İndir

Transkript

İndir
DİYARBAKIR
SOSYOKÜLTÜREL TARİHİ 2
Prof. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT
(Koordinatör)
Katkılarından dolayı
Müh. Murat TOMAR’ a teşekkür ederiz.
T. C. Dicle Üniversitesi
Dicle Üniversitesi Rektörlügü
SUR / DİYARBAKIR
Prf. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT
T. C. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
SUR / DİYARBAKIR
1
DİYARBAKIR
SOSYOKÜLTÜREL TARİHİ 2
Editörler
Prof. Dr. Kenan Haspolat
Yrd. Doç. Dr. Nizamettin Hamidi
ISBN: 978-975-7635-49-9
KASIM 2013
1. BASKI
Grafik & Tasarım
Eda Esra ÇELİK ve Seda ÇELİK
Kapak Tasarım
Edip Çelik
Baskı
UZMAN MATBAACILIK VE CİLTLEME Kadir TÜRKMEN
Davutpaşa Cad. Güven Sanaii sitesi B / Blok No: 315 Topkapı - İSTANBUL
Tel: (O212) 565 23 00 Gsm: 0555 616 17 21
Yayınların Bilimsel ve Hukuki sorumluluğu Yazarlara aittir.
Kaynak gösterilerek kısa alıntı yapılabilir.
Kısmen ya da tamamen çoğaltılamaz.
2
KAMU TARİHİ
Bölüm editörleri: Yrd. Doç. Dr. Nizamettin Hamidi - Öğr. Gör. Aysel Yılmaz
1. Diyarbakır’ın Kısa Mimarlık Tarihi. Aygül Doru - Nizamettin Hamidi
(Sayfa 1- 170)
2. Diyarbakır İdari tarihi. Prof. Dr. Kenan Haspolat (Sayfa 171- 249)
3. Diyarbakır Sağlık tarihi.
a. Tarihte Diyarbakırda Sağlık Hizmetleri Hastahaneler.
b. Tarihte Diyarbakırdaki Hekimler
c. Diyarbakır’da Halk Sağlığı.
d. Tarihte Diyarbakır’da Hijyen ve Temizlik.
e. Tarihte Diyarbakır’da Engellier
Prof. Dr. Kenan Haspolat (Sayfa 250- 310)
YAŞAM TARİHİ
Bölüm editörü: Yrd. Doç. Dr. Nizamettin Hamidi - Yrd. Doç. Reyhan
Gül Güven
1. Diyarbakır düğünleri. Vedat Güldoğan (Sayfa 311- 325)
2. Diyarbakır’da tarihte yeşil ve ağaç sevgisi. (a. Yeşil Şehir
Diyarbakır. b. orman kenti diyarbakır.) Aygül Doru. (Sayfa 326- 369)
3. Diyarbakır’da spor. Vedat Gündoğan (Sayfa 370- 377)
4. Diyarbakır halkı nasıl bir halktır. Prof. Dr. Kenan Haspolat
(Sayfa 378- 393)
5. Zorunlu göç ve Diyarbakır. Prof. Dr. Kenan Haspolat (Sayfa
394- 411)
6. Diyarbakır’da Çayda Çıra’nın Hikayesi Mehmet Ali Abakay
(Sayfa 412- 415)
3
DİYARBAKIR’IN KISA MİMARLIK TARİHİ
Aygül Doru
Nizamettin HAMİDİ*
Ünlü seyyahlardan William Heude 1800’lerin başlarında ziyaret ettiği
Diyarbekir için şöyle yazmaktadır; ‘Bütün gece ve ertesi günün sabahı, bana
rehberlik eden bir ermeni ile kenti dolaştım. İstanbul da dahil olmak üzere, tüm
Müslüman kentlerden daha iyi inşa edilmiş olduğunu gördüm. Sokaklar oldukça
temiz, geniş ve diğer şehirlerden daha düzenli, genellikle taşlarla döşeli, çarşılar
büyük ve iyi donatılmış, siyah mermerden kaplı hamamlar gösterişli olduğu kadar da
kullanışlı idiler’. William Heude (1817) isimli seyyah, Diyarbakır şehrinin oldukça
iyi inşa edildiğini, sokakların düzenli taşlarla döşeli olduklarını, bunların temiz ve
diğer kentlerden daha geniş olduğunu belirtmektedir (11).
Evliya Çelebi seyahatnamesinde Diyarbekir şehrinin çok temiz olduğunu,
bunun nedeninin de şehrin çer çöpünün doğruca hamamlardaki külhanlara götürülüp
yakacak olarak kullanıldığını belirtir. Yine bu hamamların atık sıcak sularından
faydalanılması düşünülmüş, sular genelde hamamların yakınlarındaki tarihi camilere
yönlendirilerek camilerin tabanının altında yapılan labirent şeklindeki mazgallardan
günümüz tabirince alttan ısıtma sistemine dönüştürülmüş ve mükemmel bir şekilde
uygulanmıştır. Bu olay 1970’li yıllarda Ulu cami tamirata alındığında tabanlar
sökülünce görülmüştür (10).
Bu seyyahların intibalarından da anlaşıldığı üzere tarih itibariyle mükemmel
bir sicile sahiptir. Diyarbakır’da mimariye verilen önem vakıfların çeşitliliğinden de
anlaşımaktadır (Tablo 1).
Tablo 1. Diyarbekir Beylerbeyliği’ndeki Vakıfların Dağılımı
Vakfın Adı
Camiler
Mescidler
Medrese ve Mektepler
Zâviyeler
Mezarlar
Çeşme ve Sebiller
Su Kuyusu
Köprüler
Hanlar
Haremeyn vd.
Su Vakfı
Hamamlar
Toplam
Sayısı
34
172
21
43
21
9
1
2
4
5
1
1
314
Yüzdesi (%)
10,83
54,78
6,69
13,69
6,69
2,87
0,32
0,64
1,27
1,59
0,32
0,32
100
*Yrd. Doç. Dr. Nizamettin Hamidi Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
4
MİMARİ TEŞKİLAT
Diyarbakır sur ve tarihi evlerin güzelliğinde şüphesiz mimarların ve bina
işçilerinin katkısı olmuştur. Bunların varlığı ve isimleri surların üzerinde, tahrir
defterlerinde ve resmi valilik yıllığı olan 19. yüzyıl salnamelerinde görülmektedir.
Diyarbakır’da geçmişte mühendisliğin gelişmiş olduğunu Mardinkapı’nın
doğusundaki burcun batısında yerden iki metre yükseklikteki kitabede ‘‘Mühendis
Cemil oğlu Amildi Ahmed gözetiminde yapıldı’’ cümlesinden anlaşılmaktadır (1).
Diyarbakır Mimarları
Muhammed bin Selame isimli mimarın ismi Melikşah burcu (1108), Nur burcu
(1089), Fındık burcu (1092) üzerinde rastlanmıştır. Ulu cami (1091) de mimarın
eserleri içinde sayılır. Diyarbakır’da 1237 tarihinde iki burcun yapımında beraberinde
Mesud ve Ebul Ferec isimli iki mimar daha çalışmıştır. Başmimar (üstad) olarak
görev yapmıştır. Bu ekiple 1223’de Mesudiye medresesi de yapılmıştır. Cafer bin
Mahmud 13. yüzyılda Diyarbakır’da mimarlık yapmıştır. 1218 tarihli Devegeçidi
suyu ya da Cumek köprüsünü yapmıştır. Cafer bin Mahmud, yanında mimar Osman
bin Takak’la 1223’de Ambar çayı köprüsünde de görev yapmıştır. Cafer bin Mahmud
hamisi olan Artuklu hükümdarı Melik Salih bin Mahmud’un yanında içkaledeki
sarayda da çalışmıştır. Cafer bin Mahmud, Yahya bin İbrahim ekibine İbrahim
bin Cafer de katılmıştır. Yahya bin İbrahimin eserleri içinde Yedikardeş burcu ve
İçkaledeki Artuklu sarayı (1200–22) vardır. Mimar Cafer bin Mahmud ve İbrahim
bin Caferle birlikte bu eserleri yapmıştır. İbrahim bin Cafer’i 1208’de evli bende
burcunu yapmıştır (2).
Tarihte şehir imar ve inşa faaliyetlerinin gelişmesinde meşhur mühendis ve
mimarlara rastlanılmaktadır. Bu simalara Karakuş El Hesabi ve Yakut El Hesabi örnek
verilebilir (3). 19. yüzyılda da önemli eserlerde mimarlar görülmektedir. 1869–1905
tarihli Diyarbakır salnamelerine bakıldığında 19. yüzyılda mühendis kadrosunun
varlığı gözlenmektedir. Teknik Ekip isimleri aşağıdaki gibi teşkil edilmiştir:
Sermühendis Rıza Efendi (Sâlise)
Mühendis İbrahim Efendi
Mühendis Fuad Efendi
Müfettiş ve mühendis Abdin Bey
Kondüktör Valisemaki Efendi
Kondüktör Osman Efendi
Mühendislik ve Mimarlık yönünden Diyarbakır, Cumhuriyet dönemi
hükümetlerinin dikkatini çekmiştir. 1950–1954 yılı Reisicumhur Celal Bayar’ın
nutkunda Diyarbakır’da Mühendislik koleji açılacağı ifade edilmekte ve Güneydoğu
ve Doğu’da açılacak üniversitede en uygun yer olarak Diyarbakır görüldüğü
belirtilmiştir (4). Mimarların yanında başka kahramanlar da var. Bunlar inşaatta
5
çalışan işçi ve ustalardır. Bunlara ne kadar değer verildiğini aşağıda Tablo 2’de
verilen işçi ücretlerinden anlaşılmaktadır.
1869–1905 yıllar arası Salnamelerinde yöneticilerin aylıkları belirtilmiş olup,
yapı kadrosu gündeliklerine rastlamadık. Buna karşılık 1790–1840 arasını içeren
salnameler (Yılmazçelik s. 335) aşağıdaki Tablo ilginçtir.
İşçi ücretinin 2 katı sıvacı, onun da 2 katı mimar ustası gündeliği olu­yor.
Yazarın kendi hesabına göre 1840 yılında iyi bir mimarın 2 gündeliğiyle iyi bir
kırmızı çizme alınabilmektedir. Günümüzle karşılaştırılır ve çizmeye 50-60 milyon
lira kıymet koyulursa, mimar aylığının bir milyarı bulduğu görülür.
Tablo 2. Geçmişe ait tüketim maddelerinin fiyatları ve inşaat işçi ücretleri
Cinsi
Ölçü
1840 yılı
fiyatı
Buğday
İst.
Kilesi
13,5 kuruş
0,74
0,37
0,18
Ekmek Kıyye
17 para
23,52
11,76
5,88
Koyun
eti
Kıyye
80 para
5
2,5
1,25
Sabun
Kıyye
10 kuruş
1
0,5
0,25
İyi Mimar ustası İyi Mimar ustası
Günlük 10 kuruş Günlük 10 kuruş
İşçi
Günlük 10
kuruş
Yapı gereci ve endüstrisi
Diyarbakır taş ocakları, Fabrika Semti’ndeydi (eski Mardin yolu). İşçiliğinin
zor ve zaman alması nedeniyle, kışın ustalar (boş aylarında) basamak, sahanlık, bingi,
sal taşı pencere kapı kemer söve ve lentoları belli normlarda (ölçülerde) hazırlar, ne
büyüklükte pencere, kapı, saçak, sahanlık veya merdiven isteniyorsa gidip bunlar
satın alınırdı. Böylece iş hem hızlanır hem şantiye alanı rahatlardı (5).
Resim 1. Günümüzde taş işçiliği ve taş ustaları
6
Resim 2. Günümüzde taş işçiliği ve işlenmiş taşlar
Diyarbekirli eski mimarlar yapı malzeme imalatı ve inşasını nasıl anlatıyor:
O bazalt taşı dediğimiz taştan, Diyarbakır’ın ev yaptıracak şahsiyetleri
Çıkıntaş’a giderlerdi. Orada Ermeni taş ustalarının hazırladıkları eyvanlar, odalar,
Melisler, havuzlar vardı. Beğenip, şu takımı getir, bizim eve işle derlerdi. Yeni
yapılmış, işlenmiş taşlar numaralanarak, getirilir. Sur içindeki eve, konumuna göre
yerleştirilirdi. O dişi taş o mıntıkadan başka hiçbir yerde yoktu. Karacadağ’dan
akan lavın bir damarı o bölgeye akmıştır. Diyarbekir’in taşları genellikle erkek ve
siyah taştır. O taşın özelliği ise delikli ve dişidir. Evlerin avlularında ve duvarlarında
kullanılan o gözenekli taşlardır. Soğuğu ve sıcağı geçirmez. Taşın bir özelliği de
nasıl ki fırında bir gözenekten diğerine ısı geçer ve tümüyle geçtiği yerde korunursa,
suyu avluya akıttığınızda su o gözeneklerde birikir ve bir süre sonra serinlik sağlar.
Diyarbakır’da avlu taşları döşendiği zaman, taşların arasından kıl çekemezdiniz.
O döşeli taşlar birbirine alışmış vaziyetteydi. Eyvanlarda, taş Melislerde o taşlar
birbirine bindirilerek yerleştirilirdi ve bu da o taşı işleyen ustaların maharetiydi.
Ayrıca bizim Diyarbakır’ın ince derz yüzey kıhêlini Ermeni ustam bana
öğretmişti. O kihêl dediğimiz, çürümüş kireçle yumurta akı macun şeklinde
karıştırılarak yapılırdı. Yumurta akı kadar dünyada yapışkan başka bir doğal madde
yoktur. Sıcağa, soğuğa, yağmura tahammüllüdür. Yoksa bu surlar, bu evler, bu yapılar
nasıl dayanırdı bu günlere kadar.
Yine bizim Diyarbekir’in eski evlerinin tavan direkleri vardı. O direkler üç
türlüydü. En makbulü sudan gelen dağ kavağıydı. Kıymetli olmasının nedeni de iki
şıktan dolayıydı. Hem uzun süre suda kaldığı için ağacın içindeki böcekler, kurtlar
ölmüş oluyordu. Hem de suya bakır artıkları karıştığı için direkler sağlam olurdu.
Ben yüz senelik direği tavandan söktüm. Halen başı çürümemişti. Direk başlarının
bağlaması da kireçle yapılırdı. Sandıklı direk çok güzeldi ve dört köşe olurdu.
Boydan boya olursa da pervazlı direk denirdi. O direklerin örtü tahtaları da olurdu.
Toprak akmasın diye iki direk arasına, altına çıta vurulurdu.
7
Sonra odaların zeminine horasan yapılırdı. Nasıl mı? Anlatayım. Melisin örtüsü
yapılmış, toprağı, talaşı serilmiş doldurulmuş olurdu ve toprak sulanıp loğlanırdı.
Hem boyuna, hem de enine. Nakkaş hiristiyan kadınlar vardı. O loğlanmış toprağı
işleyerek mermer gibi yaparlardı. En ince temiz kumdan ve keçi kılı kullanırlardı.
Bu iki malzeme birbirini tuttuğunda o horasanın artık kırılıp dökülmesine imkan
yoktu. O kıl işte o kum ve kirecin üzerinde çürümezdi. Şimdi beton dökülürken
tutsun diye nasıl demir vazife görüyorsa, horasanın içinde de o kıl aynı vazifeyi
görürdü. Horasanı usta serdikten sonra, ertesi gün de o nakkaş kadınlar, ellerindeki
kaşıklarla işlerlerdi. Ve pırıl, pırıl yaparlardı. Ayrıca tuğlayı döverlerdi. O horasanın
kırmızı rengi de oradan gelirdi. Bağdadilere uyum göstersin diye. Ve bağdadileri
ve damları sıvamak için de püşrük yapılırdı. Kabarmış bölümleri usta elindeki
malasıyla temizlerdi. Ondan sonra da püşrüğü yoğururdu. Sonra mala ile elindeki
püşrüğü ilgili yere kuvvetle vururdu. Bu işleme de hamlama denirdi. Sonra da sıvası
çekilirdi. O püşrüğün içine buğday, arpa ve saman tohumları da karışırdı. İşte bahar
geldiğinde eski şehir evlerinin damlarında papatyalar açardı (13).
Mühendis, Mimarlarımız ve işçilerimiz statik harikalara imza atmışlardır.
Malabadi köprüsü: Diyarbakır-Batman karayolu üzerinde, iki ilin sınırında,
Batman Çayı üzerinde yer alan muhteşem bir Artuklu eseridir. Yazıtından, 1147–
1148 tarihinde Artukluoğullarından Timurtaş Bin İlgazi tarafından yapıldığı
anlaşılmaktadır. Kabartmaları ve mimarisi ile eşsiz olan bu köprü için A. Gabriel
şu bilgileri vermektedir. “Modern statik hesabının olmadığı devirde bu açıklıkta
o zaman için böyle bir eser hayranlık ve takdiri muciptir. Ayasofya Cami’sinin
kubbesi, köprünün altına rahatlıkla girebilmektedir. Balkanlar’da, Anadolu’da Orta
Doğu’da bu açıklıkta, bu yaşta başka köprü yoktur”.
Resim 3. Malabadi Köprüsü
Behrampaşa Camii müezzin Mahfili ve Statik
1572 yılında Diyarbakır Valisi Behram Paşa tarafından yaptırılmış Osmanlı
eseridir. Giriş kapısının üstündeki sağ ve sol sahanların ters düzeninin bugünkü
inşaatlarda kullanılan modern sıkıştırma usulünün günümüzden 400 sene önce taş
inşaatına tatbiki suretiyle yapılması fen adamlarının dikkatini çekmekte ve takdirini
kazanmaktadır (6).
8
Fuat İplikçi anlatıyor: Diyarbekir’in Behram paşa camisinin harek kapısını
gördünüz mü? Harç yoktur orada, kurşunla işlenmiş. Ben İstanbul’da birçok cami
gezdim, böyle bir özellik görmedim.
Resim 4. Behrampaşa Camii
Akkoyunlu eseri Şeyh Mutahhar Camii minaresi de bizi hayrete düşürüyor.
Dört ayaklı minare buna önemli örnektir. Altından sokak geçen evlerin altındaki
boşluklar yani kabaltılar bir statik eseridir.
Diyarbakır’da evlerin altından sokak geçebilmektedir. Statik buna göre
ayarlanmıştır.
Abdülsettar Hayati Avşar anlatıyor: İstanbul’dan birçok mühendis ve mimar
geldi. Onun nasıl yapıldığını hala çıkaramadılar. O iki eyvanın altındaki ters
döşemeyi halen çözemediler. Gerçi Deyrul Zafaran manastırında da var ama onlarınki
geçmedir. Bizimkisi ters işlemedir. Sol cemaat mahalinin iki eyvanın altındadır ve o
bölümün mimari tarzı çok çarpıcıdır (7).
Resim 5. Dört Ayaklı Minare
9
Resim 6. Altından sokak geçen evlerin altındaki boşluklar- kabaltılar
SURLARIN GENEL MİMARİ YAPISI
Kara renkli bazalt taşlarından yapılmış olan Surlar, doğuda Dicle vadisinin 160
m yukarısındaki dik yamaçlar üstünde yükselir. Öteki yönlere doğru belli belirsiz,
eğimli bulunur. İçkalenin bulunduğu hafif kabartı bir yana bırakılırsa, şehir bir
düzlüğe yerleşmiş, surlar bu düzce yere uymuştur. Şehrin bu kesiminin, derinde akan
ve dik yamaçları bulunan Dicle’nin büklüm yaptığı bir yerde olması, tarih çağları
boyunca doğudan, biraz da kuzey ve güneyden olan güvenliğe önemli etki yapmıştır.
İşte gerek karadan, gerek Dicle üzerindeki yollardan hepsi Diyarbakır’dan geçmek
zorunda olduğundan şehir eski çağlardan beri yüksek surlarla çevrilmiştir.
Diyarbakır Surları 5 km uzunluğunda, 10–12 m yüksekliğinde ve 3–5 m
genişliğindedir. Surların kuşattığı saha doğudan batıya 1700 m, kuzeyden güneye
1300 metredir. Surlar, şehrin batısında bulunan eski yanardağ Karacadağ’dan akan
bazalt tabakasının Dicle’ye yakın olan kısmında kurulduğu bazalt tabakaya uygun
olarak kalkan balığı şeklindedir. Balığın baş kısmı İçkaleye, kuyruk kısmı ise güneybatı kesimindeki Yedi ve Evli Beden Burçlarının olduğu yere uymaktadır. Diyarbakır
Surları’nın yapımında yörenin temel yapı malzemesi olan gri-siyah renkli bazalt taşı
çok uzun zamana rağmen bozulmadan günümüze kadar gelebilmiştir.
Motifler surlara imzalarını atmışlardır. Özellikle Romalılar, Bizanslılar,
Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artukoğulları,
Eyyubiler, Akkoyunlular ve Osmanlılardan günümüze kadar gelen birçok kıymetli
burç, kitabe ve kabartmalar bulunmaktadır. Bu eserler o dönemlerin canlı birer şahidi
olarak hala yaşamaktadır.
Surlar üzerinde her biri birer sanat eseri olan çok sayıda kitabe kabartma
bulunmaktadır. Özellikle Yedi Kardeş, Evli Beden, Nur, Selçuklu Burçları gibi büyük
burçların kitabeleri ve beraberindeki hayvan kabartmaları çok etkileyicidir. Surlarda
figür olarak en sık aslan, çift başlı kartal, kaplan, çeşitli yırtıcı hayvanlar, at, kuş ve
akrep figürleri kullanılmıştır. Özellikle aslan ve çift başlı kartal figürleri Yedi Kardeş
ve Evli Beden gibi Artuklu burçlarında en sık görülen figürleridir. Çift başlı kartal
figürü aym zamanda Selçuklular’in simgesi olmuştur. Bu iki figür güç ve ihtişam
10
belirtisi olarak seçilmişlerdir. Yedi Kardeş ve Evli Beden Burçlarındaki aslan figürleri
‘Avrasya Aslan Modeli’ne uymakta, doğu ve batı şeklinde kuyrukları ve başlarında
taçlaı çok ilginçtir. Nur ve Selçuklu Burçlarında ise ‘Gülen Aslan’ kabartmaları dikkat
çekmektedir. Ayrıca Nur Burcu, kitabenin yanı sıra simetrik olarak yerleştirilen at, dağ
keçisi, kuş ve kadın motifleri ile gerçek bir sanat şaheseridir. Surlar üzerindeki hayvan
ve bitki figürleri bize o zamanın sanat zevki zenginliği dışında hayvan ve bitki çeşidi
hakkında da bilgi vermektedir.
Dağ Kapı ve Mardin Kapı çevresindeki Roma, Bizans, Abbasi, Mervani ve
Osmanlı dönemlerinden kalan onarım kitabelerinin yanı sıra muhtemelen onarımlar
sırasında yerleştirilmiş mezar taşı, eski anıt parçaları ve inanılmaz canlılıkta çeşitli
hayvan ve bitki figürleri çok etkileyicidir. Bunların yanı sıra çeşitli şekillerdeki
gamalı haçlar ve anlamları tam bilinmeyen çok sayıda kabartmalar da bulunmaktadır.
Yalnız yurdumuzun değil, bütün dünya kaleleri arasında Çin Seddi’nden sonra
tarihin enginliklerini bütün heyecanıyla duyurabilen ve oradan yüzyıllar geçmiş
olmasına rağmen bugün bile sapasağlam bir kale Diyarbakır (Kara-amid) kalesidir
denilebilir.
1046 yılında şehre gelen ünlü İran şair ve bilginlerinden Nasır-ı Hüsrev
Diyarbakır Surlarının o tarihteki vaziyeti hakkında şu mühim bilgiyi vermektedir:
“Eski Dey ayının altıncı (10 Aralık 1046) günü Âmid’e geldik. Şehir yekpare
bir kayalığın üstünde kurulmuştur. Uzunluğu iki bin adımdır, enliği de aynıdır.
Çevresine kara taştan bir kale duvarı yapılmıştır. Yüz batmandan bin batmana, hatta
daha da ağır koca taşları birbiri üstüne istif etmek suretiyle bu kaleyi yapmışlardı.
Hisarın yüksekliği yirmi, enliği on kulaçtır. Her yüz arşında, yarım dairesi seksen
arşın tutan bir burç yapılmıştır: Mazgalı da aynı taştandır. Şehrin içinden kalenin
üstüne çıkmak için birçok yerlerde (burçların içyüzlerindeki kapı yanlarında sağlı
sollu) taş merdivenler vardır, bu şehrin dört yanından dünyanın dört cihetine açılmış
dört kapısı vardır, kapıların hiç birinde tahta yoktur, hepsi demirdendir. Doğudakine
Dicle Kapısı (şimdiki Yeni Kapı), batıdakine Rum Kapısı (şimdi Urfa Kapısı),
kuzeydekine Ermeni Kapısı (şimdi Dağ Kapısı), güneydekine Teli Kapısı (şimdi
Mardin Kapısı) derler.
Bu surun dışında bir sur daha vardır, o da aynı yapılmıştır. Yüksekliği on
arşındır. Bütün kale bedenlerinin üstünde mazgallar vardır, mazgalın içinde tamamıyla
silahlı bir adamın geçebileceği, kolayca savaşabileceği bir geçit yapılmıştır. Bu dış
kalenin de (asıl surdan ibaret) İçkalenin (kuzey, batı ve güneydeki) kapılarına karşı
demir kapıları vardır, iki kale arasındaki aralıktan geçmek gerekir, bu yolun genişliği
15 arşındır.
Ben dünyanın dört bucağında Arap, Acem, Hind ve Türk memleketlerinde
birçok şehirler ve kaleler gördüm, fakat yeryüzünde hiçbir ülkede Amid kalesine
benzer bir kale ne gördüm ne de başka yerde bunun gibi görüm diyeni duydum”.
Nasır-ı Hüsrev’in bahsettiği dış sur, 1 Ekim 1232’de şehri teslim alan
Eyyubi hükümdarı Melik Kamil tarafından yıktırılarak taşlarıyla esas surun tamiri
yapılmıştır. Bu dış surun enkazına hala yer yer tesadüf edilmektedir.
11
1. İçkale
İçkale, surların “Fis Kayası” denen kuzeydoğu ucundadır. İçkale’nin çevresi
iç surlarla tamamen çevrilmiştir. İçkale Romalılar döneminden itibaren şehrin yönetim
merkezi olarak kullanılmıştır. Eski dönemlerde yapılan saraylar maalesef günümüze
kadar gelememiştir.
İçkale’de Bizanslılar’dan kalan Saint George Kilisesi en eski yapılardandır.
Bu kilise VI. yy’da yapılmıştır, halen yarı harap vaziyettedir. Bu yapının taş işçiliği
ve kubbesinin yüksekliği dikkat çekicidir.
İçkale’deki en önemli yapı “Virantepe” denen eski Artuklu Sarayı’dır. 1210–
1220 yılları arasında Prof. Dr. Oktay Aslanapa ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiş,
saray kalıntıları, altın yaldızlı ve motifli mozaikler ve çok gösterişli sekiz havuz ortaya
çıkarılmıştır. Bu sarayda devrin önemli bilim adamları özellikle Cizreli Ebu’l-İzz’in
yaşadığı bilinmektedir. Günümüzde Artuklu sarayı halen harap haldedir ve arkeolojik
kazıları beklemektedir.
İçkale içerisinde ayrıca I. Dünya Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk’ün
kaldığı bina ve bazı adli binalar bulunmaktadır. Bu binalar 20. yy. başında yapılmışlardır.
Geç dönem Osmanlı mimarisi özelliği göstermektedir.
İçkaleyi saran surlar, 16. yy.’da, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, yeniden
gözden geçirilmiş ve genişletilmiştir. Bu surlarda 16 burç vardır, burçlar, dört, altı
ve sekiz köşelidir. Günümüze kadar iyi korunmuş olarak gelmişlerdir. Bu surlar
üzerinde “Kanuni Kitabesi” bulunmaktadır.
2. Dış Kale
İçkale’yi de sararak Dağ Kapı-Urfa Kapı ve Yeni Kapı- Mardin Kapı yoluyla
eski Diyarbakır şehrini surlarla sarmaktadır. Dış surlar üzerinde 82 burç bulunur.
Burçlar çoğunlukla yuvarlaktır. Ancak dört ve altı köşeli olanlar da vardır. Benusen
ve Dicle vadisine bakan kesimde daha çok dörtgen burçlar bulunur. Savaşların
en çok cereyan ettiği Dağ Kapı ile Urfa Kapı arasındaki düz alana bakan burçlar
genellikle yuvarlak, daha sık, daha sağlam ve daha büyüktür. Mardin Kapı - Yeni
Kapı - İçkale arasındaki surlar yalçın kayalar üzerine kurulmuştur. Bu kesimdeki
burçlar daha alçak ve daha seyrektir.
Burçların çoğunluğu iki katlı, bazıları 3-4 katlıdır. Alt katlar depo ve ambar,
üst katlar ise askeri amaçlar için kullanılmıştır.
Diyarbakır surları üzerinde çok görkemli ve tanınmış burçlar vardır, bunlar
arasında Yedi Kardeş, Evli Beden (Ulu Beden, Benusen), Nur Selçuklu, Keçi, Kral
Kızı, Fındık, Mervani, Akrep Burçları en iyi bilinenlerdir. Bunlar içerisinde en iyi
bilinen ve efsanelere konu olan Yedi Kardeş ve Evli Beden Burçları Artukoğulları
döneminde 1208–1209 tarihlerinde yapılmıştır. Yükseklikleri, büyüklükleri ve
zengin motif ve kitabeleri ile hir iki burç da eşsiz anıtsal görüntüye sahiptirler.
Eskiden dış kale surlarını dışarından ikinci bir surun kuşattığı bilinmektedir,
bu ön surun da bazalt yapıldığı, iki sur arasında geniş ve derin bir hendek bulunduğu
kayıtlardan anlaşılmaktadır. Günümüzde bu dış surların izleri yer yer görülmektedir.
12
Diyarbakır Surları üzerinde İç ve Dış Kale’de dörder kapı bulunur. İçkale’nin
kapıları, Saray Kapısı, Küpeli Kapısı, Oğrun Kapısı, Gizli kapı) ve Fetih Kapısıdır.
Bunlardan Saray ve Küpeli Kapısı şehir içine, diğer ikisi ise şehir dışına açılır.
Dış Kale’nin kapıları ne, kuzeyde Dağ Kapı (Harput Kapısı) güneyde Mardin
Kapı (Telli Kapısı), doğuda Yeni Kapı (Dicle veya Su Kapısı) ve batıda Urfa
Kapı (Rum veya Halep Kapısı)’dır. Kapılar demirden yapılmıştır. Çok sağlam ve
gösterişlidir. Günümüzde Dağ Kapı ve Urfa Kapı onarılmıştır ve iyi durumdadır.
Mardin Kapı ve Yeni Kapı ise son yıllarda onarılmış ve kullanıma açılmıştır. Daha
sonraki yıllarda eski kapıların ihtiyaca cevap vermemesi üzerine 1950’li yıllarda Çift
Kapı ve 1960’lı yıllarda ise Tek Kapı açılmıştır.
Keçi (Kıçı) Burcu: Mardin Kapısının doğusunda dışa uzanan yüksekçe bir
kaya kütlesinin üzerinde yer alır. Öncesi şemsilere ait bir tapınak olan ve “Kıçı” burcu
adıyla tanımlanan burç daha sonra halk ağzında Keçi Burcu olarak anıla gelmiştir.
Mervaniler döneminde (Miladi. 1045) tarihinde genişletilerek onarılıp bu
günkü biçimini almıştır. İçe doğru yeni eklemeler yaparak onu en büyük burçlardan
biri haline getirmişlerdir. İçerisinde 11 adet sütun ve kemerlerle farklı ve ihtişamlı
bir plana sahip olması, öncesinin tapmak oluşuna bağlamak mümkündür. Son
zamanlarda onarılan (2003) burcun iç kapısı üzerindeki beyaz malta taşından kitabe
taşları kaybolmuştur. Bu gün kapı üzerinde sadece ilk satırdan iki ve alt satırdan bir
taş kalmıştır. Fransız Arkeolog Albert Luis Gabriel’den alınan metinden ve amida’dan
okunan bölümde Ebu Nasr Ahmed bin Mervan tarafından yapılması duyurulmuştur.
Adı geçen hükümdar adına görevlisi Ebu Tahir bin Kağıd bin Selh tarafından
yapılmıştır.
Leblebi Kıran Burcu: Şehrin güneydoğusundaki Çift Havuzlar mevkiindedir.
Mervaniler dönemine aittir. Mervanoğlu Ahmed’in masrafı kendisine ait olmak üzere
M.1034 tarihinde oğlu Emir Sa’düddevle Ebul Hasan Muhammed’in velayeti ile
burcun I. yapımını emrettiği kitabesinde yazılıdır. Kare planlıdır. Fındık Burcunun
kuzey bitişiğindedir. Kitabesi beyaz taşlar üzerine bozuk bir kufi ile yazılmıştır. İki
satır halindedir.
Kral Kızı (Yeni Kapı- Mervanlı) Burcu: Yeni Kapı kuzey bitişiğinde yüksek
ve ince yapılı kare planlıdır. En yüksek burçtur. Bu burca Mervanlı burcuda denir.
Mervani Hükümdarı İzzü’l islamin oğlu Nasr tarafından duyurulmuştur. M. 1067
Burcun yapımı Muhammed oğlu Kadi Abdülvahid’in gözetiminde olmuştur. Kitabesi
iki sıra halinde bazalt taşı üzerine güzel bir kufi ile yazılmıştır.
Selçuklu Burcu: Evli Beden burcunun kuzeyindeki ilk burçtur. Kitabesinde
Büyük Selçuklu Sultanı Alpaslın’m oğlu Ebu’l Feth Melikşahm kendi malından
yapılmasını buyurduğu ve (M: 1088) yılında yapılmıştır. Mimari Selame oğlu Urfalı
Muhammed’tir. Kibatesi siyah bazalt üzerine çiçekli (Nebati-Seçeri) güzel bir küfı ile
3 sıra halinde yazılmıştır. Çeşitli hayvan kabartmalarının süslediği burç kare planlıdır.
Nur (Melikşah) Burcu: Kalenin güneyinde, Yedi Kardeş burcunun doğusundaki ilk burçtur. Büyük Selçuklu Sultanı Alpaslan oğlu Melikşah’m buyruğu ile M.
13
1089 yılında Ebu Nasr Muhammed ve bina ustası Urfalı Selame oğlu Muhammed
tarafından inşa edilmiştir. 5 sıra çiçekli küfı kitabesinin yanı sıra değişik hayvan kabartmaları 1 ve bağdaş kurmuş oturan çıplak bir kadın figüründe yer aldığı kabartmaları ile bezenmiş görkemli burçlardan biridir. 5 köşe planlıdır. Kitabesi siyah bazalt
üzerine işlenmiştir. Bu kitabenin 4 m kadar altında küçük bir mihrap üzerinde “Lailahe İllallah Muhammed Resulallah” yazılıdır. Burcun doğu ve batı cephelerinde’de
aynı hizada ve aynı küçüklükte birer mihrab vardır, bu mihrabların üzerinde de iki
kufi yazılar bulunmakta ise de silik olduğundan okunamamıştır.
Fındık Burcu: Yeni Kapı Surları civarında Çifte Havuzlar mevkiinde yer alır.
Selçuklu Hükümdarı Alpaslan oğlu Ebül Feth Melikşah’ın buyruğu ile Muhammed
oğlu Ebül Bereket Cehir’in gözetiminde M. 1092 senesinde Urfa’lı Mimar Selame
oğlu Muhammed tarafından yapıldığı kitabesinde yazılıdır. Silindir planlıdır.
Kitabesi iki kuşak halinde kara bazalt taşa kufi bir yazıttır.
Akrep Burcu: Çift Kapı (Hindi Baba Kapı)’sından doğuya doğru 3. Burçtur.
Üzerinde Melik Salih Eyyüb’a ait M. 1236–37 tarihli bir kitabe mevcuttur. Sultan
eyyüb Melik Salih tarafından onarımı yapılmıştır. Mimari Ebül Ferac’tır.
Eyyübiler zamanında da Diyarbakır surlarının köklü bir onarım gördüğü
bilinmektedir. Melik Kamil’in dış suru yıktırılarak, taşlarıyla iç surun onarım ve
yapımını gerçekleştirdiğini kaynaklardan öğreniyoruz (Keçi Burcu da bu onarım
sırasında yeniden yapılmıştır). Onarımda silindirik taşlarla sağlamlaştırılmıştır.
Kitabesinin üç metre kadar aşağısında ve ortaya yakın bir yerde yuvarlak bir taş üzerinde
bağdaş kurmuş bir insan kabartması vardır, bu adamın sağ elinde kuyruğundan tuttuğu,
baş aşağı sarkmış bir akrep, öteki elinde de bir asa vardır, akrep’in bir tılsım olduğu
söylenir. Bu nedenle burca “Akrep Burcu” denilmektedir. Silindirik planlı bir burçtur.
Tek Beden Burcu: Dağ kapısından batı yönündeki ikinci burçtur. Üç katlı ve
latı köşelidir. Burcun sağ ve solundaki birkaç burç 1932’li yıllarda dinamitlenerek
yıktırılarak yerleri düz bir alan haline getirilmiştir. Yanlarındaki burçlar
yıktınldığmdan halk arasında Tek Beden Burcu olarak adlandırılmıştır.
Mervanilere ait bir kitabe burcun doğu yönündedir. Siyah bazalt üzerinde
güzel bir küfı yazıyla yazılmıştır. Mervanlı Ebül Muzaffer Mansur tarafından M.
1083 senesinde yaptırılmıştır. Mimarı Hümeys oğlu Ebul Said’tir (68).
Dağ (Harput) Kapı
Eskiden nöbetçilerin beklediği diğer kapılar gibi Dağ Kapı da akşam güneşin
batışı ile kapanır, güneşin doğuşu ile açılırdı. Demir kanatlara sahip olan bu kapı
yapılan kazılar sonucunda kapının esas zemininin 2 metre kadar derinde olduğu
ortaya çıkarılmıştır (32). Silindirik gövdeye sahip perde hattını birleştiren iki
yuvarlak kule arasına sadece bir geçit açılmıştır. Harput kapısı zemin kat ve birinci
kat olmak üzere iki kattan oluşmaktadır.
Zemin Kat: Giriş kapısı hemen önünde kemerli yan odalara girişi sağlayan
bir geçit, ayrıca bu geçitin arkasında portik vardır. Yanlardaki burçlar ise yarım
kubbeli ve beşik tonozlu odalardan oluşuyor. Bu odalar ana toprak düzeyinde inşaa
edilmiş olup, buradan burç kapılarıyla doğrudan iletişim kurabilmektedir. Bugün
14
ise kullanılmayan duvarların dönemi hakkında pek bir şey bilinmemektedir. Birinci
kata, bugün de yerinde olan ancak restore edilen bir merdivenle çıkılmakta ve
burada kemerli beşik tonozlu odalarla karşılaşılmakta ama büyük bölümü bugün
yıkılmış bir vaziyetteki bu yapılar, silindirik bedenlerin çoğu için geçerlidir.
Birinci Kat: Bedenlerin her biri, bir yarım kubbe, bir beşik tonozla örtülmüş
ve mazgal delikleriyle donatılmıştır. Geçitin üzerinde, yeniden inşa edildiği
tahmin edilen bir cami kalıntıları mevcuttur. Kente doğru yapılan bu caminin
sahanlıklardan yüksek bir temel üzerine inşaa edilmiş olduğu da tahmin ediliyor. Bu
caminin Mervanoğulları, Ebu Nasr Ahmed tarafından H. 447 (M. 1056) tarihinde
yaptırılmıştır. Doğu Kapının iç kapısı üzerinde idi.
Oraya birkaç basamağı kalmış bir merdivenle çıkılmakta, kırık beşik tonozla
örtülü üç eyvanı vardır. Portiğin üzerinin, duvarların ince örülmüş olmasına bakılırsa,
tonozla değil düz tavanla örtülü olduğu ise bir diğer tahmindir. Güneyde yarı dairesel
plana sahip, süslemesiz ancak inşa edilen ve orta bölümü ayakta olan bir mihrap
mevcuttur. Mazgal, korkuluk duvarları ve mazgal araları siperlerle dizilmiş beden
platformlarının yapıldığı yerde, hava cereyanına göre yuvarlak yola götürmesi
olasılığı vardır. Günümüzde bu yollar yok ama kalıntıları hala vardır.
Harput Kapısının Cephe ve Kesimi; kapı boşluğu genişliği 2,5 m olup,
yarım daire biçiminde bir kemere göre yapılmıştır. Bu kemer ince, yumurta dizisi ve
akantus yaprakları gibi Antik motiflerle bezeli sütun başlıkları üzerine oturmaktadır.
Duvarın çıplak yüzeyinden dışarıya doğru 4 cm çıkıntı yapan pilasterler arasında
Antik kaynaklı iki niş simetrik bir biçimde yerleştirilmiştir. Her nişin içinde, alt
sınırda olası bir sütun başlığıyla biten ve girişi tahkim etmek için kullanılan boyutu
aynı olan bir plaster kaidesinin üst bölümü dikkat çekmektedir. Bu farklı elemanlar
ortaçağa özgüdür.
Kapı açıklığından yükselen kemerin üzerinde, 40 cm dışa doğru taşan bir
parça yer alır ve ortada, tepeye yakın bir yerde konsollar üzerinde bir çıkma mazgal
göze çarpar. Bedenlerin yan yüzeylerinde iki nişin içerisinde, Antik dönem sembolü
“y” motifi ve İslami dönemi sembolü “5” motifi yer almaktadır. Beden çevrelerinin
dörtte birini kuşatan, bugünkü toprak düzeyinin 4 cm üzerinde bir silme yer alıyor.
Bu silmenin dışa taşan bir bölümünün neden böyle olduğu ise bilinmiyor.
Harput Kapısı’nın Antik döneme ait olduğu araştırmacılar tarafından
belirtilmektedir (33). Bu kapı gerçekten incelendiğinde doğruluğu kanıtlanabilir.
Dikdörtgen şeklindeki giriş açıklığının üzerindeki yarım daire kemer, Bizans
eserinin özelliğini taşımaktadır. Bu kemer sütun başlıkları ve yarım ayaklar üzerine
fazla baskı yapmaz. Kapıyı süsleyen dört niş antik kökenlidir. Kapının Antik döneme
ait olduğunu kanıtlayan bir başka yazıt ise bedenlerin silindirik duvar üzerindeki
işaretlerdir. Bu işaretleri; Gamalı haçlar, harf gruplarının kazınmış olmasından
oluşuyor. Daha yukarda, yapıya sonradan eklendiği anlaşılan, biri Latince ikisi
Grekçe beş yazıt üzerinde yapılacak bir araştırma bu yazıtların o zaman antik kapı
üzerinde yer aldığını sonradan bunların esas parçalarının Harput kapısında da
kullanıldığını ortaya koyacaktır.
15
Yeni Kapı
Yeni Kapı ismi 17. yy.’dan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Evliya Çelebi’de
geçen bu isim 17. yy.’da bazı değişikliklerin olduğunu göstermektedir. Eski adı ise
Bab-e Ma (Irmak Kapısı) ya da Bâb-el Dicle (Dicle Kapısı) olarak geçiyor. Yeni
kapı ismi yapının orijinal mimari özelliğini tam olarak yansıtmıyor. Büyük ihtimalle
17. yy.’da yapılan değişiklikten dolayı orijinalliğinden uzak kalmıştır. Perde hattı
üzerinde basık kemerli, basit bir kapı demir levhalarla donatılmış olup, buradaki
bezemeler Mardin Kapı ve Urfa Kapı’ya göre daha sağlam ama onlara da benzerlik
gösteriyor.
Dıştan destek duvarları üzerine yerleştirilmiş sağlam bir yokuş ile kapıya
girilir. Bu duvarlar Osmanlı döneminde yapıldığı muhakkaktır. Giriş kuzeyde
iki katlı dikdörtgen bir bedenle tahkim edilmiştir. Bu bedenin üzerindeki yazıtlar
birkaç değişim geçirdiğini kanıtlamaktadır. Osmanlı döneminden kalma birçok yapı
Yeni Kapının çevresinde bulunmaktadır. Bunların kalıntıları günümüzde de hala
bulunmaktadır. Bunlar; ev, hamam, kervansaray gibi yapılardır.
Kapının kendisi ise bir uçurumun tepesinde tek kapılıdır. Perde çizgisinin
üzerinde yer alan kapı, Bizans özelliklerini hala taşımaktadır. Korumalı yol boyunca,
kentin bir yanındaki duvarların üzerindeki kemerli sütunlar Bizans özelliğini açığa
vurmaktadır.
Yeni Kapının tuğla üst tonozu ve kesme taş alın kemeri geçen yıllarda bir
onarım geçirmiş ancak yapılan onarımda alın kemeri beden duvarından daha yüksek
olmuştur.
Mardin Kapı
Bu kapı zaman içerisinde büyük değişmelere uğramıştır. Daha önce, perde
hattını delen üç yapıdan yalnız ortada olanı bugün ayakta kalabilmekle beraber diğer
iki kapı, duvarla örtülerek iptal edilse de bugün duvarın alt bölümünde, primitif
tarzda ilk oyuntuları fark etmekle bu üç girişin yerini, doğru olarak saptayabiliriz.
Bugünkü kapının sağ tarafındaki kemerli geçit İslami dönemden kalmadır. Yapıdaki
inşa tarihleri farklıdır. Kente doğru uzanan perde hattının inşa tarihiyle çakışmaktadır.
Ancak yapı hakkındaki bilgilerimiz kesin olmadığından pek bir şey diyemiyoruz.
Aslında sonradan yapılan değişimler incelendiğinde yani değişim ve eklentiler
arasında bizi Bizans’a kadar götürecek özelliklerle de karşılaşabiliriz.
Kapının Genel Özellikleri
a) Dikdörtgen bir plana sahip olan her üç kapının genişliği doğru olarak tespit
edilmiştir. Bugün varlığını sürdüren doğudaki kapı, bir süre parvazi ile çevrilidir.
Çeflier taşlarının sistemli bir biçimde dizilmesinden oluşan lento, hafifçe basık
bir kemer üzerine oturuyor. Bu kapıda Urfa Kapı gibi demir kanatlara sahip ancak
kanatlardan sur içinde geçildiğinde sağdaki kanatın büyük bir kısmı çürümüş
durumda.
b) Bu kısım tamamiyle görünen, diğer kalanları İslami devirde yaptırılmış,
sütun, kemer ve duvar ayaklarının düzeniyle ilgili elemanlar, sırtını perde hattına
16
dayamış olan binalar arasında seçilebiliniyor. Bu perde hattına açılan kapı
boşlukları, perde hattına dik iki kanalla sınırlandırılmış dikdörtgen bir espasla
sonlanmaktadır. Arka arkaya gelen beş kemerle birleyen burası karakollara ayrılmış
olan bu kemerler yandaki kapılarla bağlantılı olup sütunlarla sağlamlaştırılmıştır.
Duvar ayaklarıyla birbirinden ayrılan, ortada üç sütuna yer verilmiştir.
İslami devirden günümüze kadar gelen onarım ve değişimlerle ilgili bilgileri
bize veren kapının iki yanında bulunan bedenler üzerindeki işaretlerdir. Önceki esere
ait arma şeklinde kesme taştan yapılmış motifler, burada tekrar kullanılmıştır.
Bedenlerin burada çeyrek çatkıları vardır. Bunlar Harput Kapıdaki çatlaklarla
benzerlik gösterir. Bu iki kapıdaki çatkılar aynı amaç ve aynı malzemeden
oluşmuştur. Bu kapının üstünde bugünkü geleneğe göre düzenlendiği tahmin edilen
odalar mevcuttur. Birinci kata çıkarılan orijinal merdiven yerine tamamen yeni olan
bir merdiven yapılmıştır. Bu merdivenin surlara yapılan saldırılar sonrasında inşa
edilmiş olmalıdır.
Sur içinde sağdaki burç M. 1150 yılında camiye çevrilmiştir. Hz. Ömer Cami
denilen bu burç günümüze de cami olarak kullanılmaktadır.
Urfa Kapı
Kaleden batıya açılan önemli kapılardan biridir. XVIII. yy sonlarına kadar
yalnızca iki kapı bulunan bu bölümde dıştan sol kapının kente açıldığı, yine dıştaki
sağ kapının ise doğrudan Meryem Ana Kilisesi bağlantılı olduğu söylenir. Ortadaki
büyük kapımn ne zaman ve ne amaçla açıldığı ise bilinmemektedir. Ama Cumhuriyet
döneminde açıldığı söylenmektedir.
Urfa Kapı’nın üç giriş kapısından kuzeydeki kapı V. yy. Bizans yapısıdır.
Bu kapı Artuklu Hükümdarı Sultanı Muhammed tarafımdan onarılıp, kapı üzerine
kitabe yazılarak, demir kapı eklenmiştir. Bu kapılardan kuzeydekinin içinde, her iki
yanında salonlar mevcuttur. Bu salonların üzeri bu geçitte olduğu gibi tuğla örülü
eşik tonozlarla örtülmüştür. Kuzey ile güney kapıları yani sağ ve soldaki kapılar
birbirlerinden farklıdırlar. Güneydeki kapının daha sonra yapıldığı tahmin ediliyor.
Gûneydeki geçitle merkezi geçit arasında, kente doğru perde hattının içi taş
döşemesi, her tür ekleme dişinden bağımsızdır. Oysa bu geçitle komşu beden arasında
bugün yıkık durumdaki bir yapıdan sökülmüş taşlar bulunmaktadır. Bu taşlar kuzey
geçidine bağlanan simetrik bir kanadın varlığını kanıtlamaktadır.
Urfa Kapısı’nın güney kapısı tamamiyle değiştirilmiştir. Bunu bize bitişikteki
toprak düzeyinden hafifçe yüksek kapı eşiği, yapının temelinden değiştirilmiş
olduğunu gösterir. Kapı boşluğu kente doğru, yuvarlak kemerli bir kovanla bağlantılı
idi. Kuzey ile güney kapıları aynı dönem kapıları değiller. Kuzey kapısının üzerinde
Artuklu Hükümdarı Kara Arslan’ın oğlu Muhammed’in yaptırdığı H. 574 (M. 1189)
tarihli bir kitabe yer almaktadır. Bu kitabe diğer iki kapı gibi Bizans döneminden
olma eski kapıdan bozma olduğunu gösteriyor. Sonraları duvarla kapatılmış olan
kapı aynı yerde belli bir süreye kadar karakol olarak kullanılmış. Üç kapıdan ikisinin
kapatılması, güvenlik açısından olmalıdır.
17
Artuklu Hükümdarı tarafından değiştirilen kapı boşluğu bu bölge ve bu dönem
mimarisi hakkında güzel bir örnektir. Kapı boşluğunun üst köşelerine yapılmış olan
iki armudi silme konsol oldukça dikkat çekmektedir. Kemerleri bağlayan yatay taş
blok kemer beş taştan oluşmaktadır. Kapının üstüne yerleştirilmiş olan kitabelerden
biri korniş üzerine diğeri ise kemer üzerine yazılmıştır.
Urfa Kapı, iki katlı iki burçla desteklenmektedir. Bu burçların birbirinden
uzaklığı 35-50 metredir. Çapları ise 22.75 m’dir. Birçok onarımdan geçen bu burçlar
aynalı tonoz ve kubbelerle örtülüdür.
Dış kalede sonradan açılan kapılar; Tek kapı ve çift kapıdır.
Tek Kapı; Kente yeni bir geçiş sağlamak amacıyla geç dönemde yapılan bir
kapıdır. Ancak üzerinde bir kitabe bulunmamaktadır.
Çift (Hindibaba) Kapı; Kentin kale içini dışa bağlayan, PTT karşısındaki
kapıdır. Kapının bir diğer adı ise Hindibaba kapısıdır. Adını Akkoyunlu Türk Hindi
aşireti reisi Hindibabadan alan bu kapı şimdiki Vilayet konağı ile PTT caddesini
birbirine bağlayan kapıdır. Cumhuriyet döneminde açılmıştır. Günümüzde bu
kapıların üstü onarım geçirmiştir (69).
Surlar
Diyarbakır Surlarının ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber, Şehrin doğusunu
sınırlandıran ve Dicle yatağından 100 m. kadar yükseklikte bulunan ‘Fis Kayası’ isimli
sarp kayalığın, İçkale kesiminin ilk yerleşme birimi olduğu sanılmaktadır.
Diyarbakır, Anadolu’da binlerce yıldan beri birçok medeniyetin canlı izlerini
taşıyan bir tarih, kültür ve sanat hazinesidir. M.Ö. 9000 yıllarında Çayönü’nden
başlayan ve günümüze kadar gelen, sadece bölgede değil, Dünya tarihinde de
önemli roller oynayan birçok uygarlık bu yörede değerli eserler bırakmışlardır. Bu
eserlerin başında “Diyarbakır Surları” gelir Diyarbakır’ın tarihi surlarını, estetik
perspektiften değerlendirmek farklı bir özellik taşır. Surların ilk yapılışı kesin olarak
bilinmemektedir. Yaklaşık 9000 yılı aşkın bir geçmişe sahip Diyarbakır surları o
günden günümüze, tarihi, kültürel, estetik ve sanatsal şahsiyetine dokunulmasına
izin vermeden ulaşabilmeyi başarmıştır. Çağların olanca tahribatına, yok ediciliğine,
yıkımına karşın kendini korumasını bilmiş en etkili estetik görünümüyle Diyarbakır’ı
“Müze Şehir” haline getirmiştir.
Eski Diyarbakır şehrini kuşatan kaleye Diyarbakır Surları denmektedir. Çin
Seddi’nden sonra dünyanın en uzun, en geniş ve sağlam surlarından biri olduğu
kabul edilir. Kale, Karacadağ’dan Dicle’ye uzanan geniş bazalt yaylanın doğu
ucuna kurulmuştur. Genel olarak kalkan balığı biçimini andıran Diyarbakır Kalesi,
Dış Kale ve İçkale olarak iki bölümden meydana gelmektedir. Surlarla çevrili bir
alanda kurulan kentin doğusunu sınırlandıran ve Dicle yatağından 100 metre kadar
yükseklikte bulunan İçkale kesiminin ilk yerleşim yeri olarak çekirdeği oluşturduğu
sanılmaktadır. Bu bölüm yarım çember şeklindeki bir surla çevrili olup, Dış Kale’nin
yapılmasıyla İçkale rolünü üstlenmiştir. Fis Kayasına Kurulu İçkalenin, Milattan
2.000 yıl kadar önce Hurriler Döneminde kurulduğu sanılmaktadır.
18
Resim 7. Kent dışından Diyarbakır Surları
Surlar, yapılışından başlayarak Diyarbakır’ı oluşturan en önemli kentsel
eleman olmuştur. Boyutları ve malzemesiyle, savunma amacının yanında sembolik
bir işlevde yüklenmiştir. Yapılan onarım, tamamlama ve ilaveler mimari bir özenle
tanımlanmış, kentlilerin can ve mal emniyetinin garantisi olmuş, gerektiğinde dış
dünyadan ayırıcılık görevini üstlenmiştir Diyarbakır Surları, Dışkale ve İçkale olmak
üzere iki ana kısımdan meydana gelmiştir. Diyarbakır’ın hemen hemen her devirde
onarım gören Dışkale surlarının uzunluğu 5 km. kadardır. Bu surların kuşattığı alan
doğudan batıya 1700 m., kuzeyden güneye 1300 m. yi bulur. Surların yüksekliği
bugün yaklaşık 10–12 m. kadardır. Kalınlıkları ise 3–5 m arasında değişir.
Dışkale’nin dışa açılan dört kapısı vardır. Kuzeydeki Harput (Dağ) Kapı ile
Elazığ’a, güneydeki Mardin Kapı ile Mardin’e, batıdaki Urfa Kapı ile Şanlıurfa’ya
bağlantı sağlanmaktadır (Şekil1). Kentin Dicle Vadisine tek bağlantısı da doğu
yöndeki Yeni Kapı iledir. 82 adet burcu bulunan Dışkale’nin dirsek yerlerinde Evli
Beden, Yedi Kardeş, Keçi, Nur Burcu gibi özellikli olanları vardır.
İçkale, kentin kuzeydoğu köşesinde, savunulmasındaki kolaylığı açısından
düzlüğün son noktasında, vadinin en dik yerine kuruludur. İçine ayrıca burçlarla
güçlendirilmiş bir höyük (Hemedek-Viran Tepe) yapılarak, saray ve savunma
birliğinin bunun üstüne alındığı kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Sur içine bakan 16, kentin kuzeydoğusunu sınırlayan kayalık alanda bakan
4 adet burcu bulunmaktadır. Fetih ve Saray kapıları ile Suriçine, Oğrun Kapısı
ile Dicle’ye, Küpeli Kapı ile de değirmenlere açılmaktadır. İçkale, 1819 yılında
Diyarbakır’da meydana gelen olaylarda, Vali Behram Paşa tarafından bir savunma
merkezi olarak kullanılmıştır (14).
Surların Mimari Özellikleri
Surların ana yapım malzemesi yöreye özgü bir malzeme olan bazalt taşıdır.
Sur duvarlarında, burçlarda dış ve iç duvarlarda, döşemede, kemerlerde ve
dendanlarda bazalt kullanılmış, dış cephe yüzeyleri kesme taş biçiminde, iç yüzeyler
ise genellikle daha az işlenmiş kaba yontu taşlarla örülmüştür. Bazı burçların dış
duvarlarında uzunluğu sur duvarının 2/3’üne ulaşan silindir biçimli taşlar kılıcına
(dış yüzeye dik olarak) yerleştirilmiştir. Bu tür bağlayıcı taş elemanların, zeminin
kayalık olmadığı ve zemin suyunun yüksek olduğu bölümlerde kullanıldığı tespit
edilmiştir. Burçlardaki kapalı ve yarı kapalı alanların üst örtülerini oluşturan kubbe
ile tonozlar ise tuğla örtülüdür. Boyutları ve örgü tekniği dönemin özelliklerine göre
19
değişen tuğla örtüler genelde sıvasız bırakılmıştır. Surların yapımında kullanılan
harçlar ise genellikle nehir kumu ve kireçten oluşmakta, kum ve kireç oranı ile
kullanılan kum parçacık boyutu, surlara müdahalelerin dönemine ve surların konuma
göre değişmektedir (15).
Burçlar plan tiplerine göre dikdörtgen, çokgen ve silindirik olmak üzere
üç grupta toplanabilir. Kapalı mekanları iki kattan oluşan burçların zemin katları
depo, birinci katları ise askerlerin kaldığı bölümler olara kullanılmıştır. Teras katları
savunma amaçlı tasarlanan burçların bazılarında iki teras katı bulunmaktadır. Bu
burçlar üç veya dört kattan oluşmuştur (14).
1046 yılında Diyarbakır’ı gezmeye gelen İranlı gezgin Nasır-ı Hüsrev ‘Ben
dünyanın dört bucağında Arap, Acem, Hind ve Türk memleketlerinde birçok şehirler
ve kaleler gördüm, fakat yeryüzünde hiçbir ülkede Amid kalesine benzer bir kale ne
gördüm ne de başka yerde bunun gibisini gördüm diyeni duydum’(Nasır-ı Hüsrev:
Sefernema. Çev: Abdülvahap Tarzi, s. 13–14).
Diyarbakır’ı almak isteyen I. Keykubad’a komutanı Kemalettin Kamyar şunu
söylemiştir: ‘Ferman padişahımındır. Eğer muzaffer ordumuz semaların kalelerini
fethetmek isteselerdi burçlarını kolay kolay yerden daha çukur bir hale getirirlerdi.
Fakat Diyarbekir öyle bir şehirdir ki hisarı mermerden bir dağdır. Hiçbir padişah
orayı cenk ve muhasara ile fethedememiştir. Bu fetih asla kolay olmayacaktır.
Alınamaz kale’.
Dünyanın en büyük ve zorlu kalelerinden birini fethetmek az şehitle mümkün
görünmemektedir. Bu açıdan tarihteki örneklere göz atalım. MS.349 yılında II.
Constantinius Amida’nın etrafını surlarla çevirdi. Bu yarım Diyarbakır şeklindeydi.
Surların sınırı dağ kapıdan Gazi caddesinden geçiyordu. Antakyalı tarihçi Ammianus
Marcellinıs’un verdiği bilgilere göre: ‘M.S.359’da II. Şahpur tarafından Sasanlıların
Diyarbakır’ın fethinde Diyarbakır’ın fethinde Diyarbakır’ın nüfusu 20.000.di. 120
bin civarında ordu.73 gün süren bir kuşatma oldu. Bu savaşta Pers ordusu 30.000
kayıp verdi. Kalenin etrafında hendekler vardı. Kaleden büyük taşlar atılıyordu (16).
Ancak alınması mümkün olmadı.
X. yüzyılın ilk yarısında şehri ziyaret eden coğrafyacı İbn Havkal, surların
azametinden bahseder ve bu müstahkem şehrin savunma güçlerine ihtiyacı
olmadığuını söyler’ (17).
Şehri çevreliyen surla üzerindeki bütün burçlar iki katlı olup, alt katlar ambar
olarak kullanılıyor, üst katlar ise askerin ikametine ayrılıyordu (18). Vital Cuinet
seyahatnamesinde Diyarbakır’da her biri yaklaşık 4600 ton kapasiteli 72 burç
olduğunu ifade eder (19).
Surların sağlamlığı:
Amid’in Timur tarafından ele geçirilmesinden sonra durum şuydu ‘Askerler
kente girerler ve kenti yağma ederler, baltalar ve başka yıkıcı araçlarla surların
üzerine çıkarlar, ancak taşlar o kadar serttir ki, surlardan birkaç küçük taş parçası
koparabilirler. Surların tümünü yıkmak için bir yüzyıl gerekebilirdi. Timur’un
askerleri de surların üst kısımlarından küçük bir bölümü yıkmakla yetinirler (20).
20
DİYARBAKIR SURLARININ MİMARİ DOKUSU
Malzeme ve Yapım Tekniği
İlk dönemi M.Ö.’ye dayanan, tarih boyunca çeşitli ekleme ve onarımlardan
geçerek farklı müdahalelere konu olan Diyarbakır Surları’nın boyutları ve
kapsadığı alan zamanla değişime uğramıştır. Bu değişim sadece görsel anlamda
olmayıp, dönemlerin kendine özgü yapı malzemesi ile birlikte yapım tekniğinde
de değişim gözlenmiştir. Fakat kullanılan bazalt taş, tuğla ve harç malzemelerinde
hemen her konuda farklı kompozisyonlar görmekle beraber temel bir değişiklik
görülmemektedir.
Surların dış yüzünde ve özellikle burçlarda kesme taştan, yığılma örgü tekniği,
iç yüzde ise daha çok iri parçalardan oluşan kabayonu-yığma taş örgü tekniği
kullanılmıştır. Duvarların iç çeperi, yani duvarın ana gövdesi bol harçlı moloz taş
ve yığma tekniğinden yapılmıştır. Surlarda kullanılan bazalt taşın iki çeşidi vardır.
Bunlar dişi ve erkektir. Dişi olanın üzerinde çalışılması zor olan iri gözenekli,
bu gözenekler su tutma özelliğine sahip olduğu için genelde yapıyı serin tutarlar,
dolayısıyla Diyarbakır’ın ikliminden dolayı ve bu taşın bu bölgede bolca bulunması
nedeniyle yapılar özellikle Diyarbakır eski evleri bu taşlardan yapılmıştır. Dişi
bazaltta düzgün bir yüzey elde etmek zordur. Dolayısıyla yüzeyi daha kaba bırakır.
Surların burçlarındaki kapalı mekanlarının üst örtüsünde kullanılan esas
malzeme tuğladır. Kubbe ve tonozlarda kullanılan malzemenin örgü tekniği ve
boyutları kendi dönemlerine göre çeşitlilik göstermektedir. Bağlayıcı olarak açık
renkli harcın (Horasan harcı) kullanıldığı tuğla üst örtüler bugün sıvasız olarak
karşımıza çıkmaktadır. Surlarda taşların arasındaki bağlayıcı olarak kullanılan harç,
görsel olarak benzerlik göstermesine rağmen, dönemsel özelliklerine karşın veya
aynı dönemin ayrı onarımlarında bile farklılık göstermektedir. Bir başka deyişle
surlarda kullanılan harçlar temel olarak nehir kumu ve kireçten oluşmakla birlikte,
müdahalelerin dönem ya da konum özelliklerinden bağımsız olarak kum ve kireç
oranı ile kullanılan kumun parçacık boyutunun değiştiği gözlenir. Geç dönemde
kullanılan çimentolu harç karışımları dışındaki tüm karışımlar kendi dönemi içinde
özgün kabul edilir.
Harçların bağlayıcı ve agrega oranlan ise bağlayıcı malzemenin seyreltik
hidroklorik asitte çözünmesi ile belirlenmiştir. Ayregaların elenerek dane çapına göre
sınıflandırılmasından sonra elde edilen 125 mikron altındaki agregaların pozzolanik
aktivitelerine bakılmıştır. Örneklerle yapılan çalışma sonuçlarına göre aşağıdaki
tablolar çıkarılmıştır.
21
Tablo 2. Harcın özellikleri
Birim Hacim
Ağırlığı (gr/
cm3)
% Su
Emme
Yeteneği
Özgül Ağırlık
(gr/cm3)
1
27.50
2.46
1.47
40.35
2
30.70
2.54
1.43
43.80
29.10
2.50
1.45
42.08
Örnek
Ortalama
% Gözenek
Tablo 3. Agregaların ağırlıkça harç içinde dağılımları
% Asitte
Çözünen
%
Agrega
% 100
Mikron
% 500
Mikron
% 250
Mikron
% 125
Mikron
1
57.83
42.17
3.15
7.68
17.45
7.76
6.13
2
59.50
40.50
11.54
6.51
13.89
6.01
2.55
Ortalama
58.66
41.34
7.34
7.10
15.67
6.89
4.34
Örnek
> % 125
Mikron
Orta Doğu Teknik Üniversitesinin yaptığı bu çalışmalardan elde edilen
sonuçlar şunlardır:
a. Harcın fiziksel özelliklerinden olan su emme yetenekleri, özgül ağırlıkları,
birim hacim ağırlıkları ve gözeneklilikleri kireç kullanılarak yapılan harçların fiziksel
özellikleriyle uyum içindedir. Dolayısıyla sur duvarlarında, onarımda kullanılacak
yeni malzemeler bu uyumu bozmamalıdır. Örneğin çimento, kullanılarak hazırlanacak
harçların temel fiziksel özelliği kireç harcından farklıdır (Az gözeneklilik, büyük
birim hacim ağırlıkları gibi) ve suda çözünen tuzları içerir. Bu farklılıklar özgün
kireç harçlarının ve taşlarının bozulma sürecini hızlandırır.
b. Harcın asitte çözünen kısmı (Kalsiyum Karbonat) ve agrega oran
analizlerinden elde edilen sonuçlardan harcın, yaklaşık ağırlıkça %50
söndürülmüş kireç (Kalsiyum Hidroksit) ve %50 agregalar kullanılarak
hazırlandığı anlaşılmaktadır. Agregaların yaklaşık %9’u 1000, %9’u 500, %19’u
250, %8’i 125, %6’sı 125 mikronun altında olan agregalardan olmuştur. Bu
oranlar ASTM standart testlerinde belirlenen harç içinde agrega kullanımındaki
kriterlere uymaktadır. Bu sonuçlardan elde edilen bilgiler doğrultusunda
onarımda kullanarak yeni harçların gerek fiziksel özellikleri gerekse kompozisyon
özelliklerinin özgün harçlar ile uyum içinde olması için bu özelliklere benzer
olması gerekmektedir. Bunun için bağlayıcı ve dolgu malzemesi olarak kireç harcı
kullanılmalıdır. Kullanılacak kirece hiçbir şekilde çimento katılmamalı, piyasaya
sağlanan kireçlerde de bu tür katkı maddelerinin olmadığı belirlendikten sonra
kullanılmalıdır. Piyasada sağlanacak sönmemiş kirecin suda söndürülmesi işlemi
uzun sürede gerçekleştirilmeli ve elde edilen kireç kaymağı harç yapımında
kullanılmalıdır.
22
c. 125 mikronun altında kullanılan agregalarda yapılan pozzolanik aktivite
deneyinden elde edilen sonuçtan, bu agregaların pozzolanik olduğunu göstermektedir.
Yeni hazırlanacak harçlarda bu özelliği sağlayabilmek için yaklaşık %6 oranında
pozzolanik aktiviteye sahip agregalar kullanılmalıdır. Bunun için yörede bu
toprakların alabileceği yerler tespit edilmelidir. Yapılan tahlillerde toprağın gri renk
olduğu anlaşılmıştır (21).
Osmanlı döneminde görülen tamirler
Çeşitli dönemlerde tamir görmüştür. Diyarbakır surlarındaki kitabeler burçları
yaptıran ve onaran hükümdarların damgasını taşır. Melik Şah’ın yaptırdığı burç
örnek olarak verilebilir. Eyyübilerin genel onarımı gibi (22). Osmanlı döneminde de
bu açıdan bir ihtimam görülmektedir.
Diyarbakır sur onarımları
1232. Eyyubiler- Dış sur taşları ile onarım.
1449–1450:Akkoyunlular - Cihangir şah ve Uzun Hasan Dağ kapı ve Urfa kapı onarımı.
Osmanlı dönemi 1520–1526: Kanuni İçkale surlarının onarımı.
1645–1655: İçkale ve vali sarayının onarımı.
1802–1805: İçkale onarımı.
1815–1829: İçkale, Dağ kapı, Dağkapı- Urfakapı arası 51 burcun onarımı (22).
1930 yıllarında şehrin hava akımının
sağlanması için surların yıkılması, ev
yapımında sur taşlarının kullanılması
teşvik edilmiş ve bunu Albert Gabriel engel
olmuştur (23).
Osmanlı döneminde ve öncesi
dönemlerde ise bunun tersi uygulaması
vardır. Tarihi belgelere göz atalım:
Diyarbakır kalesinin kuleleri, hisarları ve
yıkılan duvarlarının tamiri ile yapılan iki
sundurmanın keşif defteri (24 Eylül 1824).
Surlarda süsleme ve estetik
Yedikardeş burcu, Artuklu dönemi eseridir. Üstündeki çift başlı kartal Türk
İslam devletlerinin ve Selçukluların simgesidir. Burçdaki aslanların kuyrukları
ejder başlıdır. Yedikardeş burcu kitabe üzerinde aslan kabartması vardır. Evli Beden
burcu da Artuklu eseridir. Burçda toplam 6 aslan ve kabartması vardır. Başlarında
taç bulunan kanatlı aslanların kuyrukları ejder başlıdır. Kitabe üstünde çift başlı
23
kartal kabartması bulunmaktadır. Burcun üst kısmında konsollar bulunmaktadır. Nur
burcu Selçuklu eseridir. Kufi yazı ile yazılmış kitabesi ve çeşitli hayvan figürleriyle
en zengin burçdur. Kitabede çift at kabartması, kitabe sol köşesinde gülen aslan
kabartması mevcuttur. Nur burcu sol ve sağ yüzünde yırtıcı kuş ve avı kabartması
vardır. Selçuklu burcunda kitabede iki keçi kabartması yapılmıştır. Kitabe sol
köşesinde gülen aslan kabartması ve burcun kuzey cephesinde kitabe ve niş bulunur.
Burçlarda Abbasilere ait büyükbaş ve yırtıcı hayvan kabartmalarına rastlamak
mümkündür. İçkale dış surunda kitabe ve küçük kuşu boğan yırtıcı kuş kabartması,
Urfa kapı güneyinde güvercin kabartması, Tek kapı yakınında İnsan ve akrep
kabartmasına rastlanır (70).
Aslan güç ve kudreti sembolize etmektedir. Surun dışında yapılması düşmana
gözdağı verilmesidir.
Surlarda yapılan araştırmada tespitine çalışılan motiflerle kabartmalar,
sınıflandırılmıştır. Farkında olunmayan motiflerle kabartmalar olabilir. Geniş, oldukça
büyük bir alanı içine alan surlarda, burçlarda saptanan motifler ve kabartmaların
sınıflandırılmış şekli aşağıda verilmiştir:
Akrep: Sonradan açılan Tek Kapı yanındaki Eyyubi Burcu’nda akrebi elinde
tutan bağdaş kurmuş insan kabartması akrebe ilişkin tek örnektir.
Aslan: Burçlarda oldukça rastlanan arslan kabartması, insan başlı, kanatlı,
ejder kuyruklu olmak üzere farklı biçimlerde yer almaktadır. Ulu Beden, Yedi
Kardeş, Nur Burcu, Melikşah Burcu, İçkale Saray Girişi, Eyyubi Burcu (Akrep
Burcu yanı), Dağ Kapı, Mardin Kapı, Urfa Kapı değişik kabartmaların bulunduğu
burçlardır. Nur Burcu ve Melikşah Burcu’ndaki arslan kabartmaları, kompozisyon
olarak farklılık arzeder. Arslanlar, gülen simaya sahiptir. Ulu Beden’deki iki arslan
kabartması insan başlıdır.
Boğa-Öküz: Burç dışındaki yapılarda sıklıkla rastlanan kabartmalar, genelde
arslanın avı biçimlidir. Ulu Camii ana kapısında karşılıklı yer alan arslan-boğa
mücadelesine, kiliselerde de rastlanır. İçkale Saray Girişi’nde aynı kabartmalar
görülür. Dağ Kapı ve Mardin Kapı kabartmaları genel kabartmalardan estetik olarak
farklıdır. Kaplan kabartması şeklinde düşünülecek biçimler, kimi araştırmacılarca
‘‘Dicle Kaplanı’’ismiyle adlandırılmıştır.
Yırtıcı Kuşlar: Urfa Kapı, Melikşah Burcu, Nur Burcu, Ulu Beden, Yedi
Kardeş, Dağ Kapı yırtıcı kuşların bulunduğu burçlardır. Çift başlı kartal, Urfa Kapı,
Ulu Beden ve Yedi Kardeş’te egemen kabartmadır. Kartal beraberinde Şahin’i
anımsatan yırtıcı kuş kabartması yanında güvercin kabartması görülür. Melikşah ve
Nur Burcu’ndaki Kuş tasvirlerinde kuyruk ve kanatlar açıktır. Bu, güç gösterisini
andırmaktadır.
Hayvan Figürleri: Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul
edilen boynuzlu hayvan (Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah)
Burcu’nda mücadele eden iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının
24
altında orantılı yer almıştır. Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde iki dağ
keçisi kabartması, Melikşah Burcu’ndaki kabartmalardan daha ustalıklı işlenmiştir.
Kadın Figürü: Giyinik olmayan iki kadın figürü, Kitabenin son satırının
sağında ve solunda yer alır.
El Figürü: Dağ Kapı burcunda el figürü işlenmiştir. Bu figür, el içinden
oluşmuştur.
At Figürü: Nur Burcu’nda eğerli fakat binicisiz iki at hareketli biçimde yer
alır. At figürü sadece Nur Burcu’nda görülür.
Konsollar: Ulu Beden Burcu’ndaki konsollar, tarzıyla Yedi Kardeş’teki
konsollardan ayrılır. Ulu Beden konsolları görülmeye değer biçimiyle orijinalliğini
korumaktadır.
Nişler-Çıkmalar: Dağ Kapı’da ana kapı yanlarında işlenmiş, mini sütunlu iki
niş bulunur. Bu nişlere diğer kapılarda rastlanmaz. Sadece Yedi Kardeş Burcu’nun
Alt Kısmında küçük bir niş bulunmaktadır.
Geometrik Şekiller: Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da bu tarz şekillere rastlanır.
Anlamlandırılamayan Şekiller: Kalenin ilk yapılışına ait düşünülebilir.
Çünkü bu şekiller inançla ilgili olabilme ihtimali yüksektir: Gamalı haçlar, güneş
kursları, çok köşeli yıldızlar ve diğer çizimler. Mardin Kapı surlarında bu tarz
geometrik şekiller yaygındır.
Okunamayan Kitabeler: Dağ Kapı’daki Roma ve Mardin Kapı
Kitabeleri tümüyle okunmuş kitabeler değildir. Dağ Kapı’daki bir kitabenin yazı
karakterinin hangi dile ait olduğu bilinmemektedir. Hilar Kitabeleri’ndeki yazıların
çözümlenmeyişi gibi okunması gereken kitabelerden bazıları da Küfi yazılardır. Bu
tarz yazıların beyaz taşa (Malta taşı) yazılanları, zaman içinde bozulmuştur.
Bitki Figürü: Dağ Kapı’da yer almaktadır (71).
Diyarbakır surlarının tarihi görünümü
Osman Köker Sergisi
Batı surları Albert Gabriel
25
Güney surları. Albert Gabriel
,
Ulu Beden. Dikran Mgunt
Ben u Sen Burcu. Dikran Mgunt
26
Kapılar (Dikran Spear)
Dağkapı
Urfakapı
Mardinkapı
Dicle’den yenikapıya çıkış
TARİH ÖNCESİ DÖNEMDE DİYARBAKIR EV MİMARİSİ
Hallan Çemi
Anadolu’nun şimdiye değin saptanmış en eski köy yerleşmeni olan Batman
ilinin Kozluk İlçesi yakınındaki Hallan Çemi Höyüğü’ndeki kazılar, Diyarbakır
Müzesi ve Amerika Delaware Üniversitesi’nden Dr. Michael Rosenberg’in ortak
çalışmaları ile yürütülmektedir. Günümüzden yaklaşık 10.600 -10.000 yıl öncesine
tarihlenen Hallan Çemi Tepesi, çanak çömleksiz Neolitik dönem yerleşme yeri
olarak, bu çağın en erken evreleri konusunda yeni biljgiler sağlamıştır.
Hallan Çemi’deki kazı çalışmalarında evler ve fırınlar bulunmuştur. Yapılar
çember şekildedir. Çember yapılar, inşaa edilmesi dikdörtgen yapılardan daha
kolaydır. Burada yapılan arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular, insanların ilk
defa tarımla uğraştığı ve yabani tohum ekerek mercimek ve bezelye elde ettikleri
anlaşılmıştır. Fakat bu yerleşimde yaşayan insanlar avcılık ve toplayıcılığa devam
27
etmiştir. Hallan Çemi ayrıca domuzun ilk defa evcilleştirildiği yerleşim olduğu
kabul edilir.
Yapılan kazılarda, yuvarlak planlı, ahşap dikmelerle desteklenen taş temelli,
duvarları kamış ve ince dallarla örülüp çamurla sıvanmamış, üst örtü ahşap direklerle
desteklenmiş ev kamtıları ortaya çıkarılmıştır. Evlerin tabanları sarı renkli bir
çamurla sıvanırken, bir örnekte de, düzgün sal taşlarının kullanıldığı görülmüştür.
Resim 8. Dünyanın en eski yerleşimi- Çayönü
Çayönü Tepesi
Diyarbakır’ın Ergani ilçesi yakınlarında yer alan Çayönü Höyüğü, Hallan
Cemi’den yaklaşık 1000 yıl kadar sonra yerleşim görmüştür. 1964 yılında İstanbul
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Halet Çâmbel ve Chicago Üniversitesi’nden J. R.
Braidwood’un ortak başlattıkları kazı çalışmaları, 1991 yılına dek sürmüştür.
Yedi evreli bir gelişim gösteren Çayönü Tepesi, İ.Ö. 7500–5000 yılları
arasında aralıksız olarak, daha sonra da aralıklarla iskân edilmiştir.
Yerleşme, bilim dünyasındaki ününü «Esas Çayönü Evreni» olarak
adlandırılan, günümüzden önce 9500–8500 yılları arasındaki tarihlerde bin yıllık
döneme ait buluntu ve kalıntıları ile sağlamıştır.
Günümüz kent uygarlığının ilk temellerinin atıldığı bu dönem, insanın
göçebelikten yerleşik köy yaşantısına, avcı toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri
«Neolitik Devrim» olarak da bilinen teknolojik yaşam biçimidir. Beslenme
ekonomisi ve insanın doğal ve çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği, kültür tarihi ile
ilgili buluşlarda birçok ilki içeren, canlı ve oldukça ilginç bir dönemdir.
A Keramik döneme ait «Esas Çayönü Evresi»nin en alttaki kültür katında,
Hallan Çemi’dekine benzer yuvarlak planlı basit kulübelerden, taş temelli, kerpiç
duvarlı dörtgen yapılara geçiş, kapı, çatı, temel, su basman, merdiven gibi özelliklerin
28
ortaya çıkışı,, toprak dolgudan kerpiç topanlarına, buradan da kerpiç, tuğlaya nasıl
geçildiği gibi, günümüze kadar gelen köy mimarisinin başlangıç ve oluşum süreci
ortaya çıkmıştır.
Güneydoğu Anadolu’nun bilinen en eski yerleşim yeri Çayönü de geçmiş
yaşamın izlerini bize aktaran başka önemli bir yerleşim yeridir. Çayönü evleri,
dikdörtgen plana sahip, kerpiç duvarlı ve düz damlı yapılardı (25).
Resim 9. M.ö. 7250–6750 Yıllarına Ait Dünyadaki İlk Yerleşimlerden Biri
Olan Çayönü
Resim 9’da görüldüğü gibi M.Ö. 7250–6750 yıllarına kadar giden, dünyadaki
ilk yerleşimlerden biri olan Çayönü’ nde (60 km. Diyarbakır’ın kuzey batısında)
ızgara temelli ilk ev ve köy tasarımı ortaya çıkıyor (Diyarbakır tanıtma broşürü).
Resim 10. 9000 yıl önce ki ilk yerleşimlerden biri olan Çayönü
Resim 10’da 9000 yıl önceki ilk yerleşimlerden biri olan Çayönü’ de ( 60 km.
Diyarbakır’ın kuzey batısında) ilk ev ve köy tasarımı ortaya çıkıyor. İlk konut tipi
restitüsyonu.
M.Ö. 8000 Diyarbakır Çayönü’nde evlerin kapısı vardı.
29
M.Ö. 6500’lerde kurulan Çatalhöyük evleri bir birine bitişik düzende
yapılmışlardı. Dışa dönük yüzlerinde pencere yoktu. Kapı zaten hiç yoktu. Evlerin
içine damlardan açılan bir kapaktan taşınır merdivenler aracılığıyla girilmekteydi
(58,98).
Resim 11. 9000 Yıl Önceki İlk Yerleşimlerden Biri Olan Çayönü- İlk
Konut Tipi Restitüsyonu (26).
Resim 12. Çatalhöyükte Evlere Damdan İnilirdi (Çev: Zeynep Rür, Antik
Dünya Ansiklopedisi. Tübitak Yay. 2010)
30
Çayönü Mimarisi
Izgara Planlı Yapı Tipi olarak adlandırılan ve iki sıra taş duvarları bulunan
bu yapılar üç bölümden oluşmaktadır. Arka bölüm, aralarında dar boşluklar
bırakılarak yapılmış paralel duvarlardan oluşmakta ve ızgaraya benzediği için
ismini buradan almaktadır. Orta bölüm, tüm yapı genişliğince uzanan geniş
dikdörtgen bir mekândan oluşmakta ve mekânın bir köşesinde genellikle bir ocak
yeri bulunmaktadır. Ön bölümde ise hücre benzeri ufak mekânlar yer almaktadır.
Bu yapının ızgara duvarlı arka bölümünde zemin rutubetinden korunması istenen
tahıl gibi maddelerin depolandığı, orta bölümünün yaşam alanı olarak kullanıldığı,
ön bölümdeki ufak mekânların ise depolama birimleri olduğu anlaşılmıştır. Bu
yapıların öncülerinin sadece ahşap kütüklerden yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Doğrudan zemin üzerine yatırılan ahşap kütüklerin zemin rutubeti nedeniyle
çürümesini engellemek için altlarına taş duvarlar yapılmıştır. Yapı planının büyük
ölçüde kullanılan yapı malzemesinin “belirlenmiş formu” tarafından şekillendirildiği,
yeni yapı malzemesi, teknikleri ve formlarının arandığı bu dönemde mimaride
“düz” yapı elemanı fikrinin ortaya çıkmasına katkıda bulunduğu söylenebilir. Bu
fikir, yukarıda anlattığımız gibi, daha güneydeki bölgelerde, farklı olarak dam
konstrüksüyonunun taşınması için çözüm arayışları sürecinde ortaya çıkmış gibi
görünmektedir.
Çayönü’nde “Taş Döşeli Yapılar Evresinde” ortaya çıkan bu yapı tipi,
dikdörtgen bir planın kısa aks üzerinde iki veya üç mekâna bölümlendirmesi ile
oluşturulmuştur.
Çayönü Izgara Planlı yapı
Çayönü Hücre Planlı Yapı
Çayönü’nde Izgara Planlı binaların üst yapılarının organik malzemelerle
inşa edilmiş olduğu ve gergi sistemleri ile sağlamlaştırıldığı, bu nedenle de
duvarlar üzerine bir yük binmediği bilinmektedir. Çayönü’ndeki örneklerde mekân
tabanları özenle yerleştirilmiş taşlarla döşenmiştir. Yapı iç alanlarında payandaların
31
kullanılmış olması, hem damı taşımaya yardımcı olmak hem de yapı içinde kısmi
bö-lümlendirmeler yapmak için kullanılmış olmalıdır. Taş kil ve ahşap malzeme
kullanılarak, optimal çözümlerin bulunmuş olduğu bir yapı tipidir bu. Zeminde
taşıyıcı özelliklere sahip taş su basman duvarları, rutubet gibi problemlere çözüm
olabilecek taş döşeme, taş duvarlarla aynı özelliklere sahip yığma kerpiç duvarlar ve
dikme kullanmaksızın ağır toprak bir düz damı taşıyabilecek duvarlar, payandalar ile
yeterli duvar açıklıkları oluşturulmuştur (27).
Hallan Çemi, Tilhuzur (Yayvantepe), Girikihaciyan Mimarisi
Güneydoğu Anadolu mimarisine baktığımızda Hallan Çemi halkı, avcılık
ve toplayıcılık yaptığı dönemde yuvarlak planlı yapılarda oturmuştur. Bu yapılar,
zeminden 50 cm. aşağıda çukura yapılmıştır. Yapıların büyüklükleri 4–6 metre
arasında değişirken iki yapı arasında bir metre boşluk bırakılmıştır. Duvarlar, tas
temel üzerine kamış ve ince dallar ile örülerek, çamurla sıvanmış, üst örtü ise ahşap
direkler ile desteklenmiştir. Evlerin tabanları çamurla sıvanırken, bir kısmının
tabanlarına ise sal taşlar dizilmiştir.
Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki Tilhuzur (Yayvantepe) höyüğünde Son
Neolitik döneme ait kerpiç yapı kalıntıları bulunmuştur. Yayvantepe’deki yapıların
hemen hepsi kerpiç ile yapılmıştır. Yapıların iç bölümlenmesi, Çayönü’ndeki
yapılardan daha küçüktür. Diyarbakır’ın Ergani ilçesine bağlı Ekinciler köyü
yakınındaki Girikihaciyan’da, yuvarlak planlı yapıların olduğu görülmüştür. M.Ö.
6./5. bin yıllarına tarihlenen Girikihaciyan’da taş duvar kalıntılarına rastlanmıştır.
Körtiktepe Mimarisi
Höyüğün Akeramik Neolitik kültürel dokusu, genel anlamda, bölge
kapsamında bilinen çağdaş merkezlerle paralellikler göstermekle beraber, özellikle
küçük bulguları açısından önemli farklılıklar yansıtır. Bütün veriler, Körtik
Tepe’nin sürekli yerleşilen bir merkez olduğu konusunda birleşmektedir. Bu
olgu, barınma sorununun nasıl çözümlendiğini gündeme getirir. Özellikle 2005–
2010 yılları arasındaki kazı çalışmalarında elde edilen veriler, höyükteki mimari
yapılanmanın boyutlarına önemli yaklaşımlar getirmiştir. Halen devam eden
kazılarda en azından altı ayrı mimari katman saptanmıştır. Söz konusu katmanları
karakterlendiren konutların tasarımları ortak özellikler içerir ki, tamamı yuvarlak
planlıdır. Tek sıra halinde işlenmemiş taşlarla kuşatılmış toprak zeminli tabana
sahip konutlar, bazı birimlerde belirgin yüksekliğe kadar korunmuş; çoğunluğunda
ise, üst katmanlardaki yapılanmalar nedeniyle, dokusal bütünlük tahrip olmuştur.
İlginç olan bir özellik ise, bazı konutların duvarlarında besin üretiminde kullanılan
büyük boyutlu mortar ve öğütme bloklarının kullanılmasıdır. Çoğunluğunun tabanı,
yoğun kullanım nedeniyle aşınarak delinmiştir. Dolayısıyla, işlevini yitirmiş bu
mortarların konutların duvarlarında hangi amaçla kullanıldığı bilinmemekle
beraber, höyükte besin üretiminin boyutunu göstermesi bakımından ayrı bir öneme
sahiptirler. Bunu tamamlayan diğer kanıtlar ise, yine duvar inşasında kullanılmış
öğütme taşları ve birçok konutta varlığına tanık olunan hayvan kemikleridir.
32
Körtik Tepe yapılarını üç ana grupta toplamak olasıdır. Birinci grubu, planları
tam olarak kavranabilen ve toplam 86 tanesi ortaya çıkarılan yuvarlak planlı yapılar
oluşturur. Bunların dışında, yeterince korunamamış çok sayıda kalıntının varlığı
da söz konusudur. Çapları 2.30–3.00 m arasında değişkenlik gösteren bu yapılar,
doğrudan toprak zemin üzerine inşa edilmişlerdir. Basit ve işlenmemiş taş sıralarından
oluşan temelleriyle ortak özellikler içeren bu yapıların çukur tabanları sıkıştırılmış
topraktan oluşur. Genel ağırlık tek sıra olmak kaydıyla, çok azında taş temel, iki
ya da üç sıra halinde korunmuştur. Üst yapılarına ilişkin kesin kanıtlar olmamakla
birlikte, belirli bir yüksekliğe kadar inşa edilmiş taş sıralarının, üzeri sıvanmış saz
gibi bitkisel malzemeden inşa edilmiş duvarları sağlamlaştırmaya yönelik olduğu
söylenebilir. Bu ayrıntılar bir tarafa bırakıldığında, ölçüleri bakımından az sayıda
kişinin barınmasına olanak sağlayan, bazı durumlarda birbirleriyle bitişik olan
söz konusu konutlar, yuvarlak planlı yapılar adı altında tanımlanmıştır. Bütün
konusunda kesin bir yargıya varamamakla beraber, genel bir değerlendirmeyle,
Akeramik Neolitik evrenin en erken yerleşimlerini karakterlendiren ve doğrudan
toprak zemin üzerine inşa edilmiştir. Yuvarlak planlı; düz ya da çukur tabanlı,
tek mekânlı bu konut tipine, içinde Körtik Tepe’nin de bulunduğu, Hallan Çemi,
Göbekli Tepe, Tell Abr, Jefr el Ahmar, Şeyh Hasan, Mureybet, Qermez Dere ve
Nemrik gibi Yakındoğu’nun Akeramik Neolitik merkezlerinde de tanık olunur.
İkinci grubu, bireylerin yaşaması için elverişli boyutlara sahip olmayan
yapılanma modelleri oluşturur. Kazılan alanlarda, yaklaşık bütün yapılanma
seviyelerinde varlığına tanık olunan yine yuvarlak plana sahip bu yapıların çapları
1.10–2.10 m. arasında değişmektedir. Tahrip olmuş ve bütünlükleri bozulmuş
olanların dışında tanımlanabilen 29 örneği saptanan söz konusu yapıların tabanı çakıl
taşlarıyla döşelidir. Yoğunluk doğu kesimde olmak kaydıyla, höyüğün batısında
ve orta kesiminde de yer alan bu yapıların, yaklaşık bütün derinliklerde aynı
bölgelerde toplanmaları dikkat çekicidir. Taş tabanlı yapılar olarak tanımladığımız
bu oluşumlar, boyutları ve taban döşemeleriyle yuvarlak planlı yapılardan ayrılırlar;
ancak, tabakalaşma açısından paralellikler gösterirler. Yaşamsal gereksinimlere
karşılık vermeyen boyutlarıyla söz konusu yapılar, Hallan Çemi’deki benzerlerinden
hareketle, depolama birimleri olarak hizmet etmiş olmalıdırlar. Ayrıca, bu yapıların
içinde yoğun bitkisel kalıntıların saptanması da, bu yöndeki işlevleri konusunda
ayrı bir kanıt oluşturur. Dolayısıyla, basit besin üretim yöntemlerini bilen yerleşik
avcı-toplayıcı grupların karakteri olarak algılanan ve toplanan ürünlerin ya da
üretim fazlası besinlerin biriktirilmesi yoluyla sistemin devamını sağlama yönünde
kendini gösteren bu uygulamanın, Körtik Tepe’de de bilindiği söylenebilir ki, bu
durum höyükte yıl boyu kalmayı kolaylaştırmıştır.
Devam eden kazıların varılan aşamasında sadece üç örneği (Y3, Y11, Y44,
Y35) ortaya çıkarılan üçüncü grup yapılar ise, sayısal oranları yanı sıra, boyutları
ve tabanlarında saptanan bulgularıyla farklı karakter sunarlar. Yine yuvarlak planlı
olan yapıların ikisi höyüğün batı yakasında, diğeri ise doğu tarafta yer alır. 0.98
33
m derinlikte saptanan batıdaki Y3 yapısı, 3.45 m. lik çapıyla, diğerlerine oranla,
oldukça büyük boyutludur. Balçık harçla kaynaştırılmış ve orta büyüklükte
düzgün sıralanmış taşlarla inşa edilmiş temel duvarı dört sıra halinde korunmuştur.
Sıkıştırılmış toprak tabanın altında bir de intramural iskelet içeren yapının ortasında,
uzantıları ve işlevi belirlenemeyen bir duvar kalıntısı yer alır. Batı yakadaki diğer
yapı (Y44), 3.80 m. çapındadır ve 1.35 m. derinlikte yer alır. Diğeriyle benzer
teknikte inşa edilmiş temel duvarı asimetrik bir yapı sergiler. Sıkıştırılmış topraktan
oluşan tabanın altında saptanan bir iskelet ve beraberinde gömülmüş yaban keçisi
boynuzları, yapıya özel bir anlam kazandırmaktadır. Höyüğün doğu yakasında yer
alan üçüncü örnek (Y11), 1.80 m. derinliğiyle alanda saptanmış tek yapıdır. 3.42
m. lik çapa sahip yapının temel duvarı, Y44’de olduğu gibi, asimetriklik içermekle
beraber, yine balçık harçla kaynaştırılmış orta büyüklükte işlenmemiş taşlarla inşa
edilmiştir. Üst seviyelerdeki yapılanmalar nedeniyle, kısmen tahrip edilmiş olan
yapının taban dokusu, tamamen kazılmadığı için, anlaşılmamıştır.
Boyutlarıyla diğerlerinden ayrılan ve sayısal azınlığa sahip olan bu yapıların
işlevlerini açıklama konusunda veriler eksiktir. Derinlikleri esas alındığında,
tamamında saptanamazsa bile, en azından bulundukları mimari seviyelerde birer
örneğinin saptanması, söz konusu yapılara özel anlamlar yüklenmesi gerektiğini
düşündürmektedir ki, bu olgu Hallan Çemi’de varlığı saptanan kamu yapılarını
akla getirmektedir. Körtik Tepe’nin, konut ve depolama amaçlı birimlerin dışında,
özellikle küçük bulgularda baş gösteren Hallan Çemi ile kültürel doku benzerliği, bu
düşünceyi doğrulayan bir unsur durumundadır. Doğrudan benzerlikler yansıtmasa
da, benzer oluşumlu yapılara, Çayönü ve Nevali Çori’de olduğu gibi, Anadolu’nun
daha geç dönem Neolitik merkezlerinde de tanık olunur. Levant bölgesinde ise, Ain
Mallaha ve Jericho gibi PPNA dönemi merkezleri yanı sıra, Beidha gibi daha geç
yerleşimlerde görülür. Plan özellikleri, inşa biçimleri, bulguları ve bazı işlevleri
açısından farklılıklar içerseler de, diğer konutlardan belirgin biçimde ayrılan ve
sayısal açıdan az sayıda olan söz konusu konutların, kamu yapıları adı altında
Körtik Tepe’de saptanmaları şaşırtıcı değildir. Çünkü Körtik Tepe yerleşimi,
birçok açıdan sadece Anadolu ile değil, aynı zamanda Levant bölgesi kültürleriyle
de paralellikler göstermektedir.
Korunmuş yapıların sayısı ve türü esas alındığında, Körtik Tepe
yerleşiklerinin barınma sorununu çözdükleri görülmektedir. Bu anlamdaki çözüm,
yuvarlak planlı yapılarda bulunmuştur. Örtü sorununda kolaylıklar sağlayan bu
basit plan uygulaması, yerleşik düzene geçişin en erken evrelerinde kalıcı ve sürekli
yerleşilen yerleşimlere de öncülük oluşturur ki, bu konuda atılmış ilk adımlara
Yakındoğu ve Anadolu’da tanık olunur. İnsanların yer değiştirmeden beslenme
gereksinimlerine cevap veren olanaklara sahip alanlarda kurulan bu yerleşmeler,
yaygın kanının ötesinde, tarım öncesi toplumlarda yerleşik yaşam biçimlerinin
ortaya çıktığını gösterir. Bu olgunun ve gelişmenin arkeolojik olarak kavrandığı
merkezlerden birisi de Körtik Tepe’dir (96).
34
Diyarbakır ili Bismil ilçesine bağlı Yukarı Salat Beldesi’nin güneydoğusunda
yer alan tarihi Salat Tepe Höyüğü’ ve m imarisi ve sorunları Dicle Nehri’nin
kuzeyinde yer alan Salat Çayının doğuya doğru kıvrım yaptığı kesimde ve Ilısu
Baraj alanı içinde yer alır.
Orta Bronz Çağında (M.Ö. 16. yy.), Kalkolitik döneme ait bir höyüğün
üzerine (Ökse, 2007) kerpiç duvarlarla kurulan yerleşim, Bizans Dönemine kadar
iskân edilmiştir (Ökse, 2006). Yukarı Dicle Havzası’nda yer alan Üçtepe, Giricano,
Kavuşan Höyük, Ziyaret Tepe, Kenan Tepe ve Hirbe Merdon’da da görüldüğü gibi
gerek yapım tarzı gerekse kap formları bakımından yerel idarecilerin ya da büyük
toprak sahiplerinin konutu olabilecek tarzda yapılmıştır. Anıtsal yapıda olan binanın
temeli, çakıltaşı ile kaplanan zeminin üzerine büyük kireçtaşı bloklarının döşenmesi
ile oluşturulmuştur. Bu güçlü taş temel üzerine kurulan kerpiç duvarlar ortalama 1,30
m kalınlığında ve 1,60 m yüksekliğinde olup 35 x 35 x 8 cm boyutlarındaki kerpiç
blokların yarım kerpiç kaydırma yöntemi kullanılarak, birbirlerine standart kerpiç ile
sıkı bağlanmasıyla inşa edilmişlerdir (Ökse, 2007). Yaklaşık 7 m genişliğindeki bir
avlunun etrafında çok odalı yerleşim düzeni şeklinde olan bina iki katlıdır. Özellikle
2005 ve 2006 sezonu boyunca yapılan kazılarda, avlu zemininin; yıkılan duvarlara
ait kerpiç bloklar ile dolu olduğu fark edilmiştir. Duvarlar hiçbir engele çarpmadan
avlu üzerine üç farklı doğrultuda yaklaşık 90° açıyla düşerek yıkılmışlardır. Devrilen
duvarlara ait kerpiçlerin bazıları domino taşı gibi üst üste durmaktadır. Ayrıca bazı
duvarlarda çatlaklar ve açılmalar mevcuttur. Binanın orta kısmında bulunan ahşap
bir dokuma tezgahı ile bazı odalar ağır bir yangının izlerini taşımaktadırlar. Söz
konusu bütün tespitler birlikte değerlendirildiğinde Salat Tepe yerleşiminin M.Ö.
16–17. yy’da deprem gibi bir felakete maruz kaldığını akla getirmektedir (99).
Diyarbakır Ve Çevresinde Asur Dönemi Mimarisi
Diyarbakır’daki Asur dönemi mimarisi hakkındaki bilgilere, Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nin en büyük höyüklerinden birisi olan Üçtepe höyüğündekibuluntular
sayesinde ulaşılmaktadır. Asur ülkesinin kuzey sınırında yer alan Üçtepe bölgesi,
Asurlar’ın gözünde büyük öneme sahiptir. Üçtepe’deki stellerin üzerindeki
yazıtlardan edinilen bilgilere göre II. Asurbanipal, burada Urartular’a komşu bir sınır
eyaleti kurmuş ve saray yaptırmıştır Üçtepe’de yapılan kazılarda, saray olabileceği
düşünülen yapı kalıntıları ile sur duvarı kalıntılarına ulaşılmıştır. Yeni Asur dönemine
35
ait olduğu düşünülen eyalet sarayının bir duvarının kalınlığı 5,5 metredir. Bu eyalet
sarayının M.Ö. IX. Yüzyılın ilk çeyreğinde kurulmuş olduğu bilinmektedir.
Asur yapı katlarında, taş temelsiz kerpiç bir mimari geleneği hakimdir. Bu yapı
katları, II. bin yılının ikinci yarısına ait dere taslarından oluşturulmuş, zayıf yapılı
mimari üzerinde yer almıştır. Yeni Asur ve Erken Yeni Asur dönemleri mimarisinde,
tas temelsiz kerpiç duvarlar, doğrudan toprağın üzerine yerleştirilirken, Geç Yeni
Asur döneminde de direkt toprak üzerine, taş temelsiz olarak oluşturulan kerpiç
duvarlı yapılar devam etmiştir. Geç Yeni Asur mimarisinde büyük boyutlu anıtsal
yapılar da vardır. Bunların tabanlarına, pişmiş tuğla ve çakıl taşları döşenmiştir.
Bazı mekanları ise duvar resimleri ile süslenmiştir. Bu resimlerin varlığı, toprak
sıva parçaları üzerinde siyah beyaz renkte boyanmış üçgen ve damla motiflerden
oluşmuş parçalardan anlaşılmıştır. Bu dönemde yaşayan insanların, çakıl taşları ile
döşeli avluları da vardı (28).
Kavuşan Höyük
Resim 13. Bismil’de Dr. Gülniz Közbek’in Kazı Yaptığı Kavuşan
Höyük Mimarisine Ait 5 Resim
36
Kavuşan höyük, Diyarbakır ili Bismil ilçesinin 10 km güneydoğusunda,
yenice köyü İnardı mezrası sınırları içinde, Şeyhan çayı’nın Dicle nehri ile birleştiği
noktanın hemen doğusunda yer almaktadır. Höyüğün boyutları, doğu-batı yönünde
175 m, kuzey-güney doğrultusunda 75 m, yüksekliği ise üzerinde yükseldiği çakıl ve
alüvyon dolgu ile birlikte kuzeyde 8 m iken alüvyonların doldurduğu güney kesimde
2 m kadardır. 1.3 hektarlık yerleşim alanına sahip olan höyük, deniz seviyesinden 538
m yüksekliktedir. Höyükteki kazı çalışmalarındaki iki yıl içinde elde edilen verilere
göre şimdilik, orta çağ, geç demir çağ, yeni Asur dönemi, Mitani-orta Asur-erken
demir çağ ile M.Ö. 11. binyıl sonu-erken 11. Binyıla ilişkin tabakalar bulunmaktadır
(Ege Üni. Edebiyat Fak.).
İLÇELERDE NEOLİTİK DÖNEM MİMARİLERİ
Bismil
Tepe beldesi
Ziyarettepe
Tabakalanma
Yerleşimde, höyük, aşağı şehir ve yamaçlar genelinde ortaya çıkarılan
tabakalanma eskiden yeniye şu şekildedir;
•Geç Neolitik Çağ / Erken Kalkolitik Çağ (yaklaşık MÖ 6.000 – 5.000)
•Orta Tunç Çağı (yaklaşık MÖ 2.000 – 1.600)
•Geç Tunç Çağı (yaklaşık MÖ 1.300 – 1.200/1100)
37
•Erken Demir Çağı (yaklaşık MÖ 1.200 / 1.100 - 900)
•Geç Demir Çağı (yaklaşık MÖ 9.00 - 600)
•Geç Roma Dönemi / Sasani İmparatorluğu / Erken İslam Dönemi
Ziyaret Tepe’de en yoğun yerleşmenin Orta ve Geç Asur Çağı yerleşimi
olduğu, höyük (akropol) ve aşağı şehre yayılan bu yerleşimde bir garnizonun yer
aldığı bildirilmektedir. Höyük, Demir Çağı’ndan sonra iskan edilmemiştir. Kuzey
ve batı yamaçlarda Orta Tunç Çağı’na ait çok sayıda buluntu ele geçmiştir. Ayrıca
Geç Neolitik Çağ / Kalkolitik Çağ malzemesi de bulunmaktadır. Güney yamaç ise
sözü edilen bu erken çağlara tarihlenen buluntu vermemektedir. Aşağı şehir ise Geç
Neolitik – Erken Kalkolitik buluntu göstermez. Bununla birlikte MÖ 3. binyılda Geç
Asur Dönemi’ne kadar kesintisiz bir yerleşim vardır.
Buluntular
Mimari
Höyüğün doğu yamacında, kerpiç bir platform üzerine 450 metrekarelik
alanda inşa edilmiş bir yapı kalıntısı ortaya çıkarılmıştır. Geç Asur Dönemi’ne tarihlendirilen bir kamu binasıdır.
Orta Asur Dönemi yapısı olduğu anlaşılan oldukça büyük bir konut ayrıca
ilginçtir. Parke döşeli bir sokaktan girilen konutun duvarları kırmızı kil kerpiçten 1,5
metre kalınlıkta inşa edilmiştir. Girişteki oda ya da avlu 5,5 metre derinlik ve en az
22 metre genişliktedir. Buradan geniş, parke döşeli bir avluya geçilmektedir. 12 x
13,5 metre boyutlarındaki bu avlu zeminini kaplayan mozaiklerin büyük bölümü iyi
korunmuş durumdadır.
Değerlendirme
Orta Asur İmparatorluğu’nun Geç Tunç Çağı boyunca Yukarı Dicle yönünde
genişlemesiyle Ziyaret Tepe’de iskan, ilk kez aşağı şehrin büyük bir bölümüne
yayılarak neredeyse 32 hektarlık alana ulaşmış ve küçük de olsa bir kent haline
gelmiştir. Bununla birlikte Erken Demir Çağı’nda yerleşim daralmıştır. Aşağı şehir
muhtemelen terk edilmiştir. Bölgede Geç Demir Çağı’na karşılık gelen Geç Asur
Dönemi’nde ise yeniden bir “hızlı kentleşme” görülür. Geç Asur seramikleri MÖ 9.
yüzyılda höyük ve tüm aşağı şehir surlarının içinde yayılmış durumdadır. Bu durum,
MÖ 7. yüzyıl sonlarında Geç Asur İmparatorluğu’nun çöküşünde ya da hemen sonra
son bulmuş görünmektedir.
Kazı başkanı Ziyaret Tepe’nin, Asur İmparatorluğu’nun Orta Asur (Geç
Tunç Çağı) ve Geç Asur (Geç Demir Çağı) dönemlerinde (MÖ 1.300 – 600), Dicle
kıyısındaki üç büyük sınır kentinden biri olduğunu belirtmektedir. Bu bağlamda
Asur kayıtlarında geçen Dicle bölgesinin merkezi garnizonlarından olan Tuşhan’ın
Ziyaret Tepe olduğu düşünülmektedir. Geç Asur Dönemi’nde eyalet başkenti olan
Tuşhan, bazı kaynaklarda Tushu ya da Tusha olarak geçmektedir. Geç Asur Dönemi
tabletlerinden Tuşhan Eyaletinin, MÖ 9.-7. yüzyıllarda imparatorluğun en önemli
kuzey eyaleti olduğu anlaşılmaktadır.] Öte yandan Ziyaret Tepe kazılarında ele ge38
geçen 21 adet çivi yazılı kil tabletin bu durumu gösterdiği ileri sürülmektedir. Mari
kayıtlarında kentin adı, hem ülke anlamına gelen “kur”, hem de kent anlamında “uru”
tanımlayıcılarıyla yazılmıştır. Ziyaret Tepe’de bulunan ve MÖ 620-610 yıllarına
tarihlenen kil tabletler, kentin düzeni ve işleyişi ile ilgili konulardadır. Tabletlerden,
Tuşhan’ın bir vergi toplama ve tahıl silosu işlevi gördüğü anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte Tuşhan’ın esasen Ziyaret Tepe değil Üçtepe Höyük olduğu
yönünde görüşler de vardır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Ziyaret_Tepe_H% C3% B6y%C3%BC% C4% 9F % C3 %BC
Koğu Höyük
Kenan Tepe
Bradley, J. Parker, Utah Üniversitesi, ABD
Giriş
2002 yılı yazında Yukarı Dicle Arkeolojik Araştırma Projesi çalışanları
Güneydoğu Anadolu’da Diyarbakır İli içinde yer alan ve önemli bir arkeolojik
yerleşim alanı olan Kenan Tepe’de üçüncü kazı mevsimini yürütmüştür. 2002 yılında
Temmuz’un son haftası başlayıp Ağustos’un son haftası biten 8 haftalık kazı mevsiminde UTARP ekip elemanları yerleşmede 8 alanda 22 kazı yapmıştır.
Ulusal Sosyal Bilimler Fonu, Utah Üniversitesi Araştırmalar İkinci Başkanlığı
Ofisi, Curtiss T. ve May G. Brennan Vakfı, Güney Kaliforniya Üniversitesi ve IBM
işbirliğinin yardımları ile UTARP 2002 kazı mevsimi bugüne kadar yapılan en büyük
ve en başarılı kazı olmuştur. Aşağıda bu araştırmanın ön sonuçları sunulmaktadır.
Kenan Tepe, Güneydoğu Anadolu’da Bismil’in 10 km doğusunda, Diyarbakır
– Batman Karayolu’nun güneyinde 1 km. uzaklıkta yer alan ve Dicle Nehri’nin
kuzey kıyısına bakan doğal seki üzerinde çok-dönemli bir höyüktür. Yerleşmede
görülebilen höyük alanı yaklaşık 6 hektar, yerleşmenin uzun ekseninde en uzun yeri
39
350 m., en geniş yeri bir ucundan diğerine yaklaşık 225 m. uzunluğundadır. Ana
höyükte en yüksek nokta Dünya Geodetik Datum seviyesinden 604.2 m yüksektedir.
Yükseklik Dicle Nehri’nin günümüz seviyesinden ana höyüğün en yüksek noktasına
56.3 m.’ye kadar değişmekte ve ana höyüğün en yüksek noktası F alanında zemin
yüzeyinin 32.9 m. üzerindedir.
Dönemler:
Obeid Dönemi
2002 kazı mevsiminde UTARP ekip elemanları iki açmada Obeid dönemi
tabakalarına ulaştılar. Kazı mevsiminin son haftasında 5 x 10 m.’lik yukarı höyüğün
dik doğu yamacındaki D5 açmasında etkileyici bulunan Obeid dönemi ev yapısı,
en alçak ve 3 x 5 m.’lik basamaklı açma olan A9 açmasında da Obeid kalıntıları
bulunmuştur.
D5 açmasında iyi korunmuş Obeid dönemi kerpiç bir evin kuzey ucu
bulunmuştur. Evin büyük kısmı açmanın güney payında olduğundan bulunan Obeid
kalıntılarının çoğu bu evin dış yüzeyindedir. Bu alanda evle doğrudan ilişkili iyi
korunmuş iki ocak bulunmuştur. Evin dışında, yüzeyde kalın bir tabaka dekompoze çöp bulunmuştur. Bu yüzeyde ayrıca 50 Obsedien parça, iki kemik bız, üç
balık ağı ağırlığı, küçük bir parça bakır ve iyi korunmuş dokunmuş kumaş parçası
bulunmuştur.
Basamaklı açmada Erken Bronz Çağı duvarlarından temel yapısı görünüşü
40
D6 açmasında bulunan Erken 2. Bin fırını
http://tacdam.metu.edu.tr/node/130
GELENEKSEL DİYARBAKIR EVLERİ
Sosyal Yapı
Eski Diyarbakır’da aile yapısı, büyük ve ataerkil bir nitelikteydi. Büyük
aile; ana, baba ve çocuklarının oluşturduğu çekirdek ailelerden meydana gelmiştir.
Bu nedenle çekirdek akraba ailelerin bir ortak alan (avlu) çevresinde yaşadıkları
bir düzen oluşmuştur. Aile yapısının büyüklüğü, konutların büyüklüğünü, avlu ve
çevresindeki kitlelerin sayısını belirler.
Ayrıca dini inancın etkisindeki bir aile yaşantısı ve bunun sonucu oluşan
konutun gizliliği hem içte hem de dışta olmak üzere iki şekilde konutun kitlesel
biçimlenmesini etkilemiştir.
İçte gizlilik harem (kadınlara ait) ve selamlık (erkeklere ait) bölümleri ile
sağlanmıştır. Eski konutlarda bu bölümler iki ayrı konut gibi düşünülmüş, ancak
bağlantı bir oda ile sağlanmıştır. Zengin ailelere ait konutlarda bu iki bölüme de
rastlanır. Diğerlerinde ise avlu konutun haremidir.
Dışa gizlilik, konutun yüksek duvarlar arkasında kalması ve dışarıya kapalı
olması ile açıklanabilir. Bu kapalılık, sokağa ve yandaki komşu konutlara doğru olur.
Sonuçta, eski Diyarbakır konutlarının kitlesel biçimlenmesinde gizlilik, harem
ve selamlık bölümlerinin oluşmasında etkili olmuştur.
41
İklime Göre Yönlenme
Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk iklim etkisi altındaki Diyarba­kır’da,
Suriçi eski konutları avluludur. Avlu, kuru yaz sıcağı ve soğuk kış rüzgarlarına karşı
en basit korunma şeklidir. Eski Diyarbakır konu-tundaki avlu, Orta Anadolu’daki
iç bahçe niteliğindeki avludan farklı olup, Mezopotamya avlusu ile aynı özellikleri
taşımaktadır. Çünkü Diyarbakır, Mezopotamya’ya yakın sıcak bir iklime sahiptir.
Eski Diyarbakır avlusu ile Türk konutundaki sofanın ortak niteliği bağlayıcı
olmalarıdır. Ancak aralarındaki fark, değişik iklimlerden kaynaklanmaktadır.
Bağlayıcı avlu, sıcak iklim bölgelerinde görülür ve üstü açıktır. Bağlayıcı sofa ise
sıcak bölgelerde (Diyarbakır, Urfa v.b.) görülmez. Üstü ve genellikle de yanları
kapalıdır.
Sıcak ve kurak iklimin eski Diyarbakır konutu biçimine etkisi, avlu
çevresindeki kitlelerin dizilişlerinde ve içe doğru yönlendirilmelerinde açıkça
görülür. Avlu çevresindeki odaların oluşturduğu kitleler, uygun güneş yönüne göre
yerleştirilmişlerdir. Bu yönlenme, yazın kullanılan yazlık ve kışlık kullanılan kışlık
odaların ayrı yerlerde tasarlanmasına neden olmuştur. Kışlık ve yazlık odaların
yanında baharlık birimlere de yer verilmiştir.
Eski Diyarbakır konutlarında bütün kitle ya da kitleler genel olarak avlu
içine bakarlar. Bu plan tiplerin de yazlık kitlenin yeri her zaman sabit olup avlunun
güneyindedir. Genellikle bu kitlenin içinde niş şeklinde, avluya bakan ve çoğunlukla
içinde havuzu olan eyvan birimi bulunur. Avlunun asal işlevi birimleri birbirine
bağlamak, eyvanın ise oturma, dinlenme ve serinleme gereksinimini karşılamaktır.
Bunun yanında ikisi de hem mekânları bağlama hem de oturma, dinlenme ve
serinleme gereksinimini karşılamışlardır.
Kışlık kitle, avlunun genellikte kuzeyinde bulunur. Kuzey kitlesi bulunmayan
eski konutlarda avlunun doğusundaki, kuzey ve doğu kitlesi bulunmayan eski
konutlarda ise avlunun batısındaki kitle, kışlık bölümü oluşturur. Baharlık kitle ise
«U» tipi dış ve orta avlulu konutlarda görülür. Avlunun doğu ya da batısında bulunur.
İklim, sonucu oluşan yönlenmenin kitlesel biçimlenmeye etkisi, mevsimlik
kitlelerin (yazlık, kışlık ve baharlık) meydana gelmesinde ve bunların plan
tiplerindeki değişik konumlarında görülür (29).
Karacadağ’dan getirilen bazalt taşı, yerkürenin derinliklerinden yeryüzüne
püsküren lavların soğumasından oluşan siyah renkli bir taş bazalt’laşırken yüzeyde
ya da derinde oluşuna, ya da geç soğumasına bağlı olarak gözenekli ya da gözeneksiz
olurlar.
Diyarbakır’da bazalt’ın gözeneksiz olanına “erkek taş” denir, gözeneklisine
ise “dişi taş”. Gözenekli dişi taşın işlenmesi ne denli kolaysa, gözeneksiz erkek taşın
işlenmeside o kadar zordur. Gel gör ki, bu iki taş da Diyarbakır mimarisine can
verir, ruh katar. “Erkek taş azdır. Yapıların özellikle söve, lento, sütun, başlık, havuz,
pencere, kapı gibi yük binen bölümlerinde kullanılır. Kemerler, Köprüler onunla
direnir. Yazıtlar onunla dile gelir. Ustaların hüneri taşın sertliğini unutturur. Ne denli
zor işlenirse de, estetiğinin kalıcılığı onu Diyarbakır yapılarının bir vazgeçilmezi
yapmıştır. Dişi taş erkek taşın yandaşıdır. Erkek taşın yanı başındadır her daim.
42
Birbirini tamamlar, tıpkı yaşamda erkeğin kadını, kadının erkeği tamamlaması
gibi...” (67).
Geleneksel Diyarbakır evlerinin mimari özellikleri
Diyarbakır Geleneksel konutlarında yaşam, zemin katta avlu çevresinde
odaklamıştır. Zemin kat günlük yaşamın geçtiği odalar ve servis birimlerinin bir açık
avlu çevresinde konumlandığı birimlerden oluşur. Çoğu evde bodrum kat mevcuttur.
Bodrum kat genellikle birkaç basamak yükseltilmiş eyvanın altında yer almaktadır.
Bodrum kat yazın serin, kışın sıcak olma özelliği ile koruyucu olması bakımından
kiler ve depolama amaçlı olarak kullanılmaktadır. Başoda ve diğer odaların yer
aldığı üst kat gezemeğe açılır ve bir merdivenle avluya bağlanır. 3 katlı yapı yok
denecek kadar azdır. Diyarbakır Geleneksel evlerinin Bodrum+Zemin+1.Kattan
oluştuğuna dair bir genelleme yapılabilir.
Sıcak iklim mekânsal formun açık, yarı açık ve kapalı birimlerin oluşumunda
ve biçimlenmesinde etkendir.
Geleneksel Diyarbakır evlerinde mekân organizasyonu birimleri
Diyarbakır Sur içi yerleşmesi, konut alanları, yönetim ve ticaret bölgelerinden
oluşmaktadır. Yerleşmede genelden özele giden bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşik
kurgu meydan ya da meydancık, sokak ya da çıkmaz sokak, avlu ve konut dizgelerinde
oluşmuştur. Geleneksel Diyarbakır evlerinde, mekân organizasyonu avlular, odalar,
eyvanlar ve servis mekânlarının bir düzen içerisinde bir araya gelmesi ile oluşmuştur.
Taşlık: Taşla döşenmiş avlu, sofa, merdiven altı vb. Geleneksel evlerde
odanın veya eyvanın hemen yanında konumlanan ayakkabıların çıkarıldığı bir geçiş
mekânıdır.
Oda: Geleneksel Diyarbakır evlerinde odalar çok amaçlı olarak düzenlenen
mekânlardır. Her oda, her eylemi içinde barındırmaktadır. Fonksiyonlarına göre
geleneksel kullanımda başoda, koltuk oda, ara oda, diye adlandırılır. Sıcaklık farkına
göre yaz ve kış odaları ortaya çıkmıştır. Yaz odaları genellikle kuzeye bakar, güneş
almaz ve kapıları genellikle eyvana açılmaktadır. Oda düzenlemesiyle donatım
ilkeleri hemen hemen her evde aynıdır. Seki-altı (pabuçluk) ve seki-üstü olmak üzere
oda iki bölümden oluşmaktadır. Bu ayırım oturma biçiminden ileri gelmektedir.
Genellikle yere tahta döşeme, halı, kilim konulur, minder üstüne oturulur.
Oturma yerinde temizliği sağlamak için odaya girişte seki-a1tında ayakkabı çıkarılır
ve bir basamak yüksek olan seki-üstüne geçilir. Oturmak için yerin yükseltilmiş
bölümü olan sedir de kullanılmaktadır. Sedir oda çıkmazında yan yana pencerelerin
açıldığı duvar boyunca uzanır. Sedir dışarıyı seyretme, sohbet etme, iş işleme,
dinlenme yeridir.
Isınma ve yemek pişirme gereksinimini karşılamak üzere odanın uygun
bir duvarında mutfaktaki gibi ocak oluşturulmuştur. Bu duvarın kalınlığından
yararlanılarak ocak çevresinde nişler, yüklükler düzenlenmiştir. Odanın en önemli
öğesi yüklüktür. En az eşyayla yaşama alışkanlığı gereği, gece yatarken, yere serilen
döşek, yorgan ve yastıklar, duvarlarda ahşap malzemeyle kaplanarak oluşturulmuş
yüklük olarak adlandırılan dolaplara kaldırılır. Bu gelenek göçebe kültürünün bir
uzantısıdır. Yüklüğün alt bölümü yıkanma yerine (gusülhane) ayrılmıştır. Gusül
43
abdesti alma eylemi oda içinde çözümlenir. Konumuna göre oda, çoğunlukla eyvana
ve avluya pencereyle açılır. Sokak cephesine açılan örneklerde vardır Sokağa açılan
pencereler ailenin dış dünyayla ilişki kurduğu açıklık1ar olmakla birlikte gerek toz,
güneş, rüzgâr ve soğuk gibi etkenleri dışlamak üzere ve gizlilik ilkesi gereği dışardan
kafesli ya da kapaklıdırlar. Odalar genel olarak yüksek tavanlı ve ferahtır. Pencereler
bir sedir yüksekliğinden sonra açılır. Odalar bol pencereli ve aydınlıktır. Bazılarında
çeşitli renkli camlar kullanılmıştır. Bütün kapı ve pencere üstleri kemerlidir. Bu
pencereler çoğunlukla sabit çerçeveli, alçıdan süslemelerle bezeli olarak yapılmıştır.
Oda sayısı, ailenin yapısı ve ekonomik durumuna göre çoğalır.
Kabaltı: Sokak üstü odaya Diyarbakır geleneksel mimarisinde kabaltı
denmiştir. Güney Anadolu’da sokağın 3. boyutundan konutların yararlandığı bu
uygulama, gerçekte Anadolu’yu aşan sıcak kara iklimi çözümüdür. Dar ve düz bir
alana sıkışan kentlerde görülmektedir.
Karşısındaki parsele oturan ahşap kirişlemelilerde o parselin, kabaltının
yük ve giderlerine katkısı olamaz. Çok az örnek tonoz üstüne kuruludur. Yine de
Diyarbakır’da toplam sayıları fazla değildir.
Dar, dönemeçli ve gölgeye gerek duyulan Diyarbakır sokaklarında konutların
buraya yansıyan, yaklaşık 1,5–2 kat yüksekliğindeki duvarları, soluk almaya
yetmiyormuşçasına, kabaltlarının serinlemede arandığı, çocukların gölgede
kümelendiği, diğer yönüyle buralara evlerin açıldığı, görünümlerine zenginlik
kattığı bir ayrıntıdır.
