GEORGE R R ZİYAFETİ

Transkript

GEORGE R R ZİYAFETİ
GEORGE R R
MARTIN
^ ^foeppfiSCMtaie )
KARGALARIN
ZİYAFETİ
KISIM I
i lor»
K a rg a la rın Z iy a fe ti I
O rijin a l Adı: A Feast f'or C re w s
Yazarı: G eo rg e R. R. M artin
G en el Yayın Y ö n etm en i: M e lte m E rk m e n
Ç eviri: Sibel Alaş
E ditör: Yasin Ö z d e m ir
D ü zelti: F a h re ttin L event
D ü zen lem e: C eyda Ç akıcı Baş
Kapak U y g ulam a: B erna Ö zb ek K eleş
1. Baskı: Kasım 2012
IS B N : 978-9944-82-594-8
YAYINEVİ S E R T İF İK A N O : 12280
© 2005 G eorge R. R. M a rtin
T ü rk çe Yayım H akkı: Akçalı A jans aracılığı ile
© E psilon Y ayıncılık H iz m e tle ri T ic. S an. L td. Şti.
Baskı ve C ilt: Kitap M atbaacılık
D avutpaşa C d. N o : 123 K:1 T o p k ap ı / İsta n b u l
Sertifika N o : 16053
T el
:(0 2 1 2 )4 8 2 99 10
Faks : (0212) 482 99 78
Yayımlayan:
E psilon Y ayıncılık H iz m e tle ri T ic. San. L td . Şti.
O sm an lı Sk. O sm a n lı İş M erk ezi N o : 1 8 / 4 -5 T a k s im / İsta n b u l
Tel: 0212 252 38 21 pbx Faks: 252 63 98
In te rn e t adresi: w w w .ep silo n y ay in ev i.co m
e-m ail: ep silon@ epsilonyayinevi.com
KARGALARIN
ZİYAEETİ
K IS IM I
GEORGE R. R. MARTİN
Çeviri
Sibel Alaş
(e)ps i lon®
GİRİŞ
“Ejderhalar,” dedi Mollander. Yerden aldığı kurumuş elma­
yı bir elinden diğerine attı.
“Elmayı fırlat,” dedi Sfenks Alleras. Sadağından çıkardığı
oku yay kirişine taktı.
“Bir ejderha görmek isterdim.” En gençleri Roone’du; er­
keklik çağına daha iki yıl olan tıknaz bir çocuk. “ Bunu çok is­
terdim.”
Ben de Rosey*nin kollarında uyumak isterdim, diye düşündü
Pate. Oturduğu sırada huzursuzca kıpırdandı. Kız sabaha onun
olabilirdi pekâlâ. O nu Eski Şehirden uzaklara götüreceğim, Dar Deniz’in karşısına, Özgür Şehirlerden birine. Oralarda üstatlar yoktu,
onu suçlayacak kimse yoktu.
Pate, Emma’nın yukarıdaki pencereden gelen kahkahasını
duyabiliyordu; kadının sesi, eğlendirdiği adamın pes sesine ka­
rışıyordu. Emma, Telek ve Maşrapa’daki hizmetçilerin en yaş­
lısıydı, en az kırk yaşında olmalıydı ama etli butlu hâliyle hâlâ
güzeldi. Rosey onun kızıydı, on beş yaşındaydı ve yeni çiçek
açmıştı. Emma, Rosey’nin bekâretinin bir altın ejderhaya mal
olacağını duyurmuştu. Pate, dokuz gümüş geyik ve bir kavanoz
dolusu bakır yıldızla metelik biriktirmişti ama bu pek işine ya­
ramayacaktı. Bir yumurtadan gerçek bir ejderha çıkarma şansı,
sikke biriktirerek altın bir ejderha yapma şansından fazlaydı.
Rahip Kalfası Armen, “Ejderhalar için geç doğmuşsun deli­
kanlı,” dedi Roone’a. Arm en’in boynunda deri bir sırım vardı,
sırımın üstüne kalay, teneke, kurşun ve bakır halkalar dizilmiş­
ti. Kalfaların çoğu gibi Armen de, çırakların omuzlarının arasın­
da kafa yerine turp büyüdüğüne inanıyordu. “ Son ejderha, Kral
Üçüncü Aegon’ın saltanatı sırasında zail oldu.”
“Batıdiyar’daki son ejderha,” diye ısrar etti Mollander.
“Elmayı fırlat,” dedi Alleras tekrar. Sfenks alımlı bir delikan­
lıydı. Bütün hizmetçi kızlar ona ziyadesiyle düşkündü. Rosey
bile, şarap servisi yaparken ara sıra delikanlının koluna doku­
nuyordu ve Pate dişlerini sıkıp bunu görmemiş gibi yapmak
zorunda kalıyordu.
“Batıdiyar’daki son ejderha, son ejd erh ay d ı,” ded i A rm en
inatla. “Bu gayet iyi bilinir.”
“Elm a," dedi Alleras. “N iyetin o n u y em ek d eğ ilse.”
“İşte.” M ollaııder, içe doğru b ü k ü lm ü ş sakat ayağını sü rü y e ­
rek hafifçe zıpladı, d ö ndü ve k o lu n u o m u z hizasın d an savura­
rak elmayı Ballı Şarap’ın üzerinde biriken sislerin içine fırlattı.
Eğer ayağı sorunlu olmasaydı, M o llaııd er babası gibi b ir şövalye
olabilirdi. O kalın kollarda ve geniş o m u z la rd a b ir şövalye o l­
maya yetecek kuvvet vardı. E lm a hızla uzağa uçtu ...
...ama ardından ıslık çalan, altın ağaçtan y ap ılm ış ve kızıl
tüylerle dengelenmiş bir m etre u z u n lu ğ u n d a k i o k kadar h ız ­
lı değildi. Pate, okun elmayı yakalayışını g ö rm e d i am a d u y d u .
N ehrin karşısında yankılanan y u m u şa k lop sesini, su sesi takip
etti.
M ollander ıslık çaldı. “E lm anın ç e k ird ek lerin i çık ard ın . G ü ­
zel.”
Rosey kadar güzel değil. Pate, kızın ela g ö z le rin i, y en i to m u r ­
cuklanan göğüslerini ve P ate’i h e r g ö rd ü ğ ü n d e y ü z ü n d e b e lire n
gülümsemeyi seviyordu. Y anaklarındaki g a m z e le ri se v iy o rd u .
Kız bazen, ayaklarının altında çim en leri h iss e tm e k için çıplak
ayakla servis yapıyordu. Pate b u n u da sev iy o rd u . K ızın te m iz
ve taze kokusunu, kulaklarının arkasında k ıv rılan saçlarını sevi­
yordu. O n u n ayak parm aklarını bile se v iy o rd u . R osey b ir gece,
Pate’in onun ayaklarını ovm asına ve o n larla o y n a m a sın a izin
vermişti ve Pate kızın kıkırdam ası b itm e sin diye, h e r ayak p a r­
mağıyla ilgili kom ik hikâyeler u y d u rm u ştu .
Dar D eniz’in bu tarafında kalm ak P ate için d a h a iyi o lu r d u
belki de. Biriktirdiği sikkelerle bir eşek satın alırd ı; o ve R ose,
Batıdiyar’ı dolaşırken eşeği sırayla sü re rle rd i. E b ro se , P a te ’in
bir gümüş halkaya layık olm adığını d ü şü n e b ilird i am a P ate b ir
kemiği yerine yerleştirm eyi ve ateşli b ir hastayı sü lü k le m e y i b i­
liyordu. Sıradan insanlar P ate’in y ard ım ın a m in n e tta r o lu rd u .
Pate, saç kesmeyi ve sakal tıraş etm eyi ö ğ re n irse b ir b e rb e r bile
olabilirdi. Bu bana yeter, dedi kendi k e n d in e , Rosey’ye sahip oldu­
ğum sürece. Rosey, Pate’in b ü tü n d ü n y ad a istediği te k şeydi.
Her zaman böyle değildi. Pate b ir zam an lar b ir k a len in ü s ­
tadı olm ayı hayal ediyordu, o n u n bilgeliğine saygı duyacak ve
verdiği h izm ete teşekkür etm ek için ona beyaz renkli iyi bir at
bahşedecek bir lo rd u n h izm etinde bulunm ayı. N asıl da gururlu
ve asil b ir şekilde at sürecekti Pate, yolda karşılaştığı insanlara
y u k arıd an gülüm seyerek...
B ir gece T elek ve M aşrapa’nın ortak salonunda, korkunç
sert elm a şarabının ikinci m aşrapasından sonra, Pate hep çırak
kalm ayacağını söyleyip bö b ü rlenm işti. “Ç o k doğru,” diye ses­
len m işti T e m b e l Leo. “D o m u z güden eski bir çırak olacaksın.”
Pate, m aşrap asın ın dibindeki to rtu y u içti. T elek ve M aşrap a’n ın m eşale ışığıyla aydınlatılm ış terası, ışık denizindeki bir
adaydı b u sabah. N e h rin aşağısında, Y üksek Kule’nin uzaktan
g ö rü n e n işaret ateşi, gecenin ru tu b etin d e puslu ve turuncu bir
ay m isali y ü z ü y o rd u fakat ışıklar Pate’in ru h u n u aydınlatmaya
y etm iy o rd u .
Simyacı şimdiye kadar gelmiş olmalıydı. H e r şey zalim bir şaka
m ıy d ı yoksa adam a b ir şey m i olm uştu? İyi talihin Pate’e gelince
k ö tü y e d ö n m e s i ilk olm azdı. Pate bir zam anlar, yaşlı Aliüstat
W alg rav e’e k u zg u n ların bakım ında yardım etm ek üzere seçildiği
için k e n d in i şanslı saym ıştı; çok geçm eden adam ın yem eklerini
de g ö tü receğ in i, d airesini süpüreceğini ve o n u h er sabah giy­
d ireceğ in i h iç d ü şü n m e m işti. W algrave’in kuzgunlar hakkında
u n u ttu k la rı, ço ğ u ü sta d ın b ü tü n bildiklerinden fazlaydı, herkes
b u n u sö y lem işti, P ate de en azından bir dem ir halka um abile­
ceğ im farz etm işti v elâkin W algrave’in ona bir halka verem eye­
ceğini ö ğ ren m işti. Yaşlı adam ın aliüstat olarak kalm asının tek
sebebi nezak etti. W algrave bir zam anlar büyük bir üstattı ama
şim d i, cü b b esi kirli iç çam aşırlarını gizliyordu ve yarım yıl önce
birkaç g en ç kalfa, o d asın ın y o lu n u bulam ayan yaşlı adamı Kütü p h a n e ’de ağlar h âlde b u lm u ştu . Ü stat G orm o n , W algrave’in
y erin e d e m ir m ask en in altında o tu ru y o rd u ; bir keresinde Pate’i
hırsızlık la ith am ed en G o rm o n .
S u y u n k en arın d ak i elm a ağacında bir bülbül şakımaya baş­
ladı. T atlı b ir sesti, P ate’in b ü tü n g ün boyunca ilgilendiği kuz­
g u n la rın n ah o ş çığlıklarından ve bitm ez tükenm ez f l a m a l a ­
rın d a n so n ra ho ş b ir soluklanm aydı. Beyaz kuzgunlar P ate’in
7
adını biliyordu ve o n u ne zam an g ö rse le r “P ate, P ate, P a te ,”
diye h o m u rd anıyorlardı, P ate so n u n d a çığlık a tm a k istiy o rd u .
B iiyük beyaz kuşlar, A liüstat W algrave’in g u r u ru y d u . A d am , ö l­
d ü ğ ü n d e b ed en in in kuşlar tarafın d an y e n m e s in i istiy o rd u am a
Pate kuşların da adam ı yem eye n iyetli o ld u ğ u n d a n ş ü p h e le n i­
yordu.
Belki de k o rk u n ç sert elm a şarabı y ü z ü n d e n d i -P a te b u ray a
içki içm ek için gelm em işti fakat A lleras, b a k ır h alk asın ı k u tla ­
m ak için art arda şarap ısm arlam ıştı ve s u ç lu lu k hissi P a te ’i s u satm ıştı- am a bülbül, demire altın, demire altın, dem ire altın, diy e
şakıyordu sanki. Bu çok tu h aftı, zira R o se y ’n in P a te ’le ta n ış tır ­
dığı yabancı da o gece aynı şeyi sö y le m işti. “K im sin s e n ? ” diye
sorm u ştu Pate ve adam cevap v e rm işti, “B ir sim y ac ı. D e m iri
altına çevirebilirim .” Ve so n ra sik k e a d a m ın e lin d e y d i, m u m
ışığında pırıldayan y u m u şa k sarı a ltın , a d a m ın p a r m a k k e m ik ­
lerinin arasında dans etm işti. S ik k e n in b ir y ü z ü n d e ü ç başlı b ir
ejderha vardı, diğerinde ölü b ir k ra lın başı. D em ire altın, d iy e h a ­
tırladı Pate, daha iyisini yapamazsın. K ız ı istiyor m u su n ? K ız ı sevi­
yor musun'? K endine sim yacı d iy en ad a m a , “B e n h ırs ız d e ğ ilim ,”
dem işti Pate. “Ben H isa r’m ç ıra ğ ıy ım .” S im y acı b a ş ın ı e ğ m iş ve,
“T ekrar d ü şü n ecek olu rsan , ü ç g ü n s o n ra e jd e r h a m la b irlik te
buraya döneceğim ,” dem işti.
Ü ç gün geçm işti. Pate, T e le k ve M a ş ra p a ’ya d ö n m ü ş t ü , k e n ­
disinin ne o ld uğ u n d an hâlâ e m in d e ğ ild i a m a sim y a c ı y e rin e
M ollander’i, A rm en ’i ve S fen k s’i b u lm u ş tu , R o o n e d a o n la r ın
yanındaydı. D elikanlılara k a tılm a m a k ş ü p h e u y a n d ır ırd ı.
T elek ve M aşrapa asla k a p an m azd ı. A ltı y ü z y ıld ır B allı Ş arap’taki adasının ü stü n d e d u r u y o rd u ve k ap ısı b ir k ez b ile ti­
carete kapanm am ıştı. U z u n , ahşap yapı g ü n e y e d o ğ r u y a m u lm uştu gerçi, çırakların zam an z a m a n b ir m a ş ra p a n ın a rk a sın d a
yam ukluğu gibi. Pate, h a n ın altı y ü z yıl d a h a ayakta d u ra c a ğ ın ı
düşü n ü y o rd u ; n ehircilere ve d e n iz c ile re , d e m ir c ile re v e şa rk ıc ı­
lara, rahiplere ve prenseslere, H is a r ’m ç ıra k la rın a v e k alfaların a,
şarap, bira ve k ork u n ç se rt elm a şarabı satacağ ın ı.
“Eski Şehir, dünya d eğil,” d iy e d u y u r d u M o lla n d e r fazla­
ca g ü rü ltü lü bir şekilde. B ir şö v a ly en in o ğ lu y d u ve so n d e re c e
sarhoştu . B abasının K arasu’da ö ld ü ğ ü haberini aldığından beri
h e m e n h e r gece sarhoş olu y o rd u . Beş K ralın Savaşı, dövüşten
uzakta ve d u v arların ın ardında güvende olan Eski Şehir’de bile
h erk esi yaralam ıştı... A liüstat B enedict’in, beş kralın dövüştüğü
b ir savaşın asla yaşanm adığını, zira R enly B aratheon’m , Balon
G rey jo y ’u n taç tak m asın d an ön ce katledildiğini iddia etm esine
rağm en .
“B abam h e r zam an, d ü n y an ın , b ü tü n lordların kalelerinden
b ü y ü k o ld u ğ u n u söylerdi,” diye devam etti M ollander. “E jder­
halar, b ir ad am ın Q a r th ’ta, Asshai’de ve Yı T i’de bulacağı şeyle­
rin e n k ü ç ü ğ ü olm alı. Ş u d en izcilerin hikâyeleri...”
“...d en izciler tarafın d an anlatılan hikâyeler,” diyerek araya
girdi A rm en . “ D enizciler , b e n im sevgili M ollander’im . Şim di is­
k elelere git; b ah se g irerim ki yattığı d en iz kızlarını ya da bir ba­
lığın k a rn ın d a b ir yıl geçirdiğini anlatan denizciler bulacaksın.”
“B u n la rı y ap m ad ık ların ı n ered en biliyorsun?” M ollander
başka elm alar b u lm a k için çim lerin arasını yokladı. “O nların
b ir balığ ın k a rn ın a g irm ed iğ in e dair yem in etm ek için, balığın
k a rn ın a b izzat g irm e n gerekir. B ir hikâye anlatan bir denizci;
ta m a m , in sa n b u n a g ü leb ilir am a d ö rt ayrı gem inin kürekçileri
aynı h ikâyeyi d ö r t farklı dilde anlatıyorsa...”
“H ik â y e le r aynı d e ğ il” diye ısrar etti A rm en. “Asshai’de ej­
d e rh a la r, Q a r th ’ta ejd erh alar, M e e re e n ’de ejderhalar, D othraklı
e jd erh alar, k ö leleri azat ed en ejderhalar... h e r hikâye bir önce­
k in d e n fark lı.”
“S ad ece d etay lard a.” M o lla n d e r sarhoşken iyice inatçı o lu ­
y o rd u ve ay ık k en bile dikkafalıydı. “H epsi ejderhalardan ve genç,
g ü zel b ir k raliçed en b ah sed iy o r.”
P a te ’in u m u rsa d ığ ı tek ejd erh a sarı altından yapılm ıştı. S im ­
yacıya n e o ld u ğ u n u m erak etti. Üçüncü gün. Burada olacağım söy­
lem içti.
“A yağ ın ın y an ın d a b ir elm a v ar,” diye seslendi Alleras, M o lla n d e r’e, “b e n im sadağım da da hâlâ iki ok v ar.”
“S adağını b e cerey im .” M o llan d er, rüzgârın yere d ü şü rd ü ğ ü
elm ay ı av cu n a aldı. “B u so lu can lı,” diye sızlandı am a yine de
elm ayı fırlattı. O k , elm ayı d ü şm eye başladığı anda yakaladı ve
9
rem iz bir şekilde ikiye böldii. E lm a n ın yarısı k ü ç ü k b ir k u le ­
nin çatısına indi, daha alçak bir çatıya y u v arlan d ı ve A r m e n ’i bir
adım la ıskaladı. “B ir solucanı ikiye b ö le rse n iki so lu c a n yapm ış
o lıırsıın ,” diye bilgi verdi Kalfa.
“Keşke aynı şey elm alar için d e g eçerli olsaydı, k im se aç
kalm azdı,” dedi A lleras y u m u şa k g ü lü m s e m e le r in d e n biriyle.
Sfenks h er zam an g ü lü m sü y o rd u , gizli b ir şaka b iliy o rm u ş gibi.
Bu g ü lü m sem e; sivri çenesine, sivri saç ç izg isin e ve kısa kesil­
m iş sim siyah g ü r saçlarına yakışan şey tan i b ir ifade v e riy o rd u
ona.
Alleras bir üstat olacaktı. S adece b ir y ıld ır H is a r ’d aydı am a
şim diden üstat zincirinin üç h alk asın ı d ö v m ü ş tü . A r m e n ’in
daha çok halkası vardı am a h e r b irin i k azan m ası b ire r yılın ı al­
m ıştı, buna rağm en o da bir ü sta t olacaktı. R o o ııe ve M o lla ııder pem be boyunlu çıraklar olarak k a lm ışla rd ı am a R o o ııe ço k
gençti ve M ollaııder içki içm eyi k itap o k u m a y a te rc ih e d iy o rd u .
B ununla birlikte Pate...
Beş yıldır H isa r’daydı, g eld iğ in d e 0 11 ü ç y a ş ın d a n b ü y ü k d e ­
ğildi, buna rağm en b oynu, batı to p ra k la rın d a n ilk g eld iğ i g ü n k ü
kadar pem beydi. İki kez hazır o ld u ğ u n a in a n m ış tı. İlk s e fe rin d e ,
cennetle ilgili m alum atını se rg ilem ek ü z e re A liü sta t V a e lly n ’in
hu zu ru n a çıkm ıştı ve bilgisini g ö s te rm e k y e rin e , S irk e V aell­
y n ’in bu ismi nasıl kazandığım ö ğ re n m iş ti. T e k r a r d e n e m e k
için cesaret toplam ası iki yılını alm ıştı. B u d efa, y u m u ş a k sesi
ve şefkatli elleriyle m e şh u r, n a z ik ve yaşlı A liü sta t E b ro s e ’u n
karşısına çıkm ıştı fakat E b ro s e ’u n ıç g e ç ir m e le rin in , V a e lly n ’in
dikenleri kadar can yakıcı o ld u ğ u a n la şılm ıştı.
“Son bir elm a,” diye söz v erd i A lleras, “s o n ra sa n a şu e jd e r ­
halarla ilgili şü p helerim i an latacağ ım .”
“Benim b ilm ediğim ne b iliy o r o la b ilirs in ? ” d iy e h o m u r ­
dandı M ollander. Bir dalda elm a g ö rd ü , z ıp lad ı, elm a y ı aldı ve
fırlattı. Alleras yayının ipini k u lağ ın a k a d a r ç e k ti, h av ad a u çan
hedefini takip etm ek için zarafetle d ö n d ü . E lm a y e re d ü şm e y e
başladığında Alleras oku saldı.
“Son atışını hep ıskalıyorsun,” d e d i R o o n e .
Elm a, zarar görm em iş bir h âld e n e h r e d ü ş tü .
10
“G ö rd ü n m ü ? ” dedi R oone.
“B ü tü n hedefleri v u rd u ğ u n gün, gelişm enin d urduğu gün­
d ü r.” Alleras u zu n y ay ın ın ipini çıkardı ve silahı deri kılıfına
koydu. Yay, Yaz A daları’nd a b ü y ü y en nadide ve masalsı bir ağaç
olan altın y iirek ten yapılm ıştı. Pate bir keresinde yayı bükm eyi
d en em iş ve başarısız o lm u ştu . Alleras, tek bacağını sıranın üze­
rine atıp şarap k upasına u zan ırk en , Sfenks za yıf görünüyor ama o
kollarda kuvvet var , diye d ü şü n d ü Pate. Alleras, yum uşak ve ağ­
dalı D o rn e aksanıyla, “E jd erh an ın üç başı var,” diye duyurdu.
“B u b ir b ilm ece m i?” diye so rd u R oone. “Sfenksler daim a
bilm ecelerle ve hikâyelerle k o n u şu r.”
“B ilm ece d eğ il.” A lleras şarabını yudum ladı. D iğerleri, T e ­
lek ve M aşrap a’yı m e ş h u r ed en k o rk u n ç sert elm a şarabıyla
d o lu m aşrap aları kafalarına dikiyorlardı am a Alleras, annesinin
m e m le k e tin in tu h a f ve tatlı şaraplarını tercih ediyordu. Bu çeşit
şaraplar E ski Ş e h ir’de bile u cu z değildi.
A lleras’a “S fe n k s” adını veren T em b el L eo’ydu. Bir sfenks,
biraz şu b iraz da b u y d u : B ir in sanın yüzü, bir aslanın bedeni,
b ir şa h in in kanatları. A lleras da aynıydı: Babası D o rn elu ’ydu,
an n esi kara d erili b ir Yaz Adalı. A lleras’m teni tik ağacı kadar
k o y u y d u ve g özleri, H isa r’ın ana kapısında d uran yeşil m erm er
sfe n k sle rin g özleri gibi oniksti.
“K alk an ların ve sancakların ü stü n d e k i ejderhalar dışında,
h iç b ir e jd e rh a n ın h içb ir zam an üç başı o lm ad ı,” dedi Kalfa Arm e n sertçe. “B u b ir h an ed an arm asıydı, hepsi bu. Ayrıca, b ü tü n
T a rg a ry e n la r ö ld ü .”
“H e p si d e ğ il,” d ed i Alleras. “Yalvaran K ral’ın bir kız kardeşi
v a rd ı.”
“O n u n k afasın ın b ir duvara v u ru larak parçalandığını sanı­
y o r d u m ,” d ed i R o o n e.
“H a y ır,” d ed i A lleras. “Kafası L annister A slanı’nın cesur
ad am ları ta rafın d an duvara v u ru lan , P rens R haegar’ın küçük
oğ lu A e g o n ’dı. Biz R lıaegar’ın k ard eşin d en bahsediyoruz, E j­
d e rh a Kayası d ü şm e d e n evvel orada doğan kız, D aenerys d e ­
d ik le ri.”
“F ırtın ad ad o ğ a n . O n u şim d i h atırla d ım .” M ollander, dipte
11
kalan elm a şarabını çalkalayarak m aşrap asın ı y u k arı kald ırd ı.
“D aen ery s’e!” Şarabı y u ttu , boş m aşrapayı se rtç e m asaya v u r ­
d u , geğirdi ve elinin tersiyle ağzını sildi. “R o se y n e re d e ? M e şru
kraliçem iz b ir elm a şarabını d ah a h a k e d iy o r, sizce d e öy le değil
m i?”
Kalfa A rm en telaşlı g ö rü n ü y o rd u . “S esin i alçalt aptal. B öyle
şeyler h akkında şaka bile y ap m am alısın . K im in d in liy o r o la b i­
leceğini asla bilem ezsin. Ö r ü m c e k ’in h e r y e rd e k u la k la rı v a r.”
“Ah, p an to lo n u n a işem e A rm e n . Ş erefe k a d e h k a ld ırıy o r­
d u m , isyan b aşlatm ıy o rd u m .”
Bir kıkırdam a d u y u ld u . P a te ’in a rk a sın d a n y u m u ş a k , s in ­
si bir ses ko n u ştu. “B ir hain o ld u ğ u n u h e r z a m a n b iliy o rd u m
K urbağa.” T em bel Leo, eski ta h ta k ö p r ü n ü n a y a ğ ın d a k a m b u r
bir şekilde o tu ru y o rd u , yeşil ve a ltın çizgili s a te n le re b ü r ü n ­
m üştü, siyah ipekten d ik ilm iş y a rım p e le r in in i, y e ş im ta ş ın d a n
bir gülle o m zu n a tu ttu rm u ş tu . L e k e le rin r e n g in e b ak ılırsa, k ı­
yafetine dam lattığı şarap koyu k ırm ız ıy d ı. D e lik a n lın ın te k g ö ­
zü n ü n üstüne, sam an sarısı sa ç la rın d a n b ir tu ta m d ü ş m ü ş tü .
M ollander, T em b el L eo’y u g ö r ü n c e ö fk e le n d i. “B o ş v e rse n e .
Çek git. B urada iste n m iy o rsu n .” A lleras, M o lla n d e r ’i sa k in le ş­
tirm ek için tek elini o n u n o m z u n a k o y d u . A r m e n k a ş la rın ı çattı.
“Leo. L ordum . A nladığım kadarıyla ü ç g ü n d a h a H is a r ’d a ...”
“...hapis kalm am g erek iy o r.” T e m b e l L eo o m u z la r ın ı silkti.
“P erestan d ü n y anın kırk b in y aşın d a o ld u ğ u n u s ö y lü y o r, M o llos da beş yüz b in yaşında o ld u ğ u n u . Ü ç g ü n n e d ir ki, s o ra ­
rım size?” T erasta b ir d ü z in e b o ş m asa o lm a s ın a ra ğ m e n L eo
onların m asasına o tu rd u . “B ana b ir k a d e h A r b o r a ltın ı ısm a rla
Kurbağa, bakarsın babam a az ö n c e k i k a d e h k a ld ır ış ın d a n b a h ­
setm em . D am alı K u m a rh a n e ’d e şa n sım y a v e r g itm e d i v e so n
geyiğimi akşam yem eği için h a rc a d ım . K e s ta n e v e b ey az m a n ­
tarla d o ld u ru lm u ş sü t d o m u z u , e rik so slu . B ir e r k e k y e m e k y e ­
m ek zo ru n d ad ır. Siz d elik an lılar n e y e d in iz ? ”
“K oyun eti,” diye m ırıld a n d ı M o lla n d e r. S e s in d e n , b u n d a n
hiç m e m n u n olm adığı an laşılıy o rd u . “L la şla n m ış b ir k o y u n b u ­
d u n u paylaştık.”
“D o y u ru cu o ld u ğ u n d a n e m in im .” L eo , A lle ra s’a d ö n d ü .
12
“B ir lo rd u n oğlu c ö m ert o lm alıdır Sfenks. Anladığım kadarıyla
bakır halkanı kazanm ışsın. İşte b u n a içerim .”
Alleras g ü lü m sed i. “B en sadece dostlarım a içki ısm arlarım ,
ayrıca b ir lo rd u n o ğlu değilim , b u n u sana söylem iştim . A nnem
b ir tü ccard ı.”
L eo’n u n ela ren k li gözleri şarap ve fesatlıkla ışıldıyordu.
“A n n en , Yaz A daları’n d an gelen b ir m aym undu. D ornelular,
bacak ların ın arasında b ir d elik olan h e r şeyi düzerler. Am acım
seni g ü c e n d irm e k değil. B ir ceviz kadar kahverengi olabilirsin
am a en azın d an yıkan ıy o rsu n . B izim benekli d o m u z çobanım ı­
zın ak sin e.”
Eğer maşrapamla ağzına vurursam dişlerinin yaraım dökebilirim ,
diye d ü ş ü n d ü Pate. D o m u z çobanı B enekli Pate, binlerce m ü s­
te h c e n h ik ây en in k ahram anıydı: O n a saldıran şişm an lordları,
m a ğ ru r şövalyeleri ve gösterişli rahipleri h e r seferinde yenm eyi
başaran iyi kalpli, boş kafalı hantal b ir tip. P ate’in aptallığı bir
şek ild e kaba b ir k u rn azlığ a d ö n ü şü rd ü ; hikâyeler h er seferinde,
P a te ’in b ü y ü k b ir lo rd u n yü k sek m asasında oturm asıyla ya da
b ir şö v aly en in k ızını yatağa atm asıyla son b u lu rd u . Ama onlar
hikây ey d i. G e rç e k d ü n y ad a d o m u z çobanları asla o kadar başa­
rılı o lm azd ı. P ate b azen , a n n esin in b u ism i on d an nefret ettiği
için v e rd iğ in i d ü ş ü n ü rd ü .
A lleras artık g ü lü m se m iy o rd u . “Ö z ü r dileyeceksin.”
“Ö y le m i? ” d ed i Leo. “B oğazım b u kadar kuruyken nasıl d i­
le y e b ilirim ? ”
“S ö y led iğ in h e r kelim eyle h an ed an ın ı u tan d ırıy o rsu n ,” dedi
A lleras. “B izd e n biri olm akla H isa r’ı u tan d ırıy o rsu n .”
“B iliy o ru m . B ana şarap ısm arla da utancım ı boğayım .”
“D ilin i k ö k ü n d e n k o p a rırım ,” dedi M ollander.
“G e rç e k te n m i? O zam an sana ejderhaları nasıl anlatırım ?”
Leo tek rar o m u z silkti. “M elez doğ ru söylüyor. D eli K ral’ın kızı
sağ ve üç ejd erh ası v ar.”
“Ü ç ? ” d ed i R o o n e hayretle.
L eo d e lik an lın ın elini okşadı. “İkiden çok ve d ö rtte n az. Se­
n in y e rin d e olsay d ım , h e n ü z altın halka için teşebbüste b u lu n ­
m a z d ım .”
13
“Onu rahat bırak,” diye uyardı Mollander.
“ Nasıl da kahraman bir Kurbağa. Nasıl istersen. Qarth’m
yüz fersah yakınına gitmiş her gemideki her adam o ejderhalar­
dan bahsediyor. Bazıları onları gördüğünü bile söylüyor. Sihir­
baz onlara inanmaya m eyilli.”
Armen kınama dolu bir şekilde dudaklarını büzdü. “ Marwyn
sağlıklı değil. Bunu en başta Aliiistat Perestan’tan duyabilirsin.”
“Aliüstat Ryam da aynı şeyi söylü yor,” dedi Roone.
Leo esnedi. “ Deniz ıslak, güneş sıcak ve hayvanat bahçesi ço­
ban köpeğinden nefret ediyor.”
Herkes için alaycı bir lakabı var, diye düşündü Pate, fakat
M anvyn’in bir üstattan çok bir çoban köpeği gibi göründüğünü
inkâr edemezdi. Seni ısırmak istiyor sanki. Sihirbaz diğer üstatlar
gibi değildi. İnsanlar onun fahişelerle ve vasıfsız büyücülerle
dostluk ettiğini, kıllı Ibbenliler ve zift gibi kara Yaz Adalılar ile
onların dilinde konuştuğunu ve rıhtım ların aşağısındaki küçük
i denizci tapınaklarında tu h af tanrılara kurbanlar verdiğini söylü1yordu. Adamlar onu şehrin altındaki fare çukurlarında ve kara
genelevlerde oyuncularla, şarkıcılarla, paralı askerlerle hatta diİ lencilerle takılırken gördüklerinden bahsediyordu. Hatta bazı­
ları, onun bir zamanlar bir adamı yum ruklayarak öldürdüğünü
^fısıldıyordu.
Marwyn, uzak toprakların haritasını çıkarmak, kayıp kitap­
ları aramak, büyücülerle ve gölge bağcılarıyla çalışmak için do­
ğuda sekiz yıl geçirdikten sonra Eski Şeh ir’e döndüğünde, Sirke
Vaellyn ona “ Sihirbaz M arw yn ” adını takmıştı. Aliüstat Ryam
bir keresinde, “Tılsım ları ve duaları rahiplere bırak. Zekânı, in­
sanın güvenebileceği gerçekleri öğrenm ek için kullan,” demişti
Pate’e. Ama Ryam ’ın yüzüğü, asası ve maskesi sarı altındı ve
üstat zincirinde Valyria çeliğinden bir halka yoktu.
Armen burun kıvırarak Tem bel Leo’ya baktı. Bu tavır için
kusursuz bir burnu vardı; uzun, ince ve sivri. “Aliüstat Marwvn
birçok tuhaf şeye inanıyor,” dedi, “ lâkin ejderhalara dair, Mollander’in sahip olduğundan fazla kanıta sahip değil. Sadece daha
çok denizci hikayesi.”
“Yanılıyorsun,” dedi Leo. “ Silıirbaz’ın dairesinde bir cam
mum yanıyor.”
14
Meşale ışığıyla aydınlatılm ış terasa sessizlik çöktü. Arm en
iç geçirdi ve om uz silkti. M olland er gülm eye başladı. Sfenks,
kocaman siyah gözleriyle L e o ’yu inceledi. R oone, aklı karışmış
gibi görünüyordu.
Pate cam m um lardan haberdardı ama yanan bir cam m um
görmemişti. C am m um lar, H isa r’ın en kötü saklanan sırrıydı.
Kıyam et’ten bin yıl önce, V alyria’dan Eski Ş eh ir’e getirildikleri
söylenirdi. Pate dört tane m u m olduğun u duym uştu; biri yeşil,
üçü siyahtı, hepsi uzun ve kıvrım lıyd ı.
“ Bu cam m um lar n ed ir?” diye sordu R oon e.
Kalfa A rm en boğazını tem izledi. “ B ir kalfa, yem inini etm e­
den bir gece önce m ah zen de nöbet tutm ak zorundadır. Yanına
bir fener, m eşale ya da lam ba alm asına izin verilm ez... yalnızca
obsidiyen bir m um . E ğ er m u m u yakam azsa, geceyi karanlıkta
geçirm ek zorundadır. Bazıları dener. Aptal ve inatçı olanlar, şu
sözüm ona y ü k sek sırlar eğitim in i alanlar. Ç o ğ u parm aklarını
keser, zira m u m ların üstün deki çıkıntılar ustura kadar keskin­
dir. Sonra, kanlı parm aklarıyla, başarısızlıklarını düşünerek şa­
fağın gelm esini bek lem ek zorun d a kalırlar. D aha akıllı adamlar
sadece uyur ya da geceyi dua ed erek geçirir ama her yıl m um u
yakmayı deneyen birkaç kalfa çıkar.”
“E vet.” Pate de aynı hikâyeleri d u ym u ştu . “A m a ışık saçma­
yan bir m um ne /şe yarar?”
“ B ir derstir,” dedi A rm e n , “ üstat zincirim izi takmadan önce
öğrenm em iz gereken son ders. C a m m um , gerçekleri ve irfanı
temsil eder; nadir, güzel ve hassas şeyleri. Bize, bir üstadın, ne­
reye giderse gitsin ışık saçm ak zorunda olduğun u hatırlatmak
için m um şeklinde yap ılm ıştır ve bilginin tehlikeli olabileceğini
hatırlatmak için keskindir. B ilge adam lar, bilgelikleri yüzünden
kibir sahibi olabilir am a bir üstat daim a m ütevazı kalmalıdır.
Cam m um bize bu n u da hatırlatır. B ir üstat, yem inini edip zin­
cirini taktıktan sonra bile, nöbetinin karanlığını ve m um u yak­
mak için nasıl hiçbir şey yapam adığını anım sar... zira bazı şeyler
vukufla bile im kânsızdır.”
Tem bel Leo bir kahkaha koyuverdi. “ Senin için imkânsız­
dır demek istiyorsun. M u m u n yandığını kendi gözlerim le gör­
düm .”
“Y anan bir m u m g ö rd ü ğ ü n e ş ü p h e m y o k ,” d e d i A rm e n . “İ h ­
tim alle siyah b ir m u m .”
“Ben ne g ö rd ü ğ ü m ü b iliy o ru m . M u m u n ışığı t u h a f ve p a r ­
laktı, b a lm u m u ya da iç y ağından y ap ılm ış m u m la rın ışığ ın d an
çok daha parlak. G arip gö lg eler y a ra tıy o rd u ve alevi h iç titr e ­
m iy o rd u , arkam daki açık kapı cerey an y a p tığ ın d a b ile alev tit­
rem ed i.”
A rm en kollarını g ö ğ sü n d e b irle ştird i. “O b s id iy e n y a n m a z .”
“Ejderhacamı,” dedi Pate. “S ıra d an in sa n la r o n a e jd e rh a c a m ı
d iy o r.” Bu ayrıntı ö n em li g ö r ü n m ü ş tü n e d e n s e .
“D iy o rlar,” dedi Sfenks A lleras d ü ş ü n ü r gibi, “v e d ü n y a d a
tekrar ejderhalar v arsa...”
“E jderhalar ve daha karan lık şe y le r,” d e d i L eo. “G ri k o y u n la r
gözlerini kapadı am a çoban kö p eğ i g erçeğ i g ö r ü y o r. E sk i g ü ç le r
uyandı. G ölgeler h arek etlen d i. Ç o k y a k ın d a b ir m u c iz e v e d e h ­
şet çağı başlayacak, tan rıla r ve k a h ra m a n la r için b ir ça ğ .” O te m ­
belce g ü lüm sem esiyle g erin d i. “B u n a b ir k a d e h iç ilir d e r im .”
“Biz y eterince içtik,” d e d i A rm e n . “G ü n , is te d iğ im iz d e n
daha erken doğacak ve A liü stat E b ro s e id r a rın ö z e llik le r in d e n
bahsediyor olacak. G ü m ü ş b ir h alk a d ö v m e y e n iy e tli o la n la r
adam ın kon u şm asını kaçırm asalar iyi o lu r .”
“Sizleri sidik tatm ak tan alık o y m a y a y ım ,” d e d i L eo. “Ş a h se n
ben A rbor altın ın ın tadını te rc ih e d e r im .”
“Eğer seçeneklerim sen ve sid ik se, s id ik iç e r im .” M o lla n d e r
m asadan kalktı. “H adi R o o n e .”
Sfenks, yay kılıfına uzan d ı. “B e n im iç in d e y a ta k v ak ti. R ü ­
yam da ejderhalar ve cam m u m la r g ö rm e y i b e k liy o r u m .”
“H ep in iz m i?” Leo o m u z silkti. “P ek âlâ, R o s e y b u ra d a . B elki
küçük şekerlem em izi u y a n d ırır ve o n u b ir k a d ın y a p a r ım .”
Alleras, Pate’in y ü z ü n d e k i ifadeyi g ö rd ü . “B ir k a d e h şarap
alacak b a h ri yoksa, kızı alacak b ir a ltın ı o la m a z .”
“Evet,” dedi M o llan d er. “A yrıca, b ir k a d ın y a ra tm a k iç in b ir
erkek gerekir. B izim le gel Pate. G ü n e ş d o ğ d u ğ u n d a yaşlı W alg rave uyanacak. T u v alete g itm e k için s e n in y a rd ım ın a ihtiyaç
duyacak.”
Eğer bugün kim olduğumu hatırlarsa. A liü sta t W algrave, k u z ­
16
gunları b irb irin d e n ayırt etm ek te hiç so ru n yaşam ıyordu fakat
insanlarla o kadar iyi değildi. Bazı günler, P ate’in, Cressen isim ­
li biri o ld u ğ u n u san ıy o rd u . “D ah a değil,” dedi Pate arkadaşla­
rına. “B en b iraz d ah a kalacağım .” Şafak tam olarak sökm emişti.
Sim yacı hâlâ geleb ilird i ve gelirse Pate orada olm ak istiyordu.
“N asıl istersen ,” ded i A rm en. Alleras u zu n u zu n Pate’e bak­
tı, so n ra yayını in ce o m z u n a astı ve köprüye doğru ilerleyen ar­
kadaşların ı takip etti. M o llan d e r o kadar sarhoştu ki düşm em ek
için tek elin i R o o n e ’u n o m z u n a koyarak y ü rü m ek zorunda kal­
dı. H isa r, k u z g u n la r için fazla uzakta değildi ama delikanlılar
k u z g u n değ ild i. A yrıca Eski Ş eh ir b ü tü n o ara sokakları, çapraz
yolları ve k a m b u r caddeleriyle tam bir labirentti. N e h ir sisi dört
d elik an lıy ı y u ta rk e n , Pate, A rm en ’in, “Dikkatli o lu n ,” dediğini
d u y d u , “hava n em li, taşlar kaygandır.”
O n la r g ittiğ in d e , T e m b e l Leo y ü zü n ü ekşiterek Pate’i in­
celedi. “N e acı. S fenks b ü tü n güm üşleriyle birlikte çekip gitti,
b e n i ço b an d o m u z u B enekli P ate’e terk etti.” G erinerek esnedi.
“T a tlı m in ik R o sey ’m iz nasıl?”
“U y u y o r ,” d ed i Pate sertçe.
“Ç ıp la k u y u d u ğ u n d a n e m in im .” Leo sırıttı. “Kızın bir ejder­
h a ed ece ğ in i d ü ş ü n ü y o r m u su n gerçekten? Bir gün öğrenm ek
z o ru n d a y ım sa n ırım .”
P ate b u n a cevap v erm em esi gerektiğini biliyordu.
L eo ’n u n cevaba ihtiyacı yoktu. “B en fahişeyi bozduğum da
fiyatı öyle b ir y ere d ü şecek ki, d o m u z çobanları bile onu satın
alabilecek. B ana teşek k ü r etm en gerek.”
S en i öldürmem gerek, diye d ü şü n d ü Pate am a hayatını çöpe
atacak kad ar sarh o ş değildi. Leo silah eğitim i almıştı, eşkıya bı­
çağında ve h an çerd e ö lü m cü l o ld uğu biliniyordu. Ayrıca Pate,
b ir şek ild e L eo ’yu ö ld ü rü rse kendi başını da kaybederdi. Pate’in
yalnızca b ir ism i varken Leo iki ism e sahipti ve ikinci ismi Tyreird ı. Eski Ş e h ir’in Ş eh ir M uhafızları K um andanı Sör M oryn
T y rell, L eo ’n u n babasıydı. Yüksek Bahçe Lordu ve G üney M u ­
hafızı M ace T y rell, L eo’n u n kuzeniydi. Ve Eski Ş ehir’in Yaşlı
A d a m ’ı; m u h te lif u n v an ların ın arasında “H isar’ın K oruyucusu”
da olan Y üksek K uleli L ord Leyton, Tyrell H anedanı’nın ye-
17
minli sancak beyiydi. Boş ver, dedi Pate kendi k en d in e. Bunları
sadece beni yaralamak için söylüyor.
Doğu tarafında sisler aydınlanıyordu. Şafak, diye fark etti
Pate. Şafak geldi ama simyacı gelmedi. G ü lm esi m i yoksa ağlam ası
mı gerektiğini bilm iyordu. Her şeyi yerine bırakırsam ve ne yaptığı­
mı kimse bilmezse hâlâ hırsız saydır mıyım? P a te ’in cevap v e re m e ­
diği bir başka soruydu bu, bir zam an lar E b ro s e ’u n ve V aellyn’in
sorduğu sorular gibi.
Pate sırayı itip ayağa kalktığında, k o rk u n ç se rt elm a şarabı
bir anda kafasına hücu m etti. D en g esin i sağlam ak için tek elini
masaya koymak zorunda kaldı. “R o sey ’yi ra h a t b ıra k ,” d ed i veda
sözii olarak. “O n u rahat bırak yoksa seni ö ld ü r e b ilir im .”
Leo Tyrell, gözüne düşen saçları geri itti. “D o m u z ç o b a n la ­
rıyla düello yapm am . Yaylan.”
Pate döndü ve terası geçti. A d ım ları eski k ö p r ü n ü n y ıp ra n ­
mış tahtalarında çınladı. Pate karşı tarafa v a rd ığ ın d a , d o ğ u se­
ması pem beye d ö nüyordu. D ünya büyük, d e d i k e n d i k e n d in e .
Eğer o eşeği satın alırsam Yedi K ra llık ’ın sokaklarını ve yan yollarını
dolaşabilirim, sıradan insanları sülükler ve saçlardaki bitleri temizlerim.
B ir gemide çalışabilirim, kiirek çekerim ve o kahrolası ejderhaları bizzat
görmek için Yeşim Kapılandan geçip Q a rth ,a gidebilirim . Yaşlı W algrave’e ve kuzgunlara geri dönmek zorunda değilim .
Ama bir şekilde, P ate’in ayakları H is a r ’a d o ğ r u y ü r ü d ü .
D oğudaki bulutların arasından g ü n e ş in ilk ışık ları s ü z ü ld ü ğünde, lim andaki D enizci S ep ti’n in sa b ah ç a n la rı ç a lm ay a b a ş­
ladı. Bir an sonra ona L ord S epti katıld ı, s o n ra B allı Ş a ra p ’ın
karşı tarafındaki bahçelerden Y edi M a b e t v e n ih a y e t, A e g o n ’ın
Kral T oprakları’na çıkışından ö n c e b in yıl b o y u n c a Y ü c e Ü s ta f m m akam ı olan Yıldızlı Sept. K ad ir b ir m ü z ik y a p ıy o rla rd ı.
Ama bir kiiçiik bülbül kadar tatlı değil.
Pate, çan seslerinin altın d an şarkıları d a d u y a b iliy o rd u . K ır­
mızı rahipler, h er sabah ilk ışıklarda, g ü n e ş in d o ğ u ş u n u k arşıla­
m ak üzere iskelelerin yanındaki m ü te v a z ı ta p ın a k la r ın ın d ışın d a
toplanıyordu. Ç ünkü gece karanlık ve dehşet dolu. P a te r a h ip le rin
bu sözleri yakarışını y üzlerce kez d u y m u ş tu ; ta n rıla rı R ’h llor’dan, kendilerini karanlıktan e s irg e m e s in i istiy o rla rd ı. Y edi
tanrı o n u n için yeterliydi ama Pate, Stannis Baratheon’ın artık
gece ateşlerinde ibadet ettiğini duym uştu. H atta Stannis, san­
caklarına erkek geyik yerine R’hllor’un alevli kalbini koymuştu.
Eğer Stannis, Demir Taht'ı kazanırsa, hepimiz kırmızı rahiplerin şar­
kısının sözlerini öğrenmek zorunda kalacağız, diye düşündü, gerçi
b u pek olası değildi. T yw in Lannister, Karasu’da Stannis’i ve
R ’h llo r’u ezm işti, çok yakında onların işini bitirecek ve taht ta­
libi B arath eo n ’ın kafasını bir kazığa geçirip Kral Toprakları’nın
kapılarının ü stü n e koyacaktı.
G ece sisi yo k o lurken, Eski Şehir şafak öncesi karanlıktan
bir hayalet m isali çıkarak Pate’in etrafında şekillenmeye başladı.
Pate, Kral T o p rak ları’nı hiç görm em işti ama saz ve kerpiçten
inşa ed ilm iş b ir şehir o ld u ğ u n u biliyordu; çam urlu caddeler,
saz çatılar ve ahşap barakalardan ibaret dağınık bir arazi. Eski
Ş ehir taştan inşa edilm işti ve şehrin b ü tü n caddeleri, en fakir
ara sokağa kadar kaldırım taşlarıyla kaplıydı. Şehrin en güzel
o ld u ğ u vak it g ü n d o ğ u m u y d u . Ballı Şarap’ın batısında, Lonca
B inaları kıyıya b ir sıra saray gibi dizilm işti. N eh rin yukarısında,
su y u n h e r iki y an ın d a H isar’ın kubbeleri ve kuleleri yükseli­
y o rd u ; salonlarla ve evlerle dolu taş köprülerle birbirlerine bağ­
lanıy o rlard ı. N e h rin aşağısında, Yıldızlı Sept’in siyah m erm er
d u v a rla rın ın ve k em erli p encerelerinin altında, m ütedeyyinle­
rin evleri, zen g in ve d u l b ir kadının ayaklarına dolanan çocuklar
m isali b ir araya toplanm ıştı.
Ve ileride, Ballı Şarap’ın genişleyerek Fısıltılı Ses’e karıştığı
yerd e Y ü k sek K ule yükseliyordu, kulenin işaret ateşleri şafağa
karşı ışıld ıy o rd u . M u h a reb e Adası’nın sarp kayalıklarının tepe­
sin d e d u ra n k u le n in gölgesi, şehri bir kılıç gibi kesiyordu. Eski
Ş e h ir’d e d o ğ u p b ü y ü y en ler, g ü n ü n hangi vakti olduğunu o göl­
g e n in d ü ştü ğ ü yere bakarak söyleyebilirdi. Bazıları, kulenin te­
p e s in d e n S u r’u n bile g ö rü n d ü ğ ü n ü iddia ederdi. Belki de Lord
L eyto n b u y ü z d e n o n yıldan fazla zam andır hiç aşağı inm em iş
ve şe h rin i b u lu tla rd a n y önetm eyi tercih etm işti.
N e h ir y o lu n d a n aşağı d oğru y ü rü rk en Pate’in yanından bir
kasap arabası geçti, arabanın arkasındaki beş dom uz yavrusu ızdırıp la çığlık atıy o rd u . Şehirli bir kadın yukarıdaki pencereden
19
bir dışkı kovası boşaltırken, Pate kenara kaçarak arabanın y o lu n ­
dan çekildi ve pislenm ekten son anda k u rtu ld u . B ir kalenin üsta­
dı olduğumda sürecek bir atım olacak, diye d ü şü n d ü . S o n ra b ir taşa
takılıp düştü ve kimi kandırdığını m erak etti. O n u n b ir zinciri,
bir lordun yüksek masasında bir yeri ya da büy ü k , beyaz b ir atı
olmayacaktı. O n u n hayatı kuzg u n ların gaklam alarını d in ley e­
rek ve Aliüstat Walgrave’in iç çam aşırlarındaki dışkı lekelerini
ovalayarak geçecekti.
Bir ses, “İyi sabahlar P ate,” ded iğ in d e, P ate tek d iz in in ü s­
tünde kıyafetine bulaşan çam u ru te m izlem ey e çalışıyordu.
Simyacı, Pate’in tepesinde d ik iliy o rd u .
Pate ayağa kalktı. “Ü çü n c ü g ün... T e le k ve M a şra p a ’da o la­
cağını söylem iştin.”
“Arkadaşlarınla birlikteydin. S o h b e tin iz i b ö lm e k iste m e ­
dim .” Simyacı, başlıklı bir yolcu p e lerin i giy m işti; k ah v eren g i
ve alelade. Doğan güneş, adam ın o m u z la rın ın ark asın d ak i ça­
tıların üzerinden bakıyordu, b u y ü z d e n b aşlığ ın a ltın d ak i y ü z ü
seçmek zordu. “N e olduğuna k arar v e rd in m i? ”
İlle de söyletmek zorunda mı? “B ir h ırsız ım s a n ırım .”
“Olabileceğini d ü ş ü n m ü ş tü m .”
İşin en zor kısmı, A liüstat W alg rav e’in y a ta ğ ın ın altın d ak i
kasayı dışarı çekm ek için ellerin in ve d iz le r in in ü s tü n e ç ö k m e k
olm uştu. Kasa çok sağlam yapılm ıştı ve k e n a rla rı d e m ir d i am a
kilidi kırıktı. Ü stat G o rm o n kilidi P a te ’in k ırd ığ ın d a n ş ü p h e lenmişti fakat bu doğru değildi. K ilidi, o n u açan a n a h ta rı kay­
bettikten sonra bizzat W algrave k ırm ıştı.
Pate kasanın içinde bir to rb a g ü m ü ş geyik, m av i k u rd e le y le
bağlanmış bir tutam sarı saç, W alg rav e’e b e n z e y e n (b ıy ık la rı­
na kadar) bir kadın m in y atü rü ve p u llu ç e lik te n y a p ılm ış b ir
şövalye eldiveni b u lm u ştu . W algrave, e ld iv e n in b ir p re n s e ait
olduğunu iddia ediyordu am a han g i p re n s o ld u ğ u n u h a tır la m ı­
yordu. Pate eldiveni salladığında y e re b ir a n a h ta r d ü ş m ü ş tü .
Onu yerden alırsam bir hırsız olacağını, d iy e d ü ş ü n d ü ğ ü n ü h a ­
tırladı Pate. A nahtar eski ve ağırdı, siyah d e m ir d e n y ap ılm ıştı;
sözüm ona H isa r’daki b ü tü n kapıları a ç ıy o rd u . S adece aliü sta tların bu çeşit anahtarları vardı. D iğ e rle ri a n a h ta rla rın ı ü z e rle ­
20
rinde taşıyor ya da güvenli bir yerde saklıyordu ama Walgrave
anahtarını saklasaydı bir daha kimse göremezdi. Pate anahtarı
kapm ış ve güm üşleri de almak için geri dönm eden önce, kapıya
giden yolun yarısını yürüm üştü. Bir hırsız, az da çalsa çok da
çalsa bir hırsızdı. “Pate,” diye seslenmişti bir kuzgun Pate’in ar­
kasından, “Pate, Pate, Pate.”
“E jderham sende m i?” diye sordu simyacıya.
“İstediğim şey sendeyse.”
“O n u ver. G ö rm ek istiyorum .” Pate, simyacının onu dolan­
dırm asın a izin verm eye niyetli değildi.
“N e h ir yolu uygun bir yer değil. G el.”
P ate’in düşü n m ey e, seçeneklerini tartmaya vakti yoktu.
Sim yacı uzaklaşıyordu. Pate ya o nu takip edecek ya da hem Rosey’yi h e m de ejderhayı sonsuza dek kaybedecekti. Takip etti.
Y ü rü rk en elini kol yenine soktu. Oraya diktiği gizli cebin için­
de g üv en d e olan anahtarı hissetti. Ü statların cübbeleri ceplerle
d o lu o lu rd u . Pate b u n u çocukluğundan beri biliyordu.
S im yacının u zu n adım larına yetişm ek için acele etm ek zo­
runday d ı. B ir ara sokakta yü rü d ü ler, bir köşeden döndüler, H ır­
sız P azarı’nı ve Paçavracı Sokağı’nı geçtiler. Sonunda, simyacı
ilk in d en d ah a d ar b ir ara sokağa girdi. “Burası yeterince uzak,”
dedi Pate. “E trafta kim se yok. İşi burada yapacağız.”
“N asıl istersen .”
“E jd e rh am ı istiy o ru m .”
“E lb e tte .” Sikke ortaya çıktı. Simyacı, Rosey’nin onu Pate’le
tanıştırd ığ ı gece yaptığı gibi, sikkeyi parm ak kem iklerinin ara­
sın d a d o laştırd ı. E jderha hareket ederken sabah ışığında pırılda­
dı ve sim y acın ın parm aklarına altın bir ışıltı verdi.
Pate ejderhayı adam ın elinden kaptı. Avcunda altının ılıklı­
ğını hissetti. Sikkeyi ağzına g ö tü rdü ve ısırdı; adamların böyle
yaptığını g ö rm ü ştü . D oğruyu söylemek gerekirse, altının tadı­
n ın nasıl olm ası gerektiğini bilm iyordu ama bir aptal gibi gö­
rü n m e k istem iy o rd u .
“A n ah tar?” diye so rd u simyacı nazik bir şekilde.
Bir şey, P ate’in tered d ü t etm esine sebep oldu. “İstediğin şey
21
bir kitap m ı?” Kilitli m ah zen lerd ek i bazı V alyria p a rş ö m e n le ri­
nin, dünyada kalan yegâne n ü sh a lar o ld u ğ u sö y le n ird i.
“B enim ne istediğim seni ilg ile n d irm e z .”
“H ayır.” İş bitti, dedi Pate k en d in e. G it. Telek ve Maşrapa ’ya
koş, Rosey’yi bir öpücükle uyandır ve artık sana ait olduğunu söyle.
Buna rağm en oyalandı. “Bana y ü z ü n ü g ö s te r.”
“N asıl istersen.” Sim yacı başlığını çık ard ı.
Bir adam dı sadece, yüzü de sadece b ir y ü z. D o lg u n y a n a k ­
ları ve gölge gibi sakallarıyla genç b ir a d a m ın y ü z ü , alelad e. Sağ
yanağında belli belirsiz bir yara izi g ö r ü n ü y o r d u . K ancalı b ir
b u rn u ve kulaklarının arkasına k ıv rılm ış g ü r siy ah saçları v ardı.
Pate’in tanıdığı bir yüz değildi. “S eni ta n ım ıy o r u m .”
“Ben de seni.”
“Kim sin?”
“Bir yabancı. H iç kim se. G e r ç e k te n .”
“A h.” Pate’in sözleri tü k e n m işti. A n a h ta rı d ışa rı ç ık a rd ı ve
yabancının eline koydu, k en d in i s e rs e m le m iş h is s e d iy o r d u , başı
dönüyor gibiydi. Rosey, diye h a tırla ttı k e n d in e . “O h â ld e işim iz
bitti.”
Ayaklarının altındaki k ald ırım taşları h a r e k e t e tm e y e b a ş la ­
dığında Pate ara sokağın y arısın ı y ü r ü m ü ş t ü . T a şla r kaygan ve
ıslak, diye d ü şü n d ü am a sebep b u d e ğ ild i. G ö ğ s ü n d e ç e k iç g ib i
vuran kalbini hissedebiliyordu. “N e le r o lu y o r ? ” d e d i. B a c a k la rı
suya d ö n ü şm üştü. “A n la m ıy o ru m .”
“Ve asla anlam ayacaksın,” d e d i ü z g ü n b ir ses.
Kaldırım taşları P ate’i ö p m e k iç in y u k a r ı ç ık tı. P a te y a r d ım
istem ek için bağırm aya çalıştı fakat sesi d e z a y ıf lıy o rd u .
Pate’in son d ü şü n c esi R osey o ld u .
22
PEYGAMBER
Kralın ö ld ü ğ ü n ü söylem ek için geldiklerinde, peygam ber,
B ü y ü k W y k ’te adam b o ğ u y o rdu.
K asvetli, so ğ u k b ir sabahtı. D eniz, gökyüzü kadar k u rşu ­
niydi. İlk üç adam , hayatlarını B o ğ u lm u ş T a n rı’ya korkusuzca
su n m u ş tu fakat d ö rd ü n c ü n ü n inancı zayıftı, ciğerleri hava için
çığlık atark en d elikanlı m ü cadele etm eye başladı. Beline kadar
çıkan k ö p ü k lü dalgaların içinde d u ran A eron, nefes almaya çalı­
şan çıp lak delik an lıy ı o m u z la rın d a n yakaladı ve başını aşağı bas­
tırd ı. “C e s u r o l,” d ed i. “D e n iz d e n geldik ve denize dönm eliyiz.
A ğ zın ı aç ve ta n rın ın n im e tin i iç. Ö lm e k ve yeniden doğm ak
için c iğ e rle rin i su ile d o ld u r. M ücadele e tm e n in faydası yok.”
Kafası d alg aların altın d a olan ço cu k ya A ero n ’ı duyam ıyordu
ya da in a n c ı o n u b ü s b ü tü n te rk etm işti. Ö yle şiddetli bir şekilde
te k m e atıp ç ırp ın m a y a başladı kı A eron yardım çağırm ak zo­
ru n d a k aldı. R a h ib in d ö rt b o ğ u lm u ş adam ı, biçare delikanlıyı
s u y u n a ltın d a tu tm a k için dalgaların içine y ü rü d ü . R ahip, deniz
k ad ar d e r in b ir sesle, “B izim için b o ğ u lm u ş Y üce T a n rı,” diye
d u a e tti, “k u lu n E m m o n d ’ın d e n iz d e n y e n id e n doğm asına izin
v er, tıp k ı se n in gibi. O n u tu zla kutsa, taşla kutsa, çelikle kutsa.”
N ih a y e t, iş b itm işti. D e lik a n lın ın ağzından hava kabarcık­
ları ç ık m ıy o rd u , k o lların d a k i ve bacaklarındaki b ü tü n kuvvet
tü k e n m iş ti. E m m o n d sığ d en iz d e , so lg u n , so ğ u k ve h u z u rlu bir
şe k ild e y ü z ü s tü y atıy o rd u .
B u h a rs a ç lı, çakıl taşlarıyla kaplı sahilde b ekleyen b o ğ u lm u ş
a d a m la rın a ü ç a tlın ın k atıld ığ ın ı ancak o zam an fark etti. S parr’ı
ta n ıy o rd u ; k e sk in hatlı b ir y ü z ü ve su lu gözleri olan yaşlı ada­
m ın titre k sesi, B ü y ü k W y k ’in b u b ö lü m ü n d e k a n u n dem ekti.
Y aşlı a d a m a , o ğ lu S teffario n ile b ir başka delikanlı eşlik ed iy o r­
d u ; g e n ç a d a m , e te k le rin e k oyu k ırm ızı k ü rk d ikilm iş p elerin i­
n i, G o o d b r o th e r la r ’ın siyah ve altın savaş b o ru s u n u tem sil ed en
g ö ste rişli b ir b ro şla o m z u n a tu ttu rm u ş tu . R ahip b ir bakışta G o ro ld’ıtn oğullarından biri, diye k arar verdi. G o o d b ro th e r’ın karı­
sı, b ir d ü z in e kız ç o c u ğ u n a rd ın d a n , ilerle m iş yaşında üç oğul
23
do ğ u rm u ştu ve oğulları b irb irlerin d en ayırt e tm e n in m ü m k ü n
olm adığı söylenirdi. A eron B uharsaçlı d e n e m e y e ten e z z ü l e t­
m edi. Bu delikanlı G reydon, G o rm o n d ya da G ra n d e olsa, ra­
hibin ona ayıracak vakti yoktu.
Aeron sertçe bir em ir verdi. R a h ib in b o ğ u lm u ş adam ları
ölü delikanlıyı kollarından ve b acak ların d an tu ta ra k dalgaların
sahilde bıraktığı çizginin ü stü n e taşıdı. R a h ip o n ları takip etti,
edep yerlerini ö rten fok derisi d ışın d a çırılçıp lak tı, tü y leri d ik en
diken olm uştu. Ü stü n d e n su lar d a m la r b ir h âld e, ıslak k u m ­
ların ve denizin aşındırdığı çakıl taşla rın ın ü s tü n e , sa h ile çıktı.
Boğulm uş adam lardan biri ona kaba y ü n d e n y a p ılm ış b ir cü b b e
uzattı. Aeron, denizin ve B o ğ u lm u ş T a n r ı’n ın re n k le ri o la n ala­
calı yeşillere, m avilere ve grilere b o y a n m ış c ü b b e y i giydi, c ü b ­
benin içinde kalan saçlarını dışarı çık ard ı. A e ro n d e n iz ta ra fın ­
dan uyandırıldığından bu yana, o siyah v e ıslak saçlara h iç b ıçak
değm em işti. Saçlar rahibin o m u z la rın a lif l if o lm u ş b ir p e le rin
gibi dökülüyor ve b elin d en aşağı sa rk ıy o rd u . A e ro n sa çların a ve
kesilm em iş dağınık sakallarının arasın a d e n iz y o s u n u şe ritle ri
örm üştü.
Rahibin boğ u lm uş adam ları, d u a e d e r e k ö lü ç o c u ğ u n ç e v re ­
sinde bir halka o lu ştu rd u . R us, ata b in e r g ib i ü s tü n e o tu r d u ğ u
çocuğun göğsünü p o m p alark en , N o r je n d e lik a n lın ın k o lla rın ı
hareket ettiriyordu fakat A ero n g e ld iğ in d e h e r k e s k e n a ra ç e k il­
di. Rahip, E m m o n d ’ın so ğ u k d u d a k la rın ı p a rm a k la rıy la araladı
ve ona hayat ö p ü cüğü v erdi, te k ra r v e te k ra r, d e n iz s u y u ç o ­
cuğun ağzından dışarı fışkırana k ad ar. E m m o n d ö k s ü r m e y e ve
tükürm eye başladı, k o rk u d o lu g ö z le ri titr e y e r e k açıld ı.
Biri daha döndü. A dam lar, b u n u n B o ğ u lm u ş T a n r ı ’n ın in a y e ­
tinin bir işareti o ld u ğ u n u sö y le rd i. Z a m a n z a m a n h e r ra h ip b ir
adam kaybederdi; bir zam a n la r ç o k k u tsa l o ld u ğ u d ü ş ü n ü le n
ve bu sebeple b ir krala taç g iy d irm e k ü z e r e s e ç ile n Ü ç K ez B o ­
ğulm uş T arle bile. A m a A ero n G re y jo y asla. O , B u h a rs a ç lı’ydı,
tan rın ın ıslak k o rid o rların ı g ö rm ü ş v e b u n u a n la tm a k iç in geri
d ö n m ü ştü . A ğzından su p ü s k ü r te n d e lik a n lın ın ç ıp la k s ırtın a
v u ru rk en , “K alk,” dedi. “B o ğ u ld u n v e b iz e g e ri g ö n d e r ild in .
Z aten ölü olan ö le m e z .”
24
“Lâkin doğar.” D elikanlı şiddetle öksürdü, ağzından daha
çok su çıktı. “Y eniden doğar.” H e r kelim e acıyla satın almıyor­
d u am a d ü n y an ın d ü zen i buydu; bir adam yaşamak için savaş­
m ak zorundaydı. “Y eniden doğar.” E m m ond sallanarak ayağa
kalktı. “D ah a güçlü. Ve daha zorlu.”
“A rtık tanrıya aitsin,” dedi A eron, E m m o n d ’a. Diğer boğul­
m u ş adam lar delik an lın ın etrafında toplandı, kardeşliğe katılışı­
nı k u tlam ak için sırtına v u rd u lar ve alnını öptüler. Biri çocuğa
m avi, yeşil ve gri alacalı b ir y ü n cübbe giydirdi. Bir diğeri, deniz
su la rın ın kıyıya sü rüklediği ağaç dallarından yapılmış bir çomak
verdi. “A rtık d en ize aitsin, b u yüzden deniz seni silahlandırdı,”
ded i A ero n . “Ç o m ağ ın ı, tan rım ızın b ü tü n düşm anlarına karşı
şid d etle sa v u rm an için d u a ed iy o ruz.”
R ah ip d ah a sonra, olan biteni eyerlerinin üstünde izleyen üç
atlıya d ö n d ü . “B oğulm aya m ı geldiniz lordlarım ?”
S p arr ö k sü rd ü . “B en ço cukken b o ğ u ld u m ,” dedi, “oğlum da
isim g ü n ü n d e .”
A e ro n aşağılar gibi g ü ld ü . S teffarion Sparr doğum undan h e­
m e n so n ra B o ğ u lm u ş T a n rı’ya v erilm işti, A eron b undan şüphe
e tm iy o rd u am a b u n u n nasıl yapıldığını da biliyordu; bebeğin
başı, d e n iz su y u y la d o lu b ir k üvete hafifçe daldırılarak bir par­
ça ıslatılıy o rd u . B ir zam an lar dalgaların sesinin duyulduğu her
y ere h ü k m e d e n d e m ird o ğ u m lu la rın ele geçirilm iş olması şaşır­
tıcı d eğ ild i. “O g erçek b ir b o ğ u lm a değil,” dedi A eron, atlılara.
“G e rç e k te n ö lm ey en , ö lü m d e n d ö n ü p y eniden doğm ayı u m u t
ed e m e z . İn a n c ın ız ı k an ıtlam ak için değilse, neden geldiniz?”
“L o rd G o r o ld ’u n oğ lu bazı havadislerle birlikte sizi aramaya
g e ld i.” S p arr, k ırm ızı p elerin li genci gösterdi.
D e lik a n lı o n altı y aşından b ü y ü k g ö rü n m ü y o rd u . “Evet,
p ek i se n h a n g isisin ?” diye so rd u A eron.
“G o r m o n d . L o rd u m m e m n u n olacaksa G o rm o n d G oodbr o th e r .”
“M e m n u n e tm e m iz gerek en varlık B oğulm uş T a n rı’dır.
B o ğ u ld u n m u G o rm o n d G o o d b ro th e r? ”
“İsim g ü n ü m d e b o ğ u ld u m B uharsaçlı. Babam beni sizi b u l­
m a m v e o n a g ö tü rm e m için g ö n d erd i. Sizi görm esi gerek.”
25
“İşte burada d u ru y o ru m . L ord G o ro ld gelsin ve gözleri bay­
ram etsin .” A eroıı, az önce d en iz suyuyla d o ld u r u lm u ş deri m a­
tarayı R u s’tan aldı, tıpasını çıkardı ve b ir y u d u m içti.
A tının ü stü n d e n , “Sizi kaleye g ö tü r m e m g e re k ,” diye ısrar
etti genç G orm oııd.
Çizm eleri ıslanacak diye atından inmeye korkuyor. “Y ap m am ge­
reken tanrı işleri v ar.” A ero n G rey jo y p e y g a m b e rd i. D eğ ersiz
lordlarııı ona bir köleym işçesine e m ir v e rm e s in e k atlan am azd ı.
“G o ro ld ’a bir kuş g eld i,” ded i S parr.
“Bir üstadın kuşu, P yke’taıı,” diye o n ay lad ı G o r m o n d .
Kara kanatlar, kara haberler. “K u z g u n la r tu z u n ve taşın ü z e ­
rinde uçar. Beni ilgilendiren h av ad isler varsa ş im d i sö y le y in .”
“Bizim getirdiğim iz havadisler y a ln ızca s e n in k u la k la rın için
Buharsaçlı,” dedi Sparr. “B u rad a, d iğ e rle rin in ö n ü n d e k o n u ş a ­
cağım m eseleler değil b u n la r.”
uDiğerleri dediğin b en im b o ğ u lm u ş a d a m la rım , ta n r ın ın h iz ­
m etkârları, tıpkı b enim gibi. N e o n la r d a n g iz lim v a r n e d e k u t­
sal denizinin kenarında d u r d u ğ u m ta n r ım d a n .”
Atlı adam lar bakıştı. “Söyle o n a ,” d e d i S p a rr v e k ırm ız ı p e ­
lerinli genç cesaretini topladı. “K ral ö ld ü ,” d e d i, o k a d a r basit
bir şekilde. İki kü çü k kelim e. A m a d e lik a n lı o iki k e lim e y i dile
getirdiğinde, bizzat d eniz titred i.
Batıdiyar’da d ö rt kral vardı am a A e r o n h a n g i k ra lın k a ste d il­
diğini sorm aya gerek d u y m ad ı. D e m ir A d a la rı’n ı B a lo n G re y jo y
yönetiyordu, başkası değil. K ral öldü. B u nasd olabilir'? A e r o n en
b üyük ağabeyini en fazla bir ay d ö n ü m ü ö n c e , T a şlı K ıy ı’yı yağ­
malayıp D em ir A daları’na d ö n d ü ğ ü n d e g ö r m ü ş tü . R a h ip u z a k ­
lardayken B alon’ııı gri saçların ın yarısı b e y a z la m ış tı. O m u z la ­
rındaki çökkünlük, d a rg e m ile rin y e lk e n açtığı z a m a n k in d e n
daha belirgindi. Fakat n eticed e, kral h a sta g ö r ü n m ü y o r d u .
A eron G reyjoy, hayatını iki k u d r e tli s ü t u n u n ü s tü n e k u r ­
m uştu. O iki kü çü k kelim e, s ü tu n la r d a n b ir in i d e v irm iş ti. Bana
yalnızca Boğulmuş Tanrı kaldı. Tanrı beni d e n iz k ad ar güçlü ve yorul­
maz kılsın. “A ğabeyim in nasıl ö l d ü ğ ü n ü a n la tın .”
“M ajesteleri Pyke’taki k ö p rü le rd e n b ir in i g e ç e rk e n d ü ş tü ve
aşağıdaki kayalara çarptı.”
26
G reyjoy kalesi u çu ru m lu bir arazinin üstünde duruyordu.
İç kaleler ve kuleler, denizden yükselen m uazzam kaya yığın­
larının tepesine inşa edilm işti. K öprüler Pyke’ı bağlıyordu; oy­
m alı taşlardan inşa edilm iş kem erli köprüler ve kendir halatlar
ile kalaslardan yapılm ış sallantılı geçişler. “D üştüğünde fırtına
şiddetli m iydi?” diye so rd u Aeron.
“E vet,” dedi delikanlı, “öyleydi.”
“O n u F ırtın a T an rısı devirdi,” diye duyurdu rahip. D eniz ve
gökyüzü bin lerce yıldır savaş halindeydi. D enizden dem irdoğu m lar ve onları kışın derinliklerinde bile ayakta tutan balıklar
gelm işti fakat fırtınalar sadece h ü z ü n ve keder getirmişti. “Ağa­
bey im B alon bizi tekrar b ü y ü k kıldı, b u da Fırtına T anrısı’nın
gazabını u y an d ırd ı. A ğabeyim şim di Boğulm uş T anrı’nın ıslak
salo n ların d a yiyip içiyor, o n u n h er arzusunu yerine getirmek
için b ek ley en denizkızlarıyla birlikte. O n u n başladığı muazzam
işi, b u k u ru ve kasvetli vadide kalan bizler bitirm eliyiz.” Rahip,
su m a tarasın ın tıpasını geri taktı. “Lord babanla konuşacağım.
Ç e k iç b o y n u z b u ra d a n ne kadar uzakta?”
“A ltı fersah. T e rk id e o tu ru p benim le gelebilirsiniz.”
“T e k kişi iki k işid en daha hızlı yol alır. Atını bana ver ve Bo­
ğ u lm u ş T a n rı seni k u tsasın .”
“B e n im atım ı al B uharsaçlı,” diye önerdi Steffarion Sparr.
“H ay ır. O n u n b ineği daha güçlü. Senin atın evlat.”
D elik an lı b ir an te re d d ü t etti, sonra atından indi ve dizginleri
B u h a rsaçlı’ya uzattı. A ero n , kara ve çıplak ayağını üzengiye geçi­
rip k e n d in i ey erin ü stü n e attı. A tlardan hoşlanm ıyordu -bunlar
yeşil to p ra k la rd a n g elen yaratıklardı ve adam ların güçsüzleşm esin e se b ep o lu y o rla rd ı- am a zaru ret at sürm esini gerektiriyordu.
Kara kanatlar, kara haberler. F ırtın an ın eli kulağındaydı, Aeron
b u n u d alg aların için d e duy ab iliy o rdu ve fırtına şerden başka bir
şey g e tirm e z d i. A ero n atın başını çevirdi ve boğulm uş adam la­
rına, “B e n im le Ç akıltaşı Kalesi’nde, Lord M erly n ’in kulesinin
a ltın d a b u lu ş u n ,” dedi.
Yol z o rlu y d u ; atın ayaklarının altında sık sık kayboluyorm uş
gibi g ö r ü n e n d a r patika boy u n ca yokuşlar, ağaçlıklar ve taşlı d er­
b e n tle r v ard ı. B ü y ü k W yk, D e m ir A daları’nın en büyüğüydü.
27
O kadar genişti ki, adadaki bazı Iordlar kutsal denizi görm eyen
arazilere sahipti. Gorold G oodbrother da onlardan biriydi. L or­
dun kalesi, adaların Boğulm uş T a n rı’nın diyarına en uzak yeri
olan Sertkaya Tepeleri’ndeydi. G o ro ld ’un halkı y erin altındaki
taşlı karanlıkta, G orold’un m adenlerinde çalışırdı. Bazıları tu z ­
lu suyu hiç görm eden yaşar ve ö lü rd ü . B u çeşit insanların huysuz
ve tuhaf oltııalart tevekkeli değil.
Aeron at sürerek yol alırken, d ü şü n c eleri k ard eşlerin e gitti.
Dem ir Adaları Lordu Q u ello n G rey jo y ’u n to h u m la rın d a n
dokuz erkek evlat doğm uştu. H arlo n , Q u e n to n ve D ö n e l, L ord
Q uellon’un ilk karısından o lm u ştu ; T aşağaçlar’d a n b ir kadın.
Balon, Euron, Victarion, U rig o n ve A egon, lo rd u n ikinci karısındandı; Tuz U çu ru m u ’ndan b ir S u n d erly . Q u e llo n ’ın ye­
şil topraklardan aldığı üçüncü karısı, o n a R o b in isim li hasta ve
aptal bir oğul vermişti; çoktan u n u tu lm u ş b ir k ardeş. R ahip,
henüz bebekken ölen Q u e n to n ’ı ve D o n n e l’ı h a tırla m ıy o rd u .
Gri yüzüyle, hareketsiz bir şekilde, p e n c e re siz b ir k u le o d a s ın ­
da oturan ve diliyle dudakları gri h astalık y ü z ü n d e n taşa d ö n ü ­
şürken her geçen gün biraz daha zayıflayan fısıltılarla k o n u şa n
Harlon’u zar zor anım sıyordu. B ir gün, dördüm üz Boğulm uş T a n rı’nm ıslak salonlarında birlikte yiyip içeceğiz, U rri de bizim le olacak.
Quellon Greyjoy’un to h u m la rın d a n d o k u z e rk e k ev lat d o ğ ­
muştu fakat sadece d ördü erkeklik çağına g ele c e k k a d a r yaşa­
mıştı. Kadınlar kan ve acıdan ib aret y atak lard a kısa ö m ü r lü ç o ­
cuklar doğururken; erkeklerin d e n iz d e n b a lık tu ttu ğ u , to p rağ ı
kazdığı ve öldüğü bu soğuk d ü n y a n ın d ü z e n i b u y d u . A e ro n ,
dört deniz canavarının en k ü çü ğ ü ve e n ö n e m s iz iy d i, B a lo n ise
en büyüğü ve en cesuru; sadece d e m ir d o ğ u m lu la r ın k a d im şa n ­
larını geri almak için yaşayan acım asız ve k o r k u s u z o ğ u l. B a lo n
on yaşında, Kör Lord’un tekinsiz k u le s in e v a rm a k iç in K u m taşı
U çurum ları’na tırm anm ıştı. O n üç y aşın d a, b ir d a r g e m in in k ü ­
reklerini kullanabiliyor ve p arm ak d a n s ın ı ad ad ak i h e r a d a m d a n
daha iyi yapabiliyordu. O n beş y aşın d a, D a g m e r Y a rık ç e n e ’yle
Basamaktaşı’na yelken açm ış ve b ir yaz m e v s im in i y a ğ m a ya­
parak geçirmişti. İlk kez orada b ir a d a m k a tle tm iş ve ilk iki tu z
karısını almıştı. O n yedi yaşında k e n d i g e m is in in k a p ta n ı o l­
28
m u ştu . B alo n , b ir ağabeyin o lm ası g erek en h e r şeydi, b u n u n la
b irlik te A e ro n ’a ta h k ird e n başka b ir şey gösterm em işti. Z a y ıf ve
günahkârdım , tahkirden başka bir şey hak etmiyordum. Kahraman B a ­
lon tarafından hor görülmek, Euron Kargagöz tarafından sevilmekten
iyidir. Yaş ve k ed er, yıllarla b irlik te B alo n ’ı sertleştirm işti am a
o n u yaşayan ad am ların h e p sin d e n d ah a azim li de yapm ıştı. O
bir lordun oğlu olarak doğdu ve bir kral olarak öldü, kıskanç bir tanrı
tarafından öldürüldü , diy e d ü ş ü n d ü A eron. Ve şimdi fırtına geliyor,
bu adaların daha önce hiç görmediği türden bir fırtına.
R ah ip , Ç e k iç b o y n u z ’u n hilal ayı tırm alayan dikenli d em ir
sip e rle rin i g ö rd ü ğ ü n d e k aran lık çökeli çok zam an o lm u ştu .
G o r o ld ’u n kalesi gen iş ve yekpareydi. Yapıyı o lu ştu ran m u ­
azzam taşlar, k alen in ark asın d a yü k selen kayalık u ç u ru m d a n
çık arılm ıştı. Kale d u v a rla rın ın altındaki m ağaraların ve kadim
m a d e n le rin girişleri, dişsiz kara ağızlar gibi açılm ıştı. Ç ekiçboy­
n u z ’u n d e m ir kapıları gece için kapatılm ış ve sürgülenm işti.
A e ro n , çın la m a b ir n ö b etçiy i u y an d ıran a d ek kapıları dövdü.
R a h ib i içeri k ab u l e d e n d elikanlı, o n a atını veren G o rm o n d ’u n ay nısıydı. “S en h an g isisin ?” diye so rd u A eron.
“G ra n . B ab am sizi b ek liy o r.”
K o rid o r ru tu b e tli ve esintiliydi, gölgelerle doluydu. G o ­
r o ld ’u n k ız la rın d a n b iri, rah ib e b ir kupa bira ikram etti. Bir d i­
ğeri, ısıd an ço k d u m a n çıkaran cansız bir ateşi karıştırdı. G orold
G o o d b ro th e r, gri cü b b eli zayıf b ir adam la kon u şu y o rd u , ada­
m ın b o y n u n d a k i zin cir, o n u n b ir H isar üstadı o ld u ğ u n u söy­
lü y o rd u .
A e ro n ’ı g ö rd ü ğ ü n d e , “G o rm o n d nered e?” diye sordu G o ­
rold.
“Y ayan d ö n ü y o r. K adınlarınızı g ö n d erin lo rd u m , üstadını­
zı d a .” A ero n ü statları sevm iyordu. O n ların kuzgunları Fırtına
T a n rıs ı’n ın yaratıklarıydı. U r r i’d en beri üstatların şifacılığına da
g ü v e n m iy o rd u . Hiçbir düzgün adam esaret dolu bir hayatı seçmez ve
boynuna takm ak için bir kölelik zinciri dövmez.
“G ysella, G w in , bizi yalnız b ırakın,” dedi G o o d b ro th er se rt­
çe. “S en d e G ran . Ü sta t M u re n m u re kalacak.”
“G id e c e k ,” diye ısrar etti A eron.
29
"Burası bcııim sa lonum B uharsaçlı. K im in gidip k im in kala­
cağını söylem ek sana d ü şm ez. Ü s ta t k alıy o r.”
Adanı denizden çok uzakta yaşıyor, d ed i A e ro n k e n d in e . “Ö y ­
leyse ben gideceğim ,” dedi G o o d b r o th e r ’a. A rkasını d ö n ü p y ü ­
rüm eye başladığında, çıplak ve kara ay ak ların ın çatlak tabanla­
rının altındaki k u ru hasırlar h ışırd ad ı. G ö r ü n ü ş e g ö re A eron,
onca yolu bir hiç uğ ru n a k atetm işti.
Ü stat boğazını tem izleyip, “D eııiztaşı T a h tı’n d a E u r o n Kargagöz o tu ru y o r,” dediğinde, A e ro n n e re d e y s e kapıya v arm ıştı.
Buharsaçlı d ö n d ü . S alon a n sız ın s o ğ u m u ş tu . Kargagöz yarım
diitıya uzakta. Ba h tı onu iki yıl önce gönderdi ve geri dönerse, buttun
hayatına mal olacağına dair yemin etti. “A n la t,” d e d i se rtçe.
“Kralın ö lü m ü n d e n so n ra L o rd L im a n ı’n a g ird i v e B a lo n ’ın
en b üyük kardeşi olarak kale ile ta h tı ta le p e tti,” d e d i G o ro ld
G oodbrother. “Şim di b ü tü n adalara k u z g u n la r g ö n d e riy o r.
Kaptanları ve kralları, diz ç ö k tü r m e k v e k ralları o la ra k k e n d is i­
ne biat ettirm ek üzere P y k e’a ç a ğ ırıy o r.”
“H ayır.” A eron B uharsaçlı k e lim e le rin i ta r tm a d ı. “D e n iz ta şı T ah tı’nda sadece d in d ar b ir a d a m o tu r a b ilir . K arg ag ö z k en d i
kibrinden başka hiçbir şeye ib a d e t e tm e z .”
“Sen kısa zam an önce P y k e’ta y d ın ve k ralı g ö r d ü n ,” d e d i G o ­
odbrother. “Balon halefiyyet h a k k ın d a b ir şe y le r sö y le d i m i? ”
Evet. P encerelerin d ışın d a rü z g â r u lu r v e aşağ ıd a d alg alar h u ­
zursuzca kayalara v u ru rk e n D e n iz K u le s i’n d e k o n u ş m u ş la r d ı.
Balon, A eron’ın o n u n son o ğ lu h a k k ın d a sö y le d ik le rin i d u y d u ­
ğunda kederle başını sallam ıştı. “K u rtla r o n u z a y ıf k a ra k te rli b ir
adama d ö n ü ştü rd ü , tam da k o r k tu ğ u m g ib i,” d e m iş ti. “T a n rıla ­
ra on u öld ü rm eleri için d u a e d iy o r u m , b ö y le c e A s h a ’n ın y o lu ­
na çıkam az.” Bu B alon’ın k ö r lü ğ ü y d ü ; v a h şi v e d ik b a şlı k ız ın d a
kendisini g ö rüyordu ve k ızın ın halefi o la b ile c e ğ in e in a n ıy o rd u .
Bu k onuda yanılıyordu, A ero n o n a b u n u s ö y le m e y e ç a lışm ış­
tı. “D em ird o ğ u m lu ları h içb ir z a m a n b ir k a d ın y ö n e tm e y e c e k ,
Asha gibi bir kadın bile,” diye ısrar e tm iş ti a m a B a lo n d u y m a k
istem ediği şeylere karşı sağır o la b iliy o rd u .
Rahip, G o ro ld G o o d b ro th e r’a cevap v e r e m e d e n ö n c e ü sta -
30
din ağzı bir kez daha açıldı. “U sû len, D eniztaşı Tahtı, T heon’a
ait. Şayet p rens öldüyse Asha’ya. K anun böyle.”
“Yeşil toprakların k an u n u ,” dedi Aeron tiksinti dolu bir ses­
le. “O k an u n ların bizim için ne önem i var? Biz dem irdoğum luyuz, d en izin oğullarıyız, B oğulm uş T an rı’nın seçilmişleriyiz.
Bize ne b ir kadın ne de tanrısız bir adam hükm edebilir.”
“Ya V ictarion?” diye sordu G orold G oodbrother. “D em ir
D o n a n m a o n u n . V ictarion bir talepte bulunacak m ı Buharsaçh?”
“E u ro n o n d an b ü y ü k ...” diye başladı üstat.
A ero n adam ı b ir bakışla su stu rdu. B uharsaçh’nın bir bakışı,
h em k ü ç ü k balıkçı kasabalarında hem de büyük taş kalelerde,
genç kızları bayıltır ve çocukları feryatlar eşliğinde annelerine
k o ştu ru rd u . O bakış, b o y n u zincirli bir köleyi susturm ak için
kâfiden ö teydi. “E u ro n daha b ü y ü k ,” dedi rahip, “lâkin Victari­
o n dah a d in d a r.”
“İkisi arasın d a b ir savaş çıkacak m ı?” diye sordu üstat.
“D e m ird o ğ u m lu , d e m ird o ğ u m lu n u n kanını dökm em eli.”
“B u d in d a r b ir hassasiyet B uharsaçlı,” dedi G oodbrother.
“F akat ağ ab ey in in paylaştığı b ir hassasiyet değil. E uron, Sawane
B o tley ’yi, D en iztaşı T a h tı’n ın k anunlara göre T h e o n ’a ait oldu­
ğ u n u söy led iği için b o ğ d u .”
“E ğ er ad am b o ğ u ld u y sa kan d ökülm em iş dem ektir.”
Ü s ta t ile lo rd bakıştı. “Pyke’a en kısa zam anda bir haber
g ö n d e rm e liy im ,” d ed i G o ro ld G o o d b ro th er. “Buharsaçlı, senin
istişare n i istiy o ru m . G ö n d ereceğ im haber ne olmalı? Biat m ı,
yoksa isyan m ı? ”
A e ro n sakalını sıvazladı ve d ü şü n d ü . Fırtınayı gördüm, adı E u ­
ron Kargagöz. “Ş im d ilik sadece sü k û n e t g ö n d er,” dedi lorda. “Bu
m eseley le ilgili d u a e tm e liy im .”
“İste d iğ in iz k ad ar d u a e d in ,” dedi üstat. “D ualar kanunları
d e ğ iştirm e z . T h e o n m e şru veliahttır, on d an sonra da Asha ge­
lir.”
“S essizlik !” diye k ü k red i A eron. “D em ird o ğ u rn lu lar, siz boy­
n u zin cirli ü sta tların yeşil topraklarla ve onların kanunlarıyla
ilgili aptalca k o n u şm a la rın ı u z u n zam an dinledi. Yine d eni-
31
zi dinlem em izin vaktidir artık. Tanrının sesini dinlememizin
vaktidir.” Aeron’ın sesi dum anlı salonda öyle kuvvetli çınladı
ki ne Gorold Goodbrother ne de üstat cevap vermeye cesaret
edebildi. Boğulmuş Tanrı benimle birlikte, diye düşündü Aeron.
Bana yolu gösterdi.
Goodbrother, ona geceyi kalenin rahatlığında geçirmesini
önerdi fakat rahip bu öneriyi reddetti. N adiren bir kalenin çatı­
sının altında uyurdu ve denizden bu kadar uzakta asla uyumaz­
dı. “Rahatlığı Boğulm uş Tanrı’nın ıslak salonlarında yaşayaca­
ğım. Bizler acı çekm ek için doğduk, acılarımız bizi güçlü kılar.
Tek isteğim, beni Çakıltaşı Kalesi’ne taşıyacak yeni bir at.”
Goodbrother bu isteği m em n u n iyetle yerine getirdi. Tepe­
lerin arasından denize inen en kısa yolu göstermesi için oğlu
Greydon’ı da rahiple birlikte gönderdi. Yola çıktıklarında şafa­
ğın sökmesine daha bir saat vardı ama atları güçlü ve sağlam
adımlıydı; karanlığa rağmen hızlı yol aldılar. Aeron gözlerini
kapadı ve sessizce dua etti, bir süre sonra eyerinde uyuklamaya
başladı.
Ses hafifçe geldi; paslı bir m en teşen in çığlığı. Rahip, “Urri,”
diye mırıldandı ve korkuyla uyandı. Burada menteşe yok, kapı yok,
Urri yok. Urri on dört yaşındayken, elinin yarısı bir balta tara­
fından koparılmıştı; delikanlı, savaşa giden babasının ve ağabey­
lerinin yokluğunda parmak dansı oynam ıştı. Lord Q uellon’un
üçüncü karısı Pem bekız Kalesi’nden bir Piper’dı, büyük ve yu­
muşak göğüsleri olan maral gözlü bir kızdı. U rri’nin elini Eski
UsûPe uygun olarak ateş ve deniz suyuyla tedavi etmek yerine,
delikanlıyı yeşil topraklardan gelen üstada teslim etmişti. Üstat,
çocuğun kesik parmaklarını yerine dikebileceğine dair yemin
etmiş ve bunu yapmıştı. Daha sonra iksirler, yara lapaları ve
bitkiler kullanmıştı fakat el çürüm üş, Urri ateşlenmişti. Üstat
sonunda delikanlının kolunu kestiğinde çok geç kalınmıştı.
Lord Quellon son seferinden hiç dönmemişti; Boğulmuş
Tanrı ona denizde bir ölüm bahşetmişti. Geri gelen Lord Balon’dı, kardeşleri Euron ve Victarion’la birlikte. Balon, Urri’nin
başına gelenleri duyduğunda, üstadın üç parmağını bir kasap
satırıyla kesmiş ve dikmesi için babasının Piper karısına gön32
dermişti. Lapalar ve iksirler, üstada da U rrigo n ’a sağladığı ka­
dar tayda sağlamıştı. Ü stat çılgınlar gibi sayıklayarak ölmüştü ve
kısa zaman sonra Lord Q u ellon ’un üçüncü karısı üstadı takip
etmişti, o sırada ebe kadın leydinin rahm inden ölü bir kız bebek
çıkarıyordu. Aeron m em nun olm uştu. U r r i’nin elini parçalayan
onun baltasıydı; A eron ve U rri parm ak dansını birlikte oyna­
mışlardı, kardeşlerin ve arkadaşların yapacağı gibi.
U rri’nin ölüm ü nü takip eden yılları hatırlamak Aeron ’ı hâlâ
utandırıyordu. O n altı yaşında kendisine erkek diyordu ama
gerçekte ayakları olan bir şarap m atarasıydı. Şarkı söylüyor, dans
ediyor (ama asla parm ak dansı değil), şakalar yapıyor, anlamsız­
ca konuşuyor ve dalga geçiyordu. G ayda çalıyor, hokkabazlık
yapıyor ve at sürüyordu. B ü tü n W yn chler’den, Botleyler’den ve
H arlawlar’ın yarısından daha çok içki içebiliyordu. Boğulm uş
Tanrı her adama yetenekler verirdi, A e ro n ’a bile. H er ziyafette
kanıtlandığı üzere, hiç kim se A eron G re y jo y ’dan daha uzun ve
daha uzağa işeyem ezdi. B ir keresinde, bir şöm ine ateşini sadece
aletiyle söndürebileceğine dair bahse girm iş ve yeni dargemisini
bir keçi sürüsüne karşı ortaya koym uştu. A eron bir yıl boyunca
keçiyle beslenm iş ve dargem iye A ltın Fırtına adını verm işti ama
Balon, kardeşinin pruvaya ne çeşit bir m ahm uz yerleştireceğini
duyduğunda onu gem inin direğine asmakla tehdit etmişti.
N eticede A ltın Fırtına, B a lo n ’ın ilk ayaklanması sırasında
Güzel Ada açıklarına gitm işti. Stannis Baratheon, Victarion’ı
tuzağa düşürüp D em ir D on an m a’yı parçaladığında, A eron’ın
gemisi, Hiddet isim li m uazzam bir savaş kadırgası tarafından
ikiye bölünm üştü. Fakat tanrının A eron ’la işi bitmemişti; onu
kıyıya sürüklem işti. Birkaç balıkçı A eron ’ı esir almış ve onu
zincire vurulu bir hâlde Lannis Lim am ’na götürmüştü. Aeron
savaşın geri kalanını C asterly Kayası’nın bağırsaklarında geçir­
mişti; deniz canavarlarının aslanlardan, yaban domuzlarından
ve tavuklardan daha uzağa işeyebildiğini kanıtlayarak.
O adam öldü. Aeron boğulm uş ve denizden tekrar doğmuştu,
bizzat tanrının peygam beriydi. H içbir ölüm lü adam onu kor­
kutamazdı, karanlığın korkutabileceğinden fazla değil... ya da
hatıralardan ve ruhların kem iklerinden fazla. Açılan bir kaptnın
sesinden, paslı bir menteşenin çığlığındanfazla. Enron dönmüş. S orun
değildi. O Buharsaçlı rahipti, tan rın ın sevgide ü stü n tu ttu ğ u y ­
du.
Güneş tepeleri aydınlatırken, “İş savaşa varır m ı?” diye sor­
du G reydon G oodbrother. “K ardeşin kardeşe karşı o ld u ğ u bir
savaş?”
“Eğer Boğulm uş Tanrı öyle m eram ederse. D eııiztaşı T a h ­
tımda tanrısız bir adam o tu ram az.” Kargagöz dönüşecek, bu kesin.
O n u hiçbir kadın yenem ezdi, A sha bile. K adınlar, m ü c a d e le ­
lerini doğum yatağında verm ek üzere yaratılm ıştı. Ve T h e o n ,
eğer yaşıyorsa, en az o kadar u m u tsu z d u , sarkm ış d u d ak lard an
ve gülüm sem elerden ibaret bir delikanlıydı, K ışyarı’n d a az da
olsa kıymetini kanıtlamıştı fakat K argagöz sakat b ir o ğ lan ço c u ­
ğu değildi. E u ron’un gem isinin güvertesi, o n u ıslatan kanı daha
iyi gizlemesi için kırmızıya boyanm ıştı. Kral, Victariotı olmalı,
yoksafırtına hepimizi telef eder.
Güneş doğduğunda, G reydon ra h ip te n ayrıldı ve B a lo n ’ın
ölüm haberini A şağıçukur’daki, Karga D ik e n i K alesi’n d e k i ve
Ceset G ölü’ndeki kuzenlerine v erm ey e gitti. A e ro n yo la yal­
nız devam etti, denize yaklaştıkça g en işle y en taşlı patikayı takip
ederek yüksek tepelerden ve alçak v a d ile rd e n geçti. Y oldaki h er
köyde ve önemsiz lordların av lularında d u a e tm e k için d u rd u .
“Hepim iz denizden doğduk ve d en ize d ö n e c e ğ iz ,” d e d i onlara.
Okyanus kadar derin sesi dalgalar gibi g ü rle d i. “F ırtın a T a n rısı
bir gazap anında Balon’ı kalesinden aldı ve o n u aşağı attı. B alon,
Boğulmuş T an rı’nın ıslak salonlarındaki d alg aların altın d a yiyip
içiyor şim di.” Ellerini havaya kaldırdı. “Balon öldül Kral öldül Lâ­
kin tekrar bir kral gelecek! Ç ü n k ü za te n ö lü o la n ö le m e z , am a
yeniden doğar, daha güçlü ve daha zorlu! B ir kral doğacakl”
Rahibi duyan insanlardan bazıları, çap aların ı ve k azm aların ı
bırakıp onu takip etti. A eron dalgaların sesini d u y d u ğ u n d a , atı­
nın arkasında tanrı tarafından d o k u n u lm u ş v e b o ğ u lm a y a h e ­
veslenmiş bir düzine adam y ü rü y o rd u .
Çakıltaşı’nda binlerce balıkçı y aşıy o rd u . B alık çıların k u lü ­
beleri, her köşesinde birer taret b u lu n a n kare şekilli b ir k u le ­
nin etrafında toplanm ıştı. A ero n ’ın k ırk b o ğ u lm u ş ad am ı o n u
34
orada b ek liy o rd u ; fok d erisin d en çadırların ve ağaç dallarından
yapılm ış b arın ak ların içinde, gri k u m lu sahil boyunca kam p
k u rm u şlard ı. A dam ların elleri tu z lu suyla sertleşm iş; ağlarla, ip­
lerle yaralanm ış; k ü rek ler, kazm alar ve baltalar y ü zü n d en nasır
tu tm u ştu . F akat o eller, çom akları d e m ir kadar sert tu tu y o rd u
şim di, zira tan rı, onları d en izin altındaki cephanesinden silahlan d ırm ıştı.
A dam lar, dalgaların sahilde bıraktığı ıslak çizginin hem en
ü stü n e rah ip için b ir b arın ak inşa etm işti. A eron, yeni takipçi­
lerini b o ğ d u k ta n so n ra m em n u n iy etle barınağa girdi. Tanrım,
diye d u a etti, dalgaların gümbürtüsüyle konuş ve bana ne yapmam ge­
rektiğini söyle. Kaptanlar ve krallar senin kelamını bekliyor. Kim Balon
yerine kralım ız olmalı? Bana leviathanın dilinde şarkı söyle. Dalgaların
altındaki Tanrı, söyle bana, kim P yke’taki fırtınaya karşı koyacak kuv­
vete sahip?
A ero n B ulıarsaçlı, Ç e k iç b o y n u z’a yaptığı yolculuk y ü zü n ­
d e n b itk in d i am a çatısı siyah d eniz yosunlarıyla kaplı ahşap
b arakasın ın için d e uyuyam adı. B ulutlar yığılıp ayı ve yıldızla­
rı ö rttü . Y o ğ u n karanlık, A ero n ’ın ru h u n a çöktüğü gibi deni­
zin ü z e rin e d e çö k tü . Asha, Balon’m gözdesiydi, kendi bedeninin
çocuğu, fa k a t bir kadın demirdoğumlulart yönetemez. Kral, Victarion
olmalı. Q u e llo n G rey jo y ’u n to h u m ların d an dokuz erkek evlat
d o ğ m u ştu ve V ictario n o evlatların en güçlüsüydü; kuvvetli,
k o rk u su z ve vazifeşinas b ir adam dı. B izim asıl tehlikemiz de bu
işte. K ü ç ü k erk ek kardeş ağabeyine itaat borçluydu ve Victarion
team ü llere karşı gelecek b ir adam değildi. Euron’ı sevmiyor gerçi.
Kadın öldüğünden beri.
D ışarıda, b o ğ u lm u ş adam ların h o ru ltu su n u n ve rüzgârın
ağıdının altında, A ero n dalgaların v u ru şu n u duyabiliyordu;
ta n rın ın o n u m ücadeleye çağıran çekicini. Barınaktan gece se­
rinliğine çıktı. S olgun, zayıf ve u zundu. Ç ırılçıplak bir hâlde
ayakta d u rd u ve siyah tu zlu denizin içine yürüdü. Su buz gi­
biydi am a ta n rın ın okşam aları A eron’ı ürkütm edi. G öğsüne bir
dalga v u rd u , A ero n sendeledi. Bir sonraki dalga başına çarptı.
A eron du d ak ların d ak i tu z u n tadını aldı ve etrafında tanrının
varlığını hissetti, kulakları o n u n şarkısının ihtişamıyla çınladı.
35
Quellotı Greyjoy’un tohumlarından dokuz erkek evlat doğdu ve ben onla­
rın sonuncusuydum, bir k ız kadar z a y ıf ve korkaktım. A m a artık değilim.
O adam boğuldu ve tanrı beni daha güçlü kıldı. Soğuk ve tuzlu deniz
onu sarmaladı, ona sarıldı, onun zayıf insan etini geçti ve kemiklerine dokundu. Kemikler, diye düşündü rahip. Ruhun kemikleri.
Balon’m kemikleri. Urri’nin kemikleri. Gerçek bizim kemiklerimizde,
zira et çiirür ve kemik dayanır. Ve Nagga Tepesi’nde, Gri KraVın Kalesi’nin kemikleri...
Aeron Buharsaçlı titreyerek kıyıya geri döndü, denize girdiği
andakinden daha bilge bir adamdı. Ç ü n k ü aradığı cevabı kemik­
lerinde bulmuştu ve izlem esi gereken yol apaçık ortadaydı. Gece
o kadar soğuktu ki, Aeron barınağına dönerken bedeninden bu­
harlar tütüyordu ama rahibin kalbinde bir ateş yanıyordu, bu kez
uyku çabucak geldi ve dem ir m enteşelerin çığlığıyla bölünmedi.
Rahip uyandığında gün parlak ve rüzgârlıydı. Aeron, istiridye
çorbası ve ateşin üzerinde pişirilm iş deniz yosunuyla kahvaltı etti.
O kahvaltısını bitirir bitirm ez, M erlyn yarım düzine muhafızla
birlikte kulesinden indi. Buharsaçlı, “ K ral öld ü ,” dedi adama.
“Evet. Bir kuş geldi. V e şim di bir tane daha.” M erlyn kel, to­
parlak ve etli butlu bir adam dı, kendini yeşil toprakların tarzıyla
“Lord” ilan etmiş, kürkler ve kadifeler giym işti. “ Kuzgunlardan
biri beni Pyke’a çağırıyor, diğeri O n K u le y e . Siz deniz canavarla­
rının çok kolu var, adamı çekiştirip parçalara bölüyorsunuz. Sen
ne dersin rahip? D argem ilerim i nereye gönderm eliyim ?”
Aeron kaşlarını çattı. “ O n K ule m i dedin? Seni hangi deniz
canavarı oraya çağırdı?” O n K ule, H arlaw Lord u ’nun makamıy­
dı.
“ Prenses Asha. Eve dönm ek için yelken açmış. Okuyucu kuz­
gunlar gönderiyor, bütün dostlarını H arlaw ’a çağırıyor. Balon’ın,
Deniztaşı Tahtı’nda Asha’nın oturm asını istediğini söylüyor.”
“Deniztaşı Tahtı’nda kim in oturacağına Boğulmuş Tanrı
karar verecek,” dedi rahip. “ Seni kutsayabilmem için diz çök.’
Lord Merlyn dizlerinin üstüne çöktü, Aeron matarasının tıpasını
çıkardı ve adamın kel kafasına deniz suyu döktü. “ Bizim için
boğulmuş olan Yüce Tanrı, kulun M eld red’in denizden tekrar
doğmasına izin ver. O nu tuzla kutsa, taşla kutsa, çelikle kutsa.’
Tuzlu su M erlyıı’iıı şişman yanaklarından aşağı aktı, sakalla­
rını ve tilki kürkü pelerinini ıslattı. “Zaten ölü olan ölemez,”
diye bitirdi rahip, “ama tekrar doğar, daha güçlü ve daha zorlu.”
Merlyıı ayağa kalktığında, “ T a ıır f ııın kelamını yaymak için kal
ve dinle,” dedi Aeroıı.
Dalgalar, suyun kenarından üç adım uzaktaki granit kayaya
ç a r p t ı . Aeroıı Bııharsaçlı, bütün sürüsünün onu rahatça göre­
bilmesi ve sözlerini duyabilm esi için orada duruyordu.
Daha önce yüzlerce kez yaptığı gibi, “ H epim iz denizden
doğduk ve denize dön eceğiz,” diyerek konuşm aya başladı. “ F ır­
tına Tanrısı bir gazap anında B alo ıı’ı kalesinden aldı ve onu aşa­
ğı attı. Balon dalgaların altında yiyip içiyor şim di.” Ellerini ha­
vaya kaldırdı. “D em ir kral öhliil Lakiıı yeni bir kral gelecek çünkü
zaten ölü olan ölem ez, ama yeniden doğar, daha güçlü ve daha
zorlu!”
“Bir kral doğacakl” diye bağırdı boğulm uş adamlar.
“ Doğacak. D oğm alı. Lâkin k im ?” Bııharsaçlı bir an dinledi
ancak sadece dalgalar cevap verdi. “ K ralım ız kim olm alı?”
Boğulm uş adam lar çom aklarını birbirlerine vurm aya başla­
dı. “Bulıarsaçtıl” diye bağırdılar. “Kral Buharsaçltl Kral Aerotıl B ize
Bulıarsaçlı’yı ver\”
Aeroıı başını iki yana salladı. “ Eğer bir baba iki oğula sahip
olursa ve birine bir balta, diğerine bir ağ verirse, hangi oğlunu
savaşçı yapm ak niyetindedir?”
“ Balta savaşçı için d ir,” diye bağırdı Rus, “ ağ denizin balıkçısı
için.”
“ Evet,” dedi Aeroıı. “ T an rı beni dalgaların altına çekti ve o
zamanlar olduğum değersiz şeyi boğdu. Beni tekrar yukarı çı­
kardığında, bana görm ek için gözler, duym ak için kulaklar ve
onun kelamını yaym ak için ses verdi; onun nebisi olayını ve
onun gerçeğini, o gerçeği unutanlara öğreteyim diye. Ben Deııiztaşı T ah tfııd a oturm ak için yaratılmadım... Enron Kargagöz
de öyle. Zira, ‘Benim Deııiztaşı T ah tfm d a imansız bir adanı
oturamaz,’ diyen tanrıyı duydum .”
M erlyıı, kollarını göğsünde birleştirdi. “ O halde Aslıa mı?
Victarioıı 11111? Söyle bize rahip!”
37
“Bunu Boğulm uş Tanrı söyleyecek ama burada değil.” Aeroıı, parmağım M erlyn’in beyaz ve şişm an yü zü n e doğrulttu.
“Bana ya da insanların kanunlarına bakma, sadece denize bak.
Sen, bütün kaptanlar ve bütün krallar; yelkenlerinizi açın, kü­
reklerinizi çıkarın ve Eski W yk’e gidin lordum . N e imansızın
önünde eğilmek için Pyke’a, ne de entrikacı kadına yoldaşlık et­
mek için Harlaw’a. Pruvalarınızı Gri Kral’ın Kalesi’nin olduğu
Eski Wyk’e doğru çevirin. Sizi B oğu lm u ş T anrı’nın adına ça­
ğırıyorum. Hepinizi çağırıyorum'. Salonlarınızı ve kulübelerinizi,
kalelerinizi ve kulelerinizi bırakın ve bir kral şûrası düzenlemek
üzere Nagga T epesi’ne d ön ü n !”
Merlyn, ağzı açık hâlde rahibe baktı. “Bir kral şûrası? Gerçek
bir kral şûrası...”
“...çok uzun zamandır olm adı!” diye bağırdı A eron kederle.
“Mamafih günlerin şafağında, d em ird oğu m lu lar kendi kralları­
nı kendileri seçer ve aralarındaki en kıym etli kişiyi yükseltirler­
di. Eski U sû l’e dönm em izin vakti geldi, zira sadece bu şekilde
tekrar büyük olabiliriz. Urras D em irayak’ı Y üce Kral yapan ve
onun başına ahşap taç takan bir kral şûrasıydı. Sylas Düzburun,
Gri Harrag, Yaşlı D eniz Canavarı; hep sin i kral şûrası yükseltti.
Bizim kral şûramızdan, Kral B alon ’m başladığı işi bitirecek ve
bize özgürlüğümüzü geri kazandıracak bir adam çıkmalı. Tek­
rar söylüyorum, Pyke’a ya da O n K ule’ye değil, Eski W yk’e gi­
din. Nagga Tepesi’ni ve Gri Kral’ın Kalesi’nin kemiklerini ara­
yın. Çünkü ay boğulduğunda ve tekrar doğduğunda, o kutsal
yerde kendimize kıymetli bir kral çıkaracağız, imanlı bir kral!”
Kemikli ellerini tekrar havaya kaldırdı. “D inleyin! Dalgaları din­
leyin! Tanrıyı dinleyin! Tanrı bizim le konuşuyor ve gerçek kra­
lımızın kral şûrasından geleceğini söylüyor!”
Aeron’ın bu sözlerinden sonra bir uğultu yükseldi ve boğul­
muş adamlar çomaklarını birbirlerine vurdu. “Kral şûrasıl” diye
bağırdılar. “Kral şûrası, kral şûrası. Sadece kral şûrasından gelecek
kral\” Adamların çıkardığı gürültü öyle şiddetliydi ki, Pyke’taki
Kargagöz ve bulutlu salonundaki hasis Fırtına Tanrısı bağrış­
maları duymuş olmalıydı. Buharsaçlı iyi iş çıkardığını biliyordu-
M UHAFIZLARIN K U M A N D A N I
“Kan portakalları fazla olgunlaşm ış,” dedi prens bezgin bir
sesle, kumandan onu yürüyen sandalyesinde terasa çıkardığın­
da.
Bundan sonra yine saatlerce konuşm adı.
Portakallar hakkında söylediği şey doğruydu. Birkaç porta­
kal yere düşm üş ve soluk pem be m erm erlerde parçalanmıştı.
Hotah ne zaman nefes alsa, burnu m eyvelerin keskin ve tatlı
kokusuyla doluyordu. Ağaçların altında, yürüyen sandalyesinde
oturan prens de kokuyu alabiliyordu şüphesiz. Abanoz ve de­
mirden gıcırtılı tekerlekleri ve kaz tüyü m inderleri olan sandal­
yeyi prens için Ü stat Caloette yapm ıştı.
U zunca bir zaman, havuzlarda ve su fıskiyelerinde oyun oy­
nayan çocuklardan ve terasa düşüp parçalanan başka bir porta­
kalın çıkardığı yu m u şak /optan başka bir ses duyulmadı. Sonra
kumandan, sarayın diğer ucundan gelen belli belirsiz çizme ses­
leri işitti.
Obara. Kadının adım larını tanıyordu; uzun, aceleci ve öfkeli.
Kadının atı, binicisinin m ahm uzları yüzünden kanlı ve terli bir
hâlde kapıların yanındaki ahırda olm alıydı. Obara her zaman
aygır sürerdi ve D o rn e’daki her ata hakim olabileceğini söyle­
yerek böbürlenirdi... her adama da. Kum andan başka ayak ses­
leri de duyuyordu; Ü stat C aleotte’un kadına yetişm ek için acele
eden hızlı ve yum u şak adımları.
Obara K um her zaman çok hızlı yürürdü. Prens bir kere­
sinde kendi kızına, ‘Obara asla yakalayamayacağı bir şeyin peşinde
koşuyor,’ demişti.
Kadın üç katlı kem erin altında belirdiğinde, Aroe Hotah
yolu kesmek için uzunbaltasını yan tarafa indirdi. Baltanın başı,
dişbudak ağacından yapılm ış iki m etrelik bir sapın uçundaydı.
Obara baltayı geçemedi. Hotah, N orvos aksanıyla kalınlaşmış
pes bir homurtuyla, “ Leydim , daha fazla ilerlemeyin,” dedi.
“ Prens rahatsız edilm ek istem iyor.”
Kumandan konuştuğunda kadının yüzü kayaydı; sonra sert39
leşti. “Y olum da d u ru y o rsu n H o ta lı.” O b a ra , K u m Y ılan ları’nın
en büyüğüydü. O tu z u n a yakın, iri k em ik li b ir k ad ın d ı. B irbi­
rine yakın gözleri vardı ve o n u d o ğ u ra n E ski Ş eh irli fahişenin
kahverengi saçlarını alm ıştı. K u m ip e ğ in d e n d ik ilm iş b o z ve
altın alacalı p elerininin altındaki b inici kıyafeti k ah v eren g i d e ­
riden yapılm ıştı. Bu esnek ve y ıp ra n m ış giysiler, k ad ın a d air en
yum uşak şeylerdi. O b a ra ’n ın kalçasında kangal h â lin d e sarılm ış
bir kam çı, sırtında da çelik ve b ak ırd an d ö v ü lm ü ş y u v a rla k bir
kalkan vardı. M ızrağını dışarıda b ırak m ıştı. A re o H o ta h b u n u n
için m üteşekkirdi. O bara, hızlı ve k u v v etli o lm a sın a rağ m en
A reo’n u n dengi değildi, A reo b u n u b iliy o rd u ... fakat kadın bil­
m iyordu ve H otah soluk p e m b e m e r m e rle r in ü s tü n d e k ad ın ın
kanını görm ek istem iyordu.
Ü stat Caleotte, ağırlığını b ir a y ağ ın d an d iğ e rin e v e rd i. “Ley­
di Obara, size söylem eye ç a lıştım ...”
“P rensim iz babam ın ö ld ü ğ ü n ü b iliy o r m u ? ” d iy e so rd u
Obara, kum andana. Ü sta d ı, b ir sineği ö n e m s e y e c e ğ in d e n fazla
önem sem em işti, bir sinek o n u n b a ş ın ın e tra fın d a vızıld ay acak
kadar aptal olm azdı tabii.
“Biliyor,” dedi k u m an d an . “B ir k u ş g e ld i.”
Ö lü m , D o rn e ’a k u zg u n k a n a tla rın d a g e lm işti. K ü ç ü k h a rf­
lerle yazılmış ve bir dam la k ırm ızı m u m la m ü h ü r le n m iş ti. C a ­
leotte m ek tu b un içinde ne o ld u ğ u n u se z m iş o lm a lıy d ı; ç ü n k ü
m ektubu, prense iletm esi için H o ta h ’a v e rm iş ti. P re n s , H o ta h ’a
teşekkür etm iş fakat çok u z u n b ir sü re m ü h r ü k ırm a m ış tı. P a r­
şöm eni kucağına koym uş ve b ü tü n ö ğ le d e n so n ra y ı o y u n o y ­
nayan çocukları seyrederek g eçirm işti. G ü n e ş b a ta n a v e akşam
havası çocukları içeri sokacak k ad ar so ğ u y a n a d e k se y re tm iş ti,
sonra suyun ü stündeki yıldız ışık ların ı iz le m işti. A y y ü k s e ld ik ­
ten sonra H o ta h ’tan bir m u m g e tirm e s in i iste m iş v e m e k tu b u
gece karanlığında, portakal ağ açların ın a ltın d a o k u m u ş tu .
O bara kam çısına d o k u n d u . “B in le rc e in sa n , K e m ik Y o lu ’na
çıkm ak ve babam ı eve g etiren E llaria’ya y a rd ım e tm e k için ya­
yan hâlde kum ları geçiyor. S ep tler tık a basa d o ld u . K ırm ız ı ra­
hipler tapm ak ateşlerini yaktı. Y astık e v le rin d e k i k a d ın la r o n ­
lara giden her adam la çiftleşiyor ve sik k e alm ay ı re d d e d iy o r.
40
G ü n eş M ızrağı’nda, K ırık Kol’da, Yeşilkan boyunca, dağlarda,
derin kum larda, h er yerde, her yerde; kadınlar saçlarını yoluyor
ve erkekler öfkeyle feryat ediyor. H erkes aynı soruyor... D oran
ne yapacak? Doran, katledilmiş kardeşinin intikamını almak için ne
yapacak?” O b ara k u m an d an a yaklaştı. “Ve sen, prens rahatsız edil­
mek istemiyor, d iy o rsu n !”
“R ahatsız ed ilm ek istem iyor,” dedi Areo H otah bir kez daha.
M u h a fızların k u m an d an ı, k o ruduğu prensi tanıyordu. U zu n
zam an ö n ce N o rv o s’tan acem i bir delikanlı gelm işti, koyu renkli
karm ak arışık saçları ve geniş om uzları olan bir çocuktu. Şimdi o
saçlar beyazdı ve delik an lın ın bedeni pek çok m ücadelenin yara
izlerini taşıyordu... am a kuvveti yerindeydi ve uzunbaltasını
keskin tu tm u ş tu , sakallı rahiplerin öğrettiği gibi. Kadın beni geç­
meyecek, d ed i k en d i k en d in e ve, “P rens oyun oynayan çocukları
sey red iy o r,” d ed i kadına. “O y u n oynayan çocukları seyrederken
asla rahatsız e d ilem ez.”
“H o ta h ,” ded i O b ara K um , “yolum dan çekil, aksi takdirde o
uzu n b altay ı alırım v e...”
H o ta h ’ın arkasından, “K u m andan,” diye bir em ir geldi. “Bı­
rak geçsin. O n u n la k o nuşacağım .” P rensin sesi çatallıydı.
A reo H o ta h u zu n b altasın ı yukarı kaldırıp kenara çekildi.
O b a ra ad am a so n b ir kez bakıp yanından geçti. Ü stat acele
ad ım larla k a d ın ın p eşin d en gitti. C aleotte bir buçuk m etreden
u z u n d eğ ild i, b ir y u m u rta kadar keldi, yüzü öyle pürüzsüz ve
şişm an d ı ki ad am ın yaşını tah m in etm ek zordu ama üstat, k u ­
m a n d a n d a n ö n ce buradaydı ve hatta prensin annesine hizm et
etm işti. Y aşına ve cüssesine rağm en hâlâ yeterince atik ve son
derece zekiydi fakat fazla uysaldı. Herhangi birKumyılam’mn den­
gi değil, diye d ü ş ü n d ü ku m an d an.
P re n s p o rtak al ağaçlarının gölgesinde, gutlu bacakları des­
te k le n m iş h âlde sandalyesinde o tu ru y o rd u , gözlerinin altında
to rb alar vardı... am a H o tah , prensi uykusuz bırakanın keder mi
yoksa g u t m u o ld u ğ u n u söylem ezdi. Aşağıdaki su fıskiyelerinde
ve hav u zlard a, ço cu k lar hâlâ oy un oynuyordu. Ç ocukların en
k ü çü k leri olsa olsa beş yaşındaydı, en büyükleri dokuz ya da
oıı. Yarısı kızdı, yarısı erkek. H o tah, çocukların sular sıçrattığı­
41
m ve tiz seslerle b irb irlerin e bağ ırd ık ların ı d u y ab iliy o rd u . O bara
p ren sin y ü rü y en sandalyesinin ö n ü n d e tek d iz in in ü stü n e çök­
tü ğ ü n d e . “Kısa zam an ö n ce sen d e §u hav u zlard ak i çocuklardan
biriydin O b a ra ,” dedi prens.
O b ara h o m u rd a n ır gibi g ü ld ü . “Y irm i yıl o ld u . Ya da yirm i
yıla yakın. Ü ste lik b u rad a u z u n k alm a m ıştım . B en fah işen in en i­
ğiyim , yoksa u n u ttu n u z m u ? ” P re n s cevap v e rm e y in c e k ad ın tek­
rar ayağa kalktı ve ellerini kalçalarına k o y d u . “B ab am ö ld ü r ü ld ü .”
“B ir d ö v ü şle yargılam a sırasında, tek e te k b ir m ü cad eled e
ö ld ü ,” dedi P rens D o ran . “K an u n lara g ö re b u cin a y e t d e ğ ild ir.”
“O sizin kardeşin izd i.”
“Ö y ley d i.”
“O n u n ö lü m ü y le ilgili n e y ap m ay ı d ü ş ü n ü y o r s u n u z ? ”
P rens, sandalyesini g ü çlü k le d ö n d ü r e re k k a d ın ın y ü zü n e
baktı. D o ran M artell sadece elli iki y aşın d a o lm a sın a ra ğ m e n çok
daha yaşlı g ö rü n ü y o rd u . K eten k ıy a fe tle rin in altın d ak i bed en i
yu m u şak ve şekilsizdi, bacaklarına b a k m a k z o rd u . G u t hastalığı
p ren sin ek lem lerini g ro tesk b ir şe k ild e şişirm iş v e k ız a rtm ıştı; sol
dizi bir elm aydı, sağ dizi b ir k a v u n , ayak p a rm a k la n d a k o y u kır­
m ızı ü zü m lere d ö n ü ş m ü ş tü , o k ad ar şişk in le rd i ki e n k ü ç ü k bir
do k u n u şta patlayacakm ış gibi g ö rü n ü y o rla rd ı. B ir çarşa fın ağır­
lığı bile prensi titreteb ilird i am a o, ağrıya şikayet e tm e d e n kat­
lanıyordu. D o ra n ’ın, kızına, sessizlik bir prensin dostudur , d ediğini
d u y m u ştu k u m an d an . Kelim eler oklar g ib id ir A riantıe, onları bir kez
saldın mı geri çağıramazsın. “L o rd T y w in ’e b ir m e k tu p y a z d ım ...”
“M ektup ? E ğer b ab am ın yarısı k ad ar e rk e k o lsa y d ın ız ...”
“Baban d eğ ilim .”
“B u n u b iliy o ru m .” O b a ra ’n ın sesi tik sin tiy le kalın laşm ıştı.
“Savaşa g itm em i istiy o rsu n .”
“D aha iyi b ir yol b iliy o ru m . S a n d a ly e n iz d e n k alk m a n ız a bile
gerek yok. B abam ın in tik am ın ı bizzat a lm a m a m ü sa a d e edin.
P ren s G eçid i’n d e b ir o r d u n u z var. L o rd Y r o n w o o d ’u n da K em ik
Y olu’nda b ir o rd u su var. O rd u la rd a n b irin i b an a, d iğ e rin i N y m ’e
verin. B en H u d u t lordlarını k a le le rin d e n çık arıp E ski Ş elıir’e y ü ­
rü rk en , N y m de Kral Y o lu ’na g its in .”
“Peki Eski Ş e h ir’i nasıl e lin d e tu ta c a k s ın ? ”
42
“Şehri yağm alam ak yeterli olur. Yüksek Kule’nin zenginliği...”
“İstediğin altın m ı?”
“B enim istediğim kan.”
“Lord T yw in bize D ağ’ın kafasını gönderecek.”
“Peki bize Lord Tyvvin’in kafasını kim gönderecek? Dağ her
zam an o n u n evcil hayvanıydı.”
Prens eliyle havuzları gösterdi. “Obara, çocuklara bak. Eğer
seni m e m n u n edecekse.”
“E tm ez. M ızrağım ı Lord Tyvvin’in karnına sokmak bana daha
b ü y ü k zevk verir. O n u n bağırsaklarını dışarı dökeceğim. Bağır­
saklarında altın ararken ona ‘Castam ere Yağmurları’nı söyletece­
ğim .”
“Biîfe,” diye tekrar etti prens. “E m rediyorum .”
Yaşı b ü y ü k olan çocuklardan birkaçı, pürüzsüz mermere
y ü zü stü uzanm ıştı, güneşin altında esmerleşiyorlardı. Diğer­
leri ilerideki den izd e kü rek çekiyordu. Çocuklardan üçü kum ­
dan b ir kale inşa ediyordu, kalenin büyük kulesi Eski Saray’ın
M ızrak K ulesi’ni andırıyordu. Yirm i ya da daha fazla çocuk, bel
d erinliğ in d ek i suda gerçekleşen mücadeleyi izlemek için büyük
h av u zu n içinde toplanm ıştı; küçük çocuklar, daha iri olanlann
o m u zların a çıkm ış birbirlerini suya itmeye çalışıyorlardı. Bir çift
ne zam an aşağı devrilse, su sesini bir kahkaha fırtınası takip edi­
yord u . F ın d ık rengi bir kızın, sam an sarısı saçları olan bir oğlanı,
ağabeyinin o m z u n d a n çekm esini ve başüstii havuza düşürm esini
seyrettiler.
“Bir zam an lar baban da aynı o yunu oynardı, ondan önce be­
n im oynadığım gibi,” dedi prens. “Aramızdan on yaş vardı, yani
baban suda oynayacak yaşa geldiğinde ben havuzları bırakmıştım.
A m a an n em izi ziyarete geldiğim de onu izlerdim. Çocukken bile
çok ateşliydi. Bir su yılanı kadar hızlıydı. O n u n , kendisinden
çok daha iri çocukları devirdiğini defalarca gördüm . Kral T op­
ra k la rın a gitm ek için buradan ayrıldığı gün, bana bunu hatırlattı.
B u n u bir kez daha yapacağına dair yem in etti, aksi takdirde git­
m esine asla izin v erm ezd im .”
“G itm esin e izin verm ek m i?” Obara güldü. “O n u durdurabi­
lirm işsin iz gibi. D o rn e ’ıın Kızıl Yılan’ı istediği yere gitti.”
43
“G itti. Seni teselli edecek birkaç sö z ü m o lsu n iste rd im .”
“Size tescili için g e lm e d im .” O b a ra ’n ın sesi tah k ir doluydu.
“Babam beni almaya geldiği gü n , a n n e m g itm e m i istem ed i. ‘O
bir k ız,’ dedi, ‘üstelik se n d en o ld u ğ u n u sa n m ıy o ru m . B in farklı
adam la y attım .’ Babam , m ızrağını b e n im ayağ ım ın d ib in e attı ve
elinin tersiyle an n em i tokatladı, a n n e m ağlam aya başladı. ‘Kız
ya da erkek, hepim iz m ü cad elem izi v e ririz ,’ d ed i b ab am , ‘am a
tan rılar silahlarım ızı se çm em ize m ü sa a d e e d e r le r .’ B ana önce
m ızrağı sonra da a n n e m in gözyaşlarını g ö ste rd i ve b e n m ızrağı
seçtim . Babam , ‘B enim kızım o ld u ğ u n u s ö y le m iş tim ,’ d ed i ve
beni aldı. A n n em bir yıl için d e içk id en ö ld ü . Ö lü r k e n ağladığı
sö y len iy o r.” O b ara, sandalyede o tu ra n p re n s e yaklaştı. “O m ız ­
rağı k u llan m am a izin v erin , başka b ir şey is te m iy o r u m .”
“Bu bü y ü k bir istek O b ara. B u n u d ü ş ü n m e liy im .”
“H âlih azırda ziyadesiyle d ü ş ü n d ü n ü z .”
“H aklı olabilirsin. Sana h a b e r g ö n d e r e c e ğ im , G ü n e ş M ız ra ğ ı’n a.”
“H ab er, savaş o ls u n .” O b a ra to p u ğ u n u n ü s tü n d e d ö n d ü ve
geldiği kadar öfkeli b ir şek ild e u z ak laştı, d in le n m iş b ir at alm ak
ve d ö rtn ala yola k o y u lm a k için a h ıra g itti.
Ü sta t C a le o tte kaldı. “P re n s im ? ” d e d i u fa k te fe k y u v a rla k
adam . “B acaklarınız ağ rıy o r m u ? ”
P ren s belli belirsiz g ü lü m s e d i. “G ü n e ş sıc a k m ı ? ”
“Ağrı için b ir şu ru p g e tire y im m i? ”
“H ayır. A k lım ın b a şım d a o lm a sı g e r e k .”
Ü sta t te re d d ü t etti. “P re n s im , L ey d i O b a r a ’ııın G ü n e ş M ız rağı’ııa d ö n m e s in e izin v e rm e k ... d o ğ r u m u ? H a lk ı a le v le n d ir ­
m eye kararlı. İn sa n la r k a rd e şin iz i ç o k s e v e r d i.”
“H e p im iz se v e rd ik .” P re n s , p a r m a k la rın ı ş a k a k la rın a b a s tır ­
dı. “H ay ır. H ak lısın . B en d e G ü n e ş M ız r a ğ ı’n a d ö n m e l i y i m .”
K ü çü k ve y u v arlak ad a m t e r e d d ü t e tti. “ B u a k ıllıc a m ı? ”
“A kıllıca değil am a g erek li. E n iyisi R ic a s s o ’y a b ir sü v a ri y o l­
la ve G ü n e ş K u lesi’n d e k i d a ir e m i a ç m a s ın ı sö y le . K ız ım A ria n n c ’i, y arın o rad a o lacağ ım a d a ir b i lg il e n d ir .”
B en im küçiik prensesim . K u m a n d a n o n u ç o k ö z le m iş ti.
“G ö r ü le c e k s in iz ,” d iy e u y a rd ı ü sta t.
K um andan, üstadın ne dem ek istediğini anladı. İki yıl önce,
Su B ahçeleri’nin h u zu ru n a ve tenhalığına gitmek için G üneş
M ızrağı’ndan ayrıldıklarında, Prens D oran’ın gutu bu kadar
k ötü değildi. P rens o günlerde, bir bastona dayanarak ve her
adım da y ü z ü n ü b u ru ştu rarak da olsa hâlâ ağır ağır yürüyebi­
liyordu. D ü şm an ların ın o n u n ne kadar zayıf düştüğünü bil­
m esin i istem iy o rd u ve Eski Saray ve o n u n gölge şehri gözlerle
d o lu y d u . Gözler, diye d ü şü n d ü kum andan, ve prensin çıkamadığı
basamaklar. Güneş Kulesi’nin tepesinde oturmak için uçması gerekecek.
“Görülm eliyim . Biri suların ü stüne yağ dökm eli. D orne, hâlâ
b ir p ren se sahip o ld u ğ u n u hatırlam alı.” D oran hafifçe gülüm ­
sedi. “P re n s yaşlı ve g u tlu olsa da.”
“Şayet G ü n e ş M ızrağı’na dönerseniz Prenses M yrcella’yı
h u z u ra kab u l etm en iz gerekecek,” dedi C aleotte. “Beyaz şöval­
yesi de o n u n la b irlik te olacak... ve şövalyenin, kraliçesine m ek­
tu p la r g ö n d e rd iğ in i biliyorsunuz.”
“S an ırım g ö n d e riy o r.”
B eya z şövalye. K u m an d an kaşlarını çattı. Sör Arys, D o rn e’a
k en d i p ren sesiy le ilg ilen m ek için gelm işti, bir zam anlar H o talı’ın da k e n d i pren sesiy le ilg ilenm ek için gelm esi gibi. T u h a f
b ir şek ild e, isim leri bile kulağa aynı geliyordu: Areo ve Arys.
A n cak b e n z e rlik orad a so n b u lu y o rd u . K um andan, N o rv o s’u
ve ş e h rin sakallı rah ip lerin i terk etm işti fakat Sör Arys O akhea rt hâlâ D e m ir T a h t’a h iz m e t ediyordu. H o tah , P rens D oran
ta ra fın d a n G ü n e ş M ız rağ ı’na gönderildiği zam anlarda, kar b e ­
yazı p e le r in in in için d ek i ad am ı g ö rü y o r ve ü zü lü y o rd u . Bir gün
ik isin in d ö v ü ş m e k z o ru n d a kalacağını hissediyordu; O akheart
o g ü n ö le c e k ti, k u m a n d a n ın uzunbaltası adam ın kafatasını eze­
cek ti. H o ta h b a lta s ın ın p ü rü z sü z ahşap gövdesini okşadı ve o
g ü n ü n y ak laşıp y ak laşm ad ığ ın ı m erak etti.
“A k şam o lm a k ü z e re ,” d iy o rd u p ren s. “Sabahı bekleyeceğiz.
A ra b a m g ü n ü n ilk ışığ ın d a h azır o ls u n .”
“E m r e d e r s in iz .” C a le o tte reverans yaptı. K u m an d an , ü sta­
d ın g e ç m e si için k en ara çekildi ve ad am ın gittikçe hafifleyen
ayak se sle rin i d in le d i.
“ K u m a n d a n ? ” P re n sin sesi y u m u şa k tı.
I lotalı ö n e çıktı, tek eli tızıın b a lta sın ın g ö v d e sin d e y d i. Av­
elina d eğ en d işb u d a k ağacı, b ir k a d ın ın te n i k a d a r y u m u şa k tı.
I lotalı y ü rü y e n sandalyeye u laştığ ın d a, m e v c u d iy e tin i b ild ir­
m ek için m ızrağ ın ın d ib in i se rtçe y e re v u r d u fakat p re n s in g ö z­
leri sadece ço cukları g ö rü y o rd u . “E rk e k k a rd e ş le rin v ar m ıydı
k u m a n d a n ?” diye so rd u p ren s. “K ü ç ü k k e n , N o r v o s ’ta? Ya kız
k a rd e şle rin ?'1
“H e m kız, h em e rk ek k a rd e ş le r,” d e d i H o ta h . “İki erk ek ,
tiç kız. Ben en k ü ç ü k tü m .” E n küçük re istenmeyen. Beslenecek bir
boğaz daha , çok yiyen re çok geçmeden giysilerine sığm ayan b ir çocuk.
A ilesin in o n u sakallı ra h ip le re sa tm a sı s e b e p siz d e ğ ild i.
“B en en b ü y ü k tü m ,” d ed i p re n s , “g el g ö r ki s o n u n c u y u m .
M o rs ve O ly v ar beşikte ö ld ü k te n so n ra , b ir e r k e k k a rd e ş u m u ­
d u m u y itirm iştim . Elia g e ld iğ in d e b e n d o k u z y a ş ın d a y d ım , T u z
K ıyısı’nda y av erdim . B ir k u z g u n , a n n e m in b ir ay e r k e n d o ğ u m
yaptığı h ab erim g e tird iğ in d e , b u n u n , ç o c u ğ u n fazla y a ş a m a y a ­
cağı an lam ın a geldiğini b ile c e k k a d a r b ü y ü k t ü m . H a tta L o rd
G argalen bana b ir kız k a rd e şim o ld u ğ u n u s ö y le d iğ in d e , o n a b e ­
beğin kısa zam an için d e ö le c e ğ in i s ö y le d im . L â k in E lia y aşad ı,
A n n e ’niıı m e rh a m e tiy le . Ve b ir yıl s o n r a O b c r y ıı g e ld i, fery a t
ed erek ve te k m e le r atarak. O n la r b u h a v u z la r d a o y n a r k e n b e n
y etişkin b ir a d a m d ım . G el g ö r ki b e n b u r a d a o t u r u y o r u m ve
o n lar g itti.”
A reo H o ta h ne d iy eceğ in i b ilm iy o r d u . O y a ln ız c a m u h a f ız ­
ların k u m an d an ıy d ı. B u to p ra k la ra v e b u to p r a k la r ın y e d i y ü z lü
tan rısın a hâlâ y ab an cıy d ı, b u n c a yıl s o n r a b ile . H iz m e t et. İtaat et.
Koru. B u y e m in i o n altı y a şın d a , b a lta s ıy la e v le n d iğ i g ü n e tm iş ti.
Basit bir adam için basit bir yem in , d e m iş ti sa k a llı r a h ip le r . H o t a h ,
p ren sleri teselli e tm e k k o n u s u n d a e ğ itilm e m iş ti.
P re n sin o tu r d u ğ u y e rin e n fazla b ir a d ım u z a ğ ın a b ir b aşk a
p ortakal d ü ş tü ğ ü n d e , H o ta h h â lâ s ö y le y e c e k b ir k a ç k e lim e b u l ­
m aya çalışıy o rd u . D o r a n irk ild i, ses b ir ş e k ild e o n u in c itm iş ti
sanki. ‘Y e te r ,” diye iç g e ç ird i, “b u k a d a r y e te r . B e n i y a ln ız b ıra k
A reo. B ırak d a ço c u k la rı b irk a ç saat d a h a s e y r e d e y im .”
G ü n e ş b a ttığ ın d a hava s o ğ u d u v e ç o c u k la r a k ş a m y e m e ğ i
aram ak için içeri gird i fakat p r e n s p o r ta k a l a ğ a ç la r ın ın a ltın d a
46
kaldı, d u rg u n havuzlara ve ilerideki denize baktı. Bir hizm etkâr
ona bir kâse m o r zeytin, yufka, peynir ve h u m u s getirdi. Prens
birkaç lo k m a yedi. Ç o k sevdiği tatlı, yoğun ve sert şaraptan bir
kadeh içti. Boşalan k adehini tekrar doldurdu. Bazen, sabahın
koyu k aran lık saatlerinde, uyku o n u sandalyesinde bulurdu.
K u m an d an sandalyeyi itti ve prensi ay ışığıyla aydınlanm ış bir
galerid en , b ir sıra o lu k lu sü tu n u n ö n ü n d e n ve kem erli bir yol­
dan geçirip, d e n iz k en arın d ak i odada b u lu n an serin çarşaflı b ü ­
y ü k yatağa g ö tü rd ü . K u m an d an o n u hareket ettirirken D oran
in led i am a ta n rıla r m erh am etliy d i ve p rens uyanm adı.
K u m a n d a n ın u y k u h ü cresi p ren sin odasına bitişikti. H o tah
d ar yatağ ın ü s tü n e o tu rd u , d u v ar oyuğundaki bileği taşını ve
yağlı bezi b u lu p işe k o y u ld u . Sakallı rahipler o n u dam galadık­
ların d a, uzunhaltam keskin tut, dem işlerdi. H o ta h hep tu tm u ştu .
B altayı b ile rk e n N o rv o s ’u d ü şü n d ü ; tepedeki yüksek ve
n e h r in y a n ın d a k i alçak şehri. Ü ç çanın sesini hâlâ hatırlıyordu;
N o o m ’u n o n u k e m ik le rin e kadar titre te n pes çınlam asını, N a rra h ’ın g u r u r lu ve g ü çlü tın ısın ı, tatlı N y e l’in güm üşi kahkaha­
sını. A ğzı kış k e k in in zen cefil, çam fıstığı ve kiraz parçalarıyla
z e n g in le ş m iş tad ıy la d o ld u . K ek in yanında da tıahsa; içine bal
k atılan ve d e m ir k u p a d a servis ed ilen m ayalı keçi sütü. Yakası
sin c ap k ü rk ü y le kap lı elb isesin i giym iş annesini gördü, kadın
o elb isey i y ıld a y aln ızca b ir kez, dans ed en ayıları g örm ek için
G ü n a h k â r B a sam ak ları’na g ittik le rin d e giyerdi. Sonra, sakallı
r a h ip le r ta ra fın d a n g ö ğ sü n ü n o rtasın a v u ru lan d am ganın çıkar­
dığı y a n ık k o k u s u n u d u y d u . Acı öyle am ansızdı ki A reo H o ­
tah k a lb in in d u ra c a ğ ın ı d ü ş ü n m ü ş tü am a hiç kıpırdam am ıştı.
D a m g a n ın ü s tü n d e b ir d ah a asla kıl çıkm am ıştı.
B a lta n ın h e r iki k e n a rı d a in sanı tıraş ed ecek kadar keskin­
le ş tiğ in d e , k u m a n d a n ahşap ve d e m ird e n m ü tev ellit karısını
y atağ ın ü s tü n e b ıra k tı. L ekeli k ıyafetlerini esneyerek çıkarıp
y ere a ttı ve sa m a n d o lu şiltesin e u zan d ı. D am gayı d ü şü n m e k ,
d a m g a n ın o ld u ğ u y eri k aşın d ırm ıştı; k u m a n d a n gözlerini ka­
p a m a d a n ö n c e k aşın d ı. Yere diişen portakalları toplamalıydım, diye
d ü ş ü n d ü . M e y v e le rin tatlı ekşi tadını ve k ırm ızı yapış yapış su ­
ların ı d ü ş le y e re k u y k u y a daldı.
47
Ç o k g eçm ed en şatlık geldi. Ü ç at arabasının en k ü ç ü ğ ü ahır­
ların dışında hazır bekliyordu; kırm ızı ipek p erd eli, se d ir ağacı
araba. K um andan, Su B alıçeleri’n d e görevli olan o tu z m uhafız
içinden, arabaya eşlik e tm ek üzere y irm i m ızrak seçti; diğerleri
araziyi ve çocukları k o ru m ak üzere b u rad a kalacaktı, ço cu k lar­
dan bazıları b ü y ü k lordların ve zen g in tü c c a rla rın oğulları ve
kızlarıydı.
P rens g ü n ü n ilk ışıklarında yola ç ık m a k ta n b a h s e tm iş ti am a
A roe H otalı adam ın oyalanacağını b iliy o rd u . Ü s ta t, D o ran
M a rtell’e banyo yaptırıp ad am ın şişkin e k le m le rin i ağrı kesici
losyonla ıslatılm ış k etenlerle sa rark en , H o ta lı r ü tb e s in e u y g u n
olarak bakır p u llu bir m in tan k u şa n d ı ve b ak ırları g ü n e ş te n ko­
rum ak için kum ipeğinden d ik ilm iş g en iş b ir p e le rin giydi. G ü n
sıcak olacaktı. K u m andan, N o r v o s ’tay k en giydiği at k ılından
d o k u n m u ş ağır pelerini ve d e m ir çivili d eri tu n iğ i u z u n zam an
önce bir köşeye atm ıştı; o k ıyafetler D o r ııe ’da in sa n ı p işire b ilir­
di. T epesinde keskin dik en leri o lan y a rım m iğ fe rin i saklam ıştı
ama şim di o n u , etrafına tu r u n c u b ir ip ek sa rarak tak tı; aksi hâl­
de, m etale v u ran güneş, kafile saraya v a rm a d a n ö n c e k u m a n d a ­
nın kafasını zonklatırdı.
Prens hâlâ yola çıkm ak için h a z ır d e ğ ild i. G itm e d e n ö n ce
kahvaltı etm eye karar v erm işti; ja m b o n p arçaları ve acı b ib erle
pişirilm iş bir tabak m artı y u m u rta sı ile b ir k an p o rta k a lı yedi.
D aha sonra, bilhassa gözdesi h â lin e g e lm iş ç o c u k la r ın p e k ç o ­
ğuna veda etm esi gerekti; D a lt o ğ lan ı, L eydi B la c k m o n t’u n
yavrusu, Y eşilkan bo y u n ca k u m a ş ve b a h a ra t tic a re ti y a p m ış bir
adam ın yetim kızı. D o ra n o n larla k o n u ş u r k e n b a c a k la rın ın ü s ­
tü n e fevkalade bir M y r battan iy esi ö r ttü ; k ü ç ü k ç o c u k la rı, şişkin
ve sargılı ek lem lerin in g ö r ü n tü s ü n d e n sa k ın m a k istiy o rd u .
Kafile yola çıktığında ö ğ len o lm u ş tu . P re n s , a ra b a s ın ın iç in ­
deydi, Ü stat C aleo tte b ir eşek s ü r ü y o r d u , d iğ e rle ri y a y an d ı. Beş
m ızrakçı arabanın ö n ü n d e , beşi d e a rk a sın d a y ü r ü y o r d u , arab a­
n ın h er iki yan ın d a beşer ad am d a h a v ard ı. A re o H o ta h , p re n s in
sol yanındaki m u ta t yerini alm ıştı, u z u n b a lta s ın ı o m z u n a atm ış
bir hâlde y ü rü y o rd u . G ü n e ş M ız ra ğ ı’n d a n S u B a h ç e le ri’n e ge­
len yol d en izin y an ın d an ak ıy o rd u ; ta şta n , k u m d a n ve eğri b ü ğ ­
48
rü b o d u r ağaçlardan ibaret kızıl kahve araziyi kateden adamların
yüzüne, serin ve rahatlatıcı bir rüzgâr esiyordu.
Kafile G ü n eş M ızrağı’na giden yolun yarısını geçtiğinde
ikinci K um Yılanı ortaya çıktı.
Bir k u m tepesinin üstü n d e ansızın belirdi; altın renkli bir
kum atının sırtındaydı, hayvanın yelesi ince ve beyaz ipekler
gibiydi. Leydi N y m at sürerken bile zarif görünüyordu. Ley­
lak rengi pırıltılı b ir elbise ve rüzgârın her esişiyle uçuşup onu
havalanacakm ış gibi gösteren bakır renkli ipek bir pelerin giy­
m işti. N y m eria K um yirm i beş yaşındaydı ve bir söğüt ağacı
gibi inceydi. U z u n b ir örgü hâlinde örülm üş ve kırmızı altın
telle b ağlanm ış d ü z siyah saçları, babasınınkilere benzeyen koyu
ren k g ö zlerin in ü zerin d e sivri bir saç çizgisi yaratmıştı. Leydi
N y m çıkık elm acık kem ikleri, dolgun dudakları ve süt beyazı
teniyle, ablasının y o k su n olduğu b ü tü n güzelliğe sahipti... fakat
O b a ra ’n ın annesi Eski Şehirli bir fahişeyken, N ym , Volantis’in
en soylu k an ın d an d o ğ m u ştu . Kızın arkasında bir düzine atlı
m ızrakçı vardı, ad am ların yuvarlak kalkanları güneşte parlıyor­
du. M ızrak çılar k u m tep esin d en inen kızı takip etti.
P re n s, d e n iz d e n gelen esin tin in tadını çıkarm ak için araba­
nın p e rd e le rin i açm ıştı. Leydi N y m , arabanın hızına ayak uy­
d u rm a k için altın renkli atını yavaşlattı ve prensin yanında yola
k o y u ld u . “Sizi g ö rd ü ğ ü m e sevindim am ca,” diye şakıdı, orada
b u lu n u ş u ta m a m e n tesad ü fm ü ş gibi. “Sizinle birlikte G üneş
M ız rağ ı’ııa at sü reb ilir m iy im ?” K um andan arabanın diğer ya­
n ın d a, Leydi N y m ’in karşısındaydı ama kızın söylediği her ke­
lim eyi d u y ab iliy o rd u .
“M e m n u n o lu r u m ,” diye cevap verdi Prens D oran, fakat
ad am ın sesi k u m a n d a n ın kulağına pek memnun gelm edi. “G ut
ve k ed er, iyi yol arkadaşları değiller.” H o tah , yoldaki her çakıl
taşının , p re n sin şişm iş ek lem lerine bir çivi soktuğunu ve ada­
m ın sö z le rin in aslında b u n u anlattığını biliyordu.
“G u t için b ir şey y ap am am ,” dedi Leydi N ym , “aıua baba­
m ın k ed erle işi olm azd ı. İntikam o n u n zevkine daha uygundu.
G re g o r C leg an e, Elia ve çocukları katlettiğini kabul etm iş, bu
d o ğ ru m u ? ”
49
“Suçunu bütün meclisin duyabileceği şekilde haykırm ış ”
diye onayladı prens. “Lord T yw in bize o ın ın kafasını göndereceğiııe dair söz verdi."
“Ve bir Lanııister borcunu m utlaka ö d e r,” dedi Leydi N ym
“Lâkin bana öyle geliyor ki, Lord T yw in bize olan b o rc u n u bi­
zim sikkemizle ödem eye niyetli. T atlı S ör D a e m o n ’ım ızd an bir
kuş geldi. D aem on, babam ın dövüş sırasında o canavarı defa­
larca gıdıkladığına dair yem in ediyor. E ğer öyleyse, S ör G regor
hem en hem en ölü ve Lord T y w in ’in b u n u n la hiç ilgisi y o k .”
Prens yüzünü buru ştu rd u . B u n u n sebebi g u tu n verdiği acı
mıydı yoksa yeğeninin sözleri m i, k u m a n d a n söyleyem ezdi.
“O labilir.”
“O labilir mi? Bence aynen ö yle.”
“Obara savaşa gitm em i istiyor.”
N ym güldii. “Evet, Eski Ş elıir’i ateşe v e r m e k istiy o r. O b ara
o şehirden nefret ediyor, en az k ü ç ü k kız k a rd e şim iz in h o şla n ­
dığı kadar.”
‘Ya sen?”
N ym o m zu n u n ü zerin d en , o n iki b o y a rk a d a n g e le n eşlik ç i­
lerine baktı. “H aberi aldığım da F o w le r ik izleriy le y a ta k ta y d ım ,”
dedi. “Fow lerlar’in sö z ü n ü b ilir m isin iz ? B ıra k U çayıtnl S izd en
tek istediğim bu. B ırakın uçayım am ca. K u d re tli b ir o rd u y a ih ­
tiyacım yok, sadece tatlı kız k ard eşim y e te r .”
“O bara?”
“Tyene. O bara fazla g ü rü ltü lü . T y e n e o k a d a r tatlı v e n a z ik
ki hiç kim se ondan şü p h e len m ez. O b a ra , E sk i Ş e h ir ’i b a b a m ı­
zın cenaze ateşine çevirecek am a b e n o k a d a r m u h t e r is d e ğ ilim .
Bana dö rt can yeter. E lia’n ın ç o c u k la rın a k a rşılık L o rd T y w i n ’in
altın ikizleri. Bizzat Elia için yaşlı aslan v e s o n o la ra k b a b a m için
küçük kral.”
“Ç o cu k bize bir yanlış y a p m a d ı.”
“Eğer Lord S tan n is’e in an acak o lu rs a k ; o ç o c u k ih a n e tte n ,
ensestten ve zinadan d o ğ m u ş b ir p iç .” L ey d i N y m ’in s e s in d e ­
ki şakacı ton k ay bolm uştu. K u m a n d a n k e n d in i k ısık g ö z le r in in
arasından kızı izlerken b u ld u . K ızın ablası O b a r a , k a lç a s ın d a b ir
kamçı asar ve in sanların g ö reb ileceğ i h e r y e r d e b ir m ız r a k ta ş ır-
dı. Leydi N y m de daha az ölüm cül değildi ama bıçaklarını gizli
tutardı. “Babam ın cinayetini yalnızca kraliyet kanı temizleyebilir.”
“O bery n teke tek bir mücadelede öldü, onu hiç ilgilendir­
m eyen b ir dava uğruna dövüşürken. Ben buna cinayet dem em .”
“N e isterseniz deyin. O nlara D orne’daki en iyi adamı gön­
derdik ve onlar bize bir kem ik torbası gönderiyor.”
“O n d a n istediğim h er şeyin ötesine geçti. Terasta, ‘Şu çocuk
kralı ve çocu ğ u n m eclisini tart, onların güçlü ve zayıf noktala­
rını belirle,’ d ed im ona. Portakal yiyorduk. ‘Eğer bulabilirsen
d ostlar bul. Elia’nın sonuyla ilgili ne öğrenebilirsen öğren. Fa­
kat L ord Tyvvin’i h ad d in d en fazla kışkırtma.’ O na söylediğim
sözler b u n lard ı. O b ery n güldü ve, ‘Ben ne zaman herhangi bir
adam ı... haddinden fazla kışkırttım ?” dedi. ‘Beni kışkırtmamaları
için L an n isterlar’ı uyarsan daha iyi edersin.’ Elia için adalet isti­
y o rd u am a b ek ley em ed i.”
“O n yedi yıl b ek led i,” dedi Leydi N ym . “Ö ldürülen siz ol­
saydınız, d ah a sizin bed en in iz soğum adan, babam sancaklarını
k uzeye g ö tü rü rd ü . Ö ld ü rü le n siz olsaydınız, şu anda H u d u tlar’ın ü s tü n e y ağ m u r m isali m ızrak yağıyordu.”
“B u n d a n şü p h e m y o k .”
“S öy ley eceğ im şeyden de şü p h eniz olm asın prensim ... kız
k ard e şle rim ve b e n in tik am ım ızı alm ak için on yedi yıl bekle­
m ey eceğ iz.” L eydi N y m kısrağını m ahm uzladı ve G üneş M ızrağı’na d o ğ ru d ö rtn a la uzaklaştı, adam ları ateşli bir takiple kızın
peşin e takıldı.
P re n s yastık lara yaslanıp gözlerini kapadı am a H o tah o n u n
u y u m a d ığ ın ı b iliy o rd u . Acı çekiyor. Bir an Ü sta t C aleotte’u ara­
baya çağ ırm ay ı d ü ş ü n d ü am a P rens D o ran üstadı isteseydi biz­
zat çağ ırırd ı.
D o ğ u d a G ü n e ş M ız rağ ı’n ın kuleleri g ö rü n d ü ğ ü n d e, ikindi
g ö lg eleri u z u n ve k o y u y d u , gü n eş ise pren sin eklem leri kadar
k ırm ız ı ve şişk in . Ö n c e M ız rak Kulesi g ö rü n d ü , kırk beş m e t­
relik in ce u z u n y a p ın ın tep esin d eki yaldızlı çelik m ızrak, kule­
n in b o y u n a b ir o n m e tre d ah a ekliyordu. Sonra, altın ve vitraylı
c a m d a n m ü te şe k k il k u b b esiy le k udretli G ü n eş Kulesi ortaya
V
*
|
çıktı. En sonunda da, karaya vu rm u ş ve taşa dönüşm üş canavar
m isali bir kadırga gibi görün en boz renkli K u m G em isi.
G ü neş M ızrağı ile Su B ah çeleri’nin arasında sadece üç fer.
şahlık bir sahil yolu vardı am a on lar iki ayrı dünyaydı. Su Bahçeleri’nde, çocuklar çırılçıplak bir hâlde gün eşin altında eğlenirdi, çinili avlularda m ü zik çalardı ve hava lim o n la kan portakalı
kokardı. G ü n eş M ızra ğ ı’ndaki hava toz, ter ve dum an kokardı.
G eceler seslerin uğultu suyla canlanırdı. S u B ah çeleri’nin pem­
be m erm erleri yerine, G ü n e ş M ızra ğ ı çam u rla sazdan inşa edil­
miş ve kahverengiyle griye bo yan m ıştı. M artell H anedanı’nın
kadim m akam ı, üç yanı den izle çevrili k ü çü k bir kaya ve kum
çıkıntısının en doğu noktasındaydı. B atıda, G ü n e ş M ızrağı’nın
m uazzam duvarlarının gö lgesin d e, kil tuğlalardan inşa edilmiş
dükkânlar ve penceresiz ağıllar, b ir kadırganın gövdesine tutu­
nan m idyeler m isali kaleye tu tu n m u ştu . A h ırlar, hanlar, şarap­
haneler ve yastık evleri, kaleye tu tu n an yap ıların batısında palaz­
lanmış ve kendi duvarlarıyla çev relen m işlerd i fakat o duvarların
altında daha fazla ağıl y ü k selm işti. S a k a lsız rahiplerin söylediği gibi,
dahası ve dahası ve dahası. G ö lg e şeh ir; T y ro sh , M y r ya da Büyük
N orvos’la kıyaslandığında bir kasabadan öte değildi ama Dornelular’ın sahip old uğu, gerçek bir şehre en yakın şeydi.
Leydi N y m , G ü n eş M ız ra ğ ı’ na D o ra n ’ ın kafilesinden birkaç
saat önce varm ıştı, m uh afızları on ların gelişiyle ilgili uyarmış
olmalıydı zira kafile geldiğind e Ü çk a tlı K apı açıktı. Şehre gelen
konukların; m iller boyunca uzanan dar ara sokakları, gizli av­
luları ve gürültülü pazarları katetm eden, Y ılan k avi D uvarlar’ın
üçünün birden altından geçip doğrudan E ski Saray’a girmesinin
tek yolu, art arda sıralanm ış bu kapılardı.
M ızrak Kulesi görün dü ğün de Pren s D oran arabasının per­
delerini kapadı. Buna rağm en, araba önlerin den geçerken şehrin
insanları prense bağırdı. K u m Yılanları onları kaynama noktasına
getirmiş, diye düşündü kum andan endişeyle. Y a y şeklindeki ilk
kapının perişanlığından sonra ikinci kapıdan geçtiler. Rüzgârda
katran, tuzlu su ve çürüm üş yosun kokusu vardı. Kalabalık her
adımda biraz daha yoğunlaşıyordu. Baltasının sapını kiremitlere
vurarak, “Prens Doran için yol açınl” diye kükredi Aroe Hotalı.
uDorne Prensi için yol açınl”
52
“Prens öldü!” diye bağırdı kumandanın arkasındaki bir kadın.
“Mızraklara!” diye haykırdı bir adam bir balkondan.
“Dem//!” diye seslendi soylu bir ses. “ M ızraklara!”
Hotah konuşanları aramaktan vazgeçti; kalabalık çok yoğun­
du ve insanların dörtte üçü bağırıyordu. “Mızraklara\ Yılan için
intikam!” Kafile üçüncü kapıya vardığında, muhafızlar prensin
arabasına yol açmak için insanları kenara itiyordu ve kalabalık
onlara bir şeyler fırlatıyordu. H ırpani bir delikanlı, elindeki çü­
rük narla öne fırladı ve m ızrakçıları geçti ama Areo H otah’ı bal­
tasını kullanmaya hazır bir hâlde önünde gördüğünde, meyveyi
fırlatmadan yere bırakıp hızlı adımlarla geri kaçtı. Daha gerideki
diğer insanlar lim onlarla ve portakallarla saldırıyor, “Savaş! Sa­
vaş! Mızraklara!” diye bağırıyordu. M uhafızlardan birinin gözü­
ne bir limon çarptı ve kum andanın ayağının dibinde bir portakal
parçalandı.
Arabanın içinden hiç yanıt gelm edi. D oran M artell, kalenin
kalın duvarları kafileyi yutana dek kendi ipek duvarlarının içinde
saklı kaldı ve yivli kapı kafilenin arkasından gürültüyle kapan­
dı. Bağıran insanların sesi yavaş yavaş azaldı. Prenses Arianne,
babasını karşılamak üzere m aiyetinin yarısıyla birlikte dış avlu­
da bekliyordu: Yaşlı ve kör kâhya Ricasso, kale kumandanı Sör
Manfrey M artell, gri cübbesi ve parfüm lü sakalıyla genç Üstat
Myles, uçuşan renkli ketenliler giym iş kırk D ornelu şövalye.
Küçük M yrcella Baratheon, rahibesi ve Kral M uhafızları’ndan
Sör Arys’le birlikte bekliyordu; A rys, beyaz m ineli zırhının için­
de terliyordu.
Prenses Arianne, bağcıkları uyluklarına kadar çıkan yılan de­
risi sandaletleriyle arabaya yürüdü. Prensesin yeleye benzeyen
saçları, kömür karası bukleler hâlinde beline dökülmüştü, alnın­
da bakır güneşlerden oluşan bir bant vardı. Hâlâ küçiiciik bir şey,
diye düşündü kumandan. K um Yılanları uzun boyluydu. A ri­
anne ise, boyu en fazla bir buçuk metre olan annesine çekmişti.
Bununla birlikte, m or ipek ve sarı atlastan dikilmiş elbisesinin
ve mücevherli kuşağının altında bir kadının körpe ve kıvrımlı
vücudu vardı. Perdeler açılırken, “ Baba,” dedi prenses, “ Güneş
Mızrağı dönüşünüzle bahtiyar.”
53
“Evet, sevinci d u y d u m ." P rens y o rg u n b ir şek ild e gülüm sedi
ve şiş eliyle kızının yanağına d o k u n d u . “İyi g ö r ü n ü y o rs u n . Ku­
m an d an , arabadan in m e m e y ard ım et lü tfe n .”
H o tah , uzıınbaltasını sırtın d ak i kayışa geçird i ve p re n si kol­
larına aldı, adam ın şişkin e k le m le rin i sa rsm a m a k için nazikçe
h arek et etti. B una rağm en, D o ra n M a rtell acı d o lu b ir inlem eyi
y u tm ak zo ru n d a kaldı.
“Aşçılara bu akşam için bir ziyafet h a z ırla m a la rım e m re t­
tim ,” dedi A rianne, “en sevdiğiniz y e m e k le r d e n .”
“K orkarım ki y em ek lerin h ak k ın ı v e r e m e m .” P re n s avluya
göz gezdirdi. “T y e n e ’i g ö r e m iy o ru m .”
“Sizinle hususi olarak k o n u ş m a k için y alv arıy o r. O ın ı, sizi
beklem esi için tah t odasına g ö n d e r d im .”
Prens iç geçirdi. “Pekâlâ. K u m a n d a n ? B u işi n e k a d a r çabuk
halledersem o kadar çab u k d in le n ir im .”
H o tah , p rensi, G ü n e ş K u lcsi’n in taş b a s a m a k la rın a taşıdı ve
k u b b en in altındaki b ü y ü k dairey e g ö tü r d ü . Ö ğ le d e n so n ra n ın
son ışıkları, o d an ın re n g â re n k cam larla kaplı k alın p e n c e re le ­
rinden içeri giriyor ve yerd ek i so lg u n m e r m e r in ü s tü n e o n larca
farklı ren k te elm as d ü ş ü r ü y o r d u . Ü ç ü n c ü K u m Y ılan ı, p ren si
orada bekliyordu.
Kız, yüksek k o ltu k ların d u r d u ğ u p la tf o r m u n a ltın d a k i bir
m in d erd e bağdaş k u rm u ş h âld e o tu r u y o r d u a m a p r e n s içeri gi­
rerken ayağa kalktı. M avi atlastan d a r b ir elb ise g iy m işti. K olları
M y r danteliyle kaplı elbise, kızı B a k ire k a d a r m a s tım g ö ste ri­
yordu. Kızın bir elin d e k en d i işlediği n ak ış, d iğ e r e lin d e b ir çift
altın iğne vardı. Saçları da a ltın d ı, g ö z le ri k o y u m a v i h a v u z la r
gibiydi... am a bir şekilde, o g ö z le r k u m a n d a n a k ız ın b a b a sın ın
gözlerini hatırlattı, h âlb u k i O b e r y n ’in g ö z le ri g ece k a d a r siy a h ­
tı. Prens Oberytı’itı bütün kızları onun yılan gözlerini alm ış, d iy e fark
etti H o tah aniden. R enk önemli değil.
“A m ca,” dedi T y en e. “Sizi b e k liy o r d u m .”
“K u m an d an , b en i y ü k se k k o ltu ğ a g ö tü r .”
P latfo rm da, nered ey se ikiz, iki k o ltu k v a rd ı. B ir in in sırtın a
altın M artell m ızrağı k ak ılm ıştı. D iğ e ri, R h o y n e la r ilk k ez D o r n e ’a g eldiğinde N y m e ria ’n ın g e m ile rin in d ir e k le rin d e dalgala-
54
narı alevli R h o y n e g ü n eşin i taşıyordu. K oltukların arasındaki
tek fark b u y d u . K u m an d an , prensi m ızrağın altına o tu rttu ve
çekildi.
“Ç o k m u ağrıyor?” Sesi nezaket dolu olan Leydi T yene yaz
çilekleri kadar tatlı g ö rü n ü y o rd u . A nnesi bir rahibeydi ve T yen e ’in havasında n ered ey se u h rev i b ir m asum iyet vardı. “A ğrını­
zı h afifletm ek için yapabileceğim b ir şey var m ı?”
