suçatı - portreler
Transkript
suçatı - portreler
1 2012 Suçatı’dan Portreler Derleyen : Hidayet Takcı SuçatıHaber - 2012 10.03.2012 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 2 Suçatı’dan Portreler ÖNSÖZ SuçatıHaber ekibi olarak, 2001 yılında çıktığımız kardeşlik yolculuğunda bugüne kadar hiçbir karşılık beklemeden yıllarca sizlere hizmet etmeye çalıştık ve çalışmalarımızın hayırlı bir neticesi olarak birçok başarılı işe imza attık şükürler olsun. Kah tozlanmaya bırakılmış bir eski fotoğrafı, kah unutulmaya yüz tutmuş bir hatırayı gün yüzüne çıkardık. Gün oldu bir hastanın ölüm haberini verdik, gün oldu memleketten size mevsim mevsim manzaralar gönderdik. Azalan nüfusa inat büyüyen bir Suçatı meydana getirmenin yollarını aradık, proje dedik, ümitsizlik yok dedik, biz büyüğüz dedik ve demeye devam edeceğiz. Belki bu çalışmalarımızdan en çok beğenileni kasabamızdan Portreler sunduğumuz yazılarımız oldu.Bu niyetle SUÇATI’dan PORTRELER isimli bu çalışmayı derlemenin sizleri mutlu edeceğini düşündük. Eksiklerimiz olabilir, bundan önce olduğu gibi sizin yorum ve eleştirilerinizle o eksikleri kapatmak bizi mutlu edecektir. Bu nüsha bir ilk deneme mahiyetinde olduğu için bazı isimlere yer verilmemiş olabilir, lütfen kimse alınıp gücenmesin, en kısa zamanda elimizdeki bütün Portre çalışmalarına yer vereceğiz inşallah. Her geçen gün biraz daha kökleriyle arasına mesafeler giren bir kasabayı yeniden kökleriyle buluşturmak bizim en büyük gayemiz. Başarı konusunda rahatız; biliyoruz ki çalışmak bizden başarı Allah’tan. Emeği geçen herkese teşekkür ediyor, en kalbi duygularımla bütün hemşerilerime selam ve saygılarımı sunuyorum. Bu çalışmaların devamı gelecektir, bu kitapta yer almayanlar inşallah en kısa zamanda başka eserlerde yer bulacaktır. Saygılarımla, Hidayet Takcı SuçatıHaber Koordinatörü SuçatıHaber Yayınları Sayfa 3 Suçatı’dan Portreler SUÇATI HABER 2012 Bütün Hakları SUÇATI HABER Grubuna aittir. http://www.sucati.com http://www.sucati.org [email protected] http://www.facebook.com/sucatihaber Mart 2012, Sivas SuçatıHaber Yayınları Sayfa 4 Suçatı’dan Portreler İÇİNDEKİLER MÜDÜR HAFIZIN KÜÇÜK OĞLU I - TELİNDEN MISIRA, Y. Selim Takcı MÜDÜR HAFIZIN KÜÇÜK OĞLU II - BİR MEKTUP BİR PAŞA, Y. Selim Takcı MÜDÜR HAFIZIN KÜÇÜK OĞLU III - SAHİPSİZ MADALYA, Y. Selim Takcı BAKKAL FAHRİ EMRE, Suna Emre Güleç POSTACI TURAN AMCA, Emrullah Toprak EŞE BİBİ, Hulusi Tatar İLKLERİN ADAMI, Hulusi Tatar TOPRAK İNSANI, Yunus Emre ALİ HOCA İLE ZAMANA YOLCULUK, Emrullah Toprak ŞEFİMİZ SAKIZCI MEHMET AMCA, Emrullah Toprak KÖYÜMÜZÜN ZANAATKARLARI I – TERZİ FEYZİ, Hulusi Tatar KÖYÜMÜZÜN ZANAATKARLARI II – CULFACI SALİ EMMİ, Hulusi Tatar BERBERLER (…Adil BERBER), Yunus Emre KÖYÜMÜZÜN ZANAATKARLARI III – DEĞİRMENCİ İBRAHİM EMMİ, Hulusi Tatar KÖYÜMÜZÜN ZANAATKARLARI IV – DELİEHMETLERİN AŞIR EMMİ, Hulusi Tatar KEZİM HASAN, Mustafa Boğa KAMBUR HACININ ŞAHAMİT, Mustafa Boğa KÖR PENCERE SAĞIR KAPI, Y. Selim Takcı SUÇATI’NIN MÜSTESNA GÜLÜ KADİR EMMİ, Emrullah Toprak CEMİL ÖĞRETMEN, Emrullah Toprak HUZEYFE HAFIZ, Mustafa Boğa SAVAŞI GÖRENLER – YARMACI HASAN, Mustafa Boğa KEZİ BEKİR, Halim Başpınar BU ADAM BENİM BABAM, Hidayet Takcı SuçatıHaber Yayınları Sayfa 5 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 6 Suçatı’dan Portreler (Fotoğraftakiler : Sağ üstten Muhammet –Bekir-Oğul Muhammet- Dürdane- Raziye –Erhan (oturan genç-Bekir oğlu) Ve Erol (çocuk) TAKCI) MÜDÜR HAFIZ’IN KÜÇÜK OĞLU 1 TELİN’DEN MISIR’A Ben O’nu hiç tanımadım. Yiğit, yürekli, vatanperver, akıllı ve inançlı bir Anadolu çocuğu olduğunu, Koca Ali dedenin, gürül gürül bir nehri andıran, gurur dolu sesinden anladım. Ve yine O’nun inanılması zor hikâyesini Koca Ali dededen dinledim. … Yıl 1923… Kana bulanmış 8,5 yıl, nihayet Lozan’dan gelen anlaşma haberi ile sona erdi. … Müdür Hafız’ın küçük oğlu Muhammet’in gözüne günlerdir uyku girmemişti. Trenin kirli camlarından uzaklardaki tepeleri seyrederken, inceden bir sızı düştü yorgun yüreğine. Ölüm dolu 8,5 yılın ardından, ilk defa korkuyordu. Kurşun vızıltılarının delik deşik ettiği, top mermilerinin parçaladığı, can çekişen asker çığlıklarının seslerini çaldığı ailesinin, silik hayalleri geldi gözlerine. Onları Dünya gözü ile bir daha görebilmek, seslerini duyabilmek, yaşlı gözlerine bakarak “geldim!” diyebilmek istiyordu. Ve İlk defa ölümden korkuyordu. Babası anası ve kardeşleri… “acaba hepsi hayatta mıydı?” bunu düşünmeye bile cesareti yoktu! SuçatıHaber Yayınları Sayfa 7 Suçatı’dan Portreler Birden İzmir geldi gözlerinin önüne. 9 Eylül 1922. Ayrılıktan yedi buçuk yıl sonra. Cumartesi. Yunan ordusunu önlerine katıp İzmir’e girdiklerinde, analar bacılar, gelinler kızlar, onları ellerinde şerbet tasları ile karşılamış, şerbetler sunmuşlar “Nerde kaldınız öz gardaşlar!” diyerek sevinç gözyaşları dökmüşlerdi. Yıllar sonra işte o gün hatırlamıştı, bir anası bacısı olduğunu. Kara tren, kara dumanlarını Tecer dağının önlerinde poyraza teslim ederken Ulaş’tan, Kangal’dan arkadaşlarının isimlerini saydı içinden. Tecer’in tepelerinde, ovanın düzlüklerinde, toprak damlı evlerde ve dere kenarına serpilmiş tek tük kavaklarda söğütlerde, şehit arkadaşlarının hasret dolu, donuk bakışları kalmıştı! Yaşananlar ete kemiğe bürünüp can bulmaya başlamıştı dalgın gözlerinde. Adeta, ruhu, yorgun bedeninden fırlamış, ve her şeyi sil baştan bir kez daha yaşıyordu. … Babası Osman, nahiyenin müdürü idi. Herkesin saygı duyduğu sözüne itibar ettiği Osman ağa, aynı zamanda hafızdı da. Hali vakti ziyadesi ile yerindeydi. Ekmeğine cömert, hanesi şen, sofrası şen bir insandı. Ama gel gör ki, Osmanlı’nın durumu her geçen gün biraz daha kötüye gidiyordu. İmparatorluğun dört bir köşesindeki savaşlar ve isyanlar bitip tükenmek bilmiyordu. Merkezi yönetim sürekli asker alıyordu. Müdür hafızın büyük oğlu Aziz’de askerlik çağındaydı. Hafız, çok sevdiği ilk evladı Aziz’i cepheye göndermek istememiş, iki defa bedel yatırmıştı. Ama savaşın bitip tükeneceği yoktu. Bir kez daha askerlik çağrısı yapılınca, Müdür Hafız’da oğlunu dualarla Kafkas cephesine göndermişti. Her geçen gün savaş biraz daha büyümüş ve Aziz’den sonra, Hasan Hüseyin’i, ardında da 15 yaşındaki Muhammet’i içine almıştı. Daha sakalı ve bıyığı dahi çıkmayan Muhammet, kısa süre sonra kendisini Suriye’de bulmuştu. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 8 Suçatı’dan Portreler Belki çocuk yaşta oluşundandır, Şam’da izlediği sihirbazın gösterisini hayatı boyunca unutmamıştı. Savaş, Muhammet’i Şam’dan Gazze’ye, oradan da Mısır’a, Kahire’ye –kanal harekâtınasürüklemişti. Mısır’da, imkânsızlıklara, Arapların büyük ihaneti de eklenince yenilgi kaçınılmaz olmuştu. Yenilgiyi takiben 2,5 yıllık esir kampı tam bir vahşetti. İskenderiye’deki Seydibeşir Usare kampında, Arabistan, Filistin ve Suriye’den getirilen yaklaşık 150.000 asker vardı. Bu kampta görev yapan ermeni asıllı, Türkçe bilen doktorlar, esir askerlere, elerinden gelen her tür kötülüğü ve insanlık dışı muameleyi görev edinmişlerdi. İngiliz subaylarla Osmanlı askerleri arasında tercümanlık görevini de üstlenen ermeni doktorlar, yaptıkları kasıtlı tercümeler ve ihbarlarla, esirlere kan kusturuyorlardı. Hatta kampın bazı bölümlerindeki esir askerler, fenni temizlik bahanesi ile ilaçlı suya, silah zoru ile sokuluyorlar, sudan çıktıklarında bir daha hiçbir zaman göremiyorlardı. Çünkü doktorların suya kattıkları orantısız ceresol (krizol), askerlerin gözlerini bir daha görmemek üzere yakıp kör ediyordu. Bu şekilde 15000 askerin dünyası kararmıştı. Seydi Beşir usare kampı –İskenderiye- Muhammet TAKCI Müdür Hafızın küçük oğlu bu cehennem kampında 2,5 yıl geçirmişti. 1.dünya savaşı sonrasında imzalanan Mondros anlaşmasına göre, esirlerin karşılıklı serbest bırakılması SuçatıHaber Yayınları Sayfa 9 Suçatı’dan Portreler gerekirken, özellikle ermeni asıllı doktorların kışkırtmaları sonucu, Anadolu da ki direnişe katılacaklarını düşündükleri için serbest bırakma işi sürekli geciktirilmişti. Yavuz firkateyninden İskenderiye limanı Telinden Gasgas Yusuf ve Çilali Hasan’da, Muhammet’le aynı kaderi ve aynı kampı paylaşmışlardı. Bu beraberlik, onların memleket özlemlerini bir parça olsun hafifletmişti. … Seydibeşir’de yaşanan dram, gün gelmiş sona ermişti. Müdür Hafızın küçük oğlu ve arkadaşları, uzun süren bir gemi yolculuğunun ardından, Anadolu topraklarına ayak bastıklarında, kendilerini çok daha çetin bir savaşın içinde bulmuşlardı. O, İskenderiye’den sonra, ana vatanda Kuvayı Milliye saflarında makineli tüfek çavuşu idi. … Muhammet’i bu sıkıntılı rüyadan tren uyandırdı. Kangal’a, Karanlık köyüne gelmişlerdi. Köy, Verimli dölek arazi içindeki küçük derenin kenarına kurulmuştu. Etrafına, öbek öbek karamuklar serpilmişti. Baba evine ulaşmak için yaklaşık 90 kilometre yürümesi gerekiyordu. Dere kenarındaki kavakların yeşil yaprakları, hafif hafif esen poyrazın ellerinde, usul usul sallanırken, gökyüzünde berrak bir mavilik vardı. Kara tren, bir dolu hasret hikâyesiyle yeni vuslatlara, Muhammet ise kırmızı topraklı dölek arazide Kangal’a yöneldi... OCAK- 2010 GÜRÜN SuçatıHaber Yayınları Sayfa 10 Suçatı’dan Portreler (Soldan sağa Hasan EMRE - Mahmut – Muhammet – Osman TAKCI) MÜDÜR HAFIZ’IN KÜÇÜK OĞLU - 2 BİR MEKTUP - BİR PAŞA (İSMET PAŞA) Onun hayatı hiç bu kadar sessiz, hiç bu kadar bir başına olmamıştı. Bozkırın içinde, yayan yapıldak köyüne doğru yol alırken, savaş yıllarının verdiği refleksle sürekli etrafını gözlüyordu. Yakınındaki derelere, uzaklardaki tepelere şüpheyle bakıyordu. Seferden dönenlerle ilgili çok acı hikâyeler dinlemişti. Üstelik beraber teskere aldığı iki arkadaşıyla, Niğde’ye doğru yolculuk yaparken eşkıyaların saldırısına uğramışlar, Niğdeli Zabit Bekir, memleketini göremeden şehit olmuştu. Çanakkale’de yedi Düvel’in yenemediği, Kafkas’lar da dinsiz Rus’un dokunamadığı, Sibirya soğuklarının donduramadığı, kimi kahraman Anadolu yiğitleri, savaş dönüşünde kendi topraklarında, komşu köylerinde, belki de kendi köyünde, savaştan kaçıp dağa bayıra çıkan, şerefsizce eşkıyalığa soyunanların kurbanı olmuşlardı. Muhammet’te onca savaştan sonra, kendi toprağında, bir hain hançere ya da kurşuna kurban gitmek istemiyordu. Hayat, bir anda daha hızlı akıp gitmeye başlamıştı ayaklarının altından. Kangalın düzlüğüne tepelerden son kez baktı. Çok uzaklardan gelen kelekseslerini ve köpek havlamalarını dinledi. Belki Mancılık beklide Avşarören’in sürüleriydi. Bir zamanlar kendilerinin de sürüleri vardı, hem de çok büyük bir sürü. “Çüt (saban) ile koyun, gerisi oyun” sözünün altın çağında bin koyun beslerdi Müdür Hafız. Sürü, yaz aylarında Hezanlı dağında otlar, kışları mezraya dönerdi. Cihan harbi, ardından kurtuluş savaşı her şeyi çekip almıştı ellerinden. Kim bilir daha neler gitmişti de kendisinin haberi yoktu. Yol taşlanmış, çetinleşmişti. Poyraz biraz daha kuvvetli, tepeler biraz daha dik. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 11 Suçatı’dan Portreler Bir zamanlar ardıç ormanlarının kapladığı Böğürdelik çalının yüzünde, bir iki ben misali ardıç kalmıştı. Dağları tepeleri on binlerce askerle, metre metre çarpışarak, her karışına kanlarını katarak geçmeye alışmış olan Muhammet, birden toprağa basmaya korkmuştu. Kocatepe geldi gözlerine. Büyük taarruz başlamadan önce, on binlerce vatan evladı, kürdü, Laz’ı, Çerkez’i, Türkmen’i, Alevi’si, Sünni’si yunan kâfirine ve onun ardına gizlenmiş emperyalist dünyaya son darbeyi vurmak için, başkomutandan emir bekliyorlardı. İşte o cephede adını yıllardır duyduğu ama hiç yollarının kesişmediği Mustafa Kemal’i görmüştü. Al bir ata binmişti. Hiçte kafasında canlandırdığı gibi, iri yarı bir insan değildi. Ama duruşunda, bakışında, keskin yüz hatlarında, hiç kimsede görmediği bir ağırlık, bir asalet vardı. Cephenin bu bölümünü dolaşmış, rütbelilerden bilgiler almış bir şeyler söylemiş, sonra başka tepelere, başka siperlere gitmişti. Bu onu ilk ve son görüşü olmuştu ve onun gelmesinin ardından pek bir zaman geçmeden, siperlerdeki on binler, -Allah Allah!- nidaları ile fırlamışlar, Yunan’ı İzmir’e kadar kovalamışlardı. Onlar, küffar ayağının değdiği vatan toprağını, karış karış, kanları ile yıkayan, ölümsüz kahramanlardı. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 12 Suçatı’dan Portreler Böğürdelik Köyü Muhammet Böğürdelik köyüne akşamla birlikte girmişti. Doğruca hısımlarının (AYYILDIZ) kapısına yöneldi. Aradan geçen 8,5 yıl Muhammet’i o kadar değiştirmişti ki hısımları onun gerçekten Muhammet olduğu hususunda kısa da olsa bir tereddüt yaşamışlardı. O gece bütün köylü Muhammet’in başına toplanmış, Suriye’den, Filistin’den, Mısır’dan, İskenderiye günlerinden, seferberlikten büyük savaştan anılar dinlenmişti. Kimse Muhammet’e anasından babasından bahsetmemiş, söz açıldığında ise, bir şekilde geçiştirilmişti. O gece de Muhammet’in gözüne uyku girmedi. Sabah, tan yeri ağarırken köyünün yolunu tuttu. Artık yıllardır hayalini kurduğu, kimi zamanlar bir daha görememekten korktuğu dağlara tepelere çok yakındı. Konakpınar, Otlukilise ve Kalederesi köylerinin kıyısından köşesinden geçip, Yukarı Sazcağız köyünün ardındaki tepelere geldiğinde, yaşadığı anın gerçekliğine inanamadı. Attığı her adımda, memleketin bir parçası daha gözlerine değiyor ve değdiği yeri yakıyordu. Yolunun üzerindeki büyükçe bir kayanın üzerine oturup, buğulu gözlerle hasret giderdi. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 13 Suçatı’dan Portreler Sazcağızsuyu ve Say Tam karşısında, Say, tunçtan bir sur gibi kıvrılarak, Teline doğru uzanıyordu. Solunda Yılanlı tepesi. Daha aşağılarda; Kuş kayası, ilerlerde, Seksen veren kayalığı, Mezarın sırt, berilerde Kistikan yokuşu, Düztarla, Düzlek, Çalılı dere, Çağıllı dere ve daha gözlerinin dokunmasıyla can bulan, onlarca dere tepe tarla. Her birinde ayrı bir hatırası vardı Muhammet’in. Tepelerden inen dereler, vadi tabanında birleşip yeşil bir çizgiye dönüşüyordu. Hemen aşağıda Yukarı Sazcağızın toprak damlı evleri birer kibrit kutusu gibi dizilmişlerdi. Gökyüzü yine masmaviydi ve hafif bir poyraz Muhammet’i köyüne, sevdiklerine doğru sürüklüyordu. … Derince tren istasyonunda, (Kocaeli) rayların kenarına sıra sıra dizilmiş askerlerin beklediği an gelmiş, tren düdüğünü çalarak yaklaşmaya başlamıştı. Yıllarca süren savaşların izlerini, keskin çizgilerle yüzlerinde taşıyan kahraman askerler, başları dimdik, mermerden bir heykel misali tam karşılarına bakıyorlardı. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 14 Suçatı’dan Portreler Derince tren istasyonu -Kocaeli Müdür Hafızın küçük oğlu Muhammet, makineli tüfek çavuşu idi ve birliğinin önünde dimdik duruyordu. Başını çevirmeden göz ucu ile trenden inen İsmet paşa’ya baktı. Trenden immiş, askerleri selamlamış ve hemen karşısındaki askerle bir şeyler konuşuyordu. Konuşması çok kısa sürmüş kendisinden tarafa yönelmişti. Tam karşısına geldiğinde durdu ve Muhammet’e seslendi: “Memleketten haber alıyor musun?” ismet paşa ile göz göze gelen Muhammet “almıyorum paşa hazretleri!” dedi. İsmet paşa: “memlekete yazacağınki: dağlar gibi Yunan ordusunu, ayaklarımızın altında kül çıynar gibi çıynadık!!” Paşa bir an durakladı ve konuşmasına devam etti “ne yazacakmışsın?” “dağlar gibi yunan ordusunu, ayaklarımızın altında, kül çıynar gibi çıynadık yazacağım paşam!” ismet paşa, eli belinde başını hafiften sallayarak geriye döndü, diğer paşalarla bir şeyler konuştu tekrar trene bindi önce İstanbul’a, ardından Lozan’a gitti. Lozan’da imza merasimi SuçatıHaber Yayınları Sayfa 15 Suçatı’dan Portreler O gidişin üstüne aylarca haber beklendi Lozan’dan. Muhammet ve arkadaşları anlaşma haberini Köroğlu gazetesinden aldılar. Tarih 25 Temmuzdu. 1923. Say’dan Sazcağızsuyu’nun görünümü … Muhammet’i Derince’den çekip alan, kuzu sesleri oldu. Oğmacındere’yi dönmüş, Hacehmetlerin ağıllarına yaklaşmıştı. Vadi tabanında kıvrılarak akan dereden tarafta, küçük bir kuzu sürüsü ve onları otlatan esmer bir çocuk vardı. Esmer çocuk, kendisine yaklaşan pala bıyıklı, sert bakışlı adamı izledi. İçindeki korku ve merak onun sesiyle biraz olsun hafifledi. “Selam un aleykum” SuçatıHaber Yayınları Sayfa 16 Suçatı’dan Portreler “aleykum selam emmi” “kimlerdensin sen, adın ne? Kimin oğlusun?” elindeki söğüt çubuğunu tam arkasına doğru çeviren çocuk “şo aşşağıda Müdürler var. İşte onlardan Müdür Aziz’in oğluyum. Adım Ziya” Aziz ismini duyan Muhammet, içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Yüreği acıdı. Korkarak sordu: “baban nerde?” bakışlarını yere çeviren Ziya “Rus harbine gitmiş!” yutkundu ve devam etti “gelmedi! Şehit olmuş!” Gözlerinin önü kararan Muhammet ilk acı haberi yeğeninden almıştı. Evet, Kafkas cephesine giden büyük abisi, Abdül Aziz geri dönememişti. Abdül Aziz’i son olarak Batum’da ağır yaralı görmüşlerdi. “Müdür hafız’ın Hezanlı’da bin koyunu olsa neyime, ben burada bir tas ayrana hasret ölürken!” diyordu. Bu ondan alınan son haber olmuştu. Nefes almakta zorlanan Muhammet korkarak sordu: “peki, şimdi köyde büyüklerinizden kim var?” “Hasan Hüseyin emmim vardı amma, O’da, Mısır’da esir olan emmimden gelen mektubu okutmaya aşağı Saccağıza gettiydi, orda da okuyamamışlarda Gürün’e mektup okutmaya getti” Muhammet yaşadıkları ve duyduklarına daha fazla dayanamayacağını hissetmişti. Derin bir nefes aldı ve yutkunarak konuştu: “Mısırda esir olan Muhammet emmin varya?” dedi. Ziya, pala bıyıklı yabancının, sesindeki titremeyi sezmiş ve şaşırmış bir şekilde: “hee…” dedi. “işte o benim. Muhammet emminim ben!” SuçatıHaber Yayınları Sayfa 17 Suçatı’dan Portreler Ziya TAKCI Ortaçayır-Sazcağızsuyu Muhammet TAKCI … Muhammet gözyaşlarını daha fazla tutamamış, çömelerek ziyayı bağrına basmıştı. 