Anayurt Oteli

Transkript

Anayurt Oteli
ANAYURT OTELİ
Y usuf A tılgan, 1921'd e M anisa'da doğdu. Manisa Ortaokulu'nu
(1936), Balıkesir Lisesi'ni (1939) ve ikinci sınıftan sonra askeri öğ­
renci olarak devam ettiği İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebi­
yatı B ölüm ü'nü bitirdi (1944); A. N ihat Tarlan yönetiminde hazırla­
dığı bitirm e tezinin k o n u su 'T okatlı Kâni: Sanat, Şahsiyet ve Psiko­
loji" idi. O dönem d e A kşehir'de bulunan Maltepe Askeri Lisesi'nde
bir yıl edebiyat öğretm enliği yaptı (1945). 1946'da Manisa'nın Hacırahm anlı köyüne yerleşti ve b u ra d a çiftçilikle uğraştı. 1976'da İs­
tanbul'a d ö n d ü ; 1980'den sonra Milliyet (daha sonra Karacan) Yaym ları'n d a danışm an lık ve çevirm enlik, kısa bir süre de Can Yayın­
la n 'n d a redaktörlük yaptı. Ü zerinde çalıştığı Canistan adlı romanını
tam am layam adan k alp krizi sonucu M oda'daki evinde öldü (9
Ekim 1989).
Aylak Adam v e A nayurt Oteli ad lı ro m an lan n d a psikolojik yabancı­
laşm a ve yalnızlık tem asım b a şa n y la işleyen bir yazar olarak ta­
n ın d ı v e m o d e m T ü rk ed eb iy atın ın ö n d e gelen ustaları arasında
y er aldı. A nayurt Oteli 1987'de Ö m er K avur tarafından aynı adla
sinem aya aktarıldı. 1955'te Tercüman gazetesinin öykü yanşmasında "E vdeki" ö y k ü sü y le (N ev zat Ç orum adıyla) birincilik, "Kü­
m esin Ö tesi" ö y k ü sü y le (Ziya A tılgan adıyla) dokuzunculuk ka­
zandı. Aylak Adam ro m an ıy la 1957- 58 Yunus N adi Roman Armağ a n ı'n d a İkincilik ö d ü lü ald ı. Ö lü m ü n ü n ardından Yusuf Atılgan a
Armağan (1992) adlı b ir k ita p y ayım landı.
K itap ları:
R om an: Aylak Adam (1959), A n a yu rt Oteli (1973), Canistan (2000).
Ö y k ü : Bodur Minareden ö te (1960), Eylemci (Bütün Öyküleri;
1992). Ç ocuk K itab ı: Ekmek Elden Süt Mettıeden (1981). Çeviri:
Toplumda Sanat (K. B aynes; 1980).
Yusuf Atılgan'ın
YKY'deki öteki kitapları:
Aylak Adam (roman, 2000)
Bütün Ö yküleri (öykü, 2000)
Canistan (roman, 2000)
YUSUF ATILGAN
Anayurt Oteli
ROM AN
Yapı Kredi Yayınlan - 1395
Edebiyat - 376
A nayurt Oteli / Yusuf Atılgan
Kitap Editörü: Pelin Özer
Düzelti: Alev Özgüner
G enel Tasanın: Faruk Ulay
Kapak Tasannu: N ahide Dikel
Baskı: Şefik Matbaası
M arm ara Sanayi Sitesi M Blok No: 291 İkitelli/İstanbul
1. Baskı: Bilgi Yayınlan, Ankara, 1973
2. Baskı: Bilgi Yayınlan, Ankara, 1974
3. Baskı: İletişim Yayıncılık, İstanbul, 1987
4. Baskı: İletişim Yayıncılık, İstanbul, 1989
YKY'de 1. Baskı: İstanbul, Ekim 2000
6. Baskı: İstanbul, Ekim 2004
ISBN 975-08-0066-4
Yapı Kredi K ültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. 2000
Yapı Kredi K ültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.
Yapı Kredi K ültür Merkezi
İstiklal C addesi No. 285 Beyoğlu 34433 İstanbul
Telefon: (0 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (0 212) 293 07 23
h tt p :// w ww.yapikrediyayinlari.com
e-posta: ykkultur@ ykykultur.com.tr
İnternet satış adresi: http://yky.estore.com .tr
www.teleweb.com .tr
ANAYURT OTELİ
İstasyona yakın A nayurt otelinin kâtibi Zebercet üç gün
önce perşem be gecesi gecikm eli A nkara treniyle gelen kadının
o gece kaldığı odaya girdi, kapıyı kilitledi, anahtarı cebine koy­
du. Işık yanıyordu. Sırtını kapıya d ayayıp çevresine baktı. Ka­
dının bıraktığı gibi d u ru y o rd u her şey: yatağın ayakucuna doğ­
ru atılmış yorgan, kırışık yatak çarşafı, terlikler, sandalye, b aşu ­
cu m asasındaki gece lam bası, bakır k üllükte b itm ed en sö n d ü ­
rülm üş iki sigara, tepside çaydanlık, süzgü, çay bardağı, kaşık,
küçük bir tabakta beş şeker (altı şeker k o y m u ştu o gece bir çay
içebilir m iyim acaba dem işti odaya girince üçlük çaydanlıkta
dem lem işti çayı bir elinde tepsi kapıyı v u rm u ştu girin yatağın
kıyısında o tu ruyordu p a lto su n u çıkarm ış k ara kazağı iri yu v ar­
laklı güm üş kolyesi bakmıştı zah m et o ld u size sonra o köye na­
sıl gidileceğini sorm uştu öyleyse saat sekizde u y a n d ırın beni
lütfen olağan birşeym iş gibi n ü fu s k âğıdım yok dem işti... Ko­
kuyu ertesi sabah o gittikten sonra odaya girerken d u y d u ; ka­
pıyı çabucak kapadı; ışığı sö n d ü rm em işti giderken. K aryola de­
m irindeki havluya, yatağın ay akucuna atılm ış yorgana, kırışık
yatak çarşafına, terliklere, sandalyeye, b aşu cu m asasındaki ge­
ce lam basına, bakır küllükte b itm ed en sö n d ü rü lm ü ş iki sigara­
ya, tepsideki çaydanlığa, süzgüye, çay bard ağ ın a, tabaktaki şe­
kerlere baktı, saydı: "Tek şekerli içiyor çayı." A m a o kok u yok­
tu; belki d ü n gece de yoktu; oysa k ad ın [o sabah küçük deri va­
lizini yere bırakıp çantasını açarken n e k a d ar borcum diye sor­
m uştu üstü kalsın y ü z ü k sü z d ü elleri çok teşekkür çay için de
valizini aldı gitti] gideli kapısı h e p kapalıydı, kilitli, an ahtarı ce­
binde; yalnız b ü tü n g ü n bekledikten, dışarıdakiler d ö ndükten,
sokak kapısını kilitleyip dem irledikten sonra geceyarısı [çalın­
m ıştı kapı g idip açm ıştı p a lto su n u n önü açık valizi elinde çan­
tası om zuna asılı o d a n ız v ar m ı y ü rü m ü ş anahtarı alm ıştı askı-
dan] salonun ışığını sö n d ü rü p odaya g iriyordu üç gecedir),
karyola dem irinde kadının u n u ttu ğ u havlu, sırm a püsk ü llü
vişneçürüğü perde, lavabonun ü stü n d e du v ara asılı iki ucu çi­
çekli değirm i ayna (da gö rd ü kadının gittiği sabah y ü z ü n ü her
şey aşağıya çekikti y üzünde; kaşlarının uçları, ağzının iki kı /ısı,
burnu. U zun süre baktı; oysa haftada üç kere tıraş da olurdu.
Küçük, dö rt köşe bıyığı. K adının baktığı işte b u y ü z d ü o gece
[çay tepsisini bırakıp çıktıktan, d ış kapıyı bir d a h a kilitleyip d e ­
m irledikten sonra çalar saati her sabah altıda uyan d ığ ı h ald e al­
tıya ku rd u ; ışığı sö n d ü rd ü ; saat elinde kapının ö n ü n d e n geçip
m uşam ba kaplı m erdivenleri gıcırdatm adan çıkarak tavanarasındaki iki o danın biri «ortalıkçı kadının odası; ter kokar. Çok
u y u r kadın, erk en d en yatar. Sabahlan sarsa sarsa kaldırır. Ç oğu
geceler bu o daya girer, kadının yanına uzanırdı. Ç ıkarırken uy­
k u su b ozulm asın diye d o n su z yatar, bacaklarını d a biraz ara­
lardı kadın. O kşarken, ü stü n d ey k en bile uyanm azdı. Kimi za­
m an m em esini ısırırdı; 'of köpek' ya d a 'h o şt k öpek' derd i u y ­
k u su n d a . Ü stü n d e n inince b ir m endille silerdi k adının orasını>
ne, kendi odasına girdi; saati başucuna k oyup so y u n d u , yattı.
A z so n ra c a d d e d en geçen bir arabanın titrettiği y atağında d o ğ ­
ruldu: ay aklarını yıkam ayı u n u tm u ştu . H er gece yatm ad an
ayak ların ı yıkardı. Kalktı, ayaklarını yıkayıp d ö n d ü ; b ir süre
y atağın kıyısında o tu rd u . "K ilitlem ediyse kapısını, biri açarsa
yanlışlıkla." G iyindi, çıktı. M erdivenleri gıcırd atm ad an indi,
k a d ın ın kapısı ö n ü n d e d u rd u . A n ah tar deliği karanlıktı; solu­
ğ u n u tu tu p d in led i, yüreği çarpıyordu. Yuvarlak, kaygan tu ta ­
m ağı y av aş yavaş, d u ra d u ra sağa d o ğ ru çevirdi, om zuyla yok­
ladı kapıyı: kilitliydi. S oluğu d üzeldi. T utam ağı gene yavaş ya­
vaş, d u ra d u ra sola d o ğ ru çevirdi, bıraktı. M erdivenleri ağır
ağ ır çıktı; ortalıkçı k ad ın ın odasına girdi, ışığı yaktı. Yorgan kı­
p ırtısızdı; beriki u c u n d a iri ayakları d ışard ay d ı, tabanları k a ­
ram sı. Işığı s ö n d ü rü p çıktı, kapıyı kapadı. O d asın a g irip so y u n ­
m a d a n y atağa uzandı; b ü tü n gece, u y u m a d a n , saat çalm ayabi
lirdi, u y u y a k alırd ı belki] ve o sabah. Sekize d o ğ ru çay su y u n u
ispirto ocağına ko y d u . Tam sek izd e kapıya y ak laştığ ın d a d u r ­
d u , b iraz d a h a u y u ttu ; kapıyı v u rd u . 'E vet, k a lk ıy o ru m .' Çayı
dem ledi. B oyunbağının d ü ğ ü m ü n ü d ü z eltti, k o ltu ğ u n a o tu rd u .
Ö n ü n d e kolin kayıt defteri d u ru y o rd u . A dını soram azdı artık,
gidiyordu. O d a n ın kapısını çekip k apam ış yaklaşıyordu: kara
saçları, ö n ü açık kahverengi paltosu, d u m a n karası çorapları,
kısa to p u k lu ayakkabıları. K üçük deri valizini yere b ırak ıp çan­
tasını açarken 'N e k a d a r bo rcu m ?' diye sorm uştu. 'Ü stü kalsın.'
Y ü zü k sü zd ü elleri, u z u n tırn a k ları açık pem be. 'Ç ok teşekkür;
çay için de.' Valizini alm ış gitm işti. K adın dış k a p ıd a n çıkınca o
ad am girm işti, elinde k ü çü k d e ri valizi. K em iksiz gibiydi y üzü.
'O d a n ız var m ı?' 'E vet.' 'İyice b ir o d a olsu n lütfen. Şu g id en ka­
d ının kaldığı odayı...' 'O d a sın ı b ırak m ad ı efendim , kalacak d a ­
ha.' 'Peki, başkası o lsu n .' C e b in d e n n ü fu s k âğıdım çıkarıp d e f­
terin ü stü n e koydu. 'İşiniz?' 'E m ekli su b a y y azın.' A sk ıd an
anahtarı alıp uzattı: 'iki n u m a ra , ikinci katta, m erd iv en i çıkınca
solda.' Üç g ü n d ü r öğle so n la n , geceleri salo n u n köşesinde o tu ­
ru p gazete, k ita p o k u y o rd u a d am ; sigara içiyordu. K apının her
açılışında kısaca b a k ıy o rd u . G eceleri o n b ird en so n ra çık ıy o rd u
odasına. D ün gece k ü llü ğ ü d ö k ü p yan ın a b ırak tığ ın d a soracak
gibi olm uş, sorm am ıştı. Bu gece so rd u . G eç d ö n m ü ştü d ışa rı­
dan; geçerken ö n ü n d e d u rd u ; ra k ı k o k u y o rd u . Y üzüne baktı.
'Bıyığınız yak ışıy o rd u size.' A lay m ı e d iy o rd u ? Bu sa b a h tıraş
o lurken bıyığını k esem em işti. G ü lü m se d i. 'O k a d ın çıkm ıyor
m u o d a sın d an ? ' 'H a n g i k a d ın ? ' 'Ş u b enim geldiğim sab ah , c u ­
m a sabahı k apıda...' 'O m u? G itti efendim , d ü n sa b a h .' 'G itti
m i? N ereye?' 'Söylem edi; b ilm iy o ru m .'), a y n an ın sa ğ ın d ak i as­
kıda otelin h a v lu su , ta v a n d a k u rş u n b o ru n u n u c u n d a k i abajur,
sağ d u v a rın o rtasın d a k i k a lın çerçeveli resim : G eniş, sü slü bir
sedire uzanm ış, tü lle r içinde, iri kalçalı, iri m em eli b ir kadın; iki
y a n ın d a ellerinde y e lp a z e y arı çıplak iki zenci kız. 'Ç alım ına
bak şu söm ürgeci k a p a tm a sın ın ' d em işti Dişçi. E skiden b irg ü n
babası b itp a z a rın d a n a lıp g e tirm iş, b u ra y a asm ıştı. 'O ğ lu m Z e­
bercet, b e n ölünce o lu r o lm a z k im selere v erm ezsin b u odayı.
Bir o teld e böyle b ir o d a g e rek .' Sırtını k a p ıd a n çekip y ü rü d ü ,
resm in ö n ü n d e d u rd u ; b ir sü re baktı. D ö n ü p ayn ay a y ak laştı­
ğın d a o a d a m ın kald ığ ı ü stte k i o d a d a n tık ırtılar g e liyordu. D in­
ledi: tah ta gıcırtısı, su sesi. "Y ü zü n ü yıkıyor olm alı. K u stu
m u?" Sesler kesildi. A ynaya baktı: bıyığı yerin d ey d i; am a b u r­
n u b ira z y u k arı k alk m ış gibiydi. G eri d ö n ü p yatağa d o ğ ru y ü ­
rü d ü , b aşucu m asasının y a n ın d a d u rd u . Yastık ö rtü s ü n d e k a ­
ram sı lekeler vardı. N e y a p m a y a g itm işti o köye? Bir kesiklik
d u y d u dizlerin d e; karyola d e m irin e tu tu n u rk e n elini çekti; yü
rü d ü . İşığı sö n d ü rm e d e n k a p ıy ı açtı, çıkıp kilitledi. M e rd iv en
leri çıkarken ikinci k attak i iki y atak lı o d a d a b ir a d a m h o rlu y o rd u . Ü çüncü katta so fan ın ışığını sö n d ü rd ü ; 6 n u m a ra n ın kapısı
ö n ü n d e d u rd u , içeriyi d in le d i; ses y o k tu . T avanarasm a çıktığın­
d a k a rşıd a, y e rd e b ir çift g ö z p a rlıy o rd u : otelin k e d isiy d i bu.
Kasaba:
Ya d a kent. D o ğ u d a n gelin iy o rsa, g ü n d ü z se , tren y a v aşla ­
d ığ ın d a k a rşısm d ak iy le k o n u şa n ya da g a ze te o k u y a n biri n ere­
y e g e ld ik lerin i g ö rm e k için b a şın ı sola ç ev ird iğ in d e b ird e n ü r ­
p erir: y arı b e lin d e n so n ra y ü k se len d im d ik k ay alarıy la koskoca
b ir d a ğ tren in ü s tü n e d e v riliy o r gibidir. K asaba (ya d a ken t) m i­
nareleri, ağaçlı, geniş so k a k larıy la b u d a ğ ın e te ğ in d e yayılır.
(G eniş sok ak ları, p a rk la rı, a rsala rı o lu ş u n u n n e d en i 'Y angm 'dır.
1922 yılı E ylül ayı b a şla rın d a Y unanlılar g id e ra y a k b u ra y ı y a k ­
tılar. Yaşlı a d a m la r 'H e r m a h a lle d e n eli silâhlı b ir tek e rk e k çık­
sa y d ı y a n m a z d ı b u ra s ı' derler. Ç o ğ u d a ğ a kaçtı; b ü tü n g ü n b ü ­
tü n gece a şa ğ ıd a k i b ü y ü k y a n g ın ı sey retti.) Ö n ü n d e , k u z e y in d e
yeşilli sarılı b ir ova u z a n ır; b u o v a d a n y a z ın a ğ ır ağır, d ö n e d ö ­
ne, kışın yayıla y ayıla, b u la n a b u la n a b ir ırm a k akar. Ü z ü m
b ağ ları, p a m u k , b u ğ d a y tarlala rı ve b ü y ü k k ö y ler v a rd ır o v a d a.
Otel:
İsta sy o n u n a rk a sın d a k i a la n d a n a n a c a d d e y e çıkan so k a ğ ın
k arşısın d a, e sk id en z en g in ru m la rın d a o tu r d u ğ u b ir se m tte o l­
d u ğ u için y a n m a d a n k a lm ış y a p ıla rd a n biri, ü ç katlı b ir e şraf
konağı. (K eçecilerin R ü stem Bey Y a n g ın 'd a n b ir sü re s o n ra Izm i/ e yerleşince e sk id e n n ü fu s k â tib i o la n A h m e t E fe n d i'n in ü stelem esiyle konağı otel y a p tı. Z a m a n la h e r k a ta a y a k y o lu , o d a ­
lara lavabo yapıldı; sa lo n u n , so fa la rın , o d a la rın ta h ta tab a n la rı,
m e rd iv e n le r k a lın m u şa m b a y la k a p la n d ı. Y ıldan yıla o k asab a
oteli k o k u su d a sin in ce için e esk i k o n a k b ir o tel o ld u . R üstem
B e / i n a n la ttığ ın a g ö re k o n a ğ ı geçen y ü z y ıld a d e d e s i Keçeci
Z a d e M alik A ğa y a p tırm ış . K apı k e m e rin d e , şim d i otel lev h ası­
nın a ltın d a k a la n , a k m e rm e r ü s tü n e k a b a rtm a b ir y azı varm ış.
O z a m a n la r k a sa b a n ın ileri g e le n le rin in d o ğ a n ç o cu k ları, ölen
y a k ın la rı için ta rih le r d ü ş ü r ü p b irk aç k u r u ş k a z a n a n b ir yerli
ozan, k o n a k y a p ıld ığ ın d a 'e b c e d 'le b irşe y le r u y d u r a m a d ığ ın ­
d a n olacak, ö lçü sü n e a ru z a n e h e c e y e u y a n tu h a f b ir ta rih y a z ­
mış:
Bir iki iki d e lik
K eçeci Z a d e M alik
A ra p ra k a m la rıy la "bir, iki, iki delik" b in ik i y ü z elli b e ş e d i­
yor; şim d ik i ta rih le b in se k iz y ü z o tu z d o k u z .) C a d d e y e b a k a n
y ü z ü aşı b oyalı. U ç m e rm e r b a s a m a k la ç ık ıla n d ış k a p ı iki k a ­
natlı, y a rıd a n y u k a rıs ı cam lı, d e m ir p a rm a k lık lı, k a p ın ın iki y a ­
n ın d a k i iki b ü y ü k p e n c e re d e p a rm a k lık lı; ö te k i k a tla rın p e n ce ­
re le rin d e p a rm a k lık y o k . K a p ın ın ü s tü n d e k i k e m e rd e k o y u y e ­
şil ü s tü n e a k y a zılı b ü y ü k te n e k e lev h a : A N A Y U R T OTELİ.
(D ü şm a n e lin d e y k e n b e lirli b ir d ire n m e g ö s te rm e m iş k a sa b a ya
d a k e n tle rd e k u r tu lu ş u n ilk y ılla rın d a k i u ta n ç lı y u rtse v e rlik
c o ş k u s u n u n e tk isi b e lk i.) K a p ıd a n g irin c e k a rş ıd a ik in c i k a ta çı­
k a n o y m alı ta h ta k o rk u lu k tu m e rd iv e n , s o ld a s a n d ık odası-k iler-çay ocağı o la ra k k u lla n ıla n k ü ç ü k b ir o d a . (E sk id e n te k y a ­
tak lı o d a la rd a n b iri d e b u y d u . G e cik m eli A n k a ra tre n iy le g elen
k a d ın ın g ittiğ i k ö y d e n R ü ste m B e y 'in b ir ta n ıd ığ ın ın Z eberc e t'le y a şıt o ğ lu o rta o k u ld a , lis e d e o k u rk e n k ışla rı b u o d a d a k a ­
lırdı. S o n ra ları, Z e b e rc e t a sk e rd e y k e n b a b a s ı in d i b u ra y a . G er­
ç ek ten d e o tel k â tib i için e n u y g u n o d a b u ra s ı; a m a b a b ası Ölün­
ce Z eb e rce t b u ra y a g e çm ed i; b ir z a m a n la r b o ş k a ld ık ç a k iralık
k ita p o k u d u ğ u , lise a v lu s u n d a b e d e n e ğ itim i y a p a n k ızla rı d ü ­
ş ü n ü p a b a z a ç ek tiğ i e sk i o d a s ın d a k a ld ı.) B u n u n la m e rd iv e n al­
tı a ra s ın d a y a rım a y b içim i, tek b a sa m a k lı y ü k s e k m a sa v e b ir
k o ltu k . (U z ak ilç e le rin b irin d e n b ir siy a sa l p a rtin in yıllık to p ­
la n tıla rın a g e ld iğ in d e b ir-ik i gece o te ld e k a la n iriy a rı, k o n u ş k a n
dişçi buna "Z ebercet E fen d i'n in k ü rsü s ü " der.) B u n u n y a n ın d a
d a r-u z u n b ir m asad a d u v a ra d a y alı d e m ir kasa. M e rd iv e n a l­
tında avluy a açılan cam lı kapı; sa lo n d a d ö rt k ö şe iki alça’ m a ­
sa, çevrelerinde kara m eşin k a p lı d ö rd e r k o ltuk; ta v a n d a n sa r­
kan k u rşu n b o ru ların u c u n d a iki ab ajur; sağ d u v a rd a M ustafa
Kem al P a şa 'n ın b ir boy resm i asılı; m erd iv en e ç ık m a d a n sa ğ d a
b ü y ü k bir kapı; ü stü n d e T yazılı. K apılar, d u v a rla r fildişi y a ğ ­
lıboya. Dış k a p ın ın sa ğ ın d ak i d u v a rd a d ik d ö rtg e n b ir k a rto n
asılı: Kapı gece '12'de kapanır. İkinci kata çıkınca so ld a tek yataklı
v e üç y ataklı iki o d a , sa ğ d a a y ak y o lu , iki ve üç y atak lı iki oda.
Ü çüncü k a t aynı. Üç k a tın m erd iv e n d ö n e m e çle rin d e a v lu y a
b a k an ü ç pencere. T av a n ara sın d a sa ğ d a b an y o , m u tfa k , so ld a
eğri tav an lı iki oda. K üçük p en cereleri y a n d ak i y a p ın ın d a m ın a
bakıyor. O telin a rk a sın d a y ü k se k taş d u v a rla rla çevrili a v lu n u n
sol d u v a rı b o y u n c a u z a n a n b ir su n d u rm a var. O rtalık çı k a d ın
h a fta d a b ir ç am a şır y ık ar b u rd a ; yağışlı h a v a la rd a b o y d a n boya
gerili iki k a lın ip e se rer çarşafları, çam aşırları. P a slan m ış, k a ra r­
m ış b ü y ü k d e m ir k a p ı a rk a so k ağ a açılıyor. S ağda, d u v a r kıy ı­
sın d a ahır, arabacı, u şa k o d a la rı var. (İstasyon a la n ın d a n otele
ç ıkan so k a ğ ın b a şın d a b ir çam ağacının g ö v d e sin e te n e k e d e n
kesilm iş, k o y u yeşil ü stü n e a k h a rfle rle OTEL y a zılm ış ok biçi­
m i b ir g ö ste rg e çakılı, a m a y ılla r so n ra çiv ilerd en biri ç ü rü y ü p
k o p u n c a o k u n u c u a şa ğ ıy a d ö n m ü ş to p rağ ı gösteriy o r, otelin
y e ra ltın d a o ld u ğ u san ısın ı v e riy o r insana.)
Zebercet:
O rta b o y lu d e n em ez ; k ısa d a değil. A sk erliğ in d e k i ö lçü le re
g ö re b o y u b ir a ltm ış iki, k ilo su elli d ö rt. Ş im d ile rd e, o tu z ü ç y a ­
şın d a , g e n e d o n -g ö m le k k a n ta ra çıksa elli altı y a d a elli y e d i k i­
lo y u bulur. İki y ıld ır k a rın k a sla rı g e v şe m e y e b a şlad ı. Başı be­
d e n in e göre b ü y ü k ç e, aln ı g en iş; saçları, k aşları, g ö z le ri, b ıyığı
k o y u k ah v eren g i; y ü z ü k u ru , b ira z a şa ğ ıy a çekik a m a g ecik m e ­
li A n k ara tren iy le g e le n k a d ın ın g ittiğ i sa b a h a y n a y a b a k tığ ın ­
d a g ö rd ü ğ ü k a d a r değil. Elleri k ü ç ü k , tırn a k la rı kısa; o m u z la rı,
g ö ğ sü dar. Yedi ay lık d o ğ m u ş. 1930 yılı K a sım ın ın 2 8 'in d e a k ş a ­
m a d o ğ r u a ğ rıla rı tu tm u ş a n asın ın . Ö n c e b ira z beklem iş; b a k ­
m ış o lac ak gibi d e ğ il, b a şın ı ö r tü p a şağ ıy a in m iş, m erd iv e n b a ­
ş ın d a n b a ğ ırm ış: "Ebeye k o ş A h m e t Efendi." E v in d e y m iş ebe,
ç ab u k gelm işler; sa ğ d a k i o d a n ın y a ta ğ ın a y atırm ışlar. 'V aktim e
iki a y v ar; g e n e m i d ü şe c e k ebanım ?" d e m iş anası. 'Ç ık d a su
ısıt s e n ' d e m iş eb e b a b asın a . 'D ış k a p ıy ı k ilitled im . S u y u k o y ­
d u m . Isın ırk e n iki k e re m i n e b a ğ ırd ı. K ap ı a ra la n d ı, s u y u istedi
ebe, "B ir o ğ lu n v a r" d e d i. A z so n ra o d a y a çağırdı. Belem iş, avc u n a a lm ış, el k a d a r birşey. " P a m u ğ a sa rıp inci k u tu s u n a y a tırı­
lır b u ; Z eb e rce t k o y u n a d ın ı" d e d i. H e m e n k u la ğ ın a e ğ ild im ../
B öylece b u p e k ra s tla n m a y a n a d k o n m u ş çocuğa. O gece o teld e
ilçelerin b irin d e n b ir y a k ın la rın ın A ğ ırc e z a d a k i d u ru ş m a s ın a
g e lm iş d ö r t a d a m k a lıy o rm u ş; a k ş a m y e m e ğ in d e n d ö n ü n c e sı­
ra y la A h m e t E fe n d i'n in e lin i sık ıp 'Ö m r ü u z u n o ls u n ' dem işler.
B u y e d i a y lık d o ğ u ş a n a s ın ın , b a b a s ın ın sa ğ lığ ın d a a ra sıra
b a şın a kak ıîırd ı:
1. Sabah. O k u la g id ec ek . S a lo n a iner. B abası o z a m a n la r sa ­
lo n d a y a k ıla n k ö m ü r so b a sın ın k ü l ü n ü b o şa ltıy o r.
Z ebercet: B aba, y irm i b e ş k u r u ş v e rir m isin?
B abası: N e O lacak?
Z ebercet: D e fter alıcam .
B abası k ü re k te k i k ü lü k o v a y a d ö k e r; k ü re ğ i g e n e so b a n ın
d e liğ in e sokar.
Z eb ercet: H a d i b a b a , geç k a ld ım .
B abası: P a tla m a o ğ lu m ; ş u k ü lü a la y ım . A n a n ın k a rn ın d a
y e d i a y n a sıl d u r d u n ?
2. Ö ğ le y in o k u ld a n d ö n m ü ş tü r. Y ukarı çıkar. A nası m u tfa k ­
ta b ir ta b a ğ a m a ru l d o ğ ru y o r. T en cere g a z o c ağ ın d a.
Z eb ercet: K a rn ım acıktı.
A nası: Ş im d i p iş e r y e m e k , sa b re t b ira z . N e oğlan! K a m ım ­
d a b ile sa b re d e m e d i d o k u z ay.
(Bu d o ğ u m d a g e rç e k te n sa b ırsız lık d iy e b irşe y v a rsa sa b ır­
sız lık e d e n in a n a k a r n ın d a k i d ö lü t o ld u ğ u d ü şü n ü le c e ğ i gibi
a n a s ı o ld u ğ u d a d ü ş ü n ü le b ilir. İkinci o lasılık d a h a akla y a k ın ­
dır. A n a k a r n ın d a k i d ö lü tte n d o ğ m u ş -b ü y ü m ü ş b ir in sa n d a v ­
ra n ış ı b e k le m e k sa ç m a d ır; a m a ile rle m iş y a şta, k ırk d ö rt y a şın ­
d a g e b e k a la n b ir k a d ın b ö y le b ir sa b ırsızlığ a k ap ılab ilir; ü stelik
bu kadın b u n d a n önce biri iki, biri iki b u ç u k , biri üç aylık üç ço­
cuk d ü şü rm ü şse. G en e de, h aksız d a olsa, b u su ç lam ala r Z eb e r­
cedi o lu m lu y ö n d e etkiledi: B ü y ü d ü k ç e sabırlı, ağ ırb aşlı b ir in ­
san oldu.)
İlkoku lu b itird iğ i y a z sü n n e t o ldu. G ene o y a z anası öldü.
O rtao k u la g ö n d e rm e d i babası; ask e re g id in cey e d e ğ in sekiz yıl
b irlikte çekip ç e v ird ile r oteli. A skerliğini b itirip g e ld ik te n iki ay
so n ra ö ld ü b abası; otel b a şk a ellere d ü şm e sin d iy e o n u n d ö n ü ­
şü n ü b e k le y ip d e Ö lm üştü sanki. A ltm ış ü ç y a şın d ay d ı. Bir ilk­
y az sab ah ı y a rım a y biçim i y ü k se k m a sa n ın a rk a sın d a k i k o ltu k ­
ta o tu ru rk e n ö ld ü . Ö lü k a ld ırıcıla r b u lu n d u . A v lu d a yıkadılar.
G ö m ü ld ü k te n s o n ra im a m n in esin in a d ın ı so rd u . B ilm iyordu.
A şağ ıd a ya d a y u k a rıd a b ir karışık lık o lm a sın d iy e u y d u rm a
b ir a d v e rm e d i. B aşını e ğ d i, k ızard ı. "Z arar y o k o ğ lu m , h e p im i­
z in a n a sı bir' d e d i im am .
O a k şa m telg rafı a la n R ü stem Bey ertesi sa b a h geldi. Baş
sa ğ lığ ı d ile d i, b irik m iş h esab ı ald ı, g id e rk e n "Otel san a teslim ;
b ir d e k a d ın al buray a" d e d i. Z ebercet so rd u : "N inem in ad ın ı
h iç d u y d u n u z m u b a b am d an ?" "D uym adım . N ü fu s u n a b a k sa ­
na." "K asaya, c e p le rin e bak tım ; n ü fu s k âğ ıd ı yok."
O rtaltkçt kadın:
S açları k u m ra l, g ö z le ri k o y u m avi. Y üzü u z u n , b u rn u n u n
u c u k alk ık , a ğ zı b ü y ü k ç e , b iraz dişlek, d u d a k la rı kalın. O rta
b o y lu , b a lık e tin d e ; b a ca k la rı a z eğri. O tu z beş y a şların d a. O n
yıl önce u z a k k ö y le rin b irin d e n d a y ısı o ld u ğ u n u söyleyen bir
a d a m g e tird i k a d ın ı, b o h çası k o ltu ğ u n d a . "Recep A ğ a söyledi,
k a d ın gerekm iş." A ylığına p a z a rlık ettiler, u y u ştu la r. K adını y u ­
k a rı g ö n d e rd i. A d a m a "O tur b ir ç ay içelim" d e d i. Ç a y içerken
a n la ttı a d a m . B abası, a n a sı ölm ü ş. Y anlarına a lm ışla r kızı. O n
y e d is in d e ev erm işler. G e rd e k gecesi sa b a h a karşı b o z u k çıktı d i­
y e g eri g ö n d e rm iş kocası. 'H e le sü rtü k , k im b o z d u sen i kız? Bilm iy o m d e r b u , sö y le m e z. D ö v d ü k falan , valla b ilm iy o m der. Ye­
te r herif, sö y ley ecek te n e o lu ca k d e d i y e n g e si.' Beş yıl so n ra
k o m şu k ö y lerin b irin d e n karısı ö lm ü ş ü ç ç o cu k lu b ir a d a m a
verm işler. Üç a y geçm em iş geri getirm iş adam , 'Çok uyuyor bu'
dem iş. 'U y u r evet, u y u r ya işi eyidir. Köy yerinde dul karıya ra­
h a t yok; h ele k ısır olursa. Evlisi bekârı bıyık burar; fırsat kollar
yezitler. R ecep A ğa söyledi geçen gün; getirdik işte. Eh, iznin
olu rsa ...' K alktı, y u k a rıy a bağırdı: 'G iz Zeeynep, gidiyom ben,
elim i ö p m iy cen m i zilli?' Ses yok. Başını salladı, 'Kaim sağlıcağlan ' d e d i, gitti. Z ebercet tav a n ara sın a çıktı, kadın yok. Katlan
a rad ı; 2 n u m a ra d a , boh çasın ı o d a n ın ortasına koym uş, yatağa
u z a n m ış u y u y o rd u . E rtesi sa b a h uyan d ırd ı. Otelin işine çabuk
alıştı. Başı b a ğ lıd ır hep ; y a ta k ları düzeltir, ortalık siler, toz alır,
g ü n a şırı y e m e k y a p ar, p a z a rla rı çam aşır yıkar, Zebercet'e ağa
der. Ç ok k o n u şm a z . İlk z a m a n la r b ir sabah m erdivenleri siler­
k en ü ç ü n c ü k a tta n in en yaşlı b ir kö y lü y e sordu; 'Sindelli'yi bilir
m in d a y ı? ' 'B ilm em m i hiç.' 'Ç alık Ali d a y ım o lur benim .' Dayısı
y ıld a b irk aç k e re gelir, b ir to rb a çökelek getirir, bir süre konuşur,
k a d ın ın b irik m iş p a ra sın ı alır gid erd i. 'D ayına vereyim m i para­
nı?' 'Ver ya, ver.' K u ru ş u k u ru şu n a h e sa p isterdi adam . 'Beş m et­
re p a z e n , d ik tirm esi, b ir y ü n hırk a...' 'Y ün hırka da neymiş, pa­
m u k lu s u n u g e tird iy d i y a k ö y d e n .' A ltı yıldır görünm üyor. (Gel­
d iğ in in h a fta sın d a b ir ö ğ le so n u sa lo n u siliyordu kadın. Zebercet
k o ltu ğ u n a o tu r m u ş g a ze te o k u y o rd u ; b ir ara baktı: Diz çöküp
eğilm iş, kalçaları, kıçı u z u n d o n u n u germ iş, kabarık; silerken,
d izle ri ü s tü n d e g e rilerk e n a ğ ır ağ ır kıpırdıyor, inip kalkıyor. Ba­
şını g a ze te y e çevirdi. A m a o g ü n d e n so n ra gündüzleri ortalıkta
d o la şa n , geceleri b itişik o d a d a y a ta n genç b ir dişiydi artık ka­
dın . Z ebercet y a tm a y a g id e rk e n k a d ın ın odası ö nünde duraksı­
yor, y a ta ğ ın d a d ö n e d ö n e g ü ç u y u y o rd u . Askerliğini yaptığı
u z a k k e n tin g e n e le v in d e k i o u z u n b o y lu k adını görüyordu düş­
lerin d e ; ikisi b irb irin e k a rışıy o rd u . Sabahları onu uyandırm ak
için g ird iğ i eğ ri ta v a n lı k ü ç ü k o d a d a ağ ır b ir koku olurdu. Pen­
cereyi açar, y a ta ğ ın y a n ın d a d u ru r, o m u zla rın d a n tu tu p sarsar­
k e n y a n lışlık la o lm u ş gibi m em e le rin i ellerdi. Bir gece yatm ış­
k e n k alk tı, b itişik o d a y a g ird i, ışığı yaktı. Sıcaktı, örtüsüz uyu­
y o rd u ; g ö m le ğ i sıyrılm ış. K apıyı k a p a d ı, yaklaştı. Düğm elerini
ç ö z d ü , m e m e le rin i a v u ç la rın a aldı; d o lg u n , gergin. Sarstı. Kadın
k ıp ırd a m a d ı; 'G e ld in m i d a y ı? ' d e d i u y k u su n d a . Bir daha sarstı;
'U y a n sa n a kız!' G ö z lerin i açıp d o ğ ru ld u : 'K alkıyom a ğ a / 'Kalk-
ma, öte git biraz.' Yatağın ötesine kayarken Z ebercet'in çıplak
göğsüne, kısa d o n u n u n önündeki kabarıklığa baktı; arkasını d ö ­
n ü p yattı. Yatağa girdi, sırtüstü çevirdi. K adın gözlerini kap dı.
D onunu güçlükle çıkardı, attı. Kılları gürdü. Ü stüne abanıp soluya inleye aldı. A z sonra d o ğ ru ld u ğ u n d a kadın u p u z u n yatı­
yordu. Eğilip dinledi: soluğu d ü z g ü n d ü .)
Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın:
Yirmi altı yaşlarında. U zunca boylu, göğüslü. Saçları, göz­
leri kara; kirpikleri u z u n , kaşları b iraz alınm ış. B urnu sivri, d u ­
dak ları ince. Y üzü gergin, esm er.
Em ekli subay olduğunu söyleyen adam:
O rta boylu, tıknaz. Saçları, oldukça kırarm ış. Yeşil gözlü,
g ü r kaşlı. Y üzü etli, d u d a k la rı ince. G eldiği sabah defterin ü stü ­
n e b ırak ıp öğleyin aldığı n ü fu s kâğıdına göre soyadı G örgün,
adı M ah m u t, baba adı A bdullah, ana adı Fatm a, d o ğ u m yeri
E rzincan, d o ğ u m yılı bin üç y ü z yirm i yedi.
Kedi:
Erkek. Kara. Z ebercet'in d ö n e m in d e ikinci kedi. Üç yıl ö n ­
ce babasıyla kasab ad ak i eski an ıtları g örm eye g eldiklerinde iki
gece o telde kalan, çan tasın d a h e p birkaç atkestanesi b u lu n an ,
u z u n boy lu bir genç kız a d ın ı K aram ık koym uştu; am a kim se
söylem iyor.
O dadaki iki havlu:
1.
O telin havlusu. A ynanın sa ğ ın d ak i askıda. U farak, d ü
yeşil. Bir köşesine ak iplikle b iraz çarpık b ir A, y u v a rla k b ir O
işlenm iş; a raların d a belli belirsiz b ir nokta. Bunları üç havlu ça­
lınd ık tan so n ra hırsızlığı önlem ek am acıyla Zebercet işledi. Ge­
ne de, bab asın ın d ö n e m in d e (otuz yılda) bir h av lu çalındığı
halde Z eb ercet'in d ö n e m in d e (on yılda) d o k u z havlu ile iki çift
terlik çalındı. Babası b u b ir tek olaya d a y a n a ra k genellikle in­
sanlara y a ğ ıp esm iş, tü m ü n ü hırsızlıkla suçlam ıştı. O ysa otelde
hırsızlığın artışın ın n e d en leri öfkeye k a p ılm ad a n düşünülebilir:
a) Son yıllarda ü lk e d e h ırsızla r çoğalm ış olabilir.
b) Son yıllarda d ü rü stlü k , n a m u s gibi d e ğ er yargılarına her
fırsatta b a şk a ld ırm ak tan h o şla n a n la r çoğalm ış olabilir.
c) B abasının dış g ö rü n ü ş ü n d e hırsızları y ıld ıran , kork u tan
bir h ava olabilir. (N e d en le rin e n ç ü rü ğ ü b u olsa gerek: E skiden
iki-üç ayda b ir İz m ir'd en otelin h e sa b ın ı alm a y a gelen R üstem
Bey, Z ebercet on altı y a şın d ay k e n , d a h a bıyığı bile yokken, bir
gelişinde saçlarını o k şa y ıp 'Şıp d e m iş b a b a sım n k in d e n d ü ş ­
m ü ş' ded iy d i.)
2.
A nkara tren iy le g elen k a d ın ın u n u ttu ğ u h av lu . K aryola
d em irin e atılm ış, yarısı y o rg a n ın ü stü n d e . K araları ince, sarıları
kırm ızıları kalın çizgili.
Pazartesi
U yandı. O d a alacakaranlıktı. N ü fu s k âtibiyken b ir ark ad aşı­
n ın iki altın b orcuna karşılık b a b asın a verdiği ağır O m ega cep sa­
atim b a şu c u n d ak i sa n d ığ ın ü s tü n d e n alıp pencereye tu ttu : altıya
çeyrek var. K u rd u , bıraktı. D o n u n u n ö n ü kabarıktı; sol eliyle bas­
tırdı. D o ğ ru lu p o tu rd u ; g öm leğini kokladı, y a ta k tan indi. Ayakyo lu n a g irm e d en gaz ocağına su koy d u . Ç ıkınca yıkandı; k u ru ­
landı, h av lu y a sarın ıp o d asın a d ö n d ü . S andıktan tem iz çam aşır
çıkardı, giyindi. D u v a ra asılı k ü ç ü k a y n ad a saçlarını taradı: bıyı­
ğı yerin d ey d i. Saati y eleğinin cebine k o y u p pencereyi açtı. Yata­
ğını d ü zeltti. Ç o rap larım , h a v lu y u banyoya bıraktı. O rtalıkçı ka­
d ın ın o d asın a girdi; p encereyi açtı, k adım uyandırdı.
A şağıya inince d ış k a p ın ın kol d em irin i indirdi; sol cebin­
d e n a n a h ta rı a lıp kilidi açtı. Y andaki o d a d a ikilik ç ay d an lık ta
su k a y n attı; çayını d e m le d i. Bir tep siy e k ahvaltısını hazırladı.
Yediye d o ğ ru m asasın d a k a h v altı e d iy o rd u . Tek şekerle içerdi
çayı. Y ukarıdan tıkırtılar, gıcırtılar g eliy o rd u . O rta yaşlı, p o s b ı­
yıklı bir köylü in d i m e rd iv e n d e n . D ü n a k şa m so rm u ştu ; o köy
d e n değildi.
