kitabımızı ücretsiz olarak okumak ve indirmek için tıklayın.
Transkript
kitabımızı ücretsiz olarak okumak ve indirmek için tıklayın.
EHMEDÊ XANÎ’NİN FİKİR DÜNYASI Prof. Dr. Kadri Yıldırım Ağrı Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği EHMEDÊ XANÎ’NİN FİKİR DÜNYASI Prof. Dr. Kadri Yıldırım Proje Koordinatörleri M. Mehmet İzci, Selahattin Demirci Editör Davut Özalp Kapak Tasarımı Aysel Kazıcı Özalp Mizanpaj ve Basıma Hazırlık Şemal Medya [email protected] Baskı Berdan Matbaası Sadık Daşdöğen Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok, No: 239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 613 12 11 Copyright © Mart 2011 İletişim ve İsteme Adresi Ağrı Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Akyad) Cumhuriyet Cad. Atim İş Merkezi Kat 1 No: 9 Ağrı Tel: (0472) 215 16 17 www.akyad.org.tr - email: [email protected] Bu kitap, Ağrı Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (AKYAD) tarafından yütürülen Ehmedê Xanî'yi Anlamak ve Yaşatmak Projesi kapsamında hazırlanmıştır. AKYAD, bu projedeki katkılarından ötürü Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'na teşekkür eder. EHMEDÊ XANÎ’NİN FİKİR DÜNYASI Prof. Dr. Kadri Yıldırım Ağrı Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği KADRİ YILDIRIM: Diyarbakır-Lice doğumludur. İlk ve orta öğrenimini Diyarbakır'da yaptı. Üniversiteyi bitirdikten sonra 1986 yılından itibaren 13 yıl öğretmenlik yaptı. 1994-1998 yılları arasında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında Yüksek Lisans ve Doktora yoptı. 1999 yılında Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne Yardımcı Doçent olarak atandı. 2010 yılında profesör oldu. Halen Mardin Artuklu Üniversitesinde rektör yardımcısı ve Yaşayan Diller Enstitüsü müdürü olarak görev yapmaktadır. İlgi ve araştırma alanı Doğu Dilleri ve Edebiyatıdır. Kürtçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Türkçe bilmektedir. Evli ve dört çocuk babasıdır. İÇİNDEKİLER SUNUŞ.................................................................................................... 13 ÖNSÖZ.................................................................................................... 17 BİRİNCİ BÖLÜM ANA HATLARIYLA EHMEDÊ XANÎ VE ESERLERİ................... 21 1. EHMEDÊ XANÎ (1650-1707)..................................................... 23 1. 1. Kısaca Hayatı........................................................................... 23 1. 2. Yaşadığı Dönem ve Etkileri..................................................... 24 2. ESERLERİ................................................................................... 27 2. 1. Nûbehara Biçûkan.................................................................... 27 2. 1. 1. Şekil Açısından.................................................................... 28 2. 1. 2. İçerik Açısından................................................................... 31 2. 2. ‘Eqîdeya Îmanê........................................................................ 33 2. 3. Dîwan....................................................................................... 37 2. 4. Mem û Zîn................................................................................ 42 2. 4. 1. Adı ve Memê Alan İle İlişkisi.............................................. 42 2. 4. 2. Mesnevî Tarzında Yazılışı.................................................... 43 2. 4. 2. 1. Giriş.................................................................................. 43 2. 4. 2. 2. Asıl Konu......................................................................... 52 2. 4. 2. 3. Sonuç................................................................................ 52 2. 4. 3. Dil Yapısı.............................................................................. 54 İKİNCİ BÖLÜM TASAVVUF............................................................................................ 57 1. XANÎ’NİN TARİKATI VE TASAVVUF ANLAYIŞI ................ 59 2. XANÎ’NİN BAHSETTİĞİ BAZI TASAVVUFÎ TİPLER .......... 63 2. 1. Şêx (Şeyh)................................................................................ 63 2. 2. Murşîd...................................................................................... 63 2. 3. Pîr............................................................................................. 64 2. 4. ‘Arif.......................................................................................... 65 2. 5. Murîd (Mürit)........................................................................... 65 2. 6. Salik/Salikê Terîq (Yolcu/Tarikat Yolcusu).............................. 66 2. 7. Sofî (Sofu, Sufi, Sofi)............................................................... 67 3. ÖNEMLİ BAZI TASAVVUFÎ KAVRAMLAR . ........................ 69 3. 1. Keramet.................................................................................... 69 3. 2. Fena ve Beqa............................................................................ 70 3. 3. Nasût ve Lahût......................................................................... 70 3. 4. Hîcab (Mani, Örtü)................................................................... 71 3. 5. Nefsê Emmar (Kötülüğü Emreden Nefis)................................ 71 3. 6. Fikir, Zikir, Hemd (Hamd), Şukur (Şükür).............................. 72 3. 7. İrfan (Tanıma, Bilme).............................................................. 74 3. 8. Were’ (Sakınma)....................................................................... 74 3. 9. Sewme’e (Manastır)................................................................. 75 3. 10. Î’tîkaf, Kuncê Xelwet (İtikaf, Halvet Köşesi)........................ 75 3. 11. Lamekan (Mekânsız).............................................................. 76 3. 12. Hulûl (Enkarnasyon) ve Nesx (Reenkarnasyon).................... 76 3. 3. 13. Çil/Erba’în (Kırk) ve Çillexane......................................... 77 3. 3. 14. Yeqîn (Kesin Bilgi ve İnanç).............................................. 77 4. MUTASAVVUFLARIN ARGÜMANLARI OLAN İKİ HADİS . ........................................................................ 79 4 1. “Ölmeden Önce Ölünüz” Hadisi............................................... 79 4. 2. “Kendini Tanıyan Kişi Rabbini de Tanır” Hadisi.................... 80 5. TASAVVUFÎ MECAZ VE SEMBOLLER . ............................... 81 5. 1. Sevgili İle İlgili Tasavvufî Mecaz ve Semboller...................... 81 5. 2. Şarap ve Müştemilatı İle İlgili Tasavvufî Mecaz ve Semboller.................................................................................... 81 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AŞK . ...................................................................................................... 87 2. 1. Aşk İçin Kullanılan Terimler.................................................... 88 2. 1. 1. Evîn...................................................................................... 88 2. 1. 2. Diğerleri............................................................................... 89 2. 2. Aşkın İki Kısmı Olarak Mecazî Aşk ve Hakîkî Aşk................ 89 2. 3. Sevgili İçin Kullanılan İsim, Unvan ve Sıfatlar....................... 91 2. 4. Sevgilinin Güzellik Unsurları/Organları.................................. 93 2. 4. 1. Por (Saç)............................................................................... 93 2. 4. 2. Kakul, Perçem, Turra........................................................... 93 2. 4. 3. Çehv/Çav (Göz)................................................................... 93 2. 4. 4. Xemze (Yan bakış, gamze).................................................. 94 2. 4. 5. Ebrû (Kaş)............................................................................ 95 2. 4. 6. Mujgan (Kirpik)................................................................... 95 2. 4. 7. Rû, rux, ruxsar, xedd, dîdar, wech,‘îzar (Yüz ve Yanak)..... 96 2. 4. 8. Xal (Ben).............................................................................. 97 2. 4. 9. Xet (Hat; Ayva tüyleri)......................................................... 98 2. 4. 10. Dev/Dehan (Ağız).............................................................. 98 2. 4. 11. Leb/Lêv (Dudak)................................................................ 99 2. 4. 12. Zeqen (Çene)...................................................................... 100 2. 4. 13. Qed/Qamet/Endam (Boy).................................................. 100 2. 4. 14. Dendan (Diş)...................................................................... 101 2. 5. Âşık İçin Kullanılan Bazı Terimler.......................................... 101 2. 6. Mem û Zîn’de Geçen Aşk Hikâyeleri...................................... 102 2. 6. 1. Wamiq û ‘Ezra...................................................................... 104 2. 6. 2. Weys û Ramîn...................................................................... 105 2. 6. 3. Şêxê Sen’an(iyan)................................................................ 105 2. 6. 4. Yûsuf û Zuleyxa................................................................... 107 2. 6. 5. Husrew û Şîrîn..................................................................... 118 2. 6. 6. Ferhad û Şîrîn....................................................................... 118 2. 6. 7. Leyla û Mecnûn................................................................... 119 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KOZMOLOJİ: ASTRONOMİ VE ASTROLOJİ.............................. 125 1. FELEKLER.................................................................................. 129 1. 1. Seb’ê Şeddad (Yedi Büyük Felek)........................................... 129 1. 2. Neh Felek/Neh Qubbe/Neh Sedef (Dokuz Felek)................... 129 1. 3. Felekle İlgili Kullanılan Benzetme Unsurları.......................... 131 2. SITARE/EXTER/KEWKEB/NECM =YILDIZLAR.................. 137 2. 1. Sureyya/Perwîn (Ülker)........................................................... 137 2. 2. Kehkeşan (Samanyolu)............................................................ 137 2. 3. Semmak/Sîmak........................................................................ 138 2. 4. Yıldızlar İle İlgili Kullanılan Bazı Benzeşme Unsurları.......... 138 3. SEYYARE = GEZEGENLER..................................................... 141 3. 1. Keywan /Zuhel/Sekendîz (Satürn)........................................... 142 3. 2. Bercîs/Muşterî (Jüpiter)........................................................... 142 3. 3. Zuhre/Nahîd (Venüs)................................................................ 143 3. 4. Utarid (Merkür)........................................................................ 143 3. 5. Mirrîx (Merih).......................................................................... 144 3. 6. Heyv/Qemer/Mah/Mahitab/Bedr/Hilal (Ay,Dolunay)............. 144 3. 7. Roj/Xurşîd/Afîtab (Güneş)....................................................... 146 4. BURC = BURÇLAR.................................................................... 149 BEŞİNCİ BÖLÜM MÜZİK................................................................................................... 151 1. MÜZİK ALETLERİ..................................................................... 153 1. 1. Ney........................................................................................... 153 1. 2. Qanûn (Kanûn)......................................................................... 155 1. 3. Çeng (Çeng)............................................................................. 155 1. 4. Rebab (Rübab)......................................................................... 156 1. 5. Def (Tef, Davul)....................................................................... 156 1. 6. Kûs (Göç Davulu, Kös)............................................................ 156 1. 7. ‘Ûd (Ûd)................................................................................... 157 1. 8. Tenbûr (Tanbur)....................................................................... 157 1. 9. Ceres ve Zebaneê Ceres (Zil ve Zilin Dili).............................. 157 1. 10. Muxnî ve Sentûr..................................................................... 158 1. 11. Kerrena ve Naqûr (Borazan ve Boru).................................... 158 1. 12. Saz . ....................................................................................... 158 2. MÜZİK MAKAMLARI ............................................................. 161 2. 1. Iraqî.......................................................................................... 161 2. 2. Evc........................................................................................... 161 2. 3. Rast.......................................................................................... 161 2. 4. Huseynî.................................................................................... 161 2. 5. Gerdan...................................................................................... 162 2. 6. Rehawî..................................................................................... 162 2. 7. Uşşak........................................................................................ 162 2. 8. Şu’be........................................................................................ 162 2. 9. Geweşt...................................................................................... 162 2. 10. Hicaz...................................................................................... 163 2. 11. Şehnaz ................................................................................... 163 2. 12. Zengûl(e)................................................................................ 163 2. 13. Buzurg.................................................................................... 163 2. 14. Kûçek..................................................................................... 163 2. 15. Newa...................................................................................... 164 3. GRUPLAR VE OYUNLAR ....................................................... 167 3. 1. Mehter...................................................................................... 167 3. 2. Govend (Halay), Berîte, Sema................................................. 167 3. 3. Reqs (Raks).............................................................................. 168 3. 4. Çerx (Çark).............................................................................. 168 4. KİŞİLER VE SIFATLAR............................................................. 169 5. SESLER....................................................................................... 173 5. 1. Zîr............................................................................................. 173 5. 2. Bem.......................................................................................... 173 ALTINCI BÖLÜM FLORA (BİTKİLER ÂLEMİ)............................................................. 175 1. AĞAÇLAR.................................................................................. 177 1. 1. Serw (Servi, Selvi)................................................................... 178 1. 2. Senewber (Çam fıstığı) ........................................................... 180 1. 3. ‘Er’er (Ardıç)........................................................................... 181 1. 4. Şimşad (Şimşir)........................................................................ 181 1. 5. Çinar (Çınar)............................................................................ 181 1. 6. Spîndar (Söğüt)........................................................................ 182 1. 7. Kinêr (Arabistan kirazı; çiğde)................................................ 182 1. 8. Sîdretu’l-Munteha (Son Sınır Ağacı: Sedir)............................ 183 1. 9. Qamûş (Kamış)........................................................................ 184 2. ÇİÇEKLER.................................................................................. 185 2. 1. Gul-Xunçe-Xar (Gül-Gonca-Diken)........................................ 186 2. 2. Sunbul (Sünbül, Sümbül)......................................................... 187 2. 3. Binefş (Menekşe)..................................................................... 189 2. 4. Erxewan (Erguvan).................................................................. 189 2. 5. Lale.......................................................................................... 190 2. 6. Nêrgiz (Nergis)........................................................................ 191 2. 7. Reyhan (Fesleğen)................................................................... 192 2. 8. Semen (Yasemin)..................................................................... 193 2. 9. Sosin (Sûsen)........................................................................... 194 2. 10. Zaferan (Safran)..................................................................... 194 2. 11. Nîlufer (Nilüfer)..................................................................... 195 3. MEYVELER................................................................................ 197 YEDİNCİ BÖLÜM FAUNA (HAYVANLAR ÂLEMİ)........................................................ 201 1. KUŞLAR...................................................................................... 205 1. 1. Bulbul/’Endelîb (Bülbül)......................................................... 206 1. 2. Hezar/Hezarê Dastan (Destan okuyan bülbül)......................... 207 1. 3. Perwane/Ferraş-e (Kelebek)..................................................... 208 1. 4. ‘Enqa (Anka)............................................................................ 210 1. 5. Şahîn/Baz/Şehbaz (Şahin)........................................................ 211 1. 6. Şunqar/Teyhû (Doğan veya Şahin).......................................... 212 1. 7. Tûtî (Papağan).......................................................................... 212 1. 8. Huma (Hüma).......................................................................... 215 1. 9. Qaz (Kaz)................................................................................. 215 1. 10. Qumrî (Kumru)...................................................................... 216 1. 11. ‘Ukab (Akbaba)...................................................................... 216 1. 12. Kebk (Keklik)........................................................................ 216 1. 13. Bûm (Baykuş)........................................................................ 216 1. 14. Tezerw (Sülün)....................................................................... 218 1. 15. Zax (Karga)............................................................................ 218 2. SÜRÜNGENLER, BÖCEKLER, BALIKLAR........................... 219 2. 1. Mar (Yılan).............................................................................. 219 2. 2. Ejder, Ejdeha (Ejderha)............................................................ 220 2. 3. Şahmar/Şehmar (Yılanların Şahı)............................................ 221 2. 4. ‘Eqreb (Akrep)......................................................................... 222 2. 5. Mahî (Balık)............................................................................. 222 2. 6. Semender (Su kertenkelesi)..................................................... 223 3. DÖRT AYAKLI HAYVANLAR.................................................. 225 3. 1. Ahû/Xezal (Ceylan)................................................................. 225 3. 2. Şêr/Xedenfer (Aslan)............................................................... 226 3. 3. Bebr/Piling/Pileng (Kaplan)..................................................... 227 3. 4. Seh (Köpek)............................................................................. 228 3. 5. Gur/Gurg (Kurt)....................................................................... 229 3. 6. Beraz (Domuz)......................................................................... 230 3. 7. Xergûş (Tavşan)....................................................................... 230 SEKİZİNCİ BÖLÜM ONTOLOJİ............................................................................................ 233 1. VARLIK FELSEFESİ.................................................................. 235 1. 1. Muhammedî Nûr...................................................................... 235 1. 2. Varlıklarda Vacip-Mümkün Kategorisi.................................... 237 1. 3. Heyûla...................................................................................... 237 2. DİYALEKTİK.............................................................................. 239 DOKUZUNCU BÖLÜM KÜRT REALİTESİ VE KÜRT DİLİ.................................................. 243 1. KÜRT REALİTESİ...................................................................... 245 2. KÜRT DİLİ VE İKTİDARLA İLİŞKİSİ..................................... 255 ONUNCU BÖLÜM KÜRT FOLKLORÜ.............................................................................. 257 1. KIZ İSTEME VE DÜĞÜN.......................................................... 259 1. 1. Evlilik Teklifi .......................................................................... 259 1. 2. Kız İsteme................................................................................ 260 1. 3. Gelinin Süslenmesi ve Götürülmesi......................................... 271 1. 4. Zifafa Girilmesi........................................................................ 289 2. MATEM....................................................................................... 297 3. AVCILIK...................................................................................... 313 4. NEWROZ.................................................................................... 323 SONUÇ............................................................................................ 328 SUNUŞ Ü zerinde yaşadığımız bu kadim topraklar için kullanılan ‘uygarlığın beşiği’ kavramı, çok derin anlamlar ifade etmesine rağmen, bu coğrafyada yaşayan bizler için sadece hoş bir seda veya slogan olarak belleklerimizde yerini almıştır. Eğer bunu anlama yönünde hakiki bir çabamız olsaydı, belki bugün çok daha farklı noktalarda olabilirdik. Çünkü, bu coğrafyanın tarihsel derinliklerinde insanlığın uzun yürüyüşü boyunca arkasında bıraktığı çok büyük değerler ve hazineler yatmaktadır. Bu mirasın içinde neler yok ki: İnsanlık için ikinci bir yeniden doğuş anlamına gelen Hz. Nuh’un Gemisi’nden tutalım da bugün hayatımızın bir parçası haline gelen ve son çağların en büyük buluşlarından olan bilgisayar sisteminin ilk adımı olan sibernetiğin mucidi El Cezeriye, hoşgörüsüyle dünyayı kendisine hayran bırakan Mevlana’dan tutalım da, bugün burada toplanmamıza vesile olan büyük şair Ehmedê Xanî’ye kadar hayatın her alanında benzer büyük değerleri üretmiş insanları saymak mümkündür. Maalesef; bu kadar büyük değerler yaratmış bu topraklarda yaşayan biz insanlar bilgiyi, hikmeti ve erdemi bir kenara itip, kendimizi içinden çıkılmaz karanlıkların derinliklerine bırakmışız. İşte bugün yaşadığımız büyük acılar belki de bu yaptığımızın, bu karanlığımızın bir bedeli olarak karşımıza çıkmaktadır… Ne yapıp edip bir an önce kendimizi bu karanlıktan kurtarmamız ve yeniden ilmin, bilimin hikmetine sarılarak kendimizi aydınlık yarınlara taşımamız lazımdır. Aski tatdirde bu durum Hz. Nuh’u olmayan yeni bir tufanın başlangıcı olabilir. Bu da kendimizle birlikte insanlığın milyonlarca yıldır biriktirdiği bütün değerlerin yok olması anlamını taşır… Bizler Ehmedê Xanî’yi Anlamak ve Yaşatmak adlı projemizi oluştururken bu inanç ile yola çıktık… Çünkü biz inanıyoruz ki yarının aydınlık yolu Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Melayê Cizirî’yî, Ehmedê Xanî’yî anlamaktan geçiyor… Yaşadığı yüzyılda ciddi bir değer olan, yazdığı eserler ve felsefi yaklaşımlarla mana ve maddi dünyaya ilişkin birçok uygulanabilir hayat öğre- 13 tisi sunan alim, filozof ve mutasavvuf Ehmedê Xanî’yi anlamak ve gelecek kuşaklara taşımak bizler için elzemdir. Ben burada Xanî’den fazla sözedip değerli zamanınızı almak istemem. Zaten elimizde bulunan bu eserde, konu hakkında uzman olan ve bugüne dek Xanî’ye dair yaptığı önemli çalışmalarla büyük takdir kazanan hocamız Sayın Profesör Doktor Kadri Yıldırım bizleri Xanî’nin fikir dünyasında uzun bir yolculuğa çıkaracak ve değerli birikimlerini bizlerle paylaşacaktır. Onun için, ben sadece projemizin amacı ve kapsamı hakkında kısa bir kaç bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Adından da anlaşıldığı gibi projemiz Ehmedê Xanî’nin yaşayış tarzını, hayata bakış açısını, eserlerinde işlediği temayı ve metin aralarında vermiş olduğu manevi mesajı yeni nesillere anlaşılır bir dille aktarmak ve onları bu manevi zenginlikler ile buluşturmayı sağlamaktır. Yanısıra bu mükemmel değere dair yöre halkında farkındalık yaratmaktır. Bölgemizde kültürel miras durumunda bulunan birçok değerden bir tanesi de ebedi istirahatgahının bulunduğu Ehmedê Xanî türbesidir. Her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen bu türbe, maalesef bazı insanlar tarafından çok farklı bir yaklaşım görmektedir. Bu yaklaşım Ehmede Xanî'nin hayata dair öğretilerinin özünden uzaklaşılmasına onu ve onun fikirlerinden öte sadece batıl inançların karşılanmaya çalışıldığı bir ziyarete dönüştürmüştür. Bu yanlış inanç ve yaklaşımları ortadan kaldırmak için, bizler bu proje ile Ehmedê Xanî’ye ait kendi çağında oluşturduğu eserlerin derlenerek bir külliyata dönüştürülmesinin yanı sıra, konu hakkında uzman kişilerle çalışarak sadeleştirilmiş öğretilerinin ciltler haline getirilmesini amaçlamaktayız. Bunun yanında, konuya dair geniş katılımlı konferanslar düzenleyerek onun fikirlerini halkla buluşturmayı umuyoruz. Son olarak şunu belirtmek isterim ki, bu proje büyük destekler sonucunda ortaya çıkmıştır. Özellikle de Kültür Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay’ın verdiği destek bizlere büyük güç vermiştir. Saygıdeğer Bakanımızdan söz etmişken onun başkanlığında Kültür Bakanlığımızın yayınlamış olduğu Ehmedê Xanî’nin büyük eseri Mem û Zîn’î de anmak istiyorum. Bilindiği gibi bu eser Cumhuriyet tarihinde Kültür Bakanlığının yayınladığı ilk Kürtçe eser olma özelliği taşıyor. Böyle bir çalışmanın bugüne kadar yapılmaması bu ülke vatandaşları için büyük bir talihsizliktir. Geçte olsa Sayın Bakanımızın böyle bir değeri yayınlatması çok anlamlı ve değerli bir adım olmuştur. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. 14 Yine bu çalışmayı yaparken başta Ağrı Milletvekili M. Hanifi Alır, Ağrı Kültür ve Turizm İl Müdürü E. Muhsin Bulut ve derneğimizin başkan yardımcısı Selahattin Demirci olmak üzere emeği geçen herkese kendim ve derneğim adına çok teşekkür ediyorum ve şükranlarımı sunuyorum… Selam ve sevgilerimle AĞRI KÜLTÜR YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI M. MEHMET İZCİ 15 ÖNSÖZ K lasik dönem Kürt şairleri arasında Kürt halkının hem dinî hem de millî sembolü hâline gelen Ehmedê Xanî (1650-1707)’nin kendine özgü bir fikir dünyası bulunmaktadır. “Ehmedê Xanî’nin Fikir Dünyası” başlıklı elinizdeki bu çalışmayla aydınlatmaya çalıştığımız bu dünya en iyi şeklini şüphesiz Mem û Zîn’de almıştır. Çalışmamız aşağıda özetlediğimiz on bölüme ayrılmıştır: Birinci Bölümde Ehmedê Xanî’nin biyografisi kapsamında onun hayatı ve yaşadığı dönem ile eserleri hakkında bilgi verilmiştir. Bunun yanında şairimizin dört eseri olan Nûbehara Biçûkan, ‘Eqîdeya Îmanê, Dîwan ve Mem û Zîn şekil ve içerik açısından tanıtılmıştır. Bu bölümde kaydettiğimiz bilgiler 2011 yılında Avesta Yayınları arasında çıkan “Mem û Zûn: Çeviri ve Kavramsal Tahlil” adlı çalışmamızın başında kaydettiğimiz bilgilerle aynıdır. İkinci Bölümde Xanî’nin tasavvuf anlayışı üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda Xanî’nin tarikatı ve tasavvuf anlayışı; bahsettiği tasavvufî tipler (şêx, murşid; pîr, ‘arif, murîd, salik, sofî); önemli tasavvufî kavramlar (keramet, fena ve beqa, nasût ve lahût, hîcab, nefsê emmar(e), fikir, zikir, hamd, irfan, were’, sewme’e, î’tîkaf, kuncê xelwet, lamekan, hulûl, çil, erba’în, çillexane, yeqîn); mutasavvufların argümanları olan hadisler ve tasavvufî mecaz ve semboller tahlil edilmiştir. Üçüncü Bölüm aşka tahsis edilmiştir. Bu çerçevede aşk için kullanılan terimler (“evîn” ve diğerleri); aşkın iki kısmı olarak mecazî aşk ve hakîkî aşk; sevgili için kullanılan isim ve sıfatlar; sevgilinin güzellik unsurları (por, kakul, perçem, tura, çehv/çav, xemze, ebrû, mujgan, rû, xal, xet, dev, leb/lêv, qed, qamet, endam, dendan); âşık için kullanılan bazı terimler; Mem û Zîn’de geçen aşk hikâyeleri (Wamiq û ‘Ezra, Weys û Ramîn, Şêxê Sen’an(iyan), Yûsuf û Zuleyxa, Husrew û Şîrîn, Ferhad û Şîrîn, Leyla û 17 Mecnûn) hem orijinal şekilleriyle hem de Türkçe karşılıkları verilerek kaydedilmiş ve tahlil edilmiştir. Dördüncü Bölümde astronomi ve astrolojiyi birlikte içine alan Kozmoloji hakkında bilgi verilmiştir. Bu bağlamda felekler (yedi büyük felek, dokuz felek, felekle ilgili kullanılan benzetme unsurları); yıldızlar (Ülker, Samanyolu, Semmak); gezegenler (Satürn, jübiter, Venüs, Merkür, Merih, Ay, Güneş) ve burçlar orijinal isimleriyle birlikte açıklanmış ve Xanî tarafından nasıl kullanıldıkları ele alınmıştır. Beşinci Bölüm müziğe ayrılmıştır. Xanî’nin bir deryaya benzeyen fikir dünyasına daldığımızda karşımızda muhtelif boyutlarıyla müziği de görmekteyiz. Müzik aletleri (ney, kanun, çeng, rübab, davul, kös, ud, tanbur, zil, borazan, saz); müzik makamları (ırakî, evc, rast, hüseynî, gerdan, rehavî, uşşak, şube, geveşt, hicaz, şehnaz, zengule, buzurg, kuçek, neva); gruplar ve oyunlar (mehter, halay, berîte, sema, raks, çark); kişiler ve sıfatlar ile sesler (zîr, bem) bu bölümde üzerinde durulan konulardır. Altıncı Bölüm bitkiler âlemi olarak floraya ayrılmıştır. Bu bölümde muhtelif boyutlarıyla izah edilen flora ağaçlar (selvi, çam, ardıç, şimşir, çınar, söğüt, çiğde, sedir, kamış); çiçekler (gül, gonca, diken, sünbül, menekşe, erguvan, lale, nergis, fesleğen, yasemin, susen, safran, nilüfer) ile meyvelerin kullanılış biçimleri sunulmuştur. Yedinci Bölüm hayvanlar âleminden ibaret olan faunaya ayrılmıştır. Değişik kullanım biçimleriyle açıklık getirilen fauna âlemi kuşlar (bülbül, kelebek, anka, şahin, doğan, papağan, hüma, kaz, kumru, akbaba, keklik, baykuş, sülün, karga); sürüngenler, söcekler, balıklar (yılan, ejderha, şahmeran, akrep, balık, su kertenkelesi) ve dört ayaklı hayvanlar (ceylan, aslan, kaplan, köpek, kurt, domuz, tavşan) şeklinde kategorize edilip açıklanmıştır. Bu bağlamda hangi örneğin kendi normal anlamında, hangisinin farklı (mitolojik, tarihi vb.) anlamlarda kullanıldığına dikkat çekilmiştir. Sekizinci Börlük varlık felsefesi bağlamında ontolojiyi içermektedir. Bu çerçevede özellikle tasavvuf âleminde önemli bir yer tutan “Muhammedî Nûr”, varlıklarda “vacip-mümkün” kategorisi, filozoflar ve kelâmcılar arasında öteden beri tartışılan “heyûla” ve “diyalektik” bu bölümde ele alınmıştır. 18 Dokuzuncu Bölümün tahsis edildiği alan Kürt realitesi ve Kürt Dilidir. Zaten Xanî’yi kendisinden önceki klasik dönem Kürt şairlerinden ayıran en önemli özellik onun Kürt realitesi ve Kürt diliyle ilgili görüşleridir ki bu görüşler kendisinden önceki meslektaşları tarafından değerlendirme konusu yapılmamıştır. Onuncu Bölümün konusu Kürt folklorüdür. Gerçekten de Xanî bizim için geride zengin bir folklor malzemesi bırakmıştır. Kız isteme, evlilik teklifi, gelinin süslenmesi ve götürülmesi, zifafa girilmesi; matem, avcılık ve Newroz olgusu bu bölümün dikkat çekici konularıdır. Buraya kadar sıralanan bölümlerin içerdiği konular orijinal oldukları için yüksek lisans ve doktora tez konuları ile doçentlik ve profesörlük takdim çalışmaları için bunların seçilmesinin isabetli olacağını düşünüyoruz. Prof. Dr. Kadri YILDIRIM Mart 2011 19 BİRİNCİ BÖLÜM ANA HATLARIYLA EHMEDÊ XANÎ VE ESERLERİ 1. EHMEDÊ XANÎ (1650-1707) 1. 1. Kısaca Hayatı X anî XVI. yüzyılda Hakkari bölgesinden göç edip bir süre Van çevresinde kaldıktan sonra bugün Ağrı’nın bir ilçesi olan Doğubeyazit’e yerleşen Xan aşiretine mensup bir ailenin çocuğu olarak 1061/1650-51 yılında Doğubeyazit’te doğdu. Bir medrese âlimi olan babasının adı Molla İlyas, annesinin adı Gülnigar’dır. Babasının vefatından sonra abisi Molla Kasım’ın yanında medrese tahsiline başlayan şairimiz buradan Muradiye’ye gider ve adının 1661 yılına ait talebeler listesinde kayıtlı olduğu Gulgûn Medresesi’nde okur. Xanî’nin ilim tahsil ettiği yerler hakkında bilgi veren ilk yazarlardan biri olan Alauddîn Seccâdî “Mîjûy Edebî Kurdî” (Kürt Edebiyatı Tarihi) adlı eserinde Xanî’nin ayrıca Ahlat, Urfa ve Bitlis’te de eğitim gördüğünü belirtir. Şairimiz bu şehirlerden Doğubeyazit’e döndükten kısa bir süre sonra Cizre’ye giderek bir süre orada kalır, ardından Behdinan ve Serhedan Beyliklerini ziyaret eder. Onun eğitim için Bağdat ve Mısır’a da gittiği ve hac farizasını yerine getirmek için Hicaz’a yolculuk yaptığı ifade edilmektedir. Seccâdî’ye göre Osmanlı padişahları ile irtibat kurmak için İstanbul’a da gidip gelmiştir. Hoşab’da Ataiyye Medresesi hocalarından Molla Camî’nin yanında icâzet alan Xanî tahsilini tamamladıktan sonra Doğubeyazit’e dönerek burada bir medrese inşâ eder, müderrislik yaptığı bu medresede eğitim dili olarak Kürtçeyi zorunlu kılar ve vefat edinceye kadar müderrislik görevine devam eder. Divan kâtibi olarak görev yapan babası İlyas ve abisi Molla Kasım’dan sonra Xanî de henüz 14 yaşındayken dönemin Bayezîd beyi Mîr Muhammed Purbelalî’nin divanında resmî kâtip olarak görev yapmaya başlar. Xanî’nin eserleri bir bütün olarak incelendiğinde onun da birçok Kürt âlimi gibi fikhî mezhep olarak Şafi’î, itikadî mezhep olarak Sünnî/Eş’arî, tarikat olarak Nakşibendî, tasavvuf ekolü olarak da ılımlı bir “vahdet-i vücûd”çu olduğu anlaşılmaktadır. 23 1. 2. Yaşadığı Dönem ve Etkileri Xanî XVII. yüzyılın ikinci yarısında doğup yetişmiştir. Onun dokuz-on yaşlarında olduğu 1660 yılında Bitlis, Hakkari ve İmadiye Kürt beylikleri yarı bağımsızlıklarını kaybedip Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girmişlerdi. Şairimizin 15-16 yaşlarındayken Doğubeyazit Divan Katibi olduğu 1666 yılında Sultan Murad’ın damadı Melek Ahmed Paşa, Bağdat seferine katılmadığı ve bu şehri geri alan Sultan Murad’ı kutlamaya gitmediği gibi pek de önem arz etmeyen gerekçelerle Bitlis beyi Abdalhan’ın üzerine büyük bir askerî güçle giderek onun beyliğine son vermiş ve binlerce cilt kitaptan oluşan şahsî kütüphanesi de dâhil olmak üzere maddî-mânevî bütün varlığına el koymuştur. İşin ilginç yanı Melek Ahmed’e bu harekâtında başta Mahmûdîler olmak üzere bazı Kürt aşiretleri de destek vermişlerdir. (Bkz. Tahsîn İbrahîm Doskî, el-Medhal, s. 93-99; Emînê Osman, Mem û Zîn, s. 14-15). Xanî yaşadığı dönemde 5 Osmanlı sultanını (IV. Mehmed, II. Süleyman, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmed); 3 Safevî şahını (II. Abbas, I. Süleyman, I. Hüseyin) ve 3 Bitlis beyini (Mîr Alî Han, Murtaza Qûlî Han, Xiyas Beg) görmüştür. Xanî’den önceki dönemlerde başlayıp Xanî’yi etkileyen siyasal ve askerî gelişmelerin başında Kürt bölgelerinde yoğunlaşan Osmanlı-İran savaşları gelmektedir. 1501 yılında ortaya çıkan Şah İsmail 1508 yılında Bağdat’ı ele geçirdikten sonra topraklarını genişletmek amacıyla güçlerini Kürt bölgelerine kanalize ederek birçok Kürt mıntıkasını ele geçirdi. Bu durum karşısında 11 veya 12 Kürt emîri kendi içlerinde serbest olmak kaydıyla Şah’a bağlılıklarını bildirmek üzere Tebrîz’e gittiler. Ancak şah bu teklife sıcak bakmadığı gibi bu Kürt emîrlerini de tutuklattı; daha sonra serbest bıraktı. Bu olay Kürtlerin büyük bir kesiminde Şah’a olan güvenlerinin sarsılmasına neden oldu. Yavuz Sultan Selim dönemine gelindiğinde bu sultanın devreye koyduğu ünlü Kürt bilgelerinden İdris-i Bitlîsî’nin girişimleri sonucu kendi içlerinde serbest olmak kaydıyla birçok Kürt beyi Sultan Selîm’e bağlılıklarını ilan etti. Kürt kartını oynamada şartların kendi aleyhlerine geliştiğini anlamada gecikmeyen Şah İsmail güçleri ile Osmanlı güçleri arasında 1514 yılında meydana gelen Çaldıran Savaşı’nda bu Kürt beyleri bütün savaşçı güçleriyle Osmanlılardan yana çıkarak bu savaşın kazanılmasında etkin rol oynadılar. Daha önce yaşanan Kürt beylerini tutuklama olayının meydana getirdiği güvensizliğin yanı sıra, bey- 24 liklerinin Yavuz Sultan Selim tarafından tanınması ve İran Safevilerinin Şiî olmalarına karşın Osmanlıların kendileri gibi Sünnî oluşları da bu Kürt güçlerinin İran yönetiminden çok Osmanlı yönetiminin yanında yer almalarında etkili olmuştur. Çaldıran Savaşı’ndan sonra başta Diyarbakır, Mardin, Urfa, Rakka ve Musul gibi Kürtlerin yoğunlukta olduğu toprakların önemli bir kısmı Osmanlıların hâkimiyetine girdi. Bu süreçte Kürt coğrafyasının çeşitli muhitlerinde 55 Kürt beyliği kuruldu. Yavuz Sultan Selim ile yapılan antlaşmaya göre bu beylikler herhangi bir dış saldırıya karşı Osmanlıların yanında savaşmak ve devlete belirli oranlarda vergi vermek koşuluyla kendi iç işlerinde serbest olmalarına karar verildi. (Geniş bilgi için bkz. Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, s. 33-35; Doskî, el-Medhal, s. 93-99). Çaldıran Savaşı’ndan önce de Kürt beylerinin bir kısmı Osmanlıların, diğer bir kısmı İranlıların yanında yer almışlardı. Osmanlıları destekleyenlerin başında Lale Kasım ve Bitlis beylerinden Mîr Şeref, İranlıları destekleyenlerin başında ise aynı zamanda Şah İsmail’in kız kardeşi ile evli olan Hasankeyf beyi Melik Halil geliyordu. Xanî’nin yaşadığı XVII. yüzyıl, Kürt toprakları üzerinde kavga eden İran ve Osmanlı devletleri arasındaki mücadelelerin kızışmaya devam ettiği bir yüzyıl olmuştur. Bu devletler birbirberine karşıki saldırılarında Kürt topraklarını ve beyliklerini bir köprü olarak kullanmışlardır. Doğal olarak bu savaşlarda en büyük zararı Kürtler görmüşlerdir. Xanî “Mem û Zîn”in ilgili bazı beyitlerinde bundan duyduğu hoşnutsuzluğu şöyle dile getirmektedir: 5/33 Ev Rom û ‘Ecem bi wan hesar in Kurmanci hemî li çar kenar in Şu Romlar ve Farslar Kürtleri kuşatmışlar Kürtlerin tamamı dört parçaya ayrılmışlar 5/34 Herdu terefan qebîlê Kurmanc Bo tîrê qeda kirîne amanc Bu iki cephe Kürtlerin karşısına geçmiş Onları imha etme oklarına hedef etmiş 5/35 Goya ku li ser heddan kilîd in Her taîfe seddek in sedîd in Kürtler sınırların üzerinde sanki kilittir Kürt Aşiretleri orada sağlam birer settir 25 5/36 Ev qulzumê Rom û behrê Tacîk Gava ku dikin xurûc û tehrîk Bir denizi andıran şu Rom ve Acemler Ne zaman ortaya çıkıp hareket etseler: 5/37 Kurmanc dibin bi xwûnê mulettex Wan jêk ve dikin mîsalê berzex Kürtler her seferinde kana bulanıyorlar Berzah misali birbirlerinden ayırıyorlar Bilindiği gibi Yavuz Sultan Selim ile yapılan antlaşma fazla uzun ömürlü olmamış ve kurulan Kürt beylikleri değişik süreçlerde aşamalı olarak tasfiye edilmiştir. Bu da Kürtlerde genelde, Xanî’de de özelde olumsuz bir etki bırakmıştır. 1660 yılında, yani Xanî 9-10 yaşlarındayken Bitlis, Hakkari ve İmadiye Kürt beyliklerinin varlığına son verilmiştir. Jwaideh bu konuda şu tespitlerde bulunmaktadır: “Osmanlılarla Kürtler arasında Sultan I. Selim zamanında kurulmuş olan dostane ilişkiler daha sonra bozulmaya başladı. 1650’den 1730’a kadar Diyarbakır-Van arasındaki özerk Kürt beyliklerinin çoğu Osmanlılar tarafından ortadan kaldırıldı. Kürt beyliklerinin ortadan kaldırılma süreci 19. Yüzyılın ortalarına doğru tamamlandı”. (Jwaideh, a. g. e., s. 35). Görüldüğü gibi Jwaideh’in birçok Kürt beyliğinin Osmanlılar tarafından ortadan kaldırıldığı tarih olarak verdiği 1650-1730 arası süreç Ehmedê Xanî’nin bu olaya şahit olduğu bir süreç sayılmaktadır. 26 2. ESERLERİ X anî’ye ait oldukları kesin olan ve günümüze ulaşan dört eseri bulunmaktadır. Bunlar Nûbehara Biçûkan, ‘Eqîdeya Îmanê, Şiir Dîvanı ve Mem û Zîn’dir. 2. 1. Nûbehara Biçûkan Yazarın 1683 yılında yazdığı ve “Küçüklerin İlkbaharı” şeklinde Türkçeye çevirebileceğimiz bu eser Arapça-Kürtçe manzum bir sözlüktür. Ezber ağırlıklı bir eğitim sisteminin hâkim olduğu medreselerde ezberi kolaylaştırmak için bu eser manzum olarak hazırlanmıştır. Sözlük yaklaşık 220 beyitten oluşmakta ve 1000’den fazla Arapça kelime ve terimler ile bunların Kürtçe karşılıklarını içermektedir. 13 bölüm hâlinde hazırlanan bu sözlük manzum olarak hazırlandığı için kelimeler alfabetik sıraya göre değil, vezin ve kafiyenin gerektirdiği duruma göre sıralanmıştır. Bu bağlamda kelimeler Arapça-Kürtçe olarak sıralandığı gibi, Kürtçe-Arapça olarak da sıralanmıştır. Bu bakımdan sözlük hem Arapça-Kürtçe, hem de Kürtçe-Arapça sayılmaktadır. Şair bu sözlüğünü Ferişteoğlu olarak tanınan Abdullatif b. Melek tarafından 1392 yılında hazırlanan ve Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan “Lugat-ı Ferişteoğlu” adlı Arapça-Türkçe manzum sözlüğü ile Şahidî Dede tarafından 1515 yılında yine manzum olarak hazırlanan “Tuhfe-i Şâhidî” adlı Farsça-Türkçe sözlüklere alternatif olarak hazırlamıştır. Böylece Osmanlı medreselerine gitmeyen veya gidemeyen özellikle kırsal kesimlerde yaşayan Kürt çocuklarının gittikleri Kürt medreselerinde bu sözlüğün ders kitabı olarak okutulmasını istemiştir. Bu sözlük birçok açıdan bir “ilk” sayılmaktadır. Örneğin: -Kürtçe'nin bilinen ilk sözlüğüdür -Kürtçe'nin bilinen ilk iki dilli sözlüğüdür -Kürtçe'nin bilinen ilk manzûm sözlüğüdür -Kürt dilinde çocukların eğitimi için hazırlanan ilk eserdir 27 -Kürt aruz bilgisinin yer aldığı ilk eserdir -Kürt dili tarihinde anadille eğitim amacıyla hazırlanmış ilk eserdir Xanî bu sözlüğün girişinde onu Kürt çocuklarının eğitimi için hazırladığına şu beyitle dikkat çekmektedir: Ne jibo sahibrewacan Belkî jibo biçûkêd Kurmancan Bu eser seçkin kişiler için değildir Belki küçük Kürt çocukları içindir 2. 1. 1. Şekil Açısından Ezberin bir öğrenme yöntemi olarak benimsendiği medrese eğitim sisteminde ezberi kolaylaştırmak için başvurulan yollardan bir tanesi de ilgili ilimlere ait konuların “didaktik şiir” tarzında kitaplaştırılması olmuştur. Bunan dolayıdır ki şiir kabiliyeti olan diğer âlimler gibi Xanî de bu yola başvurmuştur. Bu eser bir önsöz ve “kıta” adı verilen 13 bölümden oluşmaktadır. Xanî bu eserin her kıtasını çocukları çalışmaya, iyiye ve güzele sevkeden ve onları bu değerlerin zıddı olan şeylerden sakındıran bir vecize ile başlatmıştır. Kıtalara göre bu vecizeler şunlardır: Kıta Vecizesi 1 Heta tu dewr û dersan nekî tekrar û mesrûf Li dinyayê tu nabî ne meşhûr û ne me’rûf Tekrarlayıp ezberlemeden metin ve dersleri Dünyada olamazsın ne tanınan ne ünlü biri 2 Perde ku rabitin ji ber ‘aridê dilistan e xweş Dil ji xeman ku bête der bilbilê gulistan e xweş Perde kalksa yarin yüzünden, hoş bir gönül bahçesine konar gönül Böylece gamdan sıyrılan gönül hoş bir gül bahçesinde olur bülbül 28 3 ‘Arifê ku bi qencî me’rûfi bit Dê helîm û sabir û mewqûfi bit İyilikle tanınıp öyle meşhur olmuş bilge biri Hoşgörülü, sabırlı ve hakka teslim olmalı 4 Ger dê te meqsûdek hebî lazim divê lêbî bilez Xasma te me’bûdek hebî daîm di emrê wî bibez Bir maksadın olursa onu elde etmek için çabuk davranmalısın Özellikle bir mabûdun varsa sürekli onun emrine koş(malısın) 5 Her çi bi ‘îlmê cehl kir mubeddel Sifrê xwe wî kir bi zêr mukellel Her kim cehaleti ilimle değiştirmiş O artık bakırını altın ile değiştirmiş 6 Ey ku kîbrê daîm kiriye jibo xwe merkeb Ewwel tu “bê” bike “yê” paşê bigîre merkeb Ey kendisi için sürekli “kibr”i binek edinen Önce “b”yi “y” yap sonra onu binek yap sen 7 Şeyx û sofîtî, keramet, ‘îlim, xwendin hem ‘emel Xilwet e hucre, terîqeta te şerî’et bê xelel Keramet, ilim, okuma ve amel bulunmalı şeyhlik ve sofulukta Halvetgah uygun olmalıdır hücreye, tarikat da bozulmamış şerîata 8 Ger te divêtin bibî mîr û ser û mu’teber Kîzb û xîlafê mebêj, ger te bikin ker bi ker Eğer olmak istiyorsan bey, başkan ve muteber Yalan söyleme, isterse seni parça parça etseler 9 Herçî ku ji dinyayê berîdaşte damen bû Bê şubhe di nîv ‘amê evraşîte gerden bû Her kim minnetsiz olarak dünyadan el çekmiş Şüphesiz halk arasında boynu (başı) yükselmiş 10 Ger te divêtin ku beraber nebitin kes bi te ra ‘Îlim bixwûn hem ‘emelî tu bike sin’et ji xwe ra 29 Eğer istemiyorsan seninle boy ölçüşecek kimseyi Hem ilim oku hem meslek edin onunla amel etmeyi 11 Herçî kesê ‘îlmekî qenc xwendiye Dewlet e ger wî bi esil zaniye Kim yararlı olan bir ilim tahsil etmişse Bir devlettir bu, eğer köklü öğrenmişse 12 Di fesla nûbeharê da digel dîlber biçin geştê Ji ew xweştir ‘umur nabit li min ew hal qewî xweş tê İlkbahar mevsiminde sevgiliyile beraber gitseler seyrana Ondan iyi bir ömür olmaz, bu durum çok hoş gelir bana 13 Mu’ellim bila dil wekî ber bitin Divêtin ku şagirti dilber bitin Varsın kalbi taş gibi olsa da öğretmen/öğretici Yine de ona karşı gönül alıcı olmalıdır öğrenci Xanî bu eserde arûzun tolam 19 “bahir”inden Kürt şiirine en uygun 7 tanesini kullanmıştır ki bu bahirler şunlardır: Hezec, recez, remel, mudri’, besît, serî’, mutekarib. Kıtalara göre tef’ileleriyle birlikte bu bahirler aşağıda gösterilmiştir: KıtaBahir 1 hezec 2 recez 3 remel 4 recez 5 recez 6 mudari’ 7 remel 8 besît 9 hezec 10 recez 11 serî’ 12 hezec 13 muteqarib 30 Tef’ilesi mefaîlun, feûlun, mefaîlun, feûlun mufteilun, mefailun, mufteilun, mefailun failatun, failatun, failat mustefilun, mustefilun, mustefilun, mustefilun mustefilatun, mustefilatun mefûlu, failatun, mefûlu, failatun failatun, failatun, failatun, failatun mufteilun, failun, mufteilun, failun mefûlu, mefaîlun, mefûlu, mefaîlun mufteilun, mufteilun, mufteilun, mufteilun, mufteilun, mufteilun, failun mufteilun, mefailun, mefailun, mefailun, feûlun, feûlun, feûlun, feûl Bu bahirlerden Kürt şiirine en uygun olanı “recez”dir. Ondan sonra sırayla hezec, remel, mudari’, besît, serî’ ve muteqarib gelir. Eserin girişi ile birinci ve son bölümler “mesnevî” tarzında (aa-bbcc-…); diğer kısımlar “gazel” tarzında (aa-ba-ca-…) kafiyelenmiştir. 2. 1. 2. İçerik Açısından Bu eser dikkatle incelediğimizde içerdiği konuların gelişigüzel değil; yakından uzağa, kolaydan zora ve bilinenden bilinmeyene gibi pedagojik bir formasyonla hazırlandığını rahatlıkla görebiliriz. Eserin İçeriğini oluşturan bazı konularla ilgili bazı örnekler vermek istiyoruz (tırnak içinde verilen kelimeler Kürtçe'dir): Aile fertleri zewc û recul çi? “mêr”, û “jin”: mer’et û zewcet û nîsa Walid “bab” û walîde “da”, şeqîq û ex her du “bira” Îbni “kur” e, binti “keç” e, sîhri “xezûr” e, “mam”i ‘em ‘Emmet “met” e, ‘îmamet “şaş”, ceddet çi ye? Xwe “pîreda” Vücut organları Menkib û ketf her du “mil”, bal û demîr û qelbi “dil” Cebhe “enî”, femi “dev” e, lîhye “rih” e, “xeber” neba Rîcl “pê”, rukbe “ejn”, betni “zik” Sedri “sing” e, cîdi “ustû”, ‘eyni “çav” Fexzi “ran” e, dirs “didan” e, şefe “lêv” Zehri “pişt” e, surre “navik”, cewfi “nav” Kebdi “cerg” e, kulye “gurçik”, kudne “bez” “Rovî” ne em’a, meraret hem “zirav” Fizyonomi Ekhel “mirovê çavbikil”, eşhel “mirovê çavbelek” Eşqer “mirovê çavhişîn”, rengê “genimgûn” esmer e Emred “ruwal”, ‘efre “bimû”, eqre’ “keçel”, emles “hulû” Esxer “biçûk”, ekber “mezin”, seyyîd “hulahul”, “mîr” ser e 31 Flora Hinte “genim”, şe’îr “ceh”, sulti “şilêl”, kermi “rez” e “Xurme” ruteb, ‘înem “tirî”, bî’ “bifroş”, semen “buha” Rumman “hinar” e, culnar “gulnar” e, tîni “hijîr” e Qissa “xiyar” e, dewfes “pîvaz” e, sûmi “sîr” e Fauna Sewr û hîmar, “ga” û “ker” Şati “pez” e, de’n “mih”, me’z “bizin”, hecme “ker” Hicri “mihîn” hem ‘eqîle, muhri “kurî”, “hesp” e hîsan ‘Îcl û hemel “golik” û “berx”, cedy û ‘enaq her du ne “kar” Zî’b û xurab her du çi ne? “gurg û “qîr” Qeswere û deyxem û dilhasi “şêr” Temel sayılar Wahid û îsnan çi ne? “yek” û “do”; “Sê” ne selas, erbe’ “çar” in ‘eyan Xemse û sîtte çi ne? Ew “pênc” û “şeş” “Heft” in û “heşt” in ewe seb’ û seman Tîs’ û ‘eşer her du “neh” û “deh” temam; “Sed” mîet û elfi “hezar” ey cuwan Hava Durumu/Zill û tubbe’ fey’i “sîh” in, şemsi “tav” İklim “Deşt”i beyda, meşyi “çûn” e, xetwe “gav” Nari “agir”, herri “germî”, berdi “sar” Selci “berf” e, ma û selsel her du “av” Wabil û wesmî û mîdrar û meter Tell û xeys û rîhme “baran”, sad “xwunav” Dört mevsim “Zivistan” şîta ye û “havîn” e seyf “Behar” e rebî’ û “payîz” e xureyf 32 2. 