8,5 yıl aradan sonra, ilk defa kendi kanından bir insana dokunmuş ve o dokunuş, bardağı taşıran son damla olmuştu. Cephelerin acımasız savaşçısı gitmiş, yerine yufka yürekli, duygusal, hıçkırıklara boğulmuş bir çocuk gelmişti sanki. Hiç konuşmadan bir birlerine sarılarak ağlaştılar. Muhammet yıllardır göremediklerine: anasına, babasına, kardeşlerine, şehit olan abisine sarılmıştı küçük Ziyanın bedeninde! Ziya ise: yokluğunu hayatı boyunca hissedeceği, mezarı bile kayıp, şehit babası, Aziz’e! Damla damla gözyaşları döktüler Ortaçayır’ın kurumuş topraklarına. Daha fazla soru sormaya cesareti kalmayan Muhammet, yeğeni Ziyanın elinden tutup ayağa kalktı ve usulca mezranın yolunu tuttular. Artık çok az kalmıştı en büyük acılara ve en büyük buluşmalara! … Birkaç kuzu otlamayı bırakmış, Muhammet ile Ziya’ya bakıyordu. Hafif esen poyraz, Oğmacındere’den çaldığı keklik ötüşmelerini vadinin tabanına serpiştirirken, kıvrılarak akan Sazcağız suyu gökyüzünün berrak mavisine öykünüyordu… OCAK- 2010 GÜRÜN SuçatıHaber Yayınları Sayfa 18 Suçatı’dan Portreler MÜDÜR HAFIZ’IN KÜÇÜK OĞLU - 3 SAHİPSİZ MADALYA .............Muhammet ve Ziya, konuşmadan yürüdüler. Onların ruhları, bedenlerinden çıkmış farklı âlemlerde, farklı korkuları ve mutlulukları yaşıyordu. Muhammet’in yüzünde, kimi zaman buruk gülümsemeler beliriyor, kimi zaman gözleri buğulanıyordu, kimi zamansa kaşlarını çatıyordu. Düşünceleri, büyük abisi Aziz’de takılıp kalmıştı. Demek: o, ana baba yar hasretiyle, vatan aşkıyla, memleketlerinden binlerce kilometre uzaklarda, bedenini kattığı vatan toprağıyla bütün olan şehitlerden biri de, kendi abisi imiş. Yanında yürüyen çocuğa bakıyor, yüreği yanıyordu. Bir anda kendisini Kafkas cephesinde hissediyor, bir kaplan misali düşman üzerine atılıyor, kanının son damlasına kadar savaşıyor, intikam alıyordu. Bir anda, gözünün dokunduğu her yerde, abisinin kimi mutlu, kimi öfkeli, kimi hüzün dolu yüzlerce bakışı canlandı. Daha fazla dayanamayıp sıkı sıkıya kapadı gözlerini. Ziya, mutluluk ve şaşkınlık dolu gözlerle amcasının yanaklarına sızan damlalara baktı. İşte o, yıllardır sözü edilen, Mısır da esir olan, yakışıklı küçük emmisi hemen yanındaydı. Pala SuçatıHaber Yayınları Sayfa 19 Suçatı’dan Portreler bıyıkları, hafif uzamış sakalları, cesur bakışları, geniş omuzları, kemikli vücudu, iri elleri ile O bir kahramandı! Kim bilir, anlatacak ne çok hikâyesi vardı. O, taaa Mısırdan çıkıp gelmişti! Dile kolay, taaa Mısır! Dünyanın öbür ucu! Bir anda, tatlı bir gülümseme aldı Ziyanın yüzünü. Şimdiye kadar babası için söylenilen her şeyi unutmuştu. Emmisi gelmişti ya, babası neden gelmesin! Çocuk hisleri ile dağlara tepelere baktı, -belki bir gelen görürüm!- diye. Bakarsın, bir gün yine böyle kuzularını otlatırken, bir kahraman adam çıkar gelir, tanışırlar ve: “ben senin babanım” derdi. Gözlerinin içi güldü, küçük, mutlu kuzular gibi, amcasının ve hayallerinin ardından yürüdü. … Muhammet, 8,5 yılın hasreti ile bir kez daha etrafına bakındı. Eski ağılın önlerine gelmişlerdi. Ziya’ya döndü ve: “hadi oğlum sen önden git, müjde ver. Mısır’daki emmim geldi de!” dedi. Ziya sevinçle koştu. Yolu bırakıp dereye yöneldi. Çarığını çıkarmadan, paçalarını dahi sıvamadan, vurdu kendini dereye. Çaykara’ya geçti ve hiç durmadan evlerden tarafa koştu. Muhammet usul usul, taşla toprakla, dere kenarındaki söğütlerle, kavaklarla hasret gidererek yürüdü. Partıyarık deresini geçerken, TopakSarıtaş’a, hemen yanındaki, Anıklı Dere’ye baktı. Her yer, 8,5 yıl öncesinde bıraktığı gibi duruyordu. Yönünü, dere üzerindeki derme çatma ağaç köprüye çevirdi. Bir kez daha Say’a baktı ve Kendi kendine mırıldandı: “inşallah anam babam, eşim dostumda işte şu Say gibi, yerli yerinde duruyordur!” Köprüye doğru yürürken Anıklı Dere tarafındaki toprak damlı evden (şimdiler de Ömer amcanın bahçesi içindeki havuzun ve büyük cevizlerinin Anıklı Dereden yanı) kadın ve çocuk sesleri geliyordu. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 20 Suçatı’dan Portreler Yıllar sonra yine o derenin üzerinden geçiyordu. Sanki daha dün buralardaymışçasına aşina akıyordu sazcağız suyu. Suriye’de, Gazze’de, Mısır’da, hele hele Seydibeşir esir kampında çektikleri susuz günleri hatırladı. Bakışlarını çağıldayarak akan sudan geri aldığında, köprüye yaklaşan bir kadın olduğunu fark etti. Başındaki eşarbı, sadece gözleri görülebilecek şekilde kapatmış, üstelik başını da önüne eğmişti. Anlaşılan köprüden geçmesi gerekiyordu ve hesapta olmayan bu yabancıyı son anda fark etmiş, geride dönememişti. Durumu fark eden Muhammet hızla köprüyü geçti. Lutfiye’nin, yanından geçen yabancının, abisi Muhammet olduğunu anlamasına imkân yoktu. O’nu, hayal meyal, daha bıyıkları bile bitmemiş, toy bir delikanlı olarak hatırlıyordu. Muhammet, artık kalp atışlarını duyabiliyordu. Kimlerle karşılaşmayı hayal etmiyordu ki annesi: “oğluuum!” deyip boynuna sarılacaktı. Babası, iftihar dolu gözyaşları dökecek, kahraman evladının alnından öpecekti ve bacıları ağabeyleri koru komşu… İşte evinin kapısındaydı. Ama kimsecikler yoktu ortalıkta. Ruhunu sıkıntı bastı bir anda. Kapının önündeki taşın üzerine oturdu. Toprak damlı evin altından geçen kanalın kenarında, bir tavuk civcivlerini gezdirirken, dutların dallarında oynaşan serçelerin şamatası, ağılların eğri büğrü duvarında yankılanıyordu. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 21 Suçatı’dan Portreler Dereye doğru uzanan bir sıra kaysı, meyvelerini çoktan üzerinden indirmiş dinlenmeye geçmişti. Rüzgâr susmuş, gün ihtiyarlamış, gölgeler sarkmış, akşam yaklaşmıştı. Karşı yamaçta, Kuş Kayası, binlerce yıldan beri olduğu gibi, yaşananlara tanıklık ediyordu. Muhammet ise artık bunların hiç birini göremiyordu… … Ziya, Muhammet emmisinden ayrıldıktan sonra, koşarak eve geldi. Kapıda kimseleri göremeyince direk karşı yamaca, Eşe Aba’larının evine koştu. Sabah giderken, Öğleden sonra ekmek pişirileceğini duymuştu. Bir kez daha dereden geçti, bir solukta yengelerinin halalarının yanına vardı. Soluk soluğa: “müjdemi isterim! Emmim geldi! Mısırdaki esir emmim, Muhammet emmim geldi!” Ziyanın bu telaşlı hali Eşe hariç herkesi heyecanlandırmıştı. Eşe odun yığının kenarında duran tahrayı kaptı, yanındaki diğer kadınlara döndü ve: “ne Muhammet’iymiş gız! Muhammet olsa çıkar yanımıza gelirdi. Bakak görek kimmiş şu” Eşe öyle demişti ama Muhammet’in ablası, Fadime’nin kalbi heyecandan duracak gibiydi. “Ya doğruysa!” Tam evden ayrılırken Lutfiye ile karşılaştılar. Lutfiye anlatılanları dinlerken, köprüde karşılaştığı yabancıyı hatırlamaya çalıştı ama hiç bakamamıştı ki. Hep birlikte, garip duygulara dolaşarak yürüdüler. Osman Hafız’ın dikip yetiştirdiği söğütler. S.Suyu. Şuğul. Hakkı TAKCI’nın yeri Muhammet Çavuşun mezraya girerken geçtiği köprünün şimdiki hali. … Muhammet karşı taraftaki sesleri duymuş, kendisine doğru geldiklerin anlamıştı. Yıllar kadar uzun gelen bu süre, aslında üç beş dakikadan ibaretti. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 22 Suçatı’dan Portreler Köşeden ilk görünen Muhammet’in amcası gelini Eşe oldu. Muhammet gayri ihtiyari bir hareketle üzerine oturduğu taştan doğruldu. Eşe’nin ardından Fadime, Ziya, Lutfiye ve birkaç çocuk. Eşe pala bıyıklı yabancının tavırlarından olsa gerek elindeki tahraya hiçte lüzum olmadığını anlamıştı. Fadime daha ilk bakışında küçük kardeşi Muhammet’i gözlerinden tanıdı. “Gardaaaşşş!” diye feryat ederek Muhammet’e koştuğunda, zaman durdu. Dut dallarındaki serçeler sessizliğe gömüldü! Harık kenarında oynaşan civcivler, annelerinin kanatlarına koştu! Yaprak kımıldamadı dallarda! Çağıldayarak akan dere buz kesti! Fadime’nin ardından Lutfiye’de koştu abisine. Üç kardeşin hıçkırıkları evlerin, ağılların duvarlarında yankılandı. Bir müddet sonra Muhammet “ağasını anasını” sorduğunda aldığı cevap sadece hıçkırık oldu. Islak gözlerini Say’a çevirdi. Say yerindeydi ama… Kırgındı Say’a! Büyük bir gürültüyle yerinden oynamıştı Say! Dik yamaçlarda, un ufak olmuştu koca koca kayalar! Yer oynamış, damlar yarılmış, duvarlar yıkılmıştı. Ardıç hezanların beli bükülmüştü! Bin koyunluk sürüyü kurtlar çakallar kırmış! Öpeceği elleri toprak almış! Alnını öpecek dudak toprak olmuştu! Kırgındı Say’a! … Gün batmış akşam olmuştu. Hiç kimsenin konuşmaya mecali yoktu. Bir Cihan harbinin, bir İstiklal savaşının son satırları idi yaşananlar. Müdür Hafız’ın devranı Osmanlı’ya yoldaş olmuştu! Geride kalabilen çocuklar torunlar ise genç Türkiye’nin, yorgun temel taşları. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 23 Suçatı’dan Portreler H.Hüseyin TAKCI Ali TAKCI (KOCA ALİ) Zeynel Abidin TAKCI … Takvimler 1925’i gösterdiğinde doğuda büyük bir isyan çıkmıştı. Muhammet bir kez daha askere çağrıldı. O önce bu çağrıya uydu ama daha sonra: “ne olursa olsun ben Müslüman a kurşun sıkmam” diyerek bu operasyona katılmak istemedi. Onun bu isteği, daha önce yaptığı 8,5 yıllık savaş ve abisi Hasan Hüseyin’in bu operasyonda görevli olması göz önünde bulundurularak hoş karşılandı. … Muhammet savaş sonrası dönemde iki evlilik yaptı. 1. evliliği Resul Hafızın kızı Raziye Hanımlaydı. Raziye Hanım ile evliliğinden Bekir, Osman, İhsan, Kemal, Mahmut, Muhammet ve Çeşminaz isimlerini verdikleri evlatları oldu. 2. evliliğini ise Elife ŞİMŞİR ile yaptı. Elife hanımdan da Lutfiye, Selfinaz, Nurettin ve Zeynep ismini verdikleri dört evlatları oldu. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 24 Suçatı’dan Portreler Muhammet TAKCI’nın 2.evliliğinden kızları Selfinaz ve Lutfiye … 70’li yılların başına gelindiğinde, Muhammet’le ilgili, onur kırıcı bir şikâyet söz konusu oldu. Kasabada, Muhammet’le yıldızı bir türlü barışmayan, onu kıskanan ya da çekemeyen bir şahsın: “askere dahi gitmedi, asker kaçağı idi ama madalya verildi, maaşa bağlandı!” şikâyeti üzerine, dönemin askerlik şubesinde görevli binbaşı, yeterli ve detaylı bir inceleme yapmadan, maaşının durdurulmasına ve istiklal madalyasının geri alınmasına karar verdi. Asılsız ve insafsız iftiranın ardından gelen bu karar, Muhammet için en büyük yıkım olmuştu. 1975’in şubatı geldiğinde, Muhammet 76 yaşına girmişti. O artık çok yaşlı ve çok kırgındı. Yıllar süren savaştan, çektiği onca acıdan sonra, kendisine yapılan bu haksızlığı bir türlü kaldıramıyordu. Her ne kadar etrafına belli etmemeye çalışsa da içi içini yiyordu. Nasıl olurdu, nasıl olabilirdi böyle bir şey. Nasıl yok sayılabilirdi Suriye, Filistin, Mısır, esir kampı ardından kurtuluş savaşı. Aklı almıyordu. Kahramanca savaşmış, bir gün of dememişti. Ama kendisine üç kuruşluk gazilik maaşı ile her zaman gururla taşıdığı İSTİKLAL madalyası çok görülmüş, hatta elinden alınmıştı. Gerçi büyük oğlu Bekir, dönemin Genel Kurmay Başkanlığına dilekçesini yazmış, sorunun çözülmesini, haksızlığın giderilmesini istemişti ama. Ama bir kere Telin de: -Müdür Muhammet’in maaşı kesilmiş, SuçatıHaber Yayınları Sayfa 25 Suçatı’dan Portreler madalyası geri alınmış!- denmişti. Bunu düşündükçe yaşama isteği tükeniyor, hayata karşı direnci tamamen kırılıyordu. 75’in Şubat başlarında grip’e yakalamıştı. Çok yorgun ve düşkün görünüyordu. Ziyaretine gelenlere: “bu zıkkım beni çok felaket tutar. Hiç halim yok! Donuyorum!” diyordu. Kasabanın ilk taksicilerinden olan Küçük oğlu Muhammet ile birlikte, Suçatı’da kalıyordu. … 0 gün yatağından kalktığında, daha bir yorgun ve daha bir dermansız hissetmişti kendini. Yanındaki çocuklarına: “iyiyim, beni merak etmeyin işinize gücünüze bakın” diyerek başından gönderiyordu ama sabah ziyaretine gelen kızı Lutfiye, ayrılmamıştı yanından. (Dedem Muhammet’ten tek yadigâr…) Artık dünyadaki savaşının sona erdiğini hissetmişçesine, ihtiyar bir telaş sarmıştı Muhammet’in ruhunu. Kızı Lutfiye ye seslendi: “Kızım yardım et bana da bir abdesthaneye gideyim, bir de abdest tazeleyeyim.” Kızı onu elinden tutup tuvalete götürdü. Lutfiye, Babasının her zamankinden farklı olduğunu hemen sezmişti. Muhammet, abdest haneden çıktıktan sonra eve doğru geçerken bir an durakladı ve başını Sazcağızsuyu’dan yana çevirdi. Gözleri dolu dolu olmuştu. Bozkaya’dan çıkan yolu Çörtenlik tepesine kadar takip etti. Sonra, Say’a çevirdi bakışlarını, ardından yılanlı tepesi, Kartalpınarı, Seksenveren ve nihayet o buz gibi gökyüzüne baktı son kez. Gökyüzünün mavisini kasvetli gri bulutlar örtmüştü. Gözyaşları son kez dokunuyordu aksakallarına. Kızı Lutfiye’nin elindeki ibrikten el leğenine dökülen su damlalarına, ihtiyar bir amentü karıştı, salonun başındaki küçük odunlukta. Ardından, Kızının yardımıyla yavaşça yatağına uzandı. Çok üşüyordu. Hemen evlatlarına ve koru komşuya haber ulaştırıldı. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 26 Suçatı’dan Portreler Muhammet hayatında ilk defa teslim olacaktı. Yeğeninin eşi Sultan hanımın okuduğu Yasin i şerif, kadife bir hava kattı loş odaya. Bir süre sonra Muhammet’in titremeleri sona erdi. Üşümüyordu artık. Bakışlarında, mutluluk dolu bir teslimiyet vardı. Sultan hanım Yasin i şerifi yarılamışken, Muhammet’in çooook ötelere gülümseyen kahverengi gözlerini, bir yaşlı el, sonsuza dek kapadı. … Mekânı cennet olsun… Sultan TAKCI (Halil İbrahim TAKCI’nın eşi) … (Muhammet’in vefatından tam 15 gün sonra, büyük oğlu Bekir’in Genel Kurmay Başkanlığına yazdığı dilekçeye gelen cevapta: 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş savaşı ile ilgili bilgi ve belgelerin Amasya’da depolanıp muhafaza edildiği ve burada yapılan incelemeler sonucunda: Osman oğlu Muhammet TAKCI’nın, 1915’te askere alındığı. Suriye ve Filistin üzerinden Mısır’a gönderildiği, buradaki 2. Kanal harekâtı esnasında esir düştüğü. Seydi Beşir esir kampında yaklaşık 2,5 yıl esir kaldığı, ardından Mondros anlaşması gereği esirlerin serbest bırakılması maddesi uyarınca, Anadolu’ya geçtiği ve burada İstiklal harbinde Makineli tüfek çavuşu olarak görev aldığı. 