— Bereketli olsu n
— B uyurun.
— Sağolasın. B orcum uz?
A d a m p a ray ı v e rd i, gitti. İstek siz y iy o rd u ; b ir çay d a h a içip
tepsiyi kald ırd ı. D işlerini fırçalad ı, y e rin e d ö n d ü . Bir sigara
yaktı. Uç g ü n d ü r d u m a n ı içine ç ek m ed e n sig a ra içiy o rd u ara
sıra. C u m a g ü n ü d e içm iş m iy d i? B ulanık b ir g ü n d ü cu m a g ü ­
nü. Ö ğ le d en so n ra em ekli su b a y o ld u ğ u n u sö y ley en a d a m ga­
z etele rin i o k u rk e n Z eb e rce t u y u y a k a lm ış tı b ir süre. M asaya v u ­
ru lu n c a u y a n m ış b a şın ı k a ld ırm ıştı: G enç b ir k a d ın la b ir erk ek
d u ru y o rd u k a rşısın d a; g ü lü m s ü y o rla rd ı. H o rla m ış m ıy d ı y o k ­
sa? Salı g ü n ü g e le n karık o ca ö ğ re tm e n le rd i b u n la r; liseye a ta n ­
m ışlar; ev b u lu n c a y a d e k o te ld e kalacak ların ı söylem işlerdi.
'H a sta m ısın ız ?' 'H a y ır, b a şım a ğ rıd ı b iraz .'
S ig a rasın ı k ü llü ğ e b ıra k tı; ö n ü n d e k i k a lın de fte ri açtı. O ge­
ce o te ld e k a la n la rın a d la rın ı d ü n k ü fişe b a k a b a k a d eftere y a z ­
dı. Yazısı işlek d e ğ ild i a m a o k u n a k lıy d ı. H e r sa y fad a l 'd e n 9'a
n u m a ra lı, o d a d a k i y a ta k sa y ısın a g ö re b ö lü n m ü ş iki g ü n lü k yer
v a rd ı. P e rşe m b e 'y e d ö n d ü . O n iki kişi y a zılıy d ı; gecikm eli A n ­
k a ra tren iy le g e le n k a d ın ın k a ld ığ ı o d a b o ş g ö rü n ü y o rd u . Bu
o d a y ı y ıld a b irk aç k işiy e v e rd iğ in e , ayrıca h e r sa b a h to p la n a n
p a ra la rı e la y ak ç e k ild ik te n s o n ra ç ek m ec e d en alıp d e m ir k a sa ­
ya k o y a rk e n o telin h e s a b ın d a n k e n d i h e sa b ın a a k ta rd ığ ı b ir li­
ralara k a rşılık o n b eş g ü n d e b ir y a ta k la rd a n b irin i ya d a ikisini
ooş g ö ste rd iğ in e g ö re b u n u n p e k ö n e m i y o k tu ; a m a o gece k a ­
dının o o d a d a k a ld ığ ın ı s a p ta m a k istiy o rd u . G en e d e ra stg ele
:>ir k a d ın a d ı v e rem ez d i.
D efteri k a p a d ı. S ig arası s ö n m ü ş tü . M e rd iv e n d e n y a n y a n a
ki kişi in iy o rd u . C e le p ti b u n la r; a ra sıra o te ld e k a lırlard ı.
J z u n , k a ra bıy ık ları v a rd ı. P a ra la rın ı v e rip g id e rle rk e n n e rd e y ;e so racaktı; k e n d in i tu ttu . En iyisi b e rb e re g itm e k ti. P a ra la n
rekm eceye k o y a rk e n sol e lin in o rta p a r m a ğ m d a k i siğili ta h ta y a
:arptı; d ü n sa b a h tırn a ğ ıy la k o p a rm a y a k a lk m ış, k a n a tm ıştı.
Ç ekm eceyi itti. D e m ir k a sa n ın ü stü n d e k i çalar sa a ta baktı: seki­
ze çeyrek var. S ekizi ç ey re k geçe d e m işti a d a m . Saati k u rd u ; ye­
rin e k o y d u . O rta lık çı k a d ın m e rd iv e n d e n in iy o rd u ; alışverişe
gidecekti. Bir k â ğ ıd a d ö r t y u m u rta , iki Yenice, d ö rt k ib rit yazdı.
Iç c e b in d e n b a b a s ın d a n k a lm a g e n iş d e ri c ü z d a n ı çıkardı; b ir el­
lilik a ld ı, k â ğ ıtla b irlik te k a d ın a v erdi.
— B u n ları d a a lırsın b a k k a ld a n .
D ü n k ü ç a m a ş ırd a n elleri m o r u m s u y d u . B iliyor m u y d u ?
Belli d e ğ ild i. K a d ın çıkınca 3 n u m a r a d a k a la n ü ç d e lik a n lı indi;
e lle rin d e ta h ta d a n v a liz le r v a rd ı. İkisi in ce b ıy ık lı, b iri bıy ık sız­
dı. D ü n a k şa m s o rm u ş, a sk e re g e ld ik le rin i sö y le m işle rd i. P a ra ­
yı k im v erecek d iy e g ü lü ş e re k ta k ıld ıla r b irb irle rin e ; herk es
k e n d i p a ra sın ı v e rd i; gittiler.
K a d ın .b a k k a ld a n d ö n ü n c e p a ra n ın ü s tü n ü , s ig a ra la n , kib­
ritle ri m a s a y a k o y d u ; file d ek i iki e k m e k te n b irin i y a n d a k i o d a ­
y a b ırak tı; y u k a rı çıktı. Z e b e rc e t k o ltu ğ u n d a n in d i; b ir sü re sa­
lo n d a g e zin d i. S ekizi ç ey re k geçe ü ç ü n c ü k a ta ç ık ıp 6 n u m a ra ­
n ın ö n ü n d e d u r d u ; iç e rid e n se sle r g e liy o rd u . Ö ğ re tm e n le rin
k a ld ığ ı o d a y d ı b u ; k a p ıy ı çaldı.
— E vet, u y a n d ık .
"Evet, k a lk ıy o ru m ' d e m iş ti o sa b a h . B u a k ş a m g e lm e z d i d a ­
ha. A şağ ıy a in ip k o ltu ğ u n a o tu rd u . S a b a h la rı y a ta k a y ırtm ay a
gelen o lm a z d ı p e k . C a d d e d e n a ra b a la r g e ç iy o rd u . B ü y ü k a ra ­
b a la r h ız la g e ç e rk e n c a m la r tın g ırd a r, o te l titre rd i. A n k a ra 'y a
g id e n m o to rlu tre n in se sin i d u y d u ğ u n d a Ö ğ re tm e n le r ko şa ko­
şa a şa ğ ıy a in iy o rla rd ı; 'G ü n a y d ın ' d e y ip g ittiler. Y alnız em ekli
su b a y o ld u ğ u n u s ö y le y e n a d a m k a lm ıştı y u k a rıd a . H e p öğleye
d o ğ ru in erd i. N e d e n s e a d a m ın b u g ü n o te ld e n a y rıla c a ğ ın ı san ı­
y o rd u .
D ış k a p ı açıldı: g a z e te c iy d i. G a z e te y i b ıra k tı. P azartesi
g ü n le ri b ir h a fta lık fişleri b u n u n la g ö n d e rird i polise. S ağdaki
çek m ec e y i açtı, a ra d ı.
— Y arın g ö tü rs e n o lm a z m ı?
— O lur. H a d i e y v a lla h .
— G ü le g ü le.
G a z e te y i k a rış tırd ı; b ir s ü re o k u d u . S e ra p ü z g ü n d ü b u g ü n ,
a d a m d a n k u ş k u la n ıy o rd u . A ra sıra b ir e rk e k le o tele g e le n d ü ­
şük o m uzlu o ro sp u n u n v erdiği a d la rd a n b iriy d i b u . G azeteyi
katlayıp bıraktı. Ç ek m eced en p a ra la rı çıkardı; iç ceb in d en
anahtarı alıp kasayı açtı. İki b ölm eliydi. Ü st b ö lm e d e m a k b u z ­
lar, iki n ü fu s k â ğ ıd ı vard ı. P a ra la n b u b ö lm e d e k i, ü s tü n c e
OTELİN yazılı z arfa k o y d u . İçinde u fa k p a ra la r d u ra n k ü ç ü k
bakır k a p ta n b ir lira a lıp aşağ ı b ö lm e d e k i b a k ır kaba k o y d u .
G ene alt b ö lm ed ek i iki z a rfta n b irin in ü stü n d e ZEY N EBİN y a ­
zılıydı. Ö te k in d e n , ü s tü n d e BENİM yazılı şişkin z a rfta n iki beşy ü z lü k aldı; k asay ı k a p a d ı, kilitled i, a n a h ta rı iç cebine k o y u p
c ü zd a n ın ı çıkardı; için d e k i b irk aç y ü z lü ğ ü n y a n ın a elin d e k i p a ­
raları y e rle ştird i, k a p a d ı, y e rin e k o y d u ; sol eliyle d ışın d a n y o k ­
ladı, o tu rd u . G ö ğ ü s c e b in d e n A n k a ra tren iy le gelen k a d ın ın gi­
d e rk e n v e rd iğ i beşliği çık ard ı, d e fte rin ü stü n e y aydı. A slın d a
o n u n p a ra sı d e ğ ild i b u ; k a d ın iki o n lu k verm iş, 'Ü s tü kalsın '
d em işti. O sa b a h k a d ın ın o d a sın a g irip ç ık tık ta n b ir sü re sonra
p a ra la rı ç ek m ec e d en k a sa y a a k ta rırk e n alm ıştı b u n u . Beşliği
ikiye k a tla y ıp g e n e ü st cebine k o y d u .
Ö ğ ley e d o ğ r u E m ekli S u b a y m e rd iv e n d e n indi. H e r g ü n k ü
cek etin in a ltın a açık yeşil b ir k a z a k giym işti. Valizi y o k tu ; d e ­
m ek kalacak tı d a h a . M a sa n ın ö n ü n d e n geçerk en b a şın ı y a rı çe­
v irip 'İyi g ü nleri d e d i. H e r g ü n tıra ş o lu y o rd u . Ç ıkınca d ış k a ­
pıy ı y av aşça k a p ad ı.
Ö ğ le y in ortalık çı k a d ın b ir te p s id e y e m eğ iy le b irlik te a n a h ­
tarları g etirdi.
— İki n u m a ra y ı sild in m i?
— Sildim .
— Ç arşafları te m iz m i?
— Temiz.
A n a h ta rla rı y e rle rin e astı; n u m a ra la r ü stle rin e kazılm ıştı.
Y em eğini istek siz yed i. E llerini, a ğ z ın ı y ık ad ı, y e rin e d ö n d ü . Bir
sig a ra yaktı, Ö ksürdü. K a d ın tep siy i a lm a y a g e liy o rd u ; y e m e k ­
lerini y u k a rıd a , m u tfa k ta y e rd i. S ig a rasın ı s ö n d ü rü rk e n 13.10
tren in in sesini d u y d u . K a d ın d ü n y ık a n ıp k u ru y a n ç am a şırla rı
a v lu d a n sa n d ık o d a sın a taşıd ı. Ü tü y e b a şla d ığ ın d a sa a t b ir b u ­
çu ğ u geçiyordu. G elen y o k tu , kalktı. O d a n ın k a p ıs ın d a d u r d u .
— Ben ç ık ıy o ru m b iraz . Y atak so ra n o lu rsa v a r d e rsin .
— Olur.
Ç e v re sin e baktı; h e r şey y e rin d e y d i. K apıyı açıp çıktı. H av a
iyiydi; g ö k y ü z ü n d e tek tü k b u lu tla r v a rd ı. Ç arşıy a d o ğ ru y ü rü ­
d ü . İsta sy o n so k a ğ ın d a k i y a k ın b e rb e re g id e m e z d i elbet, g ü n ü
d e ğ ild i, b e rb e r d ö rt h a fta d a b ir p e rş e m b e g ü n ü ö ğ led e n so n ra
ç ırağ ın ı o tele g ö n d e rir, o tu r u p sıra b e k le m e sin d iy e saç tıraşına
ç ağ ırırd ı o n u . A yrıca b u ta n ıd ık b e rb e re g id ip tıra ş a ra sın d a 'Şu
bıy ığ ım ı d a k e siv e ı' d e se b ir y ığ ın g e re k siz laf d in le m e k z o ru n ­
d a k a la ca k tı. Ç a rşıy a y a k ın b ü y ü k c a d d e d e k i b e rb e rle rd e n b iri­
n e gidecek ti. O te ld e n p e k se y re k ç ık a rd ı. Ş im d ik i gibi o lağ a ­
n ü s tü b ir d u r u m o lm a z sa y ıld a y a d a iki y ıld a b ir terziy e, altı
a y d a b ir k e se le n m e k için h a m a m a , d ö r t h a fta d a b ir saç tıraşına,
a y d a b ir o telin p a ra la rın ı İ s ta n b u l'a y e rle şe n F a ru k K eçeci'ye
g ö n d e rm e k için p o sta n e y e g id e rd i. Y ıld a b ir o telin v e rg isin i de
y a tırırd ı a m a b u n u n için a y rıc a ç ık m a z d ı; p o s ta n e y e g ittiğ i bir
g ü n y a tırırd ı. H e r ç ık ışın d a , Ö zellikle h a m a m a g ittiğ in d e , o
y o k k e n o te ld e k ö tü b irşe y o la c a k m ış gib i te d irg in lik d u y a rd ı.
Ş im di d e h ızlı y ü rü y o rd u . B u n u n b ir b a şk a n e d e n i de...
— M e rh ab a . N e re y e b ö y le?
E m ekli S u b a y g a z e te le rin i a lm ış o te le d ö n ü y o rd u .
— Ç a rşıy a g id iy o ru m .
D u rm a d ı. Ç a m lığ ın , lis e n in Ö n ü n d e n g e çip c a d d e y e çıktı.
G e n iş a rs a la r y ıld a n y ıla y ü k s e k y a p ıla rla d o lu y o rd u . B ankala­
ra, m a ğ a z a la ra g irip ç ık a n la r v a rd ı. B a sım e v i so k a ğ ın ın köşe­
s in d e k i ü ç k o ltu k lu b e rb e r s a lo n u n d a k o ltu k la rd a n ikisi b o ştu .
İçeri g ire rk e n k ır b ıy ık lı y a şlıc a b e rb e r s a n d a ly e d e n kalktı; 'B u­
y u r u n ' d e d i. A d a m ın d ü z e lttiğ i k o ltu ğ a o tu rd u ; a y n a y a baktı.
K ırp ılm ış, k ü ç ü k , d ö r t k ö şe b ıy ığ ı o ra d a y d ı. B erber Ö rtüyü b o y ­
n u n a sa rd ı; saç tıra ş ın a b a şla d ı.
— B u ra lı m ısın ız?
— H a y ır, b ir iş için g e ld im .
— S açın ızı k ısa lta y ım m ı?
— H ay ır.
Y a n ın d a g e n ç b ir ç ıra k tıra şı s e y re d iy o rd u . A d a m b irşe y le r
sö y le d i a m a Z e b e rc e t a n la m a d ı. S o n ra b aşı a rk a y a d ay alı, y ü z ü
s a b u n la n ırk e n g ö z le rin i k a p a d ı. U s tu ra y a n a k la rın d a , b o y n u n ­
d a , ç e n e s in d e g e z in d i; ü s t d u d a ğ ın a geldi.
— B ıy ığ ım ı d a k e siv erin .
Berber güldü.
— Ç ok şakacısınız, dedi.
İki p arm ağ ıy la b u rn u n u tu tu p ü s t d u d a ğ ım iyice tıraş etti.
G özlerini açtı: bıyığı yoktu. K aşlarının u çları, a ğ zın ın iki kıyı ,
b u rn u y u k a rı kalkm ış gibiydi. B erber ö n ü n d e k i m u slu k ta y i z ü n ü y ıkadı, sildi; b ir k u tu y a u z an d ı.
— P u d ra istem em .
Kalktı. Ç ırak o m u z la rın ı, yak asın ı fırçalıy o rd u . C eketinin
ü st ceb in d en beşliği ç ıkardı, b e rb ere v erdi.
— Ü stü kalsın, d edi.
Yarım sa a t so n ra , erk ek giysileri sa ta n b ir m a ğ a z a d a yak ı­
şıklı, gen ç b ir sa tıc ın ın b iraz alaylı, g ü lü m se m e li y a rdım ıyla
seçtiği b ir k a ra p a n to lo n u , y ak ası k a p alı açık m av i kazağı, üç
d ü ğ m e li k a ra ceketi p a ra v a n a y la a y rılm ış b ir k ö şe d e d u v a ra
d a y alı d a r-u z u n a y n a n ın ö n ü n d e g iy m iş, eski c eketinin ceplerin d ek ileri y e n isin e a k ta rıy o rd u . A n k a ra tren iy le gelen k a d ın ın
k ald ığ ı o d a n ın a n a h ta rın ı, m en d ili sa ğ cebine, d ış k a p ın ın
a n a h ta rın ı, sig a ra p a k e tin i, k ib riti sol cebine, k a sa n ın a n a h ta rı­
nı, tırn a k çak ısın ı iç c eb in e k o y d u . G eniş, d e ri c ü z d a n aynı cebe
g irm iy o rd u ; z o rla şa g irecekti belki a m a z o rla m a d ı; için d en p a ­
ra la rı a lıp a rk a c eb in e k o y d u , c ü z d a n ı g e n e ötek i ceketin iç ce­
b in e so k tu . U fak p a r a la n p a n to lo n u n u n sol c eb in e a k ta rd ı. Ye­
le ğ in d e n sa a tim ç ık ard ı. P a n to lo n d a sa a t cebi y o k tu ; olsa bile
g irm e z d i. N e y a p a c a k tı b u n u ? Ş im d ilik sa ğ iç cebine k o y d u .
S a n d a ly e d e k ü ç ü k b ir p a k e t v a rd ı; sırtın d a k in in b içim in d e açık
yeşil b ir k a z a k tı b u . A y n a y a bak tı; c ek e tin in e teğ in i çekti, p a ra ­
v a n ın a rk a s ın d a n çıktı. Satıcı o ğ lan b e k liy o rd u ; y aklaştı. K aza­
ğ ın y a k asın ı d ü z e ltti; c ek e tin ü s t v e a lt d ü ğ m e le rin i çözdü.
— G ü z el, ü s tü n ü z e o tu rm u ş . K ara a y ak k a b ıy la g iy ersen iz
iyi olur, d e d i.
—■B orcum n e tu tu y o r?
— K asaya v e rin . Ö te k ile ri sa ra y ım ben.
A z so n ra p a k e t k o ltu ğ u n d a d ışa rı ç ık ıp b ir b a n k a n ın , tatlı­
cının, terz in in , e c z a n e n in ö n ü n d e n geçti; v itrin in e k a t k a t a y a k ­
k a b ıla r d iz ilm iş b ir d ü k k â n a g ird i. Bir çift k a ra , b a ğ cık sız a y a k ­
kabı seçti. A y ağ ın a iyi g e lm işti; ç ık a rm a d ı. Eski k a h v e re n g i
a y ak k a b ıla rın ı sa rd ırd ı; p a ra sın ı ö d e y ip çıktı. K u c a ğ ın d a p a k e t­
lerle k a ld ırım d a n in ip k a rşıy a g eçe rk en b ir gıcırtıyla ü rp e rd i.
A z ö te s in d e d u r m u ş tu a rab a . S ü rü c ü b a şın ı salladı; gü lü m sed i.
O d a g ü lü m s e d i; "Ö zür d ile rim ' d e d i. K a ld ırım d a n geçenler de
d u r m u ş g ü lü m s ü y o rla rd ı. H ız lı h ızlı y ü rü d ü . Tatlı b ir k azay d ı
b u ; a m a in sa n ın ö lm e si n a sıl d a k o lay d ı.
G eld iğ i y o ld a n o te le d ö n d ü . K a p ıd a n g irin c e k ö şe d e o tu r­
m u ş g a z e te o k u y a n E m ek li S u b a y 'la g ö z g ö z e geldiler. Y andaki
o d a d a ortalık çı k a d ın ü t ü y a p ıy o rd u .
— G elen o ld u m u ?
— Ü ç oğlan; b a v u lla rın ı k o y u p gittiler.
Y ü rü rk e n a d a m d a n y a n a b a k m a d ı. M e rd iv e n a ltın d a üç
b a v u l d u ru y o r d u . Y u k a rıd a, o d a s ın d a , y a ta ğ ın ın ü s tü n d e p a ­
ke tle ri ç ö zd ü . A y a k u c u n d a k i b ü y ü k d o la b a g iy sile rin i astı. Ayak a b ıla n m n için e k â ğ ıt d o l d u r u p d o la b ın a ltın a , ö te k ile rin y a n ı­
na k o y d u . Yeni açık y e şil k a z a ğ ın ı d u v a r d a k i a sk ıy a astı. A y n a­
ya baktı. 'Ç o k şa k a c ısın ız ' d e m iş ti b e rb er. D u r u m u k esin lik le
a çık lay a n b ir sö z d e ğ ild i; a m a ö n e m li o la n s o n u ç tu ; b ıyığı y o k ­
tu artık. İç c e b in d e n s a a tin i ç ık a rd ı; ü ç b u ç u ğ a g e liy o rd u ; s a n d ı­
ğ ın k ıy ısın a k o y d u . Ş im d ilik a ş a ğ ıd a k i ç a la r s a a t y e te rd i. K âğıt­
la rı k a tla y ıp b a n y o y a b ıra k tı; u z u n u z u n işe d i. A şağ ıy a in d i;
k o ltu ğ u n a o tu rd u . E m ek li S u b a y o n a b a k ıy o rd u .
— G e n ç le şm işsin iz , d e d i.
— S a ğ o lu n e fe n d im .
M a sa n ın k ıy ıs ın d a n g a z e te sin i a lıp açtı; k o n u ş m a k iste m i­
y o rd u a d a m la . S ağ a y a ğ ın ın k ü ç ü k p a rm a ğ ın d a k i n a sıra d o k u ­
n u y o r d u y e n i a y a k k a b ı; se ss iz c e ç ık a rd ı, a y a k la rın ı o y n a ttı. Si­
ğil ilâcı so rm a y ı u n u tm u ş tu . P a r m a ğ ın a b a k tı; u fa lm ıştı sanki.
O k ö y d e o c ağ ı v a rm ış b u n u n . A y a k k a b ıla rın ı g iy d i. K a d ın ü tü ­
y ü b itirm işti; o d a n ın k a p ıs ın ı k a p a y ıp m e rd iv e n e y ü r ü d ü ,
ö n ü n d e n g e ç e rk e n b a k m a d ı. E m e k li S u b a y b ir sig a ra y ak ın ca o
d a y a k tı. Ö k s ü r m e m e k için y u tk u n d u . B u g ece k ü llü ğ e b a k a ­
caktı. O te l se ssiz d i. A ra sıra k a p ın ın ö n ü n d e n g e çe n le rin a y a k
se sle ri, a ra b a se sle ri g e liy o rd u ; b ir d e ç a la r sa a tin tıkırtısı.
S a a t b e şe d o ğ r u d u v a r d a k i d ü ğ m e y e u z a n d ı, ışık ları yaktı.
E m ekli S u b a y k ıp ırd a d ı; e lin d e k i g a z e te y i m a s a y a b ırak tı, k ita ­
b ın ı a ld ı. A d a m ın Öğle s o n la n , g e ce le ri sa lo n d a o tu r u ş u Z eberc e t'i te d irg in e d iy o r, y a ln ız lığ ın ın ra h a tlık la rın a , sö z g e lim i eski-
den olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşm asına, seyrek d e
olsa gerektikçe b u rn u n u karıştırm asına, hafifçe b ir yanm a eği­
lerek yüksek sesle osurm asına, ya da o tu rm a k tan kıçı terlem e­
ye başlayınca d o ğ ru lu p iki eliyle kalçalarının ü stü n d e n p a n to ­
lonunu sallayarak kıçını hav alan d ırm asın a engel oluyordu. Dı m in ayakkabılarını çıkarıp giyerken ses çıkarm am aya çalışmış,
öksü rü ğ ü n ü yutk u n arak güçlükle bastırm ıştı. S alonda o turan
olm azdı pek. Kimi zam an beş-altı kişilik gezici tiyatro to p lu ­
lukları kalırdı otelde bir geceliğine; o y u n d a n sonra bir sü re b u ­
rada otururlar, işlerinden, p a ra d a n sözederler, tartışırlar, sigara
içerlerdi. Ç ay y a p ard ı onlara. Ç oğu iki kadın o lu rd u b u to p lu ­
luklarda. Bir gece k a d ın la rd a n biri üç kişiyi o ynam aktan yakınm ıştı. Bir d e siyasal partilerin yıllık toplantılarına ilçelerden ge­
len deleg elerd en beş-altısı b u ra d a o tu ru p konuşur, tartışırlardı.
Bir ara tartışm a kızışır, biri yük sek kişilerden birinin adını söy­
ler, bir başkası 'H işşşt' der, k ü rsü s ü n d e o tu ran Z ebercet'e b a ­
karlar, eğilip fısıldaşm aya başlarlardı. D uyam azdı. Yüksek ses­
le kon u şu lan lar, tartışılan lar h e p bilinen şeyler o ld u ğ u n a göre
ülkenin yö n etim in i asıl etkileyen, d ü z en ley e n şeyler bu fısıltı­
larda gizliydi anlaşılan. Bir keresin d e dişçiye...
K apı açıldı. Baktılar. D ü n k ü celeplerden biriydi gelen.
— Bu gece d e kalıy o ru z biz. O d a m ız tu tu ld u mu?
— H ayır, boş.
D ö n erk en d u rd u , y ü z ü n e baktı.
— B ıyığını kesm işsin sen.
— A ğırlık v e riy o rd u da, d e d i gülerek.
Sonra y a v aş sesle sordu:
— Bu sa b a h v a r m ıy d ı bıyığım ?
— F ark etm ed im , d e d i adam ; çıkıp gitti.
Bu bıyık so ru n u n u kolayca k a p ay a m a y a ca k tı dem ek. Sor­
m ası gereksizdi; a d a m kesinlikle 'v a rd ı' ya d a 'y o k tu ' dese bile
d u ru m u a y d m la tm ay a c ak tı bu. Ç ek m eced en b ir fiş alıp celeple­
ri 5 n u m a ra y a yazdı. Bir sigara y a k ıp a d a m a baktı. Sağ eliyle
y ü z ü n e yakın tu tu y o rd u kitabı. S igarasını sö n d ü rü n c ey e dek
baktı; sayfayı çevirm edi. C u m arte si ak şam ı dışarı çıkınca g id ip
bakm ıştı: T ürkçe değildi.
O rtalıkçı k a d ın a k şam y em eğini g e tirirk en E m ekli S ubay
kalktı; kitabı gazetelerin ü stü n e b ırak ıp çıktı. Ö ğlenki yem ek­
lerdi, am a istekle yedi. Tepsiyi ken d isi g ö tü rd ü yukarıya, kadın
yem eğini v erd ik ten sonra beklem ez yatardı. K ediyi m utfaktan
çıkardı; k ap ıy ı k a p ad ı. A şağıya inince o n sekiz kırk treninin se­
sini d u y d u ; k ü llükleri çöp sep etin e boşalttı. M erdivenle dış k a ­
pı arasın d a b ir sü re g id ip geldi. A nkara treniyle gelen kadının
odası ö n ü n d e d u rd u ; elini y u v a rla k tu ta m a ğ a ko y d u . Dış kapı
açılınca elini hızla çekip d ö n d ü : Ö ğretm enlerdi.
— Ç ok şıksınız b u akşam ; birini m i bek liy o rsu n u z? dedi
k ad ın gülerek.
A dam :
— E şyalarım ız geldi, y a rın çıkıyoruz; h esabı vereyim , dedi.
— Yarın verirdiniz.
— Şim di alın, sa b a h gecikiriz belki.
A rka cebinden bir b e şy ü z lü k ç ıkardı, d e fte rin ü stü n e koy­
du. Z ebercet k ü rsü n ü n a rk asın a geçti; k asay ı açtı. B üyük y atak ­
lı o d alar tek kişiye o n beş, iki k işiy e y irm i beş liray d ı. O telin
z arfın d an p a ra n ın ü s tü n ü v erdi; k asay ı kilitledi. K aldıkları o d a ­
nın a n ah tarım u zattı. K adın a ldı; tırn a k la rı boyasızdı.
— Sabah se k izd e u y a n d ırın b iz i lü tfen . İyi geceler.
— Size de.
M erdiveni ç ık arlark en k a d ın ko casın ın k o lu n a girdi. İkisi­
nin d e e lle rin d e k ü ç ü k d e ri ç an tala rı v a rd ı. K adının kıçı dol­
g un, bacakları d ü z g ü n d ü . B aşını çevirdi. K alem i alıp fişe a d la ­
rını yazdı. A d ı S a id e'y d i. A n a sın ın a d ıy d ı bu. Salı g ü n ü kadın
a d ın ı söyleyince şaşm ıştı. P e rşe m b e gecesi... K apı açıldı: orta
yaşlı iki a d am d ı. K asketliydiler; k ö y lü y e b en ziy o rlard ı.
— Y atak v a r m ı?
— Var.
İkinci k a tta k i ü ç y a ta k lı o d a la rd a n birine, 4 n u m ara y a y az­
dı.
— N erelisiniz?
— K a p a k iı'd a n , d e d i biri.
O ra d a n değildiler. A n a h ta rı verdi.
— M e rd iv en i çıkınca sa ğ d a d ip te k i oda. Sağdaki ilk kapı
ay ak y o lu d u r. K apınızı kilitlem ey in ; gerekirse birine veririm
b o ş yatağı.
A dam lar yukarı çıktılar. Kimi geceler b irbirini tan ım ay a n
üç kişinin aynı o d a d a yattığı o lu rd u . Üç yıl ön ce b ir sa b a h aşa ­
ğıya in d iğ in d e sokak k apısını açık b u lm u ştu . A d a m ın biri o d a
ark ad aşların ın p araların ı, saatlarm ı çalıp gitm işti. O te ld e n ola­
ğ a n ü stü çıkışlarından biri b u y ü z d e n d i; o lay d a n o n g ü n so n ra
d u ru şm a d a tanıklığa çağrılm ıştı. Yargıç so rd u ğ u n d a n erd ey se
tan ıy am ayacaktı; sinm iş, çökertilm işti sanki, am a o y d u : orta
boylu, esm er, ince y ü z lü genç b ir a d am . K im i z a m a n d a geceyarısı tav a n ara sm a çık ark en b u o d a la rd a k a la n iki ya d a üç a d a ­
m ın alçak sesle k o n u ştu k la rın ı d u y a rd ı. E snedi. Sol elinin k ü ­
çü k p a rm a ğ ıy la b u rn u n u n sol deliğ in i k arıştırd ı; çıkardığı bir
parça k u ru sü m ü ğ e b a k tı, p a rm a ğ ın ı k o ltu ğ u n u n a ltın a sildi;
y ü z ü n ü b u ru ş tu r d u . A n k a ra 'd a n g elen m o to rlu tren in sesini
d u y u n c a sa a ta baktı; b u gece gecikm e azdı. K alktı; y a n d ak i
o d a y a g irip isp irto o c ağ ın a çay su y u k o y d u . Ç ayı d e m le y ip çık­
tı. İki a d a m g ird i salo n a. B irini ta n ıy o rd u ; b ir ilçede av u k attı.
Y anındaki yaşlıca, iyi g iy in m iş b ir a d am d ı. E llerin d e çan talar
v a rd ı. A n k a ra 'd a n b ir d a v a d a n g eliy o rlard ı belki.
— İki y a ta k lı o d a n ız v a r m ı?
A s k ıd a n a n a h ta rı a lıp u zattı.
— Ü ç ü n c ü k a t, d o k u z n u m ara .
A d a m la r d a h a m e rd iv e n d e y k e n c elepler gird i k a p ıd a n ;
y ü z le ri a sık tı. A n a h ta rı v erdi. S onra E m ekli S u b ay geldi; k apıyı
y a v aşça k a p a d ı; yak laştı.
— Beni s o ra n o ld u m u ?
— H a y ır e fen d im .
İçkili d e ğ ild i. K itabı, g azeteleri, o d a sın ın a n a h ta rın ı aldı; 'İyi
geceleri d e y ip y u k a rı çıktı. Y anılıyor m u y d u ? O n u b e k le m iy o r
m u y d u y o k sa? Ü stü ste iki b a rd a k çay içti. Saat o n b u ç u ğ u geçi­
y o rd u . O n b ird e n so n ra o d ışa rd a y k e n o d a a y ırta n ü ç genç gel­
di. A d la rın ı y a zd ı; a n a h ta rı v e rirk e n so rd u . A skerlik için g e lm iş­
lerd i A fy o n 'd a n ; b u g ece sin e m a y a g itm işlerd i. M e rd iv e n a ltın ­
d a n b a v u lla rın ı a lıp çıktılar. A z so n ra y u k a rıd a ta k ırtıla r kesildi.
Bir sig a ra yak tı; b itm e d e n k ü llü ğ e b a stırd ı. O n ikiyi b ek lem ed i;
g elen o lm a z d ı artık. D ış k a p ıy ı kilitled i, d e m irled i; ışıkları sö n ­
d ü rd ü , sağ c e b in d e n a n a h ta rı ç ık a rıp 1 n u m a ra n ın k a p ısın ı açtı,
g irip k a p ad ı. Işık y a n ıy o rd u . K adının b ırak tığ ı gibi d u ru y o r d u
her şey. Y atağın so lu n d a d u v a ra çakılı askı... N e y a p m a y a git­
m işti o köye? D ö rt g ü n d ü r k a fa sın d a n geçen o lasılıkların en ola­
sısı: belki e rk e k k a rd eşi Ö ğretm en a ta n m ış tı o ray a. En çok bir
hafta kalırdı. Bir a k şa m o n sekiz k ırk tren iy le gelecek, b ir gece
d a h a k alacaktı b u ra d a , o d a sın d a . Y ü rü d ü ; b a k ır k ü llü k te bitm e­
d e n sö n d ü rü lm ü ş iki sig a ray a baktı: belli d e ğ ild i. Elini u z atır­
ken çekti; d ö n ü p o d a d a n çıktı. K apıyı k ilitle d i; a n a h ta rı sağ ce­
b in e k o y d u . M e rd iv e n le ri g ıc ırd a tm a d a n çıktı. S o fa lard a ışıklar
y a n m ıy o rd u . Ü ç ü n c ü k a tta 6 n u m a ra n ın ö n ü n d e d u rd u . A nah­
tar deliğ i k aran lık tı; iç e rid e n belli b e lirsiz se sle r g e liy o rd u . Başı­
nı u z a tıp d in le d i. C u m a rte si gecesi d e d in le m işti; d ü n gece ses
y o k tu . 'O h... b ırak m a... o o h ' d e d i k a d ın . E rk e ğ in sesi b o ğ u k tu ,
a n la y am a d ı. Y ü z ü g e rg in , a ğ zı y a n açık, g ö z le ri kısıktı. 'E vet,
sabaha... oh, b ıra k m a , h iç b ıra k m a beni... o h h ... n a sıl şeninim ...'
Bir gıcırtı g e ld i içe rid e n ; b ird e n d o ğ r u lu p y ü r ü d ü , m erd iv en i
a ğ ır a ğ ır çıktı. K a rşıd a, y e rd e b ir çift g ö z p a rlıy o rd u : o telin kedisiy d i bu. B anyoya g ire rk e n b a c a ğ ın a s ü r tü n d ü ; b ir te k m e salladı
a m a tu ttu ra m a d ı. M u s lu ğ u a çıp u z u n u z u n y ü z ü n ü y ık ad ı.
Sah
U y a n d ı. O d a a la c a k a ra n lık tı. S a n d ığ ın u c u n d a n sa a ti aldı;
p e n c e re y e tu ttu ; a ltıy a b e ş var. K u rd u , b ıra k tı. K o lların ı y o rg a ­
n ın a ltın a çekti. E rk ek lik o rg a n ı d o n u n u n y ırtm a ç ın d a n çıkm ış
d im d ik ti. Sol e liy le b a s tırd ı; b ir fisk e v u r d u k a fa sın a . (A skerli­
ğin i y a p tığ ı k e n tte g e n e le v e ilk g id iş iy d i. H a lil O n b a şı g ö tü r­
m ü ş tü . K o ğ u şta y a ta k la rı y a n y a n a y d ı; ra n z a la rın a lt k a tın d a .
İlk a y la r h e p e n k ö tü , u y k u y u b ö le n s a a tla r d a k a ld ırırla rd ı n ö ­
bete; y a k ın m ıy o r d u o, a m a ç a v u ş la ra b a ğ ırm ış tı H alil O nbaşı.
İn z ib a tla ra g ö rü n m e m e k için g e n e le v e a rk a d a k i a rs a d a n , p e n ­
c e re d e n g irm işle rd i. S e y re k d işli, y a şlıc a b ir k a d ın açm ıştı p e n ­
cereyi; y ü k se k ç e y d i; ö h c e H a lil O n b a şı g irm iş, k o lu n d a n tu tu p
ç ek m işti. Yarı ç ıp la k b e ş-a ltı b o y a lı k a d ın v a rd ı sa lo n d a . U z u n
b o y lu b iri k a y ıts ız ,1k u r u b ir se sle 'A a , k ü ç ü k a sk e rim gelm iş'
d e d i. B aşka b iri H aİft O n b a ş ı'n m k u c a ğ ın a o tu r d u . 'Ç ık o n u n la
is te rs e n ' d e d i H a lil O n b a şı. D a r m e rd iv e n d e k a d ın ın k alçasını
d uyuyor, yüreği çarp ıy o rd u . K üçük b ir o d a y a girdiler. 'Ş im di
gelirim , soy u n y a t se n ' d e d i k adın. Ç a b u k ç ab u k so y u n d u ; y a ­
tağın ötesine o tu rd u . O rası g ö b e ğ in e d o ğ ru , d im d ik ti. K alkıp
d o n u n u giym eyi d ü ş ü n ü rk e n k a d ın girdi. K alçalarına inen, ete ­
ği işlem eli toz p e m p e b ir g ö m le k v a rd ı sırtın d a ; iri m e m e le rin in
yarısı g ö rü n ü y o rd u . Yatağa g e lirk en 'B ak h ele az d a h a b ü y ü seym iş b o y u n u geçecekm iş b u ' d edi.)
D o ğ ru lu p in d i y a ta k ta n . B anyoya gitti, geldi. G iy in irk en
iki kazak a ra sın d a d u ra k sa d ı; açık yeşili g iydi. Saçlarını tara d ı;
pencereyi açtı. Y atağını d ü z e ltti, çıktı. O rtalıkçı k a d ın ın o d a sın a
girecekken d u rd u . Y em ek g ü n ü değ ild i; o d a la rı to p la m a k ta n
başka y a p ac ak işi y o k tu . U y a n d ırm a d ı. O n y ıld ır ilkti bu.
***
K ahvaltı tepsisini y a n d a k i odaya bıraktı; dişlerini fırçaladı;
o d a d a n çıktı. K o ltu ğ u n a o tu rd u ; defteri açtı. D ü n gece kalanları
fişe b a k ara k y a zm ay a başladı. İkinci kattakileri bitirip 6 n u m a ra ­
ya geçti. Bu sa b a h se k iz d e uyandıracaktı. İlkokulun beşinci sını­
fındaki ö ğ re tm en in e b e n ziy o rd u : y u m u şak , genç bir kadın. Sa­
b a h la n so k a k lard a sim it sa ttık tan so n ra okula gelen K ü rt M u h it­
tin, ad ım 'Ç e k ird e k siz' takm ıştı. Sınıfın b ü y ü ğ ü y d ü . B aşöğretm en
gelm işti b ir g ü n , d ö v m ü ştü . 'A nası oğlan d o ğ u rm u ş, Z ebercet h a ­
m u r y o ğ u rm u ş' d e rd i. K ad ın ın ad ın ı yazdı. N e dersi v e riy o rd u
kim bilir; y etişkin e rk e k ö ğ ren ciler nasıl d inlerdi? Saide... A nası in­
ce b ir kad ın d ı. Bu k o n a k ta , şim diki 6 n u m ara lı o d a d a d o ğ m u ş.
A n asın ın lo h u sa y a ta ğ ın d a ö ld ü ğ ü n ü , Keçecilerin b ir yakını olan
b abasının b ırak ıp gittiğ in i söylerdi. Belki d e R üstem B ey'in b a b a ­
sının b ir b e slem ed e n piçiydi. H aşim Bey beslem eleri ra h a t b ıra k ­
m azm ış. A ltm ışını g e çk in k en bile o d a y a k ahvesini getiren, gecele­
ri tav a n ara sm d a K ad riy e K alfa'nın y a n ın d a y a ta n beslem enin
m em elerini, kıçını çim diklerm iş. K im selere söylem ezm iş kız; b ir
g ü n sald ırıp m in d e re y atırınca bağırm ış. G elin k o şm u ş önce;
'A m an beyb ab a' dem iş. S o n ra lan b ü sb ü tü n b u n a m ış; b ir k a d ın
görünce kocam an, p ö rs ü m ü ş org an ın ı çıkarır, 'G elsene kız, k a rım
değil m isin b e n im ' d erm iş. Ü çü n cü k a tta s o n ra d a n y e rin e a y a k ­
yolu y apılan o d a y a k a p am ışlar; o ra d a ölm üş.
Y uk arıd an tık ırtıla r g e liy o rd u 9 n u m a ra d a k alanları d a y az­
dı, de fte ri k a p ad ı. G eçm iş y ılla rın d e fte ri m erd iv e n a ltındaki bir
sa n d ık ta y d ı; b a b asın ın kalın, eski y azı b irk aç ta rih kitabıyla b ir­
likte. İlk o k u lu bitirin ce o n a d a ö ğ re tm işti eski yazıyı. 'Ç a b u k öğ­
renirsin; yen i yazıyı on g ü n d e ö ğ re n d im b e n / N ü fu s kâtibiym iş.
S eferberlikte ask e re alm am ışlar. A d a n a 'd a n gelm iş. Babası k ira­
lık b ir otel işletirm iş o ra d a. O k u ld a y k e n b ir ö ğ leso n u hafif bir
d e p re m d e otel çö k m ü ş. Babası, a n ası, b iri k ız biri oğlan iki k ü ­
çük k a rd eşi y ık m tı a ltın d a ölm ü şler. O k u lu b ırak m ış; h alasının
e v in d e k a lm ış b ir sü re. Bir o te ld e çalışm ış; N ü fu s 'a girm iş. B u­
ra y a g e ld ik te n a z so n ra R ü ste m B eyTe ta n ışm ışla r ü ç ü n c ü kızı­
nın n ü fu s k âğ ıd ı ç ıkarılırken. K im i g e c e le r k a h v e d e do laşm aca
tavla o y n a rla rm ış. E v le n m esin e b ir a rk a d a ş ı ö n a y a k olm uş. Bir
a k şam k o n a k ta y e m e ğ e ç ağ rılm ış; k a p ı a ra lığ ın d a n a n a sın a gös­
term işler. 'O lu r1 d em iş; Y unan g e lm e z d e n b ir yıl ö n c e e v le n m iş­
ler. O tu z iki y a şın d a y m ış an ası; b a b a s ı y irm i sekiz.
S e k izd e ö ğ re tm e n le ri u y a n d ır d ı. Y arım sa a t s o n ra indiler.