“N e sö y ley ecek sen söyle ve d in len m em e izin ver. Y orgu­
n u m T y e n e .”
“B u n u sizin için y ap tım am ca.” T y en e işlediği parçayı açtı.
N akış bab asın ı g ö ste riy o rd u ; P ren s O b ery n b ir k u m atına b in ­
m iş ve k ırm ızı b ir zırh k u şan m ıştı, g ü lü m sü y o rd u . “B itirdiğim ­
de sizin olacak, o n u h atırlam an ıza y ardım etm ek için.”
“B abanı u n u ta c a k d e ğ ilim .”
“B u n u b ilm e k güzel. B irço k insan m erak ed iy o rd u .”
“L o rd T y w in bize D a ğ ’ın kafasını söz v erd i.”
“Ç o k n azik m iş... lâkin b ir celladın kılıcı, cesur Sör G regor
için u y g u n b ir so n değil. O n u n ö lü m ü için çok u z u n zam an
du a ettik , o n u n da aynı şey için d u a etm esi sadece adil olur.
B a b am ın k u lla n d ığ ı zeh ri b iliy o ru m , daha ağır ö ld ü re n ya da
daha fazla acı v e re n b ir z e h ir yok. Y akında D ağ’ın çığlıklarını
du y ab iliriz, b u ra d a n , G ü n e ş M ız rağ ı’n d an b ile.”
P re n s D o r a n iç geçird i. “O b a ra savaşa g itm em i istiyor. N y m
cinayetle m u tlu olacak. Ya se n ?”
“S avaş,” d e d i T y e n e , “lâkin ablam ın savaşı değil. D o rn e
ad a m la rın ın e n iyi savaştığı y er k en d i evleridir, b u yü zd en m ız­
raklarım ızı b ile y e lim ve b ek ley elim d erim . L annisterlar ve T y reller g e ld iğ in d e , o n la rı g eçitlerd e kanatır ve uçuşan k u m ların
altına g ö m e riz , d a h a ö n c e y ü zlerce kez yaptığım ız gibi.”
“E ğ er g e lirle rs e .”
“A h, am a g e lm e k z o ru n d a la r, yoksa b ir kez daha diyarın p ar­
çalan d ığ ın ı g ö rü rle r, biz ejd erh alarla e v len m ed en önce g ö rd ü k ­
leri gibi. B u n u b ab am söyledi. P ren ses M y rcella’yı bize g ö n d e r­
diği için İb lis’e te ş e k k ü r e tm e m iz gerektiğini söyledi. Kız çok
sevim li, sizce d e öy le d eğil m i? O n u n k ile r gibi b u k lelerim ol­
su n iste rd im . M y rcella b ir kraliçe o lm ak için d o ğ m u ş, tıpkı an-
55
nesi gibi.” T y e n e ’ in yanaklarında gam zeler açtı. “ D ü ğü n ü tertip
etmekten onur duyarım , taçların yap ım ıyla ilgilenm ekten de
Trystane ve M yrcella çok m asum lar. B eyaz altın olabilir diye
düşündüm ... M yrcella’nın gözlerin e uyan zü m rütlerle birlikte.
Ah, elm aslar ve inciler de işe yarar, çocu klar evlen ip taç taktığı
sürece sorun yok. Son ra bütün yap m am ız gereken , M yrcella’yı
Bu İsim le A nılan İlk K raliçe ilan etm ek ve aslanların gelmesini
beklemek. A ndallar’ın, R lıo y n a rla r’ ın, İlk İn san lar’ ın Kraliçesi
ve Batıdiyar’ın Y ed i K rallık ’ ının k an ım î veliah tı M y rcella.”
“K a n ım veliaht?” d iye h o m u rd an d ı prens.
“ Erkek kardeşinden daha b ü y ü k ,” d iye açıkladı T y en e, prens
bir aptalmış gibi. “ K an u n lara gö re D e m ir T a h t, M yrcella ya
geçm eli.”
“Dorne kanunlarına g ö re .”
“ İyi Kral D aeron , P ren ses M y ria h ile evlen ip bizi krallığı­
na kattığında, D o rn e ’da h er zam an D o rn e kan u n ların ın geçerli
olacağı hususunda an laşm aya varıld ı. V e talih e bakın ki Myrcella,
D orn e’da.”
“ Ö yle,” dedi prens, sesi g ö n ü lsü z d ü . “ B u n u d ü şü n eyim .”
Tyene öfkelendi. “ Ç o k fazla d ü şü n ü y o rsu n u z am ca.”
“ Ö yle m ı?”
“ Babam öyle d erd i.”
“ O beryn çok az d ü şü n ü rd ü .”
“ Bazı adamlar, yapm aktan k o rk tu k ları için düşünürler.”
“ K orku ve tedbir arasında fark v a rd ır.”
“Ah, sizi asla korkm uş g ö rm e m e k için dua etm eliyim amca.
N efes almayı u n u tabilirsin iz.” T y e n e elin i kaldırdı...
Kum andan, uzunbaltasının d ib in i m e rm e r zem ine vurdu.
“ Leydim, haddinizi aşıyorsu n u z. L ü tfe n p latform dan uzaklaşın.”
“Am acım zarar v erm ek d eğildi ku m an dan . A m cam ı severim,
onun babamı sevdiğini de b ilirim .” T y e n e , pren sin önünde tek
dizinin üstüne çöktü. “ İstediğim her şeyi söyledim amca. Eğer
sizi gücendirdiysem beni affedin ; kalbim param parça. Hâlâ sev­
ginize sahip m iyim ?”
“ Daim a.”
56
“O hâlde bana hayır duanızı verin ve gideyim .”
Doraıı, elini yeğen in in başına koym adan önce bir an tered­
düt etti. “ C e su r ol ç o c u k .”
“Alı, nasıl olm am ? B en onun k ızıyım .”
Tyene odadan ayrılır ayrılm az, üstat yüksek platforma koş­
turdu. “ P ren sim , iyi m isin iz? E lin ize bir bakayım .” Adam önce
prensin avcu n u m u ayen e etti, sonra parm aklarına bakmak için
eli nazikçe çevird i. “ H a yır, iyi. B u iyi. Sıyrık yok...”
Prens elini geri çekti. “ Ü stat, bana biraz haşhaş sütü getirir
misiniz lütfen? B ir y ü k s ü k kâfi g e lir.”
“ H aşhaş. E ve t, elb ette .”
Doran M artell, “ S a n ırım şim d i,” dedi ve Caleotte aceleyle
m erdivene d o ğ ru gitti.
Dışarıda g ü n eş b atm ıştı. K u b b en in içindeki ışık akşam ma­
visiydi ve y erd ek i e lm asla r ö lü y o rd u . Y ü k se k koltukta, Martell
m ızrağının altın da o tu ran p ren sin yü zü acı dolu ve solgundu.
Prens uzun bir sessizliğ in ard ın d an A reo H o tah ’a döndü. “ K u­
m andan,” d ed i, “ m u h a fız la rın ne kadar sadık?”
“ Sad ık lar.” K u m a n d a n başka ne söyleyeceğini bilm iyordu.
“ H epsi m i? Y o k s a b azıları m ı? ”
“ O n lar iyi ad am lar. İyi D ornelu adam lar. B en ne emredersem
onu yap arlar.” K u m a n d a n u zu n b altasın ı yere vurdu. “ Size iha­
net eden ad am ın k afasın ı a lırım .”
“ B en kafa iste m iy o ru m . İtaat istiy o ru m .”
“ S ah ip sin iz.” H iz m e t et. İtaat et. Koru. Basit bir adam için basit
bir yemin. “ K aç ad am a ih tiyaç v a r?”
“ B u n u sen in kararın a bırakacağım . Birkaç iyi adam, bize yir­
mi adam dan daha fayd alı o lab ilir. B u işin hiç kan dökülmeden,
m üm kün o ld u ğ u kad ar çab u k ve sessiz halledilm esini istiyo­
rum .”
“ K ansız, ça b u k v e sessiz, evet. E m rin iz nedir?”
“ K ard eşim in kızların ı bulacaksın , onları nezarete alacaksın
ve M ızrak K u le s i’ n in tepesin d eki hücrelere kapatacaksın.”
“ K u m Y ıla n la rın ı m ı? ” K u m an d an ın boğazı kurudu. “ Seki­
zini birden m i p ren sim ? K ü ç ü k olanlar dâhil mi?
Prens d ü şü n d ü . “ E llaria’ nın kızları bir tehlike yaratamayacak
kadar küçükler lâkin onları bana karşı kullanmaya çalışacak
sanlar var. Onları güvende tutm ak en iyisi. Evet, küçük olanlar
dâhil... ama önce T yen e’i, N ym eria’yı ve Obara’yı ele geçir.”
“N asıl em rederseniz prensim .” Kumandanın kalbi sıkıntı­
lıydı. Kiiçük prensesim bundan hoşlanmayacak. “Ya Sarella? O ye.
tişkin bir kadın, neredeyse yirmi yaşında.”
“D orne’a dönm ediği takdirde Sarella hakkında yapabilece­
ğim bir şey yok, ablalarının gösterdiğinden fazla sağduyu gös­
termesi için dua etm ek dışında. O n u kendi... oyununa bırak.
Diğerlerini topla. O nların güvende ve gözetim altında olduğu­
nu bilene kadar uyum ayacağım .”
‘Yapılacak.” Kumandan tereddüt etti. “Bu m esele caddeler­
de duyulduğunda sıradan insanlar uluyacak.”
“Bütün D orne uluyacak,” dedi D oran yorgun bir sesle.
“Lord Tyvvin’in uluyan insanları Kral Toprakları’ndan duyması
için dua ediyorum sadece, G üneş M ızrağı’nda nasıl sadık bir
dostu olduğunu anlar böylece.”
CERSEI
Rüyasında, herkesten yukarıda D em ir T aht’ta oturuyordu.
Aşağıdaki saray m ensupları parlak renklere boyanmış fare­
le r d i. Büyük lordlar ve gururlu leydiler onun önünde diz çök­
tü. Genç ve cesur şövalyeler kılıçlarını onun ayaklarının dibine
koydu ve lütfü için yalvardı. Kraliçe onlara yukarıdan gülüm se­
di, ta ki, İblis hiç yoktan ortaya çıkana ve kahkahalar atarak onu
gösterene kadar. Lordlar ve leydiler de kıkırdamaya başladı, gü­
lüşlerini ellerinin arkasına gizliyorlardı. Kraliçe ancak o zaman
ç ı r ı l ç ı p l a k olduğunun farkına vardı.
Dehşete düşm üş bir hâlde, elleriyle kendini örtmeye çalıştı.
O utancını saklam ak için büzüldükçe, D em ir T ah t’ ın dikenleri
ve bıçakları etine battı. Kalçaları dem ir dişler tarafından ısırılırken, bacaklarından aşağı kırm ızı kanlar aktı. Kalkm aya çalış­
tığında, ayağı eğri büğrü m etalin içindeki bir boşluğa girdi. O
debelendikçe taht onu daha fazla içine çekti; göğüslerinden ve
karnından et parçaları kopardı, kollarını ve bacaklarını doğradı.
Sonunda kraliçenin her yanı kaygan, kırm ızı ve parlaktı.
Ve bütün bunlar olurken, kraliçenin kardeşi aşağıda gülerek
eğlendi.
Cersei om zunda h a fif bir dokunuş hissedip aniden uyandı­
ğında, kulaklarında hâlâ Ib lis’in neşesi yankılanıyordu. Yarım
kalp atışı zaman boyunca, om zuna dokunan el de kâbusun bir
parçası gibi göründü ve C ersei bağırdı ama elin sahibi Senelle’di. Hizm etçi kızın yü zü beyaz ve korku doluydu.
Yalnız değiliz, diye fark etti kraliçe. Yatağının etrafında göl­
geler vardı, pelerinlerinin altında pırıltılı örgü zırhlar olan uzun
suretler. Silahlı adamların burada işi yok. M uhafızlarım nerede? Kra­
liçenin yatak odası, m ütecavizlerden birinin taşıdığı fener dı­
şında karanlıktı. Korktuğumu belli etmemeliyim. Cersei, uyurken
darmadağın olm uş saçlarını geri itti ve, “ Benden ne istiyorsu­
nuz?” dedi. B ir adam fener ışığının içine girdi, Cersei adamın
Pelerininin beyaz olduğunu gördü. “Jaim e?” Rüyamda bir karde­
leni gördüm ama beni uyandırmaya diğeri geldi.
59
“Majesteleri.” Ses Jaim e’ye ait değildi. “Lord Kumandan
gelip sizi almamızı em retti.” Şövalyenin saçları bukleliydi, J^.
im e’nin saçları gibi, fakat bu adamın saçları siyah ve yağlıyken
Jaime’nin saçları altındı, C ersei’ninkiler gibi. Şövalye bir tu­
valet odası ve bir arbalet hakkında bir şeyler mırıldanıp Lord
Tywin’in adını söylerken, Cersei aklı karışmış hâlde adama
baktı. Uyanmadım, kabusum da bitmedi. Birazdan Tyrion yatağın
altından çıkacak ve bana gülecek.
Ama bu saçmalıktı. C ersei’nin cüce kardeşi aşağıda, kara
hücrelerdeydi, tam olarak bugün ölm eye m ahkûm edilmişti.
Cersei ellerine baktı; hepsinin yerinde olduğundan em in olmak
için parmaklarını çevirdi. K olunu okşadı; tüyleri diken dikendi
ama teni kesiksizdi. Bacaklarında ya da ayak tabanlarında yarık­
lar yoktu. Bir rüya, hepsi bu, bir rüya gördüm. D ü n gece çok içtim, bu
korkular şarabın yarattığı latifeler sadece. Çocuklarım güvende olacak,
Tommen’ın tahtı sağlamda olacak ve benim çarpık, küçük valonqaDm
boyu bir baş kısalmış hâlde çürüyor olacak.
Jocelyn Swyft, C ersei’in h em en yanındaydı, ona bir kadeh
uzatıyordu. Cersei bir yu d u m aldı: İçine lim on sıkılmış su.
Öyle ekşiydi ki Cersei suyu geri tükürdü. G ece rüzgârının sars­
tığı panjurların tıkırtısını duydu ve etrafı tu h a f bir netlikle gör­
dü. Senelle kadar korkmuş olan Jocelyn yaprak gibi titriyordu.
Sör Osmund Karakazan yatağın üzerine eğilm işti. O sm und’un
arkasında, elinde bir fenerle Sör Boros B lou n t duruyordu. Ka­
pıda, miğferlerinin tepesinde altın yaldızlı aslanlar ışıldayan
Lannister muhafızları vardı. O nlar da korkm uş görünüyordu.
Olabilir mi? diye merak etti kraliçe. B u doğru olabilir mi?
Cersei kalktı, çıplaklığını gizlem ek için S en elle’in giydirdiği
sabahlığa sarındı, kuşağı kendi bağladı, parmakları katı ve be­
ceriksizdi. “Lord babamın etrafında gece gündüz muhafızlar
vardır,” dedi. Dili kalınlaşmış gibiydi. Cersei lim onlu sudan bir
yudum daha aldı ve nefesini tazelem ek için suyu ağzında çalka­
ladı. Sör Boros’un taşıdığı fenerin içine bir güve girdi; Cersei
güvenin vızıltısını duyuyor ve cama vuran kanatlarının gölg^"
sini görüyordu.
“Muhafızlar nöbet yerlerindeydi Majesteleri,” dedi Osmund
60
Karakazan. “ O cağın arkasında gizli bir kapı bulduk. Lord K u­
mandan kapının nereye gittiğini anlam ak için aşağı indi.”
“Jaim e?” Korku, C e rse i’yi ele geçirdi, bir fırtına kadar ani.
“Jaime kralın yanında olm alıyd ı...”
“ Delikanlı zarar görm edi. Sör Ja im e kralın yanına bir düzine
adam gönderdi. M ajesteleri huzur içinde uyuyor.”
Umarım benimkinden daha güzel bir riiya görür ve daha hoş bir
şekilde uyanır. “ Kralın yanında kim var?”
“O şeref Sör Loras’a ait, eğer m em nun olacaksanız.”
Cersei m em nun olm adı. T y relle r sadece, ejderha kralları
tarafından m evkilerinin çok üzerine çıkarılm ış kâhyalardı. K i­
birlerini yalnızca ihtirasları geçebilirdi. Sör Loras bir genç kızın
rüyası kadar güzel olabilirdi ama giydiği beyaz pelerinin altında
kemiklerine kadar T yrelP d i. C e rse i’nin bildiği kadarıyla bu ge­
cenin m enfurluğu Y ü k se k B ah çe’de ekilm iş ve büyütülmüştü.
Fakat Cersei bu şüphesini dile getirm eye cesaret edemezdi.
“Bana giyinm em için zam an verin. Sör O sm und, beni El Kulesi’ne siz götürün. S ö r B o ros, gardiyanları ayaklandırın ve cü­
cenin hâlâ hücrede olduğundan em in olu n .” Cersei onun adı­
nı söylemeyecekti. Babama el kaldırmaya asla cesaret edemez, dedi
kendine ama em in olm ak zorundaydı.
“Majesteleri nasıl em rederse.” B lou n t feneri Sör O sm und’a
verdi. Cersei adam ın sırtını görm ekten m utsuz değildi. Babam
ona beyazlan asla geri vermemeliydi. Adam bir korkak olduğunu
kanıtlamıştı.
Maegor H isarı’ndan ayrıldıklarında gökyüzü derin bir ko­
balt mavisine devrilm işti ama yıldızlar hâlâ ışıldıyordu. Biri ha­
riç hepsi, diye düşündü C ersei. Batının parlak ytldızı düştü, geceler
daha karanlık olacak artık. K uru hendeğin üzerindeki açılır kapa­
nır köprüde duraksadı, aşağıdaki kazıklara baktı. Bana böyle bir
konuda yalan söylemeye cesaret edemezler. “ O nu kim buldu?”
“ Muhafızlarından biri,” dedi Sör Osm und. “ Lum. Tuvalete
gitme ihtiyacı duym uş ve lordum uzu orada bulm uş.”
Hayır, olamaz. Bir aslan bu şekilde ölemez. Kraliçe tuhaf bir şe­
kilde sakindi. Küçük bir kızken ilk dişini kaybettiği zamanı ha­
tırladı. Canı yanmamıştı ama ağzındaki boşluk o kadar tuhaftı ki
61
C e rsei diliyle oraya d o k u n m a d a n d u ra m a m ıştı. Ş im d i dünyada
eskiden babanını durduğu yerde bir boşluk var ve boşluklar doldurulmak
isıer.
E ğer T y w in Lam ı ister g erç e k te n ö ld iiy se k im se güvende
değildi... bilhassa C e rs e i’ııin tah ttak i oğ lu . A sla n lar ö ld ü ğ ü n ­
de daha ö n em siz hayvanlar içeri g irerd i: Ç a k alla r, ak b ab alar ve
vahşi köpekler. O n u k enara itm ey e çalışacaklardı, h e r zam an
yaptıkları gibi. C e rsei hızlı h a re k e t e tm e k z o ru n d a y d ı, R obert
ö ld ü ğ ü n d e yaptığı gibi. B u, S tan n is B a ra th e o n ’ın işi olabilirdi,
bir m aşa k u llan m ıştı belki. B u cin a y e tin , ş e h re y ap ılacak yeni
b ir sald ırın ın p re lü d ü olm ası m ü m k ü n d ü . C e rs e i ö y le o lm asını
u m d u . Bırak gelsin. O nu tıpkı babamın ezdiği gibi ezeceğim ve bu
sefer ölecek. S tannis, C e rs e i’yi k o r k u tm u y o r d u , M a c e T y re ll de
öyle. O n u kim se k o r k u tm u y o rd u . O K aya’n ın k ızıy d ı, b ir as­
landı. ^i n i k kimse beni tekrar evlendirmekten bahsetmeyecek. C asterly
Kayası ve L an n ister H a n e d a m ’n ın b ü tü n g ü c ü o n u n d u şim di.
A rtık kim se o n u g ö rm e z d e n g elm e y e c e k ti. T o m m e n ’ın b ir ve­
kile ihtiyacı k alm ad ığ ın d a bile, C a ste rly Kayası L ey d isi arazide
bir güç olarak kalacaktı.
D oğan g ü n eş, k u le te p e le rin i can lı b ir k ırm ız ıy a b o y am ıştı
fakat d u v arların altı hâlâ karan lık tı. D ış kale o k a d a r sessizd i ki,
C ersei k alenin tü m in sa n la rın ın ö ld ü ğ ü n e in a n a b ilird i. Ölm üş
olmalılar. Y alnız ö lm e k T y w in L a n n is te r ’a g ö re d e ğ ild i. Ö yle bir
adam, cehennemdeki ihtiyaçlarıyla ilgilenecek bir maiyet hak eder.
El K ulesi’n in kapısına, k ırm ız ı p e le r in le r g iy e n ve aslan te­
pelikli m iğ ferler takan d ö rt m ız ra k ç ı y e rle ş tirilm iş ti. “B e n im
iznim o lm ad an k im se g irm e y e c e k ya d a ç ık m a y a c a k ,” d e d i C e r ­
sei. E m ir v erm e k kolay gelm işti. B abam ın sesinde de çelik vardı.
K ulen in içinde, m e şa le le rd e n çık an d u m a n g ö z le rin i rah at­
sız etti am a C ersei gözyaşı d ö k m e d i, babası d a d ö k m e z d i. O nun
sahip olduğu tek gerçek oğul benim. B a sam ak ları tır m a n ır k e n to ­
p u k ları taşa sü rtü n ü y o rd u ve C e rs e i, S ö r O s m u n d ’u n fe n e rin in
için d e çılgınca çırp ın an güveyi d u y a b iliy o rd u . Ö l, d iy e d ü ş ü n d ü
kraliçe, rahatsız o lm u ştu , alevin içine uç ve öl.
B asam akların te p esin d e iki k ırm ız ı p e le rin li d a h a v ard ı. C e r­
sei g eçerken, Kızıl L ester m ırıld a n a ra k başsağlığı d ile d i. Kraliçe
62
hızlı ve kısa n efesler alıp v eriy o rd u , kalbinin göğsünde çırpındı­
ğını hissed eb iliy o rd u . Basamaklar, dedi kendi kendine, bu lanetli
kalenin çok fazla basamağı var. Kaleyi yerle bir etm eyi d ü şü n ü ­
yordu.
Salon, fısıltılarla k o n u şa n aptallarla doluydu; sanki Lord
T yw in u y u y o rd u ve o n lar da lo rd u uyandırm aktan korkuyor­
du. M u h a fızlar ve h izm etk ârlar, C ersei önlerinden geçerken
telaşla geri çek ild iler, ağızları açılıp kapanıyordu. Cersei onların
p em be diş e tle rin i ve sallanan dillerini gördü fakat söyledikleri
k elim eler fen erd ek i g ü v en in vızıltısından daha anlam lı değildi.
Burada ne yapıyorlar? N asıl haberleri oldu? T eam üle göre ilk önce
C e rsei’n in çağırılm ası g erekiyordu. O Vekil Kraliçe’ydi, insan­
lar b u n u u n u tm u ş m u y d u ?
E l’in y atak o d a sın ın ö n ü n d e , beyaz zırhı ve pelerini içinde
Sör M e ry n T r a n t d u ru y o rd u . M iğferinin göz siperi açıktı ve
g ö zlerin in altın d ak i to rb alar o n u uyukluyorm uş gibi gösteri­
yord u . “B u in sa n la rı g ö n d e rin ,” dedi C ersei, şövalyeye. “Babam
tuvalet o d asın d a m ı? ”
“O r u te k ra r yatağına taşıdılar leydim .” Sör M eryn, C e r­
sei’n in içeri g irm e si için kapıyı açtı.
P a n ju rla rd a n sızan sabah ışığı, yatak odasının zem inindeki
hasırların ü s tü n e altın çu b u k lar boyuyordu. C ersei’nin amcası
Kevan, yatağ ın k e n a rın a diz çö k m ü ştü ; dua etm eye çalışıyordu
fakat k elim eleri ağ zın d an çıkaram ıyordu. M uhafızlar şöm ine­
n in y a n ın d a to p la n m ıştı. S ör O s m u n d ’u n bahsettiği gizli kapı
k ü llerin ark asın d ay d ı, açıktı, b ir ocaktan daha büyük değildi. Bir
adam o k ap ıd an g eçm ek için em eklem ek zorunda kalırdı. Ama
Tyrion yarım bir adam. B u d ü şü n c e C ersei’yi öfkelendirdi. Hayır,
cüce bir kara hücrede kilitli. B u o n u n m arifeti olam azdı. Stannis,
dedi C e rsei k en d i k en d in e, bu işin arkasında Stannis var. Şehirde
hâlâ yandaşları var. O ya da Tyrelller.
Kızıl K ale’n in içindeki gizli geçitlerden eskiden beri bahsedi­
lirdi. Z a lim M a e g o r’ın, g eçitlerin varlığını bir sır olarak tutm ak
için kaleyi inşa ed en adam ları ö ld ü rd ü ğ ü söylenirdi. Daha kaç
yatak odasının g izli kapıları var? C e rsei’nin gözünde, T o m m e n ’ın
yatak o d asın d ak i b ir d u v ar halısının arkasından, elinde bir bı­
63
çakla çıkan cücenin g ö rü n tü sü canlandı. Tomnıetı iyi konmuyor
dedi kendine. Ama Lord T yw in de iyi k o ru n u y o rd u .
Ccrsei bir an için ölü adam ı tanım adı. Evet, saçları babasının
saçlarına benziyordu am a bu kesinlikle başka b ir ad am d ı, daha
ufak tefek ve çok daha yaşlı bir adam . G eceliği boğazına kadar
yukarı çekilm işti, belinden aşağısı çıplaktı. A d am ın gö b ek deli­
ğiyle erkeklik organının arasındaki kasığa saplanan o k o kadar
derine gö m ü lm üştü ki sadece denge tüyleri g ö rü n ü y o rd u . Ada­
m ın cinsel organının etrafındaki kıllar k u ru kanla sertleşm işti.
Göbek deliğinde daha fazla kan p ıhtılaşıyordu.
A dam dan gelen kokuyu alınca C e rsei b u r n u n u b u ru ştu rd u .
“O k u çıkarın,” diye em retti. “Bu adam Kral E li!” Ve benim ba­
bam. Benim lord babam. Çığlık attp saçlarımı mı yolm alıyım ? Freyler
kıymetli R obb’u nu katlettiğinde, C a te ly n S tark ’ın k en d i y ü zü ­
nü tırmaladığı ve yanaklarından kanlı şe ritler kop ard ığ ı söyleni­
yordu. Bunu ister miydin baba? diye so rm ak istedi C e rsei. Yoksa
giiçlii olmamt mı arzu ederdin? Sen kendi baban için ağlamış mıydm?
Büyükbabası, Cersei sadece bir y aşındayken ö lm ü ş tü am a C e r­
sei hikâyeyi biliyordu. L ord T ytos aşırı şişm an lam ıştı ve b ir gün
m etresinin yanına gitm ek için basam akları tırm a n ırk e n kalbi
patlamıştı. Bu hadise vuku b u ld u ğ u n d a , D eli K ral’a El olarak
hizm et veren Lord T yw in, Kral T o p ra k la rı’n d aydı. C e rse i ve
Jaime küçükken babaları sık sık Kral T o p ra k la rı’n d a o lu rd u .
Lord Tyw in babasının ö lü m hab erin i ald ığ ın d a ağladıysa bile,
gözyaşlarını kim senin görem eyeceği b ir y erd e y ap m ıştı b u n u .
Kraliçe, avuçlarına göm ülen tırn a k la rın ı hissed eb iliy o rd u .
“O n u nasıl bu hâlde bırakırsınız? B abam üç k ralın E l’iydi, Yedi
Krallık’ta y ü rüm üş en b üyük adam dı. Ç a n la r o n u n için çalm alı,
Robert için çaldıkları gibi. Babam yıkanm alı ve itib arın a uygun
bir şekilde giydirilmeli; kakım k ü rk ü , altın k u m a ş ve kırm ızı
ipekler içinde olmalı. Pycelle nerede? Pycelle nerede?” M u h a fız­
lara döndü. “Puckens, Yüce Ü sta t P ycelle’i getir. L ord T y w iıı’i
görm eli.”
“G ördü M ajesteleri,” dedi P uckens. “G eld i, g ö rd ü ve sessiz
rahibeleri çağırm ak için gitti.”
Beni en son çağırmışlar. B u n u fark e tm e k C e rs e i’yi konuşanıa-
64
yacak kadar çok ö fkelendirdi. Pycelle, yumuşak ve buruşuk ellerini
pisletmektense mesaj göndermek için koşmuş. İşe yaramaz bir adam.
“Ü stat Ballabar’ı b u lu n ,” diye em retti C ersei. “Ü stat F renken’i
bulun. H erh an g i b irin i.” Puckens ve Kısakulak em re itaat et­
m ek için koştular. “K ardeşim n ered e?”
“T ü n eld e. Bir m erd iv en bacası var, taşa dem ir basamaklar
yerleştirilm iş. Sör Ja im e bacanın ne kadar derine indiğini gör­
m ek için g itti.”
Onun sadece bir eli var, diye bağırm ak istedi Cersei. Sizden
biri gitmeliydi. Ja im e ’nin merdivenlerle işi yok. Babamı öldüren adam,
aşağıda Ja im e ’yi bekliyor olabilir. C ersei’nin ikizi h er zam an fazla
aceleci biri o lm u ştu ve g ö rü n ü şe göre bir el kaybetm ek ona ted­
birli olm ayı ö ğ retm em işti. P uckens ve Kısakulak, aralarında gri
saçlı bir adam la b irlik te geri d ö n d ü ğ ü n d e, Cersei m uhafızlara
aşağı in m elerin i ve Ja im e ’yi g etirm elerini em retm ek üzereydi.
“M ajesteleri,” ded i K ısakulak, “b u adam b ir üstat oluğunu iddia
ediyor.”
A dam reverans yaptı. “Size nasıl h izm et edebilirim M ajes­
teleri?”
A dam ın y ü z ü tan ıd ık geliyordu fakat Cersei o n u n kim oldu­
ğunu çık aram ıy o rd u . Yaşlı ama Pycelle kadar yaşlı değil. B u adamda
hâlâ biraz kuvvet var. A dam u z u n boyluydu am a hafifçe kam bur­
du, koyu m avi g ö zlerin in etrafında kırışıklar vardı. Boynu çıplak.
“Ü stat zinciri ta k m ıy o rsu n u z .”
“Z in c irim b e n d e n alındı. B enim adım Q y b u rn , Majesteleri.
K ardeşinizin elini tedavi e ttim .”
“Bilek k ö k ü n ü d em ek istiy o rsu n.” Cersei adamı hatırladı.
Jaim e’yle b irlik te H a rre ııh a l’dan gelm işti.
“Sör Ja im e ’n in elini kurtaram ad ım , bu doğru. Ancak sana­
tım o n u n k o lu n u ve ihtim alle hayatını kurtardı. H isar zincirim i
aldı lakiıı bilgim i alam ad ı.”
“Yeterli o lab ilirsin ,” diye karar verdi Cersei. “Başarısız o lu r­
san bir zin cird en fazlasını kaybedersin, yem in ederim . O k u ba­
bam ın k arn ın d an çıkar ve o n u sessiz rahibeler için hazırla.”
“K raliçem nasıl em red erse.” Q y b u rn yatağın yanına gitti,
duraksadı, geriye baktı. “Kızı ne yapayını M ajesteleri?”
65
“Kız?” Cersei ikinci cesedi gözden kaçırm ıştı. Yatağa gittj
kanlı ö rtü lerd en oluşan yığını kenara çekti ve kız oradaydı; çıplak^
soğuk ve pem be... yüzü dışında. Kızın yüzü, kendi d ü ğ ü n ziya_
terinde ö ld ü rü len Joffrey’niıı yüzü kadar siyahtı. B irbirine bağh
altın ellerden oluşan bir zincir kızın boğaz etine göm ülm üştü
öyle sıkı bir şekilde b ü k ü lm ü ştü ki deriyi yırtınıştı. C ersei öfkeli
bir kedi gibi tısladı. “O nun burada ne işi var?”
“O n u orada b u ld u k M ajesteleri,” dedi K ısakulak. “İblis’in fahişesi.” Bu söyledikleri, kızın orada oluş sebebini açıklıyormuş
gibi.
L ord babanım fa h işlerle işi yoktu, diye d ü ş ü n d ü C ersei. Anneni
öldükten sonra babanı asla bir kadına dokunmadı. M u h a fıza soğuk bir
bakış attı. “O lam az... L ord T y w in , babası ö ld ü ğ ü n d e Casterly
Kayası’na d ö n d ü ve orada... bu çeşit b ir kadın b u ld u , kadın onun
leydi annesinin m ü cev h erlerin i takm ış ve k ıy afetlerin d en birini
giymişti. Lord T y w in kadına kıyafetleri ve d iğ er h e r şeyi çıkart­
tırdı. O n u , karşılaştığı h er adam a b ir hırsız ve b ir fahişe olduğunu
itiraf etm esi için on beş g ü n b o y u n ca L annis L im a m ’n ın cadde­
lerinde çırılçıplak bir hâlde dolaştırdı. L o rd T y w in L an n ister fahişelere böyle davranırdı. O asla... b u kad ın başka b ir am aç için
buradaydı...”
“Belki de lo rd u m u z o n u , h an ım ıy la ilgili so rg u lu y o rd u ,” dedi
Q y b u rn . “Sansa S tark’ın, kralın ö ld ü r ü ld ü ğ ü gece o rta d a n kay­
b o ld u ğ u n u d u y d u m .”
“A ynen öyle.” C ersei b u fikre hevesle tu tu n d u . “O n u sorgu­
luyordu elbette. B u n a şü p h e y o k .” H a ra b e y e d ö n m ü ş b u rn u n u n
altındaki d u d aklarınım b ü k e re k b ir m a y m u n gibi g ü lü m se y e n ve
k ötü k ötü bakan T y rio n ’ı g ö reb iliy o rd u . O tıu çırılçıplak ve bacakları
iyice açılmış bir hâlde sorgulamaktan daha iyi bir sorgulama yolu var mı?
diye fısıldadı cüce. O nu ben de böyle sorgulamaktan hoşlanıyorum.
Kraliçe başını çevirdi. O na bakmayacağım. B ir an d a, ö lü kadın­
la aynı odada o lm ak bile fazla gelm işti. Q y b u r n ’ü ite re k geçti ve
koridora çıktı.
Sör O s m u n d , kardeşleri O s n e y ve O s fr y d ’e k atılm ıştı. “E l’in
yatak odasında ö lü b ir kad ın v ar,” d ed i C e rs e i ü ç K arakazan’a.
“O n u n orad a o ld u ğ u n u k im se b ilm e y e c e k .”
66
“Evet leydim .” Sör O sney’nin yanağında, Tyrion’ın bir başka
fahişesinin bıraktığı belli belirsiz tırnak izleri vardı. “Peki onu ne
yapalım?”
“Köpeklerinize yedirin. Yatak arkadaşınız olarak tutun. U m rum da değil. O asla burada değildi. Burada olduğunu söylemeye
cesaret eden adam ın dilini keserim. Beni anladınız mı?”
O sney ve O sfryd bakıştı. “Evet Majesteleri.”
Cersei, Karakazanlar’ın peşinden tekrar odaya girdi ve adam­
lar yataktaki kızı Lord Tyvvin’in kanlı battaniyelerine sararken
onları izledi. SUae, adı Shae’di. Kızla en son, cücenin dövüşle yar­
gılanm asından önceki gece konuşm uştu; o gülümseyen Dorne
yılanı, İblis’in şam piyonu olmayı önerdikten sonra. Shae, Tyrion’ın verdiği bazı m ücevherleri ve Cersei’nin vermiş olabileceği
belli sözleri so rm u ştu ; şehirde bir malikâne ve onunla evlenecek
bir şövalye. Kraliçe, fahişenin, Sansa Stark’ın nereye gittiğini söy­
lem eden h içbir şey almayacağını açıkça belirtmişti. “O n u n hizm etçisiydin. Planlarıyla ilgili hiçbir şey bilmediğine inanmamı
mı bek liyorsun?” dem işti. Shae gözyaşları içinde gitmişti.
Sör O sfry d , battaniyelere sarılmış cesedi om zuna attı. “O
zinciri istiy o ru m ,” dedi C ersei. “Altını çizmemeye özen göster.”
O sfryd başıyla onayladı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. “H a­
yır. A vludan g eçem ezsin .” C ersei başıyla gizli geçidi gösterdi.
“Z ind an lara in en b ir m erdiven bacası var. Şu taraftan.”
Sör O sfry d şö m in en in ö n ü n d e tek dizinin üstüne çökerken,
ışık içeriyi aydınlattı ve kraliçe sesleri duydu. Jaime, yaşlı bir ka­
dın gibi ö n e eğilm iş hâlde ortaya çıktı; çizmeleri, Lord Tyw in’in
son ateşin d en kalan k u ru m la n havalandırdı. “Yolumdan çekilin,”
dedi Jaim e, K arakazanlar’a.
C ersei, Ja im e ye d o ğ ru koştu. “O nları buldun m u? Katilleri
b u ld u n m u ? Kaç kişilerdi?” Birden fazlası vardı şüphesiz. T ek
başına b ir adam L ord T y w in ’i öldürem ezdi.
Ja im e ’n in y ü z ü n d e yo rg u n bir ifade vardı. “Baca, bir düzine
tünelin birleştiği b ir odaya iniyor. T ünellerin girişleri dem ir kapı­
larla kapalı, zincirli ve kilitli. A nahtarları bulm am gerek.” Odaya
bakındı. “B u n u yapan h er kim se hâlâ duvarların içinde saklanı­
yor olabilir. O ra d a k aran lık bir labirent var.”
67
C ersei, d uvarların arasında devasa b ir fare m isali d o laşan Ty
rioıı'ı hayal etti. Hayır. Saçmalıyorsun. C üce hücrede. “D uvarları
yık. G erekiyorsa bu kuleyi yerle b ir et. O n la r ın b u lu n m asın ı
istiyorum . B u n u k im ler yaptıysa. O n la r ın ö ld ü r ü lm e s in i istU
y o ru m ."
Ja im e , C e rs e iy e sarıldı, sağlam elin i o n u n b e lin e koydu
A dam kül k o k u y o rd u am a saçları sabah ışığıyla a ltın gibi p aN
lıyordu. C ersei o n u n y ü z ü n ü k e n d i y ü z ü n e ç e k m e k ve öpm ek
istedi. D aha sonra, ded i k e n d in e , daha sonra teselli b ulm ak için bana
gelecek. “Biz o n u n vârisleriyiz J a in ıe ,” d iy e fısıld a d ı. “O n u n baş­
ladığı işi b itirm ek b izim g ö re v im iz . El o la ra k b a b a m ın yerini
alm alısın. B u n u sen de b iliy o rs u n . T o m m e n ’ın sa n a ihtiyacı
olacak..."
Jain ıe, C e rs e i’deıı uzaklaştı ve k o lu n u k a ld ırd ı, b ile k k ö k ü n ü
kardeşinin y ü z ü n e dayadı. “E lsiz b ir E l? K ö tü b ir şak a kard eşim .
B en d en h ü k m e tm e m i is te m e .”
Sör Kevan, J a im e ’n in s e rt itira z ın ı d u y d u . S lıa e ’in b a tta n i­
yeye sarılı cesediyle k ü lle rin iç in d e d e b e le n e n K a ra k a z a n la r ve
Q y b u rn d e öyle. M u h a fız la r P u c k e n s , H o k e v e K ısa k u la k bile
du ydu. Ahşanı karanlığı çökmeden bütün kale duyacak. C e r s e i ya­
naklarının yandığını h is e d e b iliy o rd u . “H ü k m e t m e k m i? Ben
h ü k m etm ek le ilgili b ir şey s ö y le m e d im . O ğ l u m r e ş it o la n a ka­
dar b en h ü k m e d e c e ğ im .”
“K im e daha fazla acıd ığ ım ı b i lm iy o r u m ,” d e d i J a im e . “T o m m en 'a m ı, yoksa Y edi K rallık ’a m ı.”
C ersei, J a im e ’yi to k atlad ı. J a ı m e ’n in k o lu d a r b e y i y ak alam ak
için yukarı kalktı, b ir k ed i k a d a r h ız lı... fa k a t b u k e d i, b ir sağ el
yerine b ir sakatın b ilek k ö k ü n e sa h ip ti. C e r s e i ’n i n p a rm a k la rı
Ja im e ’n in y ü z ü n d e k ırm ız ı iz le r b ıra k tı.
T o k ad ın sesi S ör K ev an ’ı ayağa k a ld ır d ı. “B a b a n ız b u r a d a ölii
yatıyor. T a rtışm a n ız ı d ışa rıd a y a p a c a k k a d a r e d e p li o l u n . ”
Ja im e ö z ü r d ile r b ir tav ırla b a ş ın ı e ğ d i. “B iz i b a ğ ış la am ca.
K ard eşim k e d e rd e n hasta. K e n d in i k a y b e tti.”
C e rsei b u sö z ler y ü z ü n d e n J a im e ’yi te k r a r to k a tla m a k istedi.
O n un E l olabileceğini düşündüğüm için çıldırm ış o lm a lıyım . B u m a ­
kam ı lağvetm eyi te rc ih e d e rd i. B ir E l, o n a n e z a m a n k e d e rd e n
68
başka b ir şey getirm işti? J o n A rryn, o n u n yatağına R obert Barath e o n ’ı so k m u ş tu ve ö lm e d e n önce Jaim e ile o n u n hakkında
araştırm a yap m ay a b aşlam ıştı. A rry n’ın bıraktığı yerden E ddard
Stark d ev am e tm işti ve ad am ın m eseleye dahli, C ersei’yi R o­
b e rt’tan b ir an ö n ce k u rtu lm a k zo ru n d a bırakm ıştı; C ersei, R ob e rt’ın baş belası k ard eşlerin in h ak kından gelem eden önce. T yrion, M y rcella’yı D o rn e lu la r’a satm ıştı, C ersei’nin oğullarından
b irini re h in e h â lin e g etirm iş ve d iğerini ö ld ü rm ü ştü . Ve Lord
T y w in , Kral T o p ra k la n ’na d ö n d ü ğ ü n d e ...
B ir sonraki E l haddini bilecek, diye söz verdi C ersei kendi k en ­
dine. Y eni El, S ö r K cvan olm alıydı. O yorulm az, ihtiyatlı ve ita­
atkâr b ir a d a m d ı. C e rs e i tıp k ı babası gibi ona güvenebilirdi. El,
başla tartışmaz. C e rs e i’n in y ö n e te c e k b ir diyarı vardı fakat o di­
yarı y ö n e tm e k için y e n i ad am lara ihtiyacı olacaktı. Pycelle titrek
b ir d a lk a v u k tu . Ja im e , kılıç eliyle birlikte cesaretini de kaybet­
m işti. M a c e T y re ll, R e d w y n e v e R ow an güvenilm ez adam lardı.
C e rs e i’n in b ild iğ i k ad arıy la b u işte o n ların parm ağı olabilirdi.
L ord T y re ll, T y w in L a n n iste r sağ o ld u ğ u sürece Yedi Krallık’a
h ü k m e d e m e y e c e ğ in in fark ın d ay d ı.
O adam a karşı tem kinli olm alıyım . Ş ehir, T y re ll’in adam larıy­
la d o lu y d u v e T y re ll, o ğ u lla rın d a n b irin i Kral M uhafızları’na
y e rle ştirm e y i b a ş a rm ış tı. L o rd T y w in ’in, T o m m e n ’ı M argaery
T y re ll’le n iş a n la n m a y a razı o lm ası C e rs e i’yi hâlâ ö tk elen d iriy o rd u . K ız , T o m m e n ’dan iki kat yaşlı ve iki kez dul. M ace T yrell,
k ız ın ın b a k ire o l d u ğ u n u id d ia e d iy o rd u am a C ersei şüpheliydi.
Jo ffre y , k ızla y atağ a g ir e m e d e n ö n ce ö ld ü rü lm ü ş tü fakat kız ilk
ö n ce R e n ly ile e v le n m iş ti... B ir adam baharatlı şarabın tadım tercih
edebilir lakitı öniine bir kupa bira koyulduğunda onu da kana kana
içer. C e rs e i, L o rd V a ry s’e, ö ğ ren eb ileceğ i h e r şeyi öğ ren m esin i
e m re tm e liy d i.
B u d ü ş ü n c e o n u o ld u ğ u y e rd e d u r d u rd u . V arys’i u n u tm u ş ­
tu. B u ra da olm alıydı. O her zam an buradadır. Kızıl Kale’de ne vakit
ö n e m li b ir şey o lsa, h a d ım h iç y o k tan ortaya çıkardı. Ja im e bu­
rada, K eva n amca burada, Pycelle geldi ve gitti ama l ’ar)rs yok. C e r ­
sei’n in o m u r g a s ın a s o ğ u k b ir p a rm a k d o k u n d u . Varys bu işin
bir parçasıydı. B a b a n ım onun kafasını alacağından korkmuş olmalı,
69
bu yüzden ilk önce o saldırdı. Lord T yw in, sahte g ü lüşlü muh
bir başına karşı asla sevgi beslem em işti. Ve Kızıl Kale’nin bu
tün sırlarını bilen bir adam varsa, o kesinlikle m u h b ir başıyj,
Lord Stannis’le iş birliği yapmış olmalı. Neticede Robert’ın konseyinde
birlikte hizmet verdiler...
Cersei yatak odasının kapısına, S ör M e ry n T ra n t’a doğrü
yürü d ü . “T rant, bana Lord Varys’i getir. G erek irse çığlık atar ve
kıvranır bir hâlde fakat zarar g ö rm em iş b ir şe k ild e .”
“E m redersiniz M ajesteleri.”
Fakat bir Kral M uhafızı g ider g itm ez b ir diğeri geri döndü.
Basamakları aceleyle tırm an a n Sör B oros B lo u n t n efes nefeseydi ve yüzü kızarm ıştı. “G itm iş,” dedi kraliçeyi g ö rd ü ğ ü n d e . Tek
dizinin üstü n e çöktü. “İblis... h ü cresi açık M ajesteleri... hiçbir
yerde ona dair bir iz y o k ...”
Riiya gerçekti. “E m irler v e rd im ,” d ed i C e rs e i. “G ece gündüz
gözetim altında tu tu lm ası g e re k iy o rd u ...”
B lo u n t’un göğsü inip k alkıyordu. “G a rd iy a n la rd a n biri de
kayıp. Adı R u g e n ’di. D iğ er adam ları u y u r h âld e b u ld u k .”
C ersei’n in yapabildiği te k şey çığlık a tm a m a k tı. “U m arım
onları u y an d ırm am ışsın ızd ır S ö r B o ro s. B ıra k ın u y u s u n la r.”
“U y u su n lar m ı?” Şövalye y u k arı b aktı, kafası karışm ıştı.
“T am am M ajesteleri. N e kadar z a m a n ...”
“Sonsuza kadar. S onsuza k ad ar u y u d u k la r ın d a n e m in olun
sör. N ö b e t sırasında uyuyan m u h a fız la ra ta h a m m ü l etm ey ece­
ğim .” Duvarların içinde. Babam ı öldürdü, annem i v e J o ffu öldürdüğü
gibi. C ü ce o n u n için de gelecekti, k raliçe b u n u b iliy o rd u ; tıp­
kı yaşlı kadının o çad ırın lo şlu ğ u n d a sö z v e rd iğ i gibi. Kadının
yüzüne güldüm ama onun güçleri vardı. B i r dam la kanda geleceğimi
gördüm. Felaketimi. C e rs e i’n in b acakları su gibi zayıftı. S ö r Boros
o n u k o lu n d an tu tm ay a çalıştı am a k raliçe a d a m ın d o k u n u ş u n ­
dan uzaklaştı. B oros da T y rio n ’ın y a ra tık la rın d a n b iri olabilirdi.
“B en d en uzak d u r ,” dedi C e rsei. uU z a k d u rl ” B ir k an ap ey e doğ­
ru y ü rü d ü .
“M ajesteleri?” ded i B lo u n t. “B ir b a rd a k su g e tire y im m i? ”
Benim kana ihtiyacım var, suya değil. T y rio n ’tn karım a , va-
lo n q a r’ı« kanına. M eşaleler e tra fın d a d ö n ü y o r d u , C e rs e i gözle-
70
rint kapadı ve cücen in on a sırıttığını gördü. Hayır, dive düsiin
d ü, hayır, senden neredeyse kurtulmuştum. Ama cücenin parmaklar’,
Ç erse,’nin b o p z ın ın etrafında kapandı ve Çerse, o parmakların
k a s ılm a y a başladığını hissetti.
71
BRIENNE
“O ıı üç yaşında bir bakireyi a rıy o ru m ,” dedi köy k u y u su ­
nu n yanındaki gri saçlı kadına. “Soylu ve çok g ü zel b ir kız, mavi
gözleri ve kızıl saçları var. Kırk yaşlarında şişm an b ir şövalyeyle
ya da bir soytarıyla yolculuk ediyor olabilir. O n u g ö rd ü n m ü ? ”
Parm aklarıyla alnını ovuşturarak, “H atırla d ığ ım kadarıyla
havır sö r,” dedi kadın. “Ama g ö z ü m ü açık tu ta rım , b u n u ya­
p arın ı.”
O n ıı dem irci de görm em işti. Köy sep tiııd ek i rah ip , d o m u z la ­
rını gezdiren çoban, b ahçesinden soğan to p lay an kız da... T a rth
Bakiresi’ııin, R osby’nin kerpiç k u lü b eleri arasın d a b u ld u ğ u ba­
sit insanların hiçbiri on u gö rm em işti. F akat B rie n n e se b a t etti.
Gölgeli Vadi’ye giden en kısa yol bu, ded i k e n d in e . E ğ er Sansa bu
yoldan geçtiyse biri onu görmüş olmalı. Kale k a p ıla rın d a ay n ı s o r u ­
yu iki m ızrakçıya sordu. A dam ların arm ası, k a k ım ü s tü n d e üç
kırmızı zikzak g österiyordu; R osby H a n e d a n ı’n ın a rm a sı. “E ğer
kız bu günlerde yoldaysa, u z u n sü re b ak ire k a la m a z ,” d e d i d aha
yaşlı olan m ızrakçı. D aha g enç olan, k ızın b a c a k la rın ın arasın d a
da kızıl tüyler olup olm adığını so rd u .
Burada yardım bulamayacağım. B rie n n e , te k ra r a tın a b in d iğ i sı­
rada, köyün diğer u cu n d a b enekli b ir atın sırtın d a o t u r a n sıska
bir çocuk gördü. Bununla konuşmadım, diye d ü ş ü n d ü a m a ç o c u k
septin arkasında kayboldu. B rie n n e ç o c u ğ u n p e ş in d e n g itm e
zahm etine girm edi. B iiyiik ihtimalle diğerlerinden fa z la b ir şey bil­
miyor. Rosby, yol ü stü n d e k i geniş b ir y e rd i sa d ece. S a n sa ’n ın
burada oyalanm ası için b ir sebep y o k tu . B r ie n n e y o la d ö n e r e k
kuzey doğuya d o ğru ilerledi, elm a b a h ç e le r in d e n v e a rp a ta r ­
lalarından geçti, kısa zam an so n ra k ö y ü ve k a le n in k u y u s u n u
arkada bıraktı. Aradığı avı G ölgeli V ad i’d e b u la c a k tı. E ğ e r Sansa
bu yoldan geçtiyse.
“Kızı bulacağım ve o n u g ü v e n d e tu ta c a ğ ım ,” d iy e sö z v e r ­
m işti B rienne, Sör J a im e ’yc. “Leydi a n n e s in in h a tır ın a . V e se ­
nin hatırına.” Soylu k elim elerd i fakat k e lim e le r k o la y d ı, fiiller
ise zor. B rienne şehirde fazlasıyla o y a la n m ış v e ç o k az şey ö ğ -
72
renm işti. Daha önce yola koyulmalıydım... ama nereye doğru? Sansa
Stark, Kral Jo ffrey ’n in öldüğü gece kaybolm uştu. O n u o za­
m andan b u yana g ö ren ya da nereye gittiğiyle ilgili bir fikri olan
varsa bile k im se k o n u şm u y o rd u . En azından bana.
B rien n e k ızın şeh ird en ayrıldığına inanıyordu. Sansa hâlâ
Kral T o p ra k la rı’n d a olsaydı altın pelerinliler onu ortaya çıka­
rırdı. Kız başka b ir y ere g itm ek zorundaydı... ama başka bir yer,
b ü y ü k b ir y erd i. Yeni çiçek açmış, yalnız, korkmuş ve müthiş bir teh­
likenin içinde bir bakire olsaydım ne yapardım ? diye sordu Brien­
ne k e n d in e . Nereye giderdim? Cevap o n u n için kolaydı. T arth’a
geri d ö n e rd i, babasına. Fakat Sansa’nın babası, onu n gözlerinin
ö n ü n d e kafası k esilerek ö ld ü rü lm ü ştü . Leydi annesi de İkizlcr’de k atled ilm işti. Ve Kışyarı, Starklar’ın m uazzam hisarı yağ­
m alanıp y ak ılm ıştı, insanları kılıçtan geçirilmişti. Sansa’tun gide­
cek bir evi, babası, annesi, kardeşleri yok. Kız bir sonraki kasabada ya
da A ssh ai’ye g id e n b ir gem id e olabilirdi; bir seçenek en az diğeri
kadar m ü m k ü n g ö rü n ü y o rd u .
S ansa S tark ev in e g itm ek istem iş olsa bile, oraya nasıl gi­
d erdi? K ral Y o lu g ü v en li değildi, b u n u bir çocuk bile bilirdi.
B oğaz’ın k arşısın d ak i M o a t C ailin dem irdoğum luların elindey­
di ve İk iz le r’d e, S an sa’n ın ağabeyini ve leydi annesini öldüren
F re y ler v ard ı. K ız, sikkesi olsa d en iz y o lu n u kullanabilirdi fakat
Kral T o p r a k la r ın d a k i lim an hâlâ harabe halindeydi. N ehir yı­
kık rıh tım la r d a n ve b atık kadırgalardan ibaret bir karmaşaydı.
B rie n n e isk e le le r b o y u n c a so ru ş tu rm u ştu ama kim se Kral Joff­
rey’n in ö ld ü ğ ü g ece lim a n d a n ayrılan bir gemi hatırlam ıyordu.
B ir a d a m , k o y a d e m ir atan birkaç ticaret gem isinin küçük tek­
n elerle y ü k b o şa lttığ ın ı söylem işti am a gem ilerin çoğu, kıyıyı
y ukarı d o ğ r u tak ip e d e re k lim an ı h er zam ankinden daha hare­
ketli o lan G ö lg e li V a d iy e g id iy o rdu.
B r ie n n e ’in k ısrağ ı g ü zeld i ve iyi bir tem po tu ttu rm u ştu .
Y olda ta h m in e ttiğ in d e n fazla yolcu vardı. Yalvaran kardeşler,
b o ğ a z la rın a ta k tık la rı sırım la rd a n sarkan küreler y üzünden ağır
ağır ve sa lla n a ra k y ü rü y o rd u . G e n ç bir rahip, bir lorda ait ola­
b ilecek k a d a r iyi b ir b in e k a tın ın ü stü n d e dörtnala koşarak Brie n n e ’i g eçti. S o n ra B rie n n e b ir g ru p sessiz rahibeyle karşılaştı,
onları sorguladığında kadınlar başlarını iki yana salladılar. Öküz
arabalarından oluşan bir kafile, tahıl ve yün çuvallarıyla güneye
gidiyordu. Brienne daha sonra, dom uzlarını güden bir domuz
çobanının ve atlı m uhafızlar tarafından korunan bir arabada
yolculuk eden yaşlı bir kadının yanından geçti. İnsanların hepsine; on üç yaşında, mavi gözlü, kızıl saçlı, soylu bir kız görüp
görmediklerini sordu. H içbiri görm em işti. Brienn e, önündeki
yolla ilgili sorular da sordu. “ Burayla G ölgeli V adi arası yeterince güvenli,” dedi bir adam, “ ama G ölgeli V adi’den sonra haydutlar ve ormanlarda ıskartalar var.”
Sadece çamlar ve m uhafız ağaçları hâlâ yeşildi. G en iş yaprak­
lı ağaçlar, kızıl ve altın rengi pelerinler giym iş ya da kahverengi
ve çıplak dallarıyla gökyüzünü tırm alam ak için soyunmuşlar­
dı. Rüzgârın her esişi, tekerlek izleriyle dolu yoldan ölü yaprak
bulutları havalandırıyordu. Yapraklar, Ja im e Lannister’ın Brienne’e bağışladığı doru kısrağın toynaklarının altında hışırdı­
yordu. Rüzgârın içinde bir yaprak bulm ak, Batıdiyar’da kaybolmuş
bir kızı bulmak kadar kolay. B rienn e, Ja im e Lan n ister’ın ona bu
görevi zalimane bir şaka olarak m ı verdiğini m erak etti. Belki
de Sansa Stark ölm üştü, K ral Jo ffr e y ’nin ölüm ü n d e oynadığı
rol yüzünden kafası kesilm işti ve kız isim siz bir m ezara gömül­
müştü. Kızın cinayeti, T a rth ’tan gelen iri ve aptal bir fahişeyi
kızı bulmak üzere gönderm ekten daha iyi bir şekilde örtbas edi­
lebilir miydi?
Jaime bunu yapmaz. Sam im iydi. Bana kılıcı verdi, ona Yeminkâr
adım taktı. Aslında bir şey değişm ezdi. B rienn e, Leydi Catelyn’e,
kızlarını ona geri götüreceğine dair söz verm işti ve hiçbir söz,
bir ölüye verilm iş söz kadar kutsal değildi. Ja im e, küçük olan kı­
zın çoktan öldüğünü iddia etm işti; Lannisterlar’ın, Roose Bolton’ın piçiyle evlenm ek üzere kuzeye gönderdiği Arya sahteydiSadece Sansa kalmıştı. Brienne onu bulm ak zorundaydı.
Akşama doğru, bir derenin kenarında bir kamp ateşi gördüİki adam ateşin yanına oturm uş alabalık kızartıyordu, silahla­
rım ve zırhlarını bir ağacın altına yığm ışlardı. Adamlardan biri
yaşlıydı, biri biraz daha gençti fakat genç olmaktan çok u z a k tıDaha genç olan, Brienne’i karşılamak için ayağa kalktı. Adanın1
E
I
î
?
|
k
I
büyük göbeği, maral derisinden yapılm ış lekeli yeleğinin bağ­
c ık la r ın ı zorluyordu. Yanaklarını ve çenesini, eski altın renginde
k a b a r ık ve dağınık sakallar örtüyordu. “ Ü ç kişiye yetecek kadar
alabalığımız var sör,” diye seslendi adam.
B r i e n n e ilk kez bir erkekle karıştırılm ıyordu. B ü y ü k m iğfe­
rini çıkardı, saçlarını serbest bıraktı. Saçları sarıydı, kirli saman
r e n g iy d i ve en az sam an kadar kırılgandı. U z u n ve ince saçlar
B r ie n n e ’in om uzlarına döküldü. “ T eşek k ü r ederim sör.”
Vasıfsız şövalye gözlerini kısarak dikkatle B rie n n e’e baktı,
adamın uzağı görem ediğini fark etti. “ B ir leydi, öyle
B rie n n e
m i?
Silahlı ve zırhlı. Illy, tanrılar m erham et edin, cüssesine bir
bak.”
“Ben de bir şövalye o ld u ğ u n u san d ım ,” dedi yaşlı adam ba­
lıkları çevirirken.
Brienne bir erkek olsaydı on u n için iri denirdi ama bir ka­
dın için devasaydı. Ö m rü b o yu n ca d u yd u ğu kelim e ucubeydi.
Omuzları genişti, kalçaları daha da geniş. Bacakları uzundu,
kolları kalın. G öğsü n d e m em ed en ço k kas vardı. E lleri bü yü k­
tü, ayakları kocam an. Ü ste lik çirkin d i B rien n e, ata benzeyen
benekli bir yüzü ve ağzına b ü yü k geliyorm u ş gibi görünen diş­
leri vardı. Bunların h içb irin in ona hatırlatılm asına gerek yoktu.
“Sörler,” dedi B rien n e, “yold a on üç yaşında bir kız gördünüz
mü? Mavi gözlü, kızıl saçlı bir kız. K ırk yaşlarında şişm an ve
kırmızı suratlı bir adam la y o lc u lu k ed iyor olab ilir.”
Uzağı görem eyen vasıfsız şövalye başını kaşıdı. “ B öyle bir
kız hatırlamıyorum. K ızıl, nasıl bir saçtır?”
“Kahverengine dön ü k k ırm ız ı,” dedi yaşlı olan adam. “ H a­
yır, onu görm edik.”
“Onu görm edik leyd im ,” dedi daha genç olan. “ G elin, atımzdan inin, balıklar neredeyse pişti. A ç m ısınız?”
Brienne aslında açtı ama aynı zamanda tem kinliydi. Vasıfsız
Şövalyelerin kötü bir şöhreti vardı. “ B ir vasıfsız şövalye ve bir
hırsız şövalye, aynı kılıcın iki kenarıdır,” denirdi. B u ikisi çok
tehlikeli görünmüyor. “ İsim lerinizi öğrenebilir m iyim sörler?”
“Ben, şarkıcıların bahsettiği Sör Creighton Longbough olma
°nuruna sahibim,” dedi büyük göbekli adam. “ Karasu’daki kah­
75
ram anlıklarım ı d u y m u şsu n u z d u r belki. A rkadaşım , S ör M e te ­
liksiz Illifer’dir."
C reig h to n Longboııgh hakkında b ir şarkı varsa bile, B rienne
o şarkıyı duym am ıştı. A dam ların isim leri, tıpkı arm aları gibi,
ona bir şey ifade etm iyordu. Sör C re ig h to ıı’m yeşil kalkanında
kahverengi bir şerit ve bir savaş baltası tarafından açılm ış d erin
bir yarık vardı. Sör illifer, dü z çizgilerle sekiz ü çg en e b ö lü n ­
m ü ş altın ve Lakını bir kalkana sahipti am a b o y an m ış altın ve
boyanm ış kakını, adam ın sahip o ld u ğ u tek altın ve tek kakım
tü rü y m ü ş gibi g ö rü n ü y o rd u . A dam en az altm ış yaşındaydı,
kaba y ünden yapılm ış yamalı p ele rin in in b aşlığının altındaki
yüzü zayıf ve dardı. Paslı bir örgü zırh giym işti. B rie n n e h e r iki
adam dan da bir baş u z u n d u , üstelik atı ve zırhı o n la rın k in d e n
daha iyiydi. Eğer bunlar gibilerden korkarsam, uzunktlıcınıt bir çift
örgü şiçiyle değiştirmem gerekir.
“Size teşekkür ederim iyi sö rle r,” dedi B rien n e. “B alığınızı
m em n u n iy etle paylaşırım .” A tın d an inip hay v an ın e y e rin i çı­
kardı. Kısrağı suladı ve otlam ası için se rb est bıraktı. S ilah ların ı,
kalkanını ve eyer heybelerini b ir karaağacın altına yığdı. O sı­
rada alabalıklar çıtır çıtır kızarm ıştı. S ör C re ig h to n , B rie ıın e ’e
bir balık getirdi, B rienne y em ek için yere o tu r u p bağdaş k u rd u .
Kendi balığını parm aklarıyla ayırırken, “G ö lg eli V ad i’ye
doğru gidiyoruz leydim ,” dedi L o n g b o u g h . “B izim le b irlik te
yolculuk ederseniz iyi yapm ış o lu rsu n u z . Y ollar ç o k te h lik e li.”
B rienne, yolların tehlikeleri h ak k ın d a a d am ın b ilm e k iste­
diğinden çok daha fazlasını anlatabilirdi. “T e ş e k k ü r e d e rim sör
lâkin k orum anıza ihtiyacım yo k .”
“Israr ediyorum . G erçek bir şövalye, k e n d is in d e n d ah a h as­
sas olan cinsiyeti k o ru m alıd ır.”
Brienne, kılıcının kabzasına d o k u n d u . “B u b en i k o r u r sö r.”
“Bir kılıç, ancak o n u savuran adam kadar iy id ir.”
“O n u yeterince iyi sa v u ru y o ru m .”
“E m in im öyledir. Bir leydiyle tartışm ak saygısızlık o lu r. Sizi
sağ salim G ölgeli V adi’ye götüreceğiz. Ü ç kişi, tek k işid en daha
güvenli yol alır.”
Sehiroua’dan ayrılırken üç kişiydik ama Jaim e elini kaybetti, Sör
76
Cleos da hayatını. “A tlarınız b en im k in e ayak uyduram az.” Sör
C re ig h to n ’ın k ah v eren g i iğdişi, çapaklı gözleri olan çökük sırtlı
bir yaratıktı ve S ö r Illifer’in sıska atı açlıktan kırılacakm ış gibi
g ö rü n ü y o rd u .
“K ü h ey lan ım K arasu’da bana gayet iyi h izm et verdi,” diye
ısrar etti S ö r C re ig h to n . “O rad a b ü y ü k bir katliam gerçekleştir­
dim ve b ir d ü z in e fidye k azandım . Sör H erb ert Bolling’i tanır
m ıydınız ley d im ? O n u n la asla tanışam azsınız artık. O n u d u r ­
duğ u y erd e k atlettim . K ılıçlar çarpıştığında Sör C reighton L ongbough asla arkalarda o lm az.”
A d am ın arkadaşı k u ru b ir kahkaha koyuverdi. “C reigh, kes
şunu. O n u n g ib ilerin b izim gibilere ihtiyacı y oktur.”
“B e n im g ib iler?” B rien n e, adam ın ne dem ek istediğinden
em in olam ad ı.
Sör Illifer k em ik li parm ağıyla B rien n e’in kalkanını gösterdi.
Boyası çatlam ış ve d ö k ü lm ü ş o lm asına rağm en, kalkanın taşıdığı
arm a açıkça o rtaday d ı: Sol ü st köşeden sağ alt köşeye bir çizgiyle
b ö lü n m ü ş, yarısı altın ve yarısı g ü m ü ş zem in üstünde siyah bir
yarasa. “B ir y alan cın ın kalkanını taşıyorsun ve buna hakkın yok.
B ü y ü k b a b am ın bü y ü k b ab ası, son L othston’ın öldürülm esine
yardım etti. O zam an d an beri kim se, o n u taşıyanların amelleri
kadar kara o lan yarasayı taşım aya cesaret edem edi.”
Kalkan, S ö r J a im e ’n in H arre n h al silahhanesinden aldığı
kalkandı. B rie n n e b u n u , kısrak ve daha pek çok şeyle birlikte
ahırda b u lm u ş tu ; ey er ve dizgin, örgü zırh ve göz siperli büyük
m iğfer, altın ve g ü m ü ş keseleri, keselerin her ikisinden de daha
değerli b ir p a rşö m e n . “K endi kalkanım ı kaybettim ,” diye açık­
ladı B rien n e.
“Bir b a k iren in ihtiyacı olan tek kalkan, gerçek bir şövalye­
dir,” ded i S ö r C re ig h to n .
Sör Illifer o n ıı ö n em sem ed i. “Ç ıplak ayaklı bir adam çizm e
arar, üşü y en b ir adam da pelerin. Lâkin kim üstüne utanç giyi­
nir? O yarasayı, D eyyus lakaplı Lord Lııcas ve onun oğlu M anfHyd taşıdı, Kara K ardeşlik’in üyesiydi. İnsan niye böyle bir arm a
taşır diye so ru y o ru m kendim e; kendi günahı hâlâ pis ve... taze
olmadığı sü re c e .” H an çerin i kınından çıkardı, hançer çirkin ve
ucuz bir demir parçasıydı. “ G erçek renklerini saklayan korkunç
iri ve korkunç güçlü bir kadın. C reigh, R en ly ’nin soylu boğaza
m kesen Tarth Bakiresi’yle tanış.”
“ Bu bir yalan.” Renly Baratheon, Brienne için sadece bir kral
değildi. Brienne, reşit oluşunu kutlam ak üzere bir lord olarak
çıktığı resmi yolculuk sırasında T a rth ’a gelen R en ly yi, ilk gör*
düğü andan itibaren sevmişti. B rien n e’in babası, R en ly’yi bir
ziyafetle karşılamış ve kızının ziyafete iştirakini emretmişti. Bu
emir olmasaydı, Brienne yaralı bir hayvan gibi odasında sakla­
nırdı. O sıralar Sansa’dan daha bü yü k değildi ve sinsi gülüm­
semelerden, kılıçlardan korktuğundan fazla korkuyordu. Gülü
öğrenecekler, demişti Lord S elw yn ’e, bana gülecekler. Fakat Akşamyıldızı insaf etmemişti.
Ve Renly Baratheon, Brienn e güzel ve m ünasip bir leydiymiş gibi ona nezaket gösterm işti. H atta onunla dans etmiş­
ti. Brienne onun kollarında kendini z a rif hissetm işti, ayakları
suyun üstünde kayar gibi hareket etm işti. D aha sonra diğerleri
Brienne’le dans etm ek için yalvarm ıştı; bu n un tek sebebi Ren­
ly’nin sergilediği örnekti. O günden sonra, B rie n n e’in tek isteği
Lord Renly’ye yakın olm ak, ona hizm et etm ek ve onu korumak
olmuştu. Ama neticede onu yarı yolda bırakm ıştı. Renly benim
kollarımda öldü ama onu ben öldürmedim, diye düşündü, fakat bu
vasıfsız şövalyeler bunu asla anlamaz. “ B en Kral R en ly için canımı
verir ve mutlu bir şekilde ölü rd ü m ,” dedi. “ Ben ona zarar ver­
medim. Kılıcım üstüne yem in ederim .”
“ Bir şövalye, kılıcı üstüne yem in eder,” dedi Sör Creighton.
“Yedi üstüne yem in et,” diye ısrar etti Sör M eteliksiz Illifer.
“ O hâlde Yedi üstüne. Ben Kral R en ly’ye zarar vermedim.
Anne üstüne yem in ederim. Eğer yalan söylüyorsam onun
merhametine asla mazhar olmayayım. Baba üstüne yemin ede­
rim ve ondan beni adilce yargılamasını isterim. Bakire ve Yaşlı
Hatun üstüne, Dem irci ve Savaşçı üstüne yem in ederim. Ve
Yabancı üstüne yemin ederim, eğer yalan söylüyorsam canımı
şimdi alsın.”
“ B ir k ız iç in iyi y e m i n e d i y o r , ” d e d i S ö r C r e i g h t o n .
“E v e t .” S ö r M e t e l i k s i z I l li f e r o m u z s ilk ti. “ P e k â lâ , e ğ e r yalan
78
tanrılar onu hizaya getirir.” Hançerini tekrar kınına
so k tu . “ İ l k nöbet senin.”
V a s ıfs ız şövalyeler uyurken, Brienne ateşin çıtırtılarını din­
le y e re k huzursuzca küçük kampın etrafında dolaştı. Fırsatım
v a r k e n gitmeliyim. Bu adamları tanımıyordu ama gönlü onları sa­
v u n m a s ız bırakıp gitmeye de razı olm uyordu. Gecenin karanlı­
ğ ın d a bile yolda atlılar vardı ve ormandan, baykuşlarla tilkilere
a i t o l a m a y a b i l e c e k sesler geliyordu. Brienne yürüdü ve kınında­
ki kılıcını gevşek tuttu.
Neticede nöbet kolaydı. Z o r olan sonrasıydı; Sör Illifer uya­
nıp n ö b e ti devralacağını söylediği zaman. Brienne yere bir bat­
taniye serdi ve battaniyenin üstünde kıvrılıp gözlerini kapadı.
K e m ik le rin e kadar yorgun olm asına rağmen, uyumayacağım,
dedi kendi kendine. Etrafta erkekler varken hiçbir zaman rahat
uyuyamamıştı. Lord R en ly’nin kamplarında bile, tecavüz riski
her zaman vardı. Brienne bu dersi önce Y üksek Bahçe’nin du­
v a rla rın ın altında, sonra da Ja m ie ’yle birlikte C esur O yuncu­
la rın eline düştüğünde öğrenm işti.
Toprağın soğukluğu battaniyeyi geçip Brienn e’in kemikleri­
ne işledi. Ç o k geçm eden, Brienne bütün kaslarının gerilip ka­
sıldığını hissetti. Sansa Stark’ın da üşüyüp üşüm ediğini merak
etti. Leydi Catelyn, Sansa’nın nazik bir ruha sahip olduğunu,
limonlu kekleri, ipek elbiseleri ve kahram anlık şarkılarını sev­
diğini söylemişti ama Sansa, babasının kafasının kesildiğini gör­
müş ve daha sonra onun katillerinden biriyle evlendirilmişti.
Anlatılan hikâyelerin yarısı bile doğruysa, cüce, Lannisterlar’ın
en zalimiydi. Eğer Sarısay Kral Joffrey’yi gerçekten zehirlediyse, onu
bunu yapmaya hiç şüphesiz İblis zorlamıştır. Sansa o sarayda yalnız
ve dostsuzdu. Brienne, Kral Toprakları’nda, Sansa’nın hizmet­
çilerinden birini bulm uştu. Brella isimli kadın, Sansa ile cüce
arasında çok az sıcaklık olduğunu söylemişti. Belki de Sansa,
Joffrey’nin cinayeti kadar İblis’ten de kaçıyordu.
Brienne’in gördüğü bütün rüyalar, şafak onu uyandırdığın­
da gitmişti. Yerin soğukluğu yüzünden bacakları kaskatıydı ama
kimse onu taciz etmemişti ve eşyalarına dokunulmamıştı. Va­
ls ız şövalyeler ayaklanmıştı. Sör Illifer kahvaltı için bir sincap
s ö y lü y o r s a
79
kesiyordu, Sör Creighton bir ağacın dibine uzun uzun işiyordu
I asıfsız şövalyeler, diye düşündü B rienne. Yaşlı, değersiz, şişman Vç
yarı körler ama düzgün adamlar. D ünyada hâlâ düzgün adamlar^
olduğunu bilm ek B rieııııe’i neşelendirdi.
Kızarm ış sincap, meşe palam udu lapası ve turşu yiyerek kah.
valtı ettiler. Sör C reighton , K arasu’da gösterdiği olağanüstü ba.
şarıyı anlatarak B rienne'i eğlendirdi; orada B rie n n e ’ in hiç duy.
madiği bir düzine korkutucu şövalyeyi katletm işti. “ Ah, eşine az
rastlanır bir m ücadeleydi leyd im ,” dedi adam , “ eşine az rastlanır
ve kanlı bir arbede." M ücadelede S ö r Illife r’in de asilce dövüş,
tüğiinü söyledi. İlliler az konuştu.
Yola devam etm e vakti geldiğind e, iki şövalye B rien n e’in iki
yanına geçti, önem li bir leydiyi koruyan m uh afızlar gibi... gerçi
bu leydi, koruyucularının cüce gibi g ö rü n m esin e sebep oluyor­
du, onlardan daha iyi silahlı ve zırh lıydı. “ N ö b e tin iz sırasında
yoldan kimse geçti m i?” diye sord u B rie n n e.
‘kO ıı üç yaşında kızıl saçlı bir kız gibi m i? ” dedi Sör Metelik­
siz Illifer. “ H ayır leydim . K im se g e çm ed i.”
"B en im nöbetim sırasında birkaç kişi g eçti,” dedi Sör Cre­
ighton. “ Alaca bir at süren bir çiftlik işçisi, ondan bir saat sonra
da çom aklar ve tırpanlar taşıyan bir d ü zin e yayan adam. Ateşi­
mizi gördüler ve atlarım ıza bakm ak için uzunca bir süre dur­
dular ama onlara çeliğim i gösterdim ve yollarına gitmelerini
söyledim. G örü n üşlerin e bakılırsa zorlu ve gözü kara adamlardı
takat Sör C reighton Lon gb ou gh ile dalga geçecek kadar cesur
değillerdi.”
H ayır, diye düşündü B rienn e, o kadar cesur değillerdi. Gülüm­
semesini saklamak için başım çevirdi. Şü kü rler olsun ki Sör
Creighton, Kızıl T a v u k ’ un Şövalyesi ile olan destansı müca­
delesini anlatmakla m eşguldü ve B rie n n e’in neşesini hikâyeye
yordu. Yolda dostlara sahip olm ak kendini iyi hissettiriyordu,
bu ikisi gibi dostlara sahip olm ak bile.
Brienne, kahverengi çıplak ağaçların arasından süzülen şa­
kımayı duyduğunda öğle olm uştu. “ B u ses ne?” diye sordu Sör
Creighton.
"D uayla yükselm iş sesler.“ Brienne bu ilahiyi biliyordu.
rutunak için Savaşçı’ya, yollarım aydınlatması için Yaşlı H atım ’a ya­
karıyorlar.
Sör Meteliksiz Illifer çentikli bıçağını çıkardı ve adamların
gelişini beklemek için atının dizginlerini çekti. “Yaklaşıyorlar.”
Ilalıi, kutsal bir gök gürültüsü gibi ormanı doldurdu. Ve ani­
den, sesin kaynağı yolun ilerisinde ortaya çıktı. Y ün cübbeler
giyen ve dağınık sakalları olan bir grup yalvaran kardeş kafilenin
başındaydı; kimi çıplak ayaklıydı, kim i de sandaletli. Onların
arkasında; altmış kadar hırpani adamdan, kadından, çocuktan,
benekli bir dom uzdan ve pek çok koyundan oluşan bir kalaba­
lık yürüyordu. Adam ların baltaları, ahşap sopaları ve çomakları
vardı. İnsanların arasında, gri ahşaptan yapılm ış ve içine kafataslarıyla kırık kem ik parçaları yığılm ış bir araba yürüyordu.
Yalvaran kardeşler vasıfsız şövalyeleri gördüklerinde durdular
ve ilahi kesildi. “ İyi şövalyeler,” dedi kardeşlerden biri, “Anne
sizi seviyor.”
“Sizi de kardeşim ,” dedi S ö r Illifer. “ K im sin iz?”
“Fukara dostlar,” dedi baltalı, iri bir adam. Sonbahar orma­
nının soğukluğuna rağm en üstüne bir şey giym em işti, göğsüne
yedi köşeli bir yıldız kazınm ıştı. İlk İnsanlar’m krallığını mah­
vetmek üzere ilk kez D ar D e n iz ’i geçtiklerinde, Andal savaşçı­
ları da etlerine bu çeşit yıldızlar kazım ışlardı.
“Şehre gid iyoruz,” dedi arabanın koşum kayışını çeken uzun
boylu bir kadın, “ bu kutsal kem ikleri Kutsanm ış Baelor’a götür­
mek ve kraldan yardım ile korum a istem ek için.”
“Bize katılın dostlar,” diye ısrar etti eski püskü bir rahip cüb­
besi giyen ufak tefek bir adam, adamın boynundaki sırımda bir
kristal sallanıyordu. “ Batıdiyar’ın her kılıca ihtiyacı var.”
“Biz Gölgeli V a d i ’y e gid iyoruz,” diye açıkladı Sör CreightQn, “ama sizi güven içinde Kral Toprakları’na götürebiliriz.”
Meteliksiz olduğu kadar işini bilir görünen Sör illiler, “Eşli­
ğimiz için bize ödeyecek sikkeniz varsa,” diye ekledi.
“Serçelerin sikkeye ihtiyacı yoktur,” dedi rahip.
Sör Creighton’ın kafası karıştı. “ Serçeler?”
“Serçe, kuşların en mütevazı ve en sıradan olanıdır; bizim,
msanların en mütevazısı ve en sıradanı olduğumuz gibi.” Ra81
b ib in zayıf, sert bir yüzü ve ağarm ış kah v eren g i sakalları vardı
Saçları geriye doğru taranm ış ve başının ark asın d a b ir d iiğ u ^
i
h âlin d e bağlanm ıştı. Ç ıplak ve siyah ayaklan, ağaç k ö k leri gjfoj
I
eğri b ü ğ rü ve sertti. “B unlar, inançları y ü z ü n d e n ö ld ü rü le n
1
kutsal adam ların kem ikleri. Ö lü m e kadar Y ed i’ye h iz m e t ettiler.
I
Bazıları açlıktan kırıldı, bazıları işkence g ö rd ü . S e p tle r yağm a-
I
kındı. B akireler ve anneler, tanrısız a d a m la r ve şe y ta n a tapanlar
İ
tarafından tecavüze uğradı. Sessiz ra h ib e le r bile taciz e d ild i. Yu-
1
karıdaki A ııne'm iz ızdırapla ağlıyor. B ü tü n k u ts a n m ış şövalye-
|
leriıı, dünyevi lordlarını bırakıp K utsal İn a n ç ’ı s a v u n m a vakti
t
geldi. Y ed iyi seviyorsanız b izim le şe h re g e lin .”
“O n ları yeterince se v iy o ru m ,” ded i Illifer, “lak iıı k arn ım ı
d o y u rm alıy ım .”
*
,
j
“A n n e’ııin b ü tü n çocukları da ö y le.”
*
“Biz G ölgeli V ad iy e g id iy o ru z ,” d ed i S ö r Illife r ifad esiz bir
*
sesle.
!•
Yalvaran kard eşlerd en biri tü k ü r d ü ve b ir k a d ın in le d i. “Siz
jr
sahte şövalyelersiniz,” ded i g ö ğ sü n e y ıld ız k a z ın m ış o la n adam .
§
D iğerleri çom aklarını salladı.
Ç ıplak ayaklı rahip, adam ları b ir k e lim ey le sa k in le ştird i.
ş
‘Y argılam ayın, zira yargı Baba ya aittir. O n la r d a fu k a ra a d a m -
j
lar, dünya ü stü n d e k ay b o lm u şla r.”
j
B rienne kısrağını ö n e sü rd ü . “B e n im k a rd e şim d e k ay ıp . O n
üç yaşında, kızıl saçlı, güzel b ir k ız.”
§
|
“A n n e’n in b ü tü n çocukları g ü z e ld ir. B a k ire o zavallı kızı
!
kollasın... seni d e .” R ahip, arab an ın k o ş u m k a y ış la rın d a n b irin i
j
o m z u n a aldı ve çekm eye başladı. Y alvaran k a rd e şle r b ir k ez daha
ilahi söylem eye başladı. Kafile, ağır ağır ile rle y e re k R o s b y ’y e gi­
d e n y olu takip ed erk en , B rien n e ve vasıfsız şö v a ly e le r a tla rın ın
sırtın d a, öylece d u rd u la r. Y alvaran k a rd e şle rin se sle ri g id e re k
hafifledi ve so n u n d a d u y u lm a z o ld u .
S ör C re ig h to n , p o p o su n u n b ir y an ağ ın ı e y e rd e n k a ld ırıp ka­
şıdı. “N e çeşit bir adam kutsal b ir rah ib i ö l d ü r ü r ? ”
B rie n n e ne çeşit ad am ların b u n u yapacağını b iliy o rd u . B a k i'
re H a vu zu yakınlarında , diye h atırlad ı, C esu r D ostlar b ir rahibi bir
ağacın dalına asmış ve adamın cesedini ok talimi yapm ak için k ullan-
82
m ştı. R a h ib in k e m ik le rin in diğerleriyle b irlik te o arabada o lu p
olm adığ ın ı m erak etti.
“Bir ad am ın b ir sessiz rahibeye tecavüz etm esi için aptal o l­
ması gerek ir,” d iy o rd u S ör C reig h to n . “H atta onlardan birine
el uzatm ası için... sessiz rah ib elerin Y abancı’n ın karıları old u ğ u
söylenir, cinsel o rg an ları b u z gibi soğuk ve ıslakm ış.” B rien n e’e
baktı. “A h... ö z ü r d ile rim .”
B rien n e k ısrağını G ölgeli V a d iy e d o ğ ru m ahm uzladı. B ir an
sonra o n u S ö r Illiter takip etti ve S ör C re ig h to n en arkada yola
koyuldu.
Ü ç saat so n ra, G ö lg eli V adi’ye gitm eye çalışan başka bir gruba
rastladılar; vasıfsız b ir şö v aly en in eşlik ettiği b ir tacir ve o n u n h iz­
m etkârları. T a c ir, b e n ek li b ir gri kısrak sü rü y o rd u , hizm etkârlar
sırayla a d a m ın arab asın ı çek iy o rd u . A dam ların d ö rd ü k oşum ka­
y ışlarınd ay k en , ikisi te k e rle k le rin y an ın d a y ü rü y o rd u am a atların
sesini d u y d u k la rın d a d u rd u la r ve ellerindeki d e m ir uçlu dişbu­
dak kazıklarla a ra b a n ın etrafın d a d u r u m aldılar. T acir bir arbalet
çıkardı, vasıfsız şövalye d e b ir bıçak. “E ğer şüpheci davranıyor­
sam b e n i b a ğ ışla y ın ,” d ed i tü ccar, “am a b u n la r sıkıntılı zam anlar
ve b e n im S ö r S h a d ric h ’te n başka k o ru m a m yok. K im siniz?”
“B en m e ş h u r S ö r C re ig h to n L o n g b o u g h ’u m ,” dedi Sör C re ­
ighton h a k a re te u ğ ra m ış gibi, “K arasu’daki m ücadeleden yeni
d ö n d ü m . B u d a b e n im d o s tu m S ör M eteliksiz Illifer.”
“Size zarar v e r m e k n iy e tin d e değiliz,” ded i B rienne.
T ü c c a r, k u ş k u lu g ö zlerle o n a baktı. “E vinizde, güvende ol­
m alıydın ız ley d im . N e d e n b ö y lesin e gayritabii b ir kıyafet giyi­
y o rsu n u z ? ”
“Kız k a rd e şim i a r ıy o ru m ,” d ed i B rien n e; kral katili olm akla
suçlanan S an sa’n ın ad ın ı an m ay a cesaret edem em işti. “Soylu ve
güzel b ir kız, m av i g ö zleri ve kızıl saçları var. O n u kırk yaşlarında
şişm an b ir şö v a ly en in ya da sarh o ş b ir soytarının yanında g örm üş
o lab ilirsin iz.”
“Y ollar, sa rh o ş so y tarılarla ve zorla alıkoyulan bakirelerle dolu.
Ş işm an şö v aly elere g elin ce, b ö y lesine b ü y ü k b ir kıtlık varken, bir
adam ın g ö b eğ in i y u v arlak tu tm ası zor... am a gö rü n ü şe göre sizin
Sör C re ig h to n açlık ç e k m e m iş .”
83
“ Benim kemiklerim iri,” dedi Sör C reighton . “ B ir süre kjr I
likte at sürelim mi? Sör Shadrich’in yiğitliğinden şüphe etrnj I
yorum lâkin kendisi pek ufak tefek görün üyor, üstelik üç
F
tek bıçaktan iyidir.”
Dört bıçak, diye düşündü Brienn e ama dilini tuttu.
Tacir korumasına baktı. “ N e d iyorsunuz sör?”
:
|
“Ah, bu üçünün korkulacak bir tarafı y o k .” Kestane rengi
uzun bacaklı bir at süren Sör Slıadrich, z a y ıf ve tilki suratlı bir ^
adamdı, sivri bir burnu ve bir tutam turuncu saçı vardı. Bir alt.
mıştan uzun olm am asına rağm en, kendisinden çok emin ve
ukala bir tavırla konuşuyordu. “ B iri yaşlı, öteki şişman, iri olan
da bir kadın. Bırakın gelsin ler.”
“ Dediğin gibi o lsu n .” T ü ccar, arbeletini indirdi.
Kaldıkları yerden yola devam ettiklerinde, parayla tutulmuş
şövalye geride kaldı ve tuzlanm ış bir dom u za bakar gibi tepeden
tırnağa Brienn e’e baktı. “ G ü ç lü kuvvetli ve sağlıklı bir fahişesin
derim .” Sör Ja im e ’nin alayları B rie n n e ’i bıçak gibi kesiyordu
ama bu küçük adamın sözleri ona hiç dokunm adı. “ Bazılarıyla
kıyaslanınca bir d evim .”
Adam güldü. “ B ü y ü k olm ası gereken yerlerim yeterince bü­
yük, fahişe.”
“Tacir sana Shadrich d ed i.”
“ Karanlık V adi’den Sör Shadrich. Bazıları bana Deli Fare
der.” Shadrich, armasını gösterm ek için kalkanını çevirdi; mavi
zemindeki kahverengi dalgalı şeritlerin üstünde kırmızı gözlü,
büyük, beyaz bir fare. “ Kahverengi, gezdiğim toprakları sim geliyor. Mavi de geçtiğim nehirleri. Fare, ben im .”
“ Peki deli m isin?”
“Ah, epey. Sizin sıradan fareleriniz kandan ve mücadeleden
kaçar. Deli fare onları arar.”
“ Onları nadiren buluyorm uş gibi geldi bana.”
“Yeterince buluyorum . D oğru, ben bir turnuva şövalyesi de­
ğilim. Cesaretimi muharebe meydanı için saklarım kadın.”
Kadının,falıişeden biraz daha iyi olduğunu düşündü B r ie n n e “ Öyleyse senin ve iyi Sör C reighton’ın epey ortak noktası var.
Sör Shadrich güldü. “Ah, bundan şüpheliyim aıııa sen vt
ben bir macerayı paylaşabiliriz. Kayıp bir kardeş, öyle mi? Mavi
iTÖzlü ve kızıl saçlı.” Tekrar güldü. “ Ormandaki tek avcı sen de­
lilsin. Ben de Sansa Stark’ı arıyorum .”
Brieııııe, şaşkınlığını gizlem ek için yüzünü bir maske kadar
ifad esiz tuttu. “ Sansa Stark kim ve onu neden arıyorsun?”
“Aşk için, başka ne için olacak?”
B rie n n e alnını kırıştırdı. “A şk m ı?”
“Evet, altın aşkı. Şu iyi Sör C reigh ton ’ın aksine, ben Kara­
s u ’d a gerçekten savaştım lâkin kaybeden taraftaydım. Fidyem
beni mahvetti. V arys’in kim olduğunu bildiğine inanıyorum.
Hadım, şu senin hiç duym adığın kız için koca bir torba altın
vadetti. Ben açgözlü bir adam değilim . Eğer iri bir fahişe, o ya­
ramaz çocuğu yakalam am a yardım edecekse, Ö rüm cek’in sik­
kelerini onunla paylaşırım .”
“Şu tacirin hizm etinde olduğun u sanıyordum .”
“Sadece Gölgeli V adi’ye kadar. H ibald, korkak olduğu kadar
cimri. Ve kendisi çok korkak. N e diyorsun fahişe?”
“Ben Sansa Stark diye birini tan ım ıyo rum ,” diye ısrar etti
Brienne. “ Ben kız kardeşim i arıyorum . Soylu bir kız...”
“...mavi gözleri ve kızıl saçları var, evet. Tanrılar aşkına, kar­
deşinle birlikte yolcu lu k eden o şövalye kim ? Yoksa ona soytarı
adını mı verdin?” Sör Shadrich bir cevap alm ak için beklemedi,
bu iyiydi çünkü B rie n n e’ in verecek cevabı yoktu. “ Kral Jo ffrey’nin öldüğü gece, Kral T o p rak ları’ndan m alum bir soyta­
rı kayboldu, çatlak dam arlarla dolu bir burnu olan tıknaz bir
adam, bir zamanlar G ölgeli V ad i’de yaşayan Sör Kırm ızı D ontos. Umarım senin kardeşin ve onun sarhoş soytarısı, Stark kı­
zıyla ve Sör D ontos’la karıştırılm az. B u büyük talihsizlik olur.”
Vasıfsız şövalye, süvari atını m ahm uzladı ve grubun önüne
doğru ilerledi.
Jaime Lannister bile, B rien n e’in kendisini bu kadar aptal
hissetmesine sebep olm am ıştı. Orm andaki tek avcı sen değilsin.
Brdla denen kadın, Jo ffr e y ’nin Sör D ontos’u nasıl rütbelerin­
i n ettiğini ve Leydi Sansa’nın adamın hayatını kurtarmak için
Joffrey’yc nasıl yalvardığını Brieım e’e anlatmıştı. Brienne bu
hikayeyi duyduğunda, Dontos kızın kaçmasına yardım etmiş, diye
85
karar vermişti. Sör Doutos’u bulursam Satışa yı da bulurum.
şeyi düşünen başka insanların da olacağını tahmin ctmeliy^jj
O insanlardan bazıları Sör Shadrich ten bile ahlaksız olabilip
Brienııe sadece, Sör D ontos’un Sansa yı iyi sakladığını umabi!
lirdi. Ama eğ er öyleyse, kızı nasıl bulacağım?
Brienııe kamburlaştı ve kaşlarını çatarak yola devam etti.
Kafile bir hana rast geldiğinde akşam olm ak üzereydi. Hanbir nehir kavşağının yanında, eski bir taş köprünün üzerinde
duran, uzun, ahşap bir yapıydı. Sör C reighton hanın adının
Eski Taş Köprü olduğunu söyledi. H ancı on un arkadaşıydı,
“Fena aşçı değildir ve odalarda fazla bit yoktur,” diye garanti
verdi. “Kim geceyi sıcak bir yatakta geçirm ek ister?”
“Biz istemeyiz, arkadaşın odaları bedavaya vermeyecekse,"
dedi Sör Meteliksiz Illifer. “Sikkem iz y o k .”
“Ben üçüm üz için de ödeyebilirim .” B rien n e’in sikke sıkın­
tısı yoktu; Jaime o m eseleyle ilgilenm işti. Eyer heybesinde, gü­
müş geyiklerle ve bakır yıldızlarla dolu bir torba buldu. Daha
küçük bir torbada altın ejderhalar ve bir parşöm en vardı. Kralın
bütün sadık kullarına, Majesteleri Kral’ın işiyle ilgilenen Tarthlı
Brienne’e yardım etm elerini em reden parşöm en; Andallafın,
Rhoynarlaf ın, İlk İnsanlar’ın Kralı, Bu İsim le Anılan İlk Kral ve
Yedi Krallık Lordu T o m m en ’ın çocuksu yazısıyla imzalanmıştı.
Hibald da durmaktan yanaydı, adamlarına arabayı ahırın
yakınma bırakmalarını emretti. H anın pencerelerindeki elmas
şekilli camlardan sıcak ve sarı ışıklar süzülüyordu. Brienne, kıs­
rağının kokusunu alan bir aygırın kişnediğini duydu. Bir çocuk
ahırdan çıkıp, “Bırakın ben yapayım sör,” dediğinde, Brienne
eyeri gevşetiyordu.
“Ben sör değilim ,” dedi çocuğa, “ama atı alabilirsin. Tımar'
laııdığından, karnının doyurulduğundan ve sulandığından
emin ol.”
Çocuk kızardı. “Affedin leydim. D üşündüm ki...”
“Sık yapılan bir hata.” Brienne dizginleri çocuğa verdi ve d1'
ğerlerini takip ederek hana girdi, tek om zunda eyer h e y b e le r i vt
bir kolunun altında uyku şiltesi vardı.
Ortak salonun zemini talaşla kaplıydı. Havada bira, duman
ye et kokusu vardı. Ateşin üzerindeki et parçası çıtırdıyordu, şu
anda başında kimse yoktu. Altı yerli adam, bir masanın etrafında
o t u r m u ş sohbet ediyordu ama yabancılar içeri girdiğinde sustu­
lar. B r ie n n e onların bakışlarını hissedebiliyordu. Ö rgü zırhına,
p e le r i n i n e ve yeleğine rağm en kendini çıplak hissetti. Bir adam,
“Ş u n a bak,” dediğinde, Brienne onun Sör Shadrich’ten bahset­
m e d iğ in i biliyordu.
Her elinde üçer kupa taşıyan ve attığı her adımda yere bira
döken hancı ortaya çıktı.
“Odan var mı iyi adam ?” diye sordu tacir.
“Olabilir,” dedi hancı, “ sikkesi olanlar için.”
Sör Creighton L on gb ou gh gücenm iş görünüyordu. “ Naggle,
eski bir dostu böyle m i karşılıyorsun? B en im , Longbough.”
“Şensin gerçekten. Bana yedi geyik borcun var. Bana biraz
gümüş göster ben de sana bir yatak göstereyim .” Hancı, daha
fazla bira dökerek kupaları teker teker masaya koydu.
“Bir odanın ücretini ken dim için ödeyeceğim , İkinciyi de iki
arkadaşım için.” B rien n e, S ör C reig h to n ’ı ve Sör Illifer’i göster­
di.
“Ben de bir oda alacağım ,” dedi tacir, “ kendim ve Sör Shadrich için. H izm etkârlarım ahırda yatabilir, eğer m em nun olur­
sanız.”
Hancı konuklara şöyle bir baktı. “ M em n u n olm am ama buna
izin verebilirim. Y e m e k yiyecek m isiniz? Ateşin üzerinde lezzetli
bir keçi var.”
“Ne kadar lezzetli olduğuna ben karar vereceğim ,” diye du­
yurdu Hibald. “A d am larım ekm ek ve etten damlayan yağ ile ye­
tinebilir.”
Böylece yem ek yediler. B rienn e; basamakları tırmanan hanC1Y1 takip ettikten, adam ın eline birkaç sikke sıkıştırdıktan ve
Ayalarını hancının gösterdiği ikinci odaya sakladıktan sonra ke­
çinin tadına baktı. Sör C reighton ve Sör Illifer için de keçi ıs­
marladı, çünkü adamlar onunla alabalıklarını paylaşmıştı. VasıfSlz Şövalyeler ve rahip, yem eğin yanında bira içtiler fakat Brienne
kupa keçi sütü içm eyi tercih etti. Saıısa’yı bulmasına yardım
edecek bir şeyler duym ak um uduyla sofra sohbetlerini dinledi.
87
Yerli adam lardan biri, H ib a ld a , “Siz Kral T o p ra k la rı’ndan
g eliy o rsu n u z,” dedi. “Kral Katili nin sakatlandığı d o ğ ru ırıu?”
“D o ğ ru ,” dedi Hibald. “Kılıç elini kaybetti.
“Evet,” dedi Sör C reightoıı. “D u y d u ğ u m a gö re, eli b ir u lu
k u rt tarafından koparılmış. K uzeyden gelen canavarlardan bh
riymiş. Kuzeyden asla iyi bir şey gelm ez. K uzeylilerin tan rılar,
bile tuhaf."
“Bir kurt değildi,” derken d u y d u B rien ııe k en d in i. “S ö r Ja k
m e'niıı elini Q olıorlıı bir paralı asker k esti.”
“K ullanm adığın elinle d ö v ü şm e k kolay b ir iş d e ğ il,” dedi
Deli Fare.
“H ah ,” dedi Sör C reig h to ıı L ongbouglı. “A slına bakarsanız
ben her iki elim le de iyi d ö v ü şü rü m .”
“Alı, b u n d an şü p h em y o k .” S ör S lıadrich k a d e h in i saygıyla
kaldırdı.
B rienııe, Jaim e L aıınister’la o rm a n d a yaptığı d ö v ü şü hatırla­
dı. B ü tü n yapabildiği, adam ın kılıcını k e n d in d e n u zak ta tutm ak
olm uştu. Jainıe, zindanda geçirdiği günler yiiziinden zayıftı ve elle­
ri zincirliydi. Gücü yerindeyken ve onu engelleyecek zincirler yokken,
Yedi K rallıktaki hiçbir şövalye J a in ıe ’nin karşısında duram az. Jaim e
birçok şeytani şey yapm ıştı am a adam dövüşebiliyordul O n u sakat
bırakm ak k o rk u nç bir zalim likti. B ir aslanı k a tle tm e k başka bir
şeydi, pençesini kesip o n u eksik ve şaşkın b ıra k m a k başka.
O rtak salon b ir anda, bir an daha katlan ılam ay acak kadar
g ü rü ltü lü hâle geldi. B rienııe m ırıld an arak iyi g eceler d iled i ve
yatm aya gitti. O d asındaki tavan alçaktı; e lin d e b ir m u n ıla içe­
ri giren B rienne, çö m elerek y ü rü m e k ya da başını e ğ m e k zo­
rundaydı. O dadaki tek m obilya, altı k işin in u yayabileceği kadar
geniş b ir yataktı ve pervazda iç y ağından y ap ılm ış b ir m u m u n
d ib i vardı. B rienne pervazdaki m u m u elin d ek i ince m u m la yak­
tı, kapıyı sürgüledi ve kılıç k em erin i yatak d ire k le rin d e n birine
astı. B rien n e’in, kahverengi deriyle k aplanm ış ahşap kılıç kını
sade bir şeydi, kılıcı daha da sadeydi. B rien n e b u silahı, C e su r
D o s tla r’ın çaldığı bıçağın yerine Kral T o p ra k la r ın d a n alm ıştı.
R e n ly ’nin kılıcı. O n u kaybettiğini b ilm ek hâlâ can ın ı yakıyordu.
A m a uy k u şiltesinin içine gizlenm iş b ir u z u n k ılıç dah a var88
di. B ric n n e y atağ a o t u r d u ve k ılıcı d ışa rı ç ık ard ı. A ltın , m u m
t a n ı d a sa p sa rı ışıld a d ı v e y a k u tla r k ıp k ırm ız ı y a n d ı. Y e m in k â r ’ı
süslü k ın ın d a n ç ık a r d ığ ın d a B r ie n n e ’in n e fe si k esild i. Ç e liğ in
içinde siy ah v e k ır m ız ı h a r e le r d a lg a la n ıy o rd u . B ü yü y le dövülm üş
Valyria çeliği. K a h r a m a n la r a g ö re b ir k ılıçtı. B rie n n e k ü ç ü k k e n ,
sü ta n n esi o n u n k u la k la r ın ı k a h r a m a n lık ö y k ü le riy le d o l d u r ­
m u ştu ; M o r n e l u S ö r G a lla d o n ’u n , S o y ta rı F lo ria n ’ın , E jd e rh a
Şövalyesi P r e n s A e m o n ’ın v e d iğ e r şö v a ly e le rin b ü y ü k b a şa rı­
larını a n la tm ış tı. O a d a m la r ın h e r b ir in in m e ş h u r k ılıçları v ard ı
ve b izzat B r ie n n e o lm a s a d a Y e m in k â r k e sin lik le o g ru b a aitti.
“N e d S ta rk ’ın k ız ın ı N e d S ta r k ’ın k e n d i çeliğiyle sa v u n a c a k ­
sın,” d e m iş ti J a im e .
B rie n n e , y a ta k la d u v a r a ra s ın d a d iz ç ö k tü , kılıcı tu ttu ve altın
feneriyle in s a n la ra h a y a tın y o l u n u g ö s te re n Y aşlı H a t u n ’a sessiz
bir d u a o k u d u . B e n im rehberim ol, d e d i, yolum u aydınlat, bana S a n sa’ya giden p a tik a y ı göster. B r ie n n e , R e n ly ’yi y ü z ü s tü b ırak m ıştı,
Leydi C a te ly n ’i y ü z ü s t ü b ır a k m ış tı. J a i m e ’yi y ü z ü s tü b ıra k m a ­
m alıydı. B a n a k ılıcın ı teslim etti. B a n a onurunu teslim etti.
S o n ra , b e c e r e b ild iğ in c e y atağ a u z a n d ı; yatağ ın en i g e n iş­
ti am a b o y u y e te r in c e u z u n d e ğ ild i, B r ie n n e e n le m e s in e yattı.
Aşağıdan g e le n k a d e h ş ın g ır tıla rın ı ve b a sam ak ları tırm a n a n ses­
leri d u y a b iliy o rd u . L o n g b o u g h ’u n b a h s e ttiğ i b itle r ortaya çıktı.
K aşınm ak, B r i e n n e ’in u y a n ık k a lm a s ın a y a rd ım c ı o ld u .
H ib a ld ’ın m e r d iv e n i tırm a n d ığ ın ı d u y d u , b ir sü re so n ra da
şövalyeleri, “ ...a d ın ı asla ö ğ r e n e m e d im ,” d iy o rd u S ö r C re ig h ton, “am a k a lk a n ın d a k a n k ırm ız ıs ı b ir ta v u k vardı ve k ılıc ın d a n
kan p ıh tıla rı d a m lıy o r d u ...” A d a m ın sesi uzaklaştı ve y u k a rıd a
bir y erd e b ir k ap ı açılıp k a p a n d ı.
M u m tü k e n e r e k s ö n d ü . E sk i T a ş K ö p rii’n ü n ü z e rin e k a ra n ­
lık çök tü . H a n ö y le d u r g u n la ş tı ki, B rie n n e n e h rin m ırıltıla rın ı
duydu. A n c a k o z a m a n k alk tı ve eşyalarını topladı. K apıyı yavaş­
ça açtı, etrafı d in le d i v e ç ıp la k ayaklarıyla basam akları in m e y e
başladı. D ışa rıd a ç iz m e le rin i giydi ve kısrağını e y e rle m e k için
aceleyle ah ıra g itti. A tm a b in e rk e n , S ö r C r e ig to n ’d a n ve S ö r IIHfer’d en se ssizce ö z ü r d ile d i. B rie n n e y a n ın d a n g e ç e rk e n H ibald’ın h iz m e tk â rla rın d a n biri u y an d ı am a o n u d u r d u r m a k için
89
hareketlenmedi. Kısrağın toynakları, eski taş köprünün üstünde
çınladı. Sonra ağaçlar Brienne’in etrafını sardı, hayaletlerle ve
anılarla dolu, zift gibi kara ağaçlar. Sizin için geliyorum Leydi San­
sa, diye düşündü Brienııe karanlığın içinde at sürerken. Korkmayın. Sizi bulana dek uyumayacağım.
SAMWELL
Sam, fareyi gördüğünde Ötekiler hakkında bir kitap okuyor­
du.
Kızarmış, hassaslaşmış gözlerini ovuştururken, bu k a d a r çok
diyordu kendine her seferinde. Toz, gözlerini
kaşındırıp sulandırıyordu ve burada her yer tozluydu. Sam ne
zaman bir sayfa çevirse hava toz zerreleriyle doluyordu ve altın­
da ne olduğuna bakmak için bir kitap yığınının yerini değiştir­
diğinde tozlar gri bulutlar hâlinde havaya yükseliyordu.
o v u ç tu rm a m a h y ım ,
Sam en son ne zaman uyuduğunu bilmiyordu ama kalın
sicimle bağlanm ış kopuk sayfaları bulup okumaya başladığın­
da yaktığı dolgun m um dan geriye en fazla üç santim kalmıştı.
Sam korkunç derecede yorgundu ama durmak zordu. Bir kitap
daha, diyordu kendine, sonra duracağım. Bir yaprak daha, sadece bir
tane daha. Bir sayfa daha, sonra yukarı çıkıp dinleneceğim ve bir ¡eyler
yiyeceğim. Fakat her seferinde, o sayfadan sonra başka bir sayfa
oluyordu ve ondan sonra bir sayfa daha. Ve yığının altında başka
bir kitap bekliyordu. Şu kitabın neyle ilgili olduğuna ¡öyle bir baka­
cağım, diyordu Sam ve daha nasıl olduğunu anlamadan yarısını
okum uş oluyordu. Pyp ve G renn’le birlikte içtiği bezelyeli etli
çorbadan beri bir şey yem em işti. Tamam, peynir ve ekmek yedim
ama sadece birkaç lokmaydı, diye düşündü. İşte o zaman boş tabağa
baktı ve ekm ek kırıntılarını yiyen fareyi gördü.
Siyah gözlü ve gri tüylü fare, Sam’in serçe parmağı kadardı.
Sam onu ö ld ü rm ek zorunda olduğunu biliyordu. Fareler ek­
mek ve peyniri tercih ederdi ama kağıt da yerlerdi. Sam, raflarda
ve kitap y ığınlarının arasında bir sürü fare pisliği bulm uştu, bazı
kitapların deri kapaklarında da kemirilme emareleri görünüyor­
du.
Ama küçücük bir ¡ey. Üstelik aç. Sam böyle bir yaratığa birkaç
ekmek kırıntısını çok görebilir miydi? Ama kitapları yiyor.
Sandalyede oturarak geçen saatlerin ardından sırtı kaskatı
kesilmiş ve bacakları uyuşm uştu. Sam bir fareyi yakalayabile­
cek kadar hızlı olm adığım biliyordu ama onu ezebilirdi belki.
91
D irse ğ in in yanında, Kıira Sentor'ım V ak a yin a m esin in d e ri ciltli bir
n ü sh ası d u ru y o rd u ; O rb e rt C a sw ell’in G ece N ö b e tç ile r i Lorç|
K u m an d an ı olarak h izm et verdiği d o k u z yılın, R a h ip J o r g u e n ta­
rafından tu tu lm u ş son derece ayrıntılı kaydı. C a sw ell d ö n e m in in
h e r g ü n ü için, “Lord O rb e rt uyandı ve b ağ ırsak ların ı boşalttı,”
diye başlayan bir sayfa vardı, “L ord O r b e r t u y k u s u n d a ö lm ü ş bir
hâlde b u lu n d u ,” diyen son şayia d ışında.
Hiçbir fare, Rahip Jo rq u e n ’in dengi olamaz. S am , ç o k yavaş bir şe­
kilde, sol eliyle kitabı tu ttu . Kitap kalın ve ağırdı; S anı kaldırm aya
çalıştığında, kitap to m b u l p a rm a k la rın ın a ra sın d a n kaydı ve gü­
rültüyle tekrar masaya d ü ştü . Fare, y arım kalp atışı s ü re d e orta­
dan kayboldu. Sam rahatladı. Z avallı hayvanı e z m e k o n a kâbuslar
verebilirdi. “Am a kitapları y e m e m e lisin ,” d ed i y ü k se k sesle. B u­
raya bir dahaki gelişinde daha fazla p e y n ir g e tirm e liy d i belki de.
M u m u n k ü çü cü k kaldığını g ö rü n c e şaşırdı. B czelyeli etli çor­
bayı b u g ü n m ü içm işti yoksa d ü n m ü ? D ü n . D iin olm alı. B unu
fark edince esnedi. J o n ona ne o ld u ğ u n u m e ra k e d e c e k ti fakat
Ü stat A em o n’ın S am ’i anlayacağına şü p h e y o k tu . Ü s ta t, gözleri­
ni kaybetm eden önce, kitapları e n az S am w ell T a rly ’n in sevdiği
kadar seviyordu. Ller sayfa başka bir d ü n y ay a açılan b ir d elik m iş­
çesine, insanın zam an zam an kitapların içine nasıl düşebileceğini
biliyordu.
Sam ayağa kalktı, baldırlarındaki iğneleri h isse d in c e y ü zü n ü
b u ru ştu rd u . O tu rd u ğ u sert sandalye, S am b ir k itab ın üzerine
eğildikçe bacaklarının arkasına g ö m ü lm ü ştü . B ir dahaki sefere min­
der getirmeyi ımutmamaltyım. H atta bu rad a, ait o ld u k ları kitaplardan
ko p m u ş sayfalarla do lu d ö rt sandığın arkasında b u ld u ğ u hücrede
uyuyabilse daha iyi o lu rd u fakat Ü s ta t A e m o n ’ı o kadar u z u n za­
m an yalnız bırakm ak istem iyordu. Yaşlı adam son g ü n le rd e kuv­
vetli değildi ve yardım a ihtiyaç d u y u y o rd u , bilhassa kuzgunlarla.
A em o n ’ın yanında Clydas vardı elbette am a Sam dah a gençti ve
kuşlarla daha iyiydi.
Sam , sol k o lu n u n altında bir kitap yığını ve p arşö m en ler, sağ
elin d e bir m um la birlikte, kara kardeşlerin solucan y o lu dediği
tü n ellerd e ilerledi. Solgun bir ışık h üzm esi, y e ry ü z ü n e çıkan dik
basam akları aydınlatıyordu, Sam g ü n ü n d o ğ d u ğ u n u böyle anla­
92
dı. E lindeki m u m u bir duvar nişine bıraktı ve tırmanmaya baş­
ladı. B eşinci basamağa geldiğinde nefes nefeseydi. O nuncuda
durdu ve kitapları diğer kolu n u n altına aldı.
Beyaz k u rşu n rengindeki gökyüzünün altına çıktı. Gözlerini
kısıp yukarı bakarak, kar seması, diye düşündü. Bu ihtimal onu
huzursuz etti. İlk İnsanların Y um ru ğ u’nda, karın ve yaratıkların
birlikte geldiği o geceyi hatırladı. Bu kadar korkak olma, diye d ü ­
şündü. Dört bir yanında Yeminli Kardeşler’in var, Stannis Baratheoıı
ve onun bütün şövalyeleri de burada. Kara Kale’nin iç kaleleri ve ku­
leleri Sam ’in etrafında yükseliyordu, Sur’un buzlu enginliğinin
yanında k ü çü cü k görünüyorlardı. B uzun üstünde, elli metre
yüksekte k ü ç ü k b ir o rd u em ekliyordu; yeni zikzak merdiven,
eski m erd iv en in kalıntılarıyla buluşm ak üzere yukarı tırm anı­
yordu. A d am ların testereleri ve çekiçleri buzda yankılanıyordu.
Jon, inşaatçıları gece g ü n d ü z çalıştırıyordu. Sam, akşam yem e­
ğinde, bazı inşaatçıların b u d u ru m d an şikâyet ettiğini duym uş­
tu; adam lar, L ord M o rm o n t’u n onları b u n u n yarısı kadar bile
zorlam adığını söylü y o rd u . B üyük m erdiven olmadan, zincirli
bocurgat h aricin d e S u r’u n tepesine ulaşm anın bir yolu yoktu ve
Sam well T arly , basam aklardan ne kadar nefret ediyor olursa ol­
sun, b o cu rg at k afesin d en daha fazla nefret ediyordu. Kafese ne
zam an girse, zin cirin k o p m ak üzere olduğundan em in bir hâlde
gözlerini k ap atıyo rd u . D e m ir kafesin buza her sürtünüşünde,
Sam ’in kalbi b ir an için d u ru y o rd u .
Ağır ağır y ü k se len kafesi izlerken, iki yüz yıl önce burada ejder­
halar vardı, diye d ü ş ü n d ü Sam. Onlar S u r’un tepesine uçu verirdi.
Kraliçe A lysanne, S u r’a ejd erhasının sırtında gelmişti ve Kral
Jhaerys k en d i ejd erh asın ın sırtında kraliçeyi takip etmişti. Giim üşkanat ark asın d a b ir y u m u rta bırakm ış olabilir miydi? Yoksa
Stannis, E jd e rh a Kayası’ııda bir y u m urta mı bulm uştu? Bir yu­
murtası varsa bile Stannis onu diriltebilir? K utsanm ış Baelor y u m u r­
talarının kırılm ası için du a etm işti ve diğer Targaryenlar kendi
yu m urtaların ı b ü y ü cü lü k le kırmayı denem işti. B ütün bunların
neticesinde, ellerin e sadece m askaralık ve trajedi geçmişti.
“S am w cll,” dedi kederli bir ses. “Seni almaya geliyordum .
Baııa seni L o rd K u m aııd an ’a g ö tü rm em söylendi.”
93
Saın’in burnuna bir kar tanesi kondu. “Jo n beni mi gÖrm^
istiyor?”
“ Bıınu bilem em ,” dedi Efkârlı Edd. “ G ördüğüm şeyle^
yarısını asla görmek istemedim ve görm ek istediğim §eylerin
yarısını asla göremedim. Bence konunun istem ekle alakası y0|.
Yine de gitsen iyi olur. Lord Kar, C raster’ın karısıyla olan işjnj
bitirir bitirmez seninle konuşm ak istiyor.”
“ Şebboy.”
“Evet o. Eğer sütannem onun gibi görünseydi hâlâ meme
emiyor olurdum. Benim kinin sakalları vard ı.”
G renıı’le birlikte bir köşeden dönüp ortaya çıkan Pyp, “Ke­
çilerin çoğunun vardır,” diye seslendi. D elikanlıların ellerinde
uzunyaylar, sırtlarında ok dolu sadaklar vardı. “ Nerelerdeydin
Katil? Dün akşam yem ekte seni özledik. B ü tü n bir kızarmış
öküz hiç yenm eden geri gitti.”
“ Bana Katil dem e.” Sam , öküzle ilgili şakayı duymazdan gel­
di. H er zamanki P yp ’ti işte. “ O k u y o rd u m . B ir fare vardı...”
“G ren n ’e farelerden bahsetm e. Farelerd en ko rkuyor.”
“ K orkm uyorum ,” dedi G ren n öfkeyle.
“ Bir fare yem ekten ko rkard ın .”
“ Ben senden daha fazla fare y e rd im .”
Efkârlı Edd iç geçirdi. “ B en delikanlıyken , sadece özel zi­
yafetlerde fare yerdik. E n kü çük bendim , bu yüzden bana her
seferinde kuyruk kalırdı. K uyrukta hiç et o lm az.”
“ U zunyayın nerede S am ?” diye sordu G ren n . Sör Alliser es­
kiden ona Yaban Ö k ü z ü derdi ve G ren n her geçen gün bu isme
biraz daha yakışır hâle geliyordu. S u r ’a ilk geldiğinde iri fakat
yavaştı, boynu ve beli kalındı, kırm ızı suratlı sakar bir çocuktu.
Boynu Pyp’in şakalarıyla hâlâ kızarıyordu am a kılıç ve kalkanla
yapılan uzun talimler G re n n ’in karnını düzleştirm iş, kollarını
sertleştirmiş ve göğsünü genişletm işti. G ren n bir yaban öküzü
kadar kuvvetli ve kıllıydı. “ U lm e r seni atış alanında bekliyordu.
“ U lm e r,” dedi Sam m ahçup bir hâlde. Jo n K ar’ııı Lord Km
mandan olarak yaptığı ilk şey, kâhyalar ve aşçılar dâhil olmak
üzere bütün garnizon için günlük ok talimi koym ak o l m u ş t u .
“ N öbet, kılıca çok fazla ve yaya çok az ehem m iyet veriyor,” dm
inişti, “yüz kardeşten biri yerine, on kardeşten birinin şövalye
olduğu günlerden kalan bir alışkanlık.” Sam bu karardaki m an­
tığı görebiliyordu ama uzunyay talim inden, basamak tırmannıak k a d a r nefret ediyordu. E ldiven lerin i taktığında hiçbir şey
v ıira m ıy o rd u ama çıkardığında da parm akları su topluyordu. O
yaylar tehlikeliydi. Saten, başparm ak tırnağının yarısını bir yay
¡p i yüzünden kaybetm işti. “ U n u ttu m .”
‘Y a b a n ıl
prensesinin kalbini kırdın K atil,” dedi Pyp. Val son
z a m a n la rd a ,
Kral K u le si’ndeki odasının penceresinden talim
y apanları
izlem eyi alışkanlık hâline getirm işti. “ G özleri seni arı­
yordu.”
“A r a m ı y o r d u !
B ö yle sö y le m e !” Sam , V a l’le sadece iki kez
konuşmuştu; Ü stat A e m o n bebekleri m uayene etm ek için kızı
ç a ğ ırd ığ ın d a .
Prenses o kadar gü zeld i ki, Sam o n u n yanında ke­
kelemiş ve kızarm ıştı.
“Neden aram asın?” d iye sord u P yp. “ S en in çocuklarını do­
ğurmak istiyor. B elk i de sana G ö n ü lç e le n Sam d em eliyiz.”
Sam kızardı. K ral S ta n n is’ in V al için planları olduğun u bili­
yordu. Val, Stannis’ in k u zeylilerle özgü r insanlar arasında tesis
etmek is:ediği barışın m ü h rü y d ü . “ B u g ü n o k çu lu k için vaktim
yok. Gidip Jo n ’u g ö rm e liy im .”
“Jon? Jo n ? Jo n isim li b irin i tan ıyo r m u y u z G re n n ?”
uLord K um andan d em ek istiy o r.”
“Ahhhh. B ü y ü k L o rd K ar. E lbette. O n u neden gö rm ek isti­
yorsun? O kulaklarını bile o y n atam ıy o r.” Pyp, kendisinin bunu
yapabildiğini gö sterm ek için kulakların ı oynattı. Soğuktan kı­
zarmış büyük kulakları vardı. “ O şim di gerçekten Lord Kar, b i­
zim gibiler için ziyadesiyle asil.”
“Jon’un soru m lu lu kları v a r,” dedi Sam arkadaşını savunarak.
Sur onun, S u r’la gelen her şey de ö y le .”
‘Bir adamın arkadaşlarına karşı da soru m lu lu kları vardır. Biz
°lmasaydık, lord ku m an dan ım ız Ja n o s Slyn t olabilirdi. Lord Ja n° s, Kar’ı bir katırın sırtında çırılçıplak bir hâlde keşfe gönd e­
ndi. ‘Craster K alesi’ne ko ş,’ derdi, ‘bana Yaşlı A y ı’nın pelerininı ve çizmelerini getir.’ B iz J o n ’u bundan kurtardık ama şim di
95
onıın, ateşin yanında bir kadclı sıcak şarap içem eyecek kadar
çok sorumluluğu var, öyle m i?”
Grenn onayladı. “Sorum lulukları onu avludan uzak tutırivu
yor. Çoğu zaman avluda birileriyle dövüşüyor.”
Bu doğruydu, Sam kabul etm ek zorundaydı. B ir keresinde
Joıı tavsiye almak için Ü stat A em oıı’a geldiğinde, Sam ona kılıç
taliminde neden o kadar çok vakit geçirdiğini so rm u ştu . “Yaş],
Ayı Lord Kııınaııdan’ken bu kadar çok talim y ap m azd ı,” diye
belirtmişti. Joıı cevap olarak, U z u n p e n ç e ’yi S am ’in eline bastırmıştı. Kılıcın hafifliğini ve dengesini h issetm esin e izin ver­
mişti. Dum an karası metaldeki harelerin ışıldam ası için bıçağı
çevirmesini söylemişti. “Valyria çeliği,” dem işti, “büyüyle dö­
vülmüş, ustura keskinliğinde ve neredeyse yok ed ilem ez. Bir
kılıç adamı, kılıcı kadar iyi olm alıdır Sam. U z u n p e n ç e , Valyria
çeliğinden ama ben değilim. Yarım el beni, senin b ir sineği ezdiğin kadar kolay bir şekilde ö ld ü reb ilird i.”
Sam kılıcı geri vermişti. “Ben bir sineği ezm ey e çalıştığım da
sinek her zaman kaçıyor. B ütün yaptığım k o lu m u tokatlam ak.
Acıtıyor.”
Jon gülm üştü. “D ediğin gibi olsun. Q h o r in b en i, sen in bir
kâse yulaf lapasını yediğin kadar kolay b ir şekilde ö ld ü re b ilird i.”
Sam yulaf lapasını severdi, bilhassa balla tatlan d ırıld ığ ın d a.
“B unun için vaktim yok.” Sam arkadaşlarından ayrıldı ve ki­
taplarını göğsüne bastırarak silahhaneye d o ğ ru y ü rü d ü . Ben di­
yar halkım koruyan kalkanını, diye hatırladı. D iy ar halkı, diyarın;
G renn, Pyp ve Efkârlı Edd gibi adam lar tarafın d an k o ru n d u ğ u ­
nu bilse ne derdi?
Lord K um andan Kulesi yanm ıştı ve S tannis B a ra th e o n , Kral
Kulesi’ni kendi ikameti için alm ıştı. B u y ü z d e n J o n Kar, D onal
N o y e’un silahhanenin arkasındaki m ütevazı d a ire sin e yerleş­
mişti. Sam oraya vardığında Şebboy ayrılıyordu. K ızın ü stünde,
Sam ’in ona C raster Kalesi’n d en kaçarlarken v erdiği eski pelerin
vardı. Sam, koşar adım larla yanından geçen Ş eb b o y ’u kolundan
yakaladı, b u n u yaparken yere iki kitap d ü şü rd ü . “Ş eb b o y .”
“Sam .” Kızın sesi tedirgindi. Şebboy siyah saçlı ince bir
kızdı, b ir karacanınkilere benzeyen kahverengi gözleri vardı-
96
“
*
-
1
Sanı’in eski p e le rin in in katları kızı yutm uştu, pelerinin başlığı
kızın y ü z ü n ü n yarısın ı saklıyordu am a Şebboy yine de titriyor­
du. Y üzü so lg u n ve k o rk u lu g ö rü n ü yordu.
“Bir s o ru n m u v ar?” diye so rd u Sam . “Bebekler nasıl?”
Ş ebboy, S am ’in e lin d e n k u rtu ld u . “Bebekler iyi Sam.”
“O ik isin in arasın d a u y u y ab ilm en m ucize,” dedi Sam nazik­
çe. “D ü n gece ağ lam asın ı d u y d u ğ u m hangisiydi? H iç susmaya­
cağını s a n d ım .”
“D alla’ııın o ğ lu y d u . M e m e e m m e k istediğinde ağlıyor. Be­
nim ki... b e n im k i n ered ey se h iç ağlam ıyor. Bazen mırıldanıyor
am a...” K ızın g ö zleri yaşlarla d o ld u . “G itm ek zorundayım . Be­
bekleri e m z ir m e k için geç k aldım . G itm ezsem göğüslerim den
süt sızacak.” A celeyle a v lu n u n karşısına k oşturdu, Sam’i kafası
karışık b ir h â ld e ark ad a bırak tı.
S am , d ü ş ü r d ü ğ ü k itap ları y erd en alm ak için dizlerinin üs­
tü n e ç ö k tü . C o llo q u o V o ta r’ın yazdığı Yeşim İcm alinin üstün­
deki pisliğ i te m iz le r k e n , bu kadar çok kitap getirmemeliydim, dedi
kendi k e n d in e . Ü s ta t A e m o n ’ın b u lu n m asın ı em rettiği kalın
cilt, d o ğ u d a n h ik a y e le r ve efsaneler anlatıyordu. Kitap zarar
g ö rm e m iş g ibi d u r u y o rd u . Ü s ta t T h o m a s tarafından yazılan,
Ejderha A krab a la rı, Sürgünlükten İlaftlığa Targaıyen Hanedam’tım
B ir T a rihi O lm a k , Ejderhaların Hayatı ve Ölümünün Önemi İle, o
kadar şan slı d e ğ ild i. K itap yere d ü şe rk en açılm ıştı ve Kara D eh­
şet B a le rio n ’ın re n k li m ü re k k e p le çizilm iş güzel bir resm inin
yer aldığı sayfa d â h il o lm a k ü z e re birkaç sayfası çam urlanm ıştı.
S am , k ita b ın sa y faların ı d ü z e ltip tem izlerk en , sakar bir sersem
o ld u ğ u için k e n d in e k ü fre tti. Ş ebboy’u n varlığı o nu her zam an
h e y e c a n la n d ırıy o r ve... bazı y erlerin i kabartıyordu. Gece N ö b e tçileri’n in y e m in li b ir k ard eşi, Ş ebboy’u n S am ’e hissettirdiği
şeyleri h is s e tm e m e liy d i, bilh assa kızın göğüslerden bahseder­
ken h is s e ttird ik le rin i.
“L o rd K ar b e k liy o r .” S ilah h an eııin kapısında, siyah pele­
rin le r g iy m iş v e d e m ir m iğ fe rle r takm ış iki m uhafız d u ru y o r­
du, m ız ra k la rın a d a y a n m ışla rd ı. K onuşan, Kıllı H al’di. M u lly, S a m ’in ayağa k alk m a sın a y ard ım etti. Sam teşekkür ed erek
aceleyle a d a m la rı geçti. Ö r s ve k ö rü k lerle do lu d ö k ü m h a n e d e
97
ilerlerken kitap yığınına um utsuzca tu tu n d u . D ö k ü m h a n e d e ^
tezgahta, yarısı tam am lanm ış bir örgü zırh vardı. H ayalet, ör
süıı altına uzanm ıştı, çiğnediği öküz k em iğ in in iliğine ulaşmaya
çalışıyordu. Sam geçerken, beyaz u lu k u rt y ukarı b ak tı am a hiç
|
'
;;
1;
ses çıkarm adı.
Jon* un çalışma odası, m ızrak ve kalkan ra fla rın ın arkasın,
i
i
daydı. Sam içeri girdiğinde J o n bir p a rşö m e n o k u y o rd u . Lord i
K um andan M o rm o n f un k u z g u n u J o ıı’u n o m z u n d a y d ı, 0 da W
parşöm eni okuyorm uş gibi aşağı b ak ıy o rd u am a S a m ’i fark etti, i
ğiııde kanatlarını açtı ve, “M ısır , m ısırl” diye b ağ ırara k o n a doğru ! i
uçtu.
Ş
Sam kitapların yerini değiştirdi, elini k a p ın ın y a n ın d a k i çu­
vala sokup bir avuç d o lu su m ısır aldı. K u z g u n , S a m ’in bileğine
İ
kondıı ve avcundaıı bir m ısır tanesi aldı, öyle se rt gagalam ıştı ki
Sam acıyla bağırıp elini geri çekti. K u z g u n te k ra r h av alan d ı, her
yana sarı ve kırm ızı m ısır tan eleri saçıldı.
“Kapıyı kapat S am .” J o ıı’u n y an ağ ın d a hâlâ b elli b elirsiz yara
izleri vardı; bir zam anlar b ir kartal J o n ’u n g ö z ü n ü o y m ay a çalış­
m ıştı. “Şu sefil kuş, d erin i y ırttı m ı? ”
Sam kitapları yere bıraktı ve eld iv en in i çık ard ı. “Y ırttı.” Ba­
yılacak gibi hissetti. uK a n ıy o ru m ”
“N ö b e t için h ep im iz kan d ö k tü k . D a h a k alın e ld iv e n le r tak.”
J o n , ayağını kullanarak S am ’e d o ğ ru b ir san d aly e itti. “O tu r ve
şuna b ir bak.” P arşö m en i S am ’e u zattı.
“B u ne?” diye so rd u Sam . K u z g u n , h asır h a lıla rın arasındaki
t
|
m ısır tanelerini avlam aya başladı.
“K ağıttan bir kalkan.”
Sam , parşö m en i o k u rk e n avcundaki kan ı e m d i. Ü s ta t Aem o n ’ın el yazısını b ir g ö rü şte tan ıd ı. S am ’in h a rfle ri k ü ç ü k ve
sa rih ti am a yaşlı adam m ü re k k e b in n erey e ak tığ ın ı görem iyord u ve zam an zam an kağıtta n ah o ş lek eler b ıra k ıy o rd u . “Kral
T o m m e n ’a b ir m e k tu p ? ”
“K ışyarı’nda, T o m m e n ahşap b ir kılıçla k a rd e şim B ran’a
karşı d ö v ü şm ü ş tü . D o lg u lu tu n iğ i o kadar k alın d ı ki ç o c u k dold u r u lm u ş ö rd e k gibi g ö rü n ü y o rd u . B ran o n u y ere devirm iştiJ o n p e n cerey e gitti. “G el gör ki B ran ö ld ü ve p e m b e su ratlı tık-
;
naz T o m m e n , altın renkli buklelerinin üstüne yuvalanmış bir
taçla D em ir T a h t’ta o tu ru y o r.”
Bran ölmedi, d em ek istedi Sam. Soğukel’le birlikte Sur’un öte­
sinde. K elim eler boğazına takıldı. Söylemeyeceğime dair yemin ettim.
“M ektub u im zalam am ışsın .”
“Yaşlı Ayı, D e m ir T a h t’tan yüzlerce kez yardım dilendi. O na
Janos S lynt’i g ö n d erd iler. H içb ir m ektup Lannisterlar’ın bizi
daha çok sevm esini sağlayamaz. H ele ki Stannis’e yardım etti­
ğimizi d u y arlarsa.”
“Sadece S u r’u n m üdafaasına yardım ediyoruz. Stannis’in is­
yanına d eğ il.” S am m e k tu b u hızlıca tekrar okudu. “M ektupta
yazan şey b u .”
“Aradaki fark L o rd T y w in ’in g ö zü n d en kaçabilir.” Jon m ek­
tubu geri aldı. “B ize n e d e n şim d i yardım etsin? D aha önce hiç
etm edi.”
“P ekâlâ,” d e d i S am , “L ord T y w in , Kral T o m m e n oyuncak­
larıyla o y n a rk e n S ta n n is’in diyarı savunm ak üzere Sur’a geldi­
ğinin sö y le n m e sin i istem ez. B u, L annister H anedam ’na tahkir
getirir.”
“B en L a n n iste r H a n e d a n ı’na ö lü m ve yıkım götürm ek isti­
y o ru m , ta h k ir d e ğ il.” J o n m e k tu b u yukarı kaldırdı. “Gece N ö­
betçileri, diyarın savaşlarında yer alm az,” diye okudu. “Bizim yemi­
nimiz diyara verilmiştir ve diyar şu anda biiyük bir vahamet içindedir.
Stannis Baratlıeon, S u r ’un ötesindeki düşmanlarımıza karşı verdiğimiz
mücadelede bize yardım ediyor, bununla birlikte bizler onun adamları
değiliz...”
“E v et,” d e d i S am o tu r d u ğ u y erde kıpırdanarak, “değiliz. Ö yle
m iyiz?”
“S ta n n is’e yiy ecek , b arın ak ve G ece Kalesi’ni bahşettim . İla­
veten, ö z g ü r in sa n la rd a n bazılarını L iitü f a yerleştirm e izni v e r­
dim . H e p si b u .”
“L ord T yvvin b u n u n ço k fazla o ld u ğ u n u söyleyecek.”
“S tan n is y e te rsiz o ld u ğ u n u söylüyor. B ir krala n e kadar çok
verirsen o d a h a fazlasını ister. H e r iki yanında da dipsiz u ç u r u m ­
lar olan b u z b ir k ö p rü d e y ü rü y o ru z . B ir kralı m e m n u n e tm e k
yeterince zo r. İki kralı m e m n u n e tm e k neredeyse im k â n sız .”
99
“Evet ama... eğer Lannisterlar galip gelirse ve Lord T y v ^ *
Stannis’e yardım ederek krala ihanet ettiğimize karar verirse, ^ l
Gece Nöbetçilerinin sonu olabilir. Tyvvin’in arkasında Y ü l ^ *Bahçe’nin bütün kuvveti var. Ü stelik Lord T yw in , Karasu’da !
Lord Stannis’i yenilgiye uğrattı.” Kan görm ek onu bayıltabilirçjj i
ama Sam savaşların nasıl kazanıldığını biliyordu. Bunu kendi İ
babasından öğrenmişti.
“ Karasu bir mücadeleydi. Robb bütün mücadelelerini ^
zaııdı ve buna rağmen başını kaybetti. Stannis kuzeyi ayaklan- i
dırabilirse...”
Kendini ikna etmeye çalışıyor, diye fark etti Sam , ama edemiyor
Kuzgunlar bir kara kanat fırtınası hâlinde Kara Kale’den uçmuş ve kuzeyin lordlarını Stannis Baratheon’a bağlanmaya ve
kuvvetlerini onun kuvvetine katmaya çağırm ıştı. Sam, kuşların
çoğunu bizzat göndermişti. Şim diye kadar yalnızca Karhold’a
gönderdikleri kuş geri dönm üştü. B u n un dışında, sessizlik sağır
ediciydi.
Stannis Baratheon, kuzeyli adamları bir şekilde kendi tara­
fına çekse bile, Casterly Kayası’nın, Y ü k sek Bahçe’nin ve İkizler’in müşterek gücüne denk olm ayı nasıl umabilirdi? Sam
bunu anlamıyordu ama öte yandan, kuzey olm adan Stannis’in
davası kesinlikle ölüme m ahkûm du. Lord Tyıvin bizi hain ola­
rak bellerse biz de ölüme m ahkûm uz. “ Lannisterlar’ın kendi kuzeyli
adamları var. Lord Bolton ve onun piçi.”
“ Stannis de Karstarklar’a sahip. Eğer Beyaz Lim an’ı kazana­
bilirse...”
“Eğer,” diye vurguladı Sam. “Eğer kazanamazsa... kağıttan
bir kalkan bile hiç olmayan kalkandan iyidir lordum .”
'■
J o n m e k t u b u h ı ş ı r d a t t ı . “ S a n ı r ı m ö y l e . ” İ ç g e ç i r d i , s o n r a bir .
t ü y k a le m a ld ı v e m e k t u b u n a l t ı n a b i r i m z a k a r a l a d ı . “ M ü lıü r |
m u m u n u g e t i r .” S a m , s iy a h m ü h ü r m u m u ç u b u ğ u n u m um
a le v in d e e r it t i v e p a r ş ö m e n e d a m l a t t ı , s o n r a d a L o r d K u m a n d a n
m ü h r ü n ü s e r tç e b a s t ır a n J o n ’u i z le d i. “ G i d e r k e n b u n u Ü stat
A e m o n ’a g ö t ü r , ” d iy e e m r e t t i J o n , “v e o n a , K ra l T o p r a k l a r ı m1
b i r k u ş g ö n d e r m e s i n i s ö y l e .”
“ S ö y le c e ğ im .” S a m t e r e d d ü t e tti. “ L o r d u m , s o r m a m d a sa- |
100
1
kınca y o k sa ...
Şebboy’u buradan ayrılırken gördüm. Ağlamak
üzereydi.”
“Val onu yine M ance adına yalvarması için göndermiş.”
“Ah.” Val, Su r’un Ö tesindeki K ral’ın kraliçe olarak aldığı ka­
dının kız kardeşiydi. Stannis ve askerleri, kıza yabanıl prensesi di­
y ord u . Kızın ablası Dalla, tek bıçak darbesi almadığı hâlde mü­
c a d e l e sırasında ölm üştü; M ance R yd er’in oğlunu doğururken
c a n v e r m i ş t i . Eğer S am ’in duyduğu fısıltılar doğruysa, Ryder da
kısa z a m a n sonra D alla’nın peşinden mezara gidecekti. “ Ona ne
dedin?”
“Stannis’le konuşacağım ı söyledim ama sözlerimin kralı
e tk ile y e c e ğ in d e n şüpheliyim . B ir kralın ilk g ö r e v i diyarı koru­
ve M ance diyara saldırdı. M ajesteleri bunu unutmaz.
Babam eskiden, Stannis B arath eo n ’ın sadece bir adam olduğu­
maktır
nu sö y le rd i. Kim se bağışlayıcı bir adam olduğunu söylemedi.”
Jon, kaşlarını çatarak duraksadı. “ M an ce’in başını bizzat almayı
tercih
ederdim. O bir zam anlar G ece N ö b e tç ile rin in adamıydı.
Kanunlara göre, hayatı bize ait.”
“Pyp, Leydi M elisan d re’nin M an c e’i alevlere vereceğini söy­
lüyor, bir büyü yapm ak için .”
“Pyp dilini tutm ayı öğren m eli. A yn ı şeyi başkalarından da
duydum. Bir ejderhayı uyandırm ak için bir kralın kanı. M eli­
sandre’nin uyuyan bir ejderhayı nerede bulacağını kimse bil­
miyor. Mance’in kanı ben im kin d en daha soylu değil. O hiç taç
takmadı ve bir tahtta oturm adı. B ir eşkıya, daha fazlası değil. Bir
eşkıyanın kanında kuvvet y o k tu r.”
Yerdeki kuzgun yukarı baktı. “K a n ” diye bağırdı.
Jon kuşu önem sem edi. “ Şebb oy’u gönderiyorum .”
Ah.” Sam başını yukarı aşağı salladı. “ Pekâlâ, bu... bu iyi
lordum.” Şebboy için en iyisi sıcak ve güvenli bir yere gitmekti.
Sur dan ve savaştan iyice uzak bir yere.
“Onu ve oğlunu. O ğlanın sütkardeşi için yeni bir sütanne
Almamız gerek.”
Bulana kadar keçi sütü işe yarar. Bebekler için inek sütün­
dü daha iyidir.” Sam bunu bir yerde okum uştu. Sandalyesine kıpırdandı. “ Lordum , vakayinam eleri karıştırırken bir başka
ç o c u k k u m a n d a n a rastladım . F e tih ’te n d ö r t y ü z yıl ö n c e . Os„
ric S tark k u m a n d a n se çild iğ in d e 0 11 y a ş ın d a y m ış a m a altm ış yjj
b o y u n ca h iz m e t etm iş. B u d ö r d ü n c ü lo r d u m . L o rd K um andan
seçilm iş en genç kişi o lm aya y ak ın bile d e ğ ilsin . Ş u an a kadar
b e şin c isin .”
“K uzey K ra lla rfn ın o ğ u lları, k a rd e şle ri ya d a p iç le ri olan,
b e n d e n daha g enç d ö rt kişi. B ana işe y a ra r b ir ş e y le r a n la t
Sam!
D ü şm a n ım ızla ilgili b ir şey ler a n la t.”
“Ö te k ile r.” Sam d u d a k la rın ı yaladı. “V a k a y in a m e le rd e on­
lardan b ah sediliyor am a d ü ş ü n d ü ğ ü m k a d a r fazla d e ğ il. B u ld u ­
ğ u m ve göz a ttık la rım d a n b a h s e d iy o ru m . B u la m a d ık la r ım var,
biliy o ru m . Eski k ita p la rd a n b azıları p a rç a la n ıy o r. Ç ev irm ey e
çalıştığım sayfalar u falan ıy o r. V e e n eski k ita p la r... ya ufalanıp
yok o lm u şlar ya da h e n ü z b a k m a d ığ ım b ir y e re saklanm ışlar...
belki de o k itaplar y o k ve h iç o lm a d ıla r. E lim iz d e k i e n eski ta­
rih ler, A n d allar’ın B a tıd iy ar’a g e lişin d e n s o n ra y a z ılm ış. İlk İn­
sanlar, sadece kayalara k a z ın m ış h iy e ro g lifle r b ıra k m ış . D ola­
yısıyla; K ah ram an lar Ç ağı, A lacak a ran lık Ç a ğ ı v e U z u n Gece
h akkında b ild iğim izi d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z h e r şey, bazı ra h ip le rin o
v ak itlerd en b in lerce yıl so n ra tu ttu ğ u k a y ıtla rd a n g eliy o r. H isar’da b ü tü n b u n la rı so rg u lay an a liü sta tla r v ar. B u eski ta rih ki­
tapları, yüzlerce yıl h ü k ü m s ü r m ü ş krallarla ve h e n ü z şövalyeler
bile yokken b in lerce yıl at s ü r m ü ş şö v a ly elerle d o lu . H ikâyeleri
b iliy o rsu n ; M im a r B ra n d o n , S y m o n Y ıld ızg ö z, G e c e Kralı...
sen in , G ece N ö b e tç ile ri’n in d o k u z y ü z d o k sa n se k iz in c i Lord
K u m a n d a n ’ı o ld u ğ u n u sö y lü y o ru z am a b u ld u ğ u m e n eski liste
altı yüz y etm iş d ö rt k u m a n d a n g ö ste riy o r. L is te n in h a n g i vakit­
te yazıldığına bakarsak...”
Jo n , “U z u n zam an ö n ce y a z ılm ış,” d iy e re k S a m ’in sözünü
kesti. ‘Y a Ö te k ile r? ”
“E jd e rh aca m ın d a n b ah sed ild iğ in i g ö rd ü m . K a h ra m a n la r Çağ ı’n d a, o rm a n ın çocukları G ece N ö b e tç ile ri’n e h e r yıl obsidiyen
h a n ç e rle r v erirm iş. Ö te k ile r hava so ğ u d u ğ u n d a g eliy o r, hikâye­
le rin ço ğ u b u h u su sta h em fik ir. Ya da Ö te k ile r g eld iğ in d e hava
so ğ u y o r. B azen kar fırtınaları sırasında ortaya çık ıy o rla r ve gök­
y ü z ü açıldığında eriyerek yok o luyorlar. Işıktan ve g ü n e ş te n sak-
102
lanıyorlar ve geceleri görünüyorlar, yahut onlar göründüğünde
gece çöküyor. Bazı hikâyeler, onların hayvan cesetleri sürdüğü­
nü söylüyor. Ayılar, u lu kurtlar, m am utlar, atlar; hayvan ölü ol­
duğu sürece ne sürd ü k lerin in önem i yok. M inik Paul’ü öldüren
Öteki, ölü bir at sü rü y o rd u , yani hikâyelerin bu kısm ının ger­
çek olduğu ortada. Bazı kayıtlar devasa buz örüm ceklerden de
bahsediyor. O n la rın ne old u ğ u n u bilm iyorum . Ö tekiler’e karşı
verilen bir m ücadelede ölenler yakılm ak; aksi takdirde ölüler,
Ö tekiler’in köleleri olarak y eniden canlanıyor.”
“B ü tü n b u n ları b iliyoruz. S oru şu; onlarla nasıl savaşacağız?”
“H ikâyelere inanacak olursak, Ö tekiler’in zırhı sıradan bı­
çaklara karşı dayanıklı,” dedi Sam , “ve kendi kılıçları, her çe­
şit çeliği parçalayacak kadar soğuk. B ununla birlikte, ateşten
korkuyorlar ve o b sid iy en e karşı savunm asızlar.” Tekinsiz O rm an’da y ü zleştiği Ö te k i’ni hatırladı. Sam o n u j o n ’u n yaptığı ejderhacam ı h an çerle bıçaklandığında, Ö teki eriyip yok olm uştu.
“Ö tek iler’i ejd erh açeliğ i ile katleden son kahram andan bahse­
den bir U z u n G ece kaydı b u ld u m . İddiaya göre Ö tekiler, ejderhaçeliğinin k arşısın d a d u ra m ıy o r.”
“Ejderhaçeliği?” ] o n kaşlarını çattı. “Valyria çeliği m i?”
“B en im de ilk d ü şü n c e m b u y d u .”
‘Y ani Y edi K rallık ’ın lo rd ların ı, Valyria kılıçlarını bize ver­
meye ikna e d e rse m hepsi k u rtu la cak m ı? Bu zor olm az.” Jo n
güldü am a k ah k ah asın d a n eşed en eser yoktu. “Ö tekiler’in kim
o ld u ğ u n u ö ğ re n d in m i? N e re d e n geldiklerini, ne istediklerini?”
“H e n ü z değil lo rd u m am a yanlış kitapları okuyor olabilirim .
H en ü z b a k m ad ığ ım y ü zlerce kitap var. Bana daha fazla vakit ver
ve b u lu n acak n e varsa b u la y ım .”
“D ah a fazla vak it y o k .” J o n ’u n sesi üzg ü n d ü . “Eşyalarını to p ­
laman g erek S am . Ş eb b o y ’la g id iy o rsu n .”
“G itm e k ? ” S am b ir an için anlam adı. “G idiyor m u y u m ? D o ğugözcü sü ’n e m i lo rd u m ? Ya da... b en nereye...”
“Eski Ş e h ir’e .”
“E sk i Ş eh ir?” S a m ’in sesi cırlam a gibi çıkm ıştı. B oynuz T e p e ,
Eski Ş eh ir’e y ak ın d ı. E v . B u d ü şü n c e S am ’in başını d ö n d ü rd ü .
Babam.
103
W
“Aem on da gidiyor.”
“Aemon? Üstat Aem on? Am a... üstat yüz iki yaşında lordUrn
gidemez... onu ve beni mi gönderiyorsun? Kuzgunlarla kim i\’
gilenecek? Hastalanır ya da yaralanırlarsa k im ...”
“ Claydas. Yıllardır A em o n ’ ın yan ın da.”
“ Claydas sadece bir kâhya, üstelik gözleri kötüleşiyor. Bir
Ustada ihtiyacın var. Ü stat A em on ço k narin. B ir deniz yolCü,
luğıı...” Sam, A rb or’ı ve Arbor Kraliçesi isim li gem iyi düşündü
neredeyse dilini yutup b oğuluyord u. “ Ü stat yaşlı bir adam ve J
“ Hayatı tehlikede olacak. B u n u n farkındayım Sam. Fakat
buradaki tehlike daha büyük. Stannis, A e m o n ’ ın kim olduğunu
biliyor. Şayet kırm ızı kadın, b ü yü leri için kral kanı isterse...”
“A lı.” Sam ’in yü zü sarardı.
“ Dareon, D o ğ u g ö zc ü sü ’nde sana katılacak. O n u n şarkıları
sayesinde güneyde birkaç adam kazanacağım ızı umuyorum.
Karakuş sizi B raavos’a götürecek. O radan E sk i Şeh ir’e geçişi­
nizi kendiniz ayarlayacaksınız. E ğ e r hâlâ Ş eb b o y ’un bebeğinin,
senin piçin olduğun u iddia etm ek n iyetin deysen , kızı ve bebeği
Boynuz T e p e ’ye gönder. D eğ ilsen , A e m o n kızı hizm etçi olarak
H isar’a yerleştirecek.”
“ Benim p i-p içim .” Sam b u n u söylem işti, evet ama... Otıcasu.
Boğulabilirim. Gemiler her za m a n batar ve sonbahar fırtınalı bir mev­
simdir. Bun un la birlikte, Ş eb b oy on u nla o lu rd u ve bebek güven
içinde büyürdü “E vet... annem ve kız kardeşlerim ,
Ş e b b o y ’ave
bebeğe yardım ed erler.” B ir m ektup gönderebilirim, B o ynuz
T epef
bizzat gitmem gerekmez. Dareon, Şebboy’u benim yerime Eski Şehir€
götürebilir. “ Em rettiğin gibi her öğleden sonra U lm e r’la ok tali'
m i yapıyorum ... tam am , m ahzende old u ğu m zamanlar dışın­
da... ama sen Ö tekiler hakkında araştırm a yapm am ı söyledinU zu n yay om uzlarım ı ağrıtıyor ve parm aklarım ın su t o p l a m a s ı '
na sebep oluyor.” J o n ’a patlayan su kesesini gösterdi. “Yinede
yapıyorum . Artık hedefleri daha sık vu ru yo ru m ama yine de«
bugüne kadar yay büken okçuların en kötüsüyüm . U ln ıen 11
hikâyelerini seviyorum . B iri o hikâyeleri yazm alı ve kitap halıne
getirm eli.”
“ Sen yaz. H isar’da parşöm en ve m ürekkep var, ıızunyayhr
104
VSJT -
davar. S e n d e n talim lere devam etm eni bekliyorum . Sam, Gece
Möbetçileri’nde ok fırlatabilen yüzlerce adam var fakat okuma
yazına bilen sadece bir avuç adam var. Senin, benim yeni üsta­
dını olman gerek.”
K e lim e , Sam ’i irkiltti. H ayır, baba lütfen, bundan tekrar bahset­
meyeceğim , Yedi üzerine yem in ederim. B eni buradan çıkar, lütfen beni
b u r a d a n çıkar. “ L ord u m , benim işim burada, kitaplar...”
“...sen bize geri dön d ü ğü n d e hâlâ burada olacaklar.”
Sam, elini boğazına koydu. Boğazın ı sıkan zinciri neredeyse
hissedebiliyordu. “ L o rd u m , H isar... orada insana ceset kesti­
riy o rla r.” Boğazına bir zin cir taktırıyorlar. Eğer istediğin şey zincirse
benim le g e l . Sam , üç gü n ve üç gece boyunca, elleri ve ayakları
bir duvara zincirlenm iş hâlde ağlayarak uyum uştu. Boynundaki
zin cir o kadar sıkıydı ki d erisin i yırtm ıştı ve Sam uyurken ne
zaman yanlış tarafa d ön se n efessiz kalm ıştı. “ Z in cir takamam.”
“Takabilirsin. T akacaksın . Ü sta t A em o n yaşlı ve kör. Gücü
tükeniyor. O öld ü ğ ü n d e yerin i kim alacak? G ölge K ule’deki
Üstat M ullin bir âlim d en çok, bir savaşçı. D oğugözcüsü’nün
Üstat H arm une’u ayık o ld u ğu n d an ço k sarhoş.”
“Eğer H isar’dan daha çok üstat istersen...”
“İsteyeceğim. H erk ese ihtiyacım ız olacak. Lâkin Aemon
Targaryen’ın yerin i d o ld u rm a k kolay d eğil.” Jo n şaşkın görü­
nüyordu. “ B u n u n seni m u tlu edeceğinden em indim . H isar’da
o kadar çok kitap var ki kim se hepsini birden okum ayı umamaz.
Orada iyi olacaksın Sam , olacağını b iliyo ru m .”
“Hayır. Kitapları ok u yab ilirim ama... bir ü-üstat, bir şitacı
olmak zorundadır ve kan beni bayıltıyor.” Sam , Jo n ’un görmesi
için titrek elini kaldırdı. “ B e n K orkak SanTim , Katil Sam değil.”
“Korkak mı? N e d e n korkuyorsu n? Yaşlı adamların azarla­
rların d an mı? Sam , sen Y u m ru k ’u kuşatan yaratıkları gördün;
bir ^Iga hâlinde gelen kara elli ve parlak mavi gözlü yaşayan
ölüleri. Sen bir Ö teki ö ld ü rd ü n .”
llp
fc-e-e-ejderhacamı öldürdü, ben değil.”
Sessiz ol. Beni Lord Kum andan yapm ak için yalan söyledin
Ve komplo kurdun. Bana İtaat edeceksin. H isar’a gidecek ve bir
pUlcir döveceksin. Eğer ceset kesm en gerekiyorsa öyle olsun.
‘ 1azmdan, Eski Şeh ir’deki cesetler buna itiraz etm eyecek.”
105
Anlamıyor. “ Lordu m ,” dedi Sam , “ ba-ba-ba- babam, Lor(j
Randyll... o... bir üstadın hayatı kölelikle geçer.” Anlamsızca ko.
nuştuğunu biliyordu. “ T arly H an edam ’ m n hiçbir oğlu hiçbjr
zaman zincir takmamıştır. B o yn u z T e p e ’nin erkekleri öneır^
lordların önünde eğilm ez ve onlara yaltaklanm az.” Eğer istediği
şey zincirse benimle gel. “Jo n , babama itaatsizlik ed em em .”
Sam J o n , demişti ama Jo n gitm işti. Şim d i karşısında duran
adam Lord Kar’dı, gri gözleri buz kadar sertti. “ Senin baban
yok,” dedi Lord Kar. “ Sadece kardeşlerin var. Sadece biz varız
Hayatın Gece N öbetçileri’ne ait. Ş im d i git ve iç çamaşırlarını bir torbaya doldur, E ski Ş e h ir’e gö tü rm ek istediğin bütün
eşyalarınla birlikte. B u gü n d en itibaren ken din e ödlek demeye­
ceksin. Geçen yıl içinde, pek çok adam ın b ü tü n hayatı boyunca
yüzleşmediği şeylerle yüzleştin. H isa r’la da yüzleşebilirsin ama
orayla Gece N öbetçileri’nin Y e m in li K ardeşi olarak yüzleşecek­
sin. Sana cesur olm anı em red em em am a korkuların ı saklamanı
emredebilirim. Sen yem in in sözlerini söyledin Sam . Hatırlıyor
musun?”
Ben karanlıktaki kılıcım. A m a Sam , kılıçta sefildi ve karanlık­
tan korkuyordu. “ Ben... ben d en ey eceğ im .”
“ Denem eyeceksin. İtaat ed eceksin .”
“İtaat.” M o rm o n f un ku zgun u b ü y ü k siyah kanatlarını çırptı.
“Lordum nasıl em rederse. Ü stat A e m o n b iliyo r m u?”
“ Bu, benim olduğu kadar on u n da fik riy d i.” Jo n , Sam için
kapıyı açtı. “Veda yok. Bun dan ne kadar az insanın haberi olursa
o kadar iyi. Şafaktan bir saat önce, hayvan m ezarlığında.”
Sam, silahhaneden ayrılışını hatırlam ıyordu. Kendini ça­
murun ve kar parçalarının içinde tökezleyerek Ü stat A e m o n ’m
dairesine giderken buldu. Saklanabilirim, dedi kendine. M a h z e n de, kitapların arasında saklanabilirim. Aşağıda fareyle birlikte yaşarnn
ve geceleri yiyecek çalmak için gizlice yukarı çıkarım. Bunlar çılg111
düşüncelerdi, Sam biliyordu, um utsuzluk dolu olduğu kadar
abesti. Sam’i arayacakları ilk yer m ahzenlerdi. O n u arayacaklar1
son yer S u ru n ötesiydi ama bu daha da çılgın bir fikirdi. Yab^
nıllar beni yakalar ve yavaş yavaş öldürür. Beni canlı canlt yakada
kırmızı kadının Mance Ryder’ı yakmaya niyetlendiği gibi.
S.ıııı. Üstat Acı non i kıı§lııkta buldu ve ona Jo n ıın mektu­
bunu verdi. Hüyiik ve yeşil bir kelim e seliyle korkularını anlattı.
-|on anlam ıyor." Sam kendini kusacak gibi hissediyordu. “Eğer
bir zincir takarsam, lord ba-ba-ba-babanı... o, o, o..."
“ B ir hizmetkar hayatı seçtiğim de benim babam da aynı itirazlard a bu lu n d u," dedi yaşlı adam. “ Beni H isar’a gönderen ba­
b a n ım babasıydı. Kral D a r e o ıf 1111 dört oğlu vardı ve o oğullardan
üçüniiıı kendi oğu llan oldu. Beni H isar'a gönderdiği gün, Malord babam a, çok fazla ejderha çok az ejderha kadar teh­
j e s t e l e r i 'n i n
likelidir, dediğini d u y d u m ." A e m o ıı. ince boynundan gevşek bir
şek ild e
Lakın
sarkan çok m etalli zin cire dokundu. “Z in cir ağır. Sanı.
büvükbabaın haklıydı. Lord K a rd a haklı."
"Kar" diye m ırıld an dı bir kuzgun. “K ar," diye tekrar etti bir
başkası. Sonra hepsi katıldı. “ K ar, kar, kar, kar, kar." Onlara bu
kelııııevi Sam öğretm işti. Sam burada yardım bulamayacağını
anladı. Üstat A e m o ıı da o n u n kadar çaresizdi. D enizde ölecek,
dive düşündü Sam üm itsizce. Böyle bir yolculuktan sağ çıkamaya­
cak kadaryaşlı. Şebboy'un kü çü k oğlu da ölebilir; Daha nm oğlu kadar
jirbiiz ve güçlü değil. Jon h e p im izi öldürmeye m i niyetli?
Ertesi sabah. S an ı ken din i B o y n u z T e p e 'd e n gelirken sür­
düğü kısrağı eyerlerken ve d oğu y o lu n u n kenarındaki hayvan
mezarlığına doğru y ü rü tü rk e n bu ldu . K ısrağın eyer heybeleri
peynir, sosis, haşlanm ış yu m u rta ve U çp arm ak H obb'ıın Sanı'e
isini gününde verdiği tuzlu d o m u z buduyla doluydu. "Sen ye­
mek pişirme sanatını takdir eden bir adam sın Katil," demişti aşçı.
“Bize senin gibi daha fazla adam lazım ." D om u z budu işe yara­
yacaktı, bııııa şüphe yo ktu . D o ğ ııg ö z c ü s iü ıe kadar uzun, soğuk
bir yol vardı ve S ıırh ın gö lgesind e kasabalar ya da hanlar yoktu.
Şafaktan bir saat ön cesi karanlık ve durgundu. Kara Kale tu­
haf bir şekilde sessiz g ö rü n ü yo rd u . H a w a ii m ezarlığında. Kara
Jack BııKver ve bir dü zin e tecrübeli korucunun yaııı sıra, bir
Çİtt iki tekerlekli araba San ı'i bekliyordu. Kedge Akgöz, sağlam
gözüyle Sam 'i gö rdüğün d e yü ksek sesle küfretti. “ O na aldırma Katil," dedi Kara Ja c k . “ B ir bahis kaybetti; seni, çığlıklar atar
hâlde bir yatağın altından çıkarıp sürüklem ek zorunda kalacağı­
mızı söylemişti."
Ü s ta t A em oıı at sü rem ey ec ek kadar g ü ç s ü z d ü , b u yüzden
o ıııın için b ir araba h azırlan m ıştı; a ra b a n ın y atağ ın a k ü rk le r
ğ ılm ıştı, ü stü n e yağ m u rd an ve kardan k o r u n m a k için deri bir
te n te bağlanm ıştı. Ş ebboy ve bebeği, üsta tla b irlik te yolculuk
ed ecek ti. İkinci araba, giysilerin ve eşy aların yanı sıra, A e m o n ’ın
H is a r’da b u lu n m ad ığ ın ı d ü ş ü n d ü ğ ü n a d id e k itap larla d o lu bir
san d ık taşıyacaktı. Sam , g ecen in y arısın ı k itap ları aray arak geçir­
m işti am a ancak d ö rtte b irin i b u la b ilm işti. İsabet oldu, yoksa bir
arabaya daha ihtiyaç duyardık.
Ü stat, k en d isin d e n üç kat b ü y ü k b ir ayı d e ris in e sarınm ış
hâlde ortaya çıktı. C lydas, üstadı arabaya d o ğ r u y ü r ü tü r k e n sert
b ir rüzgâr esti ve yaşlı ad am tö k e z le d i. S am a d a m ın y a n ın a ko­
şup o n u tu ttu . B u n u n g ib i bir rüzgâr daha onu S u r'a savurabilir.
“K olum a tu tu n u n üstat. A z k a ld ı.”
R üzgâr, p e le rin in in başlığ ın ı g eri ç e k e rk e n k ö r a d a m başıyla
onayladı. “Eski Ş eh ir h e r z a m a n sıc ak tır. B allı Ş a ra p ’tak i adada,
genç b ir çırak ken g ittiğ im b ir h a n var. O r a d a te k r a r o tu r m a k ve
elm a şarabı içm ek hoş o lacak .”
Ü sta d ı arabanın içine so k tu k la rın d a , Ş e b b o y k u c a ğ ın d a be­
beğiyle ortaya çıktı. K ızın g ö zleri a ğ la m a k ta n k ız a rm ış tı. Aynı
an d a J o n da E fkârlı E d d ’le b irlik te g eld i. “L o rd K a r,” d iy e ses­
len d i Ü s ta t A em o n , “O d a n a se n in için b ir k itap b ır a k tım . Yeşiıtı
icmali. D o ğ u y a g id erek Y eşim D e n iz i’n in b ü t ü n to p ra k la rın ı
ziyaret e tm iş V olantisli b ir m a c e ra p e re s t o la n C o llo q u o V otar
tarafın d an y azılm ış. K itapta ilgini ç e k e c e ğ in i d ü ş ü n d ü ğ ü m bir
p a ra g ra f var. C ly d as’a s e n in için işa re tle m e s in i s ö y le d im .”
“M u tlak a o k u y acağ ım ,” d e d i J o n K ar.
Ü s ta t A e m o n ’ın b u r n u n d a n in ce ve b ey az b ir çizg i hâlinde
s ü m ü k aktı. Yaşlı ad am e ld iv e n in te rsiy le b u r n u n u sild i. “ Bilgi
s ila h tır J o n . M ü c ad eley e g itm e d e n ö n c e k e n d in i a d a m a k ıllı si­
la h la n d ır.”
‘Y a p a c a ğ ım .” H a f if b ir kar yağışı b aşlad ı; iri v e y u m u ş a k kar
ta n e le ri g ö k y ü z ü n d e n te m b e lc e y e re s ü z ü lü y o r d u . J o n , Kara
J a c k B u lw e r’a d ö n d ü . “M ü m k ü n o ld u ğ u n c a h ız lı g id in fakat
a p talca risk le r alm ay ın . Y an ın ızd a yaşlı b ir a d a m ve b ir bebek
v ar. O n la r ı sıcak ve to k tu t u n .”
108
“Siz de aynı şeyi yapın lo rd u m ,” dedi Şebboy. “Siz de diğer­
leri için aynı şeyi y ap ın . D ed iğ in iz gibi başka bir sütanne b u lu n .
Bulacağınıza d a ir söz v erd in iz. B ebek... D alla’n ın oğlu... küçük
prens... o n a iyi b ir k ad ın b u lu n ki bebek b ü y ü d ü ğ ü n d e iri ve
güçlü o ls u n .”
“Sana söz v e r iy o ru m ,” d ed i J o n ciddi b ir şekilde.
“O n a isim v e rm e y in . İki yaşını geçene kadar b u n u yapm a­
yın. B e b ek lere, h e n ü z s ü tte n k esilm em işk en isim v erm ek kötü
şans getirir. K arg aların ız b u n u b ilm iy o r olabilir am a d o ğ ru d u r.”
“N asıl e m r e d e r s e n le y d im .”