1923 Temmuzunda Lozan anlaşmasını takibende tezkeresini aldığı. Bu bilgiler doğrultusunda derhal İstiklal madalyasının iadesine ve maaşının da birikmişi ile birlikte kendisine ödenmesine ve devamına! Şeklinde bir cevap geldi ama Muhammet Çavuşun çocukları: “babamız hakkının geri iade edildiğini göremedikten sonra ne kıymeti var ki!” diye tepkilerini dile getirerek gerek birikmiş maaşını gerekse İSTİKLAL MADALYASINI almadılar.) … ŞUBAT 2010 GÜRÜN SuçatıHaber Yayınları Sayfa 27 Suçatı’dan Portreler Muhammet çavuşun hikâyesini dinlediğim, Ali TAKCI. Muhammet Çavuş’un Kafkas cephesinde şehit olan abisi A.Aziz’in oğlu. (KOCA ALİ) Muhammet TAKCI 1.Eş Raziye Bekir Osman Mahmut İhsan Muhammet Kemal Çeşminaz SuçatıHaber Yayınları Sayfa 28 Suçatı’dan Portreler 2.Eş Elife Lutfiye Selfinaz Nurettin Zeynep SuçatıHaber Yayınları Sayfa 29 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 30 Suçatı’dan Portreler BAKKAL FAHRİ EMRE (Fahri ve Hasan Emre) Beş altı yaşlarında Suçatı ya tatile geldiğimizde kardeşimle ilk işimiz Fahri Dayı nın dükkanına uğramak olurdu... Beş altı yaşlarında Suçatı ya tatile geldiğimizde kardeşimle ilk işimiz Fahri Dayı nın dükkanına uğramak olurdu. Şimdilerin; süper –hiper- viper vs. diye şişirilmiş içine girdiğinizde, ihtiyaç dışı ne varsa alıp çıktığımız,tuzaklar gibi değildi. Kapının dışında asılı kapaklı bidonlar dururdu.Annemin pekmez ve turşu için en vazgeçilmez gereciydi bu bidonlar beni ilgilendiren onların renkli renkli kapakları idi.Sonra büyük bir filenin içinde toplar dururdu.Buda kardeşimi cezbeden şeylerin başında gelirdi. Karpuzlar kavunlar olurdu .Anneannem rahmetli en çok kavunu severdi ,hep kavun almaya yollardı beni...Olaki kelek çıksın ,anneannem sitemini söylerdi kardeşine; “Fahri o nasıl goğunudu allahını söyersen!” Karşılığında bir gülümseme ve muhakkak telafisi olan yeni bir kavun gelirdi en şekerinden... Dükkanın önünde duran kırmızı bank, benim kafamda Telin in demirbaşlarına kaydolmuş görüntülerin en başında gelir.Kimleri ağırlamamıştır ki o bank,geçmişi geleceği konuk SuçatıHaber Yayınları Sayfa 31 Suçatı’dan Portreler etmiş,bıkmadan usanmadan ayakta kalmış,Bekçi Faruk Amca nın bile kısacık ,dalışlarına şahit olmuştur. O artık ne akbank tir,ne karabank .O şahitbank tır... Dükkanın içinde sonradan yapılmış bir bölmesi vardı Dayımın. Küçük bir kulübecik,duvarında Kabe resmi asılı idi orada namaz kılardı... O küçük dükkanın bereketine bereket kattığına eminim bu küçük mescidin... Kıvam şekerler olurdu dükkanda ,onlara bayılırdık.Bayram haşlıklarımızın bize tahsis edilmiş bölümüne gazoz,gofret ve şeker almak en büyük keyfimizdi... Milim hata payı olmayan o teraziden gelip geçmiş ne leblebiler yedik...Bir kaç gramı Çorum un tamamıyla eşdeğer Kara lastikler satılırdı ,renkli naylon ayakkabılar, hala kokuları burnumda ... Biz neleri eskitmişiz düşünüyorum da ,belki şu anında kıymetini anladığımızda ,aynen böyle yanacak içimiz,kayıplarımızın farkına vardığımızda ,en son kaybımız kendimiz olacağız belki. Sevgili Dayımm mekanın cennet olsun,senin ve cümle geçmişlerimizin... Suna Emre Güleç SuçatıHaber Yayınları Sayfa 32 Suçatı’dan Portreler POSTACI TURAN AMCA İnsanın eşya ile temasının giderek sanallaştığı çağımızda, bir ‘tık’la renkli ekranlarda arzı endam eden elektronik mektuplar, bir zamanlar postacının mahrem taşıyan emektar ellerinden elimize ulaşırdı. İşte o dönemlerde PTT’nin T’sinin henüz ayrılmadığı yıllarda Suçatı’da küçük, mütevazı bir PTT acenteliğimiz vardı. Burada kasabamıza hizmet etmiş ve ismi âdete PTT ile özdeşleşmiş bazı isimler vardır. Işte bu değerli isimlerden biri de Turan BAYAT, namı diğer Postacı Turan Amcadır. Kasabamızda uzun yıllar görev yaptıktan sonra emekli olmuş ve Kayseri’ye yerleşmiş olan bu büyüğümüzle görüşme imkânı bulduk. Suçatı Haber adına yaptığımız bu röportaj, Turan Amca’ya küçük de olsa bir vefa örneği olur düşüncesindeyiz. Emrullah TOPRAK: Turan Amca öncelikle, bizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Turan BAYAT: Sağ olun, ben de teşekkür ederim. E.T. : Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Nerede doğdunuz? Aslen nerelisiniz? T.B. : Ben 1934 yılında Gürün’de doğdum. Dedelerimiz Orta Asya’dan göç edip gelme Bayat Oymağı’na mensup bir aile imiş. Soyadımız da bu oymaktan geliyor. Dedem Gürün’e yerleştikten sonra ticaretle uğraşmış. Gürün’den Suriye’ye Gürün Şalı satmaya gidermiş. Tekrar oradan, Şam’dan ipek ve iplik getirir Gürün’de Ermeni ustalara dokutur, dokunan şalı yine oralara götürür satarmış. Biz iki kardeşiz. Ben yedi sekiz yaşlarındayken babam vefat etti. Annem Telinli, Uzun ailesinin kızıdır. Emekli Öğretmen Hamit Uzun ile amca çocuklarıdır. Gençliğimde Gürün’de askerlik çağına kadar kahvecilik yaptım. E.T. : Bu mesleğe yani PTT kurumuna ilk girişiniz nasıl oldu? T.B. : 1960 yılında Sivas’ta bir imtihan açılmıştı. Polisliğe ve PTT’ye memur alınacaktı. Ben de o imtihana girdim. İlk tayinim Erzincan’ın Kemaliye kazasına postane memuru olarak yapıldı. Kemaliye’de üç yıl çalıştım.1963 yılında Gürün postanesine geldim. E.T. : Suçatı’da hangi yıllar arasında çalıştınız? Bize o yıllardan bahseder misiniz? SuçatıHaber Yayınları Sayfa 33 Suçatı’dan Portreler T.B. : Suçatı’da 1969 yılından 1985’e kadar 16 sene çalıştım. 1969’da Suçatı’da belediye teşkilatı ilk kurulduğunda PTT acenteliği de açılacaktı. O zaman Gürün postanesinde çalışıyordum. Ben kendi isteğimle Suçatı’na geldim ve Mehmet Karakuş’un evinin altında bir odada ilk PTT şubesini açtım. Belediye binası da zaten oradaydı. O eski toprak binada üç yıl çalıştım. Sonra yeni belediye binası ve belediye dükkânları yapılınca 1972’de yeni yerimize geçtik (şimdiki manavın olduğu yer). 1985’te emekli oluncaya kadar orada çalıştım. Emeklilikten üç yıl sonra da 1988’de Kayseri’ye yerleştik. E.T. : Suçatı’da çalışırken mutlaka ilginç ya da komik olaylar yaşamışsınızdır, böyle hatırladığınız bir olay var mı? T.B. : Elbet ilginç şeyler olmuştur ama bir olay olarak hatıramda yok. Ancak size ilginç gelebilecek şeylerden bahsedeyim. Bir kere orada ben 16 yıl hep tek kişi olarak çalıştım. O zamanlar telefon hem otomatik değil, hem de tek hattı. Diyelim ki uzaktan birisi Telin’deki yakınını aradı. O zaman “davetli konuşma” dediğimiz sistem uygulanırdı. Şöyle ki arayan kişi, görüşmek istediği şahsın adını söyler ben de not alır telefonu kapatırdım. Çoğu zaman aranan kişiyi ben çağırmaya giderdim. Tabi bu arada tek olduğum için postanenin kapısını kilitlerdim. Aranan kişiye ulaşınca size davetli telefon var derdim. O kişi postaneye gelince bu sefer ben karşı tarafı arar “davetli konuşma hazır” derdim görüşme gerçekleşirdi. Görevim süresince santral memurluğunu ve posta dağıtıcılığını hep bir arada yürüttüm. Sivas’tan PTT başmüdürü Suçatı’na geldiğinde ben ihtiyaca binaen memur istedim. Hatta müfettişler Suçatı’na ikinci bir memur gerekir diye rapor da tutmuşlardı. Ancak 16 sene boyunca bana ne bir yardımcı ne de memur verdiler. Emekli oldum, o sene PTT yeni binasına taşındı (şimdiki yer). Benim yerime üç kişiyi birden atadılar. Santral otomatik oldu işler kolaylaştı. Artık tek kişi de olsa postaneyi kilitlemeyi gerektirecek iş kalmamıştı. E.T. : Suçatı’da evine telefon çektiren ilk kişi kimdi? Sonra nasıl yaygınlaştı? T.B. : Tabi kurum olarak belediyenin, sağlık ocağının ve üç okulun telefonu vardı. Evine telefon alan ilk kişiler zannedersem Mehmet Karakuş, Ibrahim Şimşek, bir de belediye reisi Faik Bilgiç idi. O zamanlar beş on abone vardı. Sonra yavaş yavaş yaygınlaştı. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 34 Suçatı’dan Portreler 30’luk santral, sonra 100’lük santral geldi, aboneler de o nispette arttı. Otomatik santralden sonra da biliyorsunuz her eve telefon girdi. E.T. : Biraz da o yıllardaki posta hizmetlerinden bahseder misiniz? T.B. : Posta arabaları bize Sivas-Ulaş-Kangal-Gürün hattı üzerinden gelir, DarendeAkçadağ-Malatya hattına devam ederdi. Şimdiki gibi saati saatine gelmez, postanın bazen gece geldiği olurdu. Gece uyanır postayı alırdım. Mektupları günü gününe dağıtırdım. Bazen de okul çocukları gelir “bize mektup var mı?” diye sorarlar, olursa onlara da verirdim. E.T. : Son olarak, Suçatı Haber okuyucularına ve Suçatı halkına iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı? T.B. : Çalıştığım süre içinde Suçatı halkından çok memnun oldum. Hiç kimseyle en ufak bir problemim olmadı. Suçatılıları hep kendi akrabam gibi görürüm. Her sene mutlaka Suçatı’na gider eşi dostu ziyaret ederim. E.T. : Turan Amca, bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. T.B. : Ben teşekkür ederim. Buradan Suçatılı bütün hemşerilerime selamlarımı gönderiyorum. Emrullah Toprak 20.04.2007 Gürünlüler Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği/KAYSERI SuçatıHaber Yayınları Sayfa 35 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 36 Suçatı’dan Portreler EŞE BİBİ Bizim çocukluğumuzda,her evin bir ahırı, ahırında da en azından bir eşek olurdu.Evin hem bineği hem de yük aracıydı. Şimdi ise, her evin önünde nerdeyse bir araba.Ne kadar güzel. Güzel olmasına güzelde,eski komşuluk,dayanışma,bir birinin derdiyle dertlenme,sevinciyle sevinme,birinin eksiğini giderme hasılı eskimeyen insani ilişkiler kaldı mı? Üzülerek görülüyor ki,ekonomik gelişme bu güzelim değerleri ötelemiş. Kanaatkarlık, alçakgönüllülük ,kadirşinaslık,vefa... var mı? Kanaatkar dedim de, aklıma Eşe Bibi(topal eşe) geldi.Ufak tefek,75 yaşlarında,yanakları nar gibi, yüzünden gülücük eksik olmayan,elinde bastonu ağır aksak yürüyen Eşe Bibi, bizim kapı komşumuzdu.İki göz odalı, duvarları yarı beline kadar nemli,kapının üzerinde küçük bir pencere,yazın serin, kışın soğuk,gündüzü de, gecesi de karanlık bu basık ve bakımsız toprak evde yalnız başına yaşardı. Yazın her ALLAH'ın günü Karabayır'daki bahçesine gider.Akşama kadar diktiği fasulye,patates,soğanlarla uğraşır, rüzgarın döktüğü dutları toplar GÜNEŞ''e sererdi. Güneş batmaya yakın ordan,burdan derlediği çalı çırpıyı küçük bir şelek eder sırtına alır, biraz daha yorgun,biraz daha tıknefes evine dönerdi.Güz gelipde patates, soğan sökülünce kışlık yiyeceğini ayırır geri kalanını, bir gidenle Gürün'deki pazara salar gelen parayla geçimini sağlamaya çalışırdı.Bazen bahçesine giderken kapımızın önünde anneme seslenir"Kibar gız Feyzi'nin hayrına uşaklardan birini salda, şu benim iki tudu ırgalasın"der. Duraksamadan yoluna devam ederdi. Genelde dutlarını ben sallardım bu yaptığım işde hani karşılıksız kalmazdı.Kışın biz çocukların hemen hemen tek eğlencesi kızak kaymaktı.Malum ıslak pantolon ve çoraplarla eve gittiğimizde zılgıdı yerdik.Böyle anlarda Eşe Bibime ,sığınırdım.Odanın tam orta yerine kurulu olan fırın gibi kürsüye girer yarm saatte üstüm başım kupkuru olurdu.Bu arada,yazın kuruttuğu sapsarı dutlardan,başkasının Eşe Bibiye yesin diye verdiği kuru üzümden,pestilden,cevizden bir sahanin içerisine koyar önüme getirirdi.Gönlün ne kadar zengindi senin Eşe Bibi?(Sahi bu gönül zenginliği şimdi var mı?Yoksa nere gitti?daha doğrusu bizi biz yapan bu değerlerimizden, bizi kimler uzaklaştırmak istiyor?). Annem özellikle kış akşamları "gidin Eşe Bibinizi yemeğe getirin) derdi.Bizde lapa lapa SuçatıHaber Yayınları Sayfa 37 Suçatı’dan Portreler yağan karın altında koşa koşa gider,bir elinde fener diğerinde bastonu yavaş yavaş alır gelirdik. Bazı zamanlar annem üstünü başını yıkar,"bugün çok soğuk gitme şu sobanın yanında yat" der, o gün bizim yatılı misafirimiz olurdu. Eşe Bibi,bir akşam komşumuz Gülizar Teyzelere oturmaya gitmiş.Gülizar teyzelerde, gündüz tandırda pişirdikleri açık ekmeğe çökelek dürümü yapmışlar ailece yiyorlar.Buyur etmişler gelmemiş geçmiş odanın karanlık köşesine oturmuş.(o zaman elektrik nerde? Bir gaz lambası oda sofrayı zor ışıtıyor) Gülizar Teyze kızına: "bir dürüm yap da oturduğu yerden yesin demiş" Kızı da dürümü yapıp vermiş,Eşe Bibi ağzındaki üç dört dişle, sakız gibi tandır ekmeğini koparmak için epey uğraşmış .Güç,bela bir lokma koparmış, ağzında bir iki geveledikten sonra yutmuş.Yutmuş ama lokma boğazına takılıp kalmış.Küçük kızın" anne yetişin Eşe Ebeme bir şey oluyor" demesiyle hepsi birden dönüp "amanın itiniz oluyum garıya bir şeyler oldu" diyerek başına üşüşmüşler.Hemen sırtına vurmuşlar Gülizar Teyze parmağını Eşe Bibinin ağzına sokarak lokmayı çekip çıkarmış. Yıllar sonra Eşe Bibinin evinde yalnız başına vefat ettiğini duydum.Yalnız yaşadı. Yalnız öldü. Belki de yalnız doğdu nur içinde yat EŞE BİBİ. Hulusi Tatar SuçatıHaber Yayınları Sayfa 38 Suçatı’dan Portreler İLKLERİN ADAMI Sadece okulun bahçesine meyve ağaçları değil çevresine de servi, kavak, söğüt ve çit olsun diye çalı diktiren Cemil Sorgun, okulumuzun da ilk öğretmenlerindendi. Servi ağaçlarının aralarını çimlendirerek, yemyeşil birde alan oluşturmuştu. Yukarı Suçatı ilkokulunun görüntüsü, gerçekten harika idi. Her tarafı ağaçlarla kaplı, yeşillikler içerisinde, tek katlı, kırmızı kiremitli, beş sınıflı, her sınıfı cıvıl cıvıl çocuk kaynayan küçük bir okuldu. Cemil öğretmen kendi evine göstermediği ihtimamı okula, kendi bahçesine göstermediği ilgiyi, alakayı okulun bahçesine gösterirdi. Her sabah erkenden kalkan Cemil öğretmen, pilli tıraş makinesiyle traş olur, kolalı gömleğini, ütülü elbisesini, boyalı potin ayakkabısını giyer, kravatını da itina ile taktıktan sonra öğrencilerden önce okula giderdi. İstiklal marşını o söyletir, çevre temizliğini o yaptırır, çimlerin üzerinde oyun oynayanların, hele hele dikmeleri eğmeye kalkanların hakkından o gelirdi. Kimseye iltimas geçmeyen Cemil öğretmen, oğlu Halit veya kızlarından biri hata yapınca onları haşlamadan başka öğrencilere kızamazdı. Okulumuzun öğrencileri, fotoğraf makinesini, kemanı, mandolini, mızıkayı ilk olarak onda görmüşlerdi. Aynı zamanda Cemil öğretmen bu müzik aletlerini, büyük bir maharetle de çalardı... Köyde dikiş makinesi ve kömürlü ütü bir terzi Feyzi Abide birde onlarda vardı. Evlerinin önü de her daim tertemiz olurdu. Mescit önüne doğru inen sokağın çukur yerlerini betonla doldurmuş, yağmur suları rahat aksın diye yukarıdan aşağıya birde küçük gever yapmıştı. Kapılarının önünden her geçtiğimizde içeriden mis gibi yemek kokuları gelirdi. Sahi! Şükran yenge her gün böyle mis gibi kokan ne pişirirdin. Cemil Öğretmenin oğlu Halit arkadaşım olduğundan o güzel yemeklerden sık sık yeme fırsatım olurdu. Hele de haftada bir babasının SuçatıHaber Yayınları Sayfa 39 Suçatı’dan Portreler Gürün'den getirdiği gazetelerin içinden çıkan Tarkan, Kara Murat gibi dergileri bir hafta boyunca döner döner okur ne hayaller kurardık. Öğretmen olduğu için köyde, en çok ondan çekinir, uzaktan uzağa da en çok ona imrenirdik. Daha sonraları evine ilk elektriği, ilk suyu, ilk telefonu, ilk televizyonu o almıştı. Hele televizyonu, her akşam mahalleli çoluk, çocuk doluşur istiklal marşı söylenip de televizyon kapanana kadar kalkıp giden olmazdı. Tabi bu arada ikramlarda eksik olmazdı. Ne kadar gani gönüllü bir aileydiniz siz Cemil Abi. Cemil Öğretmenin bir kötü alışkanlığı vardı. Sigara içmek. Yenice sigarasını yer gibi içer, içine çektiği dumanı ancak konuşurken dışarı çıkardı. Komşulara da elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışırdı. Hele Eşe Bibiye yaşlılık maaşı bağlatması herkesi memnun etmişti. Daha sonraları emekli olmuş. Emekli olduktan sonrada köyün camisinin boya badana işlerinde, caminin içindeki asırlık ardıç ağacından dikilen direklerin verniklenmesinde, kapı ve pencerelerin onarılmasında çok emeği geçmiştir. O zamanlar köyde ilk hususi arabayı da Cemil öğretmen almış. Birisimi hasta, birinin acil bir işimi var, gel Cemil Abi. Hiç karşılık beklemeden koşturan Cemil Abi, bir kaç defada kasabamızda belediye başkanlığına adaylığını koymuş maalesef kazanamamıştır. Çok çalışkan, dürüst, tuttuğunu koparan, yeniliklere açık bir mizaca sahip olan Cemil Öğretmen: Eğer seçilseydi kasabamıza daha başka projeler üreteceğinden ve bunları hayata geçirmek için var gücüyle çalışacağından hiç şüphemiz yoktu. Çok sonraları akciğer kanserine yakalanan Cemil Öğretmen maalesef bu habis hastalığı yenemeyerek vefat etmiştir. Yaptığın iyilikler yoldaşın mekânın Cennet olsun Cemil Abi. HULUSİ TATAR SuçatıHaber Yayınları Sayfa 40 Suçatı’dan Portreler TOPRAK İNSANI Otuz sene olmuştur herhalde… Şu bizim yaylada, aşağı tarla denilen mevkide, yakın akrabalara ait birkaç dönümlük yer vardı. Hayvan tırnakları altında ezilmiş, yabani iğde ve kuş burnu bitkilerinin hakim olduğu, kıyısında köşesinde hayatta kalma mücadelesi veren artık yaşlanmış feleği tatlı elmaları, ceviz ve söğüt ağaçları… Dayım, kendi bahçelerine gidip gelirken buraya göz ucuyla bakar, işlendiğinde nasıl da güzel bir bahçe olabileceğini hayal ederdi. Çok sevdiği çay sohbetlerinden birinde bu düşüncesini eşine açar, eşinin karşı çıkmasına rağmen, hisse sahipleriyle tek tek görüşerek bu yerin imar edilmesi ve elde edilen ürünlerden belli bir miktar verilmesi karşılığında anlaşır. Güz mevsimi henüz başlamamıştı. Hemen işe koyulmalı ve bahara ekilip dikilmeye hazır hale getirilmeliydi. Öyle de yaptı. Bir bel, bir kazma ve bir kürek… Öyle motorla falan süreyim de sonra iri kesekleri kırayım demek yok. Orta boylu, zayıf insan, görünüşte altından kalkamayacağı bir yükün altına girmişti. Öyle bir başlangıç yaptı ki adeta birileriyle yarışır gibi hatta kavga edercesine çalışıyordu. Doğrusu bu hal dayımı tanıyalar için hiç de şaşırtıcı değildi. Bel, boyunca toprağa giriyor, ne var ne yok söküp alıyor. Beller belleri takip ediyor ve azgın otlar altında kalmış toprak ana bütün güzelliği ile kendini belli etmeye başlıyor. ………………………………… Eylül, Ekim geçti. Maşaralar, poğlar boy boy dizilmeye başladı. Ancak, Ekim ayının huysuz yağmurları neyse de Kasım ayı ile birlikte kar da yağmaya başladı. Artık adi alıç ağaçlarının yaprakları bile sararıp solmaya başladı. Ne gam, eşi işte bir çalının duldasında ateş ocağında çayı demledi. Derme çatma yaptığı kulübeye geçti. Yönünü işlediği toprağa dönerek büyük bir gurur ve aynı zamanda huzur içerisinde çayını yudumlarken dalgın, nereye ne ekilmesi gerektiğini, üşüyen eşine tatlı tatlı anlatıyordu. ………………………………… SuçatıHaber Yayınları Sayfa 41 Suçatı’dan Portreler Ve bahar… Dere kenarına salatalık, domates ortalara patates ve değişik cinste fasulyeler, tepe tarafına soğan, arada kalmış küçük bölmelere ise pancar ekildi. Cevizin altında otururken ıslatan bahar yağmuruna aldırmıyordu bile. Şimdiden toplayacağı ürünleri hayal ediyordu. Kazanç tabii ki önemliydi ama harap durumda olan bir yeri işte böyle güzel bir bahçe haline getirmek daha önemli olmalıydı. ……………………………….. Aman ya rabbi! Bu ne güzellik! Salatalık teneğe durmuş, fasulyeler başlarını göğe vermiş, patates, domates maşaraları renk renk renk çiçeklerle bezenmiş, pancarların