— B av u lları b ir a d a m la a ld ırırız . İyi b ir h a fta g e ç ird ik o teli­
n izd e ; h o şç a kalın.
— İyi g ü n le r e fen d im .
A d a m ın u z a ttığ ı eli sıktı. K a d ın ın e lin i s ık a rk e n y ü z ü n e
b a k m a d ı. P a rm a k la rı d o lg u n d u . B ıra k ın c a e lin i a rk a s ın a g ö tü r­
d ü . Terli m iy d i av cu ? A d a m b ir o n lu k k o y d u m a sa y a .
— Ç a y p a ra s ın ı tu tm a m ış s ın ız d ü n .
P a z a r sa b a h ı o d a la rın a ç a y is te m işle rd i. M a sa d a k arşılıklı
o tu ru y o rla rd ı; ö n le rin d e k â ğ ıtlar.
— Ç a y b iz d e n d i; p a ra iste m e z .
— T eşe k k ü r e d e riz .
G id e rle rk e n a r k a la rın d a n b a k tı. D ü n g ece 'N a sıl şe n in im '
d e m işti k a d ın . Y e ry ü z ü n d e e rk e ğ iy le b ö y le k o n u ş a n b a şk a k a ­
d ın la r d a v a rd ı elbet. S ig a ra p a k e tin i a lm a k için elini sağ cebine
s o k tu y a n lışlık la .
***
E m ek li S u b a y 'd a n b a şk a h e r k e s g ittik te n so n ra , sa lo n d a g e ­
z in irk e n g a z e te c i g e ld i. M a sa sın a g id ip ç e k m e c e d e n fişleri çı-
kardı, adam a verdi. Böylece perşem be gecesi gecikm eli A nkara
treniyle gelen kadının o odada yattığı b elgelenm eden kaldı.
Kaç g ü n d ü r kafa yorm ası boşunaydı; aslında h e r kad ın adı
onun adı olabilirdi; am a b u n u kendisinin söylem esi gerekti. Üç
güne değin gelecek, adını söyleyecekti. K oltuğa o tu rd u . G aze­
teye uzanırken d u rd u ; çekm eceyi çekip p araları aldı; kasayı aç­
tı. Üst bölm edeki bakır k a p ta bir tek lira kalm ıştı; b u n u aşağı­
dakine ak tarıp kapların yerini değiştirdi. Elindeki p aralard an
on beş lira ayırıp arka cebine koy d u ; ötekileri otelin zarfına yer­
leştirdi; kasayı kapadı. Y ukarıdan ayak sesleri geliyordu. O rta ­
lıkçı kad ın m erd iv en dönem ecinde, avluya bak an pencerenin
ö n ü n d e d u rd u . Y üzü g ö rü n m ü y o rd u .
— N e o ld u ağa?
— Yok bişey. Ç ok y o ru ld u n d ü n ; u y an d ırm ad ım . O daları
topla; altı n u m a ra n ın çarşaflarını değiştir.
K adın indi; sa n d ık o d a sın d an çarşaf alıp çıktı. Ö n ü n d en
geçerken d u ra k sa d ı; baktı. M erdivene d o ğ ru y ü rü d ü . Farkın­
da y d ı belki; hiç değ ilse y astığın altın d a d u ra n m endilden.
* * *
Ö ğled en so n ra salo n d a, yerlerin d e o tu rm u ş gazete ok u rlar­
ken (o nun o k u d u ğ u y o k tu pek: b ir başlık, a n la m ad a n birkaç sa­
tır... Bir p e rd e gibiydi gazete) kapı açıldı. Baktılar. Bavulları al­
m aya gelen a d am d ı. A skıdan a n ah tarı alıp y u k arıy a çıkardı
adam ı. O d a aydınlıktı; sırm a p ü sk ü llü vişn eçü rü ğ ü p e rd e açıktı.
O açm am ıştı giderken; ışığı sö n d ü rm ey i u n u tm u ştu . 'K urşun
gibiym iş bunlar" d e d i adam . A şağıya indiler. Dış kapıyı açtı a d a ­
ma; d ö n ü p k o ltu ğ u n a o tu rd u , gazeteyi aldı. K adın on sekiz
kırkla gelirse Em ekli S ubay d ışa rıd a olacaktı; am a d a h a önce de
gelebilirdi: beş-altı y ıld ır d o lm u şla r işliyorm uş o köye. B üyük
ova köylerin d en biri, yakın. Babasının sağlığında, o n beş y aşın ­
dayken b ir y az g ü n ü gitm işti birkere. Ö m er çağırm ıştı. 'K ara
M ustafaların evi d e rsin .' O d a geçm iştir o çeşm eli alan d an ; k a h ­
velerin ö n ü n d e o tu ran lar bakm ıştır. U zu n bir b a ğ d a k o k u lu
üzüm ler yediler, K u m ç a /d a balık tu ttu lard ı. G eçitte m a n d a la r
yatıyordu; üstlerin e basa basa k o şm u ştu Ö m er, h a y v a n la r k ıpır­
dam ıyordu. Ayakkabıları, panto lu n u elinde uzaktan dolaşm ıştı o;
Öm er'le sığırtm aça güldülerdi. Savaş'm son yılıydı, ekm ek kıttı.
Avlunun ucundaki fırından yeni çıkm ış bir som un ekm eği sarıp
verdilerdi akşam üstü dönerken. On sekiz kırk m ıydı gene?
Emekli Subay“a baktı; gazete y ü z ü n e yakındı. Tedirginliğinin bir
nedeni de belki adam ın eski bir subay o luşuydu. 'A hm et oğlu Ze­
bercet.' “B uyur kom utanım .' “Bağırm a be, sağır m ıyız.' Bölükte al­
tı ay kaldıktan sonra Yüzbaşı em ireri alm ıştı. A skerlikten önce ne
iş yaptıklarını sorm uştu b ir gün. O telde çalışm ış biri d aha vardı
ama nedense o n u ayırm ıştı Yüzbaşı. B üyücek b ir evdi; kapı ya­
nında bir odada yatardı. Sabahtan öğleye d eğ in b ir ortalıkçı kadın
gibi... Y üzbaşı'nın karısıyla oldukça geçkin bald ızı o n u u m ursa­
m adan konuşurlardı yanm da. A yda bir h a m am a giderlerken boh­
çayı taşır, karşıki k ahvede o tu ru p çıkm alarını beklerdi. Kahveciy­
le çırak takılırlardı. 'H anım lara d ö rt dem li çay.' 'Sen m i götüre­
ceksin içeri?' N erde o günler; k apıdaki k art keşkek b ırakır m ı hiç;
'Şuna bak be, p a r p a r y anıyor yüzü. Geceye...' İki k ü ç ü k oğlanı da
götürürlerdi y anlannda. K üçüğün dili d ö n m ez "G ebecet abi"
derdi. Emireri o ld u ğ u n u b abasına b ildirm edi. B ölükte m ektupları
açtıkları için bir arkadaşının ev adresini v erdiğini yazdı. Ç oğu biröm ek m ektuplardı. Para isterdi sık sık: T üfeği karıncalanır, m a­
tarası çalınır, kasaturası kırılırdı. H aftada b ir y a d a iki g ü n öğle
sonlan geneleve giderdi. A rsaya girer, h e p o seyrek dişli, yaşlıca
kadın açardı pencereyi. 'G el kız, seninki.' 'A a, k ü ç ü k askerim gel­
m iş.' K ollanndan tu tu p içeri çekerlerdi. Kim i g ü n ler k a d ın yuka­
rıda bir erkekle olurdu. C iturup beklerdi. 'U z a ttı seninki, enişte.'
G ülüşürlerdi. M erd iv en d en in ip çıkanlar o lu rd u ; hangisi bile­
m ezdi. K adın inerk en sözcüklere u y m ay an , kayıtsız b ir sesle 'Aa,
küçük askerim gelm iş' derdi.
— Bişey m i ded in iz?
Toplandı.
— H a y ır e fen d im , d ed i.
* * *
A kşam y e m e ğ in i y e rk e n ortalıkçı k a d ın m erd iv e n in ö n ü n ­
de, k o rk u lu ğ a d a y a n m ış b ek liy o rd u .
— Çık y at sen, dedi.
K adın başını eğdi; karşılık v e rm e d i. Ç a b u k y iy o rd u . F asul­
ye b iraz helm elenm işti.
— D arı u n u y la b ir yem ek y a p a rd ın ; g e n e y a p sa n a o n d a n .
— K açam ak m ı? O lur.
K alan ekm eği alıp kalktı; y a n d a k i o d a d a b ir ten cerey e k o y ­
d u . A ğzını yıkadı; a y n ay a bak tı. D işlerini b ir d a h a fırçaladı. Ç ı­
k ıp kapıyı k a p ad ı. K adın tep siy i g ö tü rm e d e n önce m asay ı sil­
m işti. Yerine o tu rd u ; sig a rasın ı yaktı. K açıncıydı b u ? Ö k s ü rm ü ­
y o rd u artık. A ra d a b ir ay ak sesleri g e liy o rd u d ışa rıd a n . S igara­
sını b a stırırk e n tre n in sesin i d u y d u . “M erh ab a, o d a m b o ş m u?
M e rh ab a o d a b o ş m u ? O d a m b o ş m u? O d a b o ş m u? Yeriniz v ar
m ı? M e rh ab a , y e rin iz v a r m ı? İyi ak şam lar, y e rin iz v ar m ı? İyi
a k şa m lar, o d a m b o ş m u ? İyi a k şa m lar, o d a b o ş m u? İyi a k şa m ­
lar, d ö n d ü m b e n , o d a m b o ş m u ? M erh ab a..." S ilkinip kalktı, ce­
k e tin i d ü z e ltti; m a s a n ın ö n ü n e g e ld i, sa ğ eliyle tu tu n u p b ekle­
di. Y ü z d e n b a şla y ıp g e riy e d o ğ ru o tu z ü çe d e k saydı. B oşuna
te lâ şla n ıy o rd u ; belk i y a rın a k şa m b ile g e lm ezd i. Elini çekip y ü ­
r ü d ü ; E m ekli S u b a y ü n k ü llü ğ ü n ü çö p se p e tin e b o şalttı; y erin e
k o y a rk e n k a p ı açıldı. İki kişiy d iler; b iri o rta yaşlı ötek i genç.
— İki y a ta k lı o d a n ız v a r m ı?
— Evet.
M a sa y a geçti; n ü fu s k â ğ ıtların ı isted i. A d a m ikisini d e ce­
b in d e n ç ık a rıp v e rd i. S o y a d ları birdi.
— İkinci k a tta b eş n u m a ra . A n a h ta rı v e rey im m i?
— H ay ır, so n ra geliriz.
G ittiler. E sk id e n g e le n le ri p e k in c e le m e z d i; k ö r k ü tü k s a r ­
h o ş d e ğ ils e h e r is te y e n e y a ta k v e rird i. A ra sıra y a n la rın d a b ir
e rk e k le g e lip k a rık o c a lık o y n a y a n o ro s p u la rı ta n ım a z lık ta n
g e lird i. G e rç e k te n evli ç iftlerin d e y a ttığ ı g e n iş y a ta k lı o d a la r ­
d a n b ir in d e , 2 y a d a 6 n u m a r a d a y a tırırd ı b u n la rı. S e y re k d e
o lsa k im i g e c e le r g e n ç b ir e rk e k le g e le n o rta y a şlı, ç o ğ u t e d ir ­
g in 'b a b a 'la ra , 'a m c a l a r a iki y a ta k lı o d a la r d a n b irin i v e rird i.
Bu k a rı-k o c a la rın , b a b a -o ğ u lla rm , a m c a -y e ğ e n le rin sesleri ç ık ­
m a z , s a b a h la rı e rk e n g id e rle rd i. A m a b e ş a y ö n c ek i o la y d a n
so n ra e rk e k ç iftlere p e k g ü v e n e m iy o rd u . M a y ıs o rta s ın d a b ir
gece g eç v a k it o rta y a şlı b ir a d a m la s a rış ın , g ü z e l b ir g e n ç g e l­
di. 'İk i y a ta k lı o d a n ız v a r m ı? ' S ö y le d ik le ri a d la rı y a z d ı, a n a h ­
tarı v e rd i. 'İk in ci k a tta s a ğ d a , b e ş n u m a r a / O n ik iy e d o ğ ru
ışık ları s ö n d ü r ü p y u k a rıy a ç ık a rk e n o d a n ın ö n ü n d e d u rd u ,
d in le d i: '... e v et... o n a ../ a n la ş ılm ıy o rd u . T a v a n a ra sm a çıktı,
so y u n d u ; o rta lık ç ı k a d ın ın o d a s ın a geçti. Y a tağ a g ire rk e n a şa ­
ğ ıd a b iri ü s tü s te iki k e re b a ğ ırd ı. O d a s ın a k o ş u p g iy in ip in in ­
ceye d e k o te l a y a k la n m ıştı. Beş n u m a r a n ın ö n ü n d e d o n g ö m ­
lek b e ş-altı k işilik b ir to p la n tı v a rd ı. 'B u o d a d a n g e ld i/ 'K ıra ­
lım m ı k ilid i? ' 'P o lis ç a ğ rıls ın , te le fo n y o k m u ? ' 'O te lc i g e ld i'
d e d i biri 'Ç e k ilin şö y le .' K a p ıy ı ç ald ı: 'S iz m i b a ğ ırd ın ız ? ' 'Yok
bişey, u y k u s u n d a b a ğ ır d ı ç o c u k .' 'O lu r m u h iç ' d e d i biri.
'A çın k a p ıy ı lü tf e n .' K ap ı a ç ıld ığ ın d a a d a m ın b a c a k la rı çıplak,
cek eti s ırtm d a y d ı: k a y ıts ız , g ü v e n li. O ğ la n a tle tle y d i; y o rg a n ı
b a c a k la rın a ç e k m iş y a ta k ta o tu r u y o r d u . İçeri g irm e d e n o ğ lan a
s o rd u : 'N e var, n e o ld u ? ' P ü r ü z lü b ir se sle 'B e n i a ld a ttı' d e d i.
'N a sıl y a n i? P o lis ç a ğ ıra lım m ı? ' B aşın ı s a lla d ı; y ü z ü so lg u n ­
d u : 'Yok, h a y ır, ç a ğ ır m a y ın / 'Ö z ü r d ile r im , te d ir g in etçik sizi'
d e d i a d a m ; o ğ la n a d ö n d ü : 'İs te rs e n b a ş k a o d a y a g eçey im
b e n .' 'H a y ır, g e ç m e .' K a p ın ın ö n ü n d e k ile r se ss iz d ile r. 'İy i g e ­
celeri d e d i; k a p ıy ı k a p a d ı. 'V a y c a n ın a ' d e d i y a şlıc a b iri. 'H a d i
y a tın a rtık a r k a d a ş la r / H e rk e s o d a s ın a g irin c e s o fa n ın ışığını
s ö n d ü r d ü ; y u k a rıy a çıktı. S o y u n u p y a ttı; b ir s ü r e u y u y a m a d ı.
E rtesi sa b a h a ş a ğ ıd a a d a m p a r a y ı v e r ir k e n o ğ la n a z ö te d e d u ­
ru y o rd u . 'İy i s a b a h la r d e m e y e c e k m is in b e y e ? ' d e d i a d am .
O ğ la n d ö n d ü , g ü lü m s e d i; g e c e k i s e s in e b e n z e m e y e n b ir sesle
'İyi sa b a h la ri d e d i.
— H a y ırlı a k şa m la r.
— S ize de.
İki e rk e k le b ir k a d ın d ı. K a d ın ın b u r n u sa rg ılı, y ü z ü sarıydı.
— G e çm iş o lsu n .
— S a ğ o lasın . İk in d iy e d o ğ r u b u r n u k a n a d ı. D u rd u ra m a ­
dık ; h a s ta n e y e g e tird ik tre n le . İyice şim d i.
A d la rın ı y a z d ı; a n a h ta r ı v e rirk e n s o rd u . O ra d a n d eğildiler.
D o lm u şla r işley e li, T e k e l'in t ü tü n p a ra s ı v e rd iğ i g ü n le r d ışın d a ,
y a k ın k ö y le rd e n o te ld e k a la n o lm u y o rd u p e k . O sıra la r h e r g e ­
ce 1 n u m a r a d a n b a şk a b ü tü n o d a la r d o lu o lu rd u . E lini b u rn u n a
g ö tü rü r k e n b ir g ö re n v a rm ış g ib i çekti.
Perşembe
O n sekiz kırk tren in in sesini d u y u n c a k o ltu ğ u n d a n kalktı;
m asanın ö n ü n e geçip d u rd u . D ü n a k şa m gelm em işti; am a b u ­
g ü n perşem b ey d i. "M erh a b a, o d a m boş m u ? ../' Elini sa ç la rın ­
d a n geçirdi. N e çok olasılık v a rd ı. O y sa k a d ın b u n la rd a n y a ln ız
birisini söyleyecekti. Ç o ğ u z a m a n b a şın ı sallay arak , elini saçla­
rın d a n geçirerek ya d a 'E ee, y e te r a rtık ' d iy ere k k a fa sın d a n kov a m ıy o rd u b u n ları. Yalnız o lasılık la r değ il, k e n d isiy le ilgili
ufak, ö n e m siz ayrıntılar... K apı açıldı: İyi giy in m iş b ir a d a m d ı.
Bu y ü z ü ...
— Tek y a ta k lı o d a n ız v a r m ı?
— Evet.
— A yırın lü tfe n , so n ra gelirim .
D ö n ü p gitti. E sm er, k u ru b ir yü z; d u d a k la rı, g ö zleri alay
e d e r gibi. E sk id en g ö rm ü ştü . D em ek b u a k şam d a g elm e y ec ek ­
ti. 'C u m h u riy e t b a y ra m ın d a n ön ce g id ersin (birlikte g id e riz )'
d iy e m e z m iy d i k a rd e şi ya d a h e r kim se? Belki d a h a önce b ir sa ­
b a h b a şk a b ir araç la A n k a ra tre n in e ge tirm işle rd i. B aşını sa lla ­
d ı; k a z a ğ ın ın y a k a sın ı a z a şa ğ ı çekti. S abah y ık an m ıştı, tıra ş ol­
m u ş tu . ('U sta tıra şa b e k liy o r d e d i çırak ö ğ led e n so n ra . 'U sta n a
söyle, g e çe n g ü n tıra ş o ld u m .' Ç ıra k gitti; a z so n ra b e rb e r geldi.
'B ir s u ç u m u z m u o ld u Z eb e rce t E fendi?' 'Yoo, p a z a rte si çarşıy a
g itm iştim ; o rd a tıra ş o ld u m .' 'Ç ıra k sö y ley in ce hiç g elm e y ec ek ­
s in s a n d ım d a .' 'D e ğ il, g e lirim .' 'B ıyığını d a k e stirm işsin .' 'Ö y le
o l d u / 'İyi o lm u ş; g e n ç le şm işsin .' B erber gitti. 'N e istiy o r siz ­
d e n ? ' d iy e s o rd u E m ekli Subay. 'Saç tıraşı o lm a m ı.') T ıraş o lu r­
k e n a ğ z ın ın sa ğ k ıy ıs ın d a d ü n sa b a h k e stiğ i y e rd e n u stu ra y ı
b a s tırm a d a n g e çird i. Y ü z ü n ü k u ru la rk e n bak tı; k a n a m ıy o rd u .
G e n e d e h a v lu y u b ir s ü r e ü s tü n d e tu ttu . G iy in ip a şa ğ ıy a in e r­
k e n ü ç ü n c ü k a tın m e rd iv e n in d e n d ö n d ü ; k a d ın ı u y a n d ırd ı;
p e rşe m b e le ri p a z a r d a n h a fta lık se b z ey i alırdı. S ab ah a k a rşı, b ir
d ü ş te u z u n u z u n g e lirk e n u y a n m ıştı. D o n u n u n Önü vıcık vıcıktı. D o ğ ru ld u ; d a m la m a s ın d iy e eliyle b a s tırıp b a n y o y a g itti, y ı­
k a n d ı. E lin d e o lm a d a n k irle n iy o rd u in sa n . S on g ü n le rd e y a t­
m ay ı d ü ş ü n m e d iğ i o rtalık çı k a d ın la d ü ş ü n d e y a tışı tu h a ftı.
G e rçe ğ in e b e n z iy o rd u ; y a ln ız k a d ın g ö z le rin i a çm ış, sa rılm ış,
m em e sin i ısırırk e n 'O h h , şe n in im ' y a d a 'O h h , nasıl şen in im '
d e m işti. Elini ö n ü n e g ö tü rd ü , k a b a rm a y a b a şlam ıştı gene; d ü ­
zeltti, b a stırd ı. K im i geceler k o ğ u şta terlikle... K apı açıldı:
E m ekli S u b a y 'd ı. Bir h a fta d ır p a n to lo n u kırışık sızd ı. Belki öğle­
yin y e m e ğ e çıkınca a ra d a b ir te rz iy e g id ip ü tü le tiy o rd u . B ugün
öğle y e m e ğ in d e n so n ra o d a ü tü le m iş ti p a n to lo n u n u . B urnu k ı­
z arık tı; b u a k şa m d a içm işti a n la şıla n . Y erine o tu rd u .
— D ışarısı se rin b u gece. K ışla n n a sıl ısıtırsın ız oteli?
— G az so b a sı y a n a r b u r d a . M e rd iv e n b a ş ın ın geçm e ta h ta ­
ları v a rd ır, k a p ısı da...
— Ö te k i k atlar?
— Y u k arılar ısın m a z .
K itabını a ld ı açtı. K o n u ş k a n b iri o lm a y ışı iy iy d i. Dişçi ol­
saydı... D işçi tek b a şın a y a rım s a a t o tu r s a b u r a d a ç atlard ı. D ü n ­
d e n b e ri b ir y a k ın lık d u y u y o r d u a d a m a . D ü n g ece y e m e k ten
d ö n ü n c e 'A ltı g ü n d ü r b ir k e re ç ık tın ız d ışa rı; h e p o tu r u r m u s u ­
n u z b u ra d a ? ' d e m işti. 'E v e t e fe n d im , işim b u b e n im .' 'G ü ç bir
iş. Y ardım cınız d a yo k ; iyi d a y a n ıy o r s u n u z .' G e rçe k ten güç
m ü y d ü işi? Beş yıl ö n c e F a ru k B ey y a ta k ü c re tle riy le b irlik te o r­
talıkçı k a d ın la o n u n a y lık la rım d a a rtırd ığ ın ı sö y le y in c e u ta n ­
m ış, y e re b a k m ıştı. İkinci g e lişiy d i b u r a y a ; b ir d e 1955 k ışın d a
R ü ste m Bey ö ld ü k te n s o n ra g e lm işti. B ö lü şm e d e a b la la n oteli
o n a b ırak m ışlar. 'Y u k a rıia n g ö rm e k is te r m is in iz ? ' İki y a şın d a y ­
m ış İzm irie y e rle ştik le rin d e ; ç o c u k lu ğ u n d a b irk a ç k e re babası
getirm iş. B u o d a d a k a ld ı o gece; e rte si sa b a h gitti. E m ekli S u­
b a y sol e liy le tu tu y o r d u k ita b ı, sa ğ e lin d e sig a ra s ı v a rd ı. Ç ay
d e m le m e y e k a lk a c a k k e n k a p ı a çıld ı. O ld u k ç a g e n ç b ir ad am d ı.
Y aklaştı; E m ek li S u b a y 'a d o ğ r u b a k tı, m a s a y a eğildi.
— M e rh a b a , b ir ric a m v a r s iz d e n , d e d i y a v aşça .
— B u y u ru n .
— Bir k a d ın la İzm irie g id e c e k tik ; ü ç s a a t g e cik m e varm ış.
B u ra d a k a la b ilir m iy iz b u gece? G ü ç d u ru m d a y ız ; ista sy o n d a
b e k le m e k iste m iy o ru z .
— K a d ın n e re d e ?
— İsta sy o n d a .
— P eki, gelin.
— S a ğ o lu n .
A dam kapıdan çıkında Emekli S ubay o na dön d ü .
— Kim bu adam ?
— Bilm iyorum. 'Birini so rd u ' derk en düzeltti:
— Birisiyle gelecekm iş, oda istedi.
— Birini mi sordu dediniz?
— H ayır, birisiyle gelecekm iş.
İçkinin etkisiyle belki, y ü z ü sararm ıştı. K apı açıldı: akşam
tek yataklı o d a a y ırtan ad am d ı; esm er, k u ru yüzlü... B irden ta­
nıdı. İki yıl önce bir gece otelde kalıp sabah gid erk en 'Ü stü m d e
para yok; so n ra v e ririm ' d iy en adam dı. M asanın ö n ü n d e d u r­
du.
— O dayı siz m i göstereceksiniz?
— Yatak p a rasın ı önced en alıyoruz efendim .
— N iye? Yarın sa b a h veririm giderken.
— K u su ra b ak m ay ın . Bir gecelik bo rcu n u z d a var bize.
— N asıl? B orcum m u?
— Evet. İki yıl önceydi; g id erk en 'Sonra v eririm ' dem işti­
niz.
— Y anlışınız var; ilk gelişim buraya.
— Y anıldığım ı san m ıy o ru m .
— N asıl olur? B ana gü v en m iy o rsan ız kalam am otelinizde.
— Siz bilirsiniz.
A d a m g ü ld ü . 'T uhaf b ir yeT d ed i, çıkıp gitti. Em ekli Subay
gazetelerini, kitabını aldı; m asay a yaklaştı. Bir acısı v arm ış gi­
biydi y ü z ü ; sarıy d ı. H a sta m ıydı? A n ah tarın ı verdi.
— İyi geceler efendim .
G ö zlerin e b a k ıy o rd u . Söver gibi 'Ç ok sağ lam sın ız' dedi.
Z ebercet k o ltu ğ u n d a g eriy e çekildi; sarardı. A d am d ö n ü p y ü ­
rü d ü . M erd iv en i ç ık a rk en a rk a sın d a n 'G itm ey in d a h a ' d iy e ses­
lenm ek istedi; a m a nasıl söylenirdi bu. Y ukarıda o d a n ın kapısı
k a p an ın ca d ış kapı açıldı: E linde çantası genç b ir k a d ın la d e ­
m inki ad am d ı. T edirgindiler. A d a m m asay a y ak laşırk en kad ın
d u rd u ; yere b a k ıy o rd u . A sk ıd a n 6 n u m a ra n ın a n a h ta rın ı aldı.
— G eniş y atak lı b ir o d a vereyim size.
— Tek y ataklı m ı?
— Evet.
— Çift yataklı y o k m u?
— Var, am a d a h a ra h attır bu.
K adına d ö n ü p sordu:
— N e dersin?
K adın om u zların ı kaldırdı.
— Bilm em , dedi.
— Peki, verin.
A nahtarı verdi.
— Ü çüncü k atta soldaki ilk o d a ; altı n u m ara .
M erdiveni çık arlarken a rk a la rın d a n baktım . B oylan denkti.
K adının kısa to p u k lu a y ak k ab ıları vard ı; kıçı u fa ra k , bacakları
d ü z g ü n d ü . 'G üç d u ru m d a y ız ' d e m işti a d am . Belki ikisi d e ev ­
liydiler. O daya girer g irm ez sa rılır m ıy d ı? 'K a p ıy ı kilitle' derd i
kadın.
A nkara treni geçtikten y a rım sa a t so n ra d ış k apıyı dem irle­
y ip kilitledi. G ecikm e üç sa a t d e ğ il iki saatti. S a lo n u n ışıklarını
sö n d ü rd ü ; o d a y a girdi. Salı gecesi m en te şele ri y ağlam ıştı. D ü n
gece çok az kalm ıştı o d a d a; h a v lu y a y a k la şırk e n d ö n ü p çıkm ış­
tı. Y ürüdü; y a ta ğ ın y a n ın d a b a şu c u m a s a s ın ın ö n ü n d e d u rd u .
O gece şu racık ta y a ta ğ ın k ıy ısın d a o tu ru y o rd u kadın: kara k a­
zağı, iri y u v arlak lı g ü m ü ş kolyesi. B akm ıştı. T epside çaydanlık,
sü zg ü , çay b ardağı; tab a k ta b e ş şeker. A ltı şek er k o y m u ştu . Ek­
sik şeker k a d ın ın tek şekerle b ir b a rd a k çay içtiğ in e kesin bir
k a n ıt m ıydı? Ya ikiye b ö lü p y a rım şa r şe k e rle iki b a rd a k çay içtiyse? Şekeri ağ zın a a lıp üç b a rd a k b ile içebilirdi. Elini u z a tır­
k en çekti; am a k a d ın ın çayı n asıl içtiğ in i b ilm esi g erekiyordu.
E ğilip ç ay d an lığ ın k a p a ğ ın ı k a ld ırd ı. Y arısın d an çoğu d o lu y d u ;
b ir b a rd a k içm işti. K apağı y e rin e b ırak tı. Ç a y b a rd ağ ın ı aldı,
ışığı tu tu p e lin d e çevirdi: B a rd ağ ın k ıy ısın d a k a d ın ın d u d a k la ­
rın ın d e ğ d iğ i y e r belli b elirsiz lek eliy d i. Bir leke d a h a v ard ı
am a k ü ç ü k tü ; p a rm a ğ ın ın iziy d i belki. Y ukarı o d a d a bir gıcırtı
o ld u . Y üzü ışığa d ö n ü k b ir sü re b a rd a ğ a bak tı. D ib in d e b ir y u ­
d u m lu k k a ra rm ış çay a rtığ ı v a rd ı. B ard ağ ı ağ zın a g ö tü rü rk e n
g ö zlerin i k a p ad ı; d u rg u n , b a y a t ç ay ın k o k u s u n u d u y d u ; k a d ı­
n ın d u d a k la rın ın izi sa n d ığ ı yeri ö p tü . B irden b ir g ü rü ltü o ld u
y u k a rıd a , ta v a n ç atırd a d ı. Sıçradı, b a rd a k e lin d en yere d ü ş ü p
p a rça la n d ı. G özleri açık, kılları d ik e n d ik en d i. Em ekli S ubay
y a ta k ta n d ü ş m ü ş olacaktı. K aryola d e m irin i tu ttu ; y u tk u n d u .
Yukarı odadan su sesi, sonra bir gıcırtı geldi; adam yeniden
yatmıştı demek. Yüreğinin çarpıntısı yavaşlıyordu. Dem iri bıra­
kıp bir adım geri çekildi; yerdeki bardak kırıklarına baktı. Od?
bozulm uştu; kadın gelm ezdi artık. Y ürüdü, o dadan çıkarken
bir haftadır yanan ışığı söndürdü.
Cuma
A şağıya indiğinde saat yediyi geçiyordu. Dış kapıyı açtık­
tan sonra yandaki odada çayını dem lerken yukarıda bir kapı
açılıp kapandı. Ocağı kıstı; çaydanlığı üstü n e koydu, çıktı. Kol­
tuğuna o tururken Emekli Subay elinde küçük deri valizi, m er­
divenden iniyordu. Yorgun, yıpranm ış, esm erleşm iş gibiydi yü ­
zü; tıraş olm am ıştı.
— İyi sabahlar efendim .
— Size de. N e k a d ar borcum?
— Yedi gün; yüz beş lira ediyor.
A rka cebinden çıkardığı p aralardan yüz yirm i lira ayırdı;
m asaya bıraktı. Ö tekileri cebine koydu; valizini aldı.
— Ü stü kalsın.
K ötü bir g ü n d e gidiyordu. Kapıya yaklaşırken arkasından
seslendi:
— K açıyorsunuz dem ek.
A dam d u rd u , om uzları kısıldı; dönm edi. Y ürüdü; kapıdan
çıkıp yavaşça kapadı, gitti. G elm eyeceğini anlam ış m ıydı? 'Gel­
m ez artık; am a benim beklem em gerek' diyem edi. Belki bir baş­
kasını bekliyordu. G ene d e iyi dayanm ıştı.
K ahvaltıdan sonra süpürgeyle faraşı alıp kadının odasına
girdi; ışığı yaktı. Yatağın sağında, yerdeki bard ak kırıklarını sü ­
p ü rd ü , topladı; çöp sepetine döktü. Islak bir bezle m uşam bada­
ki çay lekelerini ovdu, sildi. Bezi sandık odasına bırakıp ellerini
yıkadı. Az önce ikinci çayını içerken dib in d e bir y u d u m lu k çay
bıraktığı bardağı aldı; odaya g ö tü rü p kırılan bardağın yerine
koydu. K adın gelirse olanları anlayam azdı; am a o biliyordu.
İşığı sö n d ü rü p çıktı; kapıyı kilitledi. K oltuğuna otu rd u . D oku­
m a fabrikasının d ü d ü ğ ü ötüyordu. Saata baktı: sekize iki var.
Ç alar saat günde iki dakika geri kalırdı. Kurarken ileri almayı
unutm uş m uydu bugün? Öğleyin, on ikide top atılınca baka­
caktı. Geçen cum a sekizi iki geçe çalm ıştı kapıyı. "Evet, kalkı­
yorum ." Sadece bir hafta mı olm uştu? Sol cebinden sigara pa­
ketiyle kibriti çıkardı. O sabah kadını bir, bir buçuk ya da iki
dakika daha uyutm ası pek önem li değildi am a kimi ayrıntılar
önemliydi: nüfus kâğıdının olm ayışı, giderken u n u ttu ğ u havlu,
bitm eden sö n d ü rd ü ğ ü iki sigara. D ıştan belli olm asa da tedir­
gindi dem ek, dalgındı. Bir haftalığına kardeşine giden bir kadı­
nın daha bir rah at olm ası gerekm ez m iydi? Belki bir başkası
vardı o köyde; A n k ara'd an tanıdığı biri.
Sigarasını sö n d ü rü rk e n d ü n gece gelen adam la kadın m er­
divenden iniyordu. Açık k o n u şm u ştu adam ; birlikte gelip karıkoca olduklarını söyleselerdi kuşk u lan m azd ı. K adın aşırı bo­
yanm ıştı; adam ın y ü z ü solgundu. 'U n u tm a' dedi; m asanın
önünde du rd u . K adın gülüm sedi; y ü rü y ü p dışarı çıktı.
— İyi sabahlar. Biraz bekleyebilir m iyim ben?
— Nasıl isterseniz.
K apıdan yana bakıyordu. K ıpırdadı; cebinden sigara pake­
tini aldı; uzattı.
— İçer m isiniz?
— Yeni sön d ü rd ü m ; alm ayayım . R ahat ettiniz m i gece?
— Çok iyiydi oda; sağolun.
Sigarasını yaktı; ü stü ste çekti.
— İlerde, gerekirse gelebilir m iyiz?
— Elbette efendim .
Sigarayı sol eline a ktarıp sağ eliyle arka cebinden bir ellilik
çıkardı; m asaya bıraktı.
— H oşça kalın.
Ç ekm eceyi açarken a d am kapıya d o ğ ru y ü rüdü.
— D u ru n biraz; ü stü n ü vereyim .
D uym am ış gibi çıkıp gitti. Em ekli S ubay'm bıraktığı on beş
lirayı da aldı çekm eceden; elindekilerle birlik arka cebine koy­
d u . Bir gecelik borcu olan adam ı (gerçekten o m uydu) bunları 6
n u m aray a yatırm ak için m i çevirm işti yoksa? D ün gece yatm a­
ya g iderken bir sü re Em ekli S ubay'ın odasını dinlem işti. Kapıyı
çalm ayı d ü şü n ü rk e n som ya gıcırtısıyla yorganın içinde boğu­
lan ö k sü rü k sesi d u y m u ş, k a p ıd a n çekilip ü ç ü n c ü kata çıkm ış,
6 n u m a ra n ın ö n ü n d e d u rm u ş , a n a h ta r d e liğ in e eğilm işti. Ka­
ranlıktı; y av aş sesle k o n u şu y o rla rd ı, a n la şılm ıy o rd u . Belki d in
leniyorlardı. Bir gıcırtı o ldu.
'Sigara ister m isin?' 'E v et' d e d i k a d m . Y ürü d ü ; o dasına çıktı.
Gece
O n sekiz k ırk tre n in in g e çişin d en çok sonra, elleri a rk a sın ­
d a m e rd iv e n le d ış k a p ı a ra sın d a g id ip geliy o rd u . K apı açıldı:
o rta b o y lu , g e n ç te n b ir a d a m d ı.
— Y erim iz y o k e fe n d im , d e d i.
— Ö y le m i? Peki.
A d a m g itti. A k ş a m ü s tü iki kişiyi d a h a 'Y erim iz y o k ' d e ­
y ip ç e v irm iş ti. Ö ğ le d e n s o n ra o rtalık çı k a d ın y u k a rıla rın te ­
m iz liğ in i b itirin c e s a lo n u d a silm işti. E linde k o v a , 1 n u m a r a ­
n ın ö n ü n d e d u r u p so rm u ş tu : 'B u ra sı silin ecek m i a ğ a? ' 'H a y ır,
te m iz o ra s ı.' G e rç e k te n te m iz m iy d i? Y andaki o d a y a g ird i; çay
d e m le y ip çıktı. K ö şed e k i k o ltu ğ a o tu rd u . B üyük b a k ır k ü llü k
b o ştu . S o n g e c e m iy d i b u ? İç in d e d o ğ u lm u ş , y a şa n m ış, ö lü n ­
m ü ş esk i k o n a k h a z ırd ı. T renle g e lm e m işti; o n b ire d e ğ in b ir
s a a t d a h a b e k le y e c e k ti. K apı açıldı: a ra sıra b ir e rk e k le o te ld e
k a la n s a rış ın o r o s p u y d u ; y a n ın d a o rta y a şlı b ir a d a m v a rd ı.
K a lk m a d ı.
— Y erim iz y o k , d e d i.
— A a niye? H e p b u rd a k a lırd ık biz.
— G id e lim , d e d i a d a m .
K a d ın b o y n u n u b ü k tü .
— Bişey y a p a m a z m ısın ız ? Ü ç ü n c ü k a tta k i odayı...
— Y erim iz y o k b u gece.
A d a m k a d ın ın k o lu n u tu ttu .
— G id e lim , d e d i.
G ittiler. Ç a rş a m b a g e ce si b a ş k a b ir e rk e k le g e lm iş ti k a ­
d ın . K a lk ıp d e fte re b a k tı. 6 n u m a r a d a S a lih a A la k a ş ile A h ­
m e t A la k a ş y a z ılıy d ı. D e fte ri k a p a d ı. G ü n lü k fişte 6 n u m a r a ­
y a a y n ı a d la rı y a z d ı. B u n la r d a n ö n c e g e le n a d a m a b ir a d d ü ­
ş ü n d ü . K ırk y ıld ır b ir te k Z e b e rc e t b ile k a lm a m ıştı o teld e. 5
n u m a ra y a Z e b e rc e t G e z g in y a z d ı. Y a n d ak i o d a d a n b ir cızırtı
g e liy o rd u . K o ştu ; o c ağ ı s ö n d ü r d ü . Ç a y y a n m ıştı; içilm ezd i.
Ç a y d a n lığ ı y ık a y ıp çıktı. G e n e E m ek li S u b a y 'm y e rin e o tu r ­
d u . O n b ire d e ğ in ik iş e r ik iş e r d ö r t k işi d a h a g e ld i y a ta k a ra ­
y an . 'Y e rim iz y o k ' d iy e s a v d ı. A ra s ıra h ız la b ir a ra b a geçi­
y o rd u d ış a rıd a n .
O n ik iy e d o ğ r u k alk tı. K ap ıy ı d e m irle d i, k ilitle d i; ışıkları
s ö n d ü rd ü . İkinci k a tın a y a k y o lu n a işe y ip d ö n d ü ; A n k a ra tre ­
n iy le g e le n k a d ın ın k a ld ığ ı o d a y a g ird i. S ırtın ı k a p ıy a d a y a y ıp
k a ra n lık ta d u r d u . “Bir ç ay içe b ilir m iy im a c a b a ? " Ç a y y a n m ış­
tı. Işığı y a k tı. H e r şey y e rin d e y d i; ç a y b a r d a ğ ı b ile . Y atağın so ­
lu n d a d u v a r a çakılı a sk ıy a m ı a s m ış tı in ce , k a h v e re n g i p a lto ­
su n u ? T ep siy le g ird iğ in d e y a ta ğ ın ü s tü n d e y d i. B elki s a n d a ly e ­
y e k o y m u ş tu s o n ra ; k a z a ğ ın ı, e te ğ in i... Y ü r ü d ü ; y a ta ğ ın y a n ın ­
d a d u r d u . D o ğ d u ğ u y a ta k tı b u . V iş n e ç ü rü ğ ü a tla s y o rg a n , k o ­
n a ğ ın y o rg a n la r ın d a n b iriy d i. Ç ıp la k m ıy d ı a ltın d a ? G ece la m ­
b a sın ı y a k tı; ö tek i ışığı s ö n d ü r d ü . A y a k k a b ıla rın ı, ç o ra p la rın ı
çık ard ı; te rlik le ri g iy d i. S o y u n d u ; g iy sile rin i a s k ıy a astı. A yak­
ların ı y ık a d ı; o te lin h a v lu s u y la k u r u la d ı. D ö n ü p y a ta ğ a g ird i,
y o rg a n ı ü s tü n e çekti. Y astığı ç e v ird i, sa rıld ı; y ü k s e k sesle 'G elm e s e y d in ö lü r d ü m ' d e d i. Y astığı k o k la d ı, ö p tü . E rk ek lik o rg a ­
nı d im d ik ti. S ıcak tı içerisi; a v u ç la rı te r liy o rd u . D o ğ ru ld u ; y o r­
g a n ı a y a k u c u n a itti. G ö ğ s ü n ü n k ılla rı s e y re k ti; y ü z ü sa rıy d ı,
g e rg in d i. K a d ın ın u n u t tu ğ u k a r a la n in ce , s a rıla rı k ırm ız ıla rı
k a im ç iz g ili h a v lu y u d e m ir d e n a ld ı; y a ta ğ ın o rta s ın a serdi;
y a stığ ın b ir u c u n u h a v lu n u n a ltın a ç e k ip a b a n d ı; sa rıld ı. Y ük­
se k se sle b ir d a h a 'G e lm e s e y d in ö l ü r d ü m ' d e d i. K a d ın b irşe y
s o rm u ş tu a n la ş ıla n ; 'E v e t' d e d i. K o lları o ld u k ç a in ce, b a ca k la rı
k ıllıy d ı. Kıçı d a k ıllıy d ı, siv ilc e liy d i; te k d ü z e , a ğ ır a ğ ır k a lk ıp
in iy o rd u . Y ü z ü n ü y a s tık ta n a y ırıp k a d m m k in e b e n z e tm e y e ça­
lıştığ ı in ce b ir se sle 'O o h , b ıra k m a sa k ın ; m e m e le rim i ısıri d e d i.
A z a şa ğ ıy a k a y ıp y a stığ ı ısırd ı. İn le d i. B a ca k la rı, sırtı g e rile g e ­
rile, g ittik ç e h ız la n a r a k u z u n s ü re k a lk ıp in d i kıçı; d u r d u , in ce,
y o r g u n b ir se sle , k u la ğ ın a s ö y le n iy o rm u ş gib i y a v a şç a 'O o h ,
n a sıl ş e n in im ' d e d i.
