Full Text - Sosyal Bilimler Dergisi

Transkript

Full Text - Sosyal Bilimler Dergisi
Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 129-141
Sait UYLAŞ1
‘ALÎ AHMED BÂKESÎR VE
ŞAL GÜNÜ ADLI PİYESİNİN TEMATİK AÇIDAN İNCELENMESİ
Özet
‘Ali Ahmet Bâkesîr, döneminde kaleme aldığı eserleriyle Arap dünyasında
yankı uyandıran önemli bir ediptir. Arap edebiyatına modern anlamda tiyatroyu
dâhil eden ve siyasî komedya türünün öncüsü olarak kabul edilen şahıstır.
Bâkesîr, yaşadığı toplumun sorunlarına karşı duyarlı, sahip olduğu değer
yargılarını hayatına yansıtan, oldukça üretken bir yapıya sahiptir. Eserlerinde
yaşadığı toplumun siyasî ve sosyal sorunlarını ele almış, ömrünü inandığı değerler
uğruna kalemiyle mücadele ederek geçirmiştir.
Bu çalışmada Ali Ahmet Bâkesîr’in hayatı, fikir dünyası ve eserleri ele
alınmış ve Ali Ahmet Bâkesîr’in Şal Günü isimli piyesi tematik muhtevası, olay,
zaman, mekân ve kişiler açısından incelenmiştir.
Anahtar kelimeler: Bâkesîr, Şal Günü, Yevmu’l-Vişah, tiyatro, inceleme.
ALI AHMAD BAKATHEER AND THE INVESTIGATION OF HIS
THEATRE YAWM AL-WISHAH
Abstract
Ali Ahmad Bakatheer was an author who had a serious influence with his
works on his time. Bakatheer is the man who included theatre in the modern sense
to the Arabic literature and was accepted as pioneer of political comedy type.
Bakatheer had a character which is sensitive to community issues he lives
in, reflects value judgements that he owned to his life and very fertile. He dialed
with potlitical and social issues of his community in his works and he spent his life
struggling with his pen for the sake of values he believed in.
1
Doç. Dr., Atatürk Üniv. Edebiyat Fak. Arap Dili ve Edebiyatı Böl., [email protected]
Sait Uylaş
In this work, Ali Ahmad Bakatheer’s life, his thought life and works are
dealed with and the theater of Ali Ahmad Bakatheer Yawm al-Wishah is examined
in terms of thematic contents, event, time, place and characters.
Keywords: Bakatheer, Yawm al-Wishah, theatre, investigation.
‘Alî Ahmed Bâkesîr
Hayatı
XX. yüzyıl Arap edebiyatı, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere batı kültürünün etkisi
altında kalmış ve bu etkiyle klasik Arap edebiyatı yavaş yavaş batı tarzına bürünmeye
başlamıştır. Yeni yetişen Arap edipler eskinin sağlam temellerini sarsmadan, fakat yeniyi de
ihmal etmeden edebî yeteneklerini geliştirmeyi başarmışlar ve çoğu, batı dünyasında da kabul
görecek edebî önemi haiz eserler ortaya koyabilmişlerdir.
Bu anlamda çalışmamıza konu olan ‘Alî Ahmed Bâkesîr de birçok tiyatro eserinin yanı
sıra yazdığı roman, şiir vb. edebî ürünleriyle tebarüz etmiştir. Bâkesîr, çağdaş Arap
hikâyeciliğinde öncü olup, bu sahada zirveye ulaşmış olan Necîb Mahfûz’un çağdaşı ve aynı
edebî kulüpleri paylaşan arkadaşlarından biridir. Bir batı edebiyatı olan İngiliz edebiyatı üzerine
eğitim görmüş, fakat içindeki milliyetçi ve muhafazakâr ruh ile kendi tarihine ve halkına
yönelmiş son dönem Mısır edebiyatçılarından olan edibin, siyasî düşüncelerini zaman zaman
edebiyatına karıştırması, onun edebî alandaki yeteneğinin yeterince fark edilememesine veya
göz ardı edilmesine yol açmıştır. Buna rağmen Mısır halkı nezdinde önemli bir yeri olduğu ve
hakkında çeşitli çalışmalar yapıldığı bilinmektedir.
Yazar, 1910 yılında Arap topraklarına oldukça uzak bir bölgede, Endonezya’da,
Surabaia şehrinde, aslen Güney Yemen’in Hadramevt bölgesinden olan bir anne ve babadan
dünyaya geldi. Göç etmeye alışkın olan bu bölge halkının, çocuklarını ülkelerinin dil ve
geleneklerini öğrenmek üzere ana vatanlarına gönderme adetleri doğrultusunda, o da
Hadramevt’in Seyun bölgesine gönderildi (Yûsuf Es‘ad Dâğır: I 1972: 169, ‘Abduh Bedevî
1981: 9-10). Kim bilir belki de onun anavatanına gönderilmesinin arkasında, ailesinin dinine
bağlı milliyetçi bir ruha sahip olması yatmaktaydı.
Hayatına yine Hadramevt bölgesinde toplumun sorunlarına kulak veren kederli biri
olarak başladı. Özellikle bölge halkının sorunlarından olan anarşi, yol kesme, kabileler arası kan
davaları gibi ıslah edilmesi gereken kötü durumlar bunların başında gelmekteydi (‘Abduh
Bedevî 1981: 8).
Bâkesîr’in Endonezya’dan da bağı kopmamıştı. Ne var ki eşinin ve çocuğunun ölümü
onun kendinden ve vatanından uzak yerlere göç etmesine yol açmıştı. Sürekli olarak devam
eden bu seyahatleri sonucu bölgesel reform hareketlerine katıldığı Yemen şehirlerinin
birçoğunu, Habeşistan topraklarını ve Somali’yi dolaştı. Hüznü dinip ruhu bunlarla teskin
olmayınca Müslümanlarca kutsal topraklar olarak addolunan Mekke, Medine, Tâif ve ardından
bütün Arap Yarımadası’nı gezdi (Yûsuf Es‘ad Dâğır: I 1972: 169, ‘Abduh Bedevî 1981: 12).
‘Alî Ahmed Bâkesîr’in Mısır’a gelişi 1934 yılına rastlar. Bâkesîr, bu yıllarda roman ve
hikâye yazmaya ve çeviri yapmaya başlamıştır. Akademik hayatına Mısır’a gelip, Edebiyat
Fakültesine kayıt yaptırarak başlayan edip, 1939 yılında İngiliz Dili Bölümünden mezun olur.
Daha sonra 1940’da Eğitim Yüksek Enstitüsünü tamamlayan Bâkesîr’in hayatının bu dönemleri
oldukça verimlidir. İçinde yeni arzular ve yeni aşklar belirmiştir. Ne var ki geçmişteki
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 129-141
130
‘Alî Ahmed Bâkesîr ve Şal Günü Adlı Piyesinin Tematik Açıdan İncelenmesi
kültürünün sırf Arap menşeli olmasına ve bu kültürünün onu Arap Dili Bölümüne girmesi
yönünde teşvik etmesine rağmen, Bâkesîr büyük bir cesaret göstererek İngiliz Dili bölümünü
tercih etmiştir (Yûsuf Es‘ad: Dâğır I 1972: 169). Kendi ifadesiyle bundaki amacı adı geçen
bölümde geniş ölçüde İngiliz şiiri üzerine eğitim verilmesinden dolayı, kendisinin büyük bir şair
olmasına zemin hazırlamaktır (Abduh Bedevî 1981: 13). Nitekim daha sonraları onun birçok
şiirinin gazetelerde yayımlandığı görülecektir. Ancak onun edebî yeteneklerinin başında tiyatro
sanatı yer almaktadır.