yeşilliği ortalığa ayrı bir renk katmış, hatta şu bizim kocamış feleği tatlı elması, ceviz ve söğütler bile canlanmış sanki. Vermiş olduğu emeğin karşılığını bu şekilde almış olmak ne büyük sevinçti. Şükürler olsun Ya Rabbi, Sen demiyor musun ki çalışan kim olursa olsun karşılığını veririm. İşte emek karşılığını bulmuş, zaten şirin bir mevki olan aşağı tarla, cennet bahçelerini andıran yeni bir bahçeye daha kavuşmuştu. Kürek elinde sulama işlerini yaparken her zaman olduğu gibi kalın şapkası kafasında. Şakaklarından boncuk boncuk terler dökülürken oralı olmuyor. Şu poyraz pınarının soğuk suyu bütün harareti almaya yetiyor nasıl olsa. …………………………………….. Salatalıklar…hormonsuz efendim. Mis gibi kokuyor, kütür kütür ye yiyebildiğin kadar. Şişirmez korkma! Fasulyeyi, odun ateşinde küçük tencerede önce mis kokulu buharını çıkara çıkara pişirelim; sonra da et niyetine yiyelim. Şimdilerin fasulyesi gibi sanki kağıt değil hakiki; organik fasulye! Domates mi? Öyle yusyuvarlak değil ama taze ekmekle çok rahatlıkla katık niyetine yenilebilir. Pancar yapraklarından da börek yapılsın yine odun ocağında. Sıcak sıcak, üfleye püfleye yenilsin. Eğer son baharı bekleyebilirsek, taze bahçemizden sökülen patateslerin lezzetini anlatmakla bitiremem. Öyle eve gelmemize gerek yok. Hem sökelim, hem yiyelim. Gözden çıkarılmış kuşkanada ve yine odun ateşinde kaynatalım, bulgur gibi dağılan patatesi şöyle tandır ekmeğinin arasına sıcak sıcak yayarak yiyelim. Ama, “yapma artık, çok fanteziye kaçıyorsun” der gibi olduğunuzu düşünüyorum. Vallahi şahitlerim var, çağırabilirim! Yine son baharla SuçatıHaber Yayınları Sayfa 42 Suçatı’dan Portreler birlikte bu bahçeden çıkarılan değişik renklerdeki kuru fasulyeleri de saymıyorum. Ya lezzetini, biliyorum artık kızacaksınız, geçiyorum. Hele bizim şu feleği tatlı elmasına bakın. Canlanan uç dallarında kırmızı kırmızı elmaları var; birkaç tane. Kurtlar içine girsin, sonra ufak bir esintiyle ayak değmemiş çimenlerin üzerine düşsün ve bir erken sabahta kemire kemire yiyelim. ……………………………….. Şüphesiz kilo kilo salatalık, domates, fasulye çeşitleri, patates satıldı. Eh, horantanın kışlık ihtiyaçları karşılandı. Yetmez mi? Yeter. Zaten daha fazlası istenmemişti ki. Hoş, gerçi dayım Gürün pazarından sonra Milli Piyango bileti almayı ihmal etmiyordu. Ertelediği hayallerin gerçekleşmesini piyangodan çıkacak paraya bağlamıştı, her hal. Neler yapmak isterdi; hep merak etmişimdir. Ancak biçarelere epey vaatlerde bulunduğunu hatırlıyorum. Yapar mı yapar dı doğrusu. ……………………………… Gurbetlere gidip amelelikle geçim sağlamak ta vardı; hatta bu yolu çokça da denemişti. Çoğu zaman, bahçe işlerine göre daha fazla para da kazanıyordu. Çalıştığı yerlerde de hep sevilmiş ve takdir edilmişti. Bir ara ailesiyle birlikte gurbete çıkıp ufak tefek ticaret işleriyle uğraşmayı da denemişti. Ama olmadı; illa şu sazcıvaz deresine dönecek ve toprakla baş başa kalacaktı. Huzuru buradaydı. Kaynak sularından içilecek, toprağın verdiğine şükredilecek ve hayat bu döngüde devam edip gidecekti. Dayım, akrabaların bahçesini birkaç sene bu şekilde işledi. Anlaştıkları gibi ürünlerden belli bir oranda onlara da verdi. Ancak, öyle tahmin ediyorum ki harap olan bu yer işlenip böyle güzel bir bahçe haline gelince nefisler kabardı. Anlaşma yürümedi. Dayımın elinin değmediği bu bahçe yine sağından solundan pusudaki yabani otların hücumuna uğradı ve çok geçmeden eski haline dönmeye başladı. ……………………………………….. Tabi şimdilerde eski performansını gösteremiyor. Yaşı ilerledi. İçinde hala güzel bahçelerin hayali var fakat vücudu buna müsaade etmiyor. Milli Piyango bilet alıyor mu bilmem ama sayısal loto oynadığını duyuyorum. Demek ki hala düşleri var. Bir gün bir ikramiye çıkar mı SuçatıHaber Yayınları Sayfa 43 Suçatı’dan Portreler bilemem. Ancak, günün birinde öyle bir şey olursa cömertlik adına örnek davranışlar göstereceğinden eminim. ………………………………………. Ömrün uzun olsun, dayıcığım. Yunus Emre SuçatıHaber Yayınları Sayfa 44 Suçatı’dan Portreler ALİ HOCA İLE LE ZAMANA YOLCULUK Gürün ve civarında onu tanımayan yoktur. Kimimizin kulağına kula ına ezan okumuş, okumu kimimize Kur’an veya Arapça dersleri vermiştir. vermi Birçoğumuz umuz onun arkasında namaz kılmış, kılmı heyecanlı vaazlarını dinlemişizdir. izdir. Suçatı’da yediden yetmişe yetmi e hemen herkesin onunla ilgili bir anısı mutlaka vardır. Özellikle gençlik yıllarında okuttuğu okuttu u talebelerinin, kendi tabiriyle askerlerinin anlattığıı sayısız anıları vardır. Muhsin Yurtseven, rahmetli Veli Başpınar, Ba Ekrem Camcı, Mehmet Toprak ve onların akranları bu anıları fıkra gibi dilden dile anlatırlar. Sözünü ettiğimiz imiz kişi kiş malumunuz Ali Toprak, namı diğer ğer Ali Hocamızdır. Hoc Biz onun bu bilinen anılarından ziyade pek bilinmeyen, daha kıyıda köşede kö kalmış hatıralarını ortaya çıkarmaya çalıştık. tık. Kendisiyle SuçatıHaber olarak görüştük. Nesilden Nesile Eğitim ğitim SuçatıHaber: Bize kendinizden bahseder misiniz? Ali Toprak: ak: Babam rahmetli Resul Hafızdır. Onun en küçük evladı olarak 1933 yılında Telin’de doğmuşum. um. Annemin ismi Eminedir. İmamlık mamlık vazifesini aldıktan sonra Yukarı Suçatı’da yirmi beş yıl bilfiil çalıştım. çalı tım. Emekli olduktan sonra da Gürün, Kangal ve Darende’nin değişik ik köy ve kasabalarında fahri olarak imamlık ve vaizlik yaptım. Bu görevlerim sırasında kız ve erkek çocuklarına gücüm yettiğince, yetti ince, dilim döndüğünce döndü Kur’an ve Arapça öğretmeye retmeye çalıştım. çalı Daha evvel okuttuğum um birçok talebemin sonra çocuklarını hatta torunlarını larını okuttuğum okuttu oldu. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 45 Suçatı’dan Portreler Küçük Yaşta Tahsil Merakı SuçatıHaber: Bu mesleğe nasıl girdiniz? Ali Toprak: Bende küçük yaşlardan itibaren okuma, tahsil görme merakı oluşmuştu. Bağ bahçe işlerini de ağabeylerim yürüttüğü için sağ olsunlar bana destek oldular. O zamanın tedrisat usûlleriyle eski ve yeni yazıyı öğrendim. 1948 yılından itibaren Tayyib Sözen Hoca’dan (Edibe Sözen’in dedesi) Arapça ve dini ilimler tahsil etmek için Gürün’e gittim. O zamanlar dini eğitim eski medrese usulüyle yapılıyordu. Gürün Ulu Camii’ndeki derslere üç dört yıl devam ettim. Edip Paşa İle Aynı Evde Kaldım SuçatıHaber: Biraz o yıllardan bahseder misiniz? Gürün’de nerede kaldınız? Ali Toprak: Gürünlü meşhur zat Hüsnü Dayı (Hüsnü Efendi) babamın ihvan arkadaşıydı. Ben Tayyib Hoca’nın talebesi olarak Gürün’e gittiğimde, rahmetli Hüsnü Dayı babama demiş ki “Ali bizde yatsın kalksın. Telin’e nasıl gidip gelecek?” deyince babam da olur demiş. Böylece ben Hüsnü Dayı’nın evinde iki üç yıl kaldım. Sohbete gelen ihvanlara hizmette bulundum ve Tayyib Hoca’nın Ulu Cami’deki derslerine devam ettim. Hüsnü Dayı’nın evladı yoktu. Eşi Behiye Hanım’ın yetim yeğeni Mesude abla ve diğer bacısı onlarda kalıyordu. Tatil zamanlarında eve, benden yaşça küçük, oldukça yakışıklı, çok efendi, terbiyeli bir genç gelirdi. Askeri lise yahut harp okulu olmalı, öyle bir okulda okuyan bu genç Edip Başer idi. Behiye Hanım Edip Başer’in halası idi. Çok küçük yaşlarda babasını ve annesini kaybeden bu yetim çocukla tatilde aynı odada yatar kalkardım. Ablaları “Edip gelecek” diye onu beklerlerdi. Edip, okul zamanı yeniden okuluna dönerdi. Edip Paşa ile yıllar sonra bir de Darende’de Rahmetli Hulusi Efendi’nin sağlığında karşılaştım. Cenabı Allah, böyle vatanperver insanları hiç eksiltmesin. Toprak Soyadının Sırrı SuçatıHaber: Hüsnü Dayı ile babanızın ihvan arkadaşlığı nedir? Ali Toprak: Hüsnü Dayı ile babam, ikisi de Sivaslı İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Efendi’den dersli idiler. Yani ikisi de aynı tekkeye bağlı, beraber Sivas’a giderlermiş. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 46 Suçatı’dan Portreler Soyadı kanunu çıktığında İsmail Hakkı Efendi, babama “Resul, sen de bizim soyadımızı al” demiş. Rahmetli babam da bunun üzerine soyadımızı Toprak olarak yazdırmış. Annem Vaiz Olmama İzin Vermedi SuçatıHaber: İmamlık görevini almanız nasıl oldu? Ali Toprak: Gürün’de Kur’an Kursu hocalığı yapıyordum. Derken 1960 yılında Kayseri’de vaizlik imtihanı açıldı. Haberi alınca Kayseri’ye gittim. Selçuklu’dan kalma Lale Camii var, orada imtihan olduk. Vaizliği kazandım, sevinerek Telin’e döndüm. Ancak başka şehirlere tayinimin çıkacağına Annemin gönlü razı olmadı. Ben de Annemi kıramadım. Yukarı Telin Camii’nde imamlık görevine başladım. Hac Yolunda Vaaz SuçatıHaber: O yıllardaki karayoluyla hac yolculuğundan bahseder misiniz? Ali Toprak: İlk Hacca gitmem 1963 yılında idi. Rahmetli Hulusi Efendi’nin de bulunduğu kafilede karayolu ile Elbistan üzerinden gitmiştik. O yolculuklar daha uzun ve heyecanlı oluyordu. Halep, Şam, Bağdat, Kerbelâ gibi kutsal beldelerden geçilerek gidiliyordu. Velhasıl Cilvegözü sınır kapısından Suriye’ye geçtik. Oradan da Ürdün’ün başkenti Amman’a vardık. Ürdün Hükümeti bizi bir müddet oyaladı. Bu esnada diğer ülkelerden Azarbeycan, İran, gibi ülkelerden gelen hacılar da bekletiliyordu. Sonradan duyduğumuza göre hacıların Ürdün’de para bırakmaları için bekletiliyormuşuz. Amman’da Melik Hüseyin Camii var. Orada değişik ülkelerden gelen hacılar namaz kılıyor, vaazlar veriliyor, çok kalabalık cemaatler oluyordu. Bu vaazların birinde bir vaiz yarı Arapça yarı Türkçe, heyecanlı bir şekilde tasavvuf ve değerli zatlar, Abdûlkadir Geylâni ve Şahı Nakşibend Hazretleri aleyhinde tarikatları karalayan bir vaaz verdi. Ertesi gün oldu. Ben de nasıl olduysa aynı küsüye çıktım. Tarikat yolunu ve bu büyük zatların hizmetlerini anlatan ve tasavvufi yolun doğru bir yol olduğunu, İslamiyet’in bu yolla birçok ülkeye yayıldığını anlatan heyecanlı bir vaaz verdim. İşin doğrusu ben de kendimden böyle heyecanlı bir vaaz beklemiyordum. Zannedersem o büyük zatların ruhaniyetleri bana yardım etti. Kürsüden inince Türk hacılar ağlayarak beni tebrik ettiler. Rahmetli Hulusi Efendi de tebrik etmişti. Bu hatıramı hiç unutmam. SuçatıHaber: Son olarak SuçatıHaber’e neler söylemek istersiniz? SuçatıHaber Yayınları Sayfa 47 Suçatı’dan Portreler Ali Toprak: Şimdiki zamanda gençler bu internet işleriyle uğraşıyorlar. Faydalı yönde olunca ne güzel oluyor. Geçen yaz, yeğenim Hidayet sağ olsun köyde beni ziyaret etti. Hatta kendisine şiirlerimden verdim. Sitede yayınlayacağım dedi. Zannedersem yayınlamış. Allah, bu çalışkan, imanlı gençlerimizden razı olsun. 11.06.2008 / KAYSERİ Röportaj: Emrullah TOPRAK SuçatıHaber Yayınları Sayfa 48 Suçatı’dan Portreler ŞEFİMİZ Z SAKIZCI MEHMET AMCA Bazı insanlar vardır, sessiz sedasız gelirler dünyaya. Biraz büyüyüp de yaşayacağı ya yaş anlaşılınca nüfus kâğıtları ıtları çıkarılır. Çileli bir hayat vardır önlerinde, fakat şikâyet ikâyet etmezler. Sabır ve alın teri onların en büyük sermayesidir. Farkında olmayız ama memleketin kahrını çeken gerçek kahramanlardır onlar. Mehmet Sekitarla yada bildiğimiz adıyla Şefim’den efim’den bahsediyoruz. Suçatı ve Gürün’de büyük küçük herkes ona Şefim efim diye hitap eder. Gürün ve Darende’nin yaylalarından kesilen k en güzel kenger sakızlarını onda bulabilirsiniz. Haftanın hemen her günü Gürün Ulu Camii civarında, o tatlı diliyle “yayla gülleri geldi, yayla kuzuları bunlar” diye kenger sakız sattığını sattı görürsünüz. Biz de böyle bir günde, bir Cuma namazı çıkışında çıkı a yakaladık Mehmet Amca’yı. Çilelerle dolu çocukluk ve gençlik yıllarını, kâh gözleri dolarak kâh gülümseyerek hem de manzum bir dille anlattı bize… Bu ne gaflet bu ne uyku Şafak atmış haberim yok Hizmet ettim yarım asır Ömrüm bitmiş haberim yok Nefse dedim dim sadık dostum Her sözüne kulak astım Bal yedirdim geri kustum Zehir katmış haberim yok Bir gün bizim köye vardım Viran olmuş baba yurdum Hem komşuları uları sordum SuçatıHaber Yayınları Sayfa 49 Suçatı’dan Portreler Ölmüşler hep haberim yok Doğan ayı kınıyordum Yükseklere konuyordum Ecel uzak sanıyordum Yakamı tutmuş haberim yok Her biri hayatından ayrı bir dramı anlatan bu şiirlerini hiç yazmamış Mehmet Amca. Her sorumuza doğrudan şiirle cevap veriyor. Doğduğu yılı ise tam olarak bilmiyor ve nüfus kâğıdında 1933 yazdığını söylüyor. Telin’de doğmuşum, diyor. O yılları anlatırken hemen gözleri doluyor Mehmet Amca’nın. Ana-baba şefkati tatmadan, kader yollarını ayırıyor. Kendisi çok küçük yaşlardayken yani daha sabi iken kaderin cilvesi, babası annesini boşar ve başka bir kadınla evlenir. Annesini de başka biri alır. Küçük Mehmet, ne üvey annenin ne de öz annenin yanında kalamaz artık. Kıt imkânlarla anneannesinin elinde biraz büyür. Sonra bir ailenin yanına hizmetkâr olarak verilir… Bir eve beni hizmetkâr tuttular Akşam olunca da ahır sekisine attılar Üstüme elli kiloluk bir vala attılar Kendileri de üst katta yattılar Buna Allah razı olur mu ey ağalar Sabah oldu iki eşek üç de inek kattılar önüme Boş çantayı bağlamışlar belime Görenler ağlar perişan halime Uyuz Pınarı’nda dut sallarım fıçı çekerim Üstüm başım yırtık pis pis kokarım Ellerin kahrını bir lokma için çekerim Sen benim halime acı ya Rabbi Mehmet birgün öz annesini çok özler ve gizlice annesinin yanına gider. Annesinin ona bir parça ekmek verdiğini gören zalim koca, küçük Mehmet’i kovalar. Mehmet suya düşer. O zamanlar Tohma Suyu azgın. Aman vermez Mehmet’e. Epeyce gittikten sonra bir yerde fırsat bulup çıkar sudan… SuçatıHaber Yayınları Sayfa 50 Suçatı’dan Portreler Ta Telin’den gelirim annemi görmeye Dizinde yatıp da murad almaya Yarım saat bile isterim yanında kalmaya Bir dakika bile müsaade etmediler bana Taşlar yağdırdılar benim başıma Meses alıp düştüler peşime Tuttular kolumdan attılar su ortasına Dondum, sızladım, buz doldu koluma Yeni girmişim on bir yaşıma Seyrettiler gözümden akan yaşıma Perişan halime baktım ağladım Sen benim halime acı ya Rabbi Sudan çıkmasına çıkar Mehmet, ama öz babası Tohma’dan daha acımasızdır. Bu defa Mehmet’i Mahgen ağalarına satar, hizmetkâr olarak. Anadan ayrılan evlat, bu kez vatandan da ayrılır… Cağşak dağında koyun kuzu yayılır Gelen geçen yeşilliğine bayılır Babam geldi buldu izimi Kime bırakayım koyun ile kuzumu Heyiklerden aşağı Sarıkaya Suyu’ndan geçtim Gâvur Şuğulu’nda kayadan düştüm Mahgen’e varınca yorulup şaştım Mahgen’e varınca babam kapıyı çaldı Dedi ki, size getirdim satılık bir kuzu Baba nere bırakıp gidiyorsun sen bizi Kime arz edeyim garip halimi Sen benim halime acı ya Rabbi Mehmet, Mahgen’de henüz 11-12 yaşlarında, köle gibi çalışırken annesinin öldüğünü duyar. Bu olay onu derinden etkiler. Annesini son gördüğü haliyle hatırlar, bir parça kuru ekmek verirken eline… SuçatıHaber Yayınları Sayfa 51 Suçatı’dan Portreler Anam öldü kaldım elin eline Sığamaz oldum yeşil Telin’e Bir lokma için bakarım elin eline Sen benim halime acı ya Rabbi Ağırdır kalkmıyor yükümün tayı Demirdir feleğin çekilmez yayı Hısım akrabadan aldım ben payı Böyle kullarına fırsat verme ya Rabbi Yaş otuz olmadan ağardı saçlar Ağzımda döküldü kalmadı dişler Garip olana verilir zor işler Sen benim halime acı ya Rabbi Mehmet, yad ellerde uzun yıllar çalışır. Artık delikanlı olmuştur. Memleketi gözünde tütmektedir. Ana yurdu, baba ocağı, bir türlü çıkmaz aklından. Hizmetkâr olarak katıldığı bir çerçi kervanından bir fırsatını bulur ve kaçar… Sabah oldu yine çıktık Kangal yoluna Vara vara vardık Terelik suyuna Kangal’a varınca perişan halim Kangal’a varınca bir hana girdik Sobanın karşısında oturup kaldım O anda uykuya daldım O anda gördüm yeşil Telin’i Sen benim halime acı ya Rabbi Sabah oldu yine çıktık Gürün yoluna Gele gele geldik Böğürdelik Köyü’ne O anda uyku gelmişti gözüme Bal börek bile olsa bakmam yüzüne Görenler ağlar perişan halime Sen benim halime acı ya Rabbi Köyler, dağlar aşarlar. Her geçtiği vadiden çok sevdiği Telin’in kokusunu biraz daha almaktadır. Hem anadan hem yardan hem de vatandan ayrılmanın en derin ıstırabını SuçatıHaber Yayınları Sayfa 52 Suçatı’dan Portreler yaşamıştır yıllarca. Bilmektedir artık ana yurdu çok yakında. Yıllar önce kaybettiği annesinin kokusunu bile almaktadır… Gele gele geldik Gedikbaşı’na Yüzüm sürdüm vatanın toprağına taşına Koşa koşa indim Karabayır düzüne Bitler dolmuştu kulağıma gözüme Eve varınca kimse bakmadı yüzüme Sen benim halime acı ya Rabbi Doksan liraya satmıştı beni öz babam Kaçmaya çalıştım kalmadı çabam Arkamdan ağladı emmimle abam Sen benim halime acı ya Rabbi Kalmamıştı ata baba imanı Yalın ayak yırtık tumanı Hasretlik çekmiştim anne zamanı Sen benim halime acı ya Rabbi Mehmet bir daha ayrılmamak üzere kavuşmuştur çok sevdiği Telin’e. Artık evlenmiştir, mutlu bir yuvası vardır. Bir müddet çerçilik yapar, iplik satar. Sonra bırakır çerçiliği, kısa süreliğine de olsa artık ayrılmak istemez Telin’den. O, hayatın her safhasını feleğin çemberinden geçerek yaşamış biridir. Kökünden ayrılmış bir kenger dikeni gibi oradan oraya savrulup sonra özlediği vadiye konmuştur artık. Bugün Mehmet Amca, adı kendisiyle özdeşleşmiş olan kenger sakızlarını, yayla güllerini satmaktadır. Tıpkı kendisi gibi ıssız yaylalarda yetişen yayla kuzularıyla hemhal olmaktadır. 