Beşinci geceydi. Y atakta dizleri ü stü n e k alkıp h av lu y u o v u ş­
turdu; k u ru yeriyle ö n ü n d e k i, k a rn ın d a k i y a p ışk an ıslaklığı iyfcv
sildi; karyola d e m irin e astı. Bir g ü n d e k u ru y o rd u . Yatağa g irm e ­
den silkeliyor, k alanları tırn ak larıy la kazıyıp d ü şü rü y o rd u . G ene
de, özellikle o rtasın d a , sarı çizgiler ko y u laşm ay a başlam ıştı. Yas­
tığı başu cu n a itti, d ü z eltti; yo rg an ı ü stü n e çekip u z an d ı. Beş ge­
cedir b u ra d a y atıy o rd u . C u m a gecesi y u k a rıd a n saatini, açık ye­
şil kazağını, tıraş k u tu s u n u alıp d ö n m ü ştü . C u m artesi sabahı da
6 n u m a ra d a n m asay ı in d ird i. L av ab o n u n y a n ın d a y d ı m asa; ü s ­
tü n d e tıraş k u tu s u vard ı. A rtık g ü n a şın tıraş oluy o rd u . S ab ah lan
geç kalkıyor, b a b asın ın sa ğ lığ ın d a k i gibi, u y a n d ık ta n sonra bir
sü re y a ta k ta k a lıy o rd u . N asıl olsa kalan y o k tu otelde; y a ta k ara ­
y an lara 'Yer y o k ' d iy o rd u . O d a ların a n ah tarla rın ı çekm eceye
k o y m u ştu . P a z artesi gecesi celepleri gü çlü k le savdı. G id erlerk en
'O lacak şe y değil; koca o te l../ d e d i biri.
D ö rt g ü n d ü r o rtalık çı k a d ın ı u y a n d ırm ıy o rd u ; ço ğ u öğleye
d o ğ ru k a lk ıy o rd u k a d ın . P a z a r a k şa m ı y e m e ğ in i in d irin c e 'N e ­
d e n g e lm iy o rla r a ğ a ? ' d iy e so rd u . 'B ilm em . G elirler g e n e.' Ö ğ ­
le d e n so n ra b irk a ç p a rç a k irliy i y ık am ıştı o g ü n ; su n d u rm a y a
a sm ıştı. H a v a y a ğ ışlıy d ı. B u g ü n b ir ara a şağ ıy a in ip m e rd iv e n
b a şın d a d u r d u . 'B en g id e y im iste rse n a ğ a .' 'N e re y e g id e c e k ­
sin ? ' 'B ilm em . K öye g id e r im .' 'N e d e n ? ' 'Y apacak bişey yok.'
'İyi ya, d in le n b ira z .' 'G e le n d e y o k .' 'Y ukarı çık sen. Y akında
g e lirler.' Bu d u r u m d a d a h a s o ru m s u z , d a h a ra h a t o lm a sı g e re k ­
ti k a d ın ın , a m a o n y ıld ır a lıştığ ı d ü z e n in b o z u lm a s ın d a n h o ş­
n u t d e ğ ild i d e m e k . 'Y a k ın d a gelirleri d e m işti k a d ın a . A lacak
m ıy d ı y e n id e n ? S a n m ıy o rd u . Y atak istey en leri sa v d ık ta n so n ra
fişe u y d u r m a a d la r y a z ıy o rd u . E rtesi sa b a h b u n la rı d e fte re g e ­
çiriyor, to p lu y o r, g a ze te c i g id in c e k asay ı açıp k e n d i z a rfın d a n
a ld ığ ı p a ra y ı o telin z a rfın a k o y u y o rd u . Bu sa b a h g a z e te c iy e d e
a rtık g a z e te g e tirm e m e s in i, k im s e n in o k u m a d ığ ın ı sö y le d i; y ir­
m i d o k u z g ü n lü k p a ra y ı v e rd i. C u m h u riy e t b a y ra m ıy d ı; d o k u ­
za d o ğ ru k a p ıy ı a ç a rk e n tr a m p e t, b o ru sesleri g e liy o rd u d ış a r ı­
d a n ; ö ğ re n cile r g e ç iy o rd u . G a z e te d e ö n e m li b ir h a b e r v a rd ı: S a­
a tle r b u gece b ir sa a t g e ri a lın a ca k . U n u tm u ş tu .
D o ğ ru ld u , b a ş u c u m a s a s ın d a k i c e p sa a tin i b ir sa a t geri
aldı: o n ik iy e y irm i v a rd ı. Yattı. T ep siy i c u m a gecesi, y u k a rı­
d a n s a a tin i, açık y e şil k a z a ğ ın ı, tıra ş k u tu s u n u g e tirin ce k a l­
d ırm ıştı. B ak ır k ü llü k o ra d a y d ı; y a ta ğ a u z a n ıp k a d ın ın b it­
m e d e n s ö n d ü r d ü ğ ü s ig a r a la r d a n b irin i içm işti. D a h a b e k li­
y o r m u y d u ? E n k ö tü s ü k a f a s ın d a k i tu ta rs ız lık tı. Bu a k şa m
d ışa rıy a ç ık ın c a y a d e ğ in k a ç k e re k a r a r d e ğ iş tirm iş ti. S o n u n ­
d a o rta lık ç ı k a d ın a 'S o k a ğ a ç ık ıy o ru m b e n ; k a p ı ç a lın ırs a aç­
m a ' d e d i. G e n e d e tr e n in g e ç m e s in i b e le d i. O n y ıld ır ilk d e fa
ç a rşıy a y a k ın b ir içk ili a ş e v in d e y e m e ğ in i y e rk e n b ir te k ra k ı
iste d i; b itirm e d e n ç ık tı. H ü k ü m e t k o n a ğ ı ö n ü n d e k i b ü y ü k
a la n d a b a y ra m g ecesi şe n liğ i v a rd ı: h a v a fişe k le ri, çalg ılar,
o y n a y a n la r. A la n ın ç e v re si k a la b a lık tı. E s k id e n b e ri d ış a rın ın
in s a n la rın ı p e k a n la y a m a z d ı; o te le g e le n le r d e n d e ğ ille rd i
sa n k i. B ir k a d ın a s ü r tü n m e k y a d a la f a tm a k y ü z ü n d e n iki
a d a m ta r tış ıy o rd u ; b a ş k a la rı d a k a rış tı. U z a k la ş tı o ra d a n . K ö ­
şe d e k i b a n k a n ın d e m ir p a r m a k lık la r ı ö n ü n d e b ir e rk e k le k a ­
d ın ın a ra s ın d a d u r a n k a ra k a z a k lı, u z u n c a b o y lu , e s m e r b ir
g e n ç k ız a b a k tı g e ç e rk e n ; k ız b a ş ın ı ç e v ird i. İ le r id e b ir a ğ ac a
y a s la n ıp b e k le d i. G id e r le r k e n u z a k t a n iz le d i. K ö p rü y e v a r ­
m a d a n te k k a tlı b ir e v e g ird ile r. B ilm e d iğ i s o k a k la rd a n g e çe ­
re k g e ld i o tele ; k a ra n lık tı.
S o lu n a d ö n d ü . D u v a rın o r ta s ın d a asılı k a lın çerçeveli re­
sim d ek i k a d ın gece la m b a s ın ın ışığ ın d a belli b e lirsiz d i. Y ıllar­
d ır y a tıy o rd u o ra d a . 'U y a n s a n a k ız s e n ' d e d i y a v a ş sesle; g özle­
rin i k a p a d ı. K a d ın d o ğ r u ld u ; g e rin d i; s e d ir d e n in e rk e n ü s tü n ­
d e k i tü lü attı. Z en c i k ız la rı k o v d u . Ç e rç e v e y e t u tu n u p sarktı;
b o y u u z a d ı, k a lç a la rı d a ra ld ı, m e m e le ri k ü ç ü ld ü ; e llerin i b ıra ­
k ıp o d a y a in d i. Y atağa d o ğ r u y ü r ü d ü .
G ö z lerin i açtı. K a d ın d u v a r d a k i re sim d e y d i.
G ö z le rin i k a p a d ı. O ra sı k a b a rm ış tı gene; sa ğ e lin in p a r ­
m a k la rın ı d ib in d e k i k ısa k ılla rd a g e z d ird i. 'A z d a h a b ü v ü se y m iş...' U p u z u n y a ta rd ı a ltın d a u z u n b o y lu k a d ın m e m e le rin i
ö p e y im m i iste rs e n Öp b o y n u n u d a ö p ü c e m ö p ya ö p d e rd i ye­
tiş e m e z d i b o y n u n a g e c ik irse g e lm e k te g ecik irse k a d ın u staca
o y n a tırd ı kıçını k a ld ıra in d ire k a ld ıra ın d ire ü s tü n d e sallan a
sa lla n a ta v a n a ra s ın d a k i b e şik te ...
'O dalar d o lu ' dedi, sesi p ü rü z lü y d ü ; ö k sü rd ü , 'O dalar do
lu efendim ' dedi. B ütün g ü n ilk gelendi bu; y ü z ü seçilm iyordu.
B aşlıyordu gene; saatlarca 'o d a la r d o lu ' ya da 'y e r yok'. A dam
k apıdan çıkınca kalkıp ışıkları yaktı. D u v a rd an Kapı gece 12'de
kapanır yazılı k a rto n u alıp m asaya getirdi; arkasına kalın harf­
lerle KAPALI yazdı. O telin kapanışına tem izlik, onarım gibi bir
neden gösterm ek gereksizdi. K artonu kap ın ın çerçevesine iliş­
tirdi. G eriye d ö n ü n c e m erd iv en b aşın d a d u ra n ortalıkçı kadını
gördü.
— N e istiyorsun?
— Yarın gid ey im m i ben?
— İstersen git.
K adın d u ru y o rd u . Birkaç g ü n d e yaşlanm ıştı sanki.
— Bir diyeceğin m i var?
— K açam ak y a p tıy d ım ; getireyim mi?
Ö ğleyin y e m e k istem em iş, b iraz sü t içmişti.
— K alsın şim di; ç ıkıyorum ben. K apı çalınırsa açm azsın.
K adın y u k a rıy a çıkınca ışıkları sö n d ü rd ü . A lacakaranlıkta
b ir sü re d u rd u . G erçek ten gidecek m iy d i yarın? D ışarı çıkıp ka­
pıyı kilitledi; yok lad ı. İleride, börekçi fırınının ö n ü n d e b ir to p ­
lu lu k vardı; o ra y a gitti. K aldırım daki ağaçlardan birine bir a ra ­
ba çarpm ıştı. B o y n u n u uzattı; içerisini görem iyordu. Biri sordu:
— Kaç k işiy m işle r içinde?
— Uç. K aldırdılar, d e d i fırıncı.
— Ö len o ld u m u?
Y anından iterek b ir a d a m geçti önüne; to p lan d ı, d ö n ü p çar­
şıya d o ğ ru y ü rü d ü .
D ü n a k şa m k i içkili aşevi ten h a y d ı; k ap ıy a yakın iki kişilik
bir m asaya o tu rd u . Y üzü otele gelen o ğ lan la rd a n birine ben ze­
yen g a rso n d a n p a tlıca n tava, şiş, k ü ç ü k bir şişe şa rap istedi.
Soldaki m a sa la rd a n b irin d e geniş alınlı, y u v a rla k gözlü, d ö rt
köşe bıyıklı b ir a d a m , k a rşısın d a o tu ra n iki kişiye b irşeyler a n ­
latıyordu. P a z artesid e n p a z a rte siy e sekiz, salı d o k u z , çarşam ba
on; o n g ü n o lu y o rd u b u g ü n . Sol eliyle ü s t d u d a ğ ın a d o k u n d u .
B uzdolabının ö n ü n d e k i m asa d a o tu ra n la rd a n iri b u ru n lu , sar-
lak yanaklı a d am d ü n gece d e orad ay d ı. A dam la arasına gar­
son girdi; ceketi lekeliydi; şarabı, y o ğ u rtlu patlıcanı bıraktı; birşey söyledi.
— A nlam adım .
— Şişiniz p işiy o r ded im .
İki m asa ö ted e n çağırdılar; g a rso n k o ştu . Uç kişiydiler; kar­
şıda o tu ra n ikisi k alın kaşlı, kara b ıyıklıydı am a birbirlerine
benzem iyorlardı. A rkası d ö n ü k o lan ın saçları kısa, sırtı gergin­
di; kara ceketliydi. Yeni gelen, ü ç ü genç biri o rta yaşlı d ö rt kişi
ön ü n d ek i m asay a yerleşti. Şişi gelince b a rd a ğ ın a şa ra p d o ld u r­
du. A ğır ağır, d u ra d u ra y iy o rd u . A ra d a b irk aç y u d u m şarap
içiyor, h e r içişinde gözlerin i k ısıy o rd u . K apı açıldıkça d ö n ü p
bakıyordu. U zunca b o y lu , ince b ir a d a m k a rşısın d a k i sa n d aly e­
yi çekm işken bıraktı; g id ip k a p ın ın ö te y a n ın d a k i iki kişilik m a­
saya o tu rd u . D u m a n lıy d ı içerisi, g ü rü ltü lü y d ü ; y ü k se k sesle
konuşanlar, g ü len le r vard ı. Ö n ü n d e k i m a s a d a d u v a r d ib in d e
o tu ra n k u m ral, k o n u şk a n genci b irin e b e n z e tiy o rd u ; y ü z ü n e
bakınca g özlerini in d ird i; b ir sig a ra yak tı. K ap ın ın açıldığını
du y m am ıştı; y a n ın d a n b ir po lisle gece bekçisi geçti; iki m asa
ö ted e d u rd u lar. H e rk es su s m u ş o ra y a b a k ıy o rd u . Polis kısa saç­
lı, kara ceketli a d a m ın o m z u n a elini k o y d u .
— Kalk b a k alım , k a ra k o la g id eceğ iz, d ed i.
K ara b ıy ık lıla rd an d u v a r d ib in d e k i so rd u ;
— N e var, n e y a p m ış bu?
—■B ilm ezm iş gibi so ru y o rsu n .
— N e y m iş b ildiğim ?
— K açak, a ranıyor. K alk h a d i, g idelim .
A ğır ağ ır d o ğ ru lu rk e n sa n d a ly e gıcırdadı. G eniş om u zlu ,
katı y ü z lü b ir gençti.
— Kim k an cık lad ı beni?
— Bilm em . Ö ğ re n irsin sonra.
G eçide çıkınca b ird e n p o lisle bekçiyi d ö rt köşe bıyıklıyla
a rk a d a şla rın ın m a sa sın a itip , k ırıla n şişe, b a rd a k sesleri arasın ­
d a k a p ıy a d o ğ ru fırlad ı, çıktı. Polisle bekçi to p arlan ıp koştular.
Y anından g e çerk en gece bekçisi d ü d ü ğ ü n ü ö ttü rd ü . Sol kulağı
çınladı. K ara bıyıklı iki a d a m d a k alk m ış çıkıyorlardı. B uzdola­
b ın ın y a n ın d a n a k ö n lü k lü aşçı bağırdı:
— Parayı verm ediniz!
A rkadaki adam k apıdan çıkarken başını yarı çevirip 'Şim di
başlarım p a ran d a n ' dedi. H erkes b irağ ızd an k onuşm aya başla­
dığında Zebercet dim dik o tu ru y o rd u ; sol elinin iki parm ağı
arasındaki sigara ezilm işti; k ü llü ğ e bastırdı. Aşçı yüksek sesle
sövdü. Sağ eliyle bardağı alıp d ib in d e k i şarabı içti; şişede kala­
nı bardağa boşalttı; m asaya k o yarken tabağa çarptı, kırılm adı.
Soğum uş etleri yedi; bir sigara d a h a yaktı. Ö nü n d ek i arkası d ö ­
nük orta yaşlı ad am 'T utarlar b ir g ü n ' dedi. B aşçavuşun beylik
tabancasını çalıp kaçm ıştı Kilis'li; bir d a h a görünm edi. Boyu kı­
sacaydı; sol y an ağ ın d a (sağ m ıydı yoksa) çıban izi vardı. Kafa­
sıyla v u rm u ştu d e rste M a laty a'h ç av u şu n karnına. 'K alksana
sen; sen değil, yanındaki; a d ın ne senin?' 'Benim m i?' Bardağını
aldı; birkaç y u d u m içti gözlerini kısarak, yavaşça m asaya koy­
du. D u v ar d ib in d e k i g enç ona b akıyordu. Y anındakine eğilip
b irşey söyledi; o d a baktı. Başını çevirdi, d u v a ra asılı resim de
den iz ü stü n d e a t k o ştu ru y o rd u Fatih. F atihli'nin gözlerine b e n ­
z iy o rd u o ğlanın gözleri am a y u m u şa k bakışlıydı. 'Gel buraya;
şu m ata ra y ı d o ld u r.' Sıcaktı. Ö teki resim d e b ü y ü k bir tabakta
y a z yem işleri vardı. "Ü züm ? H ayır." S igarasını ağzına g ö türdü;
sö n m ü ştü ; k ü llü ğ e bıraktı. Şişenin ü stü n d e KARA SALKIM y a ­
zılıydı. D ar u z u n b a ğ d a 'G ece k a lsay d m g ü n d o ğ m ad a n gelir
ü stle rin d e n y e rd ik so ğ u k so ğ u k ' d e m işti Öm er. Bir gece kalsay­
dı... Yelekli, bo y u n b ağ lı, u z u n y ü z lü b ir a d a m karşısındaki sa n ­
d a ly e n in ark alığ ın ı tu tu p sordu:
— G elecek v a r m ı b u ray a?
— Yer y o k efendim , dedi.
Yeleğine b a k ıy o rd u . D ü ğ m elerin i saydı: altı. A dam çekildi.
O nunki beş d ü ğ m eliy d i. A ltı g ü n d ü r b u sa b a h çıkm ıştı y u k a rı­
ya, yık an m ış, çam aşır değ iştirm işti. K adını u y a n d ırm ıy o rd u .
D em ek gidecekti yarın. Bacağına b ir kedi s ü rtü n d ü , titredi;
lyağ ın ı sa v u rd u am a karşık i sa n d a ly e y e çarptı. D ö n ü p b akanar oldu. K ıpırdadı; elini y a rısın a d e k d o lu b a rd ağ a u zatırk en
;ekti. Ö n ü n d e k i orta yaşlı a d a m ın sol o m z u y a n ın d a n d ö rt köşe
ııyıklı a d a m g ö rü n ü y o rd u ; g ö z k ap a k la rı sarkm ıştı. Yelekli
id am soldaki m asaya o tu rm u ş k a rşısın d ak iy le k o n u şu y o rd u ,
farın sab ah eskilerini giyse, b ıyığını bıraksa... Başını sarstı. Bir
dilim patlıcan kalm ıştı tabakta. O tele mi dönecekti? Erkendi;
k ö p rü y e d o ğ ru y ü rü y e b ilird i önce. G ü rü ltü d e b a ğ ırm am ak için
g arso n u n yaklaşm asını b ekledi; eliyle çağırdı, arka cebinden bir
ellilik çıkarıp verdi. G arso n tabakları, şişeyi, ('İçecek m isiniz
b u n u ? ' 'H ayıri) b a rd a ğ ı to p la d ı, gitti. Sırtı d ö n ü k orta yaşlı
a d am d o ğ ru ld u .
— Saat yediyi geçm iş; gid ey im ben, dedi.
— D övüşe m i gene?
— Ö yle.
— O tu r b e abi, n e iy iy d ik şu rd a .
— O lm az, aklım o rd a kalır. Bu gece iyi d ö v ü ş var; h o ro z la ­
rın ikisi d e hiç yen ilm em iş d a h a. G arson!
— Bırak sen, b iz veririz.
G arson geliyordu.
— N eşeniz b ol o lsu n , d e d i a d am .
G ülüştüler. Zebercet p a ran ın ü stü n ü alıp kalktı. Başı döner
gibi oldu, toplandı; a d am ın a rk asın d a n çıktı. A z sonra ortası
ağaçlı, solgun ışıklı, u z u n bir cad d ey e saptılar. U z ak ta n izliyordu.
C addenin ucuna d o ğ ru eski im aretten bozm a, k ubbeli beş-altı
d ü k k â n d an so n u n cu su açıktı, ışıklıydı; ö n ü n d e b ir to p lu lu k v a r­
dı. A dam aralarına karıştı; o a rk a d a d u rd u . K apı kem erindeki
levhada HO RO ZCU LA R KAHVESİ yazılıydı. D uv arları isli, üç
m asalı, küçük biryerdi; içerisi d o lu y d u . D ışa n d a k ilerd e n birkaç
kişi ayakta çay içiyordu. M asalard an ikisinin ü stü n d e karalı kır­
mızılı kısa tüylü, u z u n ca k aim bacaklı, u z u n b o y u n lu u farak iki
horoz vardı. Ç evrelerindeki k o n u şm a la ra, tartışm alara, arada
uzan ıp sırtlarım ok şay an ellere kayıtsız, k ıp ırd a m ad a n d u ru y o r­
lardı. Köşedeki h o ro z b o ğ u k b ir sesle kısaca öttü. K apıya yakın
olan b o y n u n u d ik ip baktı; o d a kısaca ö ttü, so n ra m asan m ü stü n e
sıçtı. G ülüşenler oldu. G üleç y ü zlü , tom bulca bir a d am cebinden
çıkardığı m endille değerli b ir n esneye gösterilen ilgiyle, saygıyla
ho ro zu n b o k u n u iyice sildi; b o y n u n u okşayıp 'Seni koca aslan'
dedi. D ışarıda, ay ak tak ilerd en biri:
— Yenilir b u , d ed i.
— N e d e n yenilsin?
— G ö rm e d in m i, sıçtı.
— İyi a m a b ü tü n h o ro z la r sıçar.
Çok g ü ld ü le r buna; o d a g ü ld ü . İçerideki tartışm alar bir
sonuca bağlanm ıştı anlaşılan, 'H a d i bakalım , çık ıy o ru z' dedi
biri. K ahvenin yanın d ak i geniş, aşınm ış taş basa m a k la rd a n
yukarıya çıktılar. Y ukarıda, k u b b e le rin a rd ın d a b üyücek, d ı zg ü n b ir alanın iki y an ın d a tellere asılı beş-altı a m p u l y a n ıy o r­
du. Seyirciler pek kalabalık sayılm azdı. E linde kısa b ir d e ğ ­
nekle boylu p o slu , gençten b ir a d a m seyircilerin ö n ü n d e , ala­
nın çevresinde g e zin iy o rd u . 'G e liy o rlar1 d en d i. H orozları k u ­
caklarına alm ış iki a d a m g ö rü n d ü ; y ü z le ri asıktı, sararm ıştı.
Y anlarında gelenler k ıy ıd a d u rd u la r; o n lar a lan ın o rtasına gi­
d ip h orozları yere bıraktılar. 'H a d i k o çu m ' d e d i biri; öteki, bu
yana gelen, birşey d e m e d i; Z e b e rce t'in y a k ın ın d a d u rd u . Ka­
lın kaşlıydı; y ü z ü k atıy d ı. H o ro z lar b o y u n ların d ak i tü y le r k a ­
b a rm ış, başları eğik, b irb irle rin e yaklaştılar, kapıştılar. Seyirci­
ler kısaca bağırdı. Z ebercet ü rp e rd i; sağ k o lu n d a b ir sıcaklık
d u y d u : y a n m d a k in in k o lu y d u . G öz u cu y la baktı. K endi b o ­
y u n d a , k u m ra l saçlı, çok g enç b iriy d i; ağ zı y arı açık alana b a ­
k ıy o rd u . K ıyasıya b ir d ö v ü ştü ; g ag alarıy la, ayak larıy la, k a n a t­
larıy la v u ru y o rla rd ı; y ık ıla n çab u cak kalkıyor, sald ırıy o rd u .
D ah a ç o ğ u b irb irle rin in ibiğini ısırm a y a u ğ ra şıy o rla rd ı. İbiği­
n i k a p tıra n b a şın ı e ğ ip silkiniyor, g ü ç d e olsa k u rta rıy o rd u
k e n d in i. A ynı h o ro z d u la r sa n k i, a y ırd e d e m iy o rd u . Biri sıçra­
y ıp a y ak larıy la ö tek in in b a şın a v u rd u . Birkaç kişi bağırdı:
'V ay b e!' 'M a h m u z a bak!'
— G eçen h afta d a h a iyiy d i b u , d e d i y a n ın d ak i oğlan.
— H angisi?
— Şu kısa ibikli, k a n a d ı sarılı.
G erçekten k o y u sa rı b ir tü y v a rd ı birin in k a n ad ın d a; ibiği
d e b iraz kısaydı. S olu n d ak i g ö z lü k lü , yaşlıca a d a m 'İlk gelişi­
n iz m i? ' d iy e so rd u . K arşılık v erm ed i; k o lu n u o ğ lan ın koluna
b astırdı: gerg in d i, sıcaktı. H o ro z lar sıçrıyorlar, vu ru y o rlar, yıkı­
lıyorlar, k alk ıp sald ırıy o rlard ı. B oyunları u z u n d u ; karalı kırm ı­
zılı tü y leri kabarıktı. A m a gittikçe ağırlaşıy o rlard ı. K anadında
k o y u sarı b ir tü y olan sıçrayıp sa ld ırd ı; v u ra m a d ı yıkıldı. O ğla­
nın k olu k ıp ırd ad ı.
— Iskaladı, dedi.
— N asıl?
— M a h m u zu v u ra m a d ı; yoruluyor.
G özleri parlak tı, u z u n kirpikliydi. G ülüm sedi. U zanıp öp­
m ek istedi bird en ; başını çevirdi; k o lu n u çekti. O ğlan sokuldu;
'Yenilecek b u gid işle' dedi. H orozlar a ğ ırd ılar artık; güçlükle
sıçrıyor, yıkılınca çabucak k alkam ıyorlardı. K an ad ı sarılı, kısa
ibiklisi d a h a d a ağırdı. İbiğ in d en k a n sızıy o rd u . G ene d e inatla,
yılm ad an d ö v ü şü y o rd u . Ü stü ste iki k e re yıkıldı. Eli değnekli
a d am u z u n b o y lu , g ü r k aşlı a d a m a yaklaştı.
— İstersen çek h o ro z u T ahsin abi, dedi.
— K arışm a sen, çekil, d e d i öteki. G ö zlerin i a la n d a n ayırm ı­
yordu; y ü z ü katıydı; ara sıra y a n ağ ın ın k a sları o y n u y o rd u . Ka­
nadı sarılı ibiğini k ap tırd ı; b ir sü re k u rta ra m a d ı. A ğırdı; b o y n u
kanlıydı. Ö te k in in d e ibiği k anlıydı. G ö z lü k lü , yaşlıca a d am b a ­
şını uzattı:
— Tahsin Bey, y a zık olacak h o ro z a, d ed i.
— Ya y e n er y a geberir.
D eğnekli a d a m k a rşıd ak i h o ro z u n sa h ib iy le k o n u şu y o rd u .
Seyircilerin çoğu T ahsin B ey'e b a k ıy o rd u . B a ğ ıra n lar oldu.
— G ö rü lm em iş şey, d e d i biri.
— K atillik bu.
— Ç ekin h o ro z u y a h u , a y ırın şunları!
— Evet, ayırın!
K im se g irm e d i alana. D ö v ü ş s ü rü y o rd u . K ısa ibikli horoz
kaçm ıyordu. S ıçrayayım d e rk e n yıkıldı; k alk tı, se n d e le d i. Ö teki
ho ro z son g ü c ü y le iki k a n a t v u ru n c a yıkıldı; b o y n u n u uzattı,
k alkm adı. U p u z u n y a tıy o rd u . H o ro z sa h ip le ri iki y a n d a n ala­
n ın ortasın a y ü rü d ü le r. B itkin a m a a y ak ta k a la n h o ro z u sahibi
kucağına alıp çekildi. K alın k a şlı a d a m sarılı k ırm ız ılı karalı h o ­
ro z u iki b a c a ğ ın d a n k a ld ırd ı y e re v u rd u ; k u b b e le rd e n y an a fır­
lattı. H a v a d a g id e rk e n b o y n u d a h a b ir u z a d ı h o ro z u n ; iki k u b ­
be a rasın a d ü ştü . Z eb ercet g ö zlerin i k a p ad ı: o m z u n u oğlanınk in d e n çekti. K olu tu tu lm u ş g ibiydi; sa ğ eli ceketinin cebinde
sım sıkıydı; g e v şe tti, a v c u n d a k i a n a h ta rı bırak tı. Eli acıyordu.
— Başın m ı d ö n d ü abi? d iy e so rd u b ir ses.
G ö zlerin i açtı: u z u n k irp ik liy d i; b u r n u n u n u c u az kalkık,
alnı d a rd ı.
— Evet.
Beş dakikalık arada bacağını çekti. Ekrem geçen ay gördü­
ğü filmi anlatırken ışıklar söndü. Sağ kolunu bastırdı. İnsanları,
atları, arabaları bölük pörçük görüyordu; bacakları yan yanay­
dı; biraz oynatsa gerginliğini, sıcaklığını yeniden duyacak ı.
Gene o içkili yerde genç adam dört kişiyle dövüşüyordu. Bili­
nin suratına bir yum ruk attı; yanlam asına bir m asanın üstüne
yıkıldı adam, çökertti. 'H eyy' dedi oğlan; bacağı bacağına yas­
landı. Zebercet'in orası kabarm aya başladı; sağ yanını kıpırdatmamaya çalışarak sol elini cebine soktu, tu ttu düzeltti. Elini çı­
karıp iki yanına baktı. Sünnet olurken d ü şü n d ü kendini; kıska­
cı kafasına takıp sıktı; iniyordu. Refik Ç avuş'la Fatihli koğuşta
gece şakasına geldiklerinde terlik çavuşun elindeyken de takar­
dı, sünnetçi kıskacını. Fatihli 'Ver şu terliği bana' demişti. Sol
eliyle kazağının yakasını çekti; sırtı terliyordu. Bir erkekle otele
gelen... Kolunu gevşetti, bacağını ayırdı; kalktı.
— G idiyorum ben, dedi.
O ğlan silkindi; elini tu tu p asıldı.
— N 'o lu r gitm e A hm et abi; bitince çıkalım, dedi.
O turdu; eli elinde kaldı. Avcu katıcaydı. Bacağı sıcaktı. Ka­
sabada genç adam a p u su kuruyorlardı. Yargıcın kızı nalbanta
söyledi. Vakit dardı; üstelik tabancalı üç kişi girdi içeri; ikisi
pencerelerin yanına geçti, biri yukarı çıktı. Genç adam at ü stü n ­
de geniş sokağın ucunda görününce nalbant koşup kollarını
salladı, birkaç tabanca patladı; v u ru lu p düştü. Öteki atını sü r­
dü; sokaktan dörtnala geçerken yana yatıp bir tavanarası pen­
ceresiyle kilisenin çan kulesindeki eli tüfekli iki adam ı art arda
tabancayla v u ru p d ü şü rd ü . İki yan d an tüfekler patlıyordu ama
atla adam ö lüm süzdüler sanki. 'O lur saçmalık değil' d edi ya­
vaş sesle; oğlana döndü: B oynunu uzatm ış perdeye bakıyordu;
dudakları ayrıktı. G özlerini kapadı. Sıcaklığına, eline alışmıştı;
bacağını bastırdı; avcundaki eli sıkıp gevşetti. O ğlandan bir
karşılık gelm edi; çekilm eden, kıpırdam adan, kayıtsız o tu ru y o r­
du. Avcu terlem işti; elini bıraktı, bacağını çekti. Yaklaşsın diye
bekledi; yaklaşm adı. G özlerini açtı. Geniş, ıssız sokakta iki
adam ağır ağır birbirlerine do ğ ru yürüyorlardı. Birden tabanca­
larını çektiler; am a önce genç ad am ateş etti. Bankacı d üştü;
kıvrandı; elindeki tabancayı güçlükle d o ğrulttu; ateş edem ed en
yıkıldı. A nlaşılan son kötü ad am d ı bu; kasaba arınmıştı. Yapı­
lardan çıkanların arasından yargıcın kızı koşup ayakta kalan
adam a sarıldı. İşıklar yandı. Kalktılar. Başkalarının arasında,
yan yana çıkarlarken Ekrem sordu:
— Filim iyiydi değil m i abi?
— İyiydi, dedi gülüm seyip.
N e çok yalan söyleniyordu y eryüzünde; sözle, yazıyla, re­
sim le ya da susarak. K asabanın ileri gelenleri için genç adamı
öldürtm ek çok kolaydı. G ene de, saçm a d a olsa, tek başına birşeyler yapılabileceği sanısını veriyordu; insan katılıyordu bu
yalana. D ışarıda, iş h a m n ın ö n ü n d e k i k u ru yemişçiler, köşedeki
kestaneci daha oradaydılar.
— Sen nerede o tu ru y o rsu n A hm et abi?
— İstasyona yakm ... on iki od alı bir konakta.
— Sahi mi? O dalar döşeli m i hep?
— Döşeli sayılır.
— Kaç kişisiniz konakta?
— Yalnızım. Bir d e k a d ın var; ortalığı siler süpürür, yemek
yapar.
K avşakta durdular. Ç ağıracak m ıydı? 'A nahtarım d a vaı'
dem işti. Yüreği ç arpm aya başladı; d ilin in uçundaydı: 'G idip bir
çay içelim istersen,' 'Bu gece k o n u ğ u m ol benim .' 'Yarın gece...'
Söylenecek, yapılacak n e çok şey vardı. Birini seçmek gerekti.
O ğlanın y ü z ü n e baktı; o n d a n bekledi. K irpikleri uzun, bu rn u ­
n u n ucu az kalkık, d u d a k la rı ayrıktı. Bir erkekle otele gelenler
gibi değildi; yakınlığı, sokulganlığı k u şk u su zd u , içtendi. 'İyi
geceler1 dedi; karşıya koştu. K aldırım a çıkınca baktı: oğlan d u ­
ruyordu; güldü. Z ebercet elini salladı; d ö n ü p yürüdü. "Altı
adım sonra bakarım ; gene o ra d ay sa çağırırım . Bir... beş, altı...
yedi, sekiz, dokuz, on." D u ru p baktı: oğlan yoktu. Yürürken
hızlandı; çişi gelm işti. Bir arsan ın y an ın d a arkasına baktı; kim ­
se yoktu sokakta. A rsaya girdi. Y akından bir bekçi d ü d ü ğ ü
d u y d u ; aldırm adı, d u v a rın d ib in e işedi.
O tel karanlıktı. Sokak lam balarının ışığında cam ın ardın­
d aki KAPALI g ö rü n ü y o rd u . Elini sol cebine soktu. N eydi bun­
lar? Ç ocuğa verecekti arada; u n u tm u ştu . A nahtarı alıp kapıyı
açtı. 'A tkestaneleri olu r çan tam d a h ep' dem işti uzun boylu kız;
elleri esm erdi. 'Esm er elliler iyi yüreklidir' d e r b ir arkadaşım ...
Kapıyı kilitledi; dem irledi. İçerisi ılıktı. S alonun ışıklarını yak­
m adan odanın kapısını açtı; g irip kapadı. G ece lam basını yaktı.
Yatağın kıyısına oturdu; ayakkabılarını, çoraplarını çıkardı; t îrlikleri giydi. Sol cebinden sigara paketiyle kibriti çıkardı; b a şu ­
cu m asasına koydu. Saat on biri yirm i geçiyordu. K estaneleri
sağ cebine aktardı. Yatağın ötesine dolaşıp soyundu; d o n u n u
çıkarm adı. G iysilerini askıya astı. A yaklarını yıkadı; otelin hav­
lusuyla k uruladı. Yorgam ay ak u cu n a itip uzandı. H avlu kary o ­
la d em irin d e geriliydi. Sarılı kırm ızılı karalı horoz sonuna dek
dayatm ıştı; b o y n u d ah a d a u z u n d u havada. A dam ın y ü z ü ka­
tıydı; kaçağın d a katıydı. 'Başın m ı d ö n d ü abi?' Yum uşak, gö­
ğ ü ste n gelen b ir sesi vardı çocuğun. "... Sonra asılacağı g ü n h a ­
p isten kaçırdı arkadaşını. A rkalarına d ü ştü le r atlarla; d a ğ geçi­
d in d e atı v u ru lu n ca tu ttu la r ark ad aşın ı; öteki k u rtu ld u . Sonra
b ir a la n d a a sarlark en tabanca k u rşu n u y la ko p ard ı ipi; ortalık
karıştı; atım s ü rü p terkisine...' Işıklar sönm üş, çocuğun y ü z ü
k ararm ıştı. T avandaki ışık bir hafta yanm ıştı. O n üçü n cü gecey­
di; b u sıralar çalınm ıştı kapı o gece. K ahverengi p a lto su n u n
ö n ü açık... Sonra o d a d a, y atağın k ıyısında kara kazağının göğ­
sü kabarık... Ö n ü kabarıy o rd u . K adının y ü z ü bulanıktı artık.
E sm erdi; b u rn u , d u d a k la n inceydi; gözleri, saçları kara, k irp ik ­
leri u z u n d u ; am a b ir yığın k a d ın a uyab ilird i bu tanım , y a d a e r­
keğe; çirkin bir k a d ın a ya d a erkeğe bile. Sağ elini d o n u n u n
ö n ü n e b astırdı; ü stü n d e g ezdirdi. 'Ver şu terliği b a n a' dem işti
Fatihli. U yanıktı; belli e tm e d e n k irp ik lerin in a rasın d a n b ak ıy o r­
du. K o ğ u şu n gece ışığında y ü z ü d a h a d a güzeldi. Refik Ça­
v u ş la ikinci gelişleriydi. Yalnız ona değil başk aların a da y a p ı­
lırdı b u şaka; nöbetçiler bilirdi. E rtesi sa b a h takılırlardı. 'Y ıka­
nacak yok m u ? ' Fatihli velenseyi yavaşça aşm ış, d o n u n u n üs:ünden terliği sü rtm ey e b aşlam ıştı. H ızla b ü y ü y o rd u göbeğine
doğru. Bir ara öteki eliyle y okladı; kısık b ir sesle 'H e y Tanrım ,
cim e v erm işsin b u n u ' d ed i. Pek b a stırm a d a n , çab u k çab u k s ü r ­
ü y o r d u terliği. K endini k o y v erm iş, sa y ık la r gibi inlem işti. 'H ee alçak' dem işti Refik Ç avuş. K im izam an m o la lard a Fatihli ona
nakar, 'Gel b uraya; şu m ata ra y ı d o ld u ri d e rd i. K ışlada: 'K oş bir
d b rit al b a n a.' E linde tüfeği y a n m a gelirdi: 'Ş u n u d a siliver.'
Halil O nbaşı kızardı. U şağı m ısın o n u n ? ' 'D eğil; isteyerek ya­
p ıyorum .' 'A lçağın teki, iyilikten an lam az.' İyiliğinden değildi.
Belki ancak b u yolla yaklaşab ild iğ i içindi. G enelevdeki kadınla­
rı b eğenm ediği, ara sıra b ir k o cak arın ın ev in e İsta n b u l'd a n ka­
patm asını g etirdiği söylenirdi.
Soluna d ö n ü p b a şu c u m asasın d a k i sigara pak etin e uzandı.
D u v ard a asılı re sim d e sö m ü rg e cin in k a p atm ası u y u yordu.
'U y u r evet, u y u r ya işi eyidir.' S igarasım yaktı; yorganı üstüne
çekti. Yarın gidecekti dem ek. D ayısının ö ld ü ğ ü n ü bilm iyordu.
Beş-altı yıl önce k ö y d e n gelen b ir a d a m 'Ç a lık Ali sizlere öm ür'
dem işti. C u m a ak şa m ı so fra d a n k a lk a rk en d ü şm ü ş; yatırm ışlar;
sabaha karşı ölm üş. Z e y n e b 'i s o rm u ştu a d a m . B u ra d an çıktığı­
nı, İzm ir'e çalışm aya g ittiğ in i söyledi. U z ak b ir d a ğ k ö y ü y d ü
Sindelli; otele g elen o lm a z d ı p e k o ra d a n . Üç yıl önce gelen iki
a d am a boş y a ta k o lm a d ığ ın ı söylem işti. S ig a ran ın k ü lü n ü ya­
vaşça silkti. Y ukarıda u y u y o rd u şim d i eğri tav a n lı o d a la rın bi­
rinde. Bir z a m a n la r k o n a ğ ın e rk e k le rin e b ile y ü z ü ö rtü lü çıkan
kara k u ru K ad riy e K a lfa'n ın o d a sıy m ış. Ç o c u k lu ğ u n d a anası
bir k a d ın a a n la tırk e n d u y m u ş tu . R ü ste m B eyün k arısı Sem ram m kızlığ ın d a İz m it'in g ü z e lle rin d e n m iş; 'K olağasm ın kızı'
d erlerm iş. Bir gece y a ttık ta n çok so n ra R ü ste m Bey 'C an ım se­
n in çilek reçe lin d e n iste d i şim d i' d e m iş. K arısı d a v ran m ış, 'Yu­
k a rd a n a la y ım ' d em iş. 'B ırak, y e m e se m d e olur.' 'O lm az getire­
y im ' d e y ip kalkm ış. U y u y a n la rı u y a n d ırm a m a k için ağır ağır
tav a n ara sın a , m u tfa ğ a ç ık a rk e n o d a d a n k ısık sesler geliyorm uş;
yavaşça y a k la şıp d in le m iş. 'M e m e le rim i d e ısır, başların ı' d i­
y o rm u ş b eslem e; inlem iş. 'O f, çok ısırd ın , b ağırıcam şim di.'
'Bağır, b a ğ ır d a k o p a ra y ım ' d e m iş K a d riy e Kalfa. Söylem esi
ay ıp sözler... S e m ran ım reçeli fa la n u n u tu p aşağıyı inm iş; tir tir
titriy o rm u ş o d a y a (b u ray a ) g ird iğ in d e . "Yarından tezi yok...'
d e m iş kocasına, a n la tm ış. E rtesi sa b a h b o h ç alar k o ltu k la rın d a
g id e rle rk e n b e slem e a ğ lıy o rm u ş. 'A ğ la m a kız, aç m ı kalacağız.
Y anındayım b e n , k o rk m a ' d e m iş K ad riy e Kalfa.
S ig aray ı k ü llü ğ e b a stırd ı. D u v a rd a k i re sim d e k a d ın gece
la m b a sın ın ışığ ın d a p e k se ç ilm iy o rd u . Belki b u k a d ın d a u z u n ,
sıcak g ü n le rd e zenci k ız la rın b iriy le ya d a ikisiyle... 'H e le al­
ç a k ' d e d i kısık sesle; d o ğ ru lu p k a ry o la d e m irin d e k i h a v lu y u
aldı; elinde toplayıp duvara fırlattı ama havlu açıldı, duvarın
dibine düştü. Yataktan inip gitti, havluyu aldı; ovuşturdu, silkitti; kalanları eliyle düşürdü; karyola dem irine astı, gerdi. Du­
vardaki resmi çekti, çivisiyle birlikte söktü. Dört köşe izi kaldı
duvarda; açık fildişiydi. Pencereye gidip perdeyi, camı açtı,
resmi avluya attı; camı, perdeyi kapadı. Pencereyle duvar ara­
sındaki küçük kapıya baktı; dönüp yatağın yanında durdu.
