Astım, dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen bir

Transkript

Astım, dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen bir
İÇİNDEKİLER
04
10
14
16
20
22
26
30
32
36
38
1
Editörden
Sağlık ve Magazin Dergisi
Sahibi
Başkent Üniversitesi Hastanesi
Adına Başhekim
Prof. Dr. Ali HABERAL
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Melek ALKAN ÇAKMAK
Tasarım Uygulama
Başkent Üniversitesi
İletişim Fakültesi
İletişim Tasarımı Bölümü
Baskı
Can Matematik Limited Şirketi
İvedik Organize Sanayi
Ağaç İşleri Sitesi, 21.Cadde
524. Sokak, No: 30
İvedik/ANKARA
Tel: (0312) 395 06 70
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
Basım Tarihi
12/04/2012
Okuyucu Köşesi için mail adresimiz
[email protected]
2
İdare Adresi
Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi
10.Sokak, No:45
Bahçelievler/ANKARA
Tel: (0312) 212 68 68
Faks: (0312) 223 73 33
www.baskent-ank.edu.tr
Merhaba sevgili
okurlarımız,
Uzun, karlı ve soğuk geçen bir kışın ardından toprak nihayet uyandı ve bahara erdik.
Gün oldu, yağmurun sesini dinleyerek
yudumladığımız kahvelerimiz, kasvetli
günlerde yoldaş oldu bizlere. Beyaza bürünen şehir ilk başlarda masumiyetiyle teslim
aldı bizi. Sonra beyaz esarete bıraktı yerini.
Anlayacağınız ruhumuz yoruldu, her şeyden şikayetçi olan bünyeye kış da fazla geldi. Şimdi baharı yormanın zamanı. Bahar
yorgunluğundan, alerjilerinden, alınan
fazla kilolardan dem vurmanın zamanı.
Tabiatın uyanışına eşlik etme zamanı...
Baharın, güneşin ve doğanın keyfini çıkarırken okumanız için dopdolu bir içerikle
karşınızdayız. Çok yakın zamana kadar
özellikle çocuklarda görülen “Hemanjiom”
denilen hastalığın, muazzam bir buluşla
nasıl basit bir şekilde tedavi edildiğinden
başlayıp, mevsim itibariyle bir çok kişinin
sorun yaşadığı alerjik hastalıklar çerçevesinde yer alan, “Astım” hastalığının
bilinmeyenlerine uzanan bir yelpazede konularımızı oluşturmaya çalıştık. Bununla
birlikte, cerrahi işlemlerde, Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümümüzün uyguladığı
yeni bir ameliyat yöntemi ile yine özellikle
kadın hastalarımızı yakından ilgilendiren
“Karın Germe” operasyonuna dair bilgiler aktardık. Okuyucu köşemizde, hayatı
Mehmet Hoca’sıyla değişen bir hastanın
duygularını ilettiği mektubuna yer verdik.
Hep hastalıklar değil, Başkent’te yaşanan
farklı güzelliklere de vurgu yapalım dedik
ve objektiflerimizi Ayaş’ta bulunan Fizik
Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’mize
çevirdik. Yataklı hastalarımızın tedavilerinin yapıldığı merkezimizde, hastalarımızın
ve hasta refakatçilerimizin boş vakitlerini
değerlendirmek amacıyla hizmet veren
El-Sanatları Birimini tanıtmak istedik.
Konuklarımızın yaptığı çeşitli el sanatları
ürünlerini ve merkezin çalışma prensiplerini birimin sorumlusu Gülay Hanım’dan
dinledik.
Hastalıklar, tedavileri, yeni yöntemler
derken Mart ayında kutladığımız iki
önemli tarihten de bahsedelim istedik.
14 Mart’ta, sağlığımız için fedakarca çalışan hekimlerimizin ve sağlık personelimizin Tıp bayramını kutladık. Diğer bir tarih
de 8 Mart idi. Özellikle içinde bulunduğumuz dönem dikkate alındığında, önemli
bir sosyal sorun haline gelen Kadına
Uygulanan Şiddet noktasında Kadınlar
gününü kutladık. Personelimiz ile hasta
ve hasta yakınlarının katıldığı söyleşide kadına dair sorunlar paylaşıldı. Bu
konuda sevindirici bir gelişmeyi de sizlerle
paylaşmak isteriz. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edilen, “
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 19/03/2012
tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL
tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.
Umarız bu kanunla birlikte, insanlık ayıbı
olan şiddet, bir nebze olsun hafifletilebilir.
Unutmayalım ki bu kanunun öznesi;
Adana- Pozantı’daki cezaevinde tutuklu
bulunan çocuklara uygulandığı iddia edilen cinsel taciz ve şiddet gibi sadece kadını
değil, şiddet uygulanan herkesi kapsıyor.
Bu konuyla ilgili söylemek istediğimiz son
söz: Şiddet hakkındaki duyarlılığımız, sadece hislerimizle değil, bilgiyle de desteklemesi gerekir. Bu yüzden sizlerden ricamız,
söz konusu kanuna ilişkin içerik hakkında
bilgi sahibi olmanız ve etrafınızda uygulanan şiddete seyirci kalmamanız!..
Melek ALKAN ÇAKMAK
3
Doç.Dr.Gaye Ulubay
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı
Astım’la
Yaşam
Astım, dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen
bir hastalıktır. Ülkemizde erişkinlerde % 5-7, çocuklarda ise % 13-15
oranında görülmektedir. Astım her yaştaki kişileri etkileyebilen, doğru
tedavi ile kontrol altına alınması mümkün bir akciğer hastalığıdır.
Kontrol altına alınamadığında ise hastaların günlük aktivitelerini ciddi
olarak kısıtlayabilen, yaşam kalitelerini azaltan kronik bir hastalıktır.
4
Astım, hava yollarının normale göre daha fazla daralması ile kendini gösteren ve ataklar yani krizler halinde gelen bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında
kendilerini iyi hissederler ve normal bir hayat sürebilirler. Astımda hava yollarında mikrobik olmayan bir
yangı vardır. Bu durum akciğerlerin koku, toz, çiçek
tozu, soğuk hava gibi uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olur. Bu uyaranlar ile hastada hemen
öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi
yakınmalar ortaya çıkar. Krizde hava yollarını saran
kasların kasılması, şişme olması, hava yolu duvarının kalınlaşması ve hava yollarındaki salgı bezlerinden koyu kıvamlı ifrazat salınması sonucunda hava
yolları önemli ölçüde daralır ve havanın akciğerlere
girip çıkması engellenir. Bu durum, artan öksürük,
nefes darlığı, göğüste hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir.
5
Astım Belirtileri Nelerdir?
Hava yollarında daralma olduğunda; genellikle
kuru özellikte öksürük, nefes darlığı, göğüste
baskı hissi ve hırıltılı - hışıltılı solunum gibi belirtiler ortaya çıkar.
Astım İçin Risk Faktörleri
Nelerdir?
Aşağıdaki risk faktörlerine sahip olunması, kişide astım görülme olasılığını arttırır. Bu faktörler, kişisel ve çevresel olabilirler:
a) Kişisel risk faktörleri: Kalıtım (genetik yapı,
irsiyet), cinsiyet ve şişmanlık gibi bireyin kendisine ve ailesine ait faktörlerdir. Kişisel risk
faktörleri şunlardır;
•Anne ya da babadan birisinde astım varsa
çocukta astım olma olasılığı 1/3 iken, her iki
ebeveynin astımlı olması durumunda çocuğun astım olma olasılığı 2/3 civarındadır.
•Şişman kişilerde var olan bazı hormon benzeri maddelerin hava yolu fonksiyonunu
etkileyebileceği ve astım gelişme olasılığını
arttırabileceği gösterilmiştir.
•Erkek cinsiyet, çocuklarda astım için bir risk
faktörüdür. Astım puberteden önce erkek çocuklarda kızlara göre 2 kat daha fazla görülmektedir. Ancak çocuklar büyüdükçe cinsiyetler arasındaki fark azalır, hatta erişkin yaş
grubunda kadınlarda astım daha sıktır.
b) Çevresel risk faktörleri: Çevremizde bulunan ve sık karşılaştığımız bazı etkenler bu
gruptadır. Genetik olarak astım yatkınlığı olan
kişilerde astımın ortaya çıkmasında önemli rol
oynarlar. Çevresel risk faktörleri şunlardır;
•Ev tozları, çiçek-ağaç polenleri, küf mantarları gibi hava yollarımızın maruz kaldığı
allerjenlerin yanı sıra, tekrarlayan akciğer
enfeksiyonları, mesleksel uyaranlar, sigara
dumanı, ilaçlar, ev içi/dışı hava kirliliği ve
beslenme alışkanlıkları,
•Çiftçilik ve ziraat işleri, boyacılık (sprey boya
kullanımı dahil), temizleme işleri ve plastik
üretimi gibi iş kollarında bu işler sırasında
kullanılan maddelere hava yollarının aşırı
reaksiyon göstermesi sonucunda astım sık
görülür. Mesleksel astım, maruziyet başladıktan aylar ya da yıllar sonra ortaya çıkabilir. Özellikle allerjik bireylerde ve sigara içenlerde ortaya çıkma riski daha fazladır.
•Gebelikte sigara içen annelerin çocuklarında
ilk bir yıl içinde hışıltılı solunum ile seyreden
hastalık gelişme riski 4 kat fazladır.
•Hava kirliliği olan bölgelerde büyüyen çocukların akciğer fonksiyonlarının diğer çocuklara
göre daha düşük olmaktadır. Ancak hava kirliliğinin direkt olarak çocuk ve erişkinde astım gelişimini arttırdığına dair kesin kanıtlar
yoktur.
•Anne sütü alan çocukların inek sütü veya
soya proteini alan çocuklara göre daha az
hışıltılı solunum yolu hastalığına yakalandığı
ortaya konmuştur.
Astım Belirtilerini Tetikleyen
Faktörler Nelerdir?
Doğru tedavi ile astımlı hastaların hemen hiç
yakınması olmaz, ancak zaman zaman, karşılaştıkları bazı çevresel etkenler; nefes darlığı,
öksürük, hışıltılı solunum gibi belirtilerin tekrar
ortaya çıkmasına neden olur. Bazen bu yakınmaların şiddeti o kadar çok olur ki hasta acil servise başvurmak zorunda kalabilir. İşte belirtileri
ortaya çıkaran bu etkenlere tetikleyiciler denir.
Astım belirtilerini tetikleyen faktörler her hasta
için farklı olabilir. Bu nedenle hastalar kendilerini
rahatsız eden bu etkenleri iyi bilmeli ve mümkün
olduğunca onlardan uzak durmalıdır.
Astımda hastanın atağa girmesine
neden olabilen tetikleyiciler
şunlardır
Allerjenler; çevremizde bol miktarda bulunan,
genellikle zararsız olan, ancak duyarlı kişilerde
sorunlara neden olabilen maddelerdir. Çevremizde bulunan ve en yaygın görülen alllerjenler
şunlardır;
•Polenler
•Ev tozu akarları
•Küf mantarı sporları
•Hamamböceği
•Hayvan tüyleri
6
•Bazı besinler: süt, yumurta, fıstık, balık, buğday, soya gibi...
•Solunum yolu enfeksiyonlarının astım ataklarını tetiklediği bilinmektedir. Astımlı bireylerde basit bir grip, nefes darlığına yol açabilmektedir.
•Gerek çocukluk çağında gerekse erişkin
dönemde sigara dumanına maruziyet astım
belirtilerinin ortaya çıkmasını tetikler.
•Astımlı hastalarda bazı ilaçların olumsuz
yönde etkileri olabilir. Bu ilaçlar öksürüğe
neden olabilir ya da astım krizine de yol
açabilir. Bu şekilde olumsuz etkisi olabilen
ilaçlar içinde yüksek tansiyon, kalp damar
hastalıkları, kalp ritm bozuklukları, migren,
göz tansiyonu (glokom) için kullanılan bazı
ilaçlar en bilinenleridir.
ruyemiş, yumurta, süt, muz vb), diğer allerjik
belirtiler yanı sıra astım ataklarını da tetikleyebilmektedirler.
Gastroözofagiyal reflü, mide içeriğinin yemek
borusuna geri kaçışıdır. Geri kaçan asitli mide
sıvısı refleks olarak hava yollarında daralmaya,
öksürüğe, astım belirtilerinin artışına neden
olabilir.
Stres ve duygusal değişiklikler de astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Aşırı
gülmek, ağlamak, o anda sık ve derin nefes
almalara neden olarak hava yollarını uyarabilir.
Huzursuzluk ve sinirlenme de astım belirtilerini
tetikleyebilir.
Astım atakları, hava kirliliği artışı ile birlikte
artmaktadır.
Allerjik nezle, sinüzit, nazal polip gibi kronik üst
solunum yolu hastalıkları uygun tedavi edilmediğinde astım belirtilerini tetikleyebilir.
Allerjik bireylerde allerjen özellikteki bazı besin
maddeleri (balık, kabuklu deniz ürünleri, ku-
Egzersiz, tedavi altında olmayan astımlılarda
astım belirtilerini tetikleyebilir.
7
Astım Tanısı Nasıl Konulur?
•öksürük, nefes darlığı, göğüste baskı hissi,
hışıltılı solunum gibi tekrarlayıcı olması,
•Belirtilerin özellikle gece veya sabaha karşı
ortaya çıkması,
•Ataklar dışında bireyin kendini iyi hissetmesi,
•Kişiye özgü allerjen ya da irritanlar ile belirtilerin ortaya çıkması,
•Egzersiz sonrası öksürük ya da hışıltılı solunum olması
•Soğuk algınlığının “göğsüne iniyor” olması,
belirtileri artırıyor olması,
•Belirtilerin kendiliğinden ya da uygun astım
tedavisi ile düzelmesi,
•Ailesinde astım veya allerjik hastalık öyküsünün bulunması.