Hayatı acı ve mücadelelerle geçen, Arap ve İslâm dünyasının önemli ediplerinden biri
olan ‘Alî Ahmed Bâkesîr, 1969 yılı Kasım ayının 10’unda hayata gözlerini yummuştur (Asya
2015: 31).
Tiyatro Olgusu Çerçevesinde ‘Alî Ahmed Bâkesîr’in Edebî Kişiliği
Seyirciler önünde oyuncuların temsil etmesi maksadıyla yazılmış veya tasarlanmış
eserlere, tiyatro yahut seyirlik (dramatik) eser denir (Kabaklı: I 2002: 402). Bu tür eserler tarihin
ilk çağlarından beri dinler ile alakalı olarak gelişim göstermişlerdir.
Yunan tiyatrosu, bugünkü Batı tiyatrolarının kaynağıdır (Kabaklı 2002: I, 437). Drama
sanatı Eski Yunan’da tapınmanın bir festival şekline büründüğü Dionysus’un mabedinde başladı
(Kabaklı I 2002: 437, Uylaş 2002: 31). Ortaçağda Hıristiyan oyuncular, çok az insanın okuyup
yazabildiği sıralarda Îsâ Peygamberin hayat hikâyesini dramatize etmekteydiler. Bu dönemde
İncil’in tamamı dinî piyesler (The Mysteries, Mystery Play ya da Myster)2 olarak bilinen oyun
formlarından oluşmaktaydı. Görüş ve düşünceler, aktörlerin oynadıkları ölüm, güzellik ve
erdem gibi fenomenleri temsil eden rolleriyle ahlakî piyesler (Morality Play)3 halinde dramatize
ediliyordu (Uylaş 2002: 32).
Bunun dışında eski Çin tiyatrosunda, Japon tiyatrosunda, Hint tiyatrosunda dinî
inançların temsil edildiği oyunların varlığı bilinmektedir (Kabaklı 2002: I, 435-437). İslam
öncesi Türk toplumunda şölenler, yuğ4 törenleri hatta Şâman ayinleri, aynı zamanda tiyatro
gösterileri sayılabilir. Ergenekon destanında demircilikle ilgili ayinler ve bu ayinlere bağlı
temsiller sezilmektedir (Kabaklı: I 2002: 451).
Ritüelleriyle, ayinleriyle ve sembolleriyle ibadet, insanların itikat ve inançlarını
kavramalarına bir giriş anlamı içermesi bakımından dramatiktir. Örneğin Müslümanların
Mekke’deki hac ibadetleri esnasında Hz. İbrâhim’in eşi Hacer ve oğlu İsmâîl’in su aramalarını
canlandırmak için Safâ ile Merve tepeleri arasında koşmaları ve yine Yahudilerin Succoth’ta
İsrail oğullarının sahrada çadırlar içinde yaşadıkları dönemi temsil etmeleri gibi. Buna şia
kökenli Müslümanların Hz. Hüseyin’in Kerbela da çektiği sıkıntıları ve şehit edilmesini
canlandırmaları da örnek olarak verilebilir (Uylaş 2002: 32-33).
Hıristiyan diniyle ilgili olayları konu edinen seyirlik eserlerdir. Dini sevdirmek ve halkı eğlendirmek
amacı güderler. Ortaçağın bütün Avrupa ülkelerinde görülen kilise oyunlarıdır. Kısaca Ortaçağda
dinsel tiyatro oyunu (bilhassa Hz. Îsâ’nın hayatına dair). Bkz. Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, I-V,
İstanbul 2002, I, 417-418; Redhouse Sözlüğü, Mystery mad., s. 646.
3
On beş ve on altıncı yüzyıllarda karakterlerin erdem ve kötülük gibi ahlaki değerleri simgelediği bir tür
dram. Bkz. Redhouse Sözlüğü, Morality mad., s. 635.
4
Ağıt
2
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 129-141
131
Sait Uylaş
Görüldüğü gibi bazı ibadetlerin ritüellerden dramatize edilerek ortaya çıktığını söylesek
de İslâm toplumunda son dönemlere kadar tiyatroya karşı bir kayıtsızlık, hatta hoşgörüsüzlük
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Şüphesiz bunda dramatize edilen eserlerin genellikle içerik
itibariyle dinî öğretilerle çelişmesinin etkisi büyüktür. Bununla birlikte dinî öğretilerin yanlış
yorumlanmasından kaynaklanan olumsuzlukları da göz ardı etmemek gerekir. Ancak son dönem
edebiyatçılarının bir kısmının dinî ve örfî geleneklere bağlı kalarak ve hatta zaman zaman dinî
ve millî bazı değerleri eserlerinde işlemeleri az da olsa bu bakış açısını kırmıştır. Nitekim ‘Ali
Ahmed Bâkesîr’in birçok tiyatrosunu bu meyanda değerlendirmek mümkündür.
Zaman zaman hepimiz yaşantımızdaki bazı kesitleri daha açık bir şekilde görebilmek
için kendi hislerimize ait şeyleri canlandırırız. Bu bakımdan drama değerli bir vasıta olabildiği
gibi, öğrencilerin daha duru bir idrak kazanmalarını ve herhangi bir inanç ya da bağlılığa
gereksinim duymadan yeni deneyimler elde etmelerini sağlar. Nitekim Ashley Dukes (18851959),5 bu konuda; “drama yazarı, tiyatro sahnesini, çeşitli zamanlarda halkın duygularını
ifade için bir platform yapar” demektedir (Ahmed es-Sa‘dûnî 1980: Mukaddime 1). Dramaya
bu açıdan baktığımızda ‘Alî Ahmed Bâkesîr’in Mısır’da bu ifadelere en çok yakışan drama
yazarı olduğunu söyleyebiliriz.
Bâkesîr, Arapça edebî tiyatro mirasına çok şeyler eklemiştir. Buna tarihten, halk
mirasından, efsanelerden ve tarihin henüz kaydetmediği olaylardan başlamıştır. Bunların
yanında çeşitli yargıları irdelemiş, toplumu ve siyasî olayları tartışmıştır. Ne var ki bu durum
onun gelecekteki edebî ürünlerini de etkisi altına alacaktır (Ahmed es-Sa‘dûnî 1980:
Mukaddime 1).