25.07.2008 / GÜRÜN Röportaj: Emrullah TOPRAK SuçatıHaber Yayınları Sayfa 53 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 54 Suçatı’dan Portreler KÖYÜMÜZÜN ZANAATKARLARI - I Anadolu köylüsü, ya rençperlik ya hayvancılık ya da bağ ba bahçe işleri leri ile uğraşır, uğ elde ettikleri ürünü satıp geçimlerini sağlar. lar. Bizim köyde de yukarıdaki bahsettiğimiz bahsetti bahsettiğ işler dışında öğretmenlik, retmenlik, hocalık, bakkallıkla iştigal i edenlerin dışında ında pratik bilgi ve ustalık isteyen işleri i yapan insanlar da vardı. Bu insanlardan biriside Terzi Feyzi Feyzi Abi (Feyzi Ünal) idi. Feyzi Abi: Güler yüzü, sakin konuşması, ması, büyük olsun küçük olsun alçakgönüllü davranışıyla davranı Y.Suçatı Camisinin yanındaki terzi dükkanında köylüye hizmet verirdi. Yaz kış dükkanından eksik olmayan köyün yaşlı ya insanlarının hem konuşmalarına malarına eşlik e eder. Hem de o sırada ya bir elbiseyi teyellemekte ya kömür ütüsüyle ütü yapmakta yada ayak pedalıyla çalışan dikiş makinesinde tıkır tıkır dikişlerini diki lerini dikmekteydi. Feyzi Abinin dükkanını hiç kapalı göremezdiniz sadece ezan okunmaya başlayınca ba ca acele dükkanının kapısını çeker namaz bitişii de hemen dükkanını açar aynı işine i ine devam ederdi. Özellikle bayramlar yaklaşırken ırken dükkanındaki dikilecek elbiseler gittikçe çoğalırdı. ço Yeni elbise diktirmek için dükkanına gelen hiçbirisine de senin elbise bayrama ba yetişmez demez, gündüz dükkanında gece ise evinde dikişlerini diki lerini diker elbiseleri tamamlar ve zamanında sahiplerine teslim ederdi. Köy yerinde malumdur bazen insanlar sınır komşusuyla kom bazen de evde kapı komşusuyla anlaşmazlıklar şmazlıklar yaşar, ya tatlı sert çekişmeler eler olurdu. Feyzi Abinin bırakın birisiyle bağırıp çağırıp ırıp kavga ettiğini etti yüksek sesle bile konuştuğunu unu duyamazdınız. Bir defasında H.İbrahim Ş Şimşek şek Hocamızla konuşurken konu laf döndü dolaştı ştı okul yıllarına geldi. Bana dedi ki: "Feyzi Ünal'la biz aynı akranız. akranız. Beraber okuyorduk. sınıfımızın hem en çalışkan çalı hem de en zeki öğrencisi rencisi o idi. Ancak okulda bizim Telin şivesiyle ivesiyle konuşmamızı konu öğrenci arkadaşlar lar devamlı alaya alırlar bizimle durmadan dalga geçerlerdi. Sırf bu yüzden Feyzi Ünal okulu bıraktı" demişti. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 55 Suçatı’dan Portreler Bir makas bir iğneyle hiç kimseyi kırmadan alnının teri, elinin emeği, gözünün nuru ile çalışıp çocuklarını okutarak şu anda önemli görevlere gelmelerini sağlayan Feyzi Abiye bundan sonraki yaşamında, sağlık, sıhhat ve uzun bir ömür diliyorum. Yine terzilik mesleğini evinin altındaki dükkanında yapan Mehmet Emmiye (Mehmet Şahinarslana) Allah'tan rahmet, ayrıca Belediyenin orada ki dükkanına bisikletiyle gidip gelerek bir süre terzilik yapan Abidin Abiye (Abidin Sırabaşı), zannedersem hale Hanyerindeki dükkanında terzilik mesleğini devam ettirmekte olan Seyfettin Abiye bundan sonraki hayatlarında sağlıklı ve sıhhatli günler diliyorum. HULUSİ TATAR İZMİR SuçatıHaber Yayınları Sayfa 56 Suçatı’dan Portreler KÖYÜMÜZÜN ZANAATKARLARI (2) Nereden gördüler? Kimden öğrendiler? Baba mesleği miydi? Onu bilmiyorum ama, culfacı deyince köyümüzde ilk akla gelen kişi, Culfacı Sali Emmi (Salih Acar) idi. Babacan tavrı, güler yüzü, orta boylu olmasına rağmen iri görünüşü ve muhkem yürüyüşü ile Şuğul'da ki evinden her gün Hanyeri'nde ki dükkanına gelir kilim tezgahının başına geçerek, akşama kadar kilim dokurdu. O zamanlar insanlar eskiyen giysilerini, kumaş ve bez parçalarını atmazlar cırım cırarak(Cırım:Eski kumaşları ince şeritler halinde kesme işi) cırılan bu cırımları uç uca ekleyip kirmenide (Kirmeni:Yünleri eğirerek ip haline getirmeye yarayan ağaçtan yapılmış araç) eğirerek kilim dokunacak hale getirilir ve Sali Emmi'nin dükkanına götürülerek çaput kilim dokutulurdu. Yine ayrıca yeni alınan iplere kirmenide yün yedirilerek eğirilir. Kelepler halinde ki bu eğirilen ipler kök boyası ile rengarenk boyanır ve yün kilim dokutulurdu. Çaputtan dokutulan kilimler ya oturma odasına yada aralığa serilirdi. Yünden çeşitli motifler işlenerek rengarenk dokunan bu kilimler ise hem misafir odasının duvarlarını süsler hem de misafir odalarına serilerek bu odalar kilitlenir ve misafir gelinceye kadar da bir daha açılmazdı. Yine bin bir motif işlenerek yünden dokunan bu kilimlerden birkaç tanesi mutlaka gelinlik kızların çeyizine konurdu. Bizim çocukluğumuzda kilim dokuma işi bir hayli ilgi görürdü. Önünden gelip geçerken Sali Emmi'nin dükkanına baktığınızda içerisinin dokunacak kilim hammaddesiyle dolu olduğunu görürdünüz. Öyle ipleri bugün verip bir kaç gün içerisinde kilim olarak almak yoktu. O ipler en az iki ay dokunmak için sıra beklerdi. Yine ayrıca Ali Emmi de (Deliehmet Alisi Ali Tatar) Hanyeri'nde ki evine kilim tezgahı kurarak, köylünün getirmiş olduğu çaput yada yün kilimleri binbir özenle dokurdu. Ali Emmi akrabamız olduğu için sık sık onlara giderdim özellikle kış günleri kilim dokuma tezgahının sesi evlerinden hiç eksik olmazdı. Ya yemek için yada başka bir iş için dokuma tezgahının başından Ali Emmim kalkar kalkmaz, hemen tezgahın başına Eşe Bibim geçer, aynı maharetle dokuma işine devam ederdi. Şu anda gerek kasabamızda gerekse ülkemizin herhangi bir yerinde hatta yurt dışındaki Suçatı'lıların evinde kilim varsa bu kilimler mutlaka ya Sali Emmi'nin ya da Ali Emmi'nin tezgahından çıkmıştır. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 57 Suçatı’dan Portreler Bir ömür boyu köyümüzde bu mesleği yaşatarak ebediyete intikal eden gözü tok, gönlü zengin bu değerli insanlara Allah'tan rahmet diliyorum. Dokumacılık mesleğine yıllarını veren bu güzide insanlar mesleklerini en ince ayrıntısına kadar kendi nesillerine mutlaka aktarmışlardır. Bilmiyorum bu zanaatkar insanlar rahmetli olduktan sonra bu mesleği kasabamızda sürdüren var mı? Yoksa onlarla beraber bu meslekte kasabamızda son mu buldu? HULUSİ TATAR İZMİR SuçatıHaber Yayınları Sayfa 58 Suçatı’dan Portreler BERBERLER (…Adil BERBER) Beldede, ilçede, şehirde…merkezden çok uzak olmayan mekanlarda berber dükkanları görürsünüz. Dış pencere camlarında, “….BERBERİ” veya “KUAFÖR VEDAT” gibi yazılar vardır. Bazen, dükkanı daha da görünür kılmak için sokak veya caddeye taşan levhaların asıldığını görmek te mümkündür. Bu yazıların şeklinden, henüz içeri girmeden berberin yaşı, dünyaya bakış tarzı hakkında ipuçları elde etmek mümkündür. Beyaz boya ile ve büyük harflerle dik yazılı bir “BERBER” ifadesi, ihtimal orta yaş ve üzeri ciddi bir esnafı temsil eder. Eğer camda saçları dik dik resmeden bir insan kafası ve el yazısı ile rüzgar savruntusunu andırırcasına “…KUAFÖRÜ” yazılmışsa büyük ihtimal genç bir berberle karşı karşıyayızdır. Berberler, toplumun en canlı tiplerinden olup, hemen çoğu çıraklıktan yetişmedir. Bunu duvarlara asılan çıraklık, kalfalık, ustalık belgelerinden de anlayabiliriz. Zor şartlar altında bugünlere gelmişlerdir. İşte “…bu oğlan nasıl olsa okumayacak bari bir mesleği olsun” veya”…hanım zaten kalabalığız, bari şu büyüğü bir berberin yanına verelim de hem birkaç kuruş kazansın, hem de bir meslek sahibi olsun” anlayışı onları, çoğu zaman geri dönülemez bir sürece sokar. Kem sözlere, ustanın azarlamalarına, hatta ufak yollu dayaklarına alışkındırlar. Bazı müşterilerin küçümser bakış ve konuşmalarına da…bütün bu zorluklar onları çoğu zaman sabırlı, kanaatkar, insan sarrafı kılar. Müşterinin mizacını çabucak kavrar, ve hafızasına kaydeder. Bir kez, müşterinin hangi takımı tuttuğunu bilir ve ona göre pozisyonunu alır. Kendisi farklı bir takımı tutsa dahi müşteriyi kızdıracak ifadelerden kaçınır. Ekonomiden, politikadan en azından magazinsel düzeyde bilgi sahibidir. Kısacası toplumu ilgilendiren ne varsa berberde de vardır!! Aslında babası onu okuyamayacak diye bir berberin yanına vermişti ama işte ustamıza bakın, maşallah caddenin en işlek yerinde dükkan açmış. Otuz-otuz beş yaşlarında. Kilo yok. Uzun burunlu siyah ayakkabı, siyah pantolon, üstten birkaç düğmesi açık beyaz gömlek. Saçlar jöleli ve uzunca. Fauller kulak hizasını biraz geçmiş. Eller, ayaklar, her taraf oynuyor maşallah! Hem üç-beş tane de kalfa çalıştırıyor! Gözler fır dönüyor; içerisi tamamen kontrol altında. Kalfaları izlerken, içeriye yeni giren müşteriye hem de ismiyle hitap ederek” hoş geldin…abı” diyor, yeni yetme çırağı ufak yollu azarlayarak ortalığı süpürmesini istiyor, çayları söylüyor, aynı zamanda daimi müşterisiyle de hoş sohbeti devam ettiriyor! Çocukluk arkadaşı mühendis Bekir şantiyelerde tozları yuta dursun, bizimkisi daha işlek bir caddede ikinci bir dükkan açmanın hesaplarını yapıyor. Ah güvenebileceği birisi olsa. Belediye SuçatıHaber Yayınları Sayfa 59 Suçatı’dan Portreler Başkanından sözü çoktan aldı bile. Yine de okumak, ah okumak. Ne efsunlu bir şeydi arkadaş şu okumak. Zaman zaman Bekir’le konuşur, hasbıhal eder, çaktırmadan neyi var neyi yok öğrenir, kendisinin daha iyi durumda olduğunu anlar buna sevinir, ancak yine de Bekir’e imrenmeden edemezdi. Tabi, berberlerin yaşlarına ve dükkanlarının bulunduğu mekana göre müşteriler de çeşitlilik gösterir. Gençlere gençler, yaşlılara yaşlılar… Buna göre dükkanın dizaynı, içeride bulunan gazeteler, dergiler, çalan müzikler, yapılan sohbetler de farklılıklar gösterir. İşte bakın, artık Mustafa Amca diyebiliriz. Ununu elemiş, eleğini asmış. Kızlar gelin olmuş, oğlanlar evlenmiş Öyle çok müşteri tıraş edeyim endişesi yok.. Bir karı bir koca. Beyaz önlüğü üzerinde. Baba yadigarı radyoda sanat müziği çalıyor. Sehpa üzerinde “merkez” gazetesi. Duvarda, geçmişe dair birkaç fotoğraf. Müşteri ise emekli öğretmen Hulusi Bey. Yine uyukluyor. Makasın ve eskimeyen makinenin çıkardığı sesler uykuyu derinleştiriyor adeta. Neyse ki her zamanki aksırık Hulusi Efendi’yi uyandırmaya yetiyor. Tıraştan sonra her ikisinin de acelesi yok. Şöyle koltuklara yaslanıp demlenen çaydan yudumlarken politikadan konuşmanın tam zamanı. Zaman ağır işlemekte. … Akranlarım hatırlarlar, belediye binasının altında Adil Abi’nin berber dükkanı vardı. Daha sonra belediyenin yeni binasına taşındı. Bir zamanlar her mahallesinde bir ilkokulun olduğu beldemizde Adil Abi’nin işleri de bayağı fazlaydı. Gerçi hemen her evde bir tıraş makinesi bulunur, çocuklar bu makinelerle tıraş edilirdi ama özellikle ortaokul çağlarından itibaren Adil Abi’ye uğramak bir zorunluluktu. Çünkü hocalarımız saç tıraşı konusunda bayağı hassas davranıyorlardı. Küçük bir dükkandı. Her zaman temiz ve bakımlıydı. Duvarlarda karşılıklı iki büyük ayna, kapı girişindeki büyükçe saksıda, türünü şimdi hatırlayamadığım bir bitki vardı. Duvara asılı namaz postunu ve manzara yağlı boya tablosunu da unutmayalım. Tıraş olmaya gittiğimde bana büyük insan muamelesi yapar, insan, topum ve ülke meseleleri üzerine derin tahlillerde bulunurdu. Meraklı olduğum bu konular üzerine konuşması beni de çok mutlu eder, vaktin nasıl geçtiğini bilmezdim. Okumaya çok büyük önem verir, dükkanında kitap veya gazete eksik olmazdı. Oğlu Abdurrahman benim akrandı. Hatırlarım, okula o meşhur bisikleti ile getirip götürürdü. Dışa dönük, yeniliklere de açık bir insandı. Çocuklarıyla kurmuş olduğu diyalogu gıptayla izlemişimdir. Abdurrahman haricinde diğerleri de kendisi gibi berberlik SuçatıHaber Yayınları Sayfa 60 Suçatı’dan Portreler mesleğini seçtiler. Bu bile çocukları üzerindeki etkiyi açıklamaya yeter sanırım. Geçen yaz kendisiyle az da olsa sohbet imkanım oldu. Her zaman olduğu gibi enerjik ve iyimserdi. Yine beni yüreklendiren şeyler söyledi. Sağ olsun, üzerimde hep pozitif enerji bırakmıştır. Artık berberlik yapmıyor. Bir gence teslim etmiş. Şöyle göz ucuyla baktım. Beldemizin son halini resmediyordu sanki. Neyse…bu vesileyle Adil Ağabeye uzun ömürler diliyorum. Belki muhterem yazarımız Hulusi TATAR Bey serisini başlattığı ZANAATKARLAR yazı dizisinde Adil Ağabey’den daha fazla bahseder. … Yunus EMRE Avcılar/İSTANBUL 04.12.2008 SuçatıHaber Yayınları Sayfa 61 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 62 Suçatı’dan Portreler KÖYÜMÜZÜN ZANAATKARLARI (3) Köyümüzde,şimdi akıllarda kalan bir zaman sonrada unutulacak olan mesleklerden biride değirmenciliktir.(su gücü ile çalışan değirmenler)Hani insan ölmeden malı ölür diye bir söz vardır ya işte, yıllarca mesleklerini icra edip,kendileri vefat ettikten sonra,maalesef köyümüzde ki bazı meslekler de bu meslek erbaplarıyla birlikte yok olup gitmekte.Günümüz şartlarında bu mesleklerin devam etmemesinin tabii ki çok çeşitli sebepleri vardır. Değirmen deyince,köyümüzde faal halde iki tane değirmen vardı.Bunlardan birisi Y.Suçatı'da bir diğeri ise Sarıkaya'da idi.Sarıkaya'da ki değirmende bir defa un öğütmemize rağmen, değirmeni çalıştıran kim di şimdi hatırlamıyorum.Fakat bu değirmenin tozcusu rahmetli Cin Yusuf Emmi idi.(Yusuf Öz) Y.Suçatı'da ki değirmeni ise,rahmetli İbrahim Emmi ile Hatem Emmi çalıştırırdı. Değirmenci İbrahim Emmi, (İbrahim Şimşir) uzun boyu, sağlam duruşu, babayiğit görünüşü, dobra dobra konuşması ve davudi sesiyle ilk karşılaşanda hafif bir çekingenlik yaratsa da,mütevazi kişiliği ile insanlar arasında sevilen biriydi. İlkbahar yağmurlarının ardından gelen seller bittikten sonra.İbrahim Emmi değirmen harığı boyunca bahçesi olanları toplar,değirmenden başlayarak Almadibi'nin köprüsünün altında ki değir men harığının bendine kadar harığı itina ile işlerler bendi de sağlamlaştırdıktan sonra suyu salarlardı.Değirmene ilk buğdaylar gelene kadar,değirmen taşlarına diş açılır,suyu çarkla buluşturan o büyük su boruları elden geçirilir,değirmen taşları da bir müddet boş döndürülüp ayarları yapıldıktan sonra,değirmen hazır hale gelirdi.Esas iş değirmene buğdaylar geldikten sonra başlardı.Değirmende, taşlar bütün hızıyla dönerken değirmencilerinde gündüzü ve geceleri bir birine karışır,dur durak bilmeden çalışırlardı.Arada bir İbrahim Emmi,öğütülen unlardan bir avuç alır direkte asılı duran fenerin altına gelerek avucundaki una baş parmağıyla bastırıp un kaba mı olmuş yoksa yanacak derecede incemi olmuş kontrol ederdi.Bu kontrollerden sonra, taşların dönüş hızını ayarlar veya hazneden dökülen buğdayları azaltır ya da çoğaltırdı.Bazen taşlar yavaş dönmeye başlar değirmene gelen suyun azaldığını anlayan İbrahim Emmi, küreği omuzuna vurduğu gibi harık boyunca bahçelerini sulayıp erindiklerinden suyun yönünü ya aşağıdaki çayırlığa ya da ırmağa çevrilerek boşa akıtılan suyun yönünü tekrar değirmen harığına çevirir.Suyu çoğalttıktan sonra da değirmene dönerdi.Bizim köyün olduğu kadar çevre köylerin unlarını da öğüten bu değirmen o yıllarda büyük bir de yangın geçirmişti.Ağaçtan yapılan kısımları hemen hemen tamamen SuçatıHaber Yayınları Sayfa 63 Suçatı’dan Portreler yanmıştı.Köyümüzün ve çevre köylerin nüfusu o zamanlar çok fazla olduğundan değirmen, arı gibi çalışır bazen buğday çuvalları günlerce değirmende sıra bekler hatta bazen de çuvalları koyacak yer bile bulunmazdı. Son olarak çalışırken görmek için gittiğim değirmende Gürün'lü bir değirmenci vardı.Değirmende ise sadece bir taş dönmekteydi.Bu dönen taşın önünde de elektirikle çalışan bir buğday eleği konmuştu.