atanmıĢtır. Verilen hapis cezası kadar tutuklu kalan Pakelli, kararın kesinleĢmesini beklemeden Türkiye'ye dönmüĢtür. Pakelli'nin Yargıtay'daki duruĢma için, giderleri devletçe karĢılanmak üzere avukat istemi ise, Alman Ceza Yargılama Yasasının 350. maddesinin 2. ve 3. bentlerine dayanılarak; tutuksuz sanığa Yargıtay'daki duruĢma için avukat görevlendirme zorunluluğu bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiĢtir. Alman Anayasa Mahkemesine kadar taĢınan bu uyuĢmazlıkta Pakelli'nin, savunmasını yapmak üzere Yargıtay‟daki duruĢmaya katılabileceği gibi, dilerse, giderlerini kendi ödeyeceği bir avukatın yardımından da yararlanabileceği, Türkiye'de yaĢamasının ise, yasal koĢulları değiĢtirecek bir neden olmadığı görüĢüne varılmıĢtır. Avukatının ve kendisinin bulunmadığı duruĢmadan sonra Yargıtay, Pakelli'nin cezasını onamıĢtır. AĠHM‟ne göre; "Bu dava, Federal Mahkemenin duruĢma açılmasına gereksinim duyduğu ender uyuĢmazlıklardan birisidir. Temyiz edilen ceza davalarının ancak yüzde onunda duruĢmalı inceleme yapılmaktadır. Pakelli'nin temyiz gerekçelerinin kabuledilebilir nitelikte görülmesi, Federal Mahkemeyi sözel yargılama yöntemini benimsemeye zorlamıĢtır. Federal Mahkeme eğer duruĢma kararı vermeseydi, savcılık yazılı açıklama sunmakla yetinecek, bunun bir örneği de sanığa iletilecekti. Böylece sanık, temyiz aĢamasında savcılığın görüĢlerini öğ- 210 renip yanıtlama olanağını bulacaktı. Sözlü yargılama yönteminin benimsendiği bu davada, baĢvurucuya savcının duruĢmada açıkladığı savlarını inceleyip, tartıĢmak fırsatının verilmesi gerekiyordu. Federal Mahkemenin duruĢma açmasına karĢın, sanığa avukat atanmaması, davanın sonucunu etkileyebilecek nitelikte önemli bir eksikliktir. Yargıtay incelemesi duruĢma yapılmaksızın dosya üzerinden yürütülseydi, yanlar arasındaki eĢitlik bozulmayacağından, dava, belki de baĢvurucunun istemleri doğrultusunda sonuçlanabilirdi." Sonuç olarak AĠHM, yukarıdaki gerekçeyle Yargıtay'daki sözlü yargılama aĢamasında Pakelli'ye ücreti devletçe karĢılanacak bir avukatın atanmamasının SözleĢmenin 6. maddesinin 3/c bendine aykırı düĢtüğüne karar vermiĢtir. ( Pakelli/Almanya,25 Nisan 1983). E) Tanıkların Dinlenmesi ve Sorguya Çekilmesi “Sanık iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koĢullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek hakkına sahiptir.” Bu hükmün amacı hiç kuĢkusuz sanığı, tanıkların dinlenmesi hususunda iddia makamı ile eĢit düzeye koymaktır. “Tanık” sözcüğü AĠHM tarafından özerk biçimde yorumlanmaktadır. Zorunlu olarak milli hukukta tanık olarak nitelenen kiĢiler söz konusu değildir. Kolluk ya da yargı önünde gördükleri ya da bildikleri olayları anlatan kiĢiler tanıktır. Mahkemeye göre tanık, uyuĢturucu teĢekkülüne sızmıĢ bir gizli görevli, bilirkiĢi hatta Ģahsî hak davacısı olabilir. “Esas olarak delillerin tartıĢılabilmeleri için, sanık huzurunda açık olarak ortaya konulmaları gereklidir. Bu prensibin istisnası yok değildir. Ancak, bu istisna savunma haklarının korunması amacıyla kabul edilebilir. Genel kural olarak madde 6‟nın 1 ve 3-d paragrafları uyarınca, sanığa, aleyhindeki bir tanıklığa karĢı, ifade verme sırasında veya daha sonra itiraz edebilmesi için uygun ve yeterli koĢullar sağlanmalı ve tanığa soru sorabilme fırsatı sağlanmalıdır. Nitekim Mahkemenin bir çok defa belirttiği gibi, bazı koĢullarda yetkili makamların hazırlık soruĢturması safhasında alınmıĢ ifadelere baĢvurmaları gerekebilir. Sanığın, verildikleri sırada veya daha sonra bu ifadelere itiraz etmek için uygun ve yeterli fırsatı olduysa, bu ifadelerin dikkate alınması 6&3-d‟ye aykırı değildir. Ancak bir mahkumiyet kararı yalnız ve belirleyici ölçüde, sanığın ne ifade alınırken ne de sonradan soru soramadığı ya da sorduramadığı bir 211 kiĢinin ifadelerine dayanıyorsa, savunmanın hakları 6. maddenin güvencesine aykırı olarak kısıtlanmıĢ olmaktadır. “Komisyonla birlikte Mahkeme de, ilgili üç baĢvuru sahibinin suçluluğunun sabit bulunmasında, incelenen iki mahkeme kararına da belirleyici bir önem atfederek, bazı tanıkların mahkemeden önce Cumhuriyet savcısına verdikleri ve baĢvuranların PKK‟nın sözcüleri olarak hareket ettiklerine dair ifadeleri üzerine kurulduğunu tespit etmiĢtir. Ne var ki ne soruĢturma aĢamasında ne de duruĢmalar sırasında, ilgililerin bu tanıklara soru sorma ya da sordurma imkanı olmamıĢtır. Dolayısıyla, bu tanıkların inandırıcılıklarını kontrol edememiĢ ve ifadelerine dair bir kuĢku dahi belirtememiĢlerdir. Hükümetin, üç baĢvuru sahibinin, DGM huzurunda açık bir oturumda aleyhte tanıklara soru sorma taleplerini açıkça ifade etmediklerine dair tespitine gelince, Mahkeme SözleĢme tarafından güvence altına alınmıĢ bir hakkın kullanılmasından vazgeçilmiĢ olduğunun açıkça belirtilmiĢ olması gerektiğini hatırlatır. Oysa baĢvuranlar, DGM‟de olduğu gibi, Yargıtay‟da da ne hazırlık soruĢturması sürecinde ne de dava sırasında delil ikamesine imkan bulamadıklarından Ģikayet etmiĢler ve sadece savcı huzurunda alınmıĢ aleyhteki ifadelerin güvenirliğine itiraz etmiĢlerdir. 6. maddenin 1. ve 3. paragrafları, SözleĢmeyi imzalamıĢ olan Devletlerin olumlu önlemler almalarını zorunlu kılmaktadır. Bu önlemler sanığa aleyhinde ifade veren tanıklara soru sorma ya da soru sordurma hakkını sağlamayı da kapsamaktadır. Bu önlemler gerçekten de taraf Devletlerin, 6. maddenin sağladığı haklardan yararlanılmasını sağlamakta göstermeleri gereken özenle ilgilidir.” (AĠHM,Sadak ve diğerleri/Türkiye,2002 ) F. Ücretsiz Tercüman Hakkı Her sanık duruĢmada kullanılan dili anlama dıĢı veya konuĢma dıĢı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanabilir” Bu hakkı somut ve etkili kılmak amacıyla Mahkeme “bedava yardım”ın sanığın iddia makamının delillerini üretebilmek için tebellüğ etmek zorunda olduğu tüm usulî belgeleri kapsar (AĠHM, Kamasinski / Avusturya, 1989). Tercüman masrafları, mahkumiyet halinde dahi sanıktan alınamaz. (Luedicke, Belkacem ve Koc / Al- manya, 1980)121 G. Susma Hakkı Bu hüküm ve AĠHM içtihatı Yargıtay 4 ve 9’ncu Ceza Dairesi içtihatlarında da vurgulanmıĢtır. 121 212 Bu hak, 6. maddenin 2. bendi kapsamında yeralan masumiyet karinesiyle yakından bağlantılıdır. Susma ve kendi aleyhine ifade vermeme hakkı 6. maddede açıkça garanti altına alınmamakla birlikte hem bir adil yargılama garantisi hem de masumiyet karinesinin usulü sonucudur. Bu ilke Mahkeme tarafından Funke / Fransa(1993 ) davasında açıkça ifade edilmiĢ ve adil yargılamanın temel bir gereği sayılmıĢtır. Bu davada Mahkeme cezaî para cezası tehdidi altında, mükellefi idareye suçluluğunu kanıtlamaya yarayacak belgeleri sağlamayı zorunlu tutan Fransız Gümrük Kanununun 65-1 et 413 bis 1 maddelerinin uygulanmasını SözleĢmenin 6-1 et 6-2 maddelerinin ihlâlini oluĢturacağını kararlaĢtırmıĢtır. Sanığın suçlanması amacıyla, iddia makamı sayılmayan müfettiĢleri kanuni zorlama altında verdiği ifade tutanaklarının bir ceza davasına delil olarak sunulması susma hakkını ihlâl eder (Sauders/BirleĢik Krallık, 17 Aralık 1996) Örnek karar özetleri -34- “Türk hukukuna göre gözaltında verilen ikrarlara daha sonra itiraz edilmesi halinde, ikrarın hüküm açısından belirleyici bir önemi yoktur. BaĢvurucunun mahkumiyetine dair verilen 26 Haziran 1998 tarihli kararı baĢvurucunun ve savcının temyiz etmeleri üzerine, bu karar Yargıtay tarafından delil yetersizliğinden bozulmuĢ; dosya DGM'ye geri gönderilmiĢtir. Yargılama DGM'de devam etmektedir. Bu nedenle Mahkeme, baĢvurucu hakkındaki yargılamanın bütünlüğünü adillik açısından değerlendirme yapma ve DGM'nin vereceği son karar hakkında spekülasyonda bulunma durumunda değildir. Bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine” (AĠHM, Dikme / Türkiye, 11.07.2000) -35“Mahkeme, yargılamanın, baĢvuranın yakalandığı 2 Aralık 1980 tarihinde baĢlayıp halen Ankara Ağır Ceza mahkemesinde sürdüğünü gözlemlemektedir. Dolayısıyla baĢvuranın yargılaması 20 yıldan fazla bir zaman sürmektedir. "Bir yargılama sürecinin makul süreyi aĢıp aĢmadığı hususu, olayın koĢulları çerçevesinde ve Mahkeme tarafından kullanılan ölçütler; yani olayın karmaĢıklığı, baĢvurucunun tutumu ve yetkili makamların tutumuna iliĢkin unsurlar, göz önüne alınmak suretiyle değerlendirilebilecektir. (Diğer bir çok örnekle birlikte, bkz.,Kemmache / Fransa, 27 Kasım 1991,Seri A,no.218,s.27, paragraf 60). “Olayın karmaĢıklığı; Hükümet, davanın, belli nedenlerle, karmaĢık bir olaya bağlı olduğu savını ileri sürmektedir. Bir yandan, söz konusu uyuĢturucu ticaretine iliĢkin bazı hususları-özellikle uyuĢturucuların türü ve miktarına iliĢkin- açıklığa kavuĢturmanın zorunluluğu ve diğer yandan da B. Mansur'a iliĢkin ceza davasının 213 dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri göndermede Yunan makamlarının iĢbirliğini zorlayıcı ve geciktirici davranıĢları, Hükümete göre, süreyi geciktirmiĢtir. Komisyon Temsilcilerine göre ise, ileri sürülen karmaĢıklık, tamamen adlî makamlar yüzünden meydana gelmiĢ olup, aynı kiĢiye karĢı, aynı olaylar için, hem aynı Ģehrin iki ayrı ceza mahkemesinde, iki ayrı ceza davası açılmıĢ olmasından kaynaklanmaktadır. Mahkeme baĢvurucu ile aynı görüĢü paylaĢarak, Yunan makamlarından istenen belgelerin, Atina'daki Türkiye Büyükelçiliği kanalı ile gönderildiği, ancak çeĢit nedenlerle,-devletin ilgili birimleri arasında iletimsizlik ve yeminli tercüman bulunmaması gibi,- bunların zamanında elde edilemediğine ve kullanılamadığına iĢaret etmektedir. 15 Haziran 1989 tarihinde, B. Mansur, kendisine iliĢkin belgelerden birisinin tercümesini, kendisi sağlamıĢtır. Ayrıca, Edirne 1. Ağır Ceza Mahkemesi de, söz konusu kiĢiyi, Selanik Ġstinaf Mahkemesinin kararına, sanığın itiraflarına ve Adlî Tıp Kurumu tarafından gönderilen rapora dayanarak, mahkum etmiĢtir. Bu nedenlerle, sonuç olarak olayın karmaĢıklığını ileri sürmek mümkün görülmemektedir. BaĢvurucunun tutumu: Bu konuda, Mahkeme, ilgili hükümetin, sanığın yargılama sürecince tutumuna iliĢkin olarak, hiç bir eleĢtiri ve Ģikayette bulunmadığını tespit etmekle yetinmektedir. Yetkili adlî makamların tutumu: Hükümete göre, olayın sonuçlandırılması hususunda, adlî makamların yol açtığı bir gecikmeden söz etmek, kesinlikle mümkün değildir. UyuĢturucu kaçakçılığıyla mücadele konusunda, ülkelerine düĢen uluslararası sorumluluğun bilincinde olarak, ilgili makamlar, yargılama iĢlevini üstünkörü bir biçimde yerine getirmekle yetinemezlerdi, tam tersine, yargılama için kendilerine gerekli tüm belgeleri elde etmek ve kullanmak durumundaydılar. Ayrıca, 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 5 Haziran 1991'de gerçekleĢen yasal değiĢikliği B. Mansura uygulamak, yani cezanın indirilmesi ve daha önce Yunanistan‟da çekilmiĢ olan cezanın düĢülmesi hususunda da, hiç bir gecikmeye yer bırakmamıĢtır. Bu Ģekilde, ilgili kiĢi, geciktirmeden, aynı yılın 1 Temmuzunda tahliye edilme imkanından yararlanabilmiĢtir. Mahkeme ise, uyuĢturucu ticaretinin yol açtığı tehlikeleri bilmek ve bu suçla etkili biçimde mücadele etmenin gereğini kabul etmekle birlikte, bu olayda, Hükümetin ileri sürdüğü görüĢlere katılmamaktadır. SözleĢmenin 6/1. maddesi, ceza yargılamasına konu olan herkese, kendi aleyhine yöneltilen suçlamanın doğruluğu hakkında, makul bir süre içinde, kesin kararın verilmesini isteme ve elde etme hakkı tanımaktadır.(diğer bir çok örnekle birlikte, bkz, Adiletta ve diğerleri / Ġtalya,19 ġubat 1991, Serie A, no.197-E, s.65, paragra 17). Adalet sisteminin, mahkemelerin bu yükümlülüğü yerine getirebilecekleri Ģekilde düzenlenmesini gerçekleĢtirmek de, SözleĢmeci Devletlere düĢmektedir. (Bkz.Vocaturo/ Ġtalya, 24 Mayıs 1991,Seri A,no.206-c, s.32, paragraf 17). Olayda, Edirne 1.Ağır Ceza Mahkemesi, Yunanistan'da ele geçirilen maddelere iliĢkin tahlil raporunu, ancak,13 Temmuz 1990'da elde edebilmiĢ ve 6 gün sonra, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden, söz konusu belgenin tercüme edilmesi talebinde bulunmuĢtur. Daha sonra, 19 Ģubat 1991 tarihinde ise, söz konusu raporun tercümesini daha henüz elde edememiĢken, baĢka unsur ve delillere dayanarak, baĢvurucuyu mahkum etmiĢtir. 214 Mahkeme, Edirne 1. ve 2. Ağır Ceza Mahkemelerinin, her ikisinin de, daha önceden, söz konusu raporun temini hususunda direnmelerine ve gelinceye kadar duruĢmaları ertelemelerine rağmen, daha sonra bu belge gelmeden de baĢka gerekçe ve delillere dayanarak mahkumiyet kararı vermeleri yönündeki usul ve davranıĢı anlamakta zorluk çekmektedir. Sonuç olarak, SözleĢmenin 6/1 maddesi ihlâl edilmiĢtir." (Mansur/Türkiye, 8.6.1995) -36Sıkıyönetim Mahkemesi üyelerini dıĢtan gelecek baskılara karĢı koruyan güvencelerin mevcudiyetiyle ilgili olarak, mahkeme, askeri yargıçların sivil meslektaĢlarıyla aynı mesleki eğitimi aldıklarına dikkat çeker. Ayrıca, askeri yargıçlar sivil yargıçlarla aynı anayasal güvencelerden de yararlanmaktadır. Sıkıyönetim Mahkemesi üyesi oldukları süre boyunca görevden alınamayacakları gibi, rızaları olmaksızın emekliliğe de sevk edilemezler. Anayasa‟ya göre, yargıçlar bağımsız olmalıdır ve görevlerini yerine getirirlerken hiçbir makam kendilerine talimat veremez. Parg. 41) Bununla birlikte, askeri yargıçların statülerinin diğer yönleri, bağımsızlıkları ve tarafsızlıkları hakkında soru iĢaretleri uyandırmaktadır. Birincisi, askeri yargıçlar, yürütmenin emrindeki orduya tabidirler. Ġkincisi, baĢvuranların da haklı olarak iĢaret ettiği gibi, askeri hakimler askeri disiplin ve sicil değerlendirmesine tabidirler. Dolayısıyla terfi etmek için hem idari hem de yargısal üstlerinin olumlu sicil vermesine ihtiyaç duymaktadırlar. son olarak, atanmalarıyla ilgili kararlar idari makamlar ve ordu tarafından alınmaktadır. (Parag. 42) Sıkıyönetim mahkemesi heyetinde bulunan subay üye konusunda ise. Mahkeme bu üyenin, ilgili sıkıyönetim ve/veya kolordu komutanının emir komutası altında olduğunu gözlemlemektedir. Subay üye hiç bir Ģekilde bu makamlardan bağımsız değildir. Mahkeme, Sıkıyönetim Mahkemeleri‟nin Anayasal düzeni ve demokratik rejimi yıkmayı amaçlayan suçlarla ilgili davalara bakmak üzere kurulduğuna dikkat çeker. Olağanüstü yetkileri bulunan bu mahkemeler, silahlı kuvvetlerin. ülkenin “iç güvenliği”yle ilgilendiği ve bölge komutanlarının o bölgedeki Ģiddet eylemlerini bastırmak için polis yetkileri kullandığı sıkıyönetim süresince faaliyet göstermektedirler. (Parag. 43) Bununla birlikte, Mahkeme‟nin görevi. bu tür mahkemelerin bir SözleĢmeci Devlet „te kurulmasının gerekli olup olmadığını in abstractd olarak belirlemek ya da ilgili uygulamayı gözden geçirmek değil fakat. bu mahkemelerden herhangi birinin iĢleyiĢinin baĢvuranların adil yargılanma hakkının ihlalini teĢkil edip etmediğini belirlemektir. (Parag. 44) Mahkeme‟nin görüĢüne göre, izlenimler bile önemli olabilir. Tehlikede olan, demokratik bir toplumda bulunan mahkemelerin, ceza yargılaması söz konusu olduğunda, halkta, daha da önemlisi sanıkta uyandırdığı güvendir. Belli bir davada, bir mahkemenin bağımsızlığının ya da tarafsızlığıyla ilgili endiĢe duyulmasına iliĢkin meĢru bir sebebin olup olmadığının belirlenmesinde sanığın bakıĢ açısı önemlidir ama belirleyici değildir. Belirleyici olan, sanığın Ģüphelerinin nesnel olarak makul bulunabilmesidir. (Parag. 45) Bu bağlamda Mahkeme, bu davada olduğu gibi, bir mahkemenin üyeleri arasında, görevleri ve hizmet organizasyonları bakımından, taraflarda birinin hiyerarĢisine tabi üyelerin bulunması durumunda, sanık Ģahısların bu üyelerin bağımsızlığına iliĢkin makul Ģüpheler besleyebileceğini düĢünmektedir. Bu tür bir durum demokratik bir topluma uyanması gereken güveni etkileyecektir. Ayrıca, Mahkeme, bir sivilin, kısmen de 215 olsa kuvvetler mensuplarından oluĢan bir mahkemenin önüne çıkarılmak zorunda bırakılmasına büyük önem atfetmektedir. (Parag. 46) Öne sürülenler ıĢığında, Mahkeme, Devlet‟in anayasal düzenini yıkmaya çalıĢmak suçlamasıyla Sıkıyönetim Mahkemesi‟nden yargılanan baĢvuranların, iki askeri yargıç ve sıkıyönetim komutanına bağlı bir subay üyenin içinde bulunduğu bir heyet tarafından yargılanmasından dolayı haklı bir endiĢeye sahip olabileceğini düĢünmektedir. Bağımsızlıkları ve tarafsızlıklarıyla ilgili herhangi bir Ģüphenin söz konusu olmayan iki sivil yargıcın da anılan mahkeme heyetinde bulunması bu bağlamda herhangi bir değiĢiklik oluĢturmamaktadır. Sonuç olarak, baĢvuruların Sıkıyönetim Mahkemelerinin bağımsızlık ve tarafsızlıklarıyla ilgili endiĢeleri nesnel olarak mazur görülebilir. (Parag. 48) “Dolayısıyla, SözleĢme‟nin 6/1 hükmü ihlâl edilmiĢtir” (Arap Yalgın ve diğerleri / Türkiye, 25.10.2001) -37"AĠHM, bir mahkemenin SözleĢmenin 6/1 maddesi uyarınca "bağımsız sayılıp sayılmayacağını tespit etmek için, mahkeme üyelerinin tayin usulünü ve görev sürelerini, dıĢarıdan gelecek baskılara karĢı, bir korumanın bulunup bulunmadığını ve mahkemenin bağımsız bir görünüm sunup sunmadığını dikkate almak gerektiğini hatırlatmaktadır. (Örneğin bkz, Findlay/ B.Krallık, 25 ġubat 1997,1997/I, sh.281, &73) SözleĢmenin aynı hükmünce öngörülen tarafsızlık koĢulu ise ikili bir yaklaĢımla değerlendirilir. Ġlk yaklaĢım Ģu ya da bu vakada Ģu ya da bu hâkimin Ģahsî kanaatini tespit etmeye çalıĢmaya dayanır; ikinci yaklaĢım hâkimin bu bağlamda her türlü meĢru Ģüpheyi bertaraf edecek yeterli güvenceleri sağlayıp sağlamadığından emin olmaya yöneliktir. Mevcut olayda, ikinci yaklaĢımın uygun ve yerinde olduğu hususuna hiç kimse AĠHM önünde itiraz etmemiĢtir.( Bkz. Mutatis mutandis, Gautrin ve diğerleri/ Fransa,20 mayıs 1998, &58). Bununla beraber, mevcut olayda Mahkeme bu iki sorunu beraber inceleyecektir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri, biri subay olan ve askerî hakim sıfatını taĢıyan üç üyeden oluĢmaktadır. Sivil hâkimlerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı tartıĢma konusu edilmediğine göre, yapılması gereken askerî hâkimin durumunu incelemektir. AĠHM, DGM'lerde görev yapan askerî hâkimlerin statüsünün tarafsızlık ve bağımsızlık konusunda bazı güvenceler içerdiğini belirtmektedir. Örneğin, askerî hâkimler, sivil meslektaĢlarıyla aynı formasyonu izleyerek askerî hâkim statüsüne ulaĢmaktadırlar. DGM'lerde görev yapan askerî hâkimler, sivil hakimlerin sahip oldukları anayasal güvencelerle ayniyet arz eden güvencelerden yararlanmaktadırlar. Dahası, askerî hâkimler, muvafakatleri alınmadıkça ve istisnalar saklı kalmak üzere görev sürelerini bitiminden önce baĢka göreve ve yere atanamazlar. Buna karĢılık, söz konusu hâkimlerinin statüsünün baĢka özellikleri bu statü hakkında baĢka Ģüpheler uyandırmaktadır. Bunların baĢında, ilgililerin asker oluĢu ve orduya mensubiyetlerinin devam ediĢi gelmektedir; ordu ise, yürütme erkine bağlıdır. Dahası askerî hâkimlerin askerî disipline tâbiiyetleri devam etmekte ve bu hususta, ordu tarafından sicilleri tutulmaktadır. Seçilme ve atamaları ise büyük ölçüde ordunun müdahalesini gerektirmektedir. Nihayet, DGM'lerdeki görev süresi 4 yıldan ibarettir ve yenilenebilir. 216 Hükümet AĠHM'nde yapılan duruĢma sırasında DGM'lerde askerî hâkim bulunmasının tek gerekçesini, örgütlü suçla ve bu arada yasadıĢı silahlı gruplarlamücadele alanında bu hâkimlerin tartıĢma götürmez tecrübe ve yetkinlik sahibi bulunmaları olduğunu ileri sürmüĢtür. Yıllar boyu- halkın büyük güvenine sahip oldukları belirtilmesi gereken- silahlı kuvvetler ve askerî yargı, kısmen sıkıyönetim altında, demokratik ve lâik Türkiye Cumhuriyetinin bekçisi olarak görev yapmıĢlar ve sosyal, kültürel ve ahlakî sorumluluklar üstlenmiĢlerdir. Teröristlerin tehditleri sürdükçe, askerî hâkimler de, en zor görevlerden birini üstlenmiĢ olan bu uzmanlaĢmıĢ mahkemelere destek vermeyi sürdürmek durumundadırlar. Bu savlar hakkında hükme varmak -terörizmin getirdiği sorunların bilincinde olan- Mahkemenin görev alanına girmez. Gerçekten de Mahkemenin görevi sözleĢmeci bir Devlette, bu tür yargı makamları tesis etme gerekliliğini ya da ilgili uygulamayı incelemek değil, ve fakat bu mahkemelerden birinin iĢleyiĢinin baĢvuru sahibinin adil yargılanma hakkını ihlâl edip etmediğini araĢtırmaktır. Böyle bir durumda görünümler bile önem kazanabilir. Söz konusu olan, demokratik bir toplumun mahkemelerinin, baĢta ceza davası sanıkları olmak üzere yargılananlarda uyandırması gereken güvendir. Dahası Mahkeme, bir sivilin kısmen de olsa, askerlerden oluĢan bir yargı organı karĢısına çıkarılması hususuna önem vermektedir. Tüm bunlardan, Ġzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinde görev yapan bir askerî hâkimin varlığından dolayı, söz konusu mahkemenin davanın tabiatına yabancı telakkilere, haksız yere kapılabileceğinden kaygı duymakta, baĢvuru sahibinin haklı sebepleri olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu kaygılar, bir yargılama makamına özgü yetkilerin tümünü kullanmayan Yargıtay'da da giderilememiĢtir. Sonuçta, Ġzmir DGM'nin bağımsızlık ve tarafsızlığı hususunda kaygı duymak için baĢvuru sahibinin haklı sebepleri vardır. Dolayısıyla, SözleĢmenin 6/1 maddesi ihlâl edilmiĢtir. (AĠHM, Ġncal/Türkiye, 9.6.1998) -38“SoruĢturmanın süresinin makul olması, baĢta davanın karmaĢıklığı, baĢvuru sahibinin ve ilgili mercilerin tutumu olmak üzere Mahkeme‟nin emsal kararında belirtilen ölçütler dikkate alınarak değerlendirilmelidir (bkz., diğer örneklerin yanı sıra, daha önce belirtilen Kemmacche – Fransa kararı (no. 1 ve 2), s. 27, 60. Fıkra).(parag.59) 1. Davanın KarmaĢıklığı Hükümet, çok sayıda avukat tarafından savunulan on altı sanık ile ilgili delillerin kırk dosya da bulunması sebebiyle davanın oldukça karmaĢık olduğunu öne sürmüĢtür. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi bu dosyaları önceden incelemekle kalmayıp, sanıkların savunmalarını yapmalarını sağlamak üzere Bay Yağcı ve Bay Sargın‟ın avukatlarının istekleri doğrultusunda duruĢmalarda da okumak zorunda kalmıĢtır. Bu istemin gözardı edilmesi Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu‟nun 250. maddesi kapsamında kararın iptaline yol açabilecektir (parag.60). BaĢvuru sahipleri, iddia makamının belgelerin hangi suçlamalara delil teĢkil ettiğine iliĢkin bir açıklama yapmadığından dosya içeriğindeki belgelerin okunmasını istediklerini belirtmiĢlerdir. Ayrıca, belge sayısı da dikkate alınarak Bay Sargın 217 mahkemenin hızlandırılması için avukatının savcılık temsilcisi ile birlikte bu belgelerden bir ön eleme yapmasını Mahkemeye önermiĢ; bu talep mahkeme tarafından reddedilmiĢtir. Problemin sadece ilgili tarihte kurulması istenen partinin kanunlara aykırı olup olmadığının tespiti ile ilgili olması nedeniyle dava karmaĢık değildir. Bu soruĢturmanın tamamlanması için üç ay yeterli olabilecektir. Çok sayıda avukatın katılımı siyasî davalara karĢı bir protesto olarak yorumlanmalıdır.( Parag. 61) Komisyon Delegesinin kanaatine göre, davanın karmaĢık olduğu kabul edilse bile, baĢvuranların hedeflerini hiç bir zaman inkar etmemesi ve dosyanın bunların siyasî faaliyetlerine iliĢkin belgeleri içermesi sebebiyle Devlet Güvenlik Mahkemesinin olayları tespit etmesi kolaylaĢtırılmıĢtır.( Parag.62) Mahkeme 22 Ocak 1990 tarihi itibarıyla Devlet Güvenlik Mahkemesi‟nin yirmi duruĢma yaptığını ve bunlardan on altısının tamamen delillerin okunmasına ayrıldığına iĢaret etmektedir. Belge sayısı da dikkate alındığında, bu sürecin karmaĢık olduğu düĢünülemez (Parag.63). 2.BaĢvuranların tutumu Hükümet, baĢvuranların avukatlarını, alınmıĢ olan güvenlik önlemlerini protesto etmek üzere birkaç kez duruĢma salonundan ayrılarak ve dosya da ki delillere dair görüĢlerinin sunulmasına iliĢkin süreye uymayarak soruĢturmanın uzamasına neden oldukları için eleĢtirmiĢtir. Hükümet ayrıca, mahkemenin ertelenmesine iliĢkin 11 Temmuz 1990 tarihli baĢvurunun (bkz. yukarıdaki 24. paragraf) ve çeĢitli belgelerin sunulmasının oyalama taktikleri olduğunu savunmuĢtur.( Parag.64) BaĢvuranlar ilgili mahkemeler ile devamlı iĢbirliği içinde olduklarını bildirmiĢlerdir.( Parag.65) Mahkeme, 6. maddenin cezaî suç ile suçlanan bir Ģahsın adlî merciler ile etkin bir Ģekilde iĢbirliği içinde olmasını gerektirmediğini yinelemektedir (bkz. en son merci olarak, 25 ġubat 1993 tarihli Dobbertin – Fransa kararı, A Serisi, No. 256-D, s. 117, 43. fıkra). Mahkeme, Komisyon ile aynı Ģekilde, Bay Yağcı ve Bay Sargın ile avukatlarının duruĢmalardaki hareketlerinin engelleyici Ģekilde olmadığı görüĢündedir. Tüm olaylarda, baĢvuru sahipleri savunmaları dahilinde ulusal kanunların kendilerine vermiĢ olduğu kaynaklardan tam olarak faydalanmıĢ oldukları için suçlanamazlar. DuruĢmalarda hazır bulunan çok sayıda avukat ve bunların güvenlik önlemlerine karĢı olan tutumu soruĢturmayı belli ölçüde yavaĢlatmıĢ olsa dahi bunlar tek baĢına ele alındıklarında söz konusu sürenin uzunluğunu açıklamak için yeterli etken değildir.( Parag.66). 3. Adlî Mercilerin Tutumu Hükümet, adlî mercilerin savunmanın haklarını herhangi bir Ģekilde ihlâl etmeksizin davanın hızlı bir Ģekilde sonuca ulaĢtırılması için gayret gösterdiğini belirtmiĢtir. ( Parag.67). BaĢvuranlar ise, tek hedeflerinin amacı sadece kendilerini yargılamak olan “toplu yargılama” uygulaması ile, iddia makamının polisteki gözetim, adlî soruĢturma ve takibata iliĢkin süre konusunda özel kuralların uygulanmasını sağladığını savunmuĢlardır. Ayrıca, ayda ortalama bir duruĢma yapılması ile Devlet Güvenlik Mahkemesi zaruret teĢkil eden haller haricinde davaların sekiz günden uzun bir süre boyunca kesintiye uğratılmasını engelleyen Ceza Muhakemeleri Usul Kanunun 222. maddesinin sistematik olarak göz ardı edildiğini belirtmiĢlerdir. (Parag.68). Mahkeme bu durumda Devlet Güvenlik Mahkemesindeki iddia makamının amaçları konusunda herhangi bir görüĢ bildirmeyecektir. Ancak, ilgili mahkemenin 22 Ocak 1990 ile 9 Temmuz 1992 tarihleri arasında sadece bir tanesi bir buçuk gün 218 süren 20 duruĢmayı düzenli aralıklarla (30 günden az)yürütmüĢ olduğuna iĢaret etmektedir.( Parag.69). Ayrıca, Ceza Kanunun 141-43. maddelerini yürürlükten kaldıran 12 Nisan 1991 tarihli Terörle Mücadele Yasasının yürürlüğe girmesi ile (yukarıdaki 25. paragrafa bakınız) Devlet Güvenlik Mahkemesi anılan hükümlere dayandırılan suçlamalar konusunda baĢvuru sahiplerinin beraatı için altı aya yakın bir süre beklemiĢtir.(Parag.70). Sonuç olarak dava konusu cezaî takibat süresi altıncı maddenin 1. fıkrasını ihlâl etmiĢtir. (AĠHM Türkiye /Yağcı ve Sargın, 8 Haziran 1995) - 39 “AĠHM bir mahkemenin “bağımsız” olup olmadığının saptanması için, diğer sebeplerin yanında bu mahkemenin üyelerinin nasıl atandığına ve çalıĢma sürelerine, dıĢarıdan gelecek baskılara karĢı güvencelerin varlığına ve heyetin bağımsız bir görüntü verip vermediğine bakmak gerektiğini hatırlatır (bkz. Bryan/BirleĢik Krallık, 22 Kasım 1995, Seri A. no. 335-A, s. 15, § 37). "Tarafsızlık” sorununun iki ayrı görünümü vardır. Ġlk olarak, mahkeme öznel olarak kiĢisel önyargılardan arınmıĢ olmalıdır. Ġkinci olarak, nesnel açıdan tarafsız olmalıdır, yani, bu açıdan makul olabilecek tüm Ģüpheleri ortadan kaldıracak güvenceler sunmalıdır (bkz. Pullar/BirleĢik Krallık, 10 Haziran 1996, Reports of Judgements and Decisions-1996, s. ..., § 30) Bağımsızlık ve nesnel tarafsızlık kavramları çok yakından ilgilidir ve AĠHM bu davayla ilgili oldukları ölçüde bunları birlikte inceleyecektir.(Parag.73). AĠHM o tarihte uygulanan kurallara göre sorumluluğu gereği, Bay Findlay‟in davasında duruĢma öncesi dönemde önemli bir rol oynadığını gözlemlemektedir. Bu subay, hangi suçlamaların yapılması gerektiğine ve hangi tip askeri mahkemenin uygun olacağına karar vermiĢtir. Askerî mahkemeyi toplamıĢ ve mahkemenin üyelerini, kovuĢturma ve savunma subaylarını atamıĢtır (bkz. Paragraf 14-15 ve 36-37 yukarıda). Yürürlükteki kurallara göre, daha sonra kovuĢturma subayı ve askerî hukuk müĢavirine olayların bir özetini gönderme görevi verilmiĢ ve kabul edilemez bölümleri belirtme imkanına sahip olmuĢtur. kovuĢturma istenenlerle, savunma tarafından istenilenlerden “makul olan” tanıkların duruĢmaya katılmasını sağlamıĢtır. KovuĢturma subayının sanığın daha düĢük bir suçla kovuĢturma talebini kabul edebilmesi için onun mutabakatı zorunlu olduğu gibi isnat geri alınmadan önce de genellikle bu mutabakat aranmaktadır (bkz. paragraf 38 ve 39 yukarıda). Bu nedenlerle AĠHM, Komisyon gibi, toplantı subayının Bay Findlay‟in kovuĢturmasında merkezi bir yere sahip olduğunu ve kovuĢturma makamları ile yakın iliĢkide olduğunu düĢünmektedir. .(Parag.74). Bunun sonucu olarak, askerî mahkeme üyelerinin toplantı subayına karĢı bağımsız olup olmadığı ve yargılamanın örgütlenmesinin tarafsızlık için uygun güvenceler getirip getirmediği sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan da AĠHM Komisyon‟un endiĢelerini paylaĢmaktadır. Askerî mahkemenin tüm üyelerinin toplantı subayı tarafından atanması, onun astı olması dikkate değer bir husustur. BaĢkan da dahil üyelerin çoğu, doğrudan veya sonuç olarak onun emrindedir (bkz. paragraf 16 yukarıda). Bunun da ötesinde, toplantı subayı, 219 önceden gösterilmiĢ Ģartlar altında bile olsa, askerĠ mahkemeyi yargılama öncesi veya esnasında dağıtabilmektedir (bkz. paragraf 40 yukarıda).(Parag.75). Mahkemenin bağımsızlığına ve tarafsızlığına güveni devam ettirmek için, görünüm de önemli olabilir. Bay Findlay‟in davasında karar veren askeri mahkemenin tüm üyeleri toplantı subayının astı olduğu için ve kendini emir komuta zinciri altında hissettiği için, Bay Findlay‟in mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili Ģüpheleri nesnel olarak kanıtlanabilir (bkz, mutatis mutandis, Sramek/Avusturya, 22 Ekim 1984, Seri A. no. 84, s. 20, § 42) .(Parag.76). Bunun yanında, AĠHM toplantı subayının aynı zamanda “onama subayı” olarak çalıĢmasını da önemli bulmaktadır. Nitekim, askeri mahkemenin kararı onun tarafından onaylanana kadar yürürlüğe girmemekte, ve aynı kiĢi verilen cezayı kendi uygun gördüğü bir baĢka ceza ile değiĢtirebilmektedir (bkz. paragraf 48 yukarıda). Bu “mahkeme” kavramının doğasında olan ve madde 6 § 1‟in gerektirdiği bağımsızlığın bir bileĢeni olarak görülebilen, yargıya dahil olmayan bir makam tarafından değiĢtirilemeyen bağlayıcı karar verme yetkisine sahip olma ilkesine aykırıdır (bkz. mutatis mutandis, Van de Hurk/Hollanda, 19 Nisan 1994, Seri A. no. 288, s. 16, § 45). (Parag.77). AĠHM, bunun ötesinde, askerî yargı sistemindeki bu temel kusurların, kendisi mahkemenin üyesi olmayan ve tavsiyeleri alenî olarak açıklanmayan hukuk müĢavirinin bulunması (bkz. paragraf 45-46 yukarıda) veya mahkeme heyeti tarafından edilen yemin (bkz. paragraf 35 yukarıda) gibi güvencelerle de düzeltilmediği konusunda Komisyon‟a katılmaktadır. .(Parag.78). Yukarıda anılan (paragraf 75 ve 77) eksiklikler sonradan inceleme makamları tarafından da düzeltilmemiĢtir. BaĢvurucunun yargılanması hem iç hem SözleĢme hukuku tarafından “cezaî” olarak sınıflandırılan önemli suçlamaları ilgilendirdiğinden, baĢvurucu 6 § 1. maddenin tüm gereklerini yerine getiren bir ilk derece mahkemesi tarafından yargılanma hakkına sahiptir (bkz. De Cub-ber/Belçika, 26 Ekim 1984, Seri A. no. 86, s. 16-18, § 31-32). .(Parag.79). Tüm bu gerekçelerden dolayı, ve özellikle askeri mahkemenin örgütlenmesinde toplantı subayının oynadığı rol gerekçesiyle, AĠHM Bay Findlay‟in davası ile ilgili mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına iliĢkin Ģüphelerinin nesnel olarak doğrulandığını düĢünmektedir. Yukarıdaki durum karĢısında, baĢvurucunun madde 6 § 1‟e dayanarak yaptığı diğer Ģikayetleri, yani “kanunla kurulmuĢ bir mahkeme” tarafından “alenî olarak yargılanmadığı” Ģikayetlerini incelemeye gerek yoktur. Sonuç olarak, SözleĢmenin 6 § 1. maddesinin ihlâli vardır. (Parag.80). ( Findlay/BirleĢik Krallık ,25 ġubat 1997 ) - 40 “A. Madde 6/1'in Uygulanabilirliği Mahkeme, söz konusu döneminde memur olan baĢvurucunun, SözleĢme'nin 6/1 maddesindeki koruma önlemlerine dayanabileceği hususunun tartıĢılmadığına dikkat çeker. Mahkeme, statüsüne rağmen baĢvurucunun kamu hukuku tarafından tevdi edilen yetkileri ve devletin ve diğer kamu görevlilerinin genel çıkarlarını korumak için oluĢturulan görevlerinin kullanılmasına doğrudan veya dolaylı katılımını içeren bir görevde bulunmadığı için, aksi yönde düĢünmek için herhangi bir sebep görmemektedir. Madde 6/1, uygulanabilir bulunmuĢtur.(Parag.25). B. Madde 6/1'e Uygunluk 220 Hükümet yargılamanın, tarafların muhtelif derecelerde değiĢik iç hukuk yollarına baĢvurmalarını içeren karmaĢık bir süreç olduğunu belirtmiĢtir. Hükümet, bu sürecin baĢvurucunun iĢlemleri baĢlattığı tarih olan 4 Mart 1988'de baĢladığını ve DanıĢtay 8. dairesinin Üniversite Rektörlüğünün karar düzeltme talebini reddettiği 23 Mart 1995 tarihinde de bittiğini belirterek, bu sürenin yarısının baĢvuranın açtığı davalar ve bunların yürütülmesiyle geçtiğini öne sürmüĢtür. Dahası Hükümet, Üniversite yetkililerinin yanı sıra ilgili dönemde on dörtten fazla karar veren yerel mahkemelerin de makul olmayan bir gecikmeyle suçlanamayacağını belirtmiĢtir. (Parag.26). BaĢvurucu yetkililerin, görevden hukuk dıĢı olarak uzaklaĢtırıldığına iliĢkin Ģikayetini onaylayan Kayseri Ġdare Mahkemesi'nin ilk kararına uymadığını belirtmektedir. Yetkililerin yargı kararlarına uymamasının, kendisini bu kararların gereklerini yerine getirmek için temyiz sürecine baĢvurmak zorunda bıraktığını ve temyize gitme hakkını kullandığı için hatalı bulunamayacağını öne sürmektedir. BaĢvurucuya göre, olağandıĢı olduğunu düĢünmediği yargılamanın uzunluğu kendi sorumluluğu olarak görülemez. (Parag.27). Mahkeme, baĢvurucunun söz konusu yargılamanın uzunluğunun 'olağandıĢı' olmadığını kabul ettiğini müĢahede etmektedir. BaĢvurucu görüĢünde, yetkililerin kendi lehine verilen ilk karara uymamalarının, kendisini bu kararın uygulanmasını sağlamak için çeĢitli vesilelerle mahkemelere tekrar baĢvurmak zorunda bıraktığını belirtmiĢtir. (Parag.28). Mahkeme, SözleĢme'nin 6/1 maddesi tarafından güvence altına alınan dava açma hakkının, bir SözleĢmeci Devlet'in iç hukuk sistemi, taraflardan birinin zararına olarak, kesin ve bağlayıcı yargısal kararın yürütülmesini sağlamadığı takdirde, aldatıcı olacağını düĢünmektedir. SözleĢme'nin 6/1 maddesinin, yargı kararlarının uygulanmasını korumaksızın davacılara ayrıntılı usuli güvenceler getirmesi gerektiği Ģeklinde düĢünülmesi mümkün değildir (bkz. 19 Mart 1997 tarihli HornyYunanistan kararı, R.D. 1997-II. s. 510-511, §40). (Parag.29). Mahkeme, baĢvurucunun Ģikayetinin, üniversite yetkililerinin yerel bir mahkemenin nihai kararının gereğini yerine getirmemesine iliĢkin olmadığına dikkat çekmektedir. BaĢvurucunun dayanak olarak gösterdiği Kayseri Ġdare Mahkemesi'nin 6 Aralık 1989 tarihli kararı, kendisinin iĢverene yönelik haklarını sona erdirici nitelikte olmayıp, DanıĢtay 8. Dairesi'nin 23 Mart 1995 tarihli, üniversitenin 27 Haziran 1994 tarihinde yapmıĢ olduğu karar düzeltme talebini reddettiği kararla sonuçlanan temyiz ve karĢı temyiz sürecinin ilk aĢamasını teĢkil etmektedir (bkz. 17. paragraf) (Parag.30). Mahkeme, baĢvurucu tarafından Ģikayet konusu edilen bir durumu bütünüyle SözleĢme'nin ıĢığında değerlendirmek zorunda olduğunu hatırlatır. Bu görevi yerine getirirken kendisine sunulan kanıtlar uyarınca baĢvurucudan değiĢik bir hukukî çıkarıma varmakta da özgürdür (örneğin, bkz. 6 Kasım 1980 tarihli Gazzardi-Ġtalya kararı, A Serisi no. 39, S. 23, §63). (Parag.31). Bunu göz önünde bulunduran Mahkeme, baĢvurucunun davasını, m. 6/1'de öngörülen 'makul süre' gerekliliğine uygunluk açısından inceleyecektir. Bu bağlamda Mahkeme, baĢvurucunun Ģikayetinin davalı Hükümet'e bu baĢlık altında bildirildiğine ve tarafların da görüĢlerini buna göre hazırladığına dikkat çeker. (Parag.32). Mahkeme baĢvurucunun iddiasının nihai olarak belirlenmesi için geçen sürenin makuliyetini, Mahkeme'nin genel kriterleri uyarınca değerlendirecektir. Bu kriterler davanın karmaĢıklığı, baĢvurucu ve ilgili yetkililerin davayı takibi ve 221 uyuĢmazlıkta baĢvurucunun tehlikedeki çıkarıdır (bkz. no. 30979/96, AĠHM 2000, Frydlender-France (GC). (Parag.33). Bu bağlamda Mahkeme, baĢvurucunun hakkının arama sürecinin 4 Mart 1988'de Üniversite yönetimini dava etmesiyle baĢladığını ve 7 Aralık 1995'te Üniversite yönetiminin göreve iade edildiğine iliĢkin yazısıyla son bulduğuna dikkat çeker. Mahkeme, Hükümet'in yargılama sürecinin, DanıĢtay'ın üniversitenin karar düzeltme talebini reddettiği tarihte sona erdiğine iliĢkin itirazına katılmamaktadır. Mahkeme'nin kanaatine göre, kararın gereğinin yerine getirilmesindeki gecikme de yargılamanın uzunluğuna eklenmelidir. (Parag.34). Bu yedi buçuk yıllık süre istisnai bir biçimde uzundur ve daha yakın bir incelemeye layıktır. Bu sürenin uzunluğu, hiçbir biçimde, dava konusunun karmaĢıklığı, üniversite ve baĢvurucuya iç hukuk yollarının tanımıĢ olduğu karĢılıklı temyiz yollarının kullanılması gibi kavramlarla açıklanamaz. Mahkeme, her iki tarafın da baĢvurduğu iç hukuk mahkemelerinin kararlarını göreceli olarak hızlı verdiğine de dikkat çeker. (Parag.35). Mahkeme, iĢle ilgili ihtilafların doğaları gereği, iĢten çıkarılması nedeniyle geçim kaynaklarını yitirecek olan ilgili kiĢi bakımından doğuracağı tehlikeler karĢısında hızlı karar verilmesi gerektiğini hatırlatır (üstte adı geçen Frydlendler kararı §45). Mahkemeye göre, iĢbu davada asıl sorun baĢvurucunun alanında akademik ve araĢtırmacı yeterliliğe sahip olup olmadığıdır. Basit bir iĢveren-iĢçi uyuĢmazlığının bu kadar uzun sürmesi, bu tür davalarda, iç hukuk sisteminin etkinliği sorununu akla getirmelidir. Davalı Hükümet'in öne sürdüğü gibi tarafların baĢvurabileceği birçok iç hukuk yolunun bulunması, ilke olarak kiĢi haklarının korunmasına uygun olarak değerlendirilebilmesine karĢın, bu durum, yetkilileri SözleĢme'nin 6/1 maddesi uyarınca üstlendikleri hukuk sistemlerini, mahkemelerin makul bir süre içinde karar vermek de dahil olmak üzere yükümlülüklerini yerine getirecek Ģekilde düzenleme görevinden muaf tutmaz (bkz. Üstte adı geçen Frydlender kararı, §45). BaĢvurucu yargılama sürecinin uzunluğunun 'olağandıĢı' olmadığını düĢünse de bu süre SözleĢme'nin 6/1 maddesi anlamında makul olarak değerlendirilemez. (Parag.36). Mahkeme, sürenin uzunluğunun aĢırı olması nedeniyle SözleĢmenin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıĢtır. (Parag.37). (AĠHM,Büker /Türkiye(29921/96) VI.CEZALARIN KANUNĠLĠĞĠ (Madde 7) Maddeye göre; “1. Hiç kimse, iĢlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun iĢlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. 2. Bu madde, iĢlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmal ile suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir.” SözleĢmenin 7/1. maddesi, bireyin fiili iĢlediği zaman hukuken mevcut olmayan bir cezaî suçtan dolayı cezaya çarptırılmamasını garanti altına almaktadır. Maddede ceza hukukunun bir çok ülke tarafından tanınan temel prensipleri ifade edilmiĢtir. Maddenin 222 önemi 15/2. maddeyle 7. maddenin olağanüstü hallerde askıya alınmasının yasaklanması ile vurgulanmıĢtır. 7/1. maddenin iĢaret ettiği temel ilkeler Ģunlardır: suçların kanuniliği, suçların geriye yürümezliği, cezaların kanuniliği, cezaların geriye yürümezliği.122 Madde ayrıca bireye suçun iĢlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilmesini yasaklamaktadır. VatandaĢa tam bir koruma sağlamak için suç ve ceza terimlerini otonom (özerk) biçimde yorumlamak gerekir. Mahkeme bir fiilin suç sayılıp sayılmayacağına karar verirken aĢağıdaki faktörleri göz önüne almaktadır: suçun ulusal tasnifi, suçun niteliği ve ilgilinin çarptırılma riski taĢıdığı yaptırımın seviyesi. Mahkemeye göre, 7. madde anlamında "ceza" ilgilinin suçu iĢlediği anda maruz kaldığı her türlü ihlâli potansiyel olarak kapsayan geniĢ bir kavramdır. Örneğin Welch/Ġngiltere(1995) davasında Mahkeme, 1986 yılında iĢlediği uyuĢturucu suçundan 1998 yılında mahkum olan baĢvurucunun, 1987 yılında yürürlüğe giren bir yasaya dayanarak feri bir ceza olarak baĢvurucunun 6 yıl içinde sahip olduğu malvarlığını, uyuĢturucudan elde edildiğini ispat etmediğinden müsaderesine karar vermesinin 7. maddenin ihlâlini oluĢturduğu kararına varmıĢtır. Keza, Jamil / Fransa (1995) kararında, Mahkeme, ilgili tarafından bir gümrük para cezasının ödenmemesi nedeniyle ilk suçun iĢlendiği zaman izin verilen maksimum ceza 4 ay olmasına rağmen 20 ay hapis cezası verilmesini 7. maddeyi ihlâl ettiğini belirtmiĢtir. Ancak Mahkemenin Norris davasında(AĠHM,26 Ekim 1988, série A, no 142, parag 33) vurguladığı gibi, bir kanunun eskimesi ilgasına denk değildir: Uzun zaman uygulanmamıĢ olsa da yürürlükten kaldırılmamıĢ bir kanun her zaman, mesela siyasî bir değiĢikli vesilesiyle yeniden uygulanabilir. Suçların yasallığı prensibi suçların fazla geniĢ olmayacak Ģekilde yorumlanmasını da içermektedir. Maddenin 2. fıkrası hükmü ise, Nünberg ve Tokyo yargılamaların etkisi ile konulmuĢtur. Böylece, II. Dünya SavaĢından sonra oluĢturulan mahkemeler haklı kılınmak istenilmiĢtir. Örnek karar özetleri -41- 122 PRADEL - CORSTENS, s.315. 223 “Mahkeme hukukun üstünlüğü ilkesinin önemli bir unsurunu oluĢturan 7. madde ile sağlanan garantilerin, SözleĢme sistemi içinde önemli bir yere sahip olduğunu ve 15. madde gereğince savaĢ ve olağanüstü hal durumlarında da bu güvencelerden vazgeçilemeyeceğini hatırlatmıĢtır. Ġlgili madde amacı ve hedefi doğrultusunda keyfi yargılama, hüküm ve ceza verme karĢısında etkili güvenceleri sağlayacak Ģekilde anlaĢılmalı ve uygulanmalıdır, (bkz. sırası ile 22 Kasım 1995 tarihli S.W. ve C.R./ Ġngiltere Kararı, Dizi A, no 335-C, s. 42-43, prg. 35, ve s. 68-69, prg. 33 )(Parag.29). Mahkemenin içtihatlarına göre, SözleĢmenin 7. maddesi kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini içermekte (nullum erimen, nulla poena sine lege) ve ayrıca ilgili kimsenin zararına olacak Ģekilde ceza kanununun geriye dönük olarak uygulanmasını yasaklamaktadır (bkz. 25 Mayıs 1993 tarihli Kokkinakis/Yunanistan Kararı, Dizi A, no 260-A, s. 22, prg.52).(Parag.30). 