kitabımızı ücretsiz olarak okumak ve indirmek için tıklayın.

Transkript

kitabımızı ücretsiz olarak okumak ve indirmek için tıklayın.
EHMEDÊ XANÎ’NİN
FİKİR DÜNYASI
Prof. Dr. Kadri Yıldırım
Ağrı Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
EHMEDÊ XANÎ’NİN
FİKİR DÜNYASI
Prof. Dr. Kadri Yıldırım
Proje Koordinatörleri
M. Mehmet İzci, Selahattin Demirci
Editör
Davut Özalp
Kapak Tasarımı
Aysel Kazıcı Özalp
Mizanpaj ve Basıma Hazırlık
Şemal Medya
[email protected]
Baskı
Berdan Matbaası Sadık Daşdöğen
Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok,
No: 239 Topkapı/İstanbul
Tel: (0212) 613 12 11
Copyright © Mart 2011
İletişim ve İsteme Adresi
Ağrı Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Akyad)
Cumhuriyet Cad. Atim İş Merkezi Kat 1 No: 9 Ağrı
Tel: (0472) 215 16 17
www.akyad.org.tr - email: [email protected]
Bu kitap, Ağrı Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
(AKYAD) tarafından yütürülen Ehmedê Xanî'yi Anlamak ve
Yaşatmak Projesi kapsamında hazırlanmıştır. AKYAD, bu
projedeki katkılarından ötürü Başbakanlık Tanıtma Fonu
Kurulu Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'na teşekkür
eder.
EHMEDÊ XANÎ’NİN
FİKİR DÜNYASI
Prof. Dr. Kadri Yıldırım
Ağrı Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
KADRİ YILDIRIM: Diyarbakır-Lice doğumludur. İlk ve orta öğrenimini
Diyarbakır'da yaptı. Üniversiteyi bitirdikten sonra 1986 yılından itibaren 13
yıl öğretmenlik yaptı. 1994-1998 yılları arasında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında Yüksek Lisans ve
Doktora yoptı. 1999 yılında Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne Yardımcı Doçent olarak atandı. 2010 yılında profesör oldu. Halen Mardin Artuklu
Üniversitesinde rektör yardımcısı ve Yaşayan Diller Enstitüsü müdürü olarak görev yapmaktadır. İlgi ve araştırma alanı Doğu Dilleri ve Edebiyatıdır.
Kürtçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Türkçe bilmektedir. Evli ve dört çocuk
babasıdır.
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ.................................................................................................... 13
ÖNSÖZ.................................................................................................... 17
BİRİNCİ BÖLÜM
ANA HATLARIYLA EHMEDÊ XANÎ VE ESERLERİ................... 21
1. EHMEDÊ XANÎ (1650-1707)..................................................... 23
1. 1. Kısaca Hayatı........................................................................... 23
1. 2. Yaşadığı Dönem ve Etkileri..................................................... 24
2. ESERLERİ................................................................................... 27
2. 1. Nûbehara Biçûkan.................................................................... 27
2. 1. 1. Şekil Açısından.................................................................... 28
2. 1. 2. İçerik Açısından................................................................... 31
2. 2. ‘Eqîdeya Îmanê........................................................................ 33
2. 3. Dîwan....................................................................................... 37
2. 4. Mem û Zîn................................................................................ 42
2. 4. 1. Adı ve Memê Alan İle İlişkisi.............................................. 42
2. 4. 2. Mesnevî Tarzında Yazılışı.................................................... 43
2. 4. 2. 1. Giriş.................................................................................. 43
2. 4. 2. 2. Asıl Konu......................................................................... 52
2. 4. 2. 3. Sonuç................................................................................ 52
2. 4. 3. Dil Yapısı.............................................................................. 54
İKİNCİ BÖLÜM
TASAVVUF............................................................................................ 57
1. XANÎ’NİN TARİKATI VE TASAVVUF ANLAYIŞI ................ 59
2. XANÎ’NİN BAHSETTİĞİ BAZI TASAVVUFÎ TİPLER .......... 63
2. 1. Şêx (Şeyh)................................................................................ 63
2. 2. Murşîd...................................................................................... 63
2. 3. Pîr............................................................................................. 64
2. 4. ‘Arif.......................................................................................... 65
2. 5. Murîd (Mürit)........................................................................... 65
2. 6. Salik/Salikê Terîq (Yolcu/Tarikat Yolcusu).............................. 66
2. 7. Sofî (Sofu, Sufi, Sofi)............................................................... 67
3. ÖNEMLİ BAZI TASAVVUFÎ KAVRAMLAR . ........................ 69
3. 1. Keramet.................................................................................... 69
3. 2. Fena ve Beqa............................................................................ 70
3. 3. Nasût ve Lahût......................................................................... 70
3. 4. Hîcab (Mani, Örtü)................................................................... 71
3. 5. Nefsê Emmar (Kötülüğü Emreden Nefis)................................ 71
3. 6. Fikir, Zikir, Hemd (Hamd), Şukur (Şükür).............................. 72
3. 7. İrfan (Tanıma, Bilme).............................................................. 74
3. 8. Were’ (Sakınma)....................................................................... 74
3. 9. Sewme’e (Manastır)................................................................. 75
3. 10. Î’tîkaf, Kuncê Xelwet (İtikaf, Halvet Köşesi)........................ 75
3. 11. Lamekan (Mekânsız).............................................................. 76
3. 12. Hulûl (Enkarnasyon) ve Nesx (Reenkarnasyon).................... 76
3. 3. 13. Çil/Erba’în (Kırk) ve Çillexane......................................... 77
3. 3. 14. Yeqîn (Kesin Bilgi ve İnanç).............................................. 77
4. MUTASAVVUFLARIN ARGÜMANLARI
OLAN İKİ HADİS . ........................................................................ 79
4 1. “Ölmeden Önce Ölünüz” Hadisi............................................... 79
4. 2. “Kendini Tanıyan Kişi Rabbini de Tanır” Hadisi.................... 80
5. TASAVVUFÎ MECAZ VE SEMBOLLER . ............................... 81
5. 1. Sevgili İle İlgili Tasavvufî Mecaz ve Semboller...................... 81
5. 2. Şarap ve Müştemilatı İle İlgili Tasavvufî Mecaz
ve Semboller.................................................................................... 81
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AŞK . ...................................................................................................... 87
2. 1. Aşk İçin Kullanılan Terimler.................................................... 88
2. 1. 1. Evîn...................................................................................... 88
2. 1. 2. Diğerleri............................................................................... 89
2. 2. Aşkın İki Kısmı Olarak Mecazî Aşk ve Hakîkî Aşk................ 89
2. 3. Sevgili İçin Kullanılan İsim, Unvan ve Sıfatlar....................... 91
2. 4. Sevgilinin Güzellik Unsurları/Organları.................................. 93
2. 4. 1. Por (Saç)............................................................................... 93
2. 4. 2. Kakul, Perçem, Turra........................................................... 93
2. 4. 3. Çehv/Çav (Göz)................................................................... 93
2. 4. 4. Xemze (Yan bakış, gamze).................................................. 94
2. 4. 5. Ebrû (Kaş)............................................................................ 95
2. 4. 6. Mujgan (Kirpik)................................................................... 95
2. 4. 7. Rû, rux, ruxsar, xedd, dîdar, wech,‘îzar (Yüz ve Yanak)..... 96
2. 4. 8. Xal (Ben).............................................................................. 97
2. 4. 9. Xet (Hat; Ayva tüyleri)......................................................... 98
2. 4. 10. Dev/Dehan (Ağız).............................................................. 98
2. 4. 11. Leb/Lêv (Dudak)................................................................ 99
2. 4. 12. Zeqen (Çene)...................................................................... 100
2. 4. 13. Qed/Qamet/Endam (Boy).................................................. 100
2. 4. 14. Dendan (Diş)...................................................................... 101
2. 5. Âşık İçin Kullanılan Bazı Terimler.......................................... 101
2. 6. Mem û Zîn’de Geçen Aşk Hikâyeleri...................................... 102
2. 6. 1. Wamiq û ‘Ezra...................................................................... 104
2. 6. 2. Weys û Ramîn...................................................................... 105
2. 6. 3. Şêxê Sen’an(iyan)................................................................ 105
2. 6. 4. Yûsuf û Zuleyxa................................................................... 107
2. 6. 5. Husrew û Şîrîn..................................................................... 118
2. 6. 6. Ferhad û Şîrîn....................................................................... 118
2. 6. 7. Leyla û Mecnûn................................................................... 119
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KOZMOLOJİ: ASTRONOMİ VE ASTROLOJİ.............................. 125
1. FELEKLER.................................................................................. 129
1. 1. Seb’ê Şeddad (Yedi Büyük Felek)........................................... 129
1. 2. Neh Felek/Neh Qubbe/Neh Sedef (Dokuz Felek)................... 129
1. 3. Felekle İlgili Kullanılan Benzetme Unsurları.......................... 131
2. SITARE/EXTER/KEWKEB/NECM =YILDIZLAR.................. 137
2. 1. Sureyya/Perwîn (Ülker)........................................................... 137
2. 2. Kehkeşan (Samanyolu)............................................................ 137
2. 3. Semmak/Sîmak........................................................................ 138
2. 4. Yıldızlar İle İlgili Kullanılan Bazı Benzeşme Unsurları.......... 138
3. SEYYARE = GEZEGENLER..................................................... 141
3. 1. Keywan /Zuhel/Sekendîz (Satürn)........................................... 142
3. 2. Bercîs/Muşterî (Jüpiter)........................................................... 142
3. 3. Zuhre/Nahîd (Venüs)................................................................ 143
3. 4. Utarid (Merkür)........................................................................ 143
3. 5. Mirrîx (Merih).......................................................................... 144
3. 6. Heyv/Qemer/Mah/Mahitab/Bedr/Hilal (Ay,Dolunay)............. 144
3. 7. Roj/Xurşîd/Afîtab (Güneş)....................................................... 146
4. BURC = BURÇLAR.................................................................... 149
BEŞİNCİ BÖLÜM
MÜZİK................................................................................................... 151
1. MÜZİK ALETLERİ..................................................................... 153
1. 1. Ney........................................................................................... 153
1. 2. Qanûn (Kanûn)......................................................................... 155
1. 3. Çeng (Çeng)............................................................................. 155
1. 4. Rebab (Rübab)......................................................................... 156
1. 5. Def (Tef, Davul)....................................................................... 156
1. 6. Kûs (Göç Davulu, Kös)............................................................ 156
1. 7. ‘Ûd (Ûd)................................................................................... 157
1. 8. Tenbûr (Tanbur)....................................................................... 157
1. 9. Ceres ve Zebaneê Ceres (Zil ve Zilin Dili).............................. 157
1. 10. Muxnî ve Sentûr..................................................................... 158
1. 11. Kerrena ve Naqûr (Borazan ve Boru).................................... 158
1. 12. Saz . ....................................................................................... 158
2. MÜZİK MAKAMLARI ............................................................. 161
2. 1. Iraqî.......................................................................................... 161
2. 2. Evc........................................................................................... 161
2. 3. Rast.......................................................................................... 161
2. 4. Huseynî.................................................................................... 161
2. 5. Gerdan...................................................................................... 162
2. 6. Rehawî..................................................................................... 162
2. 7. Uşşak........................................................................................ 162
2. 8. Şu’be........................................................................................ 162
2. 9. Geweşt...................................................................................... 162
2. 10. Hicaz...................................................................................... 163
2. 11. Şehnaz ................................................................................... 163
2. 12. Zengûl(e)................................................................................ 163
2. 13. Buzurg.................................................................................... 163
2. 14. Kûçek..................................................................................... 163
2. 15. Newa...................................................................................... 164
3. GRUPLAR VE OYUNLAR ....................................................... 167
3. 1. Mehter...................................................................................... 167
3. 2. Govend (Halay), Berîte, Sema................................................. 167
3. 3. Reqs (Raks).............................................................................. 168
3. 4. Çerx (Çark).............................................................................. 168
4. KİŞİLER VE SIFATLAR............................................................. 169
5. SESLER....................................................................................... 173
5. 1. Zîr............................................................................................. 173
5. 2. Bem.......................................................................................... 173
ALTINCI BÖLÜM
FLORA (BİTKİLER ÂLEMİ)............................................................. 175
1. AĞAÇLAR.................................................................................. 177
1. 1. Serw (Servi, Selvi)................................................................... 178
1. 2. Senewber (Çam fıstığı) ........................................................... 180
1. 3. ‘Er’er (Ardıç)........................................................................... 181
1. 4. Şimşad (Şimşir)........................................................................ 181
1. 5. Çinar (Çınar)............................................................................ 181
1. 6. Spîndar (Söğüt)........................................................................ 182
1. 7. Kinêr (Arabistan kirazı; çiğde)................................................ 182
1. 8. Sîdretu’l-Munteha (Son Sınır Ağacı: Sedir)............................ 183
1. 9. Qamûş (Kamış)........................................................................ 184
2. ÇİÇEKLER.................................................................................. 185
2. 1. Gul-Xunçe-Xar (Gül-Gonca-Diken)........................................ 186
2. 2. Sunbul (Sünbül, Sümbül)......................................................... 187
2. 3. Binefş (Menekşe)..................................................................... 189
2. 4. Erxewan (Erguvan).................................................................. 189
2. 5. Lale.......................................................................................... 190
2. 6. Nêrgiz (Nergis)........................................................................ 191
2. 7. Reyhan (Fesleğen)................................................................... 192
2. 8. Semen (Yasemin)..................................................................... 193
2. 9. Sosin (Sûsen)........................................................................... 194
2. 10. Zaferan (Safran)..................................................................... 194
2. 11. Nîlufer (Nilüfer)..................................................................... 195
3. MEYVELER................................................................................ 197
YEDİNCİ BÖLÜM
FAUNA (HAYVANLAR ÂLEMİ)........................................................ 201
1. KUŞLAR...................................................................................... 205
1. 1. Bulbul/’Endelîb (Bülbül)......................................................... 206
1. 2. Hezar/Hezarê Dastan (Destan okuyan bülbül)......................... 207
1. 3. Perwane/Ferraş-e (Kelebek)..................................................... 208
1. 4. ‘Enqa (Anka)............................................................................ 210
1. 5. Şahîn/Baz/Şehbaz (Şahin)........................................................ 211
1. 6. Şunqar/Teyhû (Doğan veya Şahin).......................................... 212
1. 7. Tûtî (Papağan).......................................................................... 212
1. 8. Huma (Hüma).......................................................................... 215
1. 9. Qaz (Kaz)................................................................................. 215
1. 10. Qumrî (Kumru)...................................................................... 216
1. 11. ‘Ukab (Akbaba)...................................................................... 216
1. 12. Kebk (Keklik)........................................................................ 216
1. 13. Bûm (Baykuş)........................................................................ 216
1. 14. Tezerw (Sülün)....................................................................... 218
1. 15. Zax (Karga)............................................................................ 218
2. SÜRÜNGENLER, BÖCEKLER, BALIKLAR........................... 219
2. 1. Mar (Yılan).............................................................................. 219
2. 2. Ejder, Ejdeha (Ejderha)............................................................ 220
2. 3. Şahmar/Şehmar (Yılanların Şahı)............................................ 221
2. 4. ‘Eqreb (Akrep)......................................................................... 222
2. 5. Mahî (Balık)............................................................................. 222
2. 6. Semender (Su kertenkelesi)..................................................... 223
3. DÖRT AYAKLI HAYVANLAR.................................................. 225
3. 1. Ahû/Xezal (Ceylan)................................................................. 225
3. 2. Şêr/Xedenfer (Aslan)............................................................... 226
3. 3. Bebr/Piling/Pileng (Kaplan)..................................................... 227
3. 4. Seh (Köpek)............................................................................. 228
3. 5. Gur/Gurg (Kurt)....................................................................... 229
3. 6. Beraz (Domuz)......................................................................... 230
3. 7. Xergûş (Tavşan)....................................................................... 230
SEKİZİNCİ BÖLÜM
ONTOLOJİ............................................................................................ 233
1. VARLIK FELSEFESİ.................................................................. 235
1. 1. Muhammedî Nûr...................................................................... 235
1. 2. Varlıklarda Vacip-Mümkün Kategorisi.................................... 237
1. 3. Heyûla...................................................................................... 237
2. DİYALEKTİK.............................................................................. 239
DOKUZUNCU BÖLÜM
KÜRT REALİTESİ VE KÜRT DİLİ.................................................. 243
1. KÜRT REALİTESİ...................................................................... 245
2. KÜRT DİLİ VE İKTİDARLA İLİŞKİSİ..................................... 255
ONUNCU BÖLÜM
KÜRT FOLKLORÜ.............................................................................. 257
1. KIZ İSTEME VE DÜĞÜN.......................................................... 259
1. 1. Evlilik Teklifi .......................................................................... 259
1. 2. Kız İsteme................................................................................ 260
1. 3. Gelinin Süslenmesi ve Götürülmesi......................................... 271
1. 4. Zifafa Girilmesi........................................................................ 289
2. MATEM....................................................................................... 297
3. AVCILIK...................................................................................... 313
4. NEWROZ.................................................................................... 323
SONUÇ............................................................................................ 328
SUNUŞ
Ü
zerinde yaşadığımız bu kadim topraklar için kullanılan ‘uygarlığın beşiği’ kavramı, çok derin anlamlar ifade etmesine rağmen,
bu coğrafyada yaşayan bizler için sadece hoş bir seda veya slogan olarak
belleklerimizde yerini almıştır. Eğer bunu anlama yönünde hakiki bir çabamız olsaydı, belki bugün çok daha farklı noktalarda olabilirdik. Çünkü,
bu coğrafyanın tarihsel derinliklerinde insanlığın uzun yürüyüşü boyunca
arkasında bıraktığı çok büyük değerler ve hazineler yatmaktadır. Bu mirasın içinde neler yok ki: İnsanlık için ikinci bir yeniden doğuş anlamına gelen Hz. Nuh’un Gemisi’nden tutalım da bugün hayatımızın bir parçası haline gelen ve son çağların en büyük buluşlarından olan bilgisayar
sisteminin ilk adımı olan sibernetiğin mucidi El Cezeriye, hoşgörüsüyle
dünyayı kendisine hayran bırakan Mevlana’dan tutalım da, bugün burada
toplanmamıza vesile olan büyük şair Ehmedê Xanî’ye kadar hayatın her
alanında benzer büyük değerleri üretmiş insanları saymak mümkündür.
Maalesef; bu kadar büyük değerler yaratmış bu topraklarda yaşayan
biz insanlar bilgiyi, hikmeti ve erdemi bir kenara itip, kendimizi içinden
çıkılmaz karanlıkların derinliklerine bırakmışız. İşte bugün yaşadığımız
büyük acılar belki de bu yaptığımızın, bu karanlığımızın bir bedeli olarak
karşımıza çıkmaktadır…
Ne yapıp edip bir an önce kendimizi bu karanlıktan kurtarmamız ve
yeniden ilmin, bilimin hikmetine sarılarak kendimizi aydınlık yarınlara
taşımamız lazımdır. Aski tatdirde bu durum Hz. Nuh’u olmayan yeni bir
tufanın başlangıcı olabilir. Bu da kendimizle birlikte insanlığın milyonlarca yıldır biriktirdiği bütün değerlerin yok olması anlamını taşır…
Bizler Ehmedê Xanî’yi Anlamak ve Yaşatmak adlı projemizi oluştururken bu inanç ile yola çıktık… Çünkü biz inanıyoruz ki yarının aydınlık
yolu Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Melayê Cizirî’yî, Ehmedê Xanî’yî anlamaktan geçiyor…
Yaşadığı yüzyılda ciddi bir değer olan, yazdığı eserler ve felsefi yaklaşımlarla mana ve maddi dünyaya ilişkin birçok uygulanabilir hayat öğre-
13
tisi sunan alim, filozof ve mutasavvuf Ehmedê Xanî’yi anlamak ve gelecek
kuşaklara taşımak bizler için elzemdir.
Ben burada Xanî’den fazla sözedip değerli zamanınızı almak istemem.
Zaten elimizde bulunan bu eserde, konu hakkında uzman olan ve bugüne
dek Xanî’ye dair yaptığı önemli çalışmalarla büyük takdir kazanan hocamız Sayın Profesör Doktor Kadri Yıldırım bizleri Xanî’nin fikir dünyasında
uzun bir yolculuğa çıkaracak ve değerli birikimlerini bizlerle paylaşacaktır. Onun için, ben sadece projemizin amacı ve kapsamı hakkında kısa bir
kaç bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Adından da anlaşıldığı gibi projemiz Ehmedê Xanî’nin yaşayış tarzını,
hayata bakış açısını, eserlerinde işlediği temayı ve metin aralarında vermiş
olduğu manevi mesajı yeni nesillere anlaşılır bir dille aktarmak ve onları
bu manevi zenginlikler ile buluşturmayı sağlamaktır. Yanısıra bu mükemmel değere dair yöre halkında farkındalık yaratmaktır.
Bölgemizde kültürel miras durumunda bulunan birçok değerden bir
tanesi de ebedi istirahatgahının bulunduğu Ehmedê Xanî türbesidir. Her yıl
binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen bu türbe, maalesef
bazı insanlar tarafından çok farklı bir yaklaşım görmektedir. Bu yaklaşım
Ehmede Xanî'nin hayata dair öğretilerinin özünden uzaklaşılmasına onu
ve onun fikirlerinden öte sadece batıl inançların karşılanmaya çalışıldığı
bir ziyarete dönüştürmüştür.
Bu yanlış inanç ve yaklaşımları ortadan kaldırmak için, bizler bu proje ile Ehmedê Xanî’ye ait kendi çağında oluşturduğu eserlerin derlenerek
bir külliyata dönüştürülmesinin yanı sıra, konu hakkında uzman kişilerle
çalışarak sadeleştirilmiş öğretilerinin ciltler haline getirilmesini amaçlamaktayız.
Bunun yanında, konuya dair geniş katılımlı konferanslar düzenleyerek onun fikirlerini halkla buluşturmayı umuyoruz.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki, bu proje büyük destekler sonucunda ortaya çıkmıştır. Özellikle de Kültür Bakanımız Sayın Ertuğrul
Günay’ın verdiği destek bizlere büyük güç vermiştir. Saygıdeğer Bakanımızdan söz etmişken onun başkanlığında Kültür Bakanlığımızın yayınlamış olduğu Ehmedê Xanî’nin büyük eseri Mem û Zîn’î de anmak istiyorum.
Bilindiği gibi bu eser Cumhuriyet tarihinde Kültür Bakanlığının yayınladığı ilk Kürtçe eser olma özelliği taşıyor. Böyle bir çalışmanın bugüne kadar
yapılmaması bu ülke vatandaşları için büyük bir talihsizliktir. Geçte olsa
Sayın Bakanımızın böyle bir değeri yayınlatması çok anlamlı ve değerli bir
adım olmuştur. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.
14
Yine bu çalışmayı yaparken başta Ağrı Milletvekili M. Hanifi Alır, Ağrı
Kültür ve Turizm İl Müdürü E. Muhsin Bulut ve derneğimizin başkan yardımcısı Selahattin Demirci olmak üzere emeği geçen herkese kendim ve
derneğim adına çok teşekkür ediyorum ve şükranlarımı sunuyorum…
Selam ve sevgilerimle
AĞRI KÜLTÜR YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
DERNEĞİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI
M. MEHMET İZCİ
15
ÖNSÖZ
K
lasik dönem Kürt şairleri arasında Kürt halkının hem dinî hem de
millî sembolü hâline gelen Ehmedê Xanî (1650-1707)’nin kendine
özgü bir fikir dünyası bulunmaktadır. “Ehmedê Xanî’nin Fikir Dünyası”
başlıklı elinizdeki bu çalışmayla aydınlatmaya çalıştığımız bu dünya en iyi
şeklini şüphesiz Mem û Zîn’de almıştır. Çalışmamız aşağıda özetlediğimiz
on bölüme ayrılmıştır:
Birinci Bölümde Ehmedê Xanî’nin biyografisi kapsamında onun hayatı
ve yaşadığı dönem ile eserleri hakkında bilgi verilmiştir. Bunun yanında
şairimizin dört eseri olan Nûbehara Biçûkan, ‘Eqîdeya Îmanê, Dîwan ve
Mem û Zîn şekil ve içerik açısından tanıtılmıştır. Bu bölümde kaydettiğimiz bilgiler 2011 yılında Avesta Yayınları arasında çıkan “Mem û Zûn:
Çeviri ve Kavramsal Tahlil” adlı çalışmamızın başında kaydettiğimiz bilgilerle aynıdır.
İkinci Bölümde Xanî’nin tasavvuf anlayışı üzerinde durulmuştur. Bu
bağlamda Xanî’nin tarikatı ve tasavvuf anlayışı; bahsettiği tasavvufî tipler (şêx, murşid; pîr, ‘arif, murîd, salik, sofî); önemli tasavvufî kavramlar
(keramet, fena ve beqa, nasût ve lahût, hîcab, nefsê emmar(e), fikir, zikir, hamd, irfan, were’, sewme’e, î’tîkaf, kuncê xelwet, lamekan, hulûl, çil,
erba’în, çillexane, yeqîn); mutasavvufların argümanları olan hadisler ve
tasavvufî mecaz ve semboller tahlil edilmiştir.
Üçüncü Bölüm aşka tahsis edilmiştir. Bu çerçevede aşk için kullanılan
terimler (“evîn” ve diğerleri); aşkın iki kısmı olarak mecazî aşk ve hakîkî
aşk; sevgili için kullanılan isim ve sıfatlar; sevgilinin güzellik unsurları
(por, kakul, perçem, tura, çehv/çav, xemze, ebrû, mujgan, rû, xal, xet, dev,
leb/lêv, qed, qamet, endam, dendan); âşık için kullanılan bazı terimler;
Mem û Zîn’de geçen aşk hikâyeleri (Wamiq û ‘Ezra, Weys û Ramîn, Şêxê
Sen’an(iyan), Yûsuf û Zuleyxa, Husrew û Şîrîn, Ferhad û Şîrîn, Leyla û
17
Mecnûn) hem orijinal şekilleriyle hem de Türkçe karşılıkları verilerek kaydedilmiş ve tahlil edilmiştir.
Dördüncü Bölümde astronomi ve astrolojiyi birlikte içine alan Kozmoloji hakkında bilgi verilmiştir. Bu bağlamda felekler (yedi büyük felek,
dokuz felek, felekle ilgili kullanılan benzetme unsurları); yıldızlar (Ülker,
Samanyolu, Semmak); gezegenler (Satürn, jübiter, Venüs, Merkür, Merih,
Ay, Güneş) ve burçlar orijinal isimleriyle birlikte açıklanmış ve Xanî tarafından nasıl kullanıldıkları ele alınmıştır.
Beşinci Bölüm müziğe ayrılmıştır. Xanî’nin bir deryaya benzeyen fikir dünyasına daldığımızda karşımızda muhtelif boyutlarıyla müziği de
görmekteyiz. Müzik aletleri (ney, kanun, çeng, rübab, davul, kös, ud, tanbur, zil, borazan, saz); müzik makamları (ırakî, evc, rast, hüseynî, gerdan,
rehavî, uşşak, şube, geveşt, hicaz, şehnaz, zengule, buzurg, kuçek, neva);
gruplar ve oyunlar (mehter, halay, berîte, sema, raks, çark); kişiler ve sıfatlar ile sesler (zîr, bem) bu bölümde üzerinde durulan konulardır.
Altıncı Bölüm bitkiler âlemi olarak floraya ayrılmıştır. Bu bölümde
muhtelif boyutlarıyla izah edilen flora ağaçlar (selvi, çam, ardıç, şimşir,
çınar, söğüt, çiğde, sedir, kamış); çiçekler (gül, gonca, diken, sünbül, menekşe, erguvan, lale, nergis, fesleğen, yasemin, susen, safran, nilüfer) ile
meyvelerin kullanılış biçimleri sunulmuştur.
Yedinci Bölüm hayvanlar âleminden ibaret olan faunaya ayrılmıştır.
Değişik kullanım biçimleriyle açıklık getirilen fauna âlemi kuşlar (bülbül,
kelebek, anka, şahin, doğan, papağan, hüma, kaz, kumru, akbaba, keklik,
baykuş, sülün, karga); sürüngenler, söcekler, balıklar (yılan, ejderha, şahmeran, akrep, balık, su kertenkelesi) ve dört ayaklı hayvanlar (ceylan, aslan, kaplan, köpek, kurt, domuz, tavşan) şeklinde kategorize edilip açıklanmıştır. Bu bağlamda hangi örneğin kendi normal anlamında, hangisinin
farklı (mitolojik, tarihi vb.) anlamlarda kullanıldığına dikkat çekilmiştir.
Sekizinci Börlük varlık felsefesi bağlamında ontolojiyi içermektedir. Bu
çerçevede özellikle tasavvuf âleminde önemli bir yer tutan “Muhammedî
Nûr”, varlıklarda “vacip-mümkün” kategorisi, filozoflar ve kelâmcılar arasında öteden beri tartışılan “heyûla” ve “diyalektik” bu bölümde ele alınmıştır.
18
Dokuzuncu Bölümün tahsis edildiği alan Kürt realitesi ve Kürt Dilidir.
Zaten Xanî’yi kendisinden önceki klasik dönem Kürt şairlerinden ayıran
en önemli özellik onun Kürt realitesi ve Kürt diliyle ilgili görüşleridir ki
bu görüşler kendisinden önceki meslektaşları tarafından değerlendirme
konusu yapılmamıştır.
Onuncu Bölümün konusu Kürt folklorüdür. Gerçekten de Xanî bizim
için geride zengin bir folklor malzemesi bırakmıştır. Kız isteme, evlilik teklifi, gelinin süslenmesi ve götürülmesi, zifafa girilmesi; matem, avcılık ve
Newroz olgusu bu bölümün dikkat çekici konularıdır.
Buraya kadar sıralanan bölümlerin içerdiği konular orijinal oldukları için yüksek lisans ve doktora tez konuları ile doçentlik ve profesörlük
takdim çalışmaları için bunların seçilmesinin isabetli olacağını düşünüyoruz.
Prof. Dr. Kadri YILDIRIM
Mart 2011
19
BİRİNCİ BÖLÜM
ANA HATLARIYLA EHMEDÊ XANÎ VE ESERLERİ
1. EHMEDÊ XANÎ (1650-1707)
1. 1. Kısaca Hayatı
X
anî XVI. yüzyılda Hakkari bölgesinden göç edip bir süre Van çevresinde kaldıktan sonra bugün Ağrı’nın bir ilçesi olan Doğubeyazit’e
yerleşen Xan aşiretine mensup bir ailenin çocuğu olarak 1061/1650-51 yılında Doğubeyazit’te doğdu. Bir medrese âlimi olan babasının adı Molla
İlyas, annesinin adı Gülnigar’dır. Babasının vefatından sonra abisi Molla
Kasım’ın yanında medrese tahsiline başlayan şairimiz buradan Muradiye’ye
gider ve adının 1661 yılına ait talebeler listesinde kayıtlı olduğu Gulgûn
Medresesi’nde okur. Xanî’nin ilim tahsil ettiği yerler hakkında bilgi veren
ilk yazarlardan biri olan Alauddîn Seccâdî “Mîjûy Edebî Kurdî” (Kürt Edebiyatı Tarihi) adlı eserinde Xanî’nin ayrıca Ahlat, Urfa ve Bitlis’te de eğitim
gördüğünü belirtir. Şairimiz bu şehirlerden Doğubeyazit’e döndükten kısa
bir süre sonra Cizre’ye giderek bir süre orada kalır, ardından Behdinan ve
Serhedan Beyliklerini ziyaret eder. Onun eğitim için Bağdat ve Mısır’a da
gittiği ve hac farizasını yerine getirmek için Hicaz’a yolculuk yaptığı ifade
edilmektedir. Seccâdî’ye göre Osmanlı padişahları ile irtibat kurmak için
İstanbul’a da gidip gelmiştir. Hoşab’da Ataiyye Medresesi hocalarından
Molla Camî’nin yanında icâzet alan Xanî tahsilini tamamladıktan sonra
Doğubeyazit’e dönerek burada bir medrese inşâ eder, müderrislik yaptığı
bu medresede eğitim dili olarak Kürtçeyi zorunlu kılar ve vefat edinceye
kadar müderrislik görevine devam eder.
Divan kâtibi olarak görev yapan babası İlyas ve abisi Molla Kasım’dan
sonra Xanî de henüz 14 yaşındayken dönemin Bayezîd beyi Mîr Muhammed Purbelalî’nin divanında resmî kâtip olarak görev yapmaya başlar.
Xanî’nin eserleri bir bütün olarak incelendiğinde onun da birçok Kürt
âlimi gibi fikhî mezhep olarak Şafi’î, itikadî mezhep olarak Sünnî/Eş’arî,
tarikat olarak Nakşibendî, tasavvuf ekolü olarak da ılımlı bir “vahdet-i
vücûd”çu olduğu anlaşılmaktadır.
23
1. 2. Yaşadığı Dönem ve Etkileri
Xanî XVII. yüzyılın ikinci yarısında doğup yetişmiştir. Onun dokuz-on
yaşlarında olduğu 1660 yılında Bitlis, Hakkari ve İmadiye Kürt beylikleri
yarı bağımsızlıklarını kaybedip Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girmişlerdi. Şairimizin 15-16 yaşlarındayken Doğubeyazit Divan Katibi olduğu
1666 yılında Sultan Murad’ın damadı Melek Ahmed Paşa, Bağdat seferine
katılmadığı ve bu şehri geri alan Sultan Murad’ı kutlamaya gitmediği gibi
pek de önem arz etmeyen gerekçelerle Bitlis beyi Abdalhan’ın üzerine büyük bir askerî güçle giderek onun beyliğine son vermiş ve binlerce cilt kitaptan oluşan şahsî kütüphanesi de dâhil olmak üzere maddî-mânevî bütün varlığına el koymuştur. İşin ilginç yanı Melek Ahmed’e bu harekâtında
başta Mahmûdîler olmak üzere bazı Kürt aşiretleri de destek vermişlerdir.
(Bkz. Tahsîn İbrahîm Doskî, el-Medhal, s. 93-99; Emînê Osman, Mem û
Zîn, s. 14-15).
Xanî yaşadığı dönemde 5 Osmanlı sultanını (IV. Mehmed, II. Süleyman, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmed); 3 Safevî şahını (II. Abbas, I.
Süleyman, I. Hüseyin) ve 3 Bitlis beyini (Mîr Alî Han, Murtaza Qûlî Han,
Xiyas Beg) görmüştür.
Xanî’den önceki dönemlerde başlayıp Xanî’yi etkileyen siyasal ve askerî
gelişmelerin başında Kürt bölgelerinde yoğunlaşan Osmanlı-İran savaşları gelmektedir. 1501 yılında ortaya çıkan Şah İsmail 1508 yılında Bağdat’ı
ele geçirdikten sonra topraklarını genişletmek amacıyla güçlerini Kürt
bölgelerine kanalize ederek birçok Kürt mıntıkasını ele geçirdi. Bu durum
karşısında 11 veya 12 Kürt emîri kendi içlerinde serbest olmak kaydıyla
Şah’a bağlılıklarını bildirmek üzere Tebrîz’e gittiler. Ancak şah bu teklife
sıcak bakmadığı gibi bu Kürt emîrlerini de tutuklattı; daha sonra serbest
bıraktı. Bu olay Kürtlerin büyük bir kesiminde Şah’a olan güvenlerinin
sarsılmasına neden oldu. Yavuz Sultan Selim dönemine gelindiğinde bu
sultanın devreye koyduğu ünlü Kürt bilgelerinden İdris-i Bitlîsî’nin girişimleri sonucu kendi içlerinde serbest olmak kaydıyla birçok Kürt beyi
Sultan Selîm’e bağlılıklarını ilan etti. Kürt kartını oynamada şartların
kendi aleyhlerine geliştiğini anlamada gecikmeyen Şah İsmail güçleri ile
Osmanlı güçleri arasında 1514 yılında meydana gelen Çaldıran Savaşı’nda
bu Kürt beyleri bütün savaşçı güçleriyle Osmanlılardan yana çıkarak bu
savaşın kazanılmasında etkin rol oynadılar. Daha önce yaşanan Kürt beylerini tutuklama olayının meydana getirdiği güvensizliğin yanı sıra, bey-
24
liklerinin Yavuz Sultan Selim tarafından tanınması ve İran Safevilerinin
Şiî olmalarına karşın Osmanlıların kendileri gibi Sünnî oluşları da bu Kürt
güçlerinin İran yönetiminden çok Osmanlı yönetiminin yanında yer almalarında etkili olmuştur. Çaldıran Savaşı’ndan sonra başta Diyarbakır,
Mardin, Urfa, Rakka ve Musul gibi Kürtlerin yoğunlukta olduğu toprakların önemli bir kısmı Osmanlıların hâkimiyetine girdi. Bu süreçte Kürt
coğrafyasının çeşitli muhitlerinde 55 Kürt beyliği kuruldu. Yavuz Sultan
Selim ile yapılan antlaşmaya göre bu beylikler herhangi bir dış saldırıya
karşı Osmanlıların yanında savaşmak ve devlete belirli oranlarda vergi
vermek koşuluyla kendi iç işlerinde serbest olmalarına karar verildi. (Geniş bilgi için bkz. Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, s. 33-35; Doskî,
el-Medhal, s. 93-99). Çaldıran Savaşı’ndan önce de Kürt beylerinin bir
kısmı Osmanlıların, diğer bir kısmı İranlıların yanında yer almışlardı. Osmanlıları destekleyenlerin başında Lale Kasım ve Bitlis beylerinden Mîr
Şeref, İranlıları destekleyenlerin başında ise aynı zamanda Şah İsmail’in
kız kardeşi ile evli olan Hasankeyf beyi Melik Halil geliyordu.
Xanî’nin yaşadığı XVII. yüzyıl, Kürt toprakları üzerinde kavga eden İran ve
Osmanlı devletleri arasındaki mücadelelerin kızışmaya devam ettiği bir yüzyıl
olmuştur. Bu devletler birbirberine karşıki saldırılarında Kürt topraklarını ve
beyliklerini bir köprü olarak kullanmışlardır. Doğal olarak bu savaşlarda en
büyük zararı Kürtler görmüşlerdir. Xanî “Mem û Zîn”in ilgili bazı beyitlerinde
bundan duyduğu hoşnutsuzluğu şöyle dile getirmektedir:
5/33 Ev Rom û ‘Ecem bi wan hesar in
Kurmanci hemî li çar kenar in
Şu Romlar ve Farslar Kürtleri kuşatmışlar
Kürtlerin tamamı dört parçaya ayrılmışlar
5/34
Herdu terefan qebîlê Kurmanc
Bo tîrê qeda kirîne amanc
Bu iki cephe Kürtlerin karşısına geçmiş
Onları imha etme oklarına hedef etmiş
5/35
Goya ku li ser heddan kilîd in
Her taîfe seddek in sedîd in
Kürtler sınırların üzerinde sanki kilittir
Kürt Aşiretleri orada sağlam birer settir
25
5/36
Ev qulzumê Rom û behrê Tacîk
Gava ku dikin xurûc û tehrîk
Bir denizi andıran şu Rom ve Acemler
Ne zaman ortaya çıkıp hareket etseler:
5/37
Kurmanc dibin bi xwûnê mulettex
Wan jêk ve dikin mîsalê berzex
Kürtler her seferinde kana bulanıyorlar
Berzah misali birbirlerinden ayırıyorlar
Bilindiği gibi Yavuz Sultan Selim ile yapılan antlaşma fazla uzun ömürlü olmamış ve kurulan Kürt beylikleri değişik süreçlerde aşamalı olarak
tasfiye edilmiştir. Bu da Kürtlerde genelde, Xanî’de de özelde olumsuz bir
etki bırakmıştır. 1660 yılında, yani Xanî 9-10 yaşlarındayken Bitlis, Hakkari ve İmadiye Kürt beyliklerinin varlığına son verilmiştir. Jwaideh bu
konuda şu tespitlerde bulunmaktadır:
“Osmanlılarla Kürtler arasında Sultan I. Selim zamanında kurulmuş
olan dostane ilişkiler daha sonra bozulmaya başladı. 1650’den 1730’a kadar Diyarbakır-Van arasındaki özerk Kürt beyliklerinin çoğu Osmanlılar
tarafından ortadan kaldırıldı. Kürt beyliklerinin ortadan kaldırılma süreci
19. Yüzyılın ortalarına doğru tamamlandı”. (Jwaideh, a. g. e., s. 35).
Görüldüğü gibi Jwaideh’in birçok Kürt beyliğinin Osmanlılar tarafından ortadan kaldırıldığı tarih olarak verdiği 1650-1730 arası süreç Ehmedê
Xanî’nin bu olaya şahit olduğu bir süreç sayılmaktadır.
26
2. ESERLERİ
X
anî’ye ait oldukları kesin olan ve günümüze ulaşan dört eseri bulunmaktadır. Bunlar Nûbehara Biçûkan, ‘Eqîdeya Îmanê, Şiir
Dîvanı ve Mem û Zîn’dir.
2. 1. Nûbehara Biçûkan
Yazarın 1683 yılında yazdığı ve “Küçüklerin İlkbaharı” şeklinde Türkçeye çevirebileceğimiz bu eser Arapça-Kürtçe manzum bir sözlüktür. Ezber
ağırlıklı bir eğitim sisteminin hâkim olduğu medreselerde ezberi kolaylaştırmak için bu eser manzum olarak hazırlanmıştır. Sözlük yaklaşık 220 beyitten oluşmakta ve 1000’den fazla Arapça kelime ve terimler ile bunların
Kürtçe karşılıklarını içermektedir. 13 bölüm hâlinde hazırlanan bu sözlük
manzum olarak hazırlandığı için kelimeler alfabetik sıraya göre değil, vezin
ve kafiyenin gerektirdiği duruma göre sıralanmıştır. Bu bağlamda kelimeler Arapça-Kürtçe olarak sıralandığı gibi, Kürtçe-Arapça olarak da sıralanmıştır. Bu bakımdan sözlük hem Arapça-Kürtçe, hem de Kürtçe-Arapça
sayılmaktadır. Şair bu sözlüğünü Ferişteoğlu olarak tanınan Abdullatif b.
Melek tarafından 1392 yılında hazırlanan ve Osmanlı medreselerinde ders
kitabı olarak okutulan “Lugat-ı Ferişteoğlu” adlı Arapça-Türkçe manzum
sözlüğü ile Şahidî Dede tarafından 1515 yılında yine manzum olarak hazırlanan “Tuhfe-i Şâhidî” adlı Farsça-Türkçe sözlüklere alternatif olarak
hazırlamıştır. Böylece Osmanlı medreselerine gitmeyen veya gidemeyen
özellikle kırsal kesimlerde yaşayan Kürt çocuklarının gittikleri Kürt medreselerinde bu sözlüğün ders kitabı olarak okutulmasını istemiştir. Bu sözlük birçok açıdan bir “ilk” sayılmaktadır. Örneğin:
-Kürtçe'nin bilinen ilk sözlüğüdür
-Kürtçe'nin bilinen ilk iki dilli sözlüğüdür
-Kürtçe'nin bilinen ilk manzûm sözlüğüdür
-Kürt dilinde çocukların eğitimi için hazırlanan ilk eserdir
27
-Kürt aruz bilgisinin yer aldığı ilk eserdir
-Kürt dili tarihinde anadille eğitim amacıyla hazırlanmış ilk eserdir
Xanî bu sözlüğün girişinde onu Kürt çocuklarının eğitimi için hazırladığına şu beyitle dikkat çekmektedir:
Ne jibo sahibrewacan
Belkî jibo biçûkêd Kurmancan
Bu eser seçkin kişiler için değildir
Belki küçük Kürt çocukları içindir
2. 1. 1. Şekil Açısından
Ezberin bir öğrenme yöntemi olarak benimsendiği medrese eğitim sisteminde ezberi kolaylaştırmak için başvurulan yollardan bir tanesi de ilgili
ilimlere ait konuların “didaktik şiir” tarzında kitaplaştırılması olmuştur.
Bunan dolayıdır ki şiir kabiliyeti olan diğer âlimler gibi Xanî de bu yola
başvurmuştur. Bu eser bir önsöz ve “kıta” adı verilen 13 bölümden oluşmaktadır. Xanî bu eserin her kıtasını çocukları çalışmaya, iyiye ve güzele
sevkeden ve onları bu değerlerin zıddı olan şeylerden sakındıran bir vecize
ile başlatmıştır. Kıtalara göre bu vecizeler şunlardır:
Kıta Vecizesi
1
Heta tu dewr û dersan nekî tekrar û mesrûf
Li dinyayê tu nabî ne meşhûr û ne me’rûf
Tekrarlayıp ezberlemeden metin ve dersleri
Dünyada olamazsın ne tanınan ne ünlü biri
2
Perde ku rabitin ji ber ‘aridê dilistan e xweş
Dil ji xeman ku bête der bilbilê gulistan e xweş
Perde kalksa yarin yüzünden,
hoş bir gönül bahçesine konar gönül
Böylece gamdan sıyrılan gönül
hoş bir gül bahçesinde olur bülbül
28
3
‘Arifê ku bi qencî me’rûfi bit
Dê helîm û sabir û mewqûfi bit
İyilikle tanınıp öyle meşhur olmuş bilge biri
Hoşgörülü, sabırlı ve hakka teslim olmalı
4
Ger dê te meqsûdek hebî lazim divê lêbî bilez
Xasma te me’bûdek hebî daîm di emrê wî bibez
Bir maksadın olursa onu elde etmek için çabuk davranmalısın
Özellikle bir mabûdun varsa sürekli onun emrine koş(malısın)
5
Her çi bi ‘îlmê cehl kir mubeddel
Sifrê xwe wî kir bi zêr mukellel
Her kim cehaleti ilimle değiştirmiş
O artık bakırını altın ile değiştirmiş
6
Ey ku kîbrê daîm kiriye jibo xwe merkeb
Ewwel tu “bê” bike “yê” paşê bigîre merkeb
Ey kendisi için sürekli “kibr”i binek edinen
Önce “b”yi “y” yap sonra onu binek yap sen
7
Şeyx û sofîtî, keramet, ‘îlim, xwendin hem ‘emel
Xilwet e hucre, terîqeta te şerî’et bê xelel
Keramet, ilim, okuma ve amel bulunmalı şeyhlik ve sofulukta
Halvetgah uygun olmalıdır hücreye, tarikat da bozulmamış şerîata
8
Ger te divêtin bibî mîr û ser û mu’teber
Kîzb û xîlafê mebêj, ger te bikin ker bi ker
Eğer olmak istiyorsan bey, başkan ve muteber
Yalan söyleme, isterse seni parça parça etseler
9
Herçî ku ji dinyayê berîdaşte damen bû
Bê şubhe di nîv ‘amê evraşîte gerden bû
Her kim minnetsiz olarak dünyadan el çekmiş
Şüphesiz halk arasında boynu (başı) yükselmiş
10
Ger te divêtin ku beraber nebitin kes bi te ra
‘Îlim bixwûn hem ‘emelî tu bike sin’et ji xwe ra
29
Eğer istemiyorsan seninle boy ölçüşecek kimseyi
Hem ilim oku hem meslek edin onunla amel etmeyi
11
Herçî kesê ‘îlmekî qenc xwendiye
Dewlet e ger wî bi esil zaniye
Kim yararlı olan bir ilim tahsil etmişse
Bir devlettir bu, eğer köklü öğrenmişse
12
Di fesla nûbeharê da digel dîlber biçin geştê
Ji ew xweştir ‘umur nabit li min ew hal qewî xweş tê
İlkbahar mevsiminde sevgiliyile beraber gitseler seyrana
Ondan iyi bir ömür olmaz, bu durum çok hoş gelir bana
13
Mu’ellim bila dil wekî ber bitin
Divêtin ku şagirti dilber bitin
Varsın kalbi taş gibi olsa da öğretmen/öğretici
Yine de ona karşı gönül alıcı olmalıdır öğrenci
Xanî bu eserde arûzun tolam 19 “bahir”inden Kürt şiirine en uygun 7
tanesini kullanmıştır ki bu bahirler şunlardır: Hezec, recez, remel, mudri’,
besît, serî’, mutekarib. Kıtalara göre tef’ileleriyle birlikte bu bahirler aşağıda gösterilmiştir:
KıtaBahir
1 hezec
2 recez
3 remel
4 recez
5 recez
6 mudari’
7 remel
8 besît
9 hezec
10 recez
11 serî’
12 hezec
13 muteqarib
30
Tef’ilesi
mefaîlun, feûlun, mefaîlun, feûlun
mufteilun, mefailun, mufteilun, mefailun
failatun, failatun, failat
mustefilun, mustefilun, mustefilun, mustefilun
mustefilatun, mustefilatun
mefûlu, failatun, mefûlu, failatun
failatun, failatun, failatun, failatun
mufteilun, failun, mufteilun, failun
mefûlu, mefaîlun, mefûlu, mefaîlun
mufteilun, mufteilun, mufteilun, mufteilun,
mufteilun, mufteilun, failun
mufteilun, mefailun, mefailun, mefailun,
feûlun, feûlun, feûlun, feûl
Bu bahirlerden Kürt şiirine en uygun olanı “recez”dir. Ondan sonra sırayla hezec, remel, mudari’, besît, serî’ ve muteqarib gelir.
Eserin girişi ile birinci ve son bölümler “mesnevî” tarzında (aa-bbcc-…); diğer kısımlar “gazel” tarzında (aa-ba-ca-…) kafiyelenmiştir.
2. 1. 2. İçerik Açısından
Bu eser dikkatle incelediğimizde içerdiği konuların gelişigüzel değil;
yakından uzağa, kolaydan zora ve bilinenden bilinmeyene gibi pedagojik
bir formasyonla hazırlandığını rahatlıkla görebiliriz. Eserin İçeriğini oluşturan bazı konularla ilgili bazı örnekler vermek istiyoruz (tırnak içinde verilen kelimeler Kürtçe'dir):
Aile fertleri
zewc û recul çi? “mêr”, û “jin”: mer’et û zewcet û nîsa
Walid “bab” û walîde “da”, şeqîq û ex her du “bira”
Îbni “kur” e, binti “keç” e, sîhri “xezûr” e, “mam”i ‘em
‘Emmet “met” e, ‘îmamet “şaş”, ceddet çi ye? Xwe “pîreda”
Vücut organları Menkib û ketf her du “mil”, bal û demîr û qelbi “dil”
Cebhe “enî”, femi “dev” e, lîhye “rih” e, “xeber” neba
Rîcl “pê”, rukbe “ejn”, betni “zik”
Sedri “sing” e, cîdi “ustû”, ‘eyni “çav”
Fexzi “ran” e, dirs “didan” e, şefe “lêv”
Zehri “pişt” e, surre “navik”, cewfi “nav”
Kebdi “cerg” e, kulye “gurçik”, kudne “bez”
“Rovî” ne em’a, meraret hem “zirav”
Fizyonomi
Ekhel “mirovê çavbikil”, eşhel “mirovê çavbelek”
Eşqer “mirovê çavhişîn”, rengê “genimgûn” esmer e
Emred “ruwal”, ‘efre “bimû”, eqre’ “keçel”, emles “hulû”
Esxer “biçûk”, ekber “mezin”, seyyîd “hulahul”, “mîr” ser e
31
Flora Hinte “genim”, şe’îr “ceh”, sulti “şilêl”, kermi “rez” e
“Xurme” ruteb, ‘înem “tirî”, bî’ “bifroş”, semen “buha”
Rumman “hinar” e, culnar “gulnar” e, tîni “hijîr” e
Qissa “xiyar” e, dewfes “pîvaz” e, sûmi “sîr” e
Fauna
Sewr û hîmar, “ga” û “ker”
Şati “pez” e, de’n “mih”, me’z “bizin”, hecme “ker”
Hicri “mihîn” hem ‘eqîle, muhri “kurî”, “hesp” e hîsan
‘Îcl û hemel “golik” û “berx”, cedy û ‘enaq her du ne “kar”
Zî’b û xurab her du çi ne? “gurg û “qîr”
Qeswere û deyxem û dilhasi “şêr”
Temel sayılar Wahid û îsnan çi ne? “yek” û “do”;
“Sê” ne selas, erbe’ “çar” in ‘eyan
Xemse û sîtte çi ne? Ew “pênc” û “şeş”
“Heft” in û “heşt” in ewe seb’ û seman
Tîs’ û ‘eşer her du “neh” û “deh” temam;
“Sed” mîet û elfi “hezar” ey cuwan
Hava Durumu/Zill û tubbe’ fey’i “sîh” in, şemsi “tav”
İklim
“Deşt”i beyda, meşyi “çûn” e, xetwe “gav”
Nari “agir”, herri “germî”, berdi “sar”
Selci “berf” e, ma û selsel her du “av”
Wabil û wesmî û mîdrar û meter
Tell û xeys û rîhme “baran”, sad “xwunav”
Dört mevsim “Zivistan” şîta ye û “havîn” e seyf
“Behar” e rebî’ û “payîz” e xureyf
32
2. 2. ‘Eqîdeya Îmanê
İnanılması zorunlu olan ilkeler, bu ilkelerden bahseden ilim, inanç
doktrini ve bu doktrinden bahseden risale olmak üzere dört anlama gelen ‘eqîde teriminden burada dördüncüsü kast edilmektedir. Dolayısıyla
‘Eqîdeya Îmanê ismini “İnanç Risalesi” şeklinde çevirebiliriz.
Xanî’nin bu eseri İslamî literatürde “akaid” olarak adlandırılan ilim
dalı kapsamına girmektedir. Akaid, İslâm dininin inanç esasları olan Allah
inancı, melek inancı, kitap inancı, peygamber inancı, ahret inancı ve kader
inancını konu edinen bir ilimdir.
Xanî bu eseri “Nûbehara Biçûkan”dan 4 yıl sonra 1687 yılında yazmıştır. Nüshaların farklılığına göre 70-73 beyitten oluşan eser her beytin
kendi içerisinde kafiyeli olduğu (aa-bb-cc-…) “mesnevî” tarzında hazırlanmıştır. Şarimiz bu eserini “mutekarib” bahrine göre yazmıştır. Muhtelif alt kalıpları olan bu bahrin temel kalıbı “fe’ûlun, fe’ûlun, fe’ûlun,
fe’ûlun”dür. Mela Xelîlê Sêrtî “Nehcu’l-enam”, Şêx ‘Ebdurrehmanê Aqtepî
de “Rewdetu’ne’îm” adlı eserinde bu kalıbı kullanmışlardır.
Xanî “Nûbehara Biçûkan” gibi bu eserini de medreselrde okutulan ders
kitapları arasına katmak amacıyla yazmıştır. Böylece Nûbehar ile kendi
anadillerinin kelime ve terimleri ile tanışan Kürt çocuklarının “Eqîdeya
Îmanê” ile de temel akaid bilgilerini yine kendi anadilleri ile öğrenmeleri
amaçlanmıştır.
‘Eqîdeya Îmanê’yi önemli kılan üç büyük özellik göze çarpmaktadır:
1) Dinî bir ilim sahasında yazılmış ilk Kürtçe eserdir. Böylece Xanî
Nûbehara Biçûkan ile dilin dili yaptığı Kürtçeyi Eqîdeya Îmanê” ile dinin
dili yapmıştır.
2) Nûbehara Biçûkan gibi bu eser de Kürt medreselerinde ders kitabı
olarak okutulmuş ve baştan sona talebelere ezberletilmiştir.
3) Kendisinden sonra yazılan manzûm dinî eserlere bir örnek teşkil etmiş, şekil ve içerik açısından nümûne olarak kabul edilmiştir.
Diğer akaid kitaplarında olduğu gibi Xanî’nin bu eserindeki inançla ilgili meseleleri üç kategoriye ayırmak mümkündür. Bunlar “ilahiyyat” (Allah ile ilgili meseleler), “nubuvvat” (peygamberlik ile ilgili meseleler) ve
“sem’iyyat” (işitme yoluyla varlıkları kabul edilen metafizik olgular ile ilgili
meseleler) kategorileridir.
33
1)İlahiyyat kategorisi: Tevhîd (Allah’ın birliği ve benzersizliği), imanamel ilişkisi, taklîdî iman, Allah’ın sıfatları, Allah ve teşbîh (antropomorfizm), Tenasuh ve hulûl (reenkarnasyon ve enkarnasyon), Atom ve heyûla,
kader ve insan özgürlüğü, büyük günah işleyenin konumu ve tevbe bu
kategorinin başlıca meseleleridir. Şimdi ‘Eqîdeya Îmanê’den bunlara bazı
örnekler verelim.
Tevhîd
Xwedê yek e bê hevrê û bê heval
Ne me’zûlî ye ne mirin ne zewal
Allah birdir, yoldaşı ve arkadaşı yoktur
Ne ilahlıktan azledilir ne ölür, ne yek olur
İman-amel ilişkisi
Muwafiq nebit qewl û niyyet ‘emel
Li ba me dibîtin di îman xelel
Uygunluk yoksa söz, niyet ve amel arasında
Bize göre zarar meydana gelir imanın yapısında
Taklîdî iman
Mirovê nezan bit û nadan û sist
Dibîtin bi teqlîdê îman durist
Bilgisiz, cahil ve tenbel bir insan
Geçerlidir taklit ile edeceği iman
Allah’ın sıfatları
Sîfatê di seb’e jibo Zu’l-Celal
Bizan heft in ey ‘arifê purkemal
Yüce Allah’ın yedi sübûtî sıfatı vardır
Üstün bilge! Bil ki bu sıfatlar şunlardır
Xweşî, Şîn û Zanîn û Vîn û Kelam
Bihîstin digel Dîtinê bûn temam
Dirilik, Güç, Bilmek, Dilemek, Kelam
İşitmek ve Görmekle beraber oldu tamam
Xanî’nin bu beyitte dikkat çeken önemli bir yanı vardır ki o da Allah’ın
şimdiye kadar Farsçalaştırılmamış ve Türkçeleştirilmemiş sübûtî sıfatlarını Arapça orijinal şekilleriyle aktarmayıp onları Kürtçeleştirmesidir. Nitekim Xanî Türk ve Fars literatürlerinde dirilik anlamında kullanılan Arapça
Hayat yerine “Xweşî”; güç anlamındaki Kudret yerine “Şîn”, bilmek anla-
34
mındaki ‘Îlm yerine “Zanîn”, dilemek anlamına gelen İrade yerine “Vîn”,
işitmek anlamındaki Sem’ yerine “Bihîstin”, görmek anlamına gelen Basar
yerine de “Dîtin” terimlerini kullanmıştır.
Antropomorfizm
Jibo wî çu nîne cîhat û mekan
Ne manend û mîsl û ne hemta nîşan
Onun için yoktur ne yön ne mekân
Ne bir benzeri, ne bir eşi, ne nişan
Jibo wî çu nîne nezîr û şebîh
Kesê wesfi kit dê çi bêjit bedîh
Asla onun için yoktur ne eş ne benzer
Onu tarif edenler açıkça ne diyecekler!
Reenkarnasyon ve
Betal e tenasux, muhal e hulûl
Enkarnasyon fikri
Mekke îttîhada du tiştan qebûl
Tenasuh geçersiz, imkânsızdır hulûl
İki şeyin enkarnasyonunu etme kabul
Atom
Eger tiştekî pur mucezza bikî
Qebûl nakit êdî mucezza bikî
Çok küçük parçalara ayırırsan bir şeyi
Artık parçalanamaz hâle getirirsin o şeyi
Heyûla
Heyûla çu nîne ‘edîm e ‘edîm
Dinê kafir e ê bibêjit qedîm
Heyûla asla yoktur, yoktur, yoktur
“Dünya ezelîdir” diyenler kâfir olur
Kader ve hür irade
Bizan bende muxtarê fê’la xwe ye
Ne xaliq ne mecbûrê fê’la xwe ye
Bil ki kul ne yaparsa hür iradesiyle yapar
Yaptığını ne yaratır, ne onu zorlayan var
Büyük günah
Musulman bi qetl û zînaê çu car
Ne kafir dibe ne muxelled di nar
Müslüman adam öldürmekle ve zinayla
Ne kâfir olur ne de ebedî ateşte kalır asla
35
Tövbe gereği
Ji me’siyetan lazim e tewbe zû
Guneh nîne tewbe nebîtin li dû
Günahlardan çabuk tövbe etmek gerekir
Tövbesi olmayan hiçbir günah yoktur
2) Nubuvvat kategorisi: Peygamberlikle ilgili meselelerin ele alındığı
bu kategoriye giren olguların başında kadınların peygamber olup olmadıkları, Peygamberlerin günah işlemekten masum oluşları ve diğer bazı
meseleler gelmektedir. Örneğin Xanî peygamberlerin günah işlemekten
masum oluşları ve kadınların peygamber olamayacakları ile ilgili hükmü
aynı beyitte şöyle dile getirmiştir:
Ji ‘ezl û gunahan nebî bûn berî
Ji bo qismê jin nîne pêxemberî
Peygamberler azledilmekten ve günahtan masumdur
Kadın kısmı için peygamber olmak yoktur
3) Sem’iyyat kategorisi: Varlıkları gözle görülmeyen, ancak vahiy yoluyla
var oldukları işitilen metafizik olgular bu kategoriye girmektedir. Ahiret hayatı, Munker ve Nekîr adlı melekler tarafından yapılan kabir sorgusu, hesap,
mîzan (terazi), sırat köprüsü, cennet ve cehennem, şefaat, Allah’ın görülmesi,
melekler, cinler, şeytanlar bu kategride ele alınan temel meselelerdir.Şimdi
‘Eqîdeya Îmanê’den bu bağlamda bazı örnekler verelim.
Ahiret-Diriliş
Dê eczaê cismê fena bin ji bin
Ji bil ‘es’esê paşê mehşûrî bin
Kuyruk sokumu hariç, tüm beden parçaları çürüyecek
Daha sonra kuyruk sokumundan diriltilip haşredilecek
Kabir sorgusu
Di qebrê dibîtin ji xelqê mirî
Sûala Nekîr û digel Munkerî
Ölmüş olan kimselerden kabir içinde
Nekîr’in de sorusu olacak Munkerin de
Hesap
Yeqîn dê bibîtin di yewma qiyam
Hîsaba helalê, ‘ezaba heram
Kıyamet gününde kesinlikle şu yapılacak:
Helalin hesabı sorulacak, haram azap olacak
36
Mîzan (Terazi) Di heşrê terazî û mîzan heye
Xerabî û qencî û kêşan heye
Mahşerde hem terazi hem tartı vardır
İyilik ve kötülükler onunla tartılacaktır
Cennet-Cehennem Bihişt û cehennem hene vê demê
Fena nabin û naçine ‘edemê
Cennet ve cehennem şu anda da vardır
Ortadan kalkmayacak, yok olmayacaklardır
Şefaat
Şefa’et dikin enbiya ewliya
Bi îzna Xwedê bo kesê eşqiya
Allah’ın izniyle peygamberler ve veliler
Günahkâr kimseler için şefaat edecekler
Melek-Şeytan-Cin
Melaîk şeyatîn û cinnan wucûd
Heye da nekî bûyîna wan cuhûd
Melek, şeytan ve cin adı verilen varlıklar
Varlıklarını inkâr etme, mevcuttur onlar
2. 3. Dîwan
Xanî’nin değişik süreçlerde çeşitli münasebetlerle söylediği şiirlerinin
bir araya getirildiği “Dîwan”ı ile ilgili kronolojik süreç şöyle işlemiştir:
1) Xanî’nin sağlığında dîwan haline getirilemeyen şiirleri daha çok ilim
ve edebiyat çevrelerince birer ikişer elyazması olarak muhafaza edilmiştir.
2) İlk kez Mela Mehmûdê Bayezîdî (1799-1867) Xanî’nin 25 tane şiirini
yetmiş sayfalık bir divançede toplamış; dönemin Rus Erzurum Konsolosu
ve Bayezîdî’nin yakın dostu A. Jaba bu divançeyi Rusya’ya götürüp “Petersburg Genel Halk Kütüphanesi”nde koruma altına almıştır.
3) İsmaîl Badî 1996 yılında Xanî’nin 20 şiirini müstakil bir divançede
toplayıp çok sayıda elyazması nüsha ile karşılaştırdıktan sonra Duhok’ta
bastırmıştır.
37
4) Mesûd Kettanî 1998 yılında Xanî’nin şiirlerinden topladığı 7 tanesini
Duhok’ta yayımlamıştır.
5) Muhammed ‘Elî Qeredaxî topladığı 7 şiiri “Bûjandinewey Mêjûy
Zanayanî Kurd” adlı kitabının üçüncü cildinde kaydetmiştir.
6) Abdurrahman Durre 2002 yılında Xanî’nin 27 parçadan oluşan şiirlerini “Şerha Dîwana Ehmedê Xanî” adı altında yayımlamıştır.
7) Abdullah Varlî 2004 yılında “Dîwan û Gobîdeyê Ahmedê Xanî Yêd
Mayîn” adı altında yayımladığı Dîwan’da 109 şiir kaydetmiştir.
8) Tahsîn İbrahîm Doskî, Xanî’nin 29 şiirini toplamış, bunları kaydettiği çalımasına “Cevheru’l-me’anî fî şerhi Dîwani Ehmed el-Xanî” adını vermiş ve bu şiirleri Arapça şerhetmiştir. Bu çalışma 2005 yılında Duhok’ta
yayımlanmıştır.