Bâkesîr’in edebî çalışmalarının ilkleri arasında Yemen’deki deneyimlerinin arka planını
anlattığı Humâm fî ‘Âsimeti’l-Ahkaf 6gelmektedir. Bu eserinde sosyal reformları yükseltmeye
yönelik olan dramanın yeni edebî üslubunu kullanmaya kalkıştığı görülecektir ki, (Uylaş 2002:
17) bu da, özellikle Shakespeare’in şiirlerinden etkilendiğine ve eski sanatı olan şiir ile yeni
keşfettiği tiyatro sanatını birleştirdiğine tanıklık edecektir. Bunun sonucunda İngiliz Edebiyatı
hocaları dışında görmediği ve Arap edebiyatında yeni bir tür olan serbest şiirin keşfedilmesini
sağlamıştır. Shakespeare’e hayranlığı yüzünden Romeo ve Juliet’in bir bölümünü, İngiliz nazım
şeklini (blank verse ya da running blank verse)7 Arap şiir tekniğine uyarlayıp bu şekilde Arap
şiir tekniğini de zenginleştirerek çevirmiştir (Muhtârât: III 2001: 491, Uylaş 2002: 17). Bu da
gösteriyor ki İngiliz dili ve edebiyatı üzerine eğitim görmesi onun Arap edebiyatında
parlamasına önemli ölçüde katkıda bulunmuştur.
Bâkesîr yedi yıl Mansûra şehrinde, yedi yıl da Kahire’de olmak üzere toplam 14 yıl
İngilizce öğretmenliği yapmıştır (Yûsuf Es‘ad Dâğır: I 1972: 13). Kahire’de birçok edip ile
Eashley Dukes, yarım yüzyıldan fazla İngiliz tiyatrosuna hizmet vermiş olan, tiyatro yönetmeni, oyun
yazarı ve drama eleştirmenidir.
6
Eser, Humâm fî Bilâdi’l-Ahkaf ismiyle de anılmaktadır.
7
Kafiyesiz on heceli nazım şekli. Bkz. Redhouse Sözlüğü, Blank mad. s. 95, İstanbul 1991. Bu tarzın
Arap edebiyatındaki karşılığı en-Nazmu’l-Murselu’l-Muntalık’tır. Bkz. Komisyon, Muhtârât mine’şŞi‘ri’l-‘Arabî fî’l-Karni’l-‘Işrîn, I-V Kuveyt 2001, III, 491. Türkçe’de ise bu türün karşılığı “Serbest
Müstezat” olarak kullanılmakta ve özellikle Servet-i Fünûn şairlerinin Fransız sembolistlerden
etkilenerek şiirimize uyguladıkları görülmektedir. Bkz. Karaalioğlu, Seyit Kemal, Edebiyat Sözlüğü,
İstanbul 1978, s. 649.
5
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 129-141
132
‘Alî Ahmed Bâkesîr ve Şal Günü Adlı Piyesinin Tematik Açıdan İncelenmesi
buluşmaya başlayan Bâkesîr, batı medeniyetinin bozulmasını kapitalizme bağlamakta ve çıkış
yolunu ise İslâm medeniyetinin önderliğinde görmektedir. Bu dönemde sık sık Necîb Mahfûz
(1912-2006)8, ‘Âdil Kâmil (1916- )9, Muhammed Afîfî10, Emîn Yûsuf Gurâb11 ile birlikte bir
hikâye kulübü olan Kulüp Gazino-Opera’ya gidip gelmekte olan Bâkesîr’in, bu edipler arasında
en üretkenlerden biri olduğu dikkati çekmektedir (Abduh Bedevî 1981: 13). Tiyatro alanındaki
çok sayıdaki başarılı çalışması bu durumun göstergesidir. Bazı kaynaklar onun tiyatro alanında
özellikle Tevfîk el-Hakîm’den12 (1902-1987) etkilendiğine değinmektedirler (Tomiche 1993:
124). Bununla birlikte Tevfîk el-Hakîm’in gerek edebî ürünlerinin çokluğu ve gerek bu
ürünlerin parlaklığı yönüyle Bâkesîr’den önde olduğunu söylemek yerinde olur (Ahmed esSa‘dûnî 1980: Mukaddime 4).
1948 yılında Millî Tiyatro, ‘Alî Ahmed Bâkesîr’in Sırru’l-Hâkim, Mismâru Cuhâ, Sırru
Şehrazâd, Mudhiku’l-Halîfe adlarındaki piyesleriyle sezonunu açar. 1954 yılına kadar edibin
çalışmaları sahnelenmeye devam eder. Sonraları televizyon tiyatrosunun ortaya çıkmasıyla
birlikte Gülfidan Hanım ve Kıtat ve Fi’rân adlı iki komedisi yayınlanmaya başlar (Abduh
Bedevî 1981: 13-14).
el-Fir‘avnu’l-Mev‘ûd, Sırru Şehrazâd, Mudhiku’l-Halîfe gibi bozuk yönetimlere karşı
bir isyan niteliğinde olan eserlerinin bir kısmı dinî temalar içermekle birlikte, Şeylûku’l-Cedîd,
Şa‘bullâhi’l-Muhtâr, Vâ lehû İsrâîl, Sîretu Şucâ‘, Vâ İslâmâh, Dâru İbn Lukmân ve ‘Avdetu’lFirdevs gibi eserleri Arap ve İslâm ülkelerindeki siyasî ve sosyal çöküntüyü düzeltmeye yönelik
olup siyasî nitelik arz etmektedir (Abduh Bedevî 1981: 14). Edip, tarihî ve sosyal konularda
eser yazarken zaman zaman sembolizmee13 de kaymıştır (Ürün 1994: 35).
133
Necîb Mahfûz; Arap dünyası içinde edebiyatın zirvesine ulaşmış ve 1988 yılında Nobel Edebiyat
Ödülü’ne layık görülmüş Mısır’ın önde gelen ediplerindendir. Yazarın eserleri birçok dile çevrilmiş ve
çok sayıda baskıları yapılmıştır. Bkz. ‘Abdurrahîm el-Kettânî, ‘Abdulazîz Bağdâd, el-Mufîd fî
Terâcimi’l-Udebâ’, I-II, 1993, I, 152-153; Ahmet Kâzım Ürün, Çağdaş Mısır Romanında Necîb
Mahfûz ve Toplumcu Gerçekçi Romanları (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1994, s. 38-151.
9
‘Âdil Kâmil; tarihi ve sosyal roman yazan 20. yüzyıl Mısır ediplerindendir. Bazı eleştirmenlerce
Mısır’da realizmin öncüsü olarak kabul edilmektedir. Ürün, s. 19-20, 34, 35, 104.
10
Muhammed ‘Afîfî; şiir dalında ‘Alî Ahmed Bâkesîr gibi 1989 yılında Mısır Devlet Teşvik Ödülü’nü
alan 20. yüzyıl ediplerindendir. Bkz. Komisyon, Muhtârât mine’ş-Şi‘ri’l-‘Arabî fî’l-Karni’l-‘Işrîn, III,
613-614.
11
Emîn Yûsuf Gurâb; Necîb Mahfûz, ‘Alî Ahmed Bâkesîr ile aynı ortamları paylaşmış ve onlarla birlikte
bir hikâye kulübü kurmuş olan, 20. yüzyıl Mısır ediplerindendir. ‘Abduh Bedevî,‘Alî Ahmed Bâkesîr,
Havliyyâtu Kulliyeti’l-Âdâb, Câmi‘atu Kuveyt, Kuveyt 1981, s. 13; Ürün, s. 7, 58.