Kollarının kasları gergindi. Yatacak mıydı? Bu vişneçürüğü at­
las yorgan Kolağası'nm kızını da örtm üştü belki; Rüstem
Bey'le yan yana. Ağarmış, seyrelmiş saçlarıyla, şişkin gözkapaklarıyla, sarkık yanaklarıyla bildiği Rüstem Bey'in gençliği­
ni gözünün önüne getirem ezdi hiç. 'Rüstem abim sırım gibiydi
gençliğinde' derdi anası. Rüstem abi... Oysa tam dokuz aymış
aralan. Doğum yapacağı sıra genç karısıyla yatam ayan Haşim
Bey zorla ya da gönlünü ederek o beslemeyle yatm ıştı belki.
Gebe kalınca yakınlarından yoksul birine yam am ışlardı kızı;
adam durum u anlayınca bırakıp gitmişti belki. Gidecek miydi?
Yorgana dokundu. Üstlerinden atarlar m ıydı bunu? Rüstem
Bey'in yedi yaş küçük kardeşi Faruk belki yengesine tutkun ol­
duğu için kıymıştı canına on dokuzunda dayanam ayıp. Hürriyet'ten üç yıl sonraymış; yaz sonu, bağbozum una doğru, her
yaz evcek göçtükleri Azm akaltı tım arındaki bağ kulesinde bir
gün anasına eve gideceğini söylemiş; 'Yarın sabah dönerim .'
Ertesi gün anası (Nebilanım) öğleye dek beklemiş; 'Arabayı
koşsunlar Haşim Bey, oğlan dönm edi' demiş; sapsarıym ış yü­
zü. 'Ben de geleyim sizinle hanım anne' demiş gelini. 'Sen kal
kızım, Saide gelsin.' Üstü tenteli arabada giderlerken 'Oğlan
iyi değil' demiş. Sokak kapısından girdiklerinde karşıda, m er­
diven boşluğunda u puzun asılıym ış oğlan; ayağında ayakka­
bıları, sırtında yazlık giysileri, boynu bükük. Bağırmışlar; ana­
sı olduğu yere çöküvermiş. Arabacı koşm uş; m erdiven ortasın­
da devrili m asanın (bu mu) yanından dolaşıp kollarını uzatm ış
oğlana; birkaç karasinek kalkm ış ayakkabılarından. Nebilanım
gözleri kapalı, kimseyle konuşm adan, arada titreyerek iki gün
yatmış; ölmüş.
Ürperdi. Göğsünü, boynunu, kollarını ovuşturdu. Kapıdan
çıkıp karanlıkta bir süre m erdiven boşluğuna baktı. Dışarıdan,
boş caddeden hızla geçen bir araba oteli titretti. Başını sallayıp
yürüdü; yukarıya çıktı. Ortalıkçı kadının kapısını açtı, yüzünü
b u ruşturup düğm eye uzandı, ışığı yaktı. Başı, kolları yorganın
dışındaydı; eskiden çoğu geceler ayaklan dışarıda olurdu, ta­
banları karamsı. Yatağa yaklaştı. Başı soluna eğik, boyun dam a­
rı kabarıktı. Elini yastığın altına soktu: oradaydı. Yorgam ayakucuna, karyola dem irinin üstüne çekti. Gömleği sıyrılmış, ba­
cakları aralıydı. Elini bacağına koydu, yukanya doğru götürdü;
sıcakü, parm aklarını kılların arasında gezdirdi, avuçladı, asıldı.
Kadın kıpırdadı. Yanma uzanıp göm leğinin düğm elerini çözdü;
mem elerini okşadı: dolgundu, katıcaydı. Başını düzeltti; alnın­
da, gözlerinin kıyılarında kırışıklar vardı. Soluğu düzgündü;
y a n açık ağzına uzanıp öptü. Aşağıya kaydı; mem esini ısırdı.
— Of köpek, dedi kadın yavaşça.
— Uyansana kız sen!
Başını k aldm p baktı: uyuyordu. D onunu çıkardı; yorganın
üstüne koydu. U ykuda istem iyordu artık. Diziyle vurdu; sarstı.
Kadın gözlerini açtı; kapadı.
— Geldin mi ağa?
— Yarın gidem ezsin; dayın ölmüş.
— Ö lm üş m ü? A nam mı?
— Dayın. Çok oldu; köyden biri söylediydi.
— Yalandır.
— Doğru; ölmüş.
Sesi çıkm ıyordu. O m uzlarından tu tu p sarstı.
— Kalk doğrul şöyle!
Kendine doğru çekti; kadın doğrulurken ellerini yatağa da­
yadı, oturdu. Y üzü donuktu; yarı açık, uykulu gözlerle duvar­
dan yana bakıyordu. Bir daha sarstı.
— Uyan hadi.
— U yandım ağa.
— Göm leğini çıkar.
— O lur mu...
— Çıkar dedim !
İki yanm a kıpırdayıp onun da yardım ıyla eteğini kıçının
altından k u rtardı; göm leğini çıkardı, karyola dem irine koydu.
Y üzüne bakm ıyor, sol koluyla göğsünü örtm eye çalışıyordu.
aldı; elinde toplayıp duvara fırlattı ama havlu açıldı, duvarın
dibine düştü. Yataktan inip gitti, havluyu aldı; ovuşturdu, silkitti; kalanları eliyle düşürdü; karyola dem irine astı, gerdi. D u­
vardaki resmi çekti, çivisiyle birlikte söktü. Dört köşe izi ka dı
duvarda; açık fildişiydi. Pencereye gidip perdeyi, camı açtı,
resmi avluya attı; camı, perdeyi kapadı. Pencereyle duvar ara­
sındaki küçük kapıya baktı; d ö n ü p yatağın yanında durdu.
Kollarının kasları gergindi. Yatacak mıydı? Bu vişneçürüğü at­
las yorgan Kolağası'nm kızını da örtm üştü belki; Rüstem
Bey'le yan yana. Ağarm ış, seyrelm iş saçlarıyla, şişkin gözkapaklarıyla, sarkık yanaklarıyla bildiği Rüstem Bey'in gençliği­
ni gözünün önüne getirem ezdi hiç. 'Rüstem abim sırım gibiydi
gençliğinde' derdi anası. Rüstem abi... Oysa tam dokuz aymış
araları. Doğum yapacağı sıra genç karısıyla yatam ayan Haşim
Bey zorla ya da gönlünü ederek o beslemeyle yatmıştı belki.
Gebe kalınca yakınlarından yoksul birine yam am ışlardı kızı;
adam d u ru m u anlayınca bırakıp gitmişti belki. Gidecek miydi?
Yorgana dokundu. Üstlerinden atarlar m ıydı bunu? Rüstem
Bey'in yedi yaş küçük kardeşi Faruk belki yengesine tutkun ol­
d u ğ u için kıymtştı canına on dokuzunda dayanam ayıp. Hürriyet'ten üç yıl sonraym ış; yaz sonu, bağbozum una doğru, her
yaz evcek göçtükleri Azm akaltı tım arındaki bağ kulesinde bir
gün anasına eve gideceğini söylemiş; 'Yarın sabah dönerim .'
Ertesi gün anası (Nebilanım) öğleye dek beklemiş; 'Arabayı
koşsunlar Haşim Bey, oğlan dönm edi' demiş; sapsarıym ış yü­
zü. 'Ben de geleyim sizinle hanım anne' dem iş gelini. 'Sen kal
kızım, Saide gelsin.' Üstü tenteli arabada giderlerken 'Oğlan
iyi değil' demiş. Sokak kapısından girdiklerinde karşıda, m er­
diven boşluğunda u p u z u n asılıym ış oğlan; ayağında ayakka­
bıları, sırtında yazlık giysileri, boynu bükük. Bağırmışlar; ana­
sı olduğu yere çöküverm iş. Arabacı koşm uş; m erdiven ortasın­
da devrili m asanın (bu m u) yanından dolaşıp kollarını uzatm ış
oğlana; birkaç karasinek kalkm ış ayakkabılarından. Nebilanım
gözleri kapalı, kimseyle konuşm adan, arada titreyerek iki gün
yatmış; ölmüş.
Ürperdi. G öğsünü, boynunu, kollarını ovuşturdu. Kapıdan
çıkıp karanlıkta bir süre m erdiven boşluğuna baktı. Dışarıdan,
boş caddeden hızla geçen bir araba oteli titretti. Başını sallayıp
yürüdü; yukarıya çıktı. Ortalıkçı kadının kapısını açtı, yüzünü
buruşturup düğm eye uzandı, ışığı yaktı. Başı, kolları yorganın
dışındaydı; eskiden çoğu geceler ayaklan dışarıda olurdu, ta­
banları karamsı. Yatağa yaklaştı. Başı soluna eğik, boyun dam a­
rı kabarıktı. Elini yastığın altına soktu: oradaydı. Yorganı ayakucuna, karyola dem irinin üstüne çekti. Gömleği sıyrılmış, bacaklan aralıydı. Elini bacağına koydu, yukarıya doğru götürdü;
sıcaktı, parm aklarını kılların arasında gezdirdi, avuçladı, asıldı.
Kadın kıpırdadı. Yanına uzanıp göm leğinin düğm elerini çözdü;
m em elerini okşadı: dolgundu, katıcaydı. Başını düzeltti; alnın­
da, gözlerinin kıyılarında kırışıklar vardı. Soluğu düzgündü;
yarı açık ağzına uzanıp öptü. Aşağıya kaydı; m em esini ısırdı.
— Of köpek, dedi kadın yavaşça.
— Uyansana kız sen!
Başını kaldırıp baktı: uyuyordu. D onunu çıkardı; yorganın
üstüne koydu. U ykuda istem iyordu artık. Diziyle vurdu; sarstı.
Kadın gözlerini açtı; kapadı.
— Geldin mi ağa?
— Yarın gidem ezsin; dayın ölmüş.
— Ölm üş mü? A nam mı?
— Dayın. Çok oldu; köyden biri söylediydi.
— Yalandır.
— Doğru; ölmüş.
Sesi çıkm ıyordu. O m uzlarından tu tu p sarstı.
— Kalk doğrul şöyle!
Kendine doğru çekti; kadın doğrulurken ellerini yatağa da­
yadı, oturdu. Yüzü donuktu; yarı açık, uykulu gözlerle duvar­
dan yana bakıyordu. Bir daha sarstı.
— Uyan hadi.
— U yandım ağa.
— Göm leğini çıkar.
— O lur mu...
— Çıkar dedim !
İki yanına kıpırdayıp onun da yardım ıyla eteğini kıçının
altından kurtardı; göm leğini çıkardı, karyola dem irine koydu.
Y üzüne bakm ıyor, sol koluyla göğsünü örtm eye çalışıyordu.
K olunu tu tu p indirdi; y ü z ü n ü gö ğ sü n e d a y ad ı; birlikte d ü ş e r­
lerken som ya gıcırdadı. Yatağın a ltın d an b ir tıpırtı d u y d u , a l­
d ırm ad ı. B oynunu, m em elerini ö p ü y o rd u . K adın sessi di.
O rası k ab arıy o rd u , bastırın ca y u m u şa d ı, girm edi. Y üreği çar­
p a rak b ir sü re bekledi. Yokladı; elini çekip b astırınca y u m u şa ­
dı gene, p ö rsü d ü . B uz gibi o ld u her yanı; d izleri ü stü n e d o ğ ­
ru ld u . K adının gözleri kapalıy d ı. B irden a b an ıp iki eliyle b o y ­
n u n u sıktı. K adın sıç ray ıp g özlerini açarken o kapadı; dizi kasığm a ç arp tı, can acısıyla sıktı. B a şparm aklarının a ltın d ak i k a ­
tılıkta b ir k ıp ırd a m a o ld u , b ir hırıltı d u y d u . K adın bilek lerin ­
d e n tu tm u ş a sılıy o rd u ; d eb elen d i. V argücüyle sıkıyordu; p a r­
m ak ları, y ü z ü kasılm ıştı. K ulakları u ğ u ld u y o rd u . D erken b i­
lek le rin d e k i eller gev şed i; a ltın d ak i b e d e n d e k ıp ırtı d u rd u . El­
lerin i b ıra k ıp y a ta k ta n aşağı k ay ark en baktı: gözleri, ağzı açık­
tı. Yere d iz ç ö k ü p başını y atağ a d ay ad ı. Kolları sızlıy o rd u ,
p a rm a k la rın ı o y n a ttı. A ğzı k u ru y d u . K ulaklarının u ğ u ltu s u
a z a lıy o rd u . B acağına y u m u şa k , sıcak birşey s ü rtü n d ü , başını
h ızla k a ld ırd ı: k e d iy d i. E lini sırtına g ö tü rd ü , b o y n u n d a n k u y ­
ru ğ u n a okşadı. K edi ön a y ak ların ı b acağına d a y ad ı; o k şark en
e lin in geçtiği y e rd e sırtı kabarıyor, m ırıldanıyor, ara sıra tır­
n a k la rı b a ca ğ ın a b a tıy o rd u . E linin altın d a diriliğini, sıcaklığı­
nı d u y u y o rd u . O ra sı k a b a rm a y a b aşladı. H ay v an ı itip kalktı;
k a p ıy ı açm ışk en d ö n d ü , terlik lerin i giy d i, d o n u n u aldı; kediyi
k o v u p ışığı s ö n d ü rd ü , çıktı, k apıyı k a p ad ı. Ç ab u k çab u k in d i
a şa ğ ıy a , o d a y a gird i. G ece lam bası y a n ıy o rd u . D o n u n u k a ry o ­
la d e m irin e a sıp h a v lu y u y a ta ğ a se rd i, y astığ ı çekti, abandı.
S o lu y a in le y e u z u n u z u n geld i. O tel sessizdi. Ö n ü n d e k i ıslak ­
lığı silip h a v lu y u d e m ire astı, g erdi; d o n u n u giydi. Y atarken
y a stığ ı d ü z e ltti; y o rg a n ı ü s tü n e çekti. K o llan d ışa rıd a y d ı. Ta­
v a n d a n sa rk a n k u rş u n b o r u n u n u c u n d a k i y u v a rla k , a k a b a ju ­
ra b a k ıy o rd u g ö z le rin i k ırp m a d a n . Bir tık ırtı d u y d u ; fırladı
kalktı. S o lu ğ u n u tu tu p d in le d i: Y u k arıd an g e liy o rd u . Y alına­
yak k o ştu . T av a n a ra sın m m e rd iv e n in d e y a v aşla d ı. K edi o d a ­
nın k a p ısın ı tırm a lıy o rd u ; o n u g ö rü n c e m iy a v lad ı. K adına
alışk ın d ı; b ü tü n g ü n o n u n la y d ı; a m a geceleri d ışa rıd a kalınca
k ap ıy ı z o rla m a z d ı böyle. K im i geceler k a d ın ın ü s tü n d e y k e n
y a ta ğ ın a ltın d a m u şa m b a y ı h a tır h a tır tırm a la rd ı. S ıç ray ıp k a l­
kar, k o v a rd ı. Sofanın ışığını yaktı. K edi m iyavladı. N e y ap a­
caktı b u n u ? Sokağa b ırak sa k a p ıy a , p e n cerelere atlar, bağırırdı
belki. O d a d a b ir kö şey e sık ıştırıp ... K endi odasın ın kapısını
açtı; çağırdı. K edi m iy a v lad ı. Bir d a h a çağırdı; gelm iyordu. Bir
sü re b ekledi. Başını sa lla y ıp y ü rü d ü ; ö teki od an ın kapısını
a ra la rk e n içeriye d a la n k e d in in a rd ın d a n girdi. Sofadan gelen
ışıkta, a la ca k a ran lık ta , y a ta ğ ın o rta s ın d a u p u z u n yatıyordu;
belli d e ğ ild i, u y u y o r gibiydi; çıp lak tı. Y orgam ü stü n e çekti,
ö rttü . G id ip k a p ıy ı k a p a d ı; ışığı y a k tı. Y atağın altına eğildi,
'P ist!' d ed i. Y erdeki y ıp ra n m ış te rlik le rd e n b irin i aldı, attı. Ke­
di k o şu p k a p ın ın sa ğ ın d a k ö şe y e p u s tu . Y atağın b a şu cu n d ak i
sa n d ığ ın ü s tü n d e n b a k ır s ü ra h iy i a lıp y a k la ştı; k aldırdı; için­
deki su o m z u n a , g ö ğ sü n e d ö k ü ld ü . K edi d u v a r d ib in d e n hızla
geçip sa n d ığ ın ü s tü n d e n p e n c e re y e a tla d ı; cam ları tırm aladı;
d ö n ü p p u s tu , acı acı m iy a v la d ı. B ed en i g e rg in d i; gözlerine b a ­
k ıy o rd u . Ü stü n e y ü rü d ü ; k e d i a n sız ın sıç ra y ıp h a v a d a y ü z ü n e
d o ğ ru g e lirk en k o lla rın ı k a ld ırd ı a m a ç arp ışm a y la birlik al­
n ın d a b ir acı d u y d u . O ld u ğ u y e rd e d o n d u kald ı; y ü z ü sap sa­
rıy d ı. Y u tk u n d u . E lin d ek i s ü ra h iy i y a v a ş ç a sa n d ığ ın ü stü n e
k o y d u . D u v a ra asılı a y n a y a b a k tı. U fa k b ir sıyrıktı; kaşına y a ­
kın b ir d a m la k a n ı sildi; k a n a m ıy o rd u . Bu ağırbaşlı, sabırlı
h a y v a n ın b ö y le y a b a n la ş m a sı şa şıla c a k şe y d i. Yavaşça y ü rü ­
y ü p k a p ıy ı açtı; k ıy ıy a ç ek ild i, 'P ist!' d e d i. Y atağın altın d a bir
tıp ırtı o ld u ; k e d i k o ş u p so fa y a kaçtı. Işığı sö n d ü rd ü ; çıkıp ka­
p ıy ı k a p a d ı. K öşeye p u s m u ş tu . M u tfa k ta n , d u v a ra asılı üç ta ­
v a n ın k ü ç ü ğ ü n ü aldı; a rk a sın a s a k la y ıp çıktı. Y um uşak bir
sesle ç ağ ırd ı. K edi m iy a v la d ı. D iz ç ö k ü p g ü lü m sed i; 'G el, gelsen e, k o rk m a ' d e d i y a v aşça ; so l e lin i b irşe y . verecekm iş gibi
u z a ttı. K edi k alk tı; a ğ ır a ğ ır g e ld i, e lin e sü rtü n d ü . N e çabuk
u n u tu y o r d u h a y v a n la r. T av a n ın sa p ın ı sıktı; boş eliyle sırtını
o k şa rk e n k e d in in b a şın ı ö te y e ç e v iriy o rd u . Tavayı kaldırdı;
b o y n u n d a n e lini ç ek ip v u rd u ; fırla y ıp k alktı. Kedi y erde kası­
la g e v şe y e d e b e le n iy o rd u . Bir d a h a v u rd u b aşına; k u y ru ğ u ,
b a c a k la rı g e rild i, titre d i, d u r d u . G ö z ü n ü n b iri dışarı u ğ ra m ış­
tı. M u ş a m b a k a n lıy d ı. T avayı y a n m a b ırak tı; p a rm a k la rın ı o y ­
n a ttı. Ö te k i te k ird i, d işiy d i. 'K e d i ü ç g ü n d ü r yok. G elir m i ki?'
d e m işti k a d ın . 'Ü ç g ü n m ü? Ö lm ü ştü r. Ö lü lerin i g ö sterm ezler
derdi babam .' 'Kedisiz olur m u hiç.' Berberden istem işti bunu;
ufacıktı geldiğinde. K uyruğundan tuttu, kaldırdı; pencereye
gidip açtı. Aşağıda kim seler yoktu. Attı; kaldırım ın ötesine
düştü. Dışarısı soğuktu; pencereyi kapadı. Tavayı alıp m u fağa girdi; yıkadı, duvara astı. Gaz ocağının ü stü n d e büyücek
bir sahan vardı; eğildi: kaçam aktı. Bir kesiklik d u y d u bacakla­
rında, bulaşıklığm taşm a tu tu n d u , diz çöküp başını taşa d a y a ­
dı. O m uzlarının sarsıntısı gittikçe azaldı. Taşa asılarak ayağa
kalktı. 'O lu r şey değil' d edi yavaşça. M utfağın, sofanın ışıkla­
rını sö n d ü rü p aşağıya indi. Yatağa y ü rürken yerde terliklerini
görünce eğilip aldı, lavabonun altına, m uşam baya bıraktı;
ayaklarını bir daha yıkadı. Yatağa uzanırken yorganı üstü n e
çekti. T avandan sarkan k u rşu n b o ru n u n ucundaki abajura ba­
kıyordu. E skiden bir g ü n k u ru bezle tozunu aldırm ıştı kadına;
yatağ ın ü stü n d e k i sandalyeyi tutm uştu; ayaklarının altına
d ö rt bakır sahan koym uşlardı yorgan yırtılm asın diye. 'Otel
sana teslim . Bir de k adın al buray a.' Sandalyede çorapsız iri
ay ak ların ın p arm akları ü stü n e kalkarak, karalı u z u n d o n u n u n
paçaları y u k a rıd a , kolları havada... 'O ld u ağa', eğilip om zuna
tu tu n m u ştu yatağa inerken. 'T ırnaklarını kes.' Yatan olm asa
bile iki haftad a bir silinirdi bu oda... hazır duru rd u ... on iki
od alı konakta... O tel sana teslim... sana teslim... köylüler, tü ­
tü n p a rası bekleyenler, p arti delegeleri, dişçiler, h astaneden
çıkanlar, y atak bulam ay an hastalar, askere gelenler, pazarcılar,
celepler, çalışm aya gelenler, iş arayanlar, öğretm enler, sınava
gelen öğrenciler, avukatlar, bir yakınlarının A ğırceza'daki d u ­
ru şm a sın a gelenler, gezici oyuncular, bir gecelik çiftler, em ekli
su b a y o ld u ğ u n u söyleyen adam , ortalıkçı kadın, kedi, gecik...
Birden d o ğ ru ld u ; zil çalıyordu. G ecenin bu vakti... Kısa kısa
üç kere d a h a çaldı. G örm ü y o r m u y d u otelin KAPALI o ld u ğ u ­
nu? Bekledi. Ses yoktu. Yorganı ü stü n e çekip yattı; gözlerini
kapadı. Kim olabilirdi? Bir kaçak? Geç kalm ış bir yolcu? Ya­
takta k arısına k ü sm ü ş b ir adam ? K ovulm uş b ir orospu? G e­
cikmeli A nkara treniyle gelen kadın? 'C anı cehennem e' d e d i
alçak sesle.
P azartesi
D oğruldu; zil çalıyordu. Başucu m asasındaki çalar saatin
düğm esine bastı; su stu rd u . Gece y atm adan saati yanına almış
yedi buçuğa kurm uştu; Erken giderlerdi belki. İyi uyum uştu;
am a bir ara yü zü n e saldıran o eşekarısı vınlam asıyla sıçramış,
yatağı aram ıştı. İkiyi on geçiyordu. O n g ü n önce perşem be ge­
cesi 6 n um arada kalan adam la k ad ın gene oradaydılar; ölünün
altında, bilm eden, genç, diri, sıcak... D ün akşam kapıdan girer­
lerken tanım ış, çevirem em işti nedense. 'M erhaba, geldik biz.'
Bir yakınına b akar gibiydi adam . Ç ekm eceden anahtarı alıp
uzatm ıştı: 'Sizden sonra kim se k alm adı odanızda; iyi geceler.'
K adın d ö n ü p gülüm sem işti çıkarlarken. Yataktan indi. Y üzünü
sabunlam adan, ay n ad a sol k aşının ü stü n d e k i ufak sıyrığa bak­
tı. Belli belirsiz bir kızartı v a rd ı yerinde; k a b u ğ u n u d ü n kopar­
mıştı.
K ahvaltıda üç b a rd ak çayın y a n ın d a , isteksiz biraz peynirle
sim it yedi. İsteksizdi hep; sık sık çay içiyor, öğleleri, akşam lan
güçlükle birkaç lokm a k u ru m u ş ekm ek, p ey n ir yiyordu. D ün
sabah kapının ö n ü n d e n geçen sim itçiden d ö rt sim it aldı. Ekme­
ği kalm am ıştı. O geceden beri d ışarı çıkm ıyordu. En kötüsü
oteli açık tutm aktı; k a rto n d u v a rd a k i y e rin d e asılıydı: Kapı gece
12'de kapanır. Yatak aray a n la ra o d a la rın d o lu old u ğ u n u söylü­
yordu. D ün öğleye d o ğ ru y u k a n y a çıkıp ö lü n ü n odasını kilitle­
m iş, anahtarı m utfağa asıp b o zu lm a y a başlayan kaçam ağı çöp
tenekesine dökm üş, tenekeyi av lu y a, su n d u rm a n ın altına gö­
tü rm ü ştü . Kalktı; tepsiyi y a n d ak i odaya bırakıp dişlerini fırça­
ladı. M asasına d ö n d ü ; elini cebine g ö tü rü rk en çekti; sigarası
kalm am ıştı. Ç ıkınca alacaktı; p o sta n ey e parayı yatırdıktan son­
ra karakola gitm esi g e rekiyordu, polise.
M asadaki iki kaim defteri açtı. Yatak arayanlara ad bulm a­
ya çalışm ıyordu artık; geçen yılın defterini m erdiven altındaki
sa n d ık ta n çıkarm ış, o g ü n ler o teld e kalanların adlarını buna b a­
karak fişlere, deftere yazıy o rd u . K asım ın üçü cum artesiym iş
geçen yıl; sekiz kişi kalm ış o gece. 6 n u m arad a yazılı adları d e­
ğ iştirm eden aktardı. Y ukarıdan tıkırtılar geliyordu. Defterleri
k ap ad ı; fişi çekm eceye, ötekilerin ü stü n e koydu. Ekim ayının
h esabını çıkarm ıştı; bir p a ra g ö n d e rm e k â ğ ıd ı a lıp d o ld u rm a y a
başladı. Y ukarıda o d a n ın k a p ısı k a p a n d ı; a y a k sesleri ikinci k a t­
ta b iraz d u rd u . K alem i b ırak tı. M e rd iv e n d e n in erk e n g ü lü m s ü ­
y o rlard ı. K ad ın b o y alıy d ı; e rk e ğ in y ü z ü so lg u n d u . O te ld e son
k a la n lard ı belki.
— İyi sabahlar.
— S ize de.
A d a m elini a rk a c eb in e g ö tü rd ü .
— B ırakın; d ü n gece k o n u ğ u m d u n u z benim .
— O lu r m u ? Bize çok...
— N e o lu r ü ste le m ey in . S ig aran ız v a r m ı?
A d a m sol eiiyle p a k e ti u z attı; sa ğ elin d ek i koyu sarı çak­
m a k la sig a ra y ı yaktı.
— Ç o k iy isin iz, dedi.
K o ltu ğ u n d a g e riy e çekildi; sarardı.
— İy ilik ten d e ğ il, d ed i.
— Y akında g ö rü şü rü z .
— Y akında m ı? O tel b ir sü re k ap alı olacak.
— N e d e n ? N e o ld u ?
— D eğişecek şe y ler var; tem izlik falan b ir a y sürer.
— Ö y le m i? N ey se, hoşça kalın.
— İyi g ü n ler, d e d i k ad ın .
— İyi günler.
B irlikte çıktılar. B aşkalarına g ö rü n m e k te n a rtık k o rk m u ­
y o rla rd ı a n la şılan . K alem i e lin e a lm a d a n sig arasın ı bitirdi; sö n ­
d ü rd ü . P a ra k â ğ ıd ın ı d o ld u ru p k asay ı açtı. O telin zarfın d ak i
p a ra la rı m a s a n ın ü s tü n e boşalttı. F aruk B ey'e gidecek p aralarla
p o sta k â ğ ıd ın ı iç c eb in e yerleştird i. K ad ın ın aylığım zarfına
k o y d u . K asım a y ın ın ilk üç g ü n lü k gelirini otelin zarfına k o y ­
d u k ta n so n ra a y lığ ın d a n k a la n p a ra y ı cebine soktu. Z arfları
y e rle rin e bıraktı. Ü st b ö lm e d e k i b a k ır k a p ta n aldığı bir lirayı
a lttak in e a k ta rd ı; k asayı k a p ad ı. Ç e k m eced en b ir haftalık fişleri
aldı; ikiye k atlad ı, cebine k o y d u . S aat d o k u z a geliyordu.
Sokağa çıkıp kapıyı kilitledi. G üneşli, ılık b ir g ü n d ü . Yolda
ra stla d ık la rı b ilm e d en b iry erlere g ö tü rü lü y o r gibiydiler. P o sta­
n e d e ö n ü n d e k i sırtı k am b u rca, kır saçlı a d a m ın işi bitince p a ra ­
yı yatırd ı. M a k b u z u v erirk e n p ostacı so rd u :
— N e y in iz o lu y o r F a ru k Keçeci?
— D a y ım ın o ğ lu , d e d i.
P o s ta n e d e n çıktı. D ö rt yol k a v şa ğ ın d a sağa sa p tı. Y avaş y ü ­
rü y o rd u . G e lirk e n ö n ü n d e n geçtiğ i A d liy e 'y e y a k ın p o lis k a ra ­
k o lu n u n çift k a n a tlı c am lı k a p ıs ın d a n gird i. D ışa rıd a n d ö n ü şle ­
rin d e o tele g irin c e d e d u y a rd ı b u k o k u y u . G e n iş so fa d a k i sıra ­
la rd a o tu ra n la r, k a p ıla rd a n g irip ç ık a n la r v a rd ı. Fişleri çık arıp
sa ğ d a k i a ralık k a p ıy a y a k la şırk e n d u r d u , iç e rid e n se sle r geli­
y o rd u . K alın b ir e rk e k sesi d u y d u ; 'Yaz! S o ru ld u , iki n o k ta ü stü ste, k e n d i isteğ iy le k a çtığ ın ı sö y le d i.' Yazı m a k in e si ç atırd a d ı.
Bir k a d ın a ğ lıy o rd u . D e m in k i k a lın se s 'S u s sa n a se n k a d ın ; a ta ­
rım şim d i d ış a rıy a ' d e d i. E lin d e k â ğ ıtla rla k a rş ıd a n g e le n b ir
polis so rd u ;
— N e var? N e b e k liy o rsu n ?
— B un ları g e tirm iştim .
— N e onlar?
— G ü n lü k fişler, o telin.
— H a, şu o d a y a götür.
P olisin g ö ste rd iğ i o d a y a ü stle ri ta b a k la ö r tü lü ç ay b a rd a k ­
ları, k a h v e fin ca n la rıy la d o lu b ir a sk ıy ı k a y ıtsız ca sa lla y a ra k gi­
ren a k ö n lü k lü b ir k a h v ec i ç ıra ğ ın ın a r d ın d a n g ird i. 'N e rd e k a l­
d ın be?' 'D e m in i a lsın d e d ik a b i.' D u v a rla rın d a cam lı d o la p la rı
d o sy a larla d o lu g e n iş o d a d a k i ü ç m a s a d a iki p o lisle sivil g iy in ­
m iş, g ö z lü k lü b ir a d a m o tu ru y o rd u . Ç ıra k ç ay ların ı b ırak m ış
çıkıyordu. A d a m şe k e rle rin ikisini d e b a rd a ğ ın a attı; g ö z lü ğ ü ­
n ü n ü s tü n d e n b a k ıp so rd u :
— Bir d iy e c e ğ in iz m i var?
— Fişlerini g e tirm iştim o telin.
— Ş u ra y a b ırak ın .
D a ğ ın ık m a s a n ın b ir u c u n d a k i k a lın d e fte rle rin ü stü n e
k o y d u . A d a m ç ay ın ı k a rış tırıy o rd u . Y aşlıcaydı; y ü z ü d e ğ irm iy ­
di, d u r g u n d u . E lleri e sm erd i. O rta p a rm a ğ ın d a ...
— T am am ; n e b e k liy o rsu n ?
... y ü z ü k v a rd ı. T oplandı.
— B u n ları g a ze te c iy le g ö n d e rird im ; b u n d a n so n ra k en d im
getireceğim .
— İyi ya, getir.
Soldaki m asad a o tu ra n polis:
— Postayla g ö n d e rsin , d edi.
G üldüler. G ü le rk en a d a m ın y ü z ü kırıştı. D ö n ü p y ü rü d ü ;
o d a d an , k a rak o ld an çıktı. G ü n eşli, ılık b ir g ü n d ü . A d liy e 'r n
ö n ü n d e birkaç yolcu in d irm iş a ğ ır a ğ ır k a lk a n b ir o to b ü sü n y a ­
rı açık ark a k a p ısın d a k i o ğ lan 'İzm ir, İzm ir, İzmiri d iy e b a ğ ırı­
y o rd u ; o to b ü s h ızla n ın c a k a p ıy ı çekti. B ölükte y ü rü rle rk e n sö y ­
lerlerdi: 'A n k a ra , A n k a ra, g ü z e l A n k a ra .' Bir sigara... Y olun öte
y a n ın d a k i b ir b a k k al d ü k k â n ın a g id ip sigara, kibrit, çay, şeker,
k u tu la n m ış yiyecekler, su c u k , ek m ek , p e y n ir aldı.
K apıyı açıp o tele g irin ce h a v a y ı kokladı: H er zam an k i k o ­
k u y d u . Y andaki o d a d a p a k eti açtı, içindekileri yerleştirdi. Siga­
ra la rla k ib ritleri m a sa sın ın o rta çekm ecesine k o y d u . 6 n u m a ra ­
yı d ü z e ltm e k için m e rd iv e n e y ü rü rk e n kap ı açıldı. Biri o rta
b o y lu , ö tek i kısaca iki gençtiler. Ü stleri b a şla n d ü z g ü n d ü .
— M e rh ab a ; otelci se n m isin?
— E v et a m a o d a la r d o lu .
— K alıcı d eğ iliz; k ö y d e n b e y g ö n d e rd i bizi...
— K ö y d e n m i? H a n g i bey?
Sesi p ü rü z lü y d ü . O ğ la n sırıttı; kısaca b o y lu y u d irseğ iy le
d ü r ttü .
— D u y d u n m ı? H a n g i beym iş?
— D u y d u m , d e d i öteki.
— H a n g i b e y o lacak, B aytar bey. H a v lu için geldik.
S ağ elini m a s a y a d a y a d ı.
— N e h a v lu s u ?
— H a v lu işte. B eye k o n u k g e le n k a d ın u n u tm u ş ; iki h afta
önce.
— K a d ın m ı? N a sıl k a d ın ?
— G ü z el b ir k a d ın ; g e ld iğ i g e ce b u r d a kalm ış.
— S ahi; p e rşe m b e g e ce siy d i. K ö y d e m i şim di?
— D eğil, gitti. C u m a sa b a h ı m o to rlu y a getird ik .
— Beyin n e si o lu y o r o k a d ın ?
O ğ la n sırıttı.
— D u y d u n m u ? B eyin n e si o lu y o rm u ş , d e d i y a n ın d a k in e .
— D u y d u m , d e d i öteki.
— N esi o lu rsa o lsu n ; h a v lu y u v e r sen.
H a v lu n u n ö n e m i y o k tu artık; a m a ü s tü n d e k i k u ru m u ş b u ­
laşıklarla nasıl v e rird i b u n la ra ?
— H a v lu falan g ö rm e d im b e n , ded i.
— Sarılı k ırm ızılı k a ralı b ir h a v lu y m u ş; b e y e söylem iş.
— G ö rm e d im d e d im ya.
O ğ la n d ik le n d i.
— B ana bak , y a la n sö y le m e z o, d e d i.
— O d a la rı o rtalıkçı k a d ın to p la r; iste rse n iz k a ld ığ ı o d a y a
çıkıp b ir b akalım .
Ç e k m e ce d e n 2 n u m a ra n ın a n a h ta rın ı a ld ı. M e rd iv e n i çıkar­
ken oğlan:
— N u m a ra y a p m a y a k a lk a rsa n k a rış m a m b a k , d e d i.
G e rek siz d i a m a a n a h ta rı d e liğ e s o k tu , ç ev ird i; k a p ıy ı açtı.
G özleri b ü y ü d ü : H a v lu k a ry o la d e m irin d e a sılıy d ı. A rk a sın d a n
itildi; b iri sö v d ü . H a v lu y u e lin e a ld ı; a şa ğ ıd a k in in a y n ı, k a rala ­
rı ince, sa rıla rı, k ırm ız ıla rı k a lın çizgili b ir h a v lu y d u ; a m a te­
m izd i, lek e sizd i; o ğ la n ç e k ip a ld ı e lin d e n . B a ca k la rı titriy o rd u ;
y a ta ğ ın k ıy ısın a o tu rd u . S a n d a ly e n in ü s tü n d e g a z e te le r yığılıy­
dı. E m ekli S u b a y d a h a v lu s u n u u n u tm u ş tu d e m e k g id erk e n .
— ... b u yalan cıy ı?
— D ö v e lim m i?
— O lm az; b ir sık ım lık c an ı k a lm ış.
— Y atağa b a ğ la y a lım .
— İp o lsa y d ı.
P e n c e re n in y a m n d a y d ıla r.
— B ak ç a m a ş ır ip i v a r sa y a d a .
— K oş getir.
K ısaca b o y lu , e s m e r o ğ la n k o ştu . Ö te k i sa rışın d ı, y ü z ü
d ü z g ü n d ü ; k ö y lü o ld u ğ u k e m ik li, irice e lle rin d e n b elliydi.
H a v lu e lin d e y d i; k a tla n m ıştı. K a d ın ın h a v lu s u sa n a c a k tı k im se
o B a y ta r bey. İki h a fta k a lm ıştı k ö y d e ; c u m a sabahı...
— B a y ta r b e y k a d ın ı g e ç irm e y e g e ld i m i? d iy e so rd u .
— N a sıl g e lsin . Bir a y ö n c e a tta n d ü ş tü ; b a ca ğ ı k ırıld ı iki
y e rd e n . A lç ıd a şim d i.
— A d ı Ö m e r m i b ey in ?
— Ö m e r m i? Ö m e r kim ?
— K ara M u s ta fa 'n ın .
— O m u? V urd u lar o n u yazın. K ardeşi v u r d u rm u ş dediler,
parayla.
Yatağa u z a n d ı. O ğ la n p e n c e re d e n a v lu y a b a k ıy o rd u . K olu­
n u salladı; 'Ç a b u k ol la n ' d e d i kısık sesle. B aşını çevirdi.
— N iy e y a ttın sen?
— Başım d ö n d ü .
— K o rk u d a n , b a ğ lıy c a z diy e.
— K o rk u d a n değil; n a sıl olsa b a ğ la y am a zsın ız . Siz g idince
biri gelip çözecek. S o ra r elbet. A k şam a iki c a n d a rm a g elir kö­
ye...
— S ö y le y em e zsin ; h a v lu y u sa k lad ın .
— O d a d a o ld u ğ u n u b ilm iy o rd u m .
— Sen b ilm e z s e n k im bilecek? O telci sensin.
B u ra d a k i h e r şe y d e n , o la n la rd a n y a ln ız sen so ru m lu su n
d e m e k is tiy o rd u oğlan.
— D o ğ ru a m a b e n i ç ö ze n e sö y le m e m g e rek b u ra y a nasıl
b a ğ la n d ığ ım ı.
— T a n ım ıy o rs u n ki bizi.
— B ay tar b e y g ö n d e rm iş d e rim . C a n d a rm a la r bulur.
O ğ la n ın y ü z ü b u lu tla n d ı, d o n u k la ş tı; sağ eliyle a rk ay a
d o ğ ru k a lç asın ı k a şıd ı; k a p ıy a y ü rü d ü . M e rd iv e n d e n a y ak ses­
leri g e liy o rd u .
— S en m is in lan ?
— B enim .
Ö te k i k a p ıd a n g irin c e e lin d e k i ip i ald ı; k a ry o la y a attı. H a v ­
lu sol e lin d e y d i.
— Y ü rü g id e lim ; b a şım ız d e rd e g irecek b u b acak sızla, d e ­
di.
Z eb e rce t k ısa ca g ü ld ü .
— D e m iştim b e n , b a ğ la y a m a d ın bak , d e d i.
O ğ la n s ö v d ü ; y ü r ü r k e n a rk a d a ş ı k o lu n u tu ttu .
— G id e lim , d e d i
— B a ğ la y an b a ğ la m ış sen i.
O d a d a n çıktılar. A rk a la rın d a n seslen d i:
— K o rk a k sın d a o n d a n ; k ö y lü le r k o rk a k olur.
S ö v d ü ler; a m a d ö n m e d ile r. D ış k a p ı ç a rp ıla ra k k a p a n d ı. Ya­
tağın, b a c a k la rın ın ü s tü n d e k i d a ğ ın ık ip i a lıp to p la d ı; b a şu c u
m asasın a k o y d u . K alkm adı; e llerini b a şın ın a ltın d a kenetledi.
T avandaki a k a b aju rd a p e n c e re n in y a n k ısın a b ak ıy o rd u . D ağ­
d a n y a n ay d ı. K u z u k u lağ ı y e m e y e, k ira z çalm ay a g itm işlerdi
K ürt M u h ittin T e birlik te ü ç a rk a d a ş, b ir m ay ıs ö ğ leso n u o k u l­
d a n kaçıp. B irden b o şa n m ıştı d a ğ y a ğ m u ru . S u için d e b o ğ u la ­
cak gibi k o şm u ştu a z Ö tedeki k a y a la rın a ltın a. S ırılsıklam dılar.
S u y u n a rd ın d a hiç b irşe y g ö rü n m ü y o rd u . A ğlam ıştı. 'A n a sı oğ­
lan d o ğ u rm u ş...' A şağ ıd a , K e sik d e re 'd e k i a ğ ıld a titre rk e n çoba­
nın y ak tığ ı ate şte k u ru n m u ş la rd ı. 'K a rd e şi v u r d u r m u ş dediler,
p a ray la.' G eçitte, ak d o n u n u n p a ç a la rı d iz le rin d e , m a n d a la n n
ü stü n e b asa b a sa k o ş m u ş tu Ö m er. K a d ın ın o n a g ittiğ in i d e d ü ­
şü n m ü ştü . E lçilerin g ö tü r d ü ğ ü h a v lu ... E m ek li S u b a y 'm b ir y a ­
kını m ıy d ı k a d ın ? O sa b a h k a p ıd a n ç ık ın ca k a rşıla şm ışlard ı. 'Şu
gid en k a d ın ın k a ld ığ ı o d a y ı../ 'O d a sın ı b ır a k m a d ı../ O lam azd ı.
A n k a ra 'd a a y n ı y e rd e n a lm ışla rd ı belk i h a v lu la rı. D o ğ ru ld u ; y a ­
tak ta n in d i. K azağını, cek etin i çekti; y o rg a n ın ü s tü n d e k i k ırışık ­
lığı d ü z e ltti. Y ukarıdaki y a ta ğ ı d a d ü z e ltm e s i g e rek ti; 6 n u m a ra ­
ya çıktı. Y atak d ü z eltilm işti. Y organı k a ld ırıp b a k tı: Ç a rşa fın o r­
tasın d a k u ru m a y a b a şla m ış k ü ç ü k b ir ısla k lık v a rd ı. Y astık ö rtü ­
sü iki y e rd e so lu k k ırm ız ı lek e liy d i. A ş a ğ ıd a m a s a y a v u ru ld u .
— K im se y o k m u b u rd a ?
Y organı b ıra k ıp y ü r ü d ü .
— G e liy o ru m .
K ap ıy ı k ilitle d i. İkinci k a tta 2 n u m a r a n ın k a p ıs ın ı d a kilitle­
di; e lin d e a n a h ta rla r, m e r d iv e n d ö n e m e c in i d ö n ü n c e m a s a n ın
ö n ü n d e d u r a n p o lisi g ö rd ü ; a ğ ırlaştı.