Mutfak: Mutfakta ocak ve baca dışında tasarım öğesi bir şey yoktur. İşlevlerine
uygun olarak genellikle kuzey yönünde konumlanmış, yüzü bir kemerle avluya
bakmaktadır. Mutfak bağlantısı avluya genellikle kemer ile olduğundan önü açıktır,
kış ayları için çok soğuk olduğundan ayıklama, doğrama, temizleme işleri odalarda
yapılır, daha sonra pişirmek için buraya getirilir. Zengin evlerindeki mutfakların
boyutları daha büyük ve sayısı da fazladır. Mutfağa genellikle avludan ve düzayak
girilir. Duvarlarında yer yer kapaksız gömme dolaplar bulunur. Yemek pişirmede ve
ısıtmada kullanılan oyuklar ev inşa edilirken yapılmış öğelerdir . Mutfaklarda kazan,
kepçe, bakraç vb. eşyalar yer alırdı.
Balkon: Yazın sıcak aylarında serinlemek amaçlı kullanılan bu birimin görevini
avlu ve eyvan, serdap gördüğünden, Diyarbakır geleneksel evlerinde çok az örneği
vardır. Geçmişte yaşam biçiminden dolayı avlu ve eyvan balkon görevini üstlenmiştir.
Serdap: Sıcak yaz gününde, gözenekli siyah bazalt avlu kaplamasının da
bunaldığı günlerde, eyvan, iç oda, mutfak yetersiz kalınca serdap bir sığınaktır.
Burası, yerleşme plânı açısından biraz gömük, bağımsız bir tür bodrum odası olup
avluya açılır. Yön olarak kuzeye bakmaktadır. Serdabın Diyarbakır geleneksel evinde
iki örneğine rastlanmıştır. Birincisi Cahit Sıtkı Tarancı evindedir. Güney kanadı
batı uçunda, 2 gözlü eyvanın altında olup kapı ve 3 penceresiyle avluya, kuzeye
açılır. Güney yönünde bir kemerle ayrılan 2. bölümü vardır. İkincisi İskender Paşa
konağındadır.
Kiler: Daha çok bodrum katta bodrumun serinliğinden yararlanılarak eşyaların
muhafaza edildiği bu birimin, zemin katta da yer aldığı örnekler vardır.
44
Helâ: Sokağa en yakın yerde yer alır. Amaç kanalizasyon boyunu kısa tutup,
helâyı kuyudan uzak tutmaktır. Zemin kat avlusunda yer alan helâlar avlu içinde
veya kapı arası, sokak arası denilen geçitte düzenlenmiştir. Çalışılan evlerin çoğunda
özgün helâlara rastlanmıştır. Su donatısı olmayan helâlar taşıma su ile kullanılır.
Hamam: Diyarbakır Geleneksel evlerinde hamam çok az evde yer alır. Daha
çok büyük zengin evlerinde rastlanan hamamların sayısı oldukça azdır Yıkanma
eylemi büyük evlerde hamamlarda karşılanırken, diğerleri mahalle hamamlarına
giderlerdi. Zorunlu durumlarda mutfakta yıkanılır. Geleneksel yaşamda gündüz
kadınlara, gece erkeklere veya günün bir bölümünde kadınlara, diğer bölümünde
erkeklere hizmet veren hamamlar vardı.
Cumba: Planın genişletilmesi ve görsel zenginliğin sağlanması için yapılmış
birimlere cumba denir. Cumbaların sokağa ve avluya taşan örnekleri vardır. Komşu
yapıyı rahatsız etmeyecek şekilde planlanmıştır. Diyarbakır’daki cumbaların duvarları
çoğunlukla eklentiyi hafif tutmak için ahşap karkastır (25).
Avlu: Avlu, yazın günlük yaşamın büyük bölümünün geçirildiği, dikdörtgen
planlı bir alandır. Bu alan yüksek duvarlarla çevrili olduğundan, içerideki yaşam
dışarıdan görülmez. Avluya doğrudan bağlantısı olan birimler, yarı açık, kapalı ve
ıslak alanlardır. Üst kata bağlanan ve bodruma inen merdivenler de yine bu alandadır.
İçindeki havuzu, bahçesi ve kuyusu ile doğa, içeride yaşatılmaya çalışılmıştır. Avlu
döşemesi, dişi bazalt taştır. Yaz aylarında gün batımına doğru avlu yıkanarak taşın
boşluklarına dolan su aracılığıyla sonradan doğal bir serinlik yaratılmış olur.
Bahçe: Diyarbakır evi bahçesiz düşünülemez. Küçük de olsa avlunun bir köşesi
bu yeşil alana ayrılmıştır. Bahçe alanı Tarancı Evi’nde oldukça büyük tutulmuştur.
Bu alanın ortasında çiçeklik ve çeşitli meyve ağaçları bulunmaktadır. Evin kara taşlı
kasvetli havası bu yeşil doğa parçasıyla giderilmeye çalışılmıştır.
Eyvan: Konutun odağı avlu ve bunun en önemli öğesi eyvandır. Eyvan, avlu ve
kapalı alanlar arasında yarı açık bir alandır. Özellikle yaz aylarında ev halkının en çok
tercih ettiği mekanlardan biri olmuştur. Evin güney kanadının üst bölümünde yer alan bu
alan, iki kemerli önü kuzeye dönük bir yaz odası görünümündedir. Aynı zamanda odalara
geçişi de sağlayan bu eyvan, paca adı verilen dolap ve nişlerle süslenmiştir. Evin en büyük
açıklıkları oldukları için kemerleri süslü ve göz alıcıdır. Üst örtüleri kavak kirişli “dam”dır.
Sahanlık ve Gezemek: Cahit Sıtkı Tarancı Evi’nde merdiven genellikle bir
sahanlıkla son bulur. Sahanlığın uzatılarak eyvan ve odalara geçiş yapan bölümüne
“gezemek” adı verilir. Bu bölüm evin batı kanadındaki odanın önünde yer almaktadır.
Merdivenler yapının diğer bölümlerinde olduğu gibi dişi bazalt taştandır. Korkuluklar
demir işçiliğinin en güzel örnekleriyle çevrilidir (30).
Bazı varlıklı Müslümanlarla gayrimüslimlerin evlerinde küçük farklılıklar
olurdu. Müslümanlara ait evlerin odalarından birinde kıble tarafındaki duvarda
mihraba benzer bir oyuk olurdu. Misafirler için mutfakta yapılan yemekler tahtanın
bir bölümüne konup tahtaya vurularak çevrilirdi. Böylece namahreme görünmeden
yemek servisi yapılmış olurdu (100).
45
Tarihi Diyarbakır Evleri
Cahit Sıtkı Tarancı Evi (Müzesi)
Cahit Sıtkı Tarancı Sokak’ta bulunan yapı 1820 yılına tarihlenmektedir.
Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak günümüze
ulaşmıştır. Haremlik ve selâmlık olarak inşa edilen evin selâmlık kısmı sonradan
yıkılmıştır. İki katlı bir yapıdır ve kesme siyah bazalt taşından inşa edilmiştir.
Bu binada içe dönük mimari plan uygulanmış olup, cepheler iç avluya
bakmaktadır. Tek katlı ahşap giriş kapısı dar bir koridorla avluya açılmaktadır.
Binada mekânlar, iklim şartlarına uygun olarak mevsimlere göre cephelere
yerleştirilmiştir. Beyaz renkli cas süslemeleri bu binada da en güzel şekilde
kullanılmıştır. Cahit Sıtkı Tarancı Evi, şairin eşyaları ile Diyarbakır yöresinin
etnografik nitelikli eserleriyle düzenlenerek müze-ev olarak ziyarete açılmıştır.
Resim 1. Cahit SıtkıTarancı müzesi ve evi
Ziya Gökalp Evi (Müzesi)
Diyarbakır’ın tipik sivil mimarlık örneklerinden biri olan ev, 1808 yılında
inşa edilmiştir. İki katlı bu yapıda malzeme olarak siyah bazalt taşı kullanılmıştır.
Haremlik ve selâmlık olmak üzere iki bölüm halindedir ve mekânlar ortadaki iç
avlunun etrafına yerleştirilmiştir. Cephelerden biri iki kemerli, revaklı, bir eyvan
şeklindedir ve bu bölümdeki havuz ile serin bir oturma mekânıdır. Ayrıca bazı
kapıların üst kısımlarında Arapça yazılmış kitabeler bulunmaktadır. Ünlü düşünür
Ziya Gökalp’in doğduğu bu ev, varislerinden satın alınarak müze-ev olarak
46
ziyarete açılmıştır. Müzede yazara ait eşyaların yanı sıra, yörenin etnografik
eserleri sergilenmektedir (15).
Resim 2. Ziya Gökalp müzesi ve evi
Diyarbakır Evlerine Örnekler
Resim 3. Diyarbakır Evlerine Örnekler
47
Resim 4. Esma Ocak evi
Resim 5. Dengbej evi
48
Resim 6. Muharrem Erim evi
Resim 7. İskenderpaşa Konağı
49
Resim 8. Behrampaşa Konağı
Resim 9. Cemiloğlu Konağı (Restorasyon Öncesi)
Resim 10. Cemiloğlu Konağı (Restorasyon Sonrası)
50
Büyükşehir Belediyesi’nce Karacadağ Kalkınma Ajansı’nın katkısıyla
restore edilen 200 yıllık tarihi Cemil Paşa Konağı, kent müzesine dönüştürülüyor.
Diyarbakır’ın Tarihi Kültürü Cemiloğlu konağında sergilenmesi tasarlanmıştır.
Osmanlı Valisi Ahmet Cemil Paşa tarafından eklentileriyle yaklaşık 3000
metrekarelik alan üzerine yaptırılan Cemil Paşa Konağı, eski Diyarbakır evlerinde
olduğu gibi mekanlar geniş avlu etrafında dizili. 1600 metrekare kapalı alanı ve
40’ın üstünde odası bulunan konak, üst katlarında banyo, tuvalet gibi alanların
bulunması açısından dikkati çekiyor.
Diyarbakır’a özgü kesme bazalt taştan inşa edilen yapı, haremlik, selamlık
ve mabeyn bölümlerinden oluşuyor. Geniş havuzlu bahçesi, misafirhanesi ve diğer
bölümleriyle küçük bir saray niteliğinde olan konak, taş işçiliğinin de en güzel
örneğini yansıtıyor. Diyarbakır’daki en görkemli ve en büyük konak olan Cemil
Paşa Konağı, bir dönem, okul ve ipek böcekçiliği kapsamında atölye olarak da
kullanılmıştır (66).
Yazlık Köşkler
Günümüze kadar ulaşabilmiş yazlık köşkler Diyarbakır’da köklü bir mimari geleneği
ve gelişimini yansıtmaktadırlar. Bu köşklerin planını etkileyen en önemli öğe iklimdir.
Diyarbakır’da yaz mevsiminin çok sıcak ve uzun geçmesi ve sur içinde
sıkışık bir biçimde konumlanan evlerden uzaklaşmak için, kentin genellikle zengin
bölümü sur dışında yazlık evler inşa etmişlerdir. Diyarbakır’da bulunan yazlık
köşklerin birçok avantajı vardır. Sıcak yaz günlerinde ekili alanlar ve uzun ağaçlar
nem ve serinlik yaratırdı. Köşklerin çoğu havalandırma sağlamak ve manzaradan
faydalanmak için yüksek bir araziye kurulurdu. Şehrin güneyindeki Mardin
Kapı’nın yaklaşık 2 km dışından başlayarak, genellikle nehrin sağ tarafında inşa
edilen köşkler, eğimli bir yükseltide, Evsel Bahçeleri’ni ve Dicle Nehri’ni görecek
konumda yer alır. Köşklerin neredeyse tamamında, yamacın üst kısmında yer alan
kayalıklardan gelen su kaynakları bulunmaktadır. Çoğu, 19. yüzyılda yapılan bu
yapılar Osmanlı ve Akkoyunlu dönemine aittirler.
Araştırılan köşk sayısı 9 dur. Ancak bunların bir bölümünde yapının çoğu
yıkılmış ve bozulmuştur. Bu köşk yapılarının dört Gazi, Kuşdili, Erdebil ve
Ağuludere köşkleri, Hacı Ağa, Bekir Paşa, Pamuk ve Hami köşkleridir.
Hacı Ağa Köşkü
Köşkün üzerinde inşa kitabesi bulunmadığından yapım tarihi mimari
özelliklerine bakılarak 19.yüzyıl Osmanlı dönemi olarak tahmin edilmektedir. Yapı
Mardin kapı çıkışında evsel bahçeleri içinde yer almaktadır. Mevcut planıyla iki
oda ve bir eyvandan oluşan yapının önünde eyvandan akan “selsebil”in buluştuğu
dikdörtgen bir havuz yer alır. Dikdörtgen forma sahip tek katlı olan yapı şu anda
bakımsızlıktan büyük bölümü yıkık durumdadır. Köşk’ün mülkiyeti Ali Keşkür’e
aittir.
51
Bekir Paşa (Ömer Bekir Paşa) Köşkü
Halk arasında ‘Ömer Bekir Paşa Köşkü’olarak da bilinen yapı, Dicle nehrinin
batısında yüksek bir tepede, yeşil bir alan içerisinde Evsel Bahçeleri’ne hakim
bir tepede yer almaktadır. Köşk, Cengiz Özgiray’ın mülkiyetindedir. Bakımından
sorumlu kişi ise Mehmet AYDIN’ dır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle
beraber 19. yüzyıl sonları olduğu ve Osmanlıların son döneminde yapıldığı tahmin
edilmektedir.
Dikdörtgen bir plana sahip olan yapı zemin ve bodrum kattan oluşur. Kuzeye
dönük içinde selsebili bulunan bir eyvan ve sağında bir oda yapının şu andaki
durumunu belirler. Bodrum kat depo amaçlı kullanılmaktadır. Yapının dış duvarları
ve döşeme bazalttır. Köşkün ön bölümü avlu bahçe ve havuzdan oluşmaktadır.
Pamuk Köşkü
Yapı Dicle Nehri’nin sağ tarafında yer alan yüksek bir tepede, Gazi Köşk’ünün
üst bölümüne yakın konumlanmıştır. Plan ve mimari özelliklerine bakıldığında
Osmanlının son döneminde, 19. yy sonu 20.yy başında yapılmış olabileceği tahmin
edilmektedir.
Yapı dikdörtgen planlı ve tek katlıdır. Köşkün sadece iki sivri kemerli, içinde
selsebili bulunan bir eyvanı ve kare planlı havuzu günümüze ulaşabilmiştir. Eyvanın
duvar yüzeylerinde içine çeşitli eşyaların konulacağı nişler mevcuttur. Dış duvar
cephesi kesme bazalt taştan yapılan yapının üst örtüsü düz çatıdır. Çatının alt konsolu
“ayı başı” adı verilen taşlarla desteklenmiştir.
Resim 11. Pamuk Köşkü
52
Gazi Köşkü (Seman Köşkü)
Köşkün yapım tarihi ve kim tarafından yaptırıldığına dair, kesin olmamakla
birlikte bazı bilgilere ulaşılmıştır. Plan ve mimari özelliklerine bakıldığında
Osmanlının son döneminde,19. yy sonu 20.yy başında yapılmış olabileceği tahmin
edilmektedir.
1. Dünya Savaşı sırasında Atatürk’ün Diyarbakır’da Kolordu Komutanı iken,
karargah olarak kullandığı köşk, Diyarbakır Belediyesi tarafından 1937 yılında
satın alınarak Atatürk’e armağan edilmiştir. Yapı tescillenmiştir.
Dikdörtgen planlı olan yapı iki katlıdır. Zemin kat bir oda, selsebilli bir eyvan
ve mutfaktan oluşur. Bu bölüm kat yükseklikleri fazla tutularak tepe pencereleri
desteği ve kuzeye dönük yönlendirmeyle uygun hava akımından faydalanır. Köşkün
önü kare planlı bir havuz ve bahçelerle çevrili bir avludan oluşur. Yapının ikinci
katı manzaraya hakim bir konumdadır. Bu katta, eskiden bir eyvan birimi ve iki oda
daha bulunduğu söylenmektedir. Döşeme bazalt, tavan ahşap kirişlemeli, üstü düz
betonarme çatılıdır. Köşkün üst katında Atatürk’e ait eşyalar sergilenmektedir.
Resim 12. Gazi köşkü
Kuşdili Köşkü
Köşk, Gazi Köşkünden sonra Dicle nehrine hakim bir tepede konumlanmıştır.
Yapının bir bölümünde yer alan yazıttan 1904 yılında yaptırılmış olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak kimin yaptığına dair bir bilgi yoktur. Köşk, Mardin şosesinden
köşke ayrılan yolun doğu tarafında bulunmaktadır.
53
Resim 13. Kuşdili köşkü
Hami Köşkü
Köşk, Dicle’ye hakim bir tepede Kuşdili köşkünden sonra konumlanmıştır.
Mimari özellikleri göz önüne alındığında, Osmanlının son döneminde, 19.yy
sonu 20.yy başında yapılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Özel bir şirketin
mülkiyetinde ve bakımındadır.
Bir bodrum üzerine dikdörtgen planlı olarak yapılan havuzlu bu yapı iki
katlıdır. Geniş bir bahçe ile çevrili olan yapının bodrum katının önceleri ahır olarak
kullanıldığı düşünülmektedir. Yapının zemin katında selsebilli eyvan, hamam, ve bir
seyir platformu bulunmaktadır. Üst kata zemin kattan çıkılan bir aralıktan ulaşılır. Bu
katta yer alan oda dikdörtgen planlı ve bol pencerelidir.
Erdebil Köşkü
Köşkün yapım tarihi ile ilgili bazı bilgilere ulaşılmıştır. Plan ve mimari
özelliklerine bakıldığında Osmanlının son döneminde, 19.yy sonu 20.yy başında
yapılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Köşk, tescillenmiştir. Halk arasında ‘Ber
Der-i Pır’ olarak ta bilinen köşk, Dicle Köprüsü’nün batısında yüksek bir tepede
yer almaktadır. Yapı geniş ve etrafı çiçeklerle çevrili geniş bir alan içerisinde
bulunmaktadır.
Resim 14. Erdebil köşkü
54
Ağuludere Köşkü
Köşkün üzerinde inşa kitabesi bulunmadığından, kesin yapım tarihi ve kim
tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Plan ve mimari özelliklerine bakıldığında,
Osmanlının son döneminde, 19. yy. sonu 20.yy. başında yapılmış olabileceği tahmin
edilmektedir. Yapı tescillenmiştir.
Yapı, Mardin Kapısı’ndan 3 km. güneyde, anayoldan 200 m. içerde,
yamaçta; Dicle Nehri’ne karşı yapılmıştır. Halk arasında ‘Arabın Köşkü’ olarak
da bilinmektedir. Köşk, geniş ve etrafı çiçeklerle çevrili geniş bir alan içerisinde
bulunmaktadır.
Kavs (Cihannüma) Köşkü
Çarbağ Köşkü olarak da bilinir. 1991 yılına kadar ayakta kalabilen ancak
ilgisizlikten tamamıyla yıkılan bu köşk, Kavs köyünde Dicle’nin karşı tarafında
Kırklardağı’nın eteklerinde yer almaktaydı. Yapım yılı XVI. yy. sonu XVII.
Başlarına tarihlenmektedir. Siyah bazalt taş ve beyaz kalker taştan örülü, iki katlı bir
yapıdır. güneydoğuya bakan büyük bir eyvanı, hamamı ve camisi ile oldukça büyük
bir kompleks oluşturmuştur.
Evliya Çelebi köşkü şöyle anlatır: Meşhur bir irem bağıdır hatta Bağdat Fatihi
IV. Murat, Bağdat fethinden sonra bu bağa gelip adalet icra ve iş-ü işret etmiştir. Bu
gezinti yeri cennet bahçesinden bir köşedir ki tarifi imkansızdır (31).
Ferit köşkü
Resim 15. Ferit Köşkü
55
Hazro Beylerinin Konağı
Resim 16. Hazro Beylerinin Konağı
Silvan Azizoğlu konağı
Resim 17. Silvan Azizoğlu konağı
56
Silvan Sadık Bey Evi
Resim 18. Silvan Sadık Bey Evi
Çınar Güzelşeyh kasrı
Resim 19. Çınar Güzelşeyh Kasrı
57
Çermik Beylerbeyi Konağı
Resim 20. Çermik Beylerbeyi Konağı
Diyarbakır Hamamları
Kentte, kültür varlıklarının çoğu, bakımsızlıktan adeta yıkılmaya terk
edilmiştir. Hamamlar bundan en fazla nasibini alanlardır. Daha yüzyıl öncesine
kadar sayıları 20 olan hamamlardan günümüze ancak yedi tanesi ulaşmıştır. Bugün
şehrin merkezinde kısmen veya tamamen ayakta kalmış 7 hamam bulunmaktadır.
Bunlardan Deva Hamamı, Paşa Hamamı, Kadı Hamamı, Çardaklı Hamamı ve
Vahap Ağa Hamamı bütün bölümleriyle; Melek Ahmet Paşa Hamamı sadece
soyunmalık bölümü ile Küçük Hamam soyunmalık dış cephe duvarı ile mevcuttur.
Günümüze ulaşan hamamlardan, Vahap Ağa Hamamı 17. yy.’da diğerlerinin ise
16. yy.’da inşa edildiği tespit edilmiştir.
Diyarbakır sur içi bölgesi, dört kapıyı birbirine bağlayan iki ana yolla
dört parçaya ayrılmıştır. Çardaklı Hamamı şehir haritasında görüldüğü gibi sur
içi kuzey doğu çeyreğinin kuzeye yakın yerindedir. Paşa Hamamı da yine bu
bölgede Yeni Kapı Sokağı’na yakındır. Güney batı diliminde; Deva Hamamı
güneye doğru uzanan Gazi Caddesi üzerinde Deliler Hanı’na varmadan sağ
tarafta yer alır. Melik Ahmet Paşa Hamamı da güney batı diliminde Urfa Kapı’ya
uzanan Melik Ahmet Paşa Caddesi üzerindedir. Yine Melik Ahmet Paşa Caddesi
üzerinde sol tarafta Küçük Şensu Hamamı ve Parlı Safa Camii karşısında Kadı
Hamamı, Gazi Caddesi üzerinde Ulu Camii’ ne yakın Vahap Ağa Hamamı, kuzey
batı diliminde yer alan hamamlardır. Dikkat edilirse günümüze kadar ulaşan bu
hamamlar genellikle şehir giriş kapılarına yakın, ticaretin yoğun olduğu ve birkaç
sokağın birleştiği mahallelerde bulunmaktadır (32).
Deva hamamı
Diyarbekir’de eskiden, şehrin tamamen surların içinde olduğu dönemlerde,
şehrimize kapılardan girildiğinde yol yorgunluğunu atmaları ve temizlenerek şehre
girmeleri için, kapıların yakınlarında ünlü ve tarihi hamamlarımızın bulunduğunu
biliyor muydunuz?
58
Bu ünlü hamamlarımızdan bir tanesi günümüzde halk arasında Deva hamamı
diye adlandırılanıdır. Osmanlı kayıtlarında Hüsrev Paşa (Osmanlı döneminin ikinci
beylerbeyi) vakfına ait olduğunun yazılmasından dolayı 1520–1540 yılları arasında
yaptırıldığı tahmin edilmektedir. 1930 yılında Vakıflar müdürlüğüne satılan hamamın
asıl adı, ilk yaptırıldığı (1520–1540) yıllarında ve sonrasında ki isminin Hamam-ı
Kebir (Büyük Hamam) diye adlandırılır. Sonradan adı Deva hamamı olur.
Deva Hamamı olarak 1711 tarihinde esaslı bir onarım geçirdiği Diyarbakırlı
Şair Hami’nin (1679–1747) satırlarından anlaşılmaktadır.
“Hüsn-i Ta’mîrin görüp Hâmi dedim tarihini
Sıhhati kasteyleyen gelsin Devâ hamamına”.
Gazi Caddesi üzerinde Mardin Kapısı yakınında olan hamam şehrimizin en
güzel hamamlarındandır. 1711 yılından sonra çeşitli tarihlerde yine onarıldığı ve
gelişigüzel, bilinçsizce yapılan bu onarımların, hamamın mimari güzelliğini bozduğu
gözlenmektedir (92).
1540 yılında Hamam-ı Kebir (Büyük Hamam) adını taşıdığı ve Hüsrev Paşa
vakfından olduğu, yılda 6300 akçe gelir sağlandığı, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde
bulunan aynı tarihli Tapu Tahrir Defteri’ndeki 200 nolu kayıttan öğrenilen bilgiye
göre bu hamamın sonradan adı Deva Hamamı ol­muştur. Yapılış tarihinin XVI.
yy’ın ilk yarısı olduğu ve büyük ihtimalle 1520–1540 tarihleri arasında yaptırıldığı
söylenebilir.
Sokaktan basık kemerli kapıdan iki basamak inilerek bir taşlığa girilir.
Taşlıktan yine bir kapı ile beş basamak inilerek hamamın soğukluk bölümüne ulaşılır.
Soğukluk kare planlı, yanlarda ayakları yere kadar inen, ince dört sivri takviye
kemeri ve köşelerde sivri kemerli dört tromp üzerinde olan kubbe ile örtülüdür.
Tepede sekizgen planlı bir aydınlık feneri bulunur.
Soğukluğun kubbe çapı 14,00 m. dir. Ortada 21 parça taşın birleşiminden
oluşan bir havuz vardır. Bu taşların dış kısmında büyük yivler açılmıştır. Soğukluk
ve ılıklık kısmının arasında kalan kapının ortasında tüteklik bacası bulunur. Bu da
buharın soyunmalık bölümüne geçmesini önler.
Çardaklı hamamı
Yapının kitabesi olmadığından yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir.
Ancak hamamın 14 Ocak 1842’de, Hüsrev Paşa Vakfı’na ait olduğu ve 1930
yıllarında Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce satıldığı bilinmektedir. Buna göre hamamın
1520–1540 tarihleri arasında inşa edildiği söylenebilir. Hamam, dikdörtgen planlı
bir soğukluk, bunu takiben yine iki bölümden oluşmuş dikdörtgen planlı ılıklık, helâ,
sofa, on iki köşeli yıldızvari plan tipine uygun köşelerde halvet ve halvet aralarında
eyvanlardan oluşan sıcaklık, su deposu ve külhanın birbirine uzunlamasına bitişmesi
suretiyle oluşmuş bölümleri içermektedir. Taşıyıcı olarak sağlam olan hamam, ferah
ve aydınlıktır.
59
Diyarbakır Paşa Hamamı
Eski adı Behram Paşa Hamamı’dır. Şubat ortaları 1569 tarihli vakfiyeden,
Behram Paşa’nın Diyarbakır’da Şeyh Mattar Camii yakınlarındaki bu hamamın,
cami, mescid ve medrese ile birlikte inşa ettiği anlaşılmaktadır.Hamam, 1564-1567
tarihleri arasında yaptırılmıştır.
1655’te Evliya Çelebi hamam için aşağıdaki tanımlamayı yapmaktadır:”Bu
Paşa-yı zişan Gazzevi olmağla Arabistan’da gördüğü bir musanna hamam bina
etmek için Gazze ve Kudüs’ten ustad-ı kâmil bennalar ve ruhamkarlar getirip ve nice
deve yükü gûnâgûn somaki ve mermer yer kani ve zenburi sengi ebrular getirdup
bu hamama döşemiştir. Hakka bir hamam-ı ibretnüma ettirmiş kim misli meğer
Şam’da Defterdar Hamamı ola yahut Diyar-ı Mısır’da Menfelut şehrinde Osman
Bey Hamamı ola”.
Hamama güney (erkekler girişi) ve batı (kadınlar girişi) yönlerinde bulunan iki
kapı ile girilmektedir. Güneyde sokaktan sağır sivri bir kemere oturtulmuş kapıdan
bir avlu vasıtası ile girilir. Avludan, sivri kemerli bir kapı ile soğukluk bölümüne
geçilir. Kare mekânlı soğukluk kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş, pandantiflerin
sekizgen bir kasnakla birleşmesi suretiyle sağlanmıştır. Kubbe dıştan sekizgen
kasnaklı olup, ortasında bir aydınlık feneri yer alır.
Melik Ahmet Paşa Hamamı
Melik Ahmet Paşa tarafından 1564–1567 yılları arasında yapılmıştır. Hamamın
iki kapısı bulunmaktadır. Kapıların biri cadde yönünde (erkekler için) diğeri ise sokak
tarafında (kadınlar için) dır. Özgün kapı caddede ve soğukluğun kuzeyindedir. Sivri
kemerli küçük bir giriş nişi içinde lentolu olan kapı bugün yok edilmiştir. Oldukça
özenli olan kapının sağında ve solunda kemer ayakları altında olduğu anlaşılan dört
köşeli ince burmalı sütunce başlığı görülmektedir.
Hamam sadece soğukluk bölümü ile günümüze ulaşmıştır. Kare planlı
soğukluğu örten kubbeye geçişler, yanlarda dört sivri kemerin taşıdığı tromplar
vasıtası ile sağlanmıştır. Kubbenin tepesinde sekizgen bir fener yer alır. Soğukluk
cephede özgün olmakla birlikte, içerde yatayda iki bölüme ayrılmıştır.
Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 02.07.1982
tarihli kültür envanterine göre Melik Ahmet Paşa Hamamı’nın ılıklık ve sıcaklık
mekanları şöyle tanımlanmaktadır: “Soğukluğun kuzeyi ile ılıklık ve sıcaklık
kısımlarının kuzeyine gelen birer hücre birbirine bağlanarak erkeklere mahsus küçük
bir bölüm oluşturmuştur. Soyunma yerinin güneyine açılan basit bir kapı kadınlar
içindir. Ilıklık kısmı yan yana üçer kubbe ile birer yarım kubbeden oluşan iç içe iki
kısımdır. Her iki bölümün kuzey hücreleri birer bölme ile ayrılarak erkelere tahsis
edilmiştir. Sıcaklık, yanlarda sivri kemer gerisinde küçük birer kubbe ile örtülü dört
eyvan ile köşelerde kubbeli birer hücreden oluşur”.
60
Diyarbakır Kadı Hamamı
4 Eylül 1727 tarihli vakfiyede adına rastlanır. Evliya Çelebi’nin İpariye-Eşbek
Hamamı olarak söz ettiği hamamın, Kadı adını ne zaman aldığı bilinmemektedir.
Safa caminin yanındadır.
Soğukluk kare planlı ortasında dairesel bir havuz bulunan kubbe ile örtülü bir
mekândır. Pandantifler ve sekizgen bir kasnak vasıtası ile kubbeye ulaşılır. Alaturka
kiremit ile örtülü kubbeye doğru yuvarlak kemerli pencereler vardır. Ilıklık birbirine
bağlı kare planlı iki mekandan oluşmuştur. İkinci odanın sonunda helâlar yer alır.
Sıcaklık, dört eyvan ve köşe halvetli, haçvari plan tipindedir. Yıkanma
mekânlarında ikişer üçer kurna bulunmaktadır. Eyvanlara giriş kemerlidir. Örtüsü
kubbedir. Kubbelerde bulunan ışıklıklarda mekânlar doğal olarak aydınlanmaktadır.
Döşemesi moloz ve bazalt taşındandır Yıkıma terk edilen hamam basit onarımlarla
kullanıma açılabilir.
Vahap Ağa Hamamı
Hamamın esas adı Abdulvehap Ağa Hamamı’dır. 1 Eylül 1802 tarihli vakıf
hüccetinden Sefa Camii’nin evkafına dahil olduğu belirtilmektedir. Mimari ve yapılış
tarihi bilinmemekle beraber XVI-XVII. yüzyıl plan özellikleri göstermektedir.
Kare planlı soğukluk, yanlarda dört sivri kemer ile köşelerde trompların yer
aldığı kubbe sekizgen kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnağın dört yanında sivri
kemerli birer pencere vardır. Kubbenin ortasında sekizgen planlı bir fener yer alır.
Fenerin her yüzünde sivri kemerli birer pencere bulunmaktadır. Soğukluk günümüzde
özgün işlevi dışında giyim mağazası olarak kullanılmaktadır. Yapılan yatay ve dikey
bölünmeler ile mekânsal bütünlük yok edilmiştir.
Ilıklık iki adettir. Birincisi soğukluğa paralel olarak sıralanmış üç kubbe ile
örtülü bir koridordan ibarettir. Güneydeki kubbeden birinciye, oradan da dik bir
mihver üzerinde yan yana üç kubbe ile örtülü ikinci ılıklığa girilir. “L” biçimindeki
bu ılıklığa güney tarafından basık kemerli bir kapıdan girilir. Günümüzde “L”
biçimindeki bu ılıklık soğukluk işlevini görmektedir (91).
Çermik-Saray Hamamı
Beyler Sarayı gibi Osmanlılar döneminde Çermik Sancak Beyleri tarafından
yaptırılmıştır. Birçok kitap ve dergide hamama dair bilgiler yer almaktadır.
M. Fahrettin Kırzıoğlu, Saray Hamamı ile ilgili şunları yazmış: “Anılan Sarayın
doğu kemsindeki Harem bölümünde bulunup, çinilerle, çok zevkli yerleştirilmiş
mozayıklarla süslü bulunan dört kubbeli ve akmermerlerle karataştan yapılmış olan
bu yapı, sivil mimarlığımızın bir şâheseri sayılır. Kurun (curun) ları bile yerinde
duran ve çok görülmeğe değer olan bu güzel eserin üzerinde ve delinen kubbelerin
altında kuşlar barınmaktadır. Bu hamamda da kitâbe bulunmaktadır.” (Kara-Âmid
dergisi, c.1, s.1, Eylül 1956, s. 266–281).
61
Arifî Paşa, seyhatnamesinde: “Çermik beylerinin harâbehânesi gezildi.
Şimdiki halde harebesinde on fukara hânesi vardir. Üst katındaki musanna fiskiye
ile rengarenk kanâtîr ve avâmîdi ve hele musanna’pencereleri hüsn-i mimariyle
âsâr-ı nefisesindendir. Harem dairesinde pek müzeyyen ve dil- arâm bir de hammâm
var ise de o da harâbdır. Kesret-i huddâm bir vakit ve cevarî ile tanin-endaz ve
velvele-sâz olan işbu dâ’ire-i cesîmenin sakfındaki leylek yuvalarında hasıl olan
laklakalar, şakşaka şimdiki hey’et-i hüzn üzerine şenlikdir” diye beyler sarayının
hüzünlü durumunu tarihe not düşmüştür (Belgeler Dergisi (Cilt: XVIII, Yıl: 1997,
Sayı: 22), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1998, s. 102).
Rahmi Hüseyin Ünal ise, saray hamamını mimarî yönden incelemiş ve bu
konudaki değerlendirmesini Diyarbakır İli’ndeki Bazı Türk-İslâm Anıtları
Üzerine Bir İnceleme adlı çalışmasında yayınlamıştır (Atatürk Üniversitesi
Basımevi, 1975, s.151–156).
Nusret Aydın da, 2011 yılında yayınlananDiyarbekir ve Mırdasiler Tarihi
adlı kitabında Mırdasiler hakkında geniş bilgiler verirken, aynı zamanda Çermik
beyleri, beyler sarayı ve saray hamamı ile ilgili bilgiler de vermektedir (Diyarbekir
ve Mırdasiler Tarihi, Avesta Yayınları, İstanbul, 2011, s. 351–357).
Resim 21. Çermik Saray Hamamı
Resim 23. Melik Ahmet hamamı
62
Resim 22. Vahap ağa hamamı
Resim 24. Kadı hamamı
Resim 25. Gariban hamamı Resim 27. Çardaklı hamamı
Resim 26. Cemşid ağa Hamamı
Resim 28. Deva Hamamı Köprüler
Anadolu’nun en eski köprüleri Diyarbakır çevresinde karşımıza çıkmaktadır.
Bunların bazıları Türk devri öncesi yapılardır. Fakat Türk devrinde devamlı onarım
görmüş, günümüze ulaşması sağlanmıştır. Bugün ulaşım sistemi değişmiş olmasına
rağmen, bu köprüler mimarileri, üzerlerindeki kabartmaları ve yazıtlarıyla ilgiyi
üzerlerine çekmektedirler. Bir kısmı onarım görmüş, yaşama olanağı elde etmiş, bir
kısmının ise ancak ayakları fark edilmektedir.
Diyarbakır’ın yakın çevresindeki köprülerin çoğu Artukoğull arı D e v r i’nden
kalmadır. Bu köprüler ulaşımı kolaylaştırma amacının yanısıra, mimari bir kaygıyla
ele alınmıştır. Yer yer ilginç görünüşlerle karşımıza çıkmaktadırlar. Diyarbakır’daki
Türk Devri Mimarisi bütün açıklığıyla belirtilmek istenirse, bu yapıların üzerinde
ayrıntılı durulmalıdır. Ancak o zaman bir bütünlüğe erişilmiş, Diyarbakır’da
egemen olmuş devletlerin bu mimariye katkıları açıklığa kavuşmuş olur. Özellikle
böyle bir yöntem, Artukogulları, Akkoyunlular ve Osmanlılar Devri için yararlıdır.
Çünkü bu Türk devletlerinin ürettiği sanat, yalnız dinsel yapılardan ibaret değildir.
Bu yapıların yanısıra askeri ye sivil yapılar da büyük önem taşımaktadır. Köprüler
bir bakıma ulaşım sistemini kolaylaştırması amacı güderler, fakat bunların yanında
askerî kaygılar da ağır basar. Diyarbakır gibi, çevresini Dicle’nin ve kollarının ağ
gibi bezediği bir yerde, köprüler büyük önem taşımaktadır.
63
Ortaçağda bu yöreyi gezen gezginler, özellikle anıtsal köprülerin varlığından
söz etmekte, benzeri köprülere hiç bir yerde rastlamadıklarını bildirmektedirler.
Bunların başında, kuşkusuz Silvan yolu üzerindeki Malabadi Köprüsü gelmektedir
(Res. 60). Batman Suyu üzerindeki bu köprü M. 1147 (H. 542) yılında, Artuk
oğulları’ndan Timurtaş bin İlgazi tarafından yaptırılmıştır. Köprünün önemi,
büyük kemerden ve kabartmalarından gelmektedir. Benzeri örneği azdır. Bir diğer
örnek Çermik Köprüsü’dür. Ortada bir büyük, yanlarda birer küçük olmak üzere,
üç gözden meydana gelen bu köprü, görünüşüyle Malabadi Köprüsü’nün yanında
daha yalın kalır. Artukoğlu Necmeddin Alpi’nin ölümünden üç yıl sonra, kızı
Zübeyde Hatun tarafından kardeşi II. İlgazi zamanında M. 1179 (H. 575) yılında
yaptırılmıştır. Ayrıca Devegeçidi Suyu üzerinde altı gözlü Sultan IV. Murat’ın bir
köprüsü vardır. XVII. yüzyıldan kalan bu eser, Karaköprü adıyla da tanınır.
Dicle Köprüsü-Ongözlü Köprü
Mardin Kapısının üç kilometre dışında, kentin güneyinde, Atatürk
Köşkü’nün altındadır. Bugün üzerindeki yazıttan M. 1065 (H. 457) tarihinde
yapıldığı yazılıdır. Köprünün bu tarihten çok önce yapılmış olması gerekir. Zamanla
tahrip olunca, 1065 yılında yeniden denecek şekilde elden geçirilmiş, devamlı
onarım görmüştür. Bugünkü ayakta görülebilen kısımlar, yazıtından anlaşılacağı gibi
Mervanoğullları Devri’nde, Diyarbakır hükümdarı Nizamüddevle Nasr tarafından
yaptırılmıştır. Üzerindeki yazıtta, yapının mimarını bildiren kısımda bazı bozuk
yerler bulunmaktadır. Bu yazıtı S. Savcı Numan Ubeyd bin Yusuf olarak okumuştur.
J. Sauvaget yalnız Ubeyd adını vermiştir L. Mayer ise, Ubeyd bin Sencer şeklinde
göstermiştir. İlk şekli, kentin kuruluşu ve gelişmesiyle ilintili olabilecek bir geçmişi
bulunan Dicle Köprüsü, bugün de Silvan’a gidişi sağlamaktadır. 1065 tarihinde
tamamen elden geçirildiği anlaşılan bu köprü, daha sonra devamlı onarılmış, böylece
günümüze ulaşmıştır. On gözlü Dicle Köprüsü kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır
(33).
Resim 29 a. Ongözlü Köprü (Dicle Köprüsü)
64
Resim 29 b Ongözlü köprü (Tarihi Görünüm
Orlandao Carlo Calimeno kolleksiyonu) Osman Köker Sergisi
Devegeçidi Köprüsü
Diyarbakır–Ergani karayolunun 25. km.’sinde, yoldan yaklaşık 100 m.
kadar içeride, Devegeçidi Suyu’nun üzerindedir. Köprü üzerinde yapım yılını ve
yaptıranını belirten bir yazıt bulunmamaktadır. Beysanoğlu (1990), köprünün adını
IV. Murat Köprüsü olarak verip, IV. Murat’ın Bağdat seferi zamanında yapıldığını
belirtmektedir.
Köprünün uzunluğu 119 m, genişliği de 6,40 m’dir. En büyük kemer açıklığı
13,70 m.’dir. Bazalt taşın hâkim olduğu yapı, boyutları birbirinden farklı yedi gözden
oluşmaktadır. Dere üzerindeki dört gözün kemerleri diğerlerinden daha büyük olup,
daha küçük olan diğer üç göz boşaltma görevi yapmaktadır. Üstü inişli çıkışlı olmakla
beraber, yapım düzeni üstü düz olan köprüler sınıfına girmektedir (34).
Resim 30. Devegeçidi Köprüsü
65
Karaköprü
Karasu Köprüsü olarak da bilinen yapı, Diyarbakır- Ergani yolunun 12.
km.’sinin sağ tarafındaki eski Eğil yolunda, Devegeçidi Çayı üzerinde yer almaktadır.
Köprü üzerinde yapım yılını, yaptıranını veren bir yazıt bulunmamaktadır. Yapım
yılı ile ilgili farklı tespitler vardır. Çulpan (2002), yapıyı 17. yüzyıla tarihlendirmiş,
Sözen (1971) ise bir Osmanlı Dönemi eseri olduğunu belirtmiştir. Mansap
tarafındaki ilk kemerin kilit taşı üzerindeki haç motifi ile batı yöndeki kemer
üzerindeki Bizanslılara atfedilen (Tabula Ansata) dikdörtgen ve kenarlarda birer
üçgenle sonlandırılan kitabeliği yapıyı Bizans Dönemine tarihlendirebilmektedir.
Sanat Tarihi uzmanı Prof.Dr. Hakkı Acun ise köprüde yaptığı incelemede kemer
biçimlerine dayanarak yapının bir Roma Dönemi eseri olduğunu belirtmiştir.
Bazalt taşın hâkim olduğu yapının uzunluğu 94 metre genişliği 7 metredir. Altı
gözden oluşan köprünün kemerleri yarım daire şeklinde düzenlenmiş olup, memba
yüzünün en sağdaki kısmı diğerlerine göre daha küçük yapılmıştır.
Köprünün memba tarafındaki selyaranları üçgen gövdeli ve külahlıdır.
Selyaranlar, suyun açıklıklara yönelmesi ve çarparak köprüye zarar vermemesi
için, köprü ayaklarının menba tarafına yapılan üçgen planlı masif taş bölümdür.
Üçgen planlı olabileceği gibi altıgen ve yuvarlak da olabilmektedirler. Ortaçağdan
Osmanlı devri sonuna kadar yapılan taş köprülerin günümüze kadar korunmasında
selyaranların önemli rolü vardır.
Resim 31. Karaköprü
Kırmasırt Karaköprüsü
Dicle Nehri üzerinde, Mardin Yolu’nun 23. üncü km.’sindeki Kırmasırt
Beldesi’nin içerisinde yer almaktadır. Üzerinde yapım yılını ve dönemini belirten
bir yazıt yoktur. Ancak İlter (1978) yapım tekniğine ve sözlü kaynaklara göre 12.
veya 13. yüzyılda yapılmış olabileceğini belirtmektedir.
66
Bazalt taştan yapılı köprü, beş gözlüdür. Köprü boyu 73,90 m, genişliği
5,70m.’dir. Memba yüzündeki sivri, üçgen prizma şeklindeki selyaranlar basık
külahlarla örtülmüştür. Üstü düz geçilen yapıda çeşitli dönemlere ait onarım
izleri bulunmaktadır. Yanında yapılmış olan betonarme köprü taşıt trafiği için
kullanıldığından, bu köprü sadece yayalar tarafından kullanılmaktadır. Yapılan
onarımlardan dolayı köprü yüzeylerinde farklılıklar görülmektedir.
Resim 32. Kırmasırt Karaköprüsü
Haburman Köprüsü
Eski Çermik–Siverek yolunda, Fırat Nehri’ne dökülen Sinek Çayı üzerindedir.
H.579 (1179) yılını veren yazıtına göre bir Artuklu Dönemi eseridir Su üzerinde düz
bir aksla devam etmeyip, boşaltma kemerinin de yer aldığı doğu kısmı kırılmaktadır.
Yanlara eğimle inen, ortadaki büyük ana kemer ile her iki yanındaki birer boşaltma
gözünden oluşan yapı, üç gözlü bir köprüdür. Korkuluğu bulunmayan yapı, 1927
yılında onarılmış ve bu onarımı belirten bir kitabe köprü üzerine yerleştirilmiştir.
Toplam uzunluğu 95,5 m, genişliği 5,5 m. dir. İki kademeli üçgen gövdeden
oluşan selyaranların üstü de aynı biçimde yükselen külahlarla tamamlanmıştır.
Özenli bir taş işçiliğinin sergilendiği selyaranların önüne yakın zamanda eklenen
duvarla destek verilmiştir.
Kalker taşın hâkim olduğu yapının kemer iç yüzeylerinde ve tempan
duvarlarının dökülen taş kaplamalarının altından tuğla örgülerin görülmesi, taşın
bazı yerlerde kaplama amacıyla kullanılmış olabileceği düşünülmektedir.
67
Resim 33. Haburman Köprüsü
Dilaver köprüsü
1615,1618 ve 1620 yıllarında Diyarbakır valisi olan Dilaver paşa bu köprüyü
yaptırdı. H.1262’de ise Hacı Ragip Bey kendi parasıyla tamir ettirdi (35).
Resim 34. Dilaver Köprüsü
Anbar Çayı Köprüsü
Diyarbakır–Silvan yolu üzerindedir. Bugün tamamen yıkılmış olup,
kalıntıların bir kısmı görülmektedir. Yıkımından önce üzerinde var olan kitabesinden
Artukoğullarından Ebul Feth Evdud Bin Mahmud tarafından 1223–1232 yılları
arasında yapıldığı öğrenilmiştir.
68
Resim 35. Anbar Çayı Köprüsü
Köprü İnşa ve Tamir Çalışmaları
Yapılmış köprülerin yanı sıra yenilerinin yapımı ve tamiri çalışmaları daha
sonraki dönemde devam etmiştir. Bu bilgilere aşağıda verilen Osmanlı belgeleri ile
ulaşılmaktadır.
Ergani madeninden Harput’a doğru Mihrabdağı yolunun şose olarak yapılıp,
yüz seksen köprü, üç bekçihane ve iki pınar inşa edildiğinin mahallinden bildirilmesi
üzerine valinin bu husustaki çalışmalarının takdir edildiği hakkında irade, aşağıda
verilen 8 Aralık 1870 (Belge 1) ve 3 Kasım 1870 (Belge 2) tarihli Osmanlı
belgelerinden anlaşılmaktadır.
Belge 1. 8 Aralık 1870 tarihli
Belge 2. 3 Kasım 1870 tarihli
69
Bağdat-Diyarbakır yolunda Göksu Deresi üzerine yapılacak köprü için
düzenlenmiş 21 Ocak 1889 tarihli (Belge 3) ve Halep-Diyarbakır yolunda Arastol
Deresi üzerine inşa olunacak köprü için düzenlenmiş 21 Ocak 1889 tarihli (Belge
4) belgelerden Osmanlı döneminde köprü inşası çalışmalarına önem verildiğini
göstermektedir.
Belge 3. Bağdat-Diyarbakır yolunda köprü inşası için belge (36).
Belge 4. Halep-Diyarbakır Yolunda Köprü İnşası İçin Belge (36).
70
DİYARBAKIR’DAKİ TARİHİ DİNSEL MEKÂNLAR
19. yüzyıl salnamelerine göre Diyarbakır’daki Tarihi Dinsel Mekânlar aşağıda
ayrıntılı bir şekilde verilmektedir.
Cami ve Mescitler
Diyarbakır merkez sancağında Vali İsmail Paşa zamanında 5 cami, mevcutken
busayı 1308 H. yılına gelindiğinde 28 cami ve 32 aded mescide ulaşmıştır (47). 1317–
1379 H. yılında da bu rakamlar 120 Hanefi cami, 4 Şafii Cami ve 21 mescit’e ulaşır.
Diyarbakır merkez sancağına bağlı kazalarda ise Cami ve Mescit sayıları
şöyledir: Siverek kasabasında 1291 H. ve 1292 H. salnamelerinde 5 cami varken,
1317–1379 H. yılında 2 cami ve 3 mescit kaydedilmiştir. 1290–1291 H. yılında Lice
kazasında ise cami vardır. 1317–1379 H. yılına gelindiğinde ise bu rakam 1 cami ve 2
mescit olarak kayıtlıdır. Silvan’da 1290–1292 H. salnamelerinde verilen bilgiye göre
4 cami bulunurken, 1317–1379 H. salnamesinde cami sayısı 10’a yükselmiştir (37).
Diyarbakır Suriçi’nde bu gün ayakta kalan 31 adet tarihi cami, 7 tane kilise ve
bir tane de havra bulunmaktadır. Bunlar şehre önemli bir oranda tarihi, kültürel ve
dinsel anlamda zenginlik ve kendine özgü kentsel bir görünüm kazandırmaktadırlar.
Bu mekânlar, geçmişteki sosyal ve kültürel hayat biçimi hakkında önemli bir
fikir vermekle beraber, günümüzde şehir imajına etkisi bakımından da önemli bir
kaynak olma özelliği göstermektedirler. Bu nedenle önce bahsedilen mekânları
kısaca tarihi geçmişleriyle birlikte hatırlamak yaralı olacaktır. Bunlar;
Ali Paşa Camii, Diyarbakır’ın altıncı Osmanlı Valisi Hadım Ali Paşa’nın
isteği üzerine 1534–1537 yılları arasında yaptırılmıştır.
Arap Şeyh Camii; Diyarbakır’ın 71. Osmanlı valisi Kara Mustafa Paşa
tarafından bir yıllık görev süresi olan 1654 tarihinde yaptırılmıştır.
Behram Paşa Camii; Diyarbakır’ın 13. valisi Behram Paşa tarafından 1564–
1572 tarihleri arasında yaptırılmıştır.
Çağaloğlu Camii; Dönemin valisi Çağalzâde Yusuf Ziya Paşa tarafından
1581 yılında veya oğlu vali Mehmet Paşa tarafından 1604 yılında yaptırıldığı tahmin
edilmektedir.
Fatih Paşa (Kurşunlu) Camii; bıyıklı Mehmet Paşa tarafından 1516–1521
yılları arasında yaptırılmıştır.
Hacı Büzrük Camii; 15. yüzyılda yaptırıldığı tahmin edilmektedir.
Hacı Müştak (Aziziye) Camii; Şeyh Aziz Mahmut Urmevî tarafından 1591–
1620 tarihleri arasında yaptırılmıştır.
Hançeri Güzel (Hüsamettin) Camii; Yıkılan Hüsamettin Mescidinin üzerine
vali Mehmet Halit Bey tarafından 1896–1902 yılları arasında inşa edilmiştir.
Hanzade Camii; Vali Mehmet Halit Bey tarafından 1896–1902 yılları
arasında inşa edilmiştir.
71
Hasırlı Camii; Evliya Çelebi Seyahatnamesi’inde caminin kümin
yaptırdığının bilinmediği ifade edilmektedir.
Hoca Ahmed (Ayni Minare) Camii; 1489 yılında Şirazlı Hâce/Hoca Ahmed
tarafından yaptırılmıştır.
Hüsrev Paşa Camii; Diyarbakır’ın ikinci valisi olan Hüsrev Paşa tarafından
1521–1528 tarihleri arasında yaptırılmıştır.
Hazreti Ömer Cami; Yaptıranı kesin olarak bilinmemekle beraber, Mardin
Kapı üzerindeki 1145–55 tarihli kitabede Nisanoğulları döneminde, Nisanoğlu
Ahmed oğlu Ebu Ali el-Hasan tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir.
Hz. Süleymen Camii; Minare üzerindeki Kitabeye göre, 1160 tarihinde
Nisanoğulları döneminde, Cemalüddevle ünvanlı Nisanoğlu Kemaleddin Ebu’lKasım Ali tarafından yaptırılmıştır. Kayıtlara göre caminin avlusunda 27 sahabenin
medfûn olduğu şehitlik bulunmaktadır.
Kadı Camii; Akkoyunlu döneminde Kadı İsmail tarafında yaptırıldığı tahmin
edilmektedir.
Kaşık Budak Camii; 1850’li yıllarda yaptırıldığı tahmin edilmektedir.
Kavas-ı Sağîr Camii; Kavasoğlu Hacı Ahmed b. Mehmet tarafından 1466–
1467 yılları arasında yaptırılmıştır.
Kozlu Camii; Caminin 16. yzyıl Osmanlı eseri olduğu tahmin edilmektedir.
Kurt İsmail Paşa Camii; Diyarbakır’ın 221. valisi Kurt İsmail Paşa tarafından
1869–1875 tarihinde yaptırılmıştır.
Lala Bey Camii; Eğil Beylerinden Kasım b. Şah Muhammed (ö. 1535)
yaptırmıştır.
Melek Ahmet Paşa Camii; Diyarbakırlı Melek Ahmed Paşa tarafından
1587–1591 yılları arasında yaptırılmıştır.
Nasuh Paşa Camii; Diyarbakır valisi Nasuh Paşa’nın Hanımı Servisehiy
tarafından 1606–1611 tarihleri arasında yaptırılmıştır.
Nebi Camii; Taş örtülü tek kubbeli caminin 15. yüzyıl Akkoyunlu eseri
olduğu tahmin edilmektedir.
Defterdar Camii; Diyarbakır Defterdarı Ahmed Zihnî Bâlî Bey tarafından
1594 yılında yaptırılmıştır.
Safa (Parlı) Camii; 15. yüzyılın ortalarında Akkoyunlu Hükümdarı Uzun
Hasan Tarafından yaptırılmıştır.
Salos Camii; 16. yüzyıl Osmanlı eseri olduğu tahmin edilmektedir.
Sin Camii; 1518–1540 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir.
72
Şeyh Matar veya Mutahhar (Dört Ayaklı Minare) Camii; 1500 yılında
Akkoyunlu Hükümdarı Kasım Bey tarafından yaptırılmıştır.
Şeyh Yusuf Camii; Cami 1468 yılında Kavvasoğlu diye meşhur Hacı Ahmed
tarafından yaptırılmıştır.
Ulu Cami; Ulu Cami Diyarbakır şehrinde bulunan camilerin en büyüğü ve
en ünlüsüdür. Hicri 639’da İslam orduları Amid’i (Diyarbakır) fethedince İyaz
b. Ganm tarafından Mar Thoma (Saint Thomas) Kilisesi’nin üçte ikilik kısmı
camiye çevrilmiştir. Anadolu’nun en eski camilerinden olan Ulu Cami (Cami-i
Kebir) birçok kez bakım ve onarımdan geçirilmiştir. En kapsamlı onarım, Büyük
Selçuklular döneminde Sultan Melikşah’ın emriyle zamanın valisine yaptırılmıştır.
Bu onarımdan Dolayı, Ulu Cami bir Selçuklu eseri olarak kabul edilmektedir.
Bunların dışında, çeşitli zamanlarda yapılan tarihi özelliklere sahip Yahudilere
ait havra ve Hıristiyanlara ait kiliseler bulunmaktadır (38).
.
Resim 1. Nebi (Peygamber) Resim 2. Safa (Parlı) Camii
Camisi
Resim 3. Hüsrevpaşa Camii
Resim 4. İskenderpaşa Camii Resim 5 Alipaşa Camii Resim 6. Behrampaşa Camii
Resim 7. Melik Ahmet Paşa camii Resim 8. Lalabey Camii
Resim 9. Fatih Paşa Camii
73
Resim 10. Hani Ulu Camii Resim 11. Hazro Ulu Camii Resim 12. SilvanUlu Camii
DİYARBAKIR ULU CAMİİ VE BİTİŞİK YAPILAR
Diyarbakır Ulu Camii Gelişimi
Anadolu’nun en eski camilerinden olan Ulu Camii 639 yılında îslam orduları
ararından Diyarbakır fethedildiği zaman şehrin ortasında bulunan Martama (Saint
thoma) kilisesinin ilk önce üçte biri sonra tamamının camiye çevrilmesi sonucu
ortaya çı kmıştır. Diyarbakır’ın Büyük Selçuklu İmparatorluğu toraklarına
katılmasından sonra ilk önce vali, 1090 yılında yıkılmaya yüz tutmuş olan camiyi
Melik Şah’in buyruğu ve yardımlarıyla yeniden onarmıştır. Bu onarıma ait bilgi
H. 484 (1091–1092) tarihli çiçekli, kufi güzel bir yazıtla belirtilmiştir. Bu yazıt
37x23x90 cm. boyundadır. Bu Selçuklu tamirinden sonra 1115 tarihinde vuku
bulan zelzele ve yangın neticesi, Ulu camii büyük zarar görmüş, camide bulunan
“taş kemerler” ve bütün damları kaplayan “kubbeler” de yıkılmıştır. Bundan sonra
caminin şimdiki halini aldığı, içinden çıkarılan eski, renkli mermer veya kara
taştan sütunlar ile korint biçimindeki yapraklarla süslü başlıklar ve üzüm dallı
süslerin Ulu camii avlusunun batı, doğu ve kuzey yanlarında kurulan “Maksure”
kütüphane ve medreselerin avluya bakan yüzlerini süslemelerde kullanıldığını
kitabelerden öğreniyoruz. İlk olarak bu malzeme ile şimdiki “Batı Maksuresi”
İnaloğlu Ebu Mansar İlaldı tarafından 1117-1118’de alt katı ve 1124–1125 yılında
ise üst katı yapılarak her ikisine de otuzar metre uzunluğunda birer satirli kufi
kitabe konulmuştur. Caminin Doğu Maksuresi de aynı taşlarla, İnaloğlu Mahmut
ve veziri Nisanoğlu Ali zamanında ve sonraki yıllarda yapılmıştır.
Şam Emeviye camide kubbeyi yaptıran Melik Şah burada aynı planı kubbesiz
ve daha sade bir mimari ile tekrarlamış olmalıdır. İki katlı revaklarla bir Emevi
yapısını andıran avlunun batı cephesi bir Roma tiyatro sahnesinden kalan sütunlar
ve silmelerle İnaloğulları’ndan Atabey Elaldı tarafından yaptırılmıştır.
Bunlar dışında İnaloğlu Mahmut ve veziri Nisanoğlu Müeyyyeddin Ebu
Ali Nisan adına Ulu Camii minaresinde 1115 tarihli ve yine caminin doğuyabakan
kapısı üstünde Nisanoğlu Ali’ye ait olmak üzere iki kitabe bulunur. Keza,
caminingüney kısmının avluya bakan yüzünde Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin
Keyhüsrev’in1241 tarihli, Artuklu Melik Salih’in 1330 tarihli ve Osmanlı Padişahı
IV. Mehmed’in birer fermanı yazılıdır.
74
Caminin kuzeybatı bölümünü Osmanlılar devrinde Atak beyi Emir Ahmed
Zırki yaptırmıştır. Bunu gösteren 1528 tarihli kitabe mevcuttur. Caminin çeşitli
dönemlerde onarımlar gördüğü manzum kitabelerden anlaşılmaktadrır. Caminin
mihrap kısmı 1712 yılında Maktulzade Vezir Ali Paşa’nın valiliği sırasında, camii
mahfelinin aynı valinin kethüdası Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Caminin
halkın yardımlarıyla 1824 yılında esaslı bir tamir gördüğü, Muyakıthanenin 1837
yılında inşa edildiği, cami minaresinin yıldırım nedeniyle yıkılması üzerine de 1839
senesinde onarıldığı ve de avludaki şadırvanların 1849’da inşa edildiği manzum
kitabelerden belli olmaktadır.
Camii çeşitli devirlere ait kitabeleri, mimari özellikleri itibariyle büyük bir
değer taşımaktadır olup görenleri hayretler içersinde bırakmaktadır.
Ulu caminin giriş kapıları üzeride de çeşitli motifler, kabartma hayvan
ve meyve şekilleriyle süslü kitabeler bulunur. Özellikle ana giriş kapısı olan ve
basamaklar ile camiye inilen doğudaki kapının üzerindeki kitabenin her iki yanında
boğaya saldıran kaplan kabartması büyük ilgi görmektedir. Batı yönüne açılan küçük
kapının üzerindeki taşa oyulmuş Çok zarif yaprak ve meyve motifleri arasında
çoğunlukla üzüm motifinin görülmesi caminin diğer bir ilginç yanıdır. Diyarbakır
Ulu caminin Antik bir tiyatro sahnesini andıran avlusunun yan cephelerindeki
süslemeleri ilgi çekicidir (72).
Beşinci harem-i şerif -Ulu Camii
Diyarbakır Ulu Camisi ibadet mekanını enine kesen üç nef ve orta mekanın
diğerlerinden daha farklı yükseklikte oluşundan ötürü Şam Emeviye Camisi’ni
andırmaktadır (73). Şam emeviye Cami, erken İslam Cami mimarisine uygun
şekilde enine planda genişlemektedir. Çünkü ilk İslam Mescidi olan Medine’deki
Peygamber Mescidi’de bu planda inşa edilmişti. Kıbleye doğru enine gelişen bir
dikdörtgen namaz kılma yeri ve arkasında uzanan geniş bir açık avlu. Bu camiyi
görenler, ardından Diyarbakır Ulucami’ye giderlerse Şam’dakinin neredeyse aynısı
ile karşılaşırlar (74).
Bu iki caminin önemli özelliği Harem-i Şerif oluşlarıdır. Diyarbakır Ulu
Camii 4 dine ibadetgâhlık yapmış Mukaddes Mabed (5. Harem-i Şerif) dir
Diyarbakır ulu camiinin önemli manevi bir özelliği vardır: Anadolu’nun
ilk camii olup, Diyarbakır’ın fethinden bugüne hiç bir zaman düşman işgaline
uğramamıştır. Ulu camii 5 Harem-i şerif’den birisidir. Bunlar:
1. Mescid-i Haram 2. Mescid-i Nebi 3. Mescid-i Aksa 4. Şam Emevi Camii
5.Ulu Camii (Diyarbakır).
75
Resim 1. Diyarbakır Ulu Camiinden bir görüntü
Evliya Çelebi Ulu caminin Hz. Musa zamanında yapıldığını İbranice bir
kitabeye dayandırmaktadır.
Evliya Çelebi mabedin Hz. Musa yapıldığı hususunda Rum alimlerinin tümünün hemfikir olduğunu ifade etmektedir.
Evliya Çelebi, seyahatnamesinde; Diyarbakır Ulu Camisinin
Hz. Musa zamanında yapıldığından
bahseder. İfade şu şekildedir;
“Hz.Musa zamanında yapılmştır.
Bahçe sütünlarının sağ tarafında
bir sütun üzerinde ibranice tarihi
vardır. Kale her kimin eline geçmiş
ise, yine bu mabed, mabed olarak
kalmıştır, içinde öyle bir ruhaniyet
vardır ki; bir kimse iki rekat
namaz kılsa kabul olunduğuna
kalbi şahitlik eder. Güya Halep’in
Ulu Camii, Şam’ın Emevî Camii
yahut Kudüs’ün Mescid-i Aksa’sı,
Mısır’ın Ezher Camii, İstanbul’un
Ayasofya’sıdır” (75,76).
Resim 2. Hz. Musa Zamanına Ait Olan
Ulucaminin Orta Kısmı
76
Aynı noktaya Lord Kınross isimli seyyah da parmak basar. Lord Kınross isimli
seyyah’ın 1954 yılı Londra basılı Toroslardan Asyalı Türkiyede bir Yolculuk isimli
eserinde Ulu cami ile ilgili şu yorumda bulunur ‘Ayrıca evliyaların Ulu caminin
Mosların (Hz. Musa) zamanında yapılmış olduğuna dair önerileri de göz ardı edilmiş
olabilir’ (77).
Ulu camii hükümdarları da ağırlamıştır. Kanuni birinci İran seferinden
dönerken 5 Ekim 1535’de Diyarbakır ulu camiinde Cuma namazını kıldı (78).
Nasırı Husrevin Sefernâmesi’nden Ulu Camii
Ebul Mu’in Nasırı Hüsrev; seyahati esnasında, Diyarbakır ve Silvan’a
uğramış. Bu iki müstesna il ve ilçe hakkında, izlenimlerini “Sefernâme” adlı kitapta
şöyle dile getirmiştir.
Ulucami de bu kara taşla yapılmıştır, öyle bir mükemmel yapıdır ki ondan
daha düzgün, ondan daha sağlam yapılmasına imkan yoktur. Caminin içinde iki yüz
küsur taş direk vardır. Her direk yekpare taştandır. Direklerin üstüne, hepsi taştan
olmak üzere kemerler yapılmıştır. Kemerlerin üstünde de öbür direklerden kısa
direkler, o büyük kemerlerin üstünde yine bir sıra küçük kemerler vardır. Bu mescidin
bütün damlar kubbelerle örtülmüş, her tarafı oyma işleriyle, nakışlarla süslenmiş,
boyanmıştır. Mescidin ortasında büyük bir taş vardır, o taşın üstüne bîf adam boyu
yüksekliğinde, çevresi iki arşın gelen pek büyük yuvarlak taş bir havuz konmuştur.
Havuzun ortasında pirinç bir lüle vardır ki oradaki fıskiyeden berrak su fışkırır, o
suyun nerden gelip nereye aktığı görünmez. Öyle büyük’, öyle güzel bir abdesthane
yapılmıştır ki ondan daha iyisi olamaz. Yalnız binaların yapıldığı taşların hepsi karadır,
Meyafarıkıyn’ın taşlarıysa beyazdır. Mescidin yakınlarında pek özenilecek taştan
yapılmış bir kilise var. Kilisenin zemini nakışlı mermerle döşenmiştir. Bu kilisede
Hıristiyanların ibadet ettikleri kubbeli bir yerde kafesvari bir demir kapı gördüm ki
eşini, hiç bir yerde görmedim (79).
Diyarbakır Ulu Camii Mimari Manzumesi
Bugün Diyarbakır Ulu Cami mimari manzumesinden, ayakta duran parçalar,
iki cami, medrese, iki maksure ile abdest alma tesislerinden ibarettir. Bütün bu
manzumenin genel durum planına bir göz atacak olursak, manzumede ana 6ıa
olarak kurulmuş olan cami ile kuzey yönündeki, etrafı revaklı ve maksureli geniş
avlu, heyetin en eski yapılarındandır. Bu binanın, kuzey ve batı taraflarına çeşitli
zamanlarda, çeşitli binalar kurularak, manzume genişletilmiştir.
Ulu camii ve çevresini kaplayan, bina ve tesisler arasında öylesine boşluklar
bulunmaktadır ki, bu yerlerde de bir takım ve manzume ile ilgili yapıların vaktiyle
bulanabilecekleri düşünülebilir. Nitekim 1962 de vakıflar idaresince yapılan
toprak temizleme sırasında Menzilhaneye benzer bazı bina kalıntılarının parçaları
görülmüştür..
77
Ulu caminin kuzeyindeki geniş avlusunun, doğu, kuzey ve batısında olmak
üzere üç girişi vardır. Bu kapılardan doğuda olanı meydana açılan esas kapılardan
biridir. Bu meydan zamanla yükseltilmiş olduğundan cami avlusu ile burası arasında
bir metreye yakın bir yükseklik vardır.
Kuzey tarafındaki giriş avluya uzunca bir aralıkla ulaşılır. Bu kısmın etrafı
Mesudiye medresesi arka kısımları şafıiler camii yan duvarları abdestlik tesisleriyle
çevrilidir. Batı tarafındaki giriş de Hanefıler Camii binasının bir köşesinde
bulunmaktadır.
Ulu camii mimari manzumesinin genel tanzimi, bugün Hanefıler camii
denilen binanın kitlesine uyularak kurulmuştur ve yine onunla birlikte onarımlar
geçirmiştir. Ulu caminin ilk kuruluş binası, caminin kapalı kısmı (Harim) ile kuzey
tarafındaki üç yanı revaklar ve maksurelerle çevrili bir avlu kısmıdır. Bu şekliyle
Diyarbakır ulu camii Şam Ummeye (Emeviye) camisine benzemektedir (80).
Plan Özellikleri
Şimdiye kadar çeşitli yönlerden üzerinde durulmuş ve incelenmiş Anadolu’nun
bu en eski yapısı. Türk Mimarisine getirdiği birçok değişik sorun ve yeniliklerle
çalışmalarımızın temel yapılarından biri olmaktadır.
Camiinin büyük dikdörtgen bir avlusu vardır. Avlu üç yandan yapılana
çevrilidir. Avlunun batısında iki katlı bir cephe ilgi çekicidir. İnaloğlu Ebu Mansur
İlaldı’nın yaptırdığı üzerindeki yapıttan anlaşılan bu kısmın, bazı Sanat Tarihçilerinin
ileri sürdükleri gibi bir tiyatro cephesinden alınarak kullanılmış olabileceği, bazı
ayrıntıların Helenistik-Roma süslemesi taşımasından akla yakın gelmektedir. Antik
Tiyatro cephesinden alınan sütun ve silmelerin aralarına gerektiği şekilde yazıtlar
ve süslü silmeler yerleştirilerek de değişik bir cephe elde edilmiştir. Ayrıca iki
katta değişik kemerler kullanılmıştır. Çok hareketli avlu cephesi diğer camilerin
revaklarından ayrılıp, özel bir görünüş olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu cephe
doğuda aynen tekrarlanmıştır.
Avlunun kuzeyinde ise, doğu cephesine bitişik olarak Mesudiye Medresesi,
önünde şimdi tek katlı olarak görülen sütunlu, hafif sivri kemerli bir revak sırası
bulunmaktadır. Bu revaklar hem camiyi bir bütünlüğe kavuşturmak hem de
Mesudiye Medresesine ikinci derecede ve cami ile bağlantılı kapısını önünde bir
giriş mekanı hazırlamak için yapılmış olabilir. Şimdiki görünüşü tek katlıdır.
Avlu güney cephesinin yarısına kadar devam eden bu revaklar, orta kısımda bir
yola geçit vermekte, sonra 1528’de Osmanlılar zamanında yapılan onarımla şekil
alan İnaloğullarının Şafiiler camii başlamaktadır. Şafiler bölümünün arkasındaki
mekanlar, caminin tuvaletleri olarak kullanılmaktadır.
Camiinin avlusunun ortasında sekizgen sütunlara dayanan 1849 tarihli bir
şadırvanla, bir kenarında üçer sütun bulunan bir namazgah ve bitişiğinde bir havuz
bulunmaktadır. Camiinin avluya bakan cephesinde tam ana eksen üzerinde bir
78
mihrap göze çarpmaktadır. Sağ ve solda girişler, sonra pencereler yer almaktadır. Bu
duvarda ayrıca orta alanda kesilen uzun bir şerit halinde yazı frizi dikkati çekmektedir.
Yanlarda eğimli çatıyı kesen orta alanın yükseltilmiş üç sıra pencere açılmış ve yine
üç pencereli eğimli bir çatıyla sonuçlandırıldığını görüyoruz. Böylece orta alan
belirli şekilde ortaya çıkmakta, iç mekan şekli konusunda az çok bilgi vermektedir.
Yapının iç görünüşüne gelince, iki ayak sırasıyla üç nefe ayrılan camii ortada
geniş bir mekanla kesilmektedir. Ayaklar birbirine sivri kemerlerle bağlanmakta,
üstte küçük ikinci bir kemer dizisi ver almaktadır. Orta mekanın soluna rastlayan
bölümde ayrıca bir mihrap göze çarpmaktadır. Batıdaki sağ bölümden bir kapıyla
içeriden minareye çıkılmaktadır. Çeşitli devirlerde onarım geçiren minare kare
gövdeli ve yukarıda silindirik külahlı bir üst kısmı vardır. Caminin en önemli
bölümü olan orta alanda göze çarpan mihrap ve minber Osmanlılar’ın son devrinde
yapılmıştır. Bu yüzden orijinal mihrap ve minberi konusunda kesin bir yargıya
varılamamaktadır. Yükseltilmiş olan orta mekanın kalem işleriyle süslü bir tavanı
vardır. Burada yüksek eğimli çatı, bir tavanla gizlenmiştir.
Diyarbakır Ulu Camiisi plan şeması olarak Şam Emeviye camisine
benzemektedir. Aynı zamanda Şam Emeviye Camii, Diyarbakır Ulu Camiisine
öncülük etmiştir. Her iki caminin de avlusunda doğu, batı ve kuzey yönünde açılan
üçer kapısı vardır. Enine doğrultuda bunları dik kesen daha yüksek bir sahın yer
alır. İki camide de üç tarafı revaklarla çevrili avlu bulunmaktadır. Emeviye’de
revakların kemer köşelikleriyle içlerinde çok güzel işlenmiş mozaik yer alır. Şehir
tasviyelerini yanı sıra akan suları, bahçeleri, zarif kıvrımlar çizen akantus motiflerini
cami avlusunun revaklarına işlemişlerdir. Diyarbakır Ulu Camisinde ise revaklarda
süslü yazı kuşağı, kabartmalı bitkisel motifler ve yer yer hayvan motifleri görülür.
Diyarbakır Ulu Camisinde tek minare görülürken Emeviyede üç minare görülür.
Avlu ve Revaklar
Diyarbakır Ulu Camii üstün mimari ve sanatını en iyi şekilde gösteren yeri
avlusudur. Avlu kısmının batısını hudutlandıran revak ve maksureleri planda cami
blokuna tam 90 derece bağlanmayıp, doğuya doğru kapanan dar acıda yapılmış;
dolayısıyla cami avlusunun dikdörtgen planı yamuklaşmıştır. 1470 metre karelik bu
açık avlunun batı ve doğusunda altı revaklı üstü maksureli kısım, kuzey tarafında
Şafiiler camii ile önü revaklı Mesudiye Medresesi yer alırken, güney tarafında
Hanefiler caminin duvarı bulunmaktadır.
Açık avluyu çepeçevre kuşatan bu duvar yüzlerinde taş işçiliğinin ve süsleme
sanatının örnekleri görülür. Yer yer zemini çiçeklerle bezenmiş oyma ve kabartma
bitkisel şeritler, panolar, sütunceler v.b. vardır.
Avluya; doğu, kuzey, batı yönünde üç kapıyla girilir. Ana giriş doğudaki
kapıdandır. Bu kapı kemerinin üstünde, aslan-boğa mücadelesini gösteren iki
kabartma vardır: “Bu kabartma güneşin aya veya karanlığa, iyiliğin kötülüğe, yerlinin
düşmanına galibiyeti v.b. karşıt fikir veya prensiplerin çatışmasını sembolize eder.”
79
Bu kabartmalı figürlerin üstünde şu yazıt vardır;
Tercümesi: “Yargılayan ve esirgeyen Allah’ın adıyla, bu yapı büyük emirimiz,
büyük komutan, dini kemali, İslamın şerefi, devletin güzeli, milletin en değerlisi,
ümmetin rüknu, askerlerin en olgunu, emirlerin tacı, emirül mü’minin yardımcısı.
Nisanoğlu Hasanoğlu Ali’nin teberruen yapılmasını ve masrafının malından
ödenmesini emir eyledi”.
Büyük kemerli doğudaki giriş kapısından önce bir ara mekana, buradan da
ahşaptan yapılmış iki Kanatlı kapıyla dar bir geçide oradan da avluya girilir. Avlu
girişindeki kemer Bursa kemeri tarzındadır. Bunun kilit taşında bir yıldız motifi yer
alır (Levha-X-a).
Kuzey tarafında ki giriş kapısından uzun bir aralıktan geçilerek avluya
ayrılır. Bunun sağında umumi tuvaletler ve Şafiiler Camii, sol tarafından, Mesudiye
medresesi yer alır.
Üçüncü giriş kapısı ise batıdaki kapıdır. Zinciriye Medresesinin önünden
geçen dar bir sokağın sonunda bu kapı ile cami avlusunun batı revakına geçilir.
Dışa açılan avlu kapılarının önündeki zemin, zamanla yükselmiş olduğundan,
camii avlusu ile çevre zemini arasında bir metreye yakın yükseklik farkı meydana
gelmiştir. Camii, avlunun doğu ve batısındaki altı revaklı, üstü maksureli kısımlar,
taş işleme sanatının güzel örneklerini göstermekte, en göze çarpıcı kısımları
oluşturmaktadır. Avlu etrafını saran bölümleri ile içinde yer alan yapıları ayrı ayrı
inceleyeceğiz.
1. Doğu Revak Bölümünde MaksureIi Kısım
AvIuya bakan cephesi oldukça süslü bu yapının orta verinde avluya girişi
sağlayan portal açıklığı yer almaktadır. Doğudaki bu kısım iki kat halinde olup
alt katın avlu cephesi kesme taş ayaklara oturtulmuş kemerlerle, üst kaptın avlu
cephesi ise alttaki kemerler hizasına açılmış büyük pencerelerle hafifletilmiştir.
Kemerler arasındaki ayakların önüne iki kat boyunca yükselen bindirme sütunlar
yerleştirilmiştir. Sütunlar üstte saçağı desteklemektedir.
Avluya bakan cephesi oldukça süslü alt katın sütunları kaidesizdir. Gövdeler
sade, başlıklar korint tarzında süsIüdür. Bu alt kattaki revak kısmının kemer
boşluklarının arası bu gün ahşap camlı doğramayla kapatılmıştır. Alt katın dış tarafı,
dükkan, eczane ve kıraathane vb. kullanılmaktadır.
Alt kat sütun başIıkları üstünde avluya bakan cephesinde bir yazı kuşağı vardır.
Üstünde sade bir taş sırası, Hemen üstünde motif sırası görülür ki motif olarak çiçek,
yaprak, asma dalı bulunur. Bunun üstünde sade taş sırası, üstünde yine kabartmalı
olarak işlenmiş bitkisel motif sırası yer alır.
Revakın tam ortasındaki giriş kapısının her iki tarafındaki sütun başlıklarının
üstündeki yazı kuşağının sütun başlığı üstündeki kısmında bir tarafta boğa başı
kabartması, bir tarafta ejder kuyruklu aslan başı kabartması görülür.
80
Diyarbakır Ulu Camii avlusunun doğusundaki girişin üstündeki yazıtta şöyle
yazmaktadır;
Tercümesi:“Allah’ın mescidlerini, Allaha, Ahirete inanan ve namazını
hakkıyla kılan, zekatını hakkıyla veren kimseler tamir ederler”.
Üst kat bir maksuredir. Bu gün kütüphane olarak kullanılmaktadır. Avluya
bakan yüzünde taş işçiliği ile oldukça zengin motifler ve yazı bordürü yer alır.
Revakı oluşturan alt kat sütun dizisi kaidelere oturmakta, sade gövdeli korint tarzı
başlıklıdır. Üstü saçakla örtülü bu sütunlar, saçağı desteklemektedir. On sütun ve
dokuz kemer görülür. Kemerlerin arasında pencere yer alır.
2. Batı Revak Bölülümünde Maksureli Kısım
Avlunun batısında iki katlı bu cephe ilgi çekicidir. İnaloğlu Ehul Mansur İlaldı’
nın yaptırdığı, üzerindeki yazıttan anlaşılan bu kısmın bazı sanat Tarihçilerinin ileri
sürdüğü gibi bir tiyatro cephesinden alınarak kullanılmış olabileceği, bazı ayrıntıların
Hellenistik-Roma süslemesi taşımasından akla yakın gelmektedir.
Avluya bakan cephesi süslü bu kısım doğudaki kısım gibi iki katlıdır. Altı
revaklı, üstü maksureli bu kısımda üst üste ikişer korint tarzı başlıkları ihtiva eden
sütunlar yer alır.
Düzgün kesme taşlarından yapılmış olan bu kısım, alt katın avlu cephesi
kesme taş ayaklara oturtulmuş kemerlerle, üst katın avlu cephesi ise alttaki kemerler
hizasına açılmış büyük pencerelerle hafifletilmiştir. Kemerler arasındaki ayakların
önüne iki kat boyunca yükselen bindirme sütunlar yerleştirilmiştir. Antik tiyatro
cephesinden alınan sütun ve silmelerin arasına gerektiği şekilde yazıtlar ve süslü
silmeler yerleştirilerek değişik bir cephe elde edilmiştir.
Alt kattaki revaklı kısımda sivri ve Bursa tarzı kemerler kullanılmıştır. Alt
katın kaidesiz, sade gövdeli sütunlarının başlıkları hizasında bir yazı kuşağı vardır,
Yazı kuşağının üstünde çiçek, asma dalı, yaprak v.s bitkisel motifler kabartmalı
olarak işlenmiştir.
Revakın kuzeyindeki bir kapı ile Şafiiler camiine, güneyindeki bir kapı ile
de Hanefiler camiine girilmektedir. Batı duvarı güney köşesinde de Zinciriye
Medresesi’ne doğru giden bir sokağa açılan avlu kapısı bulunur. Bu revakın gerisinde
ve duvarında bazı kapılar bulunur ki bunlardan bazıları depo ve odalara açılır.
Üst kattaki maksureye, güney ve kuzey yönünde birer merdivenli kapıyla
girilir. Bu gün burası İlim Yayma Cemiyeti’ne tahsis edilmiştir.
Avluya cephesinde alt kat sütunları hizasında yükselen bir sütun sırası yer
alır. Bu sütunların gövde tezyinatı diğer sütunlardan farklı olarak oyma tekniğinde
işlenmiştir. Bu sütunlar arasında pencere sırası yer alır. Sütunlar saçağı desteklemekte
ortadaki iki sütun başlığı üstünde bir sıra yazı kuşağı bulunmaktadır. Yazı sırası
üstünde kabartmalı olarak işlenmiş bitkisel motif sırası yer alır.
81
3. Avlunun Kuzey Bölümü
Avlunun kuzey batısında Şafiiler Camii yer alır. Camiinin avluya bakan duvar
siyah ve beyaz taştan inşa edilmiştir. Camiye güneyden girişi sağlayan iki kapı
avluya bakan duvarında bir pencere sırası ve bir sıra boyunca yazı kuşağı görülür.
Avlunun kuzey doğu tarafında sütunlu bir revakın gerisinde Mesudiye
Medresesi yer alır. Avlunun kuzey yönündeki revakı oluşturan bu sütunlar, avlunun
doğu ve batısında yer alan sütunlardan farklı olarak daha kalın ve kısadırlar. Kaidesiz,
sade gövdeli, korint tarzı başlıklı bu sütunlar bir kemer sırasını taşımaktadır.
Bu revaklar hem camii bir bütünlüğe kavuşturmak hem de Mesudiye
Medresesi’ne ikinci derecede ve cami ile bağlantılı kapısının önünde bir giriş
mekanı hazırlamak için yapılmış olabilir. Şimdiki görünüşü tek katlıdır, ikinci katı
olup olmadığı anlaşılamamaktadır.
Avlunun kuzey yönünde yer alan Şafiiler Camii ile önü revaklı Mesudiye
Medresesi’nin arasında bir güneş saati yer alır. Kısa bir gövdenin üstünde, dikdörtgen
başlık tablası üstünde ver alan bu saat, devrin zaman ayarlamasını yapma yönünden
güzel bir tarih hatırasıdır. Dikdörtgen tablanın üstünde güneşin çeşitli durumlarına
göre değişik gölgeler düşüren bir demir çubuk tablaya oyulmuş bulunmaktadır.
4. Avlunun Güney Bölümü
Avlunun güney bölümünü Hanefiler camiinin kuzey duvarları teşkil etmektedir.
Duvarda Hanefiler Camiine girişi sağlayan kapılar, pencere sırası ve bunların üstünde
yazı kuşağı görülür. Siyah ve beyaz taş kullanılmıştır.
5. Avlu Çevresindeki Yapılar ve Tuvaletler
Dikdörtgen planına yakın bu yapının ortasında açık avlusu vardır. Avlu
etrafında çok sayıda tuvalet, hamamlık ve abdest alma yeri vardır. Avlunun etrafında
ayaklara oturan kemerler bir revak oluşturur. Revakların gerisinde tuvaletler yer alır.
Avlunun ortasında abdest alma şadırvanı vardır. Bu yapının doğu giriş kapısı camii
avIusuna girişi sağlayan kuzey kapısının aralığına açılır.
6. Şadırvan, Namazgâh ve Açık Havuz
Şadırvan, sekiz köşeli planda yapılmıştır. Ortada sekiz kenarlı bir su tesisi
bulunur. Bunun etrafı kafes parmaklıklarla çevrilmiştir. Dış kısmında abdest almak
için musluklar bulunur. Bu şadırvanın üstü kurşundan külahla örtülü, sekiz sütuna
oturtulmuştur. Saçağın ağız kısmı ahşaptandır. Bu ahşap kısımda çeşitli geometrik
süslemeler vardır.
1849 tarihli bu şadırvanın, bir kenarında üçer sütun bulunan bir namazgah
ve bitişiğinde bir havuz bulunmaktadır. Namazgah, avlu ortasında, şadırvanın
batısında, kare planlı ve seki halindedir. Sekiz sütun üzerine oturtulmuş külahlı üst
örtüsü kurşundandır. Tavanı ahşaptandır. Namazgahın güney tarafındaki sütunlardan
ortadakinde mihrabiye vardır. Bu yapının taban döşemesi taştandır. Kalabalık
zamanlarda bu yer müezzin mahfili vazifesini görür.
82
Açık havuz, namazgahla bitişik, namazgahın batısında yer alıp kare plana
sahiptir. Havuzun etrafındaki duvar taştan yapılmış, dış kısmında abdest almak
için musluklar bulunur. Havuz duvarının üstünde demir kafes vardır. Kaç yıldır
kullanılmayan bu havuz şu anda kullanılmaktadır.
Harim (Hanefiler) Bölümü
Bir ibadet mekanı olan Diyarbakır Ulu caminin orta avlusunun güneyinde ver
alan harim: ortalama 72 m. boy ve 16 m. eninde olmak üzere 1152 metre karelik bir
dikdörtgen alanı kapsamaktadır. Harime kuzeyden girişi sağlayan dört kapı vardır.
Yapının iç görünüşüne gelince: iki ayak sırasıyla üç sahına ayrılan camii ortada
geniş bir mekanla kesiImektedir. Ayaklar birbirine sivri kemerlerle bağlanmakta,
üste küçük ikinci bir kemer dizisi yer almaktadır. Orta mekanın soluna rastlayan
bölümde ayrıca bir mihrap göze çarpmaktadırBatıdaki sağ bölümde bir kapı ile
içeride minareye çıkış sağlanmaktadır,
Enine üç sahınnı ortasında ki sahın daha yüksektir. Enine sahınları ortadan
dik kesen ve ortaya şema kazandıran bir merkezi orta sahın yer alır. Kıble duvarına
dik olarak uzanan orta sahın, enine sahınlardan daha geniş ve daha yüksektir. Enine
sahınların tavanı makas şeklinde ahşapla örtülüdür Güney yan sahında tavana bitişik
pencere sırası yer alır. Kuzey yan sahındaki harimi avluya bağlayan kuzey duvarında
da büyük pencere sırası vardır. Bu kuzey duvarlarının iç kısmı sıvalıdır. Duvarın dış
kısmında iki renk taş kullanılmıştır. Kıbleye parelel enine sahınlardan daha yüksek
ve geniş olan orta sahın, harimin en fazla dikkati çeken bölümüdür.
Merkezi orta sahının güney-batı köşesinde Cuma günlerinde hutbenin
okunduğu bir minber vardır. Yapı kesme taştan inşa edilmiş, üzeri boyanmıştır.
Enine sahınları ortada dik kesen merkezi sahının mihrap karşısına rastlayan.
harimin kuzey duvarına bitişik ahşaptan yapılmış ve mermer sütünlara oturmuş bir
müezzin mahfili vardır. Mahfilin ait kısmında renkli lale, yıldız, çiçek gibi bitkisel
motifler yer alır. Bu mahfile bir merdivenle çıkılmaktadır.
Mihrap duvarına dik olarak uzanan sahnın, tavan kenarını baştanbaşa kuşatan
bir yazı bordürü kaplamaktadır. Tavan orta kısmında yağlı boyadan yıldız, lale, çiçek
gibi bitkisel motifler işlenmiştir.
Harimin kuzey, güney, doğu ve batı duvarlarında pencereler yer alır.
Minare
Harimin güneyinde ver alan minare, harim ile irtibatlıdır. Batıdaki sağ
bölümden bir kapıyla içerden minareye çıkış sağlanmaktadır. Çeşitli devirlerde
onarım geçiren minare, kare gövdeli ve silindirik külahlı bir üst kısma sahiptir.
Minarede H. 550 (M. 1137) tarihli bir kitabe vardır (81).
Ulu Cami Tarihi ve Geçirdiği Onarımlar
Anadolu’nun en eski camisidir. Diyarbakır 639 yılında İslam orduları tarafından
fethedilip İslam dünyasının eline geçtikten sonra, kentin merkezinde ileride Cami-i
83
Kebir Mahallesi adını alacak olan yerde bulunan Mar Thoma veya Saint Thomas
Kilisesi (katedral) Ulu Cami’ye dönüştürülmüştür. Kilisenin o günkü planı ve hangi
yapılardan oluştuğu bilinmiyor. Emevi günlerinde harim, Şam Ümeyye Camisine
benzetilerek kurulur. Eski yapının ne kadarının yıktırıldığı veya ne ölçüde yıkık
olduğu artık önemini yitirmiş ve İslam dünyasında bu sonuç kaçınılmaz olmuştur.
Mervanoğullan’nın yönetimi sırasında 1046 yılında şehrimize gelen ünlü
İranlı Bilgin Nasır-ı Hüsrev; Ulu Cami’de harimde 200 küsur tek parçalı direkten,
bunları birbirine bağlayan ve yükseldikçe küçülen 3 katlı kemerler dizisinden ve üst
örtüsünün ufak kubbelerden oluştuğundan bahseder. Ayrıca mescidin yakınlarında
oldukça özenli ve kullanılır döşemesi nakışlı mermerden olan bir kiliseden söz
etmektedir.
Nasır-ı Hüsrev’in şehrimizi görmesinden 39 yıl sonra burası Büyük Selçuklu
İmparatorluğuna katıldı. 1090 yılında gelen Vali Amidüddevle Ebu Mansur
Muhammed, Sultan Melikşah’ın buyruğu ve vakfı ile Ulu Camii yeni baştan onarttı.
Buna dair H.484 (M. 1091) tarihli kûfî bir kitabe mevcuttur. Bu esaslı onarım
nedeniyle Ulu Cami, bir Selçuklu eseri olarak kabul edilmektedir.
Oktay Aslanapa bu konuda şunları yazar:
“Anadolu’daki camilerin ilki olan Diyarbakır Ulu Camii, aslında alışkanlıkla
ileri sürüldüğü gibi, bir Artuklu yapıtı değil, Büyük Selçuklu’ların eseridir. Büyük
Selçuklu üslubunda H.484 (M. 1091–92) tarihli çiçekli kûfî kitabe, Sultan Melikşah’ın
adım taşımaktadır. Planı Şam Emeviye Camiine bağlanıyor. Yalnız burada, nefleri
ortadan keserek, mihraba doğru uzanan yüksek ve geniş dikey nef, dik bir ahşap çatı
ile örtülüdür. Kubbe yoktur. Şam Emeviye Camisi’nde Kubbe-i Nasr’ı yaptırmış
olan Melikşah, Diyarbakır’da aynı planı kubbesiz olarak ve daha sade bir mimari ile
tekrarlamış olmalıdır”.
İlk Selçuklu onarımından sonra 1115 yılında büyük bir deprem ve bunun
ardından büyük bir yangın geçiren caminin geniş bir bölümü hasar görmüştür
(Faruk Sümer bu tarihi 1119 olarak verir).
Urfalı Mateos’un Vekayinamesinde yangınla ilgili şu bilgiler vardır:
“Büyük caminin üzerine geceleyin gökten ateş düştü. Ateş o kadar kızıştı ki
duvar taşları odun gibi yandı. Şehrin bütün erkekleri oraya koştular, fakat bu sönmez
ateşi bastıramadılar. Ateş, bilakis git gide daha çok alevlendi ve göklere yükseldi.
Ateş müslümanlann bu mabedini kül etti”.
Yangında, Nasır-ı Hüsrev’in bahsettiği iki yüz küsur taş direk ve direkler
üzerindeki taş kemerler ve bütün damları kaplayan kubbeler de yıkıldı. Yangından
iki üç yıl sonra caminin yeniden inşasına ve onarımına başlandı. Cami enkazından
çıkanlan veya kimi sanat tarihçilerinin ileri sürdükleri gibi, antik bir tiyatro
cephesinden sökülerek getirilen renkli mermer ve kara taştan sütunlar ile korint
biçimindeki yapraklarla bezeli başlıklar ve üzümdallı süslerin cami avlusunun batı,
84
doğu ve kuzey yanlarında kurulan maksure, kütüphane ve medreselerin avluya bakan
yüzlerinde kullanıldığı görülmektedir. Metin Sözen’in değindiği gibi “Antik tiyatro
cephesinden alman sütun ve silmelerin aralarına gerektiği şekilde yazıtlar ve süslü
silmeler yerleştirilerek değişik bir cephe elde edilmiştir”.
Melikşah’ın yaptırdığı bölümün pek hasar görmediği de mevcut kitabesinin
ve bu bölümdeki yapının durumundan anlaşılmaktadır.
Bu malzeme ile ilk olarak İnaloğlu Ebu Mansur İlaldı, batı maksuresinin zemin
katını H. 511(M. 1117–18),de ve üst katını da H. 518 (M. 1124–25) yaptırmıştır. Bu
durum mevcut kitabelerden bilinmektedir. Caminin doğu maksuresi ise yine aynı
taşlarla İnaloğlu Mahmud ve veziri Nisanoğlu Ali döneminde H. 559 (M. 1163–
64) ve sonraki yıllarda yaptırılmıştır. Ulu Caminin batı kesiminin bir bölümünü
Akkoyunlu padişahı Uzun Hasan onartmıştır. Caminin Safiler kısmını Kanuni Sultan
Süleyman döneminde Atak Beyi EmirAhmet Zırkî 1528 yılında yaptırmış, caminin
mihrabı Maktulzade Vezir Ali Paşa (1712) ve mahfili aynı valinin kethüdası Hüseyin
Ağa tarafından eklenmiştir. Mevcut kitabeler tüm bunları kanıtlamaktadır.
Yine 1824 yılında caminin halkın yardımıyla iyi bir onanm gördüğü, cami
minaresinin yıldırım düşmesi sonucu yıkıldığı ve 1839’da onanldığı ve avludaki
şadırvanın 1849’da yapıldığı manzum yazıtlardan anlaşılmaktadır. Cami ve külliyesi
son yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğünce yeniden onarılmıştır. Cami külliyesinde
bazı usta adlarına rastlanmaktadır. Fakat bunların çalıştıkları yerlerin sınırlarını
kesinlikle çizmek oldukça güçtür. Bununla beraber Diyarbakır’da Melikşah devri
yapılarının miman olan Urfah Selame Oğlu Mehmet’in Ulu Cami’de çalışmış
olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak Nisanoğullan devrinin miman Hibetullah El
Gurbani’ye ait iki yazıt vardır (82).
Ulucaminin Önemli Onarımları
1091 yılında Melikşah onarıyor; 1117–1118 yılarında İnaloğlu Ebu Mansur
İlaldı, batı kanadı zemin katını ve üstünü; 1155 yılında minare İnaloğlu Mahmut;
1163 yılında İnaloğlu Mahmut: doğu kanadı zemin katı; 1164 yılında Nisanoğlu Ali:
Caminin doğu kapısında yazıtları var.
Harimin avlu yüzünde ise: 1241 yılında Gıyasettin Keyhüsrev, 1330 yılında
Artukoğlu Melik Salih Osmanlı padişahı 4.Mehmet’ ait ferman, Ulu camiinin batı
kısmını Akkoyunlu Uzun Hasan onartıyor.
Ulu Cami Kitabeleri
Ulu Cami, çeşitli dönemlere ait kitabeleri ve mimari özellikleri itibariyle
büyük bir değer taşır. Camide yaklaşık olarak yirmi iki kitabe bulunmaktadır. Bu
bölümümüzde bu kitabelere değineceğiz. Yalnız kitabeleri orijinal metinleriyle değil
bugünkü Türkçe’yle vermeye çalışacağız.
1. Ulu Camideki en eski kitabe h.484/m.l091 tarihli olup Büyük Selçuklu
İmparatoru Melikşah’a aittir. Bu kitabe, caminin avluya bakan duvarının sağında,
85
yani batısındaki duvarın pencereleri üzerindedir. Tek satır halinde ve güzel bir şeceri
kûfî ile yazılan kitabenin Türkçe metni şöyledir:
“Besmele. Kelime-i tevhid. Büyük sultan, en büyük şahlarşahı, ümmetlerin ve
hükümdarların ulusu, Arap ve Acemin büyüğü dünya ve dine kuvvet veren devletin
büyük kudreti Ebu–1 Feth, Melikşah (Allah saltanatını devamlı kılsın) yapılmasını
buyurdu.
Dinin şerefi, devletin direği, vezirlerin tacı büyük vezir Cehir oğlu, Muhammed
oğlu, Ebu Mansur Muhammed’in valiliği zamanında (Allah günlerini uzatsın),
kadıların şerefi, ulu kadı Abdülvahid oğlu, Ebu Nasır Muhammed’in eliyle, Kudüslü
Muhammed oğlu Ahmed’in vekâletiyle, H.484 (M. 1091) senesinde yapıldı”.
2. Batı tarafı maksuresinin alt sırasında H.511 /M.1117–18 tarihli bir kitabe
mevcuttur. Kitabenin Türkçe metni şöyledir:
“Büyük sultan, en büyük şahinşah, milletin efendisi, Arap ve Acemin sahibi,
dinin ve dünyanın yardımcısı, İslam’ın ve müslümanlann hükümdarı, Emir-ül
mü’mininin dostu Melikşah oğlu Ebu Suca’ Muhammed’in ülkesinde bu doğu
maksuresi ile açık maksurenin değerli kadı tarafından yapılmasını, değerli Emir
Muzaffer Efendi, dinin iftiharı, devletin mutluluğu, milletin değeri, ümmetin
güzelliği, hükümdarın yardımcısı, emirlerin şerefi İbrahim Hüsam oğlu Ebu Mansur
İlaldı (Allah ömrünü uzatsın) buyurmuştur. Sene 511”.
Kitabe, Ulu Caminin batı maksuresinin alt bölümünün doğu yüzünde, sütunlar
arasında ve kemerler üzerinde Kûfı bir yazı ile yazılmıştır. İbrahim oğlu İlaldı’ya
aittir. Ivlelikşah’ın oğlu Muhammed’in yönetimi sırasında bu bölümdeki onarım ve
inşaatın yapıldığı anlaşılıyor.
3. Batı maksuresinin üst tarafında, avluya bakan pencereler üzerindeki
H.518/M. 1129 tarihli kitabenin Türkçe metni:
“Besmele. Büyük emir, Serasker, dinin fahri, devletin mutluluğu, milletin,
ümmetin şerefi, milletlerin tacı, emirlerin izzeti İbrahim oğlu Mansur İlaldı (Allah
saltanatını sürdürsün). Büyük Sultan, en Büyük Şehinşah, ümmetlerin rikabma
mâlik, Arab ve Acemin efendisi, İbadullahın nasırı, yaratıkların yardımcısı dünya ve
dinin mü’mini, İslam ve Müslümanlann meliki, Emirü’l-mü’mininin sağ eli, kuvveti,
Muhammed oğlu Ebu Kasım Mahmud’un zaman-ı devletinde; Allah-u Taalâ’nın
rahmetine muhtaç, Muhammed oğlu Abdulvahid’in gözetiminde 518 senesinde
yapılmasını buyurdu”.
4. Bir başka kitabe, camiin harem kısmı avlu duvan doğusundaki pencereler
üzerindedir. Kitabenin Türkçe metni:
“Besmele. Kelime-i Tevhid. Efendimiz, emîr ve başkomutan, ulu, muzaffer ve
güçlü insan, bilgin, adil kişi, dinin ve devletin güzelliği, İslam’ın ve Müslümanlann
değeri, milletin mutluluğu, hükümdarların ve sultanların güneşi, kafir ve müşriklerin
katili, emirlerin ve ordulann iftiharı, mücahitlerin yardımcısı, sınır ve boylarının
86
emiri, Emirü’l-mü’mininin yardımcısı Alp Kutluğ Bey Ebu’1-Muzaffer Mahmud
bin İlaldı (Allah günlerini sürdürsün ve yardımcı olsun)’nm devletinde bu doğu
cenahının ve kuzey kemerinin yapımını ve masrafını, Allah’a muhtaç kulu el-Hasan
bin Ahmet bin Nisan (Allah ona merhamet edene merhamet etsin) üstlenmiştir. Sene
550 (M.1155–56). Vekil: Urva oğlu Aydoğdu, bina ustası: Gürgânlı Hibetullah”.
5. Cami minaresindeki kitabe: Kitabenin (a) bölümü, minarenin güney
yüzünde; (b) bölümü, batı yüzünde; (c) bölümü, kuzey yüzünde ve (d) bölümü, doğu
yüzündedir. Daha üstte ve güney yüzünde (e) bölümü yer almaktadır. Minareye
yıldırım isabet ederek yıkmış, onarım sırasmda bu kitabeler yerlerine konulurken
son satırdaki kelimeler karışık bir vaziyette yerleştirilmiş bulunmaktadır. Ayrıca,
kitabelerin metinlerinden de anlaşıldığı gibi, bunlar başka bir yere ait olup, minarenin
h.1255 (m.l839)’da yapılan son onarımı sırasında buraya konulmuştur. Bu kitabe
AMİDA’da yoktur.
Kitabenin Türkçesi: “Bu iki maksurenin ve önündeki revakm yapılmasını
değerli emir, dinin fahri, İslam’ın izzeti, devletin mutluluğu, miltetin güzelliği,
ümmetin yüceliği, kralların tacı, İbrahim oğlu Ebu Said İlaldı buyurmuş ve efendimiz,
değerli vezir, sadr-ı kebir, dinin güçlendiricisi, İslam’ın şerefi, devletin eğiticisi,
kralın dostu, şerefi... Ebu Ali el-Hasan bin Ahmet bin Nisan (Allah, günlerini uzatsın)
tarafından H.535 yılı Ramazan’ında (M.1141 Nisan ayında) yaptırılmıştı.”
6. Kitabe, doğu tarafındaki maksurenin alt katı üzerinde, sütunlar arasında
cephe boyunca devam eder. Diğerleri gibi, güzel ve süslü bir kufi ile yazılmıştır.
Türkçe metni:
“Besmele. Büyük emirimiz, ulu serasker, dinin kemali, İslamın şerefi, devletin
cemali, milletin bahası, askerlerin önde geleni, emirlerin tacı, Emirü’1-mü’mininin
yardımcılarından, Nisan oğlu Hasan oğlu Ebu’l Kasım Ali, Tanrının nzasını arayarak,
kendi malından bu maksurenin dibinden tepesine kadar tamamının kendi isteğiyle
yapılmasını buyurdu. Rahmet ve mağfiret ile onu anan kimse (yani okuyana ve dua
edenlere) Allah rahmet etsin.
Bu, iş kalelerin emiri, ümmetin imdatçısı, milletin saadeti, İslam’ın bahası,
dinin cemali, veliyi nimet, adil ve melik efendimiz, Emirü’1-mü’minin yardımcısı,
İlledi (İlaldı okunacak) oğlu Ebu’l Muzaffer Mahmud’un valiliği zamamnda H.559
(M.1163–64) senesinde yapıldı. Mimarı Gürganlı oğlu Hibbetullah’tır.”
7. Kitabe, Ulu Caminin doğu tarafındaki çarşı kapısının dış yüzünde, büyük
kemerin üstünde ve bir siper altında tek satır halinde, (a) bölümü satırın altında
sağ tarafta, (b) bölümü sol tarafta olmak üzere, müzeyyen bir kûfî ile yazılmıştır.
Kitabenin Türkçe metni şöyledir:
“Besmele. Malıyla yapılmasını buyuran ve masrafım karşılayan efendimiz,
emir, ordu komutanı, dinin kemali, İslam’ın şerefi, devletin güzelliği, milletin değeri,
ümmetin süsü, orduların öncüsü, emirlerin tacı, EmirüT mü’mininin yardımcısı
EbuT Kasım Ali bin Hasan bin Nisan”.
87
8. Cami avlusunun doğu tarafındaki maksurenin orta girişi üstündeki
pencerelerinin üzerinde ve iki sütun arasındaki kitabe. Sağdaki sütunun başında
EbuT -Kasım Ali, soldaki sütunun başında bin Nisan, iki sütun arasında ise
“Tann’nın mescitlerini, Tann’ya, ahret gününe inanan ve namazını yoluyla kılan,
zekatını yolunda veren kimseler onanrlar.” mealindeki ayet-i kerime yazılıdır. Kitabe
tarihsizdir. Nisan oğlu Ebu’l Kasım Ali’nin yönetimi H.551–573 (M.1156–1178)
tarihleri arasındadır. Onarımın da bu tarihler arasında yapıldığı anlaşılıyor.
9. Artukoğulları’na ait kitabelerden biri de Ulu caminin kuzeydoğusunda,
Mesudiye Medresesi’nin cami avlusuna bakan güney yüzündedir. Kitabe, yerden
takriben 3 m. yükseklikte bir çerçeve içerisine alınmış güzel bir nesih ile yazılmıştır.
Bu duvarın önünde şimdi tek katlı olarak görülen sütunlu, hafif sivri kemerli bir
revak sırası bulunmaktadır. Son yıllarda yapılan onarmda, avlu güney cephesinin
yarısına kadar devam eden bu revakların üstü kapatılmıştır.
Kitabenin Türkçe metni:
“Turan beği, İran padişahı, cihan pehlivanı, halkı koruyan, halifenin
yardımcısı, Müslüman ordularının şerefi, dinin ve dünyanın temeli, İslam ve
Müslümanların direği, kafir ve müşriklerin katili, isyancıların ve haricilerin ezeni,
Allah’tan yardım görmüş, güç almış, bilgin ve adil insan, güçlü ve muzaffer kişi,
mücahit, Artuk oğlu, Sökmen oğlu, Davut oğlu, Karaaslan oğlu, Mehmet oğlu,
Alp İnanç Beygu Kutluğ Bey Ebul-feth Mevdud padişah efendimiz yapılmasını
buyurdu. Bu da emir, komutan, büyük dost Şemseddin Ebul-İzz. Mes’ud
hükümdarın talimatı üzerine, Halepli Mahmud oğlu Cafer’in planı ile H. 620 (M.
1223–24) senesinde bu iş cereyan etti”.
10. Ulu Cami’nin Hanefıler kısmının doğudan ikinci kapısının sağında Anadolu
Selçukluları Sultanı Gıyasettin Keyhusrev ye ait H.639 (M. 1240–41) tarihli bir ferman
vardır. Metni Türkçe şöyledir: Besmele. Allah’a hamd olsun ki kaygumuzu giderdi.
Amid halkına bir lütuf te’yid olunmuş, mübarek bir sadaka olarak Su Kapısı (Mardin
Kapısı), Rum (Urfa) Kapısı, Yeni Kapı (Evsel) bahçelerinin haracının kaldırılması
hususunda Sultan Gıyasettin’in en büyük ve yüksek emirleriyle bu kitabe buraya
yazıldı (Allah saltanatını daim eylesin). İşittiken sonra tebdil edenin günahı kendisine
olsun. Allah görücü ve bildiricidir. Ezici devletin devamı müddetince uygun duaları
Cenab-ı Hak kabul eder. Yer ve gökler devamı müddetince Allah onu daim etsin. Bu
iş H.639 senesinde cereyan etti. Cenab-ı Hak Hz. Muhammed’e salat etsin”.
14. Ulu Cami avlusunun kuzeybatı köşesinde Şafîiler Camii denilen kısmının
avluya bakan yüzünde, kapı ve pencereler üzerinde H.935 (M. 1528-29) tarihli bir
kitabe vardır. Kitabenin Türkçe metni:
“Besmele. Saltanat gemisini saltanat denizinde yürüten, toprağın ve suyun
kahramanı, karalarda Allah’ın gölgesi, zulüm ve küfrün bayrağını alçaltan, insaf
ve adaletin bayrağını yükselten, Allah yolunda cihad eden, Allah’ın dini uğrunda
savaşan kalem ve kılıç sahibi, Acem ve Arab’ın padişahlarının efendisi, ulu şahinşah,
88
en büyük padişah Sultan Bayezid bahadırlarının oğlu, Sultan Selim oğlu Sultan
Süleyman’ın adaleti zamanında (Allah mülkünü daim etsin), Diyarbakır küresinde
(bölgesinden) Atak kalesinde emir bulunan Hüseyn-i Zırki ve emir Muhammed oğlu
ulu beylerin iftihan Emir Ahmet bu mübarek mescidi yeniledi ve onardı. Allah ecrini
iki kat ve iki dünyada kadrini ziyade etsin. sene 935”.
15. Avlu içinde ve asıl caminin batı tarafında güney batıdan itibaren 5. ve 6.
pencereler üzerinde Osmanlı nesih yazısı ile yazılmış beş satırlık bir kitabe vardır.
Kitabenin Türkçe metni:
“Besmele. Salavat. Diyarbakırlı (Amidi) Seyyid Şemseddin oğlu, saygın ve
değerli insan Seyyid İbrahim, Amid şehrinde Uzun Çarşıdaki bütün dükkanlarını
ve on iki bin gümüş parayı vakfetmiştir. Dükkanlann satışından elde edilen parayla,
camide içenlere sebil su dağıtılacaktır. Buz ve kar ile soğutulmuş su, haziran ayının
ilk gününden itibaren 90 gün mevcut olacaktır. Mütevelli, imamdır. Buz ve kar ücreti
ve mütevelli ile bu sakinin ücretleri vakfiyede belirlenmiştir. Bu caminin suyundan
içenlere Allah rahmet eylesin”.
Ulu Cami’ nin Hanefılere ait bölümünün doğu cenahında soldan beşinci
pencere ile üçüncü pencere arasında ve dördüncü pencerenin üzerindeki taşa kazılmış
bir kitabe vardır. Güzel bir Osmanlı neshi ile yazılan bu kitabe Osmanlı Padişahı IV.
Mehmet’e aittir.
Mukaddes bir takım vergilerin alınmamasına dair olan H. 1094 (M. 1683)
tarihli fermanın Türk harfleriyle metni:
“Bismillâhi elhamdü lillâhillezi ezhebe annel-hazen. İnne Rabbena leğafurûn
şekûr sadakallahul azim.
1- Padişah-ı âlempenâh Gazi Sultan Mehmet Han ibni Sultan İbrahim Han
eyyedehullahü ve ebkahü hazretlerinin hatt-ı hümayun-ı şevket makrun ve ma’deletmeşhunları ile Diyarbekir’den ve eyaletinden ref buyurulan bid’u mezalim ve
tekâlif-i şakka ve mekârihdir ki beyan olunur. Evvelâ bikazaillâhi teâlâ kendü sun’ile
ateşe yanan ve damdan ve ağaçtan düşenden ve suya gark olandan öşür ve hidmed
namına bir şey alınmıya ve şeyhlik akçası alınmıya ve odunakçası kadimden ta’yin
olunana muhalif alınmıya ve cami olan şehir ve kasabalarda.
2- Müslümanlar arasında hamr ve arak bey’ü şira ve şürb olunmıya ve hane
ve avarıza noksan gelmiyecek tahmin olunmıya ve kara ulustan pişkeş ve zahirebaha
namıyla akçalar ve çadır başına koyun ve kilim ve cicim ve keçeler alınmıya ve zimmi
kethudalığına kaftanbaha alınmıya ve ispenciye yetmiş akçeden ziyade alınmıya ve
evlerde tamir içün malkoç akçası ve çayır akçası ve tarh arpası ve bal ve yağ ve odun
ve peynir bahası ve koruk kalemiyesi alınmıya ve menzil ve mahallelerde oda kirası
ve ırgat ve meş’alesi akçası ve îdeynde cem’eyledikleri sahan ve seraye hasirbaha ve
bulgur salyanesi ve buzhane.
89
3- Masrafı ve yedekçi ve bekçi ve tırpan ve bostan ırgadiyesi ve paskalya
akçası ve kiliselerde sakin olan keşişler ve ruhbanlardan cizye vesair tekâlif alınmıya
ve bilcümle hilâf-ı şer’ ve kanun ve hilaf-ı defter.
4- almağa rıza-yı hümayunum yoktur. Ba’delyeum zikrolunan maddelerin
talep ve ahzine taife-i zalemenin eyledikleri zulme kim ki sa’y ve ianet eder ise ve
mevadd-ımezkurenin tebdil ve tağyirine ikdam ederse.
5- mazhar-ı gazab-ı hazret-i melik el-kahhar ola.Femen beddelehu ba’de
masemiahu feinnema ismuhu alellezine yubedilunehu innellâhe semiun alim.
Fehvayı şerifi üzre asim olduğundan ma’da inne lânetallahi ale-zalimin de dahil ola
.” Pencerelerin altında solda bu yazıların altında şu yazı yer almaktadır:
“Lâfzan ve ma’nen anın tarihin eyle imlâ
Çekti a’da ayağın hatt-ı hümâyun gelicek Tarihi oldu senetü erbeatisin ve elf
(1094)”.
17. H. 1124 (m. l712) tarihinde caminin bir bölümü yanmış, Vali Maktulzâde
Ali Paşa tarafından onartılmış, mihrab ve minberi yeniden yaptırılmıştır. Buna
dair on dört beyitlik manzum kitabe caminin harim kısmı içinde ve orta sahanda,
mihrabın üzerindedir. Kitabe siyaha boyanmış tahtalar üstüne beyaz ve ta’lik yazı ile
yazılmıştır. Metni şöyledir:
“Âsaf Gazi Ali Paşa vezir ibni vezîr Kim senâhânidir ahl-i fadl u dâniş bîzzarûr
Nice âsaf kim zuhur-i hışm u tedbirin görüb Hırkasın başına çekti küll-i hattacin
kefûr Sîr-i çeşmi matbah-ı cûd-ü sehası hırs u az Dâneçin-i harmeni ihsanıdır nezd-i
küdûr Rezmde düşmengüdâz bezmde hâtırnevâz Muhlis-i ehl-i tevazu’ hasm-ı
erbâb-ı gurur Cûdi rehber oldu bu yanmış yakılmış ma’bede Himmeti mi’mar olub
etti imaret sa’yi gör Şimdi menber söylesün (El-hamdüli-llâhillezi Ezhebe annelhazen) hamden ilâ yevm-i nüşûr Şimdi mihrab eylesün hamgeşte kaddin müstakim
Kim erişti hazret-i Âsaftan envâ-ı sürür Koydu bir a’sar-ı bakî bu ibadetgâhta kim
Zikr-i hayri söylenür efvâhta tâ nefh-i sûr Mâhasal heykel minelbab ilel mihrab hep
Evvelden dahi sengîn oldu dahi nevzuhûr Nakşolan etraf-ı tavanında âyât-ımübîn
Nurdur amma eder çeşm-i aduy-i dini kür Vaki oldukça cihanda âdet-i hedm-i bina
Nikübedden hâtıra zevk u gam ettikçe mürur.
“Devletiyle dâima her canibi ma’mûr ola
Hane-i naz-ı aduyi izz-ü-câhı ola kûr
Yazdılar tarih-i ta’mirin bu âlî ma’bedin
Heykel u mihrabı menberle yapıldı bî kusur
Ben dedim her mısraı evvelden evvel harfini
Adedince bî nâzir Agâh bir tarih olur”.
90
18. Aynı tarihte yenilenen mahfel için şair Agâh’m manzum bir kitabesi vardır.
Mahfel tavanın kenar altında tahta üzerine ta’lik ile yazılmış, süslü ve teshibli bu
kitabe şöyledir:
“Fahr-ı erbab-ı himem ya’ni Hüseyin Ağa kim
Ola ikbal ü saadet ile her rûzi saîd
Nice ağa ki ider terbiyeti bârâver
Bu mihrabın ne kadar hilkati olursa dabîd
Kethüdâ-i Ali Paşa o vezir ibni vezir
Ki anın zâtı ile buldu vezaret te’yid
Kaalini çok da uzatma yeter Agâh yeter
Şayet ol hatır-ı nazikte gubâr ola bedîd
Dedi bu mahfeli yaptıkta hıred tarihin
Andelib-i habeşin İanesi oldu tecdîd” .
Mahfelin, Maktulzâde Ali Paşa’nın kethüdası Hüseyin Ağa tarafından
yaptırıldığı anlaşılıyor.
19. Ulu Cami’nin h. 1240 (m. 1824-25) tarihinde bir onanm gördüğü, caminin
batısında bir dolap üstünde tahta levha üzerine kağıt çekilerek nesih yazıyla yazılan
şu kitabeden anlaşılıyor.
ve elf.
“Fi ta’mir-i hazihil camii şerif bi himmeti hayrat. Seneti erbaine ve meiteyn
Türkçesi: Bu cami-i şerifin onarımı özeldir. Hayır sahiplerinin himmetiyle
yapıldığı sene 1240.
20. Ulu cami’nin çarşıya açılan doğu kapısından içeri girerken sol yanındaki
oda muvakkithane idi. H.1253 (m. 1837) tarihinde açılan bu muvakkithanenin kapısı
üzerindeki bir levhada Osmanlı sülüsü ile yazılmış şu manzum kitabe asılı idi:
“Gel ey mahzun gönül bir nâzm-ı rengin eyle amade Ayan olsun hemişe
dürr-i yekta remz-i ma’nade Dua-yı devletin yad eyle evvel padişahın kim Ola zıll-i
hümayun-u müebbed dâr-ı dünyâde Vezir-i Ekrem-i İskender-i Dara sipehsâlâr
Dıraht-ı sayesi her canibe düştü bu esnâde Acep midir kamu serkeşlere ser kestirirse
ol Zaferyâb olduğu hem sure-i innâ fethnâ’de Hususa kim vekil-i mutlak-ı paşa-yı
âlişan Ki Sa’dullah kadim-i nusretin bulmuş tecellâde Muazzam bir eser bünyâd
edüb bu şehr-i Amid’de Ne zibâ gör muvakkithane nakşi harikulade Muvakkithaneye
Bâsim nivis tarih-i mergûbe Hûda banisin kılsın aziz dünya ve ukbâde” (H. 1253).
Vali Sadullah Paşa’nm yaptırdığı bu muvakkithane için şair Cevdet’in de şu
manzum kitabesi vardır:
“Etti teşrif çünki Sa’dullah Paşa Amid’i Nîknâmla zatını tercih-i akran eyledi
Saha-i rahat görünce ehl-i belde cümleten Dem-be-dem saat-be-saat şükr-i Yezdan
eyledi Bu muvakkithaneyi inşaya hakka himmeti Çaldı saat bir felekten halkı şâdân
91
eyledi Bir vakitte eyleme fevt doğrusu ed’iyyesin Tab’i ra’nâya ayarın kim ki iz’ân
eyledi Himmet-i hayriyyesi çok her mahal i’mânna Şehr-i i’mâr içün Allah saat ihsan
eyledi İki tarih-i mücevher ile Cevdet bendesi İrtifâ’i kadr içün ol zatın i’lan eyledi.”
(H. l253).
21. Ulu Cami minaresine yıldırım isabet etmiş. Yıkılan minare h.1255 (m.1839)
tarihinde onartılmış. Buna dair kitabe cami avlusunun ortasındaki namazgahın
güneyinde saçak altına asılmış levha üzerindedir. Metni:
“Ta’mir olundu işbu minare bu sâlde
Oldu müzeyyen aldı cihanı nezâresi
Yıldız gibi donattı leyâliden ser-be-ser
Tuttu Diyarbekir’i kanâdil inâresi
Şehrin Kebir Camiinin ki minâridür
İ’mâr oldu beldeye tevfık emaresi
Karb-i savâik etmişti çak cismini
Zalimi sağaldı merhemini buldu yaresi
Ta’mire bâdı el-Hac Şeyh Muhammed Sa’id’dür
Anda bulundu çünkü bu vakfın idaresi
Tarih yazdım ola dua celbine sebep
Raşid hitâm buldu çü yerin imaresi
Hep geldi seyr-i Behçet tarihine mü’minan
Oldu cedid ma’bed-i hâmis minaresi” (sene: 1255).
22. H. 1266 (M. 1249–50) tarihinde yapıldığı bilinen namazgah ile havuzun
ayni yerde bulunan kitabesi şöyledir:
“Arşen fi aşr havz-ı kebir dedim tarih
Bina havz-ı kebir ile namazgah”.
Bu tarih ebced hesabına göre H.1269 çıkıyor (82).
Ulu Camii Süslemeciliği
Ulu Camiin taş işçiliğini bir büyük sanat haline getiren önemli özelliklerinden
biri de “Taş Süslemeciliğidir“. Kendi döneminin, yaşadığı ortamı ve kullandığı
eşyayı göze en hoş gelecek şekilde süslemek, onu sanat anlayışı ile biçimlendirmek,
Ulu Camii Taş ustalarının, sorumluluğun ötesinde; doğal bir tutkuları olduğunu
göstermektedir. Onbir ve onikinci yüzyıl İran Selçuklularının kendine öz
kavramları, ilhanlıların parlak ve atak sanat ibdaları, Timurluların ince ve zarif sanat
görüşleri, Memlükların, Celayirlerin, Muzafferilerin, Akkoyunlu ve Karakoyunlu
Türkmenlerin ve nihayet Safevilerin süsleme sanatlarında gösterdikleri başarılı
buluşlar, Türk Süslemesinin oluşmasında büyük rol oynadığı kesin olarak kabul
92
edilebilir. İşte o dönemin Taş ustaları, süslemeleri ile taşı taş olmaktan çıkaran bir
büyük sanat eseri haline getirmeleri, Ulu Camiyi bir Güzel Sanatlar Galerisine
dönüştürmüştür. Ulu Camii’deki Süslemeciliğin tarihsel süreç içerisinde kendi
geleneksel yorumlarına sıkı sıkıya bağlı kalarak, Ulu Camiin kültür ve sanat
dünyasında seçkin bir yer almasına neden olmuştur.
Bitkisel Motifler:
Sanat, milletlerin kültür ve zevklerini açıklayan, toplulukların geleneklerini,
duygularım yansıtan bir kavram olduğuna göre bitkisel motifler “Taş Süsleme
Sanatlarında“ ne denli bir mucize olduğu, Ulu Camii duvarlarında görülür. Kendi
devirlerinde oluğu kadar sonraki devirlerin de estetik değerlerini yönlendiren Ulu
Camiideki Bitkisel motifli taş süsleme sanatı; Mazinin derinliklerinden gelen sır
dolu esintilerini günümüz insanın ulaştırdığı gibi geleceğe de götürecektir. Bitkisel
motifler yarı natüralistik, yarı stilize bir üslup ile çalışmıştır. Çeşit çeşit çiçeklerin
yepyeni stilizasyonla Taş üstünde biçim bulduğu Ulu Camii sanki tarihi bir çiçek
bahçesine dönüşmüştür. Bu bitkisel motifler Türk dekorasyon sanatının ilk örnekleri
olarak gösterilebilir.
Hayvansal Figürler:
Ulu Caminin en önemli özelliklerinden bir de, taş süslemeleri arasında hayvan
figürlerinin yer almış olmasıdır. Hayvan figürlerinden oluşan kompozisyonlar
bitkisel motifli Küfî kitabelerle yan yana yer almaktadır. Ulu Camiye üç kapıdan
biri ve esas kapı niteliğinde olan doğu kapısının hemen üstünde birbirlerine simetrik
olarak yerleştilmiş kabartma hayvan figürlerini görmek mümkündür. Hayvan
figürleri; boğa üzerinde Arslan kompozisyonudur. Kitabenin hemen alt bölümünde
yer almaktadırlar. Bu kapının kısa bir koridorundan geçildikten sonra hemen üstüne
gözatılırsa; avluya bakan cephesinde kapının içtarafının her iki bölümünde boğa ve
arslan başları görülür. Ayrıca ne zaman hangi amaçla konulduğu ve üstüne efsaneleri
bulunan bir de demir yılan heykeli bulunmaktadır.