Dîvan’da yer alan bazı nazım şekilleri:
Gazel
Kasîde
Kıta
Mulemma
Mustezad
Diğerleri
Dîvanda yer alan bazı konular:
Tasavvuf
Mistik ve metaforik aşk
Mistik ve metaforik şarap
Metaforik flora
Metaforik fauna
Sosyal, siyasal ve kültürel olgular
Divan’da geçen ilginç şiirlerden biri “mulemma” örneğidir. Bilindiği
gibi edebî bir terim olarak mulemma iki veya daha fazla dilli şiirlere denir. Her bendi dört dizeden oluşan beş bendlik aşağıdaki şiirde Xanî her
bendin ilk dizesini Arapça, ikinci dizesini Farsça, üçüncü dizesini Türkçe,
dördüncü dizesini de Kürtçe söylemiştir:
38
Fate ‘umrî fî hewake ya hebîbî kulle hal
Ah û nalim hemdemem şod der fîraqet mah û sal
Ger benim kanım dîlersen çokten olmîşdır helal
Mest û serxwoş im ji işqê min nema ‘eql û kemal
Ey sevgilim! Senin aşkın ile geçti ömrümden bütün anlar
Senin ayrılığınla geçen ay ve yıllarda yoldaşım oldu acılar
Eğer dileğin kanım ise o kan çoktan beridir sana olmuş helal
Aşk elinden serhoş ve mestim, kalmadı bende akıl ve kemal
Ente fikrî fî fuadî ente rûhî fî’l-cesed
Leşkerê xemhay-i to milkê dilim wîran kerd
Dade geldim işq elinden isterim senden meded
Van Tetaran kirne talan eql û dîn û milk û mal
Kalbimdeki düşünce sensin, tenimdeki ruhum sensin
Gam ordularınla gönül saltanatımı virane eyleyensin
Aşk elinden adalet istemeye geldim ki yardım edesin
Bu Tatarlar bırakmadılar bende akıl, mülk, mal ve din
Tale xemmî, zade hemmî, şa’e sirrî fî’l-mela
Teşne-i camê wîsal im çûn şehîdê Kerbela
Yoksa sen dîvane oldin nîce halın ey dila!
Yan ji nû ve ‘îşweyek da min hebîba çavxezal
Gamım uzadı, derdim arttı, sırrım toplum içinde yayıldı
Kerbela Şehidi gibi dudaklarım vuslat kadehine susadı
Yoksa divane mi oldun ey gönlüm, seni nasıl bir hâl sardı!
Yoksa o ahu gözlü sevgilim bana yine işveli mi davrandı?
Bîttu mehcûren hebîbî lesti minnî ‘alîmen
Murdem ez derd-i fîraqet xafil î ez hal-i men
Can û dilden erzi kıldım halimi canane ben
‘Erdêhala min tu xafil qet nepirsî ‘erdihal
Terk edilmiş durumdayım sevgilim! Hâlimi bilmiyorsun
Ayrılığının elinden öldüm, hâlimden habersiz duruyorsun
Canü gönülden hâlimi arz ettim sevgiliye ben
Arzuhalimden habersizsin, arz ettiğim hâli sormuyorsun
39
Hel lena mîn nî’meti’l-wesli hebîbî mîn nesîb?
Uftadem ber deret bîçare, sergerdan, xerîb
Derdimin çok olduğundan ona yoktur hîç tebîb
Ey tebîbê min! Dewayê derdê Xanî her wîsal
Bizim de bir payımız var mıdır kavuşma nimetinden?
Kapının yanında düştüm; çaresiz, şaşkın ve garip ben
Derdim o kadar büyük ki yok onun için tabip hepten
Ey tabibim! Xanî’nin dermanı vuslattır, kurtulmak için dertten
Divan’da geçen 29 beyitlik bir kasideden örnek olarak birkaç beyti aşağıda sunuyoruz. Âdeta dönemin bir panoramasını içeren bu kasidede dikkat çeken bazı hususlar şunlardır:
-İnciler gibi şiir dökülüyor dilimizden ama bunları pazarlayacak kimse
yoktur
-Dünya pazarını Türkler ve Farslar ele geçirmişler
-Kâfir devletler ülkemizi işgale gelmişler, hükümdarımız ise çöllerde av
peşinde dolaşıyor
-Müslümanların mağlup olmalarının nedeni yöneticilerinin iyi kimseler olmamasıdır
-Yöneticiler savurgan bir şekilde köşk ve saray yaparken, halkına bir
bahşiş bile vermezler
-Osmanlı-Fars savaşlarında Hakarililer İran Şahı’na yardım etmektedirler
-Halk zekâta ihtiyaç duyacak kadar fakir iken yöneticiler onları ağır
vergilere bağlamışlar.
Durdane ji dev da me dibarin dem û satan
Kes nîne bibet wan bifroşit li welatan
Dilimizden inci daneleri dökülüyor an ve saatlerde
Ama onları götürüp satan yok ki diğer ülkelerde
Qet gewherekî cewheriyek nîne buha ket
Bazarê cîhan maye bi van Tirk û Tatan
İncimize değer biçecek hiçbir kuyumcu yoktur
Dünya pazarları kalmıştır Türk ve Farsların elinde
Kuffarê bûm dem daye hîsarê me û xwundîkar
Hêj wê li şîkarê digerêtin li felatan
40
Kâfir devletler bizi kuşatmaya hazırlanmış ama
Sultanımız hâlâ av peşinde dolaşıyor çöllerde
Îslamê li cengê me jibo çi zebûn e?
Lewra ku kerem nîne humatê kelîmatan
Bu savaşta İslâm acaba neden mağlup oluyor?
Çünkü iyilik kalmamış söz sahibi yöneticilerde
Rû daye ‘îmaratê mulûkan bi îsraf
Mîrê pasîban nadete xelqê xwe xelatan
Hükümdarlar israfla köşk yapmaya yönelmişler
Bizi koruyan beyler bahşiş bile vermez kendi halkına
Xelqê me Hekarî weh dibêjin ku jibo Şah
Hîna seferan ew dişehînin edewatan
Dediklerine göre Hakarili insanlarımız İran Şahı’na
Silah yardımında bulunurlar savaş patlak verdiğinde
Mîri semeran wê dibirêtin ji feqîran
Ser wan mekes bûyine û muhtacê zekatan
Bakın işte mîrler kalkmış fakirlerden vergileri kesiyorlar
Onları vergiye bağlamışlar ama onlar zekâta muhtaç hâlde
Xwundikari li kuffari muzeffer bike dîsa!
Da Şah ji tirsan li ‘Umer det selewatan
Hükümdarımızı kâfirlere karşı muzaffer eyle Allahım!
Ki Şah artık Ömer’e salavatlar getirsin korku içerisinde
Naqûs û selîbê di ferengan çi rewa ne?
Ew bê bigirin cumle cihê bang û selatan
Hiç reva mıdır ki Avrupalıların çan ve haçları
Kullanılsın tüm bu ezan ve namazların yerinde?
Hindî diketin Xaniyê bêçare gunahan
Ya Reb, tu bedel wan binvîsî hesenatan!
Zavallı Xanî işlemektedir bunca günahları
Allahım! İyilikler yaz o günahların yerine
41
2. 4. Mem û Zîn
2. 4. 1. Adı ve Memê Alan İle İlişkisi
Xanî, Kürt realitesi de dahil olmak üzere sosyal, siyasal, dinsel, kültürel, felsefî ve tasavvufî düşüncelerinin bir bileşkesi olan 2656 beyitlik bu
eserini 1694 yılında tamamlamıştır. Bu eser adını 1393 yılında Cizre’de yaşanmış bir aşk hikâyesinin erkek kahramanı olan “Mem” ile onun sevgilisi
olan “Zîn” in isimlerinden almaktadır. Mem ve Zîn isimleri Xanî’den önceki devirlerde ‘Eliyê Herîrî (1530-1600) ve Melayê Cizîrî (1567-1640)’nin şiirlerinde de geçmektedir. Örneğin ‘Eliyê Herîrî sevgilisini övdüğü bir şiirin
aşağıdaki beytinde şunları söylemektedir:
Mem û Zîn her du yek tayê
Siya zulfê kirim tala
Mem ve Zîn ikilisi ancak bize eşdeğer
Beni talan etti sendeki o siyah zülüfler
Melayê Cizîrî de sevgilisine seslenirken Mem ve Zîn’e göndermede bulunduğu bir beyitte Ferhat ve Şîrîn isimleriyle beraber bu iki ismi de şöyle
anmaktadır:
Mûyek ez ji te nadim bi sed Zîn û Şîrînan
Çi dibit ger tu hesabkî min bi Ferhad û Memê
Bir kılını bile yüz Zîn ve Şîrîn’e değişmem
Ne olacak sanki beni saysan Ferhat ve Mem?
Aşağıdaki beyitten anlaşılacağı gibi Xanî derlediği Mem û Zîn’i iki kısma ayırmaktadır. Biri öteden beri Botan yöresinde anlatılagelen efsane
kısmı, öbürü daha önce bir aslı olmayıp içindeki duygu ve düşünceleri açığa vurmanın aracı olarak kendisinin tertiplediği kısımdır:
58/9
42
Hindek ji fesaneê di Bohtan
Hindek di behanehên di buhtan
Bir kısmı Botan’da anlatılan efsanelerdir
Bazıları fikrimin vesilesi asılsız şeylerdir
Bu beytin ikinci dizesinde geçen bahanenin sözlük anlamı “vesile”
(araç), buhtanın sözlük anlamı ise aslı olmayan şey demektir. Botan’da
anlatılagelen efsaneden maksat “Memê Alan”dır. Bu efsanen şekil ve içerik açısından kendi içerisinde birbirinden farklılıklar gösteren 12 varyant
hâlinde günüme kadar gelmiştir. Qanatê Kurdo bu 12 varyantı “Mem û
Zîn-Duwazde Variyant” adını verdiği bir çalışmada derlemiş ve bu çalışma
1996 yılında Roja Nû yayınları arasında çıkmıştır.
2. 4. 2. Mesnevî Tarzında Yazılışı
Xanî bu eserini her beyti kendi içerisinde kafiyeli (aa-bb-cc-…) bir nazım şekli olan klasik “mesnevi” tarzında yazmış, dolayısıyla bu tarza göre
her biri bazı alt kısımlardan oluşan şu üç temel kısma ayırmıştır:
2. 4. 2. 1. Giriş
Bu kısım “besmele”, “tevhîd”, “munacât”, “na’t”, “şefaat”, “mirac”, “eserin ithaf ı” ve “eserin yazılış nedeni” alt kısımlarından oluşmaktadır. İlerde
üzerinde duracağımız gibi şair Kürtlük olgusuyla ilgili temel görüşlerini
“eserin ithafı”, Kürt dili-iktidar ilişkisiyle ilgili görüşlerini de “eserin yazılış nedeni” alt kısımlarında yoğunlaştırmıştır.
Besmele
Allah’ın adıyla anlamına gelen Besmele, “Bismillahirrahmanirrahim”
(Rahmeti ve Şefkati Bol Olan Allah’ın Adıyla) cümlesinin kısaltılmış şeklidir. Mem û Zîn’in 36 beyitlik ilk bölümünde bu esere Allah’ın ismiyle
başlanmasının önemine ilişkin bazı beyitler şunlardır:
1/1
1/3
Sernameê name namê Ellah
Bê namê wî natemam e wellah
Kitabın başlangıcında Allah’ın adı anılır
Vallahi onun adı yoksa kitap eksik kalır
Namê te ye lewhê nameya işq
Îsmê te ye neqşê xameya işq
43
Senin ismindir aşk kitabının levhası
Senin ismindir aşk kaleminin nakşı
1/4
1/5
Bê neqşê te neqşê xame xam e
Bê namê te name natemam e
Nakşın olmazsa kalemin nakşı kalır ham
Adın olmazsa yazılan kitap olmaz tamam
Namê te ye “şahibeytê” meqsûd
Fihristê mukatebatê mehmûd
Senin adındır kasidelerin en güzel beyti
Senin adındır mukaddes yazıların fihristi
Xanî ilk beyitte iki olguya birden işaret etmektedir. Birincisi aynı zamanda mektup anlamına gelen “name” ismini “kitap” ismine tercih etmekle Hz. Süleyman’ın Seba kraliçesi Belkıs’a gönderdiği mektuba göndermede bulunmasıdır ki Kur’an’da belrtildiği gibi bu name Besmele ile
başlamıştır. İkincisi ise “onun ismi yoksa kitap eksiz kalır” dizesiyle Hz.
Peygamber’in şu hadisine işaret etmiştir: “Allah’ın adıyla başlanmayan
önemli her şey bereketten mahrum kalır”.
Munacat ve Tevhîd
Kelime anlamı fısıldamak olan munacat, edebî bir terim olarak
Allah’a yakarışı içeren şiir demektir. Eğer bu yakarış nesirde olursa buna
“tazarrunâme” adı verilir. Munacatlar mesnevînin giriş kısmının bir alt
bölümü olabildikleri gibi bağımsız bir edebî tür olarak müstakil şiirler
hâlinde de yazılabilmektedir. Sözlük anlamı birlemek olan tevhîd edebî
bir terim olarak Allah’ın birliğinden ve benzersizliğinden bahseden şiirlere
denir. Munacatlar gibi tevhîdler de hem mesnevîlerin bir alt kısmı hem de
bağımsız şiirler hâlinde yazılabilir.
Mesnevîlerde tevhîdler çoğu kez Besmele veya Munacat kısımları içinde yer almaktadır. Mem û Zîn’in munacata ayrılan 93 beyitlik 2. bölümde
tevhîd beyitleri de yer almaktadır. Munacat ve tevhîdlerde Allah’ın yaratıcılık gücüne bilhassa dikkat çekilmektedir. Bu beyitlerden bazılarını örnek
olarak aşağıda veriyoruz:
2/1
44
Ey şukrê te cewhera zebanî!
Wey zikrê te seyqela cenanî!
Ey Allahım! Senin şükrün dilin “elmas”ıdır
Ey Allahım! Senin zikrin kalbin “cila”sıdır
2/2
Ey wahidê bê şerîk û yekta!
Wey wahidê bê şerîk û hemta!
Ey hiçbir ortağı olmayan, biricik ve tek olan!
Ve ey bir olan, ne ortağı ne benzeri bulunan!
2/3
Ey Baqiyê bê zewal û daîm!
Ey Hadiyê bê fena yê qaîm!
Ey sonsuza dek var olup asla yok olmayan!
Ey hidayete erdiren, ölmeden hep var olan!
2/4
Ey Xaliqê erd û asîmanan!
Wey Faliqê cumle îns û canan!
Ey hem yeri hem de gökleri yoktan yaratan!
Ve ey tüm insanları ve cinleri ortaya çıkaran!
2/5
Mulk û melek û felek bi carek
Bîlcumle te çêkirin, tebarek
Hem Mülk ve melekleri hem felekleri birden
Sensin onları yaratan, ne çok büyüksün sen!
2/18
Nînin te tecezzu’ û temekkun
Emma tu di wan dikî tewettun
Ne parçalanan, ne belli bir yer işgal edensin
Ama tüm yaratıkları kendine vatan edinensin
2/19
Goya hemî cismek in tu can î
Goya hemî şehrek in tu xan î
Sanki hepsi bir bedendir sen onların canısın
Sanki hepsi bir şehirdir sen onların hanısın
2/57
Ya Reb tu bi heqqê Mustefa kî
Xanî bi xwe ra tu aşîna kî
Allahım! Muhammed Mustafa’nın hatırına
Xanî’yi de kıl seni tanıyan biri, sana aşina!
45
Na’t
Sözlük anlamı övmek ve nitelemek olan na’t, edebî bir terim olarak Hz.
Peygamber’i övmek amacıyla yazılan şiirlere denir. Mesnevîlerin bir alt
bölümü olan na’tlar olduğu gibi, bağımsız bir edebî tür olarak müstakil yazılan na’tlar da vardır. Na’tların konusu Hz. Muhammed’in peygamberliği,
mucizeleri, hicret olayı, dinini yaymada çektiği sıkıntılar ve maruz kaldığı
işkencelerdir. Na’tlarda tevhîd unsurlarına da sıkça yer verilmekte, ayrıca
Hz. Peygamber ile birlikte onun dört büyük halifesi de övülmektedir.
Mem û Zîn’in 68 beyitten oluşan 4. bölümü na’ta ayrılmıştır. Bu bölümün bazı beyitlerini aşağıda sunuyoruz:
46
3/12
Ewwel birqî ji husnê sermed
Nûrek bûye me’neya Muhemmed
İlk önce ebedî güzellikten bir nur parladı
Muhammed ondan yaratılıp anlamlandı
3/15
Bû eslê esîlê cumle nefsan
Nefsa su’eda û nefsê nehsan
Tüm ruhların varlıklarının ilk aslı o nurdur
O nur hem iyilerin hem kötülerin ruhudur
3/16
Hemyan ji wê dîtine teferru’
Hemyan bi wê girtine temettu’
Hepsi o nurdan yaratılıp meydana gelmiş
Ve hepsi o nurun sayesinde nimetlenmiş
3/17
Hêja ne zemîn ne ev sema bû
Ew serwerê cumle enbiya bû
Onun nuru varken ne yer ne de gök vardı
Daha o an tüm peygamberler için serdardı
3/22
Gava kete sûretê cîhanî
Pêxemberê axiru’z-zemanî
Ruhluktan çıkıp dünyevî şekle girdiğinde
Son Peygamber bedence şekillendiğinde
3/25
Fikrî ku cîhan cemî’i kufr e
Kêşa ji nubuwweta xwe sifre
Düşündü ki tam bir küfür içindedir dünya
Peygamberliğinden bir kitap koydu ortaya
3/26
Xelqê ku hebûn li rûyê erdan
Teklîfi kirin hemî bi merdan
Yeryüzündeki halklardan bütün kesimleri
O kitaba çağırdı etrafa göndererek yiğitleri
3/35
Îsayi dema dixwende Încîl
Behsa wî dikir bi wehy û tenzîl
İsa Peygamber “İncil”ini okuduğu zaman
Vahiy ve kitap olarak bahsediyordu ondan
3/36
Go:“Mujde didim Resûlê Emced”
Dê paşê min bê bi navê Ehmed”
Dedi ki: “Müjde! Büyük bir elçi gelecektir
O benden sonra gelecek ve ismi Ahmet’tir”
3/37
De’wa xwe dikir bi dest û ezman
Destê wî bi seyf û dev bi Qur’an
Davası için el ve dil ile mücadele ediyordu
Elinde kılıç, dilinde Kur’an bulunuyordu
3/42
Bê xeyme û baregah, eywan
Ewran vedidan li ser wî seywan
Onun ne obası ve dîvanı, ne çardağı vardı
Nereye gitse bulutlar üstüne gölge yapardı
3/43
Hindî ku ji pêş ve baxeber bû
Ew çende ji pişt ve babeser bû
Ne kadar önünde olup bitenleri biliyordu
O kadar da arkasındaki şeyleri görüyordu
3/44
Sih danediket ji wî li erdan
Vêkra dibihîst sed xeberdan
47
Onun gölgesi yerin üzerine düşmüyordu
Yüz ayrı konuşmayı bir anda duyuyordu
3/45
Goyende dibûn digel cemadat
Poyende dibûn digel nebatat
Cansızlar Peygamber ile sohpet ederlerdi
Bitkiler onun emri ile harekete geçerlerdi
3/46
Yek new’i nema ji cinsê heywan
Neyna bi nubuwweta wî îman
Canlı cinsine giren her ne kadar tür vardı
Onun elçiliğine inanmayan biri kalmadı
3/47
Îlla ku hinek ji îbnê Adem
Bûn derxurê ateşê cehennem
Ama Adem oğullarından bir takım kişiler
Cehennem ateşine girivermeyi hak ettiler
3/58
Bûbekr û Umer çi xweş qerîn in!
Osman û ‘Elî ‘eceb guzîn in!
Ne hoş iki arkadaş idi Ebûbekir ve Ömer!
Osman ile Ali ne kadar çok seçkin idiler!
Şefaat ve Mirac
Sözlük anlamı arabuluculuk yapmak olan şefaat edebî bir terim olarak
öbür dünyada bireylerin ve ümmetin bağışlanması için Hz. Peygamber’den
şefaat etmesini dilemeye ilişkin şiirlere denir. Bu şiirlerde şefaat beyitleriyle birlikte Hz. Peygamber’in büyüklüğü, miracı ve diğer mucizeleri de
önemli bir yer tutmaktadır. Mem û Zîn’in 28 beyitten oluşan 4. bölümü
şefaate tahsis edilmiştir. Bazı beyitleri şunlardır:
4/1
48
Ey wasîteê wucûdê kewneyn
Şayesteê qurbê “qabe qewseyn”
Ey her iki cihanın varlığının sebebi olan!
Ey iki yay arası kadar Allah’a yaklaşan!
4/2
Şahînşehê textegeh Medîne
Mu’cîz ji te ew qeder me dîne
Ey başkenti Medine olan Şahlar Şahı! Biz
Senden oldukça fazla mucize görebilmişiz
4/6
Hadir ji te ra “Bûraq” û “Refref”
Şatir bi te ra firişte ref ref
Hazır sana Bûrak ve Refref adlı binekler
Emrine amadedir saf saf olmuş melekler
4/27
Fîlcumle me cumle xas û ‘aman
‘Asî û şeqî û natemaman
Kısaca hem seçkini hem sıradanıyla hepimizi
Günahkâr, isyankâr ve noksanlar olarak bizi
4/28 Têkra bi şefa’eta xwe xas ke
Vêkra me ji agirî xilas ke
Şefaatine özgü kıl kim olursa olsun hepimizi
Cehennem ateşinden muhafaza et cümlemizi
Eserin İthafı
Mesnevîlerin bu kısmında mesnevî yazarı mesenevîsini kime hediye ettiğini söyler ve onu sanat dolu ifadelerle över. Ama Mem û Zîn’de bu bölüm için
seçilen başlığın öbür mesnevîlerin başlıklarından farklıdır ve bu da oldukça
dikkat çekicidir. Zira bu bölümde eserin ithaf edildiği bir kişinin adı geçmiyor. Belirli bir kişiyi övmek yerine Kürtlerin övüldüğü bu bölüm için şu başlık
tercih edilmiştir ki bu başlık 46 beyitlik 5. bölümün başlığıdır:
Îş’ara medîheta tewaifê di Kurdan e
bi şeca’et û xîretê
îzhara bedbextî û bêtali’iya wan e
digel hinde semahet û hemiyyetê
(Cesur ve gayretli Kürt topluluklarını açıkça övme
bunca cömertliklerine ve milli onurlarına rağmen
bu toplulukların ne kadar bahtsız olduklarını ve
şanssız yaşadıklarını açık bir şekilde dile getirme)
49
Bu başlıktan da anlaşılacağı gibi Xanî bu eserini ithaf etmeye ve bu bağlamda övülmeye layık birini göremiyor; dolayısıyla eserini bütün Kürtlere
ithaf ettiği anlaşılıyor ki bize göre bu da klasik mesnevîlerde rastlanmayan
Xanî’ye özgü bir tarzdır ve onun kavim sevgisinden kaynaklanmaktadır. Mem
û Zîn’de Kürtlerle ilgili önemli sosyolojik ve antropolojik tespitlerin de yer
aldığı bu bölümde Kürtleri övmeye ilişkin beyitlerden bazıları şunlardır:
50
5/31
Her mîrekî wan bi bezlê Hatem
Her mêrekî wan bi rezmê Rustem
Her bir beyleri cömertlikte bir Hatem’dir
Yiğitlerinin her biri savaşta Rustem’dir
5/38
Cuwamêrî û hîmmet û sexawet
Mêrînî û xîret û celadet
Hem mertlik, hem gayret ve cömertlik
Hem erkeklik, hem hamiyet ve yiğitlik:
5/39
Ew xetm e jibo qebîlê ekrad
Wan dane bi şîrê hîmmetê dad
Kürt kabilelerinin mührüdür tüm bunlar
Onlar gayret kılıcıyla adaleti sağlamışlar
5/40
Hindî ji şeca’etê xeyûr in
Ew çend ji minnetê nefûr in
Kürtler cesarette ne kadar gayretli iseler
Minnet çekmekten o denli nefret ederler
5/41
Ev xîret û ev uluwwê hîmmet
Bû mani’ê hemlê barê minnet
Onlardaki bu himmet ve bu yüksek onur
Minnet yüklerini çekmeye engel olmuştur
5/42
Lew pêkve hemîşe bêtifaq in
Daîm bi temerrud û şîqaq in
Bunun için hiçbir zaman ittifak etmezler
Sürekli birbirlerine diklenip isyan ederler
Eserin Kürtçe Yazılış Nedeni
Mem û Zîn’de bu bölüm için “sebebê nezma kitêbê bi vî ezmanî” (kitabın bu dille yazılmasının nedeni) başlığı kullanılmıştır. Bu başlığın kullanıldığı bölüm 6. bölüm olup 51 beyitten oluşmaktadır.
Xanî içinde bulunduğu muhit ve yüklendiği müderrislik ve kâtiplik görevleri çerçevesinde dört dil bilmekteydi ve kendileriyle şiir nazmedebilecek kadar bu dört dile de hâkimdi. Bu diller kendi anadili Kürtçe, Kur’an
dili olan Arapça, edebiyat dili olan Farsça ve resmî dil olan Osmanlıca
Türkçesidir. Ancak Mem û Zîn’de geçen şu beyitten anlaşılacağı gibi duru
şarap gibi geçerli olan diğer üç dili bir tarafa bırakarak eserini tortuya benzettiği anadili ile yazmayı tercih etmiştir:
6/4
Safî şemirand vexwarî durdî
Manendê durrê lîsanê Kurdî
Saf şarabı bir yana bırakarak tortuyu içti
İnci gibi dizmek için Kürt dilini tercih etti
Şairimiz bu eseri Kürtçe yazmasının nedenini “sebebê nezma kitêbê bi
vî ezmanî” (kitabın manzûm olarak bu dille yazılmasının sebebi) başlığını
taşıyan 6. bölümde şöye dile getirir:
6/5
Înaye nîzam û întîzamê
Kêşaye cefa ji boy ‘ amê
Bu dili düzene koyup ona çekidüzen verdi
Umum halkı için bu yolda eziyetler çekti
6/6
Da xelqi nebêjitin ku “Ekrad
Bê me’rîfet in, bi esl û bunyad
Bunu yaptı ki eloğlu demesin “zaten Kürtler
Köken ve yapıları itibariyle kültürsüzdürler
6/7
Enwa’ê milel xwudankitêb in
Kurmanci tenê di bêhesêb in”
Türlü türlü milletler kitap sahibi olmuşlar
Yalnız Kürtler bu konuda paysız kalmışlar”
6/8
Hem ehlê nezer nebên ku “Kurmanc
Işqê nekirin ji bo xwe amanc
51
Hem kendileri ilim irfan sahibi olan kişiler
Demesin “Kürtler aşkı amaç edinmemişler
6/9
Têkda ne di talib in ne metlûb
Vêkra ne muhibb in ew ne mehbûb
Onlar tamamıyla ne âşık ne de maşukturlar
Birbirlerine karşı ne seven ne sevilen olurlar
6/10
Bêbehre ne ew ji ışiqbazî
Farix ji heqîqî û mecazî
"Aşkı istemekten yana Kürtlerin payı yoktur
Kalpleri hakikî ve mecazî aşktan da boştur"
Xanî’nin bu beyitlerinden onun zamanında bazı kesim veya kimselerin
Kürtleri kendi dilleriyle kitap yazamayacak kadar kültürsüz olmakla, dilleri yazıya elverişli olamayacak kadar niteliksiz olmakla ve Kürt halkını hem
hakikî hem de mecazî aşktan anlamamakla itham ettikleri ve Xanî’nin bu
ithamlar karşısında “işte size kitap, işte size aşk” dercesine bu kesimlere
cevap verdiği sonucunu çıkarabiliriz.
2. 4. 2. 2. Asıl Konu
Mem û Zîn’in asıl konusu Mem ve Zîn adlı kahramanlar arasında
Cizre’de bir Newroz gününde “mecazî” olarak başlayan ve daha sonraları
“ilâhî”leşip “hakîkî”leşen bir aşk hikâyesidir. Aşkları evlilikle sonuçlanıp
mecazî merhaleyi aşamayan Tacdîn ve Sitî de Mem ve Zîn’den sonra bu
hikâyenin en önemli kahramanları arasında yer almaktadır. Mem dîvan
kâtibinin oğlu, Tacdîn de dîvan vezirinin oğludur ve ikisi aynı zamanda
kan kardeşleridir. Hikâyenin önemli kahramanlarından biri de Cizre beyi
Zeyneddîn’dir. Mem’in sarayda yetişen sevgilisi Zîn ile Tacdîn’in sevgilisi Sitî bu beyin kızkardeşleridir. Hikâyenin diğer kahramanları şunlardır:
Beyin kötü adam rolündeki kapıcısı Bekir (Beko); Zîn ve Sitî’nin dadıları
olan Heyzebûn; Tacdîn’in fedakâr iki kardeşi Arif ve Çeko; Bekir’i ölümünden sonra cennette gören şeyh. Asıl konu da hazırlık bölümünden başlayarak sonuç bölümüne kadar kendi içerisinde birkaç bölüme ayrılmaktadır.
52
2. 4. 2. 3. Sonuç
Mesnevilerde sonuç kısmında “duâ”, “övünme”, “eserin adı” ve “eserin
yazılış tarihi” alt kısımları bulunmaktadır. Mem û Zîn’in sonuç kısmı 58
beyitten 60. bölümdür. Bu bölümün bazı beyitleri şunlardır:
60/11 Ey xame te jî gelek dirêj kir
Ev name bes e te pir qirêj kir
Yeter ey kalem! Sen artık çok uzattın
Yeter bu kitabı bu kadar çok karaladın!
60/20 Fehhaşî te kir ji rengê Xanî
Neqqaşî te kir mîsalê manî
Sen haddini aşmış oldun tıpkı Xanî gibi
Ressamlık yapmaya kalkıştın Manî gibi
60/22 Carek were ser terîqê tewbe
Hindî negihîştiye te newbe
Bir kez de olsa dönüp gir tövbe yoluna
Ölüm sırası henüz gelmemiş iken sana
60/44 Ya Reb! Tu dizanî Xaniyê jar
Teşbîhê xameya girîftar
Tanrım! Sen biliyorsun ki zavallı Xanî
Tutsak kalemin hâline benzer onun hâli
60/47 Amir tu yî ew bi emrê me’mûr
Me’mûr dibin hemîşe me’zûr
Emreden sensin, o emre uyan memurdur
Memur emredileni yaptığı için mazurdur
60/48 Ger dayiye wî te îxtiyarek
Ew jî wî sipare te bi carek
Her ne kadar özgür bir irade verdin ona
Fakat onu da tamamen havale etti sana
60/54 Xettê te ye serniwişt û sermeşq
Sih sal e xettê xetan dikit meşq
53
Kaderini yazan ve bozan senin hattındır
Otuz yıldır hataları o hatla yazmaktadır
60/55 Lewra ku dema ji xeybê fek bû
Tarîx hezar û şêst û yek bû
Zira ne zaman gizli âlemden çıkıp doğdu
Tarih “bin altmış bir” yılını gösteriyordu
60/56 Îsal gihişte çil û çaran
Wî pêşrewê gunahikaran
Bu yıl ise artık kırk dört yaşına girmiştir
O, günahkârların önderi haline gelmiştir
60/57 Vêk da ji menahiyan gelek mal
Yek pûli nehin ji husnê e’mal
Günahlardan bir hayli mal biriktirmiştir
Bir pul kadar bile iyi amel işlememiştir
60/58 Ewwel ku te da ji işqê metle’
Axir bide wî tu husnê meqte’
Başlangıçta verdin ona aşk ile başlayışı
Sonunda ver ona iyi bir şekilde kapanışı
2. 4. 3. Dil Yapısı
Xanî Mem û Zîn’de anadilinin yanında oranları farklı olmak üzere
Arapça, Farsça ve Türkçeden de yararlanmıştır. Bu yararlanmayı onun
Mem û Zîn’de geçen şu beytinden de anlayabiliriz:
58/8 Kurdî û ‘Erebî û Derî û Tazî
Terkîbi kirin bi hezl û bazî
Kürtçe, Arapça, Farsça ve Tazîceyi
Nazım ve kelime oyunuyla birleştirdi
Bu dört dilin Mem û Zîn’deki yaklaşık oranları şöyledir ki bu oranlar
her beyti ortalama 10 kelimeden oluşacak şekilde toplam 26560 kelime
üzerinden yapılmıştır:
54
Kürtçe
19601 kelime
Arapça
6015 kelime
Farsça
918 kelime
Türkçe
26 kelime
Mem û Zîn’in aşağıda kaydettiğimiz 2480. beytinden anlaşılacağı gibi
Xanî bu eserde Kürtçenin Kurmancî lehçesinin Bohtî, Mehmedî ve Silîvî
alt lehçelerini kullanmıştır. Bunun yanında az da olsa Soranî lehçesinden
de istifade etmiştir. Dolayısıyla Kürtçenin herhangi bir lehçe veya alt lehçe
taasubu gibi bir lükse girişmemiş, bilakis onları birleştirme ve yakınlaştırma gibi bilimsel bir yol izlemiştir:
58/10 Bohtî û Mehmedî û Silîvî
Hin le’l in hinik ji zêr û zîvî
Bohtî, Mehmedî ve Silîvî adlı ağızları
Bazısı inci, altın ve gümüştür bazıları
55
İKİNCİ BÖLÜM
TASAVVUF
1. XANÎ’NİN TARİKATI VE TASAVVUF ANLAYIŞI
T
asavvufta tarikatın gereğine inanan Kürt âlim ve mutasavvufların
büyük çoğunluğu “Nakşibendilik” tarikatına mensupturlar. Onların bu tarikatı benimsemelerinde etkili olan bazı faktörler vardır. İlim ve
medreseye önem vermesi, diğer tarikatlara göre bid’at ve hurafelere kapalı olması, radikalizme kaçmayan ılımlı bir vahdet-i vucûd anlayışını benimsemesi bu faktörlerin başında gelmektedir. Tarikatlar içinde Xanî’nin
Nakşibendiliği tercih ettiğini onun Divan’ında geçen şiirinden anlıyoruz ki
bu şiirin bazı beyitleri şöyledir:
Me dî neqşek ji neqşê Neqşibendan
Vebû qeydê di min yek bi yek ji zendan
Bir nakış gördük Nakşibendilerin nakışlarından
Kollarımın bağları çözüldü birbirinin ardından
Guşada dil ji bo min ra muyesser
Nebû bê suhbeta sûretlewendan
Kalbimin inşirah etmesi müyesser olmadı benim
O güzel yüzlü leventlerle sohbete nail olmadan
Li min kurt bû rêya Ke’beya wîsalê
Ji nûra tel’eta balabilindan
Vuslat kâbesine varmanın yolu bana kısaldı
O yüksek endamlıların yüzlerindeki nurdan
Rezîl û serxweş im Wallahî wa’iz!
Li min dayi’ meke van we’z û pendan
Vaiz! Vallahi küçük düşüp sarhoş olmuşum ben
Bana zaman kaybettirme, vazgeç öğüt ve vaazdan
59
Me sed hêvî heye dîsa ji seyyad
Me aza ket qeydê qeyd û bendan
Avcıdan yine yüz kez ümidimiz vardır bizim
Ki azat eylesin bizleri bu bağ ve prangalardan
Heçî pêlek di işqê da ‘emel kir
Dibîtin ‘aqîbet şadan û xendan
Her kim bir süre aşk için çaba sarf eder ise
Neticede olur mutlu ve yüzü gülen bir insan
Dilê Xanî egerçi genc û Xan e
Belê qet kes nego Xanî bi çendan!
Gerçi Xanî’nin gönlü bir hazine ve handır
Ama “Xanî bunlar kaça?” diye olmadı soran
Tasavvufta orta bir yol izleyen Xanî, ılımlı bir ”vahdet-i vucûd” ve “şuhûd”
fikrini benimsemiş; aşağıda belirtilen radikal fikirleri doğru bulmamıştır:
İnfisal (Ayrılma): Varlıkların fizikî olarak Allah’tan ayrılıp geldikleri fikri
İttisal (Birleşme): Varlıkların maddî olarak Allah ile birleşecekleri fikri
Tehlîl (Yerleşme, geçişme)): Bir varlığın bedenen veya ruhen Allah’ta yer
alması ya da Allah’ın bir varlıkta yer alması
Tehwîl (Dönüşme): Bir varlığın Allah’a ya da Allah’ın bir varlığa dönüşmesi.
Xanî bu radikal görüşleri benimsemediğini Mem û Zîn’in 50. bölümünün 70. beytinde şöyle dile getirmektedir:
50/70 Qet’a ne bi îttîsal û tehlîl
Mehza ne bi înfîsal û tehwîl
Bu asla değildi birleşme ve yerleşme
Değildi tam bir ayrılma ve dönüşme
Xanî vahdetulvucûd bağlamında bu konuda kendine özgü “tewettun”
ifadesini kullanmaktadır ki başka kaynaklarda rastlamadığımız bu kavramın anlamı “vatan edinmek”tir. Bu kavram Mem û Zîn’in aşağıdaki beytinde geçmektedir:
60
2/18
Nînin te tecezzu’ û temekkun
Emma tu di wan dikî tewettun
Ne parçalanan, ne belli bir yer işgal edensin
Ama tüm yaratıkları kendine vatan edinensin
Yani Allah varlıkları kendine vatan edinmiş fakat bu olay Allah’ın bölünerek onlardan bir parça hâline gelmesi ya da onların kendisinden bir
parça hâline gelmesi şeklinde değildir. Xanî’nin tasavvuf literatürüne kazandırdığı bu “tewettun” (vatan edinme) terimi ayrıca bir araştırma konusu yapılmalıdır.
Xanî Mem û Zîn’in aşağıda sunacağımız 27. bölümünün 45. beytinde
mistiklerin kendi varlıklarını Allah’ın varlığında yok etmelerinden bahsederken fizikî bir varlığın Allah’ta fizikî anlamda yok olmasını değil, Allah’ın
varlığı karşısında kendi varlığını yok saymasını kast etmektedir:
Fanî bikitin ewê wucûdê
Baqî bibitin bi vê şuhûdê”
Kendi varlığını senin varlığında yok etsin
Sadece senin şu varlığını görüp ebedîleşsin
61
2. XANÎ’NİN BAHSETTİĞİ BAZI
TASAVVUFÎ TİPLER
2. 1. Şêx (Şeyh)
A
rapça bir kelime olan “şeyh” sözlükte yaşlı, kabile reisi, bilgin ve
önder anlamlarına gelmektedir. Tasavvufî bir terim olarak şeyh,
bir tekke veya zaviyede müritleri yetiştirip onlara rehberlik eden kişi demektir. Her yönüyle bir öğretmen görevini gören şeyhin ilim sahibi olması, fena makamını geçmiş olması ve çok iyi bir ahlakî yapıya sahip olması
gerekir. Xanî’nin böyle bir şeyhe bağlanmayı gerekli görüp görmediğini
anlamak için Mem û Zîn’e baktığımızda onun bunu gerekli gördüğünü anlıyoruz. Nitekim Mem û Zîn’in 52. bölümünün 6. beytinde Zîn’in dilinden
şunları söylemektedir:
Zanî ku nebû mirad hasil
Bê xelwetê xasê şeyxê kamil
Zîn muradına kavuşamayacağını bilirdi
Olmazsa eğer kâmil bir şeyh ile halveti
2. 2. Murşîd
Sözlükte yol gösteren, uyaran ve irşad eden anlamlarına gelen mürşid,
tasavvufî bir terim olarak herhangi bir tarikata göre müritlere doğru yolu
gösteren kişi demektir. Tasavvuf erbabı arasında meşhur olan “mürşidi
olmayanın mürşidi şeytandır” sözü mürşidin ne kadar önemsendiği ve gerekli görüldüğü noktasında dikkat çekicidir. Allah’ın çizdiği ahlâk ile ahlaklanmak ve en az fena makamını aşmak bir mürşit için olmazsa olmaz
iki şarttır.
63
Mem û Zîn’de mürşid teriminin yer aldığı 58. bölümün 28. beyti ile 52.
bölümün 26. beytini aşağıda sunuyoruz ki bu iki beyitte mürşidin önemine
dikkat çekilmektedir:
Ew cahil û ummî û sefîl in
Bê murşid û rehber û delîl in
Cahildirler, okur -yazar değil, sefildirler
Mürşitsiz, kılavuzsuz ve rehbersizdirler
Wî murşidî qenc li wan nezer kir
Qelbê wî di qelbê wan eser kir
O mürşit tutuklu arkadaşlarına iyi baktı
Gönlü onların gönüllerinde etki bıraktı
2. 3. Pîr
Sözlükte yaşlı/ihtiyar anlamına gelen pîr, tasavvufî terim olarak bir tarikatın ilk kurucusuna denir. Genellikle şeyh ve mürşid anlamında kullanılmaktadır. Pîr ve özelliklerine Mem û Zîn’in aşağıda sunduğumuz 57.
bölümünün 2-7 arası beyitlerinde şöyle işaret edilmektedir:
Go: Pîrekî mihirdarê aşiq
Qewlê wî ji rengê subhê sadiq
Dedi ki: Şefkatli ve aşkı bilen bir pîr vardı
Söylediği her şey gerçek şafak gibi çıkardı
Weqtê we ku ew dibû muraqib
Rûha wî dibû le cismê xalib
Tefekkür edip daldığı zaman iç âlemine
Ruhu galip geliyordu o sırada bedenine
Esrar dibûn li wî diyarî
Nêçîr dikir li ‘Erşê Barî
Sırlar sır olmaktan çıkıp ona ayan olurdu
Ve Allah’ın Arşında bile avlanabiliyordu
Xaib ku dibû ji ‘alema gil
Xalib ku dibû li ‘alema dil
64
Şu toprak âleminden çıkıp kaybolduğunda
Giderek gönüller âlemine galip olduğunda:
Qelbê wî ji sirrê Lewhê Mehfûz
Her lehze dibû bi keşif mehzûz
Onun kalbi Levh-i Mahfûz’un sırlarından
Keşif-keramet payı neyse alıyordu her an
Zahir ku dibûn ji wî keramat
Agah dikirin xwudan meqamat Kendisinden keramet meydana geldiğinde
Haberdar ederdi öbür makam sahiplerini de
2. 4. ‘Arif
Sözlük anlamı “bilen” olan ‘arif bir tasavvuf terimi olarak Allah’ı gerçek
yönüyle tanıyan kişi demektir. Âlim terimi gibi bu terimin de bilen anlamı
varsa da bu, âlimin bilgisinden farklı bir bilgidir. Çünkü âlimin bilgisi bir
çalışma ve tahsil sonucu oluşurken, ‘arifin bilgisi Allah katından (ledünî)
olarak verilmektedir. Bu bakımdan okur yazar olmayan cahil birine de Allah tarafından bu bilgi verilebilir.
Mem û Zîn’in aşağıda sunulan 57. bölümünün 21. beytinde “şêx” (şeyh)
kelimesi ile birlikte ‘”arif” kelimesi de geçmektedir. Bekir’i rüyasında veya
keşif yoluyla cennette gören bir şeyh ile Bekir arasında geçen bir diyalogtan alınan bu beyitte Bekir şeyhi olaylara sadece kısıtlı bir dünya gözüyle
baktığına, dolayısıyla olayların gerçek yüzünü bilecek bir ‘arif derecesine
çıkmadığına vurgu yapmaktadır ki Bekir’in bu sözlerinden her şeyhin ‘arif
olmadığını anlıyoruz:
Go: Şêx tu hêj nebûyî ‘arif
Emma di dinê tu bûyî waqif
Dedi ki: “Şeyh! Sen henüz ârif olmamışsın
Sadece dünyada olup bitenleri anlamışsın
2. 5. Murîd (Mürit)
Kelime anlamı dileyen, isteyen olan mürid tasavvufî bir terim olarak bir
şeyh ya da mürşidin yanında tasavvufî adaba uygun amel ederek yüksek
65
makamlara ulaşmak suretiyle Allah’a kavuşmayı isteyen kişidir. Bir müridin yapması gereken en önemli şey şeyhine yaptıklarından dolayı itiraz
etmeyerek ona sadakatle bağlanmaktır.
Mem û Zîn’in 50. bölümünün 73. beytinde Mem ile olan mecâzi aşkları sonradan hakîkîleşen Zîn’in dilinden Mem’i şeyhlik makamına ulaşmış
biri olarak sunan Xanî, Zîn’i de onun müridi olarak şöyle sunmaktadır:
Şêxê we ku ez bi dil murîd im
Ew rûh û rewan ez qedîd im
O şeyh ki ben candan onun müridiyim
O ruh ve revandır, ben ise onun etiyim
2. 6. Salik/Salikê Terîq (Yolcu/Tarikat Yolcusu)
Sözlükte yolcu, yürüyen ve giden anlamlarına gelen salik tasavvufî bir terim olarak mâna olgunluğunu elde etmek için tasavvuf yoluna giren ve bu
yolda yürüyen kişi demektir. Derecesi müridin derecesinden yüksektir.
Mem û Zîn’in aşağıda sunduğumuz 28. bölümünün 5. beyti ile 59. bölümünün 56. beytinde olduğu gibi salik terimi bazen tek başına, bazen de
salikê terîq (tarikat yolcusu) tamlamasıyla kullanılır. Bu tamlamayla kullanıldığı ikinci beyitte daha önceki beyitlerde belirtilen bazı mistik merhalelerden geçmedikleri takdirde insanların gerçek tarikat yolcusu olamayacaklarına dikkat çekilmektedir:
Aşiq bi we wasilê cemal in
Salik bi we nailê celal in
Âşıklar ancak sizinle ulaşabilirler “cemal”e
Dervişler ancak sizinle kavuşabilir “celal”e
Ew nabite salikê terîqê
Wî nabine me’sera heqîqê
Kendisi tarikatın bir yolcusu olamaz
Onu hakikatın pres yerine götürmezler
66
2. 7. Sofî (Sofu, Sufi, Sofi)
Sofî kelimesinin etimolojisi hakkında farklı görüşler vardır. Yaygın görüşe göre yün anlamına gelen “sûf”tan türemiştir. Bu görüşe göre klasik
dönemlerde sûfîler yün elbise ya da hırka giydikleri için kendilerine bu
isim verilmiştir. Sofî kelimesinin Grekçede hikmet ve felsefe anlamına gelen “sophos”tan geldiğini savunan görüşler de vardır. Tasavvuf literatüründe sûfî, nefsî arzularından kurtulup Hakk’a ulaşma derecesine çıkan
kişidir ve derecesi müridin derecesinden yüksektir.
Mem û Zîn’in aşağıda sunulan 44. bölümünün 44. beytinde Zîn’in yüzündeki nura talip olduğunu söyleyen Mem, kendini manastırda oturan
bir sûfî olarak takdim etmektedir:
Sofî me û sewme’enişîn im
Xweş talibê nûrê rûyê Zîn im
Ben manastırlarda oturan bir sofîyim
Zîn’in yüzündeki nurun çok talibiyim
67
3. ÖNEMLİ BAZI TASAVVUFÎ KAVRAMLAR
3. 1. Keramet
V
elilerden meydana gelen olağanüstü hâllere keramet denir. Fizikî
doğa kanunlarıyla açıklanması zor olan buhâllere su üzerinde yürümek, uzun bir mesafeyi birkaç saniye içinde katetmek ve benzeri örnekler verilebilir. Mem û Zîn’in 50. bölümünün 2075-2081 arası beyitlerinde
Zîn’in anlattığı olağanüstü durumlar 2082. beyitte onun kerametleri olarak sunulmaktadır:
Hilgirtim û birme Tûrê Sîna
Bînende kirim digel xwe bîna
Beni yanına alıp Sina Dağı’na götürdü
Beni gören biri yaptı, gözüm onu gördü
Îname derê ji vê hîcabê
Ev zerre gîhande afîtabê
Beni bu maddî perdeden dışarı çıkardı
Bu zerreyi Güneş derecesine ulaştırdı
Hîna ku bi can min ev sefer kir
Ev can me ji canfiroşî qer kir
Ben bu yolculuğa ruhumla çıktığımda
Ruh satıcısı olup bu ruhu sattık o anda
Dîsan vegerim ji ba we reqqas
Murtadi bibim bi cenneta xas”
Yine yanınızdan raks edip geri döneyim
Özel cennetin içerisinde keyif süreyim”
69
Zînê ku numane wan keramat
Evçende menazil û meqamat
Zîn onlara bu kerametleri gösterdiğinde
Bunca derece ve makama yükseldiğinde
3. 2. Fena ve Beqa
Bu iki tasavvuf teriminden fenanın sözlük anlamı yok olmak, bekanınki
ise ebedi kalmaktır. Terim olarak fena kötü huy ve davranışları yok etmek,
beka ise bu kötü huy ve davranışlar yerine iyi olanlarla kalıcı hâle gelmektir. Fena, kulun kendi sıfat ve niteliklerinden sıyrılması iken, beka kulun
Allah’ın sıfat ve nitelikleriyle bezenmesidir. Fena, kulun kendi varlığını
Allah’ın varlığında yok etmesi, beka ise kulun Allah’ın varlığında dirilmesidir. Mem û Zîn’in 50. bölümünün 68. beytinde bu iki terim birlikte yer
almaktadır ki bu beyit şöyledir:
Dem hatine sahilê fenayê
Geh çûne bi serhedê beqayê
Kimi zamanlar “fena” sahiline geldiler
Kimi zaman da “beka” sınırına gittiler
3. 3. Nasût ve Lahût
Mistiklere göre insanın maddi ve manevi olmak üzere iki yönü vardır.
Maddi yönü onun bedensel, cismanî ve şehevî yönünü temsil eder ki tasavvuf literatüründe buna “nasût” denir. İnsanın manevi yönü ise onun ilahî
ve ruhanî yönüdür ki tasavvuf literatüründe buna “lahût” adı verilir. Bu
bağlamda insanın görevi nasûtî yönünden sıyrılıp lahûtî makama çıkmasıdır. Xanî Mem û Zîn’in aşağıda örnek verilen 1. bölümünün 20. beytinde
insanın bu iki yönünü bir arada kullanmıştır:
Nasûti egerçi rengsefal e
Lahûti ji pertewa cemal e
Gerçi bedensel yapı basit bir topraktandır
Ruhsal yapısı ilahî güzelliğin nurundandır
70
Zîn, Xanî’nin basit toprak dediği bedenin yine toprağa (mezara), ilahî
güzellikle bezendiğini söylediği ruhun ise başka bir makamda maşukunun
ruhuna kavuşacağını da 51. bölümün 21. beytinde şöyle belirtmektedir:
Cismê me eger diçîte çalê
Rûhê di me dê bikin wîsalê
Gerçi tenimiz mezar çukuruna girecek
Ama ruhlarımız birbirleriyle birleşecek
Lahût derecesini elde etmek için nasût engelinden kurtulmak gerekir.
Zîn bu bağlamda girdiği yolda hayvanî özelliklerden kurtulup ruhanî özellikler kazandığını Mem û Zîn’in 51. bölümünün 20. beytinde şöyle dile getirmektedir:
51/20 Heywaniyeta me bûye zail
2101 Rûhaniyeta me bûye kamil
Hayvansal yönümüz ortadan kalkmıştır
Ruhsal yönümüz de tam olgunlaşmıştır
3. 4. Hîcab (Mani, Örtü)
Sözlük anlamı engel ve örtü olan bu terim tasavvuf literatüründe âşık ile
maşuk arasına giren, âşığı maşuktan alıkoyan her türlü engel demektir. Mem’i
kendisi için bir mürşit olarak kabul eden Zîn aşağıda sunulan 50. bölümün
78. beytinde Mem’in kendisini bu dünya engelinden kurtarıp nurun kaynağı
olan Güneş’e doğru yükselterek ulvî bir âleme götürdüğünü belirtmektedir:
Îname derê ji vê hîcabê
Ev zerre gîhande afîtabê
Beni bu maddî perdeden dışarı çıkardı
Bu zerreyi Güneş derecesine ulaştırdı
3. 5. Nefsê Emmar (Kötülüğü Emreden Nefis)
Kur’an’da “doğrusu nefis kötü şeylerin yapılmasını çok emreder” ayetiyle dikkat çekilen nefis budur. Bazen “ruh” anlamında da kullanılır. Bu
71
bağlamda “nefs” ile “ruh” insanı sevk etme noktasında aynı latife olarak
kabul edilirler. Ancak bu latife insanı iyiliklere davet ederse ruh, kötülüklere davet ederse nefs adını alır. Mistisizminde nefis sırayla şu yedi kısma
ayrılır:
Nefs-i emmare
kötülük yapmayı çok emreden nefis
Nefs-i lewwame
yaptığı kötülükten pişman olup iyiliğe yönelen nefis
Nefs-i mulheme kendisine iyilik ilham edilen nefis
Nefs-i mutmainne
imanda hata yapmayacak kadar kötülüklerden uzaklaşmış nefis
Nefs-i radiye
Allah’tan razı olan nefis
Nefs-i mardiyye
Allah’ın kendisinden razı olduğu nefis
Nefs-i zekiyye
kötülüklerden tamamen arınmış nefis
Xanî Mem û Zîn’in aşağıda sunduğumuz 1. bölümünün 34. beytinde
“nefsê emmare”ye dikkat çekmektedir:
Em xafil û ‘atil û gunehkar
Mayîne di qeydê nefsê emmar
Biz ki gafiliz, tembeliz ve günahkâr kullarız
“Kötülüğü emreden nefs”e bağlı kalanlarız
Mem’in dilinden aktardığı 44. bölümün 46. beytinde de Xanî “nefsê
zekiyye”ye işaret etmektedir:
44/46 Tezkiyeê nefsê bû mukemmel
Tesfiyeê qelb bû muhessel
Nefsi arındırma işlemi mükemmelleşti
Kalbi arındırma işlemi de gerçekleşti
3. 6. Fikir, Zikir, Hemd (Hamd), Şukur (Şükür)
Fikir: Düşünmek, tefekkür etmek anlamına gelen fikir tasavvufta
Allah’ı tanımaya vesile olan ilahî ayet ve işaretler üzerinde düşünmek, ibadete yol açan ilahî vaatler üzerinde tefekkür etmektir.
72
Zikir: Kelime anlamı anmak/hatırlamak olan zikir tasavvuf literatüründe buna amellere dikkat etmek, korumak, itaat etmek, namaz, Kur’an,
hilm ve şeref gibi anlamlar yüklenmiştir. Yaygın kullanım alanı Allah’ın ismini sürekli tekrarlayıp onu anmak, Allah’ın birliğini sürekli dile getirmek
ve bunun için de kelime-i şehadeti sürekli tekrarlamak, böylece Allah’ı
unutmayıp hep hatırlamaktır. Zikir “hafî” (gizli) ve “cehrî” olmak üzere
ikiye ayrılır. Gizli zikir kalp ile, açık zikir dil ile olur. Xanî’nin de mensup
olduğu Nakşibendilik tarikatında prensip olarak gizli zikir Kadirilik tarikatında ise açık zikir benimsenmiştir.
Hemd (Hamd): Övgü ve övmek anlamına gelen hamd, tasavvufî literatürde bütün sıfatlarıyla Allah’ın kemalini dil ve kalp ile ikrar edip onu
övmektir. Mistikler “hamd”ın en iyi şeklini “cem makamı” (varlıklarda
Allah’ın gücünü görüp başka güçleri önemsememek) ile “firak makamı”
(âşığın maşuktan ayrı kalması)nda yerine getirirler.
Şukur: Şükür, Allah’ın verdiği nimetlere karşılık ona kalp ve dil ile
teşekkür etmektir. Şükür Allah’ın verdiği büyük nimetlerden birisi olduğu
için şükre de şükretmek gerekir. Aynı zamanda tasavvufî bir makam olan
şükür makamı sabır makamından sonra gelir.
Mem û Zîn’in aşağıda örnek verilen 1. bölümünün 35. ve 36. beyitlerinde fikir, zikir, hamd ve şükür terimlerini birlikte kullanan ve bunlardan
mahrum olduğunu söyleyen Xanî bu bağlamda Allah’tan kendisine şükredici bir dil vermesini istemektedir:
1/35
Nînin me di qelbi fikr û zikrek
Nakin bi zebani hemd û şukrek
Kalbimizle seni ne düşünüyor ne anıyoruz
Dilimizle sana ne hamd ne şükür ediyoruz
1/36
Xanî ku nehin bi qelbi zakir
Barî! Bide wî zebanê şakir
Xanî’nin seni anacak bir kalbi yok meğer
Allahım! Kendisine şükredici olan dili ver
73
3. 7. İrfan (Tanıma, Bilme)
Sözlükte tanıma anlamına gelen irfan, terim olarak Allah’ı hakkıyla tanımak için mistiklerin seçtikleri yol demektir. Bu yol ikiye ayrılır. Birincisi
yaratılandan yola çıkarak onun bir yaratıcısının olduğu sonucuna varmak
ve böylece o yaratıcıyı tanımaktır sıradan insanlar genellikle bu yola başvururlar. İkincisi ise sıfatlardan zata ulaşmaktır. Bu ancak peygamberler,
veliler ve ârifler için mümkün olmaktadır.
Xanî Mem û Zîn’in 2. bölümünün 54., 55. ve 57. beyitlerinde irfan makamını elde etmek isteyen kimselerin Allah’ı layıkıyla tanımadıklarına
dikkat çekmekte, kendisinin de hakkıyla tanımayanlar grubuna girdiğini
dile getirmekte ve Allah’tan kendisini ona tanıtmasını talep etmektedir:
Îrfantelebê di sahibîdrak
Der heqqê te got “ma erefnak”
Seni tanımak isteyen şuur sahibi kimseler
Hakkında, “biz seni tanıyamadık” dediler
Xanî bi nezaniya xwe der heq
Gumrah bibit ne dûr e el-heq
Xanî de seni tanımayan bilgisiz bir kişidir
Yolda kaybolması gerçekten uzak değildir
Ya Reb tu bi heqqê Mustefa kî
Xanî bi xwe ra tu aşîna kî
Allahım! Muhammed Mustafa’nın hatırına
Xanî’yi de kıl seni tanıyan biri, sana aşina!
3. 8. Were’ (Sakınma)
Kelime anlamı sakınma olan “were’”, tasavvufî literatürde kişinin Allah
tarafından yasak kılınmış şeylerden kendini muhafaza etmesidir. Bu muhafaza üç türlüdür. Birincisi dili boş şeylerden korumak, ikincisi şüpheli
şeylerden ve haramlardan uzaklaşmak, üçüncüsü ise kalben kötü düşüncelerden sakınmaktır. Xanî Mem û Zîn’in aşağıda verilen 3. bölümünün
51. beytinde Hz. Peygamber’in bu özelliğine dikkat çekmektedir:
74
Wer’a wî wereng dîn qewî kir
Şer’a wî sîrati mustewî kir
Onun günahtan çekinmesi dine güç kattı
Onun şeriatı gidilen yolu dosdoğru yaptı
3. 9. Sewme’e (Manastır)
Kelime anlamı manastır olan “sewme’e” (savma’) tasavvufî terim olarak sufinin Allah’tan başkasıyla irtibatını kesmek amacıyla vaktini zikir ve
ibadetle geçirdiği halvet yerlerine denir. Bu bağlamda ulaşılmak istenen
makam “tecrid ve tefrid” (soyutlama ve ayrma) makamıdır. Yani bu makamdaki kişi kendini dış âlemden soyutlayıp ayırıyor, sadece Allah’ı düşünüp onu anıyor. Xanî’nin Mem adına aktardığı 44. bölümün 44. beytinde
bu terim geçmektedir:
44/44 Sofî me û sewme’enişîn im
Xweş talibê nûrê rûyê Zîn im
Ben manastırlarda oturan bir sûfîyim
Zîn’in yüzündeki nurun çok talibiyim
3. 10. Î’tîkaf, Kuncê Xelwet (İtikaf, Halvet Köşesi)
Tasavvuf yolcusunun belirli bir süre insanlarla ilişkisini keserek bir
inziva köşesinde zamanını ibadet, zikir ve tefekkür ile geçirmesine itikaf
denir. Halvet köşesi anlamına gelen kuncê xelwet ise yine zikir, ibadet ve
tefekkür amacıyla yalnız başına çekildiği inziva köşesine denir. Mem û
Zîn’in aşağıda sunulan 44. bölümünün 14. beytinde ve 52. bölümünün 7.
ile 39. beyitlerinde bu terimler yer almaktadır:
44/14 Sofî ku gihîşte kuncê xelwet
Şêxînî gîha meqamê wehdet
“Sofu” (Mem) “halvet köşesi”ne yetişti
“Şeyhlik” de “vahdet makamı”na erişti
52/7
Ew zuhremîsalê zerre reqqas
Bû merhemê razê xelweta xas
75
O zerre Zühre yıldızı gibi raks ediyordu
Özel halvetin sırrı için merhem oldu
52/39 Ew xelwetiyê di î’tîkafê
Rabû ve bi niyeta tewafê
İtikâftaydı o, yaşıyordu inziva hayatı
Tavaf etmek amacı ile oradan kalktı
3. 11. Lamekan (Mekânsız)
Tasavvufta “mekân” somut olan ve sınırları belli olan maddi âlem için
kullanılırken; “lamekân” hiçbir maddi ve somut sınırı olmayan manevi
âlem için kullanılır. Kötülüklerden arındırılmış ruhların seyreyledikleri
bu âlemde artık meleklerle haşir neşir olunur. Mem û Zîn’in aşağıda örnek
verilen 50. bölümünün 62. ve 63. beyitlerinde şöyle denilmektedir:
Herçî ku qebûl nekit mekanan
Dê seyri bikit di lamekanan
Kim razı olmaz ise bu sınırlı mekânlara
Gezip dolaşacaktır o sınırsız mekânlarda
Hûn vê seferê xelet mexûnin
Şahid ji me ra muqerrebûn in
Sakın sizler yanlış okumayın bu seferi!
Allah’a yakın melekler bunun şahitleri
3. 12. Hulûl (Enkarnasyon) ve Nesx (Reenkarnasyon)
Sözlük anlamı geçiş olan “hulûl” tasavvuf ve kelâm ilimlerinde bir varlığın başka bir varlığa girmesi olup buna enkarnasyon denir. Suyun testiye
girmesi ve gülsuyunun güle girmesi hulûl için verilen örneklerden iki tanesidir.
Nesx (ruh göçü) bir ruhun bir bedenden ayrılıp başka bir bedene girmesidir ki buna teknik olarak reenkarnasyon denir. Xanî konuyla ilgili
Mem û Zîn’in 52. bölümünün 22. beytinde şunları söylemektedir:
76
52/22 Da fikir nekî ku ew hulûl e
Yan nesx e, xurûc e ya duxûl e Zannetme ki o durum bir hulûl/geçiştir
Ya da nesx/ruhun göçü, çıkış ve giriştir
Beytin ikinci dizesinde geçen “xurûc” (çıkış) ve “duxûl” (giriş) terimleri
ruh ve bedenler arası çıkış ve giriş olan hulûl ve nesx görüşlerini pekiştirmek için kullanılmışlardır. Xanî bazı radikal mistiklerce benimsenen ve
bazen Allah ile insanın iç içe girip bütünleşebildiklerini söyleyecek kadar
ileri götürülen bu görüşleri tasvip etmemektedir.
3. 3. 13. Çil/Erba’în (Kırk) ve Çillexane
3. 3. 14. Yeqîn (Kesin Bilgi ve İnanç)
İnzivaya çekilen bir mistiğin inzivahanesinde zikir ve ibadetle geçirdiği kırk güne “çil” denir. Yaygın bir kullanımı olan “çilexane” de buradan
gelmektedir ki bu ifade kırk günün geçirildiği yer anlamına gelmektedir.
Amacı kalbi arındırmak olan bu sürenin kaynağı Hz. Musa’nın Tur Dağı
çevresinde Allah’a verdiği söze binaen zikir ve ibadetle geçirmiş olduğu
kırk güne dayanmaktadır ki Allah bu kırk günün tamamlanmasından sonra kendisine tecellî etmiştir. Dolayısıyla mistikler kalbin arındırılması ve
birazdan kendisinden bahsedeceğimiz “yeqîn”in (kesin bilgi ve inanç hâli)
oluşması için “çil” uygulamasına önem verirler.
Mistiklere göre “yeqîn” bir şeyi iman gücüyle apaçık görme ve kesin
inanç anlamına gelen yakîn üçe ayrılır. Duyma yoluyla oluşan yakîne
“ilme’l-yakîn”; görme yoluyla oluşan yakîne “ayne’l-yakîn”; yaşayarak elde
edilen yakîne de “hakka’l-yakîn” denir. Balın adını duymak birinciye; balı
gözle görmek ikinciye; balı bizzat yemek ise üçüncüye örnektir. Dolayısıyla “yeqîn” kalpten şüphenin kalkması, kişinin gözle görebildiği gibi kalp
ile de görebilir hâle gelmesidir ki bunun da “çil” uygulamasıyla mümkün
olabileceğine inanılmaktadır. Bölüm ve sıra numarasları aşağıda belirtilen
beyitlerde “çil” ve “yeqîn” terimlerinden ve onların verdiği neticelerden
bahsedilmektedir:
77
44/12 Rûniştî di wê ve ‘abîdane
Zîndan li wî bûye çillexane
O çukurda abitlere yakışırcasına oturdu
O zindan kendisine bir “çilehâne” oldu
44/48 Ew mu’tekifê di dewrê çalê
Hêja negihîştî dewrê salê
O halvetnişin ki derin çukura girmişti
Henüz bir yıllık bir devresi bitmemişti
44/49 Belkî ne çil û ne erbe’înek
Zenna di dilê wî bû yeqînek
Belki ne “kırk” ne de “kırklık” dolmuştu
Fakat kalbindeki “zan” “kesin” olmuştu
44/50 Meşhûdi bûyîn li qelbi enwar
Mekşûfi bûyîn li ber wî esrar
Görülürdü kalbine yansımış olan nurlar
Açığa çıkmıştı onun önünde gizli sırlar
44/51 Ayîneê dil we bû museyqel
Sûret we bi me’neyê mubeddel
Gönlünün aynası o kadar çok parladı ki
Şekil öyle gidip yerini manaya bıraktı ki
44/53 Ev mumkin û masîwa sera ser
Fîlcumle jibo wî bûne mezher
Allah’tan başka tüm mümkün varlıklar
Hepsi birden onun için ayna olmuştular
78
4. MUTASAVVUFLARIN ARGÜMANLARI
OLAN İKİ HADİS
4 1. “Ölmeden Önce Ölünüz” Hadisi
Hz. Peygamber’e dayandırılan bir hadiste “ölmeden önce ölünüz!”
denilmektedir. Mutasavvıfların çok sık kullandıkları bu hadisle ilgili kendilerine mahsus bazı yorum ve görüşleri vardır. Bunların başında şu ikisi
gelmektedir:
1) Gerçek anlamda ölmeden önce öldüğünüzü tasavvur ediniz. Örneğin
Ezrail’in geldiğini, ruhunuzu aldığını, kabre götürüldüğünüzü, kabrin başından bütün akrabalarınızın döndüğünü, sizin orada amelinizle baş başa
kaldığınızı düşününüz ve ona göre ölüm ötesi için hazırlığınızı yapınız.