Bu yakınmalar ile gelen hastada muayene bulguları tamamen normal olabilir. Çünkü astım,
hastalık özelliği nedeni ile ataklar halinde seyreder ve bireyin aktif yakınmalarının olmadığı
dönemlerde bulgu vermeyebilir.
Günümüzde astım tanısı
için kullanılan en önemli
tetkik solunum fonksiyon
testleridir. Solunum
fonksiyonu ölçüm cihazları ile
nefes ölçümleri (ilaçlı-ilaçsız)
yapılarak tanı kesinleşebilir
ve hastalığın ağırlığı
belirlenebilir. Bu testler ile
astım tanısının konulması
kolay ve hızlı bir şekilde
konulabilmektedir.
Astım Nasıl Tedavi Edilir?
Astım tedavisinin amacı, hava yollarındaki yangıya bağlı daralmanın giderilmesi ve hastanın
rahat nefes almasını sağlanmaktır. Hekim ve
hasta/aile arasındaki işbirliği ile belirtilerin tamamen kontrol altına alınması çoğunlukla sağlanmaktadır.
8
Başarılı bir astım tedavisinin hedefleri şunlardır:
•Belirtileri kontrol altına almak ve bunu sürdürmek,
•Egzersiz dâhil normal aktivite düzeyini sürdürmek,
•Akciğer fonksiyonlarını olabildiğince normale yakın düzeylerde tutmak,
•Astım ataklarını önlemek,
•Astım ilaçlarının istenmeyen etkilerini önlemektir.
•Bu hedeflere ulaşabilmek için;
•Hasta/hekim işbirliğinin geliştirilmesi,
•Tetikleyici faktörlere maruziyetin tanımlanması ve azaltılması,
•Astımın iyi değerlendirilmesi ve tedavisi,
eşlik eden hastalıkların ortaya konması ve
tedavisi, tıbbi tedavinin iyi izlenmesi gerekmektedir.
Hastalığı tetikleyici faktörlere maruziyetin tanımlanması ve azaltılması gereklidir. Astım belirtilerini tetikleyen faktörler, kişiye özgü şekilde
tanımlanmalı ve bu faktörlere maruz kalmaktan
kaçınması önerilmeli ya da en azından maruziyeti azaltarak astım belirtileri ve ataklarının gelişmesini önlemeye yönelik önlemler mümkün
olduğunca her yerde yaşama geçirilmelidir.
Korunma yöntemleri;
1) Allerjenler:
Yaşanılan ortamda havalandırma arttırılmalı,
rutubet önlenmeli, kumaş döşeli eşyalar yerine
deri, ahşap veya plastikten yapılmış olanlar tercih edilmelidir. Bayanlar ev işi yaparken maske
kullanılabilir ve haftada en az bir kez güçlü bir
elektrik süpürgesi ile temizlik yapılmalı. Özellikle yatak odasında halı kullanılmamalıdır.
Çocukların tüylü ve içi dolu oyuncakları kaldırılmalı, yatak takımları en az haftada bir ve 60
C°’nin üzerinde yıkanmalıdır.
Polenler: Kişi, allerjik olduğu polenin yayılma
döneminde mümkün olduğunca dış ortam aktivitelerinden kaçınmalıdır. Polen filtreli klimalar arabalar için kullanışlıdır. Polen yayılımının
yoğun olduğu dönemlerde dış ortamda maske
ve gözlük takılabilir. Polen yayılımının yoğun
olduğu dönemlerde kapı ve pencereler kapalı
tutulmalı. Dış ortamdan eve gelince duş yapılıp,
Hayvan tüy ve döküntüleri: Tüm tüylü hayvanlar allerjiye neden olabilir. Allerjenler, hayvanların idrar ve salyalarında bulunur ve tüylerine yapışırak ortama dağılır. Evde allerjik kişi varsa,
evde hayvan beslememek en doğru uygulama olacaktır. Hayvanın evden gönderilemediği durumlarda sık yıkanması, yatak
odasına sokulmaması, evde halı ve kumaş kaplı mobilyaların
azaltılması önerilir. Kedi ve köpek allerjenleri giysiler ile taşınabildiğinden temas sonrası kıyafetler değiştirilmelidir. Hiç bir
yöntem hayvanın uzaklaştırılması kadar etkili değildir.
elbiseler değiştirilmelidir.
Mantar sporları: Evin rutubeti azaltılmalı, kışın
mümkünse evin tüm odaları ısıtılmalı ve evin
içinde çamaşır kurutulmamalı, eski halı, yatak,
mobilya ve küf kokan malzeme atılmalı, fazla
miktarda saksı bitkisi bulundurulmamalıdır. Akvaryum ve kuş kafesleri çevresinde küf kolay
gelişebileceğinden evde bulundurulmamalı, su
sızıntısı olan yerler tamir edilmeli, küflenen yüzeyler çamaşır suyu ile temizlenmeli, ancak bu
işlem hasta tarafından yapılmamalıdır.
2) Sigara: Yapılan bilimsel çalışmalar sigara
içen astımlı hastaların daha sık atak geçirdiğini,
daha çok hastaneye yattığını ve nefes darlığının
bu hastalarda kalıcı olduğunu göstermiştir. Bu
nedenle astımlı hastalar ve astımlı çocuğu olan
anne babalar kesinlikle sigara içmemeli, astımlı
hastalar sigara dumanından uzak durmalıdır.
3) Hava kirliliği: Ev içinde havada bulunan
tahriş edici maddeler astımlı hastaları normal
bireylerden daha fazla rahatsız eder ve astım
belirtilerinin ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Ev
içi ortamda hava kirliliğini önlemek için; evlerde
kesinlikle sigara içilmemeli, boya-cila- temizlik
malzemeleri dikkatle uygulanmalı ve ardından
ortam iyice havalandırılmalıdır
astımda hafta sonu ve tatillerde yakınmalarda
belirtilere yol açmanın yanı sıra astım ataklarını
nedeniyle, kullanılan ilaçların birçoğu inhalas-
Sobaların baca temizliğine dikkat edilmeli ve
azalma, işe tekrar başladığında ise belirtiler-
da tetikleyebilir. Ayrıca besinlere lezzet, renk
yon ile verilir. İlaç, doğrudan hasta olan bölge-
bacasız sobalar kullanılmamalıdır. Dış ortamda
de yeniden artma görülür. Mesleksel astımı
vermek ya da bozulmalarını önlemek için içleri-
ye yani hava yollarına gider. Böylece çok küçük
hava kirliliğinin yoğun olduğu günlerde gerek-
olanlarda işyerinden uzaklaşma gerekebilir;
ne katılmasına izin verilen katkı maddeleri, nor-
dozlarda bile yarar elde edilirken yan etkiler de
siz aktivitelerden kaçınılmalı, evin pencereleri
bu sağlanamıyorsa mutlaka işyerinde etkili bir
mal kişilere yüksek dozlarda bile zarar verme-
en aza indirilmiş olur.
kapalı tutulmalı ve mutlaka gerekmiyorsa dışarı
havalandırma sistemi olmalı, uygun maske
diği halde, astımlı bireylerde atağa yol açabilir.
çıkılmamalıdır.
kullanılmalı ve önceden astımı olduğu bilinen
Kurutulmuş ve paketlenmiş meyve, meyve su-
Astımda ilaç tedavisinin mantığı; hastaların
kişilerin riskli işlerde (marangozluk, boyacılık,
ları, bira, şarap gibi fermantasyon yoluyla ha-
kontrol edici ilaçları yakınmaları olmasa bile
4) Enfeksiyonlar: Astımlı hastalarda üst so-
kuaförlük, fırıncılık vb.) çalışmaması önerilir.
zırlanan içkiler, turşu, salamura, sucuk, sosis,
düzenli ve sürekli kullanmaları,
lunum yolu enfeksiyonları sıklıkla astım belir-
6) İlaçlar: Çeşitli ilaçlar sadece öksürüğe ne-
hazır salatalar, cips, işlenmiş hazır yiyecekler
ilaçları ise sadece yakınmaları (öksürük, nefes
tilerinin artmasına neden olur. Bu nedenle kışın
den olabileceği gibi, astım krizine de neden
bu konuda en dikkatli olunması gerekenlerdir.
darlığı, hışıltılı solunum) olduğu durumlarda
enfeksiyon hastalıklarının bulaşma riskinin art-
olabilirler. Bu nedenle herhangi bir nedenle
Çin mutfağında sık kullanılan soya ürünleri de
kullanıp, olmadığı zamanlarda kullanmaması
ması nedeniyle kalabalık yerlerden kaçınılmalı-
hekime başvurulduğunda kişi mutlaka astım
astım yakınmalarını arttırabilir.
temeline oturmaktadır.
dır. Her yıl Eylül ya da Ekim ayında olmak üzere
hastası olduğunu bildirmelidir.
Eğer birey herhangi bir besin maddesine du-
Astımda hastalığın şiddetine göre hangi ilaç-
yarlı ise bu besinleri tüketmemelidir.
ların hangi dozda ve ne sıklıkta kullanılacağı
bir kez grip aşısı yaptırılması önerilir.
7) Besin ve besin katkı maddeleri: Erişkinler-
rahatlatıcı
takip eden hekim tarafından ayarlanmalı, her
5) Mesleksel etkenler: İş yerlerinde maruz ka-
de besin maddelerinin astımı tetiklemesi daha
lınan metal ve odun tozları, bitkisel-hayvansal
nadirdir. Allerjik bireylerde allerjen özellikteki
ve kimyasal maddeler ve tahriş edici maddeler
besin maddeleri (balık, kabuklu deniz ürünleri,
Astımda Tedavi Edici İlaçlar
planı gözden geçirilerek gerekli düzenlemeler
astıma yol açabilir. Mesleksel etkenlere bağlı
kuruyemiş, yumurta, süt, muz vb) diğer allerjik
Astımın temelde bir havayolu hastalığı olması
yapılmalıdır.
kontrolde hastanın yakınmalarına göre tedavi
9
Neden?
Prof. Dr. Faik Sarıalioğlu
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Hematolojisi – Onkolojisi Bilim Dalı
Hemanjiom
Nedir?
Halk arasında gül lekeleri olarak bilinen hemanjiomlar çocuklarda
sık görülen iyi huylu tümörlerdir. Hemanjiomun kelime anlamı “iyi
huylu damar tümörü” olsa da aslında urlarla gerçek bir ilişkileri
yoktur. Çocuk kanser uzmanlarınca izlenmelerinin nedeni çocuk hekimliği uzmanlık alanları içinde bu dala yakın olmalarıdır.
Eskimolardan
Kızılderililere
kadar tüm dünya
kültürlerinde istek
lekeleri olarak bilinirler.
Hamileliğinde kiraz,
çilek, karpuz gibi
meyveleri istemiş de
yiyememiş annelerin
bebeklerinin vücudunda
çıktıklarına inanılmış.
Gerçek nedenleri ise
iyi bilinmez. Kız
çocuklarda, erken
doğan bebeklerde sık
rastlanırlar.
Basit Tipleri
Hemanjiomların farklı şekilleri vardır. Sadece
deride kırmızı renk değişikliği şeklinde olanlar en sık rastlananlarıdır. Bebeklerin alnında “melek öpücüğü”, ense kökünde “leylek
ısırığı” adlarını alan bu doğumsal lekeler zamanla solarlar. Tedavileri gerekmez.
Yaygın Tipi
Hemanjiomlar bazen tüm vücuda yayılmış
kabarık hale gelenleridir. Doğumda olmayan
prematürelik ve erkek bebeklik dönemin-
ya da deride sadece kırmızı-mor renk deği-
de kullanılan steroidlerin geç dönem beyin
şikliği şeklinde olan bu doğumsal lekeler ilk
fonksiyonları üzerindeki olumsuz etkisinden
üç ayda hızlı olmak üzere bir yaşına kadar
çekinilir, tedavi zorunlu görülen vakalara uy-
büyüyebilirler. Büyüme hızları bebekler ara-
gulanırdı.
sında çok farklılık gösterir. Hiç büyümeyenler yanında çok büyük hacimlere ulaşanları
Tedavi Zorunluluğu
da vardır. Bulundukları yerlere ve ulaştıkları
Geçmişte; göz kapağında olup görmeyi en-
büyüklüklere göre çok tehlikeli olabilirler.
gelleme, dudak ve ağızda olup beslenmeyi
engelleme, ses tellerinde olup soluk alma-
Kaybolmaları
yı engelleme, kulak yolunu tıkayıp işitme-
Doğumda olmayan ya da çok küçük lekeler
yi engelleme, cinsel organlarda ve yakın
haline bulunan, bir yaşına kadar büyüyen
bölgelerde olup kaka ve idrarla bulaşarak
hemanjiomların büyümeleri 12-18. aylarda
iltihaplanma riski taşıma, herhangi bir yer-
durur. Gerileme 18. ayda başlar, dokuz ya-
de olup kanama ve iltihaplanma gösteren
şına kadar devam eder. Bu yaşa kadar kü-
hemanjiomlara “alarm veren hemanjiomlar”
çülmeyen hemanjiomlar ömür boyu kalırlar.
denip tedavinin yarar ve zararı tartılarak te-
Hemanjiomların her yıl %10’u geriler. Bu he-
davi verilirdi.
sapla %40’ı dört, %50’si beş, %90’ı dokuz
yaşına kadar gerileyeceklerdir.
Hemanjiomlarda tedavi yaklaşımı son üç yıl-
Kaybolma İşaretleri
da kökten değişti. Bir rastlantı sonucu; tıp-
Hemanjiomlarda koyu kırmızıdan daha açık
ta 40 yıldan beri kullanılan, tüm yan etkileri
renklere dönüş, üzerlerinde beyaz bir damar-
iyi bilinen, kalıcı hiçbir yan etkisi tanımlan-
lanmanın başlaması, ciltten kabarıklıklarında
mamış bir tansiyon ilacının özellikle küçük
azalma gerilemelerinin işaretleridir. Gerile-
bebeklerdeki büyüme evresindeki hemanji-
yen hemanjiomlar hiçbir iz bırakmayabilirler.
omlar üzerinde çok belirgin etkisi keşfedildi.