2. ‘Eqîdeya Îmanê İnanılması zorunlu olan ilkeler, bu ilkelerden bahseden ilim, inanç doktrini ve bu doktrinden bahseden risale olmak üzere dört anlama gelen ‘eqîde teriminden burada dördüncüsü kast edilmektedir. Dolayısıyla ‘Eqîdeya Îmanê ismini “İnanç Risalesi” şeklinde çevirebiliriz. Xanî’nin bu eseri İslamî literatürde “akaid” olarak adlandırılan ilim dalı kapsamına girmektedir. Akaid, İslâm dininin inanç esasları olan Allah inancı, melek inancı, kitap inancı, peygamber inancı, ahret inancı ve kader inancını konu edinen bir ilimdir. Xanî bu eseri “Nûbehara Biçûkan”dan 4 yıl sonra 1687 yılında yazmıştır. Nüshaların farklılığına göre 70-73 beyitten oluşan eser her beytin kendi içerisinde kafiyeli olduğu (aa-bb-cc-…) “mesnevî” tarzında hazırlanmıştır. Şarimiz bu eserini “mutekarib” bahrine göre yazmıştır. Muhtelif alt kalıpları olan bu bahrin temel kalıbı “fe’ûlun, fe’ûlun, fe’ûlun, fe’ûlun”dür. Mela Xelîlê Sêrtî “Nehcu’l-enam”, Şêx ‘Ebdurrehmanê Aqtepî de “Rewdetu’ne’îm” adlı eserinde bu kalıbı kullanmışlardır. Xanî “Nûbehara Biçûkan” gibi bu eserini de medreselrde okutulan ders kitapları arasına katmak amacıyla yazmıştır. Böylece Nûbehar ile kendi anadillerinin kelime ve terimleri ile tanışan Kürt çocuklarının “Eqîdeya Îmanê” ile de temel akaid bilgilerini yine kendi anadilleri ile öğrenmeleri amaçlanmıştır. ‘Eqîdeya Îmanê’yi önemli kılan üç büyük özellik göze çarpmaktadır: 1) Dinî bir ilim sahasında yazılmış ilk Kürtçe eserdir. Böylece Xanî Nûbehara Biçûkan ile dilin dili yaptığı Kürtçeyi Eqîdeya Îmanê” ile dinin dili yapmıştır. 2) Nûbehara Biçûkan gibi bu eser de Kürt medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuş ve baştan sona talebelere ezberletilmiştir. 3) Kendisinden sonra yazılan manzûm dinî eserlere bir örnek teşkil etmiş, şekil ve içerik açısından nümûne olarak kabul edilmiştir. Diğer akaid kitaplarında olduğu gibi Xanî’nin bu eserindeki inançla ilgili meseleleri üç kategoriye ayırmak mümkündür. Bunlar “ilahiyyat” (Allah ile ilgili meseleler), “nubuvvat” (peygamberlik ile ilgili meseleler) ve “sem’iyyat” (işitme yoluyla varlıkları kabul edilen metafizik olgular ile ilgili meseleler) kategorileridir. 33 1)İlahiyyat kategorisi: Tevhîd (Allah’ın birliği ve benzersizliği), imanamel ilişkisi, taklîdî iman, Allah’ın sıfatları, Allah ve teşbîh (antropomorfizm), Tenasuh ve hulûl (reenkarnasyon ve enkarnasyon), Atom ve heyûla, kader ve insan özgürlüğü, büyük günah işleyenin konumu ve tevbe bu kategorinin başlıca meseleleridir. Şimdi ‘Eqîdeya Îmanê’den bunlara bazı örnekler verelim. Tevhîd Xwedê yek e bê hevrê û bê heval Ne me’zûlî ye ne mirin ne zewal Allah birdir, yoldaşı ve arkadaşı yoktur Ne ilahlıktan azledilir ne ölür, ne yek olur İman-amel ilişkisi Muwafiq nebit qewl û niyyet ‘emel Li ba me dibîtin di îman xelel Uygunluk yoksa söz, niyet ve amel arasında Bize göre zarar meydana gelir imanın yapısında Taklîdî iman Mirovê nezan bit û nadan û sist Dibîtin bi teqlîdê îman durist Bilgisiz, cahil ve tenbel bir insan Geçerlidir taklit ile edeceği iman Allah’ın sıfatları Sîfatê di seb’e jibo Zu’l-Celal Bizan heft in ey ‘arifê purkemal Yüce Allah’ın yedi sübûtî sıfatı vardır Üstün bilge! Bil ki bu sıfatlar şunlardır Xweşî, Şîn û Zanîn û Vîn û Kelam Bihîstin digel Dîtinê bûn temam Dirilik, Güç, Bilmek, Dilemek, Kelam İşitmek ve Görmekle beraber oldu tamam Xanî’nin bu beyitte dikkat çeken önemli bir yanı vardır ki o da Allah’ın şimdiye kadar Farsçalaştırılmamış ve Türkçeleştirilmemiş sübûtî sıfatlarını Arapça orijinal şekilleriyle aktarmayıp onları Kürtçeleştirmesidir. Nitekim Xanî Türk ve Fars literatürlerinde dirilik anlamında kullanılan Arapça Hayat yerine “Xweşî”; güç anlamındaki Kudret yerine “Şîn”, bilmek anla- 34 mındaki ‘Îlm yerine “Zanîn”, dilemek anlamına gelen İrade yerine “Vîn”, işitmek anlamındaki Sem’ yerine “Bihîstin”, görmek anlamına gelen Basar yerine de “Dîtin” terimlerini kullanmıştır. Antropomorfizm Jibo wî çu nîne cîhat û mekan Ne manend û mîsl û ne hemta nîşan Onun için yoktur ne yön ne mekân Ne bir benzeri, ne bir eşi, ne nişan Jibo wî çu nîne nezîr û şebîh Kesê wesfi kit dê çi bêjit bedîh Asla onun için yoktur ne eş ne benzer Onu tarif edenler açıkça ne diyecekler! Reenkarnasyon ve Betal e tenasux, muhal e hulûl Enkarnasyon fikri Mekke îttîhada du tiştan qebûl Tenasuh geçersiz, imkânsızdır hulûl İki şeyin enkarnasyonunu etme kabul Atom Eger tiştekî pur mucezza bikî Qebûl nakit êdî mucezza bikî Çok küçük parçalara ayırırsan bir şeyi Artık parçalanamaz hâle getirirsin o şeyi Heyûla Heyûla çu nîne ‘edîm e ‘edîm Dinê kafir e ê bibêjit qedîm Heyûla asla yoktur, yoktur, yoktur “Dünya ezelîdir” diyenler kâfir olur Kader ve hür irade Bizan bende muxtarê fê’la xwe ye Ne xaliq ne mecbûrê fê’la xwe ye Bil ki kul ne yaparsa hür iradesiyle yapar Yaptığını ne yaratır, ne onu zorlayan var Büyük günah Musulman bi qetl û zînaê çu car Ne kafir dibe ne muxelled di nar Müslüman adam öldürmekle ve zinayla Ne kâfir olur ne de ebedî ateşte kalır asla 35 Tövbe gereği Ji me’siyetan lazim e tewbe zû Guneh nîne tewbe nebîtin li dû Günahlardan çabuk tövbe etmek gerekir Tövbesi olmayan hiçbir günah yoktur 2) Nubuvvat kategorisi: Peygamberlikle ilgili meselelerin ele alındığı bu kategoriye giren olguların başında kadınların peygamber olup olmadıkları, Peygamberlerin günah işlemekten masum oluşları ve diğer bazı meseleler gelmektedir. Örneğin Xanî peygamberlerin günah işlemekten masum oluşları ve kadınların peygamber olamayacakları ile ilgili hükmü aynı beyitte şöyle dile getirmiştir: Ji ‘ezl û gunahan nebî bûn berî Ji bo qismê jin nîne pêxemberî Peygamberler azledilmekten ve günahtan masumdur Kadın kısmı için peygamber olmak yoktur 3) Sem’iyyat kategorisi: Varlıkları gözle görülmeyen, ancak vahiy yoluyla var oldukları işitilen metafizik olgular bu kategoriye girmektedir. Ahiret hayatı, Munker ve Nekîr adlı melekler tarafından yapılan kabir sorgusu, hesap, mîzan (terazi), sırat köprüsü, cennet ve cehennem, şefaat, Allah’ın görülmesi, melekler, cinler, şeytanlar bu kategride ele alınan temel meselelerdir.Şimdi ‘Eqîdeya Îmanê’den bu bağlamda bazı örnekler verelim. Ahiret-Diriliş Dê eczaê cismê fena bin ji bin Ji bil ‘es’esê paşê mehşûrî bin Kuyruk sokumu hariç, tüm beden parçaları çürüyecek Daha sonra kuyruk sokumundan diriltilip haşredilecek Kabir sorgusu Di qebrê dibîtin ji xelqê mirî Sûala Nekîr û digel Munkerî Ölmüş olan kimselerden kabir içinde Nekîr’in de sorusu olacak Munkerin de Hesap Yeqîn dê bibîtin di yewma qiyam Hîsaba helalê, ‘ezaba heram Kıyamet gününde kesinlikle şu yapılacak: Helalin hesabı sorulacak, haram azap olacak 36 Mîzan (Terazi) Di heşrê terazî û mîzan heye Xerabî û qencî û kêşan heye Mahşerde hem terazi hem tartı vardır İyilik ve kötülükler onunla tartılacaktır Cennet-Cehennem Bihişt û cehennem hene vê demê Fena nabin û naçine ‘edemê Cennet ve cehennem şu anda da vardır Ortadan kalkmayacak, yok olmayacaklardır Şefaat Şefa’et dikin enbiya ewliya Bi îzna Xwedê bo kesê eşqiya Allah’ın izniyle peygamberler ve veliler Günahkâr kimseler için şefaat edecekler Melek-Şeytan-Cin Melaîk şeyatîn û cinnan wucûd Heye da nekî bûyîna wan cuhûd Melek, şeytan ve cin adı verilen varlıklar Varlıklarını inkâr etme, mevcuttur onlar 2. 3. Dîwan Xanî’nin değişik süreçlerde çeşitli münasebetlerle söylediği şiirlerinin bir araya getirildiği “Dîwan”ı ile ilgili kronolojik süreç şöyle işlemiştir: 1) Xanî’nin sağlığında dîwan haline getirilemeyen şiirleri daha çok ilim ve edebiyat çevrelerince birer ikişer elyazması olarak muhafaza edilmiştir. 2) İlk kez Mela Mehmûdê Bayezîdî (1799-1867) Xanî’nin 25 tane şiirini yetmiş sayfalık bir divançede toplamış; dönemin Rus Erzurum Konsolosu ve Bayezîdî’nin yakın dostu A. Jaba bu divançeyi Rusya’ya götürüp “Petersburg Genel Halk Kütüphanesi”nde koruma altına almıştır. 3) İsmaîl Badî 1996 yılında Xanî’nin 20 şiirini müstakil bir divançede toplayıp çok sayıda elyazması nüsha ile karşılaştırdıktan sonra Duhok’ta bastırmıştır. 37 4) Mesûd Kettanî 1998 yılında Xanî’nin şiirlerinden topladığı 7 tanesini Duhok’ta yayımlamıştır. 5) Muhammed ‘Elî Qeredaxî topladığı 7 şiiri “Bûjandinewey Mêjûy Zanayanî Kurd” adlı kitabının üçüncü cildinde kaydetmiştir. 6) Abdurrahman Durre 2002 yılında Xanî’nin 27 parçadan oluşan şiirlerini “Şerha Dîwana Ehmedê Xanî” adı altında yayımlamıştır. 7) Abdullah Varlî 2004 yılında “Dîwan û Gobîdeyê Ahmedê Xanî Yêd Mayîn” adı altında yayımladığı Dîwan’da 109 şiir kaydetmiştir. 8) Tahsîn İbrahîm Doskî, Xanî’nin 29 şiirini toplamış, bunları kaydettiği çalımasına “Cevheru’l-me’anî fî şerhi Dîwani Ehmed el-Xanî” adını vermiş ve bu şiirleri Arapça şerhetmiştir. Bu çalışma 2005 yılında Duhok’ta yayımlanmıştır. Dîvan’da yer alan bazı nazım şekilleri: Gazel Kasîde Kıta Mulemma Mustezad Diğerleri Dîvanda yer alan bazı konular: Tasavvuf Mistik ve metaforik aşk Mistik ve metaforik şarap Metaforik flora Metaforik fauna Sosyal, siyasal ve kültürel olgular Divan’da geçen ilginç şiirlerden biri “mulemma” örneğidir. Bilindiği gibi edebî bir terim olarak mulemma iki veya daha fazla dilli şiirlere denir. Her bendi dört dizeden oluşan beş bendlik aşağıdaki şiirde Xanî her bendin ilk dizesini Arapça, ikinci dizesini Farsça, üçüncü dizesini Türkçe, dördüncü dizesini de Kürtçe söylemiştir: 38 Fate ‘umrî fî hewake ya hebîbî kulle hal Ah û nalim hemdemem şod der fîraqet mah û sal Ger benim kanım dîlersen çokten olmîşdır helal Mest û serxwoş im ji işqê min nema ‘eql û kemal Ey sevgilim! Senin aşkın ile geçti ömrümden bütün anlar Senin ayrılığınla geçen ay ve yıllarda yoldaşım oldu acılar Eğer dileğin kanım ise o kan çoktan beridir sana olmuş helal Aşk elinden serhoş ve mestim, kalmadı bende akıl ve kemal Ente fikrî fî fuadî ente rûhî fî’l-cesed Leşkerê xemhay-i to milkê dilim wîran kerd Dade geldim işq elinden isterim senden meded Van Tetaran kirne talan eql û dîn û milk û mal Kalbimdeki düşünce sensin, tenimdeki ruhum sensin Gam ordularınla gönül saltanatımı virane eyleyensin Aşk elinden adalet istemeye geldim ki yardım edesin Bu Tatarlar bırakmadılar bende akıl, mülk, mal ve din Tale xemmî, zade hemmî, şa’e sirrî fî’l-mela Teşne-i camê wîsal im çûn şehîdê Kerbela Yoksa sen dîvane oldin nîce halın ey dila! Yan ji nû ve ‘îşweyek da min hebîba çavxezal Gamım uzadı, derdim arttı, sırrım toplum içinde yayıldı Kerbela Şehidi gibi dudaklarım vuslat kadehine susadı Yoksa divane mi oldun ey gönlüm, seni nasıl bir hâl sardı! Yoksa o ahu gözlü sevgilim bana yine işveli mi davrandı? Bîttu mehcûren hebîbî lesti minnî ‘alîmen Murdem ez derd-i fîraqet xafil î ez hal-i men Can û dilden erzi kıldım halimi canane ben ‘Erdêhala min tu xafil qet nepirsî ‘erdihal Terk edilmiş durumdayım sevgilim! Hâlimi bilmiyorsun Ayrılığının elinden öldüm, hâlimden habersiz duruyorsun Canü gönülden hâlimi arz ettim sevgiliye ben Arzuhalimden habersizsin, arz ettiğim hâli sormuyorsun 39 Hel lena mîn nî’meti’l-wesli hebîbî mîn nesîb? Uftadem ber deret bîçare, sergerdan, xerîb Derdimin çok olduğundan ona yoktur hîç tebîb Ey tebîbê min! Dewayê derdê Xanî her wîsal Bizim de bir payımız var mıdır kavuşma nimetinden? Kapının yanında düştüm; çaresiz, şaşkın ve garip ben Derdim o kadar büyük ki yok onun için tabip hepten Ey tabibim! Xanî’nin dermanı vuslattır, kurtulmak için dertten Divan’da geçen 29 beyitlik bir kasideden örnek olarak birkaç beyti aşağıda sunuyoruz. Âdeta dönemin bir panoramasını içeren bu kasidede dikkat çeken bazı hususlar şunlardır: -İnciler gibi şiir dökülüyor dilimizden ama bunları pazarlayacak kimse yoktur -Dünya pazarını Türkler ve Farslar ele geçirmişler -Kâfir devletler ülkemizi işgale gelmişler, hükümdarımız ise çöllerde av peşinde dolaşıyor -Müslümanların mağlup olmalarının nedeni yöneticilerinin iyi kimseler olmamasıdır -Yöneticiler savurgan bir şekilde köşk ve saray yaparken, halkına bir bahşiş bile vermezler -Osmanlı-Fars savaşlarında Hakarililer İran Şahı’na yardım etmektedirler -Halk zekâta ihtiyaç duyacak kadar fakir iken yöneticiler onları ağır vergilere bağlamışlar. Durdane ji dev da me dibarin dem û satan Kes nîne bibet wan bifroşit li welatan Dilimizden inci daneleri dökülüyor an ve saatlerde Ama onları götürüp satan yok ki diğer ülkelerde Qet gewherekî cewheriyek nîne buha ket Bazarê cîhan maye bi van Tirk û Tatan İncimize değer biçecek hiçbir kuyumcu yoktur Dünya pazarları kalmıştır Türk ve Farsların elinde Kuffarê bûm dem daye hîsarê me û xwundîkar Hêj wê li şîkarê digerêtin li felatan 40 Kâfir devletler bizi kuşatmaya hazırlanmış ama Sultanımız hâlâ av peşinde dolaşıyor çöllerde Îslamê li cengê me jibo çi zebûn e? Lewra ku kerem nîne humatê kelîmatan Bu savaşta İslâm acaba neden mağlup oluyor? Çünkü iyilik kalmamış söz sahibi yöneticilerde Rû daye ‘îmaratê mulûkan bi îsraf Mîrê pasîban nadete xelqê xwe xelatan Hükümdarlar israfla köşk yapmaya yönelmişler Bizi koruyan beyler bahşiş bile vermez kendi halkına Xelqê me Hekarî weh dibêjin ku jibo Şah Hîna seferan ew dişehînin edewatan Dediklerine göre Hakarili insanlarımız İran Şahı’na Silah yardımında bulunurlar savaş patlak verdiğinde Mîri semeran wê dibirêtin ji feqîran Ser wan mekes bûyine û muhtacê zekatan Bakın işte mîrler kalkmış fakirlerden vergileri kesiyorlar Onları vergiye bağlamışlar ama onlar zekâta muhtaç hâlde Xwundikari li kuffari muzeffer bike dîsa! Da Şah ji tirsan li ‘Umer det selewatan Hükümdarımızı kâfirlere karşı muzaffer eyle Allahım! Ki Şah artık Ömer’e salavatlar getirsin korku içerisinde Naqûs û selîbê di ferengan çi rewa ne? Ew bê bigirin cumle cihê bang û selatan Hiç reva mıdır ki Avrupalıların çan ve haçları Kullanılsın tüm bu ezan ve namazların yerinde? Hindî diketin Xaniyê bêçare gunahan Ya Reb, tu bedel wan binvîsî hesenatan! Zavallı Xanî işlemektedir bunca günahları Allahım! İyilikler yaz o günahların yerine 41 2. 4. Mem û Zîn 2. 4. 1. Adı ve Memê Alan İle İlişkisi Xanî, Kürt realitesi de dahil olmak üzere sosyal, siyasal, dinsel, kültürel, felsefî ve tasavvufî düşüncelerinin bir bileşkesi olan 2656 beyitlik bu eserini 1694 yılında tamamlamıştır. Bu eser adını 1393 yılında Cizre’de yaşanmış bir aşk hikâyesinin erkek kahramanı olan “Mem” ile onun sevgilisi olan “Zîn” in isimlerinden almaktadır. Mem ve Zîn isimleri Xanî’den önceki devirlerde ‘Eliyê Herîrî (1530-1600) ve Melayê Cizîrî (1567-1640)’nin şiirlerinde de geçmektedir. Örneğin ‘Eliyê Herîrî sevgilisini övdüğü bir şiirin aşağıdaki beytinde şunları söylemektedir: Mem û Zîn her du yek tayê Siya zulfê kirim tala Mem ve Zîn ikilisi ancak bize eşdeğer Beni talan etti sendeki o siyah zülüfler Melayê Cizîrî de sevgilisine seslenirken Mem ve Zîn’e göndermede bulunduğu bir beyitte Ferhat ve Şîrîn isimleriyle beraber bu iki ismi de şöyle anmaktadır: Mûyek ez ji te nadim bi sed Zîn û Şîrînan Çi dibit ger tu hesabkî min bi Ferhad û Memê Bir kılını bile yüz Zîn ve Şîrîn’e değişmem Ne olacak sanki beni saysan Ferhat ve Mem? Aşağıdaki beyitten anlaşılacağı gibi Xanî derlediği Mem û Zîn’i iki kısma ayırmaktadır. Biri öteden beri Botan yöresinde anlatılagelen efsane kısmı, öbürü daha önce bir aslı olmayıp içindeki duygu ve düşünceleri açığa vurmanın aracı olarak kendisinin tertiplediği kısımdır: 58/9 42 Hindek ji fesaneê di Bohtan Hindek di behanehên di buhtan Bir kısmı Botan’da anlatılan efsanelerdir Bazıları fikrimin vesilesi asılsız şeylerdir Bu beytin ikinci dizesinde geçen bahanenin sözlük anlamı “vesile” (araç), buhtanın sözlük anlamı ise aslı olmayan şey demektir. Botan’da anlatılagelen efsaneden maksat “Memê Alan”dır. Bu efsanen şekil ve içerik açısından kendi içerisinde birbirinden farklılıklar gösteren 12 varyant hâlinde günüme kadar gelmiştir. Qanatê Kurdo bu 12 varyantı “Mem û Zîn-Duwazde Variyant” adını verdiği bir çalışmada derlemiş ve bu çalışma 1996 yılında Roja Nû yayınları arasında çıkmıştır. 2. 4. 2. Mesnevî Tarzında Yazılışı Xanî bu eserini her beyti kendi içerisinde kafiyeli (aa-bb-cc-…) bir nazım şekli olan klasik “mesnevi” tarzında yazmış, dolayısıyla bu tarza göre her biri bazı alt kısımlardan oluşan şu üç temel kısma ayırmıştır: 2. 4. 2. 1. Giriş Bu kısım “besmele”, “tevhîd”, “munacât”, “na’t”, “şefaat”, “mirac”, “eserin ithaf ı” ve “eserin yazılış nedeni” alt kısımlarından oluşmaktadır. İlerde üzerinde duracağımız gibi şair Kürtlük olgusuyla ilgili temel görüşlerini “eserin ithafı”, Kürt dili-iktidar ilişkisiyle ilgili görüşlerini de “eserin yazılış nedeni” alt kısımlarında yoğunlaştırmıştır. Besmele Allah’ın adıyla anlamına gelen Besmele, “Bismillahirrahmanirrahim” (Rahmeti ve Şefkati Bol Olan Allah’ın Adıyla) cümlesinin kısaltılmış şeklidir. Mem û Zîn’in 36 beyitlik ilk bölümünde bu esere Allah’ın ismiyle başlanmasının önemine ilişkin bazı beyitler şunlardır: 1/1 1/3 Sernameê name namê Ellah Bê namê wî natemam e wellah Kitabın başlangıcında Allah’ın adı anılır Vallahi onun adı yoksa kitap eksik kalır Namê te ye lewhê nameya işq Îsmê te ye neqşê xameya işq 43 Senin ismindir aşk kitabının levhası Senin ismindir aşk kaleminin nakşı 1/4 1/5 Bê neqşê te neqşê xame xam e Bê namê te name natemam e Nakşın olmazsa kalemin nakşı kalır ham Adın olmazsa yazılan kitap olmaz tamam Namê te ye “şahibeytê” meqsûd Fihristê mukatebatê mehmûd Senin adındır kasidelerin en güzel beyti Senin adındır mukaddes yazıların fihristi Xanî ilk beyitte iki olguya birden işaret etmektedir. Birincisi aynı zamanda mektup anlamına gelen “name” ismini “kitap” ismine tercih etmekle Hz. Süleyman’ın Seba kraliçesi Belkıs’a gönderdiği mektuba göndermede bulunmasıdır ki Kur’an’da belrtildiği gibi bu name Besmele ile başlamıştır. İkincisi ise “onun ismi yoksa kitap eksiz kalır” dizesiyle Hz. Peygamber’in şu hadisine işaret etmiştir: “Allah’ın adıyla başlanmayan önemli her şey bereketten mahrum kalır”. Munacat ve Tevhîd Kelime anlamı fısıldamak olan munacat, edebî bir terim olarak Allah’a yakarışı içeren şiir demektir. Eğer bu yakarış nesirde olursa buna “tazarrunâme” adı verilir. Munacatlar mesnevînin giriş kısmının bir alt bölümü olabildikleri gibi bağımsız bir edebî tür olarak müstakil şiirler hâlinde de yazılabilmektedir. Sözlük anlamı birlemek olan tevhîd edebî bir terim olarak Allah’ın birliğinden ve benzersizliğinden bahseden şiirlere denir. Munacatlar gibi tevhîdler de hem mesnevîlerin bir alt kısmı hem de bağımsız şiirler hâlinde yazılabilir. Mesnevîlerde tevhîdler çoğu kez Besmele veya Munacat kısımları içinde yer almaktadır. Mem û Zîn’in munacata ayrılan 93 beyitlik 2. bölümde tevhîd beyitleri de yer almaktadır. Munacat ve tevhîdlerde Allah’ın yaratıcılık gücüne bilhassa dikkat çekilmektedir. Bu beyitlerden bazılarını örnek olarak aşağıda veriyoruz: 2/1 44 Ey şukrê te cewhera zebanî! Wey zikrê te seyqela cenanî! Ey Allahım! Senin şükrün dilin “elmas”ıdır Ey Allahım! Senin zikrin kalbin “cila”sıdır 2/2 Ey wahidê bê şerîk û yekta! Wey wahidê bê şerîk û hemta! Ey hiçbir ortağı olmayan, biricik ve tek olan! Ve ey bir olan, ne ortağı ne benzeri bulunan! 2/3 Ey Baqiyê bê zewal û daîm! Ey Hadiyê bê fena yê qaîm! Ey sonsuza dek var olup asla yok olmayan! Ey hidayete erdiren, ölmeden hep var olan! 2/4 Ey Xaliqê erd û asîmanan! Wey Faliqê cumle îns û canan! Ey hem yeri hem de gökleri yoktan yaratan! Ve ey tüm insanları ve cinleri ortaya çıkaran! 2/5 Mulk û melek û felek bi carek Bîlcumle te çêkirin, tebarek Hem Mülk ve melekleri hem felekleri birden Sensin onları yaratan, ne çok büyüksün sen! 2/18 Nînin te tecezzu’ û temekkun Emma tu di wan dikî tewettun Ne parçalanan, ne belli bir yer işgal edensin Ama tüm yaratıkları kendine vatan edinensin 2/19 Goya hemî cismek in tu can î Goya hemî şehrek in tu xan î Sanki hepsi bir bedendir sen onların canısın Sanki hepsi bir şehirdir sen onların hanısın 2/57 Ya Reb tu bi heqqê Mustefa kî Xanî bi xwe ra tu aşîna kî Allahım! Muhammed Mustafa’nın hatırına Xanî’yi de kıl seni tanıyan biri, sana aşina! 45 Na’t Sözlük anlamı övmek ve nitelemek olan na’t, edebî bir terim olarak Hz. Peygamber’i övmek amacıyla yazılan şiirlere denir. Mesnevîlerin bir alt bölümü olan na’tlar olduğu gibi, bağımsız bir edebî tür olarak müstakil yazılan na’tlar da vardır. Na’tların konusu Hz. Muhammed’in peygamberliği, mucizeleri, hicret olayı, dinini yaymada çektiği sıkıntılar ve maruz kaldığı işkencelerdir. Na’tlarda tevhîd unsurlarına da sıkça yer verilmekte, ayrıca Hz. Peygamber ile birlikte onun dört büyük halifesi de övülmektedir. Mem û Zîn’in 68 beyitten oluşan 4. bölümü na’ta ayrılmıştır. Bu bölümün bazı beyitlerini aşağıda sunuyoruz: 46 3/12 Ewwel birqî ji husnê sermed Nûrek bûye me’neya Muhemmed İlk önce ebedî güzellikten bir nur parladı Muhammed ondan yaratılıp anlamlandı 3/15 Bû eslê esîlê cumle nefsan Nefsa su’eda û nefsê nehsan Tüm ruhların varlıklarının ilk aslı o nurdur O nur hem iyilerin hem kötülerin ruhudur 3/16 Hemyan ji wê dîtine teferru’ Hemyan bi wê girtine temettu’ Hepsi o nurdan yaratılıp meydana gelmiş Ve hepsi o nurun sayesinde nimetlenmiş 3/17 Hêja ne zemîn ne ev sema bû Ew serwerê cumle enbiya bû Onun nuru varken ne yer ne de gök vardı Daha o an tüm peygamberler için serdardı 3/22 Gava kete sûretê cîhanî Pêxemberê axiru’z-zemanî Ruhluktan çıkıp dünyevî şekle girdiğinde Son Peygamber bedence şekillendiğinde 3/25 Fikrî ku cîhan cemî’i kufr e Kêşa ji nubuwweta xwe sifre Düşündü ki tam bir küfür içindedir dünya Peygamberliğinden bir kitap koydu ortaya 3/26 Xelqê ku hebûn li rûyê erdan Teklîfi kirin hemî bi merdan Yeryüzündeki halklardan bütün kesimleri O kitaba çağırdı etrafa göndererek yiğitleri 3/35 Îsayi dema dixwende Încîl Behsa wî dikir bi wehy û tenzîl İsa Peygamber “İncil”ini okuduğu zaman Vahiy ve kitap olarak bahsediyordu ondan 3/36 Go:“Mujde didim Resûlê Emced” Dê paşê min bê bi navê Ehmed” Dedi ki: “Müjde! Büyük bir elçi gelecektir O benden sonra gelecek ve ismi Ahmet’tir” 3/37 De’wa xwe dikir bi dest û ezman Destê wî bi seyf û dev bi Qur’an Davası için el ve dil ile mücadele ediyordu Elinde kılıç, dilinde Kur’an bulunuyordu 3/42 Bê xeyme û baregah, eywan Ewran vedidan li ser wî seywan Onun ne obası ve dîvanı, ne çardağı vardı Nereye gitse bulutlar üstüne gölge yapardı 3/43 Hindî ku ji pêş ve baxeber bû Ew çende ji pişt ve babeser bû Ne kadar önünde olup bitenleri biliyordu O kadar da arkasındaki şeyleri görüyordu 3/44 Sih danediket ji wî li erdan Vêkra dibihîst sed xeberdan 47 Onun gölgesi yerin üzerine düşmüyordu Yüz ayrı konuşmayı bir anda duyuyordu 3/45 Goyende dibûn digel cemadat Poyende dibûn digel nebatat Cansızlar Peygamber ile sohpet ederlerdi Bitkiler onun emri ile harekete geçerlerdi 3/46 Yek new’i nema ji cinsê heywan Neyna bi nubuwweta wî îman Canlı cinsine giren her ne kadar tür vardı Onun elçiliğine inanmayan biri kalmadı 3/47 Îlla ku hinek ji îbnê Adem Bûn derxurê ateşê cehennem Ama Adem oğullarından bir takım kişiler Cehennem ateşine girivermeyi hak ettiler 3/58 Bûbekr û Umer çi xweş qerîn in! Osman û ‘Elî ‘eceb guzîn in! Ne hoş iki arkadaş idi Ebûbekir ve Ömer! Osman ile Ali ne kadar çok seçkin idiler! Şefaat ve Mirac Sözlük anlamı arabuluculuk yapmak olan şefaat edebî bir terim olarak öbür dünyada bireylerin ve ümmetin bağışlanması için Hz. Peygamber’den şefaat etmesini dilemeye ilişkin şiirlere denir. Bu şiirlerde şefaat beyitleriyle birlikte Hz. Peygamber’in büyüklüğü, miracı ve diğer mucizeleri de önemli bir yer tutmaktadır. Mem û Zîn’in 28 beyitten oluşan 4. bölümü şefaate tahsis edilmiştir. Bazı beyitleri şunlardır: 4/1 48 Ey wasîteê wucûdê kewneyn Şayesteê qurbê “qabe qewseyn” Ey her iki cihanın varlığının sebebi olan! Ey iki yay arası kadar Allah’a yaklaşan! 4/2 Şahînşehê textegeh Medîne Mu’cîz ji te ew qeder me dîne Ey başkenti Medine olan Şahlar Şahı! Biz Senden oldukça fazla mucize görebilmişiz 4/6 Hadir ji te ra “Bûraq” û “Refref” Şatir bi te ra firişte ref ref Hazır sana Bûrak ve Refref adlı binekler Emrine amadedir saf saf olmuş melekler 4/27 Fîlcumle me cumle xas û ‘aman ‘Asî û şeqî û natemaman Kısaca hem seçkini hem sıradanıyla hepimizi Günahkâr, isyankâr ve noksanlar olarak bizi 4/28 Têkra bi şefa’eta xwe xas ke Vêkra me ji agirî xilas ke Şefaatine özgü kıl kim olursa olsun hepimizi Cehennem ateşinden muhafaza et cümlemizi Eserin İthafı Mesnevîlerin bu kısmında mesnevî yazarı mesenevîsini kime hediye ettiğini söyler ve onu sanat dolu ifadelerle över. Ama Mem û Zîn’de bu bölüm için seçilen başlığın öbür mesnevîlerin başlıklarından farklıdır ve bu da oldukça dikkat çekicidir. Zira bu bölümde eserin ithaf edildiği bir kişinin adı geçmiyor. Belirli bir kişiyi övmek yerine Kürtlerin övüldüğü bu bölüm için şu başlık tercih edilmiştir ki bu başlık 46 beyitlik 5. bölümün başlığıdır: Îş’ara medîheta tewaifê di Kurdan e bi şeca’et û xîretê îzhara bedbextî û bêtali’iya wan e digel hinde semahet û hemiyyetê (Cesur ve gayretli Kürt topluluklarını açıkça övme bunca cömertliklerine ve milli onurlarına rağmen bu toplulukların ne kadar bahtsız olduklarını ve şanssız yaşadıklarını açık bir şekilde dile getirme) 49 Bu başlıktan da anlaşılacağı gibi Xanî bu eserini ithaf etmeye ve bu bağlamda övülmeye layık birini göremiyor; dolayısıyla eserini bütün Kürtlere ithaf ettiği anlaşılıyor ki bize göre bu da klasik mesnevîlerde rastlanmayan Xanî’ye özgü bir tarzdır ve onun kavim sevgisinden kaynaklanmaktadır. Mem û Zîn’de Kürtlerle ilgili önemli sosyolojik ve antropolojik tespitlerin de yer aldığı bu bölümde Kürtleri övmeye ilişkin beyitlerden bazıları şunlardır: 50 5/31 Her mîrekî wan bi bezlê Hatem Her mêrekî wan bi rezmê Rustem Her bir beyleri cömertlikte bir Hatem’dir Yiğitlerinin her biri savaşta Rustem’dir 5/38 Cuwamêrî û hîmmet û sexawet Mêrînî û xîret û celadet Hem mertlik, hem gayret ve cömertlik Hem erkeklik, hem hamiyet ve yiğitlik: 5/39 Ew xetm e jibo qebîlê ekrad Wan dane bi şîrê hîmmetê dad Kürt kabilelerinin mührüdür tüm bunlar Onlar gayret kılıcıyla adaleti sağlamışlar 5/40 Hindî ji şeca’etê xeyûr in Ew çend ji minnetê nefûr in Kürtler cesarette ne kadar gayretli iseler Minnet çekmekten o denli nefret ederler 5/41 Ev xîret û ev uluwwê hîmmet Bû mani’ê hemlê barê minnet Onlardaki bu himmet ve bu yüksek onur Minnet yüklerini çekmeye engel olmuştur 5/42 Lew pêkve hemîşe bêtifaq in Daîm bi temerrud û şîqaq in Bunun için hiçbir zaman ittifak etmezler Sürekli birbirlerine diklenip isyan ederler Eserin Kürtçe Yazılış Nedeni Mem û Zîn’de bu bölüm için “sebebê nezma kitêbê bi vî ezmanî” (kitabın bu dille yazılmasının nedeni) başlığı kullanılmıştır. Bu başlığın kullanıldığı bölüm 6. bölüm olup 51 beyitten oluşmaktadır. Xanî içinde bulunduğu muhit ve yüklendiği müderrislik ve kâtiplik görevleri çerçevesinde dört dil bilmekteydi ve kendileriyle şiir nazmedebilecek kadar bu dört dile de hâkimdi. Bu diller kendi anadili Kürtçe, Kur’an dili olan Arapça, edebiyat dili olan Farsça ve resmî dil olan Osmanlıca Türkçesidir. Ancak Mem û Zîn’de geçen şu beyitten anlaşılacağı gibi duru şarap gibi geçerli olan diğer üç dili bir tarafa bırakarak eserini tortuya benzettiği anadili ile yazmayı tercih etmiştir: 6/4 Safî şemirand vexwarî durdî Manendê durrê lîsanê Kurdî Saf şarabı bir yana bırakarak tortuyu içti İnci gibi dizmek için Kürt dilini tercih etti Şairimiz bu eseri Kürtçe yazmasının nedenini “sebebê nezma kitêbê bi vî ezmanî” (kitabın manzûm olarak bu dille yazılmasının sebebi) başlığını taşıyan 6. bölümde şöye dile getirir: 6/5 Înaye nîzam û întîzamê Kêşaye cefa ji boy ‘ amê Bu dili düzene koyup ona çekidüzen verdi Umum halkı için bu yolda eziyetler çekti 6/6 Da xelqi nebêjitin ku “Ekrad Bê me’rîfet in, bi esl û bunyad Bunu yaptı ki eloğlu demesin “zaten Kürtler Köken ve yapıları itibariyle kültürsüzdürler 6/7 Enwa’ê milel xwudankitêb in Kurmanci tenê di bêhesêb in” Türlü türlü milletler kitap sahibi olmuşlar Yalnız Kürtler bu konuda paysız kalmışlar” 6/8 Hem ehlê nezer nebên ku “Kurmanc Işqê nekirin ji bo xwe amanc 51 Hem kendileri ilim irfan sahibi olan kişiler Demesin “Kürtler aşkı amaç edinmemişler 6/9 Têkda ne di talib in ne metlûb Vêkra ne muhibb in ew ne mehbûb Onlar tamamıyla ne âşık ne de maşukturlar Birbirlerine karşı ne seven ne sevilen olurlar 6/10 Bêbehre ne ew ji ışiqbazî Farix ji heqîqî û mecazî "Aşkı istemekten yana Kürtlerin payı yoktur Kalpleri hakikî ve mecazî aşktan da boştur" Xanî’nin bu beyitlerinden onun zamanında bazı kesim veya kimselerin Kürtleri kendi dilleriyle kitap yazamayacak kadar kültürsüz olmakla, dilleri yazıya elverişli olamayacak kadar niteliksiz olmakla ve Kürt halkını hem hakikî hem de mecazî aşktan anlamamakla itham ettikleri ve Xanî’nin bu ithamlar karşısında “işte size kitap, işte size aşk” dercesine bu kesimlere cevap verdiği sonucunu çıkarabiliriz. 2. 4. 2. 2. Asıl Konu Mem û Zîn’in asıl konusu Mem ve Zîn adlı kahramanlar arasında Cizre’de bir Newroz gününde “mecazî” olarak başlayan ve daha sonraları “ilâhî”leşip “hakîkî”leşen bir aşk hikâyesidir. Aşkları evlilikle sonuçlanıp mecazî merhaleyi aşamayan Tacdîn ve Sitî de Mem ve Zîn’den sonra bu hikâyenin en önemli kahramanları arasında yer almaktadır. Mem dîvan kâtibinin oğlu, Tacdîn de dîvan vezirinin oğludur ve ikisi aynı zamanda kan kardeşleridir. Hikâyenin önemli kahramanlarından biri de Cizre beyi Zeyneddîn’dir. Mem’in sarayda yetişen sevgilisi Zîn ile Tacdîn’in sevgilisi Sitî bu beyin kızkardeşleridir. Hikâyenin diğer kahramanları şunlardır: Beyin kötü adam rolündeki kapıcısı Bekir (Beko); Zîn ve Sitî’nin dadıları olan Heyzebûn; Tacdîn’in fedakâr iki kardeşi Arif ve Çeko; Bekir’i ölümünden sonra cennette gören şeyh. Asıl konu da hazırlık bölümünden başlayarak sonuç bölümüne kadar kendi içerisinde birkaç bölüme ayrılmaktadır. 52 2. 4. 2. 3. Sonuç Mesnevilerde sonuç kısmında “duâ”, “övünme”, “eserin adı” ve “eserin yazılış tarihi” alt kısımları bulunmaktadır. Mem û Zîn’in sonuç kısmı 58 beyitten 60. bölümdür. Bu bölümün bazı beyitleri şunlardır: 60/11 Ey xame te jî gelek dirêj kir Ev name bes e te pir qirêj kir Yeter ey kalem! Sen artık çok uzattın Yeter bu kitabı bu kadar çok karaladın! 60/20 Fehhaşî te kir ji rengê Xanî Neqqaşî te kir mîsalê manî Sen haddini aşmış oldun tıpkı Xanî gibi Ressamlık yapmaya kalkıştın Manî gibi 60/22 Carek were ser terîqê tewbe Hindî negihîştiye te newbe Bir kez de olsa dönüp gir tövbe yoluna Ölüm sırası henüz gelmemiş iken sana 60/44 Ya Reb! Tu dizanî Xaniyê jar Teşbîhê xameya girîftar Tanrım! Sen biliyorsun ki zavallı Xanî Tutsak kalemin hâline benzer onun hâli 60/47 Amir tu yî ew bi emrê me’mûr Me’mûr dibin hemîşe me’zûr Emreden sensin, o emre uyan memurdur Memur emredileni yaptığı için mazurdur 60/48 Ger dayiye wî te îxtiyarek Ew jî wî sipare te bi carek Her ne kadar özgür bir irade verdin ona Fakat onu da tamamen havale etti sana 60/54 Xettê te ye serniwişt û sermeşq Sih sal e xettê xetan dikit meşq 53 Kaderini yazan ve bozan senin hattındır Otuz yıldır hataları o hatla yazmaktadır 60/55 Lewra ku dema ji xeybê fek bû Tarîx hezar û şêst û yek bû Zira ne zaman gizli âlemden çıkıp doğdu Tarih “bin altmış bir” yılını gösteriyordu 60/56 Îsal gihişte çil û çaran Wî pêşrewê gunahikaran Bu yıl ise artık kırk dört yaşına girmiştir O, günahkârların önderi haline gelmiştir 60/57 Vêk da ji menahiyan gelek mal Yek pûli nehin ji husnê e’mal Günahlardan bir hayli mal biriktirmiştir Bir pul kadar bile iyi amel işlememiştir 60/58 Ewwel ku te da ji işqê metle’ Axir bide wî tu husnê meqte’ Başlangıçta verdin ona aşk ile başlayışı Sonunda ver ona iyi bir şekilde kapanışı 2. 4. 3. Dil Yapısı Xanî Mem û Zîn’de anadilinin yanında oranları farklı olmak üzere Arapça, Farsça ve Türkçeden de yararlanmıştır. Bu yararlanmayı onun Mem û Zîn’de geçen şu beytinden de anlayabiliriz: 58/8 Kurdî û ‘Erebî û Derî û Tazî Terkîbi kirin bi hezl û bazî Kürtçe, Arapça, Farsça ve Tazîceyi Nazım ve kelime oyunuyla birleştirdi Bu dört dilin Mem û Zîn’deki yaklaşık oranları şöyledir ki bu oranlar her beyti ortalama 10 kelimeden oluşacak şekilde toplam 26560 kelime üzerinden yapılmıştır: 54 Kürtçe 19601 kelime Arapça 6015 kelime Farsça 918 kelime Türkçe 26 kelime Mem û Zîn’in aşağıda kaydettiğimiz 2480. beytinden anlaşılacağı gibi Xanî bu eserde Kürtçenin Kurmancî lehçesinin Bohtî, Mehmedî ve Silîvî alt lehçelerini kullanmıştır. Bunun yanında az da olsa Soranî lehçesinden de istifade etmiştir. Dolayısıyla Kürtçenin herhangi bir lehçe veya alt lehçe taasubu gibi bir lükse girişmemiş, bilakis onları birleştirme ve yakınlaştırma gibi bilimsel bir yol izlemiştir: 58/10 Bohtî û Mehmedî û Silîvî Hin le’l in hinik ji zêr û zîvî Bohtî, Mehmedî ve Silîvî adlı ağızları Bazısı inci, altın ve gümüştür bazıları 55 İKİNCİ BÖLÜM TASAVVUF 1. XANÎ’NİN TARİKATI VE TASAVVUF ANLAYIŞI T asavvufta tarikatın gereğine inanan Kürt âlim ve mutasavvufların büyük çoğunluğu “Nakşibendilik” tarikatına mensupturlar. Onların bu tarikatı benimsemelerinde etkili olan bazı faktörler vardır. İlim ve medreseye önem vermesi, diğer tarikatlara göre bid’at ve hurafelere kapalı olması, radikalizme kaçmayan ılımlı bir vahdet-i vucûd anlayışını benimsemesi bu faktörlerin başında gelmektedir. Tarikatlar içinde Xanî’nin Nakşibendiliği tercih ettiğini onun Divan’ında geçen şiirinden anlıyoruz ki bu şiirin bazı beyitleri şöyledir: Me dî neqşek ji neqşê Neqşibendan Vebû qeydê di min yek bi yek ji zendan Bir nakış gördük Nakşibendilerin nakışlarından Kollarımın bağları çözüldü birbirinin ardından Guşada dil ji bo min ra muyesser Nebû bê suhbeta sûretlewendan Kalbimin inşirah etmesi müyesser olmadı benim O güzel yüzlü leventlerle sohbete nail olmadan Li min kurt bû rêya Ke’beya wîsalê Ji nûra tel’eta balabilindan Vuslat kâbesine varmanın yolu bana kısaldı O yüksek endamlıların yüzlerindeki nurdan Rezîl û serxweş im Wallahî wa’iz! Li min dayi’ meke van we’z û pendan Vaiz! Vallahi küçük düşüp sarhoş olmuşum ben Bana zaman kaybettirme, vazgeç öğüt ve vaazdan 59 Me sed hêvî heye dîsa ji seyyad Me aza ket qeydê qeyd û bendan Avcıdan yine yüz kez ümidimiz vardır bizim Ki azat eylesin bizleri bu bağ ve prangalardan Heçî pêlek di işqê da ‘emel kir Dibîtin ‘aqîbet şadan û xendan Her kim bir süre aşk için çaba sarf eder ise Neticede olur mutlu ve yüzü gülen bir insan Dilê Xanî egerçi genc û Xan e Belê qet kes nego Xanî bi çendan! Gerçi Xanî’nin gönlü bir hazine ve handır Ama “Xanî bunlar kaça?” diye olmadı soran Tasavvufta orta bir yol izleyen Xanî, ılımlı bir ”vahdet-i vucûd” ve “şuhûd” fikrini benimsemiş; aşağıda belirtilen radikal fikirleri doğru bulmamıştır: İnfisal (Ayrılma): Varlıkların fizikî olarak Allah’tan ayrılıp geldikleri fikri İttisal (Birleşme): Varlıkların maddî olarak Allah ile birleşecekleri fikri Tehlîl (Yerleşme, geçişme)): Bir varlığın bedenen veya ruhen Allah’ta yer alması ya da Allah’ın bir varlıkta yer alması Tehwîl (Dönüşme): Bir varlığın Allah’a ya da Allah’ın bir varlığa dönüşmesi. Xanî bu radikal görüşleri benimsemediğini Mem û Zîn’in 50. bölümünün 70. beytinde şöyle dile getirmektedir: 50/70 Qet’a ne bi îttîsal û tehlîl Mehza ne bi înfîsal û tehwîl Bu asla değildi birleşme ve yerleşme Değildi tam bir ayrılma ve dönüşme Xanî vahdetulvucûd bağlamında bu konuda kendine özgü “tewettun” ifadesini kullanmaktadır ki başka kaynaklarda rastlamadığımız bu kavramın anlamı “vatan edinmek”tir. Bu kavram Mem û Zîn’in aşağıdaki beytinde geçmektedir: 60 2/18 Nînin te tecezzu’ û temekkun Emma tu di wan dikî tewettun Ne parçalanan, ne belli bir yer işgal edensin Ama tüm yaratıkları kendine vatan edinensin Yani Allah varlıkları kendine vatan edinmiş fakat bu olay Allah’ın bölünerek onlardan bir parça hâline gelmesi ya da onların kendisinden bir parça hâline gelmesi şeklinde değildir. Xanî’nin tasavvuf literatürüne kazandırdığı bu “tewettun” (vatan edinme) terimi ayrıca bir araştırma konusu yapılmalıdır. Xanî Mem û Zîn’in aşağıda sunacağımız 27. bölümünün 45. beytinde mistiklerin kendi varlıklarını Allah’ın varlığında yok etmelerinden bahsederken fizikî bir varlığın Allah’ta fizikî anlamda yok olmasını değil, Allah’ın varlığı karşısında kendi varlığını yok saymasını kast etmektedir: Fanî bikitin ewê wucûdê Baqî bibitin bi vê şuhûdê” Kendi varlığını senin varlığında yok etsin Sadece senin şu varlığını görüp ebedîleşsin 61 2. XANÎ’NİN BAHSETTİĞİ BAZI TASAVVUFÎ TİPLER 2. 1. Şêx (Şeyh) A rapça bir kelime olan “şeyh” sözlükte yaşlı, kabile reisi, bilgin ve önder anlamlarına gelmektedir. Tasavvufî bir terim olarak şeyh, bir tekke veya zaviyede müritleri yetiştirip onlara rehberlik eden kişi demektir. Her yönüyle bir öğretmen görevini gören şeyhin ilim sahibi olması, fena makamını geçmiş olması ve çok iyi bir ahlakî yapıya sahip olması gerekir. Xanî’nin böyle bir şeyhe bağlanmayı gerekli görüp görmediğini anlamak için Mem û Zîn’e baktığımızda onun bunu gerekli gördüğünü anlıyoruz. Nitekim Mem û Zîn’in 52. bölümünün 6. beytinde Zîn’in dilinden şunları söylemektedir: Zanî ku nebû mirad hasil Bê xelwetê xasê şeyxê kamil Zîn muradına kavuşamayacağını bilirdi Olmazsa eğer kâmil bir şeyh ile halveti 2. 2. Murşîd Sözlükte yol gösteren, uyaran ve irşad eden anlamlarına gelen mürşid, tasavvufî bir terim olarak herhangi bir tarikata göre müritlere doğru yolu gösteren kişi demektir. Tasavvuf erbabı arasında meşhur olan “mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” sözü mürşidin ne kadar önemsendiği ve gerekli görüldüğü noktasında dikkat çekicidir. Allah’ın çizdiği ahlâk ile ahlaklanmak ve en az fena makamını aşmak bir mürşit için olmazsa olmaz iki şarttır. 63 Mem û Zîn’de mürşid teriminin yer aldığı 58. bölümün 28. beyti ile 52. bölümün 26. beytini aşağıda sunuyoruz ki bu iki beyitte mürşidin önemine dikkat çekilmektedir: Ew cahil û ummî û sefîl in Bê murşid û rehber û delîl in Cahildirler, okur -yazar değil, sefildirler Mürşitsiz, kılavuzsuz ve rehbersizdirler Wî murşidî qenc li wan nezer kir Qelbê wî di qelbê wan eser kir O mürşit tutuklu arkadaşlarına iyi baktı Gönlü onların gönüllerinde etki bıraktı 2. 3. Pîr Sözlükte yaşlı/ihtiyar anlamına gelen pîr, tasavvufî terim olarak bir tarikatın ilk kurucusuna denir. Genellikle şeyh ve mürşid anlamında kullanılmaktadır. Pîr ve özelliklerine Mem û Zîn’in aşağıda sunduğumuz 57. bölümünün 2-7 arası beyitlerinde şöyle işaret edilmektedir: Go: Pîrekî mihirdarê aşiq Qewlê wî ji rengê subhê sadiq Dedi ki: Şefkatli ve aşkı bilen bir pîr vardı Söylediği her şey gerçek şafak gibi çıkardı Weqtê we ku ew dibû muraqib Rûha wî dibû le cismê xalib Tefekkür edip daldığı zaman iç âlemine Ruhu galip geliyordu o sırada bedenine Esrar dibûn li wî diyarî Nêçîr dikir li ‘Erşê Barî Sırlar sır olmaktan çıkıp ona ayan olurdu Ve Allah’ın Arşında bile avlanabiliyordu Xaib ku dibû ji ‘alema gil Xalib ku dibû li ‘alema dil 64 Şu toprak âleminden çıkıp kaybolduğunda Giderek gönüller âlemine galip olduğunda: Qelbê wî ji sirrê Lewhê Mehfûz Her lehze dibû bi keşif mehzûz Onun kalbi Levh-i Mahfûz’un sırlarından Keşif-keramet payı neyse alıyordu her an Zahir ku dibûn ji wî keramat Agah dikirin xwudan meqamat Kendisinden keramet meydana geldiğinde Haberdar ederdi öbür makam sahiplerini de 2. 4. ‘Arif Sözlük anlamı “bilen” olan ‘arif bir tasavvuf terimi olarak Allah’ı gerçek yönüyle tanıyan kişi demektir. Âlim terimi gibi bu terimin de bilen anlamı varsa da bu, âlimin bilgisinden farklı bir bilgidir. Çünkü âlimin bilgisi bir çalışma ve tahsil sonucu oluşurken, ‘arifin bilgisi Allah katından (ledünî) olarak verilmektedir. Bu bakımdan okur yazar olmayan cahil birine de Allah tarafından bu bilgi verilebilir. Mem û Zîn’in aşağıda sunulan 57. bölümünün 21. beytinde “şêx” (şeyh) kelimesi ile birlikte ‘”arif” kelimesi de geçmektedir. Bekir’i rüyasında veya keşif yoluyla cennette gören bir şeyh ile Bekir arasında geçen bir diyalogtan alınan bu beyitte Bekir şeyhi olaylara sadece kısıtlı bir dünya gözüyle baktığına, dolayısıyla olayların gerçek yüzünü bilecek bir ‘arif derecesine çıkmadığına vurgu yapmaktadır ki Bekir’in bu sözlerinden her şeyhin ‘arif olmadığını anlıyoruz: Go: Şêx tu hêj nebûyî ‘arif Emma di dinê tu bûyî waqif Dedi ki: “Şeyh! Sen henüz ârif olmamışsın Sadece dünyada olup bitenleri anlamışsın 2. 5. Murîd (Mürit) Kelime anlamı dileyen, isteyen olan mürid tasavvufî bir terim olarak bir şeyh ya da mürşidin yanında tasavvufî adaba uygun amel ederek yüksek 65 makamlara ulaşmak suretiyle Allah’a kavuşmayı isteyen kişidir. Bir müridin yapması gereken en önemli şey şeyhine yaptıklarından dolayı itiraz etmeyerek ona sadakatle bağlanmaktır. Mem û Zîn’in 50. bölümünün 73. beytinde Mem ile olan mecâzi aşkları sonradan hakîkîleşen Zîn’in dilinden Mem’i şeyhlik makamına ulaşmış biri olarak sunan Xanî, Zîn’i de onun müridi olarak şöyle sunmaktadır: Şêxê we ku ez bi dil murîd im Ew rûh û rewan ez qedîd im O şeyh ki ben candan onun müridiyim O ruh ve revandır, ben ise onun etiyim 2. 6. Salik/Salikê Terîq (Yolcu/Tarikat Yolcusu) Sözlükte yolcu, yürüyen ve giden anlamlarına gelen salik tasavvufî bir terim olarak mâna olgunluğunu elde etmek için tasavvuf yoluna giren ve bu yolda yürüyen kişi demektir. Derecesi müridin derecesinden yüksektir. Mem û Zîn’in aşağıda sunduğumuz 28. bölümünün 5. beyti ile 59. bölümünün 56. beytinde olduğu gibi salik terimi bazen tek başına, bazen de salikê terîq (tarikat yolcusu) tamlamasıyla kullanılır. Bu tamlamayla kullanıldığı ikinci beyitte daha önceki beyitlerde belirtilen bazı mistik merhalelerden geçmedikleri takdirde insanların gerçek tarikat yolcusu olamayacaklarına dikkat çekilmektedir: Aşiq bi we wasilê cemal in Salik bi we nailê celal in Âşıklar ancak sizinle ulaşabilirler “cemal”e Dervişler ancak sizinle kavuşabilir “celal”e Ew nabite salikê terîqê Wî nabine me’sera heqîqê Kendisi tarikatın bir yolcusu olamaz Onu hakikatın pres yerine götürmezler 66 2. 7. Sofî (Sofu, Sufi, Sofi) Sofî kelimesinin etimolojisi hakkında farklı görüşler vardır. Yaygın görüşe göre yün anlamına gelen “sûf”tan türemiştir. Bu görüşe göre klasik dönemlerde sûfîler yün elbise ya da hırka giydikleri için kendilerine bu isim verilmiştir. Sofî kelimesinin Grekçede hikmet ve felsefe anlamına gelen “sophos”tan geldiğini savunan görüşler de vardır. Tasavvuf literatüründe sûfî, nefsî arzularından kurtulup Hakk’a ulaşma derecesine çıkan kişidir ve derecesi müridin derecesinden yüksektir. Mem û Zîn’in aşağıda sunulan 44. bölümünün 44. beytinde Zîn’in yüzündeki nura talip olduğunu söyleyen Mem, kendini manastırda oturan bir sûfî olarak takdim etmektedir: Sofî me û sewme’enişîn im Xweş talibê nûrê rûyê Zîn im Ben manastırlarda oturan bir sofîyim Zîn’in yüzündeki nurun çok talibiyim 67 3. ÖNEMLİ BAZI TASAVVUFÎ KAVRAMLAR 3. 1. Keramet V elilerden meydana gelen olağanüstü hâllere keramet denir. Fizikî doğa kanunlarıyla açıklanması zor olan buhâllere su üzerinde yürümek, uzun bir mesafeyi birkaç saniye içinde katetmek ve benzeri örnekler verilebilir. Mem û Zîn’in 50. bölümünün 2075-2081 arası beyitlerinde Zîn’in anlattığı olağanüstü durumlar 2082. beyitte onun kerametleri olarak sunulmaktadır: Hilgirtim û birme Tûrê Sîna Bînende kirim digel xwe bîna Beni yanına alıp Sina Dağı’na götürdü Beni gören biri yaptı, gözüm onu gördü Îname derê ji vê hîcabê Ev zerre gîhande afîtabê Beni bu maddî perdeden dışarı çıkardı Bu zerreyi Güneş derecesine ulaştırdı Hîna ku bi can min ev sefer kir Ev can me ji canfiroşî qer kir Ben bu yolculuğa ruhumla çıktığımda Ruh satıcısı olup bu ruhu sattık o anda Dîsan vegerim ji ba we reqqas Murtadi bibim bi cenneta xas” Yine yanınızdan raks edip geri döneyim Özel cennetin içerisinde keyif süreyim” 69 Zînê ku numane wan keramat Evçende menazil û meqamat Zîn onlara bu kerametleri gösterdiğinde Bunca derece ve makama yükseldiğinde 3. 2. Fena ve Beqa Bu iki tasavvuf teriminden fenanın sözlük anlamı yok olmak, bekanınki ise ebedi kalmaktır. Terim olarak fena kötü huy ve davranışları yok etmek, beka ise bu kötü huy ve davranışlar yerine iyi olanlarla kalıcı hâle gelmektir. Fena, kulun kendi sıfat ve niteliklerinden sıyrılması iken, beka kulun Allah’ın sıfat ve nitelikleriyle bezenmesidir. Fena, kulun kendi varlığını Allah’ın varlığında yok etmesi, beka ise kulun Allah’ın varlığında dirilmesidir. Mem û Zîn’in 50. bölümünün 68. beytinde bu iki terim birlikte yer almaktadır ki bu beyit şöyledir: Dem hatine sahilê fenayê Geh çûne bi serhedê beqayê Kimi zamanlar “fena” sahiline geldiler Kimi zaman da “beka” sınırına gittiler 3. 3. Nasût ve Lahût Mistiklere göre insanın maddi ve manevi olmak üzere iki yönü vardır. Maddi yönü onun bedensel, cismanî ve şehevî yönünü temsil eder ki tasavvuf literatüründe buna “nasût” denir. İnsanın manevi yönü ise onun ilahî ve ruhanî yönüdür ki tasavvuf literatüründe buna “lahût” adı verilir. Bu bağlamda insanın görevi nasûtî yönünden sıyrılıp lahûtî makama çıkmasıdır. Xanî Mem û Zîn’in aşağıda örnek verilen 1. bölümünün 20. beytinde insanın bu iki yönünü bir arada kullanmıştır: Nasûti egerçi rengsefal e Lahûti ji pertewa cemal e Gerçi bedensel yapı basit bir topraktandır Ruhsal yapısı ilahî güzelliğin nurundandır 70 Zîn, Xanî’nin basit toprak dediği bedenin yine toprağa (mezara), ilahî güzellikle bezendiğini söylediği ruhun ise başka bir makamda maşukunun ruhuna kavuşacağını da 51. bölümün 21. beytinde şöyle belirtmektedir: Cismê me eger diçîte çalê Rûhê di me dê bikin wîsalê Gerçi tenimiz mezar çukuruna girecek Ama ruhlarımız birbirleriyle birleşecek Lahût derecesini elde etmek için nasût engelinden kurtulmak gerekir. Zîn bu bağlamda girdiği yolda hayvanî özelliklerden kurtulup ruhanî özellikler kazandığını Mem û Zîn’in 51. bölümünün 20. beytinde şöyle dile getirmektedir: 51/20 Heywaniyeta me bûye zail 2101 Rûhaniyeta me bûye kamil Hayvansal yönümüz ortadan kalkmıştır Ruhsal yönümüz de tam olgunlaşmıştır 3. 4. Hîcab (Mani, Örtü) Sözlük anlamı engel ve örtü olan bu terim tasavvuf literatüründe âşık ile maşuk arasına giren, âşığı maşuktan alıkoyan her türlü engel demektir. Mem’i kendisi için bir mürşit olarak kabul eden Zîn aşağıda sunulan 50. bölümün 78. beytinde Mem’in kendisini bu dünya engelinden kurtarıp nurun kaynağı olan Güneş’e doğru yükselterek ulvî bir âleme götürdüğünü belirtmektedir: Îname derê ji vê hîcabê Ev zerre gîhande afîtabê Beni bu maddî perdeden dışarı çıkardı Bu zerreyi Güneş derecesine ulaştırdı 3. 5. Nefsê Emmar (Kötülüğü Emreden Nefis) Kur’an’da “doğrusu nefis kötü şeylerin yapılmasını çok emreder” ayetiyle dikkat çekilen nefis budur. Bazen “ruh” anlamında da kullanılır. Bu 71 bağlamda “nefs” ile “ruh” insanı sevk etme noktasında aynı latife olarak kabul edilirler. Ancak bu latife insanı iyiliklere davet ederse ruh, kötülüklere davet ederse nefs adını alır. Mistisizminde nefis sırayla şu yedi kısma ayrılır: Nefs-i emmare kötülük yapmayı çok emreden nefis Nefs-i lewwame yaptığı kötülükten pişman olup iyiliğe yönelen nefis Nefs-i mulheme kendisine iyilik ilham edilen nefis Nefs-i mutmainne imanda hata yapmayacak kadar kötülüklerden uzaklaşmış nefis Nefs-i radiye Allah’tan razı olan nefis Nefs-i mardiyye Allah’ın kendisinden razı olduğu nefis Nefs-i zekiyye kötülüklerden tamamen arınmış nefis Xanî Mem û Zîn’in aşağıda sunduğumuz 1. bölümünün 34. beytinde “nefsê emmare”ye dikkat çekmektedir: Em xafil û ‘atil û gunehkar Mayîne di qeydê nefsê emmar Biz ki gafiliz, tembeliz ve günahkâr kullarız “Kötülüğü emreden nefs”e bağlı kalanlarız Mem’in dilinden aktardığı 44. bölümün 46. beytinde de Xanî “nefsê zekiyye”ye işaret etmektedir: 44/46 Tezkiyeê nefsê bû mukemmel Tesfiyeê qelb bû muhessel Nefsi arındırma işlemi mükemmelleşti Kalbi arındırma işlemi de gerçekleşti 3. 6. Fikir, Zikir, Hemd (Hamd), Şukur (Şükür) Fikir: Düşünmek, tefekkür etmek anlamına gelen fikir tasavvufta Allah’ı tanımaya vesile olan ilahî ayet ve işaretler üzerinde düşünmek, ibadete yol açan ilahî vaatler üzerinde tefekkür etmektir. 72 Zikir: Kelime anlamı anmak/hatırlamak olan zikir tasavvuf literatüründe buna amellere dikkat etmek, korumak, itaat etmek, namaz, Kur’an, hilm ve şeref gibi anlamlar yüklenmiştir. Yaygın kullanım alanı Allah’ın ismini sürekli tekrarlayıp onu anmak, Allah’ın birliğini sürekli dile getirmek ve bunun için de kelime-i şehadeti sürekli tekrarlamak, böylece Allah’ı unutmayıp hep hatırlamaktır. Zikir “hafî” (gizli) ve “cehrî” olmak üzere ikiye ayrılır. Gizli zikir kalp ile, açık zikir dil ile olur. Xanî’nin de mensup olduğu Nakşibendilik tarikatında prensip olarak gizli zikir Kadirilik tarikatında ise açık zikir benimsenmiştir. Hemd (Hamd): Övgü ve övmek anlamına gelen hamd, tasavvufî literatürde bütün sıfatlarıyla Allah’ın kemalini dil ve kalp ile ikrar edip onu övmektir. Mistikler “hamd”ın en iyi şeklini “cem makamı” (varlıklarda Allah’ın gücünü görüp başka güçleri önemsememek) ile “firak makamı” (âşığın maşuktan ayrı kalması)nda yerine getirirler. Şukur: Şükür, Allah’ın verdiği nimetlere karşılık ona kalp ve dil ile teşekkür etmektir. Şükür Allah’ın verdiği büyük nimetlerden birisi olduğu için şükre de şükretmek gerekir. Aynı zamanda tasavvufî bir makam olan şükür makamı sabır makamından sonra gelir. Mem û Zîn’in aşağıda örnek verilen 1. bölümünün 35. ve 36. beyitlerinde fikir, zikir, hamd ve şükür terimlerini birlikte kullanan ve bunlardan mahrum olduğunu söyleyen Xanî bu bağlamda Allah’tan kendisine şükredici bir dil vermesini istemektedir: 1/35 Nînin me di qelbi fikr û zikrek Nakin bi zebani hemd û şukrek Kalbimizle seni ne düşünüyor ne anıyoruz Dilimizle sana ne hamd ne şükür ediyoruz 1/36 Xanî ku nehin bi qelbi zakir Barî! Bide wî zebanê şakir Xanî’nin seni anacak bir kalbi yok meğer Allahım! Kendisine şükredici olan dili ver 73 3. 