Mutasavvuflar “ölüm rabıtası” adını verdikleri böyle bir hayalî ölmeyi bu
hadise dayandırırlar.
2) Gerçek anlamda ölmeden önce içinizdeki bütün kötü duyguları öldürünüz. Mutasavvuflar bu duyguları öldüren müritlerin ulaştıkları makama
“Mûtû (Ölünüz) makamı adını verirler. Xanî’nin Mem adına aktardığı 44. bölümün 45-47 arası beyitlerden onun bu makamı kast ettiği anlaşılmaktadır:
Hasil qewimî meqamê “mûtû!”
Ber mûcibê “qeble en temûtû”
Kısaca “ölünüz!” makamı yerini buldu
“Ölmeden önce” sözünün gereği buydu
Tezkiyeê nefsê bû mukemmel
Tesfiyeê qelb bû muhessel
Nefsi arındırma işlemi mükemmelleşti
Kalbi arındırma işlemi de gerçekleşti
79
Ayîneê rûhi bû mucella
Nefs û dil û can bi hev museffa
Ruhun aynası da tertemiz olup parladı
Nefis, gönül ve ruh beraberce paklandı
4. 2. “Kendini Tanıyan Kişi Rabbini de Tanır” Hadisi
Xanî Mem û Zîn’in 35. bölümünün 20. beytinde şunları söylemektedir:
Sabit be ku da ne naxelef bî
Da waqifê sirrê “men ‘eref” bî
Kararlı ol ki hayırsız evlat olmayasın
“Kendini tanıyan” sırrına vakıf olasın
Tırnak içine aldığımız bu ifade Hz. Peygamber’e dayandırılan bir hadisin bir parçasıdır ki hadisin tamamı şöyledir: “Men ‘erefe nefsehu fe
qed ‘erefe rebbehu” (Kendini tanıyan kişi Rabbini de tanır). Mistiklerin
bu konudaki yorumları şöyledir: Allah’ı uzaklarda aramaya gerek yoktur.
Allah’ı tanımak için kişinin kendini tanıması gerekir. Zira kendine bakan
kişi Allah’ı görür. Radikal mistikler bu görmeyi insanın Allah’ın bir parçası
olduğunu görme şeklinde yorumlarken, Xanî burada bir sırrın olduğuna
dikkat çekmiştir ki o da şudur: Kendine bakan kişinin Allah’ı görmesi fiziksel anlamda değil, onun büyüklüğünü ve yaratıcı gücünü görmesi anlamındadır.
80
5. TASAVVUFÎ MECAZ VE SEMBOLLER
5. 1. Sevgili İle İlgili Tasavvufî Mecaz ve Semboller
İsim
Anlamı
Tasavvufî olarak neyi temsil ettiği
rû
yüz
vahdet, nur ve sıfatlarının tecelli yeri
xal
ben
gerçek vahdet noktası
xet
ayva tüyleri
hakikatın değişik şekillerde ortaya çıkması
lêv
dudak
ilahî dirilik; sır, fenafillah, feyiz, yokluk
dev
ağız
Hakk’ın kelamı, vahdet, fenafillah
qed/qamet boy
kalbin yüceliği, Hakk’ın istilası, vahdet
nav/miyan bel
ince sır ve tefekkür, bazen hicap (perde)
çav
göz
madde, kesret
îşwe
işve
ilahî cezbe
xemze
gamze
cezbeden uzaklaştıran şey, bazen tecellî
(e)brû
kaş
mürit ile vahdet arasındaki kesret
mujgan
kirpik
kesret, görevi ihmal
zulf
zülüf
bu da öyle
kakul
kâkül
bu da öyle
5. 2. Şarap ve Müştemilatı İle İlgili Tasavvufî Mecaz
ve Semboller
İsmi
Normal Anlamı
Tasavvufî olarak neyi temsil ettiği
mey
üzüm şarabı
İlahî aşk ve coşkunluğu
bade
üzüm şarabı
“
nebîz
hurma şarabı
“
sirf
suyun katılmadığı şarap
“
mudam
sürekli içilen şarap
“
81
sehba
kırmızı şarap
“
ukar
kırmızı şarap
“
selsal
boğazdan kolay geçen akıcı şarap
“
qendîd
şeker kamışından yapılan şarap
“
kumeyt
kırmızıya çalan kahverengi şarap
“
turt
şarap üstündeki küpük, tortu
“
ewîje
saf şarap
“
rehîq
saf şarap
“
abê engûr üzüm suyu / üzüm şarabı
“
duxterê rez bağın kızı / üzüm şarabı
“
cur’e
yudum, yudumluk şarap
“
saqî
saki
mürşit
pîrê
muxan
mürşit
muxbeçe
mürşit
badexwur şarap içici
mürit, derviş
mudmin
ayyaş
mürit, derviş
xerabatî
meyhaneci
mürit, derviş
serxweş
sarhoş
ilahî aşk sarhoşu
qedeh
kadeh
âşık ve mürşidin kalbi
fîncan
fincan, kadeh
“
şehkase
şah kâsesi
“
saxer
fincan, kadeh
“
piyale
fincan, kadeh
“
sebu’
fincan, kadeh
“
cam
fincan, kadeh
“
Camê Cem fincan, kadeh
“
Yukarıda listesini verdiğimiz şarap ve müştemilatından bir kısmının
geçtiği bazı bölüm ve beyitleri örnek olarak aşağıda sunuyoruz:
5/1
82
Saqî tu ji bo Xwudê kerem ke
Yek cur’eyê mey di Camê Cem ke
Saki! Allah aşkına lütuf eyle, şöyle buyur
Cem’in Kadehi’ne bir yudum şarap doldur
7/1
Saqî! Bike camê asîmanî
Raha weku rûhê cawîdanî
Gök rengi şu kadehe şarap doldur saki!
Bir şarap ki ebedî kalacak bir ruhtur sanki
7/3
Saqî! Tu birêje camê mîna
Ava ku dikit demîrê bîna
Saki! Yaldızlı kadehe şarap döküp doldur
Kalp gözünü açıp aydınlatan su işte odur
7/5
Saqî! Bike kaseya mucewher
Wê şîreê me’sera mutehher
Saki! Cevherlerle süslenen kadehe koy sen
O şırayı ki sıkılıp çıkarılmış pak ma’serden
7/6
Yaqûtê muzab û le’lê seyyal
Wê durdê xweşab û xemrê tellal
Doldur kadehe Erimiş yakut ve akıcı la’lı
Hoşap gibi tortuyu ve şebnem misali şarabı
7/7
Durdaneê xwu birêje navê
Ye’nî ‘ereqe wekî gulavê Dür taneleri gibi kendi terini de boşaltarak
Yani gül suyu gibi şaraba terini de katarak
7/8
Dem dem bide destê meyperestan
Xelqê ku hinek ji dil di destan
Zaman zaman ver ellerine meyperestlerin
Kalpleri kısmen yârin elinde o kimselerin
7/10
Vê meclisa meyxuran mudamî
Mestane bike ji nû mudamî
Şu mey içenler meclisine daima şarap getir
Getireceğin yeni şarap ile onları mest ettir
7/12
Neş’a qedeha meya murewweq
Kêfa ‘îneba rezê birewneq
83
84
Berrak mey bardağının bana vereceği neşe
Verimli bağ üzümünün bana vereceği neşe
7/23
Saqî! Bide min şerabê gulgûn
Bê dengê def û sedayê qanûn
Saki! Versene bana gül renkli şaraptan
Davuldan ses, kanundan sada çıkmadan
8/47
Gerden te digo di destê saqî
Qarûre ye pirşerabê baqî
Boyunlarını görseydin diyecektin ki sanki
Bir şişedir yıllanmış şarapla doldurmuş sakî
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AŞK
M
em û Zîn’in 58. bölümü için aşağıdaki başlığın kullanılması,
Xanî’nin aşk olgusuna ve çeşitli yansımalarına ne denli önem
verdiğinin açık bir göstergesidir:
Îspatê xewas û kemalê cewherê işq e
Ku kîmyeyê ekber û kîbrîtê ehmer e ji bo xwudanî
Lewra behîme û dirende û şeyatînê dikite melek di nefsa însanî
(Bu, aşk cevherinin özellik ve üstünlüğünün ispatına dair bir bölümdür
Ki aşk kendi sahibi için hem en büyük kimya hem de kırmızı kükürttür
Zira hayvanları, yırtıcı ve şeytanları bile insan kişiliğinde meleklere
dönüştürür).
Xanî bu başlık altında aşkın nasıl bir olgu olduğuna ilişkin kaydettiği
bazı beyitler şunlardır:
58/17 Işq ayîneê Xwuda numa ye
Xurşîdsîfet xwudan diya ye
Aşk bize Allah’ı gösteren ayna gibidir
Tıpkı Güneş misali o da ışık sahibidir
58/18 Xafil mebe ji işqê “fîlheqîqe
Ey rahrewê “eqrebu’t-terîqe”!
Sakın hakiki aşktan habersiz olma sen!
Ey en yakın yolda gitmek isteyen!
58/19 Xweş cewher e cinsê kîmya ye
Qedrê wî bizan giranbuha ye
Aşk güzel bir cevherdir, kimya gibidir
Aşkın kıymetini bil, zira çok değerlidir
87
58/20 Teb’ê we ku sifr û bêcela ne
Qelbê we ku qelb û ya qela ne
Bakır gibi olup cilasız olan karakterler
Sahte olan veya kalay benzeri gönüller:
58/21 Ev cewhere wan diket mutella
Ev seyqele wan diket mucella
Bu aşk cevheri onları da iyice parlatır
Bu cila onlara da parlaklık kazandırır
58/23 Ayîneê ‘eksê bêmîsal e Gencîneê sirrê bêzewal e
Aşk eşi olmayan yansıtıcı bir ayinedir
Hiç tükenmeyen sır dolu bir hazinedir
58/24 Kes nîne ji işqê bêeser bit
Mumkin ku ji zewqê bêxeber bit
Yoktur aşktan etkilenmeyen hiç kimse
Olası tat duyusundan habersiz değilse
2. 1. Aşk İçin Kullanılan Terimler
2. 1. 1. Evîn
Mem û Zîn’de aşk için kullanılan birçok terim geçmektedir. Bunlar içerisinde Kürtçe olanı “evîn” iken diğerleri Arapçadır. “Evîn”in geçtiği bazı
beyitler şunlardır:
19/45 Bêcerhe û qerhe û birîn e
Navê li wî derdî her evîn e
Yarasız-çıbansız bir derttir, görünmez yaradır
O derdin yalnız bir adı vardır ki o da sevdadır
42/10 Razê di dilê Mem û Zînê
Sazê ku di perdeya evînê
Mem ve Zîn’in gönlündeydi o sırlar
Aşk perdesinin gerisinde idi sazlar
88
42/32 Sabitqedem e di vê evînê
Dê bêjit ku aşiq im li Zînê
Kendisi aşkında direten kararlı birisidir
Sana diyecek ki âşık olduğum kişi Zîn’dir
2. 1. 2. Diğerleri
Mem û Zîn’de geçen ve aşkı ifade eden diğer terimlerin başlıcaları şunlardır ki, daha önce de ifade ettiğimiz gibi bunlar Arapçadır:
‘Işq
‘Eşq
Hubb
Mehebbet
Meweddet
2. 2. Aşkın İki Kısmı Olarak Mecazî Aşk ve Hakîkî Aşk
1/2
Ey metle’ê husnê îşiqbazî
Mehbûbê heqîqî û mecazî
Ey aşk arzusunun doğduğu güzellik ufku!
Ey hem hakikî hem mecazî aşkın maşuku!
Tasavvufî anlayışa göre aşk mecazî ve hakîkî olmak olmak üzere iki kısma ayrılır. Mecazî aşk insanın başka bir insanı veya varlığı sevmesi iken,
hakîkî aşk doğrudan doğruya Allah’ı sevmektir. Aşkta güdülen temel amaç
Allah’ı sevmek ise de, peygamberlerin ve diğer bazı seçkinlerin dışında
kimsenin kabiliyeti bu aşk için yeterli değildir. Bundan dolayı da önce
herhangi bir varlığa yansıyan ilahî nur ve güzelliğe aşık olunur, bu nur ve
güzellik kişiyi hakîkî aşka götürür. Yani mecazî aşk hakîkî aşka götüren
bir köprü görevini görür. İlahî nur ve güzelliğin yansıdığı yer çoğu kez bir
kadının yüzü olur. Böyle bir kadına âşık olanlardan bir kısmı bu aşamayı
geçerek hakîkî aşka ulaşırken, bir kısmı mecazî merhalede kalıp şehvetine mağlup olur ve hakîkî aşka ulaşmaz. Mem ve Zîn’in aşklarında olduğu
gibi hakîkî aşkta evlilik ve birleşme söz konusu değilken, Tacdîn ve Sitî’nin
89
aşklarında olduğu gibi mecazî merhalede kalan aşk evlilik ve birleşmeyle
sonuçlanmaktadır. Zîn kendi payına düşen hakîkî aşkı ve kaynağı hakkında şunları söylemektedir:
45/13 Nûrek di rûyê min kir te peyda
Sohtin li Memê pê te suweyda
Sen benim yüzümde bir “nur” yarattın
Onunla Mem’in gönül noktasını yaktın
45/14 Şewqek di ruxê Memê te hil kir
Qelbê me bi wê te sot û kul kir Mem’in yüzünde de bir nur parlattın
Onunla kalbimizi yaktın ve yaraladın
55/57 Alûde nebûn bi xak û xaşak
Ev bû esera mehebbeta pak
Dünyanın toz-toprağı ile kirlenmediler
Buydu geri bıraktıkları pak aşktan eser
Aşağıdaki beyitlerde Sitî ve Zîn’in yüzlerine yansıyan ilahî güzellik ve
nurun Tacdîn ve Mem için birer aşk deryasına dönüştüğünü söyleyen
Xanî, bu bağlamda Tacdîn’in aşkının Sitî’nin bedeniyle sınırlı ve maddî
vuslat amaçlı mecazî bir aşk olduğuna dikkat çekerken, Mem’in hakîkî aşkın mübtelası olduğuna vurgu yapmaktadır:
9/5
Husna li ruxê Sitî û Zînê
Bû behrekî ateşê evînê
Sitî ve Zîn’in bir yüz güzelliği bulunurdu
Aşk ateşinden oluşan derya gibi akıyordu
9/15
Hin weslehebîn ji rengê Tacdîn Hin derdeguzîn wekî Mem û Zîn
Tacdîn gibi bazı heves sahipleri vuslat ister
Mem ve Zîn gibi bir kısmı ise çileyi seçer
Şairimiz aşağıdaki beyitlerde de o iki sevgilinin yüzlerine yansıyan eşsiz
güzelliğin Allah’ın nurundan olduğu, bazılarının bu nura âşık olurken bazılarının aşkının bedenle sınırlı kaldığı hususunda şunları söylemektedir:
90
8/32
Ew hûr û perî di bêbedel bûn
Lewra ku ji nûra “Lem Yezel” bûn
O iki huri ve perî paha biçilecek gibi değildi
Zira Allah’ın nurundan meydana gelmişlerdi
8/64 Hin raxibê husnê La Yezal in
Hin talibê qalibê betal in
Bazıları ölümsüz zatın güzelliğine talip olurlar
Diğer bazıları ise fani bedenlere arzu duyarlar
Ancak şairimiz bu iki aşk çeşidinin aynı kaynaktan (ilahî nurdan) gel-
diklerine ve aralarındaki farkın beyin ile zarı arasındaki fark kadar hassas
olduğuna şöyle işaret etmektedir:
8/65
Lêkîn hemyan yek e yeqîn dost
Ferqa ku heye ji mexzê ta post
Ama aslında her iki kesimin de sevdikleri birdir
Aradaki fark beyinle zarı arasındaki fark gibidir
2. 3. Sevgili İçin Kullanılan İsim, Unvan ve Sıfatlar
Klasik şiirde sevgili için ya doğrudan adı ya da benzetme yoluyla başka isim ve unvanlar kullanılır. Bu isim ve unvanlar sevgilinin karakter ve
fizikî yapısına uygun olacak şekilde seçilir. Bu isim ve unvanların başlıcaları ve benzetme ilgileri şunlardır:
Metafizikler
İlgi
peri
güzelliği; görünmemesi, kendini âşığına
göstermemesi
hûrî
güzelliği
melek
güzelliği, görünmemesi, erişilmemesi
şem’ (mum)
yüzünün parlak olması; yakıcılığı,
cadû/sîhîrbaz
âşığını yakması
âşığını kendine bağlaması
91
Hayvanlar
ahû/xezal (ceylan) zarafet, güzellik; gözlerinin iriliği ve
güzelliği
‘enqa/sîmurg (anka)
vefasızlığı, görünmemesi, erişilmemesi
Huma
yüksekten uçması, ele geçirilememesi
Kebûter (güvercin)
âşığın mektubunu sevgiliye götürmesi
Şahbaz
Otoriteler
âşığını avlaması; kola konmaya
alıştırılması
İlgi
şah
âşığına hükmetmesi, kalbinde taht
kurması; onu kul-köle yapması
padişah
yanına varılmaması, kalbinde taht
kurması; onu kul-köle yapması
sultan
âşığına hükmetmesi, kalbinde taht
kurması; onu kul-köle yapması
beg (bey)
âşığına hükmetmesi, kalbinde taht
kurması; onu kul-köle yapması
xan (han)
âşığına hükmetmesi, kalbinde taht
kurması; onu kul-köle yapması
xaqan (hakan)
yanına varılmaması, kalbinde taht
kurması; onu kul-köle yapması
can/ruh
tebîb (tabip)
92
İlgi
âşığına hayat vermesi
hasta âşığını tedavi etmesi, onu
iyileştirmesi
Peygamberler
İlgi
Yûsuf
olağanüstü güzelliği
Îsa
dudak ve nefesiyle hastayı iyileştirmesi,
ölüyü diriltmesi; göğe çekilmesi
Xidir (Hızır)
ölümsüzlük “hayat suyu”nu sunması,
bu suyla âşığı diriltmesi
2. 4. Sevgilinin Güzellik Unsurları/Organları
2. 4. 1. Por (Saç)
Üzerinde en çok durulan güzellik unsurlarının başında gelen saç dağınık, karışık, düz şekli, örülmüş şekli, siyah rengi ve kokusu açısından
benzetildiği bazı unsurlarla birlikte ele alınır.
Unsur
Türkçesi
Mar
yılan
çevgan
çevgan
pabend ayak bağı
şeb
gece
kufr
küfür
‘enber
anber
misk
misk
muşk/nafe misk
‘ebîr
?
reyhan
reyhan
sünbül
sümbül
semen
yasemin
İlgi
siyahlık, dalgalı olma, uzunluk,
yılanla ilgili efsaneler
kıvrımlı uçları
âşığı kendine bağlama,
çözülmezlik
siyah rengi
siyahlık, karanlık; kesret
güzel kokusu; kül rengi
güzel kokusu; ceylanı çağrıştırması
güzel kokusu; ceylanı çağrıştırması
güzel kokusu
güzel kokusu ve şekli
güzel kokusu ve şekli
güzel kokusu ve şekli
2. 4. 2. Kakul, Perçem, Turra
Bunlar alın üzerine düşmüş olan kıvrımlı saç kısmına denir. Bu saç
kısımları renk, şekil ve koku açısından tuğ, levend, sevda, bela, anber ve
misk unsurlarına benzetilir.
2. 4. 3. Çehv/Çav (Göz)
Sevgilinin kişiliğini yansıtan göz âşıkları kendine çeken çok önemli bir
güzellik unsurudur. Bu bağlamda bazen sihirbaz ve cadı, bazen hilebaz ve
93
fettan olarak nitelendirilen göz şekil bakımından da bazı unsurlara benzetilmektedir ki bunların bir kısmını aşağıda listeliyoruz:
Unsur
Türkçesi
cadû
cadı
sahîr
sihirbaz
fettan
fitneci
mest
mest
mexmûr mahmur
bîmar
hasta
xwûnxwar kan içici
Teter
Tatar
Turk
Türk
ahû/xezal ceylan
badam
badem
nêrgiz
nergis
ilgi
âşığı cezp etme, onu kendine bağlama
âşığı cezp etme, onu kendine bağlama
âşığı cezp etme, onu kendine bağlama
baygın bakışı
baygın bakışı
baygın bakışı
sevgilinin kan dökücülüğü âşığın
canınakast etmesi
sevgilinin kan dökücülüğü, âşığın canına
kast etmesi
aynı ilgi
ceylanınki gibi iri ve siyah oluşu
şekil benzerliği; meze oluşu
âşığa uyku vermesi, onu mahmur etmesi
2. 4. 4. Xemze (Yan bakış, gamze)
Gamze, sevgilinin katil olarak tasavvur edilen gözünün en önemli silahlarından biridir. Âşığın gönlünü ve canını yaralayan bu silah bazen sevgilinin konuşması ve nazla gülüşü ile bir bütünlük içinde ele alınır ve mahmur
gözlerle birlikte anılır. Gamzenin birlikte anıldığı benzetme unsurlarının
başında gelenleri aşağıda listeliyoruz:
Unsur
Türkçesi
tîr/sehm
ok
şimşîr/tîx
kılıç
Xençer
hançer
Teter
Tatar
şahbaz
şahbaz
xemmaz
gammaz
94
İlgi
şekil benzerliği; kaşın yay olarak
düşünülmesi
sevgilinin padişah ve sultan olarak
düşünülmesi
şekil benzerliği; yaralayıcılığı
kan dökücülüğü
avcılığı, av olarak düşünülen âşığı
kapıp götürmesi
gamzenin gammazlama özelliği
2. 4. 5. Ebrû (Kaş)
Rengi, şekli ve çift oluşu; göz, kirpik, gamze ve yanak ile yakın münasebette bulunması; özellikle gözün katil olarak tasavvur edildiği durumlarda bu katilin gamze ve kirpik oklarını attığı yay olarak düşünülmesi;
yüzün Kâbe’ye benzetildiği durumlarda mihrap olarak tasavvur edilmesi; yüzün Mushaf’a benzetildiği yerlerde Besmele olarak düşünülmesi;
bunun yanında hilal, kılıç ve hançere benzetilmesi kaşın en yaygın kullanım özelliklerindendir. Şimdi bu kullanım özelliklerini bir liste üzerinde
görelim:
Unsur
Türkçesi
mihrab
mihrap
qible kıble
hîlal
hilal
qews yay
(nûn)
nun harfi
Mahî
balık
İlgi
kavisli şekli
âşığın yönünün hep kaşlara dönük olması
kavisli şekli; sevgilinin ancak ayda bir
kendini göstermesi
kavisli şekli; katil gözün bakış oklarının
atıldığı yer olması
daha çok ters düşünülen şekli
yüzün denize benzetilmesi
2. 4. 6. Mujgan (Kirpik)
Sevgilinin katil olarak tasavvur edilen gözünün etkili bir silahı olan kirpik bu bağlamda daha çok aşağıdaki unsurlara benzetilir:
Unsur
Türkçesi
tîr/sehm ok
şimşîr/tîx kılıç
xencer
hançer
cundî
asker
cellad
cellat
qelem
kalem
İlgi
şekil benzerliği; sevgilinin kaşının yay
olarak düşünülmesi
sevgilinin padişah ve sultan olarak
düşünülmesi
şekil benzerliği; yaralayıcılığı
düzgün sıra; kan dökücülük
kan dökücülük; öldürme
gözün devat, ciğer kanının mürekkep
kabul edilmesi
95
2. 4. 7. Rû, rux, ruxsar, xedd, dîdar, wech,
‘îzar (Yüz ve Yanak)
Yüz ve yanak birbirinden ayrılmayan iki unsurdur. Bu iki unsurun önemi, diğer güzellik unsurlarına mekân oluşudur. Yüz ve yanak bu güzellik
unsurlarıyla bazen uyum, bazen de tezat içerisinde olur. Hakk’ın tecelligâhı
olarak kabul edilen yüz hem rengi hem de güzelliği ve parlaklığı açısından
benzetildiği unsurlardan bazıları şunlardır:
Unsur
Türkçesi
İlgi
Afîtab/Mîhr
Güneş
parlaklığı, yakıcılığı, yuvarlak şekli
Xurşîd
Güneş
parlaklığı, yakıcılığı, yuvarlak şekli
Mah/Meh
Ay
parlaklığı, şekli
Qemer
Ay
parlaklığı, şekli
rûz
gündüz
parlaklığı
gulnar
nar çiçeği
lale
lale
renk benzerliği
gul
gül
renk ve kokusu; goncanın
kapalı hâli
gulşen
gül bahçesi
yanağın güle ve laleye; dudağın
goncaya; ayva tüylerinin de
sebzeye benzetilmesi. Ayrıca
âşığın bülbül olarak tasavvur
edilmesi
gulîstan
gül bahçesi
aynı ilgi
gulzar
gül bahçesi
aynı ilgi
butsan
bostan
aynı ilgi
lalezar
lale bahçesi
96
renk benzerliği,
“nar”ın ateş anlamı bağlamında
yakıcılığı
ayva tüylerinin sebz, dudağın ab-ı
hayat olarak tasavvuru
Rûm
Rum
parlaklık, güzellik
azer/od/ateş
ateş
yakıcılığı, rengi ve parlaklığı
çerax
çıra
parlaklığı
şem’
mum
parlaklığı ve yakıcılığı
ayîne/mîr’at
ayna
parlaklığı, saflığı
ab/av
su
kalbi ateşe dönüşen âşığın
söndürücü suya ihtiyacı, saflık
Cemalullah
İlahî güzellik Hakk’ın nurunun tecellî ettiği
yer oluşu
Ke’be
Kâbe
Mushef
Kur’an
Kitêb
Kitap
Bihişt
Cennet
Fîrdews
Cennet
Hakk’a yönelinen makam oluşu
parlaklık; ayva tüylerinin
“Duhan” ayetine benzetilmesi
iki yanağın kitabın iki sayfasına
benzetilmesi; yazı stilleri
sonsuz huzur ve rahatlık mekânı
oluşu
aynı ilgi
Baxê Îrem
İrem Bahçesi kulağın İrem Bahçesi’nin bir
köşesi olarak tasavvuru
2. 4. 8. Xal (Ben)
Şekli, siyah rengi, kokusu ve yüz üzerinde bulunması açısından ele
alınan benin bu ve benzeri açılardan benzetildiği unsurlardan önemli bazıları şunlardır:
Unsur
Türkçesi
Nuqte
nokta
İlgi
şekil ve renk benzerliği; yüzün kitap olarak düşünülmesi
‘edes
mercimek
şekil ve renk benzerliği
Zuhre
Zühre yıldızı
yüzün Ay olarak düşünülmesi
Hînd
Hint
yüzün Rûm olarak düşünülmesi
muşk
misk
kokusu
muşgê Teter
Tatar miski
kokusu (en iyi misk Tatar
ülkesinde elde edilir)
fettan/fitne
fitneci
siyah rengi ve çokluğu
nedeniyle “kesret”i temsil etmesi
merdum
göz bebeği
şekil ve renk benzerliği;
âşığın gözünün değmesi
beydeq
piyon/piyade renk ve şekil
97
2. 4. 9. Xet (Hat; Ayva tüyleri)
Yüzün değişik yerlerinde bulunan bu unsurun çeşitli açılardan benzetildiği bazı unsurlar şunlardır:
Unsur
Türkçesi
İlgi
sebz
sebze
yeni çıktığında açık yeşil oluşu; yüzün bahçe olarak tasavvuru
xar
diken
yanağın gül ve gülzâr olarak
düşünülmesi; âşığa verdiği acı
ayet
ayet
yüzün Mushaf’a benzetilmesi
setrê Ke’be
Kâbe örtüsü
yüzün Kâbe olarak düşünülmesi
xet
yazı, çizgi
yüzün kitap olarak düşünülmesi
muşk
misk
güzel kokusu, siyah rengi
‘enber
anber
güzel kokusu, siyah rengi
‘ebîr
ıtır
güzel koku
rîhan/reyhan reyhan
rengi ve kokusu; yüzün bahçe
olarak düşünülmesi
binefş
menekşe
rengi ve kokusu; yüzün bahçe
olarak düşünülmesi
sunbul
sünbül
rengi ve kokusu; yüzün bahçe
olarak düşünülmesi
leşker
asker
âşığın gönlünün fethedilen
bir memleket olarak düşünülmesi
Ye’cuc
Ye’cüc
çokluk ve kısa boy
xubar
toz
rengi ve şekli; yüzün saf bir suya
xubar
bir yazı türü
hîcab
örtü
came
elbise
benzetilmesi
yüzün kitap olarak düşünülmesi
yüzün sofra olarak tasavvur
edilmesi
yüzü örtme özelliği
2. 4. 10. Dev/Dehan (Ağız)
Dudakla beraber bir bütünlük içinde ele alınan ağız duruma göre kapalılığı, şekli, küçüklüğü, dudağa mekân oluşu, dil ve dişlere mekân oluşu,
98
kendisinden tatlı söz çıkması gibi özelliklerinden dolayı aşağıdaki unsurlara benzetilmektedir:
Unsur
Türkçesi
xunce
gonca
abê heyat
hayat suyu
huqqe
hokka
qend/şeker
şeker
İlgi
kapalılığı, şekli ve küçüklüğü
can verme özelliği ve dudağa
mekân oluşu
ağızdan çıkan sözün cevahir
olarak düşünülmesi
tatlı söz etmesi
2. 4. 11. Leb/Lêv (Dudak)
Kendinden sıkça söz ettiren dudak yerine göre rengi, güzelliği, vuslata vesile oluşu, söz ve dişlerin mekânı olan ağızla yakın ilişkisi, yuvarlak
şekli, küçüklüğü, kapalı hâli, gülümseme ve gülmeyle yakın ilgisi, iki tane
oluşu ve benzeri açılardan ele alınmaktadır. Dudağın bu bağlamda benzetildiği bazı unsurlar şunlardır:
Unsur
cam
Türkçesi
İlgi
şarap kadehi şekil benzerliği; yüzün bezm olarak
düşünülmesi
mey
şarap
rengi, şekli ve lezzeti
le’l
lal taşı
rengi ve taşıdığı değer
yaqût
yakut
rengi ve taşıdığı değer
huqqe
hokka
şekil benzerliği
xatem
mühür
şekil benzerliği; sevgilinin Hz. Süleyman’a
benzetilmesi
qend/şîrîn şeker/tatlı
kendisinden tatlı ve hoş sözlerin çıkması
‘Îsa
Hz. İsa
hastayı iyileştirme, can verme, ihya etme
abê heyat bengisu
can verme, ihya etme, ölümsüzlük
bahşetme
Kewser
cennet havuzu yanağın cennet bağı olarak tasavvuru
Selsebil
cennet ırmağı yanağın cennet bağı olarak tasavvuru
mîwe
meyve
lezzeti, rengi, şekli; yüzün bahçe olarak
düşünülmesi
99
od/ateş/nar ateş
xwûn
kan
gul-xunce gül-gonca
tûtî
papağan
rengi ve yakıcılığı
rengi
küçüklüğü, rengi ve kapalılığı; yüzün
gülşen oluşu
konuşma vasıtası olması
2. 4. 12. Zeqen (Çene)
Çenenin benzetildiği bazı önemli unsurlar şunlardır
Unsur
çah
Türkçesi
kuyu
sîb/sêv
gûy
cam
jale
elma
top
kadeh
jale
İlgi
çene çukuru olarak şekil benzerliği; âşığın
hapsedilişi
yuvarlak şekli, çukuru ve rengi
şekli
şekli
şekli
2. 4. 13. (Qed/Qamet/Endam (Boy)
Üzerinde fazlaca durulan unsurlardan biri olan boy duruma göre düzgünlüğü, uzunluğu, inceliği, sevgilinin erişilmezliği, âşığına tepeden bakması, sallanışı, tazeliği ve gençliği ve benzeri açılardan bazı unsurlara benzetilmektedir ki bu unsurların başında şunlar gelmektedir:
Unsur
serw
çinar
‘er’er
senewber
şîmşad
tûba
Türkçesi
servi/selvi
çınar
dağ servisi
fıstık çamı
şimşir ağacı
tuba
nehl/nîhal fidan
100
İlgi
uzunluk, incelik, düzgünlük, yükseklik
yükseklik
uzunluk, düzgünlük
uzunluk, düzgünlük
yüksekliği ve meyvesiz oluşu
cennet ağacı oluşu (sevgilinin bir cennet
varlığı olarak tasavvuru)
incelik ve tazelik; olgun meyven
umulmaması
senceq
sancak
uzunluk, incelik ve düzgünlük
lîva/raye
sancak
aynı ilgi
elîf
elif harfi
düzgünlük ve incelik; 1 sayısına
benzemesiyle vahdet
menar
minare
uzunluk ve düzgünlük
2. 4. 14. Dendan (Diş)
Dişin renk, şekil, değer ve benzeri açılardan benzetildiği bazı unsurlar
şunlardır:
Unsur
Türkçesi
İlgi
dur
inci
renk ve şekil benzerliği: Parlaklık, düzgün
iki sıra oluşturması
jale
jale
renk ve şekil benzerliği
Sureyya
Süreya
şekil benzerliği ve parlaklık
2. 5. Âşık İçin Kullanılan Bazı Terimler
Sevgili bir gül, âşık ona tutkun bir bülbüldür. Sevgili bir mum, âşık kendini onda yok eden bir pervanedir. Sevgiliye duyduğu karşılıksız aşktan dolayı âşık fizikî durum olarak benzi sarı, zayıf, güçsüz, beli ve boynu büküktür. Ruhsal olarak da kararsız, sabırsız ve tahammülsüzdür. Bazen de çok
tahammüllüdür.) Sevgilisi için kendini ateşe atmak dâhil her fedakârlığı
yapan bir tip olan âşık duyduğu aşktan dolayı genellikle sersem, mahmur
ve sarhoştur. Bu bağlamda onun benzetildiği ya da birlikte tasavvur edildiği önemli unsurların başında şunlar gelmektedir:
Unsur
Türkçesi
bulbul/bilbil bülbül
İlgi
sevgilinin gül olarak düşünülmesi
perwane kelebek
sevgilinin mum olarak
düşünülmesi, vuslat
tûtî
papağan
konuşma; maşukun yüzünün ayna,
sözünün de şeker oluşu
101
qumrî
kumru
sevgiliye bağlılık; muhabbet sembolü
bûm
baykuş
gönlünün harabe oluşu
(baykuş harabelere konur)
huma
uzaklık; Hakk âşığı olarak dünya
hüma
nimetlerinden uzaklaşma
mûr
karınca
zayıf ve incelmiş vücudu
şahbaz
doğan
el-kol üzerinde tutulma arzusu
şêr/şîr
aslan
sevgilinin ahu olarak düşünülmesi
şîkar
av
sevgilinin bir avcı olarak tasavvur edilmesi
qurban
kurban(lık)
bende
köle
sevgilinin yolunda can vermeye
hazır olma
sevgilinin sultan, şah ve efendi olarak
düşünülmesi
geda/saîl
dilenci
aynı ilgi
yexsîr/êsîr esir
aynı ilgi
teşne
susuz
sevgilinin vuslatını âşıktan esirgemesi
belakeş
bela çeken
sevgilinin eziyet ve cefası
bîmar/merîd hasta
çaresiz aşk hastalğına tutulması;
sevgilinin tabip oluşu
derdemend dertli
sürekli aşk derdini çekmesi
cunûn
deli
aşktan delirmesi
dîwane
deli
aşktan delirmesi
serxweş
sarhoş
aşktan aklını yitirmesi
mest(ane) sarhoş
aşktan aklını yitirmesi
heyûla
varlık âleminin ilk aslî maddesi kadar
heyula
küçülmesi
xak
toprak
xubar
toz
mütevâzi davranması;
sevgilisini yüceltmesi
aynı ilgi
2. 6. Mem û Zîn’de Geçen Aşk Hikâyeleri
Xanî Mem û Zîn’in bazı beyitlerinde Doğu edebiyatlarında meşhur olmuş ve klasik şiirlere yansımış olan bazı aşk hikâyelerine işaret etmektedir
ki bu beyitlerde geçen bu aşk hikâyelerinin başlıcaları şunlardır:
102
Wamiq û ‘Ezra
Yûsuf û Zuleyxa
Weys û Ramîn
Leyla û Mecnûn
Şêxê Sen’aniyan
Ferhad û Şîrîn
Husrew û Şîrîn
Bu hikâyelerin geçtiği bazı beyitler aşağıda sunulmuş, ardından bunların özet olarak açıklanması yapılmıştır:
52/58 Mecnûn î xwe hate ba te Leyla
Ger Wamiq î ha jibo te ‘Ezra
Mecnûn isen geldi yanına bizzat Leyla
Vamık isen işte geldi senin için Azra
44/19 Geh geh çi dibit wekî Zuleyxa
Pirsa mi bikî ey şekerxwa?
Ne olacak ki sen ara sıra Züleyha olsan?
Ey dudakları şeker döken, hâlimi sorsan!
2/24
Yûsuf te çira numa Zuleyxa?
Wamiq te kusa gihande ‘Ezra?
Züleyha’yı neden dolayı Yusuf’a gösterdin?
Vamık’ı Azra’yla ne sebeple birleştirdin?
44/20 Leyla tu wî ez ji bo te Mecnûn
Gulgûn ji te ra sirişkê pirxwûn
Sen Leyla’sın ben senin için Mecnûn’um
Senin için gül rengi kanlı yaş döküyorum
44/21 Ferhad im ez û tu bo mi Şîrîn
Seylabê sirişkê, cûyê şîrîn
Ben Ferhad’ım, benim için Şîrîn sensin
Tatlı su arkında akan yaş seline nedensin
2/25
Şêxê we ku pênce hec bijarî
Dîn kir te ji bo keça kufarî
103
Şeyh(-i Sen’an) vardı, elli kez hacca giden
Onu bir kâfir kızı için sensin deli eden
2/23
Leyla te kire bela li Qeys
Ramîn bi te rami bû li Weys
Sensin Leyla’yı Kays’ın başına bela eden
Ramîn senin için oldu Veys’e boyun eğen
2/22
Şîrîn te kire şekir li Perwîz
Ferhadi ji rengê eşkê xunrîz
Sensin Şîrin’i Pervîz’e şeker gibi gösteren
Sensin Ferhad’a kanlı gözyaşları döktüren
2. 6. 1. Wamiq û ‘Ezra
Vamiq, Doğu Edebiyatlarında “Wamiq û ‘Ezra” olarak bilinen aşk mesnevisinin erkek kahramanı, Azra da kadın kahramanıdır. Vamık’ın anlamı
âşık, ‘Ezra’nınki de bakire kız ve delinmemiş incidir. Bu aşk hikâyesi ilk
önce Husrev I. Enûşîrvan adına kaleme alınmış, bir nüshası Horasan Emîri
Abdullah b. Tahir’e (828-844) sunulmuştur. Fakat hikâyede Zerdüştîliğe
ve ateşe övgüler yer aldığı için İslâm’a aykırı bulunmuş ve yasaklanmıştır.
Bundan iki yüzyıl sonra İran’ın büyük şairlerinden Unsurî (ö. 1039) “Wamik û ‘Ezra”yı yeniden yazarak orijinal bir şekle büründürmüştür. Zaten
daha sonraları yazılan bütün “Wamiq û “’Ezra”ların kaynağı Unsurî’nin
bu yapıtı olmuştur. Bu aşk hikâyesinin konusu kısaca şöyledir: Birkaç kez
evlendiği hâlde çocuğu olmayan Çin hakanı Talmus, özel ressamı Beşîr
tarafından resmi çizilen Turan şahının kızını beğenir ve onunla evlenir.
Bu evlilikten bir erkek çocuk sahibi olan çift ona Wamiq adını verirler.
Büyüyen Wamiq’ın namını ve güzelliğini duyan Gazne padişahının biricik
kızı ‘Ezra daha görmeden ona âşık olur. ‘Ezra’nın dadısı Wamik’a ‘Ezra’nın
resmini göndererek Wamiq’ın da ona âşık olmasını sağlar. ‘Ezra’ya kavuşmak için sırdaşı Behmen ile birlikte yola çıkan Wamiq macera dolu bir
yolculuk esnasında Zerdüştî Hintlilere yakalanıp ateşe atılır fakat yanmaz
ve sağ salim çıkar. Bu sırada Wamiq’ı aramaya çıkan ‘Ezra da Zencilere
esir düşer ve o da bir süre sonra kurtulur. Neticede Tus şehrinde birbirini
gören Wamiq ve ‘Ezra birbirine kavuşup evlenirler.
104
2. 6. 2. Weys û Ramîn
2/23
Leyla te kire bela li Qeys
Ramîn bi te rami bû li Weys
Sensin Leyla’yı Kays’ın başına bela eden
Ramîn senin için oldu Veys’e boyun eğen
Doğu edebiyatlarında işlenen aşk mesnevilerinden biri olan “Weys
û Ramîn”de Weys kadın kahraman, Ramîn de erkek kahramandır. Aslı
Pehlevîce olup Sasaniler zamanında yazıya geçirilen bu hikâyeyi mesnevî
biçiminde nazmeden ilk kişi XI. yüzyıl şairlerinden Fahreddîn Esad
Curcanî’dir. Curcanî İsfahan’da Ebulfeth Muzafferuddîn’in isteği üzerine
nazmettiği bu mesneviyi “mefâîlun mefâîlun feûlun” kalıbıyla 8.000 beyit
hâlinde yazmıştır. 1048-1055 yılları arasında yazılan bu hikâyenin konusu
kısaca şöyledir: Merv şehrinin şehriyarı olan Mubit Menigan’ın Zerd ve
Ramîn adında iki kardeşi vardı. Zerd öz, Ramîn ise üvey idi. Mubit, adı
Şehrû olan bir kadının Veys adındaki kızını sever ve onu zorla kaçırıp
Kuhistan’a götürür. Veys burada gördüğü Ramîn’e âşık olur ve Mubit’in
evde olmadığı sıralarda baş başa kalırlar. Mubit işin farkına varınca Veys
ile Ramîn yanlarına dadılarını da alarak Rey şehrine kaçarlar. Mubit onları yakalatır ve kurduğu “Ateş Mahkemesi”nde yargılar. Veys kurtuluyorsa
da Ramîn zindana atılır. Bir süre zindanda kalan Ramîn çıktıktan sonra
Veys ile evlenir.
Bu aşk mesnevisinin belirgin özelliklerinden biri de başta “ateşgedeler”
ve “ateş mahkemeleri” olmak üzere birçok Zerdüştî geleneği içermesidir.
Bundan dolayıdır ki bu mesneviyi Türkçe yazan tek şair olan Lamiî Çelebî
(ö. 1532) Zerdüştî unsurlar yerine İslamî unsurları yerleştirerek ona farklı
bir görünüm kazandırmıştır.
2. 6. 3. Şêxê Sen’an(iyan)
2/25
Şêxê we ku pênce hec bijarî
Dîn kir te ji bo keça kufarî
Şeyh(-i Sen’an) vardı, elli kez hacca giden
Onu bir kâfir kızı için sensin deli eden
105
Xanî’nin yukarıdaki beyitte elli kez hacca gittiğini söylediği Şeyh “Şêxê
Sen’an”dır. En geniş şeklini meşhur İranlı şair Ferîduddîn Attar’ın (ö.
1221) “Mantiku’t-Tayr” (Kuş Dili) adlı eserinde gördüğümüz “Şêxê Sen’an”
hikâyesini klasik Kürt edebiyatında yazılı olarak ilk kez Melayê Cizîrî (ö.
1640) ve Feqiyê Teyran’ın (ö. 1641) divanlarında görüyoruz. Cizîrî şunları
söylemektedir:
Mey nenoşî Şeyxê Sen’anî xelet
Ew neçû nêv Ermenîstanî xelet
San’an Şeyhi şarabı yanlışlıkla içmedi
Ermenistan içine yanlışlıkla gitmedi
Mîslê Mûsa wî tecellaya te dî
Ê tu dî kanê kanê xeta hanê xelet?
Tıpkı Mûsa gibi o da senin nurunu gördü
Seni görenin hatası nerde, yanlışı nerde?
Feqiyê Teyran “Şêxê Sen’an” hikâyesini uzun bir manzume hâlinde ayrıntılı olarak işlemiştir. Bu manzûmenin bir bendinin ilk iki satırı şöyledir:
Şeyxek hebû Sen’aniyan
Serdarê pansed sofiyan
San’anlıların bir şeyhi vardı
O, beş yüz müride serdardı
Hikâyenin konusu kısaca şöyledir: Asıl adı Abdurrezzak b. Humam
olan ve hicrî 126 yılında doğup 211 yılında vefat eden ünlü bir şeyh olan
Şêxê Sen’an Yemen’in San’an şehrindendir. Beş yüz müride (“Mantiku’tTayr”da 400 mürit olarak geçiyor) rehberlik eden bu şeyh bir Ermeni kızına âşık olur (mistik yorumlara göre kızın yüzündeki ilahî nura âşık olur).
Ancak kız onun içki içmesi, zünnar denilen Hıristiyanlık kuşağı bağlaması
ve domuz çobanlığı yapması gibi ağır şartlar ileri sürerek ancak bu şartları
yerine getirdiği takdirde kendisine kavuşacağını söyler. Şeyh bu şartları
yerine getirir ve yaptıkları için “Allah bu yaptıklarımı kaderimde yazdığı için yaptım” diyerek cebriyecilik anlayışına sığınır. Fakat araya başka
mürşitlerin girmeleri ve onu ikna etmeleri sonucu bu anlayışından vazgeçer, yaptıklarından tövbe eder ve yeniden müritleri arasına döner. Ermeni
kızı da peşinden gider ve Müslümanlığı kabul eder.
106
Feqiyê Teyran’a göre şeyhin yaşadığı macera maddî bir aşk macerası değil, ilahî bir aşk olayıdır. Şairimiz alegorik bir anlatımın hâkim olduğu bu
hikâyede Şêxê Sen’an’ın Rahmanî bir yolda olduğuna şöyle dikkat çeker:
Halê li şeyx rehmanî ye
Da hûn mebên efsanî ye
Wî yek diye yek zanîye
Dîn kir meya wehdanetê
Şeyh’in düştüğü durum Rahmanîdir
Demeyiniz ki bu durum efsanevîdir
O “Bir”i görmüştür ve“Bir”i bilmiştir
Onu Allah’ın birliği şarabı delirtmiştir
2. 6. 4. Yûsuf û Zuleyxa
Kur’an’da Yûsuf û Zuleyxa
Kur’an’da “Yusuf Sûresi” adı verilen ve Mekke’de nazil olan 111 ayetlik
bir sûre vardır. Bu sûrede Yusuf ile Züleyha’nın hikâyesi özetle şöyle verilmektedir: Hz. İbrahim’in İshak adlı oğlundan olan Hz. Yakûb’un 12 oğlu
olur. Fakat Yakûb bunlar içerisinde en çok Yusuf’u sever ve bu da öbür kardeşlerin onu kıskanmalarına neden olur. Küçük Yusuf bir gün rüyasında
ay ve güneş ile birlikte 11 yıldızın da secde ettiğini görür ve bunu babası
Yakûb’a anlatır. Yakûb bu rüyayı yorumlarken kendisinin ilerde büyük biri
olacağını ve 11 kardeşinin saygıyla önünde eğileceklerini söyler ve bu rüyayı
kardeşlerine anlatmaması yönünde de onu uyarır. Daha sonra olayı duyan
kardeşlerinin kıskançlıkları daha da artar ve Yusuf’tan kurtulmanın planlarını yaparlar. Onu öldürmekle kuyuya atma seçenekleri üzerinde tartışan
kardeşler ikinci seçeneği tercih ederler. Babaları Yakûb’tan kendileriyle birlikte dışarı çıkıp oynamak üzere Yusuf’a izin vermesini isteyen bu kardeşler, Yusuf’u yalnız bırakıp onu kurtların yemesinden korktuğunu söyleyen
babalarının bu endişelerini gidermek için Yusuf’u koruyacaklarına ilişkin
söz verirler. Bunu üzerine Yusuf’un onlarla dışarı çıkmasına izin verir. Kardeşleri daha önce yaptıkları plan gereği Yusuf’un gömleğini çıkarıp ona bir
hayvanın kanını sürdükten sonra Yusuf’u kuyuya atarlar ve biraz uzaklaşıp
neler olacağını gözetlemeye başlarlar. Çok geçmeden Mısır’a doğru imekte
107
olan bir kervan gelir. Kervanın sakası su çıkarmak amacıyla kuyuya kovasını
sarkıttır. Küçük Yusuf kovaya tutunarak yukarı çıkar. Yusuf’u gören kervan
buna sevinir ve onu yanlarına alıp Mısır’a götürmek üzere yollarına devam
erdeler. Olayı gören kardeşleri Yusuf’un kanlı gömleğini alarak yatsı vakti
eve dönerler ve babalarına Yusuf’u kurdun yediğini söylerler ve kanıt oarak
da kanlı gömleğini gösterirler. Yakûb buna inanmasa da sabır göstermekten başka bir çaresi kalmaz ve gece gündüz Yusuf’un kaybından duyduğu
üzüntüden dolayı ağlaya ağlaya gözlerini kaybeder. Yusuf’u beraberlerinde
Mısır’a götüren kervan onu köle olarak cüz’i bir fiyatla Mısır Azîzi olarak
bilinen Mısır Maliye Bakanı’na satarlar.
Mısır Azîzi küçük Yusuf’u hanımı Züleyha’ya teslim eder, kendisine iyi bakmasını tavsiye eder ve kendisi de onunla yakından ilgilenir.
Züleyha’nın evinde büyüyen Yusuf çok yakışıklı ve güzel yüzlü bir genç
olduğunda Züleyha ona âşık olur ve bir gün hislerine mağlup olup kapıyı
kapatıktan sonra beraber olmayı teklif eder. Yusuf ise kendisini yetiştiren
efendisine ihanet edemeyeceğini ve Allah’tan korktuğunu söyleyerek bir
şekilde kapıyı açıp dışarı kaçar, Züleyha’da peşinden gider ve arkadan çekmeye çalışırken gömleğini yırtar. Tam o sırada kocası kapıda beliren Züleyha ona Yusuf’un kendisine saldırdığını, kendini korumaya çalışırken de
Yusuf’un gömleğinin yırtıldığını söyler. Züleyha’nın akrabalarından biri
hakem olarak çağrılır. Bu hakem şöyle der: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa Züleyha doğru söylüyor, Yusuf yalancıdır; fakat eğer gömleği arkadan
yırtılmışsa Yusuf doğru söylüyor, Züleyha yalancıdır”. Gömleğin arkadan
yırtıldığı görülünce Züleyha’nın Yusuf’u taciz ettiğini anlayan kocası ondan tövbe edip Allah’tan af dilemesini ister. Züleyha’nın Yusuf’a olan aşkını ve yaşanan olayı duyan Mısır kadınları her platformda onu eleştirmeye
ve kınamaya başlarlar. Bunu duyan Züleyha onlardan bir grubu ziyafete
davet eder ve önlerine meyve koyarak ellerine de bu meyveleri soymaları
için bıçaklar verir ve Yusuf’u çağırır. Yusuf’un güzelliği karşısında neye üğradıklarını şaşıran bu kadınlar meyve soydukları bıçaklarla farkında bile
olmadan ellerini keserler. Şaşkınlığı üzerlerinden atıp kendine gelen bu
kadınlar Züleyha’nın neden hislerine mağlup olup Yusuf’a âşık olduğunu
anlarlar ve onu kınamaktan vazgeçerler.
Züleyha’nın kocası Yusuf’un suçsuzluğuna inanmasına rağmen onu
zindana attırır. Bir süre sonra yanına Mısır kralına komplo kurmakla suçlanan iki genç daha gönderilir. Bir gün bu iki genç de birer rüya görürler.
108
Gençlerden biri rüyasında şarap sıktığını gördüğünü söylerken, öbürü de
başının üstünde ekmek taşıdığını ve bir kuşun gelip o ekmekten yediğini gördüğünü söyler ve Yusuf’tan bu rüyalarını yorumlamasını isterler.
Allah’ın kendisine peygamberlikle birlikte rüyaları yorumlama bilgisini de
verdiği Yusuf onlara şöyle der: Biriniz efendisine şarap içirecek, öbürü de
asılacak ve kuş onun başından yiyecektir”. Bu arada Mısır hükümdarı da
rüyasında hem yedi zayıf ineğin yedi besili ineği yediklerini, hem de yedi
yeşil başak ile yedi kuru başak gördüğünü söyler ve bu rüyayı yorumlamaları için Mısır’ın bilginlerini çağırır. Bilginler bu rüyanın çok karışık
olduğunu, dolayısıyla yorumlayamayacaklarını söyleyince Yusuf hatırlatılır ve ona müracaat edilir. Yusuf yaptığı yorumda yedi yıllık bolluktan sonra yedi yıl süren bir kuraklık ve kıtlık olacağını, bu kuraklığın daha önce
stokladıkları her şeyi bitirip tüketeceğini, fakat arkasından bol yağmura
kavuşacakları verimli bir yıl geleceğini söyler.
Derken Mısır Azîz’i Yusuf’u zindandan çıkartır, Züleyha onun suçsuzluğunu itiraf eder ve kıtlık zamanı geldiğinde Yusuf artık Mısır maliyesinden
sorumlu bir yetkili olur. Bu arada kuraklık ve kıtlıktan etkilenen kardeşleri yardım için Ken’an (Filistin) diyarından Mısır’a giderler ve tanımadıkları, bir zamanlar kuyuya attıkları kardeşleri Yusuf’tan erzak isterler.
Onları tanıyan Yusuf kendilerinden kardeşleri Bünyamin’i getirmelerini,
aksi halde erzak vermeyeceğini söyler. Filistin’e geri dönen kardeşleri güçlükle de olsa Bünyamin’i Mısır’a götürürler ve erzaklarını yüklerler. Ancak Bünyamin’i yanında tutmak isteyen Yusuf bunun için bir plân yapar:
Kardşlerinin yükü içine onlardan habersiz olarak hükümdarın su kabını
koyar ve bir tellal aracılığıyla şöyle bir duyuruda bulunur: Hükümdarın
su kabı çalınmış ve sözden şüphelenilmektedir. Kimin yükünde bu kap çıkarsa burada alıkonulacak, öbürleri döneceklerdir”. Yapılan aramada kap
Bünyamin’in yükünde bulunur ve alıkonulur. Derken Yusuf onlara gerçek kimliğini açıklar ve kendilerine gömleğini vererek onları gönderir ve
gömleğini babası Yakûb’un yüzüne sürmelerini ister. Kafile Mısır’dan yola
çıkmaya başladıktan sonra Filistin’deki Yakûb yanındakilere şöyle der:
“Benim bunadığımı söyleyeceksiniz ama inanın ki ben Yusuf’un kokusunu
hissediyorum”. Bir süre sonra müjdeci gelip Yusuf’un gömleğini Yakûb’un
yüzüne sürünce gözleri açılır ve Allah’a şükreder.
Anne ve babasıyla birlikte kardeşlerini Mısır’a davet eden Yusuf burada
annesini ve babasını tahta oturtur ve kardeşlerine de gerekli ilgiyi gösterir.
109
Hep birlikte Yusuf’un âlicenaplığı karşısında bir nevi saygı secdesi olarak
önünde eğilirler. Böylece yıllar önce ay ve güneşle birlikte 11 yıldızın da
kendisine secde ettikleri yönünde babasına anlattığı rüyadaki ay, güneş ve
yıldızların kimler olduğu ortaya çıktı.
Kur’an’da “peygamberlerin hikâyelerinde akıl sahipleri için ibretler
vardır” denilerek her kıssanın bir hissesi olduğuna işaret edilmiştir. İslamî
literatürde “ahsenu’l-kases” (hikâyelerin en güzeli) olarak geçen Yusuf kıssasından alınması gereken hisselerden bazılarını maddeler hâlinde şöyle
sıralamak mümkündür:
1) Çocuklar arasında adaleti gözetmek: Hz. Yakûb’un Yusuf’u öbür
kardeşlerinden daha çok sevmesi bu kardeşlerin kıskanmalarına, bu kıskançlık da onu ortadan kaldırma planları yapmalarına yol açmıştır. Öyleyse anne ve babalar çocuklarını sevmede adil ve dengeli davranmalıdırlar.
2) İyiliğe nankörlük etmemek: Yusuf’un daha küçük bir çocukken kendisini evine alan ve her türlü iyiliği yapan Mısır Azîzi’nin bu iyiliklerine
karşı nankörlük edip onun şerefini zedeleyecek bir davranıştan kaçınması
iyiliğin evrensel boyutunu ortaya koymaktadır.
3) Ümit ve sabır: En acı olaylar karşısında bile ümitsizliğe düşmeyip sabır göstermek ve dayanma gücünü sonuna kadar kullanmak çoğu
kez olumlu sonuçları beraberinde getirebilmektedir. Yusuf’tan ayrılan
Yakub’un sabır ve ümidi bu konuda dikkate alınması gereken bir olgudur.
4) Affetme erdemliliği: Yusuf’un kendisine çok kötü davranan kardeşlerinden intikam alabilecek güç ve yetkiye sahip olduğu hâlde onları
affetmesi ve böylece kardeşlerinin gönüllerini fethetmesi gerektiğinde af
seçeneğinin devreye konulabileceğine ve bunun yararlı sonuçlar doğurabileceğine işarettir.
Doğu Edebiyatlarında Yusuf ve Züleyha
İşlenmeye en müsait hikâyelerden biri olan Yusuf ile Züleyha hikâyesi
doğu edebiyatçılarının dikkatini çekmiş ve kısa şiirlerden yüzlerce, hatta binlerce beyit tutan mesnevîlere kadar bunu sanatsal ifadelerle enine boyuna
110
ele almışlardır. Aslında Kur’an’da 13,5 sayfa tutan ve 111 ayetten oluşan bu
hikâyenin şairler tarafından binlerce beyitle ifade edilmesi bazı iç ve dış faktörlere dayanmaktadır: Kendilerine göre dâhilî bir planı olan mesnevîlerde
besmele, tevhîd, münacat, na’t, miraciye ve kitabı yazma nedeni gibi hikâyeyle
doğrudan ilgisi olmayan bölümlere bazen yüzlerce beytin ayrılması, hikâyeye
Kur’an'da olmayıp Kitab-ı Mukaddes ve yorumlarında yer alan ayrıntıların
eklenmesi ve her ulusun şair ve edebiyatçısı hikâyeyi işlerken ona bazı mahallî
motifler eklemesi bu faktörlerden bazılarıdır.
Bu hikâye İslam dünyasında mesnevî şekliyle ilk kez İran edebiyatında
Firdevsî (ö. 10020) tarafından işlenmiştir. Firdevsî’den sonraki süreçlerde
yazılan ve kendilerinden sonrakiler üzerinde en çok etkili olan “Yûsuf û
Zuleyha” Camî (ö. 1492)’ninkidir.
Türk edebiyatında bu isimle mesnevî yazan şairler ise şunlardır: XIII.
yüzyılda Şeyyad Hamza; XIV. yüzyılda Haliloğlu Ali (bu çalışma Mahmud
adında bir edibin daha önce Kırım Türkçesi ile yazdığı eserin tercümesidir)
ve Suli Fakîh; XV. yüzyılda Hamdullah Hamdî, Şeyhoğlu Mustafa, Kırımlı
Abdülmecîd, Dûr Bîg, Hataî, Çakerî Sinan Çelebi, Beheştî Ahmed Sinan;
XVI. yüzyılda Ahmedî, Kemalpaşazâde, Hamidî, Celîlî, Likaî, Nimetullah,
Taşlıcalı Yahya Kamî Mehmed, Ziyaî Yusuf Çelebi, Şikarî, Manastırlı Kadı
Sinan, Gubarî Abdurrahman; XVII. yüzyılda Zihnî Abduddelîl, Rıfatî Abdulhay ve Havaî Abdurrahman; XVIII. yüzyılda Köprülüzâde Esad Paşa,
Ahmed Murşidî ve Molla Hasan; XIX. yüzyılda Süleyman Tevfik Bey. Türk
edebiyatında yazılan “Yûsuf û Zuleyha”lar arasında en çok rağbet göreni
Hamdullah Hamdî (ö. 1503)’ye ait olanıdır.
Kürt Edebiyatında Yusuf û Zuleyxa
Kürt edebiyatında “Yûsuf û Zuleyxa” hikâyesinin kahramanlarına
önce normal şiir ve mesnevîler içerisinde atıfta bulunulmuş, ardından bu
hikâyeyi müstakil işleyen mesnevîler yazılmıştır. Kürt şairleri normal şiir
ve mesnevilerde bu hikâyenin kahramanları ile kendileri ve sevdikleri arasında aşağıdaki yönleriyle ilişki kurmaktadır:
Yusuf: Şair sevgilisinin veya övdüğünün eşsiz güzelliğini dile getirirken onu Yusuf’a benzetmekte, bazen onu “İkinci Yusuf” olarak nitelendir-
111
mektedir. Bunun yanında kuyuya atılması, Züleyha ile olan maceraları,
zindana atılması, güzel rüya tabir etmesi, köle iken Mısır’a sultan oluşu
gibi yönleriyle de Yusuf iyi bir benzetme unsuru olarak klasik Kürt şiirinde
yerini almıştır.
Yakûb: Klasik Kürt şiirinde çoğu kez Yusuf ile birlikte anılır. Şair sevdiğinden ayrılmanın verdiği acıyla döktüğü gözyaşları, gözlerinin kör olması, sevgilisinden gelen hediye ve paslarla gözlerinin açılması gibi yönleriyle
kendini Yakûb’a benzetir.
Züleyha (veya Zelîha): Mağrib kraliçesi iken Mısır Azîzi ile evlenmesi,
daha bu Azîz ile evlenmeden Yusuf’u rüyasında görüp âşık olması, aşk teklifini reddedenYusuf’u zindana attırması, Azîz ile karı koca hayatı yaşamaması ve sonunda Yusuf’un peygamberliğine inanıp onunla evlenmesi gibi
yönleriyle ele alınır.
Filistin ve Mısır: Bu iki ülken Yakûb, Yusuf ve Züleyha’dan bahsedilirken çeşitli açılardan ara motifler olarak kullanılmaktadır.
Günümüze ulaştığı kadarıyla şiirlerinde Yusuf ile Züleyha bağlamında
Züleyha’ya işaret eden ilk şairimiz ‘Eliyê Herîrî’dir. Sevgilisinin Züleyha’dan
daha üstün olduğunu söyleyen Herîrî, Zuleyha ile birlikte Leyla ve “Mem
û Zîn”e de atıfta bulunduğu musammat gazelinin ilgili beyitlerinde şunları
söylemektedir:
Tu çêtir bûy ji Leylayê
Şîrîntir bûy ji Zuleyxayê
Mem û Zîn herdu yek tayê
Siya zulfê kirim tala
Sen Leyla’dan daha iyiydin
Züleyha’dan daha tatlıydın
Bizim dengimiz Mem ile Zîn
Talan etti beni siyah zülüflerin
Melayê Cizîrî “Dîwan”ında değişik münasebetlerle bu hikâyenin kahramanlarına atıfta bulunmuştur. Örneğin aşağıdaki beyitte kendiniYakûb’a
benzeten şairimiz, Yusuf’un kokusunu kendisine Mısır’dan gönderilen
gömleğinden hisseden ve daha sonra bu gömlek yüzüne sürüldüğünde kör
gözleri açılan Yakûb gibi kendisi de sevgilisini gördüğü zaman gözlerinin
açıldığına “telmîh” yoluyla şöyle işaret etmektedir:
112
Şukur bînahiya min hat û Ye’qûb dîde rewşen bû
Bi bûya Yûsufê Misrî li Ken’anê beser peyda
Şükür gözlerimin nuru geldi, Ya’kûb’un gözleri aydınlandı
Yusuf’un Mısır’dan gelen kokusuyla Filistin’de gözü açıldı
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi hikâyenin Kürt edebiyatına yansıyan yölerinden biri de şairlerin sevgililerini bazen Züleyha’ya, bazen de
Yusuf’a benzetmeleridir. Sevgilinin veya methedilen kişinin “İkinci Yusuf”
ifadesiyle sunulması da edebiyatımızın klişelerinden biridir. Nitekim Cizîrî
aşağıdaki iki beyitten birincisinde sevgilisini “Zamanın Züleyhası” olarak
sunarken, diğer beyitte sevdiği için “İkinci Yusuf” ifadesini kullanmıştır:
‘Alemek şehdeyiya husn û cemala te didit
Tu Zuleyxaya zeman î û çi hacet medehî
Bütün bir âlem senin güzelliğine tanıklık ediyor
Sen “Zamanının Züleyhası”sın, övmeye ne hacet!
Yûsufê Sanî yî tu xanim,
Ku bi hunsa xwe nedîrî sanî
Sen “İkinci Yusuf”sun hanımefendi!
Ama güzellikte yoktur senin “ikinci”n
Mem û Zîn’de birkaç beyitte Yusuf ile Zuleyha’ya dikkat çeken Xanî’nin
ayrıca bu adla müstakil bir eser yazdığı da belirtilmektedir. Sadık Bahadîn
Amedî bu konuda şunları ifade ediyor: Yûsuf û Zuleyxa adını taşıyan elyazması bir eser bulunmaktadır. Önsözü Mem û Zîn’inkini andıran bu eserin
sonunda Arapça şu cümle yer almaktadır: “Temme’l-kitabu el-musemma
bî ehseni’l-qesesi Yûsuf we Zuleyha te’lîfu’s-sûfî we’l-edîbi’l-kebîr Ehmed
el-Xanî ” (Adını hikâyelerin en güzeli olan Yûsuf ve Züleyha’dan alan ve
büyük mutasavvıf ve edîp Ehmedê Xanî’nin eseri olan bu kitap tamamlandı”.
Yazar ve araştırmacıların Amedî’nin bu tespitini ihtiyat ve şüpheyle
karşıladılarına işaret eden ve son birkaç yıldır Bağdat’taki “Saddam Elyazmaları Kütüphanesi”nde yer alan Kürtçe elyazmalarını gün ışığına çıkarmak için yoğun bir çalışma içerisine giren Muhammed Alî Qeredaxî, bu
kütüphanede 36576 kayıt numarasıyla korunan bu eseri görüp gün ışığına
çıkardığı müjdesini vermektedir.