— Beni m i a rıy o rs u n u z ? d e d i k a y ıtsız c a .
— O telci m isin ?
— Evet.
M e rd iv e n in so n b a s a m a ğ ın d a , 1 n u m a r a n ın ö n ü n d e ayağı
tö k ez led i. 'Y a v a ş' d e d i p o lis.
— N e y a p ıy o r d u n y u k a rd a ?
— B en m i? O d a la rı to p la d ım .
A n a h ta rla rı m a s a y a k o y d u .
— Bir k a d ın y o k m u , g ü n d e lik ç i?
— V ar y a, iz in li b e ş g ü n d ü r.
— N e y se . B irini so rm a y a g e ld im ben .
— B uyurun.
— Bu sabah bir genelge geldi A n k a ra'd a n ; birini arıyorlar.
Elli yaşlarında, orta boylu, topluca, kalın kaşlı, yeşil gözlü bir
ad am kaldı m ı b u sıralar otelde?
Elindeki fotoğrafı uzattı. Z ebercet baktı. Emekli Subay'dı
bu; yalnız aln ın d ak i kırışıklar g ö rü n m ü y o rd u .
— Açık yeşil kazağı vardı. İki haftayı geçiyor, cum a sabahı
gelm işti. Tam b ir h afta kaldı.
— Bir h afta mı?
— Evet. N ü fu s k â ğ ıd ın d a n y azd ım buraya.
D efteri açtı; cu m a g ü n ü n ü b u ld u . Polis eğildi.
— M a h m u t G örgün. A dı b u değil am a başka n ü fu s kâğıdı
verm iştir. 18 Ekim cum a. Tam am . N e y a p ard ı burda?
— Şu k o ltu k ta o tu ru rd u çoğu. G azete ok u rd u ; her g ü n bir
yığın gazete. Ö ğleye d o ğ ru iner, yem eğe çıkardı; akşam ları da.
Polis defterd ek ileri b ir k âğıda yazıyordu.
— G ü n lü k fişlere y azm ıştım ben.
— N e fişleri?
— Polis fişleri, karak o la g ö nderm iştim .
— H a, şunlar. K arakolda biryere a ta rla r onları; kim se bak­
m az.
Ş aşılacak şey d i yıllard ır gerek b abasının gerekse onun
önem le, a k sa tm a d a n h e r h afta polise g ö nderdikleri kâğıtların
o ra d a b iry erlere atılm ası. Y ukarıyla b ir b ağlantı sanırdı bunları.
— A m a n e d e n y a zd ırıy o rla r öyleyse?
— Bir y a ra rı v a r elbet. Bırak şim di bunu.
Polis b ir d a h a g österdi fotoğrafı.
— B u y d u d e ğ il m i? d iy e sordu.
— Evet. Em ekli S ubay bu.
— Em ekli su b a y o ld u ğ u n u söylem iş eşşeoğlu.
— D eğil m iym iş?
Polis g ü ld ü ; sordu:
— N e z a m a n gitti?
— O n g ü n önce, cu m a sabahı.
— N a sıld ı gid erk en ?
— Ü stü başı h e p aynıydı. E lin d e k ü ç ü k d e ri valizi. T ıraş ol­
m am ıştı o sabah; h a sta gibiydi.
Polis k âğıda b irşeyler yazdı; katlay ıp cebine koydu.
— Peki. H adi eyvallah.
— İyi g ü n ler efendim .
G idiyordu. A rk a sın d an seslendi:
— Suçu n eym iş adam ın?
Polis d ö n d ü ; sırıttı.
— A frika'ya kız kaçırıy o rm u ş, d e d i alayla.
K apıyı açarken b ir d a h a d ö n d ü , y ü z ü k a üydı.
— Ö z kızını boğm uş.
— Kızını m ı b ozm uş?
— B oğm uş ded im . A p a rtm a n k o k m ay a başlam ış üç gün
önce; kapıcı b ildirm iş.
Polis k a p ıd a n çıkınca k o ltu ğ u n a o tu rd u . Em ekli Subay'm
yerine b akıyordu. K ızım b o ğ m u ş... Y e ry ü zü n d e h e r şey olağan­
dı. İkisi d e bir y a k ın la rın ı b o ğ m u şlard ı. İlk d ö rt g ü n o kadını
b ekliyor sanm ıştı. B eklem iyor m u y d u ? K ızıyla b ir y e rd e gör­
m ü ştü belki; ya d a b e n ze tm işti, "K açm ış. K açılır m ı boyuna?"
Y ukarıda o d a sın d a po lisleri b e k le m en in , dış k a p ın ın açılışların­
d a , ayak seslerinde, n e o ld u ğ u n u a n la y a m a d ığ ı tık ırtılard a 'o n ­
lar m ı, geldiler m i?' d e m e n in sü rek li gerg in liğ in e d a y an a m a d ığı için çoğu z a m a n b u ra d a o tu ru p sö z d e g azete, k itap o k u y a­
rak, tehlikeye d a h a y ak ın , a m a hiç d e ğ ilse k a p ın ın açılm adığı
z am an la r b ilin m ey e n in ted irg in liğ in i d u y m a d a n b ekliyordu
anlaşılan. K apı açıldı. U z u n c a b o y lu , ince b ir a d am girdi: Ya­
k ın d ak i bakkaldı.
— M erhaba, sizin k a d ın ı so ra y ım d e d im ; h asta mı?
— K adın m ı? N eden...
— B irkaç g ü n d ü r alışv e rişe g e lm iy o r da.
— H a evet. K ö y ü n e g itti; d a y ısı ölm üş.
— Ya!
— Bir ay kalacak. B irşey g erek irse b e n u ğ ra r alırım .
— Peki. İyi işler.
— Size de.
B akkal g itti. S o n ra , sa lo n d a g e zin irk e n d e m in k i p o lis y a ­
n ın d a 'b a şk o m is e rim ' d e d iğ i b a şk a b ir p olisle geldi. H e r şey
a y rın tıla rıy la b ir d a h a s o ru ld u . E m ekli S ubay a y rıld ık ta n so n ­
ra o d a s ın d a b a şk a la rın ın d a k a ld ığ ın ı söylediği h a ld e B aşko-
m iser odayı görm ek istedi. Yukarıya çıktılar. İpi sordu. Ç am a­
şır ipi olduğunu, yatağı d ü zeltm eye geldiğinde oraya bıraktı­
ğını, aşağından çağrılınca u n u ttu ğ u n u söyledi. Başucu m asa­
sının çekmeceleri boştu. G azetelere teker teker baktılar. Aşa |ıya inince bir tutanak tu tu ld u . Başkom iser adını sordu; söyle­
yince güldü. Tutanağı im zalatıp gittiler. Yorgundu; köşedeki
koltuğa oturdu. A dam gülm üştü. İlle gerekli m iydi başkaları?
Yukarıda, odada, gazetelere bakarlarken, dizlerinde bir kesik­
likle yüreği çarparak gelm işti dilinin ucuna... A dam birden
bağırm ıştı: 'B unlardan aldın mı hiç?' 'H ayır efendim ' diyebil­
m ek için y u tk u n m u ştu önce. O lanakların, olasılıkların bir so­
nu b ulunabilirdi belki zam anla. Ö ğle topu patlayınca kalktı.
Sabah o d a d an çıkarken getirip gene kasanın üstüne koyduğu
çalar saat iki dakika ileriydi. D üzeltti. Kapı yanındaki odaya
girip dolaptaki teneke k u tu la rd a n birini, zeytinyağlı lahana
dolm asını çıkardı; ü tü m asasına koydu. Çevresine bakındı. Bir
bıçakla havanelini alıp bıçağın sapına vura vura güçlükle açtı
kutuyu.
Ö ğlesonu dış kapının ardına 'KAPALl'yı asıp sokağa çıktı.
Sabahkinden d ah a d a ılıktı hava. İstasyon sokağının köşesinde
duvara dayanm ış, elinde sigara, genç bir adam vardı. Karşı kal­
dırım dan deri çantalı bir belediye çavuşu geçiyordu. ("Birini
aekliyordur, bir kızı.") Kapıyı kilitleyip y ü rüdü. Beş yıl önce
a ltı m ıydı yoksa) b u n lard an biri dadanm ıştı otele; yeni değiştidlmiş çarşaflan, o vulm uş m uşam baları kirli bulan, 'Ceza yazaım , ceza' diye çantasını sallayan, pem be yanaklı, iriyarı biri.
Dişçi'ye söylem işti d e çavuşun ayağını... Börekçi fırınının
in ü n d e duraksadı; sol elindeki anah tara baktı, geri döndü. Köedeki genç yoktu. Üç m erm er basam ağı çıkıp tutam ağı çevirdi,
tti, sarstı; kilitliydi. A rkasında bir kadın sesi d uydu: 'Kapalı diror, gö rm ü y o r m u su n ?' Yaşlıca, u z u n boylu bir kadındı. Güüm sedi; hızlı hızlı y ü rü d ü . A nahtarı cebine koydu. Fırını, kiaplığı, G öğüs H astalıkları Y urdu'nu geçti. A dliye'nin taş basanaklarında, büyük, cam lı k ap ıd an uzakça üç köylü kadın otuuyordu. Bu iki katlı, u z u n yap ın ın arkasındaki yeni cezaevine
;iden sokağın köşesinde d u rd u . Eskisi...
— Boyayalım abi!
Karaca bir oğlandı; dağınık, kirli saçlı. Sağ ayağını boya
sandığına uzattı. 'Cila istem ez' dedi.
... dağa yakın Kışla alanındaydı. Eski kışlanın bir parçasıy­
mış; Yangın'da yanm am ış. Yerine okul yapm ışlar şim di. Çocuk­
luğunda Lütfiye M olla'ya gitm işti bir kere; çelimsiz, buruşuk,
dişsiz, konuşkan bir kadındı. H aşim B ey'den gebe kalan besle­
m eyle (ninesiyle) everdikleri sözde d edesinin üvey kardeşiy­
miş; her gün hiç a k satm ad an öğleye do ğ ru yem ek götürürm üş
cezaevindeki torununa. K apıaltında beklerm iş. 'Kim bu oğlan
nine?' 'Bizim S aide'nin oğlu.'
Tak tak v u ru ld u sandığa fırçayla. Sol ayağını uzatırken ge­
ne 'Cila istem ez' dedi.
Dağda, Ulu C am i'n in a ltın d ay d ı evleri. Kimi bayram larda
giderlerdi anasıyla. Ö lm üş y akınlar anlatılırdı u z u n uzun. Belki
o gün de bir b ayram dı. İnce bıyıklı, solg u n y ü z lü b ir genç; de­
m ir parm aklıklarda kem ikli, kısa tırnaklı elleri... Bir bağ dam ın­
da, içkili kadınlı bir eğlentide, sarhoşken, şakalaşırken vurm uş
Saatçi H aşan E fendi'nin o ğlunu. Ö lünceye d eğ in 'K astı yoktu;
kazaydı' dem iş oğlan; am a H aşan Efendi ağır basm ış, on beş yıl
vermişler.
— Tam am abi.
Ayağını çekti. Ç o c u ğ u n u z attığ ı kirli, esm er ele parayı bı­
raktı. Soğuk dem ircid e çalışan oğlanı o gece çağırsaydı, yanın­
da götürseydi, belki de... D ö n d ü , taş b asam akları çıkıp büyük,
camlı k ap ıd an içeri girdi. Babası sağken gelm işti bir gün; bir de
o hırsızın d u ru şm a sın d a tanıklığa gelm işti am a A ğırceza'da d e­
ğildi o. K arşıda iki k a n a d ı açık k a p ın ın yuk arısın d a AĞ1RCEZA yazılıydı. Yavaşça girip soldaki arka sıraya otu ru rk en bir­
kaç dinleyici d ö n ü p baktılar.
— H angisi? d iy e b ağ ırd ı kırm ızı yakalı kara cüppeleriyle
k ü rsü n ü n a rd ın d a o tu ra n üç yargıçtan ortadaki kır saçlı, kalın
kaşlı, alnı kırışık, ince d u d a k lı başkan.
— Sağdaki efendim , N ail Bey, d e d i tanık yerindeki kara bı­
yıklı adam ; tah ta parm ak lık lı sanık bölm esinde o turan üç
a d a m d a n b irini eliyle gösterdi. A rkalarında sü n g ü lü üç candarm a d u ru y o rd u .
— N e ded i, anlat!
— İki kamyon kum getirm em i istedi. Pazarlık ettik; uyuş­
tuk. Kumları getirdim. Am barın arka kapısı yanına boşalttık.
— Hangi ambarın?
— Tarım Satış ambarının.
— N ereden aldın kum u?
— Dom uz D eresi'nden. Çoğu orad an alırız.
S ava doğruldu.
— Tanığa sorulsun; bunların kum ları tohum luk pam uk çe­
kirdeklerine karıştırdığını biliyor mu?
— D uydun mu?
— D uydum efendim . Bilm iyorum. Sıva yapılacağını söylediydi bana.
— İyi sıvam ışlar, doğru.
G ülenler oldu. Başkan k ürsüye vurdu.
— Sizin bir soracağınız var mı?
Bölmenin yanında otu ran kara cüppeli iki avukattan biri
ayağa kalktı:
— Tanığa sorulsun; b u n u eskiden hiç görm üş m ü? dedi sa­
nıklardan ortadakini göstererek.
— G örm edim .
Başkan yazıcıya birşeyler yazdırdı. Sonra bir başka tanığın
adı bağırıldı. Başkan iki yanındaki yargıçlarla kısaca konuştu.
— Yaz! -A yağa k alk tılar- ... gelm ediğinden... yazılmasına...
Perşem be gününe... k a rar verildi. G ötürün şunları!
Zebercet titredi. C andarm alar kelepçeleri takarken dinleyici­
lerden ikisi dışarı çıktı. O da çıktı arkalarından; du v ar dibindeki
sıralardan birine o tu ru p bir sigara yaktı. Solundaki uzun geçit­
ten, sıralarda oturanların, kapı önlerinde birikenlerin, gelip ge­
çenlerin kalabalığından gelen basık, boğuk, derin uğultuda, ara
sıra, üstüste iki kere bağırdan bir davalı, bir davacı, bir tanık, bir
avukat adı duyuluyordu. Büyük kapıdan girip çıkanlar vardı.
Salondan gelen seslerden anladığına göre başka bir duruşm a
başlamıştı. Sanıkları b u rad an getirip götürm üyorlardı anlaşılan;
arkada, cezaevinden yana bir kapı olacaktı. Sigarası yarıdaydı
daha; kalkm adı. Uçları sarım sı iki parm ağı ısınınca bir daha çe­
kip ayaklarının arasına bıraktı; kalkarken ezip duruşm a salonu­
na girdi; önceki yerine oturdu. Yazıcı tekdüze bir sesle çabuk ça­
buk okuyordu- "... sabahı sağdıçları geldi güvey kaldırm aya
kalkm adılar deyip çevirdik bir saat sonra gene geldiler Fatmanım ölü toprağı m ı atıldı bunların ü stüne dedi soruldu sanık Ah­
m et K uruca'nın anası Fatm a Kuruca o lduğunu söyledi Fatma
Kuruca yukarı çıktıktan az sonra acı acı bağırdı koştum odanın
kapısı açıktı Fatma Kuruca kapı önüne çökm üş bağırıyordu içer­
de gerdek yatağında gelin çırılçıplak uzanm ıştı yüzü ezikti kan
içindeydi saçları yastığa dağılm ıştı göğsü de kanlıydı soruldu
ölünün ellerinde birşey olm adığım söyledi soruldu sürahiyi gör­
mediğini söyledi soruldu iki yanı d a tan ıdığından gerdek ertesi
gelinin kızlık nişanını anası evine götürm ek için o gece oğlan
evinde alt katta bir odada yattığını söyledi soru ld u geceyarısına
doğru yukarıdan takırtılar boğuk sesler d u y d u m am a ilk geceleri
olduğu için kuşkulanm adım d edi ve başka bir diyeceği olm adı­
ğını söyledi S a v a sanığı nasıl tanıdığını dengesiz davranışları
olup olm adığının sorulm asını istedi so ru ld u iyi tanıdığını az ko­
nuşan çalışkan biri o ld u ğ u n u bir akşam tarla d ö n ü şü niye merci­
m ek çorbası pişirm edi diye anasına bağırdığını eskiden birgün
de ikindi nam azı kılarken arkasından yaklaşıp kulağının dibinde
m antar tabancası patlatarak nam azı b o z d u rd u ğ u n u söyledi sa­
nık avukah bir soracağı olm adığını söyledi taraklardan Ahm et
oğlu E m ine'den bin üç yüz o tuz altı d o ğ u m lu H aşan B ala du ­
ruşm aya alındı sanığın dayısı o ld u ğ u için isterse yem in etmeye­
bileceği söylendi yem in etti so ru ld u üç M art bin dokuz yüz alt­
m ış üç p azar gecesi sabaha karşı sokak kapısı çalındı yataktan
kalkıp kapıya gittiğim de gelenin yeğenim A hm et Kuruca oldu­
ğun u anlayınca şaştım d ah a o akşam yatsıd an sonra gerdeğe ka­
payıp d ö n m ü ştü k ne o ldu d ed im ö ld ü rd ü m o n u dedi bitkindi üç
buçuk saatlik yold an yayan gelm iş karım kim geldi dedi bağır­
m a dedim y an ın d a parası azm ış kaçm ak için p ara istiyordu para
kolay o tur da biraz dinlen d ed im çok üsteledim am a neden öl­
d ü rd ü ğ ü n ü söylem iyordu yalnız bakır sürahiyi kafasına vur­
d u m dedi öğleye d eğin teslim olm ası için kandırm aya uğraştım
nereye kaçarsın iki g ü n e v arm az tu tarlar dedim razı olm uyordu
öyleyse geceyi bekle d edim m indere uzan ıp u y u d u sonra benim
oğlanı karakola gönderdim candarm alar gelip aldılar dedi sorul­
d u ablasının o ğlu o ld u ğ u n u o rtaokulun ilk sınıfında kalınca oku-
Ia gitmediğini babasıyla çiftçilik yaptığını kışları ara sıra köye
geldiğinde birlikte ava çıktıklarını uçara kaçara iyi attığını am a
ördek avı için güm eye girm ediğini bir g ü n yaraladığı bir çakalın
üstüne atılıp boğduğunu söyledi ve başka bir diyeceğim yoktur
dedi Savcı ile avukatlar soracakları olm adığm ı söylediler sanığa
karısını neden ö ld ürdüğü gene soruldu karşılık verm edi gereği
görüşüldü sanık A hm et K uruca'nın duruşm alardaki davranışı
göz önüne alınarak ceza yeterliliği o lup olm adığının anlaşılm ası
için adlî tıbba gönderilm esine karar ve duruşm anın dö rt Kasım
bin d okuz yüz altm ış üç pazartesi g ü n ü saat on dörde bırakılm a­
sına oy birliğiyle karar verildi."
Z ebercet k ıpırdadı; kazağının yakasını düzeltti. G eçen o tu ­
ru m tu ta n a ğ ın ın b u tek d ü z e o k u n u şu boyunca sü n g ü lü iki cand a rm a n ın a rasın d a n tahta parm aklıklı bölm ede o tu ran sanığa
bakıyordu. A rk ad an , sol y an ın d a n g örüyordu: Saçları kesik,
b u rn u b iraz kem erli, o m u zla rı geniş, b o y n u kalınca, solgun
y ü z lü bir gençti. Başı eğikti.
— A yağa kalk!
O rta b o y lu y d u .
— N e z a m a n çıktın h astan ed en ?
— C u m arte si g ü n ü .
— R a p o r gelm em iş. Bir diyeceğin v a r mı?
— Yok efendim .
— N e d e n ö ld ü rd ü ğ ü n ü söylem eyecek m isin gene?
Ö n ü n e bak ıy o rd u . Sol eli ceketinin eteğini tu tm u ş, sım sı­
kıydı.
"Kıstırmışlar seni... doğrusu kendin kızmışsın ne vardı
dayına gidecek dağdan yana gitseydin bir ip alsaydın
yanına az daha ben de..."
— D o k to r kız oğ lan kız d ed i. Babası k ızının ü stü n e erkek
sinek k o n d u rm ad ığ ın ı söyledi. N e d e n ö ld ü rd ü n onu?
“Babası mı babası çoktan ölmüş sonra evermişler bozuk
çıktı diye sabaha karşı geri göndermiş sabaha karşı çıp­
laktı yatakta gözleri ağzı açık yorganı üstüne çektim..."
— A n latm azsan k ö tü o lu r sen in için. Söyle! N ed en öld ü r­
dün?
"Kimbilir belki de iyi olur yalnız uzatılmasın böyle po­
lisler sorgu yargıçları savcılar avukatlar yargıçlar dok­
torlar nedenine gelince beş gündür..."
— A ğır bir söz m ü sö y le d i sana? V u rd u m u?
"Bilemiyorum nedensiz olamaz mı ağır bir söz söylemek
vurmak ya da konuşmamak vurmam ak birşeyler uydur­
mamı istiyor yaptığımı yasaların daracık bir bölümüne
sığdırmak nasıl da Emekli Subay'a benziyor tuhaf kızını
ya da karısını boğsaydı..."
— Yaz... (Sıra gıcırtılarıyla to p la n ıp o d a ay ağ a kalktı. Sa­
ğ ın d a, kapı y a n ın d a kısık b ir sesle 'S e n in k a lk m a n gereksiz' d e ­
d i biri.) ...raporu g e lm e d iğ in d en ... y a zılm asın a... y irm i sekiz
K asım perşem b e g ü n ü n e b ırak ılm a sın a... k a ra r verildi.
A d a m a kelepçe v u ru lu rk e n Z eb e rce t b a şın ı çevirip salon­
d a n çıktı. "Yirm i sekiz K asım a d e m e k ." C a m lı k a p ı açıktı. D ışa­
rısı g üneşliy d i, ılıktı. B a sa m a k la rd a n in d i. K öşedeki boyacının
y an m a b ir d e sim itçi g elm işti. K a ra k o lu n ö n ü n d e n geçti. D ört
yol k a v şa ğ ın d a y a v aşla d ı. S a ğ d a , ile rid e U lu P a rk 'm ağaçları
g ö rü n ü y o rd u . Ç ok e sk id e n a ra sıra g id e rd i oraya. Saat kaçtı
acaba? Y anında d u ra k sa y a n b ir g en ç b ile ğ in e b a k ıp 'Ü çü on ge­
çiyor1 d ed i. H ızlan d ı. Y üksek sesle m i d ü ş ü n m ü ş tü yoksa? D a­
vasını b a şk a la rın a g ö tü rm e y e c e ğ in e g öre boş b u lu n m a m ası ge­
re k iy o rd u . C a d d e te n h a y d ı. E ski giysilerini, yeleğini giyse cep
saatin i y a n ın d a taşıy ab ilird i. Ya d a ç a rşıd a n geçip bir kol saati
alabilirdi d ö n e rk en . A rk a cebini yokladı.
P ark a k u z e y k a p ıs ın d a n girdi. Y üksek çam ağaçlarının, çe­
şitli b itk ilerin , çiçeklerin a ra sın d a k i y o lla rd a k ü ç ü k ak çakıllar
seyrelm iş, kızılca b ir to p ra k la k arışm ıştı. Yolun iki kıyısındaki
k ırp ılm ış b o d u r m e rsin le rin ö n ü n d e , yıllar önce bir b ankanın
k o y d u ğ u , k o y u yeşil b o y a la rı g id e re k d ö k ü lm ü ş, yıpranm ış, a r­
k alıklı alçak sıra la rd a n b irin e o tu rm u ş k o n u şa n iki genç o ge-
çerken sustular. G azete okuyan bir a d am ın ö n ü n d e n geçip p a r­
kın ortasındaki küçük alanın bir kıyısına dikilm iş yontm a taş­
tan k urtuluş anıtına varm adan, solda bir sıraya o tu rd u . Bedeni
yum uşam ıştı; ceketinin d ü ğm esini çözdü; kazağını d ü zeltti, a r­
kalığa yaslandı. G üz ortasın d a b u o lağ a n ü stü ılık, esintisiz
g ü n d e yap rak ları kıp ırd am ay an am a gergin, canlı oldukları
belli çam ların, m ersinlerin, k asım patlarının, güllerin, zam bak­
ların adını bilm ediği sık y apraklı, al çiçekli bitkilerin kök saldık lan , em dikleri to p rak ta Y angm 'a d eğ in kim bilir kaç yüzyıl
buraya g ö m ü le n ö lülerin ç ü rü y ü p u falanm ış kem ikleri, etleri,
saçları, tırnakları vardı. E skiden g ö m ü tlü k tü . A nası, babası
kentin d o ğ u kıyısındaki yeni g ö m ü tlü k tey d i; dedeleri, nineleri
g ö m ü lü y d ü b u ra d a: H acı Z eynel A ğa, F erhundanım , M alik
A ğa, H aşim Bey. Ç o c u k lu ğ u n d a (d ö rd ü n d e ya d a beşinde ola­
caktı) bir k u rb a n b a y ram ı arifesinde anası getirm işti; 'G eçen yıl
a ğ la d ıy d m ' d e d iğ in e g öre ikinci gelişiydi dem ek. Y angın'dan
so n ra ölü g ö m ü lm e d iğ i, k a p atıld ığ ı için, y ıllardır dalları iç içe
girm iş u lu ağaçların a ltın d a g ü rleşm iş y ab an otlarının, çalıların,
d ik en le rin sard ığ ı, y o su n tu tm u ş, çoğu eğilip birbirine yaslan­
m ış k av u k lu -sarık lı kocam an taşlarla d o lu g ö m ü tlü ğ e g irm e­
m işler, d ışın d a , çevresini k u şa ta n y e r y e r çökm üş, çatlam ış, taş­
ların a ra sın d a n o tla r fışkıran alçak d u v a rın ö n ü n d e , ölm üşleri­
nin g ö m ü tle rin e y a k ın b ir yerde, gözleri ıslak k ad ın ların a rasın ­
d a d u rm u şla r; an ası başını ağaçlara k a ld ırıp ellerini açm ış, g ö z ­
leri y arı k a p alı, sessiz, d u d a k la rı k ıpırdarken... Sıra yavaşça sal­
landı. Başını y a n çev irip baktı. K asketli, atkılı, kırışık y ü z lü
yaşlı b ir a d a m sıra n ın kıyısına o tu rm u ş b irşey ler m ırıld an ıy o r­
du: '... ah... yok... k u şla rd a n .' Bir eli b acaklarının arasın d a k i
b a sto n d ay d ı. Boş sıralar d u ru rk e n n e v a rd ı b u ra y a oturacak...
— E fendi o ğ lu m , af b u y u ru n , sig a ran ız b u lu n u r m u? E vde
u n u tm u ş u m ben.
Paketi çık ard ı, u zattı; k e n d isi d e aldı. Bir kibritle ikisini d e
yaktı.
— Sağolun. Yabancı m ısınız?
— E fendim ?
— Yabancı m ısınız? İş g ü n ü d e o n d a n so rd u m .
— H ayır. İzinliyim , p a z a ra bitiyor.
— N ered e çalışıyorsunuz?
— N ü fu s'ta .
— Ç ok iyi. Benim kiler okum adı. B ü y ü ğ ü n ü biz okutm adık,
baba m esleğini tu tsu n diye; am a k ü ç ü ğ ü için çok uğraştım ; bitü rlü okum adı. Şim di ikisi d e leblebici. Sigarayı yakarken gö­
zü m e ilişti, p a rm a ğ ın ız d a siğil var. K u n d u ra cı H ikm et U sta'ya
o k u tu n , h em en geçer. Bir d e k ü çü k h a y ıt ç u b u ğ u g ö tü rü n gi­
derken . K u n d u racılar çarşısın d a d ü k k â n ı; k im e so rsan ız göste­
rir. Babası R am azan U sta d a o k u rd u siğile; ark ad a şım d ı. Kim­
lerdensiniz siz?
Birşey u y d u ra b ilird i gene; A d a n a 'd a n b u ra y a geldiklerini
söyleyebilirdi. Tanıyacak m ıydı?
— K eçecilerden, d ed i.
— Sahi m i? Y angm 'dan so n ra İz m ir e gö çtü k leri, konağın
otel o ld u ğ u söy lendiydi. D em ek siz... F aruk... F a ru k Bey, af b u ­
y u ru n , k en d in i asm ış d e d ile rd i d e şaşm ıştım . Fevziye M ekteb i'n d e b irlik tey d ik ç o c u k lu ğ u m u zd a . Y akınım da o tu ru rd u sı­
nıfta am a p e k k o n u şm a zd ık . Ö tek ilerle d e p e k iyi değ ild i arası.
M isçi K erim 'in C e v d et gibi o n u d a a ra b a y la g e tirip g ö tü rü rle r­
di. S abahları a v lu y a to p la n ıp b a k a rd ık . H iç u n u tm a m ; kapalı,
pencereleri, tek atlı bir araba; sırm a p ü s k ü llü fesiyle arabacı.
A raba gidince çekingen, b aşı eğik g irerd i a v lu y a. B izden b ü y ü ­
cek birkaç o ğ lan bağ rışırd ı: 'Ç a lım a b a k .' 'G ö m leğ in in yakası,
çekilm iyor cakası' falan. Bir k ıy ıy a çekilirdi. D e rs a raların d a it­
tikleri, çelm e tak tık la rı d a o lu rd u . H o c ay a söylem ezdi. Birgün
irice b ir oğ lan itm işti a rk asın d a n ; b ird e n d ö n ü p b o y n u n a atıldı;
zorla ayır...
— B o ynuna m ı atıldı? N asıl, a n la m ad ım .
— B irden d ö n ü p ü s tü n e atıldı; y e re yıkıldılar. İki eliyle
b o y n u n u sık ıy o rd u ; aşıla aşıla a ld ıla r ü stü n d e n .
— B ırak salar b o ğ a r m ıydı?
— B ilinir m i... Af b u y u ru n , F a ru k Bey n ey in iz o lur sizin?
— D ayım . H a şim B ey'ın o rtan c a kızın ın o ğluyum .
— K ızlara p e k b işey k a lm a zd ı eskiden. H aşim Bey'i hiç
g ö rm ed im ; a m a R ü stem Bey'i bilirim . Yakışıklı ad am d ı. H ekim
S ta v ro 'n u n g enç ka rısıy la söy len d iy d i. Kim i z am an kendisi ge­
lird i d ü k k â n a çerez alm aya. Leblebiyi çifte k a v ru lm u ş istem ez­
di. (Sigarasını yere bıraktı; ayağıyla ezdi. Karşı sıraya kahve­
rengi paltolu bir genç kızla ince bir oğlan o turdu. U zun kayışlı
yol çantalarını yanlarına koydular. O ğlan kolunu kızın b o ynu­
na attı.) Ö lm üştür, değil mi?
— Efendim ? Kim dediniz?
— R üstem Bey ö ldü m ü, dedim .
— Evet. İzm ir1d e öldü. O ğlu İstan b u l'd a, doktor.
— Y angm 'dan sonra d ağıldılar çoğu. Bizim ev de yandı
am a ben ayrılm adım . K öylüler ekm ek getirirdi arabalarla. H an ­
lara, h am am lara, cam ilere, yanm am ış evlere, kaçan, ö ldürülen
yerli ru m la rın evlerine, bağ dam larına, çadırlara doluşuldu.
Yangın y e rle rin d e d e rm e çatm a evler yapılıyordu. Yanmıştık
am a iyiydik, sağdık, k u rtu lm u ştu k . (K ucağında ağlayıp tepinen
çocuğuyla bir k a d ın geçti önlerinden. K arşıdaki oğlan sıranın
ü stü n d e n u z a n ıp m ersinlerin kıyısından sarı bir kasım patı ko­
pardı; kıza verdi.) Eskisi iki katlıydı; genişçe bir avlusu vardı.
Ç o c u k lu ğ u m d a kalabalıktı evim iz: anam , babam , dedem , ni­
nem , teyzem , iki ağabeyim , iki kız kardeşim . Babam iç güveysi
girm iş eve; leblebici H afız'ın k üçük oğluym uş. A nam ın babası
kasaptı. Ç ok kıskançm ış gençliğinde; d ü k k â n d a et doğrarken
karısı aklına g eld i m i 'D ö n erim şim d i' derm iş çırağa, sokağa
fırlarm ış b elin d e önlük, elinde satır. K apıya y üklenip soluk so­
luğa girerm iş avluya. B igün ninem elinde y em ek tenceresiyle
m u tfa k tan çık ark en d e d e m avluya dalınca, şaşkınlığından
a y ak y o lu n a g irm iş, tencereyi tah ta la rın ü stü n e koym uş. D edem
ağlam ış y a e lin d e değilm iş. 'Ö d ü m p atlay acak b ig ü n ' d erm iş
ninem . Sonra a n la şıp boşanm ışlar; g ene aynı evde o tu ru rla rm ış
iki k ızlarıyla. H e p baş ö rtü sü y le inerdi sofraya ninem . Bize ayrı
sofra k u ru lu rd u . (Üç öğrenci geçti ö n lerin d en itişerek, koşarak,
g ülüşerek. U zak tan p a rk bekçisi b ağırdı.) B üyük ağ abeyim b o ­
ğ azına d ü ş k ü n d ü . İyice b ir y em ek ya d a tatlı o ld u m u, ara sıra,
azalm aya başlayınca, af b u y u ru n , sa h a n a tü k ü rü rd ü . Biz b a ğ rı­
şıp çekilince öteki so frad ak i b ü y ü k lerin 'a y ıp 'la rın a , 'p is'lerin e
a ld ırm a d a n çab u k çab u k yerdi. S avaştan d ö n d ü ğ ü n d e a n la ttık ­
ları çoğu nasıl aç k aldıkları, nasıl tav u k , k o y u n , keçi çaldıkları,
neler y ed ik leriy d i. S eferberlik'te H ic az 'a g ö n d e rd ilerd i; gelince
adı H acı Şerif old u . H acı ya, af b u y u ru n , içkiye, k u m a ra d a d a n ­
dı; d ü k k â n a u ğ ra m a z d ı pek. Y unan'm g elişinden az sonra bigece k u m a r m asasın d a K arak ız'ın İbram sırtın d a n bıçaklam ış.
Ö teki, H aşan ağabeyim E nver P a şa 'n ın Sarıkam ış saldırısında
kaldı. Ü ç ü m ü z d e e v liy d ik S eferberlik'te; a ram ız ikişer yaştı.
Üç y ü z sekizliyim ben; a m a e v d e n iki ask er çıkınca beni alm a­
dılar. Z ayıfçaydım da. (K arşıdaki k ız bacak bacak ü stü n e attı.
A yakkabıları to p u k su z d u .) D ü k k â n d a yalnızdım . G ünaşırı b ü ­
y ü k kö m ü r m altızın ın ü stü n d e k i y a y v an b a k ır ta v a d a leblebiyi
m afrakla k a rıştırıp d u ra ca k sın . Y azları d a h a d a güçtür. Yanında
peşkir v a rd ır terini silm ek için. G en e d e a ra d a bir b u rn u n u n
u c u n d an , af b u y u ru n , cızz d iy e d a m la r k ızg ın tav ay a. (K arşıda,
k u rtu lu ş an ıtın a yak ın sıra y a genç, e sm er b ir k a d ın o tu rd u . Ete­
ğini aşağı çekti; k a ra ç an tasın ı d iz le rin in ü s tü n e k o y d u . Birine
b en ziy o rd u am a saçları kızılım sı k a ra y d ı b u n u n .) Ç ırağa güve­
nilm ez; yakabilir. B abam ç o k ta n ö lm ü ştü . H a şa n ağabeyim i al­
d ık la rın d an az so n ra a n a m d a ö ld ü . (B astonuyla o tu rd u ğ u ye­
rin sağını gösterdi.) İkisi d e ş u ra d a g ö m ü lü , y a n y an a. Çiçekleri
g ö rü y o r m u su n u z ? D ah a bak ım lı, d e ğ il m i? K en d im bakarım
onlara; bekçi tan ıd ığ ım d ır. H e r g ü n g e lirim ; y a ğ m u r yağsa bile.
O tu rd u ğ u m u z sıra n e d e n ş u g en çlerin o tu rd u ğ u sıran ın tam
k arşısın d a d e ğ il d e rsin iz ? B akın, ö tek ilerin h e p si k arşı karşıya.
Bu d a öyleydi. B urayı p a rk y a p tık la rın d a n so n ra sıralar geldi­
ğ in d e şu ra y a, a n a m ın b a b a m ın y a ttığ ı y e re k o y m u şlard ı bunu;
d ö rt a y a ğ ın d a n d e m ir k a zık larla ç ak m ışlard ı. Bekçiye koştum .
'B enim elim d e d e ğ il' d e d i. B anka m ü d ü r ü 'Biz sıraları Belediy e 'y e verdik; o n la r bilir' d e d i. B e le d iy e'd e P a rk lar M üd ü rlü ğ ü 'n e g ö n d e rd iler. M ü d ü r y o k m u ş; ertesi g ü n g id ip anlattım .
'S ıralar karşı k a rşıy a k o n d u ; d ü z e n i b o z am ay ız ' dedi. 'Beş
a d ım y a n a çekilsin; af b u y u r u n , o d a b ir d ü z e n ' ded im . Yalvar­
d ım , d ö rt a d ım d e d im . O lm a z d iy o rd u . (K arşıda soldaki sırada
o tu ra n k a d ın ı tan ıd ı. A ra d a o tele b ir erkekle gelen k ad ın la rd a n
b iriy d i. G etıç k ızla o ğ la n k alk tılar; çan taların ı alıp kolkola d o ğ u
k a p ıs ın d a n y a n a y ü rü d ü le r.) İki g ü n so n ra Belediye başkanm ın
y ak ın ı b ir a rk a d a ş g id ip o n u n la k o n u ştu . 'Bir dilekçe versin'
dem iş. Y azdırıp g ö tü rd ü m . E rtesi g ü n kapı y a n ın d a beklerken,
ö ğleye d o ğ ru o d acı b ir k â ğ ıtla geldi. 'Bekçiye verilecek b u ' d e ­
di. Birlikte gittik. K âğıtta K u rtu lu ş K a p ısı'n d an alan a giden
yolda soldan dö rd ü n cü sıranın üç m etre öteye, alana d o ğ ru ak­
tarılm ası, m asrafın dilekçeyi verenden alınm ası yazılıydı. Bek­
çiyle dem ir kazıkları söktük, sırayı getirip bu ray a çaktık. (Zebercet'in sağ bacağına, d izin e d o ğ ru y u k a rıd a n cıvık bir kuş
pisliği düştü, yayıldı. Başını kald ırıp baktı; bir k u m ru y d u . Yaşlı
ad am telâşlandı; suç k e n d in d ey m iş gibi 'A h, af b u y u ru n ' dedi;
b astonunu sallayıp k u şu kov d u . M endilini çıkardı am a Z eber­
cet bırakm adı, kendi m endiliyle sildi pisliği. Ö n lerinden geçen
bıyıklı, irice bir a d am kızılım sı kara saçlı k adının karşısındaki
sıraya otu rd u .) Sizin ö lüleriniz de, Faruk Bey...
— O b u ra d a göm ülü. Sizinkilerden hiç k endini asan o ldu
m u?
— A h, hayır. O lm adı.
— Ya birini ö ldüren?
— Yok hayır.
— B enim kilerden b iri gerd ek gecesi karısını boğm uş.
— G e rd ek gecesi m i? N eden?
— N e d en in i k im seye söylem em iş. D u ru şm ad a çok üstele­
m işler, söylem em iş. Belki n ed en i yoktu; ya d a bir yığın n edeni
v ard ı d a bilm iy o rd u . S o n u n d a asılm ış.
Yaşlı a d a m h a p şırd ı. M endilini çıkarıp b u rn u n u sildi. A tkı­
sını d ü z eltti. P a rk ın y a k ın ın d a k i cam ilerde ezan o k u n u y o rd u .
B asto n u n a d a y a n ıp kalktı.
— İkindi o k u n u y o r. A f b u y u ru n , başınızı ağrıttım . G ene
g ö rü ş ü rü z belki. Sabahları d ü k k â n a şöyle bir u ğ ra r so n ra da.m acılar k a h v esin e g id erim çoğu. Bir çayım ı içersiniz. P ostane
so k a ğ ın d a, b ü y ü k fırının y a n ın d a ; p a y to n la r d u ru r hani. N e y ­
se, hoşça kalın.
— G üle güle efendim .
A d a m a ğ ır ağ ır k u z e y kap ısın a d o ğ ru y ü rü d ü . Sırtı eğikçeydi. S ağında, m ersin le rin d ib in d e k i o n b iray gülleri, kasım p atları, z am b a k la r d a h a b ir g ü rd ü ; çam y a p rak ları a ra sın d a n sı­
z a n g ü n e ş ışınları v u rm u ş tu üstlerine. D ö n ü p k a d ın a b akınca
gözgöze geldiler; k a d ın b ird e n başını çevirdi. D u d a k ları, g ö z le ­
ri boyalıydı. D oğu k a p ıs ın d a n y an a b a k ıy o rd u . Bir erkeği b e k li­
yo rd u belki, ya d a b ir erkek. K ollarında, b a ca k la rın d a b ir g e v ­
şem e d u y d u . Sağ b acağ ın d a, d iz in e yakın, ü tü çizg isin d e k u m ­
ru n u n p islediği y e rd e belli belirsiz b ir aklık vardı. O vu ştu rd u ,
bir d a h a sildi. K ara çoraplı, ak yakalı iki k ız öğrenci geçti ö n ü n ­
d e n gülüşerek. S olundaki sıra d a o tu ra n bıyıklı adam arkaların­
d a n b a k ıy o rd u . K adının ayakkabıları v işn e çü rü ğ ü y d ü , to p u k ­
lu y d u ; bacakları d o lg u n cay d ı. D izlerinin ü stü n d e k i çantasını
açtı; içine b a k ıp karıştırd ı, k a p ad ı. A rad ığ ın ı ("M endil? Sakız?
Ayna? Saat?") b u lam a m ıştı anlaşılan. N asıl yaklaşılırdı b u kadı­
na, ne den ird i? "M erhaba bayan... b ay an ? H ayır. M erhaba, çok­
tan d ır g ö rü n m ü y o rsu n u z . M erhaba, gö rü şm ey eli nasılsınız?
M erhaba efendim ... efendim . M e rh ab a , n e g ü zel g ü n değil mi?
M erhaba b u rd a m ıy d ın ız siz? Ç o k ta n d ır g ö rm e d im de. İyi g ü n ­
ler, n e red e y d in iz ç o k tan d ır? M e rh ab a , b e n i tan ıd ın ız mı? İyi
günler, beni tan ıd ın ız m ı? Aa, siz m iy d in iz , n e iyi. M erhaba,
y alnızsınız dem ek. İyi günler... S o n u b u lu n u r m u bunların? Biri
söylenecek. G idebilir, y a d a b ir b aşk ası..."
K alkıp kazağ ın ı çekti; c eketini ilik led i, y ü rü d ü . K adın d ö n ­
m ü ş o n a b a k ıy o rd u ; y ü z ü s o lg u n d u . Y a kınında d u rd u .
— M erhaba, beni ta n ıd ın ız m ı? d ed i.
— H ayır, n e rd e n tam ycam ?
— O telciyim ben; İsta sy o n 'a y ak ın . H a n i ara sıra gelirdi­
niz... biriyle.