Ş ebb o y ’u n y ü z ü ö fk ey le kasıldı. “B ana öyle dem eyin. Ben
bir a n n e y im , b ir ley d i d eğ ilim . B en C ra s te r’ın karısı, C raster’ın
kızı ve b ir a n n eyim .”
Ş ebb o y a ra b a n ın için e tırm a n ıp bacaklarını küflü pöstekilerlc ö rte rk e n , E fk ârlı E d d b eb eğ i tu ttu . O sırada d o ğ u sem ası si­
yahtan ço k g riy d i. S o lak L ew y o la ç ık m ak için sabırsızlanıyordu.
Edd, beb eğ i y u k a rı u z a ttı ve Ş eb b o y g ö ğ sü n e aldı. B u , Kara K a ­
le’yi son görüşüm olabilir, d iy e d ü ş ü n d ü S am kısrağına binerken.
Bir za m a n la r K ara K ale’d e n n e fre t ed iy o r olsa da, şim di b uradan
ayrılm ak için i p a rç a lıy o rd u .
“H a d i yapalım ş u n u ,” d iy e e m re tti B u lw er. B ir kam çı şakladı
ve g ö k y ü z ü n d e n k a rla r s ü z ü lü rk e n arabalar ç a m u rlu yolda ağır
ağır ile rle m e y e b aşlad ı. S am ; C îy d as, E fkârlı E d d ve J o n K ar’ın
yanında o y a la n d ı. “P e k â lâ ,” d ed i, “elv ed a.”
“Sana d a S a m ,” d e d i E fk ârlı E d d . “G e m in batm ayacak. G e ­
m iler, sad ece iç le rin d e b e n o ld u ğ u m d a b atarlar.”
J o n arab aları iz liy o rd u . “Ş e b b o y ’u ilk g ö rd ü ğ ü m d e ,” d e d i,
“sırtını C r a s te r K alesi’n in d u v a rın a y ap ıştırm ıştı. O şişkin k a ­
rınlı, siyah saçlı, sıska kız, H a y a le t’in k o rk u su y la köşeye s in ­
mişti. H a y a le t o n u n ta v şa n la rın ın arasına d alm ıştı. B en de Ş e b ­
boy’u n , k u r d u n o n u p arçalay acağ ın d a n ve bebeği y iy e c e ğ in d e n
k o rk tu ğ u n u d ü ş ü n m ü ş tü m ... am a k ızın k o rk tu ğ u şey k u r t d e ­
ğildi, değil m i? ”
K ayır, d iy e d ü ş ü n d ü S am . .Asıl tehlike Craster’dı, k ız ın kendi
babası.
“Ş eb b o y s a n d ığ ın d a n d ah a c e s u r.”
“Sen de öylesin Sam. Y olculuğun hızlı ve g ü v en li ol
Ş eb b o y ’a, A em o n ’a ve bebeğe iyi bak.”J o n ’u n d u d a k la rın d a ^
hat ve h ü z ü n lü bir g ü lü m se m e belirdi. “B aşlığını d a yukarı tU~
Saçlarında karlar eriyor.”
ARYA
U zakta, şafak çizg isin in ü zerin d e yanan belli belirsiz ışık,
deniz sisinin için d e p ırıld ıy o rd u .
“Bir yıldıza b e n z iy o r,” ded i Arya.
“Evin y ıld ızı,” d ed i D en y o .
D en y o ’n u n babası b ağırarak em irle r verdi. D enizciler gem i­
nin üç u z u n d ireğ in e tırm an d ılar, halatlar boyunca ilerlediler
ve m o r y elk en leri b o ğ arak o n la rın y üzeylerini küçülttüler. Aşa­
ğıda, k ü rek çiler, iki m u a z z a m k ü re k sırasına b ü tü n güçleriyle
asıldılar. T ita n ’m K ız ı isim li kadırga sancağa yatıp dönm eye baş­
larken g ü v e rte le r g ıcırd ay arak sarsıldı.
E vin yıldızı. A rya, b ir kâse m eyve taşıyan genç bir kız şek­
lindeki altın y ald ızlı g em ib aşı hey keline tu tu n a ra k güvertede
d urdu. Y arım kalp atışlık b ir zam an için, ileride g ö rü n en yerin
o nun evi o ld u ğ u n a in an d ı.
A m a b u aptalcaydı. O n u n evi gitm işti, annesi ve babası öl­
m üştü, S u r’dak i J o n K ar d ışın d a b ü tü n kardeşleri katledilm iş­
ti. A rya’n ın g itm e k isted iğ i y er S u r’d u . B u kadarım kaptana da
söylemişti am a d e m ir sikke b ile ad am ı ikna edem em işti. Arya,
varm ak için y o la d ü ş tü ğ ü y erleri asla b u lam ıy o rd u . Y ören o n u
Kışyarı’n a g ö tü re c e ğ in e d a ir söz v erm işti am a Arya k en d in i
H a rre n h a l’d a b u lm u ş tu , Y ö re n d e m ezarda. N e h iro v a ’ya git­
m ek için H a r r e n h a l’d a n kaçtığ ın d a; L em , A nguy ve Y ediler’in
T o m ’u o n u es ir alıp te p e m ağ arasına sürü k lem işti. Arya s o n ­
ra T azı ta ra fın d a n k açırılm ış ve İk izler’e g ö tü rü lm ü ş tü . T a z ı’yı
n ehrin y a n ın d a ö lü m e te rk e tm iş ve K ıyıdaki D o ğ u g ö z c ü sü ’ne
gitm enin b ir y o lu n u b u lm a k u m u d u y la T u z ç u k u ru ’na g itm işti,
ancak...
Braavos o kadar da kötü olmayabilir. S yrio, B raavoslu’y d u ,J a q e n
de orada o lab ilird i. A ry a’ya d e m ir sikkeyi J a q e n v erm işti. J a q e n ,
Syrio gibi g e rç e k b ir d o s t d eğ ild i am a d o stla rın A rya’ya n e hayrı
d o k u n m u ştu ki? İğ n e’ye saltip olduğum sürece dosta ihtiyacım yok.
B aşparm ağının u c u y la k ılıcın p ü rü z s ü z kabza to p u z u n u o k şa d ı,
dilek d iley ecek ti...
111
D ü rü s t olm ak gerekirse Arya ne d iley eceğ in i b ilm iy o rd u , şu
uzaktaki ışığın altında o n u n e le rin b e k le d iğ in i b ilm e d iğ i gjfy
K aptan onıt gem iye alm ıştı am a o n u n la k o n u ş m a k için hiç v a ^j
y o k tu . M ü re tte b a tın bir kısım o n d a n u z ak d u r m u ş t u anıa di.
ğerleri ona hediyeler v erm işti; g ü m ü ş b ir çatal, p a rm a k sız eldi,
veııler, deri yam alı yün b ir şapka. B ir a d am o n a d e n iz c i d ü ğ ü m ü
atm ayı öğretm işti. Bir diğeri m in ik k a d e h le rd e ateş şarabı ikram
etm işti. D ostane olanlar, parm ak larıy la g ö ğ ü s k a fesle rin e vu r.
m ıış ve Arya tekrar e d en e k adar defalarca isim le rin i söylem iş,
lerdi am a hiçbiri onun adını sorm ayı d ü ş ü n m e m iş ti. O n a T uzlu
diyorlardı; gem iye Ü ç D işli M ız ra k ’ııı a ğ z ın ın y ak ınlarındaki
T ıız ç ıık u rıfn d a bindiği için. A ry a y a g ö re b u , h e rh a n g i b ir isim
kadar iyiydi.
G ece y ıldızlarının
so n u n c u s u
k a y b o ld u ...
g e m in in
tanı
ön ü n d e k i iki yıldız dışında. “A rtık ik i yıld ız v a r.”
“İki göz," dedi D cııyo. “T ita n bizi g ö rü y o r .”
B ra a v o s’un T ita n ’ı. K ışyarı’nda, Yaşlı D a d ı o n la ra T ita n d a il­
gili hikâyeler anlatırdı. T ita n dağlar kadar b ü y ü k b ir d e v d i. Braavos ne zam an tehlikeye düşse, T ita n g ö z le rin d e k i ateşi uyan­
dırırdı, dü şm an ları e zm e k için d e n iz in için e y ü r ü d ü ğ ü n d e ,
heykelin taştan ko llan ve bacakları g ü m b iird e rd i. “ B raavoslular
o n u , k ü ç ü k ve soylu kızların p e m b e etiyle b e sle r," d iy e bitirirdi
Yaşlı D adı. Sansa aptalca ciyaklardı. Fakat Ü s ta t L ııw in , T ita n ’ın
yalnızca bir heykel o ld u ğ u n u söylerdi ve Yaşlı D a d f n ı n anlatıla­
rı yalnızca hikâyelerdi.
K ışyarı yandı ve diiştü , diye h a tırlattı A rya k e n d in e . Yaşlı Dadı
ve Ü sta t L uw in ö lm ü ştü , b ü y ü k ih tim alle Sansa da öyle. O n ­
ları d ü ş ü n m e n in bir faydası y o k tu . B iit iin in sa n la r ö lm eli. Jaqen
H g h a r’ın d e m ir sikkeyi v e rirk e n ö ğ re ttiğ i sö z le rin anlam ı
b u y d u . T u z ç u k u ru ’ndan ay rıld ık ların d an b u yana, A rya başka
B raavos kelim eleri de ö ğ re n m işti; lütfen, teşekkür ederin i, deniz,
y ıld ız ve ateş şarabı" ııın karşılıkları. A m a A rya b u k e lim eleri, biitiin
in sanların ölm esi gerektiğini bilerek ö ğ re n m işti. K ı z 'm m ü re tte b a ­
tın ın ço ğ u , Eski Ş e h ird e , Kral T o p ra k la rı’n d a ve B akire H av u z u ’n d a geçirdikleri gecelerde az b u ç u k O rta k D il ö ğrenm işti
fakat yalnızca kaptan ve oğulları b u dili A rya’yla ko n u şacak ka-
112
dar iyi b iliy o rd u . D e n y o , k a p ta n ın o ğ u lla rın ın en k ü çü ğ ü y d ü ,
bab asın ın k a m a ra sıy la ilg ile n e n ve e n b ü y ü k ağabeyine hesap
işlerinde y a r d ım e d e n 0 1 1 iki y aşın d a, tık n az, neşeli b ir ço cu k tu .
“U m a r ım şu siz in T it a n aç d e ğ ild ir,” d e d i A rya çocuğa.
“Aç m ı? ” d e d i D e n y o kafası k a rışm ış b ir hâlde.
“S o ru n d e ğ il.” T it a n gerçekten k ü ç ü k k ızların p em b e etlerin i
yiyor olsa b ile , A ry a ’m n o n d a n k o rk m a s ın a gerek y o k tu . Arya
cılız b ir şe y d i, b i r d e v iç in u y g u n b ir y e m e k o lm azd ı, ü ste lik n e ­
redeyse 0 1 1 b i r y a ş ın d a y d ı, y e tiş k in b ir k a d ın sayılırdı. Ve Tu zlu,
soylu da değil. “T i t a n , B ra a v o s ’ıın ta n rısı m ı? ” diye so rd u . “Y oksa
Yedi’ye mi
in a n ıy o rs u n u z ? ”
“B ra a v o s’ta b ü t ü n ta n r ıla r saygı g ö r ü r .” K ap tan ın oğ lu şe h ­
rin d e n b a h s e tm e y i, b a b a s ın ın g e m is in d e n b a h se tm e y i sevdiği
kadar s e v iy o rd u . “ B u r a d a s iz in Y e d i’n ız in b ir sep ti var, D e n iz in
Ö te s in d e k i S e p t, a m a o r a d a y a ln ız c a B atıd iy arlı d e n iz c ile r iba­
d et e d e r .”
O n la r b en im Y e d i'm değil. O n la r ann em in taunlarıydı v e lk iz le r’de
Treyler in on u katletm esin e iz in verdiler. Arya, Braavos’ta, kalbinde
büvet ağacı o la n b ir ta n rı k o ru s u b u lu p bulam ayacağını m erak
etti. D e n y o b u n u b ile b ilird i am a Arya soram azdı. T u zlu , T u z ç u k u rlu ’ydıı ve T u z ç u k u r lu b ir kız kuzeyin eski tanrılarıyla
ilgili ne b ilird i? E s k i ta n rıla r öldü, d ed i k e n d in e, annem, babam,
Robb, B ra n , R icko tt, h ep si ö ldü . B abasının u z u n zam an önce, soğuk
rüzgârlar estiğin d e y a ln ız k a rt ö lü r am a sürü yaşamaya devam eder,
dediğini h a tırla d ı. T a m a m e n ya n lış anlam ış. Arya, yalnız kurt, hâlâ
yaşıyordu a m a k u r t s ü r ü s ü yak alan m ış, katledilm iş ve yüziilıııüştü.
“Ay O z a n la rı b izi b u ra y a , V alyria e jd e rh ala rın ın b u lam aya­
cağı b u sığ ın ağ a g e tir d i,” d e d i D e n y o . “O n la rın k i en b ü y ü k ta­
pınaktır. B iz S u la rın B a b ası’ııa da itib ar ed eriz am a o n u n evi, o
ne z am an y e n i b ir eş alsa b a şta n inşa edilir. D iğ er tan rılar şe h rin
ortasındaki a d a d a , b irlik te ik â m e t e d erler. O rası... Ç o k Y ü zlü
T a n rıy ı b u la c a ğ ın y e r d ir .”
T ita n ’ııı g ö z le ri ş im d i b ir b irin d e n dah a uzak ve daha parlak
g ö rü n ü y o rd u . A ry a, Ç o k Y ü z lü T a n rı yi ta n ım ıy o rd u am a d u a ­
lara cevap v e riy o rs a A ry a ’ııın aradığı tan rı o o lab ilird i. S ö r C r e -
113
gor. dıvc d ü şü n d ü , Dunsvn, Tatlı R u f, Sö r Ilyn, S ö r Aleryn, KraliÇe
('ersei. Artık sadece altı ki<i kakh. Jo tfre y ö lm ü ştü . T azı, PolliVer’j
katletm işti. VadctTyı ve o sivilceli aptal yaveri bizzat Arya bu
saklam ıştı. Bent yakalamasaydı onu öldürmezdim. A ldığı yara yü„
züııdeıı ateşi çıkan ve alev alev yaııan T azı, Arya o n u Ü ç Di§|j
iM ızrak'ın kıyısında bıraktığında ö lm ek ü zereydi. O n a merhamet
lütfunu vermeli ve kalbine bir bıçak saptamalıydım.
“Tıızlıı. bak!" D enyo, k o lu n d an yakaladığı A ry a y ı d ö ndür­
d ü. “G ö rü y o r nnısıın? İşte o rad a.” Eliyle g ö sterd i.
Sisler dağıldı, pru v an ın ö n ü n d e k i gri p e rd e açıldı. Titan’m
K ızı, dalgalanan m o r kanatlarıyla gri yeşil suları y ardı. Arya göky üzündeki d eniz kuşların ın çığlıklarını d u y a b iliy o rd u . Orada,
D en y o ’nıın gösterdiği yerde, d e n iz in iç in d en b ird e n b ire bir sıra
taşlı tepe çıktı, tepelerin d ik yam açları asker çam larla ve kara
ladinlerle kaplıydı. İleride d en iz açıldı ve açık su la rın üzerinde
ateşli gözleri ve rüzgârda savrulan ıızıın yeşil saçlarıyla Titan
yükseldi.
T itaıı’ın açık bacaklarının arası b o ştu , ayakları iki d ağ ın üstü­
ne basıyordu, om u zları sivri zirv elerin ü z e rin d e yükseliyordu.
Bacakları m a sif taştan, ü s tü n d e d u r d u ğ u d e n iz dağları gibi siyah
g ran itte n o y u lm ııştu am a kalçalarına y eşilim si b ro n z d a n dökül­
m ü ş zırhlı bir etek sarılm ıştı. G ö ğ ü s kalkanı ve so rg u ç lıı yarım
m iğ ferin in içindeki başı da b ro n z d u . R ü z g ârla sa v ru la n saçları,
yeşile b o y an m ış k e n d ir ip le rin d e n y ap ılm ıştı ve gözlerindeki
m ağaralarda b ü y ü k ateşler y a n ıy o rd u . T e k eli, sol y an ın d ak i te­
p e n in zirv esin de d in le n iy o rd u , b ro n z p a rm a k la n b ir kaya çıkın­
tısın ın etrafın d a b ü k ü lm ü ştü . K ırık b ir k ılıcın kab zasın ı kavra­
yan d iğ er eli g ö k y ü zü n e u zan m ıştı.
D e n iz in hâlâ epey açık ların d ay k en , K ral T o p ra k la rın d a k i Kral
Baelor heykelinden sadece biraz daha biiyiik, d e d i A rya k e n d in e . B u­
n u n la b irlik te, kadırga dev dalgaların d ö v d ü ğ ü b ay ır çizgisine
y aklaştıkça T ita n b ü y ü d ü . A rya, D e n y o ’n u n b a b a s ın ın pes bir
sesle e m irle r bağırdığını d u y a b iliy o rd u ve h a latlard ak i adam lar
y e lk e n le ri to p lu y o rd u . Titan'ıtı bacaklarının arasından kiirek çeke­
rek geçeceğiz. A rya, h eykelin b ro n z d a n y ap ılm ış m u a z z a m göğüs
k a lk a n ın d a k i o k çu delik lerin i g ö re b iliy o rd u , T ita n ’ın kolların­
114
daki ve om u zların d ak i lekeler de d en iz kuşlarının yuvalarıydı.
Arya başını yukarı kaldırdı. Kutsanmış Baclor bunun dizlerine bile
yetişemez. Titan, Kışyarı’nın duvarlarının üzerinden tek adımla geçe­
bilir.
Sonra T ita n , k u dretli bir k ü krem e koyuverdi.
Ses de heykel kadar devasaydı; kaptanın sesini ve çamla kap­
lı yamaçlara v u ra n dalgaların g ü rü ltü sü n ü bile boğacak kadar
şiddetli bir feryat ve g ü m b ü rtü . B inlerce deniz kuşu aynı anda
havalandı ve Arya, D e n y o ’n u n g ü ld ü ğ ü n ü görene dek kaskatı
haldi. “S ilah h aııe’yi b izim gelişim ize karşı uyarıyor, hepsi b u ,”
diye bağırdı D cııyo . “K o rk m an a g erek yok.”
“Z aten korkm adım ,” diye geri bağırdı Arya. “Sadece fazla gü­
rültülüy d ü .”
Titan’m K ız ı rü z g â rın ve dalgaların elindeydi artık, hızlıca
kanala d o ğ ru s ü rü k le n iy o rd u . G e m in in iki sıra küreği, suyu d ü ­
zenli bir şek ild e d ö v ü y o rd u . T ita n ’m gölgesi gem inin üzerine
düşerken k ü re k le r d e n iz i kam çılayıp beyaz köpükler yaratıyor­
du. Bir an için , g e m in in , T ita n ’ın b acaklarının arasındaki kaya­
lara çarpacağı k e sin m iş gibi g ö rü n d ü . P ruvada D en y o ’n u n ya­
nında d u ra n Arya, y ü z ü n e d o k u n a n su zerrelerindeki tuz tadını
alabiliyordu. T ita n ’ın kafasını g ö reb ilm e k için d ü m d ü z yukarı
bakması g e re k iy o rd u . “ B raavoslular o n u k ü çü k ve soylu kızla­
rın pem be etiy le b e s le r,” d iy en Yaşlı D ad ı’yı d u y d u am a Arya
küçük bir kız d eğ ild i ve aptal b ir heykelden korkm ayacaktı.
Yine de, h e y k e lin b acak ların ın arasından geçerlerken tek eli­
ni İğne’n in k ab zasın d a tu ttu . O m u azzam taş uylukların içine
daha fazla o k ç u d eliğ i o y u lm u ştu . Arya, g em in in ana direğ in e
yerleştirilm iş g ö z c ü se p e tin in , T ita n ’ın taş bacakların arasından
geçişini iz le m e k için başın ı kald ırd ığında, heykelin zırhlı e te ­
ğinin altına g iz le n m iş katil d elik lerin i ve d e m ir p arm ak lık la rın
ardından o n la ra b ak an so lg u n y ü zleri g ö rd ü .
Ve so n ra g e ç m işle rd i.
G ölge k alktı, çam ağaçlarıyla kaplı yam açlar k ü ç ü ld ü , r ü z ­
gâr hafifledi ve g e m id e k ile r k en d ilerin i b ü y ü k b ir d e n iz k u lağ ının içinde h a re k e t e d e rk e n b u ld u . İleride b ir başka d e n iz kalesi
yükseliyordu; s u y u n iç in d e n d ik en li b ir y u m r u k m isali çık an
115
bir kaya yumrusu. Kalenin taş siperleri akreplerle, ateş t o p la ç |
ve mancınıklarla doluydu. “ Braavos’un Silahhanesi,” dedi Den t
yo kaleyi bizzat inşa etmiş gibi gururlanarak. “ Orada bir gün(j I
bir savaş kadırgası inşa edebilirler.” Arya, rıhtımlara bağlan^ I
ve kızakların üstüne tünemiş bir düzine kadırga görebiliy0r(jJ |
Taşlı kıyı boyunca dizilmiş sayısız ahşap sundurmadan diğer I
gemilerin boyalı pruvaları çıkıyordu, bir barınaktaki tazılara I
benziyorlardı; ince, acımasız ve aç, onları çağıracak bir avcı bo- *
rusu bekliyorlardı. Arya saymaya çalıştı ama çok fazla gemi ve
kıyı çizgisinin kıvrıldığı yerde daha fazla iskele, rıhtım ve sun­
durma vardı.
Titan’m K ız ı'm karşılamak üzere iki kadırga geldi. Suyun üs­
tünde kız böceği gibi kayıyorlardı, açık renk kürekleri bir gö- ?
riinüp bir kayboluyordu. Arya, kaptanın bağırdığını ve gelen i
gemilerin kaptanlarının cevap verdiğini duydu ama kelimele- î
ri anlamadı. Bü yük bir boru öttü. Kadırgalar K ız 'ın iki yanına !
geçti. O kadar yakınlardı ki, A rya gem ilerin m or gövdelerinin I
içinden gelen boğuk davul seslerini duydu, gihn güm giim güm ;
güm güm gihn, hayat dolu kalplerin vuru şu gibi.
;
Sonra kadırgalar arkada kaldı, Silahhane de öyle. Önde,
renkli camdan yapılmış bir çarşaf gibi dalgalanan bezelye veşili engin sular uzanıyordu. Suyun ıslak kalbinden şehir sınırları
yükseliyordu; gri, altın ve kırm ızı renkli kubbelerden, kulelerden ve köprülerden oluşan bir yelpaze. D enizin içindeki Bmv
vos'un yiiz adası.
Üstat Luwin, ona ve kardeşlerine Braavos hakkında den
vermişti aína Arya adamın söylediklerinin çoğunu unutmuştu
Braavos dümdüz bir şehirdi, üç tepenin üstüne kurulmuş Kral
Toprakları’na benzemiyordu, Arya bunu bu kadar uzaktan bik
görebiliyordu. Bir şey daha eksikti ama eksiğin ne olduğunu
fark etmek Arya’nın birkaç dakikasını aldı. Şehrin duvarları yok
Ama bunu Denyo’ya söylediğinde çocuk güldü. “ Bizim duvaılarımız ahşaptan yapılmış ve mora boyanm ıştır,” dedi.
galanınız bizim duvarlarımızdır. Başka duvara ihtiyacımız yok
Güverte çatırdadı. Arya arkasına döndüğünde Deııyo u1111
babasını gördü, mor yünden yapılmış uzun kaptan c ü b b e s i111
i
%
j
]
ı
j
|
j
¡
,
(Tjyeıı a d a n ı. A ry a v e D e n y o ’n u n t e p e s i n e d i k i l m i ş t i . T a c i r K a p ­
tın T e rııc sio T e r y s ’iıı s a k a lı y o k t ı ı v e k a r e ş e k illi r ü z g â r y a n ığ ı
vfızünü ç e r ç e v e l e y e n g r i s a ç la r ı k ıs a k e s i l m i ş t i . A r y a y o l c u l u k
jH)yUnca, k a p ta n ı n s ı k s ı k m ü r e t t e b a t ı y l a ş a k a la ş t ı ğ ın ı g ö r m ü ş t ü
uııa k a p ta n k a ş l a r ı n ı ç a t t ı ğ ı n d a , a d a m l a r o n d a n b i r f ı r t ı n a d a n
¡açarm ışçasın a u z a k l a ş ı y o r d u . K a p t a n ş i m d i d e k a ş l a r ı n ı ç a t ı ­
yordu. “Y o l c u l u ğ u m u z s o n a e r d i , ” d e d i A r y a ’y a . “ B iz C h e q ı ı y
L inıaııfna g i d e c e ğ i z ;
D e n iz
L o r d l a r ı ’m n
g ü m rü k
m e m u rla rı
k ib a rla rım ız ı i n c e l e m e k i ç i n g e m i y e ç ık a c a k . E n a z y a r ı m g ü n
bu
işle u ğ r a ş ır la r , h e p b ö y l e y a p a r l a r , f a k a t s e n o n l a r ı n k e y f in i
beklem ek z o r u n d a d e ğ i l s i n . E ş y a l a r ı n ı t o p l a . S u y a b i r t e k n e i n ­
direceğim v e Y o r k o s e n i k a r a y a ç ı k a r a c a k . ”
Kj/w. Arya dudağım ısırdı. Buraya gelm ek için Dar Deııiz’i
aşm ıştı ama eğer kaptan sorsaydı, Arya ona Tiîatıttı K ı z i n da kal­
mak istediğini söylerdi. T u z lu , kürek çekm ek için fazla ııtak
telekti, Arya bunu b iliyo rd u am a ipleri birbirine bağlamayı, yel­
kenleri küçültmeyi ve b ü yü k tuzlu denizlerde yol bulmayı öğ­
renebilirdi. Bir keresinde, D en y o on u gözcü sepetine çıkarmıştı
ve Arya, aşağıdaki güverte k ü çü cü k gö rün üyor olmasına rağ­
men hiç korkmamıştı. Hesap yapıp kamaraları da temizleyebilirim.
Fakat kadırganın ikinci bir çocuğa ihtiyacı yoktu. Üstelik,
kaptanın ondan kurtulm aya ne kadar hevesli olduğunu anlamak
için adamın yüzüne bakm ak yeterliydi. Arya başıyla onayladı.
“Kara," dedi, ama kara sadece yabancılar anlam ına geliyordu.
Tu/ur dolıaeris.” Kaptan, iki parm ağıya alnına dokundu.
Terııcsio T erys’ i ve sana verdiği hizm eti unutm am anı rica edi­
yorum.”
“Unutmayacağım,” dedi Arya za yıf bir sesle. Rüzgâr, pelerinıni çekiştirdi, bir hayalet kadar ısrarcıydı. A rya’mıı gitme vakti
Emişti.
% ‘i/<ıru// topla, dem işti kaptan ama A rya’nın çok az eşyası
Vardı. Sadece üstündeki kıyafetler, küçük sikke kesesi, m iiretverdiği hediyeler, sağ kalçasında bir hançer ve solunda
1&K\
^ Tekne Arya'dan önce hazırdı ve Y orko küreklerdeydi. O da
F ^nıtı o ğ l u y d u a m a D e n y o ’d a ı ı d a h a b ü y ü k v e d a h a a z d o s t
117
canlısıydı. Yorko’ya katılmak için aşağı inerken, Denyo'ya
etmedim, diye düşündü Arya. Ç o cu ğu bir daha görüp göreruçy^
ceğiııi merak etti. Veda etmeliydim.
Şehir, Y orko’nıın her kürek darbesiyle büyürken, Titan>
Kızı teknenin arkasında küçüldü. A rya’nm sağ tarafında bir |j
man görünüyordu. İskeleler ve rıhtım lar; İbben’den gelen ^
man gövdeli balina gem ileriyle, Yaz A daları’ ndan gelen kuğu
gemilerle ve bir kızın sayamayacağı kadar fazla kadırgayla do
lııydıı. Sol tarafta, daha uzakta, bir başka lim an vardı. Karanın
denize göm üldüğü noktanın ötesinde, yarı batık binaların tepe,
leri suyun üzerine çıkıyordu. A rya daha önce bu kadar çok bi­
nayı bir arada görm em işti. Kral T o p ra k ları’nda K ızıl Kale, Yüce
Baelor Septi ve Ejderha Ç u k u ru vardı am a Braavos en az onlar
kadar büyük ya da onlardan daha b ü yü k yirm i tapınağa, kuleye
ve saraya sahipm iş gibi görü n ü yord u . Yine bir fare olacağım, diye
düşündü Arya kederle, kaçmadan önce HarretıhaVda olduğum gibi.
Şehir, T itan ’m durduğu yerden b ü yü k bir ada gibi görünü­
yordu ama Y o rko kürek çekerek şehre yaklaştıkça, Arya birbi­
rine yakın birçok küçük ada o ld u ğu n u fark etti. Adalar, sayısız
kanalın üzerine ku rulm uş kem erli taş köprülerle birbirlerine
bağlanıyordu. Arya, lim anın arkasında gri taş evlerle dolu cad­
deler gördü, evler öyle yakın inşa edilm işti ki birbirlerine yas­
lanıyorlardı. Binaların görün tüsü A rya için tuhaftı; sivri uçlu
şapkalara benzeyen dik ve taş çatılarıyla, dört ve beş katlı, uzun
ve çok ince yapılar. Arya sazla kaplanm ış bir çatı görmedi ve
Batıdiyar’daki ahşap evlerden sadece birkaç tane vardı. Hiç
yok, diye fark etti. Braavos tamamen taçtan yaptlmtş, yeşil denizde gt1
bir şehir.
Yorko, tekneyi iskelelerin kuzeyine çevirdi ve büyük bir ka'
nalın yatağına girdi; geniş ve yeşil su yolu doğrudan şehrin kıl'
bine akıyordu. Yüzlerce çeşit balık, yengeç ve ahtapot fıgürüyk
süslenmiş taş bir köprünün kem erlerinin altından geçtiler. ne'
ride bir başka köprü belirdi, bu seferkine dantele benzeyen sat'
maşık yaprakları oyulm uştu. Ve ileride üçüncü bir köprü vardu
binlerce boyalı gözle aşağı bakıyor ve tekneyi izliyordu.
küçük kanalların ağızlan yanlara açılıyordu ve o kanallarda*1*
118
da küçük olan başka kanallar ayrılıyordu. Bazı evler su
üstüne inşa edilmişti, kanallar bir çeşit tünele dönüş­
m ü ştü . Boyalı başları ve yukarıda duran kuyruklarıyla su yılanı
şe k lin d e biçimlendirilmiş ince tekneler kanallara girip çıkıyor­
du. Arya, bu teknelerin kürek çekilerek değil; gri, kahverengi ve
y o sun yeşili cübbeler giym iş adamlar tarafından kazıklarla iti­
lerek hareket ettirildiğini gördü. H er iki yanlarında duran yir­
m işer kazıkçı tarafından itilen, kasalarla ve varillerle dolu, düz
tabanlı büyük m avnalar; kadife perdeleri, pirinç heykelleri ve
renkli camdan yapılm ış fenerleri olan gösterişli yüzen evler de
g ö rd ü . Epey uzakta, hem kanalların hem de evlerin üzerinde,
gri ta ş ta n inşa edilm iş bir çeşit yol yükseliyordu; yol, güneye
y ü r ü y e re k sisin içine giren üç katlı büyük kemerler tarafından
o n la rd a n
y o lla rın ın
destekleniyordu. E liyle göstererek, “ B u ne?” diye sordu Arya.
“Tatlı su nehri,” dedi Y orko . “A na karadan temiz su getiriyor,
çamurlu düzlüklerin ve tuzlu sığlıkların karşısından. Çeşmeler
için iyi ve tatlı su.”
Arya arkasına baktı, lim an ve deniz kulağı kaybolmuştu. İle­
ride, kanalın her iki kıyısı boyunca bir sıra büyük heykel yük­
seliyordu; deniz kuşlarının pislikleriyle lekelenmiş uzun etekli
bronz elbiseler giyen, vakur, taş adamlar. Bazıları kitaplar, bazı­
ları hançerler, bazıları da çekiçler tutuyordu. Biri, yukarı kaldır­
dığı eliyle altın bir yıldız kavramıştı. B ir diğeri taş bir matarayı
baş aşağı etmişti, kanalın içine sonsuz bir su akıntısı gönderi­
yordu. “Onlar tanrı m ı?” diye sordu Arya.
“Deniz Lordları,” dedi Y orko. “ Tanrıların Adası daha ileride.
Gördün mü? Altı köprü aşağıda, sağ kıyıda. O, A y O zanlarfnın
tapınağı.”
Arya’nın deniz kulağından gördüğü binalardan biriydi; kar
beyazı mermerden inşa edilm iş muazzam yapının üstü, ayın her
Safhasını gösteren süt camı bir kubbeyle örtülmüştü. Kapıların
yanında bir çift m erm er kız duruyordu, Deniz Lordları kadar
ÜZün olan kızlar, hilal şeklindeki kapı pervazını destekliyordu.
^ Ay Ozanları’nın Tapınağı’nın ilerisinde bir tapınak daha varb kırmızı taştan inşa edilm iş mabet, herhangi bir kale kadar
Sağlamdı. Mabedin kare şekilli büyük kulesinin tepesinde, altı
m etre genişliğinde bir dem ir m altızın içinde, ateş yanıyordu
M abedin kapısının iki yanında daha k üçük ateşler vardı.
mızı rahipler ateşi sev er/’ dedi Yorko. “Işık T anrısı onların ila,
lııdır, kırınızı R ’lıllor.”
Biliyorum. Arya, eski zırh parçalarının içindeki M yrli Thoros'ıı hatırladı. T lıoros’ıın giydiği kıyafetlerin rengi öyle solmuş­
tu ki, adam kırm ızıdan çok pem be bir rahip gibi görünüyordu.
Ama T h o ro s’uıı öpücüğü Lord B eric’i ö lü m d e n döndürm üştü.
Arya, Braavoslu rahiplerin aynı şeyi yapıp yapam ayacağını me­
rak ederek, kırmızı tanrının evinin geçip gidişini izledi.
Sonra yosunlarla kaplı büyük bir tuğla bina geldi. E ğer Yor­
ko, “Bu Kutsal Sığınak. Burada d ü n y a n ın u n u ttu ğ u küçük
tanrıları o n u rlandırırız,” dem eseydi, Arya b u binayı bir am­
bar zannedebilirdi. “O raya L abirent d en d iğ in i de duyacaksın.”
Labirent’in yosun kaplı d uvarlarının arasında k ü ç ü k b ir kanal
akıyordu, Yorko tekneyi orada sağa çevirdi. B ir tü n e lin içinden
geçtiler ve tekrar ışığa çıktılar. T e k n e n in h e r iki y an ın d a daha
fazla m abet belirdi.
“Bu kadar çok tanrı o ld u ğ u n u hiç b ilm iy o rd u m ,” dedi Arya.
Yorko hom urdandı. Bir d ö n em eci d ö n d ü le r ve b ir başka
köp rü n ü n altından geçtiler. Sol tarafta taşlı b ir tep e belirdi, te­
penin zirvesinde gri taştan inşa edilm iş p en ceresiz b ir tapınak
vardı. Tapınağın kapısında başlayan basam aklar, ü stü kapalı bir
iskeleye iniyordu.
Yorko kürekleri ters çevirdi, tekne hafifçe taş kazıklara çarp­
tı. Yorko tekneyi sabit tu tm ak için kazıklardaki d e m ir halkalar­
dan birini yakaladı. “Seni burada b ıra k ıy o ru m .”
İskele gölgeliydi, basam aklar dik. T a p ın ağ ın siyah kiremitli
çatısı, kanalların kenarına dizilm iş evlerin çatıları gibi sivriydi.
Arya dudağını ısırdı. Syrio, Braavos’tan gelmişti. B u tapmağı ziya­
ret etmiş olabilir. Bir halka yakaladı ve k en d in i isk elen in üstüne
çekti.
“A dım ı b iliyorsun,” dedi Y orko tek n ed en .
“Y orko T erys.”
“ Valar dohaeris.” Y orko tekneyi kürekle itti ve tek rar derin
sulara d o ğ ru gitti. Arya o n u k ö p rü n ü n gölgesinde kaybolana
120
kadar izled i, k ü r e k le rin fışırtısı kaybolduğunda kendi kalbinin
v u ru şu n u d u y d u . A n id e n başka b ir yerdeydi... belki G endry’yle
birlikte H a r r e n h a l’d a ya d a T a z ı’yla Ü ç D işli M ızrak’m kena­
rındaki o r m a n d a . T u z lu , aptal bir çocuk, dedi kendine. Ben bir
kurdum ve korkm ayacağım . Ş ans için İğne’nin kabzasını okşadı ve
gölgelerin iç in e d a ld ı. K im se o n u n k o rk tu ğ u n u söyleyem esin
diye, b asa m a k la rı ik işe r ik işer çıktı.
Y u k arıd a, ü ç b u ç u k m e tre y ü k sekliğinde oym alı ahşap kapı­
lar b u ld u . S o l ta ra fta k i k ap ı k e m ik kadar beyaz büvet ağacından
yapılm ıştı, sa ğ d ak i p a rla k a b an o zd a n . Kapıların ortasında bir ay
yüzü o y m ası v a rd ı; b ü v e t tarafta abanoz ve abanoz tarafta büvet.
Ayın g ö r ü n tü s ü , A ry a ’ya K ışy arı’n ın tanrı korusundaki yürek
ağacını h a tırla ttı. K a p tla r beni izliyor, diye d ü şü n d ü . Eldivenli el­
leriyle iki k ap ıy ı d a ay n ı a n d a itti am a kapılar kım ıldam adı. Kilitli
ve siirgiilü. “B ıra k d a içeri g ire y im seni aptal,” dedi Arya. “Ben
D ar D e n iz ’i g e ç t i m .” E lin i y u m r u k h âlin e getirip kapıya vurdu.
“G e lm e m i J a q e n sö y le d i. D e m ir sikke b e n d e .” Sikkeyi keseden
çıkardı ve y u k a rı k a ld ırd ı. “G ö r d ü n m ü? Valar morglıulis.”
K apılar c e v a p v e r m e d i; a ç ılm ak dışında.
S essizce iç e ri d o ğ r u açıld ı, h a re k e t ettire n eller olm aksızın.
Arya ö n e d o ğ r u b ir a d ım attı, so n ra b ir adım daha. Kapılar Arya’n ın a r k a s ın d a n k a p a n d ı v e kız b ir an için kör oldu. İğne elin­
deydi am a o n u ç e k tiğ in i h a tırla m ıy o rd u .
D u v a rla r b o y u n c a b irk a ç m u m y an ıy o rd u am a ışık öyle azdı
ki A rya k e n d i a y a k la rın ı g ö re m iy o rd u . Biri fısıldıyordu, Arya’n ın k e lim e le r i se ç e m e y e c e ğ i kadar hafifçe. Bir başkası ağlı­
yordu. A ry a y u m u ş a k a d ım sesleri d u y d u , taşa sü rtü n en deri,
açılıp k a p a n a n b ir k ap ı. S u , su sesi de duyuyorum.
G ö z le ri y av aş y avaş k aran lığ a alıştı. T apınak, dışarıdan gö­
r ü n d ü ğ ü n d e n ç o k d a h a b ü y ü k tü . B atıdiyar’ın sepileri yedi kö­
şeliydi; y ed i ta n r ı iç in y e d i m ih ra p vardı am a burada yediden
fazla ta n rı m e v c u ttu . T a n rıla r ın heykelleri duvarlar boyunca d i­
zilm işti; h e y b e tli v e te h d itk â r. H e y k e lle rin ayaklarının etrafında
kırm ızı m u m l a r titriy o r d u ; u z a k y ıldızlar kadar loş. E n yakında­
ki heykel, ü ç b u ç u k m e tr e b o y u n d a m e rm e r bir kadındı. G ö z ­
lerinden ak an g e r ç e k y aşlar, k o lların d a taşıdığı kâseyi d o ld u ru -
121
y o rd u . O n u n arkasında aslan başlı b ir adam v ard ı, abanozdan
o y u lm u ş bir tahtta o tu ru y o rd u . K apıların d iğ e r tarafın d a, bronz
ve d e m ird e n yapılm ış devasa b ir at, iki b ü y ü k bacağ ın ın üstünd e şaha kalkm ıştı. Arya daha ilerideki b ü y ü k taş su ratı, kıliçl,
so lg u n bebeği, bir yaban ö k ü z ü b o y u tla rın d a k i k ab arık tüylü
f
î
^
kara keçiyi ve bir asaya d ay an m ış başlıklı a d a m ı görebiliyordu.
D iğ erleri yalnızca belli b elirsiz şe k illerd i, k a ra n lığ ın içinde zar
zo r seçiliyorlardı. T a n rıla rın arasına g ö lg elerle k o y u laşm ış nişler gizlen m işti, b azılarında m u m la r y a n ıy o rd u .
\
f
i
£
j
L
Arya, elin d e kılıcıyla, b ir gölge k ad ar sessiz h a re k e t ederek
İ
uzıııı taş b anklardan o lu şa n sıraların a ra sın d a y ü r ü d ü . Ayakları
r
zem in iıı taştan yapıldığını s ö y lü y o rd u , Y ü ce B a e lo r S ep ti’nin
i
zem in i gibi cilalı m e r m e r d eğ ild i, d a h a s e rt b ir şeydi. A rya fısıldaşaıı k ad ınların y a n ın d a n geçti. H ava sıcak v e a ğ ırd ı, öyle ağırdı
ki Arya esn ed i. M u m la rın k o k u s u n u a la b iliy o rd u . K o k u tanıdık
değildi, Arya tu h a f b ir tü ts ü o ld u ğ u n u d ü ş ü n d ü am a tapınağın
d erin lik lerin e g irdikçe k o k u la r kara çam iğ n e le rin e ve sıcak ha­
vuzlara b e n zem ey e başladı. G ü z e l ko ku la r , d e d i A rya k e n d in e ve
biraz daha cesu r o ld u ğ u n u h issetti, iğ n e y i k ın ın a g eri koyacak
kadar cesur.
T ap ın ağ ın m e rk e z in d e , sesini d u y d u ğ u s u y u b u ld u ; üç m et­
re gen işliğ inde, k ırm ızı m u m la rla a y d ın la tılm ış, m ü r e k k e p ka­
d ar siyah b ir havuz. H a v u z u n k e n a rın d a g ü m ü ş i c ü b b e giymiş
gen ç b ir ad am o tu r u y o rd u , a ğ lıy o rd u . A rya, h a v u z a e lin i sokan
ve su y u n ü s tü n d e kızıl d algalar y a ratan a d a m ı izled i. A d am , eli­
ni su y u n d ışın a çık ard ığ ın d a p a rm a k la rın ı te k e r te k e r e m d i. Su ­
samış olmalı. H a v u z u n k e n a rın d a taş k a d e h le r v a rd ı. A rya kadeh­
le rd e n b irin i d o ld u r d u ve içm esi için a d a m a u z a ttı. G e n ç adam
u z u n c a b ir sü re A rya’n ın y ü z ü n e b ak tı. “ V alar m orglıulis ,” dedi.
A rya, “ Valar dohaeris,” diy e cevapladı.
G e n ç adam kana kana içti ve k a d e h i y u m u ş a k b ir cup sesiy­
le h av u za attı. S o n ra sallanarak ayağa k alk tı, k a rn ın ı tu tu y o rd u .
A ry a b ir an için ad am ın d ü şe ceğ in i d ü ş ü n d ü . S o n ra , a d a m ın ke­
m e r in in altın d ak i k o y u lekeyi fark e tti, A rya iz le rk e n leke yayılı­
y o rd u . Kız, “B ıça k la n m ışsın ,” d e d i am a a d a m o n u ö n e m s e m e ­
d i, se n d e le y e re k d u v ara d o ğ ru y ü r ü d ü ve b ir n işin iç in e girip taş
122
ı
bir yatağa u zan d ı. A rya etrafa b ak tığ ında başka nişler de gördü.
Bazılarında yaşlı in sa n la r u y u y o rd u .
Hayır, diye fısıld ad ı k afasın ın içindeki yarı hatırlanan ses.
Onlar Ölü ya da ötmek üzereler. G özlerinle bak.
Bir el, A rya’n ın k o lu n a d o k u n d u .
Arya irk ilerek d ö n d ü am a o n a d o k u n a n sadece k ü çü k b ir
kızdı: Sağ yarısı siyah ve sol yarısı beyaz başlıklı b ir cü b b en in
içinde k ay b o lm u ş gibi g ö rü n e n , so lg u n , k ü ç ü k b ir kız. Başlığın
altında zay ıf ve k e m ik li b ir y ü z v ard ı, yanakları çö k ü k tü ve koyu
rCnk gözleri fin c a n ta b a k la n k ad ar b ü y ü k tü . “B eni tu tm a ,” diye
uyardı Arya, k ü ç ü k k ızı. “ B en i tu ta n so n ço cu ğ u ö ld ü rd ü m .”
Kız, A rya’n ın a n la m a d ığ ı bazı sö z ler söyledi.
Arya b aşım iki y an a salladı. “O r ta k D il’i b ilm iy o r m u su n ? ”
Kızın a rk a sın d a n b ir ses k o n u ş tu . “B en b iliy o ru m .”
Arya, in sa n la rın o n u b ö y le şaşırtıp d u rm a sın d a n h o şn u t d e ­
ğildi. Başlıklı a d a m u z u n b o y lu y d u , k ızın giydiği siyah beyaz
cübbenin d a h a b ü y ü k o la n ın a sa rın m ıştı. A r y a n ın başlığın al­
tında b ü tü n g ö re b ild iğ i, a d a m ın g ö z le rin d e n yansıyan kırm ızı
m ıım ışığıydı. “ B u rası n e re si? ” diy e so rd u .
“H u z u r d o lu b ir y e r ,” d e d i a d am , sesi nazikti. “B urada g ü ­
vendesin. B u rası S iy a h ın ve B ey azın Evi ç o c u ğ u m . Lâkin sen,
Çok Y üzlü T a n r ı’n ın lü tfu ııu a ram ak için ço k g en çsin .”
“G ü n ey li ta n rıy a m ı b e n z iy o r, yedi y ü z lü olana?”
‘Y edi? H a y ır. O n u n y ü z le ri sayılam ayacak kadar ç o k tu r k ü ­
çüğüm , g ö k y ü z ü n d e k i y ıld ız la r k ad ar ç o k tu r. B raavos’ta, in sa n ­
lar diled ik leri gib i ib a d e t e d e rle r... fakat h e r y o lu n s o n u n d a Ç o k
Yüzlü T a n rı b e k le r. B ir g ü n se n in için o rad a olacak, k o rk m a.
O n u n d in in i k a b u l e tm e k için acele e tm e n e g erek y o k .”
“Ben sad ece J a q e n H ’g h a r’ı b u lm a y a g e ld im .”
“Bu ism i b i l m iy o r u m .”
Arya hayal k ırık lığ ın a u ğ ra m ıştı. “L o ra th lı’ydı. S a ç la rın ın
yarısı beyaz, y arısı k ırm ız ıy d ı. B an a sırlar ö ğ reteceğ in i sö y le d i
ve b u n u v e r d i.” D e m ir sik k e A ry a’n ın y u m r u ğ u n u n iç in d e y d i.
Parm aklarını a ç tığ ın d a d e m ir sik k e terli avcım a yapıştı.
Rahip sikkeyi in c e le d i am a o n a d o k u n m a k için h a r e k e tle ­
n d i . B ü y ü k g ö z lü k ü ç ü k kız d a sikkeye b a k ıy o rd u . S o n u n d a
başlıklı ad am , “B a n a a d ın ı sö y le ç o c u k ,” d ed i.
123
“Tuzlu. Üç Dişli M ızrak’ın yanındaki Tuzçukuru’ndan
r>
lıyorum.
Arya, yüzünü görem iyor olm asına rağm en adamın gülünç
diği hissetti. “ H ayır,” dedi adam. “ Ban a adını söyle.”
Arya bu kez, “ G ü v ercin ,” dedi.
“Gerçek adını söyle ço cu k.”
1•
“Annem bana N an adını verdi am a bana G elin cik derler *
“A d ın.”
Arya yutkundu. “A rry. B e n im adım A rry .”
‘Yaklaştın. Ve şim di gerçek?”
Korku, kılıçtan derin keser, dedi A rya kendine. “A rya.” İlk se­
ferde, kelim eyi fısıldadı. İkinci seferde adam ın yüzüne fırlattı
“Ben, Stark H anedanı’ndan A ry a ’y ım .”
“Ö ylesin,” dedi adam, “ lâkin Siyah ın ve Beyazın Evinde
Stark H anedanı’ndan A rya için yer y o k .”
“ Lütfen,” dedi Arya. “ G id ec ek bir y erim y o k .”
“ Ö lüm den korkar m ısın ?”
Arya dudağını ısırdı. “ H a y ır.”
“ G örelim .” Rahip, başlığını çıkardı. Başlığın altında bir yüz
yoktu; yanaklarında hâlâ kü çük et parçaları olan sararmış bir ka­
fatası vardı, boş göz çukurunda beyaz bir solucan kımıldanıyor­
du. “ Öp beni çocu ğu m ,” dedi adam, ölü m hışırtısı kadar kuru
ve kısık bir sesle.
Beni korkutacağını mı düşünüyor? A rya, adam ın burnunun bu­
lunması gereken yeri öptü ve gözündeki m ezar solucanını ye­
m ek için aldı ama solucan A rya’nın ellerinde bir gölge gibi eridi.
Sarı kafatası da eriyordu ve A rya’nın o güne kadar gördü­
ğü yaşlı adamların en naziği ona gülüm süyordu. “ Daha önce
kimse solucanımı yem eye çalışm am ıştı,” dedi adam. “Aç mısın
çocuk?”
Evet, diye düşündü Arya, ama yemek için değil.
CERSEI
Kızıl Kale’nin siperlerini ve duvarlarını kan rengine dönüş­
türen soğuk bir yağm ur yağıyordu. Kraliçe, kralın elini tuttu
ve onu çamurlu avlunun karşısına, arabanın ve refakatçilerin
beklediği yere götürdü. “Ja im e dayım at sürebileceğimi ve sıra­
dan insanlara m etelik atabileceğim i söylem işti,” diye itiraz etti
çocuk.
“Üşütmek mi istiyorsu n ?” C ersei bu riski göze alamazdı;
Toınınen hiçbir zam an Jo ffr e y kadar sıhhatli olmamıştı. “ B ü ­
yükbaban münasip bir kral gibi görün m en i isterdi. Y üce Sept’e
sırılsıklam ve çam urlanm ış bir hâlde gitm eyeceğiz.” Yine yas kı­
yafetlerimi giyiyor olmam yeterince k ö tü . Siyah, C erse i’nin üstünde
hiçbir zaman iyi d u rm am ıştı; kraliçenin teni beyazdı ve siyah
renk onu yarı ceset gibi gösteriyord u . C ersei banyo yapmak ve
saçını toplamak için şafaktan bir saat önce uyanm ıştı ve bu çaba­
sının yağmurla m ah volm asına izin verm eyecekti.
Arabanın içinde, T o m m e n m in derlere yaslandı ve yağmuru
izledi. “Tanrılar bü yü kbabam için ağlıyor. Leydi Jo celyn , yağ­
mur damlalarının tanrıların gözyaşları old uğun u söylüyor.”
“Jocelyn Sw yft bir aptal. T a n rılar ağlabiliyor olsalardı, ağabe­
yin için ağlarlardı. Y a ğ m u r yağm u rd u r. D aha fazla ıslanmadan
perdeyi kapat. Pelerinin sam u r kürkün den yapıldı, ıslanmasını
mı istiyorsun?”
Tommen ona söyleneni yaptı. Ç o cu ğ u n uysallığı C ersei’yi
rahatsız ediyordu. B ir kral gü çlü olm ak zorundaydı. Joffrey m ü­
nakaşa ederdi. O n u n g ö zü n ü korkutm ak hiçbir zam an kolay değildi.
Oyle kambur d u rm a,” dedi C ersei, T o m m e n ’a. “ B ir kral gibi
otur. Omuzlarını geri at ve tacını düzelt. Tacının, bütün lordlarırun önünde kafandan düşm esini mi istiyorsun?”
Hayır anne.” Ç o c u k dikleşti ve tacını düzeltm ek için yukarı
U2andı. Jo ff un tacı T o m m en için fazla büyüktü. Tom m en her
Zaman tombulluğa m eyilli olm uştu ama şimdi yüzü daha zayıf
tünüyordu. İyi besleniyor mu? Cersei bunu kâhyaya sormayı
tutmamalıydı. T o m m e n ’ın hasta olmasına izin veremezdi;
125
M vrcella, D o rn e lu la r’ın d in d e y k e n o lm azd ı. Z a m a n la J o f f Urı
taam takacak kadar büyüyecek. O vakte kadar d a h a k ü ç ü k bir ta
g erek eb ilird i, ço cu ğ u n kafasını y u tacak m ış gibi g ö rü n m e y e n bir
taç. C e rsei altın ustalarıyla konuşacaktı.
A raba ağır ağır Y üksek A egon T c p e s i’n d e n aşağı indi. Ara­
b an ın ö n ü n d e iki Kral M u h a fızı at s ü rü y o rd u , b eyaz atların sır­
tın d ak i beyaz şövalyelerin o m u z la rın d a n ıslak beyaz pelerinler
sark ıy o rd u . A rkadan, k ırm ızı ve altın re n k li p e le r in le rin içinde
elli L anııister m u h afızı g eliy o rd u .
T o n ım e n , p e rd e le rin arasın d an b o ş c a d d e le re b ak tı. “Daha
çok insan olacağını d ü ş ü n m ü ş tü m . B ab am ö ld ü ğ ü n d e bütün
insanlar geçişim izi izlem ek için d ışarı ç ık m ış tı.”
"Y ağm ur y ü z ü n d e n içeri g irm e k z o r u n d a k a ld ıla r.” Kral
T o p rak ları, L ord T y w in ’i asla se v m e m işti. G erçi o hiçbir zaman
sevgi istememişti. C e rsei b ir k e re sin d e , L o rd T y v v in ’in J a im e ’ye,
“Sevgiyle k arn ın ı d o y u ra m a z sın , sevgiyle b ir a t ala m a z ya da so­
ğ u k b ir g ecede sa lo n u n u ısıta m a z s ın ,” d e d iğ in i d u y m u ş tu , Jaim e o v ak itler T o m m e n ’d an d ah a b ü y ü k d eğ ild i.
Yüce B aelor S ep ti’n d e, V isenya T e p e s i’n in zirv esin d ek i o
m e rm e r ih tişam ın için d e yas tu ta n b ir av u ç in s a n ın sayısı, Sör
A ddam M a rb ra n d tarafın d an m e y d a n ın k a rşısın a d iz ile n altın
p elerin lile rin sayısından azdı. S ö r M e ry n T r a n t ’ın yardım ıyla
arabadan in erk en , daha sonra daha fa z la insan gelecek , d iy e d ü şü n ­
d ü kraliçe. Sabah ayinine y aln ızca so y lu la r ve o n la r ın m aiyetle­
ri kabul edilecekti, ö ğ led en so n ra sıra d a n in sa n la r iç in b ir ayin
dah a yapılacaktı ve akşam d u ası h e rk e se açık o lacak tı. C e rs e i’nin
akşam duası için tek rar g elm esi g e re k e c e k ti, b ö y le c e ş e h ir halkı
o n u yas tu ta rk e n g ö reb ilecek ti. A y a k takım ına b ir gösteri sunulma­
lı. B u tam b ir angaryaydı. C e rs e i’n in d o ld u r m a s ı g e re k e n m a­
k am lar, kazanm ası g erek en b ir savaş ve y ö n e tm e s i g e re k e n bir
d iy ar vardı. Babası b u n u anlardı.
Y üce R ah ip o n ları basam ak ların te p e s in d e k arşılad ı. B ir tu ­
ta m gri sakalı olan yaşlı ve k a m b u r b ir a d a m d ı, n ak ışla rla süs­
le n m iş c ü b b e s in in ağırlığıyla öyle ö n e e ğ ilm işti ki, g ö zleri krali­
ç e n in g ö ğ ü sleriy le aynı hizadaydı... am a k esik k rista ld e n ve örgü
a ltın d a n y ap ılm ış gösterişli tacı, a d a m ın b o y u n a e n az k ırk beş
s a n tim e k liy o rd u .
126
Bu tacı o n a L o rd Tyvvin verm işti; ayak takım ı bir önce­
ki Yüce R a h ip ’i ö ld ü rd ü ğ ü n d e kaybolan tacın yerine. O şişko
aptalı arab asın d an in d irm iş ve parçalam ışlardı. M yrcella’nın
p o rn e ’a g itm e k için d e n iz e açıldığı g ü n d ü . E ski rahip koca bir
oburdu ve itaatkârdı. B u adam ... C e rsei an id en , yeni Y üce R ahip’in
Tyrioıı tarafın d an seçild iğ in i hatırladı. H u z u rsu z lu k verici bir
düşünceydi.
Yaşlı ad am ın lek eli eli, altın işiyle ve k ü çü k kristallerle kap­
lanmış kol y e n in d e n çık ark en b ir tavuk ayağı gibi g öründü.
Cersei ıslak m e r m e r in ü s tü n d e diz çö k tü ve adam ın parm ak­
larını ö p tü , T o m m e n ’a da aynı şeyi yapm asını söyledi. Benim
hakkımda ne biliyor? C üce ona neler anlattı? Y üce R ahip, kral ve
kraliçeyi sep te so k a rk e n g ü lü m se d i. A m a b u , dile getirilm eyen
m alum atlarla d o lu te h d itk â r b ir g ü lü m se m e m iydi yoksa yaşlı
bir adam ın b u r u ş u k d u d a k la rın ın an lam sız seyirm esi mi? Kra­
liçe em in o la m a z d ı.
Vitraylı c a m d a n y a p ılm ış ren k li k ü re le rin altında y ü rüyerek
Fener S a lo n u ’ııd a n g eçtiler. K raliçe, T o m m e n ’ın elini tu tu y o r­
du. T raııt ve K a rak azan o n la rın iki y an ın d ay d ı, adam ların ıslak
pelerin in d en d a m la y a n su la r y e rd e b irik iy o rd u . Y üce R ahip ağır
ağır y ü rü y o rd u , a d a m ın y aslan d ığı b ü v e t asanın tepesinde kris­
tal bir k ü re v a rd ı. E n M ü te d e y y in le r in yedisi adam a eşlik edi­
yordu, g ü m ü ş d o k u m a la r ın ın için d e pırıld ıy o rlard ı. T o m m e n ,
samur k ü rk ü p e le r in in a ltın a a ltın d o k u m a giym işti. Kraliçe si­
yah kad ifed en d ik ilm iş , k ü r k astarlı eski b ir elbise tercih etm işti.
Yeni bir elb ise d ik tirm e k için v ak it o lm am ıştı ve Jo ffrey için
giydiği elb iseyi g iy e m e z d i, R o b e rt’ı g ö m e rk e n giydiğini de.
En azından Tyrion için yas kıyafetleri giymem beklenmeyecek.
Onun için altın dokum a ve kırm ızı ipek giyeceğim, saçlarıma da yakut­
lar takacağım. C e rs e i, o n a c ü c e n in b aşın ı g e tire n adam ı lo rd lu ğ a
yükselteceğini ilan e tm iş ti, so y u ve k o n u m u ne kadar d ü ş ü k ya
da vasat o lu rsa o ls u n . K u z g u n la r, C e rs e i’n in sö z ü n ü Y edi K ralhk’ın d ö rt b ir y a n ın a ta ş ıy o rd u ve h a b e r çok y ak ın d a D a r D e nız’i geçip D o k u z Ö z g ü r Ş e h ir’e ve o n la rın ö te sin d e k i to p ra k ­
lara da ulaşacaktı. B ıra k da İblis dünyanın öteki ucuna kaçsın, benden
kaçamayacak.
127
Kraliyet alayı iç kapılardan geçip Y üce S ep t’in mağararnSl
kalbine girdi ve kubbenin altında b u luşan yedi geniş koridor,
dan birinde yürüdü. Sağdaki ve soldaki soylular, kral ve kraliçe
ö n lerin d en geçerken dizlerinin ü stü n e çö k tü ler. L ord T yw in’in
sancak beylerinin çoğu oradaydı, onlarca m ücad eled e lordlayan
yana savaşmış şövalyeler de öyle. B u n u g ö ren C e rs e i’n in öz gü,
veııi yerine geldi. Dostsuz değilim.
Lord T yw in L aıınister’ın bedeni; Y üce S ep t’in cam dan, altın­
dan ve kristalden m üteşekkil yüksek k u b b esin in altında, mer­
m erden yapılm ış basam aklı b ir cenaze tesk eresin d e yatıyordu.
Jaime teskerenin başında n ö b et tu tu y o rd u : Sağlam eli, altından
yapılm ış bir büyükkılıcın kabzasının etrafın d a kıvrılm ıştı, kılı­
cın ucu yerdeydi. Ja im e ’ııin giydiği başlıklı p e le rin yeni yağmış
kar kadar beyazdı ve zırhlı yeleğinin p u lla rın ın arasında minik
inciler vardı. Lord Tywitı onun Lannister altını ve kırm ızı giymesini
isterdi, diye d ü şü n d ü C ersei .Ja im e ’yi beyazlar içinde görmek babamı
her zaman kızdırırdı. Jaim e tek rar sakal da b ırak ıy o rd u . Şövalye­
nin çenesini ve yanaklarını kaplayan fırça gibi kıllar, y ü z ü n e sen
ve hoyrat bir ifade veriyordu. E n azından, babam ızın kemikleri
K aya’nın altına defnedilene kadar bekleyebilirdi.
Kral, kraliçeyle birlikte üç kısa ad ın ı atarak basam akları çıktı
ve Lord T y w ın ’in b ed en in in y an ın d a diz çö k tü . G ö zleri yaşlarla
d oldu. Ö n e doğru eğilerek, “Sessizce ağla,” d ed i C ersei. “Sen
bir kralsın, ciyaklayan bir ço cu k değil. L o rd ların seni izliyor.”
Ç o c u k elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. C e rs e i’n in z ü m r ü t yeşili
gözlerini alm ıştı. O gözler, J a im e ’n in T o m m e n ’ın yaşındayken
sahip o lduğu gözler kadar iri ve parlaktı. J a im e gü zel b ir çocuk­
tu... am a aynı zam anda acım asızdı, Jo ffre y kadar acım az, gerçek
b ir aslan yavrusu. Kraliçe, k o lu n u T o m m e n ’a d o lad ı ve çocu­
ğ u n altın b u k lelerini öp tü . O na yönetmeyi ve kendini düşmanların­
dan korumayı öğretmem gerekecek. D ü ş m a n la rd a n bazıları o anda
bile oradaydı, d ost rolü oynuyorlardı.
Sessiz rahibeler, Lord T y w in ’i b ir savaşa gidecekm iş gibi
giy d irm işti. L o rd u n ü stü n d e en iyi zırhı vardı; ağır çelik, koyu
kırm ızıy la m in elen m işti. E ldivenleri, b ald ır zırhı ve göğüs kal­
k anı altın kakm alıydı. R ondelaları altın g ü n eşler şeklindeydi128
(^muzlarına, altından yapılm ış dişi aslanlar çökm üştü. Başının
yanında du ran b ü y ü k m iğferin tepesini yeleli bir aslan süslü­
yordu. G ö ğ sü n ü n ü stü n d ek i uzunkılıç, altın yaldızlı ve yakut
kakmalı bir k ın ın içindeydi. L ord u n, altın yaldızlı zırh eldi­
venlerinin içindeki elleri, kılıcın kabzasını kavramıştı. Yüzü
ölümde bile asil görünüyor, diye d ü şü n d ü C ersei, ama ağzı... Lord
Tyvvin’iıı ağzının k enarları hafifçe yukarı doğru kıvrılmış ve
ona belli belirsiz b ir şaşkınlık ifadesi verm işti. Bu olmamalıydı.
Cersei, Pycell’i suçladı; adam , sessiz rahibelere, Lord T yw in’in
asla gülüm sem ediğini söylem eliydi. O adam bir göğüs kalkanında­
ki meme uçları kadar beyhude. O yarım gülüm sem e, Lord T yw in’i
bir şekilde daha az ü rk ü tü c ü gösteriyordu. O ve lordun gözleri­
nin kapalı o ld u ğ u gerçeği. L ord T y w in ’in soluk yeşil, ışıltılı ve
altın benekli g özleri h e r zam an rahatsız edici olm uştu. O gözler
senin içini g ö reb ilird i, sen in d erin lerd e ne kadar zayıf, değer­
siz ve çirkin o ld u ğ u n u g örebilirdi. Lord Tyıvin sana baktığında,
bilirdin.
C ersei’n in aklına, saraya ilk geldiğinde, Kral Aerys’in d ü ­
zenlediği ziyafete d air davetsiz bir anı geldi. C ersei o zamanlar
yaz çim enleri kad ar yeşil b ir kızdı. Yaşlı M erryw eather şaraptan
alınan v erginin arttırılm asıy la ilgili gevezelik ederken, Lord Rykker, “Eğer altına ih tiy acım ız varsa, M ajesteleri Kralımız, Lord
Tywin’in lazım lığ ın a o tu rm a lı,” dem işti. Lord T yw in şarap
kadehinin ü stü n d e n R y k k er’a bakarken, Aerys ve dalkavukları
yüksek sesle g ü lm ü ştü . E ğlence b ittik ten u zu n bir zam an sonra
o bakış hâlâ lo rd u n gö zlerin d ey d i. R ykker başka tarafa bakm ıştı,
sonra d ö n m ü ştü , L o rd Tyvvin’in gözleriyle karşılaşmıştı, bakış­
ları görm ezden g elm işti, b ir kupa bira içm işti ve kıpkırm ızı bir
yüzle, bir çift kararlı göze yen ilm iş hâlde çekip gitm işti.
Lord T y ıvin ’in gözleri sonsuza kadar kapandı, diye d ü şü n d ü
Cersei. Şim di benim baktştmdan çekinecekler, benim çatık kaşlarım­
dan korkacaklar. B en de bir aslanım.
Dışarıdaki g ö k y ü zü o kadar gri iken septin içi karanlıktı.
Yağmur d u rm u ş olsaydı, g ü n eş kubbedeki kristallerin içinden
geçer ve cesedi gökkuşaklarıyla kaplardı. C asterly Kayası L ordu
gökkuşaklarını h ak etm işti. O b ü y ü k bir adam dı. Fakat ben daha
129
biiyiik olmalıyım. Bundan bin yıl sonra, üstatlar bu zamanlar hakktn
da yazdıklarında, sen sadece Kraliçe Cersei’nin babası olarak hatırlQrı
malısın.
t
“A nne.” Tom m en , C erse i’nin kolu nu çekiştirdi. “Bu 1 ^ |
kötü kokan ne?”
Lord babam. “ Ö lü m .” K oku yu C erse i de alıyordu; çürüme
nin belli belirsiz fısıltısı, yü zü n ü b u ruşturm ak istemesine sebep oluyordu. G ü m üş cübbeler giyen yedi rahip, cenaze teskeresi, I
nin yanında duruyordu; Yukarıdaki B a b a y a , Lord Tyw in’i adil, *
ce yargılaması için yalvarıyordu. R ah ip lerin işi bittiğinde, yetmiş f
yedi rahibe A n n e’nin m ihrabının ön ü nde toplandı ve merha- j
met için ilahiler söylem eye başladı. T o m m e n artık huzursuz- I
ca kıpırdanıyordu, kraliçenin bacakları da sızlamaya başlamıştı, j
Cersei, Ja im e ’ye baktı. C e rse i’nin ikizi taştan oyulmuşçasına kı- İ
pırtısız duruyordu ve kardeşinin gözlerin e bakm ıyordu.
!
Sıralarda, C ersei ve Ja im e ’nin am cası S ör Kevan omuzları f
düşmüş bir hâlde diz çökm üştü, oğlu yanındaydı. Lancel h- I
bamdan daha kötü görünüyor. Lancel sadece on yedi yaşındaydı j
ama yetm işini geçm iş gibi gö rü n ü yo rd u ; y ü z ü griydi, yanakları j
boştu, gözleri çökm üştü, saçları tebeşir gibi beyaz ve kırılgandı, j
Tyw in Lannister ölmüşken Lancel nasıl yaşayanların arasında olabiliri j
Tanrılar akıllarını mı kaçırdı?
Lord Gyles her zam ankinden fazla öksü rüyordu ve burnuna
kırmızı ipek bir m endil tutuyordu. K oku yu o da alıyor. Yüce Üs­
tat Pycelle gözlerini kapamıştı. Eğer uyuyakaldıysa, yemin ederim
ki onu kırbaçlatırım. T yrelller cenaze teskeresinin sağ tarafında
diz çökmüştü: Y üksek Bahçe Lordu, lordun gudubet annesin
sıkıcı karısı, oğlu Garlan ve kızı M argaery. Kraliçe Margaery, diye
hatırlattı Cersei kendine; J o f f un dulu ve T o m m en ’ın m ü şta k
bel karısı. M argaery, ağabeyi Ç içek Şövalyesi’ne çok benziy°r
du. Kraliçe, iki kardeşin başka ortak noktaları olup o lm a d ığ 1111
merak etti. M in ik gülüm üzün yanında gece gü n d ü z birçok leydi vtfLeydilerin hemen hemen on ikisi şimdi kızla birlikteydi. Cers^1
merakla onların yüzlerini inceledi. E n korkak olan kim, en iffet-iZ
olan hangisi, hangisi sevgiye aç? K im en gevşek dile sahip? Cersei bun
lan öğrenmeliydi.
130
!
jlılıiler nihayet bitince Cersei rahatladı. Babasının cesedin­
den gc*cn ^°ku keskinleşm iş gibiydi. Yas tutanların çoğu, hiçbir
0 ru n y o k m u ş gibi davranacak kadar edep sahibiydi ama Cerj Leydi M argaery’nin iki kuzeninin küçük Tyrell burunları­
nı b u r u ş t u r d u ğ u n u gördü. Tom m enTa birlikte tekrar koridorda
ü r ü r k e n , birinin, “ tuvalet” diye m ırıldandığını ve kıkırdadığını
duyar gibi oldu ama kim in konuştuğunu görm ek için arkasına
ağır başlı yüzlerden ibaret bir deniz, boş gözlerle
döndüğünde,
ona b a k tı. Babam hayattayken, kimse onun hakkında şaka yapmaya ce­
edem ezdi. Babam onların bağırsaklarını bir bakışıyla suya çevirirdi.
Tekrar Fener S alo n u ’na geldiklerin de, kral ve kraliçenin et­
s a re t
rafı yas tutanlar tarafından sarıldı. K raliçen in başına sinek sü­
rüsü misali toplanan insanlar on u beyhu de taziyelerle boğmaya
hevesliydi. R edw yne ikizleri kraliçen in ellerini öptü, ikizlerin
babası da yanaklarını. A le v K ehanetçisi H allyne, Lord T y w in ’in
kemiklerinin batıya gittiği gün , şehrin üzerindeki gökyüzünde
alevli bir el yanacağına dair söz verdi. L ord G yles, öksürüklerin
arasında, Lord T y w in ’in h eykelin i yapm ası için usta bir taş oy­
macısı tuttuğunu söyledi; heykel, A slan K ap ısı’nda ebedi nöbe­
te duracaktı. Sör Lam bert T u rn b e rry , sağ gözünün üstündeki
yamayla ortaya çıktı ve cü cen in başını C e rse i’ye getirene kadar
oyamayı çıkarmayacağına dair yem in etti.
Kraliçe, T u rn berry d enen soytarının pençelerinden kurtu­
lur kurtulmaz, S to kew orth ’ten Leydi F alyse’e ve leydinin ko­
cası Sör Balman B y rc h ’e yakalandı. “ Leydi annem taziyelerini
gönderdi M ajesteleri,” dedi Falyse. “ Lollys karnındaki bebek
yüzünden yatağa düştü ve annem onunla kalması gerektiğinı düşündü. O nu affetm eniz için yalvarıyor ve sizden bir şey
nca ediyor... annem m erh u m babanıza hayrandı, onu bütün
bamların üstünde tutardı. K ardeşim in bir oğlu olursa, annem
Çocuğa Tywin adını v erm ek istiyor, eğer... eğer sizi m em nun
edecekse.”
a^ erseh dehşete düşm üş bir hâlde kıza baktı. “ Senin yarım
1 1 kardeşin Kral Toprakları’nın yarısı tarafından tecavüze
knd 1 VC ^ anc*a doğacak piçi benim lord babamın adıyla onurmayı düşünüyor? H iç sanm ıyorum .”
Fulyse tok.ıt yem iş gibi geri çekildi am a kocası sadece bıy^
larım sıvazladı. “Bu kadarını Leydi T a n d a ’ya sö y lem iştim . pjç
ıçııı daha... daha ııygun bir isim bulacağız, söz v e riy o ru m .’’
“Ö v le yap ın ." C ersei onları o m z u y la ite re k k e n d in e yol açtl
ve uzaklaştı. T o m m e n ’ın, M a rg a e ry ’yle k ızın büyükannesinin
p en ç e le rin e d ü ş tü ğ ü n ü g ö rd ü . D ik e n K raliçesi öyle kısaydı kj
C e rsei b ir an için o n u başka b ir ç o c u k z a n n e tti. C e rsei oğlu.
m ı g ü llerin elin d e n k u rta ra m a d a n , kalab alık o n u am casıyla yüz
y ü ze getird i. Kraliçe daha so n ra g e rç e k le şe c e k o la n toplantıları­
nı h atırlattığ ın d a, S ö r K evan y o rg u n b ir şe k ild e başıyla onayladı
ve ay rılm ak için izin istedi. F akat L ancel kaldı, te k ayağı m ezar­
da olan b ir ad am ın g erçek resm iy d i. A m a aşağı nıı iniyor yoksa
yukarı mı çıkıyor?
C ersei g ü lü m se m e k için k e n d in i zo rlad ı. “L ancel, seni çok
daha gü çlü g ö rd ü ğ ü m için m u tlu y u m . Ü s ta t B allabar bize epey
v ah im h ab erler g etird i, h ay atın için k o rk tu k . L âkin, b e n senin
şim d iy e kadar D a rry ’ye g id eceğ in i d ü ş ü n m ü ş tü m , lo rd lu k un­
v an ın ı alm ak iç in .” T y w in L aıın ister, K arasu S avaşı’n d a n sonra
L an cel’i lord y ap m ıştı, asıl am acı k ard eşi K e v a n ’ı h o ş n u t etmekti.
“H e n ü z değil. K alem d e h a y d u tla r v a r .” L a ııc e l’in sesi, du­
d ağ ın ın ü stü n d e k i b ıy ık k ad ar in c e y d i. S açları b ey azlam ıştı ama
tü y gibi bıyıkları sa m an sarısı k a lm ıştı. C e rs e i, d e lik a n lı onun
için d ey k en sık sık o b ıy ık lara b a k a rd ı. D u d a ğ ın ın üstündeki bir
k ir lekesi g ib i görünüyor. E sk id e n L a n c e l’i, b ıy ık la rın ı k ü ç ü k bir
b ıçakla keseceğ in i sö y le y erek te h d it e d e rd i. “ B a b a m , n e h ir top­
ra k la rın ın g ü ç lü b ir ele ihtiyacı o ld u ğ u n u s ö y lü y o r .”
N e yazık k i nehir toprakları senin elini alıyor , d e m e k isted i C er­
sei. B u n u y a p m ak y e rin e g ü lü m s e d i. “A y rıca e v le n e c e k sin .”
G e n ç şö v a ly en in m a h v o lm u ş s u r a tın d a h ü z ü n l ü b ir ifade
b e lird i. “B ir F re y kızı, b e n im se ç im im d eğ il. K ız b a k ire bile de­
ğil, D a rry k a n ın d a n b ir d u l. B a b am , b u e v liliğ in k ö y lü le r ko­
n u s u n d a faydalı o lacağını sö y lü y o r am a b ü t ü n k ö y lü le r öldü.
L an cel, k ra liç e n in e lin e u z a n d ı. “B u z a lim lik C e rs e i. B iliyorsun
kı b e n im asıl sev d iğ im ... “
“ ...L a n n iste r H a n e d a n ı,” d iy e re k c ü m le y i C e rs e i bitirdi.
“ B u n d a n k im se ş ü p h e e d e m e z L ancel. K arın san a g ü ç lü oğul­
lar versin.” A m a düğünü kam un lord büyükbabasının düzenlemesine
izin vermesen iyi olur. “D a rry ’de ço k ö n em li işler yapacağını b i­
liyorum.”
Lancel başıyla o n ay lad ı, b ed b ah tlığ ı açıkça ortadaydı. “Ba­
bam ölü m d ö şe ğ in d e n kalkam ayacağım ı d ü şü n d ü ğ ü n d e , ba­
şımda dua etm esi için Y ü ce R a h ip ’i getirdi. R ahip iyi bir adam .”
Lancel’in gözleri ıslak ve parlaktı; yaşlı b ir adam ın y ü zü n d e bir
çocuğun gözleri. “A n n e ’n in b en i kutsal b ir am aç için esirgedi­
ğini ve bu sayede g ü n a h la rım ı telafi edebileceğim i söylüyor.”
Cersei, d e lik a n lın ın , onun g ü n ah ların ı nasıl telafi edeceğini
merak etti. LanceVi şövalye ilan etmek hataydı, onunla yatmaksa daha
büyük bir hata. L ancel z a y ıf b ir ad am d ı ve C e rsei o n u n b u yeni
keşfedilmiş d in d a rlığ ın d a n h iç h o şla n m a m ıştı. Lancel, Jaim e
olmaya çalışırk en ç o k d a h a eğ len celiydi. B u m ızm ız aptal, Yüce
Rahip’e neler anlattı? Ve karanlıkta yan yana uzanırlarken o küçük
Fre)' kızına neler anlatacak? E ğ er C e rs e i’yle yattığını itira f ederse...
pekâlâ, C e rsei b u n u g e ç iştire b ilird i. E rk ek ler h e r zam an kadın­
lar hakkında y alan sö y le rd i; C e rs e i b u itirafı, o n u n güzelliğiyle
sarhoş o lm u ş tü y s ü z b ir ç o c u ğ u n palavrasına indirgeyebilirdi.
Lâkin Robert ve şarap h akkında şarkı söylerse... “T elafin in en iyi
yolu dua e tm e k tir. Sessizce d u a e tm e k .” L ancel’i b u k o n u y u d ü ­
şünmesi için y a ln ız b ıra k tı ve T y re ll o rd u su y la y ü zleşm ek için
hazırlandı.
M argaery o n a b ir k a rd e ş gibi sarıldı. K raliçe b u hareketi k ü s­
tahça b u ld u am a b u ra s ı k ızı a zarlam ak için u y g u n b ir y er d e ­
ğildi. Leydi A leri v e k u z e n le r, k ra liç e n in p arm ak ların ı ö p m ek le
yetindiler. H a m ile o la n L eydi G ra c e fo rd , b eb eğ in adını, erkekse
Tywin kızsa L a n n a k o y m a k için k ra liç e n in izn in i istedi. C e rse i
neredeyse, bir tane daha m ı? d iy e b ağıracaktı. D iy a r T yıvinler içinde
boğulacak. M ü m k ü n o ld u ğ u n c a n azik d av ran arak ve m e m n u n
olmuş ro lü y a p a ra k k a d ın a iz in v erd i.
C ersei’yi g e rç e k te n m e m n u n e d e n kişi Leydi M e rry w e ather’dı. O şe h v e tli M y r aksaıııyla, “M a je ste le ri,” d ed i k ad ın ,
“Dar D e n iz ’in k a rşısın d a k i d o stla rım a h a b e r g ö n d e rd im . İblis o
Çirkin y ü z ü n ü Ö z g ü r Ş e h irle r’d e g ö ste re c e k o lu rsa, o n u h e m e n
yakalamalarını is te d im .”
133
“Sııyıııı karşısında çok d o stu n u z var m ı? ”
“M y r'd c çok var. Lys’te ve T y ro s h ’da da. G ü ç sahibi adam*
lar.”
C ersei b una kolayca inanabilirdi. M y rli k adın son derece
güzeldi; u zu n bacaklı ve d o lg u n g ö ğ ü slü y d ü , b u ğ d ay renkli pü­
rü zsü z bir teni, koyu ren k iri gözleri ve h e r zam an yataktan yeni
çıkm ış gibi g ö rü n en gür, siyah saçları vardı. Hatta günah kokuyor
egzotik bir lotus çiçeği gibi. “L ord M erry v v eath er’ın ve benim tek
arzu m u z, M ajesteleri’ne ve k ü çü k krala h iz m e t e tm e k tir,” dedi
kadın tatlı bir sesle ve Leydi G racefo rd k ad ar g eb e b ir bakışla.
B u kadttı hırslı, lord kocası gururlu ama yoksul. “T e k ra r konuş­
m alıyız leydim . T aena, değil m i? Ç o k n azik sin iz . İyi dostlar ola­
cağım ızdan e m in im .”
S onra Y üksek B ahçe L o rd u geldi.
M ace T yrell, C e rs e i’d en en fazla o n yaş b ü y ü k tü am a Cer­
sei o n u babasının yaşında g ö rü y o rd u , k e n d i ak ran ı gibi değil.
A dam , L ord T y w in kadar u z u n o lm a m a k la b irlik te , geniş göğsü
ve daha geniş m idesiyle o n d a n d ah a iriydi. Saçları kestane ren­
giydi am a sakalında beyaz ve gri çizg iler v ardı. Y ü z ü çoğu za­
m an kırm ızıydı. C e rs e i’n in h e r iki y an ağ ın ı d a ö p tü k te n sonra,
“L o rd T y w in b ü y ü k b ir ad am d ı, olağanüstü b ir a d a m ,” dedi ağır
ağır. “B ir daha o n u n gibi b irin i g ö rem ey eceğ iz k o rk a rım .”
O nun gib i birine bakıyorsun seni aptal, diye d ü ş ü n d ü Cersei.
Ö nünde duran kişi onun k ızı. A m a T o m m e n ’ı ta h tta tutabilm ek
için T y relP e ve Y üksek B a h çe’n in k u v v e tin e m u h ta ç tı, bu yüz­
d e n sadece, “O n u çok özleyeceğiz,” d edi.
T y rell, elini C e rs e i’n in o m z u n a k o y d u . ‘Y aşayan hiçbir
ad am L ord T y w in ’in z ırh ın ı k u şa n m ay a u y g u n d eğil, b u aşikâr.
L âkin diyar yaşıyor ve y ö n e tilm e si gerek. E ğ e r b u karanlık za­
m an la rd a h iz m e t e tm e k için yap ab ileceğ im e n k ü ç ü k bir şey
varsa, M ajesteleri’n in söylem esi y e te rli.”
E ğ er K ral E li olmak istiyorsanız lordum, bunu açıkça söyleyecek
cesarete sahip olun. Kraliçe g ü lü m sed i. B ıra k bu gülümseyişten ne
anlam çıkarırsa çıkarsın. “L o rd u m a M e n z il’d e ihtiyaç v ard ır şüp­
h e s iz ? ”
A d am , C e rs e i’n in k u su rsu z ip u c u n u g ö rm ey i reddederek,
134
“O ğlum W illas e h il b ir d e lik a n lıd ır,” diye karşılık verdi. “Bacağı
çarpık o lab ilir a m a zekâsı y e rin d e d ir. Ü s te lik G arlan kısa zam an
sonra P arlak su K alesi’n i alacak. B ana başka b ir y erde ihtiyaç d u ­
yulduğu ta k d ird e , M e n z il o ğ u lla rım ın arasında iyi ellerde ola­
cak. D iy arın y ö n e tim i h e r şe y d en ö n ce gelm elidir, L ord T yw in
sık sık b u n u sö y le rd i. V e M a je ste le ri’n e b u konuyla ilgili iyi ha­
vadisler v e re c e ğ im iç in m u tlu y u m . A m cam G arth hazine başı
olarak h iz m e t e tm e y e razı o ld u , lo rd b ab an ın ızın istediği gibi.
Bir gem iye b in m e k ü z e r e E ski Ş e h ir’e gidiyor. O ğulları k en d i­
sine eşlik e d e c e k . L o rd T y w in o n la r için de m evkiler bulm aktan
bahsetm işti. B elk i Ş e h ir M u h a fız la rı’n d a .”
G ü lü m s e m e s i ö y le s e rt d o n d u ki, kraliçe d işlerinin kırıla­
cağından k o r k tu . Kocam an G arth küçük konseyde ve iki piçi altın
pelerinlilerin içinde... Tyreller, diyarı güm üş bir tepsinin içinde onlara
sunacağımı mı dü şü n ü yo r ? B u k e n d in i b e ğ e n m işlik C e rsei’nin n e­
fesini kesti.
“G a rth , L o rd V e k ilh a rç o la ra k b an a gayet iyi h izm et etti,
benden ö n c e d e b a b a m a ,” d iy e d ev am e d iy o rd u T yrell. “Serçeparm ak’ın b u r n u a ltın k o k u s u n u alıy o r am a G a rth ...”
C ersei, “L o r d u m ,” d iy e r e k a d a m ın s ö z ü n ü kesti, “korkarım
bir yanlış a n la ş ılm a v ar. L o rd G y les R o sb y ’d e n yeni hazine başı­
mız o larak h i z m e t v e r m e s in i iste d im ve kendisi teklifim i kabul
ederek b e n i o n u r l a n d ı r d ı .”
M ace şa şk ın lık la C e r s e i’y e b ak tı. “R osby? Şu... öksüren adam?
Ama... b u k o n u d a a n la ş m a sa ğ lan m ıştı M ajesteleri. G arth, Eski
Şehir’e d o ğ r u y o la ç ık tı.”
“E n iyisi L o rd H i g h t o w e r ’a b ir k u z g u n g ö n d erin ve am canı­
zın o g e m iy e b in m e s in i e n g e lle m e s in i isteyin. G a rth ’ın bir hiç
uğruna s o n b a h a r d e n iz iy le y ü z le ş m e sin i istem eyiz.” C ersei za­
rifçe g ü lü m s e d i.
T y re ll’in k a lın b o y n u k ızard ı. “B u... lord babanız bana ga­
ranti v e r d i...” A d a m ın a ğ z ın d a n anlaşılm az kelim eler çıkm aya
haşladı.
S onra a n n e s i g e ld i v e o ğ lu n u n k o lu n a girdi. “G ö rü n ü şe
göre, L o rd T y w in p la n la rın ı vekil kraliçem izle paylaşm am ış.
Sebebini tahm in edem iyorum . L âkin d u r u m ortada, M ajesteleri’nı
w
W-
rahatsız etmenin gereği yok. Kraliçem iz haklı; Garth bir gerr)j
binmeden önce Lord Leyton’a m ektup yazmalısın. Denizin
i
hasta edeceğini ve osurma problem ini daha beter edeceğini bi|
yorsun.” Leydi Olenna, C ersei’ye dişsiz bir gülüm seme bahşetti
“ Konsey odanız Lord G yles’la daha güzel kokar ama o öksürü
ğün dikkat dağıtıcı olacağını söyleyebilirim . Yaşlı ve sevgili Garth
amcayı hepimiz çok severiz lâkin adam gaz hâsıl ediyor, bu inkâr
edilemez. Kötü kokulardan nefret ederim .” Kadının buruşuk 1
yüzü daha da buruştu. “ D oğrusunu isterseniz, septte burnuma I
nahoş bir koku geldi. Belki siz de fark etm işsinizdir?”
r
“ Hayır,” dedi Cersei soğuk bir şekilde. “ B ir esans mıydı?”
“ Daha çok ufunet gibiydi.”
f
“ Belki de sonbahar güllerinizi özlediniz. Sizi çok uzun zaman i
alıkoyduk.” Cersei, Leydi O lenn a’nın m aiyetinden ne kadar ça­
buk kurtulursa o kadar iyiydi. Lord T yrell annesini güven için­
de eve götürmeleri için çok sayıda şövalye gönderirdi ve şehirde
daha az Tyrell kılıcı olursa kraliçe daha huzurlu uyurdu.
“ İtiraf ediyorum ki Y ü k sek B ah çe’nin hoş kokularını özle­
dim,” dedi yaşlı leydi. “ Lâkin, tatlı M argaery’m in sizin kıymetli
Tom m en’ınızla evlendiğini görm eden buradan ayrılamam.”
“ O günü ben de sabırsızlıkla b ekliyoru m ,” diyerek lafa karıyı
Tyrell. “Aslında Lord T y w in ve ben bir tarih belirlemek üzerey­
dik. Belki siz ve ben bu konuya devam edebiliriz Majesteleri.”
‘Yakında.”
‘Yakında işe yarar,” dedi Leydi O lenna burnunu ç e k e r e k
“ Şimdi benimle gel M ace, bırak da M ajesteleri... yas tutmaya de­
vam etsin.”
Diken Kraliçesi, Sağ ve Sol olarak hitap etmekten h o ş la n d ı ?1
iki metrelik muhafızlarının arasında yalpalayarak uzaklaşırken
senin öldüğünü göreceğim yaşlı kadın, diye yem in etti Cersei.
dar tadı bir ceset olacağını göreceğiz. Yaşlı kadın lord oğlundan iki k*r
zekiydi, bu çok açıktı.
Kraliçe, oğlunu Margaery ile kuzenlerinden kurtardı ve kap1
ya doğru yürüdü. Dışarıda, yağmur nihayet durmuştu. S o n b a h a r
havası tatlı ve taze kokuyordu. Tom m en tacını çıkardı. “Onu b3
şına geri koy,” diye emretti Cersei.
136
k
T o n ı m e n , “ B oyn u m u ağrıtıyor,” dedi ama söyleneni yaptı,
.yakında evlenecek m iyim ? M argaery, evlenir evlenmez Yüke]c g ahçe’y e gidebileceğim izi söyledi.”
“Y ü k s e k Bahçe’ye gitm iyorsun ama kaleye dönerken at sürebilirsin.” Cersei bir baş işaretiyle Sör M eryn Trant’ı çağırdı.
“ jV la je s t e le r i’ n i n atını getirin ve Lord G yles’tan arabamı payla­
ş a r a k b e n i onurlandırm asını rica ed in .” İşler C ersei’nin tahmin
ettiğinden daha hızlı ilerliyord u ; heba edecek vakit yoktu.
At sürmek fikri T o m m e n ’ı m utlu etmişti ve Lord Gyles kra­
liçenin davetinden elbette on u r duym uştu... fakat Cersei hazine
başı olmasını istediğinde adam öyle şiddetli öksürm eye başla­
dı ki Cersei onun hem en ve oracıkta öleceğinden korktu. Ama
Anne merhametliydi; neticede Lord G yles teklifi kabul edecek
kadar düzeldi ve hatta d eğiştirm ek istediği adamların isimleri­
ni öksürmeye başladı; Serçep arm ak tarafından atanmış güm rük
memurları, yün sim sarları ve hatta anahtar koruyucularından
biri.
İstediğiniz ineği seçebilirsiniz, önem li olan sütün akmaya
devam etmesi. Ve soru sorulursa, konseye dün katıldınız.”
“Dün...” Bir ök sü rük krizi adam ı iki büklüm etti. “ Dün. E l­
bette.” Lord G yles, tükü rü ğü n d eki kanı saklamak istercesine
kırmızı bir mendile öksürdü. C erse i bunu görm em iş gibi yaptı.
Öldüğünde başka birini bulurum . B elki de Serçeparm ak’ı geri
Çağırırdı. Lysa A rryn ölm üştü, P etyr Baelish uzun süre Vadi’nin
Lord Savunucusu olarak kalam azdı. P ycelle’in söyledikleri doğ­
ruysa, Vadi lordları şim diden hareketlenm eye başlamıştı. O sefd
Ç°cuk elinden alındığında, Lord Petyr sürünerek geri dönecek.
“Majesteleri?” Lord G yles öksürdü ve ağzını sildi. “ Kral
Tekrar öksürdü, “ ...kim olacak...” yeni bir öksürük dalgası adamı sarstı, “ ...sorabilir m iyim ?”
Amcam,” dedi C ersei kayıtsızca.
Cersei, önünde Kızıl K ale’nin kapılarının yükseldiğini görunce rahatladı. T o m m en ’ı yaverlerinin sorum luluğuna bıraktı
Ve dinlenmek üzere kendi dairesine çekildi.
Cersei ayakkabılarını henüz çıkarmıştı ki Jocelyn ürkekçe
°daya gjrcj^ Q yburn’ün dışarıda olduğunu ve huzura kabul
137
e d ilm ek istediğini söyledi. “O n u içeri g ö n d e r,” diye emretti
kraliçe. H üküm darlar asla dinlenemiyor.
Q y b u rn yaşlıydı am a saçlarında hâlâ kardan ço k kül vardı
ve ağzının etrafındaki g ü lm e çizgileri oıııı k ü ç ü k b ir kızın en
sevdiği büyükbabası gibi g ö steriy o rd u . D ah a ziyade hırpani bir
büyükbaba gibi. C ü b b e sin in yakası y ıp ra n m ıştı, kol yeni yırtılm ış ve k ö tü bir şekilde tek rar d ik ilm işti. “G ö r ü n ü ş ü m için Maje s te le ri’ndeıı a f d ilem eliy im ,” dedi adam . “Z indanlardaydım ,
em rettiğ in iz üzere İblis’in firarıyla ilgili tah k ik at y ap ıy o rd u m .”
“Peki ne k eşfettin ?”
“Lord Varys ile kardeşinizin o rta d a n k a y b o ld u ğ u gece, üçün­
*
*
1
‘
'
*
cü bir adam daha yok o lm u ş .”
“Evet, gard iyan.”
“A dam ın adı R u g e n ’m iş. Kara h ü c re le rd e n s o r u m lu bir ast
gardiyan. Ast gardiyanların başı o n u tık n az, tıraşsız, pes sesli bir
ad am olarak ta rif ediyor. E ski kral A ery s’te n b e ri görevdeym iş
ve istediği gibi gelip g id iy o rm u ş. K ara h ü c r e le r so n yıllarda pek
d o lu değil. G ö rü n ü şe göre d iğ er z in d a n c ıla r o n d a n korkuyorm u ş am a kim se o n u n h ak k ın d a fazla b ir şey b ilm iy o r. Arkadaşı
ya da akrabası y o k m u ş. N e içki iç iy o rm u ş n e d e gen elev lere tak ılıy o rm u ş. A d am ın u y k u h ü c re si n e m li ve k asvetliydi. Ü z e rin ­
d e u y u d u ğ u sam anlar k ü fle n m işti. L azım lığ ı ta ş m ış tı.”
“B ü tü n b u n ları b iliy o ru m .” J a im e , R u g e n ’in h ü c re sin i in­
celem işti ve S ör A d d a m ’ın altın p e le rin lile ri te k ra r incelem işti.
“E vet M ajesteleri,” d ed i Q y b u r n , “fakat o pis k o k u lu lazım ­
lığın altın d a, k ü çü k b ir b o şlu ğ u n ü s tü n ü k a p a ta n g evşek b ir taş
ı
o ld u ğ u n u da biliyor m u su n u z ? B ir a d a m ın , b u lu n m a s ın ı iste­
m ed iğ i d eğerli şeylerini saklayabileceği gibi b ir y e r? ”
t
“D eğ erli şeyler?” B u yen iy d i. “S ikke m i d e m e k istiyorsun?”
C e rs e i e n b aşın d an b eri, T y rio n ’ın g ard iy an ı sa tın aldığından
şü p h e le n iy o rd u .
“K u şk u su z öyle. B u ld u ğ u m d a ç u k u r b o ş tu e lb e tte . Rugen
k a çark en , haksızca e d in ilm iş h âz in e sin i d e g ö tü r m ü ş tü r m utlaka. F ak at m eşalem le ç u k u r u n ü s tü n e ç ö m e ld iğ im d e pırıldayan
b ir şey g ö rd ü m ve o şeyi çıkarana kadar to p ra ğ ı k a z d ım .” Qy~
b u r n a v c u n u açtı. “B ir altın sik k e.”
138
>
A ltın d ı, ev et. F a k a t C e rs e i sikkeyi eline aldığı anda yanlış o l­
d uğ u n u an lad ı. Ç o k küçük, diye d ü ş ü n d ü , çok ince. Sikke eskiydi
vc aşın m ıştı. B ir y ü z ü n d e b ir k ralın profili ve öteki y ü zü n d e bir
el izi v ardı. “ B u e jd e r h a d e ğ il.”
“D e ğ il,” d iy e o n a y la d ı Q y b u r n . “B u sikke F etih ’ten önce b a ­
sılmış M a je ste le ri. S ik k e n in ü s tü n d e k i kral, O n İkinci G arth. El
de G a rd e n e r H a n e d a n ı ’n ın a rm a sı.”
Yüksek B a h ç e 'n in G a rd en e r H anedanı. C e rsei elini kapatıp sik­
keyi sıktı. B u ne çeşit b ir ihanet ? M a ce T y rell, T y rio n ’ın yargıç­
larından b iriy d i v e y ü k s e k sesle o n u n ö lü m ü n ü istem işti. B u
bir itile m iy d i ? T y rell bütün o zam an boyunca İblis’le birlikte hareket
etmiş ve L o rd T y ıu in 'in ölüm ün ü planlam ış olabilir m il T yw in Lan-
ııister m e z a r d a y k e n , L o rd T y re ll, Kral Eli o lm ak için aşikâr bir
seçenekti a m a b u n a ra ğ m e n ... “B u n d a n kim seye bahsetm eye­
ceksin.”
“M a je s te le ri k e tu m iy e tim e g ü v e n e b ilir. B ir paralı asker gru­
buyla b irlik te at s ü r e n h e r a d a m d ilin i tu tm a y ı öğ ren ir, aksi tak­
dirde d ilin i u z u n z a m a n a ğ z ın d a tu ta m a z .”
“B e n im le b ir lik te o la n la rla d a ö y le .” K raliçe, sikkeyi kaldırdı.
Bu k o n u y u d a h a s o n r a d ü ş ü n e c e k ti. “D iğ e r m esele ne o ld u ?”
“S ö r G r e g o r .” Q y b u r n o m u z la r ın ı silkti. “E m rettiğ in iz gibi
onu m u a y e n e e ttim . Y ıla ıı’ın m ız ra ğ ın d a k i zehir, m an tik o r zeh ­
riydi. H a y a tım ü z e r i n e b a h s e g ir e r im .”
“P y celle ö y le o lm a d ığ ın ı sö y lü y o r. L o rd babam a, m an tik o r
zeh rin in k a lb e u la ş tığ ı a n d a ö ld ü r d ü ğ ü n ü sö y le m işti.”
“Ö l d ü r ü r . L â k in b u z e h ir , D a ğ ’ın ö lü m sü resin i uzatm ak
am acıyla b ir ş e k ild e k o y u l t u l m u ş .”
“K o y u ltu lm u ş ? N a s ıl k o y u ltu lm u ş ? Başka b ir m addeyle m i? ”
“M a je s te le r in in sö y le d iğ i gib i o la b ilir fakat çoğu d u ru m d a ,
bir z e h rin iç in e y a b a n c ı b ir m a d d e k a tm ak z e h rin etkisini azal­
tır. S eb ep ... d o ğ a l o lm a y a b ilir d iy eb iliriz. B ence b ir e fsu n .”
B u da P ycelle k a d a r aptal m ı? ‘Y a n i bana, D a ğ ’m b ir kara büyü
y ü z ü n d e n c a n ç e k iş tiğ in i m i sö y lü y o rs u n ? ”
Q y b u r n k r a liç e n in se sin d e k i alayı d u y m a z d a n geldi. “Z e h ir
y ü zü n d en ö lü y o r a m a a ğ ır a ğ ır v e m u a z z a m bir ızdırap içinde.
O n u n acısın ı a z a ltm a ç a b a la rım P y c e lle ’in k iler kadar faydasız
139
old u . K orkarını ki Sör G regor haşhaş sü tü n e ziyadesiyle alıştı
Yaveri, D ağ’ııı kör edici baş ağrıları çektiğini ve haşhaş sütünü
n o rm al adam ların bira içtiği gibi içtiğini söylüyor. Neticede
D ağ’ııı dam arları baştan ayağa siyaha d ö n d ü , idrarı irinle bulaıııklaştı ve zehir, adam ın b ö ğ rü n d e b e n im y u m ru ğ u m kadar
b ü y ü k bir delik açtı. D o ğ ru y u sö y lem ek gerekirse, D ağ’ın hâlâ
hayatta olm ası bir m u cize.”
“C ü ssesi,” dedi C ersei kaşlarını çatarak. “G re g o r çok iri bir
adam . Aynı zam anda çok aptal b ir adam . G ö r ü n ü ş e göre ne za­
m an ölm esi gerektiğini bilem eyecek kadar a p ta l.” K adehi kal­
d ırdı, Senelle tekrar d o ld u rd u . “Ç ığlıkları T o m m e n ’ı korkutu­
yor. Bir gece beni bile uyan d ırd ı. B ana so rarsan Ilyn Payne’i
çağırm a vaktim iz geldi de geçti b ile.”
“M ajesteleri,” dedi Q y b u rıı. “S ö r G rc g o r’u zin d an lara ta­
şıyabilirim . O radayken çığlıkları sizi rah atsız e tm e z , ben de
o n u n la daha rahat ilg ilen eb ilirim .”
“O n u n la ilgilenm ek m i? ” C e rse i g ü ld ü . “B ırak da onunla
Sör Ilyn ilgilensin.”
“E ğer a rzu n u z buysa M a je ste le ri,” d ed i Q y b u r n , “am a bu
zehir... b u zehirle ilgili daha ço k şey b ilm e k faydalı olabilir, ol­
m az m ı? B ir şövalyeyi ö ld ü rm e k için b ir şövalye g ö n d er, bir
okçuyu ö ld ü rm e k için b ir o k çu , sırad an in sa n la r b öyle söyler.
Kara sanatlarla m ü cad ele e tm e k iç in ...” C ü m le s in i bitirm edi
am a kraliçeye g ü lü m sed i.
Pycelle değil, bu kadarı gayet açık. K raliçe m e ra k la ad am ı tarttı.
“H isa r zincirini n ed en aldı?”
“Ö z le rin d e , aliüstatların tü m ü k o rk ak tır. M a rw y ıı onlara gri
k o y u n lar d er. B en en az E b ro se kadar m a h ir b ir şifacıydım ama
o n d a n daha iyi olm aya hev esliy d im . H is a r ’ın ad am ları, d ö rt yüz
yıl b o y u n ca, yaşam ın tabiatını a n lam ak için ö lü le rin bedenlerini
açtılar. B en ö lü m ü n tabiatını an lam ak istiy o rd u m , b u yüzden
c an lıların b e d e n le rin i açtım . B u suç için gri k o y u n la r tarafından
a y ıp lan d ım ve sü rg ü n ed ild im ... am a b e n , y a şam ın ve ö lüm ün
tab iatın ı Eski Ş e h ir’deki h e r a d a m d an d ah a iyi a n la rım .”
“A n lar m ısın ? ” B u C e rs e i’n in ilgisini çek m işti. “Pekâlâ. Dağ
şe n in d ir. O n u n la n e istiyorsan yap am a çalışm a la rın ı kara hiic140
relerde s ü r d ü r . Ö l d ü ğ ü n d e a d a m ın b aşın ı b an a getir. B abam o n u
p o r n e ’a sö z v e r d i. P r e n s D o r a n , D a ğ ’ı b izzat ö ld ü rm e y i tercih
ederdi a m a b u h a y a tta h e p im iz i h ayal kırıklıkları yaşam ak z o ru n ­
dayız.”
“Ç o k iyi M a je s te le r i.” Q y b u r n b o ğ azın ı tem izledi. “Lâkin Pycelle k ad ar iyi te d a r ik li d e ğ ilim . B azı araç gereçler alm alıyım ...”
“L o rd G y le s ’a, s a n a ih tiy açların ı karşılayacak m iktarda altın
verm esin i sö y le y e c e ğ im . K e n d in e y en i giysiler de al. Bit Ç u k u ru’n d a n ç ık ıp g e lm iş g ib i g ö r ü n ü y o rs u n .” C ersei, ona ne kadar
g ü v e n e b ile c e ğ in i m e r a k e d e r e k a d a m ın gözlerini inceledi. “Bu
d u v arların ö te s in e ... ç a lış m a la rın ... h ak k ın d a tek laf giderse başı­
nın d e rtte o la c a ğ ın ı s ö y le m e m e g e re k v ar m ı?”
“H a y ır M a je s te le r i.” Q y b u r n g ü v en verici b ir şekilde g ü lü m ­
sedi. “S ırla rın ız b e n im le g ü v e n d e .”
A d am g ittiğ in d e C e rs e i k e n d in e b ir k ad eh se rt şarap d oldurdu
ve içkisini p e n c e r e n i n y a n ın d a , avluda uzayan gölgeleri izleye­
rek ve sik k e y i d ü ş ü n e r e k içti. M etıziVden gelen altın. L o rd T y w in i
ö ld ü rm e k iç in r ü ş v e t alm ad ıy sa , b ir ast gardiyanın n eden M en zil’d en g e lm iş sik k e si o lu r d u ?
C e rs e i n e k a d a r u ğ ra şırsa u ğ raşsın , o aptal yarım gülüm sem eyi
ve c e s e tte n g e le n u f u n e ti h a tırla m a d a n L ord T y w in ’in y üzünü
aklına g e tir e m iy o r d u . B u işin arkasında da T y rio n ’ın olup ol­
m adığını m e r a k e tti. T ıp k ı Tyrion gibi kiiçiik re zalim bir gülümse­
meydi. P y cell, T y r i o n ’ın m aşası o lab ilir m iydi? Tyrion yaşlı adanıı
kara hücrelere gönderm işti ve o hücrelerin sorumluluğu Rugen deydi, diye
hatırladı. B ü t ü n ip le r, C e rs e i’ııin hiç hoşlanm adığı bir şekilde
d ü ğ ü m le n iy o rd u . Y en i Yüce R ahip de Tyrion'ın köpeği ve babamın
zavallı bedeni geceden sabaha kadar onun himayesinde}’di.
T a m g ü n e ş b a ta rk e n S ö r K evan geldi; y ü zü kadar kasvetli, k ö ­
m ür ren g i y ü n b ir ta k ım giym işti. S ör Kevan, b ü tü n L anııisterlar
gibi beyaz te n li v e sa rışın d ı am a elli beş yaşında saçlarının n ere­
deyse ta m a m ın ı k a y b e tm işti. K im se o n u n için alım lı diyem ezdi.
Kalın b eliy le, d ü ş ü k o m u z la rıy la , kısa tıraş edilm iş sarı sakalları­
nın g iz ley em ed iğ i k are şekilli sivri çenesiyle, C e rsei’ye yaşlı bir
Çoban k ö p eğ in i a n ım sa tıy o rd u ... am a sadık ve yaşlı bir ço b an k ö ­
peği ta m o la ra k C e r s e i ’ııin ihtiyaç d u y d u ğ u şeydi.
14i
P an car, e k m e k , az p işm iş sığ ır eti ve b ir s ü ra h i D o rn e kırm,,
z ısm d a n o lu şa n basit b ir akşam y e m e ğ i y e d ile r. S ö r K evan ç0k
az k o n u ş tu ve şarap k a d e h in e h e m e n h e m e n h iç dokunm adı
Ç o k fazla düşünüyor, diy e k arar v erd i C c rs e i. K ed erin i unutması
için çalışması gerek.
S o fra k ald ırıld ık ta n ve h iz m e tk â rla r ç e k ild ik te n so n ra Cersei
b u n u R e v a n a söyledi. “B a b a m ın san a n e k a d a r g ü v e n d iğ in i bi­
liy o ru m am ca. Ş im d i aynı şeyi b e n y a p m a lıy ım .”
“B ir E l e ih tiy acın v a r,” d e d i S ö r K ev an , “v e J a im e seni red­
d e tti.”
A çık sözlü. Pekâlâ. “Ja im e ... B a b a m ın ö lü m ü y ü z ü n d e n öyle
şa şk ın d ım ki n e sö y le d iğ im i b ilm iy o r d u m . J a im e y iğ ittir ama
b ir parça ap tald ır, d ü r ü s t o la lım . T o m m e n ’ın d a h a te c rü b e li bir
ad am a ih tiyacı var. D a h a yaşlı b ir a d a m a .”
“M a ce T y re ll d a h a y a şlı.”
C e rs e i’n in b u r u n d e lik le ri g e n iş le d i. “A s la .” K raliçe, alnına
d ü ş e n saçları geri itti. “T y re llle r h a d le r in i a ş tıla r.”
“M a ce T y re ll’i E l’in y a p a rsa n a p ta llık e tm iş o l u r s u n ,” diye
k ab u l etti S ö r K evan, “am a o n u b ir d ü ş m a n a d ö n ü ş t ü r m e k daha
b ü y ü k ap tallık o lu r. F e n e r S a lo n u ’n d a n e o l d u ğ u n u duy d u m .
M a ce, b u çeşit m e s e le le ri h e r k e s in ö n ü n d e k o n u ş m a m a s ı ge­
re k tiğ in i b ilm e liy d i. B u n a ra ğ m e n , o n u sa ra y ın y a rıs ın ın ö n ü n ­
d e u ta n d ıra ra k ak ılsızlık e t t in .”
“K o n sey d e b ir T y re ll’e d a h a k a tla n m a k ta n iy id ir.” A m cası­
n ın te k d iri C e rs e i’yi ra h a tsız e tm iş ti. “R o s b y k ifa y e tli b ir hazine
başı olacak . A d a m ın o y m a lı ve ip e k p e r d e li a ra b a s ın ı g ö rd ü n ; o
k a d a r z e n g in b ir a d a m altın b u lm a k ta z o r la n m a z . E l m eselesine
g e lin c e ... b a b a m ın b aşlad ığ ı işi b itir m e k iç in , o n u n b ü tü n d ü ­
ş ü n c e le rin i p ay laşan k a r d e ş in d e n d a h a u y g u n b iri v a r m ıd ır? ”
“H e r a d a m g ü v e n e b ile c e ğ i b ir in e ih tiy a ç d u y a r . T y w in bana
s a h ip ti, b ir z a m a n la r d a a n n e n e .”
“B a b a m o n u ç o k s e v d i.” C e rs e i, b a b a s ın ın y a ta ğ ın d a k i ölü
fa h işe y i d ü ş ü n m e k is te m iy o r d u . “A r tık b ir lik te o ld u k la r ın ı bi­
li y o r u m .”
“Ö y le o lm a sı iç in d u a e d iy o r u m .” S ö r K e v a n , cev ap v e rm e ­
142
den önce u z u n b ir sü re k raliçen in y ü z ü n ü inceledi. “B e n d e n
çok fazla şey istiy o rsu n C e rs e i.”
“B ab am ın iste d iğ in d e n fazlasını d eğ il.”
‘‘Y o rg u n u m .” S ö r K ev an şarap k ad e h in e u zan d ı ve b ir y u ­
dum aldı. “İki y ıld ır g ö rm e d iğ im b ir k arım , ard ın d a n yas tu ta ­
cağım ölü b ir o ğ lu m , e v le n e c e k ve lo rd olacak b ir başka o ğ lu m
var. D arry K alesi te k ra r g ü ç lü k ılın m a lı, y a n ık araziler e n b a şta n
siirülm eli ve e k ilm e li. L an cel’in b e n im y a rd ım ım a ihtiyacı v a r.”
“T o m m e n ’ın o ld u ğ u g ib i.” C e rs e i, K evan’ı tatlı sözlerle k a n ­
dırm ak z o r u n d a k alacağ ın ı h iç d ü ş ü n m e m iş ti. Babam a asla naz
yapmazdı. “D iy a r ın sa n a ih tiy acı v a r.”
“D iyar. E v et. V e L a n n is te r H a n e d a n ı.” K evan tek rar şa rab ın ı
yudum ladı. “P ek âlâ. B u ra d a k alacağ ım ve M a jesteleri’n e h iz m e t
edeceğim ...”
C ersei, “Ç o k g ü z e l,” d iy e re k k o n u şm a y a başladı am a S ör
Kevan sesin i y ü k s e ltti ve o n u s u s tu rd u .
“...beni h e m E l, h e m d e v ek il ilan ed ip C a ste rly Kayası’na
dö n m en şa rtıy la .”
B ir an iç in , C e rs e i a m c a s ın a b a k m a k ta n başka b ir şey yapa­
madı. “V ek il b e n im ” d iy e h a tırla ttı.
“Ö y le y d in . T y w in s e n in b u r o lü d e v a m e ttirm e n i istem i­
yordu. S en i K ay a’y a g e ri g ö n d e r m e k ve y e n id e n e v len d irm ek le
ilgili p la n la rın ı b a n a a n la ttı.”
C ersei ö f k e s in in k a b a rd ığ ın ı h is s e d iy o rd u . “B u n la rd a n b a h ­
setti, evet. V e b e n o n a y e n id e n e v le n m e k iste m e d iğ im i sö y le­
dim .”
Sör K ev an e tk ile n m e m iş ti. “K a ra rın te k ra r e v le n m e m e k se
seni b u n a z o r la m a m . L âk in d iğ e r m eseley e g elince... sen a rtık
C asterly K ayası L e y d isi’sin . S e n in y e rin o ra sı.”
B u ne cüret ? d iy e b a ğ ır m a k iste d i C e rs e i. B u n u n y e rin e , “B e n
aynı z a m a n d a V e k il K ra liç e ’y im . B e n im y e rim o ğ lu m u n y a n ı,”
dedi.
“Baban böyle d ü ş ü n m ü y o rd u .”
“Babam ö ld ü .”
“B eni k e d e re v e b ü t ü n d iy arı h ü z n e boğarak. G ö z le rin i aç v e
143
etrafın a bak C ersci. K rallık harabeye d ö ııd ii. T y w in işleri yolu.
na ko y ab ilirdi am a..."
“İşleri ben y oluna koyacağım !” C e rse i ses to n u n u yum uşattı.
“S e n in y ard ım ın la am ca. E ğer bana da bab am a e ttiğ in gibi şada*
katle h iz m e t ed erse n ..."
“S en baban değilsin. Ve T y w in ’in m e ş ru vârisi o larak kabul
ettiğ i kişi h e r d aim J a i m e y d i.”
“Ja im e ... Ja im e y em in etti. J a im e asla d ü ş ü n m ü y o r , o her
şeye ve h erk ese g ü lü y o r. O ak lın a n e g elirse sö y lü y o r. Jaime
yakışıklı b ir a p ta l.”
“Ve b u n a rağ m en , Kral Eİİ m a k a m ı için ilk te rc ih in oy d u . Bu
d u ru m d a sen n esin C e rs e i? ”
“Sana sö y le d im ; k e d e r y ü z ü n d e n
h a s ta y d ım , d ü ş ü n m e ­
d im ..."
“D ü ş ü n m e d in ,” d iy e re k o n ay lad ı S ö r K evaıı. “İşte b u yüz­
d en C a sterly K ayası’ııa d ö n m e li ve kralı, d ü ş ü n e n le r le birlikte
b ıra k m a lıs ın .”
“ K ral benim oğlum l ”
“E v et,” d ed i S ö r K evan, “ve J o f f r e y ’d e g ö r d ü k le r im d e n an­
lıy o ru m ki, y etersiz b ir h ü k ü m d a r o ld u ğ u n k a d a r y e te rsiz bir
a n n e s in .”
C e rse i, şarap k a d e h in in m u h te v a s ın ı a m c a s ın ın y ü z ü n e bo­
şalttı.
S ö r K evan so n d e re c e v a k u r b ir asaletle ayağa k alk tı. “M ajes­
te le ri.” Y an ağ ın d an s ü z ü le n şarap , kısa tıra ş e d ilm iş sakalların­
d a n d a m la d ı. “M ü s a a d e n iz le , ç e k ile b ilir m iy im ? ”
“S en h an g i hakla bana şa rtla r su n m a y a k a lk ış ıy o rs u n ? Baba­
m ın h a n e şö v a ly e le rin d e n d a h a ö te d e ğ ils in .”
“B e n im a ra z ile rim y o k , b u d o ğ r u . F a k a t b elli g e lirle rim ve
b ir k e n a ra k o y d u ğ u m sik k e s a n d ık la rım var. B a b a m v efat etti­
ğ in d e h iç b ir ç o c u ğ u n u u n u tm a d ı ve T y w in iyi h iz m e tin karşı­
lığ ın ı v e rm e y i b ilird i. İki y ü z şövalye b e s liy o r u m ve gerekirse
b u sayıyı iki k a tın a ç ık a ra b ilirim . S a n c a ğ ım ı ta k ip e d e c e k lıürsiiv a rile r var, paralı a sk e rle r tu ta c a k a ltın a d a s a h ib im . B eni ha­
fife a lm a z s a n ız ak ıllılık e d e rs in iz M a je ste le ri... b e n i d ü şm a n ın ız
y a p m a z s a n ız d a h a da akıllıca d a v ra n m ış o l u r s u n u z .”
144
“B eni tehdit m i e d iy o r s u n ? ”
“Size tav siy e v e r iy o r u m . V ekilliği b an a teslim etm eyecekse­
niz, b en i C a s te rly K a y ası’n ın kale k u m a n d a n ı yapm ve M athis
Row an’ı ya d a R a n d y ll T a r ly ’yi Kral Eli ilan e d in .”
İkisi de T yrell sancak beyleri. B u ö n e ri C e rse i’yi sözsüz bıraktı.
Atncattı satın tın a lın d ı ? d iy e m e ra k etti. Lantıister Hanedanı’na iha­
net etmek için T y rell altını mı a ld ı ?
“M a th is R o w a n m a n tık lı, sa ğ d u y u lu ve sevilen b ir adam ,”
diye d e v a m e tti S ö r K c v an kayıtsızca. “R andyll T arly diyardaki
en iyi savaşçı. B a rış z a m a n ı için k ö tü b ir El, lâkin T yw in Lanııister ö lü y k e n b u sav aşı b itir m e k için T a rly ’den daha uygun bir
adam yo k . E ğ e r o n u n sa n c a k b e y le rin d e n birini El olarak se­
çerse n L o rd T y r e l l g ü c e n m e z . H e m T a rly h e m de Rowan ehil
ve... sadık a d a m la r . İ k is in d e n b irin i El ilan e d ersen T yrell şenin­
dir. K e n d in i g ü ç le n d i r m i ş ve Y ü k se k B ahçe’yi zayıflatmış olur­
sun, b u n a r a ğ m e n M a c e b ü y ü k ih tim a lle sana teşekkür eder.”
O m u z la rın ı s ilk ti. “ B c ııım tav siy e m b u , ister al ister alma. İs­
tersen Ay O ğ l a n ’ı El ila n e d e b ilirs in , u m u ru m d a değil. Benim
ağabeyim ö l d ü k a d ın . O n u eve g ö tü re c e ğ im .”
H a in , d iy e d ü ş ü n d ü C e rs e i. D önek. M ace T y rell’in Sör Ke-
van’a n e k a d a r ö d e d iğ in i m e ra k etti. “Sana en çok ihtiyacı oldu­
ğu sırada k r a lın ı t e r k e d iy o r s u n ,” d ed i am casına. “T o m m e n ’ı
terk e d iy o r s u n .”
“T o m m e n ’ın a n n e s i v a r .” S ö r K evaıı’ın yeşil gözleri C ersei’ııin g ö z le r iy le b u l u ş t u . Ç e n e s in in altında son bir damla şa­
rap titre d i, s o n u n d a d ü ş t ü . B ir an d u ra k sad ık tan sonra, y u m u ­
şak b ir sesle, “ E v e t,” d iy e e k le d i S ö r K evan, “sanırım babası da.”
145
JAIME
Baştan aşağı beyazlar içinde olan Sör Jaim e Lannister, b
basının cenaze teskeresinin yanında duruyordu. Beş parm av
altın bir kılıcın kabzasının etrafında kıvrılm ıştı.
Akşam karanlığı çökerken, Y üce Baelor Septi’nin içi l0ş Vç
ürkütücüydü. G ünün son ışığı yüksek pencerelerden içeri gb
riyor ve Y edi’nin devasa heykellerini kırm ızı bir kasvete boyuyordu. Derin gölgeler septin çapraz sabunlarında toplanır ve
mermer zeminde sessizce sürünürken, tanrıların mihraplarında
kokulu mumlar titreşiyordu. Son yas tutanlar septten ayrılırken
akşam dualarının yankıları azaldı.
*
•
1
\
t
Diğerleri gittiğinde Balon Sw ann ve Loras Tyrell kaldı |
“ Kimse yedi gün ve yedi gece boyunca nöbet tutamaz,” dedi
Sör Balon. “En son ne zaman uyudunuz lordum ?”
“ Lord babam sağken,” dedi Jaim e.
“ Bu gece sizin yerinize nöbet tutm am a izin verin,” diye
önerdi Sör Loras.
“O senin baban değildi.” O n u sen öldürmedin. Ben öldürdüm.
Onu öldüren arbalet okunu Tyrion salmış olabilir ama Tyriotı’t salan
bendim. “ Beni yalnız bırakın.”
“Lordum nasıl em rederse,” dedi Sw ann. Sör Loras tartışma­
yı devam ettirecekmiş gibi görünüyordu ama Sör Balon deli­
kanlıyı kolundan tuttu ve uzaklaştırdı. Ja im e onların gittikçe
hafifleyen ayak seslerini dinledi. Sonra m um ların, kristallerin
ve ölüm ün mide bulandırıcı tatlı kokusunun içinde, tekrar ba­
basıyla yalnız kaldı. Z ırh ın ın ağırlığı yüzünden sırtı sancıyordu
ve bacakları uyuşm uştu. D u ruşun u biraz değiştirdi ve altın kı­
lıcın etrafındaki parmaklarını kastı. Kılıcı savuramıyordu ama
tutabiliyordu. Kayıp eli zonkluyordu. B u neredeyse k o m ik t iKaybettiği elinde, ona kalan bedeninde olduğundan daha fazla
his vardı.
Elim bir kılıca aç. Birini öldürmem gerek. Başlangıç olarak Varyst
ama önce altında saklandığı kayayı bulmalıyım. “ Hadıma onu bir
gemiye götürmesini emrettim, senin yatak odana değil,” dedi
cesede. “ Kan... T yrion ’ın ellerinde olduğu kadar onun ellerim
’’ ¡\Jiı, benim ellerimde olduğu kadar onun ellerinde, demek isteııii§ti ama kelim eler boğazın da sıkışm ıştı. Varys ne yaptıysa, benim
yüzümden yaptı.
J a im e o gece h ad ım ın odasında beklemişti; sonunda kü­
kardeşinin ö lm esin e m üsaade etm em eye karar verdiğinde.
çük
Beklerken tek eliyle h an çerin i bilem işti, taşa sürtünen çeliğin
s e s in d e
tuhaf bir h u z u r b u lm u ştu . A yak seslerini duyduğunda
kapının
yanında d u rm u ştu . V arys, pudra ve lavanta kokusuyla
içeri
nı
girmişti. Ja im e ad am ın arkasına geçm iş, dizlerinin arkası­
tekmelemiş ve g ö ğ sü n e çök m ü ştü . H ançerini hadımın yu­
m uşak
ve beyaz ç e n e sin in altına dayam ış, adamın başını yukarı
çekm işti.
“Ah L o rd V a r y s ,” d em işti nezaketle, “ seninle burada
karşılaşmak ne h o ş.”
“Sör Ja im e ?” d em işti h ad ım nefes nefese. “ Beni korkuttu-
nuz. M
“Amacım b u y d u .” Ja im e hançeri büktüğünde, bıçaktan kan
damlaları sü zü lm ü ştü . “ K ard eşim i, kafası Sör Ilyn tarafından
kesilmeden önce h ü c re sin d e n çıkarm am a yardım edebileceğini
düşünüyordum. Ç ir k in b ir kafa, seni tem in ederim, lâkin kar­
deşimin sadece b ir kafası v a r .”
“Evet... pekâlâ... eğ er... hançeri çekerseniz... evet, nazikçe,
lordum nasıl m e m n u n olacaksa, nazikçe, ah, yaralandım...”
Hadım boğazına d o k u n m u ş ve parm aklarındaki kanı görünce
hayretle bakakalm ıştı. “ K e n d i kanım ı görm ekten oldum olası
tiksinmişimdir.”
“Birazdan tik sin ecek daha ço k şeyin olacak, eğer bana yar­
ana etmezsen.”
Varys oturur d u ru m a ge lm ek için çırpınm ıştı. “Kardeşiniz...
e§er iblis esrarlı b ir şekilde hücresinden kaybolursa, so-sorular
s°nılur. H a-hayatım için endişe ed erim .”
“Hayatın bana ait. B ild iğ in sırlar benim umurumda değil.
Tynon ölürse sen de fazla yaşam azsın, sana söz veriyorum.”
“Ah.” H adım , parm aklarındaki kanı emmişti. “Korkunç bir
SeYitiyorsunuz... sevgili kralım ızı katleden İblis’i serbest bırakmak. Yoksa onun m asu m olduğuna mı inanıyorsunuz?”
147
0 '
f
“ Masum ya da suçlu,” demişti Jaim e aptal gibi, “bir Lannis.
ter borcunu mutlaka öder.” Kelim eler kolay gelmişti.
Jaim e o zamandan beri uyum am ıştı. Kardeşini görebiliy0r(ju
şimdi; meşale ışığı yüzünü aydınlatırken burun kökünün altın.
dan sırıtan cüceyi. Cüce, melanetle kalınlaşmış bir sesle, “Senı
zavallı aptal kör sakat ahm ak,” diye hırlam ıştı. “ Cersei yalancı
fahişenin teki. Lancel’le, O sm und Karakazan’la ve ihtimal Ay
Oğlan’la yatıyordu. Ve ben, olduğum u söyledikleri canavarın ta
kendisiyim. Evet, senin o habis oğlunu öldürdüm .”
Babamızı öldürmeye niyetli olduğunu hiç söylemedi. Söyleseydi onu
İ
durdururdum. O zam an ben akraba katili olurdum, o değil
Jaim e, Varys’in nerede saklandığını m erak etti. Muhbir başı
akıllılık etmiş ve dairesine dönm em işti, Kızıl Kale’de yapılan
aramada da ortaya çıkm am ıştı. H adım , tu h a f sorulara cevap
verm ek için kalmaktansa, T y rio n ’la birlikte gem iye binmiş ola­
bilirdi. Eğer öyleyse, o ikisi şu anda açık denizdeydi, bir kadırga­
nın kamarasında bir matara A rb or altınını paylaşıyorlardı.
Eğer kardeşim, Varys’i de öldiiriip adamın cesedini kalenin altında
çürümeye bırakmadtysa. O rada, V arys’in kem ikleri bulunmadan
önce yıllar geçebilirdi. Ja im e aşağıya bir düzine muhafız indir­
mişti; meşaleler, ipler ve fenerlerle. Saatler boyunca dönemeç­
li koridorları, dar boşlukları, saklı kapıları, gizli basamakları ve
mutlak karanlığa inen m erdiven bacalarını kolaçan etmişlerdi.
Jaim e’nin kendisini böyle büsbütün sakat hissettiği zamanlar
azdı. B ir adam, iki eli olduğu zam an birçok şeyi çantada kek­
lik görüyordu. M esela m erdivenleri. Ja im e için emeklemek bile
kolay değildi; em eklem ek için iki diz ve iki el gerekiyordu. Jai'
me diğer adamlar gibi, basamakları tırm anırken meşale de taşı­
yanı ıyordu.
Ve hepsi bir hiç uğrunaydı. Sadece karanlık, toz ve fareleı
bulmuşlardı. Ve aşağıda pusuya yatmış ejderhalar. Jam ie, demire)'
derhanın ağzındaki köm ürlerin kasvetli, turuncu ışıltısını ha­
tırladı. Maltız, bir düzine tünelin birleştiği bir merdiven bacasının dibindeki bir odayı ısıtıyordu. Jaim e zeminde, T a r g a r y e n
Hanedanı’nın üç başlı ejderhasının siyah ve kırmızı t a ş la r d a 11
yapılmış mozaiğini bulmuştu. Seni tanıyorum Kral Katili, derg1'
148
rjj canavar. Ben her zam an buradaydım, senin bana gelmeni bek^rjnftt. Ve Jaim e o sesi tanıyor gibiydi; bir zamanlar Ejderha
£ 3S1 prensi Rlıaegar’a ait olan dem ir tonlar.
Jaiıııe’n in , Kızıl K ale’nin avlusunda Rhaegar’la vedalaştıjrün hava rüzgârlıydı. Prens gece siyahı zırhını kuşanmıştı,
J : üs kalkanında yakutlardan yapılm ış üç başlı ejderha vardı.
‘‘M a j e s t e le r i ,” diye yalvarm ıştı Jaim e, “ bu defa kralı korumak
ya da Sör Barristan’ın kalmasına izin verin. O n ­
ların pelerinleri de benim ki kadar beyaz.”
için D a rry ’n i n
Prens
Rhaegar başını iki yana sallamıştı. “ Benim soylu ba­
bam, se n in babandan, kuzenim iz R obert’tan korktuğundan
fazla k o rk u y o r.
yanında
neğini
Lord T y w in ’in ona zarar verem em esi için seni
tutmak istiyor. B ö yle bir zamanda, ondan bu kol değ­
almaya cesaret ed e m e m .”
Jaime’nin öfkesi boğazına yü rü m üştü . “ B en bir kol değneği
değilim. Ben Kral M u h afızları’nın şövalyesiyim .”
u0 hâlde kralı k o ru ,” diye çıkışm ıştı Sör Jo n Darry. “ O pele­
rini giydiğinde, itaat edeceğine dair söz verd in .”
Rhaegar, elini Ja im e ’nin koluna koym uştu. “ Şu mücadele
bittiğinde konseyi toplam ak n iyetindeyim . D eğişiklikler yapıla­
cak. Bunu uzun zam an önce yapm ak istiyordum ama... neyse,
yürünmemiş yollardan bahsetm enin bir faydası yok. D öndü­
ğümde konuşacağız.”
Bunlar, Rhaegar T argaryen ’ ın Ja im e ’ye söylediği son sözler­
di. Kapıların dışında bir ordu toplanm ıştı, bir diğeri de Ü ç Diş11 Mızrak’a inmişti. Ejderha Kayası Prensi atına binmiş, siyah
miğferini takmış ve felaketine doğru gitmişti.
Bildiğinden daha haklıydı. Mücadele bittiğinde değişiklikler yapıldı.
AerYs>beni yakınında tutarsa ona hiçbir zarar gelmeyeceğini
düşünüyordu,” dedi Ja im e cesede. “ B u gülünç değil m i?” Lord
de aynı şekilde düşünüyordu sanki; gülümsemesi eski­
ld en genişti. Ölii olmaktan keyif alıyormuş gibi görünüyor.
Tuhaftı ama Jaim e keder hissetm iyordu. Gözyaşlarını nerede?
nerede? Jaim e Lannister hiçbir zaman öfkeden yoksun olmaruıştı. “ Baba,” dedi cesede, “ bana, gözyaşlarının bir erkeğin
zayıflığına işaret ettiğini söyleyen şendin, yani senin için ağ]a
mamı bekleyemezsin.”
O sabah, cenaze teskeresinin önünden geçm ek için bin l0rcj
ve leydi gelmişti, öğleden sonra da binlerce sıradan insan. \n
sanlar ağır kıyafetler giym iş ve vakur ifadeler takınmıştı artla
Jaiıııc pek çoğunun, bu büyük adamın devrildiğini görmekten
içten içe keyif aldığını biliyordu. Batıda bile, Lord Tywin sevk
len bir adam olmaktan çok saygı duyulan biri olmuştu ve Kral
Toprakları İşgal’i hâlâ hatırlıyordu.
Bütün yas tutanların içinde en perişan görünen kişi Yüce
Üstat Pycelle’di. İkinci ayinden sonra, gizlice cesedi incelerken
“Altı krala hizmet ettim ,” dem işti Ja im e ’ye, “ ama burada tanıdığım en büyük adam yatıyor. Asla taç takmadı ama Lord Tywin
bir kralın olması gereken her şeyd i.”
Pycelle, sakalı olm adan sadece yaşlı değil çelimsiz de görü­
nüyordu. B ir parçanı, seni sen yapan parçayı kaybetmenin ne
demek olduğunu bilen Ja im e, onu tıraş etmek Tyrion’ın yapabile­
ceği en zalimce şeydi, diye düşündü. E sk id en P ycelle’in sakalı fev­
kaladeydi; kar gibi beyaz ve kuzu yü n ü gibi yumuşaktı, üstadın
yanaklarıyla çenesini kaplayan ve neredeyse kem erine kadar sar­
kan görkem li bir uzantıydı. Y ü c e Ü stat, vaaz verirken sakalını
sıvazlamayı alışkanlık hâline getirm işti. Sakalı ona bilge bir hava
veriyor ve her türlü nahoş şeyi gizliyordu: Y aşlı adamın çenesi­
nin altındaki sarkık deriyi, sürekli sızlanan küçük ağzını, eksik
dişlerini, siğillerini, kırışıklıklarını ve sayısız yaşlılık lekesini.
Pycelle kaybettiği sakalı tekrar uzatm aya çalışıyordu ama başa­
rılı değildi. Adam ın kırışık yanaklarında biten püskülvari tüyler
öyle inceydi ki Jaim e bunların altındaki lekeli pembe deriyi görebiliyordu.
“ Sör Jaim e, şu hayatta korkunç şeyler gö rdüm ,” demişti yaşh
adam. “ Savaşlar, mücadeleler, son derece m enfur c in a y e tle rŞehrin yarısı ve H isar’ın dörtte üçü vebaya kurban gittiğinde»
ben Eski Şehir’de çocuktum . Lord H ightow er limandaki bü­
tün gemileri yaktı, kapıları kapattı ve kaçmaya çalışan h erk esi*1
öldürülm esini emretti; erkek, kadın ya da yeni doğmuş bebekVeba salgını bittiğinde lordu öldürdüler. Tam da limanı ye*11'
150
1 açtığı gün atından aşağı çektiler ve boğazını kestiler, genç
u Ja katlettiler. B u gü n bile, cahil Eski Şehir onun adını
j uğunda tükürür am a Q uen ton H igh tow er yapılması gere­
li
şeyi yap*111?*1- Babanız da öyle bir adamdı. Yapılm ası gere­
c i şey' yaPan bir adam -”
« K e n d i n d e n bu kadar m em n u n görünm esinin sebebi bu
C e se tte n
yükselen bu h ar P yce lle’in gözlerini yaşartmıştı.
deri kururken kaslar gerilir ve dudakları yukarı çeker.
gülümseme değil, sadece... ku ru m a , hepsi b u .” Yaşlı adam
«D eriB u
b i r
gözlerini
kırpıştırıp gözyaşlarını geri gönderm işti. “ Beni bağış-
Îayın. Çok yo rgu n u m .” P ycelle, asasına dayanıp ağır adımlarla
septten
ayrılmıştı. B u da ölüyor, diye fark etm işti Jairne. Cersei’nin
om işe yaramaz demesi boşuna değil.
Gerçi Jaim e’nin tatlı kardeşi, sarayın yarısının işe yaramaz
va da hain olduğunu d ü şü n ü y o rd u ; P ycelle, K ral M uhafızları,
Tyrelller, bizzat Ja im e ... hatta, cellât olarak hizm et veren sessiz
şövalye Sör Ilyn Payne. A d am , K ral A d aleti sıfatıyla zindanlar­
dan sorumluydu, bir dili olm ad ığı için zindanların idaresini bü­
yük ölçüde em rindeki adam lara bırakm ıştı ama buna rağmen,
Cersei, Tyrion’ın firarı için P ay n e’i suçlam ıştı. A z kalsın, benim
tmrifetimdi, onun değil, diyecekti Ja im e . B u n u yapm ak yerine,
Rennifer Derinsu isim li yaşlı ve kam bur ast gardiyandan alabi'eceği bütün cevapları alacağına dair söz verm işti,
i
Jaime tarafından sorgulandığında, “ B u n u n ne çeşit bir isim
I
1
buğunu merak ettiğinizi gö rü y o ru m ,” dem işti adam. “Eski
bir isim, bu doğru. B ö b ü rlen m ek istem em ama damarlarımda
I
asü bir kan var. K öklerim bir prensese dayanıyor. Hikâyeyi, ben
I ^kanlıyken babam anlatm ıştı.” Lekeli kafasına ve çenesindeki
1
eYaz kıllara bakılırsa, D erin su uzun yıllardır delikanlı değildi,
a ^ prenses, Bakire Z in d an ı’nın en güzel hâzinesiymiş. Lord
I
akenfist, başka biriyle evli olm asına rağmen, kalbini prenseI Sep ır m ış . Prenses, lorddan olm a oğluna, piçlere verilen ‘S u ’
S cmmi vermiş. O ğlan büyüm üş ve kudretli bir şövalye olmuş.
I
Valyenin kendi oğlu da şövalye olm uş ve şövalye, insanlar oğ-
1
151
İllin in g ay rim eşru do ğ m ad ığ ın ı bilsin diye ‘S u ’ adının önüne
‘D e r iıf i k o y m u ş. Yani, b e n im içim de b ir parça ejd erh a var.”
“E v et, az kalsın seni F atih A egoıı’la k a rıştırıy o rd u m ,” demiş»
ti J a im e . “S u ,” K arasu K oyu civarlarında sıkça rastlanan bir piç
ad ıy d ı; D e riıısu la r’ın kökleri b ir p ren sese değil, b ü y ü k ihtimalle
ö n e m s iz b ir h an e şövalyesine day an ıy o rd u . “G el gör ki senin
k ö k e n le rin d e n daha ivedi e n d işe le rim v a r.”
D eriıısıı başım eğm işti. “Kayıp tu tsa k .”
“Ve kayıp g ard iy an .”
“R u g e n ,” d iy erek tam am lam ıştı yaşlı adam . “A st gardiyanlar­
d a n biri. Ü ç ü n c ü k ad e m e d e n so ru m lu y d u , kara h ü crelerd en .”
“B ana o n u a n la t,” d e m e k z o ru n d a k alm ıştı Ja im e . Lanet olası
bir fars oyunu. D e rin su b ilm iy o r olsa da, Ja im e , R u g e ıı’in kim
o ld u ğ u n u gayet iyi b iliy o rd u .
“B ak ım sız, tıraşsız, pes sesli b ir ad am d ı. O n d a n hiç hoşlanm a zd ım , itira f e d iy o ru m . O n iki yıl ö n c e ilk g eld iğ im d e Rugen
b u rad ay d ı. Kral A erys’te n beri g ö rev d ey m iş. Z in d a n la ra çok
n a d ir u ğ rad ığ ın ı sö y le m e m gerek. R a p o rla rım d a b u husustan
b a h se ttim lo rd u m . E m in o lu n b a h s e ttim . Asil kan taşıyan bir
ad am o larak size y e m in e d e r im .”
Şu asil kandan bir kez daha bahsedersen birazını dökebilirim, diye
d ü ş ü n m ü ş tü Ja im e . “O rap o rları k im g ö rd ü ? ”
“Belli rap o rlar h azin e b aşına gitti, d iğ e rle ri de m u h b ir ba­
şına. Baş gard iyan ve K ral A daleti b ü tü n rap o rları g ö rd ü . Z in­
d a n la rd a h ep böyle o lm u ş tu r .” D e r in s u b u r n u n u kaşımıştı.
“R u g e n , g erek tiğ i zam a n la rd a b u ra d a o lu y o rd u lo rd u m . Bunu
sö y le m e k gerek. Kara h ü c re le r az k u llan ılır. S izin k ü ç ü k karde­
ş in iz d e n ö n ce b ir sü re için Y üce Ü s ta t P ycelle b u rad ay d ı, ondan
ö n c e d e v atan hain i S tark. Ü ç kişi d ah a vard ı, sırad an adamlar,
a m a L o rd S tark o n ları G ece N ö b e tç ile r i’n e v erd i. O ü ç ü n ü ser­
b e s t b ıra k m a n ın iyi o lm a d ığ ın ı d ü ş ü n d ü m am a evraklar usûle
u y g u n d ü z e n le n m iş ti. B ir ra p o rd a b u n d a n da b ah settim , emin
o la b ilirs in iz .”
“U y u y a k a la n g ard iy an lard a n b a h s e t.”
“G a rd iy a n la r? ” D e rin s u b u r n u n u çek m işti. “O n la r gardi­
y a n d e ğ ild i. S adece zin d an cıy d ılar. K raliyet y irm i zindancı için
nıaaş ö d ü y o r l o r d u m , lâ k in b e n i m b u r a d a o ld u ğ u m sü re içinde
hiçbir z a m a n o n i k id e n fazla z in d a n c ım ız olm adı. Ayrıca, altı
ast g a r d iy a n ım ız ın o lm a s ı g e re k , h e r k a d e m e d e iki adam , fakat
sadece ü ç k işi v a r .”
“S en v e d iğ e r ik i a d a m ? ”
D e r in s ıı t e k r a r b u r n u n u ç e k m iş ti. “B e n ast gardiyanların şe­
fiyim l o r d u m . A s t g a r d iy a n la r ın ü s tü n d e y im . Sayıları tutm akla
y ü k ü m lü y ü m . E ğ e r l o r d u m d e f te rle r im e gö z g ezd irm ek ister­
se, b ü t ü n r a k a m l a r ı n d o ğ r u o l d u ğ u n u g ö r ü r.” D e rin su , ö n ü n ­
de açık d u r a n d e r i k a p lı b ü y ü k d e f te re b a şv u rm u ş tu . “Şu anda,
k a rd e şin iz e e k o l a r a k ilk k a d e m e d e d ö r t ve ikinci kadem ede bir
tu tsağ ım ız v a r .” A d a m
y ü z ü n ü b u r u ş tu r m u ş tu . “K ardeşiniz
kaçtı ta b ii. D o ğ r u . O n u d e f t e r d e n çık a ra y ım .” B ir kalem almış
ve u c u n u a ç m a y a b a ş la m ış tı.
A ltı tutsak , d iy e d ü ş ü n m ü ş t ü J a im e y ü z ü n ü ekşiterek, biz yir­
mi zindancı, altı ast g a rd iy a n , b ir baş gardiyan ve bir K ral Adaleti için
maaş ö derken . “ Ş u ik i z in d a n c ıy ı so rg u la m a k istiy o ru m .”
R e n n if e r D e r i n s u k a le m in i a çm ay ı b ıra k m ış ve kuşkuyla Jaim e’ye b a k m ı ş t ı . “ O n l a r ı s o r g u la m a k m ı lo r d u m ? ”
“B e n i d u y d u n . ”
“D u y d u m l o r d u m , e lb e tte d u y d u m am a... lo rd u m kim i is­
terse s o r g u la r , b u d o ğ r u , so rg u la y a m a y a c a ğ ım sö y lem ek benim
h a d d im d e ğ il. F a k a t s ö r , c ü r e ti m i b ağ ışla y ın , ad am ların cevap
v ereceğ in i s a n m ı y o r u m . O n l a r ö ld ü lo r d u m .”
“ Ö ld ü ? K i m i n e m r i y le ? ”
“S a n ır ım b i z z a t s iz in ... b e lk i d e k ra lın ? S o rm a d ım . Kral M u h afızları’n ı s o r g u l a m a k b a n a d ü ş m e z .”
J a i m e ’n i n y a r a s ın a tu z b a s ılm ış tı; C e rse i, k en d i kahrolası
işini y a p tır m a k iç in J a i m e ’n i n a d a m la rın ı k u llan m ıştı, onları ve
k ıym etli K a r a k a z a n la r ’ı.
J a im e d a h a s o n r a , k a n v e ö l ü m k o k a n b ir zin d an d a, “Sizi ka­
lasız a p ta lla r ,” d iy e h ı r la m ış tı B o ro s B lo u n t ve O s m u n d K arakazan’a. “N e y a p t ı ğ ı n ı z ı s a n ı y o r d u n u z ? ”
“B ize s ö y l e n e n ş e y d e n fa z la sın ı d eğ il lo r d u m .” S ö r B oros,
Ja im e ’d e n d a h a k ıs a y d ı a m a d a h a ağ ırd ı. “M a je ste le ri’n in e m ­
riydi. K ız k a r d e ş i n i z i n . ”
S ö r O s n ııın d başparm ağını k e m e rin e g eçirm işti. “Onların
so n su z a kadar u y u m asın ı istedi. K ard eşle rim ve b e n b u isteği yeriııe g e tird ik .”
G etirdiniz. C e se tle rd e n biri, b ir m asaya y ü z ü s tü devrilmişti
am a ad am ın kafasının altın d a şarap değil kan g ö lü vardı. İkinci
zin d an cı, k ab u rg aların ın arasına b ir kılıç g irm e d e n ö n ce, otur­
d u ğ u sıradan kalkm ayı ve h a n ç e rin i ç ek m ey i başarm ıştı. O nun
s o n u d ah a u z u n ve d aha pis o lm u ş tu . Varys’e bu fira rda kimsenin
zarar (’örmemesini söylemiştim, diye d ü ş ü n m ü ş tü J a im e . A m a bunu
kardeşlerime söylemeliydim. “Y anlış y a p m ışsın ız s ö r .”
S ö r O s m ıın d o m u z silk in işti. “K im se o n la rı özlem eyecek.
B ahse g irerim ki cin ay ette o n la rın da ro lü v a rd ı, kay b o lan zin­
d an cın ın yanı sıra.”
A dam a, hayır, d iy eb ilird i J a im e . Varys, onları uyutm ak için şarap­
larına ilaç kattı. “E ğ er öğleyse, ağ ız la rın d a n g erçeğ i alabilirdik...”
Lancelle, O sm und K a ra k a z a n la ve ihtim al A y O ğ la n la yatıyordu...
“K u şk u cu b ir tab iatım olsaydı, o iki z in d a n c ın ın asla sorgulan­
m am asın ı sağlam ak için acele ettiğ in iz i d ü ş ü n e b ilir d im . Onları
b u işteki ro lü n ü z ü ö rtb a s e tm e k için m i s u s tu r d u n u z ? ”
“B izim ro lü m ü z m ü ? ” K arakazan b o ğ u lu r gibi o lm u ş tu . “Bi­
zim b ü tü n y ap tığ ım ız, k ra liç e n in e m r in i y e rin e g e tirm e k ti. Ye­
m in li K ard eş’in iz o la ra k s ö y lü y o r u m .”
Ja im e , hayalet p arm a k la rı se y irirk e n , “O s n e y ile O s fr y d ’i bu­
raya g etirin ve y ap tığ ın ız pisliği te m iz le y in ,” d e m iş ti. “V e bundan
so n ra, k ard eşim b irin i ö ld ü r m e n iz i e m r e ttiğ in d e ö n c e b an a gelin.
B u n u n d ışın d a, g ö z ü m e g ö r ü n m e y in s ö r .”
B aelo r S ep ti’n in lo şlu ğ u n d a , k e lim e le r J a i m e ’n in kafasında
y an k ıla n ıy o rd u . Y u k arıd ak i p e n c e re le rin t ü m ü k a ra rm ış tı ve Jai­
m e u zak tak i y ıld ızların belli b elirsiz p ırıltıs ın ı g ö re b iliy o rd u . G ü­
n eş ta m a m e n b atm ıştı. K o k u lu m u m la ra r a ğ m e n ö lü m ü n ufuneti
g ü ç le n iy o rd u . K oku, J a im e L a n n is te r’a, A ltın D iş ’in altın d ak i ge­
çid i h atırla ttı; savaşın ilk g ü n ü n d e o la ğ a n ü s tü b ir zafer kazandığı
y eri. M ü c a d e le d e n so n rak i sabah, karg alar h e m g a lip le rin h em de
m a ğ lu p la rın etin i d id ik le m işti, b ir z a m a n la r Ü ç D işli M ızrak ’ta
R h a e g a r T a rg a ry e n ’ı d id ik le d ik le ri gibi. B i r karga b ir kralın etiyle
besleııebiliyorken, bir tacın değeri ne kadar o labilir k i?
154
Jaim e’n in ş ü p h e le r in e g ö re , şim d i bile, yedi k u le n in ve B aelor Septi’n in m u a z z a m k u b b e s in in ç ev resin d e dolaşan kargalar
vardı; o n la r içeri g ir m e n in b ir y o lu n u arark en siyah kanatları
gece havasını d ö v ü y o r d u . Y ed i K r a llık ta k i her karga sana saygılartm sunmalı baba. O n la rı gayet iyi doyurdun, Castamere’den Karasu'ya
kadar. B u fik ir L o rd T y w i n ’i m e m n u n e tm işti; lo rd u n g ü lü m ­
sem esi b iraz d a h a g e n iş le m iş ti. Lanet olsun, z ifa f gecesindeki bir
damat gibi gülüm süyor.
B abasın ın g ü lü m s e m e s i ö y le tu h a ftı ki Ja im e y ü k se k sesle
güldü.
Ses; ç a p raz s a h ın la rd a , m a h z e n m e z a rla rd a ve d u a o d aların ­
da y an k ılan d ı, s a n k i d u v a r la r ın için e d e fn e d ilm iş ö lü le r de g ü ­
lüyordu. N e d en o lm asın? Katledilm esine yardım ettiğim babam için
nöbet tutuyor olm anı ve kaçm asına yardım ettiğim kardeşimi bulmaları
için adamlar gön derm em b ir fa rs oyunundan daha saçma... Ja im e , Sör
Addam M a r b r a n d ’a İ p e k C a d d e s i’n i a ra ştırm a sın ı em retm işti.
“H er y atağ ın a ltın a b a k , k a r d e ş im in g en e le v le re ne kadar d ü ş­
kün o ld u ğ u n u b i l i r s i n .” A ltın p e le rin lile r, fah işelerin etek leri­
nin altın ı, y a ta k la r ın ın a ltın d a n d a h a ilginç b u lu r d u . Ja im e b u
beyhude a ra y ış ta n k a ç p iç ç o c u k d o ğ acağ ın ı m e ra k etti.
İste m e d e n T a r t h ’lı B r ie n n e ’i d ü ş ü n d ü . A ptal, inatçı, çirkin
fahişe. K ızın n e r e d e o ld u ğ u n u m e r a k e tti. Baba, ona kuvvet ver.
Bu n e re d e y s e b i r d u a y d ı... a m a J a im e tan rıy a m ı yalvarıyordu?
Septin karşı ta r a fın d a , a ltın y a ld ız lı h ey k eli m u m ışığıyla p ırıldıyan Y u k a rıd a k i B a b a y a m ı y o k sa ö n ü n d e y atan cesede m i d u a
ediyordu? N e fa r k eder? İk is i de hiç dinlem edi. Kılıç tutacak yaşa
geldiğinden b u y a n a , J a i m e ’n in ta n rısı S av aşçıy d ı. D iğ er ad am ­
lar baba, o ğ u l, k o c a o la b ilird i am a kılıcı saçları kadar altın olan
Jaime L a n n is te r asla. O , sav aşçıy d ı v e hayatı b o y u n ca olacağı tek
Şey b u y d u .
C ersei'ye gerçeği söylem eli ve küçük kardeşim izi hücresinden çıkamn kişinin ben oldu ğum u itira f etmeliyim. G erçek , T y rio n ’la ço k
’§e y aram ıştı n e tic e d e . S e n in habis oğlunu öldürdüm ve şim di babanı
öldürmeye gid iyoru m . J a im e , k a ra n lığ ın için d e g ü len İb lis’i d u ­
yabiliyordu. B a k m a k iç in k afasın ı çev ird i am a d u y d u ğ u , k e n ­
di k a h k a h a sın ın y a n k ıs ıy d ı. G ö z le rin i kapadı ve aynı a n d a açtı.
155
1 Jyum am altytm . U y u rs a rü y a g ö r ü rd ü . A h , T y rio n nasıl da kıs
kıs g ü lü y o r d u ... yalancı fa h işe... LanceVle ve O sm u n d Karakazarı’la
yatıyor...
G e c e yarısı, y ü z le rc e ra h ip ib a d e t e tm e k için sıra h âlin d e içe„
ri g ire rk e n , Baba K ap ısı’n ın m e n te ş e le ri g ıc ırd a d ı. Bazı rahip|er
g ü m ü ş d o k u m a c ü b b e le r g iy m iş ve E n M ü te d e y y in le r i i§aret
e d e n k ristal taçlar ta k m ışla rd ı. D a h a m ü te v a z ı k a rd e şle r krista lle rin i b o y u n la rın d a k i s ırım la ra a sm ış ve bey az cübbelerinin
b e lle rin e y ed i b ü k ü m lü k e m e r le r s a rm ış la rd ı, b ü k ü m le r in her
b iri farklı re n k te y d i. M a n a s tırd a n ç ık a n b ey az ra h ib e le r Anne
K a p ıs ı'n d a n içeri g ird i; y an y an a y ü r ü y e n y e d i ra h ib e yum uşak
sesle ilah i sö y lü y o rd u . S essiz r a h ib e le r te k sıra h â lin d e Yabancı
B a s a m a k la rın d a n in d i. Ö l ü m ü n h iz m e tk â r la rı g rile r giyinm işti,
başları kapalı ve y ü z le ri p e ç e liy d i; sa d ece g ö z le ri g ö rü n ü y o rd u .
K ah v eren g i, h ard al sarısı, gri, h a tta b o y a n m a m ış kaba yünden
c ü b b e le r g iy en ve b e lle rin e k e n d ir s ic im le r ta k a n b ir g ru p kar­
d eş de b o y g ö ste rd i. B a z ıla rın ın b o y n u n d a D e m ir c i’n in dem ir
çekici v ard ı, bazıları da y alv a rm a k âseleri ta ş ıy o rd u .
M ü te d e y y in le r in h iç b iri J a im e ’yi ö n e m s e m e d i. T anrının
y ed i s u re tin i o n u r la n d ırm a k iç in y e d i m ih r a b ın h e r b irin d e dua
e d e re k sep ti d o laştılar. H e r ta n rıy a b ir d u a o k u d u la r , hepsine
b ir ilahi sö y le d iler. S esleri tatlı v e v a k u r b ir to n la y ü k seld i. Jaim e d in le m e k için g ö z le rin i k ap ad ı am a sa lla n m a y a başlayınca
h e m e n açtı. D üşündüğüm den daha yorgunum.
J a im e ’niıı so n n ö b e tin d e n b u y an a y ılla r g e ç m işti. Üstelik o
zam anlar daha gençtim, on beş yaşında b ir delikanlıydım . O vakit zırh
g iy m e m işti; sadece d ü z , b eyaz b ir tu n ik . G e c e y i geçirdiği sept,
Y ü ce S e p t’in yedi çapraz şa h m ın d a n h iç b ir in in ü ç te biri kadar
b ile b ü y ü k d eğ ild i. J a im e , k ılıcın ı S avaşçı’n ın d iz le rin e koym uş,
z ırh ın ı h e y k e lin ay ak ların ın d ib in e b ıra k m ış ve m ih ra b ın ö n ü n ­
d e k i taş z e m in d e d iz ç ö k m ü ş tü . Ş afak s ö k tü ğ ü n d e dizleri yaralı
v e k an lıy d ı. “B ü tü n şövalyeler k a n a m a k z o r u n d a d ır Ja im e ,” de­
m işti S ö r A r th u r D a y n e o n u g ö rd ü ğ ü n d e . “K an, sadakatim izin
m ü h r ü d ü r .” Ş afakta J a im e ’n in o m z u n a d o k u n m u ş tu ; solgun
k ılıç ö y le k e sk in d i ki, o h a fif d o k u n u ş bile J a im e ’n in tuniğim
k esip g e ç m işti, J a im e te k ra r k an am ıştı. K an ad ığ ın ı h iç h issetm e­
156
mişti. Bir ç o c u k d iz ç ö k m ü ş tü , b ir şövalye ayağa kalkm ıştı. Genç
/\slan, Kral Katili değil.
Ama b u ço k u z u n zam an ön cey d i ve o çocuk ö lm üştü.
Jaim e ay in in n e z a m an b ittiğ in i söyleyem ezdi. Belki de ayak­
ta u y um u ştu . M ü te d e y y in le r sıra h âlinde dışarı çıkarken, Yüce
Sept bir kez d ah a sessizliğe g ö m ü ld ü . M u m lar, karanlıkta yanan
bir yıldız d u v arıy d ı am a hava ö lü m k okuyordu. Jaim e, altın kılı­
cını tııtuş şek lin i d eğ iştird i. B elki de Sör Loras’ın nöbeti devral­
masına izin v e rm e liy d i. Cersei bundan nefret ederdi. Ç içek Şöval­
yesi hâlâ yarı ç o c u k tu , k ib irli ve k ü sta h tı, fakat çocuğun içinde
büyük o lm ak ve B eyaz K itap ’a yakışır başarılar kazanm ak vardı.
Bu n ö b e t b ittiğ in d e B eyaz K itap bekliyor olacaktı, Jaim e’nin
sayfası sessiz b ir te k d irle açılacaktı. O kitabı yalanlarla doldurmaktatısa kahrolası parçalara ayırırım . A m a yalan söylemeyecekse, Jai­
me g erçek lerd en b aşk a n e yazabilirdi?
Ö n ü n d e b ir k a d ın d u ru y o rd u .
O n u n n e k ad ar ıslan m ış o ld u ğ u n u g ö rd ü ğ ü n d e, yine yağmur
yağıyor, diye d ü ş ü n d ü Ja im e . S u lar k ad ın ın pelerin in d en süzü­
lüyor ve ay ak ların ın d ib in d e b irik iy o rd u . Buraya nasıl geldi? İçeri
girdiğini duym adım . K ad ın b ir m e y h a n e hizm etçisi gibi giyinm iş­
ti; etekleri a ş ın m ış ağ ır y ü n p e lerin i, k ö tü b ir şekilde alacalı kah­
verengilere b o y a n m ıştı. B ir b aşlık kad ın ın y ü zü n ü gizliyordu
ama Jaim e yeşil g ö z le rin d e d an s e d e n m u m ışıklarını görebili­
yordu ve h a re k e t e ttiğ in d e o n u tanıdı.
“C e rsei.” J a im e ağ ır ağır k o n u ştu ; bir rüyadan uyanan ve
hâlâ nered e o ld u ğ u n u m e ra k e d e n b ir adam gibi. “Vakit ne?”
“K urt v a k ti.” C e rs e i b aşlığını çıkardı ve y ü zü n ü b u ru ştu r­
du. “Belki d e b o ğ u lm u ş k u rt v ak ti.” E n tatlı hâliyle gülüm sedi.
“Sana ilk kez b u h â ld e g eld iğ im zam anı hatırlıyor m usun? San­
sar Sokağı’n d a, k asvetli b ir h an d ı. B abam ın m uhafızlarını geçe­
bilmek için h iz m e tk â r kılığına g irm iştim .”
“H a tırlıy o ru m . B ofa S okağı’y d ı.” Benden bir şey istiyor. “Bu
saatte n e d en b u ra d a sın ? B e n d en ne istiyorsun?” Ja im e ’nin son
kelimesi sep t b o y u n c a y an k ılan d ı ve bir fısıltıya d ö n ü şe rek kay­
boldu. Ja im e b ir an için , C e rs e i’n in tek isteğinin, Ja im e ’nin kol­
larındaki h u z u r o ld u ğ u n u u m m ay a cesaret etti.
157
“ S e ssiz k o n u ş .” C e r s e i ’n in sesi tu h a f tı... n e fe s n efese , nere
d e y s e k o r k m u ş . “J a im e , K ev an a m c a b e n i g e ri ç e v ird i. El olm a
y a c a k . O ... ik im iz i b iliy o r. B u k a d a rın ı s ö y le d i.”
“G e r i m i ç e v ir d i? ” B u J a i m e ’yi ş a ş ırtm ış tı. “ N a s ıl b ileb ilin
S t a n n i s 'in m e k t u b u n u o k u d u a m a h iç k a n ıt...”
“ T y rio ıı b i l i y o r d u d iy e h a tır la ttı C e rs e i. “O h a b is cücenin
k im e , n e le r a n la ttığ ın ı k im s ö y le y e b ilir? K e v a n a m c a e n kü­
ç ü k s o r u n u m u z . Y ü c e R a h ip ... ş iş m a n ra h ip ö ld ü ğ ü n d e T y ri0n
b u a d a m ı ta ç la n d ır d ı. O d a b iliy o r o la b ilir .” J a i m e ’y e yaklaştı
“T o m m e n ’ın E l’i o lm alısın. M a c e T y r e ll ’e g ü v e n m iy o r u m . Ya
b a b a m ın c in a y e tin d e p a r m a ğ ı v arsa? B e lk i T y r i o n ’la birlikte
k o m p lo k u r m u ş t u r . B e lk i d e İb lis, Y ü k s e k B a h ç e ’ye gidiyor­
d u r ...”
“G i t m i y o r .”
“B e n im E l’im o l,” d iy e y a lv a rd ı C e rs e i. “Y e d i K ra llık ’a bir­
lik te h ü k m e d e lim , b ir k ra l v e k ra liç e g ib i.”
“S e n R o b e r t’ın k ra liç e s iy d in . L â k in b e n i m k r a liç e m o lm u ­
y o r s u n .”
“C e s a r e t e d e b ils e y d im o l u r d u m . A m a o ğ lu m u z ...”
“T o m m e n b e n im o ğ lu m d e ğ il, J o f f r e y d e d e ğ ild i.” J a im e ’nin
sesi se rtti. “S e n o n la r ı R o b e r t ’ın o ğ u lla r ı y a p t ın .”
C e rs e i g eri ç e k ild i. “B e n i h e r z a m a n se v e c e ğ in e d a ir yem in
e ttin . B e n i y a lv a rtm a k , b e n i s e v m e k d e m e k d e ğ il.”
J a im e , C e r s e i’n in ü s tü n d e k i k o r k u k o k u s u n u , c e se d in iğ­
r e n ç u f u n e t i n in a ra s ın d a n b ile d u y a b iliy o r d u . K a d ın ı kollarının
a ra s ın a a lm a k v e ö p m e k iste d i, y ü z ü n ü o n u n a ltın buklelerine
g ö m m e k v e o n u h iç k im s e n in in c itm e y e c e ğ in e d a ir söz ver­
m e k ... burada olm az, d iy e d ü ş ü n d ü , burada, tanrıların ve babamın
ötıiin d e olm az. “ H a y ır ,” d e d i. “Y a p a m a m . Y a p m a y a c a ğ ım .”
“ S a n a ihtiyacım v ar. D iğ e r y a r ım a ih tiy a c ım v a r .” Ja im e , yük­
s e k te k i p e n c e r e le r e v u r a n y a ğ m u r u n p ıtır tıs ın ı d u y ab iliy o rd u .
“ S e n b e n s i n , b e n d e ş e n im . B e n im le o lm a n a ih tiy a c ım var.
İçim d e o lm a n a ih tiy a c ım v ar. L ü tf e n J a im e . L iitfe n .”
J a im e , L o rd T y w i n ’in t e s k e r e d e n h id d e tle k alk m ad ığ ın d an
e m i n o lm a k iç in b a k tı a m a b a b a sı k ıp ırtıs ız v e s o ğ u k b ir hâlde
ç ü r ü y e r e k y a tıy o r d u . “ B e n m u h a r e b e m e y d a n ı iç in yaratıldım .
158
bir konsey o dası için d eğ il.” Ve şimdi bunun için bile yetersiz olmam
ffiiitttkdn.
Cersei, eski p ü s k ü k o l y en iy le gözyaşlarını sildi. “Pekâlâ.
Şayet isted iğ in m u h a r e b e m ey d an ıysa, sana b u n u vereceğim .”
Başlığım öfk ey le y u k a rı çek ti. “G elm ek le aptallık ettim . Seni
daima sev m ek le a p ta llık e ttim .” A d ım ları sessizliğin içinde g ü ­
rültüyle y a n k ıla n d ı v e m e r m e r z e m in d e ıslak izler bıraktı.