113
Qeredaxî’ye göre Muhammed adında birinin hatıyla yazılan bu eserin
yazılış tarihi belli değilse de kâğıdın türü ve yazının stili bu nüshanın en
az 200 yıl önce yazıldığını göstermektedir. Elyazması olarak 140 sayfadan
oluşan ve ebatları 17X24 olan bu eserin Xanî’ye ait olduğuna ilişkin üç
önemli neden gösterilmektedir. Bir tanesi, bu eserin Xanî’ye ait olduğuna dair sonuna eklenen cümledir ki bu cümleyi yukarıda yazdık. İkincisi
eserin bir bölümü için seçilen başlıktır ki bu başlık şöyledir: “Der beyanê
du’akerdenê Şêx Ehmed Efendî Xanî” (Şeyh Ehmed Efendi Xanî’nin dua
etmesi hakkında). Görüldüğü gibi bu başlıkta Ehmedê Xanî hem isim hem
de mahlas olarak açıkça geçmektedir. Üçüncüsü ise munacata ayrılan beyitlerden birinde “Ehmed” isminin geçmesidir ki bu beyit şöyledir:
Ez hîwî dikim ji Zatê Emced
Azad bikî bibexşî “Ehmed”
En izzetli zât olan Allah’tan dilerim ki
Kurtuluşa erdirip bağışlasın “Ehmed”i
Ancak Tahsîn İbrahîm Doskî’nin de dikkatini çektiği gibi bu beyitte
geçen “Ehmed” isminden Hz. Peygamber’i de anlamak mümkündür. O
takdirde mısranın anlamı şöyle olur: “Ehmed’in hatırı için beni kurtuluşa
erdirip bağışla!”
Selîmê Silêman’ın “Yûsuf û Zuleyxa”sı
Kürt edebiyatında müstakil “Yûsuf û Zuleyxa”yı yazan ilk şair bilindiği kadarıyla Selîmê Silêman’dır. Şairimizin adı Selîm, babasının adı Silêman’dır.
Adının selîm olduğunu hem meşhur “Yûsuf û Zuleyxa” adlı eserinde, hem de
bazı şiirlerinde açıkça dile getirmiştir. Örneğin “Yûsuf û Zuleyxa”nın son bölümlerinden birinin son beytinde şair şunları söylemektedir:
Ev renge dibûn ziyade dilşad
Ya Reb tu bikî Selîmî azad
Gönülleri hoş oluyordu böyle
Allahım, Selîm’i azat eyle!
Şair “Yûsuf û Zuleyxa”sında Hizanlı olduğunu açıkça belirtmemiştir.
Fakat Rus Kürdolog Margrêt Rûdenko tarafından yayımlanan birkaç parça Farsça ve Kürtçe şiirlerinde şair kendini Selîm olarak tanıtırken babasının adının Süleyman olduğuna da işaret etmekte ve kendini Hîzan beyinin
esiri (hizmetçisi) olarak da göstermektedir. Nitekim Farsça bir şiirinde
şunları söylemektedir:
114
Selîmê dil Suleymanem
Esîrê Mîrê Hîzanem
Süleyman’ın oğlu Selîm’im
Hizan emirinin hizmetçisiyim
Yine Rûdenko tarafından yayımlanan bu kez Kürtçe bir şirinde de şunları söylemektedir:
Ger medhê bikîn ji bo Emîr e Eğer Bey için övgüde bulunsalar
‘Alem ku hemû bi wî xebîr e
Ki onu tanıyor bütün insanlar
Ya Reb bi heqê mahê ken’an
Allahım! Ken’an diyarının “ay”ı için
Mehfûz bikî Emîrê Hîzan
Hizan Beyini muhafaza eyleyesin
Bu şiir örneklerinden de açıkça anlaşılıyor ki şairimiz kendini Hîzan
Bey’nin bir bağlısı olarak gösteriyor. Fakat kimdir bu bey? Adı nedir? Ne
zaman yaşamıştır? Biz bu soruların cevabını ne “Yûsuf û Zuleyxa”sında ne
de günümüze ulaşan şiir örneklerinde görüyoruz. Bu beyin ismi konusunda bize intikal eden bir bilgi A. Jaba’dan gelmektedir. Jaba bu beyin adının
Mîr Şeref olduğunu ve Şerefhan Bedlîsî’nin çağdaşı olduğunu belirtmekte,
Qanatê Kurdo ve Rûdenko da bu bilgiyi bize nakletmektedirler. Qanatê
Kurdo “Kürt Edebiyatı Tarihi” adlı eserinde bazı ek bilgilerle birlikte şunları yazmaktadır: Adı Selîm olan şairin babasının adı Süleyman’dır. Şerefhan Bedlîsî’nin çağdaşıdır. Hîzan Beyi Mîr Şeref’in şairidir”. Bu da şu anlama geliyor ki Selîmê Silêman hicrî 10-11. Yüzyılda, miladî 16-17. Yüzyılda
yaşamıştır. Bu konuda ileri sürülen delillerden bazıları şunlardır:
Şairimiz “Yûsuf û Zuleyxa”sının bir beytinde şunları söylüyor:
Lewra bi hîkayetê şenî ye
Tarîx ji îsmê Heq xenî ye
-Ebced hesabına göre “Tarîx” kelimesi 1211; “ji îsmê Heq” kelimesi de
216 eder.
Buna göre 1211+216 = 995 eder ki miladi olarak 1586-1587’ye denk gelir. Bu da şairin bu eserini yazma tarihini göstermektedir.
-Rûdenko kendisinin yararlandığı Yûsuf û Zuleyxa nushasının sonunda şöyle bir cümlenin yazıldığını söylemektedir: “Temme el-kitabu’l-
115
musemma bi Yûsuf we Zuleyxa ‘alâ yedi heqîri’l-feqîr el-edna xadimu
Hakimi Hîzan fî yewmi Cumueti Mîr Şeref Hakimu Hîzan, Hafîzehullahu
el-Meliku’l-Mennan, bî hurmeti Beqer we Ali İmran web î hurmeti sûreti
Rehman we bî cahi Seyyidi ‘Ednan, cereti’l-kitabetu we terqîmu tarîxehu
bî ’ibareti ‘ezîm”.
Bu cümlenin sonunda geçen “’bî ‘îbareti ‘ezîm” kelimeleri de ebced hesabına göre hicri olarak 995 eder ki bu sayının miladi karşılığının 15861587 olduğunu daha önce belirtik.
Araştırmacı yazar Abdurrahman Muzûrî ‫ ز‬yerine ‫ ظ‬harfini tercih ederek ‫ عزمي‬yerine ‫ عظيم‬kelimesinin daha doğru olduğunu söyleyerek böylece
bunun ebced hesabının hicri olarak 1020, miladi olarak 1611-1612 ettiğini
belirtmektedir.
Fakat Tahsîn İbrahîm Doskî, şairimizin Ehmedê Xanî’den önce yaşadığı anlamına gelen bu tarihleri kabul etmeyerek onun Xanî’den önce yaşamasına ihtimal vermemekte ve “Yûsuf û Zuleyxa”da geçen mezkur beyte
dayanarak onun bu eserini hicrî 1168, miladî 1754-1755 yılında yazdığını
ifade etmektedir.
Doskî 1168/1754 tarihini bu beyitte geçen “Heq xenî” kelimelerinden
çıkarmaktadır. Buna göre heq kelimesi 108, xenî kelimesi de 1060 eder ki
ikisinin toplamı hicrî olarak 1168’i vermektedir. Bunun anlamı şudur ki
Selîmê Silêman XVIII. yüzyıl şairlerinden biridir.
Rudenko Nüshası: M. Rudenko’nun üç nüshaya dayanarak 1986 yılında Moskova’da bastırdığı nüsha bu eserin yayımlanmış ilk nüshasıdır.
İstanbul Kürt Enstitüsü Nüshası: Rahmetli Feqî Huseyn Sağnıç tarafından Latinize ve 1998 yılında İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından yayımlanan bu nüshaya bir önsöz yazan Sağnıç bunu hazırlarken yanında
üç nüshanın bulunduğu belirtmektedir. Yazar bu nüshaları Muhammed
Ercumend nüshası, Seydayê Mela Nurullah nüshası ve Nasrullah nüshası
olarak sıraladıktan sonra Ercumend nüshasının bazı yerlerinin okunmadığına dikkat çekerek öbür iki nüshayı baz aldığını belirtemkte ve nüsha
farklarına dipnotlarda işaret etmektedir. Ancak baştaki birkaç bölümün
yer almadığı bu nüsha bu yönüyle eksik sayılmaktadır.
116
Mela Mustefayê Hilêlî Nüshası: Eserin bir nüshası 1987 ylında Mela
Mustefayê Hilêlî’nin hatıyla yazılmıştır. Mela Mustefa bu nüshasının babasının kütüphanesinde bulunan bir nüshanın yazılı kopyası olduğunu söylemektedir ki bu nüshanın sonunda şu cümle yer almaktadır: “Temmet ala
yedi ahkari’l-ibadi el-kalîli cirmen ve’l-kesîri curmen Hesen Batî fî seneti
1330 rûmî şarkî ve fî seneti 1332 Arabî hicrî” (bu kitap, Allah’ın en hakir kulu
olarak cismi küçük fakat günahları büyük Hasan Batî tarafından rûmî şarkî
takvime göre 1330, Arabî hicrî takvime göre de 1332 yılında yazılmıştır). Bu
tarihlerin miladî takvime göre 1914 yaptığını hatırlatmak isteriz.
Tahsîn İbrahîm Doskî Nüshası: Yazar Rudenko nüshası ile Mela
Mustefayê Hilêlî nushasını karlıştırarak, bazı yanlışları düzelterek ve nüsha farklarına dipnotlarda işaret ederek oluşturduğu nüshayı 2004 yılında
Duhok’ta yayıma hazırlamıştır. Doskî’nin bu nüshası en sağlam nüshadır.
Bundan dolayı biz de bu çalışmamızda bu nüshayı temel aldık. Nüsha 47
bölüm ve 2127 beyitten oluşmaktadır. Mesnevî tarzında yazılan bu eserin
hem şekil hem de Kürtlerin durumunu yansıtan beyitler açısından Ehmedê
Xanî’nin, dolayısıyla Mem û Zîn’in etkisi açıkça görülmektedir. Şimdi bu
etkiyi gösteren bazı beyitleri karşılaştıralım:
Mem û Zîn’inden
Lew pêkve hemîşe bêtifaq in
Daîm bi temerrud û şîqaq in
Yûsuf û Zuleyxa’dan
Her dem bi temerrud û şîqaq in
Bêol in, bi hev re bêtifaq in
Çibkim ku qewî kesad e bazar
Nînin ji qumaşi ra xerîdar
Lakîn ez jî mame çar û naçar
Nînin ji qumaşî re xerîdar
Şeyx go ku di dînê ‘işqebazî
Bey’ek heye ew dibên terazî
Ey dil tu were bê hîlesazî
Bey’ek weh heye dibên terazî
Umîd ew e ji ehlê ‘îrfan
Ew dê negirin l imin çû herfan
Min hêvî heye ji ehlê ‘îlman
Gava ku nezer dikin li nezman
Teşnî’ nekin wekî xeyûran
Îslah bikin li min qusûran
Weqtê ku bibînin ew qusûran
Hîna ku bibînin ew futûran
Îslah bikin bi hîmmeta xwe
Mewzûn bikin bi re’feta xwe
117
Ger ‘îlmê temam bidî bi polek
Bifroşî tu hîkmetê bi solek
Kes nakete meyterê xwe Camî
Ranagirtin kesek Nîzamî
Sed barî tejî bikî cewahir
Sed new’ê ji tuhfeê di nadir
Bîlcumle bidî hemî temamî
Polek nekirî evî zemanî
2. 6. 5. Husrew û Şîrîn
Nûşîrevan’ın torunu ve Hürmüz’ün oğlu olan Pervîz eski ünlü İran hükümdarlarından biridir. Lakabı Perwîz’dir. Balık anlamına gelen Pervîz
“Hüsrev û Şîrîn” adlı aşk mesnevisinin erkek kahramanlarından olup 589
yılında tahta çıkmış, Ermeni prensesi Şîrîn’e âşık olmuş ve Kasr-ı Şîrîn’i
onun anısına yaptırmıştır. Macera dolu nice kaprislerden sonra Şîrîn’e
kavuşan Pervîz bu bağlamda klasik şiirde vuslata eren bir âşık olarak ele
alınmaktadır.
2. 6. 6. Ferhad û Şîrîn
2/22
Şîrîn te kire şekir li Perwîz
Ferhadi ji rengê eşkê xunrîz
Sensin Şîrin’i Pervîz’e şeker gibi gösteren
Sensin Ferhad’a kanlı gözyaşları döktüren
Ferhad “Hüsrev û Şîrîn” mesnevisinin bir bölümü olan “Ferhad û Şîrîn”
hikâyesinin erkek kahramanı, Şîrîn de kadın kahramanıdır. Bu hikâyenin
özeti şudur: Geride erkek çocuk bırakmadan ölen Ermen hükümdarının
yerine kızı Mehin Banû geçer. Mehin Banû’nun Şîrîn adında bir kız kardeşi
vardı. Şîrîn’e bir köşk yaptıran Mehin Banû’nun emriyle Behzad adlı ressam bu köşkü güzel resimlerle süsler. Süsleme işinde babasına yardımcı
olan Ferhad’ı gören Mehin Banû ona âşık olur. Oysa Ferhad onu değil, kız
kardeşi Şîrîn’i sever. Ara sıra Ferhad ile buluşan Şîrîn kendisine olan aşkını
ispatlaması için ondan şehrin dışındaki bir pınarı köşke bağlamasını ister.
Oysa pınar ile köşk arasında amansız Bîsutûn Dağı vardı. Aynı zamanda
mimar-mühendis olan Ferhad büyük külüngüyle bu dağı delmeye başlar
ve onlarca kişinin kaldıramayacağı taş ve kayaları aşkın gücüyle kaldırır.
Bu sırada Hürmüz’ün oğlu Hüsrev Pervîz de Şîrîn’e âşık olur. Ferhad dağı
118
delmeye devam ettiği bir sırada Hüsrev’in dadısı Ferhad’ın yanına giderek
kendisine “oğlum sen Şîrîn için dağı deliyorsun ama Şîrîn öldü” der. Bunu
duyan Ferhad bir ah çekerek külügü başına vurur ve orada ölür.
2. 6. 7. Leyla û Mecnûn
Hem Doğu edebiyatlarında genelde, hem de Kürt edebiyatında özelde
meşhur olan aşk hikâyelerinden biri de Leyla û Mecnûn hikâyesidir. Mem
û Zîn’de “Leyla û Mecnûn”a dikkat çekilen bazı beyitler şunlardır:
52/58 Mecnûn î xwe hate ba te Leyla
Ger Wamiq î ha jibo te ‘Ezra
Mecnûn isen geldi yanına bizzat Leyla
Vamık isen işte geldi senin için Azra
44/20 Leyla tu wî ez ji bo te Mecnûn
Gulgûn ji te ra sirişkê pirxwûn
Sen Leyla’sın ben senin için Mecnûn’um
Senin için gül rengi kanlı yaş döküyorum
2/23
Leyla te kire bela li Qeys
Ramîn bi te rami bû li Weys
Sensin Leyla’yı Kays’ın başına bela eden
Ramîn senin için oldu Veys’e boyun eğen
Doğu Edebiyatlarında Leyla û Mecnûn
Doğu edebiyatlarında en çok işlenen aşk hikâyelerinden biri olan “Leyla û Mecnûn”un en önemli iki kahramanı asıl adı Kays b. Mulevvih olan
Mecnûn ve Leyla’dır. Arap, Fars, Urdu, Türk ve Kürt edebiyatlarında ele alınan bu aşk hikâyesinde geçen Mecnûn bir Arap kabilesi olan “Benû ‘Amir”e
mensuptur ve 70/900 yılında ölmüştür. Deli anlamına gelen Mecnûn zamanla onun asıl ismi olan Kays’tan daha meşhur olmuş ve Doğu edebiyatlarında asıl ismi yerine kullanılarak günümüze gelmiştir. Leyla da aynı
kabiledendir ve Mecnûn’un Mehdî adındaki amcasının kızıdır. Mecnûn ile
Leyla kabilelerinin hayvanlarını otlatırken birbirlerine âşık olurlar. Aşk-
119
ları duyulunca Leyla çadırda alıkonulur ve Mecnûn’a gösterilmez. Bunun
üzerine Mecnûn’da Leyla’dan ayrılmanın verdiği ızdıraba dayanamayınca
babası ona Leyla’yı istemeye gider fakat kızlarının adını çıkarıp onurlarını
kırdığı gerekçesiyle aile Leyla’yı Mecnûn’a vermez ve onu bir başkasıyla
evlendirir. Bunun üzerine Mecnûn aklını kaybeder, çöllere düşer ve Necid
Dağı’na çıkarak vahşi hayvanlarla iç içe yaşamaya başlar. Babası Şifa bulur ümidiyle onu Mekke’ye götürüp Kâbe’nin yanında Allah’a dua eder ve
Mecnûn’dan da kendisi için dua etmesini ister. Fakat Mecnûn şifa bulması
için değil, Leyla’ya duyduğu aşkın ve bunun ızdırabının daha da artması için Allah’a yalvarır. Derken birçok gelişmeden sonra Leyla Mecnûn’un
aşkından ölür ve mezara konulur. Leyla’nın ölüm haberini alan Mecnûn
mezarının başına gelip o da oracıkta ölür ve Leyla’nın yanına gömülür.
Emeviler döneminde ortaya çıkan bu aşk hikâyesi bir süre şifahî olarak anlatıldıktan sonra İbn Kuteybe tarafından “eş-Şi’r ve’ş-şuara” (Şiir
ve Şairler) adlı şiir antolojisinde, Ebû Ferec el-İsfahanî tarafından da “elEğanî” (Şarkılar) adlı eserinde yazılı hâle getirilmiştir. Bu iki şiir uzmanından sonra gelen edipler de çeşitli eserlerinde bunu yazılı olarak değerlendirmişlerdir.
Arap edebiyatından Fars edebiyatına geçen “Leyla û Mecnûn” hikâ­yesi bu
isimle ilk kez Menûçihrî (ö. 432/1041) ve Baba Kûhî Şîrazî (ö. 442/1050)’nin
dîvanlarında rastlanmaktadır. Fakat bu hikâyeyi müstakil eser olarak ele
alan ilk kişi Nizamî-i Gencevî (ö. 608/1211-12)’dir. Şîrvanşahlar’dan Ahsîtan
b. Menûçihr Nizamî’den bu hikâyeyi manzûm olarak kaleme almasını ister,
bunun üzerine Nizamî bu hikâyeyi dört aydan az bir süre içerisinde yaklaşık
5.000 beyit tutan bir mesnevî tarzında hazırlar. Nizamî Arap menşeli olan
bu hikâyeye hükümdarın hoşuna gitmesi için İranî bir hava vermiştir. Bu
bağlamda Arap versiyonundaki çöl, çadır ve sürü otlatma gibi bedevî malzemeleri esneterek yerlerine şehir motiflerini yerleştirmiştir. Örneğin Arap
varyatında Leyla ile Mecnûn’un aşkı bunlar hayvan otlatırlarken başladığı
hâlde, Nizamî’nin Farsça versiyonunda okul okudukları sırada başlar. Yine
Mecnûn’u savunan Nevfel bir Arap kahramanı olmaktan çıkmış bir Fars
kahramanı hâline gelmiştir. Nizamî hikâyeye ayrıca Zeyn ve Zeynel adlarında iki kişi daha eklemiştir ki bunlardan Zeyn rüyasında Leyla ve Mecnûn’un
ancak ahrette kavuşabileceklerini görür. Nizamî’den sonra büyük bir ilgi
gören bu hikâye birçok şair tarafından kaleme alınmışsa da hiçbiri seviye
olarak Nizamî’ninkine yetişememiştir.
120
Türk edebiyatına Fars edebiyatından geçen bu hikâye ilk kez Gülşehrî
tarafından ele alınmıştır. Gülşehrî 717/1317 yılında yazdığı “Mantiku’tTayr” adlı eserinde aşk, âşık ve maşuktan bahsederken Leyla ve Mecnûn
hikâyesini de 79 beyit hâlinde özetlemiştir. Ondan sonra Âşık Paşa
730/1330 yılında yazdığı “Garipnâme” adlı eserinde aynı hikâyeyi 30 beyitle anlatmıştır. Fakat bu hikâyeyi müstakil bir mesnevî şeklinde kaleme alan ilk şair Edirneli Şahidî’dir. Şahidî 883/1478 yılında yazdığı bu
mesnevîsine “Gulşen-i Uşşak” adını vermiştir. Bu hikâye daha sonra
1484 yılında Ali Şîr Nevaî tarafından “Leyla vü Mecnûn” adıyla yazılır ve
bu şairin “Hamse”si içerisine dahil edilir. Fakat bu hikâyenin en güzeli
ve en çok beğenileni Fuzûlî (ö. 963/1556) tarafından yazılmış olanıdır.
Fuzûlî’nin 1535 yılında “Leyla vü Mecnûn” adıyla mesnevî tarzında yazdığı bu hikâyede arûzun “mef’ûlü, mefailün, feûlün” kalıbı kullanılmıştır.
Uzun mesnevî kategorisine giren bu mesnevî bu doğrultuda bir “dîbace”
(giriş) ile başlar; tevhîd, münacat, mi’raciye, na’t, sakinâme, Kanunî Sultan Süleyman’a methiye ve eseri yazma nedeni gibi bölümlerden sonra
Leyla ile Mecnûn’un aşk hikâyesi lirik bir üslupla anlatılır. Fuzûlî o sıralarda Bağdat valisi olan Üveys Paşa’ya sunduğu eserini yazmadan önce
Nizamî-i Gencevî’nin Farsça mesnevîsini kendine örnek almakla beraber
yer yer değişik motifler kullanarak bazı tasarruflarda bulunmuştur. Örneğin Nizamî’nin eserinde Leyla Mecnûn’un amcasının kızı iken Fuzûlî
onları akraba olarak göstermez. Nizamî Leyla ile Mecnûn’u çölde karşılaştırmazken, Fuzûlî en lirik sahnede onların çöldeki buluşmalarını anlatır.
Nizamî olayları Mecnûn’un ölümüyle bitirirken, Fuzûlî’nin eserinde her
iki âşık da cennette buluşurlar ve mezarları türbeye dönüşür. Türk edebiyatında Leyla ile Mecnûn hikâyesini yazan diğer şairler şunlardır: XV. yüzyılda Hamdullah Hamdî ve Ahmed Rıdvan; XVI. yüzyılda Bihiştî, Ahmed
Sinan Çelebi, Sevdaî, Hakîrî, Kadîmî, Hamidzâde, Celîlî, Larendeli Hamdî
ve Celalzâde Salih; XVII. yüzyılda Faizî; Harisê Bedlîsî’nin yaşadığı XVIII.
yüzyılda da Örfî Mehmed ve Andelîb.
Kürt Edebiyatında Leyla û Mecnûn
Kürt edebiyatında bilindiği kadarıyla ilk “Leyla û Mecnûn” Harisê
Bedlîsî (1700-1775) tarafından yazılmıştır. Bedlîsî bu eserini mesnevî tarzında 24 bölüm olarak “hezec” veznine göre yazmıştır. Farklı bazı nüshalara göre eser 740-771 beyitten oluşmaktadır. Bu eserin bir nüshası XIX.
yüzyılın sonlarına doğru Feyrûz Efendî adlı birinin hattıyla yazılmıştır.
121
Sovyet Doğubilimcisi M. Rudenko bu nüshayı Rusça bir varyantla bir önsöz ve bazı notlarla birlikte yayımlamıştır. Harisê Bedlîsî’nin 771 beyitlik
“Leyla û Mecnûn”u 1999 yılında Nûbihar Yayınları arasında çıkmış, ancak
önsözde bu baskıya esas olan nüshanın hangisi olduğu belirtilmemiştir.
Harisê Bedlîsî’nin bu eserinin Nizamî’ye ait “Leyla û Mecnûn”un bir
çevirisi mi yoksa ondan yararlanıldığı hâlde ayrı bir versiyon mu olduğu
hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Ancak yaptığımız karşılaştırmada bunun anladığımız manada bir tercüme olmadığı, belki etkilenme
ve yararlanma olduğu kanaatine vardık ki zaten bu etkilenme ve yararlanma başta Fuzûlî olmak üzere Türk edebiyatında “Leyla ile Mecnûn” sahibi
olan birçok şair üzerinde de görülmektedir. Sanırız bir kısmımızı bunun
bir çeviri olduğuna yönelten unsurlardan biri Harisê Bedlîsî’nin iki beytidir ki şairimiz bu iki beyitte şunları söylemektedir:
Pirsî mi ji wî muradê meknûn
Sordum ona: “Gizlediğin niyetin nedir?”
Go tercûme kî ji Leyl û Mecnûn
Dedi: “Leyla û Mecnûn’u çevirmendir
Mewzûn bikerî ku em bizanin Lewra ku bi Farisî nizanin
Onu vezinli hazırla ki anlayalım biz
Çünkü bizler Farsçayı bilemeyiz”
Görüldüğü gibi muhatap burada Farsça yazılmış “Leyla û Mecnûn”dan
anlamadığını söylemekte ve Bedlîsî’den bunun Kürtçe bir tercümesini yazmasını istemektedir. Ancak bunun bizim anladığımız teknik anlamda bir
“tercüme” değil, ilgili eserin içeriğinin Kürtçe bir versiyonla ortaya konulması olduğunu tekrar hatırlatmak isteriz.
Eserin Yazılış Nedeni: Bu eserin üçüncü alt bölümü yazılış nedenine
ayrılmıştır ki bu başlık şöyledir:
Sebebê Nezma kîtabê ji bo hevalan
Yanî bi daxwaziya merd û rîcalan
Bu kitabı arkadaşlar için yazmamın nedeni
Yani yiğit ve delikanlıların istekleri üzerine
Amir Hassanpour “Kürdistan’da Dil Milliyetçiliği” adlı kitabında (s.
150-151) Harisê Bedlîsî’nin bu eserini yazma nedeninden bahsederken ya
metni farklı yorumlamaktan ya da çevirinin yanlış kaynaklanan bir hataya
düşülmüştür. Önce bu kitabın çevirisinde geçeni aynen kaydedelim:
122
“Başka bir şair Haris Bitlisi ise eseri Leyl û Mecnûn’un sunuş kısmında ilkbaharın güzel bir gününde doğanın harikalarını izlerken, bir “güneş”
(şamis), yani genç ya da güzel bir kızın kendisine göründüğünü yazıyor.
Her ikisinin arasında geçen uzun diyalog şiirsel, şık bir ritim ve diksiyonla
gerçekleşen bir tartışmayla son bulur. Şiirin hem soylular hem de sıradan
insanlar tarafından takdir edildiği konusunda hemfikir oluyorlar. Derken,
Gizli arzusunun ne olduğunu sordum
Kız: “Farsça bilmediğimiz için
Herkes anlasın diye Leyla ile Mecnûn
Kürtçeye çevrilsin” dedi.
Burada Bedlîsî’nin yanına gelen kişi için mecazen kullanılan “güneş”ten
“genç ya da güzel bir kız” kast edildiği anlaşılmıştır. Oysa şairimiz “güneş”ten
kastının Bitlis’in beyzadelerinden Abdullah Han olduğunu bir sonraki beyitte
dile getirmiştir. Şimdi bu iki beyti birlikte verelim:
Nagahî mi dî derî guşa bû
Şemsek ji derî ve muncela bû
Birden gördüm ki kapı açıldı
Kapıdan bir güneş girip parladı
Roja feleka kemalê îhsan
Begzadeê ‘alî ‘Ebdullah Xan O, feleğin erdemlilik güneşiydi
Ulu beyzâde, Abdullah Han idi
Bu beyitlerden sonra Abdullah Han’ı birkaç beyitle öven şair, yanına
neden geldiğini sorar, o da geliş amacını söyler. Bu konudaki iki beyti tekrar görelim:
Pirsî mi ji wî muradê meknûn Sordum ona: “Gizlediğin niyetin nedir?”
Go tercûme kî ji Leyl û Mecnûn Dedi: “Leyla û Mecnûn’u çevirmendir
Mewzûn bikerî ku em bizanin Lewra ku bi Farisî nizanin
Onu vezinli hazırla ki anlayalım biz
Çünkü bizler Farsçayı bilemeyiz”
123
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KOZMOLOJİ: ASTRONOMİ VE ASTROLOJİ
KOZMOLOJİ: ASTRONOMİ VE ASTROLOJİ
K
lasik astronomiye göre Evreni meydana getiren varlıklar “ulvî”
(üst, yukarı) ve “suflî” (alt, aşağı) olmak üzere iki kategoriye ayrılır. suflî varlıklar dört unsur olarak bilinen toprak, su, hava ve ateş ile bunların bileşimlerinden oluşurken, ulvî varlıklar 9 felek, 12 burç ve değişik
özellikleriyle gezegen ve yıldızlardan meydana gelmektedir.
İlk defa Babil'de yıldızlara tapan Nebatîler tarafından ortaya konan
"Yıldız ilmi" her yıldıza bir isim bulunarak ortaya çıkmıştır. Zamanla
yıldız ilmine ilişkin birçok eser kaleme alınmış, saraylarda bu ilmin ustalarından oluşan bir ekip kurularak bu ekibin başına getirilen "müneccimbaşı" unvanıyla bir uzman tayin edilmiştir. Müneccimbaşıları savaş
ve ateşkes ilan etmesinden ev yapımına kadar yapılacak önemli-önemsiz
bütün işlerde Yıldız ilmi bağlamında kutlu ve uygun bir vakit ararlardı.
Yıldız ilmine göre her insan, hayvan, bitki ve maden bir yıldızın etkisi altında bulunmaktadır. Güneşin dünya çevresinde döndüğüne inanan eski
astronomi bilginlerine göre güneş bu seyri esnasında 12 eşit dilimden
geçmekte ve bu dilimlerden her birine o dilimin içindeki takımyıldızlara göre bir isim verilmektedir. Normalde modern astronomi de "Zodyak"
üzerinde 12 takımyıldızın bulunduğunu kabul etmektedir. Burç ve yıldızlarla ilgilenen her insan bir yıldızın etkisinde bulunmaktadır. Bu yıldız o
kişinin doğduğu zamanda güneşin, içinde bulunduğu burçtadır. Her birinin kendine göre özellikleri olan yıldızların ve birbirlerine dostlukları
ve düşmanlıkları olduğu düşünülen burçların duygu, karakter ve sağlık
açısından insan üzerinde etkili olduklarına inanılmaktadır. İnsanlar da
burçlarına göre şanslı-şanssız, iyi-kötü, cömert-cimri, sarışın-esmer ve
benzeri olgulara sahip olurlar. Yıldız ilminin temelini 7 gezegen ve 12 burç
oluşturmaktadır.
127
1. FELEKLER
F
elek terimi Xanî’nin hem Divan’ında hem de Mem û Zîn’inde değişik münasebetlerle geçmektedir. Örneğin Divan’ında “Ey derîxa!”
(Yazık oldu!” ifadesiyle başlayan bir şiirinde Xanî maşukundan ayrılmaktan dolayı çektiği ah ve figanların feleklere uluştığını şöyle dile getirmektedir:
Sed mixabin çû ji bal min ew hebîba çavbelek
Ah û efxanê di min daîm diçin hetta felek
Yüz kez maalesef! Benden ayrıldı o alaca gözlü sevgilim
Ta feleklere kadar ulaştı benim feryat, figan ve iniltilerim
1. 1. Seb’ê Şeddad (Yedi Büyük Felek)
1. 2. Neh Felek/Neh Qubbe/Neh Sedef (Dokuz Felek)
Klasik Batlamyos astronomisine göre dünyayı iç içe girmiş soğan zarı
gibi dokuz felek çevrelemiştir. Birinci felekte Ay; ikinci felekte Merkür;
üçüncü felekte Zühre; dördüncü felekte Güneş; beşinci felekte Merih; altıncı felekte Mars; yedinci felekte de Satürn gezegenleri bulunur. Sekizinci
felekte sabit yıldızlar ve burçlar vardır. Dokuzuncu felek ise cisimden arınmış olan ve bütün felekleri saran en büyük felektir. Bunları aşağıdaki gibi
listelemek mümkündür ki “yedi felek” ilk yedisidir.
Felek no:
1. Felek
2. Felek
Feleğik Gezegeni
Qemer (Ay)
Utarid (Merkür)
Gezegenin Görevi
Güneş’in veziri
Güneş’in kâtibi
129
3. Felek
Zuhre (Venüs)
Güneş’in çalgıcısı ve rakkasesi
4. Felek
Şems (Güneş)
Feleklerin Sultanı
5. Felek
Mirrîx (Mars)
Güneş’in seraskeri, celladı
6. Felek
Zuhel (Satürn)
Güneş’in hazinedarı
7. Felek
Muşterî (Jüpiter)
Güneşin kadısı
8. Felek
Bu felekte sabit yıldızlar ve burçlar vardır
9. Felek Cisimden arınmış olan ve bütün felekleri saran en büyük felektir ki buna “Etles” (Atlas), “Felek-i Ekber” (En Büyük Felek) ve “Felek-i Eflak” (Feleklerin Feleği) adı da verilir
Mem û Zîn’de yedi felek ile dokuz felek hakkında değişik açılardan kullanılan başlıca beyitler şunlardır:
22/69 Elqisse li rexmê seb’ê şeddad
Danîn bi wî resmî ‘ursibinyad
Kısaca yedi gaddar feleğin inadına onlar
Öyle bir töreyle düğünün temelini attılar
22/70 Xettatê felek ji dest qelem ket
Celladê felek ji dest dudem ket
Ki kalem düştü feleğin kâtibinin elinden
Kılıç da düştü feleğin cellâdının elinden
22/71 Nahîd bi erdê da dida çeng
Meh çû veşirî di bircê Xerçeng
Zühre yıldızı “çengî”yi yerden yere attı
Ay ise gidip Yengeç burcunda saklandı
22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû
Bercîsi di Hûti bênîşan bû
Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı
Mars da Balık burcuna girdi, izi kalmadı
21/20 Agir te digo gîhande neftê
Pêtî jê diçû asîmanê heftê
Sanırdın ki âdeta neft yağını ateşe verdi
Alev yedinci gök tabakasına dek yükseldi
130
2/9
Heftê di mîsalê durrê xeletan
Her şeş cîhet û çihari erkan
Şu altı yön ve sayıları dört olan şu unsurlar
İnci gibi yedi adet yuvarlak parlak yıldızlar
2/8
Ev neh sedefê di pirmirarî
Durrê di sefîd şeffaf û tarî
Dokuz adet şu inci dolu sedef gibi felekler
Dür gibi parlak günler ve simsiyah geceler
55/12 Vê ra bi newa digirtin aheng
Her neh felekan bi ser diket deng
Makam ve ahenkle Zîn’e eşlik ederlerdi
Bu “ah” sesleri dokuz kat göğe yükselirdi
55/15 Vêkra dikirin hewari her kes
Efxan digihane Çerxê Etles
Herkes birden feryat edip çığlık atıyordu
Figanları tam Atlas Feleği’ne ulaşıyordu
1. 3. Felekle İlgili Kullanılan Benzetme Unsurları
Şekil, yükseklik, renk, hareket ve bazı inançlar açısından felekle benzerliği kurulan unsurlardan bazıları şunlardır:
Unsur
Tükçesi
qubbe
kubbe
qubbeê ezraq
mavi kubbe
ban/seqf
dam
taq
çardak
etles
atlas
xwan/sifre
sofra
tebeq
tabak
İlgi
şekil benzerliği
renk ve şekil benzerliği
şekil benzerliği, yükseklik
şekil benzerliği
desensiz bir kumaşa benzetilmesi
yıldızların meşale, Güneş ve Ay’ın
ekmek, kehkeşanın yemek olarak
düşünülmesi
gökyüzü tabakasıyla şekil
benzerliği
131
tas
tas
lengerî
leğen
qesr
köşk
îwan/eywan
eyvan
sexar/cam/mîna kadeh
pîr
yaşlı
zal
yaşlı,
‘ecûz
koca karı
piştekûz
kambur
cellad
cellat
asiyab
değirmen
çerxê lewleb
dönen çark
sedef
sadef
şekil benzerliği
şekil benzerliği
yükseklik
övüleni yüceltme arzusu
şekil ve renk benzerliği
çok eski oluşu; değişiklikler
göstermesi
eskiliği; doğuştan saç-sakalı beyaz
olan Zal’a benzetilmesi
çok eski oluşu; değişiklikler
göstermesi
üzerinden yıllar geçmesi,
yaşlanması
zamanla ilişkisi bağlamında
öldürücülüğü; ecel
dönüşü; ömrün dane,
yıldızların darı olarak
düşünülmesi
dönüşü ve zamanla olan ilgisi
Ay ve Güneş’in birer inci olarak
düşünülmesi
Örneğin Xanî tasavvuf ve varlık felsefesini işlediği beyitlerden birinde
felekleri “asiyab” (değirmen) olarak şöyle nitelendirmektedir:
59/11 Eflak mîsalê asiyab in
Hemware bi çerx û înqîlab in
Felekler tıpkı değirmene benziyorlar
Sürekli olarak dönüyor ve dolaşıyorlar
Kürtlerin geleceğini merak eden ve bu amaçla da dünyayı gösteren ayna
anlamına gelen “camê cîhannuma”ya bakan Xanî feleği “çerxê lewleb” (dönen çark) olarak nitelediği ilgili beyitte şöyle söylemektedir:
5/6
132
Qet mumkin e ev ji çerxê lewleb
Tali’ bibitin ji bo me kewkeb?
Mümkün müdür feleğin dönmesi lehimize?
Mümkün mü bir şans yıldızı doğsun bize?
Bir beytin ilk dizesinde matem ve sevincin ikiz olduğunu söyleyen şairimiz, ikinci dizesinde feleğe ve onun çarkına güvenilemeyeceğini şöyle dile
getirmektedir:
22/33 Ev şîwen û şahî teweman in
Ev çerx û felek di bêeman in
Şu matem ve sevinç birbirinin ikizidir
Şu çark ve felek de hepten güvensizdir
Zîn’in feleğe serzenişini nakleden Xanî onun bu serzenişte hitap ettiği
felek için “çerxê dewwar” (dönen çark) ifadesini kullandığını şöyle aktarmaktadır:
45/10 Her lehze digote çerxê dewwar:
Ki “ey zalimê bêemanê xwûnxwar
Dönek feleğe seslenirdi her an diyerek:
“Ey zalim, güvenilmez kan içici felek!
Sitî’nin Tacdîn’e istenmesi ve verilmesi dolayısıyla Mîr’in çektiği ziyafet, serdiği sofra, kullanılan tabak ve leğenler, Ay ve Güneş’e benzetilen ekmekler tasvir edilirken hep gökyüzü merkez alınmıştır. Xanî bu bağlamda
şunları söylemektedir:
22/47 Kêşa wî bi meclîsa xwe xwanek
Goya kire ferşi asîmanek
Meclisinde öyle bir sofra ortaya koydu ki
Bir gökyüzü tabakasını ortaya serdi sanki
22/48 Qursê meh û mîhrê asîmanî
Înan te digo bi cayê nanî
Yuvarlak Ay ve gökteki Güneş’i getirdi
Sanki ekmeği değil onları sofraya serdi
22/49 Ev lengeriyê di zîv û zêrîn
Şubhetê felekê di jor û jêrîn
Gümüşten ve altından şu büyük sahanlar
Üst ve alt gök tabakalarına benziyordular
133
22/50 Her sehnê mezin mîsalê burcek
Serpoşê li ser ji rengê durcek
Her büyük bir sahan tıpkı bir burç gibiydi
Örtünün rengi mücevher kutusu rengiydi
22/51 Her tebsî û kaseyê di fexfûr
Yek exterê pirdiyayê pirrnûr
Çin yapımı fahfûrî kâseler ve her tepsi
Çok ışık ve nur saçan yıldızdı her birisi
22/52 Cedy û Hemelê di asîmanî
Buryan û kebabê mîhimanî
Gökyüzünde olan Oğlak ve Koç burçları
Olmuştu büryan ve misafirlik kebapları
Xanî, Tacdîn ile Sitî’nin düğününde ileri gelen kimselerin ellerinde taşıdıkları tabaklardan bahsettiği bir beyitte bu tabakları gökyüzünün tabakalarına benzeterek şunları söylemektedir:
23/58 Manendê tîbaqê asîmanî
Yaqût û zumurrudê di kanî
Bu tabaklar gökyüzü tabakalarına benziyordu
Onlarda yataklı yakut ve zümrüt bulunuyordu
Şairimiz bu düğün törenini gören feleğin elinden artık bir şey gelmediğini ifade ederken de onu “ecûze-şeyxûxe” (kocakarı); “piştekûz” (kambur)
ve “zal” (ak saçlı) ve “cellad” olarak şöyle sunmaktadır:
22/69 Elqisse li rexmê seb’ê şeddad
Danîn bi wî resmî ‘ursibinyad
Kısaca yedi gaddar feleğin inadına onlar
Öyle bir töreyle düğünün temelini attılar
22/70 Xettatê felek ji dest qelem ket
Celladê felek ji dest dudem ket
Ki kalem düştü feleğin kâtibinin elinden
Kılıç da düştü feleğin cellâdının elinden
134
22/73 Dunya hemî bûye ‘eyş û ‘îşret
Zala felekê ji kerb û hesret
Bütün dünya oyun ve içki âlemi içindeydi
Koca karı felek üzülüp hasret çekmekteydi
22/74 Çû ji dest nedihat û maye ‘aciz
Naçari ‘ecûze bûye kadiz
Aciz kalmıştı, bir şey gelmiyordu elinden
Koca karı saman hırsızı oldu çaresizlikten
22/75 Şeyxûxeê çerxê rengsemawî
Rehwari sema’ kir rehawî
Gökyüzü mavisi felek sanki bir koca karı
Rahvanca dönüp dinledi rehavî makamları
23/78 Bîlcumle li rexmê vê ‘ecûzê
Ye’nî li xîlafê piştekûzê
Hepsi bu koca karı feleğe inat gidiyorlardı
Yani o sırtı kambura muhalefet ediyorlardı
135
2. SITARE/EXTER/KEWKEB/NECM =YILDIZLAR
Y
ıldızlar uğurlu ve uğursuz oluşları, ışıklı ve parlak oluşları, çok olmaları, gökyüzüyle ilişkileri, Ay ile beraber bulunmaları, gece görünüp gündüz görünmemeleri, Güneş’in doğuşuyla birlikte kaybolmaları
gibi özellikleri açısından ele alınırlar. Yıldızlardan bir kısmı takım olarak, bir kısmı da tek tek tasavvur edilmektedir. Yıldızlardan bir kısmı takım olarak, bir kısmı da tek tek tasavvur edilmektedir. Bunlardan Mem û
Zîn’de geçen bazıları şunlardır:
2. 1. Sureyya/Perwîn (Ülker)
Altı veya yedi yıldızdan meydana gelen bir küme olan Sureyya iki diziden oluşurlar ve Ay’a yakın bir yerde bulunurlar.
23/79 Kêjê di sivik kurê di lawîn
Manendê Benat û mîslê Perwîn
Çevik kızlar da taze delikanlılar da oradaydı
Onlar sanki Ay-yıldız takımı ve Süreyyaydı
2. 2. Kehkeşan (Samanyolu)
Samanuğrusu da denilen bir yıldızlar kümesi olup yola benzeyen şekli
ve bazı mitolojik inançlar nedeniyle bazı tasavvurlara konu olmuştur. İp,
kemend, gözyaşı, saman hırsızlığı bu tasavvurlardan bazılarıdır. Bunun
yanında gökyüzü sofraya, Ay’ın hilâl hâli de kâseye benzetildiği durumlarda Kehkeşan yemek olarak düşünülmektedir.
22/74 Çû ji dest nedihat û maye ‘aciz
Naçari ‘ecûze bûye kadiz
137
Aciz kalmıştı ve hiçbir şey gelmiyordu elinden
Koca karı saman hırsızı olmuştu çaresizlikten
2. 3. Semmak/Sîmak
Kuzey Yarımküre’nin en parlak yıldızıdır ve parlaklığıyla birlikte yüksekliği açısından da benzetmelere konu edinilir.
8/41
Ebrû ji kemanê qewsê eflak
Mujgan bêguman ji sehmê semmak
Kaşları sanki feleklerin kavisli yaylarındandı
Kirpikleri de kuşkusuz Simak yıldızlarındandı
Beyitte “Semmak” olarak kaydedilen “Simak” ile adlandırılan iki tane
çok parlak yıldız vardır. Biri Ramih Simakı denilen “Arkturus”, öbürü de
A’zel Simakı denilen “Başakçı Yıldızı”dır. Semmak kelimesi balıkçı ve düz
anlamlarına da gelmektedir. Fakat birinci dizede feleklerden bahsedildiği
için bunu bir astronomi terimi olarak bahsedilen yıldızlar anlamında kullanmak daha isabetli olur.
2. 4. Yıldızlar İle İlgili Kullanılan Bazı Benzeşme Unsurları
138
Unsur
însan
bed
tebsî
kase
şem’
qendîl
meş’ele
etfal
Tükçesi
insan
kötü, uğursuz
tepsi
kâse
mum
kandil
meşale
çocuklar
leşker
cew/ceh
erzen
funduq
nuql
asker
arpa
darı
fındık
meze
İlgi
parlaklık, güzellik
uğursuz bir yıldızın etkisinde doğma
şekil benzerliği
renk benzerliği
ışıklı olma, gece ortaya çıkma
aynı ilgi
aynı ilgi
Ay ve Güneş’in anne ve baba olarak
düşünülmesi
çokluk
şekil, renk ve çokluk
aynı ilgi
aynı ilgi
aynı ilgi
Özellikle Sitî ve Tacdîn’in düğünlerinde değişik açılardan yıldızlara
benzetilen birçok unsurun yer aldığı beyitlerden bazıları şunlardır:
22/51 Her tebsî û kaseyê di fexfûr
Yek exterê pirdiyayê pirrnûr
Çin yapımı fahfûrî kâseler ve her tepsi
Çok ışık ve nur saçan yıldızdı her birisi
23/81 Encumsîfet encumen, fîrûzan
Heft şev di temam û heft rûzan
Oradaki adaylar yıldızlar gibi ışık saçarlardı
Yedi gece yedi gün süren düğün tamamlandı
Sitî ve Zîn’in Tacdîn ve Mem’e verilmesini engellemek isteyen Bekir bu iki
kızın Kayser gibi nice hükümdar taliplisi dururken onları Tacdîn ve Mem’e
vermemesi gerektiğini söylediğinde Mîr kendisine “ey bedexter” (ey yıldızı
uğursuz) diye hitap etmiştir. Xanî bu beyti şöyle nakletmektedir:
26/53 Roja weku bûye ceng û purxaş
Tacdîn û Memê du sed Qizilbaş
Meydana geldiği gün muharebe ve savaş
Tacdîn ve Mem karşısında iki yüz Kızılbaş
139
3. SEYYARE = GEZEGENLER
A
şağıda gösterildiği gibi gezegenler konusunda yazılan eserlerde
gezegenlere birer isim ve derece verilmiştir. Soğan kabuğu gibi
birbirini saran hava katmanlarından içten dışa doğru Ay-Merkür-ZühreGüneş-Merih-Jüpiter-Satürn- şeklinde sıralanmakta ve Güneş sultan olmak üzere bunlardan her birine bir unvan verilmektedir. Ayrıca her birinin bir de feleği bulunmaktadır:
Gezegen ismi
Unvanı
Feleği
Şems (Güneş)
Göğün sultanı
Dördüncü felek
Qemer (Ay)
Sultanın veziri
Birinci felek
Utarid (Merkür)
Sultanın kâtibi
İkinci felek
Mirrîx (Merih)
Sultanın başkumandanı Beşinci felek
Muşterî (Jübiter)
Sultanın kadısı
Altıncı felek
Zuhel (Satürn)
Sultanın bekçisi
Yedinci felek
Zuhre (Venüs)
Sultanın çalgıcısı
Üçüncü felek
Xanî gezegenler için “nucûmê seyyar” (gezgin yıldızlar) ifadesini kullanmaktadır. Örneğin Zîn’in son buluşma sahnesini tasvir eden şairimiz
ona eşlik edenlerin hareket tarzını betimlerken şunları söylemektedir:
52/3
Dayîn û Sitî û sed perestar
Xurşîd û meh û nucûmê seyyar
Dadı, Sitî ve yüz kişiden oluşan uşaklar
Hem güneş ve ay, hem gezgin yıldızlar
Klasik astronomide gezegen sayısı yedi olarak geçmektedir. Dolayısıyla Xanî Mem û Zîn’de isimleri aşağıda belirtilen bu yedi taneyi zikretmiştir:
141
3. 1. Keywan /Zuhel/Sekendîz (Satürn)
Yedinci felektedir. Gezegenlerin en üstünde bulunur. Bundan dolayı “pasban” (gece bekçisi) olarak da anılır. Güneş Sultan’ın hazinecisidir. “Nahsê Ekber” (En Uğursuz) yıldız olarak kabul edilir. Siyah renge
hâkimdir. Etkisinde doğanların ahmak, cahil, yalancı, cimri ve korkak
olduklarına inanılır. Her bir gezegenin bin yıllık devri olmasına rağmen
Keywan’ın yedi bin yaşında olması onun “Kohnesal” (çok yaşlı) lakabıyla
anılmasına neden olmuştur.
22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû
Bercîsi di Hûti bênîşan bû
Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı
Mars da Balık burcuna girdi, izi kalmadı
3. 2. Bercîs/Muşterî (Jüpiter)
Bercîs: Jüpiter olup altıncı felektedir. Güneş Sultan’ın kadısıdır; hüküm verir ve güzel konuşur. “Sa’dê Ekber” (En Uğurlu) yıldızdır. Mavi
renge hâkimdir. Etkisinde doğanların zarif, yumuşak, talihli ve mutlu olduklarına inanılır. Bu yıldız mutluluk ve güzelliğe alıcı olduğu için kendisine “Muşterî” adı da verilmiştir. Çıplak gözle görülebilen tek gezegen olan
Muşterî aynı zamanda gezegenlerin en büyüğüdür. Venüs denilen Zuhre
ile birlikte “Se’deyn” (İki Uğurlu) olarak anılır.
Tacdîn ile Sitî’nin düğün töreninde yapılan etkinlikler karşısında Kova
burcunda gizlenen Satürn gibi Jüpiter’in de Balık burcunda gizlenip dışarı
çıkmadığına şöyle işaret etmektedir ki bu beyit “hüsnü ta’lîl” denilen edebî
sanat açısından Mem û Zîn’in güzel örneklerinden biridir:
22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû
Bercîsi di Hûti bênîşan bû
Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı
Mars da Balık burcuna girdi, izi kalmadı
142
3. 3. Zuhre/Nahîd (Venüs)
Yerküreden daha küçük ve Güneş’e daha yakın bir gezegendir. “Nahîdê
Çerx” olarak da anılır. Muşterî ile birlikte “Se’deyn” (İki Uğurlu) olarak
anılır. Güneş’in çalgıcısı ve rakkasesidir. Bu özellikleri bağlamında benzetmelerde kullanılır. Örneğin Xanî son buluşma sahnesinde Zîn’i şöyle
Zuhre’ye benzetmekte ve bu yıldzın Güneş’in rakkasesi ve çalgıcısı olduğuna işaret etmektedir:
52/7
Ew zuhremîsalê zerre reqqas
Bû merhemê razê xelweta xas
O zerre Zühre yıldızı gibi raks ediyordu
Özel halvetin sırrı için merhem oldu
53/35 Nahîdesîfet li dengê sazê
Reqqas diçûye ber cenazê
Zühre yıldızı gibi saza eşlik ediyordu
Cenazeye doğru raks edip gidiyordu
3. 4. Utarid (Merkür)
İkinci felekte yer alır. Pazar gecesi ile Çarşamba hâkimdir. Bunun etkisinde doğanların anlayışlı, kavrayışlı, zeki ve kurnaz olduklarına inanılır.
Güneş Sultan’ın yazıcısıdır. Bundan dolayı “xettatê felek” (feleğin yazıcısı)
olarak da anılır. Mem û Zîn’in aşağıdaki beytinde geçen “xettatê felek”le
bu gezegen kast edilir:
22/70 Xettatê felek ji dest qelem ket
Celladê felek ji dest dudem ket
Ki kalem düştü feleğin kâtibinin elinden
Kılıç da düştü feleğin cellâdının elinden
Bu gezegenin ismi değişik münasebetlerle şairimizin Divan’ında da
geçmektedir. Örneğin aşağıdaki beyitte maşukun yüzünde tecelli etmiş
gibi parlayan benler kendi burcunda parlayan Merkür gezegenine benzetilmektedir:
143
Ji wan xalan tecellî da, Utarid bû di burcê da
Dilê min gêzmeyek lê da, bi şîr ew hate meydanê
O benlerden tecellî verdi, sanki burcundaki Merkür idi
Gönlüme bir ok sapladı, elinde kılıçla meydana geldi
3. 5. Mirrîx (Merih)
Dünyadan sonra Güneş’e en yakın gezegendir. Yunan mitolojisinde savaş tanrısıdır. Güneş Sultan’ın komutanı ve cellatıdır. Yukarıdaki beyitte
kullanılan “celladê felek” ile bu gezegen kastedilmektedir.
3. 6. Heyv/Qemer/Mah/Mahitab/Bedr/Hilal
(Ay, Dolunay, Yeni Ay)
44/40 Nîlufer e dil tu afîtab î
Ten şubhê kitan tu mahitab î
Sen Güneş’sin, gönül onun nilüferidir
Sen mehtapsın, tenim keten benzeridir
“Ten-Kitan” (Ten-Keten): Öteden beri var olan bir inanış ve tecrübeye
göre Ay’ın ışığı keten elbiseleri çürütür, dolayısıyla keteni Ay ışığından korumak gerekir. Demîrî “Hayatu’l-Hayevan” adlı eserinde bu konu üzerinde dururken adı belirtilmeyen bir şairin konuyla ilgili iki beytini de kanıt
göstermektedir. Bu beyitlerden birinin Arapçasını ve yaptığımız Türkçe
çevirisini aşağıda veriyoruz:
Tera es-siyâbe mine’l-kittani yelmehuha
Nûrun mine’l-bedri ehyanen fe yublîha Ay ışığının vurduğu keten elbiseye bakıyorsun
Bu ışığın elbiseyi çürüttüğünü hemen görüyorsun
Xanî’nin Mem’in dilinden aktardığı dizeye dönecek olursak, şair burada Mem’in tenini ketene, Zîn’i de Ay’a benzetmekte ve Ay ışığının keteni
çürüttüğü gibi Zîn’in aşkının da Mem’i çürütüp bitirdiğine dikkat çekmektedir. Şairimiz bunu yaparken aynı zamanda Ay ışığının keten üzerindeki
etkisine ilişkin inanışa da işaret etmektedir.
144
Sitî ile Zîn’in güzellikleri arasında bir mukayese yapan Xanî bu konuda
dile getirdiği aşağıdaki iki beytinde onları yıldız ve Güneş ile birlikte Ay
olarak şöyle sunmaktadır:
8/54
Herçendi Sitî sitrêreweş bû
Lê Zîn bi ruxan heyîvegeş bû
Her ne kadar Sitî parlamakta olan yıldız idi
Ama Zîn de pırıl pırıl parlayan bir ay gibiydi
8/55
Herçendi Sitî wekî qemer bû
Zîn mihresîfet ziyadeter bû
Her ne kadar Sitî parlayan bir aya benziyordu
Güneşe benzeyen Zîn daha ziyade parlıyordu
Mem ile Tacdîn’i güzellikte olgunlaşma açısından Ay’a benzeten Xanî
ilgili beyitte şöyle söylemektedir:
10/5
Her yek bi kemalê bedremahek
Her yek bi cemalê sedreşahek
Olgunluk olarak her biri on dördün Ay’ıydı
Güzellik oalarak her biri sadrazam şahıydı
Xanî üstün edebî sanat gücünü ortaya koyarak ayrılık derdinden acı çekip ağlayan Zîn’in âşık olmadan önceki hâlini dolunaya; aşk derdine düştükten sonraki hâlini de ancak hayal meyal seçilebilen incecik hilale (yeni
aya) benzettiği aşağıdaki beytinde şunları söylemektedir:
27/17 Bedra rûyê wê bûye hîlalek
Tel’et dinuma wekî xiyalek
Dolunay gibi yüzü sanki olmuştu bir hilal
Vücut olarak görünümü ise sanki bir hayal
23/20 Pîraye ji rewneqa cemalê
Bû hale li xermena hîlalê
Güzelliklerinin parlaklığından süsler ışıldadı
Hilalin harmanı içinde hale gibi bir şekil aldı
145
52/34 Zîn hat û ji pêş ve bû hewale
Bedrê ku veda li ber xwe hale
Zîn gelip Mem’in önünde durakladı
O dolunay yüzündeki haleyi kaldırdı
3. 7. Roj/Xurşîd/Afîtab (Güneş)
Unvan
Tükçesi
Sultan
Padişah
Şahê Exter
Yıldızlar Şahı
Yûh
Parlak
İlgi
Dördüncü Felek’in Sultanı oluşu
feleklerin sultanı olarak kabul
edilmesi
fazla ışıklı olması
Xanî satranç sahnesini açarken tasvir ettiği Güneş’i “Dördüncü Felek’in
Sultanı” olarak şöyle sunmaktadır:
43/2
Sultanê serîrê çerxê rabi’
Weqtê weku bû ji şerqê tali’
Dördüncü feleğin tahtındaki o sultan
Doğu yönünden doğup çıktığı zaman
Şairimiz aşağıdaki beytinde de yavaş yavaş aşkını itiraf etmeye hazırlanan Mem’i güzellik ve parlaklık bakımından anılan feleğin sultanı olan
Güneş’e benzeterek şöyle söylemektedir:
42/4
Reh şubhetê padîşahê encum
Tabende ji tarumê çeharum
Yıldızlar Padişahı Güneş’e benziyor
Ta dördüncü semadan ışıklar saçıyor
Xanî aşağıdaki beyitte Güneş Şahê Exter” (Yıldızların Şahı) olarak nitelendirilip Tacdîn için benzetme unsuru olarak kullanılırken, ondan sonra
gelen beyitlerde de benzetme sanatı devam etmektedir:
14/24 Ew herdu puser wekî du peyker
Tabende bi şeklê şahê exter
146
O iki delikanlı âdeta iki heykeli andırmakta
Yıldızlar Padişahı (Güneş) gibi parlamakta
31/11 Wê cîsm munewwera melekrûh
Beydaqemera muqabelet Yûh
Bedeni aydınlık olan o melek ruhlu
“Güneş”in karşısındaki o “Ay” nurlu
10/4
Her yek di meqamê husnê rojek
Her yek bi kelamê sînesojek
Güzellik olarak onların her biri bir Güneş’ti
Konuşma olarak her biri sine yakan bir ateşti
147
4. BURC = BURÇLAR
Klasik literatürdeki eski isimleri ve Türkçe- karşılıklarıyla 12 burç şunlardır:
Klasik ismi
Türkçe karşılığı
Hemel
Koç
Sewr
Boğa
Cewza
İkizler
Seretan
Yengeç
Esed
Aslan
Sunbule
Başak
Mîzan
Terazi
‘Ekreb
Akrep
Qews
Yay
Cedy
Oğlak
Delw
Kova
Hût
Balık
Burçların zamanı "Newrûz" ile başlar. İlk burç olan "Hamel" burcu
Mart ayına rastlar. Sonra verilen sıraya göre bir yıl tamamlanır. Mem û
Zîn’de kullanılan dört gezegen (Cedy-Hemel-Delw-Hût) ile ilgili aşağıda
verilen iki beyitten her biri iki gezegen ismini içermektedir:
22/52 Cedy û Hemelê di asîmanî
Buryan û kebabê mîhimanî
Gökyüzünde olan Oğlak ve Koç burçları
Olmuştu büryan ve misafirlik kebapları
22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû
Bercîsi di Hûti bênîşan bû
Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı
Mars da Balık burcuna girdi, izi kalmadı
149
BEŞİNCİ BÖLÜM
MÜZİK
MÜZİK
X
anî’nin yaşadığı dönemde toplumsal hayatta, özellikle saray mensupları arasında müzik önemli bir yer tutardı. Müzisyenleriyle,
müzik aletleriyle ve oyuncularıyla müzik meclislerin vazgeçilmez bir parçasıydı. Müzik sadece eğlendirici yönüyle değil, tedavi edici yönüyle de
önemsenmiştir. Osmanlılarda XVI. yüzyıldan Xanî’nin yaşadığı XVII. yüzyıla kadar Osmanlı tıp uzmanları müziğin tedavi maksatlı kullanılabileceğini savunmuş ve yer yer bunu uygulama alanına koymuşlardır. Bunun yanında eğlence meclislerinde, düğünlerde, bayramlarda ve savaşlarda bazı
ritüellerin bir parçası olarak müzik hep kendini göstermiş, şairler de bunu
farklı şekillerde şiirlerine yansıtmışlardır.
1. MÜZİK ALETLERİ
Mem û Zîn’de geçen başlıca müzik aletleri şunlardır:
1. 1. Ney
Üflemeli çalgılardan biri olan ney “nay”ın hafifletilmiş şeklidir. Kamıştan yapılır. Klasik edebiyatta tasavvuf müziğinin bir enstrümanı olarak algılanan neyin hikâyesi kısaca şöyledir: Bir zamanlar kendi asıl vatanı olan
sazlık bir bölgede hemcinsleriyle birlikte yaşayan neyi oradan keserler.
Pişmesi, olgunlaşması ve içinin boşalması için gübre yağının içine sokarlar. O karanlık ve pis yerde kalan ney çile çeker ve sabır gösterir. Sonunda
içi bomboş hâle gelir, rengi sapsarı olur. Oradan çıkarıp üzerine delikler
açarlar. Ağız kısmından üfrülünce kalpleri yakan bir sesle feryada başlar.
Bu feryadı, neyistan kamış, içi boşalmadan yani fena ve hiçlik makamını
elde etmeden ruhanî solukları haykıramaz. Ney sesi âşığın çığlığıdır.
153
Hemen hemen bütün tasavvuf kitaplarında bu şekilde özetlenen ney
hikâyesi Mem û Zîn’in ilgili beyitlerinde kamıştan yapılan kalemin dilinden şöyle özetlenmektedir:
60/30 Ney bûme di ‘alema neyîstan
Mey bûm ne bi destê meyperestan
Neyistan memleketinde ber bir ney idim
Şarapçıların eli değmemiş bir mey idim
60/31 Gava ku te ez birîm ji sazî
Ne dengê di min hebû ne gazî
Koparıp kestiğin zaman beni o sazlıktan
Ne ses çıkabildi ne de bağırabildim o an
60/32 Te dûr kirim ji nik hevalan
Mehcûri kirim ji mulk û malan
Sen uzaklaştırdın beni arkadaşlarımdan
Sen ayırdın beni mülkümden, malımdan
60/33 Bend û weslê di min serabun
Ewwel te kirin bi emrê “kun” kun
Baştanbaşa bendeki aralıkları ve bağları
Önce ol! emrinle deliklere ayırdın onları
60/34 Paşê ku te kir di baxê işqê
Kun kun dilê min bi daxê işqê
Daha sonra beni alıp aşk bağına girdirdin
Sen kalbimi aşk ateşiyle delik deşik ettin
60/35 Te puf kire cismê min dema can
Hatin ji dilê min ah û efxan
Bedenime hayat ruhunu üflediğin zaman
Kalbimden çıkıverdi bu ahlar ve figanlar
60/36 Nefxa te li min dil û ceger sot
Herçî ku te puf kirê min ew got
Kalbimi ve ciğerimi yaktı beni üflemen
Sen nasıl üflediysen o sesi verdim ben
154
60/37 Ez lal im û bêzeban û xamûş
Bê nefs û nefes ji qismê qamûş
Konuşamıyorum, dilsizim ve suskunum
Kamıştanım, ne ruhum var ne soluğum
Aşağıdaki beyitte ney için “ne helal e, ne heram e” (ne helaldir, ne haramdır) hükmünü veren Xanî, bunun ölçüsünün hangi amaçla ve kimin
tarafından nasıl kullanılacağı olduğuna dikkat çekmektedir:
58/7
Ew ney ne helal û ne heram e
Bê perde ye lê ne bêmeqam e O ney ne helal ne de haram bir şeydir
Perdesizdir fakat makamsız değildir
1. 2. Qanûn (Kanûn)
Telli çalgılardan biri olup, bir tahtanın üzerine gerili yetmiş iki telden
oluşmaktadır. Parmaklara takılan ve “yüzük” denilen aletlerle çalınır. Mem
û Zîn’in aşağıdaki beytinde “qanûn” ile “def” birlikte kullanılmıştır.
7/23
Saqî! Bide min şerabê gulgûn
Bê dengê def û sedayê qanûn
Saki! Ver sene bana gül renkli şaraptan
Davuldan ses, kanundan sada çıkmadan
1. 3. Çeng (Çeng)
Çeng bir arp türüdür. Kanuna benzer, sapı eğridir. Eski danslarda en
çok başvurulan çalgı aletiydi. Dik tutularak parmakla çalınması hasebiyle
“harb”ı andırmaktadır. Çanağı torba gibi olup boynu uzun ve eğridir. Zerdali ağacından yekpare olarak yapılan çengler diğer türlerine göre daha
meşhurdur. Aşağıdaki beyitte bu alet ile ney birlikte kullanılmışlardır:
7/32
Ney reng ji xewrê dil bi aheng
Sed reng seda bidim wekî çeng
Ney gibi gönülden ahenkli olarak inleyeyim
Çeng aleti gibi yüz çeşit avaz ile sesleneyim
155
1. 4. Rebab (Rübab)
Gövdesi Hindistan cevizi kabuğundan yapılan ve çok telli olan bir
kemançe çeşididir. Rebabın sesi ile âşığın göğsünden çıkan ses arasında
benzerlik kurulmaktadır.