İbrahim Emmi zamanında 3 taş durmadan un öğütür bir taşta da ya bulgur ya da gendime çekilirdi.Değirmenin eski ihtişamından hiç bir eser kalmamış bütün canlılığı kaybolmuştu.Zaten değirmenci ile konuştuğumuzda da artık bu işin bittiğini ve yakında burasını kapatacağını söylemişti.Aksaray'dan Darende'ye giderken Somuncu Baba'nın köyümüzde kaldığı ve bu değirmenede uğradığı söylenmektedir.Yaklaşık 600 yılı aşkın bir süre hizmet veren bu değimene iki yıl önce tekrar uğradım. Değimen kapanmış, çoğu yerleri yıkılmış, o büyük su boruları yok olmuş, çatısı çökmüş kısaca bir viraneye dönmüştü. Bu vesile ile köyümüzde değirmencilik yaparak vefat eden tüm değirmencilere Allah'tan rahmet diliyorum. HULUSİ TATAR İZMİR SuçatıHaber Yayınları Sayfa 64 Suçatı’dan Portreler KÖYÜMÜZÜN ZANAATKARLARI (4) Ağaçtan çocuk beşikleri,yayıklar,boy boy yağ külekleri,yemek kaşıkları,bir tarafına un öbür yanına bulgur konan ambarlar,oklavalar,ekmek tahtaları,rahle,iskemle depgi...gibi günlük kullanılan alet edevatın yanı sıra yeni yapılan evler için de pencere,ve kapı yapım ustaları denince bizim köyde ilk akla gelenler A.Suçatı'da Deliehmetler ile Y.Suçatı da Gaşık mahmutlardır. Gaşık mahmutlardan Talat Emminin kardeşiyle beraber çalıştırdığı marangozhanesi: Gürün çarşısını geçip eski devlet hastanesine doğru giderken çocukluğumuzda günlerce para biriktirip gitmek için can attığımız Emek sinemasına varmadan hemen yolun sol tarafındaydı.Son derece halim- selim bir kişiliğe sahip olan Talat Emmi'yi köyde ne Mescit önünde dikilirken nede dükkanlarda otururken asla göremezdiniz.Talat Emmi hem Gürün içerisinden hem de çevre köylerden gelen siparişleri gününde yetiştirmek için marangozhanesinde yanındakilerle beraber hiç durmadan çalışırdı. Deliehmetlerden Aşır Emminin ( Aşır Tatar) marangozhanesi ise: Hanyeri'nde ki evlerinin altında idi.Aşır Emmi daha önceleri kardeşi Ali Emmi ile beraber o zamanlar çokça kullanılan yukarda bahsetmiş olduğum el yapımı eşyalardan epeyce yapıp eşeklere yükleyip günlerce köy köy dolaştırıp satarlar ve para yerine buğday nohut gibi kışlık erzak alarak geri dönerlermiş. Aşır Emmi başında şapkası, gözünde kalın çerçeveli gözlükle kışın atölyesinin içerisinde hemen cama yakın güneşin geldiği yere, yazın ise eğer bahçeye gitmemişse ilerlemiş yaşına rağmen kapının önüne oturarak ya elinde rende ile bir ağaç parçasını yontar ya da elindeki keserle durmadan bir şeylerle uğraşır dururdu.Gündüz olsun gece olsun ne vakit bu dükkanın önünden geçseniz içeriden gelen çalışma sesleri asla eksik olmazdı.Daha sonraları bu işleri geliştirip oğullarıyla( Duran,Hacı Ahmet,Ebubekir abilerle) beraber köyümüze ilk olarak bir hızarla bir planya getirerek seri halde tahta çekip kapı ve pencere üretmeye başladılar.Şu anda da aynı yerde Duran abi, Hacı Ahmet ağabey ve Duran Abinin oğlu Sırrı ile bu işleri devam ettirmektedirler. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 65 Suçatı’dan Portreler Ayrıca Ebubekir Abi (Ebubekir Tatar) ticari anlamda kasabamıza ilk kaynak makinesini getirerek, evlere demirden kapı ve pencere,bahçe kenarlarına da yine demirden korkuluklar yapan ve halen kasabamızda oğluyla beraber bu işleri devam ettiren kişidir. Yine kasabamızda Ali ve Kemal Ağabeylerin (Ali Önder Kemal Önder) Sarıkaya'da ki eski değirmeni atölye haline getirip ağaç oymacılığını ileri seviyede yaparak Çeşitli Camilere minber ve cami içi ağaç süslemelerinin en güzel örneklerini vermektedirler. Yaptıkları güzel işlerin yanı sıra,çalışkanlıkları, dürüstlükleri, haklarından başka şeye tenezzül etmemeleri, dostluk, arkadaşlık, kardeşlik (hele de kardeşlik) hakkında da en güzel örnekleri ortaya koyan bu güzide insanlardan ,ebediyete intikal etmiş olanlara Allah'tan rahmet, yaşayanlara ise sağlık, sıhhat ve hayırlı bir ömür diliyorum. HULUSİ TATAR İZMİR SuçatıHaber Yayınları Sayfa 66 Suçatı’dan Portreler KEZİM HASAN Vakit ve zaman öyle çabuk ilerliyor ki,insanın ki şöyle öyle dönüp bakması öyle zor ki. Akıp giden gençlik yılları zevkli veya zorla geçen bir ömür ama ne olursa olsun eli ayağı aya tutan,tuttuğunu koparan aran ve gelecekten umutlu ama hayat o kadar boşki bo ki sahip olmak istediklerine sahip oldukça zamanın geçtiğinin inin farkına bile varmadan elinin altındakiler sevdikleri yavaş yava yavaş gitmeye başlayınca layınca insan anlıyor ve bunun sonunun yok olduğunu... oldu İşte bu gençlik yıllarında gençmi genç karayağız karaya ız bir delikanlı kezim hasan yani Hasan Emre.O yıllarda kasabamızın en güzel yerlerinde dört yolun çatı dediğimiz dediğimiz yerde karşıyaka kar SuçatıHaber Yayınları Sayfa 67 Suçatı’dan Portreler mahallesine giden köprünün bir yanında Toklu tüccarı Süleyman Emre'nin bir tarafında ise Kezim Hasan'ın dükkanı vardı. Kasabanın gençleri FaramuzTuran,Faik bilgiçin oğlu rahmetlik Refik ve Kayacı abüdin'in oğlu Mustafa dükkana gelirler.O zamanda bunlar bir ekipti Allah göstermesin millete yapmadık şakaları kalmamıştı millet kendilerini çok severdi.Dükkana gelirler; ---Hasan abi bize on kuruşluk leblebi ver derler,ve kezim hasan teraziye gramı kor ve başlar leblebiyi tartmaya,o arada Mustafa ile refik Hasan emmiyi lafa tutarlar ve Faramuz Turan'da terazinin kefesini parmağıyle alttan bastırır,Hasan emmi ne kadar leblebi varsa terazinin gözüne doldurur bir türlü gramı denkleyemez,leblebi torbasını getirir gene olmaz şaşırır terler o arada birde bakarki Faramuz Turan'ın eli terezinin altında basılı tutuyor işi anlar sinirlenir; Leblebi torbasını kaldırdığı gibi bunlara fırlatır,kiloyu kapar kapıya bunların arkasına doğru fırlatır ama tutturamaz kilo kapıya öyle değerki sesi ta dışarı gider.Tabi gençler kaçışırlar kezim Hasan hızını alamaz terezinin tabağını karşıyaka mahallesinin köprüsüne doğru kaçan gençlerin arkasına fırlatır. Kezim Hasan öyle sinirlenmiştirki gözleri dönmüş küfürlerin biri bin para,terlemeye başlamıştır o arada Dilki Mıhtad peydah olur Kezim Hasan'a; ---Hasan abi eve misafir geldide anam beş kuruşluk çay versin demez mi, Kezim Hasan,bir tereziye bakar terezinin tabakları yok bir gramlara bakar gram ile kilo yok ortalık darmadağın bir Dilki Mıhtad'a bakar ve o sinirinen; ---Get s..... lan şu gözümün önünden der. İşte sevgili dostlar o olaydan sonra kafası dank diyen Kezim Hasan emmi bu işin kendisine fayda getirmeyeceğini anlar ve çoluk çocukla uğraşacağıma devletin bir işine girerimde çocuklarımı kurtarırım der.Adana'da devletten bir sandalye kapar ve çocuklarını okutur vatana ve millete hayırlı birer evlat olarak milletin hizmetine sunar.Kasabamızda da hizmetinin kalan kısmını tamamlar ve emekli olur. Bir bayram ziyaretinde bulunup elini öptüğüm Hal hatırını sorduğum O gençlik yıllarındaki halini bildiğim Sevgili Hasan emmiyi çok düşkün ve üzüntülü gördüm,Niye üzülmesinki kendisine hem kardeşlik hem hanımlık hem ana ve babalık yapan yıllarını beraber geçirdiği SuçatıHaber Yayınları Sayfa 68 Suçatı’dan Portreler sevgili Lütfiye'sini kaybetmişti.Dalı kolu herşeyi gitmişti ama yapacak bir şey yoktu,doğan her canlı mutlaka ölümü tadacaktı er veya geç.Sevgili Hasan emmi sana uzun ömür ve şifalar dilerken sevgili Lütfiye'anamızada Allahdan rahmet dilerim.... Üstad N. Fazıl Kısakürek'in ''Çile''isimli şiirinden bir dörtlük ile bitirmek istiyorum. Bu nasıl dünya,hikayesi zor Mekanı bir satıh,zamanı vehim Bütün kainat muşamba dekor Bütün bir insanlık yalana teslim... Mustafa BOĞA SuçatıHaber Yayınları Sayfa 69 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 70 Suçatı’dan Portreler KAMBUR HACININ ŞAHAM AHAMİT Kasabamız güzeldir. Kendisiyle ilgilenen olursa bu güzellik doruk noktasına çıkar, bazen de ilgi azalırsa insanlara mı küser ne hiç mi hiç kahrı çekilmez.Haklıdır da bakacaksın ki oda sana gülümseye,işte te bu kasabada yaşayan ya ayan insanlarda kasabamız gibi sıcak kanlı sevecen bazen de çekilmez olabiliyor. Bu güzellikler içerisinde yaşıyanlardan ıyanlardan birisi de kambur hacı'nın şehamit, Şeyhamit eyhamit Güleç'dir. Kendisi elinde on parmağı ğı on maharet misali hem sanatkar s hem de ne iş i olursa çalışıp ekmeğini taştan tan çıkaran ve çoluk çocuğunu çocu unu elaleme muhtaç etmeyen birisi,şakacı birisi, aynen sanatçı Levent Kırca'ya benzeyen hiç mi hiç ayırt edemeyeceğiniz bir kişi. Günlerden bir gün karşıyaka'dan ıyaka'dan Abbas Nahit bunu görür; ----Şahamit,Karaağılda ılda biraz işim iş var yaparmısın; ----Tamam abi yapayım der, SuçatıHaber Yayınları Sayfa 71 Suçatı’dan Portreler Bir paraya anlaşırlar,Parayı peşin Şahamit'e verir ben İzmir'e gideceğim,gelene kadar bu işi mutlaka ve mutlaka bitiresin der,sıkı sıkı tenbih eder. Şahamit''te ayıp ediyorsun abi tamam yarın başlarım der,anlaşırlar. Akşam arabasıyla Abbas Nahit İzmir'e yola çıkar ve o arada Şahamit'e bir telefon gelir onu da acil o tarafa çağırırlar.Neyse İkisi de aynı saatlerde ayrı ayrı otobüslere binerler. Aksaray'a geldiklerinde otobüsler lokanta'da mola verir.Abbas Nahit'de iner Tuvalet'e giderken bakar ilerde birisi Aynen Şahamit'e benziyor,şaşırır onun olduğunu kestiremez uzaktan; ----Hişt bakar mısın diye bağırır, Şahamit bir bakar ki Abbas Nahit tam karşısında duruyor,bocalar ne yapacağını şaşırır,hiç oralı olmaz hemen tuvalete gider. Tuvaletten çıkar bakar ki Abbas Nahit onu arıyor,yanına yaklaşır sorar; ----Hemşerim sen Kambur Hacı'nın Şahamit değil misin der; Bozuntuya vermez bizim Şahamit; ----Hemşerim ne şahamit'i ben o değilim dese de, öbürü kolundan tutar bırakmaz yok sen şahamit'sin der. Artık Şahamit'te kaçamaz benim der,abi kusura kalma acil çağırdılar oraya gidiyorum senin işini geldiğimde yaparım der,artık gülüşürler ve işin bu kadar tesadüfüne de pes derler.Gün olur Şahamit gider gelir Abbas Nahit'inin işini yapar ve helalleşirler. Sevgili Dostlarım, güzel bir Suçatı akşamında Boğaziçi mahallesinde gece geç saatlere kadar hazırladığımız part(işkembe)partisinde arkadaşlarla beraber kendiside hem çayımızı yudumlarken hem de kendi üslubunca şakalarıyla esprisiyle anlattığı bu olayda bayağı gülmüştük.Sevgili şahamit inşallah hayatında yokluk görmez ve yüzlerinde de gülücükler eksik olmaz,Saygı ve selamlarımı yolluyorum. Mustafa BOĞA SuçatıHaber Yayınları Sayfa 72 Suçatı’dan Portreler KÖR PENCERE SAĞIR KAPI Bir kurban daha verdik! … Her bayram, en büyüğümüz derdik, el öpmeye hayır dua almaya giderdik. İçtenlik ve güler yüz, tatlı dille rayihasını bulunca Çekilen acılara çocuklar gibi gülerdik! … Bu bayram, kapısı sağırdı Penceresi kör! ... Oy benim başı al yazmalı beşiğim! Neden durdun? Neden boş kundağın? Duvarlarında çınlayan çocuk sesleri nerede? Bir zamanlar burası ne de şen bir bayırdı! Kim öldü ? Bir nasırlı elde, bir çift çileli gözdemiydi bütün sır O’nu bizden kim ayırdı? SuçatıHaber Yayınları Sayfa 73 Suçatı’dan Portreler Evet saygıdeğer er Suçatı’lı hemşerilerim, hem rilerim, bir bayram daha usulca uzaklaştı uzaklaş bizlerden. Belki diğer er mahallelerde durum biraz farklıdır ama, Yeşilyurt: Ye ilyurt: yani Suçatı’nın kalbi, yaşlı ya bir beden misali, her geçen bayram biraz daha yorgun, biraz daha mecalsiz! Elinde şeker poşeti, eti, üzerinde bayram bayram pazarından alınma, ucuz ama parıltılı kıyafetleri olan, avuçla şeker eker alan çocukların, sadece anma muhabbetleri yapıldı üç beş be ev de. Oysa, bir zamanlar bu derenin günleri, bayram gürültüsünde yankılanırdı karşı kar yamaçlarda. Gamişlok’ta lok’ta ve Bozyer’de top oynayan çocukların bağrışmaları, maları, karanlık basıncaya dek sürer, ardından iddialı muhabbetler sokaklardan evlere dağılırdı. da ılırdı. Ramazanlarda iftarın ardından camilere cıvıltılı bir kalabalık akardı. O yıllarda bayramlar karnaval havasında geçerdi. Bayram harçlıkları, ları, büyüklerin bütün uyarılarına rağmen, ra men, tapa tabancalarında patlar, füzelerle havaya uçardı. Bayramın birinci günü, erken saatlerde Fahri dayının dükkanının önünde bir tapa tabancasının tetiği düşer şer er ya da bir füze ıslık çalarak havaya uçardı ve harçlıklar harçlıkl bitene dek bu şamata amata susmazdı. Sokaklar bayram ziyaretlerine giden insanlarla dolar taşardı. ta Bayramın her günü sabah erkenden kalkılır, kahvaltı yapılır, birilerine yakalanmadan bayram gezisi yapmanın hesabı güdülürdü. Çocuklar annelerine minnetçi gözlerle gözlerle bakarken: “olmaz siz kardeşlerinizle lerinizle zaten dolaştınız! dolaş Ben size şeker eker getiririm.” Der ve yanaklara yaşlar ya süzülürdü. O zamanlar çocuklara ayrı büyüklere ayrı şeker eker alınırdı ve genelde çocuklara akide şeker düşerdi. Kurban bayramlarında, fakirler komşudan kom gelen paylarla sofrasını şenlendirirken enlendirirken “maşallah! “ma çok iyi bakmışlar lar bizim kurbana, lokum gibi eti vardı” muhabbetleri yapılırdı. Acemi kasaplar elini ayağını keser -geçmişş olsun-lara olsun gidilirdi. Kimileri tosunla güreşir, ir, kimilerinin ineğinden ine SuçatıHaber Yayınları Sayfa 74 Suçatı’dan Portreler dana çıkardı. Ardından yorumlar: “yok canım kabul olmaz o kurban. Sayılmaz !” “niyet canım önemli olan, Allah kabul eder inşallah” uzar giderdi yorumlar. Bu bayram, biraz daha az çalındı kapılar ve ilk defa bu bayram, bayramın ikinci günü bizi yatağımızda yakalamadı Necdet amcam. Hatta hiç göremedim kendisini. İlk defa bu bayram Muhammet amcamla sokakta bayramlaştık. Ve hayatımda İlk defa bu bayram, Lutfiye halamın kapısına sokaktan baktık. Biz; geride kalanlar, Sağır kapılar kör pencereler mahallesinde oturuyoruz! Her geçen bayram bir kapı daha sağır, bir pencere daha kör! Bizim mahallede. Bu yıl Selahattin (EFE) hocam ve Hasan (EMRE) dayım eklendi kalabalık listeye. Her ailenin, hatta her mahallenin başına toplandığı, elini öpüp hatırını sorduğu, hayır duasını aldığı bir büyüğü vardır. Lutfiye halamda bizim, hatta mahallemizin büyüğüydü. Elif ebenin, Eşefatma ebenin ve daha nice anaların ebelerin gittiği yoldan O’da gitti. Gidince anladık ki O bir temel taşıymış! O evin anahtarıymış! Bayramların şenliğiymiş! Yokluğunda derin bir sessizliğe büründü mahallenin bir yanı! Sağır kapılara bir yenisi daha eklendi! … O kadar kabarık ki mahallemizde gidenlerin listesi: Nazım KOYUNCU, Mehmet Ali GÜLEÇ, (Ziraatçı) Kamil BOĞA, Hulusi KOYUNCU, H.Mehmet KOYUNCU, İbiş KOYUNCU, (Taka) Bayram ve Yusuf KOYUNCU, (Öğretmen)İbrahim TAKCI, İsmail TAKCI, (Kösüre) Hasan TOPAL, (Tılloğ) Mehmet KOYUNCU, İmmi YUSUF, Hatça Kadın, Aziz-Neziha TAKCI, İhsan TAKCI, Kemal TAKCI, Hamdi TOPAL, Ömer TAKCI, (Çap) Mustafa TAKCI, Nuh Mehmet amca, (Kesinti) Mustafa BİLGİÇ, (Çam)İsmail ÖNDER, (Çam) Salih ÖNDER, (Sırımcı)Mehmet GÖZLÜKCÜ, Ali GÖZLÜKCÜ, (Çölloğ) Bekir TAKCI, Behzat TAKCI, Rüştü TOPRAK, Osman ÇITAK, Mustafa TATAR, Muhsin(Hoca) YURTSEVEN, Abdullah ŞİMŞİR, Kezban YURTSEVEN, (süslü) Abdurrahman TOPRAK, Battal-Mehmet ŞAHİN, (Toklu tüccarı) Süleyman EMRE, (Eğri kezimlerin) Lutfi EMRE, (Fış) Mehmet- Kemal KARAKUŞ, (Dev) Aziz GÖZLÜKÇÜ şu an hatırlayabildiklerim. Kimileri ekmeğinin peşinde farklı farklı memleketlere göç etti, kimileri ise ebedi istirahatgahına.. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 75 Suçatı’dan Portreler Bayramların neşesi çocukların, o şen sesleri, tapa tabancaları, füzeler, torpiller, hararetli bayramcı dolaşmaları, içten içe ağıtların Yasinlere, Fatihalara karıştığı mezarlık ziyaretleri artık çok cansız. Çok şey değişti mahallede. … Artık çocuklar için ayrı büyükler için ayrı şekerler alınmıyor! Zaten çocuklarda eskisi gibi avuç avuç şeker almıyor. 02/ 12/ 2009 GÜRÜN SuçatıHaber Yayınları Sayfa 76 Suçatı’dan Portreler SUÇATI’NIN MÜSTESNA GÜLÜ KADİR EMMİ O, köyün “Gadir Emmi”siydi kısaca. Bırakın deli demeyi, meczup, divane gibi kelimeler bile onu tarife yeten sıfatlar değildi. O’nu arayanlar bembeyaz sakalıyla cami ile Kozluk arasında bulabilir görebilirdi ancak… Ya bağ bostan beklerken, ya inek yayarken ya da camiye giderken… Artık beli eğilmiş, baston taşıyordu… Hiç evlenmemişti. Abisi Gığık Halid rahmetli olunca ondan emanet bir öksüz gibi kalakaldı… Yeğeni öğretmen Cemil Sorgun’un himayesinde yanda bitişik bir odada yaşadı durdu üç günlük dünyada… Gençliğinde çok yiğit olduğunu söylerler. Alacakaranlıkta Gübün Deresi’nden sırtladığı altmış kiloluk sal taşlarını tökezlemeden eve taşırmış. Sal taş, avlu, banyo, suluk tabanına döşenecek en uygun malzeme o zamanlar. Yaz kış namazı hiç aksatmazdı. Kışın bile caminin baş müdavimi olduğuna bütün cemaat şahadet eder. En zemheri soğuklarda Çörten Suyu’nun buzlu suyuyla abdestini alır, yüzündeki damlalar kırağılaşırken sakalını sıvazlayarak imamdan evvel kapıyı o yoklardı. Döşü, kolları abdest sularından ıslak izler taşırdı. Şehlalaşan gözleriyle alttan alttan bakarak o ardıç direğin yanına çökerdi… Ne bilir, ne okur, sır amma, dudakları kıpır kıpır imrenilesi kıyamda secdesindedir. Temizdi. Cami cemaatinden dışlanmayacak, seçilemeyecek kadar üstünün başının düzgün bakımlı oluşu, yakınlarının marifeti olsa gerek. Meryem ve Şükran yengeler en derin saygı ve şükrana müstahak olmalılar. Ali Hoca ile davetli sohbetlere doğru giderken eğilerek yürümesi, keyifli olduğunun işaretiydi. Kışın ancak Terzi Feyzi’nin dükkânında biraz, ezana kadar otururdu. Sığındığı mekânlardan biri de buraydı. Fazla konuşmaz, lafa karışmaz, sorulan sorulara “cık” lı “he” li kısa cevaplar verir, herkesle muhatap olmazdı. Bazı yarenlik etmek isteyenlere ters ters bakardı. Sadece Tayip Abdurrahman ile Ali Hoca’nın “artık baş göz edelim biraz toparlanak da…” latifelerine ciddi ciddi tepki verir, dudakları eğilir, gözleri ışırdı. Kaf dağının ardındaki erişilmez padişahın kızı dul (!) zevce ile düğün dernek hülyalarına dalar, heyecanını gizleyemezdi. O anda on altısında bir delikanlı gibi dünür salma seremonisine kendini kaptırır, yoklatmaların bile nasıl salınacağının tartışmasına esir olurdu. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 77 Suçatı’dan Portreler Yazları vaktinin çoğunu bağda geçirirdi. Kozluk’taki mastafaların birinde ya kalıç elinde, ya da cevizin dibinde namaz kılarken görürdünüz. Eğer görünürde yoksa Gadir Emmi, bilin ki Kalaycık’tan gelen harığın yukarısında üzüm bağına, Sorkuncuk’a çıkmıştır. İnek yedeğinde erkence Kozluk’un mastafalarına gider, inek yayar bağ beklerdi güze kadar. Cevizlerin dökülüşüne doğru bağda kalma süresi uzar, yaşlı ceviz ağaçlarını beklerdi. Zira kış sohbetlerinde bu cevizlerden en az birisini, gelin adayı uğruna harcayacağını söyler dururdu. Birkaç densizin yakışıksız takılmaları ve alayları ile tahrik olmasa sinirlenmezdi. Küfrettiğini duyan pek olmamıştır. Çalışkandı. Yer beller, odun taşır, ot biçerdi… Cami ile evi arasında geçen hayatında, evi sanki ikinci adresiydi yatmak için uğradığı… Mescidönü’nde kış güneşi için duvar diplerine toplanan yaşlıların yanına mecbur kalmadıkça varmazdı. Her denemede O’nu inciten bir sataşma olabilirdi. Çene çalan avare topluluk lastik ayakkabı uçları ile sokak aşağı akan kar sularına bentler, kanallar açadursunlar; Gadir Emmi, caminin yün kilim nakışlarına düşen öğle güneşini sıvazlar, halının tüylerince virtlere dalar dururdu içeride… Diğer mevsimlerde Mescidönü’nde sadece sığır katmak veya sığırı karşılamak için görünürdü Gadir Emmi. Köyün dışına hiç çıkmış mıydı gençliğinde bilinmez. Son zamanlarında tedavi için Adana’ya götürürler. Kısa süreliğine döndüğünde artık kendini farklı hissediyordu. Vakit yaklaşıyordu. Son yıllarda artık evlenme lafını hatırlatan da yoktu, hatırlayan da… Kozluk’a gidemez olmuştu. Yeğenleri onu tekrar Adana’ya götürürler… Oradan da ötelerin ötesine… Rahmet herkese… Yukarı Suçatı’dan Hanyeri’ne doğru yaya gitmek isterseniz bir gün, yol üstündeki mezarlığa illaki uğrayacaksınız… O uhrevi âlemin sükûnetinden ayrılıp asfaltın trafik hengâmesinde boğulmamak için buyurun Ötegeçe’ye… Tahtaköprü’den geçip Kozluk tarafından devam edebilirsiniz yola… En baştan çıkarıcı milli parkları bile aratmayacak doğal patika yol, alıp sizi hayallerinize götürür… Yaban gülleri, ciğiller, kendigelen kiraz dallarından sakınarak, bir merkep yükünün geçebileceği kadar genişlikte bir yol bulup, iğde dallarından kaçarak ilerlersiniz. Çalı kokularına taze ot rayihalarının karıştığı haziran başında mastafalarda artık çeleler tenek atmaya başlamış, salatalıkların sarı çiçekleri arıları yoldan çıkarır olmuştur. Sanki Emirgan yolunda erguvan mevsimindesinizdir… SuçatıHaber Yayınları Sayfa 78 Suçatı’dan Portreler Lakin biz bir güz günü geçtik yıkılmış mastafaların arasından… Yarısı kurumuş sumaklar, ciğiller bütün yolu tutmuş, artık kimse geçmiyor diye… Dibine bir kaşık su varmayan erik ağacı, hangi temmuzda kurumuş ise bedenindeki kabuklar dökülmüş. Gadir Emmi’nin cevizi kesilmiş, ötekiler de kuru. Şu, Gadir Emmi’nin dibinde namaz kıldığı kaya, dikenler arasında kalmış… Sanki Turan Engin’in seslendirdiği “Asri gurbet harap etmiş köyümü… gelele…” türküsüne klip çekilecek bir mekan olmuş Kozluk… Yol boyu bağlarda ne bir çocuk sesi, ne de kuzu melemesi. Elif Karı’nın vişneleri, Kibar Bibi’nin dutları, Melekgilin mastafaları hepsi öksüz kalmış adeta… Pisik Mağarası’nın önünden geçip, Cücük Memmed Emmi’nin kamışlığa dönmüş bostan tarlasına hüzünle bakarak Pambucak’a ulaşırız. Binbir hatıranın burukluğu ve akıbetin elemiyle Hanyeri’ne varabilirsiniz artık… Emrullah TOPRAK SuçatıHaber Yayınları Sayfa 79 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 80 Suçatı’dan Portreler CEMİL ÖĞRETMEN Telin’in büyük mezarlığıı ile özdeşleşen özde Yukarı Suçatı İlkokulu lkokulu bu binaya taşınmadan ta önce de bizim köyde görevli miydi hatırlayanlara sormak gerekir. Bildiğimiz Bildi imiz varsa o da aslen a Telinli Gığık ık Halit ile Cemile Hanım’ın oğlu o lu olan Cemil Hoca’nın, oradan emekli olduğudur. oldu Hem de iki kuşağaa birden muallimlik yaparak… 1932 Telin doğumlu do Öğretmenimiz, retmenimiz, kasabamızdan önce Şarkışla la Eskihamal Köyü ve Sivas’a bağlı ba Yeniköy’de öğretmenlik yapmıştır. yapmı Mavi gözlü, bıyıksız, çehresi munis, daima sigara ile hemhal olmuş olmuş sade giyinen bir köy öğretmeniydi. retmeniydi. Takım elbise ve kravatla pek barışık barı değildi. ildi. Köy Enstitüsü menşeli men olduğundan undan olsa gerek, O’nu sürekli pratikle meşgul, me gul, yarım kalan bir takım işlerin peşinde koşturuyor turuyor halde görürdünüz. Yeni kurulan belediyeye rağmen ra men okul ve mezarlık civarını talebeleri ile ağaçlandırmış, ş, uzaktan borularla su getirmiş, getirmi , çimlendirip on yıla yakın bir süre sonunda örnek bir çevre düzenlemesi ile ihya etmiştir. etmi Hatta tta vilayetten resmi ödül bile almıştır. Mezarlığı ilk ağaçlandıran açlandıran O merhumdu. Sınırlı imkânlarla derelerden, çörtenlerden bulduğu buldu suyu okula ulaştırır, ştırır, çevreden bin bir mihnet ile temin ettiğii selvi dikmelerini çam fidanlarını eski harman yerinin bu köşesine kö SuçatıHaber Yayınları Sayfa 81 Suçatı’dan Portreler dikerek burayı yirmi dönümlük bahçe, yeşil alan haline getirir. İlkokul diplomasında 60’lı yıllara ait tarih bulunanlar hatırlarlar ki henüz o harman zamanlarında oralara sap yığılır düven çatılır, tığ savrulur, hatta o güzlerde okulun eşiğine kadar yunak buğdayı serilir kurutulurdu. Ta Pezik Ali Emmi’nin dutları üstünden, Gökpınar Suyu’nu borularla battı çıktı usulü ile oraya akıtmayı başarır. Burada da kendine pay çıkarmak yerine talebelerin anlayacağı dilden bileşik kaplar prensibini göstermeye çalışır… Ekme çimin yetişmesini bekleyemeyecek kadar yeşile meftun ve de sabırsızdır. Irmak kenarlarından kestirdiği taze çim kalıpları gecgerelerle okul önüne taşıtır, hummalı çalışmalar sürer giderdi. Bu çalışmalar sırasında şanslı talebelerden bir ikisi seçilir, yassı Yenice sigarası almak üzere Hanyeri’ndeki dükkâncı Süleyman Emre’ye gönderilirdi. Öğrencileri teorik derslerini pek az hatırlar. En revaçtaki ev ödevi şiir temin edip deftere temize çektirmekti. Ciddi zaman ayırdığı müzik derslerinin canlı enstrümanları ise kendi çaldığı mandolin ile kemanı idi. Dışarıdaki tarım dersi kadar sınıfta elişi dersine de önem verir, sınıf, sanayi nefise mektebinin resim-heykel atölyelerine dönerdi. Sentetik boyalar, camlar, çivi, tahta parçaları ile vitray, cam bayrak tabela yaptırmaya uğraşır, ciltleme, maket ve dikiş dikme gibi pratik sayılabilecek hayatı idameye matuf konular O’nun müfredatındandı. Bunun için elbisesinden boya, yağ lekesi eksik olmazdı. Aynı kasabadan okulun müdürü Hamit Uzun ile ayrılmaz bir ikili oluşturmuşlardı. Her ders yılı en az bir defa çocuklara “yarın kitap defter getirmeyecekler”i ilan edilmişse bilinir ki yarın azık nevale bohçaları ile sahraya -şimdikilerin piknik dediği- kıra gidilecektir. Siyah önlüksüz ve beyaz yakalıksız bir kisvede rengârenk okul seğmeni, önde bayrak arkada kortej Cemil Sorgun ve Hamit Uzun refakatinde “Oy nereye nereye…” “ Hoş gelişler ola…” “ Mektebin bacaları…” ya da Eskişehir Marşı eşliğinde büyük ihtimal ya Karabayır’a, ya Suçatı’na (Elmadibi’ne) veya Mehmet Karakuş müdür ile muvafık ve mutabık kalınmışsa Aşağı Suçatı kafilesi ile buluşup Karşıyaka’dan Yusufdede yolu tutulacaktı… Bahar güneşi yakmaya başlayınca ufak sınıflar nefislerine yenilir, yarı yolda azıklarını tırtıklamaya başlarlar… Tıhmın’ın öğretmeni Tahsin Tanyıldız ile söğütlerin altında oturulur. Guymak, un helvası, gaygana, kaynamış yumurta, yağlı ekmek gibi menülerden oluşan çıkınlar açılır, körebeler, birdirbirler oynanır, ipler atlanır… Gün tepelere yönelirken mektep gezisinden SuçatıHaber Yayınları Sayfa 82 Suçatı’dan Portreler dönenler Telin’e yukarıdan bakan cılga bir yoldan inmeye başlarlar… “ Şaanı büyüük Osman Paşaaa…” Sürekli bir şeyler üretmek gayreti içindeydi. Tarihi Mescidönü Camii’nin minber ve kürsüsüne kendi tasarımı simetrik desenleri kıl testeresi ve boya fırçası ile tatbik ederek süslemelerine katkıda bulunmuştur. Camiye fıskiyeli havuz modeli de dener. İdealist kalkınmacı bir dünya görüşüne sahipti. Köy Enstitülü idi ama bir ideoloji fanatiği olmadı. Tek parti dönemini çağrıştıran gazeteyi hiç taşımadı elinde... Köyü ve insanları için bir şeyler yapma arayışı içindeydi. Uzun yıllar, kendi memleketinde çalışan devlet memurunun bütün risklerini ve menfiliklerini hissetti hep. Israrlı olduğu bazı ilginç düşüncelerine de taraftar bulup uygulayamadı asla. Mesela… Yağışlı mevsimler geldiğinde veya buzlar çözülmeye başlarken yukarı köyün dar sokakları bir kâbusa dönerdi. Vıcık vıcık çamur, mektep talebelerinin ayakkabılarını tutar geri vermezdi adeta. Çeşmelerden içme suyu taşıyan kadınlar giysilerinden ziyade bakraçlarına balçık sıçramasından sakınırlardı. Evlerin atık suyu, ahırların akıntısı derken, tuhaf bir tortu çamur olur, sokak zeminini kayganlaştırırdı. İşte Cemil Hoca’nın bu aşamada velilerden öğrencilere anlatmaya çabaladığı iş şuydu. Kurudere’den taşınacak çokça çakıl kum var. Mescidönü’nün avare kalabalığı uygun bir mevsimde merkeplerle bu malzemeye biraz da çağşak molozu ilave ederse… Şöyle evlerin eşiğine kadar sokaklar… Malzeme, işgücü ve zaman hesapları ile anlatmaya çalışırsa da çoğunluğu ikna edemezdi. Yıllarca okula, mezarlığa yaptıkları yanında Ali Hoca ile beraber camiye olan katkıları da referans olarak yetersiz kalırdı galiba… Yine de çok sonraları, sokakların ıslahını bir belediye hizmeti olarak görmek O’nu mutlu etmiştir. Beyaz bir toros araba alır. Bir iki ufak badireden sonra sürücülüğe ısınır. Bir kış günü yine o gri kirli sular, Mescidönü’nden aşıp Melek Osman’ın evine kadar buza dönüşür. Bir lav akıntısı gibi nisana kadar serilir gider... Öğle sulamasında mallar kayıp düşmede. Acil bir doğum vakası için bir kadın ilçeye yetiştirilecektir. Araba buzdan çıkamaz yukarıya, Mescidönü’ne. Cemil Hoca elde nacak ağızda samsun, tekerlere iz açmada… Yüzüne saçılan gri buz parçalarına aldırmadan o yol açmaktadır. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 83 Suçatı’dan Portreler Emekli olduktan epeyi sonra çevrenin teşviki ile bir dönem Belediye Başkanlığı’na aday olur. Yeterli desteği göremez. Dert etmez görünür ama kırgındır. Yokuşun ardına ilk kalkınma kooperatif binasını yapıp tamamlamaya diğer müteşebbislerle birlikte muvaffak olur. Mandıra makineleri de monte edilir. Çeşitli nedenlerle fiilen seri üretime geçilemese de dünya gözü ile bir düşüncenin hayata geçirilmesine, uygulamasına daha tanık olmuştur. En büyük mutluluğu kendi çocukları kadar, okuttuğu öğrencilerini farklı ortamlarda görmek, karşılaşmak… Bir yaz günü meslektaşı Ali Altınbaş öğretmen ile komşu ilçeye gider. Orada bir lisede idareci olan eski bir öğrencisi ile karşılaşırlar. Öğrencisinin eşi de talebesidir. Çay için eve davet edilir. Giderken stepnesi tamir edilsin diye beyaz toros, Deveciler’in petrole bırakılır. Döndüklerinde arabanın deposunun da fullendiğini anlarlar. Öğrencisi, pompa istasyonundaki kişiyle bir şeyler konuşur. Para almaya ikna edilemeyen bu kişiyi merak eder Cemil Hoca. Kendisine sezdirilmemeye çalışılır… Sahi kim bu kişi? Tanıştırma başlar… “Hocam…” der öğrencisi, “Bu Osman Deveci, …… Lisesi’nden, yani kısaca hocam bu arkadaş sizin torununuz sayılır bir bakıma.” Cemil Hoca anlamıştır durumu, gözyaşlarını gizleyemez. Ali Öğretmen teşekkür ederken vedalaşırlar… Çocuklarının hepsi hayata atılmış, farklı şehirlerde yaşamaktadır. Almanya’da ikamet eden oğlu Halit’in ziyaretine de engelli oğlu Murat nedeniyle fazla gidememiştir. Ancak son günlerini İstanbul’daki çocuklarının yanında tedavi ile meşgul iken tamamladı. Dirilere göre gurbet sayılan Ümraniye Hekimbaşı’nda metfundur. Geride rahmet dileklerini ifade eden bir kasaba, öğrenciler ve o okul bahçesi ile onsuz mezarlık kaldı… SuçatıHaber Yayınları Sayfa 84 Suçatı’dan Portreler Eğer bir gün yolunuz kimilerine göre Çörten, kimilerine göre de Mescidönü Camii’ne yani kısaca “köyün camisine” düşerse, ardıç direklerin arasına şöyle tahiyyat oturuşu ile çöküp dua nazarı ile yukarıları temaşa ediverin… Semaya kalkmış derviş kolları gibi direkler, elibelindeler, antik bir ahşap şaheserin cilalanmış arıstağına hülyalarınızı mıhlar adeta… Hulusi Tatar’ın işaret ettiği gibi “ilklerin adamı”, 90’lı yıllarda galiba son tadilat veya ilaveler esnasında dile getirilen alternatif düşünceleri acilen çevresi ile tartışır. Eski öğrencilerine dostlarına danışır. Somuncubaba türbe sandukası ve minberini nakşeden merhum Mahir Usta’nın Darende’deki oğlu Nadir Başaran’ın da görüşünü alır. Antik ahşap tavanın tamamen kontrplakla kapatılması gibi tasarımların (!) bile konuşulduğu bu günlerde ilgili ve yetkililere en makul çözümü kabul ettirerek pişman olunacak bir hataya fırsat verilmeden ahşap verniği ile cilalanmasına vesile olur. Karadeniz’de yerli malzemeyle inşasına sıkça rastlanan ahşap camileri, mescitleri görebiliriz. Ancak İç Anadolu’nun bu ikliminde tamamı el hızarı ile biçimlendirilmiş ardıç, çam ve selvi kerestesinden mürekkep bu hacimde bir ahşap-kâgir mabet zor bulunur galiba… Şu avizelere doğru akıp giden cereyan kabloları, Cemil Hoca’nın Elektrikçi İhsan Emmi ile çektiği ilk tesisattan kalma… Şu altı direğin lisanı hali, söyler mi acaba karlı, uzun kadir geceleri nice lüks lambalarının asıldığı çivileri taşıdı bedeninde. Bayram hutbesi finalinde Ali Hoca, Muhammed’in yetimi kıssasını anlatırken ön saftakiler tükenen ömürlerine telmihen ağlamaklı iç geçirirler. En arkada taze bayramlıkları içinde bir iki ufaklık lüks lambalara hava basan Baytar Mehmet Emmi’yi izlemede merakla. Şafak söktü, ortalık ışıdı, son petromax marka lüks de direkte karartıldı. Sabah ezanından beri en hicaz kokularını tül tül direkler arasına salan sac sobanın tütsü közü, ferini yitirir. Cemil Hoca orada bir yerde, ilk defa muzip bir öğrenci edasında Hoca’ya yakalanmadan Cücük Hacı ile yarenlik etmede… Rahmet ola… Emrullah TOPRAK Ocak–2010 SuçatıHaber Yayınları Sayfa 85 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 86 Suçatı’dan Portreler HUZEYFE HAFIZ (SAVAŞI GÖRENLER) Bilinmeyen yaşamlar bir bir ortaya çıkınca ayrı bir çekiciliği ve heyecanı da beraberinde getirir.Tarih çok olaylarla doludur.Bir ibrettir,ders alınacak çok şeyler vardır.Kasabamızda da savaş yıllarında yaşayan insanların dramları savaşı yaşamaları ve o acının içerisinde kurulan hayatlar ve bu insanların hayatlarını hiçe sayarak yıkılmış bir koskoca cihan devletinin yıkıntıları arasından daha kalkamaz denilirken iyi bir önderin M.kemal''ın liderliğinde, Sakarya''da, Çanakkale''de, yurdun dört bir yanında paşaları,erleri,sivilleri ile birlikte bir vatan kurmaları bizim gibi torunları tarafından övünülecek, gururlanılacak bir durum olması gerekir. İşte bu insanlardan biriside Telin''de Huzeyfe Hafız''dır.Huzeyfe Boğa aslı telin''lidir.Baba tarafı ''''Bakı'''' gillerden ana tarafı ise ''''Güley'''' lerdendir.Eskiden lakaplarına ''''Buğu'''' lar denirmiş.Soyadı kanunu çıkınca Nufustaki memur Buğu''dan esinlenerek bundan sonra sizin soyadınız ''''Boğa'''' olsun demiştir. Baba''sı Salih Efendi''dir.Salih efendi anası babası 12 yaşında ölmüş ve yetim kalmıştır.Kardeşinin kendisine kötü davranması dolayısıyle evden bir ''''Glikli'''' ufacık sobada pişen simit gibi ekmek,hırsızlayarak yalın ayak kaçar.O halinde bir sakallı ihtiyar sayesinde Konya''ya yönlendirilir ve Konya''da bir medrese''ye girer.Her on senede bir İcazet ''''Diploma'''' verilir bu çıkmaz tam otuz sene okur. Salih efendi otuz seneden sonra kırk yaşında Konya''dan memleketine döner rastladığ İl'lerde ve ilçelerde vaaz ederek gelir Sivas ulu cami'indede vaaz etmiştir.Herkesin öldü dediği Salih köyüne döner.Kırk yaşında Hacı Ahmet''lerin ''''Bibi''leri Halaları Eşe (Ayşe) ile evlenir.3 oğlan bir kızı olur.Mehmet,Huzeyfe,Abuzer ve Fadime.Huzeyfe hem büyür hemde hafızlığa çalışır hafız olur.Bu arada Telin''in eşkiyası Topuz''un bacısı Hacer ile evlenir.Bir çocuğu olur ve bu arada savaş patlak verir. Huzeyfe Hafız'ı askere çağırırlar.Doğu cephesi Erzurum,sarıkamış taraflarına verirler.Kendisi hafız olduğu için alay''ın imamlığını verirler.Rus''larla savaş yaparlar hemde ermeni çeteleriyle uğraşmak zorunda kalırlar. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 87 Suçatı’dan Portreler Bölük komutanları bir yüzbaşı,Rus konvoyuna baskın yapılacağınıi 20 gönüllüye ihtiyaç olduğunu söyler.Bunların arasında Huzeyfe hafız'da vardır.Gerekli planlar yapılır ve bir gece baskın yapacakları zaman bunu haber alan ermeni çeteleri arkadan baskın yaparlar pusuya düşürürler.Burda yaralanan Huzeyfe hafız bir süre hastane''de yatar.iyileşince tekrar İmamlığa devam eder.Bu arada 5-6 sene geçer.Çocuğuda askerdeyken ölür. Savaş biter evine dönen Huzeyfe hafız,bir süre Hacılar Mahalle''si cami''inde imamlık yapar.Karısı Hacer''den 2 oğlan bir kız dünyaya gelir.Ş.Hamit Boğa(hatipoğlu) Mehmet Boğa ve Hayriye Karabay''dır.Eşkiya Topuz ölünce onunda hanımı Kasımların kızı Meryem''ide alır.ondanda 2 oğlan bir kızı olur.Ali rasıh Boğa,H.