Şafak, J a im e ’yi n e re d e y s e gafil avladı. K ubbedeki cam lar ay­
dınlanm aya b a ş la rk e n ; d u v a rla rd a , y erd e ve sü tu n lard a pırılda­
yan gö k k u şak ları L o rd T y w in ’in cesed in i ren k li ışıkların sisiyle
yıkadı. K ral E li g ö z le g ö r ü lü r şe k ild e ç ü rü y o rd u . Y ü zü yeşilim si
bir ren k a lm ıştı, g ö z le ri iyice ç ö k m ü ş ve iki siyah çukura d ö ­
n üşm ü ştü , y a n a k la r ın d a d e r in çatlaklar açılm ıştı. A ltın ve kır­
mızı ren k li o la ğ a n ü s tü z ır h ın ın e k le m y e rle rin d e n k ö tü kokulu
beyaz b ir sıvı s ız ıy o r v e lo r d u n b e d e n in in altın d a birikiyordu.
Ç ü r ü m e y i ilk g ö r e n le r , şafak ib ad eti için septe d ö n e n ra­
hipler o ld u . İ la h ile r in i sö y le d ile r, d u a la rın ı e ttiler ve yüzlerini
b u ru ştu rd u la r. E n M ü t e d e y y i n le r d e n b iri bayılacak gibi oldu
ve sep tten ç ık a r ılm a k z o r u n d a k ald ı. K ısa zam an sonra, b ir çı­
rak s ü rü s ü b u h u r d a n l a r sa lla y arak g eld i; tü ts ü le r havayı öyle
y o ğ u n laştırd ı ki c e n a z e te s k e re s i d u m a n la r ın için d e kaybolm uş
gibi g ö r ü n d ü . G ö k k u ş a k la r ı p a r fü m k o k u lu sisin içinde yok
oldu fakat J a i m e ’n i n ö ğ ü r m e k is te m e s in e se b ep olan şekerli ç ü ­
rüm e k o k u s u in a tla h a v a d a k ald ı.
S e p tin k a p ıla r ı a ç ıld ığ ın d a , içeri ilk g ire n le rin arasında T y relller v a rd ı; m e v k i l e r in e u y g u n o la n b u y d u . M arg aery sarı g ü l­
lerden o lu ş a n b ü y ü k b i r b u k e t g e tirm iş ti. G ü lle ri L o rd T y w in ’in
cenaze te s k e r e s i n i n a y a k ta r a fın a b ıra k tı am a b irin i k e n d in e sak­
ladı, y e rin e o t u r u r k e n g ü lü b u r n u n a tu ttu . Y a n i kız, güzel olduğu
kadar akıllı. T o m m e n ’ın çok daha kötii bir kraliçesi olabilirdi. D iğ e r ­
lerinin o l m u ş t u . M a r g a e r y ’n i n le y d ile ri k ız ın m isalin i tak ip e tti.
C e rs e i, T o m m e n ’la b ir lik te iç e ri g ir m e k için , d iğ e rle ri y e r le ­
rine o tu r a n a k a d a r b e k le d i. S ö r O s m u n d K arakazan, b ey az m i­
neli z ır h ın ın v e b e y a z y ü n p e le r in in in iç in d e kralla k ra liç e n in
yanında y ü r ü y o r d u .
L am elle, Osmıınd K arakazanla ve ihtimal A y Oğlanla y atl
yordu...”
Jaim e hamamda Karakazan’ı çıplak görm üştü. Adamın göğ
siindeki siyah kılları ve bacaklarının arasındaki sert çalılığı gör.
müştü. O göğsün, kardeşinin göğsüne dayandığını hayal etti- 0
kılların, C ersei’nin göğüslerinin pürüzsüz derisine sürtündü­
ğünü. Cersei bunu yapmaz. İblis yalatı söyledi. Ö rgü altın ve siyah
tel düğümlendi, terli. Karakazan’ın dar popo yanakları, adamın
kendini her ileri itişinde perçinlendi. Ja im e, kardeşinin inleme­
lerini duyabiliyordu. Hayır. Yalan.
Kırmızı gözlü ve solgun C ersei, babasının yanında diz çök­
mek için basamakları çıktı, T o m m e n ’ı da diz çökmeye zorladı.
Tom m en cesedi görünce irkildi am a geri çekilem eden önce an­
nesi onun bileğini yakaladı. “D u a e t ” diye fısıldadı. Tommen
denedi. Fakat kral yalnızca sekiz yaşındaydı ve Lord Tywin deh­
şet vericiydi. Ç ocuk, um utsuzca bir nefes aldıktan sonra hıçkı­
rarak ağlamaya başladı. “Kes şu n u l” dedi C ersei. Tom m en başını
çevirdi, iki büklüm oldu ve kusm aya başladı. T acı başından dü­
şerek m erm er zem inde yuvarlandı. K raliçe tiksintiyle geri çe­
kildi ve kral bir anda, sekiz yaşındaki bacaklarının izin verdiği
kadar hızlıca kapıya doğru koşm aya başladı.
Karakazan kralı takip etm ek için dönerken, “ Sör Osmund,
nöbeti devralın,” dedi Ja im e sertçe. A ltın kılıcı adama uzattı ve
kralın peşinden gitti. O n u Fen er Salo n u ’nda, iki düzine şaşkın
rahibenin bakışlarının altında yakaladı. “ Ö zü r dilerim ,” diye
ağladı Tom m en. “Yarın sabah daha iyisini yapacağım. Anneni,
bir kralın yol gösterici olm ası gerektiğini söylüyor ama koku
midemi bulandırdı.”
Bu işe yaramayacak. Çok fazla meraklı kulak ve i z le y e n göz
“ Dışarı çıksak iyi olur M ajesteleri.” Ja im e çocuğu dışarı çıkardı;
hava, Kral Toprakları’nın daha önce görm ediği kadar taze ve
temizdi. M eydanın çevresine, atları ve arabaları korumak üzere
kırk altın pelerinli yerleştirilmişti. Jaim e kralı herkesten iyıa
uzağa götürdü ve m erm er basamaklara oturttu. “ Korkmadım»
diye ısrar etti çocuk. “ Koku m idem i bulandırdı. Sizinkini bU'
landırmadı mı? O kokuya nasıl dayanabiliyorsunuz dayı, sör?
160
r
\'ır$> / ¡0il1 kolYe °^ara^ boynum a taktığında, çürüyen elimi ko k“Bir adam m ecbu r kaldığında pek ço k şeye dayanabilir,”
^¡■'uitne oğluna. K avrulan bir adamı kokladım , Kral Aerys onu
zahittin içinde pişiriyordu. “ D ü n y a dehşetle dolu T o m m en .
|a savaşabilirsin, onlara gü leb ilirsin ya da görm eden ba^ın ^ n d i içine saklan ırsın .”
Tonımen düşündü. “ B e n ... eskid en , bazen kendi içim e sak| 311ı r d ı m , ” diye itira f etti, “J o f f y ...”
“joffrey” Cersei, T o m m e n ’la Ja im e ’ nin tepesinde d u ru yo r­
du Rüzgâr, kadının eteklerin i bacaklarına yapıştırıyordu. “A ğa­
adı Joffrey’y d i. O beni asla b ö yle utan d ırm azd ı.”
“U ta n d ırm a k istem edim . K o rk m a d ım anne. Sadece, lord
baban öyle kötü k o k u yo rd u k i...”
beyinin
“Bana daha güzel k o k tu ğ u n u m u san ıyorsun ? B e n im de
burnum var.” C ersei ç o cu ğ u ku lağın d an yakaladı ve ayağa kal­
dırdı. “Lord T yrelFin de b ir b u rn u var. O n u n kutsal septte kus­
tuğunu gördün m ü? L eyd i M a rg a e ry ’n in b eb ek gibi zırladığını
gördün mü?”
Jaime ayağa kalktı. “ C e rse i y e te r.”
Cersei’nin burun d elikleri gen işled i. “ Sör? N e d e n buradası­
nız? Hatırladığım kadarıyla, n öbet biten e kadar babam ın başın­
dabekleyeceğinize dair y e m in etm iştin iz.”
‘Bitti. Gidip ona b ak .”
Hayır. Yedi gün ve yed i gece dedin iz. L o rd K um andan y e­
diye kadar saymayı h atırlıyo rd u r şüphesiz. Parm aklarınızın sayısını ahn ve sonra iki e k ley in .”
Hiğer insanlar dışarı çıkıp m eydana doğru akm aya başlam ış,SePtteki mide bulandırıcı kokudan kaçıyorlardı. “ C ersei, sesinı alçak tut,” diye uyardı Ja im e . “ L ord T y re ll geliyor.”
tell^an
° ^ u * K raliçe, T o m m e n ’ı yanına çekti. M ace T y -
d^ld^rin ^n^nc^e reverans yaptı. “ U m arım M ajesteleri kötü
^ er yüzünden perişan old u ,” dedi Cersei.
epimiz gibi. Eğer yapabileceğim bir şey varsa...”
barıda bir karga çığlık attı. Kral Baelor’un heykeline tüneİJ karnın kafasına pisliyordu. “ T o m m en için yapabileceği161
niz çok şey var lordum ,” dedi Jaim e. “ Belki de akşam ayinin^
sonra, Majesteleri Kraliçe’yle yem ek yiyerek onu onurlandırir
siniz?”
Cersei, Ja iıu e ’ye dondurucu bir bakış attı ama bu sefer dilin
tutacak kadar aklıselim davrandı.
“Y em ek?” T yıell şaşkın görünüyordu. “ Sanırım... elbette
onur duyarız. Leydi karım ve ben.”
Kraliçe zorla gülüm sedi ve hoş sesler çıkardı. Fakat Tyrel]
gittikten ve T om m en, Sör Addam M arbran d’la gönderildikten
sonra Cersei öfkeyle Ja im e ’ye döndü. “ Sarhoş musun yoksa rüyada mısın sör? Söyle lütfen, neden bu haris adamla ve onun
aptal karısıyla yem ek y iyo ru m ?” C e rse i’nin altın saçları rüzgârla
dalgalandı. “ O nu El ilan etmeyeceğim, eğer am acın...”
“ T yrell’e ihtiyacın var,” diyerek araya girdi Jaim e, “ ama bun­
da değil. O ndan, T o m m en için Fırtına B u rn u ’nu almasını iste.
Adamın gururunu okşa ve ona arazide ihtiyacın olduğunu söy­
le, babamın yerine. M ance kendini kudretli bir savaşçı olarak
görüyor. Ya sana Fırtına B u rn u ’nu verir ya da işi eline yüzüne
bulaştırıp aptal gibi görünür. İki du rum da da sen kazanırsın.'*
“ Fırtına B u rn u ?” C ersei d üşünceli görünüyordu. “Evet
ama... Lord T yrell, T o m m e n ’la M argaery’ nin evlendiğini gör­
meden Kral Toprakları’ndan ayrılm ayacağını açıkça söyledi.”
Jaim e iç geçirdi. “ Ö yleyse bırak evlensinler. Tom m en evlilik
şartlarını yerine getirecek yaşa gelm eden yıllar geçecek. Ve ge­
lene kadar, bu evlilik her zaman iptal edilebilir. T yrell’e istediği
düğünü ver ve onu savaş oyun u oynam aya gönder.”
C ersei’nin yüzünden tem kinli bir gülüm sem e geçti. “Kuşat­
maların bile tehlikeleri vard ır,” diye m ırıldandı kraliçe. “Yüksek
Bahçe Lordu’mıız böyle bir macerada hayatını dahi k a y b e d e b i ­
lir.”
“ Bu risk m evcut,” diye kabul etti Jaim e. “ Bilhassa, lord bu
sefer sabırsız davranır ve kapılara saldırmayı tercih ederse.”
Cersei, Ja im e’nin yüzüne uzun uzun baktı. “ Biliyor n111'
sun,” dedi, “bir an için tam da babamız gibi konuştun.”
162
■£T
T5r
B R IE N N E
gölgeli V ad i’n in kapıları kapatılm ış ve sürgülenm işti. Kasan duvarları şafak ön cesi karanlıkta solgunca pırıldıyordu,
jı'perlerde, ]ıayalet d e v riy e le r m isali sisler hareket ediyordu.
jGpılar|n dışına bir d ü z in e at v e öküz arabası dizilm işti, gü n e­
y i doğmasını b e k liy o rlard ı. B rie n n e turpların arkasında yeri­
ni aldı. Baldırları a ğ rıy o rd u ; atından inip bacaklarını esnetince
kendini iyi hissetti. Ç o k g e ç m ed en , orm an ın içinden bir başka
at arabası g ü m b ü rd e y e re k geld i. G ö k y ü z ü aydınlanm aya başla­
rın d a, araba sırası ç e y re k m il b o yu n ca uzanıyordu.
Çiftçiler m eraklı b a k ışla r atıyo rd u am a kim se onunla ko­
nuşmuyordu. Benim onlarla konuşmam gerek, dedi Brienne kendi
kendine ama y ab an cılarla k o n u şm a k o n u n için her zaman zor
olmuştu. K ü çü k b ir k ız k en b ile utangaçtı. Aşağılanm akla geçen
uzun yıllar o n u daha da u tan gaç yap m ıştı. Sansa’yı sormalıyım.
Yoksa oıııı nasıl bulurum'? B o ğ a z ın ı tem izled i. “ Sah ib e,” dedi turp
arabasındaki kadına, “ b e lk i d e y o ld a kız kardeşim i görm iişsünüzdür. O n üç y aşın d a b ir b akire, m avi gö zlü, kızıl saçlı, güzel
yüzlü. Sarhoş b ir şö v a ly e y le b irlik te y o lc u lu k ediyor olabilir.”
Kadın kafasını iki yan a salladı am a kad ın ın kocası, “Öyleyse,
bahse girerim ki b ir b ak ire d e ğ il,” dedi. “ B u zavallı kızın bir adı
var mı?”
Brienne’in kafası boştu. O nun için bir isim uydurmalıydım.
Herhangi bir isim olurdu ama Brienne’in aklına hiçbir şey gel­
miyordu.
“Adı yok m u? P ekâlâ, y o lla r isim siz kızlarla d olu.”
“Mezarlıklar daha da dolu,” dedi adamın karısı.
Şafak sökerken sip erlerd e m u h afızlar belirdi. Çiftçiler ara­
la rın a tırm anıp d iz g in lerin i silktiler. Brienn e de atına bindi
Ve arkasına baktı. G ö lg e li V a d i’ye girm ek için bekleyen sıranın
büyük. bölüm ü, satılık m eyve ve sebzeleri olan çiftçilerden olu­
nuyordu. B rien n e’ in on iki araba arkasında, bir çift varlıklı kasabalı, iki soylu b in ek atının sırtında oturuyordu. Brienne daha
deride, alaca bir atın üstün de cılız bir delikanlı gördü. İki şöval­
y e n ya da D eli Fare S ö r S h ad rich ’ten iz yoktu.
163
M u h a fız la r , a t a ra b a la rın ı n e re d e y s e h iç b a k m a d a n içeri alı.
y o r d u fa k a t B rie n ııe k apıya v a rd ığ ın d a a d a m la r te r e d d ü t etti
“ S e n , d u r ! ” d iy e b a ğ ırd ı k u m a n d a n . Ö r g ü z ır h la r g iy en iki m u.
h a fız , m ız ra k la rın ı ç a p ra z h â le g e tir e re k B r ie n n e ’in y o lu n u kes­
ti. “ B u ra d a b u lu n m a a m a c ın n e d ir ? ”
“G ö lg e li V adi L o r d u ’n u v eya lo r d u n ü s ta d ın ı a r ıy o ru m .”
K u m a n d a n ın g ö z le ri B r ie n n e ’in k a lk a n ın a tak ıld ı. “Loths o ıı’ın siy a h yarasası. B u k ö tü n a m lı b ir a r m a .”
“B e n im d eğil. K alk an ı y e n id e n b o y a tm a y a n iy e tliy im .”
“Ö y le m i? ” K u m a n d a n k irli sakallı ç e n e s in i sıvazladı. “As­
lın d a kız k a rd e şim b u işi y a p ıy o r. O n u b o y a lı k a p ıla rı o lan evde
b u la b ilirs in , Y edi K ılıç’ın k a r ş ıs ın d a .” M u h a fız la r a b ir el işareti
y ap tı. “B ıra k ın g e ç sin . K ız m ış .”
K apı b ir p azar m e y d a n ın a açıld ı. B r i e n n e ’d e n ö n c e içeri gi­
re n sey y ar sa tıc ılar tu r p la rın ı, sarı s o ğ a n la rın ı v e a rp a la rın ı bo­
şa ltıy o rla rd ı. D iğ e rle ri sila h la r v e z ır h la r s a tıy o r d u ; B rie n n e ’in
sa tıc ıların y a n ın d a n g e ç e rk e n d u y d u ğ u fiy a tla ra b a k ılırs a çok da
u c u z a sa tıy o rla rd ı. H e r m ücadeleden sonra leş yiyin kargalarla birlik­
te yağm acılar da gelir. B r ie n n e , h â lâ k a h v e r e n g in e d ö n m ü ş kanla
k ap lı o la n ö r g ü z ır h la rın , e z ik m iğ fe rle r in , ç e n tik li uzunkılıçların ö n ü n d e n g eçti. S a tın a lın a b ile c e k k ıy a fe tle r d e vard ı: Deri
ç iz m e le r, k ü r k p e le r in le r, şa ib e li y ır tık la r ı o la n le k e li cübbeler.
B r ie n n e a rm a la rın ç o ğ u n u ta n ıy o r d u . Z ı r h e ld iv e n li yum ruk,
g ey ik , b ey az g ü n e ş , çift b ıçak lı b a lta ; b u n la r ı n h e p s i kuzeyli ar­
m a la rd ı. F ak at b u ra d a , T a rly a s k e rle ri v e f ırtın a top rak ların d an
g e le n sayısız a d a m d a zail o lm u ş tu . B r ie n n e k ırm ız ı ve yeşil
e lm a la r, L e y g o o d ’u n ü ç y ıld ırım ın ı ta ş ıy a n b ir k a lk a n , Aınbros e ’u n k a rın c a la rıy la s ü s le n m iş k o ş u m ta k ım la rı g ö rd ü . Birçok
r o z e tin , b r o ş u n v e ta k ım ın ü s tü n d e b iz z a t L o rd T a r ly ’ye ait olan
y ü r ü y e n avcı v a rd ı. D ost ya da düşm an, kargalar um ursam az.
Ç a m v e ıh la m u r a ğ a c ın d a n y a p ılm ış k a lk a n la r b irk aç m ete­
liğ e s a tılıy o rd u a m a B r ie n n e te z g a h la rı g eçti. J a i m e ’n in verdiği
a ğ ır m e ş e k a lk a n ı k u lla n m a y a d e v a m e d e c e k ti; H a r r e n h a l ’dan
K ral T o p r a k la r ı’n a g id e r k e n b iz z a t J a im e ’n in taşıdığı kalkan.
Ç a m b ir k a lk a n ın b elli a v an tajları v a rd ı; d a h a h afifti, dolayısıyla
ta ş ım a s ı d a h a k o la y d ı ve y u m u ş a k a h şa p , b ir d ü ş m a n ın baltasını
164
ya da kılıcını d ah a kolay kapana kıstırırdı. Fakat m eşe daha fazla
foruma sağlardı; ağırlığını taşıyacak kadar güçlüysen.
G ölgeli V adi, lim a n ın etrafın a k u ru lm u ştu . K asabanın k u ­
zeyinde kireçtaşı u ç u ru m la r y ü kseliyordu. G üneydeki kayalık
burun, suya d e m ir atm ış g em ileri D ar D en iz’den gelen fırtı­
nalardan k o ru y o rd u . L im an a y u k arıd an bakan kalenin yuvarlak
kuleleri kasabanın h e r tarafın d an g ö rü n ü y o rd u . Parke taşlı kala­
balık caddelerde y ü rü m e k , at sü rm e k te n daha kolaydı; B rienne
kısrağını b ir ah ıra b ırak tı, k alk an ın ı sırtına astı, uyku şiltesini
kdunun altına sık ıştırd ı ve yola yayan devam etti.
K um andanın kız k ard eşin i b u lm a k zor olm adı. Yedi Kılıç,
kasabadaki en b ü y ü k h a n d ı, d ö r t katlı bin a kom şularına tepeden
bakıyordu ve h a n ın k arşısın d ak i ev in çift kanatlı kapısı olağa­
n ü s t ü bir şek ild e b o y a n m ıştı. K apılar, b ir sonbahar orm an ın ın
içinde bir kale g ö ste riy o rd u , ağaçlar kızıl ve altın tonlarına b ü ­
rünm üştü. K ad im m e ş e le rin g ö v d elerin e sarm aşıklar tu tu n ­
muştu ve p e litle r b ile m ü şfik b ir itina ile yapılm ıştı. B rienne
daha dikkatlice b a k tığ ın d a , ağaç y a p rak ların ın arasında yaratıklar
gördü: Sinsi b ir k ızıl tilk i, b ir d alın ü stü n d e iki serçe ve yaprak­
ların arkasında b ir y ab an d o m u z u n u n gölgesi.
Kapıyı ç ald ığ ın d a cev ap v e re n kadına, “K apınız çok güzel,”
dedi. “B u h an g i k ale?”
“B ütün k a le le r,” d e d i k u m a n d a n ın kardeşi. “B enim bildiğim
tek kale, lim a n ın y a n ın d a k i B oz Kale. D iğ erin i kafam da canlan­
dırdım; b ir k a le n in nasıl g ö rü n m e si gerektiğini hayal ettim . B ir
ejderha, grifın ya d a te k b o y n u z d a g ö rm e d im .” Kız şen tavırlıy­
dı ama B rie n n e ’in k alk an ın ı g ö rd ü ğ ü n d e y ü zü karardı. “Yaşlı
annem, H a r re n h a l’d a n aysız g ecelerd e b ü y ü k yarasalar hava­
landığını sö y lerd i; k ö tü ço cu k ları D eli D a n e lle ’e g ö tü rü rle rm iş,
kadın onları te n c e re le re atıp p işirirm iş. B azen o n ların p an ju rları
tırmaladığını d u y a r d ım .” Kız d ü şü n c e li b ir hâlde dişlerini sıktı.
‘Yarasanın y e rin e n e g elecek ?”
T arth ’ın a rm ası, d ö r t p arçaya b ö lü n m ü ş ve iki parçası p e m ­
beye, iki parçası m av iy e b o y a n m ış z e m in ü stü n d e sarı g ü n e ş ve
hilaldi. Fakat in sa n la r o n u n b ir katil o ld u ğ u n a inandığı sü re c e
Brienne o arm ay ı taşım ay a cesaret ed em ezd i. “K apınız, ban a b ir
165
z a m a n la r b a b a n ım sila lıh a ııe s in d e g ö r d ü ğ ü m eski b ir kalkanı
h a tır la ttı.” B r ie n n c h a tırla y a b ild iğ i k a d a rıy la a rm a y ı ta r if etti
K a d ın b aşıy la o n a y la d ı. “H e m e n b o y a y a b ilirim am a kuru­
m a sı g e re k . E ğ e r m e m n u n o la c a k s a n ız , Y ed i K ılıç ’ta b ir oda tu­
tu n . Y a rın sa b ah k a lk a n ı siz e g e tir ir im .”
B r ie ım e g ecey i G ö lg e li V a d i’d e g e ç irm e y i d ü şü n m e m işti
a m a b ö y le si d a h a iyi o la b ilird i. K ale lo r d u n u n kasabada olup
o lm a d ığ ın ı ya d a o n u g ö r m e y i k a b u l e d ip e tm e y e c e ğ in i bilm i­
y o r d u . R e ssa m a te ş e k k ü r e tti v e p a rk e ta ş la rın ı g e ç e re k hana
g itti. H a n ın k a p ıs ın ın ü z e r in d e , d e m i r b ir ç iv in in altın d a yedi
a h ş a p k ılıç s a lla n ıy o rd u . K ılıç la rın b e y a z b o y a sı çatlam ıştı, so­
y u lu y o r d u a m a B r ie n n e o n la r ın a n la m ın ı b iliy o rd u . Kılıçlar,
D a r k ly n ’in , K ral M u h a f ı z l a r ı n ı n
b e y a z p e le r in le rin i giymiş
y ed i o ğ lu n u te m s il e d iy o r d u . D iy a rd a k i h iç b ir h a n e d a n d a n bu
k a d a r ç o k K ral M u h a fız ı ç ık m a m ış tı. O n la r hanedanlarının şanıy­
dı. Ve şim di b ir itanın tabelası olm uşlar. B r ie n n e o r ta k salona girdi
ve h a n c ıd a n b ir o d a ile b a n y o te k n e s i iste d i.
H a n c ı a d a m o n u ik in c i k ata y e r le ş tir d i. Y ü z ü n d e ciğ er rengi
b ir d o ğ u m lek esi o la n b ir k a d ın , a h ş a p b ir b a n y o te k n e s i getirdi,
so n ra d a k o v a k o v a su ta şıd ı. B a n y o te k n e s in e g ir e rk e n , “Gölgeli
V a d i’d e h iç D a r k ly n k ald ı m ı? ” d iy e s o r d u B r ie n n e .
“D a rk e la r v ar, b e n o n la r d a n b ir iy im . K o c a m , ev len d iğ im iz­
d e kara* o ld u ğ u m u v e s o n r a d a h a d a k a r a r d ığ ım ı sö y lü y o r.” Ka­
d ın g ü ld ü . “G ö lg e li V a d i’d e b ir D a r k e ’a, b ir D a r k w o o d ’a ya da
D a r g o o d ’a ç a r p m a d a n y ü r ü y e m e z s in a m a D a r k ly n le r ’in hepsi
g itti. L o rd D e n y s o n la r ın s o n u n c u s u y d u , ta tlı ve g en ç aptal.
D a r k ly n le r, A n d a lla r g e lm e d e n ö n c e G ö lg e li V a d i’n in krallarıy­
d ı, b u n u b iliy o r m u y d u n u z ? B a k ın c a asla a n la y a m a z s ın ız ama
b e n d e k ra liy e t k an ı v ar. G ö r e b iliy o r m u s u n u z ? İn sa n la r bana,
‘M a je s te le r i, b ir k u p a b ir a d a h a d o l d u r ,’ d e m e li. ‘M ajesteleri,
la z ım lık la rın b o ş a ltılm a s ı g e re k . B ira z d a o d u n g e tir M ajestele­
ri, a te ş s ö n m e k ü z e r e .’ “ K a d ın te k r a r g ü ld ü v e kov ad ak i suyun
* Yazar, “Siyah, kara, karanlık” gibi anlam lar taşıyan “D ark” sılatının
arkaik yazılışlarından biri olan “D ark e” sözcüğüyle kelime oyunu
yapm ış, (ç.n.)
1fJ.
soii d a m la la rın ı t e k n e y e b o ş a lttı. “İşte b u kadar. S u y eterince
sıcak m ı?”
“İşe y a ra r.” S u h a f i f ılık tı.
“D ah a la z la s u g e t i r ir d i m a m a taşar. S izin cü ssen izd e b ir kız
biitün te k n e y i d o l d u r u r . ”
Sadece b u n u n g ib i d a r b ir tekneyi. H a r re n h a fd a k i banyo te k n e ­
leri g en işti v e t a ş ta n y a p ılm ış tı. S u d a n y ü k se le n b u h arlar b a n ­
yoyu sisle d o l d u r m u ş t u v e J a im e isim g ü n ü n d e k i kadar çıplak
bir hâld e s is le r in i ç i n d e n y ü r ü y ü p g e lm işti; yarı ceset, yarı tanrı
gribi g ö r ü n ü y o r d u . B r i e n n e k ız a ra ra k , benitnle birlikte tekneye gir­
di, diye h a tır la d ı. S o d a lı s a b u n p a rç a s ın ı aldı ve R enly’n in y ü z ü ­
nü a n ım s a m a y a ç a lış a r a k k o lla r ın ın altın ı ovaladı.
Su s o ğ u d u ğ u n d a , B r i e n n e a rz u ettiğ i kadar tem izdi. Ü s ­
tünden ç ı k a r m ış o l d u ğ u k ıy a fe tle ri giydi, kılıç k em erin i sıkıca
kalçasına b a ğ la d ı a m a z ı r h ı n ı v e m iğ fe rin i o dada bıraktı; Boz
Kale’d e k i i n s a n la r a t e h d i t k â r g ö r ü n m e k iste m iy o rd u . Y ürü m ek
iyi geldi. K a le k a p ı l a r ı n d a k i m u h a f ız la r ın giydiği deri ceketlerin
g ö ğsün d e, ik i b e y a z ç a p r a z ç iz g in in ü s tü n e y erleştirilm iş iki sa­
vaş çekici v a r d ı. “ L o r d u n u z l a k o n u ş m a k istiy o ru m ,” dedi Bri­
enne.
A d a m la r d a n b i r i g ü l d ü . “O h â ld e y ü k se k sesle bağırsan iyi
olur.”
“L o rd R y k k e r , R a n d y ll T a r ly ile B ak ire H a v u z u ’na gitti,”
dedi d iğ e r a d a m . “ S ö r R u f u s L e e k ’i kale k u m a n d a n ı olarak bı­
raktı, L e y d i R y k k e r ’ı v e ç o c u k la r ı k o ru m a s ı iç in .”
A d a m la r, B r i e n n e ’i L e e k ’e g ö tü r d ü . S ö r R u fu s kısa boylu,
tıknaz, y aşlı b i r a d a m d ı , so l b a c a ğ ı k esik ti. “Ayağa kalkam adığım
için b e n i b a ğ ı ş la y ın ,” d e d i . B r ie n n e , m e k tu b u adam a uzattı am a
Leek o k u y a m ı y o r d u , b u y ü z d e n B r ie n n e ’i üstada g önderdi; ü s­
tat, çilli k a fa sı v e k ız ıl b ıy ık la rı o la n kel b ir adam dı.
Ü s ta t, H o l l a r d a d ı n ı d u y d u ğ u n d a öfk ey le kaşlarını çattı. “Bu
şarkıyı k aç k e z s ö y l e m e li y i m ? ” B r ie n n e ’in y ü z ü o n u ele verm iş
olm alıydı. “ D o n t o s ’u a r a y a n ilk k iş in in se n o ld u ğ u n u m u sa­
nıy o rsu n ? A s lı n d a y i r m i b ir in c is in . K ralın c in a y etin d en h e m e n
s°n ra, a ltın p e l e r i n l i l e r L o r d T y w in ’in salahiyet belgesiyle b irÜkte g eld i. P e k i s e n i n n e y i n v a r ? ”
167
B r ie n n e , T o n ı n ı e n ’ın m ü h r ü n ü v e ç o c u k s u im z a s ın ı taşıyan
m e k t u b u a d a m a g ö s te rd i. Ü s ta t h m m m m lad ı, h r r r r r h d ı , m üh rü
in c e le d i v e s o n u n d a m e k t u b u g e ri v e r d i. “U s û le u y g u n görü­
n ü y o r . ” B ir ta b u r e y e o t u r d u , B r i e n n e ’e d e b ir t a b u r e gösterdi.
“S ö r D o n t o s 'u h iç ta n ım a d ım . G ö lg e li V a d i’d e ıı a y rıld ığ ın d a bir
ç o c u k tu . H o lla r d v a k tiy le s o y lu b ir h a n e d a n d ı, b u d o ğ ru . Ar­
m a la r ın ı b ilir m is in ? E n in e a ltı e ş it p a rç a y a b ö l ü n m ü ş kırmızı
v e p e m b e z e m in in ü s t ta r a fın d a k i m a v i b a n d ı n ü s t ü n d e üç taç.
D a r k ly n le r, K a h r a m a n la r Ç a ğ ı’n d a ö n e m s iz k r a lla rd ı ve içle­
r in d e n ü ç ü H o lla r d k ız la rıy la e v le n d i. B ir z a m a n s o n r a D arkly n l e r ’in k ü ç ü k d iy a rı d a h a b ü y ü k k r a llık la r ta r a f ın d a n y u tu ld u ,
lâk in D a r k ly n le r ay ak ta k a ld ı v e H o l la r d l a r o n la r a h iz m e t etti...
e v e t, isy a n d a b ile. B u h ik â y e y i b iliy o r m u s u n ? ”
“B ira z .” B r i e n n e ’in k e n d i ü s ta d ı, G ö lg e li V a d i Isy an ı’mn
K ral A e ry s ’i ç ılg ın a ç e v ir d iğ in i s ö y le m iş ti.
“G ö lg e li V a d i’d e k i in s a n la r L o rd D e n y s ’i h â lâ s e v e r, lordun
o n la r a g e tird iğ i k e d e r e r a ğ m e n . L o r d u n M y r li k a rısı L eydi Sera la ’yı su ç la rla r. O n a , D a n te l Y ıla n , d e r l e r . K e ş k e L o rd D arkly n b ir S ta u n to n v e y a S t o k e w o r t lı ’le e v le n s e y d i... işte , sıradan
in s a n la rın n asıl k o n u ş t u ğ u n u b ilir s in . D a n t e l Y ıla n kocasının
k u la ğ ın ı M y r z e h iriy le d o l d u r d u , L o rd D e n y s b u y ü z d e n kra­
lın a k arşı a y a k la n ıp o n u e s ir a ld ı, b ö y le d e r le r . O e s n a d a , lor­
d u n sila h u sta sı S ö r S y m o n H o l la r d , K ral M u lıa f ı z l a r ı’n d a n Sör
G w a y n e G a u n t ’u k a tle tti. K ral E li k u d r e t li b ir o r d u y la birlikte
G ö lg e li V a d i’n in d ış ın d a o tu r u r k e n , A e ry s y a r ım y ıl b o y u n c a bu
d u v a r la rın a ra s ın d a tu tu l d u . L o rd T y w i n , is te d iğ i a n d a kasaba­
y a sa ld ıra c a k k u v v e te s a h ip ti a m a L o rd D e n y s , L o r d T y w in ’e,
s a ld ır ın ın ilk iş a re tin d e k ra lı ö ld ü r e c e ğ i h a b e r i n i g ö n d e r m iş ti.”
B r ie n n e
h ik â y e n in d e v a m ın ı h a tır la d ı.
“ K ral k u rta rıld ı,”
d e d i. “C e s u r B a rr is ta n o n u d ış a rı ç ık a r d ı.”
“Ç ı k a r d ı ,” d e d i ü s ta t. “ L o rd D e n y s , tu ts a ğ ın ı k a y b e d in c e ka­
p ıla rı açtı v e L o rd T y w i n ’in k asab ay ı a lm a s ın a iz in v e rm e k te n se
isy a n ı s o n la n d ır d ı. D iz ç ö k tü v e m e r h a m e t iç in y a lv a rd ı; kar­
d e ş le r i, a m c a la rı, k u z e n le r i, y a n i b ü t ü n s o y lu D a r k ly n le r gibiD a n t e l Y ılan c a n lı c a n lı y a k ıld ı a m a ö n c e , l o r d u k ö le y e çevirdiği
168
söylenilen dili ve g ö ğ ü sle ri k esildi, zavallı kadın. G ö lg eli V aji’nin yarısı hâlâ A ery s’in o n a ço k n azik d av ran d ığ ın ı sö y le r.”
“Ya H o llard lar?”
«M allarından ve m e d e n i h ak la rın d a n y o k su n b ırak ılıp y o k
edildiler,” d ed i ü sta t. “B u olay v u k u b u ld u ğ u n d a b e n H is a r’d a
zincirimi d ö v ü y o rd u m am a d u ru ş m a la rın ve cezaların kayıtla­
rını okudum . S ö r K âhya J o ıı H o lla rd , L o rd D e n y s’in kız k a rd e ­
şiyle evliydi ve k arısıyla b irlik te ö ld ü , yarı D a rk ly n o lan o ğ u lla ­
rı da öyle. R o b in H o lla rd y av erd i; kral esir alın d ığ ın d a, R o b in
onıın etrafında d a n s e d ip sak alın ı ç e k m işti, işk en ce se h p a sın d a
Öİdii. Sör S y m o n H o lla rd , k ralın firarı e s n asın d a S ö r B a rristan
tarafından ö ld ü r ü ld ü . H o lla r d la r ’ın ara z ile rin e el k o n d u , k ale­
leri yerle b ir e d ild i, k ö y leri ateşe v erild i. D a rk ly n le r’le b irlik te
Hollard H a n e d a n ı d a y o k e d ild i.”
“D oııtos d ış ın d a .”
“D oğru. G e n ç D o n to s , S ö r S y m o n ’ın ikizi S ö r S teffo n H o llard’ın o ğ lu y d u . S te ffo n , o la y la rd a n b irk aç yıl ö n c e ö lm ü ş tü ve
isyanda hiç ro lü y o k tu . A ery s b u n a ra ğ m e n D o n to s ’u n kafasını
alacaktı am a S ö r B a rrista n b a ğ ışla n m a sın ı istedi. K ral, k en d isi­
ni kurtaran ad am ı g eri ç e v ire m e d i ve D o n to s yaver olarak Kral
Toprakları’na g ö tü r ü ld ü . B ild iğ im kadarıyla b ir d ah a asla G ö l­
geli Vadi’ye d ö n m e d i, n e d e n d ö n s ü n d ii ki? B u ra d a n e arazisi,
ne kalesi, n e d e ak rab ası v a rd ı. E ğ e r D o n to s ve şu kuzeyli kız
bizim tatlı k ra lım ız ı ö ld iird ü le r s e , b a n a öyle g eliy o r ki k e n d ile ­
riyle adalet arasın a o la b ild iğ in c e fazla m esafe k o y m ak isteyecek­
lerdir. O n la rı E ski Ş e lıir’d e ya d a D a r D e n iz ’in k arşısında ara.
Onları D o r n c ’d a ya d a S u r ’d a ara. B aşka bir yere b ak .” Ü s ta t aya­
ğa kalktı. “K u z g u n la rım b e n i çağ ırıy o r. S ana iyi g ü n le r d ile rse m
beni affedersin u m a r ı m .”
H ana geri d ö n e n y o l, B o z K ale’ye g id e n y o ld an d ah a u z u n
göründü, belk i d e B r ie n n e r u h h âli y ü z ü n d e n böyle h isse tm işti.
Sansa S tark’ı G ö lg e li V a d i’d e b u lam ay acak tı, b u y e te rin c e açıktı.
% r Sör D o n to s , S a n sa ’yı, ü sta d ın d ü ş ü n d ü ğ ü gibi E ski Ş e h ir’e
ya da D ar D e n iz ’in k arşısın a g ö tü rd ü y s e B ric n n e ’in arayışı e p e y
“m utsuzdu. E s k i Ş e lıir ’de Sansa için ne var ? diye so rd u k e n d in e .
169
I Tstat onu tanım ıyor, H o lta rd ’ı tanıdığından fa z la değil. S a m a yabam
alarttı yanına gitm ez.
B rie n n e , K ral T o p r a k l a r ın d a S a ıısa ’n ın esk i H izm etçilerin ,
d e n b irin i b u lm u ş tu , k a d ın b ir g e n e le v d e ç a m a ş ırc ılık yapıyor­
d u . “ L eydi S a n sa ’d a n ö n c e L o rd R e ııly ’y e h i z m e t e ttim ve ikisi
d e v atan h ain i o l d u ,” d iy e sız la n m ış tı B re lla isim li k a d ın . “Şimdi
h iç b ir lo rd b e n i iste m e z , fa h iş e le rin ç a m a ş ırla r ın ı y ık a m a k zo­
r u n d a y ım .” A m a B rie n n e , S a n s a ’yı s o r d u ğ u n d a , “S ize d e Lord
T y w in ’e sö y le d iğ i şeyi sö y le y e c e ğ im ,” d e m iş ti B re lla . “ S ep te gi­
d e r ve m ü n a s ip b ir ley d i g ib i m u m l a r y a k a rd ı lâ k in h e m e n he­
m e n h e r g ece ta n rı k o r u s u n a k a ç a rd ı. K u z e y e g itti, g itti. O n u ıı
tatırtlart k u z e y d e .”
A m a k u z e y ç o k b ü y ü k tü v e B r ie n n e , S a n s a ’n ın , babasının
h an g i sa n cak b e y in e g ü v e n m e y e m e y le d e c e ğ in i b ilm iy o rd u .
Yoksa k endi kan ın ı aram ayı m ı tercih eder? K ız ın b ü t ü n k ardeşleri
k a tle d ilm işti am a S u r ’d a, G e c e N ö b e t ç i l e r i n e h i z m e t e d e n bir
am cası ve b ir p iç ağ ab ey i v a rd ı. D a y ıs ı E d m u r e T u ll y , İk iz le r’de
esird i am a a n n e s in in a m c a s ı S ö r B r y n d e n , N e h i r o v a ’yı tu tu ­
y o rd u . L eydi C a te ly n ’in k ız k a rd e ş i d e V a d i’y e h ü k m e d iy o r d u .
K a n , kam çağırır. S an sa a k ra b a la r ın d a n b ir in e k o ş m u ş olabilirdi.
A m a h an g isin e ?
S u r ç o k u z a k tı, b u n u n y a n ı sıra s o ğ u k v e k a s v e tli b ir yerdi.
Sansa, N e h ir o v a ’ya v a r m a k iç in , sa v a şın m a h v e ttiğ i n e h ir to p ­
ra k la rın ı ve L a n n is te r la r ’ın k u ş a tm a h a tla r ın ı g e ç m e k z o ru n d a
k alırd ı. K artal Y u v asi’n a g itm e k d a h a k o la y d ı v e L e y d i L ysa ab­
la sın ın k ız ın a h iç ş ü p h e s iz k u c a k a ç a rd ı.
ile rid e yo l k ıv rıld ı. B r ie n n e b ir şe k ild e y a n lış y ö n e sapm ıştı.
K e n d in i b ir ç ık m a z so k a k ta , ç a m u r l u b ir a v lu d a b u ld u . T aştan
in şa e d ilm iş alçak b ir k u y u n u n e tr a f ın d a ü ç d o m u z d o la ş ıy o r­
d u . D o m u z la r d a n b iri B r i e n n e ’i g ö r ü n c e b a ğ ır d ı v e k u y u d a n sıı
ç e k e n y aşlı b ir k a d ın ş ü p h e y le B r ie n n e ’e b a k tı. “N e istiy o rs u n ? ’
‘Y e d i K ılıç’ı a r ıy o r d u m .”
“G e ld iğ in y o ld a n d ö n . S e p tin y a n ın d a n so la s a p .”
“T e ş e k k ü r e d e r i m .” B r ie n n e k e n d i ay a k iz le r in i ta k ip etm e k
iç in g e ri d ö n d ü . B a şın ı ö n e e ğ m iş y ü r ü r k e n , k ö şe y i aceley le d ö ­
n e n b iriy le ç a rp ıştı. Y a b a n c ı, ç a r p ış m a n ın e tk is iy le k ıç ü s tii ça-
170
iTiıira düştü. “Ö z ü r d ile rim ,” diye m ırıldandı Brienne. Çarptığı
Jcişi sadece bir ço c u k tu ; d ü z ve u z u n saçlı, tek g ö zünün altında
arpacık olan cılız b ir delikanlı. ‘Y aralandın m ı?” B rienne, yer­
den kalmasına y ard ım e tm e k için elini uzattı am a çocuk to puk­
larının ve d irse k le rin in ü stü n d e sü rü n erek geri çekildi. U z u n
bir örgü zırh giy m işti ve sırtın daki kının içinde bir uzunkılıç
vardı ama ço cu k o n ya d a o n iki yaşından bü y ü k olam azdı. “Seni
tanıyor m u y u m ? ” diye so rd u B rienne. Y üzü tanıdık geliyordu
arııa Brienne o n u n e re d e n tan ıd ığını çıkaram ıyordu.
“Hayır. T a n ım ıy o rs u n u z . Siz hiç...” Ç o c u k ayağa kalktı.
“Be-beni bağışlayın ley d im . B ak m ıy o rd u m . Yani bakıyordum ,
ama aşağı. Aşağı b a k ıy o rd u m . A yaklarım a.” Telaşlı bir hâlde ar­
kasını d ö n d ü ve k o şa rak uzaklaştı.
Çocuktaki b ir şey ler ş ü p h e u y an d ırm ıştı am a B rienne, G öl­
geli Vadi’n in so k a k ların d a ç o cu ğ u kovalam ayacaktı. B u sabah,
kapıların dışında, onu orada gördüm , diye hatırladı. Alaca bir at sü­
rüyordu. Ç o c u ğ u b aşk a b ir y erd e daha g ö rm ü ştü sanki am a ne­
rede?
Brienne, Y edi K ılıç’ı te k ra r b u ld u ğ u n d a h an ın ortak salonu
kalabalıktı. A teşin y a n ın d a d ö r t rahibe o tu ru y o rd u , cübbeleri
yol y ü zü n d en lekeli ve to z lu y d u . D iğer yerlerdeki sıraları yöre
halkı d o ld u rm u ş tu , sıcak yen g eç yahnisiyle do lu kâselere ek­
mek parçaları b a n ıy o rla rd ı. Y em eğin k o kusu m idesini guruldat­
tı ama B rien n e b o ş b ir y er g ö rem ed i. S onra, arkasından gelen
bir ses, “L ey d im , g elin , b e n im y erim i alın,” dedi. A dam sıradan
kalkana kadar, B rie n n e o n u n b ir cüce o ld u ğ u n u fark etm edi.
Küçük ad am ın b o y u b ir b u ç u k m etre bile değildi. B u rn u d a­
marlı ve y uvarlaktı. D işle ri ekşi yaprak y ü z ü n d e n kırm ızıydı.
Adam, kutsal k a rd e şle rin k ah v erengi y ü n cü b b elerin d en b irin i
giymişti, kalın b o y n u n d a n D e m irc i’n in çekici sarkıyordu.
‘Y eriniz sizde k alsın ,” ded i B rienne. “B en de sizin kadar
ayakta d u ra b ilirim .”
“Evet. A m a b e n im b aşım tavana çarpacak kadar yüksek d e ­
ğil” C ü cen in aksam kabaydı fakat konuşm ası nazikti. B rien n e,
adamın kafasının ü s t k ısm ın d ak i yuvarlak kelliği g örebiliyordu,
^ ts a l kard eşlerin ço ğ u b aşlarını b u şekilde tıraş ederdi. B ir
zamanlar Rahibe Roella, kutsal kardeşlerin, Baha’dan saklaya^
cak bir şeyleri olmadığını göstermek için başlarını böyle tıraş
ettiğini söylemişti. “ Baba saçların altını görem iyor mu?” diye
sormuştu Brienne. Nasıl da aptalca bir soru. Brienne geç anlayan
bir çocuktu; Rahibe Roella sık sık bunu söylerdi. Brienne şim.
di de kendini bir aptal gibi hissediyordu, küçük adamın yerine
oturdu, bir el işareti yaparak güveç istedi ve cüceye teşekkür
etmek için döndü. “ Gölgeli V adi’deki bir kutsal eve mi hizmet
ediyorsunuz kardeşim ?”
Elindeki ekm ek parçasını kem irerek, “ Bakire Havuzu’na ya­
kındı lâkin kurtlar evim izi yaktı leyd im ,” diye cevap verdi adam.
“Elimizden geldiğince tamir ettik, sonra bazı paralı askerler gel­
di. Kim in adamları olduklarını bilm iyorum ama domuzlarımızı
aldılar ve kardeşlerimi öldürdüler. Ben bir ağaç kovuğuna sak­
landım ama ötekiler fazla iriydi. O nları göm m ek çok vaktimi
aldı ama Dem irci bana kuvvet verdi. O iş bittiğinde, yaşlı bir
kardeşin toprağa göm düğü sikkeleri aldım ve tek başıma yola
düştüm.”
“ Kral Toprakları’na giden başka kardeşlerle de karşılaştım.”
“Evet, yollarda yüzlercesi var. Sadece kardeşler değil. Rahipler ve halktan insanlar da var. H epsi serçe. Ben de bir serçe
|
|
İ
I
1
?
I
İ
1
I
g
olabilirim. D em irci beni yeterince küçük yaratm ış.” Adam kı­
kırdadı. “ Peki sizin hüzünlü hikâyeniz nedir leydim ?”
“ Kardeşimi arıyorum . Soylu bir kız, sadece on üç yaşında,
mavi gözlü ve kızıl saçlı bir bakire. O n u bir adamla birlikte yol­
culuk ederken görm üş olabilirsiniz. B ir şövalyeyle, belki de bir
soytarıyla. O nu bulm am a yardım eden adama altın vereceğini.
“Altın?” Kardeş, kırmızı dişleriyle B rien n e’e gülümsedi. “Şu
yengeç yahnisinden bir kâse benim için yeterli ödül olurdu h' |
kin size yardım edemem. Pek çok soytarıyla karşılaştım a r n a g û '
zel bakireler o kadar çok değildi.” Başını yana eğdi ve bir a n dik
şündü. “ Şimdi düşününce, Bakire H avuzu’nda bir soytarı vardıKirli paçavralar giymişti ama kirin altından soytarı k ıy a f e t le r im *1
alacalı renkleri görünüyordu.”
Dontos Hollard soytarı kıyafeti mi giymişti? Kimse Brienne’e ada
mın soytarı kıyafeti giydiğini söylememişti... ama g iy n ıe d iğ 1111
söylem em işlerd i.
Fakat adam neden paçavraların içinde ol-
1 ıdu? Kral
T opraklarından kaçtıktan sonra onun ve Sansa’nın
başına bir talihsizlik m i gelm işti? Yollar bu kadar tehlikeliyken
gayet m üm kündü. Bahsettiği adam Dontos bile olmayabilir. “Şu
soytarının kırınızı ve damarlı bir burnu m u vardı?”
“Bu konuda y em in ed em em . İtiraf ediyorum ki adama pek
dikkat etmedim. K ardeşlerim i göm dükten sonra, beni Kral
y o p r a k la r fn a götürecek bir gem i bulm ak umuduyla Bakire
H a v u z u n a gittim. Soytarıyı ilk kez rıhtımlarda gördüm. Bir
şey lerd en gizleniyorm uş gibi bir hâli vardı ve Lord Tarly’nin
a sk e r le r in d e n uzak durm aya çalışıyordu. Daha sonra onunla
tekrar karşılaştım, K ok u şm u ş Ö rd ek ’te.”
“Kokuşmuş Ö rdek?” d ed i B rienne şüpheyle.
“Berbat bir yer,” d iye itiraf etti cüce. “ Lord Tarly’nin adam­
ları Bakire H avuzıı’ndaki lim anda devriye geziyor ama Kokuş­
muş Ördek her zam an d en izcilerle dolu. Ve denizciler gemile­
rine kaçak adam alırlar, yeter ki istedikleri fiyat olsun. Şu soytarı,
DarDeniz’in karşısına g eç m ek için üç kişilik yer arıyordu. Onu
sık sık orada, kadırgaların kürekçileriyle konuşurken gördüm.
Ara sıra komik şarkılar sö y lü y o rd u .”
“Öç kişilik yer? İki d eğil?”
“Uç, leydim. B una dair Y edi üstüne yem in edebilirim.” Üç,
diye düşündü B rienne, Sansa, Sör Dontos... peki üçüncü kim?İblis
'"i? “Şu soytarı, bir gem i buld u m u?”
Bilemem,” dedi cüce, “ama bir gece, Lord Tarly’nin asker­
d i onu aramak için Ö rd ek ’e geldi. Birkaç gün sonra, başka bir
karnın, bir soytarıyı soytarı ettim, diye böbürlendiğini duydum,
^datn sarhoştu ve herkese bira ısmarlıyordu.”
Soytarıyı soytarı ettim ,” dedi Brienne. “Bununla ne kastedlyordu?”
dikmem. Ama adamın adı Cevval D ick’ti, işte bunu hal'B'yorum.” Cüce ellerini iki yana açtı. “Korkarım size verebieceklerim bunlardan ibaret, küçük bir adamın dualarının yanı
sira »
is Br'enne sözüne sadık kaldı ve adama bir kâse yengeç yahnisi
harladı... bir kadeh şarap ve bir parça sıcak ekmekle birlikte.
Adam Briennc’in yanında yem eğini yerken, Brienne onun söy
lediklerini düşündü. İblis, Sansa ve D ontos’a katılmış olabilir
Eğer Sansa’nın ortadan kayboluşunun arkasında Dontos değij
de Tyrion Lannister varsa, D ar D en iz’in karşısına kaçmak iste.
meleri akla yakın olurdu.
Küçük adam yengeç yahnisini bitirdiğinde, Brienne’in kâse­
sinde kalanı da bitirdi. “ Daha çok yem elisin iz,” dedi Brienne’e
“ Sizin kadar iri bir kadın, gücünü yüksek tutmalı. Bakire Havu­
zu çok uzakta değil ama yol bu günlerde çok tehlikeli.”
Biliyorum. Sör C le o s’un öldüğü ve B rien n e ile Sör Jaime’nin
Kanlı O yuncular tarafından esir alındığı yol, o yoldu. Jaime beni
öldürmeye çalıştı, diye hatırladı B rien n e, amagiiçsiiz ve zayıftı, bilek­
lerinde de zincirler vardı. Bun a rağm en başarm asına ramak kalmış­
tı. Fakat Z ollo, Ja im e ’nin elini kesm eden önceydi bu. Eğer Sör
Jaim e, Brienne’in kendi ağırlığınca safir ettiğini söylemeseydi,
Zollo, Rorge ve Shagw ell, B rie n n e ’e elli kez tecavüz ederlerdi.
“Leydim ? Ü zgü n görün üyorsu nu z. K ardeşinizi mi düşünü­
yorsunuz?” C ü ce, B rien n e’in eline hafifçe vurdu. “Yaşlı Hatun
kardeşinize giden yolu aydınlatacak, sakın korkmayın. Bakire
onu güvende tutacak.”
“ Haklı olmanız için dua ed iyo ru m .”
“ H aklıyım .” C ü ce reverans yaptı. “ Lâkin artık yola koyulma­
lıyım. Kral Toprakları’na kadar uzun bir yo lu m var.”
“ Bir atınız var mı? B ir katırınız?”
“ İki katırım var.” K ü çü k adam güldü. “ İşte buradalar, uy­
luklarımın altında. Beni nereye istersem götürüyorlar.” Tekrar
reverans yaptı ve her adımda sallanarak kapıya doğru y ü rü d ü .
Adam gittikten sonra Brienne masada kaldı, bir kadeh şarap­
la oyalandı. Sık sık şarap içm ezdi ama arada bir midesini yatış­
tırmak için yudum lardı. Peki nere)’e gitm ek istiyorum? diye sordu
kendine. Kokuşmuş Ördek diye anılan bir yerde Cevval Dick tstıd1
birini aramak için Bakire Havuzu*na mı?
Brienne, Bakire H avuzu’nu son gördüğünde, kasaba bir ıs
sızlıktan ibaretti. Kasabanın lordu kalesine kapanmıştı, kasaba
lılar ölm üş ya da kaçmıştı. Brienne yanmış evleri, boş c a d d e k fl
ve kırık kapıları hatırladı. Vahşi köpekler Brienne ve diğerler»
ıtLırınıtî peşinde dolaşm ıştı. Kasabaya adını veren havuzun
11,11 |c yüzen şişmiş cesetler, devasa su zambakları gibi görül\. ,orciu. /ilime, “H avuzdaki A ltı B akire”yi söylemişti ve ona sessiz
!//l//N !(ll! Y a v a n lığ ım d a b a n a gülmüştü. Şim di Randyll Tarly de
g.,jare H avıızıfııdaydı; B rie ııııe’in kasabadan uzak durması için
lıir s e b e p dalıa. M artı Kasabası’ııa ya da Beyaz Lim an’a giden
bir diniye binm ek daha iyi olurdu. AsUnda ikisini de yapabilirim.
Ö n c e Kokuşmuş Ö rdek'e gidip Cevval D ic k le konuşurum, sonra da
f a k i r e Havuzu'uda beni u za k kuzeye götürecek bir gemi bulurum.
Ortak salon boşalm aya başlam ıştı. Brienne bir ekm ek par­
çasını ikiye böldü, d iğer m asalardaki konuşm aları dinledi. İn­
san ların çoğu Lord T y w in L aıın ister’ ın ölüm ünd en bahsediyor­
du. “Öz oğlu tarafından ö ld ü rü lm ü ş,” d iyordu yerli bir adam,
görünüşüne bakılırsa bir ayakkabı tam ircisiydi. “ Şu habis cüce
yapmış.”
uVe kralımız bir ç o c u k ,” dedi dört rahibenin en yaşlısı. “ O
reşit olana kadar diyarı kim yö n ete cek ?”
“Lord T y w in ’in kard eşi,” dedi bir m uhafız. “ Lord T yrell ya
da Kral Katili de y ö n e te b ilir.”
“0 olmaz,” diye d u yu rd u hancı. “ O yem in bozan olm az.”
Ateşe tükürdü. B rien n e elin deki ekm eği bıraktı ve pantolonun­
daki kırıntıları tem izledi. Y eterin ce d u ym u ştu .
0 gece rüyasında y in e R e n ly ’ nin çadırında olduğunu gördü.
Bütün mumlar sön ü yo rd u ve hava çok soğuktu. Y eşil karanlığın
tçınde bir şey hareket ed iyo rd u , tiksindirici ve korkunç bir şey
^lzh krala doğru gid iyord u . B rie n n e kralı korum ak istedi ama
kolları ve bacakları kaskatıydı, elini kaldırm aya bile hâli yoktu,
^ölge kılıç, yeşil çelikten yap ılm ış bo yu n zırhını kestiğinde ve
an Boşalmaya başladığında, B rien n e, ölen kralın R en ly değil
lrne Lannister old u ğu n u gö rd ü; Ja im e ’yi yarı yolda bırakm ıştı.
Kumandanın kardeşi on u ortak salonda buldu. B rienne, içine ÜÇÇİğ yumurta katılm ış ballı süt içiyordu. Kadın yeni boyankalkanı gösterdiğinde, “ Ç o k güzel yap m ışsın ,” dedi B rien e- Kadının yaptığı şey m ünasip bir armadan çok bir resim di.
r|e n n c
uzun yıllar öncesine, babasının silahhanesinin serin
aranlığma götürdü. Brienn e, yeşil ağaç yapraklarının üstünde175
ki ve kayan yıldızın patikasındaki çatlak boyanın üstünde par
m ak uçlarını gezdirişini hatırladı.
Kum andanın kardeşine, anlaştıkları fiyatın yarı kat fazlası^
ödedi. H anın aşçısından sert ekm ek, p eyn ir ve un aldıktan sonra kalkanını sırtına astı ve handan ayrıldı. Kasabayı kuzey kapı,
sından terk etti. K urtlar’ın G ö lg e li V ad i’ye saldırm asıyla başla,
yan m ücadelenin en yo ğu n yaşandığı arazilerin ve çiftliklerin
arasında ağır ağır yol aldı.
Lord Randyll T arly, K ral Jo ff r e y ’nin ord u su n u komuta et­
mişti. O rdu batıklardan, fırtına topraklarından gelen adam­
lardan ve M en zil şövalyelerin d en o lu şu yo rd u . Lordun burada
ölen kendi adam ları, G ö lg e li V a d i’nin basam aklarının altındaki
kahraman lahitlerinde yatm ak üzere duvarların içine taşınmıştı.
Sayıları çok daha fazla olan ku zeyli ölü ler, deniz kenarındaki
um um i m ezarlığa gö m ü lm ü ştü . Z a fe r sahipleri, kuzeylilerin
istirahatgâhlarını işaretleyen taş y ığın ların ın üstüne, kabaca
yontulm uş ahşap bir levha dikm işti. B U R A D A K U RTLAR
Y A T IY O R . B rien n e d u rd u ve on lar için sessiz bir dua okudu.
Catelyn Stark, leyd inin oğlu R o b b ve onlarla birlikte ölen bü­
tün adamlar için de.
Leydi C atelyn ’in, gü ven de olm aları için K ışyarı’nda bırak­
tığı iki küçük oğlu nu n ö ld ü ğ ü n ü öğren diği geceyi hatırladı.
Brienne bir şeylerin korkun ç şekilde ters gittiğini anlamıştı.
Leydi C atelyn ’e, oğullarıyla ilgili bir haber alıp almadığını sor­
muştu. “ Benim R o b b ’dan başka oğlu m y o k ,” diye cevaplamıştı
kadın. Karnına bir bıçak saplanm ış gibi konuşm uştu. Brienne,
teselli etm ek için m asanın karşısına uzanm ıştı ama parmakları
parmaklarına değm eden, leydinin geri çekileceğinden korkup
duraksamıştı. Leydi Catelyn, avuçlarındaki hançer izlerini gös­
term ek için ellerini açmıştı. Sonra kızlarını anlatmaya başla­
mıştı. “ Sansa küçük bir leyd iydi,” dem işti, “ daima çok zarifti ve
insanları m em nun etmeye hevesliydi. Şövalyelerin kahramanlık
hikayelerini severdi. Benden çok daha güzel bir kadın olacak,
bunu görm ek çok kolay. Saçlarını sık sık kendim tarardım. Kjz 1^
saçları var, gür ve yum uşak... saçlarındaki kırm ızılık meşalelerin
ışığında bakır gibi pırıldar.”
176
er
^rya’d1111
bahsetmişti, küçük kızından. Arya kayıptı, bü^j|]tjnıalk ölmüştü. Ama Sansa... Leydi Catelyn’in huzursuz
^ jjn e , onu bulacağını leydim, diye yem in etti Brienne. Ara^¡kuvı asla vazgeçmeyeceğim. Gerekirse hayatımdan, onurumdan,
f i n d e n vazgeçeceğim ama onu bulacağım.
Muharebe meydanının ötesinde yol sahil kenarından ilerlirdu, k i r e ç t a ş ı n d a n alçak tepelerle gri yeşil denizin arasından
.byordu. Brienne yoldaki tek yolcu değildi. Kıyı şeridinde fer­
boyunca balıkçı köyleri vardı ve balıkçılar balıklarını pa­
götürmek için bu yolu kullanırdı. Brienne bir balıkçı kadın
ve k ız la r ın ın yanından geçti. A nne ve kızlar, omuzlarındaki boş
sepetlerle evlerine dönüyorlardı. Yüzünü görene kadar, zırhı­
nın iç in d e k i Brieııne’i bir şövalye sandılar. Kızlar fısıldaşarak
B rienııe’e baktı. “Yolda 011 üç yaşında bir kız gördünüz mü?”
diye sordu Brienne. “Mavi gözlü, kızıl saçlı, soylu bir bakire.”
Sör Shadrich onu uyarmıştı ama Brienne denem eye devam et­
mek zorundaydı. “Bir soytarıyla birlikte yolculuk ediyor olabi­
lir.” Fakat kızlar sadece başlarını iki yana salladılar ve ağızlarını
elleriyle örtüp kıkırdadılar.
Gittiği ilk köyde, çıplak ayaklı çocuklar Brienne’in atıyla bir­
likte koştular. Balıkçı kızların kıkırdamalarına içerleyen Brien­
ne miğferini takmıştı, bu yüzden çocuklar onun bir erkek oldu­
ğunu sandılar. İçlerinden biri B rienne’e istiridye satmaya çalıştı,
bri yengeç, diğeri de kız kardeşini.
Brienne, ikinci çocuktan üç yengeç aldı. Köyden ayrıldığın­
dayağmur yağmaya başladı, rüzgâr da çıkmıştı. D enize bakarak,
fama geliyor, diye düşündü. M iğferine vuran yağmur damlaları
yüzünden kulakları çınlıyordu ama denizdeki bir teknede ol­
maktan iyiydi bu.
Kuzeye doğru bir saat gittikten sonra, devrik taşlardan olu^anve küçük bir kalenin yıkıntılarını belli eden taş yığınlarında,
V °1 i k i y e ayrıldı. Sağdaki yol, sahil şeridini takip ediyordu; babardan ve çam ormanlarından ibaret kasvetli bir yer olan
rıkpençe Burnu’na doğru uzanıyordu. Soldaki yol ise tepele’ tarlaların ve ormanların içinden geçerek Bakire Havuzu’na
'yordu. Yağmur iyice şiddetlenmişti. Brienne atından indi ve
a h l a r
z a r a
177
y ık ın tıla rın ar.ısııı.ı sığ ın m a k için k ıs ra ğ ım y o l k e n a r ın a y ü rü t­
tü . K ale d u v a r la rın ın ro ta sı; b ö ğ ü r tle n ç a lıla r ın ın , y a b a n i otla­
rın v e k araağ açların a ra sın d a lıâlâ a y ır t e d il ir d u r u m d a y d ı ama
d i n a r l a r ı o lu ş tu r a n taşla r, b ir ç o e u ğ ıu ı k ü p şe k illi oyuncakları
m isa li etrafa sa ç ılm ıştı, B u n u n la b ir lik te , a n a k a le n in b ir kıs­
m ı hâlâ ay ak tay d ı. K a le n in ü ç ü z k u le le r i, y ık ık d u v a r l a r gibi gri
g r a n itte n y a p ılm ıştı a m a m a z g a llı s ip e r le r s a rı k u m ta ş ın d a n inşa
e d ilm iş ti. Y a ğ m u ru n iç in d e n k u le le r e b a k a r k e n , üç taç, d iy e fark
e tti B rie ıın e . U ç alîm taç. B u b ir 1 I o lla rd k a le s iy d i. B e lk i d e Sör
P o ı ı t o s b u ra d a d o ğ m u ş tu .
B rie ıın e , k ısrağ ın ı taş y ığ ın la r ın ın a r a s ı n d a n y ü r ü te r e k ka­
le n in ana g iriş in e d o ğ r u ile rle d i. K a p ıd a n g e r iy e s a d e c e paslı
m e n te ş e le r k a lm ıştı a m a çatı h â lâ y e r iııd e y d i v e iç e ris i k u ru y ­
d u . B rie n ııe a tın ı b ir d u v a r a p liğ in e b a ğ la d ı, m iğ f e r i n i çık ard ı ve
sa çların ı salladı. Y ak laşan b ir a tın s e s in i d u y d u ğ u n d a ateş yak­
m a k için k u rıı d a lla r a r ıy o rd u . İ ç g ü d ü s e l o la r a k g ö lg e le r in içine,
y o ld a n g ö rü le m e y e c e ğ i b ir y e r e ç e k ild i. B u y o l, o n u n ve Sör
J a im e 'n iıı es ir alın d ığ ı y o ld u . B r ie ıın e a y n ı şe y i t e k r a r yaşam aya
n iy etli d eğ ild i.
B in ici u fak te fe k b ir a d a m d ı. O n u ilk g ö r d ü ğ ü n d e . D e li Fare ,
d iy e d ü ş ü n d ü B rie ıın e . N a s ıl olm uşsa b e n i ta b ip etm iş. E lin i kılı­
c ın ın k a b z a sın a g ö tü r d ü ve S ö r S h a d r ic l ı’in , o n u s a d e c e kadın
o ld u ğ u için k o lay b ir lo k m a s a n ıp s a n m a y a c a ğ ın ı m e r a k etti. Bir
z a m a n la r L o rd G r a ııd is o ıı’ın k ale k u m a n d a n ı b u h a ta y ı yap­
m ıştı. K u m a n d a n ın adı H u m f r e y W a g s ta fF tı; a l t m ış b e ş yaşın­
d a g u r u r lu ve yaşlı b ir a d a m d ı, k e m e r li b ir b u r n u v e lekeli bir
kafası v ard ı. N iş a n la n d ık la rı g ü n , B r i e ı ı n e ’i u y a r m ı ş v e ondan
m ü n a s ip b ir k ad ın g ib i d a v r a n m a s ın ı b e k l e d iğ in i söylem işti.
“L eydi k a rım ın e rk e k z ır h ı iç in d e h o p la y ıp z ıp la m a s ın a m üsa­
a d e e tm e m . B u k o n u d a b a n a ita a t e t m e l is in , a k si ta k d ir d e seni
c e z a la n d ırm a k z o r u n d a k a lır ım .”
B rie ıın e o n altı y a ş ın d a y d ı v e k ılıç la ra y a b a n c ı d e ğ ild i ama
a v lu d a k i m a h a r e tin e ra ğ m e n h â lâ u ta n g a ç tı. N a s ıl o ld u y s a , Sör
H u m f r e y ’e, sa d ece o n u y e n e b ile c e k b i r a d a n ı ta r a f ın d a n ceza­
la n d ırılm a y ı k ab u l e d e c e ğ in i sö y le y e c e k c e s a r e ti b u l m u ş t u . Yaş­
lı şö v aly e ö fk e d e n m o r a rm ış tı a m a k a d ın ın a h a d d in i bild irm ek
17H
için zırh k u şa n m ay ı razı o lm u ş tu . K ö reltilm iş tu rn u v a silahla-
nyladöviişm üşlerdi, y an i B r ie n n e ’in g ü r z ü n ü n d ik en leri y o k tu ,
gricnne, S ör I Iu m fr e y ’n in k ö p r ü c ü k k e m iğ in i ve iki k ab u rg ası­
nı kırmıştı, n işa n b o z u lm u ş tu . Yaşlı şövalye, B rie n n e ’in ü ç ü n c ü
ve son m ü stak b e l k o casıy d ı. B abası b ir d ah a ısrar e tm e m işti.
Eğer p eşin d e d o la ş a n kişi S ö r S h a d ric h ise, B rie n n e d ö v ü ş-
nıek zo ru n d a k alacak tı. A d a m la o rta k o lm ay a ya da o n u n S ansa’nın p eşin d en g itm e s in e iz in v e rm e y e n iy eti y o k tu . Silah k u l­
lanmaktaki maharetinden kaynaklanan bir kibri var, diye d ü ş ü n d ü ,
ama ufak tefek bir adanı. B e n im m enzilim daha geniş ve büyiik ihti­
malle ondan daha giiçlüyütn.
B ütün şö v a ly eler k a d a r g ü ç lü y d ii ve B r ie n n e ’in eski silah
ustası, o n u n o c ü s se d e k i b ir k a d ın ın h a k e tm e y e c e ğ i k adar h ız ­
lı old uğunu sö y le rd i. T a n r ıla r o n a tak at d e v e rm işti, S ö r G o o ­
dwin b u n u n b ü y ü k b ir a rm a ğ a n o ld u ğ u n u d ü ş ü n ü r d ü . Kılıç ve
kalkanla d ö v ü ş m e k y o r u c u b ir işti ve zafer g e n e llik le e n daya­
nıklı olana g id e rd i. S ö r G o o d w in , B r ie n ııe ’e ih tiy a tlı d ö v ü şm e y i
öğretmişti. B rie n n e g ü c ü n ü m u h a fa z a e d e rk e n , d ü ş m a n la rın ın
öfkeli ataklarla k e ııd ı g ü ç le rin i tü k e tm e s in e izin v e rm e liy d i.
“Erkekler se n i h e r z a m a n h afife a lacak ,” d e rd i şövalye, “ve g u ­
rurları y ü z ü n d e n se n i ç a b u c a k y e n m e y e çalışacaklar, b ir k ad ın
tarafından fen a h â ld e s ın a n d ık la r ın ın sö y le n m e s in i is te m e y e ­
cekler.” B rie n n e b u s ö z le rin d o ğ r u lu ğ u n u g e rç e k d ü n y a y a a d ım
atar atm az ö ğ r e n m iş ti. B a k ire H a v u z u ’n u n y a k ın ın d a k i o r m a n ­
da, Jam ie L a n n is te r b ile o n a ay n ı şe k ild e sa ld ırm ıştı. E ğ er ta n r ı­
lar m erh a m e tliy se , D e li F a re d e ay n ı h atay ı y ap ard ı. Tecrübeli bir
şövalye olabilir, d iy e d ü ş ü n d ü B r ie n n e , ama o ja in ıe L ann ister değil.
Kılıcını k ın ın d a n ç ık a rd ı.
Fakat y o lu n çatallaştığ ı y e rd e d u ra k sa y a n , S ö r S h a d ric ’in k ı­
zıl süvari atı d e ğ il, s ırtın d a cılız b ir o ğ la n taşıyan alacalı b ir b in e k
atıydı. B rie n n e h a y v a n ı g ö r d ü ğ ü n d e şa şk ın lık la g eri ç e k ild i. S a ­
dece bir çocuk, d iy e d ü ş ü n d ü , s o n ra ç o c u ğ u n b a ş lığ ın ın a ltın d a k i
suratı g ö rd ü . B u G ö lg eli V a d i’deki çocuk, bana çarpan.
Ç o c u k y ık ık k aley e h iç b a k m a d ı; ö n c e sağdaki s o n r a d a s o l­
daki yola g ö z attı. B ir a n lık te r e d d im in a r d ın d a n a tım te p e le r e
doğru çev ird i v e ağ ır ağ ır ile rle d i. B rie n n e , y a ğ m u r u n iç in d e
179
kaybolan çocıığıı izledi ve aniden aynı ço cu ğ u R osby’de de gör
d ü ğ ü n ü hatırladı. B eni takip ediyor, diye fark etti, ama bu iki kişinin
oynayabileceği bir oyun. Kısrağını çözdü, tekrar ey erine tırmandı ve
ço cu ğ u n peşinden gitti.
Ç o c u k at sürerken yere bakıyordu, suyla d o lan tekerlek izleri­
ni seyrediyordu. Y ağm ur, B rie n n e ’in yaklaşm a sesini yumuşattı
hiç şüphesiz çocuğun kafasındaki başlığın da yardım ı vardı; Bri­
çim e binek atının yanm a gelip u z ıın k ıh cm m d ü z tarafıyla hayva­
n ın sağrısına vurana kadar ço cu k bir kez o lsu n arkasına bakmadı.
At şahlandı ve cılız çocuk havalandı, p elerin i b ir çift kanat gibi
çırpındı. Ç o c u k çam u ru n içine d ü ştü , pisliğe b u lan m ış ve diş­
lerinin arasına ölü otlar girm iş hâlde d o ğ rııld ıığ u n d a, tepesinde
B rien n e’i b uldu. Aynı çocuk o ld u ğ u n a hiç şü p h e yoktu. Brienne
arpacığı fark etti. “K im sin?” diye so rd u .
Ç o c u ğ u n ağzı ses çıkarm adan h arek et etti. G ö zleri yumurta
kadar büyüktü. Sadece, “P o ,” d em eyi başarabildi. “P o .” Çocuk
titrerk en ö rgü zırhı şıngırdadı. “Po. P o .”
“L ütfen?” dedi B rienne. “ Lütfen m i d iy o rsu n ? ” Kılıcının ucu­
nu çocu ğ u n boğazına dayadı. “L ütfen b an a k im o lduğunu ve
beni n ed en takip ettiğini söyle.”
“P o -p o .” Ç ocuk, parm ağını ağzına so k tu ve b ir topak çamur
çıkarıp tü k ü rd ü . “P o -p o -P od. B e n im ad ım . P o -p o -Podrick. Payn e .”
B rien n e kılıcını indirdi. Ç o c u ğ a acım ıştı. A kşam giineşi’ndeki b ir g ü n ü hatırladı; elinde b ir gül olan g en ç şövalyeyi. Giilii
bana vermek için getirmişti. Ya da rah ib e öyle o ld u ğ u n u söylemişti.
B rie n n e ’in yapm ası gereken tek şey, g enç şövalyeyi babasının ka­
lesine b u y u r etm ekti. D elikanlı o n sekiz yaşındaydı, u zu n kızıl
saçları o m u zların a d ö k ü lü y o rd u . B rie n n e o n iki yaşındaydı, be­
d e n kısm ı lâl taşlarıyla pırıldayan yeni b ir elb ise n in içine sıkış­
m ıştı. Şövelyeyle aynı boydaydı am a ne d e lik an lın ın gözlerine
bak ab ilm iş ne de rah ib en in öğrettiği basit sözleri söyleyebilm işi1Sö rR o nn et, babamın kalesine hoş geldiniz. Sonunda
yü z ü n ü z ü
görmek
giizel.
“B eni n ed en takip ed iy o rsu n ?” diye so rd u çocuğa. “Beni gö­
ze tle m e n m i em red ild i? V arys’e veya kraliçeye m i aitsin?”
18Ü
“Hayır- İkisi de değil. K im se değil.”
B rienne ç o cu ğ u n o n yaşında o ld u ğ u n u d ü şü n d ü am a ço­
cukların yaşlarını ta h m in e tm ek te berbattı. H er seferinde ger­
çek yaşlarından d ah a k ü ç ü k o ld u k larını zannederdi. Belki de
bunun sebebi, k e n d is in in h e r d aim yaşına göre iri olm asıydı.
Korkunç iri, d erd i R ah ib e R oelle esk iden, ve erkeksi. “Bu yol yal­
nız bir çocuk için ç o k te h lik e li.”
“Bir yaver için değil. B en o n u n yaveriyim . El’in yaveri.”
“Lord T y w in ’in ?” B rie n n e kılıcını kınına soktu.
“Hayır. O E l’in değil. O n d a n önceki. O ğlu. M ücadelede
onunla birlikte d ö v ü ş tü m . ‘Yanm adam l Yarımadam1.' diye bağır­
dım.”
İblis’itı yaveri. B rie n n e , İb lis’in b ir yaveri o ld u ğ u n u bile bil­
miyordu. T y rio ıı L a n n iste r şövalye değildi. Birkaç hizm etkârı,
bir uşağı ve b ir k ad eh taşıyıcısı o lm ası beklenebilirdi. A m a bir
yaver? “Beni n e d e n tak ip e d iy o rsu n ? ” diye sordu. “N e istiyor­
sun?”
“O nu b u lm a k .” Ç o c u k ayağa kalktı. “O n u n leydisini. Siz
onu arıy o rsu n u z. B rella söyledi. O , o n u n karısı. Brella değil,
Leydi Sansa. D ü ş ü n d ü m ki, siz leydiyi b u lu r s a n ız ...” Ç o c u ğ u n
yüzü ızdırapla çarp ıld ı. Y ü z ü n d e n y ağ m u r sü z ü lü rk en , “Ben
onun yaveriyim ,” diy e tek rar etti ço cuk, “am a o beni terk etti”
SANSA
E sk id en , Sansa k ü ç ü k b ir k ızk en , g e z g in b ir şarkıcı yarım
yıl b o y u n ca K ışyarı’nda kalm ıştı. B eyaz saçları v e rü z g â r yanığı
yanakları olan yaşlı b ir ad am d ı. Ş ö v aly eler, m a c e ra la r ve güzel
leydiler hak k ında şarkılar sö y le rd i. Ş ark ıcı o n la r d a n ayrıldığında
Sansa acı acı ağlam ış ve bab asın a a d a m ı g ö n d e r m e m e s i için yalvarm ıştı. “A dam bildiği b ü tü n şark ıları ü ç e r k ez ç a ld ı,” demişti
L ord E d d ard nazikçe. “O n u zo rla b u ra d a tu ta m a m . Lâkin ağ­
lam ana gerek yok. Söz v e riy o ru m , b aşk a şa rk ıc ıla r d a gelecek.”
A m a g elm em işlerd i, b ir yıl ya d a d a h a u z u n b ir zam an . San­
sa, sep tte Y edi’ye ve y ü re k ağacın d a eski ta n r ıla ra d u a etm iş, on­
lardan yaşlı adam ı geri g e tirm e le rin i is te m iş ti, g e n ç ve yakışıklı
başka bir şarkıcı g ö n d e rm e le ri d a h a da iyi o lu r d u . F ak at tanrılar
hiç cevap v erm em işti ve K ışy a n ’n ın sa lo n la rı se ssiz kalm ıştı.
Am a Sansa o z am an lar k ü ç ü k ve ap tal b i r ç o c u k tu . Şimdiyse
on üç yaşında çiçek açm ış b ir g e n ç k ızd ı. B ü tü n g eceleri şarkı­
larla d o lu y d u ve g ü n d ü z le ri se ssiz lik iç in d u a e d iy o r d u .
E ğer K artal Yuvası d iğ e r k a le le r g ib i in şa e d ilm iş olsaydı, ölü
ad am ın şarkılarını sadece fa re le r ve g a r d iy a n la r d u y a r d ı. Zindan
duvarları, h em şarkıları h e m d e ç ığ lık la rı b o ğ a c a k kadar kalın
o lu rd u . Fakat gö k y ü zü h ü c r e le r in in d u v a r la rı h a v a d a n ibaretti;
ö lü ad am ın çaldığı h e r ak o r, D e v in M ız r a ğ ı’ııın taşlı om uzla­
rın d a y an k ılan m ak ü z e re ö z g ü rc e u ç u y o r d u . V e a d a m ın seçtiği
şa rk ılar... adam E jd e rh aların D a n s ı, g ü z e l J o n q u i l ile soytarısı,
Eski T aş’ın J e n n y ’si ve P re n s E jd e rk a n a t h a k k ın d a şark ılar söy­
lü y o rd u . İh an etler, e n b e te r c in a y e tle r, a s ılm ış a d a m la r ve kanlı
in tik am lar h ak k ın d a şark ılar s ö y lü y o r d u . H ü z ü n v e k e d e r hak­
k ın d a şarkılar sö y lü y o rd u .
Sansa, k alen in için d e n ere y e g id e rse g its in m ü z ik te n kaça­
m ıy o rd u . M ü z ik , d ö n e m e ç li kale m e r d iv e n le r in d e dolaşıyor,
S an sa’yı b an y o d a çırılçıp lak h â ld e b u lu y o r , a k şa m la rı onunla
b irlik te y em ek yiyor ve gizlice y a ta k o d a s ın a g ir iy o r d u , panjur­
lar sım sık ı kapalı o ld u ğ u n d a b ile. M ü z ik , k a rıştığ ı so ğ u k havayla
b irlik te S an sa’yı ü ş ü tü y o rd u . K artal Y u v a s ı’n d a , L eydi Lysa’nın
182
düştüğü g ü n d e n b e ri k a r y a ğ m ıy o rd u am a b ü tü n geceler acı so­
ğuktu.
Şarkıcının sesi g ü ç lü ve tatlıy d ı. Sansa, o n u n daha önce hiç
olmadığı k ad ar iyi şa rk ı sö y le d iğ in i d ü şü n ü y o rd u . Adam ın sesi
bir şekilde z e n g in le ş m iş ti. A cıyla, k o rk u y la ve özlem le do lm u ş­
tu. T an rıların o n u n g ib i h a b is b ir ad am a b u kadar güzel bir ses
vermiş o lm ası a n la m s ız d ı. E ğer Petyr, Sör Lotfıorugönderttıeseydi,
¡w adam P arm a klar'da bana tvcaviiz edecekti, diye d ü şü n d ü Sansa.
VcLysa teyzem beni öldürm eye çalışırken, o benim çığlıklarımı boğmak
için çaldı.
B ütün
b u n la r ,
şa rk ıla ra
k atlan m ay ı
kolaylaştırm ıyordu.
“Lütfen,” d iy e y a lv a rd ı S an sa , L o rd P e ty r’a, “o n u susturam az
mısınız?”
“A dam a b ir sö z v e r d im ta tlım .” H a rre n lıa l L ordu, Ü ç Dişli
Mızrak’ın A z a m L o r d u , K artal Y uvası’n ın ve A rryn Vadisi’nin
Lord S a v u n u c u ’sıı P e ty r B a elish , gö zlerin i yazdığı m ektuptan
kaldırıp y u k a rı b a k tı. L ey d i L ysa’ııın ö ld ü ğ ü g ü n d en bu yana
yüz m e k tu p y a z m ış tı. S a n sa k u şlu ğ a gelip giden kuzgunları gör­
m üştü. “A d a m ın ş a rk ıla rın a k atlan m ay ı, hıçkırıklarına katlan­
maya tercih e d e r i m .”
Şarkı söylemesi daha iy i , evet a m a ... “B ü tü n gece çalm ak zo­
runda m ı lo r d u m ? L o rd R o b e rt u y u y am ıy o r. Sürekli ağlıyor.”
“A nnesi için a ğ lıy o r. E lim iz d e n b ir şey gelm ez, kadın öld ü .”
Petyr o m u z la r ın ı silk ti. “ F azla u z u n sürm eyecek. Lord N esto r
yarın sabah y u k a r ı ç ık ıy o r .”
Sansa, P e ty r v e L ey d i L ysa’ııın d ü ğ ü n ü n d e n sonra Lord
N estor’la b ir k e z k a rş ıla ş m ış tı. R oyce, Ay K apıları M uhafızı’ydı;
dağın d ib in d e d u r a n v e K artal Y uvası’na çıkan basam akları k o ­
ruyan b ü y ü k k ale. D ü ğ ü n kafilesi, tırm an ışa başlam adan önce
bir geceliğine lo r d u n k o n u ğ u o lm u ş tu . L ord N e sto r, Sansa’ya
iki kez b a k m a m ış tı b ile a m a a d a m ın yukarı geliyor olm ası fikri
Sansa’yı d e h ş e te d ü ş ü r ü y o r d u . R oyce aynı zam anda V adi’n in
Baş V ek illıarcı’y d ı, J o ıı A r ry n ’ın ve Leydi Lysa’n ın g üvenilir
adamıydı. “L o rd N e s t o r ’ın M a rillio n ’ı g ö rm esin e izin v e rm e ­
yeceksiniz, d e ğ il m i? ”
Sansa’m n k o r k u s u y ü z ü n d e n o k u n u y o r olm alıydı, zira P etyr
183
kalemini masaya bıraktı. “ Bilakis, görm esi için ısrar edeceği^„
Sansa’yı bir el işaretiyle yanındaki sandalyeye çağırdı. “M ariljj
on ve ben bir anlaşmaya vardık. M o rd çok ikna edici olabiliy0r
Ü stelik şarkıcımız bizi hayal kırıklığına uğratır ve duymak i$te
mediğimiz bir şarkı söylerse, şenle benim yapmamız gereke^
tek şey adamın yalan söylediğini söylem ek. Sence Lord Nestor
kime inanır?”
“ Bize m i?” Sansa bundan em in olabilm eyi isterdi.
“Elbette. Bizim yalanım ız ona kâr sağlar.”
Çalışm a odası sıcaktı, ateş neşeyle çıtırdıyordu ama Sansa
buna rağmen titriyordu. “E vet a m a ... ya Lord N esto r...”
“ ...Kardan çok onura değer veriy o rsa?” Petyr kollarını Sansaya doladı. “Ya gerçeği bu lm ak ve leyd isin in cinayeti için adalet
istiyorsa?” G ülüm sedi. “ Lord N e s to r’ı tanıyorum tatlım. O nun
benim kızıma zarar verm esin e m üsaade eder m iyim sence?”
1
Ben senin k ızın değilim, diye d ü şü n d ü Sansa. Ben Sansa
Stark'ım, Lord Eddard ile Leydi C atelyn’in k ızıyım , Kışyarı’nıtı ka­
nıyım. Ama bunları söylem edi. E ğ e r P etyr Baelish yetişmeseydı.
soğuk ve mavi gökyüzünde fırıl fırıl d ön en ve yüz seksen metre
aşağıdaki taşlı ölüm e düşen Lysa A rry n değil Sansa olurdu. Petjr
çok cesur. Sansa onun kadar cesur olm ayı dilerdi. Yatağına geri
dönmek, battaniyesinin altına saklanm ak ve uyum ak istiyordu, f
Lysa A rryn’ın ölüm ünden bu yana h içb ir geceyi deliksiz uyuya- j
rak geçirmemişti. “ Lord N e s to r’a rahatsız olduğum u söyleye- j
mez m isiniz?”
\
“ Lysa’nın ölüm üyle ilgili senin açıklam anı da duymak isteyecektir.”
“ Lordum . E ğ e r... eğer M arillio n gerçekte neler olduğunu
söylerse...”
j
j
f
‘
‘Y alan söylerse, dem ek istiyorsu n.”
‘Yalan? E v e t... yalan söylerse, eğer benim hikâyemekarşı1
onu hikâyesi olursa ve Lord N esto r gözlerim in içine bakıp
nim ne kadar korktuğum u gö rü rse. . . ”
“ Bir parça korku hiç abes olm az Alayne. Korkutucu bir
gördün. N estor mütehassis olu r.” Petyr, Sansa’nın gözlerim1
kez görüyormuşçasına inceledi. “A nnenin gözlerini alımŞslI)
184
j
j
j
(
k
nüriist ve masurn gözler. G üneşin aydınlattığı bir deniz gibi
yi. Biraz daha büyüdüğünde, o gözlerde pek çok adam bo«ulacak' ”
,
•
a
Sansa ne cevap vereceğin
i- Ubilm
iyordu.
‘Yapınan gereken tek şey, Lord R obert’a anlattığın hikâye­
n i n aynısını Lord N e sto r’a anlatm ak,” diye devam etti Petyr.
Robert sadece küçiik ve hasta bir çocuk, diye düşündü Sansa, Lord
\Jöter yetişkin bir adam, katı ve şüpheci. Robert güçsüzdü ve gerçek­
lerden bile korunması gerekiyordu. “ Bazı yalanlar sevgidir,” demişti
petyr. Sansa’ya bunu hatırlattı. “ Lord R obert’a yalan söylediği­
m izd e, bunu onu korum ak için yapm ıştık,” dedi Sansa.
“Ve bu yalan da b izi koruyacak. Aksi takdirde sen ve ben,
Kartal Yuvası’nı Lysa’nın kullandığı kapıdan terk etmek zorun­
da kalırız.” Petyr tekrar kalem ini aldı. “ Lord N esto r’a yalanlar
ve Arbor altını ikram edeceğiz. A d am hepsini yutacak ve daha
fazlasını isteyecek, sana söz v e riy o ru m .”
Bana da yalanlar ikram ediyor, diye fark etti Sansa. Am a bunlar
rahatlatan yalanlardı ve Sansa iyi niyetle söylendiklerini düşü­
nüyordu. Bir yalan, eğer iyi niyetle söylendiyse o kadar da kötü değil­
dir. Ama keşke bunlara in an ab ilseyd i...
Leydi Lysa’nın d üşm eden önce söylediği şeyler Sansa’yı hâlâ
huzursuz ediyordu. “ D eli saçm aları,” diyordu Petyr. “ Karım
¿eliydi, bunu bizzat gö rd ü n .” Sansa görm üştü gerçekten. Bütün
yaptığını kardan bir kale inşa etmekti ve teyzem beni A y Kapısından
tyğı atmaya niyetlendi. Petyr beni kurtardı. A n n em i çok seviyordu ve...
Ve Sansa’yı? Sansa bundan nasıl şüphe edebilirdi? Petyr
°nun hayatını kurtarm ıştı.
0 Alayne’i kurtardı, k ızın ı, diye fısıldadı Sansa’nın içindeki bir
ses-Ama Alayne de Sansa’y d ı... ve bazen Lord Savıınucu’nun
ayrı adam olduğunu düşünüyordu. O Petyr’dı; Sansa’nın
Slcak, komik ve nazik ko ru yu cu su ... ama aynı zamanda SerçeParmak’tı; Sansa’ nın Kral Toprakları’nda tanıdığı lord, sinsice
gülümseyen ve Kraliçe C ersei’ııin kulağına bir şeyler fısıldareîl sakalını sıvazlayan adam. Ve Serçeparmak, Saıısa'nın dostu
egildi. Jo ff onu dövdüğünde, Sansa’yı Serçeparmak değil İblis
0rumuştu. Ayak takımı ona tecavüz etmeye kalkıştığında, San185
sa’yı Serçeparmak değil Tazı güvenliğe taşımıştı. Lannister]
onıı zorla T yrioıı’la evlendirdiğinde, S an sayı Serçeparmak
ğil Sör Yiğit Garlaıı teselli etmişti. Serçeparm ak, Sansa için s ^
parmağını bile kımıldatmamıştı.
^
Beni kaçırmak dışında. Benim için bunu yaptı. Bana yardım ede
nin Sör Don tos olduğunu sanıyordum; benim zavallı, yaşlı, 5arj '
Florian’ım. Lâkin bana yardım eden en başından beri Petyr’dı Sel
çeparmak, onun takmak zorunda olduğu bir maskeydi. Fakat San ^
adamın nerede bittiğini ve m askenin nerede başladığını ayın etmekte zorlanıyordu. Serçeparm ak ve Lord Petyr birbirlerine
çok benziyorlardı. Sansa her ikisinden de kaçabilirdi belki ama
gidecek yeri yoktu. Kışyarı yanm ış ve terk edilmişti. Bran ve
Rickoıı ölü ve soğuktu. R obb, İkizler’de ihanete uğramış ve kat­
ledilmişti, Leydi C atelyn de öyle. T y rio n , Jo ffre y yi öldürmek
suçuyla idam edilm işti. Sansa’nın on u güvende tutacağını um­
duğu teyze, bunu yapm ak yerin e on u öldürm eye çalışmıştı. Edmure dayısı Freyler’in elinde tutsaktı ve annesinin amcası Karabalık, N eh iro va’da kuşatm a altındaydı. Buradan başka bir yerim
yok, diye düşündü Sansa kederle ve P etyr’dan başka dostum da yok.
Ö lü adam o gece, “ Kara B ü lb ü lü A stıkları G ü n ” ü, “Annenin
G ö z ya şla rın ı ve “ C astam ere Y a ğ m u rla rı” nı söyledi. Sonra bir
süre sustu ama tam Sansa uyku ya dalacakken tekrar çalmaya
başladı. “Altı Serçe”yi, “ D ü şen Y ap rak lar” ı ve Alysanne”i söy­
ledi. N e kadar hüzü n lü şarkılar, diye dü şü n dü Sansa. Gözlerim
kapadığında, gökyüzü hücresinde, soğuk ve karanlık semadan
uzak bir köşeye sinm iş ve göğsüne yasladığı ahşap arpla birlikte
bir kürkün altına büzülm üş şarkıcıyı görebiliyordu. Ona acımamalıyım, dedi kendi kendine. O kibirli ve zalim bir adanı, çokyakmda da ölmüş olacak. Sansa şarkıcıyı kurtaram azdı. Üstelik n ed en
kurtarm ak işteşindi? M arillion ona tecavüz etmeyi denem#1
ve Petyr, Sansa’nın hayatını bir değil iki kez kurtarmıştı. B ^ ctl
yalan söylemek zorundasın. Sansa’yı Kral Toprakları’nda hayatta
tutan tek şey yalandı. Eğer Sansa, Jo ffr e y ’ye yalan söylememi
olsaydı, Kral M uhafızları onu kanlı kanlı döverdi.
Şarkıcı, “Alysanne” i söyledikten sonra, Sansa’nın bir saa ^
uyum asına yetecek kadar sustu. Fakat şafağın ilk ışıkları panjlir j
lardan içeri girdiğinde, Sansa “ Sisli B ir Sabahta”nın yuım#1 |
e|0disini duydu. A slında bu bir kadın şarkisiydi; korkunç bir
^ geleden sonraki şafakta, ölülerin arasında tek oğlunu ara, jr anne tarafından söylenm iş bir ağıttı. B ir anne, ölü oğlu için
m aktyor, diye düşündü Sansa, ama MarUlion parmaklan için yas
^ v j oçözleri içirt. Şarkının sözleri oklar gibi havalandı ve karan­
içinde Sansa’ya saplandı.
lığı«
Alt, oğlumu gördünüz m ü iyi şövalye?
Saçları kıztl kahve.
Söz vermiştidönecekti bana.
E v im iz Yolcu Kasabasında.
Sansa, şarkının geri kalanını duym am ak için kulaklarını ör­
dek tüyü yastıkla kapattı am a bu bir işe yaramadı. G ün doğmuş­
tu, Sansa uyanmıştı ve L o rd N e sto r dağın yukarısına geliyordu.
Baş Vekilharç ve kafilesi Kartal Y u v a sı’na akşama doğru var­
dı. Aşağıdaki vadi altın ve kırm ızıydı. R üzgâr esiyordu. Lord
Nestor, on iki şövalye ve y irm i silahlı askerin yanı sıra, oğlu
Sör Albar’ı da getirm işti. Ç o k fa z la yabancı. Sansa, dost mu yok­
sa düşman mı olduklarını m erak ederek endişeyle yabancıların
yüzüne baktı.
Petyr konuklarını siyah kadife bir takım ın içinde karşıladı;
ceketinin gri kol yen leri, y ü n tozluklarıyla uyum luydu ve gri
yeşil gözlerine aşikâr bir karanlık katıyordu. Üstat Colem on,
Petyr’ın yanında d u ruyord u ; adam ın ince ve uzun boynundan,
Çeşitli metallerden oluşan üstat zinciri sarkıyordu. İki adamın
taba uzun olanı üstattı ama dikkat çeken kişi Lord SavıınuCuydu. Görünüşe göre, gülüm sem elerini bugün için bir kenara
Wkmıştı. Royce eşlikçilerini tanıtırken, Petyr resmi bir tavırla
dinledi ve sonra, “ H oşgeldiniz lordlarım ,” dedi. “ Hiç şüphesiz
stat Colemon’u tanıyorsunuz. Lord N estor, kızım Alayne’i
hatırlıyor musunuz?”
E l b e t t e .” Lord N esto r R oyce’un boğa gibi bir boynu, varil
I* 1 *r göğsü ve kısa tıraş edilmiş gri sakalları vardı, sert ifaded b i r adamdı. Başını en fazla bir santim indirerek Sansa’vı
'damladı.
187
S an sa d iz le rin i b ü k e re k rev eran s y ap tı, yan lış b ir şey söyle
n ıe k k o rk u su y la k o n u şa m ıy o rd ıı. P e ty r o n u y u k a rı çekti. “Tat
lın ı, iyi b ir kız ol ve L ord R o b e rt’ı k o n u k la r ın ı k ab u l etm ek üze
re Y ü k sek S a lo n ’a g e tir .”
“T a m a m b a b a .” S an sa’m n sesi tiz ve g e rg in çık m ıştı. Basa­
m ak ları aceleyle tırm a n ıp A y K alesi’ııe g itm e k için galeriyi ge­
ç e rk e n , bir yalancının sesi, d iy e d ü ş ü n d ü S ansa. Su çlu bir ses.
S an sa y atak o d asın a g ird iğ in d e G r e tc h c l ve M a d d y , Robert
A r ry n ’ı p a n to lo n u n u n için e so k m a y a ç a lış ıy o rd u . K artal Yuvası
L o rd u y in e ağlam ıştı; g ö zleri k ırm ız ıy d ı, k irp ik le ri çapaklıydı,
b u r n u ak ıy o rd u ve d u d a ğ ı k a n ıy o rd u , R o b e rt k e n d i dudağını
ısırm ıştı. T e k b u r u n d e liğ in in a ltın d a b ir s ü m ü k izi parlıyordu.
L o rd Nestor onu bu hâlde görm em eli, d iy e d ü ş ü n d ü S ansa. “Gretch el, b an a su çan ağ ın ı g e tir .” Ç o c u ğ u n e lin i tu t tu ve o n u yatağa
g ö tü rd ü . “B e n im T a tlıb iilb ü l’ü m d ü n g e c e g ü z e l u y u d u m u?”
“H a y ır.” Ç o c u k b u r n u n u ç ek ti. “ H iç u y u m a d ım Alayne. 0
yine şarkı söylüyordu ve kapım k ilitliy d i. B e n i d ışa rı çıkarmaları
için b a ğ ırd ım am a k im se g e lm e d i. B iri b e n i o d a m a kilitlem iş.”
“Ç o k k ö tü b ir şey y a p m ış la r .” S an sa , s u y u n için e yumuşak
b ir b ez b atırd ı ve ç o c u ğ u n y ü z ü n ü te m iz le m e y e b a şlad ı... na­
zik çe, ah ço k n azik çe. R o b e rt s e rt b ir ş e k ild e o v u l u rsa titremeye
başlay ab ilird i. Ç o c u k ç o k n a r in d i v e y a ş ın a g ö re k o rk u n ç de­
re c e d e m in ik ti. R o b e rt se k iz y a ş ın d a y d ı a m a S an sa o n d an çok
d a h a iri beş y aşın d a ç o c u k la r g ö r m ü ş tü .
R o b e rt’ın d u d a k la rı titre d i. “G e lip s e n in le u y u y a c a k tım .”
B iliyorum . T a tlıb ü lb iil, a n n e s in in y a n ın a k ıv rılıp uyumaya
a lışm ıştı, an n e si L o rd P e ty r ’la e v le n e n e k a d a r. L eydi Lysa’nın
ö lü m ü n d e n so n ra , R o b e rt b aşk a y a ta k la r a ra m a k için Kartal Yuv a sı’n d a d o laşm a y a b a şla m ıştı. E n ç o k se v d iğ i y a ta k Sansa’nın
y a ta ğ ıy d ı... S ansa b u y ü z d e n S ö r L o th o r B r u n e ’a ç o cu ğ u n ka­
p ıs ın ı k ilitle m e sin i sö y le m işti. R o b e rt sa d e c e u y u ş a Sansa sorun
e tm e z d i am a ç o c u k o n u n g ö ğ ü s le rin i e m m e y e çalışıy o r ve titre­
m e k riz in e tu tu ld u ğ u z a m a n la rd a y atağ ı ısla tıy o rd u .
“ L o rd N e s to r R oyce se n i g ö r m e k iç in K a p ıla r d a n buraya
ç ık tı.” S an sa ç o c u ğ u n b u r n u n u sild i.
“ B e n onu g ö r m e k is te m iy o r u m ,” d e d i R o b e rt. “ B en bir hika­
y e is tiy o r u m . K an atlı Ş ö v aly e’n in h ik â y e s in i.”
188
“S o n ra ,” d e d i S a n s a . “ Ö n c e L o rd N e s t o r ’ı g ö r m e lis in .”
“L o rd N e s t o r ’ın b e n i v a r ,” d e d i ç o c u k k ıv ra n a ra k . R o b e rt
benli a d a m la r d a n k o r k u y o r d u . “A n n e m o n u n k o r k u n ç b iri o l­
duğunu s ö y le r d i.”
“B e n im z a v a llı T a t l ı b ü l b ü l ’ü m .” S an sa ç o c u ğ u n saçlarını
düzeltti. “A n n e n i ö z l e d i ğ i n i b iliy o r u m . L o rd P e ty r d a ö z lü y o r.
Lord P e ty r, L y sa ’y ı s e n i n s e v d iğ in k a d a r se v e rd i.” B u b ir y alan d ı
aıııa iyi n iy e tliy d i. P e t y r ’ın b ü t ü n h ay atı b o y u n c a sevdiği te k ka­
dın, S an sa’m ıı c i n a y e te k u r b a n g itm iş o la n an ııesiy d i. P ety r b u
kadarını, o n u A y K a p ıs ı’n d a n aşağı itm e d e n h e m e n ö n c e L eydi
Lysa’ya i t i r a f e t m i ş t i . L y s a deli ve tehlikeliydi. K en d i kocasmt öldür­
dü, Petyr g elm eseyd i b en i de öldürecekti.
A m a R o b e r f ııı b u n l a r ı b ilm e s in e g e re k y o k tu . O sadece, a n ­
nesini s e v e n h a s ta v e k ü ç ü k b i r ç o c u k tu . “İşte o ld u ,” d ed i S an ­
sa, “şim d i l o r d g ib i g ö r ü n ü y o r s u n . M a d d y , R o b e r f m p elerin in i
getir.” Ç o c u ğ u n g ö k y ü z ü m a v is i p e le r in i k u z u y ü n ü n d e n yapıl­
mıştı, y u m u ş a k v e s ıc a k tı; k e m ik r e n g i tu n iğ i b e lirg in le ş tiriy o r­
du. S ansa, p e l e r i n i , h ila l ş e k lin d e k i g ü m ü ş b ir b ro şla R o b e rf ın
om zu n a t u t t u r d u v e ç o c u ğ u n e lin i t u t tu . R o b e rt b ir sefer o lsu n
uysalca S a ıısa ’y la g itti.
Y ü k sek S a lo n , L e y d i L y sa ’n ın ö l ü m ü n d e n b eri kapalıydı,
oraya te k r a r g i r m e k S a n s a ’y ı ü r p e r tti. B ü y ü k , g ö sterişli ve güzel
bir sa lo n d u a m a S a n s a b u r a y ı s e v m iy o r d u . E n iyi zam an lard a
bile so lg u n , s o ğ u k b i r y e r d i. İ n c e u z u n s ü tu n la r p a rm a k k em ik ­
leri gibi g ö r ü n ü y o r d u v e b e y a z m e r m e r d e k i m avi d am arlar, yaş­
lı bir k a d ın ın b a c a k la r ın d a k i d a m a r la rı h a tırlıy o rd u . D u v ara elli
güm üş a p lik d i z i l m i ş o lm a s ın a r a ğ m e n b ir d ü z in e d e n az m eşale
yanıy o rd u , g ö lg e le r z e m i n d e d a n s e d iy o r v e k ö şe lerd e to p la n ı­
yordu. A y ak s e s le r i m e r m e r d e y a n k ıla n ıy o r d u ve Sansa, Ay Kapısı’n d a tık ır d a y a n r ü z g â r ı d u y a b iliy o rd u . K ap ıya bakm am alıym ı ,
dedi k e n d i k e n d i n e , yoksa R obert k adar kötü titremeye başlarım.
M a d d y ’n i n y a r d ım ıy la , R o b e r f ı b ü v e t ağacından y ap ılm ış
ve ü s tü n e m i n d e r l e r y ığ ılm ış ta h ta o tu r ttu . L o rd u n k o n u k la rı
kabul e d e c e ğ in i d u y u r d u . G ö k y ü z ü m avisi p e le rin le r giyen iki
m uhafız, s a l o n u n a lt u c u n d a k i k ap ıları açtı. P e ty r k o n u k la rı içe­
ri so ktu v e k e m i k b e y a z ı s ü tu n la r ın a rasın d a akan u z u n , m avi
Halıda y ü r ü t tü .
189
Ç o c u k , L ord N e s to r ’ı ciyaklam alı b ir n ezak e tle karşıladı ve
a d a m ın b e llin d e n hiç b a h se tm e d i. Baş V ek ilh arç, Leydi Lysa’y,
so rd u ğ u n d a , R o b e rt’m elleri hafifçe titre m e y e başaldı. “Marillj.
0 1 1 a n n e m e zarar verdi. O n u Ay K apısı’n d a n aşağı attı.”
“B u olaya siz şah it o ld u n u z m u lo r d u m ? ” diye sordu Sör
M a n v v n B e lm o re; u z u n bacaklı, zayıf, kızıl kafalı b ir şövalyey.
di, P ety r o n u n y erin e S ö r L o th o r B u r n e ’u g e tire n e kadar Ly.
sa’nııı m u h a fız la rın ın k u m a n d a n ıy d ı.
“A layne g ö r d ü ,” d ed i ço c u k . “V e lo rd ü v e y b a b a m .”
L o rd N e s to r, S aıısa’ya baktı. S ö r A lb ar, S ö r M arvvyn, Üstat
C o le m o n , hepsi o n a b a k ıy o rd u . O benim teyzem di ama betti öl­
dürmek istedi, diye d ü ş ü n d ü S ansa. B e n i A y K a p ısı ’na sürükledi ve
dışarı itmeye çalıştı. B en öpücük istememiştim, ben kardan kale yapıyor­
dum . T itr e m e m e k için k e n d in e sa rıld ı.
“K ızım ı bağışlayın lo r d la rım ,” d e d i P e ty r B aelislı yumuşak
b ir sesle. “H âlâ o g ü n le ilgili k â b u s la r g ö rü y o r. O hadiseden
b a h s e tm e k te z o rla n m a sı n o r m a l.” S a n sa ’n ın ark asın a geçti ve
k o lların ı nazik çe o n u n o m u z la r ın a k o y d u . “ B u n u n senin için
ne kad ar z o r o ld u ğ u n u b iliy o ru m A lay n e, lakiıı dostlarımızın
gerçeği d u y m ası g e re k .”
“E v e t.” S an sa’n ın b oğazı öyle k u r u ve d a rd ı ki konuşm ak acı
v e riy o rd u . “G ö r d ü m ... M a rillio ıı o n u . . . ” Y a n a ğ ın d a n bir dam­
la gözyaşı s ü z ü ld ü . B u iyi, gözyaşı iyi. “ ...it ti ğ in d e Leydi Lysa’yla
b irlik te y d im .” Ve k e n d i a ğ z ın d a n çık an k e lim e le ri zar zor duya­
rak hikâyeyi te k ra r anlattı.
S ansa h ik â y e n in y arısın a g e ld iğ in d e R o b e rt ağlam aya başla­
d ı. Ç o c u ğ u n a ltın d a k i m in d e r le r te h lik e li b ir şe k ild e yer değiş­
tird i. “O b e n im annem i ö ld ü r d ü . O n u n u ç m a s ın ı istiyorum!
Ç o c u ğ u n e lle rin d e k i titre m e a rttı, k o lla rı d a titriy o rd u . Başı bü­
k ü ld ü ve d işleri tak ırd a m a y a b aşlad ı. “ L/ç!” d iy e ciyakladı çocuk.
“ LTç, u ç ” K olları ve bacakları ç ılg ın ca s a lla n ıy o rd u . R o b e rt taht­
ta n k ay ark en , S ö r L o th o r B r u n e y ü k s e k p la tfo rm a doğru güü
v e ç o c u ğ u ta m z a m a n ın d a y akaladı. Ü s ta t C o le m o n bir adını
ark ad ay d ı am a o n u n y ap ab ileceğ i b ir şey y o k tu .
D iğ e rle ri k ad ar h u z u r s u z o la n S an sa sa d ece d u r d u ve tü­
r e m e k riz in in k en d i se y rin d e d e v a m e d iş in i izledi. R obert Sör
190
Lotlıor’u ıı y ü z ü n ü te k m e le d i, l i r u n e k ü f re tti am a ç o c u k se y irir,
ç ırp ın ır ve a ltın ı ıs la tır k e n o n u tu tm a y a d e v a m etti. K o n u k la r
tek kelim e e t m e d i ; e n a z ın d a n L o rd N e s to r , b u k riz le re d a h a
Önce de ş a h it o l m u ş t u . U z u n d a k ik a la r s o n ra R o b e rt’m kasıl­
maları y a tış m a y a b a ş la d ı, ta m a m e n b itm e s i d a h a d a u z u n sü rd ü .
Sonund a k ü ç ü k l o r d ö y le h a ls iz d i ki ayağa k alk am ad ı. “E n iyi­
si, l o r d u m u z u y a ta ğ a g ö t ü r ü n ve s ü lü k le y in ,” d e d i L o rd P e tvr. B ru n e , ç o c u ğ u k o lla r ın a a la ra k k a ld ırd ı ve sa lo n d a n çıkardı.
Asık y ü z lü Ü s t a t C o l c m o ı ı o n la r ı ta k ip e tti.
O n la r ın a y a k s e s le r i k a y b o ld u ğ u n d a , K artal Y uvası’n ın Y ü k ­
sek S a lo n u s e s s iz liğ e g ö m ü l d ü . S a n sa d ışa rıd a in le y e n ve Ay K apısı’nı tır m a la y a n r ü z g â r ı d u y a b iliy o r d u . Ç o k ü ş ü m ü ş tii ve ço k
y o rg u n d u . H ik â y e y i tekrar mı anlatm alıyım ? d iy e m e r a k etti.
A m a g a y e t iy i a n l a t m ı ş o lm a lıy d ı. L o rd N e s to r b o ğ azın ı te ­
m izledi. “ Ş a rk ıc ıy ı e n b a ş ın d a n b e r i s e v m e d im ,” diye h o m u r ­
dandı. “ L e y d i L y sa ’y a o n u g ö n d e r m e s i iç in ısrar e ttim . D efalar­
ca s ö y le d im .”
“O n a h e r z a m a n iyi ta v s iy e le r v e r d in iz l o r d u m ,” d ed i P etyr.
“T a v s iy e le r im i h iç u m u r s a m a d ı ,” d iy e şikâyet etti R oyce.
“Beni k e r h e n d i n l e d i v e h iç u m u r s a m a d ı.”
“L e y d im b ıı d ü n y a iç ııı fazla g ü v e n d o lu y d u .” P ety r öyle
m üşfik b ir ş e k ild e k o n u ş u y o r d u k i, S an sa o n u n k arısın ı sevdiği­
ne in a n a b ilird i. “ L y sa in s a n la r ın iç in d e k i k ö tü lü ğ ü g ö re m e z d i,
sadece iy iliğ i g ö r ü r d ü . M a r ıllio n ta tlı şa rk ıla r sö y le rd i ve Lysa
bu y ü z d e n o n u n t a b ia tın ı y a n lış ta h lil e t ti.”
“Ş ark ıcı b iz e d o m u z l a r d e r d i ,” d e d i S ö r A lb ar R oyce; lalın ı
sa k ın m a y an g e n iş o m u z l u b ir şö v a ly e y d i. S akallarını tıraş e t­
m işti a m a y a n a k l a r ı n d a , g ö s te riş s iz y ü z ü n ü ç e rçev eley en siyah
tav o riler b ı r a k m ış t ı . S ö r A lb a r, b a b a s ın ın geııç hâliydi. “D a ğ ın
etrafın ı e ş e le y ip y iy e c e k a ra y a n v e b ir ş a h in in a rtık la rın ı y iy en
iki d o m u z h a k k ı n d a şa rk ı y a p m ış tı. B izi k a s te d iy o rd u am a b u n u
sö y le d iğ im d e b a n a g ü l d ü . “A h S ö r, b u şarkı bazı d o m u z la r h a k ­
kın d a,” d e d i.
“B e n im le d e a la y e t t i , ” d e d i S ö r M a rw y n B e lm o re . “ B ana S ö r
b h n g - D o ııg a d ın ı ta k tı. D ilin i k e s e c e ğ im e d a ir y e m in e ttiğ im d e .
Leydi L y sa’y a k o ş t u v e k a d ın ın e te k le r in in a ltın a sa k la n d ı.”
“Sık sık yaptığı gibi,” dedi Lord N e s to r. “O adam bir ko
kaktı am a Leydi Lysa’ııın gösterdiği lü tu f, o n u küstah y3ptl
Leydi o n u b ir lord gibi giydirdi, ona altın y ü z ü k le r ve ay ta§ln
d an yapılm ış bir kem er v erd i.”
“L ord J o n ’uıı gözde şahinini bile v e rd i.” Şövalyenin takı«
m ın d a, W axley’in altı m tım ıı vardı. “L o rd u m u z o kuşu çok severdi. Kral R o b e rt’ııı hediyesiydi.”
Petyr Baelish iç geçirdi. “B u y ak ışık sızd ı,” diye onayladı, “Ve
ben b u n a bir son verdim . Lysa o n u g ö n d e rm e y i kabul etti. 0
g ü n şarkıcıyla b u lu şm asın ın sebebi b u y d u . K arım ın yanında oh
m alıydım am a b u n lar hiç aklım a g e lm e d i... eğ er ısrar etmesey­
d im ... o n u ben ö ld ü rd ü m .”
Hayır, diye d ü şü n d ü Sansa, bunları söylemeınelisin, onlara söylememelisin, söylememe!isin. A m a A lbar R oyce b aşın ı salladı. “Hayır
lo rd u m , kendinizi suçlam am alısın ız,” d ed i.
“Bu şarkıcının m arifetiy d i,” diye o n ay lad ı babası. “O nıı ge­
tirin Lord Petyr. Bu h ü z ü n lü hikâyeye b ir so n yazm am ıza izin
verin .”
Petyr Baelish k endini to p arlad ı ve, “N a s ıl isterseniz lor­
d u m ,” dedi. M uhafızlara d ö n ü p b ir e m ir v e rd i ve şarkıcı zin­
dan d an getirildi. G ardiyan M o rd da şarkıcıyla b irlik te geldi; kü­
çü k siyah gözleri ve yaralı b ir y ü z ü o la n aksak b ir adam dı. Tek
kulağı ve yanağının b ir kısm ı b ir m ü c a d e le d e k o p m u ştu ama
v ü cu d u n d ak i yüz yirm i k ilo lu k beyaz e t y ığ ın ı y e rin d e duruyor­
du . A dam ın kıyafetleri d ar ve pis k o k u lu y d u .
M arillio n , gardiyanla k ıy asla n d ığ ın d a n e re d e y se latif görü­
n ü y o rd u . Biri o n u yıkam ış, g ö k y ü z ü m avisi b ir pantolon ve
kabarık kolları olan bol b ir tu n ik g iy d irm işti. T u n iğ in beline,
Leydi Lysa’m n hediyesi olan g ü m ü şi b ir k u şa k sarılm ıştı. Beyaz
ip ek eld iv en ler şarkıcının ellerin i ö rtü y o rd u ve beyaz ipekten
b ir göz ban d ı, lo rd ların g ö zlerin i şa rk ıc ın ın g ö z le rin in görüntü­
s ü n d e n esirg iy ordu.
M o rd , elin deki kam çıyla şa rk ıcın ın a rk asın d a d u rd u . Gar­
d iy an ın kaburgalarım d ü rttü ğ ü ad am te k d iz in in ü stü n e çöktü“İyi lo rd lar, affınız için y alv arıy o ru m .”
L o rd N e s to r kaşlarını çattı. “S u ç u n u itira f m ı ediyorsun?
192
«gğcr gözlerim olsaydı ağlardım .” Şarkıcının sesi gecele­
ri güÇİü vc er™nc^ am a
ÇataHı ve fısıltılıydı. “Leydiyi çok
sevdiın- O n u başka b ir adam ın kollarında görm eye, başka bir
adamın yatağına girdiğini bilm eye dayanam adım . Tatlı leydie zarar verm ek istem ed im , y em in ederim . Ben tu tk u m u itiraf
ederken kimse bizi rahatsız etm esin diye kapıyı sürgüledim ama
Leydi Lysa so ğ u k tu ... L ord P ety r’ın ç ocuğunu taşıdığını söyledi­
ğinde.. . bir çılgınlığa k a p ıld ım . . . ”
Sansa, şarkıcı k o n u şu rk e n adam ın ellerine baktı. Şişman
Maddy, şarkıcının üç p arm ağ ın ın M o rd tarafından kesildiğini
söylemişti; iki serçe parm ağı ve b ir y ü zü k parmağı. Şarkıcının
kiiçük parm akları d iğ erlerin d an daha katı g ö rü nüyordu am a el­
divenler varken e m in o lm ak zo rd u . Saçma bir hikâye de olabilir,
sonuçta Maddy nereden bilecek?
“Lord Petyr, arp ım ı m u h afaza etm em e izin verecek kadar na­
zik davrandı,” ded i k ö r şarkıcı. “A rpım ı v e ... şarkılarım ı söyleye­
bilmeni için dilim i. Leydi Lysa şarkılarım ı çok se v e rd i...”
“Şu yaratığı g ö tü rü n y oksa o n u kendi ellerim le öldüreceğim ,”
diye kükredi L ord N e s to r. “O n a bakınca m id em bulanıyor.”
“M ord, o n u g ö k y ü zü h ü cresin e geri g ö tü r,” dedi Petyr.
“T am am lo r d u m .” M o rd , M a rillio n ’ı sertçe yakasından tu t­
tu. “K onuşm ak y o k .” G ard iy an k o n u ştu ğ u n d a , Sansa adam ın
bir dişinin altın o ld u ğ u n u g ö rü p şaşırdı. G ardiyan, şarkıcıyı yarı
sürükleyip yarı iterek kapıya d o ğ ru g ö tü rü rk e n konuklar onları
izledi.
M ord ve şarkıcı g ittiğ in d e, “A dam ö lm eli,” dedi Sör Marvvyn
Belmore. “Ay K apısı’n d a n çıkıp Leydi Lysa’n ın peşinden gitm e­
li.”
“Dili o lm ad an ,” diye ekledi Sör A lbar Royce. “O yalancı,
alaycı dili o lm a d a n .”
“O na fazla n azik d av ran d ım , b iliy o ru m ,” dedi P etyr Baelish
°zür diler bir tonla. “D o ğ ru y u söylem ek gerekirse ona acıdım .
% uğruna ö ld ü rd ü .”
‘Aşk ya da n efre t için ,” ded i B elm ore, “ö lm eli.”
Çok yakında,” ded i L ord N e s to r kabaca. “K im se gö k y ü zü
hücrelerinde u z u n sü re dayanam az. M avi o n u çağıracak.”
193
“Ç a ğ ıra b ilir,” d e d i P e ty r B a e lis h , “a m a M a r i l l i o n ’ın bu çag
riya cev ap v e rip v e rm e y e c e ğ in i s a d e c e o b i l e b i l i r .” B ir el jşa
reti yap tı ve m u h a f ız la r s a lo n u n d iğ e r u c u n d a k i k a p ıla n açtı
“S ö rle r, tırm a n ış ın a r d ın d a n ç o k y o r g u n o lm a lıs ın ız . Geceyi
g e ç irm e n iz için o d a la r h a z ır la n d ı. A lç a k S a lo ıı’d a sizi yiyecek
ve şarap b ek liy o r. O s w e ll, k o n u k l a r ım ı z a y o lu g ö s te r ve bütün
ih tiy a ç la rın ın g id e r ild iğ in d e n e m i n o l . ” N e s t o r R o y c e ’a döndü
“ L o rd u m , b ir k a d e h şa ra p iç in ç a lış m a o d a s ı n d a b a n a k atılır mı­
sın ız? A layne, ta tlım , g el ve b iz e ş a ra p d o l d u r . ”
Ç a lışın a o d a s ın d a k ü ç ü k b ir a te ş y a n ı y o r d u , b ir s ü ra h i şarap
lo rd la rı b e k liy o rd u . A rb o r a ltın ı. P e ty r , k ü t ü k l e r i d e m i r b ir
ocak
s ü n g ü s ü y le d ü r te r k e n S a n sa , L o rd N e s t o r ’ 111 k a d e h i n i do ld u r­
du.
L o rd N e s to r a te ş in y a n ın a o t u r d u . “ B u iş h e n ü z b itm ed i,”
d ed i P e ty r’a, S an sa o r a d a y o k m u ş g ib i. “ K u z e n i m , şa rk ıc ıy ı biz­
zat s o rg u la m a k is tiy o r .”
“B ro n z Y o h n b a n a g ü v e n m i y o r .” P e t y r , b i r k ü t ü ğ ü kenara
itti.
“B ü tü n g ü c ü y le g e lm e y e n iy e tli. S y m o n T e m p l e t o n o n a ka­
tılacak, b u n a ş ü p h e y o k . K o r k a r ım L e y d i W a y n w o o d d a öyle.”
“L o rd B e lm o re , G e n ç L o rd H u n t e r , H o r t o n R e d f o r t da ona
katılacak. G ü ç lü S a m T a ş ’ı, T o l l e t t l e r ’i, S h e t t l e r ’i, C o ld W aterlar’ı ve C o r b r a y le r ’in b a z ıla r ın ı d a g e t i r e c e k l e r .”
“İyi b ilg ile n d irilm iş s in iz . H a n g i C o r b r a y l e r ? L o r d Lyonel
değ il m i? ”
“H a y ır, k ard eşi. S ö r L y n b i r s e b e p le b e n d e n h o ş la n m ıy o r .”
“L yn C o r b r a y te h lik e li b ir a d a m d ı r ,” d e d i L o r d N e s to r . “Ne
y ap m ay ı p la n lıy o rs u n u z ? ”
“E ğ e r g e lirle rs e , o n la r ı m is a f ir e t m e k t e n b a ş k a n e yapabili­
rim ?” P e ty r ateşi b ir k e z d a h a k a r ış tır d ı v e o c a k s ü r g ü s ü n ü yere
b ıra k tı.
“K u z e n im sizi L o rd S a v u n u c u l u k t a n a z l e t m e k is tiy o r .”
“ E ğ e r ö y ley se o n u d u r d u r a m a m . G a r n i z o n u m y ir m i adam ­
d a n o lu ş u y o r . L o rd R o y c e v e d o s tla r ı y i r m i b i n a d a m toplayabi­
l ir.” P e ty r, p e n c e r e n in a ltın d a d u r a n m e ş e s a n d ığ a g itti. D izleri­
n in ü s t ü n e ç ö k e re k , “B r o n z Y o h n n e y a p a c a k s a y a p a c a k ,” dedi.
194
tığı sandığın iç in d e n çıkardığı p arşö m en i L ord N esto r’a gö­
türdü- “L o rd u m . B u b elg e, leydi k arım ın size beslediği sevginin
nişanıdır-”
Sa n sa, Royce u n p a rşö m e n i açışını izledi. “B u ... b u b ek len ­
medik bir §ey lo r d u m .” Sansa, ad am ın gözlerindeki yaşlan gö­
rünce şaşırdı“B eklenm edik lâk in h a k e d ilm e d ik değil. L eydim size b ü tü n
s a n c a k b ey lerin d en fazla k ıy m e t v erird i. B ana sizin o n u n kayası
o ld u ğ u n u z u sö y le rd i.”
“Kayası?” L o rd N e s to r kızard ı. “B öyle m i söylerdi?”
“Sık sık. Ve b u ,” - P e t y r p a rşö m e n i g ö sterd i- “b u n u n kanıtı.”
“B u ... b u n u b ilm e k g ü zel. J o n A rry n h iz m e tim e değer v e­
rirdi, b iliy o ru m am a L ey d i L y sa... O n a talip o lm ak için gel­
diğimde b en i aşağ ılam ıştı, b e n d e d ü ş ü n m ü ş tü m k i ...” L ord
Nestor aln ın ı b u r u ş tu r d u . “P a rşö m e n d e A rry n m ü h r ü var fakat
im za...”
“Lysa, b u b elg e o n u n im z a sın a su n u la m a d a n önce ö ld ü , b en
de Lord S a v u n u c u o la ra k im z a la d ım . Lysa’n ın a rz u su n u n b u
olduğunu b iliy o r d u m .”
“A n lıy o ru m .” L o rd N e s t o r p a rşö m e n i d ü rd ü . “S iz ... vazife­
şinassınız lo r d u m . E v et. V e cesaretlisin iz. B azıları b u im tiyazı
yakışıksız b u la c a k v e sizi suçlayacak. M u h a fız ’ın m akam ı h içb ir
zaman m iras y o lu y la el d e ğ iş tirm e d i. A rry n la r hâlâ Ş ahin T a cı’nı taktıkları v e V ad i K ralları o la ra k h ü k m e ttik le ri zam anlarda
Kapılar’ı y ü k s e lttile r. K artal Y uvası o n la rın yazlık m akam ıydı,
kar düşm eye b a ş la d ığ ın d a saray aşağı in e rd i. B azıları, K apılar’ın
Kartal Yuvası k a d a r s o y lu o ld u ğ u n u sö y le r.”
“Vadi’de ü ç y ü z y ıld ır k ral y o k ,” diye h a tırla ttı P etyr.
“E jd erh alar g e ld i,” d e d i L o rd N e s to r. “L âkin b u n d a n so n ra
bile, K apılar b ir A r ry n kalesi o la ra k kaldı. B abası h ay attay k en ,
Kapıların M u h a fız ı b iz z a t L o rd A r ry n ’dı. Y ukarı ç ık tık tan s o n ­
ra bu o n u r u k a rd e şi R o n n e l’a bağışladı, d ah a so n ra da k u z e n i
Denys’e .”
“Lord R o b e rt’ın kardeşi yok, sadece uzak kuzenleri var.”
D o ğ ru .” L o rd N e s t o r p a rş ö m e n i sıkı sıkı tu ttu . “B u n u
u,ııut e tm e d iğ im i s ö y le m e y e c e ğ im . L o rd J o n , El o la ra k d iy a rı
195
yönetirken ben o nun adına Vadi’yi y ö n e ttim . B enden istedi'
her şeyi yaptım ve kendim için hiçbir şey istem edim . Lâkin tam
rıların inayetiyle bunu kazandım !”
“K azan d ın ız,” dedi P etyr, “ve L o rd R o b e rt, siz in h e r zaman
orada o ld u ğ u n u z u bilerek d a h a ra h a t u y u y a c a k , sahibi o ld u ^
dağın eteğinde sadık b ir d o s tu o ld u ğ u n u b ile r e k .” K adehini
dırd ı. “Ö y ley se... şerefe k ad eh k a ld ıra lım lo r d u m . Royce Ha.
n ed a n ı’na, Ay K apıları M u h a fız la rı’n a ... ş im d i v e d a im a .”
“Şim di ve daim a, ev et!” G ü m ü ş k a d e h le r to k u ş tu .
Sonra, çok daha so n ra, A r b o r a ltın ı s ü ra h is i kuruduktan
sonra, L ord N e s to r şö v a ly elerd en o lu ş a n e ş lik ç ile rin e katılmak
üzere ayrıldı. Sansa ayakta u y u y o r d u , te k iste ğ i yatağına uzanm aktı am a P etyr o n u b ile ğ in d e n y ak alad ı. “Y a la n la rla ve Arbor
altınıyla ne m u cizeler y a ratıld ığ ın ı g ö r ü y o r m u s u n ? ”
Sansa n ed en ağlam ak istiy o rd u ? N e s t o r R o y c e ’u n onların
yanında olm ası iyi b ir şeydi. “H e p s i y a la n m ıy d ı? ”
“Hepsi değil. Lysa, L o rd N e s t o r ’a sık sık k ay a d e r d i am a bunu
bir iltifat olarak sö y le d iğ in i s a n m ıy o r u m . L o r d u n oğluna da
budala derdi. L ord N e s to r ’m K ap ıları b a ğ ım s ız o la ra k tutmak
ve gerçek b ir lord o lm a k iste d iğ in i b iliy o rd u , lâ k in Lysa başka
erkek evlatların hayalini k u r u y o r d u ve k aley i R o b e r t’ın küçük
kardeşine verm eyi d ü ş ü n ü y o r d u .” P e ty r ayağa kalktı. “Burada
ne o ld u ğ u n u anlıyor m u s u n A la y n e ? ”
Sansa bir an te re d d ü t etti. “D e s te ğ in d e n e m in o lm a k için Ay
Kapıları’nı L ord N e s to r ’a v e r d in iz .”
“V erd im ,” diye o n ay lad ı P e ty r, “fa k a t b iz im kayam ız bir
Royce, yani aşırı g u ru rlu ve alın g a n . O n a fiy a tın ı sorsaydım,
b u n u o n u ru n a ed ilm iş b ir h a k a re t sa y ar v e ö fk e li b ir kurbağa
gibi şişerdi. Fakat b u y o lla ... a d a m b ü s b ü t ü n a p tal değil ama be­
n im o n a verdiğim yalanlar g e rç e k le rd e n d a h a tatlı. N e s to r, Lysa
için d iğ er sancak b e y le rin d e n d a h a d e ğ e rli o ld u ğ u n a inanmak
istiyor. N e tic e d e , b a h se ttiğ im iz d iğ e r s a n c a k b e y le rin d e n biri
B ro n z Y ohn. Ve N e s to r, R oyce H a n e d a n ı’n ı n alt dallarından
b irin e m e n s u p o ld u ğ u n u n fark ın d a. O ğ u l la n iç in d ah a fazlasını
istiyor. O n u r lu adam lar, k e n d ile ri için y a p m a y ı asla düşünm e­
y ecek leri şeyleri ço cukları için y a p a rla r.”
196
Sansa b a şıy la o n a y la d ı. “İ m z a ... p a r şö m e n i L ord R o b ert’a
I r a la t ıp m ü h ü r le t e b ilir d in iz a m a b u n u n y e r in e ...”
“...L o rd S a v u n u c u o la ra k k e n d im im zalad ım . N e d e n ? ”
“B ö y le c e ... g ö r e v d e n a lın ır ya d a . .. ö ld ü r ü lü r s e n iz ..
“ ...L o rd N e s t o r ’ın K ap ılar’a d air talebi sorgulanır. R oyce b u n u g ö z d e n k a ç ır m a z , b a n a in a n . B u ayrıntıyı g ö rm en ne
kadar zeki o l d u ğ u n u k a n ıtlıy o r. L âkin ö z k ızım d an daha azını
b ek lem ezd im .”
“T e ş e k k ü r e d e r i m .” S an sa , P e ty r’ın p lan ın ı çö zd ü ğ ü için an­
lamsız b ir g u r u r d u y u y o r d u am a kafası d a karışm ıştı. “G erçi, k ı­
zınız d e ğ ilim . G e r ç e k te d e ğ ilim . D e m e k istediğim , Alayne rolü
o y n u y o ru m a m a b iliyo rsu n u z k i . . . ”
S e rç e p a rm a k , p a r m a ğ ın ı S an sa’n ın d u d ağ ın a koydu. “N e
bildiğim i b i l i y o r u m , s e n d e b iliy o rs u n . E n iyisi, bazı şeylerin
hiç s ö y le n m e m e s id ir ta t l ı m .”
‘Y a ln ız o l d u ğ u m u z d a b ile ? ”
“ Bilhassa y a ln ız o l d u ğ u m u z d a . A ksi tak d ird e, b ir h izm etçi­
nin h a b e r v e r m e d e n iç e ri g ird iğ i ya d a b ir m u h afızın d uym a­
ması g e r e k e n ş e y le r d u y d u ğ u b ir g ü n gelir. O k ü ç ü k ve güzel
ellerine d a h a fa z la k a n b u la ş m a s ın ı iste r m isin h ayatım ?”
S an sa’n ı n g ö z l e r i n i n ö n ü n d e M a rillio n ’ın suratı y ü züyordu,
o n u n a r k a s ın d a S ö r D o n t o s v a rd ı, arb alet okları hâlâ adam ın
g ö ğ sü n d e y d i. “ H a y ı r , ” d e d i S an sa. “L ü tfe n .”
“B ir o y u n o y n a m a d ığ ım ız ı sö y le m e k istiy o ru m kızım am a
o y n u y o ru z . T a h t o y u n u . ”
B en o yn a m a k istem edim . B u o y u n ç o k tehlikeliydi. Tek hata ve
ben ölüyüm . “O s w e l l . . . l o r d u m . K ral T o p ra k la r ın d a n kaçtığım
gece k ü r e k le r i O s w e l l ç e k ti. K im o ld u ğ u m u biliyor olm alı.”
“B ir k o y u n p i s l i ğ i n i n y a rısı k a d a r zeki olsaydı b u n d a n endişe
ed eb ilird ik . S ö r L o t h o r d a b iliy o r. L âk in O sw e ll u z u n zam andır
b en im h i z m e t i m d e , B r u n e d a d o ğ u ş ta n sıkı ağızlıdır. K arakazan
b enim iç in B r u n e ’u g ö z lü y o r , B r u n e da K arakazan’ı. B ir za­
m anlar L o rd E d d a r d ’a, kim seye g ü ven m e, d e m iştim am a ben i d in ­
le m e m işti. S e n A la y n e ’s in v e h er zam an b öyle o lm alısın .” P ety r
•ki p a r m a ğ ın ı S a n s a ’n ı n g ö ğ s ü n e k o y d u . “B u rad a bile. K albinde.
B unu y a p a b ilir m i s i n ? K a lb in d e b e n im k ızım olabilir m isin ?”
197
“B e n ...” Sansa az k alsın , bilm iyo rum lo rd u m , d iy ecek ti ama
P e ty r’ın d u y m a k istediği şey bıı d e ğ ild i. Y a la n la r ve A rb o r altını
d iy e d iişiin d ii Sansa. “B e n A la y n e ’im b a b a . B a şk a k im olabil^
r im ? ”
L o rd S erçep arm ak , S a n sa ’rıın y a n a ğ ın ı ö p t ü . “ B e n im zekâta
ve C a te ly n ’in g ü zelliğ iy le b ü t ü n d ü n y a s e n i n o la c a k tatlım
Ş im d i yatağına g it.”
G retch el, S an sa’n ın ş ö m in e s in d e b i r a te ş y a k tı v e kuş tüyü
yatağını k ab arttı. S ansa s o y u n u p b a t t a n i y e l e r i n a ltın a girdi. Bu
gece şarkı söylemesin, d iy e d u a e tti, L o r d N e s to r ve diğerleri kaledeyken
söylemez. Cesaret edem ez. G ö z le r in i k a p a ttı.
G e c e n in b ir saati u y a n d ı, k ü ç ü k R o b e r t y a ta ğ a tırm an ıy o r­
d u . L othor’a onu tekrar k ilitlem esin i sö yle m ey i u n u ttu m , d iy e fark etti
Sansa. Y apacak b ir şey y o k tu , k o lla r ın ı ç o c u ğ a d o la d ı. “T atlıbülbül? K alab ilirsin am a k ıp ır d a m a k y o k . S a d e c e g ö z le r i n i kapat ve
uy u k ü ç ü ğ ü m .”
“T a m a m .” R o b e rt b ira z d a h a s o k u l d u v e b a ş ın ı S ansa’nm
g ö ğ ü sle rin in arasın a k o y d u . “A la y n e ? B e n i m a n n e m se n misin
a rtık ?”
“S an ırım ö y le y im ,” d e d i S a n sa . E ğ e r iyi b i r a m a ç iç in söyle­
n iy o rsa, y alan lar z a ra rsız d ı.
198
DENİZ CANAVARININ KIZI
Salon, sarhoş H arlaw lar’ın gü rültüsüyle doluydu, hepsi uzak
H e r lo rd , ad am ların ın o tu rd u ğ u sıraların arkasına
kendi sancağını asm ıştı. G alerid en aşağı bakarak, çok az, diye
d ü ş ü n d ü Asha G re y jo y , gerçekten çok az.
Bu kadarını, Kara Rüzgâr karaya yaklaşırken Bakir Q arl da
söylemişti- A sha’n ın am casın ın kalesinin altına bağlanm ış dargcıııileri saym ış ve çen esin i sıkm ıştı. “G elm em işler,” dem işti,
“ya da çok azı g elm iş.” Q a rl haksız değildi am a Asha m ü re tte ­
batının duyabileceği b ir y erd e o n u onaylayam azdı. Adam ları­
nın sadakatinden ş ü p h e e tm iy o rd u fakat dem ird o ğ u m lu lar bile
açıkça k ay bedilm iş b ir dava için can v e rm e k istem ezdi.
Benim dostlarım bu kadar az mı? Asha, sancakların arasında
Botley’n in g ü m ü ş b alığ ın ı, S to n e tre e ’n in taş ağacını, V olm ark’ın
siyah lev iath an ın ı ve M y re s’ın yağlı ilm iğini gördü. D iğerleri
Harlaw tırp a n la rıy d ı. B o re m u n d , k en d i tırp a n ın ı m avi bir ze­
mine y erleştirm işti, H o t h o ’n u n k i siper m azgallarından oluşan
bir çerçevenin iç in d ey d i. Şövalye, sancağını d ö rd e b ö lm ü ş ve
tırpanların y an ın a a n n e s in in h a n e d a n ın ın süslü tavus k u şu n u
koymuştu. G ü m ü şs a ç lı S ig fry d ’in sancağında bile, çapraz şekil­
de ikiye b ö lü n m ü ş z e m in d e zıt ren k li tırp a n la r vardı. G ece si­
yahı bir z e m in d e , şafak g ü n le rin d e dalgalandığı gibi dalgalanan
gümüş tırp a n , sa d ece L o rd H a rla ıv tarafın d an sergileniyordu:
Rodrik, n a m -ı d iğ e r O k u y u c u , O n K ule L o rd u , H arlaw L ordu,
Harlaw’u n H a r la w ’u . . . A sh a ’n ın en sevdiği dayısı.
Lord R o d rik ’in y ü k se k k o ltu ğ u b o ştu . S af g ü m ü şte n d ö v ü ­
len ve bir d ev in b ile sa v u rm a k ta zorlanacağı kadar b ü y ü k olan
iki tırpan, çap raz h â ld e k o ltu ğ u n ü z e rin d e d u ru y o rd u am a tır ­
panların altın d ak i m in d e r le r b o ştu . A sha b u n a şaşırm adı. Z i ­
yafet biteli ep ey o lm u ş tu . A hşap m asalarda sadece k em ik ler ve
yağlı tabaklar k alm ıştı. D iğ e r ad am lar içiyordu ve L ord R o d rik
kavgacı sa rh o şla rın d o s tlu ğ u n d a n h içb ir zam an h o şla n m a m ıştı.
Asha, Ü ç D iş li’ye d ö n d ü ; k ad ın k o rk u n ç yaşlıydı ve O n İki
Dişli olarak an ıld ığ ı z a m a n la rd a n beri L ord R o d rik ’in kâhyasıyk u z e n le rd i.
^
D ayım k itap larıy la b irlik te m i? ”
199
“Evet. Başka n erede olacak?” Ü ç D işli o kadar yaşlıyd,
zam an lar bir rahip, o n u n Yaşlı H a tu n ’u e m zirm iş olabilece- 'r
söylem işti. İııanç’ın adalarda hâlâ hoş g ö rü ld ü ğ ü vakitlerdi. L ^!
R odrik, O n K ule’de rahipler tu tm u ş tu am a ru h u n u n değil kj
taplarınııı hatırına. “K itaplarıyla ve B otley ile birlikte. B otley^
o n u n la y d ı.”
B otley’ııin sancağı salonda asılıydı; so lu k yeşil zem in üstün
de bir g ü m ü ş balığı sü rü sü . A m a Aslıa, B o tle y ’n in H ızlı Yqz
çcf’ini diğer d arg em ilerin arasında g ö rm e m iş ti. “Yaşlı Sawane
B o tley ’nin, am cam K argagöz tarafın d an b o ğ u ld u ğ u n u duymuş.
tu m .”
“Bu, L ord Tristifer B o tley .”
Tris. Asha, S aw an e’in b ü y ü k o ğ lu H a r r e n ’a n e le r olduğunu
m erak etti. Yakında öğreneceğim şüphesiz. B u çok tuh af olacak. Asha
T ris B o tley yi... o m e s e le d e n b eri... g ö rm e m iş ti. H ayır, bunu
d ü şü n m e y ecek ti. “L eydi a n n e m n e r e d e ? ”
i
1
'
î
*
1
(
İ
S
;
!
»
*
[
‘Y atak ta,” ded i Ü ç D işli, “D u l K u le s i’n d e .”
Elbette, başka nerede olacaktı k i? D u l K u lesi, A sh a’nın teyze-
!
si du l k aldıktan so n ra b u ism i alm ıştı. L eydi Gvvynesse, Balon
G rey jo y ’u n ilk ayaklanm ası sırasın d a G ü z e l A d a ’da ölen koca-
I
sın ın yasını tu tm a k için O n K u le ’y e g e lm işti. “S adece kederim
l
geçen e kadar kalacağım ,” d e m iş ti k a rd e şin e , “b u n u n la birlikte,
!
yasalara göre O n K ule b e n im o lm a lı, zira b e n s e n in yedi yaş bü-
.
y ü ğ ü n ü m .” O z a m a n d a n b u y an a u z u n y ılla r g eçm işti ama dul
\
k ad ın yas tu ta ra k ve arada b ir k a le n in o n u n o lm a sı gerektiğini
m ırıld a n a ra k o rad a kalm ıştı. Ve şim di L o r d R o d rik , çatısının altına
\
yarı deli bir k ız kardeş daha aldı, d iy e d ü ş ü n d ü A sha. Kitaplarda te-
\
selli araması şaşırtıcı değil.
\
N a r in ve hastalıklı L eydi A la n n y s ’in , ç o k se rt ve çok güçlü
s
g ö r ü n e n kocası L o rd B a lo n ’d a n u z u n y a şa d ığ ın a in a n m a k o anda
^
b ile z o rd u . A sh a y e lk e n açıp savaşa g ittiğ in d e , b u n u buruk bir
j
y ü re k le y ap m ıştı, o d ö n m e d e n a n n e s in in ö le b ile c e ğ in d e n kork-
j
m u ş tu . A n n e s in in değil d e b a b a s ın ın c a n v e re c e ğ in i b ir kez bile
j
d ü ş ü n m e m iş ti. Boğulm uş tanrı h ep im ize za lim şakalar yapıyor arttf
i
im a n la r hâlâ daha zalim . Â n i b ir fırtın a v e k u s u r lu b ir halat Lor
,
B a lo n ’ı ö lü m e g ö n d e rm iş ti. Y a d a in s a n la r b ö y le söylüyordu.
:
200
[
Aslıa annesini en so n , D e rin o rm a n Kalesi’ne saldırm ak ü ze­
re kuzeye g ^ e rk e n , tem iz su ikm ali yapm ak için O n K ule’de
durduğunc*a g ö rm ü ştü . A lannys I Iarlaw hiçbir zam an şarkıcılarln övdüğü tü rd e n b ir güzelliğe sahip olm am ıştı am a kızı o n u n
sert yüzünü ve g ü len g ö zlerin i sevm işti. A m a o son ziyarette,
Aslıa annesini b ir p e n c e re sekisinde, b ir k ü rk yığınının altında
denizi seyreder h âld e b u lm u ştu . K adının yanağını öperken, bu
bettim annem mi yoksa bir hayalet mi? diye d ü şü n m ü ştü .
A nnesinin ten i p a rşö m e n inceliğ indeydi, u z u n saçları beyaz­
dı. Başını tu tu ş şe k lin d e hâlâ b ir parça g u ru r vardı am a gözleri
solgun ve b u lu tlu y d u . T h e o n ’u so rd u ğ u n d a dudakları titrem iş­
ti. “Benim k ü ç ü k o ğ lu m u g e tird in m i? ” diye so rm u ştu . T h e o n ,
bir tutsak olarak K ışy arı’na g ö tü rü ld ü ğ ü n d e o n yaşındaydı ve
Leydi A lannys’e k alırsa d aim a o n yaşında olacaktı. “T h e o n gele­
medi,” d e m e k z o r u n d a k alm ıştı A sha. “B abam o n u T aşlı Kıyı’yı
yağmalaması için g ö n d e r d i.” L eydi A lannys’in b u n a söyleyecek
bir sözü y o k tu . S ad ece, b aşın ı ağır ağır sallam ıştı am a kızının
sözlerinin o n u nasıl d e r in kestiğ i aşikârdı.
Ve şimdi ona T h e o n ’un öldüğünü söylemek ve kalbine bir hançer
daim saplamak zorundayım . H â lih a z ırd a , k ad ın ın kalbine g ö m ü lü
iki bıçak v ard ı. B ıç a k la rın ü s tü n d e R o d rik ile M a ro n yazıyordu
ve gece o ld u ğ u n d a o b ıçak lar zalim ce b u rk u lu y o rd u . O nu yarın
sabah göreceğim, d e d i A sh a k e n d i k e n d in e . U z u n ve y o ru c u b ir
yolculuk g e ç irm işti, an n e siy le şim d i yüzleşem ezd i.
“Lord R o d r ik ’le k o n u ş m a lıy ım ,” d e d i Ü ç D işli’ye. “Kara
Rüzgâr’ ı b o şa ltm a y ı b itird ik le rin d e m ü re tte b a tım la ilgilen. T u t ­
saklar g etirecek ler. O n la r a ılık y atak v e sıcak y em e k v erilm e sin i
istiyorum .”
“M u tfak ta s o ğ u k e t v e E ski Ş e h ir’d e n gelm iş koca b ir kava­
noz hardal v a r.” H a rd a l d ü ş ü n c e s i yaşlı k adını g ü lü m se tti, diş
etinden u z u n ve k a h v e re n g i b ir d iş fırladı.
“Bu y e tm e z . Z o r l u b ir y o lc u lu k geçirdik. M id e le rin e sıc ak
bir şeyler g irsin is tiy o r u m .” A sh a, b aşp arm ağ ın ı çivili k e m e rin e
geçirdi. “L eydi G lo v e r v e ç o c u k la rın , o d u n a ve ısıya ihtiyacı o la ­
cak. O n ları b ir k u le y e k o y , z in d a n a değil. B ebek h asta.”
201
“B e b e k le r g e n e ld e h astad ır. Ç o ğ ıı ö l ü r ve a n n e le rle babajar
ü z ü lü r . Ş u k u r tla n n e rey e k o y acağ ım ı lo r d u m a sorm alıyım ”
A sh a, baş ve işaret p arm ağ ıy la yaşlı k a d ın ın b u r n u n u yakala,
dı. “ N e d iy o rsam o n u y ap acak sın . Ve e ğ e r o b e b e k ölürse, sen.
d e n d ah a ü z g ü n hiç k im se o lm a y a c a k .” Ü ç D işli tiz bir çıği^
attı ve itaat ed ece ğ in e d a ir söz v e rd i. A sh a k a d ın ı se rb e st bırakıp
day ısın ı b u lm ay a gitti.
B u k o rid o rla rd a te k ra r y ü r ü m e k g ü z e ld i. P y k e ’tan çok On
K ule, A sh a’ya ev hissi v e rm işti. A sh a b u ra y ı ilk g ö rd ü ğ ü n d e , tek
kale değil, bir araya toplanmış on kale, d iy e d ü ş ü n m ü ş tü . Basamak­
larda, d u v arlard ak i y ü r ü m e y o lla rın d a v e ü s tü kap alı köprülerde
n efes n efese k o ş tu rd u ğ u , U z u n T a ş R ı h t ı m ’d a b a lık tu ttuğu ve
d ay ısın ın k ita p la rın ın a ra sın d a k a y b o ld u ğ u g ü n le r i ve
geceleri
h atırlad ı. Kaleyi, A sh a’n ın b ü y ü k b a b a s ın ın b ü y ü k b a b a s ı yük­
seltm işti, adalardaki e n y e n i kale b u y d u . L oı d T h e o m o r e üç oğ­
lu n u b eşik te k ay b etm iş ve s u ç u su d o lu m a h z e n le r e , nem li taş­
lara ve k ad im H a rla w K alesi’n in c e r a h a tli g iih e rç ıle s in e atmıştı.
O n K ule d ah a h a v a d a rd ı, d a h a r a h a ttı, k o n u m u d a h a iyiydi...
fakat L o rd T h e o m o re d e ğ iş k e n b ir a d a m d ı, b ü t ü n karıları buna
şa h itlik ed eb ilird i. L o rd u n , b i r b ir l e r in d e n o n k u le kadar farklı
altı karısı o lm u ş tu .
K itap K ulesi k u le le rin e n ş iş m a n o la n ıy d ı, o k ta g o n şekilliydi
v e b ü y ü k k esm etaş b lo k la rın d a n in şa e d ilm iş ti. M e rd iv e n , kalın
d u v a rla rın içine g ö m ü lm ü ş tü . A s h a b a s a m a k la rı h ızlıca tırma­
n arak b eşin ci kata, d a y ıs ın ın o k u m a o d a s ın a ç ık tı. L ord Rodrik ’in kitap o k u m a d ığ ı b ir o d a y o k tu g e rç i. L o rd n a d ire n elinde
b ir kitap o lm a d a n g ö r ü lü rd ü ; tu v a le t o d a s ın d a , D en iz Şarkı­
s ı n ı n g ü v e rte sin d e , h a tta d u r u ş m a y ö n e tir k e n b ile elinde bir
k itap o lu rd u . A sha o n u y ü k s e k k o ltu ğ u n d a , g ü m ü ş tırpanların
a ltın d a kitap o k u rk e n d efalarca g ö r m ü ş tü . L o rd , ö n ü n e konulan
h e r davayı d in le r, k a ra rın ı b i l d i r i r ... v e m u h a f ız la rın kum anda­
n ı b ir so n ra k i dilekçe sa h ib in i g e tir m e k ü z e r e g ittiğ in d e biraz
d a h a o k u rd u .
A sha, d ay ısın ı, b ir p e n c e r e n in y a n ın d a d u r a n m asan ın üstü­
n e e ğ ilm iş h â ld e b u ld u . A d a m ın d ö r t b ir y a n ı, K ıy a m e t’ten önce
V aly ria’d a n g elm iş o lab ilecek p a r ş ö m e n le r le v e d e m ir kopçalı,
202
¿eri ciltli kalın kitaplarla çevrilm işti. L ordun oturd u ğ u yerin iki
y a n ı n d a k i süslü d e m ir şam danların içinde, bir adam ın kolu ka­
dar kalın ve u zu n m u m lar yanıyordu. Lord R odrik ne şişm andı
ne d e zayıf, ne u z u n d u ne de kısa, ne çirkindi ne de yakışık­
lı. Saçları kahverengiydi, gözleri de öyle, fakat çok sevdiği kısa
ve bakımlı sakalı grileşm işti. N eticed e L ord R odrik sıradan bir
a d a m d ı , o n u d iğ erlerin d en ayırt ed en tek özelliği yazılı sözlere
olan aşkıydı, p ek ço k d e m ird o ğ u m lu b u aşkı kadınsı ve m akus
bulurdu.
“Dayı.” A sha kapıyı kapadı. “H an gi kitap o kadar önem liydi
de konuklarını ev sahipsiz b ırak tın ?”
“Aliiistat M a n v y n ’in K ayıp Kitaplar Kitabı.” Lord, gözlerini
sayfadan kaldırıp A sha’yı inceledi. “H o th o bana Eski Şehir’den
bir nüsha g etirdi. B e n im le ev len d irm ek istediği b ir kızı var.”
Uzun tırnağıyla kitab a hafifçe v u rd u . “Ş u n u görüyor m usun?
Marwyn, V alyria’ya K ıy am et g elm ed en önce A enar T argaryen’ın bakire kızı tarafın d an yazılm ış olan İşaretler ue Alametler in
üç sayfasını b u ld u ğ u n u id d ia ediyor. L anny burada old u ğ u n u
biliyor m u ?”
“H en ü z d eğ il.” L a n n y , L o rd R o d rik ’in, A sha’n ın annesi için
kullandığı kısa isim d i; o n u sadece O k u y u c u b u isim le anardı.
“Bırak d in le n sin .” A sha, b ir kitap y ığınını bir tab u ren in üstüne
aldı ve sandalyeye o tu rd u . “Ü ç D işli iki dişini daha kaybetm iş
gibi g ö rü n ü y o r. A rtık o n u T e k D işli diye m i çağırıyorsunuz?”
“O n u h e m e n h e m e n hiç çağ ırm ıy o ru m . O kadın beni k o r­
kutuyor. V akit n e ? ” L o rd R o d rik p en cered en dışarı, ay ışığıyla
aydınlanmış d e n iz e baktı. “K aranlık, b u kadar çabuk? F ark e t­
memişim. G eç g eld in . B irkaç g ü n önce gelm eni b ekliyorduk.”
“Rüzgâr bize karşıy d ı ve b en i en d işelen d iren tutsaklarım
vardı. R o b ett G lo v e r’ın karısı ve çocukları. E n k üçüğü hâlâ sü t
emiyor ve y o lc u lu k sırasın d a Leydi G lo v er’ın sü tü kesildi. Kara
Rüzgâr’ı T aşlı K ıyı’da sahile çev irm ek ten ve adam larım ı b ir s ü ­
tanne bu lm aları için g ö n d e rm e k te n başka seçeneğim y o k tu .
Sütanne y erin e b ir keçi b u ld u lar. Kız d o ğ ru d ü zg ü n gelişm i­
yor. Köyde b ir s ü ta n n e var m ı? D erin O rm a n , p lan larım için
önemli.”
203
“ P la n la r ın ı d e ğ iş tir m e lis in . Ç o k g e ç g e l d i n .”
“G e ç v e a ç .” A s h a u z u n b a c a k la r ın ı m a s a n ın a ltın a uzattı
c n y a k ın d a k i k ita b ın s a y fa la rın ı ç e v ir d i. B ir r a h i b i n , Z a lim
e g o r ’ın F u k a r a D o s tla r ’a k a rşı y a p tığ ı sa v a ş h a k k ın d a k i söylev
“A h . V e s u s u z . B ir k u p a b ir a iyi g i d e r d a y ı .”
1
L o r d R o d r ik d u d a k la r ın ı b ü z ü ş t ü r d ü . “ K ü t ü p h a n e m d e yiye
c e k v e iç e c e ğ e iz in v e r m e d i ğ i m i b i l i y o r s u n . K i t a p l a r ...”
“ .. .z a r a r g ö r e b i l ir .” A s h a g ü l d ü .
L o rd k a ş la rın ı ç a ttı. “ B e n i k ı ş k ı r tm a k t a n h o ş la n ıy o r s u n .”
“A lı, o k a d a r g ü c e n m i ş g ö r ü n m e . K ı ş k ı r t m a d ı ğ ı n ı b ir adam
o lm a d ı h e n ü z , b u n u g a y e t iyi b iliy o r o l m a n g e r e k . A m a
benim
h a k k ım d a y e te r in c e k o n u ş t u k . S e n iyi m i s i n ? ”
L o rd o m u z silk ti. ‘" Y e te rin c e iy iy im . G ö z l e r i m zayıfhy0r
D a h a r a h a t o k u y a b ilm e k iç in M y r ’d e n b i r m e r c e k is te d im .”
“ P e k i te y z e m n a s ıl? ”
On
unutkan­
L o rd R o d r ik iç g e ç ir d i. “ H â lâ b e n d e n y e d i y a ş b ü y ü k ve
K u le ’n in o n u n o lm a s ı g e r e k ti ğ i n d e n e m i n . G v v y n e s se
la şıy o r a m a b u n u u n u t m u y o r . O l i i k o c a s ı iç in ilk g ü n k ü gibi yas
t
t u t u y o r a m a a d a m ın a d ın ı h e r z a m a n h a t ı r la y a m ı y o r .”
j
“O n u n a d ın ı b iliy o r m u y d u e m i n d e ğ i l i m .” A sh a, rahibin
k ita b ın ı b i r c i m se siy le k a p a ttı. “ B a b a m ö l d ü r ü l d ü m ü ? ”
“A n n e n ö y le o l d u ğ u n a in a n ı y o r .”
B a b a m ı b izz a t öldürm ekten m e m n u n iy et duyacağı vakitler vardı,
d iy e d ü ş ü n d ü A sh a. “Y a d a y ım n e y e i n a n ı y o r ? ”
“ B a lo n , a y a k la rın ın a ltın d a k i ip k ö p r ü k o p tu ğ u n d a ölüme
d ü ş tü . F ır tın a ç ık m ış tı v e r ü z g â r e s tik ç e k ö p r ü sa lla n ıp bükü­
lü y o r d u .” R o d r ik o m u z l a r ı n ı silk ti. “Y a d a b iz e b ö y le söylendi.
A n n e n e Ü s ta t W e n d a m y r ’d e n b ir k u ş g e l d i .”
A sh a k a m a s ın ı k ın ı n d a n ç ık a r d ı v e tı r n a k la r ı n ı n içindeki pis­
liğ i te m iz le m e y e b a ş la d ı. “ K a rg a g ö z ü ç y ıl d ı r u z a k ta ve tam da
b a b a m ın ö ld ü ğ ü g ü n g e ri d ö n ü y o r .”
“B ir g ü n s o n ra , d iy e d u y d u k . B a lo n ö l d ü ğ ü n d e Sükûnet hâla
k a ra d a n u z a k ta y m ış . Y in e d e , E u r o n ’u n . . . n a s ıl d e se k , tanı vak­
t in d e , d ö n d ü ğ ü n ü k a b u l e d iy o r u m .”
“B e n b ö y le s ö y le m e z d im .” A s h a , k a m a s ın ın u c u n u masaya
sa p la d ı. “ G em ile rim nerede ? A şağ ıd a d e m i r a tm ış k ırk dargenu
s a y d ım , K arg a g ö z ’ü b a b a m ın ta h tın d a n i n d ir m e y e yetm ez.
204
|
“R esm i çağ rı y a p tım . S e n in ad ına, sana ve an n en e olan sev­
e n i hatırın a. H a r la w H a n e d a n ı to p la n d ı. S to n etre e ve V o lm ark
da öyle- Bazı M y r e s l a r ...”
“H ep si H a r la w A d a sı’n d a n . .. y ed i adadan sadece b iri. S alon­
da tek b aşın a b ir B o tle y san cağ ı g ö rd ü m , P yke’tan. P eki T u z
U ç u ru m u ’n d a n , O r k m o n t A d ası’n d a n , W y k ler’d en gelen gemiler n e re d e ? ”
“B aelor B la c k ty d e b e n im le fikir alışverişi yapm ak için
Blacktyde’d a n g e ld i v e g ö r ü ş m e m iz b ite r b itm e z tekrar y elken
açtı.” L o rd R o d r ik K a y ıp K ita p la r K ita b ı ’n ı kapattı. “Ş im diye ka­
dar Eski W y k ’e ç ı k m ış tır .”
“Eski W y k ? ” d e d i A sh a. D a y ıs ın ın , h e rk e sin K argagöz’e biat
etm ek ü z e re P y k e ’a g ittiğ in i sö y le y e c e ğ in d e n k o rk m u ştu . “N e ­
den Eski W y k ? ”
“D u y d u ğ u n u s a n m ış tım . A e r o n B u h a rsaçlı b ir kral şûrası
d ü zen liy o r.”
A sha b a ş ın ı g e riy e a tıp g ü ld ü . “B o ğ u lm u ş T a n rı, A ero n am ­
cam ın p o p o s u n a d ik e n li b a lık s o k m u ş o lm a lı. K ral ¡(ırası mı? Bu
bir şaka m ı y o k s a a m c a m c id d i m i? ”
“B u h a rs a ç lı b o ğ u l d u ğ u n d a n b e ri h iç şaka y ap m ad ı. Ü ste lik
diğer r a h ip le r ç a ğ rıy a c e v a p v e r d i. K ö r B e ro n B lacktyde, Ü ç
Kez B o ğ u lm u ş T a r l e . . . h a tta Y aşlı B o z M a rtı bile H arlaw ’u n
dört b ir y a n ın d a k ra l şû ra s ıy la ilgili vaaz v e r m e k için ü stü n d e
yaşadığı k a y a d a n a y r ıld ı. Ş u a n d a b iz k o n u ş u rk e n , kaptanlar
Eski W y k ’te t o p l a n ı y o r .”
A sha h a y r e te d ü ş m ü ş t ü . “K a rg ag ö z b u k u tsa l m askaralığa ka­
tılm aya v e s o n u c u n a r ia y e t e tm e y a razı o ld u m u ? ”
“K a rg ag ö z s ır la r ın ı b a n a a ç m ıy o r. B e n i o n a b iat e tm e m için
Pyke’a ç a ğ ır d ığ ın d a n b e r i E u r o n ’d a n h a b e r a lm a d ım .”
B ir kral ¡û ra sı. B u yetti b ir ¡e y . .. daha doğrusu çok eski bir ¡ey. “Ve
V ictarion a m c a m ? B u h a r s a ç lı’n ın b u fik ri h a k k ın d a o n e d iy o r? ”
“V ic ta r io n ’a b a b a n ı n ö l ü m h a b e ri g ö n d e rild i. Kral şû ra s ın ın
haberi d e g ö n d e r i l m i ş t i r ş ü p h e s iz . B u n d a n ö te sin i b ile m e m .”
Savaç olacağına k ra l ¡û ra sı olsun. “S a n ırım B u h a rsa ç lı’n ın k o ­
k u şm u ş a y a k la r ın ı ö p e c e ğ im v e p a rm a k la rın ın arasın d ak i y o ­
sunları t e m i z l e y e c e ğ i m .” A s h a , k a m a s ın ı sa p lan d ığ ı y e r d e n k u r ­
tardı ve te k r a r k ı n ı n ı n a s o k tu . “L a n e t olası b ir kral ¡ûrası\n
205
“E sk i W y k ’t e ,” d iy e o n a y la d ı L o rd R o d r ik . “L âkin kani*
o lm a m a s ı için d u a e d iy o r u m . H a e r e g ’in y a z d ığ ı Demirdogutn
lu la r'ıtı T a r ih i'n i k a r ış tır d ım . T u z k r a lla rı ile kaya krallarının
b u l u ş t u ğ u s o n k ral ş u r a s ın d a , O r k w o o d H a n e d a n ı ’n d a n Urron
b a lta c ıla rın ı k ra lla rın a ra s ın a s a lın ış v e N a g g a ’n ın kaburgaları
k a n la k ırm ız ıy a b o y a n m ış . O k a r a n lık g ü n d e n s o n r a G reyiron
H a n e d a n ı b in yıl b o y u n c a s e ç il m e d e n h ü k m e t m i ş , ta ki
Andal-
la r g e le n e k a d a r .”
“ B an a H a e r e g ’in k ita b ın ı ö d ü n ç v e r m e l i s i n d a y ı.” A sha, Eski
W y k ’e v a r m a d a n ö n c e k ra l ş û r a s ı h a k k ın d a ö ğ re n e b ile c e ğ i her
şeyi ö ğ r e n m e liy d i.
“B u ra d a o k u y a b ilirs in . K ita p ç o k e s k i v e n a r i n . ” L ord, kaş­
la rın ı ç a ta ra k A s h a ’y ı in c e le d i. “ B ir z a m a n l a r A liü s ta t Rigney
ta r ih in b ir te k e r le k o l d u ğ u n u y a z m ış tı; ç ü n k ü in s a n tabiatı esas
o la ra k d e ğ iş m e z d ir, g e ç m iş te o la n t e k r a r o la c a k tır . N e
zaman
K a rg a g ö z ’ü d ü ş ü n s e m b u n ı ı h a t ı r la r ım . E u r o n G r e y jo y , benim
şu yaşlı k u la k la r ım d a t u h a f b i r ş e k ild e U r r o n G r c y i r o n gibi tın­
lıy o r. B e n E sk i W y k ’e g itm e y e c e ğ im . S e n d e g itm e m e lis in .”