12
Tevfîk el-Hakîm hukuk eğitimi görmekle birlikte roman, öykü, deneme ve oyun yazarı olarak 20.
yüzyıl Arap dünyasında parlamış bir ediptir. Devlet Edebiyat Ödülüne layık görülen el-Hakîm’in
yirmiden fazla eseri başka dillere çevrilmiş ve oyunlarından bazıları Avrupa’da sahneye konmuştur.
Onun edebî çalışmalarının en önemlilerinden olan ‘Avdetu’r-Rûh Arap roman sanatının dönüm
noktalarından biri olarak kabul edilmekte ve bu yüzyılın ilk çeyreğinde sıradan Mısırlıların yaşamları
hakkında önceki denmelerden daha zengin tablolar sunmaktadır. Geniş bilgi için bkz. Şevkî Dayf, elEdebu’l-Arabiyyu’l-Mu‘âsır fî Mısr, Kahire, tsz., s. 288-299; Ergül, s. 60-106; Er, s. 101-112.
13
Sembolizm; simgecilik, sembolcülük, açıklıktan kaçınıp sembollü anlatımlara yer veren, müziğin
belirsizliğine özenen edebiyat çığırına denir. Gerçekçilik ve natüralizme karşı bir edebiyat akımı olan
sembolizme bağlı şairler görünmez sonsuz gerçeğin ancak sembollerle verilebileceğini ileri sürerler.
Bkz. Karaalioğlu, s. 646.
8
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 129-141
Sait Uylaş
Bâkesîr’in şiire olan eğilimi, hayatının son demlerinde İbrâhim Paşa gibi bazı tiyatro
eserlerini nazım şekline dönüştürmesini sağlamıştır. Ayrıca Kasru’l-hevdec piyesinde de
görüldüğü gibi aynı zamanda bir opera ve Şâdiyetu’l-İslâm piyesinde ki gibi bir operet
yazarıdır. Şiirsel tiyatroları arasında el-Leyletu’s-saniye ‘aşere, Romeo ve Juliet, İhnâtûn ve
Nefertîtî’yi saymak mümkündür (Abduh Bedevî 1981: 8). Bütün bunlar roman ve tiyatro yazarı
olan edibin şairlik yönünün de hafife alınamayacağını göstermektedir.
Başta el-Mutenebbî (303-354/915-965)14 olmak üzere yaşamış şairlerin şiirlerini
okuyan Bâkesîr, çağdaşı şairlerden Hâfız İbrâhîm (1871-1932)15, Ahmed Şevkî (1869-1932)16
ve Halîl Mutrân’dan (1872-1949)17 büyük ölçüde etkilenmiştir (Abduh Bedevî 1981: 10).
Bu özelliklerinin yanında Bâkesîr’in gazetecilik yönüne de kısaca değinmekte onun çok
yönlülüğünü belirtmek açısından yarar vardır. Bu meyanda başta zikredilmesi gereken 1949
yılında kurulan et-Tehzîb dergisidir. Burada edip zaman zaman açık adını kullanarak, zaman
zaman da Sâhibu’l-imzâ, veya Nasîru’l-‘ilm gibi müstear sıfatlar, ya da sadece bir iki harf ile
14
15
16
17
Ebu’t-Tayyib el-Mutenebbî III. Abbâsî asrının önde gelen şairlerindendir. Hekim şair olarak da anılan
el-Mutenebbî döneminde mütedeyyin şairleri içinde en iyisi olarak kabul edilmekteydi. Ayrıca şairin
Arap dili üzerine de geniş eğitim gördüğü, fesahat ve belagatta meşhur olduğu görülmektedir. Nitekim
şiiri üzerinden bin yıldan fazla zaman geçmesine rağmen halen daha edipler arasında etkisini
sürdürmesi bu durumun bariz göstergesidir. Geniş bilgi için bkz. Corci Zeydân, Târîhu Âdâbi’lLuğati’l-‘Arabiyye, I-IV, Beyrut 1996, II, 270-274;ez-Zirikli (Hayreddîn), el-A‘lâm, I-XII, Beyrut, tsz.,
I, 110-111; ‘Umer Rıdâ Kehhâle, Mu‘cemu’l-Muellifîn, I-XV, Beyrut, tsz., IX, 168; ‘Abdurrahîm elKettânî, II, 215-217.
Hâfız İbrâhîm, 19. Yüzyıl Mısır şairlerinin önde gelenlerindendir. Hayatı boyunca Bârûdî’nin
şiirlerinden etkilenmiş ve onun gibi olmayı arzulamıştır. Ayrıca reformcu bir yapıya da sahip olan şair,
Mısır halkının halet-i rûhiyesini dile getirmiştir. O devirde halkın vazgeçilmez tutkularından olan
hamriyat ve gazel konularında şiir söylemeyi de ihmal etmeyen Hâfız’ın eski edebî türlerden olan risâ
konusunu da çok iyi taklit ettiği görülmektedir. Geniş bilgi için bkz. Yûsuf Es‘ad Dâğır, Mesâdiru’dDırâseti’l-Edebiyye, I-V, Beyrut 1972, II, 285-286;. Muhammed Kurd ‘Alî, el-Mu‘âsirûn, Dımaşk
1980, s. 162-209; ‘Umer ed-Desûkî, Fi’l-Edebi’l-Hadîs, I-II, Kahire 1973, s. 289; Corci Zeydân, s.
504; ez-Zirikli, VI, 304-305; Kehhâle, IX, 168; Dayf, s. 100-110; Ahmet Savran, 19. Yüzyıl Osmanlı
Döneminde Yeni Arap Edebiyatı, Erzurum 1991, s. 101-106.
Ahmed Şevkî, 19. yüzyıl Mısır şairlerinin önde gelenlerinden olup Türk asıllı bir aileden dünyaya
gelmiştir. Birçok yönüyle Hâfız İbrâhîm’e benzeyen şair Abbâsî döneminin önde gelen şairlerinin
takipçisi olmuş, o da Hâfız gibi medhiye, mersiye, aşk ve tasvir şiirlerinin yanında toplumun sosyal
meselelerine kulak vermiştir. Bu bakımdan siyasi şiirin Şevkî ve Hâfız’la başladığını söylemek
mümkündür. Ayrıca Şevkî’nin La Fontaine’nin yanısıra bazı Fransız ediplerden de etkilendiği
görülmektedir. Geniş bilgi için bkz. Yûsuf Es‘ad Dâğır, II, 504-505; Muhammed Kurd ‘Alî, s. 59-94;
‘Umer ed-Desûkî, s. 690; ez-Zeyyât (Ahmed Hasan), Târîhu’l-Edebi’l-‘Arabî, Kahire, tsz., s. 500; ezZirikli, I, 133-134; Kehhâle, I, 246; Dayf, s. 110-120; ‘Umer ed-Desûkî, II, 189-213; Savran, s. 106116.
Halîl Mutrân, edebiyat tarihçileri tarafından Ahmed Şevkî ve Hâfız İbrâhim’den sonra klasik şiirin
kendisinde noktalanan son kişi olarak kabul edilmektedir. Fransız edebiyatının tesirinde kalan Mutrân
İngilizce ve Fransızca’dan Shakespeare’nin, Cornailler’in ve Hugo’nun bazı tiyatro eserlerini
çevirmiştir. Onun yeni Arap şiirinin gelişmesindeki rolünde eski şiirin sağlam temellerinin yattığı da
inkar edilemez Nitekim Avrupalı eleştirmenler tarafından da büyük bir şair olarak kabul edilmiştir.