22/29 Mîr go: “Biqutin def û rebaban
Bînin hemî şerbet û şeraban
Mîr dedi: “Çalın davulları ve rubabları
Getirin tüm şerbetleri ve bütün şarapları
1. 5. Def (Tef, Davul)
7/33
Manendê rebabê bê kemançe
Deng bê ji defa me bê tebançe
İnleyeyim rebab misali olmadan kemançesi
Tokmak olmadan çıksın davulumuzun sesi
22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr
Çeng û def û sûrena û sentûr
Hem çengî ve davul hem zurna ve santûr
Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr
38/23 Dem dem we dida li deffê mermer
Bê şubhe dilê beran dibû ker
Bazen mermer gibi davula öyle vuruyordu
Ki şüphesiz taş kalpler bile parçalanıyordu
Mermer gibi davuldan Zîn’in göğsü kast edilmektedir. Yani Zîn’in taşlarla vurduğu göğsü bir mermer kadar sert olan davula benzetilmektedir.
1. 6. Kûs (Göç Davulu, Kös)
Kûs, mehter müziğinin bir enstrümanıdır. Davulun sekiz on katı büyüklüğündedir. Eski zamanlarda savaş sırasında çalınırdı ve deve sırtında
taşınırdı. Mem û Zîn’in aşağıdaki beytinde Kûs geçmektedir:
156
23/49 Sazan mirî hey kirin wekî Sûr
Kûs û def û kerrena û naqûr
Sazlar ölmüş kimseleri “Sûr” gibi diriltti
Göç davulu, davul, borazan ve boru var idi
1. 7. ‘Ûd (Ûd)
Telli çalgılardan biridir. Genellikle öd ağacının yanmasıyla bağlantılı
olarak kullanılır. Xanî aşağıdaki beyitte ‘ûdu diğer bazı aletlerle birlikte
kullanmaktadır:
22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr
Çeng û def û sûrena û sentûr
Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr
Hem çengî ve davul hem zurna ve santûr
1. 8. Tenbûr (Tanbur)
Telli bir çalgıdır. Sapı oldukça uzundur. Bu alet aşağıdaki beyitte diğer
bazı aletlerle birlikte kullanılmıştır:
22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr
Çeng û def û sûrena û sentûr
Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr
Hem çengî ve davul hem zurna ve santûr
1. 9. Ceres ve Zebaneê Ceres (Zil ve Zilin Dili)
42/17 Barê li cemazeê ne bes bû
Xemmazi di merteba ceres bû
Devenin yükü sanki ona yetmiyordu
Bir de muhbirler türlü ziller çalıyordu
Deve ve Zil: Devenin bir özelliği de yolculuk esnasında arkasında güzel sesle söylenen ezgilerden hoşlanması, böylece yorgunluğunu unutarak
157
daha hızlı yürümesi, hatta koşmasıdır. Devenin bu yanını keşfeden eski
Araplar uzun süren yolculuklarında yanlarında mutlaka bir deve ezgicisini
bulundururlardı ki bu ezgiciye “hadî”, onun söylediği ezgilere de “hidâ”
denirdi. Bu ezgiler bir müzik aleti eşliğinde olsaydı daha da etkili olurdu.
Xanî bu beyitte aşk yükünün altında ezilen Mem ve Zîn’i ağır yük taşıyan
develere benzeterek bunların dertleri kendilerine yetmiyormuş gibi bir
de onları oraya buraya gammazlayan ve böylece onları süratle tehlikelere
atan yaygaracılara dikkat çekmektedir.
1. 10. Muxnî ve Sentûr
Muxnî, rübab ile kanûn ortası 39 kirişli bir saz çeşididir. Sentûr ise kanun biçiminde telli bir müzik aleti olup tokmakla çalınır. Bu iki alet aşağıdaki beyitte başka bazı aletlerle birlikte yer almaktadır:
22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr
Çeng û def û sûrena û sentûr
Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr
Hem çengî ve davul hem zurna ve santûr
1. 11. Kerrena ve Naqûr (Borazan ve Boru)
Bu iki aletin birlikte yer aldığı bir beyitte şöyle denilmektedir:
23/49 Sazan mirî hey kirin wekî Sûr
Kûs û def û kerrena û naqûr
Sazlar ölmüş olanları “Sûr” gibi diriltti
Göç davulu, davul, borazan ve boru var idi
1. 12. Saz
Genel anlamda çalgı için kullanılan saz kelimesinin değişik münasebetlerle geçtiği bazı beyitler şunlardır:
22/62 Hevdengi hinek bi sewtê sazan
Hemrengi hinek bi fexr û nazan
158
Bazıları sazlarla uyumlu sesler çıkardılar
Bazıları övünme ve nazlarla arkadaştılar
22/62 Hevdengi hinek bi sewtê sazan
Hemrengi hinek bi fexr û nazan
Bazıları sazlarla uyumlu sesler çıkardılar
Bazıları övünme ve nazlarla arkadaştılar
23/71 Bêrîte, sema û saz û govend
Şîrîn û şekerleb û şekerxend
Berîte, sema dönmesi, sazlar ve halaylar
Tatlı, şeker gülüşlüler ve şeker dudaklılar
40/14 Dadayî li teblexan û sazan
Çawûş û seda û gazegazan
Çalıyorlardı hem davulları hem sazları
Çavuş, makam ve aletlerin uğultuları
51/32 Îhsan ke tedarik û cîhazan
Hadir bike mitriban û sazan
Araç gereçleri ve çeyizleri sen lütfet
Sanatçıları ve sazları da sen hazır et
23/50 Şabaş û seda û gazegazan
Guhdari xenî kirin ji sazan
Bahşişler, sesler ve uğultular iç içe girmişti
Çalınan sazlarla dinleyicileri zengin etmişti
159
2. MÜZİK MAKAMLARI
Mem û Zîn’de geçen başlıca müzik makamları:
2. 1. Iraqî
Kelime anlamı olarak Irak’a ait demektir. En eski makamlardandır.
Yedi asırdan yeni değildir. Eskiden gazla kullanılan bu makam son zamanlarda kullanılmamaktadır. Yerini evc makamına bırakmıştır.
2. 2. Evc
Kelime anlamı olarak yükseklik ve zirve demektir. Iraqî makamın inici
şekli olan bileşik bir makamdır. Tîzden petse doğru tertibe sahiptir. En az
altı asırlıktır.
2. 3. Rast
Kelime anlamı doğru ve sağ olan rast, bir müzik terimi olarak basit
makamları teşkil etmeye yarayan altı çeşit tam beşliden rast dörtlüsünün
eklenmesiyle yapılan basit bir makamdır. Çıkıcıdır ve dizisi mülayimdir.
Orta sekizlisindeki sesleri “pest”ten “tîz”e doğru şöyle sıralanır: Rast,
dugâh, segâh, çargâh, newa, huseynî, evc, gerdaniye.
2. 4. Huseynî
Bu makam nevâ, çargâh, segâh ve dugâh perdesine inen makamdır. Fakat bu makamın yukarıya doğru evc, gerdaniye, muhayyer ve dugâhtan
aşağıya doğru rasta kadar seyri vardır. Kalp ve ciğer iltihapları ile mide rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılan bu makam sıtma ve ateş düşürmede de kullanım alanı bulmuştur. Bu makamın ilişkili olduğu burç Akrep,
tabiatı su, en uygun icra zamanı sabah vaktidir.
161
2. 5. Gerdan
Kelime anlamı “dönen” olan gerdan, rast ve huseynî makamlarından
türeyen tali bir makamdır.
2. 6. Rehawî
Başındaki “Reha” kelimesi Urfa şehrinin daha önceki adı olan “Ruha”nın
farklı bir telaffuz şeklidir. Dolayısyıla kelime anlamı olarak “Ruha’ya ait”
demektir. Terim olarak ise bayatî makamına rast makamı eklenerek yapılan bir makamdır. İbn Sina bu makamdan bahsettiğine göre X. yüzyıldan
yeni değildir.
2. 7. Uşşak
Kelime anlamı âşıklar olan bu makam nevâ perdesinden ses vermeye
başlayan, sonra çargâh, segâh ve dugâhta karar kılıp daha sonra huseynî,
acem, gerdaniye ve muhayyer perdesine kadar inen ve uşşak dörtlüsüne
bûselik beşlisi eklenerek yapılan bir makamdır. Bu makamla tedavi edilen
hastalıkların başında nikris, uykusuzluk ve ayak ağrıları gelmektedir. Bu
makamın ilişkili olduğu burç Balık’tır, karakteri sudur, en uygun icra zamanı akşam. İki müzik terimi olan bu kavramlardan birincisi pest (düşük,
alçak ses), ikincisi ise tîz (yüksek ses) ifade etmektedir.
2. 8. Şu’be
Kelime anlamı şube ve daldır. Terim olarak altı avazdan elde edilen ve
sayıları 24 olan ikinci derecede bir makamdır. Abdulazîz b. Abdulkadir
el-Merağî tarafından bulunan bir müzik makamı olan Şu’be iki dala ayrılmaktadır. Biri Safa Şu’besi, öbürü de Sultan II. Mehmed’e armağan ettiği
Şah Şu’besi’dir.
2. 9. Geweşt
XVI. yüzyıldan kalan ve sahibi bilinmeyen en eski bileşik makamlardan
biridir. XVIII. yüzyılda terk edilmiştir. Bu makamda durak segâh ve güçlü
mahûr perdeleridir.
162
2. 10. Hicaz
Mekke ve Medine toprakları için kullanılıp kelime anlamı engeldir. Bir
terim olarak ise hicaz dörtlüsüne rast beşlisinin eklenmesiyle yapılan makama denir. Durağı dugâh perdesidir.
2. 11. Şehnaz
Kelime anlamı nazlı ve güzel olan bu makam hicaz makamından türeyen tali bir makamdır. Eskiden çok kullanılan bu makam son zamanlarda
daha az kullanılır olmuştur. Masal edasına çok müsait bir makamdır.
2. 12. Zengûl(e)
Zengûl ya da zengûle, önce çargâhtan hareket eder; pencgâh perdesini
çargâha iyice yaklaştırır ve bu şekilde ince sesli perdelere doğru çıktıktan
sonra yine aynı yoldan geri dönerek çargâhta karar kılar. Bu makam kalp
hastalıkları ile mide ve ciğer hastalıklarının tedavisinde kullanılır. İlişkili
olduğu burç Başak olan ve tabiatı toprak olan bu makamın icra edileceği
en uygun zaman kuşluk vakti ile ikindi arasıdır.
2. 13. Buzurg
Önce çargâh perdesinden ses vermeye başlayan, sonra segâh, dugâh ve
rasta inerek ırakta karar kılan bir makamdır. Bazen çargâhtan segâhı atlayarak inip dugâhta karar kılar. Bu makamın ilişkili olduğu burç Aslan, karakter ise ateştir. Bu makamın icra edileceği en uygun vakit yatsı ile seher
vakti arasıdır. Bu makamla tedavi edilen hastalıklar ise bağırsak ağrısı ve
kulunçtur. Bu makam zihni berraklaştırıp toparlar, kara sevda hastalığına
ve bundan kaynaklanan korkulara iyi gelir.
2. 14. Kûçek
Bağımsız bir makam olmayıp, değişik avazelerin bir araya getirilmesiyle meydana gelen mürekkeb (bileşik) bir makamdır. Bu bileşik makam
gerdaniye perdesinden hareket edip önce evc ve hüseynîye iner, sonra
nevâdan atlayarak çargâha düşer ve sabâlı bir şekilde dugâhta karar kılar.
163
2. 15. Newa
Kelime anlamı olarak ses demektir. Terim olarak uşşak dörtlüsüne rast
beşlisi katılarak elde edilmiş basit bir makamdır. En az 7,5 asırlık bir geçmişi vardır. Eski asırların en rağbetli makamlarından biri olmasına rağmen son zamanlarda yeni kullanılmaya başlanmıştır. Mem û Zîn’de bu
makamların geçtiği başlıca beyitler:
22/64 ‘Uşşaq û newa, ‘Iraqî û ewc
Vêkra dikirin bi rastî zewc
Uşşak, neva, Irakî ve evc adlı makamlar
Rast makamıyla birer çift oluşturmuştular
22/66 Zahir ku dibûn ji nayê gerdan
Xaretkerê ‘eql û dîn û îman
Neyden gerdan makamı ortaya çıktığında
Aklı, dini ve imanı talan ediyordu o anda
22/75 Şeyxûxeê çerxê rengsemawî
Rehwari sema’ kir rehawî
Gökyüzü mavisi felek sanki bir koca karı
Rahvanca dönüp dinledi rehavî makamları
7/34
Zuhre bibihit newayê uşşaq
Reqqasi bibit li ewcê neh taq
“Uşşak” ile çıkan nevayı ta “Zuhre” işitsin
Dokuz gök tabakasının zirvesinde raksetsin
42/15 ‘Uşşaqi hezîn û bênewa bûn
Xel teşne Huseynê Kerbela bûn
Uşşaklar hem acıklı hem ahenksizdi
Halk Kerbela Hüseyni’ne susamış idi
22/65 Awaze û şu’be û meqamat
Bê perde bi mu’ciz û keramat
Avaze, şu’be makamı ve diğer makamlar
Mucize ve keramet gibi perdesiz çıktılar
164
7/31
Şu’be ji meqamê dil bi awaz
Gul geşte bikin geweşt û şehnaz
Gönül makamlarından “şu’be”nin avazıyla
Gezinti yapsınlar “geveşt” ve “şehnaz”ıyla
7/31
Şu’be ji meqamê dil bi awaz
Gul geşte bikin geweşt û şehnaz
Gönül makamlarından “şu’be”nin avazıyla
Gezinti yapsınlar “geveşt” ve “şehnaz”ıyla
42/14 Zengil bi deva gihanve zengûl
Meftûli enamilan ji merxûl
Ağızda enstrüman zengûle makamıyla
Ses verdiler dolanan parmak uçlarıyla
42/12 Mîdrabê zebanê xelqê nasaz
Bê perde ku bû teraneperdaz
Ta ki dilleri mızrap bazı adi insanlar
Bu aşkı perdesiz bir şekilde çaldılar
42/13 Zînê ne guneh, Memê ne sûcek
Agahi kirin buzurg û kûçek
Zîn ve Mem ne günah ne suç işlediler
Onları buzurg ve kûçekle ihbar ettiler
165
3. GRUPLAR VE OYUNLAR
3. 1. Mehter
Mehter orduya eşlik eden bir nevi konser grubudur. Güfte, beste ve
müzik aletlerinin görkemi ile savaşa giden askerlere psikolojik destek
sağlamak amacıyla kullanılan mehter kimi zaman eğlence maksadıyla
da kullanılırdı. Örneğin Xanî’nin aşağıdaki beytinde avdan dönen Mîr’e
mehterin eşlik ettiği söylenmektedir:
40/13 Mîr hat li ser wî hinde ‘esker
Surna û nefîr û kûs û mehter
Mîr geldi yanıbaşında çok sayıda asker
Zurnalar, ekipler, davullar ve mehterler
3. 2. Govend (Halay), Berîte, Sema
Kürtçe bir kelime olan “govend” özellikle düğünlerde çekilen halay demektir ki bu oyunun başını çekene “sergovend” adı verilir. Yine Kürtçe
olan “berîte” medrese talebelerine mahsus çalgısız bir oyundur. Özellikle
12 ilimden mezun olup icazetname almayı hak kazananlar için düzenlenen
icazet merasiminde talebeler karşılıklı iki grup hâlinde dizilirler. Sesli parçaya başlayan bir grup karşıdaki gruba ahenkli adımlarla yürümeye başlar
başlamaz karşıdaki grup da cevap vererek ona doğru aynı ahenkli adımlarla yürür ve bu iki grup orta yerde karşılaşıp tekrar gerisin geri dönerler.
“Semâ”, dinlenen ilahînin ya da müziğin etkisiyle coşup dönmektir. Bu
dönüş atomdan galaksilere ve samanyollarına kadar düzgün dairesel hareketle dönerek Allah’ı zikreden bütün bir kâinatı sembolize etmektedir.
Xanî aşağıdaki beyitte bu üç gruba da birlikte yer vermiştir:
167
23/71 Bêrîte, sema û saz û govend
Şîrîn û şekerleb û şekerxend
Berîte, sema dönmesi, sazlar ve halaylar
Tatlı, şeker gülüşlüler ve şeker dudaklılar
3. 3. Reqs (Raks)
Raks, dans ve dans etmek anlamına gelmektedir. Topluca yapılan zikir meclislerinde raks söz konusu olduğu gibi, düğün ve eğlence meclis ve
ortamlarında da uygulanmaktadır. Oyuncuların öne-arkaya ve sağa-sola
doğru yaptıkları raks ilginç ritmik hareketlerle yapılır. Raks aşağıdaki beyitlerde govend ile birlikte kullanılmıştır:
46/28 Bohtane bikîne reqs û govend
Da bêne temaşeê şekerxend
Kaldıralım Botan’ı dans etmeye, halaya
Şeker gülüşlü güzeller gelsin temaşaya
47/6
Kêşane derê bi reqs û bazî
Rexşê ‘Erebî semendê Tazî
Raksedip oynayarak çıkarıverdiler dışarı
Rüstem’in Rahş’ına benzeyen Arap atları
51/17 Da vêk bikevin li min şekerxend
Têkda bihejin bi reqs û govend
Ki şeker gülüşlüler başıma toplansınlar
Raks ve halayla hepsi birden sallansınlar
3. 4. Çerx (Çark)
Kelime anlamı dönüş ve dönmek olan “çerx”, direk adı verilen sol
ayağa dayanılarak ve sağ ayak çark edilerek (döndürülerek) icra edilen
bir semâ türüdür. Bu oyunun tam ve yarım olmak üzere iki çeşidi vardır.
Tam çark, sağ ayağın kaldırılıp bir turun atılması ve ilk noktaya değmesi
ile oluşan çarktır. Yarım çark ise dairenin tamamlanmadığı çarktır.
168
4. KİŞİLER VE SIFATLAR
Memû Zîn’de geçen başlıca isim ve sıfatlar
Ramuşger
Xweşnewa
Xweşdeng
Hevdeng
Mutrib
Qewwal
Muxennî
Xezelxwan
Xwanende
Bezlego
Çengî
Reqqas
Sazende
Dembeste
Demkeş
sazcı
güzel makamlı
güzel sesli
uyum içinde ses çıkaran(lar)
sazcı, sanatçı
laf ebesi
şarkıcı
gazel okuyan
sanatçı, parça okuyan
palyaço
çeng aletini çalan
rakseden
sazcı, saz çalan
şarkı söylemekten soluğu kesilen
şarkı söyleyen arkadaşının biraz soluk alıp dinlenmesi
için kendisi şarkı söylemeye başlayan kişi
Mem û Zîn’de bu isim ve sıfatların geçtiği bazı beyitler şunlardır:
22/61 Ramuşger û xweşnewa û xweşdeng
Şayeste û xweşqumaş û xweşreng
Sazcılar, güzel makamlı ve güzel sesliler
Kumaşı ve rengi hoş uygun elbise giydiler
22/62 Hevdengi hinek bi sewtê sazan
Hemrengi hinek bi fexr û nazan
169
Bazıları sazlarla uyumlu sesler çıkardılar
Bazıları övünme ve nazlarla arkadaştılar
22/67 Saqî şewişîn bi abê engûr
Mutrib herişîn bi sîtê sentûr
Sakiler seğirttiler üzüm suyu (şarap) ile
Çalgıcılar da sallandılar santurun sesiyle
22/68 Qewwal û muxennî û xezelxwan
Mexmûr û siyah, mest û sekran
Laf ebeleri, şarkıcılar ve gazel okuyanlar
Mahmur, gözü kara, mest ve sarhoştular
23/69 Hin mest û hinek diger di bengî
Xwanende û bezlego û çengî
Bazıları mest olmuştu, sevdalıydı bazıları
Sanatçılar, palyaçolar ve çenk çalgıcıları
51/32 Îhsan ke tedarik û cîhazan
Hadir bike mutriban û sazan
Araç gereçleri ve çeyizleri sen lütfet
Sanatçıları ve sazları da sen hazır et
24/20 Hilgirtine ser serê xwe reqqas
Înane miyanê meclisa xas
Onu başlarının üstünde taşıyarak raksettiler
Özel meclisin tam da orta yerine getirdiler
50/83 Dîsan vegerim ji ba we reqqas
Murtadi bibim bi cenneta xas”
Yine yanınızdan raks edip geri döneyim
Özel cennetin içerisinde keyif süreyim”
52/7
B
170
Ew zuhremîsalê zerre reqqas
û merhemê razê xelweta xas
O zerre Zühre yıldızı gibi raks ediyordu
Özel halvetin sırrı için merhem oldu
53/35 Nahîdesîfet li dengê sazê
Reqqas diçûye ber cenazê
Zühre yıldızı gibi saza eşlik ediyordu
Cenazeye doğru raks edip gidiyordu
7/35
Sazê dilê kul bi zîr û bem bit
Sazendeê işqê Zîn û Mem bit
Yaralı kalbin sazı ince ve kalın sesi çıkarsın
Aşkın sazcısı Zîn ve Mem hikâyesini çalsın
60/39 Herçend ku zahirî heyim ez
Sazende tu yî wekî ney im ez
Görünüşe bakılırsa var gibiysem de ben
Aslında bir ney gibiyim, sensin üfleyen
14/9
Sermesti hinek, hinek di serxeş
Dembeste hinek, hinek di demkeş
Bazıları sermest olmuş, bazıları da sarhoştu
Kimi nefesi kesilmiş, kimi şarkı söylüyordu
171
5. SESLER
5. 1. Zîr
Müzikte “zîr” özellikle ûd bağlamında en ince, düşük, alçak seslere
denir.
5. 2. Bem
Bir müzik terimi olarak “bem” yine özellikle ûd bağlamında kalın sesler için kullanılır.
Xanî aşağıdaki beyitlerde Mem ile Zîn’in çıkardıkları acıklı seslerden
bahsederken bu sesleri müziğin “zîr” ve “bem” terimleri ile ifade etmektedir:
7/35
Sazê dilê kul bi zîr û bem bit
Sazendeê işqê Zîn û Mem bit
Yaralı kalbin sazı pest ve tiz sesler çıkarsın
Aşk hikâyesinin sazcısı Zîn ve Mem olsun
42/16 Meclis bi newayê zîr û bem bûn
Memlû’ ji hewayê Zîn û Mem bûn
Mecliste pest ve tiz sesler duyulurdu
Meclis Zîn ve Mem aşkıyla doluydu
173
ALTINCI BÖLÜM
FLORA (BİTKİLER ÂLEMİ)
FLORA (BİTKİLER ÂLEMİ)
M
em û Zîn’deki bitkilerden bazen kendi gerçek anlamlarında, çoğu
kez ise benzetme unsurları olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda
Mem û Zîn’de geçen flora unsurlarını ağaçlar, çiçekler ve meyveler olmak
üzere üç kategoriye ayırmak mümkündür.
1. AĞAÇLAR
Klasik şiirde şekilleri, çiçek açıp açmamaları, meyve verip vermemeleri
ve gölgeleri gibi çeşitli özellikleriyle ele alınan ağaçlar bu bağlamda âşık ve
maşukun bazı özelliklerini sembolize ettikleri gibi, bazı mistik yorumlarla
da kendilerinden söz ettirirler. Bu çerçevede “Mem û Zîn”de ve Dîvan’da
kullanılan başlıca ağaç isimleri şunlardır:
Ağaç ismi Türkçesi
Sembolize ettiği şey
serw/Selw servi, selvi
sevgilinin boyu
İlgi
incelik, uzunluk
salınış
senewber çam fıstığı
sevgilinin boyu
parçalanmışlık
‘er'er
sevgilinin boyu
yükseklik
ardıç
şimşad
şimşir
sevgilinin boyu
yükseklik,
meyvesizlik
çınar
çınar
sevgilinin boyu
uzunluk,
meyvesizlik
Sîdre
sedir ağacı
sevgilinin boyu
uzunluk, güzellik
qamûş
kamış
sevgilinin elleri
incelik, uzunluk
177
1. 1. Serw (Servi, Selvi)
Klasik şiirde kendinden en çok söz ettiren ve her zaman yeşil kalmasıyla tanınan bir ağaçtır. İnce ve uzun boyuyla ve rüzgâr eserken hafif hafif
sallanışıyla en çok sevgilinin boyunu temsil etmek üzere kullanılır. Boyu
açısından elif harfine de benzetilen servi, sabit olması ve diğer ağaçlar gibi
mevsimlere göre fazla değişiklik göstermemesi gibi özellikleriyle aşk yolunda kararlı olan âşığı sembolize eder. Su kenarlarında dizili oluşları ve
rüzgârın etkisiyle hafifçe sallanmaları sevdiklerini selamlamak için eğilen
sevenleri temsil eden serviler, dallarının yukarıya doğru uzanması açısından da mistik olarak dua eden bir insana benzetilir.
Zerdüştî literatüre göre Zerdüşt serw ağacını cennetten getirip ateşkedesinin kapısına dikmiştir. Bu ağacın bulunduğu her yerde yılanın da yaşadığına inanılır. Eskiden beri bu ağaç ve ondan elde edilen ürünlerin yokluğa meydan okuduğu ve diriliği temsil ettiği düşünülmektedir. Bundan
dolayıdır ki heykel, tapınak malzemesi, gemi ve su dolaplarının yapımında
bu ağaçtan yararlanılır. Dünyanın yedi harikasından biri olan “Diana (Artemis) Tapınağı”nın kapısı bu ağaçtandır. Eski Ahit’e göre Allah’ın evinin
Davud Peygamber tarafından bu ağaçtan yapıldığı belirtilmektedir. Aşağıdaki beyitte olduğu gibi serw ile su arasında bir ilgi vardır:
39/34 Bêhiş kete ber piyan û bêgav
Serwê ku gihîşte ber piyan av
Şuurunu yitirip ayağının dibine yığıldı
Böylece servinin ayağına doğru su aktı
Burada serviden maksat Zîn, onun ayağına doğru akan sudan maksat
da Mem’dir. İranî rivayetlere göre Zerdüşt her zaman yeşil olarak kalmasıyla bilinen servi ağacını cennetten getirip ateşgedesinin kapısına dikmiştir. Yunan mitolojisine göre servi ağacı yas tutulmasını ve sevgilinin kaybedilmesini simgelemektedir. Tevrat’a göre Nuh’un Gemisi de sedir ya da
servi ağacından yapılmıştır. Servinin su kenarında düşünülmesi hâlinde
ırmak, çemen ve benzeri unsurlar da kullanılır ki bu beyitte Xanî bizzat
Mem’i serviye hayat veren bir su olarak tasavvur etmektedir. Bu ağacın
birkaç türü vardır. Başlıcaları şunlardır:
Serwê sehî (iki dalı düz ve yüksek serw); serwê naz (dalları eğilimli olan
serw); serwê azad (özgür serw, dalları özgürce düz olarak uzanan serw);
serwê pakdamen ( temizli etekli serw). Bu son ismi almasının nedeni alt
kısımlarındaki dallarının sürekli budanmasıdır.
Doğu edebiyatlarında öteden beri doğruluk, yükseklik, yücelik, serkeşlik, yenilik, tazelik, gençlik, dirilik, ayakta durma, ebedî olma ve özgürlük
sembolü olarak kullanılan serw ağacı özellikle sevgilinin boyunu betimlede geniş bir kullanım alanına sahiptir. Bu bağlamda Mem û Zîn’de bu ağaç
isminin geçtiği bazı beyitler şunlardır:
55/7
Zîn hat û bi qameta senewber
Bû serwi li ser wî sayeguster
Zîn çam ağacına benzeyen boyuyla geldi
Mem’in mezarını bir servi gibi gölgeledi
19/9
Ye’nî ku du kurê serwiqamet
Rabûye li wan kuran qiyamet
Yani boyları selviye benzeyen iki oğlandı
Bu, oğlanlar için kıyametin koptuğu andı
8/27
Yek serwê riyadê rasitî bû
Wê navi bi rasitî “Sitî” bû
Biri doğruluk bağında yetişmiş bir serviydi
Bu servinin gerçek ismine gelince, Sitî’ydi
8/36
Ew sorgul û sunbulê di azad
Bişkuftî li qeddê serw û şîmşad
O kırmızı gül ve sümbüller özgür bir biçimde
Açılmıştı servi ve şimşir endamların üzerinde
14/4
Sed taze cuwan ji rengê serwan
Dîba û herîr û xez di ber wan
Gençlerden yüz kişi servi gibiydi boyları
Giymişlerdi ipek brokar, ipek kumaşları
56/5
Yek serwê sehî û yek senewber
Sersebz û letîf û sayeguster
179
Bir tanesi yüksek bir servi, öbürü de çamdı
Uçları yeşil idi, latiftiler ve gölgeleri vardı
Aşağıdaki beyit(ler)de olduğu gibi bu ağaç ismi değişik münasebetlerle
Divan’da da geçmektedir:
Ji min dil bir evê carê, ku min dî qameta yarê
Wekî selwê lu cobarê, vemeşya hate eywanê
Yar bu kez aldı benden gönlümü, boyunu gördüğümde
Su kanalında selvi ağacı gibi, eyvana doğru yürüdüğünde
1. 2. Senewber (Çam fıstığı)
Klasik şiirde boyu ile sevgilinin boyu arasında benzerlik kurulan bu
ağaç aynı zamanda “fathe” denilen üveyik kuşlarının toplandığı yerdir. Bu
bağlamda âşığın gönlü ile üveyik kuşu arasında benzerlik kurulduğu gibi,
parçalanmış görünüşüyle âşığın parçalanmış gönlü arasında da ilgi kurulur.
55/7 Zîn hat û bi qameta senewber
Bû serwi li ser wî sayeguster
Zîn çam ağacına benzeyen boyuyla geldi
Mem’in mezarını bir servi gibi gölgeledi
56/5
Yek serwê sehî û yek senewber
Sersebz û letîf û sayeguster
Bir tanesi yüksek bir servi, öbürü de çamdı
Uçları yeşil idi, latiftiler ve gölgeleri vardı
35/49 Qedda wî yê şubhetê senewber
Xem bû çiviya mîsalê ‘er’er
Boyu ki çam fıstığı ağacını andırıyordu
Büküldü ve dağ servisi misali yamuldu
180
1. 3. ‘Er’er (Ardıç)
Bu ağaç boyunun yüksekliği ve soğuktan etkilenmemesi özellikleriyle
sevgilinin boyu ve âşığını umursamaması özellikleri arasında ilgi kurulur.
21/1
Ew herdu nîhalê ‘er’era şeng
Rûniştî mîsalê xunce dilteng
Taze yeşermiş ardıç ağacının o iki fidanı
Gonca gibi daralan kalplerle oturmuşlardı
1. 4. Şimşad (Şimşir)
Şimşad her zaman yeşil kalması, çok sert oluşu ve sık yapısı ile tanınmaktadır. Gövdesi sarı renklidir. Genellikle yamaçlarda ve kireçli topraklarda yetişir. Sert ve keskin bir kokusu, acı bir tadı vardır. En yaygın türü
uzun boylu ve sert yapılı olanıdır. Boyunun yüksekliği açısından sevgilinin
boyunu sembolize etmek üzere kullanılan bu ağaç meyve vermeme özelliğiyle de vuslatını âşığından esirgeyen sevgiliyi temsil eder.
8/36
Ew sorgul û sunbulê di azad
Bişkuftî li qeddê serw û şîmşad
O kırmızı gül ve sümbüller özgür bir biçimde
Açılmıştı servi ve şimşir endamların üzerinde
6. 1. 5. Çinar (Çınar)
Bin yıl gibi uzun bir süre yaşaması, büyük ve meyvesiz oluşu, kendiliğinden tutuşması gibi özelliklerle tanınan çınar ağacı zenginlik, tazelik,
canlılık, bolluk ve bereket simgesi olarak da kullanılmaktadır. Halk inanışlarında ağaçların şahı olarak kabul edilen çınar kadınların hamile kalıp
sağlıklı olmaları için bir uğur unsuru olarak da kabul edilir. Bundan dolayıdır ki kimi bölgelerde yüz yıllık çınarlar murat ağacı olarak kutsanmakta
ve saygınlık kazanmaktadır.
Çınar klasik şiirde iri gövdesi, uzun boyu, insan eline benzeyen yaprakları ve yapraklarını dökme özelliği açısından ele alınmaktadır. Özellikle
181
sevgilinin boyunu sembolize etmek üzere kullanılan çınar meyvesiz oluşu
nedeniyle “tehî dest” olarak algılanır. Mistisizm çerçevesinde çınar yaprağı
ile insan eli arasında kurulan ilgi dua için elini kaldıran kişiyi; yapraklarını
dökme özelliğiyle de kendini dünya nimetlerinden soyutlamış bir “abdal”ı
sembolize etmektedir.
Xanî aşağıdaki beyitte Mîr Zeynedîn’in bahçesini betimlerken ve Mem
ile Zîn’in bu bahçede görüşmelerini tasvir ederken şimşîr ağacıyla çınar
ağacının boylarının eşit olduğunu ifade etmekte, bu bağlamda hem gerçek
bir şimşad ve çınara, hem de Mem ile Zîn’in boylarının bu ağaçlara benzediğine işaret etmektedir:
37/8 Şimşad û çinari hemqedem bûn
Xweş sayewer û ‘elîhîmem bûn
Şimşir ve çınar ağaçlarının boyları eşitti
Güzel gölgeliydi ve himmetleri yüksekti
1. 6. Spîndar (Söğüt)
Xanî bir beytinde Mem’in gözyaşlarını betimlerken “mübalağa” sanatı
çerçevesinde bu gözyaşlarından Dicle Nehri kenarında söğüt ağaçlarının
yeşerdiğini şöyle ifade etmektedir:
35/44 Herçendi ji histirê Memê jar
Şîn bûn li rexê şeti sipîndar
Zavallı Mem o kadar döktü ki gözyaşları
Yeşeriverdi nehir sahilinde söğüt ağaçları
1. 7. Kinêr (Arabistan kirazı; çiğde)
Aynı yerde gömülen Mem ile Zîn’e ölümlerinden sonra da rahat vermeyen Bekir’in mezarından dikenli bir ağacır ortaya çıkıp ikisinin arasına girdiğini anlatan Xanî bu ağacı “kinêr” olarak tasavvur etmektedir. Şairimiz
aşağıdaki beyitlerde bundan şöyle bahsetmektedir:
182
56/7
Şîn bû ji ewê bêrî ji xêrê
Darek li qiyafeta kinêrê
İyilikten pay almamış Bekir’in kabrinden
Bir ağaç yeşerdi Arabistan kirazı cinsinden
56/8
Ew dari ji rahetê berî bû
Manendê xwudanî, bi istirî bû
Mem ve Zîn’e orada da rahat vermiyordu
Sahibi Bekir gibi dikeni de bulunuyordu
56/9
Rabû xwe gîhande her du daran
Bû mani’ê weslê her du yaran
Yükselerek kendini o iki ağaca yetiştirdi
O iki sevgilinin kavuşmalarını engelledi
56/10 Rahet wî neşî bikit mudara
Xesmaneî kir wî aşîkara
Onlarla orada da geçinerek rahat durmadı
Onlara orada da aleni düşmanca davrandı
56/11 Dîsan xwe gîhande wan hebîban
Ew lê pêçiya wekî reqîban
Orada da kendini o iki sevgiliye yetiştirdi
Rakipler gibi etraflarını sararak çevreledi
56/12 Hasil li f urû’ û eger usûlan
Ew lê fetilî wekî fudûlan
Kısacası o ağacın ister kökleri ister dalları
Rahat durmaz yaramazlar gibi sardı onları
1. 8. Sîdretu’l-Munteha (Son Sınır Ağacı: Sedir)
“Sidretu’n-nihaye” (Son Sınır Ağacı): Bu ifadede geçen “sidre” Arabistan kirazı ya da sedir olarak adlandırılan bir ağaç türüdür. İfadenin ikinci
parçası olan “nihaye” son demektir ki bu kelime Kur’an’da aynı anlamda “munteha” olarak geçmektedir. Necm Sûresi’nin 14. ve 16. ayetlerinde
“Sidretu’l-munteha” olarak geçen bu ağacın 7. katta Arş’ın sağında yer al-
183
dığına ve insan ve meleklerin bilgi sınırlarının bu ağaca kadar olduğuna
inanılmaktadır. Nitekim miraç gecesi Cebrail bile en son bu ağaca kadar
Hz. Peygamber’e eşlik etmiş, bir adım bile öteye geçtiği takdirde yanacağını ileri sürerek geri dönmüştür. Son derece büyük ve yaprakları iri olduğu
söylenen bu ağacın yaprağının filkulağı, meyvesinin de testi şeklinde olduğuna ilişkin rivayetler vardır.
Zahirî anlamı fazla kast edilmeyen bu ağaç daha çok mistik bir sembol
olarak sûfînin ulaşacağı en son noktayı temsil etmektedir. Ancak klasik şiirde bazen sevgilinin boyunun uzunlukta ve güzellikte son sınıra ulaştığına
işaret etmek için sevgili bu ağaca benzetilir. Aşağıdaki beyitte rüzgâra hitap eden Mem ondan bu ağaca bir adım yaklaşmasını isterken hem mânevi
bir seyr ü sulûka, hem de Zîn’in boyuna işaret etmektedir:
34/4
Carek here “Suddetu’s-seadet”
Gavek here “Sîdretu’n-nîhayet”
Bir kez git yârimin mutluluk kapısına
Bir adım ilerle o “Son Sınır Ağacına”
1. 9. Qamûş (Kamış)
Kamış incelik ve uzunluk özellikleriyle bilinmekte ve kamışlık “ney”in
koparıldığı anavatan olarak tanınmaktadır. Bu özellikleri bağlamında klasik şiirde ney, kamış, sevgilinin eli ve kalem unsurları arasında tenasüp
sanatına başvurulmaktadır.
Mem û Zîn’in son bölümünde kalem ile diyaloğa geçen Xanî kalemin
dilinden şunları söylemektedir:
60/30 Ney bûme di ‘alema neyîstan
Mey bûm ne bi destê meyperestan
Neyistan memleketinde ber bir ney idim
Şarapçıların eli değmemiş bir mey idim
60/37 Ez lal im û bêzeban û xamûş
Bê nefs û nefes ji qismê qamûş
Konuşamıyorum, dilsizim ve suskunum
Kamıştanım, ne ruhum var ne soluğum
184
2. ÇİÇEKLER
K
lasik şiirde genel anlamda çiçek hem renk ve şekil, hem de koku
özellikleri açısından ele alınırlar. Meyvenin sebebi olmaları bakımından da önem taşıyan çiçekler dilimli yaprakları ve sabah rüzgârının
önünde salınıp sürüklenmeleri bağlamında da dikkat çekerler. Gerçek
anlamlarında kullanılmalarının yanında genellikle mecâzi anlamda sevgilinin çeşitli unsur ve durumlarını sembolize etmek üzerede kullanılırlar.
Örneğin aşağıdaki beyitlerin ilkinde sünbül, lale, reyhan ve menekşe isimlerini kaydeden Xanî sonraki beyitte bunlardan sevgilinin yüzünü, zülüflerini ve beneklerini kast ettiğini şöyle dile getirmektedir:
55/24 Van sunbul û laleê di xerra
Reyhan û binefşeê muterra
Şu parlak sümbülleri ve güzel laleleri
Reyhanları ve halka halka menekşeleri
55/25 Ye’nî ku ‘îzar û zulf û xalan
Ya qenc ew e ez bidim bi talan
Yani şakaklarımı, zülüf ve benlerimi
En iyisi talan edeyim onların hepsini
Mem û Zîn’de ve Divan’da geçen çiçeklerin özet bir tablosunu aşağıda
veriyoruz:
Çiçeğin adı Türkçesi
Neyi temsil ettiği
İlgi
Gul
gül
yüz, yanak
tazelik, incelik,
narinlik
Xunce
gonca
ağız ve dudak
kapalılık, küçük-
lük, kırmızılık
Xar
diken
rakip, düşman
aşığa verilen eziyet
185
Sunbul
sümbül
saç
kızıl rengi ve şekli
Lale
lale
yüz, yanak
rengi ve şekli
Nîlufer
nilüfer
âşık
Güneş’i takip
etmesi
Binefş
menekşe
saç bükümü
kokusu, koyu
rengi, eğriliği
Reyhan
fesleğen
ayva tüyleri
koyu rengi ve
kokusu
Erxewan erguvan
dudak; ateş, mey
göz alıcı
kırmızı rengi
Nêrgiz
nergis
mahmur gözler
göze benzerliği
Semen
yasemin
saç
rengi, kokusu,
yaprakları
Sosin
sûsen
kirpik; dil; kılıç
sivri ve uzun
yaprakları
Cewcim
bir çiçek
yüz, saç
sarı rengi
2. 1. Gul-Xunçe-Xar (Gül-Gonca-Diken)
Klasik şiirde bu unsurlar bazen tek başlarına kullanılsa da, genellikle
ikili veya üçlü olarak bir arada kullanılırlar. Gül ve gonca sevgilinin çeşitli
güzellik unsurlarını betimlemede kullanılırken, diken de sevgilinin yanından hiç ayrılmayan “rakib”i sembolize etmektedir.
Klasik şiirde en çok kullanılan çiçek güldür. Bir kısmı aşağıda verilen
özellikleri açısından şairlerin ilgi odağı olmuştur:
-Âşığı sembolize eden bülbülün sevgilisi olarak tasavvur edilmesi ve bu
bağlamda çoğu kez bülbül ile birlikte kullanılması
-Kırmızı rengi ve güzel kokusu, gülsuyunun kendisinden elde edilmesi
-Yılda bir defa bahar mevsiminde açılışı
-Gonca ve dikenle beraber bulunuşu
-Yapraklarının şekli
-Gonca hâlinden çıkıp gül oluncaya kadar geçirdiği süre
-Kısa sürede solması
186
Gonca daha çok "kapalılık" yani açılmamışlık, "küçüklük" ve "kırmızılık" özellikleriyle ön plâna çıkmaktadır. Bu özellikleriyle gonca genellikle
benzetme yoluyla aşağıdaki şekillerde tasavvur edilir:
-Sevgilinin ağzını ve dudaklarını temsil etmesi
-Ağzının kapalılığının âşığı ile konuşmaya tenezzül etmemesi olarak
tasavvur edilmesi
-Binbir naz ile açılması durumu ile yüzünü âşığına göstermede nazlı
davranan sevgilinin bu durumu arasında benzerlik kurulması
-Bahar rüzgârıyla açılması ile âşığıyla konuşmak için ağzını açan sevgili
arasında ilişki kurulması.
Divan ve tasavvuf şiirlerinde diken daha çok aşığa eziyet eden unsurları
sembolize etmektedir ki bunların başında "rakip"ler gelir. Bu yönüyle diken
sevgilinin yanından hiç ayrılmayan, onu yalnız bırakmayan ve aşığının ona
ulaşmaması için elinden geleni yapan "rakip"i sembolize eden bir semboldür.
Dikenin gülle olan bu beraberliği o denli sıkıdır ki "dikensiz gül olmaz" ifadesi
bir yönüyle buna işaret etmektedir. Aşığın bülbül, sevgilisinin de gül olduğu
aşk sahnesinde "rakip" rolünü oynayan diken bülbülü güle yaklaştırmamakta, onu yaralamakta, ihbar ve şikâyet ederek ispiyonculuk yapmaktadır. Dikenin verdiği bela, gam, acı ve cefa mutasavvıfların gerçeğe ulaşmada çektikleri
mihnet ve hasretleri de sembolize etmektedir.
25/8
Mexmûrî ku def’ kir meya nab
Bêhn kir gul û sunbulê di tîrab
O berrak şarap mahmurluğu ortadan kaldırdı
Suya doymuş olan gül ve sümbülleri kokladı
8/35
Zulfeyni mîsalê tayê sunbul
Xeddeyni ji rengê rûyê sorgul
Her iki zülüf sümbül tanelerini andırmaktaydı
İki yanakları kırmızı gülleri çağrıştırmaktaydı
2. 2. Sunbul (Sünbül, Sümbül)
Gülden sonra kendisinden en çok söz edilen çiçeklerden biri olan sümbül genellikle kızıl rengi ve şekli ile sevgilinin saçının benzetilmesinde
önem kazanmıştır. Bunun yanında rengi ve güzel kokusu nedeniyle ayva
187
tüyünü; rengi ve boğum boğum şekliyle bulut, düğüm, kilit ve çini devatı;
bağın deniz, yaprakların balık olarak tasavvur edildiği sanatlı anlatımlarda
dalgayı; saçla kurulan münasebetler çerçevesinde ipi; destelenmiş saç ile
arasındaki ilgiden dolayı süpürgeyi temsil etmektedir. Renk ve şekli dışında yapraklarının kılıca, çiçeğinin de miğfere benzetilmesi nedeniyle asker
olarak da algılanmaktadır. Mekkî, Mısrî ve Afrikî olmak üzere üç çeşidi bulunan sümbül kokusu ile Hz. İsa'nın nefesini; koyu rengi ve düğümlü şekliyle papazların bellerine bağladıkları siyah zünnarı da sembolize etmektedir. Güzel kokusu ve rengi dolayısıyla miske benzetilen sümbül sevgilinin
güzel kokan teni olarak da tasavvur edilir. Onun top top şekli eteğini toplamış insanı andırırken, toplu halde bulunmaları nedeniyle de sohbet için
çemenlerde toplanmış güzelleri andırmaktadır. Gülistanın divan, çemenin
de sayfa olarak düşünüldüğü sanatlı anlatımlarda sümbül tuğra ve değişik
yazı stilleri olarak düşünülmektedir. Sümbül ile "besmele" arasında da ilgi
kurulmaktadır. Kur'an'ın ilk ayetinin besmele oluşu ile sümbülün ilk açan
çiçek oluşu bu ilgiye ilham kaynağı olmuştur. Şiir beyitlerinde sümbül ve
gül çoğu kez birlikte yer alırlar. Bunun esprisi sümbül gibi saçların gül gibi
yanaklar üzerine dökülmesidir. Klasik tıp kitaplarında tıbbî özellikleriyle
de ele alınan sünbülün mideyi güçlendirmede ve balgamı dışarı atmada
kullanıldığı belirtilmektedir. Kedinin sünbül kokusunu çok sevdiği ve sünbülün yetiştiği bölgelerde engerek ve diğer zehirli yılanların bulunduğu da
anlatılmaktadır.
188
25/8
Mexmûrî ku def’ kir meya nab
Bêhn kir gul û sunbulê di tîrab
O berrak şarap mahmurluğu ortadan kaldırdı
Suya doymuş olan gül ve sümbülleri kokladı
8/35
Zulfeyni mîsalê tayê sunbul
Xeddeyni ji rengê rûyê sorgul
Her iki zülüf sümbül tanelerini andırmaktaydı
İki yanakları kırmızı gülleri çağrıştırmaktaydı
8/37
Sorgul ji xwe da li ser rehistî
Sunbul bi xwe pêkve daheristî
Al güller kendilğinden köklüce yeşermişti
Sümbüller o güller üstünde iç içe girmişti
2. 3. Binefş (Menekşe)
Menekşe divan şiirinde kokusu, koyu rengi, boynunun eğriliği ve şekli
açısından ele alınan bir çiçektir. Demetler halinde pazarda satılması şekliyle saçı andıran menekşenin yuvarlağı da saç bükümünü andırmaktadır.
Yere yakın oluşu ve boyunun kısalığı ile diğer çiçeklerden ayrılır. Sevgilinin yüzünün bahçeye, boyunun ilgili ağaca benzetildiği sanatlı anlatımda
menekşe rengi, kısa boyu ve parçalı yaprakları ile sevgilinin saçını veya yüzündeki ayva tüylerini temsil etmektedir. Burada boyu nergise benzetilen
sevgili için kullanılan "başı ağır" ifadesiyle başın çeşitli yerlerine takılan
süslerin meydana getirdiği ağırlık kastedilmektedir. Menekşe ile temsil
edilen saç lülelerinin uçları ise kıvrılıp halkalar şeklini almaktadır.
25/9
Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul
Reyhan û binefşe, gahi sunbul
Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri
Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri
27/27 Da sunbul û sorgul aşîna bin
Reyhan û binefşe ta bi ta bin
Ki sümbüller ile kırmızı güller tanışsınlar
Reyhanlar ve menekşeler tel tel açılsınlar
2. 4. Erxewan (Erguvan)
Kırmızı renkli bir çiçektir. Göz alıcı kırmızı rengi nedeniyle sevgilinin
yüzü, ateş, mey, dudak, kan ve ten olarak tasavvur edilmektedir. Xanî
aşağıdaki beyitte Zîn’in dilinden onun yüzünün safran gibi sarardığını belirtirken daha önce bu yüzün erguvan çiçeği gibi kırmızı olduğuna dikkat
çekmektedir:
38/42 Dêma mine sore erxewanî
Zer bûye wekî we ze’feranî
Al yüzüm tıpkı narçiçeği gibi kıpkırmızıydı
Şimdi artık tıpkı zaferan gibi solarak sarardı
189
2. 5. Lale
Önemli çiçeklerden biri olan lâle rengi, şekli ve yapraklarının alt kısmında bulunan siyah leke açısından tasvirlerde belirli bir yer tutmaktadır.
Lâle ile kadeh arasındaki belirgin şekil benzerliği bu iki unsurun yan yana
zikredilmesinde etkili olmuştur. Renk ve şekil bakımından sevgilinin yanağı, aşığın yarası ve gözyaşları, yanmış bedeni ve kanlı gözleri ile irtibatı
kurulmaktadır. Yine şekil ve rengi bağlamında mum, ateş koru, batmakta
olan güneş, la'l, mercan, kına, çeşitli maddelerin konulduğu tabak ve dağlarda yetişmesinden dolayı Ferhad'ın kanlı tîşesi ile ilişkilendirilme yoluna gidilmektedir. Gülün çiçeklerin şahı öbür çiçeklerin asker olarak kabul
edildiği alanlarda lâle başkomutan, serasker, serleşker ve salardır. Bahar
lâle devri olarak nitelenir. İranî bir mitolojiye göre yıldırım yaprağın üstündeki çiğ tanesine düşmüş, çiğ tanesi ve yaprak alev alarak donmuş, lâle
böylece ortaya çıkmıştır. Arapça'da "şaqaiq-i numaniye" olarak adlandırılan lâleye Kürtçe'de "kulîlka nîsanê" denir. Lâlenin ortasındaki siyah leke
görünürde sevgilinin yanağındaki beni, tasavvufî mânâda günâhkar kalbe
işleyen günâh noktasını temsil etmektedir. Yabanî bir çiçek oluşu, çabuk
solması, sürekli suya ihtiyaç duyması ve benzeri yönleriyle de şiirde söz
konusu edilen lâle genellikle bahça çitlerinin kenarında bitmesi nedeniyle
"bağrı yanık miskin"i çağrıştırmaktadır. Tasavvuf ve divan şiirinde aşığın
savaş meydanı ve gözyaşlarını döktüğü yer lâle bahçesi anlamında lâlezâr
olarak nitelendirilir, onun bu savaş meydanında kalbinden aldığı yara
"dağê lale" (lâle yarası) olarak adlandırılır.
55/24 Van sunbul û laleê di xerra
Reyhan û binefşeê muterra
Şu parlak sümbülleri ve güzel laleleri
Reyhanları ve halka halka menekşeleri
25/9
Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul
Reyhan û binefşe, gahi sunbul
Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri
Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri
38/20 Her lale li sîne bûne daxek
Her xunçe bi sohtinê çiraxek
Her lale başlamış idi sinesini dağlamaya
Her gonca bir çıra gibi başlamıştı yakmaya
190
2. 6. Nêrgiz (Nergis)
Bu çiçek şiirde ince yapısı, sarı rengi ve insana uyku verip onu mahmurlaştıran kokusu ile önemsenmektedir. İnceliği ve sarı rengiyle aşığı ve onun
sararmış benzini temsil eden nergis, eğik başı ile de mahcup ve yere bakan
sevgiliyi temsil etmektedir. Göz ile olan şekil benzerliğinden dolayı mahmur
ve baygın gözler için bir benzetme unsuru olarak kullanılır. Çiçekler grubunun hokkabazı olarak nitelendirilen nergis, bu yönüyle ağzından kıvılcımlar
saçan bir hokkabazı andırmaktadır. Yaprağı ile kılıç arasında benzerlik kurularak eli kılıçlı bir savaşçı olarak karşımıza çıkan nergis, bunun yanında
Cemşîd (Cem)'den yadigar kalan kadehi de çağrıştırmaktadır. Çiçeklerinin
kolayca dökülmesi ve rüzgârın etkisiyle sallanması açısından eli titrediği için
elinden kadehi düşen bir sarhoşla ilişkilendirilen nergis kapı kapı dolaştırılıp satıldığı için pazara çıkarılan "esir aşık" için uygun bir ilham kaynağı
sayılmaktadır. Kısa ömürlü oluşu açısından sultanların elinde uzun süre
kalmayan altın, gümüş ve parayı çağrıştıran nergis, güzel kokusuna rağmen
meyvesiz oluşu nedeniyle de Allah'ın cömertlik ve iyilikleri karşısında cömertlik ve iyilikleri az olan insanları da temsil etmektedir. Mitolojiye göre
nergis çok güzel olmasına rağmen aşktan anlamayan bir delikanlı imiş. Ona
aşık olup aşkından derbeder olan kızlar onu tanrılara şikâyet etmişlerdir.
Bunun üzerine Tanrıların verdiği bir ceza olarak nergis bir gün derede kendi
yansımasını görüp aşık olmuş, kendini seyrederken suya atlamış ve ölmüştür. Daha sonra vücudu çürüyüp yerinde göze benzer bir çiçek bitmiştir. Bir
Doğu efsanesine göre ise gül ile nergis arasında bir aşk yaşanmış, neticede
nergis göz şeklinde bir çiçek haline sokularak kıyamete kadar hicran ve intizar çekmeye mahkum edilmiştir. Bu efsanelerde nergis ile göz arasında
yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu bağlamda sevgilinin gözü nergistir; baygınca bakar, mesttir ve hep intizârdadır.
25/9
Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul
Reyhan û binefşe, gahi sunbul
Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri
Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri
33/15 Westanî û Nêrgiz û Seqlan
Derwaze û Omerî û Meydan
Vestanî, Nergis ve Saklan isimli yerleri
Dervaze, Omerî, Meydan adlı mahalleri
191
2. 7. Reyhan (Fesleğen)
Koyu rengi ve kokusu nedeniyle sevgilinin saçı ve ayva tüylerinin benzetildiği bir çiçektir. Deste olarak ifade edildiğinde sevgilinin deste halinde
bağlanmış saçı olarak düşünülür. Hat sanatının bir türü olan "reyhanî" de
adını bu çiçekten almıştır. Eski tıpta birinci derecede kuru ve sıcak kabul
edilen fesleğenin koklanması uyku getirir, kalbi kuvvetlendirir. Dolayısıyla sevgilisini gören aşığın uyumuşçasına mestliği ve kalbinin ancak onu
görmekle güçleneceği mesajı verilir.
25/9 Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul
Reyhan û binefşe, gahi sunbul
Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri
Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri
27/27 Da sunbul û sorgul aşîna bin
Reyhan û binefşe ta bi ta bin
Ki sümbüller ile kırmızı güller tanışsınlar
Reyhanlar ve menekşeler tel tel açılsınlar
37/9
Zêrînqedehê di mestê lebrîz
Reyhan û binefşe cumle newxîz
Ağzına dek dolu mest edici altın kadehler
Reyhan ve menekşelerin tümü tazeydiler
39/20 Ey sunbul, eger heyî tu xweşbû
Reyhan ji te bûyîne siyehrû
Ey sümbül! Var ise sende güzel kokular
Kıskançlıktan yüzleri kararmış reyhanlar
55/24 Van sunbul û laleê di xerra
Reyhan û binefşeê muterra
Şu parlak sümbülleri ve güzel laleleri
Reyhanları ve halka halka menekşeleri
55/25 Ye’nî ku ‘îzar û zulf û xalan
Ya qenc ew e ez bidim bi talan
192
Yani şakaklarımı, zülüf ve benlerimi
En iyisi talan edeyim onların hepsini
2. 8. Semen (Yasemin)
Klasik şiirde beyaz rengi, güzel kokusu ve yaprağı açısından daha çok
sevgilinin güzel kokulu saçlarını ve yanaklarını temsil eder. Xanî aşağıdaki
beyitlerin ilkinde dudağı lal taşına yanaklarını da yasemine benzetirken;
ikinci beyitte de yüzün rengini bu çiçeğe benzetmektedir:
8/34
Leble’l û semen’îzar û gulrux
Rewneqşikenê butanê Xulux Lal dudaklı, yasemin şakaklı, gül yanaklıydı
“Huluh” putlarının güzelliğini kırmaktaydı
16/10 Culwa bûyî cewcimê di taze
Rengê semenê bi cayê xaze
Taptaze tomurcuk yüzleri solup sararmıştı
Kırmızı rengin yerini yasemin rengi almıştı
Şairimiz aşağıdaki beyitlerde Sitî ile Tacdîn için yapılan düğün merasimine katılan bayanları tanıtıken bunlardan bir kısmının giydikleri kaftanların şekil ve koku açısından yasemine benzediğini, bir kısmının da yanaklarının yasemini andırdıklarını şöyle dile getirmektedir:
23/73 Gulpîrehen û semenqebayan
Şekkerdehenan û qendexayan
Gül benekli gömlekli, yasemin kaftanlılar
Tatlı dilliler ve konuşması şeker olanlar
23/75 Sîmînbeden û semen’izaran
Sêvînzeqen û memikhinaran
Yasemin şakaklılar ile gümüş bedenliler
Hem elma çeneliler hem de nar memeliler
193
2. 9. Sosin (Sûsen)
Susam çiçeği ve bir cinsine kılıç otu da denilen bu çiçek daha çok sivri
ve uzun yaprakları nedeniyle şiirde yer alır. Kılıç otu ifadesi onun şiirde
sevgilinin dili, hançer, kirpik ve tuzak ile ilişkilendirilmesine neden olmuştur.
Sosin Kürt coğrafyasında köklü bir geçmişi vardır. Şerefhan "Şerefname" adlı eserinde yer verdiği yirmi tablodan dördüncüsünde iki genç bazı
hastalıkların tedavisinde bitkisel ilaç olarak kullanılmak üzere bu çiçeği
toplamaktadırlar. Mem û Zîn’in bir beytinde bu bitkiden şöyle söz edilmektedir:
7/20
Sed xunceê dil ji ber bi ker bin
Sosin bizeban û baxeber bin
Bu ahlardan yüzlerce gönül goncası açsın
Sûsenler dile gelip hepsi birden konuşsun
2. 10. Zaferan (Safran)
Eski tıpta kalbi güçlendirmesi, rengi güzelleştirmesi, idrarı çoğaltması,
şehveti düşürmesi ve damarları açması gibi yararları açısından önem taşıyan bu bitki edebiyatta daha çok sarı rengi bakımından sevgilinin âşığın
veya mâşukun yüzünü temsil etmek üzere kullanılmaktadır. Nitekim Xanî
de aşağıdaki beyitlerde aşk elinden sararan yüzleri zaferana benzetmektedir. Birinci beyitte Zîn ve Sitî’nin yüzlerini; ikinci, üçüncü ve dördüncü
beyitlerde Zîn’in yüzünü bu bitkiye benzetiliyor:
16/11 Kafûrimîsil ‘îzarê qanî
Sorgul geriyane ji ze’feranî
Kırmızı şakakları tıpkı kafûr gibi sararmıştı
Kırmızı gül yanakları safran rengini almıştı
38/42 Dêma mine sore erxewanî
Zer bûye wekî we ze’feranî
Al yüzüm tıpkı narçiçeği gibi kıpkırmızıydı
Şimdi artık tıpkı zaferan gibi solarak sarardı
194
45/7
Ew rengi de’îf û jari bûbû
Goya ku bi cismî tarê mû bû
O kadar çok zayıf düşmüş ve halsizdi
Vücut yönünden sanki o bir kıl teliydi
45/8
Ew mû geriya ji ze’feranî
Teşbîhê bi rengê rûyê Xanî
O kıl teli de adeta zaferana dönüşüverdi
Böylece Xanî’nin yüz rengine benzerdi
2. 11. Nîlufer (Nilüfer)
Su gülü olarak da bilinen ve üstü mumsu bir maddeyle kaplı olan bir
çiçektir. Eski Hint mitolojisinde yaratılışın büyük simgelerinden biri olarak kabul edilen nilüfer Zerdüştî literatürde suda korunduğuna inanılan
Zerdüşt’ün görkeminin saklı olduğu kaynak olarak bilinmektedir. Bundan
dolayıdır ki Hordadrûz olarak bilinen Tîr ayının 6. günü “nilüfer bayramı” olarak kutlanmaktadır. Su gülü olarak da anılan nilüfer tatlı su birikintilerinde, göllerde ve havuzlarda yetişir. Dip çamurlara gömülü olan
köksaplarından çıkan uzun saplar ile su yüzeyine çıkan yaprakları kalp
şeklindedir.
Nilüfer bazen Güneş ile birlikte kullanılmaktadır. Nilüfer ile Güneş arasındaki ilişki kısaca şöyledir: Nilüfer sabah erkenden Güneş’in doğuşuyla
açar, Güneş’i takip eder ve Güneş battıktan sonra da solar. Bundan dolayı
da Doğu şiirinde kendisinden “Afîtabperest” (Güneş’e Tapan) olarak da
bahsedilmektedir. Xanî aşağıdaki üç beyitte nilüfer ile Güneş arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Birinci beyitte Allah’a hitap eden şairimiz
nilüferi Güneş’e âşık edenin kendisi olduğunu söylemekte; ikinci beyitte Mem kendi gönlünü nilüfere benzetirken Zîn’i Güneş’e benzetmekte;
üçüncü beyitte de Zîn’i Mem’in yanına götüren Dadı, Sitî ve hizmetçiler
Mem’i nilüfere, Zîn’i de Güneş’e benzetmektedirler:
2/26
Nîluferê naziperwerî kir
Ew jî te li mîhrê muşterî kir
Nilüferi nazlı bir şekilde sen yetiştirdin
Onu Güneş’e müşteri hâline sen getirdin
195
44/40 Nîlufer e dil tu afîtab î
Ten şubhê kitan tu mahitab î
Sen Güneş’sin, gönül onun nilüferidir
Sen mehtapsın, tenim keten benzeridir
52/59 Ger bilbil î gul jibo te hadir
Nîlufer î mîhri bûye nazir
Bülbül isen gül senin için hazır duruyor
Şayet nilüfer isen Güneş sana bakıyor
196
3. MEYVELER
Mem û Zîn’de geçen başlıca meyve isimleri şunlardır:
Narinc
narenciye
Tirinc
turunç
(E)nar
nar
Lîmû
limon
Sêv
elma
Ruteb
hurma
Badam
badem
Bih
ayva
Henzele
ebûcehil karpuzu
Bu meyve isimlerinin kullanıldığı bazı beyitler şunlardır:
22/57 Narinc û tirinc û nar û lîmû
Newbaweê şaxîsarê mînû
Narenciye, turunç, nar ve limonlar vardı
Cennet ağaçları üstünde olgunlaşmışlardı
37/6
Narinc û turuncê şubhê Zînê
Zer bûyî ji ‘illeta evînê
Zîn gibiydi turunçları ve narenciyeleri
Aşk derdinden sararıp solmuştu renkleri
37/7 Sêv û ruteb û enarê bustan
Lêv û zeqen û enarê pustan
Bu bahçenin elmaları, hurma ve narları
Onun dudakları, çenesi, göğüs memeleri
55/21 Badamê siyah, çeşmê şehla
Nar û bih û sîb û şaxê bala
197
Siyah bademleri andıran kara gözler
Nar ve ayva, elmalar ve yüksek dallar
56/13 Xelqê ku bi eslî bedsuruşt in
Ew esil ji wan qe tête şûştin?
Kök olarak kötü karakterli olan kimseler
Yıkanmayla hiç temizlenir mi ki o kökler?
56/14 Çil salî tu henzelê biçînî
Sed av bidî bi hingivînî
Ebu Cehil Karpuzunu kırk yıl bile eksen
Kendisine günde yüz kez bal suyu versen
56/15 Perwerde bikî bi afîtabê
Her dem bireşînî lê gulabê
Onu güneşin ışıklarıyla her gün beslesen
Her zaman kendisine gül suyunu serpsen
56/16 Her roj reha wê lê bi ker kî
Wê fasîleê tijî şeker kî
Her gün damarlarını keserek onu yarsan
O boğumlarını da şekerle bile doldursan
56/17 Xidmet bikirî tu Hîndewane
Ew bo te dibite hîndewane? Hintliler gibi durmadan hizmet etsen ona
O yine normal karpuza döner mi ki sana?
56/18 Da fikir nekî dema ku ber dit
Ew xeyrê ji tehliyê semer dit
O tohum meyve verdiğinde hiç düşünme
Ki acıdan başka bir meyve verecek yine!
Xanî “Nûbehara Biçûkan” adlı eserinde ikinci bölümün bir beytini ve
altıncı bölümün peş peşe zikrettiği iki beytini eğitime yeni başlayan bir
çocuğun yakın çevresindeki flora örneklerine ayırmıştır. Şairimizin bu üç
beytinde geçen bu örneklerin orijinal Kürtçe isimlerini ve Türkçe karşılıklarını aşağıda sunuyoruz:
198
Kürtçe isim
genim
ceh
şilêl
rez
xurme
tirî
hinar
gulnar
hijîr
xiyar
pîvaz
sîr
sêv
kuncî
bih
kundir
Türkçe anlamı
buğday
arpa
peygamber arpası
üzüm bağı
hurma
üzüm
nar
nar çiçeği
incir
salatılık
soğan
sarımsak
elma
susam
ayva
kabak
Izady’e göre Kürt kökenli Ebû Hanîfe Dînewerî (ö. 282/896) “Kitabu’nNebat” adlı eserinde Kürt coğrafyasının florası bağlamında inceleme konusu yaptığı bitkilerin isimlerini Arapça yerine orijinal Kürtçelerini yazan
ilk yazardır. Fakat yaşadığı dönemde “şuûbiyye” (milliyetçilik) ile suçlanan
bu yazar aynı şeyle itham edilen diğer yazarlar gibi gözden düşürülmek istenerek yazdıklarının itibar görmemesine çalışılmıştır.