Ulu Camiideki Hayvan Figürlerinin Plastik Analizi:
a. Ulu Camii Doğu Kapışı Dış Cephesindeki Hayvan Figürleri:
Ulu Camiye Doğu kapısından girildiğinde, kapının her iki yanında hayvan
figürleri görülebilir. Bunlar birbirlerine bakar biçimde yapılmıştır. Her iki
bölümdeki rölyef olarak yapılan hayvan figürlerinin hemen üstünde ve bir siper
altında tek satır halinde (a) bölümü bu satırın altında sağ tarafta, (b) bölümü sol
tarafta olmak üzere, müzeyyen bir küfî ile yazılmıştır. Kitabe metninin Türkçesi:
“Besmele, Malı ile yapılmasını buyuran ve masrafım karşılayan efendimiz, emir,
ordu komutanı, dinin kemali, İslamın şerefi, devletin güzelliği, milletin değeri,
ümmetin süsü, orduların öncüsü, emirlerin tacı, Emîr-ül-mü’mininin yardımcıyı
Ebu’l- Kasım Ali bin Hasan bin Nisan” (16).
93
Ulu Camiin kapı dışında Aslan ve Boğa gibi iki güçlü hayvan arasında bir
üstünlük mücadelesi yer almaktadır. Boğa güç’ü sembolize ederken Arslan da
üstünlüğü simgelemektedir. İşte bu iki güçlü hayvan arasındaki kavga ve mücadele
Ulu Camiin Doğu yönündeki esas kapının üzerinde yer almasına halk arasında
şöyle bir yorum getirilmektedir; “Mücadele ve kavga bu camiin dışında kalsın”...
Halk arasında her ne kadar böyle bir yaklaşım olmasına rağmen Camiin avluya
bakan taraflarında da hayvan figürlerinin yer almaşı şöyle açıklanabilir; Kilise’den
çevrilen ve çeşitli nedenlerle tamirat ve tadilat geçiren Ulu camiinin taş malzemeleri
yer değiştirmiş, böylece hayvan figürleri de Camiin iç ve dış mekanlarında yer
almıştır, tsiamın getirdiği hoş görü ile Müslüman cemaatler yüzyıllardır bu Hayvan
figürlerine dokunmamış, herhengi bir zarar vermemiştir.
b. Ulu Camii doğu Kapısından girerken dış-sağ tarafındaki Arslan-Boğa Figürü:
Ulu Camiin doğu kapışı dış-sağ tarafındaki Arslan-Boğa Hayvan figürleri
dikdörtgen bir taş üzerine dış kabartma tarzında işlenmiştir. Hayvan figürleri
dikdörtgen taş yüzeyi üzerine alttan ve üssten, sağdan ve soldan dengeli boşluklar
bırakılarak kompozisyon düzenli bir biçimde yerleştirilmiştir. Bu özellik Resim
sanatının temeli olan desen çalışmalarında da hassasiyetle üzerinde durulan
konulardan biridir. Konu için ayılan alanın yerli yerince değerlendirilmesi resim
sanatının temel amaçlarından biridir. Konu gözü rahatsız edecek derecede küçük
buyutlu olmadığı gibi kontur çizgisi dışına da taşmamalıdır. Bu Arslan- Boğa
figüründe de bu plastik denge ideal bir biçimde uygulanmıştır. Arslan- Boğa
figürleri izleyiciye bir mesaj vermesi yanında iyi estetik değerleri de üzerinde
taşımaktadır. Arslan-Boğa figürü kısmen deformasyona uğratılarak belli bir
üsluportaya konmuştur. Bu üslup bir yerde küfî yazılarla benzeşen bir üslup olsa
gerek. Kitabelerle Hayvan figürleri biçimsel farklılıklara rağmen özde birbirleri
ile örtüşmektedirler. Bitkisel Motifli küfî yazılar ile hayvansal figürler aynı yüzey
üzerinde birlerine kontras düşmemektedirler. Arslan ile Boğa arasında geçen bir
mücadeleyi konu edinen bu sahne, anlatım veya ifade açısından zayıf görünmektedir.
Bu da sanatçısının olayı iyi gözlemlemediğini göstermektedir. Figürler yüzeyde
bir “biblo“ görünümündedir. Bu görüşü; Arslanın sağ arka ayağının, Boğa’nın
kuyruğun üzerinde yer alması desteklemektedir. Zaten figürüler kendi aralarında
kıyasıya bir mücadele görüntüsü vermekten çok, poz veriyormuş edasıyla durgun
bir halde görünmektedirler. Boğa figürünün karnında yer alan çizikler, cılız ve zayıf
bir hayvan izlenimi bırakmaktadır. Ağzının açık olması acı ile direnirken, sanki
yenileceğinin farkındadır. Boğazının altındaki kıvrımlar dört boğumdur. Gövdeden
taraf sert bir köşe ile bağlanmıştır. Boğanın sağ boynuzu kırılmıştır.
94
Resim 3. Kitabeler ve Hayvan Figürleri (Aslanın Boğa ile mücadelesi)
c. Ulu Camii doğu Kapısından girerken dış-sol tarafındaki Arslan-Boğa Figürü:
Ulu Camiin doğu kapısından girişte, kapının sol tarafında yer alan ArslanBoğa figürü Kare şeklinde bir taş yüzeyi üzerine işlenmiştir. Kompozisyonun yüzey
üzerine dengeli bir biçimde yerleştirildiği söylenebilir. Bununla beraber figürlerin
Altında ve üstünde yeterli boşluk bırakılmıştır. Figürler sağ ve sol taraflarından
kontur çizgileri ile birleşmiştir. Boğa figürünün boğazındaki boğumlar altı tanedir,
figürün karnında belirgin bir biçimde üç çizik yer almaktadır. Figürler yüzeyde
bir “biblo “görünümündedir, figürüler poz veriyormuş edasıyla durgun bir halde
görünmektedirler.
d. Ulu Camii doğu Kapısından girerken dış-sol ve sağ taraflardaki Arslan-Boğa
Figürülarinin karşılaştırılması:
I. Sağ taraftaki Arslan - Boğa figürü dikdörtgen bir yüzeye işlenmişken, sol
taraftaki kare bir zemin üzerine işlenmiştir.
II. Sağ taraftaki Boğa’nın ağzı açık iken sol taraftakinin ağzı kapalıdır.
III. Sağ taraftaki Boğa’nın boğazında dört boğum varken, sol taraftakinde altı
boğum vardır.
IV. Sağ taraftaki Boğa’nın boğum bitimi köşeli bir gövde ile başlarken sol
taraftakinde böyle bir durum yoktur.
V. Her iki taraftaki figürler yüzeyde bir “biblo“ görünümündedir.
VI. Her iki taraftaki figürüler poz veriyormuş edasıyla durgun bir halde
görünmektedirler.
Ulu Camii doğu kapısının iç avluya bakan tarafındaki iki hayvan figürü:
Ulu camiin doğu kapısının iç avluya bakan tarafında kapının her iki tarafında
Arslan ve Boğa baş’larının rölyefleri yer almaktadır. Her ikiside cepheden yapılmıştır,
kare bir zemin üzerinde bitkisel süslemeler arasında yer alan bu Boğa ve Arslan
95
başları Ulu camiin batı yönüne bakmaktadır. Boğa başı stilize edilmiştir, çevresindeki
bitkisel süslememler Boğa başı dikkate alınarak ona göre düzenlenmiştir. Boğa
basının her iki tarafındaki stilize edilmiş bitkisel motiflere bakılırsa birbirine bekar
tarzda simetrik olarak işlendiği görülür. Arslan figürünün her iki tarafında iki farklı
bitkisel motif yer almaktadır. Ayrıca Arslan basının çene kısmında halkalar yer
almaktadır. Sütun başlıkları üzerinde yer alan bu figürler, Camii avlusunda da namaz
kılındığı dikkate alınırsa; ayrıca bir önem taşır.
Ulu Camii doğu kapısının iç avluya bakan tarafındaki Yılan veya Akrep figürü:
Ulu Camiin doğu kapısının avluya bakan tarafında kemer üstünde demirden
yapılmış bir yılan veya akrep figürü yer almaktadır. Bu figürün plastik ve tarihi bir
değeri olmamakla beraber efsanesi vardır. Halk arasında dolaşan rivayete göre;” kimi
yılan olduğunu, kimi de akrep oluğunu iddia etmektedir. Ama güçlü olanı Akrep
olduğuna dairdir. Söylentiye göre eski Diyarbakır’da Akrep oldukça fazla imiş. Ulu
camiye namaz kılmaya gelen cemaat bu durumdan rahatsız olurlarmış. Evliyanın biri,
akrep biçiminde bir heykel yaptırıp bunu efsunlamış ve şimdiki yerine yerleştirmiş.
O zamandan beri halk arasında Akreplerin bu civarda insanlara zarar vermediğine
inanılır. Demir heykelin ucundaki boynuz biçimine bakılısa bunun yılan figüründe
çok akrep figürüne benzediği görülür.
Ulu camiin batı cephesindeki hayvan figürleri:
Bu hayvan figürleri avluya bakan batı cephesinde yer almaktadır, yan yana
iki sütun başlığının üzerinde yer alan hayvan başlarıdır. Bu figürlere bakıldığında
sağ taraftaki hayvan basının, Boğa figürü olduğu belirgin bir şekilde görülmektedir,
sol taraftaki ise yüz kısminin uzun olmasından dolayı bunun da Boğa başı olarak
yorumlanması mümkündür. Her iki baş figürünün etrafında bitkisel süslemeler yer
almaktadır, kare zemin üzerinde kabartma figürler aşınmış bir haldedir. Bunlardan
başka ayrıca iki sütun başlığı üzerinde dikdörtgen alan üzerinde yer alan hayvan
figürü mü yoksa başka bir bitkisel motif mi olduğu belli olmayan süsleme yer
almaktadır, bu da daha detaylı bir incelemeyi gerektirmektedir.
Ulu Camiin Batı kapısının dış cephesinde yer alan bitkisel ve hayvansal resimler:
Ulu Camiin batı kapısının üstünde hayvan bitki ve natürmort resimler yer
almaktadır. Bir asma dalı üzerinde yaprak ve Üzüm işlemeleri tek gövde halindeki
taş üzerine yayılmaktadır. Türü belli olmayan kuş resimleri birbirine simetrik bir
halde görünmeleri ile beraber arka arkaya durdukları izlenimi vermektedirler.
Ortada duran vazo ya da saksının her iki yanında yer alan kuşlar kapladıkları
alana biçimsel yönden zenginlik katmışlardır. Resme bakıldığında sağ taraftaki kuşun
kuyruk tüyleri soldakine nazaran daha belirgindir. Bu figürün işlenme tarzı, Ulu
Camideki diğer figürlerden farklılık göstermektedir. Bu sahnede asma yaprakları,
üzüm taneleri ve kuşun kanatları daha zarif işlendiği söylenebilir (83).
96
Tarihi Kalorifer Tesisatı
Evliya Çelebi seyahatnamesinde Diyarbekir şehrinin çok temiz olduğundan
behsederek bunun nedeninin de şehrin çer çöpünün doğruca hamamlardaki külhanlara
götürülüp yakacak olarak kullanıldığını belirtir. Yine bu hamamların atık sıcak
sularından faydalanılnması düşünülmüş, sular genelde hamamların yakınlarındaki
tarihi camilere yönlendirilerek camilerin tabanının altında yapılan labirent
şeklindeki mazgallardan günümüz tabirince alttan ısıtma sistemine dönüştürülmüş
ve mükemmel bir şekilde uygulanmıştır. Bu olay 1970’li yıllarda Ulu cami tamirata
alındığında tabanlar sökülünce görülmüştür (84).
Restorasyon Sonrası Ulucamii
Hz. Musa zamanında yapıldığı ifade edilen Diyarbakır ulu camii heykel kısmı
97
Ulu cami içi
Ulu Camii Şadırvan
98
Tuğla süsleme (Ulu camii)
Tavan Süsleme
99
HZ. SÜLEYMAN CAMİİ VE 27 SAHABE
Hz. Süleyman ve Nasıriye Camisi isimleri ile de tanınan bu cami İçkale’de
surlara bitişiktir. Caminin minaresi üzerinde bulunan kitabesini okuyanlar değişik
tarihler ileri sürmüşlerdir. J. Sauvaget 1160 tarihi üzerinde durmuş, Diyarbakır
camilerini inceleyen Prof. Dr. Metin Sözen de bu tarihi kabul etmiştir. Kitabelerden
anlaşıldığına göre bu camiyi Nisanoğulları’ndan Ebu’l-Kasım Ali yaptırmıştır.
Mimarı da Hibetullah el Gürgani’ dir.
Kale Camisi çeşitli dönemlerde onarılmıştır. Bu yüzden de bazı yerlerinde
değişiklikler meydana gelmiştir. Yapının hemen hemen tamamında kesme taş
kullanılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanındaki, genişletilmeden önceki
durumunda cami İçkale surlarının iki burcuna dayanmakta idi. Ayrıca bulunduğu
arazi eğimli olduğundan da yapı kademeli bir plan şekli göstermektedir.
Caminin iki girişi bulunmaktadır. Bunların biri batıda, diğeri de güneydedir.
İbadet mekanına kale burcuna bitişik basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Bu
girişin üzerine ikinci bir kat yapılmıştır. Kuzey tarafında kubbeli bir bölüm ve bir de
şadırvan yerleştirilmiştir. Cami kısmı beşik tonozla örtülü olup, üzerinde iki sütuna
dayanan bir mahfili vardır. İbadet mekanı enine üç bölüme ayrılmıştır. Girişteki
ilk iki bölüm birbirine eşit olduğu halde, mahvelli kısım onlardan ayrılarak enine
beşik tonozla örtülmüştür. Buradaki bölümlerin ikisi duvara, ikisi de ayrı olan
dört ayağa dayalı temellerle ayrılmıştır. İç mekanda önemli bir süsleme elemanına
rastlanmamaktadır.
Caminin XII. yüzyılda yapıldığı sanılan minaresi, Diyarbakır ve çevresindeki
pek çok örnekte olduğu gibi kare biçimindedir. Minare üzerindeki yer yer silmeler ile
yeknesak görüntüsü önlenmeye çalışılmıştır. Şerefeden sonra ince bir petek bölümü
ve sivri külahlı üst örtüsü onu tamamlamaktadır. Caminin bitişiğinde Halid Bin
Velid’in oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Araplar tarafından alınması sırasında şehit
düşen sahabelerin burada gömülü olduğuna inanılmış ve bu da caminin kutsallığını
arttırmıştır. Ziyaret yeri olarak daha da önem kazanan bu camiye her dönemde yeni
eklemeler yapılmıştır (85).
Kale (Hz. Süleyman) Camisinin Yapılışı ve Yapılış Tarihi
İslam orduları yukarıda da değindiğimiz Amed’i fethetmiş ve Amed bundan
sonra müslümaların eline geçmiştir.
Fetih sırasında Halid b, Velid’in oğlu Hz. Süleyman başta olmak üzere seçkin
sahabeden oluşan kimi kaynaklarda yirmi beş kimi kaynaklarda ise yirmi yedi olarak
geçen sahabenin şehit düştüğünü söylemiştik.
Amed müslüman araplardan sonra birçok islam devletinin egemenliği altına
girmiştir. Bunlardan biri İnanoğulları’dır. İnanoğulları içinde onların hakimiyeti
altında bulunan Nisanoğulları döneminde Kale (Hz Süleyman) Cami yapılmıştır.
100
Nisanoğulları’nın başında bulunan Nisanoğlu Kemaleddin Ebu-l Kasım Ali
şehid düşen sahabeler için daha önce harabe şeklinde olan mescidi H. 55O–575/ M.
1156–1179 yılları arasında El Benna Hibetullah El Gurgani’ye yaptırmıştır.
Caminin doğu penceresi üzerindeki şu manzum kitabeden anlaşılıyor: “Ey
insanlar, ilahi Kemaleddin Ebu-l Kasım Ali için iyi dost ol. Nasıl ki bu meşhedin
binasını teşyid (yükseltme, sağlamlaştırma) etti. Nebiyyi Mürsel hürmetine sende
kendisinden razı ol”.
Ayrıca cami minaresinin doğu yüzünde birinci kemer altında, beyaz taşlar
üzerine ibtidai bir nesih ile yazılan yazıda da “Allah’u Sübhane, Ebu-l Kasım Ali
b.Nisan... Allah rahmet etsin, sene 555 (M.1160)”.
Yine başka bir yazı minarenin güney yüzündedir. “Allah’ın şanı yücedir. 0,
Ebu-l Kasım Adi Nisandır.’
Son olarak cami duvarında bulunan yazı Murtaza Paşa Hücresinin dam
toprakları ile örtüldüğü için vakıflar idaresi tarafından kaldırılmış olan yazıdır.
Camiye Takılan İsimler
Caminin çeşitli isimlerle anıldığını görüyoruz. Bunlardan ilki ve en önemlisi
Hz.Süleyman isminin takılmasıdır. Hz. Süleyman-isminin takılmasının nedeni
Hz.Süleyman’ın bu camide şu andaki türbelerin yerinde yirmi dört veya yirmi yedi
sahabeyle birlikte şehit düşmesinden dolayıdır.
İkinci olarak bu camininin İçkale’de olmasından dolayı İçkale Camisi ismini
de almıştır. Üçüncü olarak Kale Camisi ismi takılmıştır. Dördüncü olarak Nasıriyye
Camii olarak anılmaktadır. Ve son olarak Diyarbakır Valiliği yapan Silahtar Murtaza
paşanın camii onarımdan geçirmesiyle caminin onun ismiyle anılmasıdır. Bunlardan
halk arasında en çok kullanılan Hz. Süleyman ismidir.
Hz. Süleyman Camisinin Mimari Özellikleri
Hz.Süleyman camisi her şeyden önce orijinal halinden eser kalmadığını şu
andaki yapısından anlıyoruz. Ancak İslam’ın ilk camilerinden olması araştırılmasını
gerektirmektedir.
Yapı topluluğuna iki yerden giriş vardır, bunlardan biri batıda diğeri
güneydedir. İki taraftan da girildiğinde güneyden mihrabı kuzeyde üç sütuna
dayanan dört kubbeli abdest alma musluklarının bulunduğu alan vardır. Burası
yaz aylarında açık namaz kılınacak yer durumundadır. Açık alanın doğusunda yer
alan caminin önündeki türbe daha geç bir devirde yapılmış, yapılırken tam olarak
camiye uydurulamamıştır. Cami kısmına burca bitişik basık kemerli bir kapıdan
girilmektedir. Bu giriş bölümünün üstünde ikinci bir kat vardır, kuzey tarafında
ise kubbeli kısım ve şadırvan yer almaktadır. Olanakların el verdiği kadar eğilimli
arazi kullanılmaya çalışılmış surlarla bağlantısı olduğundan boşluklar gerektiği
şekilde doldurulmuştur. Burada ortada kapı, iki yanda bu kısma birer penceresi
101
bulunan camiye girilmektedir. Bu kısmın üstü beşik tonozla örtülüdür ve üste iki
sütuna dayanan bir mahfili bulunmaktadır. Bu mahfile, minareye doğu kısmından
taşan beşik tonozlu olaya, soldaki merdivenle geçit sağlanmıştır.
Caminin iç kısmı mahfilli kısımla beraber enine üç bölüme ayrılır. İlk iki bölüm
hemen hemen birbirine eşit olduğu halde girişteki mahfilli kısım onların yarısı kadar
düşünülmüş hepside enine beşik tonozlarla örtülmüşlerdir. Bölümler ikisi duvarda,
ikisi bağımsız olmak üzere dört ayağa dayanan kemerlerle ayrılmışlardır. Yalnız dar
birinci bölümdeki ayakların kuzey tarafa bakan yüzleri belirli bir yükseklikten sonra
niş şeklinde biçimlendirilmiş diğerleri yalın bırakılmıştır.
Yapıda ilgi çekici önemli süsleme özelliklerine rastlanmamaktadır. Caminin
batı duvarına bitişik olarak eklenen türbeye camiden geçitler sağlanmış fakat yer yer
örtü şekillerinde beliren kesimlerden bu eklenen kısmında zaman zaman değişiklik
gördüğü anlaşılmaktadır.
Caminin güney duvarı dışında mihrabın tam arkasına rastlamak üzere arkada
üçgen, yanlarda birer dikdörtgen şeklinde dayanaklarla beslenmiştir. Bu yapıyı
eğilimli bir araziye oturtmanın sonucu olarak belirmiş, fakat dayanakları aynı
zamanda yapıldığından devir ayrılığı ortaya çıkmamıştır.
Diyarbakır’ın bu eski yapısı, arazinin ortaya çıkardığı zorunluluklar yüzünden
bazı doğal olmayan görünüşler göstermekteyse de, cami kısmında aksamalar
giderilmiş yapı düzenli bir görünüme ulaştırılmıştır. Ayrıca surlarla bitişik kısımda
ikinci bir katın varlığı da yer durumuyla ilgilidir. Ana namaz kılınan kısım tek
katlıdır. İçerden beşik dışarıda düz çatıyla örtülmüştür. İçerde ana mekan her
şeye rağmen bir birlikten yoksundur. İster istemez enine iki ayak sırası yapıyı üçe
bölmektedir. Ayakların kalın oluşu da ayrıca mihrabın bulunduğu bölümle bağlantıyı
zayıflatmaktadır.
Caminin minaresi Diyarbakır ve çevresinde rastladığımız gibi kare
biçimindedir, enine yer yer silmeler atılarak dikey görüntüsü zayıflatılmaya
çalışılmıştır. Bundan dolayı diyebiliriz ki minare eklenti tarihine aittir.
Belgeler Diyarbakır’da 57. Osmanlı Valisi (1631–1633) Silahtar Murtaza
Paşa’nın bu camiyi yaptırdığı yazılıysa da bu yenilercesine onarıldığı için ve planını
değiştirildiğinden olabilir. Nitekim daha sonra 1875 yılında Vali Ahmet Tevfik Paşa
dekorasyonuyla ilgilenecek ve türbeyi de onaracaktır. Yerine dikkat edilirse cami
eklentiden önce İçkale’de de değil onun hemen güneyinde halka açık yerdedir. Bu
nedenle kumandanların ve daha çok halkın desteği ile fethin gerçekleşmesinde
bir süre sonrada yapılmış olabilir. Kent İslam dünyasının eline geçince merkezde
bulunan katedralin hemen Ulu Cami’ye çevrilmesi usülden olduğuna göre Hz
Süleyman Cami’sinin Ulu Cami’den eski olduğunu sanmamak gerekir. Bu bir yerde
sahiplerinin gurur ve sevinçlerini ifade eder.
Avluya batıda (1. kapı) girildiğini söylemiştik. Solunda (kuzey) yeni abdest alma muslukları, sağında (güney) açık namazlık alanı (yerden bir kademe
102
yükseltilmiştir) yer alır. Bununla türbe arasında güneye açılan merdivenli ikinci kapı
vardır. Türbenin güneyinde Hz. Süleyman ve diğer şehitler vardır.
Yapı topluluğunun güneyi, doğuya ilerledikçe inen yola göre bir dayama
duvarıyla sınırlıdır. Harimin güneyindeki ilk bölümü enine planlı olup kıble duvarında
iki pencere ve mihrabı vardır. Batısındaki pencere hazireye, kapı ise türbeye açılır.
Doğu yünde sadece bir pencere vardır. 56 m karelik bu alanın güneyinde 67 m
karelik ikinci bölüm olup aralarında sadece kemerli üç kapı vardır. Yine doğuya tek
penceresi, batıya bir pencere ve türbeye açılan kapısı bulunur. 30 m karelik üç kapılı
üçüncü olan kuzeydedir. Bunun doğusunda merdivenle ulaşılan 15 m karelik bir
hücre kuzey kenarında merdivenle ulaşılan 15 m karelik bir hücre ve kuzey kenarı
doğusunda kare kesitli minare yer alır. İkinci bölümle arasında yine üç kapı vardır.
Batıda burca, kuzeyde sura yaslanan kubbeli ufak türbe ve bunun doğusundaki
musluklu kesim ile harim arasında ancak kesiti sağlayan ufak bir kapalı koridor olup
doğuya, merdivenle ikinci kata çıkılır.
Planında eklentiler ve değişiklikler fark edilir. Türbe harimin birinci ve
ikinci bölümüne birer kapıyla bağlantılıdır. Üstte üç yöne akıntılı ve kurşun kaplı
örtü, duvardaki Osmanlı çinileri, hareme bakan demir parmaklıklar, bunun dışında
çevreleyen ikinci türbe revak, dahası güney koldaki mezarlar özgün olmayıp 17.yy.
ve sonrası değişikliklerdir. Tüm bu işlemler arasında mezarların bile yerlerinden
kaldırılıp yeni geometrik düzen içine yerleştirildiğini söyleyebiliriz. Yapının adından
başka hemen hemen özgünlüğü kalmamıştır.
İlk şeklini koruyamamış olsa bile ilk mescit güneydeki mihraplı ufak alandı.
Minareyle arasında avlu vardı ve bu yörenin tasarım anlayışına çok uygundu. İkinci
ve üçüncü bölümler sonra eklenerek cami büyütüldü. Yarım sekizgen mihrabın
sadedir. Türbenin Osmanlı çinileri güzel olup sağlam duruyor.
Kare planlı minare üç ara silmeyle daralmadan yükselir. Mazgal pencereleri
batıdadır. Silindirli petek gövdeye göre cılız kalır. Pek çok onarım gördüğü örgüsünden
anlaşılıyor. Ulu camii minaresi, Kasım Padişah ve Silvan’daki Ebu Muzarettin il
Gazeye ait (Eyyübiler, l2. yy. 4. çeyreği ve 13.yy. 1. çeyreği) minarelerde kare planlı
ve bazalttandır.
Harimin doğu yakası kuzey ucundaki hücre, mektep amacıyla Amid’e valilik
yapan Murtaza Paşa tarafından (1631–1633) yılları arasında eklenmiştir. Aynı vali
türbeyi de esaslı bir biçimde onarmış ve burada yatan kapı üzerinde olup Ebu-l Kasım
Ali tarafından 1156–1179 yılları arasında yaptırıldığı görülür. Bunların Türkçeleri
için verilen yayınlar vardır. Burada dikkati çeken bir nokta bu tarih ile Kanuni
Sultan Süleyman günlerine kadar ortalama 400 yıl buranın kuşkusuz onarıldığı fakat
yazıtlarıyla belgelenmediğidir. Surlar ve Ulu Camii dışında aynı kopukluğu diğer
önemli yapılarda da görüyoruz. Belgelere Nasuriyye, Nasuriye, Tahiriyye ve Kale
camisi olarak da geçen Hz.Süleyman Camiisi ve hazirenin ardında başka özgün yanı
olmadığı anlaşılıyor. Mimar adı yazıtlarda görülmüyor.
103
a) Mihrap Durumu
Kıble duvarında doğuda 71, batıda 67cm taşkınlık yapan altta 3,84 m
enindeki mihrap kitlesi bugünkü döşemeden 4,12m yukarıda silmesiz olarak son
bulur. Üstte kemerle yana devam ederek pencere girintileri oluşturur. Bu nedenle
bir bakıma, mihrabın kıble duvarı içinde taşkınlık yapmadan düzenlediği, buna
karşılık pencerelerin içte kemerli girintiler içine alındıklarını söylemekte olası
minber nedeniyle sağdaki sağırlığın (en) daha fazla tutulduğu görülür. (solda 1,05,
sağda 1,63 metre) 1,16 m enindeki yarım sekizgen planlı mihrap girintisi (kenarları
doğudan başlayarak batıya doğru sırasıyla 39, 47, 48 ve 38cm olup ön yüzde 1,54 m.
enindeki, 1cm derinliğinde bir çerçeve (girinti) içine alınmıştır.
Sekiz sıradan oluşan mukarnaslı örtü, verilen harf ve numaralara göre şöyledir:
8 - sıra – K; 7 - sıra - D4; 6 - sıra – H; 5 - sıra –G; 4 - sıra - C,E2; 3 - sıra A,D; 2 - sıra – B1,C2;
1 - sıra - A
Dizi kozağıyla başlar bunu kaçınılmaz olarak B1 ve C2 den oluşan sıra izler.
Bu yükseliş A ve B birimlerini zorunlu kılar, ‘C’ ve ‘E’ ler alışıla gelen tasarımlardır.
Daha çeşitlik ve yükselti istense 5. Sıradaki ‘G’ lerin asağlanabilirdi. Sadesinin
yeğlendiği anlaşılıyor. Yalnız 3 dilimli kemerin, ‘K’ nin üstünü biraz kestiğini
görüyoruz. 3 dilimli kemerin üst gergelinin iyi ayarlanmadığı (basık kaldığı) bellidir.
Mukarnas dizisinin düzenli ve yumuşak bir geometrik uyum sağladığı görülüyor.
Hz Süleyman Camisinin mihrabının kemer dilim sayısı 3 tür. Bezemesi sade
ve mihrabı badanalıdır. Mihrap eni ve yüksekliği 3,84x4,12, köşegen taban açısı
kullanılan araç ve gereç beyaz taş kullanılmıştır.
b) Caminin Örgüleri ve Uzunluk Ölçüsü
Caminin hemen hemen özgün hiçbir yeri kalmamıştır. Doğudaki medrese
(tek odalı göz) batısındaki örtülü türbe ve hazire bölümü eklenti olup taş sıraları
ana kitleye uydurulmaya çalışılmıştır. Helalar, abdest alma bölümü, yazlık namazlık
bölümü, çevre duvarı (güney duvarı) merdivenler buna bağlı olarak kapılar ve düşeme
kaplamaları hep gördüğümüz ve anımsadığımız kadar yakın dönemin inşaatlarıdır. En
az değişen kesim harimin kıble yününe ve doğuya bakan duvarlarıdır ve buda özgün
değildir. Üst örtüsü betonla örtülürken silme şekli kortu be çörtenleriyle oynandığı
ortadadır. Bu durumda ilk şeklini koruyan duvar örgüsünden söz edemiyoruz. Ancak
ilklerin ve eskilerin günümüzdekinden farklı olduğunu da düşünmemek gerekir. Taş
ocaklarının iri taş verimine göre taş sıraları (yüksekliğini) giderek azalmış olabilir.
Yazıtına bakılırsa minare özgündür. Kare ve geniş kesitli yıkılmaya karşı
güvenli tutulmuştur. İri taşların alt kesimde yoğunlaştığı ince oyunu örgüsü
günümüzde de sağlam görünüyor.
Bu gün avluya güney ve batıdaki kapılardan girildiğini görüyoruz. Sade yeni
olup taç kapı sözcüğünden anladığımız nitelikte değildir.
104
Hz. Süleyman Camisinde Bulunan Türbeler
Diyarbakır fethi Hz Ömer gerçekleşmiş İslam fetihlerinden biridir.
Yukarıda Diyarbakır’ın (İçkale’nin) fethini anlatırken Iyaz b. Ganem
komutasındaki ordunun Diyarbakır’ı fethettiğini söylemiştik. Bu fetih hareketinin
en tipik özelliklerinden biride elbette fethe katılan ordunun sahabelerden oluşması
ve bu sahabelerin birinci kuşak sahabelerden oluşudur. Bu fetih sırasında bazı
kaynakların yirmi beş, bazı kaynakların yirmi yedi olarak verdiği sahabelerin şehit
oluşudur. Bütün kaynaklar burada fetih sırasında şehit olduğunu kabul etmekte
ancak hem şehit sayısı hem de şu anda türbede bulunanların gerçekte bu şehitler
olup olmadığı gerçeğidir. Bu ihtilafın nedeni türbelerin yapılışı ile fetih dönemi
arasındaki süreçtir. Bunun dışında bu sahabelerin hayatı hakkında pek fazla bilgi
olmayışındandır. Her ne kadar kaynaklar türbelerin bu sahabelere ait olduğunu
söylese de ihtiyatlı davranmak gerekir.
Ancak buna rağmen bu türbelerin birçoğu sahabelere ait olduğu fikri daha
çok yaygındır. Hatta Vakidi gibi tarihçiler Halid b Velid’le birlikte gizli geçitten
geçenlerden on-on beş kişinin ismini zikretmektedir.
Bunlardan bazıları şunlardır: ‘Amr b. Ehves, Huzeyde b. Sabit, İmran b. Bişir,
Selame b. Ya’sub, Mecid b. Talha, Musanna b. Asım, Salim b. Adiyy, Melik b. Hafz,
Hattab b. Cebir, Efleh b. Saide isimlerini zikretmektedir’.
Türbede bulunan şehitlerin isimlerini 1631–1633 yılları arasında Diyarbakır
valiliği yapan Silahtar Murtaza Paşa’nın türbeleri onarmasından sonra astığına dair
manzumede görmekteyiz. Bu kitabede şöyle yazılmaktadır:
“Halid oğlu Fatih-i Amid Süleyman Hazreti
Kim yiğirmi dört Sahabeyle olup bunda şehit
Kubbenin altında medfundur sehabe cümlesi,
Bu müşerref yerde mesken kaldılar vakfı-ı medid
Murtaz paşa silahtara Huda edüp
Bir müzehhep perde astı üstüne anın cedid
Kıldı ihya zib-ü ziynetle der ü divarını
Kim okursa fatiha ruz-i ceza ola Said
Türbedeki ashab-ı kiramın adları şu şekildedir; ancak şunu da belirtmekte
yarar vardır. Bu isimler herhangi bir İslam tarihi kaynağında doğrulanmış değildir.
Reis-i cümledir Sultan Süleyman
Rıdvan, kardeşi Mesud ey can
Beşir u Hamza, Amr u Şa’be, Sabit
İki Zeyd, iki Halit biri Numan
Muhammed iki, Abdullah üçtür.
105
Hasan nam iki bir kab-i Zişan
Fudayl u Malik ü Fahr u Ebu’l Hand
Ebu-Nasr u Mağire eyle iz’an”
İçkale (Sultan Süleyman) Camii’nin şehitliğe bakan penceresinin yanına
Mustafa Asım’ın şu manzumesi asılmıştır.
Ey şahidanın Süleyman-ı muazzam mefhari
Hazret-i Seyf-i Huda’nın necl-i a’zam serveri
Kahraman fatihi sensin bu şehr-i Amid’in
Ceyş-i paki evliyanın müntehab seraskeri
Böyle bir sur-i metin içre yapılmış beldeyi
Zabt u teshir eyledin bir günde ey din rehberi
Hazret-i Haydar misali kal’a Hayber gibi
Bir cihad ettim ki dilşad eyledin Peygamberi
Bahtiyardır belde halkı minnetinle serteser
Mazhar-ı gufran-ı Rahman oldu kabrin makberi
Zairine bahşeder envar-ı misk u anberi
Ya İlahi gazi-i Sultan Süleyman aşkına
Bahşkıl müştakına uhrada ab-ı kevseri
Her gelen züvare minnet eylerim adab ile
Fatiha ihlası takdim eylesinler her biri
Bu mukaddes mescid içre farzını ifa eden
Abidine müjdeler olsun cinandır yerleri
Ey! sipehdar-ı gaza senden tazarru eylerim
Kıl şefaat Asım-ı şeydaya ruz-i mahşeri.
Cami ve Türbenin Geçirdiği Onarımlar
Hz Süleyman Camisinin yukarıda da değindiğimiz gibi hemen hemen hiçbir
yeri özgün kalmamıştır. Yani orijinal halinden hiçbir eser kalmamıştır. Ancak buna
rağmen bütün İslam devrinde ve birçok şahıs tarafından onarılmasına rağmen
kaynaklarda geçmemektedir. Ancak buna rağmen özellikle Osmanlı döneminde
yapılan onarımların resmi kayıtlara alındığını ve kaynaklarda geçtiğini görüyoruz.
1631–1633 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin Diyarbakır Valiliği yapmış
olan Silahtar Murtaza Paşa tarafından hem cami hem de türbenin esaslı bir onarımdan
geçtiğini caminin duvarındaki manzum kitabeden ve resmi kayıtlardan anlıyoruz.
Caminin Silahtar Murtaza Paşa Camisi ismiyle anılması caminin bu Vali tarafından
onarıldığını bize götürmektedir. Hz. Süleyman Camisini onaranlardan birisi de yine
Osmanlı Devleti’nin Diyarbakır Valiliğini 1875 yılında yapan Ahmet Tevfik Paşa’nın
da Hz. Süleyman Camisini onardığını mevcut kaynaklardan öğreniyoruz.
106
Bunlar dışında birçok onarım geçirdiği muhakkaktır. Çünkü yukarıda da
değindiğimiz gibi caminin hemen hemen hiçbir yeri özgün kalmadığını söylemiştik.
Bu konuda da kaynaklarda veya resmi belgelerde kayıtta rastlamıyoruz.
En son onarım 2012 yılında Vakıflar Müdürlüğüncedir (86).
Resim 4. Hz. Süleyman Camii (Gece)
KİLİSELER
19. Yüzyıl Salnamelerine Göre Kiliseler:
Diyarbakır merkez sancağında 1287 H. salnamesinde 2 Patrikhane, 13
Kilise,11kilise, 3 şapel,1300 H. yılından, 1317–1379 H. yılına kadar Diyarbakır’da
5 adet merkez kilise olmak üzere 11 kilise daha vardı. Bütün Osmanlı topraklarında
olduğu gibiDiyarbakır’da da dinler ve bunlara bağlı olan müntesipleri serbest olarak
dini ve sosyalhayatlarını devam ettirmişlerdir. Günümüze kadar ulaşan kiliseler ise
şunlardır:
Süryanilerin Ortodoks mezhebine ait Meryem Ana (Mor Yakup) kilisesi
bugünde faaliyetlerine devam etmektedir.
Hala mevcudiyetini koruyup ancak ibadete açık olmayan kiliseler ise
şunlardır:Keldanilerin Katolik mezhebine ait Mar Petyum (Pityon) kilisesi,
Gregoryan Katolik Ermenilere ait; Surp Sargis Kilisesi, Surp Giragos Kilisesi,
Süryanilereait kilise, Nasturilere ait Sen Corc ( Kara Papaz) Kilisesi, Latinlere ait bir
kilise, ErmeniKatoliklere ait bir kilise vardır.
Diyarbakır merkez sancağına bağlı kazalarda ise kilise sayısı şöyledir: Siverek
kasabasında 3 kilise vardır H.1317–1379 yılında bu rakam 1 kiliseye düşmüştür.
Re’sülayn kazasında 3 kilise vardır. Lice kazasında H.1290–1292 yıllarında yapılan
salnamelere göre 1 kilise bulunurken H.1317–1379 yılında kilise sayısı 3’e çıkmıştır.
Silvan’da ise H.1291 yılında 2 kilise, H.1317–1379 yılındaki salnamede verilen
bilgiye göre 4 kilise kayıtlıdır (37).
107
Günümüzde kiliseler:
Ermeni Katolik Kilisesi; 16.veya 17. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.
Mar Petyun Kilisesi; 17. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir.
Saint George Kilisesi; Kilisenin 4. veya 5. yüzyıllarda yapılmış bir Bizans
eseri olduğu kabul edilmektedir.
Surp Giragos Ermeni Kilisesi; 16. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir.
Surb Sagis Kilisesi; 16. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir.
Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi; En geç 3. yüzyılın başlarında inşa
edildiği tahmin edilmektedir.
Süryani Protestan Kilisesi; 19. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir.
Sinagog (Havra); Havranın 1840 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır (38).
Akkoyunlu Cami Mimarisinin Osmanlı Cami Mimarisine Etkileri.
Nebi Camii Külliyesi bütünlüğündeki yola giden ilk yapısı, sanat tari­hi
açısından maalesef şimdiye kadar değerlendirilmemiştir. Oysa bu ilk yapı Anadolu
Selçuklularının, mihrap önü kubbesiz ulu cami plan yorumuna bağlı olarak inşa edilmiş,
önemli bir örnektir. Bu tip plan yorumunun Diyarbakır Akkoyunlu cami mimarisi
bütünlüğünde yaşadığını gösteren örneklerin İbrahim Bey Mesicidi, Tâceddin Mescidi
ile Hacı Büzürk Mescidi ‘nde yaşamakta olduğu görülmektedir.
Diyarbakır’da Osmanlı hâkimiyetinde 1587 tarihli Ragıbiye Cami-z’nde de
uygulanmıştır. Diğer taraftan Aynî Minare Camii’nde görülen ters T plan yorumu
Hüsrev Paşa Medresesi ‘nin (1535) bütünlüğünde yer alan mescid-dershane
bölümünde benzer şekilde uygulanmış, gene eyvan şekli Ali Paşa Medresesi ‘nde de
kısmen tekrarlanmıştır.
Akkoyunlu Mimarisi‘nde Osmanlı Mimarisi için öncü olarak kabul edilen iki
önemli uygulama ise merkezî plan şemasında görülür.
a) Enine dikdörtgen plan yorumunda merkezî kubbe uygulaması, Nebi Camii ile
Safa Camit nin plan yorumunda görüldüğü gibi. bu plan yorumunun Diyarbakır’daki
Osmanlı camilerine etkisi ancak 17. yüzyıl ortalarına doğru, Diyarbakır’da inşâ
edilen Melek Ahmet Paşa (1635-38) Camii ‘nde benzer yorumla tekrarlanmıştır.
Bu plan yorumunun en erken tarihli örneği, Mut’ta Lal Ağa Camii’nde (1356)
görülmekle beraber, daha sonra Osmanlı cami mimarisinde, 16. yüz­yıl Mimar Sinan
Ekolu ‘nün uygulamalarında tipolojik olarak devam etmiştir.
b) Kare plan yorumunda merkezî kubbe uygulaması, Akkoyunlu Mimarisi’nde
Lala Kasım Bey, Şeyh Mutahhar camilerinde görülen kare plân yorumu üzerinde
merkezî kubbe uygulaması, 16. yüzyıl, Hadım Ali Paşa Camii’nde (H.1534–37)
benzer şekilde uygulanmıştır. Behram Paşa Camii’nde (1570’ler) ise, kare plan
yorumunda duvara bağlı paye ve kemer sistemi ile oluşturulan, sekiz destekli
merkezî kubbe uygulaması olarak Mimar Sinan Ekolü’nün farklı bir plan tipine öncü
olmuştur.
108
Kare plân yorumunda kubbeye geçiş bölgesi (tromplar), kare prizmatik hacim
içinde yer almış, kubbe ile kare hacim buluşması, kare prizmanın kenarları üzerinde
çakışmış, bunun sonucu olarak kubbe içerden küresel, dış görünüşüyle çokgen
kasnaklı küre parçası görünümü kazanmıştır. Bu uygulama bazı Batı Anadolu
Beylikleri tek kubbeli camilerinde de görülmekte, ancak Bolu Mudurnu’daki Yıldırım
Bayezid Camii (1382) ‘nin 19.60 m. çaplı kubbesi, bu uygulamanın en büyük ölçüde
örneği olurken, Osmanlı Mimarisi’nde kare prizmatik hacimle bütünleşen büyük
merkezî kubbe uygulamasının da başlangıcı olmuştur.
Diyarbakır’daki Akkoyunlu Mimarisi’nin gene Diyarbakır’daki Osmanlı cami
mimarisine etkileri, plan yorumundan başka, cephe mimarîlerinde çok daha fazla
olmuştur;
Akkoyunlu ve Osmanlı Dönemi, Diyarbakır’daki mimarlık eserlerinde
aynı kaynaklı malzeme kullanıldığından cephelerin ifadelendirilmesi, iki renkli
taş kullanımıyla olmuştur. Ancak ulu cami plan geleneğinde inşa edilen camilerde
de hacimsel bir ön cephe niteliğinde iki yanı kapalı son cemaat yeri ile Selçuklu
geleneğinden ayrılmıştır. Mimarî cephelerin pencere ve ka­pılarının özelliği olarak
yay kemerler, düz atkı taşları üzerinde yer almıştır. Cümle kapısı üzerinde büyük
pencerelerin açılması, Akkoyunlu Mimarisi özelliği olarak belirlenmiştir. Eş zamanlı
Orta ve Batı Anadolu Beylikleri’nde görülen kapı üstlerinde yer alan pencere varlığı,
Osmanlı Mimarisi’nde özgün şeklini almış, Bursa ters T plan yorumundaki camilerde
hünkâr mahfillerini aydınlatan unsur olmuştur.
Akkoyunlu Türkmen Mimarisi’nde süsleme cephelerde doku taşı yüzeyleri,
profilli silmeler, konsollar, mukarnaslar, üç dilimli kemerler, bezemeli sütunce
başlıklan ile cephe ve minarelerin bölünmüş yüzeylerinde yer alan damla veya dilimli
madalyonlar, yazı kuşaklan gibi biçimlenmeyle yer almıştır. Bu biçimlenmede yazı
nesih, kufi; geometrik bezeme çok ışınlı geometrik geçme kurgulu yıldız, dörtlü düğüm;
bitkisel bezeme Rumî-palmet, hatayı üslûbu örnekleri olarak yer alırken, malzemeye
bağlı tekniklerle yüzey alanlarının biçimlerine uygun olarak programlanmıştır. Kapalı
mekânlarda kalem işi, çini bezemeler duvar ve üst örtü yüzeylerini ifade ederken, taşçini beraberliği Safa (İparlı) Camii minaresinde günümüze ulaşan tek uygulama olmuş,
Osmanlı Dönemi’nde Melek Ahmet Paşa Camii minaresine örnek oluşturmuştur
(42).
Diyarbakır Camii, Kilise ve Hanlarda Yatay Elemanlar
Bunlar iki türlüdür. Çoğunluğu ahşap kirişlemeli ve toprak damlıdır. Camilerin
büyük kısmında ise üst kısımda kâgir kubbeler vardır. Diyarbakır da ki kiliselerin
ufak olanlarında kubbe denemiş, büyük olanlarında ise uygulanmamıştır. Büyük
olan kiliselerin, kemer dizili, bol nefli ve yatay örtülü olmaları yolu tercih edilmiştir.
Ahşap kavak kirişlerin boyuna bağlı olarak, kenar dizileri aralarına ölçü
verilmiş, ancak dizideki sütun sayısını azaltmak için, kendi iç açıklık arttırılmış,
buna bağlı olarak da kenarlar yükseltilmiştir. Diyarbakır’daki mescit ve kiliselerin
büyük çoğunluğu bu yöntemle örtülüdür.
109
Diyarbakır Camii, Kilise ve Hanlarda Taş ve İşçiliği
Bazalt mermer den sonra en sert taştır. Lavların yüzeyde veya derinde oluşuna
bağlı olarak çabuk veya geç soğumaları sonucu gözeneksiz veya gözenekli olurlar.
Gözeneksizleri daha sert olup işlemesi zorlaşır. Ocaklardan uzun olarak
çıkarılmış olan gözeneksiz taşlar söve, lento, sütun, başlık, eşik taşı, havuz, pencere
ve kapılarda kullanılmıştır. Gözeneksiz olanların bu tür taşıyıcılarda kullanılmasının
sebebi daha yoğun ve sağlam yapıya sahip olmalarıdır. İşlenebilirliğin tüm
zorluğuna karşın gözeneksiz taşlar, yazıt ve kemerlerde sütun alt ve üst başlıklarında
özellikle tercih edilmiştir. Gözenekli taşlar, suyu daha fazla tutabilmelerinden dolayı
döşemelerde (akça geçmez) iki yönde de birbirine iyice yanaştırılarak örülmüştür.
Diyarbakır’ın günümüze ulaşan en eski yapısı Viran Tepe’yi çeviren sur ve
burçlardır. Bunu Saint George Kilisesi izler. Bu yapılar incelendiğinde uygulanan
taş işçiliğinin o dönemlerde çok gelişmiş olduğunu göstermektedir. Bazalt taş
yüz ve yanları gönyelerinde yonulmuş, aralarında harç görünmeyecek kadar
yanaştırılarak (akça geçmez veya ince yonu) örülmüştür. Taslak taşlar biraz daha
prizmatikleştirilerek, yüz açılmasıyla (ön yüzünü düzelterek) yan yana harçla tutturan
sıralı moloz taş örgü ikinci planda uygulanmıştır. Daha özensiz, arada kalan (iki
yüzü de sıvanan iç duvar) veya ince yonulu dış duvarın iç yüzünde uygulanmıştır.
O dönemlerde ocaktan hep ince yonu taş çıkartma çok maliyetli olduğundan
bu örgü de bölgedeki tüm yapıların temellerinde kullanılmıştır. Daha küçük (kırma
taş) olanlar ise harçlı dolgularda ve blokajda kullanılmıştır. Böylelikle ince yonu taş
üretiminden artan parçalar da değerlendirilmiştir (15).
Kilise Mimarisi
Kilise planlarına Erken Ortaçağın sonunda zengin bir işleve sahip, çok sayıda
mekandan oluşan iyi düşünülmüş bir mimari egemen olmuştur. 7. ve 10. yy arasında
sergilenen ise daha fazla katmanlı ve daha zengin çeşitlemeli ise de aynı ana çizgi
ortaktır. Roma düşüncesinden kaynaklanan çok sayıda sunaklı düzen, ortaçağın
sonuna kadar manastır keşişlerinin hizmet ettiği kilise bölümünün biçimlenmesindeki
gelişimin ana sebebidir. Romanesk ve Gotik üslup, dinsel mimari, kilise mimarisi
içinde yaratılırken, Rönesans, mimarlık kuramları temeli üzerinde geliştirilmiş bir
mimari ortaya atılmıştır. Ortaçağ ardından barok mimarlıkta ise kiliseler organik
yeni kompozisyonları ile kent düzenine katılmışlardır.
Kilisenin Bölümleri
Narteks; genellikle yapının batısında bulunan kuzey – güney doğrultusunda
yer alan, dikdörtgen planlı, duvar veya sütunlarla ana mekandan ayrılan giriş
bölümüdür.
Naos; narteksten sonra gelen, cemaatin ibadetini gerçekleştirdiği, sütunlarla
neflere ayrılmış ana ibadet mekanıdır.
110
Apsit; kiliselerde koronun arkasında bulunan ve camilerin mihrap kısmının
karşılığı olan, yarım daire veya yarım çokgen şeklindeki çoğu tonozla örtülü
bölümdür. Apsitler çoğu zaman apsidiyollerle* çevrili olurlar. Romalılar yapı dışına
taşan yarım daire şeklindeki gözlere “absida” derlerdi. Bazilikaların uçlarında bir
apsida bulunurdu. Bu bölümlerde, vaftiz için gerekli olan eşyalar ve kilisenin değerli
kutsal nesneleri korunmaktadır.
Çoğu zaman taştan yapılan ve takdis ayini için kullanılan masa veya yüksekçe
döşemeye atlar denir. Kiliselerde altarın bulunduğu, halkın giremediği, apsitin
önünde bulunan yükseltilmiş bölüm de “bema” dır.
Kadınlar mahfili; Erken Bizans kaynaklarında galeri katının kadınlara ayrılan
bir olduğu, Ortaçağ kaynaklarında ise kadınların alt katta yan neflerinde olduğu
ifade edilmektedir. Zaman içinde kadınların kendileri için belirlene bölümlerde yer
değiştirdiği anlaşılmaktadır.
Plan Özellikleri Açısından Değerlendirilmesi
Diyarbakır kiliseleri geleneksel mimariye göre şekillenmiş dikdörtgen planlı
yapılardır. Narteks, naos, kadınlar mahfili ve apsit mekanları mevcuttur. Surp
Sargis, Ermeni Katolik ve Surp Giragos Kiliseleri’nin narteks kısımları kemer
boşluklarıyla dışarıya açılır, yani galeri şeklinde düzenlenmiştir. Narteks üzerindeki
kadınlar mahfili yine bu kiliselerde yer alır. Naos, Ermeni Katolik Kilisesi dört nefli,
Surp Giragos Kilisesi ve Surp Sargis Kilisesi’nde beş nefli düzenlenmiştir. Apsit
bölümü de Surp Sargis ve Surp Giragos Kiliseleri’nde iki katlı olup, Ermeni Katolik
Kilisesi’nde tek katlıdır.
Ermeni Kiliseleri
Bu başlık altında Diyarbakır Sur İçi’nde yer alan Ermeni kiliselerinin
tarihçeleri ve mimari özellikleri incelenmiştir. Ermeni Katolik Kilisesi, Surp Giragos
Kilisesi ve Surp Sargis Kilisesi günümüzde kısmen ayaktadır. Ancak Mar Kuzma
(Kosmos) Kilisesi, Madin Araklos Kilisesi, Makababaus Kilisesi, Sen Teodoros
(Teodaros) Kilisesi yok olmuştur.
Ermeni Katolik kilisesi
Adres: Hasırlı Mahallesi, Muallak Sokak, No: 33
Plan özelliklerine baktığımızda, kilise; narteks, naos, kadınlar mahfili, apsit
ve çan kulesi bölümlerinden oluşmaktadır. Muallak Sokaktan ön avlu ve güney
avlusuna girilir, narteks giriş kapısı güney ve kuzey yöndeki avluya açılmaktaydı
ayrıca 3 adet kemerli giriş de mevcuttu. Fakat narteks kısmının konut olarak
kullanılması sebebiyle bu kapı ve narteks ile dışardan bağlantılı tüm giriş ve çıkışlar
duvar örülerek kapatılmıştır.
Güney ve kuzey yöndeki kapılardan naosa girildiğinde, diğer bazı Diyarbakır
kiliselerinde de ortak olduğu gibi, sütunlar üzerinde sivri kemerli yapı strüktürü
dikkati çeker. Naos, yanlarda iki, ortada ana nef olmak üzere üç neften oluşmaktadır.
111
Her nef sütunlarla, bunları birbirine bağlayan kemerlerden ve bu kemerler arasında
ses akustiğini ve duvarı hafifletmeyi sağlayan boşluklardan oluşmaktadır. Şekil
açısından daha özenli yapılmıştır.
Naostan günümüzde konut olarak kullanılan batı yöndeki narteks üzerine
çıkan merdivenden kadınlar mahfiline ulaşılır. Naosun doğusunda apsit bölümü
bulunur. Apsit 3 gözden ve bu gözler arası geçişlerden oluşmaktadır. Apsis derinliği
enine alçı duvarlarla ikiye bölünmüştür.
Güney yöndeki apsis kanadında bulunan merdiven, dört sütun üzerinde
yükselen bazal malzemeden oluşan, kurşun kaplamalı kubbesi olan çan kulesine
çıkmaktadır.
Kilisenin cephesi, bazalt malzemenin sertliğinden dolayı, Diyarbakır
yapılarının çoğunda olduğu gibi oldukça sadedir. Saçaklar, kapı boşluklarında kemer
ile geçişler derz aralarına yapılan caslarla zenginleştirilmeye çalışılmıştır.
Dikdörtgen prizma şeklindeki yapının üst örtüsü ahşap kirişlemeli toprak
damdır. Yalnızca apsit bölümünün üzeri beşikküpler mevcuttur. Diyarbakır’daki
kiliselerin içinde en zengin dekorasyona, süslemeye sahip kilisedir.
Mar Kuzma (Kosmos) Kilisesi
Adres: Lala Bey Mahallesi, Ada/Pafta/Parsel: 229/14/5–12
Tescil: Tescilsiz; Cemaati: Ermeni; Yapım yılı : Yaklaşık 7.yy.; Mevcut
Durum: Yok olmuş
Resim 5. Mar Kuzma Kilisesi’nin batı görünüşü (Berchem ve Strzygovksi, 1910)
112
Sen Teodoros (Teodaros) Kilisesi
Adres: Özdemir Mahallesi, Ada/Pafta/Parsel: 204-211/45-44
Tescil: Tescilsiz; Cemaati: Ermeni? / Rum?; Yapım yılı: 13.-14. yy.; Mevcut
Durum: Yok olmuş
Surp Giragos Kilisesi
Adres: Özdemir Mahallesi, Göçmen Sokak, No: 1,Ada/Pafta/Parsel:
198/45/4Tescil: 21.00.00 (1.0) 125; Cemaati: Ermeni – Katolik; Yapım yılı: 16.yy.
Surp Sargis Kilisesi
Adres: Ali Paşa Mahallesi, Atalar Sokak, Ada/Pafta/Parsel: 285/17/3
Tescil: 21.00.00 (1.0) 46; Cemaati : Ermeni– Katolik; Yapım yılı: 16.yy.;
Mevcut Durum: Kısmen Yıkık ve Boş; Yapı Strüktürü: Yığma Taş Duvar; Yapı
Malzemesi : Bazalt; Üst Örtü : Ahşap Kirişlemeli Toprak Dam (39).
Saiııt George Kilisesi
İçkale nin kuzeydoğu ucunda, Dicle vadisine bakan sert uçurumun üstünde
sur duvarlarıyla bir bütün olacak şekilde kurulmuştur. Saint George Kilisesi bir
giriş, kubbeyle örtülen orta alan ve doğu yönündeki tonozdan oluşur. Tonozlu
doğu alan 11,97 x 9,04 m iç ölçülerindedir. Bazalt kemer ayaklarının önü yuvarlak
mermer sütunlarla desteklenmiştir. Orta dikdörtgen alanın batısında giriş bulunur.
Dört mermer sütun üzerinde kesme bazalt kemerlerle yana ve geriye bağlanır.
Bunu kubbeli, önünde kolonları olan ayaklı bölüm izler. Bu bölüm kiliseye Artuklu
döneminde eklenmiş ve Selçuklu döneminde hamam olarak da kullanılmıştır.
Oldukça görkemli olan bu yapı 2006 yılına kadar askeri alan içerisinde kaldığı
için restorasyonuna aynı yıl başlanabilmiş ve devam edilmektedir. Yapı malzemesi
olarak taşıyıcı kâgir duvarlarda gözenekli ve gözeneksiz ayırt edilmeksizin bazalt
kabayonu, ince yonu ve moloz taşlar kullanılmıştır.
Bu kısımlarda ölçülere dikkat edilmediği gibi farklı ölçülerde şekilsiz taşların
kullanıldığı gözlenmiştir. Derzler oldukça açık (2–3 cm) ve yer yer tuğlaların da
kullanıldığı görülmüştür. Kemerler, tonozlar ve kubbeyi taşıyan ayaklarda ise ince
yonu gözeneksiz bazalt taşlar kullanılmış ve derzler 2–3 mm açıklıktadır. Ayak
önlerinde ise yuvarlak mermer sütunlar kullanılarak yapıya estetik bir görünüm ve
ek dayanaklar sağlanmıştır.
Kubbe ve tonozlar eski tip tuğlalarla örtülmüştür. Ayrıca kimi tonoz önlerinde
ise yuvarlak ahşap kemer gergileri kullanılmış ve bunlar günümüze kadar sağlam bir
şekilde gelmiştir (15).
Meryem Ana Kilisesi
Meryem Ana Kilisesi bugün gerçek anlamda faal durumda olan tek kilise
diye bilinir. 1300 yıllık bir kilisedir. Geçen yıl onarımı bitirilip hizmete açılmıştır.
Oldukça popülerdir. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği Haçın bir parçası dünyada sadece
Diyarbakır Meryem Ana Kilisesinde bulunmaktadır.
113
Kilise 6. Yüzyıldan kalma olup zamanında birçok onarımlar görmüştür. Bizans
devrinden kalma bir mihrabı vardır. Roma biçimi kapısı ilgi çekicidir. Kilisede bazı
azizlerin türbeleri mevcuttur. Süryani Kadim Yakubi Mezhebine ait olan kilisede
bazı azizlerin tasvirleri bulunmaktadır.
Kilisenin yapı topluluğuna baktığımızda Kilise, Mor Yakup kutsal alanı, dört
avlu, derslik ve bir lojmandan oluşur. Giriş Ana Sokak kuzey yakasındaki 34 numaralı
kapıdan olup tonozlu ufak giriş eyvanından, ufak bir avluya, oradan da kuzeyindeki
ana avluya geçilmektedir. Birinci Avlunun batısındaki derslik ile doğusundaki konut
ve derslikler Ana Sokak boyunca sıralanırlar. Bunların en doğu ucunda şimdi kapalı
olan Patrik Kapısı vardır. Bu kesimi kiliseden ikinci avlu ayırmaktadır. Girişi ana
avludandır. Ana Avlunun güneyini derslik olarak yapılmış olan ancak şimdi öğrenci
olmadığı için bu amaçla kullanılmayan bölüm yer alır.
Giriş, yedi dilimli kemerle girinti içine alınan ana kapı, erkek bazalt taşından,
yığma söveli, dokuz parçadan oluşan basık kemerli olup Diyarbakır kimliğindedir.
Yani Diyarbakır’ın diğer eski yapılarının tipik özelliklerini taşır. Kapı kemeri
üstünde ayna bölümü, dıştaki dilimli kemerler, bunların üst ve yanları, üst silmeye
kadar yine yerel özellikte olup yerel harçlı yapıştırma süslerle bezelidir. Ayrıca sağ
ve sol üst kısım başlarında birbirine bakan, yüzleri dışa dönük iki aslan kabartması
bulunmaktadır. Patriklik kapısı üzerinde “Bu divan Patrik 2. Yakup tarafından inşa
edilmiştir(1860). 1896 da da Patrik 2. Abdülmesih tarafından müminlerin malından
onarılmıştır” yazıtı vardır. Sağda bekçi odası, solda üst kata çıkan on basamaklı
merdiven, kiler ve orta oda bulunmaktadır. Üst kat planı ve avluya bakan yüzü
ile tipik bir Diyarbakır evidir. Giriş eyvanı üzerindeki yazıtta da “Bu binalar 1881
yılında Amidli Süryani cemaatimizin malından inşa edilmiştir” denmektedir.
Avluya gelince doğu batı doğrultusunda uzanan avlu, kuzeyindeki kilise ile
güneyindeki servis kanadı dediğimiz derslik, konut ve patriklik binası arasındadır.
Patrik 2. Yakup bir sorundan dolayı Mardin’de kalamayınca buraya gelip yerleşir ve
hayatının sonuna kadar burada kalır. Bu arada vefatında Meryem Ana Kilisesine bolca
taşınmaz bağışlamıştır. Kilisenin içinde gömülüdür. Dersliğin üstünde yine yapının
yapılışı ile ilgili bilgi yer almaktadır. Patrik kapısı bunun doğusundadır. İkiyüz yıldan
daha eskiye inmeyen bu kanadın yerinde eskiden ne olduğunu bilmiyoruz.
Ana Avlu, güney yöndeki tek alanlı derslik, bodrumlu ve betonarme tabliyelidir.
Avluya lentolu altı pencere ve batı uçtaki sahanlıklı, merdivenli bir kapıyla açılır.
Üstündeki yazıttan bu okulun 1850 yılında Patrik 2. Yakup döneminde, kilisenin ve
Musa oğlu Yusuf Beyin malından tamamlanmış olduğunu anlıyoruz. Ana avlunun
kuzeyinde şimdi papaz evi olarak kullanılan okul vardır. 1915 yılına kadar burada
Süryanice Eski Türkçe ve Arapça eğitim veriliyordu. Özel bandosu vardı. Süryanilerin
müdür lojmanı yine bu kanattaydı. Tam bir Diyarbakır evi düzenlemesi düzenlemesi
ve süslemesindedir. Bodrumu yüksek kurulmuştur. 9 basamakla eksendeki eyvana,
buradan da arka ve yandaki odalara ulaşır. Dörder penceresi vardı odaların. Tavanın
betonarme tabliyeye dönüştürüldüğü görülüyor. Buna karşılık 8 pencereyi örten
114
yuvarlak kemerleri yerel nitelikte değildir. Eyvan kemer özengilerinin 2 sıra
üstünde, doğu ‘Süryani Cemaatinin işi ya da isteğiyle 1914 yılında tamamlanmıştır.
Batıdaki ise ‘bu nakışlar 1914 yılında puşucu gençlerin yardımıyla yapıldı’ şeklinde
iş dalını da aydınlatan yazı, diğerleri ile simetrik olarak çevresindeki süslemelerle
bir bütünlük gösterir.
Ana avlunu tek öğesi sekizgen havuzdur. Siyah erkek bazalt taşlarının
kenarları, ortasındaki çanağı çevre su arkı (kanal), musluk, demir parmaklık
curunuyla (kurna) geleneksel bir Osmanlı Diyarbakır havuzudur. Kilise aksında
olup bunu daha geniş az düşük kare planlı bir platform çevrelerken köşelerine konan
çiçeklerle zenginleştirilmiştir. 520 metrekareyi bulan sal taşı kaplı avlunu temizliği
hemen dikkati çekiyor. Avlunun batısı şu anda bakımsız ve az kullanılan bir bahçedir.
Ana avlunun doğusunu kilise ve ona ait giriş kanadı belirler. Ortadaki ikisi
bağımsız diğer ikisi yanda duvara bağlı çapları 60 santimetre gelen 4 pembe basık
kolon, bunları içine bağlayan yarım daireden biraz basık bazalt kemerli, ön yüze
bağlı giriş kanadı, kilise kitlesinin yarısı kadar yüksekliktedir. Üst başlıkları sade
olup, alttakiler seki içinde kalmıştır. Bu pembe mermerleri ana kapı ve içeride doğu
yöne bakan ana kemer yanlarında da göreceğiz.
Avlu üstünde 3 yazıt vardır. Sol kolon üstündeki, ilk iki kelimesi Süryanice,
geri kalanı Arapça olup ‘Bu kilise 2000 Yunan yılında=1689, H 1400 yenilendi’
şeklindedir. Sağ kolon başlığındaki (Süryanice-Gerşuni) ‘Bu kilise 1844 Yunan
yılında= İ.S. 1533, Patrik Abdullah ve metropolit Yuhanna döneminde onarıldı’
diyor. En sağ üstte, beyaz mermere kazınan Türkçe yazıt, giriş bölümünün 1965
yılında onarıldığı belirtiliyor. Narteks (giriş kanadı) aslına uyularak yenilenirken,
üst kara damın, betonarmeye dönüştürüldüğü ve bu iki yazıtın yerlerine konduğu
anlaşılmaktadır.
İç Alan batı yönde kapıdan içeri girildiğinde ufak ön boşluk ayakkabılıktır. Giriş
yönündeki yeni ahşap kadınlar mahfili iki boru ayağa taşıtılmışken sekizgen planın
doğu bölümünü kaplar. Diğer uçları yığma ayaklardaki taş bingilere oturtulmuştur.
Sekizgen plan doğu yönde daha büyük ve biraz daha yüksek tutulan kemeriyle
apsisi vurgular. İçinde aynı mermerin kullanıldığı iki kolon vardır ve mukarnas dizili
basık bir kemerle birbirine bağlanırlar.
Örtü sekiz kemeri izleyen altın yaldızla boyalı kemeri izleyen silme,
özengilerinde birbirine damlalarla bağlanırken üst örtüyü başlatmış olurlar. Kubbe
sekizgen yıldızlı ve aynalı bir göbekle son bulmaktadır. Köşelerinden ve ortalarında
sarkan zincirlere kandil asılmıştır.
Mobilya ve Donatılar bunları iki başlıkta toplamak gerekir. İnce yapı
bölümüne giren taşınır, ancak yerinden oynatılmayan, mihrap kapı, masa, demir
parmaklık ve kürsü gibileridir. Kandil, avize, şamdan, asa, ikon, perde, şamdan ve
metal kaplar diğer kümeyi oluştururlar. Apsisi ayıran iki kanatlı kapıyı yanlarda yine
ikişer kanatlı, daha ufak ve ondan daha sade birer kapı daha izleyerek arayı sağlar.
115
Üçüncü Avlu giriş kanadı sol yarısından süslü bir kapıyla buraya geçilir.
Güneyinde Meryem Ana kilisesi vardır. Tuğla bir kemeri bulunur. Sağ ve sol yandaki
pencereler farklıdır. Üçüncü avlunun doğusunda Suruçlu Mar Yakup Kilisesi vardır.
Kuzey uçtaki diğerlerinden dar olan dört tonozlu alandan oluşan bu kilisenin avluya
açılan üç penceresi vardır. Erkek taştan, yığma söveli ve kemerli beyaz taşlı silmeyle
taçlanmış lentolu kapısı olup üzerinde de bir yazıt bulunmaktadır. 1693 yılına ait bir
yazı: Burasının Tanrı inayetiyle yenilendiğini ifade eden bir yazıdır.
Meryem Ana kilisesinin yapılış tarihi belli değildir. Bu kilisenin Mar Thoma
Kilisesi gibi dönüştürülmüştür. Önceden Şemsilerin tapındığı bir tapınak işlevini
görmesi muhtemel olup İ.S. 280 yılında kiliseye çevrilmiştir.
Mar Petyun Keldani Katolik Kilisesi
Diyarbakır Özdemir Mahallesinde Yeni Kapı Caddesinde bulunan Mor
Pedyun Kilisesinin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanmamakla beraber tarihi 17.
Yüzyıla kadar iner. Katolik Keldaniler tarafından günümüzde de kullanılan fakat şu
anda onarımda olan bir kilisemizdir. Bununla birlikte ibadete açıktır. Diyarbakır’daki
birçok eski yapıda olduğu gibi bu kilisenin de ana yapı malzemesi siyah bazalt taşıdır.
İbadet mekanı kemerler ve sütunlarla bölünmüş olup dört neflidir. Keldanilerin asıl
yaşadıkları yer Bağdat’tır. İstanbul’da ise 250 Keldani yaşamaktadır. Diyarbakır’da
cemaati bulunmamaktadır.
Giriş Şeftali Sokak2 nolu demir bir kapıdan girişin yapılır. Yığma söveli ve
üstü yedi dilimli kemerle örtülen kapıyı basık bir kemer örter.
Doğu avlusu sokak kapısından iki kemerli bir revağa girilir. Güneyindeki
avlunun sonunda da bunun aynısı bulunmaktadır. Soldaki kapıdan sonradan yapıldığı
belli olan kilisenin lojmanına ulaşılmaktadır. Giriş eyvanının üstü yine lojmandır ve
avluya üstü yuvarlak kemerle örtülen beş pencere ve bir kapıyla açılır. Bağlantısı
doğusundaki lojmandan bir sahanlıkladır. Kilise apsis kanadı bu avluya bakar. Çan
kulesi de bu yöndedir.
İç alanı enine gelişen ve doğu yöne yönelen dört nefden oluşur. Tavan
yüksekliği ve kemerleri, kilisenin boyutuna bağlı olarak daha alçak tutulmuştur.
Bunu apsis kanadı tamamlar.İlk doğu nef 2.88 m., ikincisi 2.90, üçüncüsü 2.80 ve
doğudaki son nef 2.72 m. enindedir. Çapı 0.38 m. gelen altı kolonun alt başlıkları,
yükseltilen akça geçmez döşeme kaplamasına gömülüdür.
Üst örtü kilise iç alanını duvarlara ve kolonlara asılmış 1.00m’lik floresan
lambalar aydınlatıyor. Üç kemerli üç dizi ahşap tavan kirişlerinin oturmasını
sağlamaktadır. Ahşap yastıklara oturdukları görülüyor. Doğu ve batı duvarında
bunlar da yoktur. Üst toprak damın yanlara ve doğu yöne akıntılı olduğu bu yöndeki
çörtenlerden belli oluyor. Apsis kanadı beş gözden oluşur. Bunların dışa destekleri
olmayıp duvarları kalın tutulmuş ve içe yansıtılmıştır. Son nef diğerlerinden daha
ensiz olup kuzey ucunda bir pencerenin yerini, mukarnas dizisiyle örtülü dolap alır.
İçi ikonla süslüdür. Bunun karşıtı güney duvarındadır.
116
Mar Petyun Kilisesi günümüzde görevini sürdüren ikinci kilisedir. Kilise
duvarlarında taşıdığı tüm eskiliğin izlerine karşın, naif resimleri, yapma çiçeklerle
süslü apsisleri, duvara asılmış ayin giysileriyle, çarmıha gerilmiş İsa ikonuyla ve
Türkçe On Emir levhasıyla sanki bir ev izlenimi vermektedir (40).
Diyarbakırda ayakta kalmış kiliseler:
Resim 6. Meryem ana
Resim 7. Surp Giragos
Resim 8. Hızırilyas
Resim 9. Keldani Resim 10. Saint George Resim 11. Protestan Resim 12. Ermeni
.
Katolik
Resim 13. Mar- Kozma
Resim 14. Duymana Kilisesi ve Kalan Kapısı
Resim 15. Eski Diyarbakır ve kiliseleri
117
Resim 15. Eski Diyarbakır ve kiliseleri
Resim 16. Alipınar Kilisesi
Resim 17. Günümüzde Meryemana Kilisesi
Resim 18. Saint George Kilisesi
118
Resim 19. Keldani Kilisesi
Kiliselerin tarihi görünümleri Osman Köker Sergisi
Meryemana Kilisesi - Dikran Mgunt - Amidayi Artsakankner
Kilise apsisi Max van Berchem-Joseph Strysgowski-Amida
119
Mar Kozma-Batıdan görünüş. Max van Berchem-Joseph Strysgowski-Amida
Orlando Carlo Calumeno kolleksiyonu-1919
Önde Surp Sarkis Çan Kulesi, Arkada Mar Kozma Kilise Çatısı ve Çanı
Saint George
120
Ermeni protestan kilisesi (Osman Köker)
Diyarbakır mimari de Hiristiyan âlemine de katkıda bulunmuştur
1872–76 yıllarında Diyarbakır’dan toplanan paralarla Mardinde
Deyrülzeferan manastırının en heybetli cephesi olan güney cephesi inşa ediliyor.
Bunun için 2500 Osmanlı Lirası harcanıyor.
Deyrüzzeferan manastırın da 1903 yılında kilisenin üst kısmında bulunan ve
koro ile özel törenlerde cemaatin kullandığı ziyah yapıldı. Kilisenin kuzeyindeki
büyük kapı onaraılıp açıldı. Sunaklar ile Azizler evinin ve Ana avlunun yer döşemesi
yapılıyor. Bunu yapan Diyarbakırlı mimar Karkaciyan Boğoz’dur.
Diyarbakır kiliselere sanatsal olarak da destek oldu. Mor hananyo kilisesindeki
yazıta göre bu sütunları 1900 yılında Diyarbakır’da yaptık ve Elçisel Antakya Kürsü
manastırına getirdik, denmektedir (9).
Hastaneler
19. yüzyıl salnamelerine göre Diyarbakır merkez sancağında Gureba
hastanesi, belediye hastanesi, askeri hastane ve mahkumların tedavi edildiği hastane
olmak üzere dört tedavi merkezi vardı.
Gureba Hastanesi, Diyarbakır’ın en güzel, en havadar bir mekanda kurulmuş
olup, biri fakirlere ve biri yöneticilere diğeri erkeklere mahsus olmak ve her ikisi
kırk yataklı kapasiteye sahip bir hastane olarak o dönemde hizmet vermektedir (37).
Mühendislik ve Mimarlık ve Diyarbakır’a Has Özellikler
1937 yılında şehrimizde incelemelerde bulunan Mimar Sedat Çetintaş,
Osmanlı devri camilerindeki stil karşılığının sebebleri hakkında şu değerlendirmeyi
yapar:
«Muhakkak olarak o zamanlar merkezde hükümetin kuvveti ve otoritesi
memleketin her tarafına hâkim bir inşaî ve mimarî bürosu vardır ki, Diyarbekir
121
valileri yaptıracakları âbidelerin projelerini bu merkez bürosundan getirterek orada
mahallî mimarlara tatbik ettirirlerdi. Bu projeler avan proje halinde geldiği için
tatbikatta detaylar tamamiyle mahallî mimarların ve küçük san’atkârların görüş ve
telâkkilerine bağlı idi. Diğer cihetten ise bazı âbidelerinde de Amidî diye mimar
isimlerini gördüğümüz veçhile ötedenberi Diyarbekir’de oldukça kuvvetli bir
san’atkâr grubu ve zengin bir san’at hayatı vardı. Buradaki san’atkârlar Selçuk
mimarisine göre yetişmişlerdi ve sanat hayatı bu esasa göre teessüs etmişti. Ayni
zamanda İstanbul’dan sureti mahsusada Diyarbekir’e bir mimar da gelmemiştir.
Böyle bir mimar eserini Diyarbekir’de görmek mümkün değildir. Binaenaleyh
mimarların İstanbul’dan gelen bir avan projenin tatbikatında gösterecekleri
muvaffakiyet de işte böyle esasta kendini gösterirse de teferruatta mağlûp olacağı
tabi idi. Bu sebeblendir ki Diyarbekir mimarları İstanbul’dan gelen kanuna itaat
ettikleri halde kendi an’anelerine de sadık kalmakta devam etmişlerdir. Neticede
Diyarbekir’in Osmanlı medeniyet eserleri bir hususiyet arz etmektedir.
Hulâsa olarak arzedeyim ki, mimarî tarihimizi ehemmiyetle alâkadar eden şu
üç neticeyi Diyarbekir âbidelerinde bir kanaat halinde kazandım.
1- İstanbul atölyelerinin yetiştirdiği mimarlardan bu istikamette ancak
Adana’ya kadar gidip çalışan olmuştur Fakat daha öteye geçmemişlerdir.
2- Merkez bürosu yurdun her tarafına olduğu gibi Diyarbekir’e de projeler
ihzar ederek yollamış ve orada yerli mimarlar tarafından tatbik edilmiştir.
imiş.
3- Diyarbekir’de kuvvetli bir san’atkâr grubu ve esaslı bir sanat hayatı mevcut
Ben bu üç noktaya inandıktan sonra ufak bir noktaya daha temas etmek
istiyorum. Bu nokta Diyarbekir’in âbidelerine mahsus olan arap tesiridir. Bu tesirin
en bariz ciheti siyah beyaz tabakalardan teşekkül eden duvar konştroksiyonu olup
son asra kadar yaşamıştır. Sebebini millî duygularla ve kültür üslerinde aramak
doğru olamaz, en realist sebebi malzeme zaruretinden doğmadır.
Diyarbekir’in en mebzul taşı siyah bazalttır, hattâ bugün bile şoseler ve tren
yollarındaki sun’i çakılların bu siyah bazalttan olduğunu zikretmiştim.
Kale burç ve bedenlerini bu siyah taştan yapan Amidliler pekâlâ yapmışlar
ve yakıştırmışlardır. Fakat sivil mimaride bu siyah ve monoton rengin ruhlarda
yapacağı kasvetli tazyika tahammül edemiyen Diyarbekirliler müşkül olsa da beyaz
taşlar tedârik ederek siyahla karışık olarak kullanmağa mecbur olmuşlardır.
Bu siyah beyaz taşı karışık kullanmak mecburiyeti karşısında da Arap tarzı ol­
mazsa ne olursa olsun bundan daha muvafık bir şekil bulamazlardı ki işte bu surette
de son zamanlara kadar bütün mühim binalarda bu usulde kesme taşduvar inşası
payidar olagelmiştir» (8).
122
TÜRBE MİMARİSİNE YAKLAŞIM
Diyarbakır Türbeleri
Hazreti Süleyman Türbesi: İçkale içinde, Hazreti Süleyman Camii’nin
bitişiğindedir. Diyarbakır’ın 7. Yüzyılda Arap orduları tarafından ilk alınışında şehit
olan, kumandan Halid bin Velid’in oğlu Süleyman ile diğer şehit sehabenin anısına
yaptırılmıştır. 17. Yüzyılda, Osmanlı valisi Silahtar Murtaza Paşa tarafından içi
çinilerle süslenerek 1631–1633 yıllarında türbe haline getirilmiştir.
Zincirkıran Türbesi: Ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmeyen
bu türbenin kimim için yaptırıldığı da bilinmemektedir. İçkale yakınlarındaki
Nasuh Paşa Camii’nin güneyinde yer alır. Siyah beyaz taşlardan yapılmıştır. Ve her
cephesinde bir pencere bulunan sekizgen bir yapı özeliği gösterir.
İskender Paşa Türbesi: İskender Paşa Camii’nin doğusunda yer alan ve
bir mescit, biri türbe olan iki bölümlü bir yapıdır. Orta kubbeyi çevreleyen yarın
kubbeler, yapısal özeliğini oluşturur. 16. Yüzyılda yapıldığı sanılan bu türbenin
mimarının Mimar Sinan olduğu söylenir.
Özdemiroğlu Osman Paşa Türbesi: Kafkas Fatihi Özdemiroğlu Osman Paşa
için 1585’te yaptırılmıştır. Fatih Paşa Camii (Kurşunlu Cami) nin doğu avlusundadır.
Siyah beyaz kesme taştan yapılmıştır. Her cephesinde bir pencerenin bulunduğu dört
köşeli ve kubbeli bir yapıdır.
Sultan Süca Türbesi: 13. Yüzyılda yapıldığı sanılan bu türbe Mardin kapı
yanında, Deliler Hanı’nın karşısındadır.
Sarı Saltık Türbesi: Urfakapı’nın karşısında, Melek Ahmet Paşa Caddesi’nin
başındadır. Alp erenlerden Sarı Saltık’a ait olduğu sanılmaktadır. Kesme taşlardan
yapılmıştır. Sekizgen bir yapı özeliği gösterir. Ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı
belli değildir.
Şeyh Abdülcelil Türbesi: Safa Camii avlusunun doğu kısmındadır.
Akkoyunlular zamanında yapıldığı sanılmaktadır. Şeyh Abdulcelil ve türbenin
mimari hakkında da bilgimiz yoktur. Kesme taşlardan yapılmış, sekizgen bir türbedir.
Doğu ve batıya bakan iki penceresi, güneyinde de mihrabı vardır.
Lala Bey Türbesi: Lala Bey Camii’nin kuzeydoğu köşesindedir. Cami ile
yapıldığı sanılmaktadır. 16. Yüzyılda, camii yaptıran Kasım Bey’in yakınlarından
biri için yaptırıldığı düşünülmektedir. Dört köşelidir ve kesme taş ile moloz taşlardan
yapılmıştır.
Mevlana Şeyh Muhammet (Amidi) Türbesi: Halvetiye tarikatının bir
kolu sayılan Gülşeniye tarikatının kurucusu İbrahim Gülşeni’nin babasına aittir.
Mardinkapı’nın güneyindeki “Şeyh Muhammed Düzlüğü” diye de anılan mezarlığın
içindedir. Kesme taşlardan, dört köşeli olarak yapılmıştır. Etrafı, yüksek olmayan
taş duvarlarla çevrilmiştir. Avlusu taşlarla döşelidir. Kuzeyindeki duvarda alçak bir
kapısı vardır. 15. Yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.
123
Şeyh Yusuf Hemedani Türbesi: Aynı adı taşıyan caminin avlusundadır.
Yapıldığı tarih tam olarak bilinmemektedir.
Fatih Paşa Türbesi: Fatih Paşa (Kurşunlu Cami) Camii’nin güneyindedir.
16. Yüzyılda yapılmıştır.
Arap Şeyh Türbesi: Arap Şeyh Camii avlusundadır ve bugün şadırvan olarak
kullanılmaktadır. Sekizgen yapılı bir türbenin 17. Yüzyılda yapıldığı sanılıyor.
Rıdvan Ağa Türbesi: Dağkapı’da bulunuyordu. 17. Yüzyılda yaşamış ünlü
bir türk hekimine ait bir türbe idi.
1930 yılında bu ve bunun gibi birçok mezar ve türbe yeni binalarn yapmak
için ortadan kaldırılmıştır (43).
Resim 1. Hz. Süleyman ve
27 Şehit Sahabe Türbesi
.
Resim 3.
İmam Ukayl türbesi
Resim 6 İbavender
124
Resim 2. Sultan Sa’sa Türbesi-1925 Yılı
Resim 4.
Mir Seyyaf türbesi
Resim 5.
Malik-i eşter türbesi
Resim 7. Sahabe Abdurrahman Resim 8. Sultan Suca
Ashab’dan “Malik Bin. Eşter (R.A:) Hz.”Türbesi ve 114 Yıllık Bir Mimari Proje
Tarih 22 Kasım 1897’dir. O tarihlerde Diyarbakır Valiliğini ise “Mehmed
Halid” efendi yürütmektedir.
Bu zat Padişah’a bir mektup gönderir ve o mektubunda Diyarbakır’ın genel
durumunu anlatırken bu şehirde medfun bulunan peygamberlerin, sahabelerin ve
evliyaların makamları, kabirleri ve külliyelerin içindeki cami ve mescitlerin tamire
muhtaç olduklarını belirtir.
Bu cümleden olarak da 22 Cami ve Mescid, 2 medrese ve 7 zaviyenin tamire
gerek duyulacak şekilde harap olduklarını dile getirir.
Ecdadımız, herhangi bir yerde bir imaret, cami, mescit veya medrese, tekke,
zaviye gibi hayır müesseseleri yaptıklarında onların yapıldıktan sonra da hayatlarının
devamını sağlamak için “vakfiyeler” kurarlardı. Ancak vakfiyesi olanlar olduğu gibi
olmayanların da bulunduğunu sözünü ettiğimiz mektup bize bildiriyor ve deniyor ki:
“Bunlardan vakfiyeleri bulunanların gelirlerinden ve bulunmayanların yardımlarla
tamirlerine çalışılmakta olduğu”.
Şu anda “Aşifçiler” dediğimiz sokakta bulunan ve maalesef çevresindeki
seyyar satıcılar ve dükkânlar tarafından çevresi kapatıldığı için çok dikkat edildiğinde
fark edilebilen Sahabe-i Kiram’dan olup Diyarbakır’ın fethi için bu şehre İslam
ordusu ile gelerek burada şehid düşen “Malik bin Eşter (r.a.)” hazretlerinin, halk
arasında bu isim Malik-i Ejder olarak da telaffuz edilir. Türbesinin diğerlerinden
çok daha yıkık olduğu ve en önemlisi bu türbenin vakıf gelirlerinin de bulunmadığı
Diyarbakır Valisi Mehmed Halid’in Padişaha yazdığı mektupta özellikle vurgulanır.
Vali Mehmed Halid bu bilgileri verirken, yine bu türbe ilgili olarak daha başka
konularada değinir ki, şu cümle ne kadar calib-i dikkattir “Diyarbakır Şehri Bağdad
Caddesi üzerinde birçok sahabe kabirleri olduğundan.” “Bağdad caddesi” Gazi
caddesinin eski adıdır, bu caddenin yönü Bağdad şehrine doğru olduğu için ve o
tarihlerde özellikle Dicle nehri üzerinde keleklerle Diyarbakır-Bağdad arası nakliye
işleri yapıldığı için bu caddeye bu isim verilmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur, bilinen bu cadde üzerinde sadece
“Sultan Sa’sa” dediğimiz ve İslam’ın Anadolu’daki ilk İslam Valisi’nin kabr-i
şerifinin bulunduğu idi, oysa mektupta “Birçok sahabe mezarı” denmesi daha başka
sahabelerin mezarlarının bu cadde üzerinde bulunduğu gerçeğine bizi götürüyor.
Şimdi bu şehirde bu kadar Peygamber, Sahabe, Evliya makam ve kabri varken
bu kutsal mekânlar ziyaretçisiz kalır mı? Kalmamış, kalmadığı için bakınız o mektupta
daha başka neler yazmış Vali Mehmed Halid Efendi padişah’a: ”…Bu makamları
ziyarete gelen yoksul ziyaretçiler ve gezginleri misafir ederek yemek ikram eden
Diyarbakır Nakibü’l Eşraf Kaymakamı Hacı Mesud Efendi, bu insanları evinde
kabul ederek yemek ve barınma konusunda yardım ettiği, fakat Diyarbakır’daki bir
125
karışıklık sırasında çıkan yangında evi yanan Mesud Efendinin kendisinin yardıma
muhtaç hale düşmesi sebebiyle bu ziyaretçilerin cami civarlarında kalmakta oldukları
ve çok perişanlık çektikleri..”.
Diyarbakır’da “Nakibler” çok eski ve köklü bir ailedir. Nitekim O yüce
sahabenin bulunduğu sokağın başındaki camiye birçok isim verilirken bir isminin de
“Nakibler Camisi” olduğunu bilmekteyiz, şu anda “Rağıbiye Camisi” diye anılır ki
bir zamanlar “Defterdar camisi olarak da anılmış. Ve şu bilgiyi de aktaralım, merhum
“Hacı Osman Ocak” bu ailedendir ve Diyarbakır’da “Nakiboğlu” olarak da tanınırdı.
Mektup bizlere Hacı Mesud Efendiyi tanıtırken onun cömertliğini, misafirperverliğini dile getirir ve kapısının ziyaretçilere nasıl açık tutulduğunu, yemek ikramının yanısıra barınma ihtiyacı duyanlara bu konuda da yardımcı olunduğunu açıkça
bildirir ve “düşmez kalkmaz bir Allah” sözünü da bizlere hatırlatır. Yardım eden elin,
yardıma muhtaç olması ne hazin bir sonuç değil mi?
O günlerin Diyarbakır Valisi Mehmed Halid Efendi şehri bu şekilde anlatırken, çözüm yolunu da sunar o mektubunda ve der ki:
“Bu duruma çözüm olarak Malik bin Eşter Hazretlerinin türbesinin yanında
bulunan ve ücretsiz olarak bağışlanan arsaya bir imaret ve misafir odaları inşa
olunarak buraya Hacı Mesud Efendinin “beratla” atanması ve yemek masrafı olarak
da aylık “1200 kuruş” ihsan edilmesi” şeklinde talepte bulunur.
Okurlarım bütün bu bilgilerin aslını, yani o mektubun orijinalini adını
andığımız kitabın 221. sahifesinde bulabilirler, bizim yaptığımız kitabı baskıya
hazırlayanların sadeleştirerek verdikleri bilgilere iltifat emekten ibarettir.
Kendilerine yardımcı olalım ve belgenin numarasını da burada açıklayalım:
‘BOA, Y. MTV.170/26-a’.
Ve yine aynı eserin (BOA, Y.MTV; 170–26-b no. lu belgesinde ki bu belgenin
tarihi 23. Kasım. 1897’dir, yani yukarıda sunmaya çalıştığımız mektuptan bir sonraki
gündür, o belgede Diyarbakır Başmühendisinin çizdiği bir şemada gerek türbe, gerek
misafir odaları ve gerekse medrese şeklen gösterilmektedir.
Malik bin Eşter gibi bir Allah dostu ve peygamber yaranı başka bir yerde
olsa idi acaba bu günkü gibi mi olurdu türbesi? Fazla söz söylemeyeceğim, zira
içim yanıyor, kahroluyorum. Ve yüce Rabbim’den, o zatın yüzü hürmetine diye af
dileyeceğim ama buna da ne kadar hakkım olduğunu 114 yılda bitirilemiyen Proje
(44).
Diyarbakır Valiliği ile Dicle Üniversitesinin müştereken hazırladığı ‘Osmanlı
belgelerinde Diyarbakır’kitabı yeni sahabe kabirleri ve onlarla ilgili detayları veriyor
(Belge 1: BOA. Y.MTV.170/26-a; 22 Kasım 1897).
126
Belge 1. BOA. Y.MTV. 170/26-a; 22 Kasım 1897
Diyarbakır valisi Mehmet Halid Bey imzasıyla padişaha gönderilen peygamber
ve sahabe kabirleriyle ilgili belgede ‘Diyarbekir şehri Bağdat caddesi (Gazi caddesi)
üzerinde birçok sahabe kabirleri olduğundan, bu makamları ziyarete gelen yoksul
ziyaretçiler ve gezginleri misafir ederek yemek veren Diyarbakır Nakibüleşraf
kaymakamı Hacı Mesud efendiye aylık 1200 kuruş ihsan edilmesi buyrulmaktadır.
Gazi caddesinde Sultan sasa dışında sahabe bilmiyoruz. Dağkapıda Sahad
bin Vakkas (İbavender) hazretleri de bulunmaktadır. Ancak belge Gazi caddesinde
birçok sahabe kabrinden bahsetmektedir. Acaba diğer sahabe kabirleri nerede?
Aynı belge Ashab-ı kiramdan Malik bin Eşter’in türbesinin daha harap
olduğunu ifade eder. Ancak aşağıdaki ikinci belge 114 yılda bitirilemiyen bir projeyi
yansıtıyor (Belge 2: BOA, Y.MTV,170/26-b,23 Kasım 1897).
Belge 2. BOA, Y.MTV, 170/26-b,
23 Kasım 1897
127
Diyarbakır’da bulunan Sahabe-i Kiramdan Malik bin Eşter (RA) hazretlerinin
yeniden inşa olunacak türbe-i şerifleriyle imarethanesi ve bitişiğinde bulunan
medresenin Diyarbakır Başmühendisi tarafından çizilmiş olan planı(siyahla çizili
olan) mevcut olan medreseyi,(pembe boyalı yer)yeniden yapılacak imaret ve
misafirhane odalarını göstermektedir (45).
MEDRESELER
Mesudiye Medresesi
Diyarbakır Ulu Camiinin kuzey-doğusundadır. Yapıdaki en erken kitabe 590
H. (1193/4, en geç kitabe de 620 H. (1224/5) tarihli olup, portalden 596 H. (1200)
senesini ve kurucusu olarak da, Muhammet oğlu el-Melik el-Mesud Sukman’ı
öğreniyoruz.
Medrese iki katlıdır. Plân bütünüyle düzgün bir şekle sahip değildir. Medresede
giriş kuzey-doğuda yer alırken, ana eyvan ve yanlardaki iki oda, üç yönden revaklarla
çevrili avlunun doğu yüzündedirler. Ayrı bir kısım meydana getirecek şekilde, eyvan
ve hücre topluluğundan ibaret olan mescit bölümü ise, batı kanadı meydana getirir.
Medrese, düz, boş ve sağır cephe yüzü ile son derece sadedir. Portal, kuzeydoğu köşedeki yeriyle, cepheyi asimetrik bir bölüntüye uğratmıştır Kuzey-batı
duvarı ile portal çıkması arasındaki boşluk ev ve dükkânlarla doldurulmuştur. Portal,
sade ve sivri kemerli girişi ile enlilemesine dikdörtgen bir yere açılır. Dışarıda,
kemerle silmeli saçak kornişi arasında uzanan, ince, uzun beş parçanın yanyana
sıralanmasıyla meydana gelen kitabe, çiçekli bir fon üzerine, neshi yazıyla yazılmış
olup, bir satırdır ve portalin yegâne süsüdür Dehliz, son derece sade portalle, profile
edilmiş silmelerle çevrili, stalâktitlerle tepelenmiş, derinliği az bir kavsara içine
açılmış kapıyı birbirine bağlar. Zengin profilâsyonlu silmeleri ve karşısına gelen
mihrapla bağlantılariyle bu kapı, esas kapı olmaya ilkinden daha lâyıktır Buradan
zengin dekorlu revaklarıyla, şaşırtıcı bir görünümü olan avluya girilir. Medresenin
en sağlam kısımlarından biri de, avluyu üç yönden kuşatan bu arkadlardır.
Doğuda büyük bir eyvan iki kat boyunca yükselir. Önünde, anlam verilemeyen
bir merdiven kalıntısı ve bir de kuyu bulunur.
Avluyu iki kat halinde üç yönden kuşatan arkadlardan, alttakilerin şahane
işçiliğine karşı, ikinci kat arkadları, alt kata yakışmayacak kadar sade, süslemesiz
sivri üçlü kemerlerle kurulmuşlardır Bu ahenksiz kuruluş karşısında, ikinci katın
sonradan ilâve edilmiş olabileceğini söyleyen Gabriel’in fikrine biz de katılmaktayız.
Eyvanın, yüksek, sivri, silmelerle kademelenen kemerinin kilit taşında, hayvan
başına benzer bir kabartma varsa da, ne olduğunu söylemek kolay değildir. Eyvan
orijinal halinden çok şey kaybetmiş, her üç duvarından da büyük hasar almıştır. Eyvan
duvarlarında, kuzey ve güneyde, kısım kısım aşınmış, kûfi ve neshî, kitabe kuşakları
vardır Eyvan içindeki köşeli nişler, üç duvarı da ortalayarak yerleştirilmişlerdir.
128
Zengin bezemeleriyle avluyu çevreleyen kemerler, ortadaki yüksek ve
geniş, yanlardaki dar ve alçak olmak üzere, üçlü gruplar halinde inşa edilmişlerdir.
Kemerler kalın, köşeli ayaklar üstünde yükselir. Başlıklar taşkın ve yassı olup, kemer
boynuyla birleşen üst kısımları iki sıra yivlidir. Köşelerde ise, küt L şeklinde ayaklar
yer alır. Kemerler arasındaki rozetler, daire veya kare şekiller halinde taşa oyularak
yapılmışlardır. Her yüzde iki tane olmak üzere, altı rozet işlenmiştir.
Resim 1. Avluyu Çevreleyen Kemerler
Giriş katıyla üst kat arasında, silmeli saçak kornişi altında, stilize palmet
motiflerinden örülü, bitkisel arabesk bir fon üzerindeki neshi yazı şeridi kemerler
üstünden geçerek avluyu çevreler. Yazı kuşağı, siyah bazalt taşlarıyla kaplı duvarlar
üzerinde, açık renk malzeme üzerine işlenmiş olmasıyla da ilk bakışta belirmektedir.
Kemer süslemelerinde özellikle, motiflerin ve şekillerin değişmesine rağmen,
boşluğa sarkan ve üstleri işlenmiş dilimler ayrı bir önem taşır. Bu arada yanlardaki
küçük kemerlerden bazılarının üç dilimli olduğu görülür. Üçlü kemerlemelerden
öncelikle, batı cephedeki, eyvan karşısına gelen ve avludaki kemerler için de en
ustalıkla bezenmiş olanını ele alalım. Taş işçiliğinin eşsiz örneklerinden biri olan ve
yanlardaki üç dilimli kemerler arasında yer alan orta kemer, yuvarlaktır. İçlerinden
çıkan dallar zincirine tutunmuş, üçgen kaideli dört köşe karınlı vazolar dizisine
benzeyen süslemede, dört köşe kısımlar bitkisel arabesklerle işlenmişlerdir. Üçgen
kaideler prizmalar halinde uzayarak, kemer karnını bir dolu bir boş dikdörtgenlerle
bir ışıklandırır bir karartırlar. Kemer üstteki yazı şeridini içe kavislendirip daraltacak
kadar yüksektir. Yanlardaki kemercikler ise üç dilimlidir. Taşlar bir atlayarak bitkisel
arabesklerle ince kabartmalar halinde bezelidir.
Diğer iki cephe, yani kuzey ve güneydeki arkadlar ilk nazarda eş intiba
bırakırlarsa da, orta kemer süslemeleri farklıdır.
Revaklarda örtü haç tonoz olup malzeme tuğladır. Özellikle kıble duvarı
önünde tonozlar doğu-batı yönünde geniş bir çatlakla ikiye ayrılmışlardır Girişin
tam karşısında, ölçüleri ve süslemesiyle sürpriz teşkil eden bir mihrap bulunur.
129
Zengin nakışlı kemerler arasında hemen seçilir Mihrap stalâktitli başlıkları olan
desteklere dayanan beş dilimli bir kemer içinde, istiridye tepelikli yuvarlak bir
niş halindedir. Bünyesinde topladığı elemanlarla, ilk nazarda Duneysir Ulu Camii
mihrabını hatırlatır Birçok hususlarda da ikinci giriş kapısı özelliklerini tekrarlar.
Kemer alınlığı neshî yazıyla doldurulmuştur. Mihrap nişi, çift sıralı silme kuşağı ile
sınırlandırılmış istiridye tepeliği altında, üçlü bir sistemle sathi, sağır, uzun nişlere
bölünür. Nişlerde, revaklardaki üçlü kemerleme esprisi vardır. Ortadaki daha yüksek,
geniş ve tepeliği ile daha zengindir.
Resim 2. Zengin Bezemeler İle Süslenmiş Üçlü Grup Kemerler
Mihrabın her iki yanında, dikdörtgen kenarlı, birer pencere vardır. Girişe göre
mihrabın sağında kalan pencere açıklığı üstünde, enine dikdörtgen bir pano içindeki
iki satırlık kitabe neshi yazılıdır. Bu kitabeden «Halepli Mahmud oğlu üstad Cafer’in
plânlarına dayanarak 620 H. (1224/5) yılında Mesud tarafından inşa ettirildiğini
öğreniyoruz Güney revağına, doğudan, eyvanın sağındaki uzun beşik tonozlu
odanın kapısı açılır. Üzengileri, stalâktit konsollu, düz söveli kapıda, lentonun
üzerini yuvarlak kemerli bir açıklık kaplar. Aynı şekildeki diğer bir kapı eyvanın
solundaki, küçük beşik tonozlu odayı kuzey revakına bağlar. Yalnız bu kapıda,
stalâktitli konsollar üzerindeki atkı taşı artık yerinde yoktur. Odaların fonksiyonları
hakkında pek kesin birşey söylenemezse de, türbe olarak yapılmış olabileceklerini
kabul etmek en uygun çözümdür.
Giriş katında, yukarıda tanıtmağa çalıştığımız avlu, eyvan, revaklar ve
hücrelerden sonra, batı kanadı teşkil eden mescid bölümü gelir. Bu kısma dört
kapı açılır. Batı kemerlerinin arkasında kemer gözleri doğrultusundaki üç kapıdan
ortadaki, ana kapı olup, diğerlerinden yüksek ve geniştir. Söve ve lentosu düzdür.
Yan kapılarda ise lento, konsollu üzengilere oturur. Mescid, harap eyvanlar, odalar,
tonozlardan düşmüş taş yığınları ile bu katın en yıkık bölümüdür.
130
Resim 3. Üst Kattaki Kemerler
Dökülmüş kesme taşlar altından tuğla ve moloz taş, duvar konstrüksiyonu
görülür. Kapının karşısındaki sivri kemerli eyvan, dip duvarındaki küçük bir pencere
ile aydınlatılmıştır. Eyvan girişinin yanında orta bölümün haç tonozunun başlangıç
kalıntıları görülür. Bu kalıntılar dışında tonoz tamamen yıkılmıştır. Haç tonozlu orta
kısma sağdan açılan ikinci eyvanın kemeri, üstü çökmüş olarak yalnızca ayakta
kalmıştır Eyvana batıdan tek pencereli, beşik tonozlu bir odanın kapısı açılır.
Güney duvarındaki mihrap, dışa doğru hafifçe çıkmalıdır. Mihrap nişi yuvarlak
kemerli (bir kertik yaparak aşağı doğru uzaması ile at nalı şeklini alır) dairevi bir niş
olup, silindirik gövdeli, basık topuz başlıklar üzerinde, kübik yivli abakusları olan
sütunçelerle çevrilmektedir. Başlıkların altı, sütun boynu, iki sıralı yassı kabartma
ile bileziklenir.
Resim 4. Beşik Tonozlu Kemer
131
Abakuslardan sonra yuvarlak kemere varmadan evvel, yassı kabartma bir
silme, kemerin üzengiye bindiği yerden nişin içini dolanır ve karşıki üzengide son
bulur. Silmenin üstündeki niş tepeliği, yarı kürevi şekilli olup, altta, ortada, bir
noktadan çıkıp açılarak kemere kadar uzanan çizgilerle bir istiridye şeması verir.
Yuvarlak kemer üstünde, etraftaki kademeli, profilli dikdörtgen çerçeveye kadar
dayanan, çiçekli düğümlü kûfî yazı enine dikdörtgen bir pano halindedir. Kitabe ters
olarak durmaktadır. Muhtemelen bir tamir sırasında ters olarak yerleştirilmiştir.
Mihraplı duvarın arkasındaki odaya, revaklardan normal bir giriş olduğu halde,
bir de ayrıca mihrabın hemen yanından bir girişin daha olması düşündürücüdür (87).
Zenciriye Medresesi
Ulu Cami mimarî manzumesinin önemli ve bugüne kadar ayakta kalabilmiş
bir eseri de, (H. 634) tarihinde yapıldığı anlaşılan Zenciriye Medresesidir.
Bu medrese binası manzumeye dahil isede, merkez yapısı olan cami ile
arasında, bir başka binaların bulunduğu anlaşılmaktadır. Şu hale göre, Zenciriye’nin
doğusunda ve güneyinde belki de, küçük sokak arası ile kuzeyinde de, aynı
manzumenin başka tesisleri bulunmakta idi.
Zenciriye Medrese Binasının Plân Durumu
Bu medrese binası dış sınırı itibariyle, kareye yakın bir dikdörtgendir. Kuzey
tarafında, önü geniş kemerli, tonoz örtüsü bulunan, basit şekilde, yapı ve mimarî
gösteren kapısından binaya girilmektedir.
Giriş holü, iki tarafa taş sekili, içe doğru eyvan biçiminde kemerle açık bir
mekândır.
Buradan revaklı kısma ve avluya geçilir, orta avlu 36,50 m2lik küçük alandır.
Etrafında inşaî ayaklar ve çeşitli açıklıkta revak kemerleri vardır.
Kemerler çevresi muntazam revak sahanlığı halindedir. Arka duvarlarda
çeşitli oda = hücrelerin, kapıları bulunmaktadır.
Tam giriş aksı ilerisinde baş eyvan bulunur, bu eyvan avluya doğrudan doğruya
açılmayıp, önünde, geniş açıklıkta ve süslü bir kemer ile bağlanmaktadır.
Zenciriye Medresesi’ndeki yazıtlar arasında, binanın yapılış tarihi kesin
görülmez. Amma eserin yapıcısı Mimarin adı dolayısiyle, kale surlarındaki bir yazıt
yardımıyle, Zenciriye yapısına (H. 634) tarihini kabul edebiliyoruz.
Avlu ve revaklı kısım etrafında 15 adet, çeşitli plânda ve çeşitli ölçüde oda
hücreler sıralanmaktadır.
Bölmelerden, doğu ve güney taraflarda olanların dışa açılmış pencereleri
vardır.
Medresenin kuzey taraf yüzünde ve batı köşesine doğru bir çeşme binası
bulunmaktadır. Batı tarafı duvarı, sağır duvar şeklinde olup, bir başka binaya komşu
olduğu anlaşılmaktadır.
132
Pencereli yüzler, yanındaki binalarla, müşterek avlu veya müsait koridorlarla
bağlı olduğunu anlatmaktadır.
Bölmelerden, kuzey ve batı köşesine düşen kısım abdestlik tesislerini
kapsar, burada boy abdesti için genişçe bir de havuz bulunur. Diğer odaların, çevre
duvarlarında uygun sayıda ve ölçüde dolap nişleri de vardır. Yine batı duvarı dibinde
ve avlunun Doğu -Batı aksi üzerinde bir oda daha vardır ki, bunun zemini revak
seviyesinden yüksektir. Revaklara geniş ve büyük pencerelerle bağlıdır.
Buranın bir dershane olması gereklidir.
Resim 6. Zenciriye Medresesi
Sunduğumuz rölöve plânjlarının incelenmesinden de anlaşılacağı üzere,
Zenciriye Medresesi etraf araziye 1,5-2 metreye yakın gömülü bulunmaktadır. Bu
yüzden giriş yapılan sokaktan basamaklarla ve rampa ile medrese içine âdeta inilir.
Zenciriye Medresesinin Yapı ve Mimari Özelliği
Zenciriye Medresesi de dışa karşı oldukça kapalı bir binadır. Kuzey tarafta
kesme taşla işlenmiş sade bir yüzü vardır. Giriş kapısı eyvanı ile çeşme nişi bir
hareket yaratıyorlarsa da, bu yüzdeki anlam basitlik ve sadelik kelimelerinin deyimi
içinde kalır. Giriş eyvanı yarım yuvarlak kemerdir. Giriş yeri, düz lentoludur. Çeşme
sivri kemerli bir, niş halindedir Esas monümantel anlam, bu eserde de orta avlu
içinde ve etrafında toplanmıştır. Burasının her yeri muntazam kesme taşla yapılmış
olup, mimaride olgunluk gösteren bir anlayış taşır. Bilhassa avlu yüzlerini meydana
getiren, revakların, ayak ve kemerleri, incelik, çeşitli tertip ve buluşlariyle, bu kısmı
mimarî anlamda zenginleştirirler.
Revak ayakları, köşelerde (L) şeklinde ve ortalarda kare olarak plânlanmıştır.
Her yüzün, orta kemerleri geniş ve birbirlerine benzemez şekildedir. Bunlardan en
133
tipik ve sanatkârane olanları, giriş aksı üzerine raslayanlardır. Yan küçük kemerlerde
de, çeşitli güzel buluşlarla değişiklikler yapılmıştır. Avlu fasatında, küçük kemerler
üst seviyesinde, bütün avluyu çevreleyen (Nesih) süslü bir yazı kuşağı bulunmaktadır.
Üst seviyede de saçak konsolları ve plâkları sıralanmaktadır. Revakların dip
duvarlarındaki kapıların üst başları, düz lentolu olup, onun da üstünde yarım
daire kemerli aydınlık pencereleri bulunur. Revakların tonozları tuğla malzeme ile
örgülüdür. Odaların da böyle olması gereklidir. Oda, eyvan kısımlarının duvar ve
tonozları sıvalıdır. Avlu zemini ve bölmelerin içleri taş döşelidir.
Binanın üstü toprak örtüsüne benzer şekilde, kısmen grobeton olarak
örtülmüştür. 1982 yılı Zenciriye medrese binası doğusunda yapılan bir kazıda, bu
husus anlaşılmıştır. Güney kısmı arsalarda’da, eski yapıların enkazı görülmektedir.
Zenciriye Medresesi, Diyarbakır Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Son onarımlar da, Müzeler Genel Müdürlüğünce yapılmıştır. Bu onarımlarda eseri
tarihi hüviyetine kavuşturma amacı güdülmediğinden Restorasyona fazla itina
gösterilmemiştir.
Zenciriye Medresesinde görülen bazı mimari detaylar
Mimarî varlığın orta avluda toplandığını yukarıdaki açıklamalarımızda
yazmıştık. Üzerinde durulacak detaylarda yine bu kısımda olacağı aşikârdır.
Zenciriye mimarı İbrahim Dirhemin maharetli yapı detayları hiç şüphe
yokki buradaki revakların kemer çeşitlerinde kendini göstermektedir. Avlunun orta
akslarına düşen geniş açıklıktaki kemerler, maharetli ve üstün buluşlu örneklerdir.
Girişin hemen önü, üç sıra örgülü, içli dışlı geçmelidir. Yüzlerden biri tek taş,
yanındaki iki taş olarak örülmüştür ve konsol kemer şeklindedir. Aralarında başka
renk taşda vardır.
Baş eyvan önündeki kemer de (Elips) kemer şeklindedir. Buna lâmbalı kemer
de diyebiliriz. Önden yarısı aşağı doğru çıkıntı yapar. Yüzden bir atlayarak örgüde
bulunan taşların yüzleri rûmî motiflerle bezelidir. Köşe kısımlariyle yanlarda olan
küçük kemerlerden aynı sıradakiler, birbirinin aynı olmak üzere çeşitlilik gösterirler.
Aralarında, orta özengisi havada çifte kemer olanı da vardır.
Bunlar arasında da lâmbalı, yarım uygulu olanlar bulunur. Bugün epeyce
harap görülen bu kemerlerin yapımı, oldukça maharetli ve başarılı mimarî buluş ve
işçiliği temsil ederler.
Zenciriyenin bütün taş işçiliği iyi kalitededir. Son onarımlarla hayli bozulmuş
olmakla beraber, eskilerin üstün başarısı en küçük parçasında bile görülmektedir.
Özet olarak diyebiliriz ki; Zenciriye Medresesi plân özelliği ile tam anlamiyle
ölçülü bir medrese kuruluşundadır. Yapı ve detay özelliğiyle de; mübalâğaya
gitmeyen bir kuruluş ile orta çapta bir yapıdır (88).
134
Hatuniye Medresesi
Hatuniye Medresesi üzerinde herhangi bir inşâ kitabesi bulunmadığı gibi, bir
kitabe kalıntısına da rastlanmamıştır. Bu nedenle yapının kesin olarak ne zaman ve
kim tarafından inşâ edildiği bilinmemektedir.
Medresede birtakım incelemelerde bulunmuş olan Metin Sözen yapıyı,
XIII. yüzyılın sonu ile XIV. yüzyılın başlarında yapılmış bir Artuklu eseri olarak
tanımlarken; Ara Altun yapıyı, Artuklu devrine konması şüpheli bir eser olarak
tanımlamıştır.
Yapı üzerinde en kapsamlı çalışmayı Hüseyin Rahmi Ünal yapmıştır. 1975
yılındaki çalışmalarında yapıyı detaylı bir şekilde incelemiş olan Ünal, burada
bulunan bitkisel süslemelerdeki özelliklere dayanarak, yapıyı en geç XIII. yüzyılın
ilk yarısına tarihlemiştir.
Hatuniye Medresesi, Hani ilçe merkezindeki Ulu Camii’nin güney-batısında
yer almaktadır. Kuzey-güney doğrultusunda kareye yakın dikdörtgen bir alan üzerine
kurulmuş olan yapı, 20.57m x 24.28m ölçüleriyle iki eyvanlı açık avlulu bir plan
şeması göstermektedir.
Ortasındaki revaklı avlu dışında tüm bölümleri içten beşik tonoz, dıştan düz
dam örtülüdür. Kesme taş malzeme ile örülmüş olan bu tonozların, yapıya sonraki
onarımlarla birlikte örtüldüğü bilinmektedir
Tamamen düzgün kesme taş malzemeden inşâ edilmiş olan yapının güney
eyvanı ve bu eyvanın iki yanındaki hücreleri, pencere açıklıklarının üst bölümüne
kadar, orijinaldir.
Kaldı ki, beşik tonoz ile örtülü olan eyvanın iki yanındaki hücrelerin, aslında
pandantif geçişli birer kubbe ile örtülü oldukları, onarımlar öncesindeki eski
kalıntılarından anlaşılmaktadır.
Dış Cepheler
Hatuniye Medresesi’nin güney cephesi, orijinal haliyle günümüze kadar
gelebilmiş tek cephedir (Fot. 117). Burası dışarı doğru çıkıntı yapmış sivri külahlı
beşgen bir mihrap ve bu mihrabın iki yanındaki ikişer adet pencere açıklığı ile
hareketlendirilmiştir.
Mihrap çıkıntısının doğu ve batısında bulunan pencereler düz atkılı birer
açıklık şeklinde olup, iç içe ikişer adet dikdörtgen çerçeve içerisine alınmışlardır.
Dıştaki çerçeveler yatay bir şerit ile birbirine bağlanmıştır. Halat şeklindeki silmelerle
sınırlandırılmış olan bu çerçevelerden ilki geometrik desenli, ikicisi ise kıvrım dallı
bitkisel bir örnek teşkil etmektedir.
Buradaki ilk çerçeveler çaprazlama yerleştirilmiş kırık hatlarla düzgün
sekizgenlerin örülmesinden oluşmaktadır. Aralarda oluşan sekizgen kollu yıldızları
andıran boş sahaların ortasına ise tabii çiçek şekilleri nakşedilmiştir.
135
Güney cephedeki bu pencere açıklıklarındaki son bir detay da düz atkı taşının
üzerinde örülü kûfi kitabe parçalarından kalan kalıntılardır ki, mihrabın hemen
doğusundaki pencerede bu kalıntılar açık bir şekilde seçilebilmektedir
Güney cepheye hareketlilik katan bir başka yapı ise yarım yuvarlak
biçimindeki mihrabın beşgen biçimli destek çıkıntısıdır. Tamamen kesme taştan
inşâ edilmiş olan bu yapı, orijinalde yarım yuvarlak bir çıkıntı şeklinde iken, 2005
yılındaki onarımlardan sonra bu biçimi almıştır. Bugünkü haliyle dış taraftan
beşgen bir plan şemasına sahip olan mihrabın üzeri de yine beş dilimli sivri bir
külah ile örtülmüştür.
Üzerinde herhangi bir süsleme unsuru bulunmayan mihrap son derece sade
bir şekilde inşâ edilmiş olup, külah kısmı saçak yapacak bir biçimde gövdeden dışa
doğru uzanmış durumdadır. Gövde kısmının her bir kenarı da aşağıya doğru uzanan
dikdörtgen bir silme ile son bulmuştur.
Medrese’nin batı cephesi düz bir duvar şeklinde inşâ edilmiş olup buradaki
masif düzeni bozan tek unsur, revaklı avlunun batı kısmında bulunan hücrelerin
batıya açılan pencere açıklıklarıdır. Bu açıklıklar dışarıya dikdörtgen planlı basit bir
görünüm vermektedirler. Söz konusu pencerelerin hemen üzerinde de ikinci katın
yarım kalmış pencere açıklıkları ve beş sıra halinde inşâ edilmiş olan ikinci kat
beden duvarları bulunmaktadır.
Kuzey cephesi kör bir duvar şeklinde inşâ edilmiş olan yapının doğu cephesi
ise biraz daha hareketli tutulmuştur. Doğu cephedeki hareketlilik, dışa taşıntı yapmış
giriş eyvanı ile bu eyvanın kuzey ve güneyinde yer alan hücrelerin pencere açıklıkları
vasıtasıyla sağlanmıştır. Tüm cepheyle birlikte tamamen sonraki onarımlar sırasında
inşâ edilmiş olan pencere açıklıkları, düz atkı taşlı dikdörtgen bir plan şemasına
sahiptirler.
İç Mekan
Hatuniye Medresesi’nin iç kısmına, yapıdan yaklaşık 2.68 m. kadar dışa
doğru taşıntı yapmış olan bir giriş eyvanı ile ulaşılmaktadır. Kırık kemerli beşik bir
tonoz ile örtülü olan bu mekan son derece yüksek ve dar tutulmuş olup, bu bölümün
kuzey ve güney duvarlarına 0.60m. genişliğinde, 1.12m. yüksekliğinde, 0.59m.
derinliğinde yarım yuvarlak ve kaş kemerli birer niş açıklığı yerleştirilmiştir.
Nişlerin hemen bitiminde düz atkı taşlı giriş kapısı açıklığı bulunmaktadır ki,
bu bölümün üzerindeki alınlıkta kare çerçeveli boş bir kitabelik yer almaktadır.
Asıl giriş kapısı olarak adlandırılan bu açıklıktan zemini bir basamak alçak
tutulmuş, ilk koridordan yaklaşık 0.40 m. daha geniş ve 1.31m. uzunluğundaki ikinci
bir koridora girilmektedir. Burası da kırık kemerli beşik bir tonoz ile örtülüdür.
Diğer iki bölmede olduğu gibi sivri kemerli beşik bir tonoz ile örtülü olan bu
alanın güney tarafında yaklaşık 0.75m. genişliğinde sivri kemerli bir kapı açıklığı
136
bulunmaktadır. Burası yapının üst katına çıkışı sağlayan taş basamaklı bir merdiven
şeklinde düzenlenmiştir.
Bu bölümde dikkati çeken diğer bir özellik de yaklaşık 0.44m. derinliğinde,
1.12m. genişliğinde olan ve bölümün güney-batı köşesine yerleştirilmiş olan sivri
kemerli niş yapısıdır. Bu nişin de süsleme unsuru meyanında sonradan buraya
konulduğu bilinmektedir.
Farklı ebatlarda art arda dizilmiş bu üç giriş koridorundan sonra, avlunun doğu
bölümündeki revağın kuzey-doğu köşesinden avluya girilir. Doğu ve batı yönlerden
bir dizi revak ve gerisindeki ikişer adet hücre ile çevrilmiş olan avlu güney ve kuzey
yönden revaksız olup, ortadan birer eyvan ve bu eyvanların iki yanındaki birer hücre
ile çevrelenmiş durumdadır.
Avlunun güney tarafında bir eyvan ve bu eyvanın her iki yanında birer öğrenci
hücresi bulunmaktadır
Hatuniye Medresesi’nin günümüze kadar ulaşabilmiş en özgün bölümü, güney
eyvanıdır. Gerek yan duvarları, gerekse de kırık kemerli tonozuyla orijinal kimliğini
hala muhafaza eden eyvanın doğu ve batı duvarlarında hücrelere açılan birer pencere
açıklığı, güney duvarında ise ortada bir mihrap nişi ve iki yanında iki adet pencere
açıklığına yer verilmiştir.
Eyvanın üç cephesini dolanan ayet şeridinin hemen altında yer alan bu
pencereler, eğik kesimli düz bir silme ve sekiz kollu yıldızlardan oluşmuş dikdörtgen
bir çerçeve içerisine alınmışlardır. Düz atkı taşlı pencere açıklıklarının kenarları
yivlerle süslü kalın bir silme ile çevrelenmiş olup, söz konusu silme yukarıdan kırık
bir kemer oluşturmuştur. Kemerin sağ ve sol kısmındaki üçgen alanlar ile kemer kilit
taşının hemen altındaki alınlıkta bitkisel süslemelere yer verilirken, bu süslemelerin
de hemen altındaki bölüme de iki sıra halindeki mukarnaslara yer verilmiştir (89).
Zinciriye medresesi
137
DİYARBAKIR HANLARI
Diyarbakır’da Osmanlı döneminde birçok han yapılmıştır. Gerek yol
genişletmeleri gerekse ilgisizlik ve bakımsızlıktan birçoğu yıkılmış olup günümüze
kadar ulaşanlar ise Hasan Paşa Hanı, Çifte Han ve Deliller Hanı (Hüsrev Paşa
Hanı)’dır.
Diyarbakır’ın tarihi geçmişi içinde, özellikle ticari hayatında hanların önemli
yeri olmuştur. Bu hanları ve kervansarayları önemli kılan, Yukarı Mezopotamya’dan
Anadolu’ya geçiş yolu üzerinde bulunan Diyarbakır’ımızın, her devirde
ekonomisiyle, sanayi ve ticaretiyle, sanat ve kültürü ile sosyal yaşamıyla bölgemizin
hatta Ortadoğu’nun en gelişmiş kentlerinden biri olmasıdır.
Bunun sonucu olarak da Diyarbakır’ın yüzyıl öncesine kadar bile gelişmiş bir
ticareti de vardı.
1600’lü yıllardan sonra kenti sıkça ziyaret eden yerli ve yabancı gezginlerin
hemen tümünün anılarında; o yıllardaki adıyla AMİD’in, Avrupa’ya hitap edebilen,
Asya ve Avrupa ülkelerinde ürünleri tercih edilen, dokumada, kuyumculukta,
dericilikte, ipekçilikte, bakırcılıkta, çinicilikte, özellikle de kökboyalı iplikçilikte
önemli bir sanayi ve ticaret kenti olduğunu anlatırlar.
Kentte, uzak diyarlardan ticaret için gelen bezirgânların, tüccarların katıldığı
serbest pazarlar kuruluyor, buralardan alınan mallar, Buhara’ya, Semerkant’a,
Bağdat’a, Musul’a, Haleb’e, Basra’ya, Bursa ve İstanbul yolu ile Avrupa’nın çeşitli
kentlerine götürülüyordu.
Diyarbakır’da dokunan ipekliler, Avrupa pazarlarında kapışılırdı. Anadolu’nun
en gelişmiş bakırcılığı, ipekçiliği, dokumacılığı, kuyumculuğu Diyarbakır’daydı.
Kafkas ülkelerinden, İran’dan, Moğolistan’dan, Bağdat ve Basra’dan, Avrupa’nın
çeşitli ülkelerinden, hatta Moskova’dan buraya gelen tüccarlar ipek, pamuklu ve
fevkalade güzel işlenmiş deri ürünleri alıp ülkelerine dönerlerdi.
Ticari hayatın gelişme içinde olduğu 1760’li yıllarda Diyarbakır’da bölgesel
Gümrük İdaresi vardı. Uzak ya da komşu ülkelerden batıya mal götürmek üzere
gelen tüccarlar vergilerini Diyarbakır Gümrüğü’ne yatırırlardı.
Yine bu yıllarda Diyarbakır’da İran, Rus, İngiliz ve Fransız konsoloslukları
vardı. Bu konsolosluklar bölgenin siyasi yapısı ile ilgilendikleri kadar, ticareti ile
de ilgileniyor, kendi ülkeleri ile bölge arasındaki ticareti geliştirmeye çalışıyorlardı.
Özellikle İngilizler bu bölgeye daha o yıllarda büyük önem veriyor, ticareti
ellerinde tutmaya çalışıyorlardı. Diyarbakır’da ipekçilik, ipek dokumacılığı hayli
gelişmiş bir sanat dalıydı.
Kentin çeşitli yerlerinde kurulu tezgahlarda dokunan kök boyalı ipek puşular,
Diyarbakır Mantini, çadır bezi kirpasları, yün dokuma kutnileri Anadolu’nun dört
bir yanına, bu arada Ortadoğu ve Avrupa ülkelerine ihraç ediliyordu.