Geniş bilgi için bkz. Yûsuf Es‘ad Dâğır, II, 375; ‘Umer ed-Desûkî, s. 783; Dayf, s. 121-128; Savran, s.
116-120.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 129-141
134
‘Alî Ahmed Bâkesîr ve Şal Günü Adlı Piyesinin Tematik Açıdan İncelenmesi
imzasını atarak, Hadremîler’in uyanışı, sosyal hastalıklarla mücadele gibi konular üzerinde
yazılar yazmıştır (Abduh Bedevî 1981: 14).
Hayatı şiir, tiyatro ya da hikâye kahramanlarının ki gibi sıkıntı, çile, gurbet gibi trajedi
konularını andırır şekilde geçtiği için acılarla dolu olan Bâkesîr, ömrünün son yıllarında
sosyalistlere karşı tavrından18 ve Nâsır19 yönetimine karşı olmasından dolayı sol görüşlü
eleştirmenler tarafından çok sert tepkilere maruz kalmıştır. Nitekim tarihi olayları anlatır gibi
görünen bazı eserlerinin aslında Mısır’daki sosyalistleri hedeflediği ve bu bakımdan siyasî
içerik arz ettiği görülmektedir ki, bunların başında Vâ İslâmâh ve es-Sâiru’l-Ahmer gelmektedir.
Onun bu vb. eserlerinde pan-İslamizm ve özellikle Arap-İsrail ilişkilerini gerginleştiren fikir
ayrılıkları ve Filistin sorunu üzerinde durarak pan-Arabizm görüşlerini yansıttığını görmek de
mümkündür (Uylaş 2002: 22-23).
Mısır’da edebî Çalışmaları Değerlendirme Komisyonu’na üye olan yazar, aynı zamanda
Tevfîk el-Hakîm gibi, Yüksek Sanat Kurulu’nun şiir ve hikâye komisyonlarına üyelik yapmıştır
(Yûsuf Es‘ad Dâğır: 1972: I, 169). Bâkesîr, aldığı birçok ödülün yanında, 1962 yılında Hârût ve
Mârût isimli tiyatro eseriyle Mısır Devlet Teşvik Ödülü’ne layık görülmüş (Abduh Bedevî
1981: 10, Uylaş 2002: 23) ve Arap kütüphaneleri, oldukça üretken olan yazarın, bir kısmı eski
Mısır tarihi ile alakalı diğer bir kısmı ise İslâm tarihine yönelik hikâyeleriyle
zenginleştirilmiştir.20
‘Alî Ahmed Bâkesîr’in Şal Günü Adlı Piyesinin
Tematik Açıdan İncelenmesi
Tiyatrro, ‘Alî Ahmed Bâkesîr’in hayatı ve edebî kişiliği hakkındaki bu özet girizgâhtan
sonra onun din kaynaklı bazı olayların dramatize edilişi ya da dinî duyguların ele alınışı ile
alakalı çalışmamıza konu olan Şal Günü adlı piyesini eleştirel bir bakış açısıyla irdelemeye
çalışalım.
Yazarın, küçük sahneler halinde iki perde içinde birkaç bölümden oluşan bu piyesi, her
ne kadar ilk bakışta basit bir olay çerçevesinde geçen zarif bir aşk hikâyesi gibi görünse de,
aslında yazarın diğer birçok eserindeki gibi dinî ve ahlakî mesajlar içeren bir çalışmadır. Bu
yüzden piyes, dil açısından tarihî veya dinî içerikli eserlerin yazılış tarzında ele alınmıştır.
Eserde İslâmiyet’in tebliğinin yanında iffet, doğruluk ve fedakârlık gibi erdemler de işlenmiştir.
18
Faruq Al-Kamali, Commemorating the Life of Bakathir, Yemen Times,
http://www.bakatheer.com/english/Culture%20Page%20-%20Issue%2047%20-%20Yemen%20Times.htm
19
20
(E.T. 28.03.2016)
Cemâl ‘Abdunnâsır (1918-1970), Mısırlı asker ve devlet adamı. Krallığa son veren darbenin ardından
başbakan (1954-56) ve cumhurbaşkanı (1956-70) olarak Mısır’da köklü dönüşümlere damgasını
vurmuştur. Sosyalist düşünceleriyle tanının ‘Abdunnâsır, başta SSCB olmak üzere birçoğu sosyalist
ülkelerle yakınlaşmaya girmiştir. Önceleri bazı İslamcı teşkilatların desteğini almakla birlikte daha
sonraları İslamcı düşünce mensuplarına karşı mücadeleye girişmiş olması tepkilere yol açan Nâsır’ın
en önemli faaliyeti ise Arap milliyetçiliği ve birliği düşüncesini bayraklaştırmaktır. Geniş bilgi için
bkz. Davut Dursun, “Cemal Abdunnâsır”, İA (TDV), İstanbul 1993, VII, 296-301.
Diğer eserleri için bkz. Sait Uylaş, ‘Alî Ahmed Bâkesîr ve Kabul Edilen Dua, Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, Erzurum 2002, s. 10-13; Furkan Asya, ‘Alî Ahmed Bâkesîr’in Vâ İslâmâ
İsimli Romanının Çözümlemesi, (Yayımlanmamış Y.L. Tezi), Atatürk Üniv. Edebiyat Fakültesi,
Erzurum 2015, s. 36-40.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 129-141
135
Sait Uylaş
Piyesteki şahsiyetlerin tarihte yaşamış gerçek şahsiyetler olup olmadıkları konusunda
bir bilgiye sahip değiliz. Piyesin sonunda isminden bahsedilen Hz. Peygamber’in hanımı Hz.
Âişe tabiî ki bunun dışındadır. Ancak eserde yer alan Gatafan21 diyarında bulunan
Haysemoğulları ve ‘Ukayloğulları’nın İslâmiyet’in ilk yıllarında var oldukları bilinen gerçek
kabileler oldukları bilgisi mevcuttur. Olayın gerçekliği noktasında da ne yazık ki elimizde bir
bilgi bulunmamaktadır.
Piyes daha önce yine eleştirel bir bakış açısıyla yayınlanan ‘Alî Ahmed Bâkesîr’in edDa‘vetu’l-Mustecâbe (Kabul Edilen Duâ) adlı eseriyle konu itibariyle benzerlik arz etmektedir.
Zira her iki eserde de ortak nokta duâdır. Kabul Edilen Duâ adlı eserde bir yağmur duâsı
akabinde yaşananlar, duânın nasıl kabul edildiği ve duâ eden tiyatro karakterinin yine bir duâ ile
nasıl bu dünyadan dârı bekaya göç ettiği anlatılırken (Uylaş 2002: 43, 53, 70). Şal Günü adlı
eserde de yine bir duâ ve duânın gücü söz konusudur. Zira duâ eden piyes kahramanlarının
duâlarının kabulüyle masumiyetlerini ortaya çıkaran sonuçlar vuku bulmaktadır.