2. Kanunun Geriye Dönük Olarak Uygulanması Mahkeme, nulla poena sine lege kuralının bu dava ile ilgili olduğu; çünkü baĢvuranlara suçun iĢlendiği tarihte verilmesi gereken cezadan daha ağır bir ceza verildiği görüĢündedirler. (Parag.31.) Mahkeme, bu davada Türk Ceza Kanunu'nun 169. maddesinde belirlenen suç açısından baĢvuranların yargılanması ve cezalandırılmasının tartıĢma konusu olmadığını belirtmiĢtir. Çözümlenmesi gereken tek sorun, 7. maddenin 1. paragrafına aykırı surette ex postfacto ceza oluĢturacak Ģekilde, 1991 tarihli kanunun yürürlüğe girmesinden önce iĢlenen suçlara uygulanıp uygulanmadığıdır. (Parag.32.) Mahkeme, Hükümet'in baĢvuranların iĢledikleri suçun Türk Ceza Kanunu'nun 169. maddesine göre devam eden bir nitelik taĢıdığını savunduğuna dikkat çekmiĢtir, (bkz. 19. prg). Bu anlayıĢla Mahkeme, iĢlenen suçun süreklilik niteliği taĢımasının, ilgili suçun belli bir zaman dilimi içinde iĢlendiği anlamını taĢıdığı sonucuna varmıĢtır. Mahkemenin görüĢüne göre bir kimse süreklilik niteliği taĢıyan bir suçu iĢlemekle itham edildiği zaman yasal kesinlik kuralı söz konusu suçu oluĢturan fiillerin iddianamede açıkça belirtilmesini gerektirmektedir, (bkz. mutatis mutandis, Pelissier ve Sassi/ Fransa (GC), prg. 51, no 25444/94, ECHR, 1999-11 ) Ayrıca, ulusal mahkeme tarafından verilen karar, davalı hakkında verilen hükmün ve cezanın süreklilik niteliği taĢıyan bir suç unsuru taĢıdığının yargılama ile ortaya çıktığı bulgusunu açıkça ortaya koymalıdır. (Parag.33.) Bu bağlamda Mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemesi BaĢsavcısı'nın iddianamede baĢvuranları "1988 ve 1989 yılları arasında iĢlenen suçlarla" suçladığını gözlemlemiĢtir. Ayrıca, Devlet Güvenlik Mahkemesi 12 Mayıs 1994 tarihli kararında baĢvuranların 1988 ve 1989 yılları arasındaki fiillerinden dolayı suçladığını belirtmiĢtir. Devlet Güvenlik Mahkemesi verdiği kararın hiçbir yerinde baĢvuranları 1989'dan sonra iĢlenen fiillerden dolayı suçlamamıĢtır. Mahkeme (AĠHM), bu verilerden yola çıkarak baĢvuranların 1988 ve 1989 yıllarında veya iki tarih arasında iĢlendiği iddia edilen suçlardan dolayı yargılandıklarını gözlemlemiĢtir. Hükümet'in iddialarının aksine Mahkeme, 1988 ve 1989 yıllarının söz konusu fiillerin gerçekleĢmeye baĢladığı tarih olarak kabul edilemeyeceği görüĢündedir. (Parag.34.) Mahkeme, baĢvuranların Ağustos 1993 tarihine kadar PKK ile iliĢkilerinin devam ettiğini kanıtlamak için Hükümet'in iddialarını ġırnak Merkez Jandarma Komutanlığı'nda gözaltında iken verilen ifadelere ve itiraflara dayandırdığını belirtmiĢtir. Hükümet, ayrıca eski bir PKK militanının ifadesine dayanarak, baĢvuranların 1989 yılından sonra da eylemlerine devam ettiklerini vurgulamıĢtır. (Parag.35.) Ancak Mahkemenin görüĢüne göre, sadece 1988 ve 1989 yılları ile ilgili olan iddianame göz önüne alındığında, devam eden suça iliĢkin bu tür kanıtların sunulması iddianame ile uyumlu değildir. BaĢvuranların savunmalarını iddianameye cevaben 224 ve suçlu bulundukları takdirde verilecek cezaya karĢı kendilerini savunmak için hazırladıkları düĢünülebilir. Ayrıca Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararından, 1989 yılından sonra iĢlenen suçlar sebebiyle mahkum edildikleri Ģeklinde bir sonuç çıkmamaktadır. Ġlk Derece Mahkemesi kararının odak noktasının 1988 ve 1989 yılları arasındaki eylemler olduğu görüĢü paylaĢılmaktadır. Mahkeme ayrıca 1991 Kanunu gereğince yargılanan diğer kimseler bağlamında, söz konusu davalarla ilgili iddianamelerde suç niteliğindeki eylemlerin tarihinin kesin olarak belirtildiğini dikkate almalıdır, (bkz. yukarıdaki 26. prg). Bu Ģartlar altında Mahkeme, baĢvuranların 1991 tarihli yasa gereğince, verilmesi gerekenden daha ağır bir ceza ile cezalandırıldıkları sonucuna varmıĢtır. (Parag.36.) Bu yüzden 7. maddenin l. paragrafı ihlâl edilmiĢtir. (Parag.37.) (Ecer ve Zeyrek/Türkiye, 27 ġubat 2001) -42"BaĢvurucular asıl olarak kendi dinini benimsetmeye çalıĢmaya iliĢkin Yunan yasasının yeterince açık ifadeler içermediğinden ve bu yasanın kendilerine uygulanmasının din özgürlüklerini kullanmalarına haksız bir müdahale oluĢturduğundan Ģikayetçi olmuĢlardır. Mahkeme 25 mayıs 1993 tarihli Kokkinakis /Yunanistan kararındaki 4. Bölümün içerdiği baĢkalarına kendi dinini benimsetmeye çalıĢma suçunun tanımının, onu yorumlayan ve uygulayan ulusal içtihadın yerleĢik yapısıyla birlikte, SözleĢmenin 7. maddesinin içerdiği öngörülebilirlilik ve kesinlik koĢullarıyla bağdaĢtığı bulgusunu hatırlatır. Mahkeme, Yunan hukukundaki durumun açıklığının, bu değerlendirmeden sonraki beĢ yıldan az süre içinde herhangi bir biçimde azaldığına ikna olmamıĢtır. AĢırı katılıktan kaçınma ve değiĢen koĢullara ayak uydurma gereksiniminin bir çok yasanın kaçınılmaz olarak, az ya da çok, muğlak terimlerle ifade edilmesi anlamına geldiğini akılda tutarak Mahkeme, daha önceki kararını değiĢtirmek için bir neden görmemiĢtir. Mahkeme bu nedenle SözleĢmenin 7. maddesinin ihlâl edilmediğini kabul etmiĢtir." (AĠHM, Larissis ve diğerleri/Yunanistan, 24 .2.1998, Seri A,1998-I) VII. ÖZEL HAYATIN VE AĠLE HAYATININ KORUNMASI (Madde8) Maddeye göre; “1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleĢmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. 2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç iĢlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya baĢkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüĢ olmak koĢuluyla söz konusu olabilir.” 1.GENEL OLARAK SözleĢmenin özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı ile ilgili 8. maddesinin kapsamı oldukça geniĢtir ve içtihat hukukunda 225 yeterince iĢlenmemiĢtir. Bu hüküm, bireyi, fiziksel veya ruhsal bütünlüğüne ya da moral veya entellektüel özgürlüğüne yönelik ya da onur ve Ģerefine kasteden saldırılara; kiĢinin adının ve kimliğinin kullanılmasına; izleniyor veya taciz ediliyor olmasına ve meslekî gizlilik gereği koruma altındaki bilgilerin açığa vurulmasına karĢı korur.123 8. madde, devlete, bireyler için bu hakları sağlama ve onları bu haklarından yararlanmaktan alıkoyacak diğer özel kiĢilerin faaliyetlerine karĢı koruma pozitif yükümlülüğünü getirir. Bu madde ayrıca, devlete, keyfî eylemlerden kaçınma negatif yükümlülüğünü getirir. Bu madde aynı zamanda, maddenin 2. bendi çerçevesinde yapılacak müdahalelere meĢruiyet sağlar. Bu madde, özel hayata yönelik yasal olmayan müdahaleleri sınırlamaya yönelik bir hükümdür. Mahkeme içtihatlarında bu hükmün genellikle 12 maddeyle birlikte değerlendirildiği görülmektedir. Diğer yandan, 1 Nolu Protokolün 2. maddesi de açık bir Ģekilde özel hayat ve aile hayatını ilgilendiren konuları düzenlemektedir. Örneğin anılan hüküm çerçevesinde çocukların eğitimi açısından alınacak bir tedbir, kaçınılmaz bir Ģekilde aile hayatını da etkileyecektir. Çocukların ailelerinden keyfi bir Ģekilde alınarak bir okula veya kuruma yerleĢtirilmeleri halinde, bunun aile hayatını da etkileyeceği tabiidir. Aynı Ģekilde, eĢlerin eĢitliğini, birbirleriyle ve çocuklarıyla iliĢkilerini düzenleyen 7 nolu protokolün 5. maddesi de, 8. maddeyle yakından ilgilidir. Maddenin esas amacı, “Bireyi kamu makamlarının keyfi uygulamalarına karĢı korumak olmasına rağmen mahkeme, bu maddenin içindeki değerlere etkili bir biçimde saygı gösterilmesinin doğasında yatan pozitif yükümlülükler de olabileceğini belirtmiĢtir (Kroon/hollanda, 1994). Mahkemeye göre, pozitif bir yükümlülüğün olup olmadığını belirlemek için Devlet, toplumun genel çıkarları ve bireyin çıkarları arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığına bakmalıdır. Maddenin 1. fıkrasında geçen herkes ifadesine, hükümlü ve tutuklular da dahildir. Bu hükme göre, kamu makamları kiĢinin özel hayatına saygı göstererek her türlü müdahaleden kaçınmakla yükümlüdürler. Mahkemeye göre özel hayata müdahale sayılan bazı haller Ģunlardır: Velu, “The European Convention on Human Rights and the Right to Respect for Private Life, the Home and Communications”, aktaran A. Robertson, Privacy and Human Rights, Manchester, 1973. 123 226 -Telefon konuĢmalarının dinlenmesi, kaydı ve konuĢulan numaraların tespiti, -Bireyin cinsel hayatı, -Bireyin kiĢiliğine iliĢkin özel bilgilerin toplanması, gereğinde kullanılması, -Suç kovuĢturması amacıyla da olsa, bireye ait özel evrakın aranması ve zaptı iĢlemleri. 2.TELEFON DĠNLEMELERĠ Klass / Almanya (1978) kararında, Ģikayetçiler, Alman Anayasasının 10. maddesine göre çıkartılmıĢ olan 13.8.1968 tarihli kanunun (G 10), bazı Ģartlar altında, telekomünikasyon araçları ile yapılan haberleĢmenin gizliliğinin kaldırılmasına imkan tanıdığını, posta gönderilerinin açılması, telefon mesajlarının okunması, telefon konuĢmalarının kayıt edilip dinlenmesi konularında bazı kamu makamlarına yetki verdiğini, bunun ise SözleĢmenin 8/1 hükmünde yer alan özel hayatın gizliliği hakkını ihlâl ettiğini ileri sürmüĢlerdir. AĠHM, her Ģeyden önce, SözleĢme metninde telefon iletiĢiminin açıkça zikredilmemiĢ olmasına rağmen, bu aracın özel hayatın bir parçasını oluĢturduğunu ortaya koyduktan sonra, bu hürriyete kanunla getirilmiĢ olan sınırlamanın, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirlerden sayılıp sayılmayacağı sorununu incelemiĢ ve konuya özellikle iki önemli noktadan yaklaĢmıĢtır: Casusluk ve denetim alanındaki teknolojik ilerlemeler ve demokratik toplumu tehdit eden terörizm ile özel hayatın gizliliğinin korunması. Mahkeme, Demokratik toplumun korunması konusunda, taraf devlete, gerekli gördüğü önlemleri almakta bir takdir marjı bırakılması zorunluluğunun altını çizmektedir. Bununla birlikte demokrasiyi koruma gerekliliği ve gerekçesi altında, yasanın birey hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırma aracına dönüĢümünün engellenmesi bakımından fertlere gerekli güvencelerin sağlanması gereğini de vurgulamaktadır. Diğer taraftan Mahkemeye göre, Alman Kanunu, telefon dinlemelerini birtakım esaslara bağlamaktadır. Ciddi kuĢkuların varlığı, baĢka türlü bilgi ve delil elde etme imkansızlığı, tedbirin yalnızca ciddî anlamda Ģüphelenilen Ģahıslar ve bağlantı içerisinde olduğu kiĢilerle sınırlı oluĢu, elde edilen kayıtların yönetimi ve denetimi, bunların incelenmesi ve denetimiyle görevli ve beĢ milletvekilinden oluĢan ve Parlamentoca seçilen iki organa (komisyon ve komite) yer vermekte, ayrıcada ilgililere, a posteriori bir yargı yolu tanımakta yani ilgiliye, hakkındaki tedbirin sona erdirildiği andan itibaren yargı denetimini iĢletilebilmesi imkanı sağlamaktadır. ĠĢte bu esaslara dayalı olarak Mahkeme, bu davada idarî makamlara telefon dinleme yetkisi tanıyan kanun 227 hükümlerinin sözleĢmenin 8/2 hükmünde yer alan sınırlama sebeplerine uygun düĢtüğü sonucuna varmıĢtır. Malone/Ġngiltere baĢvurusuna konu sorunun kaynağı, Ġngiltere ĠçiĢleri Bakanlığının suçların önlenmesi ve açığa çıkarılması için polise sınırsız olarak telefon dinleme imkanı tanınmasına iliĢkin yetkilendirmesidir. Mahkeme bu davada, haberleĢmenin gizliliği hakkına müdahalenin ancak kanun yoluyla öngörülmesi, gereğini vurguladıktan sonra, "kanunun, özel hayata ve haberleĢmenin gizliliğine saygı bağlamında kullandığı terimler yeterince açık olmalıdır. Hangi durumlarda ve Ģartlar altında kamu otoritelerinin bu gizliliği kaldırabileceği yetkisi açıkça gösterilmelidir" diyerek, telefon dinlenilmesine iliĢkin olarak polise tanınmıĢ olan bu yetkilendirmenin açık ve belirgin olmadığını, kimleri kapsamına aldığı, hangi durum ve Ģartlarda nasıl uygulanacağına dair bilgiler içermediğini ve böylece demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğü gereği olan kiĢiye asgarî derecede bir hukukî güvence tanımadığını," dolayısıyla SözleĢmenin 8/2 hükmü anlamında kanunla öngörülme Ģartının gerçekleĢmemiĢ olduğuna karar vermiĢtir. Huving ve Kruslin kararlarında aynı gün Fransa SözleĢmeyi ihlâlden dolayı iki kez mahkum edilmiĢtir. Bunlardan Huving davasına konu olayda, ticaretle uğraĢan Huving çiftine vergi kaçakçılığı yaptıkları isnadında bulunulur ve iki gün süreyle telefonları dinlemeye alınır. Kruslin davasına konu olayda ise, Kruslin adlı Ģahıs, Terrrieux adlı bir kiĢinin evinde misafir olarak bulunduğu sırada, dinleme altında bulunan bu kiĢinin evinden yapmıĢ olduğu telefon konuĢmasından elde edilen kayıtlar esas alınarak ömür boyu mahkumiyet cezası alır. Adı geçen Ģahıslar, telefonlarının dinlenmiĢ olması nedeniyle özel hayatlarının gizliliği hakkının ihlâl edildiği gerekçesiyle baĢvuruda bulunurlar. Mahkeme, bu davalarda, yargısal telefon dinleme konusuna açıklık getirmeye çalıĢmıĢtır. Fransa, Ceza Usul Kanunundaki maddelerde böyle bir yetkinin bulunduğunu ve ayrıca içtihatlarında desteklendiğini ileri sürmüĢtür. Ancak Mahkeme, Malone kararındaki ifadelerine yer vererek, telefon dinleme tedbirinin ancak bir kanun tarafından, bu yöntemin kullanım Ģart, usul ve sınırlarının belirlenmesiyle mümkün bulunduğunu ortaya koymuĢtur. Mahkeme Klass ve Malone kararlarında olduğu gibi bu kararlarında, muhtemelen aĢırılıklara karĢı ne gibi güvencelerin sunulmuĢ olduğu konusunda, özellikle eğilmiĢtir. Fransız telefon dinleme yönteminin, bu anlamda, fertlere yeterli güvenceler vermediği; çünkü hangi kategori Ģahısları kapsamına alacağı, hangi suçlarla ilgili olarak ve hangi süre ile uygulanacağı, hangi yöntemlerle kullanılacağı gibi hususlar bakımından açık ve belirgin hükümler getirmediğini söyleyen Mahkemeye göre, "bu alanda Fransız hukuku, 228 yazılı olsun ya da olmasın, kamu otoritelerinin takdir marjlarını kullanım yöntem ve alanı yeterince açıklıktan yoksundur. "Bireyler bu yüzden demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğü ile istenilen asgarî derecede hukuk güvencesine sahip bulunmamaktadırlar. Bu durum SözleĢmenin 8. maddesinin ihlâli sonucunu doğurur."124 Telefon dinleme nedeniyle Ġsviçre‟nin mahkum olduğu Amann davasında (16 ġubat 2000 tarihli Büyük Daire No.27798/95); Hermann Amann, 1940 doğumlu bir Ġsviçreli iĢadamıdır. 1980' li yılların baĢlarında, bir takım dergilere reklamlar vererek, ithal etmiĢ olduğu kıl dökücü aletleri (depilatörleri) pazarlamaya çalıĢtığı sıralarda, 12 Ekim 1981 günü, bir bayan kendisine telefon edip "Perma Tweez" denilen aletten bir tane ısmarlar. Telefon eden Bayan o zaman ki Sovyet Büyükelçiliği'ndendir. Telefon konuĢması, Ġsviçre'nin Federal Savcılığınca dinlenip, saptanmıĢtır; sonra Savcılığın isteği üzerine, Zürih Kantonu Polis Örgütünün gizli servisince Bay Amann hakkında soruĢturma baĢlatılır. 1981 Aralık ayında da Savcılık bu soruĢturmaya dayanarak, "ulusal güvenlik bakımından sakıncalılar" listesine Amann adına düzenlenmiĢ bir fiĢ ekler. Bu fiĢte yer alan bilgilere göre Amann'ın "Rus Sefaretiyle temasta bulunan bir iĢadamı" olduğu saptanır ve kendisine bir de numara verilir: (1153:0) 614. Bu kod numarasındaki sayıların anlamı da Ģudur: "komünist ülke" (1), "Sovyetler Birliği " (153), "saptanmıĢ casusluk" (0) "Doğu blokuyla çeĢitli temaslar" (614). 1990 yılında, Bay Amann, Savcılıkça tutulan fiĢlerden haberdar olur ve kendisi hakkındaki fiĢi görmek ister. Bunun üzerine fiĢinin bir fotokopisi kendisine verilir. Ama fiĢteki bilgilerden iki kalemin üzeri okunmayacak biçimde karalanmıĢ durumdadır. Bay Amann, kendisi hakkındaki bilgilerin hukuka aykırı bir biçimde Savcılıkça fiĢlendiği iddiasıyla, bir idarî dava açarak, kiĢilik haklarına saldırı nedeniyle 5.000 Ġsviçre Frangı tazminat ister. Ġsviçre Federal Mahkemesi önüne kadar giden dava, Mahkemenin 1995 yılı Ocak ayında tebliğ olunan kararıyla, davacının kiĢilik haklarına ciddî bir saldırı olmadığı gerekçesiyle reddolunur. Bunun üzerine Bay Amann AĠHM‟ne dava açarak; 12 Ekim 1981 tarihindeki telefon konuĢmasının dinlenmiĢ olmasının ve kendisi hakkında Savcılıkça fiĢ tutulmasının Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi'nin (AĠHS'nin) herkesin "özel yaĢamına aile yaĢamına, konutuna (evine) ve haberleĢmesine" saygı gösterilmesini öngören 8. Ömer ANAYURT, Strazbourg Ġçtihatlarında, Türk ve Fransız Hukuklarında Telefon Dinlemeleri, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, E. XXI, S. 197, s. 53 124 229 maddesinin ihlâli olduğunu ileri sürmüĢtür. Bay Amann davasını, bir hak ihlâli karĢısında, ihlâl resmî görev ifa eden kimselerce, bu sıfatlarına dayanılarak yapılmıĢ olsa bile, durumun düzeltilmesi için etkili ve sonuç verecek biçimde ulusal otoritelere baĢvurma hakkına (AĠHS, m.13) da dayandırmıĢ ve Ġsviçre ulusal makamları önünde bu hakkının kullandırılmamıĢ olduğunu öne sürmüĢtür. Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi, AĠHS'nin 8. maddesi açısından yaptığı inceleme sonucunda, dava konusu olayda telefon konuĢmasının dinlenmesinin ve Bay Amann hakkında fiĢ tutulmasının 8. maddeyi ihlâl ettiğini kabul etmiĢ, 13. maddenin ihlâli iddiasını ise ret etmiĢtir. (AĠHM, Büyük Daire, 16 ġubat 2000, No. 27798/95) AĠHM‟nin gerekçelerine gelince; Mahkeme önce, telefon konuĢmasının dinlenilmiĢ olması sorununu incelemiĢ ve Savcılığın yaptırdığı bu dinlemenin, kiĢinin özel yaĢamına ve haberleĢmesine bir müdahale olduğu sonucuna varmıĢtır. Mahkeme, bu saptamadan sonra, böyle bir müdahalenin AĠHS' nin 8. maddesiyle güvence altına alınan hakların bir ihlâli oluĢturup oluĢturmadığı konusunu incelemiĢ. Böyle bir müdahalenin, 8. madde açısından aykırılık oluĢturmaması için, olayda yine 8. maddenin ikinci fıkrasıyla belirlenmiĢ koĢulların varlığı gerekir. Bu koĢulların birincisi, yapılan müdahalenin bir "yasaya dayanmıĢ olması"dır. Ayrıca, müdahalenin, 8. maddenin ikinci fıkrasında belirtilmiĢ amaçlara yönelmiĢ olması gerekir. Bu amaçlar; ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik esenliği, dirlik-düzenliğinin korunması, suç iĢlenmesinin önlenmesi sağlığın ve ahlakın ya da baĢkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Bu amaçlara ulaĢılabilmesi için yapılan uygulamaların "demokratik bir toplumda zorunlu olması" da aranan bir koĢuldur. Mahkeme bu konudaki değerlendirmesinde önce, olayda telefon dinlenmesinin, Ġsviçre hukukunda bir yasaya dayanıp dayanmadığını; ve eğer böyle bir yasa varsa, bunun ilgili kiĢi tarafından ulaĢılabilir ve bilinebilir bir düzenleme olup olmadığını araĢtırmıĢtır. Mahkemenin kararına göre, buradaki bilinebilirliğin ölçüsü söz konusu yasanın, gerektiğinde danıĢma yapılarak bile olsa, herkesin kendi davranıĢlarını ayarlayabilmesi için yeterli açıklıkla ve kesinlikle formüle edilmiĢ olmasıdır. Mahkeme, gizli dinleme ve gözetleme konularına iliĢkin yasaların, özellikle ayrıntılı bir biçimde düzenlenmesi gerektiğini vurgulamıĢtır. Mahkeme, olayda dayanılan yasanın (29 Nisan 1958 tarihli Federal Savcılığın Polis Hizmetleri Hakkındaki Federal Konsey Kararnamesinin) ve Federal Ceza Usul Kanununun, Konfederasyonunun (Devletin) iç ve dıĢ güvenliği için bir bilgi soruĢturma servisi kurulmasına iliĢkin hükümlerinin, yukarıda belirttiğimiz "bilinebilirlik" 230 ölçütü açısından kabul edilemeyecek kadar genel ifadeler içerdiği ve telefon konuĢmalarının dinlenmesine uygulanması öngörülen Federal Ceza Usul Kanunu'nun 66.v.d. maddelerinde sözü edilen koĢullar bakımından da, Ġsviçre Hükümetinin bu koĢulların varlığını kanıtlayamadığı sonucuna varmıĢtır. Ġsviçre Hükümeti savunmasında, olayda davacının telefonunun, baĢka birinin telefonu dinlenirken "tesadüfen" dinlemeye alınmıĢ olduğunu ileri sürmüĢse de Mahkeme bunu da ihlâli ortadan kaldıran bir neden olarak kabul etmemiĢtir. FiĢlenmeyle ilgili gerekçede Mahkeme öncelikle, kiĢilerin özel yaĢamlarıyla ilgili olarak bilgilerin toplanıp "depolanması"nın AĠHS'nin 8. maddesi kapsamına girdiğini belirtmiĢ. Kararda belirtilen bir önemli nokta da, burada geçen "özel yaĢam" kavramının dar değil geniĢ yorumlanması gerektiğidir. Mahkemeye göre, olayda, ilgili kiĢi için tutulan fiĢe, baĢka bilgilerin yanısıra, kiĢinin "Rus Büyükelçiliğiyle temasta olan" bir iĢadamı olarak kaydedilmesinin, 8. madde açısından "özel yaĢam"la ilgili bir husus olduğunda kuĢku yoktur. Mahkeme, olayda ilgilinin özel yaĢamına iliĢkin bilgilerin kaydedilip, Konfederasyonun (Devletin) kartoteksine alınmıĢ olduğunda ihtilaf bulunmadığını belirttikten sonra, bunun özel yaĢama bir müdahale olduğunu saptamıĢtır. Mahkeme, bu müdahalenin ancak "yasaya uygun" olarak yapılmıĢ olması ve AĠHS madde 8/fıkra 2'deki amaçlardan birinin varlığı halinde AĠHS'ne uygun olabileceğini açıklamıĢ. Yine Mahkemeye göre, bütün bunların değerlendirmesinde, yapılan müdahalenin, ikinci fıkrada belirtilen amaçlara ulaĢmak için "demokratik bir toplumda zorunlu" olup olmadığı da dikkate alınmalıdır. Mahkeme, olayla ilgili Ġsviçre yasalarının kiĢiler hakkında bilgilerin toplanması, kaydedilmesi ve muhafazası konularında "spesifik" ve ayrıntılı hükümler içermediğini saptamıĢ. Ġsviçre yasaları (özellikle de Federal Ceza Usul Kanunu'nun 66. maddesinin, artık "gerekli" olmayan ya da "amaçsız" hale gelmiĢ bilgileri içeren kayıtların imhasını öngörmesine karĢın; üstelik Bay Amann'ın açmıĢ olduğu dava üzerine Federal Mahkemece verilen kararda hiçbir suç hazırlığının bulunmadığı belirtilmiĢken, baĢvuran hakkındaki kayıtların imha edilmemiĢ olması da Mahkemece önemli bulunmuĢtur. Bu hususları dikkate alan Mahkeme olayda, baĢvuranın fiĢlenmesi için hiçbir yasal dayanak bulunmadığı ve dolayısıyla AĠHS'nin 8. maddesinin bu bakımdan da ihlâl edilmiĢ olduğu sonucuna varmıĢtır 231 3. ÖZEL HAYAT Özel hayat herkesin özgür olarak kiĢiliğini oluĢturmasını ve geliĢtirmesini sağlayan bir alan içerir. Özel hayat, bedensel ve ruhsal bütünlüğü kapsar ve cinsel yaĢamı da içerir. (x ve Y / Hollanda, 1985). Özel yaĢama saygı bireyin baĢka insanlarla iliĢki kurmak ve baĢkalarıyla iliĢkileri geliĢtirme hakkını da kapsamak zorundadır. (Niemietz / Almanya (1992). Görüldüğü gibi, Niemietz kararı özel yaĢama sosyal bir unsur eklemektedir.125 4.AĠLE YAġAMINA SAYGI Madde anlamında konut, bir kiĢinin yerleĢik olarak yaĢadığı yerdir. SözleĢmede hükmün koruduğu aile kavramı otonom bir kavramdır. Nikahlı, nikahsız aile birliği gibi. Birlikte yaĢama ise, aile kavramının zorunlu vazgeçilmez koĢulu değildir. Aile hayatına saygı, diğerleri bağlamında devlete, aile bağlarını düzenlerken, aile bireylerinin normal bir aile hayatı yaĢamalarını sağlamak ödevini yükler. Annenin medeni hali ne olursa olsun, bir anne ile çocuğu arasındaki iliĢki 8. madde kapsamına girer. Yine evli ebeveyn ve çocukları arasındaki iliĢki her zaman 8. madde kapsamına girer. Çocuklar ve büyükbaba ve büyükaneler arasında aile hayatı vardır. Hem çocuk hem de yetiĢkin kardeĢler için aile hayatı mevcuttur(Boughanemi/Fransa,24 Nisan 1996) AĠHM, Söderböck/Ġsveç(1998) kararında, evli olmayan baba ve kızının, hiçbir zaman birarada yaĢamamıĢ olmalarına rağmen, aile hayatı yaĢadıklarına karar vermiĢtir. Çocuğun ana-baba ile yaĢaması genel kural olmakla birlikte, herhangi bir yasal nedenle ana-babadan alınıp koruyucu aile yanına ya da yuvaya verilebilir. AĠHM, Airey/Ġrlanda ( 09.10.1979 ) davasında, baĢvurucu, alkolik olan ve kendisine sürekli Ģiddet uygulayarak aile düzenini bozan eĢinden ayrılık kararı alabilmek üzere adli yardımdan avukat isteminde bulunmuĢ, ancak, isteminin reddedilmesi nedeni ile dava açamamıĢtır. Ret kararı üzerine, yaptığı bu baĢvuruda, avukat ücretlerinin yüksek olması nedeni ile dava açamadığını, bu nedenle devletin kendisine yeterli koruma sağlamadığını ifade ederek SözleĢmenin 8. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiĢtir. Görüldüğü gibi, BaĢvu- 125 MARGUENAUD, s. 66. 232 rucu‟nun Ģikayeti devletin tasarrufuna değil, tasarrufta bulunmamasına iliĢkindir. Mahkeme, kararında; “SözleĢme‟nin 8. maddesinin amacı, asıl olarak kiĢileri, kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karĢı korumak ise de bu madde sadece devleti, bu tür müdahalelerden kaçınmaya zorlamakla kalmaz, bu negatif yükümlülüğe ek olarak aile yaĢamına saygı hakkının etkili biçimde korunması için olumlu yükümlülüğü de içerir.” Diyerek, Ģikayeti yerinde bulmuĢ ve 8. madde‟nin ihlal edildiği sonucuna varmıĢtır. ġahin/Almanya ( 01.10.2001) davasında ise; anne ve baba arasındaki iliĢkilerin gergin olması nedeni ile çocuğun baba ile görüĢmesinin menfaatine aykırı olduğu kararı verilmesi ve evlilik dıĢı doğan çocukla, evlilik içi doğan arasında ayırım bulunması yönlerinden 8. maddenin ihlali sonucuna varılmıĢtır. AĠHM, son olarak, Ġzlandalı Sophia Haysen‟in Türkiye‟ye karĢı açmıĢ olduğu davada 8. maddenin ihlaline karar vermiĢ bulunmaktadır. Haysen, ülkesi olan Ġzlanda‟da tanıĢarak evlendiği bir Türk VatandaĢından iki kız çocuğu dünyaya getirmiĢtir. Ancak, evliliğin uğradığı sarsıntı, Türk eĢin iki kızını alarak Türkiye‟ye dönmesi ile sonuçlanmıĢtır. Bu süreçten sonra, anne, çocuklarını görmek için Türkiye‟ye gelmiĢ, dava açmıĢ, ancak mahkeme kararına karĢın çocukları ile görüĢme imkanı bulamamıĢtır. Mahkeme, kararında, Türk Makamları‟nın, baĢvurucu ile çocuklarının görüĢmesi konusunda gerekli önlemleri almamıĢ olması nedeniyle AĠHS‟nin 8. maddesi'nde güvence altına alınan “Aile Hayatına Saygı” ilkesini yerine getirmediğini belirterek, TC‟ni 75.000 Euro tazminat ödemeye mahkum etmiĢtir. Bu kararda da devlet tasarrufta bulunmadığı için sorumlu tutulmuĢtur.126 5.KONUT KAVRAMI VE KONUT HAKKINA SAYGI Mahkeme, kiĢinin özel hayatını sürdürdüğü yerin yanı sıra meslek veya ticaretini yaptığı yeri ve bürosunu (Niemietz / Almanya (1992) da konut saymaktadır. ġenal SARIHAN, Ġnsan Hakları Avrupa SözleĢmesi 8nci maddeye iliĢkin Türkiye BaĢvuruları", www.yargitay.gov.tr/aihm/senalsarihan.html 126 233 Mahkemeye göre, kiĢi iç hukuka aykırı olarak da yapmıĢ olsa bu hüküm anlamında bir konut kurmuĢ sayılabilir (Buckley/BirleĢik Krallık (1996). Bir birey, her yılın büyük bir bölümü kullandığı mülkle ilgili olarak da konut hakkını ileri sürebilir (MenteĢ/Türkiye, 1997). Mahkeme, Hükümet makamlarının yasadıĢı Ģekilde çalıĢan ve baĢvuranın evi yakınında zararlı dumanlar yayan bir fabrikaya karĢı cezaî ve hukukî paralel davalar açmayı reddetmesi halinde konuta saygı hakkının ihlâl edildiğini kararlaĢtırmıĢtır.(lopez Ostra/Ġspanya (1994). Gillow/BirleĢik Krallık (1986) davasında Mahkeme devletin baĢvurana kendi evini kullanma iznini vermeyi reddetmesinin Guernesey adasının ekonomik refahını sağlama yasal amacı ile orantısız olduğundan 8. maddeye aykırı olduğunu belirtmiĢtir. Murrey /Ġngiltere(1994) davasında gerekli izne sahip olan polisin yakalama amacıyla bir bireyin evine girmesinin SözleĢmenin ihlalini oluĢturmayacağına karar vermiĢtir.127 AĠHM, Roemen ve Schmit / Lüksemburg (25 ġubat 2003) kararında, mesleğini icra ettiği bir yer olması nedeniyle avuıkatlık bürosunu da konut sayarak, koĢullarının oluĢması halinde 8. maddedeki konuta saygı hakkının korunmasından yararlanacağını tespit etmiĢtir. Bir suç kovuĢturması nedeniyle savunma hakkının ve avukatlık mesleğinin gereklerine uygun olarak, iç mevzuat bakımından gerekli ceza usül garantilerine riayet edilmek koĢuluyla, avukatlık bürosunda arama yapılması ve elkoyma iĢleminde bulunulması SözleĢmenin 8. maddesinin 2. bendi anlamında mümkündür. Ancak, bu iĢlemler izlenen amaçla orantılı olmak zorundadır. 128 Loızıdou-Türkiye(18.12.1996) davasında, Güney Kıbrıs‟ta yaĢamakta olan baĢvurucu, 1974 Kıbrıs BarıĢ Harekatının ardından, Kuzey Kıbrıs‟taki mülkünü kullanamadığı gerekçesi ile SözleĢme‟nin 8 ve 1 Nolu Protokol‟ün 1. maddelerinin ihlali savını ileri sürmüĢtür. Mahkeme, bu baĢvurunun 8. maddenin ihlaline iliĢkin bölümünü, “arazinin üzerinde ev bulunmadığı için konuta saygı hakkının ihlal edilmediği” gerekçesi ile reddetmiĢtir. Akdıvar/Türkiye(16.09.1196) kararında ise, “BaĢvurucuların evlerinin ve içindekilerin, kasıtlı olarak yakılmasının, konuta ve aile yaĢamına saygı hakkı ile maliki olunan Ģeylerin barıĢçıl bir biçimde GOMIEN, s.75 Ergin ERGÜL, Roemen ve Schmit / Lüksemburg (tercüme ve yorum),Polis Akademisi AĠHM Kararları dergisi, C.2,S.5 (Nisan 2003) s. 260. 127 128 234 kullanılmasına ağır bir müdahale oluĢturduğuna Ģüphe yoktur.” gerekçesiyle 8. maddenin ihlaline hükmetmiĢtir. Konut dokunulmazlığı ihlalleri ile ilgili davalarda, 1 Nolu Protokol‟ul 1. maddesi de adeta birlikte ileri sürülebilirlik niteliği göstermektedir. Bilindiği gibi, özel olarak mülkiyet hakkını koruyan bu madde, doğal olarak özel yaĢamla da doğrudan ilgilidir. Bu nedenle, hemen hemen tüm kararlarda konut dokunulmazlığı savına dayalı ihlallerde 1. protokol‟ün 1. maddesinin ihlali de kabul edilmektedir. 6. MUHABERAT KAVRAMI VE HABERLEġMENĠN DOKUNULMAZLIĞI HaberleĢmeye saygı gösterilmesi hakkı, bir bireyin kesintiye uğramadan ve sansür edilmeden baĢkalarıyla iletiĢim kurma hakkıdır. Muhaberatın korunmasında, Mahkemenin aradığı husus, dar anlamdaki yazıĢmadan çok, geniĢ anlamda bireylerin her türlü özel nitelikteki haberleĢme araçları ile haberleĢmeyi kabul etmektedir. Muhaberat kavramına, mektubun yanısıra, telefonla iletiĢim ve teleks‟de dahildir. Elektronik posta‟da bu kapsamda düĢünülmelidir. Bu hakkın ihlâl edildiğine iliĢkin Ģikayetlerin büyük çoğunluğu mahpuslar tarafından yapılmıĢtır. Tutuklu ve hükümlülerin yazıĢmasında denetimin ölçüsü, amaca uygunluk ve olayın özelliğinin bu tür bir denetimi haklı kılmasıdır. Örneğin Mahkeme Boyle ve Rice/Ġngiltere olayında, cinayetten dolayı müebbet hapse mahkum edilen baĢvuranın, bir arkadaĢına yazdığı mektuba cezaevi yönetimi tarafından el konularak yerine ulaĢmasının engellenmesini keyfi bir iĢlem olarak nitelendirmiĢ ve 8. maddeye aykırı bulmuĢtur.129 Silver ve Diğerleri davasında, Konsolosluğa yazılan mektubun, üç haftalık bir süre ile gecikmiĢ olduğuna iliĢkin Ģikayet ise 8. maddeyi ihlal edecek ağırlıkta görülmemiĢtir. Ġsveç Hükümetinin bir anne ile sosyal yardım kurumuna yerleĢtirilmiĢ çocuğu arasındaki telefon görüĢmeleri ve yazıĢmaları sınırladığı bir olayda bu hükmün ihlâline hükmetmiĢtir (Margerata et Roger Andersson/Ġsveç(1992) 7.SINIRLAMA HALLERĠ 2. fıkra bu hakka yapılması kabul edilebilen müdahalelerin sebeplerini düzenlemektedir. Bunlar; ulusal güvenlik, kamu güvenliği, 129 ÜNAL., a.g.e.,s.226. 235 ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya baĢkalarının hak ve özgürlüklerini korunması”dır. Bu nedenler sınırlı sayılıdır. Ayrıca, sınırlamalara iliĢkin hükümler dar yorumlanır. Müdahale olduğunu kanıtlamak baĢvuranın sorumluluğudur. Mahkeme baĢvuranın 8. maddedeki haklarına müdahale olduğu sonucuna varırsa aĢağıdaki incelemeyi yapacaktır. Ġlk olarak, müdahale hukuka uygun mu? Ardından müdahalenin meĢru bir amacı var mı? Son olarak da, sözkonusu müdahale demokratik bir toplumda gerekli mi? Dalia/Fransa (1998) olayında, baĢvurucu AyĢe Dalia Cezayir doğumlu olup 17 ya da 18 yaĢında, aile üyelerinin ülkeye girmesine ve ikametine iliĢkin hükümlere göre ailesine katılmak üzere Fransa‟ya gelmiĢtir. Üçü Fransız vatandaĢı olan yedi kardeĢi ve annesi de Fransa'da yaĢamaktadır. BaĢvuran Fransız Asliye Ceza Mahkemesi tarafından, tehlikeli ilaçlar mevzuatına göre suç oluĢturan eylemleri nedeniyle 12 ay hapis cezası ve süresiz olarak Fransa‟ya giriĢinin yasaklanmasına hükmetmiĢti. baĢvurucunun itirazını inceleyen Ġstinaf Mahkemesi de aynı cezaları vermiĢtir. BaĢvurucu hakkındaki sınır dıĢı edilme kararı 14 ağustos 1987'de uygulanmıĢtır. BaĢvuran 1987 yılında 30 günlük vizeyle Fransa‟ya dönmüĢ ve aile bireyleri ile birlikte oturmaya baĢlamıĢtı. Haziran 1992‟de ise Fransız vatandaĢlığına sahip ve velayeti altında bir çocuk dünyaya getirmiĢtir. Bunun üzerine 4 Mayıs 1992 ve 5 ġubat 1994 tarihlerinde sınır dıĢı etme kararının iptali için yaptığı baĢvurular istinaf mahkemesince reddedilen adı geçen AĠHM'ne baĢvurmuĢtur. Mahkemeye göre, 8. maddenin birinci fıkrası yönünden, Ġstinaf Mahkemesinin baĢvurucunun 1985'de alınan sınır dıĢı etme kararının iptal edilmesi istemini 1994'de reddetmesinin, baĢvurucunun aile ve özel yaĢamına saygı gösterilmesi hakkına müdahale sonucunu doğurduğunda kuĢku yoktur. 8. maddenin 2. fıkrası yönünden yapılan incelemede ise mahkeme aĢağıdaki sonuca ulaĢmıĢtır; Müdahalenin yasallığı: Bayan Dalia hakkındaki süresiz sınır dıĢı etme kararı Kamu Sağlığı Yasasının L. 630. maddesine dayanmaktadır. Sınır dıĢı etme kararının iptali .için yapılan baĢvuru, Ġstinaf Mahkemesi tarafından, 24 Ağustos 1993 tarihli yasayla değiĢik 2 Kasım 1945 tarihli Kararnamenin Ek 28. Bölümü uyarınca verilmiĢtir. 236 Ġzlenen amacın meĢruluğu: Söz konusu müdahale SözleĢmeye tamamıyla uygun bir amacı, yani "düzensizliğin ya da suçun önlenmesi" ni gerçekleĢtirmeye yöneliktir. Demokratik bir toplumda gerekli olma: Kamu düzeninin, özellikle, bir uluslararası hukuk konusu olarak ve SözleĢme yükümlülüklerine bağlı kalarak, yabancıların ülkeye giriĢlerini ve ikametlerini denetim altında tutma haklarını kullanarak sağlanması SözleĢmeci Devletlerin yetkisindedir. Bu amaçla cezaî fiiller nedeniyle mahkum olan yabancıları sınır dıĢı etme yetkileri vardır. Ancak bu alandaki kararları, 8. maddenin 1. fıkrasında korunan bir hakka müdahale oluĢturabileceği ölçüde, demokratik bir toplumda gerekli olmalı, yani zorlayıcı bir toplumsal gereksinim bunları haklı kılmalı ve özellikle güdülen meĢru amaçla orantılı olmalıdır. Bayan Dalia sınır dıĢı etme kararını iptal etme baĢvurusunu desteklemek için esas olarak, Fransız vatandaĢı olan bir çocuğun annesi olduğuna dayanmıĢtır. Kanıtlar baĢvurucunun bu temel aile bağını Fransa'da yasadıĢı olarak bulunduğu sırada oluĢturduğunu göstermiĢtir. BaĢvurucunun ortaya çıkacak güvenceli olmayan durumun farkında olmaması mümkün değildir. Bu nedeni Fransa'dan sınır dıĢı edildiği bir zamanda, yaratılan bu durum sonucu belirleyici bir nitelik taĢıyamaz. Üstelik mahkumiyetin bir sonucu olarak alınan sınır dıĢı etme kararı tehlikeli eroin ticareti için bir ceza niteliği taĢımaktadır. UyuĢturucunun insanların yaĢamı üzerindeki mahvedici etkilerini göz önünde tutan Mahkeme, yetkili makamların bu felaketin yayılmasına aktif olarak katkıda bulunanlar hakkında neden çok katı bir tutum sergilediğini anlamaktadır. Kendisine verilen ceza ne olursa olsun Bayan Dalia‟nın böyle bir yasadıĢı ticarette yer almıĢ olması hala ağır basmaktadır. Yukarıda belirtilenler dikkate alınarak Mahkeme, baĢvurucu hakkında alınan sınır dıĢı etme kararının iptal edilmesi isteminin reddedilmesinin, güdülen meĢru amaçla orantılı olmadığının kabul edilmesinin mümkün olmadığı ve bu nedenle 8. maddenin ihlâl edilmediği sonucuna varmıĢtır."130 Örnek karar özetleri -43- 130 AĠHM, Dalia /Fransa, 19 Subat 1998, Seri A 1998-I 237 "Ġlk üç baĢvurucu, Azize MenteĢ, Mahile Turhallı ve Sulhiye Turhallı evlerinin güvenlik güçleri tarafından yıkılması ve köylerinden kovulmalarının SözleĢmenin 8. maddesinin ihlâlini oluĢturduğunu öne sürmüĢlerdir. Bu madde Ģöyle der. "1. Her Ģahıs hususi ve ailevi hayatına, meskenine ve muhaberatına hürmet edilmesi hakkına maliktir. 2.Bu hakların kullanılmasına resmî bir makamın müdahalesi demokratik bir cemiyette millî güvenlik, amme emniyeti, memleketin iktisadi refahı, nizamın muhafazası, suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlakın ve zaruri bulunduğu derecede ve kanunla derpiĢ edilmesi Ģartıyla vuku bulabilir." Hükümet 25 Haziran 1993'te köyde herhangi bir güvenlik operasyonu olduğunu yalanlayarak köydeki zararın o tarihte PKK teröristleri tarafından yapıldığını ileri sürmüĢtür. Güvenlik güçlerine karĢı baĢvuranların iddialarını saptayacak kanıt yoktur. Bu yüzden SözleĢmenin 8. maddesi ihlâl edilmemiĢtir. Komisyon, ilk üç baĢvurucu konusunda, bu Ģartın ihlâlinin olduğunu düĢünmüĢtür. Mahkeme, baĢvurucu, Bayan Azize MenteĢ ve ikinci ve üçüncü baĢvurucu arasında ayrım yapmaya gerek duymamıĢtır. Her ihtimale göre evin kayınpederinin evi olmasına ve söz konusu eve onun sahip olmamasına rağmen, ilk baĢvurucu yılın belirli zamanlarında köyü ziyaret ettiğinde orada yaĢamıĢtır. Güçlü aile bağları ve oturduğu yerin niteliği düĢünüldüğünde, 25 Haziran 1993 tarihinde evde olması SözleĢmenin 8.maddesinin garanti ettiği koruma kapsamına girer. Bundan baĢka, AĠHM Komisyon tarafından tesis edilen olayları (bkz. paragraf 34 yukarıda) gözlemiĢ ve 8. maddenin güvence altına aldığı gibi ilk üç baĢvurucunun özel, ailevî hayatına ve meskenine hürmet edilmesi hakkına özellikle önemli bir müdahale yapıldığını kabul etmiĢ ve SözleĢmenin 8. maddesinin ihlâli olduğunu tespit etmiĢtir." (AĠHM, MenteĢ/ Türkiye, 28 Kasım 1997) -44"AĠHM'ne göre, terörizm demokrasi için bir tehdit oluĢturmaktadır, ancak bir sözleĢmeci devletin terörizm nedeniyle yaptığı her sınırlamayı haklı kılmaz. Dolayısıyla SözleĢmenin 8. maddesinin 2. fıkrasıyla getirilen sınırlama dar yorumlanmak zorundadır. VatandaĢları gizlice gözleyebilme yetkisi polis devleti niteliği olup SözleĢmeye göre, ancak "demokratik kurumların korunması amacıyla" hoĢ görülebilir. 8. maddenin 2. fıkrası millî güvenlik, kamu düzeni ve suçların önlenmesi nedenlerini öngörmektedir. Bu nedenlerin demokratik bir toplumda gereken ölçüde kullanılmaları titizlikle araĢtırılmalıdır. AĠHM' ne göre, günümüzde demokratik toplumlar çok karmaĢık biçimlerde casusluk ve terörizmle tehdit edilmektedirler. Devletin bu tehditlere karĢı etkili bir Ģekilde mücadele edebilmesi için yıkıcı faaliyet içinde yer alanları gizlice gözetlemek yetkisine sahip olması zorunludur. Bununla birlikte devlet casusluk ve terörizmle mücadele gerekçesiyle uygun bulacağı her tedbiri alıp uygulayamaz. 238 Hangi gözlem biçimi seçilmiĢ olursa olsun mutlaka kötü kullanıma karĢı güvenceler belirlenmiĢ olmalıdır. Mahkeme, bu ilkeler ıĢığında Alman gizli gözlem yasasını incelemiĢ, yasanın uygulanmasına karĢı yargı yoluna gidilmesinin demokratik toplum ölçülerine daha uygun olduğu, ancak bu yasa ile öngörülen denetim sisteminin yansız ve nesnel nitelikte bulunduğu sonucuna varmıĢtır. Mahkemeye göre, yasada gözlem süresinin bitiminde ilgilinin haberdar edilme mecburiyetinin bulunmaması SözleĢmenin 8. maddesine aykırı değildir. Zira ancak bu sayede uygulamanın etkililiği sağlanabilmektedir." (AĠHM, Klass ve arkadaĢları/Almanya, 6 Eylül 1978,Série A no 28) -45- “BaĢvurucu annenin tutuklu oğlunu görmek istemesi, SözleĢme'nin 8. maddesinin kapsamına girer; ancak anne çocuğunu görme konusunda belirli bir çaba sarf etmemiĢtir. Hükümet, tutukluya yapılan ziyaretleri denetim konusunda kendisine tanınmıĢ takdir alanını aĢmadığından, haberleĢme hakkının ihlal edilmediğine” (AĠHM, Dikme / Türkiye, 11.07.2000) VIII.DÜġÜNME, VĠCDAN VE DĠN ÖZGÜRLÜĞÜ (Madde 9) Maddeye göre; “1. Herkes düĢünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiĢtirme özgürlüğü ile tek baĢına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle din veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir. 2. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, ancak kamu güvenliğinin, kamu düzenin, genel sağlığın veya ahlakın, ya da baĢkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için demokratik bir toplumda zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilir.” "DüĢünce", "vicdan" ve "din" terimleri zihnî ve ruhî faaliyetlerin tamamını içermektedir. 8, 10 ve 11. maddelere iliĢkin baĢvuruların incelemesinde olduğu gibi, eğer SözleĢme organı 1. paragrafta öngörülen hakların kullanılmasına devletin bir müdahalesi bulunduğunu saptarsa, hakkın sınırlamasının ikinci paragraf anlamında "kanunla öngörülme" ve "demokratik bir toplumda gerekli olma" koĢullarını taĢıyıp taĢımadığını incelemektedir. Belirtmek gerekir ki, aynı yapıya sahip anılan maddeler arasında sadece 9. madde, korunan hakların kullanılması- 239 nın kısıtlanmasının haklı gösterilmesi için Devletin, "kamu güvenliği"ni ileri sürebilmesine müsaade etmemektedir. DüĢünme ve inanma çok kez, bireyin kalbinde ve zihninde yer alır. DüĢünce ve inançlar ancak açıklandığı zaman Devlet onların varlığını ya da niteliğini bilebilir. Ama o anda, ifade hürriyeti ya da baĢka bir hürriyet alanında bazı problemler ortaya çıkabilir. Bir baĢvuru diğer maddelerle bağlantılı olarak 9. madde anlamında sorunlara da iliĢkin ise, genellikle inceleme bu diğer maddelerin ihlâli iddiaları konusunda olacaktır.131 Belçika dil davasında(1968) Mahkeme, 9. maddede sıralanan terimlerin anlamını açıklayarak, düĢünce ve dilin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu, kiĢinin kendi tercih ettiği dili kullanmasına yönelik devlet müdahalesinin 9. madde anlamında düĢünceye müdahale olduğu iddiasını benimsemeyi reddetmiĢtir. 9 uncu madde, ilk planda din özgürlüğünü güvence altına almıĢtır. Buna göre birey istediği din veya inancı kabul etmek, değiĢtirmek veya hiç bir din veya inancı tanımamak hakkına sahiptir. AĠHM Yunanistan'la ilgili Kokinakis olayında bu özgürlüğün sınırlarını çizmiĢtir. Olayda Ģikayetçi, evine davet ettiği bir kimseyi "Yehovanın ġahitleri" mezhebine girmeye ikna etmeye çalıĢırken yakalanıp eĢiyle birlikte cezalandırılmıĢtır. AĠHM'ne göre: “SözleĢmenin 9. maddesinde düzenlenen din, düĢünce ve vicdan özgürlüğü demokratik bir toplumun temellerinden biridir. Bu özgürlük sadece inanan kiĢilik ve hayat anlayıĢını değil, inançsızlar, din düĢmanları ve Ģüphecilerin dünya görüĢünü de korur.” Kararda, din özgürlüğünün nasıl kullanılacağı, ne Ģekilde açığa vurulacağı konusunda ise Ģunlar ifade edilmiĢtir: "Maddede ön görülen din özgürlüğü yalnızca, bireyin dinî inancını diğerleriyle topluluk halinde veya aynı inancı paylaĢanlar arasında açığa vurma özgürlüğünü değil, tek baĢına özel olarak, örneğin aydınlatma yoluyla komĢusunu inandırma hakkını da kapsar." BaĢvuranların Bakanlık iznini almadan bir ibadethane kurmaları ve hizmetini yapmaları nedeniyle mahkum oldukları Manoussakis/ Yunanistan(1996) olayında, mahkeme bir kez daha ihlâl kararı vermiĢtir. Mahkeme baĢvuranların yoğun izin alma giriĢimlerine rağmen yetkili makamların konuya iliĢkin kararı sürekli ertelediklerini tespit etmiĢtir. 131 GOMIEN, s.77. 240 Maddede dinin tanımı yapılmamakla beraber, sadece çok yaygın olan büyük dünya dinleri değil, bilinmeyen ender dinlerin mensupları da bu korumadan yararlanır. Ancak, Devlet dinî bir tarikata belirli bir hukukî yapı bünyesine uygun biçim seçmeye müsaade etmek zorunda değildir. Zira, üyeler dinî inançlarını arzulanan yapı dıĢında her zaman dile getirebilirler (AĠHK, baĢvuru no.8652/79). Yine Komisyona göre, bir birey, kendi dinî inançlarına uygun düĢmeyen bir davranıĢı haklı göstermek için din hürriyetini ileri süremez (baĢvuru no.10180/82). Söz konusu olayda, Ortodoks bir Yahudi boĢanmaya iliĢkin dinî yasanın gereklerine tâbi olmak ya da eski eĢine tazminat ödemek zorundaydı. Gümülcine seçilmiĢ Müftüsü Ġbrahim ġerif, Yunan makamlarının Müftülük sıfatını gayri kanunî olarak kullandığı gerekçesiyle aleyhine açtıkları davayla ilgili olarak Yunanistan' daki iç yargı yollarını tüketerek, 29 Eylül 1997 tarihinde Yunanistan aleyhine Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi'ne baĢvurmuĢtur. Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi, 14 Aralık 1999 tarihinde verdiği kararda, Yunanistan'ı Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi'nin düĢünce, inanç ve din özgürlüğünü güvence altına alan 9. maddesini ihlâlden oybirliğiyle mahkum etmiĢtir. Kararda Yunanistan'ın Müftü Ġbrahim ġerif'e 2.700.000 Drahmi tutarında tazminat ödemesi hükme bağlanmıĢtır. AĠHM bu kararı verirken, AĠHS‟nin 9. maddesinde din ve vicdan özgürlüğünün kiĢisel olduğu kadar toplu olarak da kullanılabileceği ifadesinden hareketle Ġbrahim ġerif‟in bir grubun dinî lideri olarak davranmasını dinsel çoğulculuk anlamında nitelemiĢ ve dolayısıyla Devletin bu duruma müdahalesinin demokratik toplumun gerekleriyle bağdaĢmadığı sonucuna varmıĢtır. Ayrıca, Ġbrahim ġerif‟in müftü olarak seçilmesinden sonraki faaliyetlerini inceleyen AĠHM, adı geçenin sadece dinsel faaliyetlerde bulunduğu, hukukî sonuçları olabilecek idarî ve yargısal faaliyetleri olmadığı, dolayısıyla Yunan Hükümetinin öne sürdüğü kamu düzenini koruma gerekçesinin yerinde olmadığı sonucuna ulaĢmıĢtır. AĠHM Avusturya ile ilgili Otto-Preminger-Institut (20.9.1994), kararında, dinî duygularının korunmasında devletin sorumluluk derecesini incelemiĢtir. Olayda Ģikayetçi, sahibi olduğu sinemada "Das Liebeskonzil" baĢlıklı bir film oynatmak istemiĢse de, Katolik kilisesinin baĢvurusu üzerine hakkında dinî duyguları rencide etmekten ceza davası açılmıĢ ve film de müsadere edilerek gösterilmesine izin verilmemiĢtir. Mahkemeye göre, azınlık veya çoğunluk dini olsun, bir dine inananların, ilke olarak o dine karĢı olanların o dini inkar etmelerine, aleyhinde propaganda yapmalarına anlayıĢ ve hoĢgörü göstermek 241 zorunda olmakla beraber bu tahammülünde bir sınırı vardır. Dinî inanç ve doktrinlere karĢı konularak inkar etmenin tarzı, bazı durumlarda devletin sorumluluğunu ve dolayısıyla müdahalesini gerektirebilir. Bu nedenle devlet, baĢkalarının düĢünce din ve vicdan özgürlüklerine saygı ilkesiyle bağdaĢmayacak bazı tutum ve davranıĢları yasaklayabilir, bu tür bilgi ve düĢüncelerin yayılmasını engellemek için önlemler alabilir. Ülkelerdeki çeĢitli din ve inanç farkı dolayısıyla bu konudaki anlayıĢ her ülkede değiĢik olacağından, bu tür önlemlerin alınmasında akit devletlere geniĢ bir takdir yetkisi tanınmalıdır. AĠHM bu gerekçelerle, somut olayda filmin gösterilmek istendiği bölge hakkında büyük çoğunluğun Katolik mezhebini benimsemiĢ olduklarına iĢaretle, kamu makamlarının, bölgede dinî barıĢı sağlamak ve inananların dinlerine haksız bir Ģekilde tecavüz edilmesini önlemek amacıyla filmin gösterilmesini yasaklamalarında SözleĢmeye aykırılık görmemiĢtir. AĠHM‟nin Lucia Dahlab/ (Ġsviçre 15 ġubat 2001) kabuledilemezlik kararına konu olayda; Ġsviçre vatandaĢı olan ve Cenevre‟de ikamet eden baĢvuran 1 Eylül 1991 tarihinden itibaren öğretmenlik yapmaktadır. 1991‟de Katolikliği bırakıp Müslüman olan baĢvuran 1990-1991 öğretim yılının sonundan itibaren baĢörtülü olarak derslere girmiĢtir. Cenevre Kantonu Ġlköğretim Genel Müdürlüğü 11 Temmuz 1996 ve 23 Ağustos 1996 tarihlerinde meslekî faaliyetleri içerisinde baĢörtü takmasının Kamu Eğitimi Kanunu‟nun 6. maddesi ile bağdaĢmadığı konusunda kendisini uyarmıĢtır. BaĢvuranın 26 Ağustos 1996 tarihinde DanıĢytay‟a yaptığı baĢvuru reddedilmiĢ ve bu karar Federal Mahkemece de onanmıĢtır. BaĢvuran AĠHM‟ne baĢvurusunda, SözleĢmenin 9. maddesinin ihlâl edildiğini, aleyhine verilen kararların hukukî mesnedi olmadığını, giyiminin 4 yıl boyunca okul içerisinde herhangi bir soruna yol açmadığını, ayrıca kadın erkek ayrımı yapılarak SözleĢmenin 14. maddesinin ihlâl edildiğini ileri sürmüĢtür. Mahkemenin kabuledilemezlik kararına göre; 9. maddenin düzenlediği düĢünce, inanç ve din özgürlüğü, demokratik toplumların temel öğelerinden birisi olup, kiĢinin inancını izhar edebilme hürriyetini de kapsar. Ancak, bir çok inancın mevcut olduğu topluluklarda, herkesin inancına saygı gösterilmesi ve inançların birbiriyle bağdaĢtırılması esasından hareketle bir takım sınırlamalar da söz konusu olabilir. Mahkeme olayda, devletin müdahalesinin SözleĢmenin 9/2. maddesi çerçevesinde, kanun tarafından öngörülme ve meĢru amaç Ģartlarını taĢıdığını, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olması kıstası bakımından ise, öğretmenin inancını izhar edebilmesi ile, öğren- 242 cilerin dinî hoĢgörünün ve barıĢın muhafaza edilmesi konusunda korunması haklarını tartarak, öğrencilerin yaĢ küçüklüğünü dikkate alarak Ġsviçre makamlarının takdir yetkisini aĢmadığı sonucuna varmıĢtır. 14. maddeye iliĢkin Ģikayeti ise, uygulamanın baĢvuranın kadın olmasından kaynaklanmadığı, bir erkeğin baĢka bir inancı yansıtan kıyafetleri taĢıması halinde de uygulanacağı ve kamusal ilköğretimin tarafsızlığına saygı duyulması Ģeklinde özetlenebilecek meĢru bir amaca yönelik olduğu gerekçesiyle reddetmiĢtir. Din özgürlüğü konusunda Komisyona fazla bir baĢvuru yapılmamıĢ ve Ģikayetlerin tümü reddedilmiĢtir. Komisyonun kabul edilebilirlik kararı verdiği tek olay (Darby/Ġsveç(1990)) kilise vergisine iliĢkindir. Ġsveç'te çalıĢan Finlandiya vatandaĢı Darby, ülkede oturma izni olan yabancıların kilise vergisinden ayrı tutulma hakları olmasına rağmen kendisinden Protestan Kilisesi vergisi kesilmesinin ġözleĢme'nin 9, 14 ve Ek protokolün 1. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle kiĢisel baĢvuruda bulunmuĢtur. Komisyon, bu uygulamanın 14. maddeyle bağlantılı olarak Ek Protokolün 1. maddesine aykırı olduğunu tespitle, 9. madde yönünden inceleme yapmaya gerek görmemiĢtir. Raporda, ayrıca idarenin bireyi vergi veya diğer yollarla kiliseyi malî açıdan desteklemeye zorlayamayacağı belirtilmiĢtir. Komisyon Türkiye'den yapılan ġenay Karaduman (3.5.1993) baĢvurusuna iliĢkin kabul edilemezlik kararında; "Komisyon, yüksek öğrenimi laik üniversitede yapmayı seçen bir öğrencinin, bu üniversitenin düzenlemelerini kabul etmiĢ sayılacağı görüĢündedir. Nüfusun büyük çoğunluğunun belirli bir dine mensup olduğu ülkelerde, bu dinin tören ve simgelerinin herhangi bir yer ve biçim sınırlaması olmaksızın sergilenmesi, sözü edilen dini uygulamayan veya baĢka bir dine mensup olan öğrenciler üzerinde baskı oluĢturabilir. Laik üniversiteler, öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine iliĢkin kurallar koyarken, bazı kökten dincilerin yükseköğretimde kamu düzenini bozmaları ve diğerlerinin inançlarına zarar vermemelerini sağlamaya özen gösterebilirler. Komisyon, laik üniversite düzeninin gerekleri dikkate alındığında, öğrencilerin kılık ve kıyafetlerinin düzenlenmesinin ve bu düzenlemeye uyulmadıkça, kendilerine diploma verilmesi gibi bazı idarî hizmetlerden yararlandırılmamalarının, din ve vicdan özgürlüğüne bir müdahale oluĢturmadığı düĢüncesindedir." Sonucuna varmıĢtır. Mahkeme, Larisis ve diğerleri / Yunanistan olayında, Yunan Hava kuvvetlerinde subay olarak görev yapan ve Pentecostal kilisesine bağlı üç kiĢinin bazı sivillere kendi dinlerini benimsetme ye ça- 243 lıĢmaları nedeniyle cezalandırılmalarını 9. maddeye aykırı bulurken, aynı kiĢilerin havacı askerlere kendi dinlerini benimsetme çalıĢmaları nedeniyle mahkum edilmeleri dolayısıyla 9. maddeye aykırılık olduğunu kabul etmemiĢtir. Komisyon ve Mahkemeye yapılan kimi baĢvurularda, baĢvurucular, düĢünce ve dilin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu; dolayısıyla kiĢinin kendi tercih ettiği dili kullanmasına devlet tarafından müdahale edilmesinin, 9. maddeye göre düĢünce hürriyetinin ihlâlini oluĢturduğunu iddia ettiler. Ne Komisyon ne de Mahkeme bu argümanları kabul etmemiĢtir. Belçika‟ya karĢı yapılan bir baĢvuruda, komisyon ayrıca, baĢvurucuların kamu makamları ile iliĢkilerinde ana dillerini kullanmalarının hükümet tarafından reddedilmesinin 9. maddeye aykırı olmadığı sonucuna ulaĢmıĢtır. Bununla birlikte Komisyon, örneğin ceza davaları gibi belli bazı durumlarda, resmî ya da çoğunluk tarafından kullanılan dili yeterince bilmeyen kiĢilere devletin yardım sağlamak yükümlülüğüne dikkat çekmiĢtir. Komisyon, Avusturya Nasyonal Sosyalist Partisi üyesi Ģikayetçinin baĢvurusunu reddederken, konunun kamu güvenliği açısından taĢıdığı önemi aĢağıdaki Ģekilde vurgulamıĢtır. "ġikayetçinin, Avusturya Nasyonal Sosyalist Partisi'nin yasaklanmasına iliĢkin kanun çerçevesinde yargılanarak cezalandırılması, zorunlu olarak kendisine SözleĢmenin 9 ve 10. maddeleriyle sağlanan haklardaki kısıtlamaları da birlikte getirir. Ayrıca, Ģikayetçinin Avusturya'daki nasyonal sosyalist faaliyetleri göz önüne alındığında, hakkında uygulanan kısıtlamaların, kamu güvenliği, millî güvenlik ve baĢkalarının haklarının korunması açısından, demokratik bir toplumda alınması gereken önlemler olduğu kabul edilmelidir. Bu nedenle de kendisi hakkında uygulanan ceza, SözleĢmenin 9/2 ve 10/2 maddeleri anlamında haklı ve yasaldır." Komisyon 9. madde kadar 4.3.b madde anlamında sorunlar ortaya koyan bir çok baĢvuruyu incelemiĢtir. Bu bağlamda Komisyon, Ġsviçre'nin askerlik hizmetini yapmayı reddeden bir kiĢiye cezaî müeyyide uygulamasının (BaĢvuru no.1064083) ve Federal Almanya'nın baĢvuranı askerlik yerine sivil hizmetten mahrum tutmayı reddetmesinin (BaĢvuru no.7705/76) 9. maddeyi ihlâl etmediğini saptamıĢtır. Komisyon, Ġsveç mevzuatının sadece bazı dinî topluluk üyelerine (Yehova Ģahitleri) askerlik hizmeti ile ikame hizmetten muaf tutulmalarına müsaade etmesine iliĢkin yapılan Ģikayetde 14. madde ile bağlantılı olarak 9. maddenin ihlâl edildiği iddiasını kabul etmemiĢtir. 244 Mahkemeye göre, "kanunla tahdit" ya da "yasanın öngördüğü" ifadesi, "söz konusu yasanın hem yeterince bireyler tarafından ulaĢılabilir olmasını hem de bireyin davranıĢını düzenlemesine imkan sağlayacak Ģekilde yeterli açıklığa sahip olmasını gerektirir." Örnek karar özetleri -46"Bay Kalaç, Komisyon'a, 13 Temmuz 1992 tarihinde baĢvurmuĢ ve SözleĢmenin 9. maddesine dayanarak, dinî inançları nedeniyle askerî hakimlik görevinden alındığından yakınmıĢtır. Komisyon, 10 Ocak 1995 'te baĢvurunun (no. 20704/ 92) kabul edilebilir olduğunu açıklamıĢtır. 27 ġubat 1996 tarihli raporunda (Madde 31) SözleĢmenin 9. maddesinin ihlâlinin söz konusu olduğuna karar vermiĢtir. Komisyonun görüĢünü içeren metnin tümü karara ek olarak yeniden sunulmuĢtur. BaĢvurucu, mahkemeye gönderdiği dilekçede, SözleĢmenin 9. maddesine dayandırdığı Ģikayetine ek olarak, kendisine karĢı ileri sürülen olaylardan ötürü mahkemede duruĢmasının yapılmadığı gerekçesiyle, ayrıca madde 6/1'i de dayanak olarak göstermiĢtir. Mahkeme, baĢvurucunun bu son Ģikayetinin, Komisyonun kabul edilebilirlik kararıyla sınırlandırıldığı için dava kapsamı dıĢında olduğunu ve ne bu kararla ne de Komisyonun raporuyla ilgili olmadığını bildirmiĢtir. (bkz. diğer yetkililer arasın- da, 28 Eylül 1995 tarihli Scollo-Ġtalya davası, Seri A, no. 315-C, s.51, ve 21 ġubat 1996 tarihli Hüseyin- BirleĢik Krallık davası, Yargılama ve Karar Raporları-1996-1, s.266) Bu nedenle davanın kapsamı 9. madde'de ileri sürülen sorunlarla sınırlıdır. "Hükümet, Komisyon'a üç bölümden oluĢan bir ilk itiraz sunmuĢ fakat Mahkeme'ye gönderdiği dilekçede, Komisyonun yetkisizliğini, ratione materiae, ve baĢvurucunun son sunuĢunu içeren diğer iki bölümü bir kenara bırakarak, sadece iç hukuk yollarının tüketilmediğine iliĢkin bölüme yer vermiĢtir. Hükümet, 17 ġubat 1997 tarihli duruĢmada, birinci bölüme iliĢkin görüĢünü dile getirmiĢ, buna ek olarak Mahkemenin yargı yetkisinin bulunmadığını, ratione materiae, ileri sürmüĢtür. Mahkeme, 48. maddede öngörülen süre dıĢında sunulduğu için, bu son itirazın herhangi bir karar gerektirmediğini belirtmiĢtir. 22 Aralık 1996 tarihli dilekçede ve duruĢmada tekrarlanan görüĢe göre, baĢvurucu, Türk yetkililere, din ve vicdan hürriyetinin ihlâl edildiğini açıkça belirtmemiĢtir. Hükümet, Mahkemenin 15 Kasım 1996 tarihli Ahmet Sadık-Yunanistan davasında benimsediği ilkeye uygun olarak, baĢvurucunun, Türk hukukunun ayrılmaz bir parçasını oluĢturan SözleĢmenin 9. maddesine dayanması gerektiğini ifade etmiĢtir. Komisyon Delegesi gibi Mahkeme de, iç hukuk yollarının tüketilmediği iddiasının Anayasanın 125. maddesi uyarınca reddedilmesi gerektiğini, çünkü Askerî Yüksek Ġdare Mahkemesi'nin 30 Mayıs 1991 tarihli kararı gibi, Yüksek Askerî ġuranın Bay Kalaç aleyhinde verdiği kararın da yargısal denetime tâbi olmadığı kanaatindedir. 245 BaĢvurucu, askerî hâkimlik görevinden zorunlu olarak emekli edilmesinin, dinî inanç ve uygulamalarına dayandığını ve bu nedenle din özgürlüğünü ihlâl ettiğini ileri sürmüĢtür. BaĢvurucu, zorunlu emekliliğine gerekçe olarak gösterilen (bkz. Paragraf 8) "kanun dıĢı fundamentalist fikirler" in ne Ģekilde anlaĢılması gerektiğine iliĢkin olarak iç hukukta herhangi bir hüküm bulunmadığını ileri sürmüĢtür. Dininin gereklerini yerine getiren bir Müslüman olarak günde beĢ vakit namaz kılmıĢ ve Ramazan ayında oruç tutmuĢtur. Hükümetin, ilk kez, yargılama usulleri henüz Mahkeme önündeyken sunduğu belgeler, varlığından bile haberdar olmadığı, fundamentalist Süleymancılık tarikatının bir üyesi olduğuna dair herhangi bir kanıt oluĢturmamaktadır. Bunun ötesinde Yüksek Askerî ġura' nın kararı Anayasa'nın 139. maddesinde öngörülen hâkimlik teminatı ilkesini ihlâl etmiĢtir. Hükümet, Mahkemeye, Bay Kalaç'ın Silahlı Kuvvetlerin bir üyesi olarak kalmasına izin verilip verilmeyeceğinin, sorunun temelini teĢkil ettiğini belirtmiĢtir. Zorunlu emeklilik kararı, din, vicdan veya inanç özgürlüğüne bir müdahale olmayıp, aksine Türk ulusunun temeline yani Silahlı Kuvvetlerin güvence altına almakla sorumlu olduğu laikliğe karĢı bağlılık duymayan bir kiĢinin askerî hukuksal hizmetten uzaklaĢtırılmasını amaçlamaktadır. BaĢvurucu Süleyman tarikatına bağlı olup, resmî olmasa da hukuk dıĢı fundamentalist eğilimlere sahip olduğu bilinen Süleyman topluluğunun faaliyetlerine katılmıĢtır. Dilekçeye eklenen çeĢitli belgeler göstermektedir ki, baĢvurucu, bu topluluğa hukukî yardımda bulunmuĢ, eğitim toplantılarına katılmıĢ ve tarikat üyesi olan kiĢilerin hizmet görevlisi olarak atanmasına yardımcı olmuĢtur. Bu belgeler doğrultusunda üst düzey beĢ ordu mensubundan oluĢan bir komite, grup lideri Kalaç'ın, tarikat liderlerinden talimat alarak ve bunları uygulayarak askerî disiplini bozduğu ve Askerî Personel Kanunu'nun 50(c) bölümü uyarınca zorunlu olarak emekli edilmesi gerektiği sonucuna varmıĢtır. Yüksek Askerî ġura, kararını, Yüksek Komuta ve Hava Kuvvetleri Komutanının da kabul ettiği bu görüĢe dayandırmıĢtır. Son olarak, Türkiye'de ister Müslüman ister baĢka inançlara sahip olsun, Silahlı Kuvvetlerde görev yapan herkese dininin gereklerini yerine getirme imkanı sağlanmıĢtır. Bununla birlikte, 9. maddenin sağladığı koruma, bir hizmet görevlisine iliĢkin davada, üyelerinin faaliyetlerinin ordudaki hiyerarĢik dengeyi bozması muhtemel olan fundamentalist bir hareketin üyeliği yönünde geniĢletilemez. Komisyon, Hükümetin sunduğu belgelere dayandırdığı görüĢünde, baĢvurucunun zorunlu emekliliğinin 9. maddenin 1. paragrafınca güvence altına alınan hakka müdahale niteliği taĢıdığını belirtmiĢ ve ilgili hükümleri keyfi kararlara karĢı korumada yetersiz görerek, söz konusu müdahalenin ikinci paragraf bağlamında kanunda yer almadığı Delege, Hükümetin, Mahkemeye verdiği dilekçesine dayanarak, Komisyon önündeki iĢlemler süresince, "ulusal güvenlik açısından sır" olarak ifade edilen belgeler ortaya attığını gözlemlemiĢtir. Her halükarda, bu belgeler, Bay Kalaç'ın bir tarikatla bağlantısı olduğu iddiasını desteklememektedir. Mahkeme, din özgürlüğünün esas olarak bireysel bir vicdan meselesi olduğunu yinelemekle beraber, bir kiĢinin sadece toplum önünde kendisiyle aynı görüĢü paylaĢan kiĢilerle birlikte değil, tek baĢına ve özel olarak da dinini açıklama hürriyetine sahip olduğunu belirtmiĢtir.( bkz. 25 Mayıs 1993 tarihli KokkinakisYunanistan davası, Seri A, s.17, p, 31) Madde 9, ibadet ve ayin veya öğretimini yapmak suretiyle bir kiĢinin dinini veya inancını açıklama biçimlerini içermektedir. Buna karĢın 9. madde bir din veya inanç tarafından yönlendirilmiĢ her hareketi korumamaktadır. Bununla birlikte bir bireyin, dinini açıklama hürriyetini kullanırken, özel durumunu göz önünde bulundurması gerekebilir. 246 Bay Kalaç, askerî bir görev seçerek, doğası itibariyle Silahlı Kuvvetler mensuplarının belli hak ve özgürlüklerine, sivillere uygulanması mümkün olmayan sınırlamalar getirilmesi olasılığını içeren askerî disiplin sistemini kendi isteğiyle kabul etmiĢ olmaktadır. (Bkz.8 Haziran 1976 tarihli Engel ve diğerleri- Hollanda davası, Seri A, no.22, s.24, p.57). Devletler, özellikle askerî hizmetin gereklerini yansıtan kurulu düzene aykırı Ģu veya bu Ģekilde bir tutumu yasaklayarak, orduları için disiplin kuralları benimseyebilirler. (Parag.28) BaĢvurucunun, askerî yaĢamın getirdiği sınırlamalar çerçevesinde, bir Müslümanın dinînin gereklerini yerine getirebilmesine itiraz edilmemektedir. Örneğin, özellikle günde beĢ vakit namaz kılmasına ve Ramazan ayında oruç tutmak, Cuma günleri camide vaazlara katılmak gibi diğer dinî görevlerini yerine getirmesine izin verilmiĢtir. (Parag.29) Yüksek Askerî ġura'nın kararı, grup lideri Bay Kalaç'ın dinî fikirleri, inançları ya da dinî vazifelerini yerine getirme tarzı değil tutum ve davranıĢları dikkate alınarak verilmiĢtir. (bkz. P.8 ve 25) Türk yetkililere göre Bay Kalaç'ın bu tutumu askerî disiplini bozmuĢ ve laiklik ilkesini ihlâl etmiĢtir. (Parag.30) Mahkeme, buna göre, baĢvurucunun zorunlu emekliliğinin, böyle bir karara baĢvurucunun dinini açıklama Ģeklinin neden olmamasından ötürü, madde 9'da güvence altına alınan hakka müdahale anlamına gelmediği sonucuna varmıĢtır. (Parag.31) Bu nedenlerle Mahkeme oybirliğiyle; 1. Hükümetin ön itirazının reddedilmesine, 2. SözleĢmenin 9. maddesinin ihlâl edilmediğine karar vermiĢtir. (Kalaç / Türkiye, 1 Temmuz 1997) -47"9. maddede koruma altına alındığı Ģekliyle, düĢünce, vicdan ve din özgürlüğü SözleĢmedeki anlamıyla "demokratik toplumun" temel kurumlarından birini oluĢturur. Din özgürlüğü boyutunda ise bu, yalnızca insanların hayat anlayıĢlarının ve kimliklerinin en önemli yapıtaĢlarını oluĢturmakla kalmaz; aynı zamanda ateistler, bilinemezciler, Ģüpheciler ve ilgisizler açısından da kıymetli bir Ģeydir. Burada demokratik toplumun ayrılmaz unsuru, yüzyıllar sonunda güçlükle gerçekleĢtirilen çoğulculuk söz konusudur. Din özgürlüğü asıl olarak bireyin vicdanıyla ilgili bir mesele olduğundan, diğer baĢka Ģeylerin yanısıra, kiĢinin dinîni açıklamasını da içerir. Söz ve davranıĢlara yansıyanlar, dinsel inançların varlığıyla yakından ilintilidir." (Kokkinakis/ Yunanistan, 25 Mayıs 1993, Seri A, no. 260/A] -48"Mahkeme, din özgürlüğü öncelikle bir bireysel vicdan sorunu olduğundan bunun, diğerlerinin yanısıra, bir komĢusunu o dine inandırmaya çalıĢma hakkını da içeren bireyin dinsel inancını açıklama özgürlüğünü de kapsadığını vurgular. Bununla birlikte, 9. madde bir din ya da inançtan hareket eden ya da esinlenen her türlü davranıĢı, örneğin maddî veya sosyal avantajlar önerme ya da bir kiliseye yeni üyeler kazandırmak amacıyla uygun olmayan baskı uygulanması gibi uygun olmayan kendi dinini benimsetmeye çalıĢmayı korumaz." (Larissis ve diğerleri / Yunanistan, 24 .2.1998, Seri A, 1998-I) 247 IX.ĠFADE ÖZGÜRLÜĞÜ (Madde 10) Maddeye göre; “1. Herkes görüĢlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema iĢletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. 2.Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç iĢlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, baĢkalarının Ģöhret ve haklarının korunması, veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koĢullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.” 1.GENEL OLARAK Yargı organlarının güvencesi altında geniĢ kapsamlı bir ifade özgürlüğü hakkı sağlanmadan ne özgür bir ülkeden ne de demokratik bir Devletten bahsedilebilir. Gerçekten, demokratik bir siyasi süreç ve bireyin geliĢmesi isteniyorsa, ifade özgürlüğünün korunması hayati önem taĢır. Ayrıca bireylerin görüĢlerine ve bakıĢ açılarına hoĢgörü gösterilmesi, demokratik siyasi sistemin önemli bir öğesidir. Ġfade özgürlüğü hakkı, sözleĢmenin tanıdığı birçok hak ve özgürlüğün kullanılabilmesi için bir ön Ģart oluĢturur. 10. maddeyi koyanlar, ifade hürriyetinin; "bir görüĢe sahip olma, haber ve düĢünceleri elde etme ve bunları yayma özgürlüğünü de kapsamına aldığını ifade etmek ve mevcut haklara iliĢkin ucu açık bir liste sunmak suretiyle, geniĢ bir alanda koruma bulmasını sağlamıĢlardır. Ġfade hürriyeti, demokratik toplumun temel taĢını oluĢturur. Onun uygulanması aynı zamanda da bir uyuĢmazlık konusudur. Ġfadeler toplumu kızdırabilir; eleĢtiri otoriteleri rahatsız edebilir. Bu nedenlerle, AĠHM‟nin içtihatlarında AĠHS‟nin 10. maddesi önemli bir rol oynamıĢtır. Mahkeme, ifade hürriyetinin sınırlandırılmasına iliĢkin davalara çok büyük bir özen göstermektedir. SözleĢmenin dinamik niteliği, 10. maddenin koruma alanının geniĢletilmesinde ifadesini bulmuĢtur. Mahkemeye göre, 10. maddenin öngördüğü ifade özgürlüğü, demokratik toplumun baĢlıca temellerinden biri ve toplumun ilerlemesi ile bireyin geliĢmesinin temel koĢullarından biridir. Ġkinci pa- 248 ragraf hükümleri saklı kalmak üzere ifade hürriyeti, sadece muteber sayılan ya da zararsız ve önemsiz görünen bilgi ya da fikirler açısından değil, devlete ya da halkın bir kesimine aykırı düĢen, onları Ģok eden ya da endiĢelendiren bilgi ve düĢünceler açısından da geçerlidir. "Demokratik toplumun" varlık koĢulları olan çoğulculuk, hoĢgörü ve açık görüĢlülük de bunu gerektirir. Yine Mahkemeye göre, 10. madde, bilgi ve düĢünceleri alıp verme özgürlüğünün içinde belirgin bir Ģekilde varolan kültürün, siyasî ve sosyal bilgi edinmenin ve her türlü düĢüncenin kamusal değiĢ tokuĢuna katılma imkanı sunan, sanatsal ifade hürriyetini de içermektedir. SözleĢmenin 10. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle SözleĢmenin 6. maddesinin 2. fıkrası, yürütülmekte olan cezaî bir soruĢturma hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini önlemez; ancak masumluk karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğunda, bilginin tam bir takdir ve ihtiyatla verilmesini gerektirir.( Allenet de Ribemont/Fransa, 10.2.1995 parag.38). Görüldüğü gibi maddenin birinci paragrafı aĢağıdaki özgürlükleri güvence altına almaktadır. -Ġfade özgürlüğü; -GörüĢ sahibi olma özgürlüğü; -Bilgi ve düĢünceyi edinme özgürlüğü; -Bilgi ve düĢünceyi yayma özgürlüğü. Bu özgürlükler sebestçe, kamu makamlarının karıĢması olmaksızın ve ulusal sınırlardan bağımsız olarak kullanılabilmelidir. GörüĢ(kanaat) sahibi olma özgürlüğü bağlamında, Devletler vatandaĢlarını endoktrinasyona maruz tutmamalı ve belirli fikirlere sahip bireyleri ötekilere karĢı kayırmamalıdır. Ayrıca Devletin tek yanlı bilgi yayması, kanaat sahibi olma özgürlüğü önünde ciddi ve kabuledilemez bir engel oluĢturabilir. Yine bu özgürlük çerçevesinde bireyler, aynı zamanda, daha önce kamuya yapmıĢ oldukları açıklamalara dayanılarak belirli fikirlerin kendilerine atfedildiği durumlarda muhtemel olumsuz sonuçlara karĢı da koruma altınadadır. Kanaat sahibi olma özgürlüğü, kanatlerini açıklamaya zorlanmama negatif özgürlüğünü de içerir. Mahkemenin çeĢitli içtihatlarında ortaya konulan ilkelere göre, ifade özgürlüğü; 249 -demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden biridir; -sadece lehe olanlar değil, farklı, rahatsız edici türdeki bilgi ve düĢünceler bakımından da geçerlidir; -bu özgürlüğün kullanımı bir dizi istisnalara tâbidir, ancak istisnalar mutlaka dar yorumlanmalıdır ve açıkça yasa ile öngörülmüĢ olmalıdır; -ifade özgürlüğü, basın bakımından özel önem taĢır; basın, kamunun yararına olan meseleler hakkındaki bilgi ve görüĢleri yayma hakkına sahiptir ve bununla ödevlidir; -bilgi ve görüĢü yayma basının görevi olduğu kadar, bunları edinme kamunun da hakkıdır; - 10. maddenin 2. fıkrasında geçen “gerekli” terimi, “bir sosyal ihtiyaç baskısının” varlığına iĢaret eder; -SözleĢmeci Devletlerin bu tür bir ihtiyacın varolup varolmadığını tartmada bir takdir payı vardır, ancak bu mahkemenin denetimi ile yanyana gider; -AĠHM ifade özgürlüğüne getirilen bir kayıtlamanın, 10. madde ile korunan bu özgürlüğe uygun düĢüp düĢmediği konusunda nihaî olarak karar verme yetkisi vardır; -Mahkeme bu denetimi ve gözetimi yaparken, ulusal makamların ifade özgürlüğüne yaptığı müdahalenin, “makul”, “dikkatli”, “iyi niyetli”, “izlenen meĢru amaçla orantılı olup olmadığını ve bu özgürlüğe müdahaleyi haklı göstermek için ulusal makamların ortaya koydukları gerekçelerin “uygun” ve “yeterli” görülüp görülemeyeceğini de değerlendirerek karara bağlar.132 “Resmî görüĢlere ve düĢüncelere muhalefet eden bir kiĢinin görüĢleri siyasal arenada kendisine yer bulabilmelidir. (Piermont / Fransa, 27 Nisan 1995). “Ġfade özgürlüğünü düzenleyen 10. madde, sadece, ifade edilen düĢüncelerin ve bilginin esasını değil, ama aynı amanda bunların iletilmiĢ/nakledilmiĢ olduğu biçimleri de kapsar (Jersild/Danimarka, 23 Eylül 1994). “10. madde özelikle bilgi ve görüĢlerin alınması ve yayılması özgürlüğü vurgusuyla, kültürel, siyasal ve sosyal alanda her türlü 132 Mehmet Semih GEMALMAZ, « Ġnsan Hakları Hukuku Açısından Ġfade Özgürlüğü”, Prof.Dr.Sahir Erman’a Armağan, ĠÜ Hukuk Fakültesi yayını, Ġst.1999,s.302. 250 bilgi ve görüĢlerin insanlar arasında dolaĢımı olanağını temin ederek sanatsal ifadeyi de kapsamaktadır ( Müller /Ġsviçre, 24 Mayıs 1998) Siyasal ifade ve sanatsal ifadenin yanısıra, ticarî nitelikli bilgi de 10. madde kapsamındadır (Casado Coca/Ġspanya, 24 ġubat 1994). 2.RADYO, TELEVĠZYON VE SĠNEMA YAYINCILIĞI 10. maddenin birinci paragrafında ayrıca iki öğe dikkati çekmektedir: -Söz konusu özgürlüklerin kullanılması ya da onlardan yaralanılabilmesi, kural olarak, “kamu makamlarının müdahalesine” konu/tâbi olmayacak ve “ulusal sınırlar dikkate alınmayacak” tır; - Söz konusu paragraf " Bu madde, devletleri radyo, televizyon ya da sineme giriĢimlerini izne bağlamaktan alıkoymaz" demek suretiyle, bu alanda devletleri geniĢ bir takdir yetkisi tanımaktadır. Ancak bu ibareye rağmen, devletler yine de, lisans koĢulları ya da uygulamaya getirecekleri kısıtlamaları 2. fıkraya göre haklılaĢtırmak zorundadır. BirleĢik Krallığa karĢı yapılan bir baĢvuruda, Komisyon "memleket sınırları mevzuu bahis olmaksızın" ya da “ülke sınırları söz konusu olmaksızın”deyiminin nasıl yorumlanacağını karara bağlamıĢtır: "memleket sınırları mevzuu bahis olmaksızın" deyimi, SözleĢmeci devletlerin hiç bir Ģekilde sorumlu olmadıkları, SözleĢmeci olmayan devletlerin eylemleriyle ilgili bir müdahale hakkı verir Ģekilde yorumlanamaz. SözleĢmeci Devletin kendi yargı yetkisini kullanırken, kendisinin bu hakka saygı göstermesi yükümlülüğüne iĢaret eder." Dolayısıyla prensip olarak, devletler en azından komĢu devletlerin sınırlarının ortadan kaldırılmasına yönelik olmayan yayın etkinliklerine müdahaleden kaçınmalıdır. 3.KAMU ÇALIġANLARININ HAKLARI Ġki baĢvuruda Komisyon, hukuk uygulamacılarının 10 madde altındaki haklarını kullanmalarına hükümetin kısıtlama getirebileceğine karar vermiĢtir. Bir olayda, baĢvurucu avukat, " aĢağılayıcı ya da tarafgir demeçler" vermiĢti. Diğer olayda ise, baĢvurucu hâkim belli bazı kamu davalarına iliĢkin olarak siyasî yorumlar taĢıyan broĢürler dağıtmıĢtı. Komisyon, hükümetin baĢvuruculara karĢı gerçekleĢtirdiği disiplin önlemlerinin, hâkim ve avukatlara düĢen özel görev ve sorumlulukların ıĢığında 10. maddenin 2. paragrafı uyarınca kabul edilebilir olduğuna karar vermiĢtir. 251 4.BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ Hukukun üstünlüğü ilkesine göre yönetilen bir Devlette basın ayrıcalıklı bir role sahiptir(Castell/Ġspanya,1992). 10. maddeye dayanan, en önemli davalardan bazıları gazetelerin ifade özgürlüğü hakkı ile ilgili olanlardır. Basın özgürlüğüne getirilen sınırlamalar hakkındaki davalarda Mahkeme, halkın, gazetecilerin kamu yararını ilgilendiren konularda bilgi ve fikirleri açıklama özel iĢlevlerinin doğal sonucu olarak bilgi edinme hakkına sahip olduğunu kabul etmiĢtir. Mahkemeye göre, bilgi edinme özgürlüğü esas olarak kiĢinin, diğerlerinin ona açıklamak istediği ya da isteyebileceği bilgileri edinmesinin hükümet tarafından sınırlanmasını yasaklamaktadır. Mahkeme 8 Temmuz 1986 tarihli Lingens/Avusturya kararında, basının “tıpkı kamunun yararına olan diğer alanlarda olduğu gibi, siyasal meseleler hakkında bilgi ve düĢünceleri yaymakla ödevli olduğunu ve “bilgi ve düĢünceleri yaymanın yalnızca basının ödevi olmakla kalmadığı ve fakat, kamunun bunları edinme hakkı da olduğu”nu vurgulamıĢtır. Mahkeme devamla, “muhalif, Ģok edici ve rahatsız edici türden bilgi ve düĢüncenin, çoğulculuk, hoĢgörü ve açık fikirliliğin gereği olduğunu ve bunlar olmaksızın ise “bir demokratik toplumu”un söz konusu edilemeyeceğini belirtmiĢtir (parag.41). Mahkemeye göre, “basın özgürlüğü”, halkın, siyasal liderlerin düĢünceleri ve tavırları hakkında bir görüĢ edinebilmesi ve oluĢturulabilmesi için en uygun yollardan biridir. Daha genel olarak, özgür siyasal tartıĢma, SözleĢmenin bütününe egemen olan “demokratik toplum” kavramının tam özünü biçimlendirir. Politikacıları eleĢtirmenin kabuledilebilir sınırları, özel bireyleri eleĢtirmenin sınırlarına göre daha geniĢtir. Mahkeme Oberschlick/Avusturya (23 Mayıs 19991) kararında da benzer görüĢlerini vurgulamıĢtır. Buna göre; “Bir politikacının kamusal alandaki eylemleri bakımından yapılabilecek eleĢtirinin kabuledilebilir sınırları, özel kiĢilerin aynı bağlamda eleĢtirilmesinden daha geniĢtir. Bir politikacının, her bir sözünün ve davranıĢının gerek gazeteciler gerekse daha geniĢ ölçekte kamu tarafından yakın gözetimine kendisini açık tutması hem kaçınılmazdır. Hem de bilinen bir durumdur. Bir politikacı, özellikle kamuya açıklamalar yaptığında daha yüksek derecede hoĢgörü göstermek zorundadır. Bir politikacı, özel yaĢamı çerçevesinde bir eylemde bulunmadığı zaman bile, Ģöhretinin korunması bakımından kuĢkusuz hak sahibidir. Ancak, bu korumanın gerekleri, siyasal meselelerin açıkça tartıĢılmasının yararı dikkate alınarak tartılmalıdır. 252 Schwabe/Avusturya (28 Ağustos 1992) davasında, baĢvurucu yayınlanan bir yazısında bir politikacıyı eleĢtirmiĢ ve onun sabıkalı olduğuna da iĢaret etmiĢtir. Mahkemeye göre, “bir politikacının önceki ceza mahkumiyetleri, diğer alanlardaki kamusal davranıĢları ile birlikte, bu kimsenin siyasal görevlerini yerine getirmeye uygun olup olmadığını tartabilme bakımından uygun veriler olabilir.”(parag.32). Kaldı ki baĢvurucunun eleĢtirisinde, “esası itibariyle doğru nitelikteki olgulara iliĢkin kendi değer yargısını ifade etmiĢtir.” Bunu yaparken de“iyi niyetli olduğu konusunda bir kuĢku da söz konusu değildir. Dolayısıyla baĢvurucu, ifade özgürlüğü sınırlarını aĢmıĢ olarak mütalaa edilemez” (parag.34). Sonuç olarak, Bay Schwabe‟nin Ģikayetçi olduğu müdahale, “demokratik bir toplumda... baĢkalarının Ģöhretinin korunması için...gerekli” değildir. Bundan ötürü, SözleĢme madde 10 ihlâl edilmiĢtir. (parag. 35). 133 Fressoz- Roire/Fransa(1999) davasında, Mahkeme, Fransa'nın mizah ve politika ağırlıklı ünlü haftalık gazetesi Canard Enchaine (Zincirli Ördek)' nin iki yöneticisi Fransız otomobil fabrikası Peugeot'nun patronu Jacques Calvet'nin maaĢ bordrolarını yayınladığı gerekçesiyle Fransa'da yargılanıp para cezasına çarptırılmasını konusunda, büyük Ģirket patronlarının gelirlerinin düzenli olarak basın tarafından yayınlandığına iĢaret ederek, gazete yöneticilerinin ifade özgürlüğü haklarının (ifade özgürlüğü ile ilgili 10'uncu maddesini) ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. Mahkemeye göre, “Basının, Ģiddet tehdidi karĢısında milli güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması veya kamu düzeninin sağlanması veya suçun önlenmesi amacıyla konulmuĢ olan sınırlamaları aĢmaması kaydıyla bölücü olanlar da dahil olmak üzere, siyasi konularda görüĢ ve bilgi vermesi bir zorunluluktur. Basının, anılan bilgileri ve fikirleri bildirme zorunluluğunun yanısıra, hakların da bunları almaya hakkı vardır. (Sürek ve Özdemir / Türkiye, 1999). Bergens Tidende ve diğerleri (2000 )davasında, AĠHM, kendisinden memnun olmayan hastaların tanıklıklarını içeren bir seri yazıyı yayınlamaktan bir gazetenin, bir estetik cerrahın uğradığı zarar ziyanın tazminine mahkûm edilmesine iliĢkin davada kararını verdi. Mahkeme, öncelikle, suçlama konusu yapılan yazıların “insan sağlığının önemli bir yönüne iliĢkin olduğuna ve bu Ģekliyle kamu yararına iliĢkin ciddi sorunları ortaya çıkardığını” belirledi. Somut olayda, hastaların anlattıkları olayların, esas itibariyle doğru olduğu ve gazete tarafından aslına sadık bir biçimde aktarıldığı sonucuna varıldı. Gazetenin, tanık beyanlarının bir cerrahi becerinin yokluğunu önerecek Ģekilde değerlendirilmemesi gerektiğini belirtmemesi, meslek 133 GEMALMAZ,a.g.m., s.304. 253 kurallarını ihlal ettiğini göstermiyordu. Mahkeme, bu çerçevede: sohbetlere dayalı güncel röportajların en önemli olanaklardan birini oluĢturduğunu ve bunlar olmadan basının “bekçi köpeği” rolünü oynamasının mümkün olmadığını hatırlattı. (paragraf 57) Bu nedenle, cerrahın mesleki faaliyeti üzerinde yazıların olumsuz etkisini kabul ederek, Mahkeme, adıgeçen tarafından verilen tedavi ve ameliyat sonrası bakım ile ilgili haklı eleĢtiriler dikkate alındığında, mesleki itibarının her koĢulda önemli bir zarar göreceğinin altını çizdi. (paragraf 59) Dolayısıyla, doktorun mesleki itibarını korumaya dönük çıkarının, basının, kamu yararını temsil eden sorunlarla ilgili haberleri verme özgürlüğünü korumaya dayalı kamu yararına üstün tutulmasını haklı kılacak düzeyde sayılması mümkün değildir. Mahkeme, bu gerekçeye dayanarak, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi. Gazetecilerin haber kaynakları da, 10. madde çerçevesinde koruma altındadır(Goodwin/BirleĢik Krallık,1996).AĠHM, Roemen ve Schmit / Lüksemburg (25 ġubat 2003) kararında daha önceki Goodwin/BileĢik Krallık(1996) kararındaki görüĢünü sürdürerek, gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama hakkının korunmasını 10. madde kapsamına girdiğini bir kez daha ortaya koymuĢtur. Dolayısıyla yakın zamana kadar sadece gazetecilik meslek ilkeleri arasında yer alan bu kural, AĠHS‟ne taraf ülkelerde pozitif hukuk ve ifade özgürlüğünün muhafızları olması gereken yargı organları tarafından da dikkate alınması gereken bir hak halini almıĢ olmaktadır.134 5.ĠġE GĠRME Kosiek ve Glasasenapp kararlarında Mahkeme, Federal Alman Cumhuriyetinin bütün devlet memurlarına Anayasa ve onun değerlerine bağlılık etme yükümlülüğü getiren Berufsverbot doktrinini değerlendirmiĢtir. Bay Kosiek aĢırı sağ bir partiye Bayan Glasenap ise aĢırı sol bir partiye sempati belirten bazı görüĢlerini açıklamıĢlardır. Her iki olay da da hükümet, deneme süreli öğretmenler olarak atanan baĢvuruculara daimî devlet memuru statüsü vermeyi reddetmiĢtir. Hükümetin iĢlemlerini 10. maddeye göre kabul edilebilir bulan Mahkeme, her iki olayda da AĠHS'nin kamu görevine girme hakkını koruma altına almadığına dikkat çektikten sonra, Hükümet yetkililerinin baĢvurucuların; görüĢ, tutum ve eylemlerini "söz konusu görev için gerekli kiĢisel nitelikleri" sahip olup olmadıklarına karar vermek için değerlendirdiğini belirtmiĢtir. Ergin ERGÜL, Roemen ve Schmit / Lüksemburg (tercüme ve yorum),Polis Akademisi AĠHM Kararları Dergisi, C.2,S.5 (Nisan 2003) s. 260. 134 254 Mahkeme, bir ortaokul öğretmeninin Alman Komünist Partisine üyeliği ve bu partideki etkinlikleri nedeniyle sürekli görevinden uzaklaĢtırıldığı Vogt olayında farklı bir sonuca ulaĢmıĢtır. Bağlılık andıyla ilgili olarak Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasındaki ve Almanya'daki değiĢik eyaletler arasındaki düzenleme farklılıklarına ve Alman Komünist Partisinin yasaklanmıĢ bir siyasî parti olmadığı olgusuna iĢaret eden Mahkeme, ayrıca bu faktörler ile ödevin ihlâli için bir disiplin yaptırımı olarak getirilen görevden uzaklaĢtırmanın sertliğine, bir ortaokulda Fransızca ve Almanca öğretmeye iliĢtirilen güvenlik eksikliği riskinin arasındaki dengesizliğe, baĢvurucunun 10. maddedeki haklarının ihlâl edildiği saptamasına sevk eden faktörler olarak dikkat çekmiĢtir. 6. BĠREYLERĠN HAKLARI, ÖDEVLERĠ VE SORUMLULUKLARI Irkçı ve göçe karĢı bir gruba mensup bir kaç Danimarkalı gençle yaptığı televizyon programı aracılığıyla ırkçı görüĢlerin yayılmasına yardım ve bunları teĢvik ettiği gerekçesiyle para cezasına çarptırılan bir Danimarkalı televizyon muhabirine iliĢkin Jersild olayında, konu gazetecilerin görev ve sorumluluklarıydı. Mahkeme, Danimarka mahkemelerinin ırkçı düĢüncelerin yayılması konusundaki kaygılarını paylaĢmakla birlikte, baĢvurucunun bu düĢünceleri sunumunun, bu türden görüĢleri desteklediği biçiminde yorumlanamayacağına karar vermiĢtir. 7.SINIRLAMA ÖLÇÜTLERĠ Maddenin ikinci paragrafında, toplam 9 sınırlama ölçütünün sınırlı sayıda sayılmıĢ olduğu dikkat çekmektedir. Bu paragraf, kamu makamlarına ifade özgürlüğü hakkının kullanımına bir kısıtlama ya da cezai tedbir öngörme yükümlülüğü getirmemekte, sadece böyle bir olanağı vermektedir. Sayılan ölçütlerin konusu ve bağlamı değerlendirildiğinde, bunlarla korunması hedeflenen “meĢru amaçların ya da meĢru yararların aĢağıdaki baĢlıklar altında sınıflandırılması mümkündür: -Devletin çıkarları için: “ulusal güvenlik”, “ülke bütünlüğü”, “kamu emniyeti”; -Halkın çıkarları için: “genel sağlık”, “genel ahlak”; -Toplumun ya da genelin yararı için: “düzensizliğin ya da suç iĢlenmesinin önlenmesi”; -Yargı organının yararı için: “yargılama organının yetki ve tarafsızlılığının muhafaza edilmesi”; 255 Yargılama organı terimi, adalet mekanizmasının ve yargı erkinin yanısıra yargıçları da kapsar. -Ġdarenin/kamu makamlarının ve adaletin yararı için: “gizli bilgi edinilerek açığa çıkmasının önlenmesi; ve nihayet -Özel çıkarlar için; “baĢkalarının Ģöhret ve haklarının korunması”.135 “10. maddenin 2. fıkrası, SözleĢmeci Devletlere sınırsız bir takdir yetkisi vermez. Mahkeme, bir yasak veya cezanın, 10. madde ile korunan ifade özgürlüğü ile uzlaĢtırılabilir olup olmadığına iliĢkin son kararı vermekle yetkilidir. Ulusal takdir alanı Avrupa denetimi ile birarada yürümektedir. Bu denetim, hem Ģikayet edilen önlemin amacıyla hem de bunun “gerekliliği” ile ilgilidir; denetim sadece temel mevzuatı değil, bağımsız bir mahkeme tarafından verilmiĢ olsa da, bu mevzuatı uygulayan mahkeme kararlarını da kapsar. (Handyside /BirleĢik Krallık, Parag.49) “Gerekli” sıfatı “zorunlu “ sıfatı ile anlamdaĢ olmayıp, bir “sosyal ihtiyaç baskısı “ nın varlığına iĢaret eder.(Sunday Times / Birle- Ģik Krallık, 1979). 10. maddenin 2. fıkrası anlamında “gerekli” sıfatı, bir sosyal ihtiyaç baskısı” nın varlığını ima eder ve SözleĢmeci Devletler, bu tür bir ihtiyacın varolup olmadığını tartmakta belli bir takdir payına sahiptirler; ancak bu Mahkemenin gözetimi ile birarada yürür.”(Barthold,1985, parag.55) Mahkemenin denetimi, muhatap devletin takdir yetkisini, makul biçimde, dikkatli Ģekilde ve iyiniyetle, kullanıp kullanmadığını netleĢtirmekle sınırlı değildir. Ġkinci etapta, gözetim/denetim yetkisini kullanırken Mahkeme kendisini, itiraz edilen kararların yalıtılmıĢ Ģekilde değerlendirilmesini yapmakla sınırlamaz; ama bunlara vakanın bir bütün olduğu ıĢığında bakar. (Olsson / Ġsveç, 24 Mart 1998). Demokratik toplumda gerekli nitelemesi, SözleĢmeye uygun olarak, müdahalenin mutlaka, diğerlerinin yanısıra, bir sosyal ihtiyaç baskısına karĢılık gelmesi ve izlenen meĢru amaç ile orantılı olması anlamındadır.( Silver ve diğerleri/BirleĢik Krallık, parag. 97) Sunday Times / BirleĢik Krallık ( 1979) kararına göre; “Mahkeme, “hukuken öngörülmüĢ” ifadesinde geçen “hukuk” sözcüğünün sadece yazılı olanı (yasayı) değil ama yazılı olmayan hukuku da kapsadığı görüĢündedir.” (parag.47). 135 GEMALMAZ, a.g.m., s.299. 256 “Hukuken öngörülmüĢ ifadesinden iki gerek çıkar. Ġlki, hukuk kendisine ulaĢılmaya elveriĢli nitelikte olmalıdır. Ġkincisi, vatandaĢların davranıĢlarını düzenlemelerine olanak vermek üzere yeterince açık Ģekilde formülleĢtirilmiĢ olmalıdır.(parag 49). Yasayla öngörülme terimi, özellikle mevzuatın muğlak, yetersiz vb. olması durumunda içtihatları da içine alır.(Open Door and Dublin Well Woman v./Ġrlanda, 29 Ekim 1992). Ġfade özgürlüğünün öznesi herkestir. “SözleĢme madde 10 ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü, SözleĢmeci Devletlerin egemenlik alanlarındaki diğer kiĢilere uygulandığı gibi, asker kiĢilere de uygulanır(Engel vd. /Hollanda, parag.100). 10. maddenin uygulanması kıĢlanın kapısında durmaz. Bu madde SözleĢmeci Devletlerin egemenlik alanlarındaki diğer kiĢilere uygulandığı gibi, asker kiĢilere de uygulanır. (Grigoriades / Yunanis- tan, 25.11. 1997, parag.100). “10. madde, gerçek ya da tüzel kiĢi olduklarına bakılmaksızın herkese uygulanır. Dahası Mahkeme üç kez, madde 10‟un kâr maksatlı Ģirketler için de uygulanabilir olduğunu belirlemiĢtir.(Autronic AG/Ġsviçre, 22 Mayıs 1990). “Mahkeme ilkin, 10. maddenin herkesin ifade özgürlüğünü gü- vence altına aldığını vurgulamaktadır. Ġzlenen amacın kâr sağlama ya da kâr hedefi gütmeme Ģeklinde olup olmamasına bağlı olarak bir farklılık madde içinde öngörülmemiĢtir ve bu bağlamda yer alan muameledeki bir farklılaĢma, 14. maddeye aykırı düĢülmesine yolaçabilir. ”(Casado Coca /Ġspanya24 ġubat 1994, parag.35) Barfod/Danimarka olayında, baĢvuran siyasal bağlantıları da hassas bir vakada iki hâkim hakkında küçültücü yayın yapmaktan mahkum olmuĢtur. Mahkeme 22 ġubat 1989 tarihli kararında, bu durumun 10. maddenin ihlâline yol açmadığına karar vermiĢtir. 8. ONUNCU MADDE VE TÜRKĠYE 10. maddede düzenlenen fikir ve ifade hürriyeti Türkiye'nin, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi önünde en sık karĢılaĢtığı ve mahkum olduğu konuların baĢında yer almaktadır. Bu konuda Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi, bir çok kararında, özellikle Türkiye'ye iliĢkin kararlarında, düĢünce özgürlüğünün sınırlarını çizmiĢ ve "Ģiddet içeren, vatandaĢlar arasında düĢmanlık, kin ve nefrete teĢvik eden" 136, 136 Piermont/Fransa, 27.4.1995 - Zana /Türkiye, 25. 11.1997 - Sürek (4)/Türkiye, 8.7.1999 - Erdoğdu ve Ġnce/ Türkiye, 8.7.1999 257 "bir kiĢiye, bir Devlet görevlisine, ya da halkın bir bölümüne karĢı Ģiddet kullanımına çağrı, teĢvik niteliğinde bulunan" 137, "silahlı mücadeleye, silahlı baĢkaldırıya teĢvik niteliğinde bulunan"138 , "demokratik kuralları açıkça reddeden" 139 ve ayrıca, "ırkçı söylemler içeren ve ırk düĢmanlığına dayalı" 140 ifadeleri yasaklamıĢtır.141 Mahkeme, bu doğrultuda, genel çerçeveyi çizerken, "söylenen sözlerin tümünü, ifadelerin içerikleri ve kapsamlarını, ayrıca ifade edildikleri ortamı, ifade ediliĢ biçimleri ve araçlarını" 142 mutlaka göz önüne almakta, ve "ġiddete ya da düzeni bozmaya çağrı olup olmadığı yanı sıra, bu ifadeler sonrası bir baĢkaldırının, silahlı eylemin olup olmamasını" 143 da değerlendirmektedir. 10. maddeyle ilgili olarak 6.2.2002 tarih ve 4744 sayılı yasa ile144, 137 Sürek(2)/Türkiye, 8. 7.1999 - KarataĢ/Türkiye, 8. 7.1999 - Sürek ve Özdemir, 8. 7.1999 138 Ġncal/Türkiye, 9.6.1998 Aslan/ Türkiye, 8.7.1999 - Gerger/Türkiye, 8.7.1999 139 Sosyalist Parti/Türkiye, 25.5.1998 140 Jersild/Danimarka 23.9.1994 -Komisyon kararları olarak, Honsik/Avusturya, 18.10.1995 - Remer/Almanya 6.9.1995 - Marais/Fransa, 24.6.1996 141 Jurisprudence relative a l'article 10 de la Convention Européenne des Droits de l'Homme, Quarante années de jurisprudence, Conseil de l'Europe, 1999 142 Nilsen ve Johnsen, 25.11.1999 - Sürek(2), 8. 