199
YEDİNCİ BÖLÜM
FAUNA (HAYVANLAR ÂLEMİ)
FAUNA (HAYVANLAR ÂLEMİ)
H
ayvanlar âlemi öteden beri insanlarda merak uyandırmış ve onların dikkatini çekmiştir. Hayal güçleri oldukça gelişmiş sanatçılar
olan şairler bu hayvanları bazen gerçek anlamlarında kullanırken, çoğu
kez mecazi anlamlarıyla benzetme unsurları olarak kullanmışlardır. Bu
bağlamda özellikle aşklarını ve sevgilileriyle olan ilişkilerini ifade ederken
bu âlemin bazı örneklerinden yararlanmış ve zamanla bu örnekler klasik
şiirin vazgeçilmez "mazmûn"ları (klişeleri) haline gelmiştir. Böylece her
şair kendi retorik yeteneğine göre bu mazmûnları "metaforik" anlatımlarla
işlemiştir. Denilebilir ki, Xanî'nin Mem û Zîn’i de dâhil olmak üzere içinde
bu metaforik mazmunlardan birkaçı bulunmayan hiçbir klasik şiir yoktur.
Bu bağlamda Mem û Zîn’de geçen başlıca fauna örnekleri şunlardır:
İsim
Türkçesi
Bulbul
bülbül
‘Endelîb
bülbül
Hezar
destan bülbülü
Ahû
ceylan
Xezal
ceylan
Şahin
şahin
Baz
şahin
Şehbaz
şahin
Teyhû
doğan/şahin
Tûtî
papağan
Bûm
baykuş
‘Enqa
anka
Qumrî
kumru
Şunqar
şahin/doğan
Huma
hüma
İsim
Mar
Ejder(ha)
Şahmar
Kebk
Qaz
Xergûş
Seh
Perwane
Ferraş(e)
Mahî
Şêr
Xedenfer
Beraz
‘Eqreb
Bebr/Peleng
Mahî
Türkçesi
yılan
ejderha
şahmar
keklik
kaz
tavşan
köpek
kelebek
kelebek
balık
aslan
aslan
domuz
akreb
kaplan
balık
203
1. KUŞLAR
K
lasik Doğu edebiyatlarında “murx” ve “tayr” isimleriyle anılan kuşlar genellikle âşık, can ve gönül bağlamında ele alınırlar. Bu çerçevede “qefes” (kafes) “seyyad” (avcı), “pabend” (ayak bağı), “gulşen” (gül
bahçesi) ve “dane” gibi unsurlarla tenasüb sanatına başvurulur. Bunun
yanında “azad etmek” (serbest bırakmak), “figan”, ve “perwaz” (uçuş) terimlerinden de yararlanılır. Bu münasebetlerde sevgili avcıdır. Sevgilinin
saçı, yan bakışı, kirpiği ve kaşı da onun kullandığı en etkili silahlarıdır.
Mem û Zîn’de kendilerinden söz edilen başlıca kuşlar şunlardır:
Kuş
bulbul/’endelîb
hezar/hezarê destan
perwane/ferraş(e)
‘enqa
şahîn/baz/şehbaz
şunqar/teyhû
quling
tûtî
huma
qaz
qumrî
‘ukab
kebk
bûm
tezerw
zax
Türkçesi
bülbül
destanlar okuyan bülbül
kelebek
anka
şahin
doğan veya şahin
turna
papağan
hüma
kaz
kumru
akbaba
keklik
baykuş
sülün
karga
205
1. 1. Bulbul/’Endelîb (Bülbül)
Klasik şiirde kendisinden en çok söz edilen motiflerden biri bülbüldür.
Bülbül, şarkısıyla ağlayıp inleyen, durmadan sevgilisinin güzelliklerini anlatıp ona aşk sözleri arz eden âşığın en önemli sembolüdür ve gül ile bülbül
birbirinden ayrı düşünülemez. Bu tasavvurun en önemli yanı, sevgilinin
"gül" olarak düşünülmesidir. Bülbülün söz konusu edildiği beyitlerin çoğunda gülle birlikte "bülbül", "gülistan", "diken", "naz", "feryat", "firkat"
ve benzeri unsurlar argüman olarak kullanılmaktadır. Âşık ile sevgilisi
arasında söz konusu olan bütün davranış biçimleri bülbül ile gül arasında
varsayılan davranışlardır. Gül yüzlerce naz ile açılıp kendini bülbüle gösterir, bülbül onu görmekle dile gelip içindeki sevinci açığa vurur fakat gülün yanından hiç ayrılmayan "diken" (rakip)i her gördüğünde de kahrolur.
Gülün dikenleri nasıl bülbülün ciğerini deliyorsa, rakipleri ve sevgilinin
eziyetleri de aşığın bağrını delmektedir. Servinin minare, gül dalının da
minber olarak tasavvur edildiği bazı durumlarda bülbül de müezzin, vaiz
ve hatip olarak tasavvur edilmektedir. Bazen "hezâr" kelimesi ve değişik
versiyonlarıyla söz konusu edilen bülbülün bu bağlamda safâ ehli, laübali
ve taranbak gibi vasıflarına işaret edilir. Havalar ısınmaya, güller de açmaya aşladıkları zaman bülbüller çiftleşirler. Dişisi yumurtadan kalkıncaya kadar yalnız kalan erkek çoğunlukla gün batarken ötmeye başlar ve
gece yarısının sonlarına kadar bu ötüşü devam eder. Bülbül, yuvasını sık
yapraklı ağaç dallarına ve gül ocakları içine yapar. Çünkü böyle yerlerdeki
yuvalara yılanlar çıkamazlar. Bülbül seher vaktinde gülü karşısına alarak
öter. Onun bütün neşesi güle bağlıdır. Gülü görünce mest olur, ondan ayrılınca da dertli dertli öter.
38/36 Bulbul bi gulê di sor e meşxûl
Hûn mayîne şubhê min di me’zûl
Kırmızı güller ile meşgul oluyor bülbüller
Oysa benim gibi yalnız kalmışsınız sizler
7/16
206
Tesfiyeê dil bibit me hasil
Hevdeng bibim digel ‘enadil
Gerçekleşsin kalbimizin saflığı, tasfiyesi
Bülbüllerle sesteş olup çıkaralım aynı sesi
38/39 Xuşkek me hebû ji rengê sorgul
Hilgirtiye wê jibo xwe bulbul Kırmızı gül renginde bir kızkardeşimiz vardı
Kendisi için bir bülbülü tercih edip onu aldı
38/40 Ha hiştiye bo mi ‘endelîbek
Mehrûm û sefîl û bênesîbek
İşte bana geride öyle bir bülbül bırakmıştır
Ki hem mahrum hem de sefil ve şanssızdır
38/41 Ez jî ji zelîl û bênesîbî
Zer bûme ji hîcrê ‘endelîbî
Ben de tıpkı onun gibi zelilim ve şanssızım
O bülbülden ayrı kaldığım için sararmışım
1. 2. Hezar/Hezarê Dastan (Destan okuyan bülbül)
Güle duyduğu aşkın verdiği coşkudan ötüşüyle âdeta destanlar okuyan
bülbüle “hezar” veya “hezarê dastan” denir.
2/28
Sorgul te kirin ji xarê peyda
Bulbul te kirin hezarê şeyda
Sensin dikenlerden kırmızı gülü çıkaran
Sensin bülbülleri delirtip destan okutan
7/21
Bişkoj bibişkivin ji xaran
Xwûnrîz bibin dumê hezaran
Goncalar dikenlerden çıkarak açılsın
Bülbüllerin kuyrukları kana bulansın
35/27 Teşbîhê te sed hezari bulbul
Sed cari bikin fîxan û xulxul
Senin gibi yüz tane destan bülbülü var
Yüz figan ve feryat ile ötseler bunlar
207
27/38 Xendan bike xunceya dehanî
Nalan ke hezari dasitanî
Gülecek bir şekle büründür ağız goncanı
İnlet onunla bülbülü, okusun destanlarını
1. 3. Perwane/Ferraş-e (Kelebek)
Klasik şiirde en çok kullanılan alegorik unsurlardan bir tanesi de genellile mum ile beraber kullanılan pervanedir. Mum maşuku, pervane de
onun için kendini yok etmeyi göze alan âşığı sembolize etmektedir. Şairler
eskiden mum ışığında çalışırken ya da şiir yazarken mum etrafında dönen
ve çoğu kez muma atlayarak helak olan pervaneler dikkatlerini çekmiş,
onlar da bu durumu aşk şiirlerinin vazgeçilmez unsurları olarak kullanmışlardır. Böylece kendileri de sevgilileri için can vermeye hazır oldukları
mesajını veren şairler zamanla buna mistik bir alegori de ekleyerek mum
ışığını vahdet ışığı olarak, pervaneyi de kendini bu vahdet nurunda yok
eden derviş olarak sembolize etmişlerdir.
2/30 Ronahî te da serê şemalan
Perwane kirin bi şewqê talan
Sensin mumların ucundaki ışıkları veren
Sensin pervaneyi sevda ile tarumar eden
21/30 Tacdîni digel Memê te gotî
Perwane ne, per li wan me sotî
Sen dedin ki: ‘Tacdîn ile Mem’i beraber
Kanatlarını bizim yaktığımız kelebekler
23/44 Xelqê cihê cumle aşiqane
Perwane û şem’i der miyan e
Halkın orada duruşu âşıkâne tarzdaydı
Pervane ile Mum halkın ortasındaydı
31/1
208
Perwa nedikir ji ateşê xem
Perwane dikir jibo xwe hemdem
Gam ateşinden korkup perva etmezdi
Pervaneyi kendine dert ortağı ederdi
31/2
Ki “ey tairê aşiyanê fîrqet
Wey bulbulê bositanê hîrqet
Dedi ki: “Ey ayrılık yuvasının kuşu!
Ve ey yanmışlık bostanının bülbülü!
39/22 Ey bulbul, eger tu ehlê hal î
Perwaneê şem’ê werdê al î
Ey bülbül! Sen hâl ehlinden biriysen
Kırmızı gül mumunun pervanesiysen
39/48 Zîna ku bi rux mîsalê şem’an
Pirşewq û diya û nûr û lem’an
Zîn ki onun yüzü bir mumu andırırdı
Çok ışıklı, ziyalı, nurlu ve parıltılıydı
39/49 Perwane sîfet Memê bi zahir
Cismê xwe û can didane agir
Mem ki o da görünüşüyle pervaneydi
Tenini ve ruhunu o ateşe vermekteydi
44/39 Perwane me ten mi daye agir
Sohtîme bi batin û bi zahir
Pervaneyim, vermişim ateşe bedenimi
Yaktım o ateşle hem dışımı hem içimi
49/14 Min zaniye Mem ziyade jar e
Perwane ye meqseda wî nar e”
Biliyorum, Mem çok güçsüz bir hâldedir
Maksadı ateşe atılmak olan pervanedir”
49/15 Gava ku nezer bikit li Zînê
Tehqîq e ku naketin çu jînê
Zîn’i gören Mem kendisine baktığında
Kesinlikle yaşama şansı kalmaz onda
52/60 Perwane î şem’ê wê eyîsa
Wer murde î hate ser te ‘Îsa
209
Eğer pervane isen işte mumun parlıyor
Ve eğer ölü isen İsa yanında bulunuyor
24/26 Ger aşiq î rabe şubhê ferraş
Canê xwe bide nîsar û şabaş
Kalkıver pervane misali, sen âşık isen eğer
Canını saçılan düğün parası, bahşiş gibi ver
1. 4. ‘Enqa (Anka)
Mitolojiye göre Kaf Dağı'nda yaşadığı varsayılan, tüyleri renkli olup
yüzü insana benzeyen, asla yere konmayıp hep yükseklerde uçan ve kendisinde her kuştan bir alamet bulunan bir kuştur. Yine mitolojik bir inanca
göre cennet kuşuna benzeyen yeşil bir kuş olduğu için kendisine aynı anlamda "zümrüd-i anka" da denilen bu kuş, üzerinde otuz kuştan birer renk
bulundurduğu için de "sîmurg" (otuz kuş) veya "sîreng" (otuz renk) adıyla
da anılmaktadır. Klasik şiirlerde bu isimlerle de anılan ankanın bu şiirlerdeki en büyük özellikleri Kaf Dağı'nda yaşaması, renk cümbüşü, asla yere
konmayışı, avlanılamayışı ve ele geçirilemeyişidir. Bu özellikleriyle çeşitli
mecaz ve benzetmelere konu olan ankanın önemli iki yanı da sanatkârlığı
temsil etmesi ve sevgiliden beklenen yardımı simgelemesidir.
39/26 Me’şûqe ku mîslê wan gelek bin
Herçend ku hûrî û melek bin
Eğer bir maşukun varsa birçok benzeri
İsterse huri ya da melek olsun kendileri
39/27 Ew nabine mûcibê çû derdan
Lewra ku heyin li cumle ‘erdan
Hiçbir derdin dermanı olamaz ki onlar
Çünkü dünyanın her yerinde bulunurlar
39/28 Yek bit û nebit mîsal û hemta
Mestûri ji rengê Zîn û ‘Enqa
Ama bir tane olup da eşi benzeri yok ise
Zîn ve Anka gibi ulaşılamaz perdeliyse
210
43/50 Şehzade ye, şehnişîn mekan e
‘Enqa ye bilindiaşiyan e
Prensestir ve oturduğu yer şah sarayıdır
Yuvasını yükseklerde yapan bir ankadır
1. 5. Şahîn/Baz/Şehbaz (Şahin)
Avesta’da adı “saêna” şeklinde geçen şahin avcı kuşlar kategorisine girmektedir. Baz ve şehbaz gibi isimlerle de anılmaktadır. Kanat uzunluğu üç
metreyi bulan ve cesareti ile ün yapan bu kuş yuvasını yüksek ve kayalık
dağlarda yapar, yumurtalarını da kayalıkların arasında saklar. Sesi oldukça keskin, uçuşu olabildiğince hızlı ve yüz yıla kadar uzun ömürlüdür. Gagası kısa, kuyruğu uzun, pençeleri çok güçlüdür. Dünyada yaklaşık kırk
türü bulunur. Sultanların özel av partilerinde önem verdikleri şahin “şahê
murxan” (kuşların şahı) olarak bilinir.
Bir av kuşu olan şahin Klasik şiirde sevgilinin saçı için kullanılır, bu saç
âşığın gönül kuşunu avlamakla uğraşır. Elden taşınıp bilekten salınan şahinin boynuna bazen küçük bir çıngırak asılır, bazen de gözleri bağlanır.
Klasik şiirde şahin veya doğan anlamında kullanılan baz, sevgilinin gönül avlayan saçları yerine kullanılır. Çok zaman "şehbaz" veya "şahbaz"
şekliyle de kullanılan baz, elden salınır, boynunda bir çıngırağı olur ve ava
salınmadan önce bağlı bulundurulur. Mem û Zîn’de şahînin yer aldığı bazı
beyitler aşağıda sunulmuştur:
10/14 Tacdîn du bira hebûn di qellaş
Manendê du şahbazê cemmaş
Tacdîn’in savaş ustası olan iki kardeşi vardı
Kuş kapan atılgan iki şahini andırıyorlardı
15/1
Ew dûxteçeşmê her du şahîn
Ew suxteper Memo û Tacdîn
Gözlerinden yaşlar sağılan o her iki şahin
Kanatları yanmış olan o Mem ve Tacdîn
211
15/2
52/96
Xweş çûne şîkarê kebk û qazan
Nagahi bi ser ve şubhê bazan
Sevinçli olarak gittiler keklik ve kaz avına
Sanki aniden düştüler şahinlerin tuzağına
Şehbaz ji qeydê merkeza Ferş
Perwazi kir û gîhîşte Zî’l-‘Erş
Şahin dünya merkezi bağından kurtuldu
Arş Sahibi’ne doğru uçarak ona kavuştu
1. 6. Şunqar/Teyhû (Doğan veya Şahin)
Doğan veya şahinin bir türü olan şunqar veya teyxûm bir avcı kuşu olarak gönül ve gözleri temsil etmek üzere kullanılır. Xanî yukarıda üç beytini verdiğimiz şiirinin son beytinde doğanı andıran gözleriyle ve şahine
benzeyen gönlüyle bir dilberin sürmeli gözlerinin peşine düştüğünü fakat
sonradan hakîkîleşen bu aşkın ilk sıralarda mecazî olarak başladığı için de
bu gözlerin kendisini utandırdığını belirtirken bu kuş isimlerine şöyle yer
vermektedir:
36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû
Ev qaz û quling û kebk û teyhû
Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar
O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar
1. 7. Tûtî (Papağan)
Papağan taklit yeteneği çok güçlü olan bir kuştur. Tutların/dutların olgunlaştığı dönemlerde ortaya çıktığı için kendisine “tût”, dut sevdiği için “tûtî”
(dutçu) adı verilmiştir. Görünümü güzel, tüyleri genelde yeşil, sarı ve kırmızı
olabilir. Tüylerinin yeşilliğinden dolayı tasavvuf dünyasında Hızır ile ilişkisi
kurulur. Gagası kuvetli ve kıvrıklıdır. Ilıman iklimlerde yaşar. Dilindeki kasların etkisiyle duyduğu sesleri kolaylıkla taklit edip tekrarlayabilir.
Badem ve şeker yemeyi çok seven papağan şekere ve tatlıya olan düşkünlüğüyle bilinmektedir. Bu bağlamda eskiden konuşturulmak istenen
212
papağanlara bolca şeker verilirdi. Bu nedenledir ki Doğu edebiyatlarında
papağan hakkında şu tamlamalar kullanılmaktadır:
şekerxa
şekerşîken
şekernîşan
şekerfeşan
şekermeqal
şîrînsuxen
şîrînzeban
şeker yiyen, tatlı sözlü
tatlı sözlü
şeker gibi
şeker saçan
tatlı sözlü
tatlı sözlü
tatlı dilli
Tûtî ve şeker/tatlı ilişkisi çerçevesinde Mem û Zîn’de geçen beyitlerden
iki tanesi örnek olarak aşağıda sunulmuştur:
2/40 Tûtî bixwe ma şeker dirêjin?
Her çi dibihin ewî dibêjin
Kendi kendine şeker döker mi papağanlar
Onlar her neyi duysalar onu konuşurlar
35/7
Ey tûtiyê perweriş şîrîn î
Wey tiflê tufeylê nazenîn î
Ey tatlı yedirilerek eğitilen papağan!
Ve ey şımartılan çocuk gibi nazlanan!
Papağan ile ayna arasında da bir ilişki vardır: Zira eskiden kendisine
konuşma öğretilmek istenen papağanın önüne büyük bir ayna tutulur ve
bir kişi aynanın arkasında gizlenerek konuşmaya başlardı. Aynada yansımasını gören papağan bu sesi kendisi gibi bir kuşun sesi olduğunu zannederek onu taklit ederdi ve konuşmayı öyle öğrenirdi. Mem û Zîn’de geçen
aşağıdaki beyitler buna işarettir:
2/35
Ayîne li pêşî tûtiyan girt
Davek te li pêşî kûviyan girt
Sen tuttun papağanların önüne aynaları
Sen kurdun canavarlar önüne tuzakları
2/36
Ayîne ji wan we ye ku av e Ew ‘ekis ji wan we ye ku tav e
213
Onlar gördükleri aynayı su zannediyorlar
Oraya yansıyanı güneşin ışığı sanıyorlar
Ferîduddîn Attar, Xanî ve daha birçok şaire göre papağan olayları
gerçek yüzleriyle değil, dış görünüşleriyle değerlendiren ve öyle anlayan
kimseleri sembolize etmektedir. Fakat bu şairlere göre papağanın önüne
böyle bir görüntü aynasını koyan bizzat Allah’tır. Bu da bu şairlerin bir tür
“cebriyecilik” anlayışıyla bunu izah ettilerini göstermektedir. Bu bağlamda
Mem û Zîn’de papağan ile ilgili bazı beyitler şunlardır:
214
7/29
Teşbîhê neyê bikim terennum
Tûtîsîfet ez bikim tekellum
Sarhoş olayım ki ben ney gibi mırıldanayım
Sarhoş olayım ki papağanlar gibi konuşayım
2/37
Neqşê te ye ew dibînin di avê
Nakin hezerê ji av û davê
Onlar senin nakşını suyun içinde görürler
Ne sudan korkarlar ne tuzaktan çekinirler
2/38
Lebteşne teleb dikin zulalê
Wê dane û damê zulf û xalê
Dudakları kurumuş olarak duru su ararlar
Aslında zülüf ve benlerin tuzağına atlarlar
2/39
Meqsûd ku bû ji pêş ve hazir
Dê qesdê bikin cemî’ê nazir
Olsaydı Allah’ı şimdiden görme maksadı
Gözü olanlar onu görmek için çalışırlardı
2/41
Wê meqsedê muxteser dibînin
Pabend-i dibin gelek dimînin
Hedefi sadece dış yüzüyle kısır görüyorlar
Ayakları bağlanıp ona çok takılıp kalırlar
1. 8. Huma (Hüma)
Çok yükseklerde uçmasıyla meşhur efsanevî bir kuş olan huma, Doğu edebiyatlarında mutluluğu, devleti ve hükümdarlığı sembolize etmektedir. Eskilerin inancına göre bu kuşun gölgesi altına girenler kutlu ve talihli olurlar.
Bu kuşun kanatları kimi gölgelerse onun başına devlet kuşu konmuş sayılır
ve o kişi hükümdar olur. Uğur getirdiğine ve mutluluğun habercisi olduğuna da inanılan huma çok yükseklerde uçmakta, yerden aldığı kemikleri çok
yükseklerden kayalara fırlatarak parçalamakta ve yırtıcı olmasına rağmen
kimseye zarar vermemektedir. Osmanlı literatüründe özellikle hükümdarların fonksiyonları için kullanılan “humayûn” (müberak, kutlu, talihli) sıfatının
Doğu edebiyatlarında kutluluk sembolü olarak kabul edilen huma ile ilişkili
olduğunu söyleyebiliriz. Mem û Zîn’in aşağıdaki beytinde Mîr Zeynedîn’i kast
ederek onun gölgesini huma kuşunun kanadının gölgesine benzetmekle onun
uğurluluk yönüne dikkat çekmektedir:
52/68 Sahibkerem e xwedan ‘eta ye
Zilla wî siha perê huma ye
Cömertlik sahibidir, bağışlar sahibidir
Gölgesi humanın kanat gölgesi gibidir
1. 9. Qaz (Kaz)
15/2
Xweş çûne şîkarê kebk û qazan
Nagahi bi ser ve şubhê bazan
Sevinçli olarak gittiler keklik ve kaz avına
Sanki aniden düştüler doğanların tuzağına
36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû
Ev qaz û quling û kebk û teyhû
Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar
O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar
215
1. 10. Qumrî (Kumru)
Kumru muhabbetin sembolü olarak ele alınan bir kuştur. Bu bağlamda
Xanî aşağıdaki beyitte kumruyu sohbet ve muhabbeti çağrıştıran kelîm,
tûtî ve nedîm kelimeleriyle birlikte anmaktadır:
36/11 Her murxê seher bixwe Kelîmek
Her tûtî û qumriyek nedîmek
Seher vakti öten her kuş Konuşan Musa idi
Her papağan ve kumru birbirinin nedimiydi
1. 11. ‘Ukab (Akbaba)
36/22 Mêran vekirin ‘uqab û bazî
Şêran dibirin piling û tazî
Aslanlar götürüyordu kaplanları ve tazıları
Yiğitler çözüp saldı kartalları ve doğanları
1. 12. Kebk (Keklik)
Klasik şiirde sesinin güzelliği ve gövdesinin çekiciliği açısından sevgili
bu kuşa benzetilmektedir. Yürüyüşü ve kahkahaya benzeyen ötüşü nedeniyle kendisinden söz edilen kuşlardan biri olan keklik yaşadığı yerlerin
çeşitliliği sebebiyle tuzak, gözyaşı, av, şahin, şahbaz ve doğan gibi unsurlarla birlikte kullanılır.
15/2
Xweş çûne şîkarê kebk û qazan
Nagahi bi ser ve şubhê bazan
Sevinçli olarak gittiler keklik ve kaz avına
Sanki aniden düştüler doğanların tuzağına
1. 13. Bûm (Baykuş)
Zerdüştî literatürde Avesta’yı ezbere bildiğine ve bu kitabı okuduğunda tüm şeytanların korkup dehşete düştüklerine inanılan baykuş şimdiki
genel inanışın aksine son derece uğurlu ve sevilen bir yaratık olarak bilin-
216
mektedir. Ancak daha sonraki Doğu edebiyatlarında uğursuz bir yaratık
olarak yerini almıştır. Bunun nedeni olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır: Devler Keyûmers’in oğlu Peşeng’i Demavend Dağı’nda öldürdüklerinden haberi yoktu ama içinde bir sıkıntı hissediyordu. Oğlunun durumunu
öğrenmek için yolda giderken karşısına bir baykuş çıkmış ve birkaç kez
öttükten sonra uçup gitmiştir. Keyûmers bu kuşun yoluna çıkmasının ve
ötmesinin anlamsız olmadığını düşünür. Bundan dolayı adı geçen dağa
vardığında oğlunu ölmüş görünce baykuşu uğursuz ilan eder ve ona beddua eder. Etkisi günümüzde de süren bu anlayışa göre baykuş kimin yoluna çıkarsa ona uğursuzluk getireceğine inanılmaktadır. Genellikle harabe
yerlerde ve viranelerde yaşayan baykuşun bu yerleri neden tercih ettiğinin
cevabını Hz. Süleyman’ın kendisine sorduğu rivayet edilen bir soruya verdiği cevapta görüyoruz. Bu soru ve cevap şöyledir:
- Neden harabelerde yaşıyorsun?
- Harabeler atalarımdan bana kalmış bir mirastır.
Mem û Zîn’e baktığımızda, Kürtlerden bahseden Xanî’nin Kürt kavminin
kendisini idare edecek bir lidere sahip olamayışından ve kendi aralarında
birlik-beraberlik kuramayışlarından şikâyet ederken, aşağıdaki beyitlerde bu
olumsuzluklar olmadığı takdirde “Rûm” olarak nitelendirdiği Osmanlı güçlerinin Kürtlere galip gelemeyeceklerine ve Kürt topraklarının baykuşların
konduğu harabeler hâline gelmeyeceğine dikkat çekmektedir:
5/14
Ger dê hebûwa me padîşahek
Laîq bidiya Xwedê kulahek
Eğer biz Kürtlerin de bir padişahı olsaydı
Ve Allah o padişaha bir taç layık bulsaydı
5/15
Te’yîn bibûwa ji bo wî textek
Zahir vedibû ji bo me bextek
O padişaha tayin edilmiş olsaydı bir taht
O zaman açılacaktı bize yepyeni bir baht
5/18
Xalib nedibû li ser me ev Rûm
Nedibûne xerabeyê di dest bûm
O zaman bize galip gelmezdi bu Romlar
Olmazdık baykuşun konduğu yıkıntılar
217
Xanî’nin bu beyte sığdırdığı önemli mesajları şöyle sıralamak mümkündür:
-Kürtler başında taç, altında taht olan bir liderden yoksundurlar.
-Böyle bir lider olsaydı Kürtler için de bir şans doğacaktı.
-Bu durumda Romlar Kürtlere galip gelmezdi.
-Romlar uğursuz baykuşlar gibi Kürt topraklarına konmuşlardır.
-Romlar Kürt topraklarını harabeye çevirip viran eylemişlerdir.
1. 14. Tezerw (Sülün)
Doğu edebiyatlarında genellikle av kuşu ve güzelliği ile anılan sülün güzel salınışı ile bazen sevgili, bazen de âşığın gönlü yerine kullanılır. Bunun
yanında ayak bağı terimi ile beraber de kullanılmaktadır ki Xanî aşağıdaki
beyitte böyle kullanmıştır:
2/27
Balayê bilind te daye serwan
Pabendê bela te da tezerwan
Yüksek endamları sen verdin servilere
Ayak bağı belasını sen verdin sülünlere
1. 15. Zax (Karga)
Leş yiyen kuşlardandır. Bin yıl gibi uzun bir süre yaşadığına inanılmaktadır. Akıl, zeka ve güç simgesidir. Ayrılık getirdiğine inanıldığı için
uğursuz sayılan bir karga türü de vardır. Kırmızı ayaklı ve kırmızı gagalı
olan bu kargaya Araplar “ğurabu’l-beyn” (ayrılık kargası) derler. Karga ile
baykuş arasında bitip tükenmeyen ezelî bir düşmanlık vardır. Doğu edebiyatlarında karga ile “rakîb” (âşığın rakibi) arasında bir ilgi kurulur. Xanî
Mem û Zîn’in bir beytinde andığı kargayı rengi açısından anmıştır ki beyit
şöyledir:
38/9
218
Teyrek me bihîstiye di baxan
Bextê wî reş e ji rengê zaxan
Duyduk ki bağlar içinde bir kuş vardır
Onun bahtı karganın rengi gibi karadır
2. SÜRÜNGENLER, BÖCEKLER, BALIKLAR
2. 1. Mar (Yılan)
Y
ılan birçok milletin mitolojik tarihlerinde farklı şekillerde tasavvur edilmiştir. Zerdüştî literatüre göre ölümle aynı soydan gelen
yılan Ehrîmen tarafından bulunmuş, Ahûra Mazda da onu yakarak hayatı
ön plâna çıkarmak için ateşi yaratmış, bundan dolayı da ateş kutsal bir
nesne olarak yerini almıştır. Yılda bir defa zehir elde eden yılan bunu da
Nisan yağmurunun tanesini yutarak alırmış. Yılanın düzenli ve sürekli şekil değiştirmesi ve kıvrılıp sürünmesi ruhun olgunlaşma evrelerini temsil
etmek üzere mistik bir sembol olarak ele alınmıştır. Doğu edebiyatlarında
her hazinenin bir yılan tarafından korunduğuna ilşkin mitolojik görüşler
bulunmaktadır. Bu bağlamda aşağıdaki beyitte Mem’in gömüldüğü mezar
bir hazineye; ayakları dibinde gömülen Bekir de bu hazineyi koruyan bir
yılana benzetilmiştir:
55/4
Ew dur bi xezîneê siparin
Ew mari li ber piyan veşarin
O inciyi götürerek hazineye teslim ettiler
O yılan Bekir’i ayağının dibine gömdüler
Zîn’in dilinden aktarılan aşağıdaki iki beyitten ilkinde kendini ve
Mem’i hazineye benzetirken Bekir’i yılana benzetirken, ikinci beyitte de
hazinelerin yılanlar tarafından korunduğuna dikkat çekmektedir:
54/11 Em sorgul in ew ji bo me xar e
Em genc in û ew ji bo me mar e
Biz kırmızı güller, Bekir dikenimizdir
Biz hazineyiz, o da bizim yılanımızdır
219
54/12 Gul hîfz dibin bi nûkê xaran
Gencîne xwudan dibin bi maran
Güller dikenlerin uçlarıyla korunuyor
Defineler yılanlarca muhafaza ediliyor
2. 2. Ejder, Ejdeha (Ejderha)
Halk arasında büyük, çok kalın ya da yaşlı olan yılanlara ejderha denir.
Dîvan ve tasavvuf şiirlerinde sevgilinin saçı ve aşığın âhları şekil açısından yılana benzetilir. Uzunluğu, kıvrımlı oluşu, siyahlığı, zehiri ve benzeri
özellikleri ile ele alınır. Bunun yanında hazinelerin birer yılan tarafından
korundukları efsanesine de işaret edilir. Yılan yılda bir kez zehir elde edermiş ki onu da Nisan yağmurunun tanelerini yutarak alırmış. Bir inanışa
göre yılan kendi eceliyle ölmez, mutlaka başka birisi tarafından öldürülür.
Aynı mitolojik inanışa göre yüz yıl yaşayan yılanlar ejderhaya dönüşürmüş
ve ağzından ateş saçarak nefesiyle diğer bazı varlıkları yutarmış. O zaman
da melekler onu kaldırıp Kaf Dağı'nın arkasına atarlarmış. Ejderha veya
ejder adıyla bilinen bu büyük yılanın daha sonra başı çoğalır ve ayakları
çıkarmış. Ejderha kelimesinin aslı "Ajı Dahaka" olup, İranî mitolojilerde
zalim bir padişah olarak geçen "Dahhak" ile ilişkisi olduğu sanılmaktadır. Klasik edebiyatta ejderha daha çok sevgilinin saçları yerine kullanılır.
Bu bağlamda sevgilinin kıvrım kıvrım saçları ve onun saç uçlarının bolluğu bin başlı ejderhaya benzetilir. Bu çerçevede yılan ve ejderhalar ile
saç arasındaki ilginin asıl nedeni renk ve şekil benzerliğidir. Söz konusu
edilen saç, kıvrımlı ve uzun oluşudur. Bunun yanında yılanın harabelerde
bulunması ile aşığın gönlünün harabe olması ve kara sevda ile karayılan
arasında da münasebet kurulmaktadır. Mem û Zîn’de ejder(ha) ile ilgili
kaydedilen bazı beyitler şunlardır:
48/29 Ew Rustemê Gîw e, lendeha ye
Gencîne me ez ew ejdeha ye
O, Gîv’in Rüstem’îdir, kahramandır
Ben hazineyim, o benim ejderhamdır
36/8
220
Her nehrek ji rengê ejdeha bûn
Her sebze bi mu’cîzan ‘Esa bûn
Her nehir ejderha gibi kıvrılıp akmaktaydı
Her çayır da sanki mucizeli bir “Asa”ydı
44/9
Ew bextreşê leqeb li wî Mem
Bê hemnefes û heval û hemdem
Lakabı Mem olan bahtı kara şu talihsiz
Hem dostsuz, hem arkadaşsız, kimsesiz
44/10 Havêtine çalekê bi zarî
Teşbîhê bi gori teng û tarî
Ağlaya inleye onu bir çukur içine attılar
Mezar gibi bir çukur idi, karanlık ve dar
44/11 Mekrûhi wekî dehanê ejder
Menkûri wekî Nekîr û munker
Ejderhanın ağzı gibi iğrenç bir çukurdu
Kabrin Nekir-Münker’i gibi korkunçtu
53/27 Ejder ji mexareê ku ber bû
Derhal bezî di ne’şê wer bû
Ejderha dışarı çıkar çıkmaz mağaradan
Koşarak kendini naşın üstüne attı o an
2. 3. Şahmar/Şehmar (Yılanların Şahı)
Mitolojiye göre başı insan başı, gövdesi yılan olan ve yılanların padişahı
olarak kabul edilen şehmar, insanoğlunun şerrinden kaçıp bir mağaranın
zeminini kendine mesken seçmiştir. Bunun yanında bağ ve bahçelik bir
yerde kalmayı da sever. Zebercedden bir taht üzerinde oturur ve insan gibi
konuşur. Danyal Peygamber'in oğlu Camsab bir gün beraberindeki arkadaşlarıyla birlikte yağmura tutulunca şehmarın bulunduğu mağaraya sığınmış ve ziyadar bir menfezden aşağı inip şehmara misafir olmuşlardır.
Klasik şiirlerde şehmar diğer bazı özelliklerinin yanında sevgilinin zülüflerinin benzetilmesinde de kullanılır.
Xanî şahmar ismini kaydettiği aşağıdaki beyitte zalim yöneticileri şahmara benzetmektedir:
221
42/35 Hukkami ji cinsê şahimar in
Eshabê sumûm û muhredar in
Yılanların şahı neslindendir hükümdarlar
Öldürücü zehir ve mühür sahibidir onlar
42/36 Muhran ku didin bizan zehr e
Mihrê ku dikin bizan ku qehr e
Mühür bastıklarında bil ki mühür zehirdir
Şefkat gösterdiklerinde bil ki o da sinirdir
2. 4. ‘Eqreb (Akrep)
Akrep daha çok sevgilinin gözleri ve aşığın kalbine ok gibi saplanan bakışları söz konusu olduğunda kullanılan bir unsurdur. Bu durumda göz ve
bakışları ile birlikte zülüfler, kaşlar, kirpikler ve gamzeler de söz konusu
edilirler. Mem û Zîn’de şöyle denilmektedir:
50/18 Zulfa te li dest û pê wî bestî
‘Eqreb sîfeta dilê wî gestî
Onun el ve ayaklarına doladığın zülüfler
Akrep misali kalbini ısırıp zehirlemişler
Şairimiz yılanla birlikte akrebe de benzettiği maşukun zülüf ve örgüleriyle ilgili olarak Divan’ında şunları söylemektedir:
Ji sehma ‘eqreb û maran, dinalim ez gelî yaran
Ji çehvan xwûn diçît baran, wekî ew têne lêkdanê
Akrep ve yılanlarının okları yüzünden inliyorum dostlar
Bir araya geldiklerinde gözlerden yağmur gibi kan akar
2. 5. Mahî (Balık)
Xanî Mem û Zîn’in iki beytinde balık ismini “Ay’dan balığa kadar”
şeklinde meşhur olan deyim bağlamında anmaktadır. İlk beyitte Mîr
Zeynedîn’in cesaretinin “Ay’dan balığa” yani her yerde duyulduğuna dik-
222
kat çekerken, ikinci beyitte de Tacdîn ile Sitî’nin düğünlerinde her şeyin
eksiksiz hazır olduğuna vurgu yapmıştır.
8/11
Asarê şeca’eta wî şahî
Dagirtî ji mah ta bi mahî
O padişahın sahip olduğu cesaret eserleri
Ay’dan balığa dek kaplamıştı her bir yeri
24/14 Mawerd û gulab û itrê şahî
Elqisse ji mahî ta bi mahî
Gülsuyu ve şahlara mahsus güzel kokuları
Kısaca Ay’dan tutun balığa kadar olanları
2. 6. Semender (Su kertenkelesi)
Yunanca bir kelime olan “semender”in en büyük özelliği vücudunun
iki tarafında su salgılayan keseye sahip olması ve böylece ateşe atıldığında
ateş üzerinde yürüyeceği güzergâhı sulayarak geçtiği için yanmamasıdır.
Çin’de yaşayan ve “semend” olarak da isimlendirilen bu hayvan ateşten
hoşlandığı gibi yumurtasını ve yavrusunu da ateşte yapmaktan hoşlanır.
Xanî bu beyitte aşkta pişerek deneyim kazanan kimseleri semendere benzeterek onların pervane gibi ateşte yok olmadıklarına, belki semender gibi
ateşle bütünleşerek kalıcı bir nur hâline geldiklerine dikkat çekmektedir.
Xanî’nin bu benzetmesinden çıkarılacak sonuç sonuçtur ki önemli olan
yok olmak değil, ebediyen var olmaktır.
31/10 Baqî digerin wekî semender
Wan cismi dibîte canê enwer”
Baki kalır su kertenkelesi gibi kendileri
Nurlar saçan ruh olur onların bedenleri”
223
3. DÖRT AYAKLI HAYVANLAR
3. 1. Ahû/Xezal (Ceylan)
A
hûya özellikle güzelliği, iri siyah gözleri ve ürkekliği açısından sevgili
ve onun gözleri için şiirde yer verilmektedir. Ahûnun gözleri ile sevgilinin gözleri arasında güzellik, irilik ve siyahlık ilişkisi kurulmaktadır. Bu
hayvan daha çok Çin'de bulunması ve göbek kanından "misk"in elde edilmesi
nedeniyle klasik şiirde "Ahûyê Xeten" tamlamasıyla kullanılmaktadır. Xanî
aşağıdaki ilk beyitte hem göz ilişkisini hem de bu tamlamayı birlikte kullanmış, ikinci beyitte de yine âhû-göz ilişkisine vurgu yapmıştır:
23/8 Qadir nedibûn ji surmeê reş
Ahûyê Xeten bikin muşewweş
Sürme ile bozmaya yetmiyordu ki güçleri
Haten ceylanlarının gözleri gibi o gözleri
50/20 Çawa vekirin te her du ahû
Berdane feqîrî her du cadû
Nasıl ki sen iki ahu gözle ona baktıysan
O iki cadıyı o fakirin üzerine yolladıysan
Mem û Zîn’de içinde âhû veya aynı anlamda xezal isminin geçtiği bazı
beyitler şunlardır:
23/10 Mehda ji du ahûyan yek ahû
Wan seh nekirin hetta serek mû
Onlar o her iki ahuyu teker teker araştırdılar
Bir kıl ucu kadar bile kusurlarını duymadılar
36/32 Çogani di dest digel gopalan
Havêtine gerdenê di xezalan
225
Ellerinde sopalarla birlikte çevganlar vardı
Onları ceylanların gerdanlarına atıyorlardı
36/34 Ewçendi xezal ewan kirin seyd
Ewçendi piling ewan kirin qeyd
Onlar o kadar çok fazla ceylan avladılar
O kadar çok fazla kaplan da bağladılar:
38/1
Ew ahûyê seydigahê wehşet
Ew banûyê barigahê ulfet
O yapayalnız av yerinin tek ahusu
O ülfet sarayının hatunu/banusu
40/39 Min dî di vî baxî da xezalek
Emma ne xezali bû, şepalek
Bu bahçenin içinde bir ceylan gördüm
Ama aslında ahu değil, bir şuh gördüm
3. 2. Şêr/Xedenfer (Aslan)
Klasik şiirde bazen gerçek anlamında, bazen de yırtıcılığı, saldırganlığı, cesareti ve avcılığı açısından bazı kimseler için “kendisine benzetilen”
unsur olarak mecazi anlamda kullanılan aslanın bu bağlamda kayda değer
iki özelliği şunlardır:
1) Avının önce kanını emmesi, ardından karnını yararak içindekileri
parçalayıp yemesi.
2) Avını ara vermeden yemesi ve iri lokmalar halinde yutması.
Xanî aşağıdaki beyitlerden ilkinde şêr, diğer ikisinde xedenfer ismi
kullanmıştır:
9/10
226
Dellalisîfet gelek sîfetşêr
Ji efxan û ji naliyan nebûn têr
Bir kısmı tellal, büyük bir kısmı arslanlardı
Figan etmeye ve iniltilere doyamamışlardı
10/12 Babê wî digotinê Skender
Lêkîn ‘Ereban digo Xedenfer
Kürtler arasında babasına İskender derlerdi
Fakat Arapların ona dedikleri Gazanfer’di
43/56 Rabûne Memê du sed xedenfer
Mem rabû piyan bi desti xencer
Mem’in karşısına iki yüz arslan çıktı
Mem elinde hançer olarak ayağa kalktı
3. 3. Bebr/Piling/Pileng (Kaplan)
Bu hayvanın edebiyata konu olan özellikleri Cahız tarafından şöyle dile
getirilmektedir
1) Evcili hiç olmayan, tür olarak tamamen vahşi ve yırtıcı olan bir hayvandır.
2) Geceleyin bakışını bir nesneye yönelttiğinde gözleri etkileyici ve korkutucu bir ışık saçar.
3) Rakibiyle yaptığı savaşta müthiş bir sabır örneği gösterir.
4) Her durumda insana saldırabilecek bir yapıya sahiptir.
5) Gençliğinde öbür vahşi hayvanları av olarak tercih eder, insana ise
sadece yaşlanıp vahşi hayvanları yakalama gücü kalmadığında saldırır.
6) Dişi kaplan yavrusunu genellikle bir yılan eşliğinde doğurur.
7) Avını kaptırmamada en büyük düşmanlığı ve rekabeti aslanla yapmaktadır.
Xanî aşağıdaki beyitte kaplanı hem gerçek anlamında hem de mecazi
anlamda bir benzetme unsuru olarak kullanırken, av partisinin tasviriyle
ilgili ikinci beyitte gerçek anlamda kullanmaktadır:
36/33 Ew şêresuwar û bebrê cengî
Xwûnî kiribûn belek pelengî
O atlı arslanlar ve o cengâver kaplanlar
Alaca kaplanları kanlar içinde bıraktılar
227
36/34 Ewçendi xezal ewan kirin seyd
Ewçendi piling ewan kirin qeyd
Onlar o kadar çok fazla ceylan avladılar
O kadar çok fazla kaplan da bağladılar:
3. 4. Seh (Köpek)
Başta Yahudi ve İslâm kültürleri olmak üzere birçok kültürde kötü ve necis
bir yaratık olan köpek İranî bölgelerde fedakâr ve sadık bir yaratık olarak insanları ve mallarını koruyan güvenilir bir bekçi olarak kabul edilir.
Xanî aşağıdaki beyitlerde bir yandan “Ashab-ı Kehf” (Mağara Arkadaşları) teriminde geçen “ashab” ile Hz. Muhammed’in sahabîleri arasında,
bir yandan da kendisiyle Ashab-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr arasında bir benzerlik kurmaktadır. Yani nasıl ki Ashab-ı Kehf’in köpekleri onlara sadık
kaldığı için onlarla birlikte cennete gidecekse, beni de Hz. Muhammed’in
sahabîlerinin bir köpeği olarak onlarla birlikte cennete girdir!
3/66
Hetta bigehîte Xaniyê jar
Napak û pelîd û wacîbunnar
Güçsüz Xanî’ye gelince, kendisi de aslında
Pis, pisliğe bulaşan, ateşi hak eden olsa da:
3/67
Ew jî bi xerabî û seyînî
De’wa diketin bi ummetînî
O da bunca kötülük ve köpeklikle beraber
Ümmetinden bir fert olduğunu iddia eder
3/68
Wî bed’emelê wekî kîlaban
Barî! Bike peyrewê sehaban
O köpek misali sürekli olarak kötülük eden
Allahım! Yürüt onu da sahabelerin izinden
Xanî’nin köpek ile ilgili tasavvurunda ilginçlik arz eden hususlardan
biri de Mîr’in fitneci kapıcısı olan Bekir bağlamında köpeklerle kapıcılar
arasında kurduğu şu benzerliktir.
228
26/26 Herçend seh û dergevan bira ne
Ekser seh bimîhr û bawefa ne”
Ne kadar kardeş ise de köpek ve kapıcılar
Köpekler genellikle şefkatli ve vefalıdırlar”
26/37 Wan jî hemî paseban ji sa nin
Ew jî hemî qismê dergevan in
Köpekler grubundandır bütün muhafızları
Hepsi muhafız köpeklerdendir kapıcıları
51/55 Hetta xurekê seyê şîkarê
Hetta ‘elefê kerê di barê
Varıncaya kadar av köpeğinin yemine
Varıncaya kadar yük eşeğinin yemine
54/20 Mehrûm mekin Bekir, emanet
Em bûne bi wî seyî siyanet
Emanet Bekir’i siz mahrum etmeyiniz
O köpeğin sayesinde korunmuşuz biz
3. 5. Gur/Gurg (Kurt)
Xanî, Mîr Zeynedîn’in çağrısı üzerine düzenlenen av partisine katılanların avladıkları hayvanlar sıralarken tavşan, geyik, kaz, turna, keklik ve
doğan isimleriyle birlikte kurdun ismini de kaydetmektedir ki şairimiz bu
hayavan isimlerini gerçek anlamlarında kullanmıştır:
36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû
Ev qaz û quling û kebk û teyhû
Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar
O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar
Xanî’nin aşağıdaki beyitte kaydettiği “gurg” ise İblîs’i temsil etmek
üzere mecazi anlamda kullanılmıştır:
4/25
Ev gurgê le’în ê bedserencam
Jêkra biketin me şubhê enxam?
229
Ki akıbeti kötü biri olan şu lanetli kurt kalksın
Bizi koyun gibi birbirimizden ayırıp dağıtsın?
3. 6. Beraz (Domuz)
İslâm kültüründe köpekten daha çok necis (pislik) kabul edilen domuz
tarihsel bir aşk hikâyesine işaret etmek üzere Mem û Zîn’in şu beytinde
geçmektedir:
27/40 Meyxwur ke melan bi xunc û nazan
Şêxan bişehîne ber berazan
Zarafet ve nazınla mollaları içkici hâle getir
“Şeyh”leri “domuz sürüsü”ne çoban ettir
“Şeyh”ten maksat Şêxê Sen’an, “domuz sürüsü”nden maksat da bu şeyhin âşık olduğu Ermeni sevgilisi uğruna çobanlığını yaptığı domuz sürüsüdür. Burada aşk uğruna hayvanların en necisi olan domuzlara bile çobanlık edileceği vurgulanmaktadır.
3. 7. Xergûş (Tavşan)
Xanî av partisinden bahsettiği aşağıdaki iki beyitte geyik, kurt, kaz, turna, keklik ve doğan isimleriyle birlikte tavşan ismini de herhangi bir benzetme olmaksızın gerçek anlamlarıyla kullanmıştır:
36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû
Ev qaz û quling û kebk û teyhû
Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar
O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar
40/19 Xelqê ku xezal û gur û xergûş
Xweş girtî li ser mil û der axûş
Ceylanları, kurt ve tavşanları taşıyanlar
Bunları hoşça omuzlayıp kucakladılar
230
Xanî “Nûbehara Biçûkan” adlı eserinde ikinci kıtanın bir beytinde okumaya yeni başlayan bir çocuğun yakın çevresinde bulunan öküz ve eşek
isimleriyle faunaya başlamakta; sekizinci kıtanın bir beytinde koyun ve
sürü ile devam etmekte; onuncu kıtanın bir beytinde bunlara kısrak, tay,
at, buzağı, kuzu ve oğlak isimlerini ilave etmekte; on birinci kıtada da peş
peşe kurt, karga, aslan, kedi, fare ve tilki isimlerine yer vermektedir. Adı
geçen kıta ve dizelerde geçen faun örnekleri orijinal Kürtçe formları ve
Türkçe karşılıklarıyla beraber şunlardır:
Orijinal Kürtçe isimler Türkçe anlamları
ga
öküz
ker
eşek
mih
koyun
bizin
keçi
ker(î)
sürü
mihîn
kısrak
kurî
tay
hesp
at
golik
buzağı
berx
kuzu
kar
oğlak
gur(g)
kurt
qîr
karga
şêr
aslan
pisîk
kedi
mişk
fare
rovî
tilki
231
SEKİZİNCİ BÖLÜM
ONTOLOJİ
ONTOLOJİ
1. VARLIK FELSEFESİ
1. 1. Muhammedî Nûr
X
anî’nin dinî ontolojik görüşleri diğer ılımlı mutasavvıf ve birçok İslâm
felsefecisinin görüşleri ile örtüşmektedir ki bu görüşlerin özeti şudur: Allah ilk önce kendi nurundan Hz Muhammed’in nurunu yaratmış, diğer
bütün canlı ve cansız varlıkları bu nurdan yaratmıştır. Bu nurdan yaratılanlar
sadece iyiler değil, kötüler de bu nurdan yaratılmıştır. Bu nur yaratıldığı zaman henüz ne yer ne de gök vardı. Allah bütün felekleri bu nurun hatırı için
meydana getirmiştir. Ontolojik asıl olan “Muhammedî nûr”dan sonra üç şey
yaratılmıştır. Bunlar sırayla Kalem, ruh ve ilk akıldır. Şairimiz, Mem û Zîn’in
ilgili bazı beyitlerinde bu konuda şunları söylemektedir:
3/12
Ewwel birqî ji husnê sermed
Nûrek bûye me’neya Muhemmed
İlk önce ebedî güzellikten bir nur parladı
Muhammed ondan yaratılıp anlamlandı
3/14
Erwahi ji me’neya Peyamber
Çêbûn mesela nebat û şeker
Peygamber nurundan yaratıldı tüm ruhlar
Ayrıca bitki ve şeker gibi cansız varlıklar
3/15
Bû eslê esîlê cumle nefsan
Nefsa su’eda û nefsê nehsan
Tüm ruhların varlıklarının ilk aslı o nurdur
O nur hem iyilerin hem kötülerin ruhudur
235
3/16
Hemyan ji wê dîtine teferru’
Hemyan bi wê girtine temettu’
Hepsi o nurdan yaratılıp meydana gelmiş
Ve hepsi o nurun sayesinde nimetlenmiş
3/17
Hêja ne zemîn ne ev sema bû
Ew serwerê cumle enbiya bû
Onun nuru varken ne yer ne de gök vardı
Daha o an tüm peygamberler için serdardı
3/18
Xelqa felekan ji bo wî ra bû
Secda melekan ji bo wî ra bû
Onun hatırı için yaratılmış oldu felekler
Onun hatırına Adem’e secde etti melekler
3/19
Ew rehmetê cumle ‘alemîn bû
Adem di miyanê ma û tîn bû
O peygamber tüm âlemler için rahmet idi
Adem o sırada su ile çamur arası bir şeydi
3/20 Pêxemberê cem’ê cuz’ û kul bû
Adem bixwe hêj av û gil bû
Büyük küçük her kesim için peygamberdi
Adem’in makamı su-çamur arası bir yerdi
236
3/8
Herçî we ku bûne bêreqem bû
Lew ewwelê maxeleq Qelem bû
Sonradan olan her şey önce yazısız idi
Bundan dolayı yarattığı ilk şey Kalemdi
3/9
Ev ewwel û rûh û eqlê ewwel
Hersê ne bi ewwelî muewwel
Bu “İlk Kalem”, “Ruh” ve “İlk Akıl”lar
“İlk Üç” varlık olarak yorumlanmışlar
1. 2. Varlıklarda Vacip-Mümkün Kategorisi
Varlıklar ikiye ayrılmaktadır. Birincisi varlığı kendinden olan “vacip
(zorunlu) varlık”tır ki bu da sadece Allah’tır. İkincisi ise “mümkün varlıktır”. Varlığı gibi yokluğu da düşünülen bu varlık kategorisine Allah’ın
dışındaki bütün varlıklar girmektedir. Xanî bu konuda şunları söylemektedir:
3/1
Eşya bi heseb delîl û burhan
Nabin çû meger wucûb û îmkan
Delil ve kanıtlara göre var olan şeyler
Zorunlu ve mümkünden başka değiller
3/2
Wacib yek e Zatê Kîbriya ye
Mumkin pir e cem’ê masîwa ye
Zorunlu varlık birdir ki yüce Allah’tır
Mümkün çoktur: Diğer tüm varlıklardır
3/3
Wî wacibê mumkînati berqe’
Mumkin wî ji bo xwe kirine metle’
Varlığı zorunlu o zat mümkünle perdeli
Kendine ayna etmiş o zat mümkünleri
3/4
Ye’nî ewî vî bibit muberhen
Husna wî biderkevit ji mekmen
Yani istedi ki onun varlığı kanıtlansın
Güzelliği onlarla gizli kalmaktan çıksın
1. 3. Heyûla
Heyûla varlıkların ilk maddesi demek olan “heyûla” klasik felsefenin
ontoloji anlayışına göre her şekil ve tarza girebilen bir maddedir. Nasıl
ki hamurdan çeşitli ekmek, çörek, pasta ve benzeri şeyler yapılabiliyorsa; büyük-küçük her şey de yoktan yaratılmayıp heyûladan yapılmıştır.
Fakat aşağıdaki beyitlerde görüldüğü gibi birçok İslâm âlimi gibi Xanî de
heyûlayı kabul etmemekte ve herşeyin Allah tarafından yoktan var edildiğini benimsemektedir.
237
2/12
Zahir kirin ev qeder senayi’
Peyda kirin ev qeder bedayi’
Bu kadar sanat eserini ortaya sen çıkardın
Bu kadar harika şeyleri de yine sen yarattın
2/13
Her yek ji ‘edem kirin te peyda
Îbda’i kirin te bê heyûla
Sen onlardan her birini yoktan var etmişsin
Onları sen heyûlasız meydana getirmişsin
2. DİYALEKTİK
D
iyalektikten maksat canlı ve cansız varlıklarda birbirine zıt özellik
ve karakterlerin bulunmasıdır. Mem û Zîn’in muhtelif bölümlerinde karşılaştığımız bu olgu özellikle 26. bölümde yoğun bir şekilde görülmektedir. Bu bölümün başında yer alan ilk 14 beyti örnek olarak vermekle yetiniyoruz:
26/1
Gava ji ‘edem Xwedê kir îcad
Ev kewn û mekan ji nû ve bunyad
Allah tüm varlıkları yoktan yarattığında
Bu evren ve yerin yeni temelini attığında
26/2
Mecmû’ê mukewwenatê ‘alem
Hetta ve xulase new’ê adem
Âlemde mevcut olan varlıkların hepsini
Hatta evrenin bir özeti olan insan cinsini
26/3
Eşya bi heseb sîfat û ef’al
Înane wucûdê muxtelif hal
Sıfat ve fiillerin ölçülerine göre nesneleri
Yarattı birbirlerinden farklı olarak hâlleri
26/4
Mewcûdi kirin bi hev mu’eyyen
Eddadi kirin bi did mubeyyen
Varlıkları birbirleriyle bilinir hâle getirdi
Zıt olan şeyleri zıtları ile belirginleştirdi
26/5
Ev erd û sema, betî’ û daîr
Ev mulk û melek, muqîm û saîr
Şu yeryüzü ve gökyüzü, sakini ve döneni
Şu mülk ve meleği, sabit ve hareket edeni
239
26/6
Ev nûr û zelam û kufr û îman
Ev xuld û seqer, bihişt û nîran
Şu aydınlık ve karanlığı, küfrü hem imanı
Şu ebedî yurdu ve ateşi: Cenneti ve narı
26/7
Ev barid û harr û retb û yabis
Ev mîr û geda, xenî û bais
Şu soğuk ve sıcak, yaş ve kuru olan şeyler
Şu beyler ve dilenciler, zengin ve fakirler
26/8 Ev ax û hewa û agir û av
Ev leyl û nehar û sî û sîtav
Şu toprak ve hava, şu ateş ve su unsurları
Şu gece-gündüz, gölge ve güneşlik zıtları
26/9
Ev hecr û wîsal û şahî û xem
Ev mewt û heyat û sûr û me’tem
Şu ayrılık ve vuslat, şu sevinç ve kederler
Şu ölüm ve hayat, şu keyifler ve matemler
26/10 Hin nûri mîsal û hin wekî nar
Hindek di helîm û hin dijwar
Bir kısmı nurdur, bir kısmı ateş gibidirler
Bir kısmı uysaldır, bir kısmı da çetindirler
26/11 Van sadiq û rast û xêrxwahan
Van qemsî û xwar û rûsiyahan
Doğru ve dürüst iş gören şu hayırseverler
Şu yalancılar, eğriler ve şu siyah yüzlüler
26/12 Van ehlê cehennem û ‘ezaban
Van laiqê cennet û sewaban
Cehennemi ve azabı hak eden şu kimseler
Cennete ve sevaba layık görülen şu kişiler
Varlıklarda görülen zıtlık ne içindir? Sorusu öteden beri insanların kafasını kurcalamış ve buna yanıt aramışlardır. Bilginler en sonunda “bir şey
ancak zıddıyla bilinir” ilkesini ortaya atarak buna cevap vermişlerdir. Ör-
240
neğin gece olmazsa gündüz, gündüz olmazsa gece bilinmez ve görülmez.
Allah’ın görülmemesi de bu bağlamda izah edilmiştir. Yani yokluğu yok ki
varlığı görülüp gösterilebilsin.
Xanî aşağıdaki beyitlerden ilkinde her şeyde bir diyalektik ve zıtlığın
bulunduğuna bir soruyla dikkat çekmekte, ikinci beyitte bunun cevabını
bizzat kendisi vermektedir:
26/13 Nabînî ku pêkve cumle didd in
Hîkmet çi ye, bo çi pêkve nidd in
Görmüyor musun ki bunlar birbirine zıttır
Hikmet nedir, neden birbirlerine karşıttır?
26/14 Lewra ku nebit eger texaluf
Temyîz muhal e hem te’aruf
Çünkü bunlar olmasaydı birbirlerinin zıddı
Birbirlerinden ayırıp tanımak imkânsızdı
241
DOKUZUNCU BÖLÜM
KÜRT REALİTESİ VE KÜRT DİLİ
243
KÜRT REALİTESİ VE KÜRT DİLİ
1. KÜRT REALİTESİ
X
anî’yi kendisinden önceki bütün Kürt âlim ve düşünürlerinden
ayıran en önemli yanı Kürt meselesine daha o zamanlar (bundan
300 küsur yıl önce) değinmesidir. Kuşkusuz bu onun yaşadığı dönemdeki
Kürt realitesiyle doğrudan ilgilidir ki bu realite günümüzde de geçerliliğini
korumaktadır.
Ehmedê Xanî’nin o dönemin Osmanlı ve İran devletlerine bağımlı olmanın Kürtler için utanç verici olduğunu söylemesi ve Kürtlerin bu iki
devletten kurtulup başında taç, altında taht olan bir Kürt hükümdarının
liderliğinde kendi iktidarlarını kurmaları gerektiğini savunması Kürtlük
aidiyeti tarihi açısından ilk ciddî fikirdir. Şairi bu olgunun teorisyenliğini
yapmaya sevk eden faktör veya faktörlerin neler olduğunu “Mem û Zîn”de
yoğun bir şekilde görüyoruz. Onun bu bağlamda kullandığı anahtar terimlerden bazıları ve kapsamları şunlardır:
Ekrad
Kurmanc
Tewaifê Ekrad
Qebîlê Ekrad
Mehkûm
Mehrûm
Bêtifaq
Se’alîk
Sefîl
Bêxwedan
Cihanpenah
Padîşah
Kürtler
Sadece Kurmancî lehçesini konuşanlar değil, tüm Kürtler
Kürt taifeleri
Kürt kabileleri
Yönetilen, kendisine hükmedilen
Tüm haklardan yoksul
Aralarında birlik olmayan
Fakir, zavallı
Sefil, sefalet içinde yaşayan
Sahipsiz
Kürtlerin başında görmek istediği “âlemin
sığındığı hükümdar”
Padişah
Kulâh û tac
Dewlet
Rom
Tirk
‘Ecem
Tacîk
Kürt padişahının başında görmek istediği külâh
ve taç (iktidar sembolleri)
Devlet
Osmanlı Türkleri
Osmanlı Türkleri
İran Farsları
İran Farsları
Kürtlük aidiyeti duygusu ve Kürt milliyetçiliği tarihi ile ilgili araştırma yapan Doğu ve Batı araştırmacılarının dikkatinden kaçmayan ilk isim
Ehmedê Xanî, ilk eser de onun “Mem û Zîn”idir. Burada bu araştırmacılardan bazılarının konuyla ilgili görüşlerini kesitler hâlinde verdikten sonra
“Mem û Zîn”de Kürt milliyetçiliği ve Kürt dili-İktidar ilişkisi çerçevesinde
savunduğu görüşleri analiz etmeye çalışacağız.
Martin Van Bruinessen “Ağa, Şeyh, Devlet” adlı eserinde “Kürt milli
bilincinin tarihi” başlığı altında şunları söylemektedir: Kürt milliyetçiliğinin toplumsal açıdan önemli bir güç olma niteliği yeni bir olgudur. Ancak bu, geçmişte bir Kürt “milli” bilincinin olmadığı anlamına gelmez. 17.
Yüzyılda yaşamış olan Kürt şairi Ahmed-i Hani, manzum destanı Mem û
Zîn’in önsözünde Kürtlerin Osmanlı ve Safevi imparatorluklarının boyunduruğu altına girmelerine neden olan bölünmüşlüklerinden yakınır. Hani
Kürdistan’da çok okunurdu ve okunmaktadır. Eserinin el yazmaları çoğaltılmış ve mollalarca korunmuştur. Öğrenciler Kur’an surelerinin, Hâfız
ve Sadî gibi şairlerin dizelerinin yanı sıra, Hani’nin eserinden parçalar da
ezberlerdi. Mem û Zîn herkes tarafından Kürtlerin milli destanı olarak kabul edilir. (Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, çeviren: Banu Yalkut, İletişim
Yayınları, İstanbul 2003, s. 390-391).
Bazil Nikitin “Kürtler: Sosyolojik ve Tarihi İnceleme” adlı yapıtında
“Kürt ulusal duygusu” başlığı altında şairimize ve onun “Mem û Zîn”ine
şöyle dikkat çekmektedir: “Bu konuda hicretin 1061 yılında doğmuş büyük
Kürt ozanı Ehmedê Xanî’yi anmak yeter. Mem û Zîn adlı başlıca yapıtında
Kürdistan’ı simgeleyen bir tutukluyu anlatan ozan, tutsak yurdu kurtarmak için girişilecek çabaları ve yolları gösterir. Eğer 11. Yüzyılda bir Xanî
yaşamış olsaydı, Kürt tarihi bir başka yön alabilirdi”. (çeviren: Hüseyin
Demirhan ve Cemal Süreyya, İstanbul 2002, s. 308-309).
246
Klasik Kürt edebiyatı ve şiiri hakkında bilgi veren Wadie Jwaideh, Kürt
şairleri içerisinde yurtlarına bağlılık temalarını işleyen iki isim vermektedir. Bunlardan biri ilki Ehmedê Xanî, ikincisi ise Hacı Qadir Koyî’dir.
Yazarın paragrafını aynen aktarıyoruz: “Kürt şairleri geleneksel olarak
romantik aşk ve yurtlarına bağlılık temalarıyla ilgilenmişlerdir. 17. Yüzyıl
şairi Ehmedê Xanî ve 19. Yüzyıl şairi Hacı Qadir Koyî en büyük iki şair
olarak anılırlar. Beyazıt’ta yaşamış ve ölmüş Ehmedê Xanî, Mem û Zîn’in
yazarıdır. İranlılar için Firdevsî ne ifade ediyorsa, Kürtler için de Ehmedê
Xanî aynı şeyi ifade eder”. (Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, Kökenleri ve Gelişimi, çeviren: İsmail Çekem ve Alper Duman, İletişim Yayınları,
İstanbul 1999, s. 47).
Xanî’nin yaşadığı XVII. yüzyıl, Kürt toprakları üzerinde kavga eden
İran ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki çatışmaların kızışmaya devam ettiği bir yüzyıldır. Bu iki imparatorluk birbirine karşıki saldırılarında
Kürt topraklarını ve beyliklerini bir köprü olarak kullanmışlardır. Bunun
doğal neticesi olarak bu savaşlarda en büyük zararı Kürtler görmüşlerdir.
Xanî’nin “Mem û Zîn”de Kürtlük olgusuna ilk değindiği yer “Giriş”in
“ithaf” alt kısmıdır. Bilinen mesnevi yazarlarının aksine, şair bu eserini ithaf edeceği ehil bir hükümdar bulamaz; bu yüzden eserini bütün Kürtlere
ithaf eder ve böylece belli bir hükümdarı övmek yerine bir bütün olarak
Kürt taifelerini methetmeyi daha uygun görür. Bu alt kısım için seçilen
orijinal başlık ve çevirisi şöyledir:
Îş’ara medîheta tewaifê di Kurdan e bi şeca’et û xîretê
Û îzhara bedbextî û bêtaliîya wan e digel hinde semahet û hemiyetê
(Bu kısım, cesur ve gayretli Kürt topluluklarını açıkça övmeye ve bunca
cömertlik ve hamiyetperverliklerine rağmen onların talihsizliğine dairdir.)