7. İrfan (Tanıma, Bilme) Sözlükte tanıma anlamına gelen irfan, terim olarak Allah’ı hakkıyla tanımak için mistiklerin seçtikleri yol demektir. Bu yol ikiye ayrılır. Birincisi yaratılandan yola çıkarak onun bir yaratıcısının olduğu sonucuna varmak ve böylece o yaratıcıyı tanımaktır sıradan insanlar genellikle bu yola başvururlar. İkincisi ise sıfatlardan zata ulaşmaktır. Bu ancak peygamberler, veliler ve ârifler için mümkün olmaktadır. Xanî Mem û Zîn’in 2. bölümünün 54., 55. ve 57. beyitlerinde irfan makamını elde etmek isteyen kimselerin Allah’ı layıkıyla tanımadıklarına dikkat çekmekte, kendisinin de hakkıyla tanımayanlar grubuna girdiğini dile getirmekte ve Allah’tan kendisini ona tanıtmasını talep etmektedir: Îrfantelebê di sahibîdrak Der heqqê te got “ma erefnak” Seni tanımak isteyen şuur sahibi kimseler Hakkında, “biz seni tanıyamadık” dediler Xanî bi nezaniya xwe der heq Gumrah bibit ne dûr e el-heq Xanî de seni tanımayan bilgisiz bir kişidir Yolda kaybolması gerçekten uzak değildir Ya Reb tu bi heqqê Mustefa kî Xanî bi xwe ra tu aşîna kî Allahım! Muhammed Mustafa’nın hatırına Xanî’yi de kıl seni tanıyan biri, sana aşina! 3. 8. Were’ (Sakınma) Kelime anlamı sakınma olan “were’”, tasavvufî literatürde kişinin Allah tarafından yasak kılınmış şeylerden kendini muhafaza etmesidir. Bu muhafaza üç türlüdür. Birincisi dili boş şeylerden korumak, ikincisi şüpheli şeylerden ve haramlardan uzaklaşmak, üçüncüsü ise kalben kötü düşüncelerden sakınmaktır. Xanî Mem û Zîn’in aşağıda verilen 3. bölümünün 51. beytinde Hz. Peygamber’in bu özelliğine dikkat çekmektedir: 74 Wer’a wî wereng dîn qewî kir Şer’a wî sîrati mustewî kir Onun günahtan çekinmesi dine güç kattı Onun şeriatı gidilen yolu dosdoğru yaptı 3. 9. Sewme’e (Manastır) Kelime anlamı manastır olan “sewme’e” (savma’) tasavvufî terim olarak sufinin Allah’tan başkasıyla irtibatını kesmek amacıyla vaktini zikir ve ibadetle geçirdiği halvet yerlerine denir. Bu bağlamda ulaşılmak istenen makam “tecrid ve tefrid” (soyutlama ve ayrma) makamıdır. Yani bu makamdaki kişi kendini dış âlemden soyutlayıp ayırıyor, sadece Allah’ı düşünüp onu anıyor. Xanî’nin Mem adına aktardığı 44. bölümün 44. beytinde bu terim geçmektedir: 44/44 Sofî me û sewme’enişîn im Xweş talibê nûrê rûyê Zîn im Ben manastırlarda oturan bir sûfîyim Zîn’in yüzündeki nurun çok talibiyim 3. 10. Î’tîkaf, Kuncê Xelwet (İtikaf, Halvet Köşesi) Tasavvuf yolcusunun belirli bir süre insanlarla ilişkisini keserek bir inziva köşesinde zamanını ibadet, zikir ve tefekkür ile geçirmesine itikaf denir. Halvet köşesi anlamına gelen kuncê xelwet ise yine zikir, ibadet ve tefekkür amacıyla yalnız başına çekildiği inziva köşesine denir. Mem û Zîn’in aşağıda sunulan 44. bölümünün 14. beytinde ve 52. bölümünün 7. ile 39. beyitlerinde bu terimler yer almaktadır: 44/14 Sofî ku gihîşte kuncê xelwet Şêxînî gîha meqamê wehdet “Sofu” (Mem) “halvet köşesi”ne yetişti “Şeyhlik” de “vahdet makamı”na erişti 52/7 Ew zuhremîsalê zerre reqqas Bû merhemê razê xelweta xas 75 O zerre Zühre yıldızı gibi raks ediyordu Özel halvetin sırrı için merhem oldu 52/39 Ew xelwetiyê di î’tîkafê Rabû ve bi niyeta tewafê İtikâftaydı o, yaşıyordu inziva hayatı Tavaf etmek amacı ile oradan kalktı 3. 11. Lamekan (Mekânsız) Tasavvufta “mekân” somut olan ve sınırları belli olan maddi âlem için kullanılırken; “lamekân” hiçbir maddi ve somut sınırı olmayan manevi âlem için kullanılır. Kötülüklerden arındırılmış ruhların seyreyledikleri bu âlemde artık meleklerle haşir neşir olunur. Mem û Zîn’in aşağıda örnek verilen 50. bölümünün 62. ve 63. beyitlerinde şöyle denilmektedir: Herçî ku qebûl nekit mekanan Dê seyri bikit di lamekanan Kim razı olmaz ise bu sınırlı mekânlara Gezip dolaşacaktır o sınırsız mekânlarda Hûn vê seferê xelet mexûnin Şahid ji me ra muqerrebûn in Sakın sizler yanlış okumayın bu seferi! Allah’a yakın melekler bunun şahitleri 3. 12. Hulûl (Enkarnasyon) ve Nesx (Reenkarnasyon) Sözlük anlamı geçiş olan “hulûl” tasavvuf ve kelâm ilimlerinde bir varlığın başka bir varlığa girmesi olup buna enkarnasyon denir. Suyun testiye girmesi ve gülsuyunun güle girmesi hulûl için verilen örneklerden iki tanesidir. Nesx (ruh göçü) bir ruhun bir bedenden ayrılıp başka bir bedene girmesidir ki buna teknik olarak reenkarnasyon denir. Xanî konuyla ilgili Mem û Zîn’in 52. bölümünün 22. beytinde şunları söylemektedir: 76 52/22 Da fikir nekî ku ew hulûl e Yan nesx e, xurûc e ya duxûl e Zannetme ki o durum bir hulûl/geçiştir Ya da nesx/ruhun göçü, çıkış ve giriştir Beytin ikinci dizesinde geçen “xurûc” (çıkış) ve “duxûl” (giriş) terimleri ruh ve bedenler arası çıkış ve giriş olan hulûl ve nesx görüşlerini pekiştirmek için kullanılmışlardır. Xanî bazı radikal mistiklerce benimsenen ve bazen Allah ile insanın iç içe girip bütünleşebildiklerini söyleyecek kadar ileri götürülen bu görüşleri tasvip etmemektedir. 3. 3. 13. Çil/Erba’în (Kırk) ve Çillexane 3. 3. 14. Yeqîn (Kesin Bilgi ve İnanç) İnzivaya çekilen bir mistiğin inzivahanesinde zikir ve ibadetle geçirdiği kırk güne “çil” denir. Yaygın bir kullanımı olan “çilexane” de buradan gelmektedir ki bu ifade kırk günün geçirildiği yer anlamına gelmektedir. Amacı kalbi arındırmak olan bu sürenin kaynağı Hz. Musa’nın Tur Dağı çevresinde Allah’a verdiği söze binaen zikir ve ibadetle geçirmiş olduğu kırk güne dayanmaktadır ki Allah bu kırk günün tamamlanmasından sonra kendisine tecellî etmiştir. Dolayısıyla mistikler kalbin arındırılması ve birazdan kendisinden bahsedeceğimiz “yeqîn”in (kesin bilgi ve inanç hâli) oluşması için “çil” uygulamasına önem verirler. Mistiklere göre “yeqîn” bir şeyi iman gücüyle apaçık görme ve kesin inanç anlamına gelen yakîn üçe ayrılır. Duyma yoluyla oluşan yakîne “ilme’l-yakîn”; görme yoluyla oluşan yakîne “ayne’l-yakîn”; yaşayarak elde edilen yakîne de “hakka’l-yakîn” denir. Balın adını duymak birinciye; balı gözle görmek ikinciye; balı bizzat yemek ise üçüncüye örnektir. Dolayısıyla “yeqîn” kalpten şüphenin kalkması, kişinin gözle görebildiği gibi kalp ile de görebilir hâle gelmesidir ki bunun da “çil” uygulamasıyla mümkün olabileceğine inanılmaktadır. Bölüm ve sıra numarasları aşağıda belirtilen beyitlerde “çil” ve “yeqîn” terimlerinden ve onların verdiği neticelerden bahsedilmektedir: 77 44/12 Rûniştî di wê ve ‘abîdane Zîndan li wî bûye çillexane O çukurda abitlere yakışırcasına oturdu O zindan kendisine bir “çilehâne” oldu 44/48 Ew mu’tekifê di dewrê çalê Hêja negihîştî dewrê salê O halvetnişin ki derin çukura girmişti Henüz bir yıllık bir devresi bitmemişti 44/49 Belkî ne çil û ne erbe’înek Zenna di dilê wî bû yeqînek Belki ne “kırk” ne de “kırklık” dolmuştu Fakat kalbindeki “zan” “kesin” olmuştu 44/50 Meşhûdi bûyîn li qelbi enwar Mekşûfi bûyîn li ber wî esrar Görülürdü kalbine yansımış olan nurlar Açığa çıkmıştı onun önünde gizli sırlar 44/51 Ayîneê dil we bû museyqel Sûret we bi me’neyê mubeddel Gönlünün aynası o kadar çok parladı ki Şekil öyle gidip yerini manaya bıraktı ki 44/53 Ev mumkin û masîwa sera ser Fîlcumle jibo wî bûne mezher Allah’tan başka tüm mümkün varlıklar Hepsi birden onun için ayna olmuştular 78 4. MUTASAVVUFLARIN ARGÜMANLARI OLAN İKİ HADİS 4 1. “Ölmeden Önce Ölünüz” Hadisi Hz. Peygamber’e dayandırılan bir hadiste “ölmeden önce ölünüz!” denilmektedir. Mutasavvıfların çok sık kullandıkları bu hadisle ilgili kendilerine mahsus bazı yorum ve görüşleri vardır. Bunların başında şu ikisi gelmektedir: 1) Gerçek anlamda ölmeden önce öldüğünüzü tasavvur ediniz. Örneğin Ezrail’in geldiğini, ruhunuzu aldığını, kabre götürüldüğünüzü, kabrin başından bütün akrabalarınızın döndüğünü, sizin orada amelinizle baş başa kaldığınızı düşününüz ve ona göre ölüm ötesi için hazırlığınızı yapınız. Mutasavvuflar “ölüm rabıtası” adını verdikleri böyle bir hayalî ölmeyi bu hadise dayandırırlar. 2) Gerçek anlamda ölmeden önce içinizdeki bütün kötü duyguları öldürünüz. Mutasavvuflar bu duyguları öldüren müritlerin ulaştıkları makama “Mûtû (Ölünüz) makamı adını verirler. Xanî’nin Mem adına aktardığı 44. bölümün 45-47 arası beyitlerden onun bu makamı kast ettiği anlaşılmaktadır: Hasil qewimî meqamê “mûtû!” Ber mûcibê “qeble en temûtû” Kısaca “ölünüz!” makamı yerini buldu “Ölmeden önce” sözünün gereği buydu Tezkiyeê nefsê bû mukemmel Tesfiyeê qelb bû muhessel Nefsi arındırma işlemi mükemmelleşti Kalbi arındırma işlemi de gerçekleşti 79 Ayîneê rûhi bû mucella Nefs û dil û can bi hev museffa Ruhun aynası da tertemiz olup parladı Nefis, gönül ve ruh beraberce paklandı 4. 2. “Kendini Tanıyan Kişi Rabbini de Tanır” Hadisi Xanî Mem û Zîn’in 35. bölümünün 20. beytinde şunları söylemektedir: Sabit be ku da ne naxelef bî Da waqifê sirrê “men ‘eref” bî Kararlı ol ki hayırsız evlat olmayasın “Kendini tanıyan” sırrına vakıf olasın Tırnak içine aldığımız bu ifade Hz. Peygamber’e dayandırılan bir hadisin bir parçasıdır ki hadisin tamamı şöyledir: “Men ‘erefe nefsehu fe qed ‘erefe rebbehu” (Kendini tanıyan kişi Rabbini de tanır). Mistiklerin bu konudaki yorumları şöyledir: Allah’ı uzaklarda aramaya gerek yoktur. Allah’ı tanımak için kişinin kendini tanıması gerekir. Zira kendine bakan kişi Allah’ı görür. Radikal mistikler bu görmeyi insanın Allah’ın bir parçası olduğunu görme şeklinde yorumlarken, Xanî burada bir sırrın olduğuna dikkat çekmiştir ki o da şudur: Kendine bakan kişinin Allah’ı görmesi fiziksel anlamda değil, onun büyüklüğünü ve yaratıcı gücünü görmesi anlamındadır. 80 5. TASAVVUFÎ MECAZ VE SEMBOLLER 5. 1. Sevgili İle İlgili Tasavvufî Mecaz ve Semboller İsim Anlamı Tasavvufî olarak neyi temsil ettiği rû yüz vahdet, nur ve sıfatlarının tecelli yeri xal ben gerçek vahdet noktası xet ayva tüyleri hakikatın değişik şekillerde ortaya çıkması lêv dudak ilahî dirilik; sır, fenafillah, feyiz, yokluk dev ağız Hakk’ın kelamı, vahdet, fenafillah qed/qamet boy kalbin yüceliği, Hakk’ın istilası, vahdet nav/miyan bel ince sır ve tefekkür, bazen hicap (perde) çav göz madde, kesret îşwe işve ilahî cezbe xemze gamze cezbeden uzaklaştıran şey, bazen tecellî (e)brû kaş mürit ile vahdet arasındaki kesret mujgan kirpik kesret, görevi ihmal zulf zülüf bu da öyle kakul kâkül bu da öyle 5. 2. Şarap ve Müştemilatı İle İlgili Tasavvufî Mecaz ve Semboller İsmi Normal Anlamı Tasavvufî olarak neyi temsil ettiği mey üzüm şarabı İlahî aşk ve coşkunluğu bade üzüm şarabı “ nebîz hurma şarabı “ sirf suyun katılmadığı şarap “ mudam sürekli içilen şarap “ 81 sehba kırmızı şarap “ ukar kırmızı şarap “ selsal boğazdan kolay geçen akıcı şarap “ qendîd şeker kamışından yapılan şarap “ kumeyt kırmızıya çalan kahverengi şarap “ turt şarap üstündeki küpük, tortu “ ewîje saf şarap “ rehîq saf şarap “ abê engûr üzüm suyu / üzüm şarabı “ duxterê rez bağın kızı / üzüm şarabı “ cur’e yudum, yudumluk şarap “ saqî saki mürşit pîrê muxan mürşit muxbeçe mürşit badexwur şarap içici mürit, derviş mudmin ayyaş mürit, derviş xerabatî meyhaneci mürit, derviş serxweş sarhoş ilahî aşk sarhoşu qedeh kadeh âşık ve mürşidin kalbi fîncan fincan, kadeh “ şehkase şah kâsesi “ saxer fincan, kadeh “ piyale fincan, kadeh “ sebu’ fincan, kadeh “ cam fincan, kadeh “ Camê Cem fincan, kadeh “ Yukarıda listesini verdiğimiz şarap ve müştemilatından bir kısmının geçtiği bazı bölüm ve beyitleri örnek olarak aşağıda sunuyoruz: 5/1 82 Saqî tu ji bo Xwudê kerem ke Yek cur’eyê mey di Camê Cem ke Saki! Allah aşkına lütuf eyle, şöyle buyur Cem’in Kadehi’ne bir yudum şarap doldur 7/1 Saqî! Bike camê asîmanî Raha weku rûhê cawîdanî Gök rengi şu kadehe şarap doldur saki! Bir şarap ki ebedî kalacak bir ruhtur sanki 7/3 Saqî! Tu birêje camê mîna Ava ku dikit demîrê bîna Saki! Yaldızlı kadehe şarap döküp doldur Kalp gözünü açıp aydınlatan su işte odur 7/5 Saqî! Bike kaseya mucewher Wê şîreê me’sera mutehher Saki! Cevherlerle süslenen kadehe koy sen O şırayı ki sıkılıp çıkarılmış pak ma’serden 7/6 Yaqûtê muzab û le’lê seyyal Wê durdê xweşab û xemrê tellal Doldur kadehe Erimiş yakut ve akıcı la’lı Hoşap gibi tortuyu ve şebnem misali şarabı 7/7 Durdaneê xwu birêje navê Ye’nî ‘ereqe wekî gulavê Dür taneleri gibi kendi terini de boşaltarak Yani gül suyu gibi şaraba terini de katarak 7/8 Dem dem bide destê meyperestan Xelqê ku hinek ji dil di destan Zaman zaman ver ellerine meyperestlerin Kalpleri kısmen yârin elinde o kimselerin 7/10 Vê meclisa meyxuran mudamî Mestane bike ji nû mudamî Şu mey içenler meclisine daima şarap getir Getireceğin yeni şarap ile onları mest ettir 7/12 Neş’a qedeha meya murewweq Kêfa ‘îneba rezê birewneq 83 84 Berrak mey bardağının bana vereceği neşe Verimli bağ üzümünün bana vereceği neşe 7/23 Saqî! Bide min şerabê gulgûn Bê dengê def û sedayê qanûn Saki! Versene bana gül renkli şaraptan Davuldan ses, kanundan sada çıkmadan 8/47 Gerden te digo di destê saqî Qarûre ye pirşerabê baqî Boyunlarını görseydin diyecektin ki sanki Bir şişedir yıllanmış şarapla doldurmuş sakî ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AŞK M em û Zîn’in 58. bölümü için aşağıdaki başlığın kullanılması, Xanî’nin aşk olgusuna ve çeşitli yansımalarına ne denli önem verdiğinin açık bir göstergesidir: Îspatê xewas û kemalê cewherê işq e Ku kîmyeyê ekber û kîbrîtê ehmer e ji bo xwudanî Lewra behîme û dirende û şeyatînê dikite melek di nefsa însanî (Bu, aşk cevherinin özellik ve üstünlüğünün ispatına dair bir bölümdür Ki aşk kendi sahibi için hem en büyük kimya hem de kırmızı kükürttür Zira hayvanları, yırtıcı ve şeytanları bile insan kişiliğinde meleklere dönüştürür). Xanî bu başlık altında aşkın nasıl bir olgu olduğuna ilişkin kaydettiği bazı beyitler şunlardır: 58/17 Işq ayîneê Xwuda numa ye Xurşîdsîfet xwudan diya ye Aşk bize Allah’ı gösteren ayna gibidir Tıpkı Güneş misali o da ışık sahibidir 58/18 Xafil mebe ji işqê “fîlheqîqe Ey rahrewê “eqrebu’t-terîqe”! Sakın hakiki aşktan habersiz olma sen! Ey en yakın yolda gitmek isteyen! 58/19 Xweş cewher e cinsê kîmya ye Qedrê wî bizan giranbuha ye Aşk güzel bir cevherdir, kimya gibidir Aşkın kıymetini bil, zira çok değerlidir 87 58/20 Teb’ê we ku sifr û bêcela ne Qelbê we ku qelb û ya qela ne Bakır gibi olup cilasız olan karakterler Sahte olan veya kalay benzeri gönüller: 58/21 Ev cewhere wan diket mutella Ev seyqele wan diket mucella Bu aşk cevheri onları da iyice parlatır Bu cila onlara da parlaklık kazandırır 58/23 Ayîneê ‘eksê bêmîsal e Gencîneê sirrê bêzewal e Aşk eşi olmayan yansıtıcı bir ayinedir Hiç tükenmeyen sır dolu bir hazinedir 58/24 Kes nîne ji işqê bêeser bit Mumkin ku ji zewqê bêxeber bit Yoktur aşktan etkilenmeyen hiç kimse Olası tat duyusundan habersiz değilse 2. 1. Aşk İçin Kullanılan Terimler 2. 1. 1. Evîn Mem û Zîn’de aşk için kullanılan birçok terim geçmektedir. Bunlar içerisinde Kürtçe olanı “evîn” iken diğerleri Arapçadır. “Evîn”in geçtiği bazı beyitler şunlardır: 19/45 Bêcerhe û qerhe û birîn e Navê li wî derdî her evîn e Yarasız-çıbansız bir derttir, görünmez yaradır O derdin yalnız bir adı vardır ki o da sevdadır 42/10 Razê di dilê Mem û Zînê Sazê ku di perdeya evînê Mem ve Zîn’in gönlündeydi o sırlar Aşk perdesinin gerisinde idi sazlar 88 42/32 Sabitqedem e di vê evînê Dê bêjit ku aşiq im li Zînê Kendisi aşkında direten kararlı birisidir Sana diyecek ki âşık olduğum kişi Zîn’dir 2. 1. 2. Diğerleri Mem û Zîn’de geçen ve aşkı ifade eden diğer terimlerin başlıcaları şunlardır ki, daha önce de ifade ettiğimiz gibi bunlar Arapçadır: ‘Işq ‘Eşq Hubb Mehebbet Meweddet 2. 2. Aşkın İki Kısmı Olarak Mecazî Aşk ve Hakîkî Aşk 1/2 Ey metle’ê husnê îşiqbazî Mehbûbê heqîqî û mecazî Ey aşk arzusunun doğduğu güzellik ufku! Ey hem hakikî hem mecazî aşkın maşuku! Tasavvufî anlayışa göre aşk mecazî ve hakîkî olmak olmak üzere iki kısma ayrılır. Mecazî aşk insanın başka bir insanı veya varlığı sevmesi iken, hakîkî aşk doğrudan doğruya Allah’ı sevmektir. Aşkta güdülen temel amaç Allah’ı sevmek ise de, peygamberlerin ve diğer bazı seçkinlerin dışında kimsenin kabiliyeti bu aşk için yeterli değildir. Bundan dolayı da önce herhangi bir varlığa yansıyan ilahî nur ve güzelliğe aşık olunur, bu nur ve güzellik kişiyi hakîkî aşka götürür. Yani mecazî aşk hakîkî aşka götüren bir köprü görevini görür. İlahî nur ve güzelliğin yansıdığı yer çoğu kez bir kadının yüzü olur. Böyle bir kadına âşık olanlardan bir kısmı bu aşamayı geçerek hakîkî aşka ulaşırken, bir kısmı mecazî merhalede kalıp şehvetine mağlup olur ve hakîkî aşka ulaşmaz. Mem ve Zîn’in aşklarında olduğu gibi hakîkî aşkta evlilik ve birleşme söz konusu değilken, Tacdîn ve Sitî’nin 89 aşklarında olduğu gibi mecazî merhalede kalan aşk evlilik ve birleşmeyle sonuçlanmaktadır. Zîn kendi payına düşen hakîkî aşkı ve kaynağı hakkında şunları söylemektedir: 45/13 Nûrek di rûyê min kir te peyda Sohtin li Memê pê te suweyda Sen benim yüzümde bir “nur” yarattın Onunla Mem’in gönül noktasını yaktın 45/14 Şewqek di ruxê Memê te hil kir Qelbê me bi wê te sot û kul kir Mem’in yüzünde de bir nur parlattın Onunla kalbimizi yaktın ve yaraladın 55/57 Alûde nebûn bi xak û xaşak Ev bû esera mehebbeta pak Dünyanın toz-toprağı ile kirlenmediler Buydu geri bıraktıkları pak aşktan eser Aşağıdaki beyitlerde Sitî ve Zîn’in yüzlerine yansıyan ilahî güzellik ve nurun Tacdîn ve Mem için birer aşk deryasına dönüştüğünü söyleyen Xanî, bu bağlamda Tacdîn’in aşkının Sitî’nin bedeniyle sınırlı ve maddî vuslat amaçlı mecazî bir aşk olduğuna dikkat çekerken, Mem’in hakîkî aşkın mübtelası olduğuna vurgu yapmaktadır: 9/5 Husna li ruxê Sitî û Zînê Bû behrekî ateşê evînê Sitî ve Zîn’in bir yüz güzelliği bulunurdu Aşk ateşinden oluşan derya gibi akıyordu 9/15 Hin weslehebîn ji rengê Tacdîn Hin derdeguzîn wekî Mem û Zîn Tacdîn gibi bazı heves sahipleri vuslat ister Mem ve Zîn gibi bir kısmı ise çileyi seçer Şairimiz aşağıdaki beyitlerde de o iki sevgilinin yüzlerine yansıyan eşsiz güzelliğin Allah’ın nurundan olduğu, bazılarının bu nura âşık olurken bazılarının aşkının bedenle sınırlı kaldığı hususunda şunları söylemektedir: 90 8/32 Ew hûr û perî di bêbedel bûn Lewra ku ji nûra “Lem Yezel” bûn O iki huri ve perî paha biçilecek gibi değildi Zira Allah’ın nurundan meydana gelmişlerdi 8/64 Hin raxibê husnê La Yezal in Hin talibê qalibê betal in Bazıları ölümsüz zatın güzelliğine talip olurlar Diğer bazıları ise fani bedenlere arzu duyarlar Ancak şairimiz bu iki aşk çeşidinin aynı kaynaktan (ilahî nurdan) gel- diklerine ve aralarındaki farkın beyin ile zarı arasındaki fark kadar hassas olduğuna şöyle işaret etmektedir: 8/65 Lêkîn hemyan yek e yeqîn dost Ferqa ku heye ji mexzê ta post Ama aslında her iki kesimin de sevdikleri birdir Aradaki fark beyinle zarı arasındaki fark gibidir 2. 3. Sevgili İçin Kullanılan İsim, Unvan ve Sıfatlar Klasik şiirde sevgili için ya doğrudan adı ya da benzetme yoluyla başka isim ve unvanlar kullanılır. Bu isim ve unvanlar sevgilinin karakter ve fizikî yapısına uygun olacak şekilde seçilir. Bu isim ve unvanların başlıcaları ve benzetme ilgileri şunlardır: Metafizikler İlgi peri güzelliği; görünmemesi, kendini âşığına göstermemesi hûrî güzelliği melek güzelliği, görünmemesi, erişilmemesi şem’ (mum) yüzünün parlak olması; yakıcılığı, cadû/sîhîrbaz âşığını yakması âşığını kendine bağlaması 91 Hayvanlar ahû/xezal (ceylan) zarafet, güzellik; gözlerinin iriliği ve güzelliği ‘enqa/sîmurg (anka) vefasızlığı, görünmemesi, erişilmemesi Huma yüksekten uçması, ele geçirilememesi Kebûter (güvercin) âşığın mektubunu sevgiliye götürmesi Şahbaz Otoriteler âşığını avlaması; kola konmaya alıştırılması İlgi şah âşığına hükmetmesi, kalbinde taht kurması; onu kul-köle yapması padişah yanına varılmaması, kalbinde taht kurması; onu kul-köle yapması sultan âşığına hükmetmesi, kalbinde taht kurması; onu kul-köle yapması beg (bey) âşığına hükmetmesi, kalbinde taht kurması; onu kul-köle yapması xan (han) âşığına hükmetmesi, kalbinde taht kurması; onu kul-köle yapması xaqan (hakan) yanına varılmaması, kalbinde taht kurması; onu kul-köle yapması can/ruh tebîb (tabip) 92 İlgi âşığına hayat vermesi hasta âşığını tedavi etmesi, onu iyileştirmesi Peygamberler İlgi Yûsuf olağanüstü güzelliği Îsa dudak ve nefesiyle hastayı iyileştirmesi, ölüyü diriltmesi; göğe çekilmesi Xidir (Hızır) ölümsüzlük “hayat suyu”nu sunması, bu suyla âşığı diriltmesi 2. 4. Sevgilinin Güzellik Unsurları/Organları 2. 4. 1. Por (Saç) Üzerinde en çok durulan güzellik unsurlarının başında gelen saç dağınık, karışık, düz şekli, örülmüş şekli, siyah rengi ve kokusu açısından benzetildiği bazı unsurlarla birlikte ele alınır. Unsur Türkçesi Mar yılan çevgan çevgan pabend ayak bağı şeb gece kufr küfür ‘enber anber misk misk muşk/nafe misk ‘ebîr ? reyhan reyhan sünbül sümbül semen yasemin İlgi siyahlık, dalgalı olma, uzunluk, yılanla ilgili efsaneler kıvrımlı uçları âşığı kendine bağlama, çözülmezlik siyah rengi siyahlık, karanlık; kesret güzel kokusu; kül rengi güzel kokusu; ceylanı çağrıştırması güzel kokusu; ceylanı çağrıştırması güzel kokusu güzel kokusu ve şekli güzel kokusu ve şekli güzel kokusu ve şekli 2. 4. 2. Kakul, Perçem, Turra Bunlar alın üzerine düşmüş olan kıvrımlı saç kısmına denir. Bu saç kısımları renk, şekil ve koku açısından tuğ, levend, sevda, bela, anber ve misk unsurlarına benzetilir. 2. 4. 3. Çehv/Çav (Göz) Sevgilinin kişiliğini yansıtan göz âşıkları kendine çeken çok önemli bir güzellik unsurudur. Bu bağlamda bazen sihirbaz ve cadı, bazen hilebaz ve 93 fettan olarak nitelendirilen göz şekil bakımından da bazı unsurlara benzetilmektedir ki bunların bir kısmını aşağıda listeliyoruz: Unsur Türkçesi cadû cadı sahîr sihirbaz fettan fitneci mest mest mexmûr mahmur bîmar hasta xwûnxwar kan içici Teter Tatar Turk Türk ahû/xezal ceylan badam badem nêrgiz nergis ilgi âşığı cezp etme, onu kendine bağlama âşığı cezp etme, onu kendine bağlama âşığı cezp etme, onu kendine bağlama baygın bakışı baygın bakışı baygın bakışı sevgilinin kan dökücülüğü âşığın canınakast etmesi sevgilinin kan dökücülüğü, âşığın canına kast etmesi aynı ilgi ceylanınki gibi iri ve siyah oluşu şekil benzerliği; meze oluşu âşığa uyku vermesi, onu mahmur etmesi 2. 4. 4. Xemze (Yan bakış, gamze) Gamze, sevgilinin katil olarak tasavvur edilen gözünün en önemli silahlarından biridir. Âşığın gönlünü ve canını yaralayan bu silah bazen sevgilinin konuşması ve nazla gülüşü ile bir bütünlük içinde ele alınır ve mahmur gözlerle birlikte anılır. Gamzenin birlikte anıldığı benzetme unsurlarının başında gelenleri aşağıda listeliyoruz: Unsur Türkçesi tîr/sehm ok şimşîr/tîx kılıç Xençer hançer Teter Tatar şahbaz şahbaz xemmaz gammaz 94 İlgi şekil benzerliği; kaşın yay olarak düşünülmesi sevgilinin padişah ve sultan olarak düşünülmesi şekil benzerliği; yaralayıcılığı kan dökücülüğü avcılığı, av olarak düşünülen âşığı kapıp götürmesi gamzenin gammazlama özelliği 2. 4. 5. Ebrû (Kaş) Rengi, şekli ve çift oluşu; göz, kirpik, gamze ve yanak ile yakın münasebette bulunması; özellikle gözün katil olarak tasavvur edildiği durumlarda bu katilin gamze ve kirpik oklarını attığı yay olarak düşünülmesi; yüzün Kâbe’ye benzetildiği durumlarda mihrap olarak tasavvur edilmesi; yüzün Mushaf’a benzetildiği yerlerde Besmele olarak düşünülmesi; bunun yanında hilal, kılıç ve hançere benzetilmesi kaşın en yaygın kullanım özelliklerindendir. Şimdi bu kullanım özelliklerini bir liste üzerinde görelim: Unsur Türkçesi mihrab mihrap qible kıble hîlal hilal qews yay (nûn) nun harfi Mahî balık İlgi kavisli şekli âşığın yönünün hep kaşlara dönük olması kavisli şekli; sevgilinin ancak ayda bir kendini göstermesi kavisli şekli; katil gözün bakış oklarının atıldığı yer olması daha çok ters düşünülen şekli yüzün denize benzetilmesi 2. 4. 6. Mujgan (Kirpik) Sevgilinin katil olarak tasavvur edilen gözünün etkili bir silahı olan kirpik bu bağlamda daha çok aşağıdaki unsurlara benzetilir: Unsur Türkçesi tîr/sehm ok şimşîr/tîx kılıç xencer hançer cundî asker cellad cellat qelem kalem İlgi şekil benzerliği; sevgilinin kaşının yay olarak düşünülmesi sevgilinin padişah ve sultan olarak düşünülmesi şekil benzerliği; yaralayıcılığı düzgün sıra; kan dökücülük kan dökücülük; öldürme gözün devat, ciğer kanının mürekkep kabul edilmesi 95 2. 4. 7. Rû, rux, ruxsar, xedd, dîdar, wech, ‘îzar (Yüz ve Yanak) Yüz ve yanak birbirinden ayrılmayan iki unsurdur. Bu iki unsurun önemi, diğer güzellik unsurlarına mekân oluşudur. Yüz ve yanak bu güzellik unsurlarıyla bazen uyum, bazen de tezat içerisinde olur. Hakk’ın tecelligâhı olarak kabul edilen yüz hem rengi hem de güzelliği ve parlaklığı açısından benzetildiği unsurlardan bazıları şunlardır: Unsur Türkçesi İlgi Afîtab/Mîhr Güneş parlaklığı, yakıcılığı, yuvarlak şekli Xurşîd Güneş parlaklığı, yakıcılığı, yuvarlak şekli Mah/Meh Ay parlaklığı, şekli Qemer Ay parlaklığı, şekli rûz gündüz parlaklığı gulnar nar çiçeği lale lale renk benzerliği gul gül renk ve kokusu; goncanın kapalı hâli gulşen gül bahçesi yanağın güle ve laleye; dudağın goncaya; ayva tüylerinin de sebzeye benzetilmesi. Ayrıca âşığın bülbül olarak tasavvur edilmesi gulîstan gül bahçesi aynı ilgi gulzar gül bahçesi aynı ilgi butsan bostan aynı ilgi lalezar lale bahçesi 96 renk benzerliği, “nar”ın ateş anlamı bağlamında yakıcılığı ayva tüylerinin sebz, dudağın ab-ı hayat olarak tasavvuru Rûm Rum parlaklık, güzellik azer/od/ateş ateş yakıcılığı, rengi ve parlaklığı çerax çıra parlaklığı şem’ mum parlaklığı ve yakıcılığı ayîne/mîr’at ayna parlaklığı, saflığı ab/av su kalbi ateşe dönüşen âşığın söndürücü suya ihtiyacı, saflık Cemalullah İlahî güzellik Hakk’ın nurunun tecellî ettiği yer oluşu Ke’be Kâbe Mushef Kur’an Kitêb Kitap Bihişt Cennet Fîrdews Cennet Hakk’a yönelinen makam oluşu parlaklık; ayva tüylerinin “Duhan” ayetine benzetilmesi iki yanağın kitabın iki sayfasına benzetilmesi; yazı stilleri sonsuz huzur ve rahatlık mekânı oluşu aynı ilgi Baxê Îrem İrem Bahçesi kulağın İrem Bahçesi’nin bir köşesi olarak tasavvuru 2. 4. 8. Xal (Ben) Şekli, siyah rengi, kokusu ve yüz üzerinde bulunması açısından ele alınan benin bu ve benzeri açılardan benzetildiği unsurlardan önemli bazıları şunlardır: Unsur Türkçesi Nuqte nokta İlgi şekil ve renk benzerliği; yüzün kitap olarak düşünülmesi ‘edes mercimek şekil ve renk benzerliği Zuhre Zühre yıldızı yüzün Ay olarak düşünülmesi Hînd Hint yüzün Rûm olarak düşünülmesi muşk misk kokusu muşgê Teter Tatar miski kokusu (en iyi misk Tatar ülkesinde elde edilir) fettan/fitne fitneci siyah rengi ve çokluğu nedeniyle “kesret”i temsil etmesi merdum göz bebeği şekil ve renk benzerliği; âşığın gözünün değmesi beydeq piyon/piyade renk ve şekil 97 2. 4. 9. Xet (Hat; Ayva tüyleri) Yüzün değişik yerlerinde bulunan bu unsurun çeşitli açılardan benzetildiği bazı unsurlar şunlardır: Unsur Türkçesi İlgi sebz sebze yeni çıktığında açık yeşil oluşu; yüzün bahçe olarak tasavvuru xar diken yanağın gül ve gülzâr olarak düşünülmesi; âşığa verdiği acı ayet ayet yüzün Mushaf’a benzetilmesi setrê Ke’be Kâbe örtüsü yüzün Kâbe olarak düşünülmesi xet yazı, çizgi yüzün kitap olarak düşünülmesi muşk misk güzel kokusu, siyah rengi ‘enber anber güzel kokusu, siyah rengi ‘ebîr ıtır güzel koku rîhan/reyhan reyhan rengi ve kokusu; yüzün bahçe olarak düşünülmesi binefş menekşe rengi ve kokusu; yüzün bahçe olarak düşünülmesi sunbul sünbül rengi ve kokusu; yüzün bahçe olarak düşünülmesi leşker asker âşığın gönlünün fethedilen bir memleket olarak düşünülmesi Ye’cuc Ye’cüc çokluk ve kısa boy xubar toz rengi ve şekli; yüzün saf bir suya xubar bir yazı türü hîcab örtü came elbise benzetilmesi yüzün kitap olarak düşünülmesi yüzün sofra olarak tasavvur edilmesi yüzü örtme özelliği 2. 4. 10. Dev/Dehan (Ağız) Dudakla beraber bir bütünlük içinde ele alınan ağız duruma göre kapalılığı, şekli, küçüklüğü, dudağa mekân oluşu, dil ve dişlere mekân oluşu, 98 kendisinden tatlı söz çıkması gibi özelliklerinden dolayı aşağıdaki unsurlara benzetilmektedir: Unsur Türkçesi xunce gonca abê heyat hayat suyu huqqe hokka qend/şeker şeker İlgi kapalılığı, şekli ve küçüklüğü can verme özelliği ve dudağa mekân oluşu ağızdan çıkan sözün cevahir olarak düşünülmesi tatlı söz etmesi 2. 4. 11. Leb/Lêv (Dudak) Kendinden sıkça söz ettiren dudak yerine göre rengi, güzelliği, vuslata vesile oluşu, söz ve dişlerin mekânı olan ağızla yakın ilişkisi, yuvarlak şekli, küçüklüğü, kapalı hâli, gülümseme ve gülmeyle yakın ilgisi, iki tane oluşu ve benzeri açılardan ele alınmaktadır. Dudağın bu bağlamda benzetildiği bazı unsurlar şunlardır: Unsur cam Türkçesi İlgi şarap kadehi şekil benzerliği; yüzün bezm olarak düşünülmesi mey şarap rengi, şekli ve lezzeti le’l lal taşı rengi ve taşıdığı değer yaqût yakut rengi ve taşıdığı değer huqqe hokka şekil benzerliği xatem mühür şekil benzerliği; sevgilinin Hz. Süleyman’a benzetilmesi qend/şîrîn şeker/tatlı kendisinden tatlı ve hoş sözlerin çıkması ‘Îsa Hz. İsa hastayı iyileştirme, can verme, ihya etme abê heyat bengisu can verme, ihya etme, ölümsüzlük bahşetme Kewser cennet havuzu yanağın cennet bağı olarak tasavvuru Selsebil cennet ırmağı yanağın cennet bağı olarak tasavvuru mîwe meyve lezzeti, rengi, şekli; yüzün bahçe olarak düşünülmesi 99 od/ateş/nar ateş xwûn kan gul-xunce gül-gonca tûtî papağan rengi ve yakıcılığı rengi küçüklüğü, rengi ve kapalılığı; yüzün gülşen oluşu konuşma vasıtası olması 2. 4. 12. Zeqen (Çene) Çenenin benzetildiği bazı önemli unsurlar şunlardır Unsur çah Türkçesi kuyu sîb/sêv gûy cam jale elma top kadeh jale İlgi çene çukuru olarak şekil benzerliği; âşığın hapsedilişi yuvarlak şekli, çukuru ve rengi şekli şekli şekli 2. 4. 13. (Qed/Qamet/Endam (Boy) Üzerinde fazlaca durulan unsurlardan biri olan boy duruma göre düzgünlüğü, uzunluğu, inceliği, sevgilinin erişilmezliği, âşığına tepeden bakması, sallanışı, tazeliği ve gençliği ve benzeri açılardan bazı unsurlara benzetilmektedir ki bu unsurların başında şunlar gelmektedir: Unsur serw çinar ‘er’er senewber şîmşad tûba Türkçesi servi/selvi çınar dağ servisi fıstık çamı şimşir ağacı tuba nehl/nîhal fidan 100 İlgi uzunluk, incelik, düzgünlük, yükseklik yükseklik uzunluk, düzgünlük uzunluk, düzgünlük yüksekliği ve meyvesiz oluşu cennet ağacı oluşu (sevgilinin bir cennet varlığı olarak tasavvuru) incelik ve tazelik; olgun meyven umulmaması senceq sancak uzunluk, incelik ve düzgünlük lîva/raye sancak aynı ilgi elîf elif harfi düzgünlük ve incelik; 1 sayısına benzemesiyle vahdet menar minare uzunluk ve düzgünlük 2. 4. 14. Dendan (Diş) Dişin renk, şekil, değer ve benzeri açılardan benzetildiği bazı unsurlar şunlardır: Unsur Türkçesi İlgi dur inci renk ve şekil benzerliği: Parlaklık, düzgün iki sıra oluşturması jale jale renk ve şekil benzerliği Sureyya Süreya şekil benzerliği ve parlaklık 2. 5. Âşık İçin Kullanılan Bazı Terimler Sevgili bir gül, âşık ona tutkun bir bülbüldür. Sevgili bir mum, âşık kendini onda yok eden bir pervanedir. Sevgiliye duyduğu karşılıksız aşktan dolayı âşık fizikî durum olarak benzi sarı, zayıf, güçsüz, beli ve boynu büküktür. Ruhsal olarak da kararsız, sabırsız ve tahammülsüzdür. Bazen de çok tahammüllüdür.) Sevgilisi için kendini ateşe atmak dâhil her fedakârlığı yapan bir tip olan âşık duyduğu aşktan dolayı genellikle sersem, mahmur ve sarhoştur. Bu bağlamda onun benzetildiği ya da birlikte tasavvur edildiği önemli unsurların başında şunlar gelmektedir: Unsur Türkçesi bulbul/bilbil bülbül İlgi sevgilinin gül olarak düşünülmesi perwane kelebek sevgilinin mum olarak düşünülmesi, vuslat tûtî papağan konuşma; maşukun yüzünün ayna, sözünün de şeker oluşu 101 qumrî kumru sevgiliye bağlılık; muhabbet sembolü bûm baykuş gönlünün harabe oluşu (baykuş harabelere konur) huma uzaklık; Hakk âşığı olarak dünya hüma nimetlerinden uzaklaşma mûr karınca zayıf ve incelmiş vücudu şahbaz doğan el-kol üzerinde tutulma arzusu şêr/şîr aslan sevgilinin ahu olarak düşünülmesi şîkar av sevgilinin bir avcı olarak tasavvur edilmesi qurban kurban(lık) bende köle sevgilinin yolunda can vermeye hazır olma sevgilinin sultan, şah ve efendi olarak düşünülmesi geda/saîl dilenci aynı ilgi yexsîr/êsîr esir aynı ilgi teşne susuz sevgilinin vuslatını âşıktan esirgemesi belakeş bela çeken sevgilinin eziyet ve cefası bîmar/merîd hasta çaresiz aşk hastalğına tutulması; sevgilinin tabip oluşu derdemend dertli sürekli aşk derdini çekmesi cunûn deli aşktan delirmesi dîwane deli aşktan delirmesi serxweş sarhoş aşktan aklını yitirmesi mest(ane) sarhoş aşktan aklını yitirmesi heyûla varlık âleminin ilk aslî maddesi kadar heyula küçülmesi xak toprak xubar toz mütevâzi davranması; sevgilisini yüceltmesi aynı ilgi 2. 6. Mem û Zîn’de Geçen Aşk Hikâyeleri Xanî Mem û Zîn’in bazı beyitlerinde Doğu edebiyatlarında meşhur olmuş ve klasik şiirlere yansımış olan bazı aşk hikâyelerine işaret etmektedir ki bu beyitlerde geçen bu aşk hikâyelerinin başlıcaları şunlardır: 102 Wamiq û ‘Ezra Yûsuf û Zuleyxa Weys û Ramîn Leyla û Mecnûn Şêxê Sen’aniyan Ferhad û Şîrîn Husrew û Şîrîn Bu hikâyelerin geçtiği bazı beyitler aşağıda sunulmuş, ardından bunların özet olarak açıklanması yapılmıştır: 52/58 Mecnûn î xwe hate ba te Leyla Ger Wamiq î ha jibo te ‘Ezra Mecnûn isen geldi yanına bizzat Leyla Vamık isen işte geldi senin için Azra 44/19 Geh geh çi dibit wekî Zuleyxa Pirsa mi bikî ey şekerxwa? Ne olacak ki sen ara sıra Züleyha olsan? Ey dudakları şeker döken, hâlimi sorsan! 2/24 Yûsuf te çira numa Zuleyxa? Wamiq te kusa gihande ‘Ezra? Züleyha’yı neden dolayı Yusuf’a gösterdin? Vamık’ı Azra’yla ne sebeple birleştirdin? 44/20 Leyla tu wî ez ji bo te Mecnûn Gulgûn ji te ra sirişkê pirxwûn Sen Leyla’sın ben senin için Mecnûn’um Senin için gül rengi kanlı yaş döküyorum 44/21 Ferhad im ez û tu bo mi Şîrîn Seylabê sirişkê, cûyê şîrîn Ben Ferhad’ım, benim için Şîrîn sensin Tatlı su arkında akan yaş seline nedensin 2/25 Şêxê we ku pênce hec bijarî Dîn kir te ji bo keça kufarî 103 Şeyh(-i Sen’an) vardı, elli kez hacca giden Onu bir kâfir kızı için sensin deli eden 2/23 Leyla te kire bela li Qeys Ramîn bi te rami bû li Weys Sensin Leyla’yı Kays’ın başına bela eden Ramîn senin için oldu Veys’e boyun eğen 2/22 Şîrîn te kire şekir li Perwîz Ferhadi ji rengê eşkê xunrîz Sensin Şîrin’i Pervîz’e şeker gibi gösteren Sensin Ferhad’a kanlı gözyaşları döktüren 2. 6. 1. Wamiq û ‘Ezra Vamiq, Doğu Edebiyatlarında “Wamiq û ‘Ezra” olarak bilinen aşk mesnevisinin erkek kahramanı, Azra da kadın kahramanıdır. Vamık’ın anlamı âşık, ‘Ezra’nınki de bakire kız ve delinmemiş incidir. Bu aşk hikâyesi ilk önce Husrev I. Enûşîrvan adına kaleme alınmış, bir nüshası Horasan Emîri Abdullah b. Tahir’e (828-844) sunulmuştur. Fakat hikâyede Zerdüştîliğe ve ateşe övgüler yer aldığı için İslâm’a aykırı bulunmuş ve yasaklanmıştır. Bundan iki yüzyıl sonra İran’ın büyük şairlerinden Unsurî (ö. 1039) “Wamik û ‘Ezra”yı yeniden yazarak orijinal bir şekle büründürmüştür. Zaten daha sonraları yazılan bütün “Wamiq û “’Ezra”ların kaynağı Unsurî’nin bu yapıtı olmuştur. Bu aşk hikâyesinin konusu kısaca şöyledir: Birkaç kez evlendiği hâlde çocuğu olmayan Çin hakanı Talmus, özel ressamı Beşîr tarafından resmi çizilen Turan şahının kızını beğenir ve onunla evlenir. Bu evlilikten bir erkek çocuk sahibi olan çift ona Wamiq adını verirler. Büyüyen Wamiq’ın namını ve güzelliğini duyan Gazne padişahının biricik kızı ‘Ezra daha görmeden ona âşık olur. ‘Ezra’nın dadısı Wamik’a ‘Ezra’nın resmini göndererek Wamiq’ın da ona âşık olmasını sağlar. ‘Ezra’ya kavuşmak için sırdaşı Behmen ile birlikte yola çıkan Wamiq macera dolu bir yolculuk esnasında Zerdüştî Hintlilere yakalanıp ateşe atılır fakat yanmaz ve sağ salim çıkar. Bu sırada Wamiq’ı aramaya çıkan ‘Ezra da Zencilere esir düşer ve o da bir süre sonra kurtulur. Neticede Tus şehrinde birbirini gören Wamiq ve ‘Ezra birbirine kavuşup evlenirler. 104 2. 6. 2. Weys û Ramîn 2/23 Leyla te kire bela li Qeys Ramîn bi te rami bû li Weys Sensin Leyla’yı Kays’ın başına bela eden Ramîn senin için oldu Veys’e boyun eğen Doğu edebiyatlarında işlenen aşk mesnevilerinden biri olan “Weys û Ramîn”de Weys kadın kahraman, Ramîn de erkek kahramandır. Aslı Pehlevîce olup Sasaniler zamanında yazıya geçirilen bu hikâyeyi mesnevî biçiminde nazmeden ilk kişi XI. yüzyıl şairlerinden Fahreddîn Esad Curcanî’dir. Curcanî İsfahan’da Ebulfeth Muzafferuddîn’in isteği üzerine nazmettiği bu mesneviyi “mefâîlun mefâîlun feûlun” kalıbıyla 8.000 beyit hâlinde yazmıştır. 1048-1055 yılları arasında yazılan bu hikâyenin konusu kısaca şöyledir: Merv şehrinin şehriyarı olan Mubit Menigan’ın Zerd ve Ramîn adında iki kardeşi vardı. Zerd öz, Ramîn ise üvey idi. Mubit, adı Şehrû olan bir kadının Veys adındaki kızını sever ve onu zorla kaçırıp Kuhistan’a götürür. Veys burada gördüğü Ramîn’e âşık olur ve Mubit’in evde olmadığı sıralarda baş başa kalırlar. Mubit işin farkına varınca Veys ile Ramîn yanlarına dadılarını da alarak Rey şehrine kaçarlar. Mubit onları yakalatır ve kurduğu “Ateş Mahkemesi”nde yargılar. Veys kurtuluyorsa da Ramîn zindana atılır. Bir süre zindanda kalan Ramîn çıktıktan sonra Veys ile evlenir. Bu aşk mesnevisinin belirgin özelliklerinden biri de başta “ateşgedeler” ve “ateş mahkemeleri” olmak üzere birçok Zerdüştî geleneği içermesidir. Bundan dolayıdır ki bu mesneviyi Türkçe yazan tek şair olan Lamiî Çelebî (ö. 1532) Zerdüştî unsurlar yerine İslamî unsurları yerleştirerek ona farklı bir görünüm kazandırmıştır. 2. 6. 3. Şêxê Sen’an(iyan) 2/25 Şêxê we ku pênce hec bijarî Dîn kir te ji bo keça kufarî Şeyh(-i Sen’an) vardı, elli kez hacca giden Onu bir kâfir kızı için sensin deli eden 105 Xanî’nin yukarıdaki beyitte elli kez hacca gittiğini söylediği Şeyh “Şêxê Sen’an”dır. En geniş şeklini meşhur İranlı şair Ferîduddîn Attar’ın (ö. 1221) “Mantiku’t-Tayr” (Kuş Dili) adlı eserinde gördüğümüz “Şêxê Sen’an” hikâyesini klasik Kürt edebiyatında yazılı olarak ilk kez Melayê Cizîrî (ö. 1640) ve Feqiyê Teyran’ın (ö. 1641) divanlarında görüyoruz. Cizîrî şunları söylemektedir: Mey nenoşî Şeyxê Sen’anî xelet Ew neçû nêv Ermenîstanî xelet San’an Şeyhi şarabı yanlışlıkla içmedi Ermenistan içine yanlışlıkla gitmedi Mîslê Mûsa wî tecellaya te dî Ê tu dî kanê kanê xeta hanê xelet? Tıpkı Mûsa gibi o da senin nurunu gördü Seni görenin hatası nerde, yanlışı nerde? Feqiyê Teyran “Şêxê Sen’an” hikâyesini uzun bir manzume hâlinde ayrıntılı olarak işlemiştir. Bu manzûmenin bir bendinin ilk iki satırı şöyledir: Şeyxek hebû Sen’aniyan Serdarê pansed sofiyan San’anlıların bir şeyhi vardı O, beş yüz müride serdardı Hikâyenin konusu kısaca şöyledir: Asıl adı Abdurrezzak b. Humam olan ve hicrî 126 yılında doğup 211 yılında vefat eden ünlü bir şeyh olan Şêxê Sen’an Yemen’in San’an şehrindendir. Beş yüz müride (“Mantiku’tTayr”da 400 mürit olarak geçiyor) rehberlik eden bu şeyh bir Ermeni kızına âşık olur (mistik yorumlara göre kızın yüzündeki ilahî nura âşık olur). Ancak kız onun içki içmesi, zünnar denilen Hıristiyanlık kuşağı bağlaması ve domuz çobanlığı yapması gibi ağır şartlar ileri sürerek ancak bu şartları yerine getirdiği takdirde kendisine kavuşacağını söyler. Şeyh bu şartları yerine getirir ve yaptıkları için “Allah bu yaptıklarımı kaderimde yazdığı için yaptım” diyerek cebriyecilik anlayışına sığınır. Fakat araya başka mürşitlerin girmeleri ve onu ikna etmeleri sonucu bu anlayışından vazgeçer, yaptıklarından tövbe eder ve yeniden müritleri arasına döner. Ermeni kızı da peşinden gider ve Müslümanlığı kabul eder. 106 Feqiyê Teyran’a göre şeyhin yaşadığı macera maddî bir aşk macerası değil, ilahî bir aşk olayıdır. Şairimiz alegorik bir anlatımın hâkim olduğu bu hikâyede Şêxê Sen’an’ın Rahmanî bir yolda olduğuna şöyle dikkat çeker: Halê li şeyx rehmanî ye Da hûn mebên efsanî ye Wî yek diye yek zanîye Dîn kir meya wehdanetê Şeyh’in düştüğü durum Rahmanîdir Demeyiniz ki bu durum efsanevîdir O “Bir”i görmüştür ve“Bir”i bilmiştir Onu Allah’ın birliği şarabı delirtmiştir 2. 6. 4. Yûsuf û Zuleyxa Kur’an’da Yûsuf û Zuleyxa Kur’an’da “Yusuf Sûresi” adı verilen ve Mekke’de nazil olan 111 ayetlik bir sûre vardır. Bu sûrede Yusuf ile Züleyha’nın hikâyesi özetle şöyle verilmektedir: Hz. İbrahim’in İshak adlı oğlundan olan Hz. Yakûb’un 12 oğlu olur. Fakat Yakûb bunlar içerisinde en çok Yusuf’u sever ve bu da öbür kardeşlerin onu kıskanmalarına neden olur. Küçük Yusuf bir gün rüyasında ay ve güneş ile birlikte 11 yıldızın da secde ettiğini görür ve bunu babası Yakûb’a anlatır. Yakûb bu rüyayı yorumlarken kendisinin ilerde büyük biri olacağını ve 11 kardeşinin saygıyla önünde eğileceklerini söyler ve bu rüyayı kardeşlerine anlatmaması yönünde de onu uyarır. Daha sonra olayı duyan kardeşlerinin kıskançlıkları daha da artar ve Yusuf’tan kurtulmanın planlarını yaparlar. Onu öldürmekle kuyuya atma seçenekleri üzerinde tartışan kardeşler ikinci seçeneği tercih ederler. Babaları Yakûb’tan kendileriyle birlikte dışarı çıkıp oynamak üzere Yusuf’a izin vermesini isteyen bu kardeşler, Yusuf’u yalnız bırakıp onu kurtların yemesinden korktuğunu söyleyen babalarının bu endişelerini gidermek için Yusuf’u koruyacaklarına ilişkin söz verirler. Bunu üzerine Yusuf’un onlarla dışarı çıkmasına izin verir. Kardeşleri daha önce yaptıkları plan gereği Yusuf’un gömleğini çıkarıp ona bir hayvanın kanını sürdükten sonra Yusuf’u kuyuya atarlar ve biraz uzaklaşıp neler olacağını gözetlemeye başlarlar. Çok geçmeden Mısır’a doğru imekte 107 olan bir kervan gelir. Kervanın sakası su çıkarmak amacıyla kuyuya kovasını sarkıttır. Küçük Yusuf kovaya tutunarak yukarı çıkar. Yusuf’u gören kervan buna sevinir ve onu yanlarına alıp Mısır’a götürmek üzere yollarına devam erdeler. Olayı gören kardeşleri Yusuf’un kanlı gömleğini alarak yatsı vakti eve dönerler ve babalarına Yusuf’u kurdun yediğini söylerler ve kanıt oarak da kanlı gömleğini gösterirler. Yakûb buna inanmasa da sabır göstermekten başka bir çaresi kalmaz ve gece gündüz Yusuf’un kaybından duyduğu üzüntüden dolayı ağlaya ağlaya gözlerini kaybeder. Yusuf’u beraberlerinde Mısır’a götüren kervan onu köle olarak cüz’i bir fiyatla Mısır Azîzi olarak bilinen Mısır Maliye Bakanı’na satarlar. Mısır Azîzi küçük Yusuf’u hanımı Züleyha’ya teslim eder, kendisine iyi bakmasını tavsiye eder ve kendisi de onunla yakından ilgilenir. Züleyha’nın evinde büyüyen Yusuf çok yakışıklı ve güzel yüzlü bir genç olduğunda Züleyha ona âşık olur ve bir gün hislerine mağlup olup kapıyı kapatıktan sonra beraber olmayı teklif eder. Yusuf ise kendisini yetiştiren efendisine ihanet edemeyeceğini ve Allah’tan korktuğunu söyleyerek bir şekilde kapıyı açıp dışarı kaçar, Züleyha’da peşinden gider ve arkadan çekmeye çalışırken gömleğini yırtar. Tam o sırada kocası kapıda beliren Züleyha ona Yusuf’un kendisine saldırdığını, kendini korumaya çalışırken de Yusuf’un gömleğinin yırtıldığını söyler. Züleyha’nın akrabalarından biri hakem olarak çağrılır. Bu hakem şöyle der: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa Züleyha doğru söylüyor, Yusuf yalancıdır; fakat eğer gömleği arkadan yırtılmışsa Yusuf doğru söylüyor, Züleyha yalancıdır”. Gömleğin arkadan yırtıldığı görülünce Züleyha’nın Yusuf’u taciz ettiğini anlayan kocası ondan tövbe edip Allah’tan af dilemesini ister. Züleyha’nın Yusuf’a olan aşkını ve yaşanan olayı duyan Mısır kadınları her platformda onu eleştirmeye ve kınamaya başlarlar. Bunu duyan Züleyha onlardan bir grubu ziyafete davet eder ve önlerine meyve koyarak ellerine de bu meyveleri soymaları için bıçaklar verir ve Yusuf’u çağırır. Yusuf’un güzelliği karşısında neye üğradıklarını şaşıran bu kadınlar meyve soydukları bıçaklarla farkında bile olmadan ellerini keserler. Şaşkınlığı üzerlerinden atıp kendine gelen bu kadınlar Züleyha’nın neden hislerine mağlup olup Yusuf’a âşık olduğunu anlarlar ve onu kınamaktan vazgeçerler. Züleyha’nın kocası Yusuf’un suçsuzluğuna inanmasına rağmen onu zindana attırır. Bir süre sonra yanına Mısır kralına komplo kurmakla suçlanan iki genç daha gönderilir. Bir gün bu iki genç de birer rüya görürler. 108 Gençlerden biri rüyasında şarap sıktığını gördüğünü söylerken, öbürü de başının üstünde ekmek taşıdığını ve bir kuşun gelip o ekmekten yediğini gördüğünü söyler ve Yusuf’tan bu rüyalarını yorumlamasını isterler. Allah’ın kendisine peygamberlikle birlikte rüyaları yorumlama bilgisini de verdiği Yusuf onlara şöyle der: Biriniz efendisine şarap içirecek, öbürü de asılacak ve kuş onun başından yiyecektir”. Bu arada Mısır hükümdarı da rüyasında hem yedi zayıf ineğin yedi besili ineği yediklerini, hem de yedi yeşil başak ile yedi kuru başak gördüğünü söyler ve bu rüyayı yorumlamaları için Mısır’ın bilginlerini çağırır. Bilginler bu rüyanın çok karışık olduğunu, dolayısıyla yorumlayamayacaklarını söyleyince Yusuf hatırlatılır ve ona müracaat edilir. Yusuf yaptığı yorumda yedi yıllık bolluktan sonra yedi yıl süren bir kuraklık ve kıtlık olacağını, bu kuraklığın daha önce stokladıkları her şeyi bitirip tüketeceğini, fakat arkasından bol yağmura kavuşacakları verimli bir yıl geleceğini söyler. Derken Mısır Azîz’i Yusuf’u zindandan çıkartır, Züleyha onun suçsuzluğunu itiraf eder ve kıtlık zamanı geldiğinde Yusuf artık Mısır maliyesinden sorumlu bir yetkili olur. Bu arada kuraklık ve kıtlıktan etkilenen kardeşleri yardım için Ken’an (Filistin) diyarından Mısır’a giderler ve tanımadıkları, bir zamanlar kuyuya attıkları kardeşleri Yusuf’tan erzak isterler. Onları tanıyan Yusuf kendilerinden kardeşleri Bünyamin’i getirmelerini, aksi halde erzak vermeyeceğini söyler. Filistin’e geri dönen kardeşleri güçlükle de olsa Bünyamin’i Mısır’a götürürler ve erzaklarını yüklerler. Ancak Bünyamin’i yanında tutmak isteyen Yusuf bunun için bir plân yapar: Kardşlerinin yükü içine onlardan habersiz olarak hükümdarın su kabını koyar ve bir tellal aracılığıyla şöyle bir duyuruda bulunur: Hükümdarın su kabı çalınmış ve sözden şüphelenilmektedir. Kimin yükünde bu kap çıkarsa burada alıkonulacak, öbürleri döneceklerdir”. Yapılan aramada kap Bünyamin’in yükünde bulunur ve alıkonulur. Derken Yusuf onlara gerçek kimliğini açıklar ve kendilerine gömleğini vererek onları gönderir ve gömleğini babası Yakûb’un yüzüne sürmelerini ister. Kafile Mısır’dan yola çıkmaya başladıktan sonra Filistin’deki Yakûb yanındakilere şöyle der: “Benim bunadığımı söyleyeceksiniz ama inanın ki ben Yusuf’un kokusunu hissediyorum”. Bir süre sonra müjdeci gelip Yusuf’un gömleğini Yakûb’un yüzüne sürünce gözleri açılır ve Allah’a şükreder. Anne ve babasıyla birlikte kardeşlerini Mısır’a davet eden Yusuf burada annesini ve babasını tahta oturtur ve kardeşlerine de gerekli ilgiyi gösterir. 109 Hep birlikte Yusuf’un âlicenaplığı karşısında bir nevi saygı secdesi olarak önünde eğilirler. Böylece yıllar önce ay ve güneşle birlikte 11 yıldızın da kendisine secde ettikleri yönünde babasına anlattığı rüyadaki ay, güneş ve yıldızların kimler olduğu ortaya çıktı. Kur’an’da “peygamberlerin hikâyelerinde akıl sahipleri için ibretler vardır” denilerek her kıssanın bir hissesi olduğuna işaret edilmiştir. İslamî literatürde “ahsenu’l-kases” (hikâyelerin en güzeli) olarak geçen Yusuf kıssasından alınması gereken hisselerden bazılarını maddeler hâlinde şöyle sıralamak mümkündür: 1) Çocuklar arasında adaleti gözetmek: Hz. Yakûb’un Yusuf’u öbür kardeşlerinden daha çok sevmesi bu kardeşlerin kıskanmalarına, bu kıskançlık da onu ortadan kaldırma planları yapmalarına yol açmıştır. Öyleyse anne ve babalar çocuklarını sevmede adil ve dengeli davranmalıdırlar. 2) İyiliğe nankörlük etmemek: Yusuf’un daha küçük bir çocukken kendisini evine alan ve her türlü iyiliği yapan Mısır Azîzi’nin bu iyiliklerine karşı nankörlük edip onun şerefini zedeleyecek bir davranıştan kaçınması iyiliğin evrensel boyutunu ortaya koymaktadır. 3) Ümit ve sabır: En acı olaylar karşısında bile ümitsizliğe düşmeyip sabır göstermek ve dayanma gücünü sonuna kadar kullanmak çoğu kez olumlu sonuçları beraberinde getirebilmektedir. Yusuf’tan ayrılan Yakub’un sabır ve ümidi bu konuda dikkate alınması gereken bir olgudur. 