138
İpekçilik kadar çinicilik de Diyarbakır’da önemli bir sanat dalıydı. Çini ve
cam sanayi hayli ileri düzeydeydi. Bu alanda faaliyet gösteren atölyeler Kurşunlu
Cami ile İçkale arasındaki Nasuhpaşa Camii çevresindeydi. Bu atölyelerde imal
edilen çiniler İstanbul’a kadar gönderiliyordu. Diyarbakır’daki Kurşunlu Cami,
Behrampaşa Camii ile diğer bazı cami ve mescitlerin çinileri buradaki atölyelerde
imal edilmiştir.
Osmanlı ordusunun silah ihtiyacının büyük bir bölümü de Diyarbakır’dan
karşılanırdı. Özellikle OBÜS topları İçkale’de bulunan dökümhanede dökülüyor,
İstanbul’a gönderiliyordu. Diyarbekir Salnameleri’nde (Yıllıklar), İçkale‘deki
silah fabrikasının dökümhanesinde dökülen 6 adet OBÜS topunun 1842 yılında
Diyarbakır Müşiri Ziya Paşa tarafından bizzat İstanbul’a götürülerek Tophaneye
teslim edildiğine dair kayıtlar vardır.
Günümüzde İçkale’de devam eden restorasyon çalışmaları sırasında, bir süre
önce yapılan kazılarda bulunan cephaneliğin o dönemden kaldığını söylenebilir.
Kısaca; Diyarbakır’ın ticari hayatı, asırlar öncesinde çok daha zengin ve canlıydı.
Ve elbette, bu zenginliği, bu canlılığı sağlayan, tamamlayan önemli çarşıları,
hanları, kervansarayları vardı. Uzak diyarlardan kente gelen tüccarlar, bezirganlar
bu hanlarda ve kervansaraylarda kalıyor, buradaki dükkan ve imalathanelerden alışveriş yapıp ülkelerine dönüyorlardı.
Özellikle Selçukluların Anadolu’daki ticareti geliştirmek adına başlattıkları
han, kervansaray ve bedesten yapımına Osmanlıların da önem verdiklerini biliyoruz.
Bu konuda araştırmalar yapan Prof. Dr. Metin Sözen, “Diyarbakır Tanıtma
ve Turizm Derneği yayınları arasında çıkan 1971 tarihli “Diyarbakır Mimarisi”
adlı eserinde hanların ve kervansarayların Anadolu’nun ticari hayatındaki önemini
vurgularken şu tespitlerde bulunur;
“Selçukluların egemenlik yıllarında Anadolu’da düzenli işleyen bir yol
sistemi vardı. O dönemde kullanılan bütün yollarda, güzergahın önemine göre belirli
uzaklıklara han ve kervansaraylar yaptırılmıştı. Doğudan gelen kervanlar büyük bir
güven içinde Anadolu’yu geçip geri döndüklerinden bu anıtsal yapılar uzun yıllar
önemlerini korudular. Çeşitli yönlerden gelen yolların birleştiği yer olması nedeniyle
Diyarbakır ve çevresindeki hanlar ve kervansaraylar da uzun yıllar işlevlerini
sürdürdüler”.
Diyarbakır’ın ticari hayatında önemli bir yer tutan hanların günümüze kadar
ayakta kalmış olanlarının tümünün Osmanlı yapıları olduğunu söyleyebiliriz.
Kent içinde çeşitli amaçlı hanlar olduğu gibi, kent dışında da özellikle
kapılara yakın yerlerde konaklama amaçlı hanlar vardı. Akşam güneş battıktan sonra
kentin kapıları kapanınca, gelen yolcu ve bezirganlar bu hanlarda konaklar, kente
girebilmek için sabahı beklemek zorunda kalırlardı. Kentin her dört ana kapısının
girişinde bir han, bir hamam ve bir de cami mevcuttu.
139
Kente giren yabancılar, salgın hastalıklardan korunmak amacıyla önce
hamamlara sokulur, buralarda yıkanmaları sağlandıktan sonra kente girmelerine
izin verilirdi. Kentteki büyük hanlar en az üç katlıydı. Tümünde hayvan barınakları
yer altındaydı. Tüm hanlarda, bodrum katlarda ahırlar, zemin katlarda iş yerleri, üst
katlarda da yatacak odalar bulunurdu.
Değerli araştırmacı-yazar Dr. Şevket Beysanoğlu, 1963 tarihli “Bütün
Cepheleriyle Diyarbakır” adlı eserinde, kentte irili, ufaklı 30 dolayında han
bulunduğunu belirtir. Bunlardan Ketenciler Hanı, Eğilliler Hanı, Pamukçular Hanı,
Abacılar Hanı, Kilimciler Hanı, İpekçiler Hanı, Yeni Han, Çifte Han gibi yapıların
1915 ve sonrasında çıkan olaylarda, bazıları da sonraki yıllarda çıkan yangınlarda
harap olduğunu anlatır.
Kentte özellikle köylü pazarlarının bulunduğu Eski Saman Pazarı, Eski Kömür
Pazarı, Yoğurt Pazarı, Buğday Pazarı, Melikahmet Çarşısı, Mardin Kapı ve Urfa
Kapı semtlerinde yakın yıllara kadar varlıklarını sürdürdüler. Ancak hanların çoğu
1960’lı yıllarda ve sonraki yıllarda kentte motorlu araçların sayısının artmasıyla
hayvanlarla yapılan taşımacılın bitmesiyle iş yapamaz duruma düşmeleri sonucu
yıktırılarak pasajlara dönüştürüldüler.
Bakırcılar Çarşısı, Mardinkapı ile Melikahmet semti çevresinde bulanan
Abdülkerim Kaçmaz’ın Hanı, Hana Ömere Ceve, Hana Reşit, Hana Hamit, Hoca
Hüseyin Hanı, Abdulgani Begin Hanı ve daha pek çok küçük han yıktırılıp işhanı
oldular.
Kuşkusuz kent merkezindeki hanların en önemlileri, Ula Cami karşısındaki
Hasan Paşa Hanı ile Mardinkapı’daki Deliller Hanı, bir başka adıyla Hüsrevpaşa
Hanı’dır.
Eskiden, bölgeden Hicaz’a gidecek tüm hacı adayları Diyarbakır’a gelir,
Mardinkapı’da Deliller Hanı karşısındaki “Hacılar Harabesi” denilen alanda toplanır,
belirlenen günde de buradan kervanlarla yola çıkarlardı.
Bu hacıları Hicaz’a götürecek rehberler ise Hüsrevpaşa Hanı’nda barınırlardı.
Bu nedenle bu hana “Deliller Hanı” da denilirdi. Bu isim halk arasında sonraki
yıllarda bozularak “Deliler Hanı”na bile çevrildi. Ünlü gezgin Evliya Çelebi burayı
“Bezirgan Hanı” olarak anar.
Diyarbakır fatihi adıyla da anılan Bıyıklı Mehmet Paşa’dan sonra Osmanlı
döneminin ikinci valisi olarak kente gelen ve burada 7 yıl görev yapan Hüsrev Paşa
tarafından 1527 yılında cami ve medrese ile birlikte yaptırılan bu hanın, kentteki
tarihi anıtlar içinde önemli bir yeri vardır. Osmanlı döneminde askeri birliklerin
barındırıldığı han, ikinci dünya savaşı yıllarında da hem barınak, hem de askeri İŞ
OCAĞI olarak kullanıldı.
Özellikle askere alınmış ister Müslüman, ister Gayrimüslim olsun sanatkarların
çalıştırıldığı buradaki İş Ocağı’nda askeri birliklerin her türlü ihtiyacını karşılayacak
imalat ve onarımlar yapılıyordu.
140
1940’lı yılların sonlarında burada askerliğini yapan Gayrimüslimler arasında
bir dönemin ünlü Fenerbahçeli futbolcusu, (Futbolun Ordinaryüsü olarak da ün
yapan) Lefter Küçükandonyanis de vardı. Lefter hem burada çalışıyor, hem de o
yıllarda çok popüler olan Karagücü takımında oynuyordu.
1950’li yılların başlarında Askeri İş Ocağı kapatıldıktan sonra bir süre kapalı
kalan, bu arada da Vakıflar Müdürlüğü’nce onarıldıktan sonra bir ara belediye
tarafından sebze hali. Daha sonra da hurdacılara mekan olarak tahsis edilen Deliller
Hanı, 20 yılı aşkın süreden beri de “Kervansaray” adıyla turistik otel olarak
kullanılıyor.
Kentin merkezi yerindeki Hasan Paşa Hanı ise kentin ortasında bulunması
nedeniyle, önemli bir ticaret merkezi olarak işlevini asırlardır sürdürüyor.
Günümüzde, kapalı bölümü Kuyumcular Çarşısı olarak kullanılan Hasan Paşa Hanı
için ünlü gezgin Evliya Çelebi “Kale gibi gayet metin ve müstahkem” tanımını
kullanır.
Diyarbakır Valilerinden Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1575 yılında,
etrafında çeşitli dönemlerde çarşı olarak kullanılan kapalı mekanları ile yaptırılan
Hasan Paşa Hanı uzun yıllar bakımsız bir biçimde toptancılar çarşısı ve otel
olarak kullanıldıktan sonra son yıllarda yeni düzenlemelerle turistik eşya çarşısına
dönüştürülerek ticarete açıldı.
Bitişiğindeki Kapalı Çarşı da geçen yıllar içerisinde çok değişik amaçlarda
kullanıldı. Halen tahtacılar ve kürsü imalatçıları tarafından kullanılan hanın
arkasındaki bölüm de eskiden Kuyumcular çarşısı gibi kapalı bir mekan iken
geçirdiği büyük bir yangın sonrasında harap oldu.
Halen Kuyumcular Çarşısı olarak kullanılan kapalı bölüm, 1940’lı yıllarda
Demirciler Çarşısı iken, 1950’li yıllarda Kasaplar ve Sebzeciler çarşısı, sonrasında
da Kuyumcular Çarşısı oldu. Burası da asırlar öncesinde Hasan Paşa Hanı’nın
ticaretini canlı tutan bedesten bölümüydü.
Kısaca; Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı ile Eski Diyarbakır’da ipeklilerin
pazarlandığı Urfakapı semtindeki İpekoğulları Hanı, Ulucamı Yakınındaki Çifte
Han, Yeni Han, Eski Yoğurt Pazarı’ndaki, şimdilerce çöplük haline gelmiş olan Eski
Borsa Hanı, onarımı bir süredir devam eden Demirciler Hanı Diyarbakır ticaretinin
can damarı yapılardı (90).
Çifte Han
Mardin Kapısı’ndan gelen caddenin sağında, sokak ortasındadır. Birbirine
bitişik iki handan meydana geldiği için “Çifte Han” ismi verilmiştir. Bu hanın ne
zaman inşa edildiği bilinmemektedir.
Bugün sadece bir kısmı ayaktadır. Yakın zamana kadar yıkılmadan önce Borsa
olarak kullanıldığından Borsa Hanı olarak da bilinmektedir.
141
1810 tarihli vakfiyeye göre Çifte Han “ ulu gözde yukarıda otuz oda ve
tahtında yirmi dokuz oda diye bir havuz ve iki ahur ve biri sağîr biri kebîr bir mağaza
mülhakatından ve beş adet dükkan ve memşa ve Susuz Gözde yukarıda yirmi altı oda
ve tahtında yirmi bir oda ve bir kahve dükkânı ve memşa ve üç adet terzi dükkânı
ve kapu arası içinde iki dükkân ve bir ahur ve memşa iki mağaza ve su kuyusu
ve mülhakatından dört dükkân” dan meydana gelmiştir. 1804 yılında Diyarbakır’ı
ziyaret eden İnciciyan Çifte Han’ı önemli hanlar arasında saymıştır.
Resim 1. Çifte Han
Deliller Hanı
Mardin Kapısı’ndan şehre girerken sağdaki ilk büyük yapıdır. Esas adı Hüsrev
Paşa Hanı olup. 1527 yılında Diyarbakır valilerinden Hüsrev Paşa tarafından
yaptırılmıştır. İki katlı olan bu hana Deliller Hanı adının verilmesinin sebebi İslam
ülkelerinden Hicaz’a gitmek üzere toplanan hacı adaylarını götürecek delillerin bu
handa kalmalarından kaynaklanmaktadır.
Resim 2. Dellier Hanı
142
Hasan Paşa Hanı
Diyarbakır valilerinden Hasan Paşa ilk önce kuyumcular çarşısını, sonrada
Ketenciler çarşısını yaptırmış. Bu iki çarşıya gelen tüccarların konaklaması için de
1572–1575 yılları arasında Diyarbakır’ın ikinci büyük hanı olan Hasan Paşa Hanı’nı
yaptırmıştır.
Gazi Caddesi üzerinde olan hanın avlusunun ortasında altı sütuna oturmuş üstü
kubbeli bir şadırvan yer almaktadır. Bodrumunda ise gelen tüccarların hayvanları
için ahır kısmı bulunmaktadır.
1612 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden Polonyalı Simeon şehre geldiği zaman
bu hana inmiştir. Simeon, Hasan Paşa Hanını “Mu’azzam kârgir bir bina olan bu hanın
500 beygiri barındırabilecek yer altında iki ahırı, rengarenk demir parmaklıklarla
çevrilmiş çok güzel bir havuzu, üç kat üzerine birçok kârgir odaları vardı.” diyerek
çok güzel bir şekilde tanıtmıştır (1).
IV. Murad Bağdad’ı aldıktan sonra Emakin-i mübareke tezyinatını ve İmam-ı
Azam türbesinin altın ve gümüş işlemeli kapısı, avize, şamdan ve kandilleri bu
handaki Diyarbakırlı ustalara yaptırmıştır.
Resim 3a. Hasanpaşa Hanından Görüntüler
143
Resim 3b. Hasanpaşa Hanından Görüntüler
İbrahim Paşa Hanı
Ne zaman yapıldığı bilinmeyen bu han 1810 (H.1225) tarihli Şeyhzâde İbrahim
Paşa vakfiyesinden anlaşıldığına göre, Salos Mahallesi’nde, Muallak Mescidi’nin alt
tarafında ve Deva Hamamı yakınında idi. Bugün mevcut değildir.
Resim 4. Sülüklü han (1683)
144
İpekoğlu Hanı
Kayseriye Han
Melek Ahmet Paşa Hanı
Rüstem Paşa Hanı
Tütün Han gibi hanlar bugün mevcut değildir (46).
İLÇE HANLARINA ÖRNEKLER
Hantepe
Kralkızı barajı yanı Hesti Hanı
145
Kralkızı barajı yanı Hesti Hanı
Şelbetin hanı
146
Şelbetin hanı
Şelbetin hanı iç kısmı
147
Çermik Siverek arası Ağaçhan’da 4. Murat’a ait han kalıntısı
SU MİMARİSİ
Seyyah Rev. Horatıo Southgate’in intibaları’Şehrin kendi surları da hayranlık
uyandırıyordu. Şehir hayat konforlarıyla iyi bir şekilde donanmıştı. Caddede taş
fıskiyeler vardı Seyyah Dr. Edmund Naumann Diyarbekir’de su bolluğu var. Bu
sular altı kanalla şehre taşınıyor demektedir (47).
1873–1876 yılında Diyarbakır merkezde 130 çeşme, 28 değirmen,5 su kuyusu
vardı. Silvan’da19 çeşme, Ergani’de 18 çeşme, 2 değirmen, Çermik’te 83 çeşme,
2 su kuyusu, Hani’de 4 çeşme, 8 değirmen, Hazro’da 13 çeşme,1 su kuyusu, 16
değirmen vardı. Eğil kasabasında 4 dink ve değirmen, 2 hamam mevcuttu.
1877 yılında Vali Ahmed Tevfik paşa su kemerlerini onarttı (48).
Kanuni Süleyman Bağdat Seferi’ne giderken Karacadağ’dan getirilen
“Hamravat Suyu”nu içip rahatladıktan sonra, “Halk içinde muteber bir nesne yok
devlet gibi/ Olmaya cihanda devlet bir nefes sıhhat gibi” özdeyişini söylemiş Hamravat
suyu:1535’te Kanuni kendi kesesinden bu suyu Diyarbakıra getirdi. Mimar sinanın
kalfası Kastamonulu Kasım çelebiyi bu hayırlı işi başarmaya memur etti. Şehre 14
km mesafede bulunan bu su, fen erbabının bugün bile hayretle gördükleri en ince ve
derin hesaplarla, kaynağındaki irtifa seviyesini, geçtiği ivicaclı ve tümsekli yerlerde
hiç kaybetmemek için tünellerden geçirilerek getirilmiştir. Bağlar mevkiinde 31
m. yüksekliği sağlanarak bu suretle evlerin en üst katlarına çıkabilecek bir boy ve
durumda kalması temin edilmiştir (49).
Su kantaraları
Diyarbakır’ın tarihinde suyun kaynağı ve su yapılarıyla ilgili yapılan
araştırmalar incelendiğinde; Diyarbakır sularının Sur içi’ndeki kaynaklar ve şehre
dışarıdan getirtilen kaynaklar olmak üzere ikiye ayrıldığını görülür. M. Akif Tütenk
148
Kara Amid Dergisindeki makalesinde Sur içi’nde Ayn-ı Zülal (Anzele,
Balıklı), Ali dede ve Kal’a suyu olmak üzere üç kaynaktan bahsetmektedir.
Dışarıdan getirtilen kaynakları ise üç ayrı kaynak olarak belirtilmekle beraber
dört kaynağın adını vurgulamıştır.
Bunlar; 1.) Ulucami’in Payas suyu; 2.) Kaynar’dan getirilen İbrahim Bey suyu;
3.) Yine Payas’tan getirilen Özdemiroğlu Osman Paşa suyu ve 4.) Kanunî Sultan
Süleyman’ın emriyle 1538–1541 yılları arasında Diyarbakır valiliği yapan Bali
Paşa’nın Gözeli köyünden getirttiği Hamravat suyudur. Ancak dışarıdan getirtilen
bu kaynaklardan Ulu Cami suyu, seyahatnamede bir diğer adı olan Ali Pınar suyu
olarak geçmektedir. Evliya Çelebi’de ve diğer kaynaklarda Karacadağ yakınlarındaki
Gözeli köyünden getirtilen Hamravat suyu hakkında bilgi vardır. Diyarbakır şehrini
1867 yılında ziyaret eden Garden’a göre Hamravat suyu batı yönünden ve çok uzak
mesafelerden bir su yoluyla gelmekte idi.
Bu yol biribirine iyice geçmiş ve çok muntazam yontulmuş taşlardan inşa
edilmiştir. Şehre yaklaşınca üçbuçuk ila dört kadem genişliğinde bir kantara
üzerinden geçer. Bu kantara siyah volkanik taşlarla yapılmış ve 27 müstakil ayak
üzerine oturmuştur. Birçok yarı yuvarlak kemerler meydana getirir. Rum (Urfa
kapı) ve Dağ kapı arasından şehre girer. Şehre 14 kilometre mesafede bulunan
bu suyun getirilmesi için yapılan künkler bugün mühendislerin bile hayretle ifade
ettikleri biçimde yapılmıştır. Son derece ince ve derin hesaplarla kaynağındaki irtifa
seviyesini geçtiğini, tümsek olan yerlerden su kaybı olmadan tünellerden geçirilerek
evlerin en üst katlarına ulaşabilecek şekilde yapıldığı bilinmektedir (50).
1928 yılında Diyarbakır valisi olan Mehmed Nazım paşa 1930 yılında hamravat
suyunu demir borular içine aldırarak temiz bir surette akıtılmasını sağladı (51).
Ergani belediyesi ve su hizmetlerinde, Erganide ilk belediye başkanı Şevki
beyin rolü vardır. Daha sonra Loşo Hanifi gelmiştir. 1960’larda Cemal Gülbaharla
kanalizasyon gelmiş, ayrıca borularla içme suyu getirilmiştir (52).
Resim 5. Suya İrtifa Vermek Amacı İle Yapılan Su İletimi Köprüsü (Su Kantaraları)
149
Resim 6. Karacadağ Suyunu Getiren Su Kantaraları
Diyarbakır Su Sistemi
Diyarbakır’da mevcut içmesuyu iki ana gruptan ibarettir; kaynak suları ve
derin kuyulardan dalgıç pompalarla çıkarılan sular.
Gözeli su kaynakları ve 20 kuyudan dalgıç pompa ile çıkarılan sular Bağlarbaşı
ana su deposuna isale hattı ile gelmekte ve dağıtımı yapılmaktadır. Ayrıca şehirdeki
mevcut depolardan dalgıç motorlarla su çıkarılıp dağıtılmaktadır.
İçmesuyu ana kaynaklarının başında Gözeli su membası gelmektedir.
Diyarbakır’ın en eski su kaynağıdır. Zamanla kaynağın su kapasitesi artırılmıştır. Bu
kaynaktan sağlanan içme suyu 810 l/s kapasiteli bir isale hattı ile şehir şebekesine
verilmektedir. Ayrıca şehrimizin değişik semtlerinde bulunan 3 kaynak ve bir su
sondaj kuyusu mevcuttur. Bunlardan Alipınar su kaynağı 50 l/s civarında bir debiye
sahip olup kaynak üzerinde kurulmuştur.
Aynı şekilde pompa sistemi ile suları şehir şebekesine verilen Anzele
su kaynağı 150 l/s, İçkale su kaynağı ise 40 l/s’lik bir debiye sahiptir. Koşuyolu
su sondaj kuyusunun debisi ise 15 l/s’dir. Bu su direkt olarak şehir içme suyu
şebekesine verilmektedir. Halen 34 su kuyusu mevcuttur. Diyarbakır’da kullanılan
yıllık ortalama içme suyu miktarı 30000000 metreküptür.
Su kirliliği için özel klorlama cihazları kullanılmaktadır. Klorlamanın sağlıklı
yapılıp yapılmadığı her gün Çevre Sağlık Müdürlüğü teknisyenlerince şehrin çeşitli
yerlerinden alınan su numunelerin tahlili ile denetlenmektedir. İlimizde içme ve
kullanma sularının Hıfzıssıhha Müdürlüğü tarafından kimyasal ve bakteriyolojik
analizleri yapılmakta olup Çevre Sağlık Müdürlüğü’nce kontrolü yapılmaktadır (53).
Diyarbakır’da içme ve kullanma suyu ile ilgili paket proje kapsamında Dicle
Barajı şehiriçme suyu isale hattı, isale hattı üzerinden yapılacak hamsu arıtma
tesisleri, şehir içi içme suyu projesi, şehir içi kanalizasyon şebekesi projesi, yüklenici
firma tarafından yapılmıştır. 2002 yılından beri içme suyu Dicle Baraj Gölünden
temin edilerek arıtıldıktan sonra halka verilmektedir.
150
TARİHTE YOL YAPIMI ÇALIŞMALARI
M.Ö. 18. yüzyılda Asurlu tacirler Urfa, Maraş, Adana üzerinden Diyarbakır’a
ve oradan Malatya yolunu kullanarak Anadolu içlerine ulaşıyorlardı.
Diyarbakır daha ilk kuruluşundan beri güney-doğu kültürünü birleştiriyordu.
Dağıstan’dan gelen yollar Şam ve Bağdat’a Diyarbakır’dan giderdi.
Bir taraftan Bitlis, Van gölü kuzeyi, Hazar denizi güneyi ve hem Kars-Çıldır
üzerinden Hazar’ın kuzeyinden gelen yollarla bütünleşmiştir. Diyarbakır BitlisMuş- Çıldır- Kars üzerinden Aras nehri havzasına, Erzurum, Çoruh havzasından
Batum’a ve Kafkaslara uzanan yolları içerirdi.
İran, Irak ve Azerbeycan’dan gelen yollar Diyarbakır’da kesişirdi Diyarbakır
özellikle Van, Halep ve Bağdat yolları üzerinde bir merkezdi. Ayrıca Harput-Sivas–
Samsun yolu ile de Mezopotamya, Karadeniz kıyıları bağlanıyordu (61).
4. yüzyıldan itibaren Diyarbakır’ın Suriye, Karadeniz ve Anadoluyu bağlayan
kentin kuzey-güney ve doğu-batı yönüne uzanan ana yollarının, başlangıçtan beri
ticari faaliyetlere hizmet ettiği anlaşılmaktadır.
1046 yılında Tebriz’den Şam’a giden Nasır-ı Hüsrev adlı seyyahın Farsça
seyahatanesine göre güzergah Van, Adilcevaz, Ahlat, Bitlis, Silvan, Urfa, Harran ve
Halep şeklindeydi (62,63).
Selçuklular döneminde Trabzona hayvan, yün, ipek kumaşlar Diyarbakır
üzerinden geliyordu X.yüzyıl Arap coğrafyacılarından Mes’udi ve Istahri doğu
ürünlerinin önemli bir antreposu olarak Trabzonu gösteriyor. Halep de bölgede
ipek açısından en önemli merkezdi. İpek üretim merkezleri Hazar bölgesindeki
Mazandıran, Gilan ve Şirvan vilayetleriydi. Buradan Halep’e ve Bursa’ya ipek
giderdi. Halep’e gisen yollar Diyarbakırdan geçerdi. Tebrizden glen kervanlar da
Bitlis, Diyarbakır ve Birecikten Halep’e giderdi (64).
Artuklu dönemi yol yapım çalışmaları
Ahlat-Çermik-Karacadağ-Urfa yolu; Çermik’te Haburman köprüsünün, henüz
Amid’i ele geçirmemiş olan Artuklular tarafından Tebriz-Ahlat kervan yolunu,
Çermik-Karacadağ üzerinden Urfa-Halep yoluna çevirmeyi başarmak için her altı
saatlik yolda yaptırdıkları kervansaraylar dizisinden yaptırılmış olduğu kaydedilir
(54).
1780–1840 yılları arasında Diyarbakır-Bağdat yolu bu dönemde,
1- İstanbul-İskenderun-Diyarbakır-Bağdat; 2- Samsun-Diyarbakır-MardinBağdat; 3- İstanbul-Sivas-Diyarbakır-Bağdat olarak bağlantılı idi.
Söz konusu yolların XIX. yüzyılın sonuna kadar işlek olduğu görülmektedir.
Bu yolun Bağdat tarafından gelen Hint malları, Diyarbakır üzerinden diğer bölgelere
sevkedilmiştir.
151
Bu yollara 1- İran veya Dağıstan-Diyarbakır-Sivas-İstanbul; 2- İran veya
Dağıstan-Diyarbakır-Halep-Şam; 3- İran veya Dağıstan-Diyarbakır-Bağdat yollarını
ilave etmemiz gerekir.1780–1840 tarihleri arasında bu yollar oldukça işlekti (63).
Diyarbakır şeriye sicillerine göre XIX. yüzyılda Diyarbakırda ticaret
maksadıyla gelen ve değişik hanlarda ikamet eden tüccarlar arasında Halep, Van,
Musul, İran, Manastır, Gümüşhane, Rakka gibi değişik şehirlerden tüccarların
olması Diyarbakır’ın ticari hayattaki canlılığını göstermektedir (63).
Diyarbakırda Tarihte Ulaşımın güzergahını Evliya Çelebi’den de öğrenilebilir:
E. Çelebi hamisi Melek Ahmet paşa ile Van’a gitmektedir. En kısa yol tercih
edilmektedir. Malatya’dan sonra Vali Van’a geçecektir. Ancak Diyarbakır valisinden
alacağının tahsili ve çadır temini için E. Çelebiyi Diyarbakır’a yönlendirir. Ergani
yakınlarındaki Başhandayız. Valinin Van güzergahı: Tercil (Hazro) yakını ve Silvan
üzeridir. O halde Malatyadan gelecek kısa güzergah burasıydı.
E. Çelebinin Validen ayrıldığı yer: Başhandan hareket edip Çermik kalesi
yoluyla Sakırdiken hanı, Diyarbakır sınırları içindeki Ortahan ve Eğil yol ayrımına
yakın olan Şerbetin hanı (Kalkan) yolu tercih edilmiştir (93).
Diyarbakır, İstanbul-Irak güzergahı üzerinde bir şehirdir. Osmanlı
imparatorluğunda İstanbul merkez olarak üzere Rumeli ve Anadoluya uzanan
güzergahlar vardı.
Anadolu güzergahları 3 koldur.
1- Sağ kol: Üsküdar-Gebze-Eskişehir-Akşehir-Konya-Adana-Antakya-HalepŞam-Medine
2- Orta kol: Üsküdar-gebze-İznik-Bolu-Tosya-Merzifon-Tokat-Sivas-Hasan
Çelebi-Malatya-Harput-Diyarbekir-Nusaybin-Musul-Kerkük-Bağdat-Basra
3- Sol kol: Üsküdar-gebze-İznik-Bolu-Tosya-Merzifon-Ladik-NiksarKarahisar-ı Şarki-Aşkale-Erzurum-Hasankale-Kars-Tebrizdi (94).
Sestini Seyahatnamesinde ‘Diyarbekir kenti, kervanların buluştukları yerdir;
kervanlar, İzmir’den, Halep’ten, Tokattan, Erzurum’dan, Şam’dan, Bağdat’tan,
Tauris’den ve İran’dan, İstanbul’dan, Trabzon’dan, Musul’dan, Adana’dan ve
Cizre’den buraya geliyorlar. Hepsi de başkentler arasında aktif ya da pasif ticaret
yapıyorlar’ demektedir (65).
Yol yapımı 19. yüzyılda Vali Halid Bey zamanında hız kazanır
Diyarbekir vilayeti yirminci yüzyıla hukuk alanında eserler vermiş ad­liye
mesleğinden gelme bir valinin, Kıbrıslı Mehmed Halid Bey’in idaresin­de girmiştir.
1880’lerde beş yıl Diyarbekir İstinaf Mahkemesi’nde reislik yapan Halid Bey’in
1896 Ekiminde bu vilayete vali atanmasından sonraki beş buçuk yıl, Sultan II.
Abdülhamid devrinden bugüne kadar Diyarbakır idaresinin bir valiye emanet
edildiği en uzun süreli dönemdir.
152
Vali Halid Bey yol ve köprü yapımı gibi bayındırlık işlerine de el atmıştır:
“Vilayetin turuk ve maâbir inşaatı evvelce matlub-ı âlî derecesinde ilerleyememiş
iken, zat-ı âlî-i Vilayetpenâhînin ibtida-yı memuriyet-i celîle- sinden beri ittihaz
buyurdukları tedâbir-i sâ’ibe ve serî’a semeresiyle emsâli gayr-i mesbûk bir
fa’aliyet ile icrasına muvaffak oldukları bunca me’ser-i umraniyye vilayet halkını
ilelebed minnettar edecek ve nâm-ı âlîlerini sitayişle yâd etdirecek âsâr-ı nâfi’a ve
hayriyyedendir” (59).
Yol ve Köprülerin Onarımı ve İnşası ile faaliyetlerine bakalım.
Vilayetin sahile uzaklığı ve yolların bozukluğu, şehrin ziraat, ticaret ve
sanayisinin gelişimini olumsuz yönde etkilemişti. Ürettikleri ürünleri ihraç edemeyen
ziraatçılar zor durumdaydı. Vali Halid Bey, ziraatçıların bu sıkıntılarını gidermek ve
mahsullerini rahat bir şekilde dışarıya nakletmelerini sağlamak için yol ve köprülerin
inşaat ve tamiratını hızlandırdı. Halep ticaret yolu vilayet sınırına kadar götürüldü.
Bağdat yolu ile Bitlis askeri yolu tamir edildi.
1313 (1897) mali yılı ilk ve sonbaharında vilayet içerisinde yaklaşık 45 km.lik
yol, 17 adet köprü, 12 adet kasis; 1314 (1898) mali yılında yaklaşık 42 km.lik yol, 22
adet köprü ve menfez; 1315 (1899) mali yılında yaklaşık 28 km.lik yol, 3 adet köprü
ve 18 adet kasis; 1316 (1900) mali yılında ise, 40 km.lik yol, 18 adet köprü, 16 adet
kasis tamir ve inşa edildi (60).
Ergani-Diyarbakır yolu yapımı
19. yüzyılda Kurt İsmail paşa Harput’a bir şose yaptırmış, yol Ergani’de Bavur
köyünün yanından geçmiştir. Bu durum Eski Ergani’nin, şose yakınlarına göçmesine
neden olmuştur.1867’de Ergani şosesi yapılmış,1874’de Diyarbakır-Ergani-Elazığ
şosesi oluşmuştur (52).
Ergani yol yapımıyla ilgili 1869 yılına ait gazete haberi “1869 Yılında Diyarbakır
Şehrinden Umur-U Nafıa Haberleri” (Diyarbekir Gazetesi, 12 Ağustos 1285 (24
Ağustos 1869), S.4, s.1-2.).
(Diyarbakır) ile (Ergani Maden) i arasında vaki olub onaltı saat imtidadı olan
tarikin pek bozuk ve müteassirü’l mürur olması ve tarik-ı mezkur hem dersaadetin
caddesi ve hem de şu vilayetin en işlek yolu bulunmasıyla bunun dahi şose olarak
yaptırılması ehem göründüğünden vali-i esbak devletlu Mustafa Paşa hazretleri
zamanında mübaşeretle (Diyarbekir) in Dağ Kapısından Seyran Köşkü nam mahalle
ve Şilbi karyesinden dahi öte tarafa doğru iki koldan bir saate karib mahalle yaptırılmış
ise de nakl-i muhacirin vesair bu gibi gailelerin araya girmesiyle ikmaline muvaffak
olunamayub kalmışdı.
Müşarun ileyh hazretleri zamanında bırakılmış olan mahalden bed’ ile
geçen sene yirmi iki dakikalık mahalli yaptırıldıktan sonra kış gelerek bakiyesi
bu seneye bırakıldığından mukaddemce ikmaline mübaşeret olunmuş ve (Ergani
153
Maden) kasabasından dahi bir kol olmak üzere beru tarafa doğru tesviye-i tarika
başlanmış olubfakat Maden ile (Ergani) kasabası arasındaki tarik gayet iniş ve
yokuş olduğundanbunun araba işlemesine salih olacak derecede tesviyesine bir
suret verilmesi mümkünolamadığı cihetle bizzarur eski tarikın terkiyle aşağıdan
dolaşdırılarak mücedded bir yolyapdırılsa her ne kadar buudiyeti tarik-ı atika nisbetle
fark eder ise de iniş ve yokuştankurtulup yüzde sekiz metrodan ziyade irtifaa tesadüf
etmeyeceği ve bu takdirce araba istimali de mümkün olacağı ınde’l keşf anlaşıldığına
mebni o tarik ihtiyar olunarak iki buçuk mah-ı mukaddem inşasına başlanmışdı.
Meclis-i idare-i vilayet azasından olub emr-ü inşaya memur olan ve muvakkaten
(Maden) kaymakamı bulunan izzetlü Cemil Paşanın eser-i ikdamatı ve mühendis ve
memurin-i sairenin sa’y_ ügayretleriyle şimdiye değin yapılmış olan yol (Maden)
den bir canibe doğru iki saat mikdarı imtidad etmiş ve (Diyarbekir) cihetinden inşa
edilen kol dahi Üç Kapular nam mahalle takarrübeylemiş olmağla bimennihi teala
şu iki tarikın ahd-i karibde birbirine ittisali içün saye-imehasinvaye-i mülükanede
vilayetce pek aşurı sarf-ı mesai olunmakdadır. Tarik-ı mezkurun mümerrinde ve
(Diyarbekir) e dört saat mesafede vaki Deve Geçidi denilen nehrin kış mevsimlerinde
tuğyanıyle mürur u ubur mümkün olamayub yolcular zaruri iki saat kadar yolu
uzatarak Şerbetli tarikıyla gidüp gelmeye mecbur olduklarından masrafının amele
ciheti usulü üzere ahali-i mükellefeye ve mimar ve gereç mesarıfı daire-i belediyeye
ait olmak üzere nehr-i mezkur üzerine bir köprü inşasıkararlaştırılarak bundan bir
buçuk mah-ı mukaddem anın dahi inşasına başlandı.
Divan-ı Ahkam-ı Adliye Nazırı mehasin müessiri devletlü Cevdet Paşa
hazretleri birinci numaralı gazetemizde münderec olduğu üzere (Diyarbekir) rüşdiye
mektebi içün (54).
Tarihte Diyarbakırda şehirlerarası yollarla ilgili önemli çalışmalar yapılmıştır. Diyarbakır salnamelerine (c.4) bakalım:
Turuk ve Me’âbir- Üç yüz on üç sene-i maliyesi ilk ve son baharlarında vilayet
dahilinde müceddeden ve tamiren vuku bulan turuk inşaatının mikdarı kırk dört bin
altı yüz yetmiş metre tulünde olup bundan Bitlis tarîk-i askeriyesiyle vilayete ait olan
ve Silvan tarîkinde inşa edilen on beş bin metrenin on üç bin üç yüz doksan iki metresi
mükemmel şose olduğu gibi bin altı yüz sekiz metresinin de tesviye-i türâbiyesi icra ve
külliyen şose halinden çıkan Haleb Caddesi’nde vaki Siverek tarikiyle Samsun Caddesi
olan maden tarîkinde de tamiren inşa edilen yirmi dokuz bin altı yüz yetmiş metreden
on üç bin sekiz yüz kırk metresinin şosesi mükemmelen inşa kılınıp on beş bin sekiz yüz
otuz metresi de derdest-i ikmâldir. Biri üç diğeri iki gözlü ve tam kârgir iki köprü ve
dört kasis ile iki bin sekiz yüz kırk metre mik’abî duvar müceddeden ve on beş aded
köprü ile sekiz aded kasis tamiren inşa ve ameliyat-ı mezbûrede yirmi dört bin yüz
altmış yedi amelenin ma’a-cezâ ve cezasız olarak yüz kırk bin dört yüz yetmiş yedi
yevmiyelerine mukabil mükellefiyetleri icra ettirilmiştir.
Üç yüz on dört senesi ilkbaharı ameliyatının mikdarı da otuz üç bin üç yüz on
beş metre tülünde olup bunun on bin yetmiş beş metre şosesi ile üç yüz metre mik’abî
154
duvarı Bitlis tarîk-i askeriyesinde müceddeden ve yirmi üç bin iki yüz kırk metre
şose ile altı menfez beş yüz elli metre mik’abî duvarı da Haleb tarîkinde tamiren
tesviye ve inşa olunduğu gibi ameliyât-ı mezbûre on dokuz bin yüz kırk amele-i
mükellefenin ma’a-cezâ ve cezasız yüz elli bin dört yüz yevmiyelerine mukabil îkâ
kılınmıştır.
Vilayetin turuk ve me’âbir inşaatı matlûb-ı âlî derecesinde ilerleyememiş ve
pek geri kalmış olduğu halde zat-ı âlî-i vilayet-penâhînin zaman-ı memuriyetleri olan
on yedi mâh zarfında ittihâz buyurdukları tedâbîr-i sâibe ve serî’a semeresiyle emsali
gayr-i mesbûk bir faaliyet ile icrasına muvaffak oldukları bunca me’ser-i Ümraniye
vilayet halkını ilelebed minnetdâr edecek ve nam-ı âlîlerini lisan-ı sitayişle yâd
ettirecek âsâr-ı nâfi’a ve hayriyedendir. Bu yoldaki ikdâmât-ı ciddiyet-perverâne
beher sene teyessür-nümâ-yı husul olursa bâdî-i şahrâh-ı selamet olan tesviye-i turuk
ve me’âbir işi vilayetçe sene be-sene tayy-ı merâhil ve mesafât ile az zaman içinde
vâsıl-ı menzil-i aksa’l-gâyât olacağı şüphesizdir.
ŞEHİRCİLİK VE MİMARİ
Tanzimat Dönemi
1839 yılında Tanzimatın ilanıyla birlikte geleneksel Osmanlı idaresinden
vazgeçilmiş, kurumlar kurallar ile oluşmaya başlamıştır. Tanzimat Fermanı ile
başlayan yeni yönetim arayışları tüm Osmanlı kentlerinde olduğu gibi Diyarbakır’ın
kent yapısında da önemli dönüşümlere yol açmaya başlamıştır. Aslında, Osmanlı
kentlerinde karşılaşılan karşıt odaklı bir gelişme süreci Diyarbakır kentinde de
görülmekte ve kent eski kent alanının etrafına eklenen yeni parçalarla genişleme
göstererek büyüme sürecine girmektedir. Diyarbakır’da Tanzimat sonrası bayındırlık
çabalarının ilkine 1868–1875 yılları arasında Diyarbakır’da valilik yapan Kurt
İsmail Paşa döneminde rastlanılmaktadır. İlk kent dışına çıkış hareketi bu valinin
Elazığ yolu üzerinde “Seyran Tepe” olarak bilinen yerde bir hastane, bir kışla, bir
cami ve “Mülkiye Dairesi”ni yaptırmasıyla başlar. Daha sonra ise bunları Rüştiye
Okulu ile “Fis Kayası” üzerinde yaptırdığı bir sanat okulu izler. 1870 tarihli
Vilayetler Kanunu ile vilayet merkezlerine İstanbul’dan gelen devlet memurlarının
yerleştirilmesi, yeni tanımlanan yönetim işlevlerini barındırması için bir merkez
inşa edilmiştir. Osmanlı döneminin güvenli ortamında kale yerleşmelerindeki
düşük yoğunluğa rağmen kale dışında varoşların olması ve buna bağlı olarak artan
konut talebi ve yoğunluğu, zaten ateşli silahların gelişmesiyle işlevsiz kalan kalenin
önemini yitirmesi sürecini başlatmıştır. Kent merkezi yayılma göstermeye başlamış,
dükkanlar ana eksenler boyunca evlerin alt katlarında da belirmeye başlamıştır. Bu
dönem aynı zamanda, yönetici sınıfın konaklarında görülen işlerin devlet dairelerine
taşındığı dönem olmuştur. Bu amaçla kentte, vilayet konağı, hükümet konağı gibi
binalar yapılmaya başlanmıştır. 1873 yıllı “Diyarbekir Vilayeti Salnamesi”ne göre,
155
Diyarbekir merkezinde 1 vilayet konağı, 1 hükümet konağı, 1 cezaevi, 4164 hane,
14 han, 7 karakol, 1868 dükkan, 124 ambar, 25 fırın, 23 kahve, 13 hamam, 27 dink,
32 dabakhane, 6 iplikhane, 7 boyahane, 8 çömlekhane, 4 meyhane, 28 değirmen, 9
böcekçilik, 28 cami, 32 mescit, 4 medrese, 4 mektep, 1 Rüştiye, 11 köşk, 5 tekke,
6 türbe, 8 havuz, 130 çeşme, 5 su kuyusu, 11 kilise, 16 buz kuyusu, 83 buz gölü, 7
İslam kabristanı, 4 Hıristiyan mezarlığı, 22 bostanlık mevcuttur.
Vali Derviş Paşa zamanında, Dağ ve Mardin kapıları ile İçkale kapısının
onarıldığı, İsmail Hakkı Paşa zamanında ise 5 camii şerif ve İçkale camii bitişiğindeki
Hz.Süleyman Türbesinin tamir edildiği, 1 rüştiye mektebi, 3 kışla, 1 vilayet konağı
inşa edildiği, 5 çeşme yapıldığı, Millet Bahçesi’nin açıldığı, su bentleri ile Hamravat
su yolunun tamir edildiği, Guraba Hastanesi’nin açıldığı, 21 dükkan, 2 fırın, 1 kahve,
1 dabakhane inşa edildiği yazılıdır. 1876 yıllı Vali Tevfik Paşa zamanında çıkarılmış
olan “Diyarbekir Vilayeti Salnamesi”ne göre de kentte, 4119 hane, 2111 dükkan, 8
cami, medrese, mescit, 54 dink ve değirmen bulunmaktadır. 1873 yıllı salnameyle
karşılaştırıldığında 3 yıl içinde konut sayısında azalma olurken dükkan sayısında
artma olduğu görülmektedir.
1884 yılında Vali Sırrı Paşa tarafından şimdiki Numune Hastanesinin ilk nüvesi
olan “Gureba” hastanesi açılmıştır. 1885 yıllı “Diyarbekir Vilayeti Salnamesi”ne
göre Diyarbakır kentinde artık, 4164 hane, 3916 dükkan, 28 cami, 32 mescit, 4
medrese, 1 Mülkiye Rüştiyesi, 1 Askeri Rüştiye, 35 mektep, 7 kütüphane, 5 tekke,
11 kilise, 6 Hıristiyan mektebi bulunmaktadır.
1889’da ise daha önce yapılmış sanat okulunun karşısına idadi ve sultani
binası yapılarak bu iki okul sur dışından açılan bir yolla kente bağlanmıştır. Naumann
1890’da Diyarbakır’a geldiğinde Dağkapı tarafında surların altında çok renkli bir
hayatın olduğunu ve burada çingeneler ile Kürtlerin konakladığını belirterek büyük
kale kapısından içeri girildiğinde ise, sokaklarda gerçek bir doğu hayatının hüküm
sürdüğünden bahsetmektedir. 1891 yıllı “Diyarbekir Vilayeti Salnamesi”ne göre,
belediye binası Vali Arif Paşa zamanında inşa edilmiştir. Vali Hacı Hasan zamanında
da idadi mektebi binası, Buğday pazarı (Kebir Çarşısı), İçkale’de hapishane ve
jandarma kışlası yapılmıştır.
1894 yıllı “Diyarbekir Vilayeti Salnamesi”ne göre de, adliye binası 1893’de
inşa edilmiştir. Guraba Hastanesi de 1893’de 40 yataklı bir hale getirilmiş, İdadî
1892’de, leylî (gece) kısmı ise 1894’de açılmıştır. Darülmüallimin ve Enas (kız)
rüştiyesi 1893–1894 ders yılında eğitime başlamıştır (55).
Genel anlamda kent, XVII. yy. başlarında ulaştığı sınırlarını XIX. yy.
sonlarına kadar korumuştur. 1899 yılında Müşir Semih Paşa Urfa kapısında Askeri
Rüştiye binası yaptırmış; Ordu kumandanı Ferik Cemal Paşa döneminde ise Ordu
Kumandanlığı binası ile Adliye binası İçkale’de hizmete girmiştir. Bu dönemlerde
kentte Ermeni nüfusun artmasına bağlı olarak, özellikle yabancı misyonun sağladığı
imkanlar da kullanılarak Protestan kilisesi inşa edilmiş ve daha önce yapılanlar da
onarılmıştır.
156
1950’ye kadar ki dönem:
En elverişli alanlar düz bir ova karakteristiği gösteren doğu ve özellikle
kuzey yönüdür. Yeni Demiryolu ve istasyon da kuzeyde yer almaktadır. Bu nedenle
kentin kuzeye açılması daha kolay olacağından, biri kentin istasyonla bağlantısını
sağlayacak öteki Elazığ yolu bağlantısını kuracak iki yeni sur kapısı (Dağ kapı, Urfa
kapı) açılarak geniş iki bulvarla bu ilişkilerin kurulması sağlanmıştır. İki bulvar
arasındaki bağlantı ise biri sura yakın ve paralel öteki biraz daha kuzeyden buna
paralel iki caddeyle oluşturulmuştur. Bu ikinci caddenin orta konumunda yeni bir
yönetici merkeze temel oluşturmak amacıyla Genel Müfettişlik bina ve lojmanları,
kolordu Komutan evi, diğer kamu yönetim binaları inşa edilmiştir. Lise, memur
evleri, öğretmen lojmanları bu yönetim merkezini çevreleyen öteki yapılar arasında
sayılabilir.
Dağ Kapı-Elazığ yolu Bulvarı üzerinde ise Tiyatro, Sinema ve diğer çok yönlü
kültürel amaçlı bir bina, Orduevi, Halk evi, Vali konağı, Parti Merkez binası, Kız
Enstitüsü gibi binalar bulvarı geliştirmek ama­cıyla yapılan çeşitli kamu fonksiyonlu
binalar olarak sayılabilir.
İstasyon caddesi üzerinde ise 1950’ye doğru ve 1950’nin ilk aylarında şehir
stadyumu ve bir ilkokul binası yapılarak, daha sonraki yıllarda ise Sümerbank Şayak
Fabrikasıyla tamamlanacaktır.
Bir başka oluşum ise yine Dağ kapısından ayrılıp surlara paralel olarak
Dicle yönüne uzanan yol üzerinde 1935–45 yıllarında yapılan yapılardır. Tekel
Rakı Fabrikası, Devlet Hastanesi, bunlar arasında sayılabilir. 1950’lere doğru Yatılı
Öğretmen Okulu, bir açık hava sineması bu yapılara eklenmiştir.
Sözünü ettiğimiz yapılar yol bitiminde (Fis kayası mevkii) meşru­tiyet dönemi
yapılarından olan bir süre Lise ve Sanat okulu olarak kul­lanılan karşılıklı iki tarihî
yapıyla son bulmaktadır.
Sözünü ettiğimiz imar hareketleri halkın geniş ölçüde günlük hayatında sur
dışına açılması ve bir gel - git olayının yaşanmasını yeni bir kent yaşam ve yapı
tarzıyla karşılaşmasını, aynı zamanda kullanmasını sağlamıştır. Özellikle Elazığ
Caddesi, geceleri halkın nefes aldığı gezinti yerleri haline gelmiştir. Yani bir gelişme
alanının açılması daha ileriki tarihlerde eşraf ve esnafın yerleşme tercihlerini bu
yönde etkileyecektir.
1945 yılına kadar kent nüfusunun tamamı sur içinde yaşamaktadır ve 1945
kent nüfusu 40.000 dir. Sur içinde yapılan ilk imar operasyonu 1916 yılında Vali
İzzet Paşa tarafından, bugün kendi adını taşıyan Dörtyol-Saray kapısı arasındaki
caddenin açılmasıyla başlar.
İkinci operasyon ise Dağ Kapı’smdaki Kale kapısı ile bugünkü sur yıkıntısı
arasındaki surların yıkılarak yeni gelişme alanlarına geniş bir çıkışın sağlanmasıdır.
Bu operasyonla dört yol-dağ kapı caddesi oluşmuş ve Elazığ yolu ile ilişkilendirilen
bulvarla bütünleştirilmiş, Dört yol- Urfa kapı caddesi bir ulaşım aksı olarak
açılmıştır. Bu operasyonlar geleneksel ticaret aksının sözünü ettiğimiz yeni
157
caddelere kaymasını ve genişlemesini sağlarken, Belediye ile Dört yol arasındaki
ticaret aksımn da kendini yenilemesine yol açmıştır.
Sur içinde bir başka önemli değişme geleneksel Diyarbakır evleri­
nin kullanımındaki dönüşümlerdir. Daha önce belirttiğimiz gibi, Cumhuriyet
Döneminde Diyarbakır’ın yönetsel açıdan önem kazanması ve bölgesel bir hizmet
kenti özelliğini kazanması, geniş ölçüde bir memur ve asker nüfusunun birikimine
neden olmuştur. Bu nedenle ortaya çıkan kiralık ev sorunu sur içindeki konutlarda
ortak kullanış sistemiyle çözümlenmiştir.
Geleneksel Diyarbakır evlerinin avlulu kullanış yapısı, av­lu çevresinde bağımsız
birimler şeklinde düzenlenmiş odaların kiraya verilmesi, diğer fonksiyonların ise
ortak kullanılmasına elverişli olduğun­dan, artan nüfusun emilmesine elvermiştir. Bu
kullanışta fiziksel bir bozulma veya konutun parçalanması ya da eklerinin yapılması
söz konusu değildir. Konutların ortak kullanışa açılmasının, yeni bir komşuluk
ilişkisi toplumsal iletişim ve değişmeyi birlikte getirdiği söylenebilir.
Bu dönemin bir başka önemli olayı 1944 yılında sur içi için Koruma Kararının
alınmasıdır. Bu karara paralel koruma imar planının yapıl­ması için 1990 yılını
beklemek gerekecektir. Dönemin olumlu bir adımı da gelişme alanlarında oldukça
geniş bir alanı kamulaştırılmasıdır. Sözünü ettiğimiz kamu kurumlarına ait binalarla
memur konutlarının öteki kamu ve kültür binalarının yapımı bu yolla sağlanabilmiştir.
1950 -1960 Dönemi:
a) Sur dışına ilk çıkışlar Tüccar ve Esnaf kesimiyle başlamıştır.
Yerleşmeler önceleri ayrık düzende, bahçeli genellikle iki ya da üç katlı evler
şeklindedir. Kooperatiflerin ve kredilerin teşvikiyle daha sonraları çok katlı bitişik
düzende apartmanlaşma gözlenmektedir. Kat Mülkiyeti yasasının bu konuda etkili
olduğu söylenebilir. Her iki tür yapılanma da kendi adını taşıyan «Müfettişlik»
çevresinde ve Lise caddesi üzerinde yer almıştır. Bu yeni oluşum içinde mahalle
çarşıları diyebileceğimiz küçük alışveriş nüveleri oluşmuştur. Belediye alt yapı ve
arsa açısından bu eğilimleri desteklemiştir.
b) Sur içindeki gelişmeler birkaç yönlüdür. Bir kere geleneksel Diyarbakır
evleri hızla el değiştirmektedir. Yeni malikler kasaba ve kır kökenlidir. Ancak bu
dönem içinde henüz bir fiziksel bozulmadan söz edilemez.
Sur içinde konut edinemeyen daha düşük gelir grubu içinde yer aian kırsal
kökenli nüfus, sur ile eski geleneksel evlerin bitim sınırları içinde kalan alanlarda yine
avlulu fakat köy evleri tarzında gecekondu aıanlarmı oluşturmuştur. Benzeri küçük
nüvelerin sur dışında ona bitişik şekilde oluşmaya başladığı da gözlenebilmektedir.
Ali Paşa, Abdal-dede gibi mahalleler bu dönemin konut yerleşmeleridir.
1960 yılma gelindiğinde sur içi dahil üç tip konut seçilebilmektedir. Siyah
bazalt taştan yapılmış geleneksel Diyarbakır evleri, kerpiçten yığma tekniği ile
yapılmış kenar mahalle veya gecekondu evleri, yeni şehir kesiminde yer alan
betonarme ev ve apartmanlar (56).
158
1960’lardan Sonra Diyarbakır’da Şehircilik ve 1962–1964 Yılı İmar Planları
Türkiye’de 1960’lı yıllar ülke yönetiminde yeni bir dönemin başladığı yıllar
olurken 1961 Anayasa’sı, devlet yapısında önemli değişikliklere yol açıp, önemli
kurumsal yapıların oluşumuna öncülük etmiştir. Bunu takiben yerel yönetimlerde
de yeni bir yapılanma sağlanmaya çalışılmış ve 1960–1963 yılları arasında yerel
yönetimler merkezi idarenin yönetiminde kalmıştır. Merkezi idarenin tüm kentlerin
sağlıklı planlanması yönündeki çalışmaları sonucu, 1962 yılında birçok kentte olduğu
gibi Diyarbakır sur içini ve dışını kapsayan 6 paftalık 1/1000 ölçekli imar planları
yapılmıştır. Ancak, Diyarbakır’ın nüfusunun 1960 yılında ilk kez 100 binin üzerine
çıkarak 124 718 kişiye ulaşmış olması, bu planların yetersiz kalmasına neden olmuştur.
Bu dönemler, kırdan kente nüfus hareketlerinin yoğunlaştığı dönemlerdir. Tarımsal
yapı çözülmüş, büyük köylü kütleleri kente göç etmeye başlamıştır. Diyarbakır,
1960’lara dek kamu yatırımları ve dengeli nüfus artışının getirdiği sosyo-ekonomik
ortam içinde dengeli ve planlı kentsel gelişmeyi sürdürmekte iken, 1960 sonrası
göç ve nüfus artışının baskısı, merkezi ve yerel yönetimlerin planlı kentleşmeyi
yönlendirmedeki yetersizlikleri nedeniyle, genel olarak plansız bir gelişme süreci
yaşamıştır.
Ancak kontrolsüz olarak gelişen bu durum, çevre tahribinin hızlanmasına yol
açmıştır. Bunun bir yansıması, Bağlar Bölgesi’nin plansız biçimde hisseli parseller
üzerinden denetimsiz olarak yapılaşması olarak görülmektedir. Kuzey doğusu
demiryolu, batı ve kuzeyi karayolu ile sınırlanmış olan Bağlar Bölgesi, 1960 öncesi
Anadolu kentlerine özgü bağların yer aldığı bir bölge iken, 1963’ten başlayarak
kuralsız ve denetimsiz biçimde yapılaşmıştır. Başlangıçta hisseli parseller üzerinden
gecekondu niteliğinde kaçak yapılaşma biçiminde süren gelişmeler, göç ve nüfus
artışının da baskısı ile kaçak apartman yapımına dönüşmüştür. 1960’ların ikinci
yarısında Diyarbakır’ın nüfusu 162 467 kişiye ulaşmış, Bağlar’da başlayan plansız
gelişme devam etmiş, 1970’lere kadar demiryolu istasyonunun doğusu planlı, batısı
plansız gelişen ikili bir kent yapısı oluşmuştur.
Diyarbakır’ın 1965–1967 yıllarında da 1/1000 ölçekli sur içi ve sur dışı
planları hazırlanarak yürürlüğe konmuş, kent, kale dışındaki gelişimini bu plan
çerçevesinde gerçekleştirmiştir (3). Bu plan, sur dışındaki apartmanlaşmayı
yaygınlaştırıcı nitelikteki kararlara sahipken, sur içinde de çok katlı betonarme
binaların yapılmasının yasal zeminini oluşturmuştur. Sürekli bir nüfus artışına maruz
kalan Diyarbakır’ın nüfusu ise, 1970 yılında 238 504 kişiye, 1975 yılında 281 960
kişiye ulaşmıştır. Artan nüfusun konut talebi Kayapınar Bölgesinde başlangıçta
kırsal nitelikli Kayapınar (Peyas) yerleşiminin çevresinde ve 1970’lerde Huzurevleri
bölgesinde plansız gelişmeler biçiminde olmuştur.
Diyarbakır kentinin gelişmesini kısıtlayan doğal ve yapay eşikler aynı
zamanda gelişme yönlerini etkilemiş, kentin makraformunun oluşumunda belirleyici
olmuş, Dicle vadisinin batı yamaçlarının topografyası doğu yönündeki gelişmeyi
sınırlandırmıştır. Havaalanı güney-batıdaki gelişmeleri, kuzeydeki askeri alan ise bu
bölgedeki gelişmeleri kısıtlamıştır.
159
1960 sonrası plansız ve yağ lekesi gibi yayılma eğilimi gösteren kent, mevcut
yollar ve yeni açılan karayolu bağlantıları boyunca gelişme göstermiştir[. Kent
dışında kamu tarafından 1978’de kurulan Tekel Tütün Fabrikası, 1968’de başlanan
küçük sanayi sitesi, Sümerbank İplik Fabrikası gibi çalışma alanları ile kent dışında
yer seçen kamu kuruluşlarının çekiciliği de kent makroformunun oluşmasında etken
olmuştur.
Bu ve benzeri etkilerle kuzeyde 1975’lerde Elazığ yolu çevresinde Seyrantepe,
1970’lerde Sanayi civarında Huzurevleri, Şehitlik Mahallesi’nde Ben-u Sen
Bölgesi’nde kamu arazisi işgali ya da hisseli parseller üzerinde yapılmış gecekondu
bölgeleri oluşmuştur.
1980’lerden Sonra Diyarbakır’da Şehircilik ve 1985–1994 Yılı İmar Planları
Diyarbakır kentinin nüfusu, 1980 yılında 374 264 kişiye, 1990 yılında
ise, 600 640’a ulaşmıştır. Bağlar bölgesinde 1960’lardan sonra başlayan plansız
yapılaşmaya, 1985 planı ve 1994 planı ile planlanma ve denetim arayışı getirilse
de bu çabalar yeterli olamamış, altyapısız, plansız gelişme yoğunluk artışı ile
sürmüştür. 1985’lerde, yeni Mardin ve Urfa yollarının da etkisiyle gelişmeler bu
yolların çevresine kaymış, bu bölgelerde işyerleri ve kamu kuruluşlarının yanı sıra
planlı ve plansız konut gelişmeleri yoğunlaşmıştır. 1985 yılında yürürlüğe giren
planın alanı Sur, Yenişehir, Bağlar ve o dönemde köy statüsünde olan Kayapınar
bölgesidir. 1985 sonrası kentin yayılma alanı Şanlıurfa ve Elazığ yolu ile bu yollar
arasındaki Kayapınar Bölgesi’nde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde, güneyde Şehitlik
bölgesi büyümesini sürdürmüştür. Kentin mekânsal gelişme sürecinde, bazı eski
kırsal yerleşme alanları da kentin yayılma alanı içinde kalmıştır.
1990 yılının temel olgularından biri, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde yaşanan ve “zorunlu göç” olarak adlandırılan nüfus hareketinin oluşması
ve kentlerde nüfusun artmasına bağlı olarak yaşanan yoğunlaşma baskısıdır.
Türkiye’deki birçok kent merkezinde olduğu gibi Diyarbakır da bu durumdan
etkilenmiş ve göç eden kesimin tercih ettiği kent merkezlerinden biri olmuştur.
Yaşanan bu durum yerleşme alanlarını etkilerken, geleneksel ticaretin yoğun olduğu
sur içi bölgesi ile zaten bir kısmı çarpık gelişen bağlar bölgesi daha fazla yoğunlaşma
baskısına maruz kalmıştır.
Yeni göç edenler, genellikle daha önce köyden göçerek yerleşen ailelerin
yanına sığınmış ya da aynı avlu üzerinde niteliksiz kaçak yapılar yaparak bu alanlara
yerleşmiş, böylelikle mevcut parseller kendi içinde bölünmüş ve yoğunluk artmıştır.
Bu bölgeler, yapılaşma, sosyal ve teknik altyapı eksikliği, nüfus yoğunluğu ve sosyoekonomik açılardan kentin en sorunlu bölgelerinden birisi olmuştur. Ayrıca, yoğun
göç bir taraftan, 5 Nisan, İplik Fabrikası ve Beşyüzevler gibi hiçbir altyapı hizmetinin
gitmediği yeni semt ve mahallelerin doğmasına yol açmıştır. Diğer taraftan da
öncelikle Bağlar ve sur içinin dışında Şehitlik, Ofis, Yenişehir, gibi kentin eski yerleşim
alanlarının değişmesine ve özellikle bu bölgelerde dikey büyümelerle konut ve nüfus
yoğunluklarının artmasına neden olmuştur. Gözeli, Yolaltı ve Dokuzçeltik gibi köy
160
yerleşmeleri kent alanına katılmış, Huzurevleri, Kayapınar, Dicle Mahallesi ve
Benu- Sen gibi mahallelerde gecekondulaşma katlanarak artmıştır. 1990’ların ikinci
yarısında yaşanan bir gelişme süreci de Seyrantepe, Aziziye mahallesindeki toplu
konut gelişmesidir. 1970’lerde Seyrantepe civarında başlayan gecekondulaşmayı
önlemek amacı ile 1983’te Gecekondu Önleme Bölgesi olarak planlanan arazi kamu
eline geçmiştir. Toplam 266 hektarlık bölge 1994 yılında Toplu Konut bölgesi ilan
edilmiştir. Bunun 165 hektarlık bölümü Gecekondu Önleme Bölgesi olarak 1983’te
kamulaştırılmıştır. 22 hektarlık bölümü üzerinde kaçak yapılaşma ve gecekondu
bulunan bölgede 1994’ten bu yana 3 etapta 3586 konut üretilmiştir. Bunun yanı
sıra, Elazığ yolu üzerinde Üçkuyu Bölgesi’nde de 188,24 hektarlık toplu konut alanı
planlanmıştır. Alanın %57’si TOKİ’ye ait olup, diğerleri özel mülkiyettedir. Toplu
konut alanında yaklaşık 4600 konuta (23,000 nüfusa) yönelik planlama yapılmıştır.
1. Etap proje çalışmaları TOKİ tarafından sürdürülmektedir. Son dönemlerde,
özellikle 1990 sonrası gelişmeler Elazığ ve Şanlıurfa yolları arasındaki Kayapınar
Bölgesine kaymıştır. Bu bölgenin plansız gelişimi, 1985 planı ile kontrol altına
alınmaya çalışılmıştır. Bu bölgede düşük yoğunluklu Diclekent konut kooperatifi ve
benzeri gelişmeler bölgenin çekiciliğini arttırarak planlı gelişmeyi de özendirmiştir.
Ancak 1994 ve daha sonraki planlar ile yapılan revizyonlar ve yeni plan çalışmaları
ile bölgenin yoğunlukları 1985 planına göreli olarak 3–4 kat artırılmıştır. Bu bölge
kentin başlıca gelişme alanlarından birisi olup, temel sorunu aşırı yoğunlukla gelişme
eğilimidir. Şanlıurfa, Elazığ, Silvan ve Mardin yolları ulaşabilirlikleri nedeniyle
çeşitli kullanımların ve kentsel fonksiyonların çekim alanları durumundadır. Kentin
makroformu bu yollar üzerindeki gelişmelerle saçaklanmaktadır. Yolların çevresinde
akaryakıt ve servis istasyonları gibi yolboyu tesisler, satış yeri, galeriler, sanayi,
depolama tesisleri, kamu kurumları, farklı nitelikte yerleşim alanları gibi kentsel
kullanışlar yer seçmektedir. Bu yollardan Şanlıurfa ve Elazığ yollarının çevresi,
mikroklima vb açılardan çekici olması nedeniyle, konut yerleşimi açısından da
çekicidir.
Yenişehir Bölgesi ile Şehitlik, Bağlar ve Kayapınar yerleşmelerinin bir bölümü
düzenli ve planlı gelişme gösteren kent parçalarıdır. Toplam konut alanlarının %36’sı
düzenli gelişen bölgelerden oluşmuş, Bağlar, Huzurevleri, Seyrantepe, Şehitlik, Dicle
yamaçları Yeniköy gibi bölgelerde ise, konut alanlarının %26’sı düzensiz ve plansız
gelişmiştir Kayapınar yerleşmesinin, Diyarbakır Belediyesi Mücavir alandan çıkarak
ayrı belediye olarak örgütlenmesi ve bu bölgedeki gelişme baskıları gelişmelerin
plan değişiklikleri ile yönlendirilmesini önlemek amacı ile Kayapınar bölgesi 2005
yılında bütün olarak planlanmıştır. Bu planla, plan sınırları batı ve kuzey batı yönünde
genişletilmiştir. Planlama raporuna göre, 2287 hektar alan planlanmış olup bunun
143 hektarı mevcut, 723 hektarı gelişme konut alanı niteliğindedir. Kayapınar İmar
Planı ile bölgenin yoğunlukları artırılmış, 1985 onaylı planlara göre yoğunlukları iki
katına çıkartılmıştır. Halen kentin en fazla gelişen bölgesi niteliğinde olan bölgede
imar planlarının en önemli sorunu yoğunlukların yüksek olmasıdır (57).
161
İLÇE EVLERİNDE TAŞ MİMARİ ÖRNEKLERİ
Ergani ilçesi evleri
Zeki Efendinin Konağınin harabe hali ektedir
Bu konak Çiftpinar caddesi üzerinde eski hastahanenin yanındaydı. Zamaninda
görrkemliydi. Şimdi bu yıkıntılı hali bile kalmadı,. tamamen yıkıldı. duz bir tarla
haline getirildi.
(Müslüm.Üzülmez)
Siverek yol ayrımı-Ergani arası köylerde evlerde bazalt taş kullanılıyor.
Alitaş köyü
162
Alitaş köy, Köyde bazalt taş kullanımı yaygın
Demirli köyü camisi
163
Karacadağ’ın etkisiyle bazalt taş kullanılmış
164
Silvan evleri
Silvan Sadık bey evi
165
KAYNAKLAR
1. Birgül Savaş: Diyarbakır surları. D.Ü. Arkeoloji bölümü lisans tezi. 2000.s.32
2. Zeynep Rona, Müren beykan (eds) Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi. YEM
yayın Bölüm yazarları. Z. Sönmez., G. Yalçıner. 1/311, 2/824, 2/1305, 3/1911
3. Eyüp Önal ve ark: Diyartbakır’da Eğitim. MEB. Diyarbakır. 1998. s. 8
4. Türk Parlemento Tarihi. TBMM. Yay. 1950–1954. VI/7276
5. Prof. Dr. Orhan Cezmi Tuncer. Diyabakır Yapı Sanatından Kesitler. 1. Bütün
Yönleriyle Diyarbakır sempozyumu. 27–28 Ekim. 2000.
6. www.Vikipedi.org
7. Şehmus Diken. Diyarbekir diyarım, yitirmişem yanarım. İletişim yay.İst.
2003.s. 272
8. Şevket Beysanoğlu. Diyarbakır Tarihi. Büyükşehir Belediye yay. Ank.
2003…c.2.s.718
9. Yakup Bilge: Geçmişten Günümüze Deyrulzafaran Manastırı. İst. 2006
s.25,48,81,84,91,142,145
10. William Heude. Voyage de la Cota deMalabor a Constantinople. Paris.1820
M. Şefik Korkusuz: Eski Diyarbekir’de Gündelik Hayat. Kent yay. İst. 2007.s
.13,54
11. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. 1995.
12. Yrd. Doç. Dr. Alpay Bizbirlik 16. yüzyıl ortalarında Diyarbeiır
beylerbeyliğinde vakıfları. Ank. TTK yay.2002.
13. Şeyhmus DİKEN Mimarlık Kentleşmenin Neresinde? BİA Haber Merkezi Diyarbakır 30 Ekim 2004,
14. Meral Halifeoğlu. Tarihi Diyarbakır Surları ve Suriçi Bölgesi. Diyarbakır’da
Tarım. Çevre ve Doğa Sempoyumu. 2011. c. 2
15. Aylin Erçin Kahveci Danışman: Yrd. Doç. Dr. Abdullah Kadayıfçı
Diyarbakır Yöresinde Bazalt Taşının Yapı Malzemesi Olarak Kullanımının İncelenmesi
Üzerine Bir Araştırma.
T.C. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri EnstitüsüYüksek Lisans Tezi
Yapı Eğitimi Anabilim Dalı Isparta–2008
16. Şevket Beysanoğlu: Anıtları ve kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi. 1/110–112:
17. Doç. M. Faruk Toprak: Arap kaynaklarında Diyarbakır. Diyarbakır Müze
Şehir. s: 132
18. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. 1995. s. 19
19. M Şefik Korkusuz: Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003.s.61
20. Albert Gabriel. Diyarbakır Surları. Çev. Kaya Özsezgin. Ank. 1993. s. 32
166
21. Doç. Dr. Vecihi Özkaya. Birgül Savaş. Diyarbakır surları. D.Ü. Arkeoloji.
Lisans tezi. 2000. s. 7
22. Prof. Dr. Halil Değertekin. Dünden bugüne Diyatrbakır ve Diyarbakır
surlarının onarımı. 1. Diyarbakır sempozyumu. 27–28 Ekim. 2000. s. 28
23. Mazhar Bağlı – Abdülkadir Binici. Kentleşme tarihi ve Diyarbakır kentsel
gelişimi. Bilim adamı yay. Ank. 2005.25
24. Nevin Soyukaya Diyarbakır Ve Çevresi Arkeolojlsînîn Anadolu
Arkeoliojisindeki Yeri ve Önemi Diyarbakırı Tanıtan Adam. San Matb. Ank.1998 . S.286
25. Havva Özyılmaz. Diyarbakır Geleneksel Konut Mimarisinde Morfolojik
Analiz: Geleneksel Konutların Güncel Kullanımda Değerlendirilmesi (Doktora
Tezi) Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Ocak 2007
26. Prof. Dr. Zülküf Güneli Diyarbakır Kent Kimliği İçin Önemli Bir Öğe
Suriçi Dokusu ( Diyarbakır Kale-Kent ). 1.Uluslararası Nebiler Sahabiler, Kralalr Kenti
Sempzoyumu.2009
27. Erhan Bıçakçı. Tarih öncesi devirlerde malzeme ve mimarlık XXII. Dünya
Mimarlık Kon gresi. İst. 2005. s. 25–32.
28. Ayşe Demirtaş. Prof. Dr. Muhammet Besir Asan İslam Fethine Kadar
Diyarbakır Yüksek Lisans Tez_T.C. Fırat ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü Tarih
Anabilim Dalı Elazıg 2007
29. Zülküf Güneli, Ayhan Bekleyen. Eski Diyarbakır konutları Diyarbakırı
Tanıtan adam. San matb. Ank. 1998
30. Mine Baran, Aysel Yılmaz. Bazalt Taşlı Kent: Diyarbakır. Diyarbakır Tarım
Çevre ve Doğa sempozyumu. 2011. c. 2
31. Yrd. Doç. Dr. Mine Baran, Öğr. Gör. Aysel Yılmaz. DİYARBAKIR
KÖŞKLERİ. Birinci uluslar arası Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti sempozyumu.
2009
32. Öğrt. Görv. Dr. Emine Dağtekin. Eski Diyarbakır’da Hamam Mimarisi Ve
Hamam Kültürü Birinci Diyarbakır Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır.
2009
33. Metin Sözen Diyarbakır’da Türk Mimarisi. İst. Evren ofset. 1971. s. 114
34. Yrd. Doç. Dr. Neslihan Dalkılıç, Yrd. Doç.Dr. F. Meral Halifeoğlu.
Diyarbakır Merkez Ve İlçelerinde Yer Alan Tarihi Köprüler. Birinci Diyarbakır Nebiler
Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır. 2009
35. Diyarbakır İl Yıllığı –1967. s. 275
36. 2. Uluslararası Diyarbakır sempozyumu. Osmanlı belgelerinde Diyarbakır
37. Şengül Baydur Yrd. Doç. Dr. Davut Kiliç. Salnamelere Gore Diyarbakir
Vilayeti’nde Dini ve Sosyal Yapı (Yüksek Lisans Tezi ) Elaziğ–2007.
38. Metin GÜLTEKİN Diyarbakır’daki Dinsel Mekânların Kent İmajı Üzerine
Etkileri Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu. 2011. c. 2
167
39. Nimet Gökçe Korkmaz. Doç. Dr. Can Binan (Ytü) Diyarbakır Kiliseleri
Kapsamında ‘’Surp Sargis Kilisesi’’ Koruma Ve Restorasyon Önerisi. Yüksek Lisans
Tezi. Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü İstanbul, 2006
40. M. Hadi Tezokur. Diyarbakır’da Ayakta Duran Üç Kilise. I. Uluslarası
Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır sempozyumu. 2009
41. Prof. Dr. Kenan Haspolat. Diyarbakır’ın manevi envanteri 2.Uluslararası
Nebiler Sahabiler Krallar Kenti Sempozyumu. Diyarbakır. 2011
42. Gönül Çantay Akkoyunlu Cami Mimarisinin Osmanlı Cami Mimarisine
Etkileri. Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır. 2008. s. 474.
43.http://www.diyarbakirrehber.net/sayfalar–77-Diyarbak%C3%BDr_
Turbeleri.html
44. Mevlüt Mergen 30 Kasım 2011, Yeniyurt Gazetesi Ashabdan Malik Bin.
Eşter (R.A:) Hz. Türbesi Ve Bir Mektup
45. Kenan Yakuboğlu, M. Salih Erpolat, Mustafa Sarıbıyık. Osmanlı
Belgelerinde Diyarbakır. Diyarbakır valiliği. Dicle Üniversitesi. 2011.
46. Vedat Güldoğan. Diyarbakır Kültürü. Kripto yay. Ank.2011.
47. M. Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay.İst. 2003. s.
43,47,179
48. Diyarbakır İl Yıllığı–1967. s. XIX.
49. Şevket Beysanoğlu: Diyarbakırım. 1986. II/151–156
50. Öğr. Gör. Aysel Yılmaz, Yrd. Doç. Dr. Mine Baran. Diyarbakır’ın Tarihi
Suları Ve Çeşmeleri Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa Sempozyumu. 2011. C. 2
51. Abdülgani Fahri Bulduk: Diyarbakır valileri. yayına hazırlayanlar: Eyyüp
Tanriverdi. Ahmet Taşğın. Medrese yay Ank. 2007. s. 186
52. Müslüm Üzülmez: Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş. Ladin matb.
İst. 2005. s. 676,263
53. T.C. Diyarbakır Valiliği Çevre Ve Orman Müdürlüğü Diyarbakır 2004 il
Çevre Durum Raporu Diyarbakır - 2005
54. Ara Altun: Anadoluda Artuklu Devri Mimarisinin Gelişmesi. Kültür bak yay.
İst.1978. s. 206
54. Dr. M. Halis Özer“1869 Yılında Diyarbakır Şehrinden Umur-U Nafıa
Haberleri”* E-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi - Issn: 1308–9633 Sayı: Iıı Nisan 2010
55. Yrd. Doç. Dr. Türkan Kejanlı. diyarbakır’da sur içinin tarihi gelişim evreleri
1.UluslararasıNebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti sempozyumu. 2009. Diyarbakır
56. Prof. Dr. Rıfkı Arslan Diyarbakır Tarihî Kentsel Kesiminde Toplumsal
- Ekonomik ve Mekansal Yapı Özellikleri Diyarbakır’ı tanıtan Adam. San matb.
Ankara.1991
57. Yrd. Doç. Dr. Türkan Kejanlı Diyarbakır’da Şehircilik Ve Çarpık Kentleşme
Tarım Çevre Ve Doğa Sempozyumu. Diyarbakır. 2011
168
58. Derman Bayladı. Dinler Kavşağı Anadolu. Say yay. Ank.1998. s. 17
59. Abdulhamit Kırmızı. Kıbrıslı Halid Bey’in Diyarbekir Valiliği (18961902)Editörler Bahaeddin Yediyıldız Kerstin Tomenendal. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
Diyarbakır. 2008. c. 1
60. Hatip Yıldız. DiyarbakırValisi Mehmed Halid Bey’in Beş Yıllık İcraatı ve
Hazırladığı RaporEditörler Bahaeddin Yediyıldız Kerstin Tomenendal. Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Diyarbakır. 2008. c. 2
61. İbrahim Özcoşar. 315 no’lu Diyarbakır şeriyye sicili. D.Ü. Tarih Bilim dalı
yüksek lisans tezi. 2000. s. 6–7
62. Doç. Dr. Fatma Acun. 16. Yüzyılda Diyarbakır şehrindeki ekonomik
faaliyetler. 1. Bütün Yönleriyle Diyarbakır sempozyumu. 27 Ekim. 2000. s. 201
63. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. 1995. s. 13,14,15,315
64. Serkan Sarı: Ortaçağda Diyarbakırda ticaret. I. Uluslararası Oğuzlardan
Osmanlıya Diyarbakır. 2004 . s.8 64
65. M Şefik Korkusuz: Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003
66. www.diyarinsesi.org. 27 Nisan 2012.
67. Taşlar ve Düşler DİYARBAKIR - Diyarbakır Büyükşehir Beld. Yayını
68. Doç Dr. Abdurrahman Acar. Arzu Güzel. Tarihçesi ve mimari özellikleriyle
Diyarbakır. D.Ü. İlahiyat Fak. Lisans tezi.2005. s. 8
69. DoçDr. Vecihi Özkaya. Birgül Savaş. Diyarbakır. Surları. Lisans tezi.2000. s. 18
70. Prof. Dr. Halil Değertekin. Diyarbakır surları. Kitabeler ve kabartmalar.
Diyarbakır tanıtma vakfı yay.
71.Mehmet Ali ABAKAY.
http://www.edebiyatdostlari.com/tarih/946diyarbakir-kalesinde-motiflerle-kabartmalar. htmlDiyarbakır Kalesinde Motiflerle
Kabartmalar
72. Doç Dr. Vecihi Özkaya, Yrd. Doç. Dr. Gürol Barın, Hasan Kunağ. Diyarbakır
Ulu camii kitabeleri. D.Ü. Arkeoloji. Lisans tezi. 2001.13
73. www.kenthaber.com
74. http://www.gezikitap.com/
75. Beysanoğlu, Şevket, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, l. Cilt, Sf.271
76. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, c. 6, sf. 122. Zuhuri Danışman yayını
77. Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003. s. 255 ‘
78. Hayri Yoldaş. Celal Güzelses. Diyarbakır. 2005. s. 6
79. Sefernâme Sayfa: 11,12,13,14.: Z. Abidin Çiçek. Diyarbakırın fethi,Tarihi
ve Kültürü. Diyarbakır. 2007
80. Doç Dr. Vecihi Özkaya, Yrd. Doç. Dr. Gürol Barın, Hasan Kunağ.
Diyarbakır Ulu camii kitabeleri. D.Ü. Arkeoloji. Lisans tezi. 2001. 13
169
81. Ali ÖZKAN D iyarbakır ulu camiiDicle Ünv. Fen Edeb. Fak. Arkeoloji ve
Sanat Tarihi Bölümü Diyarbakır- (Lisans Tezi)- 2000
82. Doç Dr. Abdurrahman Acar. Pınar Malkoç. Ulu Cami. D.Ü. İlahiyat
Fak. Bitirme tezi. 2005.s.7
83. Atan, A. “Diyarbakır Ulu Cami ve Hayvan Figürleri Üzerine”, D.Ü. Eğitim
Fakültesi, Resim-İş Eğitimi Bölümü Dergisi, Nisan 1996, S. 4, s.1–8
84. William Heude. Voyage de la Cota deMalabor a Constantinople. Paris.1820
M. Şefik Korkusuz: Eski Diyarbekir’de Gündelik Hayat. Kent yay.İst. 2007.s.
13,54
85. /www.turkmania.com/
86. Resul Çoban D.Ünv. İlahiyat Fak. Diyarbakır / 2004 HZ. SÜLEYMAN
CAMİİ (Lisans Tezi)
87. Fügen İlter (Tunçdağ), Artuk Oğulları Sanat Eserleri, Basılmamış
Doktora Tezi, Ankara, 1963, S. 34–35,154, 167. Fügen İlter Erken Devir Anadolu
Türk Mimarisinde 12. ve 13. Yüzyıl Artukoğulları Medreselerinin Yeri
88. Mahmut Akok Diyarbakır Ulu Camii Mimarî manzumesi, Vakıflar Dergisi:
S.VIII, Ankara: Ongun Kardesler Matbaası, 1969, s. 113–139, 30
89. Mehmet Latif Demir. Ortaçağ’dan Günümüze Eğil Ve Hani’deki mimari
Eserler Yüksek Lisans Tezi Van–2007 T.C. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Genel Sanat Tarihi Bilim Dalı
90. Mehmet Mercan Diyarbakır’ı Anlatmak; 31. Diyarbakıryahoogrup
91. Emine Dağtekin Osmanlı Döneminden Günümüze Ulaşan Geleneksel
Diyarbakır Hamam Mimarisi. Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır sempozyumu.2008
92. Ergün Eşsizoğlu. Diyarbakır mail grup
93. Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi
Diyarbekir’de. İst. 1997. s. 243.
94. Prof. Dr. Yusuf Hallaçoğlu. XIV- XVIII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet
teşkilatı ve Sosyal Yapı. TTK yay. Ank. 2007.s.166–167
95. Orhan Cezmi Tuncer. Anadolu Kervanyolları. Vakıflar genl md. yay. Ank.
2007. s.59,167
96. http://kortiktepe.com/
97. Prof. Dr. Muhammet Besir Asan Ayaş Demirtaş. İslam Fethine Kadar
Diyarbakır Yüksek Lisans Tez_ T.C. Fırat ÜnSosyal Bilimler Enstitüsü Tarih
Anabilim Dalı Elazığ 2007
98. Derman Bayladı. Dinler Kavşağı Anadolu. Say yay. Ank.1998. s. 17
99. Yasemin Esentürk, Ayşe Tuba Ökse, Ahmet Görmüş. Anadolu Bronz
Çağın’dan Deprem İzleri. İnternational earthquake symposıum Kocaeli. 2007
100. Şefik Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündelikhayat. Kent yay. İst. 2007.
s. 22
170
DİYARBAKIR İDARİ TARİHİ
Kenan HASPOLAT*
Nizamettin HAMİDİ**
Diyarbakır Tarihi Kronolojisi
M.Ö.10.400
Bismil-Körtiktepe (Neolitik dönem)
M.Ö. 8.000
Ergani Çayönü
(İlk yerleşik düzen)
M.Ö.3000–1260
Hurri
(İçkalenin yapımı)
M.Ö.1260–653
Asurlar
(Eğil kalesi)
M.Ö.775–736
Urartu-İskitler-Medler
M.Ö.550–331
Persler-Büyük İskender-Partlar-Sasaniler
M.Ö.69-MS.395.
Romalılar. Surların yapımı
MS.395–639.
Bizanslılar
MS.639–661.
Müslüman Araplar
MS.661–750.
Emeviler
MS.750–869
Abbasiler-Hamdaniler
MS.984–1085
Mervaniler
MS.1085–1183 Selçuklular-İnaloğulları-Nisanoğulları (Müslüman Türkler)
MS.1183–1231
Artukoğulları
MS.1232–1401
Eyyübiler-Anadolu Selçukluları-Timur
MS.1401–1507
Akkoyunlular
MS.1507–1515
Şah İsmail
MS.1515–1923
Osmanlılar
MS. 1923--------
Türkiye Cumhuriyeti (66)
Diyarbakır ve Çevresinde Kurulan Kentler ve Bu Kentlerin İdaresi
Yazılı belgelere göre Yeni Asur döneminde Diyarbakır ve çevresinde Tushan
ve Amedi adlarıyla iki Asur eyalet merkezi oluşturulmuştur. Bu iki eyalet çevresinde
olan Tidu, Sinabu ve Damdammusa ise birer Asur kenti olarak kurulmuş ve buralara
özel önem verilmistir (1). Kentlerden Tidu ve Sinabu’nun I.Salmanassar (Sulmanuasared) (MS. 1274–1245) zamanında Nairi ülkelerinin sınır bölgesinde, Tushan’ın
Orta Asur döneminde Dicle kıyısında, Damdammusa’nın da Tur-Abdin’in kuzeyinde
II. Assurnasirpal (883–859) öncesinde kurulduğu bildirilmektedir. Bu kentlerden
Tushan, Üçtepe’ye; Sinabu, Üçtepe ile Diyarbakır arasındaki Murattası (Pornak) na;
kralı ve güçlendirilmiş kent olarak tanımlanan Damdammusa, Kazıktepe veya
*Prof. Dr. Kenan HASPOLAT
**Editör: Yrd. Doç. Dr. Nizamettin HAMİDİ
171
Tavşantepe’ye; Tidu ise Tepe höyüğüne denk gelmektedir. Kalhu yazıtının
Yukarı Dicle yöresine düzenlenen 882 yılı seferi ile ilgili bölümünden aktarılana
göre Damdammusa kenti, II. Assurbanipal’in kentidir. Yine II. Assurbanipal’in
yazıtından aktarılana göre Tushan’da ise kralın ikametgâhı için bir saray kurmuştur.
Kuruh Monolitinden aktarılana göre II. Assurbanipal, bölgedeki savunma ve diğer
ihtiyaçları için Tushan, Damdammusa, Sinabu ve Tidu’yu üs olarak kullandığı gibi,
ülkesinin geçimi için Nairri ülkelerinin hasadını toplayıp depoladığı kentler olarak
da kullanmıştır. Kentlerin idaresine gelince Asur devletinde, imparatorluk ortalarda
merkezileştirilmiş valiler ile idare ediliyordu. Sınır boylarında ise Asur kralını
tanıyan, vergi ödeyen ve harp zamanlarında asker gönderen yarı müstakil krallıklar
mevcuttu. Kentlerin yöneticiliğine gönderilen valiler vardı. Kentlerden Tushan’a
gönderilen adları bilinen valiler, III. Adad-Nerari (810–783) döneminde 794 yılında
Mukin-abua; III. Assur-dan (772–755) döneminde 764 yılında Sidqu-ilu; III. Tukultiapil-Esarra (Tiglat-Pileser) (744–727) döneminde 728 yılında Duri-Assur; II. Sarrukin (721–705) döneminde 707 yılında Sa-Assur-duppi ve Sin-Sarra-iskun (623-612)
döneminde 616 yılında Bel-iqbi’dir. Amedi’ye tayin edilen valiler ise 799 yılında
Marduk-ismeani, 768 yılında Aplaja, 762 yılında Tab-bel, 726 yılında Mardukbela-usur, 705 yılında Nashurbel’dir. Bu valilerden Nashur-bel’in bir başka belgede
Sinabu kentinin de valisi olarak geçmesi, kentin Amedi’ye bağlı olabileceğine kanıt
olarak gösterilmektedir (67).
DİYARBAKIR’DA TARİHİ KAMU BİNALARI VE FAALİYETLERİ
Diyarbakır’da tarihi kamu binaları İç kale dışında ve İçkale içinde olmak
üzere iki kategoriye ayrılmıştır.
İç Kale dışında; Belediye, Gureba hastanesi, Mekteb-i İnas (Kız
mektebi), Mekteb-i İadi, Fiskaya’da önce Islahhane, sonra Sanayi mektebi, sonra
Darülmuallimin (Öğretmen okulu) olan bugünkü (2012 yılı) Ticaret ve Sanayi Odası
faaliyet göstermiştir.
İç Kale içinde; Daha çok idari binalar mevcuttur. Bunlar Hükümet konağı,
Adliye, Jandarma binası, Cephanelik (Ziraat Bankası), Vakıflar müdürlüğü ve
Defterdarlık.
DİYARBAKIR İÇ KALESİ
Diyarbakır İç Kalesi, toplum olarak, tarih içerisindeki evrelerin ortaya
çıkartılıp, incelenmesinde çok önemli bir yere sahiptir. İç Kale’nin tarihinden biraz
bahsedilirse;
İç Kale’nin bulunduğu Viran Tepe Diyarbakır’ın ilk yerleşim yeri olup,
tarihi neolitik döneme kadar uzamaktadır. İç Kale 367– 375 tarihleri arasında
Romalılar Döneminde inşa edilmiştir. Diyarbakır’a egemen olan tüm devletlerin
yönetim merkezi olmuştur. Diyarbakır İç Kalesi, surlarla çevrili alanın kuzeydoğu
köşesine inşa edilmiştir. Burada yapay bir yığma tepe (Viran Tepe veya Top Tepe)
172
oluşturulup, tepenin çevresi ise sur duvarları ve burçlar ile güçlendirilmiştir. İç Kale
Dicle Vadisi’nin bilinçli olarak en sarp yerinde kurulmuştur. Fiskaya ve yakınları,
topoğrafik açıdan savunmanın en kolay yeridir. Karacadağ’dan püsküren bazalt
taşları burada son bulurken derin bir uçurum oluşturmuştur (1).
İç Kalenin Fethi ve Fethediliş Tarihi
Diyarbakır-İçkale’nin fethi sırasında Bizans’ın başında Heraklius bulunuyordu.
Diyarbakır-içkale o dönemde Dara adında bir kadının elinde idi. Diyarbakır’ın fethi de
içinde bulunduğu “Cezire” fethiyle aynı tarihte olmuştur. Zira İslam fetihleri içersinde
en kolay ve en kısa zamanda gerçekleşen fetih şüphesiz cezire fethi olmuştur.
Iyaz bin. Ganem islam ordusu birkaç koldan Urfa, Resulayn, Mardin, Samsat,
Dara ve Amid’i çok kısa bir sürede fethettiler. Bu konuda her hangi bir ihtilaf söz
konusu değildir. Ancak asıl net olmayan genel adıyla Cezire, özelde Amed’in fetih
tarihidir. Bu ihtilaflarla beraber, ittifak edilen husus Diyarbakır’ın Cezire bölgesindeki
diğer yerlerle beraber aynı tarihte fethedilmiş olmasıdır.
Tarihi kritiği bir yana İslam Ordusunun oraya gelişinin yılını, ayını hatta
gününü dahi zikreden tek tarihçi Vakidi’dir. Bunun dışında “Cezirenin fethinden
söz eden kaynaklar; bu bölgede fethe konu olan şehir, köy ve kalelerin isimlerini
vermelerine rağmen, Amid’in ismini zikretmemişlerdir. İşte bu açıdan Vakidi’nin
bilgileri bu yönden büyük bir önem arz etmektedir.
Fetih olayını en ince detaylarla aktardığı gibi Amid önüne geliş gününü
de zikretmiştir. Vakidi’ye göre İslam Ordusu; 638 yılı 7. Cemadil’ula cuma günü
Amid’in önüne gelmiştir (57). İyaz b. Ganem komutasındaki ordu sekiz bin kişilik
olduğu ve bu askerin içinde bine yakın sahabenin olduğu kaynaklardan aktarılmıştır.
Ordu yol boyunca mevcut kaleleri fethederek, bazılarını da barış yoluyla alarak
Diyarbakır Surları önüne gelmiştir. İyaz b. Ganem, Tell (şimdiki Mardin Kapı), Said
b. Zeyd Rum (Urfa) kapısına, Muaz b. Cebel, Ermen (Harput-dağ) kapısını, Halid b.
Velid Babul-ma (Su-Dicle-Yeni kapı) tarafını kuşattılar. O tarihte Amed, Meryem-i
Dara adında bir kadının yönetimi altında idi (58).
Said Paşa ise, bu sırada Antak isminde bir Rum emirinin Amid veya
Meyyafarikin (Silvan) vali ve muhafızlığına atanmış olduğunu ve İslam Orduları
bölgeye gelmekte iken Amid’ de mevcut askeri ve tahkimatı savunma için yeterli
bulduğunu kendisinin Meyyafarikin’i müdafaaya gittiğini ileri sürer.
Kuşatma uzun sürdü. Bütün saldırılar, şehri baştanbaşa kuşatan muhkem ve
muhteşem surlar karşısında neticesiz kalıyordu. Müslümanlar beş ay kadar bu kale
duvarları dibinde beklemeye katlandılar. Bu arada İyaz b. Ganem, Hakem b. Hişam’ı
bir miktar kuvvetle Meyyafarikin’e göndererek fethetti.
Nihayet Halid b. Velid, sur dibinde sık sık yaptığı keşiflerden birinde surun
doğu (Dicle vadisine bakan) yönünde, şimdiki Adalet Dairesi’nin (Eski hükümet
konağı) bahçesi içindeki sur duvarında gördüğü gizli bir deliğin genişleterek oradan
içeri girebileceğini tespit etti.
173
Durumu İyaz b. Ganem’e anlattı. Halid b. Velid, bir gece yanına yüz kadar
iyi savaşan ve çoğu sahabeden oluşan erleri alarak bu delikten içeri girdiler. Bu yere
yakın olan ve şehrin fethinden sonra Fetih kapısı (lçkaleden hastahanelere çıkan yol
üzerindeki kapı) ismini alan kapıyı açarak müslümanların içeri girmesini sağladılar.
Bu kapıyı açmak için nöbetçilerle yapılan savaşta en az yirmi beş kişinin şehit olduğu
anlaşılmaktadır. Böylece Amed fethedilmiş oluyordu (58).
Vakidi Kitabul Futuh eserinde Amed’in fethini söyle rivayet eder. “Arap Ordusu
gelmezden önce Amid de iki kardeş hüküm sürmekte idi. Bunlardan birinin ismi Pıtris,
diğerinin adı Yuhanna idi. Pıtris şehrin doğu tarafında, Yuhanna batı tarafında otururdu.
Yuhanna’nın Rağura, Pıtris’in Satura isrninde birer kızları vardı. Her iki kardeşten her
biri arası surla bölünen kısmında kendilerine ait işlerle uğraşırlardı. Günün birinde
Yuhanna evlenmek istedi. Dara hükümdarı ismi Meryem olan Mantavus’un kızına talip
oldu ve evlendi. Meryem, zeki ve kurnaz bir kızdı. Amid’e gelince şehrin güzelliği,
havası ve manzarası, bol su ve bahçeleri gözünü kamaştırdı.
Aradan bir müddet geçti. Bir gün Pıtris, kardeşi Yuhanna’nın kızı Sufra’yı oğlu
Lavene’e istedi. Yuhanna da Pıtris’in kızını kendi oğluna diledi. Ancak uyuşmadılar
ve araları açıldı. Aradaki surun kapılarını kapadılar, birbirlerine gidip gelmez oldular.
Bu durumu memnuniyetle karşılayan Meryem, şehri ele geçirmek için artık faaliyet
zamanın geldiğine kanaat getirerek işe koyuldu. Dolabını çevirmek için ortaya düştü.
Kardeşlerin arasını bulacağım diye büyük bir ziyafet hazırladı. Her iki tarafın bütün
yakınlarını davet etti. Bir hayli naz ve ikramdan sonra taraflara ve yakınlarına kendi
eliyle zehirli şaraplar sundu. İçenlerin tamamı öldü. Her iki hükümdarın soyundan
kimse kalmamıştı. Meryem hemen hükümdarlığını ilan etti.
Halka huylarına göre muamele ederek, sevgi ve güvenlerini kısa sürede
kazandı. Amid’in Rum kapısı tarafında Rum ülkelerinde benzeri olmayan büyük bir
kilise inşa ettirdi. Rum ülkelerinden getirilen ünlü din bilginlerini himaye etti. Bu
şekilde şehri on iki yıl yönettikten sonra İyaz b. Ganem orduları geldi.
Vakidi aynı zamanda gizli su deliğinin tespitini de şu şekilde aktarır:
“Amid’in sarılışı sırasında çadırını su kapısı civarında (bu günkü Kıtırbil
ve Yeni köyde karargâh yeri olmuş) kurmuş olan Halid b. Velid her gün yanındaki
askerlerle şehrin o yanlarında gözcülük yapıyordu. Human adında bir kölesi vardı.
Bu köle her gün arpa unundan yapılma olan birkaç ekmeği iftar için Halid b. Velid’in
çadırına bırakırdı. İki üç gün ekmek bulamayan Halid b. Velid ‘azık mı tükendi nedir
üç akşamdır ekmek yok’ diye sordu. Kölesi de her akşam ekmeği bıraktığını söyledi
ve çadırı gözetlemeye koyuldu. Kale duvarının dibinde bir köpek gelerek çadırına
girip ekmeği kaçırdığını gördü. Köpeği takip etti, köpeğin kale duvarı dibindeki bir
sel çukuru yolundan içeri girdiğini tespit etti. Koşup Halid b. Velid’e haber verdi.
Halid b. Velid gidip baktı ve sevindi. ‘Mahiyetimde suyolundan şehre girmek için
Allah uğruna kendimi kodum. Benimle içeri girmek için sizden yüz kişi isterim’ dedi.
Çıkan yüz kişiyle doğruca Iyaz b. Ganem’in yanına gidip keyfiyeti bildirdi. O da
174
ordusuna kale içinden tekbir sedaları işitir işitmez hemen harekete geçmelerini teklif
etti. Halid b. Velid gece yarısı yüz kişiyi alıp su yoluna gitti. İlkin Halid b. Velid,
ikinci Amr b. Avsah, üçüncü Huzeyfe b. Sabit, dördüncü Amr b. Beşir ve diğerleri
içeri girdiler. Doğru şehrin orta yerine vardılar ve orada yüksek sesle tekbir getirmeye
başladılar. Uykuda olanlar uyandı uyanık olanlar da korkudan titremeye başladılar.
Halid b. Velid, icab eden yerleri tutturdu ve on çeri gönderip surun kapısını açtırdı.
Meryem, İslam askerlerinin şehre girdiğini anlayınca kıymetli eşyaları ve maiyeti ile
birlikte kendi sarayında bulunan azim ve gizli yolla Ermen kapısından taşraya çıkıp
Bilad-ı Ruma gitti. Yer altından giden bu gizli yolun Seyrantepe’ye çıkmakta olduğu
bu gün bile halk arasında söylenmekte ve bazı izlerine rastlanmaktadır (58,59).
İç Kale de Viran Tepe denilen tepe üzerinde askeri birlikler tarafından, 1957
yılında yapılan bir inşaatın temel kazıları sırasında, tesadüfü olarak Artuklu saray
kalıntıları ortaya çıkmıştır. Artuklu hükümdarı Melik Salih Nasıreddin Mahmud
(1200– 1222) zamanına ait bu sarayın temellerinde sel sebil ve sekiz köşeli
muhteşem havuzu ortaya çıkmıştır. Havuz ve sel sebil, zengin renkli taş mozaik ve
çini süslemeleriyle çok gösterişlidir. Renkli taş ve cam küplerden mozaik süslemeler,
Türk mimarisinde ilk defa burada görülmektedir. Bunlar geometrik örnekler olup,
aralarında karşılıklı balık ve ördek figürleri vardır.
Artukoğulları devrinden kalan bu saray, Anadolu da karşımıza çıkan diğer
saraylar içerisinde kendine özgü bir yer almaktadır. Aslında bu sarayın, Anadolu’daki
diğer saraylardan farklılık göstermesinin temelinde birçok devletin bu saraya yaptığı
katkılardan kaynaklanmaktadır.
Artuklular’a ait bir diğer önemli yapı ise, İç Kale’ye girişi sağlayan kemerdir.
Artuklu kemeri 10 metre genişliğinde, sivri kemerli bu girişin üzerinde nesih yazılı
bir kitabe, her iki tarafında ise aslan– boğa mücadelesinin sahneleri yer almaktadır.
Kanuni Sultan Süleyman, Diyarbakır Valisi olan Hüsrev Paşa’ya verdiği ilk
emir İç Kale’nin genişletilmesi olmuştur. Beylerbeyinin ve diğer üst yöneticilerinin
ikamet edecekleri yer İç Kale’ydi. İç Kale Osmanlılara küçük geldiğinden dolayı, İç
Kale’yi büyütme gereği ortaya çıkmıştır. İç Kale’ye 16 burçlu ve iki kapılı bir bölüm
daha eklenerek İç Kale’nin kapladığı alan iki katına çıkartılmıştır. Fetih ve Orgun
Kapıları şehir dışına, Saray ve Küpeli Kapıları ise şehir içine açılırdı.
Saray kapısının kitabesinde; «Al-i Osman’dan, faziletleri besleyen cihanın
efendisi, İskender rütbeli Süleyman Han zamanında bu kale bina edildi (1526 –
1527)». Aynı tarihte Diyarbakır valisi Hüsrev Paşa tarafından, Arbedaş Suyu’nun
kaynağı onartılmıştır. Arbedaş Suyu’nun kitabesinde «Ey Hüsrev, senin eser-i
devletin olarak bulunmaz bir şekilde bu hayat suyu çeşmesi zahir oldu. Güzellikte
suyun tadı şeker gibi tatlı olduğu için tarihide tatlı çeşme suyu oldu (1526)».
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde “ bu su gayet soğuk olup, soğukluğunun
şiddetinden hiç kimse, dört taşı içinden birbiri arkasından çıkaramaz”. Bu yüzden
Erbaa-taş (Arapça) dört taş adı verilmiştir (1) .
175
İç Kale Yerleşim Planı
Diyarbakır’da tarihte şehrin kalbi İç kale idi. İç Kalenin 20 burcu vardır.
Tüm Diyarbakır kale burç sayısı ise 82’dir.İç kalede 4 burç dış surlarda, 16 burç
İç kaleyi kentten ayıran surlarda bulunmaktadır. Burçlar iki katlıdır. Burçlara sağlı
sollu merdivenlerden çıkılmaktadır Üst katta askerler barınıyor, alt katta silah ve
erzak bulunmaktadır. Burçlardan bir tanesi ise hapishane olarak kullanılmakta idi.
İçkalede Osmanlılar döneminde obüs topları ve yuvarlaklar üretilmekteydi.
İç Kale’nin küpeli, saraykapı, fetih kapısı ve gizli kapı olmak üzere dört kapısı
bulunmaktadır.
Küpeli
kapısına
giden
sokakta
solda
Dıngılhava
havuzunun olduğu yerde Mervani
sarayı, sağda Romalılara ait agora
ve anfi tiyatro mevcuttu. Mervani
sarayı, Dıngılhava sokağı ile buna
denk gelen burç arasındaydı.
İç Kalede Osmanlı Diyarbakır
valilerinin kaldığı şu an mevcut
olmayan 150 odalı saray da
bulunmaktaydı (2). İç Kalede
ayrıca 27 şehit sahabenin metfun
olduğu Hz. Süleyman Camii de
bulunmaktadır (Şekil 1).
Resim 1. Hz. Süleyman Camii
Tarihi İç Kale idare kompleksi ise şu şekildedir; Hükümet binası Dicle’ye
nazır binadır. Önünde Nasuruddevle ve eşinin türbesi vardır. Daha önce var olan
sarayda hükümet binası varken, bugün saray yoktur. Hükümet binası 1887’ye
kadar şehir içindeki kiralık binalarda çalıştı. İç Kale’deki bina inşasına Sırrı paşa
zamanında başlandı,1888’de Hacı Hasan paşa zamanında bitirildi. Atatürk müzesi
1906’da yapıldı. Umumi müfettişlik olarak 1938’e kadar hizmet verdi Mustafa
Kemal 1917 tarihinde 2. Ordu komutanlığı karargahı olarak bu binada çalıştı.
Vakıflar müdürlüğü 1907 yılında hemen iç kaleye girişte sağdaki ilk yapıdır. Onun
yanındaki bina defterdarlık binasıdır. 2007-2008’de burası İl Turizm müdürlüğüydü.
Askeri yapılardan Kolordu binası Saint George kilisesinin yanındadır. 1901’de Vali
Mehmet Faik paşa zamanında yapıldı. 1887 yılında Hacı Hasan paşa zamanında
yapılan Jandarma süvari alay birliği Artuklu kemerinden içeri girince hemen soldaki
binadır. Cephanelilik 1906’da Atatürk müzesinin yanında yapıldı (3).
176
İç Kaleden Görüntüler
Resim 2a. İç Kale’den Görüntüler (Foto: Fırat Türkoğlu)
177
Resim 2b. İç Kale’den Görüntüler (Foto: Fırat Türkoğlu)
Diyarbekir Eyaleti İdare Sistemi
1515 yılı Eylül ayında Diyarbekir bölgesi Osmanlı devletine katılınca,
Diyarbekir şehri de Osmanlı devletinin en geniş ve önemli eyaletlerinden birinin
beylerbeyi merkezi oldu. Diyarbekir eyaleti, 11 tanesi normal Osmanlı sancağı, 8
tanesi idaresi özel bir şekle bağlanmış yurtluk ve ocaklık sancakları, 5 tanesi de
yönetimi babadan oğla geçmek üzere mahalli beylere bırakılan 24 sancağı kapsıyordu.
Bu sancaklardan 11 tanesi isimleri Amid (merkez), Harput, Akçakale, Ergani,
Siverek, Çemizgezek, Hasankeyf, Siirt, Sincar, Silvan ve Nusaybin sancakları
doğrudan doğruya idare edilirdi. İsimleri Atak, Pertek, Tercil, Çapakçur, Çermik,
Sağmen, Kelap ve Mihrani olan sancaklar idaresi özel bir şekle bağlanan 8 sancak
idi. Eğil, Palo, Cizre, Hazro ve Genç sancakları ise yerli beylerince idare edilen ve
yönetimi babadan oğla geçen 5 sancak idi.
178
Bunlar dışında zeamet ve tımar sahibi aşiret beyleri de vardı. Devlete ait
zeamet ve tımar sahipleriyle bu aşiret eshabı 4017 kılıç olup cebelleriyle beraber 18
bin kişilik seferi bir kuvvet teşkil ederdi. Ayrıca ulufeli yerlikulu askeri de bulunurdu.
1518’de tutulan ilk Osmanlı tahrir defterinde Diyarbekir eyaletinin 12 sancağı
kayıtlıdır. Bunlar Amid, Mardin, Sincar (Tel’afer ve Hateniyedahil), Çemişgezek,
Kiğı (batı Bingöl), Siverek, Çermik, Ergani, Harput, Arapkir, Urfa ve Birecik
sancaklarıdır. 1529 yılı tarihine göre ise yukarıdaki sancaklardan başka Musul,
Ane, Deyr-i Rahbe, Hısnkeyf sancaklarının da Diyarbekir eyaletine bağlandığını ve
böylece Diyarbakır’ın Osmanlı imparatorluğunun en büyük eyaleti haline geldiği
görülmektedir. Yukarıda bahsi geçen beş sancak da durumunu devam ettirmektedir.
1540 tarihli tahrir defterinde 15 sancak, 11 Ocaklık kayıtlıdır (52).
XIX. Yüzyılın İlk Yarısında İdarî Taksimat
XIX. yüzyılın başlarında Diyarbakır eyaletinin idari taksimatına bakıldığında,
XVIII. yüzyıldaki idari taksimatla pek fazla bir ayrılık arz etmediği görülmektedir.
XIX. yüzyılın hemen başlarında Diyarbakır eyaletine bağlı aşağıda isimleri
belirtilen kazalar ile 35 sancaktan oluşmaktaydı. 1- Amid 2-Siverek 3-Çermik
4-Meyafârikin (H) 5-Hasankeyf 6-Beşiri
7-Tercil (H) 8-Behramki 9-Hani (Y)
10-Çıska 11-Telbisme 12-Mardin
13-Salat 14-Birazi 15-Birecik
16-Kulb 17-Atak (Y) 18-Siird
20-Savur (H) 21-Eğil (H) 22-Karakeçülü
23-Çapakçur 24-Çemişgezek 26-Musul-ı Atik ve Cedîd
27-Sağman 28-Derik 29-Ergani
30-Çüngüş 31-Sincar 32-Harput
33-Palu 34-Çarsancak 35-Mahal
XIX. Yüzyılın hemen başlarında, Diyarbakır Merkez Sancağı ise her biri
birer ayrı adlî-idarî birim olan şu 21 kazadan oluşmaktaydı:
1-Amid 2-Siverek 3-Mihrani 4-Meyafârikin (H) 5-Eğil 6-Beşiri 7-Tercil(H)
8-Çapakçur 9-Hani (Y) 10-Çıska 11-Telbisme 12-Mardin 13-Salat 14-Birazi
15-Mahal 16-Kulb 17-Atak (Y) 18-Siird 19-Savur (H) 20-Eğil (H) 21-Karakeçülü.
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere incelenen dönemin hemen
başlarında Diyarbakır eyaleti oldukça geniş bir alanı ihtiva etmekteydi. Bu
tarihlerde idari taksimatta Diyarbakır eyaletine bağlı olan Palu, Çarsancak,
179
Harput, Eğil, Çermik, Çemişgezek, Ergani ve Çüngüş kazaları, Maden-i Hümâyûn
merbutatından sayılıyorlardı. Söz konusu kazalar malî açıdan “ Maden-i Hümâyûn”
a bağlı olmakla birlikte, idarî açıdan Diyarbakır eyaletine bağlı olma statülerini
devam ettiriyorlardı(60).
Saraylar
Diyarbakır’da Türk devrinden bütünüyle ayakta kalabilen saray yoktur.
Hâlbuki kaynaklar Türklerin İç Kale’de saray yaptırdıklarını yazmaktadır. Bugün
bu saraylardan ancak birine ait iz bulunmaktadır. Özellikle Osmanlı Devri’nden
kalan ünlü saray tamamen yıkılmıştır. 1654 yılında Diyarbakır’ı gezen Evliya
Çelebi, İç Kale’de gördüğü bu saray konusunda şunları söylemektedir: ‘‘İçinde
yüzelli odalı, birkaç divanhaneli bir büyük saray vardır. Her gelen vezir ve
vükelâ buraya birer oda ve hamam, havuz, şadırvan yaptırmakla kat kat süslü bir
saray haline gelmişti. Bütün pencereleri, balkonları Şattülarap’a, sahraya bakan
manzaralı bir yerdir. Sarayın bir eski divanhanesi var. Eski sultanlar binasıdır.
Burada olan tarz nakışları, meğer Kahire’deki Sultan Kalavun divanhanesinde
ola. Bu sarayı yapan I. Selim veziri Bıyıklı Mehmet Paşa’dır. Hayli geniş bir
büyük saraydır. Daima bekçileri hazır olup beklerler’’. İlk şeklini, Diyarbakır’ı
Osmanlı topraklarına katan Bıyıklı Mehmet Paşa’nın verdiği bu özellikli
saraydan, günümüze bir şey kalmamıştır (E. Çelebi, Seyahatname, İst. 1970, C
VI, s. 121; M. Sözen, Anadolu Kentleri, İst. 1971, s. 23).
Basri Konyar ise, araştırma yaptığı yıllardaki durumu şöyle açıklamaktadır:
‘‘İç Kale’de Evliya Çelebi’nin bahsettiği saraydan bir iz ve eser kalmamıştır.
Ne havuz, ne hamam ve ne de bir şadırvan mevcut değildir. Yalnız çeşme
vardır. Hamamın bu çeşme karşısında bulunan Evkaf Dairesi’nin bitişiğinde
olduğu ve eski sarayın da umum müfettişlik garajı önündeki çınar ağacının
bulunduğu sahayı yakın zamanlara kadar harap ve yıkık vaziyette işgal
eylediği mervidir’’ (B. Konyar, Diyarbakır Yıllığı, Ankara 1936, C. III, s. 185)
(68). Sonra Ulu Cami yapı topluluğunda Mesudiye Medresesine taşındı. Onarımı,
Restorasyon Teknisyeni Cafer Hanlıoğlu yapmış ve son dönemlerine bende
yetişmiştim. İnönü Caddesinde Tek Kapıya karşı kendi bina ve lojmanları yapılana
dek, bu böyle sürmüştü. Bir ara Hazine Avukatlarıyla Vakıflarda Komşu Binada
kalıyor, İç Kalede Adliye grubuyla bağlantılarını kolaylıkla sürdürüyorlardı. Pratikte
bu, serbest çalışan avukat yazıhanelerinin İzzet Paşa Caddesinde sıralanmalarını
beraberinde getiriyordu. Adliye Binası yeni yerine Seyrantepeye doğru yapılana
dek bu böyle sürdü.
Konyar, Evliya Çelebi’den alıntılar yaparak konuyu günümüze getirip şöyle
anlatmaktadır: ‘‘Hükümet Dairesi, 1. Umum Müfettişlik dairelerini, kolordu, adliye,
Jandarma, hapishane, matbaa dairelerini muhtevi olan İç Kale Evliya Çelebi’nin
bahsettiği saraydan bir iz ve eser kalmamıştır. Ne havuz, ne hamam ve nede
şadırvan mevcuttur. Yalnız Kolordu Suyu denilen bir suyun aktığı çeşme vardır.
180
Hamamın bu çeşme karşısında bulunan Evkaf Dairesinin bitişiğinde olduğu ve
eski sarayın da müfettişlik garajı önündeki çınar ağacının bulunduğu sahayı yakın
zamanlara kadar harap ve yıkık vaziyette işgal eylediği bilinir. Şimdiki Hükümet
Konağının kaya altlarından sızan sular, alt tarafta yapılan bir havuza gitmektedir.
Burada bir de kahvehane açılmıştır. 3-4 değirmen kale içinde ve Oğrun kapısının
dışında bulunmaktadır. Yakın zamana kadar İç Kalede 50-60 haneli bir mahalle
vardı. İmparator II. Constantin’in İç Kalede harp makineleri için yaptırdığı Darüs
sanaa’ dan dan bir eser yoktur. Ancak Kolordu Binasının üst bölümünde iki yapı
bulunur. Birisi kilise olan bu yapıların İmparator Justinyen’e ait olması gerekir. Paşa
Konağı, Kurt İsmail Paşa zamanına kadar İç Kalede iken, şehrin dışarıya çıkmasını
daha o zamandan kararlaştıran Büyük Paşa, bugün askeri hastanesi olan binayı,
cami ile diğerlerini yaptırarak (1878) Hükümet Konağını oraya naklettirmişti.
Birkaç sene memurlar orada vazife gördüler. Dağ Kapısı ağzında bekleyen 2 araba,
onları sabah akşam işe götürüp getirirdi. Eski hapishane yeri İç Kale’deki Adliye
Dairesinde bulunuyordu. Şimdiki Hapishane Binası 1305/1887’de Vali Hasanpaşa
zamanında bu görevi yapabilecek şekle sokuluyor. Şimdiki Kolordu Binası, Fırka
Kumandanı Ferik Mehmet Kamil Paşa zamanında 1319/1901 yılında yapılır. Bu
kale içinde Şeyh Tahiri Halveti Türbesi bulunduğu gibi, Hamza Bey Mescidi de
vardı’’ bilgilerini verir.
7. Kolordu Binası Kuzeyindeki yapı Sen Corc Kilisesi ve ona batı yönde
bitiştirilen tek kubbeli olan (hamam) Artukluların eklediği kesimdir (Daha geniş
bilgi için bakınız: Diyarbakır Camileri, Ankara 1996, s. 29). Bu yapılardan ancak
7. Kolordu Atatürk Müzesi, 2 adliye binası, sur üstüne oturtulan eski Evkaf
Binası günümüze erişmiştir ki bunlarda 19. yüzyıl son çeyreğinden bu yana olan
yapılardır. Vezirlerin oturduğu saray için ancak yazışmalarda adı geçen (Haziran
1801, 13 Mart 1818, 2 Nisan 1829). Cami Köşkü, Divan Efendisi Köşkü, Voyvoda
Konağı ve Mütesellim Konağı, gibi adlar biliniyor. Diğer odalarda valiye ayrılanlar
dışında, kapu halkı, Tütüncü Adası, Kapucular Kethudası Odası, Şamdan Ağası, Baş
Çavuş Ağa Odası, İççukadar Ağa Odası, Kaftan Ağası Odası, Silahtar Ağa Odası,
Alemdar Ağa Odası, Hazinedar Ağa Odası, Miftah Ağa Odası, Peşgir Ağa Odası,
İbrikdar Ağa Odası, Kahya Odası, Kethuda Odası, İmam Efendi Odası, Delil Başı
Odası, Haytabaşı Odası, Baş Çukadar Odası, 2. Kavvas Odası ve Mühürdar Odası,
Arz Odası, Camlı Oda, Mabeyn Odası, Misafir Odası ve Harem vardı. Diyarbakır
valiliğine atanan kimseler kapu halkları ile birlikte sarayda otururlar, buraya ait
konaklardan birini devlet işine ayırırlar, atanınca göreve başlamadan önce bunların
bakım, onarım ve temizliğini yaptırırlardı. Bunlarla ilgili söz gelimi 1817, 1818,
1823, 1840 (vb) yıllarına ait belgeler mevcuttur. Bunlar diğer yönetsel birimlerin
de İç Kale’de olduğunu gösterir. Bunlara Evkaf İdaresi de dahildir.
181
İÇ KALE’DE KAMU YAPILARI
HÜKÜMET KONAĞI VE ADLİYE SARAYI
İç Kale’de Hükümet konağı 1888’de vali Sırrı paşa tarafından inşasına
başlanmış, inşaat 1889’da Hacı Hasan Paşa zamanında bitirilmiştir. İç Kale’de Dicle
nehrine nazır bir mekandadır. İç Kale’de Hükümet konağı ve Adliye Sarayına ait
tarihi yapının resimleri aşağıda görülmektedir.
Resim 3a. İç Kale’de Hükümet konağı ve Adliye Sarayına ait tarihi yapıya ait üç resim
182
Resim 3b. İç Kale’de Hükümet konağı ve Adliye Sarayına ait tarihi yapıya ait iki resim
Resim 3c. İç Kale’de Hükümet konağı ve Adliye Sarayına ait tarihi yapı
(Yan Taraf)
183
Tarihçesi
Hükümet dairelerinin sur dışına çıkarılması ve sur içinde kalması tartışması
Diyarbakır’daki resmi binaların hepsine yansımıştır. Dolayısı ile XIX. yüzyılın
ilk yarısında hükümet konağının büyük ihtimalle aynı yerde olduğu ve şehir
yönetiminde görevli kişilerin de burada oturdukları kaynaklarda belirtilmektedir.
Saray hakkındaki bilgilere göre hükümet konağının saraya dahil olduğu ve bununla
birlikte saraydan geriye bugün hiçbir şey kalmadığı, ancak hükümet daireleri olarak
kullanılan resmi yapıların yıkılmayarak günümüze kadar ulaştığı kaynaklarda
belirtilmektedir. Hükümet binası olarak 1304 (1887)’ye kadar şehir içinde kiralanan
binalar kullanılmıştır. 1306 (1889) yılında İç Kale’deki yeni hükümet konağının
yapımının tamamlanması üzerine hükümet daireleri yeni konağa taşınmıştır. Sırrı
Paşa’nın ilk valiliği zamanında yapımına başlanmış olan hükümet konağının inşaatı
Hacı Hasan Paşa zamanında bitirilmiştir. Bu da 1888 tarihlerine tekabül etmektedir.
Yapının Konumu
İç Kale’nin doğu tarafında Dicle’ye hakim bir konumda yer almaktadır.
İç Kale’ye Saray Kapısı’ndan girdikten sonra abidevi bir yapı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Yapının batı tarafında İç Kale’deki resmi binaların çevrelediği avlu,
kuzeyinde Kolordu Binası, doğusunda Dicle vadisi yer almaktadır (4).
Diyarbakır’ın İdarecileri
1515 yılında Bıyıklı Mehmet Paşa İlk Diyarbekir beylerbeyi olmuştur. Bu
eyalete 30 küsur sancak ve vilayet bağlanmıştır. Mardin, Urfa, Birecik, Siverek, Elazığ,
Arabgir, Kiğı, Çemigezek bağlananlar arasındaydı. 1515’de fethedilen Bayburd,
Erzincan, Kemah ve İspir sancakları da ilk etapta Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır (5).
İç Kale idare merkeziydi. Evliya Çelebi içinde yüz elli odalı, birkaç divanhaneli
bir büyük saray vardır. Her gelen vezir ve vükela buraya birer oda ve hamam, havuz,
şadırvan yaptırmakla kat kat süslü bir saray olmuştur. Bu sarayı yaptıran Bıyıklı
Mehmet Paşadır diye yazmaktadır (6). Diyarbakır 1515 tarihinde eyalet merkezi
olmuş, burası vezir rütbeli paşalar tarafından yönetilmiş, belirli bir süre sonra
sadrazamlığa yükselme söz konusu olmuştur. Özdemiroğlu Osman paşa buna örnek
verilebilir. Özdemiroğlu Osman’ın Diyarbakır valiliği ve müteakiben sadrazamlık
görevi dikkat çekicidir (7). Kanuni Diyarbakır’ı on tuğluk vezirlik haline getirmiştir
(8). Diyarbakır valilerinin müteakip yükselme yeri Osmanlı sarayları idi. Osmanlıda
Köprülü Mustafa Paşa dönemi meşhurdur. Köprülü Mustafa paşanın kızı, paşa
Diyarbakır valisiyken vefat etmiş ve Hz. Süleyman camii haziresine defnedilmiştir.
Diyarbakır valisi Rüstem paşa vezir oluyor ve 1540’da Kanuninin kızı Mihrimah
sultanla evleniyor, padişah damadı oluyor (9).
Valinin bütçesi ise çok büyüktü. Diyarbakır beylerbeyi yılda 1.200.600
akça has ve 50.000 altın tahsisat alır. Merkez sancağında 5000 sipahi, eyalette
30.000 asker vardır (10). Eyâletlerin idaresi Kanuni Sultan Süleyman›ın vefatına
184
kadar (Mısır eyâleti müstesna) beylerbeylerine yani iki tuğlu paşalara verilirken,
daha sonraları mühim olan eyâletlerden Budin, Yemen, Bağdat›a vezir rütbesiyle
valiler tayin edilmiş ve XVI. yüzyıl sonlarına doğru 992 HJ–1584 M. de senesinde
Diyarbakır ve bunu müteakip vezirlerin çoğalması sebebiyle diğer eyâletler de yavaş
yavaş vezirlere verilmiştir. Eyaletlerin böylece vezirlere (üç tuğlu paşalara) verilmesi
sebebiyle Osmanlı vezirleri dâhil ve hâriç veziri olarak ikiye ayrılmıştır, bunlardan
iç vezirler kubbe altındaki müşavir yani sandalyasız vezirler olup dış vezirler de
eyaletlerdeki vali vezirler idi (70).
Eyalet valileri görev yaptıkları eyaletin olduğu kadar şehrin de en yüksek idari
ve mali amiri durumunda olup, bütün mukataaların denetimi ve iltizam işleri, şehirde
bulunan dini sosyal yapıların ve su yollarının tamiri, tabii afet durumunda temel
ihtiyaç maddelerinin temini ve ihtiyaç duyulan görevliler için merkeze arz yazılması
gibi görevleri ifa etmekte idi. Ayrıca eyaletin idari ve askeri bakımdan en önde gelen
görevlileri olduklarından, çağrıldıkları vakit gerek kapu halkları ve gerekse diğer
sancaklardan emirlerine girecek olan askerlerle savaşa gitmeye yükümlü idiler.
Osmanlı, valilerin adil olmasına dikkat etmiş, halkı rahatsız eden valileri
görevden almıştır. 1822–1823 yıllarında valilik yapan Gevranlızade Mehmed
paşa,1823–1824 yıllarında vali olan Hüseyin paşa,1826’da vali olan Mehmet paşa
halka yaptıkları zulümden ötürü azledilmişlerdir (71).