Yine çok kısa olan piyesin içine, İslâmiyet’in ilk yıllarındaki tebliğ faaliyetleri, zarif bir
aşk hikâyesi ve duânın gücünün yanında Araplar arasındaki kabile taassubunun da işleniyor
olması, bu kadar farklı konuyu bir araya getiren edibin yeteneğini göstermesi bakımından
dikkate değerdir. Nitekim eserdeki vurgular ve cereyan eden hadiseler örgüsü, karakteristik
özelliklerin yansıtılması vb. etkenler dâhilinde, mümkün olduğunca aslında dinî ve etik
mesajların verilmeye çalışıldığına değinmiştik. Zira duâ dinî bir olgudur ve edibin hedefi de
budur. Bâkesîr’in diğer eserlerine de baktığımızda bir Batı dili olan İngiliz dili ve edebiyatı
üzerine eğitim görmesine rağmen onun İslâm kültürü ve tarihine de hâkim olduğu, hatta bu tür
konular üzerinde daha fazla yoğunlaştığı görülecektir.
Bâkesîr’in Şal Günü eserindeki olaylar örgüsünü incelemeye geçmeden önce bu olaylar
örgüsünün hangi mecraya doğru akacağını sezinlemek açısından yazarın önermesinin ne
olduğunu belirlemeye çalışalım. Bunun için aşağıdaki kısa özet bize yardımcı olacaktır.
Piyesin ilk sahnesi hayvanların otlatılması esnasında bir merada geçmektedir.
Haysemoğulları ve ‘Ukayloğulları kabilelerinden iki arkadaş ‘Ukayloğulları’nın otlağında bir
araya gelmiş hayvanlarını otlatırken bu arada da sohbete başlamışlardır. Ne var ki
Haysemoğulları’ndan ‘Anbera beraberinde kabile reisinin küçük kızını da getirmiştir. Küçük kız
ile ihtiyaç gidermek için bölgeden biraz uzaklaşırlar. Bu arada meraya Mercâne’ye âşık olan ve
ona olan sevgisinin yanında Müslüman olmasını da öğütleyen Sehl gelir. Ancak talihsiz bir olay
yaşanır. Kabile reisinin kızının ihtiyaç gidermek için ‘Anbera ile birlikte uzaklaştığı sırada
Mercâne’in yanına bırakmış olduğu kırmızı renkli değerli şalını bir çaylak kapıp havalanarak
bölgeden uzaklaşmıştır. Sehl, ‘Anbera’nın kendisini görmemesi için oradan uzaklaşır. Ancak
‘Anbera onu görmüş ve şalın onun tarafından çalınmış olduğunu iddia etmiştir. Durumu kendi
kabilesine intikal ettirir. Bu olay üzerine Haysemoğulları Sehl ve Mercâne’nin kendilerine
teslim edilmesi ve cezalandırılmasını isterler. İki kabile savaşın eşiğine gelir. Sehl, Mercâne’den
bu durumdan kurtulmak için duâ etmesini ister ve kendisi de onun duâsının kabulü için duâ
eder. Tam bu sırada şalı kapıp kaçan çaylak kabile semasında ağzında şal ile belirir ve şalı
21
Adnânîler’e mensup bir Arap kabilesi. Sadru’l-İslâm ve Cahiliye dönemi Arap kabilelerinden büyük bir
kabiledir. Hicaz ile Şemmer dağları arasında Necid’den Mekke’nin güneyine kadar uzanan bölgelerde
ikamet etmişlerdir. Bkz. Hüseyin Algül, “Gatafân (Benî Gatafân) ‫” بنو غطفان‬, İA (TDV), İstanbul 1996,
XIII, 399-400.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 129-141
136
‘Alî Ahmed Bâkesîr ve Şal Günü Adlı Piyesinin Tematik Açıdan İncelenmesi
herkesin gözü önünde kabilenin üzerinden bırakır. Böylece Sehl’in ve Mercâne’nin suçsuzluğu
ortaya çıkar. Duâları kabul olmuştur. Piyes Mercâne’nin Müslüman olması ve Sehl ile
Mercâne’nin evlenmesi ile son bulur.
Kısaca özetlediğimiz bu olaylar örgüsü içerisinde, edibin önermesini aramaya
kalktığımızda ilk karşılaşacağımız şey, dostlukların her zaman gerçeği yansıtmadığı
düşüncesidir. Zira gerçek dost dostuna güvenir ve inanır. Oysaki ‘Anberâ arkadaşı ve dostu
Mercâne ile birlikte olmak istediğini ve bu yüzden onun yanına geldiğini belirtmiş, fakat
Mercâne’nin şalın bir çaylak tarafından kapılıp kaçırıldığı konusundaki açıklamalarına
güvenmeyip, daha ilk fırsatta onu suçlamaktan çekinmemiştir.
Piyeste dikkati çeken asıl önerme ise duânın gücüdür. Burada Kur’ân’ın ifadesi ile açık
bir şekilde “Bana duâ edin, duânıza cevap vereyim”22 ayetinin bir tezahürü söz konusudur.
Nitekim Mercâne ve Sehl’in yapmış oldukları duânın kabulü Mercâne’nin Müslüman olmasını
sağlarken aynı zamanda Sehl ile evlenmesinin yolunu da açmıştır.
Olay Gatafan diyarında geçmektedir. Gatafanoğulları Cahiliye Dönemi ve ilk İslâmî
Dönem Arap kabilelerinin büyüklerinden sayılır. Necd ve Hicaz çöllerinde yaşamaktadırlar.
Konu ve mekâna baktığımızda hem cahiliye adetlerini yansıtması hem de İslâmiyet’in getirdiği
yeni din anlayışının tebliğ edildiği yerler olması bakımından bölgenin özelliklerini taşıyan
otantik bir yerin seçilmesi, eserde işlenen ruhun daha iyi yansıtılmasını ve önermelerin daha iyi
vurgulanmasını sağlamıştır.
Piyesin başkahramanları Sehl ve Mercâne’dir. Sehl, ‘Ukayloğulları’ndan Mercâne’yi
sevmekte ve onunla evlenmek istemektedir. Oysa Sehl’in Mercâne’yle evlenebilmesi için onun
Müslüman olması gerekmektedir. Bu yüzden Sehl onu görmeye ve ona İslâmiyet’i tebliğ
etmeye devam eder. Olaylar da birbirine âşık olan bu iki gencin gizlice buluşmaları üzerine
başlamıştır. Mercâne iffetli bir kızdır. Sehl ile bir arada görünmeyi ve adlarının çıkmasını
istemez. Bu yüzden yanına gizlice gelen Sehl’den oradan uzaklaşmasını ister. Sehl’in onu
Müslüman olmaya çağırması, onu ikna etmeye yetmemiştir. Kabilesi ya da kabile reisi
İslâmiyet’i kabul etmeden önce Müslüman olamayacağını söylemektedir. Bu durum kabile
reisinin, kabile üyeleri veya köle ve cariyeler üzerindeki etkilerini göstermesi bakımından
önemlidir.
Sehl: (Ansızın görünür ve fısıldar) Mercâne.
Mercâne: Kim o? Sehl!