4) Affetme erdemliliği: Yusuf’un kendisine çok kötü davranan kardeşlerinden intikam alabilecek güç ve yetkiye sahip olduğu hâlde onları affetmesi ve böylece kardeşlerinin gönüllerini fethetmesi gerektiğinde af seçeneğinin devreye konulabileceğine ve bunun yararlı sonuçlar doğurabileceğine işarettir. Doğu Edebiyatlarında Yusuf ve Züleyha İşlenmeye en müsait hikâyelerden biri olan Yusuf ile Züleyha hikâyesi doğu edebiyatçılarının dikkatini çekmiş ve kısa şiirlerden yüzlerce, hatta binlerce beyit tutan mesnevîlere kadar bunu sanatsal ifadelerle enine boyuna 110 ele almışlardır. Aslında Kur’an’da 13,5 sayfa tutan ve 111 ayetten oluşan bu hikâyenin şairler tarafından binlerce beyitle ifade edilmesi bazı iç ve dış faktörlere dayanmaktadır: Kendilerine göre dâhilî bir planı olan mesnevîlerde besmele, tevhîd, münacat, na’t, miraciye ve kitabı yazma nedeni gibi hikâyeyle doğrudan ilgisi olmayan bölümlere bazen yüzlerce beytin ayrılması, hikâyeye Kur’an'da olmayıp Kitab-ı Mukaddes ve yorumlarında yer alan ayrıntıların eklenmesi ve her ulusun şair ve edebiyatçısı hikâyeyi işlerken ona bazı mahallî motifler eklemesi bu faktörlerden bazılarıdır. Bu hikâye İslam dünyasında mesnevî şekliyle ilk kez İran edebiyatında Firdevsî (ö. 10020) tarafından işlenmiştir. Firdevsî’den sonraki süreçlerde yazılan ve kendilerinden sonrakiler üzerinde en çok etkili olan “Yûsuf û Zuleyha” Camî (ö. 1492)’ninkidir. Türk edebiyatında bu isimle mesnevî yazan şairler ise şunlardır: XIII. yüzyılda Şeyyad Hamza; XIV. yüzyılda Haliloğlu Ali (bu çalışma Mahmud adında bir edibin daha önce Kırım Türkçesi ile yazdığı eserin tercümesidir) ve Suli Fakîh; XV. yüzyılda Hamdullah Hamdî, Şeyhoğlu Mustafa, Kırımlı Abdülmecîd, Dûr Bîg, Hataî, Çakerî Sinan Çelebi, Beheştî Ahmed Sinan; XVI. yüzyılda Ahmedî, Kemalpaşazâde, Hamidî, Celîlî, Likaî, Nimetullah, Taşlıcalı Yahya Kamî Mehmed, Ziyaî Yusuf Çelebi, Şikarî, Manastırlı Kadı Sinan, Gubarî Abdurrahman; XVII. yüzyılda Zihnî Abduddelîl, Rıfatî Abdulhay ve Havaî Abdurrahman; XVIII. yüzyılda Köprülüzâde Esad Paşa, Ahmed Murşidî ve Molla Hasan; XIX. yüzyılda Süleyman Tevfik Bey. Türk edebiyatında yazılan “Yûsuf û Zuleyha”lar arasında en çok rağbet göreni Hamdullah Hamdî (ö. 1503)’ye ait olanıdır. Kürt Edebiyatında Yusuf û Zuleyxa Kürt edebiyatında “Yûsuf û Zuleyxa” hikâyesinin kahramanlarına önce normal şiir ve mesnevîler içerisinde atıfta bulunulmuş, ardından bu hikâyeyi müstakil işleyen mesnevîler yazılmıştır. Kürt şairleri normal şiir ve mesnevilerde bu hikâyenin kahramanları ile kendileri ve sevdikleri arasında aşağıdaki yönleriyle ilişki kurmaktadır: Yusuf: Şair sevgilisinin veya övdüğünün eşsiz güzelliğini dile getirirken onu Yusuf’a benzetmekte, bazen onu “İkinci Yusuf” olarak nitelendir- 111 mektedir. Bunun yanında kuyuya atılması, Züleyha ile olan maceraları, zindana atılması, güzel rüya tabir etmesi, köle iken Mısır’a sultan oluşu gibi yönleriyle de Yusuf iyi bir benzetme unsuru olarak klasik Kürt şiirinde yerini almıştır. Yakûb: Klasik Kürt şiirinde çoğu kez Yusuf ile birlikte anılır. Şair sevdiğinden ayrılmanın verdiği acıyla döktüğü gözyaşları, gözlerinin kör olması, sevgilisinden gelen hediye ve paslarla gözlerinin açılması gibi yönleriyle kendini Yakûb’a benzetir. Züleyha (veya Zelîha): Mağrib kraliçesi iken Mısır Azîzi ile evlenmesi, daha bu Azîz ile evlenmeden Yusuf’u rüyasında görüp âşık olması, aşk teklifini reddedenYusuf’u zindana attırması, Azîz ile karı koca hayatı yaşamaması ve sonunda Yusuf’un peygamberliğine inanıp onunla evlenmesi gibi yönleriyle ele alınır. Filistin ve Mısır: Bu iki ülken Yakûb, Yusuf ve Züleyha’dan bahsedilirken çeşitli açılardan ara motifler olarak kullanılmaktadır. Günümüze ulaştığı kadarıyla şiirlerinde Yusuf ile Züleyha bağlamında Züleyha’ya işaret eden ilk şairimiz ‘Eliyê Herîrî’dir. Sevgilisinin Züleyha’dan daha üstün olduğunu söyleyen Herîrî, Zuleyha ile birlikte Leyla ve “Mem û Zîn”e de atıfta bulunduğu musammat gazelinin ilgili beyitlerinde şunları söylemektedir: Tu çêtir bûy ji Leylayê Şîrîntir bûy ji Zuleyxayê Mem û Zîn herdu yek tayê Siya zulfê kirim tala Sen Leyla’dan daha iyiydin Züleyha’dan daha tatlıydın Bizim dengimiz Mem ile Zîn Talan etti beni siyah zülüflerin Melayê Cizîrî “Dîwan”ında değişik münasebetlerle bu hikâyenin kahramanlarına atıfta bulunmuştur. Örneğin aşağıdaki beyitte kendiniYakûb’a benzeten şairimiz, Yusuf’un kokusunu kendisine Mısır’dan gönderilen gömleğinden hisseden ve daha sonra bu gömlek yüzüne sürüldüğünde kör gözleri açılan Yakûb gibi kendisi de sevgilisini gördüğü zaman gözlerinin açıldığına “telmîh” yoluyla şöyle işaret etmektedir: 112 Şukur bînahiya min hat û Ye’qûb dîde rewşen bû Bi bûya Yûsufê Misrî li Ken’anê beser peyda Şükür gözlerimin nuru geldi, Ya’kûb’un gözleri aydınlandı Yusuf’un Mısır’dan gelen kokusuyla Filistin’de gözü açıldı Daha önce de işaret ettiğimiz gibi hikâyenin Kürt edebiyatına yansıyan yölerinden biri de şairlerin sevgililerini bazen Züleyha’ya, bazen de Yusuf’a benzetmeleridir. Sevgilinin veya methedilen kişinin “İkinci Yusuf” ifadesiyle sunulması da edebiyatımızın klişelerinden biridir. Nitekim Cizîrî aşağıdaki iki beyitten birincisinde sevgilisini “Zamanın Züleyhası” olarak sunarken, diğer beyitte sevdiği için “İkinci Yusuf” ifadesini kullanmıştır: ‘Alemek şehdeyiya husn û cemala te didit Tu Zuleyxaya zeman î û çi hacet medehî Bütün bir âlem senin güzelliğine tanıklık ediyor Sen “Zamanının Züleyhası”sın, övmeye ne hacet! Yûsufê Sanî yî tu xanim, Ku bi hunsa xwe nedîrî sanî Sen “İkinci Yusuf”sun hanımefendi! Ama güzellikte yoktur senin “ikinci”n Mem û Zîn’de birkaç beyitte Yusuf ile Zuleyha’ya dikkat çeken Xanî’nin ayrıca bu adla müstakil bir eser yazdığı da belirtilmektedir. Sadık Bahadîn Amedî bu konuda şunları ifade ediyor: Yûsuf û Zuleyxa adını taşıyan elyazması bir eser bulunmaktadır. Önsözü Mem û Zîn’inkini andıran bu eserin sonunda Arapça şu cümle yer almaktadır: “Temme’l-kitabu el-musemma bî ehseni’l-qesesi Yûsuf we Zuleyha te’lîfu’s-sûfî we’l-edîbi’l-kebîr Ehmed el-Xanî ” (Adını hikâyelerin en güzeli olan Yûsuf ve Züleyha’dan alan ve büyük mutasavvıf ve edîp Ehmedê Xanî’nin eseri olan bu kitap tamamlandı”. Yazar ve araştırmacıların Amedî’nin bu tespitini ihtiyat ve şüpheyle karşıladılarına işaret eden ve son birkaç yıldır Bağdat’taki “Saddam Elyazmaları Kütüphanesi”nde yer alan Kürtçe elyazmalarını gün ışığına çıkarmak için yoğun bir çalışma içerisine giren Muhammed Alî Qeredaxî, bu kütüphanede 36576 kayıt numarasıyla korunan bu eseri görüp gün ışığına çıkardığı müjdesini vermektedir. 113 Qeredaxî’ye göre Muhammed adında birinin hatıyla yazılan bu eserin yazılış tarihi belli değilse de kâğıdın türü ve yazının stili bu nüshanın en az 200 yıl önce yazıldığını göstermektedir. Elyazması olarak 140 sayfadan oluşan ve ebatları 17X24 olan bu eserin Xanî’ye ait olduğuna ilişkin üç önemli neden gösterilmektedir. Bir tanesi, bu eserin Xanî’ye ait olduğuna dair sonuna eklenen cümledir ki bu cümleyi yukarıda yazdık. İkincisi eserin bir bölümü için seçilen başlıktır ki bu başlık şöyledir: “Der beyanê du’akerdenê Şêx Ehmed Efendî Xanî” (Şeyh Ehmed Efendi Xanî’nin dua etmesi hakkında). Görüldüğü gibi bu başlıkta Ehmedê Xanî hem isim hem de mahlas olarak açıkça geçmektedir. Üçüncüsü ise munacata ayrılan beyitlerden birinde “Ehmed” isminin geçmesidir ki bu beyit şöyledir: Ez hîwî dikim ji Zatê Emced Azad bikî bibexşî “Ehmed” En izzetli zât olan Allah’tan dilerim ki Kurtuluşa erdirip bağışlasın “Ehmed”i Ancak Tahsîn İbrahîm Doskî’nin de dikkatini çektiği gibi bu beyitte geçen “Ehmed” isminden Hz. Peygamber’i de anlamak mümkündür. O takdirde mısranın anlamı şöyle olur: “Ehmed’in hatırı için beni kurtuluşa erdirip bağışla!” Selîmê Silêman’ın “Yûsuf û Zuleyxa”sı Kürt edebiyatında müstakil “Yûsuf û Zuleyxa”yı yazan ilk şair bilindiği kadarıyla Selîmê Silêman’dır. Şairimizin adı Selîm, babasının adı Silêman’dır. Adının selîm olduğunu hem meşhur “Yûsuf û Zuleyxa” adlı eserinde, hem de bazı şiirlerinde açıkça dile getirmiştir. Örneğin “Yûsuf û Zuleyxa”nın son bölümlerinden birinin son beytinde şair şunları söylemektedir: Ev renge dibûn ziyade dilşad Ya Reb tu bikî Selîmî azad Gönülleri hoş oluyordu böyle Allahım, Selîm’i azat eyle! Şair “Yûsuf û Zuleyxa”sında Hizanlı olduğunu açıkça belirtmemiştir. Fakat Rus Kürdolog Margrêt Rûdenko tarafından yayımlanan birkaç parça Farsça ve Kürtçe şiirlerinde şair kendini Selîm olarak tanıtırken babasının adının Süleyman olduğuna da işaret etmekte ve kendini Hîzan beyinin esiri (hizmetçisi) olarak da göstermektedir. Nitekim Farsça bir şiirinde şunları söylemektedir: 114 Selîmê dil Suleymanem Esîrê Mîrê Hîzanem Süleyman’ın oğlu Selîm’im Hizan emirinin hizmetçisiyim Yine Rûdenko tarafından yayımlanan bu kez Kürtçe bir şirinde de şunları söylemektedir: Ger medhê bikîn ji bo Emîr e Eğer Bey için övgüde bulunsalar ‘Alem ku hemû bi wî xebîr e Ki onu tanıyor bütün insanlar Ya Reb bi heqê mahê ken’an Allahım! Ken’an diyarının “ay”ı için Mehfûz bikî Emîrê Hîzan Hizan Beyini muhafaza eyleyesin Bu şiir örneklerinden de açıkça anlaşılıyor ki şairimiz kendini Hîzan Bey’nin bir bağlısı olarak gösteriyor. Fakat kimdir bu bey? Adı nedir? Ne zaman yaşamıştır? Biz bu soruların cevabını ne “Yûsuf û Zuleyxa”sında ne de günümüze ulaşan şiir örneklerinde görüyoruz. Bu beyin ismi konusunda bize intikal eden bir bilgi A. Jaba’dan gelmektedir. Jaba bu beyin adının Mîr Şeref olduğunu ve Şerefhan Bedlîsî’nin çağdaşı olduğunu belirtmekte, Qanatê Kurdo ve Rûdenko da bu bilgiyi bize nakletmektedirler. Qanatê Kurdo “Kürt Edebiyatı Tarihi” adlı eserinde bazı ek bilgilerle birlikte şunları yazmaktadır: Adı Selîm olan şairin babasının adı Süleyman’dır. Şerefhan Bedlîsî’nin çağdaşıdır. Hîzan Beyi Mîr Şeref’in şairidir”. Bu da şu anlama geliyor ki Selîmê Silêman hicrî 10-11. Yüzyılda, miladî 16-17. Yüzyılda yaşamıştır. Bu konuda ileri sürülen delillerden bazıları şunlardır: Şairimiz “Yûsuf û Zuleyxa”sının bir beytinde şunları söylüyor: Lewra bi hîkayetê şenî ye Tarîx ji îsmê Heq xenî ye -Ebced hesabına göre “Tarîx” kelimesi 1211; “ji îsmê Heq” kelimesi de 216 eder. Buna göre 1211+216 = 995 eder ki miladi olarak 1586-1587’ye denk gelir. Bu da şairin bu eserini yazma tarihini göstermektedir. -Rûdenko kendisinin yararlandığı Yûsuf û Zuleyxa nushasının sonunda şöyle bir cümlenin yazıldığını söylemektedir: “Temme el-kitabu’l- 115 musemma bi Yûsuf we Zuleyxa ‘alâ yedi heqîri’l-feqîr el-edna xadimu Hakimi Hîzan fî yewmi Cumueti Mîr Şeref Hakimu Hîzan, Hafîzehullahu el-Meliku’l-Mennan, bî hurmeti Beqer we Ali İmran web î hurmeti sûreti Rehman we bî cahi Seyyidi ‘Ednan, cereti’l-kitabetu we terqîmu tarîxehu bî ’ibareti ‘ezîm”. Bu cümlenin sonunda geçen “’bî ‘îbareti ‘ezîm” kelimeleri de ebced hesabına göre hicri olarak 995 eder ki bu sayının miladi karşılığının 15861587 olduğunu daha önce belirtik. Araştırmacı yazar Abdurrahman Muzûrî زyerine ظharfini tercih ederek عزميyerine عظيمkelimesinin daha doğru olduğunu söyleyerek böylece bunun ebced hesabının hicri olarak 1020, miladi olarak 1611-1612 ettiğini belirtmektedir. Fakat Tahsîn İbrahîm Doskî, şairimizin Ehmedê Xanî’den önce yaşadığı anlamına gelen bu tarihleri kabul etmeyerek onun Xanî’den önce yaşamasına ihtimal vermemekte ve “Yûsuf û Zuleyxa”da geçen mezkur beyte dayanarak onun bu eserini hicrî 1168, miladî 1754-1755 yılında yazdığını ifade etmektedir. Doskî 1168/1754 tarihini bu beyitte geçen “Heq xenî” kelimelerinden çıkarmaktadır. Buna göre heq kelimesi 108, xenî kelimesi de 1060 eder ki ikisinin toplamı hicrî olarak 1168’i vermektedir. Bunun anlamı şudur ki Selîmê Silêman XVIII. yüzyıl şairlerinden biridir. Rudenko Nüshası: M. Rudenko’nun üç nüshaya dayanarak 1986 yılında Moskova’da bastırdığı nüsha bu eserin yayımlanmış ilk nüshasıdır. İstanbul Kürt Enstitüsü Nüshası: Rahmetli Feqî Huseyn Sağnıç tarafından Latinize ve 1998 yılında İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından yayımlanan bu nüshaya bir önsöz yazan Sağnıç bunu hazırlarken yanında üç nüshanın bulunduğu belirtmektedir. Yazar bu nüshaları Muhammed Ercumend nüshası, Seydayê Mela Nurullah nüshası ve Nasrullah nüshası olarak sıraladıktan sonra Ercumend nüshasının bazı yerlerinin okunmadığına dikkat çekerek öbür iki nüshayı baz aldığını belirtemkte ve nüsha farklarına dipnotlarda işaret etmektedir. Ancak baştaki birkaç bölümün yer almadığı bu nüsha bu yönüyle eksik sayılmaktadır. 116 Mela Mustefayê Hilêlî Nüshası: Eserin bir nüshası 1987 ylında Mela Mustefayê Hilêlî’nin hatıyla yazılmıştır. Mela Mustefa bu nüshasının babasının kütüphanesinde bulunan bir nüshanın yazılı kopyası olduğunu söylemektedir ki bu nüshanın sonunda şu cümle yer almaktadır: “Temmet ala yedi ahkari’l-ibadi el-kalîli cirmen ve’l-kesîri curmen Hesen Batî fî seneti 1330 rûmî şarkî ve fî seneti 1332 Arabî hicrî” (bu kitap, Allah’ın en hakir kulu olarak cismi küçük fakat günahları büyük Hasan Batî tarafından rûmî şarkî takvime göre 1330, Arabî hicrî takvime göre de 1332 yılında yazılmıştır). Bu tarihlerin miladî takvime göre 1914 yaptığını hatırlatmak isteriz. Tahsîn İbrahîm Doskî Nüshası: Yazar Rudenko nüshası ile Mela Mustefayê Hilêlî nushasını karlıştırarak, bazı yanlışları düzelterek ve nüsha farklarına dipnotlarda işaret ederek oluşturduğu nüshayı 2004 yılında Duhok’ta yayıma hazırlamıştır. Doskî’nin bu nüshası en sağlam nüshadır. Bundan dolayı biz de bu çalışmamızda bu nüshayı temel aldık. Nüsha 47 bölüm ve 2127 beyitten oluşmaktadır. Mesnevî tarzında yazılan bu eserin hem şekil hem de Kürtlerin durumunu yansıtan beyitler açısından Ehmedê Xanî’nin, dolayısıyla Mem û Zîn’in etkisi açıkça görülmektedir. Şimdi bu etkiyi gösteren bazı beyitleri karşılaştıralım: Mem û Zîn’inden Lew pêkve hemîşe bêtifaq in Daîm bi temerrud û şîqaq in Yûsuf û Zuleyxa’dan Her dem bi temerrud û şîqaq in Bêol in, bi hev re bêtifaq in Çibkim ku qewî kesad e bazar Nînin ji qumaşi ra xerîdar Lakîn ez jî mame çar û naçar Nînin ji qumaşî re xerîdar Şeyx go ku di dînê ‘işqebazî Bey’ek heye ew dibên terazî Ey dil tu were bê hîlesazî Bey’ek weh heye dibên terazî Umîd ew e ji ehlê ‘îrfan Ew dê negirin l imin çû herfan Min hêvî heye ji ehlê ‘îlman Gava ku nezer dikin li nezman Teşnî’ nekin wekî xeyûran Îslah bikin li min qusûran Weqtê ku bibînin ew qusûran Hîna ku bibînin ew futûran Îslah bikin bi hîmmeta xwe Mewzûn bikin bi re’feta xwe 117 Ger ‘îlmê temam bidî bi polek Bifroşî tu hîkmetê bi solek Kes nakete meyterê xwe Camî Ranagirtin kesek Nîzamî Sed barî tejî bikî cewahir Sed new’ê ji tuhfeê di nadir Bîlcumle bidî hemî temamî Polek nekirî evî zemanî 2. 6. 5. Husrew û Şîrîn Nûşîrevan’ın torunu ve Hürmüz’ün oğlu olan Pervîz eski ünlü İran hükümdarlarından biridir. Lakabı Perwîz’dir. Balık anlamına gelen Pervîz “Hüsrev û Şîrîn” adlı aşk mesnevisinin erkek kahramanlarından olup 589 yılında tahta çıkmış, Ermeni prensesi Şîrîn’e âşık olmuş ve Kasr-ı Şîrîn’i onun anısına yaptırmıştır. Macera dolu nice kaprislerden sonra Şîrîn’e kavuşan Pervîz bu bağlamda klasik şiirde vuslata eren bir âşık olarak ele alınmaktadır. 2. 6. 6. Ferhad û Şîrîn 2/22 Şîrîn te kire şekir li Perwîz Ferhadi ji rengê eşkê xunrîz Sensin Şîrin’i Pervîz’e şeker gibi gösteren Sensin Ferhad’a kanlı gözyaşları döktüren Ferhad “Hüsrev û Şîrîn” mesnevisinin bir bölümü olan “Ferhad û Şîrîn” hikâyesinin erkek kahramanı, Şîrîn de kadın kahramanıdır. Bu hikâyenin özeti şudur: Geride erkek çocuk bırakmadan ölen Ermen hükümdarının yerine kızı Mehin Banû geçer. Mehin Banû’nun Şîrîn adında bir kız kardeşi vardı. Şîrîn’e bir köşk yaptıran Mehin Banû’nun emriyle Behzad adlı ressam bu köşkü güzel resimlerle süsler. Süsleme işinde babasına yardımcı olan Ferhad’ı gören Mehin Banû ona âşık olur. Oysa Ferhad onu değil, kız kardeşi Şîrîn’i sever. Ara sıra Ferhad ile buluşan Şîrîn kendisine olan aşkını ispatlaması için ondan şehrin dışındaki bir pınarı köşke bağlamasını ister. Oysa pınar ile köşk arasında amansız Bîsutûn Dağı vardı. Aynı zamanda mimar-mühendis olan Ferhad büyük külüngüyle bu dağı delmeye başlar ve onlarca kişinin kaldıramayacağı taş ve kayaları aşkın gücüyle kaldırır. Bu sırada Hürmüz’ün oğlu Hüsrev Pervîz de Şîrîn’e âşık olur. Ferhad dağı 118 delmeye devam ettiği bir sırada Hüsrev’in dadısı Ferhad’ın yanına giderek kendisine “oğlum sen Şîrîn için dağı deliyorsun ama Şîrîn öldü” der. Bunu duyan Ferhad bir ah çekerek külügü başına vurur ve orada ölür. 2. 6. 7. Leyla û Mecnûn Hem Doğu edebiyatlarında genelde, hem de Kürt edebiyatında özelde meşhur olan aşk hikâyelerinden biri de Leyla û Mecnûn hikâyesidir. Mem û Zîn’de “Leyla û Mecnûn”a dikkat çekilen bazı beyitler şunlardır: 52/58 Mecnûn î xwe hate ba te Leyla Ger Wamiq î ha jibo te ‘Ezra Mecnûn isen geldi yanına bizzat Leyla Vamık isen işte geldi senin için Azra 44/20 Leyla tu wî ez ji bo te Mecnûn Gulgûn ji te ra sirişkê pirxwûn Sen Leyla’sın ben senin için Mecnûn’um Senin için gül rengi kanlı yaş döküyorum 2/23 Leyla te kire bela li Qeys Ramîn bi te rami bû li Weys Sensin Leyla’yı Kays’ın başına bela eden Ramîn senin için oldu Veys’e boyun eğen Doğu Edebiyatlarında Leyla û Mecnûn Doğu edebiyatlarında en çok işlenen aşk hikâyelerinden biri olan “Leyla û Mecnûn”un en önemli iki kahramanı asıl adı Kays b. Mulevvih olan Mecnûn ve Leyla’dır. Arap, Fars, Urdu, Türk ve Kürt edebiyatlarında ele alınan bu aşk hikâyesinde geçen Mecnûn bir Arap kabilesi olan “Benû ‘Amir”e mensuptur ve 70/900 yılında ölmüştür. Deli anlamına gelen Mecnûn zamanla onun asıl ismi olan Kays’tan daha meşhur olmuş ve Doğu edebiyatlarında asıl ismi yerine kullanılarak günümüze gelmiştir. Leyla da aynı kabiledendir ve Mecnûn’un Mehdî adındaki amcasının kızıdır. Mecnûn ile Leyla kabilelerinin hayvanlarını otlatırken birbirlerine âşık olurlar. Aşk- 119 ları duyulunca Leyla çadırda alıkonulur ve Mecnûn’a gösterilmez. Bunun üzerine Mecnûn’da Leyla’dan ayrılmanın verdiği ızdıraba dayanamayınca babası ona Leyla’yı istemeye gider fakat kızlarının adını çıkarıp onurlarını kırdığı gerekçesiyle aile Leyla’yı Mecnûn’a vermez ve onu bir başkasıyla evlendirir. Bunun üzerine Mecnûn aklını kaybeder, çöllere düşer ve Necid Dağı’na çıkarak vahşi hayvanlarla iç içe yaşamaya başlar. Babası Şifa bulur ümidiyle onu Mekke’ye götürüp Kâbe’nin yanında Allah’a dua eder ve Mecnûn’dan da kendisi için dua etmesini ister. Fakat Mecnûn şifa bulması için değil, Leyla’ya duyduğu aşkın ve bunun ızdırabının daha da artması için Allah’a yalvarır. Derken birçok gelişmeden sonra Leyla Mecnûn’un aşkından ölür ve mezara konulur. Leyla’nın ölüm haberini alan Mecnûn mezarının başına gelip o da oracıkta ölür ve Leyla’nın yanına gömülür. Emeviler döneminde ortaya çıkan bu aşk hikâyesi bir süre şifahî olarak anlatıldıktan sonra İbn Kuteybe tarafından “eş-Şi’r ve’ş-şuara” (Şiir ve Şairler) adlı şiir antolojisinde, Ebû Ferec el-İsfahanî tarafından da “elEğanî” (Şarkılar) adlı eserinde yazılı hâle getirilmiştir. Bu iki şiir uzmanından sonra gelen edipler de çeşitli eserlerinde bunu yazılı olarak değerlendirmişlerdir. Arap edebiyatından Fars edebiyatına geçen “Leyla û Mecnûn” hikâyesi bu isimle ilk kez Menûçihrî (ö. 432/1041) ve Baba Kûhî Şîrazî (ö. 442/1050)’nin dîvanlarında rastlanmaktadır. Fakat bu hikâyeyi müstakil eser olarak ele alan ilk kişi Nizamî-i Gencevî (ö. 608/1211-12)’dir. Şîrvanşahlar’dan Ahsîtan b. Menûçihr Nizamî’den bu hikâyeyi manzûm olarak kaleme almasını ister, bunun üzerine Nizamî bu hikâyeyi dört aydan az bir süre içerisinde yaklaşık 5.000 beyit tutan bir mesnevî tarzında hazırlar. Nizamî Arap menşeli olan bu hikâyeye hükümdarın hoşuna gitmesi için İranî bir hava vermiştir. Bu bağlamda Arap versiyonundaki çöl, çadır ve sürü otlatma gibi bedevî malzemeleri esneterek yerlerine şehir motiflerini yerleştirmiştir. Örneğin Arap varyatında Leyla ile Mecnûn’un aşkı bunlar hayvan otlatırlarken başladığı hâlde, Nizamî’nin Farsça versiyonunda okul okudukları sırada başlar. Yine Mecnûn’u savunan Nevfel bir Arap kahramanı olmaktan çıkmış bir Fars kahramanı hâline gelmiştir. Nizamî hikâyeye ayrıca Zeyn ve Zeynel adlarında iki kişi daha eklemiştir ki bunlardan Zeyn rüyasında Leyla ve Mecnûn’un ancak ahrette kavuşabileceklerini görür. Nizamî’den sonra büyük bir ilgi gören bu hikâye birçok şair tarafından kaleme alınmışsa da hiçbiri seviye olarak Nizamî’ninkine yetişememiştir. 120 Türk edebiyatına Fars edebiyatından geçen bu hikâye ilk kez Gülşehrî tarafından ele alınmıştır. Gülşehrî 717/1317 yılında yazdığı “Mantiku’tTayr” adlı eserinde aşk, âşık ve maşuktan bahsederken Leyla ve Mecnûn hikâyesini de 79 beyit hâlinde özetlemiştir. Ondan sonra Âşık Paşa 730/1330 yılında yazdığı “Garipnâme” adlı eserinde aynı hikâyeyi 30 beyitle anlatmıştır. Fakat bu hikâyeyi müstakil bir mesnevî şeklinde kaleme alan ilk şair Edirneli Şahidî’dir. Şahidî 883/1478 yılında yazdığı bu mesnevîsine “Gulşen-i Uşşak” adını vermiştir. Bu hikâye daha sonra 1484 yılında Ali Şîr Nevaî tarafından “Leyla vü Mecnûn” adıyla yazılır ve bu şairin “Hamse”si içerisine dahil edilir. Fakat bu hikâyenin en güzeli ve en çok beğenileni Fuzûlî (ö. 963/1556) tarafından yazılmış olanıdır. Fuzûlî’nin 1535 yılında “Leyla vü Mecnûn” adıyla mesnevî tarzında yazdığı bu hikâyede arûzun “mef’ûlü, mefailün, feûlün” kalıbı kullanılmıştır. Uzun mesnevî kategorisine giren bu mesnevî bu doğrultuda bir “dîbace” (giriş) ile başlar; tevhîd, münacat, mi’raciye, na’t, sakinâme, Kanunî Sultan Süleyman’a methiye ve eseri yazma nedeni gibi bölümlerden sonra Leyla ile Mecnûn’un aşk hikâyesi lirik bir üslupla anlatılır. Fuzûlî o sıralarda Bağdat valisi olan Üveys Paşa’ya sunduğu eserini yazmadan önce Nizamî-i Gencevî’nin Farsça mesnevîsini kendine örnek almakla beraber yer yer değişik motifler kullanarak bazı tasarruflarda bulunmuştur. Örneğin Nizamî’nin eserinde Leyla Mecnûn’un amcasının kızı iken Fuzûlî onları akraba olarak göstermez. Nizamî Leyla ile Mecnûn’u çölde karşılaştırmazken, Fuzûlî en lirik sahnede onların çöldeki buluşmalarını anlatır. Nizamî olayları Mecnûn’un ölümüyle bitirirken, Fuzûlî’nin eserinde her iki âşık da cennette buluşurlar ve mezarları türbeye dönüşür. Türk edebiyatında Leyla ile Mecnûn hikâyesini yazan diğer şairler şunlardır: XV. yüzyılda Hamdullah Hamdî ve Ahmed Rıdvan; XVI. yüzyılda Bihiştî, Ahmed Sinan Çelebi, Sevdaî, Hakîrî, Kadîmî, Hamidzâde, Celîlî, Larendeli Hamdî ve Celalzâde Salih; XVII. yüzyılda Faizî; Harisê Bedlîsî’nin yaşadığı XVIII. yüzyılda da Örfî Mehmed ve Andelîb. Kürt Edebiyatında Leyla û Mecnûn Kürt edebiyatında bilindiği kadarıyla ilk “Leyla û Mecnûn” Harisê Bedlîsî (1700-1775) tarafından yazılmıştır. Bedlîsî bu eserini mesnevî tarzında 24 bölüm olarak “hezec” veznine göre yazmıştır. Farklı bazı nüshalara göre eser 740-771 beyitten oluşmaktadır. Bu eserin bir nüshası XIX. yüzyılın sonlarına doğru Feyrûz Efendî adlı birinin hattıyla yazılmıştır. 121 Sovyet Doğubilimcisi M. Rudenko bu nüshayı Rusça bir varyantla bir önsöz ve bazı notlarla birlikte yayımlamıştır. Harisê Bedlîsî’nin 771 beyitlik “Leyla û Mecnûn”u 1999 yılında Nûbihar Yayınları arasında çıkmış, ancak önsözde bu baskıya esas olan nüshanın hangisi olduğu belirtilmemiştir. Harisê Bedlîsî’nin bu eserinin Nizamî’ye ait “Leyla û Mecnûn”un bir çevirisi mi yoksa ondan yararlanıldığı hâlde ayrı bir versiyon mu olduğu hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Ancak yaptığımız karşılaştırmada bunun anladığımız manada bir tercüme olmadığı, belki etkilenme ve yararlanma olduğu kanaatine vardık ki zaten bu etkilenme ve yararlanma başta Fuzûlî olmak üzere Türk edebiyatında “Leyla ile Mecnûn” sahibi olan birçok şair üzerinde de görülmektedir. Sanırız bir kısmımızı bunun bir çeviri olduğuna yönelten unsurlardan biri Harisê Bedlîsî’nin iki beytidir ki şairimiz bu iki beyitte şunları söylemektedir: Pirsî mi ji wî muradê meknûn Sordum ona: “Gizlediğin niyetin nedir?” Go tercûme kî ji Leyl û Mecnûn Dedi: “Leyla û Mecnûn’u çevirmendir Mewzûn bikerî ku em bizanin Lewra ku bi Farisî nizanin Onu vezinli hazırla ki anlayalım biz Çünkü bizler Farsçayı bilemeyiz” Görüldüğü gibi muhatap burada Farsça yazılmış “Leyla û Mecnûn”dan anlamadığını söylemekte ve Bedlîsî’den bunun Kürtçe bir tercümesini yazmasını istemektedir. Ancak bunun bizim anladığımız teknik anlamda bir “tercüme” değil, ilgili eserin içeriğinin Kürtçe bir versiyonla ortaya konulması olduğunu tekrar hatırlatmak isteriz. Eserin Yazılış Nedeni: Bu eserin üçüncü alt bölümü yazılış nedenine ayrılmıştır ki bu başlık şöyledir: Sebebê Nezma kîtabê ji bo hevalan Yanî bi daxwaziya merd û rîcalan Bu kitabı arkadaşlar için yazmamın nedeni Yani yiğit ve delikanlıların istekleri üzerine Amir Hassanpour “Kürdistan’da Dil Milliyetçiliği” adlı kitabında (s. 150-151) Harisê Bedlîsî’nin bu eserini yazma nedeninden bahsederken ya metni farklı yorumlamaktan ya da çevirinin yanlış kaynaklanan bir hataya düşülmüştür. Önce bu kitabın çevirisinde geçeni aynen kaydedelim: 122 “Başka bir şair Haris Bitlisi ise eseri Leyl û Mecnûn’un sunuş kısmında ilkbaharın güzel bir gününde doğanın harikalarını izlerken, bir “güneş” (şamis), yani genç ya da güzel bir kızın kendisine göründüğünü yazıyor. Her ikisinin arasında geçen uzun diyalog şiirsel, şık bir ritim ve diksiyonla gerçekleşen bir tartışmayla son bulur. Şiirin hem soylular hem de sıradan insanlar tarafından takdir edildiği konusunda hemfikir oluyorlar. Derken, Gizli arzusunun ne olduğunu sordum Kız: “Farsça bilmediğimiz için Herkes anlasın diye Leyla ile Mecnûn Kürtçeye çevrilsin” dedi. Burada Bedlîsî’nin yanına gelen kişi için mecazen kullanılan “güneş”ten “genç ya da güzel bir kız” kast edildiği anlaşılmıştır. Oysa şairimiz “güneş”ten kastının Bitlis’in beyzadelerinden Abdullah Han olduğunu bir sonraki beyitte dile getirmiştir. Şimdi bu iki beyti birlikte verelim: Nagahî mi dî derî guşa bû Şemsek ji derî ve muncela bû Birden gördüm ki kapı açıldı Kapıdan bir güneş girip parladı Roja feleka kemalê îhsan Begzadeê ‘alî ‘Ebdullah Xan O, feleğin erdemlilik güneşiydi Ulu beyzâde, Abdullah Han idi Bu beyitlerden sonra Abdullah Han’ı birkaç beyitle öven şair, yanına neden geldiğini sorar, o da geliş amacını söyler. Bu konudaki iki beyti tekrar görelim: Pirsî mi ji wî muradê meknûn Sordum ona: “Gizlediğin niyetin nedir?” Go tercûme kî ji Leyl û Mecnûn Dedi: “Leyla û Mecnûn’u çevirmendir Mewzûn bikerî ku em bizanin Lewra ku bi Farisî nizanin Onu vezinli hazırla ki anlayalım biz Çünkü bizler Farsçayı bilemeyiz” 123 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KOZMOLOJİ: ASTRONOMİ VE ASTROLOJİ KOZMOLOJİ: ASTRONOMİ VE ASTROLOJİ K lasik astronomiye göre Evreni meydana getiren varlıklar “ulvî” (üst, yukarı) ve “suflî” (alt, aşağı) olmak üzere iki kategoriye ayrılır. suflî varlıklar dört unsur olarak bilinen toprak, su, hava ve ateş ile bunların bileşimlerinden oluşurken, ulvî varlıklar 9 felek, 12 burç ve değişik özellikleriyle gezegen ve yıldızlardan meydana gelmektedir. İlk defa Babil'de yıldızlara tapan Nebatîler tarafından ortaya konan "Yıldız ilmi" her yıldıza bir isim bulunarak ortaya çıkmıştır. Zamanla yıldız ilmine ilişkin birçok eser kaleme alınmış, saraylarda bu ilmin ustalarından oluşan bir ekip kurularak bu ekibin başına getirilen "müneccimbaşı" unvanıyla bir uzman tayin edilmiştir. Müneccimbaşıları savaş ve ateşkes ilan etmesinden ev yapımına kadar yapılacak önemli-önemsiz bütün işlerde Yıldız ilmi bağlamında kutlu ve uygun bir vakit ararlardı. Yıldız ilmine göre her insan, hayvan, bitki ve maden bir yıldızın etkisi altında bulunmaktadır. Güneşin dünya çevresinde döndüğüne inanan eski astronomi bilginlerine göre güneş bu seyri esnasında 12 eşit dilimden geçmekte ve bu dilimlerden her birine o dilimin içindeki takımyıldızlara göre bir isim verilmektedir. Normalde modern astronomi de "Zodyak" üzerinde 12 takımyıldızın bulunduğunu kabul etmektedir. Burç ve yıldızlarla ilgilenen her insan bir yıldızın etkisinde bulunmaktadır. Bu yıldız o kişinin doğduğu zamanda güneşin, içinde bulunduğu burçtadır. Her birinin kendine göre özellikleri olan yıldızların ve birbirlerine dostlukları ve düşmanlıkları olduğu düşünülen burçların duygu, karakter ve sağlık açısından insan üzerinde etkili olduklarına inanılmaktadır. İnsanlar da burçlarına göre şanslı-şanssız, iyi-kötü, cömert-cimri, sarışın-esmer ve benzeri olgulara sahip olurlar. Yıldız ilminin temelini 7 gezegen ve 12 burç oluşturmaktadır. 127 1. FELEKLER F elek terimi Xanî’nin hem Divan’ında hem de Mem û Zîn’inde değişik münasebetlerle geçmektedir. Örneğin Divan’ında “Ey derîxa!” (Yazık oldu!” ifadesiyle başlayan bir şiirinde Xanî maşukundan ayrılmaktan dolayı çektiği ah ve figanların feleklere uluştığını şöyle dile getirmektedir: Sed mixabin çû ji bal min ew hebîba çavbelek Ah û efxanê di min daîm diçin hetta felek Yüz kez maalesef! Benden ayrıldı o alaca gözlü sevgilim Ta feleklere kadar ulaştı benim feryat, figan ve iniltilerim 1. 1. Seb’ê Şeddad (Yedi Büyük Felek) 1. 2. Neh Felek/Neh Qubbe/Neh Sedef (Dokuz Felek) Klasik Batlamyos astronomisine göre dünyayı iç içe girmiş soğan zarı gibi dokuz felek çevrelemiştir. Birinci felekte Ay; ikinci felekte Merkür; üçüncü felekte Zühre; dördüncü felekte Güneş; beşinci felekte Merih; altıncı felekte Mars; yedinci felekte de Satürn gezegenleri bulunur. Sekizinci felekte sabit yıldızlar ve burçlar vardır. Dokuzuncu felek ise cisimden arınmış olan ve bütün felekleri saran en büyük felektir. Bunları aşağıdaki gibi listelemek mümkündür ki “yedi felek” ilk yedisidir. Felek no: 1. Felek 2. Felek Feleğik Gezegeni Qemer (Ay) Utarid (Merkür) Gezegenin Görevi Güneş’in veziri Güneş’in kâtibi 129 3. Felek Zuhre (Venüs) Güneş’in çalgıcısı ve rakkasesi 4. Felek Şems (Güneş) Feleklerin Sultanı 5. Felek Mirrîx (Mars) Güneş’in seraskeri, celladı 6. Felek Zuhel (Satürn) Güneş’in hazinedarı 7. Felek Muşterî (Jüpiter) Güneşin kadısı 8. Felek Bu felekte sabit yıldızlar ve burçlar vardır 9. Felek Cisimden arınmış olan ve bütün felekleri saran en büyük felektir ki buna “Etles” (Atlas), “Felek-i Ekber” (En Büyük Felek) ve “Felek-i Eflak” (Feleklerin Feleği) adı da verilir Mem û Zîn’de yedi felek ile dokuz felek hakkında değişik açılardan kullanılan başlıca beyitler şunlardır: 22/69 Elqisse li rexmê seb’ê şeddad Danîn bi wî resmî ‘ursibinyad Kısaca yedi gaddar feleğin inadına onlar Öyle bir töreyle düğünün temelini attılar 22/70 Xettatê felek ji dest qelem ket Celladê felek ji dest dudem ket Ki kalem düştü feleğin kâtibinin elinden Kılıç da düştü feleğin cellâdının elinden 22/71 Nahîd bi erdê da dida çeng Meh çû veşirî di bircê Xerçeng Zühre yıldızı “çengî”yi yerden yere attı Ay ise gidip Yengeç burcunda saklandı 22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû Bercîsi di Hûti bênîşan bû Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı Mars da Balık burcuna girdi, izi kalmadı 21/20 Agir te digo gîhande neftê Pêtî jê diçû asîmanê heftê Sanırdın ki âdeta neft yağını ateşe verdi Alev yedinci gök tabakasına dek yükseldi 130 2/9 Heftê di mîsalê durrê xeletan Her şeş cîhet û çihari erkan Şu altı yön ve sayıları dört olan şu unsurlar İnci gibi yedi adet yuvarlak parlak yıldızlar 2/8 Ev neh sedefê di pirmirarî Durrê di sefîd şeffaf û tarî Dokuz adet şu inci dolu sedef gibi felekler Dür gibi parlak günler ve simsiyah geceler 55/12 Vê ra bi newa digirtin aheng Her neh felekan bi ser diket deng Makam ve ahenkle Zîn’e eşlik ederlerdi Bu “ah” sesleri dokuz kat göğe yükselirdi 55/15 Vêkra dikirin hewari her kes Efxan digihane Çerxê Etles Herkes birden feryat edip çığlık atıyordu Figanları tam Atlas Feleği’ne ulaşıyordu 1. 3. Felekle İlgili Kullanılan Benzetme Unsurları Şekil, yükseklik, renk, hareket ve bazı inançlar açısından felekle benzerliği kurulan unsurlardan bazıları şunlardır: Unsur Tükçesi qubbe kubbe qubbeê ezraq mavi kubbe ban/seqf dam taq çardak etles atlas xwan/sifre sofra tebeq tabak İlgi şekil benzerliği renk ve şekil benzerliği şekil benzerliği, yükseklik şekil benzerliği desensiz bir kumaşa benzetilmesi yıldızların meşale, Güneş ve Ay’ın ekmek, kehkeşanın yemek olarak düşünülmesi gökyüzü tabakasıyla şekil benzerliği 131 tas tas lengerî leğen qesr köşk îwan/eywan eyvan sexar/cam/mîna kadeh pîr yaşlı zal yaşlı, ‘ecûz koca karı piştekûz kambur cellad cellat asiyab değirmen çerxê lewleb dönen çark sedef sadef şekil benzerliği şekil benzerliği yükseklik övüleni yüceltme arzusu şekil ve renk benzerliği çok eski oluşu; değişiklikler göstermesi eskiliği; doğuştan saç-sakalı beyaz olan Zal’a benzetilmesi çok eski oluşu; değişiklikler göstermesi üzerinden yıllar geçmesi, yaşlanması zamanla ilişkisi bağlamında öldürücülüğü; ecel dönüşü; ömrün dane, yıldızların darı olarak düşünülmesi dönüşü ve zamanla olan ilgisi Ay ve Güneş’in birer inci olarak düşünülmesi Örneğin Xanî tasavvuf ve varlık felsefesini işlediği beyitlerden birinde felekleri “asiyab” (değirmen) olarak şöyle nitelendirmektedir: 59/11 Eflak mîsalê asiyab in Hemware bi çerx û înqîlab in Felekler tıpkı değirmene benziyorlar Sürekli olarak dönüyor ve dolaşıyorlar Kürtlerin geleceğini merak eden ve bu amaçla da dünyayı gösteren ayna anlamına gelen “camê cîhannuma”ya bakan Xanî feleği “çerxê lewleb” (dönen çark) olarak nitelediği ilgili beyitte şöyle söylemektedir: 5/6 132 Qet mumkin e ev ji çerxê lewleb Tali’ bibitin ji bo me kewkeb? Mümkün müdür feleğin dönmesi lehimize? Mümkün mü bir şans yıldızı doğsun bize? Bir beytin ilk dizesinde matem ve sevincin ikiz olduğunu söyleyen şairimiz, ikinci dizesinde feleğe ve onun çarkına güvenilemeyeceğini şöyle dile getirmektedir: 22/33 Ev şîwen û şahî teweman in Ev çerx û felek di bêeman in Şu matem ve sevinç birbirinin ikizidir Şu çark ve felek de hepten güvensizdir Zîn’in feleğe serzenişini nakleden Xanî onun bu serzenişte hitap ettiği felek için “çerxê dewwar” (dönen çark) ifadesini kullandığını şöyle aktarmaktadır: 45/10 Her lehze digote çerxê dewwar: Ki “ey zalimê bêemanê xwûnxwar Dönek feleğe seslenirdi her an diyerek: “Ey zalim, güvenilmez kan içici felek! Sitî’nin Tacdîn’e istenmesi ve verilmesi dolayısıyla Mîr’in çektiği ziyafet, serdiği sofra, kullanılan tabak ve leğenler, Ay ve Güneş’e benzetilen ekmekler tasvir edilirken hep gökyüzü merkez alınmıştır. Xanî bu bağlamda şunları söylemektedir: 22/47 Kêşa wî bi meclîsa xwe xwanek Goya kire ferşi asîmanek Meclisinde öyle bir sofra ortaya koydu ki Bir gökyüzü tabakasını ortaya serdi sanki 22/48 Qursê meh û mîhrê asîmanî Înan te digo bi cayê nanî Yuvarlak Ay ve gökteki Güneş’i getirdi Sanki ekmeği değil onları sofraya serdi 22/49 Ev lengeriyê di zîv û zêrîn Şubhetê felekê di jor û jêrîn Gümüşten ve altından şu büyük sahanlar Üst ve alt gök tabakalarına benziyordular 133 22/50 Her sehnê mezin mîsalê burcek Serpoşê li ser ji rengê durcek Her büyük bir sahan tıpkı bir burç gibiydi Örtünün rengi mücevher kutusu rengiydi 22/51 Her tebsî û kaseyê di fexfûr Yek exterê pirdiyayê pirrnûr Çin yapımı fahfûrî kâseler ve her tepsi Çok ışık ve nur saçan yıldızdı her birisi 22/52 Cedy û Hemelê di asîmanî Buryan û kebabê mîhimanî Gökyüzünde olan Oğlak ve Koç burçları Olmuştu büryan ve misafirlik kebapları Xanî, Tacdîn ile Sitî’nin düğününde ileri gelen kimselerin ellerinde taşıdıkları tabaklardan bahsettiği bir beyitte bu tabakları gökyüzünün tabakalarına benzeterek şunları söylemektedir: 23/58 Manendê tîbaqê asîmanî Yaqût û zumurrudê di kanî Bu tabaklar gökyüzü tabakalarına benziyordu Onlarda yataklı yakut ve zümrüt bulunuyordu Şairimiz bu düğün törenini gören feleğin elinden artık bir şey gelmediğini ifade ederken de onu “ecûze-şeyxûxe” (kocakarı); “piştekûz” (kambur) ve “zal” (ak saçlı) ve “cellad” olarak şöyle sunmaktadır: 22/69 Elqisse li rexmê seb’ê şeddad Danîn bi wî resmî ‘ursibinyad Kısaca yedi gaddar feleğin inadına onlar Öyle bir töreyle düğünün temelini attılar 22/70 Xettatê felek ji dest qelem ket Celladê felek ji dest dudem ket Ki kalem düştü feleğin kâtibinin elinden Kılıç da düştü feleğin cellâdının elinden 134 22/73 Dunya hemî bûye ‘eyş û ‘îşret Zala felekê ji kerb û hesret Bütün dünya oyun ve içki âlemi içindeydi Koca karı felek üzülüp hasret çekmekteydi 22/74 Çû ji dest nedihat û maye ‘aciz Naçari ‘ecûze bûye kadiz Aciz kalmıştı, bir şey gelmiyordu elinden Koca karı saman hırsızı oldu çaresizlikten 22/75 Şeyxûxeê çerxê rengsemawî Rehwari sema’ kir rehawî Gökyüzü mavisi felek sanki bir koca karı Rahvanca dönüp dinledi rehavî makamları 23/78 Bîlcumle li rexmê vê ‘ecûzê Ye’nî li xîlafê piştekûzê Hepsi bu koca karı feleğe inat gidiyorlardı Yani o sırtı kambura muhalefet ediyorlardı 135 2. SITARE/EXTER/KEWKEB/NECM =YILDIZLAR Y ıldızlar uğurlu ve uğursuz oluşları, ışıklı ve parlak oluşları, çok olmaları, gökyüzüyle ilişkileri, Ay ile beraber bulunmaları, gece görünüp gündüz görünmemeleri, Güneş’in doğuşuyla birlikte kaybolmaları gibi özellikleri açısından ele alınırlar. Yıldızlardan bir kısmı takım olarak, bir kısmı da tek tek tasavvur edilmektedir. Yıldızlardan bir kısmı takım olarak, bir kısmı da tek tek tasavvur edilmektedir. Bunlardan Mem û Zîn’de geçen bazıları şunlardır: 2. 1. Sureyya/Perwîn (Ülker) Altı veya yedi yıldızdan meydana gelen bir küme olan Sureyya iki diziden oluşurlar ve Ay’a yakın bir yerde bulunurlar. 23/79 Kêjê di sivik kurê di lawîn Manendê Benat û mîslê Perwîn Çevik kızlar da taze delikanlılar da oradaydı Onlar sanki Ay-yıldız takımı ve Süreyyaydı 2. 2. Kehkeşan (Samanyolu) Samanuğrusu da denilen bir yıldızlar kümesi olup yola benzeyen şekli ve bazı mitolojik inançlar nedeniyle bazı tasavvurlara konu olmuştur. İp, kemend, gözyaşı, saman hırsızlığı bu tasavvurlardan bazılarıdır. Bunun yanında gökyüzü sofraya, Ay’ın hilâl hâli de kâseye benzetildiği durumlarda Kehkeşan yemek olarak düşünülmektedir. 22/74 Çû ji dest nedihat û maye ‘aciz Naçari ‘ecûze bûye kadiz 137 Aciz kalmıştı ve hiçbir şey gelmiyordu elinden Koca karı saman hırsızı olmuştu çaresizlikten 2. 3. Semmak/Sîmak Kuzey Yarımküre’nin en parlak yıldızıdır ve parlaklığıyla birlikte yüksekliği açısından da benzetmelere konu edinilir. 8/41 Ebrû ji kemanê qewsê eflak Mujgan bêguman ji sehmê semmak Kaşları sanki feleklerin kavisli yaylarındandı Kirpikleri de kuşkusuz Simak yıldızlarındandı Beyitte “Semmak” olarak kaydedilen “Simak” ile adlandırılan iki tane çok parlak yıldız vardır. Biri Ramih Simakı denilen “Arkturus”, öbürü de A’zel Simakı denilen “Başakçı Yıldızı”dır. Semmak kelimesi balıkçı ve düz anlamlarına da gelmektedir. Fakat birinci dizede feleklerden bahsedildiği için bunu bir astronomi terimi olarak bahsedilen yıldızlar anlamında kullanmak daha isabetli olur. 2. 4. Yıldızlar İle İlgili Kullanılan Bazı Benzeşme Unsurları 138 Unsur însan bed tebsî kase şem’ qendîl meş’ele etfal Tükçesi insan kötü, uğursuz tepsi kâse mum kandil meşale çocuklar leşker cew/ceh erzen funduq nuql asker arpa darı fındık meze İlgi parlaklık, güzellik uğursuz bir yıldızın etkisinde doğma şekil benzerliği renk benzerliği ışıklı olma, gece ortaya çıkma aynı ilgi aynı ilgi Ay ve Güneş’in anne ve baba olarak düşünülmesi çokluk şekil, renk ve çokluk aynı ilgi aynı ilgi aynı ilgi Özellikle Sitî ve Tacdîn’in düğünlerinde değişik açılardan yıldızlara benzetilen birçok unsurun yer aldığı beyitlerden bazıları şunlardır: 22/51 Her tebsî û kaseyê di fexfûr Yek exterê pirdiyayê pirrnûr Çin yapımı fahfûrî kâseler ve her tepsi Çok ışık ve nur saçan yıldızdı her birisi 23/81 Encumsîfet encumen, fîrûzan Heft şev di temam û heft rûzan Oradaki adaylar yıldızlar gibi ışık saçarlardı Yedi gece yedi gün süren düğün tamamlandı Sitî ve Zîn’in Tacdîn ve Mem’e verilmesini engellemek isteyen Bekir bu iki kızın Kayser gibi nice hükümdar taliplisi dururken onları Tacdîn ve Mem’e vermemesi gerektiğini söylediğinde Mîr kendisine “ey bedexter” (ey yıldızı uğursuz) diye hitap etmiştir. Xanî bu beyti şöyle nakletmektedir: 26/53 Roja weku bûye ceng û purxaş Tacdîn û Memê du sed Qizilbaş Meydana geldiği gün muharebe ve savaş Tacdîn ve Mem karşısında iki yüz Kızılbaş 139 3. SEYYARE = GEZEGENLER A şağıda gösterildiği gibi gezegenler konusunda yazılan eserlerde gezegenlere birer isim ve derece verilmiştir. Soğan kabuğu gibi birbirini saran hava katmanlarından içten dışa doğru Ay-Merkür-ZühreGüneş-Merih-Jüpiter-Satürn- şeklinde sıralanmakta ve Güneş sultan olmak üzere bunlardan her birine bir unvan verilmektedir. Ayrıca her birinin bir de feleği bulunmaktadır: Gezegen ismi Unvanı Feleği Şems (Güneş) Göğün sultanı Dördüncü felek Qemer (Ay) Sultanın veziri Birinci felek Utarid (Merkür) Sultanın kâtibi İkinci felek Mirrîx (Merih) Sultanın başkumandanı Beşinci felek Muşterî (Jübiter) Sultanın kadısı Altıncı felek Zuhel (Satürn) Sultanın bekçisi Yedinci felek Zuhre (Venüs) Sultanın çalgıcısı Üçüncü felek Xanî gezegenler için “nucûmê seyyar” (gezgin yıldızlar) ifadesini kullanmaktadır. Örneğin Zîn’in son buluşma sahnesini tasvir eden şairimiz ona eşlik edenlerin hareket tarzını betimlerken şunları söylemektedir: 52/3 Dayîn û Sitî û sed perestar Xurşîd û meh û nucûmê seyyar Dadı, Sitî ve yüz kişiden oluşan uşaklar Hem güneş ve ay, hem gezgin yıldızlar Klasik astronomide gezegen sayısı yedi olarak geçmektedir. Dolayısıyla Xanî Mem û Zîn’de isimleri aşağıda belirtilen bu yedi taneyi zikretmiştir: 141 3. 1. Keywan /Zuhel/Sekendîz (Satürn) Yedinci felektedir. Gezegenlerin en üstünde bulunur. Bundan dolayı “pasban” (gece bekçisi) olarak da anılır. Güneş Sultan’ın hazinecisidir. “Nahsê Ekber” (En Uğursuz) yıldız olarak kabul edilir. Siyah renge hâkimdir. Etkisinde doğanların ahmak, cahil, yalancı, cimri ve korkak olduklarına inanılır. Her bir gezegenin bin yıllık devri olmasına rağmen Keywan’ın yedi bin yaşında olması onun “Kohnesal” (çok yaşlı) lakabıyla anılmasına neden olmuştur. 22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû Bercîsi di Hûti bênîşan bû Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı Mars da Balık burcuna girdi, izi kalmadı 3. 2. Bercîs/Muşterî (Jüpiter) Bercîs: Jüpiter olup altıncı felektedir. Güneş Sultan’ın kadısıdır; hüküm verir ve güzel konuşur. “Sa’dê Ekber” (En Uğurlu) yıldızdır. Mavi renge hâkimdir. Etkisinde doğanların zarif, yumuşak, talihli ve mutlu olduklarına inanılır. Bu yıldız mutluluk ve güzelliğe alıcı olduğu için kendisine “Muşterî” adı da verilmiştir. Çıplak gözle görülebilen tek gezegen olan Muşterî aynı zamanda gezegenlerin en büyüğüdür. Venüs denilen Zuhre ile birlikte “Se’deyn” (İki Uğurlu) olarak anılır. Tacdîn ile Sitî’nin düğün töreninde yapılan etkinlikler karşısında Kova burcunda gizlenen Satürn gibi Jüpiter’in de Balık burcunda gizlenip dışarı çıkmadığına şöyle işaret etmektedir ki bu beyit “hüsnü ta’lîl” denilen edebî sanat açısından Mem û Zîn’in güzel örneklerinden biridir: 22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû Bercîsi di Hûti bênîşan bû Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı Mars da Balık burcuna girdi, izi kalmadı 142 3. 3. Zuhre/Nahîd (Venüs) Yerküreden daha küçük ve Güneş’e daha yakın bir gezegendir. “Nahîdê Çerx” olarak da anılır. Muşterî ile birlikte “Se’deyn” (İki Uğurlu) olarak anılır. Güneş’in çalgıcısı ve rakkasesidir. Bu özellikleri bağlamında benzetmelerde kullanılır. Örneğin Xanî son buluşma sahnesinde Zîn’i şöyle Zuhre’ye benzetmekte ve bu yıldzın Güneş’in rakkasesi ve çalgıcısı olduğuna işaret etmektedir: 52/7 Ew zuhremîsalê zerre reqqas Bû merhemê razê xelweta xas O zerre Zühre yıldızı gibi raks ediyordu Özel halvetin sırrı için merhem oldu 53/35 Nahîdesîfet li dengê sazê Reqqas diçûye ber cenazê Zühre yıldızı gibi saza eşlik ediyordu Cenazeye doğru raks edip gidiyordu 3. 4. Utarid (Merkür) İkinci felekte yer alır. Pazar gecesi ile Çarşamba hâkimdir. Bunun etkisinde doğanların anlayışlı, kavrayışlı, zeki ve kurnaz olduklarına inanılır. Güneş Sultan’ın yazıcısıdır. Bundan dolayı “xettatê felek” (feleğin yazıcısı) olarak da anılır. Mem û Zîn’in aşağıdaki beytinde geçen “xettatê felek”le bu gezegen kast edilir: 22/70 Xettatê felek ji dest qelem ket Celladê felek ji dest dudem ket Ki kalem düştü feleğin kâtibinin elinden Kılıç da düştü feleğin cellâdının elinden Bu gezegenin ismi değişik münasebetlerle şairimizin Divan’ında da geçmektedir. Örneğin aşağıdaki beyitte maşukun yüzünde tecelli etmiş gibi parlayan benler kendi burcunda parlayan Merkür gezegenine benzetilmektedir: 143 Ji wan xalan tecellî da, Utarid bû di burcê da Dilê min gêzmeyek lê da, bi şîr ew hate meydanê O benlerden tecellî verdi, sanki burcundaki Merkür idi Gönlüme bir ok sapladı, elinde kılıçla meydana geldi 3. 5. Mirrîx (Merih) Dünyadan sonra Güneş’e en yakın gezegendir. Yunan mitolojisinde savaş tanrısıdır. Güneş Sultan’ın komutanı ve cellatıdır. Yukarıdaki beyitte kullanılan “celladê felek” ile bu gezegen kastedilmektedir. 3. 6. Heyv/Qemer/Mah/Mahitab/Bedr/Hilal (Ay, Dolunay, Yeni Ay) 44/40 Nîlufer e dil tu afîtab î Ten şubhê kitan tu mahitab î Sen Güneş’sin, gönül onun nilüferidir Sen mehtapsın, tenim keten benzeridir “Ten-Kitan” (Ten-Keten): Öteden beri var olan bir inanış ve tecrübeye göre Ay’ın ışığı keten elbiseleri çürütür, dolayısıyla keteni Ay ışığından korumak gerekir. Demîrî “Hayatu’l-Hayevan” adlı eserinde bu konu üzerinde dururken adı belirtilmeyen bir şairin konuyla ilgili iki beytini de kanıt göstermektedir. Bu beyitlerden birinin Arapçasını ve yaptığımız Türkçe çevirisini aşağıda veriyoruz: Tera es-siyâbe mine’l-kittani yelmehuha Nûrun mine’l-bedri ehyanen fe yublîha Ay ışığının vurduğu keten elbiseye bakıyorsun Bu ışığın elbiseyi çürüttüğünü hemen görüyorsun Xanî’nin Mem’in dilinden aktardığı dizeye dönecek olursak, şair burada Mem’in tenini ketene, Zîn’i de Ay’a benzetmekte ve Ay ışığının keteni çürüttüğü gibi Zîn’in aşkının da Mem’i çürütüp bitirdiğine dikkat çekmektedir. Şairimiz bunu yaparken aynı zamanda Ay ışığının keten üzerindeki etkisine ilişkin inanışa da işaret etmektedir. 144 Sitî ile Zîn’in güzellikleri arasında bir mukayese yapan Xanî bu konuda dile getirdiği aşağıdaki iki beytinde onları yıldız ve Güneş ile birlikte Ay olarak şöyle sunmaktadır: 8/54 Herçendi Sitî sitrêreweş bû Lê Zîn bi ruxan heyîvegeş bû Her ne kadar Sitî parlamakta olan yıldız idi Ama Zîn de pırıl pırıl parlayan bir ay gibiydi 8/55 Herçendi Sitî wekî qemer bû Zîn mihresîfet ziyadeter bû Her ne kadar Sitî parlayan bir aya benziyordu Güneşe benzeyen Zîn daha ziyade parlıyordu Mem ile Tacdîn’i güzellikte olgunlaşma açısından Ay’a benzeten Xanî ilgili beyitte şöyle söylemektedir: 10/5 Her yek bi kemalê bedremahek Her yek bi cemalê sedreşahek Olgunluk olarak her biri on dördün Ay’ıydı Güzellik oalarak her biri sadrazam şahıydı Xanî üstün edebî sanat gücünü ortaya koyarak ayrılık derdinden acı çekip ağlayan Zîn’in âşık olmadan önceki hâlini dolunaya; aşk derdine düştükten sonraki hâlini de ancak hayal meyal seçilebilen incecik hilale (yeni aya) benzettiği aşağıdaki beytinde şunları söylemektedir: 27/17 Bedra rûyê wê bûye hîlalek Tel’et dinuma wekî xiyalek Dolunay gibi yüzü sanki olmuştu bir hilal Vücut olarak görünümü ise sanki bir hayal 23/20 Pîraye ji rewneqa cemalê Bû hale li xermena hîlalê Güzelliklerinin parlaklığından süsler ışıldadı Hilalin harmanı içinde hale gibi bir şekil aldı 145 52/34 Zîn hat û ji pêş ve bû hewale Bedrê ku veda li ber xwe hale Zîn gelip Mem’in önünde durakladı O dolunay yüzündeki haleyi kaldırdı 3. 7. Roj/Xurşîd/Afîtab (Güneş) Unvan Tükçesi Sultan Padişah Şahê Exter Yıldızlar Şahı Yûh Parlak İlgi Dördüncü Felek’in Sultanı oluşu feleklerin sultanı olarak kabul edilmesi fazla ışıklı olması Xanî satranç sahnesini açarken tasvir ettiği Güneş’i “Dördüncü Felek’in Sultanı” olarak şöyle sunmaktadır: 43/2 Sultanê serîrê çerxê rabi’ Weqtê weku bû ji şerqê tali’ Dördüncü feleğin tahtındaki o sultan Doğu yönünden doğup çıktığı zaman Şairimiz aşağıdaki beytinde de yavaş yavaş aşkını itiraf etmeye hazırlanan Mem’i güzellik ve parlaklık bakımından anılan feleğin sultanı olan Güneş’e benzeterek şöyle söylemektedir: 42/4 Reh şubhetê padîşahê encum Tabende ji tarumê çeharum Yıldızlar Padişahı Güneş’e benziyor Ta dördüncü semadan ışıklar saçıyor Xanî aşağıdaki beyitte Güneş Şahê Exter” (Yıldızların Şahı) olarak nitelendirilip Tacdîn için benzetme unsuru olarak kullanılırken, ondan sonra gelen beyitlerde de benzetme sanatı devam etmektedir: 14/24 Ew herdu puser wekî du peyker Tabende bi şeklê şahê exter 146 O iki delikanlı âdeta iki heykeli andırmakta Yıldızlar Padişahı (Güneş) gibi parlamakta 31/11 Wê cîsm munewwera melekrûh Beydaqemera muqabelet Yûh Bedeni aydınlık olan o melek ruhlu “Güneş”in karşısındaki o “Ay” nurlu 10/4 Her yek di meqamê husnê rojek Her yek bi kelamê sînesojek Güzellik olarak onların her biri bir Güneş’ti Konuşma olarak her biri sine yakan bir ateşti 147 4. BURC = BURÇLAR Klasik literatürdeki eski isimleri ve Türkçe- karşılıklarıyla 12 burç şunlardır: Klasik ismi Türkçe karşılığı Hemel Koç Sewr Boğa Cewza İkizler Seretan Yengeç Esed Aslan Sunbule Başak Mîzan Terazi ‘Ekreb Akrep Qews Yay Cedy Oğlak Delw Kova Hût Balık Burçların zamanı "Newrûz" ile başlar. İlk burç olan "Hamel" burcu Mart ayına rastlar. Sonra verilen sıraya göre bir yıl tamamlanır. Mem û Zîn’de kullanılan dört gezegen (Cedy-Hemel-Delw-Hût) ile ilgili aşağıda verilen iki beyitten her biri iki gezegen ismini içermektedir: 22/52 Cedy û Hemelê di asîmanî Buryan û kebabê mîhimanî Gökyüzünde olan Oğlak ve Koç burçları Olmuştu büryan ve misafirlik kebapları 22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû Bercîsi di Hûti bênîşan bû Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı Mars da Balık burcuna girdi, izi kalmadı 149 BEŞİNCİ BÖLÜM MÜZİK MÜZİK X anî’nin yaşadığı dönemde toplumsal hayatta, özellikle saray mensupları arasında müzik önemli bir yer tutardı. Müzisyenleriyle, müzik aletleriyle ve oyuncularıyla müzik meclislerin vazgeçilmez bir parçasıydı. Müzik sadece eğlendirici yönüyle değil, tedavi edici yönüyle de önemsenmiştir. Osmanlılarda XVI. yüzyıldan Xanî’nin yaşadığı XVII. yüzyıla kadar Osmanlı tıp uzmanları müziğin tedavi maksatlı kullanılabileceğini savunmuş ve yer yer bunu uygulama alanına koymuşlardır. Bunun yanında eğlence meclislerinde, düğünlerde, bayramlarda ve savaşlarda bazı ritüellerin bir parçası olarak müzik hep kendini göstermiş, şairler de bunu farklı şekillerde şiirlerine yansıtmışlardır. 1. MÜZİK ALETLERİ Mem û Zîn’de geçen başlıca müzik aletleri şunlardır: 1. 