Büyük hacimlere ulaşanlar, izlem süresince
Tek tek vakalar halinde mükemmel sonuçlar
iltihaplanma ve kanama geçirenler, küçülme
yayınlanırken Fransa’da 50 vakalık bir çalış-
dönemlerinde önce yerlerinde deri katlantıla-
ma planlandı. Çalışmanın sonuçları o kadar
rı, sonraki dönemlerde ise yanık izine benzer
iyiydi ki çalışma 32 vakalık seriye ulaştığında
izler bırakırlar. Bu izler özellikte yüzde çeşitli
erken yayın yapıldı. Çalışma 2009 yılı sonun-
estetik operasyonları gerektiren kozmetik
da yayınlandı.
kusurlar yaratırlar. Kozmetik kusur çocukta
çeşitli psikolojik sorunlara yol açacak kadar
Başkent’te İlk Uygulamalar
önemli olabilir.
Başkent Üniversitesi’nde ilk vakamız 20009
birkaç milimetreden santimetre büyüklüğü-
Tedavi Öncesi
10
Tedavinin 3.Haftası
Tedavi Sonrası
Yeni Tedavinin Keşfi
Temmuz aylarında gördüğümüz ölümcül bir
ne kadar değişen çok sayıda lekeler halinde
Geçmişte Tedavi
karaciğer hemanjiomu vakası idi. Bilinen
bulunurlar. Bu tip hemanjiomlar tıpta çok sa-
Geçmişte hemanjiomlar başta steroid ilaçlar
en ileri tedavilere yanıt vermemişti. Zorunlu
yıda hemanjiom anlamına gelen “hemanjio-
olmak üzere ilaçla, ilaçların hemanjiom içe-
olarak kanserde kullanılan bir ilacı başlamış,
matozus” adı ile bilinir. Bu durumda başta
risine injeksiyonu ile, LASER’le, ameliyatla,
ve hastanın büyük olasılıkla karaciğer trans-
karaciğer olmak üzere iç organlarda görülme
hatta ışın (şua) tedavisi ile tedavi edilmiş-
plantasyonu dışında yaşama şansının olma-
riskleri artmıştır. Bu hastalarda iç organlar
lerdir. En sık kullanılan steroid grubu ilaçlar
dığını aile ile görüşmüştük. İşte bu dönemde
hemanjiomların varlığı yönünden araştırılma-
olmuştur. Hemanjiomların yaklaşık %60’ı
hastaya propranolol adlı tansiyon ilacını baş-
lıdır.
steroid tedavisine cevap verir, ilaç yüksek
ladık. Üçüncü ayın sonunda sonuç mükem-
Devreleri
dozlarda ve uzun sürelerde kullanılırdı. İlaç
meldi. Sonucu çocuk onkolojisinin en önemli
Hemanjiomların en önemlileri deride renk
kesildiğinde hastaların yaklaşık yarısında
dergisinde yayınladık. Bu tipteki Dünyadaki
değişikliği olarak başlayıp zamanla deriden
hemanjiomlar tekrar büyürlerdi. Özellikle
ikinci vakayı biz tedavi etmiştik.
11
Başkent Deneyimi
Ekim 2009’dan itibaren
tedavi gereksinimi
duyulan hemanjiomları
yeni yöntemle tedavi
etmeye başladık. İlk 16
vakadaki gözlemlerimizi de
yayınladık. Sonuçlarımızı
ulusal ve uluslar arası
kongrelere sunduk, ödüller
aldık. Türkiye’nin her
yöresinden Ankara ve
Adana hastanelerimizde
100-120 kadar hastayı
tedavi ettik.
Deneyim kazandıkça ilaçta doz değişiklikleri
yaptık, ilacı kısa süreli steroidli ilaçla birlikte
verdik. Etkinliğin arttığını gözlemledik.
Paylaşım
Sonuçlarımızı başka çocuk kanser uzmanları olmak üzere hekimlerle paylaştık. İstekler
doğrultusunda Kanal B Televizyonumuzda
programlar yaptık. Hastalarımız mutluluklarını internet ortamında paylaştılar. Bugün için
ülkemizde yola çıkan ilk ekip olarak en büyük
hasta kitlesine ve en yüksek klinik deneyime
ulaşmış olmanın mutluluğu içindeyiz.
Dahası Var
Okuyucularımız olarak Dergi’mizin kapsamının hemanjiomu her yönü ile tartışmak için
yetersiz olduğunu lütfen kabul ediniz. “Hastalık yok hasta vardır” sözünden hareketle
hemanjiomlu her bebeğin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Hemanjiomlu çocuğunuz varsa aşağıdaki kısa
bilgiler size yol gösterici olabilir.
Kulak Küpeleri:
•Hemanjiomların çoğu hiç tedavi
gerektirmez.
•Hemanjiomlar kızlarda ve
prematüre bebeklerde sık
görülürler.
•Hemanjiomlar özellikle ilk 6
aydaki hızlı büyüme döneminde
ucuz, güvenli bir şekilde tedavi
edilebilirler.
•Sadece hayati tehlike
yaratanlar değil, kozmetik
kusur yaratma potansiyeline
sahip hemanjiomlar da tedavi
edilmelidirler.
•Yeni tedavinin erişkinlerde
görülen hemanjiomlarda
etkinliği beklenmemektedir.
•Her kırmızı doğumsal
leke hemanjiom değildir.
Özellikle Porto Şarabı
Lekeleri hemanjiomlarla
karıştırılmamalıdır. Yeni
tedavinin bu vakalarda etkisi
yoktur.
•Deride çoklu hemanjiomu olan
bebeklerde iç organlardaki
hemanjiomlar yönünden
araştırılmalıdır.
•Nadir durumlarda hemanjiom
diğer organlarda da bulunan
doğumsal anormalliklerle
birlikte bulunur. Bu vakalar
özel olarak ayrıntılı bir şekilde
değerlendirilmelidir.
•Yan etkisiz ilaç yoktur.
Hemanjiomların yeni ilacı iyi
ellerde en güvenilir ilaçlardan
biridir, bugüne değin kalıcı bir
etkisi gösterilmemiştir.
•Bugün için bebeklik dönemi
hemanjiomlarının ilk ilacı
PROPRANOLOL’dur. Bunun
dışındaki tedavilerin ilk planda
kullanılması tıbbi hatadır.
Hasta u
b
u
t
k
e
M
Minnet Duygusu…
Oğlum Erkan ve kızım Gülcan. Sene 1991.
İkisi de doğuştan karaciğer sirozu. “Byler sendromu” tanısı.
Çocuklarım Cerrahpasa Tıp Fakültesi’nde 40
gün yattı. Dediler karaciğer nakli olursa yasar,
yoksa 9 -10 yaşlarinda ölür. Anne baba olarak
ciğerimiz yandi, üzüldük fakirlik yoksulluk
birde böyle bir hastalık nasıl başaracağız derken, Okmeydanı Hastanesi’nde çocuk doktoru
bizi Ankara Hacettepe Hastanesi’ne gönderdi.
Ankara’ya geldik. Hacettepe Çocuk Cerrahi
ABD Prof. Dr. Nebil Büyükpamukçu ile karşılaştım. Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi
Vakfina gelin, dedi.
Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal hocayla 1992
yılında tanıştık. Erkan’ı yatırın, bana da kararını ver dedi. Eşim Emine’ye sordum verecek misin karaciğerini. 20 sene önce akrabalar
arası kısmı karaciğer nakli cocuklarda 1 tane
yapılmıştı. Biz de evet dedik. 1992 yılında 18
Nisan’da 16 saat süren ameliyatla Erkan’a
karaciğer nakli annesinden yapıldı. Bu arada
kızım Gülcan Cerrahpasa Tıp Fakültesi’nde
yatıyor ve canlıdan canlıya nakile karşılar, o
yıllarda kızım 5 yaşında öldü.
Oğlumu Haberal yaşattı. 13 yaşına geldi. Ailevi akdeniz ateşi fmf tanısı kondu. 9 yıl ilaç
içti. Hastaneye kontrole geldi yaşı 18’i geçti.
Benim sigortamdan yararlanamadı. İlaçları-
Tedavi öncesi.
12
nı alamadık. 2009’ta Erkan yine kötüledi. Biz
onu kaybedeceğiz korkusu kaygısı ile kara kara
düşünürken hızır gibi yetişti. Öyle ki kendi derdini sıkıntılarını bir kenara bırakıp ceza evinden haber saldı. Erkan’a bakın diye talimat
verdi. Erkan Başkent Üniversitesi İstanbul
Hastanesi’nde eczanede işe başladi. Sigortalı
oldu, hemen muayene oldu. İlaçları alındı. 1
yıl sonra oğlumun fmf hastalığı ilerledi. Şimdi
de böbreği bitmişti. Daha evvel annesi karaciğer verdiği için böbreği de tuttu, geçtiğimiz yıl,
Temmuz 11’ de Erkan’a annesinden böbrek
nakli yaptilar.
Başkent Üniiversitesi Ankara Hastanesi’nde
Erkan 2. kez hayata merhaba dedi. 20 senedir
sayın Mehmet Haberal bakıyor oğluma. Bizim
elimiz kolumuz bağlı, sesimizi duyuramıyoruz söylemek istiyoruz; duysunlar görsünler
bir evladımı ölüme mahkum ettiler, Doktor
Haberal’da oğlumu yasattı. Bizim daha çocuğumuz olmayacak. Erkanin hastalığı geri dönüşü olmayan bir hastalık ama baskent Hastanesi ekibi canla başla titizlikle Erkan’ı tedavi
ediyor ben Mehmet Bey’in elini öperim.
Sayın Haberal’a minnet borcum var o cezaevinden kendi hastalığını bir kenara bırakıp
benim oğlumun yaşaması için uğraştı, o olmasaydı oğlumuz bugün yaşamıyor olacaktı. Allah Baskent Hastanesi’nde tüm çalışanlardan
razı olsun hepsine…
Cevdet Sunay Erdoğan
Tedavi sonrası.
13
Uzm. Dr. Çoşkun ARAS
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ABD
Ağrı, Uluslararası Ağrı
Araştırmaları Birliği(IASP)
tarafından; “vücudun herhangi
bir yerinden kaynaklanan,
organik bir nedene bağlı
olan veya olmayan insanın
geçmişteki tüm deneyimlerini
kapsayan, hoş olmayan bir
duyu ve duygulanım“ şeklinde
tanımlanmıştır.
Ağrı, çoğu kez vücutta ani bir doku hasarının
habercisi olarak karşımıza çıkar ve genellikle
hastaların doktora başvurmalarının en sık sebeplerinden biridir. Oluşan doku hasarı, mekanik bir problem, bir romatizmal hastalık, infeksiyona ikincil gelişen bir durum ya da kanser
kaynaklı olabilir. Ani gelişen bu ağrılara “akut
ağrı” denir. Bu bulgularla gelen hastaların detaylı hikayesi alınır, detaylı fizik muayeneleri
yapılır, uygun laboratuvar ve görüntüleme tetkikleri istenir ve doğru tanı konularak gerekli
ve uygun tedavi verilir.
Ağrı
Polikliniği
14
Akut ağrıdan farklı olarak, bir hasarın belirtisi
olmaktan çok kendisi bir hastalık olarak kabul
edilen ve en az 3 aydır sürekli olarak devam
eden ağrılara “kronik ağrı” adı verilir. Kronik
ağrıların oluşmasında uzun süreli doku hasarı etken olabileceği gibi gösterilebilen bir
doku hasarı olmaksızın da kronik ağrılar oluşabilmektedir. Kronik ağrı şikayeti bulunan
hastalarda, çökkünlük, kaygı, aşırı sinirlilik
ve yılgınlık gibi psikolojik sorunların oluşabileceği bilinmektedir. Bu durum sadece hasta ile
kısıtlı kalmaz; hasta yakınlarının da duygusal
ve sosyal yaşantılarında belirgin kısıtlılıklara
sebebiyet verebilir. Oluşan yılgınlık dolayısıyla
hastaların tedavilerinin yeterli olarak yapılamaması dahi söz konusu olabilir. Bu durumda
hastalara sabırla yaklaşmalı, ağrı ile ilgili detaylar sorgulanmalı, uygun tetkikler yapılarak
tanı ve tedavide aşama kaydetmeye çalışılmalıdır. Kronik ağrı tedavisinde hastanın hastalık,
kullanılacak ilaçların kullanım şekilleri ve yan
etkileri, uygulanması planlanan tanı ve tedavi
yöntemleri hakkında bilgilendirilmesi ile güveni kazanılabilir, psikolojik destek sağlanabilir
ve bu sayede tedavi sürecine aktif olarak katılması mümkün olabilir.
Ağrı tedavisinde ilaç tedavilerinin yanı sıra
girişimsel (injeksiyon veya cerrahi) işlemler
de uygulanabilmektedir. Tedavi sürecinde bu
yöntemlerden hangisinin kullanılacağı ağrının
özelliği ile ilgili olarak değişiklik gösterebilir.
Ağrı oluşum yeri, oluşma mekanizması ve
oluşma nedenlerine bakılarak farklı gruplara
ayırılabilir. Bu sınıflandırmada ana hedef tedavinin hangi yöntemlerle yapılabileceğinin
belirlenmesine yardımcı olmaktır. Bazı ağrıların tedavisinde ilaç kullanılması ön planda
iken bazılarında ise girişimsel yöntemler öne
çıkabilmektedir.
Girişimsel yöntemler olarak belirtilen işlemler,
ameliyathane ortamında steril koşullar altında
çeşitli boyut ve özellikte iğneler kullanılarak
yapılır. İşlemler sırasında hastaların rahatsızlık
hissetmemeleri için rahatlatıcı ilaçlar verilebilmektedir. Hastalar işlem sonrası birkaç saat
gözlem altında tutulur ardından eve gönderilirler.