Klasik Doğu şirine aşina olanlar bilirler: Şairler İslâm mistisizminde
daha çok mürşid-i kâmili sembolize eden “sâki”ye seslenerek ondan kendilerine kalbi sembolize eden “Câm-ı Cem”den mânevî bir şarap vermesini isterler. Câm-ı Cem, “Cem’in Kadehi” demektir. Yüzünün güzelliğinden
dolayı isminin sonuna sonradan ışık anlamına gelen “şîd” eki getirilerek
Cemşîd olarak anılan Cem milattan çok önceleri yaşamış eski İran hüküm-
247
darlarındandır. Şarabın onun döneminde ortaya çıktığına bakılarak kullanılan Cam-ı Cem gizlilikleri keşfetmenin ve dünyadaki gelişmeleri ondan
izlemenin sembolü olarak kabul edilmekte ve bu bağlamda dünyayı gösteren kadeh anlamında “Cam-ı Cihannümâ” şeklinde tanıtılmaktadır. İşte
şairimiz de bu alt kısmın aşağıda kaydettiğimiz daha ilk beytinde Kürtlerin
geleceğini doğru okumak ve yorumlamak amacıyla sâkiden mânevî şarabı
kendisine bu kadehten sunmasını istemektedir:
5/1
Saqî tu ji bo Xwedê kerem ke
Yek cur’eyê mey di Camê Cem ke
Saki! Allah aşkına lütuf eyle, şöyle buyur
Cem’in Kadehi’ne bir yudum şarap doldur
5/7
Bextê me ji bo me ra bibit yar
Carek bibitin ji xwabê hişyar
Mümkün müdür bize dost olsun bahtımız
Bir kez olsun derin uykudan uyanmamız?
Dediğimiz gibi bu kadehin en büyük mitolojik özelliği geleceği göstermesidir. İşte yazarımız da sâkiden bu kadehi isterken amacının Kürtlerin
geleceğini görmek olduğunu aşağıdaki beyitte dile getirmekte ve bu kadehi
“cihannüma” (dünyayı gösteren) olarak nitelendirmektedir:
5/2
Da Cam bi meyê cîhannuma bit
Her çi me îrade ye xwuya bit
Doldur ki bu kadeh bizlere cihanı göstersin
Ne muradımız var ise ortaya bir çıkıversin
Arap dilinde “ba’de’l-kemâli zevâlün” (zirveye çıkıştan sonra iniş başlar) şeklinde hikmetli bir söz vardır. Bu sözden esinlendiği anlaşılan şairimiz aşağıdaki beytinde Kürtlerin talihsizliğinin zirveye çıktığına vurgu
yapmakta, bu talihsizliğin bundan sonra inişe doğru tersine bir dönüş yapıp yapmayacağını merak etmekte; ardından gelen beyitte de feleğin dönen çarkında Kürtler için bir şans yıldızının doğmasının mümkün olup
olmadığını sorgulamaktadır:
5/4
248
Îdbara me wê gîha kemalê
Aya bûye qabilê zewalê?
Artık son haddini bulmuştur talihsizliğimiz
Bundan sonra düşüşe geçecek mi dersiniz?
5/6
Qet mumkin e ev ji çerxê lewleb
Tali’ bibitin ji bo me kewkeb?
Mümkün müdür feleğin dönmesi lehimize?
Mümkün mü bir şans yıldızı doğsun bize?
Kürtler için merak ettiği şeylerden biri de içlerinden kendilerine ve dünyaya hükmedecek bir hükümdarın çıkmasının mümkün olup olmadığıdır.
Şairin Kürtlerin içinden çıkıp çıkmayacağını merak ettiği bu hükümdarı
aşağıdaki ilgili beytinde “cihanpenâh” ve “padişah” olarak vasıflandırmaktadır. Çünkü yaşadığı dönemde Doğuya ve Ortadoğu’ya hükmeden rakip
iki devlet olan Osmanlı ve İran devletleri padişahlık ve şahlık sistemleriyle
yönetiliyor, bu devletlerin başındaki hükümdarlar padişah, sultan ve şah
gibi unvanlarla anılıyorlardı. Dolayısıyla Kürtlerin başında görmek istediği kişiyi de bu vasıflarla nitelendirmesi doğaldır:
5/8
Rabit ji me jî cîhanpenahek
Peyda bibitin me padîşahek
Mümkün mü bizden bir hükümdar kalksa?
Bizim içimizden bir padişah ortaya çıksa?
Kürtlerin içinden çıkmasını istediği bu hükümdarın profilini de kendine göre çizen şair, onu aşağıdaki üç beytinde ikinci kez “padişah” olarak
anmakta, başında bir “taç” bulunmasını hayal etmekte ve üzerinde oturacağı bir “taht” tasavvur etmektedir, ancak böyle birinin iktidarı altında bir
araya geldikleri takdirde şanslarının açılacağına ve kendilerinin de öbür
milletler gibi revaç bulacaklarına dikkat çekmektedir:
5/14
Ger dê hebûwa me padîşahek
Laîq bidiya Xwedê kulahek
Eğer biz Kürtlerin de bir padişahı olsaydı
Ve Allah o padişaha bir taç layık bulsaydı
5/15
Te’yîn bibûwa ji bo wî textek
Zahir vedibû ji bo me bextek
O padişaha tayin edilmiş olsaydı bir taht
O zaman açılacaktı bize yepyeni bir baht
249
5/16
Hasil bibûwa ji bo wî tacek
Elbette dibû me jî rewacek
Eğer olsaydı o padişahın giyeceği bir taç
Elbette o zaman biz de görecektik revaç
Şair böyle bir hükümdarın şemsiyesi altında kendilerine ait bir iktidara
kavuştukları takdirde bunun nasıl bir netice vereceğini iki beyitte özetlemektedir. Aşağıda kaydedeceğimiz bu iki beyte göre böyle bir hükümdara
kavuşan Kürtler Osmanlı Türklerine ve İran Farslarına bağımlı olmaktan
kurtulacak ve toprakları da bu uluslar tarafından baykuşların kondukları
harabelere dönüşmeyecektir:
5/18
Xalib nedibû li ser me ev Rûm
Nedibûne xerabeyê di dest bûm
O zaman bize galip gelmezdi bu Romlar
Olmazdık baykuşun konduğu yıkıntılar
5/19
Mehkûmun ‘eleyh û se’alîk
Mexlûb û mutî’ê Tirk û Tacîk
Olmazdık başkasının yönettiği miskinler
Türk ve Farslara yenilip emrine girenler
Kürtlerin Osmanlılara ve İranlılara bağımlı bir şekilde yaşamalarını
“âr” (utanç verici) bulan şair, Kürtlere bu utancı yaşatan suçluları ararken
aklına “namdar” olarak nitelediği Kürt beyleri ve şairleri geliyor. Fakat bu
meseleyi irdelediği aşağıdaki iki beytinde bu işin birinci derecede sorumluları olarak “namdar” (ünlü) dediği Kürt beylerini ve Kürtlere şu veya bu
şekilde hükmedenleri görmekte, şair ve fakir kesiminin bu noktada belirleyici bir gücü temsil etmediklerini vurgulamaktadır:
250
5/21
Teb’iyetê wan egerçi ‘ar e
Ew ‘ari li xelqê namidar e
Gerçi o kavimlere bağımlı olmak ayıptır
Ama bu, Kürt ilerigelenlerinin bir aybıdır
5/22
Namûs e li hakim û mîran
Tawan çi ye şa’ir û feqîran
Bu, Kürt hükümdar ve beylerinin aybıdır
Şair ve fakir kesimlerin ne güçleri vardır?
Şair güçlerin çarpıştığı bir mücadele sahası olarak gördüğü dünyayı bir
geline benzettiği aşağıdaki beyitlerinde ancak erkekçe kılıca el atanların
devlet ve iktidar sahibi olduklarına, eline kılıç alanların ancak bu gelin
gibi dünyada kendi hâkimiyetlerini kurduklarına, bu geline “evlilik mehri
olarak ne istiyorsun?” diye sorduğunda mehrinin “himmet” olduğunu söylediğine vurgu yapmış ve böylece durup dururken kimsenin izin vermeyeceği bu iktidara kavuşmak için gerektiğinde kılıca başvurmak gerektiğini
savunacak kadar radikal söylemler geliştirmiştir. Evet, şair bu konudaki
düşüncelerini şöyle seslendirmektedir:
5/23
Herçî bire şîri destê hîmmet
Zebt kir ji xwe ra bi mêrî dewlet
Kimler uzatmış ise kılıca gayret ellerini
Erkekçe elde etmişler kendi devletlerini
5/24
Lewra ku cîhan wekî ‘erûs e
Wê hukim di destê şîrê rûs e
Çünkü bu dünya âdeta bir gelin gibidir
Ona hükmetmek yalın kılıcın elindedir
5/26
Pirsî min ji dinê ev bi hîkmet:
Mehra te çi? Gote min ku:Hîmmet
Dünyaya bilgece sordum: Başlığın nedir?
Bana şöyle dedi: Benim başlığım gayrettir
Şair birbirine bağlı iki beytinde bu koskoca dünyada Kürtlerin her şeyden mahrum ve yöneten değil hep yönetilen olmalarının Allah’ın hangi
hikmetine dayandığını merak etmekte ve bu hikmeti anlamaktan aciz olduğunu belirtmektedir. Evet, şair bu iki beytinde şöyle söylemektedir:
5/28
Ez mame di hîkmeta Xwedê da
Kurmanc di dewleta dinê da
Şaştım kaldım ne var Allah’ın hikmetinde
Ki Kürtler şu dünya devletinin içerisinde
5/29
Aya bi çi wechî mane mehrûm?
Bîlcumle ji bo çi bûne mehkûm?
Acaba neden böyle mahrum kalmışlar?
Neden dolayı hep “yönetilen” olmuşlar?
251
Şair bunun hikmetini anlamaya çalışırken bir an için Kürtlerin yaşadıkları bölgelerin stratejik ve jeopolitik konumlarını düşünmekte, Osmanlıların ve İranlıların Kürtleri kuşattıklarına vurgu yapmakta, Kürtlerin dört
bir yana dağıldıkları gerçeğini gözler önüne sermekte, ikili cephe olarak
Osmanlı ve İran tarafının Kürtleri ölümcül oklarına hedef yaptıklarını düşünmekte ve başta Osmanlı-İran sınırlarının tespiti olmak üzere sınırlar
çizilip değiştirilirken Kürtlerin bunda hep kilit rol oynadıklarına şu üç beytiyle dikkat çekmektedir:
5/33
Ev Rom û ‘Ecem bi wan hesar in
Kurmanci hemî li çar kenar in
Romlar ve Araplar Kürtleri kuşatmışlar
Kürtlerin tümü dört parçaya ayrılmışlar
5/34
Herdu terefan qebîlê Kurmanc
Bo tîrê qeda kirîne amanc
Bu iki cephe Kürtlerin karşısına geçmiş
Onları imha etme oklarına hedef etmiş
5/35
Goya ku li ser heddan kilîd in
Her taîfe seddek in sedîd in
Kürtler sınırların üzerinde sanki kilittir
Kürt Aşiretleri orada sağlam birer settir
Evet, şaire göre her bir Kürt taifesi sınırlarda birer settir. Osmanlı-İran
savaşlarında tarafların birbirlerine ulaşması için maddî ve mânevî olarak
bu setleri kullanmaları gerekirdi. Bu yüzden de her iki imparatorluk kendine bağlı bir tampon Kürt gücünü oluşturup gerektiğinde bunları öbür
imparatorluk ve güce karşı kullanırken zarar görenler hep Kürtler olmuştur. Bu iki imparatorluk arasında kalan Kürtler bu yüzden hep kana bulanmışlardır. Yazar “Rom” olarak tanıttığı Osmanlılar ile “Tacik” olarak
tanıttığı İran Farsları arasında kalan Kürtlerin bir türlü kendi aralarında
bir birlik oluşturamamalarına, bu iki devletten her birisinin kendi Kürtlerini oluşturma politikaları güttüklerine ve kendi ifadesiyle onları “berzah”
gibi birbirlerinden ayırdıklarına şu iki beyitle dikkat çekmektedir:
5/36
252
Ev qulzumê Rom û behrê Tacîk
Gava ku dikin xurûc û tehrîk
Kızıldenizi andıran şu Rom ve Acemler
Ne zaman ortaya çıkıp hareket etseler:
5/37
Kurmanc dibin bi xwûnê mulettex
Wan jêk ve dikin mîsalê berzex
Kürtler her seferinde kana bulanıyorlar
Berzah misali birbirlerinden ayırıyorlar
Kürtlerin neden bir türlü kendi iktidarlarını kuramadıklarını irdeleyen
şair sosyoloik bir yaklaşım sergileyerek bunu Kürtlerin kendi aralarında
birlik oluşturamamalarına, sürekli birbirileriyle çekişmelerine ve iç kavgalar yaşamalarına bağlamaktadır. Şair aşağıdaki beyitte bu gerçeğe dikkat
çekmektedir:
5/42
Lew pêkve hemîşe bêtifaq in
Daîm bi temerrud û şîqaq in
Bunun için hiçbir zaman ittifak etmezler
Sürekli birbirlerine diklenip isyan ederler
Şair Kürtlerin kendi aralarında birlik ve beraberlik kurup birbirilerinin
sözünü dinledikleri takdirde bütün Rom, Arap ve Acemlerin onlara efendi
değil, hizmetçi olacaklarına vurgu yapmakta ve bu bağlamda dinlerini de
devletlerini de mükemmel bir seviyeye temsil edip diğer milletler gibi ilim
ve hikmet sahibi olacaklarını şöyle dile getirmektedir:
5/43
Ger dê hebuwa me îttîfaqek
Vêkra bikra me înqiyadek
Eğer birlik ve beraberlik içinde olsaydık
Birbirimize uyup ittifakımızı kursaydık
5/44
Rom û ‘Ereb û ‘Ecem bi temamî
Hemiyan ji me ra dikir xulamî
Tamamıyle Romlar, Araplar ve Farslar
Hepsi de bizim için hizmetçi olacaktılar
5/45
Tekmîli dikir me dîn û dewlet
Teshîli dikir me îlm û hîkmet
O zaman tamamlardık dini ve devleti
Elde edecektik hem ilmi hem hikmeti
253
2. KÜRT DİLİ VE İKTİDARLA İLİŞKİSİ
X
anî gerek “Mem û Zîn”i Kürtçe yazmasının nedeni münasebetiyle
gerekse diğer münasebetlerle Kürt dili ve ona bağlı Kürt edebiyatı hakkında milli görüşler serdetmiş ve bir dilin geçerlilik kazanması için
ona sahip çıkacak ve onun “dil” olduğunu onaylayacak bir iktidarın olması
gerektiğini savunmuştur. Şimdi onun bu konudaki görüşlerini yansıtan
beyitleri tahlil etmeye çalışalım.
Xanî Mem û Zîn’i yazmada kullandığı dilin saf bir Kürtçe olduğuna şöyle vurgu yapmaktadır:
6/33
Kurmancî ye, sirf e, bêguman e
Zêr nîne bibên sipîde mane
Kürtçedir, durudur, kuşku taşımamaktadır
Altın değil ki desinler “beyaz kalmışlardır”
Yazar daha sonra dil-iktidar ilişkisi çerçevesinde değerlendirilebilecek asıl
önemli meseleye parmak basmaktadır. Bir dilin sırf dil olması hasebiyle değersiz olamayacağını, değersizliğinin nedeni ona geçerlilik kazandıracak bir
Kürt iktidarını üstlenen bir padişahın ve onun onay mührünün olmaması
olduğunu söyleyen şair, paraya benzettiği bu dil ile ona geçerlilik mührünü
vuracak bir Kürt padişahı arasındaki ilişkiyi şöyle dile getirmektedir:
6/35
Neqdê me mebêje kêmbuha ye
Bêsîkkeê şahê şahrewa ye
Demeyesin ki “bizim akçemiz değersizdir”
Hâkim bir şahın sikkesi yok, sikkesizdir
Xanî sonraki beyitlerde bu dilin hükmü geçer bir padişahın sikkesiyle
geçerli bir hâl kazandığı takdirde böyle geçersiz ve şüpheli bir hâlde kalmayacağına inanmakta ve bu inancını şöyle açığa vurmaktadır:
255
6/36
Ger dê bibuwa bi derbê menqûş
Nedma wehe bêrewac û mexşûş
Eğer o akçeye sikke basılarak süslenseydi
Kalmayacaktı geçersiz ve sahteymiş gibi
6/38
Qirtasiyyeya me bêpenahan
Bê derbê qebûlê padîşahan
Biz sığınaksızların onaysız hammaddesi
Basılmamıştır ona padişahların sikkesi
İktidarın sembolü olan sikkeden yoksun bir dilin iktidar tarafından
desteklenen ve onaylanan bir dil kadar disiplinize olamayacağını, edebî
bir çehre kazanamayacağını ve kuralları oturmuş standart bir dil hâline
gelemeyeceğini iyi bilen Xanî yazdığı eserin bu özelliklere sahip bir dilin
eseri olmadığı için piyasasının kesat olduğuna şöyle dikkat çekmektedir:
6/19
256
Çibkim ku qewî kesad e bazar
Nînin ji qumaşî ra xerîdar
Ne yapayım ki Kürtçenin pazarı durgundur
Bu değerli kumaşın hiçbir müşterisi yoktur
ONUNCU BÖLÜM
KÜRT FOLKLORÜ
KÜRT FOLKLORÜ
1. KIZ İSTEME VE DÜĞÜN
1. 1. Evlilik Teklifi
K
ürt toplumunda evlilik teklifi genellikle erkekler tarafından yapılmaktadır. Fakat Mem û Zîn’in aşağıdaki beyitleri incelendiğinde
bu teklifin Zîn ve Sitî tarafından Mem ve Tacdîn’e yapıldığı görülmektedir.
Zîn ve Sitî bu tekliflerini dadıları Heyzebûn aracılığıyla yapıyorlar. Zira
kendi deyimleriyle “haya perdesi” onları bu teklifi doğrudan doğruya yapmalarına engel olmuştur.
21/32 Rabe here zû bibêje Tacdîn:
Ger dê te Sitî bivê, Memê Zîn
Çabuk kalkıp git şunları söyle Tacdîn’e:
Şayet talipli isen Sitî’ye, Mem de Zîn’e
21/33 Mizgîn ji we ra me hûn qebûl in
Em jî ji we zêdetir melûl in
Gözünüz aydın, biz de sizi kabul ediyoruz
Bizler sizden daha fazla üzüntü çekiyoruz
21/34 Işqa we celew ji me revaye
Mani’ li me perdeya heya ye
Aşkınız yularımızı elimizden kaçırtmıştır
Bize engel olan şey ise hayâ perdemizdir
21/35 Ew perde ji bo we ra ‘edîm e
Bêperdeyî jibo we ra qedîm e
O ar perdesi sizin için bulunmamaktadır
Perdesizliğiniz çok eskiye dayanmaktadır
259
1. 2. Kız İsteme
Sitî’nin Tacdîn’e istenmesiyle ilgili aşağıdaki beyitlerde söylenenlerden o dönemde kız isteme geleneğinin şu şekilde olduğunu anlıyoruz:
-Önce bazı kimseler bu iş için aracı olurlar
-Sonra kızı isteyecek olan heyet kızın velisinin evine gider
-Heyete molla ve hatipler öncülük ederler
-Bunlar ricacı olup dua ederler
-Heyetin içinde âlimler, cahiller, yargı mensupları ve yöneticiler de
bulunur
-Heyet sözcüleri kızın velisini ve ailesini şa’şaalı sözlerle överler
-Kendisi için kızlarını istedikleri damat adayının da bazı meziyetlerini
sayarlar
-Kızın velisi kızı verdiği takdirde meclis dağılmadan önce nikâh kıyılır
-Nikâh kıyıldıktan sonra mutluluk duaları okunur
-Ardından kızın verildiği ve nikâhının kıyıldığı davul zurnalarla duyurulur
-Bu duyuru düzenlenen oyun ve eğlence partileriyle pekiştirilir
-Bu oyun ve eğlence partilerinde müzisyenler tutulur, çeşitli çalgılar
çalınır
-Varlıklı kız tarafı büyük ziyafetler verir, türlü yiyecekler bulundurulur
-Ziyafette misafirleri bizzat kızın velisi ağırlar ve onlara hizmet eder
-Bu etkinlikler esnasında damada kimin sağdıçlık yapacağı ilan edilir
21/36 Xwazgîn û wesaît û wesîle
Herçî ku ji ba we bên cemîl e
Dünürler, arabulucu ve vesile olan kimse
Güzel bir şeydir tarafınızdan kim gelirse
21/37 Ev renge bibêje wan hebîban:
Mecmû’ê mewalî û xetîban
Sen şunları söyle o sevdiğimiz kimselere:
Haber versinler bütün molla ve hatiplere
21/38 Hindek ji we ra bibin ricaçî
Hindek ji me ra bibin du’açî
260
Onlardan bir kısmı sizin için olsun ricacı
Diğer bir kısmı ise bizim için olsun duacı
21/39 Belkî kiribit Xwedê muqedder
Wesla me û we bibit muyesser”
Belki de Allah bunu yapmış alınyazımız
Belki kolay gerçekleşecek kavuşmamız”
22/11 Gava ku ewan bihîsti mizgîn
Hay dan bi tebayî xelq û xwezgîn
Ne zaman ki kendileri bu müjdeyi işittiler
Halkı ve dünürleri birlikte haberdar ettiler
22/12 Hindek ‘ulema û hin di ‘adil
Hindek umera û hin di cahil
Bazı âlimler ile bir kısım adil kimseler
Bazı yöneticilerle bir kısım cahil kişiler
22/13 Rabûne ve cumle çûne nik Mîr
Ev renge kirin qediyye teqrîr:
Hep birlikte kalkıp gittiler Mîr’in yanına
Meseleyi de şu şekilde dile getirdiler ona:
22/14 Ki "ey waliyê mulk û mal û millet"
Wey hamiyê dad û dîn û dewlet
Ey mülkün, malın ve milletin efendisi!
Ve ey adaletin, dinin ve devletin hamisi!
22/15 Tu sayeê lutfê Kirdîkar î
Îro li me şah û xwundîkar î
Sen Yaratıcı’nın yeryüzündeki gölgesisin
Bugün bizim padişahımız ve hâkimimizsin
22/16 Şah î, nezera te kîmya ye
Mah î, esera te pirziya ye
Sen, bakışları kimya olan bir padişahsın
Sen eseri çok ışık vermek olan bir Ay’sın
261
22/17 Herçî te vexwendî ew ‘ezîz e
Herçî te nexwendî bêtemîz e
Kimi yanına davet etmiş isen azizleşmiş
Sen kimi reddetmiş isen önemsizleşmiş
22/18 Herçî te kire çirax û geş kir
Ger halxirab e jî te xweş kir
Kimi çıra yaparak ışığını yükseltmişsen
Hâli kötü de olsa hâlini düzeltmişsin sen
22/19 Tacdîni egerçi mîrza ye
Nîsbet bi te bende ye, geda ye
Her ne kadar Tacdîn de bir beyzâdedir
Sana kıyasla o ancak dilencidir, köledir
22/20 Hatin ku bikin ji dil du’ayê
Fîlcumle dikin ji te ricayê:
Buraya geldik ki dua edelim gönülden
Hepimiz birlikte rica ediyoruz senden:
22/21 Tacdîn Sitiyê ji te dixwazit
Ew qûl bi çiraxiyê dinazit
Tacdîn senden Sitî’yi ona vermeni istiyor
O kölen sana çırak olmak için naz ediyor
22/22 Ew bende ye wî bigêre azad
Zîbende ye wî bidêre damad”
Kulundur o, hürriyetine kavuştur, et azat
Yakışıklı biridir onu kendine yap damat”
22/23 Mîr go ku: “Heçî we dîtî laîq
Elbette jibo me ra ye faîq
Mîr dedi ki: “Siz kimi layık görmüş iseniz
Kesinlikle bizim için de odur üstün/aziz
262
22/24 Herçî ku wekîl e bêt û rûnit
Mewla kî ye xutbeê bixwûnit
Nikâhı kıyma vekili kim ise gelsin otursun
Hoca kim ise nikâh kıyma duasını okusun
22/25 ‘Eqda Sitiyê me kir li Tacdîn
Îcabe eve qebûl e amîn!
Biz Sitî’yi Tacdîn’e nikâhlayıp ona verdik
Cevabımız olumlu, Allah kabul etsin dedik
22/26 Fîlhal Çeko bezî û pê Mîr
Teqbîli kir û qebûlê teqrîr
Çeko hemen koşup Mîr’in ayağına kapandı
Ayağını öptü ve kabul işini orada onayladı
22/27 Mecmû’ê mela û şêx û mîran
Axa û ekabîr û feqîran
Tüm mollalar, tüm şeyhler ve bütün beyler
Bütün ağalar, tüm ileri gelenler ve fakirler
22/28 Vêkra bi devê xwe wan sena kir
Têkda bi dilê xwe wan du’a kir
Onlar hep beraberce sena ettiler dilleriyle
Hepsi de birlikte dualar ettiler kalpleriyle
22/29 Mîr go: “Biqutin def û rebaban
Bînin hemî şerbet û şeraban
Mîr dedi: “Çalın davulları ve rübabları
Getirin tüm şerbetleri ve bütün şarapları
22/30 Da bezmeke şadimane danîn
Îro he ku subhe em nizanîn
Ki biz sevinç ile dolu bir meclis kuralım
Yarın ne olur bilemeyiz, bugüne bakalım
263
22/31 Dê şubhetê vê demê di xweş bin
Ya dê bimirîn û ya nexweş bin
Acaba şimdiki gibi hayatta mı kalacağız?
Yoksa biz öleceğiz ya da hastalanacağız?
22/32 Hubla ne leyalî ey mewalî!
Kanê çi dizên ‘ele’t-tewalî!
Geceler bir şeylerle gebedirler ey dostlar!
Bakalım birbiri ardına neler doğuracaklar!
22/33 Ev şîwen û şahî teweman in
Ev çerx û felek di bêeman in
Şu matem ve sevinç birbirinin ikizidir
Şu çark ve felek de hepten güvensizdir
22/34 Geh nûri numa ne gahi muzlem
Geh sûri numane gahi matem
Bazen aydınlığı gösterir bazen karanlığı
Bazen düğünü gösterir bazen de yaslılığı
22/35 Gava ku dibînî weqtê ‘îşret
Da fewt nekî zemanê firset
Gördüğün an sevinç-eğlence zamanını
Sakın elinden kaçırma o anın fırsatını!
22/36 Lewra ku zeman mîsalê şîr e
Nabêjitin ev mela ye, mîr e
Çünkü “zaman” tıpkı bir kılıca benziyor
Bu molla mıdır ya da bey midir demiyor
22/37 Îro he ji bo ridayê Tacdîn
Min jî ji xwe ‘ed bikin bi xwazgîn
Bugün Tacdîn’in hatırı vardır hesaplayın
Beni de bir dünür gibi kendinizden sayın
264
22/38 Ev çende zeman e ew xulam e
Daîm di xulamiyê temam e
Bunca zamandır hizmetçi olarak çalışıyor
Hizmetçiliğini de her zaman tam yapıyor
22/39 Ew hinde di xidmeta me da bû
Umrê wî di ber me da feda bû
Kendisi uzun bir zaman bize hizmet etti
O, ömrünü bize hizmet etmek ile tüketti
22/40 Şert e di şerî’eta wefayê
Em jî ji wî ra bixwun cefayê
Artık kesin şart olmuştur vefa kanununda
Ki biz de cefalar çekelim onun yolunda
22/41 Îro he di xidmeta wî rabîn
Bizzat di xidmeta wi da bîn
Bugün bizler de onun hizmetine koşalım
Biz bizzat kendisinin hizmetinde olalım
22/42 Mêrê wehe kî bitin ku canî
Şabaş nedite bi şadimanî?
Kim kendi ruhunu böyle olan bir yiğide
Bağış olarak vermez ki mutlu bir şekilde?
22/43 Ger min hebitin hezar û yek ser
Wan cumle di rojekê bi defter
Eğer benim bin bir tane başım bile olursa
Onların tümü bir gün içinde hesaplanırsa
22/44 Ger ez nekirim fîda bi carek
Mîrînî li min nebit mubarek”
Eğer hepsini birden feda etmez isem ona
Beyliğim hiç de mübarek olmasın bana!
265
22/45 Tacdîn ku di xidmeta Emîr bû
Çeşna wî di dest û çeşnegîr bû
Tacdîn ki o daima Mîr’in hizmetindeydi
Mîr’in kepçecisiydi ve kepçesi elindeydi
22/46 Elqisse bi şewketa xwe ew Mîr
Rabû bixwe bûye çaşnîgîr
Kısacası o Mîr azametli olmasına rağmen
Bizzat kepçeci olup hizmete kalktı hemen
22/47 Kêşa wî bi meclîsa xwe xwanek
Goya kire ferşi asîmanek
Meclisinde öyle bir sofra ortaya koydu ki
Bir gökyüzü tabakasını ortaya serdi sanki
22/48 Qursê meh û mîhrê asîmanî
Înan te digo bi cayê nanî
Yuvarlak Ay ve gökteki Güneş’i getirdi1
Sanki ekmeği değil onları sofraya serdi
22/49 Ev lengeriyê di zîv û zêrîn
Şubhetê felekê di jor û jêrîn
Gümüşten ve altından şu büyük sahanlar
Üst ve alt gök tabakalarına benziyordular
22/50 Her sehnê mezin mîsalê burcek
Serpoşê li ser ji rengê durcek
Her büyük bir sahan tıpkı bir burç gibiydi
Örtünün rengi mücevher kutusu rengiydi
22/51 Her tebsî û kaseyê di fexfûr
Yek exterê pirdiyayê pirrnûr
Çin yapımı fahfûrî kâseler ve her tepsi
Çok ışık ve nur saçan yıldızdı her birisi
1
266
Ay ve Güneş’ten maksat ekmektir. Renk ve şekil bakımından ekmeğin bu iki gök
cismine benzetilmesi klasik şiirde yaygın bir kullanımdır.
22/52 Cedy û Hemelê di asîmanî
Buryan û kebabê mîhimanî
Gökyüzünde olan Oğlak ve Koç burçları
Olmuştu büryan ve misafirlik kebapları
22/53 Her kase û tebsiyek yek enbar
Serşare şebîhê nefsê emmar
Her kâse ve tepsi bir ambarı andırıyordu
Kötülük emreden nefis gibi içi doluydu
22/54 Enwa’ê te’am û çerb û şîrîn
Elwanê xeda û nuqlê rengîn
Yağlı ve tatlı olarak türlü türlü yemekler
Çeşit çeşit gıdalar ve renk renk mezeler
22/55 Van meşrebe û eyaxê Çînî
Dewran dikirin bi nazenînî
Çînî türden bu maşrapalar ve bu kaseler
Nazlı bir şekilde dolaştırılıp dönerdiler
22/56 Seyyaresîfet bi geşt û seyran
Herçî ku didî dimayî heyran
Gezegenler gibi ederlerdi devir ve seyran
Onları gören herkes onlara kalırdı hayran
22/57 Narinc û tirinc û nar û lîmû
Newbareê şaxîsarê mînû
Narenciye, turunç, nar ve limonlar var idi
Cennet ağaçları üstünde yeni meyvelerdi
22/58 Fanîz û nebat û qend û şeker
Mawerd û zebad û misk û ‘enber
Helvalar, nebatlar, şeker suları ve şeker
Gülsuyu, zübad esansları, misk ve anber
267
22/59 Hindan dikirin me’îde xaze
Hindan dikirin dîmaxî taze
Onlardan bazıları mideye gıda veriyordu
Bazıları da beyni yenileyerek tazeliyordu
22/60 Mecmer geriyan bi ‘ûd û ‘enber
Bûn cumle meşamê can mu’etter
Buhurdanlıklar ûd ve anber ile dolaştılar
Tümü ruh için birer koku kaynağı oldular
22/61 Ramuşger û xweşnewa û xweşdeng
Şayeste û xweşqumaş û xweşreng
Sazcılar, güzel makamlı ve güzel sesliler
Kumaşı ve rengi hoş uygun elbiseliydiler
22/62 Hevdengi hinek bi sewtê sazan
Hemrengi hinek bi fexr û nazan
Bazıları sazlarla uyumlu sesler çıkardılar
Bazıları övünme ve nazlarla arkadaştılar
22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr
Çeng û def û sûrena û sentûr
Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr
Hem çengi ve davul hem zurna ve santûr
22/64 ‘Uşşaq û newa, ‘Iraqî û ewc
Vêkra dikirin bi rastî zewc
Uşşak, neva, Irakî ve evc adlı makamlar
Rast makamıyla bir çift oluşturmuştular
22/65 Awaze û şu’be û meqamat
Bê perde bi mu’ciz û keramat
Avaze, şu’be makamı ve diğer makamlar
Mucize ve keramet gibi perdesiz çıktılar2
2
268
“Şu’be”: Kelime anlamı şube ve daldır. Terim olarak altı avazdan elde edilen ve sayıları
24 olan ikinci derecede bir makamdır. Abdulazîz b. Abdulkadir el-Merağî tarafından
bulunan bir müzik makamı olan Şu’be iki dala ayrılmaktadır. Biri Safa Şu’besi, öbürü de
Sultan II. Mehmed’e armağan ettiği Şah Şu’besi’dir.
22/66 Zahir ku dibûn ji nayê gerdan
Xaretkerê ‘eql û dîn û îman
Neyden gerdan makamı ortaya çıktığında
Aklı, dini ve imanı talan ediyordu o anda
22/67 Saqî şewişîn bi abê engûr
Mutrib herişîn bi sîtê sentûr
Sakiler seğirttiler üzüm suyu (şarap) ile
Çalgıcılar da sallandılar santurun sesiyle
22/68 Qewwal û muxennî û xezelxwan
Mexmûr û siyah, mest û sekran
Laf ebeleri, şarkıcılar ve gazel okuyanlar
Mahmur, gözü kara, mest ve sarhoştular
22/69 Elqisse li rexmê seb’ê şeddad
Danîn bi wî resmî ‘ursibunyad
Kısaca yedi gaddar feleğin inadına onlar
Öyle bir töreyle düğünün temelini attılar
22/70 Xettatê felek ji dest qelem ket
Celladê felek ji dest dudem ket
Ki kalem düştü feleğin kâtibinin elinden
Kılıç da düştü feleğin cellâdının elinden3
22/71 Nahîd bi erdê da dida çeng
Meh çû veşirî di bircê Xerçeng
Zühre yıldızı “çengî”yi yerden yere attı
Ay ise gidip Yengeç burcunda saklandı4
3
“Xettatê Felek” (Utarid/Merkür): İkinci felekte yer alır. Pazar gecesi ile Çarşamba
hâkimdir. Bunun etkisinde doğanların anlayışlı, kavrayışlı, zeki ve kurnaz olduklarına
inanılır. Güneş Sultan’ın yazıcısıdır. Bundan dolayı “xettatê felek” (feleğin yazıcısı)
olarak da anılır. Xanî’nin bu beytinde geçen “xettatê felek”le bu gezegen kast edilir.
4
Zühre yıldızı ile çengî aleti arasındaki ilişki, klasik astronomiye göre bu yıldızın Güneş’in
çalgıcısı olarak kabul edilmesidir.
269
22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû
Bercîsi di Hûti bênîşan bû
Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı
Jüpiter Balık burcuna girdi, izi kalmadı
22/73 Dunya hemî bûye ‘eyş û ‘îşret
Zala felekê ji kerb û hesret
Bütün dünya oyun ve içki âlemi içindeydi
Kocakarı felek üzülüp hasret çekmekteydi
22/74 Çû ji dest nedihat û maye ‘aciz
Naçari ‘ecûze bûye kadiz
Aciz kalmıştı, bir şey gelmiyordu elinden
Koca karı saman hırsızı oldu çaresizlikten
22/75 Şeyxûxeê çerxê rengsemawî
Rehwari sema’ kir rehawî
Gökyüzü mavisi felek sanki bir koca karı
Rahvanca dönüp dinledi rehavî makamları
22/76 ‘Alem hemî bûye ‘îşretabad
Şehrî, bedewî, ‘ebîd û azad
Dünyanın tümü oluvermişti içki içilen yer
Şehirli ve köylüler, köleler ve hür kimseler
22/77 Mustexriqê nî’met û tereb bûn
Mustecmi’ê şahî û le’eb bûn
Nimet ve eğlenceler içinde boğulmuşlardı
Eğlence ve oyun amacıyla toplanmışlardı
22/78 Rabû ve ku xwan ji ber xewasan
Saqî geriyan bi cam û kasan
Sofra seçkin kişilerin önünden kalktığında
Sakiler kadeh ve kâselerle dolaştılar o anda
22/79 Mîr xwondine pêş Memo û Tacdîn
Go: “Çerxe li min Memo, tu şoşbîn”
Mîr, Memo’yu ve Tacdîn’i yanına davet etti
“Talim bana ait, sen sağdıç ol Memo!” dedi
270
22/80 Ew herdu kirin temamî melbûs
Rabûn bi edeb etek kirin bûs
İkisini de giydirdi baştan ayağa tamamiyle
Onlar da kalkıp eteğini öptüler edepleriyle
22/81 Rûniştin û pêkve wan vexwarin
Ew roji bi yek ve rabuwarin
Oturdular onlar ve hepsi beraberce içtiler
O günü birlikte böyle bir şekilde geçirdiler
1. 3. Gelinin Süslenmesi ve Götürülmesi
Her toplumda gelin gidecek olan bayanı çeşitli şekillerde süslemek bir
gelenektir. Mem û Zîn’in aşağıda sunacağımız beyitlerinden Kürt toplumunda eskiden gelinin nasıl süslendirilip hazırlandığı, bu işte kimlerin
görev aldıkları ve ne tür süsleme unsurlarının kullanıldığı net bir şekilde
anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili beyitleri sıralamadan önce bu olguları sıralamak istiyoruz:
-Süsleme işini profesyonel kuaförler yapmaktadır ki bunlara “meşşate”
denir.
-Varlıklı ailelerde bunlara dadılar ve hizmetçiler yardımcı olurlar
-Gelin gibi gelinin çok yakın arkadaşları olanlar da süslendirilir
-Süsleme işinde zülüf ve benlerden başlanır, rastık çekilir
-Gelinin beline özel bir kemer bağlanır
-El ve ayaklarına kına sürülür
-Özellikle yüksek tabakaya mensup olanların başına taç koyulur
-Bu tacın etrafı çeşitli mücevherlerle süslendirilir
-Süsleme işi bittikten sonra gelin damat evine götürülür
-Götürecek kişilerin de gelin gibi süslenmiş olmalarına dikkat edilir
-Gelin dönemin en önde gelen bineğine bindirilip yola çıkılır
-Bineklere gelin evinden damat evine götürülecek çeyiz sandıkları yüklenir
-Yolculuk boyunca sofu ve mollalar dâhil gruplar temaşaya çıkar
-Yolculuk boyunca müzisyenler çeşitli makamlar ve aletlerle şarkı söylerler
271
23/3
Meşşate û daye û perestar
Işqê kirî cumle gerimbazar
Hem Kuaför ve Dadı, hem de hizmetçiler
Aşk pazarında onların hepsi de pişmiştiler
23/4
Çûn zeyni bikin Sitî û Zînan
Nazende bikin du nazenînan
Gittiler ki Sitî ve Zînler’i süsleyiversinler
Gittiler ki o iki nazenini daha nazlı etsinler
23/5
Ewwel fikirîn di zulf û xalan
Dîtin ku dilan dibin bi talan
Önce zülüf ve benler ile ilgili düşündüler
Gönülleri bunların talan ettiğini gördüler
23/6
Gava fikirîn di qewsê ebrû
Bûn şubhetê wesme, jê siyehrû
Sitî ve Zîn’in yay kaşlarını düşündükleri an
Rastıktan utanç duyup onun gibi karardılar
23/7
Fikrîne ruxê di wan di taze
Şermende dibûn bi cayê xaze
Onların taze yüzlerini seyretmeye daldılar
Al rengin adına kendileri kızarıp utandılar
23/8
Qadir nedibûn ji surmeê reş
Ahûyê Xeten bikin muşewweş
Sürme ile bozmaya yetmiyordu ki güçleri
Haten ceylanlarının gözleri gibi o gözleri
23/9
Ser ta bi qedem ji rengê şane
Sed se’y kirin ji bo behane
Yapı olarak baştan ayağa tarak gibiydiler
Süslemeye bahane için yüz çaba harcadılar
23/10 Mehda ji du ahûyan yek ahû
Wan seh nekirin hetta serek mû
Onlar o her iki ahuyu teker teker araştırdılar
Bir kıl ucu kadar bile kusurlarını duymadılar
272
23/11 Îlla serê mûyekî miyan bû
Ew jî bi mesel ne ten ne can bû
Ama onların belleri bir kıl ucu gibi inceydi
Örneklikte ne tene ne ruha benzemekteydi
23/12 Qet’a ji mexafeta şikestin
Qet lê kemerek nehate betsin
Kesinlikle kırılır korkusundandı ki o beller
Bağlanmadı onlara hiçbir zaman bir kemer
23/13 Kes dil nedida çû lê bibînit
Belkî ku ji nazikî şikînit
Kimse o bellerde kemer görmek istemiyordu
Zira naziklikten kırılma ihtimali bulunuyordu
23/14 Ma dest dida ku dest û pence
Hena biketin bi rengê rence
Hiç imkân var mıydı onların el ve ayaklarına
Zoraki olarak kına yakmaya kalkışmalarına?
23/15 Neqşê ku Xwedê kirî muxeyyer
Kî qadir e ku wî bikit muxeyyer?
Onu başka türlü değiştirmeye kim güç yetirir?
Bir nakış ki Allah onu tercih ederek seçmiştir
23/16 Axir geriyan ji rengê me’yûs
Ew man û hena û reng û pabûs
Sonunda kına yakma işinden ümidini kestiler
Kına-boya arıyla ayaklarını öper gibi eğildiler
23/17 Zînet ji qeddê di wan hebîban
Bexşîne zemîn tela û şîban
O iki sevgilinin endamından dökülen süslerdi
Ki yeri hem yaldızlamış hem ışık vermişlerdi
23/18 Ferxunde kirin bi ferqê, efser
Tabende kirin bi tacê, gewher
Başları üzerindeki tacı başları ile kutlu yaptılar
Başlarındaki taçla mücevherlerini aydınlattılar
273
23/19 Serlewheê sefheê musenne’
Zîbende bi zîwarê muresse’
Taçlarının önleri sanatlı levha gibi süslenmişti
Süslü zinet maddeleriyle güzel hâle getirilmişti
23/20 Pîraye ji rewneqa cemalê
Bû hale li xermena hîlalê
Güzelliklerinin parlaklığından süsler ışıldadı
Hilalin harmanı içinde hale gibi bir şekil aldı
23/21 Elmas û zumurrud û mirarî
Xal û xet û turreê di tarî
Hem elmaslar, hem zümrütler, hem de inciler
Hem ben ve çizgiler hem de simsiyah örgüler
23/22 Manendê kîtabê şa’iran e
Mewdû’i bi wed’ê xane xane
Sanki şairlerin şiirlerini içeren divanlar gibiydi
Bu şiirler o divanlarda beyitler hâlinde diziliydi
23/23 Ev rewneqê aridî û zatî
Bû nusxeê sîhr û mu’cîzatî
Sonra oluşan güzellik ile özlerindeki güzellik
Hem büyüleyici bir nüsha oldu hem mucizelik
23/24 Ebyati bi cem’ê bûne dîwan
Ayati bi sun’ê bûne Qur’an
Beyitler bir araya getirilip divan hâline geldiler
Sanatlı bir şekilde Kur’an olmuş ondaki ayetler
23/25 Ew sen’etê Ustadê Mutleq
Herçî ku didî digo “Huwelheqq”
O, En Büyük Üstad’ın sanatından bir eserdi
Onu gören herkes itiraf edip “O Haktır” derdi
274
23/26 Tezyîn ku temam bû li bûkan
Ayîn kete çaresû û sûkan
Gelinleri süsleme işleri bitip tamamlandığında
Merasim yapıldı hem çarşılarda hem pazarlarda
23/27 Enwa’ê tecemmul û melabîs
Elwanê cewahîr û nefaîs
Her türlü mücevherler ve renk renk nefis süsler
Çeşitli güzellik unsurları ve türlü türlü giysiler
23/28 Sed cariye û du sed benî çûn
Zerbeftê lîbas û zerbenî çûn
Yüz cariye ve iki yüz de erkek hizmetçi gittiler
Altın iplikli ve sırmalı elbiseler içerisindeydiler
23/29 Nafe bi qîtar û dur bi qîntar
Yaqût bi bar û zêr bi xerwar
Misk kutuları sıra sıraydı, inciler rıtıllarlaydı
Yakutlar yükler hâlinde, altınlar çuvallarlaydı
23/30 Xaric ji te’edduda hîsaban
Xariq li teqeyyuda kîtaban Hesap olarak sayılamayacak kadar çok fazlaydı
Kitapların kaydedebileceği miktarı aşmaktaydı
23/31 Nedihate te’eqqul ev cîhaze
Nedibûn mutehemmil ew cemaze
Bu çeyizlerin haddi ve hesabını akıl almıyordu
Onları taşımaya develerin bile gücü yetmiyordu
23/32 Vê debdebeê we kirne aşiq
Bû zelzele, rakirin xelayiq
Bu ihtişamlı hâl âşıkları o kadar coşturmuştu ki
Halkı ayağa kaldırmıştı, zelzele olmuştu sanki
275
23/33 Şehrî ji muzekker û muennes
Fîlcumle muzeyyen û mulebbes
Hem erkek hem kadınlardan oluşan şehirliler
Hepsi süslenmiş ve güzel elbiseler giymiştiler
23/34 Teşbîhi bi behrê pirtemewwuc
Cunbuş dikirin, xered teferruc
Dalgaları gür olan bir denize benzerlerdi
Gezi yapmak amacıyla hareket ederlerdi
23/35 Nageh geriya bi Cûdî meftûh
Dergahê kerem li Keştiya Nûh
Aniden Cûdî Dağı’nda kerem kapısı açıldı
Nuh’un Gemisi’ni bir kerem tufanı sardı
23/36 Ye’nî ku ‘emareta Sitî tê
Qesra periya bi rastî tê
Yani içinde Sitî’nin olduğu şey tahtırevandı
Bir saray ki içinde gerçek olan bir peri vardı:
23/37 Her texte ji ‘ûdê sendelûsî
Textek xetebendê abenûsî
Onun her tahtası sandal ağacının dalındandı
Bir taht da var idi ki pervazları abanozdandı
23/38 ‘Erşek ji cewahîran muresse’
Belqîs celîs û lê murebbe’
Mücevherlerle süslenen bir taht kurulmuştu
Belkıs üzerinde bağdaş kurarak oturmuştu
23/39 Dest bestî ji pêş ve pîşekaran
Zerrînkemer û guherguharan
Onun önünde el bağlamış idi hizmetçileri
Kemerleri altından, mücevherden küpeleri
276
23/40 Sed “Asef Berxiya” wekî ba
Hemmalî dikir bi ‘erşi dilşa
Rüzgâr gibi süratli yüz Asef Berhiya’lar5
Gönül hoşluğu ile onun tahtını taşırdılar
23/41 Hilgirtine ser serê xwe ew mehd
Dest dest direvan ji hev bi sed cehd
O beşiği başları üzerine koyarak taşırlardı
Yüz çaba sarf ederek elden ele kaçırırlardı
23/42 Ew texterewan wekî gemî bû
Behra ku bi ser ket Ademî bû
Sitî’nin konulduğu tahtırevan gemi gibiydi
Üzerinde yüzdüğü deniz bir insan deniziydi
23/43 Behrek ji hewa ku bête cûşî
Naçari ji dil dikit xurûşî
Eğer bir deniz havadan dolayı coşkun aksa
Elbetteki gönülden taşacak o, çaresiz kalsa
23/44 Xelqê cihê cumle aşiqane
Perwane û şem’i der miyan e
Halkın orada duruşu âşıkâne bir tarzdaydı
Pervane ile Mum orada halkın ortasındaydı
5
“Asef Berxiya” (Asaf Berhiya): Süleyman Peygamber’in kâtibi ve veziridir. Tevrat’a
göre Yakûb Peygamber’in soyundan olan Asaf aynı zamanda bir müzisyendi. Hz.
Süleyman Kudüs Mâbedi’ni inşa ettikten sonra Ahit Sandığı’nı tapınaktaki yerine
o nakletmiştir. Kur’anda Saba Kraliçesi Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıcaya kadar
Süleyman Peygamber’e getiren bir bilginden söz edilmektedir ki bazı rivayetlerde
bunun Asaf olduğu belirtilmektedir. Kur’an’ın 27. sûresi olan Neml Sûresi’nin 3840 arası ayetlerinde konumuzla ilgili kısımlarda şöyle denilmektedir: Süleyman
danışmanlarına dedi ki: “Ey ulular! Hanginiz o kraliçenin tahtını bana getirebilir?”
Allah tarafından kendisine ilim verilen biri şöyle dedi: “Gözünü açıp kapamadan ben
onu sana getirirm”. Xanî’nin bu beytinden onun da tahtı getiren kişinin Asaf olduğuna
ilişkin görüşü benimsediği anlaşılmaktadır.
277
23/45 Sofî û mela, feqîr û paşa
Vêkra li teferruc û temaşa
Hem sofu ve molla, hem fakirler ve paşalar
Tümü gezi ve temaşa için dışarı çıkmıştılar
23/46 Xelqê ku ji dest xeman biferyad
Ferdek qe nema nebûyî dilşad
Nice insanlar gam elinden feryat çekiyordu
Orada kalbi sevinçle dolmayan kimse yoktu
23/47 Her ber derekê şemateyek lê
Her mecme’ekê temaşeyek lê
Her kapının önünde bir şamata bulunuyordu
Her meclisin içinde bir temaşa bulunuyordu
23/48 Te digo ku ‘erûs ‘eynê can e
Lew bûne beden li pey rewan e
Sanırdın ki gelin sanki ruhun kendisidir de
Onun için insanlar beden olup akar peşinde
23/49 Sazan mirî hey kirin wekî Sûr
Kûs û def û kerrena û naqûr
Sazlar ölmüş olan kimseleri Sûr gibi diriltti
Göç davulu, davul, borazan ve boru var idi6
23/50 Şabaş û seda û gazegazan
Guhdari xenî kirin ji sazan
Bahşişler, sesler ve uğultular iç içe girmişti
Çalınan sazlarla dinleyicileri zengin etmişti
6
278
“Kûs” (Göç Davulu, Kös): Mehter müziğinin bir enstrümanıdır. Davulun sekiz on katı
büyüklüğündedir. Eski zamanlarda savaş sırasında çalınırdı ve deve sırtında taşınırdı.
23/51 Vêkra ku seda ji wan bider ket
Qesra felekê seda bi ser ket
O sesler gökyüzü sarayına kadar ulaştı o an
Hepsinden birden sesler yükseldiği zaman
23/52 Ev ‘eyş û nîşat û şadimanî
Nadîde bi dîdeyan zemanî
Bu eğlence, neşe ve sevinç içinde geçmişti
Hiçbir zaman böyle şey gözle görülmemişti
23/53 Fulka feleka melek di navê
Mewcan ku reva di weqt û gavê
İçinde meleğin bulunduğu o felek gemisini
Dalgalar an be an alıp kaçırıyordu kendisini
23/54 Ev tentene û şî’ar û ayîn
Çûn lehzeyekê gîhane Tacdîn
Bu tantanalar, bu sloganlar ve merasimler
Bir müddet sonra Tacdîn’in yanına yetiştiler
23/55 Tacdîn bixwe bûye padîşahek
Mem jî li teniştê şubhê mahek
Tacdîn’in kendisi bir padişahı andırıyordu
Yanında duran Mem de bir aya benziyordu
23/56 Rûniştî di şehnaşînê ‘alî
Cem’ek ji ekabîran hewalî
Oturmuştu şahların oturduğu yüksek sarayda
İleri gelenlerden bir grup da var idi etrafında
23/57 Rabûn li teferrucê vewestan
Wan cumle tebeq di herdu destan
Bunlar kalkıp olayı biraz geriden seyre daldı
Hepsinin her iki elinde tabak bulunmaktaydı
279
23/58 Manendê tîbaqê asîmanî
Yaqût û zumurrudê di kanî
Bu tabaklar gökyüzü tabakalarına benziyordu
Onlarda yataklı yakut ve zümrüt bulunuyordu
23/59 Rihtin tebeqê di wê nîsarê
Jor da li ‘emarete Nîgarê
İçinde mücevherler olan o tabakları boşalttılar
Yukarıdan aşağı Nigar’ın tahtı üstüne saçtılar
23/60 Emma tebeqê di wan hemî pur
Zêr û wereq û cewahîr û dur
Sıra tamamı dopdolu olan tabaklarına gelince
Altınlar, para, mücevher ve inciler dökülünce
23/61 Yexmakerê gencê bûne maşa
Xêzan hemî bûne mîr û paşa
Dilediklerini alabiliyordu hazine yağmacıları
Bey ve paşa olmuşlardı oranın tüm yoksulları
23/62 Sed cari li hêviya herîsan
Xaric ji civandina xesîsan
İhtirasçıların umduklarından yüz kat fazlaydı
Pintilerin toplayabilme güçlerinin dışındaydı
23/63 Fadil ji kerameta kerîman
Zaid ji xwedaniya leîman
Cömertlerin cömertliklerinden daha fazlaydı
Alçakları artık dilendirmeyecek miktardaydı
23/64 Xêzan û geda we bûne mun’em
Muflis bûne zenperest û muxlem
Nimetler içerisinde kaldı fakir ve dilenciler
Kadın tüccarları da oğlancılar da iflas ettiler
280
23/65 Xêzan û geda, xenî û zengîn
Şadan û hezîn û şa û xemgîn
Kim yoksul, dilenci; kim zengin, varlıklı
Kim mutlu, mahzun; kim sevinçli, gamlı
23/66 Êdî nedibûn ji hev muşexxes
Te digo hemî mîrek in murexxes
Artık birbirlerinden ayırt edilemezlerdi
Sanırdın ki onların hepsi onaylı beylerdi
23/67 Têkda di munasib û muwafiq
Vêkra di musafih û mu’aniq
Tümü birbiriyle uyumlu, denk olmuşlardı
Birbiriyle tokalaşıyor ve kucaklaşıyorlardı
23/68 Hasil ku ji meqseda seramest
Bûn ew der û ban û ew sera mest
Kısaca kafaları mest edenin o muradından
Mest oldu o kapılar, çatılar ve saray o an
23/69 Hin mest û hinek diger di bengî
Xwanende û bezlego û çengî
Bazıları mest olmuştu, sevdalıydı bazıları
Sanatçılar, palyaçolar ve çenk çalgıcıları
23/70 Her bengî û serxweşê di Bohtan
Têk hatine çerx û baz û lotan
Botan’da ne kadar sevdalı ve sarhoş varsa
Hep birden kalktı oyuna, halaya ve raksa
23/71 Bêrîte, sema û saz û govend
Şîrîn û şekerleb û şekerxend
Berîte, sema dönmesi, sazlar ve halaylar77
Tatlı, şeker gülüşlüler ve şeker dudaklılar
7
“Berîte, Sema, Govend”: Kürtçe bir kelime olan “govend” özellikle düğünlerde çekilen
halay demektir ki bu oyunun başını çekene “sergovend” adı verilir. Yine Kürtçe
281
23/72 ‘Ezra û ruwal û bîkr û murdan
Hûr û melek û perî û wîldan
Bakire, genç, kızlar ve tüyü yeni bitmeler
Huri ve melekler, periler ve toy erkekler
23/73 Gulpîrehen û semenqebayan
Şekkerdehenan û qendexayan
Gül benekli gömlekli, yasemin kaftanlılar
Tatlı dilliler ve konuşması şeker olanlar
23/74 Zerrînkemeran û keckulahan
Tel’etqemeran û xetsiyahan
Altın kemerliler ve kûfileri eğik olanlar
Yüzleri Ay’a benzeyenler, siyah hatlılar
23/75 Sîmînbeden û semen’izaran
Sêvînzeqen û memikhinaran
Yasemin şakaklılar ile gümüş bedenliler
Hem elma çeneliler hem de nar memeliler
23/76 Ev mûyemiyan û maregêsû
Ev çardesale, çareebrû
Şu kıl gibi ince belli ve yılan saçlı olanlar
Şu on dört yaşındakiler ve kaytan bıyıklılar
23/77 Murdan û murahîq û mucerred
Lawê we ku xet wekî zumerred
Toy çocuklar, tüysüzler ve bıyıksız olanlar
Ve şakakları zümrüt gibi olan genç oğlanlar
olan “berîte” medrese talebelerine mahsus çalgısız bir oyundur. Özellikle 12 ilimden
mezun olup icazetname almayı hak kazananlar için düzenlenen icazet merasiminde
talebeler karşılıklı iki grup hâlinde dizilirler. Sesli parçaya başlayan bir grup karşıdaki
gruba ahenkli adımlarla yürümeye başlar başlamaz karşıdaki grup da cevap
vererek ona doğru aynı ahenkli adımlarla yürür ve bu iki grup orta yerde karşılaşıp
tekrar gerisin geri dönerler. “Semâ”, dinlenen ilahînin ya da müziğin etkisiyle coşup
dönmektir. Bu dönüş atomdan galaksilere ve samanyollarına kadar düzgün dairesel
hareketle dönerek Allah’ı zikreden bütün bir kâinatı sembolize etmektedir.
282
23/78 Xweşdeng hinek, hinek di xweşreng
Hin cergebezî û hin diger leng
Bazıları güzel sesliydi bazıları güzel benizli
Bazıları hızlı koşardı diğer bazıları seksekli
23/79 Bîlcumle li rexmê vê ‘ecûzê
Ye’nî li xîlafê piştekûzê
Hepsi bu koca karı feleğe inat gidiyorlardı
Yani o sırtı kambura muhalefet ediyorlardı
23/80 Kêjê di sivik kurê di lawîn
Manendê Benat û mîslê Perwîn
Çevik kızlar da taze delikanlılar da oradaydı
Onlar sanki Ay-yıldız takımı ve Süreyyaydı8
23/81 Hin daîrebend û hin di dewwar
Hin sîlsîlebend û hin di seyyar
Bazıları daire çizmişlerdi, bazıları dönerdi
Bazıları zincirleme durmuş, bazıları gezerdi
23/82 Encumsîfet encumen, fîrûzan
Heft şev di temam û heft rûzan
Oradaki adaylar yıldızlar gibi ışık saçarlardı
Yedi gece yedi gün süren düğün tamamlandı
23/83 Bezma Sitiyê û cem’î Tacdîn
Gêran bi vî rengî zîb û tezyîn
Sitî ve Tacdîn’in meclisini renklendirdiler
Onlar o meclisi güzelleştirdi ve süslediler
24/1
8
Damanê ‘erûsê pakê gerdûn
Damadi ku kir bi mîhrê gulgûn
Eteğiyle dünya benziyor temiz bir geline
Güneş doğup bürüdü damadı gül rengine
“Perwîn” (Süreyya, Ülker): Altı veya yedi yıldızdan meydana gelen bir küme olan
Perwîn-Süreyya iki diziden oluşurlar ve Ay’a yakın bir yerde bulunurlar.
283
24/2
Tarîtî bi rohniyê ku rakir
Xem şubhetê zulmetê fena kir
Karanlığı aydınlıkla ortadan kaldırdığında
Karanlık gibi üzüntüyü de yok etti o anda
24/3
Weqtê seherê ji rojê heftê
Agir te digo gihîşte neftê
Yedinci gün artık seher vaktine girilmişti
Sanki neft yağı tutuşturucu ateşe verilmişti
24/4
Germiyyetê narê qurbê meqsûd
Rakir ji wucûdê aşiqan dûd
Âşıkların bedeninden duman kaldırmıştı
Sevgiliye yakın olmanın ateşi öyle sıcaktı
24/5
Cem’iyyetê xasê ateş û bad
Elbette dikit mirovî berbad
Ateş ve rüzgâr özellikle bir araya gelseler
İster istemez insanı perişan hâle getirirler
24/6
Ev işq û hewa ku bûne dildaş
Can û dilî dê bidin bi şabaş
Gönül birliği olursa aşk ve arzu arasında
Âşıklar bahşiş gibi verir kalbi de canı da
24/7
Sebra şewitandî îftîraqê
Têk sohtî qîran û îhtîraqê
Vuslatta başka bir türlü yanıp alevlenmişti
Ayrılık ateşi sabır gücünü yakıp bitirmişti 24/8 Deryayê mehebbet uştulum kir
Aram û şekîb û sebir gum kir
Aşk deryası coşkun bir tarzda dalgalandı
Tacdîn’de huzur, rahat ve sabır kalmadı
284
24/9
Mehbûb û muhîb ji fertê teşwîr
Hatin ku bibin bi şewqê teqdîr
Sevilen ve seven çok aşırı süslenmişlerdi
Işık ile mukayese edilir hâle gelmişlerdi
24/10 Meşşate û mîhrîban û dayîn
Şoşbîn û meharimê di Tacdîn
Kuaför, saray hizmetçisi olan kadın, dadı
Tacdîn’in sağdıcı ve yakınları da ordaydı
24/11 Mustewcibê weqtê dîn mulaqat
Ber mûcib û muqtedayê ‘adat
Vuslat için zamanın yaklaştığını gördüler
Adetlerin gerektirdiği gibi hareket ettiler
24/12 Mecmû’ê mubexxîrat û mu’tir
Memzûcê muferrîhat û muskir
Buhur takımı ve güzel kokuları topladılar
Ferahlatıcı ve sarhoş edicileri karıştırdılar
24/13 Cam û qedeh û eyax û mexmer
Ev misk û zubad û ûd û mecmer
İçki bardakları, kadeh, şişe ve maşrabaları
Şu miski ve zübadı, ûdu ve ûdun ûdlukları
24/14 Mawerd û gulab û itrê şahî
Elqisse ji mahî ta bi mahî
Gülsuyu ve şahlara mahsus güzel kokuları
Kısaca Ay’dan tutun balığa kadar olanları
24/15 Esbabê neşat û ‘eyş û ‘îşret
Alatê sefa û zewq û suhbet
Keyif, zevk ve sohbette kullanılan aletleri
Neşe ve âlem amacıyla kullanılan gereçleri
285
24/16 Ewçendi kirin ewan muheyya
Mehda mirî pê dibûn muheyya
Bu maddeleri o kadar çok hazırladı ki onlar
Ölmüş kişiler bile onlarla dirilmiş olurdular
24/17 Arasite bû ‘erûsexane
Dîwar û der û urûşê xane
İşte gelin odası süslendirildi bu tür şeylerle
Süslendir evin duvarı, kapısı ve tavanı bile
24/18 Rabûne ve xasekî û xadim
Hindek di eqarib û meharim
Haseki ve hizmetçiler hizmet için kalktılar
Bazıları akraba ve mahrem takımındandılar
24/19 Şem’ek bi temamî mutella
Şemsek bi cemalî mucella
Tamamen yaldızlanmış bir mum oradaydı
Cemal ışığı saçan bir güneş parlamaktaydı
24/20 Hilgirtine ser serê xwe reqqas
Înane miyanê meclisa xas
Onu başlarının üstünde taşıyarak raksettiler
Özel meclisin tam da orta yerine getirdiler
24/21 Şem’î bi zebanê halê bêqal
Ev rengehe kir beyanê ehwal:
Mum söze gerek duymayan bir hâl diliyle
Durumla ilgili şunları söyleyip geldi dile:
24/22 Ki “ey aşiqê bêqerar û bêtab
Ger şubhê min î xwedan teb û tab
“Ey yerinde duramayan, güçten düşen âşık
Benim gibi ateş ve ışığa olmuş isen alışık
286
24/23 Rabe here hicleya ‘erûsê
Pabende bibe bi payebûsê
Kalk git gelin odasının bulunduğu mekâna
Ayağın bağlansın, öpüp kapanarak ayağına
24/24 Şem’a te wekî te întîzar e
Şewqa te li can û cismi nar e
Senin mumun da senin gibi beklemektedir
Özlemin onun ruhu ve teni için bir ateştir
24/25 Sohtin te bes e mîsalê şem’an
Bes şubhetê min bibare dem’an
Yeter artık mumlar gibi bu kadar yandın
Yeter artık benim kadar yaşlar yağdırdın
24/26 Ger aşiq î rabe şubhê ferraş
Canê xwe bide nîsar û şabaş
Kalkıver pervane misali, sen âşık isen eğer
Canını saçılan düğün parası, bahşiş gibi ver
24/27 Ey sa’iyê meqseda tewafê
Wey salikê menheca metafê
Ey tavaf maksadıyla koşarak gidip gelen
Ve ey tavaf yerine giden yolda yürüyen!
24/28 Ew qîble û Ke’beya te meqsûd
Nêzîkê te bû bi emrê Me’bûd
Kıble ve Kâbe ki onlara yönelmekti amacın
Allah’ın emriyle onlar oldu şimdi sana yakın
24/29 Beyt û Hecer û Meqam û Hucre
Se’y û teleb û tewaf û ‘umre
Hem Kâbe ve Taş hem de Makam ve Hücre
Saffa-Merve arasındaki koşu, tavaf ve umre
287
24/30 Barî ji te ra kirin muqedder
Ha bûne jibo te ra muyesser
Allah kaderde onlar olacak diye yazdı sana
İşte bunlar senin için kolay çıktı meydana
24/31 Av î tu rewan be bi pêşî selwê
Şêr î tu heman kerem ke xelwê
Eğer su isen selvi ağacının önünde ak sana!