Ömer Boğa ve Hatice Yamandır. Huzeyfe hafız bir Güz günü 63 yaşında vefaat eder. Sevgili Huzeyfe hafız ve onun gibi bu vatan için savaşmış,gazi olmuş,şehit olmuş kendileri ile gurur duyduğumuz insanlar.Mekanınız cennet olsun,umarım cennet''in en güzel yerine layık olmuşsunuzdur.gözünüz arkada kalmasın,şimdide ne olursa olsun sizin gibi imanlı canlarını bu vatan için vermeye hazır milyonlarca türk evladı var.Yeminliyiz bu vatan on binlerce yıl yaşıyacaktır.Herkese saygı ve selamlar. Mustafa BOĞA SuçatıHaber Yayınları Sayfa 88 Suçatı’dan Portreler YARMACI HASAN (1887-1970) 1970) (SAVAŞI GÖRENLER) “Vatan sağolsun!” olsun!” dedi, hem de ağlıyordu. a Binbaşı'ymış biz çocuktuk daha... “Vatan sağolsun” olsun” dedi yeniden, gözleri yaşlı ya şöyle uzaklara dalmış,, sanki o anları yeniden yaşıyor ıyor gibiydi. Bir bir gözlerinin önünden geçiyor, o kırışmış, kırı , yaşlanmış yaşlanmı yüz hatları gerilmeye başlamıştı tı yarmacı Hasan emminin. Görmüyordu gözleri Yarmacı hasan emminin. Savaş Sava ve yokluk yılları, cefalar, eziyetler, vücudunu yoramamış ama gözlerini elinden almıştı. almı tı. Varsın olsun diyordu. “Bu vatana iki göz vermişiz çokmu” diyordu. 1968'li 968'li yıllardı. Bizler daha çocuktuk. Anlatırdı bazan bizleri dizinin dibine oturur dinlerdik. Çok anlatırdı, ama çocukluk işte i te bize bir ninni gibi gelir, bazanda heyecanlı taraflarında sorardık'' Hasan emmi, hayvan gübresinin içerisinde (Kuruluk) tutmayan tutmayan dizlerini günlerce yatarak nasıl iyileştirdin'' tirdin'' der, o da bizi kırmaz anlatırdı. Evet aclığın, aclı ın, hastalığın hastalı pençesinde aylarca Kuruluğun un içerisinde yatarak tutmayan bacaklarını iyilrştirmiş, iyilr ş, tekrar savaşmıştır. sava Bir yaz günüydü hatırlarım. Bizim bahçedeki Armut ağacının acının altına iki Sandalye atılmış, atılmı birine karakol komutanı diğerine ise Yarmacı Hasan emmi oturmuştu. oturmu tu. Karakol Komutanı' 'Anlat amca'' demiş o da anlatmıya başlamıştı. ba Konular derinleştikce tikce çekilen çileler, bir bir anlatılmaya başlanınca ba lanınca sanki orda or bulunanlar o savaşın acı çilesini yaşamışş gibiydiler. Komutan elinde bir ağaç a çubuğu ğu hem yere vuruyor hemde dinliyordu. Dinledikce gözleri nemlenmiş nemlenmi yanağından ından hafifce yaşlar ya akmıya SuçatıHaber Yayınları Sayfa 89 Suçatı’dan Portreler başlamıştı. Arada birde ''Amca'' diyordu ''İşte esas bize lazım olan bu'' diyordu. ''Yunan'lılarla yapılan savaş'' lazım diyordu. ...''Tamam amca,tamam'' dedi. Bize bunlar yeterli müracatını yap dilekceni ver sana hem Gazi'lik madalyası hemde maaş bağlıyacağız dedi. Yarmacı Hasan emmi 1968 tarihli Gürün askeri şube'ye aslının örneği olan aşağıdaki dilekceyi vermiştir. Gürün,14.Ağustos 1968 ASKERLİK ŞUBESİ BAŞKANLIĞINA GÜRÜN Ben, Gürün'ün Telin Köyünden, Ali Osman oğullarından Mehmet Ali oğlu, 1313 tevellütlü Hasan'ım. Vatani görevimi Birinci Cihan Harbi ve Türk İstiklal Harbi esnasında ifa etmiş bulunuyorum. Her Türk evladı gibi bende, vatanın Selameti uğruna, gücümün yettiği kadar vazife görmeye gayret ettim. Askerlik görevimi ifa şeklini aşağıya arz ediyorum. 1.Cihan Harbi ------------------------11.kanunisani 331 tarihinde askere sevk edilerek şark cephesine gönderildim. Şark cephesinde önce Ruslarla sonrada Ermenilerle, Aşkale,Erzurum, Kars ve sarıkamışta çarpıştım. Sınıfım Piyade idi. Türk İstiklal harbi ----------------------------------- Kara Kazım Bekir paşa komutanlığında şark cephesinde düşmanları yenerek başarı kazandıktan sonra bizleri Garp cephesine sevkettiler. Erzurumdan Ankara'ya ordanda (Burası silinmiştir) yaya yürüdük. Polatlı civarında bir hayli müddet bekledikten sonra sakarya savaşına katıldık. Zaferle neticelenen bu savaştan sonra Dumlupınar meydan muharebesinde düşmanla çarpışarak düşmanları kesin bir yenilgiye uğratarak büyük zaferi SuçatıHaber Yayınları Sayfa 90 Suçatı’dan Portreler kazandık. Düşman denize döküldü. Mudanya mütarekesini müteakip 15.temmuz.339 tarihinde terhis edildim. Tezkereyi İzmit sapanca gölünden aldım. Fırka Kumandanımız Osman Nuri Paşa, Alay Komutanımız Hasmi Bey, Tabur Kumandanımız Ahmet bey ve Bölük Kumandanımız ise Yüzbaşı Hasan Basri bey idi. Alay 2/36 komutanlığının 20.7.1339 tarih ve 14477 numaralı tahriratında merbut cetvelinde 15.temmuz.339 terhis olduğum bağlı bulunduğum şube kayıtları ile sabittir. Vatani görevimi, gerek 1.cihan harbinde, gerek Türk İstiklal harbinde fiilen cephelerde düşmanlarla çarpışarak ifa etmiş bulunmaktayım. Terhisten Altı sene sonra çektiğim ızdıraplar neticesin olarak iki gözümü kaybetmiş bulunmaktayım. Bu gün gözleri kör ihtiyar mağdur durumda bulunduğumdan dolayı son çıkan kanuna göre maaş bağlanması için gerekli işlemin yapılmasına emir ve müsadelerinizi saygıyla arz ederim. Gürün'ün telin Köyünden Ali Osman oğullarından 1313 tevellütlü Mehmet Ali oğlu Hasan (mühür) Hasan BOZKAYA Telin-Suçatı_köyü GÜRÜN Yarmacı Hasan emminin iki kızı (Rukiye ve Kezban) ile iki oğlu (Mehmet Ali ve Sait) olmuştur. 1970 yılında kendisine aylık ve madalya verildiğini görmeden bu dünyasından ayrılmıştır. Mezarı Yukarı Suçatı mezarlığının giriş kapısına yakın sağ tarafta torunu Bilal Bozkaya ile yanyana defnedilmiştir. Uğrunda nice savaşlara katıldığı bu kutsal toprağın bağrında rahat ve huzurlu yatmaktadır. Tüm bu uğurda şehit olmuş ve gazi olmuş insanlarımızı hayırla yad ederken, Allah hepsine de rahmet etsin. Herkese saygı ve selamlar. Not:Bu dilekçenin aslının örneği oğlu Sait Bozkaya'dan alınmıştır. Mustafa BOĞA 2010 SuçatıHaber Yayınları Sayfa 91 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 92 Suçatı’dan Portreler KEZİ BEKİR 83 yıllarıydı. İşe yeni giren oğlu Kemal’e, Sincan’da birikimiyle bir ev almıştı. Birinci kat güneş gören yüz otuz metrekare, çarşının içinde üç oda bir salon evdi. İleriyi gören görmüş geçirmiş süper zekalı insandı. Kemal çocuklarının eğitimi için Ankara’ya taşınınca salondan odaya taşındı. İki kanepe, iki eski koltuk televizyondan ibaretti odası. Son günlerinde ise duvara aile şeceresini gösteren fotoğrafları sıraya koyarak asmıştı. Her ziyaretimde! -- Geç yoğrum, nerde kaldın, ziyaret için arayı uzattın! Der, beni koltuğa otutturarak başlar anlatmaya. Bu arada hanımı Cennet bibiyede emirler yağdırırdı. -- Çay getir, kahve getir, kavun, karpuz kes, yemek hazırla! Bense yaşlılara kıyamadığımdan! -- Yok birşey istemem desemde, Cennet bibim kalkar Allah ne verdiyse getirirdi. Başlardı anlatmaya. “Yukarı Telin’de caminin yanında mütavazi bir hayat sürüyorduk. Anne baba ve oğul. Hayat bu insanı nerelere neye sürükleyeceği belli olmazdı. Köy artık nüfusu kaldırmaz olmuştu. Aşağı Suçatı’na taşınmaya başladı köylü. Bağının başına ev yapan aşağı köylü oldu. Yukarı köyün arazisi ne kadar mastafalı ise aşağı köyün arazisi o kadar düzlekti. Yalnız bana yine dağ düştü. Daha altı yaşındadaydım. Babamı kaybettiğimi zor hatırlıyorum. Annemle aşağı köye Yuva yolunun yokuşundaki evde ikamet etmeye başladık. (Süper zeka demem işte bu yüzden. Kim altı yaşındaki ve altmış yaşındaki olayları noktası virgülüne kadar hatırlar) Annemle ilk hayat mücadelemiz toprakla oldu. Gücümüz yettiği kadar bahçe yaptık, kıraç toprağı. Büyüyünce bir kaç kişiyle çerçicilik yapmaya başladık. Adana’ya, Ulaş’a eşşekle gidip geldik. Neler gördük hayatta. Para yoktu. Hamit öğretmen ile benide öğretmenlik için okula çağırdılar. Ama para yokluğundan annem gönderemedi. Şimdiki zaman çok iyi. Hem her şey bol hem para bol. Seferberlik zamanı yiyecek bir şey bulamayanlar yonca yeyerek şişerek ölmüşler. Köylere götürdüğümüz şeyler karşılığında buğday, yumurta alır geri dönerdik. Kayısı tut, köyde ne SuçatıHaber Yayınları Sayfa 93 Suçatı’dan Portreler yetişirse ondan diktik. İkinci mücadelemiz komşularla başladı. Su kavgası, göğer kavgası, sınır kavgası derken askerlik vakti geldi. Annem, sen askere gidince yalnız kalmayayım, diye beni Cennet’le evlendirdi. Dört yıl askerlikten sonra bağ bahçe yetişmişti. Artık işlere yetişemez olduk. Mahkemeden mahkemeye koşmaya başladım, Sarıkaya suyundan bahçe için su getirmeye kalktım. Konu komşuya gelin beraber getirelim diye çağrı yaptım. Herkes güldü, inanamadı. Suyu getirince herkes faydalanmaya kalktı. Mahkemelik olduk. Hakime, tek tek anlatım. Keşifci geldi, birde yerinde anlatınca beni haklı buldu, davayı kazandım. Kazandım ama masraflarıma ortak olun yinede suyu veririm dedim ve verdim. Birine geçici olarak ev yeri verdim. Zamanı gelince çıkmadı yine mahkemeye. Onuda kazandım. Hiç kavgayla işim olmadı. Hep hukuk yoluyla çözdüm proplemleri. (Daha neler neler yoğrum lafını ikide bir söylemeden diğerine geçmezdi.) Kocaman bağ oldu. On ton kaysı döktüğüm oldu. Üç oğlum beş kızım oldu. Kızın biri harıkda boğularak, öbürüde on sekiz yaşında öldü. Kalan kızları evlendirdim. Oğlanları okumaya gönderince işler iyiye gitmemeye başladı. Yöymiyeci ile iş yapmaya başladım. Hayatımı çerçicilik yaparak geçinirken birden köyün en zengin insanları arasında anılmaya başladım. Birden dediysek o kadar kolay değil tabii. El emeği alın teriyle kazanılmış her karış toprak, helal her lokma. Tuttuğum yöymiyeciler hep benim zararıma çalışmaya başladı. Okumaya giden oğlanlar yardım edememeye başladı. İslimleri ta İzmir’e götürüp sattım. Nelikle. Para kolaymı kazanılır yoğrum. Gidip gelirken Kayseri’ye takılmaya başladım. İslim pırtlatan yövmeyeci kızlar, kasa bir an önce bitsin diye kaysıları suya dökmüşler. Komşunun birisi toplayıp getirdi, bunlar suya gitmiş ellahem diye. El emeği göz nuru bahçeden ve köyden soğumaya başladım. Köye gelen kaysı tüccarları önce bana uğrardı. Piyasayı ben belirlerdim. Han yerinde dükkanların önüne islim dolu torbayı örnek diye koyardım. Ev uzaktı. Beğenirse eve gider pazarlığı yapar tüccara verirdim. Köyde benimkinden çok ve iyi islim olmazdı. Her şeyi okuyup (ziraat kitaplarını göstererek) usulüne göre yapardım.” Ara sıra Cennet bibi araya girecek olsa! -- Lafımı bitiriyim, ondan sonra sende söylersin! diyerek lafı ağzında bırakırdı. Bitmezdi lafı. Maşallahı vardı. Bana dönerek! -- Yoğrum şunu biliyin mi? bunu tanıyın mı? O yere gittin mi? SuçatıHaber Yayınları Sayfa 94 Suçatı’dan Portreler Diye sorular sorarak benim dikkatimi ölçerdi. Yok deyince, tabi nerden bileceksin canım deyip devam ederdi. Kalkmaya yeltenince izin vermezdi, daha bitmedi diye. Bir not ekleyelim. Akrabalarından birisi anlattı. Düğüncü gelen kıraç köylülerden birisi kapının önündeki tutdan toplamış, mendiline sarmış. Bunu gören Bekir emmi tudu boşalttırmış. Vermemiş köylüye. Tudu çiğnedi diye kızmış herhalde. Herkes hayretler içinde kalmış. “Evlenen oğlanlar, kızlardan bahçe için yardım gelmeyince, bahçeyi satlığa çıkardım. Amacım çocuklara birer ev almaktı. Kayseri’ye dükkan açtım. Onuda fazla yürütemedim. Ticaretin değiştiğini farkettim. 1982 yılında bahçeyi Garga’gile on milyon liraya sattım. O zamanın parası ile herkesin ağzı açık kaldı. Onlardan başkasıda alamazdı, köyde. Allah onlardan razı olsun. Hatırlı insanlar. Davet ederler, Bahçeyi satıp yollara düştüm. Köyle akrabalar hariç ilişkim kalmadı. İlk önce Kemal’a Sincan’da ev aldım. Yanına yerleştim. Sonra diğer çocuklara ev aldım kızlara yardım ettim. İyiki bahçeyi sattım. Şimdi olsa başedezdim. Burda rahatım. Köyde rahat yüzü görmedim. Tuttuğum yöymüyeci bana dürüst davranmazdı. En çok istediğim şey ise çocukları bir araya toplayıp, bir apartmandaoturtmaktı ama başaramadım.” Keten pantolonu giyer kasket takardı önceleri. Sonra örme yeşil renkli şapka taktı. Şapkayı değiştirdi ama giydiği ceketi pantolonu ve ayakkabıyı hiç değiştirmedi. İlk üzüntüsünü belli etmesede Kemal’ın yanından taşınmasında yaşadı. Öğretmen oğlu İstanbul’da genç yaşta ölünce Bekir emmide Cennet bibide çöktüler. İyiki sattım köyü derdi ama aklı fikri köydü. Davet gelse akrabalardan koşarak giderdi eminim. Ben yada bir köylü bulunca saatlerce yorulmadan köyü ve yukarıda yazdıklarımı konuşurdu. Hemşerilerinin tek tek telefonlarını aldı. Arardı. Gücü yeterken ziyaret yapardı. Sonra herkesi eve bekler oldu. Cami avlusu onun sohbet mekanıydı. Yatağa düştü çok yaşamadı. Yatakta bile köyden anlatmadan kimseyi bırakmazdı. Bizleri görünce nasıl sevinirdi bilemezsiniz. Son nefeslerinde, Kuran’ı okudukca oku dedi. 2006 nın şubat ayında bir sabah gözlerini kapadı. Sincan mezarlığına defnettiler. Cennet bibi son bir kez daha yıkıldı. Evde duramadı. Çocukları Kayseri’ye götürdü. Dayanamadı ayrılığa, 2006 nın sonunda, oda Kayseri’de hayata veda etti. Oraya defnettiler. Allah rahmet eylesin. Görgülü, ileriyi gören her şeyden anlayan avukat ( hayatı avukatların içinde geçtiği için iyi anlardı. ) gibi bir insandı. Evi ise mirascılar tarafından satılarak aralarında paylaştılar. Evin önünden her geçişte hüzün çöker, eskiyi yad ederim. Giden hiç bir şey geri gelmiyor hayatta. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 95 Suçatı’dan Portreler BEKİR KÜÇÜK VE EŞİ E CENNET KÜÇÜK HAL BAŞPINAR HALİM 7 / 10 / 2009 SuçatıHaber Yayınları Sayfa 96 Suçatı’dan Portreler BU ADAM BENİM M BABAM Uzun zamandır aklımdaydı seni yazmak ama cesaret edemiyordum. Biraz uykulu halimin verdiği sersemliğin in cesareti ile yazıyorum sonunda. Sevgili Babam, yani Kemal Usta, yani Kemal Takçı. Kasabanın hemen her noktasında elinden çıkmış bir ev, memleketin her bir yerinde bir sürü evlat ve torun. Daha nice yıllar senin gölgende, hep birlikte ve huzur içerisinde yaşamak ya istiyoruz. 1935 yılında, Müdür Muhammed ve Raziye Hanım'ın evladı olarak dünyaya gelmişsin. gelmi Okumaya yetenekli olmana rağmen rağ hiç okula gitmemişsin. in. Mütevazi olduğun oldu için ilkokul dört talebesi kadar bilgim var desen de en az bir lise mezunu kadar kendini yetiştirmişsin. yeti Sen okulun hasında hayat okulunda okumuşsun okumu sevgili babacığım. Alın terinin nasıl bir şey ey olduğunu olduğ senden öğrendik, hem de gerçekk manada. Aklımın daha yeni yettiği yıllarda akşam am işten gelir ve kollarını açar beni ve kardeşlerimi kardeşlerimi kucaklardın ya işte te o zaman biz alın terinin kokusunu alarak öğrendik ö babacığım. ım. Yorgun gelirdin işten i ama keyifsiz gelmezdin. Hiçbir gün işinden i şikayet ettiğini ini de duymadım. Halbuki ağustos a sıcağında ında ve saatin tam 12 olduğu oldu saatlerde de güneş alnında çalışırdın. ırdın. Hadi güneşe güne dayandın o dizlerin nasıl dayanırdı babacığım. babacı ım. Biz rahat koltuklarımızda otururken bile zaman zaman şikayetçi oluyoruz. En meraklı olduğun şey ey güreşmiş. güreş Senden ve senin akranlarından öğrendik. ğrendik. Ben gibi ufak tefeksin ama yıkmadığın ın kalmamış. kalmamı İki parmağın ile değil il cevizi kayısı çekirdeklerini bile kırdığını ını duyunca inanmamıştım ama görünce inandım. Çekiçle çalışmaktan çalı maktan çekiç gibi olmuş ellerin babacığım. ım. Bir de senden temiz bir dayak yediğim yedi im de elinin ne denli ağır a olduğunu gördüm. Yaramazlık yaptığım ğım bir gün senin sinirini görmüştüm. görmü tüm. Aman Allah’ım :) hak etmesem dövmezdin herhalde.. Ortaokul yıllarında yapılan bir ankette en çok ç kimi seviyorsunuz şeklinde eklinde bir ankete uzun bir kararsızlıktan sonra babam cevabı vermiştim. vermi tim. Geçen yıllar boyunca seni gerçekten sevdiğimi sevdi anladım. Tabi ki annemi de seviyordum ama baba sevgim belki biraz ağır a basıyordu. Yıllar sonra evlatlarım olup ta anne nne yerine baba diye ağladıkları a ladıkları gün kendi kendime “aynı babaları” dedim. SuçatıHaber Yayınları Sayfa 97 Suçatı’dan Portreler Memleketimiz icabı babaların gölgesi ağır olur ama bu ağırlığı sana olan sevgim ile biraz kaldırdım galiba. Birçok kişiden ve bizzat senden işittiğim “keşke abileri de Hidayet gibi benimle sohbet etse” sözü beni çok mutlu etti. Evet, seninle uzun uzun sohbet etmeyi seviyorum. Hele de ev muhabbetleri yok mu. En çok onları seviyorum. Sevgili babacığım lise yıllarımı hatırlarsın. Gürün lisesine giderken cuma öğle araları önce cuma namazı kılar ardından da merkez lokantasında meşhur etli pidelerimizi yerdik. Yazın yine istiyorum inşallah. Hatta şöyle yapalım aynı zevki evlatlarım da yaşasın diye birisi de adaşın olan torunlarını da getireyim inşallah. Adaşın demişken, evet babacığım sana olan sevgimin bir sonucu olarak ilk evladıma senin adını verdim. İnşallah o da senin kadar güçlü, çalışkan ve zeki olur. Birisi küçük yaşta vefat etmiş tam on üç çocuk. Biz iki tane ile perişan olurken sen ve annem on üç çocuğu nasıl büyüttünüz. Allahın yardımı diyorum sadece. Başka bir izahı yok bunun. Babacığım yazdıklarım hissettiklerimin ve bildiklerimin çok azı. Sana hayırlısından uzun bir ömür diliyorum. Ellerinden öpüyorum... Hidayet Takçı SuçatıHaber Yayınları Sayfa 98 Suçatı’dan Portreler SuçatıHaber Yayınları Sayfa 99 Suçatı’dan Portreler 2001 yılında yola çıkan SUÇATIHABER her geçen gün büyümesine devam ederken, kasabanın birikimini yazıya dökmekten son derece mutluluk duymaktadır. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler… SuçatıHaber Yayınları Sayfa 100