Günümüzde Ağrı/Algoloji
poliklinikleri gittikçe artan
hızlarda kurulmakta ve
kendilerini geliştirmektedir.
Ağrı geçmiş yıllarda
göremediği hakettiği önemi,
günümüzde yavaş yavaş
kazanmaya başlamaktadır.
Bu gelişmeler hem hastalar
hem de hastalarına yardım
edemedikleri için kendilerini
çaresiz hisseden hasta yakınları
için oldukça yüz
güldürücüdür.
Ağrıyı çeşitli şekillerde sınıflandırıp tedavi edebiliriz.
Ağrı Çeşitleri
Yerleşimine göre
•Bel ve bacak ağrıları
•Boyun ağrıları
•Baş ağrıları
•Sırt ve göğüs ağrıları
•Omuz-kol ağrıları
•Karın ağrıları
•Genital ağrılar
•Oluşma mekanizmasına göre
•Nosiseptif Ağrı (Sık olarak gündelik hayatta
karşılaştığımız ağrı türü)
•Nöropatik ağrı (Daha az görülen ve sinir hasarı ile oluşan; yanma, batma, elektriklenme, iğnelenme, donma gibi şikayetlerle beraber olan ve sıklıkla yanlış tedavi edilen))
•Psikojenik ağrı (Nadir görülür)
Oluşma nedenine göre
•Dejeneratif nedenlere bağlı (genellikle eklemlerin tutulduğu)
•Damarsal olaylara bağlı (uç organlarda beslenme yetersizliği)
•Kansere bağlı (kanserin kendisine veya tedavisine bağlı ağrılar)
•Sinir hasarına bağlı
•İnfeksiyona bağlı
•Genetik hastalıklara bağlı
•Oluşum nedeni bilinmeyenler
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesinde
uygulanan bazı girişimsel ağrı
tedavisi yöntemleri
•Tetik nokta enjeksiyonları (Ağrılı bölgeye
doğrudan injeksiyon)
•Epidural ve transforaminal enjeksiyonlar
(Bel, sırt ve boyundan omurga içine yapılan)
•Omurga eklemleri için radyofrekans termokoagülasyon uygulamaları (Faset ekleme ait
sinirlerin yakılması)
•Trigeminal nevralji için radyofrekans termokoagülasyon uygulaması
•Sinir blokları (Ağrılı bölgeye giden sinirlerin
çalışmasının engellenmesi)
•Epidurolizis (Omurilik içindeki yapışıklıkların
açılması)
•Nörolitik bloklar (Ağrıya ileten sinirlerin eritilmesi)
•Sempatik bloklar (Damarların çapının artırılarak kan dolaşımının artırılması)
•İntratekal veya epidural morfin pompaları
(Dirençli olgularda vücut içine operasyonla
ağrı pompası yerleştirilmesi)
Ağrı tedavisinin başarısını etkileyen birçok
faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerden belki
en önemlisi ağrı kliniğinin hastalar ve klinisyenler tarafından yeterince bilinmemesi
ve kullanılmamasıdır. Ağrı polikiniğinin daha
etkin bir şekilde tanıtılması ve kullanılması
ağrı hastalarının tedavisini olumlu yönde etkileyecektir.
15
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
Diyaliz
Merkezi
Semiha KAYA Merkez Müdürü
1982 yılından bu yana kaliteyi, güvenilirliği ve hasta memnuniyetini hedef olarak benimsemiş örnek
bir kuruluş olan diyaliz merkezimizi, hastalarımıza daha modern ve ferah bir ortamda hizmet sunmak
için Beysukent’teki binamıza taşıdık. Yenilenen yüzüyle verilen hizmetlerde; sağlık sunumunun teknik
özellikleri ile ilgili bilgileri Sn. Semiha KAYA’dan, tıbbi hizmetlere ilişkin bilgileri ise Prof. Dr. Siren
SEZER’den aldık.
16
Merkezimizde, bütün kamu sağlık
kuruluşları (SSK, Bağ-Kur, Emekli
Sandığı, Yeşil Kart (sevkli)) ve özel
sigortalar ile anlaşmamız mevcut
olup programlı diyaliz hastalarımızın
her türlü ayaktan ve yatarak tetkiktedavilerinde fark alınmamaktadır.
Yeni taşındığımız bu binamızda
hastalarımızın ihtiyacını karşılamak
için her türlü konfor düşünülmüştür.
Dinlenme salonumuz, kantinimiz ve
hastalarımıza birebir veya toplu halde
eğitimler düzenlemek için özel eğitim
salonumuz bulunmaktadır. Ayrıca
diyaliz salonlarımız, plazma t.v,
kişiye özel kulaklık, müzik yayını gibi
özelliklerle donatılmıştır.
Hastanemiz ve hemodiyaliz
ünitemizde:
Pazartesi-Çarşamba-Cuma günleri
3 seans (07:00-20:00);
Salı-Perşembe-Cumartesi
2 seans (07:00-16:00)
hemodiyaliz hizmeti verilmektedir.
Aktif iş hayatını devam ettiren hastalarımız
için akşam seansımız (Pazartesi-ÇarşambaCuma saat 16:00-20:00) mevcuttur.
Aylık vizitlere diyetisyen ve psikolog eşlik etmektedir. Ayrıca özellikli hastalar için sosyal
hizmet uzmanı ile görüşme imkanı sağlanmaktadır. Her diyaliz seansında hastalarımıza
uzman diyetisyenlerce hazırlanan yemekler
ikram edilmektedir.
Merkezimizde 64+1 makineyle bikarbonatlı
hemodiyaliz hizmeti sunulmaktadır. Hepatitis
B ve C için ayrı salonlarımız ve makinelerimiz
bulunmaktadır. Her seans bitiminde makinelerimize kimyasal dezenfeksiyon işlemi yapılmakta olup, seans araları genel temizlik ev
ekonomistlerinin gözetiminde (zemin temizliği, WC temizliği, yatak örtülerinin değişimi
vb.) gerçekleştirilmektedir. Merkezimizde iki
adet asansör sistemi sedye girecek şekilde
tasarlanmıştır. Havalandırma sistemi, yangın
merdiveni ve jeneratör gibi teknik donanımlar
yüksek kalitededir.
Merkezimize ulaşmak isteyen hastalarımız
için Ankara’nın tüm semtlerine ve şehir dışından gelen hastalarımıza AŞTİ’den ring şeklinde servislerimiz mevcuttur.
17
Hemodiyaliz merkezi son
teknolojiyi içeren 64 makine
ile 420 hastaya diyaliz tedavisi yapmaktadır. Periton
diyaliz solüsyonları hastalara
hastanemiz araçları ve kargo
sistemi ile ulaştırılmaktadır.
Hastalarımıza tıbbi destek
devamlı olarak sürdürülürken belirli aralıklarla da
kurumumuzda tıbbi
kontroller yapılmaktadır.
Periton diyalizi polikliniği
120 hastaya hizmet
vermektedir.
Prof. Dr. Siren SEZER Nefroloji Bilim Dalı
Merkezimizdeki ekibin tecrübesi, yakın takibi,
etkin tedavisi ve hastaneye yatışın kolay olması
nedeniyle, takipli hastalarımıza uzun ve kaliteli
yaşam sürme avantajını sunmaktayız.
Uygun ve istekli olan her hastamız böbrek nakli
kadavra listemize alınmaktadır, nakil operasyonu gerçekleştikten sonra hayatları boyunca
ücret farkı alınmadan takip ve tedavileri sürdürebilmektedir.
Başkent Üniversitesi Hastanesi’ndeki tüm bölümlerde 24 saat kesintisiz hizmet verilmesi;
hastalarımızın diyaliz sırasında ve sonrasında
yaşayabilecekleri sağlık problemlerine anında
EKİBİMİZ:
18
Doktorlarımız
Prof. Dr. Siren SEZER Doç.Dr. Turan ÇOLAK Doç. Dr. Emre TUTAL Dr. Turgut KEÇİK
Dr. Mustafa SEKAR
müdahale edilerek, tedavilerini güven içinde
sürdürmelerine olanak sağlar. Aylık giriş çıkış
kanlarına göre tedaviler her hastaya anlatılarak
bir uzman ve bir pratisyen hekim eşliğinde verilmektedir. Tam teşekküllü acil müdahale ve
ambulans hizmeti verilmektedir.
Türkiye’nin en gelişmiş transplantasyon ekiplerinden biri olan Renal Transplantasyon Ünitemizde böbrek nakli hastalarının ameliyat öncesi
hazırlıkları ve ameliyat sonrası takipleri ayrıntılı
olarak konunun uzmanları tarafından yapılmaktadır.
Tüm diyaliz hastalarımız aylık kan sayımları,
biyokimyasal tetkikleri, akciğer grafileri, EKG
ve Ekokardiografileri ile izlenmektedir. İleri
inceleme yapılması gereken hastalarımıza en
son teknoloji cihazlarla laboratuvar ve görüntüleme hizmetleri verilmektedir. Tüm diyaliz
hizmetleri haftada 7 gün 24 saat süreyle verilmektedir.
Diyaliz Merkezimizde; aşağıda isimleri bulunan doktorlarımızın ve sorumlu hemşirelerimizin yanı sıra, hemşirelerimiz, yardımcı sağlık teknisyenlerimiz ve diyaliz teknikerlerimiz
bulunmaktadır. Tüm hastalarımıza acil şifa
dileklerimizi dergimiz aracılığı ile iletirken, merkezimizin iletişim bilgilerini bir kez daha yineleyerek yazımıza son veriyoruz.
Hemodiyaliz Hemşirelerimiz
Periton Hemşirelerimiz
Işılay İNANOĞLU
Derya GÜLLER ASLAN
Songül ARSLAN
Dilek GENÇASLAN
Esra BALTA
Asiye SARIKAYA
Arzu GÖKTEPE ADRES: Mutlukent Mahallesi, 1942.Cadde, No:35, BEYSUKENT/ANKARA
TELEFON: 03122361888 FAX:03122361777
19
Doç. Dr. Polat DURSUN
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD
Tek Port
Cerrahisi ile
İzsiz Ameliyat
Jinekolojik ameliyatlar için
yapılan cerrahi girişimlerden sonra
hastaların en büyük şikayeti kesi
yerlerinden kaynaklanan ağrılardır.
Ayrıca bu kesi yerlerinde oluşan
yara yeri enfeksiyonları, kanamalar
ve yara yerlerinin ayrılması
jinekolojik operasyonlardan sonra
görülen önemli sorunlardandır.
Bununla birlikte; operasyon geçiren
20
hemen her hasta ameliyat yeri
izinin az olması ve iz kalmamasını
talep etmektedir. Ameliyat ne kadar
başarılı olsa da ameliyat izi hastalar
ile ömür boyu kalmaktadır. Bu
nedenle uzun yüzyıllardır cerrahlar
yara yeri komplikasyonlarını ve
ameliyat izlerini azaltmak için
sürekli bir uğraş ve arayış içinde
olmuştur.
Halk arasında “kapalı
ameliyat” yöntemi olarak
bilinen “laparoskopik
operasyonlar“ ilk önerildiğinde
tereddütle karşılansa
bile bugün jinekolojik
operasyonların hemen
tamamı laparoskopik olarak
yapılabilmektedir ve hasta
için büyük bir kesi yeri
olmaması açısından çok
avantajlı bir girişimdir. Yakın
zaman kadar hastalarımıza
daha az kesi yeri ve daha
az ameliyat izi kalması
için önerdiğimiz ameliyat
yöntemi klasik laparoskopik
operasyonlardı. Laparoskopik
operasyonlarda hastanın
karnına göbekten bir kamera
ve 2 veya 3 adet mikrocerrahi
aletlerle girilerek hemen her
tür jinekolojik operasyonlar
gerçekleştirilebilmektedir.
Fakat bu ameliyatlardan
sonrada karında kullanılan
cerrahi aletlerin sayısına
göre 2 veya 3 ayrı noktada iz
kalmaktadır.
2008 yılından sonra laparoskopik operasyonların karından iz kalmayacak veya en
az şekilde iz kalacak şekilde yapılması için
sadece göbek deliğinden kamera ve cerrahi
aletlerin girilmesi ve tüm cerrahi işlemlerin
bu şekilde yapılması önerilmiş ve hemen tüm
cerrahi branşlarda büyük heyecanla karşılanmıştır. Bu kapalı ameliyat yöntemi “ tek delik
cerrahisi “ veya “tek port cerrahisi” (Single
port laparoskopi) olarak isimlendirilmiştir.
Bugün jinekolojik girişimlerin de tek delik
cerrahisi ile yapılabildiği bilinmektedir.
Tek Port Cerrahisi Nasıl
Yapılmaktadır?
Tek port cerrahisinde, göbek deliğinden tek
bir kesi (delik) açılıyor. Ameliyat, bu göbek
bölgesindeki kesiden içeri sokulan ve bu işlemler için özel olarak geliştirilmiş laparoskopik cerrahi aletler yardımıyla kapalı şekilde
yapılır. Tek port cerrahisinde ise, sadece göbek bölgesinde kesi söz konusu olduğu için
ameliyat sonrasında hastanın karın bölgesinde görülebilen kesi izi olmaz. Bu nedenle tek
portla yapılan cerrahiye ´izsiz cerrahi´ de
denilmektedir.
Tek Port Cerrahisinin Diğer Kapalı
Ameliyatlara Göre Avantajı
Nelerdir?
Klasik laparoskopik yaklaşımda göbekten
hariç 2 ila 4 delik açmak gerekirken tek delik
cerrahisinde tüm işlemler göbekten açılan
tek delik ile gerçekleştirilmekte ve karında
doğal bir açıklık oluşturan göbek çukuru
içinden işlemler endoskopik aletler yardımıyla yapılmaktadır. Uygulanan cerrahi girişimin
teknik detayları açısından bir fark yoktur.