1. Ney Üflemeli çalgılardan biri olan ney “nay”ın hafifletilmiş şeklidir. Kamıştan yapılır. Klasik edebiyatta tasavvuf müziğinin bir enstrümanı olarak algılanan neyin hikâyesi kısaca şöyledir: Bir zamanlar kendi asıl vatanı olan sazlık bir bölgede hemcinsleriyle birlikte yaşayan neyi oradan keserler. Pişmesi, olgunlaşması ve içinin boşalması için gübre yağının içine sokarlar. O karanlık ve pis yerde kalan ney çile çeker ve sabır gösterir. Sonunda içi bomboş hâle gelir, rengi sapsarı olur. Oradan çıkarıp üzerine delikler açarlar. Ağız kısmından üfrülünce kalpleri yakan bir sesle feryada başlar. Bu feryadı, neyistan kamış, içi boşalmadan yani fena ve hiçlik makamını elde etmeden ruhanî solukları haykıramaz. Ney sesi âşığın çığlığıdır. 153 Hemen hemen bütün tasavvuf kitaplarında bu şekilde özetlenen ney hikâyesi Mem û Zîn’in ilgili beyitlerinde kamıştan yapılan kalemin dilinden şöyle özetlenmektedir: 60/30 Ney bûme di ‘alema neyîstan Mey bûm ne bi destê meyperestan Neyistan memleketinde ber bir ney idim Şarapçıların eli değmemiş bir mey idim 60/31 Gava ku te ez birîm ji sazî Ne dengê di min hebû ne gazî Koparıp kestiğin zaman beni o sazlıktan Ne ses çıkabildi ne de bağırabildim o an 60/32 Te dûr kirim ji nik hevalan Mehcûri kirim ji mulk û malan Sen uzaklaştırdın beni arkadaşlarımdan Sen ayırdın beni mülkümden, malımdan 60/33 Bend û weslê di min serabun Ewwel te kirin bi emrê “kun” kun Baştanbaşa bendeki aralıkları ve bağları Önce ol! emrinle deliklere ayırdın onları 60/34 Paşê ku te kir di baxê işqê Kun kun dilê min bi daxê işqê Daha sonra beni alıp aşk bağına girdirdin Sen kalbimi aşk ateşiyle delik deşik ettin 60/35 Te puf kire cismê min dema can Hatin ji dilê min ah û efxan Bedenime hayat ruhunu üflediğin zaman Kalbimden çıkıverdi bu ahlar ve figanlar 60/36 Nefxa te li min dil û ceger sot Herçî ku te puf kirê min ew got Kalbimi ve ciğerimi yaktı beni üflemen Sen nasıl üflediysen o sesi verdim ben 154 60/37 Ez lal im û bêzeban û xamûş Bê nefs û nefes ji qismê qamûş Konuşamıyorum, dilsizim ve suskunum Kamıştanım, ne ruhum var ne soluğum Aşağıdaki beyitte ney için “ne helal e, ne heram e” (ne helaldir, ne haramdır) hükmünü veren Xanî, bunun ölçüsünün hangi amaçla ve kimin tarafından nasıl kullanılacağı olduğuna dikkat çekmektedir: 58/7 Ew ney ne helal û ne heram e Bê perde ye lê ne bêmeqam e O ney ne helal ne de haram bir şeydir Perdesizdir fakat makamsız değildir 1. 2. Qanûn (Kanûn) Telli çalgılardan biri olup, bir tahtanın üzerine gerili yetmiş iki telden oluşmaktadır. Parmaklara takılan ve “yüzük” denilen aletlerle çalınır. Mem û Zîn’in aşağıdaki beytinde “qanûn” ile “def” birlikte kullanılmıştır. 7/23 Saqî! Bide min şerabê gulgûn Bê dengê def û sedayê qanûn Saki! Ver sene bana gül renkli şaraptan Davuldan ses, kanundan sada çıkmadan 1. 3. Çeng (Çeng) Çeng bir arp türüdür. Kanuna benzer, sapı eğridir. Eski danslarda en çok başvurulan çalgı aletiydi. Dik tutularak parmakla çalınması hasebiyle “harb”ı andırmaktadır. Çanağı torba gibi olup boynu uzun ve eğridir. Zerdali ağacından yekpare olarak yapılan çengler diğer türlerine göre daha meşhurdur. Aşağıdaki beyitte bu alet ile ney birlikte kullanılmışlardır: 7/32 Ney reng ji xewrê dil bi aheng Sed reng seda bidim wekî çeng Ney gibi gönülden ahenkli olarak inleyeyim Çeng aleti gibi yüz çeşit avaz ile sesleneyim 155 1. 4. Rebab (Rübab) Gövdesi Hindistan cevizi kabuğundan yapılan ve çok telli olan bir kemançe çeşididir. Rebabın sesi ile âşığın göğsünden çıkan ses arasında benzerlik kurulmaktadır. 22/29 Mîr go: “Biqutin def û rebaban Bînin hemî şerbet û şeraban Mîr dedi: “Çalın davulları ve rubabları Getirin tüm şerbetleri ve bütün şarapları 1. 5. Def (Tef, Davul) 7/33 Manendê rebabê bê kemançe Deng bê ji defa me bê tebançe İnleyeyim rebab misali olmadan kemançesi Tokmak olmadan çıksın davulumuzun sesi 22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr Çeng û def û sûrena û sentûr Hem çengî ve davul hem zurna ve santûr Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr 38/23 Dem dem we dida li deffê mermer Bê şubhe dilê beran dibû ker Bazen mermer gibi davula öyle vuruyordu Ki şüphesiz taş kalpler bile parçalanıyordu Mermer gibi davuldan Zîn’in göğsü kast edilmektedir. Yani Zîn’in taşlarla vurduğu göğsü bir mermer kadar sert olan davula benzetilmektedir. 1. 6. Kûs (Göç Davulu, Kös) Kûs, mehter müziğinin bir enstrümanıdır. Davulun sekiz on katı büyüklüğündedir. Eski zamanlarda savaş sırasında çalınırdı ve deve sırtında taşınırdı. Mem û Zîn’in aşağıdaki beytinde Kûs geçmektedir: 156 23/49 Sazan mirî hey kirin wekî Sûr Kûs û def û kerrena û naqûr Sazlar ölmüş kimseleri “Sûr” gibi diriltti Göç davulu, davul, borazan ve boru var idi 1. 7. ‘Ûd (Ûd) Telli çalgılardan biridir. Genellikle öd ağacının yanmasıyla bağlantılı olarak kullanılır. Xanî aşağıdaki beyitte ‘ûdu diğer bazı aletlerle birlikte kullanmaktadır: 22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr Çeng û def û sûrena û sentûr Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr Hem çengî ve davul hem zurna ve santûr 1. 8. Tenbûr (Tanbur) Telli bir çalgıdır. Sapı oldukça uzundur. Bu alet aşağıdaki beyitte diğer bazı aletlerle birlikte kullanılmıştır: 22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr Çeng û def û sûrena û sentûr Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr Hem çengî ve davul hem zurna ve santûr 1. 9. Ceres ve Zebaneê Ceres (Zil ve Zilin Dili) 42/17 Barê li cemazeê ne bes bû Xemmazi di merteba ceres bû Devenin yükü sanki ona yetmiyordu Bir de muhbirler türlü ziller çalıyordu Deve ve Zil: Devenin bir özelliği de yolculuk esnasında arkasında güzel sesle söylenen ezgilerden hoşlanması, böylece yorgunluğunu unutarak 157 daha hızlı yürümesi, hatta koşmasıdır. Devenin bu yanını keşfeden eski Araplar uzun süren yolculuklarında yanlarında mutlaka bir deve ezgicisini bulundururlardı ki bu ezgiciye “hadî”, onun söylediği ezgilere de “hidâ” denirdi. Bu ezgiler bir müzik aleti eşliğinde olsaydı daha da etkili olurdu. Xanî bu beyitte aşk yükünün altında ezilen Mem ve Zîn’i ağır yük taşıyan develere benzeterek bunların dertleri kendilerine yetmiyormuş gibi bir de onları oraya buraya gammazlayan ve böylece onları süratle tehlikelere atan yaygaracılara dikkat çekmektedir. 1. 10. Muxnî ve Sentûr Muxnî, rübab ile kanûn ortası 39 kirişli bir saz çeşididir. Sentûr ise kanun biçiminde telli bir müzik aleti olup tokmakla çalınır. Bu iki alet aşağıdaki beyitte başka bazı aletlerle birlikte yer almaktadır: 22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr Çeng û def û sûrena û sentûr Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr Hem çengî ve davul hem zurna ve santûr 1. 11. Kerrena ve Naqûr (Borazan ve Boru) Bu iki aletin birlikte yer aldığı bir beyitte şöyle denilmektedir: 23/49 Sazan mirî hey kirin wekî Sûr Kûs û def û kerrena û naqûr Sazlar ölmüş olanları “Sûr” gibi diriltti Göç davulu, davul, borazan ve boru var idi 1. 12. Saz Genel anlamda çalgı için kullanılan saz kelimesinin değişik münasebetlerle geçtiği bazı beyitler şunlardır: 22/62 Hevdengi hinek bi sewtê sazan Hemrengi hinek bi fexr û nazan 158 Bazıları sazlarla uyumlu sesler çıkardılar Bazıları övünme ve nazlarla arkadaştılar 22/62 Hevdengi hinek bi sewtê sazan Hemrengi hinek bi fexr û nazan Bazıları sazlarla uyumlu sesler çıkardılar Bazıları övünme ve nazlarla arkadaştılar 23/71 Bêrîte, sema û saz û govend Şîrîn û şekerleb û şekerxend Berîte, sema dönmesi, sazlar ve halaylar Tatlı, şeker gülüşlüler ve şeker dudaklılar 40/14 Dadayî li teblexan û sazan Çawûş û seda û gazegazan Çalıyorlardı hem davulları hem sazları Çavuş, makam ve aletlerin uğultuları 51/32 Îhsan ke tedarik û cîhazan Hadir bike mitriban û sazan Araç gereçleri ve çeyizleri sen lütfet Sanatçıları ve sazları da sen hazır et 23/50 Şabaş û seda û gazegazan Guhdari xenî kirin ji sazan Bahşişler, sesler ve uğultular iç içe girmişti Çalınan sazlarla dinleyicileri zengin etmişti 159 2. MÜZİK MAKAMLARI Mem û Zîn’de geçen başlıca müzik makamları: 2. 1. Iraqî Kelime anlamı olarak Irak’a ait demektir. En eski makamlardandır. Yedi asırdan yeni değildir. Eskiden gazla kullanılan bu makam son zamanlarda kullanılmamaktadır. Yerini evc makamına bırakmıştır. 2. 2. Evc Kelime anlamı olarak yükseklik ve zirve demektir. Iraqî makamın inici şekli olan bileşik bir makamdır. Tîzden petse doğru tertibe sahiptir. En az altı asırlıktır. 2. 3. Rast Kelime anlamı doğru ve sağ olan rast, bir müzik terimi olarak basit makamları teşkil etmeye yarayan altı çeşit tam beşliden rast dörtlüsünün eklenmesiyle yapılan basit bir makamdır. Çıkıcıdır ve dizisi mülayimdir. Orta sekizlisindeki sesleri “pest”ten “tîz”e doğru şöyle sıralanır: Rast, dugâh, segâh, çargâh, newa, huseynî, evc, gerdaniye. 2. 4. Huseynî Bu makam nevâ, çargâh, segâh ve dugâh perdesine inen makamdır. Fakat bu makamın yukarıya doğru evc, gerdaniye, muhayyer ve dugâhtan aşağıya doğru rasta kadar seyri vardır. Kalp ve ciğer iltihapları ile mide rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılan bu makam sıtma ve ateş düşürmede de kullanım alanı bulmuştur. Bu makamın ilişkili olduğu burç Akrep, tabiatı su, en uygun icra zamanı sabah vaktidir. 161 2. 5. Gerdan Kelime anlamı “dönen” olan gerdan, rast ve huseynî makamlarından türeyen tali bir makamdır. 2. 6. Rehawî Başındaki “Reha” kelimesi Urfa şehrinin daha önceki adı olan “Ruha”nın farklı bir telaffuz şeklidir. Dolayısyıla kelime anlamı olarak “Ruha’ya ait” demektir. Terim olarak ise bayatî makamına rast makamı eklenerek yapılan bir makamdır. İbn Sina bu makamdan bahsettiğine göre X. yüzyıldan yeni değildir. 2. 7. Uşşak Kelime anlamı âşıklar olan bu makam nevâ perdesinden ses vermeye başlayan, sonra çargâh, segâh ve dugâhta karar kılıp daha sonra huseynî, acem, gerdaniye ve muhayyer perdesine kadar inen ve uşşak dörtlüsüne bûselik beşlisi eklenerek yapılan bir makamdır. Bu makamla tedavi edilen hastalıkların başında nikris, uykusuzluk ve ayak ağrıları gelmektedir. Bu makamın ilişkili olduğu burç Balık’tır, karakteri sudur, en uygun icra zamanı akşam. İki müzik terimi olan bu kavramlardan birincisi pest (düşük, alçak ses), ikincisi ise tîz (yüksek ses) ifade etmektedir. 2. 8. Şu’be Kelime anlamı şube ve daldır. Terim olarak altı avazdan elde edilen ve sayıları 24 olan ikinci derecede bir makamdır. Abdulazîz b. Abdulkadir el-Merağî tarafından bulunan bir müzik makamı olan Şu’be iki dala ayrılmaktadır. Biri Safa Şu’besi, öbürü de Sultan II. Mehmed’e armağan ettiği Şah Şu’besi’dir. 2. 9. Geweşt XVI. yüzyıldan kalan ve sahibi bilinmeyen en eski bileşik makamlardan biridir. XVIII. yüzyılda terk edilmiştir. Bu makamda durak segâh ve güçlü mahûr perdeleridir. 162 2. 10. Hicaz Mekke ve Medine toprakları için kullanılıp kelime anlamı engeldir. Bir terim olarak ise hicaz dörtlüsüne rast beşlisinin eklenmesiyle yapılan makama denir. Durağı dugâh perdesidir. 2. 11. Şehnaz Kelime anlamı nazlı ve güzel olan bu makam hicaz makamından türeyen tali bir makamdır. Eskiden çok kullanılan bu makam son zamanlarda daha az kullanılır olmuştur. Masal edasına çok müsait bir makamdır. 2. 12. Zengûl(e) Zengûl ya da zengûle, önce çargâhtan hareket eder; pencgâh perdesini çargâha iyice yaklaştırır ve bu şekilde ince sesli perdelere doğru çıktıktan sonra yine aynı yoldan geri dönerek çargâhta karar kılar. Bu makam kalp hastalıkları ile mide ve ciğer hastalıklarının tedavisinde kullanılır. İlişkili olduğu burç Başak olan ve tabiatı toprak olan bu makamın icra edileceği en uygun zaman kuşluk vakti ile ikindi arasıdır. 2. 13. Buzurg Önce çargâh perdesinden ses vermeye başlayan, sonra segâh, dugâh ve rasta inerek ırakta karar kılan bir makamdır. Bazen çargâhtan segâhı atlayarak inip dugâhta karar kılar. Bu makamın ilişkili olduğu burç Aslan, karakter ise ateştir. Bu makamın icra edileceği en uygun vakit yatsı ile seher vakti arasıdır. Bu makamla tedavi edilen hastalıklar ise bağırsak ağrısı ve kulunçtur. Bu makam zihni berraklaştırıp toparlar, kara sevda hastalığına ve bundan kaynaklanan korkulara iyi gelir. 2. 14. Kûçek Bağımsız bir makam olmayıp, değişik avazelerin bir araya getirilmesiyle meydana gelen mürekkeb (bileşik) bir makamdır. Bu bileşik makam gerdaniye perdesinden hareket edip önce evc ve hüseynîye iner, sonra nevâdan atlayarak çargâha düşer ve sabâlı bir şekilde dugâhta karar kılar. 163 2. 15. Newa Kelime anlamı olarak ses demektir. Terim olarak uşşak dörtlüsüne rast beşlisi katılarak elde edilmiş basit bir makamdır. En az 7,5 asırlık bir geçmişi vardır. Eski asırların en rağbetli makamlarından biri olmasına rağmen son zamanlarda yeni kullanılmaya başlanmıştır. Mem û Zîn’de bu makamların geçtiği başlıca beyitler: 22/64 ‘Uşşaq û newa, ‘Iraqî û ewc Vêkra dikirin bi rastî zewc Uşşak, neva, Irakî ve evc adlı makamlar Rast makamıyla birer çift oluşturmuştular 22/66 Zahir ku dibûn ji nayê gerdan Xaretkerê ‘eql û dîn û îman Neyden gerdan makamı ortaya çıktığında Aklı, dini ve imanı talan ediyordu o anda 22/75 Şeyxûxeê çerxê rengsemawî Rehwari sema’ kir rehawî Gökyüzü mavisi felek sanki bir koca karı Rahvanca dönüp dinledi rehavî makamları 7/34 Zuhre bibihit newayê uşşaq Reqqasi bibit li ewcê neh taq “Uşşak” ile çıkan nevayı ta “Zuhre” işitsin Dokuz gök tabakasının zirvesinde raksetsin 42/15 ‘Uşşaqi hezîn û bênewa bûn Xel teşne Huseynê Kerbela bûn Uşşaklar hem acıklı hem ahenksizdi Halk Kerbela Hüseyni’ne susamış idi 22/65 Awaze û şu’be û meqamat Bê perde bi mu’ciz û keramat Avaze, şu’be makamı ve diğer makamlar Mucize ve keramet gibi perdesiz çıktılar 164 7/31 Şu’be ji meqamê dil bi awaz Gul geşte bikin geweşt û şehnaz Gönül makamlarından “şu’be”nin avazıyla Gezinti yapsınlar “geveşt” ve “şehnaz”ıyla 7/31 Şu’be ji meqamê dil bi awaz Gul geşte bikin geweşt û şehnaz Gönül makamlarından “şu’be”nin avazıyla Gezinti yapsınlar “geveşt” ve “şehnaz”ıyla 42/14 Zengil bi deva gihanve zengûl Meftûli enamilan ji merxûl Ağızda enstrüman zengûle makamıyla Ses verdiler dolanan parmak uçlarıyla 42/12 Mîdrabê zebanê xelqê nasaz Bê perde ku bû teraneperdaz Ta ki dilleri mızrap bazı adi insanlar Bu aşkı perdesiz bir şekilde çaldılar 42/13 Zînê ne guneh, Memê ne sûcek Agahi kirin buzurg û kûçek Zîn ve Mem ne günah ne suç işlediler Onları buzurg ve kûçekle ihbar ettiler 165 3. GRUPLAR VE OYUNLAR 3. 1. Mehter Mehter orduya eşlik eden bir nevi konser grubudur. Güfte, beste ve müzik aletlerinin görkemi ile savaşa giden askerlere psikolojik destek sağlamak amacıyla kullanılan mehter kimi zaman eğlence maksadıyla da kullanılırdı. Örneğin Xanî’nin aşağıdaki beytinde avdan dönen Mîr’e mehterin eşlik ettiği söylenmektedir: 40/13 Mîr hat li ser wî hinde ‘esker Surna û nefîr û kûs û mehter Mîr geldi yanıbaşında çok sayıda asker Zurnalar, ekipler, davullar ve mehterler 3. 2. Govend (Halay), Berîte, Sema Kürtçe bir kelime olan “govend” özellikle düğünlerde çekilen halay demektir ki bu oyunun başını çekene “sergovend” adı verilir. Yine Kürtçe olan “berîte” medrese talebelerine mahsus çalgısız bir oyundur. Özellikle 12 ilimden mezun olup icazetname almayı hak kazananlar için düzenlenen icazet merasiminde talebeler karşılıklı iki grup hâlinde dizilirler. Sesli parçaya başlayan bir grup karşıdaki gruba ahenkli adımlarla yürümeye başlar başlamaz karşıdaki grup da cevap vererek ona doğru aynı ahenkli adımlarla yürür ve bu iki grup orta yerde karşılaşıp tekrar gerisin geri dönerler. “Semâ”, dinlenen ilahînin ya da müziğin etkisiyle coşup dönmektir. Bu dönüş atomdan galaksilere ve samanyollarına kadar düzgün dairesel hareketle dönerek Allah’ı zikreden bütün bir kâinatı sembolize etmektedir. Xanî aşağıdaki beyitte bu üç gruba da birlikte yer vermiştir: 167 23/71 Bêrîte, sema û saz û govend Şîrîn û şekerleb û şekerxend Berîte, sema dönmesi, sazlar ve halaylar Tatlı, şeker gülüşlüler ve şeker dudaklılar 3. 3. Reqs (Raks) Raks, dans ve dans etmek anlamına gelmektedir. Topluca yapılan zikir meclislerinde raks söz konusu olduğu gibi, düğün ve eğlence meclis ve ortamlarında da uygulanmaktadır. Oyuncuların öne-arkaya ve sağa-sola doğru yaptıkları raks ilginç ritmik hareketlerle yapılır. Raks aşağıdaki beyitlerde govend ile birlikte kullanılmıştır: 46/28 Bohtane bikîne reqs û govend Da bêne temaşeê şekerxend Kaldıralım Botan’ı dans etmeye, halaya Şeker gülüşlü güzeller gelsin temaşaya 47/6 Kêşane derê bi reqs û bazî Rexşê ‘Erebî semendê Tazî Raksedip oynayarak çıkarıverdiler dışarı Rüstem’in Rahş’ına benzeyen Arap atları 51/17 Da vêk bikevin li min şekerxend Têkda bihejin bi reqs û govend Ki şeker gülüşlüler başıma toplansınlar Raks ve halayla hepsi birden sallansınlar 3. 4. Çerx (Çark) Kelime anlamı dönüş ve dönmek olan “çerx”, direk adı verilen sol ayağa dayanılarak ve sağ ayak çark edilerek (döndürülerek) icra edilen bir semâ türüdür. Bu oyunun tam ve yarım olmak üzere iki çeşidi vardır. Tam çark, sağ ayağın kaldırılıp bir turun atılması ve ilk noktaya değmesi ile oluşan çarktır. Yarım çark ise dairenin tamamlanmadığı çarktır. 168 4. KİŞİLER VE SIFATLAR Memû Zîn’de geçen başlıca isim ve sıfatlar Ramuşger Xweşnewa Xweşdeng Hevdeng Mutrib Qewwal Muxennî Xezelxwan Xwanende Bezlego Çengî Reqqas Sazende Dembeste Demkeş sazcı güzel makamlı güzel sesli uyum içinde ses çıkaran(lar) sazcı, sanatçı laf ebesi şarkıcı gazel okuyan sanatçı, parça okuyan palyaço çeng aletini çalan rakseden sazcı, saz çalan şarkı söylemekten soluğu kesilen şarkı söyleyen arkadaşının biraz soluk alıp dinlenmesi için kendisi şarkı söylemeye başlayan kişi Mem û Zîn’de bu isim ve sıfatların geçtiği bazı beyitler şunlardır: 22/61 Ramuşger û xweşnewa û xweşdeng Şayeste û xweşqumaş û xweşreng Sazcılar, güzel makamlı ve güzel sesliler Kumaşı ve rengi hoş uygun elbise giydiler 22/62 Hevdengi hinek bi sewtê sazan Hemrengi hinek bi fexr û nazan 169 Bazıları sazlarla uyumlu sesler çıkardılar Bazıları övünme ve nazlarla arkadaştılar 22/67 Saqî şewişîn bi abê engûr Mutrib herişîn bi sîtê sentûr Sakiler seğirttiler üzüm suyu (şarap) ile Çalgıcılar da sallandılar santurun sesiyle 22/68 Qewwal û muxennî û xezelxwan Mexmûr û siyah, mest û sekran Laf ebeleri, şarkıcılar ve gazel okuyanlar Mahmur, gözü kara, mest ve sarhoştular 23/69 Hin mest û hinek diger di bengî Xwanende û bezlego û çengî Bazıları mest olmuştu, sevdalıydı bazıları Sanatçılar, palyaçolar ve çenk çalgıcıları 51/32 Îhsan ke tedarik û cîhazan Hadir bike mutriban û sazan Araç gereçleri ve çeyizleri sen lütfet Sanatçıları ve sazları da sen hazır et 24/20 Hilgirtine ser serê xwe reqqas Înane miyanê meclisa xas Onu başlarının üstünde taşıyarak raksettiler Özel meclisin tam da orta yerine getirdiler 50/83 Dîsan vegerim ji ba we reqqas Murtadi bibim bi cenneta xas” Yine yanınızdan raks edip geri döneyim Özel cennetin içerisinde keyif süreyim” 52/7 B 170 Ew zuhremîsalê zerre reqqas û merhemê razê xelweta xas O zerre Zühre yıldızı gibi raks ediyordu Özel halvetin sırrı için merhem oldu 53/35 Nahîdesîfet li dengê sazê Reqqas diçûye ber cenazê Zühre yıldızı gibi saza eşlik ediyordu Cenazeye doğru raks edip gidiyordu 7/35 Sazê dilê kul bi zîr û bem bit Sazendeê işqê Zîn û Mem bit Yaralı kalbin sazı ince ve kalın sesi çıkarsın Aşkın sazcısı Zîn ve Mem hikâyesini çalsın 60/39 Herçend ku zahirî heyim ez Sazende tu yî wekî ney im ez Görünüşe bakılırsa var gibiysem de ben Aslında bir ney gibiyim, sensin üfleyen 14/9 Sermesti hinek, hinek di serxeş Dembeste hinek, hinek di demkeş Bazıları sermest olmuş, bazıları da sarhoştu Kimi nefesi kesilmiş, kimi şarkı söylüyordu 171 5. SESLER 5. 1. Zîr Müzikte “zîr” özellikle ûd bağlamında en ince, düşük, alçak seslere denir. 5. 2. Bem Bir müzik terimi olarak “bem” yine özellikle ûd bağlamında kalın sesler için kullanılır. Xanî aşağıdaki beyitlerde Mem ile Zîn’in çıkardıkları acıklı seslerden bahsederken bu sesleri müziğin “zîr” ve “bem” terimleri ile ifade etmektedir: 7/35 Sazê dilê kul bi zîr û bem bit Sazendeê işqê Zîn û Mem bit Yaralı kalbin sazı pest ve tiz sesler çıkarsın Aşk hikâyesinin sazcısı Zîn ve Mem olsun 42/16 Meclis bi newayê zîr û bem bûn Memlû’ ji hewayê Zîn û Mem bûn Mecliste pest ve tiz sesler duyulurdu Meclis Zîn ve Mem aşkıyla doluydu 173 ALTINCI BÖLÜM FLORA (BİTKİLER ÂLEMİ) FLORA (BİTKİLER ÂLEMİ) M em û Zîn’deki bitkilerden bazen kendi gerçek anlamlarında, çoğu kez ise benzetme unsurları olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda Mem û Zîn’de geçen flora unsurlarını ağaçlar, çiçekler ve meyveler olmak üzere üç kategoriye ayırmak mümkündür. 1. AĞAÇLAR Klasik şiirde şekilleri, çiçek açıp açmamaları, meyve verip vermemeleri ve gölgeleri gibi çeşitli özellikleriyle ele alınan ağaçlar bu bağlamda âşık ve maşukun bazı özelliklerini sembolize ettikleri gibi, bazı mistik yorumlarla da kendilerinden söz ettirirler. Bu çerçevede “Mem û Zîn”de ve Dîvan’da kullanılan başlıca ağaç isimleri şunlardır: Ağaç ismi Türkçesi Sembolize ettiği şey serw/Selw servi, selvi sevgilinin boyu İlgi incelik, uzunluk salınış senewber çam fıstığı sevgilinin boyu parçalanmışlık ‘er'er sevgilinin boyu yükseklik ardıç şimşad şimşir sevgilinin boyu yükseklik, meyvesizlik çınar çınar sevgilinin boyu uzunluk, meyvesizlik Sîdre sedir ağacı sevgilinin boyu uzunluk, güzellik qamûş kamış sevgilinin elleri incelik, uzunluk 177 1. 1. Serw (Servi, Selvi) Klasik şiirde kendinden en çok söz ettiren ve her zaman yeşil kalmasıyla tanınan bir ağaçtır. İnce ve uzun boyuyla ve rüzgâr eserken hafif hafif sallanışıyla en çok sevgilinin boyunu temsil etmek üzere kullanılır. Boyu açısından elif harfine de benzetilen servi, sabit olması ve diğer ağaçlar gibi mevsimlere göre fazla değişiklik göstermemesi gibi özellikleriyle aşk yolunda kararlı olan âşığı sembolize eder. Su kenarlarında dizili oluşları ve rüzgârın etkisiyle hafifçe sallanmaları sevdiklerini selamlamak için eğilen sevenleri temsil eden serviler, dallarının yukarıya doğru uzanması açısından da mistik olarak dua eden bir insana benzetilir. Zerdüştî literatüre göre Zerdüşt serw ağacını cennetten getirip ateşkedesinin kapısına dikmiştir. Bu ağacın bulunduğu her yerde yılanın da yaşadığına inanılır. Eskiden beri bu ağaç ve ondan elde edilen ürünlerin yokluğa meydan okuduğu ve diriliği temsil ettiği düşünülmektedir. Bundan dolayıdır ki heykel, tapınak malzemesi, gemi ve su dolaplarının yapımında bu ağaçtan yararlanılır. Dünyanın yedi harikasından biri olan “Diana (Artemis) Tapınağı”nın kapısı bu ağaçtandır. Eski Ahit’e göre Allah’ın evinin Davud Peygamber tarafından bu ağaçtan yapıldığı belirtilmektedir. Aşağıdaki beyitte olduğu gibi serw ile su arasında bir ilgi vardır: 39/34 Bêhiş kete ber piyan û bêgav Serwê ku gihîşte ber piyan av Şuurunu yitirip ayağının dibine yığıldı Böylece servinin ayağına doğru su aktı Burada serviden maksat Zîn, onun ayağına doğru akan sudan maksat da Mem’dir. İranî rivayetlere göre Zerdüşt her zaman yeşil olarak kalmasıyla bilinen servi ağacını cennetten getirip ateşgedesinin kapısına dikmiştir. Yunan mitolojisine göre servi ağacı yas tutulmasını ve sevgilinin kaybedilmesini simgelemektedir. Tevrat’a göre Nuh’un Gemisi de sedir ya da servi ağacından yapılmıştır. Servinin su kenarında düşünülmesi hâlinde ırmak, çemen ve benzeri unsurlar da kullanılır ki bu beyitte Xanî bizzat Mem’i serviye hayat veren bir su olarak tasavvur etmektedir. Bu ağacın birkaç türü vardır. Başlıcaları şunlardır: Serwê sehî (iki dalı düz ve yüksek serw); serwê naz (dalları eğilimli olan serw); serwê azad (özgür serw, dalları özgürce düz olarak uzanan serw); serwê pakdamen ( temizli etekli serw). Bu son ismi almasının nedeni alt kısımlarındaki dallarının sürekli budanmasıdır. Doğu edebiyatlarında öteden beri doğruluk, yükseklik, yücelik, serkeşlik, yenilik, tazelik, gençlik, dirilik, ayakta durma, ebedî olma ve özgürlük sembolü olarak kullanılan serw ağacı özellikle sevgilinin boyunu betimlede geniş bir kullanım alanına sahiptir. Bu bağlamda Mem û Zîn’de bu ağaç isminin geçtiği bazı beyitler şunlardır: 55/7 Zîn hat û bi qameta senewber Bû serwi li ser wî sayeguster Zîn çam ağacına benzeyen boyuyla geldi Mem’in mezarını bir servi gibi gölgeledi 19/9 Ye’nî ku du kurê serwiqamet Rabûye li wan kuran qiyamet Yani boyları selviye benzeyen iki oğlandı Bu, oğlanlar için kıyametin koptuğu andı 8/27 Yek serwê riyadê rasitî bû Wê navi bi rasitî “Sitî” bû Biri doğruluk bağında yetişmiş bir serviydi Bu servinin gerçek ismine gelince, Sitî’ydi 8/36 Ew sorgul û sunbulê di azad Bişkuftî li qeddê serw û şîmşad O kırmızı gül ve sümbüller özgür bir biçimde Açılmıştı servi ve şimşir endamların üzerinde 14/4 Sed taze cuwan ji rengê serwan Dîba û herîr û xez di ber wan Gençlerden yüz kişi servi gibiydi boyları Giymişlerdi ipek brokar, ipek kumaşları 56/5 Yek serwê sehî û yek senewber Sersebz û letîf û sayeguster 179 Bir tanesi yüksek bir servi, öbürü de çamdı Uçları yeşil idi, latiftiler ve gölgeleri vardı Aşağıdaki beyit(ler)de olduğu gibi bu ağaç ismi değişik münasebetlerle Divan’da da geçmektedir: Ji min dil bir evê carê, ku min dî qameta yarê Wekî selwê lu cobarê, vemeşya hate eywanê Yar bu kez aldı benden gönlümü, boyunu gördüğümde Su kanalında selvi ağacı gibi, eyvana doğru yürüdüğünde 1. 2. Senewber (Çam fıstığı) Klasik şiirde boyu ile sevgilinin boyu arasında benzerlik kurulan bu ağaç aynı zamanda “fathe” denilen üveyik kuşlarının toplandığı yerdir. Bu bağlamda âşığın gönlü ile üveyik kuşu arasında benzerlik kurulduğu gibi, parçalanmış görünüşüyle âşığın parçalanmış gönlü arasında da ilgi kurulur. 55/7 Zîn hat û bi qameta senewber Bû serwi li ser wî sayeguster Zîn çam ağacına benzeyen boyuyla geldi Mem’in mezarını bir servi gibi gölgeledi 56/5 Yek serwê sehî û yek senewber Sersebz û letîf û sayeguster Bir tanesi yüksek bir servi, öbürü de çamdı Uçları yeşil idi, latiftiler ve gölgeleri vardı 35/49 Qedda wî yê şubhetê senewber Xem bû çiviya mîsalê ‘er’er Boyu ki çam fıstığı ağacını andırıyordu Büküldü ve dağ servisi misali yamuldu 180 1. 3. ‘Er’er (Ardıç) Bu ağaç boyunun yüksekliği ve soğuktan etkilenmemesi özellikleriyle sevgilinin boyu ve âşığını umursamaması özellikleri arasında ilgi kurulur. 21/1 Ew herdu nîhalê ‘er’era şeng Rûniştî mîsalê xunce dilteng Taze yeşermiş ardıç ağacının o iki fidanı Gonca gibi daralan kalplerle oturmuşlardı 1. 4. Şimşad (Şimşir) Şimşad her zaman yeşil kalması, çok sert oluşu ve sık yapısı ile tanınmaktadır. Gövdesi sarı renklidir. Genellikle yamaçlarda ve kireçli topraklarda yetişir. Sert ve keskin bir kokusu, acı bir tadı vardır. En yaygın türü uzun boylu ve sert yapılı olanıdır. Boyunun yüksekliği açısından sevgilinin boyunu sembolize etmek üzere kullanılan bu ağaç meyve vermeme özelliğiyle de vuslatını âşığından esirgeyen sevgiliyi temsil eder. 8/36 Ew sorgul û sunbulê di azad Bişkuftî li qeddê serw û şîmşad O kırmızı gül ve sümbüller özgür bir biçimde Açılmıştı servi ve şimşir endamların üzerinde 6. 1. 5. Çinar (Çınar) Bin yıl gibi uzun bir süre yaşaması, büyük ve meyvesiz oluşu, kendiliğinden tutuşması gibi özelliklerle tanınan çınar ağacı zenginlik, tazelik, canlılık, bolluk ve bereket simgesi olarak da kullanılmaktadır. Halk inanışlarında ağaçların şahı olarak kabul edilen çınar kadınların hamile kalıp sağlıklı olmaları için bir uğur unsuru olarak da kabul edilir. Bundan dolayıdır ki kimi bölgelerde yüz yıllık çınarlar murat ağacı olarak kutsanmakta ve saygınlık kazanmaktadır. Çınar klasik şiirde iri gövdesi, uzun boyu, insan eline benzeyen yaprakları ve yapraklarını dökme özelliği açısından ele alınmaktadır. Özellikle 181 sevgilinin boyunu sembolize etmek üzere kullanılan çınar meyvesiz oluşu nedeniyle “tehî dest” olarak algılanır. Mistisizm çerçevesinde çınar yaprağı ile insan eli arasında kurulan ilgi dua için elini kaldıran kişiyi; yapraklarını dökme özelliğiyle de kendini dünya nimetlerinden soyutlamış bir “abdal”ı sembolize etmektedir. Xanî aşağıdaki beyitte Mîr Zeynedîn’in bahçesini betimlerken ve Mem ile Zîn’in bu bahçede görüşmelerini tasvir ederken şimşîr ağacıyla çınar ağacının boylarının eşit olduğunu ifade etmekte, bu bağlamda hem gerçek bir şimşad ve çınara, hem de Mem ile Zîn’in boylarının bu ağaçlara benzediğine işaret etmektedir: 37/8 Şimşad û çinari hemqedem bûn Xweş sayewer û ‘elîhîmem bûn Şimşir ve çınar ağaçlarının boyları eşitti Güzel gölgeliydi ve himmetleri yüksekti 1. 6. Spîndar (Söğüt) Xanî bir beytinde Mem’in gözyaşlarını betimlerken “mübalağa” sanatı çerçevesinde bu gözyaşlarından Dicle Nehri kenarında söğüt ağaçlarının yeşerdiğini şöyle ifade etmektedir: 35/44 Herçendi ji histirê Memê jar Şîn bûn li rexê şeti sipîndar Zavallı Mem o kadar döktü ki gözyaşları Yeşeriverdi nehir sahilinde söğüt ağaçları 1. 7. Kinêr (Arabistan kirazı; çiğde) Aynı yerde gömülen Mem ile Zîn’e ölümlerinden sonra da rahat vermeyen Bekir’in mezarından dikenli bir ağacır ortaya çıkıp ikisinin arasına girdiğini anlatan Xanî bu ağacı “kinêr” olarak tasavvur etmektedir. Şairimiz aşağıdaki beyitlerde bundan şöyle bahsetmektedir: 182 56/7 Şîn bû ji ewê bêrî ji xêrê Darek li qiyafeta kinêrê İyilikten pay almamış Bekir’in kabrinden Bir ağaç yeşerdi Arabistan kirazı cinsinden 56/8 Ew dari ji rahetê berî bû Manendê xwudanî, bi istirî bû Mem ve Zîn’e orada da rahat vermiyordu Sahibi Bekir gibi dikeni de bulunuyordu 56/9 Rabû xwe gîhande her du daran Bû mani’ê weslê her du yaran Yükselerek kendini o iki ağaca yetiştirdi O iki sevgilinin kavuşmalarını engelledi 56/10 Rahet wî neşî bikit mudara Xesmaneî kir wî aşîkara Onlarla orada da geçinerek rahat durmadı Onlara orada da aleni düşmanca davrandı 56/11 Dîsan xwe gîhande wan hebîban Ew lê pêçiya wekî reqîban Orada da kendini o iki sevgiliye yetiştirdi Rakipler gibi etraflarını sararak çevreledi 56/12 Hasil li f urû’ û eger usûlan Ew lê fetilî wekî fudûlan Kısacası o ağacın ister kökleri ister dalları Rahat durmaz yaramazlar gibi sardı onları 1. 8. Sîdretu’l-Munteha (Son Sınır Ağacı: Sedir) “Sidretu’n-nihaye” (Son Sınır Ağacı): Bu ifadede geçen “sidre” Arabistan kirazı ya da sedir olarak adlandırılan bir ağaç türüdür. İfadenin ikinci parçası olan “nihaye” son demektir ki bu kelime Kur’an’da aynı anlamda “munteha” olarak geçmektedir. Necm Sûresi’nin 14. ve 16. ayetlerinde “Sidretu’l-munteha” olarak geçen bu ağacın 7. katta Arş’ın sağında yer al- 183 dığına ve insan ve meleklerin bilgi sınırlarının bu ağaca kadar olduğuna inanılmaktadır. Nitekim miraç gecesi Cebrail bile en son bu ağaca kadar Hz. Peygamber’e eşlik etmiş, bir adım bile öteye geçtiği takdirde yanacağını ileri sürerek geri dönmüştür. Son derece büyük ve yaprakları iri olduğu söylenen bu ağacın yaprağının filkulağı, meyvesinin de testi şeklinde olduğuna ilişkin rivayetler vardır. Zahirî anlamı fazla kast edilmeyen bu ağaç daha çok mistik bir sembol olarak sûfînin ulaşacağı en son noktayı temsil etmektedir. Ancak klasik şiirde bazen sevgilinin boyunun uzunlukta ve güzellikte son sınıra ulaştığına işaret etmek için sevgili bu ağaca benzetilir. Aşağıdaki beyitte rüzgâra hitap eden Mem ondan bu ağaca bir adım yaklaşmasını isterken hem mânevi bir seyr ü sulûka, hem de Zîn’in boyuna işaret etmektedir: 34/4 Carek here “Suddetu’s-seadet” Gavek here “Sîdretu’n-nîhayet” Bir kez git yârimin mutluluk kapısına Bir adım ilerle o “Son Sınır Ağacına” 1. 9. Qamûş (Kamış) Kamış incelik ve uzunluk özellikleriyle bilinmekte ve kamışlık “ney”in koparıldığı anavatan olarak tanınmaktadır. Bu özellikleri bağlamında klasik şiirde ney, kamış, sevgilinin eli ve kalem unsurları arasında tenasüp sanatına başvurulmaktadır. Mem û Zîn’in son bölümünde kalem ile diyaloğa geçen Xanî kalemin dilinden şunları söylemektedir: 60/30 Ney bûme di ‘alema neyîstan Mey bûm ne bi destê meyperestan Neyistan memleketinde ber bir ney idim Şarapçıların eli değmemiş bir mey idim 60/37 Ez lal im û bêzeban û xamûş Bê nefs û nefes ji qismê qamûş Konuşamıyorum, dilsizim ve suskunum Kamıştanım, ne ruhum var ne soluğum 184 2. ÇİÇEKLER K lasik şiirde genel anlamda çiçek hem renk ve şekil, hem de koku özellikleri açısından ele alınırlar. Meyvenin sebebi olmaları bakımından da önem taşıyan çiçekler dilimli yaprakları ve sabah rüzgârının önünde salınıp sürüklenmeleri bağlamında da dikkat çekerler. Gerçek anlamlarında kullanılmalarının yanında genellikle mecâzi anlamda sevgilinin çeşitli unsur ve durumlarını sembolize etmek üzerede kullanılırlar. Örneğin aşağıdaki beyitlerin ilkinde sünbül, lale, reyhan ve menekşe isimlerini kaydeden Xanî sonraki beyitte bunlardan sevgilinin yüzünü, zülüflerini ve beneklerini kast ettiğini şöyle dile getirmektedir: 55/24 Van sunbul û laleê di xerra Reyhan û binefşeê muterra Şu parlak sümbülleri ve güzel laleleri Reyhanları ve halka halka menekşeleri 55/25 Ye’nî ku ‘îzar û zulf û xalan Ya qenc ew e ez bidim bi talan Yani şakaklarımı, zülüf ve benlerimi En iyisi talan edeyim onların hepsini Mem û Zîn’de ve Divan’da geçen çiçeklerin özet bir tablosunu aşağıda veriyoruz: Çiçeğin adı Türkçesi Neyi temsil ettiği İlgi Gul gül yüz, yanak tazelik, incelik, narinlik Xunce gonca ağız ve dudak kapalılık, küçük- lük, kırmızılık Xar diken rakip, düşman aşığa verilen eziyet 185 Sunbul sümbül saç kızıl rengi ve şekli Lale lale yüz, yanak rengi ve şekli Nîlufer nilüfer âşık Güneş’i takip etmesi Binefş menekşe saç bükümü kokusu, koyu rengi, eğriliği Reyhan fesleğen ayva tüyleri koyu rengi ve kokusu Erxewan erguvan dudak; ateş, mey göz alıcı kırmızı rengi Nêrgiz nergis mahmur gözler göze benzerliği Semen yasemin saç rengi, kokusu, yaprakları Sosin sûsen kirpik; dil; kılıç sivri ve uzun yaprakları Cewcim bir çiçek yüz, saç sarı rengi 2. 1. Gul-Xunçe-Xar (Gül-Gonca-Diken) Klasik şiirde bu unsurlar bazen tek başlarına kullanılsa da, genellikle ikili veya üçlü olarak bir arada kullanılırlar. Gül ve gonca sevgilinin çeşitli güzellik unsurlarını betimlemede kullanılırken, diken de sevgilinin yanından hiç ayrılmayan “rakib”i sembolize etmektedir. Klasik şiirde en çok kullanılan çiçek güldür. Bir kısmı aşağıda verilen özellikleri açısından şairlerin ilgi odağı olmuştur: -Âşığı sembolize eden bülbülün sevgilisi olarak tasavvur edilmesi ve bu bağlamda çoğu kez bülbül ile birlikte kullanılması -Kırmızı rengi ve güzel kokusu, gülsuyunun kendisinden elde edilmesi -Yılda bir defa bahar mevsiminde açılışı -Gonca ve dikenle beraber bulunuşu -Yapraklarının şekli -Gonca hâlinden çıkıp gül oluncaya kadar geçirdiği süre -Kısa sürede solması 186 Gonca daha çok "kapalılık" yani açılmamışlık, "küçüklük" ve "kırmızılık" özellikleriyle ön plâna çıkmaktadır. Bu özellikleriyle gonca genellikle benzetme yoluyla aşağıdaki şekillerde tasavvur edilir: -Sevgilinin ağzını ve dudaklarını temsil etmesi -Ağzının kapalılığının âşığı ile konuşmaya tenezzül etmemesi olarak tasavvur edilmesi -Binbir naz ile açılması durumu ile yüzünü âşığına göstermede nazlı davranan sevgilinin bu durumu arasında benzerlik kurulması -Bahar rüzgârıyla açılması ile âşığıyla konuşmak için ağzını açan sevgili arasında ilişki kurulması. Divan ve tasavvuf şiirlerinde diken daha çok aşığa eziyet eden unsurları sembolize etmektedir ki bunların başında "rakip"ler gelir. Bu yönüyle diken sevgilinin yanından hiç ayrılmayan, onu yalnız bırakmayan ve aşığının ona ulaşmaması için elinden geleni yapan "rakip"i sembolize eden bir semboldür. Dikenin gülle olan bu beraberliği o denli sıkıdır ki "dikensiz gül olmaz" ifadesi bir yönüyle buna işaret etmektedir. Aşığın bülbül, sevgilisinin de gül olduğu aşk sahnesinde "rakip" rolünü oynayan diken bülbülü güle yaklaştırmamakta, onu yaralamakta, ihbar ve şikâyet ederek ispiyonculuk yapmaktadır. Dikenin verdiği bela, gam, acı ve cefa mutasavvıfların gerçeğe ulaşmada çektikleri mihnet ve hasretleri de sembolize etmektedir. 25/8 Mexmûrî ku def’ kir meya nab Bêhn kir gul û sunbulê di tîrab O berrak şarap mahmurluğu ortadan kaldırdı Suya doymuş olan gül ve sümbülleri kokladı 8/35 Zulfeyni mîsalê tayê sunbul Xeddeyni ji rengê rûyê sorgul Her iki zülüf sümbül tanelerini andırmaktaydı İki yanakları kırmızı gülleri çağrıştırmaktaydı 2. 2. Sunbul (Sünbül, Sümbül) Gülden sonra kendisinden en çok söz edilen çiçeklerden biri olan sümbül genellikle kızıl rengi ve şekli ile sevgilinin saçının benzetilmesinde önem kazanmıştır. Bunun yanında rengi ve güzel kokusu nedeniyle ayva 187 tüyünü; rengi ve boğum boğum şekliyle bulut, düğüm, kilit ve çini devatı; bağın deniz, yaprakların balık olarak tasavvur edildiği sanatlı anlatımlarda dalgayı; saçla kurulan münasebetler çerçevesinde ipi; destelenmiş saç ile arasındaki ilgiden dolayı süpürgeyi temsil etmektedir. Renk ve şekli dışında yapraklarının kılıca, çiçeğinin de miğfere benzetilmesi nedeniyle asker olarak da algılanmaktadır. Mekkî, Mısrî ve Afrikî olmak üzere üç çeşidi bulunan sümbül kokusu ile Hz. İsa'nın nefesini; koyu rengi ve düğümlü şekliyle papazların bellerine bağladıkları siyah zünnarı da sembolize etmektedir. Güzel kokusu ve rengi dolayısıyla miske benzetilen sümbül sevgilinin güzel kokan teni olarak da tasavvur edilir. Onun top top şekli eteğini toplamış insanı andırırken, toplu halde bulunmaları nedeniyle de sohbet için çemenlerde toplanmış güzelleri andırmaktadır. Gülistanın divan, çemenin de sayfa olarak düşünüldüğü sanatlı anlatımlarda sümbül tuğra ve değişik yazı stilleri olarak düşünülmektedir. Sümbül ile "besmele" arasında da ilgi kurulmaktadır. Kur'an'ın ilk ayetinin besmele oluşu ile sümbülün ilk açan çiçek oluşu bu ilgiye ilham kaynağı olmuştur. Şiir beyitlerinde sümbül ve gül çoğu kez birlikte yer alırlar. Bunun esprisi sümbül gibi saçların gül gibi yanaklar üzerine dökülmesidir. Klasik tıp kitaplarında tıbbî özellikleriyle de ele alınan sünbülün mideyi güçlendirmede ve balgamı dışarı atmada kullanıldığı belirtilmektedir. Kedinin sünbül kokusunu çok sevdiği ve sünbülün yetiştiği bölgelerde engerek ve diğer zehirli yılanların bulunduğu da anlatılmaktadır. 188 25/8 Mexmûrî ku def’ kir meya nab Bêhn kir gul û sunbulê di tîrab O berrak şarap mahmurluğu ortadan kaldırdı Suya doymuş olan gül ve sümbülleri kokladı 8/35 Zulfeyni mîsalê tayê sunbul Xeddeyni ji rengê rûyê sorgul Her iki zülüf sümbül tanelerini andırmaktaydı İki yanakları kırmızı gülleri çağrıştırmaktaydı 8/37 Sorgul ji xwe da li ser rehistî Sunbul bi xwe pêkve daheristî Al güller kendilğinden köklüce yeşermişti Sümbüller o güller üstünde iç içe girmişti 2. 3. Binefş (Menekşe) Menekşe divan şiirinde kokusu, koyu rengi, boynunun eğriliği ve şekli açısından ele alınan bir çiçektir. Demetler halinde pazarda satılması şekliyle saçı andıran menekşenin yuvarlağı da saç bükümünü andırmaktadır. Yere yakın oluşu ve boyunun kısalığı ile diğer çiçeklerden ayrılır. Sevgilinin yüzünün bahçeye, boyunun ilgili ağaca benzetildiği sanatlı anlatımda menekşe rengi, kısa boyu ve parçalı yaprakları ile sevgilinin saçını veya yüzündeki ayva tüylerini temsil etmektedir. Burada boyu nergise benzetilen sevgili için kullanılan "başı ağır" ifadesiyle başın çeşitli yerlerine takılan süslerin meydana getirdiği ağırlık kastedilmektedir. Menekşe ile temsil edilen saç lülelerinin uçları ise kıvrılıp halkalar şeklini almaktadır. 25/9 Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul Reyhan û binefşe, gahi sunbul Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri 27/27 Da sunbul û sorgul aşîna bin Reyhan û binefşe ta bi ta bin Ki sümbüller ile kırmızı güller tanışsınlar Reyhanlar ve menekşeler tel tel açılsınlar 2. 4. Erxewan (Erguvan) Kırmızı renkli bir çiçektir. Göz alıcı kırmızı rengi nedeniyle sevgilinin yüzü, ateş, mey, dudak, kan ve ten olarak tasavvur edilmektedir. Xanî aşağıdaki beyitte Zîn’in dilinden onun yüzünün safran gibi sarardığını belirtirken daha önce bu yüzün erguvan çiçeği gibi kırmızı olduğuna dikkat çekmektedir: 38/42 Dêma mine sore erxewanî Zer bûye wekî we ze’feranî Al yüzüm tıpkı narçiçeği gibi kıpkırmızıydı Şimdi artık tıpkı zaferan gibi solarak sarardı 189 2. 5. Lale Önemli çiçeklerden biri olan lâle rengi, şekli ve yapraklarının alt kısmında bulunan siyah leke açısından tasvirlerde belirli bir yer tutmaktadır. Lâle ile kadeh arasındaki belirgin şekil benzerliği bu iki unsurun yan yana zikredilmesinde etkili olmuştur. Renk ve şekil bakımından sevgilinin yanağı, aşığın yarası ve gözyaşları, yanmış bedeni ve kanlı gözleri ile irtibatı kurulmaktadır. Yine şekil ve rengi bağlamında mum, ateş koru, batmakta olan güneş, la'l, mercan, kına, çeşitli maddelerin konulduğu tabak ve dağlarda yetişmesinden dolayı Ferhad'ın kanlı tîşesi ile ilişkilendirilme yoluna gidilmektedir. Gülün çiçeklerin şahı öbür çiçeklerin asker olarak kabul edildiği alanlarda lâle başkomutan, serasker, serleşker ve salardır. Bahar lâle devri olarak nitelenir. İranî bir mitolojiye göre yıldırım yaprağın üstündeki çiğ tanesine düşmüş, çiğ tanesi ve yaprak alev alarak donmuş, lâle böylece ortaya çıkmıştır. Arapça'da "şaqaiq-i numaniye" olarak adlandırılan lâleye Kürtçe'de "kulîlka nîsanê" denir. Lâlenin ortasındaki siyah leke görünürde sevgilinin yanağındaki beni, tasavvufî mânâda günâhkar kalbe işleyen günâh noktasını temsil etmektedir. Yabanî bir çiçek oluşu, çabuk solması, sürekli suya ihtiyaç duyması ve benzeri yönleriyle de şiirde söz konusu edilen lâle genellikle bahça çitlerinin kenarında bitmesi nedeniyle "bağrı yanık miskin"i çağrıştırmaktadır. Tasavvuf ve divan şiirinde aşığın savaş meydanı ve gözyaşlarını döktüğü yer lâle bahçesi anlamında lâlezâr olarak nitelendirilir, onun bu savaş meydanında kalbinden aldığı yara "dağê lale" (lâle yarası) olarak adlandırılır. 55/24 Van sunbul û laleê di xerra Reyhan û binefşeê muterra Şu parlak sümbülleri ve güzel laleleri Reyhanları ve halka halka menekşeleri 25/9 Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul Reyhan û binefşe, gahi sunbul Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri 38/20 Her lale li sîne bûne daxek Her xunçe bi sohtinê çiraxek Her lale başlamış idi sinesini dağlamaya Her gonca bir çıra gibi başlamıştı yakmaya 190 2. 6. Nêrgiz (Nergis) Bu çiçek şiirde ince yapısı, sarı rengi ve insana uyku verip onu mahmurlaştıran kokusu ile önemsenmektedir. İnceliği ve sarı rengiyle aşığı ve onun sararmış benzini temsil eden nergis, eğik başı ile de mahcup ve yere bakan sevgiliyi temsil etmektedir. Göz ile olan şekil benzerliğinden dolayı mahmur ve baygın gözler için bir benzetme unsuru olarak kullanılır. Çiçekler grubunun hokkabazı olarak nitelendirilen nergis, bu yönüyle ağzından kıvılcımlar saçan bir hokkabazı andırmaktadır. Yaprağı ile kılıç arasında benzerlik kurularak eli kılıçlı bir savaşçı olarak karşımıza çıkan nergis, bunun yanında Cemşîd (Cem)'den yadigar kalan kadehi de çağrıştırmaktadır. Çiçeklerinin kolayca dökülmesi ve rüzgârın etkisiyle sallanması açısından eli titrediği için elinden kadehi düşen bir sarhoşla ilişkilendirilen nergis kapı kapı dolaştırılıp satıldığı için pazara çıkarılan "esir aşık" için uygun bir ilham kaynağı sayılmaktadır. Kısa ömürlü oluşu açısından sultanların elinde uzun süre kalmayan altın, gümüş ve parayı çağrıştıran nergis, güzel kokusuna rağmen meyvesiz oluşu nedeniyle de Allah'ın cömertlik ve iyilikleri karşısında cömertlik ve iyilikleri az olan insanları da temsil etmektedir. Mitolojiye göre nergis çok güzel olmasına rağmen aşktan anlamayan bir delikanlı imiş. Ona aşık olup aşkından derbeder olan kızlar onu tanrılara şikâyet etmişlerdir. Bunun üzerine Tanrıların verdiği bir ceza olarak nergis bir gün derede kendi yansımasını görüp aşık olmuş, kendini seyrederken suya atlamış ve ölmüştür. Daha sonra vücudu çürüyüp yerinde göze benzer bir çiçek bitmiştir. Bir Doğu efsanesine göre ise gül ile nergis arasında bir aşk yaşanmış, neticede nergis göz şeklinde bir çiçek haline sokularak kıyamete kadar hicran ve intizar çekmeye mahkum edilmiştir. Bu efsanelerde nergis ile göz arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu bağlamda sevgilinin gözü nergistir; baygınca bakar, mesttir ve hep intizârdadır. 25/9 Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul Reyhan û binefşe, gahi sunbul Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri 33/15 Westanî û Nêrgiz û Seqlan Derwaze û Omerî û Meydan Vestanî, Nergis ve Saklan isimli yerleri Dervaze, Omerî, Meydan adlı mahalleri 191 2. 7. Reyhan (Fesleğen) Koyu rengi ve kokusu nedeniyle sevgilinin saçı ve ayva tüylerinin benzetildiği bir çiçektir. Deste olarak ifade edildiğinde sevgilinin deste halinde bağlanmış saçı olarak düşünülür. Hat sanatının bir türü olan "reyhanî" de adını bu çiçekten almıştır. Eski tıpta birinci derecede kuru ve sıcak kabul edilen fesleğenin koklanması uyku getirir, kalbi kuvvetlendirir. Dolayısıyla sevgilisini gören aşığın uyumuşçasına mestliği ve kalbinin ancak onu görmekle güçleneceği mesajı verilir. 25/9 Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul Reyhan û binefşe, gahi sunbul Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri 27/27 Da sunbul û sorgul aşîna bin Reyhan û binefşe ta bi ta bin Ki sümbüller ile kırmızı güller tanışsınlar Reyhanlar ve menekşeler tel tel açılsınlar 37/9 Zêrînqedehê di mestê lebrîz Reyhan û binefşe cumle newxîz Ağzına dek dolu mest edici altın kadehler Reyhan ve menekşelerin tümü tazeydiler 39/20 Ey sunbul, eger heyî tu xweşbû Reyhan ji te bûyîne siyehrû Ey sümbül! Var ise sende güzel kokular Kıskançlıktan yüzleri kararmış reyhanlar 55/24 Van sunbul û laleê di xerra Reyhan û binefşeê muterra Şu parlak sümbülleri ve güzel laleleri Reyhanları ve halka halka menekşeleri 55/25 Ye’nî ku ‘îzar û zulf û xalan Ya qenc ew e ez bidim bi talan 192 Yani şakaklarımı, zülüf ve benlerimi En iyisi talan edeyim onların hepsini 2. 8. Semen (Yasemin) Klasik şiirde beyaz rengi, güzel kokusu ve yaprağı açısından daha çok sevgilinin güzel kokulu saçlarını ve yanaklarını temsil eder. Xanî aşağıdaki beyitlerin ilkinde dudağı lal taşına yanaklarını da yasemine benzetirken; ikinci beyitte de yüzün rengini bu çiçeğe benzetmektedir: 8/34 Leble’l û semen’îzar û gulrux Rewneqşikenê butanê Xulux Lal dudaklı, yasemin şakaklı, gül yanaklıydı “Huluh” putlarının güzelliğini kırmaktaydı 16/10 Culwa bûyî cewcimê di taze Rengê semenê bi cayê xaze Taptaze tomurcuk yüzleri solup sararmıştı Kırmızı rengin yerini yasemin rengi almıştı Şairimiz aşağıdaki beyitlerde Sitî ile Tacdîn için yapılan düğün merasimine katılan bayanları tanıtıken bunlardan bir kısmının giydikleri kaftanların şekil ve koku açısından yasemine benzediğini, bir kısmının da yanaklarının yasemini andırdıklarını şöyle dile getirmektedir: 23/73 Gulpîrehen û semenqebayan Şekkerdehenan û qendexayan Gül benekli gömlekli, yasemin kaftanlılar Tatlı dilliler ve konuşması şeker olanlar 23/75 Sîmînbeden û semen’izaran Sêvînzeqen û memikhinaran Yasemin şakaklılar ile gümüş bedenliler Hem elma çeneliler hem de nar memeliler 193 2. 9. Sosin (Sûsen) Susam çiçeği ve bir cinsine kılıç otu da denilen bu çiçek daha çok sivri ve uzun yaprakları nedeniyle şiirde yer alır. Kılıç otu ifadesi onun şiirde sevgilinin dili, hançer, kirpik ve tuzak ile ilişkilendirilmesine neden olmuştur. Sosin Kürt coğrafyasında köklü bir geçmişi vardır. Şerefhan "Şerefname" adlı eserinde yer verdiği yirmi tablodan dördüncüsünde iki genç bazı hastalıkların tedavisinde bitkisel ilaç olarak kullanılmak üzere bu çiçeği toplamaktadırlar. Mem û Zîn’in bir beytinde bu bitkiden şöyle söz edilmektedir: 7/20 Sed xunceê dil ji ber bi ker bin Sosin bizeban û baxeber bin Bu ahlardan yüzlerce gönül goncası açsın Sûsenler dile gelip hepsi birden konuşsun 2. 10. Zaferan (Safran) Eski tıpta kalbi güçlendirmesi, rengi güzelleştirmesi, idrarı çoğaltması, şehveti düşürmesi ve damarları açması gibi yararları açısından önem taşıyan bu bitki edebiyatta daha çok sarı rengi bakımından sevgilinin âşığın veya mâşukun yüzünü temsil etmek üzere kullanılmaktadır. Nitekim Xanî de aşağıdaki beyitlerde aşk elinden sararan yüzleri zaferana benzetmektedir. Birinci beyitte Zîn ve Sitî’nin yüzlerini; ikinci, üçüncü ve dördüncü beyitlerde Zîn’in yüzünü bu bitkiye benzetiliyor: 16/11 Kafûrimîsil ‘îzarê qanî Sorgul geriyane ji ze’feranî Kırmızı şakakları tıpkı kafûr gibi sararmıştı Kırmızı gül yanakları safran rengini almıştı 38/42 Dêma mine sore erxewanî Zer bûye wekî we ze’feranî Al yüzüm tıpkı narçiçeği gibi kıpkırmızıydı Şimdi artık tıpkı zaferan gibi solarak sarardı 194 45/7 Ew rengi de’îf û jari bûbû Goya ku bi cismî tarê mû bû O kadar çok zayıf düşmüş ve halsizdi Vücut yönünden sanki o bir kıl teliydi 45/8 Ew mû geriya ji ze’feranî Teşbîhê bi rengê rûyê Xanî O kıl teli de adeta zaferana dönüşüverdi Böylece Xanî’nin yüz rengine benzerdi 2. 