Sehl:‘Anbera, Haysemeoğulları’nın kölesi, senin yanındaydı.
Mercâne: Evet. Sen niye geldin? Onun kabilenin her tarafında bizden bahsetmesini mi
istiyorsun?
Sehl: Hayır Mercâne. O, çocukla birlikte dönmeden önce yanında birazcık kalacağım.
Mercâne: Eğer şimdi arkasına dönerse kesinlikle senin benim yanımda olduğunu görür.
Sehl: O zaman yere uzanırım, beni göremez.
Mercâne: Yâ Rabbim! Ne istiyorsun?
22
40/Mu’min Suresi, Âyet 60.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 129-141
137
Sait Uylaş
Sehl: Senden şahadet getirmenden başka bir şey istemiyorum. Lâ ilâhe illallâh
Muhammedun Rasûlullah.
Mercâne: Hayır asla! Sana söyledim efendilerim ‘Ukayloğulları Müslüman oluncaya
kadar Müslüman olmayacağım.
Tiyatroda dikkati çeken diğer kişilik ise ‘Anbera’dır. ‘Anbera kendi isteği ile
Haysemoğulları’ndan Mercâne’nin yanına, onların merasına gelmesi ve onunla beraber olmak
istediğini belirtmesine rağmen dostluğu çok uzun sürmemiş, Sehl ve Mercâne’yi bir şal için
üstelik haksız yere kendi kabilesine gammazlamaktan çekinmemiştir. Mercâne’de iffetli bir
kişilik göze çarparken onda dostluk maskesi altında bir düşmanlık göze çarpmaktadır. Yanı dost
ve arkadaş görünmelerine rağmen aslında iki zıt karakter karşı karşıyadır. Zira gerçek dost
dostunun sözüne güvenir. Aşağıdaki diyalogdan bu durumu anlamak mümkün:
‘Anbera: Şal nerede Mercâne?
Mercâne: Gerçekten çok üzgünüm. Üzerine aniden dalıp onunla birlikte havalanıncaya
kadar fark edemedim.
‘Anbera: Kim?
Mercâne: Çaylak.
‘Anbera: Sen şimdi bir çaylağın onu kapıp, sonra da onunla birlikte uçtuğunu mu
söylemek istiyorsun?
Mercâne: Evet, yemin ederim ‘Anbera, şal kırmızıydı, sanırım onu et parçası sandı.
‘Anbera: Ya koku, çaylak et kokusunu bilmez mi?
Mercâne: Tabii ki bilir, ne olduğunu anlayınca şalı bir yere atmıştır.
‘Anbera: Neden senin yanındaki şu adam onu alıp da, onunla birlikte uçmuş olmasın!?
Mercâne: Sen neler söylüyorsun ‘Anbera? Beni mi suçlamak istiyorsun?
‘Anbera: Eğer masum isen, neden yanından kaçarcasına ayrılan şu adamı inkâr ettin?
Görüldüğü gibi ‘Anbera Sehl’in Mercâne’nin yanına gizlice geldiğini görmüş onu
bahane ederek arkadaşı ‘Anbera’nın sözüne inanmamıştır. Burada gerçek dostluğun sözle değil
işle anlaşılabileceğini gösteren bir başka önerme ile karşılaşmaktayız.
Edip küçük çocuk Da‘d ile ilgili olarak onun üzerindeki şalı ve şirin görünümü dışında
karakterlerin görünümleri ve fiziki yapılarından pek bahsetmemiştir. Bu kısalıkta bir piyesten de
bunu beklemek doğru olmasa gerektir. Piyes biraz daha uzun tutulup çevre ve şahısların
görünümleri işlenmiş olsaydı belki asıl önermeler göz ardı edilecekti. Bu da edibin maksadına
muhalif bir durumun ortaya çıkmasına yol açabilirdi.
Sehl ve Mercâne piyesin sonunda evlenmişler ama Mercâne’nin Sehl’e olan aşkı
azalmadan devam etmiştir.
Kısa olmasına rağmen İslâmiyet’in daha ilk yıllarında cereyan eden piyeste, açık bir
şekilde kabileler arasındaki kabilecilik ruhu ve taassubu dikkati çekmekte ve bariz bir şekilde
gözler önüne serilmektedir. Cahiliye dönemi izlerini taşıyan bu ruh çok basit sorunlarda bile
kendisini göstermektedir. Zira iki kabile arasındaki sorun, ne kadar değerli olursa olsun sadece
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 129-141
138
‘Alî Ahmed Bâkesîr ve Şal Günü Adlı Piyesinin Tematik Açıdan İncelenmesi
bir çocuğun giyindiği bir şaldan başka bir şey değildir. Bu şalın kaybolmuş olması veya
çalınması iki kabile arasında husumet çıkaracak hatta savaşa bile yol açabilecektir. Neyse ki şal
bulunmuş ve böyle bir sonuçla karşı karşıya kalınmamıştır. İki kabile reisinin aşağıdaki
diyaloglarında, Araplar arasında göz ardı edilemeyecek kabilecilik ruhunun yansımalarını açık
bir şekilde görmekteyiz.
‘Ukayl: O halde ne istiyorsun?
Hayseme: Sehl ve Mercâne’yi bana teslim etmenizden başka hiçbir şey…
‘Ukayl: Ne yapacaksınız onları?
Hayseme: Suçlarını itiraf edinceye ve tekrar bu suçu işlemeyinceye kadar
cezalandıracağız.
‘Ukayl: İşte bu mümkün değil.
Hayseme: Sen bilirsin o halde, gidiyorum. Artık beni değil kendini kına.
‘Ukayl: Beni tehdit mi ediyorsun?
Hayseme: İster iyilikle ister zorla olsun elim ikisine de ulaşacak. (der ve çıkar)
‘Ukayl: Bu iş seni aşar.
Kısa olmasına rağmen eserde kolaylıkla badiye halkının sosyal yaşamlarından kesitler
bulmak mümkündür. Koyunları otlatma işinin genellikle bayanlar tarafından yapılıyor olması
veya kabilelerin geçiminde hayvancılığın önemli bir yer tuttuğu olgusu bunlar arasındadır.
Piyeste fedakârlık, dürüstlük gibi başka erdemlerin de vurgulandığına değinmiştik.
Yukarıdaki diyalogdan sonra Mercâne ve Sehl, efendileri ‘Ukayl’ın yanına girerler ve suçsuz
oldukları halde kabilelerini olası bir savaştan korumak için suçu üstlenmek istediklerini
söylerler. ‘Ukayl bunu kabul etmez. Bunun üzerine aralarında şu diyalog geçer:
Mercâne: Efendim, şimdi girebilir miyiz?
‘Ukayl: Gir Mercâne. Sen de gir Sehl. Duydunuz mu, Hayseme ne dedi?
Sehl: Evet duyduk efendim. Savaşmakla tehdit ediyor.
Mercâne: İzin ver efendim, şalı biz aldık diye itirafta bulunalım, o da bunu istiyor…
‘Ukayl: Hayır, asla istediğini vermeyeceğiz.
Mercâne: Kabileleriniz arasında tekrar savaş çıkması pahasına da mı?
‘Ukayl: İsterlerse savaş yeniden başlar.