Dünyada ve ülkemizde
tek delik cerrahisi henüz
daha çok yeni olarak
uygulanmaktadır.
Ülkemizde Tek Port
Cerrahisini hastalarına
öneren kliniklerin başında
Ankara Başkent Üniversitesi
Kadın Hastalıkları ve
Doğum Bölümü öğretim
üyeleri gelmektedir.
Kliniğimizde tek port
cerrahisi girişimi başarıyla
uygulanmaktadır.
Hastalar açısından kozmetik sonuçlar mükemmeldir. Hastaların geçirdikleri cerrahi
işlem sonrasında karınlarında hiç iz kalmamakta sadece göbek çukuru içinde bir fark
edilmesi bile zor düzeyde küçük bir miktar iz
kalabilmektedir. Bu cerrahi işlem sonrasında hastaların hemen tamamı 24 saat içinde
hastaneden taburcu edilmektedir.
Tek Port Cerrahisinin Hastalara
Avantajı Var mıdır?
Klasik Laparoskopik over kisti ameliyatı sonrası ameliyat izi görünümü
•Hastanın hastaneden erken
taburcu olması
•İşe başlama ve normal hayata
dönme süresinin daha kısa
olması
•K arında ameliyat izi
kalmaması
•Aynı anda safra kesesi,
appendiks’e veya karın içi diğer
organlara ortaklaşa girişim
yapılabilmesi.
•Tartışmalı olmakla birlikte daha
az ağrı olması.
Tek delik cerrahisi sonrası iyileşme
21
Yetersiz
Egzersiz.
Ş. Mehlika Işıldak
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı
Hayvansal Besinlerle
Fazla Beslenme.
Ailesel Geçişli
Bir Kısım Genler
Daha Çok
Acıktırır.
Ailevi Geçişli Bir Takım
Genler Pankreas Odacık
Hücrelerini Erken Yıpratır
Yeterli İnsülin Yapılamaz.
Bir Kısım Genler Daha
Fazla İnsülin Direncine
Neden Olur.
İnsulin
Direnci
İnsulin direnci son zamanlarda gazetelerde
televizyonlarda sıkça bahsedilen bir konu haline geldi.
Medyadaki bilgi karmaşası birçok konuda olduğu gibi
bu konuda da akılları karıştırmaya devam ediyor. Bu
nedenle bu yazımızda sizlere insulin direnci hakkında,
sağlam bilimsel temele dayanan araştırmalar etrafında,
bilgi vermek istedik.
22
Fazla Kilo Vucütta
Dirençli Bir Hale Geldikçe
Ekstra İnsülin
Gerekmektedir.
Sonuç;
Vucüt Daha Fazla İnsüline
Gerek Duyuyor Fakat
Onu Üretemiyor.
Pankreastaki Yağ Depoları
Fazla Hasara Neden Olur.
Tip 2 Diyabet
İnsulin Nedir? İnsulin Direnci Nedir?
İnsulin direnci, insulinin yükselen kan şekerini
yağ dokusudur. Yağ dokusu basit bir besin de-
İnsulin direncinin ne olduğunu anlamak için
normale düşürmede ve şekeri dokulara da-
posu değildir, yağ, kendi hormonları olan başlı
biraz insulinden söz etmek gerekir. İnsulin
ğıtmakta yetersiz kaldığı bir durumdur. Nasıl
başına bir organdır. Sağlıklı bir kişide insulin
vücudumuzda şeker düzeyini düzenleyen hor-
oluştuğunu anlamamız için basitçe üç dokuya
dolaşan yağların yağ dokusunda toplanmasını
monlardan biridir. Pankreas bezinden salgıla-
odaklanmamız gerekecek: Yağ, kas ve kara-
sağlarken, insulin direnci durumunda yağ do-
nır. Glukoz yani şeker, vücudumuzun temel be-
ciğer. Yağ ve kas hücreleri var olan insuline
kusu dolaşan yağları almayacak, üstelik kana
sinidir. Yediklerimizden elde edilen glukoz kana
cevap vermez ve glukozu içlerine almazlarsa
yağ asiti dediğimiz maddeleri salgılayacaktır.
karışır. Kanda dolaşmakta olan glukozun doku-
kan şekeri yükselecektir. Bu durumda karaci-
Bütün bunlar; yani kan şekerinin düşmemesi,
lar tarafından alınması, hücrelerde enerjiye dö-
ğerin kendi şeker üretimini durdurması ve fazla
yağların dolaşımdan temizlenmemesi ve yağ
nüştürülmesi insulinin kontrolünde gerçekleşir.
şekeri alıp depolaması beklenir. Ama insulin
asitlerinin artması pankreası daha fazla insulin
Böylece hem kanda glukoz belli bir düzeyin üs-
direnci olan kişide karaciğer şeker üretmeye
salgılamaya zorlar. İşte pankreasın bu insulin
tüne çıkmayacak şekilde tutulmuş olur hem de
ve ürettiği şekeri kana salmaya devam eder.
salgısını daha fazla artıramaması ile de şeker
dokulardaki besin ihtiyacı karşılanır.
İnsulin direncine etkisi olan üçüncü bir doku da
yükselir ve tip 2 DM hastalığı ortaya çıkar.
23
Hastalarımız “egzersiz yapıyor musunuz ?”
diye sorduğumuzda da genellikle “Ev içinde çok
hareketliyim, hiç oturmam.” cevabını alıyoruz.
Hareketlilik iyidir ama bizim egzersizden
kastımız bu değildir.
İnsulin Direnci Neden Olur?
İnsulin direnci ile obezite arasındaki ilişki net
olarak bilinmekle beraber hangisinin sebep
hangisinin sonuç olduğu bilinmemektedir. Yine
de yediklerimizin insulin direncinin oluşmasına
etkisi olduğunu sanıyoruz. Çünkü deneylerde
yüksek yağlı diyetin insulin direncine sebep
olduğu gösterilmiştir. Tersine lifli besinler alanlarda insulin direncinin daha az olduğu görülmüştür.
Yağlı beslenme kadar
hangi yağları yediğimiz
de önemlidir. Trans
yağlar trigliserid düzeyini
artırırken omega 3
trigliseriti azalmaktadır.
Yüksek trigliserid ile
insulin direnci
arasında dolaylı
bir ilişki vardır.
Bazı araştırmalarda çoğunlukla gıda sanayinde
kullanılan fruktozun insulin direncini artırdığı
gösterilmiştir. Başka bazı çalışmalarda da örneğin içeceklere eklenen basit şekerin insulin
direncine yol açtığı bildirilmiştir. Yüksek miktarda karbonhidrat tüketmenin insulin direnci24
ne yol açtığını gösteren araştırmalar da vardır.
Öyle görünüyor ki, beslenme alışkanlıkları insulin direncinin oluşmasında önemlidir. Hazır gıdaların yukarıda sözü edilen üç riskli özelliği de,
yani fazla yağ, fazla karbohidrat ve fruktozu, bir
arada taşıdığını akıldan çıkarmamamız gerekir.
Bunlardan başka, hareketsiz yaşam tarzı, hepatit C ve HIV-AIDS tedavisinde kullanılan bazı
ilaçlarla insulin direnci arasında da bir ilgi bulunmuştur.
Bende İnsulin Direnci Var Mı?
Bunu kendi kendinize anlamanız kolay olmayabilir. Çünkü bazı hastaların hiçbir belirtisi
olmaz. İnsulin direnci için risk faktörü olan
durumlar vardır. Bunlar aileden gelen özellikler, kendi sağlık durumumuzla ilgili özellikler ve
insulin direncine eşlik eden hastalıklar olarak
sayılabilir. Bu başlıkları kısaca inceleyelim:
1. Genetik özellikler: Ailede şeker hastalığı
olması
2. Fizyolojik özellikler ve çevresel etkenler:
Yaş, hareketsiz yaşam tarzı, karın çevresinde yağlanma ve kadınlarda gebelik şekeri
ya da 4000 gramın üzerinde bebek dünyaya
getirme hikâyesinin oluşu.
3. Hastalıklar: Obezite, yüksek tansiyon, kan
yağlarının yüksek oluşu, karaciğer hastalıkları, polikistik over sendromu, ilaçlar
(örneğin kortizonlu ilaçlar ve bazı psikiyatri
ilaçları)
Hastalarımızın bir kısmında halsizlik, dikkat dağınıklığı, yemek sonrası uyku ihtiyacı, kilo verememe, sık acıkma gibi şikâyetler görülebilir.
Bazı kişilerde boyun bölgesinde ya da koltuk
altında kahverengi kadifemsi bir cilt değişikliği
olur. Biz tıp dilinde buna akantozis nigrikans diyoruz ve bu insulin direncinin bir göstergesidir.
Yukarıda söz edilen risk faktörleri ya da
şikâyetler sizde varsa insulin direnciniz olabilir.
Bunu anlamak için 8 saatlik bir açlık sonrası
şeker ve insulin düzeyi ölçtürmeniz yeterlidir.
Doktorunuz basit bir hesaplama ile size insulin
direnciniz olup olmadığını söyleyebilir.
İnsulin Direncinden Nasıl
Kurtulabilirim?
İnsulin direncinden kilo vererek ve düzenli egzersiz yaparak kurtulabilirsiniz. Diyet ve egzersiz konusunda hastalarımızın bazı şeyleri yanlış
anladığını belirmemiz gerekir. Çoğumuz kendimizce diyetler deniyor, zayıflatıcı kürlerden,
bitki karışımları ya da haplardan medet umuyoruz. Oysa içeriğini bilmediğimiz maddeler yarardan çok zarar verecektir. Çayımızı şekersiz
içip, diğer yandan hamur işleri yiyerek zayıflayamayacağımız çok açıktır. Bizce en doğru yol
diyetisyen kontrolünde kilo vermektir. Böylece
hem sağlıklı beslenmeyi öğrenebilir hem de
kaybettiğimiz kilonun su kaybı mı yoksa gerçekten yağ kaybı mı olduğunu bilebiliriz.
Çünkü araştırmalarda
insulin direncini
iyileştirdiği gösterilen
egzersiz türü haftada üç
gün toplam 150 dakika
yapılan egzersizdir.
Basit bir egzersiz örneği
olarak tempolu yürüyüş
verilebilir. Egzersiz
programına başlamadan
önce kalbinizin buna
uygun olup olmadığını
doktorunuza danışmanızı
öneririz.
İnsulin direncini kıran ilaçlar da vardır. Metformin bunlardan biridir. Yine de bir çalışmada
diyet yapmanın kilo vermenin ve düzenli egzersizin, insulin direncinde şeker hastalığına doğru
ilerleyen yolda metforminden iki kat daha koruyucu olduğu gösterilmiştir. İnsulin direnciniz
varsa, ilaç gerekip gerekmediğine doktorunuzla
beraber karar verebilirsiniz ama diyet ve egzersiz yapmanız kesinlikle gereklidir.
Sonuç
• İnsulin direnci, kan şekerini normal aralıkta tutabilmek için insulinin normalden daha
fazla salınmasını gerektiren bir durumdur.
• İnsulin direnci kontrol edilmezse şeker hastalığına ilerleyebilir
• Fazla kilolu, hareketsiz ve düzensiz beslenen biriyseniz, ailenizde şeker hastası varsa
sizde de insulin direnci olabilir.
• Açlık kan şekeri ve insulin ölçümü ile insulin
direnciniz olup olmadığı anlaşılır.
• Sağlıklı beslenmeniz, uygun kiloya geri dönmeniz ve düzenli egzersiz yapmanız, insulinin vücudunuzda daha rahat çalışmasını
sağlar. Böylece kan yağlarınız ve şekeriniz
kontrol altına girecek ve şeker hastalığı da
önlenmiş olacaktır.
25
Dr. A. Çağrı Uysal
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Plastik, Rekonsrüktif ve
Estetik Cerrahisi ABD
Karın
Germe
Kültürel ve bölgesel olarak değişiklikler gösteren estetik
algısı, toplumlar arası etkileşim ve iletişimin çok hızlandığı
günümüzde, tüm dünyada ortak noktalarda birleşmektedir.
Gıdaya ulaşımın kolaylaştığı medeni toplumlarda artan
kilolar ve bunların sağlık tehdidine ek olarak estetik
kavramındaki değişimleri de aşikardır.
26
27
Doğurganlık ve bereketle ilişkilendirilen Kibele
figürü günümüzde sağlıksız ve estetik açıdan kabul edilemez bir algı haline gelmiştir.
Günümüzün sağlıklı ve ideal bireyi mümkün
olduğunca az yağ içeren vücut yapısı ile gerek medya gerekse toplum içi etkileşimler ile
dünyanın büyük bir kesimine yayılmıştır. Bu
algıyı sadece bedensel estetik kavramı olmakla
kalmayıp, estetiğin tüm ulaşabildiği alanlarda
insan bedeni veya insanı etkileyen her türlü
etkende görmek mümkündür. Pozitif bilimlerdeki gelişmeler ve bireyin sürdüregeldiği rahat
hayat ve gıdaya ulaşmanın kolaylığından çok
daha ileri boyutlara ulaşmış, uzun ve sağlıklı bir
yaşam sürmek tekrar bireylerin arzuladığı en
önemli konu olmuştur.
Günümüzün estetik felsefesi tartışmaları içinde
insan bedeni algısında klasik kibele figürü ve
zıddı sıfır beden görüntüsü karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada, karnındaki sarkıklık ve fazlalıklardan kurtulmak isteyen bir toplum oluşmaktadır.
Özellikle gebelik sonrası
oluşan deformasyonlar
kadınları karın germe
ameliyatları konusunda
daha da ilgilendirmektedir.