A sh a g ü lü m s e d i. “V e ç o k u z u n z a m a n d ı r ilk k e z düzenlenen
k ral şû ra s ın ı k a ç ır m a lıy ım . S o n k ra l ş û r a s ı n e z a m a n d ı dayı?”
“H a e r e g ’e in a n a c a k o lu r s a k d ö r t b i n y ıl ö n c e . Ü s ta t Denest a n ’ın S o ru la r 'd a k i g ö r ü ş le r in i k a b u l e d e r s e k , b u n u n yarısı. Eski
W y k ’e g itm e k h iç b ir a m a c a h i z m e t e t m e z . Ş u k r a llık rüyası, bi­
z im k a n ım ız d a k i b ir d e lilik . B u n u , ilk k e z a y a k la n d ığ ın d a baba­
n a d a s ö y le m iş tim v e b u s ö y le d iğ im , ş i m d i o z a m a n olduğun­
d a n d a h a g e rç e k . B iz im a r a z ile r e i h t i y a c ı m ı z v a r, taçlara değil,
S ta n n is B a ra th e o n v e T y w in L a n n is te r , D e m i r T a h t için çekişiy o rk e n , b iz a r a z ile r im iz i b ü y ü t m e k iç in az b u l u n u r b ir fırsata
sa h ib iz . S ta n n is ’i ya d a T y w i n ’i s e ç e lim , s e ç tiğ im iz adam ı do­
n a n m a la r ım ız la z a fe re ta ş ıy a lım v e m ü t e ş e k k ir b ir k rald an ihti­
y aç d u y d u ğ u m u z to p r a k la rı ta le p e d e l i m .”
“ B u n u d ü ş ü n e c e ğ im , D e n iz ta ş ı T a h t ı ’n a o tu r d u ğ u m d a .”
* Yazar, sözlük anlam ı “k an lı” o lan ve İn g iliz argosunda öfke
b e lirtm ek (lanet olası, kahrolası v.b) ya da sö y le n en şeyi kaba bir
ifadeyle vurgulam ak için ku llan ılan “b lo o d y ” sözcüğüyle kelime
o y u n u yapm ış, (ç.n.)
206
Lord R odrik ıç geçirdi. “B u n u d u ym ak istem ezsin am a sc■,IllC y e c c k s i n Asha. D em ird o ğ u m lu lar bir kadın tarafından biç
Enetilmedi- G w ynesse b en d e n yedi yaş büyiik am a babam ız öl­
düğünde O n Kule bana geçti. D u ru m senin için de aynı olacak.
çcıı Balon m kızısın, o ğlu değil. Ü ste lik üç am can var.”
“Bir de dayını v ar.”
“Ö nem li olan d en iz canavarı am caların. B en ö nem sizim .”
“Benim için ö n e m lisin . O n K ule’n in lo rd u dayım a sahip ol­
duğum sürece H a r la v /a sa h ib im .” H arlaw , D em ir Adaları’n ın
en büyüğü d eğildi am a en zen g in ve en kalabalık olanıydı, ü ste­
lik Lord R o d rik ’in k u v v eti k ü ç ü m se n e m e z d i. Harlavv’u n , H a rlaw’da hiç rakibi y o k tu . V o lm ark lar ve S to n etre eler adalarda geniş
arazilere sahipti, m e ş h u r kaptan larıyla ve acım asız savaşçılarıyla
övünürlerdi fakat e n acım asız o lan lar bile tırp a n ın ö n ü n d e diz
çökerdi. Bir v ak itler acı d ü şm a n la r o lan K en n in g ler ve M yrelar,
uzun zam an ö n c e y e n ilm iş ve b iat etm işlerd i.
“K u zen lerim b a n a b ağ lılık y e m in i v erd iler. Savaşta o n ların
kılıçlarını ve y e lk e n le rin i b e n k o m u ta e d e rim lâkin kral şû rasın ­
da...” L ord R o d rik b aşın ı iki y an a salladı. “N ag g a’n ın k em ik le­
rinin altında b ü tü n k a p ta n la r eşittir. B azıları se n in ism ini h ay ­
kıracak, b u n d a n ş ü p h e m yo k . A m a y e tm e z . S esler V ictarion ya
da Kargagöz için y ü k se ld iğ in d e , şu an d a b e n im sa lo n u m d a içki
içen adam lard an b azıları o se slere katılacak. T e k ra r sö y lü y o ru m ,
gemini b u fırtın a n ın için e y ü z d ü r m e . S e n in dav an d a u m u t y o k .”
“H içb ir dava, m ü c a d e le y e k ad ar u m u ts u z değ ild ir. B e n e n
haklı iddia sa h ib iy im . B e n B a lo n ’ın b e d e n e n v e liah tıy ım .”
“Sen hâlâ in a tç ı b ir ç o c u k s u n . Z avallı a n n e n i d ü ş ü n . L an n y ’ye
kalan tek şey se ıısin . S e n i b u ra d a tu tm a k için, gerekirse Kara R ü z ­
gârı ateşe v e r irim .”
“N e yani? B e n i E sk i W y k ’e k ad ar y ü z d ü re c e k m isin ? ”
“B aşında tu ta m a y a c a ğ ın b ir taç u ğ ru n a u z u n v e so ğ u k b ir y ü ­
züş g erçek leştirm iş o lu r s u n . B a b a n ın m a n tık ta n ç o k cesareti v a r ­
dı. B irçok k rallığ ın iç in d e k ü ç ü k b ir k rallık o ld u ğ u m u z z a m a n ­
larda, Eski U s û l ad alara iyi h iz m e t e tti fakat A e g o n ’ın F e th i b u n a
soıı verdi. B a lo n , ö n ü n d e ap açık d u r a n şeyi g ö rm e y i r e d d e tti.
Eski U s û l, K ara H a r r e n v e o ğ u lla rıy la b irlik te ö l d ü .”
207
“B u n tı b iliy o r u m .” A s h a b a b a s ın ı s e v e r d i a m a k e n d in i kan
d ırm a z d ı. B alo n bazı k o n u la r d a k ö r d ü . C e s u r b ir a d a m d t atna kötü
bir lorddu. “D e m ir T a l ıt ’ın k ö le le r i o la r a k y a ş a m a m ı z ve ö lm e.
m iz g erek tiğ i a n la m ın a m ı g e liy o r b u ? E ğ e r s a n c a k t a kayalar Ve
isk eled e fırtın a varsa, akıllı b ir k a p ta n d ü m e n i n i ü ç ü n c ü bir ro­
taya k ıra r.”
“Bana şu ü ç ü n c ü ro ta y ı g ö s t e r .”
“G ö s te re c e ğ im ... k ra liç e ş û r a m d a . D a y ı , k a tı lm a m a y ı nasıl
d ü şü n e b ilirsin ? B u ... c a n lı ta r ih o la c a k .”
“B en ta r ih im in ö lü o lm a s ın ı t e r c i h e d e r i m . Ö l ü ta rih m ü­
rek k ep le y azılır, c an lı ta r ih k a n la .”
“Yaşlı ve k o rk a k b ir a d a m o la r a k y a t a ğ ı n d a ö l m e k m i istiyor­
su n ? ”
“Başka n e is te y e b ilir im ? L â k in k i t a p l a r ı m ı b i t i r m e d e n de­
ğ il.” L o rd R o d rik p e n c e r e y e g itti. “ L e y d i a n n e n i s o r m a d ı n .”
Korkuyordum . “N a s ıl? ”
“D ah a g ü ç lü . H e p im i z d e n u z u n y a ş a y a b il i r . E ğ e r b u
saçma­
lıktan v a z g e ç m e z se n , s e n d e n u z u n y a ş a y a c a ğ ı k e s i n . B u ra y a ilk
geldiği z a m a n k in d e n fa z la y iy o r v e g e n e l d e g e c e b o y u n c a uyu­
y o r.”
“G ü z e l.” L eydi A la n n y s , P y k e ’ta k i s o n y ı l l a r ı n d a h iç uyuy am ıy o rd u . G e c e le ri, e lin d e b i r m u m l a k o r i d o r l a r d a dolaşa­
rak o ğ u lla rın ı a rıy o rd u . “M a r o n ? ” d i y e b a ğ ı r ı y o r d u tiz b i r sesle.
uRodrik, neredesin? Tfıeon, bebeğim , a n n e y e g e l ” A s h a , L e y d i Alan-
n y s’in D e n iz K u le s i’n e g id e n a h ş a p k ö p r ü y ü ç ı p l a k a y ak la geç­
tiği g ec e le rin sa b a h ın d a , k a d ı n ı n t o p u k l a r ı n d a n k ı y m ı k çıkaran
ü stad ı d efalarca iz le m iş ti. “O n u y a r ı n s a b a h g ö r e c e ğ i m . ”
“T h e o n ’u s o ra c a k .”
K ışya n P rensi. “O n a n e s ö y l e d i n ? ”
“Ç o k az şey. S ö y le n e c e k b i r ş e y y o k t u . ” L o r d durak sad ı.
“T h e o n ’u n ö ld ü ğ ü n d e n e m i n m i s i n ? ”
“H iç b ir şe y d e n e m in d e ğ i l i m .”
“ B ir b e d e n b u ld u n u z m u ? ”
“ B irç o k b e d e n in p a r ç a la r ın ı b u l d u k . K u r t l a r b iz d e n önce
o r a d a y d ı... d ö r t ayaklı o la n la r , a m a ik i a y a k lı k r a l l a r ı n a ç o k az
sayg! g ö s te rm iş le r d i. K a tle d i l e n l e r in
208
k e m i k l e r i n i ilik le ri ıçm
jrçalamışlardı. İtiraf e d iy o ru m , orada neler o ld u ğ u n u b ilm ek
zor. Kuzeyli adam lar k en d i aralarında çarpışm ış gibi g ö rü n ü yor.
“Kargalar, ö lü b ir ad am ın eti için kavga eder ve gözleri için
birbirlerini ö ld ü rü rle r.” L o rd R o d rik denize baktı, dalgaların
Üstünde oy u n oynayan ay ışığını seyretti. “Bir kralım ız vardı,
sonra beş o ldu. Ş im d i b ü tü n g ö rd ü ğ ü m , Batıdiyar’ın cesedi
için kavga ed en kargalar.” P an ju rları kapattı. “Eski W yk’e gitnıe Asha. A n n en le kal. K o rk arım ki o n u n la geçireceğim iz vakit
azaldı.”
Asha o tu rd u ğ u y erd e k ıp ırd a n d ı. “A n n em beni cesur o lm am
için büyü ttü . E ğer g itm ezse m , hay atım ın geri kalanını, gitseydim ne o lu rd u diye m e ra k ed e re k g eçiririm .”
“Eğer g id ersen , h ay atın ın geri kalanı, bir şey m erak edem e­
yeceğin kadar kısa o la b ilir.”
“G ü n lerim i, D e n iz ta şı T a h tı’n ın aslında b e n im oldu ğ u n u
söylerek g e ç irm e k te n iyidir. B en G w ynesse değilim .”
Asha’n m sö z leri lo rd u irk iltti. “A sha, b e n im iki o ğ lu m G üzel
Ada’daki y en g eçlere y e m o ld u . B u rad a kal ve seni O n K ule’n in
vârisi ilan e d ey im . B u n u n la y e tin .”
“O n K u le?” Keşke yapabilseydim. “K u zen lerin b u n d a n h o ş­
lanmaz. Şövalye, yaşlı S igfryd, K a m b u r H o t h o ...”
“O n la rın k e n d i to p rak ları ve m ak am ları v ar.”
Doğru. Ç ü r ü y e n H a rla w K alesi, G ü m ü şsa ç lakaplı yaşlı Sigf­
ryd H arlaw ’a aitti. B atı kıy ısın d ak i b ir u ç u r u m u n ü stü n d e y ü k ­
selen Işıltılı K u le, K a m b u r H o th o H a rla w ’u n m akam ıydı. S ö r
Harras H a rla w , n a m - ı d iğ e r Ş övalye’n in sarayı Boz B ahçe’d e y ­
di. Mavi B o re m ıın d , Y aşlık ad ın T e p e s i’ııin zirvesinde h ü k ü m
sürüyordu. F ak at b u a d a m la rın hepsi L ord R o d rik ’e bağlıydı.
“B o rem u n d ’u n ü ç o ğ lu var, Sigfryd G ü m iişsa ç ’ın erk e k t o r u n ­
ları var ve H o t h o ’n u n ih tirasları v a r,” ded i Asha. “H e r b iri se ­
nin yerine g e ç m e k istiy o r, S igfryd bile. O ad am so n su za k a d a r
yaşamaya n iy e tli.”
“Şövalye, b e n d e n so n ra H a rla w L o rd u olacak,” d e d i L o rd
Rodrik, “lâkin adayı B o z B a h çe’d e n de y ö n e te b ilir. O n a k ale
>Çİn bağlılık y e m in i v e r ve S ö r H a rra s seni k o r u s u n .”
“ B e n k e n d im i k o r u y a b ilir im . D a y ı, b c ıı b ir d e n iz canavan
y ım . G re y jo y H a n e d a n ı ’n d a ıı A s lıa ’y m ı . ” A s lıa ay ağ a kalktı. “ß en
b a b a m ın ta h tın ı is tiy o r u m , ş e n in k in i d e ğ il. Ş u s e n i n tırp a n |ar,n
ç o k te h lik e li g ö r ü n ü y o r . B iri d ü ş ü p k a f a m ı k e s e b ilir . H a y ır, ben
D e n iz ta ş ı T a l ıt ı'n d a o t u r a c a ğ ım .”
“O h â ld e se n d e ç ü r ü k e t iç in ç ığ lık a ta n b i r k a r g a s ın .” R0(g
r ik te k r a r m a s a n ın a rk a s ın a o t u r d u . “ G it. A liiis ta t M a rw y n ’jn
a r a ş tır m a s ın a g e ri d ö n m e k i s t i y o r u m .”
“ B aşka b ir sayfa d a h a b u lu r s a n b a n a h a b e r v e r .” D ayısı, Ash a 'n ı n d a y ıs ıy d ı, asla d e ğ iş m e y e c e k ti. A m a n e derse desin Eski
IV y k 'e gelecek.
K o ra R ü z g â r ın m ü r e t te b a t ı s a lo n d a y e m e k y iy o r olm alıydı
A slıa, E sk i W y k ’te k i to p la n tıy ı v e t o p l a n t ı n ı n o n l a r için ne an­
lam a g e ld iğ in i a n la tm a k ü z e r e a d a m la r ı n a k a tılm a s ı gerektiğini
b iliy o rd u . K e n d i a d a m la r ı s a ğ la m b i r ş e k ild e o n u n arkasında
d u ra c a k tı fa k a t A s h a ’n ın d i ğ e r l e r in e d e ih tiy a c ı v a r d ı; Harlaw
k u z e n le r in e , V o lm a r k la r ’a v e S t o n e t r e e l e r ’e. O n la r ı kazanmak
zoru n d a yım . D e r i ıı o r m a n
K a le s i’n d e e l d e e ttiğ i z a fe r on a bu
k o n u d a y a r d ım e d e c e k ti; a d a m la r ı z a f e r le ilg ili b ö b ü rle n m e y e
b a ş la r b a ş la m a z . A slıa o n l a r ı n b u n u y a p a c a ğ ın ı b iliy o rd u ; Kara
R ü z g â r ın m ü r e tte b a tı, k a d ın k a p t a n l a r ı n ı n b a ş a rıla r ıy la gurur
d u y u y o r d u . A d a m la r ın y a rısı A s h a ’y ı k ız l a r ıy m ış g ib i seviyor­
d u , d iğ e r y arısı d a o n u n b a c a k la r ın ı a ç m a k i s ti y o r d u am a her
b ir i u ğ r u n a c a n ın ı v e r ird i. B e n de o n la r için , d ü ş ü n d ü A sha. Basa­
m a k la r ın s o n u n d a k i k a p ıy ı o m z u y la itip ay ışığ ıy la aydınlanm ış
a v lu y a çık tı.
“A s h a ? ” K u y u n u n a r k a s ın d a n b ir g ö lg e ç ık tı.
A s h a h e m e n k a m a s ın a u z a n d ı . . . s o n r a a y ışığ ı, k u y u n u n ar­
k a s ın d a n ç ık a n k a r a n lık s u r e ti, f o k d e r is i p e l e r i n g iy e n b ir ada­
m a d ö n ü ş t ü r d ü . B i r başka hayalet. “T r is . S e n i s a lo n d a bulacağım ı
d ü ş ü n m ü ş tü m .”
“S e n i g ö r m e k is te d im .”
“ H a n g i b ö l ü m ü m ü , m e r a k e tt i n ? ” A s h a s ır ıttı. “ P ekâlâ, işte
b u r a d a y ı m , b ü y ü d ü m . İ s te d iğ in k a d a r b a k .”
“ B ir k a d ın .” A d a m y a k la ştı. “G ü z e l b i r k a d ı n .”
T r i s ti f e r B o tle y , A s h a ’n ın o n u s o n g ö r d ü ğ ü z a m a n d a n bu
210
kilo alm ıştı am a d ağ ın ık saçları hâlâ aynıydı. G ö z le ri b ir
fok bahğım nkiler kadar b ü y ü k ve d ü rü st bakışlıydı. Gerçekten
tatlı çözler. Z avallı T ris tife r’le ilgili so ru n b u y d u ; T ris , D e m ir
/çdalan için fazla tatlıydı. Y iizii güzelleşmiş, diye d ü ş ü n d ü A sha.
Tris, çocukken sivilcelerle so ru n yaşıyordu, A sha da aynı d e r t­
ten rm ızdaripti, b elk i d e o n ları b ir araya getiren şey b u y d u .
“Babanı d u y u n c a ü z ü ld ü m ,” d ed i Asha.
“Beıı sen in b ab an için yas tu tu y o ru m .”
Az kalsın, neden ? diye soracaktı A sha. T ris tife r’i, B aelo r
B lacktyde’ııı v esay etin e g irm e si için P y k e’tan g ö n d e re n B alon’dı. “A rtık L o rd B o tley o ld u ğ u n d o ğ ru m u ? ”
“En azın d an ism e n . H a r re n , D e r in o rm a n K alesi’n d e ö ld ü .
Bataklık şe y ta n la rın d a n b iri o n u zeh irli b ir okla v u rd u . L âkin
ben hiçbir şey in lo r d u y u m . B a b am , K argagöz’ü n D e n iz ta şı
Tahtı ü stü n d e k i id d ia sın ı re d d e ttiğ in d e b o ğ u la ra k ö ld ü rü ld ü .
Kargagöz, b a b a m ın a ra z ile rin in y a rısın ı D e m ir Y uva’ya v erd i,
buna rağ m en a m c a la rım o n a b ia t etti. E u r o n ’u n ö n ü n d e ilk diz
çöken ve o n a k ral d iy e n ilk kişi L o rd W y n c h ’ti.”
W ynch H a n e d a n ı, P y k e ’ta g ü ç lü y d ü am a A sh a hayal k ırık lı­
ğını belli e tm e d i. “W y n c h h iç b ir z a m a n se n in b a b a n ın cesareti­
ne sahip o lm a d ı.”
“A m can o n u sa tın a ld ı,” d e d i T ris . “ Sü k û n et , h a z in e d o lu a m ­
barlarla geri d ö n d ü . G ü m ü ş le r ve in c ile r, z ü m r ü tle r ve y ak u tlar,
yum urta b ü y ü k lü ğ ü n d e sa firle r, h iç b ir a d a m ın kald ıram ay aca­
ğı kadar ağ ır sik k e ç u v a lla r ı... K argagöz h e r y e rd e d o stla r sa tın
alıyor. A m c a m G e r m u n d ş im d i k e n d in e L o rd B o tley d iy o r v e
senin a m c a n ın a d a m ı o la ra k L o rd L im a n ı’n ı y ö n e tiy o r.”
“M e şru L o rd B o tle y s e n s in ,” d e d i A sha. “D e n iz ta ş ı T a lıtı’n a
o tu rd u ğ u m d a , b a b a n ın a ra z ile ri iade e d ile c e k .”
“Eğer is te rs e n . B e n im iç in b ir ö n e m i yok. A y ışığ ın d a ç o k
güzel g ö r ü n ü y o r s u n A sh a. Ş im d i y e tişk in b ir k a d ın s ın a m a b e n
senin sıska ve siv ilceli b ir k ız o ld u ğ u n z a m a n la rı h a tır lıy o r u m .”
Neden sürekli sivilcelerim den bahsetmek zorundalar ? “B e n d e h a ­
tırlıy o ru m .” A m a senin hatırladığın kadar sergiyle değil. A s h a ’n ı n
annesi, h ay atta k a la n te k o ğ lu N e d S ta rk ta ra fın d a n tu ts a k a lın ­
dığında P y k e ’a b e ş ç o c u k g e tirm iş ti. H im a y e y e a lın a n b u ç o 211
c u k la r m iç in d e A s h a ’n ın y a şın a e n y a k ın o la n T r i s ’ti. A sha’n
ö p tü ğ ü ilk o ğ la n o d e ğ ild i a m a y e le ğ in in b a ğ c ık la rın ı çözen n
y e n i to m u r c u k la n m ış g ö ğ ü s le rin i e lle y e n ilk kişi o y d u .
C
Yeterince cesur olsaydı daha fa z la s ın ı ellem esine iz in verirdim /{$
h a ’n ın çiçeği ilk k ez savaş s ıra s ın d a a ç m ış v e o n u n arzuların,
u y a n d ır m ış tı a m a A sh a b u n d a n ö n c e d e m e r a k lıy d ı. Tris ora
daydı, benim le aynı yaştaydı, hevesliydi, h epsi b u y d u ... bu ve ay kam
B u n a ra ğ m e n , A sh a yaşad ığ ı şe y e aşk d e m iş ti, ta ki T ris , A sha’nm
d o ğ u ra c a ğ ı ç o c u k la rd a n b a h s e tm e y e b a ş la y a n a k a d a r, en az bir
d ü z in e o ğ lan , ah , b irk a ç d a kız. “B e n b ir d ü z i n e o ğ u l istem iyo­
r u m , ” d e m iş ti A sh a d e h ş e tle . “B e n m aceralar is tiy o r u m .”
z a m a n s o n ra Ü s ta t ( J a le n o n la r ı o y u n o y n a r k e n yakalam ıştı Ve
g e n ç T ris tile r B o tley , B la c k ty d e ’a g ö n d e r ilm iş ti.
“S ana m e k tu p la r y a z d ım ,” d e d i T r is , “a m a Ü s ta t Jo re s a n on­
ları g ö n d e r m e d i. B ir k e r e s in d e , L o r d L im a n ı’n a g id e n b ir ticaret
g e m is in in k ü re k ç is in e b ir g e y ik v e r d i m ; m e k t u b u m u senin el­
le rin e u la ştıra c a ğ ın a d a ir sö z v e r m i ş ti .”
“K ü re k ç i se n i y o lm u ş ve m e k tu b u d e n i z e a t m ış .”
“B u n d a n k o r k m u ş tu m . S e n in m e k t u p l a r ın ı d a b a n a
verme­
d ile r .”
H iç yazm adım . İşin g e rç e ğ i, T r i s g ö n d e r il d iğ i n d e A sha ra­
h a tla m ıştı; o z a m a n a k a d a r ç o c u ğ u n b e c e r ik s iz liğ i o n u sıkmaya
b aşlam ıştı. F ak at T r is tif e r ’in d u y m a k is te y e c e ğ i b ir şey değildi
b u . “A e ro n B u h a rs a ç lı kral şû ra s ı d ü z e n liy o r . G e lip b e n im lehi­
m e k o n u şa c a k m ıs ın ? ”
“S e n in le h e r y ere g e lirim a m a ... L o rd B la c k ty d e kral şûrası­
n ın teh lik e li b ir sa ç m a lık o l d u ğ u n u s ö y lü y o r . K a rg a g ö z ’ü n on­
la rın ü s tü n e ç ö k e c e ğ in i ve h e p s in i ö ld ü r e c e ğ in i d ü ş ü n ü y o r, bir
z a m a n la r U r r o n ’u n y ap tığ ı g ib i.”
B u n u yapacak kadar deli. “K arg a g ö z k u v v e tte n y o k s u n .”
“O n u n k u v v e tin i b ilm iy o rs u n . P y k e ’ta a d a m to p lu y o r. Orkm o n t A d ası’n ın O r k w o o d ’u o n a y ir m i d a r g e m i g etird i. Solak
L u cas C o d d o n la rla b irlik te . V e H a r r e n H o a r e , K ızıl Kürekçi,
P iç K e m m e tt T u rn a , H ü r d o ğ m u ş R o d r ik , K a ra d işli T o r w o ld ...
“Ö n e m s iz a d a m la r.” A sh a o n la r ı ta n ıy o r d u , h e r b irin i. “Tuz
k a rıla rın ın o ğ u lla rı, k ö le le rin to r u n la r ı. C o d d l a r ... o n ların söz­
lerin i b ilir m is in ? ”
212
“Biitün İnsanlar B izi Hor Görse de,” dedi T ris. “Am a seni ağ­
a y l a yakalarlarsa ejd erh a lordları gibi öldürürler. D aha k ö tüsü
je var. Kargagöz d o ğ u d an canavarlar v e ... büyücüler getirdi.”
“Amcam u cu b eleri ve soytarıları h er zam an sevm iştir,” dedi
Aslıa- “Babam b u y ü zd en o n u n la kavga ederdi. Bırak da b ü y ü ­
cüler kendi tan rıların a yalvarsınlar. Buharsaçlı da bizim tan rı­
mıza yalvaracak ve o n ları boğacak. Kral şûrasında sesine sahip
olacak m ıyım T ris ? ”
“B ü tü n ü m e sahip olacaksın. B en sonsuza kadar senin er­
keğinim. Aslıa, se n in le ev len m ek istiyorum . Leydi annen izin
verdi.”
Asha in iltisini b astırd ı. Önce bana sormalıydın... ama alacağın
cevaptan pek hoşlannıayabilirdin.
“Ben artık ik inci o ğ u l d eğ ilim ,” diye devam etti T ris. “Senin
de söylediğin gibi m e ş ru L o rd B otley’yim . Ve s e n ...”
“Benim n e o ld u ğ u m E ski W y k ’te belirlenecek. T ris, birbi­
rini elleyen ve n e re d e n e h ey ecan lar o ld u ğ u n u görm eye çalışan
küçük ço cu k lar d eğ iliz artık. B e n im le ev le n m e k istediğini sanı­
yorsun am a iste m iy o rs u n .”
“İstiyorum . A sha, N a g g a ’n ın k e m ik le rin in ü stü n e y em in
ederim ki te k h ay alim se n sin , asla başka b ir kadına d o k u n m a ­
dım.”
“G it b ir k ad ın a d o k u n , ya da iki, ya da o n . B en sayam aya­
cağım kadar ç o k ad am a d o k u n d u m . K im in e dudaklarım la, ki­
mine b altam la.” A sha b e k â re tin i o n altı yaşında kaybetm işti;
Lys’ten g elen b ir tic a re t k ad ırg asın d a çalışan sarı saçlı, güzel b ir
denizciyle y atm ıştı. D e lik a n lı, O r ta k D il’d en sadece altı k elim e
biliyordu am a “d ü z ü ş m e k ” o k e lim e le rd e n biriydi ve A sha’n ın
duymayı u m d u ğ u k e lim e b u y d u . A sha d aha sonra, on a ay çayı
demlemeyi ve k a rn ın ı d ü z tu tm a y ı ö ğ re te n b ir o rm a n cadısı b u ­
lacak kadar akıllıca d a v ra n m ıştı.
Botley, A sh a’n ın n e d e d iğ in i tam olarak an lam am ış gibi
gözlerini k ırp ıştırd ı. “S e n ... bek leyeceğini d ü ş ü n m ü ş tü m . N e ­
d en ...” A ğzını o v u ş tu r d u . “A sha, b u n a zorlandın m ıT ’
O yle z o rla n d ım ki a d a m ın tu n iğ in i p arçaladım . B e n im le
evlenmek iste m e z sin , s ö z ü m e g ü ven. S en tatlı b ir ç o c u k s u n ,
213
h e p ö y le y d in , a m a b e n tatlı b ir kız d e ğ ilim . E ğ e r e v le n irse k kı
b ir z a m a n s o n ra b e n d e n n e f re t e d e r s i n .”
Sa
“A sla. A sh a, s e n in için a n ç e k t im ”
A slıa y e te rin c e d in le m iş ti. H a s ta b ir a n n e , k a tled ilm iş bir
b ab a, başa ç ık ılm ası g e re k e n a m c a la r ın ü s t ü n e , b i r d e kara sevd a lı b ir k ö p e k y a v ru s u n a ih tiy a c ı y o k tu . “ B ir g e n e le v b u l Tris
Ç e k tiğ in acıyı g id e r irle r .”
“B e n a sla...” T ris tif e r b a şın ı iki y a n a sa lla d ı. “ S e n ve b e n bir­
lik te o lm a k için y a ra tılm ış ız A sh a. B e n im k a r ım v e oğullarınım
an n e s i o lacağ ın ı h e r z a m a n b i l i y o r d u m .” A s h a ’n ı n k o lu n u ya­
kaladı.
A slıa’n ın k am ası g ö z açıp k a p a y ın c a y a k a d a r T r i s ’in boğazın d ay d ı. “E lin i çek , y o k sa y o k s a b ir o ğ u l s a h ib i o la c a k kadar
u z u n y aşam azsın . H e m e n .” T r i s e lin i ç e k tiğ in d e A s h a bıçağını
in d ird i. “B ir k a d ın is tiy o rs u n . P e k â lâ . B u g e c e y a ta ğ ın a bir ka­
d ın so k a cağ ım . E ğ e r sa n a z e v k v e r e c e k s e , o n u n b e n olduğum u
hayal e t a m a b a n a te k r a r d o k u n m a y a y e l t e n m e . B e n s e n in kraliç e n im , k a rın d eğ il. B u n u u n u t m a .” A s h a , k a m a s ın ı k ın ın a soktu
ve T r is ’i o ld u ğ u y e r d e b ıra k tı. D e l ik a n l ın ı n b o ğ a z ın d a n büyük
b ir d a m la k an s ü z ü lü y o rd u ; a y ın s o lg u n ış ığ ın d a siy a h tı.
CERSEI
Kraliçenin e lb is e sin in bağcıklarını bağlarken, “A h, Y e d i’y e
dua ediyorum , kralın d ü ğ ü n ü n d e yağm u r y a ğ m a sın ,” d e d i J o cclyn Swift.
“Kimse y ağ m u r iste m iy o r,” dedi C ersei. O k en d i adına d o lu
vc buz istiyordu, u lu y an rü zg ârlar ve Kızıl Kale’n in taşlarını
titreten gök g ü rü ltü le ri istiy o rd u . “D ah a sıkı,” dedi Jo c ely n ’e.
“paha sıkı bağla sen i ap tal.”
Cersei’yi ö fk e le n d ire n şey d ü ğ ü n d ü am a yavaş akıllı S w yft
kızı daha g ü venli b ir h ed efti. T o m m e n ’ın D e m ir T a h t’taki yeri,
Cersei’nin Y ü k sek B a h ç e ’yi g ü c e n d irm e y i göze alabileceği ka­
dar sağlam değ ild i; E jd e rh a Kayası, S tan n is B a ra th e o n ’m elinde
olduğu sürece d eğ ild i, N e h iro v a d ire n m e y e devam ettiği sürece
değildi, d e m ira d a m la r d e n iz le rd e k u rtla r m isali dolaştığı s ü re ­
ce değildi. Y ani Jo c e ly n , C e rs e i’n in M arg aery T y re ll’e ve kızın
buruşuk b ü y ü k a n n e s in e su n m a y ı te rc ih edeceği y em eğ i y e m e k
zorundaydı.
Kraliçe, m u tfa ğ a h a b e r g ö n d e rd i ve kahvaltı için iki h aşlan ­
mış y u m u rta , b ir s o m u n e k m e k ve b ir çan ak bal istedi. F akat
ilk yum urtayı k ırıp d a y u m u r ta n ın için d e yarı gelişm iş kanlı b ir
civciv b u ld u ğ u n d a m id e s i b u la n d ı. “Ş u n la rı g ö tü r ve ban a b a h a ­
ratlı sıcak şarap g e tir ,” d e d i S e n e lle ’e. H a v a n ın so ğ u ğ u k e m ik le ­
rine işliyordu v e C e r s e i’n in ö n ü n d e u z u n , tatsız b ir g ü n vardı.
Jaim e’n in b e y a z la r iç in d e v e h âlâ tıra ş o lm a m ış h âld e gelip,
T om m en’ın z e h ir le n m e m e s i için h e r ö n le m i aldığını sö y le m e si
de C ersei’n in r u h h â lin i d ü z e ltm e d i. “M u tfa k ta , h e r y e m e ğ in
hazırlanışını s e y re d e n a d a m la r o la c a k ,” d e d i Ja im e . “S ö r A d dam’ın altın p e le rin lile ri, y o ld a y e m e k le re b ir şey k a tılm a d ı­
ğından e m in o lm a k için y iy ecek leri m asalara servis e d e n h iz ­
metkârlara eşlik e d e c e k . T o m m e n ağ zın a b ir lo k m a k o y m a d a n
önce Sör B o ro s h e r y e m e ğ i tad acak. O lu r d a b ü tü n b u n la r işe
yaramazsa; Ü s ta t B a llab a r, e n y ay g ın y irm i z e h rin p a n z e h iri v e
müshiliyle b irlik te s a lo n u n a rk a sın d a o tu r u y o r olacak. T o m ­
men g ü v en d e o lacak , sa n a sö z v e r iy o ru m .”
215
“ G üvende.” Kelime, C ersei’nin dilinde acı bir tat biralı
ime anlamıyordu. Kim se anlamıyordu. Yaşlı cadının o c a ^
savurduğu tehditleri sadece M elara duym uştu ve Melara
zaman önce ölmüştü. “ T yrion iki kez aynı şekilde öldürn^
Bunu yapmayacak kadar zeki. Şu anda bile yerin altında olabil*
Söylediğimiz her sözü dinliyor ve T o m m en ’ın boğazını kesm^
için planlar yapıyor olabilir.”
“ Farz edelim ki yerin altında,” dedi Jaim e. “ N e plan yaparsa
yapsın, halâ küçük ve bodur bir adam olacak. Tommen’ın etrafı
Batıdiyar’m en iyi şövalyeleri tarafından sarılacak. Kral Muhafız,
ları onu koruyacak.”
Cersci kardeşinin koluna baktı; Ja im e ’nin giydiği beyaz ipek
tuniğin kol yeni, bilek kökünün üstüne iğnelenmişti. “Şu senin
muhteşem şövalyelerinin Jo ffre y yi ne kadar iyi koruduğunu ha­
tırlıyorum. Bütün gece T o m m e n ’la kalm anı istiyorum, anlaşıldı
m ı?”
“ Kapısının dışına bir m uhafız dikeceğim .”
Cersei, Jaim e’nin kolunu yakaladı. “ B ir nöbetçi değil. Sen. Ve
Tom m en’ın yatak odasının içinde
“Tyrion şöm ineden çıkar diye m i? Çıkm ayacak.”
“ Sen öyle diyorsun. Şu duvarların içindeki bütün gizli tünel­
leri bulduğunu söyleyebilir m isin ?” İşin aslını ikisi de biliyordu.
“T o m m en i M argaery’yle yalnız bırakam am , yarım kalp atışı za­
man için bile.”
‘Yalnız olmayacaklar. Kızın kuzenleri onlarla birlikte olacak.
“ Nasıl istersen. Kral adına em rediyorum .” Cersei, Tonını?11
ve karısının aynı yatağı paylaşmasını hiç istemiyordu ama Tyrrell
ler ısrar etmişti. “ Karı ve koca birlikte uyum alı,” demişti Diken
Kraliçesi, “ uyumaktan başka bir şey yapmasalar da. M ajeste
ri’nin yatağı iki kişi için yeterince büyük.” Leydi Alerie kayi^3
lidesini tekrar etmişti. “ Bırakın da çocuklar geceleri
^
ısıtsınlar. Bu onları yakınlaştırır. M argaery battaniyelerini sı ^
kuzenleriyle paylaşır. M um lar söndüğünde şarkılar söyler, o)
lar oynar ve birbirlerine sırlar fısıldarlar. “
^
“N e kadar hoş,” demişti Cersei. “ Bunu yapmaya devanı e
ler elbette. Bakire Zindanı’nda.”
216
Leydi O lcuna, Leydi A lerie’ye, “Majesteleri Kraliçe en iyisi­
ni bilir şüphesiz, d em işti. “N eticed e oğlanın annesi o, bundan
|,epimiz em iniz. D ü ğ ü n gecesiyle ilgili bir anlaşmaya varaca­
ğımızdan şüphem yok. Bir adam, düğün gecesinde karısından
jyrı uyumamak. G elin le dam adın ayrı uyuması, evliliğe kötü
şans getirir.”
Bir gün sana “kötü şans”m anlamım öğreteceğim, diye yemin et­
mişti kraliçe. “M argaery sadece o gece için Tom m en’ın yatağını
paylaşabilir,” d em ek zorunda kalmıştı. “Daha uzun değil.”
Diken Kraliçesi, “M ajesteleri çok liitufkâr,” diye karşılıkvermişti ve herkes gü lü m sem işti.
Cersei’nin parmakları Jaim e’nin kolunu morluklar bıraka­
cak kadar sert sıkıyordu. “O odanın içinde gözlere ihtiyacım var.”
“Ne görm ek için ?” dedi Jaim e. “Birlikte olmaları gibi bir
tehlike yok. T o m m e n ço k küçük .”
“Ossifer P lıım m da çok ölüydü ama bu durum bir çocuk
peydahlamasına en g el olm adı, değil m i?”
Jaime kafası karışm ış gibi görünüyordu. “Ossifer Plumm
kimdi? Lord P h ilip ’in babası m ıydı... kimdi?”
En az Robert kadar cahil. O nun bütün zekâsı kılıç elindeydi.
“Plumm’ı unut, sadece sana söylediklerimi hatırla. Güneş do­
ğana kadar T o m m e n ’ın yanında kalacağına dair yemin et.”
Cersei’nin korkuları yersizm iş gibi rahat bir tonla, “Nasıl
emredersen,” dedi Jaim e. “Hâlâ El Kulesi’ni yakmaya niyetli
misin?”
“Ziyafetten sonra.” C eı sei, kutlama gününün sadece bu kıs­
amdan keyif alabileceğini düşünüyordu. “Lord babamız o kü­
fede öldürüldü. Bakmaya dayanamıyorum. Eğer tanrılar merhametliyse, ateş ve dum an, molozların arasından birkaç fare
Çıkarır.”
Jaime gözlerini devirdi. “Tyrion demek istiyorsun.
O, Lord Varys ve gardiyan.”
“Kulede saklanıyor olsalardı onları bulurduk. Kazmaları ve
Çekiçleri olan küçük bir ordu her yeri araştırdı. Duvarları yıktık,
örteri parçaladık ve ortaya elli gizli geçit çıkardık.”
“Ve biliyorsun ki elli gizli geçit daha olabilir.” Bazı geçitler o
k ad ar d a rd ı ki. Ja im e o n la r ı a n ış tır a b ilm e k iç in y a v e r çöm ezleri,
n e ve seyis y a m a k la rın a ih tiy a ç d u y m u ş t u . K a ra h ü c r e le r e giden
h ır tü n e l ve d ib i y o k m u ş g ib i g ö r ü n e n b i r ta ş k u y u b u lm u şla rd ı
K afatasları, s a ra rm ış k e m ik le r v e ilk K ral V is e r y s ’in saltanatından
k alan d ö r t çu val g ü n n iş s ik k e y le d o l u b i r o d a b u lm u ş l a r d ı . Bin.
lerce fare d e b u lm u ş la r d ı... a m a n e T y r i o ı ı n e d e V a ry s onların
arasın d ay d ı. S o n u n d a , J a im e a r a ş tır m a y a s o n v e r m e k için ısrar
e tm işti. Ç o c u k la rd a n b iri d a r b ir t ü n e l d e s ı k ı ş m ış v e ayağından
çe k ile re k d ışarı ç ık a rılırk e n ç ığ lık la r a tm ı ş t ı. B a şk a b ir çocuk,
b ir m e rd iv e n b a c a s ın d a n aşağı d ü ş ü p b a c a k la r ın ı k ır m ış tı. Ve iki
m u h a fız , y an tü n e lle r d e n b ir in i a r a ş t ır ı r k e n k a y b o l m u ş t u . Diğer
m u h a fız la r, taşın iç in d e n k a y b o la n a d a m l a r ı n s e s in in geldiğine
d air y e m in e tm iş ti a m a J a i m e ’ııin a d a m l a r ı d u v a r ı y ık tığ ın d a , di­
ğer tarafta sad ece m o lo z v e to p r a k la k a r ş ıla ş m ış tı. ‘İ b l i s k ü ç ü k ve
k u rn a z . H â lâ d u v a rla rın iç in d e o la b ilir . E ğ e r ö y le y s e , d u m a n onu
dışarı ç ık a rır.”
“T y rio ıı hâlâ k a le d e s a k la n ıy o rs a b ile E l K ı ıle s i’n d e saklanm ı­
y o r. K uleyi isk e le te ç e v ir d ik .’’
“K eşke b u b e r b a t k a le n in g e ri k a la n ın a d a a y n ı şe y i yapabilşey d ik ,” d e d i C e rs e i. “S a v a ş ta n s o n r a , n e h r i n ö t e s in d e yeni bir
saray in şa e ttire c e ğ im .” B u n u ik i g e c e e v v e l r ü y a s ı n d a g ö rm ü ştü ;
ağaçlarla ve b a h ç e le rle ç e v rili, K ra l T o p r a k l a r ı ’n ı n p is k o k u su n ­
d a n ve g ü r ü ltü s ü n d e n u z a k , b e y a z , o l a ğ a n ü s t ü b i r k a le . “ B u şehir
b ir lağım ç u k u r u . Y a rım s ik k e iç in m e c lis i L a n n is L im a n ı ’n a taşır
ve d iy arı C a ste rly K ayası’n d a n y ö n e t i r d i m . ”
“B u E l K u lesi’n i y a k m a k ta n b ile d a h a b ü y ü k b i r s a ç m a lık olur.
T o m m e n , D e m ir T a h t ’ta o t u r d u ğ u s ü r e c e d iy a r o n u g e rç e k kral
o la ra k g ö rü r. Ç o c u ğ u K aya’n ı n a ltın a s a k la r s a n , o n u d iğ e r taht
ta lip le rin d e n b ir in e d ö n ü ş t ü r ü r s ü n , S t a n n i s ’t e n f a r k ı k a lm a z .”
“B u n u n fa rk ın d a y ım ,” d e d i k r a liç e s e r t ç e . “ M e c lis i L an n is Lim a n ı’n a ta ş ım a k istediğimi s ö y le d im , ta ş ıy a c a ğ ım ı d e ğ il. S en her
z a m a n b u k a d a r yavaş m iy d in y o k s a b i r e li n i k a y b e t m e k se n i aptal
m ı y a p tı? ”
J a im e , C e rs e i’n ın s ö z le rin i d u y m a z d a n g e ld i. “ E ğ e r alevler
k u le n in ö te s in e sıç rarsa , n iy e tin o ls a d a o lm a s a d a k a le y i yakarsın.
Ç ılg ın a te ş ç o k te h lik e lid ir.”
218
“Lord H ally n e, alev k e h a n e tç ile rin in yangını k o n tro l altında
tutabileceğine d a ir g ü v e n c e v e rd i.” S im yacılar L oncası o n beş
giindür taze çılg m ateş m ay alıy o rd u . “B ırak da alevleri b ü tü n
Kral T o p rak lan g ö rsü n . D ü ş m a n la rım ız a b ir d ers o lu r.”
“İşte şim d i A crys gibi k o n u ş tu n .”
Cersei’n in b u r u n d e lik leri g en işled i. “D ilin e dikkat e t sö r.”
“Ben de sen i s e v iy o ru m tatlı k a rd e şim .”
Jaime g ittik te n s o n ra , bu sefil yaratığı nasıl sevebildim ? diye m e ­
rak etti C e rsei. O senin ik izin d i, gölgendi, diğer yarındı, diye fısıl­
dadı başka b ir ses. B e lk i bir zam anlar, diye d ü ş ü n d ü C ersei. Artık
deyil- O benim için b ir yabana şim di.
Joffrey’n in
m u h te ş e m
n ik âh ıy la
k ıyaslandığında,
Tom -
ınen’ın d ü ğ ü n ü k ü ç ü k ve m ü te v a z ı b ir h adiseydi. Başta krali­
çe olm ak ü z e re , k im s e israfa k a çan b ir tö r e n d a h a istem em işti.
Başta T y re llle r o lm a k ü z e re , k im se öyle b ir tö re n in m asrafım
ödemek de is te m e m iş ti. B ö y lec e g e n ç k ral, Kızıl K ale’n in k ra­
liyet sep tin d e, ay n ı k a d ın ın k ra lın ağabeyiyle ev len d iğ in e şahit
olmuş b in y e rin e y ü z d e n az k o n u ğ u n ö n ü n d e , M arg aery T y rell’le ev len d i.
Gelin alım lı, n e ş e li v e g ü z e ld i; d a m a t hâlâ b e b e k y ü z lü ve
tombul. T o m m e n , e v lilik y e m in in i tiz ve ç o c u k s u b ir sesle ez­
berden o k u d u , M a c e T y r e ll’in iki kez d u l k ızın a aşk ve bağlılık
sözü verdi. M a rg a e ry , J o f f re y ile e v le n irk e n giydiği elbiseyi giy­
mişti; ince fild işi ip ek , M y r d a n te li ve k ü ç ü k in c ile rd e n o lu şa n
gösterişli b ir k ıy afet. C e rs e i h âlâ siy a h la r için d ey d i; k atled ilm iş
ilk o ğ lu n u n y asın ı t u t t u ğ u n u g ö s te riy o rd u . J o f f u n d u lu g ü l­
mekten, iç m e k te n , d a n s e tm e k te n ve m e r h u m k o casın ın b ü tü n
hatırasını b ir k e n a ra a tm a k ta n m e m n u n o lab ilird i am a C e rs e i
oğlunu o k a d a r k o lay u n u tm a y a c a k tı.
Bu yanlış, d iy e d ü ş ü n d ü . Ç o k erken. B i r yıl, ik i yıl, bu yeterli bir
zaman olurdu. Y üksek Bahçe b ir nişanla yetinm eliydi. C e rs e i d ö n d ü
ve karısıyla a n n e s in in a ra sın d a d u r a n M a ce T y re ll’e b aktı. B e n i
bu düğün m askaralığına mecbur ettiniz lordum re bunu çabuk un ut­
mayacağım.
Sıra p e le rin le ri d e ğ iş tirm e y e g e ld iğ in d e , g elin zarifçe d iz ­
lerinin ü s tü n e ç ö k tü . T o m m e n , R o b e rt’ın k en d i d ü ğ ü n ü n d e
219
C e rs e i'v e giydirdiği, altın d o k u m a k u m a ş ta n d ik ilm iş ve sırtına
o m k s b o n cu k larla B a rath eo n geyiği işle n m iş ağır pelerini Marg aery 'y e giydirdi. C e rseı, J o f îr e y ’ııin k u lla n d ığ ı kırm ızı ip ^
p elerin i k u llan m ak istem işti. T y re llle r’e, “B u, lord babamın
leydi a n n e m le ev len irk en k u llan d ığ ı p e le r in d i,” diye açıklamıştı
am a D ik en K raliçesi b u n a da ayak d ire m iş ti. “O eski şey mi?”
d e m işti yaşlı cadı. “Bana biraz p e jm ü r d e g ö rü n ü y o r... ve nasıl
d e s e m ... şanssız? Ü s te lik b ir t’ty ik , Kral R o b e rt’ın m eşru oğlu
için dah a m ü n a sip o lm az m ı? B e n im z a m a n ım d a , bir gelin ko­
casın ın ren k lerin i k u şa n ırd ı, leydi a ıın e s in iıık ile ri d eğ il.”
S tanııis ve o n u n iğ ren ç m e k tu b u sa ğ o lsu n , hâlihazırda Tomm e n 'ın soyu h ak k ın d a ço k fazla d e d ik o d u v ard ı. C e rsei, Margae rv ’n in L a n n iste r k ırm ızı g iy m esi için ısra r e d e re k alevleri kö­
rü k lem ey e cesaret e d e m e m iş ti, b u y ü z d e n m ü m k ü n olduğunca
n azik b ir şek ilde te slim o lm u ş tu . F ak at tö r e n sırasın d a, bütün o
altın ve o n ik s g ö r ü n tü s ü C e rs e i’yi p işm a n lık la d o ld u rd u . Tyrelller’e ne kadar çok şey verirsek , bizdetı o kadar fazlasını istiyorlar.
B ü tü n y e m in le r e d ild iğ in d e , kral ve y e n i kraliçe tebrikleri
kabul e tm e k ü z e re se p tin d ışın a çık tı. C e r s e i’ye m e rh u m ko­
casını an ım sa ta n b u d ala b ir şövalye o la n L yle C rak elıall, “Artık
B atıd iv ar’ın iki kraliçesi var. V e g e n ç o la n , yaşlı o lan kadar gü­
ze l,” diye h aykırdı. C e rse i a d a m ı to k a tla y a b ilird i. G yles Rosby,
C e rs e i’ııin elini ö p m e y e n iy e tle n d i a m a sa d ece parmaklarına
ö k sü rm e y i başarabildi. L o rd R edvvyne, C e r s e i’n in tek yanağını
ö p tü , M ace T y rell de iki y an ağ ın ı b ir d e n . Y ü ce Ü s ta t Pycell,
C e rs e i’ye, b ir o ğ u l k a y b e tm e k te n z iy a d e b ir kız kazandığını söy­
ledi. C e rse i en azın d an L eydi T a n d a ’n ın ağ lam ak lı kucaklama­
la rın d a n k u r tu lm u ş tu ; S to k e w o rth k a d ın la r ın ın h içb iri düğüne
g e lm e m işti ve kraliçe b u n u n için m ü te ş e k k ir d i.
K evan L an n ister s e p tte n çık an k o n u k la r ın arasındaydı. Kra­
liçe, “A n lıy o ru m kı bizi başka b ir d ü ğ ü n için te r k etm ek niyetin d e s in ,” d ed i adam a.
“S ertta ş, D arry K alesi’ni ısk a rta la rd a n te m iz le d i,” diye kar­
şılık v e rd i K evan. “L ancel’in m ü s ta k b e l karısı bizi orada bekli­
y o r .”
“ L eydi k a rın n ik âh tö re n i için sana k atılacak m ı? ”
220
“N e h ir t o p r a k l a n h â lâ ç o k te h lik e li. V arg o H o a t’u n pislikleri
hâlâ arazid e. B e ric D o n d a r r i o n d a F re y le r’i asıyor. S a n d o r C le gane’in o n a k a tıld ığ ı d o ğ r u m u ? ”
Bunu nereden b iliy o r ? “ B a z ıla rı ö y le d iy o r. H a b e rle r çelişkili.”
Kıızgun d ü n g e c e , U ç D iş li M ız ra k ’ın ağzına y akın b ir ad an ın
üstünde b u l u n a n b i r s e p tte n g e lm iş ti. S e p tin y ak ın ın d ak i T u z çukuru K asab ası, b i r h a y d u t ç e te s i ta ra fın d a n vahşice yağ m alan nıışti- Y a ğ m a d a n sa ğ k u r t u la n in s a n la rd a n bazıları, h a y d u tla rın
arasında, tazı b a şı ş e k lin d e b ir m iğ fe r ta k a n can av ar gibi b ir adam
o ld u ğ u n u id d ia e t m i ş t i , id d ia la r a g ö re b u can av ar, o n larca adam
ö ld ü rm ü ş v e o n ik i y a ş ın d a b ir k ız a te c a v ü z e tm işti. “Lancel,
nehir t o p r a k la r ın d a y e n i d e n k ra l h u z u r u tesis e tm e k için h em
C legane’in h e m d e L o r d B e r r ic ’in p e ş in e d ü ş e c e k tir şü p h e siz .”
Sör K e v a n b i r a n iç in C e r s e i ’n i n g ö z le r in in içine baktı. “S an­
dor C le g a n e ’in h a k k ı n d a n g e le c e k a d a m b e n im o ğ lu m d eğil.”
E n a z ın d a n bu k o n u d a h e m fik iriz . “A m a b abası o la b ilir.”
S ör K e v a n ’ın a ğ z ı g e r ild i. “E ğ e r K aya’d a h iz m e tim e ihtiyaç
d u y u lm u y o rs a ...”
H izm etin e b u ra d a ihtiyaç d u yu lu yo rd u . C e rs e i, k u z e n i D a m i-
on L a n n is te r ’ı K a y a ’n ı n k a le k u m a n d a n ı ilan etm işti. B ir d iğ er
kuzen o la n S ö r D e v a n L a n n i s t e r ’ı d a B atı M u h a fız ı o larak ata­
mıştı. K ü sta h lığ ın b ir b edeli va r amca. “B ize S a n d o r ’u n kafasını
g etirirsen M a j e s t e l e r i ’n i n ç o k m i n n e t ta r o lu r. J o f f o ad am d an
h o şla n ıy o rd u a m a T o m m e n o n d a n h e r z a m a n k o rk m u ştu ... g ö ­
rü n ü şe g ö r e , h a k l ı y d ı .”
“B ir k ö p e k v a h ş ile ş tiğ in d e , s u ç s a h ib in d e d ir ,” d ed i S ö r K e­
van. S o n ra d ö n ü p u z a k la ş tı.
Ja im e , C e r s e i ’y i, z iy a f e tin h a z ırla n d ığ ı K ü ç ü k S alo n a g ö tü r ­
dü. Yan y a n a y ü r ü r l e r k e n , “B ü t ü n b u n la r için sen i s u ç lu y o ru m ,”
diye fısıld a d ı k ra liç e . “ B ır a k evlensinler, d e d in . M a rg a e ry ’n in
Joffrey için y as t u t u y o r o lm a s ı g e r e k ird i, o n u n k ard eşiy le e v le n ­
mesi d eğ il. K e d e r y ü z ü n d e n e n az b e n im k a d a r p e rişa n o lm a ­
lıydı. O n u n b ir b a k ir e o ld u ğ u n a in a n m ıy o ru m . R e n ly ’n in b ir
aleti v ard ı d e ğ il m i ? O R o b e r t ’ın k a r d e ş iy d i , R o b e r t’ın kesinlikle
hir aleti v a rd ı. E ğ e r ş u i ğ r e n ç yaşlı cadı, o ğ lu m u n M a rg a e ry ’yle
yatm asına iz in v e r e c e ğ i m i s a n ıy o rs a ...”
“Ç o k y a k ıtıd a L eydi O l e n n a ’d a ıı k u r tu la c a k s ın ,” ded i Jairne
se ssiz ce. “Y a rın sahalı Y ü k s e k B a h ç e ’y e d ö n ü y o r .”
“O v le d iy o r." C e rs e i T y r e llle r 'in h iç b ir s ö z ü n e g üvenm iy0r_
d ıı.
“G id iy o r ,” d iy e ısrar etti J a in ıe . “M a c e , T y re ll kuvvetinin
y a rısın ı F ırtın a B u r m ı’n a g ö tü r ü y o r . D iğ e r y arısı da, Parlaksu
ü z e r in d e k i id d ia sın ı isp a tla m a k iç in M c n z i l ’e d ö n e n S ör Garlaıı'la g id iy o r. B irk aç g ü n d a h a , s o n r a K ral T o p r a k l a n ’nda Marg a e ry ’d e ıı. o n u n le y d ile riııd e ıı v e b ir k a ç m u h a f ız d a n başka gül
k a lm ay acak .”
“V e S ö r L oras. Y oksa Y e m in li K a rd eş in i u n u t t u n m u ? ”
“S ö r L oras, K ral M u h a fız la r ı’n ın ş ö v a ly e s i.”
“S ö r L o ras ö y le T y re ll ki g ü l s u y u işiy o r. O n a asla beyaz pe­
lerin v e r ilm e m e liy d i.”
“B e n im te r c ih im d e o o lm a z d ı a m a k im s e b a n a danışma
z a h m e tin d e b u lu n m a d ı. L o ra s b a ş a rılı o la c a k s a n ırım . Bir adam
o p e le rin i g iy d iğ in d e , p e le r in o n u d e ğ i ş tir ir .”
"S e n i d e ğ iştird iğ i k e s in , ü s te lik iy iy e d o ğ r u d e ğ il.”
“B en d e sen i se v iy o ru m ta tlı k a r d e ş i m .” J a im e , C ersei için
kapıyı açtı ve k a rd e şin i y ü k s e k m a sa y a , k r a lın y a n ın d a k i koltu­
ğa g ö tü rd ü . M a rg a e ry , T o m m e n ’ın d iğ e r y a n ın d a k i şe re f kol­
tu ğ u n d a o tu ra c a k tı. K ız, k ü ç ü k k ra lın k o lu n d a içeri girdiğinde
d u r d u ve C e rs e i’ye sa rılıp o n u n y a n a k la r ın ı ö p tü . “ M ajesteleri,”
d ed i cilalı p irin ç k ad ar p a rla k b ir se sle , “a r tık ik in c i b ir annem
v arm ış gibi h is s e d iy o ru m . Y ak ın o lm a m ız v e tatlı o ğ lu n u z a bes­
led iğ im iz sevgiyle b ir le ş m e m iz iç in d u a e d i y o r u m .”
“ B en iki o ğ lu m u d a s e v e rd im .”
“J o tfre y b e n im d e d u a la r ım d a ,” d e d i M a rg a e ry . “İyi tanıma
şa n sın a e rişe m e m iş o lsa m da, o n u y ü r e k te n s e v d im .”
Y a la n a , diy e d ü ş ü n d ü k raliçe. O n u b ir an için bile sen seyd in ,
onun kardeşiyle enlenmek için böylesine m ünasebetsiz b ir telaş içinde dm azdın . Sen in tek istediğinJoffrey’nin taaydı. C e rs e i, u tangaç gel”11
h e m e n o racık ta, y ü k se k p la tf o rm d a , sa ra y ın y a rıs ın ın önünde
to k a tlay ab ilird i.
T ö r e n g ibi, d ü ğ ü n ziyafeti d e m ü tc v a z ıy d ı. B ü tü n hazırlık­
ları L eydi A lleric y ap m ıştı; C e rs e i, J o f f r e y ’n in d ü ğ ü n ü n d e olan
lardan sonra b u k o rk u tu c u işle tek rar yüzleşm eye cesaret e d e­
memişti. Sadece y ed i çeşit y e m e k servis edildi. Yağ T o p arı ve
Ay Oğlan y e m e k le rin arasın d a k o n u k la n eğlendirdi ve m isafir­
l e r yemek y erk en m ü z isy e n le r şarkılar çaldı. G aydalar, k e m a n ­
lar, bir ut, b ir flü t ve b ir y ü k se k arp vardı. Z iyafetteki tek şarkıcı
Leydi M argaery’n in g ö z d e le rin d e n biriy d i; gösterişli, heyecanlı,
kıyafetlerinde m a v in in h e r to n u olan ve k endisine M avi O z a n
diyen genç b ir a d an ı. M avi O z a n birkaç aşk şarkısı söyleyip çe­
kildi. “N e b ü y ü k h ayal k ırık lığ ı,” diye şikâyet etti Leydi O len n a.
“Castamcre Y a ğ m u rla rı”n ı d u y m ay ı u m u t e d iy o rd u m .”
Cersei yaşlı k a d ın a n e za m a n baksa, g ö zlerin in ö n ü n e K u r­
bağa M aggy’n in b u r u ş u k , k o rk u n ç ve bilge y ü zü geliyordu. B ü ­
tün yaşlı kadınlar birbirine benziyor , d em ey e çalıştı k en d in e, hepsi
bu. Aslında k a m b u r b ü y ü c ü , D ik e n K raliçesi’ne hiç b en z e m i­
yordu am a h e r nasılsa, L eydi O le n n a ’n m o çirkin ve k ü çü k g ü ­
lümsemesi C e rs e i’yi te k ra r M a g g y ’n in çad ırın a g ö tü rm e y e ye­
tiyordu. C e rsei, t u h a f d o ğ u b a h a ra tla rın ı an ım sa ta n k o kuyu ve
onun p a rm a k la rın d a n k an e m e n M aggy’n in diş etle rin in y u m u ­
şaklığını h a tırlıy o rd u . Islak, k ırm ız ı ve parlak dudaklarıyla, kra­
liçe olacaksın, d e m işti yaşlı k ad ın . Sonra daha genç ne daha giizel bir
kraliçe gelecek, seni devirecek ve değer verdiğin lıer şeyi elinden alacak.
Cersei, T o m m e ıı’ın ark asın a, M a rg a e ry ’n in babasıyla o tu ru p
güldüğü y ere b ak tı. Yeterince g ü zel, diye kabul e tm e k zo ru n d a
kaldı, ama bu güzelliğin çoğu gençliğinden geliyor. B e lli bir yaşta köylü
kızlar bile güzeldir; hâlâ taze, masum ve bozulmamış oldukları zam an­
larda. Üstelik çoğu, M argaery g ib i kahverengi saçlara ve gözlere sahiptir.
Sadece bir aptal onun benden daha g iizel olduğunu iddia edebilir. Fakat
dünya aptallarla d o lu y d u . T o m m e n ’ın sarayı da öyle.
Mace T y rell şe refe k ad eh k a ld ırm a k için ayağa kalktığında
Cersei’ııin ru h hâli d ü z e lm e d i. A dam , altın k adehini iyice yu ka­
fi kaldırdı, k ü ç ü k k ızın a g ü lü m se d i ve g ü rley en bir sesle, “K ra l
i'ekraliçeye!” d ed i. D iğ e r k o y u n la r o n u n la birlikte meeeeeeeeeledi.
Kupalarını b irb irin e v u rara k , “ K ral ve kraliçeye!” diye bağırdılar.
Kral ve kraliçcyeY C e rs e i’niıı o nlarla birlikte içm ek ten başka
Şansı yoktu. K o n u k la rın tek y ü z ü o lsu n isterdi, böylece şarabını onların g ö z le rin in için e fırlatır ve onlara gerçek k raliçen in o
223
o ld u ğ ıııııı hatırlatırdı. T yrell d a lk av u k ların d an , C ersei’yi hatır
lıy o rm u ş gibi g ö rü n e n tek kişi P axter R e d w y n e ’di, adam hafifçe
sallanarak ayağa kalktı ve k ad eh in i k ald ırd ı, “’İk i kraliçemize bir
iletil ” diye cıvıldadı. “ G enç kraliçemize ve yaşlı kraliçemize!"
C ersei birçok kadeh şarap içti ve altın tabaktaki yemeğinden
sadece birkaç lokm a aldı. J a im e d ah a da az yedi, yüksek plat.
form daki yerine çok e n d e r o tu rd u . C e rs e i, salonda gezinen ve
arkalarında kim sen in sa k la n m a d ığ ın d a n e m in olm ak için sağ­
lam eliyle duvar halılarını çe k iştire n k a rd e şin i izlerken, oda be­
ttim kadar endişeli, diye d ü ş ü n d ü . B in a n ın çev resin e Lannister
m ızrakçıları yerleştirilm işti, C e rse i b iliy o rd u . B ir kapıyı Sör
O s m u n d Karakazaıı, d iğ erin i de M e ry n T r a n t koruyordu. Ba­
lon Sw ann, kralın k o ltu ğ u n u n a rk asın d a d u r u y o rd u , kraliçenin
k o ltu ğ u n u n arkasında Loras T y re ll v ard ı. Beyaz şövalyelerin
taşıdığı kılıçlar dışında, salona kılıç so k u lm a s ın a izin verilme­
mişti.
Oğlum güvende, dedi C e rse i k e n d i k e n d in e . O na hiçbir zarar
gelemez, burada değil, şim di değil. F akat n e z a m a n T o m m e n ’a bak­
sa, kendi boğazını parçalayan J o f f re y ’yi g ö rü y o rd u . Ve Tomm en ö k sü rm eye başladığında k ra liç e n in kalbi b ir an için durdu.
C ersei o ğluna ulaşm ak için acele e d e rk e n b ir h izm etçi kızı yere
devirdi.
M argaery T yrell g ü lü m se y e re k , “Y a n lış y ere giden bir yu­
d u m şarap sadece,” dedi. T o m m e n ’ın e lin i k e n d i elinin içine
alıp ço cu ğ u n p arm ak ların ı ö p tü . “B e n im k ü ç ü k aşkım, daha
m in ik y u d u m la r alm alısın. Bak, leydi a n n e n i ö lü m ü n e korkut­
tu n .”
“Ö z ü r d ilerim a n n e ,” d ed i T o m m e n u ta n m ış b ir hâlde.
C ersei b u kadarına day an am az d ı. G ö z le rin d e biriken yaş­
ları hissettiğinde, beni ağlarken görmelerine müsaade edemem, diye
d ü şü n d ü . Sör M e ry n T ra ııt’ı geçti ve ark a k o rid o ra çıktı. Bir
m u m u n altında yalnız kald ığ ın d a k ü ç ü k b ir hıçkırığa izin verdi,
so n ra b ir başkasına. B ir kadın ağlayabilir ama bir kraliçe ağlayanı^
“ M ajesteleri?” ded i C e rs e i’n in a rk a sın d a n gelen bir ses. R3'
lıatsız ed iy o r m u y u m ? ”
D o ğ u aksanıyla tatlan m ış b ir k ad ın sesiydi. C ersei bir air,
224
M aggy’n in m ezard an seslendiğini d ü ş ü n ü p k o rk tu .
/Vıtıa konuşan M e rry w e a th e r’ın karısıydı; L ord O r to n ’ın s ü r­
g ü n d e y k e n ev lendiği ve U z u n m a s a ’ya getirdiği kara gözlü g ü ­
zellik- Cersei k e n d in i, “ K ü çü k Salon ço k havasız,” d erk en d u y “D um an g ö zlerim i su la n d ırd ı.”
“Benim g ö zlerim i de M a jesteleri.” Leydi M e rry w eath er k ra­
liçe kadar u z u n d u am a kraliçe sarışınken o e sm erdi, k u zg u n saç­
lı ve buğday ten liy d i, C e rs e i’d e n o n yaş gençti. Kraliçeye ipek ve
d a n te ld e n y ap ılm ış so lu k m avi b ir m e n d il uzattı. “B enim de b ir
oğlum var. O n u n ev len d iğ i g ü n g ö z le rim d e n n e h irle r akacağını
biliyorum.”
Cersei y an ak ların ı k u ru la d ı, g ö zyaşlarının g ö rü lm e sin e izin
Kurbağa
verdiği için ö fk eliy d i. S ert b ir sesle,’’T e şe k k ü rle r,” dedi.
“M ajesteleri, b e n ...” M y rli kadın sesini alçalttı. “B ilm eniz
gereken b ir şey var. H iz m e tç in iz satın alındı. Y aptığınız h e r şeyi
Leydi M argaery’ye a n la tıy o r.”
“Senelle m i? ” K raliçen in m id esi ani b ir öfkeyle b u rk u ld u .
Onun güv en eb ileceğ i k im se y o k m u y d u ? “B u n d a n e m in m i­
siniz?”
“O n u takip e ttirin . M a rg ae ry o n u n la asla d o ğ ru d a n tem as
kurmuyor. M a rg a e ry ’n in k u z e n le ri o n u n k u zg u n larıd ır. M esaj­
ları onlar g etiriy o r. B azen E lin o r, bazen Alla, bazen de M egga.
Her biri M a rg ae ry ’ye b ir k ard eş kadar yakın. S eptte b u lu şu p
dua ediy o rm u ş gibi y ap ıy o rlar. Y arın sabah sep tin galerisine b ir
adam yerleştirin . A d a m ın ız , S en elle’in, B akire’n in m ih ra b ın ın
altında M egga’yla fısıld aştığ ın ı g ö recek .”
“Eğer b u d o ğ ru y sa, n e d e n b ana sö y lü y o rsu n u z ? Siz M a rg aerynin eşlik ç ilerin d en b in sin iz . N e d e n o n a ih an et e d iy o rsu ­
nuz?” C ersei ş ü p h e d u y m ay ı b ab asın ın d izlerin d e ö ğ ren m işti;
bu bir tuzak o lab ilird i, aslanla g ü lü n arasına nifak to h u m u e k utek için sö y le n m iş b ir yalan o labilirdi.
Kadın siyah saçlarını sallayarak, “U z u n m a sa , Y üksek B a h 9e ye yem in v e rm iş o la b ilir,” ded i, “lâkin b en M y rli’y im , b e n im
sadakatim k o cam a ve o ğ lu m ad ır. O n la r için e n iyisini is te rim .”
‘A n lıy o ru m .” K o rid o ru n darlığında, C ersei d iğ er k a d ın ın
Parfüm ünün k o k u s u n u alab iliy o rdu; y o su n , to p rak ve vahşi ç i-
225
çeklerin konuştuğu misk kokulu bir esans. Ve parfümün altı
dan ihtiras kokusu geliyordu. Tyrion'ın duruşmasında şahitlik •
diye hatırladı Cersei. Tyrion’ın J o ffu n kadehine zehir koyduğ^'
gördü ve hutıu söylemekten korkmadı. “ B u n u araştıracağım,” a- '
söz verdi. “Eğer söylediğiniz doğruysa, ödüllendirileceksiniz *
Ve eğer bana yalan söylediysen dilini alacağım, kocanın arazilerini ı,e
altınlarını da.
“Majesteleri çok nazik ve güzel.” Leydi Merryweather gü.
liimsedi. Dişleri beyazdı, dudakları dolgun ve kara.
Kraliçe Küçük Salon’a döndüğünde, Ja im e ’nin huzursuzca
volta attığını gördü. ‘Y an lış yere giden bir yudum şaraptı sade­
ce. Ama beni de telaşlandırdı.”
“Midem öyle bir düğüm lendi ki yem ek yiyemem,” diye ho­
murdandı Cersei. “ Şarabın tadı safra gibi. B u düğün bir hataydı.”
“Bu düğün gerekliydi. Ç o c u k gü ven de.”
“Aptal. Taç takan hiç kim se asla güvende değildir.” Cersei
salona baktı. Mace T yrell, şövalyelerinin arasında gülüyordu.
Lord Redwyne ve Lord R ow an gizli gizli konuşuyordu. Sör
Kevan salonun arka tarafında düşünceli bir hâlde oturmuş şa­
rap içiyordu. Lancel bir rahibe bir şeyler fısıldıyordu. Senelle
aşağıdaki masa boyunca hareket ediyor ve gelinin kuzenlerinin
kadehlerini kan kırmızısı şarapla dolduruyordu. Güvenebileceği
kimse yok, diye düşündü C ersei öfkeyle, Jaim e bile. Hepsini sovdermem ve kralın etrafını kendi insanlarımla s a r m a m gerek.
Tatlılar, cevizler ve peynir servis edilip boş tabaklar kaldırıl*
diktan sonra, Margaery ve T o m m en dans etmeye başladılar, sa
londa dönüp dururken epey tu h af görünüyorlardı. Tyrell kızn
küçük kocasından en az kırk beş santim uzundu ve Tommel
en hafif tabiriyle beceriksiz bir dansçıydı, Jo ffrey ’nin doğalza
rafetinden yoksundu. Bununla birlikte, büyük bir a z im le ^
den gelenin en iyisini yapıyordu ve kendini düşürdüğü koi^
durumun farkında değilmiş gibi görünüyordu. Ve B a k ire ‘
gaery kralla işini bitirir bitirmez kızın kuzenleri geldi; ar^ ‘j ır,
M ajestelerinin onlarla da dans etmesi için ısrar ederek,
seyrederken, dans bittiğinde Tommen bir soytarı gibi ^kezle)nP ^
nacak, diye düşündü Cersei. Sarayın yansı onun arkasından S 1
^lla, E lin °r ve M egga sırayla T o m m en ’la dans ederken, M ar^ery önce babasıyla, sonra da ağabeyi Loras’la dans etti. Çiçek
f.va|yCSi beyaz ipekler içindeydi, beline altın güllerden oluşan
takmıştı ve pelerininin yakasını yeşim taşından oyulus bir gülle tutturmuştu. C ersei onları izlerken, ikiz olabilirlerdi,
Jjye düşündü. Sör Loras kız kardeşinden bir yaş büyüktü ama
jkisi de aynı kahverengi gözlere, tembel bukleler hâlinde om uz­
larına dökülen aynı kahverengi gür saçlara ve aynı pürüzsüz cilde
|Jjr k e m e r
sahip^- Birkaç iltihaplı sivilce onlara bir parça tevazu öğretirdi. Loras
daha uzundu, yüzünde kahverengi ayva tüyleri vardı ve Margaery
bir kadın şekline sahipti ama bunun dışında, Ja im e ’yle Cersei’den
fazla aynı görünüyorlardı. C ersei bundan da rahatsız oldu.
Kendi ikizi C ersei’nin düşüncelerini böldü. “ Majesteleri be­
yaz şövalyesini bir dansla onurlandırır m ı?”
Cersei, Jaim e’ye d on du rucu bir bakış attı. “Ve beni şu bilek
kökünle yoklamana m üsaade m i edeyim ? H ayır. Lâkin şarap ka­
dehimi doldurmana izin verebilirim . B u işi şarabı dökmeden ya­
pabileceğini düşünüyorsan tabii.”
“Benim gibi bir kötürüm m ü? P ek m üm kün değil.” Jaim e
uzaklaştı ve salonu bir kez daha dolaştı. Kraliçe kendi kadehini
kendi doldurmak zorunda kaldı.
Cersei, Mace T y re ll’i de reddetti, sonra da Lancel’i. Diğerleri
ipucunu gördü ve başka kim se kraliçeye yaklaşmadı. Sıkı dostları­
mız ve sadık lordlanmız. C ersei batılı adamlara, yani babasının yeuıinli kılıçlarına ve sancak beylerine bile güvenemezdi. Öz amcaslonun düşmanlarıyla kom plo kuruyor olabilirdi...
Margaery, kuzeni Alla’yla dans ediyordu, M egga da Sör U zun
Tallad’la. Diğer kuzen Elinor, genç ve yakışıklı Akıntıtaşı Piçi
^urane Su ile şarap içiyordu. Kraliçe, gri yeşil gözleri ve platin
rengi uzun saçları olan ince delikanlıya ilk kez dikkat etmiyordu.
°nu ilk gördüğünde, bir an için Rhaegar Targaryen’ın mezardan
döndüğünü düşünmüştü. Saçtan yüzünden, dedi kendi kendine.
^megar’ın yarısı kadar bile alımlı değil. Yüzü çok dar ve çenesinde şu
j|arık var. Bununla birlikte, Velaryonlar eski Valyria soyundan ge1lyordu ve bazıları eski ejderha krallarının gümüşi saçlarına sa­
hipti.
227
T o m m e n e lm a tu rta sı y e m e k iç in y e r in e d ö n d ü . D ayısın,n
san d aly esi b o ştu . E n s o n u n d a k ra liç e , J a i m c ’yi b ir k ö şe d e Mace
T y r e ir in o ğ lu G a rla n 'la k o n u ş u r k e n b ııld ıı. K on uşacak neleri V(lr
k i? M e n z il, S ö r G a r l a n a yiğit d iy e b ilird i a m a C c r s e i o n a, Mar-
g a e r y y e ya da L o ra s’a g ü v e n d iğ in d e n fazla g ü v e n m iy o r d u . Qy„
b u r n ’üıı, g ard iy an ın la z ım lığ ın ın a ltın d a b u l d u ğ u a ltın sikkeyi
u n u tm a m ış tı. Yüksek B ah çe'den altıtı b ir el. V e M a rga ery betti iz­
letiyor. S eııelle k ra liç e n in k a d e h in i d o l d u r m a k iç in geldiğinde
C e rs e i k ad ın ın b o ğ azın ı sık m a k iç in d u y d u ğ u a r z u y u bastırmak
z o ru n d a kaldı. B a n a gülüm sem eye k a lk m a sen i h a in sürtük. S e n in le
işim bitmeden ivıce bana merhamet için yalvaracakstn.
C e rsei, J a im e 'n in , ‘'S a n ır ım M a je s te le r i b ir g e c e için yeterin­
ce şarap içti,” d e d iğ in i d u y d u .
H a y ır , diye d ü ş ü n d ü . D ü n y a n ın b ütün şarapları bile bu diiğiinü atlatmama yetmez. A yağa k a lk tı, ç o k h ız lı k a lk m ış tı, neredeyse
d ü şü y o rd u . J a im e o n u k o lu n d a n y a k a la y ıp d e n g e s in i sağladı.
C e rsei, J a im e ’d e n k u r tu ld u v e e lle r in i b i r b i r i n e v u r d u . Müzik
su stu , sesler d u r u ld u . “ L o rd la r v c l e y d ile r ,” d iy e se sle n d i C er­
sei. “L ü tfen b e n im le d ışa rı g e lin . Y ü k s e k B a h ç e ile C a ste rly Kayası’n ın b irliğ in i ve Y edi K ra llık ’m y e n i b a r ış v e b e r e k e t çağını
k u tlam ak için b ir m u m y a k a lım .”
El K ulesi ıssız vc k a ra n lık tı. B ir z a m a n la r m e ş e kapıların vc
p a n ju rlu p e n c e re le rin o ld u ğ u y e r le r d e , a ç ık a ğ ız la ra benzeyen
b o şlu k lar v ardı. K ule, h a sa rlı v e n a r in o l m a s ı n a r a ğ m e n dış av­
lu n u n ü z e rin d e y ü k s e liy o rd u . K ü ç ü k S a lo n ’d a n sıra hâlinde
çıkan k o n u k la r, k u le n in g ö lg e s in in a lt ı n d a n g e ç iy o r d u . Cersei
y u k arı b ak tığ ın d a, d o lu n a y ı ısıra n m a z g a llı s ip e rle r i g ö rd ü ve
g eçen üç asır iç in d e kaç k ra lın k aç E l’i n ın b u k u le y i ev olarak
k u llan d ığ ın ı m e ra k etti.
K u len in y ü z m e tre g e ris in d e , b a ş ın ın d ö n m e s in i d u rd u rm ak
için d e rin b ir n efes aldı. “ L o rd H a lly n e ! B a ş la y a b ilirs in iz .”
A lev k eh an etçisi H a lly n , “H t t n m m m m m m d e d i ve elinde­
ki m eşaley i salladı. D u v a rla rd a k i o k ç u la r y a y la r ın ı gerdiler vc
k u le n in p e n c e re b o ş lu k la r ın d a n iç e ri b ir d ü z i n e alevli o k gön­
d e rd ile r.
K u le, b ir ınnnm ı sesiyle a le v le rle sa rı İdi. K u le n in içi bir aııda
228
İçiriniz1» sarı vc tu ru n c u ışıklarla canlandı... Ve yeşil. M e ş u m ,
leoyu bir Yc§i!- S afran ın , y eşim in ve alev k eh a n e tç ile rin in sid i­
ğinin rengi. S im yacılar o n a “m a d d e ” adını v erm işti am a sırad an
insanlar çılgıtıateş d iy o rd u . El K ulesi’n in içine elli kavanoz y e r­
leştirilm işti; k ü tü k le r, fıçılar, zift v arilleri ve T y rio n L an n ister
isimli bir cüceye ait d ü n y a m alın ın b ü y ü k b ö lü m ü y le b irlik te.
Kraliçe o yeşil alev lerin ısısını hissed eb iliy o rd u . A lev k e h a netçileri sadece üç şeyin m a d d e d e n d aha sıcak yandığını sö y ­
lemişti: E jd erh a alevi, d ü n y a n ın altındaki ateşler ve yaz g ü n e ­
şi Dış duvarları u z u n ve yeşil d iller m isali yalayan ilk alevler
pencerelerde b e lird iğ in d e , bazı ley diler nefessiz kaldı. D iğ erleri
tezahürat yaptı vc k ad eh kald ırd ı.
Ç o k giizel, diy e d ü ş ü n d ü C e rse i, kollanma verdikleriJoffrey ka­
dar güzel. Jo ffre y s ü t e m m e k için C e rs e i’n in m e m e u c u n u ağ­
zına alm ıştı ve d ah a so n ra h iç b ir ad am , C e rs e i’ye k en d in i o an
hissettiği kadar iyi h iss e ttirm e m iş ti.
T o m m en k o c a m a n açılm ış gözleriyle alevleri izliyordu,
korkmuş o ld u ğ u k ad ar b ü y ü le n m iş hâldeydi, so n ra M argaery
eğildi ve ç o c u ğ u n k u lağ ın a o n u g ü ld ü re n b ir şeyler fısıldadı.
Bazı şövalyeler, k u le n in n e k ad ar zam an d a çökeceğine dair b ah ­
se girmeye başladı. L o rd H a lly n e k en d i k e n d in e m ırıldanarak
ve topu k ların ın ü s tü n d e sallan arak bekledi.
Cersei, yıllar b o y u n c a tan ıd ığ ı b ü tü n K ral E lleri’ni d ü şü n d ü :
Owen M e rry w e a th e r, J o n C o n n in g to n , Q a rlto n C h e ls te d ,J o n
Arryn, E d d ard S tark , C e rs e i’n in kardeşi T y rio n . Ve babası, L ord
Tywin L an n ister, bilh assa o. Ş im d i hepsi yanıyor , dedi k en d in e,
bu d ü şü n c ed en zev k alarak. Ö ldüler ve yanıyorlar. H er biri. Biitiin
entrikaları, komploları ve ihanetleriyle birlikte. B u benim günüm . B u
benim kalem ve benim krallığım.
El K ulesi ani b ir fery at k o y u v erd i, öyle şiddetli bir sesti ki
bütün k o n u şm a la r b ir an d a kesildi. T aşlar çatlayıp ayrıldı ve si­
perlerin ü st k ısm ı tep ey i titre te n b ir g ü m b ü rtü y le yere dev rild i,
havaya toz ve d u m a n b u lu tu y ü kseldi. K ırık taşların içine te m iz
hava girerken y an g ın h ızla y u k arı tırm an d ı. Yeşil alevler g ö k y ü ­
züne sıçrayıp d ö n m e y e başladı. T o m m e n korkuyla geri çek i­
lim e M .ırgaery ço c u ğ u n elin i tu ttu , “Bak, alev ler dans ediy0 r >,
d ed i. “T ıp k ı b izim ettiğ im iz gibi a ş k ım .”
“E d iy o rlar." T o m m e ıı sesi h a y re t d o lu y d u . “A n n e bak, dan
e d iy o rla r.”
’ ^
“G ö rü y o ru m . L ord H a lly n e , y a n g ın n e k ad ar sürecek?”
“B ü tü n gece M a je ste le ri.”
“H ak k ın ızı teslim e d e y im , g ü z e l b ir m u m o ld u .” Leydi
O lc u n a , b asto n u n a y aslan m ış h â ld e S ağ ve S o l’u n arasında du­
ru y o rd u . “G ü v e n için d e u y u m a m ız a y e te c e k k ad ar parlak. Yaşlı
k e m ik le r y o ru ld u ve b u g e n ç le r b ir g ece için y e te rin c e heyecan
yaşadı. Kral ve kraliçeyi yatağa s o k m a v ak ti g e ld i.”
“E v e t.” C e rsei b ir el işaretiy le J a i m e ’yi çağ ırd ı. “Lord Ku­
m a n d a n , M a je ste le ri’ni vc o n u n k ü ç ü k k ra liç e sin i yastıklarına
g ö tü rü n lü tfe n .”
“E m re d e rsin iz . Ya siz i? ”
“G e re k y o k .” C e rs e i k e n d in i u y u y a m a y a c a k k ad ar zinde his­
se d iy o rd u . Ç ılg ın a te ş o n u te m iz liy o rd u , b ü t ü n ö fk esin i ve kor­
k u s u n u alıp g ö tü r ü y o rd u , içini a z im le d o ld u r u y o r d u . “Alevler
ço k g ü zel. B ir sü re iz le m e k is tiy o r u m .”
Ja im e te r e d d ü t etti. “Y a ln ız k a lm a m a lıs ın ız .”
‘Y a ln ız o lm ay acağ ım . S ö r O s m u ı ıd b e n im le kalıp güvende
o lm a m ı sağlayabilir. S izin Y e m in li K a rd e ş ’iııiz .”
“E ğ er M a jesteleri m e m n u n o la c a k s a ,” d e d i K arakazan.
“O la c a k .” C e rs e i a d a m ın k o lu n a g ird i. Y a n yana, alevlerin
ö fk e sin i izled iler.
230
LEKELİ ŞÖVALYE
Gece, so n b a h ar için bile zam ansızca so ğ u k tu . Sokak ara­
larında esen se rt ve ıslak rü zg âr g ü n ü n to z u n u k ald ırıy o rd u .
fctızey rüzgârı, ürperti dolu. S ö r A rys O a k h e a rt, başlığını y ukarı
çekip y ü zü n ü ö r ttü . T a n ın m a s ı iyi o lm azd ı. O n beş g ü n ö n c e ,
bir tacir, gölge şe h ird e acım asızca k atled ilm işti, D o r n e ’a m e y ­
ve almak için g elen am a h u r m a y e rin e ö lü m b u la n zararsız b ir
adamdı. A d am ın te k su ç u K ral T o p ra k la r f n d a ıı o lm ak tı.
Aycık taktım benim içimde daha am ansız bir diqm an bulur. A rys
bir saldırıyı n e re d e y se h o ş k arşılayacaktı. Eli, k e te n k ıy afetin in
katlarının arasın d a yarı g iz le n m iş h â ld e asılı d u ra n u z u n k ılıc ın ın
kabzasına d o k u n m a k için aşağı kaydı. G iy isisin in dış k ısm ın d a
turkııaz şe ritler ve sıra sıra a ltın g ü n e ş le r vardı. D o rn e esvap­
ları rahattı am a A ry s’in babası o ğ lu n u b u n la rın için d e görecek
kadar yaşam ış olsay d ı d e h ş e te d ü şe rd i. O b ir M e n z il adam ıydı
ve D orn elu lar o n u n k a d im d ü şm a n la rıy d ı, E ski M e şe ’deki d u ­
var halıları b u n a şa h itti. A rys o n la rı te k ra r g ö rm e k için sadece
gözlerini k ap atm alıy d ı. C ö m e r t L o rd E d g e rra n ih tişam içinde
oturuyordu, a y a k la rın ın d ib in e y ü z le rc e D o r n e a d a m ın ın başı
yığılmıştı. P re n s G e ç id i’n d e k i Ü ç Y aprak, D o r n e m ızraklarıyla
delinmişti ve A le ste r so n n efesiy le savaş b o r u s u n u ü flü y o rd u .
Yeşil M eşe S ö r O ly v a r b e y azlar iç in d e y d i, G e n ç E jd e rh a ’n ın ya­
nında can v e riy o rd u . D o r n e , h iç b ir O a k h e a rt için u y g u n b ir y er
değildi.
Şövalye, P re n s O b e r y n ö lm e d e n ö n c e bile, gölge ş e h rin
sokaklarında y ü r ü m e k için G ü n e ş M ız ra ğ ı’n d a n ay rıld ığ ın d a
huzursuz o lu y o rd u . G ittiğ i h e r y e rd e ü z e rin e d ik ilen g ö zleri
hissedebiliyordu; o n a ü s tü kapalı b ir d ü şm a n lık la bakan k ü ç ü k
ve siyah D o rn e g ö zleri. Ç a rşı esn afı o n u d o la n d ırm a k için e lin ­
den gelenin e n iyisin i y a p ıy o rd u . A rys b azen , m e y h a n e c ile rin
°nun içk ilerin in için e t ü k ü r ü p tü k ü rm e d iğ in i m e ra k e d iy o rd u .
Bir keresinde, b ir g ru p p e rişa n ç o c u k o n a taş fırlatm ıştı, A rys
kılıcını çek m iş ve ç o c u k la rı k o v alam ıştı. K ızıl Y ılan’ın ö lü m ü ,
Dornelular’ı d a h a b e te r a le v le n d irm işti. F akat K u m Y ılan ları,
231
P re n s H o ran tarafın d an b ir k u ley e k a p a tıld ık ta n sonra cadde
ler bir parça sa kinleşm işti. Y ine d e, beyaz p e le rin i gölge şehirde
açıkça g iy m ek saldırıya davetiye ç ık a rm a k o lu r d u . A rys yanında
ü ç beyaz p elerin g etirm işti. İkisi y ü n d ü ; b iri h a f if ve diğeri ağır
Ü ç ü n c iis ü ince, beyaz ip e k te n d i. O m u z la r ın d a n beyaz bir pele­
rin sark ın ıy o rk en , A rys k e n d is in i ç ıp la k h is s e d iy o rd u .
Ç ıp la k olmak ölü olmaktan iy id ir , d e d i k e n d in e . B en pelerinim
y o k k en bile b ir K ral M u h a f ız ıy ım . B u n a saygı göstermeli. Anlama­
sını sağlamalıyım. A rys k e n d in i b u d u r u m a d ü ş ü rm e m e liy d i ama
şarkıcı, aşkın h e r ad am ı aptala ç e v ire c e ğ in i sö y le m iş ti.
G ü n ü n sıcağında, to z lu c a d d e le r d e sa d e c e sin e k le r vızıldar­
ken, G ü n e ş M ız ra ğ ı’n n ı g ö lg e ş e h ri te r k e d ilm iş g ö r ü n ü rd ü ama
akşam karanlığı ç ö k e r ç ö k m e z ayııı c a d d e le r c a n la n ırd ı. Sör Arys
p en cerelerin altın d a n g e ç e rk e n , p a n ju r ç u b u k la r ın ın arasından
sü z ü len m ü ziğ in belli b elirsiz se sin i d u y d u . B ir y erlerd e , par­
m ak d avulları m ız ra k d a n s ın ın h ızlı r i tm i n i v u r u y o r ve geceye
n abız k atıy o rd u . Y ılankavi D u v a r la r ’ın İ k in c is in in a ltın d a , üç ara
sokağın birleştiği y e rd e , b ir y a s tık k ızı b ir b a lk o n d a n seslendi.
Sadece m ü c e v h e r ve yağ g iy in m iş ti. A ry s k ız a b a k tı, om uzlarını
k am b u rlaştırd ı ve rü z g â rın d iş le r in in iç in e d o ğ r u y ü rü d ü . B/z
erkekler z a y ıf yaratıklarız. B eden lerim iz, en soylu olanım ıza bile iha­
net ediyor. O n u u ta n d ıra n ş e h v e tle rin i e h l ile ş tir m e k için bayılma
n o k tasın a k ad ar o r u ç tu ta n K ral K u ts a n m ış B a e lo r ’u düşündü.
A rys de aynı şeyi m i y ap m a lıy d ı?
K em erli b ir k a p ın ın g iriş in d e d u r a n k ısa b o y lu b ir adam , bir
m altızın ü s tü n d e y ılan p a rç a la n k ız a r tıy o r d u , ç ıtır ç ıtır olan etle­
ri ah şap m aşayla ç e v iriy o rd u . S o sla rın k e s k in k o k u s u şövalyenin
g ö zlerin i yaşarttı. E n iyi y ıla n s o s u n u n iç in d e , h a rd a l to h u m u ve
e jd e rh a b ib e rin in y an ı sıra b ir d a m la z e h ir o l d u ğ u n u duym uş­
tu . M y rcella, D o r n e y e m e k le r in i, D o r n e p r e n s in i benim sediği
k ad ar ç a b u k b e n im s e m iş ti, S ö r A ry s o n u m u t l u e tm e k için ara
sıra b ir iki çeşit y e m e k d e n iy o r d u . Y iy e c e k le r şö v a ly e n in ağzım
k a v u ru y o r ve k an a k an a şa rap iç m e k is te m e s in e s e b e p oluyordu.
Ü s te lik y e m e k d ışarı ç ık a rk e n , iç e ri g ir e r k e n y a k tığ ın d a n fazla
y a k ıy o rd u . F akat A ry s’in k ü ç ü k p r e n s e s i o y e m e k le r i seviyordu.
P re n se s i o d a s ın d a , P re n s T r y s t a n e ’in k a rşıs ın d a , b ir oyun
232
masasının üzerine eğilm iş hâlde bırakm ıştı. M yrcella süslü oyun
taşlarım, yeşim , akik ve laciverttaşı karelerin üstünde hareket ettiriyordu, dolgun dudakları hafifçe aralanmıştı, yeşil gözleri dik­
i t l e kısılmıştı. O y u n a eyvasse deniyordu. Bir ticaret kadırgasıyla,
Volantis’ten Kalaslı Kasaba’ya gelmişti ve öksüzler sayesinde Yeşilkan boyunca yayılm ıştı. D o rn elu saray m ensupları oyun için
ddi oluyordu.
Sör Arys o y u n u delirtici b uluyordu. O n farklı taş vardı, her
biri kendi özelliklerine ve güçlerine sahipti. O y u n tahtası, o yun­
cuların ev köşelerini nasıl d ü zenlediklerine bağlı olarak oyundan
oyuna değişiyordu. P ren s T rystane oy u n u çabucak kavramıştı ve
Myrcella da o n u n la birlikte oynayabilm ek için öğrenm işti. P ren ­
ses daha on bir yaşını d o ld u rm a m ıştı, nişanlısı on üç yaşındaydı
ama buna rağm en, M yrcella son zam anlarda sık sık kazanıyordu.
Trystane b u n u ö n em siy o rm ıış gibi görü n m ü y o rd u . İki çocuk
bundan daha farklı g ö rü n em ezd i; prens, sim siyah düz saçlarıyla
buğday tenliydi; prenses, altın rengi bukleleriyle süt gibi beyazdı.
Açık ve koyu, Kraliçe C ersei ve Kral R obert gibi. Arys, M yrcella’nın D o rn e’lu çocukta, C e rsei’n in fırtına lordunda b u ld u ğ u n ­
dan fazla m u tlu lu k bu lm ası için dua ediyordu.
Myrcella kalenin içinde güvendeydi am a o n u bırakm ak şö­
valyeyi yine de h u z u rsu z ediyordu. M yrcella’nın G üneş Kulesi’ndeki odasına geçiş v eren sadece iki kapı vardı ve Sör Arys her
iki kapıya da ad am lar y erleştirm işti; onlarla birlikte Kral T oprakları’ndaıı gelen, m ü cad eled e m ücerrep , am ansız ve kem iklerine
kadar sadık L an n ister m uhafızları. M yrcella’nın yanında hiz­
metçileri ve R ahibe E glantine de vardı. P rens T rystane’e kendi
yeminli kalkanı eşlik ed iy o rd u ; Yeşilkan’dan Sör Gascoyne. O nu
kimse rahatsız etmeyecek , dedi Arys kendi kendine, ve on beş gün işin­
de uzakta, güvende olacağız.
Prens D o ran b u kadarı için söz verm işti. Arys, D o rn e p re n ­
sinin ne kadar yaşlı ve sağlıksız g ö rü n d ü ğ ü n e şaşırm ış olsa da,
prensin sö z ü n d en şü p h e etm em işti. M artell, Arys’i çalışm a o d a­
sına kabul ettiğinde, “Sizi şim diye kadar görem ediğim ve P renses
Myrcella’yla taııışam adığıın için ü z g ü n ü m ,” dem işti, “lâkin kı­
zım Arianııe’in sizi iyi ağırladığında in a n ıy o ru m .”
“A ğırladı p r e n s im ,” d iy e c e v a p v e r m iş ti A ry s, y ü z ü n ü n kıza­
rıp o n a ih a n e t e tm e m e s i için d ııa e tm iş ti.
‘'B iz im k is i a m a n s ız ve y o k s u l b ir t o p r a k t ır a m a k e n d in e has
g ü z e llik le ri d e v a rd ır. D o r n e ’d a , G ü n e ş M ı z r a ğ f n d a n başka bir
v er g ö r m e m iş o lm a n ız b a n a k e d e r v e r iy o r lâ k in k o r k a rım ki şU
d u v a rla rın ö te s in d e ik in iz d e g ü v e n d e o l m a z s ın ız . B iz DorııeIu lar h id d e tli in sa n la rız , ç a b u k ö f k e le n i r v e g e ç u n u tu r u z . Size,
savaş iste y e n le rin y a ln ız c a K u m Y ıla n la rı o l d u ğ u n a d a ir güven­
ce v e re b ilse y d im m u tlu o l u r d u m a m a s iz e y a la n sö y le m e y ece­
ğ im sör. C a d d e le rd e b a n a s e s le n e n v e m ı z r a k l a r ım ı çağırm am ı
istey en in sa n la rı d u y d u n u z . M a a le s e f l o r d l a r ı n ı ı n y a rısı onlarla
aynı fik ird e .’*
Ş övalye, “Ya siz lo r d u m ? ” d iy e s o r m a y a c e s a r e t e tm iş ti.
“Y aln ızca ç ılg ın a d a m la r k a z a n a m a y a c a k la r ı sa v aşlara girer­
ler, b u n u ço k u z u n z a m a n ö n c e a n n e m d e n ö ğ r e n d i m .” Eğer
s o r u n u n p e rv asızlığ ı P r e n s D o r a n ’ı g ii c c n d ir d iy s e b ile adam
h isle rin i iyi sa k la m ış tı. “ L a k ın b u b a r ış ç o k n a r i n ... p rensesiniz
k ad ar n a r in .”
“Y aln ızca b ir c a n a v a r k ü ç ü k b i r k ız a z a r a r v e r e b i l i r .”
“ K ard eşim E lia’n ın d a k ü ç ü k b i r k ız ı v a r d ı. A d ı R h a e n y s’ti.
O da b ir p r e n s e s ti.” P r e n s iç g e ç i r m iş ti . “ P r e n s e s M y rcella’ya
b ir b ıçak sa p la y a b ile c e k a d a m la r o n a k a r ş ı k i n b eslem iy o rlar.
S ö r A m o ry L o rc h ’u n R h a e n y s ’i ö l d ü r d ü ğ ü n d e b e sle d iğ in d e n
fazla d eğ il, bıçağ ı g e r ç e k te n o s a p la d ıy s a ta b ii. O a d a m la rın tek
am acı b e n im e lim i z o r la m a k . Z ir a M y r c e ll a b e n i m k o ru m am
a ltın d a y k e n ö ld ü r ü lü r s e , i n k â r la r ım a k im s e i n a n m a z .”
“ B e n h a y a tta y k e n k im s e M y r c e lla ’y a z a r a r v e r e m e z .”
B elli b e lirsiz b ir g ü lü m s e m e y l e , “ A s ilc e b i r y e m i n ,” dem işti
D o r a n M a rte ll, “a m a siz y a ln ız c a b i r a d a m s ı n ız s ö r . D ik b a ş lı ye­
ğ e n le r im i z in d a n a k a p a tm a k , s u la rı s a k in le ş t ir m e y e y a r d ım eder
d iy e d ü ş ü n m ü ş t ü m a m a b ü t ü n y a p t ığ ım , k a r a b ö c e k le r i halıla­
r ın a ltın a s ü p ü r m e k o ld u . H e r g e c e f ı s ı ld a d ık la r ı n ı v e bıçakları­
n ı b ile d ik le rin i d u y u y o r u m .”
O a n d a , korku yor , d iy e f a rk e t m i ş t i S ö r A ry s. B a k , elleri titriyorD örtte P ren si dehşet içinde. K e lim e le r o n u y a r ı y o ld a b ır a k m ıştı.
“ Ö z ü r d ile r im s ö r ,” d e m iş ti P r e n s D o r a n . “ G ü ç s ü z ve hasta234
n Vc b azı z a m a n la r ... G iin c ş M ız ra ğ ı g ü rü ltü s ü y le , pisliğiyle
do k u larıy la b e n i y o r u y o r . V az ife m izin v e rir v e rm e z S u B alıclcri’n e d ö n m e k n iy e tin d e y im . D ö n e r k e n P re n se s M y rcclla’yı
da g ö tü r e c e ğ im .” Ş ö v a ly e itira z e d e m e d e n ö n c e p re n s elin i
k a ld ırm ış tı, p a r m a k e k le m le r i şiş ve k ırm ız ıy d ı. “Siz de g e le ­
ceksiniz. M y r c e lla ’n ı n r a h ib e s i, h iz m e tç ile ri ve m u h a fız la rı da.
Giineş M ız ra ğ ı’n ı n d u v a r la rı sa ğ lam , fakat o d u v a rla rın altın d a
gölge ş e h ir v ar. K a le n in iç in d e b ile h e r g ü n y ü zlerce insan d o la ­
şıyor. B a h ç e le r b e n i m s ığ ın a ğ ım . P re n s M a ro n , S u B a h çeleri’ni,
T argaryen k a r ıs ın a b i r a rm a ğ a n o la ra k inşa e ttird i, D o r n e ’u n
D em ir T a h t ’la y a p tığ ı e v liliğ i im le m e k için . S o n b a h a r o rad a h o ş
bir m e v s im d ir... s ıc a k g ü n le r , se rin g eceler, d e n iz in tu z lu e s in ti­
si, fısk iy eler v e h a v u z la r . V e b a şk a ç o c u k la r d a var, asil d o ğ u m lu
oğlanlar v e k ız la r. M y r c e lla k e n d i y a şın d a arkadaşlara sahip o la­
cak. Y alnız k a lm a y a c a k .”
“N asıl is t e r s e n i z .” P r e n s in s ö z le ri A ry s’in kafasında ç ın lı­
yordu. M yrcella orada g ü v e n d e olacak . F a k a t D o r a n M a rtell, n ed e n
Arys’in K ral T o p r a k l a r ı ’ııa b u ta ş ın m a y la ilgili m e k tu p yazm a­
ması için ıs r a r e t m iş ti? E ğ e r yerin i kim se bilm ezse , Myrcella daha
giirende olur. S ö r A ry s b u n a k a tılm ış tı a m a başka n e seçeneği v ar­
dı ki? O K ral M u h a f ı z l a r ı ’n ın şö v a ly esiy d i, b u n a rağ m en tıpkı
prensin s ö y le d iğ i g ib i y a ln ız c a b ir a d a m d ı.
D ar s o k a k , ay ışığ ıy la a y d ın la n m ış b ir avluya açıldı. M u m ­
cunun d ü k k â n ın ı geç, d iy e y a z m ış tı k ız, b ir bahçe kapısı ve kısa bir
dış merdiven var. A ry s k a p ıd a n g e ç ti v e işaretsiz b ir kapıya çıkan
eski b a s a m a k la rı t ı r m a n d ı . K a p ıy ı çalınalı m ıyım ? Ç a lm a k y erin e,
kapıyı ite r e k a ç tı v c k e n d i n i a lç a k ta v an lı, g en iş, loş b ir o d a n ın
içinde b u ld u . O d a , k a lın t o p r a k d u v a rla ra o y u lm u ş n işlerd e tit­
reyen k o k u lu m u m l a r l a a y d ın la tılm ış tı. A rys sa n d a le tle rin in a l­
tındaki d e s e n li M y r h a lıla r ın ı, d u v a rd a k i g o b le n i ve yatağı g ö r ­
dü. “L e y d im ? ” d iy e s e s le n d i. “N e r e d e s in iz ? ”
“B u r a d a y ım .” K ız, k a p ın ın ark a sın d a k i g ö lg e le rin iç in d e n
Çıktı.
Sol k o lu n a s ü s lü b i r y ıla n d o la n m ış tı, kız h a re k e t ettik ç e y ıtanın b a k ır v e a ltın p u lla r ı ış ıld ıy o rd u . Kız başka b ir şey g iy m e ­
mişti.
235
Arys ona hayır diyecekti, sadece gitm ek zorunda oldu%umu ••
lenıek için geldim, ama m um ışığında pırıldayan kızı g ö rd ü ğ ü
konuşma kabiliyetini yitirdi. Boğazı D orn e kum u kadar ku Ç
du. Arys sessizce durdu, kızın vü cu d u n u n görkemini yu d ^
ladı; boğazındaki çukuru, bü yü k uçları olan dolgun ve yuvarl^
göğüslerini, belindeki ve kalçalarındaki cazibedar kıvrımları V
sonra, ne ara olduysa, kıza sarılıyordu ve kız onun kıyafetlerini
çıkarıyordu. Kız, A rys’in iç göm leğin e ulaştı, gömleği omuzla
rıııdan tuttu ve ipek kum aşı yırttı am a A ry s’ in umurunda de
ğildi. Parmaklarının altında kızın teni vardı; yumuşak ve Don
*
*
İ
i
i
ne güneşinde pişmiş kadar sıcak. A rys başını kaldırdı ve kızın
İ
dudaklarını buldu. K ızın ağzı açıldı ve göğüsleri şövalyenin
ellerini doldurdu. A rys başparm aklarıyla okşadığı göğüs uçla-
-
rıııın sertleştiğini hissetti. K ızın saçları siyah ve gürdü, orkide
kokuyordu. Arys, yoğu n ve topraksı kokuyla öyle sertleşmişti ki
neredeyse canı yanıyordu.
.
“ Bana dokunun sör,” diye fısıldadı kız. A rys’in eli, kızın
karnından aşağı kaydı ve siyah tüylerin altındaki tatlı, ıslak yen
buldu. Arys tek parm ağını içeri sokarken, “ Evet, orası,” diye mı­
rıldandı kız. H afifçe inledi, şövalyeyi yatağa sürükledi ve aşağı
itti. “ Daha çok, ahh daha çok, evet, güzel, şövalyem, şövalyem,
benim tatlı beyaz şövalyem , evet siz, siz, sizi istiyorum.” Kızın
elleri A rys’e yol gösterdi ve on u daha derine çekmek için sırtına kaydı. “ Daha d erin e,” diye fısıldadı kız. “E vet.” Şövalyeye
doladığı bacakları çelik gibi sertti. A rys içine girerken, k ız ın tır­
nakları şövalyenin sırtını tırm aladı. A rys, kız çığlık atıp kasılana
kadar tekrar ve tekrar girdi, tohu m ların ı kızın içine ak ıtırk en
parmaklarıyla göğüs uçlarını sıktı. Ş im d i mutlu bir şekilde öle^1
rim, diye düşündü ve en azından bir düzine kalp atışı boyun#
huzurluydu.
Ölmedi.
Arzusu deniz kadar derin ve engindi ama dalgalar geri çe ^
diğinde utanç ve suçluluk kayaları her zamanki kadar keskin
biçimde ortaya çıktı. Dalgalar örtebilirdi ama onlar s u y u n a
da baki kalırdı, sert, siyah ve ince. Ben ne yapıyorum? diyc s0
Arys kendine. Ben Kral M uhafızlarım ın şövalyesiyim. Kız111
236
^
yy\,i
.. j en yana yuvarlandı ve yatağa uzanıp tavana baktı. Tavanda,
^duvardan diğer duvara kadar uzanan derin bir çatlak vardı.
^ y S bunu daha önce fark etm em işti, duvar halısının üstündeki
'nıi de öyle; N ym eria ve bin gem isini tasvir eden bir sahne.
Stidetf onu görüyorum. Pencereden bir ejderha bakabilirdi ve ben kıztn
{içimlerinden, yüzünden ve gülümsemesinden başka bir şey görmezdim.
* “Şarap var,” diye m ırıldandı kız. Başını A rys’in boynuna da­
yadı. elini onu göğsüne koydu. “ Susadınız m ı?”
“Hayır.” Arys yana yuvarlanarak doğruldu ve yatağın kenarı­
na oturdu. Oda sıcaktı ama o titriyordu.
■‘Kanıyorsunuz,” dedi kız. “ Ç o k sert tırm alam ışım .” Arys’in
s ır t ın a
dokundu. Şövalye, kızın parm akları alevmişçesine irkilip
uzaklaştı. “Yapm ayın,” dedi. Ayağa kalktı. “ B itti.”
“Merhemim var. Sıyrıklar için .”
Ama utancım için bir merhemin yok. “ Sıyrıklar önemli değil.
Beni bağışlayın leydim , gitm ek zorun d ayım ...”
“Bu kadar çabuk?”
Kızın boğuk bir sesi, fısıldam ak için yaratılmış geniş bir
ağzı ve öpüşmek için yaratılm ış dolgun dudakları vardı. Büyük
ve tembel bukleler hâlinde kıvrılan siyah ve gür saçları çıplak
omuzlarına dökülm üş ve dolgun göğüslerinin üstüne düşmüş­
tü. Bacaklarının arasındaki tüyler bile yum uşak ve kıvırcıktı.
“Bugece benimle kalın sör. Size öğretecek çok şeyim var.”
“Sizden hâlihazırda çok fazla şey öğrendim .”
“Dersler için yeterince istekli görünüyordunuz sör. Başka
yatağa gitm ediğinizden em in m isiniz? Başka bir kadına?
Bana onun kim olduğunu söyleyin. Sizin için onunla dövüşürıinı, çıplak göğüslerim le, bıçak bıçağa.” Kız gülümsedi. “ Bir
Kuı* Yılanı değilse tabii. E ğer öyleyse, sizi paylaşabiliriz. Ku^nlerimi çok severim .”
Başka bir kadınım olmadığını biliyorsunuz. Sadece... vazife.”
^z, dirseğinin üstünde doğrulup şövalyeye baktı, siyah iri
£°deri mum ışığında parlıyordu. “ O değersiz sürtük mü? Onu
tanıyorum. Bacaklarının arası toz gibi kurudur ve öpüşleri sizi
natır. Bırakın da vazife bir kez olsun yalnız uyusun, bu gece
inimle kalın.”
“ B e n im y e rin i sa ra y d a .”
Kız iç g eçird i. “D iğ e r p r e n s e s in iz le . B e n i K ıskandıracaksınız
O n u b e n d e n d a h a ç o k s e v d iğ in iz i d ü ş ü n ü y o r u m . O kız sizin
için ço k g en ç. S izin b ir k a d ın a ih tiy a c ın ız v a r, k ü ç ü k b ir kıza
değ il. Lakiıı sizi lıe y e c a n la d ıra n şe y b u y s a , m a s u m ro lü oyna­
y a b ilirim ."
“B öyle şey ler s ö y le m e m e k s in iz .” U n u t m a , bu k ız Dornelu.
M e ıız il'd e , D o r n e lu a d a m la rı b u k a d a r a s a b i v e D o r n e lu ka­
d ın ları b u k ad ar v ah şi v e şe h v e tli y a p a n ş e y in y e m e k l e r olduğu
sö v le ııird i ..-Ateşli biberler re t u h a f baharatlar k a tım ı ısttıyor, elinden bir
şey gelmiyor. “ B en M y r c e lla ’yı k ız ım g ib i s e v e r i m .” A r y s ’in ne bir
karısı ne d e b ir kızı o la c a k tı. B u n l a r ı n y e r i n e b e y a z b ir
pelerini
v ardı. “S u B a lıç e le ri’n e g id e c e ğ iz .”
“E n in d e s o n u n d a ,” d iy e o n a y la d ı k ız , “ fa k a t b a b a m söz ko­
n u s u o ld u ğ u n d a , h e r şey a lm a s ı g e r e k e n d e n d ö r t k a t fazla vakit
alır. E ğer b a b a m y a rın g itm e y e n iy e tli o l d u ğ u n u sö y le rse, on
beş g ü n so n ra y o la çık acağ ı k e s in d ir . B a h ç e l c r ’d e y a ln ız olacak­
sınız, b an a in a n ın . A y rıca, h a y a tın ın g e r i k a l a n ı n ı b e n im kolla­
rım d a g e ç irm e k iste d iğ in i s ö y le y e n g e n ç v e c e s u r y iğ it n erede?”
“B u n u sö y le d iğ im d e s a r h o ş t u m .”
“Ü ç k a d e h s u lu şa ra p i ç m i ş ti n i z .”
“S izin le s a rh o ş tu m . O n yıl o l m u ş t u ... b e y a z la r ı giydiğim den
beri d o k u n d u ğ u m ilk k a d ın s iz s in iz . A ş k ın n e o l d u ğ u n u hiç bil­
m iy o rd u m am a şim d i... k o r k u y o r u m .”
“B e n im b ey az ş ö v a ly e m i n e k o r k u t a b i l i r k i? ”
“O n u r u m için k o r k u y o r u m ,” d e d i A ry s , “v e s iz in o n u ru n u z
iç in .”
“ B en k e n d i o n u r u m la k e n d i m i l g i l e n e b i l i r i m .” K ız , parm a­
ğ ın ı g ö ğ sü n e k o y d u v e m e m e u c u n u n e t r a f ı n d a g e z d ir d i. “Ge­
re k irs e k e n d i z e v k im le d e . B e n y e ti ş k i n b i r k a d ı n ı m .”
Ö y le y d i, b u n a ş ü p h e y o k tu . O n u k u ş t ü y ü y a ta ğ ın üzerinde,
o e d e p s iz g ü lü m s e m e s iy le , k e n d i g ö ğ s ü s le r iy le o y n a r k e n görm e k ... g ö ğ ü s u ç la rı b u k a d a r b ü y ü k v e d u y a r l ı o la n başka bir
k a d ın v ar m ıy d ı? A ry s o g ö ğ ü s le r e , a v u ç l a m a is te ğ i duym adan
b a k a m ıy o r d u . O n la r ı s e rt, ısla k v e p a r la k o l a n a k a d a r e m m e k
istiy o rd u ...
Bakışlarım başka y ere çevird i. İç çam aşırları h a lın ın iistiin e
yayılmış*1■Ş öv a ly e, çam aşırların ı top lam ak için eğild i.
“Elleriniz titriy o r,” d ed i kız. “Beni okşam ayı tercih ediyorlar
sanını11- K ıyafetlerinizi g iym ek için bıı kadar acele e tm e k zo ­
runda m ısınız sör? Sizi b u h âlinizle tercih ederim . E n gerçek
hâlimiz, yatakta ve çıp lak o ld u ğ u m u z lıâlim izdir. Bir erk ek ve
bir kadın, iki âşık, tek b e d en , iki kişinin olabileceği kadar ya­
kın. K ıyafetlerim iz bizi farklı in sanlar hâline getiriyor. İpekler
ve m ücevherler y e rin e , e t ve kan olm ayı tercih ederim . Ve siz....
siz beyaz p e le rin in iz d e n ib aret değilsiniz.”
“Ö y ley im ,” d ed i S ö r A rys. “B en beyaz p elerin im d e n ibare­
tim. Ve bu ilişki b itm e li, b e n im iyiliğim için old u ğ u kadar sizin
iyiliğiniz için de. E ğ er ilişk im iz ortaya çıkarsa...”
“İnsanlar ço k şanslı o ld u ğ u n u z u d ü ş ü n ü r.”
“İnsanlar b ir y e m in b o zan o ld u ğ u m u d ü şü n ü r. Ya biri baba­
nıza gider de o n u r u n u z u nasıl lekelediğim i anlatırsa?”
“Babam b irç o k şey d ir am a aptal o ld u ğ u n u söyleyen kim se
çıkmadı. İn ay et Piçi, ik im iz de o n d ö rt yaşındayken bekâreti­
mi aldı. B abam b u n u ö ğ re n d iğ in d e ne yaptı biliyor m u su n u z ? ”
Kız, yatak ö r tü s ü n ü n u c u n u a v u c u n u n içine aldı ve çıplaklığı­
nı örtm ek için ç e n e s in in altın a çekti. “H iç b ir şey. Babam hiç­
bir şey y ap m ak ta ziyadesiyle iyidir. B una düşünmek adını verir.
Bana d o ğ ru y u sö y ley in sö r, sizi e n d işelen d iren b en im o n u ru m
mu yoksa sizin k i m i? ”
“İkisi d e .” K ızın su çlam ası acıtm ıştı. “İşte bu yüzden ilişki­
miz b itm eli.”
“B unu d ah a ö n c e d e sö y le m iştin iz .”
Söyledim ve ciddiydim . L â k in acizinı, aksi takdirde şimdi burada
olmazdım. A rys b u n u o n a söy ley em ezdi; o acizliği küçüm seyen
bir kadındı, şövalye b u n u h issed iyordu. O nun işinde babasından
Çok amcası var. A rys d ö n d ü ve çizgili ipekten dikilm iş iç göm leği­
ni bir san d aly en in ü s tü n d e b u ld u . Kız, göm leği A rys’in o m u z ­
larından aşağı ç ek erk en ku m aşı göbeğine kadar yırtınıştı. “B u
nıalıvolm uş,” diy e sızlandı şövalye. “Şim di b u n u nasıl giyece­
ğim?”
“T e rs in d e n ,” d ed i kız. “Ü s tü n e kıyafetlerinizi geçirdiğiniz239
de kim se yırtığı görm ez. Belki de kuçuk prensesiniz onu si
için diker. Ya da Su B ah çeleri’ne yeni bir iç gömleği mi g ö ^
reyim ?”
“ Bana hediye gö n d erm eyin .” B u sadece dikkat Ç ek erd i.^
göm leği silkeledi ve ters bir şekilde başından geçirdi. Teninç
değen ipek serindi am a sırtına, kızın tırm aladığı yere yapıştı. £n
azından saraya gidene kadar işe yarayacaktı. “ T e k isteğim bu işe
bir son verm ek, bu... b u ...”
“ B u yiğitçe m i sör? B en i incittiniz. Söylediğiniz bütün aşk
sözlerinin yalan old u ğ u n u d ü şü n m eye başladım .”
Sana asla yalan söyleyemem. S ö r A ry s kendini tokat yemiş gibi
hissediyordu. “E ttiğim y em in leri aşktan başka ne için bozmuş
olabilirim ? Sizin leyken ... d ü şü n e m iy o ru m , siz hayalini kurdu­
ğum her şeysiniz am a...”
“ K elim eler rüzgârdır. B e n i seviyorsan ız, beni terk etmeyin.*
“ B ir ye/«/// ettim ...”
“ ...evlen m em ek ve baba o lm am ak için. Pekâlâ, ay çayımı iç­
tim ve sizinle evlen em ey eceğ im i b iliy o ru m .” Kız gülümsedi.
“ Lakirı sizi m etresliğe ikna e d ile b ilirim .”
“ Şim di ben im le alay e d iy o rsu n u z .”
“ B elki biraz. B ir kadını seven ilk K ral M u h afızı olduğunuzu
m u d ü şü n ü y o rsu n u z?”
“Y e m in etm eyi, o yem in i tutm aktan daha kolay b u la n adam­
lar her zam an var o lm u ştu r,” d iye kabul etti Arys. Sör Boros
Blount, İpek C a d d e si’ nin yabancısı değildi ve Sör Preston Gre­
enfield m alum bir tu h afiyecin in evin i ziyaret ederdi, bu ziya­
retler sırasında tuhafiyeci uzaklarda olu rd u . Am a Arys bu ku­
surlardan bahsederek Y e m in li K a rd e şle rin i utandırmayacaktı.
B u n u n yerine, “ S ö r T e rren ce T o y ııe kralın metresiyle birlikte
yatakta yakaland ı,” dedi. “ B u n u n aşk olduğuna dair y e m in em
am a bu aşk hem onun hem de kadının canına mal oldu. Terren
ce’in hanedanına yıkım ve dünyaya gelm iş en soylu şövalye)e
ölüm getirdi. “
“ Evet. Peki üç karılı ve on altı çocu klu Şehvetli
L u caın o re^
olacak? O şarkı beni lıer zam an g ü ld ü rü r.”
“ G erçe k o kadar kom ik değil. O yaşarken asla Şehvetli
an^ma<^L O nun adı Sör Kuvvetli Lucamore’du ve
hayatı koca bir yalandı. Hilekârlığı ortaya çıktığında kenjjYcııımh Kardeşler’i tarafından hadım edildi ve Yaşlı Kral tara­
lıd a n Sur’a gönderildi. O on altı çocuğun boynu bükük kaldı.
L ucanıore gerçek bir şövalye değildi, Terreııce Toyne da öyle.”
“Ya Ejderha Şövalyesi?” Kız, yatak örtüsünü kenara attı ve
bacaklarını yere sarkıttı. “ D ünyaya gelmiş en soylu şövalye de­
diniz ama o kraliçesini yatağa götürdü ve onu hamile bıraktı.”
"Buna inanmam,” dedi Arys kırgın bir sesle. “ Prens Aem on'ın Kraliçe N ym eria ile olan ihanet hikâyesi sadece hikâ­
•aifl°re
ye.
iyiliği için m eşru oğlunu bir kenara atmak isteyen
uydurduğu bir yalan. Aegon yok yere Değersiz diye
a n ılm ıy o rd u .” Kılıç kem erini buldu ve beline taktı. İpek Dorne
P iç in in
atab ey in in
çömleğinin üstünde tu h af görünseler de, uzunkılıcın ve han­
çerin tanıdık ağırlığı A ıy s ’e kim ve ne olduğunu hatırlatıyordu.
"D eğersiz
Sör Arys olarak anılm ayacağım ,” dedi şövalye. “ Pele­
rinimi lekelemeyeceğim.”
"Evet,” dedi kız, “ o güzel beyaz pelerin. Unutuyorsunuz,
benim büyük amcam da aynı pelerini giydi. Amcam ben kü­
çükken öldü ama onu hâlâ hatırlıyorum . B ir kule kadar uzundu
ve beni gülmekten nefessiz bırakana kadar gıdıklardı.”
"Prens Lew yıvle tanışma şerefine nail olam adım ,” dedi Sör
Arys, “takat herkes onun bü yü k bir şövalye olduğunu söyler.”
"Metresi olan bü yü k bir şövalye. M etresi şimdi yaşlı bir ka­
dın ama gençliğinde nadide bir güzelliğe sahipm iş.”
Prens Leııytı? Sör A rys btı hikâyeyi duymamıştı. Ç ok şaşırdı.
Terrence ToyneYın ihaneti ve Şehvetli Lucam ore’un hilekârlığı
%az Kitap’a kaydedilm işti ama Prens Lew ytı’in sayfasında bir
tadına dair hiç ipucu yoktu.
“Amcam her zaman, bir adamın değerini belirleyen şeyin
bindeki kılıç olduğunu söylerdi, bacaklarının arasındaki değil,”
diye devam etti kız, “yani lekeli pelerinler hakkındaki dini ko­
kmalarınızı kendinize saklayın. Sizin onurunuzu lekeleyen
|eY bizim aşkımız değil. Bunu yapan, hizmet ettiğiniz canavararve kardeşlerim dediğiniz vahşiler.”
H u s ö z le r A ry s’in k e m ik le r in e k a d a r s a p la n d ı. “ R o b e r t canav ur d e ğ ild i."
" D e m ir T u lıt'u ç o c u k la r ın c e s e d in e b a s a r a k t ı r m a n d ı ,” dedi
k ız. " ta k a t h ır Jo ffrey d e ğ ild i, h a k k ın ı te s li m e d e y i m . ”
Jo ttıry . Y ak ışıklı b ir d e lik a n lıy d ı, y a ş m a g ö r e u z u n ve güç.
lü y d ü a m a o n u n için s ö y le n e b ile c e k iyi ş e y le r b u kad ard ı. 0
d e lik a n lın ın e m r iy le zavallı S ta r k k ız ın a v u r d u ğ u
zam anları
h a tırla m a k S ö r A r y s ‘i lıâlâ u t a n d ı r ı y o r d u . T y r i o ı ı , M y rc e lla ile
D o r ııe 'a g itm e k ü z e r e 0 1 1 1 1 s e ç tiğ in d e , A r y s t e ş e k k ü r e tm e k için
S avaşçıY a m u m y a k m ış tı. " J o ff re y ö l d ü , İ b lis ta r a f ı n d a n zehir­
le n d i." A rys, c ü c e n in b ö y le b ir h a b a s e te m u k t e d i r o l d u ğ u n u hiç
b ilm iy o rd u . " Ş im d i k ral, T o m m e n v e a ğ a b e y in e h iç b e n z e m i­
y o r."
"A b lasın a d a b e n z e m iy o r .”
B u d o ğ r u y d u . T o m m e n , h e r z a m a n e l i n d e n g e l e n i n en iyi­
sini y ap m ay a ça lışa n iyi k a lp li k ü ç ü k b i r a d a m d ı a m a S ö r Arys
o n u soıı g ö r d ü ğ ü n d e , ç o c u k is k e le d e a ğ l ı y o r d u . M y rc e lla tek
d a m la g ö zy aşı d ö k m e m i ş t i, h a l b u k i o c a ğ ın ı v e e v in i bırakan,
b ir ittik afı b e k â re tiy le m ü h ü r l e m e k ü z e r e d e n i z e a ç ıla n oydıı.
İşin aslı. P re n s e s M y r c e lla k a r d e ş i n d e n d a h a c e s u r d u , daha
zeki ve d a h a ö z g ü v e n liy d i. O n u n z e k â s ı d a h a te z , g ö r g ü s ü daha
p e rd a h lıy d ı. O n u h iç b ir şe y k o r k ı ı t m a z d ı , [ o f f r e y b ile . .Aslında
$iiçlii olanlar, k adın lar. A ry s s a d e c e M y r c e l l a ’yı d e ğ il; k ız ın anne­
sin i, k e n d i a n n e s in i, D ik e n K r a liç e s i’ııi v e K ız ıl Y ıla ıı’ın giizel
ve ö lü m c ü l K u m Y ı l a n l a m ı ı d ü ş ü n ü y o r d u . E n ç o k d a P ren ­
ses A ria n n c M a rtc lP i. “H a k s ız o l d u ğ u n u z u s ö y le m e y e c e ğ im ,”
d e d i, sesi p ü r ü z lü y d ü .
"S ö y le m e y e c e k m is in iz ? S ö y le y e m e z s in iz i M y r c e l l a h ü k m e t­
m e k için d a h a u y g u n ...”
"E rk e k ev lat, kız e v la tta n ö n c e g e l i r .”
*W e d e n ? B u n a h a n g i ta n r ı k a r a r v e r d i? B e n b a b a m ı n veliahtıy ım . I la k la rım ı e r k e k k a r d e ş l e r im e m i b ı r a k m a l ıy ı m ? ”
" S ö z le rim i ç a r p ıtıy o r s u n u z . B e n b u n u s ö y l e m e d im . Dorııe
fark lı. Y ed i K ra llık ’ta asla e g e m e n b i r k r a liç e o l m a d ı . ”
"İlk V isery s, o n u n y e r in e k ızı R lı a e n y r a ’m n g e çm esin i isti­
y o r d u , b u n u in k â r m ı e d e c e k s in iz ? F a k a t k ra l ö l ü m d ö ş e ğ in ^
242
yatarken, K ral M u h a fız la rı L o rd K u m an d an ı böyle o lm am asın a
karar v erd i.”
Sör Criston C o le. K ralyaratan C risto n , erkek kardeşle kız k ar­
deşi b irb irin e d ü ş ü r m ü ş ve Kral M u h a fız la rın ı k en d i içinde
bölm üştü. O z a n la r ta ra fın d a n E jd e rh aların D ansı olarak anılan
korkunç b ir savaşa se b ep o lm u ştu . B azıları, k u m a n d a n ın ih ti­
raslarıyla h a re k e t ettiğ in i id d ia etm işti; zira P rens A egon, inatçı
kız k ard eşin d en d a h a kolay etki altına alınabilen biriydi. D iğ e r­
leri, şövalyeye d a h a so y lu g erek çeler atfetm iş ve o n u n kadim
Andal te a m ü lle rin i sa v u n d u ğ u n u söylem işti. Bazıları da, S ör
C riston’ın b ey azları g iy m e d e n ö n ce P ren ses R haenyra’ya âşık
olduğunu ve o n u re d d e d e n k ad ın d an in tik am alm ak istediğini
fısıldamıştı. “K raly aratan v a h im b ir zarara sebep o ld u ,” dedi S ör
Arys, “ve b u n u n b e d e lin i v a h im b ir şekilde ödedi, am a...”
“...am a b elk i d e Y ed i, b ir başka beyaz şövalyenin yaptığı y an ­
lışı d ü z e ltm e n iz için sizi b u ray a g ö n d erd i. Babam , Su Bahçeleri’ne d ö n e rk e n M y rc e lla ’yı da o n u n la birlikte gö tü rm ey i planlı­
yor, b u n u b iliy o rs u n u z ? ”
“O n u , o n a zarar v e re c e k in sa n la rd an k o ru m a k için .”
“H ayır. O n u , o n a taç giydirm ek isteyen insanlardan uzak
tutm ak için. P re n s O b e r y n yaşasaydı, tacı M yrcella’nın başına
bizzat takacaktı, lâk in b e n im b ab am b u cesaretten y o k su n .” Kız
ayağa kalktı. “M y rc e lla ’yı k en d i k ızın ızm ış gibi sevdiğinizi söy­
lüyorsunuz. K ız ın ız ın h a k la rın d a n m a h ru m bırakılm asını ve bir
zindana k a p atılm asın ı ister in iy d in iz ? ”
“Su B a h çeleri z in d a n d e ğ il,” diye itiraz etti Arys zayıf bir şe­
kilde.
“Bir z in d a n ın su fıskiyeleri ve in cir ağaçları olm az, böyle m i
d ü şü n ü y o rsu n u z ? L âkin kız oraya b ir kez girdiğinde bir daha
Çıkamayacak. Siz d e öyle. H o ta h b u n u n olm asını sağlayacak.
O nu b e n im ta n ıd ığ ım kad ar tan ım ıy o rsu n u z. K ışkırtıldığında
korkunç biri o lu r .”
Sör A rys k aşların ı çattı. N o rv o slu iri kum andan, o yaralı y ü ­
züyle A rys’i fazlasıyla h u z u rs u z ediyordu. B iiyiik baltasıyla birlikte uyuduğu söyleniyor. “B e n d e n ne yapm am ı istiyorsunuz?”
‘Y ap m ak için y e m in ettiğ in iz şeyden fazlasını değil. M y rcel-
t
la’yı hayatınızla koruyun. O nu... ve haklarını savunun, Q
t
başına bir taç takın.”
^
L
“ Bir yemin ettim !”
l
“Jo ffrey ’yt\ T o m m cn ’a değil.”
\
“Evet ama Tom m en iyi kalpli bir çocuk. Jo ftrey ’deıı daha
bir kral olacak.”
^ \
“Ama M yrcella’dan daha iyi olm ayacak. Ç ocuğu Myrcella d f
seviyor. Ona bir zarar gelm esine izin verm eyeceğini biliyorum
Teamüle göre Fırtına B u rn u çocuğun, zira Lord Renly öldü ve
arkasında bir vâris bırakmadı, Lord Stannis de haklarından mahı um edildi. Zam an içinde, annesinin vasıtasıyla Casterly Kayası
*
da Tom m en’a geçecek. T o m m en diyardaki en büyük lord olacak... lâkin teamüle göre D em ir T a h t’ta M yrcella oturmalı.”
i
j
“ Kanun... b ilm iyo ru m .”
“ Ben biliyorum .” K ız ayağa kalktığında, saçının siyah hukle-
!•
leri beline düştü. “ Kral M u h a fız la rın ı ve onların ettiği yemini
■
Ejderha Aegon yarattı, lâkin bir kralın yaptığını başka bir kral
geri alabilir ya da değiştirebilir. E sk id en Kral M uhafızları ömür­
leri boyunca hizm et ederlerdi, fakat Jo ffre y , köpeğinin bir pele-
t
rine sahip olabilm esi için S ö r B arristan ’ı azletti. Myrcella sizin
mutlu olmanızı ister, bana da d ü şkün . E ğer istersek, evlenme­
mize izin verir.” Arianne kollarını şövalyeye doladı ve yüzünü
de adamın göğsüne dayadı. K ızın kafasının üstü dahi, Arys’in
çenesinin altına geliyordu. “ E ğer istediğiniz buysa hem bana,
hem de beyaz pelerine sahip olab ilirsin iz.”
Beni paramparça ediyor. “ İstediğim i biliyorsun uz ama...’
O boğuk sesiyle, “ Ben D o rn e p ren sesiyim ,” dedi A ria n n e ,
“ve beni yalvartmanız hiç m ünasip d eğ il.”
Sör Arys, kızın saçlarındaki parfüm kokusu alıyor ve ken^1
göğsüne yaslanmış göğüste atan kalbin vuruşlarını hissediyor
du. Kıza sarıldığında, onun titrediğini fark etti. “Arianne? PreI1
sesim? N e oldu aşkım ?”
“ Söylem ek zorunda m ıyım sör? K orkuyorum . Bana aşk^
diyorsunuz ama size um utsuzca ihtiyacım olduğu zaI11<JIj
beni reddediyorsunuz. G ü ven de olm am ı sağlayacak bir
istemem çok mu yanlış?”
244
*.
-.
prensesin sesi daha önce hiç bu kadar kırılgan çıkmamıştı.
,Haylr,” dedi Arys, “ lâkin babanızın muhafızları sizi güvende
tıituy01*’ neden...
"‘Benim korktuğum , babamın m uhafızları.” Prensesin sesi
biran için M yrcella’nın sesinden daha genç çıkmıştı. “ Benim
öt]ı kuzenlerim, babamın m uhahzları tarafından zincire vurul­
du/
“Z in c ir e v u r u l m a d ı l a r . H e r t ü r l ü r a h a t l ı ğ a s a h i p o l d u k l a r ı n ı
d u y d u m .”
A ria n ııe acı acı güldü. “ O nları gördünüz mü? Babam onları
cTörmeme izin verm iyor, bunu biliyor m uydunuz?”
"Onlar ihanetten bahsediyordu, savaşı teşvik ediyorlardı...”
“Loreza altı yaşında, D orea da sekiz. Hangi savaşı teşvik ede­
bilirler? Buna rağm en, babam onları ablalarıyla birlikte hapsetti.
Onu gördünüz. K orku, güçlü adamlara bile normalde yapma­
yacakları şeyler yaptırır ve benim babam asla güçlü bir adam
olmadı. Arys, kalbim , benim için beslediğinizi söylediğiniz aşk
hatırına beni dinleyin. B en asla kuzenlerim kadar korkusuz ol­
madım, zira ben daha z a y ıf bir tohum la yaratıldım, ama Tyenele ben aynı yaştayız ve küçüklüğüm üzden beri kardeş kadar
yalcınız. Onunla aram ızda hiç sır yok. E ğer o hapsedildiyse ben
de edilebilirim. Aynı sebepten... M yrcella meselesi yüzünden.”
“Babanız bunu asla yapm az.”
“Siz babamı tanım ıyorsunuz. B u dünyaya kız olarak geldi0nı ilk günden beri onu hayal kırıklığına uğratıyorum. Beni
defalarca dişsiz ve beyaz sakallı adamlarla evlendirmeye çalıştı,
her biri bir öncekinden daha aşağılıktı. Onlarla evlenmemi enl­
etmedi ama sadece teklifler bile onun beni ne kadar az önenıSediğinm kanıtıydı.”
Oyle de olsa, siz onun veliahtısınız.”
Öyle miyim?”
Kendisi Su Bahçeleri’ne taşındığında, sizi Güneş Mızra& m yönetmeniz için bıraktı, bırakmadı mı?”
“ Y ön etm e k için? H ayır. Kuzeni Sör M anfrey’i kale kuman^ Ul olarak bıraktı. Yaşlı ve kör Ricasso’yu da kethüda olarak.
a*ine için vergi toplamak üzere kâhyalarını, muhasebe için
245
A lvse L a d y b rig h t’ı, g ö lg e ş e h r in asay işi iç in ş e r if le r in i, y a rg ıla
m a la r için y ü k se k h â k im le r in i v e b iz z a t p r e n s i n alak asın ı ge­
re k tirm e y e n m e k tu p la r la ilg ile n m e s i iç in Ü s t a t M y l e s ’ı bıraktı.
I te p s in in ü z e r in e K ızıl Y ıla ıı’ı k o y d u . B e n im v a z if e m ziyafetler
d ü z e n le m e k ve g ü z id e k o n u k la r ı e ğ l e n d i r m e k t i . O b e r y n o n beş
g ü n d e iki kez S u B a h ç e le ri’ııi z iy a r e t e d e r d i . B e n y ıld a iki kez
ç a ğ rılırd ım . B en b a b a m ın iste d iğ i v e li a h t d e ğ il im , o b u n u açıkça
b elli etti. K a n u n la rım ız e lin i k o l u n u b a ğ l ıy o r a m a b a b a m , onun
a rk a sın d a n g e le c e k k iş in in e r k e k k a r d e ş i m o l m a s ı n ı te r c ih edi­
y o r, b u n u b iliy o r u m .”
“E rk e k k a rd e ş in iz ? ” S ö r A ry s e lin i p r e n s e s i n ç e n e s in in altı­
n a k o y d u v e k ız ın b a ş ın ı y u k a r ı k a ld ır d ı. “T r y s t a n e ’i kastediyor
o la m a z sın ız , o d a h a ç o c u k .”
“T ry s d eğ il. Q ı ıe n t y ı ı.” K ız ın k ıp ı r tı s ı z g ö z l e n b i r günah
k ad ar k ara ve c ü r e tk â r d ı. “G e r ç e ğ i o n d ö r t y a ş ım d a n b e ri bili­
y o r u m , b a b a m a iyi g e c e le r ö p ü c ü ğ ü v e r m e k iç i n o n u n çalışına
o d asın a g ittiğ im v e o n u o r a d a b u l a m a d ı ğ ı m g ü n d e n b e ri. An­
n e m o n u ç a ğ ırtm ış , d a h a s o n r a ö ğ r e n d i m . B a b a m ç a lış m a oda­
sın d a y an a n b ir m u m b ır a k m ış tı. S ö n d ü r m e k iç in iç e ri girdi­
ğ im d e , m u m u n y a n ın d a t a m a m l a n m a m ı ş b i r m e k t u p b u ld u m ,
D e m ir O r m a n ı’n d a k i k a r d e ş im Q u e n t y n ’e y a z ılm ış tı. Babam,
Q u e n t y n ’e, ü s ta d ın v e s ila h u s t a s ı n ı n o n d a n is te d iğ i h e r şeyi
y e rin e g e tirm e si g e r e k tiğ in i y a z m ış tı, ‘Ç ü n k ü b ir g ü n benim otur­
duğum yerde sen oturacaksın ve b iitiin D o n ı e ’a h ü k m e d e c e k s in .B ir hü­
küm dar, zih n en ve bedenen k u v v e tli o lm a k z o r u n d a d ır .’ “ A ria n n e ’in
y u m u ş a k y a n a ğ ın a b ir d a m la g ö z y a ş ı s ü z ü l d ü . “ B u n l a r babam ın
sö z le riy d i, o n u n e liy le y a z ılm ış tı. H a f ı z a m a k a z ı n d ı. O gece ve
o n d a n s o n ra k i p e k ç o k g e c e a ğ la y a r a k u y u d u m . ”
S ö r A ry s h e n ü z Q u e n t y n M a r t e l l ’le t a n ı ş m a m ış t ı. Prens,
k ü ç ü k y a ş ın d a n b e ri L o rd Y r o n w o o d ’u n h i m a y e s in d e y d i. Lorda
ö n c e y av er ç ö m e z i s o n r a d a y a v e r o la r a k h i z m e t e tm iş ti. H at­
ta şö v a ly e liğ in i, K ızıl Y ıla n ’ın e lle r i y e r i n e L o r d Y r o n w o o d ’un
e lle r in d e n a lm ıştı. E ğ er baba o lsaydım , ben de b en im arkam dan oğ­
lum un gelm esini isterdim , d iy e d ü ş ü n d ü A r y s . A m a p r e n s e s in se­
s in d e k i acıyı d u y u y o r d u v e n e d ü ş ü n d ü ğ ü n ü s ö y le r s e kızı kay­
b e d e c e ğ in i b iliy o rd u . “B e lk i d e y a n lış a n l a d ı n ı z ,” d e d i. “H enüz
246
çocukumuz- Belki de b ab an ız b ü tü n b u n ları, kardeşinizi daha
gayretli olm aya teşvik e tm e k için yazm ıştı.”
“Böyle m i d ü ş ü n ü y o rs u n u z ? Ö yleyse söyleyin, Q u e n ty ıı
şimdi n ered e?”
“P rens, L o rd Y ro nvvood’u n o rd u su y la birlikte K em ik Y olu’ııda,” d ed i A rys ih tiy atlı b ir şekilde. D o rn e ’a ilk geldiğinde,
Güneş M ız ra ğ ı’n ın yaşlı kale k u m a n d an ın d an d u y d u ğ u şey
buydu. İpek sakallı ü sta t da aynı şeyi söylem işti.
Ariaıınc itiraz etti. “B abam b u n a inanm am ızı istiyor am a b u ­
nun aksini sö y ley en d o stla rım var. K ardeşim , sıradan bir tü ccar
kılığına g irerek g izlice D a r D e n iz ’i geçti. N e d e n ? ”
“N asıl b ile b ilirim ? Y ü zlerce sebep o labilir.”
“Ya da b ir tek seb ep . A ltın M iire tte b a t’ın M y r’le olan anlaş­
masını b o z d u ğ u n d a n h a b e rd a r m ısın ız?”
“Paralı ask erler an laşm aların ı h e r zam an b o zar.”
“Altın M ü r e tte b a t b o z m a z . A cıçelik zam an ın d an b u yana,söziimiiz altın kadar kıym etlidir, d iy erek b ö b ü rle n irle r. M yr; Lys ve
Tyrosh’la savaşın eşiğ in d e . O n la ra iyi m aaşlar ve iyi ganim etler
vadeden b ir an laşm ay ı n e d e n b o z s u n la r? ”
“Belki de Lys d a h a iyi b ir m aaş ö n erd i. Ya da T y ro slı.”
“H ay ır,” d e d i A rian n e. “D iğ e r ö z g ü r b irlik lerd en herhangi
biri söz k o n u su olsay d ı b u n a in an ırd ım . P ek çoğu, yarım sikke
için taraf d eğ iştirir. A ltın M ü re tte b a t farklıdır. A cıçelik’in ha­
yaliyle b ir araya g elm iş sü rg ü n le rd e n ve o n ların oğullarından
oluşan b ir k ard eşlik tir. O n la r, altın istedikleri kadar evlerini de
istiyorlar. B u n tı tıp k ı b e n im gibi L ord Y rom vood da biliyor.
Lordun ataları, K araateş İsy an ları’n ın ü çü n d e A cıçelik’le b irlik ­
te at sü rd ü .” A ria n n e , S ö r A rys’in elini tu ttu ve parm aklarını
onun p arm ak ların a geçird i. “H ayalet T ep esi’n d en T o la n d H a nedanı’nın a rm a sın ı g ö rd ü n ü z m ü hiç?”
Arys b ir an d ü ş ü n m e k z o ru n d a kaldı. “Kendi k u y ru ğ u n u yi­
yen bir ejd e rh a ? ”
“E jderha zam an ı tem sil ed er. Başlangıcı ve so n u y o k tu r, b u
yüzden h e r şey te k ra r v u k u b u lu r. A nders Yronvvood, y e n id e n
boğmuş C risto n C o le ’d u r. L ord, kardeşim in kulağına, b ab am ın
ad ın d an onun h ü k m e tm e si gerektiğini ve erkeklerin k ad ın la-
247
..^ÎÖSte^..
rın önünde diz çökm esinin yanlış olduğunu fısıldıyor... ¡n
ve iffetsiz Arianne’in hükm etm eye bilhassa uygun olmadığı^
Prenses cüretkar bir tavırla saçlarını salladı. “Yani sizin iki pren
sesiniz ortak bir davayı paylaşıyor sör... her ikisini de sevdiğim
iddia eden ama onlar uğruna dövüşm eyi göze alamayan bir $
valyeyi de paylaşıyorlar.”
“ D övüşeceğim .” Sör A rys tek dizinin üstüne çöktü.
|
'
^
*
rcella daha biiyiik ve taç için daha uygun. O nun haklarını Kral
M uhafızı savunmayacaksa kim savunacak? Kılıcım, hayatım
onurum , her şeyim ona ait... ve size. K albim in neşesi, yemin
ederim ki ben kılıcım ı kaldırm aya m uktedir olduğum sürece
hiç kimse sizin doğum hakkınızı çalamayacak. Size aidim. Benden ne istiyorsunuz?”
*
*
?
^
P
î
I
|
“H er şeyi.” Arianne, şövalyenin dudaklarını öpmek için diz i
çöktü. “H er şeyi. Aşkım . G e rç e k aşkım . Benim tatlı aşkım. Son- i
suza kadar. Am a ö n ce...”
i
“ İsteyin ve sizin o lsu n .”
1
“ ...M yrcella.”
I
BRIENNE
Arazinin karşısındaki eski taş duvar ufalanıyordu ama gö..fitüsü Brienne’in tüylerini diken diken etti.
O k ç u la r ın gizlendiği ve zavallı Sör Cteos Frey’i katlettiği yer bura,(]ı diye düşündü B rien ııe... am a yarım mil sonra, ilk gördü­
ğüne ç o k benzeyen başka bir duvarın önünden geçti ve emin
olam adı. Tekerlek izleriyle d olu yol kıvrıldı. Kahverengi çıplak
akaçlar, Brienne’in hatırladığı yeşil ağaçlardan farklı göründü.
B rienne,
veri
Sör Ja im e ’n in, C le o s ’un kılıcını kınından çekip aldığı
geçmiş m iydi? B r ie n n e ’in Ja im e ’yle dövüştüğü orman ne­
redeydi?
C esu r D o stla r’ ı üstlerin e çekene dek birbirlerine kılıç
savurup su sıçrattıkları d ere n ered eyd i?
“Leydim? S ö r? ” P o d ric , B r ie n n e ’e nasıl hitap edeceğinden
asla
emin olam ıyordu. “ N e a rıy o rsu n u z ?”
Hayaletler. “ B ir zam an lar ö n ü n d e n geçtiğim bir duva­
rı. Önemli d eğ il.” O zamanlar Sör Jaim e}nin iki eli vardı. Biitiin
oalaya sözleri ve gülümsemeleriyle ondan nasıl da nefret ediyordum.
“Sessiz ol Podrick. O rm a n d a hâlâ hayd u tlar olab ilir.”
Çocuk kahverengi çıp la k ağaçlara, ıslak yapraklara ve ileri­
deki çamurlu yola baktı. “ B ir u z u n k ılıc ım var. D ö vü şeb ilirim .”
yeterince iyi döviişemezsin . B rie n n e , ço cu ğ u n cesaretinden de­
ğil eğitiminden şü p h e e d iy o rd u . P o d ric k bir yaver olabilirdi, en
kından ismen, fakat y a v e rliğ in i yap tığı adam ın ona bir faydası
dokunmamıştı.
Gölgeli V ad i’den b u raya gelen y o l boyu nca, Brienne çö­
zgün hikâyesini kısa b ö lü m le r hâlin d e öğrenm işti. Podrick,
fyne Hanedan ı’n ın alt d alların d an b irin e m ensuptu, ailenin
uÇük oğullarından b irin in kasıklarınd an filizlen m iş fakir bir
SUrgündü. P o d rick ’ in babası, bü tü n hayatını daha zengin kli­
klerin in yaverliğin i yap arak geçirm işti ve G rey jo y İsyanı’na
orada ö lm ed en ön ce evlen d iği bir bakkal kızının karnına Podrick’ i bırakm ıştı. A n n esi, P o d ric k ’ i o kuzenlerden birine
ka^ etm'5 VC ^arn ın a k 'r b e b ek daha koyan gezgin bir şarkıcıyla
k ış t ı. Podrick an n esin i h iç hatırlam ıyordu. Ç o cu ğu n tanıdı-
ğı. hır babaya en yakın kişi Sör Cedric Payııe’di. Fakat çocuğun
kekeleyerek anlattığı hikâyelere bakılırsa, Cedric denen adam
Podrick'e bir oğuldan çok bir hizmetkâr gibi davranmıştı. C asterly Kayası sancaklarını çağırdığında, Cedric atıyla ilgilenme­
si ve zırhını temizlemesi için çocuğu da yanında götürmüştü,
sonra da Lord Tyvviıı’in ordusunda dövüşürken nehir toprak­
larında ölmüştü.
Evinden uzak, yalnız ve meteliksiz çocuk, Sör Göbekli Lorimer isimli vasıfsız bir şövalyeye yamanmıştı. Şişman şövalye,
Lord Lefford uıı birliğine bağlıydı ve yük arabalarını korumakla
görevliydi. Sör Lorimer, “ Besin maddelerini koruyan çocuklar
her zaman en iyi yemeği yerler/’ demekten hoşlanan bir adam­
dı, ta ki, Lord Tywiıı’in şahsi stoğuııdan çalınmış bir tuzlu do­
muz buduyla yakalanana kadar. Tyw in, diğer hırsızlara bir ders
olsun diye şövalyeyi asmıştı. Podrick dom uz budunu şövalyey­
le paylaşmıştı, ipi de paylaşabilirdi ama soyadı onu kurtarmıştı.
Sör Kevaıı Laıınister, Podrick’iıı sorum luluğunu almış ve onu
bir süre sonra yeğeni Tyrion’ııı yaverliğini yapm ak üzere nehir
topraklarına göndermişti.
Sör Cedric çocuğa atların nasıl tımar edildiğini ve nalların
taşlarının nasıl temizlendiği, Sör Lorim er ise nasıl hırsızlık ya­
pıldığını öğretmişti ama hiçbiri ona kılıç eğitim i vermemişti.
İblis en azından, Kral Toprakları’na gittiklerinde çocuğu Kızıl
Kale’nin silah ustasına göndermişti. Fakat Sör Aron Santagar
ekmek isyanı sırasında öldürülmüştü ve bu Podrick’in eğitimi­
nin sonu olmuştu.
Brienne, Podrick’in yeteneğini ölçm ek için ağaç dallarından
iki ahşap kılıç yontmuştu. Çocuğun ellerinin, dili kadar yavaş
olmadığını öğrenmek onu memnun etmişti. Podrick korkusuz
ve dikkatliydi ama aynı zamanda zayıf ve güçsüzdü, kötü bes­
lenmişti. Eğer bu çocuk iddia ettiği gibi Karasu Savaşı’ndaıı sağ
çıktıysa, bunun tek sebebi kimsenin onu öldürm eye değer bul­
mamış olmasıydı. “Kendine yaver diyebilirsin,” demişti Brienne çocuğa, “ama ben senin yarı yaşında olan ve seni kanlı kanh
dövebilecek yaver çömezleri gördüm. Benim le kalırsan, hemen
hemen her gece, ellerinde su kesecikleri ve kollarında morluk250
larla yaiağa g id ersin , öyle tu tu lm u ş ve ağrılı o lu rsu n ki n e red ey ­
se HİÇ uyuy am azsın . B u n u istem ez sin .”
“İsterim ,” diy e ısrar e tm işti çocuk. “B u n u isterim . M o rlu k lan ve su kesecik lerin i. Y ani iste m e m am a isterim . Sör. L eydim .”
Çocuk §u ana k ad ar sö z ü n e sadık kalm ıştı, B rienne de kendi
sözüne sadık k alm ıştı. P o d ric k şikâyet etm iy o rd u . Kılıç elin d e
ne zaman y en i b ir su keseciği oluşsa, su toplayan yeri g u ru rla
Brienne’e g ö ste riy o rd u . A tlara da iyi bakıyordu. H âlâ bir yaver
değil, diye h a tırla ttı B rie n n e k e n d in e , ama ben de bir şövalye deği­
lim, bana kaç kere “sör” derse desin. B rien n e o n u kendi yoluna g ö n ­
derebilirdi am a ç o c u ğ u n g id ecek b ir yeri yoktu. Ayrıca P odrick,
Sansa S tark’m n e re y e g ittiğ in i b ilm ed iğ in i söylem iş olm asına
rağmen, fark e ttiğ in d e n d ah a fazla şey biliyor olabilirdi. T esa­
düfen d u y u lm u ş yarı h a tırla n a n birkaç söz, B rien n e’in arayışı­
nın anahtarı o la b ilird i.
“Sör? L e y d im ? ” P o d ric k eliyle gösterdi. “İleride bir araba
var.”
B rienne g ö rd ü : Y ü k se k k en arlı, iki tekerlekli bir öküz ara­
bası. K oşum k ay ışla rın d a b ir k ad ın ve b ir erk ek vardı. Arabayı,
yoldaki te k e rle k iz le rin i tak ip e d e re k B akire H a v u z u ’na doğru
çekiyorlardı. G örünüşlerine bakdırsa çiftçiler. “Ş im di yavaş,” dedi
Brienne, P o d ric k ’e. “B izi h a y d u t zan n ed e b ilirler. Söylem en ge­
rekenden fazlasını sö y le m e ve n azik o l.”
“O lu ru m sör. N a z ik o lu ru m . L ey d im .” Ç o cu k , bir haydut
zannedilm e fik rin d e n h o şla n m ış gibi g ö rü n ü y o rd u .
B rienne v e P o d ric k atların ı tırıs k o ştu rarak ilerlerken, çiftçi­
ler tem kinli g ö zlerle o n ları izlediler, fakat B rien n e am açlarının
zarar v erm ek o lm a d ığ ım açıkça anlattığında, B rien n e’in yanla­
rında at s ü rm e s in e izin v erd iler. Y abani otlarla kaplı tarlalardan,
yumuşak ç a m u r g ö lle rin d e n ve kararm ış ağaçların arasından
geçerek yol alırla rk en , “E sk id en b ir ö k ü z ü m ü z vardı,” dedi yaşb adam. A rabayı ç e k e rk e n harcadığı güç y ü z ü n d en yü zü kızar­
mıştı. “K ızım ızı da ald ılar ve ona istedikleri h er şeyi yaptılar.
Gölgeli V adi’dek i savaş b ittiğ in d e kızım ız geri d ö n d ü . Ö k ü z
dönmedi. S an ırım o n u k u rtla r y ed i.”
Kadının ek ley ecek b ir şeyi yoktu. A dam dan en az yirm i yaş
251
küçüktü, hiç konuşm adı ve B rie n n e’e iki başlı bir dan
karmış gibi bakmaktan başka bir şey yapmadı. Tarth Bak
bu çeşit gözleri daha önce de görm üştü. Leydi Stark ona ^
davranmıştı ama kadınların çoğu, erkekler kadar zalim dik
enne hangisinin daha incitici olduğun u söyleyemezdi- v ^
dilleri olan güzel genç kızlar m ı yoksa aşağılamalarını b ir ^ '
ket maskesinin arkasına saklayan soğuk bakışlı leydiler mi \
gördüğümde, Bakire H avuzu harabe halindeydi,” dedi. “Kapıla
kırıktı ve kasabanın yarısı yan m ıştı.”
\
“ Bir kısmını yeniden inşa ettiler. Şu T a rly sert bir adamama I
M ooton’dan daha cesur bir lord. O rm anlarda hâlâ haydutlarvar *
fakat eskisi kadar kalabalık değiller. T a rly en beter haydutları ya- \
kaladı ve o büyük kılıcıyla onların bo yu n u kısalttı.” Yaşlı adam ■
kafasını çevirip tükürdü. “Y o ld a hiç haydut görmediniz mi?”
I
“ H iç.” Bu sefer değil. G ölgeli V ad i’den uzaklaştıkça yol daha
ıssız bir hâle gelm işti. Y old aki hanlar ya yağmalanıp terk edil­
miş ya da silahlı kam plara dön ü ştü rülm ü ştü . Brienne ve Pod.
yürüm ekten ayakları şişm iş kırk kadar takipçiyle birlikte güneye
doğru giden sakallı, iri bir rahip ve onları görünce ormana gi­
rip kaybolan birkaç yolcudan başka insan görmemişlerdi. Dün.
Lord Randyll’ in devriye birliklerin den birine rastlamışlardı j
Uzunyaylar ve m ızraklar taşıyan atlılar çevrelerini sarmıştı ve *
adamların kum andanı B rie n n e’i sorgulam ıştı ama neticede vola j
devam etmelerine izin verm işti. “ D ikkatli ol kadın,” demişti *
kumandan. “ Karşılaşacağın bir sonraki adamlar benim delikan
lılarım kadar dürüst olm ayabilir. Tazı yüz haydutla birlikte Lç
Dişli Çatal’ı geçti. Karşılaştıkları her fahişeye tecavüz ettikl^
ve kızların göğüslerini kesip yadigar olarak aldıkları söylenl>^ |
Brienne bu uyarıyı çiftçi adama ve karısına iletmek zorl11 ^ j
olduğunu hissetti. O anlatırken, adam başıyla onayladı, bn
j
sözlerini bitirdiğinde adam tekrar tükürdü. “Köpekler, ' ^ ?
ve aslanlar,” dedi. “ Hepsini Ö tekiler alsın. O haydutlar
^
H avuzu’na yaklaşmaya cesaret edemezler. Yönetim co
ly’de olduğu sürece bunu yapamazlar.”
i
Brienne, Lord T arly’yi, R en ly’nin ordusunda
\y j
lerden tanıyordu. Kalbinde adamı sevm ek için bir sebep
j
252
)rdu ama ona olan borcunu da unutamıyordu. Tanrılar mer-
m ıy ^'
¡}0 0 İiys(İM'd °rac^a olduğumu öğrenmeden Bakire Havuzu*nugeçeriz.
“Savaş bittiğinde, kasaba Lord M ooton ’a iade edilecek,” dedi çift• “jvlootoıı kral tarafından affedildi.”
“Atfedildi?” Yaşlı adam güldü. “ N e için? Kalesinin içinde o
poposunun üstünde oturduğu için mi? Nehirova’ya
d ö v ü ş m e le r i için adam lar gönderdi ama asla bizzat gitmedi. Ka­
k ah ro lası
sabası
önce aslanlar, sonra kurtlar, sonra da paralı askerler tara­
fından
yağmalandı ama lord güven içinde duvarlarının arkasında
kaldı. Kardeşi asla böyle saklanmazdı. Sör M yles, şu Kobert tara­
fından öldürülene dek dem ir kadar sertti.”
Daha fazla hayalet, diye düşündü Brienne. “ Kardeşimi arıyo­
rum, on üç yaşında güzel bir bakire. O nu görmüşslinüzdür bel­
ki?”
“Hiç bakire görm edim , ne güzelini ne de çirkinini.”
Kimse görmedi. A m a Brienn e sormaya devam etmek zorunday­
dı.
“Mootonm kızı bir bakire,” diye devam etti adam. “En azın­
dan düğüne kadar. B u yum urtalar onun düğünü için. Kızın ve
Tarly’nin oğlunun düğünü. Aşçıların pasta yapması için yumurta
lazım.”
“Lazım.” Lord Tarly’nin oğlu. Genç Dickon evleniyor. Brienne
Çocuğun kaç yaşında olduğunu hatırlamaya çalıştı, sekiz ya da on
yaŞinda olması gerektiğini düşündü. Brienne, yedi yaşındayken,
hadisinden üç yaş büyük bir çocukla nişanlandırılmıştı; Lord
Laron’ın küçük oğlu, dudağının üstünde bir et beni olan utaıı^ bir oğlan. Brienne ve çocuk sadece bir kez, nişan töreninde
Şaşmışlardı. Ç ocuk iki yıl sonra ölmüştü. Annesini, babasını
Ve kız kardeşini alan aynı soğuk algınlığı yüzünden can vermiş^ Ç°cuk yaşasaydı, Brienne’in çiçek açtığı yıl evleneceklerdi ve
^nne’in hayatı bambaşka gelişecekti. Şimdi burada, bir erkek
lnm içinde, elinde bir kılıçla, ölü bir kadının kızını arıyor ol^ yacaktı. Kuvvetle ihtimal Gece Şarkısı’nda olacaktı, bir çocıı^ nu k u n d a k la y a c a k v e b i r d i ğ e r i n i e m z ire c e k ti. B u B r ie n n e iç in
r: düşünce
1
değildi. Bunu düşünmek onu her seferinde bir
Ça h ü z ü n le n d i r i y o r a m a b i r p a rç a d a r a h a tla tıy o r d u .
253
K ararm ış ağaçların arasın d an çıkıp B akire H avuzu’nu ve
ilerideki ko yun d e rin su la rın ı g ö rd ü k le rin d e , güneş bir bulut
y ığ ın ın ın arkasında yarı g iz le n m iş h âld ey d i. Kasabanın kapı|arı
y e n id e n inşa edilip g ü ç le n d irilm iş ti, p e m b e taşlardan örülmüş
d u v arların ü stü n d e bir kez d ah a a rb a lc tç ile r yürüyordu. Kapı
k u lü b e sin in ü z e rin d e Kral T o m m e n ’ın k raliy et sancağı yüzüy o rd u ; ikiye b ö lü n m ü ş altın ve k ırm ız ı z e m in d e , bir siyah geyik
ve b ir altın aslan. D iğ e r san cak lard a T a rly ’n in avcısı görünüyor­
d u . M o o to n H a n e d a ın ’n ın k ırm ızı s o m o n b alığ ın ın dalgalandığı
tek yer, k en d i te p esin in ü s tü n d e d u r a n ve aileye ait olan kaleydi,
B rien ııc ve y an ın d a k ile r, yivli k ap ıd a b ir d ü z in e teberli mu­
hafızla karşılaştılar. A d a m la rın r o z e tle ri, o n la r ın L ord Tarly’nin
o r d u s u n u n askerleri o ld u ğ u n u s ö y lü y o r d u am a aslında hiçbiri
T a rly ’n in k en d i ad am ı d eğ ild i. B rie ıın e iki se n to r, bir yıldırım,
b ir m avi arı ve b ir yeşil o k g ö r d ü a m a B o y n u z T e p e ’nin yü­
rü y en avcısına rastlam ad ı. M u h a fız la r ın ç a v u ş u n u n göğsünde,
k u y ru ğ u n u n p arlak ren g i s o lm u ş b ir ta v u s k ıış u vardı. Çiftçiler
arabayı d u r d u rd u ğ u n d a , çav u ş b ir ıslık çald ı. “B u da ne şimdi?
Y u m u rta m ı? ” A d am y u m u r ta la rd a n b ir in i havaya attı, yakaladı
ve sırıttı. “O n la rı alacağız.”
Yaşlı ad am ciyaklar gibi k o n u ş tu . “Y u m u r ta la r L ord Mooton
için. D ü ğ ü n pastası ve d iğ e r şe y le r iç in .”
“T a v u k la rın d ah a ç o k y u m u r tla s ın . Y a rım y ıld ır tek yumur­
ta y e m e d im . İşte, y u m u r ta la rın k arşılığ ın ı a lm ad ığ ın ı söyleme.”
Ç a v u ş, yaşlı a d a m ın a y a k ların ın d ib in e b ir av u ç m etelik attı.
Ç iftç in in karısı k o n u ş tu . “ B u y e te rli d e ğ il,” dedi. “Yeterliye
yakın bile d eğ il.”
“B en ce y e te rli,” d e d i çavuş. “ H e m y u m u r ta la r, h em de senin
için. O n u b u ray a g e tirin ç o c u k la r. Y aşlı a d a m için tazla genç.
M u h a fız la rd a n ikisi, te b e rle rin i d u v a ra y aslad ıla r ve kadım zor­
la çek ip arab adan u zak laştırd ılar. Ç iftç i, griy e d ö n m ü ş yüzüyle
o n la rı izledi am a k ıp ırd a m a y a c e s a re t e d e m e d i.
B rieıın e kısrağını ö n e y ü r ü ttü . “ K ad ın ı b ıra k ın .”
B rie n n e ’iıı sesi m u h a fız la rı d u ra k s a ttı, çiftç in in karısı o ^
n ad a ad am ların e lin d e n k u r tu ld u . “ B u se n i ilgilendirm ez, e e
b ir ad am . “ D ilin e d ik k at e t fa h işe .”
254
B r iç im e , a d a m ı n s ö y l e d iğ i n i y a p m a k y e rin e k ılıcın ı çekti.
“Ş u n a d a b a k ı n , ” d e d i ç a v u ş . “Ç ıp la k çelik. B ir h a y d u t k o ­
kusu a l ı y o r u m
s a n k i . L o r d T a r l y ’n i n h a y d u tla ra ne yap tığ ın ı
biliyor m u s u n ? ” A r a b a d a n a ld ığ ı y u m u r ta h â lâ elin d ey d i. Eli
k apand ı v e p a r m a k l a r ı n ı n a r a s ın d a n y u m u r ta n ın sarısı aktı.
“L o rd R a n d y l l ’i n h a y d u t l a r a n e y a p tığ ın ı b iliy o ru m ,” dedi
B ricm ıe. “T e c a v ü z c ü l e r e n e y a p tığ ın ı d a b iliy o ru m .”