1515–1838 tarihleri arasında 323 senede Diyarbakır eyaletinde 253 vali görev
yapmıştır. 1516–1600 arasında 84 senede 34 vali görev almış, ortalama vali görev
süresi 2,5 yıldır. Bu dönem istikrarlı olduğundan bu süre biraz daha uzundur. 1600–
1700 arasında 86 vali görev yapmıştır, ortalama görev süresi bir buçuk yıldır. 1700–
1800 tarihleri arasında 91 vali görev yapmıştır. Görev süreleri bir ile bir buçuk yıldır.
1800–1838 tarihleri arasında 39 vali görev yapmış, görev süreleri bir yılın altına
inmiştir. Ancak bazı iyi idareciler uzun görev yapmıştır. Örneğin şeyhzade İbrahim
paşa altı yıl görev yapmıştır.
İstikrarın iyi olduğu XVI yüzyıl da İskender paşa 1551–1565 tarihleri arasında
İskender paşa 14 yıl Diyarbakır eyalet valiliğini yürütmüştür. 1521–1528 tarihleri
arasında Hüsrev paşa 7 yıl, 1516–1521 tarihleri arasında Bıyıklı Mehmet paşa 6
yıl görev yapmıştır. Bazı valiler de birkaç kere Diyarbakır’da valilik yapmıştır.
Örneğin 1740–1759 tarihleri arasında Çeteci Abdullah paşa 5 defa Diyarbakır eyalet
valisi olmuştur. Osmanlı devletinin kuvvetli olduğu dönemlerde istikrar olmaktadır,
merkezi idare zayıfladığında eyalette de rahatsızlıklar ortaya çıkmakta, vali görev
süreleri kısalmaktadır. Bu eyalette görevlendirilen valilerin iyi yetişmiş olmasına da
dikkat edilmiştir (72).
İdarede Gayrimüslimler
Osmanlı döneminde merkezi yönetimin bir uzantısı olan valilik makamı ile
yerel yönetimin bir ifadesi olan Meclis-i İdare-i Vilayet, şehirdeki en üst ve en yetkili
185
makamları ifade etmektedir. 1286 tarihinden başlamak üzere, en son yayınlanan
1323 yılına ait salnamede, Meclis-i İdare-i Vilayet kademesinde gayrimüslimlerin
de yer aldıkları görülmektedir. Örneğin; Bedon Efendi, Toma Efendi. Miriumera
Bedon Efendi, 4. dereceden Mecidi Nişanı’na sahiptir. Rum Metropoliti Ayakofos
Efendi, 3. dereceden Mecidi Nişanı’na sahip iken, Piskopos Tomas Efendi, 4.
derecede Mecidi Nişanı’na sahiptir. 1301 tarihli salnamede, bu makamlarda Keşiş
Mihail Efendi ile Minasyan Ohannes Efendi, Kazazyan Osib Efendi bulunurken,
1316 tarihinde, Erkan-ı Vilayet vali muavini Vagleri Efendi’dir. Yine, 1318 tarihinde,
Meclis-i İdare-i Vilayet biriminde 6 gayrimüslimin adı geçmektedir.
Şehrin eğitim ve öğretim ihtiyaçlarının planlandığı, yapılandırıldığı Meclis-i
Maarif Komisyonları’nda da gayrimüslimler görev almışlardır;
1290/1873 yılı: Meclis-i Maarif Muhakkiki (müfettiş); Bedoli Tomas Efendi
ve Mığırdiç Efendi.
1312/1894 yılı: Meclis-i Maarif; Kazazyan Hanna Efendi, Rahip Stepan
Efendi
1323/1905 yılı: Hamidiye Sanat Mektebi; Agop Efendi (73).
1515–1900 tarihleri arasında görev yapan valilerden eser bırakanlar
Bıyıklı Mehmet paşa Kurşunlu Camii, Silahtar Melik Ahmed paşa camiini
yaptırmıştır. Hüsrev paşa Hadım Alipaşa, İskender paşa Nasuh paşa camisini
yaptırmıştır. Silahdar Murteza paşa cami ve çeşme, Taltaban Mustafa paşa mescid,
Köprülüzade Abdullah paşa Darul kura, Sarı Abdurrahman paşa kütüphane
yaptırmıştır.1815’te Süleyman paşa surları tamir ettirmiştir (11).
Valilerin hizmet amaçlı han da yaptırdığı görülmektedir.
Deliller Hanı (Hüsrev Paşa Hanı)
Mardin Kapı yakınlarında bulunan Deliller Hanı, Hüsrev Paşa tarafından
1527 yılında yaptırılmıştır. Gerek geçmişte gerekse günümüzde halk arasında
“Hüsrev Paşa Hanı” veya “Kervansaray” da denilmektedir. Ancak halk tarafından
Deliller Hanı denilmesinin nedeni islam ülkelerinden Hicaz’a gitmek üzere burada
toplanan hacı namzetlerini götürmek için gelen rehberlerin (delillerin) bu handa
kalmalarındandır.
Hasan Paşa Hanı
Hasan Paşa Hanı, Diyarbakır Ulu Camii’nin doğu girişinin karşısında ve
Gazi Caddesi üzerindedir. Osmanlı döneminin üçüncü valilerden Sokollu’nun
oğlu Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572–1575 yılları arasında yaptırılmıştır.
Yine Hasan Paşa döneminde gelip gidenler tarafından kullanılan Kuyumcular ve
Ketenciler çarşıları yaptırılmıştır.
Dilaver paşa’nın yol yaptırdığı gözlenmektedir. 1615,1618 ve 1620
tarihlerinde Diyarbakır valisi oldu. Mardin kapısında ve iki saat mesafede yolcular
186
için bir han yaptırmıştır. Urfa kapısına giderken Mürdar su kahvesi olan yerde
mescit olarak inşa ettirmiş, küçük hamam ve gazi mektebi olan yeri maristan olarak
yaptırmıştır.1892’den sonra enkazı kalmıştı (12).
Silahtar Murtaza paşa sahabelere karşı büyük hizmette bulunmuştur.
1658’de Diyarbakır valisi oldu. Kale camiinin sayfiye döşemesini ve çeşmeleri
ve harem kapısına karşı merdivenin yukarısında küçük bir mescid, Hz. Süleyman
türbesine girilecek büyük kapıyı, Aynüzzelal mevkiinde su mahzenini, kıbleye karşı
pınarları yaptı (12).
Çeteci Abdullah paşa Çermiklidir.1740’dan itibaren beş defa Diyarbakır
valiliği vardır. Çermikte medresesi, rum kapısı haricinde bir su bendi vardır (12).
Sarı Abdurrahman paşa 1763’de Diyarbakır valisi oldu Ulu camide bir
kütüphane yaptırdı. Hanzade mahallesinde paşa hamamı da bunun evkafıdır (12).
Mehmed Nazım paşa 1928 yılında Diyarbakır valisi olan Mehmed Nazım
paşa 1930 yılında hamravat suyunu demir borular içine aldırarak temiz bir şekilde
akıtılmasını sağladı (12).
Vali Halid Bey zamanında yapılan çok sayıda eserler arasında Çarşıyı Kebir’in,
Latifiye Camii’nin ve Hanzade Camii’nin müceddeden inşa ve tefrişinden başka
İmâdiye, Hisarlı, İbn-i Müderris ve Kaşıkbudak mescidleri zikredilmektedir. Halid
Bey’in hayırseverliği ve cömertliği, İmâdiye Mescidi’nin “3500 kuruş mikdarı bir
mebâliğin kâmilen vali-i müşarünileyh hazretleri cânibinden sarfiyla bina ve inşa
ve avlusu derûnuna bir havuz yaptırılarak bir imam nasb u tayin ve maaşının da
taraf-ı vilayetpenâhîden temin” edildiği kaydından anlaşılmaktadır. Salname’de
camiler, türbeler, vakıflar, zaviyeler, hanlar, kütüphaneler, mektepler, lokantalar ve
misafirhaneler için yaptığı harcamalar, vesile olduğu tamirler 83 madde halinde
tek tek sayılmıştır. Padişahın 25. cülus yıldönümüne yetiştirilen Diyarbekir Sanayi
Mektebi’ne o sıralarda adet olduğu üzere Sultan II. Abdülhamid’e izafeten Hamidiye
adı verilmiştir. Açılış günü yanındaki çeşmeden birkaç saat Diyarbakır’ın ünlü
şerâb-ı harîr denilen çeşmeden birkaç saat Diyarbakır’ın ünlü şerâb-ı harîr denilen
şurubu akıtılmıştır. Aslında Halid Bey’in yaptığı, halktan topladığı bağışlarla Kurt
İsmail Hakkı Paşa’nın inşa ettirdiği ve bakımsızlıktan harap olmuş sanayi mektebini
yeniden diriltmek olmuştur. Sanayi mektebi, bir müddet sonra kaldırılan askeri
rüştiyenin Urfa Kapısı’ndaki binasına taşınmış, kendi binası ise Darülmuallimîn’e,
öğretmen okuluna verilmiştir (61). Diyarbakır Vilayeti resmi idarecileri aşağıdaki
fotoğrafta görülmektedir (14).
187
Resim 4. Diyarbakır Vilayeti resmi idarecilerinden bir fotograf
Diyarbakır valilerinin de belli vasıfları olması gerekir. Diyarbakır’ı
yöneteceklerin vasıflarıyla ilgili olarak Ziya Gökalp şunları ifade eder. Ziya Gökalp’in
Peyman gazetesinde yayınlanan “Diyarbekir nasıl bir vali ister” isimli makalesinin de
çok ünlü olduğunu ve bir hayli ses getirdiği de bilinmektedir ve değindiği konuların
bugünde ihtiyacı duyulan bir konu olması açısından da ilginçtir. Ziya Gökalp bu
makalesinin bir bölümünde şöyle yazar: «Diyarbekir›e vali olacak zatın yalnız
hüsn-i niyyet sahibi, müstakim, faal olması kafi değildir. Azm-i hürriyet-perveride
tamamen mücahid (hürriyet yandaşlığında mücadeleci) ve iğfalata kapılmayacak
(aldanmayacak), telkinata kulak asmayacak, suretde basir ve dekaayik-şinas olması
da muktezidir (Etki altında kalmayacak, ileri görüşlü ve prensip sahibi olması
gerekir). İcraatı esasiyyeye hasretkeş olan Diyarbekir Vilayeti, masa başında evrak
havalesiyle idare olunamaz. Kazalarda, sancaklarda, nahiyelerde gözle görülecek,
elle yapılacak çok işler vardır. Bu intizamsız ülkeye vali olacak zatda kuvvetli bir
yürek, kuvvetli bir beyin, kuvvetli bir pençe mevcut olmalıdır. Öyle bir yürek ki,
havfu gazab (Korku ve kızgınlık) yerine muhabbetle meşhun (Sevgi ile dolu), Öyle
bir beyin ki, i’tiyat ve taklide bedel fikr-i ibda’ile (Yaratıcılıkla) münevver. Öyle bir
pençe ki, tereddüt ve tehalüke mükaabil (aceleciliğe karşılık) azmi kat’i ile mücehhez
(kesin karar sahibi) bulunsun. İşte Diyarbekir böyle bir vali ister» (103).
Kurt İsmail paşa
Kurt İsmail Paşa, Amid’ın 271. Osmanlı Valisiydi. 1868 yılından başlamak
üzere 7 yıl 9 ay görev yaptı. Kentin dışa taşınmasına önayak oldu. Yenişehir semti İlk
Kurt İsmail paşa tarafından 19. yüzyılda kurulmuş, resmi daireler buraya taşınmış,
ancak halk sur dışına çıkmayı tercih etmemiştir. Ancak 20. yüzyılın sonlarında buraya
göç başlamıştır. Dağkapı haricindeki kışlaları, hükümet konağını, camii, evrak
188
mahzenini, ıslahhaneyi, iki büyük havuzu, zaptiye koğuşunu, zabıta dairesini, ahırı,
burçlu hapishanesini, polis odasını, gureba hastanesini, 21 dükkanı, bir kahvehaneyi,
bir fırını, bir dabbağhaneyi, şose tarikini (yolunu) açtıran hamravat suyunu tathir eden,
Zülkifl nebi türbesinde ziyaretçilere mahsus bir daire ve sarnıç inşa ettiren vali Kurt
İsmail paşadır. 1940 yıllarında ilk kent dışına çıkış hareketi bu valinin Elazığ yolu
üzerinde “Seyran Tepe” olarak bilinen yerde bir hastane, bir kışla, bir cami (bakınız:
Şekil 5) ve “Mülkiye Dairesi” ni yaptırmasıyla başlar. Daha sonra ise bunları Rüştiye
Okulu ile “Fis Kayası” üzerinde yaptırdığı bir sanat okulu izler (12, 15, 16).
Resim 5. 1940 yılı Kurt İsmail paşa camii, hastane ve kışla
DİYARBAKIR İLİNDE GÖREV YAPAN VALİLER
Günümüzden geçmişe doğru Cumhuriyet dönemi, Milli Mücadele dönemi
Tanzimat dönemi ve Tanzimat öncesi dönemlerde Diyarbakır’da görev yapan
valilerin isimleri, göreve başlama ve bitiş tarihleri ya da yılları aşağıdaki tablolarda
kronolojik olarak ayrıntılı bir şekilde verilmiştir (13). Diyarbakır’da günümüze
kadar Cumhuriyet döneminde (1923–2012) 59 vali, Milli Mücadele döneminde
(1918–1923) 7 vali Tanzimat döneminde (1839–1918) 63 vali ve Tanzimat öncesi
dönemde (1515–1839) 248 vali olmak üzere 498 yılda toplam 377 vali görev
yapmıştır. Örneğin sayıları az olduğu için Milli Mücadele dönemi Diyarbakır valileri
geçmişten ileri doğru görev tarihleri şu şekildedir:
Mustafa Nadir Bey (Göreve başlayış. 30.1.1918), Faik Ali Bey (5.7.1919),
Mustafa Nadir Bey (30.1.1919), Hüseyin Mazhar Bey (20.1.1920), Hilmi Bey
(10.10.1922), Cevat paşa (17.5.1923), Defterdar Rıza Bey (24.8.1923).
189
Tablo 1. Cumhuriyet Dönemi Valilerin İsimleri ve Görev Tarihleri
DİYARBAKIR İLİNDE GÖREV YAPAN VALİLER
CUMHURİYET DÖNEMİ VALİLERİ
Sıra
Göreve Başlama Görev Bitiş
No Adı ve Soyadı
Tarihi
Tarihi
59
Mustafa TOPRAK
01.06.2010
Devam ediyor
58
57
56
55
54
53
52
51
50
49
48
47
46
45
44
43
42
41
40
39
38
37
36
35
34
33
32
31
30
29
28
27
Hüseyin Avni MUTLU
Efkan ALA
Nusret MİROĞLU
A. Cemil SERHADLI
Nafiz KAYALI
Emir DURMAZ
M.Doğan HATİPOĞLU
İbrahim ŞAHİN
Muzaffer ECEMİŞ
Cengiz BULUT
Hamdi ARDALI
Hayri KOZAKÇIOĞLU
Ahmet ELBEYLİ
İhsan DEDE
Kadir AYDOĞAN
Erdoğan ŞAHİNOĞLU
Yılmaz TÜRKTEKİN
A.Haydar ÖZKIN
B.Cahit BAYAR
N.Kemal DİNİZ
19.09.2007
14.09.2004
07.02.2003
11.10.1999
14.11.1997
20.04.1996
03.07.1994
21.02.1992
17.08.1991
09.08.1988
26.02.1988
12.01.1987
26.06.1985
09.02.1984
15.08.1983
08.12.1979
24.07.1978
22.02.1978
08.10.1977
21.07.1975
11.05.2010
10.09.2007
14.09.2004
07.02.2003
11.10.1999
12.11.1997
16.04.1996
25.06.1994
19.02.1992
17.08.1991
09.08.1988
19.07.1987
12.01.1987
26.06.1985
08.02.1984
06.08.1983
06.12.1979
19.07.1978
15.02.1978
07.10.1977
Mehmet KARASARLIOĞLU
Ali Rıza YARADANAKUL
Hasan Basri KURDOĞLU
Namık Kemal ŞENTÜRK
Nezihi FIRAT
Niyazi AKI
Muhlis BABAOĞLU
Niyazi TOKER
Şevket ÖZENALP
Fahrettin AKKUTLU
Şevket ÖZENALP
Celalettin ÜNSELİ
14.08.1970
20.01.1966
14.12.1964
31.10.1962
10.01.1961
11.06.1960
25.10.1959
26.12.1958
14.10.1957
22.11.1955
29.12.1953
21.04.1953
16.07.1975
08.08.1970
24.01.1966
14.12.1964
15.10.1962
10.01.1961
08.06.1960
14.10.1959
20.12.1958
14.10.1957
11.11.1955
22.12.1953
190
26
25
24
23
22
21
20
Servet SÜRENKÖK
Emin Nihat SÖZERİ
Fevzi GÖKMENOĞULLAR (Vekil)
Hayri ORHUN
Kemal HADIMLI
Şevket EKER (Vekil)
Nizamettin ATAKER
05.02.1952
28.08.1950
25.01.1952
28.06.1950
14.03.1949
11.10.1948
30.09.1948
21.04.1953
25.12.1952
05.02.1952
27.08.1950
24.06.1950
14.04.1949
11.10.1948
19
18
17
16
15
14
13
12
11
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
Ali Rıza ÜNAL
Asım TÜRELİ
Osman Nuri TEKELİ
Tevfik EŞMELİ (Vekil)
Cevat ÖKMEN
Şevki YALVAÇ
Cevat ÖKMEN
Mithat SOYLUM (Vekil)
Feyzi GÜREL
Mithat ALTIOK
Kazım DEMİREL (Vekil)
Ferit NOMER
Faiz ERGUN
Nizamettin Bey
Ali Rıza Bey
Rüştü Efendi
Cemal Bey
Rüştü Efendi
Mithat Bey
28.08.1947
25.05.1946
12.02.1944
04.02.1944
01.08.1943
06.06.1942
06.05.1942
25.11.1941
29.07.1940
31.07.1937
02.07.1937
30.04.1936
25.02.1931
03.10.1927
07.09.1926
03.09.1926
25.07.1925
19.07.1925
06.10.1923
30.09.1948
16.08.1947
23.05.1946
12.02.1944
04.02.1944
01.08.1943
06.06.1942
06.05.1942
11.11.1940
16.07.1940
31.07.1937
02.07.1937
13.04.1936
15.02.1931
03.10.1927
07.09.1926
03.09.1926
25.07.1925
19.07.1925
191
Tablo 2. Milli Mücadele Dönemi Valilerin İsimleri ve Görev Tarihleri
Sıra
No
7
6
5
4
3
2
1
DİYARBAKIR İLİNDE GÖREV YAPAN VALİLER
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ VALİLERİ
Göreve Başlama
Adı ve Soyadı
Tarihi
Görev Bitiş Tarihi
Defterdar Rıza Bey (V.)
24.08.1923
06.10.1923
Cevat Paşa (V.)
17.05.1923
24.08.1923
Hilmi Bey
10.10.1922
17.05.1923
Hüseyin Mazhar Bey
20.01.1920
10.10.1922
Mustafa Nadir Bey (V.)
30.01.1919
20.01.1920
Faik Ali Bey
05.07.1918
27.01.1919
Mustafa Nadir Bey (V.)
30.01.1918
05.07.1918
Tablo 3. Tanzimat Dönemi Valilerin İsimleri ve Görev Yılları
Sıra
No
63
62
61
60
59
58
57
56
55
54
53
52
51
50
49
48
47
46
45
192
DİYARBAKIR İLİNDE GÖREV YAPAN VALİLER
TANZİMAT DÖNEMİ VALİLERİ
Göreve Başlama
Adı ve Soyadı
Yılı
Görev Bitiş Yılı
Kadı Necip Efendi (Vekâleten)
1918
1918
Mutasarrıf Kadri Bey (Vekâleten) 1918
1918
Mutasarrıf Şevket Bey (V.)
1918
1918
Haydar Bey
1917
1918
Bedrettin Bey (Vekâleten)
1916
1917
Süleyman Naci Bey(Vekâleten)
1915
1916
Bedrettin Bey (Vekâleten)
1915
1915
Hamit Bey (Vekâleten)
1915
1915
Reşit Bey
1914
1915
Mardin Mutasar Şefik Bey (V.)
1913
1914
Mirliva Sait Paşa (V.)
1913
1913
Van Valisi İsmail Bey (V.)
1913
1913
Hüseyin Celal Bey
1911
1912
Mirliva Sait Faik Paşa (V.)
1910
1911
Galip Paşa
1908
1909
Defterdar Rıfat Bey (V.)
1907
1907
Naim Paşa (V.)
1907
1907
Ferik Kazak Süleyman Paşa
1906
1907
Ferik Emin Paşa (V.)
1906
1906
44
43
42
41
40
39
38
37
36
35
34
33
32
31
30
29
28
27
26
25
Mahmut Arif Paşa
Fehmi Paşa
Musul Valisi Fevzi Paşa
Mardin Mutasarrıfı Arif Paşa (V.)
Ferik Bahri Paşa (Vekil)
Maliye Mektupcusu Atabey
Ferik Bahri Paşa (Vekil)
Nazım Paşa
Mehmet Faik Paşa
Hacı Asaf Paşa (Vekil)
Halid Bey
Enis Paşa
Sırrı Paşa
Hacı Hasan Paşa
Sırrı Paşa
Arif Paşa
Aziz Paşa
Hüseyin Sami Paşa
Mehmet İzzet Paşa
Abdurrahman Paşa
1905
1904
1904
1903
1903
1902
1902
1901
1900
1900
1895
1894
1890
1888
1887
1885
1885
1881
1878
1876
1906
1905
1904
1904
1903
1903
1902
1901
1901
1900
1900
1895
1894
1890
1888
1887
1885
1885
1881
1878
24
23
22
21
20
19
18
17
16
15
14
13
12
11
10
9
Ahmet Tevfik Paşa
Kurt İsmail Hakkı Paşa
İbrahim Derviş Paşa
Mustafa Paşa
Halil Kamil Paşa
Ali Rıza Paşa
Mahmut Paşa
Halil Kamil Paşa
Besim Paşa
Hacı İzzet Paşa
Hamdi Paşa
Ragıp Paşa
Vecihi Paşa
Abdulkadir Bayram Paşa
Esat Muhlis Paşa
Hamdi Paşa
1875
1867
1867
1863
1861
1859
1858
1858
1856
1854
1853
1852
1852
1850
1848
1848
1876
1875
1867
1867
1863
1861
1859
1858
1858
1856
1854
1853
1852
1852
1850
1848
193
8
7
6
5
4
3
2
1
Hayrettin Paşa
Hakkı Paşazade İzzet Paşa
Pilaslı İsmail Paşa
Vecihi Paşa
Zekeriya Paşa
Mirza Said Paşa
Maraşlı Süleyman Paşa
Sadullah Paşa
1847
1845
1842
1841
1841
1840
1840
1839
1848
1847
1845
1842
1841
1841
1840
1840
Tablo 4. Tanzimat Dönemi ÖncesiValilerin İsimleri ve Görev Yılları
Sıra
No
248
247
246
245
244
243
242
241
240
239
238
237
236
235
234
233
232
231
230
229
228
227
194
DİYARBAKIR İLİNDE GÖREV YAPAN VALİLER
TANZİMAT DÖNEMİ ÖNCESİ VALİLER
Göreve Başlama
Görev Bitiş
Adı ve Soyadı
Yılı
Yılı
Hafız Mehmed Paşa
1836
1839
Sadrıesbak Mehmed Reşid Paşa
1833
1836
Çötelizade İshak Paşa
1833
1833
Çötelizade Hacı İbrahim Paşa
1832
1833
Ali Rıza Paşa
1831
1832
Yahya Paşa
1828
1831
Salih Paşa
1826
1828
Ebu Lebud Mehmed Paşa
1824
1826
Salih Paşa
1823
1824
Kut Hüseyin Paşa
1822
1823
Gevranlızade Mehmet Paşa
1821
1822
Hacı Alaaddin Paşa
1821
1821
Güranlıoğlu Ali Paşa
1820
1821
Derviş Hafız Ali Paşa
1819
1820
Ahmed Paşa
1819
1819
Deli Behram Paşa
1818
1819
Hacı Ali Paşa
1818
1818
Abidin Paşa
1817
1818
Moralı Hacı Ebubekir Sıdkı Paşa 1816
1817
Baba Paşa
1815
1816
Maraşlı Kalender Paşa
1815
1815
Süleyman Paşa
1814
1815
226
225
224
223
222
221
220
219
218
217
216
215
Erzurumlu Veysizade Emin Paşa
Şehzate İbrahim Paşa
Abdi Paşa
Mehmed Şerif Paşa
Murad Paşa
Katarağasızade Mehmed Paşa
Hacı İbrahim Paşa
Hasan Paşa
Hüsrev Paşa
Kösepaşazade Veliyyüdin Paşa
Ebû Merâk Mehmed Paşa
Zühdü İsmail Paşa
1813
1808
1807
1806
1806
1805
1804
1804
1803
1803
1802
1802
1814
1813
1808
1807
1806
1806
1805
1804
1804
1803
1803
1802
214
213
212
Tayyarzade Mahmud Paşa
Gürcü Osman Paşa
Çorumlu Hüseyin Paşa
Diyarbekirli Şeyhzade İbrahim
Paşa
Adimoğlu Abdullah Paşa
Katarağası Silâhtar Hacı İbrahim
Paşa
Hacı Salih Paşa
Kürt Ali Paşa
Bekir Paşa
Hasan Paşa
Yusuf Ziya Paşa
Ferhad Paşa
Süleyman Paşa
Abdi Paşa
Firuz Paşa
Bekir Paşa
İzzet Mehmed Paşa
Yeğen Hacı Mehmed Paşa
Kiki Abdi Paşa
Mikdad Ahmed Paşa
Azmzade Abdullah Paşa
Nasuh Paşa
Kiki Abdi Paşa
1801
1801
1800
1802
1801
1801
1800
1799
1800
1800
1798
1798
1795
1794
1793
1792
1790
1789
1788
1788
1787
1787
1786
1786
1785
1784
1783
1781
1799
1798
1798
1795
1794
1793
1792
1790
1789
1788
1788
1787
1787
1786
1786
1784
1784
1783
211
210
209
208
207
206
205
204
203
202
201
200
199
198
197
196
195
194
193
192
195
191
190
189
188
187
186
185
184
183
182
181
180
179
178
177
176
175
174
173
172
171
170
169
168
167
166
165
164
163
162
161
160
159
158
196
Osman Paşa
Mehmet Paşa
Gürcü Hasan Paşa
Emirülhac Osman Paşazade
Mehmed Paşa
Ahmed İzzet Paşa
Kemahlı Halil Paşa
Abdullah Paşa
Hazinedar Ali Paşa
Koca Abdi Paşa
Uzun Abdullah Paşa 1780
1780
1779
1781
1780
1780
1779
1778
1778
1777
1776
1776
1774
1779
1779
1778
1778
1777
1776
1776
Ispanakçızade Mustafa Paşa
Hacı Osman Sadık Paşa
Kör Hazinedar Ali Paşa
Moldovani Ali Paşa
Bostancılıktan Mahrec Ahmed Paşa
Abdulcelilzade Gazi Mehmed
Emin Paşa Hüseyin Paşa
Ali Paşa
Sarı Abdurrahman Paşa
Ağazade Mustafa Paşa
Feyzullah Paşa
Çeteci Abdullah Paşa
Abdullah Paşa
Numan Paşa
Abdullah Paşa
İbrahim Paşa
Şehsüvarzade Mustafa Paşa
Çeteci Abdullah Paşa
Yeniçeri Ağası İbrahim Paşa
Yahya Paşa
Seyyid Hasan Paşa
Şehlâ Hacı Ahmed Paşa
Çelik Mehmed Paşa Polatzade
1773
1773
1771
1771
1774
1773
1773
1771
1770
1771
1768
1767
1766
1763
1761
1760
1759
1759
1758
1757
1753
1752
1751
1750
1748
1747
1747
1746
1770
1768
1767
1766
1763
1761
1760
1759
1759
1758
1757
1753
1752
1751
1749
1748
1747
1747
157
156
155
154
153
152
151
150
149
Çeteci Abdullah Paşa
Kazıkçı Hüseyin Paşa
Abdi Paşazade Ali Paşa
Güleç Ali Paşa
Kethüda Hüseyin Paşa
Çeteci Abdullah Paşa
Mehmed Memiş Paşa
Tuz Mehmed Paşa
Abdi Paşazade Ali Paşa
1744
1743
1741
1741
1740
1739
1738
1737
1737
1746
1744
1743
1741
1741
1740
1739
1738
1737
148
147
146
145
144
143
142
141
140
139
138
137
136
135
134
133
132
131
130
129
128
127
126
125
124
123
122
121
120
Silahtar Mehmet Paşa
Genç Ali Paşa
Silahtar Firari Mustafa Paşa
Sarı Mustafa Paşa
Gürcü İsmail Paşa
Kara Mustafa Paşa
Silahtar Mehmet Paşa
Kara Mustafa Paşa
Hekimbaşızade Ali Paşa
Hacı Mustafa Paşa
Kürt İbrahim Paşa
Silâhtar Mehmed Paşa
Recep Paşa
Arifî Ahmed Paşa
Küçük Osman Paşa
Köprülü Abdullah Paşa
Kara Mustafa Paşa
Şehlâ İbrahim Paşa
Maktulzade Ali Paşa
Recep Paşa
İbrahim Paşa
Palabıyık Yusuf Paşa
Çelebi Yusuf Paşa
Hasan Paşa
İbrahim Paşa
Topal Yusuf Paşa
Bıyıklı Mehmed Paşa
Çelebi Yusuf Paşa
Dursun Mehmed Paşa
1737
1736
1735
1734
1734
1733
1732
1730
1729
1728
1726
1725
1724
1720
1719
1719
1714
1712
1709
1706
1705
1704
1702
1701
1701
1699
1698
1697
1697
1737
1737
1736
1735
1734
1734
1733
1732
1730
1729
1728
1726
1725
1724
1720
1719
1715
1714
1712
1709
1706
1705
1703
1702
1701
1701
1699
1698
1697
197
119
118
117
116
115
114
113
112
111
110
109
İbrahim Paşa
Daltaban Mustafa Paşa
Topal Hüseyin Paşa
Kavanoz Ahmed Paşa İsmail Paşa Oğlu Ahmed Paşa
Koca İsmail Paşa
Hacı Osman Paşa
Hacı Ali Paşa
Basra Valisi Halil Paşa
Kalaylıkoz Ahmed Paşa
Şahin Mehmed Paşa
1697
1696
1695
1694
1694
1694
1693
1693
1693
1692
1690
1697
1697
1696
1694
1694
1694
1694
1693
1693
1693
1692
108
Hacı Ali Paşa
Serçeşme Palulu Kemankeş
Seyyid Ahmed Paşa
Osman Paşazade Ahmet Paşa
Müfettiş Cafer Paşa
Damat Hüseyin Paşa
Siyavuş Paşa
İbrahim Paşa
Osman Paşa
Kara Mehmed Paşa
Kemankeş Mehmud Paşa
Kaplan Mustafa Paşa
Defterdar Ahmed Paşa
Damad Hüseyin Paşa
Kaplan Mustafa Paşa
Şatır Mehmed Paşa
Silahtar Hacı Ömer Paşa
Çuhadar Hasan Paşa
Hacı Mehmet Paşa
Kadir-Billâh Tavil İbrahim Paşa
Yeniçeri Ağalığından Mazul
Kenan Paşa
Çuhadar Hasan Paşa
Defterdar Hacı Hüseyin Paşa
Kethüda Mehmed Paşa
Silahtar Kenan Paşa 1688
1690
1688
1687
1686
1685
1683
1682
1682
1681
1678
1677
1677
1676
1674
1673
1673
1671
1668
1666
1689
1688
1687
1686
1685
1683
1682
1682
1681
1678
1677
1677
1676
1674
1673
1673
1671
1668
1663
1662
1662
1662
1661
1666
1663
1162
1662
1662
107
106
105
104
103
102
101
100
99
98
97
96
95
94
93
92
91
90
89
88
87
86
85
198
84
83
82
81
80
79
78
77
76
75
74
Mirahor Mustafa Paşa
Silahtar Osman Paşa
Tayyarzade Ahmet Paşa
Abaza Hasan Paşa
Silâhtar Ahmed Paşa
Tayyarzade Ahmed Paşa
Şatır Kara Mustafa Paşa
Gürcü Cafer Paşa
Bostancı Mehmed Paşa
Mısırlı Mustafa Paşa
Haydarzade Mustafa Paşa
1660
1658
1657
1656
1655
1655
1654
1654
1653
1652
1651
1661
1660
1658
1657
1656
1655
1655
1654
1654
1653
1652
73
72
71
Kara Mustafa Paşa
Saçbağı Mehmed Paşa
Çağırgan Mehmed Paşa
Bosnalı Tarhuncu Sarı Ahmed
Paşa
Mısırlı Mustafa Paşa
Çavuşzade Mehmed Paşa
Melih Ahmet Paşa
Telli Mustafa Paşa
Silahtar Melik Ahmet Paşa
Kara Mustafa Paşa
Derviş Mehmet Paşa
Maksud Paşa
Silâhtar Melek Ahmed Paşa
Derviş Mehmed Paşa
Tayyar Paşa
Silahtar Murtaza Paşa
Tayyar Mehmed Paşa
Demirkazık Halil Paşa
Halıcızade Mustafa Paşa
Gürcü Mehmed Paşa
Koca Hüsrev Paşa
Deli Murad Paşa
Hafız Ahmed Paşa
Süleyman Paşa
Dilaver Paşa
1650
1649
1649
1651
1650
1649
1649
1648
1647
1646
1645
1645
1644
1641
1640
1639
1638
1633
1631
1631
1629
1628
1627
1626
1624
1623
1620
1620
1649
1649
1648
1647
1646
1645
1645
1644
1641
1640
1639
1638
1633
1631
1631
1629
1628
1627
1626
1624
1623
1620
70
69
68
67
66
65
64
63
62
61
60
59
58
57
56
55
54
53
52
51
50
49
199
48
47
46
45
44
43
42
41
40
39
38
Kemankeş Ali Paşa
Mustafa Paşa
Dilaver Paşa
Tekeli Mehmed Paşa Muallimzade Mehmed Paşa
Mustafa Paşa
Zülfikar Paşa
Nasuh Paşa
Zircirkıran Ali Paşa
Cigalazade Mahmud Paşa
Koca Osman Paşa 1619
1617
1614
1613
1613
1611
1610
1605
1605
1604
1603
1620
1618
1617
1614
1613
1613
1611
1610
1605
1605
1604
37
36
35
34
33
32
31
30
29
28
27
26
25
24
23
22
21
20
19
18
17
16
15
14
13
Ketenci Ömer Paşa
Sofu İbrahim Paşa
Hadım Hüsrev Paşa
Kuyucu Murad Paşa
Ferhad Paşa
Mehmed Paşa
Hadım Osman Paşa
Çulgiydiren Mehmed Paşa
Deli İbrahim Paşa
Saatçi Hasan Paşa
Deli İbrahim Paşa
Çağalzade Sinan Paşa
Koca Mehmed Paşa
Hadım Cafer Paşa
Şehid Mehmed Paşa
Hüsrev Paşa
Cigalazade Sinan Paşa
Damad İbrahim Paşa
Hadım Mehmed Mesih Paşa
Sağır Behram Paşa
Derviş Ali Paşa
Özdemiroğlu Osman Paşa
Vezirzade Hasan Paşa
Tavaşî Hüsrev Paşa
Halhallı Behram Paşa 1602
1601
1601
1596
1595
1595
1594
1594
1593
1592
1590
1589
1587
1585
1583
1582
1580
1579
1577
1576
1575
1571
1570
1567
1564
1603
1602
1601
1601
1596
1595
1595
1594
1594
1593
1592
1590
1589
1587
1585
1583
1582
1580
1578
1577
1576
1575
1571
1570
1567
200
12
11
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
İskender Paşa
Ayas Paşa
Tokatlızade Mehmed Paşa
Bali Paşa
Rüstem Paşa
Sofu Mehmed Paşa
Hadım Ali Paşa
İbrahim Paşa
Süleyman Paşa
Fil Yakub Paşa
Hüsrev Paşa Bıyıklı Mehmed Paşa 1550
1547
1544
1542
1539
1536
1534
1532
1530
1528
1521
1515
1564
1550
1547
1544
1542
1539
1536
1534
1532
1530
1528
1521
Diyarbakır Valilerin Vasıfları
Diyarbakır’ı yöneteceklerin vasıflarıyla ilgili olarak Ziya Gökalp şunları ifade
eder.
Ziya Gökalp’in Peyman gazetesinde yayınlanan “Diyarbekir nasıl bir vali
ister” isimli makalesinin de çok ünlü olduğunu ve bir hayli ses getirdiğini de biliyor
muydunuz?
Ziya Gökalp, 28 Haziran 1909 da yayınlanan Peyman gazetesinin ilk sayısında
yayınlanan “Diyarbekir nasıl bir vali ister” isimli makalesinde değindiği konuların
bugünde ihtiyacı duyulan bir konu olması açısından da ilginçtir.
Ziya Gökalp bu makalesinin bir bölümünde şöyle yazar:
“Diyarbekir’e vali olacak zatın yalnız hüsn-i niyyet sahibi, müstakim,
faal olması kafi değildir. Azm-i hürriyet-perveride tamamen mücahid (hürriyet
yandaşlığında mücadeleci) ve iğfalata kapılmayacak (aldanmayacak), telkinata
kulak asmayacak, suretde basir ve dekaayik-şinas olması da muktezidir (Etki altında
kalmayacak, ileri görüşlü ve prensip sahibi olması gerekir). İcraatı esasiyyeye
hasret-keş olan Diyarbekir Vilayeti, masa başında evrak havalesiyle idare olunamaz.
Kazalarda, sancaklarda, nahiyelerde gözle görülecek, elle yapılacak çok işler vardır.
Bu intizamsız ülkeye vali olacak zatda kuvvetli bir yürek, kuvvetli bir beyin,
kuvvetli bir pençe mevcut olmalıdır. Öyle bir yürek ki, havfu gazab (Korku ve
kızgınlık) yerine muhabbetle meşhun (Sevgi ile dolu), Öyle bir beyin ki, i’tiyat ve
taklide bedel fikr-i ibda’ile (Yaratıcılıkla) münevver. Öyle bir pençe ki, tereddütve
tehalüke mükaabil (aceleciliğe karşılık) azmi kat’i ile mücehhez (kesin karar sahibi)
bulunsun. İşte Diyarbekir böyle bir vali ister” (117).
201
Diyarbakır Valiliği
Resim 6. DiyarbakırValilik Binası (Foto: Fırat Türkoğlu)
Resim 7. DiyarbakırValilik konağı (Foto: Fırat Türkoğlu)
202
Resim 8. 1938 Lice Hükümet Konağı
Resim 9. 1938- Yenişehirde Birinci Umumi Müfettişlik Dairesi (74).
Resim 10. 1938 yılı idare binaları
Resim 11. Ergani eski hükümet konağı (2010 yılı)
203
Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Diyarbakır Milletvekilleri
Tablo 5. Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Kadar Diyarbakır Milletvekilleri
Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Kadar Diyarbakır Miletvekilleri
1. Dönem
2. Dönem
3.Dönem
Feyzi Pirinççioğlu
Cavit Ekin
Zekai Apaydın
Zülfü Tiğrel
Feyzi Pirinççioğlu
Zülfü Tiğrel
4.Dönem
Hacı Şükrü Aydındağ
Ziya Gökalp
Abdülhamid Hamdi
Zülfü Tiğrel
Zekai Apaydın
5.Dönem
Bedri Üçok
İbrahim Tali Öngören
Kadri Ahmet Kürkçü
İhsan Hamit Tiğrel
Zekai Apaydın
Huriye Öniz Baha
Mustafa Akif Tütenk
6.Dönem
9.Dönem
12.Dönem
Yok
Abdurrahman Ferit Alpiskender Alpdoğan Şen
7.Dönem
Yusuf Azizoğlu
Hilmi Güldoğan
10.Dönem
Yok
Şeyhmus Aslan
8.Dönem
Yusuf Azizoğlu
Vefik Pirinççioğlu
11.Dönem
Cavit Ekin
Adnan Aral
Ali Recai İskenderoğlu
Vedat Dicleli
Yok
Yusuf Azizoğlu
13.Dönem
14.Dönem
15.Dönem
Aydın Turgut Aytuç
Abdüllatif Ensarioğlu
Adüllatif Ensarioğlu
Hasan Değer
Behzat Eğilli
Mahmut Kepoğlu
Feyzi Kalfagil
Necmettin Gönenç
Bahattin Karakoç
Nedim Metin Cizreli
Sabahattin Savcı
Mahmut Uyanık
Ali Recai İskenderoğlu
Tarık Ziya Ekinci
Hasan Değer
Ali Recai İskenderoğlu Nafiz Yıldırım
Hasan Değer
Yusuf Azizoğlu
Yusuf Azizoğlu
Halit Kahraman
16.Dönem
17.Dönem
18.Dönem
Abdüllatif Ensarioğlu Cevdet Karakurt
Abdülkadir Aksu
Mahmut Kepoğlu
Özgür Barutçu
Mahmut Kepoğlu
Eşref Cengiz
Hayrettin Ozansoy
Nurettin Dilek
Bahattin Karakoç
Kadir Narin
Ferit Bora
Halil Akgül
Şeyhmus Bahçeci
Fuat Atalay
Mehmet İskan Azizoğlu
Ahmet Sarp
Hikmet Çetin
M.Yaşar Göçmen
Mahmut Altınakar
Mehmet Kahraman
Salih Sümer
204
Tablo 5 (Devamı). Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Kadar
Diyarbakır Milletvekilleri
Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Kadar Diyarbakır Miletvekilleri
19.Dönem
20.Dönem
21.Dönem
Hatip Dicle
Abdülkadir Aksu
Osman Aslan
Mehmet Salim
Ensarioğlu
Muzaffer Arslan
Nurettin Atik
Ahmet Fehmi Işıklar
Ferit Bora
Nurettin Dilek
Mehmet Salim
Mehmet Kahraman
Ensarioğlu
Mehmet Salim Ensarioğlu
Salih Sümer
Sacit Günbey
Abdülbaki Erdoğmuş
Mahmut Uyanık
Seyyid Haşim Haşimi
Sacit Günbey
Sedat Yurttaş
Ömer vehbi Hatipoğlu Seyyid Haşim Haşimi
Leyla Zana
Yakup Hatipoğlu
Salih Sümer
Sebgetullah Seydaoğlu Abdussamet Turgut
Salih Sümer
22.Dönem
23.Dönem
24.Dönem
Aziz Akgül
Mehmet Mehdi Eker
Mehmet Mehdi Eker
M.İhsan Arslan
Kutbettin Arzu
Mehmet Galip Ensarioğlu
Osman Aslan
M.İhsan Arslan
Mine Lök Beyaz
Mehmet Süleyman
Mesut Değer
Osman Aslan
Hamzaoğulları
Mehmet Mehdi Eker
Abdurrahman Kurt
Cuma İçten
Muhsin Koçyiğit
Ali İhsan Merdanoğlu Oya Eronat
Ali İhsan Merdanoğlu Aysel Tuğluk
Leyla Zana
Cavit Torun
Selahattin Demirtaş
Emine Ayna
Mehmet Fehmi Uyanık Gültan Kışanak
Altan Tan
İrfan Rıza Yazıcıoğlu
Akın Birdal Nursel Aydoğan
Şerafettin Elçi
1981 Danışma Meclisi üyeleri: Vehbi Dabakoğlu ve Ahmet Sarp
205
Resim 12. 1967 Yılı Senatör Ve Vekillerimiz
Resim 13. Merhum Diyarbakır Milletvekilleri
206
Osmanlı Dönemi Milletvekillerimiz
1908–1911
Osmanlı
meclis-i
mebusan milletvekillerimiz İbrahim
Efendi, Ziya bey, İstepen Çaıraçıyan
efendi, Kamil efendi, Mehmet Reşit paşa,
Kadir efendi, Rüşdi beydir (76).
2. Meşrutiyet Diyarbakır milletvekili
olarak önce belediye reisi Pirinçizade
Arif beyi görüyoruz. Vefat edince oğlu
Pirinççizade Fevzi Bey milletvekili
olmuştur. Yine Diyarbakır milletvekili
Rıza Efendi, Ergani’den Niyazi bey ve
Ergani’den İbrahim efendi de milletvekili
idi (77). 1843-1908yıllarında Osmanlı
mebusundaki 12 ermeni mebustan birisi
Diyarbakır’dandı.Bu Hovsep Kazazyan
efendiydi (119).
Resim 14-a. Diyarbakır Mebusu
Pirinççizade Feyzi Bey 1908 (77).
Resim 14 b.Osmanlı Ermeni mebusu Hovsep Kazazyan ve oğlu (118)
207
Resim 15. Birinci Dönem Diyarbakır TBMM milletvekili Abdülhamid Hamdi bey
Diyarbakırın Tarihi Stratejik Önemi
Diyarbakır kendisiyle yaşıt olan binlerce yıllık ve doğuda kalan Babil, Ninova
ile batı yakadaki Efes, Fasilis ve Truva bugün tarih sahnesinden silinmiş ve birer
arkeolojik kalıntı şehirlerdir. Ama Diyarbakır hala dimdik ayaktadır (106). Tarihte
Diyarbakır bir bölge, Amid ise bölgenin veya eyaletin merkezi idi.
Diyarbakır’ ı MS.639 ’da fethe gelen sahabe ordusunun başkumandanı İyaz
bin Ganem ‘Bilinizki bu şehir çok iyi korumaya sahiptir Burası Diyar-ı Bekir’in
gözüdür. Allah buranın fethini bize nasip ettiğinde Müslümanlar bütün Diyar-ı Bekir
bölgesine hakim olurlar’demiştir (107).
Martin van Bruinessen Hendrik Boeschoten, Akkoyunluların Diyarbakır’ı
başkent yapmasının stratejik öneminden ötürü olduğunu belirtir. Diyarbakır,
Bursa-Halep; Tebriz-halep ticaret yolu üzerindeydi. İpek ticaretinin yapıldığı yol
güzergahındaydı. Doğudan misk, ravent ve Çin porseleni, ters yöne ise Avrupa
yünlüleri, sırmalı kumaşları, kadifeleri, altın ve gümüşü gidiyordu. Akkoyunlular bu
stratejiyi iyi kavrayıp burayı başkent yaptı. Uzun Hasan’ın en önemli geliri de ipek
ticaretindendi (108).
İdrisi-i Bitlisi’nin Yavuz Sultan Selim’e yazdığı mektupta‘Özellikle Hamid
ahvali (Diyarbakır merkezi) fethedilirse etrafında bulunan bütün şehir ve kasabalar
elimize geçmiş olur. Böylelikle bölgemizde hiçbir düşman da kalmazdı’ demektedir.
(109) İdris-i Bitlisinin Yavuza gönderdiği belgede Diyarbakır ve önemi: Bilad-ı
Ekrad’ın Osmanlı devletine iltihakı İstanbul’un fethi zaferini tamamlayacak
208
derecede ehemmiyetlidir. Zira bu bölgenin ilhakıyla, bir taraftan Irak yani Bağdad
ve Basra’nın yolları, diğer taraftan Azerbeycan yolları ve bir diğer taraftan da Halep
ve Şam yolları açılmış olacaktır. Bende-i ahkar ve çaker-i efkar İdris (110).
Nitekim Stanford Shaw ‘Diyarbakır, Osmanlı’nın Azerbeycan ve Suriye
seferleri için önemli bir üstür.’demektedir (111). Amand von Schweıger-Lerchenfeld
isimli seyyah Diyarbakır ile ilgili şu yorumda bulunur. ‘Asya Türkiyesinin
güneydoğusundaki çeşitli vilayetlerin ortasında kalan merkezi konumu Diyarbekir’e
özel bir önem kazandırmaktadır (112).
Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde›Diyarbekir
vilayetinin bulunduğu kıta, dünyanın en güzel servet-i tabiiyyesi, en mebzul
parçasıdır. Tarih-i kadimin ekser sahaifi bu kıta ile iştigal eder’ demektedir (5/84)
(113).
Kavalalı Mehmet Ali paşa da Nizip savaşından sonra ana gaye olarak Urfa ve
Diyarbakır’ı tamamen ele geçirmek arzusundaydı. Ancak Ruslar bu olayı stratejik
gördü. Eğer Urfa ve Diyarbakır’a girilirse Rus ordusu Mısır ordusuna savaş ilan
edeceğini Kahire konsolosuna bildirdi (114).
Diyarbekir önemi gereği merkez olmuş, kendisine bölge bağlanmıştır. 1515
yılında Bıyıklı Mehmet Paşa Diyabekir beylerbeyi olmuştur. Bu eyalete 30 küsur
sancak ve vilayet bağlanmıştır. Mardin, Urfa, Birecik, Siverek, Elazığ, Arabgir, Kiğı,
Çemigezek bağlananlar arasındaydı.1515 ‘de fethedilen Bayburd, Erzincan, Kemah
ve İspir sancakları da ilk etapta Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır (115). Diyarbekir’i
idare edenlerin de önemli vasıfları olması gerekirdi. Diyarbakır 1515 tarihinde
eyalet merkezi olmuş, burası vezir rütbeli paşalar tarafından yönetilmiş, belirli bir
süre sonra sadrazamlığa yükselme söz konusu olmuştur (116). Özdemiroğlu Osman
paşayı buna örnek verilebilir.
Stratejik önemi nedeniyle 20. yüzyıl başında kurulması planlanan
devletlerin hepsinin içine Diyarbakır konmuştu:
— Suriye Şemmer aşireti, kurulan Suriye devleti içine Diyarbakır’ın
dahil olmasını istedi.
— Paris büyükelçisi Lord Crewe ve ABD barış komisyon uzmanları
Ergani ve Diyarbakır’ın Ermenistana dahil olduğunu ifade ediyordu.
— İngiliz delegasyonu Musul, Urmiye, Diyarbakır ve Urfayı içine alan
bir Nesturi devleti kurma gayretine girdi.
ADLİYE BİNASI
Diyarbakır’da adalet hizmetlerine çok önem verilmiş, Osmanlıdaki en kıdemli
hâkimler Diyarbakır’da görev almıştır. XVI. asırdan itibaren Diyarbakır kadılığı
‘mevleviyet’ payeli kadılıklar arasına girmiştir. XVI. yüzyıl ortalarından, XVII.
Yüzyıl sonlarına kadar Eyüp ve Üsküdar kadılığından alınan kadılara Diyarbakır
kadılığı verilirdi. Dihyarbakır’dan azlonunan kadılar Filibe ve Bağdat kadısı olurdu (17).
209
Diyarbakır Kadılarının Osmanlı Hiyerarşisinde Yeri
Diyarbakır kadısı olmak için ülkenin değişik yerlerinde tecrübe kazanmak
gerekiyordu. Bu açıdan Sinaneddin Yusuf Efendinin yükselme serencamına
bakılırsa; Bursa Emir Sultan medresesi, 1593’te Muradiye, 1596’da Çorluda Kanuni
Sultan Süleyman müderrisi, 1599’da Bursa sultanisi müderrisi oldu. 1600’da Eyüp
kadısı; 1601’de Yenişehir, 1602’de Manisa, 1605’te Filibe, 1609’da Diyarbakır
kadısı oldu. Kâtip Mahmut Efendi: 1573’te Bağdat kadısı oldu, iki yıl sonra
Diyarbakır kadısı oldu. Burada vefat etti. Emir Hasanzade Suudi Efendi: 1588’de
Halep 1590’da Medine ve müteakiben Diyarbakır kadısı oldu ve 1 sene sonra vefat
etti (18). Diyarbakır kadıları Osmanlıda en yüksek maaş alan bürokratlardandı.
Diyarbakır kadısı günde 500 akça maaş ve yılda 800.000 akça tahsisat alır (10).
Demokratik ortam geçmişte Diyarbakır’da hakimdi. Yargı alanında da
gayrimüslimlerin etkin görevlerde bulunduğunu görmek mümkündür. Tanzimat
ile ikiye ayrılan mahkemelerden, Şeriyye Mahkemeleri’nde gayrimüslimler
yer almazken, Nizamiye Mahkemeleri’nde özellikle; istinaf hukuk, istinaf ceza,
bidayet hukuk ve Ticaret Mahkemelerinde ise neredeyse gayrimüslimler eşit
oranlarda yer almışlardır. 1301 tarihinde Diyarbakır’da bulunan avukatlardan biri
müslüman iken, 4’ü gayrimüslimdir. 1308’de Diyarbakır’da bulunan avukatların
dördü de gayrimüslimdir. Bunlar; Bogos Efendi, İrmoş Efendi, Aynokyan Efendi,
Dabağyan Natık Efendi’lerdir. Ticaret Mahkemesi’nin reisi müslüman iken, daimi
azalardan biri gayrimüslimdir. Yerel güvenlik teşkilatının henüz yapılandırıldığı
Tanzimat sonrasında, polis taburlarında gayrimüslimlere de yer verilmiştir.
1308/1890 tarihinde, polis taburunda Kırikor Efendi adında iki ayrı polis görevlisi
yer alırken, 1317/1899 tarihli salnamede bu kategoride görevli 9 memurun ikisi
gayrimüslimdir. Bunlar; Hanna Efendi ve Mığırdiç Efendi’dir. 1301 tarihinde,
mevcut bulunan Polis Meclisi’nde Mülazım-ı Sani derecesinde Ohannes Efendi
görev almıştır. 1302’de polis taburunun 1. bölüğünde 1 müslüman ve 2 gayrimüslim
görevlidir. Hapishane Müdüriyeti’nde 1. sınıfta 2 gayrimüslim, 2 müslüman, 2.
sınıfta ise sadece gayrimüslimler yer almıştır (19).
19. yüzyılla ilgili en değerli bilgileri Resmi valilik yıllığı olan Salnamelerde
bulabiliyoruz.
19. Yüzyıl Diyarbakır Salnamelerine Göre Adliye Ekibi.
İstinaf Kalemi
Başkâtib Tevfik Bey
Hukuk Dairesi Zabıt Kâtibi Abdülkadir Kemali Efendi
Hukuk Dairesi Zabıt Kâtibi Mehmed Kemal Efendi
Ceza Dairesi Zabıt Kâtibi Abdülhamid Naili Efendi
Ceza Dairesi Zabıt Kâtibi Abdurrahman Fazlı Efendi
210
Bidayet Hukuk Mahkemesi
Reis Ali Naili Efendi (Sâlise)
Aza Mahmud Efendi
Aza Papasyan Yosef Efendi
Aza Mülâzımı Abdülcelil Efendi
Bidayet Ceza Dairesi
Reis Mucib Efendi
Aza Hacı Şerif Efendi
Aza Kürkçüyan Yosef Efendi
Aza Mülâzımı Hanna Efendi
Müdde’î-i Umumi Muavini Necati Efendi
Bidayet Kalemi
Başkâtib Osman Nuri Efendi
Hukuk Zabıt KâtibiKarabet Efendi
Hukuk Zabıt KâtibiCemil Efendi
Ceza Zabıt KâtibiZünnun Bey
Ceza Zabıt KâtibiHasib Efendi
İstintak Dairesi
SermustantıkMünir Bey
İkinci MustantıkNazif Efendi
Mustantık MukayyidiMehmed Ali Efendi
İcra Dairesi
İcra Memuru Said Efendi İcra Mübaşiriİbrahim Halil Efendi
Evrak Kalemi
Müdür Osman Sakıb Efendi (Saniye 10 Za 306)
Mukayyid Hasan Efendi Mukayyid Arif Bey
Mukayyid Ahmed EfendiMukayyid Hikmet Efendi
Mukayyid Sabri Efendi Hamişe Mukayyid Abdülmesih Efendi
Mukayyid Baki Efendi
Mukayyid Mehmed Efendi
211
Sicilli Ahvali Memurin Komisyonu
Reis Mektubî-i Vilayet Aza Mektubî Mümeyyizi Zülfikar Efendi
Aza Meclis Başkâtibi Feyzi Efendi
Aza Evrak Müdürü Osman Sakıb Efendi
Aza Muhasebe Mümeyyizi Vahid Efendi
Aza Mektubî Müsevvidi Hüseyin Sıdkı Efendi
Aza Mektubî Müsevvidlerinden Ragıb Efendi
Kâtib Mektubî Hulefâsından Şevket Efendi
Mahkeme-i Şer’-i Şerif
Başkâtib Abdülkadir Hakkı Efendi Edirne Müderrisi (13 Ra 309)
Mukayyid Yusuf Necib Efendi
Müsevvid Ahmed Efendi
Zabıt Kâtibi Zülfikar Efendi
Mübeyyiz Halil Sırrı Efendi
Müsevvid Mehmed Şükrü Efendi Mübeyyiz Sıdkı Efendi
Vilayet Devâir-i Adliyesi
Vilayet Adliye Müfettişleri
Yaver Efendi Mütemayiz Selim Hindi Efendi Mütemayiz
Encümen-i Adliye
Reis İstinaf Mahkemesi Reis-i Evveli Mehmed Tevfik Efendi
Aza İstinaf Mahkemesi Ceza Reisi Hüseyin Yahya Efendi
Aza İstinaf Müdde’î-i Umumis Sıdkı Efendi
Aza Bidayet Mahkemesi Reis-i Evveli Ali Nailî Efendi
Aza Bidayet Mahkemesi Ceza Reisi Mucib Efendi
Aza Merkez Müdde’î-i Umumi Muavini Necati Efendi
Encümen Kâtibi Mehmed Tevfik Bey
İstinaf Hukuk Mahkemesi
Reis Mehmed Tevfik Efendi
Aza Subhi Efendi İzmir Pâye-i Mücerredi (25 Za 310)
Aza Abdülgani Bey
Aza Fethullah Efendi
Aza Çelebioğlu Rızkullah Efendi
Aza Mülâzımı Hacı Remzi Efendi
212
İstinaf Ceza Dairesi
Reis Hüseyin Yahya Efendi Mütemayiz (12 Ra 312)
Aza Arif Bey (Sâlise)
Aza Ahmed Efendi
Aza Naum Efendi
Aza Çıracıyan Stepan Efendi
Diyarbakır Mahkeme-i Şer’iyye ketebesinden: Abdülrezzak efendi,
Mustafa efendi, Zülfikar Efendi
Diyarbekır Mahkeme-i şer’iyye Muhzırı: Ömer ağa
Diyarbakır Mahkeme-i Şer’iye mukayyidi: Mahmud Zeki Efendi
Diyarbakır Mahkeme-i Şer’iyye Zabıtı katibi: Yusuf Neci efendi
Diyarbakır naibi: Ahmed Hilmi efendi (20).
Mehmed Halid Bey
Kıbrıslı olup 1851 yılında Lefkoşa’da doğdu. Babası Hacı Mustafa Necati
Efendi’dir. Diyarbakır Vilayet Salnameleri’ndeki kayıtlara göre, Hicri 1300 (Miladi
1882–1883) yılında saniye rütbesiyle Diyarbakır İstinaf Mahkemesi Ceza Dairesi
ikinci başkanlığını Hicri 1301 (Miladi 1883–1884) yılında ise yine aynı rütbeyle aynı
mahkemenin başkanlığını yaptı. Hukukçu olarak Diyarbakır’daki hizmet süresi beş
yıldır (61).
Kâtip ve Mukayyidler
XIX. yüzyıl ilkyarısındaki dönem Diyarbakır mahkemesinde başkâtipten
ayrı olarak, üç kâtip daha görev yapmaktaydı. Görevde bulundukları mahkemelerde
yapılan duruşmaları saati saatine sicillere kaydetmenin yanı sıra, merkezden gelen
ferman, buyruldu, mektub, berat ve naiblerin verdikleri hüccet, ilâm ve benzeri yazıları
sicillere kaydetmek görevininin kâtip ve mukayyidlerce yürütüldüğü bilinmektedir.
Kâtip ve mukayyidler de diğer mahkeme görevlileri gibi naiblerin mürâseleri
ve padişahın beratı ile atanmakta idiler. Genellikle kâtipliğe tayin edilen kişiler bir
yerde kâtiplerin yardımcıları durumunda olan Mukayyyidler arasından seçilmekteydi.
Meselâ 17 Aralık 1785 tarihinde Amid Mahkemesinde kâtip olan Ebubekir Efendi
vefat ettiğinden hizmeti boş kalmış ve yerine aynı mahkemede mukayyid olan
Mevlâna Sadullah tayin edilmişti. 21 Mayıs 1792 tarihinde de kâtip Hafız Ali
Efendi›nin ölümü üzerine söz konusu göreve aynı mahkemede mukayyid olan Seyyid
Hüseyin getirilmiştir. Kâtip veya mukayyid tayininde başkâtibe hitaben gönderilen
mürâselede, söz konusu görevlere tayin olunacak kişilerin kâtip veya mukayyid
olarak tayin edildikleri belirtildikten sonra, mahkemede istihdam edilmeleri ve doğru
yoldan çıkmamaları tembih edilmekteydi. Mahkemelerde kâtip veya mukayyidlik
görevini yürütenler yukarıda belirtilen görevlerinin yanı sıra «Şühûdü’1-hâl in de
213
değişmez üyeleri olup, bu hizmeüeri karşılığında belirli bir ücret almaktaydılar.
Bunun dışında yürüttükleri görev karşılığı olarak aldıkları ücretler konusunda fazla
bir bilgiye sahip değiliz. Tereke taksiminden de belirli bir ücret alan bu görevlilerin
daha başka gelirlerinin olduğu söylenebilir.
Eldeki belgelerden söz konusu görevlilerin görev sürelerini belirlemek de
mümkün olmamıştır. Bununla birilikte kâtip ve mukayyidlerin gerek görüldüğünde
görevden alındıklarına bakılırsa, söz konusu görevlerin devamlılık göstermediği
söylenebilir. Mesela 13 Aralık 1793 tarihinde Amid Mahkemisinde mukayyid olan
el-Hâc İbrahim Efendi mukayyidlik hizmetinde istidadı olmadığı için bu görevden
alınarak yerine Ferdi Ahmed Efendi tayin olunmuş idi. 5 Aralık 1822 tarihinde ise
mukyyid olan Abdurrahman Efendi bi’l-iktiza azl edilmiş ve yerine Mehmet Esad
Efendi tayin edilmiştir.
Muhzırbaşı ve Muhzırlar
Diyarbakır mahkemesinde de diğer şehirler de olduğu gibi, mahkemenin
güvenliği muhzırlar tarafından sağlanmaktaydı. Davalıları mahkemeye getirip
götürme görevini üstlenen muhzırlar, yerinde bir benzetme ile Mustafa Akdağ
tarafından “Adlî Polis” olarak isimlendirilmişlerdir. Muhzırbaşılar da bu Adlî
Polislerin Reisi durumundadır.
Muhzırbaşılık görevi XVI. yüzyıl sonlarına kadar Berat-ı padişahî
ile Altıbölük sipahilerine verilen bir hizmet durumunda idi. Daha sonraları
yeniçerilerden de bu görevi alanlar ölmüş, XVII. yüzyıldan itibaren ise “Dergâh-ı
Mu’alla kapucubaşılığına” mensup kişilere de, tevcih edilmeye başlanmıştır (7).
Bölge Mahkemesi
Diyarbakır tarihte bölgeye de hizmet veren bir merkezdi. Sultan Abdülhamid
zamanında bazı illerde valilik olmasına rağmen başka illere temyiz mahkemesine
gidildiğini görülür. Örneğin Elazığ’daki dava için Diyarbakır’a gitme zarureti vardı
(21).
İç Kaledeki Adliye binası 1891–1893 tarihleri arasında yapılmıştır. Adliye
binası İç Kaleye Artuklu kemerinden girince hemen soldadır ve dikdörtgen şeklinde
bir binadır.
Resim 16. 1933 Yılı İç Kale’de Eski Hükümet Konağı
(Eski Adliye Binası) (14)
214
Resim 17. Günümüzde Restorasyonu Bekleyen Eski Adliye
Resim 18. Günümüzde restorasyonu bekleyen Eski Adliye’nin giriş kapısı
Adliye hizmetlerine verilen önemi Resim 19 da resmi belgelerde de görüldüğü gibi
yeniden inşa edilmekte olan Diyarbakır adliye dairesi için gerekli olacak parayla ilgili Sadarete
gönderilen yazı (22).BOA, BEO, 42216 (2 Şubat 1895).
Resim 19. Adliye Binasının
yeniden inşası ile ilgili belge
215
Resim 20. Lice Adliye sarayı– 1965
Resim 21. Eski adliye binası- Silvan
Resim 22. Ergani eski Adliye binası– 1966 Foto: Adil Öztürk (78).
216
Kutsal Topraklarda Kadılık Yapan Diyarbakırlılar
Hüseyin Diyarbekri 1573’te Mekke kadılığı yapmıştır. Hamis isimli tarih
eser, Kâbe ve mescid haramın mufassal tasviri isimli Hidiv kütüphanesinde bulunan
yazma eseri vardır (79). Mukaddes emanetleri Mekke şerifi ile birlikte Yavuz’a
teslim eden kişidir. Nakipoğlu, 2 asır önce Medine kadılığı yapmış, ayrılırken
Diyarbakır’a ait olmak üzere sakal-ı şerif hediye edilmiştir.(Kaynak: Mevlüthan
Mustafa). Kasım Gubari Efendi, H.1027 yılında Nakibül Eşraf makamına
getirildi. Diyarbakır, Mekke ve İstanbul kadılığı yaptı. Gubari yazı biçimini icat etti.
El Amidi Mela Çelebi, 1066 yılında vefat etmiştir. Şam kadılığı yapmıştır (80).
Mekke kadısı Hacı Ragıp Bey: Canip Yıldırım, Ragıp bey’in anne tarafından atası
olduğunu belirtir (81). İsmail XVII. yy’da yaşamıştır. Siyaset-i şer’iyye ve riyaziye
isimli eserleri vardır. 1721’de Medine kadısı olmuştur (82).
Kanunları Kim ve Nasıl Hazırlardı?
Diyarbekir Eyaletine ait Yavuz devrindeki kanunnamelerin, Osmanlı ve Hasan
Padişah Kanunları esas alınarak hazırlandı. Kanunnamelerin baş taraflarındaki
izahlardan anladığımıza göre, bu kanunları kaleme alanlar, başta İdris-i Bitlisi ve
Diyarbekir Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa ve Eyalet merkezi kadısıdır. 1520’de
vefat eden İdris-i Bitlisi, din âlimi tarihçi ve devlet adamıdır. 1515’de önce Bayburd
ve Erzincan idareciliğine getirilen sonra da Diyarbekir Eyaleti beylerbeyliğine
tayin edilen Bıyıklı Mehmet Paşa ise Yavuz’un gözde valileri arasındadır.
Diyarbakır kadısının en az bir mevliyet kadısı olduğunda şüphe yoktur. Kanunların
hazırlanmasında, her mahallin ileri gelenleri, Kethüdalar ve ilim adamlarının
bulunduğu da görülmektedir. Bunları kanunların başından öğrenmek mümkündür.
Zikredilen ehliyetli kalemlerce yazılan kanunnameler, tapu tahrir defterleriyle beraber
padişaha arzedilmekte ve tastik edilince kanun hüviyetini kazanmaktadır. 1518 tarihli
defterden Amid kadısının Mevlana Abdullah Çelebsi ve Diyarbekir Kethüdasının da
Bali Bey olduğunu anlıyoruz. Bu kanunnamelerde para birimleri, sıvı, ağırlık ve alan
ölçüleri Akkoyunlular’a ve mahalli adetlere göre zikredilmiştir (84).
Osmanlı imparatorluğunun değişik illerinde Diyarbakır’lı Müftü ve
Adliye teşkilatı elemanlarını Sicil-i Ahval dosyalarının incelenmesi şu şekilde
öğrenilmektedir (83):
Cilt/
sayfa
1/347
V/23
I/397
I/397
V/113
Adı
Baba adı
Doğum yeri Doğum-Ölüm
Feyzullah ef.
Ahmed cemil
İsmail ef
Mehmed faik
Ahmed Fehmi ef
Ahmed ef
Ramiz
İsmail ağa
Mehmed ef
Hüseyin ef
Diyarbakır
Diyarbakır
Diyarbakır
Diyarbakır
Çermik
1293(h)1268(h)1288
1303(h)-
217
III/169
I/329
II/459
II/459
IV/117
IV/117
II/345
Mesud ef
Mehmed Hulusi.
ef.Seyyid
Ahmed Hilmi ef Yusuf ağa
İbrahim Halil
Abdülhamid
ef.Müftizade
Zülfikar ef
Hayrullah ef
Mehmed Sabir ef Ömer ef
Yusuf Necibe f.
Mehmed ef.Şeyh
Abdurrahman
Ahmed ef.Hacı
rahmi
Mehmed ef
Sibgatullah
Diyarbakır
1271(h)-
Diyarbakır
Ergani
1257(h)-1317 h
1266(h)-
Diyarbakır
Diyarbakır
Diyarbakır
Lice
1274(h)1300(h)1280(h)-1332h
1288(h)-
Lice
1268(h)
Mehmed Salih
Abdülfettah ef
Lice
1271(h)
Mustafa ef
Osman ef
Lice
1282(h)-
Abdülkadir ef
İsmail ef
Hani
1277(h)-
Ahmed Şükrü
Mustafa ağa
Lice
1287(h)-
Mehmed Said
Ömer ağa
Diyarbakır
1303(h)-
Mustafa Vasfi ef
İbrahim ağa, hacı Çermik
1281(h)-
Burhaneddin ef
Ali ef
Ergani
1287(h)-
Ali Ulvi ef
Hüseyin ağa
Ergani
1300(h)-
Mehmed şerif ef
Mahmud
b.Zülfikar ef
Ahmed ef
Ergani
1281(h)-
Ergani
1303(h)-
Hasan ağa
Topaloğlu
Halil ef
Ergani
1287(h)-
Ergani
1300(h)-
Abdülgani ef.
Seyyid
Yusuf Ziya ef
Diyarbakır
1286(h)-
Diyarbakır
1264(h)-
Hüseyin Hüsnü
Diyarbakır
ef
Ahmed Hamdi ef Diyarbakır
Sadık ef
Diyarbakır
1299(h)-
Diyarbakır
Diyarbakır
1300(h)1281(h)-
Mustafa Kemal
ef
Mehmed Şükrü
ef
İsmail hakkı ef
VI/232
İbrahim ef
Mahmud ef
Muhyiddin ef
VI/225
VII/146
VI/75
VII/88
218
Mehmed said ef
Mehmed Necati
ef
Mehmed sabir ef Ömer ef
Mehmed Salih ef Hüseyin Salih ef
1300(h)-1331
1277-1336
ATATÜRK MÜZESİ
Yapının adı Atatürk Müzesi olup, İç Kalede bulunmaktadır. 1906’da İç Kalede
Umumi müfettişlik binası olarak yapıldı. Bu bina 1917’de Mustafa Kemal’e çalışma
mekanı olmuştur. Atatürk 5 Mart 1917 yılında. Ordu Komutanlığına atanınca, 13
Martta Diyarbakır›a gelmiştir. Silvan da bulunan 16. Kolordu karargâh komutanlığı
2. ordu karargâhını oluşturmak üzere Diyarbakır›a alındı. Karargâh binası İç Kalede
bulunan ve halen Atatürk Müzesi olarak faaliyet gösteren yapıya taşınmıştır.
Resim 23. İç Kaledeki Atatürk Müzesi
Tarihçesi
Mustafa Kemal Pasa Birinci Dünya Savasında 5.3.1333 tarihinden 9.7.1333
(1917) tarihine kadar ikinci orduya kumanda ettiği zamanlar Diyarbakır’da
bulunmuş ve bu binada çalışmıştır. Binanın inşa tarihi ve sahibi hakkında açık
bilgi bulunmamaktadır. İç kalede bulunan resmi yapılarla aynı tarihte yapıldığı
muhtemeldir. Genel müfettişlik kurulduğu günden 1938 Temmuzuna kadar
buradaki binada çalışılmıştır. Bu bina Genel Müfettişin oturduğu bina olup,
1916 da 2. ordu komutanlığı karargâhı olmuştur. (o zaman üst katı yapılmamıştı.
I. Meşrutiyetin ilanından önce ülkede baş gösteren karışıklık Diyarbakır’da da
etkisini göstermiştir. 1906’da hürriyetin ilanıyla imar faaliyetleri tekrar Atatürk’ün
ikametinden sonra bu bina muhtelif askeri maksatlarla kullanılmış olduğundan bina
askeri şube başkanlığının işgalinde bulunduğu sırada 7. kolordu komutanı bulunan
korgeneral Şükrü Olcay tarafından Komutan Atatürk Müze ve Kütüphanesi olarak
hizmete girmesi kararlaştırılmış ve binada restorasyon ve onarım faaliyetlerine
girilmiştir (4).
219
Resim 24. Umumi Müfettişlik Binası (Atatürk müzesi) arka taraf
Mustafa Kemal Paşa Kulp ve Hazro
Rusların Diyarbakırı ele geçirmek için üç yol seçeneği vardı a) Bitlis yolu b)
Bingöl yolu c) Kulp yolu.
En önemlisi Kulp yolu idi. Buradan geçilirse Diyarbakır ele geçmiş demekti.
Bu açıdan Ahmet İzzet paşa ve M. Kemal düşmanı kulp boğazına çekmeyi planladı.
8.Fırkamız hazırlanmıştı.14 yaşından büyüklerin çatışmaya alındığı 7 aşiret Konuklu
Şeyh Muhammed Emin komutanlığında savaşa katıldı ve Boğazın iki yakasına
siperler kazıldı. Ruslar Pomak mevkiine gelince ateş başladı. Ruslar büyük zayiat
vererek çekildi. 16.000 kişi esir alındı. Kulpta 6500 şehit verdik. Bu noktada buraya
bir anıt çok yakışır. M. Kemal Kulp, Şenyayla ve M. Kemal çeşmesi denen mevkide
üç yerde çadır kurdu. M. Kemal paşa ordusunun ikmalini yapmak üzere KulpŞenyayla yolunu yaptırdı. 3 ayda Kulp ve köylülerin yardımıyla yol bitti.
Erzurum’da Ruslara karşı kazanılan zaferle Aziziye tabyasında şehitlerimize
gösterilen anıt ve saygıyı Kulp›ta da bekliyoruz. Aziziye tablasında 1000 şehidimiz
var, alınan esir sayısı ise 2000 idi. Kulp’lu Hakkı Tel’in anlattıkları: Babam Sabri,
Mustafa Kemal Paşa’nın milis kuvvetlerinde binbaşı idi. Osmanlı başarı madalyası
aldı. Kulp’ta büyük evimizi boşaltarak Paşa’nın emrine verdi. Paşa Şin yaylasında
çadırını bir ceviz ağacının altında kurdurmuştu. Temmuz ayında Ruslar taarruza
geçtiler; 8. Fırka çok zayiat verdi. Darakuluk’ta yapılan bu savaşta Alay kumandanı
Recai Bey şehit oldu. Mersinli Binbaşı Turgut Bey bacağından yaralandı. Hastahane
olarak kullanılan evimize getirildi; tedavi sırasında o da öldü. 8.Fırka kumandanı
Rifat Beyle Anduk dağına çıkıldı. Rus taarruzunu durdurmak için tedbirler düşünüldü.
Hakkı Tel Rus ilerlemesini durdurmak için Kulp ve çevresindeki köylülerle kadın,
erkek ve çocuk demeden çalıştılar, çarpıştılar. Orduya yardımcı oldular. Babalarımız
ezeli düşmanımıza yurdumuzu çiğnetmemek için canlarını verdiler (62, 63).
220
Hazro’lu Budakların fedakârlığı: 16. Kolordu komutanı olarak Silvanda
görev yapan M. Kemal askerin iaşesini düşünüyordu. Paşa birgün Hazroda Mehmet
Budak’a karargâh subayları ile misafir olur. Öğle yemeği çok mükemmeldi. Ancak
paşa asker açken sofraya oturamam dedi. Mehmet Budak Bey sofraya oturun, askerin
1 aylık ekmek ihtiyacı benden dedi. Mehmet Budak Bey 240 ton buğday, Hatip bey
120 ton buğday ve halk da 150 ton buğday hibe etti (63). 1936 yılında tüm Diyarbekir
buğday mahsülünün 7235 ton olduğunu hatırlarsak bu verilen buğday miktarının
çok önemli olduğu görülür (64). Mustafa Kemal, Milli mücadelenin başlangıcında
Hazro’da Memet bey’in evine misafir olur. Bir gün Memet bey’e sorar.’Hazro dağları
beni korur mu diye’.İşler yolunda gitmezse, güvenli bir yer arayışı bu. Tabii diyor ki
Memet Bey Atatürk’e,’ Paşam Hazro dağları sizi korur’ (63,65).
CEPHANELİK
1900’lü yılların başında yaptırıldı. Atatürk müzesinin yanındadır. Cephanelik
olarak kullanıldığı gibi Ziraat bankasına da mekân olmuştur. İçkale Osmanlı
öncesi dönemde de cephaneliğe ev sahipliği yapıyordu. Kazılar sırasında 74 ve
75 numaralı burçlar arasında Osmanlı dönemi ve öncesine ait olduğu belirlenen
içerisinde ok, mızrak başı, kılıç ve kalkan gibi dönemin silahlarından çok sayıda
bulunan bir cephanelik ortaya çıkarıldı. Diyarbakır tarih itibariyle stratejik
bir bölgede olması, ticaret yollarının kesiştiği noktada bulunması nedeniyle
savunmaya çok önem vermiş, İçkalede Savunma sanayi kurulmuştur.
Resim 25. Cephanelik Binası
Diyarbakırda Savunma Sanayi
Osmanlı döneminde Diyarbakır’da büyük bir Tophane vardı, burada top
dökülmekteydi (85). Bakır harp sanayinde önemli bir madde idi. Bakır, kalay ve
çinko karışımından toplar ve diğer silahler, silahların bazı bölümleri yapılırdı. Bakır
üretimine Ergani önemli bir üretim yeri olarak ön plana çıkmıştır (86).
221
Tarihte Diyarbakırın savunma sanayi alanında ileri olduğu hatta İstanbul’a
da yardımcı olduğunu görülür. 2 Nisan 1842 tarihinde tophane ferikine gönderilen
tahrirat müsveddesinde ‘Diyarbakır’da dökülerek Diyarbakır müşiri Zekeriya Paşa
tarafından İstanbul’a getirilen 6 kıta Obüs topu ve koşum ve yuvarlak vesaire’nin
Tophaneye teslim edildiğini gösteren kayıt, bu dönemde Diyarbakır İç kalesinde bir
dökümhane olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
25 Aralık 1814 tarihli bir belgeden, dökümhanenin daha bu tarihlerde
bulunduğunu tespit etmekle beraber 3 Ekim 1843 tarihli hülasadan ‘Diyarbakır
dökümhanesinin Zekeriya Paşa tarafından küşad edildiği anlaşılmaktadır.
29 Eylül 1785 tarihli bir belgede İçkalede 51 topçu olduğunu görülür.
BA.,Cevdet,Asker, No.25257-BA., Cevdet Askeri, No.9745-BA.,Cevdet Askeri,
No. 3228 (11). Diyarbakır Osmanlı sınırları içindeki birçok bölgeye de katkıda
bulunduğunu tarihi belgelerden öğrenmekteyiz.
Savunma sanayinde de Diyarbakır’ın önde olduğunu ve katkılarda
bulunduğunu öğreniyoruz: Amid şehrinde bir güherçile imalathanesi olduğu, Halep
ve Trablusşam’a güherçile gönderildiğini belgeler göstermektedir (BA, MD, nr.5,
s.380; BA, MAD, nr.2775.s.196). 1566’da Erciş kalesinin yeniden yapılışında
kullanılmak üzere gereken toplar (50 adet darpzen) Diyarbekir’de döktürülmüştür
(İslam Ansiklopedisi.9.467).
Tüfek İmalatı
Osmanlı dönemi Diyarbakır kalesi tüfenk imalatında önemli bir merkezdi (87).
Kılıç, Ok, Hançer, İmalatı
Evliya Çelebi’de Amid (Diyarbekir) notları: “Tamamı 2008 adet dükkan,
bayındır çarşıyı, o güzellik pazarını meydana getirir. Fakat sipahi pazarındaki
bedesten gayet bakımlı, süslü ve iki tarafı demir kapılı, sağlam taş yapıdır. Bu bölgede
işlenen kılıç, gaddare, külünk, balta, ok, hançer, mızrak yalmanı ve ok peykanı başka
yerde işlenemez” demektedir (88).
Ziraat Bankası
Cephanelik binası Ziraat bankası olarak da hizmet vermiştir.Ziraat bankasının
Diyarbakır tarımına ciddi katkıda bulunduğunu Osmanlı belgelerinden öğreniyoruz.
Örneğin (BOA, BEO, 159734.30 Mart 1903) Diyarbakır vilayetinde bir numune
çiftliği tesis olunmak üzere kuruluş masrafları için bir defaya mahsus olmak üzere
100.000 kuruş ile ziraat faaliyetlerine harcanmak üzere senelik olarak da 28.000
kuruşun Ziraat bankasından karşılanması (22).
CEZAEVİ
Yapının adı Atatürk Müzesi olup, İç Kalede bulunmaktadır. İçkale surlarının
kuzey ucunda yer alan yapı uzun yıllar Hapishane binası olarak kullanılmıştır. Yapının
giriş kapısı üzerinde farklı dönemlere ait kitabeler bulunmaktadır. Bu kitabelerden
222
en son tarihli olan da yapının, Hasan Paşa zamanında tamir edilip Hapishane olarak
faaliyete geçirildiği anlaşılmaktadır Hapishane binası ilk olarak şimdiki Adliye
binasında bulunuyordu. 1298’de yeni bir hapishane yapılması emri verilmişse de
1305 (1887) tarihinde Vali Hacı Hasan Paşa zamanında şimdiki hapishane binası, bu
işi görecek fonksiyona kavuşturulmuştur (3,4).
İnsani ölçülerde hapishane yapılması ile ilgili çalışmalar yapıldığını Osmanlı
belgelerinden öğreniyoruz (22). Hapishane hizmetlerini kaliteli şekilde verilmesi
için de iyi bir ekibin olduğunu görülmektedir.
Resim 26. Eski Cezaevi
Resim 27. İçkalede Eski Cezaevi ( Foto: M.Sutlas)
223
Resim 28. İçkalede Eski Cezaevinden Başka Görünüş
1 Haziran 1882 tarihinde Diyarbakırdaki mevcut hapishane güvenli ve yeterli
olmadığından, yeni bir hapishane yapılması için Dâhiliye nezaretine sunulan proje
ve yazı aşağıda görülmektedir.
1980 yılında meşhur olan Diyarbakır cezaevi sicil olarak bir leke idi. Ancak
Osmanlı döneminde hapislere karşı yaklaşım çok iyiydi. Tarih08R/1315 Hicri. Dosya
No.12. Gömlek No. 8. Fon Kodu. DH. TMIK. S. Başbakanlık arşiv belgelerine
bakıldığında; Diyarbekir vilayetleri dahilindeki hapishane ve tevkifhanelerin
ıslahı için gereken tamirat ve tecdide bir an önce başlanmasıyla, burada bulunan
mahkumlara ait tayinatların tedariki vardır.
224
Mahkûmlara Sanat Öğretilmesi
Resmi devlet belgesi olan 1869 yılı Diyarbakır
salnamelerinde Mahbusinin hapishanelerde sanayi
ile iştigaliyle esbab-ı maişetlerinin tedarik ettirilmesi
hakkında hüküm vardır (95).
Tarihi eşya ve eser kaçakçılığının önlenmesi; Resmi devlet belgesi olan
1869 yılı Diyarbakır salnamelerinde 9 Ağustos 1286 ve 23 Temmuz 1290 seneli
emirname bu hususla ilgilidir. Uyuşturucu ile mücadele; Resmi devlet belgesi
olan 1869 yılı Diyarbakır salnamelerinde Esrar satanların 1 yıl hapis edilmesi ile
ilgili emirname. Silah kaçakçılığı ile mücadele; Resmi devlet belgesi olan 1869
yılı Diyarbakır salnamelerinde Barut imaliyle iştigal eden kesanın men ve tatil-i
imalatına ceyedlerinde bulunan barut ve edevatın zabtına dairdir (95).
19. yüzyıl Diyarbakır salnamelerine göre
Hapishane Memurları
Müdür Ahmed Şefik Efendi
Müfettiş Asâkir-i Şahane Alay Kâtibliğinden
Mütekâ’id Halil Tahsin Efendi Rusya Muharebe Madalyası
İmam Ali Efendi
Kâtib İsa Ruhi Efendi
Bir hoşgörü örneği: Gayrimüslim
Hapishane Müdürü
Hapishane Müdürü Kevork Çarşafçı
(Project Save) Osman Köker sergisi.
225
GÜVENLİK TEŞKİLATI
19. yüzyıl salnamelerine göre Güvenlik teşkilatı
Merkezi Vilayette Müstahdem Polis Memurları
Serkomiser Ahmed Tevfik Efendi İkinci Sınıf Komiser Mustafa Asım Bey
İkinci Sınıf Komiser Mehmed Said Efendi Beşinci Mecidî 4 M 309
Üçüncü Sınıf Komiser Yusuf Raci Efendi Sâlise 29 Za 311
Üçüncü Sınıf Komiser Abdurrahman İzzet Efendi
Üçüncü Sınıf Komiser Abdülkadir Hicabî Efendi
Üçüncü Sınıf Komiser Mehmed Nuri Efendi
Polis Memurları
Hüseyin Hüsnü Efendi Mahmud Galib Efendi
Halil Hayalî Efendi Mehmed Sabri Efendi
Abdülkerim Efendi Süleyman Salim Efendi
Mehmed Sadık Efendi Bahaüddin Efendi
Abdülkerim Şevki Efendi Mıgırdıç Efendi
Güvenlik Ve Diğer Hizmetler
Güvenlik yeniçeri serdarlarınca sağlanmaktaydı. Mahalle imamlarının dini
görevlerinin yanı sıra mahallenin asayişi ve rahatının sağlanmasıyla ilgili görevi de
vardı. Yargı kadı tarafından ifa edilmekteydi. Mahkemede başkâtip, kâtip, muhzırbaşı
ve muhzırlar ve nöbetçiler de vardı. Devlete ait yapıların inşa ve tamirinden bina
eminleri sorumluydu (6).
Yeniçeri Serdarı
Klasik Osmanlı şehir yönetiminde XV. ve XVI. yüzyıllarda şehirlerin
güvenliği, subaşılar ve onlara bu işte yardım eden yatakçılar (Ases, Pasban)
tarafından sağlanmaktaydı. Ancak 1558 Bayezıd isyanından sonra, kapıkullarının
(Yençeri ve Altıbölük Halkı), Anadolu şehirlerinde garnizonlar kurup, ticaret,
esnaflık, çiftçilik gibi işlerle uğraşmaya başlamaları sonucu, şehir merkezlerinde
Kadı, Subaşı, Şehir Kethüdası ve diğer ileri gelenlerin yanı sıra Yeniçerilerin işleriyle
uğraşan Yeniçeri Serdarı ile Altıbölük halkından olanların işlerine bakan Kethüda
Yeri’in ortaya çıkmasına yol açmış ve böylece şehir idaresinde iki yeni otorite ortaya
çıkmıştır. Bunların şehir idaresine karışmaya başlamaları ile eski düzen önemli
ölçüde bozulmuştur.
Diyarbakır’da bulunan, Yeniçeri Serdarı incelediğimiz dönemde diğer Anadolu
şehirlerinde olduğu gibi1, Diyarbakır’daki yeniçeri, cebeci, topçu, top arabacısı,
gılman-ı acemi ve kul oğullarının serdar ve zabiti olarak, Dergâh-ı ‘Alî Yeniçeri
Ağası’nın “mektubu” ile atanmaktaydı. Yeniçeri ocağından olup, belirli bir süre
için Serdârlık Câ›izesi adı altında Yeniçeri Ocağı’na belirli bir miktar para ödeyen
kişiler, Yeniçeri Ağası tarafından bir mektubla atanıyor, aynı zamanda Diyarbakır
226
Kadısına da, yine Yeniçeri Serdarı tarafından yazılan bir mektubla bu atama işlemi
tamamlanıyordu (6).
VAKIFLAR MÜDÜRLÜĞÜ BİNASI
Artuklu tkemerinden girince hemen sağdadır. 1900-1907 yıllarında
yaptırılmıştır,karşısında Aslanlı çeşme,arkasında Hz. Süleyman camii bulunmaktadır.
Resim 29. Vakıflar Müdürlüğü Binası- Ön cephe
Resim 30. Vakıflar Müdürlüğü Binası- Arka cephe
227
Vakıflar Müdürlüğü’nün varlık nedenini anlamak için Diyarbakır›daki vakıf
müessesesini anlamamız gerekiyor. Vakıflar, Osmanlı şehirlerinde ayrı bir belediye
teşkilatı veya bu işleri yerine getiren devletin bir kurumu konumunda olmuşlardır.
Vakıfların yol inşaatı, köprü inşaatı, bahçeler oluşturulması, aydınlatma gibi
çalışmaları da vardır. Yol inşaatı konusunda büyük vakıflardan pay ayrıldığı, köprü
inşaatı ve bakımı konusunda Diyarbekir ve Hasankeyf’te birer vakfın hizmet verdiği
bilinmektedir.
Şehirlerin su ihtiyacı çoğu zaman vakıfların ilgi alanına giriyordu. Suyun
sağlanması yanında, taksimi sonucu ortaya çıkan çeşmelerin kırsal alanda su
kuyularının, yazları soğuk su ihtiyacını karşılayan sebillerin korunup, bakılması
hizmetleri vakıflarca karşılanıyordu. Bu vakıflardan XVI. yüzyılda Diyarbekir
Beylerbeyliği’nde 11 tane vardır ve bu tutar tüm vakıfların % 3,24’ünü teşkil eder.
XVI. yüzyılda Diyarbekir Beylerbeyliği vakıflarında bu ünitelerden elde edilen
gelir 2.652.061 akçelik bir meblağa ulaşmakta olup, bu miktar o dönemde bölge
ekonomisi için oldukça önemli bir unsuru oluşturmakta idi.
Diyarbekir Eyaleti’nde bulunan vakıflarda 1.371 kişi görev yapmaktadır. Bu
insanlar vakıfların bulundukları şehirlerde ihtiyaçlarını karşıladıkları için aldıkları
yevmiye de bölge ekonomisinde canlılık kaynaklarından birini oluşturuyordu. Çalışan
her bir kişinin bir aileyi temsil ettiği ve bir ailenin de 5 kişi olduğu varsayılırsa 6.855
kişi vakıf ödenekleri ile geçinmektedir. Bu rakam de XVI. yüzyıl ölçülerinde orta
büyüklükte bir belde nüfusuna denktir. Dolayısıyla inanç temelli kurumların şehre
kattığı ivme açısından bu durum dikkate değerdir (23).
16. yüzyılda Diyarbakır’da vakıflarla çok büyük hizmetler verilmiştir.34
cami ve 172 mescid vakfı halkın ibadete yaklaşımını gösterir. Mekke ve Medine
için 5 vakıf kurulması kutsal mekanlara saygıyı yansıtmaktadır. Hele cüz ve süre
okunması için 6 vakıf kurulması ise Bölgenin dinine ne kadar saygı gösterdiğini
göstermektedir. Bunun dışında halka hizmet etmek için çeşme, sebil, köprü,
hamam gibi vakıflar sosyal yardımseverliği gösteren hususlardır. Bir de vakıflarda
çalışan personel istihdamı ve ailelerine bu açıdan katkı da önemlidir.
Vakıfların bulundukları bölge ekonomisine katkıları bunlarla sınırlı değildir.
Tablo 6’da görüldüğü gibi Diyarbekir Eyaleti’nde bulunan vakıflarda 1.371
kişi görev yapmaktadır. Bu insanlar vakıfların bulundukları şehirlerde
ihtiyaçlarını karşıladıkları için aldıkları yevmiye de bölge ekonomisinde
canlılık kaynaklarından birini oluşturuyordu. Çalışan her bir kişinin bir
aileyi temsil ettiği ve bir ailenin de 5 kişi olduğu varsayılırsa 6.855 kişi
vakıf ödenekleri ile geçinmektedir. Bu rakam de XVI. yüzyıl ölçülerinde orta
büyüklükte bir belde nüfusuna denktir.
Diyarbakır önemli bir geçmişi nedeniyle çok sayıda vakıfa ve vakıf eserine
ev sahipliği yapmaktadır Bu sadece hayır işlerine yönelik olmayıp ticari hayata da
yönelmiştir. Aşağıda önemli meslek vakıf isimleri görülmektedir (25):
228
Tablo 6. Diyarbekir Beylerbeyliği’ndeki Vakıfların Dağılımı (24).
Vakfın Adı
Camiler
Mescidler
Medrese ve Mektepler
Zâviyeler
Mezarlar
Çeşme ve Sebiller
Su Kuyusu
Köprüler
Hanlar
Haremeyn vd.
Su Vakfı
Hamamlar
Cüz ve Sure Okuma
Diğerleri
Toplam
Sayısı
34
172
21
43
21
9
1
2
4
5
1
1
6
18
338
Yüzdesi(%)
10,05
50,88
6,21
12,72
6,21
2,66
0,29
0,59
1,18
1,47
0,29
0,29
1,77
5,32
100 MESLEK VAKIFLARI
1. Zeynettin ecza-i şerifi vakfı
2. Dağ kapısında mezaristan mezarcılığı vakfı
3. Asyab hattat ve Pir Ali değirmeni hattat vakfı
4. Bağburunda demircilik vakfı
5. Esnaf-ı berbaran şeyhliği vakfı
6. Kuyumcu esnaf meşihat ciheti vakfı
7. Palancılar esnaf meşihat vakfı
8. Nalbantlar esnaf meşihat vakfı
9. Murtaza Paşa Muallimhanesi vakfı
10. Bab-ı Cebelde Semercilik vakfı
11. Diyarbakır’da Muhsirbaşılık vakfı
12. Secaat buk’as vakfı
13. Hini beytül mal vesaireden dellalbaşılık vakfı
14. Mahkeme kitabet evvelilik vakfı
15. Cenanlar meşihat vakfı
16. Mahkeme kassar muhsırlığı vakfı
17. Diyarbakır’da Şeyh Meni kabilesi ile tevabii aşiret kethüdalığı vakfı
18. Cami-ül mesalih vakfı Boyahane Zemin vakfı (25).
229
Vakıfların en önemlilerinden birisi hac mekanlarına hizmet ve hacılara Mekke
ve Medine fakirlerine hizmettir. Diyarbakır Vilayetinde bulunan Harem-i Şerifeyn
vakfı, Mekke ve Medine’ye kakıda bulunan vakıflardır.1564 senesinde vilayette 9
köy,6 mezra, bağ ve bostan mahsülü ve gayrimenkul kiraları Mukaddes toprakların
finansına adanmıştı (24).
İslam alemine Diyarbakırın katkısı olarak bir örnek verelim:
İbrahim Paşa vakfı: Akar olarak Erdebil köşkü, Çifte han, Tütün han,15
dükkân, 2 değirmen, 2 dink, 6 ev, 2 köşk, Urfakapıda hamam. Gider olarak Mekke
ve Medine fakirlerine harcanacak. Yine gelir olarak Diyarbakır vakıflarında 3. sırada
Haremeyni Şerifeyn vakfı (Mekke ve Medinedeki kutsalları finanse eder) yıllık
geliri 9583 akçedir (26).
DEFTERDARLIK BİNASI
Vakıflar müdürlüğünün hemen yanındadır,onun solunda ise cephanelik
bulunmaktadır. Arka tarafta ise Hz. Süleyman camii vardır.
Tarihte Diyarbakır defterdarlığının varlığı Diyarbakır ekonomisinin
büyüklüğü nedeniyledir. Osmanlı ekonomisini ayakta tutan en önemli bürokrasi
defterdarlıktır. Doğu ve Ortadoğu ekonomisinin düzenlenmesinde Diyarbakır’daki
ekonominin büyüklüğü ve önemini anlıyoruz. II. Selimin saltanatının ilk yıllarında
Doğu Güneydoğu ve Ortadoğu şekillendirmesinde Halep, Diyarbakır, Şam, Erzurum
ve Trablusşam olmak üzere 5 ayrı defterdarlık oluşturulmuştur (27).
Resim 31. Defterdarlık Binası- Ön cephe
230
Resim 32. Defterdarlık Binası- Arka cephe
KOLORDU BİNASI
Yapının adı Kolorodu Binası olup, İç Kalede bulunmaktadır. 1902 yılında vali
Mehmet Faik paşa tarafından yaptırıldı.
Tarihçesi
1901’de Diyarbakır’da valilik yapan Mehmet Faik Pasa zamanında 1902
(1319) yılında fırka kumandanı Ferik Mehmet Kamil Paşa’nın emirleri ile İçkale’deki
kolordu binası yapılmıştır. Yapı bu dönemde Diyarbakır’ın yerel ustalarından Tavit
Usta tarafından inşa edilmiştir.
Yapının İncelenmesi
Eski Kolordu Binası olarak kullanılan yapının güneyinde Hükümet Binası,
batısında Adliye Binası ve Hapishane Binası, doğusunda üç yönden kapalı bir avlusu,
avludan sonra Dicle Vadisi yer almaktadır. Bina yanlarına son dönemlerde yapılan
ilavelerin arasına sıkışıp kalmıştır. Kuzey tarafında St. George kilisesinin duvarları
ile çok yakın olarak yapılmıştır. Güneyinde yer alan yapı ile duvarları bitişik olup,
avluyu doğu-batı istikametinde kapatmıştır. Kolordu binası, Adliye ve Hükümet
binasının baktığı avlunun biraz dışında kalmıştır. Ön cephenin görünümü, cephelerde
iki renkli taş kullanılması ve girişin önünde yer alan revaklı bölümler yapıya abidevi
bir görünüm katmıştır. Yapının doğu cephesi hükümet binasında olduğu gibi kale
duvarına bitişik değildir. Doğu cephesinin önünde büyük bir avlusu ve içinde
şadırvanı bulunmaktadır. Avlu yanlarda yer alan yapılar tarafından çevrelenmiştir (3).
231
Resim 33. Kolordu binası
Resim 34. İçkale Eski Kolordu Binası Ve Arka Tarafı
232
Tarihte Büyük Bir Askeri Üs Olarak Diyarbakır
Mervanlı emirliğinin Büyük Selçuklu devletine bağlandığı 1042 yılından
itibaren Diyarbekir bölgesi Bizans eline geçen Kuzey Suriye ve Orta Anadoluya
karşı yapılmakta olan gazalara hareket üssü olmuştu (89).
Evliya Çelebi seyahatnamesinde; ‘Sultan Selim oğlu Sultan Süleyman Han,
Bağdat fethine giderken bu Diyarbekri’in su ve havasından hoşlanarak ‘‘ Mamur
ola benim Kara Amidim’’ diyerek kışlık (kışın konaklama) verdi’ denmektedir (90).
Osmanlı döneminde buranın İran’a karşı yapılan seferlerde merkez üssü
olarak kullanıldığı görülmektedir. Diyarbakır İran’a karşı oluşturulan ordunun üssü
ve kışlama yeri olduğundan Kanuni, İran seferi dönüşünde 20 Ekim 1535 tarihinde
Diyarbakır’ı ziyaret etmiştir. Kaleye kadar giderek Ulu camii’nde namaz kılmış
ve bu ziyareti 20 gün kadar sürmüştür. Yine bu ziyareti sırasında şehrin suyunu
bollaştırmak için Hamravat suyunun Diyarbakır’a getirilmesini emretmiş ve bir
darphane yaptırarak para bile basmıştır. Kanuni ikinci İran seferine giderken 1554’te
yine Diyarbakır’a uğramış ve bu defa sekiz gün kalmıştır.
Kuyucu Murat paşanın Celalileri tenkilinden sonra çıktığı, İran seferi
dönüşünde kışı Diyarbakırda geçirdiği ve baharda tekrar İran üzerine hareket
etmek üzereyken 6 Ağustos 1611 tarihinde burada vefat ettiği görülmektedir. Yine
1617 yılında Veziri Azam Halil paşa kumandasında İran seferine çıkan Osmanlı
ordusu Kırım hanı’nın kendilerine katılmasını beklemek üzere, Diyarbakır’da
kışlamıştır. IV. Murat döneminde ise İran seferi için padişahtan önce Veziri
azam Mehmet paşa, Diyarbakırda kışlamış ve IV. Murad’da Bağdat seferine
giderken (1638) buraya uğramış ve bu defa 70 gün kalmıştır (91).
İran seferi için padişahtan önce Vezir-i azam Mehmet Paşa da Diyarbakır’da
kışlamıştır (92). Diyarbakır valisi Ahmed paşa, Tiflis ve Revan canibi Seraskeri
olarak görevde bulundu. XVIII. Yüzyılda Diyarbakır, doğu seferlerinin merkez
üssü olmuş, ordunun ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir yere sahip
olmuştur (93). Ayrıca Birinci dünya savaşında İran körfezinden kuzeye doğru
ilerleyen İngilizlere karşı çarpışacak Türk ordusunun askerleri Diyarbekir’de
toplanıyor,keleklerle cepheye yollanıyordu (94).
Seferlerde Diyarbakır Ordusu Gücü
Diyarbakır’da orduya alt yapı teşkil eden önemli bir oluşum Diyarbakır’ı
başkent yapan devletlere (Örneğin Akkoyunlular gibi) aittir. Akkoyunlu sarayında
elçi olarak bulunan Venedik elçisi, Uzun Hasan’ın atlılarının 100.000 olduğunu
hesap etmiştir (106). Olayı Akkoyunlu devleti olarak düşünürsek bu rakam abartılı
sayılmaz. Yalnız aşağıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere Diyarbakır ordusu
20.000 atlı şeklindeydi.
16.yüzyıl ortalarında Karaman ile Diyarbekir beylerbeyliğinin her biri sefere
15.000 sipahi, gönderirken Amasya beylerbeyi 10.000 sipahi, daha yüksek rütbeli
Anadolu beylerbeyliği 8000 sipahi gönderiyordu (104). Tarihte at sahibi olmak
bir övünç vesilesiydi. Meşhur gezgin Tavernier Diyarbakır’la ilgili hatıralarını
anlatırken ‘Paşanın birçok atlı süvarisi var ve yirmi bin atlıyı toparlayabilecek
güçtedir’demektedir (105).
233
JANDARMA BİNASI (Jandarma Kışlası - Süvari Alay Birliği)
1887–1891 tarihleri arasında Hacı Hasan paşa tarafından yaptırılmıştır.
Artuklu kemerinden girince hemen soldadır.
Resim 35. Jandarma Kışlası- Süvari Alay Birliği
İÇKALE DIŞINDAKİ KAMU BİNALARI
Bunlar Belediye, Gureba hastanesi ve üç eğitim kurumudur.
BELEDİYE
Ulucami’nin karşısında yer alan tarihi belediye binası bugün Belediye
binası olarak hizmet vermemektedir. Yaklaşık olarak 20 yıl önce Sur dışında yeni
bir Belediye binası yapılmıştır. Diyarbakır’da Belediyecilik Artuklular dönemine
uzanır. Bu dünya tarihi açısından kayda değer bir olaydır.
Diyarbakır’da şehircilikte ilkleri yaşamıştır. Urfalı Mateos, Mervanoğulları
döneminde Reis’ül beled olduğunu, Reisin şehir halkının meseleleriyle meşgul
olduğunu, yangın söndürülmesi, zabıta görevleri hususunun o zamanlarda da olduğu
gözlenmektedir. Bu işleri maaşlı gençler yapardı.
Diyarbakır, belediyecilikte bir zamanlar İstanbul da dahil olmak üzere hiçbir
Osmanlı şehrinde görülmeyen güzel bir örnek sunmuştur. Şöyle ki; Miladi 1880
tarihli Diyarbekir salnamesinde şehir nüfus yoğunluğuna göre ikiye ayrılmış ve her
bölüme bir belediye ve bunların birinin başına gayri müslim, diğerinin başına da
müslüman bir başkan tayin edilmiştir. Çarşı pazarlar Diyarbekir’de 1868’de kurulan
ilk belediyeden sonra hep belediyelerce denetlenmişti (28).
Diyarbakır belediye ve idaresinde gayrimüslimleri görülmektedir. 1869–70
yıllarında il idare meclisi üyeliğinde Bedon ve Toma, Adliyede Agop, Osep ve
Garabet, İl Vilayet idare meclisinde Ohannes ve Mihail, Belediye meclisinde Kigork
ve Mıgırdıç efendiler, kendi kesimlerinin sözcüsü olarak yönetime katılan birer
devlet memuruydular. Bayındırlıktan yana aynı yılda Mösyö Raviç başmühendis,
Korvin 2. mühendis ve Romer 3. mühendis idi (29).
234
Resim 36. 20. Yüzyıl Başında Ulucami’nin Yakınıdaki Tarihi belediye Binası (31)
Resim 37. 1973 Yılındaki Tarihi Belediye Binası
Resim 38. Eski tarihi Belediye Binası (Restorasyon sonrası)
235
Diyarbakır’a özgü olan bir uygulama, belediye örgütlenmesinde %50 temsil
oranının getirilmiş olmasıdır. Şehir, adeta iki belediye başkanı tarafından idare
edilmiştir. 1300/1882 tarihli salnamede, Reis-i Evvel (birinci Başkan) Abdulfettah
Efendi, Reis-i Sani (ikinci başkan) Osib Efendi’nin adları geçmektedir. Her başkanın
7 adet alt kademe azaları (üye) bulunmaktadır. Bu durum, 1301–1302 yıllarında da
devam eder. Müslüman olan başkanın azalarından 5’i müslüman, ikisi gayrimüslim
iken, gayrimüslim başkanın azalarından 5’i gayrimüslim, ikisi müslümandır. Buna
göre, temsili demokrasi ve büyük şehir anlayışında bir uygulamanın varolduğu
söylenebilir (30).
Cumhuriyet Dönemi Belediye Başkanları
Cumhuriyet dönemi Belediye başkanlarının isimleri aşağıda verilmiştir:
Hüseyin Uluğ, Nazım Önen, Dr. Gafur Kubat, Şeref Uluğ, Hekimzade Dr.
Muhittin Mustafa Vasfi (Vekil), Hikmet Kılıç (Vekil), Şeref Uluğ, Nazım Önen,
Tevfik Esmeli (Vekil), Reşat Koksal, Zekâi Arman (Vekil), Âdil Tiğrel, Osman
Nuri Tekeli (Vekil), Kemal Kubat (Vekil), Vehbi M. Dabakoğlu, Zekai Arman,
Abdulkadir Cizrelioğlu, Nuri Onur, Asım Balaban (Vekil), Adil Tekin (Vekil), Dr.
Kamil Tayşi, Nuri Onur, Osman Erdem (Vekil), Sezai Demiray, Cahit Gürkaş,
EminTopalan, İhsan Koçak, Niyazi Akı (Vali), Nezihi Fırat (Vali), N. Kemal
Şentürk (Vali), Nejat Cemiloğlu, Okay Kalfagil, Mehdi Zana, Feyyaz Üzümcü
(Albay), Muhsin Akar (Vali Yardımcısı), Nurettin Dilek, Mehmet Baydur (Vekil),
Turgut Atalay, Ahmet Bilgin, Cemal Toptancı (Sur Bel. Bşk.), Ahmet Yağmur
(Bağlar Belediye Başkanı), Mehmet Güran (Yenişehir Belediye Başkanı).
Resim 39. Belediye Başkanı Abdülkadir Cizrelioğlu– Cemil Asena ve
Vilayet Görevlileri (14)
236
BELEDİYE HİZMETLERİ
Temizlik Hizmetleri
Evliya Çelebi hamamların şehir çöpleriyle ısıtıldığını anlatır, yani hem beden
temizliği hem de şehir temizliği kendini gösteriyor (28).
Bu noktada Cumhuriyet dönemindeki temizlik faaliyetleri için Musa Tutka’yı
dinleyelim: Mesela temizlik konusu üzerinde değerlendirme yapmaya kalkarsak,
denirdi ki Diyarbekir Şarkın Parisidir. Gerçekten de o günler için Diyarbekir Paristi.
Teknoloji, maddiyat ve bakım bu kadar yoktu. Ama Paris’ti işte. Diyarbekir’de
sokağa çıktığımızda mis gibi toprak kokusu geliyordu. Anlatayım: Sabah ezanla
belediyede çalışan temizlikçi kadınlar sokak ve caddelere tenekelerle su dökerlerdi.
İkinci grup kadınlar gelir süpürürlerdi. Üçüncü grup erkekler merkeplerle gelirlerdi.
Tekneler üzerinde topladıkları pisliği, çöpü toplayıp götürürlerdi. Her evsahibi de
daha sonra kendi evinin önünü, paket taşlarını yıkama ile temizlerdi. Evin erkeği
işine giderken sokaklar pırıl pırıl olurdu. Taşlar da güzelce yıkanmış olmaktan
masmavi görünüme kavuşurdu (32).
Bu çöpçüler çöpleri iki yanında tahtadan büyükçe kutuların olduğu
eşeklerle toplarlardı. Çöpler bu kutulara boşaltılırdı. Döküleceği yere
gelindiğinde kolayca boşaltılabilmesi için bu kutuların altı demir çengellerle
tutturulmuştu. Çöpçüler belirli mesafelerde Çöööp diye bağırır ve ev sahipleri
de hemen çöplerini dışarı çıkarırlardı (28).
237
Kanalizasyon Hizmetleri
Paris’ten sonra Dünyanın en büyük, en geniş, en uzun kanalizasyonu bu
kenttedir (96). 1936 yılında H. Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında
(s.172) Diyarbekir şehrinde kadimen mevcut olan ve esasında çok muntazaman
olup şehrin her noktasına teşmil edildiği tetkik edilen bir kanalizasyon vardır
denmektedir. Kapadokya yeraltı şehirleriyle meşhur olup oldukça fazla turist çeker.
Almanya’da da kanalizasyon sistemleri için yaygın bir turist aksiyonu vardır.
Diyarbakır’ın altında ismi ne olursa olsun geniş bir yeraltı oluşum var. Eskilere
sorduğumda Fis kayaya uzanan bir oluşum ağı bulunmaktadır:
Fiskaya– Çift- kap- Urfa kapı bir güzergâh;
Melikahmet-Urfakapı bir güzergâh;
Fiskaya-Mardinkapı bir güzergâh.
Mardinkapıdan da şemsilerin kullandığı Dicle nehrine inen bir yeraltı
yolundan bahsediliyor. İçkalenin altında da yaygın bir yeraltı geçitleri var. Hatta
Vakid’nin anlattığına göre MS.639’da Meryem Darakale fethedilince servetiyle
yeraltı geçidinden Seyrantepeye ulaşmıştı. Bu oluşumlar genelde yol çalışmaları
sırasında ortaya çıkmaktadır.
Eski SSK, şimdi Çocuk hastanesinin karşısındaki yol artık isyanları oynuyor, zira
altında bahsedildiği üzere Dicle nehrine kadar inen bir hapishane var. Bu yeraltı oluşumu
yolun çökmesine neden oluyor. Bu yeraltı oluşumu (muhtemelen hapishanenin) kapısı
bir gecekondunun içindedir. Buranın mukimi bu geniş hapishaneye bu evin içinden bu
kapıyı açıp girmekte ve depo olarak kullanmaktadır. Turizm adına ne büyük kayıptır.
Bu yeraltı oluşum her ne ad alırsa alsın turizm adına kullanılmalıdır.
İskenderoğullarının torunlarıyla görüştüğümde büyük nenelerinin
İskenderpaşa konağından yeraltı yoluyla faytonlarla Fiskayasına pikniğe gittiğini
ifade ettiler. Bu yeraltı oluşum bence bir kanalizasyon değildir. Son derece
geniş, bazalt taşlarıyla kaplı, kavisli ters U şeklide bir oluşum. Melikahmette yol
çalışmalarında bu yeraltı oluşumunda odalar ve kapılardan bahsedilmekte ve çıkan
oldukça büyük altınların yağmaya gittiği kulaklarımızdadır.
Albert Gabriel şöyle bir yorumda bulunur: ‘Kentin ortasında diyor Cuinet,
oldukça iyi korunmuş iki toprakaltı stratejik yol, iki ana kaynağa bağlanır: Mardinkapı
ve Dağkapısı. Daha ilerde göreceğimiz gibi, Dağkapı, bir başka harput kapısıdır, öyle
ki, kuzeyden güneye uzanan büyük yolun altında, bir başka toprak altı yol olacaktı’.
Yıkık olan bölümlerde geçitler, duvar dolgusu ile kapatılmıştırTimur
ordularıyla Amid’e giren Yazdi, bu yeraltı geçidinin, kalenin önemli bölümlerinden
biri olduğuna değinmeden geçemiyor. Onun anlattığına göre tanık olduğu bu geçit,
kalenin öteki bölümleriyle bağlantılı bir dolaşım serbestliği sağlayabilmekteydi (97).
Adı kanalizasyon dahi olsa bir yol genişliğinde olması önemlidir. Rahmetli
Erdal İnönü ‘Bir ülkenin gelişmişliği kanalizasyon hatlarının çapıyla doğru
orantılıdır’demiştir (98).
238
Hüseyin Abdioğlu: Diyarbekir Sur içinde kanalizasyon sisteminin çok ender
bir yapıda örümcek ağı benzeriyle yapıldığı söylenir.
Diyarbekir’in kanalizasyon sistemi yapılış itibariyle çok enderdir. Yapıldığı
dönem itibariyle İstanbul’da bile böyle bir sistemin olduğunu zannetmiyorum.
Hikmet Çelebioğlu Mardin Kapı’da bir bina yapmıştı. Bilmem hatırlayanınız var
mı? O binayı yapmak için yeri kazdıklarında bir kanalizasyon sistemi çıktı. Üstü
Bazalt, Nahit taşlardandı. O zamanlar Diyarbekir belediyesinde bir ermeni mühendis
vardı. Yanlış hatırlamıyorsam Dilan sinemasını da projelendirip yapan şahıstı. Adı
Sarrafyandı. İşte o Sarrafyan soyunup o kanalizasyon teşkilatının içine girdi. Her
tarafını inceledi. Dedi ki; ‘Serbestsin, beş kata kadar bu bazaltların üstüne yapı
yapılabilir. Yani temelsiz olarak akan kanalın üzerine beş kat izin verdi (99).
İç Kaleden doğuya, Dicle’ye inen bir gizli yol gibi, Mardin Kapısını, Dağ
Kapısına bağlayan ve kenti ortasından, güneyden kuzeye ikiye bölercesine uzanan
bir yeraltı geçidinden kaynaklar sözetmiyor. Bunun, İç Kaleye bağlanmadıkça kime
ne yararı olabilir? Oysa Gabriel burada kentin en eski dış surundan sözeder. Bu,
Özsezgin’nin üstünde durduğu bir geniş kanalizasyon olabilir. Diyarbakır’ın çok
düzenli bir kanalizasyonu vardı ve herhalde Roma günlerindendi (100).
Dr. Edmund Naumann seyahatnamesinde; Kalenin yakınında eski saray,
hükümet binası, jandarma merkezi ve su deposu bulunuyor. Yeni yapıların olduğu
yerden kuzeye doğru duvar kalıntılarının olduğu kale tepesine baktım ve orada bir
şeyleri farkettim. Sorduğumda bana onların dehlizler olduğu söylendi (101).
1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini
Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini
ayrıntılı olarak anlatmıştır.
İki senedenberi Diyarbakır belediyesini başarı ile idare etmekte olan
Belediye başkanı Bay Abdülkadir Cizrelioğlu’ndan bazı malumat rica ettim:
Cevaben’Diyarbakır’ın altı kayadır. Fakat sert kayalar hendek hendek yarılmış,
kanalizasyon yapılmıştır. Kanalizasyonu uzunluğu 30 kilometredir. Hiçbir arızası
yoktur.
Yeraltı şehri Diyarbakır’da ilginç bir başlangıç noktası da eskiden Mecusi
tapınağı olan Keçi burcunun son bölümünde dehliz veya yer altı girşi olduğu tahmin
edilen bir kuyudur.. Bu kuyudan Mardinkapısından Seyrantepe semtine kadar uzanan
geniş bir cadde büyüklüğündeki bir yer altı geçidi rivayet edilmektedir. Yeraltı
geçidine açılan bu kuyunun girişi yakın zamanda beton bir blokla kapatılmıştır (102).
Yeraltı şehri Diyarbakır’ı eski tanıklardan dinliyoruz. Sur belediyesinde
çalışan Kasım Şenol 1962’de Melikahmet Caddesi, genişletilirken caddenin altında
kantırmalar, hanlar, dükkanların olduğunu gözleriyle gördüğünü ifade etmektedir.
Vahap Akbaş (turizmci–60 yaş) ‘Dedem 1966’da 96 yaşında vefat etti. Ulu cami
ve Hasanpaşa hanına girmek için 12 basamakla girilirdi. Hasanpaşa hanına ise
hayvanlar doğrudan içeriye girer ve ahırlara geçerdi. Şu an çarşının bulunduğu yerin
altında çarşı vardı’ der. Vahap Akbaş Büyük postane yapılırken kazı yapıldı, içinden
1 kamyonun geçeceği şekilde etrafı tuğlalarla örülü tüneli gözlerimle gördüm.
239
Mehmet Mercan anlatıyor: AR Pasajı ve Sineması, 1950’li yıllara kadar
işletmeciliğini babamın dayısı Halil Bakır Bey’in yaptığı BOZKURT Oteli 1960
yılı başlarında yıktırılarak yerine inşa edildi. Buranın temeli hafriyatı sırasında
zeminden üç metre kadar derinde Roma döneminden kalma geniş kemerli geniş
kanallar ve geniş SUR temeli çıktığını ifade etti (96).
Diyarbakır’da dünyanın en uzun kanalizasyonlarına örnek olacak Roma yapımı
kanalizasyonlar söz konusudur. Kazılardan Romalılara ait Rogarlar çıkmaktadır.
Resim 40. Kazılardan Romalılara Ait Rogarlar
Çevrecilik
Diyarbakır’da belediye çevreciliğe de önem vermiştir. Bu husustaki bilgiyi
bize Osmanlı belgeleri yol gösteriyor. Resmi devlet belgesi olan 1869 yılı Diyarbakır
salnamelerinde kimyevi usullerle balık avlayanların cezalandırılması ile hükümler
Diyarbakır salnamelerinde mevcuttur. Hayvanların öldürülmesinin menine dair
tenbihname bulunmaktadır. Cami, kilise ve hane civarına cenaze gömülmesinin
menedilmesi ile ilgili emirler vardır. Memleklet haricinde salhane yapılması ve
belediyenin bundan sorumlu olması ile ilgili emir. Bir mahallede hayvan hastalığı
haberi alındığında bunun yetkililere ve umuma duyurulması ve tedbiri. Tezkiresiz
avcıların men’i hakkında emir (33).
Çoban köpeklerinin muhafazası için bazı vesayaya dair Nehir ve bataklıkları
tathir ile ziraate Salih hale getirenlere meydana çıkacak arazinin bila bedel tefviz
olunmasına dair (33).
Diyarbakır’da Şehir İçinde Akarak Etrafa Zarar Veren Pis Suların Kapatılması
İçin Hazırlanan Keşif Defteri. 2 Haziran 1893 (31). Nehrin çevreye zarar vermemesi
için bend yapılmasıyla ilgili belgeaşağıda verilmektedir (31).
240
1938 Yılı Belediye Ve Eletrik Hizmetleri (34)
Daha önceleri merkezi hükümet elektrik hizmeti vermiyordu. Görevi belediye
yapardı.
İmar Hizmetleri
1936 yılında H. Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında (s.112)
Diyarbakirde tuğla ve kiremit kullanılmazdı. Yapılar taş, kerpiç ve toprakla yapılırdı.
Belediye şehrin asri olması için toprak dam yapılmasını men etti, çatı yapılmasını
istedi. 1934’den itibaren kiremit ve tuğla kullanılmaya başlandı.
Yol hizmetleri
Belediye Diyarbakır merkez ve çevresinde yol hizmetlerinde bulunmuştur.
Bunun için Osmanlı belgelerine bakalım (31). Diclenin Diyarbakır şehrine yaklaştığı
241
yaklaştığı yerde ve Mardinkapısı dışında bulunan ve eski eser kabul edilen
köprünün yıkılan kısımlarının tamir edilmesi hakkında mazbata (25 Mayıs 1875).
Diyarbakır’ın dağ ve Mardin kapıları haricindeki yolların araba geçişine
elverişli hale getirilmek üzere düzeltilmesi hakkında mazbata. (25 Mayıs 1875). 11
Kasım 1864 BOA. MVL, 695/42 Osmanlı belgelerinde (31).
Diyarbakır kale kapılarından başlayıp iki taraflı olarak düzenlenen şosenin
yapımında üstün gayretinden ötürü Mehmed Hulusi efendinin ödüllendirilmesiyle
ilgili yazı aşağıda görülmektedir (22).
242
Park Hizmetleri
Belediye yeşil alan ve park yapımında da gayret göstermiştir. Şehrin
parkları, Dağkapı dışında Halkevi parkı ve orduevi, Halkevi bahçeleri, şehir içinde
Melek Ahmed ve belediye bahçelerile hükümet bahçesidir, denmektedir (35).
1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus
gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini
detaylandırmıştır. Yeni hükümet kapısından Sümer sinemasına kadar olan kısım
yeşil saha haline getirilmiştir. Mardin kapısı dışında bir park yapılmıştır (36).
Resim 41. Belediye Parkı 1937 Yılına Ait Bir Kitaptan
Su hizmetleri
1930 yılında hamravat
suyunu demir borular içine
aldırarak temiz bir surette
akıtılmasını sağlandı (12). Bu
kadar hizmet veren belediyeye
ödül de gerekir. 6 Nisan
1904. Hizmetlerinden dolayı
Diyarbakır belediye reisinin
ödüllendirilmesiyle ilgili yazı
(22).
243
KAYNAKLAR
1. Diyarbakır Söz Gazetesi. Diyarbakır İç Kalesi 01.06.2009.
2. İbrahim Sarı. Şehrimiz Diyarbakır. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
Yayınları. İsatanbul, 1966.
3. Dr. Özden Gökhan Baydaş. Diyarbakırdaki kamu yapıları. Diyarbakır
mimarisi. Diyarbakır Valiliği. s. 479, 2011.
4. Özden Gökhan Baydas ve Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam. Diyarbakır
ve Mardin’deki Tarihi Kamu Yapıları. Doktora Tezi. T.C. Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Van. 2007.
5. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz. Diyarbekir eyaleti kanunları ve şer’i tahlilleri.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 2.Uluslararası Diyarbakır Sempozyumu. 15–17.Kasım
2006, Bildiri özetleri. s. 6, Diyarbakır, 2006.
6. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. 1995.s .21–23.
7. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. Ankara. 1995.s337.
8. Doç. Dr. Rıfkı Aslan. Diyarbakır ve çevresinde şehirleşme hareketleri.
Kara-Amid Dergisi. Haziran 1979.s.59.
9. Prof. Dr. Cahit Baltacı. XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı medreseleri. İFAV
Yayınları. İstanbul. 2005.c.2.s.603.
10. Yılmaz Öztuna Osmanlı Devleti Tarihi. Faisal finans yay.İst.1986.2/327.
11. Doç.Dr. İbrahim Yılmazçelik.1780–1838 tarihleri arasında Diyarbakır
eyalet valileri. Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu. 27–28 Ekim 2000. Neyir
matb. s.271,305,38,39
12. Abdülgani Fahri Bulduk: Diyarbakır valileri. Yayına hazırlayanlar:
Eyyüp Tanriverdi. Ahmet Taşğın. Medrese yay Ank. 2007.s.
13. İbrahim Sarı: Şehrimiz Diyarbakır. Büyükşehir belediye yay. 1999.s.22,23
14. Şefik Korkusuz. Bir Zamanlar Diyarbekir. Kent yay.2003.