11. Nîlufer (Nilüfer) Su gülü olarak da bilinen ve üstü mumsu bir maddeyle kaplı olan bir çiçektir. Eski Hint mitolojisinde yaratılışın büyük simgelerinden biri olarak kabul edilen nilüfer Zerdüştî literatürde suda korunduğuna inanılan Zerdüşt’ün görkeminin saklı olduğu kaynak olarak bilinmektedir. Bundan dolayıdır ki Hordadrûz olarak bilinen Tîr ayının 6. günü “nilüfer bayramı” olarak kutlanmaktadır. Su gülü olarak da anılan nilüfer tatlı su birikintilerinde, göllerde ve havuzlarda yetişir. Dip çamurlara gömülü olan köksaplarından çıkan uzun saplar ile su yüzeyine çıkan yaprakları kalp şeklindedir. Nilüfer bazen Güneş ile birlikte kullanılmaktadır. Nilüfer ile Güneş arasındaki ilişki kısaca şöyledir: Nilüfer sabah erkenden Güneş’in doğuşuyla açar, Güneş’i takip eder ve Güneş battıktan sonra da solar. Bundan dolayı da Doğu şiirinde kendisinden “Afîtabperest” (Güneş’e Tapan) olarak da bahsedilmektedir. Xanî aşağıdaki üç beyitte nilüfer ile Güneş arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Birinci beyitte Allah’a hitap eden şairimiz nilüferi Güneş’e âşık edenin kendisi olduğunu söylemekte; ikinci beyitte Mem kendi gönlünü nilüfere benzetirken Zîn’i Güneş’e benzetmekte; üçüncü beyitte de Zîn’i Mem’in yanına götüren Dadı, Sitî ve hizmetçiler Mem’i nilüfere, Zîn’i de Güneş’e benzetmektedirler: 2/26 Nîluferê naziperwerî kir Ew jî te li mîhrê muşterî kir Nilüferi nazlı bir şekilde sen yetiştirdin Onu Güneş’e müşteri hâline sen getirdin 195 44/40 Nîlufer e dil tu afîtab î Ten şubhê kitan tu mahitab î Sen Güneş’sin, gönül onun nilüferidir Sen mehtapsın, tenim keten benzeridir 52/59 Ger bilbil î gul jibo te hadir Nîlufer î mîhri bûye nazir Bülbül isen gül senin için hazır duruyor Şayet nilüfer isen Güneş sana bakıyor 196 3. MEYVELER Mem û Zîn’de geçen başlıca meyve isimleri şunlardır: Narinc narenciye Tirinc turunç (E)nar nar Lîmû limon Sêv elma Ruteb hurma Badam badem Bih ayva Henzele ebûcehil karpuzu Bu meyve isimlerinin kullanıldığı bazı beyitler şunlardır: 22/57 Narinc û tirinc û nar û lîmû Newbaweê şaxîsarê mînû Narenciye, turunç, nar ve limonlar vardı Cennet ağaçları üstünde olgunlaşmışlardı 37/6 Narinc û turuncê şubhê Zînê Zer bûyî ji ‘illeta evînê Zîn gibiydi turunçları ve narenciyeleri Aşk derdinden sararıp solmuştu renkleri 37/7 Sêv û ruteb û enarê bustan Lêv û zeqen û enarê pustan Bu bahçenin elmaları, hurma ve narları Onun dudakları, çenesi, göğüs memeleri 55/21 Badamê siyah, çeşmê şehla Nar û bih û sîb û şaxê bala 197 Siyah bademleri andıran kara gözler Nar ve ayva, elmalar ve yüksek dallar 56/13 Xelqê ku bi eslî bedsuruşt in Ew esil ji wan qe tête şûştin? Kök olarak kötü karakterli olan kimseler Yıkanmayla hiç temizlenir mi ki o kökler? 56/14 Çil salî tu henzelê biçînî Sed av bidî bi hingivînî Ebu Cehil Karpuzunu kırk yıl bile eksen Kendisine günde yüz kez bal suyu versen 56/15 Perwerde bikî bi afîtabê Her dem bireşînî lê gulabê Onu güneşin ışıklarıyla her gün beslesen Her zaman kendisine gül suyunu serpsen 56/16 Her roj reha wê lê bi ker kî Wê fasîleê tijî şeker kî Her gün damarlarını keserek onu yarsan O boğumlarını da şekerle bile doldursan 56/17 Xidmet bikirî tu Hîndewane Ew bo te dibite hîndewane? Hintliler gibi durmadan hizmet etsen ona O yine normal karpuza döner mi ki sana? 56/18 Da fikir nekî dema ku ber dit Ew xeyrê ji tehliyê semer dit O tohum meyve verdiğinde hiç düşünme Ki acıdan başka bir meyve verecek yine! Xanî “Nûbehara Biçûkan” adlı eserinde ikinci bölümün bir beytini ve altıncı bölümün peş peşe zikrettiği iki beytini eğitime yeni başlayan bir çocuğun yakın çevresindeki flora örneklerine ayırmıştır. Şairimizin bu üç beytinde geçen bu örneklerin orijinal Kürtçe isimlerini ve Türkçe karşılıklarını aşağıda sunuyoruz: 198 Kürtçe isim genim ceh şilêl rez xurme tirî hinar gulnar hijîr xiyar pîvaz sîr sêv kuncî bih kundir Türkçe anlamı buğday arpa peygamber arpası üzüm bağı hurma üzüm nar nar çiçeği incir salatılık soğan sarımsak elma susam ayva kabak Izady’e göre Kürt kökenli Ebû Hanîfe Dînewerî (ö. 282/896) “Kitabu’nNebat” adlı eserinde Kürt coğrafyasının florası bağlamında inceleme konusu yaptığı bitkilerin isimlerini Arapça yerine orijinal Kürtçelerini yazan ilk yazardır. Fakat yaşadığı dönemde “şuûbiyye” (milliyetçilik) ile suçlanan bu yazar aynı şeyle itham edilen diğer yazarlar gibi gözden düşürülmek istenerek yazdıklarının itibar görmemesine çalışılmıştır. 199 YEDİNCİ BÖLÜM FAUNA (HAYVANLAR ÂLEMİ) FAUNA (HAYVANLAR ÂLEMİ) H ayvanlar âlemi öteden beri insanlarda merak uyandırmış ve onların dikkatini çekmiştir. Hayal güçleri oldukça gelişmiş sanatçılar olan şairler bu hayvanları bazen gerçek anlamlarında kullanırken, çoğu kez mecazi anlamlarıyla benzetme unsurları olarak kullanmışlardır. Bu bağlamda özellikle aşklarını ve sevgilileriyle olan ilişkilerini ifade ederken bu âlemin bazı örneklerinden yararlanmış ve zamanla bu örnekler klasik şiirin vazgeçilmez "mazmûn"ları (klişeleri) haline gelmiştir. Böylece her şair kendi retorik yeteneğine göre bu mazmûnları "metaforik" anlatımlarla işlemiştir. Denilebilir ki, Xanî'nin Mem û Zîn’i de dâhil olmak üzere içinde bu metaforik mazmunlardan birkaçı bulunmayan hiçbir klasik şiir yoktur. Bu bağlamda Mem û Zîn’de geçen başlıca fauna örnekleri şunlardır: İsim Türkçesi Bulbul bülbül ‘Endelîb bülbül Hezar destan bülbülü Ahû ceylan Xezal ceylan Şahin şahin Baz şahin Şehbaz şahin Teyhû doğan/şahin Tûtî papağan Bûm baykuş ‘Enqa anka Qumrî kumru Şunqar şahin/doğan Huma hüma İsim Mar Ejder(ha) Şahmar Kebk Qaz Xergûş Seh Perwane Ferraş(e) Mahî Şêr Xedenfer Beraz ‘Eqreb Bebr/Peleng Mahî Türkçesi yılan ejderha şahmar keklik kaz tavşan köpek kelebek kelebek balık aslan aslan domuz akreb kaplan balık 203 1. KUŞLAR K lasik Doğu edebiyatlarında “murx” ve “tayr” isimleriyle anılan kuşlar genellikle âşık, can ve gönül bağlamında ele alınırlar. Bu çerçevede “qefes” (kafes) “seyyad” (avcı), “pabend” (ayak bağı), “gulşen” (gül bahçesi) ve “dane” gibi unsurlarla tenasüb sanatına başvurulur. Bunun yanında “azad etmek” (serbest bırakmak), “figan”, ve “perwaz” (uçuş) terimlerinden de yararlanılır. Bu münasebetlerde sevgili avcıdır. Sevgilinin saçı, yan bakışı, kirpiği ve kaşı da onun kullandığı en etkili silahlarıdır. Mem û Zîn’de kendilerinden söz edilen başlıca kuşlar şunlardır: Kuş bulbul/’endelîb hezar/hezarê destan perwane/ferraş(e) ‘enqa şahîn/baz/şehbaz şunqar/teyhû quling tûtî huma qaz qumrî ‘ukab kebk bûm tezerw zax Türkçesi bülbül destanlar okuyan bülbül kelebek anka şahin doğan veya şahin turna papağan hüma kaz kumru akbaba keklik baykuş sülün karga 205 1. 1. Bulbul/’Endelîb (Bülbül) Klasik şiirde kendisinden en çok söz edilen motiflerden biri bülbüldür. Bülbül, şarkısıyla ağlayıp inleyen, durmadan sevgilisinin güzelliklerini anlatıp ona aşk sözleri arz eden âşığın en önemli sembolüdür ve gül ile bülbül birbirinden ayrı düşünülemez. Bu tasavvurun en önemli yanı, sevgilinin "gül" olarak düşünülmesidir. Bülbülün söz konusu edildiği beyitlerin çoğunda gülle birlikte "bülbül", "gülistan", "diken", "naz", "feryat", "firkat" ve benzeri unsurlar argüman olarak kullanılmaktadır. Âşık ile sevgilisi arasında söz konusu olan bütün davranış biçimleri bülbül ile gül arasında varsayılan davranışlardır. Gül yüzlerce naz ile açılıp kendini bülbüle gösterir, bülbül onu görmekle dile gelip içindeki sevinci açığa vurur fakat gülün yanından hiç ayrılmayan "diken" (rakip)i her gördüğünde de kahrolur. Gülün dikenleri nasıl bülbülün ciğerini deliyorsa, rakipleri ve sevgilinin eziyetleri de aşığın bağrını delmektedir. Servinin minare, gül dalının da minber olarak tasavvur edildiği bazı durumlarda bülbül de müezzin, vaiz ve hatip olarak tasavvur edilmektedir. Bazen "hezâr" kelimesi ve değişik versiyonlarıyla söz konusu edilen bülbülün bu bağlamda safâ ehli, laübali ve taranbak gibi vasıflarına işaret edilir. Havalar ısınmaya, güller de açmaya aşladıkları zaman bülbüller çiftleşirler. Dişisi yumurtadan kalkıncaya kadar yalnız kalan erkek çoğunlukla gün batarken ötmeye başlar ve gece yarısının sonlarına kadar bu ötüşü devam eder. Bülbül, yuvasını sık yapraklı ağaç dallarına ve gül ocakları içine yapar. Çünkü böyle yerlerdeki yuvalara yılanlar çıkamazlar. Bülbül seher vaktinde gülü karşısına alarak öter. Onun bütün neşesi güle bağlıdır. Gülü görünce mest olur, ondan ayrılınca da dertli dertli öter. 38/36 Bulbul bi gulê di sor e meşxûl Hûn mayîne şubhê min di me’zûl Kırmızı güller ile meşgul oluyor bülbüller Oysa benim gibi yalnız kalmışsınız sizler 7/16 206 Tesfiyeê dil bibit me hasil Hevdeng bibim digel ‘enadil Gerçekleşsin kalbimizin saflığı, tasfiyesi Bülbüllerle sesteş olup çıkaralım aynı sesi 38/39 Xuşkek me hebû ji rengê sorgul Hilgirtiye wê jibo xwe bulbul Kırmızı gül renginde bir kızkardeşimiz vardı Kendisi için bir bülbülü tercih edip onu aldı 38/40 Ha hiştiye bo mi ‘endelîbek Mehrûm û sefîl û bênesîbek İşte bana geride öyle bir bülbül bırakmıştır Ki hem mahrum hem de sefil ve şanssızdır 38/41 Ez jî ji zelîl û bênesîbî Zer bûme ji hîcrê ‘endelîbî Ben de tıpkı onun gibi zelilim ve şanssızım O bülbülden ayrı kaldığım için sararmışım 1. 2. Hezar/Hezarê Dastan (Destan okuyan bülbül) Güle duyduğu aşkın verdiği coşkudan ötüşüyle âdeta destanlar okuyan bülbüle “hezar” veya “hezarê dastan” denir. 2/28 Sorgul te kirin ji xarê peyda Bulbul te kirin hezarê şeyda Sensin dikenlerden kırmızı gülü çıkaran Sensin bülbülleri delirtip destan okutan 7/21 Bişkoj bibişkivin ji xaran Xwûnrîz bibin dumê hezaran Goncalar dikenlerden çıkarak açılsın Bülbüllerin kuyrukları kana bulansın 35/27 Teşbîhê te sed hezari bulbul Sed cari bikin fîxan û xulxul Senin gibi yüz tane destan bülbülü var Yüz figan ve feryat ile ötseler bunlar 207 27/38 Xendan bike xunceya dehanî Nalan ke hezari dasitanî Gülecek bir şekle büründür ağız goncanı İnlet onunla bülbülü, okusun destanlarını 1. 3. Perwane/Ferraş-e (Kelebek) Klasik şiirde en çok kullanılan alegorik unsurlardan bir tanesi de genellile mum ile beraber kullanılan pervanedir. Mum maşuku, pervane de onun için kendini yok etmeyi göze alan âşığı sembolize etmektedir. Şairler eskiden mum ışığında çalışırken ya da şiir yazarken mum etrafında dönen ve çoğu kez muma atlayarak helak olan pervaneler dikkatlerini çekmiş, onlar da bu durumu aşk şiirlerinin vazgeçilmez unsurları olarak kullanmışlardır. Böylece kendileri de sevgilileri için can vermeye hazır oldukları mesajını veren şairler zamanla buna mistik bir alegori de ekleyerek mum ışığını vahdet ışığı olarak, pervaneyi de kendini bu vahdet nurunda yok eden derviş olarak sembolize etmişlerdir. 2/30 Ronahî te da serê şemalan Perwane kirin bi şewqê talan Sensin mumların ucundaki ışıkları veren Sensin pervaneyi sevda ile tarumar eden 21/30 Tacdîni digel Memê te gotî Perwane ne, per li wan me sotî Sen dedin ki: ‘Tacdîn ile Mem’i beraber Kanatlarını bizim yaktığımız kelebekler 23/44 Xelqê cihê cumle aşiqane Perwane û şem’i der miyan e Halkın orada duruşu âşıkâne tarzdaydı Pervane ile Mum halkın ortasındaydı 31/1 208 Perwa nedikir ji ateşê xem Perwane dikir jibo xwe hemdem Gam ateşinden korkup perva etmezdi Pervaneyi kendine dert ortağı ederdi 31/2 Ki “ey tairê aşiyanê fîrqet Wey bulbulê bositanê hîrqet Dedi ki: “Ey ayrılık yuvasının kuşu! Ve ey yanmışlık bostanının bülbülü! 39/22 Ey bulbul, eger tu ehlê hal î Perwaneê şem’ê werdê al î Ey bülbül! Sen hâl ehlinden biriysen Kırmızı gül mumunun pervanesiysen 39/48 Zîna ku bi rux mîsalê şem’an Pirşewq û diya û nûr û lem’an Zîn ki onun yüzü bir mumu andırırdı Çok ışıklı, ziyalı, nurlu ve parıltılıydı 39/49 Perwane sîfet Memê bi zahir Cismê xwe û can didane agir Mem ki o da görünüşüyle pervaneydi Tenini ve ruhunu o ateşe vermekteydi 44/39 Perwane me ten mi daye agir Sohtîme bi batin û bi zahir Pervaneyim, vermişim ateşe bedenimi Yaktım o ateşle hem dışımı hem içimi 49/14 Min zaniye Mem ziyade jar e Perwane ye meqseda wî nar e” Biliyorum, Mem çok güçsüz bir hâldedir Maksadı ateşe atılmak olan pervanedir” 49/15 Gava ku nezer bikit li Zînê Tehqîq e ku naketin çu jînê Zîn’i gören Mem kendisine baktığında Kesinlikle yaşama şansı kalmaz onda 52/60 Perwane î şem’ê wê eyîsa Wer murde î hate ser te ‘Îsa 209 Eğer pervane isen işte mumun parlıyor Ve eğer ölü isen İsa yanında bulunuyor 24/26 Ger aşiq î rabe şubhê ferraş Canê xwe bide nîsar û şabaş Kalkıver pervane misali, sen âşık isen eğer Canını saçılan düğün parası, bahşiş gibi ver 1. 4. ‘Enqa (Anka) Mitolojiye göre Kaf Dağı'nda yaşadığı varsayılan, tüyleri renkli olup yüzü insana benzeyen, asla yere konmayıp hep yükseklerde uçan ve kendisinde her kuştan bir alamet bulunan bir kuştur. Yine mitolojik bir inanca göre cennet kuşuna benzeyen yeşil bir kuş olduğu için kendisine aynı anlamda "zümrüd-i anka" da denilen bu kuş, üzerinde otuz kuştan birer renk bulundurduğu için de "sîmurg" (otuz kuş) veya "sîreng" (otuz renk) adıyla da anılmaktadır. Klasik şiirlerde bu isimlerle de anılan ankanın bu şiirlerdeki en büyük özellikleri Kaf Dağı'nda yaşaması, renk cümbüşü, asla yere konmayışı, avlanılamayışı ve ele geçirilemeyişidir. Bu özellikleriyle çeşitli mecaz ve benzetmelere konu olan ankanın önemli iki yanı da sanatkârlığı temsil etmesi ve sevgiliden beklenen yardımı simgelemesidir. 39/26 Me’şûqe ku mîslê wan gelek bin Herçend ku hûrî û melek bin Eğer bir maşukun varsa birçok benzeri İsterse huri ya da melek olsun kendileri 39/27 Ew nabine mûcibê çû derdan Lewra ku heyin li cumle ‘erdan Hiçbir derdin dermanı olamaz ki onlar Çünkü dünyanın her yerinde bulunurlar 39/28 Yek bit û nebit mîsal û hemta Mestûri ji rengê Zîn û ‘Enqa Ama bir tane olup da eşi benzeri yok ise Zîn ve Anka gibi ulaşılamaz perdeliyse 210 43/50 Şehzade ye, şehnişîn mekan e ‘Enqa ye bilindiaşiyan e Prensestir ve oturduğu yer şah sarayıdır Yuvasını yükseklerde yapan bir ankadır 1. 5. Şahîn/Baz/Şehbaz (Şahin) Avesta’da adı “saêna” şeklinde geçen şahin avcı kuşlar kategorisine girmektedir. Baz ve şehbaz gibi isimlerle de anılmaktadır. Kanat uzunluğu üç metreyi bulan ve cesareti ile ün yapan bu kuş yuvasını yüksek ve kayalık dağlarda yapar, yumurtalarını da kayalıkların arasında saklar. Sesi oldukça keskin, uçuşu olabildiğince hızlı ve yüz yıla kadar uzun ömürlüdür. Gagası kısa, kuyruğu uzun, pençeleri çok güçlüdür. Dünyada yaklaşık kırk türü bulunur. Sultanların özel av partilerinde önem verdikleri şahin “şahê murxan” (kuşların şahı) olarak bilinir. Bir av kuşu olan şahin Klasik şiirde sevgilinin saçı için kullanılır, bu saç âşığın gönül kuşunu avlamakla uğraşır. Elden taşınıp bilekten salınan şahinin boynuna bazen küçük bir çıngırak asılır, bazen de gözleri bağlanır. Klasik şiirde şahin veya doğan anlamında kullanılan baz, sevgilinin gönül avlayan saçları yerine kullanılır. Çok zaman "şehbaz" veya "şahbaz" şekliyle de kullanılan baz, elden salınır, boynunda bir çıngırağı olur ve ava salınmadan önce bağlı bulundurulur. Mem û Zîn’de şahînin yer aldığı bazı beyitler aşağıda sunulmuştur: 10/14 Tacdîn du bira hebûn di qellaş Manendê du şahbazê cemmaş Tacdîn’in savaş ustası olan iki kardeşi vardı Kuş kapan atılgan iki şahini andırıyorlardı 15/1 Ew dûxteçeşmê her du şahîn Ew suxteper Memo û Tacdîn Gözlerinden yaşlar sağılan o her iki şahin Kanatları yanmış olan o Mem ve Tacdîn 211 15/2 52/96 Xweş çûne şîkarê kebk û qazan Nagahi bi ser ve şubhê bazan Sevinçli olarak gittiler keklik ve kaz avına Sanki aniden düştüler şahinlerin tuzağına Şehbaz ji qeydê merkeza Ferş Perwazi kir û gîhîşte Zî’l-‘Erş Şahin dünya merkezi bağından kurtuldu Arş Sahibi’ne doğru uçarak ona kavuştu 1. 6. Şunqar/Teyhû (Doğan veya Şahin) Doğan veya şahinin bir türü olan şunqar veya teyxûm bir avcı kuşu olarak gönül ve gözleri temsil etmek üzere kullanılır. Xanî yukarıda üç beytini verdiğimiz şiirinin son beytinde doğanı andıran gözleriyle ve şahine benzeyen gönlüyle bir dilberin sürmeli gözlerinin peşine düştüğünü fakat sonradan hakîkîleşen bu aşkın ilk sıralarda mecazî olarak başladığı için de bu gözlerin kendisini utandırdığını belirtirken bu kuş isimlerine şöyle yer vermektedir: 36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû Ev qaz û quling û kebk û teyhû Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar 1. 7. Tûtî (Papağan) Papağan taklit yeteneği çok güçlü olan bir kuştur. Tutların/dutların olgunlaştığı dönemlerde ortaya çıktığı için kendisine “tût”, dut sevdiği için “tûtî” (dutçu) adı verilmiştir. Görünümü güzel, tüyleri genelde yeşil, sarı ve kırmızı olabilir. Tüylerinin yeşilliğinden dolayı tasavvuf dünyasında Hızır ile ilişkisi kurulur. Gagası kuvetli ve kıvrıklıdır. Ilıman iklimlerde yaşar. Dilindeki kasların etkisiyle duyduğu sesleri kolaylıkla taklit edip tekrarlayabilir. Badem ve şeker yemeyi çok seven papağan şekere ve tatlıya olan düşkünlüğüyle bilinmektedir. Bu bağlamda eskiden konuşturulmak istenen 212 papağanlara bolca şeker verilirdi. Bu nedenledir ki Doğu edebiyatlarında papağan hakkında şu tamlamalar kullanılmaktadır: şekerxa şekerşîken şekernîşan şekerfeşan şekermeqal şîrînsuxen şîrînzeban şeker yiyen, tatlı sözlü tatlı sözlü şeker gibi şeker saçan tatlı sözlü tatlı sözlü tatlı dilli Tûtî ve şeker/tatlı ilişkisi çerçevesinde Mem û Zîn’de geçen beyitlerden iki tanesi örnek olarak aşağıda sunulmuştur: 2/40 Tûtî bixwe ma şeker dirêjin? Her çi dibihin ewî dibêjin Kendi kendine şeker döker mi papağanlar Onlar her neyi duysalar onu konuşurlar 35/7 Ey tûtiyê perweriş şîrîn î Wey tiflê tufeylê nazenîn î Ey tatlı yedirilerek eğitilen papağan! Ve ey şımartılan çocuk gibi nazlanan! Papağan ile ayna arasında da bir ilişki vardır: Zira eskiden kendisine konuşma öğretilmek istenen papağanın önüne büyük bir ayna tutulur ve bir kişi aynanın arkasında gizlenerek konuşmaya başlardı. Aynada yansımasını gören papağan bu sesi kendisi gibi bir kuşun sesi olduğunu zannederek onu taklit ederdi ve konuşmayı öyle öğrenirdi. Mem û Zîn’de geçen aşağıdaki beyitler buna işarettir: 2/35 Ayîne li pêşî tûtiyan girt Davek te li pêşî kûviyan girt Sen tuttun papağanların önüne aynaları Sen kurdun canavarlar önüne tuzakları 2/36 Ayîne ji wan we ye ku av e Ew ‘ekis ji wan we ye ku tav e 213 Onlar gördükleri aynayı su zannediyorlar Oraya yansıyanı güneşin ışığı sanıyorlar Ferîduddîn Attar, Xanî ve daha birçok şaire göre papağan olayları gerçek yüzleriyle değil, dış görünüşleriyle değerlendiren ve öyle anlayan kimseleri sembolize etmektedir. Fakat bu şairlere göre papağanın önüne böyle bir görüntü aynasını koyan bizzat Allah’tır. Bu da bu şairlerin bir tür “cebriyecilik” anlayışıyla bunu izah ettilerini göstermektedir. Bu bağlamda Mem û Zîn’de papağan ile ilgili bazı beyitler şunlardır: 214 7/29 Teşbîhê neyê bikim terennum Tûtîsîfet ez bikim tekellum Sarhoş olayım ki ben ney gibi mırıldanayım Sarhoş olayım ki papağanlar gibi konuşayım 2/37 Neqşê te ye ew dibînin di avê Nakin hezerê ji av û davê Onlar senin nakşını suyun içinde görürler Ne sudan korkarlar ne tuzaktan çekinirler 2/38 Lebteşne teleb dikin zulalê Wê dane û damê zulf û xalê Dudakları kurumuş olarak duru su ararlar Aslında zülüf ve benlerin tuzağına atlarlar 2/39 Meqsûd ku bû ji pêş ve hazir Dê qesdê bikin cemî’ê nazir Olsaydı Allah’ı şimdiden görme maksadı Gözü olanlar onu görmek için çalışırlardı 2/41 Wê meqsedê muxteser dibînin Pabend-i dibin gelek dimînin Hedefi sadece dış yüzüyle kısır görüyorlar Ayakları bağlanıp ona çok takılıp kalırlar 1. 8. Huma (Hüma) Çok yükseklerde uçmasıyla meşhur efsanevî bir kuş olan huma, Doğu edebiyatlarında mutluluğu, devleti ve hükümdarlığı sembolize etmektedir. Eskilerin inancına göre bu kuşun gölgesi altına girenler kutlu ve talihli olurlar. Bu kuşun kanatları kimi gölgelerse onun başına devlet kuşu konmuş sayılır ve o kişi hükümdar olur. Uğur getirdiğine ve mutluluğun habercisi olduğuna da inanılan huma çok yükseklerde uçmakta, yerden aldığı kemikleri çok yükseklerden kayalara fırlatarak parçalamakta ve yırtıcı olmasına rağmen kimseye zarar vermemektedir. Osmanlı literatüründe özellikle hükümdarların fonksiyonları için kullanılan “humayûn” (müberak, kutlu, talihli) sıfatının Doğu edebiyatlarında kutluluk sembolü olarak kabul edilen huma ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Mem û Zîn’in aşağıdaki beytinde Mîr Zeynedîn’i kast ederek onun gölgesini huma kuşunun kanadının gölgesine benzetmekle onun uğurluluk yönüne dikkat çekmektedir: 52/68 Sahibkerem e xwedan ‘eta ye Zilla wî siha perê huma ye Cömertlik sahibidir, bağışlar sahibidir Gölgesi humanın kanat gölgesi gibidir 1. 9. Qaz (Kaz) 15/2 Xweş çûne şîkarê kebk û qazan Nagahi bi ser ve şubhê bazan Sevinçli olarak gittiler keklik ve kaz avına Sanki aniden düştüler doğanların tuzağına 36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû Ev qaz û quling û kebk û teyhû Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar 215 1. 10. Qumrî (Kumru) Kumru muhabbetin sembolü olarak ele alınan bir kuştur. Bu bağlamda Xanî aşağıdaki beyitte kumruyu sohbet ve muhabbeti çağrıştıran kelîm, tûtî ve nedîm kelimeleriyle birlikte anmaktadır: 36/11 Her murxê seher bixwe Kelîmek Her tûtî û qumriyek nedîmek Seher vakti öten her kuş Konuşan Musa idi Her papağan ve kumru birbirinin nedimiydi 1. 11. ‘Ukab (Akbaba) 36/22 Mêran vekirin ‘uqab û bazî Şêran dibirin piling û tazî Aslanlar götürüyordu kaplanları ve tazıları Yiğitler çözüp saldı kartalları ve doğanları 1. 12. Kebk (Keklik) Klasik şiirde sesinin güzelliği ve gövdesinin çekiciliği açısından sevgili bu kuşa benzetilmektedir. Yürüyüşü ve kahkahaya benzeyen ötüşü nedeniyle kendisinden söz edilen kuşlardan biri olan keklik yaşadığı yerlerin çeşitliliği sebebiyle tuzak, gözyaşı, av, şahin, şahbaz ve doğan gibi unsurlarla birlikte kullanılır. 15/2 Xweş çûne şîkarê kebk û qazan Nagahi bi ser ve şubhê bazan Sevinçli olarak gittiler keklik ve kaz avına Sanki aniden düştüler doğanların tuzağına 1. 13. Bûm (Baykuş) Zerdüştî literatürde Avesta’yı ezbere bildiğine ve bu kitabı okuduğunda tüm şeytanların korkup dehşete düştüklerine inanılan baykuş şimdiki genel inanışın aksine son derece uğurlu ve sevilen bir yaratık olarak bilin- 216 mektedir. Ancak daha sonraki Doğu edebiyatlarında uğursuz bir yaratık olarak yerini almıştır. Bunun nedeni olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır: Devler Keyûmers’in oğlu Peşeng’i Demavend Dağı’nda öldürdüklerinden haberi yoktu ama içinde bir sıkıntı hissediyordu. Oğlunun durumunu öğrenmek için yolda giderken karşısına bir baykuş çıkmış ve birkaç kez öttükten sonra uçup gitmiştir. Keyûmers bu kuşun yoluna çıkmasının ve ötmesinin anlamsız olmadığını düşünür. Bundan dolayı adı geçen dağa vardığında oğlunu ölmüş görünce baykuşu uğursuz ilan eder ve ona beddua eder. Etkisi günümüzde de süren bu anlayışa göre baykuş kimin yoluna çıkarsa ona uğursuzluk getireceğine inanılmaktadır. Genellikle harabe yerlerde ve viranelerde yaşayan baykuşun bu yerleri neden tercih ettiğinin cevabını Hz. Süleyman’ın kendisine sorduğu rivayet edilen bir soruya verdiği cevapta görüyoruz. Bu soru ve cevap şöyledir: - Neden harabelerde yaşıyorsun? - Harabeler atalarımdan bana kalmış bir mirastır. Mem û Zîn’e baktığımızda, Kürtlerden bahseden Xanî’nin Kürt kavminin kendisini idare edecek bir lidere sahip olamayışından ve kendi aralarında birlik-beraberlik kuramayışlarından şikâyet ederken, aşağıdaki beyitlerde bu olumsuzluklar olmadığı takdirde “Rûm” olarak nitelendirdiği Osmanlı güçlerinin Kürtlere galip gelemeyeceklerine ve Kürt topraklarının baykuşların konduğu harabeler hâline gelmeyeceğine dikkat çekmektedir: 5/14 Ger dê hebûwa me padîşahek Laîq bidiya Xwedê kulahek Eğer biz Kürtlerin de bir padişahı olsaydı Ve Allah o padişaha bir taç layık bulsaydı 5/15 Te’yîn bibûwa ji bo wî textek Zahir vedibû ji bo me bextek O padişaha tayin edilmiş olsaydı bir taht O zaman açılacaktı bize yepyeni bir baht 5/18 Xalib nedibû li ser me ev Rûm Nedibûne xerabeyê di dest bûm O zaman bize galip gelmezdi bu Romlar Olmazdık baykuşun konduğu yıkıntılar 217 Xanî’nin bu beyte sığdırdığı önemli mesajları şöyle sıralamak mümkündür: -Kürtler başında taç, altında taht olan bir liderden yoksundurlar. -Böyle bir lider olsaydı Kürtler için de bir şans doğacaktı. -Bu durumda Romlar Kürtlere galip gelmezdi. -Romlar uğursuz baykuşlar gibi Kürt topraklarına konmuşlardır. -Romlar Kürt topraklarını harabeye çevirip viran eylemişlerdir. 1. 14. Tezerw (Sülün) Doğu edebiyatlarında genellikle av kuşu ve güzelliği ile anılan sülün güzel salınışı ile bazen sevgili, bazen de âşığın gönlü yerine kullanılır. Bunun yanında ayak bağı terimi ile beraber de kullanılmaktadır ki Xanî aşağıdaki beyitte böyle kullanmıştır: 2/27 Balayê bilind te daye serwan Pabendê bela te da tezerwan Yüksek endamları sen verdin servilere Ayak bağı belasını sen verdin sülünlere 1. 15. Zax (Karga) Leş yiyen kuşlardandır. Bin yıl gibi uzun bir süre yaşadığına inanılmaktadır. Akıl, zeka ve güç simgesidir. Ayrılık getirdiğine inanıldığı için uğursuz sayılan bir karga türü de vardır. Kırmızı ayaklı ve kırmızı gagalı olan bu kargaya Araplar “ğurabu’l-beyn” (ayrılık kargası) derler. Karga ile baykuş arasında bitip tükenmeyen ezelî bir düşmanlık vardır. Doğu edebiyatlarında karga ile “rakîb” (âşığın rakibi) arasında bir ilgi kurulur. Xanî Mem û Zîn’in bir beytinde andığı kargayı rengi açısından anmıştır ki beyit şöyledir: 38/9 218 Teyrek me bihîstiye di baxan Bextê wî reş e ji rengê zaxan Duyduk ki bağlar içinde bir kuş vardır Onun bahtı karganın rengi gibi karadır 2. SÜRÜNGENLER, BÖCEKLER, BALIKLAR 2. 1. Mar (Yılan) Y ılan birçok milletin mitolojik tarihlerinde farklı şekillerde tasavvur edilmiştir. Zerdüştî literatüre göre ölümle aynı soydan gelen yılan Ehrîmen tarafından bulunmuş, Ahûra Mazda da onu yakarak hayatı ön plâna çıkarmak için ateşi yaratmış, bundan dolayı da ateş kutsal bir nesne olarak yerini almıştır. Yılda bir defa zehir elde eden yılan bunu da Nisan yağmurunun tanesini yutarak alırmış. Yılanın düzenli ve sürekli şekil değiştirmesi ve kıvrılıp sürünmesi ruhun olgunlaşma evrelerini temsil etmek üzere mistik bir sembol olarak ele alınmıştır. Doğu edebiyatlarında her hazinenin bir yılan tarafından korunduğuna ilşkin mitolojik görüşler bulunmaktadır. Bu bağlamda aşağıdaki beyitte Mem’in gömüldüğü mezar bir hazineye; ayakları dibinde gömülen Bekir de bu hazineyi koruyan bir yılana benzetilmiştir: 55/4 Ew dur bi xezîneê siparin Ew mari li ber piyan veşarin O inciyi götürerek hazineye teslim ettiler O yılan Bekir’i ayağının dibine gömdüler Zîn’in dilinden aktarılan aşağıdaki iki beyitten ilkinde kendini ve Mem’i hazineye benzetirken Bekir’i yılana benzetirken, ikinci beyitte de hazinelerin yılanlar tarafından korunduğuna dikkat çekmektedir: 54/11 Em sorgul in ew ji bo me xar e Em genc in û ew ji bo me mar e Biz kırmızı güller, Bekir dikenimizdir Biz hazineyiz, o da bizim yılanımızdır 219 54/12 Gul hîfz dibin bi nûkê xaran Gencîne xwudan dibin bi maran Güller dikenlerin uçlarıyla korunuyor Defineler yılanlarca muhafaza ediliyor 2. 2. Ejder, Ejdeha (Ejderha) Halk arasında büyük, çok kalın ya da yaşlı olan yılanlara ejderha denir. Dîvan ve tasavvuf şiirlerinde sevgilinin saçı ve aşığın âhları şekil açısından yılana benzetilir. Uzunluğu, kıvrımlı oluşu, siyahlığı, zehiri ve benzeri özellikleri ile ele alınır. Bunun yanında hazinelerin birer yılan tarafından korundukları efsanesine de işaret edilir. Yılan yılda bir kez zehir elde edermiş ki onu da Nisan yağmurunun tanelerini yutarak alırmış. Bir inanışa göre yılan kendi eceliyle ölmez, mutlaka başka birisi tarafından öldürülür. Aynı mitolojik inanışa göre yüz yıl yaşayan yılanlar ejderhaya dönüşürmüş ve ağzından ateş saçarak nefesiyle diğer bazı varlıkları yutarmış. O zaman da melekler onu kaldırıp Kaf Dağı'nın arkasına atarlarmış. Ejderha veya ejder adıyla bilinen bu büyük yılanın daha sonra başı çoğalır ve ayakları çıkarmış. Ejderha kelimesinin aslı "Ajı Dahaka" olup, İranî mitolojilerde zalim bir padişah olarak geçen "Dahhak" ile ilişkisi olduğu sanılmaktadır. Klasik edebiyatta ejderha daha çok sevgilinin saçları yerine kullanılır. Bu bağlamda sevgilinin kıvrım kıvrım saçları ve onun saç uçlarının bolluğu bin başlı ejderhaya benzetilir. Bu çerçevede yılan ve ejderhalar ile saç arasındaki ilginin asıl nedeni renk ve şekil benzerliğidir. Söz konusu edilen saç, kıvrımlı ve uzun oluşudur. Bunun yanında yılanın harabelerde bulunması ile aşığın gönlünün harabe olması ve kara sevda ile karayılan arasında da münasebet kurulmaktadır. Mem û Zîn’de ejder(ha) ile ilgili kaydedilen bazı beyitler şunlardır: 48/29 Ew Rustemê Gîw e, lendeha ye Gencîne me ez ew ejdeha ye O, Gîv’in Rüstem’îdir, kahramandır Ben hazineyim, o benim ejderhamdır 36/8 220 Her nehrek ji rengê ejdeha bûn Her sebze bi mu’cîzan ‘Esa bûn Her nehir ejderha gibi kıvrılıp akmaktaydı Her çayır da sanki mucizeli bir “Asa”ydı 44/9 Ew bextreşê leqeb li wî Mem Bê hemnefes û heval û hemdem Lakabı Mem olan bahtı kara şu talihsiz Hem dostsuz, hem arkadaşsız, kimsesiz 44/10 Havêtine çalekê bi zarî Teşbîhê bi gori teng û tarî Ağlaya inleye onu bir çukur içine attılar Mezar gibi bir çukur idi, karanlık ve dar 44/11 Mekrûhi wekî dehanê ejder Menkûri wekî Nekîr û munker Ejderhanın ağzı gibi iğrenç bir çukurdu Kabrin Nekir-Münker’i gibi korkunçtu 53/27 Ejder ji mexareê ku ber bû Derhal bezî di ne’şê wer bû Ejderha dışarı çıkar çıkmaz mağaradan Koşarak kendini naşın üstüne attı o an 2. 3. Şahmar/Şehmar (Yılanların Şahı) Mitolojiye göre başı insan başı, gövdesi yılan olan ve yılanların padişahı olarak kabul edilen şehmar, insanoğlunun şerrinden kaçıp bir mağaranın zeminini kendine mesken seçmiştir. Bunun yanında bağ ve bahçelik bir yerde kalmayı da sever. Zebercedden bir taht üzerinde oturur ve insan gibi konuşur. Danyal Peygamber'in oğlu Camsab bir gün beraberindeki arkadaşlarıyla birlikte yağmura tutulunca şehmarın bulunduğu mağaraya sığınmış ve ziyadar bir menfezden aşağı inip şehmara misafir olmuşlardır. Klasik şiirlerde şehmar diğer bazı özelliklerinin yanında sevgilinin zülüflerinin benzetilmesinde de kullanılır. Xanî şahmar ismini kaydettiği aşağıdaki beyitte zalim yöneticileri şahmara benzetmektedir: 221 42/35 Hukkami ji cinsê şahimar in Eshabê sumûm û muhredar in Yılanların şahı neslindendir hükümdarlar Öldürücü zehir ve mühür sahibidir onlar 42/36 Muhran ku didin bizan zehr e Mihrê ku dikin bizan ku qehr e Mühür bastıklarında bil ki mühür zehirdir Şefkat gösterdiklerinde bil ki o da sinirdir 2. 4. ‘Eqreb (Akrep) Akrep daha çok sevgilinin gözleri ve aşığın kalbine ok gibi saplanan bakışları söz konusu olduğunda kullanılan bir unsurdur. Bu durumda göz ve bakışları ile birlikte zülüfler, kaşlar, kirpikler ve gamzeler de söz konusu edilirler. Mem û Zîn’de şöyle denilmektedir: 50/18 Zulfa te li dest û pê wî bestî ‘Eqreb sîfeta dilê wî gestî Onun el ve ayaklarına doladığın zülüfler Akrep misali kalbini ısırıp zehirlemişler Şairimiz yılanla birlikte akrebe de benzettiği maşukun zülüf ve örgüleriyle ilgili olarak Divan’ında şunları söylemektedir: Ji sehma ‘eqreb û maran, dinalim ez gelî yaran Ji çehvan xwûn diçît baran, wekî ew têne lêkdanê Akrep ve yılanlarının okları yüzünden inliyorum dostlar Bir araya geldiklerinde gözlerden yağmur gibi kan akar 2. 5. Mahî (Balık) Xanî Mem û Zîn’in iki beytinde balık ismini “Ay’dan balığa kadar” şeklinde meşhur olan deyim bağlamında anmaktadır. İlk beyitte Mîr Zeynedîn’in cesaretinin “Ay’dan balığa” yani her yerde duyulduğuna dik- 222 kat çekerken, ikinci beyitte de Tacdîn ile Sitî’nin düğünlerinde her şeyin eksiksiz hazır olduğuna vurgu yapmıştır. 8/11 Asarê şeca’eta wî şahî Dagirtî ji mah ta bi mahî O padişahın sahip olduğu cesaret eserleri Ay’dan balığa dek kaplamıştı her bir yeri 24/14 Mawerd û gulab û itrê şahî Elqisse ji mahî ta bi mahî Gülsuyu ve şahlara mahsus güzel kokuları Kısaca Ay’dan tutun balığa kadar olanları 2. 6. Semender (Su kertenkelesi) Yunanca bir kelime olan “semender”in en büyük özelliği vücudunun iki tarafında su salgılayan keseye sahip olması ve böylece ateşe atıldığında ateş üzerinde yürüyeceği güzergâhı sulayarak geçtiği için yanmamasıdır. Çin’de yaşayan ve “semend” olarak da isimlendirilen bu hayvan ateşten hoşlandığı gibi yumurtasını ve yavrusunu da ateşte yapmaktan hoşlanır. Xanî bu beyitte aşkta pişerek deneyim kazanan kimseleri semendere benzeterek onların pervane gibi ateşte yok olmadıklarına, belki semender gibi ateşle bütünleşerek kalıcı bir nur hâline geldiklerine dikkat çekmektedir. Xanî’nin bu benzetmesinden çıkarılacak sonuç sonuçtur ki önemli olan yok olmak değil, ebediyen var olmaktır. 31/10 Baqî digerin wekî semender Wan cismi dibîte canê enwer” Baki kalır su kertenkelesi gibi kendileri Nurlar saçan ruh olur onların bedenleri” 223 3. DÖRT AYAKLI HAYVANLAR 3. 1. Ahû/Xezal (Ceylan) A hûya özellikle güzelliği, iri siyah gözleri ve ürkekliği açısından sevgili ve onun gözleri için şiirde yer verilmektedir. Ahûnun gözleri ile sevgilinin gözleri arasında güzellik, irilik ve siyahlık ilişkisi kurulmaktadır. Bu hayvan daha çok Çin'de bulunması ve göbek kanından "misk"in elde edilmesi nedeniyle klasik şiirde "Ahûyê Xeten" tamlamasıyla kullanılmaktadır. Xanî aşağıdaki ilk beyitte hem göz ilişkisini hem de bu tamlamayı birlikte kullanmış, ikinci beyitte de yine âhû-göz ilişkisine vurgu yapmıştır: 23/8 Qadir nedibûn ji surmeê reş Ahûyê Xeten bikin muşewweş Sürme ile bozmaya yetmiyordu ki güçleri Haten ceylanlarının gözleri gibi o gözleri 50/20 Çawa vekirin te her du ahû Berdane feqîrî her du cadû Nasıl ki sen iki ahu gözle ona baktıysan O iki cadıyı o fakirin üzerine yolladıysan Mem û Zîn’de içinde âhû veya aynı anlamda xezal isminin geçtiği bazı beyitler şunlardır: 23/10 Mehda ji du ahûyan yek ahû Wan seh nekirin hetta serek mû Onlar o her iki ahuyu teker teker araştırdılar Bir kıl ucu kadar bile kusurlarını duymadılar 36/32 Çogani di dest digel gopalan Havêtine gerdenê di xezalan 225 Ellerinde sopalarla birlikte çevganlar vardı Onları ceylanların gerdanlarına atıyorlardı 36/34 Ewçendi xezal ewan kirin seyd Ewçendi piling ewan kirin qeyd Onlar o kadar çok fazla ceylan avladılar O kadar çok fazla kaplan da bağladılar: 38/1 Ew ahûyê seydigahê wehşet Ew banûyê barigahê ulfet O yapayalnız av yerinin tek ahusu O ülfet sarayının hatunu/banusu 40/39 Min dî di vî baxî da xezalek Emma ne xezali bû, şepalek Bu bahçenin içinde bir ceylan gördüm Ama aslında ahu değil, bir şuh gördüm 3. 2. Şêr/Xedenfer (Aslan) Klasik şiirde bazen gerçek anlamında, bazen de yırtıcılığı, saldırganlığı, cesareti ve avcılığı açısından bazı kimseler için “kendisine benzetilen” unsur olarak mecazi anlamda kullanılan aslanın bu bağlamda kayda değer iki özelliği şunlardır: 1) Avının önce kanını emmesi, ardından karnını yararak içindekileri parçalayıp yemesi. 2) Avını ara vermeden yemesi ve iri lokmalar halinde yutması. Xanî aşağıdaki beyitlerden ilkinde şêr, diğer ikisinde xedenfer ismi kullanmıştır: 9/10 226 Dellalisîfet gelek sîfetşêr Ji efxan û ji naliyan nebûn têr Bir kısmı tellal, büyük bir kısmı arslanlardı Figan etmeye ve iniltilere doyamamışlardı 10/12 Babê wî digotinê Skender Lêkîn ‘Ereban digo Xedenfer Kürtler arasında babasına İskender derlerdi Fakat Arapların ona dedikleri Gazanfer’di 43/56 Rabûne Memê du sed xedenfer Mem rabû piyan bi desti xencer Mem’in karşısına iki yüz arslan çıktı Mem elinde hançer olarak ayağa kalktı 3. 3. Bebr/Piling/Pileng (Kaplan) Bu hayvanın edebiyata konu olan özellikleri Cahız tarafından şöyle dile getirilmektedir 1) Evcili hiç olmayan, tür olarak tamamen vahşi ve yırtıcı olan bir hayvandır. 2) Geceleyin bakışını bir nesneye yönelttiğinde gözleri etkileyici ve korkutucu bir ışık saçar. 3) Rakibiyle yaptığı savaşta müthiş bir sabır örneği gösterir. 4) Her durumda insana saldırabilecek bir yapıya sahiptir. 5) Gençliğinde öbür vahşi hayvanları av olarak tercih eder, insana ise sadece yaşlanıp vahşi hayvanları yakalama gücü kalmadığında saldırır. 6) Dişi kaplan yavrusunu genellikle bir yılan eşliğinde doğurur. 7) Avını kaptırmamada en büyük düşmanlığı ve rekabeti aslanla yapmaktadır. Xanî aşağıdaki beyitte kaplanı hem gerçek anlamında hem de mecazi anlamda bir benzetme unsuru olarak kullanırken, av partisinin tasviriyle ilgili ikinci beyitte gerçek anlamda kullanmaktadır: 36/33 Ew şêresuwar û bebrê cengî Xwûnî kiribûn belek pelengî O atlı arslanlar ve o cengâver kaplanlar Alaca kaplanları kanlar içinde bıraktılar 227 36/34 Ewçendi xezal ewan kirin seyd Ewçendi piling ewan kirin qeyd Onlar o kadar çok fazla ceylan avladılar O kadar çok fazla kaplan da bağladılar: 3. 4. Seh (Köpek) Başta Yahudi ve İslâm kültürleri olmak üzere birçok kültürde kötü ve necis bir yaratık olan köpek İranî bölgelerde fedakâr ve sadık bir yaratık olarak insanları ve mallarını koruyan güvenilir bir bekçi olarak kabul edilir. Xanî aşağıdaki beyitlerde bir yandan “Ashab-ı Kehf” (Mağara Arkadaşları) teriminde geçen “ashab” ile Hz. Muhammed’in sahabîleri arasında, bir yandan da kendisiyle Ashab-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr arasında bir benzerlik kurmaktadır. Yani nasıl ki Ashab-ı Kehf’in köpekleri onlara sadık kaldığı için onlarla birlikte cennete gidecekse, beni de Hz. Muhammed’in sahabîlerinin bir köpeği olarak onlarla birlikte cennete girdir! 3/66 Hetta bigehîte Xaniyê jar Napak û pelîd û wacîbunnar Güçsüz Xanî’ye gelince, kendisi de aslında Pis, pisliğe bulaşan, ateşi hak eden olsa da: 3/67 Ew jî bi xerabî û seyînî De’wa diketin bi ummetînî O da bunca kötülük ve köpeklikle beraber Ümmetinden bir fert olduğunu iddia eder 3/68 Wî bed’emelê wekî kîlaban Barî! Bike peyrewê sehaban O köpek misali sürekli olarak kötülük eden Allahım! Yürüt onu da sahabelerin izinden Xanî’nin köpek ile ilgili tasavvurunda ilginçlik arz eden hususlardan biri de Mîr’in fitneci kapıcısı olan Bekir bağlamında köpeklerle kapıcılar arasında kurduğu şu benzerliktir. 228 26/26 Herçend seh û dergevan bira ne Ekser seh bimîhr û bawefa ne” Ne kadar kardeş ise de köpek ve kapıcılar Köpekler genellikle şefkatli ve vefalıdırlar” 26/37 Wan jî hemî paseban ji sa nin Ew jî hemî qismê dergevan in Köpekler grubundandır bütün muhafızları Hepsi muhafız köpeklerdendir kapıcıları 51/55 Hetta xurekê seyê şîkarê Hetta ‘elefê kerê di barê Varıncaya kadar av köpeğinin yemine Varıncaya kadar yük eşeğinin yemine 54/20 Mehrûm mekin Bekir, emanet Em bûne bi wî seyî siyanet Emanet Bekir’i siz mahrum etmeyiniz O köpeğin sayesinde korunmuşuz biz 3. 5. Gur/Gurg (Kurt) Xanî, Mîr Zeynedîn’in çağrısı üzerine düzenlenen av partisine katılanların avladıkları hayvanlar sıralarken tavşan, geyik, kaz, turna, keklik ve doğan isimleriyle birlikte kurdun ismini de kaydetmektedir ki şairimiz bu hayavan isimlerini gerçek anlamlarında kullanmıştır: 36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû Ev qaz û quling û kebk û teyhû Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar Xanî’nin aşağıdaki beyitte kaydettiği “gurg” ise İblîs’i temsil etmek üzere mecazi anlamda kullanılmıştır: 4/25 Ev gurgê le’în ê bedserencam Jêkra biketin me şubhê enxam? 229 Ki akıbeti kötü biri olan şu lanetli kurt kalksın Bizi koyun gibi birbirimizden ayırıp dağıtsın? 3. 6. Beraz (Domuz) İslâm kültüründe köpekten daha çok necis (pislik) kabul edilen domuz tarihsel bir aşk hikâyesine işaret etmek üzere Mem û Zîn’in şu beytinde geçmektedir: 27/40 Meyxwur ke melan bi xunc û nazan Şêxan bişehîne ber berazan Zarafet ve nazınla mollaları içkici hâle getir “Şeyh”leri “domuz sürüsü”ne çoban ettir “Şeyh”ten maksat Şêxê Sen’an, “domuz sürüsü”nden maksat da bu şeyhin âşık olduğu Ermeni sevgilisi uğruna çobanlığını yaptığı domuz sürüsüdür. Burada aşk uğruna hayvanların en necisi olan domuzlara bile çobanlık edileceği vurgulanmaktadır. 3. 7. Xergûş (Tavşan) Xanî av partisinden bahsettiği aşağıdaki iki beyitte geyik, kurt, kaz, turna, keklik ve doğan isimleriyle birlikte tavşan ismini de herhangi bir benzetme olmaksızın gerçek anlamlarıyla kullanmıştır: 36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû Ev qaz û quling û kebk û teyhû Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar 40/19 Xelqê ku xezal û gur û xergûş Xweş girtî li ser mil û der axûş Ceylanları, kurt ve tavşanları taşıyanlar Bunları hoşça omuzlayıp kucakladılar 230 Xanî “Nûbehara Biçûkan” adlı eserinde ikinci kıtanın bir beytinde okumaya yeni başlayan bir çocuğun yakın çevresinde bulunan öküz ve eşek isimleriyle faunaya başlamakta; sekizinci kıtanın bir beytinde koyun ve sürü ile devam etmekte; onuncu kıtanın bir beytinde bunlara kısrak, tay, at, buzağı, kuzu ve oğlak isimlerini ilave etmekte; on birinci kıtada da peş peşe kurt, karga, aslan, kedi, fare ve tilki isimlerine yer vermektedir. Adı geçen kıta ve dizelerde geçen faun örnekleri orijinal Kürtçe formları ve Türkçe karşılıklarıyla beraber şunlardır: Orijinal Kürtçe isimler Türkçe anlamları ga öküz ker eşek mih koyun bizin keçi ker(î) sürü mihîn kısrak kurî tay hesp at golik buzağı berx kuzu kar oğlak gur(g) kurt qîr karga şêr aslan pisîk kedi mişk fare rovî tilki 231 SEKİZİNCİ BÖLÜM ONTOLOJİ ONTOLOJİ 1. VARLIK FELSEFESİ 1. 1. Muhammedî Nûr X anî’nin dinî ontolojik görüşleri diğer ılımlı mutasavvıf ve birçok İslâm felsefecisinin görüşleri ile örtüşmektedir ki bu görüşlerin özeti şudur: Allah ilk önce kendi nurundan Hz Muhammed’in nurunu yaratmış, diğer bütün canlı ve cansız varlıkları bu nurdan yaratmıştır. Bu nurdan yaratılanlar sadece iyiler değil, kötüler de bu nurdan yaratılmıştır. Bu nur yaratıldığı zaman henüz ne yer ne de gök vardı. Allah bütün felekleri bu nurun hatırı için meydana getirmiştir. Ontolojik asıl olan “Muhammedî nûr”dan sonra üç şey yaratılmıştır. Bunlar sırayla Kalem, ruh ve ilk akıldır. Şairimiz, Mem û Zîn’in ilgili bazı beyitlerinde bu konuda şunları söylemektedir: 3/12 Ewwel birqî ji husnê sermed Nûrek bûye me’neya Muhemmed İlk önce ebedî güzellikten bir nur parladı Muhammed ondan yaratılıp anlamlandı 3/14 Erwahi ji me’neya Peyamber Çêbûn mesela nebat û şeker Peygamber nurundan yaratıldı tüm ruhlar Ayrıca bitki ve şeker gibi cansız varlıklar 3/15 Bû eslê esîlê cumle nefsan Nefsa su’eda û nefsê nehsan Tüm ruhların varlıklarının ilk aslı o nurdur O nur hem iyilerin hem kötülerin ruhudur 235 3/16 Hemyan ji wê dîtine teferru’ Hemyan bi wê girtine temettu’ Hepsi o nurdan yaratılıp meydana gelmiş Ve hepsi o nurun sayesinde nimetlenmiş 3/17 Hêja ne zemîn ne ev sema bû Ew serwerê cumle enbiya bû Onun nuru varken ne yer ne de gök vardı Daha o an tüm peygamberler için serdardı 3/18 Xelqa felekan ji bo wî ra bû Secda melekan ji bo wî ra bû Onun hatırı için yaratılmış oldu felekler Onun hatırına Adem’e secde etti melekler 3/19 Ew rehmetê cumle ‘alemîn bû Adem di miyanê ma û tîn bû O peygamber tüm âlemler için rahmet idi Adem o sırada su ile çamur arası bir şeydi 3/20 Pêxemberê cem’ê cuz’ û kul bû Adem bixwe hêj av û gil bû Büyük küçük her kesim için peygamberdi Adem’in makamı su-çamur arası bir yerdi 236 3/8 Herçî we ku bûne bêreqem bû Lew ewwelê maxeleq Qelem bû Sonradan olan her şey önce yazısız idi Bundan dolayı yarattığı ilk şey Kalemdi 3/9 Ev ewwel û rûh û eqlê ewwel Hersê ne bi ewwelî muewwel Bu “İlk Kalem”, “Ruh” ve “İlk Akıl”lar “İlk Üç” varlık olarak yorumlanmışlar 1. 2. Varlıklarda Vacip-Mümkün Kategorisi Varlıklar ikiye ayrılmaktadır. Birincisi varlığı kendinden olan “vacip (zorunlu) varlık”tır ki bu da sadece Allah’tır. İkincisi ise “mümkün varlıktır”. Varlığı gibi yokluğu da düşünülen bu varlık kategorisine Allah’ın dışındaki bütün varlıklar girmektedir. Xanî bu konuda şunları söylemektedir: 3/1 Eşya bi heseb delîl û burhan Nabin çû meger wucûb û îmkan Delil ve kanıtlara göre var olan şeyler Zorunlu ve mümkünden başka değiller 3/2 Wacib yek e Zatê Kîbriya ye Mumkin pir e cem’ê masîwa ye Zorunlu varlık birdir ki yüce Allah’tır Mümkün çoktur: Diğer tüm varlıklardır 3/3 Wî wacibê mumkînati berqe’ Mumkin wî ji bo xwe kirine metle’ Varlığı zorunlu o zat mümkünle perdeli Kendine ayna etmiş o zat mümkünleri 3/4 Ye’nî ewî vî bibit muberhen Husna wî biderkevit ji mekmen Yani istedi ki onun varlığı kanıtlansın Güzelliği onlarla gizli kalmaktan çıksın 1. 3. Heyûla Heyûla varlıkların ilk maddesi demek olan “heyûla” klasik felsefenin ontoloji anlayışına göre her şekil ve tarza girebilen bir maddedir. Nasıl ki hamurdan çeşitli ekmek, çörek, pasta ve benzeri şeyler yapılabiliyorsa; büyük-küçük her şey de yoktan yaratılmayıp heyûladan yapılmıştır. Fakat aşağıdaki beyitlerde görüldüğü gibi birçok İslâm âlimi gibi Xanî de heyûlayı kabul etmemekte ve herşeyin Allah tarafından yoktan var edildiğini benimsemektedir. 237 2/12 Zahir kirin ev qeder senayi’ Peyda kirin ev qeder bedayi’ Bu kadar sanat eserini ortaya sen çıkardın Bu kadar harika şeyleri de yine sen yarattın 2/13 Her yek ji ‘edem kirin te peyda Îbda’i kirin te bê heyûla Sen onlardan her birini yoktan var etmişsin Onları sen heyûlasız meydana getirmişsin 2. DİYALEKTİK D iyalektikten maksat canlı ve cansız varlıklarda birbirine zıt özellik ve karakterlerin bulunmasıdır. Mem û Zîn’in muhtelif bölümlerinde karşılaştığımız bu olgu özellikle 26. bölümde yoğun bir şekilde görülmektedir. Bu bölümün başında yer alan ilk 14 beyti örnek olarak vermekle yetiniyoruz: 26/1 Gava ji ‘edem Xwedê kir îcad Ev kewn û mekan ji nû ve bunyad Allah tüm varlıkları yoktan yarattığında Bu evren ve yerin yeni temelini attığında 26/2 Mecmû’ê mukewwenatê ‘alem Hetta ve xulase new’ê adem Âlemde mevcut olan varlıkların hepsini Hatta evrenin bir özeti olan insan cinsini 26/3 Eşya bi heseb sîfat û ef’al Înane wucûdê muxtelif hal Sıfat ve fiillerin ölçülerine göre nesneleri Yarattı birbirlerinden farklı olarak hâlleri 26/4 Mewcûdi kirin bi hev mu’eyyen Eddadi kirin bi did mubeyyen Varlıkları birbirleriyle bilinir hâle getirdi Zıt olan şeyleri zıtları ile belirginleştirdi 26/5 Ev erd û sema, betî’ û daîr Ev mulk û melek, muqîm û saîr Şu yeryüzü ve gökyüzü, sakini ve döneni Şu mülk ve meleği, sabit ve hareket edeni 239 26/6 Ev nûr û zelam û kufr û îman Ev xuld û seqer, bihişt û nîran Şu aydınlık ve karanlığı, küfrü hem imanı Şu ebedî yurdu ve ateşi: Cenneti ve narı 26/7 Ev barid û harr û retb û yabis Ev mîr û geda, xenî û bais Şu soğuk ve sıcak, yaş ve kuru olan şeyler Şu beyler ve dilenciler, zengin ve fakirler 26/8 Ev ax û hewa û agir û av Ev leyl û nehar û sî û sîtav Şu toprak ve hava, şu ateş ve su unsurları Şu gece-gündüz, gölge ve güneşlik zıtları 26/9 Ev hecr û wîsal û şahî û xem Ev mewt û heyat û sûr û me’tem Şu ayrılık ve vuslat, şu sevinç ve kederler Şu ölüm ve hayat, şu keyifler ve matemler 26/10 Hin nûri mîsal û hin wekî nar Hindek di helîm û hin dijwar Bir kısmı nurdur, bir kısmı ateş gibidirler Bir kısmı uysaldır, bir kısmı da çetindirler 26/11 Van sadiq û rast û xêrxwahan Van qemsî û xwar û rûsiyahan Doğru ve dürüst iş gören şu hayırseverler Şu yalancılar, eğriler ve şu siyah yüzlüler 26/12 Van ehlê cehennem û ‘ezaban Van laiqê cennet û sewaban Cehennemi ve azabı hak eden şu kimseler Cennete ve sevaba layık görülen şu kişiler Varlıklarda görülen zıtlık ne içindir? Sorusu öteden beri insanların kafasını kurcalamış ve buna yanıt aramışlardır. Bilginler en sonunda “bir şey ancak zıddıyla bilinir” ilkesini ortaya atarak buna cevap vermişlerdir. Ör- 240 neğin gece olmazsa gündüz, gündüz olmazsa gece bilinmez ve görülmez. Allah’ın görülmemesi de bu bağlamda izah edilmiştir. Yani yokluğu yok ki varlığı görülüp gösterilebilsin. Xanî aşağıdaki beyitlerden ilkinde her şeyde bir diyalektik ve zıtlığın bulunduğuna bir soruyla dikkat çekmekte, ikinci beyitte bunun cevabını bizzat kendisi vermektedir: 26/13 Nabînî ku pêkve cumle didd in Hîkmet çi ye, bo çi pêkve nidd in Görmüyor musun ki bunlar birbirine zıttır Hikmet nedir, neden birbirlerine karşıttır? 26/14 Lewra ku nebit eger texaluf Temyîz muhal e hem te’aruf Çünkü bunlar olmasaydı birbirlerinin zıddı Birbirlerinden ayırıp tanımak imkânsızdı 241 DOKUZUNCU BÖLÜM KÜRT REALİTESİ VE KÜRT DİLİ 243 KÜRT REALİTESİ VE KÜRT DİLİ 1. KÜRT REALİTESİ X anî’yi kendisinden önceki bütün Kürt âlim ve düşünürlerinden ayıran en önemli yanı Kürt meselesine daha o zamanlar (bundan 300 küsur yıl önce) değinmesidir. Kuşkusuz bu onun yaşadığı dönemdeki Kürt realitesiyle doğrudan ilgilidir ki bu realite günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Ehmedê Xanî’nin o dönemin Osmanlı ve İran devletlerine bağımlı olmanın Kürtler için utanç verici olduğunu söylemesi ve Kürtlerin bu iki devletten kurtulup başında taç, altında taht olan bir Kürt hükümdarının liderliğinde kendi iktidarlarını kurmaları gerektiğini savunması Kürtlük aidiyeti tarihi açısından ilk ciddî fikirdir. Şairi bu olgunun teorisyenliğini yapmaya sevk eden faktör veya faktörlerin neler olduğunu “Mem û Zîn”de yoğun bir şekilde görüyoruz. Onun bu bağlamda kullandığı anahtar terimlerden bazıları ve kapsamları şunlardır: Ekrad Kurmanc Tewaifê Ekrad Qebîlê Ekrad Mehkûm Mehrûm Bêtifaq Se’alîk Sefîl Bêxwedan Cihanpenah Padîşah Kürtler Sadece Kurmancî lehçesini konuşanlar değil, tüm Kürtler Kürt taifeleri Kürt kabileleri Yönetilen, kendisine hükmedilen Tüm haklardan yoksul Aralarında birlik olmayan Fakir, zavallı Sefil, sefalet içinde yaşayan Sahipsiz Kürtlerin başında görmek istediği “âlemin sığındığı hükümdar” Padişah Kulâh û tac Dewlet Rom Tirk ‘Ecem Tacîk Kürt padişahının başında görmek istediği külâh ve taç (iktidar sembolleri) Devlet Osmanlı Türkleri Osmanlı Türkleri İran Farsları İran Farsları Kürtlük aidiyeti duygusu ve Kürt milliyetçiliği tarihi ile ilgili araştırma yapan Doğu ve Batı araştırmacılarının dikkatinden kaçmayan ilk isim Ehmedê Xanî, ilk eser de onun “Mem û Zîn”idir. Burada bu araştırmacılardan bazılarının konuyla ilgili görüşlerini kesitler hâlinde verdikten sonra “Mem û Zîn”de Kürt milliyetçiliği ve Kürt dili-İktidar ilişkisi çerçevesinde savunduğu görüşleri analiz etmeye çalışacağız. Martin Van Bruinessen “Ağa, Şeyh, Devlet” adlı eserinde “Kürt milli bilincinin tarihi” başlığı altında şunları söylemektedir: Kürt milliyetçiliğinin toplumsal açıdan önemli bir güç olma niteliği yeni bir olgudur. Ancak bu, geçmişte bir Kürt “milli” bilincinin olmadığı anlamına gelmez. 