Her ne kadar gebelik
fizyolojik bir sürec de
olsa, bedende oluşan bu
büyük değişimlerin doğum
sonrası düzelebilmesi
bireyin çabasına bağlıdır.
Düzenli kilo verme ve
spor bu noktada önem
arzetmektedir. Hızlı
kilo alıp vermenin
sağlıksızlığı aşikar iken
bedende oluşturacağı
deformasyonların
düzeltilebilmesi de
zorlaşmaktadır.
28
Gebelik dışında özellikle sedenter bir hayat
tarzının benimsenmesi aşırı kilo alımı karın
bölgesindeki bozuklukların sadece kadınlar ile
sınırlandırmamakta erkekleri de tehdit eder hale
gelmektedir.
Yapılan çalışmalar göstermektedir ki, karın
bölgesindeki kilo artışı kalp damar ve şeker
hastalığının başlaması veya mevcut ise kötüleşmesinde önemli etkenlerden biridir. Ek olarak artmış kilo ve karın bölgesinde yerleşmesi,
bedenin dengesini ve ağırlığını bozarak omurilik ve dizlerde büyük sorunlar yaratmaktadır.
Özetlemek gerekirse, karın bölgesindeki kilo artışı ve deformasyonlar sadece estetik kaygıları
ön plana çıkartmakla kalmamakta, bireyin tüm
sağlığını kötü yönde etkilemektedir.
Kimler karın germe ameliyatından
fayda görür?
Bu noktada karın estetiğini ikiye ayırmak gerekmektedir. Birincisi, cilt fazlalığı olmaksızın yağ
fazlalığı. İkincisi, cilt fazlalığı ile göbek cevresinde oluşan yağ birikimidir. Karın germe ameliyatının temeli cilt fazlalığının alınması olup
ek prosedürler bu cilt fazlalığına göre planlanmaktadır. Karın germe ameliyatlarında özellikle
dikkat edilen konu, bireyin son altı ay içinde kilosunda büyük değişikliklerin olmamış olması,
mümkünse spor ve/veya diyet ile kilo vermeye
ve karın bölgesindeki kas zayıflılarını ve cilt fazlalıklarını azaltmaya çalışmış olmasıdır.
Cilt fazlalığı olmaksızın yağ fazlalığı olan bireylerde karın germe ameliyatındaki kriter karın
kaslarındaki zayıflıktır. Gebelik dönemi sonrasında karın kaslarında zayıflık oluşan bireyler
veya spor ile kasların güçlendirilememesi durumunda karın germe ameliyatına aday olabilirler.
Karın germe ameliyatı karın bölgesindeki cilt
fazlalığının kesilerek alınmasıdır. Bikini ya da
iç çamaşırı içinde kalacak bir kesi sonrası karın kaslarının üzerindeki yağ tabakası ve cilt
kaburgaların alt sınırına kadar kaldırılır. Göbek
deliği korunurken, bireye göre göbek deliğinin
yeri değiştirilerek olması gereken ideal bölgeye taşınması gerekmektedir. Karın kaslarında
zayıflık mevcut ise karın kaslarına plikasyon
adı verilen cerrahi bir işlem ile sıkılaştırma yapılarak yeni oluşturulacak karnın kaslarının da
gerginleştirilmesi sağlanmaktadır. Fazla cilt
ve gereken bölgelerdeki yağlar alındıktan sonra ihtiyaç halinde karnın her iki kenarı hatta
sırta doğru uzanan bölgelere liposuction (yağ
alma) uygulanabilmektedir. Burada da cerrahın kararı bireyin durumuna göre değişmektedir. Gerilen karın estetik dikişler ile dikilir ve
karın içinde herhangi bir kan ve sıvı birikimi
olmaması için dren adı verilen küçük borular
yerleştirelerek ameliyat sonrası 2-3 gün kaslar ile karın cildi arasında bırakılır. Ameliyat
bitiminde karın bölgesine kaburgalardan bacaklara kadar uzanacak tibbi korse giydirilir.
Bunun en önemli amaçı hala kendi kuvvetini
kazanamamış kaslar ve dikiş yerlerinin iyileşmesini hızlandırmaktır.
Ameliyat sonrası dönemde bireyin eşlik eden
başka hastalıkları mevcut (şeker, kalp, tansiyon yüksekliği…vb) ise gereken önlemler alınır. Hasta ameliyattan sonraki gün ayağa kalkıp
yürüyebilir. Ancak 3-4 gün boyunca belden 1020 derece öne doğru eğik yürümesi ve ağır kaldırmaması önerilir. Drenler genellikle 2-3. gün
alındıktan sonra hastanın banyo yapmasına
izin verilir. Dikişler estetik olduğu için alınması
gerekmemektedir. Cilt iyileştikce beden bu dikişleri yok etmektedir.
komplikasyonlar, doğru hastane ve doğru cerrah seçimi ile azaltılabilir ve görülmeyebilir.
Sigara kullanan bireylerde ameliyat sonrasında dikişlerde iyileşmeme ve açılma görülebilmektedir. Bu hususta hastalar ameliyat öncesi
aydınlatılır. Sigara özellikle anestezi açısından
da hastalara sıkıntılar çıkartabilmektedir. Karın
içinde kasların üzerinde kan veya sıvı birikimi
çok nadir görülen bir komplikasyon olmakla
birlikte dren kullanımı ile sıfıra indirelebilmektedir.
Karın germe ameliyatlarından sonra bireyin
gebe kalmasında herhangi bir mahsur yoktur.
Ancak yukarıda da belirtildiği üzere gebelik
başlı başına karın bölgesi anatomisini bozduğu
için, gebe kalmayı planlayan hastalarda karın
germe ameliyatının gebelik sonrasına bırakılması daha uygun bir seçenektir.
Toplumdaki yanlış algılardan biri de gelişen
teknoloji ile piyasada çokça reklamı yapılan farklı liposuction cihazlarının karın germe
ameliyatlarına alternatif olduğudur. Özellikle
son dönemlerde medyada çokça bahsedilen
laser liposuction cihazlarının hasta acısından
ve yapılan ameliyat acısından standart klasik
liposuctiona herhangi bir üstünlüğü gösterilememiştir.
Bilhakis, laser liposuction
komplikasları standart
liposuctiona oranla çok
daha yüksektir. Laser
liposuction ile karındaki
sarkıkların geçeçeği ve
karın germe ameliyatın
gerek kalmayacağı gerçeği
yansıtmamaktadır. Laser
liposuction cihazının tek
avantajı cerrah açısından
ameliyatın daha az yorucu
geçmesidir.
Artan eğitim seviyesi ile toplumlarda sağlıklı
yaşama düşüncesi artmakta ve estetik bedenin
her bölgesinde sağlığın en önemli göstergesi
olmaya devam etmektedir. Geri kalmış toplumlarda görülen estetik karşıtlığı özellikle estetik
ve sağlığı birbirinden farklı olarak yorumlamaktan kaynaklanmaktadır.
Sağlıklı görünüm estetiktir. Estetik güzellik
sağlıklı olmanın bir sonucudur. Yüzyıllardır
süregelen estetik felsefesinin en önemli ikileminde toplumların kültürel algılarının pozitif
bilimlerden uzaklaşmaları ile oluşan yanlış etkileşimler yatmaktadır.
Dilerim toplumumuz ameliyat gerektirmeden
bedenini korumayı ve sağlıklı yaşamayı becerebilen bireylerden oluşur. Dilerim toplumumuz, sağlığındaki problemlerin çözümünü
aramakta, yanlış etkileşimlerden uzak, pozitif
bilimler ışığında sağlıklı ve estetik nesiller yetiştirmek konusunda daha duyarlı olur.
Hastanın ameliyat sonra en büyük sıkıntısı 4-6
hafta süre ile korse giymesidir. Karın kaslarında yapılan sıkılaştırma nedeni ile hastanın karnının içinde korse varmış hissi kişiden kişiye
değişmekle beraber 3-4 hafta devam edecektir.
Hastaya ameliyat sonrası gazsız diyet önerilir.
Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, karın germe ameliyatları sonrasında bedenden alınan
yağ ve cilt fazlalığı ile hastalar sadece estetik
olarak mutlu olmakla kalmayıp ek olarak gerek
yukarıda da belirttiğimiz birçok sağlık probleminden de kurtulabilmektedirler. Azalan kilo ile
daha kolaylıkla spor yapabilen hastaların diz ve
omurilik problemleri de azalmaktadır.
Önemli yanlışlardan biri de bireylerin karın germe ameliyatları sornasında kilo almayacaklarını düşünmeleridir. Yapılan işlemden sonra hasta eski yeme alışkanlığına ve sedenter hayatına
devam ettiği sürece karında yağ birikimi ve tekrar sarkmalar olacaktır. Bu ameliyat kilo almayı
engellememekte, sadece var olan bozukluğun
anatomik olarak düzeltilmesidir.
Karın germe ameliyatlarında görülebilecek
29
Gülay AKTEMEL
Başkent Üniversitesi
Ayaş Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Mrk.
El Sanatları Birimi
Ayaş Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Merkezi
El Sanatları
Birimi
30
2003 yılı Haziran ayında Ayaş FTR ve Yapracık
FTR bölümlerinde görevlendirildiğimde kafamda neyi nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikir
ve proje yoktu. Yapracık FTR bölümünde yatan
hastaların geriatri ve diyaliz hastaları olmaları
nedeni ile daha küçük bir grupla çalışılacağını
anladım. Ayaş FTR hastanesinin daha büyük
ve hasta sayısının daha fazla olması nedeni ile
oraya ağırlık verilmesi gerekiyordu. Ne çalışılacak alan ne de bir malzeme vardı. Ayaş’da
hastane yönetimi bana bir mekân gösterdi.
Bu mekânın dolap, masa gibi demirbaşlarını
planlayıp kampüste bulunan marangozhane ile
görüşerek gelip ölçü almalarını sağladım. Arkasından yararlanılacak dokümanları edinmek
için Kültür ve Turizm Bakanlığı El Sanatları birimine gittim. Gelme sebebimi anlatınca, görevlinin gözleri doldu ve konuşmaya başladı. Ayaşlı
olduğunu, annesinin felç olması nedeniyle
uzunca bir süre hastanemizde tedavi aldığını,
kendisinin de refakatçi olarak kaldığını söyledi.
3 ay gibi bir süre hastane dışına çıkmadığı için
ruh sağlığının bozulduğunu, hasta ve refakatçilerin özellikle refakatçilerin bir terapi ihtiyaçlarının olduğunu bir hobi odasının olmasının hem
grup çalışması hem bireysel çalışmalarla ruhsal dengelerinin korunacağını ekledi ve olumsuzlukları yaşayan birisi olarak her konuda yardımcı olacağını söyledi. Doğru yolda olduğumu
düşündüm dokümanlarımı alıp ayrıldım.
Atölye şeklinde bir çalışma alanı oluşturmaya
başladım. Katılımcılar hastanemizde tedavi
için yatan hasta ve refakatçiler olacağı için,
faaliyetlerimizi içeren ve katılımcıları tanımaya
yarayan bir form oluşturdum. Hasta odalarını
dolaşarak kendimi ve amaçlarımızı anlatarak
hasta ve refakatçileri bilgilendirdim. Bu çalışmalarım esnasında; eşi doktor, kendisi felsefe
öğretmeni olan oldukça ileri yaşlardaki hasta ile
yaptığım bir konuşmayı aktarmak isterim:
“1950 – 1960 yılları arasında İsviçre’de sağlık
ateşeliği görevinde bulunan eşi ile hastaneleri
dolaşırken sizin yapmak istediğiniz çalışmaların benzerini gördük ve ülkemize bunu rapor
ettik. Bizim hastanelerimizde bunların kurulmasını önerdik ancak yıllar içinde yapılamadığını
izledik. Ömrümüzün son demlerinde burada bu
birimin kurulduğunu ve faaliyette bulunacağını
görmek bizi çok mutlu etti.” dedi.
Atölye çalışmalarına katılım, öncelikle isteğe
bağlıdır. Tedavilerinden arta kalan zamanlarını
serbest faaliyetlere ayırabilmektedirler. Hem
yetenekleri hem istekleri doğrultusunda sürdürebilmektedirler. Bazı çalışmaları odalarında da
yapabiliyorlar.(Takı – Örgü gibi)
Atölyede yapılan faaliyetlere gelince;
1. Resim çalışmaları
• Sulu boya
• Yağlı boya
• Akrilik boya
• Kara kalem
2. Ahşap boyamalar
• Transfer
• Dekopaj
3. Seramik boyamalar
4. Çeşitli el örgüleri
5. Çeşitli oyalar
6. Takı çalışmaları
7. Çanak – çömlek boyamaları
8. Kumaş boyamaları
9. Kurdele nakışları
10. Galveniz boyamaları
gibi çalışmalar yapılmaktadır.
Hastanemizde bulunan vitrinde ürünleri sergiliyoruz. Ürünlerimiz Cumhuriyet Bayramı, Anneler günü, Babalar günü, yılbaşı gibi anılması ve
kutlanması gereken günler kapsamında Başkent Üniversitesi Kampus ünde, Kızılcahamam
Uygulama Otelinde, Patalya Uygulama Otelinde
ve Ankara Başkent Üniversitesi Hastanesinde
sergileyerek satışa sunuyoruz. Bu satışlardan
elde edilen gelirler tekrar malzeme alımında
kullanılmaktadır.
Atölyede hasta tarafından yapılan ürünler özelliklerine göre kayda alınıp fiyatı belirleniyor.
Hasta ve refakatçiler arzu ederlerse kendi yaptıkları ürünleri ücretini muhasebeye ödeyip faturasını kestirip alabiliyorlar. Atölyemize hasta
ve refakatçilerce evlerinde yapılan çeşitli ürünler de bağışlanmaktadır. Bunlarda hemen kayda alınıp fiyatlandırılıp satışa sunulmaktadır.
Hastanemiz duvarlarına astığımız resimler de
atölyemizde boyanıp hazırlanmış ve asılmıştır.