15. Dr. Emrullah Güney. Diyarbakır ve yöresinde Doğa-Kültür Turizmi.
Diyarbakır. 1991.s.37
16. Doç. Dr. D. Türkan Kejanlı. Diyarbakır’da Şehircilik Ve Çarpık
Kentleşme. Diyarbakırda Tarım Çevre ve Doğa Sempozyumu. 2011.c.2
17. İbrahim Özcoşar. 315 no’lu Diyarbakır şeriyye sicili. D.Ü. Tarih Bilim
dalı yüksek lisans tezi. 2000. s. 259–264.
18. Prof. Dr. Cahit Baltacı. XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı medreseleri. İFAV
yay. İst.2005.c.2.s.669,757,799.
244
19. www.suryanilik.com
20. Hümeyra Zerdeci. Osmanlı ulema biyografilerinin arşiv kaynakları.
Diyanet vakfı yay. Ank. 2008
21. Abdulhamit Kırmızı. Abdülhamid’in Valiler, Klasik yay. İst. 2007.s.141.
22. Kenan Yakuboğlu, M.Salih Erpolat, Mustafa Sarıbıyık. Osmanlı
Belgelerinde Diyarbakır. Diyarbakır Valiliği. Dicle Üniversitesi.2011.
23. Alaattin Dikmen Şehirleşmede İnancın Etkisi: Diyarbakır Örneği.
Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempoyumu. 2011.c.2
24. Alpay Bizbirlik. 16. Yüzyıl Ortalarında Diyarbakır Beylerbeyliği’nde
Vakıflar, Türk Tarih Kurumu Yayınları. 2002
25. Yrd. Doç. Dr. Cahit Aydemir. Diyarbakır´Da Bulunan Vakıfların Envanteri
Üzerine Bir Çalışma http://www.e-sosder.com/dergidetay.php?id=110
26. Ali Kılcı. Diyarbakır’ın vakıf mimari eserleri ve vakıfları üzerine bazı
notlar. Diyarbakır Mimarisi. Diyarbakır Valiliği. Diyarbakır. 1011.s.46
27. Enver Çakar. XVII Yüzyılın İlk yarısında Şam Eyaleti. Fırat Üniversitesi
Ortadoğu Araştırmaları Dergisi. Temmuz.2003.c.I. sayı. 2.s.52
28. M. Şefik Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündelik hayat. Kent yay. 2007.
s.91,28
29. Prof. Dr. Orhan Cezmi Tuncer. Diyarbakır kent kimliği.1.Diyarbakır
sempozyumu. 27 Ekim. 2000. Neyir matb. s.170
30. www.suryanilik.com
31. Ekici C. (ed) :Osmanlı belgelerinde Diyarbakır. Devlet Arşivleri genel
md.2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu. Ankara. 2006.
128.
32. Şeyhmuz Diken: Diyarbekir diyarım, yitirmişem yanarım. İst. 2003.s.62,
33. Ömer Tellioğlu (ed) Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir
Belediye yay. İst.1999.c.4.s.172,178,185
34. Cumhuriyetin 15’inci yılında Diyarbakır .1938
35. Usman Eti. Diyarbekir. Diyarbekir matb.1937.
36. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman. Ulus Basımevi. Ankara.1949.s.18
37. Diyarbakır İl Yıllığı–1967.s.223
38. Yaşar Parlak. Silvan. Ank.1997.s.50
39. Prof. Dr. İlhami Nasuhioğlu: Tıp Tarihine Kısa bir Bakış. Ayyıldız matb.
Ankara.2. baskı. s1975.s.125.
245
40. Yrd. Doç. Dr. Murat Akgündüz. Artuklular zamanında Diyarbakırda ilmi
faaliyetler. 1.Uluslararası. Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu.20–22
Mayıs 2004. Diyarbakır.2004
41. Ömer tellioğlu. Diyarbakır salnameleri. V/38,44,45,138,244,351,358—
IV/225,231,322,- III/247
42. Prof. Dr. Turhan Baytop. Türk Eczacılık Tarihi. İ.Ü. yay.İst.1985.s.131
43. İbrahim Sarı: Şehrimiz Diyarbakır. Büyükşehir belediye yay. 1999.s.
130,127
44. Diyarbakır İl Yıllığı–1967. s.2
45. Şevket Beysanoğlu. Bütün Cepheleriyle Diyarbakır İst. 1963.S.62
46. H. Basri Konyar 1936 Diyarbakır Yıllığı
47. www.ddh.gov.tr/
48. Eyüp Önal ve ark: Diyartbakır’da Eğitim. MEB. Diyarbakır.1998.
s25,73,69,66
49. M. Şefik Korkusuz. Cumhuriyet Öncesi Diyarbekir’de Maarif. Kent
Işıkları. İstanbul.2009
50. Doç. Dr. Kenan Ziya TAŞ. 20. yüzyılın başında güneydoğu anadolu’daki
azınlık / Ermeni okulları. SBArD. 2005. sayı. 6.sh: 627–636
51. Diyarbakır İl Yıllığı–1967.s. XIX
52. 2000’e beş kala Diyarbakır. Diyarbakır valiliği. 1995. s. 182,9-12
53. Mehmet Şimşek. Amid’den Diyarbekir’e Eğitim Tarihi. Kent yay.İst.
2006. s.54
54. Talip Atalay Sokak Çocukları İçin Başarılmış Bir Proje: Diyarbekir
Islahhanesi
II. Uluslar Aras osmanlı’dan Cumhuriyete Diyarbakır sempozyumu. 2009
Diyarbakır Valiliği TOBB ETÜ Fen-Edebiyat Fakültesi
55. [email protected]
56. İbrahim Sarı. Şehrimiz Diyarbakır. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.
İst.1966
57. Karan, Cuma, “Diyarbakır’ın Müslümanlarca Fethi”, Yüksek Lisans
Tezi, s:61–62.
58. Beysanoğlu, Şevket, “Anıtlan ve Kitabeleriyle Diyarbakır”, Cilt–1 s:
150–156.
59. Resul Çoban D.Ünv. İlahiyat Fak. Diyarbakır / 2004HZ. SÜLEYMAN
CAMİİ (Lisans Tezi)
246
60. Yılmazçelik, İbrahim, Diyarbakır Eyaletinin Yeniden Teşkilatlandırılması
(1848-1864), Osmanlı Ansiklopedisi, C.:6, Teşkilat, Ankara, s.221-237, 1999
61.
Abdulhamit Kırmızı.Kıbrıslı Halid Bey’in Diyarbekir Valiliği
(1896-1902)Editörler Bahaeddin Yediyıldız Kerstin Tomenendal. Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Diyarbakır. 2008.c.1
61. Hatip Yıldız. Diyarbakır Valisi Mehmed Halid Bey’in Beş Yıllık İcraatı ve
Hazırladığı RaporEditörler Bahaeddin Yediyıldız Kerstin Tomenendal. Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Diyarbakır. 2008.c.2
62. Ali Sarısu. Mustafa Kemal paşa Kulpta. Kara Amid dergisi. Atatürk
Yılında Diyarbakır.s 52,54
63. Şevket Beysanoğlu: M.Kemal Atatürk’ün Diyarbakır’daki Kafkas cephesi
Komutanlığı. Atatürk Araştırma merkezi Dergisi. c.II. Mart 1986. sayı.5 s.496
64. Usman Eti. Diyarbekir. Diyarbekir matb.1937.s.23
65. Orhan Miroğlu: Canip Yıldırım’la Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı.
İletişim yay.İst.2005.s.82
66. Prof. Dr. Halil Değertekin. Dünden bugüne Diyarbakır.1. Diyarbakır
Sempozyumu. Ankara. 2000.s.27
67. Prof. Dr. Muhammet Besir Asan Ayaş Demirtaş. İslam Fethine Kadar
Diyarbakır. Yüksek Lisans Tezi. T.C.Fırat Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih
Anabilim Dalı Elazığ 2007
68. Metin Sözen Diyarbakır’da Türk Mimarisi. İst. Evren ofset.1971.s .225
69. Orhan Cezmi Tuncer. Diyarbakır Sur içi Anıtları. Büyükşehir belediye
yay.2012.s .12
70. http://www.osmanlimedeniyeti.com/
71. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında
Diyarbakır. TTK. Ankara. 1995.187,191
72. Doç.Dr. İbrahim Yılmazçelik. 1780–1838 tarihleri arasında Diyarbakır
eyalet valileri. Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu.27–28 Ekim 2000. Neyir
matb. s.271,305
73. www.suryanilik.com
74. Cumhuriyetin 15’inci yılında Diyarbakır.1938.s.28,21
75. Müslüm Üzülmez. Çayöünden Erganiye Uzun Bir Yürüyüş.İst.2005. s.
128–129
76. Ekici C. (ed): Osmanlı belgelerinde Diyarbakır. Devlet Arşivleri genel
md.2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu. Ank. 2006.
77. Naci Kutlay: Kürtler. Peri yay. İst. 2002.s.71
247
78. http://www.licevakfi.com/eresimler.htm
79. Diyarbakır İl Yıllığı–1967.s.265
80. Mehmet Çağlayan: Şark Uleması. Şura dağıtım. İst.1996.s. 129,182
81. Orhan Miroğlu: Canip Yıldırım’la Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı.
İletişim yay. İst. 2005.s.72
82. 2000’e beş kala Diyarbakır. Diyarbakır valiliği. 1995.s210
83. Hümeyra Zerdeci. Osmanlı ulema biyografilerinin arşiv kaynakları.
Diyanet vakfı yay. Ank. 2008
84. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz. 2. Uluslararası Osmanlıdan Cumhuriyete
Diyarbakır sempozyumu.14-16 Kasım. 2006. Diyarbakır valiliği
85. Özden Gani, Osmanlı imparatorluğunun harp sanayi tesisleri. Askeri
Tarih Bülteni. sayı 22, şubat 1987 s.62
86. Sabri Zengin. Osmanlı’nın Fetih yöntemleri Nesil yay. İst.2008. s. 222
87. Tülin Çoruhlu. Osmanlı tüfekleri üzerinde görülen kontrol damgaları.
Türk dünyası tarih Dergisi. sayı.18.1988. s. 9
88. Martin Van Bruinessen. Evliya Çelebi Diyarbekir’de. İletişim Yayınları
ergun ([email protected]) adına [email protected]
89. Prof. Dr. Muzaffer Arıkan, Prof. Dr. Refet Yinanç, Prof. Dr. Mesut
Elibüyük, Yrd. Doç. Dr. Yılmaz Kurt: Diyarbekir vilayeti Mufassal tahrir defteri.c.1
Ankara.1999.s.VIII
90. Şevket Beysanoğlu: Diyarbakırım.1986 II/150
91. Prof.Dr. Hüseyin Düzgün: İbrahim Gülşeni menakibinde Amid ve
Diyarbakır kültürü. I.Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır.2004 s:33
92. Hasan Kunağ: Diyarbakır Ulu camii kitabeleri. D.Ü.Arkeoloji bölümü
lisans tezi.2001.s.12
93. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. 1995.s.16
94. Dr. Emrullah Güney. Diyarbakır ve yöresinde Doğa-Kültür Turizmi.
Diyarbakır. 1991.s.37
95. Ömer Tellioğlu (ed) Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir
Belediye yay. İst. 1999.c.4.s.174–179
com
96. [email protected] adına diyarbekir@yahoogroups.
97. Albert Gabriel. Diyarbakır Surları. Çev. Kaya Özsezgin. Ank.1993.s.6,15
248
98. İnternethaber. 31.10.2007
99. Şehmuz Diken. Diyarbekir diyarım, yitirmişem yanarım. İletişim
yayİst.2003 s.128.
100. http://rehber.diyarbakir.com/
101. M. Şefik Korkusuz Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003
102. Mehmet Türk. Hevsel bahçelerinden Keçi Burcu. Medlife. Sayı. 2.
2006.s .18
103. Mehmet Mercan Anadolu’da Gazetecilik Ve Diyarbakır Basını/
Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti 1998. Diyarbakır
104. Johann Wılhelm Zınkeısen. Osmanlı İmparatorluğu Tarihi. Yeditepe
yay. İst. 2011.3/98
105. M. Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst.
2003.s.20
106. Şehmuz Diken: Gezginlerin güncelerinde Diyarbakır. Diyarbakır 1.
Uluslar arası Suriçi sempozyumu.20–22 Nisan. 2006. s .122
107. Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman Acar: Amid şehrinin fethi. D.Ü.İlahiyat
Fak. Dergisi .c: 1,sayfa. 199,1999
108.
Martin van Bruinessen, Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi
Diyarbekir’de. İletişim yay. İst. 2003. s. 77
109. A. Demir. Köprü. Sayı: 98 .s: 177,180,2007
110. M. Törehan Serdar: İdris-i Bitlis-i. Ötüken yay. İst. 2008 s: 151–152
111. Stanford J Shaw. Osmanlı imparatorluğu ve Modern TürkiyeE yay.
2008.s.168
112. Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003.s.134
113. Ömer Tellioğlu (ed=Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi. İstanbul Acar matb.1999.
114. Bilal N. Şimşir. Kürtçülük. Bilgi yay. 2007.s.77,87
115. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz. Diyarbekir eyaleti kanunları ve şer’i
tahlilleri. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 2. Uluslararası Diyarbakır Sempozyumu. 15–
17.Kasım 2006. Diyarbakır. Bildiri özetleri. s.6. 2006.
116. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında
Diyarbakır. TTK. Ankara. 1995.s337.
117. Anadolu’da Gazetecilik Ve Diyarbakır
MercanGüneydoğu Gazeteciler Cemiyeti 1998.Diyarbakır
Basını/
Mehmet
118. Dikran Mgunt -Amidayi Artsakankner- Osman Köker sergisi
119. Adem Ölmez. İstanbul Ermeni olayları ve Yahudiler. Kurtuba kitap.İst.
2010. s 30,69,111
249
DIYARBAKIR SAĞLIK TARIHI.
Tarih Öncesi Dönemde Diyarbakır’da Sağlık
Kenan HASPOLAT*
Ergani-Kızılca (Otluca) denilen köyün güneyindeki Giresor ile kuzeyindeki
Balahur’ın (Kızılyamaç) da bir şehir harabesi olduğu meydandadır. Bunların Enüş
peygamber tarafından kurulduğu, Hz.İdris’in burada yaşadığı ve ilk yazının onun
tarafından burada yazıldığı ve ilk defa demiri erittiği yerli efsaneler arasındadır (1).
Hz. İdris’in Ergani civarında ikamet ettiği dikkati çekmektedir (2).
İdris peygamberin Tıpla ilgili temel bilgileri oluşturduğu ifade edilir (3).
Neolitik devirlerde cerrahi işlemlerin mükemmel olduğunu görüyoruz.
Trepenasyon ‘beyine, beyin zarına zarar vermeden kafatasından parça
çıkarılma’ işlemidir.
Trepenasyon metodu olarak kazıma, oluk açma ve delme– kesme ile düz
kesiklerle kesme yöntemleri vardır.
Anadolu’da bilinen en eski trepenasyon işlemi M.Ö. 9200’lere tarihlenen
Ergani- Çayönü neolitik toplumunda gerçekleşmiştir (4).
Prof. Metin Özbek tarafından yayınlanan bu trepenasyon işleminden sonra
bireyin yaşadığı, işlem yapılan bölgedeki kemik kenarlarının iyileşmesinden
anlaşılmaktadır.
Diyarbakır Müzesinde sergilenen Çayönü buluntuları arasında tıp aleti olarak
yorumlayabileceğimiz obsidyen parçalar mevcuttur. Prof. Dr. Orhan Hamamcı bu
noktada keski ve delgi aletlerini tanımlamasını yapmıştır.
Neolitik çay obsidyen alet buluntuları
(Çayönü, Diyarbakır müzesi) Çizim. Prof. İ. Uzel)
(5)
*Prof. Dr. Kenan HASPOLAT
250
D.Ü Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Vecihi Özkaya’nın
başkanlığında gerçekleştirilen Bismil Körtiktepe’de kazılarda çıkarılan Ortaçağ
dönemine ait 120 insana ait olduğu belirtilen kemik parçaları, protokol kapsamında
antropometrik incelemelerin yapılması amacıyla D.Ü Anatomi Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vatan Kavak’a teslim edildi.
İlk beyin ameliyatı
Doç. Dr. Vatan Kavak, yıkama ve temizleme işlemi sırasında iskeletlere ait bazı
kafataslarında yuvarlak düzgün açılmış kesitlere de rastladıklarını belirterek, bunun
o dönemde beyin ameliyatlarının gerçekleştirildiğinin bir göstergesi olabileceğini
söyledi. İnceleme sonucunda elde edilecek veriler ışığında kafatası kemiklerinden ayrıca
Ortaçağ›da uygulanan tıbbı girişimlerle ilgili bilgilerin de elde edilebileceğine dikkati
çeken Kavak, temizlenmiş kafatasında özel tekniklerle yapılacak inceleme sonucu,
önemli arter dallanmalarının haritasını da çıkartmayı hedeflediklerini belirtti (6).
Prof. Dr. Metin Özek’in Çayönünde 402 adet iskelet üzerinde yaptığı araştırmada
Çayönü bebeklerinden ikisinde menenjit hastalığına rastlanmıştır. Çayönünde bu
hastalığın teşhis edilmiş olması, en azından Anadolu’da menenjiti; zamanımızdan
yaklaşık 10.000 yıl öncesine kadar götürmemize imkân sağlamıştır (4).
HALK SAĞLIĞI
Çavönü halkının yaşadığı doğal çevre
Güneydoğu Anadolu “Verimli Hilal” olarak adlandırılan bölgenin birbirinden
çöller ile ayrılmış iki uzak ucunun birleştiği ve kuzeye doğru en çok sokulduğu ve
en büyük genişliğe eriştiği orta kesimini oluşturmaktadır. Bu bölgeyi, Doğu Anadolu
platosundan doğup Basra Körfezi’ne dökülen iki büyük nehir Fırat ve Dicle ve onu
besleyen, bazıları mevsimlik, akarsular yarmaktadır. Bölgenin kuzey-kuzeybatısında
dağ eşiğinde yer alan ve yüzölçümü yaklaşık 15 hektar olan Ergani Ovası birbirinden
farklı üç kuşak ile çevrilidir: Kuzeyde, Güneydoğu Toroslar, Torosların eteği boyunca
uzanan fay çöküntüsü üzerine yerleşmiş yerel koşullara bağlı olarak ayrı oluşumlar
gösteren dağ ovası dizisi, güneyde de Güneydoğu Anadolu platosu Çayönü, ikinci
kuşağın ortasında, üç kuşağın birbirine geçiş alanının çok dar olduğu yerde, kuzeyden
gelen Dicle’nin bir yan kolu olan Boğazçay’ın kuzey kıyısında kurulmuştur. Bu
konum Çayönü halkına bir günlük yürüme mesafesinde değişik bölgelere gidip
gelme ve çeşitli doğal kaynaklardan yararlanma olanağı tanımıştır. Çayönü Tepesi
bugünkü yerleşim alanlarına göre, Ergani İlçesi’nin 7 km. kadar güneybatısında Hilar
kayalıklarının üzerinde kurulu Hilar (Sesverenpınar) Köyü’nün kuzeyinde, K-G 160
m. DB 350 m. boyutlarında bir höyüktür. Deniz seviyesinden yüksekliği 832 m.
kültür dolgusunun kalınlığı güney yarıda 4,5 m. olmasına karşın kuzey yarısında
6,5- 7 metreyi bulmaktadır. Çevresinde tarlalar uzanmaktadır. Bu doğal çevre farklı
bitki ve hayvan topluluklarına yaşam alanı tanımıştır. Bugün bitki örtüsü açısından
oldukça çıplak olan ova ve çevresinin görünümü 10.000–7.500 yılları arasında
günümüzden çok farklıydı. Neolitik dönem insanları yerleşmek için ovanın bazalt-
251
genç alüvyon dolgu sınırını ve/veya dağ eşik bölgesini tercih etmişler. Bugün yazın
en sıcak aylarında bile sürekli akan bir deresi ve bir dizi gözeleri bulunan ovanın o
zamanlar çok daha sulak, geniş tatlısu havzaları ile kaplı olduğu, saz, kamış, keten
gibi sulak ortam bitkilerinin, kunduz, susamuru gibi derin sulak alana gereksinim
duyan hayvanların, çok sayıdaki tatlısu kabuklarının varlığı açıkça göstermektedir.
Domuz gibi daha ormanlık ve yumuşak topraklı ve sazlıklarla kaplı nemli
bir ortamı yeğleyen, geyik gibi çok sık ağaçlıklı olmayan nehir boyundaki orman
ortamında yaşayan hayvanların varlığı, meşe (Quercus) gibi oldukça geniş bir
dağılım alanı gösteren ağaçların, karakafesotu (Anchusa), sabunotu (Vaccaria) ve
madımak (Polygonum) gibi sulak nemli daha serin iklimi yeğleyen bitkilerin yanı
sıra melengiç/sakız (Pistacio), sorguçotu (Stipa), süpürgeotu (Bromus) gibi daha
kurak bozkır bitkilerinin varlığı ve özellikle sulak ortamı seven hayvan ve bitkilerin
daha çok eski evrelerde bulunması, çevrede doğal olarak yetişen mercimek ve fığ
gibi baklagillerin, emmer ve einkorn gibi daha çok otsu görünümlü tahılların yavaş
yavaş başlayan tarımının artması sonucu çevrenin değiştiğini (tarla açmak için genç
ağaçların kesimi, çalılıklardan arındırma gibi) belki de zaman içinde gölün dolarak
küçülmüş olabileceğini de göz önüne alırsak, iklimsel ve ekolojik açıdan değişiklik
olmamakla birlikte özellikle insanın doğal çevresini değiştirmesinin getirdiği
sonuçlar yerleşmede kazılar sırasında hissedilmektedir. Bugün tepenin güneyinden
akan Boğazçay, yatağını ancak 3. binlerde açmıştır. Açık ağaçlıklı alanlarda yaşayan
yabani sığır; genellikle derin vadilerle yarılmış yüksek dağlık araziyi tercih eden
küçük topluluklar halinde yaşayan yabani keçi; yazın daha çalılık-otluk dağ
yamaçlarını yeğlerken kışın dağ etekleri ve vadileri yaşam alanı olarak seçen büyük
sürüler halinde dolaşan yabani koyun; dağlık arazi yerine vadilerde de barınabilen
ama genellikle ovaya da alçak tepeleri tercih eden ceylan ve yabani at; büyük ölçüde
yabani yemişler ile beslenen alt örtüsü zengin sık ormanların hayvanı olan ayı
yukarıda sözünü ettiğimiz değişik ortamları çok iyi yansıtmaktadır. Bütün ortamlara
uyum sağlayan tilki, kaplumbağa gibi hayvanları ile çevre insanlara besin kaynağı
sunmaktadır (7).
BESLENME
Çayönünde halk buğdayı ve mercimekgilleri ekmek için taş kazmalar ile
tarlalarını düzeltip kazdılar. Ektikleri buğdayı hasat için geyik boynuzlarına yuvalar
açarak çakmaktaşı bıçaklar yerleştirerek çeşitli doğal yapıştırıcılarla sabitleyip
oraklar yaptılar. Orakları kullanırken ellerini acıtmaması için sapına keten lifinden
ördükleri kumaşları sardılar. Buğdayı toplarken aynı zamanda ‘ellik’ görevini gören
sığırın kürek kemiklerinden yaptıkları V biçimli bir aletten yararlandılar. Buğdayı
evlerindeki bazalt yassı taş üzerinde bazalttan ellerine oturan ağır taşlarla öğüttüler’
(8).
Çevrede bol miktarda bulunan zengin melengiç, sakız, badem gibi yağlı
bitkiler bitkisel yağ gereksinimini karşılamış. Çevrenin yenilebilir bitki örtüsü de çok
zengin. Bitkisel gıdalarda en büyük pay yabani mercimek ve fiğde. Yabani tahıllar
252
da yeniyor. Çayönü halkının einkorn buğdayının tarım denemeleri ancak Izgara
Planlı Yapılar’da oturanlar tarafından gerçekleşmiş. Hücre Planlı yapıda oturanların
olasılıkla küçük tarlaları var.
Hemen yanı başlarındaki akarsu ve göllerden tatlı su yumuşakçaları toplamışlar
balık avlamışlar.
Çayönü halkının temel besin maddesi et. Et uzun süre av hayvanlarından
karşılanmış. Yerleşmenin ilk önemlerinde daha çok domuz, geyik, yabani koyun ve
keçi avlanmış. Daha sonraları yabani sığır da önemli bir yer tutuyor (7).
KAYNAKLAR
1. Şerafettin Güneli: Ergani: 1966. s: 18
2. Cenk Yolcu: Ergani Tarihi ve Eserleri. D.Ü. Eğitim fak. Tarih AD.
Mezuniyet tezi. 1995. s. 4
3. Doç. Dr. Levent Öztürk. İslam Tıp Tarihi. İz yay. İst. 2006. s. 39
4- Prof.Dr. M.Özbek. Çayönünde kafatası delgi operasyonu. Hacettepe Ün.
Edebiyat fakültesi Derg. 75. yıl özel sayısı.109-126
5. Prof. Dr. İlter Uzel. Anadolu Tıp tarihine Giriş. Egeyay. İst. 2008. s. 26
6. 01 Şubat 2011 Cumhuriyet gazetesi Kazıdan kadına şiddet çıktı
7. Müslüm Üzülmez. Çayönünden Erganiye Uzun Bir Yürüyüş. Ladin matb.
İst. 2005. s. 42
8. Dr. Aslı Özdoğan. Çayönü. Diyarbakır Müze Şehir. YKYİst. 1999. s. 21
253
TARİHTE DİYARBAKIR’DA SAĞLIK HİZMETLERİ
HASTANELER
Kenan Haspolat*
Diyarbakır geçmişte ticaret yollarının kesişme noktasında olup önemli bir
sanayi merkeziydi. Bu durum şehrin ekonomisini pozitif etkilemiş, bu durum da
sağlı hizmetlerine önemli katkıda bulunmuştur.
Konunun arka zeminini anlamak için Diyarbakır’da sağlık ve hastanecilik
tarihine bakalım:
Mervani dönemi
Mervaniler döneminde hastane hizmetlerinin varlığını öğreniyoruz.
M. 1043 yılında Nasrüddevle Silvan’da bir hastane yaptırmıştır (1).
Artuklu dönemi
Diyarbakır Mesudiye medresesi 1198 yılında Artuklu hükümdarı Ebu
Muzaffer Sökmen II zamanında yapılmaya başlanmıştır Yapımı Kayseri şifaiyesinden
10 yıl öncedir. Burada astronomi, tıp, fizik, matematik, biyoloji, edebiyat ve felsefe
okutulmuştur (2).
Diyarbakır’da tıp ilminde hamleler yapılmıştır. Tıp öğretimi için Artuklular
döneminde bir darüşşifa yaptırılmıştır. Artuklu emiri Necmeddin İlgazi’nin hanımı
Sıtti Hatun’un 1176-1185 tarihleri civarında yaptırdığı bir tıp medresesi olan bu
Darüşşifa günümüze ulaşamamıştır (3).
Artuklular, Diyarbakır Silvan ilçesinde bir hastane inşa etmişlerdir (4) (5).
Osmanlı dönemi
Evliya Çelebi’ye göre Diyarbakır’da tarihte tıp çok ileriydi
E. Çelebi Diyarbakır’la ilgili yazısında sayfanın altına şöyle bir not düşmüştür:
‘‘Mümin beğe paşa mektupları verüp paşaya zahire gönderüp şehrün
‘imaristanı’ yazıla cümlesinden Diyarbakır’da 1655 yıllarında bir imaristan olduğu
anlamı çıkmaktadır.
Bu hastanenin Cerrahi yönünde ileri olduğunu seyyah şöyle anlatır:
Yetkin, usta cerrahları sayısızdır. Fakat bunlar arasında Cami-i kebir yakınında
olan üstad Kara Rıdvan, işinde en ünlüdür (6).
Osmanlı paşalarının da hastane hizmetlerine öncülük yaptığını öğrenmekteyiz.
Dilaver paşa 1615, 1618 ve 1620 tarihlerinde Diyarbakır valisi oldu, gazi
* Prof. Dr. Kenan Haspolat
254
mektebi olan yeri maristan olarak yaptırmıştır.1892’den sonra enkazı kalmıştı (7).
1841 ve 1845 tarihli belgelere göre iç kalede bir hastanenin olduğunu
öğreniyoruz (8).
Kurt İsmail Paşa, Amid’ın 271. Osmanlı Valisiydi. 1868 yılından başlamak
üzere 7 yıl 9 ay görev yaptı, hastane inşa ettirdi (7). Bu hastane Kurdoğlu kışlasındaydı.
Diyarbakır salnamelerinden burada çalışan personel hakkında fikir ediniyoruz
1286/1869-1321/1903 tarihleri arasında yayınlanan salnamelerde Diyarbakır
Gureba Hastanesi’nde (ki bu salnamelerde adı geçen tek sağlık kuruluşudur)
“Diyarbekir’de icra-yı sanat eden diplomalı etıbba” başlığı altında verilen bilgilerde,
4 doktor ve 4 eczacının görevli olduğunu öğreniyoruz.
1869-1905 tarihli Diyarbakır salnamelerine baktığımızda Belediyenin sağlık
hizmetler verdiğini gözlüyoruz.
Belediye dairesinde Tabip İsmail Bey, Tabip Eyüp Sabri efendi Cerrah Ali
efendi, Eczacı Agop efendi görevli olarak sağlık hizmetleri vermiştir.
Diyarbakır hastane görevlileri (9)
O tarihlerde salnamelere göre
Gureba hastanesinde
Tabip İsmail Bey, Tabip Bahaeddin Efendi Katip Kasım efendi, Serhademe
Abdülvahhab efendi, Serhademe Şamlızade Mustafa efendi, Serhademe Abdurrahman
efendi fakirlere sağlık hizmeti vermişlerdir.
Gureba hastanesi salnamelerde şöyle anlatılıyor:
Bu hastane masarıf-ı inşaiyesi merkez ve mülhakat-ı devair-i belediyesinden
ianaten tedarik ve temin olunarak Diyarbekir’in en güzel, en havadar, en ferahfeza bir mevkiinde ve fevkalade metin ve dil-nişin surette vücuda getirilmiş bir
dar-ı merhamet ve biri ricale diğeri zükura mahsus olmak ve her ikisi kırk yatak
255
istiab etmek üzere iki daireden ibarettir. Ameliyat-ı inşaiyesi rehin-i hitam olarak
tefrişatına başlanıldığından bi-mennihi’l-kerim kariben her türlü levazımı suret-i
mükemmelede istihzar edildikten sonra resmi küşadı icra olunmak mukarrerdir.
Bu hastanenin emr-i tesisiyle saye-i kemalat-vaye-i hazret-i cihan-baide bu gibi
bir lazıme-i azime-i medeniyeden memleketin vayedar edilmesi hususunda ibzal
buyurulan mesai-i müşkilat bir endazane hakikaten cedir-i takdir ve şükrandır.
Hastanenin temin-i devam ve idame-i intizamı için her türlü tedabir evvelden
düşünülerek Cizre cisri ile Diyarbekir şehrinde daire-i belediyeye aid olan bazı
emlak varidatı bu emr-i hayra tahsis olunmuştur.
Askeri birliklerde ise Nizamiye yetmiş üçüncü alay dördüncü taburunda
Tabip Yüzbaşı Tahsin Efendi, Cerrah Ali Fehmi efendi, Eczacı Nikolaki efendi
Dördüncü bölükte Tabip kolağası Bahaeddin efendi görevliydi.
Aramsız Süvari yirminci alayında Tabip kolağası Hüseyin efendi, Cerrah-ı
evvel İsmail Hakkı efendi, Eczacı-ı evvel Garamanis efendi, Eczacı-ı sani Emin
İsmail efendi Aramsız dördüncü taburda Tabip Yüzbaşı Ali Raci efendi Aramsız
Süvari yirminci alayda Tabip kolağası Hasan efendi görev yapmaktaydı.
Nizamiye 73.alay, 3. tabur.
Tabip Yüzbaşı Yanko Efendi, Eczacı Natali efendi, Cerrah Mustafa efendi.
Nizamiye 73. alay, 4. tabur.
Tabip Yüzbaşı Tahsin Efendi, Tabip Yüzbaşı İbrahim ağa, Tabip Yüzbaşı
Hasan ağa.
Nizamiye 28. alay, 1. tabur.
Tabip Panapot Efendi, Cerrah-ı evvel Hasan Bedri efendi, Eczacı Hüseyin
efendi.
Aramsız 23. süvari alayı.
Tabip Hüseyin Efendi, Eczacı Ergonos efendi, eczacı Minas efendi, Cerrah
Nuri efendi, Cerrah Osman Nuri efendi (10).
Askeri hastane (11)
256
Askeri hastane ile Merkezi hükümet yakinen ilgilenilmiştir
14 Eylül 1850
Diyarbakır’daki askeri hastanenin tamiri için sadaretten gönderilen yazı
(12) Günümüzde Askeri hastane
20. yüzyıl başlarında işçi
sağlığına önem verildiği zamanki
şartlarda Sosyal Sigortalar kurumunun
kurulduğunu anlıyoruz
DH. İD. 55/87 A
9 Aralık 1912
Ergani bakır işçilerinin hastalanma
veya sakatlanma durumunda tedavi ve
ameliyatlarının ücretsiz olarak Belediye
tabibince yapılacağına dair belge.
(11)
257
GUREBA HASTANESİ
Eski Numune (Gureba) Hastane Girişi Ve Arka Tarafı
1884 yılında Vali Sırrı paşa bir ev yeri satın almış 25 yataklı Gureba hastanesini
kurmuştu.1924’te bu binaya bir kat eklenmiş yatak sayısı 50’ye çıkmış, 1932’de
binaya bazı eklemeler yapılarak yatak sayısı 105’e çıkarılmış ve adı numune hastanesi
olmuş,1936’da hastane yanmış ve bir yıl sonra şimdiki bina inşa edilmiştir (14).
Osmanlı belgeleri bu hastane hakkında bize fikir veriyor (11)
BOAH. MKT. 230/76
29 Nisan 1894
Belediye
dairesince
yaptırılan Gureba hastanesiyle
ilgili belge.
258
Hastanenin zaman zaman finans sıkıntısı
çektiğini, merkezi hükümetin ise destekte
bulunduğunu anlıyoruz.
11 Ocak 1895
Diyarbakır belediyesi tarafından halk
için yaptırılan hastanenin borçlarının ödenmesi
için hazinece alınan bazı vergilerin belediyeye
bırakılması Sultan Abdülhamid emri (11).
Eczaneler
1885 yılında Anadolu’daki eczane sayısı:
Adana: 5, Ankara: 2, Bursa: 7, Diyarbakır: 8, Edirne: 7,Erzurum: 4, Konya:
2, Trabzon: 3 idi (13).
1962 yılında 8 eczane mevcuttu. Gündoğdu, Diyarbakır, Yeni Eczane, Güney
Eczanesi, Sıhhat eczanesi, Dicle ve Cihan Eczanesi (22).
1937 yılında Diyarbakır ecza laboratuvarı açıldığını, Ferro-lecithin isimli
ilacın üretildiğini öğreniyoruz. Keşke ileriki yıllarda da bu hamle devam edebilseydi
(20).
Hastanelerde bakım seviyesi
Hastanelerde bakımın kalitesini tarihi belgeler göstermektedir. Askeri
hastanelerde günlük yiyeceklere mahsus formlar da sayıca çoktur. (1845 Yılından
832 A ve 2249 A arşiv birimleri).
Ayrıca sıradan nüfustan kişilere mahsus hastaneler de varmış.
1634 A arşiv biriminden 1865 yılında tımarhanede tedavi altında bulunan fakir
ve parasız kişilerin beslenmesi için 750 kg ekmek satın alınmış olduğunu öğreniyoruz
(21).
259
Cumhuriyet Dönemi
Diyarbakır’da Diğer Tıbbi Olay Kronolojisi
Kasım 1932: 1884’te Gureba hastanesi olarak yapılan ve 1924’te onarılan
hastane, kapasitesi 125 kişiye çıkarılarak Numune hastanesi adını aldı.
1938. Trahom hastanesi açıldı.
1950 Sosyal Sigortalar Kurumu şubesi hizmete girdi.
1959 SSK hastanesi açıldı.
Eğitim yönünden de 1961 yılında sağlık koleji açılmış, 1965’te 47 mezun
vermiştir.
1963 Doğum ve Çocuk bakımevi hizmete girdi.
13 Haziran 1963 Göğüs hastalıkları hastanesi hizmete açıldı.
17 Ocak 1969 Tıp Fakültesi açıldı.
1981 D.Ü kampüsü ve Tıp Fakültesi yeni binalarına taşındı (15).
Sağlık Tesisleri:
edildi.
Numune Hastanesi: 1936 da hastane yandı. Bir yıl sonra şimdiki bina inşa
Bu Hastane, 75 yataklı Göğüs Hastalıkları Pavyonu ile beraber 285 yataklıdır.
Oldukça geniş bir saha içinde inşa olunmuştur. 285 yatağın servislere tevzii şöyledir:
Göğüs pavyonu:
75 yatak
Hariciye pavyonu:
50 yatak
Dahiliye pavyonu:
40 yatak
Bevliye pavyonu
10 yatak
İntaniye pavyonu:
20 yatak
Kadın-doğum pavyonu
20 yatak
Çocuk pavyonu
10 yatak
Çocuk cerrahisi
Ve Ortopedi pavyonu
10 yatak
Asabiye pavyonu
10 yatak
Göz pavyonu
20 yatak
Kulak-boğaz-burun
10 yatak
Cildiye pavyonu
(16)
260
10 yatak
1938 yılında Diyarbakır’da göz ameliyatı (17)
1936 yılında H. Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında
Cumhuriyetten evvel Dağ kapı haricinde bir Gureba hastanesi vardı.
On sene içinde Diyarbekir’de umumi müvazeneye ait dağ kapısı haricinde iki
katlı, konfürlü, tıbbın yeni ve fenni vesaite mücehhez yüz beş yataklı bir numune
hastanesi, Hususi idareye ait yirmi yataklı Zühreviye hastanesi, Kuduz tedavihanesi
ve mülhakatta beşer yataklı muayene ve tedavi evleri vücude getirilmiştir. Bu
müesseselerde her şubenin mütahassıs tabip, Kabile, Hemşire ve memurları vardır.
Avrupa hastanelerinden farksız olan bu müesseseler halkın sıhhi ihtiyaçlarını
mükemmelen ve büyük bir alaka ile temin etmektedirler.
Sari ve salgın hastalıklara karşı yapılacak tedbirlere ait mücadele vasıtaları
bütün merkezlerde lüzumu kadar mevcut bulunmaktadır (S. 170).
Numune hastanesi
Diyarbekir Nümune hastanesi 1340’ta Sıhhat ve İçtimai Muavenet vekaleti
tarafından tesis edilmiştir. Ondan evvel bir katlı ve kırk sene evvel Vali Sırrı paşa
tarafından tesis edilen yirmi beş yataklı bir hastane idi.
Sıhhat vekaleti bu ufak kısmı devralmış ve 1340’ta bunu baştan başa tamir
ettirdiği gibi bir kat daha ilave edilmiştirSonraları bu büyük kısma Mutfak, İntani
hastalıklar, Çamaşırhane, Motör dairesi ve Tephirhane ile Poliklinik olmak üzere beş
güzel pavyon daha ilave edilmiştir (131).
İlk teşekkülünde elli yatak üzerine açılan hastane, tesisat ve teşkilatının
tevessüü üzerien tedricen 1932 senesinde 105 yatağa iblağ edilmiştir.
261
Tamamen son sistem alat ve echizeyi havi olan hastane bugün dahiliye,
hariciye, Kulak, göz, cildiye ve röntken olmak üzere yedi şubeyi muhtevi ve hepisinin
mütehassısları mevcuttur.
Emrazı Zühreviye hastanesi
Kadrosu bir mütehassıs tabip ile bir bakteriyologdan ve bir de idare memurile
sair müstahdemlerden ibarettir. 20 yataklıdır. Maaş ve masrafı Vilayet hususi
bütçesinden verilmektedir.
Kuduz tedavihanesi.
Bir mütehassıs müdürüyle müteferrik müstahdemleri vardır.
Bir de askeri hastanesi vardır ki, Kolordu merkez hastanesidir.
Muayene ve Tedavi evleri.
Silvan, Lice, Osmaniye kazaları merkezinde birer muayene ve tedavi evi
vardır (s. 171).
Eczeneler
1928 mardı iptidasında bir belediye eczenesi açılan Diyarbekirde bugün
İtimad, Sıhhat, Şifa vw Kilsi namlarında dört husuis eczane vardır (s. 172) (18).
1968 ile 1982 yılları arasında Devlet hastanesi Tıp Fakültesi Araştırma
Hastanesi olarak hizmet vermiştir.
1982 yılının Ağustos Ayında şimdiki ana bina 500 kadro yataklı olarak
tamamlanmış, Tıp Fakültesi Hastanesinin kendi binasına taşınmasıyla Devlet
Hastanesi adı verilerek hizmete devam etmiştir.
2000 yılında Bağlar Semt Polikliniği hizmete açılmış, 2003 yılında eski
Numune Hastanesi Binası onarılarak Fizik Tedavi ve Psikiyatri servisleri olarak
hizmet vermeye başlamıştır.2006 yılında SSK Diyarbakır Bölge Hastanesinin
kapatılması ve Diyarbakır kent merkezindeki hastanelerin yeniden yapılandırılması
sırasında, eski SSK hastanesinin poliklinik binası Devlet Hastanesinin Ek Poliklinik
Binası olarak hizmet vermeye başlamıştır (19).
Dicle üniversitesi Tıp Fakültesi bölümleri olarak kullanılan devlet hastanesi
bölümleri.
Doğumevi ve ana çocuk sağlığı merkezi
262
Cerrahi Servisler
Poliklinik binaları
Göğüs hastanesi
Eski SSK hastanesi
1966’Da Üniversite Kurmayla İlgili
Çalışmalar
Adil Tekin. 1966
263
Tıp Fakültesi Açılışında Afişler
264
KAYNAKLAR
1. Yaşar parlak. Silvan. Ank. 1997. s. 50
2. Prof. Dr. İlhami Nasuhioğlu: Tıp Tarihine Kısa bir Bakış. Ayyıldız matb.
Ankara. 2. baskı. s 1975. s. 125.
3. Yrd. da. Dr. Murat Akgündüz. Artuklular zamanında Diyarbakır’da ilmi
faaliyetler. 1. Uluslararası. Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu. 20-22
Mayıs 2004. Diyarbakır. 2004
4. Prof. Dr. Ali Bakkal. İslam’ın doğuşundan Artuklular döneminin sonuna
kadar Mezopotamya’da tıp eğitimi ve hastaneler. Artuklular. Mardin valiliği kültür
yay. Editör. Dr. İbrahim Özcoşar. Mardin. 2008. c. 1. s. 446
5. Prof. Dr. H. Kadircan Keskinbora Aruklularda Bilim ve sağlık. Artuklular.
Mardin valiliği kültür yay. Editör. Dr. İbrahim Özcoşar. Mardin. 2008. c.1/508
6. Martin van Bruinessen, Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi Diyarbekir’de.
İletişim yay. İst. 2003. s. 269. 274.34
7. Abdülgani Fahri Bulduk: Diyarbakır valileri. Yayına hazırlayanlar: Eyyüp
Tanriverdi. Ahmet Taşğın. Medrese yay Ank. 2007.
8. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. 1995. s. 21–23
9. M. Şefik Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündelik hayat. Kent yay. 2007.
s. 91,28
10. Ömer Tellioğlu. (ed) Diyarbakır salnameleri. V/38,44,45, 138,244, 351,
358— IV/225,231,322,-III/247
11. Kenan Yakuboğlu, M. Salih Erpolat, Mustafa Sarıbıyık. Osmanlı
Belgelerinde Diyarbakır. Diyarbakır valiliği. Dicle Üniversitesi. 2011.
12. Ekici C. (ed): Osmanlı belgelerinde Diyarbakır. Devlet Arşivleri genel
md. 2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu. Ank. 2006
13. Prof. Dr. Turhan Baytop. Türk Eczacılık Tarihi. İ.Ü. yay. İst. 1985. s. 131
14. Diyarbakır İl Yıllığı-1967. s. 223
15. İbrahim Sarı: Şehrimiz Diyarbakır. Büyükşehir belediye yay. 1999. s.
130,127
16. Şevket Beysanoğlu. Bütün Cepheleriyle Diyarbakır İst. 1963. S. 62
17. Cumhuriyetin 15’inci yılında Diyarbakır. 1938
18. H. Basri Konyar 1936 Diyarbakır Yıllığı
19. www.ddh.gov.tr/
20. Usman Eti. Diyarbekir. 1937
21. Slavka Draganova: Diyarbakır ve yöresi için Bulgaristan’daki Osmanlı
evrakı. Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır. 2008. s. 81
22. Şevket Beysanoğlu Diyarbakır coğrafyası. Şehir matb. İst. 1962
265
TARİHTE DİYARBAKIRLI HEKİMLER
İslam öncesi dönem
Kenan Haspolat*
Mar Dimet
IV. yüzyılın ünlü tıp bilginlerindendir. MS. 410’da vefat etmiştir.
Amildi Aetius
VI. yüzyıl bilginlerindendir. MS. 543 yılında sağ olduğu Diyarbakır’da
öğrenimi tamamladığını öğreniyoruz. Tıp ilminin çeşitli dallarına ait 16 eseri
vardır. Bunlardan göz hastalıklarına ait olanı, J. Hirschberg tarafından 1899 yılında
Almanca ve Yunanca olarak yeniden bastırılmıştır. Doğumla ilgili olan eseri Max
Wegscheinder tarafından Almancaya çevrilerek 1901 yılında yayınlanmıştır. Diğer
eserlerinin de çeşitli, tarihlerde basılmış ve başka dillere çevrilmiş sayıları mevcuttur
(1).
VI. yüzyılda Diyarbakır’da yaşayan ve öğrenim gören ünlü hekim Amidalı
Aetius, Tetrabiblion adını taşıyan 17 ciltlik tıbbi eser yazmıştır. Bu esere rönesans
hekimleri tarafından büyük değer verilmiştir (2).
Mar Marutha
İslam öncesi dönemde (?-421) Silvanlı Marutha hem tıpta hazık hekim olmuş,
hem de hükümdarın baş gözdesi olarak Sasan lı şehinşah Yezdgerd’e elçi olmuştur
(3).
Artuklu dönemi
Diyarbakır’da Artuklular döneminde Tıp kitabı tercüme çalışmaları yapıldı.
Miladi birinci asırda Adana civarında Aynızeride yaşayan Discorides’in birçok
dünya dillerine tercüme edilmiş Kitabül Haşayişi Artuklu Şehab’ın oğlu, Necmeddin
Ilgazi’nin oğlu, Hüsameddin Timurtaş’ın oğlu Diyarbekir meliki Necmeddin Alp
kitabı tercüme ettirmiştir. Tercüme Mihran bin Mansur bin Mihran tarafından yapıldı.
Şarkda resimler geçmiş asırlarda zatlara ait bile olsa İslam kıyafetinde
gösterilmiştir.
M. 1228. yılında Ahlat, Diyarbekir ve Urfa vilayetlerinin emiri Selçuklu
ümerasında Şemsüddevletü Veddin lakabını taşıyan ve Nasıri Emirül müminin
unvanını hazi Muhammed’in kütüphanesi için de eser yazılmıştır (4).
Artuklular devrinde, Şerh-i Kaside-i İbn Sinâ adlı eserin yazarı olan Fahrüddin,
hocası, Emineddevle İbn-i Telmiz’den İbn-i Sina’nın ‘Kanun fi’Tıb’bını öğrenmiş
ve yıllarca Mardin’de kaldıktan sonra Şam’a gitmiştir. Diyarbakır’da meslek icra
* Prof. Dr. Kenan Haspolat
266
etti Tabip Fahreddin, Artuklular döneminde Diyarbakır’da tıp dersleri vermiş ve
1198’de Diyarbakır’da vefat etmiştir (5) (6).
Diyarbekir hekimleri yurtdışında da şöhret bulmuş, haklarında biyografiler
yazılmıştır.
1203-1270 yıllarında yaşamış Şamlı bir hekim olan İbn Ebi Useybia ‘Uyunul
Emba, fi tabakatil etibba’isimli kitabında Diyarbakır ve çevresinde yetişen tabipler
hakkında geniş bilgi vermektedir (7).
Akkoyunlular dönemi
Diyarbakır’da Tarihte Hekimbaşılık müessesesi vardı.
Diyarbakır Akkoyunlularının başkentiydi. Akkoyunlu sarayında görev icra
eden tabiplerin mevcudiyeti, sultanların hastalıklarının tedavisi esnasında yaptıkları
faaliyetlerden anlaşılmaktadır. Sarayda hekimlerin tümünün başı olan hekimbaşı
da bulunmakta idi. Sultanın özel ve genel toplantılarının tümünde, onun yanında
bulunurdu. Onun görevi sultanın şahsına tıbbi bakım yapmaktı.
Hekimler Akkoyunlu sarayında büyük saygı görmekte idiler, hekimler sadrdan
hemen sonra yüksek bir poziyonu işgal etmekte idi (8).
Mervanoğulları dönemi
İbnudinar ünlü İslam tabiplerindendir, Nasiruddevle bin Mervan zamanında
Silvan’da bulunuyordu. Ekarr-ı Bazeyn adlı güvenilir bir kitabı vardır. Şemseddin
sami.Kamus-u alam. 1889c.1. s. 625.
Mervaniler Döneminde Kültür ve Medeniyet –
Tabipler
Hasan ibn Mervan (990-997)
Mümehhiduddevle Sa’id (997-1011)
Nasruddevle Ahmed ibn Mervan (1011-1061)
Nizamuddevle Nasr (1061-1079 )
Nâsıruddevle Mansur (1079-1085)
Mervaniler ortaçağda hüküm sürmüş ve Abbasi halifeliğine bağlı tevaif-i
muluk denilen beyliklerden biridir.
Cebrail bin Ubeydullah bin Bahtişo: Cebrail H. 311 yılında doğdu. Bu tabib
Mervanî hükümdarı Mümehhiduddevle zamanında onu tedavi için Meyyafarıkin’e
geldi ve buraya yerleşti. Saray tabibi olarak vefat ettiği tarih olan H. 396 senesine
kadar hizmet verdi ve bu yılda vefat etti. Cenazesi Silvan’ın’in dışındaki Musalla’ya
defnedildi. Eserleri;
El-Künnaşu’l-Kebir: Cebrail bu eserini Büveyhî hükümdarı Sahib bin
Abbad için kaleme aldı. Eser beş cildden oluşmaktadır. Bu eserin bir cildi Kütahya
Vahid Paşa Kütüphanesi 2832 numarada mevcuttur.
267
El-Künnaşu’s-Sağir: 200 vapraklık bir eserdir. Günümüze ulaşmamıştır.
Makaletun fi enne efdali istiksâti’l-beden huve’d-dem: Bu eserini de Sahib
ibn Abbad için kaleme aldı.
Risaletun fi asâbi’l-ayn: Göz sinirlerini ele alan bir eserdir.
Makaletun fi elemi’d-dimağ bi muşareketi femi’l-mi’deti ve’l-hicabi’lfasıl beyne alati’l- ğiza ve alati’t-teneffüs el-müsemma diyafrağma: Sindirim
sistemi ile alakalı bir eser. Bu iki eserini Deylem meliki Hüsrevşah bin Mübadir
için kaleme aldı.
Ebu Saîd Ubeydullah bin Cebrâil bin Bahtişu: Tıp alanında üstün bilgi ve
deneyime sahip olan bu bilgin metod ve ayrıntı hususunda da sağlam bilgilere sahipti.
Tabibler arasında öne çıkanlardan biri olarak tıb alanıyla ilgilenen İbn Bahtişu’nun
çok sayıda eseri vardı.
Meyyafarıkin’de ikamet edip İbn Butlan ile çağdaştı. Çoğu zaman onunla
bir araya gelip sohbet ederdi. Aralarında iyi bir dostluk vardı. İbn Bahtişu yaklaşık
olarak 450 H. de vefat etti.
Mümehhiduddevle tarafından H. 392’de Cizre’de darbettirilen bir sikke.
İbn Bahtişu’nun serleri ise şunlardır:
yazdı.
Makaletun fi’l-ihtilaf beyne’l-elbân : H. 447 senesinde bazı arkadaşları için
Kitabu Menâkıbu’l-etıbbâ: H. 423 de yazdığı bu eserinde tabiblerin
yaşamlarına dair bilgi verir. Bu eserden gerek İbn ebi Useybia ve gerek de İbnu’lKıftî eserlerinde alıntıda bulundular.
Kitabu’r-ravzatu’t-tıbbiyye: Üstad Ebu’l-Hasan Muhammed bin Ali için
kaleme aldı. Bu eser 1927 yılında Kahire’de Paul Sbath tarafından yayınlandı.
Kitabu’t-tevâsul ila hıfzı’t-tenâsul: İnsanın üremesiyle ilgili bir eser. H.
441 de kaleme aldı.
Mümehhiduddevle adına basılmış bir diğer sikke.
Ubeydullah bin Bahtişu ile Amid emiri Sadeddin’i gösteren bir minyatür.
Kitabu tahrimi defni’l-ahyâ
Risaletun ila Ebi Tahir bin Abdulbaki İbn Katremin Taharet ve gerekliliği
hususunda sorduğu soruya verilmiş bir cevap niteliğini taşır.
Risaletun fi beyani vucûbi hareketi’n-nefs
Risale fi’t-tıb ve’l-ahdasi’n-nefsaniyye: Hollanda-Leiden Kütüphanesi
1332’deki yazma.
1977’de Beyrut’ta Felix Klein Franke tarafından yayınlandı.
Kitabu nevâdiri’l-mesâil: İlk dönem tıp ilmine dair bilgileri içerir.
268
Kitabu tezkiretu’l-hazır ve zâdu’l-müsâfir: Bu eserin muhtasarı erRavzatu’t-Tıbbiyye’dir.
Kitabu’l-has fi ilmi’l-havâss
Kitabu tabâyîi’l-hayavân ve havâssuha ve menâfiî a’zâiha: Bu eserini
Emir Nasruddevle için kaleme almıştır. Bu eserin Londra’da British Museum Or.
2784 numarada ve Paris’te.
Bibliotheque Nationale’de 2782 numarada gayet mükemmel minyatürlü
nüshaları mevcuttur. Bu eser üzerinde A. Contadini, 1992’de Londra Üniversitesinde
bir tez hazırladı. İbn Buhtişu’nun en önemli eseri olan bu yapıt İslam dünyasındaki
en eski zooloji ansiklopedilerden biri olan bu eser henüz yayınlanmamıştır.
İbn Bahtişo’ya ait Tabâyiu’l-hayavân isimli eserden bir sayfa (British Lib. Or.
2784).
İbn Butlân: meşhur tabiplerdendir. Çok gezip birçok tabipden ilim öğrendi.
Önce Mısır’a oradan İstanbul’a daha sonra Antakya’ya gitmiş bir ara Silvan’a gelmiş.
Buradaki meşhur bir tabipten ilim almıştır. Çok sayıda tıbbi eser kaleme almıştı. Bu
eserlerinden birisi de Mervani Hükümdarı Nasruddevle için kaleme aldığı.
Da’vetu’l-etıbbâ isimli eseridir. Bu eser birkaç kez yayınlandı. En son olarak
2003 yılında.
İzzet Ömer tarafından Beyrut’ta yayınlandı. Bu eserin Türkçe’ye tercümesi
tarafımızdan yapılmaktadır.
Da’vetu’l-etıbba’da İbn Butlan’ı gösteren bir minyatür (Ambrossiana Ktp.)
İbn Dînâr: Nasruddevle ibn Mervân zamanında Meyyafarıkin’deydi. Tıp
ilminde üstün bilgiye sahip iyi tedavi eden ve ilaç yapma konusunda da deneyimli
birisiydi. İ. İbn Dinar Kitabu’l-Akrâbâzîn isimli eşsiz ve değerli bilgiler içeren bir
eser kaleme aldı.
Fadl bin Cerir et-Tekritî: Bir çok ilimde bilgi sahibiydi. Tıp alanında üstün
bilgi sahibi olup iyi tedavi ederdi. Tıbbi bilgisiyle Emir Nasruddevle bin Mervan’a
hizmet ederdi. Eserleri ise;
Tashihu’l-Kehnut: Bu eserden kardeşi el-Mürşid isimli eserinde söz eder.
Makaletun fi esmâi’l-Emrâd ve iştikâkâtuha: Bu eserini bazı kardeşlerine
yani Yuhanna bin Abdulmesih’e yazdı.
Ebu Nasr Yahya bin Cerîr et-Tabib et-Tekritî en-Nasranî:
Tıp, astronomi, felsefe ve ilahiyat alanında bilgi sahibi bir bilim adamıydı.
Tıp alanında tıpkı kardeşi gibi bilgili ve seçkin birisiydi. Nasruddevle Ahmed ibn
Mervan’ın tabibliğini yapıyordu. Ebu’l-Ğanâim Hibetullah bin Ali bin Hüseyin bin
Aserdî, Makaletun fi enne’l- lezzete fi’n-nevm fi eyyi vaktin tuced minhu isimli
eserini onun için kaleme aldı. 497 H.
Senesinde Silvan’da vefat etti.
269
Kitabu’l-ihtiyârât fi ilmi’n-nucûm: Bu eserin Beyrut, Londra ve Beyazıt
Kütüphaneleri’nde birer nüshası vardır.
Kitabun fi’l-bâh ve menâfiî’l-cima’ ve mezârrihi
Risaletun fi menâfiî’r-riyâde ve cihetu isti’maliha, Bu eserini Kafi’l-Kufât
Ebu Nasr.
Muhammed bin Muhammed bin Cuheyr için yazdı.
Kitabu’l-Mürşid, İlahiyat alanında kaleme aldı. Bu eserin çok sayıda yazma
nüshası mevcuttur. Bunlar Oxford, British Müzesi ve Diyarbakır Keldani Kilisesi
nüshalarıdır. W. Cureton tarafından 1865 yılında Londra’da yayınlandı.
Makaletun fi şeriati’l-Mesih: Halil Samir tarafından 1996 yılında el-Menare
isimli dergide yayınlandı.
Zahidu’l-Ulema Ebu Said Mansur bin İsa: Tıp alanında Nasruddevle bin
Mervana hizmet ederdi.
Nasruddevle onun tıp alanındaki bilgisine güvenir ve ona bundan dolayı çok
ihsanlarda bulunurdu. Zahidu’l-Ulema Silvan Bimaristanının inşasına vesile olan
zattır. Buna neden olan olay ise şudur: Nasruddevlenin bir kızı Meyyafarikinde
hastalandı. Bu kızına da çok değer veriyordu. Kendine şu sözü verdi:
Şayet kızım iyileşirse onun ağırlığınca parayı sadaka olarak dağıtacağım.
Zahidu’l-Ulema onu tedavi edip iyileşince Nasruddevleye dağıtacağı parayı
insanların yararına olmak üzere bir bimaristan inşasına sarf etmesini tavsiye etti.
Böylelikle bu işten daha çok ecir alacak ve bu iyiliği her tarafa yayılacaktı. Bunun
üzerine Nasruddevle ona bimaristanın inşası için emir ve bu iş için çokça para verdi.
Bimaristanın ihtiyaçları için birçok araziyi vakfetti. Bimaristanda kullanılacak alet
edevat ve diğer ihtiyaç maddelerine kadar birçok ihsanlarda bulundu ve bu konuda
hiçbir masrafdan kaçınmadı.
Zahidu’l-Ulema hakkında bkz. Halil Samir “ Note sur le médecin Zahid alUlama frére d’Elie de.
Nisibe” Oriens Christianus 69 (1985) s. 168-183
Eserleri ise şunlardır;
Kitabu’l-Bimaristanat: Hastanelerden bahseden bir eserdir. İbn ebi Usaybia
ve Makrizi bu eserden alıntıda bulunur.
Kitabun fi’l-fusul ve’l-mesail ve’l-cevabat: Bu eser iki cüzden oluşur.
Birinci cild Hasan bin Sehl’in eserlerini içerir. İkinci cüz Silvan bimaristanında icra
edilen ilmi meclislerde sorulan sorulara verilen cevablardan oluşur.
Kitabun fi’l-menamat ve’r-rü’ya: Rüya tabirlerine dair bir eserdir.
270
Kitabun fima yecibu ale’l-müteallimine li sınaati’t-tıb: Doktorların
muhakkak bilmeleri gereken bilgilerden söz eden bir eser.
Kitabun fi emradi’l-ayn ve müdavatiha: Göz hastalıkları ve tedavisine
dairdir (9).
Osmanlı dönemi
1500’lü yıllar
Diyarbakır İl Halk kütüphanesinde ‘Kitabül-Mühimmat’ isimli bir tıp
el yazma eseri vardır. Yazar tercümelerden alıntı yapmış, ilim ahlakına uygun
olarak kaynaklarını vermiştir. Ancak eser aynı zamanda telif eserdir, tabip kendi
tecrübelerini de aktarmıştır Eser M. 1519’da Diyarbakır’da yazılmıştır. Eserin bir
nüshası Nuruosmaniye kütüphanesindedir (10).
Prof. Dr. Sadettin Özçelik bu kütüphanede Hülasa-i Divan ve Risale-i
basur isimli 1500’lü yıllara ait 2 kitabın daha olduğunu ve bu kitapların konularda
kaynakları belirtmek suretiyle yazıldığını, bilimsel metodolojiye uygun eserler
olduğunu ifade etti.
Diyarbakır’ı bu alanda teori bakımından da iyi görüyoruz. Diyarbakır İl Halk
Kütüphanesindeki Türkçe Yazmaları bu noktada yol göstericidir. Kayıtlı eserler bize
fikir vermektedir. Bunlar.
Kitabü’l-Mühimmat. 1353/1’de kayıtlı
Hülasa-i Divan. 1352/’’de kayıtlı; 160 sayfa
Manzum Tıp Risalesi. Nidayi Mehmet öÇelebi. 503/5’de kayıtlı
Risale-i Basur 1353/^’de kayıtlı
Risale-i Tıp.1367/2’de kayıtlı.
Risale-i Tıp, Ahi Mehmed Çelebi. 1569/7’de kayıtlı (11)
Muslihiddin-i Lari
İstanbul’da Ebussud efendiyle beraber oldu. Sonra Diyarbakır’a geldi.
İskender paşa çocuklarına onu hoca tayin etti. Hüsrev paşa medrese müderrisliğini
verdi1591’de vefat etti.Palu (Parlı) Camii ismi de verilen yapı batısında büyük
Hekim Muslihiddin-i Lari’nin mezarı vardır.29 eseri vardır.. Bu eserler Kandilli ve
Süleymaniye kütüphanesindedir.
Kara Rıdvan
E. Çelebiye göre Diyarbakır’da Yetkin, usta cerrahları sayısızdır. Fakat bunlar
arasında Cami-i kebir yakınında olan üstad Kara Rıdvan, işinde en ünlüdür (12).
1700’lı yıllar:
Mehmed Rıza Amedi ( ?-1766)
271
Aslen Amed (Diyarbakırlı) olup Tıp Hocası geçen asrın değerli hekimlerinden
Şaban Şifai’dir. Şaban Şifai Diyarbakır’da bulunduğu esnada bu yetenekli genci
yetiştirmeğe başlamış,hatta hizmet süresi bitip İstanbul’a dönerken onu da yanına
almış. Ancak Şaban Şifai dönüş yolunda vefat ettiği için Rıza efendi İstanbul’a
gelerek Süleymaniye Tıbbiyesinde Tıp tahsilini tamamlamış ve sonra kendi ülkesine
dönerek hekimlik yapmıştır. 1766’da vefat etti. Diyarbakır’da gömülüdür.
Rıza efendi pratiği kuvvetli bir hekim olduğu kadara eser veren bir insandır.
Eserleri arasında şunlar vardır:
Risale-i Asafiye fi külliyat-ı Tıbbiye: Bir nüshası Süleymaniye
kütüphanesindedir. O, bütün insan hastalıkları ve tedavileri dahil olmak üzere tıpla
ilgili hemen her konuyu içine alan bir tıp eseridir
B) Kitab-ı Muhtasar fi’t-tıb.
Mehmed Rıza Amedi’nin hocası ve Diyarbakır’da görev yapan Şaban Şifai
Süleymaniye darüşşifası başhekimliği yapmış bir kişidir. 1701’de yazdığı Tedbir almevlut doğum ve çocuk hastalıkları ile ilgilidir. Eser Süleymaniye Beşir ağa küt.
501. Topkapı sarayı müzesi küt. Bağdat kitaplığı 345 no’dadır
1704’de yazdığı Şifaiye fit-Tıp basit ve kompoze ilaçlar ve panzehirleri anlatır
(13) (14).
1800’lü yıllar
Osman Kadri Efendi. Diyarıbekir fırkası sertabibidir. H.1303 senesi
mezunudur.
Mehmed Nuri Efendi, kıdemli yüzbaşıdır, Diyarıbekir’dedir. H.1319 senesi
mezunudur.
Ali Şefik Efendi, kıdemli Yüzbaşı, Diyarıbekirdedir. H. 1319 senesi mezunudur.
1871 yıllarında Diyarbakır’lı doktorlar eser katkısında da bulunmuştur.
Antoin Bossut’a ait Mirat-ı Sıhhat isimli eseri Diyarbakır memleket tabibi
kolağası Mehmed Zeki Efendi ve Süleyman Nazif’in babası Sait paşa tercüme
etmiştir. 349 sayfalık eser Diyarbekir vilayeti matbaasında 1871’de basılmıştır (15).
Abdülkadir Ahmet Uluğ
1897’de Diyarbakır’da doğdu. 1913’de Askeri Tıb okuluna girmiş, 1920’de
diplomasını almış, 1921’de kendi, hesabına cerrahide ikmali tahsil etmek üzere
Almanya’nın Leipzig üniversitesine gitmştir. Avdetinde Askeri okulda müzkereceliğe
başlamış ve bu ara ihtisas imtihanını da vermiştir. 1945’te tekaüt olmuştur (16).
1900’lu yıllar
Cemal Yeşil. (1900-1977) Ünlü şair ve devlet adamı
Şair. 1921’de Mülkiye Mektebi’ni bitirdikten sonra Kurtuluş Savaşı’na
katılma amacıyla Anadolu’ya geçti. TBMM Hükümeti Maliye Vekaleti’nde ve Bütçe
272
Encümeni’nde çalıştı. Cumhuriyet Dönemi’nde de çeşitli mali görevlerde bulundu,
1942’de Başbakanlık Müsteşarlığı, 1947’den 1950’ye değin Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği yaptı 1950-1965 arasında çeşitli elçiliklerde bulundu.Yazın
çevrelerinde tanınması 1919’da yazdığı “Mülkiye Marşı” ile oldu. Sonraki yıllarda
Varlık dergisinde yayınlanan rubaileri, günümüz Türkçesi’nin ustalıklı kullanımına
örnek gösterildi. Bu şiirleri 1950’de Rubailer adıyla yayınlandı. (Kenthaber).
Babası Dr. Binbaşı Edhem Hakkı bey 1.Dünya savaşında Kafkas
cephesinde şehit düştü (17).
Prof. Dr. Sıtkı Göral
1933’de Diyarbakır’da doğdu. 1958’de İ.Ü. Tıp Fakültesinden mezun oldu.
1963’de ihtisasını buradan alıd. 4 yıl ABD’de çalıştı. 1978’de profesör oldu. 1991’de
vefat etti,
Dr. Fethi Aksu
1916’da Diyarbakır’da doğdu. Diyarbakır Üniversitesi Tıp Fakültesinde
öğretim görevlisi oldu. Güncel duygular isimli şiir kitabı vardır. 1994’de vefat etti.
Prof. Dr: Selahattin Yazıcıoğlu (1921-2002)
Diyarbakırlı tanınmış ailelerden eski İstinaf mahkemesi başkatibi Mustafa
Şevki Bey’in oğludur 1945 İstanbul Tıp fakültesini bitirdi, 1974’te doçent, 1979’da
profesör oldu.1980’de D.Ü. rektörü oldu. Asbest ve göğüs hastalıkları alanında
dünya çapında ciddi yayınları vardır.
Prof. Dr. Orhan Muzaffer Baykal
5 Ocak 1924’de Diyarbakır’da doğdu.1947 yılında Tıp Fakültesini bitirdi.
1952-1953 tarihinde Kore Türk Tugayında görev yaptı.1958 ABD’ye gitti klinik
patoloji üzerine çalıştı. Sonra Ankara Ün merkez laboratuvarı patoloji şefi, daha
sonra Mikrobiyoloji profesörü oldu (18).
Prof. Dr. Gazi Yaşargil
Dünyaca ünlü cerrahımız (6 Temmuz 1925, Lice, Diyarbakır) Türk bilimadamı
ve nörocerrah.
273
KAYNAKLAR
1. Şevket beysanoğlu. Diyarbakırlı Fikir ve sanat adamları. San matb.Ankara.
19661/. s. 5
2. Dr. Hüseyin Yalçınkaya. Meudiye medresesi. DÜTF. Derg. 13 (1-4). 153156,1986
3. Eyüp Önal ve ark: Diyarbakır’da Eğitim. MEB. Diyarbakır. 1998. s. 7,4
4. Prof. Dr. Süheyl Ünver: İstanbulda Discorides eserleri ve Artıklılar. Dirim.
1941. c. XVI, sayı. 3-4, s. 1-5
5. Ş. Mardin Aşiret-Cemaat-Devlet. Tarih Vakfı yay. 2001: 90-91
6. Prof. Dr Ahmet Ağırakça. Artukoğlu dönemi tabiplerinden Fahruddin...
Artuklular. Mardin valiliği kültür yay. Editör. Dr. İbrahim Özcoşar. Mardin. 2008.c.
1/423
7. Prof. Dr. İlhami Nasuhioğlu: Tıp Tarihine Kısa bir Bakış. Ayyıldız matb.
Ankara. 2. baskı. s 1975. s. 125.
8. Prof. Dr. İlhan Erdem, Yrd. Doç. Dr. Kazım Paydaş. Birleşik kitabevi.
Ank. 2007. s. 183
pdf
9. http://beroj.com/e_kitap/Mervaniler_Doneminde_Kultur_ve_Medeniyet_I.
10. Yrd. Doç. Dr. Saadeddin Özçelik, Doç. Dr. Halil Kaya. 15. yüzyılda
yazılmış bir tıp kitabına geçen tıbbi terimler. Tıp Tarihi Araştırmaları. İst. 1997. s. 63
11. Prof. Dr. Saadettin Özçelik: Diyarbakır İl Halk Kütüphanesindeki Türkçe
Yazmalar kataloğu. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi. 2005. V(2): 247-255
12. Martin van Bruinessen, Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi Diyarbekir’de.
İletişim yay. İst. 2003. s. 269, 274, 34
13. Prof. Dr. Bedii N. Şehsuvaroğlu, Doç. Dr. Ayşegül Demirhan, Doç. Dr.
Gönül Güreşsever: Türk Tıp Tarihi. Bursa. 1984. s. 101,118)
14. Prof. Dr. Esin Kahya, Prof. Dr. Ayşegül D. Erdemir. Osmanlıdan
Csumhuriyete Tıp ve Sağlık Kurumları. Diyanet vakfı yay. Ank. 2000. s. 204
15. Binbaşı Elhaç Rıza Tahsin. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil: Mir’at-ı Mekteb-i
Tıbbiye. Özel yay. İst. 1991.2/30,98
16. Hadi Gediz, Ziya B.Aksoy, Süheyl Ünver: Tıb Fakültesi 1920 Mezunları
Albümü. İ.Ü. Tıp Yarihi Enstitüsü. İstanbul. 1947.
17. Şevket beysanoğlu. Diyarbakırlı Fikir ve sanat adamları. San matb.Ankara.
1967.2/ s. 416
18. Şevket beysanoğlu. Diyarbakırlı Fikir ve sanat adamları. San matb.
Ankara. 1967. 2/s. 459,3/60,172
274
DİYARBAKIRDA HALK SAĞLIĞI
Kenan Haspolat*
Evliya Çelebi Seyahatnamesine Göre Halk Sağlığı.
Evliya Çelebi, başka bir yerde, yine iklimle bir bağlantı kurarak Diyarbakır
halkı için “Suyunun ve havasının tatlılığından dolayı halkı gayet zeki, çocukları
gayet akıllı ve soyludur demektedir.
Evliya Çelebi, gençlerin güzelliğini de Diyarbakır’ın havasına bağlar. Ona
göre Diyarbakır’ın “havası o kadar yumuşaktır ki, seher vaktinde sabâ rüzgârı
esince insan sonsuz hayat bulur. İnsan uykudan uyandığında canlı ve yaşam dolu
kalkar. Sekiz rüzgâr estiği zaman bile, havası güzeldir. Bundan dolayı gençlerinin
hepsi güzeldir.”, “halkının yüz rengi, su ve havasının tatlılığı ve Hamrevat suyunu
içmelerinin etkisiyle kızıldır. Çoğunlukla orta boylu, sağlam bünyeli, güzel yüzlü ve
iri adam olurlar. En az yaşayanları yetmiş ve seksene ulaşmışken bile çalışmak ve
kazanmaktan geri durmazlar.
Yazın Diyarbakırlılar zengin fakir ailecek nehir kıyısında kendilerine verasetle
intikal eden yerlerde çadırlar kurar, bostanlarına karpuz, kavun ve çeşit çeşit sebze
meyveler, çiçekler ekip çalışırlar. Her bağ ve bostan verimli reyhanlarla dolu, şat
nehrinden gelen havuz ve şadırvanlara sahiptir. İnsanlar tam yedi ay boyunca Şat
kıyısında dost, arkadaş ve akrabalarıyla; saz sözle yiyip içerek zevkle yaşarlar.
Sanat erbabı bostan mevsiminde kazanç ve işlerle meşgul olup her tür yiyecek ve
içeceğe sahiptir. İnsanlar sabahleyin şehre işine gider, ikindiden sonra tekrar nehir
kenarındaki bağlarına döner sefa sürerler. Evliya Çelebi Şat kıyısında insanların Şafii
Vakti’ne kadar eğlendiklerini, ondan sonra ezan sesleriyle tevhid zikirleri ettiğini
anlatır (1).
DİYARBAKIR VE BESLENME
Diyarbakır, Dicle nehri, tarıma elverişli arazileri, şehrin sanayi ve ticari
zenginlikleri nedeniyle iyi bir beslenme avantajına sahipti. Konu yabancı seyyahların
kitaplarına da ilham kaynağı olmuştur.
W.Heude (1817) isimli seyyah.’Amid’in üzerine yerleştiği alan her tarafı
ile verimli ve üretkendir. Dicle’den geçerken, kasabanın üzerine oturduğu tepenin
eteğinde zirai bir refah ve dahili bir uygunluk görülür, demektedir.
Lamec saad (1890) ‘Dicle kıyısı boyunca uzayan bahçeler, çeşitli nehir
kollarının akmasıyla da Diyarbekir’in güneyinde ve doğusunda verimli alanlar
oluşturuyor’ demektedir (2).
Beslenme yönünden önemli bir avantaj da şehrin başka illere göre daha ucuz
olmasıydı.
* Prof. Dr. Kenan Haspolat
275
Etin 1 kıyyesi 1847 yılında Diyarbakır’da 40 para iken,1839 yılında
Gaziantep’te 1 kıyye et 110 para idi. Diyarbakır’da 1840 yılında 1 kıyye ekmek 17
para iken, Gaziantep’te 1833 yılında 1 kıyye ekmek 20.7 para idi. Diyarbakır’daki
zeytinyağı fiyatları da Antakya’daki zeytinyağı fiyatlarına göre daha düşüktü.
Antalya’da arpa ve buğday fiyatları ise Diyarbakır’a göre çok pahalı idi. 1840 yılında
bir usta yevmiyesi ile günde 23.5 kıyye ekmek,5 kıyye et alabiliyordu (3).
Zirai verimin iyi olması halka beslenme avantajı sağladığı gibi bu bereketten
başka iller de nasibin alıyordu.
Diyarbakır eyaletinde başta hububat olmak üzere, pek çok ürün yetiştirilmiş
ve Irak bölgesinin hububat ambarı durumuna gelmişti. XVII yüzyılda Evliya Çelebi,
Diyarbakır eyaletinde 7 türlü taneli buğday ekildiğini ve mahsulün oldukça fazla
olduğunu kaydetmiştir.
22 Mart 1733 tarihli bir fermana göre Diyarbakır’dan 1025.6 ton buğday ve
1282 ton arpa Bağdat’a gönderilmişti (4).
Seyyah Sestini Diyarbakır için şunu der ‘Ekmek ve et lezzetli ve çok ucuz.
Meyveler, bitkiler bol miktarda bulunuyor ve nehirden bol balık avlanılıyor (2).
XVII yüzyılda Diyarbakır’dan Halep’e büyük miktarda hayvan ihracı
yapılmıştı (5).
Hayvani proteinler şehre büyük bir imkan sağladığı gibi fazlalığı da ihraç
ediliyordu.
17. yüzyıl kayıtlarında Diyarbakır’dan Halep’e büyük miktarda hayvan ihracı
söz konusu iken şimdi bu tersine dönmüştür.
Tarihte Diyarbakır İstanbul’un et ihtiyacını karşılıyordu. Bu hususta fermanlar
vardır:
Diyarbakır’dan İstanbul’un Et İhtiyacını Temin İçin Koyun Gönderilmesi İçin
Diyarbakır Beylerbeyine Gönderilen Hüküm 8 Temmuz 1560.
İstanbul’un Et Sıkıntısı Gidermek İçin Diyarbakır’dan Koyun Gönderilmesi
Hakkında Hüküm 17 Temmuz 1565 (6).
Atatürk’ün Diyarbakır Mutfağına hayranlığı şehrin beslenmesi hakkında fikir
vermektedir.
Hazro’lu Mehmet Budak bey’in oğlu anlatıyor: ‘Mustafa kemal Atatürk
Babamı Çankaya köşküne yemeğe davet etmiş, yemekte Latife hanıma der ki:
Mehmet beyin evinde, sofralarında yediğim mütenevvi ve mütelezziz taam senin
sofranda yoktur’ (7).
Dicle nehri şehre balık proteini yönünden imkan sağlıyordu.
Geleneksel yemek türleri içinde etin çok özel bir yeri vardır. Et derken kuzu
eti, koyun eti anlaşılmalıdır. Yanı başındaki Dicle nehri nedeniyle geçmişte balık çok
tüketilirdi. Dicle nehrinde yakalanan balıklar tür olarak çok çeşitliydi. Balık çokça
bulunduğu ve çokça tüketildiği için halen bir semtin adı Balıkçılarbaşı’dır. Balık
276
kızartmasında eskiden diğer yağ türleri yerine şirik (susam) yağı kullanılırdı, yoğurt
pazarından hemen aşağı inildiğinde şirikhaneler vardı (8).
1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini
Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini
detaylandırmıştır.
Diyarbakır balıkları ile ilgili olarak’ Dicle nehrinin balığı meşhurdur’
demektedir (9).
Et dışında da hayvani protein yönünden imkanlar fazlaydı.
Yoğurt pazarı diye bir çarşı adı hemen dikkati çekmektedir. Yumurta, süt
ürünleri, peynir ve yoğurt Diyarbakır’da çok tüketilir (8).
Beslenme; büyüme, gelişme, sağlıklı ve verimli olarak uzun süre yaşamak
için gerekli olan enerjiyi ve besin öğelerinin her birini yeterli miktarlarda
sağlayacak olan besinleri, besin değerlerini yitirmeden, sağlığı bozucu duruma
getirmeden, ekonomik şekilde almak ve vücutta kullanmaktır.
Diyarbakır yöresinde geleneksel beslenme biçimleri, beslenme alışkanlıkları
hâlâ etkisini korumaktadır. Son yıllarda köyden kente göçen halkın, bu alışkanlıkları
pekiştirdikleri de gözden kaçmamaktadır. Köyden, kente göç eden halk; örf, âdet ve
ananelerini de birlikte getirmişlerdir.
Diyarbakır yöresinde çok zengin bir mutfak kültürü vardır.
Geleneksel yemek türlerinde etin Özgün bir yeri vardır. Yemekler genellikle,
ekşili, acılı ve yağlıdır. Zeytinyağı az kullanılmaktadır. Balık ve diğer su ürünleri
de çok azdır. Et olarak kuzu ve koyun eti çok kullanılır. Sığır, dana ve tavuk eti daha
az tüketilmektedir.
Yumurta, süt ve süt ürünleri bol miktarda tüketilir. Özellikle peynir ve yoğurt
çok fazla yenilmektedir.
Sebzeler ve meyveler da önemli bir yer tutmaktadırlar.
İlkbahar’da marul, hıyar; yazın kavun ve karpuz; sonbaharda da üzüm çok
fazla tüketilen meyvelerdendir. Bu meyvelerden başka elma, erik, kiraz, portakal
da yenilmekledir.
Toplumsal değişmenin sonucu olarak geleneksel beslenme alışkanlıkları ve
sofra âdabı değişime uğramaktadır. Evlerde hazırlanan bazı yiyeceklerin yerini,
hazır yiyecekler almıştır.
Diyarbakır’ın zengin mutfak kültürü, halkın beslenmesinde olduğu gibi,
yapılan çeşitli yemeklerde de kendini göstermektedir (10).
Diyarbakır yemek tatlılarını başlık olarak sunalım:
Çorbalar: Lebeni,bütün çorba (Habenisk), tarhana çorbası, kulak çorbası,
ezme çorbası, mercimek çorbası (mahruta), simindirik, Kürt Mustafa, ekşili tavuk
çorbnası, kurutlu lapa, hedik, işkembe çorbası, etli yoğurt çorbası.
277
Yemekler: Patlıcan meftunesi, kış kabağı meftunesi, kenger meftunesi, çelem
çükündür meftunesi, karışık dolma, domates dolması, soğan dolması, yoğurtlu
salatalık dolması, yalancı sarma, kuzu dolması, sarma, kaburga dolması, pencegoşt,
kelle paça, kellegoşt, Kibe mumbar, sac kavurma, ayvalı kavurma.
Dizmeler: Patlıcan dizmesi (pürlezzet), kabak dizmesi, patates dizmesi,
Musakkalar: Patlıcan musakka, kabak musakka, beli bağlo.
Tencere kebabı: Patlıcanlı tencere kebabaı, kabak tencere kebabı, üsküre
kebabaı (tas kebabı), kişnişli kebap, çöp kebabı, yoğurtlı kebap, sade ciğer kebabı,
perdeli ciğer kebabı, bahar türlüsü, güveç, ayva aşı, bahçe aşı, bezirgan aşı, aluce
aşı, nardan aşı (hıllorik), ekşili, ıspanak yemeği, livinç aşı, biber aşı, kuru fasulye,
etli bamya, patates yemeği, taze yeşil fasulye, kabak çırtması, patlıcan çırtması,
karnıyarık, ılık suha, tavuk kızartma, şebbot balığı pilakisi, keme, ekşili tavuk,
kızartma, sıkmaiacem kebabı, bakla boranisi, babakannuç, yumurtalı ağbandır,
yumurtalı boğ, yumurtalı pırpırım (semiz otu), kenger borani, nergizleme, maydanoz
lokması, zerafet (sirimast).
Pilavlar: Duvaklı pilav, şehriyeli bulgur pilavı, kibe budur pilavı, cücük
pilavı, soğanlı lapa, keşkek, kapama, şehriyeli pirinçpilavı, kengerli bulgur pilavı,
etli nohutlu bulgur pilavı,
Köfteler: İçli köfte, patates köftesi, mercimekli köfte (bellöh), lepik
Börekler ve ekmekler: Su böreği, sac böreği, puf böreği, patile, kahki, lavaş,
bulgur ekmeği, Laco katkatı, Kağırdaklı ekmek, dövmeç, çörek.
Tatlılar:
Kadayıf: Burma kadayıf, peynirli kadayıf, cevizli kadayıf, sargı burma,
cendere, şeker lokum, Nuriye, tane tatlısı, zingil, taş ekmeği, balık ekmeği, lokma,
halbur-hurma, zerde, aşure, kayganak, bulamaç, un helvası, peynir helvası, pestil
tatlısı, ekmek helvası (devşeviti), peynir tatlısı, badem ezmesi (lebüzünye), kahi,
kayısı tatlısı.
Hoşaf ve kompostolar: Karaş, eşpabiye, vişne, incaz (kırmızı erik), meyan
şerbeti.
Reçeller: Ayva reçeli, şeftali reçeli, kış kabağı reçeli, vişne reçeli, şerab-i
harir, çilek reçeli, kayısı reçeli.
Kış hazırlıkları: Patlıcan kurutması, dolmalık biber kurutması, sivri biber
kurutması, şehriye, zahter, tarhana, pastırma, kavu rma, örgü peynir, otlu erimiş
peynir, karışık turşu, patlıcan turşusu, sirke, koruk (8).
278
KAYNAKLAR
1. Ejder Okumuş Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde Diyarbakır.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır. Editörler Bahaeddin Yediyıldız Kerstin
Tomenendal. 2008. c. 1
157
2. M Şefik Korkusuz: Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003. s.
3. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. 1995. s. 12,324.326
4. Yrd. DoçDr. İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. Ankara. 1995. s. 281
5. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. Ankara. 1995. s. 312
2008
6. 2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu. Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır.
7. Kara Amid dergisi. Atatürk Yılında Diyarbakır. 56
2003.
8. Diyarbakır kültür ve tanıtma vakfı komisyonu: Diyarbakır mutfağı. İst.
9. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman. Ulus Basımevi. Ankara. 1949. s. 8
10. Doç. Dr. Mebrure Değer Diyarbakır Halk Kültüründe Yemek Müze şehir
Diyarbakır İstanbul. 1999. s. 417
279
TARİHTE DİYARBAKIRDA HİJYEN VE TEMİZLİK
Kenan Haspolat*
Bir şehrin sağlığında temizlik önemli rol oynar. Yıkanma unsuru hamamlarla
paralellik österir.
19. Yüzyılda Buckingham isimli seyyah Diyarbakır’da 20’nin üzerinde
hamam olduğunu ifade etmektedir.
Hamamlar konusunda dikkat çeken bir diğer nokta da şehir kapılarının
dördününde hemen yanında hamam bulunmasıdır. Böylece dışarıdan gelenler hangi
kapıdan girerse girsin temizlenme imkanına sahip oluyordu. O dönemin şartları
içerisinde bu durumun şehri bir kısım hastalıklardan koruduğu söylenebilir. Çöplerin
de hamamlarda yakılması önemli bir enfeksiyon kaynağını devreden çıkarmaktadır (1).
Diyarbakır surları salgın hastalık yönünden de kalkan görevi yapıyordu.
Salgın hastalık durumunda kale kapıları kapatılıyor, hastalığın şehre girmemesi
sağlanıyordu (2).
Temizlik de bir husus ise çevre temizliğidir. Konuyu yaşlı Diyarbakır
yerlilerinden dinleyelim:
Temizlik açısından da Diyarbakır tarihinin sicili pekiyi idi
Bu noktada Musa Tutka’yı dinleyelim:
Mesela temizlik konusu üzerinde değerlendirme yapmaya kalkarsak, denirdi
ki Diyarbekri Şarkın Parisidir. Gerçekten de o günler için Diyarbekir Paristi.
Teknoloji, maddiyat ve bakım bu kadar yoktu. Âmâ Paris’ti işte. Peki, Diyarbekir’de
sokağa çıktığımızda mis gibi toprak kokusu geliyordu: Anlatayım, sabah ezanla
belediyede çalışan temizlikçi kadınlar sokak ve caddelere tenekelerle su dökerlerdi.
İkinci grup kadınlar gelir süpürürlerdi. Üçüncü grup erkekler merkeplerle gelirlerdi.
Tekneler üzerinde topladıkları pisliği, çöpü toplayıp götürürlerdi. Her ev sahibi de
daha sonra kendi evinin önünü, paket taşlarını yıkardı. Evin erkeği işine giderken
sokaklar pırıl pırıl olurdu. Taşlar da güzelce yıkanmış olmaktan masmavi görünüme
kavuşurdu’ (3).
Şefik Korkusuz Diyarbakır yaşamını anlatan eserinde Diyarbakır kadınlarının
çok temiz olduğunu sabah kalkar kalkmaz ilk önce evin içini, avlusunu, sokak
önlerinin yıkandığını anlatır (4).
Mevlüt Mergen geçmiş yıllara uzanıyor.
Yıllar ötesine götürdü bu haber beni ve “bir zamanlar bizim de Belediyemizin
eşekleri vardı ve onlar da şehrin temizlik hizmetlerinde kullanılırlardı dedim kendi
kendime.
* Prof. Dr. Kenan Haspolat
280
Diyarbakır surları beş kilometreyi aşkın bir mesafeyi çevreler ve o sur içinde
bulunan şehirde müthiş bir “çevre kültürü” yaşanırdı.
Belediye ayrı bir özen gösterir şehrin temizliğine, halk ayrı bir özen.
Görev her ne kadar Belediyenin idi ise de, halk bu görevi paylaşırdı adeta.
Dükkânlardaki esnaf, sabah erkenden kepenklerini kaldırır kaldırmaz hemen
ilk iş olarak dükkânının önünü süpürürdü.
Çünkü “temizlik imandan gelir” ve bu inanç hakimdi çarşı ve cadde esnafına.
Evlerde de aynı inancı sergilerdi hanımlar.
Ama onlardan önce Belediyenin temizlikleri vardı, küçeleri silip süpüren.
Çoğu kere çalı süpürgelerinin hışırtısıyla uyanırdı insanlar tatlı uykularından.
Kimlerdi bu çalı süpürgelerini hışırdatanlar?
Belediyenin görevli “çöpçü kadınları” idi bunlar, üzerlerine giydikleri şalvarlarını
bellerine kadar çeker, ellerindeki kocaman süpürgelerle süpürmeye başlamadan önce
hafifçe bir sulama yapalardı ki toz duman kalkmaya ve insanlar rahatsız olmaya, sonra
süpürme işine başlarlardı. Süpürüp topladıkları çöpleri küçenin bir köşesine istifler,
sonra öteki, daha öteki derken bütün küçelere girer ve işlerini yaparlardı.
Onlar ayaklarını daha çekmeden küçelerden, bu kez evlerde başlardı küçe
önünü yıkamak ve süpürmek işi.
Sonradan moto-guzziler girdiler şehrin küçelerine, onlar şimdilik konumuz
dışında kalsın.
Hanımlar yetinmezlerdi Belediyenin görevlilerinin temizliğiyle, ille de kendileri
de sulayıp süpüreceklerdi evlerinin önünü, böylece o meşhur İngiliz atasözünü hayata
geçireceklerdi “herkes evinin önünü süpürdüğü için şehir tertemiz” olurdu.
Ev hanımları da topladıkları çöpleri kapılarının bir tarafına istifler, sonra
içeride temizlik yapmaya başlarlardı da evin içindeki çöpleri tenekeye bırakır ve o
tenekeleri de ya kıpının önüne veya arkasına bırakırlardı ki, birazdan birileri gelecek
kapıyı şakşakını vuracak ve “çöööp” diye bağıracaktı.
Bazen bu bağırtılara karışırdı eşeklerin anırmaları.
Böyle idi Diyarbekir halkının çevre temizliği tutkusu, abartısız söylüyorum,
Diyarbakır surları değil beş kilometreyi beş bin kilometreyi bile sarıp sarmalamış
olsa idi şehir yine öyle tertemiz olurdu, çünkü bu kültür zenginliği egemendi şehir
insanında.
Diyarbekir’li temizdi ve temizliği severdi.
Öyle olmasa hangi kentte yirminin üzerinde hamam vardır?
“Hamam” dedim de bu hamamların bir tanesi yukarıdan beri sözünü ettiğimiz
o eşeklerle toplanılan çöplerin nerelere döküldüğünü söylemediğimi fark ettim ki, bu
hamamlardan bir tanesinin adı “eşbek” hamamıdır, ya da eşekçiler hamamıdır, çünkü
281
o çöpler bu hamama getirilir, külhanında yakılmak suretiyle hem imha edilmiş olur,
hem o hamamın suyu ısıtılır ve hem de çevre temizliğine katkıda bulunulurdu.
Diyarbekir’de eşekler yalnız çöpçülük de değil, diğer hizmet alanlarında da
kullanılırdı, hewsel bahçelerinden getirilen sebze ve meyveler bunların sırtında
girerdi şehre, çay önünden odun bunlarla getirilirdi, evlerdeki tamirat işlerinde
gerekli olan kum bunların sırtından başka hayvan sırtına yüklenebilirdi ki.
Bir anda otuz kırk tane merkebin küçeden geçtiklerini boyunlarındaki
çıngıraklarının çıkardığı seslerden ve bazılarının anırmalarından anlardınız ki bunlar
kum taşıyan eşeklerdir (5).
Diyarbakır’da Temizlik Güzel Bir Sicile Sahiptir. Kadınların En Önemli
İşerinden Biri Bulunduğu Sokağı Yıkamaktı
Temizlik Duygusu Verilmiş Bir Çocuk Sokağı Temizliyor
282
Şimdi Günlük ev temizliğini Mahalli aksanla olayı dinleyelim:
Ayvanlarımız vardi, ayvanlarımızı yıhardıh. Tulumba vardi, tulumba. Su
çekidıh öle, kaldıridıh koyidıh su çekidıh. Su geldidi vuridıh üstine. Çogi içerdıh
o tulumbanın suyından içerdıh biz. Ondan sora havşı yıhardıh güzel, temiz, hoş
otururdıh, suhbet ederdıh.
Ey ne bileyim, çamaşır güni olacaydi kahacahtıh, ikindi vahti odunlarımızi
çıharacahtıh. Ondan, külli su, satan eskiden iki yüç gün evvel merken (toprak kap,
küçük küp). Deyidıh merken özine, şedendır, toprahtandır. Desti habene nasıl, o
da bele ondan olidi. Alidi dört beş tene, alti teneke su. Küli çıharidıh onu sobadan
yahut mankaldan, atidıh o merkenin içine. Kalurdi dört beş gün, süzülürdi. Kül
kalırdi altta. Çamaşuri yaptığımız gün alırdıh, doldururduh kazana. Doldururduk
kazana, odunlari da yandıridıh. Miligle (ince boru) üfiridıh. Üfür babam üfür, ta ki
odunlar tutuşa. Ta ki tutuşa. Tutuşurdi, suyumuz kayniyacahti. Getiracahtıh taşti
altında. Kasnağı koyacahtıh, teş te üstine.
Otururduh, sabunu da getirirdıh. Sabunla o külli, kazandaki kül suyu da
alırdıh. Tökerdıh, yıkardıh çamaşırımızi. Bu sever kahardıh dama. İp bagliyacagıh
dama, götürürdıh agaclar. Sıtara agacları vardi. O sıtara agacları çıharırdıh dama.
İpi güzelce yürurduh, tutardıh güzel baglardıh. Bazi loga baglardıh. Bi tarafı loga,
bi tarafi da eger duvarda bi çivi mivi halka malka yapmişıh ne’ala, ne güzel. Yohsa
yoh işte böle düşer. Atardıh çamaşırlarımız. İkki merdiven, iki merdivanlan dama
çıhardıh (6).
Anzele’de Çamaşır Yıkayan Kadınlar
283
KAYNAKLAR
1. Yrd. Doç Dr. İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. Ankara. 1995. s. 89.
2. Yrd. Doç Dr. İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. Ankara.1995. s 246
3. Şeyhmuz Diken: Diyarbekir diyarım, yitirmişem yanarım. İst. 2003. s. 62
28,32
2010
88,90
284
4. Şefik Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündelik Hayat. Kent yayİst. 2007. s.
5. Mevlüt Mergen Bizimde Eşek Çöpçülerimiz Vardı. Yeniyurt. 29 Aralık
6. Yrd. Doç. Dr. Münir Erten: Diyarbakır Ağzı. TDK yay. Ankara. 1994. s
TARİHTE DİYARBAKIRDA ENGELLİLER
Kenan Haspolat*
ÖZET
Diyarbakır’da engellilerle ilgili ilk verileri, M.Ö. 7000 Çayönü kazılarındaki
insan kemiklerinde görüyoruz. Diyarbakır’ın fethinde bedensel engelli sahabe Muaz
bin Cebel’e rastlıyoruz. 1200 yıllarında Artuklular döneminde ilk görme engelliler
okulunun açıldığını müşahede ediyoruz. 1691 yılında Diyarbakır’da zihinsel
engellilerle ilgili görevlilerin olduğunu öğreniyoruz. Diyarbakır’ı yöneten 8 valinin
engelli oluşu, günümüzde engelliler için bir hedef olmalıdır. Cumhuriyet dönemi
görme engellilerin musikiyle ilgilendiğini, besteleri olduğunu, hafız olduklarını,
bunun dışında kuyu temizleme, bulgur çekme işleriyle de ilgilendiklerini gözlüyoruz.
1956 yılında Diyarbakır’da Sağırlar ve dilsizler okulunu açılması da engelliler
için önemli bir hizmet olmuştur.
Diyarbakır halkının zihinsel engellilere karşı çok müşfik olduğunu, zihinsel
engellilerden çok şey öğreneceğimizi hatıralardan öğreniyoruz.
GİRİŞ
Dünyanın en eski yerleşim yeri olan Ergani Çayönü’nde 14 yaşında bir çocukta
hematom (beyinde kanama), iki bebekte beyin zarı iltihabı olduğu anlaşılmaktadır.
Bu iki durum da çocukta işitme, görme ve bedensel engelliliğe neden
olabilmektedir.
Kemik erimesi (osteoporoz) vakaların da görülmesi bunun sonucunda
omur, bacak kemiği kırıkları da felç nedenidir. Yine Çayönü halkında osteoartrit,
osteomyelit denen kemik iltihabi hastalıkları da engelliliğe neden olabilmektedir.
Çayönü İnsanında Boyun Ve Sırt Omurlarında Yaygın Travmatik
Bozukluk (15)
* Prof. Dr. Kenan Haspolat
285
CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEM DİYARBAKIR’INDA ENGELLİLER
Artuklular döneminde her alanda okumaya önem verilmiş, görme engelliler
için de bu alanda bir merkez yapılmıştır. Ülkemizde tarihte böyle bir oluşumun
başka bir yerde olduğunu bilmiyorum.
Tarihte engellilere önemli destek verilmiştir. Artuklu alimleri körleri ilimden
mahrum etmemiştir. Nitekim Ali b. Ahmed Zeynudin Amedi körler için bir okul
oluşturarak onlara yönelik ilmi faaliyetlerde bulunmuştur (11).
Engelli sahâbîler:
Sahâbe’den doğuştan âmâ olanların veya gözlerini hastalık ya da savaşta
yaralanmalar sonucu sonradan kaybedenlerin sayısı hayli fazladır. Tespit
edebildiğimiz âmâ sahâbîler arasında, Hz. Ebû Bekr’in babası Ebû Kuhâfe, Berâ
b. Azib, Câbir b. Abdullah, Ka’b b. Mâlik[, Hassân b. Sâbit, Ebû Sufyân, Sa’d b.
Ebî Vakkâs, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ebî Evfâ, Abdullah b. Cahş, Abbas b.
Abdulmuttalib, Mâlik b. Rabîa, Itbân b. Mâlik ve İbn Ummu Mektûm, hanımlardan
da iri ve âmâ biri olan Abdullah b. ez-Zubeyr’in annesi Esmâ[ zikredilebilir.
Sahabeden Muâz b. Cebel, Mucâlid b. Mes’ûd es-Sulemî ile Amr b. elCemûh’un da topal olduklarını bilmekteyiz.. (4).
Diyarbakır’ın sahabelerce fethinde 4 büyük komutandan topal olan Muaz bin
cebel.
Vakidi, Hz. Peygamberin önde gelen sahabelerinden Muaz b. Cebel’in
Diyarbakır’ı kuşatan ordunun içinde bir komutan olarak, Diyarbakır’ı, Babu’l-Cebel
(Dağ kapı) yönünden kuşattığını belirtmektedir (13).
Dağkapı
Muaz Bin Cebel’in Kılıcı (30)
286
Mervanoğulları dönemi
990-1089 döneminde bölgeye hakim olan Mervanoğulların atası Mervan
ama’ydı (3).
Beylik dönemi
Eğil beyliği
1543 – 1604 yılları arasında yaşayan Bitlis Emiri Şeref Han’ın “Şerefname”
adlı eserde verilen bilgilere göre, Eğil Beyliğinin kurucusu Mırdasîlerden Seyyid
Hüseyin el A’rac (topal) oğlu Pîr Mansur’dur.
Eğil
Osmanlı Dönemi
Engelli Diyarbakır valileri (1)
Kör Hazinedar Ali Paşa
1771
1773
Sağır Behram Paşa
1576
1577
Deli İbrahim Paşa
1593
1594
Deli İbrahim Paşa
1590
1592
Deli Murad Paşa
1624
1626
Topal Hüseyin Paşa
1695
1696
Topal Yusuf Paşa
1699
1701
Telli Mustafa Paşa
1646
1647
287
Diyarbakır Valiliği
Diyarbakır’da akıl hastalarının bakımına da pozitif yaklaşım vardır:
1691 yılında Diyarbakır’da meslekler zikredilirken 1 Gullabi’nin varlığından
bahsedilir.
Gullabi: akıl hastanesinde bakıcılık yapan kimse demektir
Bu açıdan 1691’de Diyarbakır’da zihinsel engellilere bir yaklaşım olduğu
anlaşılıyor. Bu durum büyük bir ekonomik refahın sonucudur. Zira 1568 tarihli Tahrir
defterine göre Diyarbakır’da 186 meslek bulunmaktadır. Bursa’da tespit edilen
meslek sayısı 50, Kayseride XVI. yüzyılda 18, XVIII. yüzyılda 23, Kastamonu’da
34’dür (14).
Köroğlu Destanı ve Diyarbakır
Bir görme engelli ile ilgili Diyarbakır yaklaşımı ilginçtir
Bu destan anonim bir destandır. Ali Şamil Hüseyinoğlu (Azerbeycan Milli
İlimler Akademisi, Bakü) Köroğlu Destanında (Tebriz nüshası) Diyarbakır ve
Yöresi ’başlıklı tebliğinde olayı Diyarbakır’da gösterir. Köroğlu’nun 23. meclisi
Celali Köroğlu’nun adamlarından biri Diyarbakır’a, Melik paşanın kızı Mehveş
Hanım’ın ardınca gitmesi ve esir düşmesi. Köroğlu’nun olayı duyar duymaz
adamının ardınca gitmesi ve Melik paşa ile savaşarak onu yenmesi ve öldürmesi
‘şeklinde anılmaktadır (2).
Sanatçı Musa Eroğlu Köroğlu destanıyla ilgili şunları anlatıyor.
Benden selam olsun Bolu Beyine” türküsünün öyle olmadığını, Köroğlu’nun
da Bolu’ya hiç gitmediğini söyledi. Eroğlu, yapılan araştırmalar ışığında ünlü
türkünün gerçek halini şöyle açıkladı.
288
“Benden selam olsun Bolu beyine” türküsünün aslının öyle olmadığını,
Köroğlu’nun da Bolu’ya hiç gitmediğini söyledi.
Bolu’da Bey yok. Bolu değil Boluğ eski Türkiye isimlerinde Kaan, Han, Uluğ
bey gibi isimler vardır. Bu da Boluğ bey. Fakat benim kastettim olay şu; Köroğlu her
yerde var. Kazakistan’da Köroğlu var, Orta Asya’da Köroğlu var, Azerbaycan’da
bizdekinden 10 katı fazla Köroğlu var. Şiirleri var operası var opereti var.
Bolu değil o Boluğ beyi. Şimdi bazı menkıbeler mesela Kazakistan’da,
Azerbeycan’da Köroğlu var. Azerbeycanda da aynı. Ama orada Boluğ Bey diye
söyleniyor Bu türkünün Bolu’ya ait olduğunu söylemek ya da söylememek bir şeyi
değiştirmiyor. Ama Bolu beyi değil çünkü Bolu da beyler yok. .”Benden selam söyle
Bolu’daki beye değil Boluğ beye “diyor.
Ben bu türküyü her zaman okuyorum. Boluğ diye okuyorum, Çok güzel bir
türküdür aslında (31).
CUMHURİYET DÖNEMİ DİYARBAKIR’INDA ENGELLİLER
Cumhuriyet döneminde engelli eğitimine katkısal yaklaşım yapıldı.
1956 yılında sağır ve dilsizler okulu açıldı.70 talebesi vardı (23).
Cumhuriyet Dönemi Görme Engelli Meslekleri
Diyarbakır’da tarihte sokaklarda ‘Kuyi paaaaaakliyaaan, Bulgur çekaaaan,
Çermik sakıziiii, Sabun alan, Sabun’ seslenişinde amaları hatırlamalıyız (21). Kuyu
temizleyicilere örnek verelim Kör Kasım, Kör Sado.
289
Cumhuriyet Dönemi Görme Engelliler
Mevlüt Mergen’in hatıralarını dinleyelim:
Diyarbakır’lı hiçbir zaman gözleri görmeyen birisine “kör” yada “ama”
demez, ona seslenirken, onunla sohbet ederken hitabı “hafız efendi” dir.. Bunda
haklıdır bu şehrin insanı, çünkü gelenekleşen bir durum idi o zamanlar göz nimetinden
mahrum olanları “Kur’an nimetiyle” teselli etmek düşüncesi..
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim biliyorsunuz altı bin altı yüz altmış altı
ayetten oluşur.. Bütün bu ayetleri ezberlemek işine de ehli olanlar “iğne ile kuyu
kazmak” derler.. Gözü görenler bu ezberleme işini belki görmeyenler kadar rahat
ezberleyemedikleri için de olsa gerek görme özürlülerin çoğu “Hafız-ı Kur’andır”
Bunlardan bazılarını ismen anacağız ancak, bazıları da vardır ki, çeşitli sebeplerle
Kur’an tedrisatına gönderilmemiş ve fakat hayat kavgasına atılmıştır.
“El açmak” Cami kapısında dilenmek işin en kolay yanı, ancak bunu pek
benimsemez Diyarbakır insanı, benimsemez de çalışmayı yeğ tutardı dilenmeye
karşı.. Yapabileceği işler vardır mutlaka, mesela bu kentin hemen her evinde bulunan
kuyuların yılda bir iki kere temizlenmesi gerekirdi, bunu kim yapacaktır? Elbette ki
görme özürlüler yapacaklardı.. Nasıl?
Önce bir tanesi sokak, sokak dolaşıp “Kuyu paklayan” diye bağıracak, yani
bir nevi pazarlama yapacak..
Aldığı siparişleri ve adresleri belirleyip iki üç arkadaş birlikte derinliği en az
beş metre olan kuyulara inecekler ve kovalarla o kuyunun kirlenmiş suyunu dışarı
atıp “paklayacaklar” o kuyuyu.. Diyarbakır’da kuyu temizleyenlerin tamamı “görme
özürlülerdir” ve bu hizmet onların eliyle yürütülür, başkaları bu işe talip olamaz, olsa
da beceremezdi..
Kuyuya inerken merdiven gibi, ip gibi güvenlik tedbirleri yoktur bu insanların..
Sadece kuyunun taşlarını ayaklarıyla yoklar, basabileceğine kanaat getirirse basar ve
öylece yavaş, yavaş kuyunun dibine kadar iner.. Çıkışı da aynı yoldandır..
Başka bir işleri daha vardır bu insanların “bulgur çekmek” kuyu paklamada
olduğu gibi, yine sokak, sokak “bulgur çeken” diye birisi bağırır, siparişleri toplar
ve verdiği randevuya göre gidilerek bu görev yerine getirilir.. Bulgur çekenler
de en az üç kişidir ve hepsi de görme özürlüdür.. Makineleri önceleri kolludur,
sonradan “mazotla” çalışanları çıktı..Çekilecek bulgur evin hanımının isteğine göre
çekilecektir, önce az bir miktar nümune çekilir, hanım biraz daha inceltin, yada biraz
daha büyütün habbeleri derse ona göre makinenin dişleri ayarlanır ve pilavlık, içli
köftelik, çiğ köftelik gibi çeşitlere ayrılırdı.
Görme özürlülerin bir kısmı bu işleri yaparken bir kısmı sokaklarda seyyar
satıcılık yaparlardı ve en çok dillendirilen ise “soğuk su sabunu” ve “çermik sakızı”
idi bu satılan ürünlerden.. “Seyfo” idi kısaltılmış ismi bu kişinin, hem bir gözü özürlü,
hem de bir ayağı özürlüydü, ve protezi de tahtadan idi ayağının ama, çalışkandı, o
haliyle bile sabahtan akşama kadar sokak, sokak dolaşır ekmek parasını çıkarırdı.
Çünkü “çalışmak ayıp değildi” el açmak ve hırsızlık yapmak ayıptı o zamanlar..
290
Diyarbakır evleri genelde iki, özelde üç katlıdır.. Şehrin en yüksek yapıları ise
minarelerdir.. Buralardan evlerin içini görmek çok rahattır.. O’nun için müezzinlik
görevini de bu görme özürlülere verirdi o günlerin insanları.. Aile mahremiyetleri
sağlansın, fitneyi mucip olmasın diye.. Gözleri görmezdi ama, 80-90 tane dolambaçlı
basamaklarını minarenin taş patlasa iki veya üç dakikada çıkarlardı.. İnişleri daha
çabuk olurdu ki sünneti kılıp kamet getirme işini de onlar yapacaklar..
Sözün başında görme özürlülere kör yada ama denmeyip “hafız” dendiğini
vurgulamıştık.. Diyarbakır insanı her sene Ramazan ayına girdiğinde evinde mutlaka
“mukabele okuturdu” istek böyle çok olunca, Kur’an Hafızlığına da haliyle rağbet
fazla oluyordu. Diyarbakır’da her evin nasıl ki bir loğcusu varsa, çarşıda bir kasabı,
bir manavı bulunuyorsa, mukabelesini her yıl okuyan ve okuyacak olan bir Hafızı
da mutlaka vardır..
Bunlardan bazılarını ismen anmak ve o güzel insanları burada hayırla yad
etmek istiyor ve öncelikle “Hafız Celal Sevimli” diyorum.. Gözlerini küçük yaşta
bir hastalık sebebiyle yitirmiş, gayet dindar ve mütedeyyin olan ailesi günü gelince
onu “Hafız-ı Kur’an” olsun diye okutmuş.. kendisini yakından tanımış birisi olarak
şunu söyleyebilirim “müthiş” bir hafızdı.. Müthiş derken Kur’an-ı Kerim’e olan
vukufiyetini kast ediyorum..
Unutmak durumu hariç asla yanlış okumazdı.. Ulu Camide ve evlerde okuduğu
“mukabeleler” çok insanın yanlışının düzelmesine de öncülük etmiştir.. Ramazan
aylarında oruçlu ağzıyla onlarca evi gezmek, hepsinde bir cüz okumak maharetini
bilmiyorum günümüzde gösterebilen var mıdır? Ayrıca Sevimli hocamız bir Kur’an
öğreticisidir.. Önceleri “Lala Kasım Camisinde” bir hücrede, sonraları “Hacı Arif
Yenice Mescidinde” yine kendisi gibi görme özürlü tam on sekiz tane talebeye icazet
vermiştir.. Ve bu talebelerin bazıları hala hayatta olup, deyim yerinde ise bülbül gibi
şakımaktadırlar.. Emekliliğine kadar geçen otuz yıllık süre zarfında binlerce talebeye
de yüzünden okutmuştur yüce Kitabımızı..
Hafız Celal Sevimli aynı zamanda “musikişinastır” makamları gayet güzel
bilir ve okurken bir makamdan bir başka makama geçmekte de mahirdir.. Günümüzde
zevkle dinlenen “Suzan” türküsü de onun derlemesidir.. Nur içinde yatsın demekten
başka ne diyebiliriz?
Hafız Celal Sevimli’yi anlatıp, Hafız Tarık Çıkıntaş dememek olmazdı.. Bu
güzel insanda tıpkı Sevimli gibi küçük yaşta gözlerini kaybetmiş, ailesi çok varlıklı
olmasına rağmen, dediğimiz gibi o günlerin gelenekleşen inancı sonucu onu da
Hafızlık eğitimine vermişlerdi.
Çok güzel Kur’anımızı güzel okurdu Hafız Tarık.. Öylesine güzel okurdu
ki, kulaklardan ziyade kalplere duyururdu sesini, göz yaşını tutamazdı kendisini
dinleyenler..
O’nun da ikinci uğraşı müzikti.. Enstrüman kullanırdı.. “Diyarbekir Peşrevini”
onun gibi cümbüşle çalabilen bir kimse henüz çıkmadı ortaya.. Gözleri görmezdi
bu insanların ama, gönülleri şen şakraktı, sevgi yüklüydüler, sevilir ve severdiler..
Sevimli ve Çıkıntaş ikilisi kol kola çarşıya çıktıklarında bütün esnafa neş’e gelirdi..
291
Merhum “Şark Bülbülümüz” Celal Güzelses ömrünün son günlerinde Ulu
Camide “ser müezzinlik” yapmıştı.. Genelde Cuma günleri hutbe ezanlarını kendisi
okurdu. Bazı günlerde de başındaki sarığını çıkarır, hemen yanı başında oturan bu
iki hafızdan birinin başına bırakırdı ki en çok Tarık olurdu bu kişi.. Tarık bilirdi ki
hutbe ezanını okumak işi kendisinindir ve büyük bir zevk ve heyecanla okurdu..
Görme özürlüydüler ama, düşünme özürlü değillerdi, kin özürleri yoktu,
dünya hırs ve tamahı nedir bilmezlerdi.. El açmak güçlerine giderdi, yediremezlerdi
kendilerine.. Çalışırlardı, kuyu paklar, bulgur çeker, minareye çıkar ezan okur ve
“Kur’an Hafızlığı” gibi yüce bir makama çıkarlardı..
Tarık Çıkıntaş. (1924-1979)
(Bilgi kaynağı: Kenan Aksu-Feyza Serçe)
Diyarbakır’ın simge isimlerinden olan Tarık Çıkıntaş, köklü bir ailenin tek
oğlu olarak 1924 yılında Diyarbakır’da doğdu. İki yaşlarında iken geçirdiği ateşli
bir hastalık sonucu görme yeteneğini kaybetti. O yıllardaki bütün tıbbi imkanlar
denenmesine rağmen başarılı olunamadı.
1930’lu yıllarda Diyarbakır’a tayin olan ve 3 yıl müddetle evlerinde kiracı
olan Nuruosmaniye Camii hocası sayın hafız Akkuş’tan Kur’an ve Mevlit öğrendi.
Kulağı sesleri çok iyi algılıyordu, duyduğu birinin sesini yıllar sonra işittiğinde
hemen tanıyordu. Müziğe karşı ilgisi hissedildiğinde evdeki orgla çalışması
sağlandı. Radyodan işittiklerini orgla çalmağa çalıştı. Kendisi gibi görmeyen
çocukluk arkadaşı Celal Sevimli ile çok uzun sürecek dostlukları ile birlikte müzik
hayatlarına başladılar. Kendi kendine cümbüş çalmayı öğrendi. Duyduğu bir
şarkıyı kısa sürede hem çalıyor, hem de güzel sesi ile söylüyordu. Ünlü sanatçı
şark bülbülü Celal Güzelses’in öğrencisi oldu.
1950’li yıllarda Anadolu’yu dolaşıp türkü derleyen ünlü sanatçı, hoca
Muzaffer Sarısözen’le tanışma fırsatı bulud. TRT arşivlerinde Tarık Çıkıntaş’tan
alınan ‘Çay içinde düğme taş’ diye adlı bir türkü bulunmaktadır.
1955-1970 arası Diyarbakır’da müzik alanında önemli isimlerden biri
olmuştur.
İki evlilik yapmış 4 kız, 2 erkek çocuğu olmuştur. Son yıllarını hastalıkla
geçirmiş, 1979’da 55 yaşında hayata veda etmiştir.
292
Diyarbakır Halk Mûsıki Cemiyeti Keman:
Selahattin MAZLUMOĞLU – Cümbüş: Tarık ÇIKINTAŞ
Hüsnü İPEKÇİ (Keman)
Tarık ÇIKINTAŞ (Cümbüş)
Tarık ÇIKINTAŞ
Selahattin MAZLUMOĞLU
Celal SEVİMLİ
293
Celal sevimli türküleri içinde en önemli derleme
Suzan Suzi,yani Kırklardağı’nın düzü.
Türküsüdür. Celal Sevimli 5. Ekim 1988’de vefat etti.
Lalabey camisinde ve Hacı Arif Yenice mescidinde 18
hafız yetiştirdi (16).
Görme engelliler kötü alışkanlıkların önlenmesinde de
örnek oluyordu.
Musa Tutka anlatıyor. 36 yıldır sigara içiyordum. Celal
Sevimli Ramazan süresinde sigara içmememi istedi, söz
verdim. 20 yıldır kullanmıyorum.
Musa Tutka
Celal Sevimli
Mehmet Mercan anlatıyor
“Eski ezanlar”, dediniz. “Eski mevlüthanlar” dediniz.
Yine yüreğimden vurdunuz beni.
Gerçekten ne güzel günlerdi.
Celal Güzelses, Tarık Çıkındaş, Celal Sevimli, Seyfi… Ve daha başkaları…
Hepsinin de sesleri güzel, musikişinas insanlar. Ama aynı zamanda mevlüthan
ve Hafız-ül Kur’an…
Bu günkü sözümona hocaların, müezzinlerin kulakları çınlasın.
Musiki icra ederken de Kur’an veya Mevlüt okurlarken de ciddiyetlerinden,
saygınlıklarından sapmaz, ödün vermezlerdi.
Tarık bazen keman, bazen cümbüş çalardı.
Celal Sevimli çoğunlukla def ve darbuka çalardı…
Seyfi de koroyu tamamlardı.
294
Üçü bir araya geldiklerinde ilginç bir ÜÇLÜ oluştururlardı. Çünkü üçü
de AMA idiler…
Celal Sevimli ramazan ayında bazı tanınmış ailelerin evlerine gider HATİM
her gün bir CÜZ okur, hatim indirirdi. Ayrıca da camilerde Mukabele- CÜZ okurdu.
Kandil günlerinde, Ramazan’da Cuma akşamları, Kadir gecesi ve arife günleri
yatsı ezanından önce beraber minareye çıkar en az yarım saat birlikte münacatkasideler okur, tekbirler getirirlerdi.
Birkaç kez rahmetli Celal Güzelses’le minareye çıkıp birlikte SELA
okuduklarını da hatırlıyorum.
Tarık Çıkındaş’ı bilirsiniz;
Diyarbakır’ın yakın tarihindeki olaylar içinde sıkça adı geçen Hacı Niyazı
Çıkındaş’ın oğluydu ve 10 Gözlü Köprü’nün az ilerisindeki Çıkındaş köyünün
sahibiydiler… (17).
Amalardan Hafız İzzet ve Hafız Abdülkerim de meşhur mevlüthanlardandı.
Baharatçı Kör Yusuf-130 yıl
130 yıl önce baharatçılığa başlıyan Kör Yusuf gayrimüslimdi. O zaman
Diyarbakır’ın tek baharatçısıydı.
Cumhuriyet dönemi amaları için Prof .Dr. Mehmet Ali Taş’ın hatıralarında şu
hususlar var.Amalar genellikle çiçek hastalığı sonucu gözlerini kaybetmişti, yüzlerinde
de çiçek sonucu çukurlar vardı. Cuma günü ulu
cami önünde arbana (def) ile kasideler söylerdi.
Cumhuriyet döneminde bedensel engelliler
Ulu Camii Ve Bir Görme Engelli
295
Mergen’in hatıralarına göre Cumhuriyetin ilk döneminde bedensel engelliler
de toplumsal üretime katkıda bulunurdu. Bunların bir kısmı kahvecilik yapardı.
Engelliler arasında imece usulü bir çalışma da vardı.
Daha önce söylediğimiz üzere görme engelliler bulgur çekme ve kuyu
temizleme işi yapardı. Ancak bunların organizasyonunu bedensel engelli Topal
Seyfeddin organize ederdi.
Topal Hasan Altunboğa ve Kadayıf
Kadayıf Diyarbakır’da 18. yüzyıldan beri yapıla gelen bir tatlı türü olup,
Türkiye’de kendine özgü bir yeri vardır. Bir Diyarbakır tatlısı olan kadayıfın
imalatını ilk kez Diyarbakırlı bir ermeni olan Ako adındaki bir şahıs yapmıştır. 1900
yıllarında ölmüştür. Kendisi tarafından yetiştirilen çıraklar, Diyarbakır kadayıfını
bugüne kadar getirmişlerdir. 1900 yıllarından bu yana lakabı topal olan Hasan
ALTUNBOĞA, Diyarbakır kadayıfını günümüze kadar getirmişlerdir.
Ortopedik Engelliler Yorumsuz Bir Resim
296
Bir Bedensel Engelli İbadet Ederken
Engelliler mümkün mertebe bir iş bulur çalışırdı. Yaşlı ve sakat olmasına
rağmen Topal Halil belediyede eşeklerle çöpçülük yapardı.
2 ayağından da engelli Topal Selahattin terziydi (19)
Prof. Dr. Mehmet Ali Taş anlatıyor:
Yanık çarşıda topallar boncuk, tesbih, ayna satardı. Vatandaş bir bahaneyle
bunlardan alışveriş yaparak toplumsal destek verir, dilenciliğe giden yolu kapatırdı.
Diğer esnaflar da topalların sattığı malları satmaz, dolaylı yoldan katkıda bulunurdu.
Bazı engellilerin bahçeleri de ünlüydü.
Hevsel’de Topal Timo bahçelerinde (Şeftali ve can erik yetiştirilirdi).
297
Gazeteci İbrahim Evirgen anlatıyor (6)
Tope (Topal Mehmet Elalmış)
2 kolu ve ayağı da sakattı. Önceleri bir lastik üzerinde sürünerek çalışırdı,
sonra kendisine bir engelli arabası hediye edildi. Sakız, sigara,kağıt mendil satarak
5 çocuklu bir aileye baktı ve onları büyüttü,dilencilik yapmazdı.
İşitme engelliler
Tarihte İşitme engelliler de üretim içindeydi.
Örneğin Terzi Fikri işitme engelliydi
ŞU AN ANLATMAYA ÇALIŞACAĞIMIZ ZİHİNSEL ENGELLİLER
KISMI MİZAH YAPMAK İÇİN DEĞİL, DİYARBAKIRLININ ZİHİNSEL
ENGELLİLERDEN ALINACAK DERSLER OLDUĞU İÇİNDİR. AYRICA
DİYARBAKIRLI ZİHİNSEL ENGELLİYE OLDUKÇA İNSANCIL
YAKLAŞMIŞTIR
Meşhur zihinsel engelliler
Deli Bardıhan, Deli Çeto, Deli Şeyho, Deli Sofi Sait, Deli Sakalli sait,
Deli cübbeli sait, Deli Ferho, Deli Cevdo, Deli Bekir, Alişan, Lahmacun
(21).
Leymunci Deli Yaşo, Deli Ayşo, Deli Havva, Karateci hamo, Trafik hamo (9)
Diyarbekir zihinsel engellileri bir de Şeyhmus Diken’den dinleyelim:
Diyarbekir’i uzun uzadıya anlatan bir şiirin bir bölümünde şair der ki; “ Ali
Şan’i, Şêğo’yi, Deli Veli’yi / Sen bilir misin ?” Bilenler zaten bilir de! Belki onlara
anımsatmak. Bilmeyenlere de Diyarbekir’de bir zamanlar alim gibi deliler vardı
demek için Diyarbekir Delileri dedim. 298
İçlerinden en alımlısı da tereddütsüz Deli Ferhê. Memleketin son Yahudileri
1950’lerde İsrail’e giderken geride bırakmışlardı Ferhê’yi, anlatıma göre. Birileri de
bu şehirde yaşamak Ferhê’nin hafif aklına rağmen gizli bir cennette yaşamak gibiydi
demişlerdi. Belki de şehrin çekim gücüydü Ferhê’yi akrabalarından alıkoyan. Doğrusu
da buydu sanki. Sık, sık “Ben buranın delisiyem, bi yerlere gidemem” demesi boşuna
değildi. Neyse, bir şekilde kalmıştı işte Ferhê Diyarbekir’de. Anlatıya göre adını da
değiştirmiş, Müslüman olmuştu. Adı Selma olmuştu Ferhê’nin. Selma deyip, sondaki
a harfini uzattığınızda, o kadar hoşuna giderdi ki “ Ha! heyran “dediklerinden biri de
bendim. Ve bu “Heyran” demek de en çok Deli Ferhê’ye yakışırdı. Deliydi Ferhê, ama Ferhê dendiğinde de kızardı. İlla ki Selma olacaktı, adını
ünlemek. Kadir kıymet de bilirdi, güvenilirdi de. Hançepek’teki Paşa Hamamı’nın
kadınlara tahsisli saatlerinde hamama giren kadınların pışpışlasın diye el kadar
bebelerini Ferhê’ye emanet ettikleri anlatıya denk düşendi. En alımlı Ferhê’ydi dedik ya. Baskın çıkacak bilcümle kadın delilere, inat.