17. Yüzyılda yaşamış olan Kürt şairi Ahmed-i Hani, manzum destanı Mem û Zîn’in önsözünde Kürtlerin Osmanlı ve Safevi imparatorluklarının boyunduruğu altına girmelerine neden olan bölünmüşlüklerinden yakınır. Hani Kürdistan’da çok okunurdu ve okunmaktadır. Eserinin el yazmaları çoğaltılmış ve mollalarca korunmuştur. Öğrenciler Kur’an surelerinin, Hâfız ve Sadî gibi şairlerin dizelerinin yanı sıra, Hani’nin eserinden parçalar da ezberlerdi. Mem û Zîn herkes tarafından Kürtlerin milli destanı olarak kabul edilir. (Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, çeviren: Banu Yalkut, İletişim Yayınları, İstanbul 2003, s. 390-391). Bazil Nikitin “Kürtler: Sosyolojik ve Tarihi İnceleme” adlı yapıtında “Kürt ulusal duygusu” başlığı altında şairimize ve onun “Mem û Zîn”ine şöyle dikkat çekmektedir: “Bu konuda hicretin 1061 yılında doğmuş büyük Kürt ozanı Ehmedê Xanî’yi anmak yeter. Mem û Zîn adlı başlıca yapıtında Kürdistan’ı simgeleyen bir tutukluyu anlatan ozan, tutsak yurdu kurtarmak için girişilecek çabaları ve yolları gösterir. Eğer 11. Yüzyılda bir Xanî yaşamış olsaydı, Kürt tarihi bir başka yön alabilirdi”. (çeviren: Hüseyin Demirhan ve Cemal Süreyya, İstanbul 2002, s. 308-309). 246 Klasik Kürt edebiyatı ve şiiri hakkında bilgi veren Wadie Jwaideh, Kürt şairleri içerisinde yurtlarına bağlılık temalarını işleyen iki isim vermektedir. Bunlardan biri ilki Ehmedê Xanî, ikincisi ise Hacı Qadir Koyî’dir. Yazarın paragrafını aynen aktarıyoruz: “Kürt şairleri geleneksel olarak romantik aşk ve yurtlarına bağlılık temalarıyla ilgilenmişlerdir. 17. Yüzyıl şairi Ehmedê Xanî ve 19. Yüzyıl şairi Hacı Qadir Koyî en büyük iki şair olarak anılırlar. Beyazıt’ta yaşamış ve ölmüş Ehmedê Xanî, Mem û Zîn’in yazarıdır. İranlılar için Firdevsî ne ifade ediyorsa, Kürtler için de Ehmedê Xanî aynı şeyi ifade eder”. (Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, Kökenleri ve Gelişimi, çeviren: İsmail Çekem ve Alper Duman, İletişim Yayınları, İstanbul 1999, s. 47). Xanî’nin yaşadığı XVII. yüzyıl, Kürt toprakları üzerinde kavga eden İran ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki çatışmaların kızışmaya devam ettiği bir yüzyıldır. Bu iki imparatorluk birbirine karşıki saldırılarında Kürt topraklarını ve beyliklerini bir köprü olarak kullanmışlardır. Bunun doğal neticesi olarak bu savaşlarda en büyük zararı Kürtler görmüşlerdir. Xanî’nin “Mem û Zîn”de Kürtlük olgusuna ilk değindiği yer “Giriş”in “ithaf” alt kısmıdır. Bilinen mesnevi yazarlarının aksine, şair bu eserini ithaf edeceği ehil bir hükümdar bulamaz; bu yüzden eserini bütün Kürtlere ithaf eder ve böylece belli bir hükümdarı övmek yerine bir bütün olarak Kürt taifelerini methetmeyi daha uygun görür. Bu alt kısım için seçilen orijinal başlık ve çevirisi şöyledir: Îş’ara medîheta tewaifê di Kurdan e bi şeca’et û xîretê Û îzhara bedbextî û bêtaliîya wan e digel hinde semahet û hemiyetê (Bu kısım, cesur ve gayretli Kürt topluluklarını açıkça övmeye ve bunca cömertlik ve hamiyetperverliklerine rağmen onların talihsizliğine dairdir.) Klasik Doğu şirine aşina olanlar bilirler: Şairler İslâm mistisizminde daha çok mürşid-i kâmili sembolize eden “sâki”ye seslenerek ondan kendilerine kalbi sembolize eden “Câm-ı Cem”den mânevî bir şarap vermesini isterler. Câm-ı Cem, “Cem’in Kadehi” demektir. Yüzünün güzelliğinden dolayı isminin sonuna sonradan ışık anlamına gelen “şîd” eki getirilerek Cemşîd olarak anılan Cem milattan çok önceleri yaşamış eski İran hüküm- 247 darlarındandır. Şarabın onun döneminde ortaya çıktığına bakılarak kullanılan Cam-ı Cem gizlilikleri keşfetmenin ve dünyadaki gelişmeleri ondan izlemenin sembolü olarak kabul edilmekte ve bu bağlamda dünyayı gösteren kadeh anlamında “Cam-ı Cihannümâ” şeklinde tanıtılmaktadır. İşte şairimiz de bu alt kısmın aşağıda kaydettiğimiz daha ilk beytinde Kürtlerin geleceğini doğru okumak ve yorumlamak amacıyla sâkiden mânevî şarabı kendisine bu kadehten sunmasını istemektedir: 5/1 Saqî tu ji bo Xwedê kerem ke Yek cur’eyê mey di Camê Cem ke Saki! Allah aşkına lütuf eyle, şöyle buyur Cem’in Kadehi’ne bir yudum şarap doldur 5/7 Bextê me ji bo me ra bibit yar Carek bibitin ji xwabê hişyar Mümkün müdür bize dost olsun bahtımız Bir kez olsun derin uykudan uyanmamız? Dediğimiz gibi bu kadehin en büyük mitolojik özelliği geleceği göstermesidir. İşte yazarımız da sâkiden bu kadehi isterken amacının Kürtlerin geleceğini görmek olduğunu aşağıdaki beyitte dile getirmekte ve bu kadehi “cihannüma” (dünyayı gösteren) olarak nitelendirmektedir: 5/2 Da Cam bi meyê cîhannuma bit Her çi me îrade ye xwuya bit Doldur ki bu kadeh bizlere cihanı göstersin Ne muradımız var ise ortaya bir çıkıversin Arap dilinde “ba’de’l-kemâli zevâlün” (zirveye çıkıştan sonra iniş başlar) şeklinde hikmetli bir söz vardır. Bu sözden esinlendiği anlaşılan şairimiz aşağıdaki beytinde Kürtlerin talihsizliğinin zirveye çıktığına vurgu yapmakta, bu talihsizliğin bundan sonra inişe doğru tersine bir dönüş yapıp yapmayacağını merak etmekte; ardından gelen beyitte de feleğin dönen çarkında Kürtler için bir şans yıldızının doğmasının mümkün olup olmadığını sorgulamaktadır: 5/4 248 Îdbara me wê gîha kemalê Aya bûye qabilê zewalê? Artık son haddini bulmuştur talihsizliğimiz Bundan sonra düşüşe geçecek mi dersiniz? 5/6 Qet mumkin e ev ji çerxê lewleb Tali’ bibitin ji bo me kewkeb? Mümkün müdür feleğin dönmesi lehimize? Mümkün mü bir şans yıldızı doğsun bize? Kürtler için merak ettiği şeylerden biri de içlerinden kendilerine ve dünyaya hükmedecek bir hükümdarın çıkmasının mümkün olup olmadığıdır. Şairin Kürtlerin içinden çıkıp çıkmayacağını merak ettiği bu hükümdarı aşağıdaki ilgili beytinde “cihanpenâh” ve “padişah” olarak vasıflandırmaktadır. Çünkü yaşadığı dönemde Doğuya ve Ortadoğu’ya hükmeden rakip iki devlet olan Osmanlı ve İran devletleri padişahlık ve şahlık sistemleriyle yönetiliyor, bu devletlerin başındaki hükümdarlar padişah, sultan ve şah gibi unvanlarla anılıyorlardı. Dolayısıyla Kürtlerin başında görmek istediği kişiyi de bu vasıflarla nitelendirmesi doğaldır: 5/8 Rabit ji me jî cîhanpenahek Peyda bibitin me padîşahek Mümkün mü bizden bir hükümdar kalksa? Bizim içimizden bir padişah ortaya çıksa? Kürtlerin içinden çıkmasını istediği bu hükümdarın profilini de kendine göre çizen şair, onu aşağıdaki üç beytinde ikinci kez “padişah” olarak anmakta, başında bir “taç” bulunmasını hayal etmekte ve üzerinde oturacağı bir “taht” tasavvur etmektedir, ancak böyle birinin iktidarı altında bir araya geldikleri takdirde şanslarının açılacağına ve kendilerinin de öbür milletler gibi revaç bulacaklarına dikkat çekmektedir: 5/14 Ger dê hebûwa me padîşahek Laîq bidiya Xwedê kulahek Eğer biz Kürtlerin de bir padişahı olsaydı Ve Allah o padişaha bir taç layık bulsaydı 5/15 Te’yîn bibûwa ji bo wî textek Zahir vedibû ji bo me bextek O padişaha tayin edilmiş olsaydı bir taht O zaman açılacaktı bize yepyeni bir baht 249 5/16 Hasil bibûwa ji bo wî tacek Elbette dibû me jî rewacek Eğer olsaydı o padişahın giyeceği bir taç Elbette o zaman biz de görecektik revaç Şair böyle bir hükümdarın şemsiyesi altında kendilerine ait bir iktidara kavuştukları takdirde bunun nasıl bir netice vereceğini iki beyitte özetlemektedir. Aşağıda kaydedeceğimiz bu iki beyte göre böyle bir hükümdara kavuşan Kürtler Osmanlı Türklerine ve İran Farslarına bağımlı olmaktan kurtulacak ve toprakları da bu uluslar tarafından baykuşların kondukları harabelere dönüşmeyecektir: 5/18 Xalib nedibû li ser me ev Rûm Nedibûne xerabeyê di dest bûm O zaman bize galip gelmezdi bu Romlar Olmazdık baykuşun konduğu yıkıntılar 5/19 Mehkûmun ‘eleyh û se’alîk Mexlûb û mutî’ê Tirk û Tacîk Olmazdık başkasının yönettiği miskinler Türk ve Farslara yenilip emrine girenler Kürtlerin Osmanlılara ve İranlılara bağımlı bir şekilde yaşamalarını “âr” (utanç verici) bulan şair, Kürtlere bu utancı yaşatan suçluları ararken aklına “namdar” olarak nitelediği Kürt beyleri ve şairleri geliyor. Fakat bu meseleyi irdelediği aşağıdaki iki beytinde bu işin birinci derecede sorumluları olarak “namdar” (ünlü) dediği Kürt beylerini ve Kürtlere şu veya bu şekilde hükmedenleri görmekte, şair ve fakir kesiminin bu noktada belirleyici bir gücü temsil etmediklerini vurgulamaktadır: 250 5/21 Teb’iyetê wan egerçi ‘ar e Ew ‘ari li xelqê namidar e Gerçi o kavimlere bağımlı olmak ayıptır Ama bu, Kürt ilerigelenlerinin bir aybıdır 5/22 Namûs e li hakim û mîran Tawan çi ye şa’ir û feqîran Bu, Kürt hükümdar ve beylerinin aybıdır Şair ve fakir kesimlerin ne güçleri vardır? Şair güçlerin çarpıştığı bir mücadele sahası olarak gördüğü dünyayı bir geline benzettiği aşağıdaki beyitlerinde ancak erkekçe kılıca el atanların devlet ve iktidar sahibi olduklarına, eline kılıç alanların ancak bu gelin gibi dünyada kendi hâkimiyetlerini kurduklarına, bu geline “evlilik mehri olarak ne istiyorsun?” diye sorduğunda mehrinin “himmet” olduğunu söylediğine vurgu yapmış ve böylece durup dururken kimsenin izin vermeyeceği bu iktidara kavuşmak için gerektiğinde kılıca başvurmak gerektiğini savunacak kadar radikal söylemler geliştirmiştir. Evet, şair bu konudaki düşüncelerini şöyle seslendirmektedir: 5/23 Herçî bire şîri destê hîmmet Zebt kir ji xwe ra bi mêrî dewlet Kimler uzatmış ise kılıca gayret ellerini Erkekçe elde etmişler kendi devletlerini 5/24 Lewra ku cîhan wekî ‘erûs e Wê hukim di destê şîrê rûs e Çünkü bu dünya âdeta bir gelin gibidir Ona hükmetmek yalın kılıcın elindedir 5/26 Pirsî min ji dinê ev bi hîkmet: Mehra te çi? Gote min ku:Hîmmet Dünyaya bilgece sordum: Başlığın nedir? Bana şöyle dedi: Benim başlığım gayrettir Şair birbirine bağlı iki beytinde bu koskoca dünyada Kürtlerin her şeyden mahrum ve yöneten değil hep yönetilen olmalarının Allah’ın hangi hikmetine dayandığını merak etmekte ve bu hikmeti anlamaktan aciz olduğunu belirtmektedir. Evet, şair bu iki beytinde şöyle söylemektedir: 5/28 Ez mame di hîkmeta Xwedê da Kurmanc di dewleta dinê da Şaştım kaldım ne var Allah’ın hikmetinde Ki Kürtler şu dünya devletinin içerisinde 5/29 Aya bi çi wechî mane mehrûm? Bîlcumle ji bo çi bûne mehkûm? Acaba neden böyle mahrum kalmışlar? Neden dolayı hep “yönetilen” olmuşlar? 251 Şair bunun hikmetini anlamaya çalışırken bir an için Kürtlerin yaşadıkları bölgelerin stratejik ve jeopolitik konumlarını düşünmekte, Osmanlıların ve İranlıların Kürtleri kuşattıklarına vurgu yapmakta, Kürtlerin dört bir yana dağıldıkları gerçeğini gözler önüne sermekte, ikili cephe olarak Osmanlı ve İran tarafının Kürtleri ölümcül oklarına hedef yaptıklarını düşünmekte ve başta Osmanlı-İran sınırlarının tespiti olmak üzere sınırlar çizilip değiştirilirken Kürtlerin bunda hep kilit rol oynadıklarına şu üç beytiyle dikkat çekmektedir: 5/33 Ev Rom û ‘Ecem bi wan hesar in Kurmanci hemî li çar kenar in Romlar ve Araplar Kürtleri kuşatmışlar Kürtlerin tümü dört parçaya ayrılmışlar 5/34 Herdu terefan qebîlê Kurmanc Bo tîrê qeda kirîne amanc Bu iki cephe Kürtlerin karşısına geçmiş Onları imha etme oklarına hedef etmiş 5/35 Goya ku li ser heddan kilîd in Her taîfe seddek in sedîd in Kürtler sınırların üzerinde sanki kilittir Kürt Aşiretleri orada sağlam birer settir Evet, şaire göre her bir Kürt taifesi sınırlarda birer settir. Osmanlı-İran savaşlarında tarafların birbirlerine ulaşması için maddî ve mânevî olarak bu setleri kullanmaları gerekirdi. Bu yüzden de her iki imparatorluk kendine bağlı bir tampon Kürt gücünü oluşturup gerektiğinde bunları öbür imparatorluk ve güce karşı kullanırken zarar görenler hep Kürtler olmuştur. Bu iki imparatorluk arasında kalan Kürtler bu yüzden hep kana bulanmışlardır. Yazar “Rom” olarak tanıttığı Osmanlılar ile “Tacik” olarak tanıttığı İran Farsları arasında kalan Kürtlerin bir türlü kendi aralarında bir birlik oluşturamamalarına, bu iki devletten her birisinin kendi Kürtlerini oluşturma politikaları güttüklerine ve kendi ifadesiyle onları “berzah” gibi birbirlerinden ayırdıklarına şu iki beyitle dikkat çekmektedir: 5/36 252 Ev qulzumê Rom û behrê Tacîk Gava ku dikin xurûc û tehrîk Kızıldenizi andıran şu Rom ve Acemler Ne zaman ortaya çıkıp hareket etseler: 5/37 Kurmanc dibin bi xwûnê mulettex Wan jêk ve dikin mîsalê berzex Kürtler her seferinde kana bulanıyorlar Berzah misali birbirlerinden ayırıyorlar Kürtlerin neden bir türlü kendi iktidarlarını kuramadıklarını irdeleyen şair sosyoloik bir yaklaşım sergileyerek bunu Kürtlerin kendi aralarında birlik oluşturamamalarına, sürekli birbirileriyle çekişmelerine ve iç kavgalar yaşamalarına bağlamaktadır. Şair aşağıdaki beyitte bu gerçeğe dikkat çekmektedir: 5/42 Lew pêkve hemîşe bêtifaq in Daîm bi temerrud û şîqaq in Bunun için hiçbir zaman ittifak etmezler Sürekli birbirlerine diklenip isyan ederler Şair Kürtlerin kendi aralarında birlik ve beraberlik kurup birbirilerinin sözünü dinledikleri takdirde bütün Rom, Arap ve Acemlerin onlara efendi değil, hizmetçi olacaklarına vurgu yapmakta ve bu bağlamda dinlerini de devletlerini de mükemmel bir seviyeye temsil edip diğer milletler gibi ilim ve hikmet sahibi olacaklarını şöyle dile getirmektedir: 5/43 Ger dê hebuwa me îttîfaqek Vêkra bikra me înqiyadek Eğer birlik ve beraberlik içinde olsaydık Birbirimize uyup ittifakımızı kursaydık 5/44 Rom û ‘Ereb û ‘Ecem bi temamî Hemiyan ji me ra dikir xulamî Tamamıyle Romlar, Araplar ve Farslar Hepsi de bizim için hizmetçi olacaktılar 5/45 Tekmîli dikir me dîn û dewlet Teshîli dikir me îlm û hîkmet O zaman tamamlardık dini ve devleti Elde edecektik hem ilmi hem hikmeti 253 2. KÜRT DİLİ VE İKTİDARLA İLİŞKİSİ X anî gerek “Mem û Zîn”i Kürtçe yazmasının nedeni münasebetiyle gerekse diğer münasebetlerle Kürt dili ve ona bağlı Kürt edebiyatı hakkında milli görüşler serdetmiş ve bir dilin geçerlilik kazanması için ona sahip çıkacak ve onun “dil” olduğunu onaylayacak bir iktidarın olması gerektiğini savunmuştur. Şimdi onun bu konudaki görüşlerini yansıtan beyitleri tahlil etmeye çalışalım. Xanî Mem û Zîn’i yazmada kullandığı dilin saf bir Kürtçe olduğuna şöyle vurgu yapmaktadır: 6/33 Kurmancî ye, sirf e, bêguman e Zêr nîne bibên sipîde mane Kürtçedir, durudur, kuşku taşımamaktadır Altın değil ki desinler “beyaz kalmışlardır” Yazar daha sonra dil-iktidar ilişkisi çerçevesinde değerlendirilebilecek asıl önemli meseleye parmak basmaktadır. Bir dilin sırf dil olması hasebiyle değersiz olamayacağını, değersizliğinin nedeni ona geçerlilik kazandıracak bir Kürt iktidarını üstlenen bir padişahın ve onun onay mührünün olmaması olduğunu söyleyen şair, paraya benzettiği bu dil ile ona geçerlilik mührünü vuracak bir Kürt padişahı arasındaki ilişkiyi şöyle dile getirmektedir: 6/35 Neqdê me mebêje kêmbuha ye Bêsîkkeê şahê şahrewa ye Demeyesin ki “bizim akçemiz değersizdir” Hâkim bir şahın sikkesi yok, sikkesizdir Xanî sonraki beyitlerde bu dilin hükmü geçer bir padişahın sikkesiyle geçerli bir hâl kazandığı takdirde böyle geçersiz ve şüpheli bir hâlde kalmayacağına inanmakta ve bu inancını şöyle açığa vurmaktadır: 255 6/36 Ger dê bibuwa bi derbê menqûş Nedma wehe bêrewac û mexşûş Eğer o akçeye sikke basılarak süslenseydi Kalmayacaktı geçersiz ve sahteymiş gibi 6/38 Qirtasiyyeya me bêpenahan Bê derbê qebûlê padîşahan Biz sığınaksızların onaysız hammaddesi Basılmamıştır ona padişahların sikkesi İktidarın sembolü olan sikkeden yoksun bir dilin iktidar tarafından desteklenen ve onaylanan bir dil kadar disiplinize olamayacağını, edebî bir çehre kazanamayacağını ve kuralları oturmuş standart bir dil hâline gelemeyeceğini iyi bilen Xanî yazdığı eserin bu özelliklere sahip bir dilin eseri olmadığı için piyasasının kesat olduğuna şöyle dikkat çekmektedir: 6/19 256 Çibkim ku qewî kesad e bazar Nînin ji qumaşî ra xerîdar Ne yapayım ki Kürtçenin pazarı durgundur Bu değerli kumaşın hiçbir müşterisi yoktur ONUNCU BÖLÜM KÜRT FOLKLORÜ KÜRT FOLKLORÜ 1. KIZ İSTEME VE DÜĞÜN 1. 1. Evlilik Teklifi K ürt toplumunda evlilik teklifi genellikle erkekler tarafından yapılmaktadır. Fakat Mem û Zîn’in aşağıdaki beyitleri incelendiğinde bu teklifin Zîn ve Sitî tarafından Mem ve Tacdîn’e yapıldığı görülmektedir. Zîn ve Sitî bu tekliflerini dadıları Heyzebûn aracılığıyla yapıyorlar. Zira kendi deyimleriyle “haya perdesi” onları bu teklifi doğrudan doğruya yapmalarına engel olmuştur. 21/32 Rabe here zû bibêje Tacdîn: Ger dê te Sitî bivê, Memê Zîn Çabuk kalkıp git şunları söyle Tacdîn’e: Şayet talipli isen Sitî’ye, Mem de Zîn’e 21/33 Mizgîn ji we ra me hûn qebûl in Em jî ji we zêdetir melûl in Gözünüz aydın, biz de sizi kabul ediyoruz Bizler sizden daha fazla üzüntü çekiyoruz 21/34 Işqa we celew ji me revaye Mani’ li me perdeya heya ye Aşkınız yularımızı elimizden kaçırtmıştır Bize engel olan şey ise hayâ perdemizdir 21/35 Ew perde ji bo we ra ‘edîm e Bêperdeyî jibo we ra qedîm e O ar perdesi sizin için bulunmamaktadır Perdesizliğiniz çok eskiye dayanmaktadır 259 1. 2. Kız İsteme Sitî’nin Tacdîn’e istenmesiyle ilgili aşağıdaki beyitlerde söylenenlerden o dönemde kız isteme geleneğinin şu şekilde olduğunu anlıyoruz: -Önce bazı kimseler bu iş için aracı olurlar -Sonra kızı isteyecek olan heyet kızın velisinin evine gider -Heyete molla ve hatipler öncülük ederler -Bunlar ricacı olup dua ederler -Heyetin içinde âlimler, cahiller, yargı mensupları ve yöneticiler de bulunur -Heyet sözcüleri kızın velisini ve ailesini şa’şaalı sözlerle överler -Kendisi için kızlarını istedikleri damat adayının da bazı meziyetlerini sayarlar -Kızın velisi kızı verdiği takdirde meclis dağılmadan önce nikâh kıyılır -Nikâh kıyıldıktan sonra mutluluk duaları okunur -Ardından kızın verildiği ve nikâhının kıyıldığı davul zurnalarla duyurulur -Bu duyuru düzenlenen oyun ve eğlence partileriyle pekiştirilir -Bu oyun ve eğlence partilerinde müzisyenler tutulur, çeşitli çalgılar çalınır -Varlıklı kız tarafı büyük ziyafetler verir, türlü yiyecekler bulundurulur -Ziyafette misafirleri bizzat kızın velisi ağırlar ve onlara hizmet eder -Bu etkinlikler esnasında damada kimin sağdıçlık yapacağı ilan edilir 21/36 Xwazgîn û wesaît û wesîle Herçî ku ji ba we bên cemîl e Dünürler, arabulucu ve vesile olan kimse Güzel bir şeydir tarafınızdan kim gelirse 21/37 Ev renge bibêje wan hebîban: Mecmû’ê mewalî û xetîban Sen şunları söyle o sevdiğimiz kimselere: Haber versinler bütün molla ve hatiplere 21/38 Hindek ji we ra bibin ricaçî Hindek ji me ra bibin du’açî 260 Onlardan bir kısmı sizin için olsun ricacı Diğer bir kısmı ise bizim için olsun duacı 21/39 Belkî kiribit Xwedê muqedder Wesla me û we bibit muyesser” Belki de Allah bunu yapmış alınyazımız Belki kolay gerçekleşecek kavuşmamız” 22/11 Gava ku ewan bihîsti mizgîn Hay dan bi tebayî xelq û xwezgîn Ne zaman ki kendileri bu müjdeyi işittiler Halkı ve dünürleri birlikte haberdar ettiler 22/12 Hindek ‘ulema û hin di ‘adil Hindek umera û hin di cahil Bazı âlimler ile bir kısım adil kimseler Bazı yöneticilerle bir kısım cahil kişiler 22/13 Rabûne ve cumle çûne nik Mîr Ev renge kirin qediyye teqrîr: Hep birlikte kalkıp gittiler Mîr’in yanına Meseleyi de şu şekilde dile getirdiler ona: 22/14 Ki "ey waliyê mulk û mal û millet" Wey hamiyê dad û dîn û dewlet Ey mülkün, malın ve milletin efendisi! Ve ey adaletin, dinin ve devletin hamisi! 22/15 Tu sayeê lutfê Kirdîkar î Îro li me şah û xwundîkar î Sen Yaratıcı’nın yeryüzündeki gölgesisin Bugün bizim padişahımız ve hâkimimizsin 22/16 Şah î, nezera te kîmya ye Mah î, esera te pirziya ye Sen, bakışları kimya olan bir padişahsın Sen eseri çok ışık vermek olan bir Ay’sın 261 22/17 Herçî te vexwendî ew ‘ezîz e Herçî te nexwendî bêtemîz e Kimi yanına davet etmiş isen azizleşmiş Sen kimi reddetmiş isen önemsizleşmiş 22/18 Herçî te kire çirax û geş kir Ger halxirab e jî te xweş kir Kimi çıra yaparak ışığını yükseltmişsen Hâli kötü de olsa hâlini düzeltmişsin sen 22/19 Tacdîni egerçi mîrza ye Nîsbet bi te bende ye, geda ye Her ne kadar Tacdîn de bir beyzâdedir Sana kıyasla o ancak dilencidir, köledir 22/20 Hatin ku bikin ji dil du’ayê Fîlcumle dikin ji te ricayê: Buraya geldik ki dua edelim gönülden Hepimiz birlikte rica ediyoruz senden: 22/21 Tacdîn Sitiyê ji te dixwazit Ew qûl bi çiraxiyê dinazit Tacdîn senden Sitî’yi ona vermeni istiyor O kölen sana çırak olmak için naz ediyor 22/22 Ew bende ye wî bigêre azad Zîbende ye wî bidêre damad” Kulundur o, hürriyetine kavuştur, et azat Yakışıklı biridir onu kendine yap damat” 22/23 Mîr go ku: “Heçî we dîtî laîq Elbette jibo me ra ye faîq Mîr dedi ki: “Siz kimi layık görmüş iseniz Kesinlikle bizim için de odur üstün/aziz 262 22/24 Herçî ku wekîl e bêt û rûnit Mewla kî ye xutbeê bixwûnit Nikâhı kıyma vekili kim ise gelsin otursun Hoca kim ise nikâh kıyma duasını okusun 22/25 ‘Eqda Sitiyê me kir li Tacdîn Îcabe eve qebûl e amîn! Biz Sitî’yi Tacdîn’e nikâhlayıp ona verdik Cevabımız olumlu, Allah kabul etsin dedik 22/26 Fîlhal Çeko bezî û pê Mîr Teqbîli kir û qebûlê teqrîr Çeko hemen koşup Mîr’in ayağına kapandı Ayağını öptü ve kabul işini orada onayladı 22/27 Mecmû’ê mela û şêx û mîran Axa û ekabîr û feqîran Tüm mollalar, tüm şeyhler ve bütün beyler Bütün ağalar, tüm ileri gelenler ve fakirler 22/28 Vêkra bi devê xwe wan sena kir Têkda bi dilê xwe wan du’a kir Onlar hep beraberce sena ettiler dilleriyle Hepsi de birlikte dualar ettiler kalpleriyle 22/29 Mîr go: “Biqutin def û rebaban Bînin hemî şerbet û şeraban Mîr dedi: “Çalın davulları ve rübabları Getirin tüm şerbetleri ve bütün şarapları 22/30 Da bezmeke şadimane danîn Îro he ku subhe em nizanîn Ki biz sevinç ile dolu bir meclis kuralım Yarın ne olur bilemeyiz, bugüne bakalım 263 22/31 Dê şubhetê vê demê di xweş bin Ya dê bimirîn û ya nexweş bin Acaba şimdiki gibi hayatta mı kalacağız? Yoksa biz öleceğiz ya da hastalanacağız? 22/32 Hubla ne leyalî ey mewalî! Kanê çi dizên ‘ele’t-tewalî! Geceler bir şeylerle gebedirler ey dostlar! Bakalım birbiri ardına neler doğuracaklar! 22/33 Ev şîwen û şahî teweman in Ev çerx û felek di bêeman in Şu matem ve sevinç birbirinin ikizidir Şu çark ve felek de hepten güvensizdir 22/34 Geh nûri numa ne gahi muzlem Geh sûri numane gahi matem Bazen aydınlığı gösterir bazen karanlığı Bazen düğünü gösterir bazen de yaslılığı 22/35 Gava ku dibînî weqtê ‘îşret Da fewt nekî zemanê firset Gördüğün an sevinç-eğlence zamanını Sakın elinden kaçırma o anın fırsatını! 22/36 Lewra ku zeman mîsalê şîr e Nabêjitin ev mela ye, mîr e Çünkü “zaman” tıpkı bir kılıca benziyor Bu molla mıdır ya da bey midir demiyor 22/37 Îro he ji bo ridayê Tacdîn Min jî ji xwe ‘ed bikin bi xwazgîn Bugün Tacdîn’in hatırı vardır hesaplayın Beni de bir dünür gibi kendinizden sayın 264 22/38 Ev çende zeman e ew xulam e Daîm di xulamiyê temam e Bunca zamandır hizmetçi olarak çalışıyor Hizmetçiliğini de her zaman tam yapıyor 22/39 Ew hinde di xidmeta me da bû Umrê wî di ber me da feda bû Kendisi uzun bir zaman bize hizmet etti O, ömrünü bize hizmet etmek ile tüketti 22/40 Şert e di şerî’eta wefayê Em jî ji wî ra bixwun cefayê Artık kesin şart olmuştur vefa kanununda Ki biz de cefalar çekelim onun yolunda 22/41 Îro he di xidmeta wî rabîn Bizzat di xidmeta wi da bîn Bugün bizler de onun hizmetine koşalım Biz bizzat kendisinin hizmetinde olalım 22/42 Mêrê wehe kî bitin ku canî Şabaş nedite bi şadimanî? Kim kendi ruhunu böyle olan bir yiğide Bağış olarak vermez ki mutlu bir şekilde? 22/43 Ger min hebitin hezar û yek ser Wan cumle di rojekê bi defter Eğer benim bin bir tane başım bile olursa Onların tümü bir gün içinde hesaplanırsa 22/44 Ger ez nekirim fîda bi carek Mîrînî li min nebit mubarek” Eğer hepsini birden feda etmez isem ona Beyliğim hiç de mübarek olmasın bana! 265 22/45 Tacdîn ku di xidmeta Emîr bû Çeşna wî di dest û çeşnegîr bû Tacdîn ki o daima Mîr’in hizmetindeydi Mîr’in kepçecisiydi ve kepçesi elindeydi 22/46 Elqisse bi şewketa xwe ew Mîr Rabû bixwe bûye çaşnîgîr Kısacası o Mîr azametli olmasına rağmen Bizzat kepçeci olup hizmete kalktı hemen 22/47 Kêşa wî bi meclîsa xwe xwanek Goya kire ferşi asîmanek Meclisinde öyle bir sofra ortaya koydu ki Bir gökyüzü tabakasını ortaya serdi sanki 22/48 Qursê meh û mîhrê asîmanî Înan te digo bi cayê nanî Yuvarlak Ay ve gökteki Güneş’i getirdi1 Sanki ekmeği değil onları sofraya serdi 22/49 Ev lengeriyê di zîv û zêrîn Şubhetê felekê di jor û jêrîn Gümüşten ve altından şu büyük sahanlar Üst ve alt gök tabakalarına benziyordular 22/50 Her sehnê mezin mîsalê burcek Serpoşê li ser ji rengê durcek Her büyük bir sahan tıpkı bir burç gibiydi Örtünün rengi mücevher kutusu rengiydi 22/51 Her tebsî û kaseyê di fexfûr Yek exterê pirdiyayê pirrnûr Çin yapımı fahfûrî kâseler ve her tepsi Çok ışık ve nur saçan yıldızdı her birisi 1 266 Ay ve Güneş’ten maksat ekmektir. Renk ve şekil bakımından ekmeğin bu iki gök cismine benzetilmesi klasik şiirde yaygın bir kullanımdır. 22/52 Cedy û Hemelê di asîmanî Buryan û kebabê mîhimanî Gökyüzünde olan Oğlak ve Koç burçları Olmuştu büryan ve misafirlik kebapları 22/53 Her kase û tebsiyek yek enbar Serşare şebîhê nefsê emmar Her kâse ve tepsi bir ambarı andırıyordu Kötülük emreden nefis gibi içi doluydu 22/54 Enwa’ê te’am û çerb û şîrîn Elwanê xeda û nuqlê rengîn Yağlı ve tatlı olarak türlü türlü yemekler Çeşit çeşit gıdalar ve renk renk mezeler 22/55 Van meşrebe û eyaxê Çînî Dewran dikirin bi nazenînî Çînî türden bu maşrapalar ve bu kaseler Nazlı bir şekilde dolaştırılıp dönerdiler 22/56 Seyyaresîfet bi geşt û seyran Herçî ku didî dimayî heyran Gezegenler gibi ederlerdi devir ve seyran Onları gören herkes onlara kalırdı hayran 22/57 Narinc û tirinc û nar û lîmû Newbareê şaxîsarê mînû Narenciye, turunç, nar ve limonlar var idi Cennet ağaçları üstünde yeni meyvelerdi 22/58 Fanîz û nebat û qend û şeker Mawerd û zebad û misk û ‘enber Helvalar, nebatlar, şeker suları ve şeker Gülsuyu, zübad esansları, misk ve anber 267 22/59 Hindan dikirin me’îde xaze Hindan dikirin dîmaxî taze Onlardan bazıları mideye gıda veriyordu Bazıları da beyni yenileyerek tazeliyordu 22/60 Mecmer geriyan bi ‘ûd û ‘enber Bûn cumle meşamê can mu’etter Buhurdanlıklar ûd ve anber ile dolaştılar Tümü ruh için birer koku kaynağı oldular 22/61 Ramuşger û xweşnewa û xweşdeng Şayeste û xweşqumaş û xweşreng Sazcılar, güzel makamlı ve güzel sesliler Kumaşı ve rengi hoş uygun elbiseliydiler 22/62 Hevdengi hinek bi sewtê sazan Hemrengi hinek bi fexr û nazan Bazıları sazlarla uyumlu sesler çıkardılar Bazıları övünme ve nazlarla arkadaştılar 22/63 Muxnî û kemançe, ûd û tenbûr Çeng û def û sûrena û sentûr Hem muğnî ve keman hem ûd ve tanbûr Hem çengi ve davul hem zurna ve santûr 22/64 ‘Uşşaq û newa, ‘Iraqî û ewc Vêkra dikirin bi rastî zewc Uşşak, neva, Irakî ve evc adlı makamlar Rast makamıyla bir çift oluşturmuştular 22/65 Awaze û şu’be û meqamat Bê perde bi mu’ciz û keramat Avaze, şu’be makamı ve diğer makamlar Mucize ve keramet gibi perdesiz çıktılar2 2 268 “Şu’be”: Kelime anlamı şube ve daldır. Terim olarak altı avazdan elde edilen ve sayıları 24 olan ikinci derecede bir makamdır. Abdulazîz b. Abdulkadir el-Merağî tarafından bulunan bir müzik makamı olan Şu’be iki dala ayrılmaktadır. Biri Safa Şu’besi, öbürü de Sultan II. Mehmed’e armağan ettiği Şah Şu’besi’dir. 22/66 Zahir ku dibûn ji nayê gerdan Xaretkerê ‘eql û dîn û îman Neyden gerdan makamı ortaya çıktığında Aklı, dini ve imanı talan ediyordu o anda 22/67 Saqî şewişîn bi abê engûr Mutrib herişîn bi sîtê sentûr Sakiler seğirttiler üzüm suyu (şarap) ile Çalgıcılar da sallandılar santurun sesiyle 22/68 Qewwal û muxennî û xezelxwan Mexmûr û siyah, mest û sekran Laf ebeleri, şarkıcılar ve gazel okuyanlar Mahmur, gözü kara, mest ve sarhoştular 22/69 Elqisse li rexmê seb’ê şeddad Danîn bi wî resmî ‘ursibunyad Kısaca yedi gaddar feleğin inadına onlar Öyle bir töreyle düğünün temelini attılar 22/70 Xettatê felek ji dest qelem ket Celladê felek ji dest dudem ket Ki kalem düştü feleğin kâtibinin elinden Kılıç da düştü feleğin cellâdının elinden3 22/71 Nahîd bi erdê da dida çeng Meh çû veşirî di bircê Xerçeng Zühre yıldızı “çengî”yi yerden yere attı Ay ise gidip Yengeç burcunda saklandı4 3 “Xettatê Felek” (Utarid/Merkür): İkinci felekte yer alır. Pazar gecesi ile Çarşamba hâkimdir. Bunun etkisinde doğanların anlayışlı, kavrayışlı, zeki ve kurnaz olduklarına inanılır. Güneş Sultan’ın yazıcısıdır. Bundan dolayı “xettatê felek” (feleğin yazıcısı) olarak da anılır. Xanî’nin bu beytinde geçen “xettatê felek”le bu gezegen kast edilir. 4 Zühre yıldızı ile çengî aleti arasındaki ilişki, klasik astronomiye göre bu yıldızın Güneş’in çalgıcısı olarak kabul edilmesidir. 269 22/72 Keywan di Delwê da nîhan bû Bercîsi di Hûti bênîşan bû Satürn gezegeni Kova burcunda saklandı Jüpiter Balık burcuna girdi, izi kalmadı 22/73 Dunya hemî bûye ‘eyş û ‘îşret Zala felekê ji kerb û hesret Bütün dünya oyun ve içki âlemi içindeydi Kocakarı felek üzülüp hasret çekmekteydi 22/74 Çû ji dest nedihat û maye ‘aciz Naçari ‘ecûze bûye kadiz Aciz kalmıştı, bir şey gelmiyordu elinden Koca karı saman hırsızı oldu çaresizlikten 22/75 Şeyxûxeê çerxê rengsemawî Rehwari sema’ kir rehawî Gökyüzü mavisi felek sanki bir koca karı Rahvanca dönüp dinledi rehavî makamları 22/76 ‘Alem hemî bûye ‘îşretabad Şehrî, bedewî, ‘ebîd û azad Dünyanın tümü oluvermişti içki içilen yer Şehirli ve köylüler, köleler ve hür kimseler 22/77 Mustexriqê nî’met û tereb bûn Mustecmi’ê şahî û le’eb bûn Nimet ve eğlenceler içinde boğulmuşlardı Eğlence ve oyun amacıyla toplanmışlardı 22/78 Rabû ve ku xwan ji ber xewasan Saqî geriyan bi cam û kasan Sofra seçkin kişilerin önünden kalktığında Sakiler kadeh ve kâselerle dolaştılar o anda 22/79 Mîr xwondine pêş Memo û Tacdîn Go: “Çerxe li min Memo, tu şoşbîn” Mîr, Memo’yu ve Tacdîn’i yanına davet etti “Talim bana ait, sen sağdıç ol Memo!” dedi 270 22/80 Ew herdu kirin temamî melbûs Rabûn bi edeb etek kirin bûs İkisini de giydirdi baştan ayağa tamamiyle Onlar da kalkıp eteğini öptüler edepleriyle 22/81 Rûniştin û pêkve wan vexwarin Ew roji bi yek ve rabuwarin Oturdular onlar ve hepsi beraberce içtiler O günü birlikte böyle bir şekilde geçirdiler 1. 3. Gelinin Süslenmesi ve Götürülmesi Her toplumda gelin gidecek olan bayanı çeşitli şekillerde süslemek bir gelenektir. Mem û Zîn’in aşağıda sunacağımız beyitlerinden Kürt toplumunda eskiden gelinin nasıl süslendirilip hazırlandığı, bu işte kimlerin görev aldıkları ve ne tür süsleme unsurlarının kullanıldığı net bir şekilde anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili beyitleri sıralamadan önce bu olguları sıralamak istiyoruz: -Süsleme işini profesyonel kuaförler yapmaktadır ki bunlara “meşşate” denir. -Varlıklı ailelerde bunlara dadılar ve hizmetçiler yardımcı olurlar -Gelin gibi gelinin çok yakın arkadaşları olanlar da süslendirilir -Süsleme işinde zülüf ve benlerden başlanır, rastık çekilir -Gelinin beline özel bir kemer bağlanır -El ve ayaklarına kına sürülür -Özellikle yüksek tabakaya mensup olanların başına taç koyulur -Bu tacın etrafı çeşitli mücevherlerle süslendirilir -Süsleme işi bittikten sonra gelin damat evine götürülür -Götürecek kişilerin de gelin gibi süslenmiş olmalarına dikkat edilir -Gelin dönemin en önde gelen bineğine bindirilip yola çıkılır -Bineklere gelin evinden damat evine götürülecek çeyiz sandıkları yüklenir -Yolculuk boyunca sofu ve mollalar dâhil gruplar temaşaya çıkar -Yolculuk boyunca müzisyenler çeşitli makamlar ve aletlerle şarkı söylerler 271 23/3 Meşşate û daye û perestar Işqê kirî cumle gerimbazar Hem Kuaför ve Dadı, hem de hizmetçiler Aşk pazarında onların hepsi de pişmiştiler 23/4 Çûn zeyni bikin Sitî û Zînan Nazende bikin du nazenînan Gittiler ki Sitî ve Zînler’i süsleyiversinler Gittiler ki o iki nazenini daha nazlı etsinler 23/5 Ewwel fikirîn di zulf û xalan Dîtin ku dilan dibin bi talan Önce zülüf ve benler ile ilgili düşündüler Gönülleri bunların talan ettiğini gördüler 23/6 Gava fikirîn di qewsê ebrû Bûn şubhetê wesme, jê siyehrû Sitî ve Zîn’in yay kaşlarını düşündükleri an Rastıktan utanç duyup onun gibi karardılar 23/7 Fikrîne ruxê di wan di taze Şermende dibûn bi cayê xaze Onların taze yüzlerini seyretmeye daldılar Al rengin adına kendileri kızarıp utandılar 23/8 Qadir nedibûn ji surmeê reş Ahûyê Xeten bikin muşewweş Sürme ile bozmaya yetmiyordu ki güçleri Haten ceylanlarının gözleri gibi o gözleri 23/9 Ser ta bi qedem ji rengê şane Sed se’y kirin ji bo behane Yapı olarak baştan ayağa tarak gibiydiler Süslemeye bahane için yüz çaba harcadılar 23/10 Mehda ji du ahûyan yek ahû Wan seh nekirin hetta serek mû Onlar o her iki ahuyu teker teker araştırdılar Bir kıl ucu kadar bile kusurlarını duymadılar 272 23/11 Îlla serê mûyekî miyan bû Ew jî bi mesel ne ten ne can bû Ama onların belleri bir kıl ucu gibi inceydi Örneklikte ne tene ne ruha benzemekteydi 23/12 Qet’a ji mexafeta şikestin Qet lê kemerek nehate betsin Kesinlikle kırılır korkusundandı ki o beller Bağlanmadı onlara hiçbir zaman bir kemer 23/13 Kes dil nedida çû lê bibînit Belkî ku ji nazikî şikînit Kimse o bellerde kemer görmek istemiyordu Zira naziklikten kırılma ihtimali bulunuyordu 23/14 Ma dest dida ku dest û pence Hena biketin bi rengê rence Hiç imkân var mıydı onların el ve ayaklarına Zoraki olarak kına yakmaya kalkışmalarına? 23/15 Neqşê ku Xwedê kirî muxeyyer Kî qadir e ku wî bikit muxeyyer? Onu başka türlü değiştirmeye kim güç yetirir? Bir nakış ki Allah onu tercih ederek seçmiştir 23/16 Axir geriyan ji rengê me’yûs Ew man û hena û reng û pabûs Sonunda kına yakma işinden ümidini kestiler Kına-boya arıyla ayaklarını öper gibi eğildiler 23/17 Zînet ji qeddê di wan hebîban Bexşîne zemîn tela û şîban O iki sevgilinin endamından dökülen süslerdi Ki yeri hem yaldızlamış hem ışık vermişlerdi 23/18 Ferxunde kirin bi ferqê, efser Tabende kirin bi tacê, gewher Başları üzerindeki tacı başları ile kutlu yaptılar Başlarındaki taçla mücevherlerini aydınlattılar 273 23/19 Serlewheê sefheê musenne’ Zîbende bi zîwarê muresse’ Taçlarının önleri sanatlı levha gibi süslenmişti Süslü zinet maddeleriyle güzel hâle getirilmişti 23/20 Pîraye ji rewneqa cemalê Bû hale li xermena hîlalê Güzelliklerinin parlaklığından süsler ışıldadı Hilalin harmanı içinde hale gibi bir şekil aldı 23/21 Elmas û zumurrud û mirarî Xal û xet û turreê di tarî Hem elmaslar, hem zümrütler, hem de inciler Hem ben ve çizgiler hem de simsiyah örgüler 23/22 Manendê kîtabê şa’iran e Mewdû’i bi wed’ê xane xane Sanki şairlerin şiirlerini içeren divanlar gibiydi Bu şiirler o divanlarda beyitler hâlinde diziliydi 23/23 Ev rewneqê aridî û zatî Bû nusxeê sîhr û mu’cîzatî Sonra oluşan güzellik ile özlerindeki güzellik Hem büyüleyici bir nüsha oldu hem mucizelik 23/24 Ebyati bi cem’ê bûne dîwan Ayati bi sun’ê bûne Qur’an Beyitler bir araya getirilip divan hâline geldiler Sanatlı bir şekilde Kur’an olmuş ondaki ayetler 23/25 Ew sen’etê Ustadê Mutleq Herçî ku didî digo “Huwelheqq” O, En Büyük Üstad’ın sanatından bir eserdi Onu gören herkes itiraf edip “O Haktır” derdi 274 23/26 Tezyîn ku temam bû li bûkan Ayîn kete çaresû û sûkan Gelinleri süsleme işleri bitip tamamlandığında Merasim yapıldı hem çarşılarda hem pazarlarda 23/27 Enwa’ê tecemmul û melabîs Elwanê cewahîr û nefaîs Her türlü mücevherler ve renk renk nefis süsler Çeşitli güzellik unsurları ve türlü türlü giysiler 23/28 Sed cariye û du sed benî çûn Zerbeftê lîbas û zerbenî çûn Yüz cariye ve iki yüz de erkek hizmetçi gittiler Altın iplikli ve sırmalı elbiseler içerisindeydiler 23/29 Nafe bi qîtar û dur bi qîntar Yaqût bi bar û zêr bi xerwar Misk kutuları sıra sıraydı, inciler rıtıllarlaydı Yakutlar yükler hâlinde, altınlar çuvallarlaydı 23/30 Xaric ji te’edduda hîsaban Xariq li teqeyyuda kîtaban Hesap olarak sayılamayacak kadar çok fazlaydı Kitapların kaydedebileceği miktarı aşmaktaydı 23/31 Nedihate te’eqqul ev cîhaze Nedibûn mutehemmil ew cemaze Bu çeyizlerin haddi ve hesabını akıl almıyordu Onları taşımaya develerin bile gücü yetmiyordu 23/32 Vê debdebeê we kirne aşiq Bû zelzele, rakirin xelayiq Bu ihtişamlı hâl âşıkları o kadar coşturmuştu ki Halkı ayağa kaldırmıştı, zelzele olmuştu sanki 275 23/33 Şehrî ji muzekker û muennes Fîlcumle muzeyyen û mulebbes Hem erkek hem kadınlardan oluşan şehirliler Hepsi süslenmiş ve güzel elbiseler giymiştiler 23/34 Teşbîhi bi behrê pirtemewwuc Cunbuş dikirin, xered teferruc Dalgaları gür olan bir denize benzerlerdi Gezi yapmak amacıyla hareket ederlerdi 23/35 Nageh geriya bi Cûdî meftûh Dergahê kerem li Keştiya Nûh Aniden Cûdî Dağı’nda kerem kapısı açıldı Nuh’un Gemisi’ni bir kerem tufanı sardı 23/36 Ye’nî ku ‘emareta Sitî tê Qesra periya bi rastî tê Yani içinde Sitî’nin olduğu şey tahtırevandı Bir saray ki içinde gerçek olan bir peri vardı: 23/37 Her texte ji ‘ûdê sendelûsî Textek xetebendê abenûsî Onun her tahtası sandal ağacının dalındandı Bir taht da var idi ki pervazları abanozdandı 23/38 ‘Erşek ji cewahîran muresse’ Belqîs celîs û lê murebbe’ Mücevherlerle süslenen bir taht kurulmuştu Belkıs üzerinde bağdaş kurarak oturmuştu 23/39 Dest bestî ji pêş ve pîşekaran Zerrînkemer û guherguharan Onun önünde el bağlamış idi hizmetçileri Kemerleri altından, mücevherden küpeleri 276 23/40 Sed “Asef Berxiya” wekî ba Hemmalî dikir bi ‘erşi dilşa Rüzgâr gibi süratli yüz Asef Berhiya’lar5 Gönül hoşluğu ile onun tahtını taşırdılar 23/41 Hilgirtine ser serê xwe ew mehd Dest dest direvan ji hev bi sed cehd O beşiği başları üzerine koyarak taşırlardı Yüz çaba sarf ederek elden ele kaçırırlardı 23/42 Ew texterewan wekî gemî bû Behra ku bi ser ket Ademî bû Sitî’nin konulduğu tahtırevan gemi gibiydi Üzerinde yüzdüğü deniz bir insan deniziydi 23/43 Behrek ji hewa ku bête cûşî Naçari ji dil dikit xurûşî Eğer bir deniz havadan dolayı coşkun aksa Elbetteki gönülden taşacak o, çaresiz kalsa 23/44 Xelqê cihê cumle aşiqane Perwane û şem’i der miyan e Halkın orada duruşu âşıkâne bir tarzdaydı Pervane ile Mum orada halkın ortasındaydı 5 “Asef Berxiya” (Asaf Berhiya): Süleyman Peygamber’in kâtibi ve veziridir. Tevrat’a göre Yakûb Peygamber’in soyundan olan Asaf aynı zamanda bir müzisyendi. Hz. Süleyman Kudüs Mâbedi’ni inşa ettikten sonra Ahit Sandığı’nı tapınaktaki yerine o nakletmiştir. Kur’anda Saba Kraliçesi Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıcaya kadar Süleyman Peygamber’e getiren bir bilginden söz edilmektedir ki bazı rivayetlerde bunun Asaf olduğu belirtilmektedir. Kur’an’ın 27. sûresi olan Neml Sûresi’nin 3840 arası ayetlerinde konumuzla ilgili kısımlarda şöyle denilmektedir: Süleyman danışmanlarına dedi ki: “Ey ulular! Hanginiz o kraliçenin tahtını bana getirebilir?” Allah tarafından kendisine ilim verilen biri şöyle dedi: “Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getirirm”. Xanî’nin bu beytinden onun da tahtı getiren kişinin Asaf olduğuna ilişkin görüşü benimsediği anlaşılmaktadır. 277 23/45 Sofî û mela, feqîr û paşa Vêkra li teferruc û temaşa Hem sofu ve molla, hem fakirler ve paşalar Tümü gezi ve temaşa için dışarı çıkmıştılar 23/46 Xelqê ku ji dest xeman biferyad Ferdek qe nema nebûyî dilşad Nice insanlar gam elinden feryat çekiyordu Orada kalbi sevinçle dolmayan kimse yoktu 23/47 Her ber derekê şemateyek lê Her mecme’ekê temaşeyek lê Her kapının önünde bir şamata bulunuyordu Her meclisin içinde bir temaşa bulunuyordu 23/48 Te digo ku ‘erûs ‘eynê can e Lew bûne beden li pey rewan e Sanırdın ki gelin sanki ruhun kendisidir de Onun için insanlar beden olup akar peşinde 23/49 Sazan mirî hey kirin wekî Sûr Kûs û def û kerrena û naqûr Sazlar ölmüş olan kimseleri Sûr gibi diriltti Göç davulu, davul, borazan ve boru var idi6 23/50 Şabaş û seda û gazegazan Guhdari xenî kirin ji sazan Bahşişler, sesler ve uğultular iç içe girmişti Çalınan sazlarla dinleyicileri zengin etmişti 6 278 “Kûs” (Göç Davulu, Kös): Mehter müziğinin bir enstrümanıdır. Davulun sekiz on katı büyüklüğündedir. Eski zamanlarda savaş sırasında çalınırdı ve deve sırtında taşınırdı. 23/51 Vêkra ku seda ji wan bider ket Qesra felekê seda bi ser ket O sesler gökyüzü sarayına kadar ulaştı o an Hepsinden birden sesler yükseldiği zaman 23/52 Ev ‘eyş û nîşat û şadimanî Nadîde bi dîdeyan zemanî Bu eğlence, neşe ve sevinç içinde geçmişti Hiçbir zaman böyle şey gözle görülmemişti 23/53 Fulka feleka melek di navê Mewcan ku reva di weqt û gavê İçinde meleğin bulunduğu o felek gemisini Dalgalar an be an alıp kaçırıyordu kendisini 23/54 Ev tentene û şî’ar û ayîn Çûn lehzeyekê gîhane Tacdîn Bu tantanalar, bu sloganlar ve merasimler Bir müddet sonra Tacdîn’in yanına yetiştiler 23/55 Tacdîn bixwe bûye padîşahek Mem jî li teniştê şubhê mahek Tacdîn’in kendisi bir padişahı andırıyordu Yanında duran Mem de bir aya benziyordu 23/56 Rûniştî di şehnaşînê ‘alî Cem’ek ji ekabîran hewalî Oturmuştu şahların oturduğu yüksek sarayda İleri gelenlerden bir grup da var idi etrafında 23/57 Rabûn li teferrucê vewestan Wan cumle tebeq di herdu destan Bunlar kalkıp olayı biraz geriden seyre daldı Hepsinin her iki elinde tabak bulunmaktaydı 279 23/58 Manendê tîbaqê asîmanî Yaqût û zumurrudê di kanî Bu tabaklar gökyüzü tabakalarına benziyordu Onlarda yataklı yakut ve zümrüt bulunuyordu 23/59 Rihtin tebeqê di wê nîsarê Jor da li ‘emarete Nîgarê İçinde mücevherler olan o tabakları boşalttılar Yukarıdan aşağı Nigar’ın tahtı üstüne saçtılar 23/60 Emma tebeqê di wan hemî pur Zêr û wereq û cewahîr û dur Sıra tamamı dopdolu olan tabaklarına gelince Altınlar, para, mücevher ve inciler dökülünce 23/61 Yexmakerê gencê bûne maşa Xêzan hemî bûne mîr û paşa Dilediklerini alabiliyordu hazine yağmacıları Bey ve paşa olmuşlardı oranın tüm yoksulları 23/62 Sed cari li hêviya herîsan Xaric ji civandina xesîsan İhtirasçıların umduklarından yüz kat fazlaydı Pintilerin toplayabilme güçlerinin dışındaydı 23/63 Fadil ji kerameta kerîman Zaid ji xwedaniya leîman Cömertlerin cömertliklerinden daha fazlaydı Alçakları artık dilendirmeyecek miktardaydı 23/64 Xêzan û geda we bûne mun’em Muflis bûne zenperest û muxlem Nimetler içerisinde kaldı fakir ve dilenciler Kadın tüccarları da oğlancılar da iflas ettiler 280 23/65 Xêzan û geda, xenî û zengîn Şadan û hezîn û şa û xemgîn Kim yoksul, dilenci; kim zengin, varlıklı Kim mutlu, mahzun; kim sevinçli, gamlı 23/66 Êdî nedibûn ji hev muşexxes Te digo hemî mîrek in murexxes Artık birbirlerinden ayırt edilemezlerdi Sanırdın ki onların hepsi onaylı beylerdi 23/67 Têkda di munasib û muwafiq Vêkra di musafih û mu’aniq Tümü birbiriyle uyumlu, denk olmuşlardı Birbiriyle tokalaşıyor ve kucaklaşıyorlardı 23/68 Hasil ku ji meqseda seramest Bûn ew der û ban û ew sera mest Kısaca kafaları mest edenin o muradından Mest oldu o kapılar, çatılar ve saray o an 23/69 Hin mest û hinek diger di bengî Xwanende û bezlego û çengî Bazıları mest olmuştu, sevdalıydı bazıları Sanatçılar, palyaçolar ve çenk çalgıcıları 23/70 Her bengî û serxweşê di Bohtan Têk hatine çerx û baz û lotan Botan’da ne kadar sevdalı ve sarhoş varsa Hep birden kalktı oyuna, halaya ve raksa 23/71 Bêrîte, sema û saz û govend Şîrîn û şekerleb û şekerxend Berîte, sema dönmesi, sazlar ve halaylar77 Tatlı, şeker gülüşlüler ve şeker dudaklılar 7 “Berîte, Sema, Govend”: Kürtçe bir kelime olan “govend” özellikle düğünlerde çekilen halay demektir ki bu oyunun başını çekene “sergovend” adı verilir. Yine Kürtçe 281 23/72 ‘Ezra û ruwal û bîkr û murdan Hûr û melek û perî û wîldan Bakire, genç, kızlar ve tüyü yeni bitmeler Huri ve melekler, periler ve toy erkekler 23/73 Gulpîrehen û semenqebayan Şekkerdehenan û qendexayan Gül benekli gömlekli, yasemin kaftanlılar Tatlı dilliler ve konuşması şeker olanlar 23/74 Zerrînkemeran û keckulahan Tel’etqemeran û xetsiyahan Altın kemerliler ve kûfileri eğik olanlar Yüzleri Ay’a benzeyenler, siyah hatlılar 23/75 Sîmînbeden û semen’izaran Sêvînzeqen û memikhinaran Yasemin şakaklılar ile gümüş bedenliler Hem elma çeneliler hem de nar memeliler 23/76 Ev mûyemiyan û maregêsû Ev çardesale, çareebrû Şu kıl gibi ince belli ve yılan saçlı olanlar Şu on dört yaşındakiler ve kaytan bıyıklılar 23/77 Murdan û murahîq û mucerred Lawê we ku xet wekî zumerred Toy çocuklar, tüysüzler ve bıyıksız olanlar Ve şakakları zümrüt gibi olan genç oğlanlar olan “berîte” medrese talebelerine mahsus çalgısız bir oyundur. Özellikle 12 ilimden mezun olup icazetname almayı hak kazananlar için düzenlenen icazet merasiminde talebeler karşılıklı iki grup hâlinde dizilirler. Sesli parçaya başlayan bir grup karşıdaki gruba ahenkli adımlarla yürümeye başlar başlamaz karşıdaki grup da cevap vererek ona doğru aynı ahenkli adımlarla yürür ve bu iki grup orta yerde karşılaşıp tekrar gerisin geri dönerler. “Semâ”, dinlenen ilahînin ya da müziğin etkisiyle coşup dönmektir. Bu dönüş atomdan galaksilere ve samanyollarına kadar düzgün dairesel hareketle dönerek Allah’ı zikreden bütün bir kâinatı sembolize etmektedir. 282 23/78 Xweşdeng hinek, hinek di xweşreng Hin cergebezî û hin diger leng Bazıları güzel sesliydi bazıları güzel benizli Bazıları hızlı koşardı diğer bazıları seksekli 23/79 Bîlcumle li rexmê vê ‘ecûzê Ye’nî li xîlafê piştekûzê Hepsi bu koca karı feleğe inat gidiyorlardı Yani o sırtı kambura muhalefet ediyorlardı 23/80 Kêjê di sivik kurê di lawîn Manendê Benat û mîslê Perwîn Çevik kızlar da taze delikanlılar da oradaydı Onlar sanki Ay-yıldız takımı ve Süreyyaydı8 23/81 Hin daîrebend û hin di dewwar Hin sîlsîlebend û hin di seyyar Bazıları daire çizmişlerdi, bazıları dönerdi Bazıları zincirleme durmuş, bazıları gezerdi 23/82 Encumsîfet encumen, fîrûzan Heft şev di temam û heft rûzan Oradaki adaylar yıldızlar gibi ışık saçarlardı Yedi gece yedi gün süren düğün tamamlandı 23/83 Bezma Sitiyê û cem’î Tacdîn Gêran bi vî rengî zîb û tezyîn Sitî ve Tacdîn’in meclisini renklendirdiler Onlar o meclisi güzelleştirdi ve süslediler 24/1 8 Damanê ‘erûsê pakê gerdûn Damadi ku kir bi mîhrê gulgûn Eteğiyle dünya benziyor temiz bir geline Güneş doğup bürüdü damadı gül rengine “Perwîn” (Süreyya, Ülker): Altı veya yedi yıldızdan meydana gelen bir küme olan Perwîn-Süreyya iki diziden oluşurlar ve Ay’a yakın bir yerde bulunurlar. 283 24/2 Tarîtî bi rohniyê ku rakir Xem şubhetê zulmetê fena kir Karanlığı aydınlıkla ortadan kaldırdığında Karanlık gibi üzüntüyü de yok etti o anda 24/3 Weqtê seherê ji rojê heftê Agir te digo gihîşte neftê Yedinci gün artık seher vaktine girilmişti Sanki neft yağı tutuşturucu ateşe verilmişti 24/4 Germiyyetê narê qurbê meqsûd Rakir ji wucûdê aşiqan dûd Âşıkların bedeninden duman kaldırmıştı Sevgiliye yakın olmanın ateşi öyle sıcaktı 24/5 Cem’iyyetê xasê ateş û bad Elbette dikit mirovî berbad Ateş ve rüzgâr özellikle bir araya gelseler İster istemez insanı perişan hâle getirirler 24/6 Ev işq û hewa ku bûne dildaş Can û dilî dê bidin bi şabaş Gönül birliği olursa aşk ve arzu arasında Âşıklar bahşiş gibi verir kalbi de canı da 24/7 Sebra şewitandî îftîraqê Têk sohtî qîran û îhtîraqê Vuslatta başka bir türlü yanıp alevlenmişti Ayrılık ateşi sabır gücünü yakıp bitirmişti 24/8 Deryayê mehebbet uştulum kir Aram û şekîb û sebir gum kir Aşk deryası coşkun bir tarzda dalgalandı Tacdîn’de huzur, rahat ve sabır kalmadı 284 24/9 Mehbûb û muhîb ji fertê teşwîr Hatin ku bibin bi şewqê teqdîr Sevilen ve seven çok aşırı süslenmişlerdi Işık ile mukayese edilir hâle gelmişlerdi 24/10 Meşşate û mîhrîban û dayîn Şoşbîn û meharimê di Tacdîn Kuaför, saray hizmetçisi olan kadın, dadı Tacdîn’in sağdıcı ve yakınları da ordaydı 24/11 Mustewcibê weqtê dîn mulaqat Ber mûcib û muqtedayê ‘adat Vuslat için zamanın yaklaştığını gördüler Adetlerin gerektirdiği gibi hareket ettiler 24/12 Mecmû’ê mubexxîrat û mu’tir Memzûcê muferrîhat û muskir Buhur takımı ve güzel kokuları topladılar Ferahlatıcı ve sarhoş edicileri karıştırdılar 24/13 Cam û qedeh û eyax û mexmer Ev misk û zubad û ûd û mecmer İçki bardakları, kadeh, şişe ve maşrabaları Şu miski ve zübadı, ûdu ve ûdun ûdlukları 24/14 Mawerd û gulab û itrê şahî Elqisse ji mahî ta bi mahî Gülsuyu ve şahlara mahsus güzel kokuları Kısaca Ay’dan tutun balığa kadar olanları 24/15 Esbabê neşat û ‘eyş û ‘îşret Alatê sefa û zewq û suhbet Keyif, zevk ve sohbette kullanılan aletleri Neşe ve âlem amacıyla kullanılan gereçleri 285 24/16 Ewçendi kirin ewan muheyya Mehda mirî pê dibûn muheyya Bu maddeleri o kadar çok hazırladı ki onlar Ölmüş kişiler bile onlarla dirilmiş olurdular 24/17 Arasite bû ‘erûsexane Dîwar û der û urûşê xane İşte gelin odası süslendirildi bu tür şeylerle Süslendir evin duvarı, kapısı ve tavanı bile 24/18 Rabûne ve xasekî û xadim Hindek di eqarib û meharim Haseki ve hizmetçiler hizmet için kalktılar Bazıları akraba ve mahrem takımındandılar 24/19 Şem’ek bi temamî mutella Şemsek bi cemalî mucella Tamamen yaldızlanmış bir mum oradaydı Cemal ışığı saçan bir güneş parlamaktaydı 24/20 Hilgirtine ser serê xwe reqqas Înane miyanê meclisa xas Onu başlarının üstünde taşıyarak raksettiler Özel meclisin tam da orta yerine getirdiler 24/21 Şem’î bi zebanê halê bêqal Ev rengehe kir beyanê ehwal: Mum söze gerek duymayan bir hâl diliyle Durumla ilgili şunları söyleyip geldi dile: 24/22 Ki “ey aşiqê bêqerar û bêtab Ger şubhê min î xwedan teb û tab “Ey yerinde duramayan, güçten düşen âşık Benim gibi ateş ve ışığa olmuş isen alışık 286 24/23 Rabe here hicleya ‘erûsê Pabende bibe bi payebûsê Kalk git gelin odasının bulunduğu mekâna Ayağın bağlansın, öpüp kapanarak ayağına 24/24 Şem’a te wekî te întîzar e Şewqa te li can û cismi nar e Senin mumun da senin gibi beklemektedir Özlemin onun ruhu ve teni için bir ateştir 24/25 Sohtin te bes e mîsalê şem’an Bes şubhetê min bibare dem’an Yeter artık mumlar gibi bu kadar yandın Yeter artık benim kadar yaşlar yağdırdın 24/26 Ger aşiq î rabe şubhê ferraş Canê xwe bide nîsar û şabaş Kalkıver pervane misali, sen âşık isen eğer Canını saçılan düğün parası, bahşiş gibi ver 24/27 Ey sa’iyê meqseda tewafê Wey salikê menheca metafê Ey tavaf maksadıyla koşarak gidip gelen Ve ey tavaf yerine giden yolda yürüyen! 