Eğer aslan isen kalk gidiver halvet odasına
24/32 Tacdîni ji sûretê şemalê
Me’nayê mehebbeta wîsalê
Tacdîn mumun görünürdeki manzarasından
Kavuşma aşkından kaynaklanan o manadan
24/33 Zanî bi teemmul û îdrak
Rabû ji cihê xwe cust û çalak
Düşünerek ve idrak ederek vaziyeti anladı
Hemen süratli bir şekilde yerinden kalktı
24/34 Yarê xem û şahiyan Memê jar
Vê ra bûye sahib û sîlehdar
Zavallı Mem ki tasada ve kıvançta dostuydu
Hem arkadaşıydı hem onu silahla koruyordu
24/35 Destê wî di dest û dil di dil bû
Bû hacibê derge, şîr li mil bû
Eli onun elindeydi, kalbi onun kalbindeydi
Kapının bekçisi olmuş, kılıç da belindeydi
24/36 Tacdîn bi vî terzî çû serayê
Mem ma li derî digel du’ayê
Tacdîn bu şekilde kalkıp saraya doğru gitti
Mem kapının önünde kalarak ona dua etti
288
24/37 Lewra ku mexûf bû mulaqat
Melzûm e li aşiqan mu’adat
Çünkü onların kavuşması korkulu olmuştur
Düşman kazanmak âşıklar için bir sonuçtur
24/38 Ger qismê muhibb û ger hebîb in
Elbette bi dijmin û reqîb in
İster sevenler kesimi olsun isterse sevilenler
Elbette düşmanları var ve rakip sahibidirler
24/39 Hin dêw û hinek ji wan perî ne
Hindek di munafiqê Ademî ne
Bunların bir kısmı şeytan, bir kısmı peridir
Bir kısmı da İnsanoğlunun ikiyüzlüleridir
1. 4. Zifafa Girilmesi
Xanî Mem û Zîn’in 25. bölümünü zifafa ayırmış ve bölüm başlığı olarak aşağıdaki cümleyi seçmiştir:
Wusûlê Ke’beê murad û tewaf e
Û husulê meqsed û meramê zîfaf e
(Murat Kâbe’sine kavuşma ve onu tavaf etme
Ve zifafla ilgili amaç ve arzuyu gerçekleştirme)
Bu başlık altında sunulan aşağıdaki beyitlerden eskiden zifafa hangi
tarzlarda girildiğini net bir şekilde anlamak mümkündür:
25/1
Zava bi edeb ku çû ji der dan
Şem’a ku li pişt hîcab û perdan
Damat edepli bir şekilde kapıdan içeri girdi
Örtü ve perde arkasında duran mum (Sitî)
25/2
Rabû ku ji pêş ve çû, xeraman
Kêşa li zemîn bi nazi daman
Kalktı ve ona doğru nazlı bir şekilde yürüdü
Yine nazlı bir şekilde eteklerini yere sürüdü
289
290
25/3
Zulfê di xwe kirne payê endaz
Destê di xwe kirne ferqê perdaz
Ayakuçlarına kadar uzatmış idi zülüflerini
Tepedeki saçını düzeltmeye atmıştı ellerini
25/4
Dêma ku bi nûrê Beytu’l-Eqsa
Qendîlê felek bi wê diîsa
Yüzü parlaklık açısından Mescid-i Aksa’ydı
Feleğin kandili onun ışığıyla parlamaktaydı
25/5
Mexmûrê xebûqê derdê hîcran
Muştaqê sebûhê weslê canan
Hicran derdi akşam şarabının sarhoşu Tacdîn
Sabah şarabıyla cananını arzulamıştı için için
25/6
Ji ewwel ve li ‘adetê mubahî
Destê xwe dirêj kire surahî
Önce helal âdetin gerektirdiği gibi davrandı
Elini karşısında duran sürahiye doğru uzattı
25/7
Noşî ji surahiya şekerleb
Noşîn qedehek ji mey lebaleb
Kana kana içti şeker dudak sürahisinden
İçtiler ağzına kadar dolu mey kadehinden
25/8
Mexmûrî ku def’ kir meya nab
Bêhn kir gul û sunbulê di tîrab
Berrak şarap mahmurluğu ortadan kaldırdı
Suya doymuş gül ve sümbülleri de kokladı
25/9
Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul
Reyhan û binefşe, gahi sunbul
Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri
Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri9
25/10 Têk têkve didan û têk dibestin
Hin bûse didan û hin digestin
Tümünü birbirine katıyor ve kucaklaşıyordu
Bir kısmını öpüyor, bir kısmını da ısırıyordu
25/11 Ewçende bi yek ve radimûsan
Nobet nedidane hev li bûsan
Onlar birbirlerini o kadar fazla öperlerdi
Ki birbirlerine öpme sırası hiç vermezlerdi
25/12 Elmas û guher, cebîn û dendan
Tebdîli bûyîn bi le’l û mercan
Elmas gibi yüzler ve inciye benzeyen dişler
Yerlerini lal ve mercan ile değiştirmişler10
25/13 Deryayê mehebbetê we kir cûş
Dest gerden û leb bi leb, hemaxûş
Aşk deryası o kadar gür başladı ki akmağa
El boyunda, dudak dudağa ve kucak kucağa
9
Xanî bu ve bundan önceki beyitte geçen çiçek isimlerini Sitî’nin güzellik unsurlarını
temsil etmek üzere metaforik bir anlatıma tabi tutmuştur. Bu çiçekler ve temsil
ettikleri güzellik unsurları şunlardır:
çiçeğin adı Türkçesi
Neyisembolize ettiği
İlgi
gul
gül
yüz, yanak
tazelik, incelik, narinlik
sunbul
sümbül
saç
kızıl rengi ve şekli
nêrgiz
nergis
mahmur gözler
göze benzerliği
lale
lale
yüz, yanak
rengi ve şekli
reyhan
fesleğen
ayva tüyleri
koyu rengi ve kokusu
binefş
menekşe
saç bükümü
kokusu, koyu
rengi, eğriliği
10
Yani o kadar birbirini öptüler ki, elmas ve inci gibi beyaz olan yüzleri ve dişleri lal taşı
gibi kıpkırmızı oldu.
291
25/14 Medhûş bûyîn bi wê mudamê
Bêhiş diketin ji ser qiyamê
İkisi de içtikleri o şaraptan sarhoş oldular
Kendilerinden geçerek yere düşüyordular
25/15 Qadir nedibûn bikin qu’ûdê
Gêr bûne bi yek ve bo sucûdê
Onların artık oturmaya güçleri kalmamıştı
Secde eder gibi birlikte yuvarlanmışlardı
25/16 Tekrar ji secdeê ku rabûn
Ew çende bi yek ve herdu şa bûn:
Secdeye vardıkları yerden tekrar kalktılar
İkisi o kadar birbiriyle sevişip şad oldular:
25/17 Şeker ji lebê di yek revandin
Sorgul ji ruxê di yek civandin
Birbirinin dudağından şeker kaçırıyorlardı
Birbirinin yanağından al gül topluyorlardı
25/18 Terkîbi kirin ji bo xwe gulqend
Tezwîci ku bûn bi yek ve dilbend
Kendilerine gül şerbetli bir karışım yaptılar
Evlenerek kalplerini birbirlerine bağladılar
25/19 Sê roj û şevan bi dil peyapey
Wan teşneleban vexwarin ew mey
Üç gün üç gece boyunca hiç ara vermeden
O dudakları kurumuşlar içiyordu o meyden
25/20 Mustesqiyê şerbeta meya nab
Axir ku nebûn bi şurbê sîrab
Duru şarap şerbetinden içmek istiyorlardı
Üç gün sonra bile içmeye doymamışlardı
292
25/21 Keyfiyyetê neş’eya şerabê
Kêşane kemalê îdtîrabê
Şarap kendilerine öyle bir tarz neşe vermişti
Onları heyecanın doruk noktasına çekmişti
25/22 Safîzeqen û bedenşefafê
Kir meyl û mehebbeta zîfafê
Çenesi parlak ve vücudu şeffaf biri olan Sitî
Zifafa girmeye ve muhabbet etmeye meyletti
25/23 Sermesti bi destê têk heristin
Bû gelte û gelc û daheristin
Mest olup el ele tutuşarak birbirine sarıldılar
Tıpkı sürmedanlık ve mili olup kucaklaştılar
25/24 Dem lêk peçiyan û dem cuda bûn
Geh têk hejiyan û geh di ba bûn
Bazen birbirine sarıldılar bazen de ayrıldılar
Bazen birlikte titrediler bazen de sallandılar
25/25 Dem ew didu bûn û gahi yek bûn
Geh cot û bi yek ve, gahi tek bûn
Bazen iki kişiydiler onlar, ara sıra da birdiler
Bazen birlikte bir çifttiler, bazen de tek idiler
25/29 Peyweste bi roj eger bi şev bû
Wan her ji mehebbetê bi hev bû
İster gündüz olsun isterse gece, her zaman
Onlar karşılıklı muhabbet ederdiler her an
25/30 Hemware du serxweşê di serkeş
Vala dikirin li yek du terkeş
İki inatçı sarhoş buna hiç ara vermiyorlardı
Birbirlerine ok torbalarını boşaltıyorlardı
293
25/31 Ger roj û eger şevê di reş bûn
Ew herdu melek we yêk di xweş bûn
İster gündüz olsun isterse karanlık geceler
O iki melek bu şekilde birbirini severdiler
25/32 Goya te digo du kîmyager
Meşxûl bûyîn bi ‘îqd û cewher
Sanırdın ikisinin kimyagerliktir meslekleri
İpliğe takmakla meşgul idiler mücevherleri
25/33 Ew rûh û cesed bi yek ve mundem
Nefseyni bi yek ve bûne mudxem
O iki ruh ve ceset birbirlerine yapışmıştı
O iki beden birleşerek birbirine katılmıştı
25/34 Înzalê legen, nuzûlê îbrîq
Tes’îdi kirin bi qer’ î înbîq
İbrikten leğene doğru (meni) boşalıyordu
Su kabağı ve imbik ile deney yapılıyordu
25/35 Memzûcê şebîhê şîr û şeker
Mexlûtê wekî Heyat û Kewser
Sütten ve şekerden bir karışım yapılmış idi
Bu karışım sanki Hayat Suyu ve Kevser’di
25/36 Qet’a çu nebû ne xwur ne xwabek
Wan bîr nedihatî nan û abek
Asla yoktu onlar için ne yemek ne uyumak
Yoktu onlar için ekmek ve suyu hatırlamak
25/37 Ew hefte temami bûye gerdek
Agahi nebûn ji halî ferdek
O hafta hep gerdeğe girmekle tamamlandı
Bir fert bile bu durumdan haberdar olmadı
294
25/38 Xalib geriya li derdi sihhet
Xem çûn veşirîn ji kerbê wuslet
Sağlık hastalığa üstün gelerek onu yendi
Vuslatın üzüntüsünden gamlar da gizlendi
25/39 Nageh seherê ji rojê heştê
Ridwan meşiya ji nêv bihiştê
Sekizinci günün sabahı umulmadık bir an
Yürüyerek gitti cennetin içinden Rıdvan
25/40 Mem hêj wisa li ber derî bû
Daîm ewî ser li ser berî bû
Mem ise hâlâ o şekilde kapının önündeydi
Başı da sürekli olarak bir taşın üzerineydi
25/41 Hêja ewî mesken asîtan bû
Rojan û şevan we pasîban bû
Mem’in beklediği yer hâlâ kapının eşiğiydi
Gündüz ve geceleri nöbetteki bekçi gibiydi
25/42 Tacdîn ku ji gerdekê bi der ket
Rojek te digo Memê bi ser ket
Tacdîn gerdekten çıkıp dışarı gittiği zaman
Sanki Mem’in üzerine bir güneş doğdu o an
25/43 Fîlhali we rengî şadiman bûn
Hem efserê ewcê asîman bûn
Onlar hemen birbirleriyle şad olup sevindi
İkisinin başındaki taç âdeta göğe yükseldi
25/44 Yarek te hebit meger we bitin
Ger dê we nebit meger nebitin
Eğer bir dostun olacaksa Tacdîn gibi olsun
Böyle değilse varsın hiç de dostun olmasın
295
25/45 Yarê bi te ra bitin muwafiq
Sed xizmê di xaîn û munafiq
Kendisiyle uyuşacağın bir dostun bulunsa
Bir de hain ve ikiyüzlü yüz akraban olursa
25/46 Qurban bike qet mebê “mixabin!”
Çidkî bi kesan ku bêwefa nin?
Hiç “yazık!” demeden kurban et sen onları
Ne yapacaksın ki böyle vefasız akrabaları?
25/47 Qurban bide qet mebêje “kî ne?”
Bê kîn e bira eger bi kîn e
“Kimdir?” diye hiç sormadan kurban et!
Kardeşin faydasız biridir kinli ise şayet
25/48 Yarê te jibo te ra bira ye
Hem çav e jibo te hem çira ye
Senin dostun her kimse o senin kardeşindir
O senin hem gözündür hem de kandilindir
296
2. MATEM
X
anî Memû Zîn’in 53. bölümünü Mem’in ölümüne ilişkin mateme
ayırmıştır. Bu bölüm için tercih edilen üç kavram vardır ki bunlar
taziye, matem ve mersiyedir. Bu ve sonraki bölüm yice incelendiğinde o
dönemde Kürt toplumunda matem atmosferi ve geleneğinin nasıl olduğu
rahatlıkla ortaya çıkar. Buna göre:
-Feryatlar koparılır, figan edilir
-Mateme büyük-küçük, kadın erkek her kes katılır
-Varsa ölüme sebep olanlardan intikam alınacağıra dikkat çekilir
-Matemzedeler matem elbisesi olarak siyahlara bürünürler
-Kadınlar matemin şiddetinden bazen örtülerini çıkarır, başlarını açıp
yolarlar
-Ahenkle ağıt yakmaları için profesyonel ağıtçılar tutulur
-Matemzedelere canlı ve cansız varlıklar eşlik etmeye çağrılır
-Konuma göre cenazeye doğru raks edilerek gidilir
-Varsa mahallî idarenin askeri birliği cenaze için tören vaziyetini alır
-Matem süresi üç gün üç gece boyunca aralıksız devam eder
53/1
Ew me’temiyê ku baxeber bû
Ev renge ji bo me newheker bû
Olay hakkında bilgisi olan o matemzede
Ağıt yakma işini nakletti bize şu şekilde:
53/2
Go: “Can ku ji hebsê ten cuda bû
Feryad û fîxan ji şehrî ra bû
Dedi ki: “Can ten hapsinden ayrıldığında
Şehirden feryat ve figan yükseldi o anda
297
298
53/3
Bû welwele û fîxan û zarî
Bû zelzele û bezîn û hewarî
Yaygaralar, figan ve ağlamalar oluyordu
Koşuşmalar ve çığlıklar; yer sarsılıyordu
53/4
Bohtan ji mezin hetta biçûkan
Nîswan û keç û benat û bûkan
Botan halkı büyüğünden tutun küçüğüne
Kadınından kızına, bakiresinden gelinine
53/5
E’yan û ekabir û e’alî
Mîrza û rûwal û laubalî
Ünlülerden ileri gelenlere ve büyüklere
Beyzadelerden toylara ve senli benlilere
53/6
Yek ferd nema di şehrî dilxweş
Bîlcumle di serxweş û muşewweş
Gönlü rahat hiç kimse kalmadı o şehirde
Sarhoş olmuş ve sersemlemişti hepsi de
53/7
Vêkra dibezîn bi ser Memê ve Wan derd birin bi ser xemê ve
Hepsi birden Mem’e doğru koşuyorlardı
Gamları üzerine onlar dert ekliyorlardı
53/8
Tacdîn û Bekir bi îttîfaqî
Bûn her du li erdekî mulaqî
Tacdîn ile Bekir de tesadüfî bir şekilde
Birbirlerine rastladılar oralarda bir yerde
53/9
Go: “Ey sebebê fesadê ‘alem
Şeytansîfetê li şeklê Adem
Dedi: “Ey âlemin bozuluşunun sebebi!
İnsan şeklinde ortaya çıkan şeytan gibi
53/10 Ey ba’isê fîtne û fesadan
Wey mani’ê meqsed û miradan
Ey fitne ve fesadın ortaya çıkış nedeni!
Ve ey amaç ve murada ermenin engeli!
53/11 Ey perdederê Memê û Zînê
Wey daxkeşê li ser birînê
Ey Mem ve Zîn’in şerefine leke süren!
Ve ey yaraları üstüne bir de dağ çeken!
53/12 Îblîsê xebîs ê pirnedamet
Bes nîne te li min kir qiyamet?
Ey habîs İblis, uyulması çok nedamet!
Yetmez mi kopardın başıma kıyamet?
53/13 Der heqqê Memê seqet xeber da
Hetta ku li min te Mem bi der da
Mem hakkında sakatça konuştun sen
Ta ki en sonunda ayırdın onu benden
53/14 Ev çende minafiq û neyar î
Hêja tu bi çavê min diyarî!
Sen bu kadar münafık ve düşmansın
Hâlâ gözümün önünde dolaşmaktasın
53/15 Mem dê bimirit tu dê bimînî!
Hêj xweş bigerî li rû zemînî!
Mem ölecek de sen sağ mı kalacaksın!
Hâlâ yeryüzünde böyle dolaşacaksın!
53/16 Hadir wî Bekir di erdê ra kir
Cismê bibela ji can cuda kir
Tacdîn hemen orada Bekir’i yere serdi
O belalı bedenini ruhundan ayırıverdi
299
53/17 Gava ku gihîşte ser birayî
Nûrek wî nedî di wî çirayî
Kardeşi Mem’in yanıbaşına vardığında
Artık bir ışık göremedi o sönen çırada
53/18 Tacdîn ji serê xwe tac û tomar
Havête ser leşê Memê jar
Tacdin başındaki tacı ve tomarı çıkardı
Onları zavallı Mem’in cesedi üstüne attı
53/19 Dîn bû ji tehessura birayî
Herçî ku didî wî ejedehayî
Kardeşinin hasretinden artık divaneydi
O hâldeki ejderha orada kimi görseydi:
53/20 Fîlhal dikit ku wî fena ket
Teşbîhê Bekir di erdê ra ket
Neredeyse hemen ortadan kaldıracaktı
Neredeyse Bekir gibi yere batıracaktı
53/21 Qet kes nedişî bibit muqabil
Bê şubhe bi wî dibûye qatil
Kimse karşısına kesinlikle çıkamıyordu
Çıkan olsaydı kuşku yok ki katil olurdu
53/22 Naçar xeber birin ji bo Mîr
Mîr hat û li pê wî best zincîr
Mecbur kalıp bunu haber verdiler Mîr’e
Mîr geldi ve ayaklarını vurdu zincire
53/23 Gava ku cenaze wan hilanîn
Şahid ku ji meşhedê deranîn
Onlar Mem’in cenazesini kaldırdıklarında
Şehidi şehitlik yerinden çıkardıklarında
300
53/24 Meşhûd buwîn li wan ‘elamet Rabû li xelaîqan qiyamet
Onlar tarafından bazı alametler görüldü
Oradaki mahlukât için kıyamet koptu
53/25 Dêwê ku vebestî wan bi tedbîr
Bizdandî li ber xwe qeyd û zincîr
Dev Tacdîn ki tedbir alınarak bağlandı
Bağlandığı kayıtları ve zinciri kopardı
53/26 Zincîr û kemenda wî şikînan
Derwaze û perde wî hilînan
Bağlandığı halatı yırtıp zincirleri kırdı
Kale kapısını söküp perdeleri kaldırdı
53/27 Ejder ji mexareê ku ber bû
Derhal bezî di ne’şê wer bû
Ejderha dışarı çıkar çıkmaz mağaradan
Koşarak kendini na’şın üstüne attı o an
53/28 Tabût li ser serê xwe danî
Efxan digîhande asimanî
Mem’in tabutunu başının üstüne koydu
Ettiği o figanlar göklere yükseliyordu
53/29 Hindî ku di şehrî Ademî bûn
Têkda di lîbasê matemî bûn
Şehirde ne kadar insan var idiyse hepsi
Giymişlerdi üzerlerine matem elbisesi
53/30 Hindî ku hebûn di şehrî meşhûr
Xatûn û muxedderat û mestûr
Şehirde her kim var idiyse ünlülerden
Hatunlardan, perdelilerden, örtülülerden
301
53/31 Gêsûvekirî bi tayê terpûş
Ser ta bi qedem hemî siyehpûş
Kâhküllerini açmış, başlarında fesler
Baştan ayağa siyahlara bürünmüştüler
53/32 Bê mi’cer û burqu’ û serendaz
Reş girtî ji bo Memê bi dilxwaz
Başörtüsüz, burkasız ve abayesiz idiler
Mem için isteyerek karalar giymiştiler
53/33 Neyyahe û mîhreban û dayîn
Goyende bi nale şubhê goyîn
Hem ağıtçı, hem de hizmetkâr ve dadı
Gece kuşu gibi inleyip ağıt yakarlardı
53/34 Wan mersiye distiran bi aheng
Zîn rabûye pê bi qameta şeng
Onlar ahenkli şekilde ağıt yakarlardı
Zîn de zarif boyu ile ayağa kalkmıştı
53/35 Nahîdesîfet li dengê sazê
Reqqas diçûye ber cenazê
Zühre yıldızı gibi saza eşlik ediyordu
Cenazeye doğru raks edip gidiyordu11
53/36 Dam û ded û Ademî û mûran
Dar û ber û camid û tuyûran
Evcil ve vahşiler, insanlar, karıncalar
Ağaçlar ve taşlar, cansızlar ve kuşlar
11
302
“Nahîd (Venüs)”: Yerküreden daha küçük ve Güneş’e daha yakın bir gezegendir.
“Nahîdê Çerx” olarak da anılır. Muşterî ile birlikte “Se’deyn” (İki Uğurlu) olarak anılır.
Güneş’in çalgıcısı ve rakkasesidir. Bu özellikleri bağlamında benzetmelerde kullanılır.
Bundan dolayıdır ki Xanî son buluşma sahnesiyle ilgili beyitlerden biri olan bu beyitte
Zîn’i Zuhre’ye benzetmekte ve onun Güneş’in rakkasesi ve çalgıcısı olduğuna işaret
etmektedir.
53/37 Bîlcumle ji bo Memê dinalîn
Her yek bi meqamekî dikalîn
Hepsi birlikte Mem için inlemekteydi
Her biri bir makam ile ah etmekteydi
53/38 Tulpê reşê wan siyahpûşan
Reh şubhetê ‘ewrekî xurûşan
Siyahlara bürünmüş kara askeri kıtalar12
Coşkun akan bir bulutu andırıyordular
53/39 Ew çend ji ‘aridê di gulgûn
Vêkra diwerîn sirişkê pirxwûn
Gül renkli yanaklarından o kadar onlar
Birlikte kan dolu gözyaşı döküyordular
53/40 Goya ku di feslê Nûbeharî
Baran li gulşenan dibarî
Sanki İlkbahar faslında bulunuluyordu
Gül bahçeleri üstüne yağmur yağıyordu
53/41 Ev matem û ev siyahpûşî
Ev çarşev û îzar û pûşî
Bu matemi ve bu siyahlara bürünmeyi
Bu türden çarşafı, peştemali ve peçeyi
53/42 Bohtan wî zemanî kirne ‘adet
Bû resmê qedîmî ta qiyamet
Botanlılar o zaman âdet hâline getirdi
Kıyamete dek sürecek töre hâline geldi
12
“Tulpê reş” (kara askeri kıta): Orijinal bir Kürtçe terim olan ve “p” harfi “b”ye
dönüştürülerek “tulb” şeklinde Arapçalaştırılıp “etlab” şeklinde çoğul yapılan bu askeri
ifade Selahaddîn Eyyûbî ordusu bünyesinde yer alan bazı kıtalar için kullanılıyordu.
303
304
55/1
Elqisse şehîdê işqê cellad
Meqtûlê sîtem, qetîlê bêdad
Sözün kısası aşk celladının şehidi olanı
Zulümle öldürülen adaletsizlik kurbanı
55/2
Ew kuşteê curmê bêgunahî
Teşbîhê beratê padîşahî
Suçsuz ve günahsız aşk maktulü olanı
O görünümü padişah beratını andıranı
55/3
Menşûri kirin bi nûrê pakî
Mestûri di nêv qubûrê xakî
Kendisini temiz bir nur ile kefenlediler
Kabir toprağına teslim edip defnettiler
55/4
Ew dur bi xezîneê siparin
Ew mari li ber piyan veşarin
O inciyi götürüp hazineye teslim ettiler
O yılanı da ayağının dibine gömdüler
55/5
Daynandine ber serî ‘elamet
Ye’nî ev e serwerê qiyamet
Başucuna bir nişan koyarak belirlediler
Yani “kıyametin efendisi budur” dediler
55/6
Serxeylê qebîlê pakibazan
Serdarê cemî’ê serfirazan
O, pak şahinler taifesinin baş süvarisidir
Başı dik tüm âşıkların serdarı kendisidir
55/7
Zîn hat û bi qameta senewber
Bû serwi li ser wî sayeguster
Zîn çam ağacına benzeyen boyuyla geldi
Mem’in mezarını bir servi gibi gölgeledi
55/8
Bê perde mîsalê ney dinalî
Hêstir diwerîn “ele’t-tewalî”
Tıpkı ney gibi perdesiz olarak inliyordu
Sürekli olarak gözünden yaş döküyordu
55/9 ‘Eynî te digo di feslê Nîsan
Derya rijiya ji ‘ewri dîsan
Sanırdın ki aynen bir Nisan mevsimidir
Bulutlardan yine nehirler dökülmektedir
55/10 Baran ku li turbeê dibarî
Her dane dibûne deh mirarî
Mem’in kabri üzerine yağmur yağıyordu
Onun her damlası on inci tanesi oluyordu
55/11 Her dem ku dikir ji derdê dil ah!
Wan matemiyan neûzu bîllah!
Gönül yarasıyla ah çektiği her seferinde
Tanrım sana sığınırız ki o matemliler de
55/12 Vê ra bi newa digirtin aheng
Her neh felekan bi ser diket deng
Makam ve ahenkle Zîn’e eşlik ederlerdi
Bu “ah” sesleri dokuz kat göğe yükselirdi
55/13 Cindî û sîpahî û emîran
Derwêş û re’îyye û feqîran
Askerler, silahlı olan kimseler ve beyler
Dervişler, normal vatandaşlar ve fakirler
55/14 Dildar û şepal û nazenînan
Hûrî û perî û xemrevînan
Gönül ehli olanlar, güzeller, nazeninler
Huriler, periler ve gam dağıtıcı dilberler
305
55/15 Vêkra dikirin hewari her kes
Efxan digihane Çerxê Etles
Herkes birden feryat edip çığlık atıyordu
Figanları tam Atlas Feleği’ne ulaşıyordu13
55/16 Zînê ku nema qiwam û quwwet
Nalî biriyan û ket ji qudret
Zîn’in kalmadı artık ne mecali ne kuvveti
İniltileri de kesildi ve gücü artık tükendi
55/17 Rûnişt li ber serê Memê jar
Mem kir bi tekellumê xeberdar:
Gidip zavallı Mem’in başucunda oturdu
Mem’i haberdar etmek için şöyle konuştu:
55/18 Ki "ey malikê milkê cism û can î"
Ez baxiçe û tu baxiban î
Ey beden ve ruh mülkümün sahibi olan!
Ben bahçeyim sen bu bahçede bahçıvan
55/19 Baxê te gîhandî bêxwedan e
Bê rûyê te ew ji bo çira ne?
Sahipsiz kaldı senin yetiştirdiğin bahçe
Yüzünü görmediğim bahçenin değeri ne!
13
306
“Çerxê Etles” (Atlas Feleği): Batlamyus ağırlıklı eski astronomiye göre soğan zarı gibi
iç içe girmiş dokuz felekten sonuncusuna Atlas Feleği denir. Sekizinci feleğe Kürsî
diyen eski hükema Atlas Feleği’ne Arş adını da vermişlerdir. En büyük felek olarak
kabul edilen Atlas Feleği 24 saate bir dönüşünü tamamlar. Bu dönüş Doğu’dan batıya
doğru gerçekleşir ve bu sırada diğer felekleri de kendi istikametinde dönmeye zorlar.
Atlas Feleği isminin iki önemli izdüşümü kendini göstermiştir. Birincisi onun yıldızlardan
arındırılmış olması yani yıldızsız oluşu göz önünde bulundurularak desensiz olan düz
kumaşa da bu bağlamda “Atlas” denilmesidir. Tanrısal olan diğeri ise kısaca şöyledir:
Yunan ve Roma mitolojilerine göre dünyayı omuzlarında taşıyan tanrı olarak tasavvur
edilen Atlas çoğu kez Mitra’nın kendisi olarak algılanmıştır. Mani dinine göre Mitra
aydınlık gökyüzünü taşırken Atlas da yerküreyi taşır. Bundan dolayıdır ki Avrupa’da
coğrafya kitapları ve haritaların yayımlanmaya başladığı XVI. yüzyılda bu kitapların
kapaklarına Atlas resimleri konulmuş ve coğrafya haritalarına “Atlas” denilmiştir.
55/20 Ev xal û xet û ‘izari gulzar
Ev husn û cemal û baxê ruxsar
Gülbahçesi yanaktaki şu benek ve hatlar
Yüz bahçesinde şu cemal, güzel unsurlar
55/21 Badamê siyah, çeşmê şehla
Nar û bih û sîb, şaxê bala
Siyah bademleri andıran kara gözler
Nar ve ayva, elmalar ve yüksek dallar
55/22 Xweşreng û bilezzet û bitam in
Bê şubhe li xeyrê te heram in
Hepsi güzel renklidir, lezzetli ve tatlıdır
Şüphesiz ki senden başkasına haramdır
55/23 Nexla bedena xwe raweşînim
Vî meyweî cumle daweşînim
Hurma ağacı gibi bedenimi sallayayım
Tüm bu meyveleri yerlere boşaltayım
55/24 Van sunbul û laleê di xerra
Reyhan û binefşeê muterra
Şu parlak sümbülleri ve güzel laleleri
Reyhanları ve halka halka menekşeleri
55/25 Ye’nî ku ‘îzar û zulf û xalan
Ya qenc ew e ez bidim bi talan
Yani şakaklarımı, zülüf ve benlerimi
En iyisi talan edeyim onların hepsini
55/26 Manendê gulan lîbasi ker kim
Ax û xweliyê bi ser xwe wer kim
Güller gibi elbisemi lime lime edeyim
Başımın üstüne toprak ve kül serpeyim
307
55/27 Zulfan hemî ta bi ta bikêşim
Heqqê min e ca bi ca biêşim
Ben bu zülüflerimi tel tel koparayım
Hakkım var ki ara sıra acılar duyayım
55/28 Ev bax û bihar û berg û esmar
Enwar û şukûfe, cem’ê ezhar
Şu bahçe, bahar, yapraklar ve meyveler
Çiçekler, goncalar ve bütün şu çiçekler
55/29 Nezra nezera te bûn bi carek Weqfa besera te bûn bi carek
Tüm bunlar senin bakışının adağıydılar
Hepsi de senin o gözlerinin vakfıydılar
55/30 Talan bikim ez ewan temamî Da behre nexwin ji wan çu ‘amî
Etmek isterim onların tümünü tar ü mar
Ki sıradanlar onlardan yararlanmasınlar
55/31 Lêkîn xwe bixwe dikim tesewwur
Belkî tu li min bibî texeyyur
Fakat kendi kendime düşünüyorum da
Belki bana kızarsın böyle bir durumda
55/32 Ev cez’e nebit li ba te meqbûl
Tirsim ku tu min bigêrî mes’ûl
Belki bu yakınmamdan hoşlanmazsın
Korkarım beni bundan sorumlu tutarsın
55/33 Terkîbê wucûdê cism û can in
Milkê di te ne, ne bêxwedan in
Vücudun yapısı beden ve ruhtan ibarettir
Senin mülkündür onlar, sahipsiz değildir
308
55/34 Nuqsan bibitin ji husnê mûyek
Belkî ku bikî li min tu sûyek
Güzelliğimden bir kıl bile olursa noksan
Muhtemeldir bundan dolayı bana kızsan
55/35 Gava ku li min bikî ‘îtabê
Zanim ku neşîm bidim cewabê
Eğer serzenişte bulunarak beni eleştirsen
Biliyorum ki hiçbir cevap veremem ben
55/36 Nêzîk e bibim wekî te medhûş
Ha weqt e digel te bim hemaxûş
Senin gibi kendimden geçmem yakındır
İşte artık seninle kucaklaşma zamanıdır!
55/37 Laîq ew e tey bikim bîsatê
Pakîze bibim ji îxtîlatê
En uygunu şu ki yolu ben de kat edeyim
Halkla ilişkiyi keseyim de temizleneyim
55/38 Ya qenc ew e her bi vê cemalê Azurde nekim qe zulf û xalê
En iyisi karışmayayım bu güzelliğime
Eziyet vermeyeyim zülüf ve benlerime
55/39 Teslîmi bikim emanetê Heq
Tefwîdê te bim bi xeml û rewneq”
Hakk’ın emanetini teslim edeyim ona
Bu süs ve güzellikle kavuşayım sana”
55/40 Ev renge eda kirin heqaîq
Bizdandi ji ‘alemê ‘elaîq
Zîn bu şekilde dile getirdi gerçekleri
Sonra kesti dünyayla olan tüm ilişkileri
309
55/41 Hembêzi di merqedê weranî
Bêzarî numa beden ji canî
Mem’in mezarını kucaklayıp sarıldı
Hâlden düşerek teni ruhundan ayrıldı
55/42 Destê xwe bi dil ji canî şuştin
Goya ku şemali bû, vekuştin
Elini gönül isteğiyle candan çekiverdi
Sanki bir mum idi de söndürülüverdi
55/43 Rûha xwe şîhande pêşi Barî
Cismê xwe sipare wî mezarî
Allah’ın huzuruna gönderdi ruhunu
O mezara teslim etti kendi vücudunu
55/44 Wan me’temiyêd dilbirîndar
Tekrari ji nû ve kirne hawar
Gönülleri yaralı ve matemli o insanlar
Tekrar yine çığlıklar atmaya başladılar
55/45 Efxan ji canê hadirînan
Feryadi nîhadi nazirînan
Candan figan etti orada hazır olanlar
Onlara bakanlar da feryat kopardılar
55/46 Sê roj û şevan ji ferşê xebra
Peyweste diçûne ‘Erşê E’la
Üç gün üç gece yeryüzünden feryatlar
Kesintisiz ulaşıyordu Yüce Arş’a kadar
55/47 Hetta we ku Zîn bi resm û ayîn
Techîz-i kirin wekî dizanîn
Ta ki Zîn için tören ve ayin düzenlediler
Sonra bildikleri tarzda onu kefenlediler
310
55/48 Lehda ku Memê meleknezer tê
Ye’nî sedefa ku ew guher tê
Melek bakışlı Mem’in olduğu çukurun
Yani içinde o cevherin olduğu sedefin
55/49 Ew çendi li ser girîn bi zarî
Baranê sirişkê lê dibarî
Üzerinde o denli yüksek sesle ağladılar
Ona yağmur gibi gözyaşları yağdırdılar
55/50 Ew çendi li ser buwîn guherbar
Ser lê vekirin ji nû ve tekrar
Üzerinde bunca inci gibi yaşlar akıttılar
O kabrin kapağını yine tekrardan açtılar
55/51 Ew herdu guher di durcekê da
Ew şems û qemer di burcekê da
O iki inciyi de aynı tabutun içerisinde
O güneş ve ayı aynı burcun içerisinde
55/52 Bê wasîte wan kirin muqarin
Bê fasîle ew bi hev siparin
Vasıtasız olarak yan yana yerleştirdiler
Ara bırakmadan birbirine teslim ettiler
55/53 Hasil vekirin ji nû ve sendûq
Mîr gote Memê: Ji bo te me’şûq
Sözün kısası sandığı yeni baştan açtılar
Mîr de Mem’e şöyle dedi: “Al sana yar!”
55/54 Sê carî ji qalibî seda hat
Awazi bi lefzê “merheba” hat
Mem’in na’şından üç defa bir ses geldi
Ses, kelimesi kelimesine merhaba dedi
311
55/55 Hemyan ku bihîstî sirrê tehqîq
Bîlcumle kirin bi işqê tesdîq
Tüm oradakiler bu gerçek sırrı duydular
Hepsi de birden aşk gerçeğine inandılar
55/56 Tehsîn û sed aferîn ji wan ra
Qet meylê dinê nebû ji wan ra
Bravo onlara ve yüz defa aferin o ikisine
Kaptırmadılar kendilerini dünya meyline
55/57 Alûde nebûn bi xak û xaşak
Ev bû esera mehebbeta pak
Dünyanın toz-toprağı ile kirlenmediler
Buydu geri bıraktıkları pak aşktan eser
55/58 Pakîze û pakibaz ew çûn
Dûşîze û serfîraz ew çûn
Gitti o âşıklar temiz ve nezih bir şekilde
Bakire olarak ve başları dimdik biçimde
55/59 Lebteşne û ber ji hev nexwarî
Hesretzede çûne pêşi Barî
Birleşme olmadan göçtü susuz dudaklılar
Hasret içinde Allah’ın huzuruna vardılar
55/60 Xweş ‘eyş kirin bi işqê Wellah Xweş pêkve mirin tebarekellah
Vallahi aşk adına güzel yaşam sürdüler
Allah kutlu etsin! Birlikte hoşça öldüler
312
55/61 Herçî bi ciwanî şubhê Zînê
Tebdîli biket bi işqê, jînê
Şayet Zîn gibi genç birileri daha var ise
Ve hayatını aşk ile yenileyip değiştirirse
55/62 Yan mîslê Memê bi işqê ser dit
Eyş û xweşiyê li rê bi der dit:
Ya da Mem gibi aşk yolunda baş verse
Aşk yolunda lüks yaşamdan vazgeçerse:
55/63 Elbette miradî dê hilînit
Herçî ku îrade dê bibînit
Elbette o kişi muradına ermiş olacaktır
Dilediği şey her ne ise ona kavuşacaktır
313
3. AVCILIK
Aşağıda gösterildiği gibi Mem û Zîn’in 36. bölümü ava ayrılmıştır.
Çûna Mîr Zeynedîn e bi seyd û nêçîrê
Azadiya Memê û Zîn e ji qeyd û zencîrê
(Mîr Zeynedîn’in av ve avlanmaya gitmesi
Mem ve Zîn’in pranga ve zincirden kurtulması)
Bu başlık altında verilen beyitlere geçmeden önce bu beyitlerde göze
çarpan belli başlı hususları sunmak istiyoruz:
-Ava hangi gün çıkılacağına “Mîr” karar verir
-Genellikle şafağın söktüğü vakit tercih edilir
-Mîrin talimatı geneldir, eli silah tutan herkesi kapsar
-Mîr, mazereti olmaksızın kendileriyle ava çıkmayanları zincirlere
bağlayarak cezalandırmakla tehdit eder
-Ava çıkarken binek hayvanı olarak Arap atları tercih edilir
-Avcılık bağlamında bu bölümde ismi geçen belli başlı hayvanlar şunlardır:
xergûş
(tavşan)
xezal
(geyik)
gur
(kurt)
qaz
(kaz)
quling
(turna)
kebk
(keklik)
-Bu hayvanları avlamak için kullanılan belli başlı silahlar şunlardır:
gurz
(gürz)
şimşîr
(kılıç)
tîr
(ok)
çogan
(çevgan)
gopal
(sopa, baston)
315
-Avcılar yanlarında şu avcı hayvanlarını da götürürler
‘uqab
(kartal)
bazî
(doğan)
tazî
(tazı)
Şimdi de konuyla ilgili beyitlere geçelim:
36/1
Seyyadê şîkarê husnê exbar
Kir bo me ku serguzeşti îzhar
Güzel hikâyelerin avcısı olan avcı, olayı
Bize şöyle açıklayarak anlattı manzarayı:
36/2
Go: Rojeke xweş bi fesl û eyyam
Dewra feleka fena serencam
Dedi: “Güzel bir mevsim, güzel bir gündü
Sonu yok olmak olan felek bir daha döndü 36/3
316
Ferraşê qeda bi sun’ê qudret
Xebra kiribû mîsalê cennet
Yargı sahibi olan Allah sergisini açmıştı
Sanat gücüyle yeryüzünü cennet yapmıştı
36/4
Meşşate sîfet cîhanê dîrîn
Tezyîn kiribû ‘erûse ayîn
Eskimiş dünyaya kuaför gibi hükmetmişti
Dünyayı bir gelin gibi süsleyip püslemişti
36/5
Her yek ji newal û kûh û deştan
Reh şubhetê goşeyêd bihiştan
Vadi, dağ ve ovalar: Her biri öyle olmuştu
Cennetin köşelerinden birini andırmıştı
36/6
Her rewde riyadê xuldê ekber
Her çeşme ji ‘eynê Abê Kewser
Ebedî cennet bahçesi olmuştu her bahçesi
Kevser suyunun pınarındandı her çeşmesi
36/7
Her kûh ji rengê Tûrê Mûsa
Ji enwarê tecelliyê teyîsa
Her dağ “Musa’nın Tur”unu andırıyordu14
İlahî “tecelli”nin nuruyla ışıklar saçıyordu
36/8
Her nehrek ji rengê ejdeha bûn
Her sebze bi mu’cîzan ‘Esa bûn
Her nehir ejderha gibi kıvrılıp akmaktaydı
Her çayır da sanki mucizeli bir “Asa”ydı15
14
“Tûr” ve “Tecelli”: Dağ anlamına gelen buradaki “Tur”dan maksat Sina’daki dağdır ki buna
Sina Dağı anlamında Tur-i Sina da denir. Fakat halk arasında daha çok Tur Dağı olarak bilinir.
Bu dağ Mısır ile Eyke arasında ve Medyen yakınlarında yer alır. Ortaya çıkma ve aydınlatma
anlamına gelen “tecelli” ise ilahî nurların Tur Dağı’nda Hz. Musa’yı kaplayıp kendinden
geçirmesidir. Kur’an ve tefsirlerde belirtildiğine göre Hz. Musa 70 kişilik bir grupla bu
dağa çıkıp bir ay boyunca burada kalmış ve bu süreyi oruç ve ibadet ile geçirmiştir. Bir ay
dolduğunda Allah’ın kendisinden on gün daha kalmasını istediği Musa ve beraberindeki
grubun amacı Allah’ı görmek ve onunla konuşmak, böylece İsrailoğullarına güçlü bir kanıt
göstermekti. Tevrat levhaları indirildiğinde Allah’ı görmek için Tur Dağı’ndaki buluşma
yerine giden Hz. Musa burada Allah’ın bu dağda tecelli etmesi sonucu sadece dağı görmüş
ve kendinden geçmiştir. Kur’an’da bu olay şöyle geçmektedir: Musa tayin ettiğimiz
vakitte Tur’a gelip de Rabbi onunla konuştuğunda Musa “Rabbim bana kendini göster de
seni göreyim” dedi. Rabbi “sen beni asla göremezsin fakat şu dağa bak, eğer o yerinde
durabilirse sen de beni görebilirsin” dedi. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça
etti, Musa da kendinden geçip bayıldı. Ayılınca “seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim,
huzurunda tövbe ediyorum, ben inanların ilkiyim” dedi. Allah bunun üzerine dedi ki: “Ey
Musa, sana verdiğim elçilik görevleri ve sözlerimle seni insanlara baş olarak seçtim, sana
verdiğimi al ve şükredenlerden ol”. Tur ve tecelli olayları için bkz. A’râf: 7/142-144)
15
“Esa” (Asa, Değnek) ve “ejdeha” (büyük yılan): Önceki beyitte “Tur Dağı” ve “tecelli”
unsurlarıyla Musa Peygamber’e dikkat çeken Xanî bu beyitte onun asasına dikkat
çekmektedir ki bu asa literatürde “Asa-yı Musa” olarak bilinmektedir. Rivayetlere
göre Şuayb Peygamber’le anlaşmalı olarak ona çobanlık yapıp koyunlarını otlatan Hz.
Musa ondan bir değnek isteyince Şuayb kendisine Adem Peygamber’den intikal eden
değneği ona vermiştir. Kur’an’da ejderhaya dönüşen bu değnekle ilgili Allah ile Musa
Peygamber arasında şöyle bir diyalog geçmektedir:
- Şu sağ elindeki nedir ey Musa?
-O benim asamdır, ona dayanırım ve onunla davarlarıma yaprak silkelerim, benim için
onda ihtiyaçlarımı giderecek başka şeyler de vardır.
-Onu yere at ey Musa
Diyalogun devamında ise şöyle denilmektedir: “Musa onu yere atar atmaz birden hızla
sürünen bir yılan oldu” . Bkz. Taha: 20/17-21.
317
36/9
Her dar ji feydê newbeharî
Têk şu’le dida ji nûrê Barî
Her ağaç ilkbaharın bereketiyle yeşermişti
Hep beraber Allah’ın nurundan ışık verirdi
36/10 Her gul ji mîsalê Ateşê Tûr
Yek meş’elê bêqusûr ê pirnûr
Her gül Tur Dağı Ateşi’nin bir benzeriydi
Çok nur saçan kusursuz bir meşale gibiydi16
36/11 Her murxê seher bixwe Kelîmek
Her tûtî û qumriyek nedîmek
Seher vakti öten her kuş Konuşan Musa idi17
Her papağan ve kumru birbirinin nedimiydi
36/12 Her nexli nîdakunende her gah
Teşbîhê Şecer digo: “Enellah”
Her hurma ağacı her zaman sesleniyordu
Musa Ağacı gibi ‘Ben Allah’ım’ diyordu18
318
16
“Ateşê Tûr” (Tur Ateşi): Bu ateşten maksat, peygamberlikle görevlendirildiği an Hz.
Musa’nın yeşil bir ağaç üzerinde gördüğü ve kendisine klâvuzluk ettiği ateştir. Şuayb
Peygamber’in yanında on yıl kalan Hz. Musa bu sürenin bitiminden sonra eşiyle birlikte
Mısır’a doğru yola çıkar. Fakat soğuk ve karanlık bir gecede yolunu kaybederler. Bu
sırada eşinin doğum sancıları da başlar. Musa böyle bir sıkıntı içerisindeyken Eymen
Vadisi’nde birden Tur Dağı’ndan bir ateşin yükseldiğini görür ve bu ateş sayesinde
yolunu bulur. Hikâye Kur’an’da şöyle geçmektedir: Musa süreyi doldurup ailesiyle
birlikte yola çıkınca Tur tarafından bir ateş gördü ve ailesine “siz burada bekleyin, ben
bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber ya da ısınmanız için bir parça getiririm”
dedi. Hikâyenin ayrıntısı için bkz. Kasas: 28/ 29-31
17
“Kelîm”: Konuşan veya kendisiyle konuşulan anlamına gelen “Kelîm”, Tur Dağı’nda
Allah ile konuşması nedeniyle Hz. Musa’ya verilmiş bir lakaptır. Bu lakap bazen
“Kelîmullah” şeklinde de kullanılmaktadır.
18
“Şecer” (Ağaç,): Ağaç anlamına gelen “Şecer”den maksat Hz. Musa’nın Tur Dağı’nda
gördüğü ateşin/nurun yükseldiği ağaçtır. Musa bu ağacın yanına gittiğinde ağaca
tecelli eden Allah ağacın dilinden Hz. Musa’ya “ben Allah’ım” demiştir. Bkz. Kasas:
28/30-31)
36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû
Ev qaz û quling û kebk û teyhû
Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar
O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar
36/14 Ker ker diçerîn li kûh û deştan
Ref ref difirîn di nêv bihiştan
Dağ ve ovalarda sıra sıra otlanıyorlardı
Cennetler içerisinde sürü sürü uçuyorlardı
36/15 Elqisse bi îqtîda zemanî
Bû firsetê ‘eyş û kameranî Kısaca zamanın tam istediği gibi bir hayat
Güzel ve mutlu bir yaşam için oldu fırsat
36/16 Fesla bigerin li geşt û seyran
Nêçîri bikin ji wehş û teyran
Tam mevsimiydi gezi ve seyrana çıkmanın
Vahşi hayvanları ve kuşları da avlamanın
36/17 Mîrê ku felek mutî’ê ferman
Go: “Sibhe nebûyî qewmê Bohtan
Mîr ki felek de onun emrine boyun eğerdi
“Sabah vakti olur olmaz Botan halkı” dedi
36/18 Rabestî sîlah û gurz û şimşîr
Bîlcumle digel me bêne nêçîr
“Silahlarını, gürz ve kılıçlarını kuşansınlar
Hepsi kalkıp bizimle birlikte ava çıksınlar
36/19 Hadir nebitin kesek di seydê
Ew dê bimirit di bend û qeydê”
Şayet olsa bizimle ava çıkmamış olan birisi
Prangalarda ve zincirlerde ölecektir kendisi”
319
36/20 Xelqê ku hetta bi subhê kazib
Hadir kiribû bîsat û ratib
Yalancı şafak sökünceye kadar bu insanlar
Sergi ve yiyecek hazırlıklarını tamamladılar
36/21 Fecrê ku numaye wan ‘elamet
Rabû di wî şehrî da qiyamet
Tan yeri onlara ışık belirtisini gösterdiğinde
Artık sanki kıyametler kopuvermişti şehirde
36/22 Mêran vekirin ‘uqab û bazî
Şêran dibirin piling û tazî
Yiğitler çözüp saldı kartalları ve doğanları
Aslanlar götürüyordu kaplanları ve tazıları
36/23 Dirrende û adem û behaîm
Ferdek qe nema di şehrî qaîm
Hem yırtıcılar hem de insanlar ve hayvanlar
Bir fertleri bile olsun şehirde kalmamıştılar
36/24 Dam û ded û ademî û heywan
Tifl û sebî, aşvan û rezvan
Evciller ve yabaniler, insanlar ve hayvanlar
Küçükler, yavrular, değirmenci ve bağcılar
36/25 Elqisse qebîleya rîcalan
Fîlcumle kesek nema di malan
Sözün kısası erkekler taifesinden hiçbirisi
Evde kalmamıştı, dışarı çıkmışlardı hepsi
36/26 Bû heşirgehek li seydigahan
Şefqet nekirin li bêgunahan
Av alanları kıyametteki mahşer olmuştu
Avcılar o günahsız hayvanlara acımıyordu
320
36/27 Ewçendi ji wehşiyan dikuştin
Goya ku wuhûşi qet nehîştin
Onlar vahşi hayvanları o kadar avladılar
Sanki geride hiç vahşi hayvan koymadılar
36/28 Dirrende, dewende û perende
Hin kuştî û girtî, hin fikende
Yırtıcılar, koşan hayvanlar ve kuşlar vardı
Kimi öldürüldü, kimi esir alınıp bağlandı19
36/29 Çapikherekat û nûciwanan
Wan faris û gurd û pehlewanan
Çok seri hareketli ve delikanlı o insanlar
O atlılar ve kahramanlar ile o pehlivanlar
36/30 Dirrende dirandibûn bi şîran
Perrende birandibûn bi tîran
Yırtıcı hayvanları parçalamıştı kılıçlarla
Kuşları paramparça edip yırtmıştı oklarla
36/31 Mehbûbê mîsalê şehlewendan
Merkeb’ereban xwedankemendan
Boy pozları yerinde olan sevimli kimseler
Ellerinde ipler olup Arap atlarına binenler
36/32 Çogani di dest digel gopalan
Havêtine gerdenêd xezalan
Ellerinde sopalarla birlikte çevganlar vardı
Onları ceylanların gerdanlarına atıyorlardı
36/33 Ew şêresuwar û bebrê cengî
Xwûnî kiribûn belek pelengî
O atlı arslanlar ve o cengâver kaplanlar
Alaca kaplanları kanlar içinde bıraktılar
19
Elyazmasında yeri silik olan bu beyit Jan Dost’un Arapça şerh ettiğ nüshadan alınmıştır.
321
36/34 Ewçendi xezal ewan kirin seyd
Ewçendi piling ewan kirin qeyd
Onlar o kadar çok fazla ceylan avladılar
O kadar çok fazla kaplan da bağladılar:
36/35 Êdî nedişîn digel xwe bînin
Belkî nedişîn ji cih hilînin
Artık beraberlerinde onları taşıyamıyorlardı
Belki onları yerden bile kaldıramıyorlardı
36/36 Kuştî ji xwe ra birin feqîran
Girtî bi xwe ra birin emîran
Öldürülenleri fakirler kendilerine götürdüler
Bağlananları da beyler yanlarına alıverdiler
Mem û Zîn’in 40. bölümü de avdan dönüş keyfiyetine tahsis edilmiştir
ki bunun için kullanılan orijinal başlık şöyledir:
Vegeriyana Mîr û mîrzan e ji şîkarê
Serxweşiya Memê û Zînê ye bi meya dîdarê
Bêxeberiya wan e ji serdahatina Mîr di weqtê êvarê
(Mîr ve efendilerin av partisinden geri dönmeleri
Mem ve Zîn’in görüşme şarabıyla sarhoş olmaları
Mîr’in akşam onları yakalamasından habersiz oluşları)
Bu bölümde sunulan beyitlerde bu dönüşün kendine mahsus şeklinin
nasıl olduğuna ilişkin şunlar göze çarpmaktadır:
-Dönüş askeri bir konvoy eşliğinde olur
-Askeri konvoy mehter eşliğinde yol alır
-Konvoy boyunca saz, davul ve zurnalar çalınır
-Makam ve aletlerin uğultuları birbirine karışır
-Eve dönüldüğünde sağ yakalanan ve öldürülen hayvanlar ayrıştırılır
-Sağ yakalananlar bahçeye salınır ve korumaya alınır
-Bir önceki bölümde görüldüğü gibi öldürülen hayvanların bir kısmı
fakirlere verilir
-Sağ yakalananlara nasıl muamele edileceğine Mîr karar verir
322
40/13 Mîr hat li ser wî hinde ‘esker
Surna û nefîr û kûs û mehter
Mîr geldi yanıbaşında çok sayıda asker
Zurnalar, ekipler, davullar ve mehterler20
40/14 Dadayî li teblexan û sazan
Çawûş û seda û gazegazan
Çalıyorlardı hem davulları hem sazları
Çavuş, makam ve aletlerin uğultuları
40/15 Papende bi işqê herdu ceyran
Dermande ji pêşê yek ve heyran
Ayakları aşk prangasında her iki ceylan
Birbirine bakakalmışlardı hayran hayran
40/16 Qet seh nekirin ku ev çi reng e
Qet guh nekirin ku ev çi deng e
Bu gürültü nedir diye hiç dinlemediler
Bu sesler ne diye hiç kulak vermediler
40/17 Mîr go ku: “Vekin evan xezalan
Pabende mekin evan şepalan
Mîr dedi ki: “Açın ayağını şu geyiklerin
Ayaklarını bağlamayın şu sevimlilerin
40/18 Têk berdine baxî wan wekî teyr
Da em bikirin hero li wan seyr”
Tüm onları kuşlar misali salın bahçeye
Ki dalalım her gün onları seyretmeye”
20 “Mehter”: Orduya eşlik eden bir nevi konser grubudur. Güfte, beste ve müzik
aletlerinin görkemi ile savaşa giden askerlere psikolojik destek sağlamak amacıyla
kullanılan mehter kimi zaman eğlence maksadıyla da kullanılırdı. Örneğin Xanî’nin
aşağıdaki beytinde avdan dönen Mîr’e mehterin eşlik ettiği söylenmektedir:
323
40/19 Xelqê ku xezal û gur û xergûş
Xweş girtî li ser mil û der axûş
Ceylanları, kurt ve tavşanları taşıyanlar
Bunları hoşça omuzlayıp kucakladılar
40/20 Anîn hemî mêr tijiyê rez kir
Axil ku şivanî tijî pez kirr
Adamlar gelip bahçeyi doldurdu onlarla
Sanki çoban ağılı doldurmuştu koyunlarla
324
4. NEWROZ
M
em û Zîn’de Kürt realitesine bağlı ve onu tamamlayan olgulardan
biri de Newroz’dur. Xanî 11. ve 12. bölümleri tamamen, 13. bölümü debüyük ölçüde Newroz’a ayırmıştır. Bu başlıklar altında zikredilen
beyitlerde dile getirilen kutlama etkinlikleri, düzenlenen etkinlikler ve sergilenen gelenek-görenekler halen de birçok Kürt bölgesinde uygulanmaktadır. 11. bölüm için şu başlık kullanılmıştır:
Dastana beyana Newroza Sultanî
Tesmiyeê mewsimê surûr û şadimanî
Bi mersûmê qedîmê Kurdîstanî
Ku wan digotê sersal
‘Ed dikirin bi ‘îdê wîsal
(Sultanî tarzdaki Newroz destanının açıklanması
Sevinç ve mutluluk mevsimi olarak adlandırılması
Bunun Kürdistan’ın eski âdetine göre kutlanması
Ki onlar buna yılbaşı diyorlardı
Onu kavuşma bayramı sayıyorlardı)
Bu başlık altında yer verilen beyitlerde göze çarpan belli başlı hususlar
şunlardır:
-Newroz kutlamaları atalardan yeni nesillere aktarılan uzun bir geçmişe sahiptir
-Mart ayının gelişiyle birlikte herkes tatlı bir bekleyiş havasına girer
-Kutlama genel bir hâl alır, ve herkes kutlama alanlarına akın eder
-Ovalar, çimenlikler, bayırlar insanlarla dolar
-Bekar kızları ve erkekleri ayrı bir heyecan sarar
-Kızlar ve erkekler en güzel elbiselerini giyerlerdi
-Kızlar ve erkekler yılda bir kez olarak Newroz’da birbirlerini görür,
beğenir ve ailelerine haber verip birbirlerine talip olurlar
325
-Newroz’da kız erkek görüşmelerine aileler izin verir fakat İslam’ın
haram kıldığı davranışlar sergilenmez
-Newroz kutsal bir gelenek sayılır
11/14 Danayê mu’emmerê kuhensal
Ev rengehe go jibo me ehwal:
Güngörmüş yaşlı bir deneyimli bilgin vardı
Durum ile ilgili olarak bize şunları anlattı:
11/15 Go: “Adetê pêşiyê zemanan
Ev bû li hemî cih û mekanan:
Dedi ki: “Eski zamanlarda bir gelenek vardı
Bu gelenek her yerde şu şekilde uygulanırdı:
11/16 Weqtê we ku şehsuwarê xawer
Tehwîli dikir di mahê Azer
Doğu Şehsüvarı/(Güneş) dönüp gezdiğinde
Mart ayının gelişiyle dönüşü yenilediğinde
11/17 Ye’nî ku dihate burcê sersal
Qet kes nedima di mesken û mal
Yani dönüp dolaşıp yılbaşı burcuna girdiğinde
Asla hiç kimse kalmazdı meskeninde, evinde
11/18 Bîlcumle diçûne der ji malan
Hetta digihîşte pîr û kalan
Hep birlikte evlerini boşaltıp dışarı çıkarlardı
İçlerinde yaşlı kadın ve yaşlı erkekler vardı
11/19 Roja ku dibûye Îdê Newrûz
Te’zîmi jibo dema dilefrûz
Geldiği gün Newroz adı verilen bayram yine
Saygı göstermek için gönül aydınlatıcı o güne:
11/20 Sehra û çîmen dikirne mesken
Beyda û dîmen dikirne gulşen
İnsanlar kır ve çimenleri mesken edinirlerdi
Ovaları ve bayırları birer gülşene çevirirlerdi
326
11/21 Xasma ‘ezeb û keçê di bakir
Elqisse cewahirê di nadir
Özellikle gençlerden bekâr kızlar ve erkekler
Kısacası eşlerine az rastlanan bu mücevherler
11/22 Têkda di muzeyyen û mulebbes
Vêkra li teferrucê murexxes
Hepsi birlikte giyinerek güzelce süslenirlerdi
Birbirleriyle çıkmalarına aileler izin verirlerdi
11/23 Lêkîn ne bi tuhmet û minnet Belkî bi terîqê şer’ û sunnet
Ancak kötü niyet ve minnet duygusu olmadan
Belki şeriat ve sünnetin yolundan ayrılmadan
11/24 Lewra ku ewan xered ji geştê
Meqsûd ji çûyîna deştê
Çünkü o gençlerin kırlara çıkmadaki amaçları
Onların ovalara yönelmiş olmadaki maksatları
11/25 Ew bû ku çi talib û çi metlûb
Ye’nî du teref muhibb û mehbûb
Bir tarafın isteyen, bir tarafın istenen olmasıydı
Yani iki tarafın da seven ve sevilen olmasıydı
11/26 Ev herdu celeb ku hev bibînin
Kufwê di xwe ew jibo xwe bînin
Amaç her iki tarafın da birbirlerini görmesiydi
Her birinin kendine bir denk bulup seçmesiydi
Memû Zîn’in 12. bölümü için tercih edilen başlık şudur:
Bi derketina şehiriyan e bi deştê
Ji bo seyrana sersal û geştê
(Şehir halkının ovaya doğru dışarı çıkmaları
Seyretmek için Yılbaşı Bayramını ve kırları)
327
Bu bölümün beyitlerinde şunlar denilmektedir:
328
12/1
Dewra felekê ji bextê feyrûz
Dîsan ku numa ji nû ve Newrûz
Açık bir talih olarak feleğin o dönen çarkı
Newroz’u yeniden gösterip ortaya çıkardı
12/2
Mebna li wî ‘adetê mubarek
Şehrî û sîpahiyan bi carek
Kutsal sayılan geleneğe uygun bir biçimde
Bütün şehirliler ve köylüler bir birlik içinde
12/3
Bajêr û kelat û xanî berdan
Teşbîh bi nejdiyan û cerdan
Şehirden, kalelerden ve evlerden ayrıldılar
Adeta birer avcı, yol kesici ve talancıydılar
12/4
Sef sef dimeşîne kûh û deştan
Ref ref dixwuşîne seyr û geştan
Sıra sıra olup yürüdüler dağlara ve ovalara
Gruplara ayrılarak yürüdüler seyrangâhlara
12/5
Esnafê umem sîxar û kubbar
Qet’a qe nema di şehri deyyar
Büyükten küçüğe toplum dışarıya çıkmıştı
Kesinlikle evde oturan hiç kimse kalmamıştı
12/8
Rabûne ve xanim û xewatîn
Wan jî tijî gul kirin besatîn
Kalktı ayrıca yöredeki hanımlar ve hatunlar
Her biri birer gül olup bahçeleri doldurdular
12/9
Hûran kire meskenê xwe cennet
Bê perde û bê melal û minnet O cennet gibi yerleri doldurdular bu huriler
Peçesizdiler, ne yoruldular ne minnet ettiler
12/10 Dûşîze û duxter û ruwalan
Pakîze’îzar û zulf û xalan
Genç erkekler ve yeni yetişme genç bakireler
Oldukça temizdiler, zülüflü ve benekliydiler
12/11 Etrab û kewa’ibê di ‘ezra
Murdan û murahiqê di zîba
Birbirine yaşıt tomurcuk memeli bekâr kızlar
Yeni ergen olmuş güzel yüzlü genç oğlanlar
12/12 Eshabê qumaşê lutfê ruxsar
Erbabê meta’ê husnê dîdar
Kumaş gibi nazik yüzlerini pazarda sergilerdi
En değerli mal gibi güzel yüzleri gösterirlerdi
12/14 Sewdakerê işqê bûn di bazar
Hem baî’ê husn û hem xerîdar
Aşk pazarında sevdaya tutulmuş kimselerdi
Güzellik için hem satıcılar hem müşterilerdi
12/15 Sersalî û bakir û ruwalan
Sedsal û cuwan û pîr û kalan
Bir yaşında çocuk, kızlar, al yanaklı erkekler
Yüz yaşındakiler, gençler ve ihtiyar kimseler
12/16 Sersali bi resm û rahê me’hûd Gêran diçû meqamê mehmûd Alışılagelmiş âdete göre Newroz’u kutladılar
Bu kutlama için gidip güzel yerleri dolaştılar
329
SONUÇ
“Ehmedê Xanî’nin Fikir Dünyası” adını verdiğimiz bu çalışma incelendiğinde Xanî’nin çağını çok iyi okuyan ve yorumlayan bir bilge olduğu görülmektedir. Gerek tasavvuf anlayışı gerekse bu anlayış çerçevesinde yer verdiği
tasavvufî kavramlar, tasavvufî tipler ve argümanlar onun mistik âlemde bir
otorite olduğunu açıkça göstermektedir. Öte yandan şairimizin aşk anlayışı
da dikkat çekici tespitlerle zengin bir muhteva kazanmıştır. Özelikle Mem ve
Tacdîn bağlamında mecazî aşk ile hakîkî aşk arasındaki ince nüansı gözler
önüne sermedeki ustalığı ve bu ustalığını Doğu edebiyatlarında meşhur olan
aşk hikâyelerinde sergilemesi gerçekten incelenmeye değerdir.
Xanî’nin astronomi ve astrolojiyi birlikte içeren kozmolojiyi çok başarılı bir şekilde işlediği görülmektedir. Gerek felekler, gerekse yıldızlar
ve gezegenler hakkında dile getirdiği beyitler onun hem bilimsel hem de
mitolojik malumata derinliğine sahip olduğunu göstermektedir. Xanî’nin
bir deryaya benzeyen fikir dünyasına dalan kişi, karşısında muhtelif boyutlarıyla müziği de görmekte ve onun müzik aletleri, müzik makamları,
gruplar, müzikal oyunlar ve sesler konusunda ciddi anlamda bilgi sahibi
olduğuna tanık olmaktadır. Bunun yanında, şairimizin fauna ve flora ile
varlık felsefesi ve diyalektik alanlarında da bir otoriter olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Xanî’nin en dikkat çekici yönlerinden biri de Kürt realitesi ve Kürt dili
ile ilgili orijinal fikirleridir ki bu tür fikirleri ondan önceki Kürt şairlerinden hiçbiri dile getirmemiştir. Bunun yanında başta düğün, matem, avcılık ve Newroz olmak üzere geniş bir Kürt folklorü malzemesini de geride
miras bırakmıştır.
Tüm bunlar gösteriyor ki Xanî anılan konuları iyice tetkik etmiş ve bu
bağlamda elde ettiği bilgileri üstün bir edebî sanat gücüyle birleştirmek
suretiyle okuyucunun istifadesine sunmuş ve araştırmacılar için geride
bir hazine bırakmıştır. Bu konulardan her biri birer tez konusu olabilecek
nitelik ve orijinalliğe sahip olması bağlamında yüksek lisans ve doktora
öğrencilerini beklemektedir.
331

Benzer belgeler