Sözleri de ağzında bir keskin bıçak:
“Yağmur yağar şiş kimi
Gezerem dervêş kimi
Sen orada ben burda
Yanaram ataş kimi”.
Memleketin velisi Alişan inat
ediyordu onlara. Entarisinin ucu ağzında orta
yere işemekle meşguldü. “Ayıptır Alişan,
etme eyleme. Etraf insan dolu”, diyenlere.
“ Hani neredeler, ben göremiyorum onları”
diyordu. Belki de Alişan bilmeden bilge
kişiliğiyle Mevlana’yı çağrıştırıyordu.
Demeye getiriyordu ki ;
Şeyh.
“ Elinde bir mumla kenti dolaşıyordu
‘Kederliyim’ diyordu. ‘Bu adam
kılığındaki yaratıklardan. İnsan arıyorum
ben.’
Dedim ki: ‘Bulunmaz o. Biz çok
aradık.’
‘İşte tam da onu arıyorum,’ dedi Şeyh
‘ o bulunmazı’...”***
Alişan (22)
299
Musa Tutka anlatıyor.
Ben şimdiye kadar 3 kalabalık cenaze gördüm. Celal Güzelses, Şeyh güzel ve
Alişan.
Herkes meczup alişanın veliliğine inanıyordu.
Harabat ehline hor bakma.
Defineler gizli viraneler var.
denmektedir.
Musa tutka bir şöför arkadaşının hatırasını anlattı.
Gavur dağını tırmanıyordum. Yoğun kar vardı, karlar arasında takılıp kaldım.
Aklıma Alişan geldi. Eğer kurtulursam Alişan’a 2000 TL vereceğim dedim.
Kontağı açtım, araba çalıştı ve kardan çıktı, kurtuldum. Ancak ben borcu
unuttum.
Birgün Ulucaminin önünde arkamdan bir el beni çekti,ver borcunu dedi,
döndüm Alişan’dı. Hemen 2000 TL verdim.
Alişan ancak parayı harcamazdı, toplar. Mezarlıkta cimri olan birisinin
mezarına gelir, bir delikten paraları atar ve yakardı.
Berber Sait Çim anlatıyor.
Otöbüste Alişan’la beraberdik. Alişan büyük tuvalet için surların dışına
çıkardı (Muhtemelen surların içinde çok sahabe mezarı olması nedeniyle) DSİ’nin
bulunduğu yerde koleje gelirdi. 1 saat sonraki otöbüsle dönerdi. Şöförler onu bilir
para almazdı. Ben koleje bir iş için geldim, Alişan ve ben indik. Kolejde işim
olmadığını anlayınca aynı otöbüsle döndüm ve Ulucami’de cumaya yetiştim. Alişan
bir saat sonraki otobüsle dönecekti. Cumaya geldim, baktım Alişan camide???
Şeyhmuz Diken Anlatıyor.
Şair Deli Aziz.
Ama bu koronun asli elemanı Deli Aziz eksikti. Onun en sona kalması doğaldı.
Deli Aziz, hem şairdi, hem de musikişinas. Daha bir gece evvel Diyarbekir’in dört
kapısından biri Yeni Kapıdaki evinden, kış kıyamet demeden avucunun içinde
taşıdığı yarım tas pekmezi Ali Paşa’daki kadim dostu Muharrem Ağabeyine götürüp
şiiriyle beraber vermemiş miydi ? (20).
Avrupa’da yaşayan bir hemşerimizin bu konuda yazdığı güzel satırları okuyalım:
“......1970 in başlarına kadar da varlardı. Nasıl oldu bilmiyorum, ortadan
kayıp oldular. üç Ali paşalı kardeş vardı.
Lehmecun (lakabi öyleydi), Alişan ve Şeho. Lehmecun en büyükleri olanıydı daha çok ulu cami ve sipahi pazarı
çevrelerındeki oyunsuz, sadece çay içilen kahvelerde yaşlıların yanında sessiz bir
şekilde otururdu.
300
Şeho Benim İçin Deliler KralIYdI.
Genelikle Mardin garajının aşagısındaki mescite karşi çayhanede oturuyordu.
Mescitin kapısında her Cuma akşamı kör reso-Resul- oturur arabanesi ile kurdçe
``beyt`` ilâhi okurdu. Cuma akşamı oldugu için mardin kapıdaki mezarlığa gidenler
ona para bırakırlardı. Şeho karşıdaki çayhanede oturur kör reso,yu dinlerdi.
Ona o zaman hiç karışamazdık çünkü büyüklerin gazabindan korkardık.
Zihinsel Engelliyi Etkileyecek En Önemli Yaklaşım Şefkattir
Mardin kapısında, degirmenlerin hemen üstundeki -simdi degirmenler varmi
bilmiyorum- karakolu ve oradaki dik yokuşu her Diyabekirli bilir. Bir gün aniden
yağan bir yagmur sonrasinda tüm Mardin kapisinin suyu bu yokuştan aşağiya
akıyordu. Şeho Elinde Bir Süpürge İle Suyu Tersine Çevirmeye ÇalışıYordu.
Biz çocuklar Şeho yu durdurmak için dil doküyoruz. Şeho bizi dinlemiyor ve
işine devam ediyordu. Tam arkamızda ``beden,e```surlara yapışık bir cami vardı. Caminin üst
katında ``feqi`` din telebeleri okurdu. Iste o camiden yaşlı bir adam yavaş yavaş
Şeho,ya yaklaştı, yumuşak bir şekilde kolunu tutu ve şefkatli bir sesle`` `` yeter
oglum yeter yoruldun artık dedi.Şeho hiç protesto etmeden yaşli ile birlikte tek
kelime konuşmadan yavaş yavaş camiye girdiler. Mardinkapı yokuşu
Diyabekiri’n akıllılarını sevdigim kadar delilerini de seviyorum......” (10)
301
Mehmet Şafi ya da “Bayraklı Adam” ?.. Diyarbakır’ın caddelerinde,her gün karşımıza çıkabilen,aylak aylak dolaşan,
orta boylu zayıf bir adam görürsünüz. Üzerinde hangi giysi olursa olsun, yalnız
giysisinde değil, kışın kabanının yakasında, kaşkolunda, anahtarlığında, yazın
şapkasında mutlaka Türk bayrağı bulunan bu adam; yani Mehmet Şafi Çalışıcı Onu
bütün ulusal bayramlarda maçlarda, bütün sportif yarışmalarda elinde Türk bayrağı
ile ya koşarken ya da tribünlerde amigoluk yaparken görmek mümkün. 1958,
Diyarbakır Silvan ilçesi Onbaşılar ( Boğaz) köyü doğumlu.Ulu Camii yakınlarında,
izbe bir otelde (Çam Palas’ta) kalıyor. “Benim tek dostum Yüce Allah’tır” diyor.
(Hüseyin Elçi’nin “Aşkını Bayraklaştıran Adam” isimli makalesindenTemmuz 1997).
Gönüllü trafikçi Hamo
Trafik polisleri de, az önce evlerine gitmişti. Giderken de görevi, mahallenin
gönüllü trafik polisi Mehmet’e, ya da halk arasındaki yaygın ismiyle ‘Hamo’ya
devretmişlerdir. Aslında bu devir teslim işinin resmiyeti yoktu ve hatta devredip
alanlar birbirlerini görmezler bile. Polisler gider gitmez, nerden geldiğini kimsenin
bir türlü görmediği Hamo, trafik ışıklarının altında belirir, 1.90’ı bulan boyu, ağzında
düdüğü ile.
-“düüürrrt’
-“geç geç hade geç’
Trafik polisinin gönüllüsü olur mu hiç? Olmaz demeyin, ‘Hamo’yu tanıyana
kadar ben de olmaz diyordum. Ama oluyormuş. Her kentin bir delisi, her delinin de
bir hobisi vardır mutlaka. Hamo’nın hobisi de trafiği düzeltmek. O da Diyarbekir’in
kadim Dörtyol’unun değişmez bir figürüydü. Sur dibindeki küçük bir ‘kulık’te
annesiyle beraber yaşıyordu. O da caddenin diğer figürleri gibi, sır küpüydü. Sadece
caddede göründüğü kadar tanınıyordu.
Trafiğin yoğun olduğu saatlerde köşe başını tutan Hamo, sakin zamanlarda ise
bir yerlere sığınırdı. Kimseler onu görmez ama trafikle ilgili bir sorun (!) oldu mu,
hemen bitiverirdi.
Her ne kadar gönüllü olsa da, yaptığı işin bir bedeli de var Hamo’nun.. kolay
mı, koskoca Dörtyol trafiğini yönetmek (!). ara ara haline acıyanlar, Hamo’ya üç beş
kuruş vermeyi de ihmal etmiyordu. Sadece trafiği yönetmekle kalmıyor Hamo, bazen
esnafın halini de soruyor. Bir gece Dörtyol’daki bir dükkanda oturken, Hamo’nun
içeri giren kafasıyla yüz yüze kalabilirsiniz.
Karanlıkla başlayan Hamo’nun mesaisi, gecenin ortalarına doğru son bulur.
Sessizce geldiği Dörtyolu yine sessizce terkeder. Sur dibindeki ‘kulık’e doğru
sessizce yol alır, kafasında ertesi gün ‘şehir trafiği için ne yapabilirim’ düşüncesiyle.
302
Sonraki gün yine aynı saatlerde, işne bıraktığı yerden devam eder. Bazen
mesaisinin gerçek polisinkiyle çakıştığı da olur. Bir yandan Hamo, bir yandan polis
düdük öttürür. Sürücülerse hangi sese kulak asacaklarını şaşırır. Trafiği düzenlemek
şöyle dursun, gerçek polisin kafası da karışmaya başlayınca, mekanı terk etme
zamanı gelmiştir. Hamo, polislerin nazik uyarısıyla, ortalık sakinleşene kadar
Dörtyol’un başka köşesine çekilir. Ortalık sakinleşince, trafik ışıklarının altındaki
yerini alır yine.
Derlerdi ki, Hamo’nu menzili Dörtyol’un ötesine geçmez. Devre arkadaşı
bütün polislerin tayini çıktı ama Hamo, hala aynı yerde. Yıllar yılları kovaladı ve
Hamo nihayet tayin oldu. Nereye mi? Birkaç yüz metre ötedeki, Çamlıca Kavşağına.
En az Dörtyol kadar kalabalık olan başka bir kavşak... Rivayete göre Hamo, yüksek
yerden bulduğu torpil sayesinde, tayinini hemen yaptırıvermişti (12).
Trafik polisi Hamo
Şefik Korkusuz Diyarbakırda gündelik hayat isimli eserinde günlük hayatla
ilgili hatıralarını anlatırken ‘Ahmet Sana’isimli birinden bahseder:
Ahmet Sana, 1974 Kıbrıs çıkarması zamanında Bol Küçe dediğimiz biraz
geniş olan sokağımızın ortasında büyük bir Türk bayrağını bir damdan aşağı
sarkıtmış ve eline Cenah (Başı topuzlu sopa) alarak sokakta nöbet tutup, gelen
geçene selam verdiriyordu. Durumu soranlara da, Bu gün namus günüdür, selam
vermiyen Rumların ajanıdır, öldirmağ lazım diyordu. Bizim Ahmet Sana ağabeymiz
meğerse geceleri de nöbet tutuyormuş, ola ki bir Yunan ajanı çıkıp bayrağa zarar
verir diye. Nihayet Kıbrıs çıkarması zaferle sonuçlanıncaya kadar, o bayrak damdan
inmedi ve gelen geçen de selam vermek mecburiyetinde idi (21).
303
Yaşo
Yaşo kendi halinde yaşayan, sağa sola bakmadan yürüyen bir
insandı. En büyük dostları kedi ve köpeklerdi.En saldırgan köpek
bile Yaşo’ya dost olurdu.
Yaşo iyi bir çevreciydi.Yerlerde izmaritleri toplar,hepsini bir
deliğe götürür ,atardı.
Lokantacılar ona yemek verirdi.
Zihinsel engelliler çalışabilecek durumda olunca çalışıyordu.
Örneğin Alişan’ın teyze oğlu Büyük Şeho dört yolda çöpçülük yapıyordu (19).
Diyarbakırlılar zihinsel engellilere çok iyi davranır,ikramda bulunurdu
Çiğköfteci Hasan, zihinsel engelli Alişan, hale Hüseyin ve Doktor salo ile
sohbet yapıp, ikramda bulunurken (22).
Vedat Güldoğan anlatıyor
Keramet sahibi idi. Çiğköfteci Hasan bununla yakından ilgilenir, her türlü
ihtiyacını karşılardı. Alişan öldüğünde cenazesi çok büyük bir kalabalıkla Ulu
Camiden alınarak mezarlığa götürülmüştür.
Resim: Çiğköfteci Hasan (gözlüklü), Alişan (kafası açık olan), Hale
Hus, (sakallı), Doktor ile sohbet ederken
Folklor araştırmacısı Vedat Güldoğan’ın çalışmalarına göz atalım.
“Adım Veli İdi Veli” Türküsünün Otantik Hikayesi
304
Diyarbakır’ın Camii Kebir Mahallesinde, Ziya Gökalp Müzesi’nin
yakınındaki evde ikamet eden Süleyman Efendi (Abe Paşa)’nin Abdurrezzak,
Ahmet ve Veli adlarında üç oğlu vardır. Soyadı kanunu çıktığında Selimoğlu
soyadını alırlar. Veli, Erkek Sanat Enstitüsünde okumaktadır. Yakışıklı, kültürlü,
hürmetkar, alçak gönüllü ve çevresinde sevilen bir gençtir.
Veli Ulu Camii’nin arkasında, Akif’in kahvesinin yanındaki dükkanında
gazocağı tamirciliği yapan ve aynı zamanda çok güzel cümbüş çalan Cahit (Çüt
dudak Cahit)’in kız kardeşi olan Münevvere gönlünü kaptırır. Münevver de Veli’nin
bu sevgisine karşılık verir ve arada bir görüşürler. Veli aşk sarhoşu olmuştur.
Aklından Münevveri hiç çıkarmaz, okulun tatil olmasını beklemektedir. Tatilde
Münevveri ailesinden istetecektir.
Güzelliği dillere destan olan Münevveri Diyarbakır Hava Üssünde görev
yapan bir subay görür ve Münevveri istetir. Münevverin ailesi kızlarını bu subaya
vermeyi uygun bulurlar. Çünkü o yıllarda tahsilli kişilere ve bilhassa subay veya
astsubaylara kız vermek ayrıcalıktı. Sebebi ise kızlarının rahat ve müreffeh bir hayat
süreceği düşüncesi vardı. Bu düşüncedendir ki Münevveri de bu subaya verirler.
Veli, Mecnunun Leyla’sını sevdiği kadar Münevver’ sevmektedir. Münevver
ile buluşur, “Sen bu evliliği nasıl kabul edersin” diye hiddetle sorar. “Benim
yapacağım bir şey yok, ailemin kararıdır, benim fikrimi almadılar, sen de bilirsin ki
benim söz söylemeye hakkım yoktur. Sen kendi ailenle konuş bir şeyler yapsınlar.
Çünkü ben de seninle evlenmek istiyorum” der Münevver.
Veli sevdiği kızın başkasına verileceğini ailesine bildirir. Ailesi de zaten
Veli’nin Münevvere aşık olduğunu önceden bilmektedir. Ailesi Veliye; “Sen bu
sevdadan vazgeç, söz kesilmiş, şerbeti içilmiş birisini istemek doğru değildir”
diyerek Veliyi ikna etmeye çalışmışlardır.
Münevver istese de, istemese de bu subay ile evlendirilir. Veli, Münevveri
unutamaz, okula gitmez, evden kaçar, Mecnun gibi sokaklarda dolaşmaya başlar,.
Leyla’sını kaybeden Mecnun misali Veli Selimoğlu artık Diyarbakır’da Deli Veli
olarak anılır. Veli’yi tanıyan yakın çevresi bu bilgili, kültürlü insanın deli olmasına
çok üzülürler. Temiz giyinen, çok güzel hitabesi olan Veli, pejmürde bir halde
yalnız başına dolaşmaya başlar Diyarbakır’da.
Dörtyol’daki Nebi Camii’nin karşısında bulunan, bir zamanlar İbrahim Beğ
Tekkesi evkafından olan çok önceleri Sadaka ve Suvaykiyye isimleri ile anılan,
Evliya Çelebi’nin ise Zibilci Hamamı adıyla bahsettiği şimdi ise Su Akar Hamamı
adıyla bilinen ve bu hamamı işleten Veli’nin abisi Abdurrezzak ile yengesi Saadet
hanım Veliyi Elazığ’a götürüp akıl hastanesine yatırırlar. Fakat Veli bir müddet
sonra hastaneden ayrılır, tekrar Diyarbakır’a gelir ve asıl ismi Abdulvahap Ağa
Hamamı olan ve şimdi Vahapağa hamamı olarak bilinen Gazi Caddesi üzerindeki
bu hamamın külhanında yatıp kalkmaya başlar.
305
19. yüzyılda Hüsrev Paşa Camii evkafından olan ve Gazi Caddesi üzerinde
Mardin Kapı yakınında Abdal Dede mahallesinde bulunan Deva Hamamının (Halk
arasında bu hamama Deve Hamamı denmektedir) işletmeciliğini üstlenen Veli’nin
abisi ve yengesi, Veli’nin bu durumuna çok üzülmektedirler. Veli artık bu hamamın
külhanında yatıp kalkmaktadır. Yengesi; “Veli gel evde yat” dediğinde, “Ben buralara
layığım, benim yerim evdeki temiz yataklar değil bu hamamın külhanıdır” cevabını
verir.
Velinin sevdiği kız olan Münevverin üzerine yaptığı bir türküsü vardı. “Bana
bu türküyü çaldırırdı, kendisi de okur idi. Fakat bu güzel türkünün sözlerini unuttuk.
Her iki koluna dövme ile “Ah Yandım Münevver” yazdırmış idi”.
Dörtyol da Onur Palas (şimdi iş yeri olmuş) Otelinin altında tekel maddeleri
satan iki dükkan vardı bu dükkanları Ermeni olan Ciro ile Aydo (Aydın) işletirlerdi.
Veli bir gün içki almak için bu dükkana gider. Dükkan sahibi Ciro, Veliyi dükkanının
içerisine alır oturtur. O sırada tesadüfe bakın ki Münevver ile beyi sığara almak için
bu dükkana uğrarlar. Münevver, Velinin içeride oturduğunu görür, baka kalır, gözleri
dalar. Münevverin beyi durumu fark eder ve hanımını kolundan tutup götürmek
ister. Fakat Münevver dalgın ve gözleri dolu bir halde Veliyi seyreder. Veli de ona
bakar. Hiç konuşmazlar ve Münevver ile beyi alış verişlerini yaptıktan sonra oradan
ayrılırlar. Bu hazin olaya şahit olan “Abdo’nun mezarını kayadan oyun” türküsünün
Kahramanı Abdurrezzak (Abdo)’ın oğlu Şehmus Nas babası ile ilgili olayı bana
anlatırken konuşmamız sırasında şahit olduğu bu durumu da duygulanarak anlattı.
Deva Hamamı civarında çocuklar Veli’ye takılır kızdırmaya çalışırlar. “Nakif
Türküsü”nün kahramanı Nakif İzgü’nün küçük kardeşi Orhan Reşit İzgü abisi ile
ilgili sohbetimiz sırasında Veli’den bahis açılınca şu bilgileri aktardı;
“Veli Kamışlı ziyaretinin çevresinde sık gezerdi. Dünya malına yüz çevirmiş,
hanımlardan kaçan, çocukları ise seven biri idi. Bir gün kendisine “Neden bu
çocukların sana sataşmalarına tepki göstermiyorsun, kızmıyorsun” diye sorduğumda
Veli; “Onlar bana dokunmazlarsa ben yaşayamam, çocukların bana takılmaları keyif
veriyor, bundan ben de zevk alıyorum. Bu çocuklar bizim geleceğimizdir, nasıl
isterlerse öyle hareket etsinler. Ben onları seviyorum. Onlar gelecekte Diyarbakır’a
hizmet edecek nesillerdir. Onlara kızmaya, gücendirmeye hakkımız yok ”dedi”.
Veli kimseden yardım almaz ve kabul etmezdi. Bilgisinden, kültüründen,
alçak gönüllülüğünden bir şey kaybetmemişti. Sadece Münevveri unutamıyordu.
Hüsnü İpekçi, Veli ile ilgili bizzat şahit olduğu bir olayı şöyle anlatmaktadır;
“Gazi caddesinde Vahapağa Hamamının orda Veli ile karşılaştık, bana “Hüsnü
bir gün cümbüşünü al gel de eğlenelim dedi. Ben de peki gelirim dedim. Tam bu
sırada biz konuşurken karşıdan siyah kürk mantolu güzel bir bayanın geldiğini
gördüm bu Münevver idi. Veli de gördü ve gözlerini ondan ayırmadı, öylece durdu.
Ben Veli’nin yanından biraz ayrılıp seyretmeye başladım. Münevver, Velinin yanına
306
geldi, birbirlerine bakıp duruyorlar, Gazi Caddesinde herkes benim gibi onları
seyrediyordu. Hiç konuşmadılar. Bir ara Münevver çantasından kağıt 2,5 lira para
çıkardı Veli’ye verdi. Veli parayı aldı. Bir paraya bir Münevvere bakıp durdu. Bir
müddet sonra aldığı parayı hiç konuşmadan Münevvere iade etti ve sokağa doğru
yürüdü. Münevver, Velinin arkasından bakarken gözleri dolu idi”.
Veli daha sonra Darulacuze’ye yerleştirildi ve orada vefat etti. Olay 1940’lı
yıllarda yaşanmıştır.
Veli’nin sevgilisi Münevver için yaptığı eserin sözlerini tam olarak bu güne
kadar bulamadık fakat ezgisini Hüsnün İpekçi’den derleyerek notaya aldırttım.
Türkünün bulabildiğimiz kadarı ile sözleri şunlardır:
Münevverdir kız senin adın Münevver
Ben ölürsem seni kimler gömerler
Gömerlerse kara yere gömerler
Ben ölürsem seni kimler överler
Bu yaşanan hüzünlü olayın anısına sözü ve müziği bana ait olan “Adım Veli
idi Veli” adlı türküyü, derlediğim olaydan esinlenerek yaptım ve Rahmetli Veli
Selimoğlu’nun anısına armağan ediyorum. Türkünün sözleri şöyledir:
Gel deva hamamına
Çıhah külhanın damına
Bir sen söyle bir de ben
Olah deli divana
Adım Veli idi Veli
Dedim Münevverim geli
Diyarbakır içinde
Adım oldu deli Veli
Çıhtım külhanın damına
Bade doldur ver bana
Hüsnü’de cümbüş çalsın
307
İçah olah divana
Adım Veli idi veli
Dedim Münevverim geli
Diyarbakır içinde
Adım oldu deli Veli
Gazi caddesinden geli
Gülerek de selam veri
Birde bu yetmezmiş gibi
Çanta açıp para veri
Adım veli idi Veli
Dedim münevverim geli
Diyarbakır içinde
Şimdi oldum deli Veli
Hale Hus
Çok gezen biriydi. Bir derviş gibi yaşardı, konuşmaları ile insanlara nasihat
eder ve adeta mesaj verirdi.
Avare
Asıl ismi Ahmet olan Avare, Balıkçılarbaşı’nda Mahmut Kavak’a ait olan
Savur Otelinin köşesinde mevsimlik meyve satardı. Daha sonraları Dörtyol’da tavla
içerisinde şeker satmaya başladı.
Gayri Müslimler için de de engelliler vardı
Silvan ilçesinin Tigranocorte (Digranacert) olma ihtimali yüksektir.Ancak
Diyarbakır Ermenileri Diyarbakır’ın Digranagerd oluşunda ısrarlıdır,bu arada
yaşamış kral Dikran onuruna çocuklarına Dikran ismini koyarlar Çulcu Dikran,
Yemenici Dikran, Kuyumcu Dikran, Taşçı Dikran, Sobacı Dikran, Kazancı Dikran,
Demirci Dikran, Deli Dikran….(18).
Süryaniler alanında uzman Mehmet Şimşek zangoçlardan ama olanlar
vardı demektedir.
Prof. Dr. Remzi Oto anlatıyor:
Kuyumcular çarşısında boynunda bir tabla ve içinde çikolata bulunan zihinsel
engelli Mehmet’e esnaf sahip çıkmakta, sembolik alış veriş yaparak onun geçimini
sağlamaktadırlar.
308
Diyarbakır’da esnafın önemli bir geleneği zihinsel engellileri hamama götürüp
onları yıkamaktı.
KAYNAKLAR
1. Abdülgani Fahri Bulduk. Diyarbakır valileri. Diyarbakır hizmet vakfı
yay. 2007
2. Ali Şamil Hüseyinoğlu (Azerbeycan Milli İlimler Akademisi, Baku)
Köroğlu Destanında (Tebriz nüshası) Diyarbakır ve Yöresi. Osmanlı’dan
Cumhuriyete Diyarbakır. ed. Yediyıldız B, Tomenendal. Ank. 2008 c. 3. s. 815
309
3. Altan Tan. Turabidin’den Berriyye’ye. İst. Nubihar yay. 2011. s. 61
4. Bünyamin erul. engelliler ile ilgili hadislerin analizi Diyanet Aylık Dergi
(Sayı: 161)
5. Diyarbakırsöz 13.08.2009
6. İbrahim Evirgen. yeniyurt gazetesi-Mülakat 8- ezberim.com/cocukhastaliklari/
9. İbrahim Yavuz. Şehır Çocuği. İst. 2010. s. 150
10. Kadim Kan- Diyarbakır yahoo grubuna yıllar önce yazdığı bir iletisinden)
11. Kamiran Özervarlı. Aruklularda ilim ve Ebul-İzz el Cezeri. Artuklular.
Mardin valiliği kültür yay. Editör. Dr. İbrahim Özcoşar.. Mardin. 2008. c. 2./14
12. Mahmut Bozarslan [email protected]
13. Mehmet Azimli ilk islam fetihleri bağlamında diyarbakırın fethine katılan
sahabilerle ilgili bazı mülahazalar. I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır
sempozyumu. 2004. s. 820
14. Mehmet Salih Erpolat Osmanlı döneminde Diyarbakır’daki esnaf
grupları ve meslekler c. 2, ..Osmanlı’dan Cumhuriyete Diyarbakır. ed. Yediyıldız B,
Tomenendal. Ank. 2008. s. 316
15. Metin Özbek. Çayönü’nde İnsan. Arkeoloji ve sanat yay. ist. 2004. s.
32,46,47,50
16. Mevlüt Mergen. Bibi’nin Diyarbekir feryadı. Diyarbakır. 2011. s. 77
17. Mehmet Mercan. [email protected]
18. Mıgırdıç Margosyan. Tesbih Taneleri. Aras yay. İst. 2007. s. 25 (Mıgırdıç
Margosyan: Gavur mahallesi). 10. Baskı. Aras yay. 2006. s. 579 (Mıgırdıç
Margosyan: Söyle Margos Nerelisen. 7. Baskı. Aras yay. İst. 2005. s. 10.)
19. Musa Tutka. Mardinkapı eşrafından 76 yaşında. Mülakat
20. Şeyhmus DİKEN Diyarbakır - BİA Haber Merkezi 05 Temmuz 2003,
Cumartesi
21. Şefik Korkusuz: Eski Diyarbekir’de Gündelik Hayat. Kent yay. İst. 2007.
s. 59,87,81
22. Şefik Korkusuz. Bir Zamanlar Diyarbekir. İst. 1999. s. 45,164
23. Şevket Beysanoğlu Diyarbakır coğrafyası. Şehir matb. İst.1962. s. 83 26. www.diyarinsesi.org18 Nisan 2011
27. www.Diyarinsesi.org. 28 Eylül 2010
28. www.diyarinsesi.org . 18 Şubat 2011
29. www.diyarinsesi.org. 15 Mart 2011
30. www.ozmena.com
31-.http://www.boluolay.com/haber/706/17/8220bolululari-turkulerinesahip-ciktiklari-icin-kutluyorum 8221
310
DİYARBAKIR DÜĞÜNLERİ
Vedat Güldoğan
Diyarbakır’da evlenme çağına gelen delikanlının annesi oğluna münasip
bir gelin aramaya başlar. Oğluna gelin arayan analar genellikle düğünlerde, kına
gecelerinde, mesire yerlerinde, mevlitlerde, kışın ev gezilerinde, şehriye kesimlerinde
ve bilhassa hamamlarda ararlar.
Gelin olacak kız bulunup karar verilirse kızın ailesinin kendilerine uygun
hünküf (denk) olup olmadığı araştırılır. Çok önemli olan bu araştırmada şunlara
dikkat edilir: Kızın becerikli, maharetli, gelin olacağı evi idare edip edemeyeceği,
düzenli, görgülü ve oğullarının beğenebileceği bir güzellikte olması gerekliliğidir.
Oğlan ile kızın önceden birbirlerini görmeleri, konuşmaları, birbirlerini
yakından tanımaları ve evliliğe müşterek karar vermeleri mümkün değildi. Bazen
evlenecek gençler arkadaşlarının ve yakınlarının yardımlarıyla kızı görüp tanımak
isterler, bu da genellikle bazen toprak damlara çıkıp gözetleyerek bazen de küçe
(sokak) kapısı aralığından gözetlenerek olabilirdi. Aksi takdirde anasının beğendiği
kızı kendisi görmeden almak mecburiyetinde olurdu.
Oğullarını evlendirecek aileler tespit ettikleri ve evlenme çağına gelmiş olan
kız evlerine ziyaretçi gönderirlerdi. Bu ziyaretçiler kızın nişanlı olup olmadığını
veya sözlenip sözlenmediğini öğrenirlerdi. Buna “Dünür gezme” ve bu ziyaretlere
gidenlere “görücü” veya “aracı” denir idi.
Aradıkları vasıflara uygun kız bulunduğunda istemek için karar veren oğlan
tarafı kız istemeye gidilmeden önce kız tarafının temayülünü öğrenmek için, her iki
tarafı yakinen tanıyan, hatırı sayılır yaşlı bir kadın; istenecek kızın evine gönderilir.
Kız evine giden bu hatırı sayılır yaşlı kadın kızın anasına durumu anlatır. Kendilerinin
de uygun görmeleri halinde oğlan tarafının kızlarını istemeye geleceklerini bildirir.
Üç gün sonra da müspet veya menfi cevabı almak için tekrar geleceğini belirtir. Bu
üç günlük süre kız tarafının oğlanın ve ailesinin hakkında bilgi sahibi olmaları ve
karar vermeleri içindir.
Kız tarafı damat olacak oğlan ve ailesinde şu vasıfları arar:
Damat olacak gencin işinin olup olmadığı, kazancının ev geçindirecek,
kızlarına bakabilecek düzeyde olup olmadığı, oğlanın kumar ve içki gibi kötü
alışkanlıklarının olup olmadığı, kızlarına kaynana olacak olan oğlanın anasının ve
görümce olacak olan bacılarının durumları, kızlarının gelin gideceği evde rahat edip
etmeyeceği ve huzurlu bir yaşam sürdürüp sürdüremeyeceği.
Bu araştırmalar doğrultusunda üç gün sonra gelecek olan aracı kadına cevap
verilir. Üç gün sonra gelen kadına müspet cevap verilince oğlanın babası, anası ve
311
yakın akrabalarından bazıları ve hatırı sayılan bir kaç kişi ile önceden kararlaştırılan
günde kız evine giderler. Kız evinde de kızın ana ve babasının yakın akrabaları
bulunur. Biraz sohbet edilip hal hatır sorulduktan sonra asıl konuya girilir ve oğlanın
babası “Allah’ın emri Peygamber efendimizin kavliyle kızları ......... yi oğulları .......
na eş olarak” istediklerini bildirir. Kızın babası da “Allah mesut ve bahtiyar etsin “
deyince artık kız verilmiş olur.
Sıra başlığa (kalın) gelir yani “kesi-bici” (verilecek olan başlığın tespiti)
yapılır. Söz kesildikten sonra şerbet içme günü belirlenir. Dua okunur ve kız evinden
neşeli bir şekilde ayrılınır.
Şerbet İçme
Söz kesiminden sonra bir hafta içerisinde oğlan tarafı kız evine şeker ve
şerbet gönderir. Şekerler renkli kağıtlarla yapılan külahlara konur ve krep ile
sarılarak güzelce süslenir. Süslenen şeker külahları güzel bir tepsiye muntazaman
konarak bağlanır. Kız evine gönderilecek olan şerbet büyük bir kazan içerisinde
kaynatılarak elde edilir. Kazanda kaynatılan şerbete gülsuyu, karanfil ve bazı
baharatlar katılır. Renklendirmek için de boya kullanılır. Bu şerbete genelde
“şarabıharir” denir. Hazırlanan şerbetler galon şişelere doldurulur ve kreple
bağlanarak Diyarbakır’ın o meşhur gülleri ile süslenerek kız evine gönderilir.
Şeker ve şerbet kız evine gönderildikten üç gün sonra kız evi oğlan evini
şerbet içmeye davet eder. Şerbet içmeye oğlan evinin yakınları da katılır. Bundan
sonra yapılacak iş çeyiz ve nişan hazırlığıdır.
Nişan
Nişan her iki tarafın müştereken kararlaştırdığı günde yapılır. Nişanı
yapmak kız evinin görevidir. Oğlan evi kız evine götürecekleri nişan hediyelerini
hazırlar. Nişana oğlan ve kız evinin yakınları ve nişanlanacak olan kız ve oğlanın
arkadaşları davet edilir. Oğlan tarafı kız evine büyük bir sini (tepsi) içerisinde
birkaç tane elbiselik kumaş, mendil, çorap, eşarp, iç çamaşırı, Diyarbakır’ın
meşhur burma bileziği, kol saati, yüzük, götürür ve nişan yüzükleri takılır. Nişan
günü yapılacak olan masraflar kız evine aittir.
Çeyiz Hazırlanması
Nişandan sonra çeyiz hazırlıkları başlar. Kız evi damada bir bohça içerisinde
iç çamaşırı, pijama, terlik ve kumaş gönderir. Oğlan evi kızın kalacağı odayı
dizer. Buna “mükeffe” denir. Kız evi imkânları nispetinde çeyiz hazırlıkları yapar.
Terzilere elbise siparişleri ve ölçüler verilir. Tüccarlardan kumaşlar beğenilir.
Yatakların yapılması, yorganlar ve rengarenk yastıkların dikilmesine başlanılır.
Bunlar hazırlandıktan sonra asıl önemli olan gümüş takımlarına sıra gelir. Gümüş
çekmece, gümüş kupa, dış yüzü ve etrafı işlemeli el aynası, hülyat koymaya
mahsus kafes, çekmece (peştahta) şerbet ve çay takımları, hamam takımları
(kirşan, su peştamalları, nalın), sofra takımları, çay takımı, gülabtan, buhurdan,
312
kaşık ve çatal takımları, oyalı yazmalar, dantelli oda takımları hazırlanır. Tüm
bunlar hazırlandıktan sonra düğün günü kararlaştırılır.
Düğün ve Kına Gecesi
Düğün günü genellikle perşembe günüdür. Kız evi hazırlanan çeyizleri bir
odaya serer. Buna “çeyiz serme” denir. Komşular ve akrabalar çeyiz görmeye gelirler.
Gelenler hediyelerini de beraberlerinde getirirler. Çeyizin serili kalması oğlan evinin
kınayı göndereceği güne kadar sürer.
Oğlan evi düğünden bir hafta önce mum ve kınayı kız evine gönderir. Kınayla
beraber gelinin başına serpilecek küçük şekerleri de gönderilir.
Çeyiz, pazartesi günü kaldırılır. Çeyizin serili kalması üç günü geçmez. Oğlan
evinden gelen kız ve erkek birkaç kişi çeyizi kaldırır. Çeyiz kaldırılırken oğlan
evinden gelenlerden biri kız evinden bir fincan çalar. Kız evi bu geleneği bildiği için
görünen bir yere fincanı koyar ki fincan rahatlıkla alınsın.
Kız ve oğlan evinden birer kişi kaldırılan çeyizi bir deftere yazarlar ve
imzalarlar. Buna “cihaz defteri” denir. Bu defter iki nüsha olur biri kız evinde
diğeri de oğlan evinde saklanır. Toplanan cehiz, oğlan evine götürülür. Artık düğün
günü yaklaşmıştır. Düğüne davet edileceklere haber vermeleri için birkaç kadın
görevlendirilir. Buna “indekci” denir.
Kına Gecesi
Oğlan evinde düğün hazırlığı yapılırken, diğer tarafta yani kız evinde de kına
gecesi hazırlığı başlamıştır. Kına gecesi düğünden bir gün evvel yani çarşamba
günü akşam yapılır. Bu geceye her iki taraftan akrabalar çağrılır. Bu gece de kadın
çalgıcılar ud, keman, zilli tef, maşa, darbuka çalarak gelenleri coşturur. Şarkı türkü
ve hoyratlarla gelenleri eğlendirmeye çalışırlar. Bu coşku içerisinde gelin kına
yakılmak üzere evin diğer bir odasında yakın arkadaşları tarafından hazırlanır.
Gelin giydirilip süslendikten sonra koluna giren iki genç hanımla beraber
misafirlerin bulunduğu salona getirilirken önde yürüyen bir hanım da üzeri mumlarla
süslü olan içi kına dolu tepsi ile yürür ve misafirlerin olduğu yere gelir. Gelin önce
büyüklerin ellerini öper sonra avlunun içinde bir tur dolaştırılırken çalgıcı kadınlar
da geline eşlik ederler. Bu arada “Mübâreki” denen türküyü söylerler:
Daha sonra kendisine ayrılan yere oturtulan gelin elleri göksünde, başı önüne
eğik bir şekilde bekler. Çalgılar devam etmekte, şarkılar söylenmektedir. Kına
yakımına geçilirken şu türkü çalınır ve söylenir:
Hanım kelepuşi örtmüş başına
Henüz girmiş on üç on dört yaşına
Sürmeler çekilmiş kara kaşına
Endamı güzel, yordamı güzel, kendisi güzel
313
Alını alını geymiş gümüş nalını
Asilzadenin torunu
Gelininiz mübarek olsun
Anasından ayrılan
Babasından ayrılan
Müşkül hal olur
Evlenince yediği içtiği
Şeker bal olur
Alçaktan yüksekten gördüm boyunu
Huriden melekten sordum huyunu
Dün gece bu gece kurdum toyunu
Endamı güzel, yordamı güzel kendisi güzel
bu türkünün söylenmesine gelen misafirler de iştirak eder.
Kına yakımına geçildiğinde gelin avucunu açmaz. Bunun üzerine oğlanın
anası gelinin avucuna altın koyup avucunu açar ve kına yakımına başlanır. Oğlan
tarafından ge gelenler gelinin başına şeker ve para serperken kızın anası ve yakınları
hüzünlü olduklarından ağlamaya başlarlar. Çalgıcılar bu sırada şu türküyü söylerler:
Sürmelenmiş sürme çekmiş gözüne
Küçük yaşta duvak çekmiş yüzüne
Görenleri hayran eder özüne
Senin bu ayrılığın dayanamam ben
de
Ellerine kına yakılan gelinin sıra ayaklarına gelmiş, ayaklarına kına yakılırken
Gelin ağlar yaşın yaşın
Diyor gitmem sallar başın
Sağ olsun baban kardaşın
Ağlama gelin ağlama
El oğludur bel bağlama
314
Gelinin geydiği atlas
Atlasa iğneler batmaz
Gelin güveyisiz yatmaz
Ağlama gelin ağlama
El oğludur bel bağlama
Ağlama gelin yalandır
El oğlu senin kölendir
Sevdan yolunda ölendir
Ağlama gelin ağlama
Sakın karalar bağlama
türküsü söylenir.
Türküler şarkılar devam ederken kına merasimi de tamamlanır. Kına
merasiminden sonra,
Haydi gidah toyuna
Kurban olam boyuna
Kına yahah eline
Hel hele bah hele
Gelin ağlar vış kele
Güveği güler bah hele
Kızlar kalksın oynasın
Düğün evi eğlene vah eğlene
türküsü söylenir.
Bu arada misafirlere çörek, şeker, lokum ikram edilir. Çalgılar çalınır, oyunlar
oynanır ve şu türkü okunur:
Gitme, gitme dur ki sahan ne deyim
Ağzın dilin dudakların ben yeyim
El altından sahan bir çift söz deyim
Yürü dilber sağ selamet gelesen
315
Sen gidersen benim halim nice olur
Altun yüzük parmağımda tunç olur
Sevip sevip ayrılması güç olur
Yürü dilber sağ selamet gelesen
Türkü okunduktan sonra gelin odasına çekilir ve kına gecesine gelen misafirler
yavaş, yavaş dağılmaya başlarlar.
Düğün
Perşembe günü oğlan evinden yaşlı bir kadın ile öğlene doğru kız evine
“Sağdıç katı” denilen gelinlik takımı gönderilir. Gönderilen bu takımın içerisinde
gelinlik, iç çamaşırı, duvak, tel ve çorap mevcuttur. Bu takımı getiren kadına bahşiş
verilmesi adettir. Gelen bu takımlar geline giydirilir. Üzerinden çıkan eski giysileri
daha sonra evlenememiş kızlara, onların da kısmetleri açılsın diye verilir.
Bir diğer yaşlı kadın da içerisinde iskarpin, çarşaf, şemsiye bulunan ve
geline ait olan bohçayı kız evine getirir. Kız evine bu malzeme taşıyıcıları ile gelen
misafirler evin kapısında çalgıcılar tarafından karşılanır. Gelenlere gülab dağıtılır,
meşrubat ikram edilir.
İkindi ezanı okunmadan gelin evden çıkarılmaz, çıkarılırsa uğursuzluk
sayılırdı. Bundan dolayı da kız evinde çalgıcılar ikindi ezanının okunacağı zamana
kadar beklemek mecburiyetindedirler.
Oğlan evinde çarşamba günü yapılan yemekler ısıtılmaya başlanır. Eksikler
varsa tamamlanmaya çalışılır. Hazırlanan bu yemeklere “düğün yemeği” denir.
Düğün yemeğinde genellikle zerde, meftune, duvaklı pilav, türlü, hoşaf bulunur ve
gelen misafirlere ikram edilir.
Gelinin baba evinden çıkma zamanı gelmiştir. Çünkü ikindi ezanı
okunmaktadır. Gelin öyle vakti giydirilirken kısmetinin bol olması için büyük bir sini
veya teşt içerisinde giydirilir, giydirme işlemi bittikten sonra sıra peçeleme faslına
gelmiştir. Gümüşle işlenmiş olan Bağdat kârı ve kemerbent olarak tabir edilen telli
çarşaf giydirilir. Yüzüne peçe yerine al renkli bir yazma örtülür. Başına şemsiye
açılarak bir koluna kız evinden diğer koluna da oğlan evinden iki hanım girer. Bu
hanımlar bekar veya kocası ölmemiş veya kocasından boşanmamış olmalıdırlar.
Gelin, evden dışarıya çıkartılır. Çalgıcılar, gelin evin küçe kapısından çıkana kadar
içeride çalgılar çalmaya ve mani ve hoyratlar söylemeye devam ederler. Gelinin
baba evindeki vedalaşması bitince oğlan evinden gelen bir grupla beraber oğlan
evine götürülmek üzere baba evinden çıkacağı sırada erkek kardeşi kapıyı tutarak
gelinin çıkmasını engeller, buna bir hediye (silah, elbise vs.) bunlardan birini
vermedikçe kardeşi gelini dışarı çıkartmaz. Bu isteğe “peşgeş” denir.
316
Gelin, oğlan evine geldiğinde hemen içeri girmez. Bir kurban kesilir ve gelin
bu kesilen kurbanın üzerinden atlayarak içeri girer. Bu esnada genç bir kız gelinin
başına Kuran-ı Kerim tutar, gelinin eline içi su ve para dolu bir testi verilir. Gelin
bu testiyi kapının eşiğinde yere çarparak kırar ve içeriye girer. Gelin evin avlusunun
ortasında bir sandalyeye oturtularak sağ eli ve sağ ayağı bir leğen içerisinde ibrikten
dökülen suyla yıkanır ve leğende biriken su, bereket getirmesi için kilere dökülür.
Gelinin el ve ayağının yıkanması bittikten sonra gümüş işlemeli nalınları
giydirilerek mutfakta bulunan kaynanasının elini öpmeye götürülür. Kaynanası
elinde iki şeker tutar. Birini geline verir diğerini dişiyle ikiye bölerek bir bölümünü
yer diğer parçasını yine geline verir, gelin de önceden aldığı sağlam şekeri kaynanası
gibi ikiye bölüp bir kısmını yer, diğerini kaynanasına verir ve elini öper. Bu hareket
her ikisinin de karşılıklı sevgi ve sayı münasebetini kurmak inanışıdır.
Gelin daha sonra davetlilerin bulunduğu odaya götürülür. Burada büyüklerin
elini öper ve kendisine ayrılan yerde oturur. Şarkılar, türküler söylenir, oyunlar
oynanır, çalgılar çalınır. Bu eğlence akşama kadar devam eder.
Damadın Hazırlanması
Bir başka evde damadın hazırlanışı vardır. Damat önce tıraş edilir. Yanında
sağdıcı ve arkadaşları vardır. Tıraş esnasında berberin önlüğüne para takılır. Buna
“peşkeş” denir. Damat tıraş edilirken türküler söylenir ve şakalaşmalar olur. Tıraş
bittikten sonra güveyinin giydirilmesine başlanır. Çalgılar çalınır uzunhavalar ve
türküler söylenir. Bilhassa güveyi giydirme türküsü olan “ Bir mumdur iki mumdur”
türküsü çok söylenir.
Güveyinin Düğün Evine Götürülmesi
Yatsı vakti geldiğinde güveyi düğün evine yanında sağdıcı ve yakın
arkadaşlarıyla götürülmek üzere yola çıkarılır. Ellerinde fanus ve lüks lambası tutan
arkadaşları ile küçe küçe gezdirilir. Uğursuzluk sayıldığından güveyi gezdirilişinde
sokaklarda bulunan örtmelerin altından güveyinin geçirilmemesine dikkat edilir.
Damat evden çıkışında kıbleye doğru döner. Damadın gezdirilişinde ilahiler okunur
tekbirler getirilir. Naatlar, uzunhavalar okunarak evin önüne getirilir.
Bu damat gezilerinin unutulmaz ismi rahmetli Berber Enver Balçık idi.
Okuduğu uzunhavalar ve mayalar halen kulaklarımızda çınlamaktadır. Evin önüne
gelen güveyi sırtına vurulan yumruklarla dış kapıdan içeriye sokulur. Büyüklerin
elini öper. Başına Kuran tutularak sağdıcı tarafından odasına sokulur.
Gerdek Gecesi
Damat odasına girince ev boşaltılır. Şayet ev büyük ise evde kalacak olanlar
başka bir bölüme geçerler yatak çarşafının çıkmasını beklerler. Çarşaf gelinin
bakire olduğunu kanıtlayan belgedir.
317
Güveyi odada iki rekat namaz kılar, duasını yapar. Geline yüz görümlüğü
olarak altın bir gerdanlık veya küpe, bilezik takar ondan sonra gelinin duvağını açar.
Zifaftan sonra damat odadan çıkar uygun bir yerde beklemekte olan sağdıcı onu alır
ve birkaç arkadaşı ile beraber hamama götürür. Hamamdan sonra sağdıç, damadı
evine götürür ve böylelikle sağdıç, görevini yerine getirmiş olur.
Gelin Hamamı
Evliliğin yedinci günü gelinin hamama gitme günüdür. Buna “gelin hamamı”
denir. Hamama gelinle beraber kız ve oğlan tarafının yakınları gider. Çalgıcı kadınlar
da hamama getirilir. Yiyecek ve içecekler önceden hazırlanıp hamama getirilir.
Gelin hamamda gelinlik elbiselerini giyer ve kendisine ayrılan yere bir sandalye
konularak oturtulur. Bu sandalyeye “ya star” sandalyesi denir.
Gelinin hamam bohçasına kildan, tas, nalın, kilim konur ve bunları bir kadın
evden alıp hamama getirir. Hamam bohçasını getiren bu kadına natıra (hamam
hizmetçisi) denir.
Hamamdaki curunun etrafına bir leğen, üstüne de bir badiya konur. Su
doldurulur ve yıkanmaya başlanır. En sonunda gelin yıkanır. Gelin yıkanırken
şarkılar, türküler söylenir, “tili li li” çekilir. Gelinin yıkanması bittikten sonra ipekli
peştamala sarılan gelin, giyinme yerine götürülür, giydirilir ve eve götürülür.
Editör notu:
Diyarbakır’da Müslümanlar dışında Ermeni ve Süryanilerde yaşıyordu.
Objektiflik olması açısından Silva Özyerli isimli hemşerimizin Diyarbakır mail
grubuna yazdığı Ermeni düğünleriyle ilgili alıntı yapacağım.
DÜĞÜN HAZIRLIKLARI
Öncelikle düğün hazırlıklarının en önemli hususu düğün sahiplerinin, düğünde
giyecekleri kıyafetleri, dönemin ünlü mahalle terzilerine diktirip hazırlamalarıdır.
(Konfeksiyon olmadığı için, düğünde pişti olma olasılığı da yoktur!)
Daha sonra yarım kalan gelin kızın el işi çeyizi de bitirilerek, bu konudaki
sonalışverişler yapılır böylece çeyiz işi de bitirilirdi.
Düğünden bir hafta veya 10 gün önce belediyede resmi nikah çok sade bir
şekilde kıyılır, davetliler nikahtan sonra erkek tarafının evine gider, mevsimine göre
limonata veya çayla o güne özel olarak hazırlanan çörek, börek ve pastalar yenir, içilirdi.
Kız ve erkek tarafı aileleri her şeyden önce, hangi Dandigin Baco ile (*Gevre
Baco, Feride Baco, Xatun Baco, Hana Baco, Horosma Baco, Dudu Baco, Enno
Baco, Topal Tüme, Nıvart (Nıvo) Baco, İncik Baco, Meryem Baco, Bayzar Baco
v.s.) ile düğünü yapacaklarına karar verirlerdi.
Dandigin Baco’ların buradaki görevleri, şimdinin “düğün organizatör”lerine
benzetilebilir...
Düğün sahibi her iki evin de ayrı ayrı dandigin bacoları olur. Aileler bu konuda
318
karar verdikten sonra, hazırlanmış olan davetiyeleri ev ev dağıtmaları üzere, dandigin
bacolara teslim edilirdi.
Düğün davetiyeleri olabildiğince gösterişten uzak, sade seçilirdi. Ayrıca
şimdiki gibi “davetiye 2 kişiliktir” diye bir yazı olmadığı gibi, üzerinde LCV (lütfen
cevap veriniz.) ibaresi de asla bulunmazdı.
Doğal olarak davetiye gönderilen, evin tüm bireyleri düğüne davetli olurdu.
(zaten bize de yakışan bu gönül ve sofra zenginliğidir.)
Kız tarafına dağıtılacak davetiyeleri kız tarafının dandigin bacosu, erkek
tarafına dağıtılacak davetiyeleri erkek tarafının dandigin bacosu dağıtırdı.
Dandigin bacolar yakın akrabalara davetiye götürdüklerinde, asla eli boş
dönmezler... Yakın akrabalar dandigin bacolara, tülbent, havlu veya elbiselik kumaş
hediye ederlerdi.
Düğünde ikram edilecek yemek seçimi ve listesini dandigin bacolarla birlikte
yaparak, karar verir, dandigin bacolara sadece davetli sayıları söylenirdi! O bacolar
yılların tecrübesi ve bilgeliği ile işinin ehli edasıyla kolları sıvardı.
Düğün öncesinde kız ve erkek tarafı ayrı ayrı hazırlıklara başlarlar... Bu
hazırlıklar resmi nikahın kıyılmasına müteakip başlar. Söz konusu evlerde neredeyse
aynı hazırlıklar yapılırdı.
Yaz düğünü olacaksa şayet, çuvallarla limon alınır ve limonata yapılırdı. Yine
aynı şekilde kasalarla vişne alınarak konsantre vişne suyu, aynı zamanda da meyan
kökü ile de olağanüstü lezzette şerbet hazırlanırdı.
Çöreksiz düğün asla olmaz!.
Kilolarca undan çörek yoğurulacağı için, mevsim ilkbaharsa şayet, kış için
hazırlanan erimiş peynir suyunu çörek için saklar, değilse kilolarca kuyruk yağı
alınır, ince ince kıyılarak; bakır bir tencerede kuyruk yağı eritilerek, yoğurulacak
çöreğin yağı hazırlanırdı.
Çörek baharatları (rezene, anason, mahlep, kakule, çörek otu, karanfil, zencefil,
tarçın) taneleri un haline getirene kadar tunç havanlarda öğütülürdü. Önce, meşhur
Diyarbakır karpuzundan elde edilip, yazın damlarda kurutulan karpuz çekirdeği tuzlu
suda haşlanır, kavrulurdu. Kavun çekirdeği de aynı işlemlerden geçerek kavrulurdu.
Leblebi yapmak için nohutlar, bir gün önceden yarım haşlanır ardından
süzülerek kurutulur. Daha sonra Dicle Nehri’n kıyısından nehir kumu temin edilir.
Büyükçe yayvan bakır tavalara kumlar konarak, odun ateşinde saatlerce kızdırılır.
Daha sonra ise sıcak kuma havuz şekli verilerek nohutlar yerleştirilir ve yine kumla
üstü örtülürdü. Bu şekilde olan leblebiler, daha sonra iri eleklerden geçirilerek elde edilirdi.
Kahvesiz düğün olur mu? (sarhoşumuz hiç olmaz! )
Kahveler kulplu bakır tavalarda kavrulur, kocaman taş dibeklerde tunç havan
kolu ile genç kızlar tarafından “kakule” baharatı katılarak öğütülürdü.
Kahveler de hazır olunca, düğün yemeklerinin pişirileceği boy boy kazanlar
ve bu kazanların üstünü örtecek, kapak görevi görecek siniler temin edilirdi.
Çuvallarla pirinç satın alınarak, imece usulü ayıklanır ve düğünde kullanılmak
üzere kilere kaldırılırdı.
319
Düğünün yapılacağı avluları aydınlatmak için elektrikçi çağrılarak, avlunun
her tarafı rengarenk ampullerle avlu donatılırdı.
Çalgısız, çalgıcısız (kambersiz) düğün olur mu? Dönemin ünlü müzisyenleri
Kor (kör) Diran, Hayg, Hagop, Bubo ve Kel Beşo düğünden haberdar edilerek, davet
edilirdi.
Diyarbakır’da herkes birbirine saygılı davrandıkları için, düğün tarihleri asla
çakışmaz.
Düğün için gerekli olan masa ve sandalyeler mahalledeki komşulardan temin
edilerek, eve taşınır. Yetersiz kaldığında yakın çevrede kahvelerden de istenirdi.
Düğünde kullanılmak üzere kalıp kalıp buzlar alınır ve kilerlerde talaşlar
içinde bekletilirdi.
Diyarbakır “Gâvur Mahallesi” tarihinde asla temmuz ayında düğün yapılmamıştır!
Bunu hep duyar ama nedenini bilmezdim. Bunun nedenini sorunca, herkesin
verdiği cevap aynı: “Temmuz ayı eksiktir, düğün yapılmaz!”
*DANDİGİN BACO: Ermenice kelime anlamı: Ev Hanımı, becerikli, eli iş
tutan ve evi yöneten kişi. Diyarbakır Ermenilerinde ise bu bambaşka bir anlamda,
çöpçatan, iş bitiren ve her türlü organizasyonda görev kişiye verilen bir sıfattır.
NOT: Bu yazıda ve bu konuda yazacağım yazı dizisinde adı geçen tüm
kahramanlar, hayal ürünü olmayıp, dönemin gerçek kahramanları olduğunu
belirtmek isterim. Bizleri bu denli zenginleştirdikleri ve anlatılacak gerçek hikayeleri
oluşturdukları için
HEPSİNİ SAYGIYLA ANIYORUM....
Silva Özyerli
ÇEYİZ HAZIRLIKLARI
Bugün sabah erkenden kız tarafının yakın ve becerikli akrabalarıyla, gelinin
arkadaşları toplanarak, el birliğiyle çeyizi teşhire hazırlamaya girişirler.
Çeyizler şimdiki gibi hazır alınmaz!. Bu çeyizlerin uzun yıllar boyunca kim
bilir hangi hayallerle, hangi umutlarla ve kimleri düşünerek işlendiğini, bizler asla
bilemeyeceğiz... İçinde el becerisi, sabır, yaratıcılık, estetik ve zerafet barındıran
desenler, çiçekler, motifler renk renk ipliklerle saf ipeklere, satenlere, patiskalara
ve dantellere aktarılır. Hazırlanan tüm çeyiz daha önceden yıkandığından, bugün
sadece kolalanarak, ütülenecek.
Bakalım gelin çeyizinde neler olur? En az beş yatak takımı. Bunların bir kısmı
borode diye bilinen delik işidir.
Bu borodoleri daha güzel gösterebilmek için altına mutlaka renkli saten dikilir,
satenden yapılan bu işlem, el emeğini daha görünür kılar. Ara danteli, etamin ve
kanaviçeyle yapılan el işi yatak takımları, karyola etekleri, çarşaflar, yastık örtüleri
ve kılıflar... Hatta minderler de çeyizin olmazsa olmaz parçalarıdır. Ara dantellerini
el emeği piko işlemi yaparak kumaşa monte ederler.
Yastıklar tek ve uzun olduğundan, “bir yastıkta kocasınlar” deyimini
dedoğrular gibidir. En az beş adet gecelik sabahlık ve sayısız iç çamaşırı... Bu
gecelik ve sabahlıklar ya tamamen elde dikilir ya da işinin ehli terzilere diktirilir. Bu
320
kadarla da kalınmaz gecelik ve sabahlıklar kasnaklara geçirilerek, kergefte çamaşır
ipeği ve rafyalarla işlenir.
Mutfak takımları, peçeteler, masa ve raf örtüleri, kumlu ketenden dikilir.
Bunun yanı sıra etamin ve kaneviçeden de yapılır. Masa örtülerinin dört kenarı,
peçetelerin de bir kenarı özenerek işlenir.
Mendilleri unutmak olmaz...
Genelde beyaz ipekten, kenarları elle bükülerek dikilir. Özel bir teknik olan
ip çekme yöntemi ile incecik kumaş üzerinde minik desenler oluşturulur. Mendil
kenarlarına da inci gibi işlenmiş danteller dikilir.
Diyarbakır evlerinin mimarisinde iç mekan duvarlarında gömme pencereler
bulunur. Bu pencereler doğal vitrin görevini de yerine getirir. Özel günlerde
kullanılan bardak ve fincanlar bu raflarda sergilenir. Bu “vitrin” aynı zamanda evin
satüsünü de belli eder. Bu raflara kare veya dikdörtgen şeklinde iğne oyası veya
dantel örtüler işlenir.
Yine misafirlere ikramda kullanılan kahve tepsisisinin içine tekniği
muhtemelen unutulmuş, mekik işi veya yine tam bir zerafet ve estetik harikasi olan
iğne oyasından örtüler işlenir. Dumanı tüten kahveler bu şekilde ikram edilir.
Gelin çeyizinde bohçalar çok özel bir yer teşkil eder. Bohçalara ayrı bir özen
gösterilir. Beceri ve emekle ortaya çıkan güzellikler bu bohçalara yansıtılır. Bohçalar
genelde pastel tonlarda ipek satenlere, kumaşın altını pamukla doldurarak, kabartma
sağlanır ve kergefte gelin teliyle işlenir. Bu kadar emek verildikten sonra ortaya
çıkan bu bohçalar birer sanat eseridir artık.
Çeyizde üç bohçanın hazırlanması büyük özen gerektirir. Damat bohçası,
kirve bohçası ve hamam bohçası...
Damat ve kirve bohçalarına iç çamaşırından gömleğe, mendilden terliğe kadar
herşey ayrı ayrı konarak hazırlanır.
Hamam bohçasında gelin bornozu, hamam havluları, tülbentler, bir adet
pamuklu peştemal, bir adet futa yer alır. Bu futalar, diğer adıyla peştemallar,
dönemin Süryani mesleği olan ünlü puşiciler tarafından üretilen, tamamen ham
ipekten mamül el dokumasıdır. Gülkurusu renginde saten kumaştan, arasına ince
sünger yerleştirerek hamam döşemesi dikilir.
Hamam bohçasının içine ayrıca “dzıngan peşkir” yani diz peşkiri koyarlar.
Bu peşkir de çok özel bir şekilde, içi altın sim sarma tekniğiyle işlenir, kullanım
alanı da çok özeldir. Şimdilerde bu peşkir örneklerine ancak Osmanlı Sarayları’nda
rastlamak mümkündür.
Gelin hanım müstakbel kocası ile bir yastığa baş koyacakları gece, bu peşkirle
onlar için hazırlanan özel sini içindeki yemekleri yerken dizini örtecektir. Daha sonra
çocukları olduğunda ba dzıngan peşkir bebeğin vaftizi esnasında gınkahayrın yani
kirvenin çocuğu kollarında taşıyacağı vaftiz örtüsü olacaktır.
Gelinin hamama ait çeyizlerini bundan ibaret sanıyorsanız, yanılıyorsunuz...
El işçiliğiyle üretilmiş bakır dzak legen (yavru legen) kazandan biraz yüksek
boyutta, ince belli, gelinin özellikle düğünden sonra yapılacak gelin hamamında
321
yıkanması için yapılan özel bir leğendir.
Yine işinin ehli bakır ustaları tarafından üretilen kildanın içine lif, kese, sabun
ve tarak konur. Gelin için özel olarak yaptırılan el işi dövme bakırdan hamam tasına
gelinin adı da yazdırılarak tas bir kez daha özel kılınır.
Dönemin ünlü marangozlarına ceviz ağacından gelin gardrobu, sandık ve
hamam kürsüsü yaptırılır. Yine döneme damgasını vurmuş gümüş zanaatkârlarına
gelinin maddi durumuna göre gümüş kakmalı veya çift işi, tamamı gümüşten hamam
takunyaları yaptırılır. Gelin için özel hazırlanan bu dzak legene hamam kürsüsü,
kildanı, tası ve takunyaları konur.
Yine gelin çeyizinin olmazsa olmazlarından olan, şimdiki futbol takımı
kaptan pazubandı gibi iki beyaz kolluk dikilir. Kollukların üzerine de herkesin
maddi durumuna göre değişebilen yarım altın veya beşibiryerde dikilir.
Bu kollukların biri damada, diğeri ise kirveye aittir. Damat ve kirve pazar
günü kilisede gerçekleşecek dini nikaha bu kollukları takarak gideceklerdir.
Çeyizin tamamı ütülenir ve evin en geniş odasında sergilenmek üzere bekletilir.
ÇEYİZİN SERGİLENMESİ
Şimdiye kadar aktardığım bilgilerden de anlaşılacağı üzere düğün hazırlıkları bitti.
Diyarbakır’da düğün haftası, çarşamba günü gelinin çeyizinin sergilenmesiyle
başlar, aralıksız bir hafta sürer. Bu bir hafta boyunca yerine getirilmesi gereken
ritüeller, başta dandigin bacolar olmak üzere hamarat yöre kadınlarının becerileriyle
bir şenliğe dönüşür.
Çarşamba günü çeyizin sergilenmesiyle başlayan süreç, hem evliliğe giden
tünelin ilk ışığı hem de yapılacak olan düğünün mühürü olma özelliğini taşır.
Bakalım çeyizi nasıl sergilerler?
Gelinin manto, pardesü, elbise gecelik ve sabahlıkları askılarıyla asılır.
Odadaki sedire gelinin el emeği göz nuru bohçaları açılır. Bu bohçaların üzerinde
gelinin el işi yatak örtü ve takımları, masa örtüleri ve mutfak takımları sergilenir.
Hamam bohçası diğer ürünlerden ayrı bir yerde sergilenir. Bohçanın üzerinde
çeşitli bornoz, havlu, tülbent, dzıngan yani diz peşkiri ve peştemallar sergilenir.
Hamam döşemesinin üzerine takımın bir parçası olan beyaz borodeli örtü
yayılır. Üstüne ise dzak legen yani yavru leğen, kildan, hamam tası ve hamam
kürsüsü konulur.
Gelin çeyizini sıradan bir çeyiz görme merasimine benzetmeyin, lütfen. Yani
aslında şunu söylemek istiyorum; insanlar müze kültürüne sahip olmayabilirler, yani
öğretici bilgi her zaman insana çekici gelmeyebilir.
Ama sanat her nerede sergilenirse sergilensin çekicidir.
Bütün davetliler çeyizi gezip gördükten sonra evin başka bir odasına geçerler.
Yani çeyiz bulunduğu odada mahremiyetiyle kalır. İçine kakule katılmış dumanı
üstünde kahveler afiyetle içilir. O sırada ölülere de rahmet gider... (Ölüler sadece
öldükleri günde değil mutlu günlerde de mutlaka anılırlar. Bu rahmet yeni evlilere
bolluk ve bereket getirir...)
322
Daha sonra bugüne özel hazırlanan börek ve çörekler eşliğinde çay, limonata,
meyve suları ve şerbetler içilir. Davetlileri sokak kapısına kadar uğurladıktan sonra,
çeyizin sergilendiği odaya tekrar dönülür. Gelinin çeyizi özel bir itinayla sergilendiği
gibi, aynı itinayla tasnif edilerek toplanır ve bohçalarına yerleştirilir. Çeyiz, Perşembe
günü damat evinde sergilenmek üzere son yolculuğuna hazırdır artık.
Çeyiz, Perşembe günü damat tarafının davetlilerine gösterilecektir.
Gelin-Damat Yatağı ve Çeyizin Taşınması
Genç kız ve erkeğin birlikteliğe ilk adım atacakları odanın son hazırlığının
yapılacağı ve bir önceki gün gelin evinde sergilenen çeyizin son durağına varacağı
gündür. Daha önce içine çivit atılarak renklendirilmiş kireçle odanın boya-badana
işi bitirilmiş, pirinç karyola da odada pencere önündeki yerini almıştır. Sadece gelin
tarafının göndereceği gardrobun monte edilmesinden sonra birkaç ufak detaydan
başka yapacak işleri kalmayacağının bilincinde beklemeye koyulurlar.
Pencerelere daha önceden takılmış üzerinde demet demet gül desenleri
bulunan perdelerin kapattığı odaya monte edilen gardropla birlikte odanın boş
görüntüsü de bir nebze ortadan kalkmış olur.
Şunu belirtmekte fayda var, odaya ne kadar eşya girerse girsin ileride doğacak
çocuğun beşiği için boş bir köşe saklı durur. Bu sahne, odaya umut ve sevgi dolu
gözlerle bakmaya ve hayaller kurmaya sebep olur...
Öğlene doğru damat tarafının yakın akrabaları gelin-damat yatağını hazırlamak
üzere bir araya gelirler.
Biz Diyarbakırlılar her ne kadar inkâr etsek de, batıl inançlarımız vardır.
Yatak hazırlama ritüeline yaşlılar ve dullar katılmak bir yana, sokağın
uzağından yakınından geçmezler. Bu kendiliğinden gelişen bir şeydir, yani dul ve
yaşlıları bu konuda kimsenin uyarmasına gerek kalmaz.
Doğal olarak yatağı gençler ve mutlu evliliği olanlar başta olmak üzere, yakın
akrabalar yaparlar. Bu kişiler yeni yatağa darısı başınıza diyerek evlenecek çiftin
mutlu olması için “el” verirler.
Bu temenni aynı zamanda odada bulunan bekâr gençlere dilenen bir dilektir.
Sadece bu dileklerle kalınmaz yatağa ait özel çarşaflar ve yastık kılıfları dualar
zılgıtlar eşliğinde
Tililiiliili... Tilililili... Tiilililİlerle gelin-damat yatağı yapılır..
Gelin yatağı hazırlandıktan sonra yatağa pirinç ve çörek otu atarlar. Pirinç
ve çörek otu bereketi sembolize eder. Bol bol erkek çocukları olsun diye de yatağa
erkek çocuğu oturturlar.
Bu yatak hazırlama işlemi bittikten sonra davetliler dandigin baconun
getireceği gelin çeyizini beklemeye koyulurlar.
Zılgıtlar Gâvur Mahallesi semalarına yükseldiğinde, çeyiz kafilesinin damat
evine doğru yaklaşmakta olduğunu gösteren bir “ses” olur.
Bu zılgıt sesleri meraklı Hançepek sakinlerini sokak kapılarının önüne
çıkmasını ve zılgıtlarla karşılık vererek bu sevince ortak olmalarını sağlar.
Hep birlikte gelin odasına çıkılır, bohçalar açılır, misafirlere çeyizi birer birer
323
gösterme sırası damat evindedir artık... Davetlilere gösterilen çeyiz büyük bir itinayla
yerlerine yerleştirilir.
Bu güne özel olarak hazırlanan çörek ve börekler çay veya limonata eşliğinde yenilir.
Dandigin, yünücü ve natırlar karınlarının yanı sıra ceplerini de doldurarak iyi
dileklerde bulunur ve ayrılırlar.
Cuma günü başka bir yoğunluk beklemektedir ahaliyi. Bir an önce hazırlıklara
başlamak üzere herkes evlerine dağılır.
DÜĞÜN ÇÖREĞİ, GELİN VE DAMAT HAMAMI
Bu gün “Diyarbakır Düğün Geleneği” içinde çok özel bir gündür.
Mutlu sona doğru telaşlı koşuşturmalar bugün daha bir hız alır sanki...
Kız tarafında da, erkek tarafında da bugün çörek yoğurulacak ve hem gelin
hamamı hem de damat hamamı yapılacaktır.
Çalgıcılar da bugün gelir ve gerekli hazırlıkları yaparak bir nevi gelecek
günlerin provasını da yapmış olurlar.
Gınkamayr yani gelinin vaftiz annesi gelin hanımla birlikte on-onbeş genç
kızı alır, gelin hamamına götürür. Gelin hamamında herkes neşe, eğlence, şarkılar ve
türküler eşliğinde yıkanır. Gelini bir taraftan vlanoğlar, yani yünücüler, diğer taraftan
da genç kızlar bir daha hiç kirlenmeyecek gibi yıkarlar!
Bu sahnelerde de tilililili... Tilililili... Tilililililer hiç eksik olmaz.
Damadın kirvesi, yine damadın yakın arkadaşlarını da alarak hep birlikte
hamamın yolunu tutarlar... Yine büyük bir eğlence içerisinde, erkek erkeğe yapılan
şakalarla bir güzel yıkanılır. Arkadaşları hamamda damadı bir güzel yıkarlar. Sonra
damadın her hamamdan çıkması ile birlikte kafasında yumurta kırılması bir olur!
Bu hamamda omlet olma hali defalarca hiç bıkmadan tekrarlanır. Damat tekrar,
tekrar hamama girmek zorunda bırakılır! Kırılacak yumurta kalmadığı zaman herkes
yıkanıp çıkar. Haydi sıhhatler olsun.
Bugün Gavur Mahalleliler sabahın erken saatinde uyanmak için asla zorlanmazlar.
Bu gün çok yoğun bir gün olacağından, hanımlar çok becerikli olmak
zorundalar... Yine başlarında dandigin bacolar olmak üzere akşama ikram edecekleri
yemekleri ve mezeleri hazırlamaya koyulurlar. Bu yemekler, demirden yapılan
üçayaklar yani sac ayağı üzerine oturtulan büyük kazanlarla, odun ateşinde ve birkaç
yerde birden pişirilir.
Bakalım neler hazırlarlar?
Başta yöremize mahsus olan sumakla yapılan meftune. Başka bir kazanda da
bizim sumakla yapılan meşhur ekşili dolmamız... Diğer bir kazanda da 15-20 adet
köy tavuğu pişirilerek, tavuklar didiklenir. Söğüş şeklinde akşamın soğuk mezesi
olarak bekletilir.
Haşlanan tavuk suyu ile mutlaka pirinç pilavı pişirilir.
Bu yemeklere de lahana salatası eşlik eder.
Meze olarak mutlaka fasulye pilakisi ve acılı ezme yapılır. Bol miktarda da
ciğer kızartılır.
324
Kına geceleri kebapsız ve çiğköftesiz asla geçmez!
Gün, akşam üstüne yaklaşırken çalgıcılar avluda yerlerini alır, davetliler de
birer birer gelmeye başlar.
Mutfaktaki işleri hafifleyen hanımlar da giyinip, süslenip avludaki yerlerini
almaya başlar.
Müzik sesiyle birlikte şarkılar, türküler hep bir ağızdan koro halinde
söylenmeye başlar.
Davetliler olabildiğince eğlenmeye ve tam halaya ısındıkları sırada hooopp
yemek arası verilir!
Masalara bazen melamin bazen de porselen tabaklar içinde taşınan meftune,
dolma, pirinç pilavı ve lahana salatasından oluşan menü afiyetle yendikten sonra
boşalan masalarda mezeler, çerez, meyve ve muhtelif içkiler yer alır.
Evin bir bölümünde gelinin gınkamayrı yani vaftiz annesi kınayı yoğurur,
başka bir yerde mangal yakılır, diğer bir bölümünde ise sessiz sessiz çiğköfte
yoğurulur...
Müzik eşliğinde nameler tekrar hep bir ağızdan söylenerek halaylar çekilir.
Bu arada erkek tarafından genç ağırlıklı bir grup Dandigin Bayzar Baco
önderliğinde, ellerinde fener ve fanuslarla Diyarbakır’ın karanlık ve dar sokaklarından
geçerek, geline kına yakmak üzere yola çıkarlar.
Sokaktan zılgıt sesleri yükselirken çalgıcılar da Diyarbakır halayına geçerek
erkek tarafına hoş bir sürpriz yaparlar. Gelenler ellerindeki fenerleri söndürerek
halayda yerlerini alırlar.
Geldi düğün alayı, çatlasın kız anası, patlasın...
Oğlan bizim, kız bizim, geliyor düğün alayı kaynanalar çeksin halayı...
Damat evinde eğlence çoktaan başlamıştır. Gelin evine giden kafilenin
dönüşüyle birlikte eğlence doruğa tırmanır...
Esas eğlence tam da bu saatte başlar...
Avlunun ortasına iki sandalye yerleştirerek, damatla kirveyi ortaya yan yana
oturturlar.
Sahneye kına tepsisi çıkar (uyanıklar damadı ağlatmazlar!) yine Kİ ZAVA?
Kİ ZAVA? ANTO ZAVA HEYYYY diyerek, damat ve kirvenin çevresinde oynaya
oynaya kına tepsisini elden ele dolaştırırlar.
Hep birlikte söylenen şarkılar, türkülerle damada ve kirvesine kına yakarlar.
Kına yakma ritüeli ile birlikte esas eğlence başlar. Hele bir de çalgıcılar
formdaysa eğlence sabahın ilk ışıklarına dek sürer.
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte içilen kakuleli acı kahvelerle evlere dağılırlar...
Artık sarhoşlar nasıl ayılır? Bilemeyeceğim....
Silva Özyerli
325
DİYARBAKIRDA YEŞİL VE AĞAÇ SEVGİSİ
Aygül DORU
YEŞİL ŞEHİR DİYARBAKIR
Diyarbakır’ın bitki örtüsünün günümüzden 10.000-7500 yılları arasında çok
farklı olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, özellikle de Çayönü’nde
yıllarca süren araştırmalar sonucunda ortaya çıkan bilgilerin günümüzle bağlantı
kurulmasıyla anlaşılmaktadır.
Çayönü ve çevresinde, günümüzde yazın sıcaklığında bile sulak alanların
olması eski zamanlarda daha geniş su havzalarının olduğu izlenimini vermekte,
saz, kamış, keten bitkileri ile kunduz, susamuru gibi sulak alanlara ihtiyaç duyan
hayvanların varlığı bunu ispatlamaktadır.
Çayönü’ndeki bitki kalıntılarından meşe, fıstık,badem, dişbudak, ılgın,
akçaağaç, katran ardıcı, çitlembik, kavak gibi ağaçlar; papirüs, hodan, burçak,
labada, kuzukulağı, çobandeynegi, geven, yonca karakafes otu, sabunotu, madımak,
sorguç otu, melengiç/ sakız, süpürgeotu gibi bitkiler yetiştiği anlaşılmıştır.
İnsanların Çayönü’ne yerleşmesiyle birlikte bitki örtüsünde azalmalar
olmuştur. Tarih boyunca Dicle Irmağı yoluyla Musul bölgesinin odun ihtiyacının.
Diyarbakır Havzası’ndan karşılanması, havzanın göçebe aşiretler tarafından
mera alanı olarak kullanılması sonucunda aşiretlerin odun ihtiyaçlarını karşılamak
için meşe ormanlarını tahrip etmesi, günümüzde de yapıldığı gibi tarla açmak
ve evlerin üzerlerini kapatmak için ağaçların kesilmesi ormanların azalmasının
sebepleridir.
Bitki örtüsünün aşırı otlatılması ve buharlaşmanın artmasıyla topraktaki su
miktarının azalması, var olan bitki örtüsünün ortadan kalkarak yerini bozkır bitki
örtüsüne bırakmasını beraberinde getirmiştir (11).
Diyarbakır dünyada tarıma öncülük yapan Çayönü yerleşim yerine ev
sahipliği yapmaktadır. M.Ö. 8000’de dünyada ilk tarım Diyarbakır’da yapılmıştır.
Karacadağ ‘Einkorn’ isimli ilk buğdayın yetiştiği mekandır. Arkeolog Wooley’in
Mezopotamya’da bulduğu bir stel’e göre Kral II.Sargon gül, incir ve üzümü
bu bölgeden Güney Mezopotamya’ya götürmüştür. Bu alt yapı doğrultusunda
Diyarbakır yerüstü kaynaklarına çok eski yüzyıllardan beri ev sahipliği yapmakta,
yeşilin ve ağacın geçmişte ata yurdu özelliğini taşımaktadır.
Osmanlı öncesi Diyarbakır’ı İslam coğrafyacılarının analizine göre
değerlendiren bir kaynak Diyarbakır’ın yeşil bir şehir olduğunu vurguluyor
326
Tarihi kaynak analiz yapan Doç. Dr. Cem Zorlu ‘kaynakları şöyle
topluyor’Anlaşılan odur ki Amed şehri bir su cennetidir. Kentte ağaç çoktur. Bu su
bolluğunun yanı sıra şehrin toprağı da son derece verimlidir.Verimli toprak bu bol su
ile birleşince değişik meyve ağaçları,bağlar ve bahçeler kente bereket katmaktadır (1).
16. yüzyılda seyyah Evliya Çelebinin dikkatini Dicle kenarında bağlar çekmiştir
E.Çelebi Dicle kenarındaki fesleğen bahçelerini şu şekilde tanımlar.
Aşağıda akmakta olan büyük nehrin iki yanı güllük, gülistanlık, bağ, bostan
ve reyhanlıktır. Reyhanların hepsinin kökü toprakta olduğundan bütün yaprakları
yeşil olmakta ve yerden sürekli nem alarak da büyümektedirler. Bir evin reyhan
duvarından görünme imkânı yoktur. Bunlar, o derece sık reyhanlı, reyhandan
kulübeler olup gece gündüz içinde oturan erkek ve kadınların genizlerine reyhanların
ve gül, sümbül ve erguvan gibi diğer çiçeklerin kokuları dolar (2).
Dicle aynı zamanda bir estetiktir, şair bu estetiğe dikkat çeker
Diclenin kenarı bağ ile bostan
Suyundan içerdi tarla, gülistan
Masmavi tül gibi her baharistan
Çevre nakışından bahseden yoktur. (M. mergen)
Tarihte yeşil alanlar(Hevsel)’ai eski albümlerden görüyoruz
MEB AEM Diyarbakır Albümü No: 0002
Diyarbakır’ı çeşitli tarihlerde ziyaret eden seyyahların Diyarbakır’ın bu yeşil
dünyası karşısında büyülenmişlerdir. Yeşil Bursa tabirine benzer bir durum geçmişte
Diyarbakır, için de geçerliydi. Şimdi belli ölçülerde yeşil olan Diyarbakır’ın geçmişi
muhteşemdi. Bu açıdan seyahatnamelere göz atmak yararlı olacaktır Buckingham
seyahatnamesinde Diyarbakırın bahçelik olduğunu ifade eder.
327
H. Peterman Doğu’da Yolculuk isimli seyahatnamesinde Diyarbakır’ı şöyle
anlatır ‘2 saat boyunca Dicle’nin kıyısından çeşit çeşit meyvelerle dolu bahçelerin,
Diyarbekri’in ismiyle ün yapmış muhteşem büyüklükteki karpuzların yanından geçtik.
Dr. Lamec Saad Diyarbakır 1890 yılı izlenimlerini şöyle anlatır:
Dicle kıyısı boyunca uzayan bahçeler, çeşitli nehir kollarının akmasıyla da,
Diyarbakır’ın güneyinde ve doğusunda verimli alanlar oluşturuyor. Bu alanda çeşitli
sebze ve meyve yetiştiriliyor ki, bunlar arasında en ünlü ikisi şehrin adıyla anılan
kavun ve karpuzdur. Özellikle meyveler çok lezzetli kayısı ve üzüm bu meyvelerin
en ünlüleridir. Bu verimli alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine
dönüşmektedir. Halkın eğlence yeri olarak da Dicle kenarında Urfa kapı ile Dağkapı
arasında bahçeler çok ünlüdür.
Lord Warkworth ise 1898 yılı intibalarında ‘Güneye doğru uzanan vadi dut
vadi dut bahçelerinin devamlı bir uzantısı diye bahseder.
Lowthıan Bell isimli seyyah ise 1911 yılı seyahatnamesinde ‘Güneybatı tarafı
dut bahçeleri ve bağlarla süslüdür’ der.
Armand Colin ise seyahatnamesinde ‘Diyarbekir.Nehrin ötesinde ilginç ve
hoş bir manzara araz eden yeşil bir vadiye bakmaktadır’ demektedir (3).
Von Hammer ‘Osmanlı Tarihi’eserinde ‘Diclenin sahilinde bahçeler mevcuttur.
Aldıkları mahsul Mezopotamya kıtasının en iyi mahsulü olarak tanınır. Türk seyyahı
Evliya, Diyarbakır’ın Reyhan bağını, Batı Asya’nın en güzel bahçeleri olan Dimaşk
(Şam), Malatya, Konya, Adaliye, Maraş bağlarına muadil bulur (4).
Örnekleme Olarak Diyarbakır’ın Yeşil Alanlarından Hevsel Bahçelerine
Uğrayalım:
328
Hevsel ve Dicle (F Türkoğlu)
Dicle Kenarı da Yeşilliktir
329
Dicle nehri çevresi
330
Dicle kenarı
Cumhuriyetin ilk yıllarında da Diyarbakır yeşil yönünden zengindi.
Diyarbekirin mesire yerleri, bağlar, istasyon ve Mardin kapı dışındaki
köşklerle Dicle kıyısındaki bahçeler ve yakın köylerdir. Şehrin parkları, Dağ kapı
dışında Halkevi parkı ve ordu evi, Halkevi bahçeleri, şehir içinde Melek Ahmed ve
belediye bahçeler ile hükümet bahçesidir (5).
Bölge bitki bakımından zengindir. En çıplak Karacadağ’da bile güzellikler
vardır. Karacadağ’da süs bitkisi olarak dağ lalesi, kan damlası, Linaria, Lathyrus,
trahycarpus, lotus türleri vardır Süs bitkisi olarak ağaçsı türlerden Cerasus, çalı
formunda Rosa cinsinden bitkiler vs. yetişir. Karacadağda 254 bitki çeşidi vardır.
Dr. Taşkın’ın çalışmasına göre Diyarbakır Ziyaret dağında 297 bitki türü
görmekteyiz.
331
Hüseyin Abdioğlu o yeşil günleri anlatıyor:
Hevsel bahçeleri Mardin kapı’dan Dicle nehrinin önüne uzanırdı. Bizim
toplam 80 parça bahçemiz vardı. Her hafta bahçelere inerdik. Dicle nehrinin önünde
bostanlar kurulurdu. Zaten Diyarbekirliler yazlık diye bir yerlere girmezlerdi.
Diyarbekirlilerin bir de Karacadağ eteğinde Ova bağ yolu dedikleri manzarası
güzel mekânları vardı. Orada çadırlar kurulurdu. Orada herkesin bir çevirmesi
vardı. Rahmetli dedem anlatırdı: O kadar kalabalık olurmuş ki, yazın orada bezzaz
dükkanı bile açılırmış. O zamanlar Ali pınar köyü bile orman içindeymiş. Milli aşiret
Hamidiye kumandanı İbrahim paşa o ormanların hepsini yaktırmış. Diyarbakır’da
101 bahçe, köşk ve piknik alanı belirtilmektedir (6).
Şimdi Diyarbakır’ın geçmişte başka bir yeşil deposu olan Ben U Sen’e gidelim
Tarihte Ben u Sen
Ben u sen için Osmanlı belgelerine göz atalım.
Resmi devlet belgesi 1869 Diyarbakır salnamelerinde Ben u Sen için şu
ifadeler var:
Ben u Sen mevkii dahi bir çemenistandır ki (çimenlik), senenin dokuz ayı
içinde taravetine (tazeliğine) halel gelmez (7).
Arif paşa seyahatnamesinde Ben u Sen’i şöyle tasvir eder:
İşbu iki burcun önünde ve Kıbleye ma’ruz bir mevki’de meşhur (Ben u Sen)
mesiresi vardır. Ve mesirenin onu ağaçlar ve köşkler ve değirmenler ile müzeyyen
bir vadi-i nikdir. Ben u Sen mevkii kal’anın şaranbolu pişgahında bir sath-ı mai’ilden
ibarettir. Çemenzardır (çimenlik). Bir iki menba ve üç adet havuz vardır… Erzincani
İzzet paşa Diyarbekir valisi iken bu mesire hakkında söylediği manzume-i Dilara
aşağıya yazılmıştır:
332
Manzume-i Ben u Sen
Bir aceb sefa Gülşen-i rana Ben u Sen
Görse ger Sa’di Gülistan’a yazardı vasfın
Çün viri revnak-ı gülgeşt-i musalla Ben u Sen
Mevki’inde varanın feyz-i meserretden eser
Gerçi bir vadi-i pür sahra ve saha Ben u Sen
Gösteririm sana sinemde olan yareleri
Olmaya kimse bu gülzarda illa ben u Sen
Gerçi ki her tarafı Amid’in ‘adn-asadır
Nice mümkün idelim vasfına aya ben u Sen (8)
Ben ü sen (19. yüzyıl) (9)
(Dr. Adil Tekin. Ben u Sen. 1945
333
Ben U Sen’ü daha iyi anlamak için 1987’de Mevlüt Mergen’in yazdığı Benu
Sen Türküsüne bakalım:
Benu sen bir efsane
Dutları tane tane
Geçip gitmeden sene,
Kavuşalım benusen
Bahçe adı benu-sen
Gönül söyler benusen
Çatlasın el uşağı
Kavuşalım benusen
Benu-sen’de mazim var
Şahittir eski canlar
Ne hoş öterdi kuşlar
Yeşil iken benu-sen …….
Ben u Sen’de Mezarlık
334
Diyarbakır’ın İlçeleri Aynı Ölçüde Güzeldi
1937 yılına ait bir kitapta Lice ilçesi bağ ve bahçeleri çoktur denmektedir
1937 yılına ait bir kitapta Silvan’ın bağlık ve bahçelik olduğu söyleniyor.
1937 yılına ait bir kitapta Yeşil bahçeleri olan Hani görülmeğe değer
denmektedir (10).
Yeşil şehir Diyarbakır’a bir örnek Silvan ilçesinden. Resim:Silvan mücadele
gazetesi.
335
Yeşil Lice
Gül şehri Diyarbakır
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Daire Başkanı Samet
Uçaman 360 bin mevsimlik çiçek üretip 71 bin tanesini yurttaşlara ve kurumlara
dağıttıklarını söyledi. Bu yıl içerisinde 30 bin fidanın 4 bin 480’inin belediye
alanlarında kullanılırken, 15 bin adet çalı bitkisinin ise kurumlara dağıtıldığını
söyleyen Uçaman, bunların 4 yaş fideleri olduğunu bildirdi.
14 çeşit gül yetişecek
Uçaman ayrıca Diyarbakır’ın tarihinde 14 çeşit gül yetiştirildiği bilgisine
sahip olduklarını, bunun için yaptıkları araştırma sonucu saha çalışmalarında
fide topladıklarını söyleyerek, “Bu fideleri kendi tavalarımızda çelikledik. Şu
an büyümeye başlıyor” dedi. Dicle Üniversitesi’nin de teorik olarak böyle bir
çalışmasının olduğunu ancak saha çalışması yapmadıklarını ifade eden Uçaman,
“Konuyla ilgili Üniversite’deki hocalarla da ilişkiye girdik. Bu bitkiler yetiştikten
sonra tek tek isimlendirilip, çeşitlerine göre tescillenecek” diye konuştu. Uçaman,
aroması ve yüksek kokusuyla esans yapımında kullanılan bu güllerin Diyarbakır’daki
gül yetiştiriciliğini de teşvik edeceğini belirtti.
Büyükşehir Belediyesi’ne ait serada; aralarında Mavi Servi, İran Çamı, Çınar,
Dişbudak, Tespih Ağacı gibi fidelerin bulunduğu 50 bin ağaç fidesi yetişiyor. 35 bin
adet 5 yaş üstü bitkiler ise replikajda bekletilerek, Kent Ormanı’nda değerlendirilecek.
Yine Fidanlık’ta aralarında Taflan, Ateşdikeni, Berberis, Mahonya, Keçisakalı,
Kuşdili, Zakkum, Leylak ve Bahçekülü’nün bulunduğu 9250 adet çalı bitkisi de
şaşırtma usulü ile poşetlere alındı (12).
336
KAYNAKLAR
1. Doç. Dr. Cem Zorlu. İlk İslam coğrafyacılarına göre Diyarbakır1.
Uluslararası.Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu. 20-22 Mayıs 2004.
Diyarbakır. 2004. s. 857
2. Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi Diyarbekir’de.
İst. 1997. s. 364.279.253
3. M. Şefik. Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003, s.
93,94;127,157;158; 192,213; 219
4. Von Hammer. Büyük Osmanlı Tarihi. Emir yay. İst. 2/449
5. Usman Eti. Diyarbekir. Diyarbekir matb. 1937. s. 48,55,85,86
6. Şehmus Diken. Diyarbekir diyarım, yitirmişem yanarım.İletişim yay.İst.
2003. s. 83131
7. Ömer tellioğlu (ed). Diyarbakır salnameleri. Büyükşehir belediye yay4/63
8. Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İt. 2003. s. 143
9. Ekici C. (ed): Osmanlı belgelerinde Diyarbakır. Devlet Arşivleri genel md.
2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu. Ank. 2006.
10. Usman Eti. Diyarbekir. Diyarbekir matb.1937. s. 47,49
11. Prof. Dr. Muhammet Besir Asan Ayaş Demirtaş. İslam Fethine Kadar
Diyarbakır. Yüksek Lisans Tez_T.C. Fırat ÜnSosyal Bilimler Enstiİüsü Tarİh
Anabilim DalıElazığ 2007
12. 13 Ağustos 2012 www.diyarinsesi.org
337
ORMAN KENTİ DİYARBAKIR
Aygül Doru
Diyarbakır tarihöncesi dönemden beri yaygın orman topluluklarına sahipti.
Arkeolojik kazıların yapıldığı Çayönü, Hallan Çemi gibi mekanlarda yaygın
orman yapısı dikkat çekmektedir. Bu açıdan önce bu bölgelerin doğal çevresine
göz atalım:
Neolitik dönemde orman
Güneydoğu Anadolu “Verimli Hilal” olarak adlandırılan bölgenin birbirinden
çöller ile ayrılmış iki uzak ucunun birleştiği ve kuzeye doğru en çok sokulduğu ve en
büyük genişliğe eriştiği orta kesimini oluşturmaktadır. Bu bölgeyi, Doğu Anadolu
platosundan doğup Basra Körfezi’ne dökülen iki büyük nehir Fırat ve Dicle ve onu
besleyen, bazıları mevsimlik, akarsular yarmaktadır. Bölgenin kuzey-kuzeybatısında
dağ eşiğinde yer alan ve yüzölçümü yaklaşık 15 hektar olan Ergani Ovası
birbirinden farklı üç kuşak ile çevrilidir: Kuzeyde, Güneydoğu Toroslar, Torosların
eteği boyunca uzanan fay çöküntüsü üzerine yerleşmiş yerel koşullara bağlı olarak
ayrı oluşumlar gösteren dağ ovası dizisi, güneyde de Güneydoğu Anadolu platosu
Çayönü, ikinci kuşağın ortasında, üç kuşağın birbirine geçiş alanının çok dar
olduğu yerde, kuzeyden gelen Dicle’nin bir yan kolu olan Boğazçay’ın kuzey
kıyısında kurulmuştur. Bu konum Çayönü halkına bir günlük yürüme mesafesinde
değişik bölgelere gidip gelme ve çeşitli doğal kaynaklardan yararlanma olanağı
tanımıştır. Çayönü Tepesi bugünkü yerleşim alanlarına göre, Ergani İlçesi’nin 7 km.
kadar güneybatısında Hilar kayalıklarının üzerinde kurulu Hilar (Sesverenpınar)
Köyü’nün kuzeyinde, K-G 160 m., DB 350 m. boyutlarında bir höyüktür. Deniz
seviyesinden yüksekliği 832 m., kültür dolgusunun kalınlığı güney yarıda 4,5 m.
olmasına karşın kuzey yarısında 6,5- 7 metreyi bulmaktadır. Çevresinde tarlalar
uzanmaktadır.
Bu doğal çevre farklı bitki ve hayvan topluluklarına yaşam alanı
tanımıştır. Bugün bitki örtüsü açısından oldukça çıplak olan ova ve çevresinin
görünümü10.000-7.500 yılları arasında günümüzden çok farklıydı. Neolitik dönem
insanları yerleşmek için ovanın bazalt-genç alüvyon dolgu sınırını ve/veya dağ
eşik bölgesini tercih etmişler. Bugün yazın en sıcak aylarında bile sürekli akan bir
deresi ve bir dizi gözeleri bulunan ovanın o zamanlar çok daha sulak, geniş tatlısu
havzaları ile kaplı olduğu, saz, kamış, keten gibi sulak ortam bitkilerinin, kunduz,
susamuru gibi derin sulak alana gereksinim duyan hayvanların, çok sayıdaki tatlısu
kabuklarının varlığı açıkça göstermektedir. Domuz gibi daha ormanlık ve yumuşak
topraklı ve sazlıklarla kaplı nemli bir ortamı yeğleyen, geyik gibi çok sık ağaçlıklı
olmayan nehir boyundaki orman ortamında yaşayan hayvanların varlığı, meşe
(Quercus) gibi oldukça geniş bir dağılım alanı gösteren ağaçların, karakafesotu
(Anchusa), sabunotu (Vaccaria) ve madımak (Polygonum) gibi sulak nemli
338
daha serin iklimi yeğleyen bitkilerin yanısıra melengiç/sakız (Pistacio), sorguçotu
(Stipa), süpürgeotu (Bromus) gibi daha kurak bozkır bitkilerinin varlığı ve özellikle
sulak ortamı seven hayvan ve bitkilerin daha çok eski evrelerde bulunması, çevrede
doğal olarak yetişen mercimek ve fığ gibi baklagillerin, emmer ve einkorn gibi
daha çok otsu görünümlü tahılların yavaş yavaş başlayan tarımının artması sonucu
çevrenin değiştiğini (tarla açmak için genç ağaçların kesimi, çalılıklardan arındırma
gibi) belki de zaman içinde gölün dolarak küçülmüş olabileceğini de gözönüne
alırsak, iklimsel ve ekolojik açıdan değişiklik olmamakla birlikte özellikle insanın
doğal çevresini değiştirmesinin getirdiği sonuçlar yerleşmede kazılar sırasında
hissedilmektedir. Bugün tepenin güneyinden akan Boğazçay, yatağını ancak 3.
binlerde açmıştır. Açık ağaçlıklı alanlarda yaşayan yabani sığır; genellikle derin
vadilerle yarılmış yüksek dağlık araziyi tercih eden küçük topluluklar halinde
yaşayan yabani keçi; yazın daha çalılık-otluk dağ yamaçlarını yeğlerken kışın dağ
etekleri ve vadileri yaşam alanı olarak seçen büyük sürüler halinde dolaşan yabani
koyun; dağlık arazi yerine vadilerde de barınabilen ama genellikle ovaya da alçak
tepeleri tercih eden ceylan ve yabani at; büyük ölçüde yabani yemişler ile beslenen
alt örtüsü zengin sık ormanların hayvanı olan ayı yukarıda sözünü ettiğimiz değişik
ortamları çok iyi yansıtmaktadır. Bütün ortamlara uyum sağlayan tilki, kaplumbağa
gibi hayvanları ile çevre insanlara sonsuz (!) besin kaynağı sunmaktadır (1).
Çayönü (M.Ö. 7000)’nde Meşe önemli bir ağaç grubudur Ayrıca melengiç,
gülgiller, dişbudak ve teke dikeni mevcuttu (2).
Osmanlı döneminde de ormanların varlığını gelir defterlerinde görüyoruz.
1670 yılında Ömer paşa’nın en önemli gelir kaleminin orman ürünlerinden
olduğunu anlıyoruz
Gelirler
Çüngüş, Ergani ve Çermik kazalarının bez ve bağ ve üzüm akçesidir.
Kulp kazasının arpa ve bez ve bağ akçesidir
Atak’dan arpa akçesi
Mihrani’den odun akçesi
Hani’den odun akçesi
Ergani’den odun akçesi
Tercil kazasından odun akçesi (3).
19. yüzyılda orman
Yüz sene evveline kadar Diyarbakır bölgesinin büyük bir kısmı ormanlıktı.
Karacadağ çevresi, Çermik, Çüngüş, Ergani, Piran, Eğil, Hani, Lice, Kulp ve
Hazro dağlık mıntıkaları baştanbaşa meşe ormanıyla örtülü idi. Köylerimiz bağ
ve bahçelerle donatılmıştı. Diyarbakır şehrinin hemen civarında (Seyrantepe’den)
başlayan ormanlık saha, kuzeye yani eğil’e doğru gittikçe genişler ve yükselirdi.
339
Sur dışı bahçeleriyle Alipiınar ötelerine kadar üzüm bağlarıyla kaplıydı. Kıtırbil
önlerinden başlayarak kaynaklarına değin Dicle vadisi bağ ve bahçelerle doluydu.
1870 yılında Diyarbakır- Siverek yolunu açtıran Vali Kurt İsmail paşa’nın bugünkü
Kırgalı (Pirinçlik) ötesinden (şehrin 25 km.kadar batısı) yol güzergahını geçirmek
için baltacı kolları gönderdiği ve Karacadğ’ın bu kuzey eteklerinde günlerce orman
içinden ağaç kestirerek yolu açtırdığı bir hakikattir (4).
1869 seneli tahrirde 76 kereste ambarı, 22 kavaklık, Dicle kenarında iki odun
iskelesi olduğu belirtilmektedir (5). Bu bilgi bölge orman rezervi hakkında fikir verir.
Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde ‘Vaktiyle bu
havaliye zinet bahş olan vasi ormanlar mamuriyet-i mahalliyeyi tezyide hadim
bulunmuş iken memleketin Kurun-u ula ve vüstada uğradığı mücadelat-ı mütevaliye
ve müteselsile ile ormanların emri muhafazasına ahali tarafından itina edilmesinden
dolayı o menafi-i servet ve umran mahv u na-yab olup gitmiştir. Şimdi havileyn
(Lice), Nerib (Eğil), Derik dağlarından çıkarılan meşe ağaçlarıyla ancak levazım-i
ihrakiye (yakacak) tredarik olunabilir. Kerestelerin kısm-i azamı suret-i mahsusada
yetiştirilmekte olan ağaçlarından, bir kısmı azamı suret-i mahsusada yetiştirilmekte
olan ağaçlarından, bir kısmı kalili de cevizden istihsal edilmektedir.
(5/87) Kavak ve söğüt ağaçları şehir ve kasaba ve eker kurada ziyadesiyle
yetiştirilir ve ihtiyac-ı mahalliden fazlası kelekle aşağılara sevk olunur (3/360).
Yine salnamelerde sınai mamül olarak ahşab mamul 30.000 yekün mahsul
keyl-i aşari denmektedir. (4/73) (6).
Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde ‘Haric-i surda
bahçeler ve bostanlar kesret üzere bulunup her nevi sebze ve eşcar (ağaç) yetişmekte
ise de eşçarın çoğu dut ve kavak ve söğüt ağaçları olduğundan duttan pek çok
harir (ipek) imal olunur. Ve kavak ve söğüt ağaçlarının bir kısmı kelek bağlanarak
Dicle ile Musul vilayetine sevk ve ihrac olunur. Lice kasabası beğ ve bahçeliktir
(3/222,223) .
Dahil ve haric-i şehirde bir hayli bağlar, bahçeler, güzel güzel mesireler ve
köşkler mevcuddur.Hele mevsim-i baharda dağ ve Mardin kapıları haricindeki
nüzhetgahlarda temaşagah-ı erbab-ı tabiat olan badem, şeftali, elma çiçeklerinin
manzara-i ferah-bahşasıyla Dicle nehrinin sağa ve sola temayül ede ede cereyan-ı
tabiisinin teşkil etmekte olduğu cetveller o manzaraya başka letafetler vermekte ve
bahçelerin bazısında huda-yi nabit menekşe çiçeği, yetiştirilen gül fidanları adeda
birer gülzar-ı nükhet-i nisar-ı letafet teşkil edip bülbüllerin,tuyurun enva-ı nağamat-ı
ferah efzası da da teşnif-i sevami eyler. (5/84) (6).
Ormanların harikden muhafazası hakkında emirneme bulunmaktadır.
Ormanların muhafazası hakkında 11 teşrin-i sani 1291’de talimat gönderilmiş
ve bu hususla ilgili memur tayin edilmiştir (4/180,187) (6).
340
Hevsel bahçeleri
Diyarbakır’ın önemli üretim maddelerinden biri başta deri olmak üzere,pamuk
ipliği ve deri boyanmasında kullanılan mazu idi. Bu durum Diyarbakır çevresinin
meşe ormanları bakımından zengin olduğunu göstermektedir (7).
Diyarbakır’a gelen Ali bey ‘Seyahat jurnali’eserinde Dicle nehri memleketin
önünden akar. Şehrin bulunduğu yer yüksek olduğundan kaleden Dicle’ye kadar
yokuş aşağı bahçeler dedikleri ormanlar vardır (8).
Diyarbakır’ın çevresinin orman olduğunu anlamak için Diyarbakır-ErganiMaden yolunun açılış hikayesine göz atmak gerekir.
Kurt İsmail Paşa çevresindeki eşrafa bu yolun açılmasında yardımcı
olunmasını ister. Bu noktada Ahmet Cemil Paşa ön plana çıkar. A. Cemil Paşa’nın
ambar çayı civarında kendinse ait 20 köyü ve ayrıca kendisine bağlı ilaveten 30
köyü vardı. Aşiretine verilen talimat üzere yol açma çalışması başlar’ Yol patika
yol,ancak bir hayvan geçebiliyor. İşe başlıyorlar. Yirmibeşer metre mesafe ile
başlıyorlar çalışmaya. On beşi ağaç kesiyor, on neşi kesilen meşe ağaçlarını kenara
taşıyor, on beşi de yolu tesviye ediyor. Bu şekilde kısa zamanda yollar açılıyor (9).
İlçelerde de zengin orman varlığını seyahatnamelerde öğreniyoruz.
Arif paşa seyahatnamesinde Çüngüş’den şu şekilde bahseder: Çüngüş’de
İslamların ekserisi odunculuk ile geçinir’ (10).
Bu şekilde bir tasnif önemli bir dini grubun geçimi için ormancılığın yeterli
olduğu anlamına gelir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında orman
50 yıl önce bugünkü şehitlik mevkii ormandı. Sarıkız ormanı ismi verilen bu
orman Alipınar’a kadar uzanıyordu.
1916 yılında Iraktaki Türk ordusunun nehir taşımacılığında kullandıkları
kelekler için ağaçlar Diyarbakır’dan gönderiliyordu (11).
341
1967 yılında 264.472 hektar orman sahası olduğu ve 54.500 ster odun elde
edildiği belirtilmektedir (12).
Orman varlığının artırılması için fidanlıklar kurulduğunu görüyoruz.
1938 Merkez numune fidanlığı (13).
Diyarbakır İlçelerinde Orman
1936 yıllarında Diyarbekir’de 1.933.250 dönüm orman olduğu ifade
edilmektedir. Ancak tam kadastro yapılmadığı için kesin rakam verilememektedir.
Ormanlıklar Eğil, Lice, Kulp ve Çermik ilçelerindedir. Ormanlarda en çok meşe,
kara ağaç ve ardıç yetişir. Toprağın bünyesi çam yetiştirmeğe de elverişlidir (14).
1937 yılına ait bir kitapta ormanı bol olan Kulp görülmeğe değer denmektedir
(15). Orman varlığını artırmak için ilçelerde fidanlıklar kuruluyor:
1938 yılı Silvan Fidanlığı (13)
342
İlçe ormanlarının nasıl katledildiğini de görüyoruz.
Fuat İplikçi anlatıyor: Vatandaşlar Karacadağ’a kadar kesip getirmişler
ormanları. Evliya Çelebi de ağaçlardan gökyüzünün görünmediğini söyler.
Ben son zamanlarda yetiştiğimde Dicle nehri üzerinde keleklerle o güzelim
Pirincman odunlarını taşıdıklarını gördüm. Fidan gibi, kalem gibi kesilirdi odunlar (16).
Tarihte Yenikapı Sağlık Ocağı Civarında Bu Oluşumu Gözlüyoruz
Basri Konyar 1936’larda Eğil’i anlatırken’ ormanlıklı boğazlar geçildikten
sonra bağ ve bademliklerle süslü sırtların yamaçlarından geçir. Artık eğile
yaklaşılmıştır.
Eğil’in birbuçuk saat ilerisinde Şain mevkii Diyarbekir odunlarının keleklerle
taşındığı yerdir’‘Dicle, Eğile çok faideler temin eder. Odunculuk ve tahtacılık bu
ırmak sayesinde oldukça inkişaf eder. Tahtalık ağaçlar maden köylerinden ve
Hazrodan alınır. Ve ekseriya Eğilde kesilip Diyarbekire sevkedilir. Orada biçiir.
Diyarbekirde kale içinde görülen tahtalar hep eğilin sevkiyatıdır.Harpten evvel elli
altmış bin kütük bulunurdu.Şimdi yılda oniki bin kütük gelmektedir.demektedir (17).
949 yılında ormanlarımız
1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini
Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini
detaylandırmıştır.
Dicle boyunda yeşillikler ağaca kucak açmıştır. Bütün güney illerimizde
olduğu gibi burada da kavağın büyük bir yeri vardır. En güzel alanlar şirinliğini,
cana yakınlığını kavaktan alır. Kavak kerestesi, kaşık, beşik, eşik yapımında halkın
imdadına yetişir. Kızların gergefi, aşıkların çalgısı kavaktandır.
Diyarbakırın ormanları daha ziyade kuzeydeki dağlık kısımlardadır. Çermik,
Kulp, Eğil, Ergani, Silvan, Lice ilçelerinin dağlık çevreleri hep ormanlarla doludur.
343
Güneyden Dicleye doğru sıralanmış olan Çınar ilçesi dağlarında da meşelikler
vardır.
Eğil ormanlarından kesilen odunlar keleklerle Diyarbakır’a nakledilir (18).
Konyar ‘Hani için 1936’larda civar dağlardaki meşelikler odun ihtiyacını
temin etmektedir. Söğüt ağaçları burada zikre değer bir varlıktadır. Nahiyenin
ihracatı kereste, bilhassa ceviz tahtalarıdır’ifadesini kullanır (17).
1962 yılı Dicle-Lice arası ormanlar (ortada Bırklin suyu) (19).
1962’de Diyarbakır’da 227020 ha Ormanlık Alan Mevcuttu (19)
Günümüzde orman
Karacadağ volkan konisi (1938 m). bulunmaktadır. Bu volkan konisi, türü
(Hawaii) gereği , yaymış olduğu lav bazaltik olup, siyah ve çok akışkandır. bundan
dolayı Karacadağ Volkanı yükselmemiş ancak geniş alanlara yayılmıştır, genel
olarak bazik lav karakterli bazalt (karataş) taşları yayılmış durumdadır.İlçenin
en yüksek yeri olan Karacadağ volkan konisinin zirvesi (1938 m). ile bu koniye
bağlı oluşmuş olan bazı parazit konilerdir.Bunlardan en önemlileri ise Kurt Tepesi
(604) ile (Beş Tepe)’dır. Karacadağ’ın bulunduğu alanda yer yer Meşe (Quersus)
ormanlarına rastlanmaktadır.20.yy’ın ortalarına doğru bu alanlar orman açısından
zengin bir örtüye sahip iken,bu yıllardan sonra kaçak kesimler ve yakacak temin
etmek için büyük oranda tahrip edilerek yok olmayla yüz yüze bırakılmıştır.Ormanın
yok edildiği alanlarda dikenimsi Garig toplulukları yer almaktadır (20).
Sık, güzel meşe ormanları tükenmiştir. Ormanların kalıntısı olarak çalılıklar,
fundalıklar görülür ve geçmişin büyük ormanlarının belgeleri olarak dikkati.
Meşeden başka kızılağaç, gülgen, isfendan, yabani gül, yabani fındık ağaçları kuru
ormanlar halinde yer yer kalabilmişlerdir. Dağ keçisi ve benekli pars tükenmiştir.
Yaban ördeği, çulluk,keklik, bıldırcın hala görülmektedir (21).
344
Diyarbakır havzası, Basra Körfezi’nden başlayıp Toros Eteklerine kadar
uzanan ve.
Toroslar yayını Çizerek Amanos Dağları ve Lübnan yolu ile Filistin’e ulaşan
verimli.
“Hilal”ın kuzey sonunda yer alır. Havza; Karacadağ, Mardin Eşiği ve Toros
Dağları arasında bir step adacığı görüntüsündedir. Bu step adacığının çerçevesini
orman tahripleri sonucunda çıplak kalmış sahalar veya bodur meşe toplulukları
meydana getirmiştir. Bu nedenledir ki Diyarbakır Bölgesi bitki örtüsü ve orman
yönünden çok fakir bir durumdadır.
Step kenarında yer alan meşeler Bölgede Akdeniz iklimine yaklaşan
kontinental bir ilelim tipi hüküm sürdüğü için kurakçıl orman karakterindedir.
Tabii ormanın alt sınırı Diyarbakır Havzasının Kuzey batı ucu ile Mardin
Eşiği’nin dış eteklerinde diğer bölgelere göre biraz daha yüksektir. Dicle ilçesi ile
Hazro arasında çizilecek bir hattın kuzeyinde ise yer yer, nispeten az tahrip edilmiş
meşe toplulukları yer almaktadır.
Yabani meyve ağaçları ise Dicle nehri yakınlarında yer almaktadır. Meşe
türleri arasında en yaygın olanı Quercus infestoria (mazı meşesi) dir.
Bununla beraber Quercus brantii,Quercus vesca, gibi türlere de rastlanmaktadır.
Havzayı kuzey ve kuzey doğudan kuşatan Bitlis-Hakkari Torosları’nda da
başlıca ağaç türlerine meşeler (Quercus iberica, Quercus castaneafolia, Querscus
infectoria vb). oluşturmaktadır. Kışların uzun sürdüğü yüksek kısımlarda meşelerin
yerini soğuğa karşı.
daha dayanıklı olan ardıçlar yer almaktadır. Kuytu ve sulak vadi tabanların ise
Söğüt, Çınar, ceviz kavak ve melengiç gibi değişik ağaç türlerine rastlanır. Bu dağlık
sahada ormanın üst sınırı tahribatın olmadığı yerlerde 2400 m’ye kadar çıkmakta
ve bu sınırın üzerinde de Astragalus ve Acanthalimon’ların geniş çapta yayıldığı
Alpinkat yer almaktadır.
İlin önemli bir bölümünü oluşturan steplerde yağış az, bağıl nem düşük ve
kurak dönem çok uzundur. Bu durum bitki yaşamı için önemli bir engel oluşturur.
Havzadaki.
Step bitkilerinin başlıcaları; Velbuscum, Astragalus, Delphinium,
Eryaglum, Euphorbia, Gentiana, Silene, Trifolium, Bromus, Thymus, Achillea ve
Convulvulus’ların çeşitli türleridir.
Doğal orman alt sınırının Siirt civarında 700 m., batıda ise Ergani’nin
güneyindeki kalker topografya üzerinde 800 m’ye kadar inmesi Step’in çekirdek
sahasını az çok belirmektedir. Çeşitli nedenlerle orman alanları gittikçe daralmış
ortaya çıkan step alanı ise genişlemiştir. Bitki örtüsü aşırı otlatma sonucu ortadan
kalkmış, toprağın ince taneli üst tabakası aşınarak verimi düşmüştür.
345
Diyarbakır Havzası yaklaşık olarak 6000 yıl daha eski bir zamanda beri
yerleşim sahasıdır. Diyarbakır’a yerleşen ilk insanlar kendilerine tarım arazisi
temin etmek, yakacak ihtiyaçlarını karşılamak ve hayvanlarını otlatmak için meşe
ormanlarını tahrip etmiştir.
Bunun en canlı örneğin Ergani – Dicle yolu üzerine görmek mümkündür. Yol
boyunca uzana bağlar, meşe çalılıkları arasında küçük parseller biçiminde yer alır ve
insanın doğal bitki örtüsü üzerinde yol açtığı değişikliği yansıtır.
Diyarbakır ili stepleri büyük ölçüde doğal değil, antropojendir. (İnsanın
olumsuz etkilemesi sonucu ortaya çıkmış). Özellikle dağlık alanlarda ve tepelik
yörelerde rastladığımız ağacın hiç olmadığı, çalının bile bulunmadığı yerler insanın
doğaya verdiği zararların sonucunda bu duruma gelmişlerdir. Bugünkü Ergani ve
dolayları, Karacadağ,
Güneydoğu Toroslar geçmişte büyük ölçüde ormanlarla kaplıydı. Ormanların
hiç tükenmeyeceği sanılarak ağaçsız Arap Çöllerine, Musul’a Bağdat’a yüzyıllar
boyunca odun ve tomruk taşındı. Ormanlar yakılarak tarlalar elde edildi. Diyarbakır’da
sayısı pek çok olan hamamlar dağlardaki ormanların tüketilmesinde önemli rol
oynadı. Yüzyıl kadar önce kuzey yamaçları ormanlarla kaplı olan Karacadağ’da
bugün bu ormanlarda eser kalmamıştır. Doğal bozkır bulunmayan Diyarbakır ilinde
antropojen bozkırlar da 1950’li yıllarda başlayan tarımda makinalaşma sonucu tahıl
yetiştirilen ekeneklere dönüştürülmüştür.
İlimizde tesbit edilen karasal ve aquatik tür ve populasyonları
Sulak Alan ve Etrafında Bulunan Bitki Toplulukları
Yerel ismi Bilimsel ismi
Sucul Bitkiler Düğün Çiçeği Saz Rumex Rumex Darıcan Sinir otu Nilüfer Su
Mercimeği Potamogeton Su Yosunu.
vs. ).
Sulak Alan Etrafındaki Bulunan Bitki Topluluklar: ( Otsu Bitkiler, Diken Çalı
Yerel İsmi Bilimsel İsmi
Ağaçlar Söğüt Salix
Otsu Bitkiler Halep Otu
Yulaf Lale YoncaÜçgül Arpa ,Dikenli Bitkiler Geven, Brom (22).
-
346
İller Orman Varlığı (2000). Tarım master planı
Toplam Alanı
İller
(ha)
Ağaçlandırılmış Alan
Potansiyel Alan
%
(ha)
%
(ha)
%
Adıyaman
130.000
10.13
22.500
46.74
120.000
29.92
Batman
30.254
2.36
271
0.56
20.153
5.03
Diyarbakır
341.607
26.61
913
1.90
36.632
9.13
Gaziantep
88.739
6.92
16.052
33.35
69.045
17.22
Mardin
119.370
9.30
-
-
134.000
33.42
Siirt
315.046
24.54
695
1.45
12.850
3.20
9.537
0.74
7.704
16.00
1.600
0.40
Sımak
248.837
19.40
-
-
6.700
1.68
Toplam
1.283.390
100
48.135
100
400.980
100
Şanlıurfa
Üniversite Camii Ve Ağaçlar
347
Dicle Kenarında Ormanlar
İLÇE ORMANLARI
Kulp ormanları
İlçe bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. Nitekim ilçe yüz ölçümünün
arazi dağılışına baktığımız zaman arazinin % 59’unu meşelik ve fundalık alanların
oluşturduğunu görmekteyiz. Özellikle Mazı Meşesi ve Palamut Meşesi türleri çok
yaygındır. Ayrıca Lübnan Meşesi ile Saplı Meşe türlerine de rastlanır. Meşe ormanları
yıllarca insanlar tarafından tahrip edilmelerine rağmen geniş bir yayılım sahasına
sahiptir. Ayrıca akarsu vadileri boyunca Kavak ve Söğüt türlerine sıkça rastlanır.
İlçedeki diğer ağaç türleri: Badem, Akçaağaç, Alıç, Ardıç ve cevizdir. Bozkır
formasyonu olarak, Geven, Sağırkuyruğu, Çobanyastığı, Kekik, Karaçalı ve Sütleğen
gibi türlere rastlanır. İlçede bozkırların geniş yer kaplaması hayvancılığın gelişmesini
sağlamıştır. Ayrıca ilçede Sarıçam ormanlarının kalıntılarına rastlanmaktadır. Bu da
ilçede daha eski dönemlerde sarıçam ormanlarının bulunduğunun kanıtıdır (23).
Ergani ormanları
Ergani ilçesinin sınırları içinde tarıma elverişsiz alan 213 400 dekar; çayır ve
mera 39 400 dekar; ormanlık alan ise 22 000 dekardır. Ergani çevresinde tabii orman
alt sınırı 800 metredir. Buna göre orman olmaya elverişli geniş bir alan vardır. Ergani
Orman Amirliği, Dicle İlçesi Orman Şefliğine bağlıdır. Ergani ilçesinin bulunduğu
bölge, orman varlığı bakımından zengin sayılmaz. Ergani’nin Kuzey kısmındaki
dağlık alan ormanlıktır. Güneydoğu Toros Dağları M.Ö. dönemlerden M.S 15. yy’a
kadar ormanlarla kaplıydı. Uzun yıllar ormanlar bilinçsizce tahrip edilmiş. Ağaçlar
yüzyıllarca keleklerle Musul’a, Bağdat’a taşınmış. Ergani Bakır Madeni’nin odunla
işletildiği devirlerde, civarda bulunan zengin ormanlık alanlar yok edilmiştir.
Ergani’nin kuzeyindeki dağlarda meşe ormanları vardır. Korunan alanlarda
348
ormanların geliştiği görülmek-tedir. Çevrede tek-tük kalan büyük meşe ağaçları
eskide geniş ormanların var olduğunun göstergesidir. Ne yazık ki geniş dağlık
alanlar çıplaktır (24).
Dicle Ormanları
Dicle ilçesinde Arazinin %30’u meşe ormanıdır.Bu yüzden daha fazla yağmur
alır.Ormanlık alanlardan yılda 1000 ton yakacak odun elde edilir (25).
Pirejmanda Meşe Ağaçları
Tarihte Dicle ilçesi ağaçları Kelekçi köyüne getirilir. Oradan keleklerle
Diyarbakır’a getirilirdi. Kelekçi, Diyarbakır ilinin Dicle ilçesine bağlı 17 km uzakta
bir köydür. Köyün adının eski zamanlarda kelek ile dicle nehrinden taşımacılık ile
ticaret yapıldığı için konulduğu söylenir. Adıda bu nedenle kelekçi köyü olmuştur.
349
Hani İlçesi
Hani’de Dağlık kısımlarda meşelikler odun ihtiyacını karşılar.bir de önemli
ölçüde söğüt ağaçları vardır, ilçeden her yıl kereste satışı yapılmaktadır (25).
Lice Antak Ormanları
350
Lice - Dibekköy Ormanları
Hazro Ormanları
351
Silvan Ormanları (Foto Suat Ergin)
(Tepede Boşat Kalesi)
352
Kocaköy Ormanları Foto: Yahya kamçı
Diyarbakır’da Odun Sektörü (Silvan yolu)
353
Odun Pazarı (Bağlar)
Diyarbakır’da Ormancılığa Önemli Katkıda Bulunan Bir Müessese
ORMAN FİDANLIĞIMIZ (26)
Silvan Yolu Üzeri 3. Km adresinde bulunan fidanlığımız 1962 yılında kurulmuş
olup rakımı 580 metredir. Toplam üretim alanı 60 Ha olup, üretim kapasitesi
2.500,000 adettir. Fidan talebi olması halinde fidanlığımızda üretim kapasitesi
arttırılabilmektedir. Sahamız 52 parsele bölünmüş ve her parsel 10 dönümlük alana
sahiptir. Yıllık 2 milyon Adet civarında fidan üretimi ve 5 ton civarında tohum üretimi
yapılmaktadır. Diyarbakır ve çevresinin fidan ihtiyacı büyük oranda fidanlığımız
tarafından karşılanmaktadır.
354
Fidan üretim şeklimiz rootball, tüplü, torbalı, saksı, sepet ve çıplak köklüdür.
Fidanlarımız hastalıksız, sağlıklı ve dikim mevsiminde uygun bakım koşulları altında
tutma olasılığı yüksektir. Fidan üretim sahasın da repikajlı, boylu fidan üretimine
yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Üretimimiz olan boylu fidanlar hastalıksız, çevresel
koşullara uyum sağlayan yapraklı ve ibreli türler olup kamu ve kamu kuruluşlarının
istediği boy ve çap özelliklerine sahiptir.
Orman Fidanlığımız ülkemizdeki Devlet Fidanlıkları içerisinde en fazla boylu
yapraklı fidan üreten fidanlık olmuştur. YIllara Göre Fidan Üretim Miktarları
355
Fidanlığımızda Üretilen / Satışı Yapılan Türler :
• Ağaçlandırma Amaçlı Türler:
Altuni Mazı
Çınar
Dut
Dallı Servi
Gladiçya
Japon Ayvası
Kızılçam
356
Aylantus
Ceviz
Dişbudak
Fıstık Çamı
Karaağaç
Mahlep
Mavi Servi
Oya
Piramit Servi
Tesbih
Yalancı Akasya
Süs Bitkileri
Acem Borusu
Berberis
Altınçanak
Ateş Dikeni
Dağ Muşmulası
357
Diken Ardıcı
Hanımeli
Kapari
Keçi Sakalı
Leylak
Ligustrum
Mahonya
Sabin Ardıcı
358
Orman Sarmaşığı
Süs
Narı Taflan
Diyarbakır’da Yetişen Ağaçlar
Hazırlayan: M.Emin TEKİN Orman Mühendisi
Alıç
Antep fıstığı
Armut
359
Badem
Ceviz
Çitlenbik
360
Diken ardıcı
Dışbudak
Dut
361
Kavak
Mahlep
Mavi Servi
362
Mazı
Menengiç
363
Meşe
Salkım Söğüt
364
DİYARBAKIR’DA ORMAN KÖYLERİ (27)
KÖYLERİMİZİN NÜFUSU
İlimizdeki toplam köy sayısı: 714
İlimizdeki Toplam Köy Nüfusu: 441317
İlimizdeki Orman Köyü sayısı: 319
Orman Köylerindeki Hane sayısı: 26571
İlimizdeki Orman Köyü Nüfusu: 169442
DİYARBAKIR İLİ ORMAN KÖYLERİ LİSTESİ
İLÇE ADI
Merkez
Çermik
Çınar
Çüngüş
Dicle
Eğil
Ergani
Hani
Hazro
Kocaköy
Kulp
Lice
Silvan
TOPLAM
ORMAN İÇİ
9
9
9
21
4
17
12
3
47
54
19
204
ORMAN
BİTİŞİĞİ
3
39
12
19
11
11
13
5
1
1
115
TOPLAM ORMAN
KÖYÜ SAYISI
3
48
21
28
32
15
13
17
17
4
47
54
20
319
DİYARBAKIR’DA AĞAÇLANDIRMA (28)
Diyarbakır’da ağaçlandırmaların 1980’li yıllarda aktif olarak başlamakla
birlikte bölgenin sosyo – ekonomik durumu, halkın ağaçlandırma kültürü konusunda
bilgi noksanlığı gibi durumlardan dolayı son 15 yıl içerisinde bilinç seviyesinin
yükselmesi sonucunda başarılı çalışmalar gerçekleştirilmiş ve artarak devam
etmektedir.