24/28 Ew qîble û Ke’beya te meqsûd Nêzîkê te bû bi emrê Me’bûd Kıble ve Kâbe ki onlara yönelmekti amacın Allah’ın emriyle onlar oldu şimdi sana yakın 24/29 Beyt û Hecer û Meqam û Hucre Se’y û teleb û tewaf û ‘umre Hem Kâbe ve Taş hem de Makam ve Hücre Saffa-Merve arasındaki koşu, tavaf ve umre 287 24/30 Barî ji te ra kirin muqedder Ha bûne jibo te ra muyesser Allah kaderde onlar olacak diye yazdı sana İşte bunlar senin için kolay çıktı meydana 24/31 Av î tu rewan be bi pêşî selwê Şêr î tu heman kerem ke xelwê Eğer su isen selvi ağacının önünde ak sana! Eğer aslan isen kalk gidiver halvet odasına 24/32 Tacdîni ji sûretê şemalê Me’nayê mehebbeta wîsalê Tacdîn mumun görünürdeki manzarasından Kavuşma aşkından kaynaklanan o manadan 24/33 Zanî bi teemmul û îdrak Rabû ji cihê xwe cust û çalak Düşünerek ve idrak ederek vaziyeti anladı Hemen süratli bir şekilde yerinden kalktı 24/34 Yarê xem û şahiyan Memê jar Vê ra bûye sahib û sîlehdar Zavallı Mem ki tasada ve kıvançta dostuydu Hem arkadaşıydı hem onu silahla koruyordu 24/35 Destê wî di dest û dil di dil bû Bû hacibê derge, şîr li mil bû Eli onun elindeydi, kalbi onun kalbindeydi Kapının bekçisi olmuş, kılıç da belindeydi 24/36 Tacdîn bi vî terzî çû serayê Mem ma li derî digel du’ayê Tacdîn bu şekilde kalkıp saraya doğru gitti Mem kapının önünde kalarak ona dua etti 288 24/37 Lewra ku mexûf bû mulaqat Melzûm e li aşiqan mu’adat Çünkü onların kavuşması korkulu olmuştur Düşman kazanmak âşıklar için bir sonuçtur 24/38 Ger qismê muhibb û ger hebîb in Elbette bi dijmin û reqîb in İster sevenler kesimi olsun isterse sevilenler Elbette düşmanları var ve rakip sahibidirler 24/39 Hin dêw û hinek ji wan perî ne Hindek di munafiqê Ademî ne Bunların bir kısmı şeytan, bir kısmı peridir Bir kısmı da İnsanoğlunun ikiyüzlüleridir 1. 4. Zifafa Girilmesi Xanî Mem û Zîn’in 25. bölümünü zifafa ayırmış ve bölüm başlığı olarak aşağıdaki cümleyi seçmiştir: Wusûlê Ke’beê murad û tewaf e Û husulê meqsed û meramê zîfaf e (Murat Kâbe’sine kavuşma ve onu tavaf etme Ve zifafla ilgili amaç ve arzuyu gerçekleştirme) Bu başlık altında sunulan aşağıdaki beyitlerden eskiden zifafa hangi tarzlarda girildiğini net bir şekilde anlamak mümkündür: 25/1 Zava bi edeb ku çû ji der dan Şem’a ku li pişt hîcab û perdan Damat edepli bir şekilde kapıdan içeri girdi Örtü ve perde arkasında duran mum (Sitî) 25/2 Rabû ku ji pêş ve çû, xeraman Kêşa li zemîn bi nazi daman Kalktı ve ona doğru nazlı bir şekilde yürüdü Yine nazlı bir şekilde eteklerini yere sürüdü 289 290 25/3 Zulfê di xwe kirne payê endaz Destê di xwe kirne ferqê perdaz Ayakuçlarına kadar uzatmış idi zülüflerini Tepedeki saçını düzeltmeye atmıştı ellerini 25/4 Dêma ku bi nûrê Beytu’l-Eqsa Qendîlê felek bi wê diîsa Yüzü parlaklık açısından Mescid-i Aksa’ydı Feleğin kandili onun ışığıyla parlamaktaydı 25/5 Mexmûrê xebûqê derdê hîcran Muştaqê sebûhê weslê canan Hicran derdi akşam şarabının sarhoşu Tacdîn Sabah şarabıyla cananını arzulamıştı için için 25/6 Ji ewwel ve li ‘adetê mubahî Destê xwe dirêj kire surahî Önce helal âdetin gerektirdiği gibi davrandı Elini karşısında duran sürahiye doğru uzattı 25/7 Noşî ji surahiya şekerleb Noşîn qedehek ji mey lebaleb Kana kana içti şeker dudak sürahisinden İçtiler ağzına kadar dolu mey kadehinden 25/8 Mexmûrî ku def’ kir meya nab Bêhn kir gul û sunbulê di tîrab Berrak şarap mahmurluğu ortadan kaldırdı Suya doymuş gül ve sümbülleri de kokladı 25/9 Geh nêrgiz û lale, gahi sorgul Reyhan û binefşe, gahi sunbul Bazen nergisleri, bazen de lale ve gülleri Bazen de reyhan, menekşe ve sümbülleri9 25/10 Têk têkve didan û têk dibestin Hin bûse didan û hin digestin Tümünü birbirine katıyor ve kucaklaşıyordu Bir kısmını öpüyor, bir kısmını da ısırıyordu 25/11 Ewçende bi yek ve radimûsan Nobet nedidane hev li bûsan Onlar birbirlerini o kadar fazla öperlerdi Ki birbirlerine öpme sırası hiç vermezlerdi 25/12 Elmas û guher, cebîn û dendan Tebdîli bûyîn bi le’l û mercan Elmas gibi yüzler ve inciye benzeyen dişler Yerlerini lal ve mercan ile değiştirmişler10 25/13 Deryayê mehebbetê we kir cûş Dest gerden û leb bi leb, hemaxûş Aşk deryası o kadar gür başladı ki akmağa El boyunda, dudak dudağa ve kucak kucağa 9 Xanî bu ve bundan önceki beyitte geçen çiçek isimlerini Sitî’nin güzellik unsurlarını temsil etmek üzere metaforik bir anlatıma tabi tutmuştur. Bu çiçekler ve temsil ettikleri güzellik unsurları şunlardır: çiçeğin adı Türkçesi Neyisembolize ettiği İlgi gul gül yüz, yanak tazelik, incelik, narinlik sunbul sümbül saç kızıl rengi ve şekli nêrgiz nergis mahmur gözler göze benzerliği lale lale yüz, yanak rengi ve şekli reyhan fesleğen ayva tüyleri koyu rengi ve kokusu binefş menekşe saç bükümü kokusu, koyu rengi, eğriliği 10 Yani o kadar birbirini öptüler ki, elmas ve inci gibi beyaz olan yüzleri ve dişleri lal taşı gibi kıpkırmızı oldu. 291 25/14 Medhûş bûyîn bi wê mudamê Bêhiş diketin ji ser qiyamê İkisi de içtikleri o şaraptan sarhoş oldular Kendilerinden geçerek yere düşüyordular 25/15 Qadir nedibûn bikin qu’ûdê Gêr bûne bi yek ve bo sucûdê Onların artık oturmaya güçleri kalmamıştı Secde eder gibi birlikte yuvarlanmışlardı 25/16 Tekrar ji secdeê ku rabûn Ew çende bi yek ve herdu şa bûn: Secdeye vardıkları yerden tekrar kalktılar İkisi o kadar birbiriyle sevişip şad oldular: 25/17 Şeker ji lebê di yek revandin Sorgul ji ruxê di yek civandin Birbirinin dudağından şeker kaçırıyorlardı Birbirinin yanağından al gül topluyorlardı 25/18 Terkîbi kirin ji bo xwe gulqend Tezwîci ku bûn bi yek ve dilbend Kendilerine gül şerbetli bir karışım yaptılar Evlenerek kalplerini birbirlerine bağladılar 25/19 Sê roj û şevan bi dil peyapey Wan teşneleban vexwarin ew mey Üç gün üç gece boyunca hiç ara vermeden O dudakları kurumuşlar içiyordu o meyden 25/20 Mustesqiyê şerbeta meya nab Axir ku nebûn bi şurbê sîrab Duru şarap şerbetinden içmek istiyorlardı Üç gün sonra bile içmeye doymamışlardı 292 25/21 Keyfiyyetê neş’eya şerabê Kêşane kemalê îdtîrabê Şarap kendilerine öyle bir tarz neşe vermişti Onları heyecanın doruk noktasına çekmişti 25/22 Safîzeqen û bedenşefafê Kir meyl û mehebbeta zîfafê Çenesi parlak ve vücudu şeffaf biri olan Sitî Zifafa girmeye ve muhabbet etmeye meyletti 25/23 Sermesti bi destê têk heristin Bû gelte û gelc û daheristin Mest olup el ele tutuşarak birbirine sarıldılar Tıpkı sürmedanlık ve mili olup kucaklaştılar 25/24 Dem lêk peçiyan û dem cuda bûn Geh têk hejiyan û geh di ba bûn Bazen birbirine sarıldılar bazen de ayrıldılar Bazen birlikte titrediler bazen de sallandılar 25/25 Dem ew didu bûn û gahi yek bûn Geh cot û bi yek ve, gahi tek bûn Bazen iki kişiydiler onlar, ara sıra da birdiler Bazen birlikte bir çifttiler, bazen de tek idiler 25/29 Peyweste bi roj eger bi şev bû Wan her ji mehebbetê bi hev bû İster gündüz olsun isterse gece, her zaman Onlar karşılıklı muhabbet ederdiler her an 25/30 Hemware du serxweşê di serkeş Vala dikirin li yek du terkeş İki inatçı sarhoş buna hiç ara vermiyorlardı Birbirlerine ok torbalarını boşaltıyorlardı 293 25/31 Ger roj û eger şevê di reş bûn Ew herdu melek we yêk di xweş bûn İster gündüz olsun isterse karanlık geceler O iki melek bu şekilde birbirini severdiler 25/32 Goya te digo du kîmyager Meşxûl bûyîn bi ‘îqd û cewher Sanırdın ikisinin kimyagerliktir meslekleri İpliğe takmakla meşgul idiler mücevherleri 25/33 Ew rûh û cesed bi yek ve mundem Nefseyni bi yek ve bûne mudxem O iki ruh ve ceset birbirlerine yapışmıştı O iki beden birleşerek birbirine katılmıştı 25/34 Înzalê legen, nuzûlê îbrîq Tes’îdi kirin bi qer’ î înbîq İbrikten leğene doğru (meni) boşalıyordu Su kabağı ve imbik ile deney yapılıyordu 25/35 Memzûcê şebîhê şîr û şeker Mexlûtê wekî Heyat û Kewser Sütten ve şekerden bir karışım yapılmış idi Bu karışım sanki Hayat Suyu ve Kevser’di 25/36 Qet’a çu nebû ne xwur ne xwabek Wan bîr nedihatî nan û abek Asla yoktu onlar için ne yemek ne uyumak Yoktu onlar için ekmek ve suyu hatırlamak 25/37 Ew hefte temami bûye gerdek Agahi nebûn ji halî ferdek O hafta hep gerdeğe girmekle tamamlandı Bir fert bile bu durumdan haberdar olmadı 294 25/38 Xalib geriya li derdi sihhet Xem çûn veşirîn ji kerbê wuslet Sağlık hastalığa üstün gelerek onu yendi Vuslatın üzüntüsünden gamlar da gizlendi 25/39 Nageh seherê ji rojê heştê Ridwan meşiya ji nêv bihiştê Sekizinci günün sabahı umulmadık bir an Yürüyerek gitti cennetin içinden Rıdvan 25/40 Mem hêj wisa li ber derî bû Daîm ewî ser li ser berî bû Mem ise hâlâ o şekilde kapının önündeydi Başı da sürekli olarak bir taşın üzerineydi 25/41 Hêja ewî mesken asîtan bû Rojan û şevan we pasîban bû Mem’in beklediği yer hâlâ kapının eşiğiydi Gündüz ve geceleri nöbetteki bekçi gibiydi 25/42 Tacdîn ku ji gerdekê bi der ket Rojek te digo Memê bi ser ket Tacdîn gerdekten çıkıp dışarı gittiği zaman Sanki Mem’in üzerine bir güneş doğdu o an 25/43 Fîlhali we rengî şadiman bûn Hem efserê ewcê asîman bûn Onlar hemen birbirleriyle şad olup sevindi İkisinin başındaki taç âdeta göğe yükseldi 25/44 Yarek te hebit meger we bitin Ger dê we nebit meger nebitin Eğer bir dostun olacaksa Tacdîn gibi olsun Böyle değilse varsın hiç de dostun olmasın 295 25/45 Yarê bi te ra bitin muwafiq Sed xizmê di xaîn û munafiq Kendisiyle uyuşacağın bir dostun bulunsa Bir de hain ve ikiyüzlü yüz akraban olursa 25/46 Qurban bike qet mebê “mixabin!” Çidkî bi kesan ku bêwefa nin? Hiç “yazık!” demeden kurban et sen onları Ne yapacaksın ki böyle vefasız akrabaları? 25/47 Qurban bide qet mebêje “kî ne?” Bê kîn e bira eger bi kîn e “Kimdir?” diye hiç sormadan kurban et! Kardeşin faydasız biridir kinli ise şayet 25/48 Yarê te jibo te ra bira ye Hem çav e jibo te hem çira ye Senin dostun her kimse o senin kardeşindir O senin hem gözündür hem de kandilindir 296 2. MATEM X anî Memû Zîn’in 53. bölümünü Mem’in ölümüne ilişkin mateme ayırmıştır. Bu bölüm için tercih edilen üç kavram vardır ki bunlar taziye, matem ve mersiyedir. Bu ve sonraki bölüm yice incelendiğinde o dönemde Kürt toplumunda matem atmosferi ve geleneğinin nasıl olduğu rahatlıkla ortaya çıkar. Buna göre: -Feryatlar koparılır, figan edilir -Mateme büyük-küçük, kadın erkek her kes katılır -Varsa ölüme sebep olanlardan intikam alınacağıra dikkat çekilir -Matemzedeler matem elbisesi olarak siyahlara bürünürler -Kadınlar matemin şiddetinden bazen örtülerini çıkarır, başlarını açıp yolarlar -Ahenkle ağıt yakmaları için profesyonel ağıtçılar tutulur -Matemzedelere canlı ve cansız varlıklar eşlik etmeye çağrılır -Konuma göre cenazeye doğru raks edilerek gidilir -Varsa mahallî idarenin askeri birliği cenaze için tören vaziyetini alır -Matem süresi üç gün üç gece boyunca aralıksız devam eder 53/1 Ew me’temiyê ku baxeber bû Ev renge ji bo me newheker bû Olay hakkında bilgisi olan o matemzede Ağıt yakma işini nakletti bize şu şekilde: 53/2 Go: “Can ku ji hebsê ten cuda bû Feryad û fîxan ji şehrî ra bû Dedi ki: “Can ten hapsinden ayrıldığında Şehirden feryat ve figan yükseldi o anda 297 298 53/3 Bû welwele û fîxan û zarî Bû zelzele û bezîn û hewarî Yaygaralar, figan ve ağlamalar oluyordu Koşuşmalar ve çığlıklar; yer sarsılıyordu 53/4 Bohtan ji mezin hetta biçûkan Nîswan û keç û benat û bûkan Botan halkı büyüğünden tutun küçüğüne Kadınından kızına, bakiresinden gelinine 53/5 E’yan û ekabir û e’alî Mîrza û rûwal û laubalî Ünlülerden ileri gelenlere ve büyüklere Beyzadelerden toylara ve senli benlilere 53/6 Yek ferd nema di şehrî dilxweş Bîlcumle di serxweş û muşewweş Gönlü rahat hiç kimse kalmadı o şehirde Sarhoş olmuş ve sersemlemişti hepsi de 53/7 Vêkra dibezîn bi ser Memê ve Wan derd birin bi ser xemê ve Hepsi birden Mem’e doğru koşuyorlardı Gamları üzerine onlar dert ekliyorlardı 53/8 Tacdîn û Bekir bi îttîfaqî Bûn her du li erdekî mulaqî Tacdîn ile Bekir de tesadüfî bir şekilde Birbirlerine rastladılar oralarda bir yerde 53/9 Go: “Ey sebebê fesadê ‘alem Şeytansîfetê li şeklê Adem Dedi: “Ey âlemin bozuluşunun sebebi! İnsan şeklinde ortaya çıkan şeytan gibi 53/10 Ey ba’isê fîtne û fesadan Wey mani’ê meqsed û miradan Ey fitne ve fesadın ortaya çıkış nedeni! Ve ey amaç ve murada ermenin engeli! 53/11 Ey perdederê Memê û Zînê Wey daxkeşê li ser birînê Ey Mem ve Zîn’in şerefine leke süren! Ve ey yaraları üstüne bir de dağ çeken! 53/12 Îblîsê xebîs ê pirnedamet Bes nîne te li min kir qiyamet? Ey habîs İblis, uyulması çok nedamet! Yetmez mi kopardın başıma kıyamet? 53/13 Der heqqê Memê seqet xeber da Hetta ku li min te Mem bi der da Mem hakkında sakatça konuştun sen Ta ki en sonunda ayırdın onu benden 53/14 Ev çende minafiq û neyar î Hêja tu bi çavê min diyarî! Sen bu kadar münafık ve düşmansın Hâlâ gözümün önünde dolaşmaktasın 53/15 Mem dê bimirit tu dê bimînî! Hêj xweş bigerî li rû zemînî! Mem ölecek de sen sağ mı kalacaksın! Hâlâ yeryüzünde böyle dolaşacaksın! 53/16 Hadir wî Bekir di erdê ra kir Cismê bibela ji can cuda kir Tacdîn hemen orada Bekir’i yere serdi O belalı bedenini ruhundan ayırıverdi 299 53/17 Gava ku gihîşte ser birayî Nûrek wî nedî di wî çirayî Kardeşi Mem’in yanıbaşına vardığında Artık bir ışık göremedi o sönen çırada 53/18 Tacdîn ji serê xwe tac û tomar Havête ser leşê Memê jar Tacdin başındaki tacı ve tomarı çıkardı Onları zavallı Mem’in cesedi üstüne attı 53/19 Dîn bû ji tehessura birayî Herçî ku didî wî ejedehayî Kardeşinin hasretinden artık divaneydi O hâldeki ejderha orada kimi görseydi: 53/20 Fîlhal dikit ku wî fena ket Teşbîhê Bekir di erdê ra ket Neredeyse hemen ortadan kaldıracaktı Neredeyse Bekir gibi yere batıracaktı 53/21 Qet kes nedişî bibit muqabil Bê şubhe bi wî dibûye qatil Kimse karşısına kesinlikle çıkamıyordu Çıkan olsaydı kuşku yok ki katil olurdu 53/22 Naçar xeber birin ji bo Mîr Mîr hat û li pê wî best zincîr Mecbur kalıp bunu haber verdiler Mîr’e Mîr geldi ve ayaklarını vurdu zincire 53/23 Gava ku cenaze wan hilanîn Şahid ku ji meşhedê deranîn Onlar Mem’in cenazesini kaldırdıklarında Şehidi şehitlik yerinden çıkardıklarında 300 53/24 Meşhûd buwîn li wan ‘elamet Rabû li xelaîqan qiyamet Onlar tarafından bazı alametler görüldü Oradaki mahlukât için kıyamet koptu 53/25 Dêwê ku vebestî wan bi tedbîr Bizdandî li ber xwe qeyd û zincîr Dev Tacdîn ki tedbir alınarak bağlandı Bağlandığı kayıtları ve zinciri kopardı 53/26 Zincîr û kemenda wî şikînan Derwaze û perde wî hilînan Bağlandığı halatı yırtıp zincirleri kırdı Kale kapısını söküp perdeleri kaldırdı 53/27 Ejder ji mexareê ku ber bû Derhal bezî di ne’şê wer bû Ejderha dışarı çıkar çıkmaz mağaradan Koşarak kendini na’şın üstüne attı o an 53/28 Tabût li ser serê xwe danî Efxan digîhande asimanî Mem’in tabutunu başının üstüne koydu Ettiği o figanlar göklere yükseliyordu 53/29 Hindî ku di şehrî Ademî bûn Têkda di lîbasê matemî bûn Şehirde ne kadar insan var idiyse hepsi Giymişlerdi üzerlerine matem elbisesi 53/30 Hindî ku hebûn di şehrî meşhûr Xatûn û muxedderat û mestûr Şehirde her kim var idiyse ünlülerden Hatunlardan, perdelilerden, örtülülerden 301 53/31 Gêsûvekirî bi tayê terpûş Ser ta bi qedem hemî siyehpûş Kâhküllerini açmış, başlarında fesler Baştan ayağa siyahlara bürünmüştüler 53/32 Bê mi’cer û burqu’ û serendaz Reş girtî ji bo Memê bi dilxwaz Başörtüsüz, burkasız ve abayesiz idiler Mem için isteyerek karalar giymiştiler 53/33 Neyyahe û mîhreban û dayîn Goyende bi nale şubhê goyîn Hem ağıtçı, hem de hizmetkâr ve dadı Gece kuşu gibi inleyip ağıt yakarlardı 53/34 Wan mersiye distiran bi aheng Zîn rabûye pê bi qameta şeng Onlar ahenkli şekilde ağıt yakarlardı Zîn de zarif boyu ile ayağa kalkmıştı 53/35 Nahîdesîfet li dengê sazê Reqqas diçûye ber cenazê Zühre yıldızı gibi saza eşlik ediyordu Cenazeye doğru raks edip gidiyordu11 53/36 Dam û ded û Ademî û mûran Dar û ber û camid û tuyûran Evcil ve vahşiler, insanlar, karıncalar Ağaçlar ve taşlar, cansızlar ve kuşlar 11 302 “Nahîd (Venüs)”: Yerküreden daha küçük ve Güneş’e daha yakın bir gezegendir. “Nahîdê Çerx” olarak da anılır. Muşterî ile birlikte “Se’deyn” (İki Uğurlu) olarak anılır. Güneş’in çalgıcısı ve rakkasesidir. Bu özellikleri bağlamında benzetmelerde kullanılır. Bundan dolayıdır ki Xanî son buluşma sahnesiyle ilgili beyitlerden biri olan bu beyitte Zîn’i Zuhre’ye benzetmekte ve onun Güneş’in rakkasesi ve çalgıcısı olduğuna işaret etmektedir. 53/37 Bîlcumle ji bo Memê dinalîn Her yek bi meqamekî dikalîn Hepsi birlikte Mem için inlemekteydi Her biri bir makam ile ah etmekteydi 53/38 Tulpê reşê wan siyahpûşan Reh şubhetê ‘ewrekî xurûşan Siyahlara bürünmüş kara askeri kıtalar12 Coşkun akan bir bulutu andırıyordular 53/39 Ew çend ji ‘aridê di gulgûn Vêkra diwerîn sirişkê pirxwûn Gül renkli yanaklarından o kadar onlar Birlikte kan dolu gözyaşı döküyordular 53/40 Goya ku di feslê Nûbeharî Baran li gulşenan dibarî Sanki İlkbahar faslında bulunuluyordu Gül bahçeleri üstüne yağmur yağıyordu 53/41 Ev matem û ev siyahpûşî Ev çarşev û îzar û pûşî Bu matemi ve bu siyahlara bürünmeyi Bu türden çarşafı, peştemali ve peçeyi 53/42 Bohtan wî zemanî kirne ‘adet Bû resmê qedîmî ta qiyamet Botanlılar o zaman âdet hâline getirdi Kıyamete dek sürecek töre hâline geldi 12 “Tulpê reş” (kara askeri kıta): Orijinal bir Kürtçe terim olan ve “p” harfi “b”ye dönüştürülerek “tulb” şeklinde Arapçalaştırılıp “etlab” şeklinde çoğul yapılan bu askeri ifade Selahaddîn Eyyûbî ordusu bünyesinde yer alan bazı kıtalar için kullanılıyordu. 303 304 55/1 Elqisse şehîdê işqê cellad Meqtûlê sîtem, qetîlê bêdad Sözün kısası aşk celladının şehidi olanı Zulümle öldürülen adaletsizlik kurbanı 55/2 Ew kuşteê curmê bêgunahî Teşbîhê beratê padîşahî Suçsuz ve günahsız aşk maktulü olanı O görünümü padişah beratını andıranı 55/3 Menşûri kirin bi nûrê pakî Mestûri di nêv qubûrê xakî Kendisini temiz bir nur ile kefenlediler Kabir toprağına teslim edip defnettiler 55/4 Ew dur bi xezîneê siparin Ew mari li ber piyan veşarin O inciyi götürüp hazineye teslim ettiler O yılanı da ayağının dibine gömdüler 55/5 Daynandine ber serî ‘elamet Ye’nî ev e serwerê qiyamet Başucuna bir nişan koyarak belirlediler Yani “kıyametin efendisi budur” dediler 55/6 Serxeylê qebîlê pakibazan Serdarê cemî’ê serfirazan O, pak şahinler taifesinin baş süvarisidir Başı dik tüm âşıkların serdarı kendisidir 55/7 Zîn hat û bi qameta senewber Bû serwi li ser wî sayeguster Zîn çam ağacına benzeyen boyuyla geldi Mem’in mezarını bir servi gibi gölgeledi 55/8 Bê perde mîsalê ney dinalî Hêstir diwerîn “ele’t-tewalî” Tıpkı ney gibi perdesiz olarak inliyordu Sürekli olarak gözünden yaş döküyordu 55/9 ‘Eynî te digo di feslê Nîsan Derya rijiya ji ‘ewri dîsan Sanırdın ki aynen bir Nisan mevsimidir Bulutlardan yine nehirler dökülmektedir 55/10 Baran ku li turbeê dibarî Her dane dibûne deh mirarî Mem’in kabri üzerine yağmur yağıyordu Onun her damlası on inci tanesi oluyordu 55/11 Her dem ku dikir ji derdê dil ah! Wan matemiyan neûzu bîllah! Gönül yarasıyla ah çektiği her seferinde Tanrım sana sığınırız ki o matemliler de 55/12 Vê ra bi newa digirtin aheng Her neh felekan bi ser diket deng Makam ve ahenkle Zîn’e eşlik ederlerdi Bu “ah” sesleri dokuz kat göğe yükselirdi 55/13 Cindî û sîpahî û emîran Derwêş û re’îyye û feqîran Askerler, silahlı olan kimseler ve beyler Dervişler, normal vatandaşlar ve fakirler 55/14 Dildar û şepal û nazenînan Hûrî û perî û xemrevînan Gönül ehli olanlar, güzeller, nazeninler Huriler, periler ve gam dağıtıcı dilberler 305 55/15 Vêkra dikirin hewari her kes Efxan digihane Çerxê Etles Herkes birden feryat edip çığlık atıyordu Figanları tam Atlas Feleği’ne ulaşıyordu13 55/16 Zînê ku nema qiwam û quwwet Nalî biriyan û ket ji qudret Zîn’in kalmadı artık ne mecali ne kuvveti İniltileri de kesildi ve gücü artık tükendi 55/17 Rûnişt li ber serê Memê jar Mem kir bi tekellumê xeberdar: Gidip zavallı Mem’in başucunda oturdu Mem’i haberdar etmek için şöyle konuştu: 55/18 Ki "ey malikê milkê cism û can î" Ez baxiçe û tu baxiban î Ey beden ve ruh mülkümün sahibi olan! Ben bahçeyim sen bu bahçede bahçıvan 55/19 Baxê te gîhandî bêxwedan e Bê rûyê te ew ji bo çira ne? Sahipsiz kaldı senin yetiştirdiğin bahçe Yüzünü görmediğim bahçenin değeri ne! 13 306 “Çerxê Etles” (Atlas Feleği): Batlamyus ağırlıklı eski astronomiye göre soğan zarı gibi iç içe girmiş dokuz felekten sonuncusuna Atlas Feleği denir. Sekizinci feleğe Kürsî diyen eski hükema Atlas Feleği’ne Arş adını da vermişlerdir. En büyük felek olarak kabul edilen Atlas Feleği 24 saate bir dönüşünü tamamlar. Bu dönüş Doğu’dan batıya doğru gerçekleşir ve bu sırada diğer felekleri de kendi istikametinde dönmeye zorlar. Atlas Feleği isminin iki önemli izdüşümü kendini göstermiştir. Birincisi onun yıldızlardan arındırılmış olması yani yıldızsız oluşu göz önünde bulundurularak desensiz olan düz kumaşa da bu bağlamda “Atlas” denilmesidir. Tanrısal olan diğeri ise kısaca şöyledir: Yunan ve Roma mitolojilerine göre dünyayı omuzlarında taşıyan tanrı olarak tasavvur edilen Atlas çoğu kez Mitra’nın kendisi olarak algılanmıştır. Mani dinine göre Mitra aydınlık gökyüzünü taşırken Atlas da yerküreyi taşır. Bundan dolayıdır ki Avrupa’da coğrafya kitapları ve haritaların yayımlanmaya başladığı XVI. yüzyılda bu kitapların kapaklarına Atlas resimleri konulmuş ve coğrafya haritalarına “Atlas” denilmiştir. 55/20 Ev xal û xet û ‘izari gulzar Ev husn û cemal û baxê ruxsar Gülbahçesi yanaktaki şu benek ve hatlar Yüz bahçesinde şu cemal, güzel unsurlar 55/21 Badamê siyah, çeşmê şehla Nar û bih û sîb, şaxê bala Siyah bademleri andıran kara gözler Nar ve ayva, elmalar ve yüksek dallar 55/22 Xweşreng û bilezzet û bitam in Bê şubhe li xeyrê te heram in Hepsi güzel renklidir, lezzetli ve tatlıdır Şüphesiz ki senden başkasına haramdır 55/23 Nexla bedena xwe raweşînim Vî meyweî cumle daweşînim Hurma ağacı gibi bedenimi sallayayım Tüm bu meyveleri yerlere boşaltayım 55/24 Van sunbul û laleê di xerra Reyhan û binefşeê muterra Şu parlak sümbülleri ve güzel laleleri Reyhanları ve halka halka menekşeleri 55/25 Ye’nî ku ‘îzar û zulf û xalan Ya qenc ew e ez bidim bi talan Yani şakaklarımı, zülüf ve benlerimi En iyisi talan edeyim onların hepsini 55/26 Manendê gulan lîbasi ker kim Ax û xweliyê bi ser xwe wer kim Güller gibi elbisemi lime lime edeyim Başımın üstüne toprak ve kül serpeyim 307 55/27 Zulfan hemî ta bi ta bikêşim Heqqê min e ca bi ca biêşim Ben bu zülüflerimi tel tel koparayım Hakkım var ki ara sıra acılar duyayım 55/28 Ev bax û bihar û berg û esmar Enwar û şukûfe, cem’ê ezhar Şu bahçe, bahar, yapraklar ve meyveler Çiçekler, goncalar ve bütün şu çiçekler 55/29 Nezra nezera te bûn bi carek Weqfa besera te bûn bi carek Tüm bunlar senin bakışının adağıydılar Hepsi de senin o gözlerinin vakfıydılar 55/30 Talan bikim ez ewan temamî Da behre nexwin ji wan çu ‘amî Etmek isterim onların tümünü tar ü mar Ki sıradanlar onlardan yararlanmasınlar 55/31 Lêkîn xwe bixwe dikim tesewwur Belkî tu li min bibî texeyyur Fakat kendi kendime düşünüyorum da Belki bana kızarsın böyle bir durumda 55/32 Ev cez’e nebit li ba te meqbûl Tirsim ku tu min bigêrî mes’ûl Belki bu yakınmamdan hoşlanmazsın Korkarım beni bundan sorumlu tutarsın 55/33 Terkîbê wucûdê cism û can in Milkê di te ne, ne bêxwedan in Vücudun yapısı beden ve ruhtan ibarettir Senin mülkündür onlar, sahipsiz değildir 308 55/34 Nuqsan bibitin ji husnê mûyek Belkî ku bikî li min tu sûyek Güzelliğimden bir kıl bile olursa noksan Muhtemeldir bundan dolayı bana kızsan 55/35 Gava ku li min bikî ‘îtabê Zanim ku neşîm bidim cewabê Eğer serzenişte bulunarak beni eleştirsen Biliyorum ki hiçbir cevap veremem ben 55/36 Nêzîk e bibim wekî te medhûş Ha weqt e digel te bim hemaxûş Senin gibi kendimden geçmem yakındır İşte artık seninle kucaklaşma zamanıdır! 55/37 Laîq ew e tey bikim bîsatê Pakîze bibim ji îxtîlatê En uygunu şu ki yolu ben de kat edeyim Halkla ilişkiyi keseyim de temizleneyim 55/38 Ya qenc ew e her bi vê cemalê Azurde nekim qe zulf û xalê En iyisi karışmayayım bu güzelliğime Eziyet vermeyeyim zülüf ve benlerime 55/39 Teslîmi bikim emanetê Heq Tefwîdê te bim bi xeml û rewneq” Hakk’ın emanetini teslim edeyim ona Bu süs ve güzellikle kavuşayım sana” 55/40 Ev renge eda kirin heqaîq Bizdandi ji ‘alemê ‘elaîq Zîn bu şekilde dile getirdi gerçekleri Sonra kesti dünyayla olan tüm ilişkileri 309 55/41 Hembêzi di merqedê weranî Bêzarî numa beden ji canî Mem’in mezarını kucaklayıp sarıldı Hâlden düşerek teni ruhundan ayrıldı 55/42 Destê xwe bi dil ji canî şuştin Goya ku şemali bû, vekuştin Elini gönül isteğiyle candan çekiverdi Sanki bir mum idi de söndürülüverdi 55/43 Rûha xwe şîhande pêşi Barî Cismê xwe sipare wî mezarî Allah’ın huzuruna gönderdi ruhunu O mezara teslim etti kendi vücudunu 55/44 Wan me’temiyêd dilbirîndar Tekrari ji nû ve kirne hawar Gönülleri yaralı ve matemli o insanlar Tekrar yine çığlıklar atmaya başladılar 55/45 Efxan ji canê hadirînan Feryadi nîhadi nazirînan Candan figan etti orada hazır olanlar Onlara bakanlar da feryat kopardılar 55/46 Sê roj û şevan ji ferşê xebra Peyweste diçûne ‘Erşê E’la Üç gün üç gece yeryüzünden feryatlar Kesintisiz ulaşıyordu Yüce Arş’a kadar 55/47 Hetta we ku Zîn bi resm û ayîn Techîz-i kirin wekî dizanîn Ta ki Zîn için tören ve ayin düzenlediler Sonra bildikleri tarzda onu kefenlediler 310 55/48 Lehda ku Memê meleknezer tê Ye’nî sedefa ku ew guher tê Melek bakışlı Mem’in olduğu çukurun Yani içinde o cevherin olduğu sedefin 55/49 Ew çendi li ser girîn bi zarî Baranê sirişkê lê dibarî Üzerinde o denli yüksek sesle ağladılar Ona yağmur gibi gözyaşları yağdırdılar 55/50 Ew çendi li ser buwîn guherbar Ser lê vekirin ji nû ve tekrar Üzerinde bunca inci gibi yaşlar akıttılar O kabrin kapağını yine tekrardan açtılar 55/51 Ew herdu guher di durcekê da Ew şems û qemer di burcekê da O iki inciyi de aynı tabutun içerisinde O güneş ve ayı aynı burcun içerisinde 55/52 Bê wasîte wan kirin muqarin Bê fasîle ew bi hev siparin Vasıtasız olarak yan yana yerleştirdiler Ara bırakmadan birbirine teslim ettiler 55/53 Hasil vekirin ji nû ve sendûq Mîr gote Memê: Ji bo te me’şûq Sözün kısası sandığı yeni baştan açtılar Mîr de Mem’e şöyle dedi: “Al sana yar!” 55/54 Sê carî ji qalibî seda hat Awazi bi lefzê “merheba” hat Mem’in na’şından üç defa bir ses geldi Ses, kelimesi kelimesine merhaba dedi 311 55/55 Hemyan ku bihîstî sirrê tehqîq Bîlcumle kirin bi işqê tesdîq Tüm oradakiler bu gerçek sırrı duydular Hepsi de birden aşk gerçeğine inandılar 55/56 Tehsîn û sed aferîn ji wan ra Qet meylê dinê nebû ji wan ra Bravo onlara ve yüz defa aferin o ikisine Kaptırmadılar kendilerini dünya meyline 55/57 Alûde nebûn bi xak û xaşak Ev bû esera mehebbeta pak Dünyanın toz-toprağı ile kirlenmediler Buydu geri bıraktıkları pak aşktan eser 55/58 Pakîze û pakibaz ew çûn Dûşîze û serfîraz ew çûn Gitti o âşıklar temiz ve nezih bir şekilde Bakire olarak ve başları dimdik biçimde 55/59 Lebteşne û ber ji hev nexwarî Hesretzede çûne pêşi Barî Birleşme olmadan göçtü susuz dudaklılar Hasret içinde Allah’ın huzuruna vardılar 55/60 Xweş ‘eyş kirin bi işqê Wellah Xweş pêkve mirin tebarekellah Vallahi aşk adına güzel yaşam sürdüler Allah kutlu etsin! Birlikte hoşça öldüler 312 55/61 Herçî bi ciwanî şubhê Zînê Tebdîli biket bi işqê, jînê Şayet Zîn gibi genç birileri daha var ise Ve hayatını aşk ile yenileyip değiştirirse 55/62 Yan mîslê Memê bi işqê ser dit Eyş û xweşiyê li rê bi der dit: Ya da Mem gibi aşk yolunda baş verse Aşk yolunda lüks yaşamdan vazgeçerse: 55/63 Elbette miradî dê hilînit Herçî ku îrade dê bibînit Elbette o kişi muradına ermiş olacaktır Dilediği şey her ne ise ona kavuşacaktır 313 3. AVCILIK Aşağıda gösterildiği gibi Mem û Zîn’in 36. bölümü ava ayrılmıştır. Çûna Mîr Zeynedîn e bi seyd û nêçîrê Azadiya Memê û Zîn e ji qeyd û zencîrê (Mîr Zeynedîn’in av ve avlanmaya gitmesi Mem ve Zîn’in pranga ve zincirden kurtulması) Bu başlık altında verilen beyitlere geçmeden önce bu beyitlerde göze çarpan belli başlı hususları sunmak istiyoruz: -Ava hangi gün çıkılacağına “Mîr” karar verir -Genellikle şafağın söktüğü vakit tercih edilir -Mîrin talimatı geneldir, eli silah tutan herkesi kapsar -Mîr, mazereti olmaksızın kendileriyle ava çıkmayanları zincirlere bağlayarak cezalandırmakla tehdit eder -Ava çıkarken binek hayvanı olarak Arap atları tercih edilir -Avcılık bağlamında bu bölümde ismi geçen belli başlı hayvanlar şunlardır: xergûş (tavşan) xezal (geyik) gur (kurt) qaz (kaz) quling (turna) kebk (keklik) -Bu hayvanları avlamak için kullanılan belli başlı silahlar şunlardır: gurz (gürz) şimşîr (kılıç) tîr (ok) çogan (çevgan) gopal (sopa, baston) 315 -Avcılar yanlarında şu avcı hayvanlarını da götürürler ‘uqab (kartal) bazî (doğan) tazî (tazı) Şimdi de konuyla ilgili beyitlere geçelim: 36/1 Seyyadê şîkarê husnê exbar Kir bo me ku serguzeşti îzhar Güzel hikâyelerin avcısı olan avcı, olayı Bize şöyle açıklayarak anlattı manzarayı: 36/2 Go: Rojeke xweş bi fesl û eyyam Dewra feleka fena serencam Dedi: “Güzel bir mevsim, güzel bir gündü Sonu yok olmak olan felek bir daha döndü 36/3 316 Ferraşê qeda bi sun’ê qudret Xebra kiribû mîsalê cennet Yargı sahibi olan Allah sergisini açmıştı Sanat gücüyle yeryüzünü cennet yapmıştı 36/4 Meşşate sîfet cîhanê dîrîn Tezyîn kiribû ‘erûse ayîn Eskimiş dünyaya kuaför gibi hükmetmişti Dünyayı bir gelin gibi süsleyip püslemişti 36/5 Her yek ji newal û kûh û deştan Reh şubhetê goşeyêd bihiştan Vadi, dağ ve ovalar: Her biri öyle olmuştu Cennetin köşelerinden birini andırmıştı 36/6 Her rewde riyadê xuldê ekber Her çeşme ji ‘eynê Abê Kewser Ebedî cennet bahçesi olmuştu her bahçesi Kevser suyunun pınarındandı her çeşmesi 36/7 Her kûh ji rengê Tûrê Mûsa Ji enwarê tecelliyê teyîsa Her dağ “Musa’nın Tur”unu andırıyordu14 İlahî “tecelli”nin nuruyla ışıklar saçıyordu 36/8 Her nehrek ji rengê ejdeha bûn Her sebze bi mu’cîzan ‘Esa bûn Her nehir ejderha gibi kıvrılıp akmaktaydı Her çayır da sanki mucizeli bir “Asa”ydı15 14 “Tûr” ve “Tecelli”: Dağ anlamına gelen buradaki “Tur”dan maksat Sina’daki dağdır ki buna Sina Dağı anlamında Tur-i Sina da denir. Fakat halk arasında daha çok Tur Dağı olarak bilinir. Bu dağ Mısır ile Eyke arasında ve Medyen yakınlarında yer alır. Ortaya çıkma ve aydınlatma anlamına gelen “tecelli” ise ilahî nurların Tur Dağı’nda Hz. Musa’yı kaplayıp kendinden geçirmesidir. Kur’an ve tefsirlerde belirtildiğine göre Hz. Musa 70 kişilik bir grupla bu dağa çıkıp bir ay boyunca burada kalmış ve bu süreyi oruç ve ibadet ile geçirmiştir. Bir ay dolduğunda Allah’ın kendisinden on gün daha kalmasını istediği Musa ve beraberindeki grubun amacı Allah’ı görmek ve onunla konuşmak, böylece İsrailoğullarına güçlü bir kanıt göstermekti. Tevrat levhaları indirildiğinde Allah’ı görmek için Tur Dağı’ndaki buluşma yerine giden Hz. Musa burada Allah’ın bu dağda tecelli etmesi sonucu sadece dağı görmüş ve kendinden geçmiştir. Kur’an’da bu olay şöyle geçmektedir: Musa tayin ettiğimiz vakitte Tur’a gelip de Rabbi onunla konuştuğunda Musa “Rabbim bana kendini göster de seni göreyim” dedi. Rabbi “sen beni asla göremezsin fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin” dedi. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da kendinden geçip bayıldı. Ayılınca “seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim, huzurunda tövbe ediyorum, ben inanların ilkiyim” dedi. Allah bunun üzerine dedi ki: “Ey Musa, sana verdiğim elçilik görevleri ve sözlerimle seni insanlara baş olarak seçtim, sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol”. Tur ve tecelli olayları için bkz. A’râf: 7/142-144) 15 “Esa” (Asa, Değnek) ve “ejdeha” (büyük yılan): Önceki beyitte “Tur Dağı” ve “tecelli” unsurlarıyla Musa Peygamber’e dikkat çeken Xanî bu beyitte onun asasına dikkat çekmektedir ki bu asa literatürde “Asa-yı Musa” olarak bilinmektedir. Rivayetlere göre Şuayb Peygamber’le anlaşmalı olarak ona çobanlık yapıp koyunlarını otlatan Hz. Musa ondan bir değnek isteyince Şuayb kendisine Adem Peygamber’den intikal eden değneği ona vermiştir. Kur’an’da ejderhaya dönüşen bu değnekle ilgili Allah ile Musa Peygamber arasında şöyle bir diyalog geçmektedir: - Şu sağ elindeki nedir ey Musa? -O benim asamdır, ona dayanırım ve onunla davarlarıma yaprak silkelerim, benim için onda ihtiyaçlarımı giderecek başka şeyler de vardır. -Onu yere at ey Musa Diyalogun devamında ise şöyle denilmektedir: “Musa onu yere atar atmaz birden hızla sürünen bir yılan oldu” . Bkz. Taha: 20/17-21. 317 36/9 Her dar ji feydê newbeharî Têk şu’le dida ji nûrê Barî Her ağaç ilkbaharın bereketiyle yeşermişti Hep beraber Allah’ın nurundan ışık verirdi 36/10 Her gul ji mîsalê Ateşê Tûr Yek meş’elê bêqusûr ê pirnûr Her gül Tur Dağı Ateşi’nin bir benzeriydi Çok nur saçan kusursuz bir meşale gibiydi16 36/11 Her murxê seher bixwe Kelîmek Her tûtî û qumriyek nedîmek Seher vakti öten her kuş Konuşan Musa idi17 Her papağan ve kumru birbirinin nedimiydi 36/12 Her nexli nîdakunende her gah Teşbîhê Şecer digo: “Enellah” Her hurma ağacı her zaman sesleniyordu Musa Ağacı gibi ‘Ben Allah’ım’ diyordu18 318 16 “Ateşê Tûr” (Tur Ateşi): Bu ateşten maksat, peygamberlikle görevlendirildiği an Hz. Musa’nın yeşil bir ağaç üzerinde gördüğü ve kendisine klâvuzluk ettiği ateştir. Şuayb Peygamber’in yanında on yıl kalan Hz. Musa bu sürenin bitiminden sonra eşiyle birlikte Mısır’a doğru yola çıkar. Fakat soğuk ve karanlık bir gecede yolunu kaybederler. Bu sırada eşinin doğum sancıları da başlar. Musa böyle bir sıkıntı içerisindeyken Eymen Vadisi’nde birden Tur Dağı’ndan bir ateşin yükseldiğini görür ve bu ateş sayesinde yolunu bulur. Hikâye Kur’an’da şöyle geçmektedir: Musa süreyi doldurup ailesiyle birlikte yola çıkınca Tur tarafından bir ateş gördü ve ailesine “siz burada bekleyin, ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber ya da ısınmanız için bir parça getiririm” dedi. Hikâyenin ayrıntısı için bkz. Kasas: 28/ 29-31 17 “Kelîm”: Konuşan veya kendisiyle konuşulan anlamına gelen “Kelîm”, Tur Dağı’nda Allah ile konuşması nedeniyle Hz. Musa’ya verilmiş bir lakaptır. Bu lakap bazen “Kelîmullah” şeklinde de kullanılmaktadır. 18 “Şecer” (Ağaç,): Ağaç anlamına gelen “Şecer”den maksat Hz. Musa’nın Tur Dağı’nda gördüğü ateşin/nurun yükseldiği ağaçtır. Musa bu ağacın yanına gittiğinde ağaca tecelli eden Allah ağacın dilinden Hz. Musa’ya “ben Allah’ım” demiştir. Bkz. Kasas: 28/30-31) 36/13 Xergûş û xezal û gur û ahû Ev qaz û quling û kebk û teyhû Tavşanlar ve geyikler, kurtlar ve ceylanlar O kazlar ve turnalar, keklikler ve doğanlar 36/14 Ker ker diçerîn li kûh û deştan Ref ref difirîn di nêv bihiştan Dağ ve ovalarda sıra sıra otlanıyorlardı Cennetler içerisinde sürü sürü uçuyorlardı 36/15 Elqisse bi îqtîda zemanî Bû firsetê ‘eyş û kameranî Kısaca zamanın tam istediği gibi bir hayat Güzel ve mutlu bir yaşam için oldu fırsat 36/16 Fesla bigerin li geşt û seyran Nêçîri bikin ji wehş û teyran Tam mevsimiydi gezi ve seyrana çıkmanın Vahşi hayvanları ve kuşları da avlamanın 36/17 Mîrê ku felek mutî’ê ferman Go: “Sibhe nebûyî qewmê Bohtan Mîr ki felek de onun emrine boyun eğerdi “Sabah vakti olur olmaz Botan halkı” dedi 36/18 Rabestî sîlah û gurz û şimşîr Bîlcumle digel me bêne nêçîr “Silahlarını, gürz ve kılıçlarını kuşansınlar Hepsi kalkıp bizimle birlikte ava çıksınlar 36/19 Hadir nebitin kesek di seydê Ew dê bimirit di bend û qeydê” Şayet olsa bizimle ava çıkmamış olan birisi Prangalarda ve zincirlerde ölecektir kendisi” 319 36/20 Xelqê ku hetta bi subhê kazib Hadir kiribû bîsat û ratib Yalancı şafak sökünceye kadar bu insanlar Sergi ve yiyecek hazırlıklarını tamamladılar 36/21 Fecrê ku numaye wan ‘elamet Rabû di wî şehrî da qiyamet Tan yeri onlara ışık belirtisini gösterdiğinde Artık sanki kıyametler kopuvermişti şehirde 36/22 Mêran vekirin ‘uqab û bazî Şêran dibirin piling û tazî Yiğitler çözüp saldı kartalları ve doğanları Aslanlar götürüyordu kaplanları ve tazıları 36/23 Dirrende û adem û behaîm Ferdek qe nema di şehrî qaîm Hem yırtıcılar hem de insanlar ve hayvanlar Bir fertleri bile olsun şehirde kalmamıştılar 36/24 Dam û ded û ademî û heywan Tifl û sebî, aşvan û rezvan Evciller ve yabaniler, insanlar ve hayvanlar Küçükler, yavrular, değirmenci ve bağcılar 36/25 Elqisse qebîleya rîcalan Fîlcumle kesek nema di malan Sözün kısası erkekler taifesinden hiçbirisi Evde kalmamıştı, dışarı çıkmışlardı hepsi 36/26 Bû heşirgehek li seydigahan Şefqet nekirin li bêgunahan Av alanları kıyametteki mahşer olmuştu Avcılar o günahsız hayvanlara acımıyordu 320 36/27 Ewçendi ji wehşiyan dikuştin Goya ku wuhûşi qet nehîştin Onlar vahşi hayvanları o kadar avladılar Sanki geride hiç vahşi hayvan koymadılar 36/28 Dirrende, dewende û perende Hin kuştî û girtî, hin fikende Yırtıcılar, koşan hayvanlar ve kuşlar vardı Kimi öldürüldü, kimi esir alınıp bağlandı19 36/29 Çapikherekat û nûciwanan Wan faris û gurd û pehlewanan Çok seri hareketli ve delikanlı o insanlar O atlılar ve kahramanlar ile o pehlivanlar 36/30 Dirrende dirandibûn bi şîran Perrende birandibûn bi tîran Yırtıcı hayvanları parçalamıştı kılıçlarla Kuşları paramparça edip yırtmıştı oklarla 36/31 Mehbûbê mîsalê şehlewendan Merkeb’ereban xwedankemendan Boy pozları yerinde olan sevimli kimseler Ellerinde ipler olup Arap atlarına binenler 36/32 Çogani di dest digel gopalan Havêtine gerdenêd xezalan Ellerinde sopalarla birlikte çevganlar vardı Onları ceylanların gerdanlarına atıyorlardı 36/33 Ew şêresuwar û bebrê cengî Xwûnî kiribûn belek pelengî O atlı arslanlar ve o cengâver kaplanlar Alaca kaplanları kanlar içinde bıraktılar 19 Elyazmasında yeri silik olan bu beyit Jan Dost’un Arapça şerh ettiğ nüshadan alınmıştır. 321 36/34 Ewçendi xezal ewan kirin seyd Ewçendi piling ewan kirin qeyd Onlar o kadar çok fazla ceylan avladılar O kadar çok fazla kaplan da bağladılar: 36/35 Êdî nedişîn digel xwe bînin Belkî nedişîn ji cih hilînin Artık beraberlerinde onları taşıyamıyorlardı Belki onları yerden bile kaldıramıyorlardı 36/36 Kuştî ji xwe ra birin feqîran Girtî bi xwe ra birin emîran Öldürülenleri fakirler kendilerine götürdüler Bağlananları da beyler yanlarına alıverdiler Mem û Zîn’in 40. bölümü de avdan dönüş keyfiyetine tahsis edilmiştir ki bunun için kullanılan orijinal başlık şöyledir: Vegeriyana Mîr û mîrzan e ji şîkarê Serxweşiya Memê û Zînê ye bi meya dîdarê Bêxeberiya wan e ji serdahatina Mîr di weqtê êvarê (Mîr ve efendilerin av partisinden geri dönmeleri Mem ve Zîn’in görüşme şarabıyla sarhoş olmaları Mîr’in akşam onları yakalamasından habersiz oluşları) Bu bölümde sunulan beyitlerde bu dönüşün kendine mahsus şeklinin nasıl olduğuna ilişkin şunlar göze çarpmaktadır: -Dönüş askeri bir konvoy eşliğinde olur -Askeri konvoy mehter eşliğinde yol alır -Konvoy boyunca saz, davul ve zurnalar çalınır -Makam ve aletlerin uğultuları birbirine karışır -Eve dönüldüğünde sağ yakalanan ve öldürülen hayvanlar ayrıştırılır -Sağ yakalananlar bahçeye salınır ve korumaya alınır -Bir önceki bölümde görüldüğü gibi öldürülen hayvanların bir kısmı fakirlere verilir -Sağ yakalananlara nasıl muamele edileceğine Mîr karar verir 322 40/13 Mîr hat li ser wî hinde ‘esker Surna û nefîr û kûs û mehter Mîr geldi yanıbaşında çok sayıda asker Zurnalar, ekipler, davullar ve mehterler20 40/14 Dadayî li teblexan û sazan Çawûş û seda û gazegazan Çalıyorlardı hem davulları hem sazları Çavuş, makam ve aletlerin uğultuları 40/15 Papende bi işqê herdu ceyran Dermande ji pêşê yek ve heyran Ayakları aşk prangasında her iki ceylan Birbirine bakakalmışlardı hayran hayran 40/16 Qet seh nekirin ku ev çi reng e Qet guh nekirin ku ev çi deng e Bu gürültü nedir diye hiç dinlemediler Bu sesler ne diye hiç kulak vermediler 40/17 Mîr go ku: “Vekin evan xezalan Pabende mekin evan şepalan Mîr dedi ki: “Açın ayağını şu geyiklerin Ayaklarını bağlamayın şu sevimlilerin 40/18 Têk berdine baxî wan wekî teyr Da em bikirin hero li wan seyr” Tüm onları kuşlar misali salın bahçeye Ki dalalım her gün onları seyretmeye” 20 “Mehter”: Orduya eşlik eden bir nevi konser grubudur. Güfte, beste ve müzik aletlerinin görkemi ile savaşa giden askerlere psikolojik destek sağlamak amacıyla kullanılan mehter kimi zaman eğlence maksadıyla da kullanılırdı. Örneğin Xanî’nin aşağıdaki beytinde avdan dönen Mîr’e mehterin eşlik ettiği söylenmektedir: 323 40/19 Xelqê ku xezal û gur û xergûş Xweş girtî li ser mil û der axûş Ceylanları, kurt ve tavşanları taşıyanlar Bunları hoşça omuzlayıp kucakladılar 40/20 Anîn hemî mêr tijiyê rez kir Axil ku şivanî tijî pez kirr Adamlar gelip bahçeyi doldurdu onlarla Sanki çoban ağılı doldurmuştu koyunlarla 324 4. NEWROZ M em û Zîn’de Kürt realitesine bağlı ve onu tamamlayan olgulardan biri de Newroz’dur. Xanî 11. ve 12. bölümleri tamamen, 13. bölümü debüyük ölçüde Newroz’a ayırmıştır. Bu başlıklar altında zikredilen beyitlerde dile getirilen kutlama etkinlikleri, düzenlenen etkinlikler ve sergilenen gelenek-görenekler halen de birçok Kürt bölgesinde uygulanmaktadır. 11. bölüm için şu başlık kullanılmıştır: Dastana beyana Newroza Sultanî Tesmiyeê mewsimê surûr û şadimanî Bi mersûmê qedîmê Kurdîstanî Ku wan digotê sersal ‘Ed dikirin bi ‘îdê wîsal (Sultanî tarzdaki Newroz destanının açıklanması Sevinç ve mutluluk mevsimi olarak adlandırılması Bunun Kürdistan’ın eski âdetine göre kutlanması Ki onlar buna yılbaşı diyorlardı Onu kavuşma bayramı sayıyorlardı) Bu başlık altında yer verilen beyitlerde göze çarpan belli başlı hususlar şunlardır: -Newroz kutlamaları atalardan yeni nesillere aktarılan uzun bir geçmişe sahiptir -Mart ayının gelişiyle birlikte herkes tatlı bir bekleyiş havasına girer -Kutlama genel bir hâl alır, ve herkes kutlama alanlarına akın eder -Ovalar, çimenlikler, bayırlar insanlarla dolar -Bekar kızları ve erkekleri ayrı bir heyecan sarar -Kızlar ve erkekler en güzel elbiselerini giyerlerdi -Kızlar ve erkekler yılda bir kez olarak Newroz’da birbirlerini görür, beğenir ve ailelerine haber verip birbirlerine talip olurlar 325 -Newroz’da kız erkek görüşmelerine aileler izin verir fakat İslam’ın haram kıldığı davranışlar sergilenmez -Newroz kutsal bir gelenek sayılır 11/14 Danayê mu’emmerê kuhensal Ev rengehe go jibo me ehwal: Güngörmüş yaşlı bir deneyimli bilgin vardı Durum ile ilgili olarak bize şunları anlattı: 11/15 Go: “Adetê pêşiyê zemanan Ev bû li hemî cih û mekanan: Dedi ki: “Eski zamanlarda bir gelenek vardı Bu gelenek her yerde şu şekilde uygulanırdı: 11/16 Weqtê we ku şehsuwarê xawer Tehwîli dikir di mahê Azer Doğu Şehsüvarı/(Güneş) dönüp gezdiğinde Mart ayının gelişiyle dönüşü yenilediğinde 11/17 Ye’nî ku dihate burcê sersal Qet kes nedima di mesken û mal Yani dönüp dolaşıp yılbaşı burcuna girdiğinde Asla hiç kimse kalmazdı meskeninde, evinde 11/18 Bîlcumle diçûne der ji malan Hetta digihîşte pîr û kalan Hep birlikte evlerini boşaltıp dışarı çıkarlardı İçlerinde yaşlı kadın ve yaşlı erkekler vardı 11/19 Roja ku dibûye Îdê Newrûz Te’zîmi jibo dema dilefrûz Geldiği gün Newroz adı verilen bayram yine Saygı göstermek için gönül aydınlatıcı o güne: 11/20 Sehra û çîmen dikirne mesken Beyda û dîmen dikirne gulşen İnsanlar kır ve çimenleri mesken edinirlerdi Ovaları ve bayırları birer gülşene çevirirlerdi 326 11/21 Xasma ‘ezeb û keçê di bakir Elqisse cewahirê di nadir Özellikle gençlerden bekâr kızlar ve erkekler Kısacası eşlerine az rastlanan bu mücevherler 11/22 Têkda di muzeyyen û mulebbes Vêkra li teferrucê murexxes Hepsi birlikte giyinerek güzelce süslenirlerdi Birbirleriyle çıkmalarına aileler izin verirlerdi 11/23 Lêkîn ne bi tuhmet û minnet Belkî bi terîqê şer’ û sunnet Ancak kötü niyet ve minnet duygusu olmadan Belki şeriat ve sünnetin yolundan ayrılmadan 11/24 Lewra ku ewan xered ji geştê Meqsûd ji çûyîna deştê Çünkü o gençlerin kırlara çıkmadaki amaçları Onların ovalara yönelmiş olmadaki maksatları 11/25 Ew bû ku çi talib û çi metlûb Ye’nî du teref muhibb û mehbûb Bir tarafın isteyen, bir tarafın istenen olmasıydı Yani iki tarafın da seven ve sevilen olmasıydı 11/26 Ev herdu celeb ku hev bibînin Kufwê di xwe ew jibo xwe bînin Amaç her iki tarafın da birbirlerini görmesiydi Her birinin kendine bir denk bulup seçmesiydi Memû Zîn’in 12. bölümü için tercih edilen başlık şudur: Bi derketina şehiriyan e bi deştê Ji bo seyrana sersal û geştê (Şehir halkının ovaya doğru dışarı çıkmaları Seyretmek için Yılbaşı Bayramını ve kırları) 327 Bu bölümün beyitlerinde şunlar denilmektedir: 328 12/1 Dewra felekê ji bextê feyrûz Dîsan ku numa ji nû ve Newrûz Açık bir talih olarak feleğin o dönen çarkı Newroz’u yeniden gösterip ortaya çıkardı 12/2 Mebna li wî ‘adetê mubarek Şehrî û sîpahiyan bi carek Kutsal sayılan geleneğe uygun bir biçimde Bütün şehirliler ve köylüler bir birlik içinde 12/3 Bajêr û kelat û xanî berdan Teşbîh bi nejdiyan û cerdan Şehirden, kalelerden ve evlerden ayrıldılar Adeta birer avcı, yol kesici ve talancıydılar 12/4 Sef sef dimeşîne kûh û deştan Ref ref dixwuşîne seyr û geştan Sıra sıra olup yürüdüler dağlara ve ovalara Gruplara ayrılarak yürüdüler seyrangâhlara 12/5 Esnafê umem sîxar û kubbar Qet’a qe nema di şehri deyyar Büyükten küçüğe toplum dışarıya çıkmıştı Kesinlikle evde oturan hiç kimse kalmamıştı 12/8 Rabûne ve xanim û xewatîn Wan jî tijî gul kirin besatîn Kalktı ayrıca yöredeki hanımlar ve hatunlar Her biri birer gül olup bahçeleri doldurdular 12/9 Hûran kire meskenê xwe cennet Bê perde û bê melal û minnet O cennet gibi yerleri doldurdular bu huriler Peçesizdiler, ne yoruldular ne minnet ettiler 12/10 Dûşîze û duxter û ruwalan Pakîze’îzar û zulf û xalan Genç erkekler ve yeni yetişme genç bakireler Oldukça temizdiler, zülüflü ve benekliydiler 12/11 Etrab û kewa’ibê di ‘ezra Murdan û murahiqê di zîba Birbirine yaşıt tomurcuk memeli bekâr kızlar Yeni ergen olmuş güzel yüzlü genç oğlanlar 12/12 Eshabê qumaşê lutfê ruxsar Erbabê meta’ê husnê dîdar Kumaş gibi nazik yüzlerini pazarda sergilerdi En değerli mal gibi güzel yüzleri gösterirlerdi 12/14 Sewdakerê işqê bûn di bazar Hem baî’ê husn û hem xerîdar Aşk pazarında sevdaya tutulmuş kimselerdi Güzellik için hem satıcılar hem müşterilerdi 12/15 Sersalî û bakir û ruwalan Sedsal û cuwan û pîr û kalan Bir yaşında çocuk, kızlar, al yanaklı erkekler Yüz yaşındakiler, gençler ve ihtiyar kimseler 12/16 Sersali bi resm û rahê me’hûd Gêran diçû meqamê mehmûd Alışılagelmiş âdete göre Newroz’u kutladılar Bu kutlama için gidip güzel yerleri dolaştılar 329 SONUÇ “Ehmedê Xanî’nin Fikir Dünyası” adını verdiğimiz bu çalışma incelendiğinde Xanî’nin çağını çok iyi okuyan ve yorumlayan bir bilge olduğu görülmektedir. Gerek tasavvuf anlayışı gerekse bu anlayış çerçevesinde yer verdiği tasavvufî kavramlar, tasavvufî tipler ve argümanlar onun mistik âlemde bir otorite olduğunu açıkça göstermektedir. Öte yandan şairimizin aşk anlayışı da dikkat çekici tespitlerle zengin bir muhteva kazanmıştır. Özelikle Mem ve Tacdîn bağlamında mecazî aşk ile hakîkî aşk arasındaki ince nüansı gözler önüne sermedeki ustalığı ve bu ustalığını Doğu edebiyatlarında meşhur olan aşk hikâyelerinde sergilemesi gerçekten incelenmeye değerdir. Xanî’nin astronomi ve astrolojiyi birlikte içeren kozmolojiyi çok başarılı bir şekilde işlediği görülmektedir. Gerek felekler, gerekse yıldızlar ve gezegenler hakkında dile getirdiği beyitler onun hem bilimsel hem de mitolojik malumata derinliğine sahip olduğunu göstermektedir. Xanî’nin bir deryaya benzeyen fikir dünyasına dalan kişi, karşısında muhtelif boyutlarıyla müziği de görmekte ve onun müzik aletleri, müzik makamları, gruplar, müzikal oyunlar ve sesler konusunda ciddi anlamda bilgi sahibi olduğuna tanık olmaktadır. Bunun yanında, şairimizin fauna ve flora ile varlık felsefesi ve diyalektik alanlarında da bir otoriter olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Xanî’nin en dikkat çekici yönlerinden biri de Kürt realitesi ve Kürt dili ile ilgili orijinal fikirleridir ki bu tür fikirleri ondan önceki Kürt şairlerinden hiçbiri dile getirmemiştir. Bunun yanında başta düğün, matem, avcılık ve Newroz olmak üzere geniş bir Kürt folklorü malzemesini de geride miras bırakmıştır. Tüm bunlar gösteriyor ki Xanî anılan konuları iyice tetkik etmiş ve bu bağlamda elde ettiği bilgileri üstün bir edebî sanat gücüyle birleştirmek suretiyle okuyucunun istifadesine sunmuş ve araştırmacılar için geride bir hazine bırakmıştır. Bu konulardan her biri birer tez konusu olabilecek nitelik ve orijinalliğe sahip olması bağlamında yüksek lisans ve doktora öğrencilerini beklemektedir. 331