7.1999 - Aslan/Türkiye, 8.7.1999 - Sürek ve Özdemir/Türkiye,8.7.1999 - Sürek(4), 8.7.1999 - KarataĢ/Türkiye, 8.7.1999) - Gerger/Türkiye, 8. 7.1999 143 Piermont/Fransa 27.4.1995 - Ġncal/Türkiye, 9.6.1998 144 Tasarının Hükümet gerekçesinde Ģöyle denilmektedir: ÇağdaĢ demokrasiler, temel hak ve hürriyetleri sağlamayı hedef alan çoğulcu, katılımcı, düĢünceye dayanan ve hoĢgörü ortamında geliĢen sistemlerdir. Çağımızda insan hakları ve temel hürriyetlerin tanınması, evrensel bir ilgi konusu olmakla kalmamıĢ; bunların güvence altına alınarak aykırı uygulamalardan korunması ve daha ileri düzeyde gerçekleĢtirilmesi amacıyla bazı uluslararası kuruluĢlar oluĢturulmuĢ ve bu kuruluĢlar bünyesinde çeĢitli uluslararası belgeler kabul edilmiĢtir. Bu kuruluĢların baĢında, hemen tüm dünya ülkelerini kapsayan BirleĢmiĢ Milletler TeĢkilâtı ile demokratik Avrupa ülkelerinin siyasal birliği olan Avrupa Konseyinin geldiği bilinmektedir. Konuyla ilgili uluslararası belgelerden en önemlileri 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen Ġnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Ġnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair SözleĢme ve eki protokollerdir. DüĢünce ve ifade hürriyeti, Ġnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 18 ve 19 uncu maddeleri ile kısaca “Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi” olarak adlandırılan Ġnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair SözleĢmenin 10 uncu maddesinde güvence altına alınmıĢtır. 258 -1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 159 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “bir seneden altı seneye kadar ağır hapis” ibaresi “bir seneden üç seneye kadar hapis” olarak, üçüncü fıkrasında yer alan “15 günden 6 aya kadar hapis ve 100 liradan 500 liraya kadar ağır para” ibaresi “15 günden 6 aya kadar hapis” olarak değiĢtirilmiĢtir. – Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. Madde 312. – Bir cürmü alenen öven veya iyi gördüğünü söyleyen veya halkı kanuna uymamaya tahrik eden kimseye altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir. Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı birbirine karĢı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir Ģekilde düĢmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Temel hak ve hürriyetler, Anayasamızda da ayrıntılı bir Ģekilde düzenlenmiĢ bulunmaktadır. Bunlar arasında düĢünce ve ifade hürriyetleri, demokratik rejimin geliĢmesi bakımından özel bir öneme sahiptir. Zaman içinde ortaya çıkan ihtiyaçlar ve değiĢen görüĢler, Anayasada değiĢiklik yapılmasını zorunlu kılmıĢtır. DemokratikleĢme yolunda yeni bir adım olarak Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen 3.10.2001 tarihli ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin DeğiĢtirilmesi Hakkında Kanun, 17.10.2001 tarih ve 24556 mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiĢtir. Anayasada 4709 sayılı Kanunla yapılan değiĢiklikle, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilmesi öngörülmek suretiyle bu konuda yeni bir sistem benimsenmiĢtir. Bu değiĢiklik, temel hak ve hürriyetler, bu arada düĢünce ve ifade hürriyeti bakımından bir geniĢleme sağlamıĢtır. Anayasada yapılan değiĢikliklere uygulama kabiliyeti kazandırılabilmesi, ilgili kanunlarda da değiĢiklik yapılmasını gerektirmektedir. Bu amaçla hazırlanan Tasarı ile Türk Ceza Kanununun 159 ve 312 nci, Terörle Mücadele Kanununun 7 ve 8 inci maddelerinde yer alan suçların unsurları, ceza müeyyidesi ile güdülen amaçla orantılı olarak yeniden düzenlenmiĢ; böylece düĢünce ve ifade hürriyetinin geniĢletilmesi sağlanmıĢtır. Ayrıca, toplu olarak iĢlenen suçlar için öngörülen gözaltı süresinin dört güne indirilmesi ve kiĢinin yakalandığı veya tutuklandığının, yakınlarına derhal bildirilmesi de 4709 sayılı Kanunla getirilen önemli yenilikler arasında yer almaktadır. Bu çerçeve içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin KuruluĢ ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda yer alan gözaltı süreleri Anayasada yapılan değiĢikliğe uygun olarak yeniden düzenlenmiĢ; kiĢinin yakalandığı veya tutuklandığının yakınlarına derhal bildirilmesine yönelik Anayasa ilkesi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda somutlaĢtırılmıĢtır. Tasarı, yukarıda belirtilen değiĢikliklerin gerçekleĢtirilmesi amacıyla hazırlanmıĢtır. 259 Halkın bir kısmını aĢağılayıcı ve insan onurunu zedeleyecek bir Ģekilde tahkir eden kimseye de birinci fıkradaki ceza verilir. Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçlar 311 inci maddenin ikinci fıkrasında belirtilen araçlar veya Ģekillerle iĢlendiğinde verilecek cezalar bir katı oranında artırılır.” - 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. “Yukarıdaki fıkra uyarınca meydana getirilen örgüt mensuplarına yardım edenlere veya terör yöntemlerine baĢvurmaya özendirecek Ģekilde örgütle ilgili propaganda yapanlara fiilleri baĢka bir suç oluĢtursa bile ayrıca bir yıldan beĢ yıla kadar hapis ve beĢyüzmilyon liradan birmilyar liraya kadar ağır para cezası verilir. – Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak amacıyla yazılı, sözlü veya görüntülü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüĢ yapanlar hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmedikçe bir yıldan üç yıla kadar hapis ve birmilyar liradan üçmilyar liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur. Bu suçun terör yöntemlerine baĢvurmaya özendirecek Ģekilde iĢlenmesi halinde verilecek ceza üçte bir oranında artırılır; mükerreren iĢlenmesi halinde ise, verilecek hapis cezaları paraya çevrilemez. Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun 5680 sayılı Basın Kanununun 3 üncü maddesinde belirtilen bir mevkute vasıtasıyla iĢlenmesi halinde, ayrıca bunların sahiplerine ilgili mevkutenin varsa bir önceki ay ortalama satıĢ bedelinin dörtte üçü kadar ağır para cezası verilir. Ancak verilecek para cezası hiçbir halde üçmilyar liradan az olamaz. Bu mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek para cezasının yarısı uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir. Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun ikinci fıkrada yazılı mevkuteler dıĢındaki basılı eser ve sair kitle iletiĢim araçları ile iĢlenmesi halinde, sorumluları ve kitle iletiĢim araçları sahipleri hakkında altı aydan iki yıla kadar hapis ve birmilyar liradan üçmilyar liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur. Ayrıca mahkeme, ilgili radyo ve televizyon kuruluĢunun bir günden yedi güne kadar yayından men‟ine karar verir. Birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun ikinci ve üçüncü fıkralarda yazılı kitle iletiĢim araçları ile iĢlenmesi halinde verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.” Örnek karar özetleri 260 - 49 "Herkes için değerli olan ifade özgürlüğü, siyasî partiler ve aktif üyeleri açısından özellikle önemlidir.(Bkz, mutatis mutandis, Türkiye'ye KarĢı TBKP ve diğerleri kararı, 30 Ocak 1998, &46) Partiler, seçmenlerini temsil ederler, onların kaygılarını dile getirirler ve menfaatlerini savunurlar. Dolayısıyla baĢvuru sahibinin örneğinde olduğu gibi muhalefet partisine üye bir siyasetçinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler, AĠHM'ni son derece katı bir denetim uygulama zorunluluğu karĢısında bırakmaktadır., Mevcut olayda, Ġzmir DGM, Ġncal'ı mahkum etmek için TCK'nun 312. maddesinde öngörülen suçu ( suça kapalı tahrik) gerçekleĢtirdiğini öne sürdüğü bir bildiriye dayanmıĢtır. Bu bağlamda AĠHM, denetimde bulunurken ifa ettiği görevin, yetkili iç mahkemelerin yerine geçmek değil, fakat bu mahkemelerin takdir yetkileri dahilinde verdikleri kararların SözleĢmenin 10 maddesine uygunluğunu teyit etmek olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme, bu görevini ifa ederken millî makamların, baĢlıca olguları kabul edilebilir Ģekilde değerlendiriĢi üzerine hüküm kurdukları kanaatine varmalıdır. (Bkz. yukarıda anılan Vogt kararı,s.26,&52) Devlet Güvenlik Mahkemesi, Devleti terörist olarak nitelendiren, aslında hepsi Türk uyruklu olan vatandaĢlar arasında ayrım gözeten ve Belediyece alınan bazı önlemleri özel savaĢ yöntemleri olarak açıklayan bildiriyi hazırlayanların halkı kin ve düĢmanlığa bilinçli olarak kıĢkırttıkları ve bu amaçla yasadıĢı yollara baĢvurmaya teĢvik ettikleri kanaatine varmıĢtır. AĠHM, bildirinin ihtilaflı bölümlerinin, yetkililerce alınan idarî nitelikte ve belediye iĢlevlerine iliĢkin, özellikle seyyar satıcıları hedef tutan bazı tedbirleri eleĢtirdiklerine dikkat çekmektedir. Bu bölümler, Ġzmir kamuoyunu ilgilendiren bazı olguların varlığını gözler önüne sermektedir. Bildiri, bu Ģehirdeki Kürt kökenli vatandaĢlar açısından olumsuz bir havanın hüküm sürdüğünü ifade ederek baĢlamakta ve söz konusu tedbirlerin, Ġzmir'i terk etmeye zorlamak amacıyla özellikle Kürtleri hedeflediğini öne sürmektedir. Türk Hükümetinin izlediği politika hakkında zehir gibi bir dille kaleme alınmıĢ uyarı ve eleĢtiriler içeren metin, ağır ithamlarda bulunarak hükümeti bu durumdan sorumlu tutmaktadır: Bildiri, "yurtsever- demokrat kamuoyuna" hitap ederek yetkililerin eylem ve iĢlemlerini "Kürt halkına " karĢı " ülke" çapında yürütülen özel savaĢın unsurlarını teĢkil eden "terör" eylemleri olarak nitelendirmektedir. Bildiri özellikle mahalle komiteleri yoluyla duruma karĢı koymaya davet etmektedir. Mahkeme, bu ifadelerin, özetle Kürt kökenli halka karĢı çağrılar içerdiğini ve bu halkı, birleĢerek politik taleplerine ulaĢmaya teĢvik ettiğini kabul etmektedir. "Mahalle Komiteleri"ne yapılan gönderme açıklık taĢımamakla birlikte bu komitelerin kurulmasına yönelik çağrılar olay bağlamında ele alındığında, Ģiddet kullanmaya ve vatandaĢlar arasında kin ve düĢmanlık doğurmaya tahrik edici nitelikte sayılamaz. AĠHM' nin baĢka olaylarda belirttiği gibi böyle bir metnin, kamuya ilan ettiği amaç ve niyetlerden farklı amaç ve niyetler saklayabileceği ihtimali göz ardı edilemez. Bununla beraber, bildiri sahiplerince ilan edilen amacın samimiyetini yalanlayacak somut bir eylemin varlığının ispatlanmaması nedeniyle, AĠHM amacın samimiyetinden Ģüphe etmek için bir gerekçe bulamamaktadır. Geriye, yukarıdaki değerlendirmelerin ıĢığında, baĢvuru sahibinin ceza mahkumiyetinin Demokratik bir toplumda zorunlu sayılıp sayılmayacağı, yani "zorlayıcı 261 bir toplumsal ihtiyaca" cevap verip vermediği " hedeflenen meĢru amaçla orantılı" olup olmadığı sorunu kalmaktadır. Politik tartıĢma özgürlüğü Ģüphesiz mutlak nitelikli değildir. SözleĢmeci bir Devlet, bu özgürlüğü bazı sınırlama ve yaptırımlara tâbi tutabilir, ancak bu sınırlama ve yaptırımların SözleĢmede öngörülen ifade özgürlüğü ile bağdaĢırlılığı hakkında nihaî karar verme yetkisi AĠHM' ne aittir. Mevcut olayda, Hükümet, SözleĢmenin 10. maddesi uyarınca, ifade hürriyetini kullanılmasının beraberinde getirdiği ödevleri ve sorumlulukları ileri sürmektedir. Ancak söz konusu ödev ve sorumluluklar, bir müdahale iĢlemini maddenin 2. paragrafının gereklerini yerine getirmekten bağıĢık kılmaz. Hükümet bakımından, kabul edilebilir eleĢtirinin sınırları, sıradan bir kiĢiye, hatta politikacıya oranla daha geniĢtir. Demokratik bir sistemde, Hükümetin eylem ya da ihmalleri sadece yasama ve yargı erklerinin değil, aynı zamanda kamuoyunun da titiz bir denetimi altında bulunmalıdır. Dahası, özellikle muhaliflerin eleĢtiri ve saldırılarına karĢı baĢka türlü cevap verme yolları mevcutsa, hakim bir mevkii iĢgal ettiği göz önünde tutulan hükümet, cezaî yaptırım yolunu kullanırken ölçülülük içinde hareket etmek zorundadır. Kaldı ki, Devletin yetkili mercilerini, kamu da düzeninin koruyucusu sıfatıyla, bu tür ifadelere karĢı cezaî tedbirler de dahil olmak üzere, uygun ve aĢırılıktan kaçınan bir biçimde tepki göstermek yetkisini haiz oldukları Ģüphesizdir. AĠHM, incelemesine sunulan vakaları çevreleyen koĢulları ve özellikle terorizmle mücadeleden kaynaklanan zorlukları dikkate almaya hazırdır. Bununla beraber, mevcut olayın koĢullarının Zana davasında karĢılaĢılan koĢullarla karĢılaĢtırılabilir olmadığına dikkat çekmektedir. Sonuçta, Ġncalın mahkumiyetinin güdülen amaçla orantısız ve demokratik bir toplumda gereksiz olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla 10. madde ihlâl edilmiĢtir. Öte yandan, baĢvuru sahibi SözleĢmenin 9. maddesinde güvence altına alınan düĢünce özgürlüğünün ihlâle uğradığından Ģikayetçidir. Komisyon gibi, AĠHM de, bu Ģikayetin 10. madde bağlamında yöneltilen Ģikayetle çakıĢtığına hükmetmiĢ ve ayrıca incelemeyi gereksiz bulmuĢtur." (AĠHM.,Ġncal/Türkiye,9.6.1998) - 50 AĠHM'nin sık sık altını çizdiği gibi, 10. maddenin öngördüğü ifade özgürlüğü, demokratik toplumun baĢlıca temellerinden biri ve toplumun ilerlemesi ile bireyin geliĢmesinin temel koĢullarından biridir. Ġkinci paragraf hükümleri saklı kalmak üzere ifade hürriyeti, sadece muteber sayılan ya da zararsız ve önemsiz addedilen "haberler" ya da fikirler açısından değil, devlete ya da halkın bir kesimine aykırı düĢen, onları sarsan ya da endiĢelendiren fikir ve haberler açısından da geçerlidir. "Demokratik toplumun" varlık koĢulları olan çoğulculuk, hoĢgörü ve açık görüĢlülük de bunu gerektirir.( Pek çok kararın arasında özellikle bkz. Ġspanya'ya karĢı Castells, 23 Nisan 1992, Serie A No.236,sh.22,%42 ve Almanya'ya karĢı Vogt, 26, Eylül 1995 Serie A, No.323,sh.25,&52) BaĢvurucunun gazetecilere yaptığı açıklamalar nedeniyle Türk mahkemeleri tarafından yargılanması ve hapis cezası almasının ifade özgürlüğüne bir müdahale oluĢturduğu tartıĢmasızdır. Bu müdahale; "hukuk tarafından öngörülmemiĢse", 10. maddenin 2. fıkrasında anılan meĢru amaçların birine ya da bir kaçına yönelik de- 262 ğilse ve bu amaç ya da amaçları gerçekleĢtirmek için "demokratik bir toplumda zorunlu" değilse, 10. maddeye aykırı olacaktır. AĠHM baĢvurucunun mahkumiyetinin ve cezasının TCK'nun 168 ve 312. maddelerine dayandığını belirterek itiraz edilen müdahalenin "hukuk tarafından öngörüldüğünü" kabul eder. Bu husus da aynı biçimde tartıĢmasızdır. AĠHM, gazetecilerle yaptığı röportajda baĢvurucunun "PKK ulusal kurtuluĢ hareketini" desteklediğini açıkça gösterdiğini ve Komisyonun da belirttiği gibi, baĢvurucunun ifadesinin PKK militanları tarafından sivillerin öldürülmesiyle aynı zamana düĢtüğünü belirtir. Bu durumda AĠHM Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde ciddi çatıĢmaların sürdüğü bir dönemde- bölgede iyi tanınan siyasî bir Ģahsiyetten gelen- böyle bir ifadenin ulusal makamların ulusal güvenliğin ve kamu güvenliğinin sürdürülmesine yönelik olarak önlem almasını haklı kılan bir etkiye sahip olduğunu kabul eder. Bu nedenlerle Ģikayet konusu edilen müdahale 10. maddenin 2. fıkrasında yer alan meĢru amaçları sağlamaya yöneliktir. AĠHM baĢvurucunun açıklamasını, kendisinin de esas olarak reddetmediğini, 30 Ağustos 1987'de günlük ulusal gazete cumhuriyette yayınlandığı biçimiyle temel alacaktır. Açıklama iki cümleden oluĢmaktadır. Birinci cümlede baĢvurucu, "katliamlardan yana" olmadığını söylerken "PKK ulusal kurtuluĢ hareketi"ni desteklediğini belirtmektedir. Ġkinci cümlede Ģunu söylemektedir: "herkes hata yapar, PKK kadın ve çocukları yanlıĢlıkla öldürüyor." Bu sözcükler çeĢitli biçimlerde yorumlanabilir ancak, her halde, bunlar çeliĢkili ve anlamı belirsizdir. Bunlar çeliĢkilidir, çünkü aynı zamanda hem amaçlarına ulaĢmak için Ģiddet kullanan bir terörist örgüt olan PKK'yı desteklemek hem de katliamlara karĢı olduğunu açıklamak zor görünmektedir Bunların anlamı belirsizdir çünkü Bay Zana kadın ve çocukların katledilmesini uygun bulmazken aynı zamanda bunu herkesin yapabileceği bir hata olarak tanımlamaktadır. Bununla birlikte, bu açıklamaya tek baĢına bakılmamalıdır. Bu açıklamanın baĢvurucunun da farkında olması gereken, olayın somut koĢulları içinde özel bir anlamı vardır. AĠHM'nin daha önce belirttiği gibi bu röportaj, o tarihte gerginliğin dorukta olduğu Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde PKK'nın sivillere yönelik kanlı saldırılarıyla aynı zamana denk düĢmüĢtür. Bu koĢullar altında büyük bir ulusal günlük gazetede yayınlanan röportajda, Güneydoğunun en önemli kenti olan Diyarbakır'ın eski belediye baĢkanının – “ulusal kurtuluĢ hareketi” olarak tanımladığı- PKK'ya verdiği desteğin, bu bölgedeki patlamaya hazır havayı daha da ağırlaĢtıracağı düĢünülebilir. Bu nedenle, AĠHM baĢvurucuya verilen cezanın "zorlayıcı bir toplumsal gereksinime" yanıt verdiğinin kabul edilmesinin uygun olduğunu ve ulusal makamların ileri sürdüğü nedenlerin "uygun ve yeterli" olduğunu düĢünmektedir; her halde, baĢvurucu cezanın yalnızca beĢte birini hapiste geçirmiĢtir. Bütün bu etkenleri ve böyle bir davada ulusal makamların sahip olduğu takdir yetkisinin sınırlarını göz önünde tutarak AĠHM, incelenen müdahalenin izlenen meĢru amaçlarla orantılı olduğunu düĢünmektedir. Sonuç olarak SözleĢmenin 10. maddesi ihlâl edilmemiĢtir." (AĠHM, Zana/Türkiye, 25 Kasım 1997) - 51- 263 Bir Ġspanyol senatörü olan Ģikayetçi, Bask bölgesindeki faili meçhul cinayetlerle ilgili bir makale yazarak bir dergide yayınlamıĢtır. Makalede, iĢlenen cinayetlerle bunları iĢleyen faĢist örgütlerin bir listesi yapılmıĢ ve bütün bu cezasız kalan suçların arkasında, baĢta hükümet ve onu oluĢturan idare olmak üzere bütün devlet teĢkilatını bulunduğu iddia edilmiĢtir. Bunun üzerine Ģikayetçinin dokunulmazlığı kaldırılarak, "hükümetin manevî Ģahsiyetine hakaretten " yargılanmıĢ ve 1 yıl gün hapis cezasına mahkum edilmiĢtir Mahkemeye göre, ifade özgürlüğü herkes açısından önem taĢımakla beraber, halkın seçilmiĢ temsilcileri bakımından özellikle önemlidir. Seçmenini temsil eden temsilci, onların dikkatlerini olaylara çekerek çıkarlarını savunur. Mahkeme, olayın parlamentodaki bir muhalif üyenin ifade özgürlüğüne müdahale teĢkil ettiğine iĢaretle, konunu ayrıntılı bir Ģekilde ele alınması gerektiğini belirtmiĢ ve aĢağıdaki gözlemlerde bulunmuĢtur. Somut olayda, Ģikayetçi fikirlerini senato kürsüsünden değil, ki bunu hiç bir müeyyideye uğrama korkusu olmadan serbestçe yapabilirdi, kendi seçtiği dergide açıklamıĢtır Ancak bu yöntemi seçmiĢ olması, kendisinin hükümeti eleĢtiri hakkını kaybettiği Ģeklinde anlaĢılmamalıdır. Hukukun üstünlüğünün hakim olduğu bir devlette, basının çok önemli bir yere sahip olduğu hiç bir Ģekilde unutulmamalıdır. Her ne kadar basının, karıĢıklıkların önlenmesi ve baĢkalarını Ģeref ve haysiyetlerinin korunması gibi bazı sınırları varsa da, ana görevi, siyasî sorunlar ve kamu oyunu ilgilendiren diğer konularda haber ve fikirleri yaymaktır. Basın özgürlüğünü topluma, siyasî liderlerin düĢünce ve tutumlarını keĢfetme imkanını sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Basın özellikle politikacılara kamu oyunu ilgilendiren konularda yorum yaparak bunları yansıtma fırsatı verir. Basın böylece herkesin serbest tartıĢmaya katılmasını sağlar ki, bu demokratik toplum ilkesinin çekirdeğidir. KuĢkusuz, siyasî tartıĢma özgürlüğü mutlak bir nitelikte değildir. Bir akit devlet bu özgürlüğü ceza tehdidi altında bazı kısıtlamalara tâbi tutâbilir. Ancak, akit devletlerce alınacak bu önlemlerin 10. maddede öngörülen ifade özgürlüğüyle bağdaĢıp bağdaĢmadığını belirleme yetkisi de mahkemeye aittir. Hükümet hakkındaki eleĢtirinin caiz olan sınırları, özel kiĢilere, hatta bir politikacıya yapılan eleĢtiriye oranla daha geniĢtir. Bir demokratik sistemde, hükümetin eylem, iĢlem ve hataları, sadece yasama ve yargı organlarının değil, basın ve kamuoyunun da ayrıntılı incelemesine tâbidir. Ayrıca hükümet, medya da ki haksız saldırı ve eleĢtirileri baĢka yollarla önlemek varken, iĢgal ettiği hakim pozisyon dolayısıyla ceza davası açarak önlemeyi tercih etmiĢtir. Kamu güvenliğinin garantörü olarak yetkili devlet makamları, hakaret, kast veya kötü niyetle yapılan yayınları önlemeye yönelik olmak üzere, ceza niteliğinde olanlarda dahil gereken önlemleri almak yetkisine sahiptir. Ancak bunda hiç bir Ģekilde aĢırıya kaçılmamalıdır. Sonuç olarak, SözleĢmenin 10. maddesi ihlâl edilmiĢtir." (AĠHM, Castell/ Ġspanya, 23.4.1992 - 52 “Hali hazırdaki olayın çarpıcı yanı, baĢvurucunun kendisi tartıĢmalı ifadelerde bulunmamıĢ, fakat haber programından sorumlu bir televizyon muhabiri olmak sıfatıyla onların görüĢlerini nakletmelerine yardımcı olmuĢtur Bir gazetecinin görev ve sorumluluklarını değerlendirirken, kullanılan aracın potansiyel etkisi önemli bir faktördür; ve yaygın olarak kabul edilmektedir ki, gör- 264 sel-iĢitsel medya, yazılı medyadan çok daha fazla doğrudan ve güçlü bir etkiye sahiptir. Görsel-iĢitsel medya yazılı medyanın yapmaya muktedir olmadığı, imgesel anlamları yayma araçlarına sahiptir. Aynı zamanda, dengeli ve objektif yayın yapma metotları, diğer Ģeylerin yanı sıra söz konusu araca bağlı olarak da anlamlı değiĢiklikler arz edebilir. Bu meselede Mahkeme, ne de ulusal mahkemeler hangi haber tekniğinin gazeteciler tarafından kabul edilmesi gerektiği konusunda kendi görüĢlerini basınınkilere ikame edebilirler. Bu bağlamda Mahkeme, 10. maddenin yalnızca bilgi ve düĢüncelerin içeriğini değil, fakat onların aktarılma biçimlerinin de koruma altına aldığını hatırlatır. Dikkat edilmelidir ki, baĢvurucunun takdimi, Danimarka'daki ırkçılığa iliĢkin basında çıkan yorumlara ve kamuoyundaki güncel tartıĢmalara bir göndermeyle baĢlamıĢtır; böylece izleyici programı bu çerçevede algılamaya davet edilmiĢtir. O, programın amacının, bazı ırkçı bireyleri teĢhis ve onların düĢünme biçimleri ile toplumsal arka planlarını resmetmek suretiyle, problemin çeĢitli yönlerini aktarmak olduğunu ilan etmiĢtir. Daha sonraki görüĢmelerin bu amacı baĢardığından Ģüphe duymak için herhangi bir neden yoktur. Bir bütün olarak ele alındığında, program nesnel olarak ırkçı düĢünce ve görüĢlerin propagandasını yapmayı amaçlayan bir program olarak görünmemektedir. Aksine, yapılan görüĢmelerden açıkça anlaĢılmaktadır ki, cendere içinde ve toplumsal durumları itibariyle düĢ kırıklığına uğramıĢ; sabıkaları ve Ģiddet tutumları olan bu gençlik grubu, teĢhir, analiz edilmekte ve açıklanmaktadır; böylece geniĢ kamuoyu kesimlerinin ilgisini önceden çekmiĢ bir konunun spesifik görünümleri ele alınmaktadır. Yazılı ya da baĢka suretle yapılmıĢ olsun, görüĢmelere dayanan haberler, basının kamu adına izleme görevini yerine getirebilmesi için en önemli araçlardan birini oluĢturur. Bir gazeteciyi bir mülakat sırasında baĢka bir birey tarafından ifade edilen görüĢlerin yardımcı olduğu gerekçesiyle cezalandırmak, basının kamuyu ilgilendiren tartıĢmalara katkıda bulunmasının ciddi Ģekilde sekteye uğratır; ve bunu yapmak için özellikle esaslı gerekçeler yoksa bu yola baĢvurulmamalıdır. Bu tür nedenler bu vakada yoktur." (Jersild/Danimarka, 23 Eylül 1994, Seri A, no.298) - 53 “Mahkeme huzurunda bulunanlar, baĢvuranın mahkumiyetinin ifade özgürlüğü hakkının kullanılmasına müdahale teĢkil ettiği konusunda mutabakata varmıĢlardır. Bu tür bir müdahale madde 10‟un ikinci paragrafın gereklerini yerine getirmediği sürece madde 10‟u ihlâl etmektedir. Bu sebepten dolayı Mahkemenin “kanun tarafından öngörülen Ģekilde” anılan paragrafta belirtilen bir ya da daha fazla meĢru amaca yönelik olup olmadığını ve ilgili amaçların gerçekleĢtirilmesi için “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığını tespit etmesi gerekmektedir. (parag 32). 1. “Kanunlar Tarafından Öngörülme” BaĢvuran mahkumiyetine temel teĢkil eden 3713 sayılı kanunun 8. maddesinin uygulanmasının etkilerini öngörülemez kılacak Ģekilde yorumlanmasının kiĢiden kiĢiye ve hâkimden hâkime değiĢmesinden dolayı farklı davalılar için farklı sonuçlara sebep olduğu yönünde görüĢ bildirmiĢtir.(Parag 33) 265 Hükümet, değiĢiklik ile birlikte 4126 sayılı kanunun 8. maddesinin metninin ilgili hükümde belirtilen suçu teĢkil eden unsurları açıklığa kavuĢturduğunu, böylece ilgili maddenin yeterince açık bir hale geldiğini ve baĢvuranın 4126 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinden sonra davası yeniden incelendiği için bu değiĢiklikten faydalandığı yönünde görüĢ bildirmiĢtir (yukarıdaki paragraf 17 ve 20‟ye bakınız).( Parag 34) Mahkeme huzurunda yapılan duruĢmada, Komisyon Delegesi bu hükmün metninin belirsiz olduğu ve “kanun” teriminin doğasında bulunan açıklık ve öngörülebilirlik gereklerinin yerine getirilip getirilmediği konusunun sorgulanabileceği konusunda görüĢ bildirmiĢtir. Ancak, Komisyon‟un 8. maddenin baĢvuranın mahkumiyeti açısından yeterli meĢru tabanı temin ettiği görüĢünü ele aldığını belirterek delege ihlâlin “kanun tarafından öngörüldüğü” yönünde görüĢ bildirmiĢtir.(38). Mahkeme Delege‟nin 3713 sayılı Kanunun 8. maddesinin metninin belirsizliğine iliĢkin görüĢünü dikkate almaktadır. Ancak, Komisyon gibi Mahkeme de baĢvuranın mahkumiyetinin Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesine dayalı olmasından dolayı (3713 sayılı kanun) sonuç olarak ifade özgürlüğü hakkına müdahalenin özellikle baĢvuran bu hususun doğruluğunu kabul etmediğinden “kanun tarafından öngörülen” olarak kabul edilebileceğini belirtmiĢtir. (36) 2. MeĢru Amaç BaĢvuran bu konuda görüĢ beyanında bulunmamıĢtır.(37) Hükümet söz konusu müdahalenin amacının sadece Komisyon‟un belirttiği gibi “devlet güvenliğini” korumak ve “kamu düzenini” sağlamak değil aynı zamanda “devlet bütünlüğünü” ve ulusal birliği korumak olduğu yönünde görüĢ bildirmiĢtir.(38) Mahkeme, Güneydoğu Türkiye‟deki güvenlik durumunun hassasiyetini (Bakınız 25 Kasım 1997 tarihli Zana - Türkiye kararı, 1997-VII Raporları, s. 2539, 10. fıkra) ve yetkililerin gereksiz Ģiddeti destekleyecek hareketlere karĢı tetikte olma gereğini de dikkate alarak, baĢvuran aleyhinde alınan önlemlerin, baĢta ulusal güvenliğin ve ülke bütünlüğünün korunması ve asayiĢsizlik ve suçun önlenmesi olmak üzere Hükümet tarafından belirlenen belli amaçların uzantısı olduğu kanaatine varmıĢtır. Bu durum özellikle bölücü faaliyetlerin Ģiddet kullanımına dayalı yöntemlere bağlı olduğu, dava konusu olayların cereyan ettiği tarihlerdeki Güneydoğu Türkiye‟deki durum için geçerlidir.(39) 3. “Demokratik Toplum için Zaruret” (a) Mahkeme huzurunda bulunanların iddiaları (i) BaĢvuran BaĢvuran ifade özgürlüğünün bir ülkenin mahkemelerinin tarihi yorumlamaya iliĢkin belli bir yol uygulaması ile bağdaĢmadığını ancak mahkum edilme sebeplerinden birinin kitabının resmî tarih yorumlarını yansıtmaması olduğunu belirtmiĢtir.(40). Ġkinci olarak, kitabında Kürdistan‟dan bahsetmesinde hiçbir bölücülük olmadığını belirtmiĢtir. Dünya da ki çeĢitli bölgelerdeki birçok ülke ulusal toprakların bir parçası olarak kalmaya devam ederek orada yaĢayan nüfus ile adlandırılmaktadır. Aynı zamanda, özellikle Diyarbakır Hapishanesindeki iĢkence ve zulüm muameleleri eleĢtirmek bölücülük değildir. Bu tür bir eleĢtirinin yazarlarını cezalandı- 266 rarak Türk mahkemeleri aslında buralarda ortaya çıkan gerçekleri gizlemeye çalıĢmaktadır. Kısacası, sadece Türkiye‟deki Kürt halkının mevcudiyetinden bahsetmek, dil ve kültürlerini savunmak ve katlanmak zorunda kaldıkları iĢkence ve zulmü belirtmek yetkililerin gözünde bölücülük teĢkil etmektedir. Türkiye‟de PKK militanlarının tutuklandıktan sonra infaz edildiklerini iddia etmek “PKK terörünü teĢvik etmek” ile eĢdeğer iken “kirli savaĢa” karĢı çıkmak ise “PKK terörünü desteklemek” anlamında gelmektedir. (ii) Hükümet Hükümet ilk olarak Türk vatandaĢlarının ifade özgürlüklerini kullanmalarına müdahale yapılması gereğinin Mahkeme yerine Türk yetkililerce değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıĢtır. Bu yetkililer gerçeklere iliĢkin ayrıntılı bilgiye sahiptirler. Bu davada, kitapta övülen 1925 isyanı günümüze dek tehdit teĢkil etmeye devam eden bölücü ve terörist bir hareketin kaynağıdır ve halihazırda binlerce insanın hayatına mal olmuĢtur. Örneğin bölücüleri “kahramanlar” ve “Kürt yurtseverler” olarak tanımlayarak yazar bu tehdidi devam ettirmiĢtir. Mahkeme, kararında, diğer kararlar ile birlikte 25 Kasım 1997 tarihli Zana - Türkiye davası kararı (Raporlar 1997-VII, sayfa 2533) ve Komisyonun Arrowsmith - BirleĢik Kraliyet davasına iliĢkin 12 Ekim 1997 tarihli kararına (baĢvuru No. 7050/75, DR 19, sayfa 5) baĢvurmalıdır. Madde 10 toprak bütünlüklerinin terörizm tehdidi altında bulunduğu durumlarda Akit Devletlere geniĢ bir takdir marjını sağlamaktadır. Ayrıca, -PKK‟nın sistematik olarak kadınları, çocukları, okul öğretmenlerini ve askerleri katlettiği Türkiye‟deki durumla karĢı karĢıya kalındığı zaman Türk yetkilileri toplumun çeĢitli kesimleri arasında Ģiddet ve düĢmanlığı teĢvik edebilecek ve insan hakları ve demokrasiyi tehlikeye atabilecek tüm ayırımcı propagandaları yasaklama görevine sahiptir. (Parag 41) Komisyon da benzer Ģekilde hassas siyasî konularda alenen fikir bildiren insanlar tarafından “yasadıĢı siyasî Ģiddeti” mazur gösterilmemesini önemli kılan 10. maddenin “görev ve sorumluluklarına” katılmaktadır. Ġfade özgürlüğü örneğin durumun altında yatan sebepleri inceleme ya da olası çözümlere iliĢkin fikir bildirme açısından Türkiye‟nin karĢı karĢıya kaldığı zor sorunlara benzer sorunların alenî tartıĢmalarına katılma hakkını içermektedir. Komisyon baĢvuranın kitabında Osmanlı “sömürgeciliği ve feodalizminin” geliĢimini eleĢtiren metinlerden alıntılar içerdiğini ve özellikle Diyarbakır bölgesinde olmak üzere son yıllardaki Ģiddet tırmanıĢına tarihi bir açıklama yapmayı amaçladığını belirtmiĢtir. BaĢvuran Kürt sorununa iliĢkin görüĢlerini nispeten ılımlı bir Ģekilde ifade etmiĢ ve Kürt bölücü mücadelesinin bir parçası olarak Ģiddet kullanılmasını onaylamamıĢtır. Bu sebeple baĢvuranın mahkumiyeti Madde 10 gereklerine uymayan bir sansür Ģekli teĢkil etmiĢtir.(Parag 42). Mahkeme, örneğin Zana - Türkiye kararı (yukarıda belirtilmiĢtir, s. 2547-48, 51. madde) ve 21 Ocak 1999 tarihli Fressoz ve Roire - Fransa Kararında (1999-… Raporları, s. …, 45. Madde) olduğu üzere, kararlarının dayandığı temel ilkeleri vurgulamaktadır. (Parag 43) (i) Ġfade özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve toplumun ilerlemesi ve her bireyin öz-güveni için gerekli temel Ģartlardan birini teĢkil etmektedir. 10. madde‟nin 2. fıkrası uyarınca, bu kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren “bilgiler” veya “fikirler” için değil aynı zamanda kırıcı, Ģok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar, bir “demokratik toplu- 267 mun” olmazsa olmaz çokseslilik, tolerans ve hoĢgörünün gerekleridir. 10. maddede belirtilen Ģekilde bu özgürlük, ancak harfiyen uyulması gereken ve ikna edici bir Ģekilde tespit edilmesi gereken bazı istisnalara tâbidir. (ii) 10. madde‟nin 2. fıkrasında belirtilen anlamda “zarurî” sıfatı “acil bir sosyal ihtiyaç” anlamındadır. Akit Devletler anılan ihtiyacın mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi konusunda belli bir marja sahiptir, ancak bağımsız bir mahkeme tarafından verilenler de dahil olmak üzere, tâbi olduğu yasama ve kararları kapsayacak Ģekilde Avrupa denetimi ile iç içe olmalıdır. Mahkeme bu sebeple, bir “sınırlamanın” SözleĢme‟nin 10. maddesinin güvencesinde olan ifade özgürlüğü ile bağdaĢıp bağdaĢmadığı konusunda nihaî kararı verme yetkisini haizdir. (iii) Denetim yetkisinin uygulanmasında Mahkeme müdahaleyi, suçlanan ifadeler ve bunların ifade edildiği bağlam da dahil olmak üzere davayı bir bütün olarak ele alarak incelemelidir. Ġlk olarak müdahalenin “meĢru amaçlar ile orantılı” ve ulusal otoriteler tarafından anılan müdahalenin meĢru gösterilmesi için belirtilen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığı tespit edilmelidir. Bunu yaparken de Mahkeme, ulusal otoritelerin madde 10 kapsamında bulunan ilkelere uygun standartları uyguladığı ve ilgili bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayalı oldukları konusunda olumlu kanaate varmalıdır. (Parag 43) Söz konusu kitap ġeyh Said ve adamları tarafından Piran köyünde 1925 yılında baĢlatılan isyanın ıĢığı altında Türk tarihindeki belirli bölümlere iliĢkin yorumlarda bulunmaktadır. Diyarbakır Hapishanesindeki mahkumların hayatı ile ilgili belirli konularda ve yapıldığı iddia edilen kötü muamele ile ilgili açıklama ve yorum yapmaktadır. Yazar isyanın kanlı bir Ģekilde bastırılmasını eleĢtirmekte ve bu durumun “burjuvazinin fundamentalist diktatörlüğünün “Kürt haklarını göz ardı etme” ve “topraklarının mevcudiyetini ret etme” ifadeleri olduğu görüĢünü bildirmektedir. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi baĢvuranı ilgili olayların yanlıĢ suretlerini sunduğu ve Kürt milliyetçiliğini, bölücülüğü ve ulusun bölünmesini dolaylı olarak desteklediği için eleĢtirmiĢtir (yukarıdaki paragraf 13‟e bakınız). Bu durumun tarihi gerçeklerin “tarafsız” açıklaması olmadığı ve kitabı ile yazarın ülkenin güneydoğusundaki yetkilileri eleĢtirme ve ilgili nüfusun bu duruma karĢı çıkmasını teĢvik etme niyetinde olduğu açıktır. (Parag 44). Mahkeme SözleĢmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında kamu çıkarlarına iliĢkin siyasî konuĢmalar veya sorunlara iliĢkin tartıĢmaların sınırlanmasına dair çok dar bir kapsam olduğuna iĢaret etmektedir (bakınız 25 Kasım 1996 tarihli Wingrove – BirleĢik Kraliyet davası, 1996 Raporları -V, s. 1957, 58. Madde). Ayrıca, izin verilebilir eleĢtirilerin sınırları hükümet ile ilgili hususlarda, özel vatandaĢlar veya siyasetçiler açısından daha geniĢtir. Demokratik bir sistemdeki hareketler veya hükümetin ihmalleri sadece yasama ve adlî otoritelerin değil aynı zamanda kamuoyunun da yakın takibinde olmalıdır. Ayrıca, Hükümetin sahip olduğu egemen konum, özellikle haksız saldırılar ve düĢmanlarının eleĢtirilerine cevap verilmesine iliĢkin baĢka araçların bulunduğu durumlarda, cezaî iĢlemlere baĢvurulması konusunda bir sınırlamanın uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte, kamu düzeninin garantörleri sıfatıyla hareketle, ceza kanunu niteliğinde olanlar da dahil olmak üzere, doğru tepkiyi verecek ve anılan ifadeler aĢılmadan önlemlerin benimsenmesi Devlet otoritelerinin yetkisine açıktır (bakınız 9 Haziran 1998 tarihli Incal - Türkiye kararı, 1998-IV Raporları, s. 1567, 54. madde). Son olarak, anılan sözler bir birey veya bir kamu görevlisi veya bir nüfusun bir kesimine karĢı bir Ģiddeti teĢvik ettiği durumlarda Devlet otoriteleri, ifade özgürlüğüne iliĢkin müdahale gereğinin incelenmesinde daha geniĢ bir marja sahiptir. (Parag 45). 268 Mahkeme özellikle terörle mücadele ile ilgili olan sorunlar olmak üzere kendisine sunulan davaların geçmiĢini dikkate alacaktır ( yukarıda belirtilen Ġncal kararı, sayfa 1568, 58. fıkra). Bu noktada, Türk yetkililerinin yaklaĢık on beĢ yıldır Türkiye‟de devam eden ciddi karıĢıklığı Ģiddetlendirebileceğini düĢündükleri fikirlerin yayılmasına yönelik endiĢelerini göz önünde bulundurmaktadır (yukarıdaki paragraf 39‟a bakınız). (Parag 46) Mahkeme, ancak, baĢvuranın birey olduğunu ve görüĢlerini “devlet güvenliği”, kamu “düzeni” ve “toprak bütünlüğü” üzerindeki potansiyel etkilerini önemli ölçüde sınırlayacak Ģekilde kitle iletiĢim yolu yerine edebi bir eser yoluyla açıkladığını göz önünde bulundurmaktadır. Ek olarak Mahkeme kitaptaki belirli bölümlerin Türk makamlarının tavırlarını eleĢtirmesine ve yazara düĢmane bir ton vermesine rağmen Ģiddet, silahı direniĢ ya da isyana teĢvik teĢkil etmediklerini belirtmiĢtir; Mahkemenin kanaatine göre bu durum dikkate alınması zorunlu olan bir etkendir. (Parag 47) Ayrıca, Mahkeme baĢvurana verilen cezanın ağırlığı -özellikle iki yıl hapis cezasına çarptırılması- ve Cumhuriyet Savcısının baĢvuranın mahkumiyetini güvence altına alma konusundaki ısrarı karĢısında ĢaĢırmıĢtır. Mahkeme, hapis cezasının tamamladıktan sonra baĢvurana 4126 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinden sonra ek para cezası emrinin verildiğini belirtmiĢtir (Yukarıdaki paragraf 20‟ye bakınız). Mahkeme, bununla bağlantılı olarak, uygulanan cezaların özellik ve ağırlıklarının müdahalenin orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi hususunda da dikkate alınması gereken etkenler olduğunu belirtmektedir. (Parag 48) Sonuç olarak, Sn. Polat‟ın mahkumiyeti hedeflenen amaçlar açısından orantısız olup “demokratik bir toplumda gerekli” değildir. Bu sebepten dolayı SözleĢme‟nin 10. maddesi ihlâl edilmiĢtir. (Parag. 49) (Polat/Türkiye ,8 Haziran 1999) X.DERNEK KURMA VE TOPLANTI ÖZGÜRLÜĞÜ (Madde 11) Maddeye göre; “1. Herkes asayiĢi bozmayan toplantılar yap- mak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için baĢkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir. 2.Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç iĢlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya baĢkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir. Bu madde, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları 269 veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meĢru sınırlamalar konmasına engel değildir.” 1.GENEL OLARAK Bu maddede, düĢünceyi açıklama özgürlüğün diğer Ģekillerinden olan toplantı ve dernek kurma özgürlüklerine sahip olma diğer bir deyimle"örgütlenme hakkı" güvence altına alınmaktadır. Maddede ayrıca sendika kurma ya da varolan bir sendikaya katılma hakkı da düzenlenmiĢtir. Bu son hak, sözleĢmedeki ender ekonomik ve sosyal haklardandır. Bu maddeyle güvence altına alınan haklar, demokratik bir toplumun sosyal ve siyasî değerleridir. 1. paragrafta toplantı, dernek ve sendika kurma özgürlüğü açıklanmıĢ, 2 nci paragrafta da bu özgürlüklerin hangi Ģartlar altında kısıtlanabileceği belirtilmiĢtir. Buna göre, taraf devletler millî güvenlik, kamu düzeni ve baĢka amaçlarla, polis, güvenlik güçleri ve devlet memurlarının toplantı, gösteri, dernek ve sendika kurma haklarına bazı yasal kısıtlamalar getirebileceklerdir. 2.BARIġÇI AMAÇLARLA TOPLANMA HAKKI Bu hak, bireylerin bir fikir ya da amacı açıklamak için kapalı ya da halka açık yerlerde toplantı, gösteri ve yürüyüĢ vb. gibi, hangi Ģekil altında olursa olsun, bir araya gelmeleri demektir. Bu madde, devlete aynı zamanda, pozitif mükellefiyet de yüklemektedir. Yani devlet, toplantı ve gösteri özgürlüğünün fiilen kullanılmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Toplantı ve ifade özgürlükleri, birbiriyle çok sıkı bir Ģekilde bağlantılıdır. Bu nedenle Mahkeme bir çok olayda bu iki özgürlüğü birlikte değerlendirmiĢtir. Toplanma özgürlüğü sadece kapalı yerlerde yapılan sabit toplantıları değil, gösteri ve yürüyüĢleri de kapsar. Toplantı ve gösteri özgürlüğü konusunda devletin görevi, bunlara karĢı hiçbir tavır takınmayarak pasif Ģekilde seyirci kalmak değil, toplantı ve gösterinin gerçekleĢtirilmesi için gereken önlemleri almaktır. Madde sadece barıĢçı amaçlarla yapılacak toplantı ve gösterileri korumaktadır. Toplantıyı düzenleyen ve katılanların kamu düzenini bozmaya yönelik Ģiddet eylemlerine baĢvurma niyetlerinin anla- 270 Ģılması halinde, o toplantı ve gösteri barıĢçı sayılamaz. Yine, bizatihi toplantının konusunun Ģiddet içermesi ve baĢkalarının insan haklarını ihlâl etmesi halinde de bu madde uygulanmaz ve devletin bu gibi durumlarda toplantı ve gösteriyi kısıtlama hakkı vardır. Oturma eylemi yapılarak yolların kesilmesi ve trafiğin aksatılması yüzünden bu tür eylemleri yapanların cezalandırılması SözleĢmeye aykırılık teĢkil etmez. Kamuya açık toplantı ve gösterilerin izin sistemine tâbi tutulması, hakkın özüne müdahale sayılmaz. 3.DERNEK KURMA ÖZGÜRLÜĞÜ AĠHM‟ne göre, "Dernek, değiĢken Ģekil Ģartlarını yerine getirerek bir amaç etrafında iradî olarak bir araya gelen ve zaman içinde devamlılık gösteren, bireyler topluluğudur."(AĠHM, Sigurdur A.,Sigurjonsson / Ġzlanda, 30.6.1993, A 264, &31) Bu hak, kiĢinin mevcut bir derneğe kendi iradesi ile katılmasını, baĢkaları ile yeni bir dernek kurabilmesini ve baĢkalarıyla bir dernek kurmaya veya bir derneğe katılmaya zorlanamamasını ifade eder. Ancak, barolar, tabip odaları gibi kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢlarına üye olmak zorunluluğu getirilmesi SözleĢmeyle çeliĢmez. Derneklerin tüzel kiĢilik kazanmak için iç hukukta tescil zorunluluğuna tâbi tutulması, ve hukuka aykırı amaçlar güden derneklerin kurulmasına izin verilmemesi madde hükmüne aykırı değildir. Sidiropoluos ve diğerleri/Yunanistan baĢvurusuna konu olayda; Yunanistan'ın eski Yugoslavya'dan ayrılan Makedonya Cumhuriyeti sınırındaki Florina kentinde yaĢayan Sidiropulos ve arkadaĢları "Makedon Uygarlık Evi" adı altında bir dernek kurma giriĢiminde bulunmuĢlardır. Tamamı 49 kiĢi olan dernek kurucuları, kendilerini "Makedon etnik kökeninden gelen, Makedon ulusal bilincine sahip bulunan Yunan vatandaĢları" olarak tanımlamaktadırlar. Dernek kuruluĢunun tescili için yerel mahkemeye yaptıkları baĢvuru, kurucuların daha önceki yıllarda da "Yunanistan'da bir Makedon azınlığın bulunduğu düĢüncesini yaymaya çalıĢtıkları, Makedon ulusal bağımsızlığını savundukları... Gazetelere göre Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği TeĢkilatı'nın 9.6.1990 tarihinde yapılan toplantısına katılmak üzere Kopenhag'a gittikleri, burada Yunanistan'da bir Makedon azınlığın bulunduğuna dair görüĢler ileri sürdükleri ve hatta Yunanistan 271 aleyhine tahrik edici ve kabul edilemez nitelikteki iddiaları içeren bir metni okuyan Türk Profesör Ataöv'ü kutladıkları..." anlaĢılmakla, derneğin gerçek amacının tüzükte yazılanlardan farklı olduğu, sonuçta, "ülkenin milli menfaatlerine ve yasaya aykırı olarak Yunanistan'da bir Makedon azınlığın bulunduğu düĢüncesini yaymak istedikleri..." gerekçesiyle Florina ilk derece Mahkemesi'nce reddedildi. Selanik Ġstinaf Mahkemesi de son yüzyıl içinde yaĢanan savaĢların ardından gerçekleĢen mübadeleler nedeniyle, Florina ve çevresinde artık Makedon kalmadığı, ancak halkın tamamının Yunanca ve Makedonca konuĢan Yunanlılardan oluĢtuğu biçimindeki uzun tarihi gerekçelere dayanarak, dernek kurucularının itirazlarını reddetti. Karar, Yunanistan Yargıtayı'nca da onandı. Sidiropulos ve arkadaĢlarının AĠHM'ne yaptıklar baĢvuru sonucunda verilen 10.7.1998 günlü ve 935 sayılı kararda yeralan gerekçeye göre; “Mahkeme 11. maddede açık olarak sadece sendika kurma hakkı belirtilmiĢ olmakla birlikte, dernek kurma hakkının bu maddenin bütünleyici bir parçası olduğuna iĢtirak eder. VatandaĢların karĢılıklı menfaatlerinin bulunduğu bir alanda topluca hareket etmek üzere hukukî bir yapı kurabilmeleri, örgütlenme hakkının en önemli yönlerinden birisidir ki, bu olmaksızın söz konusu hak her hangi bir anlamdan yoksun kalır. Ulusal yasama organının bu özgürlüğü düzenleme biçimi ve o düzenlemelerin yetkililer tarafından uygulanması, o ülkede demokrasinin düzeyini ortaya koyar. Tabii ki Devletlerin, bir derneğin amacı ve faaliyetlerinin kanun hükümlerine uygun olduğuna kanaat getirme hakları vardır; Ancak devletler bunu SözleĢmedeki yükümlülüklerine uygun bir tarzda ve SözleĢme organlarının denetimine tâbi olarak yapmak zorundadırlar "Mahkeme, bir derneğin tüzüğünde belirtilen amaçlara göre bir kez kurulduktan sonra bu amaçlarla bağdaĢmayan faaliyetlerde bulunabileceğini gözden uzak tutmamaktadır. Dernek henüz kurulmadığı için herhangi bir faaliyette bulunmadığından, ulusal mahkemelerin kesin olarak kabul ettikleri böyle bir ihtimali pratikte yalanlamak pek zor olacaktır. Ġhtimal gerçekleĢecek olsa, yetkililer güçsüz kalmıĢ değillerdir; Medeni Kanun'un 105.maddesine göre Ġlk Derece Mahkemesi, derneğin tüzüğünde gösterilen amaçlardan farklı bir amaç izlemesi veya kanuna, ahlaka veya kamu düzenine aykırı faaliyette bulunması halinde, derneğin kapatılmasına karar verebilecektir. Yukarıda belirtilenler ıĢığında Mahkeme, baĢvurucuların derneğin tescil talebinin reddedilmesinin, meĢru amaçlarla orantısız ol- 272 duğu sonucuna varmaktadır. Bu nedenle SözleĢme'nin 11.maddesi ihlâl edilmiĢtir." (Sidiropoluos ve diğerleri/Yunanistan, 10.7.1998, parag.40). 