Genelde geniş ovalar ve platolardan oluşmaktadır. Güneydoğu Anadolu Geçiş
Bölgesi coğrafi açıdan Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Doğu Anadolu’nun Hakkari
365
Bölümü’nü kapsar. Bölge batıda Antalya – Kahramanmaraş oluğunun doğusundan
başlayarak kuzeyde Güneydoğu Toros dağlarının doruk hattına kadar uzanır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Doğu Anadolu ile Akdeniz Bölgeleri arasında
bir geçiş özelliği gösterir. Akdeniz ikliminin etkisi olan bölgenin batı bölümünden
doğuya doğru karasal etkilerin arttığı Hakkari Bölümü’ne geçilir. Güneydoğu
Anadolu’nun güney kesimindeki alçak sahalarda ise cılız bozkırlar yer alır. Bu
koşullara bağlı olarak batıda kızılçam ormanları yetişirken doğuya doğru, özellikle
yüksek sahalarda meşe ormanların yaygınlaşır.
DİYARBAKIRIN ORMAN VARLIĞI
Normal Ormanlar
78.400 ha
Bozuk Ormanlar
274.426 ha
Toplam Orman Alanı
352.826 ha
Ormansız Alanlar
1.155.310 ha
Genel Alan
1.508.136 ha
2002 Yılından 2009 Yılına Kadar Diyarbakır’da Yapılan Ağaçlandırma
Çalışmaları:
2008 Sonu İtibariyle
(ha)
2009
(ha)
Toplam ağaçlandırılan alan
8.013
-
Erozyon Kontrolü uygulamaları yapılan alan
4.861
800
Mera Islahı uygulamaları yapılan alan
165
-
Özel Ağaçlandırma yapılan alan
419
48,92
510
101.082
85.800
1.713
7.500
Faaliyet Türü
Rehabilitasyon uygulamaları yapılan alan
Fidan Üretimi (1.000 Adet)
Tohum Üretim Miktarı (Kğ)
366
Ülkemizdeki çölleşme ve kuraklığın etkilerinin ortadan kaldırılması veya
azaltılmasına yönelik başta erozyonla mücadele, ağaçlandırma, bozuk ormanlık
alanların ve meraların ıslahı için 4122 Sayılı “Milli Ağaçlandırma ve Erozyon
Kontrolü Seferberlik Kanunu” gereği Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel
Müdürlüğünce gerçekleştirilecek olan Ağaçlandırma Seferberliği Eylem Planı 2008
– 2012 yılları arasında uygulanacak olup Diyarbakır İl Çevre ve Orman Müdürlüğü
Ağaçlandırma Şube Müdürlüğünce bu plan kapsamında 5 yıl içerisinde 1.800 ha
erozyon kontrolü ve 2.500 ha rehabilitasyon çalışması gerçekleştirilecektir.
Ağaçlandırma Projeleri
Orman Bölge Müdürlüğü’nün verilerine göre planlama alanı içinde orman
statüsünde alan bulunmamaktadır. Alanda orman içi dinlenme yeri de yoktur. Milli
Park tabiatı Koruma Alanı, Tabiat Parkı gibi koruma statüsünde alan da
bulunmamaktadır.
Mevcut Ağaçlıklar: Çalışma alanında çeşitli kuruluşlarca ağaçlandırma
çalışmaları yapılmıştır. Bunlar;
Mardin yolu üzerinde yer alan karayolları fidanlığı (20 hektar)
Elazığ yolu üzerinde, DSİ piknik alanı (28 hektar)
Elazığ yolu üzerinde, jandarma tesisleri (12 hektar)
Çarıklı çevresinde, Günübirlik tesis alanı (20 hektar)
Silvan Köprüsü çevresinde Belediye Fidanlığı (75 hektar)
Dicle Üniversitesi kampüsü içindeki ağaçlandırmalar
Kamu kurumlarının hizmet alanlarında yaptıkları ağaçlandırmalar
Askeri alanlar içindeki ağaçlıklar mevcut ağaçlıklardır.
Ağaçlandırma Projeleri: Kentsel alanlar çevresinde yapılan ağaçlandırma
ve yeşil kuşak projelerinin, doğanın kent içine sokulması nedeniyle sağlıklı kentsel
gelişmeye katkısı bilinmektedir. Diyarbakır çevresinde yeterli ağaçlandırma
yapılmamıştır. Ancak ağaçlandırma girişimlerinin çoğaldığı görülmektedir. Başlıca
ağaçlandırma projeleri,
Maliye Ormanı, Çarıklı yerleşmesinin kuzeybatısındadır (5ha)
Büyükşehir Belediyesi Barış Ormanı, Dicle Vadisi’nin batı kısmındadır (62ha)
Büyükşehir Talay Tepe-Mastrofoştepe Kent Ormanı Projesi (1045 hektar)
Dicle Üniversitesi ağaçlandırma projesi (230 ha)
Mili Eğitim Hatıra Ormanı, Silvan yolu çevresindedir (5,5 ha)
Gözeli su kaynakları çevresi ağaçlandırması (72 ha)
Bunlardan Talay Tepe-Mastrofoş Tepe Ağaçlandırma Projesi kentin makroform
gelişmesini etkileyecek önemdedir.
367
Aktif Yeşil Alanlar: Diyarbakır’da 2005 yılı itibariyle parklar, çocuk bahçeleri
vb. aktif yeşil alan 77.41 hektar olup, kişi başına 1.0 m² yeşil alan düşmektedir.
Nazım imar planında bölgesel ve kentsel ölçekte hizmet verecek aktif yeşil alanlar
Dicle Vadisi’nde ve kentin batısında yer alan Talaytepe-Makrofoştepe çevresinde
önerilmiştir. Bu planda gösterilemeyen ancak imar planlarında yer alan aktif yeşil
alanların daha çok mahalle ve semt ölçeğinde hizmet vermesi öngörülmektedir.
Nazım imar planında toplam 2939.2 hektar aktif yeşil alan planlanmıştır.
Planda kişi başına 18.4 m² aktif yeşil alan önerilmiştir (29).
KAYNAKLAR
1. Müslüm Üzülmez. Hilar. Arkeoloji ve Sanat yay. İst. 2009. s. 48
2. George Wıllcox. Manon Savard. Güneydoğu Anadolu’da tarımın
benimsenmesine ilişkin veriler.Mehmet Özdoğan, Nezih Başgelen/ed): Türkiye’de
Neolitik Dönem. Arkeoloji ve Sanat yayİst. 2007. s. 427-440
3. İ. Metin Kunt. Bir Osmanlı valisinin gelir-gideri. Diyarbekir. 1670-71.
Boğaziçi Ün yay. No.162 s. 64
4. A. Bilal Altunboğa: Diyarbakır Folklorundan kesitler. Büyükşehir belediye
yay. İst. 1999. s. 30,31
5. Şehmuz Diken: Gezginlerin güncelerinde Diyarbakır.Diyarbakır 1. Uluslar
arası Suriçi sempozyumu. 20-22 Nisan. 2006. s. 120
6. Ömer Tellioğlu (ed) Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi. İstanbul Acar matb. 1999.
7. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. 1995. s. 344
8. Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay. İst. 2003. s. 173
368
9. Malmisanj. Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği. Avesta
yay. İst. 2004. s. 22
10. M. Şefik Korkusuz: Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003.
11. Orhan Avcı. Irakta Türk Ordusu. 1914-19189. Vadi yay2004. S. 86
12. Diyarbakır İl yıllığı-1967. s. 362
13. Cumhuriyetin 15’inci yılında Diyarbakır. 1938
14. Usman Eti. Diyarbekir. Diyarbekir matb. 1937. s. 20,28
15. Usman Eti. Diyarbekir. Diyarbekir matb. 1937. s. 49
16. Şehmus Diken. Diyarbekir diyarım, yitirmişem yanarım. İletişim yay.İst.
2003. s. 283
17. H. Basri Konyar. Diyarbekir Yıllığı. 1936.
18. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman. Ulus Basımevi. Ankara. 1949. s. 39
19. Şevket Beysanoğlu Diyarbakır coğrafyası. Şehir matb. İst. 1962 s. 93-110
20. Hikmet Yüksel. (Coğrafya Öğretmeni). Viranşehir bld
21. Dr. Emrullah Güney. Diyarbakır ve yöresinde Doğa-Kültür Turizmi.
Diyarbakır. 1991. s. 25
22. Diyarbakır Valiliği Çevre Ve Orman Müdürlüğü Diyarbakır 2004 İl
Çevre Durum Raporu Diyarbakır – 2005
23. Kulp Haber Gazetesi. 09.06.2006
24. www.ergani.bel.tr
25. 2000’e beş kala Diyarbakır. Diyarbakır valiliği. 1995. s. 38
26. Murat Haspolatlı Orman fidanlığımız. Diyarbakır’da Tarım Çevre ve
Doğa sempozyumu. 2011. c 2
27. Ahmet Mutlu Diyarbakır’da Orköy Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa
sempozyumu. 2011. c 2
28. Yaşam Alhas Geçmişten Günümüze Diyarbakır’da Ağaçlandırma
Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu. 2011. c 2
29. Akın Gölcük. Kentsel Planlama Sürecinde Kent Formundaki Değişimlerin
Diyarbakır Kenti Örneğinde Araştırılması. Çukurova Üniversitesi. Fen Bilimleri
Enstitüsü. Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. Adana, 2010
369
DİYARBAKIR’DA SPOR
VEDAT GÜLDOĞAN*
Diyarbakır’da ilk spor faaliyetleri 1913 yılında İdadi Mektebi bünyesinde
başlamıştır. Bizim de çocukluğumuzda küçelerde (mahalle arasındaki sokaklarda)
oynadığımız “Üç Adım” ve “Çır” adlı mahalli oyunların o zamanlarda da oynanması
Diyarbakır’da sporun çok eski tarihlerde başladığının belirtisidir. Bu tarihlerde
Darü’l-Muallim öğrencilerinin okul bahçesinde oynadıkları futbol ile ilgili Zeki
Arman şu bilgileri vermektedir:
“O yıl karşımızda bulunan Darü’l-muallimin’in bahçesinde öğrencilerin
büyük bir topa ayak vurarak havaya kaldırdıklarını hayretle görmüştük. Aynı yıl
içinde okulumuz Sultani’ye tahvil edildi. 1914’de ailece Halep’e gittiğimiz zamana
kadar, Sultani’yeye futbol hiç girmedi”.
Diyarbakır Sultanisi’nin öğretmen yokluğu nedeniyle kapanması üzerine
birçok genç Diyarbakır’dan Halep’e gitmiştir. Bu gençler Halep Sultanisi’nde ilk
defa futbol müsabakaları ile karşılaşırlar. Daha sonraları Diyarbakır’a dönen gençler
Diyarbakır’da futbol oynanmasına öncülük etmişlerdir. Bu gençlerden biri olan Zeki
Arman, Diyarbakır’da futbolun gelişmesi ile ilgili şu bilgileri vermektedir:
“Babamın mağazasında çalışmaya başladığım 1918 senesinde, elime bir top
geçti. Bununla ‘Çinobaşı’nda akşamları birkaç arkadaş toplanarak top oynamaya
başladık. Musul’dan Türkiye’ye iltica etmiş Afgan’lı birkaç Müslüman İngiliz Subayı
bir gün sahaya gelerek oyunumuza katıldılar. Onların maharetini görünce hepimiz
şaşırdık. Bunlar her akşam sahaya gelerek bizi yetiştirdiler ve çift kale şeklinde
oynamaya başladık. Sonra ‘siyah’ ve ‘beyaz’ adıyla iki takım yapıp oynadık”.
Çinobaşı’nda bu oyunlar devam ederken gençliğin ilgisi günden güne artmış
ve Diyarbakır’da bir kulüp kurma isteği belirmiştir. Bu arzu 1921 yılında Diyarbekir
Mektebi Sultanisi Fransızca ve beden terbiyesi muallimlerinden Said Nazif Bey
başkanlığında, madden ve manen kuvvetli ve zinde bir gençlik yetiştirmek üzere
nizamnamesi hazırlanarak “Diyarbekir Dicle İdman Yurdu” adıyla 1921 yılında
resmen kurulmuştur.
Kurulan Dicle İdman Yurdu spor kulübünde izcilik, boks, güreş, binicilik,
yüzme, futbol, tenis gibi birçok spor dallarında faaliyette bulunmak amacıyla kurulan
kulübün 37 maddeden oluşan tüzüğü şöyledir:
Dicle İdman Yurdu Nizamname-i Umumisi Tarih-i Te’sisi Nisan 1337
Madde–1 Diyarbekir’de Dicle İdman Yurdu namıyla bir terbiye-i bedeniye
yurdu teşkil etmiştir.
370
Madde–2 Maksadı gerek ma’nen ve gerek maddeten kuvvetli ve zinde
bir gençlik vücuda getirmektir. İstihdaf ettiği gayenin istihsali uğrunda her türlü
vesaiti ihzar edip memlekette halen gençliğin ma’ruz bulunduğu ataletin izalesine
çalışmaktır. Siyasetle iştigal etmez.
Madde–3 Yurd biri re’is, biri re’is muavini, biri doktor olmak üzere yedi
azadan müteşekkil bir hey’etle idare olunur. İcabı halinde hey’et-i idare irşad için
fa’al azalardan bazılarını tavzif eder. He’yet-i idare azasından biri katiplik ve biri
veznedarlık vazifesini ifa edecektir.
Madde–4 He’yet-i idare üç ayda bir yeniden intihab olunur.
Madde–5 He’yet-i idare her üç ayda bir bilançosunu umuma arz etmek
mecburiyetindedir.
Madde–6 He’yet-i idarenin kararları ekseriyet-i aza ile ittihaz olunur.
Tesavivuku’unda re’is’in bulunduğu tarafın reyi tercih olunur.
Madde–7 İstifa veya suver-i saire ile inhilal edecek olan he’yet-i idare
azalıklarına azayı faaleden bi’l-intihab ta’yin olunur. Ancak he’yet-i idareye yeniden
intihab olunan zat, aza-yı mevcudeden la-akali dört de birinden re’y almakla
beraber hey’et-i idareye dahil azalardan nısfdan bir fazlasından muvafık re’y almak
mecburiyeti vardır.
Madde–8 He’yet-i idarenin veya azalarından birinin hakk-ı istifası vardır.
Madde–9 İstifa eden hey’et-i idare yerine geçecek hey’eti aza-yı mevcudenin
la-akail üçde ikisi intihab eder.
Madde–10 Hey’et-i idarenin icraatına diğer azanın hakk-ı müdahalesi yokdur.
Madde–11Yurdu fahri ve fa’al aza olmak üzere iki kısım azası vardır. Fahri
aza yurda muavenet-i lazımede bulunan zevat-ı kiramdır. Fa’al aza bi’z-zat idman
mecburiyetinde bulunanlardır.
Madde–12 Yurda dahil olacak fa’al aza doktorun muayenesine tabi’dir.
Madde–13 Yurda mukayyed fa’al azalar başka idman kulübüne dahil olamazlar.
Madde-14 Dahil olacak efendiler on iki yaşını ikmal etmiş bulunmalıdır. On
iki yaşından on sekiz yaşına kadar olan efendiler velilerinin müsaade-i mutlakalarını
natık birer senet getirmek mecburiyetindedirler.
Madde–15 Yurda fa’al aza olarak kayıt edilip de idmanlara devam etmeyenler
fahri azalığa idhal edilirler.
Madde–16 Duhuliye bir def’aya mahsus olmak üzere la’akall otuz ve aylığı
on kuruşdur. Fahri azalar için mikdar-ı muayyen yoktur.
Madde–17 Yurda dahil olan azalar birinci aylık da peşin olarak verecekdir. İki
ay taksidini vermeyenlerin kaydı tebligat yapıldıktan sonra terkin edilir.
371
Madde–18 Mektebli efendiler için nısf ücrettir. Ancak mektebçe musadak bir
hüviyyet varakası ibrazı mecburidir.
Madde–19 Müzakere ve müsamere veya manfaat-i umumiyeye müteallik sair
ictimalarda mühim ma’zeretleri olmadığı takdirde fa’al azanın behemehal bulunması
mecburidir. Bu gibi ictima’larda he’yet-i idarenin göstereceği nisbet ve derecede
fahri ve fa’al azanın ba’zı imtiyazatı bulunur.
Madde–20 Fahri veya fa’al her azaya hey’et-i idare tarafından resmi bir
hüviyyet varakası i’ta olunur.
Madde–21 Yurdun fa’al azasının hey’et-i idare tarafından vuku’ olacak
ihtarata tamamen riayet etmesi lazımdır.
Madde–22 Elbiseler yurdça tedarik edilir, yalnız bedeli sahibinden istifa
olunacaktır.
Madde–23 Fakir çocuklar yurda maccanen dahil olabilirler. Hey’et-i idarenin
kendilerine muavenet-i mümküne ifasına selahiyetdardır.
Madde–24 Yurda izci teşkilatı da yapılacaktır. İzci olarak dahil olacaklara
hey’et-i idare ve rehberler tarafından ta’limat-ı muktaziye verilir.
Madde–25 Gayeye menafi addedilecek ahval ve hareket de bulunanlara
hey’et-i idare tarafından evvela ihtaratda bulunulup tekrarı halinde yurdca terkin-i
kayıdları icra olunur.
Madde–26 Şu’belerin umumuna intisab memnudır. Vücudun kabilkiyet
ve istidadı ve şahsın temayülü nazar-ı dikkate alınarak dahil olacak şu’beler
muallimlerinin inzimam fikriyle hey’et-i idare taraflarından ta’yin edilir. Doktorun
tavsiyesi haricinde idmanlarla iştigal etmek memnu’dur.
Madde–27 Şu’belere tefrik edilenler kendi idman saatlerinin haricinde
muallimden ders istemeye hakları yoktur.
Madde–28 Muallimin idman esnasında gösterdiği program dahili olan harekat
yapılmadan diğerine geçilmez.
Madde–29 İdman saatlerinden gayri zamanlarda herkes kendi şu’besinde
çalışmak üzere müsaid zamanlarda istifade edilebilir.
Madde–30 Şu’belerde çalışırken yek-diğerlerini işgal edecek her hareket
memnüdur.
Madde–31 İdman esnasında sigara içmek memnüdur.
Madde–32 Yurdun formasından gayri bir forma ile umumi müsabakalara
iştirak olunmaz.
Madde–33 İdman esnasında forma giymek mecburiyeti yoktur.
372
Madde–34 İdman esnasında muallimin arzusuna mutavaat mecburiyyet-i
kat’iyyesi vardır.
Madde–35 İdman şu’beatı ber-vechi atidir;
Jimnastik, ayak topu (futbol), koşular, atlamalar, alafranga güreş, meçta’limi,
yumruk güreşi (boks), tenis, hokey, kriket, bisiklet, kargı atma, kros (disk) atma,
sıklet atma, yüzmek, binicilik, nişancılık, patinaj ve sair oyunlarla izcilikdir.
Madde-36 Dicle İdman Yurdu’nun alemet-i farikası kırmızı ve sarı renklerdir.
Madde-37 Yurd hey’et-i idaresi namına muamelat-ı resmiyeyi idareye
Mekteb-i Sultani Fransızca muallimi ve yurdun idare katibi Said Bey me’zundur.
Çok iyi niyetlerle kurulan bu kulüp her nedense başarılı olamayıp kısa zaman
içerisinde kapanarak faaliyetine son vermiştir.
Gençlik Derneği Bünyesinde Kurulan “Gençlik İdman Yurdu”
Ziya Gökalp 19 ay 8 gün Malta’da sürgün ve mahpus hayatı geçirdikten sonra
19 Mayıs 1921 Perşembe günü akşamı 33 sürgün ile İstanbul’a gelmiş, burada bir
müddet kaldıktan sonra Samsun yoluyla Ankara’ya gelir ve buradan da memleketi
Diyarbakır’a gelmiştir. Diyarbakır’a gelir gelmez Malta’da yaptığı gibi burada da
evinde konferanslar vermeye başlar. Gelenlerin sayısı çoğalınca sonradan Gazi
İlkokulu adını alacak olan ilk mektepte “Gece Dersleri” adı altında konferanslarına
devam eder. Kış mevsimi devam eden bu derslere yaz sıcağı başlayınca son verilir.
Ziya Gökalp gençleri bir araya getirip memleket folklorunu toplamak, sosyal
meselelerle alakadar olmak gerektiğini anlatır ve onlara bir çalışma programı yazıp
verir. Böylece kısa zamanda bir “Gençlik Derneği” kurulur. Bir ev kiralanır, açılış
töreni yapılır. 1922 yılı Ağustos ayı ortalarında Cenup Cephesi Kumandanı Cevat
Paşa bu derneğin “Fahri Reisi” olmayı kabul eder. Bu dernek bünyesinde “Gençlik
İdman Yurdu” adlı bir spor kulübü kurulur. Bu kulüp halktan büyük ilgi görür.
Gençler kulübün futbol takımında yer almak için yarışırlar. Artık Diyarbakır’da
resmen kurulmuş ikinci spor kulübüdür Gençlik İdman Yurdu. Bu derneğin ve
dolayısıyla kulübün kapanmasını Ziya Gökalp’in büyük damadı olan Ali Nüzhet
Göksel şöyle anlatmaktadır:
“...çok geçmeden İdare Hey’eti aralarında Reislik ve Umumi Katiplik
mücadelesi başladı. İki nüfuzlu ailenin çocukları bu makamlar için birbirine girdiler,
bu yüzden Dernek ikiye bölündü. Yapılması icap eden faaliyetler durdu. Ziya Gökalp
bu duruma bir çare bulmak için bir gün bunları topladı. Orada Gökalp ve Şeref Uluğ
bunların arasını yapacaktı. Gökalp’in emriyle ben de onlara katılmıştım. ‘Gençlik
Derneği’ne gittik, iki tarafı da ayrı ayrı dinledik; anlaşmaları hakkında Ziya Beğ
konuştu, Şeref Beğ söyledi. Fakat o iki nüfuzlu aile çocuğu bir türlü anlaşma yoluna
yanaşmıyorlardı. Bizim bulunduğumuz odanın karşısında geniş salondaki gençler de
gürültülü münakaşalar yapıyorlardı.
373
Nihayet, biz yeniden reislik seçimine gidilmesine karar verdik. Fakat, reylerin
tasnifi neticesinde o rakip gençlerden birisi Reis, öteki Umumi Katip seçilince
tekrar münakaşalar başladı. Katip seçilen genci tutanlar, tekrar seçime gidilmesini,
ilk seçimin hileli olduğunu söyleyince, bizler meclisi terk ettik. Onlar yeniden
münakaşaya başladılar. Yolda Ziya Beğle ben yalnız kalmıştık. Gökalp, bu vaziyete
üzülerek:
İşte dedi, yıllardan beri bu aile nüfuzlarının mücadelesi yüzünden bu
memlekette bir şey yapılamıyor. Halbuki bu gençler arasında bu ikisinden çok
daha ehliyetli kimseler vardır. Fakat berikiler halk çocukları oldukları için bunları
başa getiremiyorlar. Bu memlekette asıl mücadele edilecek dert, bu haleti ruhiye
meselesidir. Hakiki ıslahat, köylerden ağaların, beğlerin, şehirlerde de aile
nüfuzlarının sultasını (otoritesini) kaldırmaktır. Bu yapılmadıkça, bu memlekette
halkçılık zihniyeti tahakkuk edemez’ demişti”.
Ziya Gökalp’in ümitle kurduğu bu dernek o iki gencin ihtirası yüzünden
dağılmış ve Gençlik İdman Yurdu Kulübü de böylece kapanıp gitmiştir.
1924 yılında Diyarbakır Türk Ocağı bünyesinde bir spor şubesi açılınca daha
önce Gençlik İdman Yurdu’nda bulunan gençler ile Dicle İdman Yurdu’ndan bir
grup genç bu kulübe katıldılar. Burada futbol oynamak isteyen sporcuların sayısı
artınca Türk Ocağı bünyesinden ayrılan iki gurup daha sonraları Ay SporGençlik
Kulübü ve Yıldız SporGençlik Kulübü olarak kurulan kulüplerde toplandılar.
Ay Spor Kulübü forma rengi olarak sarı-mavi renkleri, Yıldız spor Kulübü de sarıkırmızı renkleri seçmişlerdir.
Yıldız Spor Kulübü spor faaliyetlerinin yanı sıra kültür ve folklor ile
ilgili bünyesinde oluşturduğu komisyonlarla faaliyetini yürütmüştür. Diyarbakır
musikisinin gelişmesine, yaygınlaşmasına buradaki çalışmalar ve verilen konserler
ile katkı sağlamıştır. 1952 yılında Yıldız Kulübü bünyesinde Celal Sevimli, Tarık
Çıkıntaş, Selahattin Mazlumoğlu ve Hüsnü İpekçi gibi değerli sanatçılar musiki
dersleri vermişler, haftanın iki günü kulüpte verdikleri konseri hoparlörlerle kulüp
dışındaki halka dinletmişlerdir. Yıldız Kulübü kendisinden önce kurulan kulüplerin
yapmak isteyip de yapamadıklarını başararak büyük hizmette bulunmuştur.
1928’de Birinci Umumi Müfettişlik kuruldu. Umumi Müfettişliğe bağlı olan
vilayetler de iller arası spor müsabakaları yapılmaya başlandı. Bu müsabakalar
Diyarbakır’da halkın ve gençliğin ilgisin çekti. Diyarbakır gençliği zamanının büyük
bir kısmını spora ayırıyordu.
Ay Spor Kulübü’nün Diyarbakır spor tarihinde bugüne kadar ulaşılmamış
bir başarısı vardır. Bu başarı 1932 yılında Ay Spor Kulübü’nün Türkiye üçüncüsü
olmasıdır.
Usman Eti 1937 yılında yayınladığı “Diyarbekir” isimli eserinde Diyarbakır’da
Ay, Yıldız ve Bozkurt adında üç spor kulübünün Türk spor Kurumu Diyarbakır
374
bölgesine bağlı olduğunu belirtmektedir. Ayrıca birde Avcılar Kulübü’nün olduğunu
belirterek, 1938 yılında ise bir stadyum yapılacağını yazmaktadır.
1949 yılında Ay Spor Gençlik Kulübünden ayrılan bir gurup Karacadağ
Gençlik kulübünü, 1950 Yıldız Gençlik Kulübünden ayrılan bir gurupta Dicle
Gençlik Kulübünü kuruyorlar.
İlerleyen yıllar içerisinde Hava Gücü, Kara Gücü, Sümer Spor, Ülkü Spor,
Ergani Spor gibi kurulan spor kulüpleri Diyarbakır’da futbolun sevilmesine katkı
sağlamışlardır.
Futbol Federasyonu 1968 yılında almış olduğu bir kararla her ilde kurulacak
bir takımın Türkiye liglerinde vilayetlerini temsil etmeleri hayata geçirilince
Diyarbakır’da Ezeli rekabet halinde olan Yıldız Gençlik ile Dicle Gençlik yöneticileri,
iş adamları taraftar temsilcileri toplantılar yaparak bir komisyon kurarlar. Kurulan
bu komisyon Belediye Başkanı Necat Cemiloğlu başkanlığında İl valisini ziyaret
edip kararlarını bildirmek için vali beyle randevulaşırlar.
Heyette Necat Cemiloğlu, Abdurrahman Özbek, İzzet Nakışçı, Gençlik Spor
Bölge Müdürü Sait Dikleli ile yanlarında bulunan diğer şahıslarla Vali Ali Rıza
Yaradanakul’u ziyaret ederek düşüncelerini ve kararlarını bildirirler. Karacadağ,
Ülkü ve Ay spor ile de görüşmeler yapılır. Bu kulüpler birleşmeye sıcak bakmazlar.
Dicle Gençlik Spor ile Yıldız Gençlik Spor birer hafta aralıkla kongrelerini
yaparak Diyarbakır Spor adı altında birleşme kararı alırlar ve kulübün forma rengi
olarak da Dicle Sporun yeşil rengi, Yıldız Sporun Kırmızı rengi alınarak kulübün
forma rengi yeşil kırmızı renkler olarak kabul edilir.
24 Haziran 1968 yılında resmen kurulmuş olan Diyarbakırspor’un başkanlığına
Necat Cemiloğlu, yönetim kuruluna da Nuri Akçam, Erdoğan Vursavaş, Hacı
Abdurrahman Özbek, Şahap Bozacı, Nazmi Çakın ve Bedrettin Köprülü seçilirler.
Diyarbakır’da spor olarak futbolun öne çıkmasıyla diğer spor dalları gerilemiş
ve zaman içerisinde ehemmiyetini ve sempatisini yitirmiştir.
Diyarbakır Stadyumu
375
Ziya Gökalp’in 1922 yılında kurduğu Diyarbekir Gençlik Kulübü merkezinde
Oturanlar: Soldan sağa: Kurmay Yarbay Basri Bey, Ziya Gökalp,
Bayındırlık Bakanı İhsan Hamit (Tigrel) Bey
Yıldız Gençlik Kulübü
376
1937 yılında Ay Spor Kulübü Futbolcuları
Dicle Spor Kulübü
Diyarbakır Spor Kulübü’nün kuruluşunu gerçekleştiren Yıldız ve
Dicle Spor Futbol Takımı bir arada (1968)
377
DİYARBAKIR HALKI NASIL BİR HALKTIR
Kenan Haspolat*
Evliya Çelebi Diyarbakır halkını şöyle tanımlar:
‘Suyunun ve havasının tatlılığından dolayı,halkı gayet zeki,çocukları gayet
akıllı ve soyludur. Düzgün ve sanatlı olarak rahatlıkla konuşan kimseleri vardır.
Gariplere dost ve fakirlere sevecen olan çok sayıda adamı vardır. Hepsi şuh,
Şengül,şakrak, nedim, zarif, nükteci ve anlayışlı olan adamları vardır. Bütün halkı
Müslüman ya da bir kitaba inanan,temiz inançlı, tevhid ehli ve dindar insanlardır.
Kadınlar arasında Rabia-i Adeviyye düzeyinde son derece namuslu,dindar ve
güzellik sahibi olanları vardır (1).
1869-1905 yılı Diyarbakır salnamelerinde Diyarbakır
tanımlanır:
halkı şu şekilde
Ahali hep zeki ve fatin olurlar. Zekavetlerinin her mahalde şöhreti vardır
(3/314).
Sestini isimli seyyahın Diyarbakır izlenimlerinde’Diyarbekir’de insanlar iyi
karşılanıyor’ifadesi mevcuttur.
H. 1314’te Diyarbakırı ziyaret eden Sabık Trabzon valisi Ali bey’Hanedan ve
ahalisinde pek çok edip, zarif, terbiye, tahsili mükemmel zatlar vardır’demektedir. (2).
Diyarbakır halkı konuksever bir halktır. Rus işgali zamanında Bitlis halkına
gönül açmış, zdenginler büyük kazanlar kaynatarak göçmenlere yardımcı olmuştur.
Saddam’ın zulmünden kaçan peşmergelere de misafirperverliğini göstermiştir.
Bugün çeşitli il ve bölgelerin halkına Diyarbakır ev sahipliği yapmaktadır
Bitlisliler’in Diyarbakır’a gelişleri üç ayrı şekilde olmuştur:
1) Birinci Dünya Savaşı.
2) İkinci Dünya Savaşı,
3) Bitlis’in ekonomik koşulları ve iklim şartları.
En büyük göç, 1. Dünya Savaşı ile birlikte yaşanmış ve binlerce insan hicret
etmek zorunda kalmıştır. Günlerce süren o günlerin zorlu Kış şartlarında yaya
olarak göç etmek zorunda kalan Bitlis’li muhacirler, anlatılmaz derecede meşakkatli
bir yolculuk yaşamışlardır. Tarifi imkânsız güç koşullarda bir yolculuk yaşayan
muhacirlerden bazıları yanlarına değerli eşyalarını da almış, ancak daha yolun henüz
başında eşkıyalar tarafından soyulmuşlardır.
Çetin Kış mevsiminin getirdiği zahmetin yanısıra yiyecekleri ve değerli eşyaları
da eşkiyalar tarafından gaspedilen muhacirlerden bazıları bu acıya dayanamayarak,
üzüntüden yolda hayatlarını kaybetmişlerdir.
*Prof. Dr. Kenan Haspolat
378
Açlık, yorgunluk, zemheri soğuk ile yapılan mücadelenin yanısıra üstüne
üstlük kalabalık nedeniyle kimileri yolda aile bireyleri ve yakınlarını kaybetmiş ve
bir daha da bulamamışlardır.
Geriye kalanlar ise yolarına devam ederek, Diyarbakır şehir merkezine
varabilmişlerdir. Varışlar Dağkapı, Yenikapı, Mardinkapı’dan kafile kafile olmuştur.
Devlet, bu gelen ailelerden sadece bir kaçına ev verebilmiş, kalanlar ise kendi
olanaklarıyla barınabilmişlerdir (6). Özellikle Deliller hanı karşısında kazanlar
kaynamış, Diyarbakırlılar Bitlislilere yardım etmişlerdir.
Diyarbakır diğer il, ilçe ve bölgelere de yardımcı olmuştur.
379
Diyarbakırlı Güleryüzünü Levhasına Yansıtmış
380
Diyarbakırda Halk Fakiri Ve İftara Yetişemiyeni de Düşünmektedir
Halkımız Zor Durumdaki Hastaya Da Yardıma Koşmakta Ve Kan Vermektedir
HAYVAN SEVGİSİ
Diyarbakır’da köpekler el üstünde tutuluyor
Diyarbakır’da açılan ve AB standartlarında yapılan hayvan barınağında
köpeklere büyük özen gösteriliyor. Aşıları zamanında yapılırken, gıdaları da
özenle seçiliyor. Kimsesiz köpekler bakımları yapıldıktan sonra sahiplendiriliyor. .
Diyarbakır- Ergani karayolunda kurulan barınakta, iki veteriner hekim, iki veteriner
sağlık teknisyeni ve 17 bakıcı bulunuyor. Personel, barınaktaki 57’si yavru, toplam
355 köpeğe deyim yerindeyse gözü gibi bakıyor. Veteriner Hekim Akın Koçhan “Biz
onları barınakta asla yalnız başlarına bırakmıyoruz. İçlerine girip oyunlar oynuyor,
başlarını okşayıp seviyoruz,” diyor. dhs 23 Ağustos 2008.
381
Diyarbakır’da hayvan sevgisi bahçelere yansımaktadır
Diyarbakır Halkında
Hayvan Sevgisi Doruktadır
Kuşçuluk Merakı Diyarbakırda
Profesyonel Hale Dönüşmüştür
Güvercinler Caddeleri İşgal
Edecek Kadar Özgürdür
Diyarbakır’da Hayvan Sevgisi
Üniversitede de Belirgindir. Özerk
Üniversitede Özerk Bir Kedi
Diyarbakırlılar Sadece Bina İçini Değil, Dış Mekanları da Temiz Tutmaya
Özen Gösterir
382
Hayırseverdir
Diyarbakırlılar Nazar’a Çok Önem Verir
Diyarbakır’da Allah Sevgisi Doruktadır
Diyarbakır’da Allah Sevgisi Doruktadır Kutsal Ay Ve Günlere Saygılıdır
Diyarbakır Halkı Dindar Bir Halktır. Teravihte Camide Yer Kalmamakta,
Avlular İse Tamamen Dolmaktadır.
383
Esnafın Dükkanı Besmeleyle Açılır
.
Apartmana Giriş Allah Ve Hz.
Muhammed İsmi İle Olur
Diyarbakır Halkının Namazın Kaçmasına Tahammülü Yoktur.
Çimde Namaz Kılan Bir Vatandaşımız
Diyarbakır Halkı Çok Doğaldır
384
Diyarbakır Halkı Yeşili Sever
Diyarbakır Halkı Mevlana’yı Ve Hümanizmini Çok Sevmektedir
Diyarbakır Halkı Hümanizmine Bir Örnek
Diyarbakır halkı tarihten bu yana kitap kurdu olarak ünlenmiştir
Selahattin Eyyubi Diyarbakır’ı fethettiğinde ,Zinciriye nmedresesinde 1.
040. 000 kitap buldu. Veziri Fazıl kitaplardan seçti 70 Deve ile bunu Kahire’ye
götürdü, bununla Fazıliye mederesesini kurdu. Mısır Ezher üniversitesi bu kitapların
zemininde ortaya çıktı.
Diyarbakırlı Ali Emiri’nin kitap bağışlarıyla İstanbul Millet Kütüğhanesi
kuruldu. Asırlardır kayıp olan Kaşgarlı Mahmut’un kayıp olan dev eseri Divan-i
lügatüttürk eserini Ali Emiri ortaya çıkardı
Diyarbakır’lılar için Kitaba harcanacak para sınırsızdı. Mühendishane
matbaasında 1800 yılında 800 adet basılan Vankulu lugati için Diyarbakır’da 10
fındık altını verilmiştir. O tarihte Diyarbakır’da 2. 3 altına bir Kur’an, 2. 5 altına bir
tefsir kitabı almak mümkündü (3).
385
Yunus Emre Ve İnsan Sevgisinin Yansımasına Bakalım
Diyarbakır’da Yunus Emre Ve İnsan Sevgisi Ön Planda
Diyarbakır’da Yunus Emre Sevgisi
386
Bu Minibüs Sahibinin Yazısını Yorumsuz Aktarıyorum
Diyarbakır’da Aile İçi Dayanışma Ön Plandadır
Bu Davranışta Sun’ilik Var Mı
387
Diyarbakır Halkı Dünyada Tüm Mazlumların Yanındadır
Halkımızın Filozof Yönü de Vardır
Diyarbakır Şöförleri de Pek Filozof
388
Diyarbakır Halkı Yerde Ekmeği Gördüğünde Yukarıda Bir Yere Koyar.
Genelde Bunu Ekmeği Öperek Yerleştirir
Diyarbakır Halkı Vefalıdır. Daha Önceleri Şehit Edilen Emniyet Müdürü
Gaffar Okan’ı Hiç Unutmadı
Diyarbakır Halkı Toleranslıdır
389
DİYARBAKIRLI’NIN CESARETİ
“Zemini kayalıktır, iklimi serttir
İnsanları cesurdur, merttir, erkektir”.
Cesaret mert insanların, korkaklık ise hain kişilerin kârıdır. Cesur
kişi, tanıdığı veya tanımadığı kimselerin haklı davaları için mücadeleden
kaçmayandır. Bütün kahramanlar cesurlardan çıkmıştır. Bunlardan biri de
Diyarbakır’ın cesur evladı Süleyman Nazif’tir. “Karagün” başlıklı yazısıyla
1918 de işgal altındaki İstanbul ufuklarını çınlatan ve işgal kuvvetlerinin
kumandanlarını çileden çıkaran Süleyman Nazif, kurşuna dizilmek üzere aranırken,
bastonunu sallayarak pervasızca işgal kuvvetlerinin kumandanına gidip “Beni
arıyormuşsunuz işte karşınızdayım!” diyebilmiştir. Bu medeni cesareti gösteren
Diyarbakır’ın mert evladı Süleyman Nazif, doğduğu memleketin hüviyetini
dünyaya ilan ederek, Mustafa Kemal’in de takdirlerine mazhar olmuştur.
“Konuşan cesaret” diye adlandırılan, sözünü kimselerden esirgemiyen,
sevilmeye layık olmayanları eline, diline ve kalemine doladı mı yerden yere
vuran, sevilmeye layık olanları ise azizlerin azizi kılan Süleyman Nazif (4).
DİYARBAKIRLI’NIN VATAN SEVGİSİ
1900 yılında dünyaya gelen Mülkiye Mektebi mezunu Diyarbakırlı “Şair ve
Devlet adamı” Cemal YEŞİL’in bestelenerek MÜLKİYE MARŞI olarak da ünlenen
şiiri Diyarbakır insanının kalbindeki vatan sevgisinin mısralara yansımış en güzel
ifadesidir:
Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz,
Ey Vatan! Gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz,
Gül ki sen, neş’enle gülsün ay, güneş, toprak, deniz,
Ey Vatan! Gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz.
390
Diyarbakır Halkı Doğaldır
İnançlıdır
Bilge Halk
391
Diyarbakır Halkı Barışçı Bir Halktır. Araya Niza Girince Arabulucular
Devreye Girer.
1862- Diyarbekirli Bir Arabulucu (5)
392
Tüm dinler kardeş olarak yaşamıştır
Can Kulesi ve Minare-Diyarbakir- Fot. Nejat Satici
KAYNAKLAR
1. Martin van Bruinessen, Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi Diyarbekir’de.
İletişim yay. İst. 2003. s. 282.
2. Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. İst. Kent yay. 2003. s.
69,173
3. Prof. Dr. Kemal Beydilli. Mühendishane. Eren yay. İst. 1995. s. 181
4. Kadri Göral Cevahir çıkını. Ank. 2009
5. Mehmet Bayrak. Gravürlerle Kürtler. Özge yay. Ank. 2002
6. Cemil Erbaş Diyarbakır Ve Bitlisliler (2). 09 Aralık 2010, Yeniyurtgazetesi
393
ZORUNLU GÖÇ VE DİYARBAKIR
Kenan Haspolat*
Türkiye’nin yoğun göç alan diğer büyük kentleriyle karşılaştırıldığında,
Diyarbakır kentleşme ve kentle bütünleşmedeki en temel farklılığı, 1950.
lerde kırsaldan Diyarbakır kent merkezine doğru başlayan göçle birlikte aynı
dönemlerde kentin yerleşik halkı veya kent kökenli ve aynı zamanda kent kültürü
sahibi nüfusun da Diyarbakır.dan diğer kentlere doğru bir göç hareketi içinde
olmasıdır. Bu eğilim, 1970. lerde en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Nitekim kentin
sahip olduğu zengin kültürel ve dinsel dokusu bu süreçte değişmeye başlamıştır.
Kentin ileri gelenlerinin, yetenekli zanaatkarların ve kentin tarihi dokusu ile
bütünleşen farklı dinsel cemaatlerin öncü isimlerinin, özellikle 1980’lerden sonra
diğer kentlere göç etmeleri ile kent, tamamen kırdan gelenlerin. bir yerleşim
birimi haline gelmeye başlamıştır. Kente göç edenlerin,İstanbul, Ankara, İzmir
örneğinde olduğu gibi bir kentli kültürle karşılaşma durumlar Diyarbakır’da
neredeyse imkansız hale gelmiştir. Kırsaldan gelenlerin yeni bir kentli kültür
oluşturma durumları ise, ancak kentin sahip olduğu kentli istihdamla mümkün
olabilirdi, fakat kentte sanayi sektörünün yeterince gelişmemiş olması bu süreci
ortadan kaldırmıştır. Bunun sonucunda kırsal nüfus, hem üretim ilişkilerini hem
de kırsal nüfusa özgü davranış ve ilişkileri Diyarbakır’a taşımıştır. Bu durum ise
hem kentin kentsel bir kimlik kazanmasını hem de fiziki olarak planlı bir kentin
gerçekleştirilmesini ciddi boyutlarda engellemektedir. Buradaki sorunun asıl
kaynağı ise, diğer büyük kentlerden farklı olarak, zorunlu göçün de yoğun bir
biçimde yaşanmasıdır. Kabul edileceği gibi zorunlu göç, kentle bütünleşmeyi ve
kentlileşmeyi engelleyen en önemli faktörlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çünkü bireyler kendilerini hem psikolojik hem de sosyolojik olarak göçe ve kent
yaşamına hazırlamış değildirler. Kentle bütünleşmeyi genel anlamda, kente yeni
göç edenlerin kent yaşamına uyum sağlama ve kentin yerleşikleriyle aradaki farkı
kapatma süreci olarak tanımlayabiliriz. Fakat kent göçmenleri .marjinal. konuma
düştükleri zaman, onlarda kente karşı bir güvensizlik duygusu ortaya çıkmakta
ve kentsel değerlere karşı giderek tepkisel bir tutum oluşabilmektedir. Bu durum
günümüzde gecekondu semtlerinde radikal ideolojik tutumların benimsenmesinde
de etkili olmaktadır.
1. Diyarbakır’daki gecekondu semtlerinde yaşayanlar arasında Türkiye’nin
diğer büyük kentlerinde görülen ve nöbetleşe yoksulluk adı verilen ilişki sistemi
bulunmamaktadır (1).
2. Diyarbakır’da gecekondu bölgeleri tampon kurumdan çok birer sefalet
bölgesidir. Ayrıca yoksulluk alanlarında göç ve kentle bütünleşme eğilimi arasındaki
ilişkileri sınamak amacıyla şu iki hipotez test edilecektir.
*Prof. Dr. Kenan Haspolat
394
1. Zorunlu göç edenlerde kentle bütünleşme eğilimi gönüllü göç edenlere göre
daha düşüktür.
2. Kentte yaşama süresi arttıkça kentle bütünleşme eğilimi de artmaktadır.
Köyleri boşaltılan insanlar, sorunlarıyla beraber önce bölgedeki en büyük
kentler olan Diyarbakır ve Şanlıurfa başta olmak üzere Mersin, Adana ve Antalya
gibi kentlere yönelmişlerdir. Zorunlu göç ani ve toplu olduğundan yetkililer
tarafından gerekli önlemler alınmadığından kentler göç edenleri özümseyememiş,
başta Diyarbakır olmak üzere bir çok kent hızlı bir köyleşme, gecekondulaşma,
yoksullaşma sürecine girmiştir. Bu şehirlerin zaten yetersiz olan altyapıları giderek
tıkanma noktasına gelmiştir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesiyle Türkiye’nin Batı bölgeleri arasındaki refah
ve gelişmişlik düzeyi farkı, Güneydoğu Anadolu.daki kentlerde zaten yetersiz olan
sermaye ve insan gücünün bölgeden göçüne de neden olmuştur. Bunun sonucunda
başta Diyarbakır olmak üzere bölgedeki kentlerin eski yerleşikleri (kentlileri) giderek
azalmış, kente göç edenler de kentli bir kültürle karşılaşmadıkları için kentlileşme
sürecine girmeleri engellenmiştir.
Başta Diyarbakır olmak üzere bölgede göç edilen kentler, ekonomik bakımdan
gelişmemiş ve sanayileşmemiş olmalarından dolayı bu kentlerde Türkiye’nin batıdaki
büyük kentlerinde olduğu gibi bir enformel sektör de yeterince oluşmamıştır. Kente
göç edenlerin genellikle tarım ve hayvancılık dışında bir becerilerinin bulunmaması
nedeniyle de bu insanların büyük oranda işsiz durumuna düşmüş ve bunun sonucunda
da bu yerleşim yerleri yoksulluğun en önemli alanları olmuştur (1).
Türkiye’de kentleşme hızının artışı II. Dünya Savaşı sonrasına rastlar. 1950’li
yıllarda önemli siyasal ve ekonomik değişmeler yaşanmış; tek parti iktidarı sona
ermiş ve çok partili yaşama geçilmiştir. Çok partili yaşama geçilmesi ile birlikte
kentlere olan göçler özendirilmiştir. 1950’lerde kentlere başlayan göç hareketleri
1960 ve 70’lerde büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu dönemde göçler özellikle Karadeniz,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde çok etkili olmuştur. 1980’lerden
sonra ise özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan terör olaylarına bağlı olarak
önemli göçler yaşanmış ve kırsal alanlar adeta boşalmıştır 2007 yılı verilerine göre
Türkiye’de kentlerde yaşayanların oranı %70’e ulaşmıştır. Kentlere doğru olan bu
göç dalgası gecekonduların ortaya çıkmasına, yeni yaşam biçimlerinin doğmasına,
yeni zevk ve beğenilerin ortaya çıkmasına, kültürel çatışmaların yaşanmasına, yeni
mahallelerin ortaya çıkmasına vb. yol açmıştır. Kentlere yığılan bu nüfus kitleleri
çoğunlukla mesleki formasyonu olmayan, formel işlerde çalışamayacak gruplardır.
Birçoğu hemşerilerinin hemen yakınında kurdukları gecekondularda yaşamakta ve
sosyal bir dayanışma ile ayakta kalabilmektedir. Geçim kaynakları ise genellikle
gündelik işlere ve seyyar tezgâhlarına dayanmaktadır. Kırdan göçen kitlelerin
kentlerdeki sanayi ve örgütlenmiş işler tarafından istihdamının mümkün olmaması;
şehir ekonomisinde oldukça geniş bir yere sahip olan yeterince örgütlenmemiş bir
kesimin doğmasına neden olmuştur. Genellikle marjinal sektör olarak adlandırılan
395
bu kesimde, bir organizasyon boşluğu, işler arasında standardizasyon yokluğu
ve yeni girişleri engelleyici rol oynayan bir mekanizmanın bulunmayışı göze
çarpar. Bu kesimde çalışanları iki kategoride değerlendirmek mümkündür. Birinci
kategoriyi, kabaca kendi kendini nitelendiren imalatçılar, el sanatı işçileri, küçük
ölçekli ticaret ve hizmet çalışanları ve sanayi öncesi döneme ait küçük esnaf ve
sanatkârlar meydana getirir. İkinci kategoride ise, seyyar satıcılar, evlerde gündelik
temizliğe giden hizmetçiler, kapıcılar, park bekçileri, arzuhalciler, profesyonel
dilenciler ve yankesiciler gibi yer altı işçilerinden ibaret olan iş grupları bulunur.
Bu iş grupları ferdi üyeler için oldukça istikrarlı olabilmesine rağmen iş istikrarı
göstermez. Bu sektörde geçimini sağlayanların bazıları, özellikle genç olanları, işler
arasında yanlamasına hareket etme eğilimine sahiptir ve aynı anda birkaç işle meşgul
olabilirler. Bazı durumlarda yüksek olmasına mukabil, genelde kazanç örgütlenmiş
sektöre göre daha düşük, istikrarsız ve geçimlik bir düzeydedir.
Özellikle Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerine olmuştur. Bu göçler
Diyarbakır’ı da etkilemiş ve 1985’te 305.940 (DİE, 1986: 3) olan Diyarbakır
kent nüfusu, 22 yıllık süreçte nüfus % 154’lük bir artış göstererek 2007 yılında
778.343’e ulaşmıştır. Bu hızlı nüfus artışı kentin mekânsal olarak büyümesine,
nüfusun yığılmasına yeni fonksiyon alanlarının gelişmesine ve bazı fonksiyonlarda
değişikliklere yol açmıştır. Alt yapıdan yoksun İskanevleri, Alipınar, Cumhuriyet,
İplik, Aziziye, Kayapınar, Huzurevleri vb. gibi yeni mahalleler ortaya çıkmış ve
Diyarbakır mekânsal olarak çok büyümüştür, bu mahallelere binlerce insan göç
ederek yerleşmiştir. Bu mahallelerde ve kentin merkezi semtlerinde yeni işyerleri
açılmıştır. Kırsal kesimden gelen bu insanlar şehre uyum sağlamakta güçlük
çekmişler ve şehirde yaşayan insanlarla kültürel çatışma içine girmişlerdir (2).
Diyarbakır, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin metropol kenti niteliğini
taşıması nedeniyle, 1990’lı yıllarda zorunlu göçe tabi tutulan insanların akın ettiği
önemli merkezlerden biri olmuştur. İlin nüfusu 1990-95 yılları arasında, 5 yıl
gibi kısa bir sürede, ikiye katlanmıştır. Zorunlu göçle kente yerleşenlerin büyük
çoğunluğu, halen kentin merkezinde ve çeperlerinde yer alan bazı mahallelerde
bir arada yaşamaktadırlar. Bu mahallelerde doğan bebekler, çocukluklarını aile
büyüklerinden dinledikleri köy ve göç hikâyeleri, gittikleri mahalle okulları,
ailelerinin geçimini sağlamak için Diyarbakır’ın sokaklarında verdikleri uğraş ve
yine çalışmak için aileleriyle birlikte gittikleri pamuk ve fındık tarlaları arasında
sıkışmış bir biçimde geçirmişlerdir. Son 15 yıllık süre içinde bu mahallelerde
yaşamın çok da fazla değiştiğini söylemek mümkün değildir. Zorunlu göçle sadece
yerlerinden ettirilmemiş, aynı zamanda evlerini, arazilerini, hayvanlarını, meralarını,
ağaçlarını, neredeyse tüm mal varlıklarını geride bırakarak mülksüzleştirilmiştir.
Bütün bunlara ilaveten, mal ve mülklerini kaybetmelerinin de ötesinde, zorunlu göç
mağdurları aynı zamanda vasıfsızlaştırılmıştır. Köylerinde yaşarken edindikleri,
yüzyılların birikimine dayanan bilgi ve becerileri, kentlerdeki işler için uygun
vasıf olarak addedilmediğinden, köylüler kentlerde vasıfsız işçi konumuna düşmüş
ve bu durum yoksullaşmalarına yol açmıştır. Zorunlu göçe maruz kalanların
yaşadıkları mahallelerde yapılan görüşmelerde köye geri dönüş kararını değişik
396
faktörlerin etkilemekte olduğu görülmüştür. Örneğin, Kulp, Hani ve Lice’nin dağlık
kesimlerinden gelenler arasında geri dönüş yaygın değildir. Buna karşılık anayollara
yakın köylerde geri dönüşler olmaktadır. Daha çok mevsimlik tarımsal faaliyetleri
gerçekleştirmek için dönemsel olarak köylere gidilmekte, evler yaşanacak
durumda olmadığı için çadır ve geçici barınaklarda kalınmaktadır. Köye Dönüş ve
Rehabilitasyon Projesi (KDRP) kapsamında köylülere konutlarını onarmak için
verilen inşaat malzemesi yardımları ihtiyacı karşılamaktan uzak kalmıştır. Köye
dönüş konusunda aynı ailenin bireyleri bile farklı görüşlere sahip olabilmektedir.
Orta yaş ve üzeri olanlar içinde köye dönme eğilimi yüksek iken gençler
ve kadınlar içine çoğunluk kentte kalmayı tercih etmektedir. Zorunlu göç
mağdurlarının kentte doğan ve yetişen gençleri ise ruhen ve bedenen köy
yaşantısına ayak uydurmayacaklarını düşünmektedir. Zorunlu göç mağdurlarının
arasında son yıllarda işsizlik artmış ve yoksullaşma derinleşmiş, mahallelerde
düzenli ve sürekli bir işi olanların sayısı azalmıştır. İnsanların büyük çoğunluğu
geçimlerini inşaat işçiliği, seyyar satıcılık, hamallık, hayvan kesimi, çöpten katı
atık toplama, ev temizliği ve çocuk bakıcılığı, tarım ve inşaat işçiliği geçici işlerde
çalışarak sağlamaktadır. Yapılan bütün bu işlerin bir sürekliliği bulunmadığı gibi
kazanılan gelirin de bir garantisi ve sürekliliği yoktur. İki üç aylık bir süreyle
yapılan işleri uzun bir işsizlik dönemi takip etmektedir. Bölgedeki kentlerdeki
yüksek işsizlik nedeniyle, erkekler ailelerini geride bırakarak inşaat işçiliği, katı
atık toplama gibi sürekli olmayan işlerde çalışmak üzere batının büyük illerine
de gitmektedir. Bu durum, aile yaşamını olumsuz etkilemekte, kadınların sırtına
ilave sorumluluklar yüklemektedir. Batıya göç etmiş ailelerden bazılarının ise ya
işlerini kaybettikleri ya da Batı illerinde maruz kaldıkları ayrımcılık ve dışlanma
sonucu geri döndüğü gözlenmiştir. Diyarbakır’ın genelinde kronik bir sorun olan
işsizlik, zorunlu göç mağdurlarının yaşadığı mahallelerde kendini çok daha yakıcı
ve yaygın bir şekilde hissettirmektedir. Ailenin geçimine katkıda bulunabilmek
için, çalışabilecek yaşta olan herkes (ki bu zaman zaman 6-7 yaşındaki çocuklar
bile olabiliyor) ne iş bulabilirse yapmaktadır. Devletin verdiği yardımlara olan
yoğun talep mahallelerde yoksulluğun derinliğine göstermektedir. Örneğin,
Aziziye Mahallesi’ndeki ilköğretim okulundaki 1.853 öğrenciden 1.400’ü şartlı
nakit transferi almaktadır. Zorunlu göçe maruz kalanların çalıştıkları iş alanları
Türkiye ve dünya kapitalizminin geçirdiği değişimden en çok etkilenen sektörler
arasında bulunmaktadır. Örneğin, pamuk fiyatlarının düşmesiyle ekim alanlarının
azalması sonucu mevsimlik işçi olarak çalışanlar gün geçtikçe iş bulamaz duruma
düşmektedir. Ayrıca, pamuk toplama makinelerinin yaygınlaşması da bu süreci
hızlandırmaktadır. Aileler çocuklarını dershaneye gönderecek maddi imkâna
sahip olmadıklarından üniversiteye gidebilenler ise parmakla gösterilecek
kadar azdır. Çocukların bir kısmı hem okuyup hem çalışarak ailelerinin geçim
mücadelesine katkıda bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, mevsimlik işçilik zamanı
geldiğinde birçok çocuk okullar daha kapanmadan bir iki ay önce aileleriyle
birlikte çalışmaya gitmekte ve ancak okullar açıldıktan bir ay sonra geri dönüp
eğitimlerine devam edebilmektedir. Kaliteli bir eğitim alamadıkları için gençler,
397
ebeveynleriyle karşılaştırıldığında daha iyi koşullarda iş bulma açısından mesafe
alabilmiş değillerdir. Bu bağlamda, yeni kuşaklar için olumlu bir değişim ya da
yaşam standartlarında bir iyileşme sağlanamamakta, yoksulluk, yeni nesillerin
yoksulluğunu da beraberinde getirmektedir.
Tüm bunların yanı sıra, yaptığımız görüşmelerde hemen hemen herkes
yaşadıkları mahallelerde madde bağımlılığı ve uyuşturucu kullanımı ve satışının,
özellikle gençler arasında, arttığını dile getirmiştir.
Çalışmanın yürütüldüğü mahallelerdeki ailelerin büyük çoğunluğu çekirdek
aile dediğimiz anne-baba ve çocuklardan oluşmaktadır; ortalama hane büyüklüğü 6,9
kişidir. Mahallelerde oldukça genç bir nüfus yaşamakta olup, mahalle sakinlerinin
%74’ü 30 yaşın altındadır. Nüfusun %35’ini 0-11 yaş grubundaki çocuklar
oluşturmaktadır. Hanelerdeki ortalama yaş 21,2 dir (3).
Fatihpaşa ve Savaş mahallesi
Diyarbakır’ın en eski yerleşim birimlerinden olan Fatihpaşa ve Savaş
mahalleleri Sur içinde yer almaktadır. Birbirine bitişik olan bu iki mahallenin tarihi
MÖ 5000 yıllarına kadar gitmektedir. Yaklaşık 50 yıl öncesine kadar Süryaniler,
Keldaniler, Yahudiler,
Kürtler, Türkler ve Ermeniler bu mahallelerde birlikte yaşamaktaydılar.
Eskiden kentin ileri gelenlerinin yaşadığı Suriçi mahalleleri son 30 yılda maddi gücü
olanların başka mahallelere taşınması, zorunlu göçle gelenlerin onların yerlerine
taşınmasıyla bir dönüşüm geçirmiştir. Mahallelerde, konutlar ve sokaklar Diyarbakır
bazalt taşından inşa edilmiş olup, eski evlerin bir kısmı yıkık durumdadır.
Fatihpaşa ve Savaş mahalleleri son 20 yılda yaşanan göç dalgasında insanların
sığındığı mekânlardan biri olmuştur. Yıkık durumdaki evler göçün en yoğun olduğu
dönemlerde naylonla örtülerek konuta dönüştürülmüş, surun duvarları kullanılarak
ve eski binaların üzerine kat çıkılarak mekânlar genişletilmeye çalışılmıştır. Şu
anda, bu evlerin üst katları konut olarak kullanılmakta, alt katlarında ise bazı aileler
hayvancılık yapmaktadır. Eski mahallelerin özelliğinden kaynaklanan dar sokaklar
(kûçe) nedeniyle ulaşım zorlukla yapılabilmekte, belediyenin temizlik araçları,
itfaiye gibi büyük araçlar mahallelere girememektedir. Fatihpaşa’nın 2003 yılı
nüfusu 12.575, Savaş mahallesinin ise 4.110’dur.
Bu mahallelerde Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’nün kadınlar için bir okuma
evi bulunmaktadır.
Mahalle sakinleri geçimlerini, inşaat işçiliği, seyyar satıcılık, hamallık, evlerde
çocuk bakımı ve temizlik işleri, çek çek arabasıyla taşımacılık gibi işler yaparak ve
batı kentlerine tarım ve inşaat işlerinde çalışmak üzere mevsimlik işçiliğe giderek
sağlamaktadır.
Bu mahalleler Diyarbakır’da suç oranının en yüksek olduğu mahalleler
arasında sayılmaktadır.
398
Benusen
2003 yılı toplam nüfusu 62.942 olan Şehitlik mahallesinin büyük bir bölümünü
oluşturan Benusen’in nüfusu yaklaşık 10.000’dir. Diyarbakır’ın güneyinde, surun
hemen dışında yer alan Benusen, 1990’larda göçle birlikte çok hızlı bir büyüme
göstermiştir.
Gecekondulardan oluşan mahallenin yol sorunu bulunmakta, ayrıca elektrik
tesisatının eski olması ve kaçak elektrik kullanımı nedeniyle elektrik de sık sık
kesilmektedir.
Diyarbakır’ın kentsel dönüşüm planı çerçevesinde bu mahallelerdeki evlerin
yıkılması ve evleri yıkılanlara yeni yerleşim yerleri gösterilmesi planlanmaktadır.
Benusen mahallesinde yaşayanların en önemli gelir kaynaklarından biri kaçak
hayvan kesimidir. Birçok aile canlı hayvanların mahalleye taşınması, kesimi ve
etlerin kasaplara dağıtımından kazandıklarıyla geçinmektedir. Benusen mahallesinde
çalışan çocuk sayısı oldukça yüksektir (3).
Aziziye mahallesi
Aziziye Mahallesi’ne yerlesen haneler çoğunlukla zorunlu göçle gelen
hanelerdir. Göçün Aziziye Mahallesi’nde yasayan hanelere etkisi birçok yönden
ele alınabilir. Herşeyden önce, göç etmek zorunda kalan haneler, basta konut olmak
üzere, üretim araçlarını ve diğer birikimlerini kısa bir süre içinde yitirmek durumunda
kalmış, daha önce görece iyi durumda bulunan bir çok hane kendisini bir anda kent
yoksulu olarak Diyarbakır’da bulmuştur. Kırsal yapıdan göç olgusu genellikle belli
bir strateji ile gerçekleştirilen bir harekettir. En sık rastlanılan durum önce hane reisi
ya da yetişkin erkeklerden birisinin kente gitmesi ve belli bir altyapı sağlandıktan
sonra diğer hane üyelerinin kente gelmesidir. Zorunlu göç sürecinde ise bu tür bir
planlanan bir göç sürecinden söz edilemez. Bir gün içinde kente gelmek zorunda
kalan bu hanelerin kentsel yasama eklemlenebilecek maddi ve beşeri kaynaklardan
yoksunluğu hızla kentte yoksul statüsünü kazanmalarına neden olmuştur.
Bu tür bir donanım eksikliğinin en önemli boyutu emek pazarına girebilecek
niteliklerden yoksun olmalarıdır. Hali hazırda geniş bir yedek issizler ordusu
tarafından sarılmış bulunan emek pazarında kendilerine yer açmaları mümkün
olmayan bu kesimin emek pazarına girişi daha çok inşaat isçiliği, işportacılık ve
benzeri alanlarda olmuştur. Emek pazarına girişin bir başka yolu ise mevsimlik
göç stratejisi ile pamuk, tütün toplama gibi geçici ve zahmetli alanlara yönelmek
olmuştur. Zorunlu göç ve yoksullaşma sürecinin etkileri sadece çalışma yasındaki
erkeklere yönelik değildir. Bu süreçten en dramatik etkilenen kesimler kadınlar ve
çocuklardır.
Kentleşme sürecinin en önemli pozitif etkilerinden biri eğitim olanakları
olarak tespit edilmektedir. Ancak Diyarbakır örneğinde bu tür bir pozitif dışsallığın
yeterince oluşmadığı gözlenmektedir. Göç döneminde kente gelen çocukların
dikkate değer bir bölümü eğitim olanaklarının dışında kalmıştır. Çocukların dikkate
değer bir bölümünün ise okul saatlerini de kapsayacak biçimde enformel islerde
399
çalışmaya başlaması geleceğe yönelik önemli maliyetlerinde habercisi olmuştur.
Gider azaltma konusunda en görünür yöntem çocukların eğitimine son verilmesidir.
Burada da ilk tercih edilen kişi kız çocukları olmaktadır. Ölçülmesi zor bir konu
olsa da hane içindeki eşitsiz yoksulluk düzeyleri konusunda önemli bir ipucu olduğu
düşünülmektedir.
Geçinme stratejilerinden biri olan kadının çalışması Aziziye Mahallesi’nde
görülmemektedir. Bunun nedenlerinden biri ataerkil toplumsal sistemdir. Diğeri
ise emek piyasasının kadının çalışabileceği biçimde gelişmemiş olmasıdır. Kadının
emek pazarındaki konumuna ilişkin vurgulanması gereken en azından iki temel
boyut vardır. Birincisi, kadınların emek piyasasına girecek nitelikli emek gücünü
oluşturmamalarıdır. Bu konuda sorun sadece bir konuda uzmanlaşma değildir.
Kadınların dikkate değer bir bölümü okuma yazma bilmemektedir. Bunun
yanında ikinci engel kültüreldir. Alanda yasayan hanelerin ataerkil değerler etrafında
şekillenen yasamı kadınların çalışmasına olumlu yaklaşmamaktadır. Bu nedenle,
kadının yoksulluk sürecindeki katkısı daha çok hane içi stratejilerdeki rolüne
indirgenmektedir (4).
Göç ve konut sorunu
İlde yaşanan bu yoğun göç sonucu çarpık yapılaşma hayatın her alanında
kendisini hissettirdi. Var olan diğer kent sorunlarının (eğitim, sağlık, işsizlik, ulaşım,
konut, çevre, kirlilik, altyapı v.b.) yenileri eklendi ve içinden çıkılmaz bir hal aldı.
Göçün yoğun yaşandığı varoşlarda büyük bir gecekondulaşma, kent merkezinde
yoğun yapılaşma yaşandı. Diyarbakır büyük bir köy görünümü kazandı. Ayrıca
insanlar göç ettikleri yerlerden kendi kültürlerini ve yaşam biçimlerini de şehre
tabiydi. Sosyal ve kültürel dönüşüm ve değişim sağlanamadığından ve insanlarda
kentleşme bilinci gelişmediğinden Diyarbakır›a adeta köy-kent kültürü hakim olmuş
durumdadır. Şehir merkezinde kent kültürü tam olmasa da egemen, Varoşlarda ise
köy kültürü baskın durumdadır. Bu sosyal ve kültürel farklılıklara bir de işsizlik ve
sefalet eklendiğinde, şehirde yaşayanlar adeta bir psikolojik travmaya uğramışlar (5).
Özellikle 1980’li yılların sonunda bölgede tırmanan gerilim ve şiddet
olayların sonucunda, zorunlu veya isteyerek boşalan köylerden bir kısmının
Diyarbakır’a göç etmesi çarpık kentleşme sürecini arttırmıştır. Nüfus yoğunluğunun
ve yapılaşmanın yoğun olduğu kentlerdeki mevcut yığma yapıların yatay yüklere
karşı dayanımlarının düşük olması münasebetiyle sorun teşkil etmektedir. 1970’den
itibaren yoğun göçle birlikte gelişigüzel projesiz ve kuralsız olarak inşa edilen (çok
katlı, tuğla duvarlı) yığma yapılar Diyarbakır ilinde çevre ve altyapı gibi birçok
problemlere neden olmuştur. Sur içindeki betonarme yapıların büyük bir kısmı 1975
sonrası inşa edilmelerine karşın 1975 Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında
Yönetmelik İlkelerinde yer alan yığma yapıların yapım ilkelerine çok büyük bir
oranda uyulmadığı ve çoğunun çevre koşulları ile birlikte yıprandığı yığma yapılar
tehlike arz etmektedir.Son dönemlerde kontrolsüz bir şekilde inşa edilmiş çok katlı
400
yığma yapıların meydana getirdiği yapılaşmanın kentsel dokuya uyum sağlamadığı
görülmektedir (6).
1928 yılında yeni devlet politikaları ile Diyarbakır bir dönüşüm sürecine
girmiştir. Yeni yapıların yer aldığı kent, Diyarbakır tarihi surlarının dışında
kurulurken, 1945 yılından itibaren Sur içi bölgesinde imar faaliyetleri başlamıştır.
1970’li yılların başına kadar fiziksel bir bozulma söz konusu olmazken, 1980’li
yıllarda kent hem nüfus hem de mekânsal açıdan büyümüştür.
Yoğun göç sonrası şehirleşme sürecinin tüm olumsuzlukları Diyarbakır
örneğinde görülmektedir. Yapılan yanlış imar uygulamaları ve kaçak yapılaşmalar,
kent dokusunun tahrip olmasına yol açmıştır. Günümüzde Diyarbakır ve öteki
bazı Güneydoğu kentlerinde ivedi çözüm bekleyen sorunların başında barınma
gelmektedir.
Öteden beri tüm büyük kentlerimizde var olan gecekondu ve imar dışı konut
sorunu bir yana, son yıllarda zorunlu göç nedeniyle ortaya çıkan ve değişik bir nitelik
ve nicelik sergileyen bu olguya değişik bir yaklaşımla el atmak gerekmektedir.
Yoğun göç, Diyarbakır kenti alan kullanımındaki ve fiziksel yapılaşmasındaki
düzensizliğin en önemli nedenlerinden birisidir. Bu neden öylesine bir sosyal
faktöre dönüşmektedir ki, kaynak dağılımını ve ekonomisinin kaderini tayin etmekte
toplumsal yapıyı belirlemektedir.
Diyarbakır kentinde 1990’dan günümüze kadar 34000 konut yapıldığı ya
da kullanıma alındığı araştırma bulgularından çıkarılabilmektedir. Ancak, bu denli
büyük bir yapılaşma sürecinde ve yine aynı dönemde 882 konuta belediye tarafından
ruhsat verilebilmiş olması düşündürücüdür.
Diyarbakır’da oturulan konutların fiziksel kapsamında ele alacağımız bir diğer
veride konutların kullanım alanı büyüklükleri ve konut refahı için bir ölçü olabilecek
kişi başına düşen konut alanıdır. Araştırma kapsamında yer alan hanelerde ortalama
hane halkı 6,67 kişidir. Türkiye ortalaması aynı dönemde bu oran 4.2 dir. Genel bir
tanımlama ile Diyarbakır’da kişi başına düşen konut alanı 12,90 m2 olup bu rakam
100 m2 alana sahip bir konutta ortalama olarak 8 kişinin yaşadığını göstermektedir.
1990-1994 döneminde inşa edilen konut miktarı bakımından Türkiye ortalaması 40.6
birimiken Diyarbakır’da bu oran 29.26 birim olmuştur. Bu veriler göç eden nüfusun
önemli bir kısmı münferit konutlar yerine birim konutların birden fazla aile tarafından
ortak olarak kullanıldığını göstermektedir. Aynı dönemde Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi mevzuatının gerektirdiği ruhsat işlemleri yapılmadan gerçekleştirilmiştir.
1940’lı yıllara kadar ilin nüfusunun hemen hemen hepsi surlarla çevrili bir
kale kent içerisinde ve kendine özgü avlulu evlerde yaşarken, günümüzde ilin toplam
nüfusunun %80’inden fazlası surun dışındaki kısmen planlı ama büyük bir çoğunlu
çarpık kentleşme diye adlandırabileceğimiz bölgelerde yaşamaktadır. 1990 yılından
sonra Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşanan güvenlik sorunları bölgedeki kırsal
401
göçü daha da hızlandırmıştır. Bu göç yoğunluğu Diyarbakır kent nüfusunun artış
hızını 2–3 katına ulaştırmıştır. Bu olumsuz gelişmeler zaten yetersiz olan kentsel
altyapı sorunlarını arttırmış, kentsel hizmetleri yetersiz kılmış ve tarihi dokunun
tahribatında hızlandırıcı bir faktör olmuştur. 1992-1998 tarihleri arasında meydana
gelen yoğun göçler neticesinde artan nüfusun 500.000 civarında olup bu nüfusun
barındığı yapıların çok büyük bir kısmı kentsel altyapı yetersizliği nedeniyle insanca
yaşam olanaklarından uzaktır.
Sonuç olarak; düzenli bir yapılaşma ve mevcut yapıların ıslahı ile ileride
meydana.
gelebilecek doğal afetlerde, can ve mal kayıpları gibi unsurların önüne
geçilebileceği ve azaltılacağı düşünülmektedir.
TOKİ’nin Diyarbakır Şilbe Bölgesinde 6500 konutluk projesinin 2050’sine
1994 yılında başlayarak, bölümler halinde uygulamaya koyduğu konut projeleri
kentsel açıdan örnek teşkil etmiş olup 2000’li yıllardan sonra yeni yapılaşma
sürecine katkı sağlamıştır. Kentte konutlaşma sürecine girmesi ile yeni yapılan site
tipi konutlar çevre koşulları, yeşil alanlar, çocuklar için uygun koşulları ile kentin
gelişiminde ve görsel görünümünde güzel bir oluşum oluşturmuştur. Gecekondu
bölgelerinin oluşumunu engellenmesi, alt gelir grubunun konut sahibi olması,
nitelik ve nicelik yönünden konut sorununu çözmesi açısından TOKİ’ nin yaptırdığı
konutlar kentin gelişimine ve çarpık kentleşmeyi engelleyici unsuru ile olumlu bir
yapı sergilemektedir (6).
Zorunlu Göçün Sonuçları
Göç olgusu incelenirken zorunlu göçle gönüllü göçü ayrı ayrı ele almak
gerekir. Çünkü zorunlu göç, göç kararının alınışından göçün neden olduğu sonuçlara
kadar birçok yönü ile gönüllü göçten farklı özellikler göstermektedir.
Zorunlu göç, etkileri itibariyle gönüllü göçe nazaran çok daha derin psikolojik
ve sosyal kopuş ve altüst oluşa neden olur. Zorunlu göç konusunda yapılan çeşitli
çalışmalara göre, göç edenler çok zor koşullarla karşılaşmaktadırlar. Zorunlu göçe
maruz kalanların yaşadıkları en büyük sorun ise iş bulamamaktan kaynaklanan
geçim sıkıntısı olarak tespit edilmiştir. Evlerini, mallarını, geçim olanaklarını
kaybeden insanlar için göç maddi bir kayıp olup, yeni mekânda iş bulamamak bu
kayıp duygusunu pekiştirmektedir. Göçenlerin kent ortamında geçerli olan beceri
ve bilgilerle donatılmış olmamaları da yaşamlarını son derece zorlaştırabilmektedir.
Zorunlu göç genellikle travmatik olayların tetiklemesi ile başlar. Memleketten,
yuvadan, ana ocağından ayrılma kararının verildiği süreç, çoğu zaman ailelerin
parçalanması ile sonuçlanır. Güvensizlik, yalnızlık ve yas gibi pek çok bilişsel sorun
bu süreçte tetiklenir. Zorunlu göç, yarattığı etkiler bakımından bir afet türü olarak
değerlendirilmektedir.
402
Zorunlu iç göç mağdurları yedi tipik boyutta yoksunlaşmayla karşı karşıya
kalmaktadırlar, Bunlar; topraksızlık, evsizlik, işsizlik, marjinalleşme, besin
kalmaktadırlar, Bunlar; topraksızlık, evsizlik, işsizlik, marjinalleşme, besin
güvencesizliği, ölüm oranlarında artış ve toplumsal kopukluktur. Bu yoksunlaşma,
marjinalleşme ve toplumsal kopukluğun, özellikle göç edenlerin belirgin bir etnik
aidiyetleri söz konusu olması durumunda daha yoğun yaşandığı söylenebilir.
Zorunlu göçe maruz kalanlarda travma sonrası stres bozukluğu, duygu
durum bozuklukları, davranış bozuklukları gibi psikiyatrik sorunlara sıklıkla intihar
düşünceleri ve girişimleri eşlik etmektedir.
Zorunlu göç; geleneksel geçim kaynaklarından kopma ve bu kaynaklara
ulaşamama, sosyal yurttaşlık haklarından yararlanamama, konut sıkıntısı, iş gücü
piyasasında rekabet edememe ve yoksulluk ile çocuk emeğinin istismarı, eğitim
hakkı ve fırsatlarından yararlanamama gibi sonuçları ile yerinden edilenler açısından
bir sosyal dışlanmaya yol açmaktadır.
Zorunlu göçle kent merkezlerine gelenler başta sağlık, eğitim, istihdam ve
konut olmak üzere çok boyutlu sorunlarla karşılaşırlar. Köylerini çok kısa bir sürede
terk etmek zorunda kalan aileler kente maddi ve manevi yönden hazırlanmadan,
gerekli ekonomik birikimi yapmaya ve ilişkileri kurmaya fırsat bulamadan göç
etmek zorunda kalırlar. Özellikle köyleri yakılan veya köye giriş çıkışları yasaklanan
zorunlu göç mağdurlarının köyleri ile bağlantıları tümüyle koptuğu için, önceki
göçmenlerin kentteki yaşam stratejilerinde önemli bir yer tutan köyden mal desteği
kesildiğinden göçmenler kentte çaresiz kalmaktadırlar.
Uygunsuz fiziki şartlarda inşa edilmiş gecekondular birçok sosyal ve psikolojik
sorunu beraberinde getirmektedir. Örneğin, 70–80 metre karelik gecekondulara
yerleşen göçmenlerde, geleneksel mahremiyet anlayışı yozlaşmaktadır. Bazı
durumlarda gençler mahremiyetten mahrum kalma gerekçesi ile yaşlıları
dışlamaktadırlar.
Göçmenlerdeki gelecek kaygısı köklü değerlerde aşınmalara yol açmaktadır.
Örneğin kendileri için uygun görmemelerine rağmen kadınlar, geleceklerini güvence
altına alma ümidiyle, çocuklarının uygunsuz giyimlerinde hoşgörülü ve bağışlayıcı
olabilmektedirler. Genç kızlarda ve kadınlarda dini duygu zayıflığı, yoksulluğa
tahammülsüzlükle birleşince, kolay kazanç yolu olarak düşünülen fuhuş ortamlarına
da iltifat edilmektedir (7).
Diyarbakır’da Göç ve Kadınlar
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşanan göçler; kadınlar üzerinde etkileri
açısından çok az araştırılmıştır. Ancak son zamanlarda özellikle bazı sivil toplum
kuruluşlarının da girişimleriyle konuya ilişkin çok yönlü çalışmalarda bir artış
gözlenmektedir. Örneğin Yerel Gündem 21 Kadın Meclisi’nin Diyarbakır’da, 18
Ocak 2006 – 25 Ocak 2006 tarihleri arasında 450 Evler, Gürdoğan, Aziziye, Benusen,
403
ve Fatih Paşa mahallelerinde ‘Göçün Kadınlar Üzerine Etkileri’ ile ilgili, 555’i
evli, 463’ü bekâr 1018 kadına yönelik kapsamlı bir anket yapmıştır. Bu çalışmada,
Diyarbakır’daki kadınların göç sürecine katılımları, göçten nasıl etkilendikleri
ve beklentileri gibi konularda önemli istatistikî veriler elde edilmiştir. Bu veriler
ışığında şu sonuçlara ulaşılmıştır;
Diyarbakır’a göç etmiş evli kadınların %31,5’i göç nedeni olarak köylerinin
yakılmasını, % 29,0’ ı geçim sıkıntısını ve %12,6 ‘sı da bölgedeki olayları göstermiştir.
Bekârların ise %41,9’ u köylerinin yakılmasını, %33,9’u geçim sıkıntısını,
%9,32ü de bölgedeki olayları göç etmelerine sebep olarak göstermişlerdir. Bu
durumda özellikle 90’lı yıllarda Diyarbakır’a yönelen göçlerde köy yakılmalarının
temel etken olduğu görülmektedir.
Göçmen kadınların %15,5’inin hiçbir sosyal güvencesi bulunmamaktadır.
Kurumlardan ne tür yardım istiyorsunuz? sorusunu evlilerin % 29,2’si ekonomik
yardım, %16,7’sı iş, %18,4’ü okuma-yazma şeklinde cevaplamışlardır. Bekârların ise
aynı soruyu: % 26,3’ü ekonomik yardım, %18,6’sı iş istemek şeklinde cevapladıkları
görülmektedir.
Bu kadınların % 37,5’inin göç ettikleri yerde ailelerine ait mal varlığı
bulunmaktadır. Ancak terk edilen yerde bırakılan bu mallardan şu anda gelir elde
edenlerin oranı ise sadece % 2,9’dur.
Söz konusu araştırmanın, kadınların kültürel ve sosyal durumlarının tesbitine
yönelik şu veriler elde edilmiştir; Evli kadınların % 75,9’u okuma yazma bilmemekte,
günlük hayatta % 82,2’ si Kürtçe’yi, % 15,3 Kürtçe-Türkçe’yi kullanmaktadır.
Bekârların okuma yazma bilmeyenlerin oranı ise % 31,1’dir. Yine bekârların
gündelik hayatta kullandıkları dilin % 54,4 Kürtçe, % 36,5 Kürtçe-Türkçe, % 8,6
Türkçe olduğu anlaşılmıştır.
Kadınların şiddete maruz kalma oranı ve maruz kaldığı şiddet türü konusunda
da ilgi çekici bilgilere ulaşılmıştır. Buna göre; evli kadınların %34,5’i fiziksel,
%33,2’i psikolojik, %28,1’i de cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Bekârların da
%22,92 fiziksel şiddet, %28,5’’i psikolojik şiddete uğramaktadır.
Kadınların kendi ifadeleri ile sağlık konusunda elde edilen istatistikî bilgile
göre göçmen kadınlar önemli oranda sağlık sorunu yaşamaktadırlar; Araştırmaya
konu olan kadınların %72,6’sı herhangi bir sağlık sorunu olduğunu, %28,1’sinde
-kendi ifadelerinden-, en çok görülen sağlık problemlerinin anemi olduğu
anlaşılmış, Ayrıca %12,6’sı böbrek ve idrar yolu enfeksiyonundan, %11,3’ü kadın
hastalıklarından, %10,2’si sinirsel psikolojik rahatsızlıklardan, %8,4’ü midesinden,
%6,1’i kalbinden, %7,3’ü tansiyonundan şikâyetçi olduğunu ifade etmişlerdir.
Hamilelikte tetanos aşısı yaptıranların oranı: %39,6, Çocuklarının aşılarını
düzenli yaptıranların oranı da %75,5’tir. Evli kadınların %60’ı, bekârların ise %
68,7’i psikolojik danışmanlık hizmeti istemişlerdir.
404
Diyarbakır’a göç etmiş kadınların durumlarına ilişkin bu verilerden sonra,
onların göçten sonraki sosyal ve kültürel durumları şöylece özetlenebilir:
Diyarbakır’a göç eden kadınların tamamının, göç sonrası karşılaştıkları
sorunları homojen bir değerlendirme ile ele almak doğru değildir. Çünkü kadınların,
göç kararının alınış şeklinden göç sürecinde yaşananlara, geride bıraktıklarından
şehirde yerleştikleri mekâna ve burada nasıl karşılandıklarına kadar birçok etken
kadının göçten etkilenme düzeyi konusunda belirleyici olmaktadır. Özellikle ani ve
hazırlıksız gerçekleşen, çoğunlukla her şeyin birkaç gün içinde olup bittiği zorunlu
göçle, göç kararının aile bireyleri tarafından özgürce alındığı ve gerekli ekonomik
hazırlıklar yapıldıktan sonra gerçekleşen gönüllü göçte kadınların yaşadıkları
psikolojik ve sosyal travmanın boyutu çok farklı olmaktadır.
Göçten sonra kadınlar karşılaştıkları yeni ortamda erkeklere göre daha derin
bir kültürel şok yaşamaktadırlar. Erkekler genellikle askerlik veya çalışmak için daha
önce geldikleri şehirlerde, şehir kültürünü tecrübe etme fırsatı bulduklarından sonraki
karşılaşmalarda kadınlara göre daha az sorun yaşamaktadırlar. Kadınların bütün
hayatlarını yaşadıkları ve aralarında romantik bir bağın oluştuğu köyünden ve sosyal
çevresinden bir anda kopmaları ve şehir hayatında yeni bir kimlik inşası mecburiyeti
ile yüz yüze kalmaları ile yaşadıkları travma hali, -duygusal yapıları da göz önüne
alınırsa onların psikolojik durumlarının önemli bir parçası haline gelmektedir.
Kadınların göç sonrasında yaşadıkları psiko-sosyal ve kültürel sorunlarının
boyutu ekonomik durumları ile yakından ilişkilidir. Daha iyi ekonomik şartlara sahip
aileler göçten sonra mekân olarak daha iyi yerlere yerleşmekte ve çevrede kabullenilişleri
bu imkânlara sahip olmayan ailelerden çok farklı olmaktadır. Genellikle mallarını
geride bırakıp büyük ekonomik kayıplarla şehir merkezine zorunlu olarak gelen
göçmenler şehrin, yapılaşma ve alt yapı olarak yoksun mahallelerine yerleşmekte ve
buralarda ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Gecekondu mahallelerindeki hemşeri
dayanışmaları sorunları bir ölçüde hafifletmekteyse de boşaltılan köylerden gelen
kırsal yardımlar kesildiği için ekonomik sıkıntılar olanca ağırlığını hissettirmeye
devam etmektedir.
Kırsalda çalışıp üreten, aile ekonomisine katkıda bulunan kadınlar göçle
birlikte mesleki becerilerinin şehir ortamında bir getirisi olmadığından ekonomik
olarak salt bir tüketici konumuna düşmektedirler. Göç sırasında beraberlerinde
getirdikleri geçimlik kaynakları bir süre sonra tükenmesi ve erkeklerin vasıfsız
işçi konumunda iş bulamamaları nedeniyle aile ciddi ekonomik bunalım içine
düşmektedir. Bu durum aile içindeki gerilim ve şiddet ortamını beslemektedir. Şiddet
ise en fazla kadına yönelik olmaktadır. Bu ortamda kendisini değersiz hisseden kadın
çeşitli psikolojik sorunlarla karşılaşmakta ve bazen intihar yolunu seçmektedir.
Diyarbakır’a göç eden kadınların büyük çoğunluğunun gündelik hayatı evi
ile sınırlanmaktadır. Kırsalda kadının üretim gücüne ihtiyaç duyulması, cemaat
toplumu ilişkilerinin bireyler arasında oluşturduğu karşılıklı güven ortamı kadınların
ev dışındaki etkinliklerinin sınırlarını genişletirken, şehir ortamının yabancılığı ve
405
oluşan güvensizlik ortamı kadının, evi dışındaki etkinliklerinin hoş karşılanmamasına
neden olmaktadır.
Son dönemlerde artan kapkaç ve hırsızlık olaylarının da etkisi ile dışarıdaki
hayatın güvensizliği kadının agorafobiye (ev dışına çıkma korkusu) yakalanma
riskini artırmaktadır.
Kırsaldaki geleneksel aile ve akraba ilişkileri göç sonrasında değişime
uğramaktadır. Şehir ortamında erkekler daha baskıcı roller benimsemekte, kadından
koşulsuz olarak itaat etmesini istemektedir. 158 Böylece kadınla sınırlı ve düzeysiz
bir iletişim kurmaktadırlar. Oysa kadının karşılaştığı sorunlar onun aile içinde sağlıklı
iletişim kurmasını zorunlu kılmaktadır. Bu sakat iletişim kadının yalnızlaşmasına
ve içine kapanmasına neden olmakta ve yaşadığı psikolojik sorunların daha da
ağırlaşmasına yol açmaktadır. Kırsalda sosyal destek bağları ve cemaat içi duygusal
paylaşımla daha kolay tolare edebileceği bu gibi sorunlarla baş başa kalan şehir
kadını çaresiz kalmakta bu çaresizlik onu hayatı konusunda radikal kararlar almaya
sevk edebilmektedir.
Diyarbakır’ın alt ve üst yapısıyla 1990’lı yıllarda gerçekleşen zorunlu göç
dalgasında, gelenleri hazmedememesi, kırsal değerlerin nicelik olarak değişmeden
şehir ortamına taşınması, yoksulluğun geliştirdiği şiddet kültürü, ikinci neslin
farklı beklentilerinin artırdığı kuşak çatışmaları vs. sebeplerin de etkisi ile kadınlar
arasında intihar olayları -2003 verileri esas alındığında- ciddi bir artış göstermiştir.
Bu intiharlarda etkili olan sebepler genel olarak; göç sonrasındaki hızlı değişime
uyum konusunda yaşanan sorunlar -kimlik bunalımı ve kendini değersiz görme,
televole kültürünün tetiklediği lüks hayat özlemi ile sahip olunan imkânlar arasındaki
uçurumun neden olduğu hayal kırıklıkları, kız çocuklarının eğitim taleplerinin
engellenmesi, aile içinde şiddet tabanlı iletişim-iletişimsizlik, dini inançlardaki
zayıflık ve batıl inançlar olarak sayılabilir (7).
Göçmen kadınların dini gruplara olan ilgisine bakıldığında ekonomik ve
sosyal yaşam düzeyi olarak orta tabakadaki kadınların cemaat ve tarikatlara daha
çok ilgi gösterdikleri görülmektedir. Bu dini gruplara devam eden kadınların
diğerlerine göre, göçmenlerin mutad olarak karşılaştıkları sorunlardan bazıları ile
başa çıkma imkânlarına da kavuştukları anlaşılmaktadır. Bu kadınlar göç sonrası
yaşanan aidiyet ve kimlik krizi ile beliren yalnızlaşma sorunlarını bağlı bulundukları
dini grup içindeki dayanışma ile kendilerine sosyal destek bağları sağlamakta ve bu
sorunlarını hafifletebilmektedirler.
Bu vesile ile dini toplantı, konferans kermes gibi sosyal içerikli etkinliklere
katılan kadın bir taraftan sosyal ihtiyaçlarını karşılama fırsatı bulmakta diğer taraftan
şehirsel modernleştirici aracıları kullanma yönündeki eğilimi artmaktadır. Son
zamanlarda söz konusu dini grupların modernleşme yönündeki temayülleri kadının
bu noktadaki durumunu rahatlatmaktadır.
Sosyo-ekonomik düzey olarak daha düşük hayat standartlarında yaşamakta
olan ve çoğunlukla Fiskaya, Suriçi, Şehitlik, Benusen ve Bağlar gibi az gelişmiş
406
semtlerde oturan kadınlar daha çok, iktidarla etnik bir söylem düzleminde
hesaplaşmayı öne çıkaran siyasi ve kültürel oluşumlara ilgi göstermektedirler. Bu
ilgide kadınların kendilerini çeşitli yönlerden ‘öteki’ olarak görmelerinin etkili
olduğu kabul edilebilir (7).
Söz konusu siyasi söylemler bir taraftan çeşitli eşitsizlikleri kadın üzerinden
dillendirirken diğer taraftan kadını geleneksel kimliğinden sıyrılma konusunda
güdülemektedirler. Bu yöndeki telkinleri olumlayan davranışlar sergileyen kadınlar
aile içinde çok boyutlu sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Zaten eğitim düzeyi ve
kültürel alt yapısı hazır olmadan böyle bir değişim talebinin kadın açısından istenen
sonuçları doğurması beklenemez.
Ekonomik ve sosyal imkânsızlıkların beraberinde getirdiği sorunlar yumağı
kadının manevi değerlerinde de aşınmaya neden olabilmektedir. Suçluluğun ve
kanunsuzluğun yoğun olduğu, sosyal kontrolün zayıf ve suçun gizlenme fırsatının
daha rahat bulunduğu çarpık yapılaşma alanlarında ahlaki dejenerasyon ve çarpık
ilişkiler yaygınlık göstermektedir. Diyarbakır’da son dönemlerde cinsel suçlarda
anormal bir artış olduğu konusunda ülke çapında çeşitli spekülasyonlar yapılmıştır.
Ancak bu konuda derinlemesine yapılmış bir araştırma bulunmamaktadır.
Şehir ortamında sosyal kontrolün azalması ve toplumun kültürel kabulleri
ile erkekler eşlerini fütursuzca aldatabilmektedirler. Kadının bu durum karşısında
yapacak pek bir şeyi yoktur. Hakkını adli düzeyde aramaya teşebbüs etmesi hoş
karşılanmamakta, hatta böylesi durumlarda cezalandırılan yine kadın olmaktadır.
Geleneksel anlayışın dul kadına bakışı ve kocasından ayrıldığında sığınacağı
bir yerinin olmamasından dolayı kadın boşanmayı göze alamamaktadır. Bu durumda
her şeye katlanmak mecburiyetinde kalmakta veya intihar etmektedir.
Türkiye’de son dönemde meydana gelen ekonomik ve sosyal açılımlar, Avrupa
birliği sürecinin etkisinde insan haklarında yapılan iyileştirmeler ve toplumda kadına
yönelik hak ihlallerini önlemek amacıyla oluşan bilinç, kadınlara hizmet veren sosyal
hizmet kurumlarının çabaları, çatışma ve şiddet ortamının nisbeten yumuşaması,
göçmen kadınların zamanla Türkçe öğrenmiş olmaları gibi sebeplerin etkisi ile.
Diyarbakır’da göçmen kadınların sosyal hayattaki görünürlüklerinde artış
olduğu gözlenmektedir. Kız çocuklarını okutmama yönündeki geleneksel anlayış
göç sonrasında kısmen aşılmış görünmektedir. Bu durumda, geleneğin dönüşümünün
yanında cezai müeyyidelerle, devletin kırtasiye yardımları ve yoksul ailelere
yaptığı şartlı nakit transferi de önemli bir etkendir. Ayrıca kadınların bir veli olarak
çocuklarının eğitimleri konusunda gösterdikleri hassasiyette ve okulla işbirliği
çabalarında az da olsa bir artış olmaktadır.
Kadınların kendileri için faaliyet gösteren sivil ve resmi kurumlara ilgisi
artmaktadır. Sosyal hizmetler, GAP idaresi, belediyeler ve çeşitli sivil girişimlerin
öncülüğünde hizmet veren kadın merkezlerinin etkinliklerine kadınların katılımındaki
artış dikkat çekmektedir. Bu merkezlerin sayısının artırılması ve gerekli desteğin
407
sağlanması halinde kadınların rehabilitasyonu ve toplumsallaşmaları konusunda
ciddi bir işlev görecekleri kesindir. Batman’da bu amaca hizmet eden merkezlerin
bulunduğu yerlerde intihar olaylarının düşüş gösterdiği tespit edilmiştir.
Sonuç olarak, kadınların 1990’larda gerçekleşen ani göç dalgası ile geldikleri
şehir ortamındaki kuşatılmışlıklarının giderek etkisini yitirdiğini ve normalleşme
eğiliminin yavaş da olsa devam ettiğini söylemek mümkündür (7).
Diyarbakır’da “Sokak Çocukları” ve göç
Diyarbakır, Türkiye’de sokak çocukları açısından oldukça yüksek bir düzeye
sahiptir. Diyarbakır’da gerek sokak çocuklarıyla ve bazı yetkili ve ilgililerle yapılan
görüşmelerde, gerekse 8 yıldır yazar tarafından yapılan gözlemlerde çıkan sonuçlara
göre, Diyarbakır’da sokak çocuklarını, sokakta çalışanlar, aylak gezenler, kapkaç
yapanlar, hırsızlık yapanlar, dilencilikte araçsallaştırılanlar, uyuşturucu ve bali
kullananlar, hırsızlık yaparken yaralama ve öldürme eyleminde bulunanlar vs.
oluşturmaktadır. Çocukların günlük çalışma süreleri 2-3 ile 14-15 saat arasında
değişmektedir. Çocukların çoğu kalabalık ve kirli mekanlarda haftanın 7 günü tam
gün veya yarım gün çalışmaktadır. Sokakta çalışan çocukların profiline bakıldığında,
seyyar satıcılıktan ayakkabı boyacılığına, tartıcılıktan şeker satıcılığına kadar pek
çok işle ilgilenmenin söz konusu olduğu görülür. Denilebilir ki çocuklar sokaklarda
kağıt mendil, sakız, su, buz, şeker, balon ve simit gibi şeyler satmakta; ayakkabı
parlatmakta ve boyamakta, otomobillerin camlarını silmekte; pazarlarda el arabasıyla
mal taşıma, çöp toplama, su taşıma ve mezarlıklarda temizlik işleri gibi psikolojik
gelişimi olumsuz etkileyebilecek işler yapmaktadır. Bu arada çöp toplama işinde
çalışanlar da vardır. Diyarbakır Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nün yaptığı bir
araştırmaya göre kentte çöp toplayarak para kazandıran ve kazanan yaklaşık 500
çocuk var (NTV, 2007). 2004 yılında yaptığımız anket çalışmasıyla da sokakta
çalışan çocukların, burada belirtilen bütün işleri yaptıkları tespit edilmiştir.
Yapılan ankette %95,0 (397 çocuk) oranında erkeklerin ve %4,3 (18)
oranında kızların temsil edildiği çocuklar, 6-20 yaş arasındadır ve örneklemin büyük
çoğunluğunu 8-18 yaş arası teşkil etmektedir. Çocukların %73,7’sinin (308 kişi)
okula devam ettiği, yaklaşık % 10’unun (41 kişi) okulu terkettiği anlaşılmıştır.
Hiç okula gitmeyenlerin oranı da %4,1’dir (17 kişi). Örneklemin %16,5’inin
(69 kişi) sigara içme, %4’ünün (17 kişi) ise sigaraya ek olarak bira, esrar, bali
gibi alışkanlıklarının olduğu belirlenmiştir. Çocuklardan %38,0’ı (159 çocuk) aile
içinde ve %51,7’si (216) sokakta çevrede şiddet gördüğünü belirtmiştir. Çocukların
%27,5’i (115) ailesine maddi katkıda bulunmak için sokakta çalıştığını, %17,2’si (72
çocuk) okul harçlığı veya ihtiyacını karşılamak için, %16,5’i (69 çocuk) ekonomik
sebeplerle vs, fakat son tahlilde %85’i maddi ihtiyaçları karşılamak üzere sokağa
çıktıklarını ifade etmişlerdir. Diyarbakır Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından
yapılan araştırmada, kentte 3 bin 302 çocuğun sokakta çalıştığı, çalışan çocukların
kazançlarını ise ailesine verdikleri belirlenmiştir. Aynı araştırmaya göre 78 çocuğun
madde bağımlısı olduğu, 14 çocuğun dilendiği tespit edilirken, sokakta çalışan 3 bin
408
302 çocuktan 97’sinin de kız çocuğu olduğu, 2 bin 742’sinin okuluna devam ettiği,
560›ının ise okulu bıraktığı belirlenmiştir. Araştırmada, çocukların yüzde 70.5’inin
günde sokakta 2- 3 saat, yüzde 25’inin 6- 10, risk düzeyi yüksek olan 150 çocuğun
da 10 saatten fazla sokakta çalıştığı, çocuklardan yüzde 84.2›sinin kazandığı parayı
annesine, yüzde 8.4’ünün ise kazandığı parayı babasına verdiği, yüzde 7.4’ünün ise
sokakta çalışarak kazandığı parasını kendisinin harcadığı ortaya çıkmıştır (8).
Yapılan bir çalışmada (Güneş–Kalaycı, 2004) “yapılan inceleme ve temaslarda
Diyarbakır’ın hem genel olarak sosyal hizmet ve yardım programlarının yürütülmesi ve
özel olarak sokakta yaşayan ve çalışan çocukların sorunlarının çözümü bakımından özel
bir dikkat gerektirdiği tespit edilmiştir. Diyarbakır’la ilgili tespitler aşağıdaki gibidir:
1. Diyarbakır’da çocukların dikkat çekici bir kısmı kent merkezindeki
sokaklarda bulunmaktadır.
2. Kentte çocukların sokakta bulunma nedenleri seyyar satıcılık ve dilencilikle
sınırlı değildir.
3. Farklı kaynaklardan alınan bilgiye göre Diyarbakır’da sokaktaki çocukların
sayısı 20.000 civarındadır. (Bu sayı sokaktaki çocukların tamamını kapsamıyor).
4. SHÇEK’ bağlı Çocuk ve Gençlik Merkezine kapasitenin üstünde kayıtlı
yaklaşık 700 çocuk devam etmektedir. Ancak bu merkez uzman personel ve bütçe
yetersizliği nedeniyle yeterli hizmet verememektedir. Emniyet müdürlüğüne bağlı
Çocuk Şube Müdürlüğüne intikal eden çocuk suçluluğuna dair kayıtlar bu sayının
iki katıdır. (Yıllık 1.500 civarında).
5. Diyarbakır sokaklarındaki çocukların önemli bir kısmının göçle çevre
illerden (Muş, Bingöl, Siirt, Batman vs.) gelen yoksul ve işsiz/ evsiz ailelere mensup
olduğu belirtilmiştir.
Sokak Çocukları, Değerler ve Din
Denilebilir ki bölgede 1980’li yılların ikinci yarısında başlayıp daha sonraki
yıllarda yoğunlaşarak artan şiddet olaylarının kent merkezindeki en önemli
sonuçlarından biri, hızlı nüfus hareketleridir. 1950’li yıllardan itibaren yaşanan ve
daha çok ekonomik motivasyona bağlı olarak gelişen ilk dönem göçün aksine, 1990’lı
yıllarda giderek yükselme eğrisi çizen ikinci göç hareketi, bölgenin sıcak şartlarından
kaynaklanmış olup hızlı, gayr-i iradî, plansız ve kitlesel bir şekilde gerçekleşmiştir.
Kitlesel boyutta yaşanmış olması nedeniyle, göç eden gruplar kent
merkezindeki mevcut şartları içselleştirememiş, aksine kentsel alanlar hızla kırsal
kimliğe bürünmeye ve gettolaşmaya başlamış, Diyarbakır bir bakıma metro-köy
haline gelmiş; yetersiz olan kentsel altyapı ve üstyapılar bütünüyle tıkanmıştır.
Yaşanan yoğun göç sonrasında, kent merkezinde başta sağlık, eğitim, konut
ve istihdam olmak üzere çok boyutlu sorunlar ortaya çıkmıştır. Kadın ve çocuklar
arasındaki sorunların erkeklere oranla çok daha farklı ve fazla olduğunu da belirtmek
gerekir.
409
Fiziksel yer değiştirme yanında, sosyo-ekonomik çevrenin değişmesi, sosyal
destek ağlarının zayıflaması veya ortadan kaldırılması, şehir kültürüne uyum
sağlamaya bağlı olarak kadınların ve çocukların sorunları kar topu gibi büyümüştür.
Göç sonrasında, yeni yerleşim alanlarına uyum sürecinde, kadın ve çocuklar
açısından mevcut verili değerler sistemi ile sokaktaki yaşam çatışmış, bu durum
çocuk ve kadın grupların önemli bir bölümünde davranış bozukluklarına yol açmıştır.
Söz konusu uyumsuzlukların en önemli yansımalarından biri de, sokak
çocukları sorunu olmuştur. Diyarbakır’da bu sorunun çözümüne yönelik bazı
hususlar, başta yoksulluk temelli izahlara dayalı çözüm önerileri getirilmiş, fakat
Müslüman olan bir toplumda sorunun çözümünde değerlerin önemi ve din faktörü
neredeyse tamamen gözardı edilmiş ve edilmeye de devam edilmektedir.
İslam’ın sokak çocukları ve çocuk suçlarını nasıl önlediği veya azalttığı,
nasıl önleyebileceği veya azaltacağı, Diyarbakır’da söyleşi ve katılımcı gözlem
teknikleriyle ortaya konulabilir, anlaşılmaya çalışılabilir. Amaç, dinin suçları
önleyici işlevselliğini uygulamalı olarak göstermek ve modernleşen bir toplumda
dahi dinin sosyal kontrol boyutunun ne denli etkili olduğunun anlaşılmasına katkıda
bulunmaktır. Dicle ilçesine bağlı bir köy halkı, zorunlu nedenlerle köylerini terk edip
Diyarbakır’a göç etmiş ve bunun sonucunda da yukarıda belirtilen sosyal sorunlar
ortaya çıkmıştır. Bu sorunların en önemli boyutlarından biri de, köyden Diyarbakır’a
göç eden ailelerin çocuk ve gençlerinin sokak çocukları halkasına katılması ve çocuk
suçları kategorisinde çeşitli eylemlere girişmesidir.
Balicilik, uyuşturuculuk hırsızlık, kapkaçcılık bu çocukların en çok dikkati
çeken yönleriydi. Kendileriyle Eylül 2006’da görüştüğümüz çocuk ve gençlerin
sayısı 120 civarında. Bir imamdan Kur’an öğrenmiş ve dini bilgiler almışlardır.
Çocuk ve gençler, çoğunluğu 16 yaşından büyük olmak üzere 12-22 arasında
değişen yaşlardadırlar. İlköğretim ve Lise mezunu eğitim düzeyindedirler. Tamamına
yakını işsiz olduğunu ve iş olması durumunda çalışacaklarını söylüyor. Bir kısmı
seyyar satıcılık, örneğin balıkçılık yaptığını söylüyor. Bu gençlerin tamamına
yakınının ortak özelliği, ailelerinin ekonomik düzeyinin oldukça düşük olmasıdır.
O gruptan 30 genç sokak çocuğu iken ve sokakta suç işler iken Kur’an öğrendikten
sonra sokak çocuğu olmaktan ve kötü davranışlardan kurtulduğunu belirtmiştir. Şimdi
artık çalışmak için iş aramaktadırlar. Belirtmek gerekir ki bu çocukların, Kur’an ve
dini öğrenmeye başladıktan sonra din adına tehlikeli oluşumların için yer almadıkları
tespit edilmiştir. Bu olay, dinin insan, özellikle de çocuk ve gençler üzerindeki olumlu
etkisini ve kontrol gücünü açıkça ortaya koymaktadır.
Bu, insanların, yoksul ve işsiz olduklarında suç işlemeyebileceklerinin
bir göstergesidir. Bunu söyleyerek burada, sorunun çözüm yollarının önüne dini
koymak amacı taşınmamakta, bilakis dindar bir toplumda ters giden bir şeye çözüm
bulmada toplumun dindarlığından yardım almanın mümkün olduğu söylenmeye
çalışılmaktadır (8).
410
KAYNAKLAR
1. Rüstem ERKAN Mazhar BAĞLI Göç ve Yoksulluk Alanlarında Kentle
Bütünleşme Eğilimi: Diyarbakır Örneği Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Dergisi 2005 / Cilt: 22 Sayı: 1 / ss. 105-124
2. Taner Kılıç Harun Tunçel Kentsel Mekânların Kullanımı ve Seyyar Satıcılık:
Diyarbakır Örneği Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi, Coğrafya Eğitimi Anabilim Dalı,
Diyarbakır, Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Elazığ.
3. Kalkınma Merkezi Derneği. Zorunlu Göç ve Diyarbakır. Yayın No: 3 Gün
Matbaacılık. İst. 2006
4. Hatice Kursuncu Prof. Dr. Can Hamamcı Kentsel Yoksulluk: Diyarbakır.
Yüksek Lisans Tezi. Ankara-2006 T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstđtüsü
Kamu Yönetimi Ve Siyaset Bilimi Anabilim Dalı Kent Ve Çevre Bilimleri.
5. Zülküf Karatekin .Diyarbakır İli-Kentleşme ve Göç. Tmh - Türkiye
Mühendislik Haberleri Sayı 412 - 2001/2
6. Havva Özyılmaz, Sertaç Karakaş ve Abdulhalim Karaşin. Diyarbakır’da
Yoğun Göçün Getirdiği ÇarpıkKentleşme Sorunları Tmmob Afet Sempozyumu 329
7. Abdusamet Kaya Doç. Dr. Ejder Okumuş. T.C. Göç Bağlamında Kadının
Dinsel Dönüşümü (Diyarbakır Örneği) Diyarbakır–2007Dicle Üniversitesi Sosyal
Bilimler EnstitüsüFelsefe Ve Din Bilimleri Anabilim DalıDinler Tarihi Bilim Dalı
8. Prof. Ejder OkumuşSokak Çocukları”nın Sosyolojisi- Diyarbakır ÖrneğiDinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 1
411
DİYARBAKIRDA ÇAYDA ÇIRA’NIN HİKAYESİ(*)
Mehmet Ali ABAKAY**
Dicle Nehri
Çay akar, şehrimin önünden; ismi şad konulmuş, şet denilir, Dicle’ye.
Asırlardan asra olan çağlaması dur-durak bilmeyen Dicle, tanığıdır, olanın
bitenin binlerce senedir. O çağlayıp akar ve her yöneldiği yerleşim alanının adeta
kurucusudur. İnsanlık tarihinde suyun yolculuğu, suyun olduğu yerde hayatın inşâı
olarak bilinir. Nerede su varsa orada hayat vardır, insanlığın yerleşik yaşama geçme
durumu söz konusudur.
Çay akar, yüreğimin bir köşesinde ve nereyi sulamış ise Dicle, orada tabiatın
binbir nebatı yetişmiştir, yetişmektedir. İnsnalığın ortak tanığı olan Dicle, tarihten
bugüne Cennet Akarsularından bilinir, gümrahlığıyla, kendisine kutsallık atfedilir,
açıkça.
Suyun olduğu yerde medeniyet nevş u nema bulur, uygarlık tarihinde kurulan
bunca devlet bunun şahididir, açıkça. Su olunca tabiatın çehresi değişir ve değişim
insanlığın hayatına akseder, kuşkusuz. Mimarî gelişir, musıkî farklılaşır, kilimdeki
motiften işlenen nakışa, kullanılan giysiden eldeki destmala, dilden gönüle, herşey
farklılaşır.
Diyarbekir’de Dicle’nin sularına dilekçeler bırakılır, sahibine ulaşması için.
Dilekler, temenniler, şikâyetler ve arzulanan ne varsa. Dicle’nin sahibine varması
için kalemin mürekkebi suyuna karışır, kâğızı erir bu yolculukta. Edilen dualar,
Sahibine ulaşması için eller havada kalır uzun zaman ve duaların kabulü için yüze
sürülür, gönlünden geçenlerin yerine gelmesi için.
Ateşin aydınlığından kalma mıdır, Çayda Çıra?
Şehrin Müslüman Arapların kuşatmasında yaktıkları her geceyi aydınlığa, gün
ışığına çeviren meşalelerin aydınlığına telmih midir?
Belki de hasad zamanı devasa karpuzlardan elde edilen verimden sonra
Dicle’ye salınan karpuzların yakılan fitilleri ile şehrayine dönüşen aydınlığı, belki
bir festivaldir, topluca eğlenmedir, bir yılın yorgunluğunu üzerinden atmadır,
bahçElerde, bağlarda çalışan insanın.
Çayda Çıra’nın ne zaman çıktığı hususunda kesin bir görüş belirtmek oldukça
güçtür. Yine de araştırmalarımız bu geleneğin yüzlerce yıldan bugüne süzülerek
geldiğini, Çayda Çıra’nın kadîm kültürün mirası olduğunu, bugünden yarına
taşınması gerektiği hususunda bize bilgi vermektedir.
(*)Çayda Çıra Konulu Araştırmalarımız
**Araştırmacı-Yazar
412
e-mail: [email protected]
Yıllardır söylenegelen ve şehrimizin kültürel yapısında bilinen, geleneğinde
tatlı hatıraların içinde yer alan Çayda Çıra nedir? “Çayda Çıra” denince halk
oyunlarında nasıl bir iz bırakmıştır? Bu söylenegelen ve 20. Yüzyıl başına kadar
düzenli biçimde uygulanan etkinlik, neden bugün yaşatılmamış? Çayda Çıra’nın
geceyi aydınlatan, karanlığı kovan, herkesi bir potada toplayan, kaynaştıran, eriten,
herkesin sevinçle birbirini kardeş bildiği, bağrına bastığı, alkışlarla, zılgıtlarla,
seyrine doyum olmayan bu etkinlik nasıl yapılırdı?
Yaşlılarımızdan dinlediğimiz ve görenlerden kayda aldığımız biçimde
aktaracağımız bilgilerden yola çıktığımızda Çayda Çıra’nın günümüzde eskiyi
aratmayacak derecede tekrar geçmişteki şeklini kazanması gerekmektedir.
Diyarbakır Karpuzu
Haklı bir şöhrete ulaşmış, büyüklüğü ve tadıyla şehrin sembolleri arasında
yer edinmiş Diyarbakir Karpuzu, Diclenin alüvyonlu kenarlarında açılan derin
çukurlarda, güvercin gübresi karıştırılmış toprakla yetiştirilir. Karpuzun büyük
olması için genelde bir karpuzun dışında diğer çiçekler, olgunlaşmadan kesilir.
Bazen karpuza verilen güvercin gübresi olan koğa dışında kökün iyi beslenmesi için
değişik katkılar yapılabilir.
Büyüyen karpuzun gelişimi için yetiştirici, güneşin durumuna, suyun
gerektiğinde verilmesine dikkat eder. Yetişen karpuz, özel olarak korunur ve hediye
verilmek üzere ancak hatırı sayılır kişilere sunulmak için hazırlanır.
Özel yetiştirilen karpuzların şehir dışına gönderilmesi de ihtimam ister. Bu
sebeple karpuuzn zedelenmemesi için tedbirler alınır. Kimi zaman ağırlığı altmış
kiloya varan ve develere yüklenerek şehirde satışa sunulan Diyarbakır Karpuzu,
satışta kılınçla kesilir, dilimler halinde verilirdi.
Özel ihtimam gerektirmeyen karpuzların da en az on beş-yirmi kiloya yakın
bir ağırlıkta olduğunu yakın zamanda gördüğümüzü belirtirken, son dönemde artan
karpuz üreticilerine destek ve karpuzu tekrar eski ağırlığına getirme çalışmaları söz
konusudur.
Diğer ülkelerde yetiştirilmek istenen karpuzun şehrimizdeki verime
ulaşmamasının sebebpleri arasında Dicle’nin aluvyonlu toprağı ile güneş
gösterilmektedir.
Karpuz ve Sağlık
Karpuz hakkında söylenegelen bir rivayet şu şekilde özetlenebilir:
Lokman-ı Hekim, ölümsüzlük iksirini-ilacını bulmak için yollara düşmüş ve
Urfa Kapı’ya gelmiş. Yığılı patlıcanları görünce şehirde insanların yaşamısa taacüp
etmiş. Dünyada yapılan zehirlerin ana maddesi bilinen patlıcanı bu denli yiyenlerin
sağlıklarını nasıl koruduğunu merak etmiş. Karpuz alanlarını görünce, endişesinin
boş olduğunu anlamış.
413
Karpuuzn sindirimi hazmetmesi, toksinleri dışarı attığının bilinmesi ve diğer
sağlık alanında insan bedenine katkıları, demek geçmişten bilinmektedir.
Karpuzun Özellikleri
Genelde karpuzun susuz yetiştirilenine “Bejî” denir. Sulu yetiştirileni de “Avî”
adını almaktadır. Bejî karpuzlar, Dicle kenarlarında yetiştirilen karpuzlara göre
fazla ağırlığa sahip değildir. Lakin bejî karpuzlar, kış mevsimine dek saklanabilir
özelliktedir. Avî karpuz, ağırlığı yanında sulu olduğu için fazla ömürlü sayılmaz,
çekirdeklerinin yeşermesi söz konusudur. Bu çekirdek filizlenmesi, bejî karpuzunda
daha bir gecikmelidir.
Her karpuzun çeşidine göre kabuk kalınlığı farklı olduğu için dayanıklılık
süresi on beş gün ile beş-altı ay arasında değişmektedir. Karpuzun dayanıklılığı
için saklandığı alana toprak yayma esastır. Karpuzun ezilmemesi için üst üste
bırakılmaması gerekir.
Diyarbakır’a özgü çekirdeği büyük olan karpuzun çekirdeği de kışın çerez
olarak tüketilmekteydi. Bu çekirdekler siyahî ve beyaz olmak üzere ikiye ayrılır.
Siyah çekirdek, oldukça kaygan ve kabuğu sert iken, beyaz renkli çekirdek kabuk
olarak yumuşak ve yorucu değildir. Karpuz çekirdeğinin pişirilmesi için öncelikle
odun külüyle yıkanması ve pişirilmesi esastır. Odun külündeki maddelerle sterilhijyenik hale gelen çekirdeğin, karın ağrısı, bağırsak kurdu olmak üzere değişik
rahatsızlıklara engel olduğu bilinir. Çekirdeklerin tuz oranı da pişirilme şekline göre
değişmektedir.
Çayda Çıra Nasıl Yapılır?
Karpuz hasadı genelde sonbahar sonuna ve Aralık ayına rastlar. Havaların
soğuması ile hasad başlayınca Esfel Bahçalarında hummalı çalışmalar söz konusudur.
Diclenin kıyıları boyunca başlayan hasad, üreticinin yüzünü güldürür.
Hasad öncesi hayvan besleyicileri ile yapılan pazarlıkta karpuz ekim
alanlarındaki yeşilliklere karşılık pazarlık yapılır, serbest bırakılan alanlarda
hayvanlarını otlatanlardan besili birkaç hayvan alınır. Aslında bu hayvanların alınışı,
yapılacak olan hasada katkıdır.
Çayda Çıra için hazırlığını yapanlar, kesimi yapılan bu hayvanlarla misafirlerini
ağırlamaya çalışır. Yakın zamana kadar kelle-paça pişirmek, kibe-mumbar, bu
adedin farklı biçimde günümüze gelmesidir. Hüllelerde yapılan bu yemeklere, hasad
için çalışanlara önemli pay ayrılır. Bazen kimi yemek kazanlarının çalınarak (!)
dostlarla afiyet içinde yenilmesinin bile hoş karşılandığı zamanlarda kazan sahibi
habersiz yemeğe davet edilirmiş. Davet edilen kazan sahibine çalışanları mağdur
olmasın diye gereken tedbirlerin de alındığını belirtelim. Bu esnada alışılmış böylesi
kazalara kurban gitmemek için karpuz hasadı sahibi gereken tedbirleri de almakta
kusur etmezmiş..
414
Karpuz Çekirdeği Toplanması
Dicle kıyılarına toprağı olanlar, karpuz ekimini yarı yarıya üreticilere verir.
Üretici olanlar, kendi payına aldıkları karpuzu hasad ile eve, satış amaçlı tezgahlara
taşır. Geride kalan karpuzun çekirdekleri de değerlendirilir. İşte Çayda Çıra, bu
çekirdekleri alınmış karpuzlardan doğmuştur. Karpuzun üst kapağının az ilerisine
kadar kesilir. Çıkarılan içten çekirdekler ayıklanır.
Çayda Çıra Hazırlığı
Biriken boş karpuz kabuklarının içi, kırmızı toprakla temizlenir. Suyu
alınan kabukların içine odun külü yarıyı geçecek biçimde doldurulur. İç yağı
damlatılan külün ortasına fitil yerleştirilerek, yüzlerce karpuz, çaya salınmak için
bekletilir. Bazen keleklere yüklenen karpuzlar, diğer bahçelerdeki keleklerle akşam
karanlığında fitilleri ateşlenerek çaya salınır. Bu salınma noktaları genelde Keçi
Burcu ve On Gözlü Köprü çıkışıdır.
Çayda Çıra ve Diyarbakır
Halk, günü belirlenen Çayda Çıra’yı seyir için Mardin Kapı Bedenlerinin
üzerindedir. Bir kısım Diyarbekirli Dicleye bakan Köşkleri mesken tutarken
Kırklar Tepesi de bu manzarayı görmek için ideal alanlardan biridir. Binlere varan
meşaleleri andıran Çayda Çıra, Arzuoğlu-Yuvacık olmak üzere bir çok köye aralıklı
desteklenen katılımlarla devam eder. Suda salınan karpuzların suyun debisiyle
yaylanarak gitmesi, halk oyunlarındaki motiflere de yansımıştır. Nişan ve Düğünlerde
mumlu oyuna bakıldığında karpuzun suda yaylanması adımların iki ileri bi,r geri
gitmesinden anlaşılmaktadır. Söyelegelen “Yek mumık, dû mumık sé mumık,
çehâr mumık çehârde mumık” şarkısı, günümüzde “Bir mumdur iki mumdur…”
biçiminde söylenmektedir. Çaya salınan çıralar (karpuzlar), etrafa renk cümbüşü
verirken, halkın oyunlar oynaması, çağrışmaları, Dicleye atfettikleri kutsallık
sebebiyle hayran bakmaları söz konusudur. Manilere, şarkılara konu olmuş Dicle
ve Karpuz hakkında söylenenler, belki o dönemden bu güne gelmiş ifadelerdir. Kim
bilir? Çayda Çıra’nın diğer illerin musıkîsine konu olması, bir etkileşimdir, nişan ve
düğünlerde söylenegelen Yek Mumık Şarkısı, artık kına gecelerinin vaz geçilmezi
haline gelmiştir.Biz, bu güzel geleneği, birliği ve beraberliği çağrıştıran festivali
bir daha yeniden günümüze getirirsek, daha önce yapılan Karpuz Festivali’nin de
devamlılığını sağlamış oluruz.
415
a. Çayda Çıra’nın Hikayesi – “Diyarbakır Folklorundan Kesitler Celal
Güzelses - Diyarbakır Halk Musıkisi Üzerine İnceleme” adlı 1995’te yayınlanan
kitabımızın s 24 vd..
b. 5 Mayıs 2000’de İl Halk Kütüphanesi’nde verdiğimiz “Diyarbakır
Folklorunda Bayram - Kutlama Şenlik ve Hıdırellez Motifi” adlı konferans metni.
c. Aynı konferans adını taşıyan makalemiz, Diyarbakır Kültür Sanat Bülteniİl Kültür Müdürlüğü Yayın Organı Mayıs- Haziran 2000 s 1-2
d. Çayda Çıra’nın Hikayesi-1, Diyarbakır Kültür Sanat Bülteni TemmuzAğustos 2000 s 1-2
e. Çırayı İlk Kim Yaktı?–Aydın Öztürk’ün çalışmalarımızı konu alan makalesi
Diyarbakır Gün 30-Mart-2004 s 7
f. Çayda Çıra’nın Öyküsü– Hakim Turay’ın Röportajı-Güneydoğu Ekspres
8- Nisan- 2004 s 4) Vâkidi, Kitabü’l-Fütühu’ş-Şam, Mısır 1302, c. 2 s138-154
(Şevket Beysanoğlu’ndan alınan tercüme). Çayda Çıra’nın Hikayesi-1’de şenliğe
ve şenlikte yapılan uğraşılara dair açıklamalara bakınız.
g. ABAKAY Mehmet Ali Diyarbakır Folklorundan Kesitler Celal Güzelses...s
159-163
Editör notu:
Ben Ü Sen isimli şiirde şair şunları der:
Gece gündüz yaşanan hülle sefalarını
Kazan kaynayan kelle paçalarını
Karpuzlardan yapılan çayda çıralarını
Yüzdürüken dedin mi Allah selamet vere
Mevlüt Mergen de Dicle üstüne şiirinde derdini anlatır
Kelekler.. kelekler, üstünde odun,
Çayda çıra derler bir güzel oyun
Komşu il mal etti kendine duyun
Kültür çöküşünden bahseden yoktur
‘Dicle’ye hasretiz, Dicle’de bize,
Kelekle hulleyi anlatsam size
Gitti çayda çıra’ şu Elaziz’e,
Dizinize vurdurursa inanın (M. Mergen)
416