B ıı i s m i n a d a m l a r ı k o r k u t a c a ğ ı n ı u m m u ş t u am a çavuş sade­
ce p a r m a k l a r ı n d a k i y u m u r t a y ı silk e le d i v e a d a m la rın a yayılm a­
ları iç in i ş a r e t v e r d i . B r i e n ı ı e k e n d i n i ç e lik u çlarla sarılm ış hâlde
b u ld u . “ N e d i y o r d u n f a h iş e ? L o r d T a r ly tecav ü zc ü le ri... “
“...h a d ı m e d e r , ” d i y e b i t i r d i p e s b i r ses. “Ya da S u r a g ö n ­
d erir. B a z e n i k i s i n i b i r d e n y a p a r . L h rs ız la rın da parm aklarını
k e se r.” K a p ı k u l ü b e s i n d e n g e n ç v e m a h m u r b ir ad am çıktı, bir
kılıç k e m e r i t a k m ı ş t ı . Ç e l i k z ı r h ı n ı n ü s tü n e giydiği pelerin bir
z a m a n la r b e y a z d ı , ç i m e n l e k e l e r in in v e k u r u m u ş k an ın altında
hâlâ b e y a z o l a n b i r k a ç y e r v a r d ı. G e n ç a d a m ın g ö ğ sü n d e ha­
n e d a n ın ın a r m a s ı g ö r ü n ü y o r d u : Ö l d ü r ü l m ü ş , b ağ lan m ış ve bir
kazığa a s ı lm ı ş k a h v e r e n g i b i r g e y ik .
O . A d a m ı n s e s i B r i e n n e ’iıı m id e s i a tılm ış b ir y u m ru k tu ve
y ü z ü b a ğ ı r s a k l a r ı n a s o k u l m u ş b ir b ıç a k . “S ö r H y le ,” ded i Brienne.
“G e ç m e s i n e i z i n v e r s e n i z iyi o l u r ç o c u k la r ,” ded i S ör H yle
H ııııt. “ K a r ş ı n ı z d a B r i e n ı ı e G ü z e l li k d u r u y o r , Kral R c n ly ’yi ve
o ııu n G ö k k u ş a ğ ı M u h a f ı z l a r ı ’rn ıı y a rısın ı k a tle d e n T a rd ı Baki­
resi. Ç i r k i n o l d u ğ u k a d a r z a l i m d i r v e o n d a n d ah a çirk in kim se
y o k tu r... s e n i n d ı ş ı n d a S id ik K o v ası. A m a s e n in b aban bir yaban
ö k ü z ü n ü n k ıç t a r a f ı y d ı , y a n i se ııiıı iyi b ir m a z e re tin var. O nun
babası T a r t h ’ııı A k ş a n ı y ı l d ı z ı ’d ı r . ”
M u h a f ı z l a r g ü l d ü a m a t e b e r le r a y rıld ı. “O n u yakalam am ız
g e r e k m e z ıııi s ö r ? ” d i y e s o r d u ç a v u ş. “ R e n ly ’yi ö ld ü rd ü ğ ü için ?”
“N e d e n ?
R c ıı l y b i r a s iy d i. H e p im iz ö y ley d ik aıııa şim d i
T o n ı m e n ’ııı s a d ı k d e l i k a n l ı l a r ıy ız .” Ş ö v aly e e lin i salladı ve ç ift­
çilere k a p ı d a n g e ç m e l e r i n i s ö y le d i. “L o rd u m u z u n kâhyası bu
y u m u r ta la r ı g ö r d ü ğ ü n e ı n e m n ıı ı ı olacak. O n u pazar y e rin d e
b u la b il i r s i n i z .”
255
Yaşlı ad anı aln ın ı o v u ş tu r d u . “T e ş e k k ü r e d e r im lo rd u m .
$j
gerçek b ir şövalyesiniz, b u ç o k açık. G e l k a d ın .” K o ş u m kayış|a
rıııı tek rar o m u z la rın a a ld ıla r v e k a p ıd a n g e ç tile r.
B rien ııe o n la rın p e ş in d e n g itti, P o d r ic k h e m e n arkasındaydj
A lnını kırıştırarak, gerçek b ir şövalye, d iy e d ü ş ü n d ü B rien n e. Kasabaya g ird iğ in d e d iz g in le rin i ç e k ti. S o l ta r a fın d a , çam u rlu ve
dar bir ara sokağa b akan b ir a h ır ın y ık ın tıla r ı v a rd ı. A hırın kar­
şısındaki g en elev in b a lk o n u n d a , y a rı s o y ı ın u k ü ç fahişe duru­
yo rd u , tisıldaşıyorlardı. K azlard an b ir i, b i r z a m a n la r B rıenne’in
yanına g elen ve p a n to lo n u n u n a ltın d a k a d ı n l ık o rg a n ı mı, er­
keklik organı m ı o l d u ğ u n u s o r a n k a m p ta k ip ç is in e benziyordu
Sör H yle, P o d ric k ’in b in e ğ i iç in , “ B u a t b u g ü n e kadar gör­
d ü ğ ü m en çirk in h ay v an o la b ilir ,” d e d i. “O n u s e n in sürm edi­
ğine şaşırdım ley d im . Y a r d ım ım iç in b a n a t e ş e k k ü r etm eyi dü­
şü n ü y o r m u s u n ? ”
B rienne k ısrağ ın d an aşağı a tla d ı. S ö r H y l e ’d a n b ir baş uzundu.
“Sana bir g ü n b ir m e y d a n d ö v ü ş ü n d e t e ş e k k ü r e d e c e ğ im sör.”
“K ırm ızı R o n ııe t’e te ş e k k ü r e tt i ğ i n g ib i m i ? ” H u n t güldü.
Sıradan b ir y ü z ü v ard ı a m a k a h k a h a s ı d o l g u n v e to k tu . Dürüst
bir yüz, diye d ü ş ü n m ü ş tü B r ie n n e b ir z a m a n l a r , s o n r a işin aslını
öğ ren m işti. K ah v eren g i saçlar, e la g ö z le r , s o l k u la ğ ın yanında
k ü çü k b ir yara izi. H u n t ’ın ç e n e s i n d e b i r y a r ık v a r d ı, b u rn u eğ­
riydi am a adam sıkça ve g ü z e l g ü lü y o r d u .
“Kapıyı g ö z lü y o r o lm a n g e r e k m e z m i ? ”
H u n t alaycı b ir ifad ey le y ü z ü n ü
b u r u ş t u r d u . “Kuzenim
Alyn h ay d u tları avlam aya g itti. H iç ş ü p h e s i z T a z ı ’n ın başıyla
geri d ö n e c e k ve şişin ip g u r u r la n a c a k . B e n s e b u k ap ıy ı bekle­
m ek le ce z a la n d ırıld ım , s e n in s a y e n d e . U m a r ı m m u tlu su n d u r
gü zelliğ im . A radığın n e ? ”
“B ir a h ır.”
“D o ğ u k ap ısın ın y a n ın d a . B u r a d a k i y a n d ı .”
B u n u görebiliyorum . “Ş u a d a m la r a s ö y le d iğ in şe y ler... öldü­
ğ ü n d e Kral R e n ly ’n in y a n ın d a y d ım a m a o n u ö l d ü r e n şey bir
çeşit b ü y ü y d ü sör. K ılıcım ü s tü n e y e m i n e d e r i m . ” B rie n n e elin1
k ılıcın ın k ab zasın a k o y d u ; H u n t o n a y a la n c ı d e r s e
h azırd ı.
256
d övü şm eye
“Evet, G ökkuşağı M u h afızları’nı dilim leyen de Ç içek ŞövalveSi’ydi. İyi bir g ü n d e, Sör E m m o n ’ı yenm eye m u k ted ir olabi­
lirdin- O tedbirsiz b ir d ö v ü şçü y d ü ve çabuk y o ru lu rd u . A m a
Royce? H ayır. S ör R o b ar se n d en iki kat daha iyi bir kılıç ada­
mıydı ... gerçi sen b ir kılıç adam ı değilsin, öyle değil mi? Kılıçkatittu, diye bir k elim e var m ı? B akire’yi Bakire H a v u z u ’na g etiren
hangi m aceradır m erak ed iy o ru m ? ”
Az kalsın, kardeşimi arıyorum, on üç yaşında bir k ız , diyecekti
Brienne. Fakat S ö r H y le, B rie n n e ’in kız kardeşi olm adığını b i­
liyordu. “A radığım b ir ad am var, K o k u şm u ş Ö rd e k d en en b ir
yerde.”
“Brienne G ü z e llik ’in erk ek lerle işi y o k zan n ed iy o rd u m .”
Şövalyenin g ü lü m se m e s in d e zalim b ir keyfiyet vardı. “K okuş­
muş Ö rdek. U y g u n b ir isim ... en azın d an k o k u şm u ş kısm ı. Li­
manda. Ö n c e lo rd u g ö rm e k için b e n im le geleceksin.”
Brienne o n d a n k o rk m u y o rd u am a S ör H y le, R andyll T a rly’nin k u m a n d a n la rın d a n b iriy d i. B ir ıslık çalsa yüz adam koşa­
rak onu sav u n m ay a gelird i. “T u tu k la n a c a k m ıy ım ? ”
“N e, R en ly için m i? O k im d i? O z a m an d an beri krallar
değiştirdik, b azılarım ız iki k ere. K im se u m u rsa m ıy o r, kim se
hatırlamıyor.” H u n t hafifçe B rie n n e ’in k o lu n a d o k u n d u . “B u
taraftan lü tfe n .”
Brienne geri çek ild i, “B ana d o k u n m a z s a n m ü te şe k k ir o lu ­
rum.”
“S o n u n d a b ir te ş e k k ü r,” d e d i şövalye, alaycı b ir g ü lü m se ­
meyle.
Brienne, B ak ire H a v u z u ’n u so n g ö rd ü ğ ü n d e , kasaba b o ş
caddelerden ve y a n m ış ev le rd e n ibaret kasvetli b ir y erdi. Ş im d i
caddeler d o m u z la rla ve ço cu k larla d o lu y d u . Y anm ış b in a la rın
Çoğu yıkılm ıştı. E sk id e n b in aların o ld u ğ u arsaların bazıların a
sebzeler ek ilm işti, d iğ e rle rin in y erlerin i de tü ccarların ve şöval­
yelerin çadırları alm ıştı. B rie n n e yeni ev ler inşa ed ild iğ in i g ö r ­
dü. Eski ahşap h a n ın y an d ığ ı y erd e taştan b ir h an y ü k se liy o rd u .
Kasaba sep tin in ü s tü n d e d a m ta şın d a n yapılm ış y en i b ir çatı v a r ­
dı- Serin so n b a h ar havası teste re ve çekiç sesleriyle ç ın lıy o rd u .
Erkekler cad d eler b o y u n c a k eresteler taşıy o rd u . T aş ocağı işç i­
257
leri çam u rlu yollarda arabalarını s ü rü y o rd u . Ç o ğ u n u n göğsün
de y ü rü y en avcı vardı. “A skerler kasabayı baştan inşa ediyor ”
dedi B rien n e şaşkınlıkla.
“Z a r oynam ayı, içm eyi ve d ü z ü ş m e y i te rc ih ederler bundan
em in im , lâkin L ord R andyll işsiz g ü ç sü z a d a m la rın çalıştırılma,
sın d an y an a.”
B rien n e kaleye g ö tü rü lm e y i b e k liy o rd u am a H u n t kalabalık
lim ana d o ğ ru y ü rü d ü . T ic a re t g e m ile rin in B akire Havuzuna
d ö n d ü ğ ü n ü g ö rm e k B rie n n e ’i se v in d ird i. İsk eled e, yirm i kadar
balıkçı tek n esin in yanı sıra b ir kadırga, b ir m a h o n ve iki direkli
b ü y ü k b ir göke vardı. E ğer K okuşm uş Ö rd ek ’ten bir şey çıkmazsa bir
gemiye bineceğim , diye karar v erd i. M a rtı K asabası, kısa bir deniz
y o lcu lu ğ u uzaktaydı. B rie n n e o ra d a n kolayca K artal Yuvasına
gidebilirdi.
L ord T a rly ’yi balık p az a rın d a a d a le t d a ğ ıtırk e n buldular.
S u y u n k en arın a y ü k se k b ir p la tfo rm k u r u lm u ş tu . Lord, suç
işlem ekle ith am e d ilen ad am lara y u k a rıd a n b ak ıy o rd u . Lordun
sol tarafında geniş b ir darağacı ve y irm i a d a m a y etecek kadar ip
vardı. D arağ acında d ö r t c eset sa lla n ıy o rd u . C e s e tle rd e n biri taze
g ö rü n ü y o rd u am a d iğ e r ü ç ü n ü n b ir s ü r e d ir o ra d a olduğu bel­
liydi. B ir karga, ö lü a d a m la rd a n b ir in in ç ü r ü m ü ş kalıntılarından
et k o p arıy o rd u. B irin in asılacağı u m u d u y la b ir araya toplanan
kasaba halkı, d iğ er kargaları k o r k u tu p k a ç ırm ıştı.
L ord R andyll, p la tfo rm u L o rd M o o t o n ’la paylaşıyordu; be­
yaz b ir tak ım ve k ırm ız ı to z lu k la r g iy m iş, k a k ım k ü rk ü peleri­
n in i so m o n balığı şe k lin d e a ltın b ir b ro ş la o m z u n a tutturmuş,
so lg u n , y u m u şa k , etli b ir a d am . T a rly ö r g ü z ırh ve kaynatılmış
d eri giym işti, gri ç e lik te n y a p ılm ış b ir g ö ğ ü s kalkanı takmıştıA d a m ın sol o m z u n u n ü z e r in d e n , b ir b ü y ü k k ılıc ın kabzası çı­
k ıy o rd u . Yürekfelaketi isim li b u k ılıç, lo r d u n h a n e d a n ın ın guru'
ruydu.
B rie n n e ve H u n t y ak laştığ ın d a, esk i p ü s k ü b ir pelerin ve den
y e le k g iym iş b ir d e lik a n lın ın k o n u ş m a s ı d in le n iy o rd u . Brıenn e, ç o c u ğ u n , “B e n h iç k im sey i in c itm e d im lo r d u m ,” dediği111
d u y d u . “B en sadece ra h ip le rin k a ç a rk e n g e rid e bıraktığı şeyl^1
a ld ım . B u n u n için p a rm a k la rım ı k e s m e n iz gerekiyorsa, kesin258
“H ırsızın b ir p arm ağ ın ı k esm ek âdetten d ir,” dedi L ordy
farly sert bir sesle, “lâkin b ir sep tten çalan adam , tanrılardan
almış d em ek tir.” M u h a fızların k u m an d an ın a d ö n d ü . “Yedi
armak. B aşp arm ak ların ı b ıra k ın .”
“Yedi m i?” H ırsız sarardı. M u h a fızlar tarafından kıskıvrak
yakalandığında zay ıf b ir şekilde karşı koym aya çalıştı, sanki ço k ­
tan sakat bırak ılm ıştı.
Bir sonraki ad am , k u llan d ığ ı u n a testere to zu katm akla su ç­
lanan bir fırın cıy d ı. L o rd R an d y ll o n a elli g ü m ü ş geyik ödem e
cezası verdi. F ırın cı o k ad ar ç o k g ü m ü şü olm adığına dair y em in
edince, lord, a d a m ın ek sik o lan h e r g ü m ü ş için b ir kam çı yiye­
bileceğini söyledi. F ırın c ın ın a rd ın d a n gri y ü zlü zayıf b ir fahi­
şe geldi, d ö rt T a rly ask erin e fren g i b u laştırm ak la suçlanıyordu.
Tarly, “M a h re m y e rle rin i çam aşır sodasıyla yıkayın ve o n u bir
zindana a tın ,” diy e e m re tti. F ah işe h ıçk ırık lar içinde sü rü k le­
nerek g ö tü rü lü rk e n , L o rd T arly kalabalığın içinde, P o d ric k ile
Sör H yle’ın a rasın d a d u r a n B rie n n e ’i fark etti. A d am ın kaşları
çatıldı am a g ö zleri B r ie n n e ’i ta n ıd ığ ın a d air te k şey ifşa etm edi.
Daha so n ra, lim a n d a k i m a h o n d a n b ir d en izci geldi. O n d a n
davacı olan ad am , L o rd M o o to n ’ın g a rn iz o n u n d a n bir ok çu y ­
du, adam ın eli sarg ılıy d ı ve g ö ğ sü n d e b ir so m o n balığı vardı.
“Eğer lo rd u m u m e m n u n edecekse, b u piç b ir hançerle elim i
kesti. Z ar o y u n u n d a h ile y a p tığ ım ı sö y led i.”
Lord T arly , b ak ışla rın ı B rie n n e ’d e n çekip ö n ü n d e d u ra n
adamı in celedi. “Y ap ıy o r m u y d u n ? ”
“H ayır lo rd u m . B e n asla hile y a p m a m .”
“H ırsızlık için b ir p a rm a k alırım . A m a bana yalan söyle ve
seni asayım. Ş u zarları g ö re b ilir m iy im ? ”
“Z arlar?” O k ç u , M o o to n ’a baktı am a adam balıkçı te k n e le ­
rini sey red iy o rd u . O k ç u y u tk u n d u . “B en... o zarlar b an a şans
getiriyordu, b u d o ğ ru am a b e n ...”
Tarly y e te rin c e d u y m u ş tu . “K ü çü k parm ağ ın ı kesin. H a n g i
olacağına k en d isi k arar v ereb ilir. D iğ erin in av cu n a b ir çivi
Çakın.” Ayağa kalktı. “İşim iz b itti. G eri kalanları tek rar z in d a n a
götürün, o n larla y arın sabah ilg ilen eceğ im .” S ö r H y le ’ı ç ağ ır-
259
m.ık için d ö n d ü . Brienııc şövalyeyi takip etti. Kendini tekrar
sekiz yaşındaym ış gibi hissediyordu.
“Leydim. Bu... o n u ru ... neye b o rçlu y u z?”
“Ben birini aram ak için g ö n d e rild im , ad ı...” B rienne duraksadı.
“Adını bilm ediğiniz birini nasıl bulacaksınız? Lord Renly’yj
ö ld ü rd ü n ü z m ü ?”
“H ay ır.”
T arly kelim eyi tarttı. B en i yargılıyor, diğerlerini yargıladığı gibi,
“Ö ld ü rm e d in iz ,” dedi so n u n d a , “sadece ö lm esin e izin verdi­
n iz.”
Reııly, B rienııe’iıı k ollarında ö lm ü ş tü . B rien n e genç kralın
kanıyla ıslanm ıştı. G eri çekildi. “B ü y ü y d ü . B en asla...”
“Siz asla?" A dam ın sesi kam çı gibiydi. “E vet. Siz asla bir zırh
ktışanm am alıydıııız. B abanızın k a lesin d en asla ayrılmamalıydı­
nız. Bu bir savaş, hasat şenliği değil. B ü tü n tan rıla rın huzurun­
da, sizi bir gem iye b in d irip T a r th ’ta geri g ö n d erm eliy im .”
“B u n u yaparsanız krala cevap v e rirs in iz .” B rienne sesinin
korkusuz çıkm asını istem işti am a tiz b ir sesle k ü ç ü k bir kız gibi
k o n u şm u ştu . “P odrick, h e y b e m d e b ir p a rşö m e n var. O nu lor­
d u m u za g ö tü r.”
T arly m e k tu b u aldı, kaşlarını çatarak o k u d u . O kurken du­
dakları hareket etti. “Kral işi. N e çeşit b ir iş?”
Bana yalan söyle ve seni asayım. “S a-sansa S ta rk .”
“Stark kızı bu rad a olsaydı b ilird im . B ahse g irerim ki babası­
n ın sancak b ey lerin d en b irin e sığ ın m a k u m u d u y la kuzeye dön­
d ü . D o ğ ru adam ı seçse iyi e d e r .”
“Kuzey y erine V adi’ye g itm iş o la b ilir,” deyiverdi Brienne,
“tey zesin e.”
L ord R andyll, B rie n n e ’e aşağılayıcı b ir bakış attı. “Leydi Lysa
ö ld ü . Bir şarkıcı o n u dağdan aşağı attı. K artal Y uvası şimdi Serçap arm ak ’ın elinde... u z u n za m a n için değil gerçi. Vadi Lordları,
tek y eteneği bakır saym ak o lan evcil b ir m a y m u n u n önünde diz
çö k ecek tü rd e n ad am lar d eğ il.” M e k tu b u B rie n n e ’e geri verdi.
“ İsted iğ in iz yere gidin ve n e a rz u e d iy o rsa n ız o n u yapın... bkin
tecav ü ze uğ radığınızda adalet a ram ak için b an a gelm eyin. Bunu
260
aptallığınız*a kazanm ış o lacaksınız.” S ör H y le ’a baktı. “Ve siz
sör kapıda olm alısınız. K apının k o m u tasın ı size v e rd im , öyle
değil mi?”
“Verdiniz lo rd u m ,” d ed i H y le H u n t, “fakat d ü ş ü n d ü m k i...”
“Fazla d ü şü n ü y o rs u n u z .” L ord T arly uzaklaştı.
lysa Tully öldü. B rieııne, elin d ek i kıym etli p a rşö m e n le d arağacın ın altında d u rd u . Kalabalık dağıldı ve kargalar ziy afetlerin e
kaldıkları y erd en devam e tm e k ü zere geri d ö n d ü . B ir şarkıcı ottu
daldan aşağı attı. K argalar Leydi C a te ly n ’in k ard eşin in cesed in i
de yemiş iniydi?
“K okuşm uş Ö rd e k ’ten b a h se tm iştin le y d im ,” dedi S ö r H y le.
‘Yerini g ö sterm em i iste rse n ...”
“Kapma d ö n .”
Şövalyenin y ü z ü n d e n öfkeli b ir ifade geçti. “E ğer a rz u n b u y ­
sa.”
“Bu.”
“Zam an g eçirm ek için o y n ad ığ ım ız b ir o y u n d u sadece.
Amacımız zarar v e rm e k d e ğ ild i.” Şövalye d u rak sad ı. “B en ö ld ü ,
biliyorsun. K arasu’da katled ild i. F a rro w ve L eylek W ill d e öyle.
Mark M u lleııd o re, k o lu n u n y arısın a m al o lan b ir yara ald ı.”
Giizel, d em e k istedi B rien n e. G ü z el, bunu hak etmişti. A m a
örgü zırh ın ın için d e, o m z u n d a m a y m u n u y la , ç a d ırın ın d ış ın ­
da oturan M u lle n d o re ’u h atırla d ı, b irb irle rin e k o m ik su ra tla r
yapıyorlardı. C a te ly n S tark o gece Acı K ö p rü ’d e o n la r için n e
demişti? Yaz şövalyeleri. Ş im d i so n b a h a rd ı ve yaz şövalyeleri y ap ­
raklar gibi d ö k ü lü y o rd u .
Brienne, H y le H u n t ’a sırtın ı d ö n d ü . “P o d ric k , gel.”
Çocuk, atları y ü rü te re k B rie n n e ’in ark asın d an gitti. “O ra y ı
bulacak m ıyız? K o k u şm u ş Ö r d e k ’i?”
“Ben b ulacağım . S en d o ğ u kap ısındaki ah ıra g id iy o rsu n . S e­
yis yamağına, geceyi g eçireb ileceğ im iz b ir h an o lu p o lm a d ığ ın ı
sor.”
“Sorarım sör. L ey d im .” P o d ric k y ü rü rk e n yere b a k ıy o rd u ,
ara sıra taşları tek m e liy o rd u . “N e re d e o ld u ğ u n u b iliy o r m u s u ­
nuz? Ö rd ek ’in. Y ani K o k u şm u ş Ö r d e k ’in ? ”
“H ayır.”
261
“ Bize göstereceğini söyledi. Şu şövalye. Sör Kyle.”
“ H yle.”
“ Hyle. O size ne yaptı sör? Y an i leyd im .”
Oğlan kekeme olabilir ama aptal değil. “ Kral Renly sancakla
çağırdığında, Y üksek B ahçe’de bazı adam lar benimle bir oy^
oynadı. Sör H yle onlardan biriydi. Z alim , incitici ve namertb
oyundu.” Brienne durdu. “ D o ğ u kapısı şu tarafta. Beni orad
bekle.”
a |
“ Nasıl isterseniz leydim . S ö r.”
;
Kokuşm uş Ö rd ek’ in bir tabelası yoktu. B ir hayvan leşi top.
layıcısının ağılının altındaki ahşap basam akları bulmak Brienne’in bir saatini aldı. M ah zen loştu ve tavan alçaktı, Brienne içe.
ri girerken başını bir kirişe çarptı. G ö rü n ü rd e hiç ördek yoktu.
Etrafa birkaç tabure saçılm ıştı ve toprak duvara bir sıra dayan­
mıştı. Masalar, kurtçuk d elikleriyle dolu eski şarap fıçılarıydı.
Vadedilen koku her şeye sinm işti. B rie n n e’in burnu, kokunun
çoğunlukla şarap, rutubet ve k ü f olduğun u söylüyordu ama
içinde biraz tuvalet ve hayvan m ezarlığı da vardı.
M ahzendeki yegane içiciler, bir köşede oturan Tyroshlu de­
nizcilerdi, yeşil ve m or sakallarının arasından birbirlerine ho­
murdanıyorlardı. B rien n e’e şöyle bir baktılar ve içlerinden bin
diğerlerinin gülm esine sebep olan bir şey söyledi. Mülk sahibi,
iki varilin üstüne yerleştirilm iş bir kalasın arkasında duruyordu.
Yuvarlak, solgun ve kelleşm eye başlam ış bir kadındı, lekeli bir
önlüğün altında sallanan kocam an ve yum uşak göğüsleri vardı
Kadın, tanrılar onu çiğ ham urdan yaratm ış gibi g ö r ü n ü y o r d u .
Brienne burada su içm eye cesaret edemezdi. Bir kadeh şarap
istedi ve, “ Cevval D ick isim li bir adamı arıyorum ,” dedi.
“ Dick Crabb. H em en hem en her gece gelir.” Kadın, B r k j 1
ne’in zırhına ve kılıcına baktı. “ Eğer onu keseceksen bunu baş
bir yerde yap. Lord T arly’yle sorun yaşamak istemiyoruz. ^
“ Onunla konuşmak istiyorum . O na neden zarar vereyi01.
Kadın omuz silkti.
“A d a m iç e r i g i r d i ğ i n d e b a ş ı n l a g ö s t e r i r s e n m ü te şe k k ir o
r u m .”
“N e k a d a r m ü te ş e k k ir ? ”
262
*
j
ı
>
j
,
}
j
kadınla arasında duran kalasın üstüne bir bakır yıldız
l^ydu ve gölgelerin içinde, basamakları iyi gören bir yer buldu.
Şarabı denedi. Ağızda yağlı bir tat bırakıyordu ve içinde bir
saç teli yüzüyordu. Brienne saç telini çıkarırken, Sansa’yı bultnayadair umutlarım kadar zaytf, diye düşündü. Sör D ontos’un peşi­
ne d ü ş t n e k semeresiz olm uştu. Leydi Lysa’nın ölüm üyle, Vadi
m u h t e m e l bir sığınak olm aktan çıkm ıştı. Neredesiniz Leydi Sansa?
fyyiirı’tıa, eninize m i gittiniz yoksa Podrick'in düşündüğü gibi koca­
nızla mı birliktesiniz? Brienn e, Sansa’yı D ar D en iz’in karşısında
k o v a la m a k istem iyordu. O rada lisan bile ona yabancı olacaktı.
g r ie ıın e ,
Kendimi anlatmak için homurdanıp el kol işaretleri yaparken şim dikin­
den bile ucube görünürüm. Bana gülerler, tıpkı Yüksek Bahçe'de gül­
dükleri gibi. Brienne orada olanları hatırlarken, yanaklarına bir
kırmızılık yürüdü.
Renly tacını taktığında, T arth Bakiresi ona katılmak için
Meıızil’den Y üksek B ah çe’ye kadar at sürm üştü. Brienn e’i bizzat
kral karşılamış ve on u m em n un iyetle hizm etine almıştı. Kralın
lordları ve şövalyeleri o kadar m em n u n olm am ıştı. Brienne sıcak
bir karşılama beklem iyordu. Soğukluğa, alaylara ve düşmanlığa
karşı lıazırlıklıydı. B u n larla daha önce de karşılaşmıştı. O nu ka­
tası karışık ve savunm asız hâlde bırakan şey aşağılanmak değil,
bazı adamların gösterdiği nezaketti. Tarth Bakiresi daha önce üç
kez nişanlanmıştı ama Y ü k se k B ah çe’ye gelene kadar kimse ona
kur yapmamıştı.
Kur yapan ilk kişi K ıllı B ü y ü k B e n ’di, R en ly’nin kampında
Brienne’den daha uzun olan birkaç adamdan biri. Ben, Brieııne ln zırhını tem izlem esi için yaverini gönderm iş ve ona güm üş
kk içki kupası hediye etmişti. Sör E dm und Am brose, Brienne’e
^Çekler getirerek ve birlikte at sürm eyi teklif ederek B eıı’in bir
a(hm önüne geçmişti. Sör H yle H unt iki adamı da geride bırakmıştı. Brienne’e, yüzlerce şövalyelik hikâyesiyle ve fevkalade
resımlerle dolu bir kitap verm işti. Brienne’in atları için elmalar
havuçlar, m iğferi için de mavi bir tüy getirmişti. Ona kamp
edıkoduları anlatmıştı, Brienn e’i güldürecek şeyleri seçerek ze^Ce konuşmuştu. Hatta bir gün Brienne’le birlikte talim yap^htı ki bu, diğer her şeyden daha değerliydi.
B rienne, d iğ er a d a m la rın o n a n a z ik d a v r a n m a y a başlam ası,
nııı sebebinin S ör H y le o ld u ğ u n u d ü ş ü n m ü ş t ü . N a z ik te n de öte
A dam lar, m asada o n u n y a n ın d a o t u r m a k iç in m ü c a d e le etm iş,
ti, kim i şarap kad eh in i d o ld u r m a y ı k im i d e o n u n iç in sakatat
bulm ayı ön erm işti. S ö r R ic h a rd F a r r o w , B r i e n n e ’in çadırının
kapısında o tu rm u ş ve u d u y la a şk ş a rk ıla rı ç a lm ış tı. S ö r Hugh
B eesbury “T a rth ’ın b a k ire le ri k a d a r t a t l ı ” b i r ç a n a k b al getirm iş,
ti. Sör M ark M u lle n d o re , Y az A d a la r ı’n d a n g e le n siy ah beyaz
bir yaratık olan m a y m u n u n u n tu h a f lık la r ıy la B r i e n n e ’i güldürm iiştü. Leylek W ill isim li v asıfsız b i r ş ö v a ly e , o m z u n d a k i dü­
ğüm leri ovm ayı te k lif e tm işti.
B rienne adam ı re d d e tm iş ti. H e p s i n i r e d d e t m i ş ti . B ir gece,
Sör O w en Inchfıeld, B r ie n n e ’i k o l u n d a n y a k a la y ıp ö p tü ğ ü n d e,
Brienne adam ı b ir y e m e k a te ş in in iç in e p o p o ü s t ü devirm işti.
Daha sonra bir aynada k e n d in e b a k m ış tı. Y ü z ü h e r z a m a n oldu­
ğu kadar geniş ve çilliydi, d işle ri ö n e ç ık ık tı, d u d a k la r ı büyüktü,
çenesi kalındı, ço k ç irk in d i. B r i e n n e ’in t e k is te ğ i b i r şövalye ol­
m ak ve Kral R en ly ’ye h iz m e t e tm e k ti a m a ş im d i...
Ü stelik kam ptaki te k k a d ın B r ie n n e d e ğ ild i. K a m p takipçi­
leri bile ondan daha g ü z e ld i v e L o r d T y r e l l , K ra l R e n ly ’yi her
gece kalede ağırlıyordu, so y lu b a k ir e le r v e g ü z e l le y d ile r flütün,
b o ru n u n ve arpın m ü ziğ iy le d a n s e d iy o r d u . Y a b a n c ı b ir şövalye
ona ne zam an iltifat etse, bana neden n a z ik d a vra n ıy o rsu n u z ? diye
çığlık atm ak istiy o rd u B rie n n e . N e istiyo rsu n u z ?
Bu m uam m ayı, B rie n n e ’i ç a d ırın a ç a ğ ı r tm a k iç in iki silah­
lı asker gönderdiği g ü n R a n d y ll T a r ly ç ö z m ü ş t ü . L o r d u n genç
oğlu D ickon, b ir y a n d an a tla rın ı e y e r le r k e n b i r y a n d a n gülen
d ört şövalyenin k o n u şm a la rın ı d u y m u ş v e a d a m l a r ı n söyledik­
lerini babasına an latm ıştı.
A dam lar bir bahse g irm işti.
Lord, B rien n e ’e, b u o y u n u ü ç g e n ç ş ö v a ly e n in başlattığını
söylemişti: A m brose, Kıllı B e n v e H y le H u n t . B u n la r lordun
kendi şövalyeleriydi fakat b a h s in d e d ik o d u s u k a m p a yayıldıkça
diğer adam lar da o y u n a k a tılm ıştı. Y a rış m a y a g i r m e k isteyen her
adam , bir altın e jd erh a ö d e m e k z o r u n d a y d ı. T o p la n a n altınlar,
B rien n e’in b e k âre tin i k im alırsa o n a g id e c e k ti.
“Eğlencelerine b ir so n v e rd im ,” dem işti T arly. “B u... yarış­
macıların... bazıları d iğ erlerin d en daha az o n u r sahibi. B ahis h e r
^ ın biraz daha b ü y ü y o rd u ve adam lardan b irin in ö d ü lü zorla
Almaya karar v erm esi an m eseley di.”
“O nlar şövalye,” d em işti B rien n e sersem lem iş b ir hâlde,
“kutsanmış şövalyeler.”
“Ve o n u rlu ad am lar. Suç sizd e.”
İtham, B rie n n e ’i irk iltm işti. “B en asla... lo rd u m , b en onları
cesaretlendirecek h iç b ir şey y a p m a d ım .”
“Burada o lu ş u n u z o n ları cesaretle n d ird i. E ğer b ir kadın b ir
kanıp takipçisi gibi d av ran ırsa, b ir k am p takipçisi gibi m u am ele
görmeye itiraz e d e m e z . B ir savaş o rd u su , b ir bakire için u y g u n
yer değildir. E ğ er iffetin ize ve h a n e d a n ın ız ın o n u ru n a en ufak
saygınız varsa, o zırh ı çık arır, ev inize d ö n e r ve size b ir koca b u l­
ması için b ab an ıza y alv arırsın ız.”
“Ben d ö v ü şm e k için g e ld im ,” diye ısrar etm işti B rienne.
“Bir şövalye o lm a k iç in .”
“T anrılar, d ö v ü ş m e k için erk ek leri ve ç o c u k d o ğ u rm a k için
kadınları y a ra ttıla r,” d e m işti R andyll T arly. “B ir k ad ın ın savaşı
doğum y a tağ ın d ad ır.”
Biri m a h z e n in b a s a m a k la rın d a n aşağı in iy o rd u . K eskin yüz
hatları ve k a h v eren g i k irli saçları o lan h ırp a n i ve cılız b ir adam
Ördek’e g irerk en , B rie n n e şarab ın ı k en ara bıraktı. A dam , T y roshlu d en izcilere kısa b ir b akış attı, B rie n n e ’e daha u z u n baktı
ve kalasa gitti. “Ş a ra p ,” d e d i, “için e at sidiği katm a, te şe k k ü rle r.”
Kadın, B r ie n n e ’e b ak tı ve b aşın ı salladı.
“Şarabını b e n ısm arlay acağ ım ,” diye seslen d i B rien n e, “b ir
kelime k arşılığ ın d a.”
Adam te m k in li g ö zlerle B rie n n e ’e baktı. “B ir kelim e? B en
bir sürü k elim e b iliy o ru m .” B rie n n e ’in karşısındaki ta b u re y e
oturdu. “L ey d im h an g i k elim ey i d u y m a k istediğini sö y lesin ve
Cevval D ick k o n u ş s u n .”
“Bir soytarıyı so y tarı ettiğ in i d u y d u m .”
H ırpani ad am şa rab ın ı y u d u m la d ı, d ü ş ü n ü y o r gibiydi. “Y ap ­
mış olabilirim . Y a p m am ış da o la b ilirim .” A d am ın giydiği s o lu k
renkli yırtık ta k ım ın g ö ğ sü n d e n b ir lo rd u n arm ası s ö k ü lm ü ş tü .
Bilmek istey en k im ? ”
265
“K ral R o b e rt.” B rie ıın e , a d a m la a ra s ın d a k i v a rilin üstüne bir
g ü m ü ş g ey ik k o y d u . S ik k e n in b ir y ü z ü n d e R o b e r t ’ın kafası, di«
g er y ü z ü n d e b ir g ey ik v ard ı.
“Ö y le m i? ” A d am g ü lü m s e y e r e k s ik k e y i ald ı, döndürdü
“B ir kralı d a n s e d e r k e n g ö r m e k is te r im , h e y - n a n a , hey-nana
lıey -n an a, hey. Ş u s e n in so y ta rıy ı g ö r m ü ş o la b ilir im .”
“Y a n ın d a b ir kız v ar m ıy d ı? ”
A d am b ir çırp ıd a , “İki k ız ,” d e d i.
uİk i k ız ? ” D iğeri A ry a ola b ilir n/i?
“P ek âlâ,” d e d i a d a m , “ta tlı k ü ç ü k le r i h iç g ö r m e d im ama soy­
tarı ü ç k işilik geçiş is tiy o r d u .”
“N e re y e geçiş?”
“H a tırla d ığ ım k ad arıy la d e n iz in ö te k i ta r a f ın a .”
“A d a m ın nasıl g ö r ü n d ü ğ ü n ü h a tır lıy o r m u s u n ? ”
“B ir so y tarı g ib i,” d e d i a d a m . D ö n e n sik k e y i yavaşlamaya
başlad ığ ın d a m a s a n ın ü s tü n d e n ald ı v e o r t a d a n k a ld ırd ı. “Kork­
m u ş b ir so y tarı g ib i.”
“N e d e n k o r k m u ş tu ? ”
A d am o m u z silkti. “S ö y le m e d i a m a C e v v a l D ic k korkunun
k o k u su n u tan ır. H e m e n h e m e n h e r g e c e b u r a y a g eld i, denizci­
lere içki ısm arlard ı, şakalar y a p tı, k ü ç ü k ş a rk ıla r söyledi. Ancak
b ir gece, g ö ğ ü sle rin d e şu avcı a rm a s ı o la n a d a m la r geldi, senin
soytarı sü t beyazı k esildi v e a d a m la r g id e n e k a d a r h iç ses çıkar­
m a d ı.” C evval D ic k ta b u r e s in i B r i e n n e ’e y a k la ş tırd ı. “Tarly li­
m an a ad am lar y e rle ştird i, g e lip g id e n b ü t ü n g e m ile r i gözlüyor­
lar. E ğer b ir ad am geyik istiy o rsa o r m a n a , g e m i istiy o rsa limana
gider. S en in soytarı c e sa re t e d e m e d i, b e n d e o n a b iraz yardım
ö n e r d im .”
“N e tü r b ir y a rd ım ? ”
“B ir g ü m ü ş g ey ik ten fazlasın a m a l o la n t ü r d e n b ir yardım .”
“A n latırsan b ir ta n e d a h a a lır s ın .”
“Ö n c e g ö re lim ,” d e d i a d am . B r ie n n e v a r ilin ü s tü n e bir
geyik
d a h a k o y d u . A dam g ü lü m s e d i, sik k e y i d ö n d ü r d ü , avcunun içi­
n e aldı. “B ir ad am g e m ile re g id e m iy o rs a , g e m ile r in o n a
g e lm e s i
g erek ir. O n a , b ö y le b ir y e r b ild iğ im i sö y le d im . G izli bir yer,
g ib i.”
266
grienne’in kolları iirp erd i. “B ir kaçakçı k örfezi. S oytarıyı k a ­
çakçılar3 g ö n d e rd in .”
“Onu ve iki k ızı.” A d am k ıkırdadı. “Y alnız... pekâlâ, o n la rı
j^ndcrdiğim yerd e b ir sü re d ir hiç gem i yok. O tu z y ıld ır d iy e b i­
liriz.” B u rn u n u kaşıdı. “B u so y ta rın ın se n in için n e ö n e m i v a r? ”
“O kızlar b e n im k a rd e şle rim .”
“Öyle m i? Z avallı, k ü ç ü k şeyler. B ir zam an lar b e n im de b ir
kız kardeşim vardı. T o k m a k gibi dizleri olan cılız b ir kızdı am a
sonra göğüsleri çıktı ve b acak ların ın arasına b ir şövalyenin o ğ lu
girdi. O n u son g ö rd ü ğ ü m d e , hayatını y atarak k azan m ak ü z e re
Kral T o p rak ları’na g id iy o rd u .”
“O nları n erey e g ö n d e rd in ? ”
Adam tek rar o m u z silkti. “İşte b u n u h a tırla m ıy o ru m .”
“Nereye?” B rie n n e m asaya b ir g ü m ü ş geyik dah a k o y d u .
Adam işaret p arm ağ ıy la sikkeyi B rie n n e ’e fırlattı. “H iç b ir
geyiğin asla bu lam ay acağ ı b ir y ere... am a b ir ejd e rh a b u la b ilir.”
Giimiiş ondan gerçeği alamayacak, diye d ü ş ü n d ü B rie n n e . A ltın
alabilir, belki de alamaz. Ç elik daha kesin olurdu. B rie n n e h a n ç e rin e
dokundu, so n ra o n u n y e rin e k esesin e u z an d ı. B ir altın e jd erh a
buldu ve sikkeyi v a rilin ü s tü n e k o y d u . “N e re y e ? ”
H ırpani ad am sikkeyi aldı v e ısırdı. “T a tlı. B ana K ırık p en çe
Burnu’n u h atırla ttı. B u ra n ın k u z e y in d e , te p elerle ve b atak lık ­
larla dolu vahşi b ir ara z id ir, gel g ö r ki b e n o rad a d o ğ d u m ve
büyüdüm. B e n im a d ım D ic k C ra b b am a b an a C evval D ic k d e r ­
ler.”
B rienne k e n d i a d ın ı sö y le m e d i. “K ırık p en çe B u r n u ’n d a ne­
reye?”
“Fısıltılar. C la re n c e C r a b b ’ı d u y m u ş s u n d u r.”
“H ayır.”
Bu cevap ad am ı şa şırtm ış g ibiydi. “S ör C la re n c e C ra b b d e ­
dim. B ende o n u n kan ı var. İki b u ç u k m e tre b o y u n d ay d ı, o k ad ar
kuvvetliydi ki b ir çam ağacını te k eliyle k ö k ü n d e n sö k ü p y a rım
mil uzağa fırlatab ilird i. H iç b ir at o n u n ağırlığını taşıyam azdı, b u
yüzden C la re n c e b ir y ab an ö k ü z ü s ü r e r d i.”
“O n u n şu kaçakçı k ö rfez iy le n e ilgisi v ar?”
“Karısı b ir o rm a n cadısıydı. S ör C la re n c e ne zam an b ir
267
adam öldürse, adamın başım eve götürürdü ve karısı 0 b
j
dudaklarını öpüp onu hayata geri döndürürdü. Onlar lordl^ ®
büyücülerdi, m eşhur şövalyeler ve korsanlardı. Biri de
I
Vadi K ralı’ydı. Yaşlı C ra b b ’a iyi tavsiyeler verdi. S ad ece b ^
ibaret oldukları için yü ksek sesle konuşamazlardı ama aynf^
manda asla susm azlardı. Y aln ızca bir baştan ibaret olduğu^
günü geçirm ek için yapabileceğin tek şey konuşmak. Böyle^
C rabb’ııı küçük kalesi Fısıltılar adını aldı. Adı hâlâ aynı 1 ^
binlerce yıldır harabe hâlinde. Issız bir yer, Fısıltılar.” AdaJ
sikkeyi parm aklarının arasında ustaca hareket ettirdi. “Tekbaşı
na bir ejderha kendini yalnız hisseder. A m a on tanesi...”
“ O ıı ejderha bir servet eder. B e n i aptal mı sandın?”
“ H ayır ama seni bir soytarıya gö tü rebilirim .” Sikke bir yöne
doğru hareket etti, sonra da d iğer yön e. “ Seni Fısıltılar’a götü- i
rebilirim leyd im .”
Brienne, adam ın p arm ak ların ın sikkeyle oynayış şeklinden
hiç hoşlanm am ıştı. B u n u n la b irlikte... “ Kardeşim i bulursakaln
ejderha. Sadece soytarıyı b u lu rsak iki. E ğer hiçbir şey bulamaz­
sak hiçbir şey.”
Crabbs om u z silkti. “A ltı iyidir. A ltı işe yarar.”
Fazla çabuk. D ic k altın sikkeyi cebine koyamadan Brienne
adamın bileğini yakaladı. “ B an a yan lış yapm a. Kolay lokma ol­
m adığım ı öğren m ek zo ru n d a k a lırsın .”
Brienne serbest bıraktığında, C ra b b bileğini ovuşturdu. La­
net olsun ,” diye ho m u rd an d ı. “ E lim i acıttın.”
“ B u n u n için ü zgü n ü m . K ard eşim on üç yaşında. Onu u
m ak zorundayım .”
•• Evet
“ Bir şövalye on u n bacaklarının arasına girmeden önce,
seni anlıyorum . K ardeşin ku rtu ld u sayılır. Artık Cevval
birliktesin. G ü n ü n ilk ışıklarında doğu kapısına gel. Şim
bir işi halletm em gerek.”
SAMYVELL
pcniz, Saınwcll T a rly ’yi kloroz yapmıştı.
Bııııuıı tek sebebi Sam ’in boğulm a korkusu değildi. Bir kısun kesinlikle korkuydu ama aynı zamanda geminin devinim iy­
di, S a n f i ı ı ayaklarının altında sallanan güvertelerdi. Kıyıdaki
pojrııgözcüsü’ndeıı yelken açtıkları gün, Sam, Dareon’a, “ M i­
dem çok kolay bulanır,” diye itiraf etti. Şarkıcı, Sam ’ in sırtına
vurdu, "Miden çok büyük katil,” dedi, “ bu çok fazla bulantı de­
mek.
Sanı her şeyden çok Şebb oy’ıın hatırı için cesur görünm e­
ye çalıştı. Kız daha önce deniz görm em işti. Craster Kalcsi’nden
k açtıktan sonra, karların içinde güç bela ilerlerken birçok göle
rastlamışlardı ve Şebboy için o göller bile hayret verici şeyler
o lm u ştu . Karakuş kıyıdan ayrılırken kız titremeye başladı ve
yanaklarından kocaman, tuzlu gözyaşları süzüldü. Sam onun,
“Tanrılar merhamet ed in ,” diye fısıldadığını duydu. Önce Do-
ğugözcüsii gözden kayboldu, m esafe arttıkça Sur küçüldü ve
sonunda görünmez oldu. O sırada rüzgâr çıktı. Yelkenler, sık
yık an an bir siyah pelerinin soluk gri rengindeydi ve Şebboy’uıı
yüzü bembeyazdı. “ B u iyi bir gem i,” dedi Sam, Şebboy’a.
"Korkmana gerek y o k .” Am a Şebboy yalnızca Sam ’in yüzüne
baktı, bebeğine daha sıkı sarıldı ve aşağı kaçtı.
Sam küpeşteye sım sıkı tutundu ve küreklerin suya girip çı­
kışını seyretti. Küreklerin birlikte hareket edişini izlemek gü­
zeldi ve suya bakmaktan daha iyiydi. Suya bakmak, Sanfiıı bo­
ğulmayı düşünmesine sebep oluyordu. Sam küçükken, babası
°nu Boynuz T epe’niıı altındaki bir gölcüğün içine atarak ona
yüzmeyi öğretmeye çalışmıştı. Sam ’ in ağzı, burnu ve ciğerleri
suyla dolmuştu. Sam , Sör H yle tarafından çıkarıldıktan sonra
saatler boyunca öksürm üş ve hırıltıyla nefes almıştı. Bu hadi­
mden sonra, belinden yukarı çıkan derinlikteki sulara girmeye
Esaret edememişti.
bok Körfezi, Sam ’ in belinden çok daim derindi ve babasının
is in in altındaki küçük dalyan kadar munis değildi. Körfezin
suları gri yeşil ve dalgalıydı. K a ra k u şu n takip ettiği ağaçlıklı kıy,
şeridi, kayalardan ve anaforlardan ibaret b ir keşmekeşti. SatTl
kollarını ve bacaklarını çırparak b ir şekilde o kadar uzağa gjt^
m eyi başarsa bile, dalgalar o n u kayalara çarpar ve başını küçü^
parçalara ayırırdı.
Körfeze bakan S anı'i g ö rü n ce, “D en izk ızlarım m ı arıyorsun
Katil?" dive sordu D arcoıı. D o ğ u g ö zcü sü n d e n gelen sarı saçlı
ela gözlü şarkıcı, bir kara k ardeşten çok k aran lık bir prens gibi
g ö rü n ü y o rd u .
“H av ır.” Sam ne aradığını ya da bıı g e m id e ne işi olduğunu
bilm iyordu. B ir zincir dönmek, bir iistat olmak ne N öbet’e daha iyi
hizmet nermek için H isara gidiyorum , d ed i k e n d in e , am a bu dü­
şünce ona usanç verdi. Sam , b o y n u n a ağır ve so ğ u k bir zincir
takm ış bir üstat o lm ak istem iy o rd u . K ard eşle rin i, sahip oldu­
ğu yegâne dostları bırakm ak iste m iy o rd u . Ve o n u , ölmesi için
S u r’a g ö n d eren babayla y üzleşm eyi k atiyen istem iy o rd u .
D iğerleri için d u rtım farklıydı. B u y o lc u lu k o n la r için mutlu
sonla bitecekti. Şebboy, T ek in siz O r m a ıı’da tanıştığı dehşetle
kendisinin arasına B atıdiyar’ııı e n g in liğ in i koyacak ve Boynuz
T ep e'd e güven içinde yaşayacaktı. S a m ’iıı b ab asın ın kalesinde
hizm etçi olarak çalışacak, ısınacak ve iyi b eslen ecek ti. Craster’ın
karışıyken hayalini bile k u ram ad ığ ı o b ü y ü k d ü n y a n ın küçük
bir parçası olacaktı. O ğ lu n u n b ü y ü y ü p g ü ç le n d iğ in i, bir avcı,
bir seyis ya da b ir d em irci o ld u ğ u n u g ö recek ti. E ğer çocuk si­
lahlarla ilgili b ir kabiliyet g ö ste rirse, b ir şövalye o n u yaver bile
yapabilirdi.
Ü stat A em o n da daha iyi b ir y ere g id iy o rd u . O n u n , kalan
g ü n lerin i, Eski Ş eh ir’in sıcak esin tileriy le yık an arak , üstat dost­
larıyla so h b et ederek, bilgeliğini kalfalarla ve çıraklarla paylaşa­
rak geçireceğini d ü ş ü n m e k g ü zeld i. Ü s ta t A e m o n b u istirahatı
y üzlerce kez hak etm işti.
D areoıı bile daha m u tlu olacaktı. H e r zam an , o n u Sııra
g ö n d eren tecav ü zden m a su m o ld u ğ u n u id d ia ed erd i. Bir lor­
d u n m eclisine ait o ld u ğ u n u ve o lo r d u n akşam yemeklerinde
şarkılar çalm ası gerektiğini söylerdi. Ş im d i bö y le b ir şansı vardı.
J o n , D areo ıı’u, kaybolan ve ö ld ü ğ ü farz e d ile n Y oreıı isimli bir
adamı*1 yerine toplayıcı yapm ıştı. D a rc o n ’tın görevi, G ece N ö bctçileri’ni*1 k ahram anlıklarıyla ilgili şarkılar söyleyerek Yedi
Kj-allık’ı dolaşm ak ve zam an zam an yeni acem ilerle birlikte
Sur’a dönm ekti.
Bıı deniz y o lcu lu ğ u u z u n ve zo rlu olacaktı, b u n u kim se
inkâr edem ezdi am a en azın d an diğerlerini m u tlu b ir son b e k ­
liyordu. Saııı’in tesellisi b u y d u . O nlar için gidiyorum, dedi kendi
k e n d in e , Gece Nöbetçileri ve mutlu son için. A m a o daha u z u n b ak ­
tıkça, deniz daha d e rin ve d ah a so ğ u k g ö rü n ü y o rd u .
Fakat suya bakm am ak daha da k ö tü y d ü ; Sam b u n u , kıç ka­
sarasının altında b u lu n a n ve y o lcu lar tarafından paylaşılan dar
kamarada fark etti. B eb eğ in i e m z ire n Ş e b b o y la konuşarak, aklı­
nı midesindeki b u la n tıd a n uzaklaştırm aya çalıştı. “B u gem i bizi
Braavos’a kadar g ö tü re c e k ,” d ed i. “O rad a, bizi Eski Ş eh ir’e ta­
şıyacak başka b ir g em i bulacağız. K ü çü k k en B raavos’la ilgili b ir
kitap
lerce
o k u m u ştu m . B ü tü n şe h ir b ir d en iz k u lağ ın ın içinde, y ü z­
adanın ü s tü n e k u ru lm u ş . B ir de titan var, yüzlerce m e t­
re u zu n lu ğ u n d a taş b ir ad am . B raavoslular at y erin e teknelere
biniyor. Ş eh rin o y u n c u la rı, b ild ik aptal farslar u y d u rm a k yerine
yazılı
hikâyeler o y n u y o r. Y em ek ler de ço k güzel, bilhassa balık­
H er çeşit m id y e, y ılan balığı ve istiridye var, d alyandan taze
taze çıkarılıyorlar. İki g em i arasında birkaç g ü n b o şlu ğ u m u z o l­
lar.
Eğer o lu rsa, g id ip b ir o y u n izler ve biraz istiridye yeriz.”
Sam b u fik rin Ş eb b o y ’u h ey ecan lan d ıracağ ın ı d ü ş ü n m ü ş tü .
m alı.
Daha fazla y an ılam azd ı. K ız, aln ın a d ü şe n kirli saçlarının ara­
sından, ifadesiz ve m a t g ö zlerle S am ’e baktı. “E ğer isterseniz
lordum,” dedi.
“Sen ne istiy o rsu n ? ” diy e so rd u Sam .
“H içbir şey .” Ş eb b o y , S a m ’e arkasını d ö n d ü ve o ğ lu n u b ir
göğsünden d iğ e rin e aldı.
G em inin h arek eti, S a m ’in yola çık m ad an önce yediği y u ­
murtaları, ja m b o n la rı ve k ızarm ış ek m ek leri kışkırttı. S am b ir ­
denbire, kam arad a b ir an d ah a kalam ayacağını hissetti. Ayağa
talktı ve k ah v altısını d e n iz e d ö k m e k için m erd iv en i tırm a n d ı.
Midesi öyle ço k b u la n ıy o rd u ki, Sam rü zg ârın hangi y ö n d e n
Cstiğiııi ö lçm ek için d u rm a d ı, n eticed e yanlış k ü p e ş te d e n k u s tu
ve üsrünii başını pisletti. Yine de, ç ık a rd ık ta n so n ra kendini ^
daha iyi hissetti... am a u z u n zam an için değil.
G em i, Karakuştu. N ö b e t’iıı k a d ırg a la rın ın e n büyüğü. c ot
ter Pyke, Kıyıdaki D o ğ n g ö z c ü s ü ’ııde Ü s ta t A e m o n ’la konuşur
keıı, Ftrtına K trgası'nm ve K u ş P en çesi'n in d a h a hızlı olduğunu
söylemişti ama onlar savaş g em ileriy d i; k ü re k ç ile rin açıkgüver.
telerde o tu rd u ğ u ince ve hızlı y ırtıcı k u şla r. Karakuş, Dar Deııiz’iıı Skagos’un ötesindeki se rt su la rı için d a h a iyi b ir seçimdi
“Fırtınalar çıktı,” diye u y arm ıştı P yke. “ Kaş fırtın aları daha kö­
tü d ü r ama sonbahar fırtınaları d ah a s ık tır .”
Karakuş un karayı hiç g ö z d e n k a ç ırm a d a n F o k Körfezini
geçtiği ilk on gün y eterin ce sak in d i. R ü z g â r e s tiğ in d e hava soğuk
oluyordu am a havadaki tu z k o k u s u n d a in sa n a can lılık veren bir
şeyler vardı. Sam h e m e n h e m e n h iç y e m e k y iy e m e d i, midesine
zorla bir şeyler so k tu ğ u n d ay sa, o şe y le r m id e s in d e u z u n zaman
durm adı, fakat b u n u n d ışın d a S am g ay et iyi id a re etti. Şebboyu
cesaretlendirm eye ve e lin d e n g e ld iğ in c e n e ş e le n d irm e y e çalıştı
ama bu zordu. Şebboy, S am n e sö y le rse sö y le sin güverteye çık­
m ıyor ve oğluyla b irlik te k aran lık ta o tu r m a y ı te rc ih ediyordu.
G ö rü n ü şe göre, b ebek d e gem iy i a n n e s in in sev d iğ in d e n fazla
sevm iyordu. A ğlam adığı z a m a n la rd a , a n n e s in d e n em diği sütü
kusuyordu. B ebeğin b ağırsakları b o z u k tu v e sü rek li hareket
ediyordu, Şebboy’u n b ebeği sıcak tu tm a k iç in ku llan d ığ ı kürk­
ler pisleniyor ve havayı k ah v eren g i b ir u f u n e tle dolduruyordu.
Sam ne kadar çok m u m yakarsa y a k sın , b o k k o k u s u havada asılı
kalıyordu.
Açık havada o lm ak daha iyiydi, b ilh a ss a D a r e o n ’u n şarkı söy­
lediği zam anlarda. Şarkıcı, K a ra k u ş’ u n k ü re k ç ile ri tarafından ta­
n ın ıy o rd u ve adam lar k ü re k ç e k e rk e n o n la r iç in şark ılar çalıyor­
du. D areo n , k ü rek çilerin en sevdiği şa rk ıla rın h e p s in i biliyordu:
“Kara B ü lb ü lü A stıkları G ü n ,” “D e n iz k ız ın ın M a te m i” ve “Za­
m an ım ın S o n b ah arı,” gibi h ü z ü n lü o la n la rı; “D e m ir Mızraklar
ve “Y edi O ğ lan ın Y edi K ılıcı” gibi h e y e c a n v e ric i olanları; “LeY'
d in in Akşam Y em eği,” “K ızın K ü ç ü k Ç iç e ğ i” v e “M egget Ne­
şeli B ir B akireydi” gibi ed ep siz o lan ları. “A yı v e G ü z e l Bakire y1
söylediğinde, b ü tü n k ü re k ç ile r o n a k a tılıy o r ve Karakuş suyu11
272
.•zcrinde u çu y o rm u ş gibi g ö rü n ü y o rd u . D areon hiçbir zam an iyi
kılıç adamı o lm am ıştı; Sam b u n u , Sör Ali iser’in gözetim inde
g ird ik le ri talim g ü n le rin d e n biliyordu am a çocuğun güzel bir
s e s i va rd ı. Bir k eresin d e Ü s ta t A em on, D areo n ’un sesi için, “Ü s ­
tüne bal d ö k ü lm ü ş g ö k g ü rlem esi,” dem işti. D areon ahşap arp
ve keman da çalıyor, h atta k en d i şarkılarını yazıyordu... am a Sam
şarkıların iyi o ld u ğ u n u d ü ş ü n m ü y o rd u . Yine de, o tu ru p D areo ıı’u dinlem ek gü zeld i, gerçi ü stü n e o tu rd u ğ u sandık o kadar sert
ve kıymıklıydı ki Sam etli kalçaları için neredeyse m innettardı.
Şişman adamlar gittikleri her yere bir minder götürür, diye d ü şü n d ü .
Üstat A em o n da g ü n lerin i g ü v erted e geçirm eyi tercih ediyor­
du, bir k ürk y ığ ın ın ın altına b ü z ü ş ü p suyu seyrediyordu. D areon,
“Neye bakıyor?” diye m erak e tti b ir gü n . “Burası o n u n için aşağı­
daki kamara kadar k aran lık .”
Yaşlı adam o n u d u y d u . A e m o n ’ın gözleri solm uş ve karar­
mıştı ama k u lak ların d a b ir so ru n yoktu. “B en kör doğm adım ,”
diye hatırlattı üstat. “B u y o ld an son geçtiğim de; h er kayayı, ağacı,
köpüklü dalgayı g ö rd ü m ve ark am ızda uçan gri m artıları seyret­
tim. O tu z beş y aşın d ay d ım ve o n altı yıllık zincirli bir üstattım .
Yumurta, y ö n e tim d e o n a y ard ım e tm e m i istedi am a ben yerim in
Nöbet o ld u ğ u n u b iliy o rd u m . B en i A ltın Ejderlıa'ya bindirip k u ­
zeye gönderdi. A rkadaşı S ö r D u n c a n ’ın beni sağ salim D oğugözcüsü’ne g ö tü rm e si için ısrar etti. N y m e ria ’nın, N ö b e t’e, altın
prangalar içinde altı kral g ö n d erişin d en o yana, hiçbir acemi S u r’a
öyle bir şaşaayla g itm em işti. Y u m u rta, y em in im in sözlerini tek
başıma sö ylem ek z o ru n d a kalm ayayım diye zindanları da boşalttı.
Onların b en im şe re f m u h afızlarım o ld u ğ u n u söyledi. İçlerinden
biri B rynden N e h ir ’in ta kendisiydi. B rynden daha sonra lord
kumandan seçildi.”
“Kanknzgnnu m u ? ” dedi D areo n . “O n u n hakkında bir şarkı
biliyorum. Adı, ‘B in B ir G ö z .’ A m a o n u n yüz yıl önce yaşadığını
sanıyordum.”
“H epim iz öyle sandık. Bir zam anlar senin kadar g en çtim .”
Bu konu yaşlı adam ı h ü z ü n len d ird i. A em on öksürdü, gözlerini
kapadı ve uykuya daldı, dalgalar gem iyi sarstıkça o kü rk lerin in
•Çinde sallandı.
bir
Fok Körfezi genişlerken gri g ö k y ü z ü n ü n altında yol ^
lar; güneye, doğuya ve tekrar g ü n ey e d o ğ ru . Kaptan, bira f ^
gibi bir göbeği olan kır saçlı b ir kard eşti. G iy d iğ i siyahlar öy)ç
lekeli ve soluktu ki, m ürettebat ad am a Y a ş lı Tuzluçaput adın
takmıştı. Kaptan çok nadir k o n u şu y o rd u . İk in ci kaptan bunu te
lafı ediyordu; rüzgâr ne zam an d u rsa y a da kürekçiler ne zaman
güçten düşer gibi olsa, k ü fü r e d e re k tu z lu havayı azarlıyordu
Sabahları y u laf lapası, öğlen leri b e z e ly e lapası, akşamları da tuz­
lu sığır, tuzlu balık ve tu zlu k o y u n y e d ile r. Y em eğin
yanında
bira içtiler. D areon şarkı sö y le d i, S a m k u stu , Şebboy ağladı ve
bebeğini em zirdi, Ü stat A e m o n u y u d u v e titredi. V e rüzgâr her
geçen gün biraz daha so ğ u k v e d ah a teh d itk âr hâle geldi.
Yine de, Sam ’ in yaptığı so n y o lc u lu k ta n daha iyi bir yolcu­
luktu bu. Sam , L ord R e d w y n e ’ in A rb o r Kraliçesi isimli mahonuyla denize açıldığında o n y a şın d a n b ü y ü k değildi. ^4rhor Kraliçesi, K arakuŞtan beş kat b ü y ü k tü v e fevk alad e güzeldi. Şarap
rengi üç m uazzam y elk en i v e g ü n e ş ışığ ın d a altın gibi pırıldayan
kürekleri vardı. G e m i E sk i Ş e h ir ’d e n ay rılırk e n , Sam küreklerin
yükselip inişini nefesin i tu tarak se y re tm işti... ama bu, Sam'in
Redwyne Boğazları’ na dair so n iyi h a tıra sıy d ı.
Ve Arbor’a vard ıklarında, işler k ö tü d e n daha kötüye gitmişti.
Lord R edw yne’ ın ikiz o ğ u lla rı, S a m ’d e n daha ilk görüşte netret etmişti. H er sabah talim a v lu su n d a , o n u utandırmanın yeni
yollarını bulm uşlardı. Ü ç ü n c ü g ü n d e , S a m m erham et için yal­
vardığında, H oras Redvvyne o n u b ir d o m u z gibi ciyaklatnııştı
Beşinci günde, H o ras’ın kardeşi H o b b e r , m u tfak işçisi bir kıza
kendi zırhını giydirm iş ve kızın ahşap b ir kılıçla Sam ’i dövme­
sine izin verm işti, Sam so n u n d a ağlam ıştı. K ız zırhı çıkarıp ger­
çek kim liğini gösterdiğinde b ü tü n y av erler, yaver çömezleri
seyis yamakları kahkahalar atarak u lu m u şla rd ı.
O gece Sam ’in babası, L o rd R ed vvyn e’a, “ Çocuğun biraz
tecrübe edinm eye ihtiyacı var, hepsi b u ,” * demişti. F a k a t Re
dwyne’ın soytarısı çıngırdağını çın gırd atm ış ve, “Evet. Bir
dik biber, birkaç diş sarım sak v e ağzına b ir elm a,” diye karşı
* Y azar, h e m “ te c r ü b e e d i n m e ” h e m d e “b a h a r a t l a m a ” a n la m ın a ^
“s e a s o n in g ” s ö z c ü ğ ü y le k e lim e o y u n u y a p m ı ş , (ç .ıı.)
ver,ııi§ti- Bu hadiseden sonra Lord Randyll, Paxter Redw yne’ın
a t ış ın ın altında kaldıkları sürece S am ’in elma yem esini yasak[ami^1* ^am eve dönüş yolculuğu n da da mide bulantısı çek­
ama A rb o r’dan ayrılıyor olduğu için o kadar m utluydu
y boğazının arkasındaki k u sm u k tadını neredeyse hoş karşıla­
m işti
mıştı. Boynuz T e p e y e d öndüklerinde, annesi Sam ’e, babası­
nın
aslında onu geri getirm em ek üzere A rb or’a götürdüğünü
sö y le m işti.
yıcısı
“ Sen, L o rd P axter’ın yaver çöm ezi ve kadeh taşı­
olarak A rb o r’da kalacaktın, H oras da senin yerine bizim
y a n ım ız a
gelecekti. E ğ e r L ord R ed w yn e’ı m em nun edebilmiş
o ls a y d ın ,
lordun kızıyla nişanlanacaktm .” Kadın, Sam ’in yana­
lın d a k i
gözyaşlarını, tü kü rü kle nem lendirdiği bir parça dantelle
s ilm iş ti,
Sam annesinin yu m u şa k dokunuşunu hâlâ hatırlıyor­
du. “Benim zavallı S a m ’im ,” diye m ırıldanm ıştı kadın. “ Benim
za v a llı, zavallı S am ’im .”
Sam, Karakuş’un küpeştesine tutunm uş hâlde taşlı kıyıya
vuran dalgaları seyrederken, onu tekrar görmek giizel olacak, diye
düşündü. Beni siyahlar içinde görürse benimle gurur bile duyabilir.
“Ben artık bir erkeğim anne, ” diyebilirim ona, “bir kâhyayım ve Gece
Nöbetçilerinin adamıyım. Kardeşlerim bana Katil diyor.” Sam, erkek
kardeşi Dickon’ı da görecekti, kız kardeşlerini de. “B akın,”diye­
bilirim onlara, “bakın, neticede benim de iyi yaptığım bir şeyler varmış.”
Fakat Boynuz T e p e ’ye giderse, babası da orada olabilirdi.
Bu düşünce tekrar m idesini kaldırdı. Sam küpeştenin üstüne eğilip kustu ama rüzgâra karşı değil. Bu sefer doğru küpeşte­
ye gitmişti. Kusm akta ustalaşıyordu.
Ya da öyle olduğunu sandı; Karakuş, karayı arkasında bıraka­
l ı Ve Skagos kıyılarına gitm ek için koy boyunca doğuya vurana
kadar.
^da, Fok K örfezi’nin ağzındaydı; bir dağ kadar büyük, iistûnde vahşi insanların yaşadığı, sert ve tehditkâr bir kara parçaj1, ^am, ada halkının mağaralarda ve amansız dağ sığınaklarına Yaşadığını, savaşırken iri ve tüylü tekboynuzlar sürdüğünü
p umuştu. Skagos, eski dilde “ taş” anlamına geliyordu. Skagosar kendilerine taşdoğumlular diyorlardı ama kuzeyli adamlar
° nları Skagglar diye anıyor ve onlardan hoşlanmıyordu. Sadece
275
\ iiz
m
İ ö n c e . S kagos b ir isyanla a y a k la n m ış tı. İsy an ı bastırmak
yıllar alın ıştı. K ışyarı L o r d u 'n ıın v e l o r d u n y ü z y e m in li kılıcının
eanıııa m al o lm u ş tu . Bazı şa rk ıla r, S k a g g la r ’u ı y a m y a m olduğunu
sin le rd i. İddiaya g ö re , S k a g o sh ı s a v a şç ıla r k a tle ttik le ri adamla,
rm k alplerini ve c iğ e rle rin i y e r le rd i. K a d im g ü n l e r d e , Skagoslar,
S kane isim li k o m şu adaya y e lk e n a ç m ış , a d a n ı n k ad ın ların ı ele
g eçirm iş, erk e k le rin i ö l d ü r m ü ş v e o n la r ı ç a k ıl taşla rıy la dolu bir
sahilde o n beş g ü n s ü r e n b ir z iy a fe tte y e m iş le r d i. S k a n e ’d e bugün
bile lıiç insan y o k tu .
Şarkıları D a re o ıı da biliy o rd u . D e n i z i n
i ç in d e n Skagosun
çıplak ve gri d o ru k la rı y ü k s e ld iğ in d e , ş a rk ıc ı K a r a k u ş ' un pruva­
sında Sanı e katıldı. “E ğ e r tan rılar m e rh a m e tliy s e , g ö z ü m ü z e bir
tek b o y m ız ilişir,” d ed i.
“E ğer k ap tan m e rh a m e tliy s e , a d a y a o k a d a r fazla yaklaşmayız.
S kagos’ıın e tra fın d a ç o k te h lik e li a k ın tıla r v e b i r g e m in in gövde­
sini bir y u m u rta y m ış ç a s ın a k ır a b ile c e k k a y a la r v a r. A m a Şebboya
b u n d a n b a h se tm e . Y e te rin c e k o r k u y o r z a t e n .”
“O ve cırlak en iğ i. H a n g is in in d a h a g ü r ü l t ü l ü o ld u ğ u n u bil­
m iy o ru m . B e b ek sad ece, a ğ z ın a b ir m e m e ııc ıı tık ılın c a susuyor
ve so n ra kız ağlam aya b a ş lıy o r .”
B u n u S am d e fark e tm iş ti. “ B e lk i d e b e b e k k ız ın c a n ın ı acıtı­
y o r,” d ed i. “E ğ er d işleri ç ık ıy o r s a ...”
D a re o n u d u n u n te lin i ç e k ti v e h a v a y a a la y c ı b ir m e lo d i gön­
d erd i. “Y ab an ılların b u n d a n d a h a c e s u r o l d u ğ u n u d u y d u m .”
“Ş eb b o y cesur b ir k ız ,” d iy e ıs r a r e tti S a m , a m a k ızı d ah a önce
b u k ad ar p erişan b ir h â ld e g ö r m e d iğ in i o b ile k a b u l e tm e k zorun­
daydı. Ş eb b o y g e n e ld e y ü z ü n ü s a k lıy o r d u v e k a m a ra y ı karanlık
tu tu y o rd u am a S am k ız ın g ö z le r in in s ü r e k l i k ır m ız ı ve yanak­
ların ın sü rek li ıslak o ld u ğ u n u g ö r e b i liy o r d u . S a m s o r u n u n ne
o ld u ğ u n u s o r d u ğ u n d a , kız sa d e c e b a ş ın ı s a llıy o r v e S a m ’i kendi
cev ap ların ı b u lm a k z o r u n d a b ır a k ıy o r d u . “ D e n i z o n u korkutu­
y o r, h ep si b u ,” d e d i S a m , D a r e o n ’a. “ S u r ’a g e l m e d e n ö n c e bütün
b ild iğ i, C ra s te r K alesi v e k a le n in e tr a f ın d a k i o r m a n d ı . D oğduğu
y e rd e n y arım fe rs a h ta n fazla u z a k la ş m ış m ı d ı r b ilm e m . Dereleri
ve n e h irle ri b iliy o r a m a biz y o ld a r a s tla y a n a k a d a r b ir göl bile gör­
m e m iş ti. Ve d e n iz ... d e n iz k o r k u tu c u b i r ş e y .”
“Kara asla görüş alanım ızın dışına çıkm adı.”
“Çıkacak.” B u b ö lü m d e n S am de h o şla n m ıy o rd u .
“Azıcık su , K atil’i k o rk u tm u y o r h e rh a ld e .”
“H ayır,” diye y alan sö y ledi S am . “B en değil. A m a Şebboy...
belki onlar için b irk aç n in n i çalarsan, b eb eğ in uy u m asın a yar­
dım ed eb ilirsin .”
D areon ’u n ağzı tik sin tiy le çarpıldı. “Ş ebboy bebeğin p o p o ­
suna bir tıpa tak arsa b elk i. K okuya ta h a m m ü l e d e m iy o ru m .”
Ertesi g ü n y a ğ m u r y ağ m aya başladı ve d en iz sertleşti. Sam ,
Üstat A em o n ’a, “A şağı in se k iyi olacak, orası k u r u ,” dedi. Fakat
yaşlı üstat sad ece g ü lü m s e d i, “Y a ğ m u ru y ü z ü m d e h issetm ek iyi
geliyor S am ,” d e d i. ‘Y a ğ m u r dam laları, gözyaşları gibi. Biraz
daha kalm am a izin v e r lü tfe n . S o n ağ lad ığ ım d an b u yana çok
ıızıın zam an g e ç ti.”
Eğer Ü s ta t A e m o ıı o yaşlı ve n a rin hâliyle g ü v erted e kalacak­
sa, Sanı’iıı d e ayııı şeyi y a p m a k ta n başka seçeneği y o k tu . H e m e n
hemen b ir saat k a d a r yaşlı a d a m ın y a n ın d a o tu rd u , y u m u şa k ve
biteviye y a ğ m u r o n u k e m ik le rin e k ad ar ıslatırken cü b b esin in
içinde b ü z ü ş tü . A e m o ıı y a ğ m u ru h iss e tm iy o rm u ş gibi g ö rü n ü ­
yordu. İç g eçirip g ö z le rin i k ap ad ı. S am , o n u rü z g â rd a n k o ru m a k
için yaşlı a d am a s o k u ld u . B ira zda n onu kamaraya götürmemi iste­
yecek, dedi k e n d i k e n d in e . İstemeli. A m a ü sta t istem ed i. S o n u n d a
uzaklardan, d o ğ u d a n b ir g ö k g ü r ü ltü s ü geldi. “Aşağı in m e m iz
gerek,” d ed i S am titre y e re k . Ü s ta t A e m o n cevap v e rm e d i. S am ,
yaşlı ad am ın u y u d u ğ u n u an cak o z a m an fark etti. A d am ın o m ­
zunu nazikçe sarsarak , “ Ü s ta t,” d ed i. “Ü s ta t A em o ıı u y a n ın .”
A em on’ın k ö r, b ey az g ö zleri açıldı. Y an ak ların d an y a ğ m u r
damlaları s ü z ü lü rk e n , “Y u m u r ta ? ” d ed i ad am . ‘Y u m u r ta , r ü ­
yamda yaşlı o ld u ğ u m u g ö r d ü m .”
Sam ne y ap aca ğ ın ı b ilm iy o rd u . D iz ç ö k ü p yaşlı a d a m ı k u c a ­
ğına aldı ve o n u aşağı taşıd ı. K im se S am için g ü ç lü d iy e m e z d i v e
yağmur, Ü s ta t A e m o ıı’ın siy a h la rın ı sırılsık lam e d ip a d a m ı iki
tat ağırlaştırm ıştı. B u n a ra ğ m e n , ü sta t b ir ç o c u k k a d a r h a fifti.
Sam, k u c ağ ın d a A e m o n ’la b irlik te k am aray a g ir d iğ in d e ,
Şebboy’u n b ü tü n m u m la rı s ö n d ü r m ü ş o ld u ğ u n u g ö r d ü . B e b e k
uyuyordu. Ş eb b o y b ir k ö şeye k ıv rılm ıştı, S a m ’in v e rd iğ i b ü y ü k
277
siyah cübbenin katlarının içinde hafifçe hıçkırıyordu.
yardım et," dedi Sanı telaşla. “O m ı kurulam am a ve ısıtmam
yardım et."
Şebboy h em en kalktı. B irlikte yaşlı ü sta d ın ıslak kıyafetlerini
çıkardılar ve adam ı bir k ü rk y ığ ın ın ın altın a g öm düler. Üsta­
dın teni nem li ve so ğ u k tu , d o k u n u n c a yapış yapış hissediliy0N
dıı. “Y anm a yat,” dedi Ş ebboy, S a m ’e. “O n a sarıl, onu kendi
b eden in le ısıt. O n u ısıtm ak z o r u n d a y ız .” K endisi de aynı şeyi
yaptı, tek kelim e e tm e d e n , sü rek li ağlayarak. “D areo n nerede?”
diye so rdu Sam . “B ir arada d u ru rs a k d a h a sıcak oluruz. Onun
da burada olm ası g e re k .” Z e m in y ü k se lip ayaklarının altından
kaydığında, Sam şarkıcıyı b u lm a k için te k ra r y ukarı çıkıyordu.
Şebboy çığlık attı, Sam d e n g e sin i k a y b e d ip se rtçe yere devrildi
ve bebek ağlayarak uyandı.
Sam tekrar ayağa kalkm aya ç a lışırk e n g e m i b ir kez daha sar­
sıldı. Şebboy, S am ’in k o lların a s a v ru ld u . Y ab an ıl kız ona öyle
şiddetle sarılıyordu ki S am g ü ç lü k le n e fe s a lıy o rd u . “Korkma,”
dedi kıza. “B u yalnızca b ir m acera. B ir g ü n b u hikâyeyi oğluna
anlatacaksın.” Ş ebboy, tırn a k la rın ı S a m ’in k o lu n a daha derin
g ö m m ek ten başka b ir şey y a p m a d ı. K ız titriy o r d u , hıçkırıkları­
nın şiddetiyle b ü tü n v iic ııd u s a rs ılıy o rd u . Söylediğim her şey om
daha beter hâle getiriyor. S am kıza sım sık ı sa rıld ı, göğsünde kızın
göğüslerini hissetti. O kad ar k o r k m u ş o lm a s ın a rağ m en , bu du­
ru m o n u sertleştirm eye y etti. U ta n a ra k , hissedecek , diye düşün­
dü am a Şebboy lıissettiyse bile belli e tm e d i, sad ece Şam ’a daha
sıkı tu tu n d u .
G ü n le r peş peşe geçip gitti. G ü n e ş i h iç g ö rm ed ile r. Gün­
d ü zler griydi ve g eceler siyah; y ıld ırım la r ın , S k ag o s’ıın dorukla­
rın ın ü zerin d ek i g ö k y ü z ü n ü ay d ın la ttığ ı z a m a n la r dışında. Her­
kes açlıktan k ırılıy o rd u am a k im se y e m e k y iy e m iy o rd u . Kaptan,
k ürekçileri k u v v e tle n d irm e k için b ir fıçı ateş şarabı açtı. Sam bir
k adeh şarap d en ed i, sıcak y ılan lar b o ğ a z ın d a n aşağı inip göğsü­
ne g irerk en o iç geçirdi. İçkiyi D a r e o n da sev d i ve o andan sonra
n ad iren ayıktı.
Yelkenler yukarı çıktı, yelkenler aşağı indi. Yelkenlerden bin
direkten kurtuldu ve kocam an gri bir kuş m isali uzaklara uçtu278
fCarakui, Skagos’un güney kıyısına doğru dönerken, kayalarda
bir kadırganın enkazı gö rü n d ü . Kadırganın m ürettebatının bir
hısım kıyıya v u rm u ştu ve kargalarla yengeçler onlara saygı gös­
termek için bir araya toplanm ıştı. “Kahretsin çok yakınız,” diye
homurdandı T uzlııçap u t. “Şöyle sağlam bir rüzgâr çıksa o nların
yanına savrulup parçalanırız.” Ç o k bitkin olm alarına rağm en,
kürekçiler tekrar küreklere asıldı ve gem i güneye, D ar D en iz’e
doğru döndü. S o n u n d a Skagos küçüldü; gökyüzünde, fırtına
işaretçisi bulu tlar ya da yüksek siyah dağların tepeleri ya da h er
ikisi birden olabilecek koyu şekillere d ö nüştü. B undan sonra,
yedi gece ve sekiz g ü n boyunca açık ve sakin denizde yol aldılar.
Sonra daha çok fırtına geldi, öncekilerden daha beter.
Sessizliklerle b ö lü n e n üç fırtına m ı vardı yoksa bir mi? Sam
asla bilem edi, halb u k i u m u rsam ak için um utsuzca uğraşm ıştı.
Bir keresinde, herkes kam arada toplandığında, “N e fark ederV
diye bağırdı D areo n ona. Fark etmez , d em ek istedi Sam şarkıcı­
ya, ama bunu düşündüğüm sürece boğulmayı, hasta olmayı veya Üstat
Aemon’m titremelerim düşünmüyorum. T iz b ir sesle, “Fark etm ez,”
demeyi başardı am a sö zlerin in geri kalanı gök g ü rü ltü sü tara­
fından boğ u ld u , zem in sallandı ve S am ’i yan tarafa savurdu.
Şebboy ağlıyordu. B ebek çığlık atıyordu. Ve Sam , yukarıda m ü ­
rettebata bağıran T u z lu ç a p u t’u duyabiliyordu; hiç konuşm ayan
hırpani kaptanı.
Denizden nefret ediyorum, diye d ü şü n d ü . Denizden nefret ediyo­
rum, denizden nefret ediyorum, denizden nefret ediyorum. Bir sonraki
şimşek o kadar parlaktı ki tavandaki boşluklardan içeri girip ka­
marayı aydınlattı. B u iyi ve sağlam bir gemi, iyi ve sağlam bir gem i,
dedi Sam k en d in e. Batmayacak. Korkmuyorum.
Şiddetli rü zg ârların arasındaki sessizliklerden birinde, Sam
bembeyaz kesilm iş p arm ak eklem leriyle küpeşteye tu tu n m u ş
umutsuzca k u sm a k isterk en , m ü rette b attan bazı adam ların k o ­
nuşmalarını d u y d u ; b ü tü n b u n ların , gem iye bir kadın alm an ın
sonucu o ld u ğ u n u sö y lüyorlardı, üstelik gem ideki yabanıl b ir
tadındı. R üzgâr tek rar şid d e tlen irk en , “K endi babasıyla d ü z ü ş ­
müş,” dedi b ir adam . “B u fahişelik yapm aktan daha kötü. B u her
¡eyden daha k ö tü . O n d a n ve yavruladığı şu zelilden k u rtu lm a z ­
sak hepim iz bo ğ u lacağ ız.”
279
Sam onlarla yüzleşm eye cesaret edem edi. Onlar Sarn’d
daha büyüktü. Sert ve kuvvetli adam lardı. Kolları ve omuz^
küreklerde geçen yıllar sayesinde kalınlaşm ıştı. Ama Sam bıÇa’
ğım keskin tuttu ve Şebboy ne zam an su dökm ek için kamara
dan ayrılsa Sam de onunla gitti.
Dareon’un bile yabanıl kızla ilgili söyleyecek iyi bir şeyiy0j.
tu. Bir kere, Sam ’in ısrarıyla, bebeği sakinleştirm ek için bir nim
ııi çaldı ama Şebboy şarkının ilk kıtasında tesellisi mümkün ol­
mayan bir şekilde ağlamaya başladı. “Y ed i kahrolası cehennem *
diye parladı Dareoıı, “ bir şarkı d in lem eye yetecek vakit için bile
susamıyor m usun?”
“ Sen sadece çal,” diye yalvardı Sam , “ sadece onun için şar­
kıyı söyle.”
“Onun şarkıya ihtiyacı y o k ,” dedi D areon . “ Tem iz bir dayağa
ihtiyacı var, belki de sert bir şekilde d ü zü lm eye. Yolumdan çekil
Katil.” Sam ’i kenara itti, bir kadeh ateş şarabında ve küreklerin
sert kardeşliğinde biraz avuntu b u lm ak için kamarayı terk etti.
Sam artık aklını kaybetm ek üzereydi. Kokulara alışmıştı fa­
kat fırtınalarla Şebboy’un hıçkırıkları arasında günlerdir uvumamıştı. Üstat A em on ’ın uyandığın ı görünce, “ Ona verebile­
ceğiniz bir şey yok m u ?” diye sordu yaşlı adama, çok yumuşak
bir sesle. “ Korkusunu geçirecek bir bitki ya da iksir?”
“Duyduğun şey korku d eğ il,” dedi yaşlı adam. “Bu kederin
sesi ve kederin ilacı yok. B ırak da kızın gözyaşları kendi seyrin­
de aksın Sam. Akıntıya engel olam azsın .”
Sam anlamamıştı. “ G ü ven li bir yere gidiyor. Sıcak bir yert.
Neden kederli olsun ki?”
“ Sam,” diye fısıldadı yaşlı adam, “ iki sağlam gözün varanı3
yine de göremiyorsun. Şebboy, çocuğu için acı çeken b ir anne“ Bebek kloroz, hepsi bu. H epim iz kloroz olduk. B r a a v c *
limana çıktığımızda...”
. .
“ ...b e b e k hâlâ Dalla’nın oğlu olacak, Ş e b b o y ’u n bedeni1
çocuğu değil.”
Sam, Aemon’ın kastettiği şeyi bir an sonra anladı. v ^
maz... O asla... bebek tabii ki onun. Şebboy oğlunu a lm a d a n
Sur’dan ayrılmazdı. Onu seviyor.”
280
“Şebboy iki oğlanı da em zirdi ve ikisini de sevdi,” dedi Aeoil “fak at aynı şekilde değil. H içbir anne bütün çocukları, aynı şekilde sevm ez, Yukarıdaki Anne bile. Şebboy çocuğu
. t e y e r e k bırakmadı, bundan em inim . Lord Kumandan’ın ne
tehditlerde bulunduğunu ve ne sözler verdiğini sadece tahmin
edebilirini... lâkin tehditler ve sözler olduğu kesin.”
“Hayır. Hayır, bu doğru değil. Jo n asla...”
“j 0n asla yapmazdı. Lord K ar yaptı. Bazen mutlu bir seçenek
yoktur Sam, sadece diğerlerinden daha az keder veren bir seçe­
nekvardır.”
Mutlu seçenek yoktur. Sam , onun ve Şebboy’un katlandığı bü­
tün sıkıntıları düşündü; C raster Kalesi ve Yaşlı A yı’nın ölümü,
kar ve buz ve dondurucu rüzgârlar, günlerce günlerce günlerce
süren yürüyüş, Beyazağaç’taki yaratıklar, Soğukel ve ağaç kuz­
gunları, Sur, Sur, Sur, toprağın altındaki Kara Kapı. Bütün bun­
lar ne uğrunaydı? M utlu seçenekler ve mutlu sonlar yoktur.
Sam çığlık atmak istedi. U lu m ak, hıçkırmak, sarsılmak ve
küçük bir topak gibi kıvrılıp ağlam ak istedi. Jon bebekleri değiş­
tirdi, dedi kendine. Küçiik prensi korumak için bebekleri değiştirdi,
onu Leydi Melisandre’nin ateşlerinden ve kadının kırmızı tanrısından
uzak tutmak için. Eğer Melisandre, Şebboy’un oğlunu yakarsa bunu
kun umursar? Şebboy’dan başka hiç kimse. O Craster’ın eniği, ensesi­
ni doğmuş bir zelil, S u r’un Ötesindeki Kral’in oğlu değil. Rehine otar“k bir değeri yok, kurban olarak bir değeri yok, hiçbir şey için bir değeri
y°k, onun bir adı bile yok.
Sözsüz kalan Sam kusm ak için güverteye çıktı ama midesinÇıkaracak bir şey yoktu. Gem idekilerin üzerine gece çöktü,
inlerdir görmedikleri durgun ve tuhaf bir gece. Deniz cam
^lbi İraydı. Kürekçiler küreklerde dinlendi. Bazıları oturdukarı Yerde uyudu. Rüzgâr yelkenlerdeydi. Sam kuzey semasına
^pilmiş yıldızları ve özgür insanların Hırsız dediği kızıl göçeeyı bile görebiliyordu. O b e n im y ıld ız ım o lm a lı, diye düşündü
f l1 bir hâlde . J o n ’u n L o r d K u m a n d a n olm asına ya rd ım ettim ve ona
oy la bebeği g e tird im . A d u tlu so n la r yoktur.
katil.” Dareon, Sam ’in yanında belirdi, onun acısından bi­
h ab erd i. “S o n u n d a tatlı b ir gece. Bak, yıldızlar ortaya çıkıy0r
B ir parça ay bile g ö reb iliriz. E n k ö tü s ü b itm iş olabilir.”
“H a y ır /’ Sam b u r n u n u sildi ve to m b u l parm ağıyla güneyi
k aranlığın to plandığı yeri g ö ste rd i. “İşte ,” d edi. O n u n konuş­
tu ğ u anda şim şek çaktı, k ö r ed ici b ir parlaklıkla, ani ve sessiz.
U zaktaki b u lu tla r b ir atı için ışıldadı. D ü n y a d a n daha yüksek
m o r, kırm ızı ve sarı dağlar, d ağ ların ü s tü n e yığıldı. “En kötüsü
b itm ed i. E n k ö tü sü dah a y en i b aşlıy o r ve m u tlu sonlar yok.”
“T an rılar m e rh a m e t e d in ,” d e d i D a re o n g ülerek. “Katil, tam
b ir k o rk ak sın .”
JAIME
Lord T y w in L an n ister şeh re aygırının sırtında girm işti, k ır­
mızı m ineli zırh ı gö sterişli ve ışıltılıydı, m ücevherlerle ve altın
süslemelerle p arlaktı. L o rd T y w in L annister aynı şehirden k ır­
mızı sancaklarla k ap lan m ış y ü k se k b ir arabanın içinde ayrıldı,
kemiklerine refak at e d e n altı sessiz rahibeyle birlikte.
Cenaze alayı, K ral T o p ra k la rı’m , A slan K apısı’n dan daha ge­
niş ve daha g ö rk em li o lan T a n rı K apısı’ndan terk etti. Jaim e bu
tercihin yanlış o ld u ğ u n u h issed iy o rd u . O n u n babası bir aslandı,
bunu kim se in k âr e d e m e z d i am a L ord T y w in bile bir tanrı o l­
duğunu asla idd ia etm e m işti.
Lord T y w in ’in arabası elli şövalyeden oluşan şe ref kıtası tara­
fından çev relen m işti, ad am ların m ızrak ların d a kırm ızı flam alar
dalgalanıyordu. B atı lo rd la rı o n la rın h e m e n arkasından geliyor­
du. Rüzgâr, lo rd la rın san cak larını sa v u ru y o r ve sancakların ü s­
tündeki arm aları titre tip d an s e ttiriy o rd u . Ja im e , atını kafilenin
baş tarafına d o ğ ru sü re rk e n yaban d o m u z la rın ın , porsukların,
böceklerin, b ir yeşil o k u n , b ir k ırm ızı ö k ü z ü n , çapraz şekilde
duran teb erlerin , m ız ra k la rın , b ir ağaç kedisinin, bir çileğin, bir
leydi elbisesi k o lu n u n ve b irb irle rin e zıt ren k lerd e boyanm ış
dört güneşin y a n ın d a n geçti.
Lord Brax, g ü m ü ş d o k u m a lı astarı olan açık gri bir takım
giymişti, k alb in in ü s tü n e am etist b ir tek b o y n u z iğnelem işti.
Lord Jast, siyah çelik ten yapılm ış b ir zırh ın içindeydi, göğüs
kalkanına üç altın aslan başı kakılm ıştı. G ö rü n ü şü n e bakılır­
sa, Jast’m ö lü m ü y le ilgili d ed ik o d u la r çok da yanlış sayılm az­
dı; aldığı yaralar ve tu tsak lık , o n u b ir zam anlar o lduğu ad am ın
gölgesi hâline g etirm işti. L o rd B an efo rt m ücadeleyi daha kolay
atlatmıştı ve savaşa d ö n m e y e hazır g ö rü n ü y o rd u . P lu m m m o r
giymişti, P re ster k ak ım rengi, M o relan d kızıl ve yeşil. F akat h e r
biri, eve g ö tü rd ü k le ri ad am ın o n u ru n a kırm ızı ipek b ir p e le rin
kuşanmıştı.
Lordların ark asın d an yüz arbaletçi ve üç yüz silahlı asker
geliyordu, o n ların o m u z la rın d a n da kırm ızılar akıyordu. B eyaz
p e le rin in in ve beyaz p u llıı z ır h ın ın iç in d e k i J a in ıe , bu kırrru2
n e h rin o rta sın d a abes o ld u ğ u n u h is s e d iy o r d u .
A m cası da o n u n dalıa m ü s te r ih o lm a s ın ı sağ lam ad ı. Jairne
kafilenin baş tarafına g id ip a tın ı a d a m ın y a n ın a yanaştırdığında'
“L ord K u m a n d a n ,” d e d i S ö r K ev aıı, “M a je s te le r i Kraliçe’nin
b eııim için so n b ir e m ri m i v a r? ”
“B uraya C e rse i için g e lm e d im .” A r k a d a b ir d a v u l vurm aya
başladı; ağır, ö lç ü lü , h ü z ü n lü . Ö lü , d iy o r g ib iy d i, Ölü, ölii, ölü
“V eda e tm ey e g e ld im . O b e n im b a b a m d ı.”
“Ve o n u n .”
“Ben C e rsei d eğ ilim . B e n im s a k a lım v a r, o n u n göğüsleri
E ğ er katan ız hâlâ k arışık sa a m c a , e lle r im iz i sa y ın . C e rs e i’nin iki
eli v ar.”
“İk in iz in d e istih za d ü ş k ü n lü ğ ü v a r ,” d e d i S ö r K evan. “Ş a h ­
larınızı k e n d in iz e sa k lay ın sö r, b e n o n la r ı p e k s e v m e m .”
“N asıl iste rs e n iz .” B u iş u m du ğ u m k a d a r iy i gitm iyor. “Cersei
sizi u ğ u rla m a k iste rd i a m a acil işle ri v a r .”
S ör K evan g ü ld ü . “ H e p im i z in v a r. K r a lın ız n a s ıl? ” Adamın
ses to n u , so ru y u b ir a z a rla m a y a d ö n ü ş t ü r m ü ş t ü .
“Y e terin ce iy i,” d e d i J a im e k e n d i n i s a v u n u r b i r tonla. “Sa­
b ahları o n u B a lo n S w a n n k o r u y o r . İyi v e y iğ it b ir şövalye.”
“B ir za m a n la r, in s a n la r b e y a z p e l e r i n g iy e n le r d e n bahseder­
k en b u sıfatları e k le m e y e g e r e k d u y m a z d ı .”
Kim se kardeşlerini seçemiyor, d iy e d ü ş ü n d ü J a im e . K en d i adam­
larımı seçmeme izin verin ve K r a l M u h a fız la r ı tekrar azam etli olsun.
A m a b u y ü k se k sesle s ö y le n s e z a y ı f b i r id d ia g ib i duyulurdu;
d iy ar ta ra fın d a n K ral K atili o la r a k a n ıla n b i r a d a m ın beyhude
b ö b ü rle n m e s i. O n u ru boktan olan b ir a d a m ın . J a i m e b o ş verdi.
B u ray a am casıyla ta r tış m a k iç in g e l m e m iş ti . “ S ö r ,” d e d i, “Cersei’yle b arış im z a la m a n ız g e r e k .”
“Savaşta m ıy ız? K im se b a n a s ö y l e m e d i.”
Ja im e b u n u d u y m a z d a n g e ld i. “ L a n n i s t e r ’la L a n n iste r ara­
sın d a k i ç e k işm e , sa d e c e h a n e d a n ı m ı z ı n d ü ş m a n la r ı n a yardım
e d e r .”
“E ğ er o rta d a b ir ç e k iş m e v a rsa , b e n i m m a r i f e t im değil- Cer­
sei h ü k m e tm e k istiy o r. P e k â lâ . D iy a r o n u n . B e n im te k isteğim
rahat b ıra k ılm a k . B e n im y e r im o ğ lu m la b ir lik te D a r r y ’de. K a­
lenin ta m ir e d i l m e s i , a r a z ile r in e k ilm e s i v e k o r u n m a s ı g e re k .”
Sör K evan acı b i r k a h k a h a k o y u v e r d i. “V e k a rd e ş in , b a n a z a m a ­
nımı d o l d u r m a k iç in y a p a c a k fazla b ir şe y b ıra k m a d ı. L a n c e l’in
d üğünüyle d e ilg i l e n m e l iy im . M ü s ta k b e l k a rısı, b iz im D a r r y ’ye
varm am ızı b e k l e r k e n e p e y s a b ır s ız la n d ı.”
İkizler'den g elen b ir d u lla evlenecek. J a i m e ’n in k u z e n i L an cel o n
metre g e rid e a t s ü r ü y o r d u . Ç u k u r g ö z le ri v e b ey az saçlarıyla
Lord J a s t’ta n d a h a y a ş lı g ö r ü n ü y o r d u . J a im e , L a n c e l’i g ö r d ü ­
ğünde h a y a le t p a r m a k l a r ı n ı n k a ş ın d ığ ın ı h is s e d iy o rd u ... L a n (el’le, O sm ıın d K a r a k a z a n 'la ve ih tim al A y O ğ la n 'la yatıyordu... J a i­
me sayısız k e r e L a n c c F le k o n u ş m a y a ç a lış m ış tı a m a o n u h iç b ir
zaman y a ln ız y a k a la y a m a m ış tı. E ğ e r d e lik a n lın ın y a n ın d a babası
yoksa b ir r a h ip v a r d ı. L a n c el, K e v a n 'ın oğlu olabilir ama dam arla­
rında süt akıyo r. T y rio n ya la n söyledi. O sö zler beni yaralam ak içindi.
Ja im e , k u z e n i n i a k l ı n d a n ç ık a r d ı v e te k r a r a m c a s ın a d ö n d ü .
“D ü ğ ü n d e n s o n r a D a r r y ’d e m i k a la c a k s ın ız ? ”
“B elki b i r ş i i r e iç in . G ö r ü n ü ş e g ö r e S a n d o r C le g a n e , Ü ç
Dişli M ız r a k b o y u n c a a k ın la r d ü z e n liy o r . K ız k a rd e ş in o n u n
başını istiy o r. S a n d o r , D o n d a r r i o n ’a k a tılm ış o la b ilir.”
Ja im e , T u z ç u k u r u ’n u d u y m u ş t u . Ş im d iy e k a d a r d iy a rın y a­
rısı d u y m u ş tu . S o n d e r e c e v a h ş i b i r b a s k ın d ı. K a d ın la r te c a v ü ­
ze u ğ ra m ış v e s a k a t b ı r a k ı lm ış t ı, ç o c u k la r a n n e le r in k o lla rın d a
k atled ilm işti, k a s a b a n ı n y a rıs ı a te ş e v e r ilm iş ti. “R a n d y ll T arly ,
Bakire H a v u z u ’n d a . B ır a k ın d a h a y d u tla r la o ilg ilen sin . S izin
N e h iro v a ’ya g i t m e n i z i te r c i h e d e r i m .”
“N e h i r o v a ’n ı n
k o m u ta sı
Sör
D a v e n ’d a.
B atı
M u h a fız ı.
O n u n b a n a ih tiy a c ı y o k . L a n c e P in v a r .”
“N a sıl is t e r s e n i z a m c a .” J a i m e ’n in başı d a v u lu n ritm iy le
z o n k lu y o rd tı. Ö lü , ö lü , ö lü . “Ş ö v a ly e le rin iz i e tra fın ız d a tu ta r s a ­
nız iyi e d e r s i n i z .”
S ör K e v a n , J a i m e ’y e s o ğ u k b ir b ak ış attı. “B u b ir te h d it m i
sör?”
Tehdit ? B u im a J a i m e ’yi şa ş ırttı. “B ir ikaz. D e m e k is te d i­
ğini... S a n d o r ç o k t e h l i k e l i .”
“Siz h â lâ k u n d a k l a r ı n ı z ı n iç in e s ıç a rk e n , b en h a y d u tla rı ve
eşkıya şövalyeleri .ış ıy o r d u m . E ğ e r e n d iş e e ttiğ in iz şey buySa
sor, g idip C leg a n e ve D o n d a r r io ıı’la te k b a ş ım a y üzleşecek de
ğilim . B ü tü n L a n n istc rla r ş ö h r e t b u d a la s ı d e ğ ille r .”
A h anıca, sanırını betiden bahsediyorsun. “A d d a m M arbrand o
h ay dutlarla eıı az siz in k a d a r iyi b aş e d e b ilir . B rax , Banefbrt
P lııın n ı ve diğerleri d e ciylc. L akiıı h iç b ir i s iz in k a d a r iyi bir Kral
Eli o la m a z .”
“K ardeşiniz şa rtla rım ı b iliy o r. Ş a r tla r ım
d e ğ iş m e d i. Yatak
odasına bir dahaki g iriş in iz d e o n a b ıın ıı s ö y l e y in .” S ö r Kevan
savaş atını n ıa h n ıu z la y ıp u z a k la ş tı, J a i m e ’y le y a p tığ ı sohbete
b ek len m ed ik b ir so n v e rd i.
Ja im e a d a m ın g itm e s in e m ü s a a d e e t ti, k a y ıp k ılıç eli şeyiriv o rd u . H e r şeye ra ğ m e n C e r s e i ’n i n y a n lış a n la m ış olmasını
u m m u ş tu am a hata e ttiğ i o r ta d a y d ı, ik im iz i b iliyo r. Tom m en’ı ve
M yrcella'yı biliyor. C ersei de o n un b ild iğ in i b iliy o r. S ö r K evan, Cas-
terly K ıy asım d a n b ir L a n n is te r ’d ı. J a i m e , C e r s e i ’n in o n a zarar
v ereceğ in e in a n a m a z d ı a m a ... T y rio n h a k k ın d a yan ıldım , neden
Cersei hakkında yanılıyor o lm ay a yım ? Ç o c u k l a r b a b a la r ın ı öldürü-
y o rk en , b ir y eğ en i a m c a s ın ı ö l d ü r m e k t e n a lık o y a c a k ne vardı?
Ç o k fazla şey bilen sakıncalı b ir anıca. C e r s e i , o n u n işin i T a z ı’nın
yapacağını u m u y o r d a o la b ilird i. E ğ e r S a n d o r C le g a n e , Sör
K evan’ı ö ld ü r ü rs e , C e r s e i ’n in k e n d i e l l e r i n i k a n a bulam asına
g erek k alm azd ı. Ve karşılaşırlarsa ö ld iiriir d e . K e v a n L a n n iste r bir
zam an lar sağlam b ir k ılıç a d a m ıy d ı a m a a r t ı k g e n ç değildi ve
T azı...
Kafile, J a im e ’ye y e tiş ti. L a n c e l ik i r a h i p l e b ir li k t e geçerken
J a im e d e lik an lıy a s e s le n d i. “ L a n c e l. K u z e n . E v liliğ in için seni
te b rik e tm e k is te d im . V a z if e le r im s e b e b iy le d ü ğ ü n e iştira k ede­
m e y e c e ğ im iç in ü z g ü n ü m .”
“M a je ste le ri k o r u n m a lı.”
"Ve k o ru n a c a k . Y in e d e , y a ta k t ö r e n i n i k a ç ır a c a k olm aktan
n e f re t e d iy o r u m . B u s e n in ilk e v liliğ in , a n l a d ı ğ ı m kadarıyla kı­
z ın ik in c i ev liliğ i. L e y d im s a n a n e y i n n e r e y e g ir e c e ğ in i göster­
m e k te n m u t lu l u k d u y a c a k , b u n d a n e m i n i m . ”
B u e d e p s iz y o r u m , y a k ın d a k i l o r d l a r ı n ç o ğ u n u n gülm esine
ve L a n c e l’in r a h i p le r in in k ın a y a n b a k ış la r a t m a s ın a se b e p oldu.
LaIlCel e y e r in d e h u z u r s u z c a k ıp ır d a n d ı. “K o calık v a z ife m i y e ri­
ne g etirecek k a d a r şe y b i l i y o r u m s ö r .”
“Bir g e lin in , k e n d i d ü ğ ü n g e c e s in d e isted iğ i şey ta m o larak
bu,” d e d i J a im e - “ V a z ife s in i n a s ıl y e r in e g e tire c e ğ in i b ile n b ir
koca.”
L ancel’in y a n a k l a r ı n a b ir k ır m ız ılık y ü r ü d ü . “S izin için d u a
ediy o ru m k u z e n . M a j e s t e l e r i K ra liç e iç in d e. Yaşlı H a tu n o n u
h ik m etin e m a z h a r e t s in v e S av aşçı o n u k o r u s u n .”
“C e rs e i n e d e n S a v a ş ç ı y a ih tiy a ç d u y s u n ki? B e n v a rım .”
Jaime a tın ı d ö n d ü r d ü , b e y a z p e le r in i rü z g â rla dalgalandı. İblis
yalan söylüyordu. C e rs e i, L a n c e lg ib i d in d a r bir budalayla yatmaktansa,
bacaklarının a ra sın a R o b e r t ’m cesedini alm ayı tercih eder. Tyrion, seni
şe)>tani piç, da h a olası b iri h a k k ın d a yalan söylem eliydin . Ja im e , b a­
basının c e n a z e a r a b a s ın ı d ö r tn a l a g e ç ti v e u z ak tak i şe h re d o ğ ru
koştu.
Ja im e L a n n ı s t e r , Y ü k s e k A e g o n T e p e s i’n d e k i K ızıl Kale’ye
d ö n erk en , K ra l T o p r a k l a r ı ’n ı n c a d d e le r i n e re d e y s e te rk ed il­
miş g ö r ü n ü y o r d u . Ş e h r i n k u m a r y u v a la rın ı ve m ey h a n e le rin i
d o ld u ran a s k e r l e r i n ç o ğ u a r tı k g itm iş ti. Y iğit G arlan , T y rell
k u v v etin in y a r ı s ı n ı Y ü k s e k B a h ç e ’y e g e ri g ö tü r m ü ş tü . D iğer
yarısı, F ı r t ı n a B u r n u ’n u k u ş a t m a k ü z e r e M a c e T y re ll ve M ath is
R ow an’la b i r l i k t e g ü n e y e y ü r ü m ü ş t ü .
L a n n is te r o r d u s u n a g e lin c e ; iki b in te c r ü b e li m u h a rip , şehir
d u v a rla rın ın d ı ş ı n d a k i k a m p t a k a lm ış tı, P a x te r R e d w y n e ’in d o ­
n a n m a s ın ın g e l m e s i n i v e o n la r ı K a ra su K o y u ’n u n karşısına ge­
çirip E jd e r h a K a y a s ı’n a g ö t ü r m e s i n i b e k liy o rla rd ı. L ord S tannis
kuzeye y e l k e n a ç a r k e n a r k a s ın d a k ü ç ü k b ir g a rn iz o n bırakm ıştı,
yani iki b i n a d a m g a y e t y e te r li o la c a k tı, C e rs e i b u n a karar v e r­
mişti.
G e ri k a la n b a t ı l ı a d a m l a r ; e v le r in i y e n id e n inşa etm ek , ta r­
lalarını e k m e k v e s o n b i r h a s a t k a ld ır m a k için karılarına ve ç o ­
cu k ların a d ö n m ü ş l e r d i . A s k e r le r y o la ç ık m a d a n ö n ce, C e rsei,
T o m m e n ’ı o n l a r ı n k a m p ı n a g ö t ü r m ü ş v e a d a m la rın k ü ç ü k kralı
n e ş e le n d irm e s in e iz i n v e r m iş ti . K raliçe o g ü n , d u d ak ların d ak i
g ü lü m se m e v e a l t ı n s a ç la r ın d a ışıld ay an so n b a h a r g üneşiyle,
daha ö n c e h i ç o l m a d ı ğ ı k a d a r g ü z e ld i. İn sa n la r o n u n h ak k ın d a
287
başka ne söylerse söylesin, C ersei kendini erkeklere nasıl
receğini biliyordu.
Sev^u
Jaim e, kale kapılarından içeri girdiğinde, dış avluda m
talimi yapan iki düzine şövalyeyle karşılaştı. Artık yapamav ^
bir şey daha, diye düşündü. B ir m ızrak, bir kılıçtan dahaav^
daha hantaldı. Jaim e için kılıçlar bile yeterince sıkıntılıya ^
rağı sol eliyle taşıyabileceğini d ü şün dü ama bu, kalkanım
koluna takması gerektiği anlam ına geliyordu. Bir m ızrak
sabakasıııda, düşm an her zam an sol tarafta olurdu. Jaime’nın
sağ kolundaki bir kalkan, göğüs kalkanındaki meme uçları kad
fayda sağlardı. Atından inerken, hayır, m ızrak günlerim bitti, d1Ve
düşündü... ama yine de du rd u ve bir süre talimi izledi.
Sör U zu n Tallad, m ızrak hedefindeki kum torbası dönüp
kafasına çarptığında atından düştü. G ü çlüdom uz hedefteki kal.
kana öyle sert vu rd u ki ahşap çatladı. T e tik ’in Kennos’u yıkımı
tamamladı. Y ağ m u r O rm a n ı’ndan S ö r D erm ot için hedefe veni
bir kalkan asıldı. Lam bert T u rb e rry hedefe sadece yandan vura­
bildi ama Sakalsız Jo n B ettley, H u m fre y Sw yft ve Alyn Stackspear sağlam darbeler in dirdiler, K ırm ızı Ronnet Conningtonda
mızrağını parçaladı. Son ra Ç iç e k Şövalyesi atına bindi ve diğer
adamların hepsini utandırdı.
M ızrak dövü şün ün dörtte üçü binicilikti, Jaime her zaman
buna inanm ıştı. Sör Loras atını olağanüstü sürdü ve
mızrağını,
elinde bir m ızrakla doğm uşçasına taşıdı... delikanlının anne­
sinin yüzündeki acı dolu ifadenin sebebi de buydu şüphesu
Mızrağın ucunu tam istediği yere koyuyor ve bir kedinin dengesini’
kipmiş gibi görünüyor. B elki de beni attan düşürmesi şans eseri d$MJaim e’ nin delikanlıyı bir daha asla deneyemeyecek olması bii
yük talihsizlikti. Ja im e adam ları talim leriyle başbaşa ^ıra^ T|,
Cersei; T o m m en ve Lord M erryw eath er’ın siyah sa^I]^
karısıyla birlikte M aegor H isarı’ııdaki çalışma odasındaydı- ^
birlikte Yüce Ü stat P ycelle’e gülüyorlardı. Kapıdan içeri £ır
ken, “ Zekice yapılm ış bir espiriyi mi kaçırdım?” dedi Jaı^lc
“Ah, bakın,” diye m ırıldandı Leydi Merryvveather,
kardeşiniz geri dönm üş M ajesteleri.”
^
“ Büyük bölüm ü.” Jaim e kraliçenin sarhoş olduğlinl1
gir vakitler R obert Baratheon’ı içki içtiği için hor gören
CÎtl ei s0îl zamanlarda elinde bir sürahi şarapla dolaşıyor gibiyHaime bundan hoşlanm ıyordu ama bu günlerde kardeşinin
tığı hi£bir §ey den hoşlanm ıyordu. “Yüce Ü stat,” dedi C erLord Kum andanda paylaşın lütfen.”
^pycelle fevkalade rahatsız görünüyordu. “ Bir kuş geldi,”
jedi “Stokeworth’ten. Leydi Tanda, kızı Lollys’in güçlü ve sağbir oğul doğurduğunu söylü yo r.”
“Küçük piçe ne isim verdiklerini asla tahmin edemezsin kar­
• “h a v a d isle ri
deşini*”
“H a tır la d ığ ım
kadarıyla bebeğe T y w in adını verm ek istiyor­
lardı.”
“Evet ama ben bunu yasakladım . Falyse’e, babamızın asil is­
mini, bir domuz çobanının ve yarım akıllı bir dişi domuzun
eniğine hediye etm eyeceğim i söyled im .”
Yüce Üstat Pycelle, “ Leydi Stokevvorth, çocuğun isminin
onun marifeti olm adığı konusunda ısrar ediyor,” diyerek ara­
ya girdi. Adamın bu ruşu k alnında ter damlaları vardı. “ Seçimi
Lollys’in kocası yapm ış. B ro n n denen adam... görünüşe göre
çocuğa...”
“Tyrion adını ko ym u ş,” diye tahm in etti Jaim e. “ Ona Tyrion
adını vermiş.”
Yaşlı adam titreyen başıyla onayladı. Cübbesinin koluyla al­
nını sildi.
Jaime gülmek zorundaydı. “ B u yu r tatlı kardeşim. H er yerde
Tyrion’ı arıyordun. Bü tün bu zaman boyunca Lollys’in rahminde saklanıyormuş.”
“Tuhaf. Sen ve B ronn çok tuhafsınız. O piç şu anda Lollys
^nmakılh’nın m em esini em iyor ve o paralı asker, yaptığı küÇükküstahlığa gülerek onu seyrediyor.”
helki de çocuk kardeşinize benziyordur,” dedi Leydi M errV^ather. “Şekil bozukluğuyla doğmuş olabilir, belki de burun­
uzda^ ’ Gırtlağından gelen bir kahkahayla güldü.
Tatlı b e b e ğ e b i r h e d i y e g ö n d e r m e l i y i z , ” d e d i k r a li ç e . “ Ö y l e
e&l m i T o m m e n ? ”
h ir kedi y a v r u s u g ö n d e r e b i l i r i z . ”
“Bir aslan yavrusu,” dedi Leydi M erryw eather. Gülümsem
çocuğun küçük boğazını parçalaması için, diyordu.
’’
“Benim aklımda daha farklı bir hediye var,” dedi Cersei
Büyiik ihtimalle yeni bir üvey baba. Jaim e kardeşinin gözleri
deki bakışı tanıyordu. O bakışı daha önce de görmüştü. En son
T o m m en ’ın düğün gecesinde; C ersei, Kral Eli Kulesi’ni yaktı
ğıııda. İzleyicilerin yüzleri çılgm ateşin yeşil ışığıyla yıkanmıştı
bu yüzden insanlar çürüyen cesetler gibi görünüyorlardı, neşeli
bir gulyabani sürüsü gibi. Fakat bazı cesetler diğerlerinden daha
alımlıydı. Cersei o uğursuz ışıltının içinde bile güzeldi. Tek eli
göğsiindeydi, dudakları aralanm ıştı, yeşil gözleri parlıyordu. Ağ­
lıyor, diye fark etmişti Jaim e, fakat kardeşinin kederden mi yoksa
zevkten mi ağladığını söyleyem ezdi.
Manzara Jaim e’yi tedirginlikle d o ld u rm u ştu , ona Aerys Targaryen’ı ve adam ın ateşle nasıl tahrik o ld u ğ u n u hatırlatmıştı. Bir
kralla Kral M uhafızları arasında sır olm azdı. Aerys’in saltanatının
son yıllarında, kralla kraliçenin ilişkisi gergindi. Ayrı yataklarda
uyuyor ve uyanık oldukları zam anlarda birbirlerinden uzak dur­
mak için ellerinden gelen h er şeyi yapıyorlardı. Fakat Aerys ne
zaman bir adamı ateşe verse, o gece Kraliçe Rhaella’nın bir zi­
yaretçisi oluyordu. Aerys gürzlü ve hançerli E l’ini yaktığı gün,
Jaim e ve Jo n D arry kralın yatak o dasının kapısında beklemişler­
di. M eşe kapının arkasından, R haella’n ın , “C anım ı yakıyorsun,”
diye bağırdığını duym uşlardı. “C a n ım ı yakıyorsun.” Bu feryat,
tu h af bir şekilde, Lord C h elsted ’in çığlıklarından daha beterdi.
Jaim e en sonunda, “Biz kraliçeyi k o ru m a k için de yemin ettik,”
dem işti. “E ttik,” diye onaylam ıştı D arry, “am a kraldan korumak
için değil.”
Bu olaydan sonra Jaim e, R haella’yı sadece bir kez görmüştü;
kadının E jderha Kayası’na gitm ek üzere kaleden ayrıldığı sabah.
Kraliçe, o n u Y üksek Aegon T ep esi’n d e n aşağı indirip gemiye gö­
türecek olan kraliyet arabasına b in erk en pelerinli ve başlıkM1
am a Jaim e, kraliçe gittikten sonra, kadının hizmetçilerinin fısıl*
tılarını d uym uştu. Kraliçenin, bir canavarın saldırısına uğramı?
gibi g ö rü n d ü ğ ü n ü söylem işlerdi, kadının baldırları tırmalanmış
ve göğüsleri çiğnenm işti. Taçlı bir canavar, Jaim e biliyordu.
290
S o n u n d a D e li K ral öyle k o rk ak b ir adam hâline gelmişti ki,
onun b u lu n d u ğ u y e rle re , K ral M u h a fız la n ’m n taşıdığı kılıçlar
dışında h iç b ir b ıç a ğ ın so k u lm a s ın a izin verm ez olm uştu. Saka­
lı k arm ak arışık v e k irliy d i. Saçları beline kadar inen platin bir
d üğ ü m d ü . T ır n a k la r ı y irm i sa n tim u z u n lu ğ u n d a sarı ve çatlak
pençelerdi. A m a b ıç a k la r o n a işkence etm eyi sürdürm üştü; kra­
lın asla k açam ay a cağ ı b ıçak lar, D e m ir T a h t’ın bıçakları. Kralın
kolları ve b a c a k la rı h e r z a m a n yara kabuklarıyla ve tam iyileş­
m em iş k e s ik le rle k ap lıy d ı.
Jaim e, C e r s e i’n in g ü lü m s e m e s in i incelerken, bırak da kömür­
leşmiş kem iklerin ne pişm iş etlerin kralı olsun , diye hatırladı. Bırak da
küllerin kralı olsun. “ M a je ste le ri,” dedi, “sizinle özel olarak konu­
şabilir m iy iz ? ”
“N asıl is te rs e n . T o m m e n , b u g ü n k ü dersinin vakti geldi de
geçiyor b ile. Y ü c e Ü s ta t ’la g it.”
“E v et a n n e . K u ts a n m ış B a e lo r’u ö ğ ren iy o ru m .”
K raliçeyi iki y a n a ğ ın d a n ö p tü k te n sonra Leydi Merryweather da ay rıld ı. “A k ş a m y e m e ğ i için d ö n ey im m i M ajesteleri?”
“D ö n m e z s e n iz ç o k d a rılırım .”
Ja im e , M y rli k a d ın ın y ü rü rk e n kalçalarını nasıl salladığına
dikkat e tm e k te n k e n d in i alam adı. H er adım bir baştan çıkarma.
Kapı k a d ın ın a rk a s ın d a n k ap an d ığ ın d a Jaim e boğazını temizledi
ve, “Ö n c e ş u K ara k a z a n la r, so n ra Q y b u rn , şim di de bu kadın,”
dedi. “B u g ü n le r d e t u h a f b ir hayvanat bahçesine sahipsin tatlı
k ard eşim .”
“Leydi T a e n a ’d a n ziyadesiyle hoşlanm aya başladım. Beni
eğ len d iriy o r.”
“O k a d ın L ey d i M a rg a e ry ’n in eşlikçilerinden biri,” diye ha­
tırlattı J a im e . “S en i k ü ç ü k kraliçeye gam m azlıyor.”
“E lb e tte g a m m a z lıy o r.” C ersei, kadehini yeniden doldur­
mak için içki d o la b ın a gitti. “T a e n a ’yı kendi eşlikçim olarak
almak iste d iğ im d e M a rg ae ry çok sevindi. O n u duym alıydın.
‘Sizin için bir kardeş olacak, tıpkı benim için olduğu gibi. Onu kesin­
likle alm alısınız! B en im kuzenlerim ve diğer leydilerim var.' K üçük
kraliçem iz y aln ız k alm am ı istem iy o r.”
“M a d em b ir casu s o ld u ğ u n u biliyordun, o nu neden aldın?”
291
“M a rg ac ry d ü ş ü n d ü ğ ü k a d a r z e k i d e ğ il. Ş u M y r li sürtüğün
için d e nasıl tatlı b ir y ıla n o ld u ğ u n a d a i r e n u f a k b ir fikri y0k
K ü çü k kraliçeyi, sa d e c e b ilm e s in i i s t e d i ğ i m ş e y le r le beslemek
için T a eııa'y ı k u lla n ıy o ru m . H a t ta b a z ıla r ı g e r ç e k .” C e rs e i’nin
g ö zleri fesatlıkla p a r lıy o rd u . “V e T a c n a , B a k ir e M a rg a e ry ’nin
yaptığı h e r şeyi b a n a a n la tıy o r .”
“A n latıy o r ım ı? Bıı k a d ın h a k k ı n d a n e b i l i y o r s u n ? ”
“B ir a n n e o ld u ğ u n u b il i y o r u m , b u d ü n y a d a y ü k s e k
yerlere
gelm esin i isted iğ i g e n ç b ir o ğ lu v a r. O ğ l u n u n b u n u başardığım
g ö rm e k için n e g e re k iy o rs a y a p a r. B ü t ü n a n n e l e r a y n ıd ır. Ley­
di M e rrv w e a th e r b ir y ıla n o la b ilir la k ın a p ta l d e ğ il. O n u n için,
M a rg ae ry ’n in y a p a b ile c e ğ in d e n fa z la ş e y y a p a b ile c e ğ im i biliyor
ve b u y ü z d e n işim e y a ra m a y a ç a lış ıy o r . B a n a a n la t tı ğ ı ilginç şey­
leri d u y san ç o k ş a ş ır ırs ın .”
“N e tü r şe y le r? ”
C e rsei p e n c e r e n in a ltın a o t u r d u . “ D i k e n K r a liç e s i arabası­
n ın için d e sik k e d o lu b ir s a n d ık s a k l ıy o r , b u n u b il iy o r m uydun?
F etilı’in ö n c e s in e ait esk i a ltın la r . E ğ e r b i r ta c i r , a ltın sikkeli bir
fiyat telaffu z e d e c e k k a d a r a p ta l o l u r s a , D i k e n K r a liç e ’si adamın
ü c re tin i Y ü k s e k B a h ç e ’n i n e lle r iy le ö d ü y o r . H e r e l, b izim bir
e jd e rh a m ız ın yarı a ğ ır lığ ın d a . H a n g i t a c i r M a c c T y r e l l ’in leydi
an n esi ta ra fın d a n d o la n d ı r ıl d ı ğ ı n ı s ö y l e m e y e c e s a r e t edebilir?”
Ş arab ın d an b ir y u d u m a ld ı. “ K ü ç ü k g e z i n t i n k e y if li m iy d i? ”
“A m c a m ız s e n in y o k lu ğ u n l a ilg ili y o r u m l a r y a p t ı .”
“A m c a m ız ın y o r u m la r ı b e n i i l g i l e n d i r m i y o r . ”
“İlg ile n d irm e li. O n d a n f a y d a l a n a b i l i r s i n . N e h i r o v a ’d a y a d a
K a y a d a d eğ ilse , L o rd S t a n n is ’e k a r ş ı k u z e y d e . B a b a m , Kevan’a
h e r z a m an g ü v e n d i...”
“ K u zey M u h a f ız ı’m tz , R o o s e B o l t o n . S t a n n i s ’le o ilgilene­
cek .”
“L o rd B o lto n , B o ğ a z ’ın a ş a ğ ıs ın d a k a p a n a k ıs ıld ı. Kuzeyle
b ağ lan tısı M o a t C a il in ’d e k i d e m i r a d a m l a r t a r a f ı n d a n kesildi.’
“ U z u n z a m a n iç in d e ğ il. B o l t o n ’ı n p i ç i b u k ü ç ü k engeli or­
tad an k ald ıracak . L o rd B o lt o n , L o r d W ä l d e r ’ı n o ğ u l la r ı Hosteen
ve A en y s’in k o m u ta s ın d a k i iki b i n F r e y ’i k e n d i k u v v e tin e kata­
cak. B u sayı, S ta n n is ’le v e b i r k a ç b i n ı s k a r t a y l a u ğ r a ş m a y a yeter
d e a r ta r.”
“S ö r K e v a n ...”
“ ...D a r r y d e , L a n c e l ’e k ıç ın ı silm e y i ö ğ re tirk e n ç o k m eşg u l
olacak. B a b a m ı n ö l ü m ü o n u e r k e k liğ in d e n etti. K evan yaşlı
ve işi b i t m i ş b i r a d a m . D a v e n v e D a m io n b iz e d ah a iyi h iz m e t
e d e rle r.”
“K âfi g e l i r l e r . ” J a m i e ’n i n k u z e n le r iy le b ir s o ru n u y o k tu .
“B u n u n la b i r l i k t e , h â l â b i r E l’e ih tiy a c ın var. A m cam ız değilse,
k im ?”
C e r s e i g ü l d ü . “ S e n d e ğ ils in . B u k o n u d a e n d işe le n m e . Belki
T a e n a ’n ı n k o c a s ı. A d a m ı n b ü y ü k b a b a s ı, A ery s’in E k iy m iş.”
B ereket b o y n u z lu E l . J a i m e , O w e n M c rr y w e a th e r ’i gayet iyi
h a tır lıy o r d u ; c a n a y a k ı n fa k a t e tk is iz b ir a d a m d ı. “H atırlad ığ ım
kad arıy la a d a m o k a d a r b a ş a rılı o l m u ş tu ki A erys o n u sü rg ü n e
g ö n d e r m iş v e a r a z i l e r i n e el k o y m u ş t u .”
“R o b e r t a r a z i l e r i g e r i v e r d i. E n a z ın d a n b ir kısm ın ı. O rto n
da g eri k a l a n ı n ı a lır s a , T a e n a ç o k m u t lu o l u r .”
“M e s e le M y r l i b i r f a h iş e y i m u t l u e tm e k m i? B en diyarı yö­
n e tm e k o l d u ğ u n u s a n ı y o r d u m .”
“D iy a r ı ben y ö n e t i y o r u m . ”
Y ed i h e p im iz i k o ru su n , yönetiyorsun. C e rs e i k en d in i, m em eli
b ir L o rd T y w i n o l a r a k d ü ş ü n m e k t e n h o ş la n ıy o rd u am a yanılı­
y o rd u . L o r d T y w i n b i r b u z u l g ib i a m a n s ız ve acım asızdı. C e r ­
sei ise ç ı l g ı n a t e ş t i , b ilh a s s a e n g e lle n d iğ in d e . S ta n n is’in E jd e rh a
Kayası’n d a n a y r ıld ığ ın ı ö ğ r e n d iğ in d e b ir g en ç kız gibi sevin­
m işti; S t a n n i s ’i n s o n u n d a sa v aşm ay ı b ıra k tığ ın d a n ve uzaklara
k a ç tığ ın d a n e m i n d i . K u z e y d e n , S ta n n is ’in S u r’da tek rar ortaya
çıktığı h a b e r i g e ld iğ in d e , C e r s e i ’n in öfkesi k o rk u tu c u o lm u ş ­
tu. Yeterince z e k i am a sağduyusu ve sabrı yok. “Sana y ard ım ed ecek
g ü çlü b i r E l ’e ih tiy a c ın v a r .”
“ Z a y ı f b i r h ü k ü m d a r g ü ç lü b ir E l’e ihtiyaç d uyar, A erys’in
b ab a m ız a ih tiy a ç d u y d u ğ u g ib i. G ü ç lü b ir h ü k ü m d a ra , e m irle ­
rini y e r in e g e t i r e c e k se b a tlı b ir h iz m e tk â r y e te r.” C e rsei k ad e­
h in d ek i ş a ra b ı ç a lk a la d ı. “L o rd H a lly n e u y g u n olabilir. K ral E li
olarak h i z m e t v e r e n ilk ale v k e h a n e tç is i o o lm a z .”
Evet. S o n u n c u y u ben öldürdüm . “A u ra n e S u ’yu baş k aptan ya­
pacağına d a ir d e d i k o d u l a r v a r .”
293
“Biri beni gam m azlıyor m u?” Jaim e cevap vermeyip
sei saçlarını geri attı ve, “Su, bu görev için gayet uygUn»^er'
“H ayatının yarısını gem ilerde geçirdi.”
’ ^i.
“H ayatının yarısını mı? Adam yirm i yaşından büyük
m a z.”
°'5'
“Yirm i iki. N e fark eder? Babam , Aerys Targaryen taraf
El ilan edildiğinde yirm i bir yaşında bile değildi. Tomme^
yanında, şu buruş buruş ihtiyarlar yerine genç adamlar olm ^
n ın vakit geldi. A urane gü çlü ve zin d e .”
Güçlii, zinde ve yakışıklı, d iye d ü şü n d ü Jaime... Lancel\ q5
nııınd K a m ka za n ’la ve ihtimal A y O ğlan’la yatıyordu... “PaxterRt
dvvyne daha iyi bir seçim olur. Batıdiyar’daki en büyük donanmayı kom uta ediyor. A urane Su bir kayığı komuta edebilir, ona
bir kayık alırsan tabii.”
“Sen ço cu k su n Jaim e. R ed w y n e, T yrell’in sancak bey ve
T yrell’in iğrenç b ü y ü k a n n esin in y eğen i. Lord Tyrell’in yaratık­
larından hiçbirini k o n se y im d e istem iy o ru m .”
“T o m m e n ’ın k on seyi d e m e k istiyorsu n .”
“N e d em ek isted iğim i b iliy o r su n .”
Gayet iyi. “A u ran e’in k ötü , H a lly n ’in daha da kötü bir tıkir
old u ğu n u b iliyoru m . Q y b u r n ’e gelin ce... tanrılar merhamet
edin, C ersei, o Vargo H o a t’u n adam ıydı. Hisar onun zintirini
aldır
“Gri koyunlar. Q y b u rn bana ço k iyi hizm et etti. Üstelik sa­
dık bir adam, aynı şeyi k en di akrabalarım için s ö yle ye m e m .
Eğer bu yolda ilerlersen tatlı kardeşim, b e d e n l e r i m i z kargalanı^'
yafeti olur. “C ersei, k en d in i bir d in le. H er gölgede cüceler güfü
yorsun ve dostlardan hasım lar yaratıyorsun. Kevan amcase,)l
düşm anın değil. Ben sen in d ü şm an ın d eğilim .”
C ersei’nin y ü zü öfk eyle çarpıldı. ‘Yardım e t m e n ıçın
yalvardım. Ö n ü n d e diz çök tü m ve sen beni r e d d e t t i n !
‘Y em in im ...”
.^ f.
“...seni A erys’i öld ürm ek ten alıkoym adı. K e l i m e l e r r i K ^
dır. Bana sahip olabilirdin ama bir pelerini t e r c i h ettinçık.”
“Kardeşim...”
«pışart çtk dedim. Şu çirkin bilek köküne bakmaktan sıkıldım.
riç k r Cersei, Jaim e’yi hızlandırmak için, elindeki şarap kaj elıini onun kafasına fırlattı. Iskaladı ama Jaim e kadının ne demek istediğim anladı.
yVkşam karanlığı, Jaim e’yi Beyaz Kılıç Kulesi’nin ortak salo­
nunda bir kadeh Dorne şarabı ve Beyaz Kitap’la birlikte buldu.
Ç iç e k Şövalyesi içeri girdiğinde, Jaim e kılıç elinin bilek köküyle
sayfaları çeviriyordu. G enç şövalye, pelerinini ve kılıç kemerini
çıkarıp duvardaki kancaya, Jaim e’nin eşyalarının yanına astı.
“Sizi bugün avluda gördüm ,” dedi Jaim e. “ İyi at sürdünüz.”
“İyiden daha iyi kuşkusuz.” Sör Loras kendine bir kadeh şarap
d o ld u rd u ve hilal şekilli masanın karşısındaki sandalyeye oturdu.
“Daha mütevazı bir adam, ‘Lordum çok nazik,’ ya da ‘İyi bir
bineğim vardı,’ diye cevap verirdi.”
“At yeterliydi, lordum da benim mütevazı olduğum kadar na­
zik.” Loras eliyle kitabı gösterdi. “ Lord Renly, kitapların üstatlar
için olduğunu söylerdi.”
“Bu kitap bizim için. Beyaz bir pelerin giymiş her adamın ta­
rihi burada yazılı.”
“Göz atmıştım. Kalkanlar güzel. İçinde daha çok resim olan
kitapları tercih ediyorum . Lord R en ly’nin, bir rahibi kör edebile­
cek çizimlere sahip birkaç kitabı vardı.”
Jaime gülümsemek zorundaydı. “ B u kitapta öyle çizimler yok
sör. Lâkin tarihler gözlerinizi açabilir. Sizden önceki adamların
hayatlarını bilmek işinize yarar.”
Biliyorum. Ejderha Şövalyesi Prens Aem on, Sör Ryam Redwyne, Kocayürek, C esu r Barristan...”
-Gwayne Corbray, Alyn Connigton, Darry’nin Şeytanı,
evet*Kuvvetli Lucam ore’u da duym uşsunuzdur.”
Sör Şehvetli Lucamore m u?” Sör Loras eğleniyormuş gibi
görünüyordu. “Ü ç karı ve otuz çocuk, öyle miydi? Adamın aletinı kestiler. Sizin için o şarkıyı söyleyeyim mi sör?”
Ya Sör Terrence Toyne?”
Kralın metresiyle yattı ve çığlıklar atarak öldü. Bundan çıkaCak ders; beyaz pantolon giyen bir adam, pantolonunun uç­
kunu sımsıkı bağlı tutmalıdır.”
295
“G r ic ü b b e li G y les? C ö m e r t O r i v e l ? ”
“G v le s b ir lıa ın d i, O r iv e l d e k o rk a k . B e y az p e le rin i lekel
a d a m la r. L o rd u m n e im a e d iy o r ? ”
^
“ 1 lıç b ir şey. O r ta d a b ir h a k a r e t y o k k e n v a rm ış gibi alın
y m . U z ıın T o ııı C o s ta y n e için n e d e r s in iz ? ”
ma'
S ö r L o ras b a ş ın ı iki y a n a sa lla d ı.
“A ltm ış yıl b o y u n c a K ral M u h a f ı z ı y d ı .”
“ B u n e z a m a n d ı? B e n h iç ...”
“P ek i G ö lg e li V a d i’d e ıı S ö r D o n n e l ? ”
“ B u ism i d u y m u ş o la b ilirim a m a ...”
“A d d is o n T e p e ? B eyaz B a y k u ş? M ıc h a e l M e rty n s? Jeffory
N o r c ro s s ? O n a T e s lim o lm a z d e r le r d i. K ır m ız ı R o b e rt Çiçek?
B an a b u a d a m la r h a k k ın d a n e s ö y le y e b ilir s in iz ? ”
“Ç iç e k , b ir p iç ism i. T e p e d e ö y le .”
“ B u n a ra ğ m e n iki a d a m d a K ral M ııh a f ız la r ı’m kom uta ede­
cek k ad ar y ü k se ld i. H ik â y e le ri k ita p ta m e v c u t. R o lla n d Darklyn
d e b u ra d a . K ral M u h a f ız l a r ı n d a h i z m e t v e r e n e n g en ç adamdı,
b an a kadar. B eyaz p e le r in in i b ir m u h a r e b e m e y d a n ın d a aldı ve
p e le rin i k u ş a n d ık ta n b ir saat s o n r a ö l d ü . ”
“D e m e k ki ç o k iyi d e ğ ild i.”
“Y e te rin c e iy iy di. O ö ld ü fa k a t k ra lı y aşad ı. B irçok cesur
ad am b ey az p e le r in g iy d i. Ç o ğ ıı u n u t u l d u . ”
“Ç o ğ ıı u n u tu lm a y ı h a k e d e r . K a h r a m a n la r h e r zam an hatır­
lan ır. E n iy ile r.”
“E n iy iler ve e n k ö tü le r .” Y a n i ik im iz d e n biri, muhtemelen bir
şarkıda yaşayacak . “V e b ira z iyi, b ir a z d a k ö tü o la n az s a y ı d a adam.
O n u n g ib i.” Ja im e , p a r m a ğ ın ı o k u d u ğ u sa y fay a v u rd u .
“K im ? ” S ö r L o ras g ö r e b ilm e k iç in b a ş ın ı e ğ d i. “Kızıl
z e m in -
d e o n ta n e siy ah to p . B u a rm a y ı t a n ı m ı y o r u m .”
“ İlk V ise ry s’e ve ik in c i A e g o n ’a h i z m e t e d e n Criston Cole ’u n a rm a sıy d ı.” J a im e , B ey az K ita p ’ı k a p a ttı. “O n a , Kralyar*'
tan d e r le r d i.”
CERSEI
Adam lar o n u n ö n ü n d e d izlerin in ü stüne çöktüğünde, deri
bir çuval taşıyan üç sefil soytarı, diye d ü şü n d ü kraliçe. A dam ların
görüntüsü o n u cesaretle n d irm ed i. H er zaman bir şans rar sanırım.
“M ajesteleri,” ded i Q y b u rn sessizce, “küçük konsey...”
“...benim keyfim i bekleyecek. O n lara bir hainin ölüm habe­
rini g ö tü reb iliriz.” Ş eh rin karşı tarafında, B aelor Septi’nin çan­
ları yas şarkıları sö y lü y o rd u . Senin için çanlar çalınmayacak Tyrion,
diye d ü şü n d ü C e rsei. Kafanı zifte batıracağım ve çarpık bedenini
köpeklere yedireceğim. “Ayağa k alk ın ,” dedi m u h tem el lordlara.
“Bana ne g e tird iğ in izi g ö ste rin .”
Ayağa k alktılar; iiç çirk in ve h ırpani adam . B irinin b o y n u n ­
da bir çıban v ardı. Ü ç ü de y arım yıldır yıkanm am ıştı. Bu çeşit
adamları lo rd lu ğ a y ü k se ltm e k fikri C e rsei’yi eğlendiriyordu.
Onları ziyafetlerde M argaery’nin yanma oturtabilirim. Baş soytarı
çuvalın ipini ç ö z ü p elin i içeri so k tu ğ u n d a, kabul salonu çürük
kokusuyla d o ld u . A d am ın çu valdan çıkardığı kafa gri yeşildi ve
kurtçuk k ay n ıy o rd u . Babam g ib i kokuyor. D orcas nefesini tu ttu
vejocelyn ağzını kapatıp k u stu .
Kraliçe, g ö z ü n ü bile k ırp m a d an hediyesini inceledi. “Yanlış
cüceyi ö ld ü r m ü ş s ü n ü z ,” d ed i so n u n d a , h er kelim ede kin kusa­
rak.
Soytarılardan b iri, “Ö y le b ir şey yapm adık,” dem eye cesaret
etti. “Bu o olm alı. B ir cüce, bakın. Biraz çü rü m ü ş, hepsi b u .”
“Aynı zam an d a yen i b ir b u ru n da çıkarm ış,” dedi C ersei.
“Büyük ve y u v arlak b ir b u r u n o ld u ğ u n u söyleyebilirim . T y rion’ın b u rn u b ir m ü cad ele kesilerek kopartılm ıştı.”
Ü ç soytarı bakıştı. “Bize kim se söylem edi,” dedi kafayı tu ­
tan. “Bu adam gayet cesu r b ir şekilde yolda y ü rü y o rd u , çirkin
bir cüceydi, biz d e d ü ş ü n d ü k ki...”
“Bir serçe o ld u ğ u n u söyledi,” diye ekledi çıbanı olan, “sen de
onun yalan söylediğini sö y led in .” B unlar üçü n cü adam a söy­
lenmişti.
Kraliçe, b u fars o y u n u u ğ ru n a küçük konseyi beklettiğini
297
düşününce sinirlendi. “B enim vaktimi harcadınız ve
bir adamı öldürdünüz. B en de sizin kafalarınızı kesm ,î' aSlll,1
Fakat bunu yaparsa, bir sonraki adam tereddüt edebilir
lis’in ağdan kaçıp gitm esine izin verebilirdi. C ersei b' T ^
şeye müsaade etm ektense, ölü cücelerden üç metrelik bir
oluştururdu. “G özü m ü n ön ü n d en çekilin.”
“Evet M ajesteleri,” dedi çıbanlı adam. “Özür dileriz ”
“Kafayı istiyor m u su n u z?” dedi kafayı tutan.
“Sör M eryn’e verin. Hayır, çuvalın içinde, seni yarım akili
Evet. Sör O sm u n d , şunları dışarı çıkarın.”
Trant kafayı dışarı çıkardı, Karakazan da kafayı getiren adam
lan. Adamların ziyaretinin tek kanıtı, Leydi Jocelyn’in kahvaltı,
siydi. “Şunu h em en te m iz le ,” diye em retti kraliçe. Buonagetirilen üçüncü kafaydı. B u seferki en azından bir cüceydi. Bundan
önceki sadece çirkin bir çocuktu.
“Biri cüceyi bulacak, en d işe etm ey in ,” dedi Sör Osmund
“Ve bulunduğunda on u bir gü zel öldüreceğiz.”
Öldürecek m isiniz? C ersei g eçen gece rüyasında çıkık çeneli
ve çatlak sesli yaşlı kadını görm üştü . O na Lannis Limanında
Kurbağa M aggy diyorlardı. Eğer babam kadının bana neler söyledi­
ğini bilseydi, onun dilini keserdi. A m a C ersei kimseye anlatmamış­
tı, Jaim e’ye bile. Melara, kadının kehanetlerinden hiç bahsetmek
onları unutacağımızı söylemişti. U nutulm uş bir kehanetin gerçekle?'
meyeceğini söylemişti.
“H er yerde İblis’i arayan m uhbirlerim var Majesteleri, dedi
Qyburn. Üstatların cübbelerine çok benzeyen bir şey glV!1,l’i!
ama giydiği şey gri değil beyazdı, Kral Muhafızları’nın terterwz
pelerinleri gibi. C übbenin etekleri, kolları ve yüksek yakası a
helezonlarla süslenm işti ve adamın beline altın bir k u ş a k sar
mıştı. “Eski Şehir, Martı Kasabası, D orne, hatta Özgür Şejlır
İblis nereye kaçarsa kaçsın, m uhbirlerim onu b u l a c a k l a r “Kral Toprakları’ndan ayrıldığını farz ediyorsunuz.
^
Septi’nde saklanıyor da olabilir. Belki de şu korkunç gür^ ^
yaratmak için çanların iplerine asılıyordun” Cersei yu ^ ıruşturdu ve D orcas’ın yardımıyla ayağa kalktı.
,G
Konseyim bekliyor.” Q yburn’ün koluna girdi, bırlı
rîl ııi^1'
vCııdcn nşagı indiler.
Size verdiğim şu küçük işle ilgilenebil­
din*2 n1^ .
. . .
“İlgilendim M ajesteleri. B u kadar uzun sürdüğü için üzgü­
nüm*Eti böceklerden tem izlem ek hayli vaktimi aldı. Kendimi
için, fil dişi ve güm üşten yapılm ış bir kutunun içini
keçeyle kapladım, kafatası için m ünasip bir sunum hazırladım.”
“gir çuval da işe yarardı. Prens D oraıı onun kafasını istiyor.
a ffettirm ek
Kafanın ne çeşit bir kutunun içinde geldiğini hiç umursamaz.”
Ç anların çınlaması avluda daha gürültülüydü. Altı iistü bir
Yüce Rahipti- Buna daha ne kadar katlanmak zorundayız? Çanların
sesi D a ğ ın çığlıklarından daha m elodikti ama...
Q yb u rn kraliçenin ne d ü şü n düğün ü sezmiş gibiydi. “ Çanlar
aün batınımda susacak M ajesteleri.”
“Bu büyük bir rahatlam a olacak. N ereden biliyorsunuz?”
“Bilmek, benim hizm etim in tabiatında var.”
Var)fs hepimizi, yeri doldurulam az olduğuna inandırmıştı. Nasıl da
aptalmışız. Kraliçe, hadım ın yerini Q yb u rn ’iin aldığını duyur­
duğunda, olağan haşaratlar hiç vakit kaybetm em iş ve fısıltılarını
birkaç sikkeyle takas etm ek üzere kendilerini adama tanıtmış­
lardı. Marifet en başından beri gümüşteydi, Ö rüm cekle değil. Qyburn
bizegayet iyi hizm et edecek. C ersei, Q yburn sandalyesine oturdu­
ğunda, Pycelle’in yü zü n ü n alacağı şekli görm ek için sabırsızla­
nıyordu.
Küçük konsey toplantıdayken, konsey odasının kapısına Kral
Muhafızları’ndan bir şövalye yerleştirilirdi. Bugünkü şövalye
Sör Boros Blount’tu. “ Sör B o ro s,” dedi kraliçe hoş bir şekilde,
bu sabah epey gri görünüyorsunuz. Yediğiniz bir şey dokun­
u ş olabilir m i?” Jaim e onu kralın çeşnicisi yapmıştı. L eziz bir
görev lâkin bir şövalye için utanç verici. Boros bundan nefret edi­
yordu. Blount, kraliçe ve Q yburn için kapıyı tutarken adamın
sarkık gıdısı titredi.
Cersei içeri girince konsey üyeleri sessizleşti. Lord Gyles ök­
sürerek selam verdi, Pycelle’i uyandıracak kadar gürültülüydü.
Jğerleri hoş sözler söyleyerek ayağa kalktılar. Cersei çok zayıf
gülümsemeyle karşılık verdi. “ Lordlarını, geç kaldığım için
enı affedeceğinizi biliyorum .”
“Biz si/o h izm e t e tm e k için b u ra d a y ız M a je s te le r i,” dedi Sör
1 hırvs S \w ft. “Sizin gelişin izi b e k le m e k b iz im iç in z ev k tir.”
“l o r d Q v b ıırn ’ü h e p in iz in ta n ıd ığ ın d a n e m i n i m . ”
Yüce Ü sta t Pyeell, kraliçeyi h a y al k ır ık lığ ın a uğratm adı
“l.ord Q y b ıım ? ” d e m e y i b a şa rd ı,
m o r a r m ı ş t ı.
“Majesteleri,
hır... bir üstat, hiçb ir arazi ya da ıın v a ıı e d in m e y e c e ğ in e kutsal
yem inler verir..."
“H is a n n ız , Q y b ıır ıf ü n z in c irin i g e ri a ld ı ,” d iy e hatırlattı
Cersei. “Eğer bir ü stat d eğ ilse, b ir ü s t a d ın y e m in le r in d e n so­
ru m lu tutulam az. I h u r la r s ın ız , h a d ım a d a lord d iy o r d u k .”
Pycelle kekeler gibi k o n u ş tu . “ B u a d a m ... m ü n a s ip değil...”
"Bana münasip o lm a k ta n b a h s e tm e y in s a k ın . L o rd babamın
cesedinden yarattığınız o k o k u ş m u ş m a s k a r a lık ta n so n ra bah­
setmeyin."
“M ajesteleri böyle d ü ş ü n ü y o r o l a m a z ...” P y c e lle lekeli elini,
bir darbeyi sav u ştu rm ak is te r m iş ç e s in e y u k a r ı k a ld ır d ı. “Sessiz
rahibeler Lord T yvvin'in b a ğ ırs a k la rım v e o r g a n la r ın ı çıkardılar,
kınını boşalttılar... h e r tü r i h ti m a m g ö s t e r il d i ... lo r d u n bedeni
tuzla ve kokulu b itk ilerle d o l d u r u l d u . .. ”
“Ah, iğrenç detayları k e n d in iz e s a k la y ın . Ihtim atm m ztn so­
nuçlarını kokladım . L o rd Q y b u r ı ı ’ü n ş ita c ılık b e c e r ile r i karde­
şimin hayatını k u rtard ı. O n u n , k r a lım ız a , o s a h t e gülüm seyişli hadım dan daha iyi h iz m e t v e r e c e ğ i n d e n e m i n i m . Lordum,
konsey iiyesi d o stların ızı ta n ıy o r m u s u n u z ? ”
“T am m asaydım k ö tü b ir m u h b i r o l u r d u m M a je s te le ri.” Qyburn, O rto n M erryvveatlıer ile G y le s R o s b y ’n i n a ra sın a oturdu.
Benim konsey üyelerim. C e rs e i b ü t ü n g ü l le r i k ö k ü n d e n sök­
ülüştü, am casına ve k a rd e ş le rin e m i n n e t b o r c u olan ları da.
O nların yerinde kraliçeye s a d ık o la n a d a m l a r v a r d ı. C e rse i yeni
adamlara. Ö z g ü r Ş e h irle r’d e n ö d ü n ç a ld ığ ı y e n i u n v a n la r bite
verm işti; b u n d a n böyle k o n s e y d e h i ç b i r “ b a ş ” o lm a y a c a k tı. Orton M erryw eather k ra liç e n in y ü k s e k y a rg ıc ı, G y le s R o sb y onun
lord hazinecisi, genç ve ç a rp ıc ı D r i f t m a r k P iç i A ııra n e de büyük
amiraliydi.
Ve kraliçenin El’i, S ö r L la ry s S w y tt ’ti.
Y um uşak, kel ve d a lk a v u k S w y ft, b i r ç e n e y e rin e beyaz vC
küçük b ir sakala sa h ip ti. Şövalyenin hanedanının arm ası olan
mavi b o d u r h o ro z , ad am ın sarı pelüş takım ının göğsüne laciv e r tta şı b o n c u k larıy la işlenm işti. Swyft takım ının üstüne, mavi
k a d if e d e n d ik ilm iş ve y ü z altın elle süslenm iş bir harm ani giy­
mişti. S ör i lary s gö rev iy le ilgili öyle heyecanlıydı ki, bir El’den
çok bir re h in e o ld u ğ u n u g ö rem iy o rd u . Swyft’in kızı, C ersei’nin
amcasıyla ev liy d i ve K evan tah ta göğüslü, tavuk bacaklı, çenesiz
leydisiııi se v iy o rd u . S ö r Sw yft, C e rse i’nin elinde olduğu sürece,
Kevan L aıın ister kraliçey e karşı gelm ed en önce iki kez d ü şü n ­
mek zo ru n d a y d ı. B ir kaym baba ideal bir rehine sayılmaz ama ince bir
kalkan, hiç kalkan olm am asından iyidir.
“Kral bize k atılacak m ı? ” diye so rd u O rto n M erryw eather.
“O ğ lu m k ü ç ü k kraliçesiyle o y n u y o r. Şu an için krallıktan
anladığı, k raliy et m ü h r ü n ü kağıtlara basm ak. M ajesteleri devlet
işlerini id rak e d e m e y e c e k k ad ar g e n ç .”
“Ya y iğit L o rd K ıım a n d a n ’ım ız ? ”
“S ör J a im c silah u sta sın ın y an ın d a, el ölçüsü alınıyor. O çir­
kin bilek k ö k ü n d e n h e p im iz b ık m ıştık . Ve Lord K um andan’ın
bu m ü z a k e re le ri e n az T o m m e n kadar y o ru cu b u ld u ğ u n u söy­
ley eb ilirim .” A ııra n e S u , k raliçen in sözleri üzerin e güldü. G ü ­
zel, diye d ü ş ü n d ü C e rs e i. O n la r ne kadar gülerse, Ja im e o kadar az
tehdit olur. B ıra k gülsünler. “Ş arab ım ız var m ı?”
“Var M a je s te le r i.” O r t o n M e rry w eath er, y u m ru lu b ü y ü k
bu rn u ve k ırm ız ıy a çalan tu r u n c u saçlarıyla yakışıklı bir adam
değildi am a h e r z a m a n n azik ti. “D o rn e kırm ızım ız, A rbor altı­
nım ız ve Y ü k se k B a h ç e ’d e n g elen baharatlı şarabım ız var.”
“S an ırım a ltın içeceğ im . D o rn e şarabını D o rn e lu la r kadar
ekşi b u lu y o r u m .” M e rr y W e a th e r kraliçenin kadehini d o ld u ­
rurken, “V e o n la rla b aşla m a m ız gerektiğini d ü ş ü n ü y o ru m ,”
dedi C e rsei.
Yüce Ü s ta t P y c e lle ’in d u d ak ları hâlâ titriy o rd u am a adam b ir
Şekilde d ilin i b u ld u . “N a s ıl e m re d e rse n iz . P ren s D oraıı, k a rd e ­
şinin asi p iç le rin i g ö z a ltın a aldı, lakiıı G ü n e ş M ızrağı hâlâ kay­
nıyor. P re n s, o n a v a d e d ile n adaleti alana kadar suları sa k in le ştirem eyeceğini s ö y lü y o r .”
“E lb e tte .” Ş u prens çok bezdirici bir yaratık. “P re n sin u z u n b e k -
X'
leyişi bitmek üzere. Balon Sw anıı’ı, Gregor Clegane’in b
Doraıı'a teslim etmesi için G ü neş M ızrağı’na gönderiyor^ " 11
Sör Baloıı'm bir görevi daha olacaktı ama bu kısmın dik » ■
...
uııe getiril,
memesi dalıa iyiydi.
“Ah." Sör 1 Iarys Swyft, baş ve işaret parmağıyla, 0 küçük
komik sakalını yokladı. “O hâlde öldü? Sör Gregor?”
Ve
“Bence öyle lordum ,” dedi Aurane Su. “Başı bedendenayir
ma işleminin ölüm cül old u ğu n u d u y m u ştu m .”
Cersei delikanlıya bir g ü lü m se m e lütfetti; bir parça nük
tedaıılığı severdi, h ed ef kendisi olm adığı sürece. “Daha önce
Yüce Üstat Pycelle’iıı de söylediği gibi, Sör Gregor yaraları yü. [
züııdeıı zail oldu.”
Pycelle burnundan soluyarak Q y b u r n ’e baktı. “Mızrak ze­
hirliydi. Gregor’u kim se kurtaram azdı.”
"Söylemiştiniz. Gayet iyi h atırlıyoru m .” Kraliçe, El’iııe dön­
dü. “Ben geldiğim de neden b ahsediyord u n uz Sör Harys?”
"Serçelerden, M ajesteleri. Rahip Raynard, şehirde iki binka- y
dar serçe olabileceğini söylüyor ve her gün daha fazlası geliyor. f|
Liderleri, kıyamet ve şeytana tapmakla ilgili vaazlar veriyor."
jj
Cersei şarabın tadına baktı. Ç ok güzel. “G eç bile kaldılar, sizce de öyle değil mi? Staıınis’in taptığı şu kırmızı tanrıya jettandan başka ne diyebilirsiniz? İnanç böyle bir şerrin karşısın- ı j
da durmalı.” Bunu C ersei’ye Q yb u rn hatırlatmıştı, zeki adanı.
“Merhum Yüce Rahip’im iz bu konuda etkisiz kalmıştı. Yaşlık
oııun gözlerini loşlaştırmış ve kuvvetini azaltmıştı.”
“O yaşlı bir adamdı M ajesteleri.” Q yburıı, Pycelle'e gidi'1"
sedi. “Vefatı bizleri şaşırtmamalı. İnsan uzun bir öııırün atd"1
dan, uykusunda huzurla ölm ek ten öte bir şey isteyemez.
“Hayır,” dedi Cersei, “lâkin m erh um u n halefinin
de biri olmasını ummalıyız. D iğer tepedeki dostlarını. 13
Torbert ya da Raynard olacağını söylüyor.”
Yüce Üstat Pycelle boğazını tem izledi. “Benim de E" ^
tedeyyinler arasında dostlarım var ve onlar Rahip OH**-1
bahsediyor.”
“Luceon denen adaıuı da hesaba katın,” dedi Qyb"nl ^ ^
çeıı gece, En Mütedeyyinler’deıı otuz kişiye süt d o ııın z 11
j
,
<
I
t
bor altınından oluşan bir ziyafet verdi. Gündüzleri de dindarlı­
ğını kanıtlamak için fakirlere ekmek dağıtıyor.”
“ R a h iple r hakkındaki bu gevezelikten, Aurane Su da Cersei
kadar sıkılmış görünüyordu. Yakından bakıldığında, delikanlınin saçları altından çok güm üştü ve Prens Rhaegar’ın gözleri
m e n e k ş e y k e n onunkiler gri yeşildi. Buna rağmen, benzerlik...
K raliçe, delikanlının, sakallarını onun için kesip kesmeyeceğini
m erak etti. Aurane, C ersei’den on yaş küçük olmasına rağmen
onu istiyordu; Cersei bunu delikanlının bakış şeklinden anlı­
yordu. Göğüsleri tomurcuklanmaya başladığından beri, bütün
erk ek ler ona bu şekilde bakıyordu. Güzelliğim yüzünden olduğunu
söylüyorlardı ama Jaime de güzeldi ve ona asla o şekilde bakmıyorlardı.
K ü çü k bir kızken, Cersei bazen muziplik olsun diye Jaime’nin
kıyafetlerini giyerdi. O nun Jaime olduğunu düşündüklerinde,
e r k e k le r in ne kadar farklı davrandığını görmek her zaman çok
şa şırtırd ı. Hatta bizzat Lord T yw in bile...
Pycelle ve Merryweather, yeni Yüce Rahip’in kim olacağıyla
ilgili gevezelik etmeyi sürdüyordu. “Herhangi biri, diğeri kadar
iyi hizmet eder,” dedi kraliçe sert bir şekilde, “fakat kristal tacı
takan her kim olursa olsun İblis’in afarozunu ilan etmeli.” Son
Yüce Rahip, Tyrion konusunda şüpheli bir şekilde sessiz kal­
mıştı. “Şu pembe serçelere gelince, vaazlarında vatan hainliği
olmadığı sürece onlar İnanç’ın sorunu, bizim değil.”
Lord Orton ve Sör Harys, kraliçeyi onaylayan mırıltılar çı­
kardılar. Gyles Rosby de aynı şeyi yapmayı denedi fakat bir ök­
sürük krizine tutuldu. Adam balgam tükürürken Cersei tiksinüyle başını çevirdi. “Üstat, Vadi’den gelen mektubu getirdiniz
mi?”
‘Getirdim Majesteleri.” Pycelle, önündeki kağıt yığının için^en mektubu çıkardı ve düzeltti. “Mektuptan ziyade, bir beyan,
bronz Yohn Royce, Leydi Waynwood, Lord Hunter, Lord Bel^
Lord Symond Templeton ve Dokuzyıldız Şövalyesi tara­
man Taşyazı’da imzalanmış ve mühürlenmiş. “
Saçmalık. “Lordlarım dilerlerse mektubu okuyabilirler. RoyCe ve diğerleri Kartal Yuvası’nın altına adam yığıyorlar. Serçebrmak’ı, Vadi’nin Lord Savunucusu görevinden azletmek ni303
t
,r
..
, -
•t
;
" " ' •
I ' 1
y e tin d e le r, g erek irse z o r k u llan arak . S o ru şu ; b u n a izin vermeli
in iy iz ? ”
“L o rd B aelislı y a rd ım ım ız ı talep e d iy o r m u ? ” diye sordu
I lary s Sw yft.
“H e n ü z değil. A slında S e rç e p a rm a k e p e y um ursam az gö­
rü n ü y o r. S o n m e k tu b u n d a , R o b e r t’ın eski d u v a r halılarından
b azıların ı o n a g ö n d e rm e m i rica e tm e d e n ö n c e , isyandan kısaca
b a h s e tm iş .”
S ö r H ary s çen esin i sıvazladı. “V e şu b e y a n ı im zalayan lordlar, onlar kralın m eseleye d ah liııi talep e d iy o rla r m ı? ”
“E tm iy o rla r.”
“O hâlde... belki de b ir şey y a p m a m ız a g e re k y o k .”
“V ad i’de b ir savaş so n d e re c e tra jik o l u r ,” d e d i Pycelle.
“Savaş?” O r to n M e rr y w e a th e r g ü ld ü . “L o rd B aelish çok eğ­
lenceli b ir a d a m d ır lâkin in sa n b ir savaşta n ü k te le r le dövüşmez.
K an d ö k ü le c e ğ in d e n ş ü p h e liy im . Ü s te lik , V ad i vergilerini öde­
diği sü rece K ü ç ü k L o rd R o b e rt’a k im in v e k â le t ettiği önemli
m i?”
H a y ır , diye k arar v e rd i C e rs e i. D o ğ r u y u sö y le m e k gerekirse,
S erçep arm ak m ecliste d a h a faydalı o lu r d u . A ltın bulmak gibi bir
yeteneği nar ne asla öksürmüyor. “L o rd O r t o n b e n i ikna etti. Üstat
Pycelle, şu İstidacı L o rd la r’a P e ty r ’ın h iç b ir zarar görmemesi
gerektiği ta lim a tın ı v e rin . B u ta k d ir d e ta h t, R o b e rt Arryn reşit
olana kadar, lo rd la rın V adi y ö n e tim i iç in y ap acağ ı h e r atamadan
m e m n u n olacak.”
“Ç o k iyi M a je ste le ri.”
“D o n a n m a y ı tartışab ilir m iy iz ? ” d iy e s o r d u A u ran e Su. “Ka­
rasu ’daki c e h e n n e m d e n b ir d ü z in e d e n az g e m im iz kurtuldu.
D en izd ek i k u v v etim izi te k ra r tesis e tm e liy iz .”
M e rry w e a th e r başıyla o n ay lad ı. “D e n iz d e k i ku v v et çok mü­
h im .”
“D e m ira d a m la rd a n fa y d alan ab ilir m iy iz ? ” diye sordu Orton
M e rry w eath er. “D ü ş m a n ım ız ın d ü ş m a n ın d a n ? D eniztaşı Tahtı
ittifak b ed eli o larak b iz d e n n e iste r? ”
“K uzeyi istiy o rlar,” d e d i Y ü ce Ü s ta t P y celle, “lâkin kraliçe­
m izin asil babası, k uzeyi B o lto n H a n e d a n ı’n a söz verd i.’
304
edici b ir d u r u m ,” dedi M erryw eather. “B u n u n la
k uzey ç o k b ü y ü k . A raziler b ö lü n eb ilir. Kalıcı b ir d ü ­
z e n le m e olm ası g erek m ez. S tannis yo k edildiğinde k u v v etim i­
zin onun olacağına d air garanti verirsek, B olton rıza gösterebi­
“R a h a ts ız
birlik te,
lir.”
“Balon G rey jo y ’u n ö ld ü ğ ü n ü d u y d u m ,” dedi Sör H arys
Swyft. “D e m ir A d aları’nı şim d i k im in yönettiğini biliyor m u ­
yuz? Lord B a lo n ’ın o ğ lu var m ıy d ı?”
“Leo?” diye ö k s ü r d ü L o rd G yles. “T h e o ? ”
“T h e o n G rey jo y , E d d a rd S tark’ın vesayetinde Kışyarı’nda
büyütüldü,” d e d i Q y b u r n . “D o s tu m u z o lm a ihtim ali yok.”
“O n u n k atled ild iğ in i d u y m u ş tu m ,” dedi M erryw eather.
“B alon’ın sad ece b ir o ğ lu m u vard ı?” Sör H arys Swyft sakalı­
nı çekiştirdi. “K ard eşler. Ü ç erk e k k ardeşi vardı, öyle değil m i?”
Varys bilirdi, diy e d ü ş ü n d ü C e rsei öfkeyle. “Zavallı bir m ü ­
rekkep balığı s ü rü s ü y le yatağa girm eye n iyetim yok. S tannis’in
işini b itird iğ im izd e, sıra o n lara gelecek. İhtiyacım ız olan şey
yeni bir d o n a n m a .”
“Yeni d r o m o n d la r inşa etm ey i ö n e riy o ru m ,” dedi A urane
Su. “Başlangıç o larak o n a d e t.”
“Sikkeler n e r e d e n g elecek ?” diye so rd u Pycelle.