4.SENDĠKA ÖZGÜRLÜĞÜ Sendika özgürlüğü, dernek kurma özgürlüğünün özel bir görünümü olduğundan, aynı kurallar burada da uygulanacaktır. AĠHM Belçika Polis Sendikası ve Ġsveç Lokomotif Sürücüleri Sendikasının Ģikayetlerine iliĢkin olarak vermiĢ olduğu kararlarda, bu hakkın toplu sözleĢme pazarlığı hakkını kapsamadığını, sendikaların Devlete karĢı toplu pazarlık görüĢmelerinin kendileriyle yapılması veya kendilerinin de görüĢmelere katılmalarının sağlanması gibi taleplerde bulunamayacaklarına karar vermiĢtir. Sendika özgürlüğü, dilediği örgütü seçme özgürlüğünü de içerir. Dolayısıyla, bireyin hareket ve seçme serbestliğinin aĢırı ölçüde sınırlandığı durumlarda (olayda, bazı sendikalara üye olmadıkları gerekçesiyle bir kısım iĢçilerin iĢine son verilmiĢti) da örgütlenme özgürlüğü ihlâl edilmiĢ sayılmalıdır. (AĠHM, Young, James ve Webster / Ġngiltere, 13.8.1989). 5.SĠYASĠ PARTĠ KURMA VE KATILMA Siyasî partileri kurma ve katılma da, dernek kurma özgürlüğünün özel bir görünümü olduğundan, aynı kurallar burada da uygulanacaktır. AĠHM'ne göre, faaliyetleri kendi baĢlarına ifade özgürlüğünün toplu halde kullanılması niteliği taĢıdığından, siyasî partilerin SözleĢmenin 10. ve 11. maddeleri anlamında bir korumayı aramaları hakkıdır. Komisyon'a göre örgütlenme özgürlüğü, sadece bir siyasî parti kurma hakkını ilgilendirmekle kalmayıp, aynı zamanda partinin kurulduktan sonra siyasî faaliyetlerini özgürce yürütmesini de güvence altına almaktadır. (TBKP/Türkiye, 1998). Bu maddenin sağladığı koruma, örgütün bütün yaĢamı boyunca devam eder; bir örgütün yetkili makamlar tarafından kapatılması 11. maddenin 2. fıkrasındaki Ģartlara uygun olmak zorundadır.(TBKP/Türkiye,1998). AĠHM, demokrasinin sağlıklı bir Ģekilde iĢlemesinde siyasî partilerin önemi nedeniyle 11. maddede sözü edilen istisnaların, siyasî partiler söz konusu olduğu takdirde oldukça dar yorumlanması ge- 273 rektiği ve sadece tatmin edici sebepler söz konusu olduğunda partilerin dernekleĢme özgürlüklerinin kısıtlanmasının haklı karĢılanabileceğini belirtmektedir. 11. maddenin 2. paragrafı anlamında bir istisnanın söz konusu olup olmadığının değerlendirilmesinde; SözleĢmeci devletler, hem hukuku hem de uygulanmasındaki kararları göz önünde tutan Avrupa denetimi ile paralellik arz eden kısıtlı bir takdir hakkına sahiptirler. Nitekim, Ġtalya'ya karĢı yapılan bir baĢvuruda Komisyon, ulusal güvenlik ve baĢkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması gerekçeleriyle faĢist bir siyasî partinin yasaklanmasının meĢru olduğuna karar vermiĢtir. (AĠHK. 6741774 No'lu Karar, 21.5.1976, D.R.5s.83(84-85). AĠHM, TBKP'nin ardından Sosyalist Parti ve ÖZDEP'in de Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmaları nedeniyle açılan davalarda, Türkiye'deki uygulamaları benzer gerekçelerle SözleĢme'nin 11.maddesine aykırı bulmuĢtur. Anayasa Mahkemesi 18 Ocak 1998 günü Refah Partisi'nin de kapatılmasına karar vermiĢti. Refah Partisi yöneticilerinin 22 Mayıs 1998'de AĠHM'ne yaptıkları baĢvuru, AĠHM 3.Daire'nin 31.7.2001 günü açıklanan kararı ile reddedildi. AĠHM'nin bu davadaki değerlendirmelerine göre, siyasal partiler SözleĢme'nin ve özellikle 11.maddenin sağladığı korumadan tam olarak yararlanarak, devletin yasal yapılanmasının, yasal ya da anayasal kuruluĢların değiĢtirilmesini amaçlayan çalıĢmalar yürütebilirler. Ancak bunu yaparken, iki koĢula uymak zorundadırlar; "1.Bu amaçla kullanılan yöntemler her açıdan yasal ve demokratik olmak zorundadır. 2. Alternatif olarak önerilen değiĢiklik, tümüyle demokratik ilkelerle bağdaĢır durumda olmalıdır." Refah Partisi'nin konumunu yukarıda belirtilen ilkeler önünde değerlendiren AĠHM özetle aĢağıdaki kararı verdi; "...sorumluları, Ģiddete baĢvurmayı teĢvik eden ve/veya demokrasinin bir veya bir çok kuralına uymayan bir projeyi öneren ya da demokrasinin ortadan kaldırılmasını amaçlamasının yanı sıra, demokratik yöntemlerden kaynaklanan hak ve özgürlükleri tanımayan bir parti, anılan nedenlerle getirilen yaptırımlara karĢı, SözleĢme'nin sağladığı korumadan yararlanma hakkına sahip değildir. 274 Görülen davada Mahkeme, davacılara uygulanan yaptırımların, haklı olarak demokratik toplumun korunması için 'zorunlu bir sosyal gereksinime' yanıt olarak kabul edilebileceği, zira Refah Partisi yetkililerinin laiklik ilkesine farklı bir içerik getirdikleri bahanesiyle dini inanç ayrımına dayalı çok hukuklu bir sistem kurmak, SözleĢme'nin benimsediği değerden tamamen farklı özelliklere sahip Ġslamî yapıyı (Ģeriat) kurmak amacında oldukları ve iktidara gelmek, özellikle de iktidarda kalmak için kuvvete baĢvurma yönündeki davranıĢları konusunda bir kuĢkunun doğmasına neden oldukları kanaatine varmıĢtır. Mahkeme'nin vardığı kanıya göre, siyasal partilerin kapatılması, demokrasinin ayrılmaz bir parçası olan fikirlerin ve siyasi partilerin çoğulluğu konusunda devletlerin takdir payı sınırlı olmakla birlikte, ilgili devlet, Avrupa SözleĢmesi normlarıyla çeliĢen bir siyasi parti projesini, ülkenin demokratik rejimini ve iç barıĢını tehlikeye atma riski taĢıyan somut eylemlerle yaĢama geçirilmesinden önce engelleme hakkına sahiptir."145 AĠHM, HEP /Türkiye (9 Nisan 2002) kararında; Anayasa Mahkemesinin, kapatma kararının gerekçesinde yeralan, HEP‟in amacının teröristlerin amacı ile benzerlik gösterdiği, HEP‟in, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaĢayan ayrı dili ve kültürü olan ve özellikle de “kendi kaderini tayin hakkına sahip, ezilen bir Kürt Halkı‟nın varlığını ileri sürdüğü ifadelerine karĢın, “Mahkemenin, HEP tarafından savunulan “kendi kaderini kendi tayin” (self determinasyon) ve dile iliĢkin hakların tanınması gibi prensiplerin bu haliyle demokrasinin temel ilkelerine aykırı olmadığını kabul ettiği, aynı zamanda Mahkemenin, yukarıda anılan prensiplerin siyasî bir oluĢum tarafından sadece savunulmasının terörist eylemlere destek olarak değerlendirilmesi halinde, bu ilkelere iliĢkin sorunları demokratik bir tartıĢma çerçevesinde ele alma imkânı azalacağı gibi 11. maddenin ruhu ve onun üzerine kurulduğu demokratik prensiplerle çeliĢkili olarak silâhlı hareketlerin bu ilkelerin savunulmasını kendi tekellerine almalarına imkân verilebilir, Ģeklindeki Avrupa Ġnsan Hakları Komisyonu düĢüncesini benimsediği vurgulanmıĢtır (Paragraf 57).” Mahkeme devamla, “ bu gibi prensiplerden esinlenen bazı öneriler Hükümet politikasının yönlendirici ilkeleriyle ya da kamuoyundaki çoğunluğun kanaatleriyle çatıĢma riski taĢısa bile, demokrasi145Güney DĠNÇ “Anlatım ve Örgütleme Özgürlüğü Alanında Avrupa Ġnsan Hakları Yargısı ve Türkiye” http://www.izmirbarosu.org.tr/ihm/guneydincteblig.htm. 275 nin sağlıklı iĢleyiĢi siyasî partilerin, politik yaĢamın aktörlerinin tamamını ilgilendiren sorunlara çözüm bulmak amacıyla bunları kamuoyunun tartıĢmasına sunabilmesini gerektirir. Mahkeme Anayasa Mahkemesi‟nin 14 Temmuz 1993 tarihli kapatma kararında HEP‟in siyasî projeleri aracılığıyla Türkiye‟deki demokratik rejime zarar vermeyi amaçladığının yeterli Ģekilde kanıtlanmadığını düĢünmektedir. Üstelik Mahkeme önünde HEP‟in siyaset sahnesinin tüm aktörleri tarafından benimsenmeyecek bir Hükümet sistemi kurma Ģansına gerçekten sahip olduğu ileri sürülmemiĢtir. “ (Paragraf 58). “Yine, HEP yöneticilerinin güvenlik güçlerinin terorizme karĢı mücadelelerinde kimi davranıĢları hakkındaki sert ve muhalif eleĢtirileri, tek baĢına HEP‟i Ģiddet eylemleri iĢleyen silahlı gruplarla bir tutmak için delil oluĢturamaz. Mahkeme bu konuda, Hükümete karĢı kabul edilebilir eleĢtirilerin sınırlarının herhangi bir bireye göre daha geniĢ olduğunu hatırlatır. Demokratik bir sistemde, Hükümetin eylem veya ihmalleri yasama ve yargı erklerinin, basının ve kamuoyunun denetimi altında bulunmak zorundadır. Mahkeme HEP yöneticileri ve Milletvekillerinin güvenlik güçlerinin davranıĢlarını eleĢtirerek seçmenlerinin kaygılarına dile getirme ödevlerini yerine getirmekten baĢka bir amaç izlediklerine ikna olmamıĢtır.” (Paragraf 59) Diyerek, Mahkeme, ayrıca “Ülkedeki demokratik rejime zarar verecek nitelikte siyasî bir projesinin bulunmaması ve/veya siyasî amaçlarla güce baĢvurulmasını haklı göstermesinin veya bu yönde çağrısının olmaması karĢısında HEP‟in kapatılmasının makûl Ģekilde zorunlu bir sosyal ihtiyaca cevap verdiğinin kabul edilemeyeceğini(Paragraf 60), Parti kapatma tedbirinin radikal niteliği (Türkiye BirleĢik Komünist Partisi ve Sosyalist Parti kararları) göz önüne alındığında, demokratik bir toplumda baĢvuranların örgütlenme hürriyetlerini kullanmalarına böyle bir müdahalenin bu davada gerekli olmadığını, Belirterek, HEP‟in kapatılmasının SözleĢmenin 11. maddesinin ihlâl ettiği sonucuna varmıĢtır. Örnek karar özetleri - 54 "Mahkeme; bir siyasî partinin, SözleĢme'nin ve özellikle de sözleĢmedeki 11 madde hükümlerinin himayesinden tamamen yararlanmak suretiyle, devletin yasal 276 düzenlemelerinin, yasal ya da anayasal kuruluĢlarının değiĢtirilmesini isteyen kampanyalar yürütebileceği; ancak bunu yaparken iki koĢula uymak zorunda olduğu görüĢündedir: 1. Bu amaçla kullanılan yöntemler her açıdan yasal ve demokratik olmak zorundadır, 2. Alternatif olarak önerilen değiĢiklik, bizzat temel demokratik ilkelerle bağdaĢır durumda olmalıdır. Bu durumda, sorumluları, Ģiddete baĢvurmayı teĢvik eden ve/veya demokrasinin bir veya birçok kuralına uymayan bir projeyi öneren ya da demokrasinin ortadan kaldırılmasını hedeflemesi yanında, bu yönetim biçiminden kaynaklanan hak ve özgürlükleri tanımayan bir parti, sayılan nedenlere dayalı olarak getirilen yaptırımlara karĢı SözleĢme‟nin himayesinden yararlanma hakkına sahip değildir. ĠĢbu davada, Avrupa mahkemesi, davacılara getirilen yaptırımların, haklı olarak demokratik toplumun korunması için 'zorunlu bir sosyal ihtiyaca' yanıt olarak kabul edilebileceği, zira Refah Partisi yetkililerinin, laiklik ilkesine farklı bir içerik getirdikleri bahanesiyle dinî inanç ayrımına dayalı çok hukuklu bir sistem kurmak, SözleĢme'nin atfettiği değerlerden tamamen farklı özelliklere sahip Ġslam hukukunu (Ģeriat) tesis etmek niyetinde oldukları ve iktidara gelmek, özellikle de iktidarda kalmak için kuvvete baĢvurma yönündeki tavırları konusunda bir kuĢkunun doğmasına neden oldukları kanaatine varmıĢtır. Mahkemenin vardığı kanaate göre; siyasî partilerin kapatılması, demokrasinin ayrılmaz bir parçası olan fikirlerin ve siyasî partilerin çoğulluğu konusunda devletlerin takdir payı sınırlı olmakla birlikte ilgili devlet, Avrupa SözleĢmesi normlarıyla çeliĢen bir siyasî parti projesini, ülkenin demokratik rejim ve iç barıĢını tehlikeye atma riski taĢıyan somut eylemlerle hayata geçirmesinden önce engelleme hakkına sahiptir." Mahkeme heyetinde yeralan üç hâkimin ortak karĢı görüĢünde ise; Refah Partisinin koalisyon partisi olarak taĢıdığı önem nedeniyle diğer kapatılan partilerden farklı olduğu,Türkiye aleyhine verilen diğer parti kapatma davalarına iliĢkin ihlal kararlarında yeralan ölçütler ıĢığında söz konusu yaptırımın çoğulcu demokratik rejimin gereği olmadığı, Refah Partisinin statü ve programında laiklik prensibine aykırılık bulunmadığı, bu nedenle TBKP kararında kullanılan gerekçenin bu davada da uygulanabileceği belirtilmiĢ ve partinin üç yöneticisinin yaptıkları açıklamalardan dolayı hiçbir soruĢturma ya da cezaya tâbi tutulmadıklarına dikkat çekilmiĢtir. (AĠHM,Refah Partisi/Türkiye, 10.7.2001) - 55 "Mahkeme, madde 11'in 10. madde ıĢığında değerlendirilmesi gerektiğini tekrarlamaktadır. DüĢüncelerin ve bunların ifade edilmesine dair özgürlüklerin korunması, 11. maddede belirtildiği üzere sendika kurma ve dernekleĢme özgürlüğünün amaçlarıdır. Bu husus, çoğulculuğu ve demokrasinin iyi iĢleyiĢini güvence altına almaları konusundaki rolleri açısından siyasî partiler için de geçerlidir. Mahkemenin sayısız kereler vurguladığı gibi çoğulculuk demokrasi için gereklidir. Bu nedenle 10. maddenin 2. paragrafındaki ifade özgürlüğü kavramı, sadece lehteki bilgi ve düĢünceler veya saldırgan olmayan ifadeler açısından değil, saldıran, sarsıcı ifadeler açısından da geçerlidir. Faaliyetleri kendi baĢlarına ifade özgürlüğünün toplu halde kullanılması niteliği taĢıdığından, siyasî partilerin SözleĢmenin 10. ve 11. maddeleri anlamında bir korumayı aramaları hakkıdır. 277 Mahkemenin önceki kararlarında da değindiği gibi, bir demokrasinin en belirgin karakteristiği, ülkenin sorunlarına çözüm bulunabilmesi için karĢıt fikirler olsa dahi Ģiddete dönüĢmeyen bir diyalog ortamının tesis edilebilmesidir. Demokrasi ifade özgürlüğünü de beraberinde getirir. Bu açıdan bir siyasî grubun, Devletin belli bir nüfus grubunun durumu konusunda tartıĢma ortamı yaratmaya ve demokratik kurallar çerçevesinde ilgili herkesi tatmin edecek çözümler üretme çabasında olması nedeniyle kapatılmasının kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Sayın Perinçek'in ifadelerinin değerlendirilmesi sonucunda, Mahkeme, bu ifadelerde, ayaklanma veya demokratik prensipleri ortadan kaldırmaya yönelik herhangi bir hareket veya Ģiddet kullanımını teĢvik edecek bir anlam bulmamıĢtır. Anayasa Mahkemesi, Perinçek'in konuĢmalarını, Kürt ve Türk halkları arasında bir sınır çizmekle ve bu Ģekilde azınlıklar yaratmakla, Türk Devletinin birliğini ve toprak bütünlüğünü bozmak pahasına Kürt-Türk Federasyonunun kurulmasını desteklemekle eleĢtirmiĢtir. Mahkeme, birlikte okundukları takdirde, ifadelerin Türkiye'den ayrılmayı teĢvik etmediği, aksine Kürtlere bir referandumla ortaya konabilecek serbest iradelerinin belirtilemediği takdirde bu teklif edilen federal sistemin oluĢturulmasının da mümkün olamayacağı belirtilmektedir. Mahkemenin görüĢüne göre bu tip bir programın Türk Devletinin mevcut prensipleri ve yapısı ile uyumlu olmaması demokrasi ile de çeliĢkili olması anlamına gelmez. Mevcut bir Devletin yapısını sorgulayan dahi olsa farklı politik programların teklif edilmesi ve tartıĢılması, demokrasinin kendisine bir zarar vermediği sürece bir demokratik sistemin vazgeçilmez öğeleridir. Sayın Perinçek'in söylediklerinde samimi olduğunu ispatlayabilecek delillerin yokluğunda, samimi olduğundan Ģüphe duyulmamalıdır. Bu nedenle SP sadece ifade özgürlüğünün kullanılması sebebiyle kapatılmıĢtır. Bu noktada problem, SP'nin kapatılmasının demokratik bir düzen açısından gerekli olup olmadığı, yani sosyal bir ihtiyaca cevap verip vermediği ve bu amaçla kullanılan araç arasında bir orantının olup olmadığıdır. Mahkeme demokrasinin sağlıklı bir Ģekilde iĢlemesinde siyasî partilerin önemini hatırlatarak, 11. maddede sözü edilen istisnalar, siyasî partiler söz konusu olduğu takdirde oldukça dar yorumlanmalıdır ; Sadece tatmin edici sebepler söz konusu olduğunda partilerin dernekleĢme özgürlüklerinin kısıtlanması haklı karĢılanabilir. 11. maddenin 2. paragrafı anlamında bir istisnanın söz konusu olup olmadığının değerlendirilmesinde; sözleĢmeci devletler, hem hukuku hem de uygulanmasındaki kararları göz önünde tutan Avrupa denetimi ile paralellik arz eden kısıtlı bir takdir hakkına sahiptirler. Mahkeme söz konusu müdahalenin radikal olduğu kanaatindedir: SP aniden ve kesin olarak kapatılmıĢtır. Malları paraya çevrilmiĢ ve kanun hükmü gereğince hazineye devredilmiĢtir. Parti kapatıldığı esnada Perinçek'in de aralarında bulunduğu liderler kadrosu ise, benzer siyasî faaliyetlerde bulunmaktan men edilmiĢlerdir. Bunun gibi ağır yaptırımlar sadece çok ciddi durumlarda konulabilir. Yukarıda belirtilen bulgular ıĢığında, 17. maddeyi devreye sokmanın hiç bir anlamı yoktur. Zira hiçbir ifadede, SözleĢme hükümlerine güvenerek SözleĢmede güvence altına alınmıĢ hakları ihlâl etmeye yönelik eylem ve faaliyetler içerisinde olduğuna dair bir veri yoktur. Sonuç olarak, SP'nin kapatılması güdülen amaç ile orantısız ve demokratik toplum açısından gereksiz bir eylemdir. Bu nedenle SözleĢmenin 11. maddesi ihlâl edilmiĢtir. (AĠHM, Sosyalist Parti/ Türkiye, 25 Mayıs 1998,) 278 - 56 "AĠHS' ne taraf olan Devletlerin bütün kural ve kurumlarının AĠHS'nde yer alan hükümlerle uyum içinde olması gerekir. Ġlgili Devletin anayasal kuralları da, bu gereğin kapsamındadır. Demokrasinin temel özelliği, "çoğulculuk " baĢarısının temel koĢulu ise, "ifade özgürlüğü"dür. Bu açıdan ülke sorunlarının, Ģiddete baĢvurmadan, "diyalog" yoluyla çözümlenmesinin önerilmesi, demokrasiye özgü bir imkandır. TBKP'nin "Komünist" adını kullanması: TBKP'nin sınıf tahakkümünü amaçlamamıĢ, aksine demokratik ilke ve yöntemleri benimsemiĢ olması onu 1965'da kapatılan Alman komünist partisi"nden ayırmaktadır. "komünist " adının kullanılmasının, Türk toplumu ve devleti üzerinde gerçek bir tehlike yarattığını gösteren herhangi bir somut delil ortaya konulmadığına göre, TBKP'nin sırf bu adı taĢımasından dolayı kapatılması, örgütlenme özgürlüğünün (AĠHS 11) ihlâlidir. TBKP'nin tüzük ve programında Türk- Kürt ayrımı yapılması ve Türk ulusundan ayrı bir Kürt ulusu yaratılmak istenmesi: AĠHM'ne göre; TBKP'in tüzük ve programında Kürt halkı, ulusu ve vatandaĢları bir azınlık olarak da tanımlanmamıĢtır. Kürt halkına, Kürt ulusuna ve vatandaĢlarına yapılan atıf, sadece, bunların varlığını tanıyarak, özel muamele ve haklardan yararlandırılmaları talebini içermektedir. Bu talep ise, nitelik itibariyle, Türk toplumundan ayrılma hakkını ileri sürmenin gerisinde kalmaktadır. Esasen TBKP'nin programında, ayrılmaktan ziyade, "Kürt sorununa" Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, Türk ve Kürt halklarının "gönüllü birlikteliğini" sağlayacak, "eĢit haklar ve yeniden demokratik yapılanma temelinde, barıĢçı, demokratik ve adil bir çözüm" bulunması amaçlanmıĢtır. "kendi kaderini tayin hakkı" konusunun ise, bu hakkın topluca ve Ģiddete baĢvurularak kullanımı benimsenmemiĢ, aksine, çözümün siyasî olduğu vurgulanmıĢ ve Kürt halkı üzerindeki ayrımcılık ve baskı sona erdiği takdirde, Türklerin ve Kürtlerin birleĢmesi gerektiği ileri sürülmüĢtür. TBKP, Kürt sorununa çözümün ancak, tarafların Ģiddete baĢvurmama konusunda anlaĢmalarıyla, görüĢlerini serbestçe açıklayabilecekleri bir ortama kavuĢmalarıyla ve siyasal sürece kendi ulusal kimlikleri ile katılmalarıyla mümkün olduğuna inanmaktadır. Demokrasilerde, ülke sorunlarının Ģiddete baĢvurmadan "diyalog" yoluyla çözümlenmesinin önerilmesine imkan verildiğinden, bir siyasal grubun (TBKP), sırf bir kısım halkın durumunu kamuoyu önünde tartıĢmak ve herkesi tatmin edecek bir çözümün bulunması amacıyla siyasal hayata katılmak istediği için engellenmesi haklı görülemez. TBKP faaliyete geçmeden kapatıldığından, ne terörle bir iliĢkisi bulunduğu, ne de AĠHS'nde yer alan hak ve özgürlükleri tahribe yönelik faaliyet içinde bulunduğu söylenebilir. Bu nedenle Alman Komünist partisinin kapatılması kararını, AĠHS'nin 17. maddesine dayanarak haklı gören AĠHK kararı burada uygulanamaz. Sonuç olarak, 279 TBKP'nin faaliyete geçmeden kapatılması ve liderlerinin siyasî faaliyetten yasaklanması AĠHS'nin öngördüğü kısıtlama amacıyla orantılı bulunmadığı ve demokratik bir toplum için de gerekli olmadığından SözleĢmenin 11. maddesi ihlâl edilmiĢtir." (TBKP/Türkiye, 30.1.1998,) XI. EVLENME HAKKI (Madde 12) Maddeye göre; “Evlenme çağına gelen erkek ve kadın, bu hakkın kullanılmasını düzenleyen ulusal yasalar uyarınca evlenmek ve aile kurmak hakkına sahiptir.” SözleĢmenin 12. maddesi evlenme hakkını tarif etmemekte ve bunu, kullanılmasını düzenleyebilecek olan ulusal mevzuatların çerçevesi içine koymaktadır. Daha sonra kabul edilen 7 Nolu Protokol evlilik içinde eĢlerin haklarının ve sorumluluklarının eĢitliğini tanımıĢtır. Mahkeme evlenme hakkının kullanılması koĢullarını Komisyondan çok daha dar bir Ģekilde yorumlamıĢtır. Komisyon mahpuslara ve eĢcinsellere (Van Ooesterwijck, 1 Mart 1979) evlenme hakkını tanımıĢtır. Ancak Mahkeme bir eĢcinselin evlenme hakkından yararlanamayacağı, çünkü 12. maddenin farklı biyolojik cinsiyetlerden iki kiĢi arasındaki geleneksel evliliği garanti altına aldığını vurgulayan bir ilke kararında bu değiĢime dur demiĢtir. Mahkeme, ailenin temeli olarak evliliği korumak söz konusu demektedir. Mahkeme evlilik bağını güçlendirme kaygısını Johnston (18 Aralık 1986) kararında da vurgulamıĢtır. Buna göre; evlilik hakkı eĢler arası iliĢkilerin kurulmasını amaçlamakta ve dolayısıyla boĢanma hakkını içermemektedir. 146 Mahkeme 18 yıl zarfında 3 defa evlenip boĢanan bir adama geçici olarak 4. defa evlenmesinin yasaklanması cezası verilmesinin 12. madde anlamında evlenme hakkının ihlâlini oluĢturacağına karar vermiĢtir(F/Ġsveç(1987).147 146 Fréderic SUDRE, La Convention européenne des droits de l’homme, que-sais-je, Paris 1997,s.107. 147 GOMIEN, s. 74. 280 XII.ETKĠLĠ BAġVURU HAKKI (Madde 13) Maddeye göre;“Bu SözleĢme‟de tanınmıĢ olan hak ve özgürlük- leri ihlâl edilen herkes, ihlâl fiili resmî görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmıĢ da olsa, ulusal bir makama etkili bir baĢvuru yapabilme hakkına sahiptir.” Bu hakkı tanıyan SözleĢmenin 13. maddesinde fiilî müracaat ya da etkili baĢvuru hakkından söz edilmekle, bu baĢvuru olanağının fiilen ve gerçekten bulunması ve sonuç doğurabilmesi gerekir. Maddede söz konusu olan "millî makam" adlî veya idarî bir organ olabilir. Bu makama müracaat fiilen olacağından, onun tarafsız bir Ģekilde yargılamada bulunacak bir organ olması gerektiği açıktır. Mahkemenin çok sayıda kararında vurgulandığı üzere, bu hüküm, ulusal düzeyde, SözleĢmede öngörülen hakların özünü güçlü kılacak baĢvuru yollarının bulundurulmasını ve özgürlüklerin korunmasının iç hukuk düzeninde güvence altına alınmasını sağlamaktadır. SözleĢmeci devletler, bu hükümden kaynaklanan yükümlülüklerinin ifasında takdir yetkisine sahip olmalarına karĢın, bu hükmün asıl etkisi, yetkili ulusal makamın, hem SözleĢmede öngörülen hakların özüyle ilgilenecek hem de uygulamada uygun çözümler sağlayacak olan bir ulusal baĢvuru yolu bulundurulmasını gerekli kılmasıdır. BaĢvuru yolu hukuken olduğu kadar fiilen de etkili olmalıdır, özellikle baĢvuru yolları uygulamada taraf devletin yetkililerinin eylem ve ihmalleri yüzünden gereksiz yere iĢlevsiz kılınmamalıdır. Mahkemeye göre bir kimsenin akrabaları söz konusu kiĢinin göz altında kaybolduğunu iddia ettikleri hallerde, 13. madde, tazminat ödenmediğini ve sorumluların tespit edilerek cezalandırılmalarını sağlayacak Ģekilde etkili ve yeterli bir soruĢturma yürütülmesini ve akrabalarının soruĢturma iĢlemine etkin bir Ģekilde katılmalarını gerekli kılar. (Kurt / Türkiye, 1998; YaĢar / Türkiye 1998) Mahkemeye göre, makul biçimde, SözleĢmede tanınan bir hakkının ihlâlinden mağdur olduğunu iddia eden bir birey, Ģikayeti hakkında bir karar verildiğini görmek ve gerekirse bir tazminat elde etmek için ulusal bir mahkemeye baĢvurabilmelidir.” (Silver ve di- ğerleri/ Ġngiltere(1983)) Valsamis/ Yunanistan (1996) ve Efrastratiu / Yunanistan (1996) davalarında, Yahova Ģahitleri dinî gerekçelerle, bir savaĢın baĢlamasının yıldönümünü kutlayan okul gösterisine katılmayı reddettikleri için çocuklarının okuldan uzaklaĢtırıldıklarından Ģikayet etmiĢlerdi. 9. madde ve 2 nolu Protokolun 2. maddesinin ihlâl edilmediği sonucuna varan mahkeme, 13. maddenin ise ihlâline hük- 281 metmiĢtir. Aynı Ģekilde Camenzid/ Ġsviçre (1997) davasında, baĢvuranın evinin aranmasının 8. maddeyi ihlâl etmediğini kararlaĢtırmıĢ, ancak iç hukukta aramaya itiraz fiilî yollarına sahip olmadığı gerekçesiyle 13. maddenin ihlâline hükmetmiĢtir. Mahkemeye göre; KiĢi, mevcut iç hukuk yolunun etkisiz olduğunu ileri sürdüğü takdirde, davalı Hükümetin benzer bir davada bu yolların iĢlediğini kanıtlaması gerekir (Valcamis /Yunanistan (1996)) Türkiye/Aksoy (18 Aralık 1996) davasında Mahkeme Ģu görüĢe varmıĢtır: Polis tarafından gözaltına alındığında sağlıklı olan bir kiĢinin salıverilme anında yaralı olduğu saptanırsa, yaralanmanın nedeni konusunda inanılır bir açıklama getirme sorumluluğu Devlet'e aittir; böyle bir açıklama gelmediği takdirde, [bu vakanın] SözleĢmenin 3üncü Maddesi uyarınca incelenmesi gereken bir vaka olduğu açıktır. Mahkeme, kararın daha sonraki bölümünde, baĢvuru sahibinde oluĢan yaralanmaların iĢkenceden kaynaklandığı ve 3'üncü maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıĢtır. Dahası, Mahkeme yetkili ulusal mahkemeler nezdinde hukuki çözüm arama hakkını getiren SözleĢmenin 13'üncü maddesinin, iĢkence iddialarını kapsamlı olarak soruĢturma yükümlülüğü getirdiği yorumunu da yapmıĢtır. Mahkeme, "iĢkencenin yasaklanmasının büyük öneme sahip olduğunu" ve iĢkence mağdurlarının ne kadar kolayca zarar görebilir bir durumda olduklarını göz önüne alarak, "13'üncü madde Devletlere, ulusal sistem dahilinde yer alan diğer hukuki yolların baki kalması Ģartıyla, iĢkence vakalarını etkili ve kapsamlı biçimde soruĢturma yükümlülüğü de getirir" Ģeklinde karar vermiĢtir. Mahkeme, söz konusu SözleĢmenin, BirleĢmiĢ Milletler ĠĢkencenin ve Diğer Zalimane, Ġnsanlık DıĢı ya da AĢağılayıcı Muamele ve Cezanın Önlenmesi SözleĢmesi'nin 12'nci maddesindeki gibi açık bir hüküm içermemesine karĢın, "böyle bir gerekliliğin, 13'üncü maddede yer alan "etkili çözüm ve etkili hukuk yolu" kavramına içkin olduğunu" belirtmiĢtir. Örnek karar özetleri - 57 "BaĢvuran, (yaĢam hakkının ihlâline ) ek olarak, kendisi ve yeğeninin SözleĢmenin 13. maddesinin mağduru olduğundan Ģikayet etmiĢtir. Hükümet bu iddianın yanlıĢ olduğunu ispatlamaya çalıĢmıĢtır. Hükümet ceza ve idare mahkemelerinin etkin iç hukuk yolları sunduğunun fakat baĢvuranın bu gibi iç hukuk yollarından faydalanmadığını vurgulamıĢtır. Kurallara bağlı sorumluluğun ötesinde, devlet sorumluluğunu taahhüt etmek için hukukî temellerin sahası- 282 nı tatmin edici bir Ģekilde geniĢleten, idarî hatayı kapatmak için sosyal risk teorisine dayanan çok sayıda karara dikkat çekmiĢtir. Bu yeni nesil kararlar ilginçtir, aynı zamanda cezaî ve idarî hakkı birleĢtirmektedir. Böylece Devlet görevlisi ceza mahkemesinde yargılanırken, idare mahkemesi, ilgili görevlinin cezalandırılması ya da beraat etmesinden bağımsız olarak zarar için tazminata hükmedebilir. Bu kararların bazıları, PKK tarafından öldürülen ve suçluların bulunmasının mümkün olmadığı polis veya öğretmenlerin yakınları tarafından açılmıĢ davalar ile ilgilidir ve buna rağmen idare mahkemesi ailelere tazminat ödenmesine karar vermiĢtir. Çok sayıda davada bombalı saldırıların mağdurları idare mahkemesinden tazminat almıĢlardır. Bu kararların çoğu, incelenmekte olan bu dava ile karĢılaĢtırılabilir Ģartlarda yaĢam kaybını içermektedir Tüm bu kararlar talep edenin lehinedir. Komisyon tespitlerinde Hava Ergi'nin ölümü ile ilgili etkin ve sonuç veren bir soruĢturmanın olmamasının SözleĢmenin 2. maddesinin ihlâli olduğunu hatırlatmaktadır. Bu konu, baĢvuranın SözleĢmenin 13. maddesi ile ilgili Ģikayetlerinde yer aldığı için, Komisyon bu konuyu ayrıca incelemeye gerek görmemiĢtir. BaĢvuran, Hükümet tarafından atıfta bulunulan içtihatlar ile ilgili olarak, idare mahkemesi kararlarından sadece 4 tanesinin Yıldırım, ÜçoĢ, Demirkıran ve Cürebaz, söz konusu dava ile benzer sonuçlar içerdiğini ve güvenlik güçlerinin karıĢtığı olayları içeren Ģikayetler olduğunu iĢaret etmiĢtir. Bu davalarda, Ģikayetçiye tazminat verilmesine hükmedildiği halde, dava konusu olay hiçbir zaman ceza soruĢturmasına konu olmamıĢtır. Mahkeme, yetkililerin Hava Ergi'nin ölümünü çevresindeki Ģartlarda etkin bir soruĢturma yapmadıkları Ģeklindeki tespitini hatırlatmaktadır. AĠHM, bu ihmalin baĢvuranın ve yeğeninin Türk hukukuna göre kullanabileceği herhangi bir iç hukuk yolunun tüketilebilmesini olumsuz etkilediği görüĢündedir. Buna göre, SözleĢmenin 13. maddesi ihlâl edilmiĢtir." (AĠHM, Ergi/Türkiye, 28.7.1998) - 58 "SözleĢmenin 3. maddesi uyarınca korunan hakkın içeriği, 13. madde açısından da sonuçlar yaratmaktadır. ĠĢkence yasağının taĢıdığı temel önem ve özellikle iĢkence mağdurlarının zayıf durumu göz önünde bulundurulduğunda 13. madde iç sistemdeki diğer çareler saklı kalmak kaydıyla, devletlere iĢkence olaylarını ciddi ve etkili bir tarzda soruĢturmak yükümlülüğü getirmektedir. Bu bağlamda 13. madde, bir kiĢinin devlet görevlileri tarafından iĢkenceye tâbi tutulmuĢ olduğuna dair savunulabilir bir iddiası söz konusuysa, etkili iç hukuk yolu çerçevesinde gereken tazminatın ödenmesine ilaveten sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmalarını sağlayacak derin ve etkin bir soruĢturmanın yapılmasını ve soruĢturma sürecinin Ģikayetçiye fiilen açık tutulmasını da gerektirmektedir. SözleĢmede, ĠĢkencenin ve diğer zalimane, Gayri Ġnsanî ve Küçük DüĢürücü Muamele ve Cezalara KarĢı 1984 Tarihli BM SözleĢmesinin, bir iĢkence fiilinin iĢlendiği kanaatine yol açacak makul bir zemin bulunduğu durumlarda "seri ve tarafsız" bir soruĢturma zorunluluğu öngören 12. maddesi gibi açık bir hüküm bulunmadığı bir gerçektir. Bununla birlikte, AĠHM'nin görüĢüne göre, böyle bir gereklilik 13. maddede öngörülen etkili iç hukuk yolu kavramı içinde yer alır. Gerçekten de Türk hukukuna göre savcı açısından bir soruĢturma yürütme yükümlülüğü söz konusudur. Bay Aksoy savcıya açık bir Ģikayette bulunmuĢ olsun olmasın, savcı adı geçenin iĢkence gördüğüne dair önündeki açık kanıtı görmezlikten 283 gelmiĢtir ve soruĢturma açılmamıĢtır. Savcının baĢvuranın aldığı yaraların farkında olmasına rağmen, AĠHM' nin önünde herhangi bir iĢlem yapıldığına dair bir kanıt getirilmemiĢtir. Ayrıca AĠHM'nin görüĢüne göre, Bay Aksoy'un durumuna iliĢkin koĢullarda, ceza gerektiren suçları soruĢturmakla görevli bir devlet yetkilisini böyle bir tavrı, mevcut olabilecek diğer tüm çarelerin uygulanabilirliğini zedelemekle eĢdeğerdedir. Dolayısıyla, özellikle soruĢturma açılmamıĢ olması göz önünde bulundurulduğunda, AĠHM Ģikayetçinin iĢkence iddiasına iliĢkin etkin bir çare yolundan mahkum bırakıldığı hükmüne varmaktadır. Sonuç itibariyle, SözleĢmenin 13. maddesi ihlâl edilmiĢtir." ( AĠHM,Zeki AKSOY/ Türkiye). - 59 "AĠHM baĢvuranların Ģikayetlerini Strazburg organları önüne getirmeden önce hiç bir iç hukuk makamına baĢvurmadığını tespit etmiĢtir. Ancak, Komisyonun söz konusu baĢvuruyu hükümetin bilgisine sunmasından sonra Adalet Bakanlığı Genç Cumhuriyet BaĢsavcılığı vasıtasıyla ceza soruĢturması baĢlatmıĢtır. AĠHM, bu soruĢturmanın yürütülme tarzından, baĢvuranların Ģikayetleri çerçevesinde 13. maddenin gerektirdiği Ģekilde etkin iç hukuk yoluna sahip olmadıkları kanaatine varmıĢtır. AĠHM, ilk soruĢturmanın, savcının baĢvuranların Strazburg'a yaptığı Ģikayetten haberdar olmasından itibaren iki haftadan daha az bir sürede, 25 Nisan 1994 tarihinde sonuçlandığını tespit etmiĢtir. Savcı baĢvuranların isimlerini bilmiyordu. SoruĢturmaya yer olmadığı kararı, sadece, kuĢku uyandıran bir Ģekilde seçilen ve baĢvuranların bulunduğu yerden yürüyerek 1 saatlik uzaklıktaki baĢka mezralarda yaĢayan 4 köylünün kısa ifadelerine dayanarak verilmiĢtir. Ġkinci soruĢturma ise, aynı 4 tanığın baĢka bir savcı tarafından dinlenmesinden ibarettir. Bu safhada savcı baĢvuranların isimlerini biliyordu ve Ankara‟daki yetkililer baĢvuranların adreslerinden haberdarlardı. Ancak baĢvuranları ifade vermeye davet etmek için herhangi bir tedbir alınmamıĢtır. Ne köyden baĢka tanıklar dinlemek için herhangi bir teĢebbüste bulunulmuĢ ne de güvenlik güçlerini söz konusu tarihte bölgedeki faaliyetleri konusunda araĢtırma yapılmıĢtır. AĠHM, baĢvuranların iddiaları hakkında sonuç veren etkili herhangi bir soruĢturmanın yapılmadığını ve bununda baĢvuranların kullanabilecekleri, mahkemeden tazminat elde etmek dahil, herhangi bir iç hukuk yolunu kullanma ihtimalinin zayıflamasına neden olduğunu tespit etmiĢtir. Bu nedenle ilk üç baĢvuran için 13. maddenin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir." (Azize MENTEġ/ Türkiye ) - 60 "Mahkeme, SözleĢmenin 3. maddesinde güvence altına alınan hakkın, 13. maddede uygulama alanı bulduğunu hatırlatır. Bir bireyin, Devlet görevlileri tarafından iĢkenceye ve kötü muameleye tâbi tutulduğu Ģeklinde bir Ģikayetinin varlığı; belli bir tazminatın ödenmesi yanında, Ģikayetçinin de dahil olacağı bir soruĢturma prosedürü içinde, sorumluların teĢhis edilmesine ve cezalandırılmasına imkan verecek tam ve etkili bir soruĢturmayı içeren "etkili kanun yolu" anlayıĢının varlığını gerektirir. Mahkeme baĢvuranın, salıverilmesi üzerine Cumhuriyet savcısına Ģikayette bulunduğuna iĢaret etmektedir. Ancak Cumhuriyet savcısı bu Ģikayetle ilgili her- 284 hangi bir iĢlem yapmamıĢtır. 10 ay sonra Komisyon'un, baĢvuruyu hükümete tebliğ etmesini ardından, baĢvuranın Ģikayetleri ile ilgili bir soruĢturma baĢlatılmıĢtır. Dahası, soruĢturma baĢlatılmıĢ olsa dahi, Jandarma görevlisi" nin ifadesinin alınması için bir dört ay daha geçirilmiĢ ve baĢvuran tarafından kötü muamele yapmakla itham edilen görevliler hakkında 4 Kasım 1994 tarihinde verilen takipsizlik kararından önce Jandarma Astsubayı…'nın ifadesinin alınması konusunda herhangi bir giriĢimde bulunulmamıĢtır. Bir tam yıl geçtikten sonra görevsizlik kararı verilerek, soruĢturma Derik ilçe idare kuruluna havale edilmiĢtir. Bu kurulun isteği üzerine 14 Temmuz 1994'de anılan astsubayın ifadesine baĢvurulmuĢtur. Mahkeme, bu soruĢturmanın 143. maddenin gereklerini karĢılayabilecek tarzda tam ve etkili bir soruĢturma olarak tanımlanabileceği kanısında değildir. Bu nedenle, SözleĢmenin 13. maddesi ihlâl edilmiĢtir." (AĠHM, Tekin/ Türkiye, 9.6.1998) - 61“Mahkeme, SözleĢme‟nin 13. maddesinin SözleĢme‟de yer alan hakların ve özgürlüklerin yerel düzeyde korunması mekanizmalarının iç hukukta düzenlenmesini güvence altına aldığını hatırlatır. Dolayısıyla, 13. maddenin etkisi, SözleĢme‟nin ihlâline iliĢkin bir Ģikayetin yerel düzeyde dile getirilmesini ve yerel makamlarca düzeltilmesini sağlamaktır. Ancak bu düzeltmenin hangi yolla yapılacağına karar verme yetkisi SözleĢme‟nin tarafı olan devletlere bırakılmıĢtır. 13. madde altındaki sorumluluğun konusu baĢvurucunun SözleĢme‟nin hangi maddesinin ihlâlini iddia ettiğine bağlıdır. Buna karĢın 13. maddede sözü edilen yol hem hukuksal açıdan hem de uygulama açısından etkili olmalıdır; yani kararın uygulanması sırasında yetkili makamların eylemleri veya ihmalleri sonucunda uygulama adaletsizliğe yol açmamalıdır (bkz. yukarıda sözü edilen Aksoy, Aydın ve MenteĢ kararları) (parag.106) BaĢvuru konusu olayda baĢvurucu kendisinin ve yakın akrabaların Abdülmenaf Kaya‟nın öldürülmesine yol açan olayların aydınlatılması için baĢvurabilecekleri bir yola sahip olmadıklarını iddia etmiĢtir. Mahkeme‟ye göre yetkili makamların ihlâl ettikleri iddia edilen hak, SözleĢme‟nin düzenlediği en temel haklardan biri olup, bu hakkın ihlâl edilmesi halinde ölenin yakınlarının hak arama yollarının güvence altına alınmıĢ olması gerekir. Özellikle ölenin yakınlarının ölenin kamu görevlileri tarafından hukuka aykırı bir Ģekilde öldürüldüğüne dair savunulabilir derecede güçlü iddialarının bulunduğu durumlarda, 13. maddede sözü edilen hak arama yolları, tazminatın yanında sorumluların kimliklerinin tespit edilmesini ve cezalandırılmalarını sağlayacak bir soruĢturmanın yapılmasını ve akrabaların soruĢturma sürecine aktif katılımlarının sağlanmasını da içerecektir (bkz. yukarıda sözü edilen Aksoy ve Aydın kararları). Görüldüğü gibi etkili bir soruĢturmanın yürütülmesi konusunda 13. maddenin gerekleri SözleĢme‟ye taraf olan bir devletin 2. maddeden kaynaklanan ödevlerinden daha geniĢtir. BaĢvuru konusu davada akrabaların Abdülmenaf Kaya‟nın güvenlik güçlerince hukuka aykırı bir Ģekilde öldürüldüğünü ileri sürebilmeleri açısından ciddiye alınması gereken iddiaları vardır. BaĢvurucunun bu etkiye sahip olan iki ifadesi vardır. Bunların her ikisi de ölüm olayına tanık oldukları iddia edilen köylülerin verdikleri bilgilere dayanmaktadır. Dahası, Hikmet Aksoy tarafından verilmiĢ olan ifade de baĢvurucunun iddialarına koĢut iddialar taĢımaktadır. Güvenlik güçlerinin olayla ilgili olarak verdikleri bilgilerde de açıklanmaya gereksinim duyan noktalar vardır. Mahkeme tarafından Abdülmenaf Kaya‟nın hukuka aykırı bir Ģekilde öldürüldüğünün Ģüpheden uzak bir Ģekilde tespit edilemediği doğrudur. Buna karĢın, baĢvurucunun iddialarının tamamıyla kanıtlanamamıĢ olması, iddialarının SözleĢme‟nin 13. maddesi anlamında tartıĢılabilir iddialar olamayacağı anlamına gelmez 285 (bkz. 27 Nisan 1988 tarihli Boyle ve Rice-United Kingdom kararı, Series A, no. 131, s. 23). Mahkeme‟nin bu konulardaki kararı iddia konusu üzerinde etkili bir soruĢturma yürütülmesi gerekliliği ile çeliĢmemektedir. (parag.107) Mahkeme, olay mahallinde yapılan otopsi ve adlî tıp incelemesi konusunda daha önce saptamıĢ olduğu ciddi eksiklikleri ve yetkili makamların ölüm sebebine iliĢkin olasılıkları dikkate almak konusundaki baĢarısızlıklarını anımsatır (bkz. yukarıda paragraf 89-92). Ölüm olayıyla ilgili etkili bir araĢtırmanın eksikliği, baĢvurucunun ve yakın akrabaların Abdülmenaf Kaya‟nın ölümü üzerine yetkili makamlara karĢı baĢvurabilecekleri etkili bir yolun bulunmadığı anlamına da gelir. Bu durum tazminatı da içerecek Ģekilde herhangi bir baĢvuru yolunun bulunmaması anlamına gelir ve SözleĢme‟nin 13. maddesinin ihlâli niteliğindedir. (parag.108.) Bu durumda SözleĢme‟nin 13. maddesi ihlâl edilmiĢtir. (Kaya/Türkiye, 19 ġubat 1998 ) -62“Ulusal mahkeme YaĢa davasında, baĢvuran ve amcasına yapılan saldırıların, tüm Ģüphelerden uzak olarak, Devlet görevlileri tarafından gerçekleĢtirildiğinin kanıtlanamadığı sonucuna varılmıĢtır. Ancak, bu SözleĢmenin 2. maddesiyle ilgili Ģikayetlerin tartıĢılamayacağı anlamına gelmez. YaĢam hakkında verilen temel önem nedeniyle, 13 madde, hiç bir Devletlere, sorumluların teĢhis ayrıca, Ģikayetçilerin kolay ulaĢabileceği etkili bir soruĢturma yapma yükümlülüğü vermektedir. Sonuç olarak, SözleĢmenin 13. maddesi ihlâl edilmiĢtir.” (YaĢa / Türkiye, 2. 9. 1998) -63“Mahkeme, 13. maddenin sözleĢmedeki temel hak ve özgürlüklerin iç hukuk düzeninde uygulanmasını sağlayacak bir iç hukuk yolunun mevcudiyetini güvence altına aldığını hatırlatır. Söz konusu madde, bu nedenle, sözleĢmeci taraflara bu hüküm uyarınca yükümlendikleri taahhütlere ne Ģekilde uyacakları hususunda belli bir takdir hakkı tanımıĢ olmasına rağmen, SözleĢme uyarınca yapılan bir Ģikayeti araĢtırmak ve bu Ģikayetin sebebini ortadan kaldırmakla görevli bir ulusal makamın mevcudiyetini sağlayan bir iç hukuk yolunu gerektirmektedir. Mahkeme, iç hukuk makamlarının baĢvuranın Ġran‟a gönderildiği takdirde tehlikede olacağı iddiasını değerlendirmediklerini tekrarlar. ġekil Ģartlarını yerine getirmediği için baĢvuranın iltica talebinin reddi kararı temyiz edilememiĢtir. Elbette baĢvuran sınırdıĢı edilme kararının hukukiliğini de temyiz etme olanağına sahipti. Fakat bu tür bir dava baĢvurana ne yürütmenin durdurulmasını ne de tehlikede olduğuna iliĢkin iddiasının esaslarının incelenmesini sağlamaktadır. Ankara Ġdare Mahkemesi baĢvuranın sınırdıĢı edilmesi kararının bütünüyle iç hukuk doğrultusunda alındığı kanaatindedir. Bu tür bir karara vararak adı geçen mahkeme, BMMYK‟nın baĢvuranı Cenevre SözleĢmesi uyarınca mülteci olarak tanıma kararı 286 karĢısında bile baĢvuranın Ģikayetinin gerçekliğini değerlendirmeyi gerekli görmemiĢtir.(Parag. 49) Mahkeme‟ye göre, iĢkence ve kötü muamele iddiası gerçekleĢtiği takdirde zararın onarılamazlığı ve 3. maddeye atfedilen önem göz önünde bulundurulduğunda, 13. madde uyarınca etkili bir iç hukuk yolu kavramı, 3. maddeye aykırı bir muameleyle karĢılaĢma korkusuna iliĢkin haklı gerekçeler mevcutsa, bağımsız ve kapsamlı bir incelemeyi gerekli kılmaktadır. Ankara Ġdare Mahkemesi bu tür koruma önlemlerinden herhangi birini almadığı için Mahkeme, Hükümet‟in dayandığı temyiz yollarınının 13. maddenin öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmekten uzak olduğu sonucuna varmıĢtır. (Parag, 50) Dolayısıyla 13. madde ihlal edilmiĢtir.” (Jabari/Türkiye , 11 Temmuz 2000) XIII. AYRIMCILIK YASAĞI (Madde 14) Maddeye göre; “Bu SözleĢmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi baĢka bir durum bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanır.” 14. madde SözleĢme haklarından yararlanılmasında ayrımcılığa karĢı koruma getirmektedir. 14. maddede yasaklanan ayrımcılığa temel olan konuların listesi hem uzun ve hem de nettir. YasaklanmıĢ olanlar bütün muamele farklılıkları değil, daha çok Devletin “makul ve nesnel” bir Ģekilde haklı gösteremedikleridir.148 Devletin ayırımcılık yapıp yapmadığına karar verirken Mahkeme, eğer ayrımcılığın belli temellere -ırk, cinsiyet, milliyet, evlilik dıĢı doğmuĢluğa- dayanırsa, ayrımcılığı meĢru gösterme sorumluluğunun çok ağır olduğu Amerikan hukukundaki “Ģüpheli kategori” kavramına eĢdeğer bir yaklaĢım geliĢtirmiĢtir. Madde benzer durumlarda bulunan bireyleri haksız muameleye karĢı korumaktadır. Mahkemenin incelemesi burada üç aĢamalı olup; önce SözleĢmeye dahil bir hakkın ve benzer durumun varlığı araĢtırılmakta, sonra benzer durumda bulunan bireyler arasında hak veya özgürlükten yararlanma bakımından fark gözetilip gözetilmediği saptanmakta, eğer fark gözetilmiĢse, Devletin sahip olduğu takdir marjı göz önüne alınıp, farkın objektif ve makul bir nedene dayanıp dayanmadığı, amaç-araç orantısı sorgulanarak sonuca varılmaktadır. Taraf devletler kimi ayrımlar yapmanın uygun olduğu koĢullar hakkında 148 Belgian Linguistic davası (esas hakkında), A/6 (1968) 287 karar vermek için geniĢ bir takdir yetkisine sahiptirler (Lithgow ve diğerleri/Ġngiltere(1987)) SözleĢme genel bir ayrım yapmama yükümlülüğünden öngörmemektedir. 