— A a, evet. Ç ok d e ğ işm iş y ü z ü n ü z .
— Bıyığım ı k e stim de...
— O tele n e old u ? G eçen h a fta b ig ec e geld im ; kapalıydı.
— D am ı a k ta rıld ı. B oyacı d a girecek. -Y u tk u n d u - Benimle
gelir m isiniz?
— B u g ü n o lm az; gelem em .
— N 'o lu r gelin. İstediğiniz...
— B u g ü n o lm a z d e d im .
— N iy e ra h a tsız e d iy o rs u n b a y a n ı ulan?
B edeni gerildi; y ü re ğ i ç a rp a ra k d ö n d ü : karşı sıradaki bıyık­
lı a d a m gelm iş y a n ın d a d u ru y o r, d ik d ik b a kıyordu. K adın cır­
lak a m a alçak b ir sesle:
— S a n a n e be, işine g itsen e sen, dedi.
A d a m şaşırdı; bocaladı:
— Şey... b u n u ... şey sa n d ım . Seni...
— D e m in d e n beri b o z u lu y o ru m z aten sana; öküz gibi...
— K ızm ayın canım , ben...
— Bir tanıdıkla konuşulmaz mı şurda? Bas git hadi; bağırı­
rım bekçiye.
Adam dönüp uzaklaştı.
— Of be, efelik edecek aklınca, dedi kadın.
Sesi düzelmişti. Zebercet kıpırdadı; parmaklarını açıp ka­
padı; öksürdü.
— Oturm ayın burada; gelin benimle, otele gidelim, dedi.
— Şimdi olmaz. Birini bekliyorum; nerdeyse gelir. Sen git
yarım saat sonra gelirim ben.
— Gelir misin? Yarım saat mı?
— Yarım saat, bilem edin üç çeyrek. Hadi git artık, durm a.
Otele gelince m erdiven altından borusuz gaz sobasını çıka­
rıp odaya götürdü. Ilıktı içerisi; ama kadın isterse yakarlardı.
Pencerenin sağındaki küçük kapıyı, eskiden yalnız bu oda için
yaptırılan özel ayakyolunun kapısını açtı. Yüzünü buruşturdu.
Ankara treniyle gelen kadın gittikten sonra burasını kimse kul­
lanm adığına göre onun bıraktığı kokuydu bu; sifonun zincirini
çekm em işti dem ek. "Eh, işte... ya o sabahki koku." İşedi; zinciri
çekti. O danın penceresini açıp bir süre içerisini havalandırdı.
Parktaki kadının yüzü ("Burnu belki, dudakları") ötekini andır­
m ıyor m uydu? Karyola dem irinde asılı havluyu alıp katladı;
başucu m asasının çekmecesine koydu. O geceden beri kullan­
mam ıştı; d ü n gece ölünün altındaki odada yatan erkekle kadını
düşünürken, kurarken bir ara doğrulm uş, ama alm amıştı hav­
luyu; yorganı başına çekip yatm ıştı gene. Pencereyi, perdeyi
kapadı. Gece lam basını yaktı; salona çıkıp köşedeki koltuğa
oturdu. Sigarasını yakarken yoldan hızla geçen bir araç camları
titretti. Küllük neredeyse doluydu. Beş gün d ü r çoğu zam an bu­
rada oturm uştu. Gene başlayacak mıydı? Başını salladı. Parm a­
ğını m asanın üstünden geçirdi: tozlucaydı. Kalkıp küllüğü se­
pete döktü; m asayı sildi. Dem ir kasanın üstündeki çalar saatin
yüzünü kendinden yana çevirdi. Gelirken çarşıya, bir saatçıya
uğram ayı unutm uştu. Salon oldukça aydınlıktı daha; am a ışık­
ları yakıp yerine döndü. Ara sıra dışarıdan, kaldırım dan geçen­
lerin ayak sesleri geliyordu. Ağzı acıydı, kuruydu. Geğirdi: "Bu
pişmiş lahana kokusu..." Yutkundu; sigarayı küllüğe bastırdı.
Kadın da içiyor m uydu acaba? Sesi biraz pürüzlüydü. Yarım
saat, bilemedin... Saata baktı: beşi çeyrek geçiyordu. Gelmeye­
bilirdi elbet; beklediğiyle buluştuysa, bir yere gittilerse, adam
bırakmıyorsa. Dizleri yuvarlaktı. Yatağın kıyısına oturacaktı,
kara kazağının göğsü kabarık. "Çay ister misin? Çay yapayım
mı? Çay içelim mi? Çay..." Bir arabanın gürültüsü uzaklaşırken
duyduğu ayak sesleri kapının önünde kesildi. Koltuğa tutunup
doğruldu. Giren yoktu. Kapıya koşup dışarıya baktı. Sağda, ile­
ride başı örtülü bir kadın gidiyordu. Kıvırcık saçlı bir genç geçti
kaldırım dan başını çevirm eden. Gelmeyecekti anlaşılan. Ne
bekliyordu bu kadından, ya da bir kadından? Yüksek sesle 'Ca­
nı cehenneme' dedi.
Işıkları söndürüp sokağa çıktığında hava kararm ıştı. Bö­
rekçi fırınının karşısındaki d ört köşe taşlar döşeli, iki yanı ağaç­
lı yoldan çarşıya doğru yürüyordu. Ç arşam ba gecesi soğuk de­
m ircide çalışan oğlandan ayrıldıktan sonra otele döndüğü yol­
du bu. Elini sağ cebine soktu; o geceden kalan iki kestaneyi avcunda sıktı: soğuktular, katıydılar. Ç ıkarıp attı. Kavşakta, bol
ışıklı caddenin ötesinde büyük iş hanının önünde, oğlanın du­
ru p gülüm sediği, belki de çağırm asını beklediği kaldırım da ku­
ru yemişçiler, şamtatlıcısı, kestaneci yerlerindeydiler gene. Kar­
şıya geçip kasketli, yuvarlak yüzlü, sarkık yanaklı kestaneciye
yaklaşırken durdu. Kestaneci başını kaldırm ış ona bakıyordu.
M angalın kıyısında kabukları yarılm ış, kızarm ış kestaneler di­
ziliydi. Bir kıvılcım sıçradı. Canı pek istem iyordu am a kabukla­
rını soydurup biraz alsa belki... Kestaneci bağırdı:
— N e dikildin orda ulan, yol üstünde m aşatlık taşı gibi.
Bas git hadi!
Birisi güldü. Zebercet birden dönüp kaldırım boyunca yürü­
dü. "Maşatlık taşı..." Kollarını silkti; yanaklarını ovuşturdu. "Taş
gibi m iydim gerçekten?" Önem li olan adam ın benzetmesi değil
aşağılayın davranışıydı. O anda neler yapılmazdı bu kabalığa
karşı. Oysa kaçmıştı işte; olanakların en kolayını seçmişti bilme­
den. Başka bir durum da kaçm ak gereksizdi. Nereye gitse ardın­
dan geleceklerdi; Halil O nbaşı'nın köyüne bile. Ne yapardı ora­
da? Beş gündür, özellikle bugün olanaklarda bir azalma olmamış
mıydı? Kaçmayacaktı. D urum unu başkalarının yargısına bırak­
mayacaktı. Başka olanaklar da vardı elbet. Kestaneciyle bile.
Şimdi de. "Gidip önünde durulur maşatlık taşı sensin ulan
m aşatlık taşı babandır ulan
anandır ulan
karındır
karım değil bir kadın
leş
leş herif
lop incir
pelte suratlı çıfıt
m aşatlığa göm erler seni
geberince a rdından bir çiftetelli oynar karın
bir kadın sessiz çok uyurdu gaz ocağı patlamıştır
m angalına bir tekm e atılır kestaneler ateşler yayılır
tavanarasına gaz döküp odasına gaz döküp bir kibrit
fırlayıp ü stü m e atılır
başkaları karışır gene sorgular polisler savcı yangında sen nere­
deydin kokuyu duymadın mı yatıyordum
y ere yıkıp boğazım a sarılır
geceyse yalımı gündüzse dumanı bir gören olur yangın vaaar
kestane alacakm ış gibi yaklaşıp suratına bir tokat
y a n d an yaklaşıp suratına bir tokat
y a n d a n yaklaşıp ensesine bir tokat
yangın vaaar doluşurlar içeri ölüyü bulurlar
so rg u lar sorular cezaevi.
önünde durup eski cezaevinin büyük kapısı ardında demir par­
maklıklarda solgun elleri Lütfi'ydi adı evet Lütfiye Molla kızını do­
ğurduktan sonra kırkı çıkmadan ninem lohusa yatağında ölünce ana­
mı emzirmiş süt anasıymış önü n d e d u ru p öteki suçlularla hep bir
yerde sövülebilir onlar da sorarlar elbet neden öldürdün onu elim de
tırnak çakısıyla kim seye sezdirm eden avluya bir çukur kazıp a r­
kasından yaklaşarak ensesine saplanabilir
avluya olmaz bodruma kazıp bir gece ölüyü ağır ağır merdiven­
lerden sürüklerken başından tutup çekersem ayakları ayaklarından
tutarsam başı basamaklara vura vura indirirken bir gören olmasa bile
kadını köyden bir yakını ararsa polise giderse ararlarsa bakkal tanıklık
edebilir dayısı öldüğü için köyüne gittiğini söyledi bana der başka ye­
re gitmiş demek öyle mi koltuk altlarına kızgın kestane koyun tırnak
çakısını saplam ak için ark asın d an yaklaşırken birden dönebilir
sorgular duruşmalar yirmi sekiz Kasıma bırakıldı yirmi sekiz Ka­
sıma demek tuhaf uzatırlar bir anlamı var mı yargıç bana söylüyordu
sanki götürün şunları
kestanelere bir avuç k u m atılabilir kumu Domuz Deresinden
alırız
d om uza benziyorsun sen
eşeğe
öküze
ineğe
katıra
m aym una
ayıya
su aygırına
ham am böceğine
sıçana
köpeğe
çakala
çakalın üstüne atılıp boğmuş dayısı söylüyor çakallara yedirmem
kısrağımı demiş dayım boğar mıydı bıraksalar bilinir mi sonuna dek
gitmekten korkar mıydı korkmamış olanakların sonuncusuna varınca
kendini asmasaydı şimdi buruşuk yüzü sırtı eğik bastonuyla parktaki
yaşlı adam gibi çok güzelmiş ondokuzunda terziler yalvarırmış giysi­
lerini dikmek için ak ketenden giysileri varmış üstünde merdiven boş­
luğunda ayakkabılarından birkaç karasinek erkek sinek kondurmamış
kızının üstüne de iyi haltetmiş
kestaneci tırn a k çakısını görünce
tırnaklarını kes nasırım çok yürüdüm bugün yarın kunduracı
Hikmet Usta'ya gidip
önünden
y a n ın d a n
a rk asın d an yak laşarak b ir tokatta kasketini m angala d ü şü ­
rebilirim .
anahtar evet cebimde ötekiler konağı unuttu bir ben kaldım hur­
da ölülerle parktaki yaşlı adam güneşliği eğriceydi kasketinin
yaklaşarak başından kasketi alıp atılır
atmıştım tavanarasının penceresinden caddeye düşmüştü ertesi
sabah çöpçü almıştır ordan araba çarptı sanmıştır adı ne bunun a h
yok Karamık koyalım mı adını sabahki polis değil mi şu gelen"
(Birden, geriye dönünce bir adam ın koluna çarptı. 'A f bu ­
yurun' dedi.)
"A f buyurun yabancı mısınız hayır evet yabancı gibiyim gelip
geçenlerden bir tanıdığım ara sıra konuşulacak bir yakınım mı var
burda damacılar kahvesine gitmeli bir sabah belinde kasap önlüğü
elinde satırla sokakta koşarken görenler güler miydi kaçışır mıydı avluya girince ninesi ayakyoluna koymuş yemek tenceresini kaçamak
kokmaya başlamıştı kaç gün dayanır Emekli Subay'ın kızının iki haf­
tada çıkmış kokusu apartman katıymış tavanarası serin önümüz kış
en azından üç hafta dayanılır mı kütüğün üstünde satırla et doğrar­
ken karısı aklına gelince bir testere almalı kemikler katıdır demir teste­
resi almalı soğuk demircilerde bulunur belki Ekrem'e ayırmıştım kes­
taneleri
arkasından yaklaşıp beline bir tekm e
ensesine bir yum ruk
ensesinden mi kesilir başı
y a n d an kaval kem iğine tekm eyle
önce ayakları tabanları karamsı ayaklarını yıkasana yatmadan
kalçalarına varınca kimbilir kaç parçada kolları iki hayır üç parça kanı
donmuştur bedenindeki etler keskin bir bıçakla sıyrılır her gün birkaç
saat arayla bir parçasını kâğıda sararak sundurmanın altına götürüp
ocakta çamaşır suyu kaynattığı kazanın altında yakarken kokuyu du­
yan olsa bile birisi yemeğin dibini tutturm uş"
Başını salladı. İş hanına yaklaşm ıştı. "Bir yan sokağa sapılabilir g id ip af b u y u ru n bey kardeşim dem in gereksiz yere kar­
şınızda d u rd u m denebilir hiç birşey olm am ış gibi o yana bak­
m ad an geçip gidilebilir." Şam tatlıcısının, kuru yemişçilerin, kes­
tanecinin ö n ü n d en başını çevirm eden geçti. 'Yuh ulan!' diye ba­
ğırdı kestaneci. D önüp baktı: kestaneci ona değil, birbirini itikleyen, şakalaşan iki kuru yem işçiye bakıyordu sırıtarak. Banka­
ları geçip alana varm ad an sağa saptı; geçen hafta üstüste iki ge­
ce geldiği içkili aşevine girdi. M asaların çoğu boştu am a kapıya
yakın sağdaki küçük m asada kısa saçlı iki genç vardı. Buzdola-
binin önünde iri b u runlu, sarkık yanaklı adam her akşam bura­
daydı anlaşılan. Kapının solundaki, o gece yeleği altı düğm eli
adam ın o tu rd u ğ u m asaya gidip y ü z ü sokağa do ğ ru oturdu. Ar­
kasındaki m asada biri gözlüklü iki adam vardı. Garson yanın­
d a durdu.
— Buyurun.
Rakı, şiş, patlıcan tava istedi.
— Patlıcan bulam adık b u g ü n abi. Favam ız iyidir; vereyim
mi?
— Peki, ver.
A rkasında, y akınında bir ses İzm ir'de ayakta içilen bir tektekçinin patates köftesini ö v üyordu. Y anm şişe rakıyla favayı
getiren garsona çarşam ba gecesi polisle bekçinin elinden kaçan
gencin yakalanıp y akalanm adığını sordu.
— Bilmem; du y m ad ım . Peynirle k a v u n ister m isiniz?
— Hayır. Portakal getir, soyulm uş.
U zunca ufak b ard ağ a rakı koydu; iki y u d u m içti yüzünü
buruşturm am aya çalışarak. G ü n le rd ir kafasında, yüreğinde git­
tikçe artan ağırlığı biraz olsun azaltır m ıydı bu? A rkasındaki iki
adam ın konuşm alarını kesik kesik d u y u y o rd u ; 'İlk üç haftası...
dayanılm az gibi geliyor... günler... alışıyor sonra... düşlerde bile
çıkılm ıyor dışarı.' '... y a rarlan m a d ın m ı?' 'H ayır... tutm adı... iki
yıl gü n ü gününe...' '... olm adı m ı?' 'O ld u ama... güvensizlik,
kuşku, yalan... hiç yalnız kalınm ıyor... a rad a isteniyor... bir ya­
kınlık, sıcaklık.' G arson soyulm uş, dilim lenm iş portakallarla şi­
şini getirdi. G özleri çakırdı b u n u n ; elleri esm er değildi. 'Esmer
elliler iyi yüreklidir, d e r b ir a rk ad aşım .' Babasıyla eski anıtları
görm eye gelen u z u n boy lu genç kız ikinci gece çay içerken bi­
sikletini özlediğini söylem işti. A dını D üldül koym uş. 'N erdey­
se yem leyip sulayacaksın' dem işti babası. H aşim Bey'in büyük
kızı M eserret H a n ım 'm yan an eşeğinin adı da D üldül'm üş. D u­
v arda asılı resim lerin b irin d e F atih'in d eniz ü stü n d e sürdüğü
kabarık sağrılı (F atihli'ye gözü kayınca başını eğerdi) başı eğik,
u z u n b o y u n lu kır atının adı d a D üldül m ü y d ü acaba? Fatih­
li'n in Serdar'dı. K endini o kadının d ö n ü şü n e hazırlarken d ü ­
şünm üştü: 'G öbek ad ım Serdari diyecekti sorunca. Soğuk de­
m ircide çalışan oğlan so rd u ğ u n d a sigarasını yakm ıştı önce. Bu-
radan çıkınca soyulm uş kestane alıp horoz dövüşüne gidebilir­
di. Boş bardağa şişede kalan rakıyı döktü; gözlerini kısıp boğa­
zı yana yana yarısına dek içti. Bardağı bırakırken m asa eğrilir
gibi oldu. Sandalyeye yaslandı. A rkasındaki konuşm ayı dah;
açık işitiyordu: '... adam ıym ış. Öteki ölünce bu Nazlı İbo başlı­
yor aynı evde kum ar oynatm aya. Ç akır H aşan sık sık giderm iş
bu eve; çoğu zam an ütülürm üş. Bir gece büyücek bir para ka­
zanıyor. Nazlı İbo birazını veriyor paranın, ü stü n ü sonra alırsın
diyor. Sona kalan dona kalır, koca bir tarla parası yedirdim b u ­
rada, param ı şim di isterim diyor Çakır, dayatıyor. D övüp soka­
ğa atıyorlar. A rdını bırakm ıyor; birkaç kere kahvede kalabalık
içinde alacağını istiyor. Bir gece sokakta arkasından üç el ateş
ediliyor.' 'K im in?' 'Ç akır H asan'm .' K urşunlardan biri kaba eti­
ne saplanm ış. H astanede, evde bir ay yüzükoyun yatıyor. Vu­
ru ld u ğ u n u n ertesi g ü n ü savcıya İbo'nun adını söylüyor. Öteki
haberim yok falan d iyor am a yaralam adan birbuçuk yıl veri­
yorlar. 'Baksana oğlum ! Bir küçük şişe daha; bir de cacık getir.'
'Çok gelm eyecek m i?' 'D e canım, ne içtik şurada.' 'Sonra?'
'Sonra ikim izden biri fazla diyor Çakır. Bir ay yüzükoyun y a­
tarken k u rarm ış hep. İyileşince bir suç işleyip cezaevine girm e­
yi bile d ü şü n m ü ş' 'B uyurun. Başka bişey ister m isiniz?' 'Hayır,
sağol... Şu oğlanın gözleri gibiydi...' 'Ç ok koym a benim kine;
kararım ı aştım bu akşam .' 'D e canım ...' 'Sıkıntı veriyor sonra;
eh, yeter.' 'Peki. C ezaevinde köyden bir tanıdığı varm ış; ondan
öğrenirm iş İb o 'n u n d u ru m u n u bir aracıyla. Altı ay geçmiş.
İb o 'n u n başka bir cezaevine gönderileceği haberi gelmiş. Bir
g ü n öncesinden saçlarını, bıyığını kestirm iş; o sabah güneş göz­
lüğü takıp istasyona gitm iş, beklem iş. Öğleye doğru iki candarm a İbo'yu getirm iş elleri kelepçeli; istasyonun polis odasına
sokm uşlar. Az sonra Afyon trenine bindirirlerken kalabalığın
arasından yaklaşıp tabancasını boşaltm ış arkasına. Bağrışanlar,
kaçışanlar olm uş. Boş tabancayı d o n u p kalan candarm aya ver­
miş. H em en ölm em iş İbo; ertesi g ü n ü n akşam ına değin ceza­
evine "daha yaşıyor, k u rtu lu r belki diy o rm u ş doktor" diye h a ­
ber geldikçe iğne ü stü n d e gibiym iş Çakır. A kşam üstü ölüm h a ­
beri gelince rahatlam ış. G eberm eseydi o vuracaktı beni derdi.
Bir başkasının ö lü m ü n ü böylesine istem ek için...' 'A stılar m ı?'
'Hayır, ben çıktığım da duruşm ası sü rü y o rd u daha; savcı ölüm
cezası istem em iş.' 'Tasarlanm ış bir adam öldürm e...' 'Öyle ama
geçm iş yaralam a olayını alm ışlar göz önüne.' 'D oğru' 'İçerdey­
ken bu Çakır H asan'la bizim Arif...' 'H işşşt!' 'N e oldu?' "Yavaş
konuş, dinleyen var galiba.' Zebercet m asaya eğildi; soğum uş
etlerden birkaç parça yedi. Portakallar ekşiceydi. Dövüşe geç
kalm ıyor m uydu? R akısından iki-üç y u d u m dah a içti. İnsanca
bir yakınlığa, sıcaklığa...
— O h, canına değsin kardeşim !
Kalın dudaklı, pem be yanaklı b ir a d am karşısındaki san­
dalyeyi çekti, oturdu.
— Rakınız bitiyor. Biraz d a b irlikte içer m iyiz? Garson!
N e d enirdi b u d u ru m d a? D oğruldu. Başı d ö nüyordu; m a­
saya tu tu n d u .
— Af b u y u ru n , biryere yetişm em gerek, dedi.
— Ö yle mi? Yalnız içm ekten...
B uzdolabına d o ğ ru y ü rü rk e n arka cebinden çıkardığı bir
kâğıt parayı yaklaşan garsona verdi.
— Ü stü kalsın.
— Sağolun, gene bekleriz.
D ışarısı serindi. B ankaların ö n ü n d e k i geniş kaldırım da d u ­
v ar kıyısından y ü rü y o rd u . İç cebini yokladı; T ırnak çakısı ora­
daydı. Bir po rtak al k a b u ğ u n a ya d a b alg am a basm ıştı anlaşılan,
ayağı kaydı; d ü şe rk en d u v a ra sü rtü n d ü , elini yere dayayıp
doğ ru ld u . G elip geçenlerden kim se gülm edi. O nu görm üyor­
lardı m ıydı yoksa? Köşeyi d ö n ü n c e d u rd u . Kestaneci yerindeydi, elindeki m aşayla kestaneleri çeviriyordu. Başını kaldırm a­
d a n 'K ebap!' diye bağırdı. Z ebercet titredi; y ü z ü sarardı. Bir ey­
lem in ertesini, sonuçlarım göze alabilirse ya d a bunlara kayıtsız
kalabilirse, in san ın yapm ayacağı şey yoktu. C ebinden bir onluk
çıkarıp karşı kaldırım a geçti; kestanecinin yanında durdu.
— İki liralık çek; irilerin d en olm asın, dedi.
K estaneci küçük, askılı terazid e kestaneleri çekti.
— K abuklarını soyarsan beş lira veririm .
A d am başını kald ırıp baktı. 'O lu ı' dedi. Kirli tırnaklı küt
p a rm ak larıy la çabuk çabuk so y d u ğ u kestaneleri bir kese kâğı­
d ın a k o y u y o rd u . K asketinin kıyıları yağlıcaydı. Ceketi koyu ye­
şildi; orta düğm esi sallanıyordu. Sac m angalda kızaran kesta­
nelerin arasındaki küçük deliklerden alttaki korların kızıllığı
vuruyordu. Deliklerin birinden bir kıvılcım sıçradı. Kestaneci
'Kebap!' diye bağırdı; kese kâğıdını uzattı.
— Sinemaya mı?
Zebercet sol avcunda buruşm uş onluğu verirken 'Hayır"
dedi. Kâğıttan bir kestane alıp ağzına attı.
— Bozdağ malı, iyidir.
A dam ın verdiği beş tekliği aldı.
— Beni tanıdın mı? diye sordu.
— Eskiden görm üş gibiyim ya tanıyam adım .
Çarşıya do ğ ru yürü rk en kestaneleri cebine boşalttı; kese
kâğıdım b u ru ştu ru p attı. 'A lığın biri' dedi alçak sesle. K epenk­
leri indirilm iş dük k ân ların arasından geçip ortası ağaçlı uzun
caddeye çıktı. Tenhaydı. Kestaneler o gecekilerden daha iyiydi,
pişkindi. Y anından d ingin atlarıyla bir payton geçti. Horozcular
kahvesi ışıklıydı am a önünde kim seler yoktu. Yaklaşıp cam dan
baktı: K ahveciden başka üç kişi vardı; ikisi tavla oynuyordu.
İçeri girip 'İyi akşam lar1 dedi; o gece öldürülen horozun sıçtığı
m asanın yanına oturdu; bir orta kahve istedi. Erken m iydi d a­
ha? Koyu yeşil boyaları dö k ü lm ü ş kalın tahta m asanın üstünde
horozun pislediği yer belli değildi. Tavla oynayanlardan biri
zarlara sövdü; öteki 'Z arların suçu yok' dedi gülerek. Kahvesi­
ni bitirince fincanı alm aya gelen kalın kaşlı, dazlak kahveciye
p a ra verirken horoz d ö v ü şü n ü n ne zam an başlayacağını sordu.
— Bu gece d ö v ü ş yok; çarşam bayla cum artesi geceleri olur.
— Ö yle mi?
— Ç arşam ba gecesini kaçırm ayın; Tahsin Bey'in yeni horo­
zu dövüşecek. G eçen gün D enizli'den getirm iş.
Tavla o y u n u n u seyreden a d am 'Kaça alm ış?' diye sordu.
— Satılık değil dem iş ad am önce, nazlanm ış; b u n u n gibisi­
ni bir d ah a bulam am dem iş. O lu rd u olm azdı derken son u n d a
yum uşam ış. H erif bir at parası aldı b enden d iyor Tahsin Bey.
— N e a d am be!
—■İlle yenecek.
Zebercet kalktı; 'İyi akşamlar" d eyip çıkarken kolunu kapıya
çarptı. İnce bir sızı aktı dirseğinden parm ak uçlarına. O ğlanı si­
nem ada arayacaktı. K arnında bir gerginlik, bir sıkıntı başlamıştı
kahvede otururken; am a ağrım ıyordu. Kolkola, ağır ağır yürü­
yen bir erkekle kadını geçti. K arşıdan konuşarak gelen iki genç
yanından geçerken biri 'O h be, sığır sidiği gidiyorsun amca' de­
di. G üldüler. Yalpalıyor m u y d u yoksa? Başını sarstı; hızlandı.
Biletini alırken gişedeki a d am 'Yeni başladı; iki filim olunca
yedi otuzda başlıyoruz' dedi. M erdivenleri kaygan dem ir kor­
kuluğa tu tu n arak çıktı. Salona girince biletini yırtan gencin tut­
tu ğ u soluk ışıkta ayaklarını sürterek y ü rü y ü p ortalarda, sıra kı­
yısında bir koltuğa otu rd u . K alabalık değildi anlaşılan; yanın­
daki yerler boştu. A rkasından çıtırtılar, kısık sesler geliyordu.
P erdede iki adam y um rukla, tekm eyle, d ü şe kalka dövüşüyor­
du. Başı d önüyordu; gözlerini y u m d u . K arnındaki ağrısız ger­
ginlik, sıkıntı gittikçe artıy o rd u . Ç ok m u içm işti? Bardakta ka­
lanla yarım şişe rakı... P erdedeki bir çıtırtıyla birlik arkalarda
birkaç kişi 'H eeeyy!' diye bağırdı. B unlardan biri o m u y d u aca­
ba? D ön ü p baktı. Yarı karan lık ta belirsiz yüzler. Bir ürperm e
geçti bedeninden; k o ltu ğ u n d a b ü z ü ld ü . Filim de bir arabanın
y anında bir kadınla erkek ö p ü şü y o rlard ı. G özkapaklan kuruy­
d u , ağırdı. K adın 'Ben d e geleyim seninle' dedi. Erkek 'Hayır,
seni tehlikeye atam am ' ded i. 'Ya sana birşey olursa?' 'O lm az.'
Elini karnına bastırdı; ovd u . A lnı terliyordu. Bir uyuşukluk
vardı ü stünde. E krem 'i görse bile ne yapacaktı b u durum da?
G ene d e 'K ötüyüm şim di; y a rın akşam sekizde bu sinem anın
ö n ü n d e bulu şalım ' diyebilirdi. U zu n süre tabancalar patladık­
tan sonra bir sessizlik oldu; b iri 'D ur, atlam a!' diye bağırdı.
Işıklar yandı. A yağa kalk ark en koltu ğ a tu tu n d u ; yanlara, geri­
lere baktı; Kimi konuşan, gülen, kim i asık, kayıtsız yüzler. H ep­
si d e birbirine ve ona b e n ziy o rd u bunların; kendileri bilm eseler
de bir insanın yapabileceği h e r şeyi yapabilirlerdi. K ollan titre­
m eye başladı; gözleri b ü y ü d ü . K apıya do ğ ru koştu; sendeledi;
sıra kıyısında o tu ra n b irin e tu tu n d u . İsle oluyor be? Pis sarhoş!'
d e d i adam ; itti. G eçide yıkıldı; birkaç kestane d ü ştü yere. Dizle­
ri ü stü n e d o ğ ru lu rk en m en d ilin i çıkarıp ağzına bastırdı. Çene­
sine bulaşan bu yarı k u ru m u ş nesne parktaki kuşun pisliğiydi.
K usam ayacaktı. M endili cebine koydu.
— N e arıy o r bu sarhoş b urda?
— Leş herif!
— Atın şunu be!
Ellerini yere dayayıp doğrulurken birisi kolundan tutup
kaldırdı. Biletini yırtan gençti bu; 'Y ürü bakalım, gel!' det i. Oğ­
lana yaslandı; ayakları sürterek, bağıranların, gülenlerin arasın­
dan geçip kapıdan çıktılar. M erdivenleri inerken ayağı sürçtü.
— Yavaş, sıkı tutun. N e vardı böyle içecek!
— Karnım, dedi.
— A ğrıyor mu?
— Sımsıkı.
Sokağa çıkınca oğlanın kolunu bırakıp duvara yaslandı.
— A raba çağırayım mı? Paran var mı?
— Evet, çağır.
Yan sokakta d u ra n iki p a ytondan öndekine bağırdı;
— Halil abi, çek şuraya!
D ışarının serinliğinde baş dönm esi azalm ış gibiydi. Kaldı­
rım ın kıyısına yanaşan paytona sendeleyerek yürüdü; oğlanın
yardım ıyla bindi.
— N ereye gidilecek?
— A ltılam balı'ya, A nayurt oteline.
— O n lira alırım , şim di.
— Yapma be Halil Abi, d edi oğlan.
— Sen karışm a; nelerini götü rd ü k biz.
C ebinden çıkardığı iki onluktan birini arabacıya verdi; öte­
kini oğlana uzattı; 'A f b u y u ru n ' dedi.
— İstem ez abi.
A raba kalkarken parayı yere attı. A rkasına dayanıp ellerini
karnına bastırdı. K ulakları u ğ u ld u y o rd u . N iye yavaş gidiyor­
lardı böyle? A rabacı eşit aralıklarla, alçak sesle 'Deee!' deyip
kam çısını şaklatıyordu am a a tla n n a ğ ır tırısına bir etkisi olm u­
y o rd u bunun. Ellerinin ü stü n e eğildi; yavaşça inledi.
O telin ö n ü n d e a rab a d an inerken 'Işıklar sönm üş' dedi ara­
bacı. Z ebercet üç m erm er basam ağı tu tu n a ra k çıktı; sigara p a­
ketiyle soğum uş birkaç kestanenin altın d an anahtarı aldı; titre­
yen eliyle kapıyı açıp girdi. Kol dem irini güçlükle vu rd u . Ka­
ranlıkta odaya d o ğ ru y ü rü y ü n ce salon önce sağa sonra sola
eğildi. Kollarını açtı; d u v a ra sü rtü n e rek çöktü. Em ekleye em ek-
leye gitti odaya; karyolaya tu tu n u p doğruldu; yatağın üstüne
devrildi.
(Köyden h avluyu alm aya gelen iki genç yatağın iki yanma
geçm işler çam aşır ipinin u c u n u birbirlerine ata ata aşıla aşıla
karyolaya bağlıyorlar kirletir m isin h avluyu diyor sarışın genç
çıkıp göbeğine o tu ru y o r kıçını kaldırıp indiriyor karnının üstü­
ne bağırıyor
candarm a çağırıcam
d u y d u n m u lan candarm a çağıracakm ış
duydum
çağır bakalım çağırabilirsen
sırıtıyor kalkıp in erk en soyunm aya başlıyor ceketini göm ­
leğini p an to lo n u n u d o n u n u atıyor çırılçıplak Fatihli bu birden
kapı açılıyor Emekli S ubay giriyor odaya ü stü n d e subay giysi­
leri ne oluyor b u ra d a d iye b ağırıyor Fatihli fırlayıp aşağıya atlı­
yor esas d u ru şu n a geçiyor
b u y u r kom utanım
bu ne kepazelik k im sin sen
A hm et oğlu S erdar
H alil O nbaşı g ö tü r şu n u nöbetçi subayına beş gün katıksız
hapis
b aşü stü n e k o m u ta n ım
H alil O nbaşı F atihli'yi ite kaka çıkarıyor Em ekli Subay ge­
lip o tu ru y o r k a rn ın ın ü stü n e çok sağlam sınız diyor
bitkinim
değil değil nasıl o ld u sizinki
bilem iyorum y a sizinki
eskiden çok bağ lıy d ı ban a son gü n lerd e köye gidicem diye
tu ttu rm u ştu
A frik a'd a b ir köye m i
öyle san ıy o ru m
çok ağırsınız inin k a rn ım d an lütfen
evet g id iy o ru m k açm am gerek siz
b en kaçam am bağlıyım b u ra d a ölülere konağa
Em ekli S ubay gidince bedenini saran ipi koparm ak için
kaslarını gere gere u ğ ra şırk en hav ad an bir eşekarısı vınlam a­
sıyla y ü z ü n e sa ld ırıy o r kedi)
Elleri y ü zünde sıçrayıp d o ğ ru ld u . Yataktan inip karanlıkta
karyolaya tutunarak lavaboya gitti; ö ğürdü. K usam ıyordu. Sol
elinin ortaparm ağını ağzına sok u p boğazına d o ğ ru bastırdı, kı­
pırdattı. İçi bulanm aya başlayınca bir d ah a denedi; öğ ü re öğüre
kustu. K arnındaki sıkıntı azalm ıştı. Ellerini, y ü z ü n ü yıkadı; k u ­
ruladı. Yatağın kıyısına o tu ru p so y u n d u . Titriyordu; ayaklarını
yıkam adan yorganın altına girdi.
(Süngülü iki c an d a rm a n ın arasın d a elleri kelepçeli Ağırceza'n ın ardına dek açık k a p ısın d a n girerken kapının y an ın d a
d u ra n yaşlı bir ad am içeri girm ek isteyen sinekleri inceliyor d i­
şileri bırakıyor erkekleri k o v u y o r kızı içerdeym iş b u n u n diyor
biri tah ta p arm aklıklı b ö lm ed e kelepçeyi çıkarırlarken k ü rsü ­
n ü n a rd ın d a o tu ran üç yargıçtan ortad ak i Emekli S ubay g ü ­
lü m sü y o r işler tıkırında d iy o r a v u k a t sandalyesindeki Dişçi
Bey dinleyici sıra la rın d a b irö rn ek giyinm iş kara bıyıklı d ö rt
a d a m g elip elini sıkıyorlar ö m rü n u z u n olsun diy o rlar yerleri­
nize geçin d iy e bağ ırıy o r Yargıç sav u n m a g ü n ü b u g ü n A vukat
ay ağ a k alk ıp ç an tasın d a n birkaç k âğıt ç ıkanyor ok u y o r sayın
y argıçlar so n su z bir b o şlu k ta b ir ışık g ü n ü öteden iş h an ın ın
köşesindeki kestanecinin m a n g a lın d a n sıçrayan bir kıvılcım gi­
bi g ö rü n e n ateş p arçasın ın çevresinde ağ ır ağır d ö n e n b ir to p ­
ra k yığını ü stü n d e n e y a p tık ların ı b ilm eden k ıp ırd ay an birb ir­
lerini ö ld ü rm e se ler d e öleceklerini bilen so ru lar soran v arlıklar­
d a n Yargıç k ü rsü y e v u ru y o r sa v u n m an ızı ö ld ü rm e hakkı ü s tü ­
n e k u rd u ğ u n u z an laşılıy o r b u k o n u b u ra d a tartışılm az b u ra d a
b ir eylem y a sa la rın b ir b ö lm esin e sığ d ırılır d iy o r A vukat elin­
deki kâğıtları ç antasına k o y u p başka k âğ ıtlar çıkarıyor o k u y o r
say ın y a rgıçlar d u ru m u n u siz in y argınıza getirince sa v u n m ası­
nı ü stü m e ald ığ ım sa n ığ ın ö n ce b ir erkek o ld u ğ u n u göz ö n ü n ­
d e tu ta ra k son iki h aftalık k esin ti d ışın d a on y ıld ır çoğu geceler
o ld u ğ u gibi o tu z E kim i o tu z bir E kim e bağ lay an çarşam ba ge­
cesi b u kolayca u y a n m a y a n k a d ın ın o d asın a girerek o n u yarı
u y u r yarı u y a n ık so y d u k ta n so n ra af b u y u ru n ü stü n e v a rd ığ ın ­
d a Yargıç elini k a ld ırıy o r s a v u n m a n ız k a d ın ın ö lü m ü y le ilgili
anlaşılan d iy o r ev et say ın b a şk a n E m ekli S ubay oysa san ık k a ­
dın ı değil k ediyi ö ld ü rd ü ğ ü için y a rg ılan ıy o r d e y ip göz k ırp ı­
y o r A vukat elindeki kâğ ıtları çan tasın a k o y u p başka birini çıka­
rıyor b ü tü n olasılıkları olan ak ları ön ced en d ü şü n m e k yararlıdır
d e y ip o k u m ay a b a şlark e n y eter d iy e b ağırıyor arkalardan biri
d ayısı b u ayağa kalkm ış ak k e te n d en giysileriyle ince-uzun
anası b abası d a o ra d a la r n e işin v a r sen in b u ra la rd a diyor salon
k arışıyor Savcı a tın ş u n u d ışa rı d iy e b ağ ırıy o r candarm alar ka­
p ıd ak i a d a m d in leyiciler k o şu şu y o rla r kargaşalıkta gürü ltü d e
Y argıç'ın sesini açıkça d u y u y o r y irm i sekiz K asım a bırakıldı)
P azar sabahı
Bedeni, y ü z ü y a n a y a n a , d ü şle rle , k arabasanlarla, çoğu
u z a k ta n y ü z ü n e sa ld ıra n k e d in in u ğ u ltu lu vınlam asıyla sıçra­
yarak, d in g in , b irşe y y e m e d e n , a ra sıra birkaç ad ım ötedeki
ay ak y o lu n a g ittiğ in d e bol bo l su içerek, başı, a y a k la n b üyüye­
rek yattığ ı u z u n z a m a n ın sa d e ce iki g ü n o ld u ğ u n u iyiliğe d ö n ­
d ü ğ ü , g e n e b ir d ü şle u y a n ıp a lçak sesle 'İy i ya, yirm i sekiz Ka­
sım d a o lsu n ' d e d iğ i g ecen in sa b a h ı a ğ ır a ğ ır g iy indikten sonra
ay n an ın ö n ü n d e " d ö rt y a d a b e ş g ü n lü k " sakalını d u ra dura,
g ü c ü n k esip d o k u z u o n iki geçe d u r m u ş saatim cebine koyarak
(k asan ın ü stü n d e k i çalar sa a t o n ik iy e sek iz kala d u rm u ştu ) se­
rin, kap alı, n e re d e y se y ağ ac ak b ir h a v a d a istasy o n a gidip aldığı
g a ze te d e '7 K asım P e rşe m b e 'y i g ö rü n c e an lam ıştı. Kimi ayrıntı­
lar y a d a belli b ir a y rın tı (28 K asım gibi) önem sen d iğ in d e, bir
kesinlik a ra n d ığ ın d a (tam b ir g ü n a y n a y a b aktıkça y erinde gör­
d ü ğ ü bıy ığ ın ı b ir u z m a n a g ö tü rü ş ü gibi) dolay lı d a olsa başka­
ların ın sa p ta m ı, tan ık lığ ı g e rek liy d i. İsta sy o n u n b ü y ü k saati on
biri o n y e d i geçeyi g ö ste riy o rd u . S aatin i d ü z eltm iş, kurm uş; ya­
k ın d a k i b ir a şe v in e g id ip y e m e k yem işti. "... N e ö lü y ü m ne sa­
ğım ." A şev in in y a n ın d a k i k a h v e n in ra d y o su n d a kalın sesli bir
e rk eğ in b a ğ ıra b a ğ ıra sö y le d iğ i, çoğu sözleri pek anlaşılm ayan
b ir tü rk ü d e n d i b u . P ilav ım b itirip kalkm ıştı. Paranın ü stü n ü
v e rirk e n 'H a s ta n e d e n m i çıktınız?' d iy e so rm u ştu aşçı. D öner­
ken, ista s y o n u n a rk a sın d a k i a la n d a n sokağa girince ilk çam
a ğ ac ın ın g ö v d e sin e b a b a sın ın çaktığı ya d a çaktırdığı, yıllardır
b u so k a k ta k i b e rb e r d ü k k â n ın d a n öteye geçm ediği için u n u ttu ­
ğ u o k b içim i, y e r y e r b o y a la rı d ö k ü lm ü ş göstergenin sarktığını,
ucunun toprağı gösterdiğini görm üştü birden. Elle erişilm eye­
cek bir yükseklikteydi. Başım çevirip yürüm üş, berbere görün­
mesin diye soldaki kaldırım dan geçerek otele gelmiş, y a tr ıştı.
Şimdi de yatakta. Az önce uyandı. Karanlıktı; yağm ur ya­
ğıyordu. O lanaklardan birini seçeli, kararını vereli uykuları d a­
ha bir rahattı; geçen hafta olduğu gibi uyanır uyanm az yüreği­
ne, kafasına çöken o ağırlık yoktu artık. Gene d e ara sıra, yol­
dan geçen ağır araçlar konağı titrettiğinde, geçm işte iki yangın
başlangıcından ve bir Y angın'dan kurtulm uş, birkaç deprem at­
latm ış bu eski yapının birgün çökebileceğini, ölüyü bulacakları­
nı düşünüyordu; am a bu çöküntüde sağ kalsa bile başkalarının
eline düşm em ek için biraz vakti olacaktı elbet. Yeryüzünde
canlı kalm anın birbakım a suç işlem eden olam ayacağını bilm e­
yen, kendilerini suçsuz sanan insanlardan çekiniyor, utanıyor­
du. iki g ü ndür, öğleleri, yem eğe başı önünde gid ip geliyor, p a­
ra verirken aşçının yü zü n e bakm ıyordu. A kşam ları, ışığın yan­
dığını gören biri gelm esin diye hava kararm adan kapının ya­
nındaki odada çay dem leyip ekm ekle sucuk, peynir yiyor, so­
y u n u p y atıyordu erkenden. G ündüzleri de çoğu zam an yatak­
taydı. D ün öğlesonu kapının zili çalındı; kalkıp bakm adı. Akşa­
m ü stü salona çıktığında kapının altından atılm ış bir bildiri bu l­
du. Ay sonuna değin borcunu ödem ezse elektrikle suyun kesi­
leceğini üzülerek bildiriyorlardı. D ışarıdaki d üğm eye bağlı iki
zilden biri tavanarasm daydı; tellerini kopardı. Yukarıya çıkıp
kadının odası ö n ü n d e d u rd u ; havayı kokladı: K okm uyordu.