Hasta, refakatçi ve ziyaretçilerden evlerinde
hobi olarak çalışmaları sonucunda artan malzemelerini hastanemize bağışlayabiliyorlar.
Bunlarda atölyemizde değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak çalışmalarımızın hem sosyolojik
hem psikolojik hem tedavi edici yararlarını kısa
sürede kendim ve hastane çalışanları gözlemlemişlerdir. Çalışmalarımıza büyük bir şevkle
devam etmekteyiz.
Gülay AKTEMEL
31
Betül AKBUĞA ÖZEL
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Acil Tıp Anabilim Dalı
Acil Sağlık
Hizmetleri
32
İnsanlık var olduğundan beri
hayati tehlikelerle ve ciddi
yaralanmalarla karşı karşıya
kalıyor. İnsanoğlu bu tehlike
ve yaralanmalarla edinilmiş
tecrübeleri, biriktirilmiş
bilgileri yardımıyla mücadele
etmeye çalışmış ve çalışıyor.
İnsanlığın edinilmiş tecrübeleri
ve bilgileri süreç içinde özellikle
bilim ve teknoloji tarafından
sürekli yenileniyor. İlerleyen
bilim ve teknoloji ve buna
bağlı olarak gelişen tıp insan
ömrünü uzatıyor. Bunun
sonucu olarak insanların
sağlık hizmetlerinden özellikle
de acil sağlık hizmetlerinden
beklentileri gün geçtikçe artıyor.
Bu nedenle sık sık doğanın
kanunlarına karşı iç görüsüz
ve sınırsız tahammülsüzlük
örnekleri yaşanıyor.
Artık insanlar yüz yaşındaki bilinci kapanmış hastalarının nihai sonunu hüzünle ve metanetle beklemiyor.
Artık kalp krizi geçiren bir kişinin başında köyün ya
da mahallenin şifacısı dua okumuyor. Artık insanlar
düşüp eklemlerini ya da kemiklerini incittiklerinde kırıkçı-sınıkçıya gitmiyor. Artık yaralarını ve yaralılarını
kişisel imkanlar ile ya da toplum içindeki kendiliğinden sağlıkçılar ile tedavi etmeye çalışan insandan,
devletin sağlık hizmeti sunum güvencesinde, organize ekipler ile ihtiyacı olana ihtiyacı olduğu anda sağlık
hizmeti alan insana gelinmiştir.
33
tanımlanması ve hizmet sunucularının yeniden tanıtılması ihtiyacı doğmuştur.
Acil servisler, beklenmedik ve ani gelişen durumlar neticesinde gelişebilen hayatı tehdit
edici sağlık sorunlarının çözüldüğü ilk başvuru yerleridir. Bu nedenle bizi beklenmedik ve
ani bir şekilde günlük rutinin dışına iten her
sağlık sorununda acil servislere başvururuz.
Acil, beklenmedik ve ani bir durumda bir hastanenin acil servis ekibinin organizasyon ve
müdahale becerisinin düzeyi, hizmeti alanlar
da ve hizmeti takip edenler de, o hastanenin bütünü hakkında olumlu ya da olumsuz
eleştiri yapma güdüsü yaratır. Bu nedenle
haklı olarak denir ki; acil servisler bir hastanenin “vitrinidir” “dışarıya açılan penceresidir”
“prestijidir”
Türkiye’deki acil servislerde geçmişten bugüne kadar hasta için gerekli acil tıbbi bakımın
gerekleri büyük fedakarlıklar yapan hekimler
ve hemşireler tarafından olabildiğince yerine
getirilmeye çalışılmıştır. Ancak acil servisler
günümüze değin genellikle; tıbbi ve idari her
türlü işleyiş ihtiyaçları ve olası sorunları günü
birlik çözümlerle idare olunan, farklı hastanelerde farklı uzmanlık dallarının sorumluluğu
altında hizmet veren, genellikle sorumluluğu
alan uzman için angarya olan, sıklıkla hasta
için en tehlikeli ve en kritik saatlerde hekimin
ve diğer sağlık personelinin en tecrübesizinin,
en sorunlusunun ya da en gönülsüzünün görev yaptığı, hastanenin diğer birimlerinin her
açıdan koltuk değnekliğini yapan, düzensiz ve
sorunlu birimler olarak çalışmışlardır.
Acil servislere ciddi sağlık problemleri ile gelen hastaların ölüm ve sağ kalım oranlarındaki
dengesiz dağılımların nedenleri üzerine düşünülmesi, ideal olan ile mevcut olan arasındaki
ciddi farklılıkların tespit edilmesi neticesinde
acil servislerde; tek çalışma alanı acil servis
olan, organize, kriz yönetiminde etkin, tüm
yaklaşımlarını öncelikle hastanın sağ kalımı
prensibine göre belirleyen, mevcut ya da olası
sağlık problemlerini bu temel prensip üzerinden öncelik sırasına göre tespit edebilen ve
aynı öncelik sırasıyla çözebilen, hastayı daha
ileri bir sakatlık ve yaralanmadan koruyabilen
bir ekip lideri ve ekip ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç dünyanın gündeminde 40 yıldır var olan bir anabilim dalını ve uzmanlığı
Türkiye’nin gündemine sokmuştur. Türkiye’de
20 yıl önce temelleri atılan Acil Tıp Anabilim
dalı ve Acil Tıp Uzmanlığı sayesinde bugün
34
Acil Tıp bilimi ve uygulama alanı olan Acil
Sağlık Hizmetleri diğer bilimlerden farklı olarak kalp, beyin, kemik ya da göz gibi bir organa odaklanmamıştır, bir duruma odaklanmıştır. O durumun adı acil durumdur. Acil durum;
beklenmedik bir zamanda aniden gelişen ve
hayati risk yaratan bir travma ya da hastalık ile
ilişkili olabilen ve ilk 24 saat içinde müdahale
edilmediği taktirde sonuçları ölümcül olabilen
durum olarak tanımlanır.
Acil Tıp Servisleri’nin sayıları gün geçtikçe
artmaktadır.
Dünyada 1966’da ABD’de Ulusal Bilimler
Akademisi Ulusal Araştırma Konseyi’nin Travma ve Şok Komitesi “Kazalara bağlı ölüm ve
sakatlıklar: Modern toplumun ihmal edilmiş
hastalığı” başlıklı bir rapor yayımlamıştır. Raporda ABD çapında travma hastalarına sunulan acil sağlık hizmetlerinin (hastane öncesi
ve hastane) yetersizliğine ve bu yetersizliğin
neden olduğu ölüm ve sakatlık oranlarının
yüksekliğine vurgu yapılmıştır. Raporda verilen en çarpıcı örneklerden birisi; Vietnam
Savaşı’nda yaralanan bir ABD askerinin, Newyork kentinde hastaneye birkaç sokak ötede
yaralanan bir sivilden daha çok yaşama şansına sahip olduğu bilgisidir. Bu durum askeri
birliklerdeki acil sağlık hizmetlerinin hedefe
yönelik, organize ve hızlı olmasıyla, sivil hayatta ise benzeri bir organizasyonun eksik ya
da yetersiz olmasıyla açıklanmıştır.
Askeri deneyimlerin hastane organizasyonlarına aktarılması ilk defa ABD’de 1972
yılında Cincinati Üniversitesi Acil Tıp Uzmanlık Programı’nın hayata geçirilmesi ile
mümkün olmuştur. Türkiye’de ilk Acil Tıp Anabilim Dalı ise, 1992 yılında İzmir Dokuz Eylül
Üniversitesi’nde Cincinnati Üniversitesi’nde
Acil Tıp uzmanı olan Dr. John Fowler’ın
Türkiye’ye davet edilmesiyle kurulmuştur.
Acil sağlık hizmetlerinin hastane öncesi ayağı
olan 911 ambulansları ve paramedik okulları
ABD’de 1977 yılında tanımlanarak uygulamaya geçmiştir. Türkiye’de benzeri bir süreç
1993’de yine İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi
Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu’nda ilk
Paramedik okulunun açılması ile başlamıştır.
Acil Sağlık Hizmetleri esas olarak; hayati riski bulunan bu acil durum vakalarının ilk 24
saat içindeki en önemli “altın saatleri” için
geliştirilmiştir. Nedir bu “altın saatler”? “Altın
saatler” acil durumdan etkilenen hastanın şikayetlerinin başladığı andan itibaren hastalıkla
savaşının başladığı ilk saatlerdir. “Altın saatler” hayatta kalımın sağlanması için ya da acil
durumdan ötürü herhangi bir sakatlık gelişmesinin önlenmesi için hastanın en uygun, en
kıymetli saatleridir.
Altın saatler; zamanında ve doğru yapılan
hayat kurtarıcı müdahaleler ve tedavilerle beyin, kalp, akciğerler ve böbrekler gibi hayati
organların zarar görmeden kendi çalışma dü-
zenlerine dönebilmelerine olanak sağlar. Ölüm
kalım savaşından galip çıkmak bu nedenle büyük oranda bu altın saatlerdeki beklenmedik
çetin savaşın kazanılmasına bağlıdır.
Bu ölüm kalım savaşlarında size yardımcı
olacak, müdahale edecek ve elinizden tutacak
olan hastane öncesi ve hastane ekipleri değişti, değişiyor. Bu değişim sizi etkileyecek.
Haberiniz olmalı.
Sizi çoğu hastane acil
servislerinde artık genç,
akademik disiplini,
sistematize edilmiş bilgi
birikimi, Acil Tıp Uzmanları
ve hocaları bulunan, 24 saat
Acil Tıp Uzmanı gözetiminde
hatta 24 saat Acil Tıp
Uzmanı tarafından hizmet
verilen Acil Tıp Servisleri
karşılıyor, karşılayacak.
Bu karşılama sizin için.
Haberiniz olmalı.
Acil Tıp; dokunulmayan, sahiplenilmeyen,
bilinmeyen, kişilik sahibi olmayan acil ser-
vislerin yüzü, yüreği, beyni, bilgisi, kişiliği oluyor. Acil Tıp; insan hayatının ani ve
beklenmedik bir şekilde tehlikeye girdiği
durumlarda verilen ilk savaşların daha çok
kazanılması adına gün geçtikçe daha güçlü,
daha bilimsel bir yapı kazanıyor. Acil Tıp; tıp
dünyasının geç keşfedilmiş bütünleyici bir
parçası haline geliyor. Bu bilim, insanlığın
eksilmemek adına attığı adımların en yenilerindendir. Haberiniz olmalı.
Bir vücut bölgesi ağrısıyla gittiğiniz birçok
acil serviste artık sadece bir organınızın olası
bir hastalığına değil o ağrıyı yapabilecek tüm
organlarınızın olası hayati risklerine bakılıyor.
Böyle bir acil hasta bakımının farkında olmak
için haberiniz olmalı.
Özetle; Acil Sağlık Hizmetlerinin sunumundaki
niteliksel ve niceliksel artışların, bireysel ve
toplumsal açıdan daha sağlıklı ve daha güvenli bir gelecek inşaa edilmesi sürecine ciddi
katkıları olacağı beklenmektedir. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’de Temmuz 2006’dan
beri Acil Tıp A.D Başkanlığı’nda Ankara, Adana ve Konya birimlerindeki Acil Servis’lerinde
Acil Tıp Uzmanları gözetiminde acil hasta tanı,
tedavi ve bakım hizmetlerini sürdürmeye devam etmektedir.
Yerel nitelikli
077 Hızır Acil
uygulamasından, ulusal
ölçekli 112 Acil Yardım
ve Kurtarma hizmetlerine
geçilmesi ise 1994 yılında
gerçekleşmiştir.
Acil durumların yönetiminde yaşanan aksaklıkların ve hataların sonuçlar ile direkt ve
hayati bir ilişkisinin olduğunun saptanması
nedeniyle Acil Sağlık Hizmetlerindeki köklü
değişim hastane öncesi ve hastane aşamasındaki mekan, malzeme, personel ve eğitim
ihtiyaçlarının yeniden tanımlanmasını gerektirmiştir. Bu sebeple sokaktaki, evdeki, hastanedeki, iş yerindeki insanların yani herkesin
bilincinde de Acil Sağlık Hizmetlerinin yeniden
35
Uzun, soğuk ve karlı kış günleri
çoğu kişinin evlerinde daha uzun
zaman geçirmesine ve hareketsiz
kalmasına sebep olmuştur. Bu
arada uzun kış akşamlarındaki
fazla miktarda alınan
kuruyemişler, tatlılar, patlamış
mısır, kestane gibi atıştırmalar
hareketsiz yaşamla birleştiğinde
maalesef kış kiloları artmaktadır.
Kışın kalın kıyafetler giydiğimiz için
alınan kilolar önemsenmemektedir.
Havaların ısınmasıyla incelen
kıyafetler kilo verme isteğinin
sinyalini oluşturmakta bir an önce
kilo verme yolları aranmaktadır.
İnternette sadece ‘’ yaza
hazırlık’’ gibi bir başlıkla tarama
yapıldığında çıkan yazılar hızlı
kilo verdiren mucize zayıflama
diyetleri, mucize zayıflama ilaçları
ve zayıflatan egzersizler üzerinedir.
Tabii ki çoğu kişi kendi başına
kısa sürede en az emekle zayıflama
yollarına yönelmektedir. Bu şekilde
mevsime bağlı kilo alıp vermeyle’’
Mevsimsel Yo-Yo’’ oluşmaktadır.
Uzm. Diyetisyen Yeter ÇELİK
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Beslenme Ve Diyet Anabilim Dalı
Mevsimsel
Yo-Yo’dan
Kurtulma
36
Mevsimsel Yo-Yo’ dan kurtulmak için
neler yapılmalı?