14. maddenin koruması daha ziyade SözleĢmede öngörülen diğer somut hakları tamamlayıcıdır ve kendi baĢına otonomisi yoktur. Bu eksiklik 12 nolu Protokolle giderilmiĢtir. Belçika dil davası(1968)‟nda bir grup Fransızca konuĢan ebeveyn çocuklarının ebeveynlerin ikamet yeri gerekçesiyle Brüksel çevresindeki okullara girememesinden Ģikayetçiydi. Oysa, Flamanca konuĢanlar böyle bir sınırlama ile karĢılaĢmıyordu. Mahkeme, uygulamada eĢitlik ilkesinin "ayrımın objektif ve mantıklı bir doğrulaması olmadığında" ihlâl edilmiĢ olacağını belirtmiĢtir. Mahkeme, “14. maddesinin kullanılan araçlar ve gerçekleĢtirilmek istenen amaç arasında mantıklı bir oransallık olmadığı zaman ihlâl edilmiĢ sayılacağına” karar vermiĢtir. Benzer durumlarda olan bireyler arasında Devlet tarafından yapılan her farklı muamele objektif ve mantıkî bir açıklamaya dayanmalıdır. Mahkeme Marcx/Belçika(1979) davasında bu kurala uyulmadığına karar vermiĢtir. Olayda, bir anne ve gayri sahih nesepli çocuğu evlilik dıĢı doğmuĢ çocuklara uygulanan Belçika mevzuatının 1 nolu Protokol'ün 1.,SözleĢmenin 8. ve 14. maddelerine aykırı olduğunu iddia ediyordu. Mahkemeye göre, anne ve oğlunun durumu, evli bir anne ile onun çocuğunun durumuyla uyguladığı farklı davranıĢı açıklayamaması için yeterli derecede benzerlik taĢımaktaydı. “Mahkemenin içtihatlarına göre, SözleĢmenin 14. maddesi bakımından farklı bir muamelenin “objektif ve makul bir sebebi yoksa”, yani “meĢru bir amaç” izlenmiyorsa, veya kullanılan araçlar ile gerçekleĢtirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık iliĢkisi bulunmuyorsa, bu muamele ayrımcı bir muamele olur. Ayrıca, SözleĢmeci Devletler farklılıkların benzer durumlarda farklı bir muameleyi haklı kılıp kılmadığını veya hangi ölçü kadar haklı kıldığını değerlendirirken belirli bir takdir alanına sahiptirler. Bununla birlikte, münhasıran vatandaĢlık temeline dayanan farklı bir muamelenin SözleĢmeye uygun görülebilmesi için Mahkemenin önüne çok önemli gerekçeler konulması gerekir.” (Gaygusuz/Avusturya, 10. 6. 1996, parag. 43) Burghartz/Ġsviçre ( 1994 ) davasında, Mahkeme 14. madde ile bağlantılı olarak 8. maddenin ihlâl edildiği sonucuna vardı. 16 Kasım 2004 tarihli Ayten Ünal Tekeli/Türkiye baĢvurusunda aile birliği yararına evli kadına yüklenen kocasının soyadını ta- 288 Ģıma zorunluluğunun soyadını kocasının soyadı önünde kullanabilse de, objektif ve anlaĢılabilir bir haklılık taĢımadığı gerekçesiyle 14. maddenin sözleĢmenin 8. maddesiyle bağlantılı olarak ihlal edildiğine karar vermiĢtir. Mahkemeye göre, 14. madde ancak SözleĢmede öngörülen hakların biriyle bağlantılı olarak ileri sürülebilir. Zira, SözleĢmenin 14. maddesi birinci kategorideki hak ve özgürlükleri koruma altına almıĢtır. Dolayısıyla bağımsız bir varlığa sahip değildir. Mahkeme çok sık olarak, diğer bir baĢka hükmün zaten çiğnenmiĢ olduğuna hükmettiği yerde, ayrıca 14. maddenin çiğnendiği iddiasını ele almayı gereksiz bulmaktadır. “Mahkemenin yerleĢik içtihatlarına göre, SözleĢmenin 14. maddesi, SözleĢme ve Protokollerdeki diğer maddî hükümleri tamamlar. Bu maddenin bağımsız bir varlığı yoktur; çünkü sadece maddî hükümlerle güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin kullanılması ile ilgili olarak bir etkiye sahiptir. Dava konusu olaylar bir veya birden fazla maddî hükmün kapsamına girmedikçe 14. maddenin uygulanma imkanı yoktur. (Gaygusuz/Avusturya, 10.6.1996, parag.36) Örnek karar özetleri - 64 “Mahkeme ilk önce, baĢvurucu Gaygusuz‟un Avusturya‟da hukuka uygun olarak ikamet ettiğini ve belirli bir süre burada çalıĢarak iĢsizlik sigortası fonuna Avusturya vatandaĢlarıyla aynı ölçüde ve aynı nitelikte katkı payı ödediğini kaydeder.(parag.46). Mahkeme baĢvurucunun adlî yardım talebinin yetkili makamlar tarafından reddedilmesinin münhasıran 1977 tarihli iĢsizlik sigortası kanununun 33(2) (a) maddesinin gerektirdiği Avusturya vatandaĢı olmamasına dayanmıĢ olduğunu gözlemlemektedir. (parag.47) Ayrıca, baĢvurucunun söz konusu sosyal yardımdan yararlanabilmesi için gerekli diğer yasal Ģartları taĢımadığı iddia edilmiĢ değildir. Buna göre baĢvurucu acil yardımı hak etme konusunda Avusturya vatandaĢlarına benzer durumdadır. (parag.48) 1977 tarihli ĠĢsizlik Kanununun 33 ve 34. maddeleri vatandaĢlık Ģartına belirli istisnalar getirmektedir; ancak baĢvurucu bu kategorilerden hiç birine girmemektedir. (parag.49) Bu nedenle Mahkeme, Avusturya Hükümetinin savunmasını ikna edici bulmamıĢtır. Mahkeme Komisyon gibi, baĢvurucu Gaygusuz‟un mağduru olduğu acil yardımı hak etme konusunda Avusturya vatandaĢı olan ve 289 olmayan arasındaki farklı muamelenin “objektif ve makul bir sebebe” dayanmadığını kabul etmektedir. (parag.50). Avusturya Hükümeti söz konusu dönemde Türkiye ile mütekabiliyet anlaĢmasıyla bağlı olmasa bile, SözleĢmeyi onaylarken bu SözleĢmenin birinci bölümünde tanımlanan hak ve özgürlükleri kendi egemenlik alanı içinde bulunan herkes için güvence altına alma yükümlülüğü ile bağlanmıĢtır (parag.51). Buna göre Birinci Protokolün 1. maddesiyle bağlantılı olarak ele alınan SözleĢmenin 14. maddesi ihlâl edilmiĢtir.” (Gaygusuz/Avusturya, 16.9.1996). - 65 "14. madde, sözleĢmenin ve protokollerinin maddî hükümlerinin tamamlayıcısı niteliğindedir. Yalnızca bu hükümlerin güvence altına aldığı hakların ve özgürlüklerin kullanılmasıyla bağlantılı olarak bir etkisinin olması nedeniyle bağımsız bir varlığa sahip değildir.14. maddenin uygulanması bu hükümlerin ihlâl edilmiĢ olması koĢuluna bağlı değilse de maddenin otonomluğu bu kadardır- davayı oluĢturan olaylar bu hükümlerin bir ya da bir kaçının sınırları içinde kalmadıkça 14. maddenin uygulanmasına yer bulunmamaktadır. Mahkeme 8. maddenin uygulanabilir olmadığı sonucuna vardığından 14. madde davaya uygulanamaz." (AĠHM, Botta/Ġtalya, 24.2.1998, C-4.12.1996, Seri A, 1998-I) 290 3. BÖLÜM EK PROTOKOLLERDE TANINAN HAKLAR I.MÜLKĠYET HAKKININ KORUNMASI (EK Protokol m.1) Maddeye göre; “Her gerçek ve tüzel kiĢinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koĢullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da baĢka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” Bu madde AĠHS‟nin yegane ekonomik hak maddesidir. Mahkeme bir çok kez bu maddenin üç farklı kuralı içerdiğini belirtmiĢtir: “Genel nitelikte mülkiyet hakkına saygı” ilkesi; mülkiyetten mahrum bırakma Ģartları (1. Paragrafın devamı); malların kullanımının kamu yararına göre düzenlenmesi (parag.2). 1. fıkra, mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hakka dayanmak için, Ģikayetçinin her Ģeyden önce malik olduğunu kanıtlaması gerekir. Mahkeme “malvarlığı” kavramını geniĢ yorumlamaktadır. Mallar taĢınır, taĢınmaz, maddî, gayri maddî olabilir. Mülkiyet hakkı bütün kazanılmıĢ hakları olduğu kadar sınaî ve fikrî mülkiyet haklarını, ayrıca hisse senetlerini sözleĢmeden ya da haksız fiilden 291 doğan para alacaklarını ve kamu hukukundan doğan sosyal ve ekonomik ödemeleri de kapsar. Yine “müĢteri topluluğu” malvarlığı değerine sahip olduğundan bir malvarlığı olarak sayılmıĢtır (AĠHM, Van Marle kararı 26 Haziran 1986). Mahkeme bir kum ocağının iĢletilmesine bağlı ekonomik çıkarları (Fredin/Ġsveç(1991)), ve bir imar uygulaması ile arsanın değerindeki artıĢı, bir arazinin inĢaata elveriĢli olmasını da mülkiyetin bir öğesi olduğu gerekçesiyle malvarlığı saymıĢtır. Yine mahkeme uygulamasında tahkim kararları, emekli- lik maaĢı alma hakkı ev sahibinin kira alma hakkı, bir sinamanın müĢterileri bu kapsamda sayılmıĢtır. Hüküm ayrıca, tasarruf yetkisini de güvence altına almaktadır. Bu hükmün geçerli olabilmesi için iç hukukun sözkonusu çıkarı bir mülkiyet hakkı olarak tanıması gerekli değildir. Mülk kavramı SözleĢmenin uygulanması açısından özerktir. Yine 1. fıkra, bireyin mülkiyet hakkına hangi Ģartlar altında el konularak nasıl bu haktan mahrum edileceği hususunu düzenlemiĢtir. Mülkiyet hakkına bu tür müdahaleler genelde kamulaĢtırma veya devletleĢtirme yöntemleriyle yapılmaktadır. 1. fıkra bir Devlet tarafından sadece kendi vatandaĢı olmayan kiĢiler hakkında kamu yararı nedeniyle kamulaĢtırmaya karar verilmesi hallerinde tazminat verilmesini öngörmekte olup kendi vatandaĢlarının mülkiyetlerinden yoksun bırakılmasına uygulanmaz. Mahkeme James davası ve Lithgow davasında bu yorumu 14. maddeye aykırı görmemiĢtir.149 Mahkeme bu fıkrada yeralan “tüzel kiĢi” kavramını geniĢ yorumlamaktadır. Tüzel kiĢi kavramı özellikle ticarî Ģirketleri ifade eder. Ancak Mahkeme bu kavrama kiliseleri de dahil etmiĢtir.150 2.fıkrada ise, mülkiyet haklarından yararlanma ve onun kullanılmasına yapılacak müdahaleler düzenlenmiĢtir. Bu hüküm çerçevesinde yapılacak uygulamalar bireye tazminat isteme hakkı sağlamaz. Söz konusu uygulamalar, ilk planda vergiler, yükümlülükler ve para cezaları gibi önlemlerdir. Ancak AĠHM kararlarına göre, ölüme bağlı tasarruflarda yapılan kısıtlamalar(Marckx /Belçika (1979)), kum ocağı iĢletme imtiyazı veya içkili lokanta iĢletme imtiyazının geri alınması, belirli konutların kiralarının devlet tarafından tespit edilmesi veya bir ceza davasına iliĢkin olarak malların müsadere edilmesi gibi konular da bu madde çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu tür hallerde müdahalenin ön Ģartı, kamu düzeni, kamu sağlığı, kamu 149 GOMIEN-HARRIS-ZWAAK,s.342 150 GOMIEN-HARRIS-ZWAAK,s.335. 292 ahlâkı gibi gerekçelerin bu tür müdahaleleri haklı kılması ve müdahale için yasal bir dayanak bulunmasıdır. “Mahkeme, Avusturya mevzuatında, iĢsizlik sigortası tazminatı almayan kiĢilere asgarî ölçüde gelir sağlamak için yapılan acil yardım ödemesinin 1. Protokolün 1. maddesi anlamında “maddî bir hak” olduğunun kabul eder.( Gaygusuz/Avusturya, 10.6.1996, parag.41). Görüldüğü gibi, SözleĢmeye göre, mülkiyet hakkı mutlak olmayıp, genel yarar amacına yönelik bazı sınırlamalara ya da kısıtlamalara konu olabilir. BaĢvuranların ihtilaflı arazilerinin önce iĢgali, ardından hiçbir tazminat verilmeden kamulaĢtırılması, yine baĢvuranların ve haleflerinin 70 yıl boyunca mülkiyet haklarından tazminatsız olarak mahrum bırakılmaları mülkiyet haklarının ihlâlidir. ( Yagtzilar ve diğerleri /Yunanistan, 6 Aralık 2001, Prag. 41). KamulaĢtırma bedelinin arttırılması kararıyla hükmedilen ek tazminatın baĢvurucuya, yıllık enflasyonun çok altında bir faizle ve geç ödenmesi mülkiyet hakkını korumak ile kamu yararının gerekliliği arasındaki dengeyi bozduğundan mülkiyet hakkının ihlâli söz konusudur. (AkkuĢ / Türkiye, 9.7.1997)151 BaĢvuranın hak kazandığı bedelde, arazisinin kamulaĢtırıldığı tarih ile kamulaĢtırılma bedelinin ödendiği tarih arasında vuku bulan ve kamulaĢtırmayı yapan makamın neden olduğu gecikme nedeniyle meydana gelen değer kaybının, arazinin mülkiyetinin kaybedilmesi de göz önüne alındığında, bireyin temel haklarının korunması gerekliliği ile toplumun genel menfaatinin gerekleri arasındaki “adil denge” bozulduğundan mülkiyet hakkı ihlâl edilmiĢ olur.(Aka/Türkiye ,23.9.1998) Ancak Mahkemenin 30 Kasım 2004 tarihli Matur/Türkiye kabuledilemezlik kararında vurgulandığı üzere, enflasyon oranına göre hesaplanacak ek kamulaĢtırma bedeli ile baĢvurana yapılan ödeme arasında oluĢan küçük bir fark(olayda anaparanın %1,5‟ğu) kamu yararı ile baĢvuranların haklarının korunması arasında hassaz dengeyi bozmuĢ sayılmayacağından ve kamulaĢtırma bedelinin iç hukukta nihai kararın alınmasının ardından bir ay içinde 15.12.1999 tarih ve 4489 sayılı Kanunla, kamulaĢtırılma bedellerinin ödenmesindeki gecikmelerde uygulanan yasal fazi ve temerrüt faizi oranları piyasa koĢullarına uygun Ģekilde yükseltilmiĢtir. DeğiĢiklikle,Türkiye'nin Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi'nde tazminata mahkum edilmesine neden olan devletin vatandaĢa olan borcuna düĢük faiz verilmesi uygulamasına da son verilmiĢtir. Yapılan değiĢiklikle,yıllık yüzde 30 olan yasal faiz ve temerrüt faizi oranı yerine Merkez Bankası'nın kısa vadeli kredi iĢlemlerinde uyguladığı reeskont oranının esas alınması sağlanmıĢtır.. Yasada, ticari iĢlerdeki temerrüt faizinde ise Merkez Bankası'nın kısa vadeli avans iĢlemlerinde uyguladığı faiz oranının uygulanması hükmü getirilmiĢtir.. 151 293 ödenmesi makul süreyi aĢmadığından sözkonusu olmaz. mülkiyet hakkının ihlali AĠHM‟nin 7 Aralık 1976 tarihli Handyside kararında; Ahlaka aykırı seks kitaplarından yüzlerce nüshanın ve baskı kalıplarını polis tarafından el konulduğu bir olayda, 1. Protokolün 2. maddesiyle öngörülen, mülkiyet hakkına saygı duyulması hakkının ihlâl edildiği iddia edilmiĢtir. AĠHM, el koymanın geçici olduğunu ve iddia sahibini sadece, kullanmaktan alıkoyduğunu ve dava lehine sonuçlandığı takdirde mallarına yeniden sahip olacağını tespit etmiĢtir. Bu itibarla eĢyaya el konulması onların kullanılmasıyla ilgili bir olay olmakla birlikte kanuna uygun ve ahlakî değerleri koruma amacına yöneliktir. Ahlak kavramı ise, Protokolün 1. maddesinin 2. fıkrasında yer alan ve bu kavramdan çok daha geniĢ olan kamu yararı fikrine dahildir; bu bakımlardan el koyma meĢrudur. Komisyona göre, bu madde, vasiyet yoluyla mal ve mülk edinme hakkını korumaz. (Yıldırım/Türkiye, 7.12.1994, no.16025/90) Avukatın bazı hizmetleri ücretsiz yapma yükümlülüğü kendisini mevcut bir maldan mahrum etmediğinden mülkiyet hakkının ihlâli söz konusu değildir (Van der mussele /Belçika (1983)). Bir annenin malını kızına vasiyetinin engellenmesi onun açısından mülkiyet hakkının ihlâlidir. Ancak kız için aynı Ģey söz konusu değildir. Çünkü bu madde miras yoluyla mülk edinme beklentisini korumaz (Marckx /Belçika (1979)). Bu içtihat göstermektedir ki, madde gelecekte mülk edinme hakkı ile ilgili bir teminat içermemektedir. Mahkeme, kamu yararıyla, kiĢisel çıkarlar arasında hakça bir dengenin sürdürülüp sürdürülmediğini incelemek zorundadır; bu bağlamda, tazminatın ulusal kanunlar altında ödenebilirliğine konusundaki Ģartlar ve baĢvurucunun davası sırasında gösterdiği tavır göz önüne alınmalıdır (Lithgow ve Diğerleri/ BirleĢik Krallık 8 Temmuz 1986 tarihli karar, Seri: A no. 102, s. 50, & 1202). Örnek karar özetleri - 66"KamulaĢtırma için tazminat ödenmesindeki uzun gecikmeler, arazisi kamulaĢtırılan kiĢinin artan bir malî kaybına neden olmakta, özellikle bazı ülkelerde olduğu gibi paranın değer kaybı kiĢiyi belirsiz bir konuma koymaktadır. Bu konuda Devlete olan borçların yıllık faizinin %84 olduğu Türkiye'de borçluların borçlarını hemen ödemeleri teĢvik edilmekte, buna karĢın Devletin vergi ödeyen kiĢileri, eğer devlet ödeme yapmazsa veya ödemelerde gecikme olursa, büyük bir kayba uğramaktadırlar. Mevcut davada, (kamulaĢtırma bedelinin arttırılması kararıyla ) hükmedilen ek tazminat baĢvurucuya, yıllık %30 faizi ile birlikte, Türkiye'de yıllık enflasyonun %70'e çıktığı bir tarihte, Temyiz Mahkemesi kararından 17 ay sonra, ödenmiĢ- 294 tir.Yetkililerin geç ödeme yapmasından kaynaklanan farklılık, baĢvurucu AkkuĢ'un arazisinin kamulaĢtırılmasından doğan zararın dıĢında ek bir zarara uğramasına da yol açmıĢtır. Millî makamlar, tazminat ödemesini 17 ay geriye bırakarak, tazminatın yetersizliğini göstermiĢ ve sonuçta mülkiyet hakkını korumak ile kamu yararının gerekliliği arasındaki dengeyi bozmuĢlardır Böylece 1 Nolu Protokolün 1. maddesi ihlâl edilmiĢtir." (AĠHM, AkkuĢ/Türkiye, 9.7.1997) - 67 "BaĢvuru konusu uyuĢmazlığın özü itibariyle esaslı olarak farklılık arz etmesine rağmen, Aka baĢvurusu, ilk bakıĢta bir bütün olarak incelendiğinde daha önce karara bağlanan AkkuĢ baĢvurusundan farklı bir olayı ve hukukî durumu içermemektedir. Aka baĢvurusu, geç ödeme nedeniyle tahakkuk edilen gecikme faizinin, paranın, Durağan Asliye Hukuk mahkemesine dava açılmasından ödemenin yapıldığı güne kadar geçen 4 yıl 2 ay (1. Arazi için ) ve 5 yıl 2 ay(2. Arazi için) boyunca yasal faizin üstünde değer kaybetmesinden kaynaklanan zararla ilgilidir. Diğer yandan AkkuĢ baĢvurusunda, sorun, yetkili makamların ek kamulaĢtırma bedelini geç ödemesinden kaynaklanmaktadır. Mahkemenin yerleĢmiĢ içtihatlarına göre, geniĢ ölçekli kamu projelerinin gerçekleĢtirilmesini sağlamak için yapılan kamulaĢtırmalar dahil olmak üzere, mülkiyet hakkına yapılan bir müdahale, bireyin temel haklarını korunması gerekliliği ile toplumun genel menfaatlerini gerekleri arasında adil bir dengeyi gözetmelidir. Mahkeme, yasal gecikme faizinin tespitinin, SözleĢmeci devletlerin, kamulaĢtırma iĢleminin ardından tazminatın hangi Ģartlarda ödeneceğine karar verilirken faydalandıkları takdir marjı içerisinde yer alması gerektiği konusundaki Hükümet iddiasını incelemiĢtir. AĠHM, ulusal makamların takdir marjına sahip olduğunun ve kendi borçlarına uyguladıkları faizleri düĢük tutmalarının Devletler için ne kadar önem taĢıdığının farkındadır. Buna rağmen bireyin temel haklarını korunması gerekliliği ile toplumun genel menfaatinin gerekleri arasında muhafaza edilmesi gereken "adil denge"yi reddedemez. Bu amaçla, AĠHM, izlenen amaç ile kullanılan araçlar arasında makul bir orantı kurulmasını ve mülkiyet hakkından mahrum edilen kiĢiye orantısız bir yük yüklenmemesini garanti altına almak zorundadır.(bkz the Lithgow ve diğerleri/ Ġngiltere kararı). Mahkeme, Aka baĢvurusunda anılan tarihler arasında, Türkiye'de geçerli olan enflasyon oranının yıllık %70'lere ulaĢtığına dikkati çekmektedir. Oysa, 3095 sayılı kanunda, devlet borçlarına uygulanan gecikme faizinin oranı yıllık % 30 olarak belirlenmiĢtir. Bu uygulama, devlet lehine, devletin yükümlülüklerine uyması açısından alacaklı olanların bekledikleri özene uymayan istisnai bir durum yaratmaktadır. Bunun tersi durumda, uygulamada Devlete borçlu olan kiĢiler, devlete gecikme faizi olarak enflasyon oranına yakın bir gecikme faizi ödemek zorunda kalmaktadırlar. Daha önce AkkuĢ kararında ifade edildiği üzere, kamulaĢtırma tazminatlarının ödenmesinde meydana gelen anormal gecikmeler, özellikle, paranın, belli devletlerdeki değer kaybı dikkate alındığında, arazisi kamulaĢtırılan kiĢinin malî kayıplara uğramasına neden olmakta ve kiĢinin durumunu belirsiz hale getirmektedir (bkz.AkkuĢ kararı, pragraf 1030,29). Aynı durum, arazisi kamulaĢtırılıp tazminata hak kazanan kiĢilerin baĢvuruda bulunduğu ve tazminat rakamlarının tespit edildiği idarî ve adlî sürecin uzun zaman alması durumunda da geçerlidir. Mahkeme, baĢvuranın hak kazandığı bedelde, arazisinin kamulaĢtırıldığı tarih ile kamulaĢtırılma bedelinin ödendiği tarih arasında vuku bulan ve kamulaĢtır- 295 mayı yapan makamın neden olduğu gecikme nedeniyle meydana gelen değer kaybının, arazinin mülkiyetinin kaybedilmesi de göz önüne alındığında, bireyin temel haklarının korunması gerekliliği ile toplumun genel menfaatinin gerekleri arasındaki "adil denge"nin bozulduğu kanısındadır. Sonuç olarak 1 nolu protokolün 1. maddesi ihlâl edilmiĢtir." (AĠHM, Aka/Türkiye, 23.9.1998) -68 “Dava kapsamında, Mahkeme, ilgiliye 1992 yılı baĢında yıllık %30 gecikme faizi ile birlikte ek tazminatların (kamulaĢtırma bedeli artıĢından doğan ) ödendiğini (Yargıtay kararlarından 16 ve 20 ay sonra), oysa Türkiye‟de enflasyonun % 70‟e yükseldiğini ve devlete olan borçların yıllık ödeme faizinin % 84 olduğunu vurgulamaktadır. Mahkeme, Yargıtay tarafından kararlaĢtırılan tazminat miktarı ile gerçek olarak ödenen miktar arasında -sadece yetkililerin neden olduğu- farkın baĢvuranların arazilerinin kamulaĢtırılmasından doğan zarar dıĢında ek bir zarara da yol açtığını belirtmektedir. Ulusal yetkililer tazminat ödemelerini 16 ve 20 ay erteleyerek tazminatı yetersiz kılmıĢlar ve sonuçta, mülkiyet hakkını korumak ile kamu yararının gerekleri arasındaki genel dengeyi bozmuĢlardır. Sonuç olarak SözleĢmeye Ek protokolün 1. maddesi ihlâl edilmiĢtir.” (AĠHM. Çakan ve diğerleri/Türkiye, 30 Ocak 2001) -69“Ek Protokol‟ün 1. maddesin yönünden mahkeme ilk olarak baĢvuranın gecekondusunun 1. madde anlamında “mal” niteliğinde olup olmadığını incelemiĢti: Özet olarak, Mahkeme baĢvuran tarafından inĢa edilen yapının ve ailesiyle onun içerisinde oturmasının önemli bir ekonomik yarar oluĢturduğunu değerlendirmektedir. Ġlgili makamlar tarafından zaman içinde devamına müsamaha edilmesi de benzer bir yarar olup Ek Protokolün 1. maddesi anlamında bir “mal” a iĢaret etmektedir. (Parag.142) Yetkili makamların ihmalinin Türk idare ve ceza hukukuna göre yaptırıma bağlanması, baĢvuranın 1. maddedeki hakkına yapılan müdahalenin iç mevzuaat açıkça aykırı olduğunu göstermektedir. Buradan hareketle, baĢvuranın Ģikayetinin iç hukukta tatmin edilip edilmediğini araĢtırmak gerekir. 30 Kasım 1995 tarihli bir Mahkeme kararı ile ilgiliye sadece evindeki eĢyalar için 10.000.000 (yaklaĢık 210 euro) tazminat verilmiĢtir. Ġdarî yargıçlara göre baĢvuran evi için tazminat isteyemez, çünkü her zaman belediye tarafından yıkılabilir. Mahkeme bu değerlendirmeye katılmamaktadır. Mahkeme baĢvuranın maddî tazminata iliĢkin iddialarının idare mahkemesince gerekli özen ve sür‟atle incelendiğini kabul edememektedir. Mahkeme ne bu güne kadar hiçbir ödeme yapmayan idarelere karĢı baĢlatılacak icra takibinin ne de baĢvurana satılan lojmanın avantajlı ödeme koĢulları ulusal makamların iddia olunan ihlâli tanıyıp telafi ettiğini kabul etmeye yetmez. 296 Dolayısıyla 1 Nolu Protokolün 1. maddesi ihlâl edilmiĢtir.” (AĠHM, MaĢallah Öneryıldız/Türkiye, (18.6.2002) 297 II.EĞĠTĠM HAKKI (Ek Protokol m.2) Maddeye göre; “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakıla- maz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.” Hükmün 1. cümlesinde, Devletin kimseyi eğitim hakkından yoksun bırakamayacağı belirtilmiĢtir. Yani, Devlet, kimsenin eğitim hakkına karıĢmayacak; örneğin kimseyi devletin sağladığı eğitimin imkanlarından yararlanmaktan alıkoyacak giriĢimlerde bulunmayacaktır. 2. cümlede ise, eğitim hakkına iliĢkin iki temel ilke belirtilmiĢtir. Birinci ilkeye göre, eğitim ve öğretimin nitelik ve kapsamı ve devletin bu alanlardaki görevleri ve rolü tamamen devletin takdirine bırakılmıĢtır. Bu durumda devlet hiçbir Ģekilde, kimseye karĢı belirli bir eğitim türü sağlamak veya arzu edilen eğitimi vermek gibi bir yükümlülük altında değildir. Son cümlede ise devletin, çocukların eğitiminde ana babanın tercihlerine saygı göstermesi konusu düzenlenmiĢtir. Mahkemeye göre, bu madde, ana ve babanın dinî ve felsefî inançlarına aykırı fikirlerin eğitim yoluyla aĢılanmasını yasaklamakta; devletin bu madde uyarınca üslendiği yükümlülükler eğitim ve öğretim sisteminin objektif, eleĢtirel ve çok sesli bir Ģekilde yürütülmesini gerekli kılmaktadır. Yine bu maddeyi konu alan diğer bir kararda, "felsefî inançların" tüketici tanımını vermenin mümkün olmadığı belirlenmiĢ; SözleĢmenin bütünü göz önünde tutulduğunda bu inançların demokratik bir toplumda saygı gösterilebilecek nitelikte olması ve insan onuru ile uyuĢmaz olmaması gerektiği sonucuna varılmıĢtır. Mahkemenin bir kararında belirttiği gibi, bireye tanınan öğrenim hakkı, kiĢiye istediği dilde öğrenim görme hakkı tanınmasını gerektirmez. Ayrıca, öğrenim sonunda alınan diplomanın resmen tanınması için bazı koĢulların aranması öğrenim hakkının engellenmesi olarak nitelendirilemez. Mahkeme bir kararında, ilkokullarda disiplin yaptırımı olarak dayak cezasının varlığını ana-babanın felsefî inançlarına dahil bir husus sayarak 2. cümlenin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. Komisyon, temel eğitimin, belli yaĢ grubundaki çocuklar için zorunlu tutulmasını madde hükmüne aykırı bulmamıĢtır. 298 AİHM, 25.3.1993 tarihli İngiltere‟ye karşı Costello-Roberts kararında, bu madde de yer verilen eğitim hakkını garanti etme yükümlülüğünden hareketle, “özel bir okulda” söz konusu olan bedene yönelik ceza uygulanmasından da devletin sorumlu olduğu sonucuna ulaşmıştır. Eğitim hakkı, bunun yapıldığı yerin özel veya kamusal olmasından bağımsız olarak tanınmıştır. Devlet, eğitim hakkını garanti etme yükümlülüğünden, delegasyon yoluyla özel bir organa veya kişiye bunu devretmek suretiyle kurtulamaz. III. SERBEST SEÇĠM HAKKI (Ek protokol m. 3) Maddeye göre; “Yüksek SözleĢmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak Ģartlar içinde makul aralıklarla gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler.” Bu hüküm, demokrasinin diğer bir anlamı olan halkın siyasî iktidarın kullanımına katılmasını SözleĢme hukuku kapsamına almakta ve SözleĢmenin siyasî haklara iliĢkin tek maddesi olarak, aktif ve pasif seçim hakkını düzenlemektedir. Bu hükümle Taraf devletler aĢağıdaki yükümlülükleri üstlenmiĢlerdir. -Uygun aralıklarla serbest seçimler yapmak; Seçimlerin bütün ülkelerde genellikle rastlanan 4 ya da 5 yıl gibi makul aralıklarla yapılması gerekir; makul görünmeyen uzun süreler madde hükmünün ihlâlidir. -Seçimler serbest olmalıdır. -Seçimler gizli oyla yapılmalıdır. Bu amaçla gerekli önlemler alınmalıdır. -Herkes eĢit oy hakkına sahip olmalıdır. -Seçim yöntemi halkın kanaatlerinin serbestçe oluĢmasına elveriĢli olmalıdır. Bu husus aynı zamanda, SözleĢmenin 10 ve 11. maddeleri ile bağlantılıdır. Söz konusu seçimler, yasama organı seçimleridir. Mahkemenin bir kararında belirttiği gibi, yasama organının seçilmesinde halkın düĢüncesini serbestçe açıklaması maddenin özüdür. Aynı kararda ayrıca, yasama organlarının sadece millet meclislerini kapsamadığı; ilgili devletin anayasal yapısı altında yorumlanması gerektiği açıklanmıĢtır. 299 AĠHM'nin söz konusu kararına göre, bu hüküm serbest seçimler hakkının ötesinde, seçme ve seçilme hakkını da koruma altına alır. Bu çerçevede, koruma altına alınan haklara getirilebilecek kısıtlamalar, bu hakların özüne zarar verici ve kullanımlarını engelleyici nitelikte olamaz. Bu madde, seçilen kiĢiye, görev aldığı mecliste istediği dili konuĢma hakkı vermez. Örnek karar özeti -70“Davacı Hükümet, kuzey Kıbrıs'ta yaĢayan Rumların çocuklarının ortaöğretimden mahrum bırakıldıklarını ve sonuçta bu yaĢtaki çocukların velilerinin de çocuklarına dinî ve felsefî inançlarına uygun bir eğitim veremediğini belirtmiĢtir. Davacı Hükümet, l Nolu Protokolün l. maddesine dayanmaktadır. Anılan madde Ģöyledir: "Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir." Davacı Hükümet, Komisyonun saptadığı yukarıdaki hükmün ihlâl edilme nedenlerini onaylamaktadır. Bununla birlikte Davacı Hükümet Mahkemeden bu maddenin Davalı Devletin 1997 yılının sonuna dek ilköğretimi engellediği için ihlâl edildiğine karar vermesini talep etmiĢtir. Bu tarihten önce, "KKTC" ilkokul öğretmeni atanmasına izin vermemiĢtir. Davacı Hükümet bu politikanın Kıbrıs Rum çocuklarının ilköğretim hakkına müdahale anlamına geldiğini iddia etmiĢtir. ( Parag. 304.) Komisyon, Belçika'da eğitimde farklı dillerin kullanılmasıyla yönelik bazı yasaların uygulanmasına iliĢkin davada (23 Temmuz 1968 tarihli karar, A Serisi no.6) Mahkemenin belirlediği ilkelere dayanarak, Kıbrıs Rum çocukları için daha önce var olan ortaöğretim olanaklarının Kıbrıs Rum makamlarınca ortadan kaldırıldığını gözlemlemiĢtir. Bundan dolayı, kuzey Kıbrıs'ta yaĢayan Kıbrıs Rumlarının çocuklarını kendi dillerinde kültürel ve etnik geleneklerine uygun bir Ģekilde okutma çabaları sonuçsuz kalmıĢtır. Komisyon ayrıca, söz konusu kimselerin kuzeye geri dönmelerinin kısıtlandığını dikkate alarak, bu kimselerin ortaöğretimden mahrum bırakılmalarının, ilgili makamların öğrencilere güneydeki okullara gitmelerine izin vermesiyle telafi edilemeyeceği kanısına varmıĢtır (bkz. 44. paragraf). Komisyon sonuç olarak, Kıbrıs Türk makamlarının uygulamasının eğitim hakkının özüne aykırı olduğunu ve l Nolu Protokolün 2. maddesinin ihlâline neden olduğuna karar vermiĢtir. ( Parag. 305.) Yunan dilinde ilköğretim sağlama konusunda Komisyon söz konusu toplumun eğitim hakkının Kıbrıs Türk makamlarınca ihmal edilmediğine ve öğretmen açığı ile ilgili sorunların da çözüldüğüne karar vermiĢtir. ( Parag. 306.) Mahkeme, Kuzey Kıbrıs'ta çocuklarına Yunan dilinde eğitim sağlamak isteyen velilerinin, Kıbrıs Türk makamlarının bu dilde eğitimi kaldırma kararından bu yana, çocuklarını güneydeki okullara transfer etmek zorunda bırakıldıklarına dikkat çekmektedir. Kabul etmek gerekir ki, kuzeyde on iki yaĢına eriĢen her çocuğun Türkçe veya Ġngilizce eğitim veren bir okula gitme hakkı vardır. Bundan dolayı, l Nolu Protokolün 2. maddesi bağlamında, eğitim hakkının ihlâli söz konusu değildir (bkz. 7 Aralık 1976 300 tarihli Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen - Danimarka kararı, A Serisi, no. 23. 23, par. 25-26 12}. Ayrıca, bu hüküm eğitimin hangi dilde yapılacağını belirtmemiĢtir (yukarıda bahsedilen karar, s. 30-31, § 3). ( Parag. 307) Bununla birlikte Mahkemeye göre, söz konusu çocukların ilköğretimlerini burada bulunan Rum okullarında tamamladıkları göz Önüne alındığında, Kıbrıs Rum çocuklarının eğitimine kuzeyde sürdürmeleri gerçekçi değildir. ġüphesiz ki, makamların Kıbrıslı Rum velilerin, çocuklarının eğitimlerine Rum dilinde sürdürmek istediklerinin farkında olmaları gerekir. Rumca ilköğretim eğitimi sağlama sorumluluğu varsayılarak, "KKTC" makamlarının ortaöğretim düzeyinde sürekli bir eğitim sağlamaması söz konusu maddenin özüne aykırıdır. Kuzey Kıbrıs'ta yaĢayan Rumların dilsel geleneklerine uygun olarak güneyde verilen ortaöğretim, bu seçeneğin aile hayatı üzerindeki etkisi dikkate alındığında, l Nolu Protokolün 2. maddesinde belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesi anlamına gelmemektedir (bkz. 277. ve 292. paragraf). ( Parag. 308.) Mahkeme, ilköğretim eğitimi ve öğretmen açıklarına yönelik "KKTC" makamlarının tutumu açısından, Davacı Hükümetin baĢka Ģikâyetlerde bulunduğunu gözlemlemektedir. Komisyon gibi Mahkeme de bütün olarak ele alındığında delillerin ilköğretim düzeyinde eğitim hakkının idarî uygulamalarla engellediğini ortaya koymaya yeterli olmadığı kanısındadır.( Parag. 309.) Yukarıdaki hususları dikkate alan Mahkeme, kuzey Kıbrıs'ta yaĢayan Rumların kendilerine uygun bir ortaöğretim eğitiminden yoksun bırakılmaları nedeniyle, l Nolu Protokolün 2. maddesinin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. ( Parag. 310.) (Kıbrıs/Türkiye Davası,10 Mayıs 2001) - 71 “BaĢvurucu beraat etmiĢ olmasına rağmen 1. Protokolün 3. maddesine aykırı olarak seçme hakkından mahrum edildiğini ileri sürmüĢtür.(parag.198) Mahkeme, “halkın kendi düĢüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koĢullarda”, “ makul aralıklarla” ve “gizli oy”la “serbest” seçimler yapılmasını öngören 1. Protokolün 3. maddesinde, sübjektif nitelikteki oy verme ve seçimlerde aday olma haklarının üstü örtülü olarak yer aldığına iĢaret eder. Bu haklar önemli olmakla birlikte mutlak değildir. 1. Protokolün 3. maddesi bu hakları açık terimlerle düzenlemeden sadece tanımlamakla yetindiği için, üstü kapalı sınırlamalara yer vardır. SözleĢmeci Devletler kendi iç hukuk düzenlerinde oy verme ve seçimlerde aday olma haklarını, 3. maddeye kural olarak aykırı düĢmeyecek Ģekilde Ģartlara tâbi tutarlar. Bu konuda SözleĢmeci Devletler geniĢ bir takdir alanına sahiptirler. Ancak, 1. protokolün gereklerine uyum sağlanmıĢ olup olmadığını belirlemek, son aĢamada Mahkemeye düĢen bir görevdir. Mahkeme bu Ģartların, söz konusu hakların özünü zedeleyecek ve etkili olmaktan yoksun bırakacak Ģekilde kullanılmalarını engellemediklerine, meĢru bir amacı izlemek için konulduklarına ve kullanılan amaçların orantısız olmadıklarına kanaat getirmelidir (parag.201) Mahkeme, özel güvenlik gözetimine tâbi tutulan kimselerin, “topluma karĢı tehlike” oluĢturdukları için veya bu olaydaki gibi Mafyaya mensup olmalarından 301 kuĢkulanıldığı için yurttaĢlık haklarını kaybettiklerinden, seçmen kütüğünden otomatik olarak silindiklerini gözlemlemektedir. Hükümet “mafyaya mensup olduklarından kuĢkulanılan” kimselerin oy haklarını diğer mafya üyeleri lehine kullanabilecekleri riskine iĢaret etmiĢtir.(parag.202). Mafyaya üye olduklarına dair haklarında delil bulunan kimselerin oy kullanma haklarının geçici olarak askıya alınmasının meĢru bir amaç izlediğinden, Mahkemenin herhangi bir tereddüdü yoktur. Bununla birlikte, mahkeme, bu olayda baĢvurucu hakkındaki özel güvenlik gözetimi tedbirine yargılama sırasında karar verildiği halde, “baĢvurucunun suçu iĢlemediği” gerekçesiyle beraat ettiği yargılamanın sonuna kadar uygulanmadığını gözlemlemektedir. BaĢvurucunun suçluluğu hakkındaki kuvvetli delillerin yargılama sırasında çürütülemediği Ģeklinde ifade edilen Hükümet görüĢünü Mahkeme kabul etmemektedir. Hükümetin bu görüĢü, Tarapani Bölge mahkemesinin kararı ve Palermo Ġstinaf Mahkemesinin ilâmı ile çeliĢki halindedir. BaĢvurucunun ismi seçmen kütüğünden çıkarıldığı sırada, baĢvurucunun mafyaya mensup olduğuna dair bir “kuĢku”nun dayanacağı hiçbir somut delil yoktur. Bu koĢullarda Mahkeme söz konusu tedbiri orantılı bir tedbir olarak görmemektedir. Bu nedenle 1. Protokolün 3. maddesi ihlâl edilmiĢtir.” (Labita/Ġtalya, 6.4.2000) -72“AĠHM, 1 No‟lu Ek Protokol‟ün 3. maddesinin subjektif haklar içerdiğini hatırlatmaktadır: Seçme ve seçilme hakları. Bunlar ne denli önemli olurlarsa olsunlar mutlak nitelik taĢımazlar. 3. maddedeki haklar kesin ifadeler kullanılmaksızın belirtildiği için “üstü kapalı sınırlamalar” getirmek mümkündür. SözleĢmeye taraf olan Devletler, 3. maddenin ilke olarak engel koymadığı durumlarda, yasal düzenlemeleri ile seçme ve seçilme hakkının sınırlarını belirlerler. Devletler bu yönde geniĢ bir takdir yetkisine sahiptirler. Ancak, Ek 1 Nolu Protokolde öngörülen gereklikleri son olarak değerlendirme yetkisi AĠHM‟ne aittir. Ayrıca AĠHM, 1 Nolu Protokolün 3. maddesinin tam demokratik siyasî rejimin temel özelliklerinden birine adandığını belirtmektedir. Dolayısıyla sözkonusu madde SözleĢme sistemi içinde çok önemli bir yere sahiptir. AĠHM bu hükmün her kiĢiye seçilme hakkını verdiğini ve seçildikten sonra bu görevin ifasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır. AĠHM, ifade özgürlüğünün her birey için oduğu kadar seçmenlerini temsil eden ve onların menfaatlerini koruyan seçilen için de değerli olduğunu daha önce de ifade etmiĢtir. Bu nedenle muhalefetteki bir partinin milletvekillerinin ifade özgürlüğüne yapılan müdahaleler AĠHM‟ni daha katı bir denetim yapmaya itmektedir.( Bkz. Castells/Ġspanya, 23 Nisan 1992, parag. 42). Hükümetin sözkonusu müdahaleyi bir veya daha çok meĢru amaç doğrultusunda gerçekleĢtirdiği kabul edilse bile, AĠHM bu müdahalenin meĢru amaçla orantılı olmadığı kanısındadır. Konuyla ilgili olarak AĠHM, yurtdıĢında partinin eski baĢkanı tarafından yapılan açıklamaların ve merkez komitenin yazılı açıklamalarının , Anayasa Mahke- 302 mesinin DEP‟in kapatılmasına iliĢkin 16 haziran 1994 tarihli karaında ileri sürdüğü gerekçler arasında yeraldığını kaydetmektedir. Partinin kapatılmasıyla birlikte, Anayasanın 84/3. maddesi ve Siyasi partiler Kanunu hükümleri uyarınca baĢvuranların milletvekillikleri düĢürülmüĢtür. AĠHM alınan önlemin orantılı olup olmdığını değerlendirirken , Anayasanın 84/5. maddesinde yapılan değiĢiklikten sonra, sadece eylemleriyle siyasî partilerin kapatılmasına neden olan milletvekilinin görevinin sona ereceğine dikkat çekmektedir. BaĢvuranların milletvekillikklleri ise bireysel olatrak gerçekleĢtirdikleri politik eylemler nedeniyle değil, mensubu oldukları ve faaliyet gösterdikleri siyasî partinin kapatılması sonucu doğrudan düĢmüĢtür. AĠHM, yapılan müdahalenin katı olduğu kanısındadır: DEP kesin olarak derhal kapatılmıĢ, baĢvuranların milletvekillikleri düĢürülerek siyaset yapmaları yasaklanmıĢtır. Bu konuda Mahkeme, orantılılığın değerlendirilmesi sırasında, yapılan müdahalenin Ģeklinin ve ağırlığınında dikkate alınması gerektiğini düĢünmektedir. Yukarıda sözü edilen unsurlar gözönüne alındığında AĠHM, Anayasa Mahkemesinin baĢvuranlara vermiĢ olduğu cezanın Hükümet tarafından ileri sürülen meĢru amaçla orantılı olmadığına karar vermiĢtir. Mahkeme, yapılan müdahalenin 1 Nolu Ek Protokolün 3. maddesinde baĢvuranlara tanınan seçilme ve siyaset yapma hakkıyla bağdaĢmadığı ve seçmenlerin de seçme haklarının ihlâl edildiği kanaatindedir. Bu nedenlerle, 1. Nolu Protokol‟ün 3. maddesi ihlâl edilmiĢtir. (AĠHM,Selim SADAK vd/Türkiye,11.6.2002 ) IV. BORÇTAN DOLAYI ÖZGÜRLÜĞÜNDEN YOKSUN BIRAKILMA YASAĞI (4 Nolu Protokol m.1) Maddeye göre; “Hiç kimse, yalnızca akdî iliĢkiden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememiĢ olmasından dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.” Bu hüküm borçlar hukuku iliĢkisinden kaynaklanan borçlarını rızasıyla ödemeyen bir borçlunun, bu yüzden hapis cezası ile cezalandırılmasını yasaklamıĢtır. Bu yasağın kapsamına yalnızca adlî bir ceza olarak uygulanan hapis cezaları değil, hareket hürriyetini kısa veya uzun süreli sınırlayan bütün müeyyide veya tedbirler de dahildir. Adli veya idari para cezaları kapsam içinde değildir. SözleĢmeden kaynaklanan yükümlülüğün mutlaka bir para borcu olması gerekmez. Herhangi bir edimin yerine getirilmesine iliĢkin yükümlülükler de kapsam içinde değerlendirilebilir. 303 Yasağın Ģartları, "yükümlülüğün bir sözleĢmeden kaynaklanması" ve "yükümlülüğün yerine getirilememesi"dir. Bir sözleĢmeden kaynaklanmayan yükümlülükler, yasağın uygulanmasına sebebiyet vermez. Buna göre, örneğin vergi borcu gibi kamu hukuku kaynaklı yükümlülükler veya nafaka gibi mahkeme kararları sonucu doğan yükümlülükler, yasağın kapsamı dıĢındadır. Maddede kullanılmıĢ olan ibare "yükümlülüğü yerine getirememek"tir.Yerine getirememe, maddi durumun elveriĢsizliğinden kaynaklanır. Dolayısıyla, yükümlülüğü yerine getiremeyen borçlu, iyi niyetli olmalıdır. Ġmkan olduğu halde yükümlülüğün yerine getirilmediği durumlar, yasağın kapsamına girmez. Örneğin borcun ödenmesinin ihmal edilmesi veya dolandırıcılık fiilleri hükmün kapsamında değildir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi‟ne bağlı olarak çalıĢan Uzmanlar Komitesi‟nin bu konudaki görüĢleri ve verdiği örnekler Ģöyledir152: Komite, „yalnızca (maddî) imkansızlık nedeniyle‟ sözcüklerinin önemini vurgulamıĢtır. Uzmanların görüĢlerine göre, madde, sözleĢmeden kaynaklanan yükümlülüklerini sadece maddî imkanları bulunmadığı için yerine getirememesi nedeniyle bireyin hürriyetinden yoksun bırakılmasını, bu durum insan hürriyeti ve onuruna aykırı olduğu için, yasaklamayı amaçlamaktadır. Eğer sözleĢmeden kaynaklanan yükümlülüğün yerine getirilememesine ek olarak herhangi bir unsur daha var ise hürriyetten yoksun bırakılma yasaklanmamıĢtır. Örneğin: -Borçlunun kötü niyetle veya dolandırmak amacıyla davranması hali, -Nedeni ne olursa olsun, kiĢinin kasıtlı olarak borcunu ödemeyi reddetmesi hali, -Yükümlülüğün yerine getirilememesinin ihmalden kaynaklanması hali, Örneğin, Akit Devletlerden birinin hukuku -bir kahvehane veya lokantada ödeme imkanı olmadığı halde yiyecek içecek ısmarlayan ve bunların karĢılığını ödemeden ayrılan, -yapmıĢ olduğu sözleĢmeye göre orduya mal sağlaması gerekirken, ihmali neticesinde bunu yapmayan, 152 Report of the Committee of Experts, ss. 9-10 304 -yükümlülüklerini yerine getirmemek üzere ülkeyi terk etmeye hazırlanan bir kiĢiyi hürriyetinden yoksun bırakıyorsa, ilgili hukuk kuralı söz konusu maddeyi ihlâl etmeyecektir.” Borcun ödenmemesi, ya borçlunu mal varlığı bulunmadığı için çaresizlikten, veya buna rağmen kötü niyetten olabilir. Birinci halde, yani kendi ihmal veya kusuru olmaksızın borcunu ödemekten acze düĢen kiĢi, bu yüzden hapis cezasına çarptırılamaz. Ancak, borçlunun hile ile veya kasten borcunu ifa etmekten kaçınması halinde, bu hükümden yararlanması mümkün değildir. Akde muhalefetin suç sayılarak hapis cezasıyla cezalandırılabilmesi için, suçun yasal unsurlarını bulunması gerekir. Örneğin borçlarından kurtulmak için ülkeden kaçma hazırlıkları yapa bir kiĢinin özgürlüğünden yoksun bırakılması, SözleĢmeye aykırı sayılmaz.153 V. SERBEST DOLAġIM YA DA SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜ (4 Nolu Protokol m.2) Maddeye göre;“1. Bir devletin ülkesi içinde usulüne uygun ola- rak bulunan herkes, orada serbestçe dolaĢma ve ikametgahını seçebilme hakkına sahiptir. 2. Herkes, kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeyi terk etmekte serbesttir. 3. Bu haklar, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, kamu düzeninin korunması, suç iĢlenmesinin önlenmesi, sağlık ve ahlakın veya baĢkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler olarak ve yasayla öngörülmüĢ sınırlamalara tâbi tutulabilir. 4. Bu maddenin 1. fıkrasında sayılan haklar, belli yerlerde, yasayla konmuĢ ve demokratik bir toplumda kamu yararının gerektirdiği sınırlamalara tâbi tutulabilir.” Protokol hükmü, yurt içi seyahat özgürlüğü ile yurt dıĢına çıkma ve ülkeye dönme özgürlüğünü düzenlemektedir. 153 3.10. 2001 Tarih ve 4709 sayılı Kanunun 15. maddesi ile Anayasanın 38. maddesine eklenen “ Hiç kimse, yalnızca sözleĢmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.” fıkrası ile, bu madde Anayasa hükmü halini almıĢtır. 305 Protokol SözleĢme metninde yer almayan bu hakların sınırlanmasında, sözleĢmenin benimsemiĢ olduğu genel formülü (yasa, belli neden ve amaçlar bakımından demokratik toplum düzeninin gerekleri ve orantılı olma) kabul etmiĢtir. Maddenin 1. paragrafı yerleĢme ve seyahat özgürlüğünü güvence altına almakla beraber, taraf devlet ülkesinde yaĢayan yabancıların da, bu madde çerçevesindeki haklardan eĢit Ģekilde yararlanmaları söz konusu değildir. Yabancıların hukukî statüsü taraf devletlerin yabancılar hukuku kurallarına göre belirlenmiĢ olup, bu alanda Avrupa Konseyine üye devletlerin mevzuatları arasında bir uyum yoktur. Yabancıların bu haklardan yararlanabilmeleri için ülkeye yasal yollardan, yani vize alarak giriĢ yapmaları ve idarî makamlardan oturma veya çalıĢma izni almaları gerekmektedir. 3.paragrafta, yerleĢme ve seyahat özgürlüğünün ulusal güvenlik ve kamu düzenini sağlanması, suçların önlenmesi, sağlık ve ahlakın korunması gibi amaçlarla kısıtlanabileceği öngörülmüĢtür. Serbestçe dolaĢım özgürlüğüne özel gözetim altında bulunma tedbiri sonucu bazı kısıtlamalar getirilmesi halinde bu madde uygulanır. Raimonda davasında, Ģikayetçi mafya üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanmıĢ ve daha sonra delil yetersizliği sebebiyle serbest bırakılmakla beraber, evinde göz hapsinde tutularak ikamete mecbur edilmiĢtir. Mahkeme, mafya tipi suç örgütlerinin demokratik toplumlar için büyük tehlike oluĢturduğunu kabul ederek, suç ve suçlulukla mücadele için alınan ev hapsi önlemini makul karĢılamakla beraber, yerel mahkemenin bu önlemin kaldırılmasına karar vermesine rağmen, 5 aya yakın bir süre söz konusu önlemin uygulanmasına devam edilmesini bu maddeye aykırı bulmuĢtur. 154 Denizci ve diğerleri /(Güney)Kıbrıs (baĢvuru no:25316-24321/94 ve 27207/95) baĢvurusunda Mahkeme, “Güney Kıbrıs‟ta yaĢayan Kıbrıslı Türklerin dolaĢımlarının kuzey ve güney kesim arasında güney kesimde yakından izlenmesinin ve kuzey kesime gidiĢ geliĢlerinin her seferinde polise bildirilmesi zorunluluğunun kanun tarafından öngörülmediği gibi gerekli de olmadığını, davalı devletin(GKRK) de buna iliĢkin olarak herhangi bir yasal gerekçe göstermediğini” belirterek, 4 Nolu Protokol‟ün 2. maddesinin ihlâl edildiğine karar vermiĢtir. 