Lord G yles b u so ru y u , tek rar ö k sü rm ey e başlam ak için bir
davet olarak k ab u l etti. A ğ zın d an çıkan p em b e tü k ü rü k le ri k ır­
mızı ipek b ir m e n d ille sildi. K elim eleri ö k sü rü k tarafından y u ­
tulm adan ö n ce, “O k a d ar...” d em eyi başardı, “...hayır... yok...”
Sör H arys, ö k s ü rü k le rin arasındaki m anayı kavrayacak kadar
zeki o ld u ğ u n u k an ıtlad ı. “T a h tın geliri hiçb ir zam an b u n d an
daha b ü y ü k o lm a m ış tı,” diye itiraz etti. “B u n u bizzat Sör Kevan
söyledi.”
Lord G yles ö k sü rd ü , “...m asraflar... altın p elerin liler...”
C ersei, L o rd G y le s’ın itirazlarını daha önce de d u y m u ştu .
“Lord h azin ecim iz, ço k fazla altın pelerinliye ve çok az altına
sahip o ld u ğ u m u z u sö y lem ey e çalışıyor.” R osby’n in ö k sü rü k leri
Cersei’yi rahatsız e tm ey e başlam ıştı. B elki de Kocaman Garth bu
kadar hasta olmazdı. “T a h tın geliri büyük, lakın R o b e rt’ın b o rç Lırıyla başa baş g elecek kadar bü y ü k değil. B u sebeple, K utsal
305
Inanç’a ve Braavos’un D em ir B an kası’ na olan borcumu
ödemesini, savaşın bitim ine kadar ertelem eye karar verdi^
Yeni Y üce R ahip’in kutsal ellerin i ovuşturacağına ve Braav
lular’ın ciyaklayıp sızlanacağına şüp he yoktu ama bundan S
çıkardı ki? “ Biriken altınlar, yen i don an m am ızın inşası için İm
lanılacak.”
“ Majesteleri çok basiretli,” dedi L o rd Merryweather Kgu
akıllıca ve gerekli bir tedbir, savaş biten e kadar. Onaylıyorum«
“ Ben de,” dedi Sör H arys.
“ M ajesteleri,” dedi P ycelle titrek b ir sesle, “ bu tahmin etti,
ğinizden daha fazla soruna sebep o lu r korkarım . Demir Banka­
sı...”
“ ...Braavos’ta, denizin karşısında. A ltın ların ı alacaklar üstat.
Bir Lannister borcunu m utlaka ö d e r.”
“Braavoslular’ın da bir d eyişi v a r d ır .” P ycelle’in mücevherli
zinciri hafifçe şıngırdadı. “D e m ir B a n ka sı vadesi dolan borcunu alır.
der.”
“ Dem ir bankası vadesi dolan b o rc u n u , ben alacağını söyle­
diğim zaman alacak. O zam ana kadar, D e m ir Bankası saygıyla
bekleyecek. Lord Su, d ro m o n d ların ız ın inşasını başlatın.”
“ Ç o k güzel M ajesteleri.”
Sör Harys bazı kağıtları karıştırdı. “ B ir sonraki konu... Lord
Frey’den bazı talepler bild iren b ir m ektu p aldık...”
“ Bu adam daha ne kadar arazi v e paye istiyor?” diye parladı
kraliçe. “ Bü yük ihtim alle an n esin in üç m em esi vardı.”
“Lordlarım bilm iyor olab ilir,” dedi Q yb u rn , “ama bu şeh­
rin şaraphane ve m eyhanelerinde, L o rd W alder’ın işlediği suçta
tahtın iştirakinin olabileceğini söyleyen insanlar var.”
Diğer konsey üyeleri ku şkuyla Q y b u rn ’e baktı.
zı Düğün’den mi bahsediyorsunuz? “ diye sordu Aurane
“ Suç?” dedi Sör Harys. P ycelle gü rü ltü lü bir şekilde boğaz111
temizledi. Lord Gyles öksürdü.
j,
“Bilhassa serçeler, sözlerini hiç esirgem iyorlar,” diye uy3
Qyburn. “ Kırmızı D ü ğü n ’ün, tanrıların ve insanların
salarına edilmiş bir hakaret olduğun u ve bu işte parmağı o a
rın lanetlendiğini söylüyorlar.”
Q yburn’ün söylem ek istediği şeyi algılamakta gecikHi. “L o r d Wälder yakın zamanda Baha’nın adaletiyle yüzleşe­
cek O çok yaşlı bir adam. Bırakın da serçeler onun hatırasının
Üstüne tükürsün. B u m eselenin bizimle hiç ilgisi yok.”
“Hayır,” dedi Sör H arys. “ H ayır,” dedi Lord Merryweather.
“Kimse olduğunu d üşünem ez,” dedi Pycelle. Lord Gyles ök­
C ersei,
sü rd ü .
“Lord W alder’in kabrindeki tükürük, mezar solucanlarını
etmez,” diye onayladı Q yburn, “ lâkin Kırmızı Düğün
için binlerinin cezalandmlmast da iyi olur. Birkaç Frey başı, ku­
zeyi yatıştırmakta çok işe yarar.”
“L ord Wälder asla kendi başını kurban etm ez,” dedi Pycelle.
rahatsız
“Hayır,” dedi C ersei düşünür gibi, “ fakat vârisleri o kadar
hassas olmayabilir. U m u y o ru z ki Lord Wälder yakın zamanda
ölecek. Yeni G eçit Lordu uygunsuz üvey kardeşlerden, can sı­
kıcı kuzenlerden ve entrikacı kız kardeşlerden kurtulmak için,
onları mücrim ilan etm ekten daha iyi bir yol bulabilir mi?”
“Biz Lord W alder’in ölüm ü nü beklerken, bir mesele daha
var,” dedi Aurane Su. “A ltın M ürettebat, M y r’le olan anlaşma­
sını bozdu. Lim andaki adamlar, onları Lord Stannis’in tuttuğu­
nu ve denizin bu tarafına getirdiğini söylüyor.”
“Stannis onlara neyle ödem e yapacak?” diye sordu M err­
yweather. “ Karla mı? O nların adı A ltın Mürettebat. Stannis’in
ne kadar altını var?”
“Çok az,” diye güvence verdi Cersei. “ Lord Qyburn, koy­
daki Myr kadırgasının mürettebatıyla konuştu. Altın Mürette­
bat m Volantis’e gittiğini iddia ediyorlar. Niyetleri Batıdiyar’a
gdmekse, yanlış yönde ilerliyorlar.”
Belki de kaybeden tarafta dövüşmekten bezmişlerdir,” dedi
Lord Merryweather.
O d a v a r t a b i i , ” d i y e r e k o n a y la d ı k ra liç e . “ S a d e c e k ö r b ir
jdana s a v a ş ım ız ın t a m a m e n k a z a n ıl d ı ğ ın ı g ö r m e k t e n a ciz o la lllr. L o rd T y r e l l , F ı r t ı n a B u r n u ’n u m u h a s a r a e tti. F r e y le r v e
Veni B atı M u h a f ı z ı ’m ı z D a v e n , N e h i r o v a ’yı k u ş a ttı. L o rd R e ^ n e ’ın g e m i l e r i T a r t h B o ğ a z ı’n ı g e ç ti, h ız la k ıy ın ın y u k a r ı ­
c a d o ğ ru ile r l iy o r l a r . E j d e r h a K a y a s ı’n d a , R e d w y n e ’in k a ra y a
307
çıkışım en g ellem ek için sadece b irk aç balıkçı teknesi kaldı. Kal
b ir şiire d ay anabilir am a lim anı ele g e ç ird iğ im iz d e garnizonu
d e n iz d e n im h a edebiliriz. S o n ra b ize sadece S taıınis’in kendisi
rah atsızlık v ereb ilir."
“L ord J a n o s 'u n sö y led iğ in e g ö re, S tam ıis yabanıllarla iş birlj.
ği vapıııava çalışıyor," diye u y ard ı Y ü ce Ü s ta t Pycelle.
“I hıyvan postları giyen v a h ş ile r,” d e d i L ord Merryweatlıer. “B öyle m ü tte fik le r arad ığ ın a g ö re L o rd S tan n is gerçekten
u m u ts u z olm alı."
“U m u ts u z ve aptal," d ed i kraliçe. “ K uzeyli adam lar yabanıl­
lardan n efre t eder. R oose B o lto ıı o n la rı b iz im tarafımıza çek­
m ek te zorlan m az. B azıları ş im d id e n B o lto n ’ın piç oğluna ka­
tıldı; o sefil d e m irad aıu ları M o a t C a ilin ’d e n çıkaracak ve Lord
B o lto ıfııı geri d ö n m e si için y o lu açacak lar. U m b e r , Ryswell...
d iğer isim leri u n u ttu m . B eyaz L im a n b ile b iz e katılm ak üzere.
L im an lo rd u , iki to r u n u n u da F re y d o s tla rım ız la evlendirmeye
ve lim an ın ı g em ile rim iz e açm aya razı o l d u .”
Sör H ary s kafası karışm ış b ir h â ld e , “G e m im iz yok zannedi­
y o rd u m ," dedi.
“W y m an M a ııd erly , E d d a rd S ta rk ’ın sa d ık b ir sancak beyiy­
di," dedi Y üce Ü s ta t P ycelle. “ B öyle b ir ad a m a güvenilebilir
m i?"
K im sq ’e güven ilemez. “O şiş m a n , yaşlı ve k o rk m u ş bir adam.
Lâkin b ir n o k tad a in at e d iy o r. V ârisi o n a g eri verilm ediği sürece
diz çökm eyeceğini s ö y lü y o r.”
“Vârisi bizim elim iz d e m i? ”
“H a rre n lıa l’da, eğ er hâlâ yaşıy o rsa. G r e g o r C leg a n e onu tut­
sak alm ıştı.” D ağ, tu tsa k la rın a h e r z a m a n n a z ik davranmazdı,
d o lg u n b ir fidye e d e n le re bile. “E ğ e r ö ld ü y s e , L o rd Manderly ye
o n u ö ld ü re n le rin b aşlarını g ö n d e r m e m iz g ere k e c e k sanırınken
içten ö zü rlerim izle b irlik te .” E ğ e r te k baş, D o r n e prensini sa­
k in leştirm ek için kafiyse; b ir çu v al d o lu s u baş, fok derilerine
sarın m ış şişm an b ir k uzeyli için k â fid e n ö te olm alıydı.
“L ord S tannis de Beyaz L im a n ’ın b a ğ lılığ ın ı kazanmaya ça­
lışm ayacak m ı?" diye so rd u Y üce Ü s ta t P ycelle.
“Ah, d en ed i. L ord M a n d e rly , S ta n n is ’in m ektuplarını bize
önderdi ve ona b ah an elerle yanıt verdi. Stannis, Beyaz L im an’ın
kılıçlarını ve g ü m ü şlerin i talep ediyor, karşılığında da... aslında
hiçbir şey ön eriy o r.” C ersei b ir gün Yabancı’ya bir m u m yakm alıydı, Reııly’yi alıp S tanııis’i bıraktığı için. Eğer tam tersi olsay­
dı Cersei’n in hayatı çok daha zor olu rd u . “B u sabah bir k u zg u n
daha geldi. S tannis, soğan kaçakçısını vekil olarak Beyaz L im an’a
göndermiş. M a n d erly adam ı bir hücreye kapatm ış. Bize o n u n la
ne yapması gerektiğini so ru y o r.”
“Buraya g ö n d ersin ki o n u sorgulayabilelim ,” dedi Lord M e rryvvcather. “A dam ço k k ıym etli şeyler biliyor olabilir.”
“Bırakın ö lsü n ,” dedi Q y b u rn . “O n u n ö lü m ü kuzeye ders
olur, vatan h a in le rin in başına ne geldiğini öğrenirler.”
“T am am en k a tılıy o ru m ,” dedi kraliçe. “M anderly’ye adam ın
kafasını d erhal k esm esin i söyledim . Böylece, Beyaz L im an’ın
Staıınis’i d estek lem e olasılığı ortad an kalkar.”
Aıırane Su g ü lerek , “S taıınis’in yeni b ir El’e ihtiyacı olacak,”
dedi. “Belki de tu rp şövalyesi?”
“T u rp şövalyesi m i? ” dedi S ör H arys Swyft, kafası karışmıştı.
“Kim bu adam ? D ah a ö n ce d u y m a m ıştım .”
Su cevap v e rm ed i, sadece gözlerini devirdi.
‘Ya Lord M a n d e rly red d ed erse?” diye so rd u M erryw eather.
“Cesaret ed em ez. M a ııd e rly ’nin o ğ lu n u n hayatını satın alacak
olan sikke, soğan şövalyesinin başı.” C ersei gülüm sedi. “Şişm an
ve yaşlı soytarı k e n d in c e S tarklar’a sadık olabilir am a Kışyarı’nın
kurtları o rtad an k alm ışk en ...”
“M ajesteleri, Sansa S tark’ı u n u ttu ,” dedi Pycelle.
Kraliçe ö fk elen d i. “K ü çük dişi k u rd u kesinlikle unutmadım .”
Kızın adını k u llan m ay ı red d etm işti. “O n u bir vatan haininin kızı
olarak kara h ü c re le re k apatm alıydım am a b u n u yapm ak yerine
kendi ailem e kattım . O cağ ım ı ve salo n u m u paylaştım . Ç o c u k ­
larımla o y u n lar o y n am asın a izin verdim . B esledim , giydirdim .
Dünyayla ilgili ceh aletin i g iderm eye çalıştım . Peki o b enim n eza­
ketimin karşılığını nasıl ö dedi? O ğ lu m u n öld ü rü lm esin e y ard ım
ett*. Iblis’i b u ld u ğ u m u z d a Leydi Sansa yı da bulacağız. O ö lm e ­
d i- ama o n u n la işim bittiğ inde, size y em in ed iy o ru m ki Y ab an cı ya şarkılar söyleyecek ve o n u n ö p ü cü ğ ü için yalvaracak.”
309
Kraliçenin sözlerini tuhaf bir sessizlik takip etti. ffe .
den dillerini mi yuttular? diye düşündü Cersei öfkeyle. N e /' ^
konseyle uğraştığını merak etm esi için yeterliydi bu.
11
“Her halükârda,” diye devam etti kraliçe, “Lord Eddard’
küçük kızı Lord B olton’la birlikte ve M oat Cailin düşer düş^ " 1
Bolton’ın oğlu Ramsay’le evlen ecek .” Kız, rolünü iyi 0 yn 'Q
Bolton’ın Kışyarı’na dair iddiasını sağlamlaştırdığı sürece, Bof
tonlar’ın ikisi de kızın Serçeparmak tarafından giydirilip sqs
lenmiş bir kâhya eniği olduğu gerçeğini umursamazdı. “£ğer Î
kuzey bir Stark’a sahip olm ak zorundaysa, onlara bir Stark ve- 1
receğiz.” Cersei, kadehinin Lord Merryvveather tarafından bit |
kez daha doldurulmasına izin verdi. “B ununla birlikte, Sur’da
yeni bir problem baş gösterdi. G ece N öb etçileri’nin kardeşlen
akıllarını kaçırdılar ve N e d Stark’ın piç oğlu n u Lord Kumandan
olarak seçtiler.”
“Kar, çocuk böyle anılıyor,” dedi P ycelle boş yere.
“Onu Kışyarı’nda bir kez g ö rm ü ştü m ,” dedi kraliçe, “Starklar’ın onu gizlem ek için ellerin d en gelen her şeyi yapmış ol­
malarına rağmen. Babasına çok b en ziy o r.” C ersei’nin kocasının
gayrimeşru çocukları da babalarına ço k benziyordu ama Robert
en azından, onları gözden uzak tutacak inceliğe sahipti. Bir ke­
resinde, kedi yüzünden çıkan tatsız hadiseden sonra, gayrimeş­
ru doğumlu kızını m eclise getirm ek ten bahsetmişti. “Canın
ne istiyorsa onu yap,” dem işti C ersei, “ama şehrin, büyümekte
olan bir kız için sağlıklı bir yer olm ad ığın ı öğrenebilirsin. Bu
sözlerin Cersei’ye kazandırdığı m orlukları Jaim e’den saklamak
zor olmuştu ama piç kızdan bir daha bahsedilmemişti- Catd)"
Tully birfareydi, yoksa Jon K ar denen çocuğu beşiğinde boğardı BıM"
yapmak yerine, bu pis işi bana bıraktı. “Lord Eddard’ın hainlik düŞ
künlüğü Kar’da davar,” dedi kraliçe. “Baba, diyarı S t a n n i s e 'e
recekti. Oğul, ona araziler ve kaleler verd i.”
“Gece Nöbetçileri, Yedi Krallık’m savaşlarında yer a^II1^r,
caklarına dair yem in ederler,” diye hatırlattı Pycelle. “Kara
deşler binlerce yıl boyunca bu geleneği sürdürdü.”
. ^
“Şu ana kadar,” dedi Cersei. “Piç oğlan, G ece N°betçilel1
taraf tutmadığını beyan etm ek için bize bir mektup yaz111^
310
Jeıııleri, sözlerini yalanlıyor. Stannis’e yiyecek ve barınak verbu’ia rağmen bizden silah ve adam isteyecek kadar arsız.”
“Büyük hakaret,” dedi L ord M erryvveather. “ G ece N öbetçi|erj'ııin Lord S tan n is’ le gü ç birliği yapm asına izin verem eyiz.”
“Kar’ı vatan haini ve asi ilan etm eliyiz,” dedi Sör H arys
Svvyit. “Kara kardeşler o n u azletm eli.”
Y iice Ü stat P ycelle başıyla onayladı. “ Kara K ale’yi, Kar gide­
ne d ek onlara adam g ö n d erm eyeceğ im ize dair bilgilendirelim .”
“Y en i d ro m o n d larım ız ın kü rekçilere ihtiyacı olacak,” dedi
Aurane Su. “ B u n d a n b ö y le kaçak avcıları ve hırsızları Sur yerine
bana
gönderm eleri için lord lara talim at gö n d erelim .”
Qyburn g ü lü m se y e re k ö n e eğildi. “ G ece N öbetçileri bizi
yaratıklardan ve can avarlard an k o ru yo r. L ord larım , bence cesur
bra kardeşlerim ize y a rd ım e tm e liy iz .”
Cersei, Q y b u r n ’e sert b ir bakış attı. “ N e söylü yorsun uz?”
“Şunu,” dedi Q y b u rn . “ G e c e N ö b e tç ile ri yıllardır adam için
yalvarıyor. L o rd S ta n n is b u yalvarışa cevap verdi. K ral T o m m en
daha azını yap ab ilir m i? M a je ste le ri, S u r ’ a y ü z adam gönderm e­
li. Görünüşte siy a h la n g iy m e k için , fakat gerçekte...”
“...Jon K ar’ ı k o m u ta d a n alm ak iç in ,” d iyerek bitirdi Cersei.
Onu konseye alm akta haklı olduğum u biliyordum . “Yapacağım ız şey
tam olarak b u .” G ü ld ü . E ğer bu piç gerçekten babasının oğluysa hiçbir
¡(ydetı şüphelenmez. H a tta kaburgalarının arasına bir bıçak girmeden
önce bana teşekkür bile edebilir. “ B u işin dikkatle yapılm ası gerek.
Gerisini bana b ıra k ın lo rd la rım .” D ü şm a n ın hakkından böyle
gelinirdi: B ir h a n ç erle , b ir b ild iriy le değil. “ B u gü n iyi iş yaptık
lordlarım. T e şe k k ü r e d e rim . B aşka b ir şey var m ı?”
Özür diler b ir ton la, “ S o n b ir şey M ajesteleri,” dedi Aurane
^u. “Ö nem siz m eselelerle k o n sey in vaktini alm ak istem em ama
Sor> zamanlarda, isk elelerd e tu h a f konu şm alar duyuluyor. D o ­
ğudan gelen d en izc iler, ejd erh alard an b ahsediyor.”
^ a n tik o rlard an v e sakallı snarklardan da bahsediyorlar
J^1-” Cersei g ü ld ü . “Cücelerle ilgili konuşm alar duyduğunuzda
ar>a tekrar gelin lo r d u m .” T o p lan tın ın sona erdiğini belirtm ek
'Ç'u ayağa kalktı.
Cersei k o n sey od asın d an ayrıldığında şiddetli bir sonbahar
311
rüzgârı esiyordu ve K utsan m ış B a e lo r’un çanları şehri
*
tarafında yas şarkıları sö ylü yo rd u . A vlu d aki kırk şöval^ ^
ve kalkanlarla birbirlerine saldırıp g ü rü ltü y ü Ç o ğ a ltıy o r^ ^ f
Boros Blount kraliçeyi dairesine gö tü rd ü . C ersei, Leydi iv\^r
yw eather’ ı, Jo c e ly ıı ve D o rc as’ la birlikte gülerken buldu
pinizin bu kadar eğlenceli b u ld u ğ u şey n ed ir?”
e'
“ Redvvyııe ikizleri,” dedi T a en a. “ İk isi de Leydi M a rg a e ’
âşık. Eskiden, hangisinin bir sonraki A rb o r Lordu olacağına^
kavga ederlerdi. Şim di ikisi de K ral M u h a fız la rı’na katılmak^
tiyor, sırf küçük kraliçeye yakın o lm a k iç in .”
“ R edw yııelar’ın her zam an akıldan ç o k çilleri vardı.” Ama \
bu faydalı bir bilgiydi. Eğer D ehşet ya da Salya, Margaery ile yatakta >
yakalanırsa... C ersei, k ü çü k k ra liçen in çillerd e n hoşlanıp hoşlan- *
madiği merak etti. “ D o rcas, bana S ö r O s n e y Karakazan’ı getir.” \
Dorcas kızardı. “ E m re d e rs in iz .”
;
Kız gittiğinde, T aen a M e r r y w e a tlıe r m eraklı gözlerle krali- î
çeye baktı. “ N ed en öyle k ız a rd ı?”
j
“Aşktan.” G ü lm e sırası C e r s e i’d e y d i. “ S ö r O sney den hoşla-
i
ıııyor.” O sney en genç K arak aza n ’d ı, tem iz tıraşlı olan. Ağabeyi
f
O sm und’la aynı siyah saçlara, kan calı b u rn a ve rahat gülümse-
*
meye sahipti ama O s n e y ’n in y a n a ğ ın d a T y r io n ’ın fahişelerın-
■
den birinin teveccühü olan üç u z u n tırn a k izi vardı. “Delikanlı-
=
ııın yara izlerini seviyo r s a n ırım .”
Leydi M erryw eath er’ ın siyah
j
*
g ö z le ri fesatlıkla pırıldadı.
“Aynen öyle. Yara izleri erk eği d aha teh lik eli gösterir ve tehlfc
heyecan vericidir.”
“ Beni şaşırtıyorsunuz le y d im ,” d ed i kraliçe alaycı bir tavırk
“Eğer tehlike sizi bu kadar h e yeca n la n d ırıy o rsa neden Lord Or
ton’la evlendiniz? O n u h ep im iz se v iy o ru z , bu doğru anıa >ın
de...” Petyr bir keresinde, M erryvveath er H an edan ı’nın arnıa^
r
{
nı süsleyen bereket b o yn u z u n u n L o rd O rto n ’a çok
söylemişti; çünkü lordun h avu ç ren gi saçları, pancar kö'iıg
f
j
yuvarlak bir burnu ve bezelye lapası kadar zekâsı vardı.
Taena güldü. “ B en im lo rd u m tehlikeli olmaktan z^ a,
mert, bu doğru. L â k in ... um arım M ajesteleri benim ha'[l^
kötü düşünmez ama O rto n ’ın yatağına bir bakire olarak g1
dim.”
j
Özgür Şehirlerde hepinizfahişesiniz, öyle değil mi? Bun u bilm ek
j âydi; Cersei bir gün bu bilgiyi kullanabilirdi. “ Tanrılar aşkına,
||u tehlikelerle dolu... âşık k im d i?”
Taena kızarırken kadının esm er teni daha da koyulaştı. “Ah,
j^nuşrnamahydim. M ajesteleri sırrım ı saklayacak, değil m i?”
“Erkeklerin yara izleri vard ır, kadınların da gizem leri.” C ersej, T a e n a ’n ı n yanağını öptü. Yakında o ismi ağzından alacağım.
D o r c a s , Sör O sn e y K arakazan ’la birlikte geri döndüğünde,
kraliçe leydilerini gö n d erd i. “ G e lin , benim le birlikte pencere­
yanında oturun S ö r O sn e y. B ir kadeh şarap alır m ısınız?”
K a d e h le r i bizzat d o ld u rd u . “ P elerin in iz çok yıpranm ış. Size
nin
pelerin g iy d irm ek n iye tin d ey im .”
“Ne, beyaz bir p elerin m i? K im ö ld ü ?”
yen i b i r
“Şimdilik k im se,” dedi kraliçe. “A rzu n u z bu m u? Kral M u ­
hafızlarındaki ağabeyiniz O s m u n d ’a katılm ak?”
“Eğer M ajesteleri’ni m e m n u n edecekse, kraliçenin m uhafı­
zı olmayı tercih e d e rim .” O sn e y sırıttığında, yanağındaki izler
parlak kırmızıya dön d ü .
Cersei’nin parm akları, O s n e y ’nin yanağındaki izlere dokun­
du. “Cüretkâr bir d iliniz var sör. Y in e kendim i kaybetm em e se­
bep olacaksınız.”
“Güzel.” Sör O sn ey, kraliçen in elini yakaladı ve parmakları­
nı sertçe öptü. “ B e n im tatlı kraliçem .”
“Sen ahlaksız bir ad am sın ,” diye fısıldadı kraliçe, “ve gerÇckbir şövalye değilsin b en ce.” O sney, ipek elbisenin üstünden
b içe n in göğüslerine dokundu. C ersei buna bir süre müsaade
eth ve sonra, ‘Y e t e r ,” dedi.
Yetmez. Seni istiyoru m .”
^ n a sahip old u n .”
‘S a d e c e bir kez.” O sney, kraliçenin sol göğsünü tekrar tuttu
Ve Cersei’ye R obert’ ı anımsatan bir beceriksizlikle sıktı.
.. ¥ bir şövalye için iyi bir gece. Bana yiğitçe hizmet ettin ve
gülünü aldın.” C ersei, parmaklarını şövalyenin pantolonunun
t^ Clklarına götürdü, adamın sertleştiğini hissedebiliyordu.
yn sabah avluda sürdüğün yeni bir at m ıydı?”
% ah aygır mı? Evet. Ağabeyim O sfryd’in hediyesi. Ona
eceyarısı ismini verdim .”
313
.V<7sil da şahane bir şekilde yaratın. “M ü c a d e le için iyi bir binç^
Fakat k ey if için, genç ve heyecanlı b ir kısrağın sırtında dörtnal
koşm ak gibisi y o k.” C crsei şövalyeye g ü lü m se d i ve adam ın
cak lanııın arasını sıktı. “B ana d o ğ ru y u söyle. Sence küçük kra
liçem iz güzel m i?”
Sör O sn ey tem kinli bir şekilde geri çekildi. “Sanırım. Bir kız
için. Ben bir kadına sahip olm ayı te rc ih e d e rim .”
“N ed en ikisi b ird en o lm a sın ? ” diye fısıldadı Cersei. “Küçük
gülü b en im için kopar, n a n k ö r o lm a d ığ ım ı göreceksin.”
“K üçük... M argaery’yi m i k a ste d iy o rs u n ? ” Sör Osney’nin
ateşi p a n to lo n u n u n içinde sö n ü y o rd u . “O kralın karısı. Kra­
lın karısıyla yattığı için başını k ay b ed en b ir Kral Muhafızı yok
m u y d u ?”
“Asırlar ö n ce.” Kadın, kralın karısı değil metresiydi ve şövalye sa­
dece başını kaybetmemişti. Aerys adamı küçük parçalara ayırmış ve ka­
dını bunu izlemek zorunda bırakmıştı. A m a C e rsei, O sney’nin bu
kadim nahoşluğu d ü şü n m e sin i iste m iy o rd u . “T om m en, De­
ğersiz Aegon değil. K orkm a, o ğ lu m b e n ne söylersem onu ya­
par. Başını kaybetm esini isted iğ im kişi M arg aery , sen değilsin.”
C ersei’nin sözleri şövalyeyi d u ra k sa ttı. “Bekâretini* kastedi­
yorsun?”
“O da var. H âlâ bakire o ld u ğ u n u varsayarsak.” Cersei şö­
valyenin yarasına tekrar d o k u n d u . “F akat M argaery’nin senin...
cazibene... tepki verm eyeceğini d ü ş ü n ü y o rs a n ? ”
O sney incinm iş gibi kraliçeye baktı. “B e n d e n yeterince hoş­
lanıyor. Kızın kuzenleri sürekli b u r n u m u n büyüklüğüyle dalga
geçiyor. Megga b u n u son yaptığında, M a rg ae ry o n u susturdu ve
güzel bir y ü zü m o ld u ğ u n u sö y led i.”
“İşte bu kadar.”
K uşkulu bir tonla, “İşte b u k ad ar,” diye onayladı adam, “Ama
bana ne olacak? Yani M argaery ve b e n o işi yaptıktan...”
“...sonra m ı?” C ersei şövalyeye d ik en li b ir gülüm sem e bah­
şetti. “Bir kraliçeyle yatm ak vatan h ainliğidir. T o m m en ’ın seni
S ur’a g ö n d erm ek ten başka b ir seçeneği olm ayacak.”
* Yazar, “lıead” (baş) ve “maidenhead” (bekâret) sözcükleriyle
oyunu yapmış, (ç.n.)
kelime
“Sur?” dedi O sn e y d ehşetle.
Cersei’ııin yapabildiği tek şey gülm em ekti. H ayır . G ülm eme jjyifft• Erkekler gülünmekten nefret ederler. “Siyah bir pelerin, gözle­
rinle ve siyah saçlarınla ço k u y u m lu o lu r.”
“Kimse S u r’d an geri d ö n m e z .”
“Sen dö n ecek sin . Y ap m an gereken tek şey bir çocuğu ö ld ü r­
mek.”
“Hangi ço cu k ?”
“Stannis’le ittifak içinde olan piç b ir çocuk. G enç ve yeşil.
Senin yüz ad am ın olacak.”
Karakazan k o rk u y o rd u , C ersei adam ın üstündeki korkuyu
koklayabiliyordu am a O s n e y k o rk tu ğ u n u itiraf edem eyecek ka­
dar gururluydu. Bütün erkekler aynı. “Sayamayacağım kadar çok
çocuk ö ld ü rd ü m ,” diye ısrar etti şövalye. “Bu çocuk öldüğünde,
kraldan af alacak m ıy ım ?”
“Af ve lo rd lu k .” Önce K a r’ın kardeşleri tarafından aşılmazsan
tabii “Bir kraliçen in k o rk u n e d ir bilm eyen bir yoldaşı olm alı.”
“Lord K arakazan?” Ş övalyenin yüzü n e aheste bir gülüm se­
me yayıldı ve yara izleri k ıpkırm ızı parladı. “Evet, b u n u n tınısı­
nı sevdim. L ord gibi b ir lo rd ...”
“...ve bir kraliçeyle yatm ak için m ü n asip .”
Osney kaşlarını çattı. “S u r çok soğuk.”
“Ve ben sıcağım .” C ersei, kollarını şövalyenin boynuna d o ­
ladı. “Bir kızla yat, bir çocuğu ö ld ü r ve ben şeninim . C esaretin
var mı?”
Osney, başıyla onaylam adan önce bir an düşündü. “Ben se­
nin erkeğinim .”
“Öylesin sö r.” C ersei, O sn ey ’yi öptü ve geri çekilm eden
önce adamın biraz dil tadı alm asına izin verdi. “Şim dilik bu ka­
dar yeter. G eri kalanı beklem ek zorunda. Bu gece beni düşleyecek m isin?”
“Evet.” O sn ey ’n in sesi boğuktu.
‘Ya Bakire M argaery’yle yataktayken?” diye sordu C ersei
muzipçe. “O n u n içindeyken de beni düşleyecek m isin?”
“Düşleyeceğim ,” diye yem in etti O sney Karakazan.
“Güzel.”
315
O sn ey gittikten so n ra C e rs e i, J o c e ly ıı’i çağ ırd ı. Kız o n u n s
larını fırçalarken C e rsei a y ak k ab ıların ı ç ık a rd ı v e b ir kedi gibj ^
rindi. Ben bu iş için yaratılmışım, d e d i k e n d i k e n d in e . O n u en ço^
m e m n u n eden şey, yaptığı p la n ın k e s k in g ü z e lliğ iy d i. Margaerv
O sn ey Karakazaıı gibi b ir a d a m la iş ü s t ü n d e yakalanırsa, Mace
Tyrell bile sevgili kızını s a v u n a m a z d ı v e S ta n n is B a ra th e o n ’IaJ0n
K arın , O s n e y n in n e d e n S u r a g ö n d e r ild iğ in i m e r a k etm ek için
sebebleri olm azdı. C e rsei, k ü ç ü k k ra liç e y le O s ııe y ’yi basacakadamııı, şövalyenin ağabeyi S ö r O s m u n d o lm a s ın ı sağlayacaktı; bu
sayede, diğer iki K arak azan 'ın s a d a k a tin in s o rg u la n m a s ın a gerek
kalmayacaktı. Eğer babam beni şim d i görebilseydi, tekrar evlendirmek
için o kadar acele etmezdi. Ö lii olm ası b iiy iik ta lih sizlik . O , Robertjon
Arr)’n, N e d Stark, R en ly Baratlıeon; hepsi öldü. Sadece Tyrion kaldı ve
yakında o da ölecek.
O gece, kraliçe, L eydi M e r r y w e a th c r ,ı y a ta k o d asın a çağırdı.
“Bir kadeh şarap alır m ıs ın ? ” d iy e s o r d u k a d ın a .
“K üçük bir k a d e lı.” M y rli k a d ın g ü ld ü . “B ü y ü k b ir kadeh.”
D orcas kraliçeye yatak k ıy a fe tle rin i g iy d ir ir k e n , “Yarın sabah
gelinim i ziyaret e tm e n i is tiy o r u m ,” d e d i C e r s e i , T a e n a ’ya.
“Leydi M argaery b e n i g ö r m e k te n h e r z a m a n m u tlu lu k du­
yar.”
“B iliy o ru m .” T a en a ’nm, T o m m e n ’ın k ü çü k karısın dan bahseder­
ken kullandığı tarz, kraliçenin gö z ü n d en k a çm a d ı. “O n a , sevgili Yüce
R ah ip ’im iziıı an ısın a ith a fe n B a e lo r S e p t i’n e y e d i m u m gönder­
diğim i söyle.”
T aen a g ü ld ü . “E ğ er ö y ley se M a r g a e r y k e n d i a d ın a yetm iş yedi
m u m g ö n d erir, s ır f o n d a n fazla y as t u t a n b ir i o lm a s ın diye.”
“G ö n d e rm e z s e d a r ılır ım ,” d e d i k ra liç e g ü lü m s e y e re k . “Ayrı­
ca, o n a gizli b ir h ay ran ı o l d u ğ u n u sö y le . O n u n g ü z elliğ in e vuru­
lan ve b u y ü z d e n geceleri u y u y a m a y a n b i r ş ö v a ly e .”
“H a n g i şövalye o ld u ğ u n u s o r a b ilir m i y i m M a je ste le ri? ” Tae n a ’n ın iri, siyah g ö z le rin d e fe sa tlık p ır ıltıla r ı v a rd ı. “S ör Osney
o lab ilir m i? ”
“O la b ilir,” d e d i kraliçe, “lâ k in is m i ç a b u c a k sö y le m e . Bırak da
ağ zın d an zo rla alsın. B u n u y a p a r m ı s ı n ? ”
“E ğ er sizi m e m u n e d e c e k se . B e n in te k a r z u m b u M ajesteleri.
316
p ış a rıd a so ğ u k b ir rü zg âr esiyordu. A rbor altını içerek ve
birbirlerine h ik ây eler anlatarak sabah saatlerine kadar ayakta
kaldılar. T aen a iyice sarh o ş o ld u ve C ersei kadının gizli âşığı­
nın ismini ö ğ ren d i. A d am ; o m u zların a in en siyah saçları ve çe­
nesinden kulağ ın a kad ar u zan an b ir yara izi olan, yarı korsan,
IVlyrli bir d en iz k ap tan ıy d ı. “O n a yüzlerce kez hayır d e d im , o
yüzlerce kez ev et d e d i,” diye anlattı T aena, “so n u n d a b e n de
evet diyo rd u m . R e d d e d ile c e k tü rd e n b ir adam değildi.”
“O tü rü b ilirim ,” d ed i kraliçe alaycı b ir gülüm sem eyle.
“M ajesteleri hiç öyle b ir adam la karşılaştı m ı m erak ediyo­
rum?”
Jaim e’yi d ü ş ü n e re k , “R o b e rt,” ded i C ersei.
Ama g ö zlerin i k ap attığ ın d a, rüy asın d a diğer kardeşini ve sa­
bah gelen üç sefil soytarıyı g ö rd ü . R üyada, adam ların getirdiği
çuvalın içinde T y rio n ’ın başı vardı. C ersei, başı bronzla kaplattı
ve lazım lığının için d e sakladı.
317
DE Mİ R KAPTAN
/V m ir Z a fer b ıırn ıı d ö n ü p N a g g a ’ııın Beşiği denen kutsa|
koya g ird iğ in d e rü zg âr k u z e y d e n e s iy o rd u .
V ictario n g e n im in p ru v a sın d a B e rb e r N u t e ’a katıldı. İleride
E ski W y k ’in kutsal sahili ve sa h ilin ü z e rin d e k i çinili tepe belir
d ı. N a g g a ü ım k aburgaları o te p e d e y ü k se liy o rd u . Bir drom ond ıııı direği kadar kalın ve d ire k te n iki kat u z u n olan kemikler
m u a z z a m beyaz ağaçların g ö v d e le rin e b e n z iy o rd u .
G r i K ral'ın K alesi'nitı kem ikleri . V ic ta rio n b u yerin sihrini
h isse d e b iliy o rd u . "B alo n k e n d in i ilk k ez kral ilan ettiğinde bu
k e m ik le rin altın d a d u r d u ,” d e d i. “Ö z g ü r lü ğ ü m ü z ü geri kazana­
cağına d air y e m in etti ve U ç K ez B o ğ u lm u ş T a rle onu n başına
ah şap b ir taç taktı, in s a n la r 'B A L O N ! ' d iy e bağırdı. B .iL O N 1
K R İ L B A L O N ! '"
"S en in ad ın ı da o k a d a r y ü k s e k se sle bağıracaklar,” dedi
Nııte.
V ictario n başıyla o n a y la d ı a m a B e r b e r ’in kuşkusuzluğunu
p a y la şm ıy o rd u . B a lo ı n n üç o ğ lu ve ç o k se v d iğ i b ir kızı vardı.
B u n u M o a t C a ilin 'd e . D e n iz ta ş ı T a l ı t f n a talip olması için
ısrar e d e n k a p ta n la rın a da s ö y le m iş ti. “ B a lo ıı’ın oğulları öldü
ve A sha b ir k a d ın ,” d iy e itiraz e tm iş ti K ırm ız ı R a lf Stonehouse. "S en a ğ a b ey in in sağ k o lu y d u n , o n u n d ü ş ü r d ü ğ ü kılıcı sen
k a ld ırm a lıs ın .” V ic ta rio n , B a lo n ’ın o n a M o a t C a ilin ’i kuzeyli
a d a m la rd a n k o ru m a s ın ı e m r e ttiğ in i h a tırla ttığ ın d a , “Kurtlarda­
ğ ıld ı.” d e m işti R a lf K e n n in g . “ B u b a ta k lığ ı k azan ıp adaları kay­
b e tm e n in n e faydası v a r? ” T o p a l R a lf e k le m iş ti, “ K argagözçok
u z u n z a m a n d ır u z a k la rd a y d ı. B izi ta n ım ıy o r .”
E n ro n G reyjoy, A d a la r’m ve K u z e y 'in K r a lı. B u dü şü n ce, Victar ıo n 'ın k a lb in d e k i eski b ir ö fk e y i u y a n d ır ıy o r d u
am a
yine de...
" K e lim e le r r ü z g â r d ır ,” d e m iş ti V ic ta r io n adam lara, “ve ly1
o la n te k rü z g â r, y e lk e n le r im iz i d o ld u r a n d ır . B eni
K argagözk
m ı d ö v ü ş tü re c e k s in iz ? K a rd e şe k arşı k a rd e ş, d e m ir d o ğ u m lu y a
k arşı d e m ir d o ğ u m lu ? ” A ra la rın d a n e k a d a r h u s u m e t o lu r sa o *
s u n , E u r o n h âlâ V ic ta rio n ’ın b ü y ü ğ ü y d ü . H iç kimse bir abra a
k atili k ad ar lanetli olamaz.
ÜH
Fakat B uharsaçlı n ın kral şurası çağrısı geldiğinde her şey d eğişmişti..4mm, Boğulmuş T anrı’nın sesiyle konuşuyor, diye hatırlatrrnştı V ictarion k en d in e, ve Boğulmuş Tanrı, Deniztaşı Tahtı’nda
benim oturmamı isterse... E rtesi gün, M oat C ailin’in kom utasını
Ralf K en n in g ’e v erm iş ve kara yoluyla Ateşli N eh re gitm işti;
Demir D o n a n m a orada, sazlarla söğütlerin arasında yatıyordu.
Sert sular ve d eğ işk en rü zg ârlar o n u geciktirm işti am a Victarion
sadece b ir g em i kay b etm işti ve artık evdeydi.
Demir Z a fer u ç u r u m lu kara parçasının ö n ü n d en geçerken,
Keder ve D em ir intikam o n u n h e m e n arkasındaydı. O n ların pe­
şinden D em ir Rüzgâr, B o z Hayalet, Lord Quellon, Lord Vickon,
lo rd Dagotı ve d iğ erleri g eliy o rd u . D e m ir D o n an m a’nın onda
dokuzu, u z u n fersah lar b o y u n ca u zan an dağınık bir sıra hâlinde
akşam dalgasıyla yol alıy o rd u . G e m ile rin yelkenlerinin görü n ­
tüsü V ictarion G re y jo y ’u m u tlu lu k la d o ld u rd u . H içbir erkek
karısını, L ord K ap tan ’ın g em ilerin i sevdiği kadar sevem ezdi.
Eski W y k ’in ku tsal kıyısı b o y u n ca, göz alabildiğince dargemi dizilm işti, g e m ile rin d irek leri m ızraklar m isali gökyüzünü
deliyordu. D a h a d e rin su lard a g an im etler y ü züyordu: A kınlarda ya da savaşlarda k azan ılm ış g ökeler, karaklar ve d ro m ondlar.
Pruvalarda, p u p a la rd a ve d ire k le rd e tan ıd ık sancaklar dalgalanı­
yordu.
B erber N u te g ö zlerin i kısarak kıyıya d o ğ ru baktı. “L ord H a rlavv’un D en iz Şarkısı m ı şu ? ” B erb er, çarpık bacakları ve u z u n
kollarıyla tık n az ve g ü çlü b ir ad am d ı am a gözleri gençliğindeki
kadar keskin d eğ ild i. N u te o g ü n lerd e öyle iyi balta fırlatırdı
ki, insanlar o n u n fırlattığı b altan ın b ir adam ı tıraş edebileceğini
söylerdi.
“Evet, D e n iz Ş a rk ısı.” G ö rü n ü ş e göre O k u y u c u R odrik ki­
taplarını te rk e tm işti. “Ş u da Yaşlı D r u m m ’m G ö k Gürültüsü.
O nun y an ın d a B lack ty d e’ın Gece Kuşu var.” V ictarion’u n g özle­
ri her zam an k i gibi k esk in d i. Y elkenleri toplanm ış ve sancakları
aşağı sarkm ış o lm asın a rağ m en b ü tü n gem ileri tanıdı, D e m ir
D onanm a’n ın L o rd K ap tam ’na b u yakışırdı. “ G üm üş Yüzgeç
de burada. Savvane B o tley ’niıı b ir akrabası.” V ictarion, K argagöz’ün L ord B o tley ’yi b o ğ d u ğ u n u d u y m u ştu , lo rd u n vârisi d e
319
A k u t O i l i n ’de ö lm ü ştü am a a d a m ın e rk e k kardeşleri ve baş]^
oğulları da vardı. Kaçtı? D ört? Hayır, beş. Ve hiçbirinin Kargagöz'sermek için bir sebebi yok.
Ve sonra V icrarion o n u g ö rd ü : T e k d irek li, koyu kırmız,
gövdeli, ince ve alçak bir kadırga. G e m in in şu anda bağlı olan
yelkenleri yıldızsız bir g ö k y ü z ü k ad ar siyahtı. Sükûnet, demir
atm ış hâldeyken bile zalim ve hızlı g ö r ü n ü y o rd u . G em inin pru­
vasında, tek k o lu n u ö n e u z a tm ış d e m ir b ir bakire duruyordu
Beli inceydi, göğüsleri d ik ve g ö rk e m liy d i, bacakları uzun ve
şekilliydi. B aşından, siyah d e m ir sa ç la rd a n y ap ılm a ve rüzgârla
savrulan bir yele ak ıy o rd u . K ızın g ö z le ri se d efti am a ağzı yoktu.
V ictarion ellerini y u m r u k h â lin e g e tird i. O ellerle dört ada­
m ı ve bir kadını ö lü m ü n e d ö v m ü ş tü , k a d ın karısıydı. Saçları­
na kırağı d ü şm ü ş o lm asın a ra ğ m e n , V ic ta rio n b ir boğanınkine
b enzeyen geniş göğsü ve b ir d e lik a n lın ın k i k ad ar d ü z karnıyla
h er zam anki kadar g ü çliiy d ü . B a lo n , K arg ag ö z’ii denize gön­
derdiği g ü n , V ictario n ’a, bir akraba katili tanrıların ve insanların
gözünde lanetlidir, diye h a tırla tm ış tı.
“O b u ra d a ,” ded i V ictario n , B e r b e r ’e. “Y elk en leri indir. Sa­
dece k ü rek lerle ilerleyeceğiz. K e d e r e v e D e m ir intikam 'a, Sükû­
net' le d en izin arasında d u r m a la rın ı e m r e t. D o n a n m a n ın geri
kalanı k o y u n girişini k ap atsın . B e n im iz n im o lm adan kimse
koydan ayrılm ayacak, n e b ir in sa n n e d e b ir k a rg a .”
Kıyıdaki ad am lar d o n a n m a n ın y e lk e n le r i g ö rm ü ştü . Dost­
lardan ve ak rabalardan se lam n id a la rı g e lirk e n , koy boyunca
çığlıklar y an k ılandı am a S ü k û n e t 't e n ses g e lm e d i. Demir Zafer
y aklaşırken, Sü kûn et 'in d ils iz le rd e n v e k ırm a la rd a n oluşan karı­
şık m ü re tte b a tı te k k e lim e e tm e d i. K a tra n k a d a r kara ve Güneyd iy ar’ın m a y m u n la rı k ad ar b o d u r v e k ıllı a d a m la r V ictarion a
baktı. V ictario n, canavarlar, d iy e d ü ş ü n d ü .
D em ir Z a fer, Sü kûn et 'in y irm i m e tr e u z a ğ ın d a d e m ir attı. “Bir
tek n e in d irin . Kıyıya ç ık a c a ğ ım .” K ü r e k ç ile r y erlerin i alırken
V ictario n kılıç k e m e rin i b ağ lad ı, te k k a lç a s ın d a kılıcı diğerinde
kam ası vardı. B e rb er N u te , L o rd K a p ta n ’ın p e le rin in i adamın
o m u z la rın a k o y d u . P e le rin d o k u z k a t a ltın d o k u m a d a n yapılma
ve G rey jo y lar’ın d e n iz can av arı ş e k lin d e d ik ilm iş ti, kollan yere
değiyordu. V ictarion p e lerin in altına, kaynatılm ış siyah d e rin in
üstüne g eçirilm iş b ir ö rg ü zırh giym işti. M o at C a ilin ’de gece
gündüz zırh giym eye başlam ıştı. Ağrılı kollara ve sızlayan b ir
sırta katlanm ak, kanlı bağırsaklara katlanm aktan daha kolaydı.
Bataklık şe y tan ların ın zeh irli o k ların ın sadece b ir çiziği y eterd i;
insan birkaç saat so n ra, hayatı kırm ızı ve kahverengi dam lalar
hâlinde b acak ların d an aşağı akarken k ıvranır ve çığlıklar atardı.
Deniztaşı T ah tı’m kim kazanırsa kazanırsın, ben bataklık şeytanları­
nın hakkından gelm eliyim .
V ictarion d e n iz canavarı şeklindeki savaş m iğferini taktı.
D em irden d ö v ü lm ü ş can av arın kıvrım lı kolları, V ictarion’ın
yanaklarından aşağı in iy o r ve ç en esin in altında birleşiyordu. O
sırada tek n e h a z ırla n m ıştı. V ictario n bordayı aşarken, “S andık­
ların s o r u m lu lu ğ u n u sana b ıra k ıy o ru m ,” dedi N u te ’a. “Ç o k iyi
ko ru n d u k ların d an e m in o l.” B irço k şey o sandıklara bağlıydı.
“E m red ersin iz M a je ste le ri.”
V ictarion k aşların ı çatarak karşılık verdi. “H e n ü z kral deği­
lim.” T ek n ey e in d i.
A eron B u h a rsaçlı, kıyıya v u ra n k ö p ü k lü dalgaların içinde
Victarion’ı b e k liy o rd u , k o lu n u n altın d a b ir su m atarası sallanı­
yordu. R ah ip in ce ve u z u n d u am a V ictario n ’d an kısaydı. A da­
mın gözleri d e m ird i, k em ik li y ü z ü n d e n çıkan b u rn u b ir k öpekbalığımn y ü zg ecin i a n d ırıy o rd u . Sakalı b elin e kadar in iy o rd u .
Karm akarışık ip le r h â lin d e k i saçları, rü zg ârın h e r esişinde ba­
caklarının ark asın ı d ö v ü y o rd u . S o ğ u k ve beyaz dalgalar ayak
bileklerine ça rp a rk e n , “A ğ ab ey,” dedi A ero n , “zaten ö lü olan
ölem ez.”
“Am a y e n id e n d o ğ ar, d ah a gü çlü ve daha z o rlu .” V ictarion
miğferini çık arıp d iz çö k tü . D en iz, L ord K aptan’ın çizm elerin i
doldurup p a n to lo n u n u sırılsıklam ed erk en , A eron adam ın başı­
na tuzlu su d ö k tü . D u a ettiler.
D ua b ittiğ in d e , “A ğab ey im iz K argagöz n e re d e ? ” diye s o rd u
Victarion.
“A ltın d o k u m a k u m a şta n y apılm ış şu b ü y ü k çadır o n u n . E t­
rafı tanrısız ad am larla ve canavarlarla d o lu , esk isin d en d ah a b e ­
ter. B abam ızın kanı o n u n d am arların d a b o z u lm u ş.”
“A n n e m iz in L ıııı d a .” V ic ta r io ıı, N a g g a ’ııın k e m ik le r in in ve
G ri Kral ın K a le si'n iıı a ltın d a k i b u r u lıa ıı i y e r d e a k ra b a öldür­
m e k te n b a h s e tm e y e c e k ti a m a E u r o n ’u ıı g ü lü m s e y e n yüzüne
zırlılı b ir y u m r u k in d irm e y i d e f a la r c a d ü ş ü n m ü ş t ü ; e t ayrılana
ve K a rg ag ö z'iin k ö tü k a n ı k ıp k ı r m ız ı a k a n a k a d a r . Yapmamalı­
yım. Halon'a sik verdim. “ H e r k e s g e ld i m i? " d i y e s o r d u kardeşine.
" Ö n e m li o lan h e rk e s. K a p ta n la r v e k r a l l a r .” D e m i r A dalar’da
h e rk e s ay n ıydı; h e r k a p ta n k e n d i g ü v e r t e s i n d e k r a ld ı ve h e r kral
b ir k ap tan o lm a lıy d ı. “ B a b a m ız ın ta c ın ı ta le p e t m e k niyetinde
m is in ? ”
V ictario ıı k e n d in i D e ııiz ta ş ı T a l ı t ı ’n d a o t u r u r k e n hayal etti.
“Şayet B o ğ u lm u ş T a n rı is te r s e .”
“D algalar k o n u ş a c a k ,” d e d i A e r o n
G r e y j o y uzaklaşırken.
“D algaları d in le a ğ a b e y .”
“E v et.” V ictario ıı, a d ın ın d a lg a la r t a r a f ı n d a n f ıs ıld a n ırk e n ve
kaptan larla k rallar ta r a fın d a n b a ğ ır ı lı r k e n k u l a ğ a n a s ıl geleceğini
d ü ş ü n d ü . E ğer kupa bana geçerse, on u bir k e n a ra bırakm ayacağım .
V ictario n ’u n ç e v r e s in d e , o n a ş a n s d i l e m e k v e d e s te ğ in i al­
m ak isteyen b ir k a la b a lık t o p la n d ı. V i c t a r i o ı ı h e r a d a d a n adam­
lar g ö rd ü : B lac k ty d e la r, O m v o o d l a r , S t o n e t r e e l e r W y n c h e le rv e
daha p ek çokları. E ski W y k ’in G o o d b r o t l ı c r l a r ’ı, B ü y ü k W yk’in
G o o d b ro tlıe rla r’ı ve O r k m o ı ı f u n
G o o d b r o t h e r l a r ’ım n hepsi
gelm işti. B ü tü n d ü z g ü n a d a m la r t a r a f ı n d a n h o r g ö rü lm e le rin e
rağ m en C o d d la r da o r a d a y d ı. M ü t e v a z ı S h e p h e r d l a r , Weaverlar, N e tle y le r ve h a tta k ö le le r le t u z k a r ı l a r ı n ı n k a n ın d a n gelen
H u m b le la r; k a d im ve g u r u r l u h a n e d a n l a r d a n g e le n adam lar­
la b ir aradaydı. B ir V o lm a r k , V i c t a r i o n ’u n s ı r t ı n a v u r d u ve iki
Sparr, elin e b ir şarap m a ta ra s ı t u t u ş t u r d u . V i c t a r i o n b ü y ü k bir
y u d u m içti, ağzını sildi v e a d a m la r ın o n u y e m e k a te ş in e doğru
g ö tü rm e sin e izin v e rd i; savaş, ta ç la r , y a ğ m a v e o n u n saltanatı­
n ın ih tişam ı ile ö z g ü r lü ğ ü h a k k ın d a k o n u ş m a l a r ı n ı d in led i.
O gece D e m ir D o n a n m a ’n ı n a d a m l a r ı , g e lg it ç iz g isin in üs­
tü n e y elk en b e z in d e n d e v asa b ir ç a d ır k u r d u . B u sa y e d e Victari­
o n , elli ü n lü k ap tan a; k ız a r m ış b u z a ğ ı, t u z l u m o r in a ve ıstakoz­
dan o lu şa n b ir ziyafet v e rd i. A e r o n d a g e ld i. K a p ta n la r Demir
D o n a n m a ’yı y ü z d ü r m e y e y e te c e k k a d a r b i r a t ü k e tir k e n , Aeron
balık yiyip su
A d am ların ço ğ u V ictarion’u destekleyeceğine
dair söz verdi: G tiç lü Fralegg, zeki Alvyn S harp, k am b u r H o th o
Harlaw. H o th o , V ictarıo n ’a, kraliçe olarak o n u n kızını alm a­
sını önerdi. “E şler k o n u s u n d a ço k şan ssızım ,” dedi V ictarion.
İlk karısı d o ğ u m y atağ ın d a ö lm ü ş ve o n a ö lü d o ğ m u ş b ir kız
evlat verm işti, ik in c i karısı su çiçeğ in d en m u zd arip o lm u ştu .
Ve iiçüncüsii...
“Bir kralın, b ir v eliah tı o lm a lı,” diye ısrar etti H o th o . “K argagöz kral şû rasın d a se rg ile m e k ü zere üç oğul g etird i.”
“Piçler ve k ırm a la r. K ızın kaç yaşında?”
“O ıı iki,” d ed i H o th o . “G ü z e l ve d o ğ u rg an , yeni çiçek açtı,
saçları bal ren g i. G ö ğ ü s le ri h e n ü z k ü ç ü k am a iyi kalçaları var.
Benden çok a n n e s in e ç e k m iş .”
V ictarion b u n u n , k ızın b ir k a m b u ru o lm adığı an lam ın a gel­
diğini b iliy o rd u . Kızı k afasın d a c a n lan d ırm ay a çalıştı am a gözle­
rinin ö n ü n e ö ld ü r d ü ğ ü karısı geldi. V ictario n , kadına indirdiği
her darbede h ıç k ırm ıştı, so n ra o n u kayalara taşım ış ve y engeç­
lere verm işti. “T aç g iy d iğ im d e kıza m e m n u n iy e tle b ak arım ,”
dedi. H o tlıo ’n u n u m m a y a cesaret ettiği şey de b u kadardı, adam
ayaklarını sü rü y e re k h o ş n u t b ir şekilde uzaklaştı.
Baelor B lac k ty d e’ı m e m n u n e tm e k d ah a z o rd u . Sakalsız ve
yakışıklı ad am , k o y u n y ü n ü n d e n y apılm ış siyah beyaz tu n iğ i­
nin içinde V ic ta rio n ’u n y a n ın d a o tu r d u . A d am ın p elerin i sa m u r
kürküydü, y akasına y ed i k ö şeli g ü m ü ş b ir yıldız iğnelen m işti.
Baelor sekiz yıl b o y u n c a E ski Ş e h ir’de re h in tu tu lm u ş ve yeşil
toprakların yed i ta n rıs ın ın m ü m in i o larak geri d ö n m ü ş tü . “B a­
lon deliydi, A e ro n d a h a d eli ve E u ro n h e p s in in e n d elisi,” d ed i
Lord Baelor. “Y a siz L o rd K aptan? E ğ er sizin adınızı bağırırsam
bu çılgın savaşa b ir so n v ere c e k m isin iz ? ”
V ictarion k aşlarını çattı. “D iz ç ö k m e m i m i istiy o rsu n u z ? ”
“Eğer gerek irse. B a tıd iy ar’a karşı tek başım ıza ayakta d u r a ­
mayız. Kral R o b e rt b u n u kan ıtladı, k ed erim iz pahasına. B alon
özgürlüğün b ed elin i d e m irle ö d eyeceğini söylem işti lâkin ka­
dınlarımız B a lo n ’ın taçların ı boş yataklarla satın aldı. B e n im a n ­
nem de o n lard an b iriy d i. E ski U s û l ö ld ü .”
“Z aten ö lü olan ö lem ez. A m a y e n id e n doğar, d ah a g ü ç lü ve
d ah a zo rlu . Y üz yıl sonra, in sa n la r C e s u r B a lo n ’m şarkısını söv
lecek .”
y'
“O n a B alon D ııly aratan , d ey in . O n u n vadettiği özgürlüğü
hiç d ü ş ü n m e d e n bir babayla takas e d e rim . B ana b ir baba vere­
b ilir m isin iz ? ” V ictarion cevap v e rm e y in c e , B lacktyde homurd aııarak uzaklaştı.
Ç a d ır iyice ısındı ve d u m a n la d o ld u . G o ro ld Goodbroth e r ’ın o ğ u lların d a n ikisi kavga e d e r k e n b ir m asayı devirdiler.
W ill H u m b le bir iddiayı k ay b etti ve ç iz m e s in i y e m e k zorunda
kaldı. R o m m y W eaver, “K anlı K u p a ”yı, “Ç e lik Y a ğ m u r’ u ve di­
ğ er eski yağm a şarkılarını sö y le rk e n K ü ç ü k L e n w o o d Tawney
k em an çaldı. B akir Q a rl ve E ld re d C o d d p a rm a k dansı oyna­
dı. E ld re d ’in p a rm a k la rın d a n b iri T o p a l R a lf in şarap kupasına
d ü ş tü ğ ü n d e b ir kahkaha fırtın a sı k o p tu .
G ü le n le rin arasında b ir k a d ın v a rd ı. V ic ta rio n ayağa kalktı
ve o n u çad ır k ap ısın ın y a n ın d a g ö r d ü . B a k ire Q a r l’in fısıldadığı
bir şey o n u yin e g ü ld ü rd ü . V ic ta rio n k ız ın b u ra y a gelecek kadar
aptal o lm am asın ı u m m u ş tu am a o n u g ö r ü n c e g ü lü m sed i. Emir
v eren b ir sesle, “A sh a,” diy e se sle n d i. “ Y eğ en .”
A sha, V ic ta rio n ’u n y a n ın a g itti; tu z le k e le riy le kaplı uzun
çizm elerin in , yeşil y ü n p a n to lo n u n u n , k a h v e re n g i tuniğinin ve
bağ cıklarının yarısı b a ğ la n m ış k o ls u z d e ri y e le ğ in in içinde ince
ve kıvraktı. “A m ca.” A sha G re y jo y b ir k a d ın iç in u z u n boyluy­
d u am a am casın ın y an ağ ın ı ö p e b ilm e k iç in ay ak parmaklarının
u cu n d a y ü k se lm e k z o r u n d a k ald ı. “S e n i k ra liç e şûram da gör­
m e k te n m u tlu y u m .”
“K raliçe şû rası?” V ic ta rio n g ü ld ü . “S a rh o ş m u s u n yeğenim?
O tu r . K ıyıda Kara R ü zg âr 'ı g ö r m e d im .”
“O n u N o r n e G o o d b r o th e r ’ın k a le s in in a ltın a dem irledim ve
a d an ın karşı tara fın d a n b u ra y a atla g e ld im .” A sh a bir tabureye
o tu r d u ve izin is te m e d e n B e rb e r N u t e ’u n şa rab ın ı aldı. Nute
itiraz e tm e d i; b ir sü re ö n c e sız m ış tı. “M o a t’u k im tutuyor?
“R a lf K en n in g . G e n ç K u r t’u n ö lü m ü y le , b atak lık şeytanla­
rın d a n başka ra h a tsız lığ ım ız k a lm a d ı.”
“S tark lar y egâne ku zey li a d a m la r d e ğ ille rd i. D em ir Taht,
D e h ş e t K alesi L o rd u ’n u K u z e y M u h a fız ı ilan e tti.”
324
“Bana savaş d e rs i m i v e re c e k s in ? S e n d a h a a n n e n in s ü t ü n ü
ejniyorken b e n m ü c a d e le le r d e y d im .”
“Ve d e k a y b e d iy o r d u n .” A sh a b ir y u d u m şarap içti.
V ictario n o n a G ü z e l A d a ’n ın h a tırla tılm a s ın d a n h o ş la n m a ­
m ı^ 1- “G e n ç k e n h e r a d a m b i r m ü c a d e le k a y b e tm e li, b ö y le c e
yaşlandığında savaş k a y b e tm e z . U m a r ı m b ir talep te b u lu n m a y a
gelm edin.”
A sha alaycı b i r ş e k ild e g ü lü m s e d i. “Ya g eld iy se m ?”
“B u rad a, s e n in k ü ç ü k b ir k ız o ld u ğ u n zam an ları h a tırla y a n
adam lar v ar, d e n iz d e ç ıp la k y ü z d ü ğ ü n v e b e b e ğ in le o y n a d ığ ın
zam anları.”
“B altalarla d a o y n a r d ı m .”
“O y n a r d ın ,” d iy e k a b u l e tti V ic ta rio n , “am a b ir k a d ın b ir
koca ister, b ir taç d e ğ il. K ral o ld u ğ u m d a sana b ir koca v e re c e ­
ğim .”
“A m c a m b a n a k a rşı ç o k iyi. K raliçe o ld u ğ u m d a se n in için
güzel b ir eş b u la y ım m ı? ”
“E şler k o n u s u n d a ş a n s s ız ım . N e k a d a r z a m a n d ır b u ra d a ­
sın?”
“B u h a rs a ç lı a m c a m ın , n iy e t e ttiğ in d e n fazla adam ı u y a n ­
dırdığını g ö r m e y e y e te c e k k a d a r u z u n z a m a n d ır. D r u m m la r
talepte b u l u n m a k n iy e tin d e v e Ü ç K ez B o ğ u lm u ş T a rle , kara
soyun m e ş r u v e l ia h tın ın M a r o n V o lm a r k o ld u ğ u n u söylerken
d u y u ld u .”
“K ral, b ir d e n iz c a n a v a rı o lm a lı.”
“K arg ag ö z b i r d e n iz ca n a v a rı. B ü y ü k e rk e k kardeş k ü ç ü k
olandan ö n c e g e lir .” A s h a ö n e e ğ ild i. “F ak at b e n K ral B alo n ’ın
b e d e n in in ç o c u ğ u y u m , y a n i ik in iz d e n d e ö n c e g eliy o ru m . B eni
dinle a m c a ...”
A m a s o n r a b ir s e s s iz lik ç ö k tü . Ş ark ıla r su s tu ve K ü ç ü k
L en w o o d T a v v n e y k e m a n ın ı in d ird i, a d a m la r başlarını çevirdi.
Çatal b ıç a k g ü r ü l tü s ü b ile k esild i.
Z iy a fet ç a d ır ın a b ir d ü z in e y e n i k o n u k girdi. V ictarion;
Ç im d ik s u ra t J o n M y r e ’ı, K arad işli T o r w o ld ’u ve Solak L ucas
C o d d ’u g ö r d ü . G e r m u n d B o tle y , B a lo n ’ın ilk isyanı sırasında
bir L a n n is te r ’d a n ald ığ ı a ltın y ald ızlı gö ğ ü s kalkanın ü s tü n d e
kollarını b irleştirdi. O r k ın o ııt’u n O r k w o o d ’u, G e rm u n d ’un
ıııııda dıırd ıı. O n la rın arkasında T a ş y u m ru k , Q u lle o n Humbl
ve ö rg ü ler h âlindeki ateşli saçlarıyla K ızıl K ü rek çi vardı. Çoban
Ralf, Lord L im anım dan R a lf ve K öle Q a rl d a oradaydı.
Ve Kargagöz, E u ro n G reyjoy.
H iç değişmemiş, diye d ü ş ü n d ü V ictario n . Bana gülüp
günkü gibi görünüyor. L ord Q u e llo n ’u n o ğ u lla rın ın en yakışıkjls,
E u ro n ’d u ve üç yıllık sü rg ü n b u gerçeği değiştirm em işti. Eur o n ’u n saçları hâlâ gece d en izi k a d a r siy a h tı ve düzgünce tıraş
ed ilm iş koyu ren k sakallarının altın d a k i y ü z ü hâlâ beyaz ve pü­
rü zsü zd ü . E u ro n ’u n sol g ö zü siyah b ir y am ay la kapatılm ıştı ama
sağ gözü yaz sem ası kadar m aviydi.
Gülümseyen gözü, diye d ü ş ü n d ü V ic ta rio n . “K argagöz,” dedi.
“Kra/ K argagöz, k a rd e şim .” E u r o n g ü lü m s e d i. Dudakları
lam ba ışığında koyu r e n k g ö rü n ü y o rd u ; ç ü r ü k ve mavi.
“Kral şû rasından gelecek o la n d a n b aşk a k ra lım ız yok.” Buharsaçlı ayağa kalktı. “T a n rıs ız b ir a d a m ...”
“...D eniztaşı T a h tı’n d a o tu ra m a z , e v e t.” E u r o n çadırın içine
göz gezdirdi. “A slına bakarsan, so n z a m a n la rd a sık sık Deniztaşı
T a h tı’nda o tu rd u m . H iç itiraz e tm e d i.” G ü lü m s e y e n gözü par­
lıyordu. “T an rıları b e n d e n iyi k im b ilir? A t ta n rıla rı ve ateş tan­
rıları, m ü cev h er g özlü altın ta n rıla r, s e d ir a ğ acın d an yontulmuş
tanrılar, dağlara o y u lm u ş ta n rıla r, b o ş h a v a n ın tanrıları... hep­
sini biliy o ru m . O n la rı çiçek lerle s ü s le y e n ve o n la rın adına ke­
çilerin, b oğaların ve ç o c u k la rın k a n ın ı a k ıta n in sa n la r gördüm.
Elli değişik dilde d u alar d u y d u m . S ak at b a c a ğ ım ı iyileştir, o kı­
zın b en i sev m esini sağla, b a n a sağlıklı b ir o ğ u l ver. Beni kurtar,
bana y ard ım et, b en i ze n g in et... beni korul B e n i düşm anlarım ­
dan k o ru , b en i k arn ım d ak i y e n g e ç le rd e n k o ru , b en i at
e fe n d i­
lerin d en , köle ta c irle rin d e n , k a p ım d a k i p aralı askerlerden koru
Beni Sükûnet 'te n k o r u .” E u ro n g ü ld ü . “ T a n rısız mı? Ah Aeroıı,
b en b u g ü n e kadar y elk en açm ış a d a m la rın e n dindarıyım !
Sen
tek tanrıya h iz m e t e d iy o rsu n B u h a rs a ç lı, a m a b e n o n bin tanrıya
h iz m e t e ttim . Ib ’d e n A ssh ai’ye k a d a r b ü tü n in san lar, ne
yelkenlerimi g ö rseler d u a e d iy o rla r.”
326
zaman
Rahip kem ikli p arm ağ ın ı y ukarı kaldırdı. “O n la r ağaçlara, al­
tın ilahlara ve keçi başlı zelillere d u a ediyorlar. Sahte tan rıla ra...”
“Aynen ö y le,” ded i E u ro n , “ve b u g ünahları y ü z ü n d e n h e p si­
ni öldürdüm . K anlarını d en ize ak ıttım ve çığlık atan kadınlarına
tohum larım ı ek tim . O n la rın k ü ç ü k tanrıları b en i d u rd u ra m a d ı,
yani sahte o ld u k ları aşikâr. B en se n d e n bile m ü ted ey y in im A eroıı. Belki de k u tsa n m a k için sen b e n im ö n ü m d e diz çö k m elisin.”
Kızıl K ürekçi b u sö zlerle y ü k se k sesle g ü ld ü ve so n ra diğ er
adamlar da o n a k atıldı.
“A ptallar” d ed i rah ip , “aptallar, kö leler ve k ö r adam lar; siz
bıısunuz işte. Ö n ü n ü z d e n e d u r d u ğ u n u g ö rm ü y o r m u su n u z ? ”
“Bir kral,” d ed i Q u e llo n H u m b le .
Buharsaçlı tü k ü r d ü ve dışarı çıktı.
Aeron g ittiğ in d e , K arg ag ö z’ü n g ü lü m sey e n gö zü E u ro n ’a
döndü. “L o rd K ap tan , u z u n z a m a n d ır u zaklarda olan ağabeyini
selamlamayacak m ısın ? Ya se n A sha? Leydi a n n e n nasıl?”
“K ötü,” d ed i A sha. “B ir ad am o n u d u l b ıra k tı.”
E uron o m u z silkti. “B a lo n ’ı ö lü m e ite n in F ırtın a T an rısı o l­
duğunu d u y d u m . O n u k a tle d e n adam kim ? B ana o n u n adını
söyle yeğ en im , söyle ki B a lo n ’ın in tik am ın ı bizzat alayım .”
Asha ayağa kalktı. “O n u n ad ın ı b e n im kadar sen de b iliy o r­
sun. Ü ç y ıld ır b iz d e n u zak tay d ın . G el g ö r ki, lord b ab am ın ö l­
düğü g ün Sü kûn et geri d ö n d ü .”
“Beni m i su ç lu y o rs u n ? ” diye so rd u E u ro n nazikçe.
“Suçlam alı m ıy ım ? ” A sh a’n ın sesindeki sertlik, V ictario n ’ın
kaş çatm asına seb ep o ld u . K argagöz’le b u şekilde k o n u şm a k
tehlikeliydi; a d a m ın g ü lü m se y e n g ö zü neşeyle p arlarken bile.
“R üzgârlara b e n m i h ü k m e d iy o ru m ? ” diye so rd u K argagöz
evcil hayvanlarına.
“H ayır M a je ste le ri,” d ed i O r k m o n t’u n O rvvood’u.
“Rüzgârlara k im se h ü k m e tm iy o r,” dedi G e rm u n d B otley.
“Keşke e d e b ilsey d in iz ,” d ed i Kızıl K ürekçi. “İstediğiniz h e r
ye're gider ve asla rü zg ârsız k alm ad ın ız.”
“İşte sana cevap, üç cesu r ad am ın ağ zın d an ,” dedi E u ro n .
327
“B alon ö ld ü ğ ü n d e Sükûnet denizdeydi. E ğer am canın sözünd
şü p h e ediyorsan, m ü rette b atım ı sorg u lam an a izin veriyorum»'
“D ilsizlerden oluşan bir m ü rette b atı sorgulam ak? Evet bu
ço k işim e y arar.”
“B ir koca çok işine yarar.” E u ro n tek rar takipçilerine döndü
“Torvvold, hatırlayam adım , se n in b ir k arın var m ıydı?”
“Sadece b ir.” Siyalıdişli T o rw o ld g ü lü m se d i ve lakabını nasıl
k azandığını gösterdi.
“B en b e k a n ın ,” diye d u y u rd u S olak L ucas C o d d .
“Ve b u n u n iyi b ir sebebi v a r,” d ed i A sha. “Coddlar’dan
b ü tü n kadınlar da iğreniyor. B ana öyle m a h z u n bakm a Lucas.
M e ş h u r elin e hâlâ sa h ip sin .” Y u m ru ğ u y la p om palam a hareketi
yaptı.
C o d d , Kargagöz tek elini a d a m ın g ö ğ sü n e koyana kadar küf­
retti. “B u nazik b ir tavır m ıy d ı A sha? L u cas’ı can evinden vur­
d u n .”
“O n u aletin d en v u rm a k ta n d a h a kolay. H e r adam dan daha
iyi balta fırlatırım am a h e d e f ç o k k ü ç ü k o lu n c a ...”
“B u kız k e n d in i k a y b e tm iş,” d iy e h ırla d ı Ç im diksurat Jon
M yre. “B alon o n u n b ir e rk e k o ld u ğ u n a in a n m a s ın a izin verdi.”
“S en in baban da se n in le aynı hatayı y a p tı,” d ed i Asha.
“O n u bana v er E u r o n ,” diye ö n e r d i K ızıl K ürekçi. “Poposu­
n u b e n im saçlarım gibi k ırm ız ı o la n a k a d a r tokatlayayım .”
“G el de d e n e ,” d e d i A sha, “v e se n i b u n d a n so n ra Kızıl Ha­
d ım diye çağ ıralım .” E lin d e b ir fırla tm a b altası vardı, Asha bal­
tayı havaya fırlattı ve ustaca y akaladı. “İşte b e n im kocam. Beni
isteyen erk ek ler o n u n la d ö v ü ş m e li a m c a .”
V ictario n y u m r u ğ u n u m asaya v u r d u . “B u ra d a kan dökülme­
yecek. E u ro n , şu... evcil h a y v a n la rın ı... al ve g it.”
“S e n d en dah a sıcak b ir k a rşıla m a b e k le r d im kardeşim . Ben
se n in b ü y ü ğ ü n ü m ... ve y ak ın d a m e ş ru k ra lın olacağım .”
V ic ta rio n ’u n y ü z ü k arard ı. “K ral şû ra s ı k o n u ştu ğ u n d a , ahşap
tacı k im in takacağını g ö re c e ğ iz .”
“İşte b u k o n u d a h e m fik ir o la b iliriz .” E u ro n , iki parmağım
sol g ö z ü n ü k ap atan yam aya g ö tü r d ü v e ç a d ırd a n ayrıldı. Dığm-'
leri k ırm a k ö p e k le r m isali o n u ta k ip etti. A d a m la rın arkasında
328
sessizlik kaldı, ta ki K üçük L enw ood T aw ney kem anını elin e
alana kadar. Şarap ve bira tekrar akmaya başladı am a k o n u k la rın
çoğunun susu zlu ğ u geçm işti. E ldred C o d d , kanlı elini tu ta ra k
dışarı çıktı. Sonra da W ill H u m b le , H o th o H arlaw ve G o o d b rotherlar’ın b ü y ü k b ö lü m ü .
“Amca.” Asha, elini V ictarion’u n o m zu n a koydu. “B e n im le
biraz y ü rü r m ü sü n ? ”
Çadırın d ışın d a rü zg âr esiyordu. B ulutlar, ayın solgun y ü z ü ­
nün ö n ü n d en koşarak geçiyordu. H ızla harek et eden kadırga­
lara benziyorlardı. Y ıldızlar az ve solg u n d u . D arg em iler b ü tü n
kıyı boyunca y atıy o rd u , k ö p ü k lü dalgaların içinden y ü k selen
direkler b ir o rm a n a b en ziy o rd u . V ictarion, gem i g ö vdelerinin
kuma y erleşirken çıkardığı çatırtıları duyabiliyordu. G e m ile rin
halatlarının fery ad ın ı ve san caklarının şaklam asını d u y d u . İleri­
de, koyun d e rin su la rın d a daha b ü y ü k g em iler dem irliydi; sisle
kaplanmış g addar gölgeler.
Sahil b o y u n ca, k am p lard an ve y em ek ateşlerin d en uzakta,
kıyıya v u ran k ö p ü k lü d algaların h e m e n ü z e rin d e yan yana y ü ­
rüdüler. “B ana d o ğ ru y u söyle am ca,” dedi A sha, “E u ro n n e d e n
öyle an id en g itti?”
“Kargagöz sık sık y ağm a yapm aya g id erd i.”
“H iç b u kad ar u z u n sü rm e z d i.”
“Siikûtıedi d o ğ u y a g ö tü rd ü . U z u n b ir y o lc u lu k .”
“Neden g ittiğ in i s o rd u m , n erey e gittiğini d eğ il.” V ictario n
cevap v erm ey in ce, “S ü k û n e t d e n ize açıldığından b en u zak lar­
daydım ,” d e d i A sha. “K ara R ü z g â r’ı A rb o r’ın çev resin d e n d o ­
laştırıp B asam ak taşı’n a g ö tü rm ü ş tü m , Lysli k o rsan lard an b irk aç
incik b o n c u k a lm ak için. Eve d ö n d ü ğ ü m d e E u ro n g itm işti ve
senin yeni k a rın ö lm ü ş tü .”
“O sadece b ir tu z k arısıy d ı.” V ictarion, karısını y e n g eçlere
verdiği g ü n d e n b eri başka b ir kadına d o k u n m a m ıştı. K ral oldu­
ğumda bir eş almam gerekecek. Kraliçem olacak ve oğullarımı doğuracak
gerçek bir eş. B i r kralm, bir veliahtı olmalı.
“Babam o k ad ın h ak k ın d a k o n u şm a y ı re d d e rd i,” d e d i A sha.
“K im sen in d eğ iştirem ey ece ğ i şeyler h ak k ın d a k o n u ş m a k
329
f a y d a sız d ır.” B u k o n u V ic ta r io n ’u y o r u y o r d u . “ O k u y u c u ’nün
d a rg c n ıisiııi g ö r d ü m .”
“O ın ı K itap K u le s i’n d e ıı ç ık a r m a k iç in b ü t ü n ca z ib e m i kul­
la n m a n ı g e r e k ti.”
O İnilde H arlau dar, A s h a ’n ın ta ra fın da . V i c t a r i o n ’u n alnındaki
ç iz g ile r d e rin le ş ti. “H ü k m e t m e y i u m a m a z s ı n . S e n b ir kadın­
s ın .”
“İşe m e y a rış m a la rın ı s ü r e k li k a y b e t m e m i n s e b e b i b u m u?”
A slıa g ü ld ü . “A m c a , b u n u s ö y l e m e k b a n a k e d e r v e riy o r ama
h ak lı o la b ilirs in . D ö r t g ü n v e d ö r t g e c e d i r k a p t a n l a r v e krallarla b irlik te içki iç iy o r u m , o n la r ın s ö y l e d i k l e r i n i d in liy o ru m ... ve
s ö y le m e d ik le rin i. K e n d i a d a m la r ın ı v e H a r l a w l a r ’ııı ço ğ u be­
n im ta ra fım d a . T r is B o tle y v e b ir k a ç b a ş k a a d a m d a öyle. Bu
y e te rli d e ğ il.” B ir taşı te k m e l e d i , ta ş s u y u n ü s t ü n d e se k e re k iki
d a rg e m in in a ra sın a g itti. “A m c a m ı n a d ı n ı b a ğ ı r m a y ı d ü şü n ü ­
y o r u m .”
“H a n g i a m c a n ın ? ” d iy e s o r d u V i c t a r i o n . “ U ç a m c a n v ar.”
“B ir d e d a y ım . A m c a , d i n l e b e n i . A h ş a p ta c ı s e n i n b aşın a biz­
zat b e n y e r le ş tir e c e ğ im ... y ö n e t i m i p a y la ş m a y ı k a b u l e d e rse n .”
‘"Y önetim i paylaşm ak m ı? B u n a s ıl o l a b i l i r ? ” K a d ın ın söyle­
d ik leri b ir a n la m ifa d e e t m i y o r d u . B e tıim kraliçem olm ak mı istiyor?
d ü ş ü n d ü V ic ta rio n , k e n d i n i A s h a ’y a d a h a ö n c e h i ç bakm adığı
b ir şe k ild e b a k a r k e n b u l d u . E r k e k l i ğ i n i n s e r t l e ş m e y e başladı­
ğını h is s e d e b iliy o rd u . O B a lo tı’m k ız ı, d i y e a n ı m s a t t ı kendine.
K apılara b alta f ırla ta n o k ü ç ü k k ız ı h a t ı r l a d ı . K o l l a r ı n ı göğsünde
b irle ştird i. “D e n iz ta ş ı T a h t ı ’n d a s a d e c e b i r k iş i o t u r a b i l i r .”
“O h â ld e b ır a k d a a m c a m o t u r s u n , ” d e d i A s h a . “ S ırtın ı kol­
la m a k ve k u la ğ ın a f ıs ıld a m a k iç i n a r k a n d a d u r a c a ğ ı m . H içbir
kral te k b a ş ın a h ü k m e d e m e z . E j d e r h a l a r D e m i r T a h t ’ta otur­
d u k la r ın d a b ile , o n la r a y a r d ı m e d e n a d a m l a r a s a h ip le r d i. Kral
E lle ri. S e n in E l’in o l m a m a iz i n v e r a m c a . ”
K a d ın b ir El şö y le d u r s u n , d a h a ö n c e h i ç b i r A d a K ralı bir
E l’e ih tiy a ç d u y m a m ış tı . K a p ta n la r ne k ra lla r içki m asalarında be­
nimle alay ederler. “ N e d e n b e n i m E l ’i m o l m a k i s t i y o r s u n ? ”
“B u savaş b iz i b i t i r m e d e n ö n c e b u s a v a ş ı b i t i r m e k için. Ka­
z a n a b ile c e ğ im iz h e r şe y i k a z a n d ık ... v e b a r ı ş y a p m a d ığ ı m ız takliri
dirde h e p sin i ay n ı h ız la k ay b ed eb iliriz. L eydi G lo v e r’a h e r t ü r
nezaketi g ö ste rd im . K ad ın , lo r d u n u n b e n im le g ö rü şece ğ in e d a ir
yenıin e d iy o r. D e r in o r m a n K alesi’ni, T o rr h e n K alesi’ni ve M o a t
Cailin’i geri v e rirs e k , k u zey li a d a m la rın D e n iz E jderi B u r n u ’yta
Taşlı Kıyı’n ın ta m a m ın ı b iz e d e v re d e c e ğ in i söylüyor. O to p ra k ­
lar az n ü f u s lu a m a b ü t ü n ad aların to p la m ın d a n o n kat b ü y ü k le r.
Antlaşma, b ir r e h in e d eğ iş to k u şu y la m ü h ü r le n e c e k ve iki ta r a f
D em ir T a h t ’a k arşı iş b irliğ i yap acak ...”
V ictarion g ü ld ü . “Ş u L eydi G lo v e r seni aptal y erin e k o y m u ş
yeğenim . D e n iz E jd e ri B u r n u ve T aşlı Kıyı bizim . N e d e n h e r ­
hangi b ir şeyi g eri v e re lim ? K ışyarı y an d ı ve yıkıldı. G e n ç K u rt
toprağın iç in d e b aşsız b ir h â ld e ç ü rü y o r. B ütün k u zey b izim o la­
cak, tıpkı b a b a n ın d ü şle d iğ i g ib i.”
“D a rg e m ıle r a ğ açların ara sın d a k ü r e k çek m ey i ö ğ ren d iğ in d e
olabilir. B ir b alık çı, gri b ir lev ıa th a n tu ta b ilir am a o n u serbest b ı­
rakm azsa, c a n a v a r o n u d e r in le re sü rü k le y ip ö ld ü rü r. K uzey, eli­
m izde tu ta m a y a c a ğ ım ız k a d a r b ü y ü k v e k uzeyli adam larla d o lu .”
“O y u n c a k b e b e k le r in e g eri d ö n y eğ e n im . Savaş kazanm ayı da
savaşçılara b ır a k .” V ic ta rio n , A s h a ’ya y u m ru k la rın ı gösterdi. “B e­
nim iki e lim v ar. H iç b ir a d a m ın ü ç ele ihtiyacı y o k tu r.”
“A m a H a r la w la r ’a ih tiy acı o la n b ir ad a m ta n ıy o ru m .”
“K a m b u r H o t h o b a n a k ızın ı ö n e rd i, k raliçem olarak. E ğer kızı
alırsam H a rla w la r b e n im o lu r .”
Bu, A s h a ’yı şa şırttı. “H a rla w H a n e d a n ı’nı L o rd R o d rik y ö n e ­
tiyor.”
“R o d rik ’in k ızı y o k , sadece kitapları var. H o th o o n u n vârisi
olacak, b e n d e k ral o la c a ğ ım .” V ictario n b u kelim eleri y ü k se k
sesle sö y ler sö y le m e z , k e lim e le r kulağa gerçek geldi. “K argagöz
uzun z a m a n d ır u z a k la rd a .”
“Bazı a d a m la r u z a k m e sa fe d e n d aha b ü y ü k g ö r ü n ü r,” diye
uyardı Aslıa. “C e s a r e tin varsa y e m e k a teşlerin in arasında y ü r ü
ve k o n u şm a la rı d in le . A d a m la r n e se n in g ü c ü n d e n ne de b e n im
dillere d e sta n g ü z e lliğ im d e n b ah sed iy o r. S adece K argagöz’ü k o ­
nuşuyorlar; g ö rd ü ğ ü u z a k y erleri, tecavüz ettiği kadınları, ö ld ü r ­
düğü ad am ları, yağ m alad ığ ı şe h irleri ve L annis L im an ı’n d a L o rd
Tyvvin’iıı d o n a n m a s ın ı n asıl y a k tığ ın ı...”
331
“A slanın d o n an m asın ı ben y a k tım ,” d ed i Vietarion. “iı^
şaleyi T y w in 'iıı am iral g em isin e kendi ellerim le fırlattım ” ^
“Planı K argagöz k u rd u .” Asha elini am casının koluna ko h
“Ve karını da ö ld ü rd ü ... ö ld ü rm e d i m i? ”
U'
B alon b u k o n u d a k o n u şm a m a la rın ı em re tm işti ama Bal0
ö lm ü ştü . “K adının karnına bir b eb ek k o y d u ve onu ö l d ü ^
işini bana bıraktı. O n u da ö ld ü re c e k tim am a Balon, salonu^
da akraba cinayeti işlen m esin e izin v e rm e d i. E u ro n ’u sürgüne
g ö n d erd i, asla d ö n m e m e k ü z e re ...”
“...B alon yaşadığı sü re c e ? ”
V ietarion y u m ru k la rın a baktı. “K arım bana boynuz taktı
Başka seçen eğim y o k tu .” E ğ er duyıılsaydı insanlar bana gülerdi,
onunla yüzleştiğimde Kargagiiz un g üldüğü g ib i. “ Karın bana ıslak ve
arzulu bir hâlde g eld i,” d iy e re k b ö b ü r le n m iş ti E u ro n . “ Görünüşe
göre Victarion'un her yeri biiyük ama asd önem li olan kısmı küçük."
Fakat V ietario n b u n la rı A sh a ’ya sö y le y e m e z d i.
“S en in için ü z g ü n ü m ,” d e d i A sh a, “k a rın için daha da üzgü­
n ü m ... am a bana, D e n iz ta şı T a h t ı’n ı k e n d im için talep etmek­
ten başka se çen ek b ır a k m ıy o r s u n .”
Yapam azsın. “H arcay aca ğ ın n e fe s s e n in k a d ın .”
“B e n im .” d ed i A sha ve V ic ta rio n ’ıı te k b a şın a bıraktı.
BOĞULMUŞ ADAM
Aeron G reyjoy, ancak kollan ve bacakları soğuktan u y u ştu ­
ğunda kıyıya d ö n d ü ve giysilerini tekrar giydi.
Rahip, hâlâ eskiden o lduğu o zayıf yaratıkm ış gibi K argagöz’ün ö n ü n d en kaçm ıştı am a başına vuran dalgalar ona o ada­
mın öld ü ğ ü n ü b ir kez daha hatırlattı. Beti denizden tekrar doğ(itim, daha giiçlü ve daha zorlu bir adam olarak. H içbir ö lü m lü o n u
korkutamazdı, karanlığın ya da r u h u n u n gri ve dehşet verici
kem iklerinin k o rk u tacağ ın d an fazla değil. Açılan bir kapının sesi.
Paslı bir menteşenin çığlığı.
Rahip giyin irk en , en son on beş g ün önce yıkanan ve tu z
yüzünden katılaşan giysileri çıtırdadı. Y ün, A eron’ın ıslak göğ­
süne yapıştı ve saçlarından sü z ü len deniz su y u n u içti. R ahip, su
matarasını d o ld u ru p o m z u n a astı.
Aeron k u m sald a y ü rü rk e n , su d ö k m ek ten d ö n e n bir b o ğ u l­
muş adam k aran lık ta o n a çarptı. “B uharsaçlı,” diye m ırıldandı.
Aeron, elini ad am ın başına koydu, o n u kutsadı ve yolu n a d e­
vam etti. A yağının altındaki zem in yükseldi; ön ce hafifçe, sonra
daha dik b ir şekilde. A yak p arm ak ların ın arasında otları hissetti­
ğinde, A eron k u m salı arkada bıraktığını anladı. D algaların sesini
dinleyerek ağır ağır tırm a n d ı. D en iz asla bitkin düşmez. Ben de o
kadar yorulmaz olmalıyım.
T ep en in zirv esin d e, k ırk d ö rt devasa taş kaburga, b ü y ü k b e ­
yaz ağaçların g ö v d eleri gibi to p rak tan yükseliyordu. G ö rü n tü
Aeron’ın k alb in in d ah a hızlı atm asına sebep oldu. N agga ilk
deniz ejd erh asıy d ı, dalg alard an çıkan ejderhaların en k u d retli­
si. D eniz canavarları ve leviathanlarla beslenir, öfkesiyle adala­
rı boğardı. B u n a ra ğ m en , G ri Kral o n u katletm iş ve B o ğ u lm u ş
Tanrı o n u n k e m ik le rin i taşa çevirm işti; böylece insanlar ilk
kralların cesa re tin d e n asla şü p h e etm eyecekti. N agga’n ın ka­
burgaları, G ri K ral’ın k alesin in kirişleri ve sü tu n ları o lm u ştu ,
Çenesi de k ralın tahtı. K ral bin yedi yıl boyunca burada hüküm sür­
dü, diye h atırlad ı A ero n . D en izkızı eşiyle burada evlendi ve Fırtına
Tanrtsı’tıa karşı savaşını burada planladı. Taşı ve tuzu buradan yönetti,
333
Jc n iz yosunlarından ¿irü lın üşgiysiler g iy d i v e N a g g a ’m n dişlerinden ya
pilm iş beyaz b ir taç taktı.
Ama bıı, toprakta ve d e n iz d e h âlâ k u d re tli adam ların ij^
m et ettiği şafak g ü n lc rin d e y d i. K ale, N a g g a ’n ın canlı ateşiy]ç
ısıtılırdı; G ri Kral, ateşi k en d i k ö lesi h â lin e g e tirm işti. Kalenin
duvarlarına, gtim iiş d e n iz y o s u n la rın d a n d o k u n m u ş fevkala^
de güzellikte halılar asılm ıştı. G ri K ra l’ın savaşçıları, sedeften
oy u lm u ş tahtlarda o tu r u r ve b ü y ü k b ir d e n iz y ıld ız ı şeklindeki
m asada denizin b a h şe ttik le rin i y e rd i. G ittt, b iitiin o görkem gitti
A dam lar şim di daha k ü ç ü k tü ve h a y a tla rı k ısa lm ıştı. Gri Kral’m
ö lü m ü n ü n ard ın d an , F ırtın a T a n rıs ı, N a g g a ’n ın ateşini boğ­
m uştu. K oltuklar ve d u v a r h a lıları ç a lın m ış tı. Ç a tı ve duvarlar
ç ü rü m ü ştü . G ri K ral’ın, azı d iş le r in d e n y a p ılm ış ta h tı bile deniz
tarafından y u tu lm ııştu . B ir z a m a n la rın m u c iz e s in i demirdoğum lulara h a tırlatm a k ü z e re sa d e c e N a g g a ’n ın kem ikleri kal­
mıştı.
B u yeterli, diye d ü ş ü n d ü A e ro n G re y jo y .
Taşlı zirveye d o k u z g e n iş b a s a m a k o y u l m u ş tu . Arkada, Eski
W yk’iıı u ğ u ltu lu tep e leri y ü k s e liy o rd u , d a h a u z a k ta siyah ve za­
lim dağlar g ö rü n ü y o rd u . A e ro n , b ir z a m a n la r kale kapılarının
olduğu yerde d u rd u , su m a ta ra s ın ın tıp a s ın ı ç ık a rd ı, b ir yudum
tuzlu su içti ve y ü z ü n ü d e n iz e d ö n d ü . D e n i z d e n d o ğ du k ve denize
dönm eliyiz. B urada bile, d a lg a la rın b ite v iy e g ü r ü l tü s ü n ü duyabi­
liyor ve suların a ltın d a sa k la n a n t a n r ı n ı n k u v v e tin i hissedebili­
yordu. A eron d iz le rin in ü s tü n e ç ö k tü . B a n a in s a n la rım gönderdin,
diye dua etti. S a lo n la rım ve k u lü b e le r in i, k a le le r in i ve kulelerini bı­
rakıp, bütün balıkçı k ö ylerin d en ve g i z l i v a d ile r d e n N a g g a ’nın kemik­
lerine geldiler. Ş im d i onlara, gerçek k ra lla r ı ö n le r in d e durduğunda onu
tanıma irfanı ve sahteden u z a k d u rm a g ü c ü v e r. B ü t ü n gece d u a etti;
tanrı o n u n için d e y k en A e ro n G r e y jo y ’u n u y k u y a
ih tiy a c ı
yoktu,
tıpkı dalgaların ya da d e n iz d e k i b a lık la r ın o lm a d ığ ı gibi.
İlk ışık gizlice d ü n y a y a g ir e r k e n , k a ra b u lu tla r rüzgârın
ö n ü n d e koştu. Siyah g ö k y ü z ü , a r d u v a z g ib i g ri o ld u . Siyah de­
niz, gri yeşile d ö n d ü . K o y u n k a r ş ıs ın d a k i B ü y ü k W y k ’in siyah
d ağ lan , asker ç am ların m avi y e şil t o n la r ı n ı g iy in d i.
R e n k le r
tek­
rar dünyaya d ö n e rk e n , y ü z le rc e s a n c a k h a v a la n d ı ve çırpınmaya
başladı. A e ro n ; B o tle y ’n in g ü m ü ş b alığ ın ı, W y n c h ’in kan lı a d a ­
m ını, O r k w o o d ’u n k o y u yeşil ağ açların ı g ö rd ü . Savaş b o ru la rı,
leviathaıılar v e tırp a n la r g ö r d ü , altın ren g i azam etli d e n iz c a n a ­
varları h e r y e r d e y d i. S a n c a k la rın altın d a k ö le le r ve tu z karıları
d o la şm a y a b a şla d ı; a te ş le rin te k ra r ca n la n m a sı için k ö m ü r le ri
karıştırıy o r v e k a p ta n la r la k ra lla ra kah v altı h a z ırla m a k için b a ­
lık te m iz liy o rla rd ı. Ş afak ışığı taşlı k u m sa la d o k u n d u . A e ro n ;
u y k u la rın d a n u y a n a n , fo k d e risi b a tta n iy e le rin i k en ara atan ve
g ü n ü n ilk b ira s ın ı is te m e k için h iz m e tk â rla rın a seslen en a d a m ­
ları izled i. K a n a kan a için , d iy e d ü ş ü n d ü , z İra bugün tanrının işini
yapacağız.
D e n iz d e h a r e k e tle n iy o r d u . R ü z g â r ço ğ a lırk e n dalgalar b ü ­
y ü d ü ve d a r g e m ile r in g ö v d e le r in e su b u lu tla rı çarptı. Boğulmuş
Tanrı uyanıyor, d iy e d ü ş ü n d ü A e ro n . T a n r ın ın , d e n iz in d e r in ­
lik le rin d e n f ış k ıra n se sin i d u y a b iliy o rd u . B en im kuvvetli ve sadık
hizmetkârını, b ugiin burada seninle birlikte olacağını, d iy o rd u ses.
Benim D en iztaşı T a h tt’mda tanrısız bir adam oturamaz.
A e ro n ’ın b o ğ u lm u ş a d a m la rı, o n u N a g g a ’n m k ab u rg aların ­
dan o lu ş a n k e m e r i n a ltın d a b u ld u ; ra h ip d im d ik ve g ü çlü b ir
hâlde ay ak ta d u r u r k e n , u z u n siyah saçları rü zg ârla sa v ru lu y o r­
du. “V ak it g e ld i m i ? ” d iy e s o r d u R u s. A e ro n başıyla onayladı,
“G eld i, g id in v e çağ rıy ı y a p ın .”
B o ğ u lm u ş a d a m la r te p e d e n aşağı in e rk e n ahşap ç o m a k la rı­
nı b ir b ir in e v u r m a y a b a şla d ıla r. D iğ e rle ri o n la ra katıldı ve ses­
ler k u m sa l b o y u n c a y ay ıld ı. K o r k u tu c u b ir g ü rü ltü y d ü ; sanki
y ü zlerce ağaç, d a lla rıy la b ir b ir le r in i y u m ru k lu y o rd u . D a v u lla r
da v u rm a y a b a ş la d ı; gü m -gü m -g ü m -g iim , giim -güm -güm -günı. B ir
savaş b o r u s u ö t t ü , a r d ın d a n b ir başkası. Aı"L4,4^'TiAAooooooooo-
ooooooooooooooo.
A d a m la r, G r i K ra l’ın K alesi’n in k e m ik le rin e d o ğ ru ile rle ­
m ek için y e m e k a te ş le rin i b ırak tılar; k ü rek çiler, d ü m e n c ile r,
y elk en ciler, g e m i u sta la rı, b altalarıyla savaşçılar ve ağlarıyla b a ­
lıkçılar. B a z ıla rın ın y a n ın d a o n la ra h iz m e t ed ece k k ö leler v ard ı,
bazıların ın y a n ın d a d a tu z karıları. D iğ erleri, yeşil to p rak lara sık
sık g id e n le r; b e r a b e r le rin d e ü sta tlar, şarkıcılar ve şövalyeler g e ­
tirm işti. S ıra d a n a d a m la r, k ö leler, ço c u k la r ve kadınlar, te p e n in
335
d ib in d e hilal şe k lin d e to p la n d ı. K a p ta n la r v e k ra lla r yamaçlar
çıktı. A e ro n B u h a rsa ç lı; n e ş e li S ig fry d S t o n e t r e e ’yi, G ülür^
se n ıe z A ııd rik ’i ve şö v a ly e S ö r H a r r a s H a r l a w ’u g ö rd ü . SatnUr
k ü r k ü n d e n b ir p e le rin g iy e n L o rd B a e lo r B la c k ty d e , hırpani fok
d e rile rin in iç in d e k i S to n e h o ı ı s e ’tın y a n ı n d a d u r u y o r d u . Victa
rio ıı, A ııd rik d ışın d a k i h e r k e s e y u k a r ı d a n b a k ıy o r d u . Aeron’m
ağabeyi m iğ fe r ta k ıııa ın ıştı a m a z ır h l ıy d ı , o m u z la r ın d a n altın
d e n iz canavarı p e le rin i s a r k ıy o r d u . K r a lı m ı z o olm alı. Ona bakan
hangi adanı bundan şiiplıe ed eb ilir?
B u h a rsaçlı, k e m ik li e lle r in i h a v a y a k a l d ır d ığ ın d a davullar ve
savaş b o ru la rı se ssiz leşti, b o ğ u l m u ş a d a m l a r ç o m a k la r ın ı indirdi
ve b ü tü n se sler stıstu . S a d e c e k ıy ıy a v u r a n d a lg a la r ın sesi kaldı;
h iç k im se n in su s tu ra m a y a c a ğ ı b i r k ü k r e m e . '‘D e n iz d e n geldik
ve d e n iz e d ö n e c e ğ iz ,” d iy e b a ş la d ı A e r o n , a d a m l a r d u y m a k için
g ay ret g ö ste rs in d iy e h a f i f b i r s e s le k o n u ş m u ş t u . “F ırtın a Tanrı­
sı b ir gazap a n ın d a B a lo n ’ı k a l e s i n d e n a ld ı v e o n u aşağı attı ama
B alo n , B o ğ u lm u ş T a n r ı ’n ı n ıs la k s a l o n l a r ı n d a y iy ip içiyor şim­
d i.” G ö z le rin i g ö k y ü z ü n e k a l d ı r d ı. “ B a lo n ö ld iil D e m ir K ral öldiil”
“ K ra l öldiU ” d iy e b a ğ ırd ı b o ğ u l m u ş a d a m l a r .
“Lakiıı z a te n ö lü o la n ö l e m e z , a m a y e n i d e n d o ğ a r, daha
g ü çlü ve d a h a z o r lu ! ” d iy e h a t ı r l a t t ı r a h i p . “ B a lo n d ü ş tü . Eski
U s û l’e h ü r m e t e d e n v e d e m i r b e d e l i ö d e y e n a ğ a b e y im Balon.
C e s u r B alo n . K u ts a n m ış B a lo n . İk i K e z T a ç G i y m i ş B alon. Öz­
g ü r lü ğ ü m ü z ü ve t a n r ım ız ı b iz e g e r i v e r e n B a lo n . B a lo n öldü...
lakın D e n iz ta ş ı T a h t ı ’n d a o t u r m a k v e a d a la r a h ü k m e tm e k üze­
re y en i b ir d e m ir k ral d o ğ a c a k .”
“ B i r kral doğacakl ” d iy e c e v a p v e r d i a d a m l a r . “ D o ğ a c a k l ”
“D o ğ acak . D o ğ m a lı.” A e r o n ’m
s e s i d a l g a l a r g ib i gürledi.
“A m a k im ? B a lo n ’ın y e r in d e k i m o t u r a c a k ? B u k u ts a l adalara
k im h ü k m e d e c e k ? O ş i m d i b u r a d a , a r a m ı z d a m ı ? ” R ah ip , kol­
ların ı açtı. “ K r a lım ız k im o la ca k ? ”
B ir m a rtı, ç ığ lık a ta r a k A e r o n ’a c e v a p v e r d i . K alabalık, bir
rü y a d a n u y a n ıy o r m u ş ç a s ın a k ı p ı r d a n m a y a b a ş la d ı. H e r adam,
h a n g is in in b ir taç is te m e y e y e l t e n e c e ğ i n i g ö r m e k iç in k o m şu ­
ların a b ak tı. K argagöz h içb ir z a m a n s a b ırlı d e ğ ild i , d iy e düşündü
A e ro n B u h a rs a ç lı. B e lk i de ilk önce o k o n u ş u r . K a r g a g ö z b u n u ya­
336
parsa kendi so n u n u hazırlam ış olurdu. Kaptanlar ve krallar, b u
z iy a fe te katılm ak için çok u zu n yoldan gelm işlerdi ve ö n lerin e
konulan ilk yem eği seçm eyeceklerdi. Tatmak ve denemek isteye­
cekler; bir parça şu adamdan, bir tsırtk diğerinden, ta ki kendilerine en
uyçun olant bulana kadar.
B unu E u ro n da biliyor olm alıydı. K ollarını göğsünde b irle ş­
tirmiş bir hâlde, d ilsizlerinin ve canavarlarının arasında d u rd u .
Aeron’ın çağrısını sadece rüzgâr ve dalgalar yanıtladı.
U zu n b ir sessizliğin ardından, “D em ird o ğ u m lu ların bir k ra­
lı olm alı,” diye üsteled i rahip. “T ek rar soruyorum . Kralım ız kim
olacak?”
“Ben o lacağım .” C evap aşağıdan gelm işti.
Bir anda, “G ylbert! Kral G ylbert!” diyen dağınık çığlıklar
yükseldi. K aptanlar yol açtı. T alep sahibi ve m üdafıleri, N ag ga’nın k em ik lerin in altındaki A eron’ın yanına d u rm ak üzere
tepeye çıktı.
Bu m u h te m e l kral, u z u n boylu ve zayıf bir lorddu. H ü z ü n ­
lü bir g ö rü n tü sü ve tem iz tıraşlı sivri bir çenesi vardı. L o rdun
kılıcını, kalk an ın ı ve sancağını taşıyan üç m üdafi, adam ın iki
basamak altın d a d u rd u . M ü d afıler, u z u n boylu lordla aynı gö­
rü n ü şü pay laşıy o rd u , A ero n o n ların adam ın oğulları o ld u ğ u n u
farz etti. M ıid a fılc rd e n biri sancağı açtı; batan güneş ü stü n d e
büyük ve siyah b ir d arg em i. U z u n b o ylu adam , “B en G ylbert
Farw ynd, Issız Işık L o rd u ,” dedi kral şûrasına.
A eron birk aç Farvvynd tan ıy o rd u ; B ü y ü k W yk’in en batı kı­
yılarında ve d ah a ilerideki dağınık adalarda arazileri olan tu h a f
insanlardı. S ahip o ld u k ları kayalar o kadar k ü çü k tü ki, çoğu sa­
dece b ir h an ey i k ald ırab ilirdi. B u kayalar içinde en uzak olanı
Issız Işık’tı; fo k s ü rü le rin in , den iz aslanlarının ve uçsuz b u cak ­
sız gri su la rın arasın d a kuzeybatıya d o ğ ru yapılacak sekiz g ü n ­
lük bir y o lcu lu k . D iğ e rle rin d e n daha tu h a f olan Farvvyndler de
vardı. Bazı in san lar o n la rın derid eğ iştiren o ld u ğ u n u söylerdi;
deniz aslan ların ın , m o rsların , hatta vahşi d en izin k urtları o la n
benekli b alin aların şek illerine b ü rü n e n şeytani yaratıklar.
L ord G y lb e rt k o n u şm a y a başladı. G ü n Batım ı D e n iz i’n in
ötesindeki h arik u lad e to p rak tan bahsetti; kışı ya da y o k su llu -
337
ğıı o lm a y a n v e ö l ü m ü n h ü k m ü n ü n g e ç m e d iğ i b ir to p rak
k ra lın ız y a p ın v e sizi o ra y a g ö t ü r e y i m , ” d iy e b a ğ ır d ı. “B ir z a r r ^ 1
lar N y m e r i a 'n ı ıı y a p tığ ı g ib i 0 1 1 b in g e m i in ş a e d e lim ve b ü r "
in s a n la rım ız la b ir lik te g ü n b a t ı n ı m ı n ö t e s in d e k i to p ra ğ a g id e li^
O r a d a h e r a d a m b ir k ral v e h e r k a d ı n b i r k r a liç e o la c a k .”
A d a m ın g ö z le r i k â h g r iy d i, k â h m a v i, d e n i z l e r kadar değiş
k e n d i, A e ro ıı g ö r d ü . D e li g ö z le r, d iy e d ü ş ü n d ü , soytarı gözleri
A d a m ın b a h s e ttiğ i ta s a v v u r u n , d e m i r d o ğ u m l u l a r ı felakete siK
r ü k le m e k iç in F ır tın a T a n r ıs ı t a r a f ı n d a n k u r u l m u ş b ir tuzak ol.
d tığ ım a ş ü p h e y o k tu . L o r d u n a d a m la r ı t a r a f ın d a n kral şûrasının
ö n ü n e d ö k ü le n h e d iy e le r in i ç in d e f o k d e r i l e r i , m o r s balığı diş.
leri, b a lin a k e m iğ in d e n y a p ılm ış k o l h a lk a la r ı v e b r o n z kasnaklı savaş b o r u la rı v a rd ı. K a p ta n la r b a k t ıl a r v e b a ş la rın ı çevirdiler
d a h a ö n e m s iz a d a m la r ın h e d iy e le r i p a y la ş m a s ın a izin verdiler.
S o y tarı k o n u ş m a s ın ı b itird i, m u h a r i p l e r i o n u n a d ın ı bağırmaya
başlad ı a m a o n la ra sa d e c e F a n v y n d l e r k a tıld ı, ü s te lik hepsi değil.
Ç o k g e ç m e d e n , “G y lb e rt! K ral G y l b e r t ! ” ç ığ lık la rı su stu . Issız
Işık L o rd u te p e d e n aşağı in e r k e n , y u k a r ıd a k i m a r t ı g ü rü ltü lü bir
çığ lık attı ve N a g g a ’n ın k a b u r g a l a r ın d a n b i r i n i n ü s tü n e kondu.
A e ro n B u h a rs a ç lı b ir k e z d a h a ö n e ç ık tı. “T e k r a r soruyorum .
K ra lım ız kim olacak ?”
“B e n !” d iy e g ü r le d i p e s b ir se s v e k a la b a lık b i r k ez daha ay­
rıld ı.
K o n u ş m a c ı, to r u n la r ı t a r a f ın d a n t a ş m a n o y m a lı b ir sandal­
y ed e tep ey e ç ık a rıld ı. A d a m , y ü z o t u z k ilo a ğ ır lığ ın d a ve doksan
y aşın d a b ir in sa n h a ra b e s iy d i. B e y a z ay ı p o s t u n d a n dikilm iş bir
c ü b b e g iy m işti, k e n d i sa çları d a b e y a z d ı, o n u y a n a k la rın d a n ba­
cak ların a k a d a r b ir b a tta n iy e g ib i ö r t e n u z u n sa k a lla rı vardı, sa b ­
im n e re d e b ittiğ in i ve ayı p o s t u n u n n e r e d e b a ş la d ığ ın ı söylemek
z o rd u . A d a m ın to r u n la rı, iri y a rı v e g ü ç lü d e lik a n lıla r olmalarına
ra ğ m e n , d ik taş b a s a m a k la rd a b ü y ü k b a b a l a r ın ı n ağırlığıyla mü­
cad ele e ttile r, yaşlı a d a m ı G r i K ra l’ın K a le s i’n i n ö n ü n e bıraktılar
ve m ü d a fıle ri o la ra k a d a m ın iki b a s a m a k a ltın d a d u rd u la r.
Altm ış yıl önce olsa, bu adam şû ra n ın desteğini kazanabilirdi, diye
d ü ş ü n d ü A e ro n , ama onun vakti çoktan geçm iş.
K en d isi k a d a r b ü y ü k b ir se sle , “E v e t, b e n ! ” d iy e kükre 1
338
adanı o tu rd u ğ u yerden. “N ed en olm asın? D aha iyi kim var?
Aranızda kör olanlar varsa, b en E rik D em iryapan’ım. Adil Erik,
Erik Ö rs-K ıran. O n lara çekicim i göster T h o rm o r.” M üdafılerdeıı biri, h erk esin g örm esi için çekici yukarı kaldırdı; devasa
bir şeydi, sapı eski deriyle kaplıydı, bir ekm ek so m u n u kadar
geniş olan başı çelik b ir tuğlaydı. “Bu çekiçle kaç eli ezip lapa
hâline getirdiğim i sayam am ,” dedi Erik, “am a bir hırsız b u n u
size söyleyebilir. Ö rs ü m d e kaç kafayı parçaladığım ı da söyleye­
mem am a b u n u yapabilecek birkaç dul var. M ücadelelerde gös­
terdiğim b ü tü n k ah ram an lık ları anlatabilirim am a seksen sekiz
yaşındayım ve an latm ayı b itirecek kadar u zu n yaşam am . Eğer
yaşlı olan âlim se, b e n d e n dah a âlim i yok. Eğer iri olan güçlüyse,
benden daha g ü çlü sü yok. V eliahtları olan b ir kral m ı istiyor­
sunuz? B en im say ab ileceğ im d en fazla veliahtım var. Kral Erik,
evet. K ulağım a h o ş geliyor. H aydi, b en im le birlikte söyleyin.
-E R İK ! E R İ K Ö R S - K I R A N ! K R A L E R I K l ”
Yaşlı ad am ın to ru n la rı ad am ın haykırışını devam ettirirken,
onların o ğulları o m u z la rın d a k i sandıklarla öne çıktı. Sandık­
ları taş b asam ak ların d ib in d e baş aşağı ettiklerinde; g ü m ü şten ,
bronzdan ve ç elik ten o lu şa n b ir sağanak yağdı; kol halkaları,
boyunluklar, h a n ç e rle r, kam alar ve fırlatm a baltaları. Bazı kap­
tanlar en g ü zel n e sn eleri k aptılar ve seslerini gittikçe b ü y ü y en
tezahürata kattılar. H ay k ırış şid d e tlen m ey e başladığında, b ir ka­
dın sesi çığlıkları kesti. “E r/H ” A dam lar, kadının geçm esi için
kenara çek ild iler. K adın, te k ayağını en aşağıdaki basam akta b ı­
rakıp, “E rik , ayağa k alk ,” ded i.
Bir sessizlik ç ö k tü . R ü z g âr esti, dalgalar kıyıya v u rd u , ad a m ­
lar b irb irle rin in k u lak ların a fısıldadı. E rik D em iryapan, A sha
G reyjoy’a b aktı. “Kız. Ü ç kez kahrolası kız. N e d e d in ? ”
“Ayağa kalk E rik ,” diye seslendi Asha. “Ayağa kalk ve d iğ e r­
leriyle b irlik te ad ın ı bağ ıray ım . Ayağa kalk ve seni ilk takip e d e n
ben olayım . B ir taç istiy o rsu n , evet. Ayağa kalk ve o n u al.”
Kalabalığın için d e başka b ir yerde, K argagöz g ü ldü. E rik o n a
baktı. İri a d am ın elleri, ahşap ta h tın kollarını sım sıkı kavradı.
Erik’in y ü z ü ö n c e k ırm ızıy a, so n ra m o ra d ö n d ü . H arcad ığ ı g ü ç
yüzü n d en kolları titriy o rd u . A ero n , ayağa kalkm ak için ın ü c a 339
d cle cd cıı yaşlı ad am ın b o y n u n d a nab ız gibi atan mavi da
g ö re b iliy o rd u . A dam b ir an için başaracakm ış gibi g ö r ü n d ü ^ 1
a n id e n n efessiz kaldı, inledi ve te k ra r m in d e rin in üstüne ç ö j^
E n ro n d aha y ü k se k sesle g ü ld ü . E rik başını ö n e eğdi ve gö2 U
k apayıncaya kadar yaşlandı. T o ru n la rı o n u tep ed en aşağı taşı^
A e ro n B ııharsaçlı, “D e m ird o ğ u m lu la ra kim hükm edecek
d iy e bağırdı tekrar. “K ralım ız k im olacak ?”
A d am lar b irb irle rin e baktılar. B azıları E u r o n ’a baktı, bazılar
V ic ta rio n ’a ve birkaçı A slıa’ya. Yeşil ve beyaz dalgalar dargerni
lere çarptı. M a rtı b ir kez d ah a b ağ ırd ı, b o ğ u k ve m eyus bir çığ
lıktı. “İd d ian ı ortaya koy V ic ta rio n ,” d iy e se slen d i Merlyn. “Bi2j
şıı fars o y u n u n d a n k u r ta r.”
“H a z ır o ld u ğ u m z a m a n ,” diye g eri b a ğ ırd ı Victarion.
A e ro n m e m n u n o ld u . Beklerse daha iyi olur.
S o n ra D r u m m g eld i, o da yaşlı b ir a d a m d ı am a Erik kadar
yaşlı değ ildi. T e p e y e k e n d i bacak larıy la tırm a n d ı, kalçasında
Kızıl Y a ğ m u r vard ı; K ıy a m e t’te n ö n c e k i g ü n le rd e Valyria çeli­
ğ in d e n d ö v ü lm ü ş o la n m e ş h u r kılıç. D r u m m ’ın mlidafıleri dik­
kate d e ğ e r ad a m la rd ı: O ğ u lla r ı D e n y s ve D o n n e l, ikisi de yiğit
savaşçılardı. O n la r ın a ra sın d a , ağ açlar k a d a r kalın kollarıyla dev
g ibi b ir a d a m o la n G ü lü m s e m e z A n d r ik v a rd ı. Böyle bir adam
ta ra fın d a n sa v u n u lm a k , D r u m m ’ı ö v e n b ir d u r u m d u .
“K ra lım ız ın b ir d e n iz ca n a v a rı o lm a s ı g e re k tiğ i nerede yazı­
lı?” d iy e b aşlad ı D r u m m . “P y k e ’ın b iz e h ü k m e tm e y e ne hakkı
var? B ü y ü k W y k e n b ü y ü k ad a, H a r la w e n z e n g in , Eski Wyk en
k u tsa l. K ara so y e jd e rh a ateşi ta r a fın d a n tü k e tild iğ in d e , demird o ğ u m lu la r ü s tü n lü ğ ü V ik o n G r e y jo y ’a v e r d i, evet... lâkin lord
o larak , kral d e ğ il.”
İyi b ir b a şla n g ıç tı. A e r o n o n a y la y a n b a ğ ırışla r duydu ama
yaşlı a d a m D r u m m la r ’ın ş a n ın d a n b a h s e tm e y e başladığında
se sle r azald ı. D e h ş e t D a le ’i, A k ın c ı R o r y n ’i, Y aşlıbaba Gornıund
D r u m m ’ın y ü z o ğ lu n u a n la ttı. K ızıl Y a ğ m u r ’u çekti ve Kurnaz
H ilm a r D r u m m ’ın , a k lın ı ve a h ş a p ç o m a ğ ın ı kullanarak kılıç*
z ırh lı b ir şö v a ly e d e n n asıl a ld ığ ın ı a n la ttı. Ç o k u z u n zamandır
k ay ıp o la n g e m ile ri ve se k iz y ü z yıl ö n c e u n u tu la n
340
m ü c a d e le le r i
\
anlattı. Kalabalık sabırsızlanm aya başladı. D ru m m k o nuştu, k o ­
n u ştu ve sonra biraz daha konu ştu.
Ve D ru m m ’ın sandıkları açıldığında, kaptanlar, yaşlı adam ın
getirdiği basit h ediyeleri gördü. Hiçbir taht bronzla satın alınmaffitşttr, diye d ü şü n d ü Buharsaçlı. “Druınml Drumnıl Kral DunsMm!” ç ığ lıla rı susarken, b u d ü şü n c en in doğruluğu açıkça d u ­
yuluyordu.
Aeron, karn ın d ak i gerginliği hissediyor ve dalgaların eskisin­
den daha g ü rü ltü lü o ld u ğ u n u duyuy o rd u . Vakit geldi, diye d ü ­
şündü. Victarion’un iddiasını ortaya koyma vakti geldi. R ahip b ir kez
daha, “K ralım ız kim olacak?” diye bağırdı am a b u defa, ateşli
siyah gözleri kalabalığın içindeki V ictarion’u b uldu. “Q uelleon
Greyjoy’u n to h u m la rın d a n d o k u z erkek evlat doğdu. İçlerinden
biri, d iğ erlerin d en d ah a k u d retliy d i ve k orku n edir bilm ezdi.”
V ictarion, A e ro n ’a baktı ve başını salladı. A dam basam akları
tırm anırken, k ap tan lar o n u n için yol açtı. Z irveye ulaştığında,
“Kardeşim b e n i k u tsa ,” d ed i V ictarion. D iz çöktü ve başını öne
eğdi. A eron, su m atarasın ın tıpasını çıkarıp ağabeyinin kafasına
deniz suyu d ö k tü . “Zaten ölü olan ölemez,” dedi rahip ve V ictari­
on yanıtladı, uama tekrar doğar, daha giiçlii ve daha zo r lu ”
V ictarion ayağa kalk tığ ın d a, m üdafıleri adam ın arkasına d i­
zildi; T o p al R alf, K ırm ızı R a lf S to n eh o u se ve B erber N u te ; h er
biri dikkate d e ğ e r savaşçılardı. S to n eh o u se , G reyjoy sancağını
taşıyordu; gece yarısı d en izi kadar siyah b ir zem in d e, altın b ir
deniz canavarı. S an cak açılır açılm az, kaptanlar ve krallar L ord
Kaptan’ın ad ın ı b ağ ırm ay a başladılar. V ictarion adam lar susa­
na kadar bek led i ve so n ra, “B eni h ep in iz tan ıy o rsu n u z ,” dedi.
“Eğer tatlı sö z ler istiy o rsan ız başka yerde arayın. B en b ir şarkı­
cının d ilin e sah ip d eğ ilim . B en b ir baltaya ve b u n lara sa h ib im .”
Büyük ve zırh lı ellerin i, ad am lara g ö ste rm ek için havaya kal­
dırdı, B e rb er N u te da V ic ta rio n ’u n baltasını sergiledi; k o rk u ­
tucu b ir çelik parçası. “B en sadık b ir k ard eştim ,” diye devam
etti V ictarion. “B alo n ev len d iğ in d e, o n a karısını g e tirm e k ü z e re
H arlaw ’a g id e n b e n d im . P ek ço k m ü cad eled e o n u n d a rg e m ile rine lid erlik e ttim ve biri d ışın d a b ü tü n m ü cad eleleri k azan d ım .
Balon ilk kez taç g iy d iğ in d e, aslanın k u y ru ğ u n u alazlam ak için
341
L ııın is L im a n ı'n a g ir e n b e n d i m . İ k i n c i s i n d e , o l u r da uluyar ı
e v in e d ö n e r s e d iy e , G e n ç K u r t ’u ıı d e r i s i n i y ü z m e y e gönde
leıı b e n d im . B e n d e n b ü t ü n a la c a ğ ın ız , B a l o n ’d a n aldıklarınız,n
d a h a fa z la sıd ır. B ü t ü n s ö y le y e c e ğ im b u d u r . ”
L o rd
K a p ta n ’ııı
m ü d a f ıle r i
R IO S 7 J 1C T A R I O N ! K R .1L
b a ğ ırm a y a
b a ş la d ı:
“ VlCT/{
V I C T A R I O N ! ” A şağ ıd a, Victa!
r i o ıı 'u n a d a m la r ı s a n d ık la r ı b o ş a l tı y o r d u ; g ü m ü ş t e n , altından
v e d e ğ e rli ta ş la rd a n o lu ş a n b i r ş e la le , b i r y a ğ m a zen g in liğ i. En
k ıy m e tli p a rç a la rı a lm a k iç in ç e k i ş e n k a p t a n l a r , “ V IC T A R lO N ı
I İ C T A R I O N ! K R İ L V Î C T A R I O N ! ” d iy e b a ğ ır ıy o r d u . A eron'
K a rg a g ö z ’ii iz le d i. Ş im d i m i konuşacak yoksa kral şûrasının doğal
akışımla devam etmesine izin m i verecek? O r k m o n t ’u n O rk w o o d ’u,
E u r o n ’u n k u la ğ ın a b ir ş e y le r f ı s ı l d ı y o r d u .
F ak at b a ğ r ış m a la r a s o n v e r e n E ı ı r o n d e ğ i l , k a d ın d ı. İki par­
m a ğ ın ı a ğ z ın a g ö t ü r ü p ıs lık ç a ld ı. T i z b i r s e s , p e y n i r i kesen bir
b ıç a k m isa li g ü r ü l tü y ü k e s ti. “A m c a ! A tn c a V A s h a e ğ ild i, yerden
b ü k ü lm ü ş b ir b o y u n l u k a ld ı v e b a s a m a k l a r ı ç ık tı. N u t e , kadını
k o lu n d a n y a k a la d ı. A e r o n b i r a n iç in , a ğ a b e y i n i n m üdafılerinin
A s h a y ı se ssiz tu ta c a ğ ın a d a i r u m u t l a n d ı a m a A s h a , B erber’in
e lin d e n k u r t u ld u v e K ır m ız ı R a l f ı n k u l a ğ ı n a , a d a m ın kenara
ç e k ilm e s in e se b e p o la n b i r ş e y s ö y l e d i. A s h a il e r le r k e n tezahü­
ratlar s u s tu . O , B a lo n G r e y j o y ’ıı n k ı z ı y d ı v e k a la b a lık o n u n ko­
n u ş m a s ın ı d u y m a k iç in m e r a k l a n ı y o r d u .
“K raliçe ş û r a m a b ö y le h e d i y e l e r g e t i r m e n b ü y ü k incelik
a m c a ,” d e d i A s h a , “ a m a b u k a d a r a ğ ır b i r z ı r h g iy m e n e gerek
y o k tu . Y e m in e d iy o r u m k i s a n a z a r a r v e r m e y e c e ğ i m . ” Yüzünü
k a p ta n la ra d ö n d ü . “A m c a m d a n d a h a c e s u r , d a h a g ü ç lü , dövüşte
d a h a a m a n s ız k im s e y o k tu r . Ü s t e l i k a m c a m , o n a k a d a r bütün
a d a m la rd a n h ız lı sa y a r, b u n u y a p t ı ğ ı n ı g ö r d ü m . . . lâ k in yirmiye
k a d a r g itm e s i g e r e k tiğ in d e ç i z m e l e r i n i ç ı k a r ı r . ” B u sözler kap­
ta n la rı g ü ld ü r d ü . “A m c a m ın h i ç o ğ l u y o k . K a r ıla r ı ö lü p duru­
y o r. K a rg a g ö z ’iın o n d a n b ü y ü k v e d a h a iy i b i r id d ia s ı var...”
“A y n e n ö y le !” d iy e b a ğ ır d ı K ız ıl K ü r e k ç i .
“A h , a m a b e n im i d d ia m d a h a d a iy i,” d e d i A s h a . Boyunluğu,
n e ş e li v e k e n d i n d e n e m i n b i r t a v ır la b a ş ı n a k o y d u . A ltın , siyah
saçlarının ü stü n d e p ırıldadı. “B alon’ın kardeşi, B alon’m o ğ lu n ­
dan önce g elem ez.”
“Balon’ın o ğ u lla n ö ld ü ,” diye bağırdı T opal Ralf. “B e n im
bütün g ö rd ü ğ ü m , B alo n ’ın k ü ç ü k kızı!”
“Kızı?” A sha tek elini yeleğ inin altına soktu. “O h o ! B u d a
ne? G ö sterey im m i? B azılarınız sü tte n kesildiği g ü n d en b eri b ir
incine g ö rm e d i.” A d am lar tek rar g ü ldü. “B ir kralın göğsündeki
m em eler k o rk u n ç şey lerd ir, şarkı b u m u? Ralf, b en i yakaladın,
ben bir k ad ın ım ... lâk in se n in gibi yaşlt b ir kadın değilim . T o ­
pal Ralf... aslın d a a d ın ın Ç o k T o p al R a lf olm ası gerekm ez m i?”
Asha g ö ğ ü sle rin in arasın d an b ir kam a çıkardı. “A ynı zam anda
bir an n ey im , b u d a b e n im s ü tte n k esilm em iş b ebeğim !” Kam ayı
yukarı kald ırd ı. “V e işte m ü d a fıle rim .” A dam lar, V ictarion’u n
üçlüsünü itip g e ç e re k A sh a’m n y a n ın d a d u rd u lar: B akir Q arl,
T ristifer B o tley ve şövalye S ö r H a rra s H arlaw . H arlaw ’u n kılıcı
Alacakaranlık, D u n s ta ıı D r u m m ’ın K ızıl Y ağ m u r’u kadar efsa­
neviydi. “A m c a m k e n d is in i tan ıd ığ ın ızı söyledi. B eni de ta n ı­
y o rsu n u z...”
“Seni d ah a iyi ta n ım a k is tiy o ru m !” diye b ağırdı biri.
“E vine g it d e k a rın ı ta n ı,” diye geri bağırdı Asha. “A m cam
size b ab a m ın v e rd iğ in in fazlasını v ereceğ in i söylüyor. Pekâlâ.
Babam n e le r v e rm işti? B azıları, altın ve şö h re t diyecektir. Ö z ­
gürlük d aim a ta tlıd ır. E v et, b ab am bize b u n u verdi... ve L o rd
Blacktyde’ın da sö y ley eceğ i gibi, b ab am bize d u llar verdi. R o bert g e ld iğ in d e k a ç ın ız ın evi yakıldı? K açınızın kızı tecavüze
uğradı ve k açırıld ı? Y a n m ış k asabalar ve y ık ılm ış kaleler, b ab am
size b u n la rı v e rd i. B a b a m ın size v erd iğ i şey mağlubiyetti. A m cam
size fazlasını v e recek . B e n d e ğ il.”
“Sen b ize n e v e re c e k s in ? ” diye so rd u L ucas C o d d . “Ö r g ü
şişi m i?”
“E vet L ucas. B e n b iz im için b ir krallık ö re c e ğ im .” A sha, k a­
m asını b ir e lin d e n d iğ e rin e fırlattı. “H e r m ü cad eley i k azan a n ...
ve h er şeyi k a y b e d e n G e n ç K u r t’tan b ir d e rs çık arm alıy ız.”
“B ir k u rt, b ir d e n iz can av arı d e ğ ild ir,” diye itiraz etti V ic ta ri°n. “D e n iz can av a rı y akaladığı şeyi kay b etm ez, ister b ir d a rg e m i
olsun ister b ir le v ia th a n .”
343
“P eki biz ne yakaladık a m ca? K u z e y i m i? K u zey dediğin ^
niz se sin in fe rsa h la r ve fe rs a h la r v e fe rs a h la rc a uzağı değj]
ne? M o a t C a ilin ’i, D e r iııo rm a n K a le s i’n i, T o r r h e n Kalesini
h atta K îşyarı'vu aldık. E lim iz d e g ö s te re c e k n e y im iz var?” ^
b ir el işareti yaptı ve K a ra R ü z g â r'\n a d a m la rı om uzlarında^
sa n d ık la rla ö n e çıktı. İlk s a n d ık baş aşağı e d ilirk e n , “Ben size
T aşlı K ıyı’n ın se rv e tin i v e r iy o r u m ,” d e d i A sh a. Sandıktan bir
çakıl taşı çığı d tiştii, d e n iz ta r a f ın d a n p ü riiz sü z le ş tirilm iş ^
siyah ve beyaz taşlar b a s a m a k la rd a n aşağı b ir çağlayan gibi dö­
k ü ld ü . İk in ci sa n d ık a ç ıld ığ ın d a , “S iz e D e r i n o r m a n ’ın zenginlig in i v e r iy o ru m ,” d e d i A sh a. Ç a n ı k o z a la k la rı d ışa rı boşaldı ve
zıp lay arak kalab alığ ın iç in e d o ğ r u y u v a r la n d ı. “V e son olarak,
K ışy arı’n ın a ltın la rı.” Ü ç ü n c ü s a n d ık ta n y u v a rla k , se rt ve bir in­
san kafası k a d a r b ü y ü k sarı t u r p la r ç ık tı, ç a k ıl ta şla rın ın ve koza­
lak ların o rta sın a d ü ş tü . A sh a tu r p la r d a n b ir in e k am asın ı sapladı,
“H a r m u ııd S h a r p ,” d iy e b a ğ ırd ı, “o ğ lu n H a r r e g , Kışyarı’nda
b u n u n için ö l d ü .” K a m a s ın ı g e ri ç e k ti v e t u r b u H a r r e g ’e fırlattı,
“S a n ırım başka o ğ u lla r ın d a v a r. E ğ e r o n l a r ı n hay atların ı turp­
larla takas e tm e k is tiy o rs a n a m c a m ı n a d ın ı b a ğ ır ! ”
“Ve senin a d ın ı b a ğ ır ır s a m ? ” d iy e s o r d u H a r m u n d . “O za­
m a n n e o la c a k ? ”
“B a rış ,” d e d i A sh a. “A ra z i. Z a f e r . S iz e D e n iz E jderi Bur*
n u ’n u ve T aşlı K ıyı yi v e r e c e ğ im ; k a r a to p r a k la r , u z u n ağaçlar
ve h e r g e n ç o ğ u lu n b ir k a le in ş a e d e b ile c e ğ i k a d a r taş. Kuzeyli
ad am lara da sa h ip o la c a ğ ız ... d o s t l a r ı m ı z o la r a k b iz im le birlikte
D e m ir T a h t’ın k a rş ıs ın d a d u r a c a k la r . B u b a s it b i r tercih. Barış
ve zafer için b e n i ta ç la n d ır ın ya d a d a h a fa z la sa v aş v e daha lazla
y en ilg i için a m c a m ı t a ç l a n d ı r ı n .” K a m a s ın ı k ın ın a soktu. “Ne
istiy o rs u n u z d e m ir a d a m la r ? ”
O k u y u c u R o d r ik e lle r in i a ğ z ın a g ö t ü r d ü v e , “ Z A F E R l ” diye
b a ğ ırd ı. “ Z a fe r ve A s h a !”
“A S H A ! ” d iy e te k r a r e tti L o r d B a e l o r B la c k ty d e . “ K R A L İÇ E
A S H A !”
A s h a ’n m
m ü r e tte b a t ı
te z a h ü ra tı
devam
e ttird i. “A SH A'
A S I L A l K R A L İ Ç E A S H A l ” A y a k la r ın ı y e r e v u r d u la r , yumruk­
la rın ı sa lla d ıla r v e b a ğ ır d ıla r. B u h a r s a ç lı k u la k la r ı n a inanamıyor344
j u Babasının başladığı işi yarım bırakacak! Fakat T ristifer B otley,
Asha için bağırıyordu; H arlaw ’ların çoğu, birkaç G o o d b ro th er,
kırmız1suratlı Lord M erlyn ve rahibin inanamayacağı kadar ç o k
adamla birlikte... bir kadm için!
Ama diğerleri d illerini tu tu y o r ya da yanlarındaki adam la­
ra bir şeyler fısıldıyordu. “Bir korkağın barışını istemiyoruz!” diye
kükredi T opal Ralf. K ırm ızı R alf S tonehouse, G reyjoy sanca­
ğını savurarak, “ Victariotı!” diye bağırdı. “ V I C T A R İO N ! V I C T A R IO N \n A dam lar b irb irlerin i itm eye başladı. Biri Asha’m n
kafasına kozalak fırlattı. Asha çöm eldiğinde, kafasındaki eğreti
taç yere dü ştü . R ahip b ir an için, kendini devasa bir karınca y u ­
vasının ü stü n d e d u ru y o rm u ş gibi hissetti, ayaklarının dibinde
binlerce karınca kaynıy o rd u . “A sha !” ve “ Victarion!” haykırışları
yükselip alçalıyordu. B irazdan vahşi b ir fırtına çıkacak ve h erk e­
si yutacaktı sanki. Fırtına Tanrısı aramızda, diye d ü şü n d ü rahip,
öfke ve ihtilaf tohumları ekiyor.
Kılıç darb esi kadar kesk in b ir b o ru sesi havayı böldü.
Parlak ve ö lü m c ü l b ir sesti, insanın kem iklerini titreten sıcak
bir çığlıktı. B o r u n u n feryadı, ru tu b e tli deniz havasında asılı kal­
dı: AaaaaaaaRRi i i i i i i i i i i i i i i i i i i i i i i i.
B ü tü n g ö zler sese d o ğ ru d ö n d ü . B oruyu üfleyen, E u ro n ’u n
kırm alarından b iriy d i; kafası tıraş edilm iş devasa bir adam . A da­
mın kollarında altın , y eşim ve o ltu taşı halkalar parlıyordu. G ö ğ ­
sünde, p e n ç e le rin d e n kan d am layan bir av kuşu dövm esi vardı.
A a aa a a a aR R IIIIIi i i ii i i i iiii i i i i i i i ii i i i i i.
A dam ın ü fled iğ i b o ru parlak siyah ve kıvrım lıydı, iki eliy­
le tutan a d am d an d ah a u z u n d u . K asnakları kırm ızı altından ve
kara çelikten yap ılm ıştı. Ses gittikçe kabarırken, m etallerin ü s­
tüne o y u lm u ş k ad im Valyria hiyeroglifleri kıpkırm ızı ışıldıyornıuş gibi g ö rü n ü y o rd u .
A a a a a a a a R R İİİİİİİİİİİİİi i i i i i i i i i i i i i i i i i i i i i ii iii ii ii i.
K o rkunç b ir sesti, kulakları yakan bir öfke ve acı feryadıydı.
Aeron B ulıarsaçlı ku lak larını kapadı, B o ğ u lm u ş T a n rı’n ın dev
bir dalga g ö n d e rm e si ve b o ru y u ezerek su stu rm ası için du a etti
ama çığlık sü rd ü k ç e sü rd ü . B u cehennemin borusu, diye b ağ ırm ak
istedi rahip fakat o n u k im se duym azdı. D ö v m eli adam ın y an ak -
345
lan patlayacak kadar şişkindi, göğüs kasları seyiriyordu. Ad
g ö ğ sü n d e k i ktış, eti parçalayıp ö z g ü r kalacak ve kanatlanacak^
gibi g ö rü n ü y o rd u . Ve şim d i h iy ero g lifler ışıl ışıl yanıyordu h'5
çizgi ve h e r h a r f ateşle p arlıy o rd u . Ses uzadıkça uzadı, a r k a ^
u ğ u ltu lu tep elerin arasında ve N ag g a’n ın Beşiği’nin karşısın^'
ki su la rd a yan k ılan ıp B ü y ü k W y k ’iıı dağlarında çınladı. Sesuza
d ık ça uzadı ve s o n u n d a b ü tü n ıslak d ü n y ay ı doldurdu.
Ve asla b itm ey ecek m iş gibi g ö rü n d ü ğ ü anda, bitti.
B o ru y u üfley en a d am ın nefesi n ih a y e t tükenm işti. Adam
se n d eled i, az kalsın d ü ş ü y o rd u . O r k m o n t’ıın Orkvvood’u ada­
m ı k o lu n d a n yakalayıp ayakta tu ttu . S olak Lııcas Codd kıvrımlı
siyah b o ru y u a d am ın e lle rin d e n aldı. B o ru d a n ince bir duman
tü tü y o rd u . R ahip, b o ru y u ü fle y e n a d a m ın dudaklarında kan ve
su k abarcıkları o ld u ğ u n u g ö rd ü . A d a m ın göğsündeki kuş da ka­
n ıy o rd u .
E n ro n G rey jo y ağır ağır te p ey e tırm a d ı, b ü tü n gözler onun
ü stü n d e y d i. Y u k arıd ak i m a rtı te k ra r v e te k ra r çığlık attı. Deniztaşı T a h tı’nda tanrısız bir adanı oturam az, diye d ü şü n d ü Aeron
am a ağ ab ey in in k o n u ş m a s ın a izin v e r m e k z o ru n d a olduğunu
b iliy o rd u . D u d a k la rı sessiz b ir d u a y la k ım ıld a d ı.
A sh a’n m ve V ic ta rio n ’u n m iid a fıle ri k en ara çekildi. Rahip
geriye d o ğ ru b ir a d ım attı, te k e lin i N a g g a ’n ın kaburgalarının
so ğ u k ve se rt taşın a k o y d u . K arg ag ö z b asam ak ların tepesinde,
G ri K ral’m K alesi’n in k a p ıla rın d a d u r d u . G ü lü m se y en gözünü
kap tan lara ve k rallara ç e v ird i. A m a A e r o n a d a m ın diğer gözünü
de h iss e d e b iliy o rd u , g izled iğ i g ö z ü n ü .
“D E M İ R A D A M L A R d e d i E u r o n G re y jo y , “borum u duy­
d u n u z . Ş im d i d e sö z le rim i d u y u n . B e n B a lo n ’ın kardeşiyim,
Q u e llo n ’u n yaşayan e n b ü y ü k o ğ lu y u m . B e n im damarlarımda
L o rd V ic k o n ’ın ve Y aşlı D e n iz C a n a v a rı’n ın kanı var. Lâkin ben
ik isin d e n d e d a h a u za k la ra y e lk e n a ç tım . Y alnızca bir deniz ca­
n avarı h iç m a ğ lu b iy e t b ilm e d i. Y a ln ız c a b ir d e n iz canavarı asla
d iz le rin i b ü k m e d i. Y aln ızca b ir d e n iz can av a rı G ö lg e’nin yanın*
d ak i A ssh ai’ye y e lk e n açtı ve ta s a v v u r b ile edilem eyecek harika­
lar ile d e h ş e tle r g ö r d ü ...”
A sh a ’n ın m ü d a f ıle rin d e n b iri o la n p e m b e yanaklı Bakire
Qarl, “Eğer G ölge’yi bu kadar çok sevdiysen oraya geri d ö n ,”
Jjyc seslendi.
Kargagöz o n u d uym azdan geldi. “K üçük kardeşim , B alon’ın
savaşını b itirecek ve kuzeyi alacak. T atlı yeğenim bizlere barış
ve kozalaklar verecek.” E u ro n ’un mavi dudakları bir g ü lü m ­
semeyle çarpıldı. “Asha zaferi m ağlubiyete tercih ediyor. V ictarioıı birkaç d ö n ü m lü k dar bir toprak parçası değil bir krallık
istiyor. Ben size ikisini de vereceğim .
Bana Kargagöz d iy o rsu n u z. Pekâlâ, kim in gözleri bir karganınkinden daha keskindir? H e r m ücadeleden sonra yüzlerce,
binlerce karga, d ü şm ü şlerin b edenlerini yem ek için gelir. B ir
karga, ö lü m ü ço k uzaklardan fark edebilir. Ve ben b ü tü n Batıdiyar’ın ö lm ek te o ld u ğ u n u söylüyorum . Beni takip edenler,
hayatlarının so n u n a kadar b ir ziyafet sofrasında oturacaklar.
Biz d em ir d o ğ u m lu y u z ve bir zam anlar fatihtik. D algaların
sesinin d u y u ld u ğ u h e r y erd e bizim h ü k m ü m ü z geçerdi. Kar­
deşim, so ğuk ve kasvetli kuzeyle m u tlu olm anızı istiyor, yeğe­
nim daha da azıyla... lâkin b en size Lannis L im anı’m verece­
ğim. Y üksek B ah çe’yi. A rb o r’ı. Eski Ş ehir’i. N e h ir topraklarını
ve M en zil’i. Kral O r m a n ı’nı, Y ağm ur O rm a n ı’nı, D o rn e ’u ve
H u d u tlar’ı. Ay D ağ ları’nı ve A rryn Vadisi’ni. T a rth ’ı ve Basamaktaşı’m. H epsini alalım derim ! Batıdiyar ı alalım d erim .” E u ron, rahibe baktı. “B o ğ u lm u ş T a n rı’m ızın daha m uazzam b ir
şan sahibi o lm ası için e lb e tte .”
Bir an için, E u ro n ’u n sözleri A ero n ’ın ayaklarını bile yerd en
kesti. G ö k y ü z ü n d e k ırm ızı k u y ru k lu yıldızı ilk gö rd ü ğ ü n d e,
rahip de aynı hayali k u rm u ştu . Yeşil toprakları ateş ve kılıçla süpü­
receğiz, rahiplerin yedi tanrtstnt ve kuzeyli adamların beyaz ağaçlarım
köklerinden sökeceğiz...
“K argagöz,” diye seslendi Asha. “A klını A sshai’de m i b ıra k ­
tın? Eğer kuzeyi elim izd e tu tam azsak -ki tu tam ay ız-Y ed i K rallık’ın tam am ın ı nasıl kazan ab iliriz?”
“Bu daha ö n ce de yapıldı. B alon sana savaş y ö n tem leri h a k ­
kında b u kadar az şey m i öğ retti? V ictarion, g ö rü n ü şe göre ağa­
beyim izin kızı, F atih A eg o n ’ı hiç d u y m a m ış.”
347
“A e g o n ? ” V ic ta rio n , k o lla r ın ı z ı r h l ı g ö ğ s ü n d e birleştircj
“F a tih 'in b iz im le n e ilgisi v a r ? ”
“Savaşlar h akkında se n in b ild iğ in k a d a r şe y biliy o ru m Kar
gagöz,” dedi Asha. “A eg o n T a rg a ry e ıı, B a tıd iy a r ’ı ejderhalarla
kazandı.”
“Biz de öyle yapacağız,” d iy e sö z v e r d i E u r o n G reyjoy. “$ç^
sini d u y d u ğ u n u z şu b o ru y u , b ir z a m a n la r V a ly ria o lan dumanlı
yıkıntıların arasında b u ld u m , b e n d e n b a şk a h iç b ir adam orada
y ü rü m ey e cesaret e d e m e d i. B o r u n u n ç a ğ r ıs ın ı d u y d u n u z ve
g ü c ü n ü h issettiniz. B u b ir e jd e r h a b o r u s u , k a sn a k la rı kırmızı
altından ve ü stü n e tılsım la r k a z ın m ış V a ly ria ç e liğ in d e n yapı),
dı. E jderha lordları, K ıy a m e t ta r a f ın d a n y o k e d ilm e d e n önce bu
çeşit boru lar üflerdi. B u b o ru y la e jd e r h a la r ı k e n d i iradem e bağ­
layabilirim .”
Asha yük sek sesle g ü ld ü . “K e ç ile ri s e n i n ir a d e n e bağlayacak
bir boru daha faydalı o lu r K a rg a g ö z . A r t ı k e jd e r h a la r y ok.”
‘Y ine y a n ılıy o rsu n k ız ım . Ü ç e jd e r h a v a r v e b e n o n ları nere­
de bulacağım ı b iliy o ru m . B u m a l u m a t ı n d e ğ e r i a h şa p bir taçtır
şüphesiz.”
“E U R O N !” diye b a ğ ırd ı S o la k L u c a s C o d d .
“E U R O N ! K A R G A G Ö Z ! E U R O N ! ” d iy e h a y k ırd ı Kızıl
Kürekçi.
S ü k û n e t’in d ilsiz leri ve k ır m a la r ı E u r o n ’u n sa n d ık la rım açtı,
hediyeler k a p ta n ların ve k ra lla rın ö n ü n e d ö k ü l d ü . D a h a sonra
rahibin d u y d u ğ u a d a m , a v u ç la rın ı a lt ı n la d o l d u r u r k e n bağıran
H o th o E Iarlaw ’d u . G o r o ld G o o d b r o t h e r v e E r i k Ö rs-K ıra n da
bağırdı. “ E U R O N ! E U R O N ! E U R O N U H a y k ır ış la r büyüdü,
bir k ü k rem ey e d ö n ü ş tü . “ E U R O N ! E U R O N ! K A R G A G Ö Z !
K R A L E U R O N ! ” S e sle r N a g g a ’n ı n t e p e s i n i s a r d ı, F ırtın a Tan­
rısı gökleri g ü m b ü r d e tiy o r d u s a n k i. “ E U R O N ! E U R O N ! E U ­
RON! EURO N ! EU RO N ! E U R O N P
B ir rahip b ile şü p h e y e d ü ş e b i li r d i . B i r r a h ip b ile dehşeti bi­
lirdi. A ero n B u h a rsa çlı ta n r ıs ın a u l a ş m a k iç i n k e n d i için e uzan dı
am a sessizlikten b aşk a b ir şe y b u l a m a d ı. B i n le r c e se s ağabeyinin
adını b a ğ ırırk en , A e ro n ’ın d u y d u ğ u t e k ş e y p a s lı b i r m enteşenin
çığlığıydı.
B R İE N N E
B akire H a v u z u ’n u n d o ğ u s u n d a te p e le r vahşice y ü k se liy o rd u
ve gri yeşil ç a m la r se ssiz a sk e rle r gibi te p e le rin çevresini sarı­
yordu.
C ev v al D ic k , sa h il y o l u n u n e n kısa ve e n güvenli yol o ld u ­
ğunu s ö y le m iş ti. B u y ü z d e n , k o y u g ö z d e n kaçırm adan ilerli­
yorlardı. O n l a r y o l a ld ık ç a , sa h il b o y u n c a d izilm iş köylerle
kasabalar k ü ç ü l ü y o r v e s e y re k le ş iy o rd u . A kşam ç ö k tü ğ ü n d e,
kalacak b ir h a n a r ıy o rla r d ı. C r a b b , d iğ e r y o lcu larla o rtak b ir ya­
tağı p a y la ş ırk e n , B r ie n n e k e n d is i ve P o d için b ir oda tu tu y o rd u .
Bu a k ş a m la rd a n b i r in d e , “H e p im iz aynı yatağı paylaşırsak daha
ucuz o lu r le y d i m ,” d e d i C e v v a l D ic k . “A ram ıza kılıcınızı k o ­
y ab ilirsin iz. Y aşlı D i c k z a ra rsız b ir a d a m d ır. B ir şövalye kadar
k ah ra m a n v e g ü n ü n u z u n o ld u ğ u k a d a r d ü r ü s ttü r .”
“G ü n l e r k ıs a lıy o r ,” d e d i B r ie n n e .
“O la b ilir. B a n a y a ta k ta g ü v e n m e z s e n iz , kıvrılıp d ö şe m ed e
de y a ta b ilirim .”
“B e n im d ö ş e m e m d e d e ğ il.”
“B u n la rı d u y a n b ir i, b a n a h iç g ü v e n m e d iğ in iz i d ü şü n e b ilir.”
“G ü v e n k azan ılır. A ltın g ibi.”
“D e d iğ in iz g ib i o l s u n le y d im ,” d e d i C ra b b , “am a kuzeyde,
y o lu n s o n u n a g e ld iğ im iz y e r d e D ic k ’e g ü v e n m e n iz gerekecek.
Eğer a ltın la r ın ız ı k ılıç z o r u y la a lm a k iste rs e m b e n i k im d u r d u ­
racak?”
“S e n in k ılıc ın y o k . B e n im v a r .”
B r ie n n e , D i c k ’le a r a s ın d a k i kapıyı k ap ad ı ve ad a m ın uzaklaş­
tığ ın d an e m i n o la n a k a d a r e tra fı d in le y e re k o rad a d u rd u . D ick,
cevval o la b ilird i a m a J a i m e L a n n is te r d eğ ild i, D eli F are değildi,
hatta H u m f r e y W a g s ta f f b ile d e ğ ild i. K ö tü b e sle n m iş cılız b ir
ad am d ı. T e k z ır h ı; p as le k e le riy le kaplı, b ereli b ir y arım m iğ fe r­
di. K ılıç y e r in e e s k i, ç e n tik li b ir h a n ç e r ta şıy o rd u . B rie n n e u y a­
nık o ld u ğ u s ü r e c e , D ic k o n u n için b ir te h lik e teşkil e tm iy o rd u .
“P o d ric k ,” d e d i B r ie n n e , “B a rın a c a k h a n b u lam ay acağ ım ız za­
m an lar g e le c e k . R e h b e r im iz e g ü v e n m iy o r u m . K am p k u r d u ğ u ­
m u zd a, b e n u y u r k e n b a n a g ö z k u la k o lu r m u s u n ? ”
349
“ U y a n ık m ı k a la y ım le y d im ? S ö r .” P o d r ic k d ü şü n d ü . “k ,|
c im v ar. E ğ e r C r tı b b siz e z a r a r v e r m e y e k a lk ışırsa om ı öldürc'
b i l i r i m .”
“ I la y ır ,” d e d i B r ie n ııe s e rtç e . “O m ı ı ı l a d ö v ü ş m e y e kalkrna
S e n d e n b ü t ü n is te d iğ im , b e n u y u r k e n u m ı iz le m e n ve şüpheli
b ir şey y ap arsa b e n i u y a n d ır m a n . Ç o k ç a b u k u y an ırın ı, görts
e e k s iıı.”
E rtesi g ü n , a tla ra su iç ir m e k iç in d u r d u k l a r ı n d a C rabb ger­
ç e k r e n k le rin i g ö s te rd i. B r ie n ııe , id r a r k e s e s im boşaltm ak ıçjtl
ça lıla rın a rk a sın a g itm e k z o r u n d a k a ld ı. Y e re ç ö m elirk en , “]\je
y a p ıy o rs u n ? O r a d a n u z a k la ş ,” d iy e n P o d r i c k ’i d u y d u . İşini bitir,
d i, p a n to lo n u n u y u k a rı ç e k ti. Y o la d ö n d ü ğ ü n d e , C evval Dick’i,
p a rm a k la rın d a k i u n u te m iz l e r lıâ ld e b ııld ıı. “ E y e r heybelerimde
e jd e rh a b u la m a z s ın ,” d e d i a d a m a . “A l tı n ı m ı ü s tü m d e taşırım.”
A ltın la rın b ir k ıs m ın ı k e m e r in d e k i k e s e y e k o y m u ş , geri kalanı­
nı da k ıy a fe tin in iç in e d ik tir d iğ i iki c e b i n iç in e saklam ıştı. Eyer
h e y b e s in d e k i şiş k in to r b a ; irili u fa k lı b a k ır la r la , m eteliklerle,ya­
rım m e te lik le rle , y ıld ız la rla v e ... to r b a y ı d a h a şiş k in hâle getiren
b ey az u n la d o lu y d u . B r ie n ııe , u n u , G ö lg e li V a d i’deıı ayrıldığı
sab ah Y edi K ılıç’taki a ş ç ıd a n a lm ış tı.
“D ic k ’in a m a c ı z a ra r v e r m e k d e ğ ild i l e y d im .” D ick, elinde
b ir silah o lm a d ığ ın ı g ö s te r m e k iç in u n l u p a rm a k la rın ı lıavaya
k ald ırd ı. “ B ana v a d e ttiğ iııiz e j d e r h a la r a g e r ç e k te n salıip misiniz
diy e b a k ıy o r d u m y a ln ız c a . D ü n y a , d ü r ü s t in s a n la rı dolandırma­
ya h a z ır y a lan cılarla d o lu . S i z o n l a r d a n b ir i d e ğ ils in iz tabii.”
B rie n ııe , D ic k ’in r e h b e r liğ i n i n h ı r s ı z l ı ğ ı n d a n d ah a iyi olma­
sın ı u m d ıı. “G its e k iyi o la c a k .” T e k r a r a tm a b in d i.
D ic k , B rie ııııe ’in y a n ın d a a t s ü r e r k e n s ık sık şarkı söylü­
y o r d u , asla ta m b ir şa rk ı d e ğ il, b i r p a r ç a ş u n d a n ve b ir dörtlük
b u n d a n . B rie n ııe , a d a m ın o n u e t k i l e m e k v e b u sayede dikkatim
d a ğ ıtm a k iste d iğ in d e n ş ü p h e le n iy o r d u . D ic k b a z e n ona ve M ric k ’e d e şarkı s ö y le tm e y e ç a lış ıy o r d u a m a b u b ir işe yaraımyor'
d u . P o d ç o k u ta n g a ç tı ve t u t u k d illiy d i, B r ie n ııe d e şarkı söyle­
m iy o rd u . L eydi C a te ly n b ir z a m a n la r N e h i r o v a ’da, Inılnvı tÇlil
şarkı söyler m iyd in ? d iy e s o r m u ş t u B r ie ııııe ’e. R e n ly için şarkt so)'k’r
m iyd in ? S ö y le m e m iş ti, b ir k e z b ile , iste d iğ i h â ld e ... istem iş11-
35ü
Cevval D ick şarkı söylem ediği zam anlarda k onuşuyordu,
yol arkadaşlarım K ırıkpençe B urm ı’m ın hikâyeleriyle eğlen­
diriyordu. “1 1er kasvetli vadinin kendi lordu vardır,” diyordu,
“bizi birleştiren tek şey, yabancılara karşı d u yduğum uz gü v en ­
s i z l i k t i r . D am arlarım ızd a koyu ve güçlü bir şekilde İlk İnsanlar’ın kaııı akar. A ndallar K ırıkpeııçe’yi almaya çalıştı am a onları
vadilerde kanattık ve bataklıklarda boğduk. Lâkin Andallar’ın
oğullarının kılıçlarla kaybettiğini, kızları öpücüklerle kazandı.
Fetlıedem edikleri evlere evlilik yoluyla girdiler, evet.”
Gölgeli V adi’ııiu D ark ly n ler’i, K ırıkpençe B ıırnu’na lıü k ıııetnıeyi d en em işti. Bakire 1 Iavıızu’nıın M o o to n lar’ı ve daha
sonra Yengeç A dası’n ın C eltig arlar’ı da ayııı şeyi yapmaya çalış­
mıştı. Fakat K ırık p en çeliler, kendi bataklıklarını ve o rm an ları­
nı hiçbir y ab an cın ın bilem eyeceği kadar iyi biliyorlardı ve fazla
sık ıştırd ık la rın d a , tep eleri p etek petek d elen m ağaralara girip
ortadan k ay b o lu y o rlard ı. S özde fatihlerle dövüşm edikleri za­
manlarda b irb irleriy le d ö v ü şü y o rlard ı. Kan davaları, vadilerinin
arasındaki bataklılar kadar d erin ve karanlıktı. Z am an zam an,
bir kahram an, P eııçe’ye barış g etiriy o rd u am a barış hâli hiçbir
zaman k ah ra m a n ın ö m r ü n d e n daha u zu n sü rm ü y o rd u . Lord
Lııcifer I Iardy b ü y ü k b ir k ah ram an d ı, Kardeş B ruııe da öyle.
Yaşlı Kırık K em ik d ah a da b ü y ü k tü am a hep sin in en k u d re tli­
si C rab b ’dı. D ick, B rie n n e ’iıı S ör C lareııce C ra b b ’ı ve ad am ın
kahram anlıklarını hiç d u y m ad ığ ın a inanm ayı hâlâ red d ed iy o r­
du.
Bir se ferin d e, “N e d e n yalan söyleyeyim ?” diye so rd u B ri­
çime, adam a. “I Ier b ö lg en in yerel k ah ram an lan vardır. B eııinı
geldiğim y erd e, M o rııe ’ıın S ö r G a lla d o n ’ııyla ilgili şarkılar söy­
lenir, ııam -ı d iğ er K u su rsu z Ş övalye.”
“N e re ’niıı S ö r G allak im i?” D ick g ü ld ü . “O n u hiç d u y m a ­
dım? N e d e n o k ad ar k u s u rs u z d u ? ”
“Sör G allad o ıı öyle yiğit b ir şövalyeydi ki, B akire’ııiıı ken d isi
kalbini k ap tırd ı. A şk ın ın nişanı olarak ona tılsım lı b ir kılıç
veıdi. K ılıcın adı A dil B ak ire’ydi. H içb ir sıradan kılıç o n u d u r ­
durm az ve h içb ir kalkan o n u n ö p ü c ü ğ ü n e karşı koyam azdı. S ö r
G d iadon, Adil B a k ire’yi g u ru rla taşıdı am a o n u sadece üç kez
351
K ın ın d a n ç ık a rd ı. B a k ire ’yi ö lü m l ü b ir a d a m a karşı kull
y a c a k tı ç ü n k ü B a k ire , b ü t ü n d ö v ü ş le r i a d a le ts iz hâle ceti 3
k a d a r k u d r e tl iy d i.”
Cek
C r a b b b u n u n g ü lü n ç o l d u ğ u n u d ü ş ü n d ü . “ K u sursuz Şöva]
y e? K u lağ a, K u s u r s u z A p ta l g ib i g e liy o r. E ğ e r kullanm ayacak
s ih ir li b ir k ılıca sa h ip o l m a n ın n e a n la m ı v a r ? ”
'
j
^
i
j
“O n u r , ” d e d i B r ie tın e . “A n la m ı o n u r . ”
i
A d a m sa d e c e d a h a y ü k s e k s e sle g ü l d ü . “S ö r C laren ce Crabb
'<
s e n in K u s u rs u z Ş ö v a ly e n d e k ıllı p o p o s u n u s ile rd i leydim. Eğer
<
ik isi k a rş ıla ş m ış o ls a la rd ı, F ıs ıltıla r ’d a k i r a fta b ir kanlı
kafa daha
o t u r u r d u . D iğ e r k afalara, ‘S ih irli k ılıc ı k u lla n m a lıy d ım , o kah­
ro la sı k ılıcı k u l l a n m a lıy d ım ,’ d e r d i .”
B r ie n n e k e n d in i g ü l ü m s e m e k t e n a lık o y a m a d ı. “ Belki,” dedi
“a m a S ö r G a lla d o n a p ta l d e ğ ild i. B ir y a b a n ö k ü z ü n ü n sırtında­
ki iki b u ç u k m e tr e lik d ü ş m a n ın a k a rşı, A d il B a k ir e ’yi kınından
ç ık a rd ı. O n u b ir k e z d e b i r e jd e r h a y ı k a t le t m e k için kullandığı
s ö y le n ir .”
C e v v a l D ic k e t k i l e n m e m i ş t i . “ K ır ık K e m ik d e b ir ejderhayla
d ö v ü ş tü a m a s ih ir li b ir k ılıc a ih tiy a ç d u y m a d ı . H ayvanın boy­
n u n a d ü ğ ü m a ttı, b ö y le c e e jd e r h a h e r a le v ü f le y iş in d e kendi po­
p o s u n u k ız a r ttı.”
“P e k i A e g o n v e k ız k a r d e ş le r i g e ld iğ in d e K ırık Kemik ne
y a p tı? ” d iy e s o r d u B r ie n n e .
“ Ö l m ü ş t ü . L e y d im b u n u b i l m e l i .” C r a b b , B rie n n e ’e yan
y a n b a k tı. “A e g o n k ız k a r d e ş in i K ır ık p e n ç e B u r n u ’na gönderdi,
şu V ise n y a ’yı. L o rd la r , H a r r e n ’ın s o n u n u d u y m u ş tu . Aptal ol­
m a d ık la rı iç in k ılıç la rın ı V is e n y a ’n ı n a y a ğ ın ın d ib in e koydular.
K raliçe o n la r ı k e n d i a d a m la r ı o la r a k k a b u l e tti v e Bakire Ha­
v u z u ’n a, Y e n g e ç A d a s ı’n a y a d a G ö lg e li V a d i’y e sadakat borçla­
rı o lm a d ığ ın ı s ö y le d i. F a k a t k r a li ç e n in s ö y le d ik le r i, lanet olası
C e ltig a r ’ı, d o ğ u k ıy ıs ın a v e r g i t o p la y a n a d a m la r göndermekten
a lık o y m u y o r. E ğ e r y e te r in c e a d a m g ö n d e r i r s e , b azıları ona geri
d ö n ü y o r ... b u n u n d ış ın d a , b iz s a d e c e k e n d i lo rd la rım ız a ve krala
b o y u n e ğ e riz . G erçek k ra la ; R o b e r t ’a v e o n u n t ü r ü n e değil.” Tü­
k ü r d ü . “ Ü ç D işli M ı z r a k ’ta, P r e n s R h a e g a r ’ın y a n ın d a
C rabb-
lar, B r u n c la r v e B o g g s la r v a r d ı. K ra l M u h a f ı z l a r ı n d a da onlar
352
■
vardı- Kir H ard y , b ir C ave, b ir Pyne ve üç C rabb; C lem en t, R u ­
pert ve K>sa C laren ce. C laren ce bir seksen boyundaydı am a^erçk Sör C leran ce’la kıyaslandığında kısaydı. Biz K ırıkpençeliler
ejderhaya bağlı ad am larız.”
Onlar kuzeye d o ğ ru ilerledikçe, seyrüsefer azalm aya devam
etti ve so n u n d a b u lu n a c a k b ir h a n kalm adı. Sahil yolunda, te ­
kerlek izlerin d en ço k yabani o tlar vardı. O gece b ir balıkçı ka­
sabasına sığ ındılar. B rie n n e , k ö ylülere birkaç bakır vererek b ir
samanlıkta u y u m a k için izin aldı. P o d ’la birlikte tavan arasına
yerleşti ve so n ra m e rd iv e n i y ukarı çekti.