İnerken üçüncü katın m erdiven dönem ecinde avluya bakan
pencerenin bir kanadım açtı. D ağda, Topkale'nin ü stü n d e bu ­
lutlar kabarıyordu. Ç ocukluğunda çoğu ram azan akşam ları bu
pencerenin ö n ü n d e beklerdi iftar to p u n u n ışığını. Yukarıda sof­
ra hazır olurdu. T opun sesinden birkaç saniye önce parlay ıp sö­
nen ışıkla birlik 'Tam am !' diye bağırır, beş-on basam ağı koşa­
rak çıkar, anasının ağ zın d an h urm a, babasının zeytin çekirdeği­
ni avuçlarına çıkardıklarım g ö rürdü. 'O ğ lu m u n sayesinde her­
kesten önce b o zu y o ru z o rucu' derdi anası. Z eytin yem ezdi.
Y angm 'da dağa kaçtıklarında, y anlarında götürebildikleri yiye­
cekleri çevrelerinde dolaşan aç çocuklara d ağ ıttıkları için ertesi
gün içleri kazınırken R üstem Bey'in bir tan ıdığının verdiği zey­
tinlerden bile yem em iş d e on d ö rt aylık oğluna emzikli oldu­
ğ u n d a n Sem ranım 'a ayrılan beş-altı parça börekten üsteleye­
rek, zorla yedirm işler birkaç y udum . Dağa çıkarlarken atlardan
birinin sırtında yiyecekleri, altınları, bilezikleri, küpeleri, incile­
ri koydukları heybe, iki kilim le y ü n örtüler varm ış; arabacı yediyorm uş bunu. Öteki ata Sem ranım binm iş; altı yaşındaki kü­
çük kızını terkisine, o ğ lu n u kucağına almış. Bir erkek gibi at
koştururm uş; genç kızlığında d edesinin Torbalı yörelerindeki
küçük çiftliğinde babası öğretm iş. İki gün, sonra kurtuluşta,
yanm ayan konağa yağm acılar u ğ ram asın d iye atlara binip gi­
de n R üstem Bey'le arabacının a rd ın d a n aşağıya, dum anı tüten
kasabaya yürüyerek inerlerk en oğlan hep anasının kucağınday­
mış; başka biri alm ak istedikçe b asarm ış yaygarayı. Faruk. Ken­
dini asanın adını ko y m u şlar d o ğ a n üç oğullarına; ilk Faruk
dö rt aylık, İkincisi iki b u ç u k aylıkken ölm üş; üçüncüsü yaşa­
mış.
Sağm a d ö n d ü . A vluda o lu k ta n akan, sundurm anın, ahırla­
rın kirem itlerinden d a m la y an su la rın sesi gittikçe azalıyordu.
Perdenin sağ üst köşesinde küçük, so lg u n b ir ışık üçgeni vardı.
U zak bir sokak lam b a sın d an v u ru y o rd u belki; ya d a başında
beklenen bir h a stan ın o d asın d an . K ollarını y o rgandan çıkardı.
O da ılıktı; akşam y a tm a d a n önce b ir sü re sobayı yakmıştı. Ka­
ranlıkta yarı d o ğ ru lu p b a şu c u m a sasın d a n bir sigarayla kibriti
aldı; sigarasını yaktı; kib rit ışığını saata yaklaştırdı: Beşi yirmi
geçiyordu. Bakır k ü llü ğ ü yo rg an ın ü stü n e k oyup yattı. Nasıl
u z u n d u günler! "N e ö lü y ü m n e sağım ." O n sekiz gün vardı d a­
ha. D edesi (H aşim Bey) ü ç ü n cü kattaki o odaya kapatılınca beş
g ü n dayanabilm iş. 'K oskoca a d am eriyiverdi sanki; sesi soluğu
çıkm azdı. O turağını ben d ö kerdim , yem eğini ben verirdim . Pek
yem ezdi. Sesim i d u y m u y o rm u ş gibi tavana bakar du ru rd u . O
sabah odaya g ird iğ im d e o tu rağ ı boştu. "K im sin sen?" diye sor­
du. "S aide'yim dayıcım " dedim . "N u red d in 'i çağır bana" dedi.
"N u re d d in abim çoktan ö ld ü dayıcım . R üstem abim i çağırayım
m ı?" dedim . Başım çevirdi. "K uşlarım ı Sarı A li'ye versinler"
dedi. Y ataktan k ay an yorganını düzelttim . Kolları titriyordu;
başını bi o y an a bi b u yan a attı. G özleri iri iri açıktı. Sofaya çı­
kıp bağırdım . R üstem abim geldi koşarak; odaya girdi. Diz çö­
küp yorganın üstüne kapandı.' Haşim Beyün son sözünde an­
dığı bu Sarı Ali'yi tanım ıyorlarm ış; sorup soruşturm uşlar, bilen
yokmuş. Gençliğinde tanıdığı, onun gibi güvercinlere düşkün
biriydi belki. N ureddin büyük oğluym uş; ilk karısından, Hafs.ınım 'dan.
Sigarasını söndürdü, küllüğü başucu m asasına koydu. Yağ­
m ur dinm işti. Perdenin köşesindeki solgun ışık sönm em işti da­
ha. 'Işığı yak' yerine 'ışığı uyar" derdi babası. Karanlıkta kala­
m azdı. Yakınlarından sözetm ezdi pek; çöküntü altında toptan
ölüm lerinin acısını yenilem em ek için belki. Oysa anası sözü
d ö n d ü rü p dolaştırıp eskilere getirir, uzu n uzun anlatırdı gör­
düklerini, duyduklarını. H afsanım M evlâna soyundanm ış, çe­
lebilerden; o sıralar kasabadaki M evlevi D ergâhı'nm postunda
oturan A bdülkerim Ç elebi'nin kız kardeşiym iş. Kocasını bir
beslem eyle yakaladıktan sonra üçüncü katta sokağa bakan oda­
lardan birine çekildiğinde yirm i sekiz yaşındaym ış daha; iki ço­
cuklu. Yakınları telâşlanm ış; görüm cesi, yengesi yalvarm ışlar;
'Erkektir, o lur bunlar; biz nelere göz y u m d u k ' dem iş kaynana­
sı. 'Y üzüne bakam am artık, utanırım . Başkasıyla evlensin' de­
m iş. K asabada d e d ik o d u alıp yürüm üş; kim ileri H afsanım 'm
kocasını boşadığını söylerm iş. Birkaç gün kuşlarına bile u ğ ra ­
m am ış H aşim Bey. Bir gece yukarıya çıkıp odanın kapısını çal­
m ış, seslenm iş; açılm ayınca yüklenm iş, kilidi kırıp içeri girmiş.
Ç ocuklar y ataklarında ağlıyorm uş; kafesi kalkık pencerenin
önündeym iş, karısı; 'Yaklaşırsan atarım kendim i' dem iş. Haşim
Bey d ö n ü p gitm iş; bir d ah a yukarıya çıkm am ış. H afsanım oğ­
luyla kızını babasız bırakm am ak için konaktan ayrılm am ış;
üçüncü kata yerleşm iş. A şağıya inm ek gerektiğinde başını ör­
term iş. Kocası ertesi yıl y eniden evlenince iki k adın çok iyi an ­
laşmışlar. Kızım derm iş N ebilam m 'a; oysa on yaşm ış aralan.
'G ö züm ü açtım b ü y ü k yengem i gördüm . A nam kırkı çıkm adan
ölünce Lütfiye halam ı bana sü t anası getirtm işler konağa üç ay­
lık kızıyla. K üçük yengem R üstem abine em zikliym iş o sıra
am a sü tü ikim ize yetm ezm iş. B üyük yengem odasına alm ış b e­
ni; beşiğim i sallar, altım ı alır, hastalan d ığ ım d a b aşım da bekler­
miş. Benden sekiz yaş b ü y ü k kızının kucağına bile verm ezm iş
d ü şü rü r diye. M eserret ablam delişm en, haşarı bir kızdı; u y u r­
ken tava karasıyla yüzlerim izi boyar, hasır koltuklara iğneler
batırır, sokaktan geçenlerin ü stü n e tavanarası penceresinden su
döker, m erdiven k o rkuluklarından kayardı. Sonraları irili ufak­
lı altı çocuk old u k konakta. En b ü y ü ğ ü m ü z, N u red d in abim bi­
ze katılm azdı pek; kitaplarıyla odasına kapanırdı. Yengemin
yanından ayrılm ak istem ezdik. M asallar anlatırdı. N u r içinde
yatsınlar, iki yengem d e kendi çocuklarından ayırm adılar beni.
Kızlara ne alınırsa bana d a alınırdı. Sabahları saçlarım ı tarayıp
örerken çoğu ensem den öper, ö k sü z ü m ü n saçları güzel derdi.
M eserret ablam kâhyanın oğluna kaçınca yengem birkaç günde
çöküverdi; yü zü u zad ı sanki, b u ru ştu . Başı çatkılıydı hep; ara
sıra boynunu, şakaklarını o v d u ru rd u bana. A fyon yutardı. Ne
dediğini bilm ez oldu; kızı ç o cu k lu ğ u n d a b ig ü n ayağı kayıp d ü ­
şünce kıçım acıdı d ediği için ağzına biber sü ren kadın, kocasıy­
la yatarken neler y ap tıklarını açık saçık, ağza alınm ayacak söz­
lerle anlatm aya başladı son g ü n ü n d e .' H aşim Bey kâhyayı kov­
m uş; kızım değil artık o b enim dem iş; am a N ebilanım yalvara
yakara çeyiziyle birlik on d ö n ü m b a ğ d a verdirm iş üvey kızma.
Ç aybaşı'nda küçük bir ev döşem işler. Ç ocukları olmam ış. Yıllar
sonra birgün kocası ırm akta serp m ey le balık tu tark en ayağı sö­
ğü t köklerine takılıp b o ğ u lu n ca konağa çağırm ışlar da gelm e­
miş. Bağına kendisi bakarm ış. Ç o ğ u yaz günleri bağa gidip ge­
lirken ovada, eşek sırtın d a d o lam a tü tü n içerken rastlayanların
erkek sanıp selâm v erdiklerini anlatırm ış gülerek. Gene bir yaz
günü, akşam a d o ğ ru D ü ld ü l'ü n sırtın d a, heybesi k u ru otlarla
d olu eve d ö nerken sig a rasın d a n sıçrayan bir kıvılcım dan ola­
cak, k u ru o tlar tu tu şm u ş. Elleriyle v u ra v u ra söndüreyim d er­
ken giysileri tu tu şu n ca k e n d in i y ere atm ış; saçları, üstü başı ya­
na yana koşm uş eşeğinin a rd ın d a n ; d ü şm ü ş. O ralarda harm an
sa v u ran iki a d am yetişip sö n d ü rm ü şle r am a yanık içindeym iş
her yanı; o gece ölm üş.
Yatağı titredi. U y a n d ığ ın d a n beri sokaktan geçen ikinci
araçtı bu. Başını çevirip baktı. P erdenin köşesindeki ışık üçgeni
yoktu. K aranlıktı; sokak lam balarım söndürm ezlerdi daha.
H asta u y u m u ştu belki; ya d a ölm üştü. "N e ölüyüm ne sağım."
O n sekiz gün... B üyük dayısı N u re d d in çilesini d oldurm aya on
sekiz g ü n kala çıkıyor H alv eti tekkesindeki taş odasından,
'G ünleri bitirdim ' diyor. Çileye girm ed en kesilen saçı sakalı b ü ­
yüm üş, yüzü ağarm ış, b edeni incelm iş; göm leği ü stü n d e n sarkıyorm uş. Sabah-akşam kapısının ö n ü n e bırakılan tep sid en bir
parça ekm ekle birkaç zeytin alırm ış yanm a, g ü n d e iki kere
ayakyoluna gitm ek için çıktığı odasına başı ö n ü n d e dönerken.
H alveti Şeyhi İsm ail D ede 'Biz yirm i iki g ü n saydık oğul' diyor.
'Yanlışınız var; kırk g ü n o ld u .' Ö teki derv işler gülüyorlar; D ede
elini kaldırıyor, 'D o ğ ru d u r; belki b iz yan ıld ık ' diyor. N u re d d in
sallanıyor, o ld u ğ u yere çöküyor. Bir odaya yatırıp babasını ça­
ğırıyorlar. H aşim B e y in getirdiği hekim bir hastalığı olm adığı­
nı, bitkin d ü ş tü ğ ü n ü , y a k ın d a düzeleceğini söylüyor. N u re d d in
bir ara gözlerini açıp g ü lü m sü y o r; 'Baba, her şey öyle iyi k i' d i­
yor. Ertesi sab ah ölm üş. Yirmi sekiz yaşındaym ış. Parktaki yaşlı
a d a m yanılıyordu: H ekim S ta v ro 'n u n genç karısıyla söylenen
R üstem Bey d eğil N u re d d in 'm iş. K endisi kim seye anlatm am ış;
sö ylentilere bakılırsa b ir bohçacı k a d ın ın ev in d e buluşurlarm ış.
Belki b u söylentiler S ta v ro 'n u n a ğ u içirdiği söylenen karısının
b ek le n m ed ik ö lü m ü n d e n birkaç g ü n sonra N u re d d in 'in d a y ı­
sıyla k o n u şu p M evlevîliğe girm esiyle, ya d a bohçacı kadının
g ö zlerin i sü z e re k 'E vim e g elip g id e rle rd i' diye ö v ü n m esin d e n
çıkm ıştı. A b d ü lk e rim Ç elebi y eğ en in e b ir yazıcılık işi verm iş
a m a o istem em iş; d e rv iş o lu p sem aya b a şlam ad a n önce d e rg â h ­
ta o rtalık işlerini gö ren m u h ip le re katılm ış. B unların a rasın d a n
seçilen, gerekince d eğ iştirilen sakalı çıkm am ış iki oğlan A b d ü l­
k erim Ç e le b i'n in odasını toplar, y a ta ğ ın ı d üzeltir, yem eğini ge­
tirir, eline su dö k erm iş. N u re d d in b ir tü rlü ısınam am ış d e rg â ­
ha. D ayısının ü z ü lm e sin e, d ö n e k d iy en le re a ld ırm ay ıp iki aya
v a rm a d a n ayrılm ış; g id ip H alveti Şeyhi İsm ail D ed e'n in elini
ö p m ü ş. S orulunca 'H e p si ra h a tın a d ü şk ü n ; y iyip içip lak lak et­
m ey e gelm işler o ra y a ' dem iş. D aha o g ü n kısa b ir tö ren d e n
so n ra çile d o ld u rm a y a g irm iş tek k e n in taş o d a la rın d a n birine.
E llerini g ö ğ sü n d e , k a rn ın d a , b aca k la rın d a gezd ird i. Bede­
n in d a y an m a g ü c ü n ü z o rla m a k d a b ir çeşit k e n d in i ö ld ü rm e k
d e ğ il m iydi? S oğuk o d a d a , h a sır ü s tü n d e b ir kıl ö rtü y le y a ta ­
rak, o tu rara k , y ık a n m a d a n , b iraz e k m ek le z e y tin d e n başka
b irşe y yem ed en yirm i iki g ü n d a y a n a b ilm işti d e m e k . B o ynunu
o v u ştu rd u . Yirm i sekiz K asım da k ırk g ü n olacaktı. K eçecilerin
sonuncusu. İsta n b u l'd a k in i say m ıy o rd u . D o ğ d u ğ u konağı
u n u tm u ş tu o; beş yıl önce d e d e le rin d e n kalan iki d ü k k â n ı sat­
m aya geld iğ in d e y u k a rıla rı g ö rm ey e bile çıkm am ıştı. O nlar­
dan, b u konakla ö lü le rd en b a şk a b irşey y o k tu a rtık kasabada.
Y üzyıllar önce gelip yerleşm işler. Avcı S u ltan M eh m et zam a­
nın d a b ir sü re yeniçeri ağalığı y a p a n Keçeci Z ad e M ehm et
A ğ a 'n m İsta n b u l'd a b ir a y a k la n m a n ın b a stırılm a sın d a yararlık
gösteren o ğ lu n a b a ğ ışla n an iki k ö y ü n to p ra k la rın d a , sonraları,
geçen yüzyıl b a şla rın d a H acı Z ey n el A ğ a 'n m o z a m a n a değin
otlak olarak k u lla n ıla n , ırm a ğ ın iki k ıy ısın d a k i y ü z le rce dö n ü m
çalılığı, hayıtlığı k ö y lü le re y arıy a işley ecek lerin i söyleyerek
zorla k ökletip açtırdığı v e rim li ta rla la rın v e eski çiftliklerin
ü rü n le rin d e n gelen p a ra y la d ü k k â n la r y a p tırılm ış, alınm ış.
Z eynel A ğ a 'n ın o ğ lu M alik A ğa b u k o n a ğ ı y a p tırm ış. 'Evleri­
nin, d ü k k â n la rın ın k a p ıla rın ı sö k ü p sa tsa la r y ıllarca geçinir Ke­
çecileri den irm iş. K âh y aları, o rtak ç ıla rı b a şıb o ş b ırak m azm ış
M alik A ğa; in m e in ip y a ta ğ a d ü şü n c e y e d e ğ in ekim lerd e, h a­
satlarda at ü s tü n d e o v a d a d olaşır, ç o ğ u g ü n le r y a tsıy a d o ğ ru
d ö n erm iş eve. A ltm ış beş y a şın d a ö ld ü ğ ü n d e o ğ lu o tu z u n d a y ­
m ış; gelini N u re d d in 'e gebeym iş. H a şim Bey to p rak larıy la pek
ilgilenm ezm iş; çiftliklerin, tarla la rın , b a ğ la rın , zeytinliklerin
ü rü n le rin d e n ç ald ık larıy la k â h y a la r z en g in o lm u ş. Eli açıkm ış;
parayı he sa p sız h a rca rm ış. D ağ e te ğ in d e , Y a n g ın 'd a y an an eski
k onağın y a k ın ın d a , d e re k ıy ısın d a y ü k se k d u v a rla rla çevrili
a m b a rla rın su n d u rm a la rın d a k i k u şlu k la rd a h e r so y d a n y ü zler­
ce g üvercin b eslerm iş. A ylıklı bakıcısı v a rm ış k u şla rın . D okuzon altına b ir çift g ü v e rcin a ld ığ ı o lu rm u ş. H a v a d a takla ata ata
u çuşlarını se y re d e rk e n kim i z a m a n b ir a tm a c a n ın y ü kseklerden
sa ld ıra ra k içle rin d e n b irin i k a p ıp g ö tü rm e sin e d a y an a m a d ığ ı
için b ir atm a ca y a d a d o ğ a n ö lü sü getiren e iki a ltın verirm iş.
R am a za n lard a , b a y ra m la rd a , sü n n e tle rd e , d ü ğ ü n le rd e harca­
n a n p aralar; kızlar, b e slem ele r ev le n irk e n verilen çeyizler; ara­
b a atları, b in ek a tla rı, uşaklar... 'H ü rriy e t'te n iki b u ç u k ay sonra
e v len d i R üstem ab im . Ü ç g ü n sıra sıra k a z a n la r k a y n ad ı saya­
da; y en ild i, içildi. G ö rü lm e m iş b ir alayla gittik İzm irie gelin al­
m aya; beş çift d a v u l-z u rn a , ince çalgılar, erkekli d işili köçekler.
D ört kır a t k o şu lu , se d e f k a k m a lı gelin arab ası...' O n d ü k k â n
satılm ış düğ ü n d en sonra. Rüstem Bey d e babası gibiym iş. Yangm 'da yanan dük k ân ların yerlerine yenileri yapılm am ış; arsa­
lar satılmış. Bin dokuz y ü z otu zlard a, bu ğ d ay ın b ir k u ru şa, çe­
kirdeksiz ku ru ü z ü m ü n üç k u ru şa d ü ştü ğ ü , belki b iraz yükselir
diye bekletilen ü stü ste yığılı yassılm ış ü z ü m çuvallarında sı­
çanların geçitler açıp y u v a la r yaptığı, arpaların güvelendiği,
Rüstem Bey'in her ay İzm ir'd en otelin kazancını alm aya g eldi­
ğ inde 'Evin geçim i n erd ey se b u ra d a n gelen p aray a kalacak' de­
diği yıllarda yok p a h asın a satılan to p rak lard a n sonra kalan bir­
kaç parça tarlayla bağı 1955'te R üstem Bey ölünce, İzm ir'de evli
üç kızı satıp p arasın ı bölü şm ü şler; Faruk Bey'in p ayına iki d ü k ­
kânla otel d ü şm ü ş. Bu iki d ü k k â n ın satışı için beş yıl önce İs­
ta n b u l'd a n gelen F aruk Bey 'O teli satm am ; sigara p a ram ız geli­
y o r b u rd a n ' dem işti gülerek. O gece b u odada, ikisinin d e d o ğ ­
d u ğ u b u ya ta k ta yatm ıştı. A nası yanındaym ış; İstan b u l'd a. Bel­
ki sağdı d ah a; y etm iş b e şin d e olacaktı. Y angın'dan sonra 'Yaşa­
y a m a m b u yıkm tılıkta; o rd a d a evim iz var. K ızlar yetişecek, o ğ ­
lan o k u y a ca k ' diyor. İzm ir'e yerleşiyorlar; K okaryalı'da Kolağas ı'n d a n kalan eve. E skiden, b u n u n bitişiğinde, H aşim B ey'in
k ü ç ü k kızı F e rh u n d e 'n in H ü rriy e t'te n b ir yıl önce gelin gittiği
e v d e g ö rü y o r R üstem Bey kız k ard eşin in ö v d ü ğ ü , so n ra d an k a ­
rısı olacak genç kızı. E sm erm iş, alım lıym ış; u zu n ca boylu, g ö ­
ğ ü slü , saçları, gözleri k ara, k irpikleri u z u n , b u rn u b iraz sivri,
d u d a k la rı inceym iş. E v le n d ik le rin d e yirm i y aşındaym ış, kocası
yirm i üç. S u ltan î'y i b itird iğ i y a z k en d in i asan Faruk İzm ir'de
o k u d u ğ u iki yıl kışiarı o ev d e, ablasının y an ın d a kalm ış. O kul
k a p a n m a d a n k asa b ay a g elm ezm iş; a ra sıra H aşim Bey'le birlik
k ü ç ü k oğullarıyla kızların ı g ö rm ey e gittik lerin d e N ebilanım
'A yda b ir olsu n p erşem b e le ri ö ğ led e n so n ra tren e a tla y ıp geliversen... C um a ak şam ı d ö n e rsin ' d ey in ce d erslerin e çalışm ası
gerektiğini söylerm iş. Y azlan, h a ziran b aşların d a konağa d ö ­
nünce, birkaç g ü n içinde A z m a k a ltı'n d a k i çifte kuleli bağa g ö ­
çerler, eylül b a şın d a ü z ü m k esim in e d e ğ in kalırlarm ış. F a ru k 'la
anası ö ld ü k te n so n ra an ca k üç yaz gidebilm işler. S eferb erlik 'te
asker k açak ların d an , Y u n a n 'ın g elişiyle g idişi arasın d a k i ü ç yıl
çetelerin b a sk ın la rın d an k o rk tu k la rı için y azları b ağ a ç ık a m a ­
m ışlar. 'Sem ra çok ü z ü lü rd ü b u n a ; y a zların tad ı kaçtı d e rd i. E v­
lenip b u ra y a g eld iğ in d en sonraki y azın d a tadını çıkaram adı.
G ebeydi, ata binem iyordu. Belki b ig ü n kocasını k an d ırıp ata
b in d iğ in d e n g ü z ü n ölü d o ğ u rd u ilkini. E rtesi yaz n erdeyse her
g ü n ikindileri atlarla giderler, ak şam a d o ğ ru d önerlerdi. H ay­
v anlar terli o lu rd u çoğu, sağrıları k ö p ü rm ü ş; ahıra sokm adan
arabacı gezdirirdi. Faruk d a g id e rd i onlarla; am a az sonra ayrı­
lırm ış y a n la rın d a n karı-kocayı y a ln ız b ıra k m a k için. Kimi g ü n ­
ler o nlarla gitm ek istem ezdi d e k ü ç ü k k a y n ım yarışta geçilm ek­
ten k o rk u y o r d iy e kışk ırtırd ı S em ra g ü lere k , takılırdı. K üçük
kaynım d e rd i ona. B igün siz p e k m i b ü y ü k s ü n ü z sanki deyince
Sem ra d ö rt yaş b ü y ü ğ ü m y a se n d e n , az m ı, d ed i. R üstem abim
d e üstelerd i birlikte gelsin diye; k ırac ak m ısın b e n i derd i. N ebile yengem d u a e d erd i a rk a la rın d a n . Bir a k şa m ü s tü ekini k a ld ı­
rılm ış b ir a n ız d a d ö rtn a la g id e rle rk e n R ü ste m ab im in atı tökez­
lem iş; d ü şm ü ş. K arısı b ağırm ış; F a ru k d a h a k ısra ğ ı d u rm a d a n
atlam ış yere, b en im y ü z ü m d e n d iy e b a ğ ıra ra k k o şm u ş k ıp ırd a ­
m a d a n y a ta n abisine; alnı b iraz k a n lıy m ış; ü s tü n e kapanm ış.
R üstem abim şa k a d a n ölü gibi y a ta rm ış m eğ er; sarılıverm iş
kardeşine, ö p m ü ş. G üle k o n u şa g e ld ile rd i o ak şam . E skiden d e
iy iydiler birbirleriyle a m a abisi e v le n in ce F a ru k b ü sb ü tü n ü s tü ­
ne titrer o ld u o n u n , bi d e d iğ in i iki e tm e z d i. Bir d e kısrağı...
Ö lü m ü n d e n d ö rt-b eş g ü n önce b ir a k şa m h a v a k a rarırk en Fa­
ru k d ö n m em işti d a h a. Y engem telâ şlan d ı. E rk ek ler atlarla a ra ­
m ay a çıktılar; Sem ra d a gitti k ocasıyla. D a ğ e te ğ in d e, b ir zey­
tinliğin kıy ısın d a b u lm u şla r. Ç a tla y ıp ö len k ısra ğ ın ın başında
be kliyorm uş; çakallara y e d irm e m o n u d e m iş. Ö lü kısrağı öteki
a tla ra bağ lam ışlar; sü rü y e s ü rü y e g e tird ile rd i. O gece bir çu k u r
k a z d ırıp g ö m d ü le r.'
S o k ak tan a raç la rın geçişi g ittik çe sık laşıy o rd u . Bir tren sesi
d u y d u . K ısrağım çatlatın cay a d e k sü re rk e n n e le r g eçiyordu k a ­
fa sın d a n kim bilir. O a k şa m m ı u la ştı o la n a k la rın son u n cu su n a?
A ğabeyini ö ld ü sanınca 'B enim y ü z ü m d e n ' d iy e b ağırdığına
göre o n u n ö lü m ü n ü d ü ş ü n ü y o r d u d e m e k ; k e n d in i suçlu b u lu ­
y o rd u . E v lenince ü s tü n e titre r o lm u ş. Y engesinden kaçışı saygı­
sına verilm iş; k im sele r an la m am ış. Belki y aln ız N ebilanım sezi­
y o rd u . S em ra d a m ı b ilm iy o rd u ? Y em eklerde, at g ezilerinde
k ü ç ü k k a y n ın ın k a ça m a k b a k ışla rın ı gö rm ey ecek k a d a r tu tk u n -
du belki kocasına. Anası 'Sıcak gecelerde karı-koca gizlice ır­
mak kıyısına giderler sabaha karşı gelirlerdi kuleye' dediğine
göre karanlıkta pencere önünde oturup bekliyordu demek
Rüstem abisini mi? Böyle gecelerde Faruk da çıkarmış kuleden
gizlice; ama onlardan çok önce dönermiş. Belki sıcaktan uyuyamadığı bir gece kalkıp yarı çıplak ırmağa gittiğinde, kıyıda,
ağaçlarla çevrili küçük düzlükte, ay ışığında, yan yana uzanmış
dinlenen ya da uyuyan yengesiyle ağabeyini gördükten sonra,
çoğu geceler, iki kulenin arasında güneş batm adan sulanan, ha­
sırlar serilen alanda yere çakılı dört kalın sırığın uçlarındaki
yayvan tenekelerde yanan gazla yoğrulm uş külün ışığında ye­
nen akşam yem eklerinin -gözünü elinden ayırm ayan anasını
üzmem ek için çoğu zorla yediği, Kadriye Kalfa'nm iki besleme­
sinin yardım ıyla pişirip kotardığı çeşitli yem eklerin- sonunda
konuşm alar tavsam aya başlayınca kalkar, anası dönüşünü bek­
lemesin diye önce odasına girer, uzanır, aşağıda ışıklar söndü­
rülüp elayak çekilince dışarı çıkar, ırmak kıyısında düzlüğe ya­
kın bir yere o turup uzun süre, gecenin durgunluğunda ara sıra
bir kurbağanın, kıyıdan düşen bir toprak parçasının şıpırtısını,
uzaktan bir çakal ulum asına karşı Toraman'la Karam an'ın hav­
layışlarını, öte kıyıdaki ağaçların birinde belki dişisini çağıran
bir gece kuşunun eşit aralıklarla 'hu u u' çekişini duyarak, niye
beklediğini bilm eden, suçlu, tedirgin, ay ışığında ya da yıldızlı
ağustos gecelerinde daha bir büyüyen asm aların arasından çı­
kıp gelm elerini bekler miydi? Esintisiz, sıcak gecelerde ağabeyi
ile yengesi sinek girm esin diye ince elek teli gerilmiş açık pen­
cerenin bile serinletm ediği sıcak odalarında, yatakta, çıplak,
birbirlerine değen yerleri terleyerek yatarlarken birinin 'İrm ağa
gidelim, uyum uşlardır artık' dem esiyle üstlerine birer çarşaf
alıp karanlıkta, başkalarını uyandırm am ak için sessiz, ağır ağır
dışarının serinliğine çıkınca elele, yalınayak, asm a aralarının
sürülm üş toprağında ayaklarına çarpan ufak topaçlara aldır­
m adan koşarak ırm ak kıyısındaki küçük kum luğa varır var­
maz, ya da önce suya atlayıp çıktıktan sonra çarşaf ü stünde ıs­
lak ıslak birbirlerine sarıldıklarında, kenetlendiklerinde onları
görecek, iniltilerini, kısık seslerini, yengesinin 'Oooh, bırakm a'
deyişini duyacak kadar yakınlarına sokulur m u y d u sürüne sü­
rüne? Yoksa kaçar mıydı kuleye? Bu gecelerin birinde o besle­
meyi çağırmadı mı? Küçük Bey'e su verirken eli titreyen, yüzü­
ne bakınca kızaran o yeniyetm e kızı belki son günlerinde bir
gece çağırdı da erkekliğinin ancak bir tek kadına, erişilmez bir
kadına... Başını sarstı. Yorum du bunlar hep, kendinin yorum la­
rı. Anası gördüklerini, duyduklarını anlatırken arada yalan
söylemiş ya da abartm ış olabilirdi elbet. Üstelik hiç sözetmemişti böyle bir ilişkiden. 'N iye kıydı canına on dokuzunda bile­
medik. Kimselere söylememiş; bir satır bile yazm am ış. Dolabı­
nı, sandığını, kitaplarını, defterlerini didik didik aradık; bula­
m adık.' Küçük kardeşinin karısına tutkunluğundan kuşkulansaydı Rüstem Bey doğan oğullarına onun adını verir miydi?
Faruk öldükten on yıl sonra doğan üçüncü oğullarına da onun
adını koyduklarında bu adın ölüm getirdiğini söylemişler de
'Ö lürse onun adıyla ölsün, yaşarsa onun adıyla' demiş. Yorum­
lar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önem li olan insanın
edimleriydi. Değişm ez tek bir kesinlik vardı insan için; Ölüm.
Kalın perdenin ardında gün ağarm ıştı. Sızan ışıkta odadakiler seçiliyordu artık: Karyola dem iri, m asa, sandalye, gaz so­
bası, askıda giysüeri, tavandan sarkan ak abajur. Dayanacak
m ıydı ağırlığına on sekiz gün sonra? N eden, neyi bekliyordu?
Yatağı titredi. Yirmi sekiz K asım da olursa süreksizliğin, tutar­
sızlığın, saçmalığın bir anlam ı m ı olacaktı sanki?
Kalktı.
Giyindi.
Yatağı düzeltti.
Y üzünü yıkadı. Sakalı üç günlüktü.
Çay dem leyip iki b ardak içti.
K ürsünün ardına o tu rd u ğ u n d a dem ir kasanın üstündeki
çalar saat sekizi çeyrek geçiyordu. Defteri açtı. Dört Kasımdan
beri sözde otelde kalanları yazm am ıştı. Bir oteli yönetm ekle bir
kurum u, geniş bir işletm eyi, bir ülkeyi yönetm ek aynı şeydi as­
lında. İnsan kendini, olanaklarını tanım aya, gerçek sorum lulu­
ğun ne olduğunu anlam aya başlayınca bocalıyordu, dayanam ı­
yordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilm iyorlardı bunu; yoksa bir
otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar
yaparlardı yeryüzünde. Defteri kapadı. N e gereği vardı artık
bunları yazm anın ya da birkaç satır yazıp bırakm anın? İleride,
kısa, 'soruldu'suz bir polis belgesinde her şey dört Kasım da ol­
m uş gibi saptanacaktı. Titiz bir araştırıcı defterleri inceleyip de
geçen yıl O tuz Ekimle Uç Kasım arasında otelde kalanların bu
yıl da aynı günlerde, aynı odalarda kaldıklarını görürse bu rast­
lantıyı nasıl yorum lardı acaba? G ülüm sedi. Kalkıp geçen yılın
defterini m erdiven altındaki sandığa koydu. Çekm eceden 2 nu ­
m aranın anahtarını aldı. Yukarıya çıkarken m erdiven dönem e­
cindeki büyük pencereden dağı görüyordu: Bulutluydu. Emekli
Subayün bir hafta kaldığı o dadan Baytar Bey'in elçilerinin ge­
tirdiği çam aşır ipini alıp aşağıya, odasına döndü. Tıraş kutu su ­
nu d u varın dibine bırakıp m asayı karyolanın yanına çekti; güç­
lükle kaldırdı yatağın üstüne, yerleştirdi. Ayakkabılarını, çorap­
larım çıkardı. Ceketini, pantolonunu, kazağını sandalyenin ar­
kalığına koym uşken aldı, askıya astı. Don-göm lek yatağa çıkıp
m asayı yokladı, bastırdı; dengesini koruyarak ağır ağır üstüne
çıktı; d oğruldu. Ak abajurun üstü n d en kısa kurşun boruyu iki
eliyle tu tu p çekti, asıldı; bir çatırtıyla birlik borunun tavana
bağlı o ld u ğ u y erden küçük bir tahta parçası koptu; saçlarına,
y ü z ü n e tozlar düştü. Yatağa atladı; yere indi. K urşun borunun
ucu n d a abajur yana kaym ış sarkıyordu. Karyola dem irindeki
ipi alıp y ü rü d ü ; dış kapının yanındaki o d ad an ekm ek bıçağıyla
havanelini alarak ikinci kata çıktı. 2 num araya girdi. Karyolayı
önce a y ak u cu n d an sonra b aşucundan iterek pencereden yana
çekti. O d an ın ortasında, havaneliyle bıçağın sapm a vura vura
m u şam b ad an büyücek bir parça kesip attı. Yüzü sarıydı, katıy­
dı. Soluğu sıklaşm ıştı. Sırtını karyolaya yaslayıp bir süre m u ­
şam bayı kestiği yerdeki yıpranm ış, renkleri koyulaşm ış tahtala­
ra baktı. Yıllar önce kim bilir nereden, nasıl getirip çakılm ışlardı
buraya. Bir d a ğ d a, orm anda tahtacı k adınlar biçmiştir. Erkekle­
rinin baltalarla, bıçkılarla devirdiği, budadığı, kabuklarını soy­
d u ğ u , gölgede k u ru tu lm u ş kocam an çam kütü k lerin d en kim bi­
lir hangi dağın, belki d e Sabuncubeli orm anlarının bir boşlu­
ğunda, yazları, erkekler o rm an d a ya d a keçi kılından d o k u n ­
m uş çadırlarda esnerken, uy u rk en , keçilerin yayılm ayı bırakıp
koyu gölgelerde yattığı sıcak öğlesonlarında bile ağır şalvarları,
işlemeli, sarılı kırm ızılı karalı y ü n yelekleri, etekleriyle, başları
pullu boncuklu ak yazm alarla sarılm ış, ara sıra alınlanm n terini
silip 'Giz Z eeeneep, su getir su!' diye bağırdıklarında çadırdan
çıkan küçük bir kızın bir yanına eğilerek getirdiği testiden - a r ­
dıçtan ya da çam dan u z u n keskilerle, bıçaklarla oyulm uş, için­
deki serin suya oy u ld u ğ u ağacın kokusu sinm iş geniş ağızlı
k ulpsuz testid e n - m em elerinin gerdiği yeleklerine çenelerinden
dam lata dam lata su içen yanık y ü z lü tahtacı kadınların güneş
vurdukça parlayan, kızgın, keskin bıçkılarla tekdüze bir uy u m ­
d a u san m ad an biçtikleri b u tah ta la r k atır sırtında, insan sırtın­
d a dağın eteğindeki yola taşınıp iri ök ü zler koşulu kağnılara
yüklenm iş, ağır ağır, kağnılar gıcırdaya gıcırdaya, inişlerde bo­
y u n d u ru ğ u n çökerttiği kalın b o y u n lan n ı dikleştiren öküzler
yokuşlarda üvendireyle sağ rıların d an d ü rtü le d ü rtü le kasabaya
getirilip K urşunlu H a n 'd a k i kereste am barlarına indirilm iş,
sonraları M alik A ğa yeni konağım y a p tırırk en b u nları pazarlık­
la, arada gözdağı vererek ucu za k a p atıp ya d a y apı ustasına al­
dırıp buraya getirtm işti belki y ü z y irm i beş yıl önce. Eğildi; tah­
taları bıçakla oym aya başladı. K onak y a p ıld ığ ın d a n beri tahta
güvelerinin geceleri çıtır çıtır kem irdikleri, kalın m uşam balar
döşenm eden önce ayaklarla, terliklerle, nalınlarla, süpürgelerle
aşınan, çoğu erkeklerin fırsat b u ld u k ça çim dikledikleri, sıkıştır­
dıkları, kim i gönüllü kim i zorla o d a la rd an b irine kapayıp yata­
ğa yıktıkları u z u n süre k u lla n d ık ta n so n ra biraz çeyiz verip
yoksul bir yakınlarıyla ya d a b ir b aşkasıyla everdikleri genç
beslem elerin haftad a bir keçeleri, kilim leri, halıları, m inderleri
kaldırarak, dizleri ü stü n d e em ekleyerek, kalçaları sallana sallana y an larındaki kov alard a ıslattıkları bezlerle, tahta fırçalarıyla
ovdukları, sildikleri b u tah ta la r içlerine işleyen suyla neredeyse
koflaşm ışlardı. H avanelini k u lla n m ad a n , ekm ek bıçağıyla vu ­
runca, bastırınca kesiliyor, özellikle paslan m ış çivi yerleri ufala­
nıyordu. A z sonra açılan deliğe eğilip baktı: k u rşu n boruya ası­
lınca ince tav a n ta h ta sın d a n k o p a n parçan ın bıraktığı deliğe ya­
kındı. Bıçakla v u ra v u ra deliği o y an a d o ğ ru biraz genişletti.
İpin bir u c u n u iki d elik ten geçirip aşağıya sarkıttı; öteki u cunu
kary o lan ın ü stü n d e n aşırıp altında, o rtasında sım sıkı, üstüste
d ü ğ ü m led i. A yağa k alkıp karyolayı önce b aşu c u n d an sonra
a y ak u c u n d an iterek eski yerine, o d a n ın ortasına çekti. Yorganı
çukurlaştıran ipi tu tu p asıldı. Sağlam dı. Kim ler yapm ıştı bu
karyolayı, ne zam an getirilm işti bu ray a kimbilir. Bıçakla havanelini alıp y ü rü d ü , aşağıya indi. Dış kap ın ın yanın d ak i odaya
havanelini bıraktı; küçük b ir tabağa d o lap ta n b iraz yağ koyu >
çıktı; odasına girdi, kapıyı kapadı. İçerisi ılıktı. T avadan sarkan
u zu n çam aşır ipi m asad an kaym ış, yatakta çöreklenm işti. Elin­
deki tabakla bıçağı m asay a koydu; ağır ağır, dengesini bozm a­
d a n ü stü n e çıktı; ipi tu tu p b ü tü n gücüyle asıldı. Yukarıya iyice
bağlıydı. Bıçağı sü rte sü rte ipin uzu n ca bir parçasını kesti; bı­
çakla birlik k a p ıd a n y ana attı. Y ukarıdan sarkan ipinin ucunu
b ü k tü , ilm ikledi; yağladı. Tabağı yatağın başucuna attı. Kırıl­
m adı. M asa ara sıra belli belirsiz titriyordu. İpi boynuna geçir­
di; d ü zeltti. Tam o sıra d ışa rıd a n birkaç a rabanın korna seslerini
d u y d u ; başka araçlar d a katıldılar buna; kornalar, tren d ü d ü k ­
leri, fabrika d ü d ü k le ri arasız, kesintisiz ötm eye başladılar. N ey­
di bu? K ulakları m ı u ğ u ld u y o rd u ? Yoksa dışarının, başkalarının
b ir çağrısı m ıydı? Y ü zü n ü b u ru ştu rd u . Sağdı d ah a, h e r şey elin­
d e y d i. İpi b o y n u n d a n çıkarabilir, b ir sü re d a h a bekleyebilir, ka­
çabilir, karak o la gidebilir, konağı yakabilirdi. D ayanılacak gibi
d e ğ ild i b u ö z g ü rlü k . A yaklarıyla m asayı itip aşağıya y u varladı;
b ir b o şlu ğ a d ü şe rk e n d u rd u . G özleri, ağzı açık, bacakları gerile­
rek, ç ırp ın ara k sa lla n ırk en kollarını k aldırıp başının ü stü n d e n
ipi tu tm a y a uğraştı. (N e o ldu? Yapm ayı u n u ttu ğ u bir şeyi m i
a n ım sa d ı bird en ? Ya d a y e ry ü z ü n d e tek gerçek d eğ erin k endisi­
n e verilm iş b u o la ğ a n ü stü y aşam arm ağ an ın ı ko ru m ak , h e r şe­
ye k arşın sa ğ k alm ak, d iren m ek o ld u ğ u n u m u a n lad ı g id era ­
yak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ö lü m e k e n d iliğ in d en b ir tepkisi
m iy d i bu?) Başı ö n e d o ğ ru eğiliyordu. K olları iki y an ın a sarktı.
D o n u n u n sol p a ç a sın d a n fildişi re n g in d e koyuca b ir sıvı aktı
u zay a uzaya; d izin e y a k ın bacağ ın d ak i kıllara b u laşara k ard ard a y a ta ğ ın ü stü n e d ü ştü , yayıldı. Y ukarıdan, sa lla n ırk en ta h ­
tay a s ü rtü n d ü ğ ü y e rd e n ip çıtırdadı...

Benzer belgeler