Yine burada küçük bir mesele yüzünden kabilelerin nasıl savaşa sürüklendiklerinin
yanında, kabilelerin kendi üyelerini koruma ve sahiplenme noktasında neleri göze aldıklarının
da bir örneğini görmekteyiz. Bu durum da yine, eski Araplarda kabilecilik ruhunun ulaştığı
noktayı göstermesi bakımından dikkate değerdir.
Arap edebiyatında tarihî olaylar içeren diyaloglarda sürekli olarak kullanılan ‫( يا‬ey) gibi
nida (hitap-ünlem) edatlarının burada da varlığını büyük ölçüde hissettirdiği göze çarpmaktadır.
‘Alî Ahmed Bâkesîr’in tarihî ve dinî içerikli diğer eserlerinde de bunu görmek mümkündür.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 129-141
139
Sait Uylaş
Edip, beş kişi arasında cereyan eden tiyatroda, piyesin izleyici üzerinde etkisini artırmak
amacıyla sahneyi Hz. Âişe’nin bu olaya tanıklığını belirten bir diyalog ve bir beyitle kapatır.
Sehl: Müminlerin annesi Hz. Aişe’nin senden bu hikâyeyi dinlemekten bıkmadığı doğru
mu Mercâne?
Mercâne: Evet Sehl. Müminlerin annesi beni meclisinde her gördüğünde o olayın
anlatılmasını ister ve bittiğinde ise benimle birlikte şu beyti okur.
Ve şal günü, Rabbimizin harikalarından
Ve ancak odur kurtaran, beni küfür inancından.
SONUÇ
Arap edebiyatında modernleşmenin, batılılaşmanın yerleşmeye başladığı bir dönemde,
gelenek ve modernite çatışmasının edebî alanda da kutuplaşmaya sebep olduğu bir zaman
diliminde ‘Alî Ahmed Bâkesîr İslâm’ın en faal kültür merkezlerinden biri olan Mısır'a gelip
Arap edebiyatına birçok yeniliklerle katkıda bulunmuştur. Yemen doğumlu olan Bâkesîr'in batı
edebiyatı üzerine eğitim almasına rağmen İslâmî kültürle yetişmiş olması, elbette ki bu
çatışmada alacağı yeri anlaşılır kılmaktadır. Zira onun eserlerine bakıldığında yapısal anlamda
batı tarzının, tematik anlamda ise daha çok doğu kültürünün ön planda olduğu göze çarpar.
Firavunculuk, milliyetçilik gibi düşüncelerin edebî dünyada tezahür ettiği dönemlerde Bâkesîr
ümmetçi bir anlayışla İslam Birliği düşüncesini savunmaktadır.
‘Alî Ahmed Bâkesîr’in eserlerinde sadece edebî bir amaç gütmediği, eserlerinin konusu
ister tarihî ister dinî, ister sosyal içerikli, ister aşk gibi duygusal içerikli olsun, içinde bazen gizli
bazen açık birçok mesaj barındırdığı bir gerçektir. Çalışmamıza konu olan ve bu denli kısa
tutulan bir piyes içine edibin birkaç önermeyi sığdırabilmesi aslında bir başarıdır ve bu
düşünceyi teyit etmektedir. Pek tabii ki edibin siyasî düşüncelerinin bunda etkisi büyüktür.
KAYNAKLAR
‘ABDUH Bedevî,‘Alî Ahmed Bâkesîr, Havliyyâtu Kulliyeti’l-Âdâb, Câmi‘atu Kuveyt, Kuveyt,
1981.
‘ABDURRAHÎM el-Kettânî, ‘Abdulazîz Bağdâd, el-Mufîd fî Terâcimi’l-Udebâ’, I-II, 1993.
AHMET ES-Sa‘dunî, Edebu Bâkesîr el-Masrahî, el-Masrahu’s-siyâsî, Asyut, 1980.
ALGÜL, Hüseyin, “Gatafân (Benî Gatafân)”, İA (TDV), İstanbul 1996, XIII, 399-400
ASYA, Furkan, ‘Alî Ahmed Bâkesîr’in Vâ İslâmâ İsimli Romanının Çözümlemesi,
(Yayımlanmamış Y.L. Tezi), Atatürk Üniv. Edebiyat Fakültesi, Erzurum 2015.
CORCİ Zeydân, Târîhu Âdâbi’l-Luğati’l-‘Arabiyye, I-IV, Beyrut, 1996.
DURSUN, Davut, “Cemal Abdunnâsır”, İA (TDV), İstanbul 1993, VII, 296-301.
ER, RAHMİ, Modern Mısır Romanı, Ankara, 1997.
ERGÜL, Aysel, Çağdaş Mısır Tiyatrosu’nda Tevfîku’l-Hakîm ve Üç Entelektüel Tiyatrosu
(Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1995
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 129-141
140
‘Alî Ahmed Bâkesîr ve Şal Günü Adlı Piyesinin Tematik Açıdan İncelenmesi
FARUQ Al-Kamali, Commemorating the Life of Bakathir, Yemen Times,
http://www.bakatheer.com/english/Culture%20Page%20-%20Issue%2047%20%20Yemen%20Times.htm (E.T. 28.03.2016)
KABAKLI, Ahmet, Türk Edebiyatı, I-V, İstanbul, 2002.
KARAALİOĞLU, Seyit Kemal, Edebiyat Sözlüğü, İstanbul, 1978.
MUHAMMED Kurd ‘Alî, el-Mu‘âsirûn, Dımaşk, 1980.
MUHTÂRÂT mine’ş-Şi‘ri’l-‘Arabî fî’l-Karni’l-‘Işrîn, Komisyon, I-V, Kuveyt, 2001.
REDHOUSE Sözlüğü, “Blank” mad., Komisyon, İstanbul, 1991, s. 95.
SAVRAN, Ahmet, 19. Yüzyıl Osmanlı Döneminde Yeni Arap Edebiyatı, Erzurum, 1991.
ŞEVKÎ Dayf, el-Edebu’l-Arabiyyu’l-Mu‘âsır fî Mısr, Kahire, tsz.
TOMİCHE, Nada, La Littérature Arabe Contemporaine, Paris, 1993
‘UMER ED-Desûkî, Fi’l-Edebi’l-Hadîs, I-II, Kahire, 1973
‘UMER Rıdâ Kehhâle, Mu‘cemu’l-Muellifîn, I-XV, Beyrut, tsz.
UYLAŞ, Sait, ‘Alî Ahmed Bâkesîr ve Kabul Edilen Duâ, Atatürk Üniv. Fen-Edebiyat Fakültesi
Yayınları, Erzurum 2002.
ÜRÜN, Ahmet Kâzım, Çağdaş Mısır Romanında Necîb Mahfûz ve Toplumcu Gerçekçi
Romanları (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1994
YÛSUF Es‘ad Dâğır, Mesâdiru’d-Dırâseti’l-Edebiyye, I-V, Beyrut, 1972
EZ-ZEYYÂT (Ahmed Hasan), Târîhu’l-Edebi’l-‘Arabî, Kahire, tsz.
ZİRİKLİ (Hayreddîn), el-A‘lâm, I-XII, Beyrut, tsz.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 129-141
141