154 ÜNAL,a.g.e., .331. 306 Örnek karar özeti - 73“Mahkeme, 19 Kasım 1984‟ten 18 Kasım 1997‟ye kadar üç yıl süre ile baĢvurucunun seyahat özgürlüğünün çok ağır bir biçimde kısıtlamaya tâbi tutulmuĢ olmasının hiç kuĢkusuz Dördüncü Protokolün 2. maddesinde güvence altına alınan hakkına müdahale oluĢturduğunu gözlemlemektedir.(parag 193). Bu tedbirler 1423/56, 575/65, 327/88 ve 55/90 sayı ve tarihli yasalara dayandığı için, SözleĢmenin 8. maddesinin 2. fıkrası anlamında “hukuka uygun” olarak alınmıĢ tedbirlerdir. Bu tedbirler açıkça meĢru amaçlar izlemektedirler; bunlar da “kamu düzeninin korunması” ve “suçların önlenmesi”dir.(Parag.194). Bununla beraber bu tedbirler, söz konusu meĢru amaçları gerçekleĢtirmek için “demokratik toplumda gerekli tedbirler olmak zorundadır. Bu bağlamda Mahkeme, özel gözetim tedbirleri dahil önleyici tedbirlerin Mafya üyesi olduğundan kuĢkulanan bir kimseye karĢı mahkumiyetten önce bile alınmıĢ olmasının meĢru olduğunu, çünkü bu tedbirlerin suçun iĢlenmesini önlemeyi hedeflediklerini düĢünmektedir. Dahası, bir beraat kararı bu tür tedbirleri mutlaka temelsiz bırakmaz; yargılama sırasında toplanan somut deliller bir mahkumiyet kararı verilmesi için yeterli olmasa da, bu kimsenin gelecekte çeĢitli suçlar iĢleyebileceğinden makul kaygılar duyulmasını haklı kılabilir (parag.135). Bu olayda baĢvurucuya özel gözetim tedbirleri uygulama kararı, onun mafya üyesi olduğuna dair bazı delillerin varlığının ortaya çıktığı 10 Mayıs 1993‟te verilmiĢ, ancak bu tedbir Trapani Bölge Mahkemesinin beraat kararı verdiği 19 Kasım 1994 tarihine kadar yürürlüğe sokulmamıĢtır. Mahkeme, baĢvurucunun beraat etmesinden sonra bu tedbirin kaldırılması için yaptığı baĢvuruyu reddeden Ġtalyan mahkemelerinin dayandığı gerekçeyi incelemiĢtir. Bu mahkemeler baĢvurucunun Mafya klanıyla iliĢkileri olduğuna dair B.F.‟nin iddiasına dayanmıĢlardır; bu mahkemelere göre baĢvurucunun ölen kayın biraderinin ana klanın baĢkanı olması ve baĢvurucunun yaĢam tarzında fiilen bir değiĢiklik yapmamıĢ olması veya samimiyetle piĢmanlık duymamıĢ olması bu iddiayı kanıtlamaktadır. Mahkeme, baĢvurucunun suç iĢleyeceğine dair gerçek bir riskin varlığını gösteren baĢka bir somut delil bulunmamasına rağmen, baĢvurucunun eĢinin ölmüĢ bir mafya babasının kız kardeĢi olmasının, nasıl olup ta bu tür ağır tedbirleri haklı kıldığını anlayamamaktadır. YaĢam tarzının değiĢtirilmesi ve piĢmanlık konusunda ise Mahkeme, geçmiĢe ait sabıka kaydı bulunmayan baĢvurucunun mafya üyesi olma isnadından, hazırlık soruĢturması ve yargılama sırasında bu iddiayı destekleyecek hiçbir somut delil bulunmaması nedeniyle beraat etmiĢ olmasına önem vermektedir. (parag.196). Sonuç olarak mahkeme, Mafyanın yarattığı tehlikeyi hafife almamakla birlikte, baĢvurucunun seyahat özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların, “demokratik toplumda gerekli görülemeyeceği” sonucuna varmaktadır. Bu nedenle 4 Nolu Protokolün 2. fıkrası ihlâl edilmiĢtir.” (AĠHM, Labita/Ġtalya, 6.4.2000) 307 VI. VATANDAġIN SINIRDIġI EDĠLMESĠ YASAĞI ( 4 Nolu Protokol, madde 3) Anılan Maddeye göre; “1. Hiç kimse, tek baĢına ya da toplu olarak, uyruğu bulunduğu devletin ülkesinden sınır dıĢı edilemez. 2. Hiç kimse, uyruğu bulunduğu devletin ülkesine girme hakkından yoksun bırakılamaz.” 1. fıkrada yasak edilen husus anayasal, yasal, idarî ya da adlî bir makamın vatandaĢlarını ülke dıĢına kovmasıdır. Suçluların iadesi bu hükmün uygulama alanı dıĢında kalır. KiĢi SözleĢmeye aykırı olmayan kimi yükümlülükler- örneğin askerlik hizmetinden kurtulmak için bu hükme dayanamaz. Aynı maddenin 2. paragrafına göre, “Hiç kimse, uyruğu bulun- duğu devletin ülkesine girme hakkından yoksun bırakılamaz.” Bireyin uyruğu olduğu devletin ülkesine girme hakkı, kiĢinin ülkede kalması konusunda mutlak bir hakka sahip olduğu Ģeklinde yorumlanamaz. Örneğin, vatandaĢı olduğu bir devlet tarafından iade edilen bir suçlu, talep eden devlet hapishanesinden kaçmıĢsa kayıtsız Ģartsız ülkesine sığınma hakkına sahip değildir. Gene, uyruğu olduğu devletin ülkesi dıĢında görev yapan bir asker kiĢi, ülkesinde kalmak için bu maddeye dayanamaz. Ayrıca, bu hüküm uyruğu oldukları devletlerin ülkelerine girmek isteyen kiĢilerin vatandaĢlıklarını kanıtlama yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Devlet uyrukluğunu belgelemeyen kiĢilerin ülkesine girmesine izin vermek zorunda değildir. Son olarak, vatandaĢların karantina gibi geçici tedbirler dolayısıyla ülkeye giriĢ yapmalarına izin verilmemesi bu hükmün ihlâli sayılmaz.155 155 Convention européenne des droits de l’Homme, manuel, Strasbourg 1963,s. 83,84. 308 VII. YABANCILARIN TOPLU SINIRDIġI EDĠLMELERĠ YASAĞI (4 Nolu Protokol, madde 4) Maddeye göre; “Yabancıların toplu olarak sınır dıĢı edilmesi ya- saktır.” SınırdıĢı iĢleminde bulunan Devletin her olayda ayrı karar verdiği durumlarda toplu sınırdıĢı etme söz konusu değildir. SınırdıĢı etme kararlarının benzer ifadelerle kaleme alınması da tek baĢına toplu sınır dıĢı etmenin kanıtı değildir.156 VIII. YABANCILARIN SINIR DIġI EDĠLMELERĠNE ĠLĠġKĠN USULÜ GÜVENCELER (7 Nolu Protokol, madde 1) Maddeye göre; “1. Bir devlet ülkesinde kurallara uygun olarak ikamet eden bir yabancı, yasaya uygun Ģekilde verilmiĢ bir kararın uygulanması dıĢında sınır dıĢı edilemez ve a. sınır dıĢı edilmesine karĢı gerekçeleri öne sürebilmesine, b. durumunu yeniden inceletmeye, c. yukarıdaki amaçlarla, yetkili bir merci önünde veya bu merci tarafından tayin edilecek biri ya da binleri önünde temsil ettirmesine izin verilecektir. 2. Sınır dıĢı edilmenin kamu düzeni yararı ya da ulusal güvenlik nedenleri açısından gerektiği hallerde, bir yabancı, yukarıdaki 1. maddenin (a), (b) ve (c) bentlerinde öngörülen haklarını kullanmadan sınır dıĢı edilebilir.” “Kurallara uygun olarak” ifadesi söz konusu devletin iç hukukuna gönderme yapmaktadır. ġu halde ülkesinde bir Ģahsın ikametinin kurallara uygun “meĢru” kabul edilmesi için Ģartların ne olduğunun belirlenmesi iç hukuka aittir. Bu hüküm meĢru olarak ülkeye giren kadar yasa dıĢı olarak giren ve sonradan durumunu yasal hale getiren kiĢilere de uygulanır. Buna karĢılık giriĢ ve ikameti belli koĢullara, örneğin belli bir süreye bağlanmıĢ, ama bu koĢulları yerine getirmemiĢ yabancının devletin ülkesinde kurallara uygun –meĢruolarak ikamet ettiği kabul edilemez. 156 GOMIEN,HARRIS,ZWAAK,s.389 309 1. paragraftaki “yasa” terimi söz konusu devletin iç hukukunu belirtir. ġu halde karar maddî hukuk normları ile yürürlükteki usul kurallarına göre yetkili makam tarafından alınmalıdır. Madde, 3 adet garantiyi sıralamaktadır: Ġlk olarak ilgili kiĢi sınır dıĢı edilmesine karĢı itiraz nedenlerini ileri sürme hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılması iç hukuka tâbidir. 157 Ġkinci olarak durumunu yeniden inceletmek hakkına sahiptir. Bu hak zorunlu olarak yargılamanın farklı makamlar önünde ve iki aĢamada cereyan etmesini zorunlu tutmaz. Sadece yetkili makam tarafından durumun ilgilinin ileri sürdüğü sınırdıĢı etmeye karĢı nedenlerin ıĢığında incelenmesini gerektirir. Nihayet ilgili yetkili makam önünde kendinî temsil ettirme hakkına sahiptir. Bu temsilin Ģekli ve yetkili makamın tayini iç hukuka aittir Ayrıca temsilcinin avukat, yetkili makamın da adlî bir merci olması zorunlu değildir Madde kiĢiye ya da temsilcisine durumunun incelenmesi sırasında fiziken mevcut olma hakkı sağlamamaktadır. Keza yargılamanın duruĢmalı yapılması gerekmez. Tamamen yazılı da olabilir. Ġkinci paragrafa göre, sınır dıĢı edilmenin kamu düzeni ya da ulusun güvenlik nedenleri açısından gerekli olduğu hallerde, bir yabancı 1. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde öngörülen haklarını kullanmadan önce sınır dıĢı edilebilir. Bu istisnalar Mahkeme içtihatlarındaki orantılılık ilkesi göz önüne tutularak uygulanmalıdır.158 IX.ÖLÜM CEZASI YASAĞI ( 6 ve 13 Nolu Protokoller) 6 nolu Protokolün ilgili maddelerine göre, “Ölüm cezası kaldırılmıĢtır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez. Bir devlet, yasalarında, savaĢ veya yakın savaĢ tehlikesi zamanında iĢlenmiĢ olan fiiller için ölüm cezasını öngörebilir; bu ceza, ancak yasanın belirlediği hallerde ve onun hükümlerine uygun olarak uygulanabilir. Ġlgili devlet, söz konusu yasanın bu duruma iliĢkin hükümlerini Avrupa Konseyi Genel Sekreteri‟ne bildirir.” (Madde 2) Suçluların iadesi ile sınırdıĢı etme kavramları arasında fark ve iç hukukumuzda sınırdıĢı etmede yetkili makam için bkz. Ergin ERGÜL, Teori ve Uygulamada, Suçluların Ġadesi ve Hükümlülerin Nakli, Yetkin Yayınları, Ankara 2003, s.20-21. 157 158 GOMIEN,HARRIS,ZWAAK,s.392 310 SözleĢmenin 15. maddesine dayanılarak bu Protokol‟un hükümleri ihlâl edilemez. (Madde3) SözleĢme‟nin 57. maddesine dayanılarak bu Protokol‟un hükümleriyle ilgili hiçbir çekince konulamaz.” (Madde 4) 13 nolu Protokolün ilgili maddelerine göre ise, “Ölüm cezası kaldırılmıĢtır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez (m.1). SözleĢmenin 15. maddesine dayanılarak bu Protokol‟un hükümleri ihlal edilemez. (m.2) SözleĢme‟nin 57. maddesine dayanılarak bu Protokol‟un hükümleriyle ilgili hiçbir çekince konulamaz.(m.3)” 6 No‟lu Protokol‟un 1. maddesi kuralı, 2. maddesi ise istisnayı düzenlemiĢtir. Buna göre, “Ölüm cezası kaldırılmıĢtır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez.” (m.1). Ancak bu kural barıĢ dönemi ile sınırlıdır. Görüldüğü üzere, 6 nolu protokol çok sınırlı istisnalar dıĢında ölüm cezasının kaldırılmasını gerektirmektedir. 1 Ocak 2004 itibariyle, 43 ülke 6 nolu protokolü onaylamıĢtır. Ancak 6 nolu protokoldeki ölüm cezasını kaldırma yükümlülüğü barıĢ zamanıyla sınırlıdır. Zira Protokolün 2. maddesine göre, belli durumlarda, kamu düzenini korumak için mutlak zorunluluk durumunda güç kullanılması” sonucu meydana gelen ölümler SözleĢmenin ihlâline yol açmaz. Avrupa ülkelerinde ölüm cezası ya tümden kaldırılmıĢ (Avusturya, Danimarka, Federal Almanya, Ġzlanda, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, Ġsveç, Fransa, Ġngiltere, Hollanda, Romanya, vb), ya da savaĢ halinde iĢlenen askerî suçlara ve vatana ihanet gibi sınırlı durumlara indirgenmiĢtir (Ġtalya, Ġspanya, Ġsviçre, vb.). ABD'de 39 eyalet ile Yeni Zelanda ve Avustralya da bu cezaya son vermiĢler, Kanada ile Ġsrail ise sırf askerî suçlar için korumuĢlardır. Latin Amerika ülkeleri de ölüm cezalarını ya tamamen kaldırmıĢlardır (Venezüella, Kolombiya, Dominik, Ekvator, Nikaragua, Honduras, Kostarika, Panama, Uruguay, vb.) ya da savaĢ haliyle sınırlamıĢlardır (Arjantin, Brezilya, Meksika). 1984‟den ölüm cezasının mevzuatımızdan çıktığı 9.8.2002 tarihine kadar TBMM kesinleĢmiĢ idam cezalarının yerine getirilmesine karar vermemiĢtir. Bu durum cezanın kamu vicdanın da da onay görmediği Ģeklinde yorumlanmıĢtır.159 159 Bülent TANÖR, KiĢi Dokunulmazlığı, Ġnsan Hakları, cogito, Ġstanbul 2000, s.60. 311 Avrupa ülkeleri arasında ölüm cezasının kaldırılması ve 6. Ek Protokol'ün 2. maddesi dıĢında istisnalara yer verilmemesi, bir ortak uygulama haline gelmiĢtir. 43 ülke arasında, Rusya'nın 16.4.1997, Azerbaycan ve Ermenistan'ın da 25.01.2001 tarihinde imzalamaları ile, barıĢta ölüm cezasını kaldırmayı öngören Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi'ne Ek 6 numaralı Protokol'ü imzalamayan tek Avrupa Konseyi üyesi ülke Türkiye kalmıĢtı. Ancak, ilk olarak, 3.10. 2001 tarih ve 4709 Sayılı Kanun ile Anayasanın 38. maddesine eklenen Ek fıkrayla ; “SavaĢ, çok yakın savaĢ tehdidi ve terör suçları halleri dıĢında ölüm cezası verilemez.” Hükmü getirilerek adî suçlarda ölüm cezası kaldırılmıĢtır 9.8.2002 tarih ve 24841 sayılı R.G.‟de yayımlanarak yürürlüğe giren 3.8.2002 tarih ve 4771 sayılı Kanunla ise, “SavaĢ ve çok yakın savaĢ tehdidi hâllerinde iĢlenmiĢ suçlar için öngörülen idam cezaları hariç olmak üzere, 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 7.1.1932 tarihli ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununda yer alan idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürülmüĢtür.”160 160Anılan değiĢikliğin madde gerekçesine göre; “Madde 1. - Maddenin (A) fıkrasıyla, Türk Ceza Kanunu, Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Orman Kanununda yer alan idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürülmüĢtür. Ancak, savaĢ ve çok yakın savaĢ tehdidi hallerinde iĢlenmiĢ suçlar, Anayasanın 4709 sayılı Kanunla değiĢik 38 inci maddesi gereğince bu madde hükmü dıĢında tutulmuĢtur. Maddeyle, bu Kanun hükümlerine göre idam cezasından müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürülmüĢ olanlar hakkında Türk Ceza Kanunun idam cezasına iliĢkin, 47, 50, 51, 55, 58, 59, 61, 62, 64, 65, 66, 102, 112, 451, 452, 462 ve 463 üncü maddeleri ile 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin KuruluĢu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun idam cezasına iliĢkin 12 nci maddesi hükümleri saklı tutularak, idam cezasından dönüĢtürülen müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olanlar hakkında bu hükümlerin uygulanmasına aynen devam edileceği vurgulanmaktadır. Maddeye göre, örneğin ilgili kanun maddesinde idam cezasını gerektiren bir suçu eksik teĢebbüs derecesinde iĢleyen fail hakkında 765 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin birinci fıkrasının uygulanması sonucunda idam cezası için öngörülen indirim, idam cezasından çevrili müebbet ağır hapis cezası için de uygulanacak ve fail hakkında 15 seneden 20 seneye kadar ağır hapis cezasına hükmolunacaktır. Fıkranın (b) bendi ile Türk Ceza Kanununun 17 nci maddesi ile 647 sayılı Cezaların Ġnfazı Hakkında Kanunun 19 uncu maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ölüm cezalarının yerine getirilmemesine karar verilenler hakkında idam cezası için öngörülen hükümler de saklı tutularak bu Kanun hükümlerine göre idam cezasından dönüĢtürülen müebbet ağır hapis cezası için de bu hükümlerin uygulanmasına aynen devam edileceği, 647 sayılı Kanunun Ek 2 nci maddesinde belirtilen ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından idam cezalarının yerine getirilmemesine karar verilenler hakkında indirim hükümlerinin uygulanmayacağına iliĢkin hükmün, idam cezasından çevrili müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olanlar hakkında da uygulanacağı belirtilmiĢtir. Maddenin (B) fıkrasıyla, bu Kanun hükümlerine göre cezası idam cezasından müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürülenler hakkında Türk Ceza Kanununun 70, 73 ve 82 nci maddelerinde geçen sürelerin iki kat olarak, terör suçluları hakkında üç kat olarak uygulanacağı, bu Kanun hükümlerine göre idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüĢtürülen terör suçluları hakkında Cezaların Ġnfazı Hakkında Kanun ile Terörle Mücadele Kanununun Ģartla salıveril- 312 Ardından, Türkiye, bu Protokol‟ü 15.1.2003 tarihinde imzalayarak 26.6.2003 tarih ve 4913 sayılı Kanunla onaylamıĢtır. (RG.1.7.2003/25155. ) 01.12.2003 tarihi itibariyle onay belgesi Avrupa Konseyine tevdi edilerek taraf olunmuĢtur. Ġnsan hakları alanında yaĢanan dinamik sürecin sonucu olarak 03.05.2002 tarihinde Vilnus‟ta “ Her Durumda Ölüm Cezasının Kaldırılmasına ĠliĢkin Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi‟ne Ek 13 No‟lu Protokol” imzaya açılmıĢtır. Bu Protokol ile 6 no‟lu Protokol‟un öngördüğü istisnalar da kaldırılarak artık ölüm cezası tümden yasaklanmıĢtır. Protokol‟un “Çekince yasağı” baĢlıklı 3. maddesine göre, “ SözleĢmenin 57. maddesi doğrultusunda iĢ bu protokol hükümlerine hiçbir çekince konamaz”. Türkiye bu Protokolü 9.1.2004 tarihinde imzalamıĢtır. Ülkemiz 13 No'lu Protokol'ü henüz onaylamamıĢsa da, onaydan önce konuyla ilgili olarak 10.AB uyum paketi kapsamında Anayasanın 15, 17 ve 87. maddelerindeki maddesinden ölüm cezasıyla ilgili ibareler çıkartılmıĢ, 38 inci maddesinin dokuzuncu fıkrası madde metninden çıkartılmıĢ, onuncu fıkrası ile son fıkrası "Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez." ġeklinde değiĢtirilmiĢtir. X. CEZAÎ KONULARDA ÜST DERECEDE MAHKEMEYE (ĠSTĠNAF YA DA ÜST MAHKEME) BAġVURU HAKKI Maddeye göre;“1. Bir mahkeme tarafından cezaî bir suçtan mahkum edilen her kiĢi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir. 2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiĢ haliyle az önemli suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatını müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tâbi tutulabilir.” Madde, AĠHS‟nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma ilkesini tamamlamak üzere, taraf Devletlere ceza davalarında iki dereceli yargılama (istinaf ya da üst mahkeme teĢkili ) mecburiyeti meye iliĢkin hükümlerinin uygulanmayacağı ve bunlar hakkında müebbet ağır hapis cezasının ölünceye kadar devam edeceği belirtilmiĢtir. 313 getirmektedir. Ġkinci derece yargılamasının düzenlenmesi, Ģekli ve koĢulları ulusal mevzuata bırakılmıĢtır. Maddenin 2. fıkrasında iki dereceli yargılama kuralının istisnaları sayılmıĢtır. Bunlar, dava konusu suçun hafif cinsten olması (kabahatler gibi); sanığın ilk derecede en yüksek merci tarafından yargılanmıĢ olması (bazı yüksek Devlet görevlilerinin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtay ya da Yüce Divan tarafından ilk derecede yargılanmıĢ olmaları gibi); ve nihayet, sanığın beraatı halinde bu karara karĢı gidilen kanun yolu incelemesinde bu kararın bozularak, bu merci tarafından doğrudan doğruya sanık hakkında sorumluluk ve mahkumiyet kararı verilmiĢ olmasıdır. Fransa bu protokolü onaylarken sadece Yargıtay‟a baĢvuru yolunun bu maddeyle uyuĢmasını sağlamak için üst mahkemenin incelemesinin kanunun uygulanmasının denetimi (hukukilik denetimi) ile sınırlanabileceğini beyan etmiĢtir.161 XI. YANLIġ MAHKUMĠYET HALĠNDE TAZMĠNAT (7 Nolu Protokol m.3) Maddeye göre; “Bir kiĢinin, kesin bir kararla cezaî bir suçtan mahkum edilmesi ve sonradan yeni veya yakın zamanda keĢfedilmiĢ bir delilin kesinlikle yanlıĢ bir adalet uygulaması olduğunu göstermesi veya kiĢinin affedilmesi nedeniyle cezaî kararın iptal edilmesi halinde, bilinmeyen delilin açıklanmamıĢ olmasının tamamen veya kısmen o kiĢiye atfedildiğinin ispatlandığı haller dıĢında, böyle bir mahkumiyet sonucunda cezaya maruz kalan kiĢi ilgili devletin yasası ve uygulamasına göre tazmin edilecektir.” Bu madde ile, adlî hata halinde, bazı koĢullar altında sanığa tazminat ödenmesi öngörülmüĢtür. Hüküm her ne kadar doğrudan doğruya muhakeme faaliyeti ile ilgili değilse de hatalı bir yargılama sonunda verilen hatalı kararın, bir anlamda telafisi yolunu açmaktadır. Tazminat ödenmesi koĢulları maddede açık bir dille belirtilmiĢtir. Bunlar mahkumiyet hükmünün kesinleĢmiĢ olması, yani mevcut bir yasa yolu ile düzeltilmesi yolunun kapalı bulunması; yeni ve sonradan ortaya çıkan bir kanıttan adlî hataya düĢüldüğünün açıkça anlaĢılması, yani ilgilinin suçsuzluğunun Ģüpheye yer bırakmayan biçimde ortaya çıkması;ve nihayet bu saptamaya dayanarak mah- 161 Patrick WACHSMANN, Les droits de l’homme, 3 éme édition, Dalloz, Paris 1999, s.107. 314 kumiyet hükmünün iptal edilmiĢ ya da affedilmiĢ olmasıdır. Yeni delilin zamanında ortaya çıkmamıĢ olmasından ilgilinin tamamen veya kısmen sorumlu bulunması durumunda ise tazminata yer yoktur.162 XII. AYNI SUÇTAN ĠKĠ KEZ YARGILANMAMA VE CEZALANDIRILMAMA (NON BĠS ĠN ĠDEM) HAKKI (7 Nolu Protokol m. 4) Maddeye göre;“1. Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkum edilemez. 2. Yukarıdaki fıkra hükümleri, yeni veya yakın zamanda ortaya çıkarılan delillerin veya önceki muamelelerde davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı durumunda, ilgili devletin ceza yargılaması usulü ve yasasına uygun olanak davanın yeniden açılmasını engellemez. 3. SözleĢmenin 15. maddesi çerçevesinde bu madde ile derpiĢ olunan yükümlülüklere aykırı hiçbir tedbir alınamaz.” Madde ceza hukukunun temel ilkelerinden olan “non bis in idem”, yani bir suç nedeniyle iki kez yargılanma yasağı kuralını koymakta; hukuk güvenliği ve kesin hüküm otoritesini sağlamaktadır. Madde aynı fiil sebebiyle iki kez yargılama yasağı kuralını ulusal mevzuat alanına inhisar ettirmiĢtir. Mahkemeye göre, iki ayrı mahkeme kararının, hukukî nitelendirmeleri farklı da olsa, aynı fiile dayanması halinde, örneğin alkollü araç kullanma ve tedbirsizlikle adam öldürmeden dolayı önce cezaî kovuĢturma yapılması, ardından idarî para cezası uygulandığı (Gradinger,23 Ekim 1995) takdirde 7 nolu Protokolün 4. maddesi ihlâl edilmiĢ olacaktır. Mahkeme bu karar vesilesiyle, maddenin amacı, kesin olarak kapatılan ceza kovuĢturmalarının tekrarlanma- 162 GÖLCÜKLÜ,GÖZÜBÜYÜK,s.286 315 sının yasaklanması olduğundan yeni bir yargılama açılmadan önce uygulama alanı bulmayacağını açıklığa kavuĢturmuĢtur.163 XIII. EġLER ARASINDA EġĠTLĠK (7 Nolu Protokol, m. 5) Maddeye göre;“EĢler evlilikte, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda, kendi aralarında ve çocukları ile iliĢkilerinde bir medenî haklar ve sorumluluklardan eĢit Ģekilde yararlanırlar. Bu madde devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarını engellemez.” EĢitlik sadece eĢlerin kendi aralarında, mallarına iliĢkin olarak ve çocukları ile iliĢkilerinde sağlanmak zorundadır. Bu itibarla, haklar ve sorumluluklar özel hukukî bir nitelik taĢımakta olup hukukun diğer alanlarına özellikle idarî, cezaî, sosyal, vergi ve iĢ mevzuatına uygulanamaz. Madde bireysel bir hakkı düzenlemektedir. Madde “eĢler” terimini kullanmakta dolayısıyla evli olmayan kiĢileri ilgilendirmemektedir. Yine, SözleĢmenin 12. maddesinin aksine ulusal mevzuatlar tarafından öngörülen evlenme ehliyeti Ģartlarına uygulanmaz. “Evlenme bakımından” terimi evlenme akdine bağlı hukukî sonuçlarıyla ilgilidir. EĢlerin çocukları ile olan iliĢkilerinde “haklar ve sorumluluklar yönünden eĢit” olmaları Devletlerin çocuklar yararına gerekli tedbirleri almalarını engellemez.164 3.10. 2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun ile değiĢik Anayasamızın 41. maddesine göre de; “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eĢler arasında eĢitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teĢkilatı kurar.” XIV. GENEL OLARAK AYRIMCILIĞIN YASAKLANMASI (12 Nolu Protokol ) 14. madde SözleĢme haklarından yararlanılmasında ayrımcılığa karĢı koruma getirmektedir. 12 Nolu Protokol ise, Devletlerin Söz163 MARGUÉNAUD,s.111. 164 GOMIEN,HARRIS,ZWAAK,s.281 316 leĢme aracılığıyla ayrımcılığın genel olarak yasaklanmasını birlikte yerine getirerek, tüm insanların eĢitliğini sağlamak için tedbirler almasını amaçlamaktadır. Protokün giriĢinde, ayrımcılığın önlenmesi ilkesinin, tam ve fiili olarak eĢitliğin sağlanması için objektif ve makul sebeplerle gerekli tedbirleri almaktan alıkoymayacağını tekrar vurgulanmaktadır. Protokolün maddi hükmünü içeren 1. maddesine göre; “Yasalarda öngörülen bütün hakların kullanımı cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya baĢka görüĢ, ulusal veya sosyal köken,ulusal azınlık, mülkiyet veya diğer statülerine bakılmaksızın güvence altına alınacaktır. Hiç kimse bir kamu makamı tarafından özellikle 1. fıkrada belirtilen gerekçelerle ayrımcılığa tabi tutulamaz.” 317 4. BÖLÜM SÖZLEġME VE EK PROTOKOLLERĠNDE GÜVENCE ALTINA ALINAN HAKLARIN SINIRLANDIRILMASI VE KISITLANMASI I.BELLĠ HAKLARA ĠLĠġKĠN KISITLAMALAR SözleĢmenin 3. maddesi hariç pek az hak mutlak bir kapsama sahiptir. Diğer haklar kamu yararı ya da baĢkalarının haklarının korunması için istisnalara izin verir. Garanti altına alınan bir hakkın mümkün kısıtlamalarını ve kaçınılmaz sınırlarını düzenlemek için iki temel yöntem kullanılmıĢtır: kullanılan sınırlayıcı sayma, örneğin özgürlük ilkesini ifade ettikten sonra özgürlükten yoksun bırakmaya imkan veren sekiz hali sayan 5. madde gibi: Bu 2. maddedeki tekniğin aynısıdır. Elbette Mahkeme her defasında yaĢam hakkını ihlâl zaruretini kontrol etmektedir. Mc.Cann ve diğerleri/ Ġngiltere (1995) davasında Mahkeme 9‟a karĢın 10 oyla 2. maddenin ihlâl edildiği sonucuna varmıĢtır:” Mahkeme üç teröristin ölümünün yasadıĢı Ģiddete karĢı baĢkasının savunmasını sağlamak için kesinlikle zorunlu olan kuvvet kullanmanın sonucu olduğuna ikna olmamıĢtır.” (parag 213). Diğer haklar için sınırlama yöntemi 8, 9, 10, 11. maddelerin 2. paragrafları ve 4 nolu protokolün 2. maddesinde düzenlenen genel nitelikte bir Ģarttan ibarettir. Bu yöntem çatıĢmaları halinde birey hakları ve demokratik toplumun yüksek çıkarları arasında denge kurmaya imkan vermektedir. Ġzin verilen kısıtlama Ģekilleri baĢka hükümlerde(örneğin mülkiyet hakkına saygı) farklı Ģekilde ifade edilmiĢtir. Ama her defasın- da Mahkeme izlenen meĢru amaca göre alınan tedbirin orantılılığını denetlemektedir. Anılan 2. paragraflarda öngörülen sınırlayıcı koĢullar oldukça geniĢtir. Mahkeme Devletlerin bu yetkilerini kötüye kullanmamaları için bazı ilkeler koymuĢtur. Mahkeme önüne gelen davada önce Devletin faaliyetinin “yasa tarafından öngörülüp görülmediği”ne bakmakta, “yasa tarafından öngörülme” koĢulunun gerçekleĢmediğine karar verirse incelemeyi keserek ihlal kararı vermektedir. Aksi durumda incelemeye devam ederek “söz konusu maddelerin 2. fıkralarında sayılan meĢru bir amaca veya amaçlara sahip olup olmadığını ve sözü edilen amaç ya da amaçlar için önlemin “demokratik bir toplumda gerekli” sayılıp sayılmayacağını incelemektedir. “Hukuk(yasa) tarafından öngörülme” koĢulu iç mevzuatın tüm alanlarına-idarî, yasal, yazılı ya da yazısız anayasal- uygulanır. Bu koĢulun gerçekleĢmesi için baĢlıca iki unsurun olması gerekir: "söz konusu yasa hem yeterince bireyler tarafından ulaĢılabilir olmalı hem de bireyin davranıĢını düzenlemesine imkan sağlayacak Ģekilde yeterli açıklığa sahip olmalıdır. Mahkeme taraf bir devletin herhangi bir eyleminin “demokratik bir toplumda gerekli olma” ölçütüne uyup uymadığını değerlendirmek için ilk olarak uygulanan önlemin meĢru olup olmadığını araĢtırmaktadır. Örneğin Mahkeme mahpusların haberleĢmesinin denetimini ya da 21 yaĢından küçükler arasında homoseksüel iliĢkilerin yasaklanmasının meĢru amaçlar güttüğüne karar vermiĢtir (Dudgeon /Büyük Britanya, (1981); Norris/Ġrlanda (1988). Ġkinci olarak ise, söz konusu hürriyet ya da hakkı sınırlamak için kullanılan araçların “güdülen meĢru amaç” la orantılı olup olmadığını incelemektedir. Bu koĢul çoğu defa devlet için yerine getirilmesi daha zor bir Ģarttır. Örneğin mahpusların haberleĢmeleri davalarında, mahkeme devlet makamlarının bir mahpusun kendi hukukçusuna yazmasını engelleyemeyeceğini (Golder), Ģiddet kullanma tehditleri ya da gelecek için suçlar öngören mektupları sansür edemeyeceğini (Silver) açıklamıĢtır. Homoseksüellik eylemlerine iliĢkin davalarda Mahkeme gönüllü yetiĢkinler arasındaki bu tip eylemleri suç saymanın orantılılık ilkesine uyduğunu kabul etmeyi reddetmiĢtir.165 Bir devletin belirli bir davada takdir yetkisi sınırları içinde davranıp davranmadığını tespit etmek için mahkeme çoğu zaman 165 GOMIEN, s. 61. 2 SözleĢmeye taraf baĢka devletlerin ulusal hukuklarını ve uygulamaları ile uyuĢmazlık konusu davanın olgularını incelemektedir. Devletler arasında görüĢ birliği olmadığı takdirde mahkeme davalı devlete geniĢ bir takdir serbestisi tanımaktadır (X,Y ve Z /BirleĢik Kral- lık ( 1997) 14 ve 18. maddeler ise, SözleĢmenin tüm normatif hükümlerini tamamlayan genel nitelikte talimatlardır. II. SÖZLEġMEDE TANINAN HAKLARIN OLAĞANÜSTÜ HALLERDE ASKIYA ALINMASI (Madde 15) Maddeye göre;“1.SavaĢ veya ulusun varlığını tehdit eden baĢka bir genel tehlike halinde her Yüksek SözleĢmeci Taraf, ancak durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan baĢka yükümlülüklere ters düĢmemek koĢuluyla bu SözleĢmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir 2. Yukarıdaki hüküm, meĢru savaĢ fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dıĢında, 2. madde ile 3. ve 4. maddeler (fıkra 1) ve 7. maddeyi hiçbir suretle ihlâle mezun kılmaz. 3. Bu maddeye göre aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek SözleĢmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri‟ne tam bilgi verir. Bu Yüksek SözleĢmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri‟ne bildirir.” Madde olağanüstü hallerde askıya alma düzenlenmiĢtir. Madde askıya alma hakkını kullanan Devlete, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirim yükümlülüğü de getirmektedir. AĠHM baktığı davada bu Ģekil gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini de denetlemektedir. Maddenin 2. fıkrası “dokunulmaz haklar”a iliĢkindir. Bunlar SözleĢmenin 2, 3,4 ve 7. maddelerindeki haklardır. SözleĢmenin yürürlüğe girmesinden beri bir çok Devlet bu maddeye dayanarak SözleĢmeden sapma (askıya alma) beyanında bulunmuĢlardır. Bu bildirimler genelde, demokratik rejimi askerî darbelerle kesintiye uğrayan Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerle, 3 terör eylemleriyle karĢı karĢıya kalan Ġngiltere, Ġrlanda ve Türkiye gibi Devletler tarafından yapılmıĢtır.166 15. madde, bir devletçe anti -liberal biçimde, örneğin serbest seçimlerin düzenlenmesine engel olarak (Ek Protokol m.3) kullanılamaz.167 Mahkemeye göre;“ulusun varlığını tehdit eden baĢka bir genel tehlike” sözcükleri, bütün nüfusu etkileyen ve devletin de bir parçası olduğu toplumun örgütlü yaĢamına bir tehdit oluĢturan olağanüstü bir kriz ya da tehlike durumuna iĢaret etmektedir.(Lawlesss/Ġrlanda (1961) “Durumun gerektirdiği ölçüde” ibaresi tehlikenin boyutlarıyla orantılı olmayı içermektedir. "Mahkeme, Türkiye'nin Güney Doğusundaki tartıĢılmaz ciddiyetteki terorizm sorununu ve hükümetin buna karĢı etkili önlemler almak konusundaki güçlüklerini dikkate almıĢtır. PKK'nın Türkiye'nin Güney doğusundaki kısmî boyutu ve etkisi bölgede Ģüphe götürmez bir Ģekilde "ulusun varlığını tehdit eden genel tehlike olarak değerlendirilir. Fakat Ģu da dikkate alınmalıdır ki 15. madde, sadece sözleĢmeden doğan zorunluluklarda "durumun gerektirdiği ölçüde"(AĠHM., Aksoy / Türkiye (1996).) çekincelerin konulmasına imkan verir. Mahkeme bu davada, tutuklamanın Türkiye‟nin askıya alma bildiriminde açıkça belirtilmeyen bir bölgesinde gerçekleĢmiĢ olması nedeniyle askıya alma beyanının incelenmekte olan davanın esaslarına yer itibariyle( ratione loci) uygulanamayacağına karar vermiĢtir. b- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. Maddesi Hükmü ve Değerlendirmesi AİHS m.15, sözleşmeci devletlere olağanüstü hallerde Sözleşmede garanti altına alınan bazı hakları askıya alma yetkisi vermektedir. Söz konusu hükmün uygulanma şartlarını ele alacak olursak; 166 ÜNAL,a.g.e., s. 360. 167 KABOGLU, s.83,dpn.2. 4 aa- Savaş-Hali-Kamusal Tehlike Şartı Dokunulamayacak haklar dışındaki hak ve özgürlükler ancak geçici olarak askıya alınabilir ve böyle bir durumda idarenin takdir yetkisi artacaktır. AİHS m.15, “savaş” veya “olağanüstü bir durumun” mevcudiyetini aramaktadır. Bununla kasdedilen ülke nüfusunun tümünü etkileyen ve tüm devlet ögeleri için güncel ve doğrudan mevcut bir tehlike ortaya çıkaran acil ve olağandışı durumlardır. bb- Ölçülülük İlkesi AİHS m.15/1‟de yer alan “durumun gerektirdiği ölçüde” ifadesi, tehlikenin boyutlarıyla orantılı olmayı içermektedir. En ağır önlemleri almaya gerek kalmadan daha hafif önlemler ile çözüm bulmak mümkün olmasına rağmen, gerektiğinden daha ağır önlemlerin alınması tercih ediliyorsa, amaç ile araç arasındaki makul denge bozulduğundan ölçülülük ilkesi ihlal edilmiş olur. Tehlike ortadan kalktığında tedbirler kaldırılmalı, tehlike arttığında ise tedbirler arttırılmalıdır. Burada hükümetin sübjektif değerlendirmesi değil, objektif değerlendirme esas alınmalıdır. cc- Uluslararası Hukuktan Doğan Yükümlülüklere Ters Düşmeme Sözleşme‟ye taraf devlet AİHS dışında bağlı bulunduğu herhangi bir uluslararası insan hakları sözleşmesinin daha kapsamlı koruyucu hükümlerini ihlal edemez. Diğer taraftan uluslararası hukukun genel ilkelerinden doğan yükümlülükler ihlal edilmemelidir. dd- Dokunulmaz Haklar Buna göre savaş eylemlerinden doğan ölüm olayları dışında Sözleşme ile korunan yaşam hakkı (m.2), işkence ve insanlık dışı, aşağılayıcı davranışlara ve cezalara maruz bırakılmama (m.3), kölelik yasağı (m.4), işlendiği sırada suç olmayan bir fiilden dolayı suçlanamama (m.7), cezalandırılmama haklarına dokunulmamalıdır. Bundan başka AİHS‟e Ek 6 No‟lu Protokol (ölüm cezası) ile Türkiye tarafından henüz onaylanmayan Ek 7 No‟lu Protokol m.4 (ne bis in idem) de dokunulmazlık kapsamına girmektedir. 5 ee- Usule İlişkin Koşul Aykırı önlemler alma hakkını kullanan Sözleşme‟ye taraf devlet almış olduğu önlemler ile gerekçelerini Avrupa Konseyi Genel Sekreteri‟ne tam olarak bildirme yükümlülüğündedir. Aldığı önlemler, gerekçeler, başlangıç ve bitiş tarihlerine ilişkin, kaçınılabilir herhangi bir gecikme olmaksızın bildirim yapılması gerekir. Eksik bilgi vermenin yaptırımı Sözleşmede çok belirgin değildir. AİHM, m.15‟de öngörülen koşulların yerine getirilip getirilmediğini incelemekte, eğer koşullar yerine gelmemiş ise askıya almayı AİHS‟in ihlali olarak nitelendirmektedir. AİHM, 26.11.1997 tarihli Sakık ve diğerleri kararında, Türkiye’nin AİHS m.15 uyarınca yaptığı yükümlülük azaltma beyanının geçerliliği konusunda eğilmiş ve 6.8.1990 tarihli sınırlamada ve 3.1.1991 tarihli mektupta anılan 424, 425 ve 430 sayılı KHK’lerin, yalnızca olağanüstü hal ilan edilen bölge için geçerli olduğunu ve sınırlamaya göre Ankara'nın bu kapsamda bulunmadığını; oysa başvurucuların tutuklanmaları ve gözaltında tutulmalarının, Ankara'da gerçekleştiğini belirtmiş; Aksoy kararına da gönderme yaparak Türkiye'nin Güneydoğu bölgesindeki tartışılmaz ciddilikteki terör sorununu ve Devletin buna karşı etkili önlemler almakta karşılaştığı güçlükleri vurgulamış ve bu bağlamda Türkiye'nin Güneydoğu bölgesindeki PKK eylemlerinin özel boyut ve şiddetinin, söz konusu bölgede, “ulusun yaşamını tehdit eden bir tehlike” doğurduğunu kabul etmiştir. Bununla birlikte, Mahkeme AİHS m.15’in Sözleşmeden doğan yükümlülüklere getirilecek sınırlamaların yalnızca “durumun zorunluluklarının kesin olarak gerektirdiği ölçüde” yapılabileceğini öngördüğünü; başvuru konusu olayda ise, söz konusu sınırlamanın yer bakımından kapsamını değerlendirirken, bunun etkisini Türkiye'nin sınırlama bildiriminde açıkça belirtilmeyen bir bölgesine teşmil etmesi durumunda, bu hükmün konu ve amacına aykırı davranmış olacağını, bu nedenle de söz konusu sınırlamanın dava konusu olaya uygulanmasının, yer bakımından mümkün olmadığını belirtmiş ve bu sınırlamanın 15. maddenin gereklerine uygun olup olmadığını ayrıca değerlendirmeye gerek görmemiştir. 6 Buna karşılık Aksoy kararında (21987/93) AİHM, AİHS m.15’in uygulanması açısından “durumun gerektirdiği ölçüde” koşulunu ayrıntılı olarak değerlendirmiş; ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlikenin var olup olmadığını ve bunun var olması durumunda da bu tehlikenin ortadan kaldırılması ıcin nereye kadar gidilebileceğini belirleme işinin Sözleşmeci devletlere ait olduğunu, bu konuda kendilerine geniş bir takdir marjının tanınması gerektiğini, ancak devletlerin bu yetkisinin sınırsız da olmadığını vurgulamıştır. Mahkeme’ye göre olağanüstü durumun gerektirdiği ölçünün aşılıp aşılmadığını kararlaştırma konusunda ulusal takdir marjı, Avrupa denetimi ile birlikte ele alınmalıdır. Mahkeme bu denetim yetkisini kullanırken istisnaya konu olan hakkın niteliği, olağanüstü hal rejiminin süresi ve bu olağanüstü hali doğuran koşullar gibi faktörlere gereken ağırlığı verecektir. Yukarıda anılan Sakık ve diğerleri kararında olduğu gibi, AİHM bu kararda da PKK terörünün ulusun varlığını tehdit eden bir tehlike olduğunu kabul etmiş, alınan önlemlerin bu tehlikenin gerektirdiği ölçüyü aşıp aşmadığı konusunda ise AİHS m.5/3’ün öngördüğü güvencenin birey açısından taşıdığı önemi vurgulamış; başvurucunun hakim güvencesinden yoksun biçimde 14 gün süreyle gözaltında tutulmasının “durumun gerektirdiği ölçüyü aştığı” sonucuna vararak Türkiye’nin AİHS m.15’in koşullarına uygun hareket etmediğini kabul etmiştir. III. YABANCILARIN SĠYASĠ FAALĠYETLERĠNĠN KISITLANMASI ( Madde 16) Maddeye göre; “10, 11 ve 14. maddelerin hiçbir hükmü, Yüksek SözleĢmeci Tarafların yabancıların siyasal etkinliklerini sınırlamalarına engel sayılmaz.” SözleĢmenin 1. maddesinde, SözleĢme hükümlerinin vatandaĢ yabancı ayrımı gözetmeksizin bir Taraf Devlet ülkesinde bulunan bütün bireylere uygulanması öngörüldüğü ve 14. maddede de ayrım yapılması yasaklandığı halde, yukarıdaki hüküm siyasî katılım araçları olan bir takım haklar bakımından vatandaĢ ile yabancı arasında ayrım yapılabilmesine izin vermektedir. Fransız Hükümeti bu maddeyi, Fransız Polinezyası'nda bu bölgede gerçekleĢtirilen nükleer denemeye karĢı ve bölgenin bağımsızlı- 7 ğı için düzenlenen barıĢçıl ve yasal bir gösteri de konuĢma yapan, Avrupa Parlamentosu'nun Alman üyesi, Dorothe Piermont'a karĢı uygulamıĢtır. Bayan Piermont, bir Avrupa Topluluğu vatandaĢı ve Avrupa Parlâmentosu üyesi olarak, kendisine, 16. maddesindeki kısıtlamaların uygulanamayacağı kanısındaydı. AĠHM vatandaĢlıkla ilgili iddiaları, ilgili anlaĢmaların söz konusu zamanda bu türden bir vatandaĢlığı tanımadığı gerekçesiyle reddetti. Yine de mahkeme, Fransız Polinezyası da dahil olmak üzere, deniz aĢırı ülkelerde yaĢayan Fransız vatandaĢlarının Avrupa Parlâmentosu seçimlerinde oy kullanıyor olmaları nedeniyle baĢvurucunun Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin vatandaĢı ve Avrupa Parlâmentosu üyesi olma sıfatlarının, Fransa'yı 16. maddeyi ona karĢı uygulamaktan alıkoyacağı sonucuna ulaĢtı. IV. SÖZLEġMEDE TANINAN HAKLARI KÖTÜYE KULLANMA YASAĞI(Madde 17) Maddeye göre; “Bu SözleĢme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kiĢiye, SözleĢme‟de tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniĢ ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe giriĢme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz.” Kötüye kullanma yasağı “özgürlük düĢmanları için özgürlük yoktur” formülünü çağrıĢtırır. Bunun anlamı Ģudur: birey ya da grupları, SözleĢmede tanınan hakları, mevcut haklar sistemini yıkmak için kullanamazlar. SözleĢme “düĢmanlarının onun ardına sığınmalarını engellemek için bu hükümle bir tür SözleĢmeye “sadakat” ödevi öngörmektedir. 168 Birey ve gruplar, temel hakları özgürlükçü düzeni ortadan kaldırmak amacıyla kullanıyorlarsa, bu amacın gerçekleĢtirilmesinin önüne geçmek için söz konusu temel haklar, durumun zorunlu kıldığı ölçüde kısıtlanabilir. Diğer yandan bu madde devletin hak ve özgürlükleri sınırlamasına sınır getirmektedir. Buna göre, temel hak ve özgürlüklerin SözleĢmede belirlenenden daha kapsamlı olarak sınırlandırılmasını öngören düzenleme geçerli değildir. 168 KABOGLU, s. 71. 8 Bu maddenin yazılıĢı sırasında henüz ortadan kaldırılmıĢ olan faĢist tehlikeye karĢı ve varlığı devam eden komünist tehlikeye karĢı Avrupa demokrasilerini savunma tepkisi hakim olmuĢtur.169 Birey veya grup Devlete karĢı 17. maddeyi ileri sürdüğünde, Mahkeme genel olarak, SözleĢmenin kısıtlamaya izin veren normatif maddelerinden birine( SözleĢmenin 8, 9, 10 ve 11. maddeleri gibi) de, dilekçesinde yer verip vermediğine bakmaktadır. Mahkeme devlet tarafından kararlaĢtırılan kısıtlamaların baĢlıca incelemesini 17. maddenin izin verdiğinden ziyade bunlar üzerine dayandıracaktır. Örneğin Engel ve diğerleri/Hollanda(1976) davasında eğer bir kısıtlama 10/2. madde bağlamında haklı ise, 17. maddenin ihlâli yoktur" demiĢtir. Buna karĢın davalar SözleĢmenin maddelerinin alanı konusunda problemler oluĢturuyorsa, Mahkeme 17. maddenin ihlâli Ģikayetlerini daha bağımsız inceleyebilir. Ancak bu hüküm bireyi, SözleĢmenin 5 ve 6. maddelerinde öngörülen, keyfi tutuklama yasağı ve adil yargılanma hakkı gibi haklardan mahrum etmeye gerekçe yapılamaz. Nitekim Mahkeme, Lawless /Ġrlanda(1961) davasında, “Ġngiltere 5. madde (tutuklama) ve 6 . madde (adil yargılama) lere bağlı kararlarını meĢru göstermek için 17 . maddeyi ileri süremez. Çünkü baĢvuran ne bu hakları kötüye kullanmaktadır ne de ne de SözleĢmeye aykırı amaçlarla sınırlamaktadır.” demiĢtir.170 Bu madde, sınırlı bir kapsamda ve sadece taraf Devletlerin demokratik sistemlerini tahrip etmek isteyen kimselere ve o da ancak SözleĢmenin 18. maddesinde teyit edildiği üzere, tehlikenin devamı süresince uygulanır. Komisyon, Alman Komünist Partisi'nin kapatılmasına karĢı yapılan baĢvuruda, 17. madde hükmünden hareket ederek, anılan partinin amacının ihtilal yoluyla Proleter diktatörlüğü kurmak olduğu, rejimi diktatörlüğe götüren faaliyetlerin ise, SözleĢmenin öngördüğü bir çok özgürlüğün yok edilmesine yol açacağı gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiĢtir. (AĠHK Kararı, 20.7.1957, no. 250/57) 169 KABOGLU s.71 170 GOMIEN,s.63. 9 Komisyona göre 17. maddenin amacı, totoliter grupların SözleĢmede ortaya konulan ilkeleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarını önlemektir.171 Ancak AĠHM.,Türkiye'nin Hükümet görüĢünde anılan kararı dayanak göstermesine karĢın, TBKP/Türkiye (1998) kararında "TBKP'nin tüzük ve programında, SözleĢme'de düzenlenen bir hak ya da özgürlüğün tahribini amaçlayan bir faaliyete karıĢmak veya böyle bir eylemi gerçekleĢtirmek için SözleĢmeye dayandığı sonucuna varmaya yol açan hiç bir Ģey olmadığından, SözleĢme'nin 17. maddesinin uygulanmasına ihtiyaç yoktur." Sonucuna varmıĢtır. V. SÖZLEġMEDEKĠ HAKLARIN KISITLANMASININ SINIRLARI (Madde 18) Maddeye göre; “Bu SözleĢmenin hükümleri gereğince, sözü edilen hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar ancak öngörülen amaçlar için uygulanabilir.” Hakkın kötüye kullanılması kavramına iliĢkin hukukun genel bir ilkesini yansıtan bu hüküm172, taraf Devletlerin SözleĢmede öngörülen amaçlarla kabul edilmiĢ olanların dıĢında sınırlamalar uygulamalarını yasaklamaktadır. Bu hüküm, taraf devletlere ve SözleĢmeden yararlanan bireylere hitap etmektedir. Taraf devletler, vatandaĢlarının ve ülkede yaĢayan herkesin SözleĢmede öngörülen temel hak ve özgürlüklerden tam anlamıyla yararlanabilmesi için gereken bütün önlemleri alma yükümlülüğü altındadır. Bu konuda özellikle sözleĢmenin tanıdığı yetkiye dayanarak, 2-12. maddeler arasındaki temel hak ve özgürlükleri kısıtlarken, hiç bir Ģekilde temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmamak ve kısıtlamaları da sadece amaçlarına uygun ve belirli sürelerle uygulamak zorunluluğu vardır.173 171 172 GOMIEN-HARRIS-ZWAAK,s.240 Nitekim 22.11.2001 tarihli yeni Türk Medeni Kanununun 2. maddesi de, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”Demektedir. 173 ÜNAL,a.g.e., s.367. 10 Bu madde, AĠHM'ne, hem olağan hem de olağanüstü hallerde, sınırlamanın amaçla iliĢkisini, amacın da SözleĢme'ye uygunluğunu denetleme hukukî imkanını vermektedir. 