İlk önce profesyonel bir destek almanızda fayda var. Hekim kontrolünde belirlenen biyokimyasal, hormonal testler sonrasında varsa tiroid
hastalıkları, hipertansiyon, hiperlipidemi, insülin direnci, diyabet gibi fazla kiloya bağlı sağlık
sorunları belirlenmelidir. Uygun tedaviyle birlikte diyetisyene yönlendirilen hastanın genel
özelliklerine, nerede, nasıl, neden ve ne zaman
yemek yediği göz önünde bulundurularak,
dengeli bir beslenme programı oluşturulmalı
ve fiziksel aktivite artırılarak desteklenmelidir.
Genel olarak beslenmede:
•Öğün sıklığınızı artırın. İki öğün arsındaki
süre 4 saati geçerse sonraki öğünde yeme
kontrolünüzü kaybedebilirsiniz.
•Yaza doğru meyve ve sebze çeşitleri artmaktadır. Kahvaltı, öğle ve akşam yemeklerine
söğüş, salatalar ekleyin. Salataları yoğurtla
ya da kurubaklagilerle çeşitlendirebilirsiniz.
•Öğle ve akşam yemeklerinizi dengeleyin. Bir
öğün ana yemek et grubuysa diğer öğünde
zeytinyağlı sebzelere yer verin.
•Soğuk kış günlerinde daha sık içilen çorbalardan vazgeçmeyin. Kurubaklagil, tahıl,
sebze içeren çorbalar tercih edilebilirsiniz.
•Yemeklerdeki yağ miktarı önemlidir. Yemeklere konan yağ miktarı ayarlanırken
porsiyon sayısının yarısı mesela 6 kişilik bir
yemek yapılıyorsa 3 yemek kasığı kadar sıvı
yağ konulmalıdır. Çorbalar, sebze yemekleri, pilav ve makarnada bu ölçüyü kullanabilir; etli yemeklere hiç yağ kullanmadan
yapabilirsiniz.
•Özellikle uzun kış akşamlarında yapılan bisküvi, kek, börek, ay çekirdeği, kabak çekirdeği, kestane gibi atıştırmalar yerine 8-10
adet badem, fındık ya da 2 tam ceviz gibi
kuru yemişlere ve 1-2 adet taze meyveye
yer verilebilirsiniz.
•Baştan çıkarıcı sağlıksız yiyecekleri yakın
çevrenizden uzaklaştırın. Alışverişe liste yaparak tok karnına çıkın.
•Öğün aralarında yeme isteği duyduğunuzda
su için ve bir süre bekleyin hala geçmiyorsa meyve ve sebze (salatalık, marul, havuç,
küçük meyveler vb.) yiyebilirsiniz.
•Çevrenizi yememeniz gerekli yiyecekleri
ikram etmemeleri ve hediye olarak getirmemeleri konusunda uyarın.
•Günlük 2lt su için. Dört yarım litrelik suyu
gün içerisinde bölerek özellikle öğünlerden
15 dakika önce içmeniz hem tokluk verir
hem de hazmı kolaylaştırır.
•Fiziksel aktivitenizi artırın. Bir dakikada 120
adım atacak tempoda günde 20-30 dak
yürüyüşler yapın. Adım sayar ya da pedometre kullanarak günlük en az 7500 adım
atmayı hedefleyebilirsiniz.
•Çok katlı binada oturuyorsanız 4 kattan daha
az daire için asansör kullanmayın, yürüyerek inip çıkın.
•Rahatlamak ya da zaman doldurmak amacıyla atıştırma yerine kitap okuma, egzersiz
yapma, herhangi bir hobi ile uğraşmaya zaman ayırabilirsiniz.
Mevsimsel Yo- Yo’dan kurtulmak amacıyla
yapılan bu tür değişiklikler yeme davranışının
temelini oluşturacaktır. Bu alışkanlıkların yerleşmesi 3-4 ayınızı alabilir. Böylece ileride oluşabilecek Mevsimsel Yo Yo’dan da korunmuş
olursunuz.
37
Fzt. Funda ACIMERT
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ABD
Masa Başı
Egzersiz
Mesainizi masa başında tamamlıyorsanız ça-
larına çok az iş düşer. Eğri oturuşta omurga
Ayakların altına konacak bir yükseltici (ayak
lışma alanınızda kullandığınız cihazların ve
‘C’ şeklini alır ve ağırlık merkezi bedenin önü-
koyacağı) de ayak bileklerinin doğal pozis-
oturduğunuz yerin size göre konumlandırıl-
ne doğru kayar. Ağırlık merkezini orta hatta
yonunu almasını sağlar ve bele binecek yükü
ması gerekir. İşyerindeki etkinlikler sırasında
çekmek için farkına varılmasa da bel, sırt ve
azaltır.
bedenin sürekli etkisinde kaldığı hareketler ya
boyun kasları sürekli kasılır. Bu eğri duruş, za-
da duruşlar, kasların, sinirlerin, bağların ve ek-
manla kaslarda aşırı kasılmaya, yani spazma
•Bilgisayar ekranının yüksekliği de çok önem-
lemlerin zaman içinde zedelenmesine yol açar.
ve eklemlerde zorlanmaya yol açar. Bunun
lidir. Oturuş yüksekliğine göre göz düzeyinde
Omurga dahil olmak üzere her eklemin do-
sonucunda kronik bel, sırt ve boyun ağrıları
ayarlanan ekranlar boynun daha az eğil-
ğal bir pozisyonu vardır. Çalışma ve otur-
başlar. Örneğin sürekli bilgisayar ya da masa
mesini sağlayarak eklemlere binen basıncı
ma sürecinde bu doğal pozisyondan sap-
başında oturmak zamanla bel ve boyun kas-
azaltır. Göz düzeyinin çok altında ya da çok
larını ya da omurgayı olumsuz etkileyebilir.
üstündeki ekranlar boynun aşırı eğilmesine
Ayrıca bilgisayar kullanımında el bileğini ve
yol açarak uzun dönemde boyun fıtığına or-
dirsek eklemlerini aynı pozisyonda uzun süre
tam hazırlar. Eğer masanıza oturduğunuzda
zorlamak, eklem üzerinde uzun süreli baskı
aşağı veya yukarı doğru bakmak zorunda
oluşmasına ve sakatlanmasına neden olabilir.
kalıyorsanız, monitör yüksekliğinizi göz hiza-
İşyerinde kullanılan alet ve aygıtların beden me-
sında ayarlayın.
malar olabilir. Ancak doğal pozisyondan
sapma süresi ve açısının artması, eklemlerin
yaralanma ve zarar görme riskini de artırır.
Oturulduğunda, belin olabildiğince dik bir pozisyon alması, omurganın sağlıklı ‘S’ şeklini
almasını sağlar. Böylece ağırlık merkezini,
omurlara eşit yük binecek biçimde düz bir
çizgi haline getirir. Bu sayede bel ve sırt kas-
kaniğiyle uyumlu olması, rahat kullanılabilmesi,
kas ve iskelet sistemine zarar vermemesi çok
•Sürekli bilgisayar klavye ve faresi kullanan
önemlidir. Gün boyunca oturulan sandalyeden,
kişilerde sıklıkla görülen bir rahatsızlık da
bilgisayarın klavyesine kadar tüm aletlerin be-
‘karpal tünel sendromu’dur. Bu durum, el bi-
dene uyumlu olması gerekir. Örneğin, bilgisa-
leğinin alt yanından geçen sinirlerin sıkışma-
yar ekranın yüksekliği ya da açısındaki eğrilik,
sına bağlı görülür. Elde, özellikle avuç içinde
masaların boyundaki kısalık ya da yükseklik,
şiddetli ağrı ve eli kullanmada zorluk karpal
kullanılan aletlerin kolay kavranılamaması iş-
tünel sendromunun en önemli belirtileridir.
yerinde hiç de farkına varmadan sağlığı tehdit
Fare kullanımına bağlı olarak başparmak ve
eden öğeler durumuna gelebilir. Kullanımı zor,
el bileğindeki kirişlerde (tendonlarda) iltihap-
bedenle uyumsuz, yani ergonomik olmayan
lanma görülebilir. Bu nedenle masa yüksek-
eşyalar kas ve eklemleri zorlayarak zamanla
liğinin, fareyi en rahat kavrayacak ve dirsek-
önemli rahatsızlıklara yol açar. Kronik boyun
omuz eklemlerini zorlamayacak yüksekliğe
ve sırt ağrıları, el bileği ve dirsek eklemlerinde
ayarlanması gerekir.
hasarlar, hatta bel ve boyun fıtığı gibi hastalıklar çoğunlukla ergonomik olmayan ortamlarda
çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkar.
•Klavye kullanılırken el bileklerinin aşırı bükülmesi eklemleri zorlayarak rahatsızlıklara yol
açar. Klavyenin olabildiğince bilek eklemini
Masa Başında Otururken Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar
çok bükmeden ve zorlamadan kullanılması
•Ofisteki çalışma masanızda öncelikle bel
zin altına yumuşak destekler koyabilirsiniz.
bölgenizi destekleyen ergonomik bir san-
Bileklerinizin dirsek hizasından hafif aşağıda
dalyede oturmanız gerekiyor. Yumuşak,
olmasına dikkat edin.
gerekir. Klavyede yazı yazarken bileklerini-
derin ve çukur koltuklar omurganız için çok
zararlı. Bunların yerine kol koyma yeri olan,
•Eğilmek gerektiğinde sandalyedeyken belden
bel bölgesini destekleyici yapıda ve sırt yük-
eğilmek, uzun süre sabit pozisyonda kalan
sekliği en az omuz hizasında olan ve ofis
beli zorlayacaktır, ani hareketler yapıldığında
için tasarlanmış sandalyelerden kullanmalı.
bel fıtığı olma riski yüksektir. Bunun için kal-
Otururken diz ekleminin duruşu da çok
kıp çömelir şeklide eğilmek daha doğrudur.
önemlidir. Dizlerin çok kıvrılması ayak bileği
38
ekleminin ve belin zorlanmasına yol açar. Bu
•Bilgisayar başında iseniz göz sağlığınıza da
nedenle diz eklemindeki açının 90 dereceden
dikkat etmeniz gerekir. Gözlerinizi daha az
daha az olmamasına dikkat etmek gerekir.
yoran ekranları tercih edebilirsiniz.
39
Masa Başında Yapılabilecek Kolay Egzersizler
• İşe, telefonda konuşurken ayağa kalkmak ve masa etrafında ufak
turlar atmakla başlayabilirsiniz. Her yarım saatte bir ofis içinde tur
atmak, su içmeye gitmek de sandalyenizde sabit oturmanızı engeller.
• Masada otururken ayak bileklerinizi kendinize doğru çelip uzatmak,
öğle arasına çıkarken veya toplantıya giderken asansör yerine merdivenleri kullanmak hareketsizliğinizi azaltacak ve dolaşım düzenleyecektir.
• Bileklerinizi korumak için kollarınızı öne doğru uzatın, el bileğinizi parmaklardan geriye doğru çekerek esnetin.5 sn bekleyip gevşeyin. Aynı
hareketi zıt yönde de tekrarlayın. Sık sık avucunuzu kapatıp açın
• Masa başındayken boynunuzu da hareket ettirmeyi ihmal etmeyin.
Boyun egzersizinde dikkat edilmesi gereken bir nokta, boynun çevrilmemesidir. Boyun 360 derece çevrilerek yapılan hareketler buradaki
kaslara ve sinirlere zarar vermektedir.
• Sağ elinizi başınızın üzerinden sol kulağınıza doğru uzatın sol elinizi
sol kalçanın altına koyun ve elinizle başınızı sağa doğru 5 sn gerip
daha sonra gevşeyin. Daha sonra bunu sol elinizde tekrarlayın. Bu
hareket boyun kaslarınızı esnetecektir
• Ellerinizi başınızın arkasında birleştirin başınızı arkaya doğru iterken
ellerinizle aksi yöne direnç verin 5’e kadar sayın ve gevşeyin.
• Ellerinizi alnınızda birleştirin başınızı öne doğru iterken ellerinizle aksi
yönde direnç verin 5’e kadar sayın ve gevşeyin
• Elinizi kulağınızın üzerine koyun ve başınızla elinize aksi yönde direnç
verin 5’e kadar sayın ve gevşeyin. Hareketi diğer tarafta tekrarlayın.
• Ellerinizi gövdenizin yanında serbest bırakın omuz başlarını önden
arkaya doğru çevirin.
• Ellerinizi belinize koyun dirseklerinizi arkada birbirine yaklaştırmaya
çalışın 5’e kadar sayın ve gevşeyin.
• Ellerinizi arkada kenetleyin kürek kemiklerinizi birleştirin 5’e kadar
sayın ve gevşeyin.
• Çalışırken nefes almayı ihmal etmeyin. Oturduğunuz yerde sık sık
burnunuzdan derin nefes alıp, göğsünüzü şişirin ve dudaklarınızı büzerek ağzınızdan nefesinizi verin. Böylece hem akciğerlerinize daha
fazla hava girmesini sağlarsınız hem de vücudunuz rahatlar, stresiniz
ve gerginliğiniz azalır.
• Ofisinizde ufak egzersiz aletleri bulundurarak gün içinde bunları kullanmayı alışkanlık haline getirebilirsiniz. Örneğin sürekli elinizi ve bileğinizi hareket ettirecek egzersiz topları, kollar için germe hareketi
yaptıran bantlar gibi.
• Gözlerin yorulmasını engellemek için sık sık ekrandan uzaklara bakılmak faydalıdır. Göz kuruluğunu önlemek için doktor tavsiyesi ile
sulandırıcı damlalar kullanılabilir.
• Masa başında otururken kilo sorunları da ortaya çıkmaktadır. Bunu
önlemek için atıştırmalıklara dikkat etmek ve bu tür yiyecekleri masadan uzak tutmak gereklidir. Gün içinde dengeli beslenmek, çalışırken
ara öğünleri atlamamak önemli. Çay ve kahve tüketimini de sınırlandırmakta fayda vardır.
40