18. madde de, 17. madde gibi, özerk ve tamamlayıcı nitelik taĢır. Örneğin Engel davasında, Mahkeme her iki baĢvuranın 11 /1. maddedeki haklarına herhangi bir müdahale söz konusu olmadığından 18. maddenin dikkate alınmasının gerekmediğini kararlaĢtırmıĢtır. Bozona davasında ise, 5./1. maddenin ihlâl edildiğini tespit eden mahkeme sorunu 18. madde yönünden incelemenin gerekli olmadığını belirtmiĢtir. 174 174 GOMIEN-HARRIS-ZWAAK,s.243. 11 12 ÜÇÜNCÜ KISIM İLGİLİ ULUSLARARASI METİNLER 13 14 -IAVRUPA KONSEYĠ STATÜSÜ (Londra 5.5.1949 , 3 Haziran 1949'da yürürlüğe girdi. Türkiye, 13 Nisan 1950'de kabul etti. ) Belçika Krallığı, Danimarka Krallığı, Fransa Cumhuriyeti, Ġrlanda Cumhuriyeti, Ġtalya Cumhuriyeti, Lüksembourg Büyük Dukalığı, Hollanda Krallığı, Norveç Krallığı, Ġsveç Krallığı ve Büyük Britanya ve ġimali Ġrlanda Krallığı hükümetleri, Adalet ve milletlerarası iĢbirliği üzerine kurulu barıĢın güçlendirilmesinin insan topluluğunun ve uygarlığın korunması için hayati bir önemi olduğuna inanarak, Halklarının müĢterek malı olan ve her gerçek demokrasinin dayandığı bireyin özgürlüğü, siyasal özgürlük ve hukukun üstünlüğü prensiplerinin kaynağı bulunan fikri ve ahlâki değerlere sarsılmaz surette bağlı olarak, Bu ülkünün korunması, daha fazla gerçekleĢtirilmesi ve sosyal ve ekonomik ilerlemenin sağlanması için aynı duyguları besleyen Avrupa ülkeleri arasında daha sıkı bir birlik kurulmasının gerekli olduğuna kani olarak, Bu gereksinimi ve bu alanda halklarının ifade ettikleri amaçları karĢılamak üzere Avrupa devletlerini daha sıkı bir topluluk içinde birleĢtirecek bir teĢkilatın Ģimdiden vücuda getirilmesinin elzem olduğunu dikkate alarak, Bir Hükümetler Temsilcileri Komitesi ve bir DanıĢma Meclisinden oluĢan bir Avrupa Konseyi kurmaya karar vermiĢler ve bu amaçla bu Statüyü kabul etmiĢlerdir. Bölüm I Avrupa Konseyinin Amacı Madde 1 a) Avrupa Konseyinin amacı, üyeleri arasında, müĢterek mirasları olan ülkü ve prensipleri korumak ve yaymak ve siyasi, ekonomik ilerlemelerini sağlamak amacıyla daha sıkı bir birlik meydana getirmektir. b) Bu gayeye, Konsey organları vasıtasıyla, ortak çıkarları ilgilendiren sorunların incelenmesi, anlaĢmalar akdi ve ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel, yasal ve idarî alanlarda bir ortak hareket hattının kabulü ve insan hakları ile temel özgürlüklerinin korunması ve geliĢtirilmesiyle varılacaktır. c) Üyelerin Avrupa Konseyi çalıĢmalarına katılmaları onların BirleĢmiĢ Milletlerin ve taraf bulundukları diğer uluslararası kuruluĢ ve birliklerin faaliyetine iĢtiraklerini d) Milli savunmayla ilgili meseleler Avrupa Konseyinin kapsamı içine girmez. 15 Bölüm II Üyelik Madde 2 Avrupa Konseyi üyeleri iĢbu Statüye taraf olanlardır. Madde 3 Avrupa Konseyinin her üyesi, hukukun üstünlüğü prensibini ve yasal yetkisi altında bulunan her Ģahsın insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanma prensibini kabul eder. Birinci bölümde yazılı gayenin güdülmesine samimi ve fiili bir surette katılmayı etmeyi taahhüt eder. Madde 4 Üçüncü madde hükümlerine uymaya ehliyetli olduğuna ve bu hususta istekli bulunduğuna kanaat getirilen her Avrupa Devleti Avrupa Konseyi üyesi olmaya Bakanlar Komitesi tarafından davet edilebilir. Bu suretle davet edilen her Devlet, bu Statüye katıldığına dair bir belgeyi Genel Sekretere tevdi eylemekle üye sıfatını kazanır. Madde 5 a) Özel durumlarda, üçüncü madde hükümlerine uymaya ehliyetli olduğuna ve bu hususa istekli bulunduğuna kanaat getirilen bir Avrupa Devleti, Avrupa Konseyine ortak üye olmaya Bakanlar Komitesi tarafından davet edilebilir. Bu suretle davet edilen her Devlet, iĢbu Statüye katıldığına dair bir belgeyi Umumi Katibe tevdi eylemekle ortak üye sıfatını kazanır. Ortak üyeler yalnız DanıĢma Meclisinde temsil edilebilirler. b) Bu Statüde kullanılan "Üye" tabiri ile Bakanlar Komitesinde temsil edilme durumu hariç, ortak üyeler de kastedilmektedir. Madde 6 Yukarıdaki 4 ve 5. maddelerde öngörülen davet yapılmadan önce Bakanlar Komitesi önerilen üyenin DanıĢma Meclisinde sahip olacağı temsilci adedi ile ödeyeceği aidat oranını saptar. Madde 7 Avrupa Konseyinin her üyesi bu husustaki kararını Genel Sekretere bildirmek suretiyle Konseyden çıkabilir. Bu ihbar içinde bulunulan mali senenin ilk dokuz ayı zarfında yapılmıĢ ise aynı senenin sonunda eğer son üç ayı zarfında yapılmıĢ ise takip eden mali senenin sonunda hüküm ifade eder. Madde 8 Avrupa Konseyinin, üçüncü madde hükümlerini ciddi surette ihlal eden, her üyesi temsil hakkından bir süre için mahrum edilebilir ve Bakanlar Komitesi tarafından 7. Maddedeki koĢullar dahilinde Konseyden çekilmeye davet edilebilir. Bu davet dikkate alınmadığı takdirde Komite, bizzat Komitenin tayin edeceği tarihten itibaren söz konusu üyenin artık Konseye mensup olmadığına dair karar verebilir. Madde 9 ġayet üyelerden biri mali yükümlülüklerini yerine getiremez ise Bakanlar Komitesi, bu yükümlülükleri yerine getirmediği sürece bu üyeyi Komitede ve DanıĢma Meclisindeki temsil hakkından mahrum edebilir. 16 Bölüm III Genel Hükümler Madde 10 Avrupa Konseyi organları Ģunlardır: i. Bakanlar Komitesi, ii. DanıĢma Meclisi, Bu iki organa da Avrupa Konseyi Sekreterliği yardım eder. Madde 11 Avrupa Konseyinin merkezi Strasbourg'dadır. Madde 12 Avrupa Konseyinin resmi dilleri Ġngilizce ve Fransızca‟dır. Bunlardan baĢka dillerin ne zaman ve ne koĢullar dahilinde kullanılabileceği hususu Bakanlar Komitesi ile DanıĢma Meclisinin içtüzüklerince saptanır. Bölüm IV Bakanlar Komitesi Madde 13 Avrupa Konseyi adına 15 ve 16. maddelere göre hareket edecek olan yetkili organ Bakanlar Komitesidir. Madde 14 Her üyenin Bakanlar Komitesinde bir temsilcisi vardır ve her temsilci bir oy hakkına sahiptir. Bakanlar Komitesindeki temsilciler DıĢiĢleri Bakanlarıdır. ġayet bir DıĢiĢleri Bakanı hazır bulunacak halde değilse veyahut diğer durumlar bunu gerektiriyorsa onun yerine hareket edecek bir temsilci tayin edilebilir. Bu temsilci mümkün olduğu takdirde Bakanın mensup olduğu memleketin Hükümetin bir üyesi olacaktır. Madde 15 a) Bakanlar Komitesi, DanıĢma Meclisi'nin tavsiyesi üzerine veya kendi teĢebbüsü ile, sözleĢmelerle anlaĢmalar akdi, belirli sorunlar karĢısında Hükümetlerce ortak bir siyaset takibi hususları da dahil olmak üzere Avrupa Konseyi gayesinin tahakkukuna elveriĢli tedbirleri inceler. Vardığı sonuçlar Genel Sekreter tarafından üyelere iletilir. b) Bakanlar Komitesinin vardığı neticeler, gerekirse Hükümetlere tavsiyeler Ģeklinde verilebilir. Komite bahis konusu tavsiyeler hususunda ne muamele yapıldığını bildirmeyi Hükümetlerden isteyebilir. Madde 16 17 24, 28, 30, 32, 33 ve 35. maddelerle DanıĢma Meclisi'ne verilen yetkiler mahfuz kalmak Ģartıyla Bakanlar Komitesi Avrupa Konseyinin teĢkilatına ve dahili hususatına taalluk eden her meseleyi, uyulma mecburiyeti ile çözer. Bu maksatla, gereken mali ve idari tüzükleri tanzim eder. Madde 17 Bakanlar Komitesi, lüzum göreceği, istiĢari veya teknik mahiyette komite ve komisyonlar teĢkil edebilir. Madde 18 Bakanlar Komitesi ezcümle; i . Oy nispeti ii. BaĢkanın tayin Ģeklini ve vazifesinin devam süresini, iii. Gündemin tespiti ve karar ittihazı için yapılacak teklifleri sunulması hususunda takip edilecek yöntemi ve iv .Yedek temsilcilerin 14. maddeye göre yapılmıĢ olan seçimlerin bildirim Ģeklini tespit eden kendi içtüzüğünü kararlaĢtırır. Madde 19 Bakanlar Komitesi DanıĢma Meclisi toplandıkça ona faaliyeti hakkında, gerekli belgelerle, raporlar gönderir. Madde 20 a)Komitenin, aĢağıdaki önemli meselelere iliĢkin kararları izhar olunan reylerin ittifakıyla ve Bakanlar Komitesine iĢtirak hakkını haiz temsilcilerin çoğunluğu ile alınır: i. Madde 15.b;fıkrası ile ilgili tavsiyeler; ii . 19. madde ile ilgili konular; iii. Madde 21 a;i ve b; ile ilgili konular; iv . 33. madde ile ilgili konular; v.Madde 1 d, ile 7, 15, 20.ve 22. Maddelerin değiĢtirilmesi hususunda tavsiyeler ve, vi. Önemi nedeni ile Komitenin aĢağıdaki (d) fıkrasında öngörülen koĢullar içinde alınacak bir kararla, oy birliği kuralına tabi tutulmasını kararlaĢtıracağı her hangi bir konu, b) Ġçtüzük veya mali ve idari tüzük ile ilgili meseleler hakkında, Komiteye iĢtirak hakkını haiz temsilcilerin adi çoğunluğu ile karar verilir. c) 4. ve 5. maddeler gereğince alınan kararlar Komiteye katılma hakkına sahip temsilcilerin üçte iki çoğunluğu ile verilir. d) Komitenin diğer bütün kararları oyların üçte iki çoğunluğu ve iĢtirak hakkını haiz temsilcilerin çoğunluğu ile verilir. Bunlar arasında ezcümle bütçenin kabulüne, içtüzüğe, mali ve idari tüzüklere, iĢbu Statünün yukarıdaki a v fıkrasında zikredilmemiĢ olan Maddelerinin değiĢtirilmesine iliĢkin tavsiyeler ile tereddüt 18 halinde bu Maddenin hangi fıkrasının uygulanmasının gerektiğinin belirlenmesi hususlarına iliĢkin bulunan kararlar vardır. 19 Madde 21 a) Aksine karar verilmedikçe Bakanlar Komitesi toplantılarını; i . Gizli olarak ve ii. Konsey merkezinde, yapar. b)Gizli toplantı halinde yapılan tartıĢmalar ve bunların sonuçları hakkında bilgi yayınlanıp yayınlanmamasına Komitece karar verilir. c) Komite, DanıĢma Meclisi oturumlarının açılmasından evvel ve bu oturumların baĢlangıcında mecburi olarak toplanır. Bunun dıĢında Komite yararlı gördükçe toplanır. Bölüm V DanıĢma Meclisi Madde 22 DanıĢma Meclisi Avrupa Konseyinin müzakere edici organıdır. Meclisin iĢbu Statü ile tayin edilen salahiyetlerine dahil meseleleri tartıĢır ve aldığı kararları tavsiyeler Ģeklinde Bakanlar Komitesine gönderir. Madde 23 a) DanıĢma Meclisi görüĢ bildirilmesi için Bakanlar Komitesi tarafından havale edilmiĢ veya Meclisin önerisi üzerine Meclis gündemine alınması Komitece tasvip edilmiĢ olup Avrupa Konseyi‟nin Bölüm I de tayin edilen gayesine uygun olan ve yetkisi içine giren her meseleyi tartıĢır ve bunun hakkında tavsiyelerde bulunabilir. b) (a) paragrafında bahis konusu edilen kararları alırken Komite Konseyin bütün üyelerinin veya içlerinden bazılarının taraf bulundukları diğer Avrupa Hükümetler arası teĢekküllerinin c) Oturum sırasında ortaya çıkan bir meselenin, Meclisin yukarıdaki (a) paragrafında bahis konusu koĢullara göre tasvip edilmiĢ olan gündemine girip girmeyeceği hususunda tereddüt olduğu takdirde karar Meclis BaĢkanına aittir. Madde 24 DanıĢma Meclisi 38. maddenin (d) fıkrası hükümlerini göz önünde bulundurarak 23. maddede tayin edilen yetkisine iliĢkin bütün konuları incelemek, raporlar hazırlamak, gündemine dahil iĢleri incelemek ve yönteme ait her hangi bir konu hakkında görüĢ bildirmekle görevli komiteler veya komisyonlar kurabilir. Madde 25 a) DanıĢma Meclisi, her üyenin, Hükümetlerce kabul edilmiĢ yönteme uygun olarak tayin edilen temsilcilerinden oluĢur. Her temsilci temsil ettiği üyenin vatandaĢı olacaktır. Bu temsilci aynı zamanda Bakanlar Komitesi üyesi olamaz. b) Meclisin oturumlarından biri sırasında, Meclisin onayı olmaksızın, hiçbir temsilcinin vazifesine son verilemez. 20 c) Her temsilcinin, gaybubeti sırasında kendi yerine toplantılara katılmak, söz almak ve oy kullanmak yetkisini haiz bir vekili olabilir. Yukarıdaki (a) paragrafı hükümleri aynı zamanda vekillerin tayini hususunda uygulanır. Madde 26 AĢağıda isimleri yazılı Devletler üye olurlarken Ģu kadar temsilci göndermek hakkını haiz olacaklardır. Arnavutluk 4; Lüksemburg 3; Andora 2 ;Malta 3;Avusturya 6; Moldova 5; Belçika 7; Hollanda 7 ; Bulgaristan 6 ; Norveç 5; Hırvatistan 5; Polonya 12; Güney Kıbrıs 3; Portekiz 7;Çek Cumhuriyeti 7; Romanya 10; Danimarka 5 ; Rusya 18; Estonya 3 ;San Marino 2; Finlandiya 5 ;Slovak Cumhuriyeti 5 ;Fransa 18; Slovenya 3; Almanya 18; Ġspanya 12; Yunanistan 7; Ġsveç 6 ; Macaristan 7; Ġsviçre 6; Ġzlanda 3; Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti 3; Büyük Britanya Krallığı ve Kuzey Ġrlanda 18; Liechtenstein 2; Litvanya 2 Madde 27 Bakanlar Komitesinin DanıĢma Meclisi müzakerelerinde toplu olarak hangi koĢullar altında temsil edileceği veya Komitedeki temsilcilerin Meclisi önünde kiĢisel olarak hangi koĢullar altında söz alabileceği hususları içtüzüğün Meclis ile istiĢareyi müteakip Komitece kararlaĢtırılacak ilgili hükümlerine tabi olacaktır. Madde 28 a) DanıĢma Meclisi kendi içtüzüğünü kendi tespit ve kabul eder. BaĢkanını üyeleri arasından seçer. Bu BaĢkan gelecek olağan oturuma kadar görev yapar. b) BaĢkan çalıĢmaları idare eder, fakat ne müzakerelere, ne de oya katılmaz. BaĢkan seçilenin vekili, BaĢkan yerine toplantılara katılmak, söz almak ve oy vermek hakkını haizdir. c) içtüzükle diğerleri arasında Ģunlar tayin olunur: i.Oy nisabı; ii. BaĢkan ile diğer büro üyelerinin seçimi yöntemi ve görevlerinin süresi; iii. Gündemin tespiti ve temsilcilere tebliği yöntemi; iv .Temsilcilerin ve bunların vekillerinin isimlerini bildirme tarihi ve Ģekli. Madde 29 30. Maddenin hükümleri saklı kalmak üzere Meclisin bütün kararları konuları aĢağıda gösterilenler de dahil olmak üzere, oyların üçte iki çoğunluğu ile alınır: i. Bakanlar Komitesine tavsiyelerde bulunmak; ii. Meclis gündemine konulacak meseleleri Komiteye teklif etmek; iii. Komiteler veya komisyonlar kurmak; iv. Oturumların açılıĢ tarihini tespit etmek; v.Yukarıdaki 1-4. paragraflarla ilgili olmayan kararlar için lüzumlu çoğunluk oranını tayin veya tereddüt halinde uygun çoğunluk kuralını tespit etmek. 21 Madde 30 DanıĢma Meclisi'nin kendi iĢleyiĢ tarzına, bu arada büro üyelerinin seçilmesine, Komitelerin ve Komisyonların üyelerinin tayinine ve içtüzüğün tesit ve kabulüne iliĢkin kararlar madde 29/5 uyarınca Meclis tarafından tespit edilecek çoğunlukla alınır. Madde 31 Bir meselenin DanıĢma Meclisi'nin gündemine alınması için Bakanlar komitesine yapılacak tekliflere ait müzakereler, bu meselenin konusu tespit edildikten sonra, ancak bu gündeme alınmanın lehinde veya aleyhinde ifade edilecek nedenlere inhisar edecektir. Madde 32 DanıĢma Meclisi her yıl olağan bir oturum yapar. Bu oturumların tarihi ve müddeti, Parlamentoların ve BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulunun oturumları ile aynı zamana tesadüf etmelerini mümkün olan ölçüde önleyecek Ģekilde, Meclisce tespit edilir. Olağan oturumların süresi, Meclis ve Bakanlar Komitesi tarafından müĢtereken aksi kararlaĢtırılmadıkça, bir ayı aĢmayacaktır. Madde 33 DanıĢma Meclisi'nin olağan oturumları, Meclis ve Bakanlar Komitesi tarafından müĢtereken alınmıĢ aksine bir karar olmadıkça, Konsey merkezinde yapılır. Madde 34 Bakanlar Komitesinin ve ya Meclis BaĢkanının giriĢimi ve aralarında varacakları anlaĢma ile tespit edilecek tarih ve yerde DanıĢma Meclisi olağanüstü bir oturuma çağırabilir. Madde 35 DanıĢma Meclisi'nin müzakereleri, Meclis tarafından hilafına bir karar alınmadıkça, açık cereyan eder. Bölüm VI Sekreterlik Madde 36 a)Sekreterlik bir Genel Sekreter, bir Genel Sekreter Yardımcısı ve gerekli personelden oluĢur. b) Genel Sekreter ile Genel Sekreter Yardımcısı, Bakanlar Komitesinin tavsiyesi üzerine DanıĢma Meclisi tarafından tayin edilirler. c)Sekreterliğin diğer üyeleri, idari tüzüğe göre Genel Sekreter tarafından tayin edilir. 22 d) Sekreterliğin hiçbir üyesi, herhangi bir Hükümetin ücretli bir memuriyetini üstlenemez. DanıĢma Meclisinin veya bir milli meclisin üyesi olamaz veya göreviyle uyuĢmayan iĢler yapamaz. e)Sekreterlik personelinin her üyesi, Avrupa Konseyine bağlılığını ve memuriyetinin kendisine yüklediği vazifeleri hiçbir milli mülahazanın etkisi altında kalmadan bilinçle yerine getirme kararını ve keza hiçbir Hükümetten ve Konsey dıĢı hiçbir otoriteden, görevinin yerine getirilmesi ile ilgili hiçbir talimat istememek ve kabul etmemek ve münhasıran Konseye karĢı sorumlu Milletlerarası Memur Statüsü ile teklifi kabil olmayan tüm fiillerden kaçınmak azmini resmi ve açık bir beyanla bildirecektir. Genel Sekreter ve Genel Sekreter Yardımcısı beyanı Komite huzurunda yapacaklardır. Diğer Sekreterlik mensupları ise Genel Sekreter huzurunda yapacaklardır. f)Her üye, Genel Sekreterin ve Sekreterlik personelinin görevlerinin münhasıran milletlerarası niteliğine riayet edecek ve onlara görevlerinin yerine getirilmesine etkide bulunmaktan kaçınacaklardır. Madde 37 a )Sekreterlik Konsey merkezinde bulunur. b )Genel Sekreter, Sekreterliğin faaliyetlerinden Bakanlar Komitesine karĢı sorumludur. Ezcümle madde 38.d hükümleri mahfuz kalmak Ģartıyla, DanıĢma Meclisine, ihtiyacı olan idari ve diğer hizmetleri sağlar. Bölüm VII Finansman Madde 38 a) Her üye, Bakanlar Komitesi ve DanıĢma Meclisindeki temsil masraflarını kendisi üstlenir. b) Sekreterlik masrafları ile diğer bütün müĢterek masraflar üyelerden her birinin, nüfusu adedine göre Komite tarafından tespit edilen nispetler dahilinde, bütün üyeler arasında, taksim edilir. Her ortak üyenin iĢtirak hissesinin miktarı Komitece tespit edilir. c)Konseyin bütçesi, mali tüzük ile tespit edilen koĢullar dahilinde, her yıl Genel Sekreter tarafından Komitenin tasvibine arz edilir. d) Genel Sekreter Meclisin, Meclis ve çalıĢmaları için bütçeye konulmuĢ bulunan ödenek tutarını aĢar masrafları mucip olacak mahiyetteki taleplerini Komiteye sunar. Madde 39 Genel Sekreter, verecekleri aidat miktarını her yıl üyelerin Hükümetlerine tebliğ eder. Aidatlar bu tebliğ tarihinden itibaren vacibüttediye addolunur ve azami altı ay içinde Genel Sekreterliğe tediye edilmiĢ olmalıdırlar. Bölüm VIII 23 Ayrıcalık ve Muafiyetler Madde 40 a)Avrupa Konseyi, üyelerin temsilcileri ve Sekreterlik üyelerinin arazisinde görevlerinin ifası için gerekli bulunan ayrıcalık ve dokunulmazlıklardan yararlanırlar. Bu dokunulmazlıklara göre DanıĢma Meclisindeki temsilciler bu arada Meclisin ve onun Komite veya komisyonlarının müzakereleri sırasında beyan ettikleri fikir ve verdikleri oylardan ötürü bütün üyelerin arazilerinde tevkif edilemeyecekleri gibi haklarında da takibatta bulunulamaz. b) Üyeler, yukarıdaki .(a) paragrafı hükümlerini gereği gibi uygulamaya koymak amacı ile mümkün olan süratle bir anlaĢma akdetmeyi taahhüt ederler. Bakanlar Komitesi bu amaçla üye Hükümetlere arazileri üzerinde tanınmıĢ ayrıcalık ve dokunulmazlıkları tayin eden bir anlaĢma tavsiye edecektir. Bundan baĢka, Fransa Cumhuriyeti Hükümeti ile, Konseyin merkezinde faydalanacağı ayrıcalık ve dokunulmazlıkları tayin eden özel bir anlaĢma akdedilecektir. Bölüm IX DeğiĢiklikler Madde 41 a) Bu Statüde değiĢiklik yapılması için, Bakanlar Komitesine veya 23. Maddede öngörülen koĢullar dahilinde DanıĢma Meclisine teklifte bulunulabilir. b)Komite, Statüde yapılmasını Ģayanı temenni addettiği değiĢikliği tavsiye ve bunları bir protokole dahil eder. c)Her değiĢiklik protokolü, üyelerin üçte ikisi tarafından imzalanıp onaylandığında yürürlüğe girer. d) Bu maddenin önceki paragrafları hükümlerine rağmen 23 ila 35, 38 ve 39. Maddelerde yapılması Komite ve Meclis tarafından tasvip edilen değiĢiklikler, Genel Sekreter tarafından düzenlenerek üye Hükümetlere bildirilen ve söz konusu değiĢikliğin tasvip edildiğini gösteren ad hoc tutanağın tarihinde yürürlüğe girer. Bu paragraf hükümleri ancak Meclisin ikinci olağan oturumunun sonundan sonra tatbik edilebilir. Bölüm X Son Hükümler Madde 42 a) Bu Statü onaya sunulacaktır. Onay belgeleri Büyük Britanya ve Kuzey Ġrlanda BirleĢik Krallığı Hükümetine tevdi edilecektir. b)Bu Statü yedi tasdik belgesinin tevdiini müteakip yürürlüğe girecektir. BirleĢik Krallık Hükümeti, Statünün yürürlüğe girdiğini ve bu tarihteki Avrupa Konseyi üyelerinin isimlerini bir nota ile bütün imzacı Hükümetlere bildirecektir. c)Ondan sonra, her imzacı, kendi belgesinin tevdi tarihinde iĢbu Statüye taraf olacaktır. 24 Usulüne uygun Ģekilde yetkili kılınmıĢ aĢağıda imzaları bulunanlar iĢbu Statüyü imza etmiĢlerdir. Londra'da 5 Mayıs 1949 tarihinde Fransızca ve Ġngilizce metinleri aynı derecede geçerli sayılacak bir tek nüsha olarak düzenlenen iĢbu Statü diğer imzacı Devletler Hükümetlerine tasdikli suretler verecek olan BirleĢik Krallık Hükümetinin arĢivlerine tevdi olunacaktır. 25 -IIAVRUPA KONSEYĠ'NĠN ĠMTĠYAZ VE MUAFĠYETLERĠNE MÜTEALLĠK UMUMĠ ANLAġMA'YA EK 6 NUMARALI PROTOKOL* Avrupa Konseyi'nin Protokolde imzası bulunan üye ülkeleri, 4 Kasım 1950 tarihinde Roma'da Ġmzalanan Ġnsan Haklarının ve Temci Özgürlüklerin Korunması SözleĢmesi'ni (bundan böyle "SözleĢme" olarak anılacaktır) dikkate alarak; 11 Mayıs 1994 tarihinde Strazburg'da imzalanan ve denetim mekanizmasını yeniden yapılandırarak Avrupa Komisyonu ve Ġnsan Haklan Mahkemesi'nin yerine daimi bir Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi (bundan böyle "Mahkeme" olarak anılacaktır) tesis eden SözleĢmesinin ll. Protokolü‟nü (bundan böyle "SözleĢme'ye ek 11 Numaralı Protokol" olarak anılacaktır) dikkate alarak; Aynı zamanda, yargıçların vazifelerinin icrası esnasında Avrupa Konseyi Ġç Tüzüğü" nün 40. maddesi ile kendilerine sağlanan ayrıcalık ve dokunulmazlıklardan yararlanma hakları olduğuna iĢaret eden SözleĢmenin 5 1. maddesini dikkate alarak; 2 Eylül 1949 talihimle Paris'te imzalanan Avrupa Konseyi'nin Ġmtiyaz ve Muafiyetlerine Müteallik Umumî AnlaĢma'yı (bundan böyle "Genel AnlaĢma"' olarak anılacaktır) ve bunun ikinci, dördüncü ve beĢinci Protokollerini göz önünde tutarak; Mahkeme yargıçlarına ayrıcalık ve dokunulmazlıkların uygulanması için Genel AnlaĢma'ya yenî bir Protokolün eklenmesinin yerindeliğini göz önünde tutarak; AĢağıdaki maddeler üzerinde anlaĢmaya varmıĢlardır: Madde1. Genel AnlaĢma'nın 18. maddesinde belirtilen ayrıcalık ve dokunulmazlıklara ek olarak, yargıçlara, kendisini ilgilendirdiği ölçüde, eĢleri ve yetiĢkin olmayan çocuklarıyla ilgili olarak uygulanacak ayrıcalık ve dokunulmazlıklar, muafiyet ve tanınan kolaylıklar, uluslararası hukuka uygun olarak, diplomatik delegelere uygulandığı Ģekilde olacaktır; Madde 2 Bu Protokol'ün tatbiki için "yargıç" terimi, fark gözetmeksizin SözleĢme'nin 22. maddesi gereğince seçilen yargıçları ve SözleĢme'nin 27. maddesinin 2. fıkrası gereğince ilgili Devlet tarafından atanan 'ad hoc' yargıçları içerir. Madde 3 Türkiye Cumhuriyeti adına 15 ġubat 1999'da Strazburg'da imzalanmıĢ ve 4/6/2003 tarihli ve 4869 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunmuĢtur.R.G.9Temmuz 2003-25163 * 26 Yargıçlara, görevlerinin ifası sırasında tam bir söz hürriyeti ve tam bir bağımsızlık sağlamak amacıyla, görevlerinin ifası sırasında kendilerinden sâdır olacak söz, yazı veya eylemler dolayısıyla tanınan yargısal dokunulmazlık, görevlerinin son bulmasından sonra da tanınmaya devam edecektir. Madde 4 Ayrıcalıklar ve dokunulmazlıklar, yargıçların kiĢisel çıkarları için değil, görevlerini bağımsız olarak yapabilmelerini güvence altına almak amacıyla verilmiĢtir. Yargıçların dokunulmazlıklarını kaldırmaya yetkili tek merci Mahkeme Genel Kurulu'dur; dokunulmazlığın adaletin yerine getirilmesine engel oluĢturduğu ve dokunulmazlığın kaldırılmasının dokunulmazlığın tanınma nedeni olan amaca zarar vermeyeceği görüĢünde olduğu bütün durumlarda, dokunulmazlığın kaldırılması Mahkeme için yalnızca bir hak değil, aynı zamanda görevdir. Madde 5 1. Bu Protokol'ün l, 3 ve 4. maddeleri hükümleri Mahkeme'nin YazıiĢleri Müdürüne ve SözleĢmeye taraf Devletlere resmen bildirilen YazıiĢleri Müdürü Yardımcısına uygulanacaktır. 2. Bu Protokol‟ün 3. maddesi ve Genel AnlaĢma'nın 18. maddesi hükümleri Mahkeme'nin YazıiĢleri Müdürü Yardımcısı'na uygulanacaktır. 3. Bu maddenin I. ve 2. paragraflarında Öngörülen ayrıcalık ve dokunulmazlıklar YazıiĢleri Müdürü ve YazıiĢleri Müdürü Yardımcısı'na Ģahsi çıkarları için değil, görevlerinin icrasını kolaylaĢtırmak amacıyla tanınmıĢtır. YazıiĢleri Müdürü ile YazıiĢleri Müdürü Yardımcısının dokunulmazlıklarını kaldırmaya yetkili tek merci Mahkeme Genel Kurulu'dur; dokunulmazlığın adalelin yerine getirilmesine engel oluĢturduğu ve dokunulmazlığın kaldırılmasının dokunulmazlığın tanınma nedeni olan amaca zarar vermeyeceği görüĢünde olduğu bütün durumlarda, dokunulmazlığın kaldırılması Mahkeme için yalnızca bir hak değil, aynı zamanda görevdir. 4. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Mahkeme BaĢkanı'nın onayıyla, Mahkeme kaleminin diğer üyelerinin dokunulmazlıklarını Genel AnlaĢma'nın 19. maddesi hükümlerini ve 3. paragraftaki hususları da dikkate alarak kaldırmaya yetkilidir. Madde 6 1.Mahkeme'nin, yargıçların ve Mahkeme kaleminin belge ve evrakları, Mahkeme'nin faaliyetleriyle ilgili olduklarında, dokunulmazlığı haizdirler. 2.Mahkeme'nin, yargıçların ve Mahkeme kaleminin resmi yazıĢmaları ve diğer resmî tebligatı alıkonamaz veya sansür edilemez. Madde 7 1. Bu Protokol, a. onay, kabul veya uygun bulma kaydına bağlı olmaksızın imzalama, veya b. onay, kabul veya uygun bulma kaydıyla imzalama; ve bu imzalamayı takiben onay, kabul veya uygun bulma suretiyle Protokol ile bağlanma muvafakatlerini beyan edecek Genel AnlaĢma‟da imzası bulunan Avrupa Konseyine üye Devletlerin imzasına açık olacaktır. 27 2. Onay, kabul veya uygun bulma belgeleri Avrupa Konseyi Genel Sekreteri‟ne tevdi edilecektir. Madde 8 1.Bu Protokol üç üye Devletin hu Protokol ile bağlanmaya muvafakat ettiklerini 7. maddenin veya SözleĢmeye: Ek 11 Numaralı Protokol'ün yürürlüğe girdiği tarihteki (hangisi daha sonra ise) hükümlerine güre beyan ettikleri tarihle baĢlayan bir aylık sürenin tamamlanmasını izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecektir. 2.Bu Protokol, Protokol‟ ü daha sonra, onay, kabul veya uygun bulma kaydı olmaksızın imzalayan veya onaylayan, kabul eden veya uygun bulan Genel AnlaĢma'ya taraf her Devlet için Ġmza tarihinden veya onay, kabul veya uygun bulma belgesinin tevdi edildiği tarihten bir ay sonra yürürlüğe girer. Madde 9 1. Her Devlet, onay kaydı olmaksızın imzalama, onaylama esnasında veya daha sonraki bir tarihte, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri‟ne, bildirim yoluyla, bu Protokol'ün uluslararası iliĢkilerinden sorumlu olduğu ülke veya bu ülkelerden herhangi birinde ve SözleĢme ve Protokollerinin uygulandığı yerlerde uygulanacağını bildirebilir. 2. Protokol, bildirimde belirtilen ülke veya ülkelerde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterinin bu bildirimi aldığı tarihten itibaren otuz gün sonra uygulamaya konur. 3. 1.fıkraya uygun olarak herhangi bir ülkeyle ilgili olarak yapılan her türlü beyan Genel Sekreterliğe yönelik bir bildirimle geri alınabilir veya değiĢtirilebilir. Geri alma veya değiĢtirme iĢlemi Genel Sekreter tarafından bildirimin alındığı tarihten sonraki bir aylık süreyi izleyen ayın birinci günü yürürlüğe girer. Madde 10 Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Konsey üyesi Devletlere; a) her imzalamayı; b) her onay, kabul veya uygun bulma belgesinin tevdiini; c) Protokol'ün 8. ve 9. maddelerine göre her yürürlüğe giriĢ tarihini; ve d) Bu Protokol ile ilgili her iĢlem, ihbar veya bildirimi tebliğ edecektir. Yukarıdaki hükümlerin kabulü için yetkili kılınmıĢ aĢağıda Ġmzası bulunanlar bu Protokol'ü imzalamıĢlardır. Aynı geçerlilikte Ġngilizce ve Fransızca iki metin halinde Avrupa Konseyi arĢivlerine konacak tek nüsha olarak 5 Mart 1996 tarihinde Strazburg'da düzenlenmiĢtir. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Avrupa Konseyi üyesi Devletlerin her birine bu Protokol'ün aslına uygun tasdikli .bir örneğini iletecektir. 28 -IIIĠNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESĠ (10 Aralık 1948) BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A (III) sayılı kararı ile benimsenmiĢ ve ilan edilmiĢtir. Resmi Gazete: 27 Mayıs 1949-7217 BAġLANGIÇ Ġnsanlık ailesinin tüm üyelerinin niteliğinde bulunan onurunu ve eĢit ve ayrılmaz haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barıĢın temeli olduğunu, Ġnsanın zorbalık ve baskıya karĢı son bir yol olarak ayaklanmaya baĢvurmak zorunda bırakılmaması için Ġnsan haklarının hukuk düzeniyle korunması gerektiğini, Uluslar arasında dostça iliĢkileri geliĢtirmeyi özendirmenin temeli olduğunu, BirleĢmiĢ Milletler halklarının BirleĢmiĢ Milletler AntlaĢmasında temel insan haklarına, insan kiĢiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların hak eĢitliğine olan inancını yeniden belirttiğini ve daha geniĢ bir özgürlük içinde toplumsal geliĢme ve daha iyi bir yaĢam düzeyi sağlamaya karar vermiĢ olduğunu, Üye Devletlerin BirleĢmiĢ Milletlerle iĢbirliği içinde, insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrensel olarak saygı görüp gözetilmesini sağlamayı yükümlendiklerini, Bu hak ve özgürlükler konusunda ortak bir anlayıĢ oluĢturmanın bu yükümlülüğün tam olarak gerçekleĢmesi için büyük önem taĢıdığını göz önüne alarak, Genel Kurul, Toplumun her bireyi ve her organının bu Bildirgeyi sürekli olarak göz önünde bulundurarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliĢtirmeye ve ulusal ve uluslararası geliĢtirici önlemlerle gerek üye Devlet halkları, gerekse bu Devletlerin yargı yetkisi içindeki ülkelerin halkları arasında bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin biçimde tanınıp gözetilmesini sağlayamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için bir ortak baĢarı ölçüsü olarak bu Ġnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder. Madde 1 Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eĢit doğar. Akıl ve vicdanla donatılmıĢ olup birbirlerine karĢı bir kardeĢlik anlayıĢıyla davranır. Madde 2 29 Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da baĢka bir görüĢ, ulusal ve toplumsal köken, doğuĢ ya da benzeri baĢka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin bu Bildirgede ileri sürülen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir. Ayrıca ister bağımsız olsun, ister vesayet altında ya da kendi kendini yönetmeyen bir ülke olsun, ister baĢka bir egemenlik sınırlaması altında bulunsun, bir kimsenin uyruğunda bulunduğu ülke ya da alanın siyasal, hukuksal ya da uluslararası statüsüne dayanarak hiçbir ayrım gözetilemez. Madde 3 Herkesin yaĢama ve kiĢi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır. Madde 4 Kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; kölelik ve köle ticareti her türüyle yasaktır. Madde 5 Hiç kimseye iĢkence ya da zalimce, insanlık dıĢı ya da onur kırıcı davranıĢ ve ceza uygulanamaz. Madde 6 Herkesin, nerede olursa olsun yasa önünde bir kiĢi olarak tanınma hakkı vardır. Madde 7 Herkes yasa önünde eĢittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eĢit korunma hakkı vardır. Herkes, bu Bildirgeye aykırı herhangi bir ayrımcılığa ve ayrım kıĢkırtıcılığına karĢı eĢit korunma hakkına sahiptir. Madde 8 Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmıĢ temel haklarını çiğneyen eylemlere karĢı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna baĢvurma hakkı vardır. Madde 9 Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez. Madde 10 Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine herhangi bir suç yüklenirken tam bir eĢitlikle bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından hakça ve açık bir yargılanmaya hakkı vardır. Madde 11 1. Kendisine bir suç yüklenen herkesin, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı bir açık yargılanmayla yasaya göre suçluluğu kanıtlanana değin suçsuz sayılma hakkı vardır. 2. Hiç kimse iĢlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre bir suç oluĢturmayan herhangi bir eylem ya da kusurdan dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun iĢlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. 30 Madde 12 Kimsenin özel yaĢamı, ailesi, konutu ya da haberleĢmesine keyfi olarak karıĢılamaz, Ģeref ve adına saldırılamaz. Herkesin, bu tür karıĢma ve saldırılara karĢı yasa tarafından korunma hakkı vardır. Madde 13 1. Herkesin bir Devletin sınırları içinde yer değiĢtirme ve oturma özgürlüğüne hakkı vardır. 2. Herkes, kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeden ayrılma ve ülkesine dönme hakkına sahiptir. Madde 14 1. Herkesin, zulüm altında baĢka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır. 2. Gerçekten siyasal nitelik taĢımayan suçlardan ya da BirleĢmiĢ Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuĢturma durumunda bu haktan yararlanılamaz. Madde 15 1. Herkesin bir uyrukluğa hakkı vardır. 2. Kimse keyfi olarak uyrukluğundan yoksun bırakılamaz. Kimsenin uyrukluğunu değiĢtirme hakkı yadsınamaz. Madde 16 1. Evlenme çağındaki erkeklerle kadınların, ırk, uyrukluk ya da din bakımından sınırlamalar yapılmaksızın evlenmeye ve bir aile kurmaya hakkı vardır. Evlenirken, evlilik sırasında ve evliliğin bozulmasına iliĢkin hakları eĢittir. 2. Evlenme bağıtı, ancak istekli eĢlerin özgür ve tam oluruyla yapılır. 3. Aile, toplumun doğal ve temel birimidir ve toplum ve Devlet tarafından korunur. Madde 17 1. Herkesin, tek baĢına ya da baĢkalarıyla birlikte, mülkiyet vardır. 2. Kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz. Madde 18 Herkesin düĢünce, vicdan ve din özgürlüğü vardır. Bu hak, din inancını değiĢtirme özgürlüğünü ve din ya da inancını, tek baĢına ya da topluca ve açık ya da özel olarak öğretme, uygulama, tören ve ibadet yoluyla açıklama özgürlüğünü içerir. Madde 19 Herkesin görüĢ ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karıĢmasız görüĢ edinme ve herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düĢünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir. Madde 20 31 1.Herkes, barıĢçı bir Ģekilde toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. 2. Hiç kimse, bir derneğe girmeye zorlanamaz. Madde 21 1. Herkes, doğrudan ya da özgürce seçilmiĢ temsilciler aracılığıyla ülkenin yönetimine katılma hakkına sahiptir. 2. Herkesin, ülkesinin kamu hizmetlerinden eĢit olarak yararlanma hakkı vardır. 3. Halkın iradesi, yönetim otoritesinin temelidir. Bu irade, genel ve eĢit, gizli ve özgür oya dayalı dönemsel ve gerçek seçimlerle belirtilir. Madde 22 Herkesin bir toplum üyesi olarak, toplumsal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çaba ve uluslararası iĢbirliği yoluyla ve her Devletin örgüt ve kaynaklarına göre herkes onur ve kiĢiliğinin özgür geliĢmesinin ayrılmaz bir üyesi olarak ekonomik, toplumsal ve kültürel haklarının gerçekleĢmesi hakkına sahiptir. Madde 23 1. Herkesin çalıĢma, iĢini özgürce seçme, adil ve elveriĢli koĢullarda çalıĢma ve iĢsizliğe karĢı korunma hakkı vardır. 2. Herkesin herhangi bir ayrım gözetilmeksizin eĢit iĢ için eĢit ücrete hakkı vardır. 3. Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraĢır ve gereğinde baĢka toplumsal koruma yoluyla desteklenmiĢ bir yaĢam sağlayacak adil ve elveriĢli bir ücrete hakkı vardır. 4. Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma ya da sendikaya üye olma hakkı vardır. Madde 24 Herkesin, iĢ saatlerinin makul ölçüde sınırlandırılması ve ücretli dönemsel tatiller dahil, dinlenme ve boĢ zaman hakkı vardır. Madde 25 1. Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes; iĢsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaĢlılık ve kendi denetiminin dıĢındaki koĢullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir. 2. Analar ve çocukların özel bakım ve yardım hakları vardır. Tüm çocuklar, evlilik içi ya da dıĢı doğmuĢ olmalarına bakılmaksızın, aynı toplumsal korumadan yararlanır. Madde 26 1. Herkes, eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aĢamasında parasızdır. Ġlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğrenim yeteneğe göre herkese eĢit olarak sağlanır. 32 2. Eğitim, insan kiĢiliğini tam geliĢtirmeye ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yöneliktir. Eğitim, tüm uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayıĢ, hoĢgörü ve dostluğu özendirir ve BirleĢmiĢ Milletlerin, barıĢın korunması yolundaki etkinliklerini daha da geliĢtirir. 3. Ana babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikle hak sahibidir. Madde 27 1. Herkes, toplumun kültürel yaĢamına özgürce katılma ve sanattan yararlanma ve bilimsel geliĢmeye katılarak, yararlarını paylaĢma hakkına sahiptir. 2. Herkes, yaratıcısı olduğu bilim, yazın ve sanat ürünlerinden doğan manevi ve maddi çıkarlarının korunması hakkına sahiptir. Madde 28 Herkes, bu Bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin tam olarak gerçekleĢeceği bir toplumsal ve uluslararası düzen hakkına sahiptir. Madde 29 1. Herkesin, kiĢiliğinin özgürce ve tam geliĢmesine olanak veren topluma karĢı ödevleri vardır. 2. Herkes, hak ve özgürlüklerini kullanırken, ancak baĢkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlak ve kamu düzeniyle genel refah gereklerinin karĢılanması amacıyla yasayla belirlenmiĢ sınırlamalara bağlı olabilir. 3. Bu hak ve özgürlükler, hiçbir koĢulda BirleĢmiĢ Milletler‟in amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz. Madde 30 Bu Bildirgenin hiçbir hükmü, herhangi bir Devlet, grup ya da burada ileri sürülen hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan herhangi bir etkinlikte ve eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz. 33 -IVAVRUPA ĠNSAN HAKLARI SÖZLEġMESĠ(AĠHS) 11. Protokol ile değiĢtirilen ve yeniden düzenlenen sözleĢme metni (yürürlüğe giriĢ tarihi 1 Kasım 1998) ĠNSAN HAKLARININ VE TEMEL ÖZGÜRLÜKLERĠNĠN KORUNMASINA ĠLĠġKĠN SÖZLEġME Roma, 4.XI.1950* AĢağıda imzası bulunan Avrupa Konseyi üyesi hükümetler, BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948‟de ilan edilen Ġnsan Hakları Evrensel Bildirisi‟ni, Bu Bildiri‟nin, metninde açıklanan hakların her yerde ve etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamayı hedef aldığını, Avrupa Konseyi‟nin amacının, üyeleri arasında daha sıkı bir birlik kurmak olduğunu ve insan hakları ile temel özgürlüklerinin korunması ve geliĢtirilmesinin bu amaca ulaĢma yollarından birini oluĢturduğunu göz önüne alarak, Dünyada barıĢ ve adaletin asıl temelini oluĢturan ve sağlanıp korunabilmesi, her Ģeyden önce, bir yandan da insan hakları konusunda ortak bir anlayıĢ ve ortaklığa saygı esasına bağlı olan bu temel özgürlüklere derin inançlarını bir daha tekrarlayarak, Aynı inancı taĢıyan ve siyasal gelenekler, idealler, özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü konularında ortak bir mirası paylaĢan Avrupa devletlerinin hükümetleri sıfatıyla, Evrensel Bildiri‟de yer alan bazı hakların ortak güvenceye bağlanmasını sağlama yolunda ilk adımları atmayı kararlaĢtırarak; * 20 Mart 1950'de Roma'da imzalanan Sözleşme, 3 Eylül 1952'de yürürlüğe girdi. Türkiye, Sözleşmeyi 18 Mayıs 1954'de onayladı. (R.G. 19 Mart 1954-8662) Sözleşme metni, 21 Eylül 1970'de yürürlüğe giren 3 no'lu Protokol’un 20 Aralık 1971’de yürürlüğe giren 5 no'lu Protokol'un ve 1 Ocak 1990'da yürürlüğe giren 8 no'lu Protokol’un düzenlemelerine uygun olarak değiştirilmişti ve ayrıca, yürürlüğe girdiği 21 Eylül 1970'ten bu yana 5. maddesinin 3. fıkrasına uygun olarak Sözleşme'nin bir parçası olan 2 no'lu Protokol’un metnini içermekteydi. Protokolların getirdiği bütün bu değişikliklerin veya eklemelerin yerini, yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Kasım 1998’den itibaren 11 no'lu Protokol aldı. Bu tarihten itibaren, 1 Ekim 1994’te yürürlüğe giren 9 no'lu Protokol yürürlükten kaldırıldı. 34 AĢağıdaki hususlarda anlaĢmıĢlardır: Madde 1 Ġnsan Haklarına saygı yükümlülüğü Yüksek SözleĢmeci Taraflar, kendi yetki alanları içinde bulunan herkese bu SözleĢme‟nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanırlar. BÖLÜM I Haklar ve Özgürlükler Madde 2 YaĢama hakkı 1. Herkesin yaĢam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dıĢında hiç kimse kasten öldürülemez. 2. Öldürme, aĢağıdaki durumlardan birinde kuvvete baĢvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda meydana gelmiĢse, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmıĢ sayılmaz: a) Bir kimsenin yasadıĢı Ģiddete karĢı korunması için; b) Usulüne uygun olarak yakalamak için veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir kiĢinin kaçmasını önlemek için; c) Ayaklanma veya isyanın, yasaya uygun olarak bastırılması için. Madde 3 ĠĢkence yasağı Hiç kimse iĢkenceye, insanlık dıĢı ya da onur kırıcı ceza veya iĢlemlere tabi tutulamaz. Madde 4 Kölelik ve zorla çalıĢtırma yasağı 1. Hiç kimse köle ve kul halinde tutulamaz. 2. Hiç kimse zorla çalıĢtırılamaz ve zorunlu çalıĢmaya tabi tutulamaz. 3. AĢağıdaki haller bu maddede sözü geçen “zorla çalıĢtırma veya zorunlu çalıĢma”dan sayılmazlar: a) Bu SözleĢme‟nin 5. maddesinde öngörülen koĢullar altında tutuklu bulunan kimseden tutukluluğu veya Ģartlı salıverilmesi süresince olağan olarak yapılması istenen çalıĢma; b) Askeri nitelikte bir hizmet veya inançları gereğince askerlik görevini yapmaktan kaçınan kimselerin durumunu meĢru sayan ülkelerde bu inanca sahip kimselere zorunlu askerlik yerine gördürülecek baĢka bir hizmet; c) Toplumun hayat veya refahını tehdit eden kriz ve afet hallerinde istenecek her hizmet; 35 d) Normal yurttaĢlık yükümlülükleri kapsamına giren her türlü çalıĢma veya hizmet. Madde 5 Özgürlük ve güvenlik hakkı 1. Herkesin kiĢi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır. AĢağıda belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dıĢında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz. a) KiĢinin yetkili mahkeme tarafından mahkum edilmesi üzerine usulüne uygun olarak hapsedilmesi; b) Bir mahkeme tarafından, yasaya uygun olarak, verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulu durumda bulundurulması; c) Bir suç iĢlediği hakkında geçerli Ģüphe bulunan veya suç iĢlemesine ya da suçu iĢledikten sonra kaçmasına engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin bulunması dolayısıyla, bir kimsenin yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulu durumda bulundurulması; d) Bir küçüğün gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiĢ bir karar gereği tutulu durumda bulundurulması veya kendisinin yetkili merci önüne çıkarılması için usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulması; e) BulaĢıcı hastalık yayabilecek bir kimsenin, bir akıl hastasının, bir alkoliğin, uyuĢturucu madde bağımlısı bir kiĢinin veya bir serserinin usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulması f) Bir kiĢinin usulüne aykırı surette ülkeye girmekten alı konmasını veya kendisi hakkında sınır dıĢı etme ya da geriverme iĢleminin yürütülmekte olması nedeniyle usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulu durumda bulundurulması; 2. Yakalanan her kiĢiye, yakalama nedenleri ve kendisine yöneltilen her türlü suçlama en kısa zamanda ve anladığı bir dille bildirilir. 3. Bu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koĢullara uyarınca yakalanan veya tutulu durumda bulunan herkes hemen bir yargıç veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmıĢ diğer bir görevli önüne çıkarılır; kendisinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuĢturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruĢmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir. 4. Yakalama veya tutuklu durumda bulunma nedeniyle özgürlü