“Beni b u ra d a y aln ız b ırak ıy o rsu n u z, atlarınızı pekâlâ çalabi­
lirim,” diye seslen d i C ra b b aşağıdan. “A tları da yukarı alsanız
iyi edersiniz le y d im .” B rie n n e o n u d u y m azd an gelince, C rab b
konuşmaya d e v am etti. “B u gece y ağ m u r yağacak. Soğuk ve şid­
detli bir y ağ m u r. Siz P o d ’la b irlik te rahat ve sıcak bir u yku u y u ­
yacaksınız am a zavallı yaşlı D ic k b u rad a tek başına titreyecek.”
Bir sam an y ığ ın ın ın ü s tü n e y atak yaparken, m ırıldanarak başını
salladı. “H a y a tım d a siz in k ad ar k u şk u c u b ir bakire tan ım ad ım .”
Pod y a n ın d a e s n e rk e n , B rie n n e p e le rin in in altına kıvrıl­
dı. Ben her zam an bu kadar kiqkucu değildim, diye bağırabilirdi
Crabb’a. K iiçiik b ir k ızken, bütün erkeklerin babam kadar yüce gönül­
lü olduğunu sanırdım . O n a n e kadar g üzel, u z u n , parlak ve zeki bir
kız o ld u ğ u n u , d a n s e d e rk e n n e kadar z a rif g ö rü n d ü ğ ü n ü söyle­
yen erk ek lerin b ile öyle o ld u ğ u n u sanırdı. B rie n n e ’in g ö zlerin ­
deki p erd ey i R a h ib e R o e lle k ald ırm ıştı. “B u sözleri sadece ba­
banı m e m n u n e tm e k için sö y lü y o rla r,” dem işti kadın."G erçeği
aynada b u lacak sın , e rk e k le rin d ille rin d e d eğ il.” S ert b ir dersti,
B rienne’i ağ latan b ir d e rsti am a h e m H a rre n h a l’da h em de S ör
Hyle ve ark ad aşları o o y u n u o y n ad ık ların d a B rie n n e ’in işine ya­
ramıştı. Y a ğ m u r y ağ m ay a b aşlark en , B rien n e, bir bakire bu dün­
yada kiqkucu olm alı, yoksa uzun zam an bakire olarak kalamaz, diye
d ü şü n ü y o rd u .
Acı K ö p rii’d ek i m e y d a n d ö v ü şü m ü sab ak asın d a, talip lerin i
bulm uş ve o n la rı b ire r b ire r hırp alam ıştı; F arro w , A m b ro se,
Kıllı, M a rk M u llc n d o r e , R a m o ııd N a y la n d ve L eylek W ill. H a r ­
ry Saw yer’i atla e z m iş ve R o b iıı P o tte r ’ın m iğ fe rin i kırıp ad am a
353
çirkin bir yara izi hediye etm işti. Ve taliplerin sonuncusu d
rildiğiııde, A nne, B rie n n e ’e C o n n in g to ıı’ı getirm işti. Bu ke ^
R o n n e t’in elin d e b ir gül değil b ir kılıç vardı. Brienne’in ada^
indirdiği h er darbe, bir ö p ü c ü k te n d ah a tatlıydı.
^
O g ü n , B rie n n e ’in h id d etiy le y ü zleşen so n kişi Loras Tyrell’d
Loras, B rie n n e ’e asla k u r yapm am ıştı, o n a d o ğ ru düzgün bakru *
m ıştı bile am a o g ü n k alkanında ü ç gül vardı ve Brienne gül]e|
d en n efre t ederdi. G ü lle rin g ö r ü n tü s ü o n a am ansız bir kuvvet
verm işti. B rienne, L oras’la yaptığı d ö v ü ş ü ve ona bir gökkusap,
p elerin i giydiren R e n ly ’yi d iişley erek u y k u y a daldı.
E rtesi sabah hâlâ y a ğ m u r y ağ ıy o rd u . Kahvaltı ederlerken
C evval D ick y a ğ m u r d in e n e k ad ar b e k le m e y i önerdi.
“B u n e zam an olacak? Y arın sa b ah m ı? O n beş gün içinde mi>
T ek rar yaz geld iğ in d e m i? H a y ır. P e le rin le rim iz var. Ve aşacak
fersahlarca y o lu m u z .”
B ü tü n g ü n y a ğ m u r yağdı. T a k ip e ttik le ri d ar patika kısa zaman
için d e ç a m u ra d ö n ü ş tü . G ö r d ü k le ri ağaçlar çıplaktı ve ağaçlardan
d ü şe n y ap raklar sü rek li yağan y a ğ m u r y ü z ü n d e n kahverengi ıs­
lak b ir halıya d ö n ü ş m ü ş tü . D ic k ’in p e le rin i, sincap derisinden
b ir astara sahip o lm a sın a ra ğ m e n sırılsık la m d ı. Brienne adamın
titred iğ in i g ö re b iliy o rd u . B ir an için o n a acıdı. Doğru düzgün bes­
lenmemiş, bu çok açık. G e r ç e k te n b ir kaçakçı körfezi ya da Fısıltı­
lar isim li b ir h arap kale o lu p o lm a d ığ ın ı m e ra k etti. Aç insanlar
ü m itsiz şeyler yap ard ı. B ü tü n b u n la r , B r ie n n e ’i kandırmak için
sö y le n m iş yalan lar o lab ilird i. Ş ü p h e , B r ie n n e ’in m idesini ekşitti.
B ir s ü re için, y a ğ m u r u n b ite v iy e sesi d ü n y a d a k i tek sesmiş gibi
g ö r ü n d ü . C evval D ic k , y o ld a k i te h lik e le ri um ursam adan sabit
b ir h ızla at s ü rm e y e d e v a m etti. B r ie n n e a d a m ı yakından izledi;
C ra b b , e y e rin d e iyice k a b u r la ş m a k o n u ıslan m ak tan koruyacak­
m ış g ib i sırtın ı eğ m işti. B u se fe r k a r a n lık ç ö k tü ğ ü n d e , yakınlarda
n e b ir kasaba v ard ı n e d e a ltın a s ığ ın a c a k b ir ağaç. Denizden elli
m e tr e y u k a rıd a k i b irk a ç k a y a n ın a ra s ın d a k a m p kurm ak zorunda
k ald ılar. K ayalar e n a z ın d a n rü z g â rı en g e lle y e c e k ti. Brienne, dal­
g aların k ıyıya sü rü k le d iğ i ağaç d a lla rıy la b ir ateş yakmaya çalıŞ'j
k e n , “B u g ece n ö b e t tu ts a k iyi o lu r le y d im ,” d ed i Crabb. Bdy
b ir y e rd e şa p şa p ç ıla r o la b ilir .”
«Şapşapçilar?” B rienne kuşkulu gözlerle adama baktı.
“Canavarlar,” dedi Cevval D ick zevkle. “U zaktan insan gibi
örünürler am a kafaları çok b ü y ü ktür ve saç yerine pulları varj , r T enleri balık karnı gibi beyazdır, parm aklarının arasında
ağlar vardır. H e r zam an ıslaklardır ve balık kokarlar ama kırm ızı
dudaklarının altındaki sıra sıra dişler yeşildir ve iğne kadar siv­
ridir. Bazıları, İlk İn san lar’ın b ü tü n şapşapçıları öldürdüğünü
söyler am a o n lara inan m ay ın . Şapşapçılar, ağlı ayaklarıyla şapşap sesleri çıkararak geceleri gelirler ve kötü çocukları kaçırırlar.
Kızları çiftleşm ek için sağ bırakırlar am a oğlanları o yeşil kesin
dişleriyle parçalayarak y erler.” P odrick’e sırıttı. “Seni yerler de­
likanlı. Seni çiğ çiğ y e rle r.”
“D en erlerse o n ları ö ld ü rü rü m .” P odrick kılıcına dokundu.
“Bir d en e. Sadece d en e. Şapşapçılar kolay ölm ez.” C rabb,
Brienne’e göz k ırp tı. “Siz k ö tü b ir kız m ısınız leydim ?”
“H ayır.” Sadece aptalım. B rien n e, çakm ak taşı ve çelikten ne
kadar kıvılcım çıkarırsa çıkarsın, ağaç dalları tutuşam ayacak ka­
dar ıslaktı. Ç ıra la rd a n ince b ir d u m a n yükseldi am a hepsi buy­
du. B rien n e b ezm iş b ir h âlde yere o tu rd u , sırtını bir kayaya
dayadı, p e le rin in i ü stü n e çekti ve ken d in i soğuk, ıslak geceye
teslim etti. C ev v al D ick , S ö r C laren ce C ra b b ’ın şapşapçı kral­
la d ö v ü ştü ğ ü zam an ı an latırk en , B rien n e sıcak bir yem ek hayal
ederek elin d ek i tu z lu e t d ilim in i kem irdi. Eğlenceli bir masal an­
latıyor, diye k ab u l e tm e k z o ru n d a kaldı, ama kiiçiik maymunuyla
Mark Mulletıdore da eğlenceliydi.
Hava, g ü n e ş in b atışın ı g ö rm e k için fazla ıslak ve ayın d o ğ u ­
şunu g ö rm e k için fazla griydi. G ece siyah ve yıldızsızdı. C rabb,
hikâyelerini tü k e tti ve u y u d u . Ç o k g eçm eden P odrick de h o rluyordu. B rie n n e , sırtın ı kayaya yaslam ış hâlde o tu rd u ve dalga­
ları dinledi. Y akında mısın Sansa ? diye m erak etti. Fısıltılar’da asla
gelmeyecek bir gem iyi m i bekliyorsun ? D ick, üç kişilik geçiş, dedi. İblis,
Sör Doııtos’la sana mı katıldı, yoksa sen küçük kardeşini mi buldun ?
Biten, u z u n b ir g ü n d ü ve B rien n e y o rg u n d u . Bir kayaya yas­
lanmış o tu ru y o r o lm asın a rağ m en göz kapaklarının ağırlaştığı­
nı hissetti. İki kez u yuyakaldı. İkincisinde h e m e n uyandı, kalbi
gıiın g ü m v u ru y o rd u , b irin in o n u izlediğinden em in d i. K olları
355
ve bacakları katılaşm ıştı, p elerin i ayak bileklerine dolan
B ricnııe p e lerin d en k u rtu ld u ve ayağa kalktı. Cevval Di
kayanın d ib in e kıvrılm ıştı, ağır ve ıslak k u m lara yarı gömülüyü
hâlde u y u y o rd u . Rüyaydı. B ir rüyaydı.
u$
B rien ne, S ör C re ig lıto n ’ı ve S ö r Illife r’i terk ederek h
yapm ıştı belki de. İkisi de d ü r ü s t ad a m la ra benziyorlardı R l
Ja im e benimle gelseydi, diye d ü ş ü n d ü ... am a Ja im e , Kral Mu hafi/
ları’n ın şövalyesiydi, o n u n o lm ası g e re k e n y er kralın yaniyd,
Ü ste lik B rie n n e ’in istediği kişi R e n ly ’y d i. O n u koruyacağıma dair
yemin ettim ve başarısız oldum. Sonra onun intikam ını alacağıma dair
yemin ettim ve yine başarısız oldum, in tik a m alm ak yerine Leydi Ca
telyn’le kaçtım ve onu da yarı yolda bıraktım . R ü z g â r yön değiştirdi
y ağ m u r artık B rie n n e ’in y ü z ü n e ç a rp ıy o rd u .
E rtesi g ü n , yol ö n ce çakıl taşlı b ir ip liğ e, so n ra da belli belir­
siz b ir hayale d ö n ü ş tü . G ü n o rta s ın a y a k ın b ir vakitte, rüzgârla
o y u lm u ş bir u ç u r u m u n d ib in d e , y o l a n id e n so n buldu. Yuka­
rıda, aşağıdaki dalgalara kaş ç a ta n k ü ç ü k b ir kale vardı. Kurşuni
g ö k y ü zü n d e, kalen in ü ç eğri b ü ğ r ü k u le s in in ana hatları görü­
n ü y o rd u . “B urası F ısıltılar m ı? ” d iy e s o r d u P o d rick .
“B urası sana k ah ro lası b ir h a ra b e g ib i g ö rü n ü y o r mu?”
C ra b b tü rk ü rd ü . “B u rası U l u M a ğ a ra , L o rd B r u n e ’un makamı.
Yol b u rad a b itiyor. B u ra d a n s o n ra b iz im iç in sadece çamlar var.”
B rien n e u ç u r u m u in c e le d i. ‘Y u k a r ı n asıl çıkacağız?”
“K olay.” C evval D ic k a tın ı ç e v ird i. “ D ic k ’e yakın durun.
Şapşapçılar ağır h a re k e t e d e n in s a n la rı a lm a y a m eyillidir.”
Y o lu n , u ç u ru m d a k i b ir y a rığ ın iç in e g iz le n m iş dik ve taşlı
b ir patika o ld u ğ u an laşıld ı. P a tik a n ın b ü y ü k b ö lü m ü doğal yol­
larla o lu ş m u ş tu am a bazı y e r le re tırm a n ış ı kolaylaştırm ak için
basam ak lar o y u lm u ş tu . P a tik a n ın h e r iki y a n ın d a , yüzyılların
rü zg ârla rı ve su s e rp in tile riy le a ş ın m ış d ik kaya duvarları yükse­
liy o rd u . Bazı kayaları o la ğ a n ü s tü şe k ille re b en zettiler, tırman­
m aya d ev a m e d e rle rk e n C e v v a l D ic k b irk a ç ın ı gösterdi. “Bakın,
b ir d e v kafası,” d e d i. B r ie n n e k afay ı g ö r d ü ğ ü n d e gülümsedi
“Ş u da taş b ir e jd e rh a . D iğ e r k a n a d ı b a b a m b ir çocukken düş
m ü ş. E jd e rh a n ın y u k a rıs ın d a k ile r d e b ir k o c a k a rın ın sarkık me
m e le ri.” C ra b b , B r ie n n e ’in g ö ğ s ü n e b a k tı.
356
“Sör? L eydim ? Bir süvari var.”
“N ered e? ” B rien n e, kayaların hiçbirini bir süvariye b e n z e ­
t e m e d i.
“Yolda. T aş b ir süvari değil. G erçek bir süvari. Bizi takip edi­
yor. Aşağıda.” P od eliyle gösterdi.
Brienne ey erin d e d ö n d ü . Sahil boyunca fersahlarca mesafeyi
görebilecek kadar yukarı tırm anm ışlardı. Atlı onların kullandığı
yoldan, iki ya da üç m il geriden geliyordu. Yine mi? B rienne
kuşkulu gözlerle C evval D ick ’e baktı.
“Bana öyle gözlerin izi kısarak bakm ayın,” dedi Crabb. “G e­
len her kim se, C evval D ick ’le b ir ilgisi yok. B üyük ihtim alle
Brune’u n ad am ıd ır, savaştan d ö n ü y o rd u r. Belki de sürekli ge­
zen şarkıcılardan b irid ir.” Kafasını çevirip tü k ü rd ü . “Bir şapşapçı değil, b u kesin. O n la r at sü rm e z le r.”
“H ay ır,” d ed i B rien n e. E n azından b u k o n u d a hem fikir ola­
bilirlerdi.
T ırm an ışın so n o tu z m etresin in , en dik ve en tehlikeli b ö ­
lüm o ld u ğ u anlaşıldı. G ev şek çakıl taşları, atların toynaklarının
altından kayıp ark ad a k alan taşlı patikaya yuvarlandı. B rienne ve
yanındakiler kayadaki y arık tan çıktıklarında kendilerini kale d u ­
varlarının d ib in d e b u ld u la r. Y ukarıdaki istihkâm siperinde b ir
yüz belirdi, o n la ra bak tı ve o rtad an kayboldu. B rienne, onlara
bakan k işin in b ir k ad ın o labileceğini d ü şü n d ü ve b u n u C evval
Dick’e söyledi.
D ick onay lad ı. “B ru n e , du v arların ü stü n d e k i y ü rü m e y o l­
larına çıkam ayacak k ad ar yaşlı, adam ın oğulları ve to ru n la rı da
savaşa gitti. B u rad a m u tfa k h iz m etçilerin d en ve b u rn u sü m ü k lü
birkaç b e b e k te n başka k im se k alm ad ı.”
B rien n e, L o rd B r u n e ’u n hangi kralı desteklediğini so rm ak
istedi am a b u n u n b ir ö n e m i y o k tu artık. B ru n e ’u n oğulları g it­
mişti, bazıları geri d ö n m ey eb ilird i. B u gece burada misafirperverlik
görmeyeceğiz. K adınlarla, çocuklarla ve yaşlı adam larla d o lu b ir
kale, k apılarını silahlı yabancılara açm azdı. “L ord B ru n e ’d an
unu ta n ıy o rm u ş gibi b ah se d iy o rsu n ,” ded i B rien n e, C evval
Dick’e.
“Belki d e ta n ım ışım d ır, b ir zam an lar.”
357
B riçim e, D ic k ’in k ıy a f e tin in g ö ğ s ü n e b a k tı. K ıyafe tjn
k a la n ın d a n dalıa k o y u r e n k o la n y a m a ş e k illi v e çevresi ip n f
li alan, b ir a r ın a n ın s ö k ü l ü p ç ık a r ıld ığ ı y e r i g ö s te riy o rd u . ö'r
e n n e ’iıı r e h b e r i b ir k a ç a k tı, b u n a ş ü p h e y o k t u . A rk ad ak i s iiv ^
D ic k ’in silah a r k a d a ş la rın d a n b iri o l a b i l i r m iy d i?
rı
“Y ola d e v a n ı e tm e liy iz ,” d e d i D ic k , “ B r ı ı n e n e d e n duvarla
rıııın a ltın d a o l d u ğ u m u z u m e r a k e t m e d e n ö n c e . B ir hiznıetç
bile k ah ro lası b ir a r b a lc t i s a r a b i li r .” K a l e n i n ö t e s in d e k i k ir e ç tj
tep eleri g ö ste rd i, te p e le r in y a m a ç la r ı a ğ a ç lık tı. “ B u ra d a n sonra
yol yok, sa d ece d e r e le r v e a v p a t ik a la r ı v a r . F a k a t le y d im kork­
m asın . C ev v al D ic k b u r a la r ı t a n ı y o r . ”
B rie ıın e ’iıı k o r k tu ğ u ş e y d e b u y d u . U ç u r u m u n tepesinde
şid d etli b ir r ü z g â r e s iy o r d u a m a B r i e n n e s a d e c e tu z a k kokusu
alıy o rd u . “Ş u sü v a ri n e o la c a k ? ” E ğ e r a d a m ı n a tı d alg aların üs­
tü n d e y ü rü m e y i b ilm iy o rs a , s ü v a r i k ıs a z a m a n s o n r a uçurum u
tırm a n ıy o r o lacak tı.
“N e o lm u ş o n a ? E ğ e r B a k ir e H a v u z ı ı ’n d a n g e l e n b ir aptalsa,
k ah ro lası patik ay ı b ile b u l a m a y a b i l i r . V e e ğ e r b u l u r s a , ormanda
i
izim izi k a y b e ttiririz . O r a d a t a k i p e d e b i l e c e ğ i b i r y o l olm ayacak.”
Am a izlerim izi takip edebilir. B r i e n n e , s ü v a r i y i b u r a d a ve kılıçla
k a rşıla m a n ın d a h a iyi o l u p o l m a y a c a ğ ı n ı m e r a k e tti. Eğer adam,
Lord B rune’ım oğullarından b iri ya da g e z g in b ir şarkıcıysa, büsbütün
aptal görünürüm. C r a b b ’ın h a k lı o l d u ğ u n a k a r a r v e r d i . Yarın sabah
hâlâ peşimizde olursa onunla ilgilenirim . K ı s r a ğ ı n ı a ğ a ç la ra doğru
çev irerek , “N a s ıl i s t e r s e n ,” d e d i .
L o rd B r u n e ’u n k a le s i g i t t i k ç e k ü ç ü l d ü v e s o n u n d a gözden
k ay b o ld u . E tr a f m u h a f ı z a ğ a ç la r ıy la v e a s k e r ç a m l a r l a doluydu;
g ö k y ü z ü n e s a p la n m ış d e v a s a , y e ş il m ı z r a k l a r . O r m a n zemin,
y ere d ü ş e n ç a m i ğ n e l e r i n d e n o l u ş a n b i r y a t a k t ı , b i r kale duva­
rı k ad ar k a lın d ı v e k o z a la k la r la k a p l ı y d ı . A t l a r ı n to y n a k la rı hiç
ses ç ık a rm ıy o r g ib iy d i. B ir a z y a ğ m u r y a ğ d ı , b i r s ü r e iç in durdu,
s o n ra te k r a r b a şla d ı a m a B r i e n n e v e y a n ı n d a k i l e r , ç a m ağaçlanm n a ra s ın d a y a ğ m u r u n t e k d a m l a s ı n ı b i l e h i s s e t m e d i l e r .
O r m a n d a ç o k d a h a y a v a ş y o l a l ı y o r l a r d ı . B r i e n n e , ağaçla1"111
a ra sın d a z ik z a k ç iz e r e k , k ıs r a ğ ın ı y e ş i l k a s v e t i n i ç i n d e yürüttü.
Burada kaybolmak çok kolay o lu rd u , d i y e d ü ş ü n d ü . B a k tığ ı her y^r
358
aynı görünüyordu. Hava bile gri, yeşil ve durgundu. Ç am ların
¿allan B rienne’in kollarını tırm alıyor ve yeni boyanm ış kalka­
nına sü rtü n ü y o rd u . B u tüyler ürpertici durgunluk, geçen her
saatle sinirlerini biraz daha yıpratıyordu.
Cevval D ick de h u zu rsu zd u . O gün daha geç vakitte, akşam
çökerken şarkı söylem eyi denedi. “Bir ayı vardı, bir ayı, bir ayıl
Ra$tatt ayağa karaydı ve kıllarla kaplıydı.” Sesi, yünden yapılmış bir
p a n to lo n gibi kaşındırıcıydı. Ç am lar, rüzgârı ve yağm uru y u t­
tukları gibi D ick ’in sesini de y u ttu . D ick bir süre sonra sustu.
“Burası k ö tü ,” d ed i Podrick. “Burası kötü bir yer.”
Brienne de aynı şeyi h issediyordu ama b u n u kabul etm ek bir
işe yaram azdı. “Ç a m o rm an ı kasvetli bir yerdir ama nihayetinde
sadece o rm an d ır. B u rad a k o rk m am ız gereken hiçbir şey yok.”
“Peki şapşapçılar n e olacak? Ya kafalar?”
“İşte akıllı b ir kafa,” dedi D ick gülerek.
Brienne ad am a öfkeli b ir bakış attı. “Şapşapçılar diye bir şey
yok,” dedi P o d ric k ’e, “kafalar da yok.”
T ep eler y u k arı çıktı, tep eler aşağı indi. B rienne kendini,
Cevval D ic k ’in d ü r ü s t b ir adam olm ası ve onları nereye götür­
düğünü b ilm esi için d u a ed erk en b u ld u . K endi adına, denizi
tekrar b u lab ileceğ in d en bile e m in değildi. G ü n d ü z ya da gece,
gökyüzü sü rek li gri ve b u lu tlu y d u , B rien n e’in yolu bulm asına
yardım ed ecek g ü n e ş ya da yıldız yoktu.
O akşam , b ir te p e d e n inip k en d ilerin i pırıltılı yeşil bir batak­
lığın k en arın d a b u ld u k ta n sonra, erk en saatte kam p kurdular.
Ö nlerindeki z e m in , gri yeşil ışıkta yeterince sert g ö rü n ü y o rd u
ama atlarını y ü rü ttü k le rin d e , hayvanlar boğazlarına kadar ça­
mura g ö m ü ld ü , d ö n m e k ve daha sert zem in e ulaşm ak için m ü ­
cadele v e rm e k z o ru n d a kaldılar. “S o ru n değil,” diye güvence
verdi C rab b . “T e k ra r tepeye çıkacağız ve başka bir yoldan aşağı
ineceğiz.”
Ertesi g ü n de aynıydı. Kara g ö k y ü z ü n ü n ve b ir d u ru p b ir
başlayan y a ğ m u ru n altın d a, çam ağaçlarının ve bataklıkların
arasında at sü rd ü le r. O b ru k la rın , m ağaraların ve taşları y o s u n ­
larla kaplı k ad im k alelerin h arab elerin in y an ın d an geçtiler. H e r
ta§ yığınının b ir hikâyesi vardı ve D ick b ü tü n hikâyeleri a n la t359
tı. D ick'in söylediğine göre, K ırık p cn çe’n in adamları bu
ağaçlarını kanla sıılanıışlardı. Ç o k g eçm ed en Brienne’in ^
tü k en m eye başladı. “D aha ne kadar sü rece k ?” diye sordu ^
nuııda. “Şim diye kadar K ırıkpençc B u rn ıı’ndaki her afor, Î0'
,
,
„
® Borm u ş olm alıyız.
“Yarısını bile g ö rm e d ik ,” ded i C ra b b . “A rtık yaklaştık Ba
kın, ağaçlar seyrekleşiyor. D a r D e n iz ’iıı yakınlarındayız.”
B u adattım bana söz verdiği soytarı, büyük ihtimalle benim suda
ki kendi yansımanı olacak, diye d ü ş ü n d ü B rieıın e. Ama bu kada
uzağa geldikten so n ra geri d ö n m e n in a n lam ı yoktu. Bununla
birlikte çok y o rg u n d u , b u n u in k â r e d e m e z d i. Uylukları eyer
y ü z ü n d e n d e m ir kadar se rtti ve so n z a m a n la rd a bir gecede sa­
dece d ö rt saat u y u y o rd u , o sırad a P o d ric k o n u n başında nöbet
tu tu y o rd u . E ğer C evval D ic k ’in n iy e ti o n la rı öldürm eyi dene­
m ekse, B rieıın e b u n u n b u ra d a , a d a m ın iyi bildiği topraklarda
gerçekleşeğine in a n ıy o rd u . D ıc k o n la rı b ir hırsız mağarasına
kendisi kadar teh lik eli a k ra b a la rın ın y a n ın a götürüyor olabi­
lirdi. Belki de o n ları d a ire le r ç iz e re k d o la ş tırıy o r ve yolda gör­
dü k leri sü v a rin in o n la ra y e tişm e s in i b e k liy o rd u . Süvariyi, Lord
B ru n e ’u n k alesin d en a y rıld ık la rın d a n b e ri görm em işlerdi ama
ad am ın avdan vazgeçtiği a n la m ın a g e lm e z d i b u .
B rien n e b ir gece, k a m p k u r d u k la r ı y e r in etrafında huzur­
suzca d o laşırk en , D ic k ’i öldürm em gerekeb ilir , d ed i kendi ken­
dine. B u d ü ş ü n c e m id e s in i b u la n d ır d ı. B r ie n n e ’in eski silah
ustası, sü rek li o n u n b ir m ü c a d e le d e d ö v ü ş e c e k kadar sert olup
o lm ad ığ ın ı so rg u la m ıştı. “K o lla rın d a b ir e rk e ğ in kuvveti var,"
d em işti S ör G o o d w in d efalarca, “a m a k a lb in , h e r bakirenin b i­
bi kad ar y u m u şa k . A v lu d a, e lin d e k ö r b ir kılıçla talim yapmak
başka şey dir, b ir a d a m ın b a ğ ırsa k la rın a y a r ım m etrelik keskin
çeliği so k m a k ve g ö z le rin d e k i f e rin s ö n liş ü n ü izlem ek başb
B ir k e re sin d e S ö r G o o d w in , B r ie n n e ’i, k u z u la rla süt domuzla­
rın ı k esm esi için b a b a s ın ın k a s a b ın a g ö n d e r m iş ti, bunu Brien­
n e ’i s e rtle ş tirm e k için y a p m ıştı. Y a v ru d o m u z la r ciyaklamış ve
k u z u la r k o r k m u ş ç o c u k la r g ib i ç ığ lık a tm ış tı. K esim bittiğinde
B rie n n e g özyaşlarıyla k ö rle ş m iş ti. K ıy a fe tle ri öyle kanlıydı ki,
B rie n n e o n la rı y ak m ası iç in h iz m e tç is in e v erm işti. Ama Sor
360
Q00dwin’in şüpheleri azalmamıştı. “Yavru bir dom uz, yavru
bir dom uzdur. Adam öldürm ek farklıdır. Senin kadar genç bir
yaverken, güçlü, hızlı ve çevik bir arkadaşım vardı, avluda tam
bir kahramandı. Bir gün olağanüstü bir şövalye olacağını hep i­
miz biliyorduk. Sonra Basamaktaşı’na savaş geldi. Arkadaşım ın,
düşmanına diz çöktü rd ü ğ ü n ü ve adamın elinden baltasını aldı­
ğım gördüm . Fakat arkadaşım, düşm anının işini bitirebilecek­
leri bir kalp atışı zam an tereddüt etti. M ücadelede, bir kalp atışı
zaman bir ö m ü r dem ektir. Adam hançerini çıkardı ve arkadaşı­
mın zırhında bir çatlak buldu. G ücü, hızı, yiğitliği, çok çalışarak
kazandığı becerisi... b ü tü n bunlar bir osuruktan daha değersizdi
çünkü arkadaşım öldürmekten çekinmişti. B unu hatırla kızım .”
Orada, çam lı o rm an ın içinde, Sör G oodw in’in gölgesine,
hatırlayacağım, diye söz verdi Brienne. Bir kayanın üstüne o tu r­
du, kılıcını çıkarıp bilem eye başladı. Hatırlayacağım ve çekinme­
mek için dua edeceğim.
Ertesi gü n rüzgârlı, soğuk ve bu lu tlu doğdu. G üneşi hiç gör­
mediler am a siyahlık griye devrildiğinde, Brienne eyere çıkma
vakti geldiğini anladı. Cevval D ick’in önderliğinde tekrar çam ­
ların arasına girdiler. B rienne adam ı yakından takip ediyordu,
Podrick atının sırtında arkadan geliyordu.
Kale, hiç uyarı v erm ed en önlerine çıktı. Bir an orm anın derınliklerindeydiler, fersahlar boyunca çam lardan başka görüle­
cek bir şey y o k tu , sonra b ü y ü k bir kayanın etrafını dolaştılar
ve ileride b ir b o şlu k belirdi. Yarım m il sonra orm an birdenbire
sona erdi. İleride gökyüzü, deniz... ve kadim bir kale vardı; bir
uçurum un k enarında, terk edilm iş ve otlarla kaplanmış yıkık
bir kale. “F ısıltılar,” dedi Cevval D ick. “Dinleyin. Başları duya­
bilirsiniz.”
Podrick’in ağzı şaşkınlıkla açıldı. “O nları duyuyorum .”
B rienne de d u y d u . K aleden geldiği kadar zem inden de geli­
yormuş gibi d u y u lan belli belirsiz, yum uşak bir m ırıltı. B rienne
falezlere yaklaştıkça ses arttı. D enizin sesiydi, Brienne b irden­
bire anladı. Aşağıdaki falezlerde oyuklar açan dalgalar, toprağın
altındaki m ağaralarda ve tü n ellerde güm bürdüyordu. “Baş filan
yok,” dedi. “Fısıldadığını d u y d u ğ u n şeyler, dalgalar.”
361
“D alg alar fısıld a m a z . B a şla r f ı s ı l d ı y o r .”
Kale, h e r b iri d iğ e r in d e n fa rk lı e s k i v e h a r ç s ız taşlardan
ed ilm işti. K ay aların a r a s ın d a k i ç a tla k la r d a y o s u n l a r b ü y ü m ^
ve te m e lle r d e n ağ açlar ç ık m ış tı. E s k i k a le le r i n ç o ğ u n d a bir tan^
k o ru s u o lu r d u . G ö r ü n ü ş ü n e b a k ılırs a , F ı s ı l t ı l a r ’ın k o ru d a n ba
ka b ir şeyi d e y o k tu . B r ie n n e k ıs r a ğ ın ı u ç u r u m a , k a le n in per(k
d u v a rın ın ç ö k tü ğ ü y e re d o ğ r u y ü r ü t t ü . K ır ık ta ş yığınlarının
ü s tü n d e z e h irli s a rm a ş ık la r b ü y ü m ü ş t ü . B r i e n n e a tın ı b ir ağaca
b ağladı ve c e s a re t e d e b ild iğ i k a d a r u ç u r u m u n k e n a r ın a yaklaştı
O n b eş m e tr e aşağ ıd a, d a lg a la r y ık ık b i r k a l e n i n kalıntılarının
arasın d a ve ü s tü n d e g ir d a p la r o l u ş t u r u y o r d u . B r i e n n e yıkıntıla­
rın ark asın d a g e n iş b ir m a ğ a r a n ın a ğ z ın ı g ö r d ü .
B r ie n n e ’in a rk a sın a g e lir k e n , “ O , e s k i f e n e r k u le s i,” dedi
C evval D ick . “B e n P o d ’u n y a rı y a ş ı n d a y k e n y ık ıld ı.
Eskiden
m ağaraya in e n b a s a m a k la r v a r d ı a m a u ç u r u m ç ö k tü ğ ü n d e ba­
sam ak lar da g itti. B u h a d is e d e n s o n r a k a ç a k ç ıl a r b u r a y a gelmeyi
bırak tı. O z a m a n la r k ü r e k ç e k e r e k t e k n e l e r i n i m a ğ a ra y a sokabi­
liy o rlard ı am a ş im d i y a p a m ıy o r la r . G ö r d ü n ü z m ü ? ” T e k elini
B rie n n e ’iıı s ırtın a k o y d u v e d i ğ e r e liy le g ö s t e r d i .
B rie n n e ü r p e rd i. B i r itiş ve a şağ ıda k u le y le b irlik te olurum . Geri­
ye d o ğ ru b ir a d ım a ttı. “E lle r i n i b e n d e n u z a k t u t . ”
C ra b b y ü z ü n ü e k ş itti. “ B e n s a d e c e ...”
“S e n in sadece n e y a p tığ ın u m u r u m d a d e ğ i l. K a p ı n e re d e ? ”
“D iğ e r ta ra fta .” D ic k d u r a k s a d ı . “ Ş u s i z in s o y ta rı, kindar
b ir ad am d e ğ ild ir u m a r ı m ? ” d e d i g e r g i n b i r s e s le . “ D e m e k is­
te d iğ im , d ü n gece d ü ş ü n d ü m d e , o n a b i r h a r i t a sa ttığ ım ama
k o rsa n la rın a rtık b u r a y a g e l m e d i ğ i n i s ö y l e m e y i u n u t t u ğ u m için
b an a k ız m ış o la b ilir.”
“A lacağ ın a ltın la , a d a m ın s a n a y a r d ım ın k a r ş ılığ ın d a ödediği
m ik ta rı g eri v e r e b ilir s in .” B r i e n n e , D o n t o s H o l l a r d ’ın b ir tehli­
ke arz e d e c e ğ in i h ay al e d e m i y o r d u . “ T a b i i b u r a d a y s a .”
D u v a r la r ın e tr a fım d o la ş tıla r . K a le ü ç g e n ş e k lin d e y d i, her
k ö şe d e k are şe k illi k u le le r v a r d ı. K a le k a p ıl a r ı f e n a h â ld e çürü­
m ü ş tü , B r ie n n e b ir in e a s ıld ığ ın d a a h ş a p ç a t ı r d a d ı v e ıslak uzun
k ıy m ık la r h â lin d e d a ğ ıld ı. K a p ı n ı n y a r ıs ı B r i e n n e ’in üstüne
y ık ıld ı. B r ie n n e iç e r id e d a h a f a z la y e ş il k a s v e t g ö r d ü . Orman,
362
duvarları delm iş ve iç kaleyle avluyu yutm uştu. Fakat kapının
arkasında b ir yivli kapı vardı, dişleri çam urlu zem ine g ö m ü l­
ü ş t ü . D em ir paslanm ıştı am a B rienne’in kuvvetine dayandı.
“Bu kapıyı u z u n zam an d ır kim se kullanm am ış.”
“Ben tırm an ıp d iğ er tarafa geçebilirim ,” diye önerdi P o d rick. “U ç u ru m d a n , d u v arın yıkıldığı y erd en .”
“Ç o k tehlikeli, taşlar gevşek g ö rü n ü y o r ve o kırm ızı sarm a­
şıklar zehirli. B ir yan kapı o lm alı.”
Yan kapıyı k alen in k uzey tarafında buldular; kocam an bir
böğürtlen çalısın ın arkasında yarı gizlenm iş hâldeydi. B öğürt­
lenlerin hep si to p lan m ıştı ve çalıların yarısı, kapıya doğru b ir
yol açm ak için kesilm işti. K ırık dalların g ö rü n tü sü B rienne’i
tedirgin etti. “B u k ap ıd an b irileri geçm iş, üstelik kısa zam an
önce.”
“Sizin soytarı ve şu kızlar,” d edi C rab b . “Size söylem iştim .”
Sansa ? B rie n n e b u n a in an am azdı. D o n to s H o llard gibi kafası
şarapla d u m a n lı b ir ayyaş b ile kızı b u kasvetli yere getirecek ka­
dar m an tık sız o lam azd ı. Y ıkıntılarda, B rien n e’i huzu rsu zlu k la
dolduran b ir şey v ard ı. B rien n e, S tark kızını bu rad a bulam aya­
caktı... am a b a k m a k zo ru n d ay d ı. B iri buradaymış, diye d ü şü n d ü .
Saklanmak zorunda olan biri. “İçeri g iriy o ru m ,” dedi. “C rab b ,
sen b en im le g elecek sin . P o d rick , atlara göz kulak olm anı isti­
yoru m .”
“B en d e g e lm e k istiy o ru m . B en b ir yaverim . D ö v ü şeb ili­
rim .”
“İşte b u y ü z d e n b u ra d a kalm anı istiyorum . B u ağaçların
arasında h a y d u tla r o lab ilir. A tları k o ru m asız bırakm aya cesaret
edem eyiz.”
P o d rick çizm esiy le b ir taşı tekm eledi. “N asıl isterseniz.”
B rien n e, d alları o m z u y la iterek b ö ğ ü rtle n le rin arasın d an
geçti ve k ap ıd ak i paslı d e m ir halkaya asıldı. Yan kapı b ir an d i­
rendi, so n ra sarsılarak açıldı, k ap ın ın m en teşeleri itiraz çığlıkla­
rı attı. M e n te ş e le rd e n çıkan ses, B rie n n e ’in ensesindeki tü y leri
diken d ik en etti. B rie n n e k ılıcını çekti. K endini ö rg ü z ırh ın ve
kaynatılm ış d e rin in için d e bile çıplak hissetti.
“D ev am e d in le y d im ,” diye ısrar etti B rie n n e ’in ark asın d a363
ki Cevval Dick. “N e için b ekiyorsıınuz? Yaşlı Crabh
ö lü .”
y,,dlr
Brieııne ne için bekliyordu ? K endi k e n d in e aptalca davr
gıııı söyledi. Ses d enizden geliy o rd u , k alenin altındaki mav
ların içinde hiç d u rm ad an y an k ılan ıy o rd u , h er dalgada yüksek
alçalıyordu. Am a gerçekten fısıltıya b e n z iy o rd u ve Brienne bir ^
için kafaları g ö rü r gibi oldu; raflara dizilm işlerd i, birbirler ^
m ırıldanıyorlardı. “Kılıcı kullanm alıydım ,” d iy o rd u biri. “Sifo-J
kılıcı kullanmalıydım. ”
“P o d rick ,” dedi B rienne. “U y k u şilte m in içinde bir kılıç Ve
kın var. O n ları bana g e tir.”
“T am am sör. L ey d im .” Ç o c u k k o şa rak uzaklaştı.
“B ir kılıç?” Cevval D ick k u la ğ ın ın ark asın ı kaşıdı. “Elinde
bir kılıç var. N iye bir kılıç d ah a iste d in ? ”
“Bu senin için .” B rien n e, k ılıcın kab zasın ı D ick ’e uzattı.
“G erçekten m i? ” C ra b b te d irg in b ir şek ild e elini uzattı, kı­
lıç o n u ısırabılirm iş gibi. “K u ş k u c u b a k ire, yaşlı D ick’e bir kılıç
v eriyor?”
“K ullanm ayı b iliy o rs u n d u r u m a r ım ? ”
“Ben b ir C ra b b ’ım .” U z u n k ılıc ı B r ie n n e ’in elinden kaptı.
“Ben, Sör C la re n c e ’le aynı k an a s a h ib im .” Kılıcı havaya savur­
d u ve B rie n n e ’e sırıttı. “B azıları, lo r d u lo rd y ap an kılıçtır, der.”
P o d rick P ayne geri d ö n d ü , Y e m in k â r ’ı b ir çocukmuşçasına
dikkatlice taşıyordu. C eval D ic k , sü s lü k ın ı ve kındaki aslan başı
sıralarını g ö rü n ce ıslık çaldı am a B r ie n n e bıçağı çekip bir hamle
d en ed iğ in d e adam su stu . Y em in k â r’tn sesi bile sıradan bir kılımkinden daha keskin. “B e n im le g e l,” d e d i B rie n n e , C rabb’a. Yan
k apıdan yan lam asına g ird i, kapı k e m e r in in altınd an geçerken
başını eğdi.
Yabani o tlarla kaplı d ış av lu B r ie n n e ’in ö n ü n e serildi. Sol
tarafta ana kapı ve a h ır o la b ile c e k b ir b in a n ın çökm üş iskele­
ti vardı. B ö lm elerin y a rısın d a n k ü ç ü k ağ açlar çıkıyor ve ahırın
k ah v eren g i k u ru sazlarla kaplı ç a tıs ın d a n d ışa rı uzanıyordu. Brıe n n e sağ tarafta, b ir kilere ya d a z in d a n a in e n çürüm üş ahşap
b asam ak lar g ö rd ü . B ir z a m a n la r iç k a le n in o ld u ğ u yerde, ye§
ve m o r y o su n la rla kaplı b ir taş y ığ ın ı v a rd ı. A v lu yabam ot a
364
ve çam iğneleriyle doluydu. Vakur sıralar halinde dizilmiş as­
ker çamlar h er yerdeydi. O nların ortasında solgun bir yabancı
vardı; inzivaya çekilm iş bir bakire kadar beyaz gövdesiyle, ince
u z u n genç bir büvet ağacı. Ağacın gökyüzüne uzanan dallarında
kırmızı yapraklar filizlenm işti. D aha ileride, duvarın çöktüğü
yerde, gökyüzü ile d enizin boşluğu ve...
...bir ateşin kalıntıları vardı.
Israrcı fısıltılar kulaklarını ısırdı ve Brienne ateşin yanında
diz çöktü. Y erden kararm ış bir sopa aldı, kokladı, külleri karış­
tırdı. Diitı gece biri ısınmaya çalışmış. Ya da bir gemiye işaret gönder­
meyi denemiş.
“Selaaaam ,” diye seslendi Cevval Dick. “Burada kimse var
nıı?”
“Sessiz o l,” dedi B rienne.
“Birileri saklanıyor olabilir,” dedi Dick. “Kendilerini gös­
termeden önce bizi incelem ek isteyen birileri.” Basamakların
toprağın altına indiği yere y ü rü d ü ve aşağıdaki karanlığa baktı.
“Selaaaam,” diye seslendi tekrar. “Aşağıda kim se var m ı?”
B rienne k ü ç ü k b ir ağacın sallandığını gördü. Çalıların için­
den bir adam çıktı, öyle kirliydi ki topraktan bitm iş gibi görü­
nüyordu, elin d e k ırık b ir kılıç vardı ama B rienne’i duraksatan
adamın y ü zü y d ü , k ü çü k gözleri ve geniş burnuydu.
B rienne o b u r n u tan ıy o rd u . O gözleri tanıyordu. Arkadaşları
adama Pyg d iy o rd u .
H er şey b ir kalp atışı zam anda olm uş gibi göründü. K uyu­
nun ağzından ikinci b ir adam çıktı, ıslak yaprakların üstünde
sürünen b ir yılan ın çıkarabileceğinden fazla ses çıkarm am ıştı.
Etrafına kırm ızı ip ek sarılm ış bir yarım m iğfer takm ıştı ve elin­
de kısa, kalın b ir fırlatm a m ızrağı vardı. B rienne onu da tanıyor­
du. B rien n e’in arkasından bir hışırtı geldi, kırm ızı yaprakların
arasından b ir kafa çıktı. C rab b , büvet ağacının altında d u ru y o r­
du. Yukarı baktı ve kafayı gördü. “İşte,” diye seslendi B rienne’e.
“Soytarınız b u ra d a .”
“D ick,” diye bağırdı B rien n e telaşla, “yanım a gel.”
Shagvvell b ü v et ağacından aşağı atladı, kahkahalar atıyordu.
Bir soytarı kıyafeti giym işti am a kıyafet öyle solm uş ve lcke-
365
leıım işti ki gri ya da p e m b e d e n ç o k k a h v e r e n g i g ö rü n ü y o r^
ShagvveH’in elin d e , b ir so y ta rı asası y e r in e ü ç lü g ü rz vardıdikenli top, alışap b ir sapa z in c ir lc n m iş ti. A d a m g ü rz ü se rtj^
şekilde aşağıdan sa v u rd u ve C r a b b ’ın d iz le r i n d e n biri kan veke
in ik ten o lu şa n b ir s e rp in ti h a lin d e p a tla d ı. D ic k düşerk en , “işte
bu k o m ik ,” d ed i S hagw ell. B r i c ıı n e ’in D i c k ’e v e rd iğ i kıhç hava.
ya u çu p yabani o tla rın a ra s ın d a k a y b o ld u . C r a b b , çığhk ataraj.
ve d iz in in k alın tıların ı sım s ık ı t u ta r a k y e r d e sü rü n ü y o rd u . “Ah
şu n a b ak ,” d ed i S h ag w ell, “B u K a ç a k ç ı D ic k , b iz e harita çizen
adam . B u n c a y o lu a ltın ım ız ı g e ri v e r m e k iç in m i g eld in ?”
“L ü t fe n ” diye ağladı D ic k , “ lü tf e n y a p m a , b a c a ğ ım ..;’
“A cıyor m u ? Acıyı d u r d u r a b i l i r i m .”
“O n u rah at b ıra k ,” d e d i B r ie n n e .
Kanlı ellerini başını k o r u m a k iç in y u k a r ı k a ld ırırk e n , “K4/>.
M 4 ! ” diye feryat etti D ic k . S h a g w e ll, d i k e n l i to p la rı başının et­
rafında b ir kez çevirdi v e C r a b b ’ın y ü z ü n ü n o rta sın a indirdi.
M id e b u lan d ıran b ir ça tırtı d u y u ld u . Ç a tır t ıy ı ta k ip ed en sessiz­
likte, B rien n e k e n d i k a lb in in s e s in i d u y a b iliy o r d u .
“Y aram az S hags,” d e d i k u y u d a n ç ık a n a d a m . B rie n n e ’in yü­
zü n ü g ö rd ü ğ ü n d e g ü ld ü . ‘Y in e m i s e n k a d ın ? N e , bizi yakala­
m aya m ı geldin? Y oksa d o s t y ü z l e r i m iz i m i ö z le d in ? ”
Shagvvell b ir ay ağ ın d an d iğ e r in e z ıp la y a r a k d a n s etti ve gür­
z ü n ü d ö n d ü rd ü . “B e n im iç in g e ld i. H e r g e c e , parmaklarını
deliğine so k tu ğ u n d a b e n i d ü ş lü y o r . B e n i istiy o r. İri at, neşeli
Shags’inı özledi. O n u a rk a d a n d ü z e c e ğ im v e iç in i rengârenk to­
h u m larla d o ld u ra c a ğ ım , k ü ç ü k b ir b e n y a v r u la y a n a kadar.”
D o rn e d ilin in ağdalı a k sa n ıy la , “ B u n u n iç in başka bir deliği
k u llan m an gerek S h ag s,” d e d i T im e o n .
“Ö yleyse, kızın b ü tü n d e lik le r in i k u lla n s a m iyi olur. İşi şan­
sa b ırak m am ak g e re k .” P yg, B r ie n n e ’in so l ta ra fın a doğru gider­
ken, S hagw ell sağına g eçti ve o n u u ç u r u m u n k enarına doğru
g erilem ek z o ru n d a b ıra k tı. Ü ç k iş ilik geçiş, d iy e hatırladı Brien­
ne. “Sadece ü ç kişi k a lm ış s ın ız .”
T im e o n o m u z la rın ı silk ti. “H a r r e n h a l ’d a ıı ayrıldıktan
sonra
h ep im iz k en d i y o lu m u z a g ittik . U rsv v y c k v e s ü r ü s ü Eski Şehir1'
g itm ek için g ü n ey e at s ü r d ü . R o rg e , T u z Ç u k u r ı ı ’nda s ı v ı ş a b i-
366
lcceğmi d üşündü. Ben ve benim çocuklar kapağı Bakire H avuZu’na attık am a bir gem inin yanına bile yaklaşamadık.” D ornelu
adam mızrağını kaldırdı. “Biliyor m usun, o ısırıkla Vargo’n u n
işini bitirdin. Kulağı siyaha döndü ve irin akıtmaya başladı. R orge ve Ursvvyck ayrılmaktan yanaydı ama Keçi, kaleyi onun adına
t u tm a m ız gerektiğini söyledi. Kendisinin Harrenhal Lordu oldu­
ğunu söyledi, b u n u ondan kim senin alamayacağını söyledi. Sal­
yalar saçarak k onu ştu , her zam an konuştuğu gibi. D uyduğum uza
göre, Dağ o n u parça parça öldürm üş. Bir gün bir elini, ertesi gün
bir ayağını tem iz bir şekilde kesmiş. Bilek köklerini sargılamışlar,
böylece H o at ölm em iş. Dağ, H o at’un aletini en sona saklıyormuş
ama bir kuş o n u Kral T oprakları’na çağırmış, o da keçinin işini
bitirip yola çıkm ış.”
“Buraya sizin için gelm edim . Ben...” Brienne az kalsın karde­
şimi diyecekti, “...bir soytarıyı arıyorum .”
“Ben bir soytarıyım ,” diye d u yurdu Shagwell neşeyle.
“Yanlış soytarı,” dedi B rienne. “Benim aradığım soylu bir kız­
la birlikte, Kışyarı L o rd u ’n u n kızıyla.”
“O hâlde sen T azı’yı istiyorsun,” dedi T im eon. “Gel gör ki o
da burada değil. B urada sadece biz varız.”
“Sandor C legane m i?” dedi Brienne. “N e dem ek istiyorsun?”
“Stark kızı o n u n yanında. D uyduğum a göre, kız N ehirova’ya
doğru g id iyorm uş ve T azı o n u kaçırmış. Kahrolası köpek.”
Nehirova, diye d ü şü n d ü B rienne. Nehirova’ya gidiyormuş. D ayı­
larına. “N e re d e n biliy o rsu n ?”
“Beric’in çetesin d en biri söyledi. Yıldırım lordu da kızı arı­
yor. Ü ç D işli M ız rak ’ın yukarısına ve aşağısına kızın izini süren
adamlar g ö n d erm iş. H arren lıal’dan sonra o adam lardan üçüyle
karşılaştık ve içlerin d en biri ölm eden önce bize hikâyeyi anlat­
mak zo ru n d a kaldı.”
“Yalan söylem iş olabilir.”
“O labilir am a söylem edi. D aha sonra, T azı’nın, D ag ın adam ­
lardan ü ç ü n ü yol ağzındaki bir handa ö ld ü rd ü ğ ü n ü duyduk. Kız
da onunla birlik te handaym ış. H ancı, Rorge tarafından ö ld ü rü l­
m eden ö n ce y e m in etti. F ahişeler de aynı şeyi söyledi. Ç irk in
kızlardı. S en in kadar çirkin değillerdi, am a yine de...”
367
Konuşarak dikkatimi dağıtmaya çalışıyor, diye fark etti Bf
Pyg yaklaşıyordu. Slıagwell, B rie n n e ’e d o ğ ru zıpladı. E ğer^
verirsem beni uçurumdan aşağı itecekler. B rien n e adamları, “B
uzak dıırıııı,” diyerek uyardı.
en
“Sanırım seni b u rn u n d a n dü zece ğ im fahişe,” dedi Shar
“Bu çok eğlenceli olm az m ı?”
“Ç o k küçük bir aleti v ar,” diye açıkladı T im eo n . “Sevimü
lıcını bırakırsan sana nazik d avranabiliriz kadın. Şu kaçakçılar'
ödem ek için altına ihtiyacım ız var, hepsi b u .”
â
“Size altın verirsem g itm e m iz e m ü sa ad e edecek misiniz?”
“E deceğiz.” T im e o n g ü lü m se d i. “H e p im iz le birden düzüş­
tüğün zam an. Sana uygun b ir fahişe gibi ö d e m e yapacağız. Her
d ü zü şm e için bir g ü m ü ş. Y a h u t a ltın ın ı alacağız, sana herhâlükârda tecavüz edeceğiz ve D a g ın L o rd V argo’ya yaptığının
aynısını sana yapacağız. T e rc ih in n e d ir ? ”
“B u .” B rienne, P yg’e d o ğ ru atıldı.
Pyg, y ü zü n ü k o ru m ak için k ırık k ılıcın ı yukarı kaldırdı ama
o yukarı d oğru ham le y ap ark en B rie n n e aşağıdan saldırdı. Yem in k âr deriyi, y ü n ü , eti ve kası g eçip paralı askerin uyluğuna
girdi. Bacağı y erden kesilirk en , P yg v ah şice karşılık vermeye
çalıştı. Pyg sırtü stü yere d e v rilm e d e n ö n c e , ad am ın kırık kılıcı
B rien n e’in örgü zırh ın a s ü r tü n d ü . B rie n n e , kılıcını Pyg’in bo­
ğazına sok tu, sertçe d ö n d ü r d ü ve d ışa rı çek ti, y ü z ü n ü n önünden
T im e o n ’u n m ızrağı geçtiği a n d a B r ie n n e d ö n d ü . Çekinmedim,
diye d ü şü n d ü y anağından k ıp k ırm ız ı k a n la r akarken. Gördünüz
mü Sör G oodıvin? Y anağındaki kesiği b ile hissetm iyordu.
“S enin sıran ,” dedi T im e o n ’a. D o r n e lu adam , ilkinden
daha kısa ve daha kalın o lan ik in ci b ir m ız ra k çıkarm ıştı. “Fırlat
şu n u .”
“M ız rak tan kaçıp bana sa ld ıra sın d iy e m i? S onunda Pygtod ar ö lü o lu ru m . H ayır. Ş u n u n işin i b itir S h a g s.”
“S en b itir,” dedi S hagw ell. “P y g ’e n e y a p tığ ın ı gördün mü
Ay kanı y ü z ü n d e n ç ıld ırm ış .” S o y tarı, B r ie n n e ’in arkasındaydı*
T im e o n da ö n ü n d e .
“Ş u n u n işini b itir,” d iy e ü ste le d i T im e o n , “sonra
d ü z e rs in .”
cesedim
«Ah, beni gerçekten seviyorsun.” G ürz dönüyordu. Birini seç,
dedi Brienne kendine. Birini seç ve hızlıca öldür. Sonra hiç yoktan
bir taş geldi ve Shagvvell’in kafasına çarptı. Brienne tereddüt etniedi. T im eo n ’u n üstü n e atıldı.
Tiıııeon, Pyg’den daha iyiydi ama sadece bir fırlatma m ızrağı
vardı, B rienne’deyse Valyria çeliğinden yapılmış bir silah. Yeminkâr, B rienne’in ellerinde can buldu. Brienne hiç bu kadar
hızlı olm am ıştı. Bıçak, gri bir bulanıklığa dönüştü. T im eon, ü s­
tüne atılan B rieııne’i o m zu n d an yaraladı ama Brienne adam ın
kulağını ve yanağının yarısını kesti, m ızrağının başını kopardı
ve hareli çeliğin otu z santim ini, T im eo n ’u n giydiği zırhlı yele­
ğin halkalarının arasından geçirip adam ın karnına göm dü.
Brienne, o lu k ların d an kıpkırm ızı kan akan bıçağı adam ın
karnından çekerken, T im e o n hâlâ dövüşm eye çalışıyordu. Eli­
ni kem erine g ö tü rd ü ve b ir h ançer çıkardı, Brienne de adam ın
elini kesip kopardı. B u Ja im e içindi. “A nne m erham et et,” diye
inledi D o rn elıı adam . Kan, adam ın ağzında köpürüyor ve bi­
leğinden fışkırıyordu. “B itir şu işi. Beni D o rn e’a geri gönder.
Seni kahrolası fahişe.”
B rienne ad am ın istediğini yaptı.
B rienne d ö n d ü ğ ü n d e Shagwell dizlerinin üstündeydi, gürze
uzanmaya çalışırken sersem lem iş gibi g örünüyordu. Sendele­
yerek ayağa kalkm aya çalışan adam ın kulağına bir taş daha çarp­
tı. P odrick yıkık duvara tırm an m ıştı ve yüzündeki öfkeli ifadey­
le sarm aşıkların arasında d u ru y o rd u , elinde yeni bir taş vardı.
Aşağı bakarak, “Size dövüşebileceğim i söylemişimi” diye bağırdı.
Shagvvell em ek ley erek uzaklaşm aya çalıştı. “T eslim oluyo­
rum ,” diye ağladı soytarı. “ Teslim oluyorum. T atlı Shagv/ell’i incitm em elisin. B en ö lm ek için fazla ko m iğ im .”
“Sen d iğ erlerin d en daha iyi değilsin. H ırsızlık yaptın, teca­
vüz ettin ve ö ld ü r d ü n .”
“Ah yaptım , yap tım , b u n u inkâr edem em ... ama ben komi­
ğim, b ü tü n o şakalarım ve m askaralıklarım la insanları g ü ld ü rü ­
yorum .”
“Ve kadınları ağ latıy o rsu n .”
“Bıı b en im su ç u m m u ? K adınların hiç m izah anlayışı y o k .”
369
B rien n e, Y em iıık âr’ı in d ird i. “B ir m e z a r kaz. Oraya b
ağacının a ltın a .” Kılıcıyla g ö sterd i.
UVet
“K ü reğ im y o k .”
“İki elin v a r.” Jainıe’ye bıraktığından bir fa zla .
“Z a h m e te ne gerek var? O n la rı kargalara b ırak .”
“T im e o n ve Pyg kargaları b esley eb ilir. Cevval Dick’in bjr
m ezarı olacak. O bir C r a b b ’dı. B u rası o n u n y e ri.”
Z e m in y a ğ m u r y ü z ü n d e n y u m u ş a k tı am a buna rağmen
y ete rin c e d e rin b ir ç u k u r k a z m a k s o y ta rın ın b ü tü n gününü
aldı. ShagvveU’in işi b ittiğ in d e ak şam ç ö k ü y o rd u , soytarının
elleri kanlı ve kabarcıklıydı. B rie n n e , Y e m in k â r’ı kınına soktu
C r a b b ’ı k u cağına alıp ç u k u ra taşıd ı. A d a m ın y ü zü n e bakmak
zo rd u . “Sana g ü v e n m e d iğ im için ö z ü r d ile rim . B u n u n nasıl ya­
p ılacağını b ilm iy o ru m a rtık .”
B rie n n e , cesedi to p rağ a k o y m a k için d iz le rin in üstüne çök*
tiiğ ü n d e , soytarı iim d i saldtrmayı deneyecek , d iy e d ü şündü, sırtım
ona dönükken.
P o d ric k ’in uyarı ç ığ lığ ın d a n y a rım k alp atışı önce, Brienne
so y ta rın ın d ü z e n s iz n e fe sin i d u y d u . S hagvvell’in elinde sivri kö­
şeleri o lan b ir kaya parçası v a rd ı. B r i e n n e ’in h a n ç e ri yenindeydi.
B ir h a n ç e r, b ir kayayı h e r s e fe r in d e y e n e r d i.
B rie n n e so y ta rın ın k o lu n u b ir k e n a r a itti ve çeliği adamın
b ağ ırsak ların a so k tu . “G ü l,” d iy e h ır la d ı a d a m a . A dam gülmek
y e rin e in led i. T e k eliyle s o y ta rın ın b o ğ a z ın ı sık ar ve diğeriyle
k a rn ın ı d e ş e rk e n , “G ü l ,” d iy e te k r a r e tti B rie n n e . “Gri/!” Aynı
k elim ey i sö y ley ip d u r d u , te k r a r v e te k r a r, k e n d in i soytarının
ö lü m u fu n e tiy le b o ğ u la c a k m ış g ib i h is s e d e n e v e eli bileğine ka­
d a r k ıp k ırm ız ı o la n a k ad ar. A m a S h a g w e ll h iç gü lm edi. Brien­
n e ’in d u y d u ğ u h ıç k ırık la r ta m a m e n k e n d is in e aitti. Bunu fark
e ttiğ in d e , B r ie n n e h a n ç e r in i y e r e a ttı v e titre d i.
P o d ric k , B r ie n n e ’in C e v v a l D ic k ’i m e z a r a indirm esine yar­
d ım e tti. İşleri b ittiğ in d e ay d o ğ u y o r d u . B rie n n e ,
ellerind ek i
to p ra ğ ı te m iz le d i ve m e z a r ın iç in e iki e jd e r h a attı.
“B u n u n e d e n y a p tın ız le y d im ? S ö r ? ” d iy e s o r d u Pod.
“O n a , so y ta rıy ı b u lm a s ı k a r ş ılığ ın d a v a d e ttiğ im ödül buy­
d u .”
37Ü
Arkadan bir kahkaha sesi geldi. Brienne, Yem inkâr’ı k ın ın ­
ı n çekti ve daha çok Kanlı O y u n cu ’yla karşılaşacağını d ü şü nerek d öndü... am a ufalanan duvarın tepesindeki adam H yle
Iııııt’tı, bağdaş k u rm u ş o tu ru y o rd u . “Eğer cehennem de gene­
levler varsa, g ö m d ü ğ ü n sefil adam sana teşekkür edecek,” diye
seslendi şövalye. “Aksi takdirde, iyi altını heba etm iş oldun.”
“Ben sözlerim i tu tarım . Sen burada ne yapıyorsun?”
“Lord Randyll seni takip etm em i em retti. Eğer tu h af bir şans
eseri Sansa S tark’a rastlarsan, o n u Bakire H avuzu’na götürm e­
ni i söyledi. K o rk m a, sana zarar v erm em em em redildi.”
B rienne g ü ld ü . “V ereb ilirm işsin gibi.”
“Şim di n e yapacaksın leydim ?”
“O n u n ü s tü n ü ö rte c e ğ im .”
“Kızla ilgili d e m e k isted im . Leydi Sansa.”
B rienne b ir an d ü ş ü n d ü . “E ğer T im e o n doğru söylediyse,
Sansa, N e h iro v a ’ya gitm ey e çalışıyorm uş. Y olun bir yerinde
Tazı tarafın d an ele g eçirilm iş. E ğer T azı’yı b u lu rsam ...”
“...seni ö ld ü r ü r.”
‘Y a da b e n o n u ö ld ü r ü rü m ,” dedi B rienne inatla. “Zavallı
Crabb’ın ü s tü n ü ö r tm e m e y ard ım ed er m isin sör?”
“H iç b ir g erçek şövalye böylesi b ir güzelliği red d ed em ez.”
Sör H yle d u v a rd a n aşağı indi. Ay g ö k y ü zü n d e yükselirken ve
u n u tu lm u ş k ralların b aşları aşağıda sırlar fısıldarken, şövalye ve
Brienne, C ev v al D ic k ’in ü s tü n e to p ra k serdiler.
1
371
KRALİÇEYARATAN
D o r n c ’u n yakıcı g ü n e ş in in a ltın d a , z e n g in l ik a ltın la ölçülü
ğii k a d a r su y la da ö lç ü lü y o r d u , b ıı y ü z d e n b ü t ü n k u y u la r cansi'
p a ra n e b ir ş e k ild e k o r u n u y o r d u . B u n u n l a b ir lik te , K öpüktaş’^ '
ki k u y u y ü z yıl ö n c e k u r u m u ş t u . K u y u n u n m u h a fız la rı, olukj
s ü tu n la r ı ve ü ç katlı k e m e r le r i o la n m ü t e v a z ı k a le y i te rk ederek
d a h a ıslak b ir y e re g itm e k iç in o r a d a n a y r ılm ış la r d ı. D aha sonra
k u m g eri d ö n m ü ş v e k e n d is in e a it o la n ı a lm ış tı.
A ria n n e M a rte ll, ta m g ü n e ş b a ta r k e n D r e y v e Sylva ile
bir-
lik te g eld i. B atı se m a sı, a ltın a v e m o r a b o y a n m ış b ir duvar ha­
lısın a b e n z iy o r d u , b u lu tla r k ız ıl ı ş ıl d ı y o r d u . Y ık ın tıla r da ışıldıy o r m u ş g ib i g ö r ü n ü y o r d u ; d e v r ik s ü t u n l a r p e m b e parlıyordu
çatlak taş z e m in d e k ır m ız ı g ö l g e l e r s ü r ü n ü y o r d u ve kumlar'
ışık azald ık ça a ltın d a n t u r u n c u y a , t u r u n c u d a n m o r a devriliyor,
d u . G a rin d iğ e r le r in d e n b ir k a ç sa a t ö n c e g e l m i ş t i, Siyah Yıldız
lakaplı şö v aly e d e ö n c e k i g ü n .
G ariıY in atlara su iç ir m e s in e y a r d ı m e d e r k e n , “Burası çok
g ü z e l,” d e d i D re y . K e n d i s u la r ın ı k e n d i l e r i g e tir m iş le rd i. Dorn e 'u n k u m b in e k le r i h ız lı v e y o r u l m a z d ı , d i ğ e r a tla r pes ettikten
so n ra fe rs a h la r b o y u n c a il e r le m e y e d e v a m e d e r l e r d i am a onlar
bile su s u z k o şa m a z d ı. “ B u ra y ı n e r e d e n b i l i y o r s u n ? ”
“B en i b u ra y a a m c a m g e ti r m i ş ti , T y e n e v e S a r e lla ’yla birlik­
te .” B u an ı A r ia ıın c ’i g ü l ü m s e tt i. “ B ir k a ç y ıl a n yakalam ıştı ve
S arella'y a z e h ir s a ğ m a n ın e n g ü v e n l i y o l u n u g ö s te rm iş ti. Sarella
taşların altım ü s t ü n e g e tir m iş , m o z a i k l e r i n i is tü n e d e k i kumları
te m iz le m iş ve b ir z a m a n la r b u r a d a y a ş a y a n in s a n la rla ilgili öğ­
re n e c e k 11 e v arsa ö ğ r e n m e k i s t e m i ş t i.”
“P eki siz n e y a p m ış tın ız p r e n s e s ? ” d i y e s o r d u B e n e k li Sylva.
K u y u n u n yan ın da o tu rm u ş u m r e b a n a s a h ip o lm a k isteyen bir hır­
sız şövalye tarafından buraya g e tir ild iğ im i h a y a l etm iştim ; şövalye uzun
boylu bir adam dı, siyah g ö z le ri ve s iv ri b ir saç ç iz g is i vardı. B u hatıra
A ria n ııe 'i h u z u r s u z e tti. “ D ü ş k u r m u ş t u m , ” d e d i , “g ü n e ş battı­
ğ ın d a a m c a m ın d iz in in d i b i n e o t u r m u ş v e b i r h ik â y e
için o n a y a lv a r m ış tım .”
a n la tm a sı
“P re n s O b e r y n h ik â y e le r le d o l u y d u .” O g ü n G a r in d e o n ­
larla b ir lik te y d i. G a r i n , A r ia n n e ’in sü tk a rd e ş iy d i. O ve A r ia n n e ,
henüz y ü r ü m e y i b ilm e d ik le r i z a m a n la r d a n b e ri e tle tır n a k g i­
bilerdi. “ P r e n s G a r i n ’i a n la tm ış tı, h a tır lıy o r u m , ad ın ı b a n a v e r ­
dikleri a d a m .”
“M u h te ş e m G a r i n , ” d e d i D r e y , “R h o y n e ’u n m u c iz e s i.”
“T a k e n d is i. V a ly ria ’yı t ü r e t m i ş t i .”
“T it r e d i l e r ,” d e d i S ö r G e r o ld , “s o n r a da G a r in ’i ö ld ü r d ü le r.
Eğer ç e y re k m ily o n a d a m ı ö lü m e g ö tü r ü r s e m b a n a d a M u h te ­
şem G e r o ld d e r l e r m i ? ” G ü l d ü . “ B e n S iy ah Y ıldız o la ra k k a lm a ­
lıyım s a n ırım . E n a z ın d a n is m im sa d e c e b a n a a it.” U z u n k ılıc ın ı
k ın ın d an ç ık a r d ı, k ö r k u y u n u n a ğ z ın a o tu r d u ve b ir yağ taşıyla
bıçağını b ile m e y e b a ş la d ı.
A ria n n e te m k i n l i b ir ş e k ild e a d a m ı izled i. D eğerli bir hayat
arkadaşı olacak k a d a r soylu , d iy e d ü ş ü n d ü . B a b a m aklıselim im i sor­
anlar ama çocu k la rım ız ejderha lordlart kadar g ü z el olur. E ğ er D o r-
ne’da G e r o l d ’d a n d a h a y a k ışık lı b ir a d a m varsa, A ria n n e o ada­
m ı ta n ım ıy o r d u . S ö r G e r o l d D a y n e ’in k a rta lla rın k in e b e n z e y e n
bir b u r n u , y ü k s e k e lm a c ık k e m ik le r i ve g ü ç lü b ir çen esi vardı.
Y üzü h e r z a m a n tıra ş lıy d ı a m a g ü r saçları g ü m ü ş b ir b u z u l gibi
o m u z la rın a d ö k ü l ü r d ü . Z a lim b ir ağzı ve daha zalim bir dili var.
S ırtını b a ta n g ü n e ş e v e r e r e k o tu r a n ve çeliğ in i k esk in le ştire n
adam ın g ö z le ri siy a h g ö r ü n ü y o r d u a m a A ria n n e o g ö zlere d ah a
yakın b ir a ç ıd a n b a k m ış tı v e a s lın d a m o r o ld u k la rın ı b iliy o rd u .
Koyu mor. K o y u ve öfkeli.
G e ro ld , A r i a n n e ’in b a k ış la rın ı h iss e tm iş o lm alıy d ı ç ü n k ü
gözlerini k ılıc ın d a n k a ld ırd ı, A r ia n n e ’in g ö z le rin e baktı ve g ü ­
lüm sedi. A r ie n n e y a n a k la rın a y ü r ü y e n ısıyı h issetti. Ottu buraya
getirmemeliydim. A r y s ’iıı yanında bana böyle bakarsa, kum ların iistiine
kan dökülür. A r ia n n e o k a n ın k im e ait olacağını sö y ley em ezd i.
T e a m ü lle r g e re ğ i K ral M u h a fız la rı b ü tü n Y edi K rallık’taki en
iyi şö v a ly elerd i... am a S iy ah Y ıldız, Siyah Y ıld ız’dı.
D o rn e g e c e le ri k u m u n ü s tü n d e so ğ u k o lu rd u . G a rin o d u n
topladı; y ü z yıl ö n c e k u r u y u p ö lm ü ş ağaçların beyazlam ış d a l­
ları. D rey , ç a k m a k ta ş ın d a n k ıv ılcım lar çık arırk en ıslık çalarak
bir ateş yaktı.
373
Çıralar tutuştuğunda, hep birlikte alevlerin başına
f>
ve yaz şarabıyla dolu bir matarayı elden ele geçirdiler*111^!» r
dırılmamış limon suyu içmeyi tercih eden Siyah Yıldı*
'
hepsi. Gariıı’in neşesi yeriııdeydi, Yeşilkan’m ağzındald^'H
Kasaba’yla ilgili hikâyeler anlatarak arkadaşlarını eğlendij^ 1
laslı Kasaba, nehir öksüzlerinin Dar D en iz’den gelen ka ı ^ '
gökelerle ve kadırgalarla ticaret yapmaya gittiği yerdi. Eğer d
çilere inanılacak olursa, doğu mucizelerle ve dehşetle dol^
Astapor’da bir köle isyanı, Qarth’da ejderhalar, Yı Ti’de
Şahmeraıı Adaları’nda yeni bir korsan kral doğmuş ve u '
Ağaçlar Kasabası’nı yağmalamıştı. Q oh or’da kırmızı ral/ı5
ayaklanmış ve Kara Keçi’yi yakmaya çalışmıştı. “Ve Altın M
tebat, Myr’le olan anlaşmasını bozdu, üstelik Myr, Lys’le sa
girmek üzereyken.”
“Bence Lysliler onlara rüşvet verdi,” dedi Sylva.
’
“Zeki Lysliler,” dedi Drey. “Z eki, korkak Lysliler.”
Arianne işin aslını biliyordu. Eğer Quentyn arkasına Altın Afi.
rettebat’ı aldıysa... “Altının altında acı çelik var,” Mürettebat’ınslo- ‘
gani buydu. Eğer beni bertaraf etmeyi düşünüyorsan kardeşim, aaçetfy ’
ne daha fazlasına ihtiyacın olacak. Arianne, D orne’da seviliyordu.
Quentyn ise çok az tanınıyordu. H içbir paralı asker grubu bunu
değiştiremezdi.
Sör Gerold ayağa kalktı. “Su d ök eceğim .”
“Nereye bastığınıza dikkat ed in ,” diye uyardı Drey. “Pıt®
Oberyn’in bölgedeki yılanları sağm asının üstünden epey zaman
geçti.”
“Ben yılan zehiriyle büyütüldüm , alışığım Dalt. Beni birte
ısıran yılan buna pişman olur.” Sör G erold, kırık bir kemerin^
tından geçerek ortadan kayboldu.
Şövalye gittiğinde, diğerleri bakıştı. “Beni affedin prenses,
dedi Garin hafifçe, “ama bu adamdan hoşlanmıyorum.
‘Yazık,” dedi Drey, “Bildiğim kadarıyla o sana âşık.
“Ona ihtiyacımız var,” diye hatırlattı Arianne. “ O n un ' 1 ■
ihtiyaç duyabiliriz ve kalesine kesinlikle ihtiyaç duyacağız‘Yüksek Dergâh, D orn e’daki tek kale değil,” dedi BenG^. ^
lva, “ve sizi çok seven başka şövalyeler de var. Drey birŞ°v ■ j
“Oyleyin1,” diye doğruladı Drey. “ Harika bir atım ve çok iyi
kılıcını var, yiğitliğim hepsinden iyi.”
-Yüzlerce şeyden daha iyi,” dedi Garin.
Arianne onları şakalaşm alarıyla başbaşa bıraktı. Kuzeni T yene in yam sıra> D rey ve Benekli Sylva onun en iyi arkadaşla­
rıydı. Garin, henüz süt em dikleri zamanlardan beri Arianne’le
dalga geçerdi ama A rian ne o an kim seyle şakalaşacak durumda
değildi- Güneş batm ıştı ve gökyüzü yıldızlarla doluydu. Bir siirü
y ıld ız . Arianne oluklu bir sütuna yaslandı, kardeşinin de bu gece
avnl yıldızlara bakıp bakm adığını m erak etti. Beyaz olanı görü­
yor
musun Q uentyn? Pırıl pırıl yananı? O N ym eria’nın yıldızı. Ve
onun arkasındaki dum anlı şerit, onlarda on bin gemi. Nymeria biitiin
erk ek lerd en daha parlak yandı, ben de öyle yanacağım. Beni doğumla
k a z a n d ığ ım haktan m ahrum edemeyeceksin!
Quentyn, D e m ir O rm a m ’na gönderildiğinde küçüktü; an­
nelerine sorulacak olursa ço k küçük. N orvoslular çocuklarını
vesayete gönderm ezdi ve L eydi M allario oğlunu ondan uzak­
laştıran Prens D o ra n ’ ı asla affetm em işti. Arianne, babasının,
“Bundan ben de senin kadar hoşlan m ıyorum ,” dediğini duy­
muştu, “ lâkin ortada bir kan borcu var ve Lord O rm ont’un ka­
bul edeceği tek sikke Q u e n ty n .”
“S i k k e m i?” diye bağırm ıştı A rian n e’in annesi. “ O senin o ğ ­
lun. Ne çeşit bir baba b o rcu n u ödem ek için kendi etini ve ka­
nını kullanır?”
“Prens olan bir baba,” diye cevaplamıştı Doran Martell.
Prens D oran, o ğlu n u n hâlâ Lord Y ron w ood’la birlikte ol­
duğunu iddia ediyordu am a G a rin ’in annesi, Q ueııtyn’i Kalaslı
Kasaba’da bir tacir kılığında görm üştü. Q uentyn’in arkadaşla­
rd a n biri şaşı gözlüydü, tıpkı Lord A nder’in arsız oğlu Cletııs
^ronwood gibi. Lisanlar konusunda ustalaşmış bir üstat da ontada birlikte y olcu lu k ediyordu. Kardeşim düşündüğü kadar zeki
de^l- Zeki bir adam E ski Şehir’den yola çıkardı, bu daha uzun bir
y°lculuk anlamına gelse bile. E ski Şehir’de fark edilmeden dolaşabilirKalaslı Kasaba’nın öksüzlerinin arasında Arianne’in dostlan vardı. Bu dostlardan bazıları, bir prens ile bir lord oğlunun
ncden sahte isim lerle yolculuk ettiğini ve Dar Deniz’e geçiş
375
ırad ığ ın ı m e ra k e tm iş ti. Ö k s ü z l e r d e n b iri g e c e b ir
pencered
içeri g irm iş, Q u e n t y ıf i n k ü ç ü k k a s a s ın ın k ilid in i k u rc a la m ış ^
kasanın için d e p a r ş ö m e n le r b ı ı lım ış tu .
A rıan nc. D ı r D e n i z e y a p ıla c a k b u g iz li y o lc u lu ğ u n sadece
ve sadece Q u e n ty n ’iıı m a r ife ti o l d u ğ u n u b il m e k için
çok şe
verird i... am a Q u e n t y n 'in ta ş ıd ığ ı p a r ş ö m e n l e r , D o r n e ’un gü
ııeşı ve m ızrağıyla m ü h ü r le n m i ş t i . G a r i n ’in k u z e n i m ü h rü karıp
p a rşö m e n le ri o k u m a y a c e s a re t e d e m e m i ş t i a m a ...
“P re n ses." S ö r G e r o ld D a y ııe , A r i a n ı ı e ’in a rk a sın d a duruy o rd u . Yarı yıldız ışığ ın d a, yarı g ö lg e d e y d i.
“Su d ö k m e n iz n a sıld ı? " d iy e s o r d u A r ia ı ın e cilv eli bir tavırla
“K u m lar m iite şş e k ir o l d u . ” D a y ııe te k a y a ğ ın ı b ir heykelin
başına k o y du; y ü z ü k u m la r ta r a f ı n d a n a ş ı n d ır ıl m ı ş heykel bir
zam an lar m u h te m e le n B a k ir e ’y d i. “ S u d ö k e r k e n d ü ş ü n d ü m de,
şu y aptığınız p lan size is te d iğ in iz şe y i te s lim e d e m e y e b ilir .”
“Ve b e n im iste d iğ im şe y n e d i r s ö r ? ”
“K um Y ıla n la rfn ın ö z g ü r lü ğ ü . O b e r y n v e E lia için intikam.
Şarkıyı b iliyor m u y u m ? B ira z a s la n k a m t a t m a k istiy o rsu n u z.”
B u ve doğum hakkım . G ü n e ş M ız ra ğ ı* m ve bah a m ın makamım
isliyorum. D o m e ’tı istiyorum. “ B e n a d a l e t i s t i y o r u m . ”
“A dını n e k o y arsan ız k o y u n . L a n n i s t e r k ız ın a taç giydirmek
b ey h u d e b ir ey lem . Kız asla D e m i r T a h t 't a o tu rm a y a c a k . Sız
de isted iğ in iz savaşı a la m a y a c a k s ın ız . A s la n o k a d a r kolay tahrik
o lm a z .”
“A slan ö ld ü . D işi a s la n ın h a n g i y a v r u y u t e r c i h ed ece ğ in i kim
b ileb ilir?”
“K endi m ağ a ra sın d a o la n y a v r u y u .” S ö r G e r o l d k ılıc ın ı çekti,
Bıçak y ıldız ışığ ın d a p a rla d ı, y a la n la r k a d a r k e s k in d i. “B ir savaş
b aşlatm a n ın y o lu b ııd ıır. A ltın b ir ta ç d e ğ il, ç e lik b ir bıçak.”
Ben çocuk katili değilim . “Ş u n u k a l d ır ın . M y r c e lla b en im ko­
ru m a m altın d a. Ü s te lik S ö r A ry s, k ı y m e tl i p r e n s e s in e bir zarar
g elm esin e m ü sa a d e e tm e z , b u n u b i l i y o r s u n u z . ”
“H a y ır ley d im . B e n im b ild iğ im , D a y n c l e r ’in b in le rc e yı^ır
O a k h e a rtla r’ı ö l d ü r d ü ğ ü .”
Ş ö v aly en in k ib ri, A r ia n n e ’i s o lu k s u z b ır a k tı. “B a n a ö y l e g ^
yor ki. O a k h e a rtla r d a o k a d a r z a m a n d ı r D a y n e l e r ’i öldürüyor
376
“H ep im iz»1 bazı aile gelenekleri var.” Siyah Yıldız, kılıcını
lanına soktu. “Ay yü k seliy o r ve k u su rsu z elm asınızın yaklaştı­
ğını g ö rü y o ru m .”
G erold’ın gözleri k eskindi. G ri b in ek atının sırtındaki adam
gerçekten S ör A rys’ti. Şövalye k u m ların ü stü n d e dörtnala k o ­
şarken beyaz p elerin i cesu rca dalgalanıyordu. P renses M yrcella,
Arys’in ey erin in ark asın d ay d ı, altın bu k lelerin i gizleyen başlıklı
bir kaftana sa rın m ıştı.
Sör Arys, M y rcella’n ın e y erd en in m esin e yardım ed erk en ,
Drey k ü çü k k ızın ö n ü n d e diz çö k tü . “M ajesteleri.”
“Leydi e fe n d im iz .” B en ek li Sylva, D rey ’in yanında diz çö k ­
tü.
“K raliçem . B en sizin a d a m ın ız ım .” G arin iki d izin in ü stü n e
düştü.
M yrcella, kafası k arışm ış b ir h âlde S ör Arys O a k h e a rt’ın k o ­
luna yapıştı. “B an a n e d e n M a jesteleri d iy o rla r?” diye so rd u ağ­
lamaklı bir sesle. “S ö r A rys, b u rası n eresi ve b u insanlar kim ?”
Kıza hiçbir şey söylemedi m i ? A rian n e b ir ipek g irdabının için­
de öne çıktı, k ü ç ü k k ızı sa k in le ştirm e k için g ü lü m sed i. “B unlar
benim g erçek v e sad ık a rk ad aşla rım M ajesteleri... ve sizin de ar­
kadaşlarınız o la c a k la r.”
“P renses A ria n n e ? ” K ü ç ü k kız kollarını A rian n e’e doladı.
“Bana n ed en k raliçe d iy o rla r? T o m m e n ’a k ö tü b ir şey m i o ld u ?”
“Kötü a d am larla d o s t o lm u ş M a jesteleri,” dedi A rianne, “ve
korkarım ki o k ö tü ad a m la r, siz in tah tın ızı çalm ak için T o m men’la b irlik te k o m p lo k u r m u ş la r .”
“T ah tım m ı? D e m ir T a h t m ı d e m e k istiy o rsu n u z ? ” K ızın ka­
fası iyice k arışm ıştı. “T o m m e n o n u asla çalm adı. T o m m e n ...”
“...hiç ş ü p h e y o k ki siz d e n d ah a k ü ç ü k ? ”
“Ben o n d a n b ir yaş b ü y ü ğ ü m .”
“Bu, g e le n e k le re g ö re D e m ir T a h t’m size ait o ld u ğ u an la­
mına g eliy o r,” d e d i A ria n n e . “K ard eşin iz sadece k ü çü k b ir ç o ­
cuk, o n u su ç la m a m a lısın ız . K ö tü d an ışm a n la rı var... am a sizin
dostlarınız var. O n la r ı size ta k d im e tm e m e izin v erir m isin iz ? ”
Kmn elini tu ttu . “M a je ste le ri, L im o n O r m a m ’n ın vârisi S ör
Aodrey D a lt’la ta n ış ın .”
377
“A rk a d a şla rım b an a D re y d e r ,” d e d i A ııd re y , “Majesteleri d
avııı ^cm y ap arsa b iiy iik o ıııır d u y a r ı m .”
D ıe v ’ııı d ü r ü s t b ir y ü z ü ve ra lıa t b ir g ü lü m s e m e s i vardı ama
M v rc e lla o n a te m k in li g ö z le rle b a k tı. “S izi ta n ıy an a kadar, si2e
.'ü rd ıv e lıitap e tm e liy im .”
“M a je ste le ri lıaııgi ism i te rc ilı e d e r s e e ts in , b en onun adam ıy ım .”
Svlva b o ğ azın ı te m iz le d i ve A ria m ıe , “ S ize L eydi Sylva Santag ar'ı ta k d im e d e b ilir m iy im k r a liç e m ? ” d e d i. “B enim sevgili
B e n ek li S y lva’m .”
“S ize n e d e n b e n e k li d iy o r la r? ” d iy e s o r d u M yrcella.
“Ç ille rim y ü z ü n d e n M a je s te le r i,” d iy e cev a p la d ı Sylva, “ama
B en ek li O r m a n ’ın v ârisi o ld u ğ u m iç in ö y le ded ik lerin i iddia
e d iy o rla r.”
S ırada G a riıı v a rd ı; e s n e k b a c a k lı, u z u n b u r u n lu , tek kula­
ğ ın d a y eşim ta ş ın d a n b ir çivi o la n e s m e r b ir d e lik a n lı. “İşte ök­
sü z le rin n eşeli G a r iıı'i, b e n i s ü r e k li g ü l d ü r ü r , ” d ed i Arianne.
“G a r in 'in a n n e s i b e n im s ü t a n n e m d i .”
“A n n e n iz ö ld ü ğ ü için ü z g ü n ü m ,” d e d i M y rc e lla .
“Ö lm e d i tatlı k r a liç e m .” G a r iıı, A r ia n n e ’iıı hed iy e ettiği al­
tın dişi g ö s te re re k g ü lü m s e d i, ç o c u ğ u n e sk i d işin i de Arianne
k ırm ıştı. “ L e y d im in d e m e k is te d iğ i, b e n Y e ş ılk a ıı’ın öksüzlerin*
d e ııin ı.”
N e h r in y u k a rıs ın a d o ğ r u y a p ıla c a k y o l c u lu k sırasında, My­
rcella ö k s ü z le rin ta r ih in i ö ğ r e n m e k iç in y e te r li vak te sahip ola­
cak tı. A rie n ııc , m ü s ta k b e l k r a liç e s in i, k iiç iik ç e te s in in son üye­
sin e g ö tü r d ü . “S o n a m a y iğ itlik te ilk , siz e S ö r G e ro ld Daynei
s u n u y o r u m , K a y a n y ıld ız ’ın ş ö v a ly e s i.”
S ö r G e r o ld te k d iz in in ü s t ü n e ç ö k tü . K ü ç ü k kızı soğuk ba­
kışlarla in c e le y e n a d a m ın k o y u r e n k g ö z le r in d e ay ışığı pırıldı­
y o rd u .
“B ir A r th u r D a y n e v a r d ı,” d e d i M y r c e lla . “ D e li K ral Aerys in
z a m a n ın d a , K ral M u h a f ı z l a r ı n ı n ş ö v a ly e s iy d i.”
“O S a b a h K ılıcı’y dı. Ö l d ü . ”
“Ş im d i S ab ah K ılıcı siz m is in iz ? ”
“1 lay ır. İ n s a n la r b a n a S iy ah Y ıld ız d e r v e b e n geceye aidim
378
,,
Arianne k ü ç ü k kızı g eri çekti. “A cıkm ış olm alısın ız. H u r ­
z e y tin im iz ve içm ek için lim o n a ta m ız var.
Fakat çok fazla yiy ip iç m e m e k s in iz . B iraz d in le n d ik te n so n ra
yola çıkm alıyız. K u m la rd a , gece y o lc u lu k e tm e k h e r zam an e n
iyisidir, g ü n eş g ö k y ü z ü n d e y ü k se lm e d e n ö n ce. B öylesi atlar
¡çin daha m ü ş f ik tir.”
“S ü rü c ü le r için d e ,” d ed i B e n ek li Sylva. “G e lin M ajesteleri,
mamız* p e y n irim iz ,
kendinizi ısıtın . S ize h iz m e t e tm e m e izin v e rirse n iz o n u r d u ­
yarım.”
Sylva p re n se s i ateşe d o ğ r u g ö tü r ü rk e n , A rian n e arkasında
Sör G e ro ld ’ı b u ld u . “H a n e d a n ım ın k ö k leri o n b in yıl ö n cesin e,
şafak g ü n le rin e k a d a r u z a n ır ,” diy e şikâyet etti şövalye. “N e d e n
insanların h a tırla d ığ ı te k D a y n e , k u z e n im ? ”
Sör A rys O a k h e a rt, “O b ü y ü k b ir şöv aly ey d i,” d iy e re k lafa
karıştı.
“B ü y ü k b ir k ılıcı v a r d ı,” d e d i S iyah Y ıldız.
“Ve b ü y ü k b ir k a lb i.” S ö r A rys, A ria n n e ’in k o lu n u tu ttu .
“Prenses, siz in le b ira z k o n u ş m a k is tiy o ru m .”
“G e lin .” A ria n n e , A ry s’i y ık ın tıla rın için e g ö tü rd ü . Şövalye,
pelerininin a ltın a a ltın d o k u m a k u m a ş ta n d ik ilm iş b ir tak ım
giymişti. T a k ım ın g ö ğ sü n e , şö v a ly en in h a n e d a n ın ın m eşe yap ­
rakları işle n m iş ti. A ry s’in k afasın d ak i çelik m iğ fe rin te p esin d e
sivri u çlu b ir çivi v a rd ı v e m iğ fe rin e tra fın a D o r n e tarzın a u y g u n
olarak sarı b ir e ş a rp sa rılm ıştı. A rys, p e le rin i olm asa, h erh a n g i
bir şövalye z a n n e d ile b ilird i. P e le rin i pırıl p ırıl beyaz ipekti, ay
ışığı kadar so lg u n v e m e lte m k a d a r h afifti. Ş ü p h e götürmez şekilde
Kral M uhafızı pelerini, seni cesur aptal. “Ç o c u k n e kadar biliy o r?”
“Fazla d eğ il. K ral T o p r a k l a r ı n d a n a y rılm a d an ö n ce, dayısı
ona b en im o n u n k o r u y u c u s u o ld u ğ u m u ve o n a vereb ileceğ im
her em rin o n u g ü v e n d e tu tm a k am acıyla verileceğini söyledi.
M yrcella so k a k la rd a in tik a m çığlıkları atan insanları da d u y d u .
B unun b ir o y u n o lm a d ığ ın ı b iliy o rd u . O c e su r b ir kız ve yaŞmın ço k ö te s in d e b ir irfan a sahip. O n d a n isted iğ im h e r şeyi
yaptı ve hiç s o ru s o r m a d ı.” Ş övalye, A ria n n e ’in k o lu n u tu ttu ,
etrafa b aktı, se sin i alçalttı. “D u y m a n ız g e rek en başka h av ad isler
de var. Tyvvin L a n n iste r ö ld ü .”
379
H u h iiy ü k b ir ş a ş k ın lık tı. “Ö l d ü m i i ? "
“ İb lis ta r a f ın d a n ö l d ü r ü l d ü . K r a liç e , v e k illiğ i ü s tle n d i.”
“Ö y le m i? " D a n i r T a h t'ta b ir k a d ı n ? A r i a n n c b i r an d ü şü n<j
ve b u n u n iyi b ir g e l iş m e o l d u ğ u n a k a r a r v e r d i . E ğ e r Yedi Kral
lık 'ııı lo r d la rı K ra liç e C e r s e i t a r a f ı n d a n y ö n e t i l m e y e alı§ır|arsa
K raliçe M y r c e lla ’n ın ö n ü n d e d i z ç ö k m e l e r i d a h a k olay
olurdu
V e L o rd T y v v in te h lik e li b i r b a s ı m d ı ; T y w i n ’in y o k lu ğ u , Don
n e 'u ı ı d ü ş m a n la r ı n ı e p e y z a y ı f l a tı r d ı. L a n n is t e r la r Lannisterlar)
öldiiriiyor, nasıl da tatlı. “C ü c e y e n e o l d ı ı ? ”
“ K a ç tı." d e d i A ry s. “ C e r s e i , c ü c e n i n b a ş ı n ı g e tir e c e k
adama
lo r d ln k v a d e d i y o r .” B iiz g â r la s a v r u l a n k u m l a r ı n a ltın a gömül,
ıııü ş b ir iç a v lu d a , A r i a n n e ’in s ı r t ı m b i r s ü t u n a d a y a d ı, prensesi
ıız ıın ıız ıııı v e s e r t ç e ö p t ü , e ll e r i k a d ı n ı n g ö ğ ü s l e r i n e gitti, ete­
ğ im d e k a ld ır a b ilir d i a m a A r i a ıı n e g ü l e r e k ş ö v a ly e d e n kurtuldu.
“G ö r ü y o r u m ki ş u k r a liç e y a r a t m a işi s iz i h e y e c a ııla n d ırıy o rs ö r,
lâk in b ıın a v a k tim iz y o k . S o n r a , s ö z v e r i y o r u m . ” A r y s ’in yanağı­
na d o k u n d u . “ H e r h a n g i b i r s o r u n l a k a r ş ı l a ş t ı n ı z m ı ? ”
“S a d e c e T ry s ta ııe . M y r c e l l a ’n ı n y a t a ğ ı n ı n y a n ın d a oturmak
ve o n u n la eyvasse o y n a m a k i s t e d i .”
“T r y s ta ııe d ö r t y a ş ın d a y k e n k ı r m ı z ı le k e g e ç i r d i , size söyle­
m iş tim . K ır m ız ı le k e y e s a d e c e b i r k e z y a k a la n ır s ın ız . Myrcella’m ıı g ri h a s ta lık ta n m u z d a r i p o l d u ğ u n u sö y le m e liy d in iz , bu
T r y s ta n e ’i e p e y u z a k ta t u t a r d ı . ”
“ B elki o n u t u t a r d ı a m a b a b a n ı z ı n ü s t a d ı m t u t m a z d ı .”
“C a le o tt e ,” d e d i A r ia ıın e . “ M y r c e l l a ’y ı g ö r m e y e çalıştı mı?”
“ B e n k ız ın y ü z ü n d e k i k ı r m ı z ı l e k e l e r i t a r i f e t ti k te n sonra bir
kez b ile d e n e m e d i . H a s ta l ı k d o ğ a l s e y r i n i i z le y ip g e ç e n e kadar
y ap acak b ir şey o lm a d ı ğ ı n ı s ö y le d i v e k ı z ı n k a ş ın tıla r ın ı hafiflet­
m e k içm b ir k a v a n o z m e r h e m v e r d i . ”
O n y a şın a ltın d a k i h iç k i m s e k ı r m ı z ı l e k e d e n ö lm e m iş ti fakat
b u h a sta lık y e tiş k in le r iç in ö l ü m c ü l o l a b i l i r d i v e Ü s ta t Caleotte
ç o c u k lu ğ u n d a k ır m ız ı le k e g e ç i r m e m i ş t ı . A r ia m ıe b u n u sekiz
y a şın d a , k e n d i l e k e l e r i n d e n m u z d a r i p o l d u ğ u n d a ö ğrenm işti
“G ü z e l ,” d e d i. “ P e k i h i z m e t ç i ? İ k n a e d ic i m i ? ”
“ U z a k ta n . İb lis o n u b u a m a ç iç in s e ç m i ş t i , d a h a soylu pek
ço k kıza te r c ih e n . M y r c e lla k ız ı n s a ç l a r ın ı k ıv ır d ı v e kırmızı le­
keleri y ü zü n e b izzat boyadı. İkisi uzak akrabalar. L annis L im anı
Lannysler’le, L an ııe tle r’le, L antelller’le, önem siz L annisterlar’la
dolu ve b u n la rın y arısın ın sarı saçları var. Kız, M yrcella’n ın ge­
mliğini giym iş ve y ü z ü n e ü sta d ın m erh em in i sürm üşken... loş
ışıkta beni b ile k an d ırab ilird i. B en im yerim i alacak bir adam
bulm ak çok d a h a zo r o ld u . D ake h e m e n h em en b en im b o ­
yum da am a ço k şişm an . R o ld er’a k endi zırhım ı giydirdim ve
göz siperini sü rek li kapalı tu tm asın ı söyledim . Adam b en d en
altı santim kısa am a b e n o rad a o lu p yanında durm azsam kim se
buna d ikkat etm e y e b ilir. H e rh â lü k â rd a , M yrcella’nın odasın­
dan ayrılm ayacak.”
“Sadece b irk aç g ü n e ih tiy acım ız var. S onra prenses, babam ın
ulaşamayacağı b ir y e rd e o lacak.”
“N e re d e ? ” A rys, A ria n n e ’i k e n d in e çekti ve b u rn u n u kızın
boynuna s ü r ttü . “ B ana p la n ın geri kalanını anlatm a vaktiniz
geldi, sizce d e ö y le değ il m i? ”
A riaııne, şövalyeyi ite re k g ü ld ü . “H ayır, yola çıkm a vaktim iz
geldi.”
K üçük k afile, K ö p iik ta ş’m tozla kaplı y ık ıntılarından çıkıp
güneybatıya d o ğ r u y o la k o y u ld u ğ u n d a , ay A ybakiresi’ni taçlan­
dırm ıştı. A ria ıın e ile S ö r A rys kafileye liderlik ediy o rd u , o y u n ­
baz b ir k ısrağ ın sırtın d a o tu r a n M yrcella ikisinin arasındaydı.
Gariıı, B en ek li S ylva’yla b irlik te o n la rın h e m e n arkasındaydı.
Arianııe’iıı iki D o r n c ’lıı şövalyesi e n gerideydi. Yedi kişiyiz, diye
fark etti A ria n n e . B u n u d ah a ö n c e d ü şü n m e m iş ti am a yedi kişi
olm aları, dav aları için iyi b ir a lâm etm iş gibi g ö rü n ü y o rd u . Şana
giden yolda yedi süvari. B ir giin ozanlar, hepim izi ölümsüz kılacaklar.
Drey d ah a b ü y ü k b ir kafile istem işti am a b u dikkat çekerdi ve
fazladan h e r a d a m ih a n e t riskini ikiye katlardı. Babam bana hiç
değilse bu kadarını öğretti. D o ra ıı M a rtell, genç ve güçlü o ld u ğ u
zam anlarda b ile, sessizliğ e ve sırlara ço k ö n e m veren tedbirli b ir
adamdı. B a b a m ın yüklerinden kurtulma vakti geldi, fakat onun onunma ya da şahsına en küçük bir saygısızlık yapılmasına izin verme)’cceğinı. A rian n e, b a b asın ı S u B a lıçe le ri’n e geri g ö n d erecek ti. P re n s
Doran, kalan y ılların ı, g ü le n ç o cu k ların ve lim onla portakal k o ­
kularının a ra sın d a g e çirecek ti. Evet, Quentyn de ona eşlik edebilir.
381
Myrcetla’ya taç giydirdiğimde ve K um Yılanları’m özgür bıraktı'
biitiin Dorne benim sancağıma destek verecek. Yronvvoodlar
a’
yn’den yana olabilirdi ama tek başlarına tehlike teşkil etm*11
lerdi. Eğer T om m en’ın ve Lannisterlar’ın tarafına geçerli'
Siyah Yıldız onların köklerini ve dallarını imha ederdi.
^
Eyerin üstünde saatler geçirdikten sonra, ‘Yoruldum,” a
sızlandı Myrcella. “Daha çok yol var mı? N ereye gidiyoruz?""
“Prenses Arianne sizi güvende olacağınız bir yere götürü
yor,” dedi Sör Arys.
“Bu uzun bir yolculuk,” dedi A rianne, “ama Yeşilbn’avar­
dığımızda daha kolay olacak. G arin’in insanlarından birkaçı bizi
orada karşılayacak; nehrin öksüzleri. T eknelerde yaşarlar, teknelerini sırıklarla Yeşilkan boyunca yüzdürerek balık tutarlar
meyve toplarlar, yapılması gereken ne iş varsa onu yaparlar.”
“Evet,” diye seslendi Garin n eşeyle, “ayrıca şarkı söyleriz,
suyun üstünde dans ederiz ve şifacılıkla ilgili pek çok şey bili­
riz. Benim annem Batıdiyar’daki en iyi ebedir ve babam siğilleri
tedavi edebilir.”
“Eğer anneleriniz ve babalarınız varsa nasıl öksüz olabilirsi­
niz?” diye sordu Myrcella.
“Onlar Rhoynar,” diye açıkladı A rianne, “ve onların annesi
Rhoyne nehriydi.”
Myrcella anlamadı. “B en sizin R hoynar olduğunuzu sanı­
yordum. Yani D ornelular’ın .”
‘Yarı Rhoynar’ız M ajesteleri. B en im damarımda Nyme‘
ria’nın kanı var, onun evlendiği D o r n e lu Lord Mors Martell m
kanının yanı sıra. Evlendikleri gü n, N y m eria gemilerini yakıt
bu sayede insanlar artık geri d ön ü ş olm ad ığın ı anlayacaktı, b
sanların çoğu o alevleri görm ekten m em n u n d u , çünkü Dorn<gelmeden önce uzun ve korkunç bir yolcu luk geçirnnŞ er
Fırtınalar, hastalıklar ve köle tacirleri yüzünden sayısız »lS‘
kaybetmişlerdi. Bununla birlikte, gem ilerin ardından yastu|^
lar da vardı. Bu kırmızı kurak toprağı ve om ııı yedi yüzli*
sını sevmemişlerdi. Bu yüzden eski alışkanlıklarına tutun1 ^
yanık gemilerin enkazlarından tekneler yaptılar ve Ycşı '
öksüzleri oldular. Onların şarkısındaki Anne tuzun Aı|,K
382
jcğil; onları şafak gün lerin den beri sularıyla besleyen Rhoyne
Aınıe-
“Rlıoynarlar’ın bir kaplum bağa tanrısı olduğunu duymuş-
uim,” dedi S ö rA ry s.
“Mehrin Yaşlı A d am ı daha kü çük bir tanrıdır,” dedi Garin.
“0 da N ehir A n n e ’den doğdu ve akan suların altında yaşayan
şeyin hâkim iyetini kazanm ak için Yengeç K ralla dövüştü.”
her
“Ah,” dedi M yrcella.
“Anladığım kadarıyla siz de bazı bü yü k mücadeleler kazan­
mışsınız M ajesteleri,” dedi D rey çok neşeli bir sesle. “Cyvasse
masasında cesur p ren sim iz T ry sta n e’e hiç m erham et gösterme­
diğiniz söyleniyor.”
“Taşlarını her zam an aynı şekilde diziyor; bütün dağlar önde
ve
filler geçitlerde,” dedi M yrcella. “ B e n de aralardan ejderhamı
gönderiyorum ve o n u n fillerin i y ed iriy o ru m .”
“Oyunu hizm etçiniz de o y n u y o r m u ?”
“Rosamund m u ?” diye sordu M yrcella. “ H ayır. O na öğret­
meye çalıştım am a kuralların ço k zor olduğun u söyledi.”
“O da bir Lannister, değil m i?” dedi Leydi Sylva.
“Lannis L im a n ı'm n Lan n isterlar’ından, Casterly Kayası’nınkilerden değil. Saçları b en im kiyle aynı renk ama bukleli olaca­
ğına düz. Aslında R o sam u n d bana gerçekten benzem iyor ama
benim kıyafetlerim i giyd iğind e bizi tanım ayan insanlar onu ben
zannediyor.”
“O hâlde bunu daha önce de yaptınız?”
“Ah, evet. B raavos’a giderken H ızlıd e n iz 'de yer değiştirdik.
Rahibe Eglantile saçlarım a kahverengi boya sürdü. Bunu oyun
°Run diye yaptığım ızı söyledi ama aslında, amcam Stannis gemıYİ ek geçirirse güvende olm am içindi.”
Kızın yorulduğu aşikârdı, Arianne kafileyi durdurdu. Atlara
tekrar su içirdiler, bir süre dinlendiler ve biraz peynirle meyve
Yediler. M yrcella bir portakalı Sylva’yla bölüştü. Garin zeytin
Yedi ve çekirdekleri D re y ’e attı.
Arianne güneş doğm adan önce nehre varmayı ummuştu
ama yola onun planladığından çok daha geç çıkmışlardı, doğu
Sernası kırmızıya dönerken onlar hâlâ eyerlerinin üstündeydi.
Sıvalı Y ıldız atım A rian n c'in y anına sü rd ü . “P re n ses,” dedi, “ S j zü l v e rin iz d e olsam daha hızlı bir te m p o tu ttu ru r d u m , amacınız
v,ocuğu ö ld ü rm e k değilse tabii. Ç a d ırım ız yok ve kum lar gün­
d ü z le ri z a lim d ir.”
“K u m ları sizin bildiğiniz kadar iyi b iliy o ru m sö r,” dedi Ariaıın e. Y ine d e adam ın d ed iğ in i yaptı. A tlar zo rlan ıy o rd u ama altı
at k ay b etm ek , bir p ren ses k a y b etm ek ten iyiydi.
Ç o k g eçm ed en , batıdan se rt bir rü z g â r esm ey e başladı; sıcak,
k u r u ve k u m tanesi d o lu . A rian n e peçesin i y ü z ü n e çekti. Peçe
ip ek ten yap ılm ıştı, ü st kısm ı yeşil ve alt k ısm ı sarıydı, renkler
b irb irin e karışıyordu. P eçeye ağırlık v e re n k ü ç ü k yeşil inciler,
A rıaıın e atım k o ştu rd u k ç a hafifçe b irb irle rin e çarpıyor ve tıkır­
d ıy o rd u .
A rian n e peçesinin k en arların ı b ak ır m iğ fe rin in şakaklarına
bağlarken, “P re n se sim in n e d e n p eçe tak tığ ın ı b iliy o ru m ,” dedi
S ör Arys. “Aksı tak d ird e y u k arıd ak i g ü n e ş , p re n se s im in güzelli­
ğ in in y an ın d a s ö n ü k k alır.”
A riam ıe g ü lm e k z o ru n d a y d ı. “I layır. P re n se s in iz , güneş ışı­
ğını g ö z ü n d e n ve k m m ı ağ z ın d a n u zak tu tm a k için peçe takı­
yor. Siz de aynı şeyi y ap m alısın ız s ö r .” B eyaz şövalyenin bu sıkı­
cı n ezaketi kaç z a m a n d ır cilaladığını m e ra k etti. S ö r Arys yatakta
iyi bir arkadaştı am a zekâ ve şövalye iki yab an cıy d ı.
A rian n e’in D o rn e lıı ad am ları o n u n gibi y ü z le rin i örttüler.
Benekli Sylva k ü ç ü k p re n se s in y ü z ü n e p eçe taktı am a Sör Arys
inadını s ü rd ü rd ü . Ç o k vakit g e ç m e d e n , a d a m ın yanakları kı­
zardı ve y ü z ü n d e n te rle r akm aya b aşladı. B ö yle devam ederse o
ağır kıyafetlerin içinde pişecek, diy e d ü ş ü n d ü A ria n n e . Sör Arys ilk
o lm azd ı. G eçe n y ü zy ıllard a, p e k ç o k o r d u , dalgalanan sancak­
larla P re n s G e ç id i’n d e n g elm iş ve sıcak D o r n e k u m ların d a ku­
ru y u p k ızarm ıştı. B ir z a m a n la r G e n ç E jd e rh a , böbürlenm eyle
d o lu D o rn e’un Fethi k itab ın a, “M a rtc ll H a n e d a n f m n armasında,
D o rn e lu la r ın cıı sevdiği iki silah o lan g ü n e ş ve m ızrak vardır,”
y azm ıştı. “L akın b u ıkı silah ın d a h a ö lü m c ü l o lan ı güneştir.”
Ş ü k ü rle r o lsu n kı A rıaıın e ve ark ad aşla rı d e rin kumlardan
g eçm ek z o ru n d a d eğ illerd i, k u r u to p ra k ta n ib aret bir şeritte
ilerliy o rlard ı. A rian n e, b u lu ts u z g ö k y ü z ü n d e d aireler çizerek
uçan b ir şa h in g ö r d ü ğ ü n d e e n k ö tü s ü n ü geride bıraktıklarını
biliyordu. Ç o k g e ç m e d e n b ir ağaca rastladılar. Y apraktan çok
dikeni o lan v e k u m d ile n c isi diye anılan eğri b ü ğ rü bir ağaçtı
aıııa k afilen in s u d a n u z a k o lm a d ığ ın ı sö y lü y o rd u .
G arin, ile rid e , k u r u b ir d e re y atağ ın ın çevresinde b ü y ü m ü ş
kum d ile n c ile rin i g ö r d ü ğ ü n d e , “ N e re d e y se geldik M ajeste­
leri,” d ed i M y r c c lla ’ya n e ş e li b ir sesle. G ü n e ş, öfkeli bir çekiç
gibi y e ry ü z ü n e v u r u y o r d u am a a rtık ö n e m li değildi; kafilenin
yolculuğu s o n a e r m e k ü z e re y d i. A tları tek rar sulam ak için d u r­
dular, m a ta r a la rın d a n k a n a k an a su içtiler, peçelerini ıslattılar
ve son s ü r ü ş iç in e y e r le r in e çık tılar. Y arım fersah sonra, şeytan
otlarının ü s t ü n d e at s ü r ü y o r v e z ey tin ağaçlarının ö n ü n d e n ge­
çiyorlardı. B ir sıra taşlı te p e n in a rd ın d a , o tlar daha yeşil ve daha
canlı hâle g e ld i, e s k i k a n a lla rd a n o lu şa n b ir ö rü m c e k ağı tara­
fından su la n a n l im o n b a h ç e le ri b ile v ard ı. Yeşil pırıltılı nehri ilk
gören G a r in o ld u . B ir ç ığ lık attı v e ileri d o ğ ru koştu.
A rian n e M a r te ll b ir z a m a n la r M a n d e r ’ı geçm işti; Ü ç K um
Yılatıfyla b ir lik te T y e n e ’in a n n e s in i ziy aret etm ey e gittiğinde. O
kudretli su y o lu y la k ıy a s la n d ığ ın d a , Y eşilk an ’a n e h ir dem ek bile
zordu am a Y e ş ılk a ıı, D o r n e ’u n h a y a t d am arıy d ı. A dını, ağır ağır
akan s u la rın ın b u l a n ı k y e ş ilin d e n a lm ıştı am a kafile n eh re yak­
laştıkça, g ü n e ş ışığ ı o s u la rı a ltın re n g in e d ö n ü ş tü rd ü . A rianne
bundan d a h a ta tlı b ir m a n z a r a g ö rm e m iş ti. Bu ndan sonraki bölüm
yaraş ve kolay ola ca k , d iy e d ü ş ü n d ü , Y eşilkatı’tn yukarısına, oradan
da Vaitiı N e lıri'n e , b ir sırıklı tekne nereye kadar gidebilirse. A rianne
bu zam an ı, M y r c e lla ’yı b u n d a n s o n ra olacaklara hazırlam ak için
kullanacaktı. V a ith ’iıı ö te s in d e d e r in k u m la r bekliyordu. Kafile,
bu geçişi y a p m a k iç in K u m ta ş ı K alesi’n in ve C e h e n n e m Ç u kuru’n u n y a r d ı m ın a ih tiy a ç d u y a c a k tı am a A rianne y ard ım ın
geleceğinden ş ü p h e e tm iy o r d u . K ızıl Y ılan, K u m taşı’nda h i­
maye e d ilm iş ti v e P r e n s O b e r y n ’in m e tre si E llaria K um , L ord
U ller’in g a y r im e ş r u k ız ıy d ı, ü ste lik K u m Y ılanları’n ın d ö rd ü ,
C ller’in t o r u n la r ıy d ı. M y rcella ’ya C ehennem Ç u k u ru ’nda taçgiydinceğim ve sa n caklarım ı orada yükselteceğim.
T ek n ey i n e h r i n b e ş fe rs a h aşağısında, yeşil b ir sö ğ ü t ağacının
yere sark an d a lla r ın ın a ltıııa g iz le n m iş h âld e b u ld u lar. Bu alçak
385
tavanlı ve geniş tabanlı teknelerin bir tasarımı yoktu; G e n
derha, sırıklı tekneleri, “ salların üstüne kurulm uş ağıllar” i
rek yermişti ama bu adil bir tanımlama değildi. En fakir ökr
tekneleri bile son derece güzel bir şekilde oyulmuş v e bo ^
mıştı. Söğüt ağacının altındaki tekne yeşil tonlarındaydı den '
kızı şeklinde bir düm en yekesi vardı, küpeştelerinin arasınd^
balık yüzleri bakıyordu. G ü verte sırıklarla, iplerle ve zeytin
vanozlarıyla doluydu. Arianne hiç öksüz görmedi. Mürettebat
nerede? diye merak etti.
Gariıı, söğüt ağacının altında dizginlerini çekti. Eyerinden
aşağı atlarken, “ U yanın, sizi balık gözlü tem beller,” diye seslen
di. “Kraliçeniz burada ve kraliçelere layık bir karşılama bekliyor
Yukarı çıkın, dışarı çıkın, biraz şarkı söyleyelim ve tatlı şarap
içelim. Ağzım biraz...”
Sırıklı teknenin kapısı gü rültü yle açıldı. Areo Hotah, elinde
bir uzunbaltayla güneş ışığına çıktı.
Garin şaşkınlıkla geri çekildi. A rian ne karnına bir balta
darbesi almış gibi hissetti. B u şekilde bitmemesi gerekiyordu. Böy­
le olmaması gerekiyordu. D r e y ’in, “ G ö rm e y i umduğum son yüz
buydu,” dediğini du yduğun da, A rian n e harekete geçmesi ge­
rektiğini biliyordu. T e k rar eyerin e çıkarken, “ Uzaklaş!” diye
bağırdı. “Arys, prensesi k o ru ...”
Hotah, baltasının sapını gü verteye vurd u. Teknenin süslü
küpeştelerinin arkasından bir dü zin e m uhafız çıktı, ellerin d e
mızraklar ve arbaletler vardı. K am aran ın üstünde daha fazla
adam belirdi. “ T eslim olun p ren sesim ,” diye seslendi kuman­
dan, “aksi takdirde, siz ve çocu k dışındaki herkesi ö l d ü r m e k zo­
runda kalacağız, babanızın em riy le .”
Prenses M yrcella hiç kıpırdam adan eyerinde o t u r u y o r d u Garin ağır adımlarla tekneden uzaklaştı, elleri h a v a d a y d ı * D re)
kılıç kemerini çözdü, “ T e slim olm ak, yapılacak en a k ıllıc a §e>
miş gibi görün üyor,” diye seslendi A rian n e’e, kılıcı yere duştu
“H aytrl” Sör A rys O akheart, atını A rianne’le arbaletler^
arasına soktu, elindeki silah gü m üş gibi parlıyordu. Kal a ^
askıdan indirdi ve sol kolunu kayışlara geçirdi. “Ben hâlâ ne
alıyorken prensesi götü rem ezsin iz.”
386
^rianne sadece, seni pervasız aptal, diye düşünecek kadar vakit
i
i
I
i
|
|
!
i
!
jju neyaPtl$ trlt sanıYorsun?
^ Siyah Yıldız ın kahkahası çınladı. “ Kör müsün yoksa aptal
slIı Oakheart? Ç o k kalabalıklar. Kılıcını yerine koy.”
01«Onun dediğini yapın Sör A ry s,” dedi Drey.
0 egeçirildik sör, diye seslenebilirdi Arianne. Sizin ölümünüz
Serbest bırakmaz. Eğer prensesinizi seviyorsanız teslim olun. Ama
şaşm aya çalıştığında, kelim eler boğazına takıldı,
S ö r A rys ona özlem dolu son bir bakış attı, sonra altın mahm u zla rın ı atının karnına vu rd u ve harekete geçti,
Atını doğrudan sırıklı teknenin üstüne sürdü, beyaz pelerini
İsın d an akıyordu. A rian n e M artell daha önce bu kadar yiğitçe ve bu kadar aptalca bir şey görm em işti. “H a y m ır f diye bağırdiama geç kalm ıştı. B ir arbalet vızıldadı, sonra bir tane daha,
Hotah bir em ir bağırdı. M esafe o kadar yakınken, beyaz şövalvenin zırhı parşöm enden farksızdı. İlk ok, delip geçtiği meşe
kalkanı adamın om zu n a çiviledi. İkinci ok alnı sıyırdı. Bir fır­
latma mızrağı, Sör A ry s ’ in atının sağrısına saplandı ama hayvan
ilerlemeye devam etti, iskele tahtasına gelince sendeledi. “H ayır,” diye bağırıyordu bir kız; küçük, aptal bir kız, “hayır; lütfen,
böyle olmaması gerekiyordu.” A rian ne, M yrcella’nın da bağırdığını
duyabiliyordu, kızın sesi korkuyla tizleşmişti.
Sör Arys’in uzun kılıcı bir sağa, bir sola savruldu ve iki mız­
ıkçı yere devrildi. Şövalyen in atı şaha kalktı ve arbaletini tekrar
doldurmaya çalışan bir m uh afızın yüzün ü tekmeledi fakat diğer
^baletler ok fırlatm aya ve hayvanı vurm aya devam ediyordu. İri
süvari atı yana sendeledi ve güverteye devrildi. Sör Arys bir şe­
dide hayvanın altında kalm aktan kurtuldu. Hatta kılıcını elinde
tutmayı bile başardı. Ö len atının yanında, zorlukla dizlerinin
üstünde doğruldu...
- Ve tepesinde A reo H o tah ’ı buldu.
beyaz şövalye kılıcını kaldırdı, çok yavaştı. Hotah’ın uzuntash Arys’in sağ kolunu om uz hizasından kesip kopardı, kan
j Releri saçarak döndü ve korkunç bir çift el darbesiyle tekrar
! ^ inip Arys O akheart’ ııı kafasını havaya uçurdu. Şövalyenin
^ âzların arasına düştü. Ve Yeşilkan, kırmızı olanı, yumuşak
Su sosi çıkararak yuttu.
387
A n aıın e arından in d iğ im h a tırla m ıy o rd u . Belki de düşmü
tıi Bıınıı da h a tırla m ıy o rd u . A m a k e n d in i e lle rin in ve ayakla
rım n iistiinde. k u m u n iyinde b u ld u . T itr iy o r, ağlıyor ve akşam
y em eğini k u su y o rd u . H a y ır , d ü ş ü n e b ild iğ i te k şey buydu, hayır
hayır kimse zarar görmeyecekti, her şey planlanm ıştı, çok d ik k a tliy d i m
A reo 1 lo ta lı'm k ü k red iğ in i d u y d u . “ B e şin d e n g id in . Adam kaç­
m am alı. Peşinden g id in i" M y rcella y e rd e y d i, fery at ediyordu, tit­
riy o rd u . elleri so lg u n y iiz ü ııd e y d i, p a rm a k la rın ın arasından kan
akıy o rd u . A rıan n e an lam ad ı. Bazı a d a m la r o n u n ve arkadaşla­
rın ın etrafın ı sarark en , bazıları a tla rın a b in iy o rd u am a bunla­
rın hiçbiri bir an lam ifade e tm iy o rd u . A ria n n c rü y a görüyordu;
k o rk u n ç, kırm ızı b ir kâbus. B u gerçek olam az. B ira zda n uyanaca­
ğım re karabasanıma güleceğim .
E llerim arkadan b ağ lam ak is te d ik le r in d e , A riam ıe direnm e­
di. M u h a fızlard an biri o n u se rtç e ç e k e re k ayağa kaldırdı. Adam,
A riaııııe'in b ab asın ın re n k le rin i g iy iy o rd u . B ir başka muhafız
ö n e eğildi ve ç iz m e sin in iç in d e k i fırla tm a b ıçağ ın ı aldı; bıçak,
A rian ııe'in k u zen i Leydi N y ııB iıı h e d iy e s iy d i.
.Areo H o talı bıçağı m u h a fız d a n ald ı v e k aşların ı çatarak in­
celedi. “P ren s, sizi G ü n e ş M ız ra ğ ı’n a g eri g ö tü r m e m i söyledi,”
ded i. Y anakları ve alnı A rys O a k l ı e a r f ın k an ıy la çilleıınıişti.
“Ü z g ü n ü m k ü ç ü k p re n s e s .”
A riam ıe, g ö zyaşlarıyla ç iz g ile ıım iş y ü z ü n ü y u k arı kaldırdı.
“N asıl b ileb ilir?” diye s o r d u k u m a n d a n a . “Ç o k dikkatliydim.
N asıl b ileb ilir?”
“Biri sö y le d i.” I lotalı o m u z la r ın ı silk ti. “ B iri h e r zam an söy­
le r.”
^KK
ARYA
H er gece u y u m a d a n ö n ce, duasını yastığına fısıldıyordu.
*$Ör G reg o r,” diye b aşlıy o rd u dua. “D ü n sen , T atlı Raff, Sör
Ilyn, Sör M e ry ıı, K raliçe C c rs e i.” Eğer bilseydi, G eçit’in Freyleri’n in isim lerin i d e fısıldardı. B irg iin öğreneceğim, dedi kendine,
# sonra hepsini öldüreceğim.
H içbir fısıltı, S iy ah ın ve B eyazın Evi’nde duyulm ayacak ka­
dar hafif değ ild i. “Ç o c u k ,” ded i b ir gün nazik bir adam, “gece­
leri fısıldadığın o isim le r de n e?”
“Ben isim filan fısıld a m ıy o ru m ,” dedi Arya.
“Yalan s ö y lü y o rs u n ,” d ed i adam . “K o rkunca b ü tü n insanlar
yalan söyler. B azıları ço k yalan söyler, bazıları az. K im inin tek
yalanı v ard ır, o m u a z z a m yalanı o kadar çok tekrar eder ki so­
nunda k en d i b ile in a n ır... am a k ü ç ü k bir parçası, b u n u n bir ya­
lan o ld u ğ u n u h e r z a m a n b ilir ve b u yalan söyleyenin yüzünden
okunur. B ana şu isim le rd e n b a h s e t.”
Arya d u d a ğ ın ı ısırd ı. “İsim ler ö n e m li değil.”
“Ö n e m li,” d iy e ısrar etti n azik adam . “A nlat bana çocuk.”
Anlat yoksa seni dışarı atarız, diye d u y d u Arya. “O n lar nefret
ettiğim in sa n la r. Ö lm e le r in i istiy o ru m .”
“Bu E v ’d e b ö y le d u aları ço k d u y arız.”
“B iliy o ru m ,” d e d i A rya. B ir zam an lar Jaq en H ’hgar ona üç
dua b ah şetm işti. Yapm anı gereken tek şey fısıldamaktı...
“Bize g e lm e n in se b eb i b u m u ? ” diye devam etti nazik adam .
“Sanatım ızı ö ğ re n m e y e m i geld in? N e fre t ettiğin adam ları öldürebilm ek iç in ? ”
Arya b u n a nasıl cevap v ereceğ in i b ilm iyordu. “O lab ilir.”
“O h âld e y an lış y e re g eld in . K im in öleceğini ve kim in yaşa­
yacağını sö y le m e k san a d ü şm e z . B u istidat Ç o k Y üzlü T a n rıy a
aittir. B izler, o n u n istek lerin i y erin e getirm eye yem in etm iş
hizm etkârlardan başka b ir şey d eğ iliz.”
“Alı.” A rya, d u v a rla r b o y u n ca dizilm iş heykellere baktı, h ey ­
kellerin ay ak ların ın e trafın d a m u m la r ışıldıyordu. “O hangi
tanrı?”
389
“I lep si,” dedi siyalı beyazlı rah ip .
Rahip adını asla söylem edi. K o c a m a n g ö z le ri ve boş yüzüyle
A ryaya G elincik isim li b ir başka k ü ç ü k kızı h atırla ta n küçük
kız da öyle. K ü çük kız da A rya gibi ta p ın a ğ ın a ltın d a yaşıyorduüç kalfa, iki h izm etçi adam ve U m m a isim li b ir aşçıyla birlikte'
U m m a çalışırken k o n u şm a k ta n h o ş la n ıy o r d u am a A rya kadının
söylediği tek kelim eyi a n la m ıy o rd u . D iğ e r le rin in adları yoktu
ya da adlarını paylaşm ak iste m iy o rla rd ı. H iz m e tç i adamlardan
b in çok yaşlıydı, sırtı bir yay gibi b ü k ü k tü . İk in ci adam kır­
mızı suratlıydı, kulak ların d an k ıllar f ış k ırıy o rd u . A rya, onların
dua ettiğini duyana dek ik isin in d e d ilsiz o l d u ğ u n u sanıyordu.
Kalfalar daha gençti. E n yaşlısı A ry a’n ııı b a b a s ın ın yaşındaydı.
D iğer ikisi, bir zam anlar A rya’n ın ablası o la n S a n sa ’dan büyük
olam azdı. Kalfalar da siyah beyaz g iy iy o rd u a m a o n la rın cübbe­
lerinin başlığı yoktu ve c ü b b e le rin in so l ta ra fı siyah, sağ tarafı
beyazdı. N azik adam ve kim sesiz kız iç in b u n u n tam tersi bir
d u ru m söz k o n u suydu. A ry a y a b ir h iz m e tç i kıy afeti verilmişti:
Boyasız yü n d en yapılm ış b ir tu n ik , b o l b ir p a n to lo n , pamuklu
iç çamaşırları ve bez terlikler.
O rtak D il’i sadece n azik a d a m b iliy o rd u . H e r g ün, “Sen
kim sin?” diye so ru y o rd u A ry a’ya.
“K im se,” diye cevaplıyordu S ta rk H a n e d a n ı ’n d a n Arya, Arya
Ayakaltı, Arya A tsurat. A rry ve G e lin c ik d e o lm u ş tu , Güver­
cin ve T u zlu da. Kadeh taşıyıcı N a n , gri b ir fare , b ir koyun ve
H arren h al’u n hayaleti de o lm u ş tu ... a m a g e rç e k te değil, kalbi­
nin derin lik lerin de değil. O r a d a K ışy a rı’n ın A ry a ’sıydı, Lord
Eddard Stark ve Leydi C a te ly n ’in k ızıy d ı. B ir z a m a n la r Robb,
Bran, Rickon ve Sansa isim li k a rd e şle ri, N y m e r ia isim li bir ulu
kurdu ve Jo n Kar ad ın d a b ir ü v ey ağabeyi v a rd ı. A rya, kalbinin
derinliklerinde b ir kim liğe sa h ip ti... a m a n a z ik a d a m ın istediği
cevap bu değildi.
O rtak bir dil o lm ad an , A rya’n ın d iğ e r in sa n la rla konuşnıa
şansı yoktu. Fakat on ları d in liy o rd u ve işle rin i yaparken on­
lardan d u y d u ğ u kelim eleri k e n d i k e n d in e te k ra r ediyordu. En
genç kalfa, kör olm asına ra ğ m e n m u m la r d a n so ru m lu y d u . Yu­
m uşak terlikleriyle tapınakta d o la şıy o r ve h e r g ü n d u a etmeye
jeiı yaSh k a d ın la rın m ırıltılarıy la sarm alanıyordu. G özleri ol^adığ1 Hâlde, h an g i m u m u n s ö n d ü ğ ü n ü h er zam an biliyordu.
¡^ 0lcU d u y u su o n a yol g ö ste riy o r,” diye açıklam ıştı nazik adam ,
“ayrıca, b ir m u m u n y an d ığ ı y erd e hava daha sıcaktır.” Arya’ya
zlerini k ap atm asın ı ve b izzat d en em esin i söylem işti.
Şafak vakti, k ah v altıd an ö n ce, d u rg u n ve siyah havuzun etra­
fında diz çö k ü p d u a ed iy o rlard ı. Bazı günler, du an ın liderliğini
nazik, adam y a p ıy o rd u , lid er d iğ er g ü n lerd e küçük kızdı. Arya,
graavos d ilin d e n sad ece b irkaç k elim e biliyordu, Y üksek Valy-
ria Dili’n in k e lim e le riy le aynı olanları. B u yüzden Ç o k Y üzlü
Tanrı’ya k en d i d u a s ın ı o k u y o rd u , “S ör G regor, D ünsen, Tatlı
Ratî, Sör Ilyn, S ö r M e ry n , K raliçe C e rs e i.” Sessizce dua ediyor­
du. Eğer Ç o k Y ü z lü T a n rı d ü z g ü n bir tanrıysa, A rya’yı duyardı.
Siyahın ve B ey azın E vi’n e h er g ü n m ü m in le r geliyordu.
Çoğu tek b aşın a g eliy o r ve tek başına o tu ru y o rd u ; şu ya da bu
mihrapta m u m la r y akıyor, h av u z u n kenarında dua ediyor ve
bazen ağlıyorlardı. B azıları siyah k ad eh ten içip uykuya dalıyor­
du, içm eyenler d a h a ço k tu . A y in ler y o ktu, ilahiler yoktu, tanrıyı
memnun e tm e k için sö y le n en m eth iy e şarkıları yoktu. T apınak
hiçbir zam an d o lu o lm u y o rd u . Ara sıra, m ü m in in biri bir ra­
hip görm ek istiy o rd u ve n azik adam ya da k ü çü k kız on u kutsal
odaya g ö tü rü y o rd u am a b u çok sık gerçekleşm iyordu.
Duvarlar b o y u n c a d izilm iş o tu z farklı tanrı vardı, h er biri
kendi k ü çü k ışıklarıyla çev relen m işti. Yaşlı kadınların en sevdiği
tanrı Ağlayan K ad ın ’dı. Z e n g in adam lar G ece Aslanı’nı tercih
ediyordu, fakir ad am larsa Başlıklı Y olcu’yu. Askerler, Solgun
Çocuk B ak k alo n ’a m u m yakıyordu, denizciler Ay Beyazı Bakire’ye ve M e rlin g K ralı’na. Y abancı’n m da m ihrabı vardı am a
ona neredeyse kim se g itm iy o rd u . Y abancı’n ın ayağının d ib in d e
çoğu zam an tek m u m y anıyordu. N azik adam b u n u n ö nem li
olmadığını sö y lü y o rd u . “O n u n pek çok yüzü ve insanları d u y a­
cak pek çok kulağı v ar.”
Ü stünde tapınağı b arın d ıran küçük tepe, kayalara o y u lm u ş
dar geçitlerle p etek petekti. R ahiplerin ve kalfaların uyku h ü c ­
releri ilk k adem edeydi, A rya’n ın ve hizm etçilerin hücreleriyse
391
n. Kdts.il o d a n ın b u l u n d u ğ u y e r o r a s ıy d ı.
A n a . çalışm ad ığ ı z a m a n la r d a ,
m a h z e n le rin
v e dep o ların
arasında istediği gibi g e z m e k te ö z g ü r d ü a m a t a p ın a k ta n ayrık
m am ası ve iiçiin eü k a d e m e y e i n m e m e s i g e r e k i y o r d u . Silahlarla
ve zırhlarla d o lıı b ir o d a b u ld u : S ü s lü m iğ f e r l e r , t u h a f göğüs
b lk a ııla rı, tız u n k ılıçlar, h a n ç e r le r , k a m a la r , a r b a l e t l e r ve yaprak
şekilli uçları olan u z u n m ız ra k la r. B i r b a ş k a m a h z e n kıyafetlerle
d o lu y d u : K alın k ü rk le r, elli fa rk lı r e n g e b o y a n m ı ş o lağ an ü stü
ipekler, b u n ların y a n ın d a p is k o k u l u p a ç a v r a l a r v e esk i püskü
d okum alar. B ir h azine odast da o lm a lı , d iy e k a r a r v e r d i A rya. G ö­
zü n d e altın tabak istifleri, g ü m ü ş s ik k e le r l e d o l u to r b a la r , deniz
kadar mavi safirler, to m b u l v e y e şil in c i d i z i l e r i c a n la n d ı.
Bir g ü n , n azik ad am b e k le n m e d ik b i r ş e k i ld e g e ld i v e o n a ne
yaptığını so rd u . A rya a d a m a k a y b o l d u ğ u n u s ö y le d i.
“Yalan sö y lü y o rsu n . D a h a b e te r i, k ö t ü y a la n sö y lü y o rsu n .
Sen kim sin?"
“K im se.”
“B ir yalan d a h a .” N a z ik a d a m iç g e ç i r d i .
W eese, Arya yı yalan s ö y le rk e n y a k a la s a y d ı o n u k a n lı b n lı döverdi am a S iyahın ve B e y a z ın E v i’n d e i ş l e r fa rk lıy d ı. Arya
m utfakta çalıştığında, e ğ e r a y a k a ltın d a d o la ş ır s a , U m m a tahta
kaşığıyla o n u n av cuna v u r u y o r d u a m a b u n u n d ı ş ı n d a k im s e ona
el b ld ırm ıy o r d u . E lle rin i sadece ö ld ü rm ek için k a ld ırıy o rla r , diye
d ü şü n ü y o rd u Arya.
Aşçıyla iyi an laşıy o rd u . U m m a , A r y a ’n ı n e l i n e b i r b ıçak tu ­
tu ştu ru y o r ve b ir soğan g ö s te r iy o r d u , A r y a d a s o ğ a n ı d o ğ ru y o rdu. U m m a, A ry a y ı b ir h a m u r y ığ ın ın a d o ğ r u it i y o r d u v e Arya,
aşçı d u r d iyene b d a r h a m u r u y o ğ u r u y o r d u , ( d u r, A r y a ’n ın Braavos d ilin d e ö ğ ren d iğ i ilk k e lim e y d i) . U m m a , A r y a ’n m eline
bir balık v eriy o rd u ve A rya kılçığ ı ç ık a r ıy o r , b a lığ ı in c e dilim ler
halinde kesiyor, so n ra d a a ş ç ın ın e z d iğ i f ı n d ı k l a r ı n iç in d e yu­
varlıyordu. N azik a d am , B ra a v o s ’u ç e v r e le y e n t u z l u su la rın her
tü rd en balık v e b b u k l u d e n iz h a y v a n ıy la d o l u o l d u ğ u n u açıkla­
m ıştı. Yavaş a b n k a h v e re n g i b ir n e h ir , g ü n e y d e n d e n i z kulağına
giriyor vc sazlıklarla, g ö lle rle , ç a m u r l u d ü z l ü k l e r l e d o lu geniş
392
bir alanı dolaşıyordu. O civarda yumuşakçalar boldu; midyeler,
alltap°tlar, kurbağalar, kaplumbağalar, çamur yengeçleri, leopar
b en ek li yengeçler, m o r yengeçler, kırmızı yılan balıkları, siyah
,laiı balıkları, çizgili yılan balıkları, bofalar ve istiridyeler. Bütiiıı hu canlılar. Ç o k Y üzlü T an rı’nın hizmetkârlarının yem ek
ediği oymalı ahşap m asada sık sık görünüyordu. U m m a bazen
balıkları den iz tu z u ve çekilm em iş karabiber taneleriyle tatlan­
dırıyordu, yılan balıklarını da kıyılmış sarımsakla pişiriyordu.
Arada bir safran bile kullanıyordu. Al Turta burayı severdi, diye
düşünüyordu Arya.
Akşam yem eği A rva’nın en sevdiği vakitti; geceleri dolu bir
n ıid e y le u yum ay alı u z u n zam an olm uştu. Bazı geceler, nazik
adanı Arya’ııın o n a so ru lar sorm asına izin veriyordu. Arya bir
k e r e s in d e , tapınağa gelen insanların n e d e n hep o kadar huzur­
lu g ö rü n d ü ğ ü n ü so rd u ; o n u n geldiği yerde insanlar ölmekten
k o rk a rd ı. Arya, k ılıcım o sivilceli yaverin karnına soktuğunda
ç o c u ğ u n nasıl ağladığını ve Keçi tarafından ayı çukuruna atılan
Sör A m ory L o rc h ’uıı nasıl yalvardığını hatırlıyordu. T anrı Göz ü ’ı ıü n y an ın d ak i k ö y ü ve Vadeci altınlarla ilgili sorular sormaya
başladığında k ö y lü le rin nasıl çığlık atıp inlediğini hatırlıyordu.
“Ö liim en k ö tü şey d eğ ild ir,” diye yanıtladı nazik adam.
“Ö lüm , T a n r ı’n ın bize h ediyesidir, arzuları ve acıyı bitirir.
D oğduğum uz g ü n , Ç o k Y ü zlü T an rı h er birim ize birer kara
melek g ö n d e rir, b u m e le k hayatım ız boyunca yanım ızda yürür.
G ünahlarım ız ve ızd ırap larım ız taşıyamayacağım ız kadar b ü ­
yük o ld u ğ u n d a , m e le k e lim izd en tu tar ve bizi yıldızların daim a
parlayarak y an d ığ ı gece to p rak larına gö tü rü r. Siyah kadehten
içmeye g elen in sa n la r, m elek lerin i arıyorlar. Eğer korkarlarsa,
m um lar o n la rı sa k in le ştiriy o r. Y anan m um larım ızı kokladığın­
da neyin k o k u s u n u alıy o rsu n ç o c u ğ u m ? ”
Kıçyarı’nın kokusunu, d iy eb ilird i Arya. K arnı, dumanın ve çam
lğneleritıin kokusunu alıyorum. A hırların kokusunu alıyorum. G ü len
Hodor’utt, avluda talim yapan J o n ’la R obb’un ve aptal bir leydi p ana­
yırıyla ilgili çarkı söyleyen Satısa’ntn kokusunu alıyorum. Taç kralların
oturduğu m ahzen mezarların kokusunu alıyorum. Sıcak ekmeklerin
kokusunu alıyorum. Tanrı korusunun kokusunu alıyorum. K urdum un
kokusunu alıyorum, onun kürkünün kokusunu, hâlâ yanımda
gibi. Adamın ne söyleyeceğini görm ek için, “ Ben koku fılan^
m ıyorum ,” dedi.
‘"Yalan söylüyorsun,” dedi adam, “ ama istersen sırlarını sak)
tutabilirsin, Stark H anedanı’ndan A rya.” Adam , Arya’dan ho '
nutsuz olduğu zamanlarda ona bu isim le hitap ediyordu.
radaıı ayrılabileceğini biliyorsun. Bizden biri değilsin, henüz
değilsin. İstediğin zaman evine dön ebilirsin .”
“ Eğer ayrılırsam geri gelem eyeceğim i söylemiştin.”
“Aynen öyle.”
Bu kelim eler A ry a y ı hüzünlen dirdi. Eskiden Syrio da böyle
söylerdi, diye hatırladı. Sürekli söylerdi. Syrio ona iğne işi öğretmiş
ve sonra onun için ölm üştü. “A y rılm a k istem iyorum .”
“ Ö yleyse kal... ama unutm a, Siyahın ve Beyazın Evi bir ök­
süz yuvası değildir. B u çatının altındaki herkes hizmet etmek
zorundadır. Biz burada valar dohaeris deriz. İstiyorsan kal ama
senden itaat beklediğim izi de bil. H e r zam an ve her konuda.
Eğer itaat edem ezsen, ayrılm ak zo ru n d asın .”
“ İtaat ed ebilirim .”
“ G öreceğiz.”
Arya’nın U m m a ’ya yard ım etm ekten başka görevleri de var­
dı. Tapınağın yerlerini sü p ü rü yord u , yem eklerde servis yapı­
yordu, ölü adam ların kıyafetlerinden oluşan yığınları t a s n i f edi­
yordu, adamların keselerini boşaltıyor ve keselerden çıkan tuhaf
sikkeleri sayıyordu. H e r sabah, ölüleri bulm ak için t a p ın a ğ ı do­
laşan nazik adamın yanında y ü rü yo rd u . S yrio ’yu h a tır la y a r a k ,
gölge kadar sessiz, diyordu kendi kendine. D em irden yapılmış k3'
lın kapakları olan bir fener taşıyordu, her duvar nişinde d u r ı ı y ° r
ve ceset aramak için fenerin kapağını açıyordu.
Ö lüleri bulm ak hiç zor değildi. İnsanlar Siyahın ve Beyazın
E vi’ne geliyor, bir saat ya da bir gün ya da bir yıl dua edi}°r’
havuzun tatlı siyah suyundan içiyor ve şu ya da bu t a n r ı n ı n ar
kasındaki taş yataklardan birine uzanıyordu. Gözlerini
yor, uyuyor ve hiç uyanm ıyorlardı. “ Ç o k Y üzlü Tanrı nın ^
sayısız şekle bürünür,” diyordu nazik adam, “ama burada *
mülayim cedir.” B ir beden bulduklarında, nazik adanı dua°
ve hayatın bedenden ayrıldığından emin oluyordu, Arya da
jçi adamları çağırıyordu; ölüleri mahzenlere taşımak onlaişiydi. Kalfalar bedenleri soyuyor ve yıkıyordu. Ölü insanların
rlI1^-etien ve sikkeleri, daha sonra tasnif edilmek üzere bir sepete
Rıyordu. Soğuk cesetler, sadece rahiplerin gidebildiği kutsal alt
3Java götürülüyordu; Arya, orada neler olduğunu bilme iznine
alıip değildi- B ir keresinde, akşam yem eğini yerken korkunç bir
şüpheye kapıldı, bıçağını masaya bıraktı ve önündeki beyaz et di­
limine kuşkuyla baktı. N az ik adam, Arya’nın yüzündeki dehşeti
“Bu dom uz eti çocu k,” dedi, “ sadece domuz eti.”
Arya’nın yatağı taştı, ona H arrenhal’u ve Wease’in emrinde
ırördü.
basamak ovarken yattığı yatağı hatırlatıyordu. Şilte, saman yerine
p a ça v r a la r la doldurulm uştu, bu yüzden Harrenhal’daki şilteden
daha yumruluydu ama aynı zamanda daha az kaşındırıyordu.
Arya istediği kadar battaniye alma hakkına sahipti; kırmızı, yeşil
ve ekoseli yün battaniyeler. Ü stelik hücresi sadece ona aitti. Arya
hâzinelerini orada saklıyordu: T ita n ’ın K/^fndaki denizcilerin
v erd iği gümüş çatal, geniş kenarlı şapka ve parmaksız eldivenler;
h a n ç e r i, çizmeleri, kem eri, kü çük sikke kesesi ve eskiden giydiği
kıyafetler...
Ve İğne.
Görevleri ona iğne işi için çok az vakit bırakıyordu ama Arya
mümkün olduğunda çalışıyordu, mavi bir m um un ışığında ken­
di gölgesiyle düello yapıyordu. B ir gece, küçük kız şans eseri Aryanın hücresinin önünden geçti ve Arya’yı kılıç talimi yaparken
§ürdü. Kız tek kelim e etm edi fakat ertesi gün nazik adam hücreye
§eldi. “Bütün bunlardan kurtulm an gerek,” dedi.
^ a kendini yaralanmış hissetti. “ O nlar benim.”
Ve sen kimsin?”
K im s e .”
Nazik adam, güm üş çatalı aldı. “ Bu, Stark Hanedanından Ar^ V*ait- Bütün bu eşyalar ona ait. Burada bu eşyalar için yer yok.
^ rada Arya için yer yok. O nunkisi çok kibirli bir isim ve bizde
^ln yeri yok. Bizler burada hizmetkârlarız.”
Ben hizmet ediyorum ,” dedi Arya yaralı bir şekilde. Gümüş
^ ail seviyordu.
395
“ B ir h iz m e tk â r ro lü o y ııııy o rs u n am a k a lb in d e b ir lord kız
sın. Başka isim le r a ld ın am a o n la rı b ir e lb ise g iy er gibi önemse
m e d e ti g iy d in . O n la r ın a ltın d a h e r z a m a n A ry a v a rd ı.”
“B en elbise g iy m em . A ptal b ir e lb is e n in iç in d e d ö v ü şe n iz sin ."
“N e d e n d ö v ü ş m e k istiy o rsu n ? S e n ark a so k a k la rd a kana su­
sam ış b ir h âld e d o laşan b ir eşkıya m ıs ın ? ” N a z ik ad a m iç geçirdi. “S o ğ u k k a d e h te n iç m e d e n ö n c e b ü tü n b e n liğ in i Ç o k Yüzlü
T a ıırı'y a su n m a k z o ru n d a s ın . B e d e n in i. R u h u n u . Kendini. Eğer
b u n u y ap am ay acağını d ü ş ü n ü y o r s a n b u r a d a n ay rılm a lısın .”
“D e m ir sik k e ...”
“...seni b u ray a g e tire n y o lc u lu ğ u n b e d e lin i ö d e d i. Bu nok­
tadan so n ra h e r şeyin b e d e lin i k e n d in ö d e m e lis in ve fiyat yük­
se k tir.”
“H iç a ltın ım y o k .”
“B izim arz e ttiğ im iz şey a ltın la sa tın a lın a m a z . Fiyat, senin
ta m a m ın d ır. İn san lar, b u g ö zy aşı v e acı v a d is in d e n geçerken sa­
yısız y ollara sapar. B iz im k isi e n z o r u d u r . Ç o k az in sa n bu yolda
y ü rü m e k için y a ra tılm ış tır. B u y o ld a y ü r ü m e k , o lağ an ü stü bir
b ed en ve r u h k u v v eti ile s e rt ve g ü ç lü b ir k a lp g e re k tirir.”
K ılb im in olması gereken yerde b ir boşluk var, d iy e d ü ş ü n d ü Arya
ve benim gidecek başka bir yerini yok. “ B e n g ü ç lü y iiın . S enin kadar
g ü ç lü y ü m . B en s e rtim .”
“G id e c e k başka b ir y e rin o lm a d ığ ın a in a n ıy o r s u n .” Adam,
A rva’n ın d ü ş ü n c e le rin i o k u m u ş t u s a n k i. “ B u k o n u d a yanılıyor­
su n . B ir tacirin h a n e s in d e d a h a k o la y h iz m e tk â r lık işi bulursun.
B elki d e b ir zan iye o lm a y ı ve g ü z e lliğ in i a n la ta n şarkılar duy­
m ayı te rc ih e d e rsin ? S ad ece sö y le ve se n i S iy a h I n c i’ye ya da Ak­
şa m ın K ızı’na g ö n d e re lim . G ü l y a p r a k la r ın ın ü s tü n d e uyur ve
sen y ü rü d ü k ç e h ışırd a y a n ip e k e te k le r g iy e rs in . K u d re tli lordlar
se n in b e k â re t k a n ın için d ile n c iy e d ö n ü ş ü r le r . Ya da istediğin
şey ev lilik ve ç o c u k la rsa , b a n a sö y le v e sa n a b ir koca bulalım.
D ü r ü s t b ir çırak , z e n g in b ir yaşlı a d a m , b ir d e n iz c i, sen ne is­
te r s e n .”
A rya b u n la rın h iç b irin i is te m iy o r d u . T e k k e lim e etmeden
b aşın ı sağa sola salladı.
“H ay 3!*11* k u r d u ğ u n şey B atıdiyar m ı çocuk? L uco P re s­
e n Işdtıh Leyd i*si y arın sab ah yelken açacak. M artı Kasabası,
ç ö ğ e li V adi, K ral T o p ra k la rı ve T y ro s h ’a gidecek. Sana gem id e
bjr yer b u la lım m ı? ”
“B atıd iy ar’d a n y e n i geld im ,” ded i Arya. B azen, Kral T o p ra k ¡arl’n d an k a ç ış ın ın ü s tü n d e n b in yıl geçm iş gibi hissediyordu ve
bazen sadece d ü n m ü ş gibi am a g e n dönem eyeceğini biliyordu,
“geni iste m iy o rsa n g id e rim am a oraya gitm eyeceğim .”
“B en im n e iste d iğ im ö n e m li değ il,” d ed i nazik adam . “Belki
de Ç o k Y ü z lü T a n r ı, se n i o n u n aracısı o lm an için buraya getir­
di. Lâkin sa n a b a k tığ ım d a b ir ç o c u k g ö rü y o ru m ... daha beteri,
bir kız ç o c u ğ u g ö r ü y o ru m . Y üzyıllar içinde pek çok insan Ç o k
Yüzlü T a ıır ı’y a h iz m e t e tti am a T a n r ı’n ın hizm etkârlarının çok
azı kadın d ı. K a d ın la r d ü n y a y a hayat getirir. Biz ö lü m hediyesi
getiririz. K im se ik isin i b ird e n y ap am az.”
Beni korkutm aya çalışıyor , diye d ü ş ü n d ü Arya, solucanla yaptığı
gibi. “B u b e n im u m u r u m d a d e ğ il.”
“O lm alı. K alırsan , Ç o k Y ü zlü T a n rı senin kulaklarını, b u r­
nunu, d ilin i alacak. Ç o k şey g ö rm ü ş h ü z ü n lü gri gözlerini ala­
cak. E llerin i, ay ak larım , k o lların ı, bacaklarını ve m ah rem yerle­
rini alacak. U m u tla r ın ı, hay allerini, sevgilerini ve nefretlerini
alacak. O ’n u n h iz m e tin e g ire n le r, onları var eden h er şeyden
vazgeçmek z o r u n d a d ırla r . B u n u yapabilir m isin ?” N azik adam ,
Arya’nın ç e n e s in i tu ttu ve g ö zlerin in içine baktı, öyle d erin b ir
bakıştı ki A rya titre d i. “H a y ır,” dedi adam . “Y apabileceğini sa n ­
m ıy o ru m .”
Arya a d a m ın elin i itti. “E ğ er istersem yapabilirim .”
“B öyle d iy o r S ta rk H a n e d a n ın d a n Arya, m ezar solucanı yi­
yen A rya.”
“isted iğ im her şeyden vazg eçebilirim !”
A dam , A ry a’n ııı h âzin elerin i gösterdi. “Ö yleyse b u n la rd a n
başla.”
O gece y e m e k te n so n ra Arya h ü cresin e gitti, kıyafetini ç ı­
kardı ve d u a sın d a k i isim leri fısıldadı am a uyuyam adı. D u d a ğ ın ı
kırarak p açavralarla d o lu şiltesin in ü stü n d e d ö n ü p d tır d r E sk i­
den kalbinin o ld u ğ u y erdeki b o şluğu hissedebiliyordu.
397
G e c e n in
k ö r ü n d e te k ra r kalk tı, B a tıd iy a r ’d a y k e n giydiği
k ıy afetleri giydi ve b e lin e kılıç k e m e r in i ta k tı. T e k kalçasında
İğne, d iğ e rin d e h a n ç e ri v ard ı. B a şın d a g e n iş k e n a rlı şapkası, ke­
m e r in d e p a rm a k sız e ld iv e n le ri ve e lin d e g ü m ü ş çatalıyla sessiz­
ce b asam ak ları tırm a n d ı. Bu ra da S ta rk H a n e d a n ı’ndan Arya içitl
yer yok , d iy e d ü ş ü n ü y o r d u . A ry a ’n ııı y e ri K ışy a rı’y d ı am a Kışyarı
g itm işti. K a r düştüğünde re beyaz rüzgârlar estiğinde y a ln ız kurt ölür
ama sürü yaşamaya devanı eder. F a k a t A ry a ’m ıı s ü r ü s ü y oktu. Sör
lly n , S ö r M e ry ıı ve kraliçe o n u n s ü r ü s ü n ü ö ld ü r m ü ş tü . Arya
y en i b ir s ü rü o lu ş tu rm a y a ç a lış tığ ın d a h e p s i k a ç m ış tı; Al Turta,
G e n d ry , Y oreıı ve L o n ın ıy Y eşılel. B ir z a m a n la r L o rd E d d ard ’ın
ad am ı o lan H a n v iıı b ile k a ç m ış tı. A ry a, k a p ıla rı o m z u y la iterek
açtı ve dışarı, k aranlığa çıktı.
T ap ın ağ a g ird iğ in d e n b e ri ilk k ez d ış a rı ç ık ıy o r d u . G ökyü­
zü b u lu tlu y d u . Sis, y ıp r a n m ış g ri b ir b a tta n iy e g ib i ze m in i ört­
m ü ştü . A rya sağ ta ra fın d a k a n a ld a n g e le n k ü r e k s e s le rin i duydu.
Braavos, G iz li Ş e h ir , d iy e d ü ş ü n d ü . B u is im ç o k u y g u n g ö rü n ü ­
y o rd u . D ik b a s a m a k la rd a n , ü s tü k ap alı isk e le y e in d i, sisler ayak­
ların ın e tra fın d a d ö n ü y o r d u . H a v a o k a d a r p u s lu y d u ki Arya
su y u g ö r e m ıy o rd u a m a s u y u n taş d ir e k le r e h a fifç e v u ruşunu
d u y a b iliy o rd u . U z a k ta , k a ra n lığ ın iç in d e b ir ışık parıldıyordu:
K trnıızı rahiplerin tapm ağındaki gece ateşi, d iy e d ü ş ü n d ü Arya.
S u y u n k e n a rın d a d u r d u , g ü m ü ş ç a ta l e lin d e y d i. G e rç e k gü­
m ü ştü , b ü tü n ü y le s o m d u . B u çatal betıinı değil. D e n iz c i onu Tuz­
lu y a verdi. A rya çatalı fırla ttı ve g ü m ü ş ü n s u y a d ü ş e rk e n çıkar­
dığı y u m u şa k şop sesini d u y d u .
S o n ra g en iş k en arlı şapka g itti, o n d a n s o n r a d a eldivenler.
O n la r da T u z l u ’ya aitti. A rya k e s e s in i a v c u n a b o ş a lttı; beş gü­
m ü ş geyik, d o k u z b a k ır y ıld ız , b irk a ç ta m v e y a r ım m etelik . Sik­
k eleri su y u n ü s tü n e saçtı. S o n ra ç iz m e le r in i a ttı. E n ç o k sesi on­
lar çık ard ı. Ç iz m e le ri h a n ç e r ta k ip e tti. A ry a o h a n ç e ri, T azı’y3
m e rh a m e t lü tfü için y alv aran o k ç u d a n a lm ış tı. K ılıç kem eri ka­
nalı b o y lad ı. B e le rin i, tu n iğ i, p a n to lo n u , iç ç a m a ş ırla rı, hepsi
İğ n e h a ric in d e h ep si.
A rya isk e le n in u c u n d a d u r d u ; sisin iç in d e s o lg u n , ürpermiş
vc titre r h âld e. E lin d ek i İğ n e o n a f ıs ıld ıy o rd u sa n k i. Diişnıatuııo
¡jvri uCli saP^a ' ded i, ve sakm Sansa’ya söylemel Bıçağın üstünde
jvlikken’ın işareti vardı. Altı üstü bir kılıç. Eğer Arya’nın bir kılıca
htiyaC1 °^u rsa ’ taP ın ağın â tın d a yüzlercesi vardı. İğne, uygun bir
f’ilıç olam ayacak kadar k ü çü k tü , hatta oyuncak sayılırdı. Jon b u
kılıcı yap tırd ığ ın d a Arya k ü çü k ve aptal bir kızdı. “Altı üstü bir
kılıç/’ dedi, b u sefer y ü k sek sesle...
...ama öyle değildi.
İğne R o b b ’d u , B ra n ’dı R ick o n ’du. Arya’nın babasıydı, annesıydi h atta Saıısa’ydı. İğne, K ışyan’nın gri duvarları ve kale­
nin in sa n la rın ın k ahkahalarıydı. İğne yaz karıydı, Yaşlı Dadı’nın
hikâyeleriydi. K ırm ızı yaprakları ve ürk ü tü cü yüzüyle yürek
ağacıydı. Ç a m b a h ç e le rin in ılık ve topraksı kokuşuydu, Arya’nın p e n c e re le rin i titre te n k uzey rüzgârının sesiydi. İğne, Jon
Kar’ııı d u d a ğ ın d a k i g ü lü m sem ey d i. Eskiden saçlarımı karıştırır ve
bana "küçiik kardeşim ,” derdi, diye hatırladı Arya, gözleri birden­
bire yaşlarla d o ld u .
D ağ’ııı ad a m la rı A rya’yı esir aldığında, Polliver kılıcı çal­
mıştı. F akat A ry a ve T azı yol ağzındaki hana girdiklerinde, kılıç
oradaydı. T a n rıla r bu kılıcın bende kalmasını istediler. B unu isteyen
Yedi ya da Ç o k Y ü z lü T a n rı değildi; Arya’nın babasının tanrı­
larıydı, k u z e y in eski tan rıla rı. Ç o k Yüzlü Tanrı geri kalan her şeyi
alabilir, d iy e d ü ş ü n d ü A rya, ama bunu alamaz.
İğ n e y i sım s ık ı tu ta ra k isim g ü n ü n d ek i kadar çıplak bir hâl­
de basam ak ları tırm a n d ı. Y o lu n yarısına geldiğinde, ayaklarının
altındaki ta ş la rd a n b iri sallandı. Arya dizlerinin üstüne çöktü
ve p arm ak larıy la taşın k en arların ı kazdı. T aş önce kım ıldam adı
ama Arya in a t e tti, u falan an h arçları tırnaklarıyla kaldırdı. So­
nunda, taş y e r in d e n o y n ad ı. A rya inledi ve iki elini birden kul­
lanarak taşı çek ti. Ö n ü n d e b ir y arık açıldı.
Arya, “B u ra d a g ü v e n d e o lacaksın,” dedi İğne’ye. “N ered e
olduğu n u b e n d e n başka k im se b ilm eyecek.” Kılıçla kını, basa­
mağın a rk asın a d ay ad ı ve so n ra taşı yerine itti, diğer taşlardan
farklı g ö r ü n m ü y o r d u . T ap ın ağ a tırm an ırk en basamakları saydı,
böylece k ılıcı n e r e d e b u lacağ ın ı bilecekti. B ir gün İğne’ye ih ti­
yacı o lab ilird i. “B ir g ü n ,” diye fısıldadı kendi kendine.
N e y a p tığ ın ı n a z ik ad am a asla söylem edi am a adam b iliyor399
du. Ertesi gece yemekten sonra A rya’nın hücresine geldi. “ç 0
cuk,” dedi, “gel de benimle otur. Sana bir hikâye anlatacağı^»'
“ N e tür bir hikâye?” diye sordu Arya temkinli bir şekilde
“ Bizim başlangıcımızın hikâyesi. E ğer bizden biri olacaksan
kim olduğum uzu ve nasıl olduğum uzu bilm en gerekir. İnsanla
Braavos’ıın Yüzsüz Adam ları hakkında fısıldaşabilir ama bizler
Gizli Şehir’den daha yaşlıyız. T itan ’ın doğuşundan önce, Ut.
hero’nun Maskesiz Bırakılışı’ndaıı önce, K uru lu ş’tan önce biz
vardık. Biz, bu kuzeyli sislerin arasında, Braavos’ta çiçek açtık
ama ilk kez Valyria’da, Ö zgür K ale’nin gecelerini aydınlatan On
Dört Alevler’iıı altındaki derin m adenlerde çalışan sefil kölele­
rin arasında kök saldık. M adenlerin çoğu, ölü taşlara oyulmuş
nemli ve soğuk yerlerdir. Fakat O n D ö rt Alevler, erimiş taşlar­
dan damarları ve ateşten kalpleri olan canlı dağlardı. Bu yüzden
eski Valyria’nııı m adenleri her zam an sıcaktı ve tüneller daha
derinlere indikçe m adenler daha da ısınırdı. Köleler bir ocağın
içinde çalışırdı, etraflarındaki taşlar el değdiremeyecekleri ka­
dar sıcak olurdu. H ava kükürt kokardı ve kölelerin ciğerlerini
kavururdu. K ölelerin ayak tabanları, en kalın sandaletlere rağ­
men yanar ve su toplardı. K öleler bazen, altın bulmak için bir
duvarı kırdıklarında, altın yerin e buhar, kaynar su ya da erimiş
kaya bulurlardı. Bazı tüneller o kadar alçaktı ki köleler ayakta
duramazdı, eğilm ek ya da em ek lem ek zorunda kalırlardı. Ve o
kırmızı karanlığın içinde yılanlar da v a rd ı.”
“Toprak yılanları m ı?” diye sordu A rya kaşlarını ç a ta r a k .
“Ateş yılanları. Bazıları, onların ejderhalarla akraba olduğu­
nu söyler, çünkü yılanlar da ateş solurdu. Gökyüzünde s ü z ü l­
mek yerine, taşları ve toprağı delerek hareket ederlerdi. Eg?r
eski hikâyelere inanacak olursak, O n D ö rt Ateşler’in arasın d a
ejderhalardan önce ateş yılanları vardı. G en ç olanlar, s e n in §11
cılız kolundan daha uzun değildi ama büyüdüklerinde devasa
boyutlara ulaşabilirlerdi ve insanları sevm ezlerdi” .
“Köleleri öldürürler m iydi?”
^
“Kayaların çatlak ya da delikli olduğu tünellerde, y a n n u ş
kararmış cesetlere sık rastlanırdı. Buna rağmen m a d e n l e r d e n ^
leşip durdu. Sayısız köle zail oldu ama efendiler umursama
400
pırınızı altın, sarı altın ve güm üş, kölelerin hayatından daha de­
ğerli addedilirdi çünkü eski Ö zgür K ale’de köleler ucuzdu. Valyrialılar savaş sırasında binlerce köle aldılar. Barış zamanlarında
onları çiftleştirip çoğalttılar ama kölelerin en kötülerini kırmızı
karanlıkta ölm ek üzere aşağı gönderdiler.”
“Köleler ayaklanıp dövüşm edi m i?”
“Bazıları yaptı,” dedi nazik adam. “ M adenlerde sık sık ayak­
lanma çıkardı ama çok azı başarıyla sonuçlanırdı. Eski Ö zgür
Kale’nin ejderha lordları b ü yü cülük konusunda güçlüydü ve
daha güçsüz adam lar onlara hayatları pahasına meydan okurdu.
İlk Yüzsüz Adam , o m eydan okuyanlardan biriydi.”
Düşünm ek için durm adan önce, “ K im d i?” deyiverdi Arya.
“Kim se,” diye yanıtladı adam. “ Bazıları onun da bir köle ol­
duğunu söyler. Bazıları da bir m ü lk sahibinin oğlu olduğunu
ve soylu bir silsileden geldiğini iddia eder. Em rindeki kölele­
re merhamet eden bir m aden m üfettişi olduğunu söyleyen­
lere bile rastlayabilirsin. G e rç e k şu ki, kim se bilm iyor. O her
kimdiyse, kölelerin arasında dolaştı ve onların dualarını duydu.
Madenlerde yüz farklı ulustan adam çalışıyordu ve her biri ken­
di dilinde kendi tanrısına yakarıyordu ama hepsi aynı şey için
dua ediyordu. İstedikleri azattı, acının son bulmasıydı. Küçük
ve basit bir şey. Lâkin tanrılar cevap verm iyordu ve adamların
ızdırabı devam ediyordu. B ü tü n tanrılar sağu m ı? diye merak etti
bizim adam... sonra bir gece, kırm ızı karanlığın içinde, bir idrak
ânı yaşadı.
Bütün tanrıların vasıtaları vardır; onlara hizmet eden ve onBrın buyruklarını yeryüzünde işleten erkekler ve kadınlar. K ö­
kler aslında yüz farklı tanrıya yakarm ıyordu; yüz suratı olan bir
tektanrıya sesleniyorlardı... ve bizim adanı, o tanrının vasıtasıydı.
^ gece, kölelerin en perişan olanını seçti, azat için en içten dua
edenini. Ve onu zincirlerinden kurtardı. İlk hediye verilm işti.”
Arya nazik adamdan uzaklaştı. “ Köleyi öldürdü mü?” Bu, kukğa doğru gelm iyordu. “Efendileri öldürm eliydi!”
‘Hediyeyi onlara da götürdü... ama bu başka bir günün hikâyesi>kimseyle paylaşılmaması daha iyi olan bir hikâye.” N azik
ackrn başını yana eğdi. “ Peki sen kimsin çocuk?”
401
“ K im se."
"H ır y a la n .”
“ N asıl biliyorsun? Hu b ir silıir m i? ”
“ E ğ er g ö z le rin varsa, gerçeğ i y a la n d a n ay ırt edebilm ek içjn
sih irb a z o lm a n g e re k m e z . S adece y ü z le ri o k u m a y ı öğrenmen
g e re k ir. G ö z le re bak. Ağza. Ç e n e k e n a rın d a k i ve b o y n u n omuz­
lara b ağ lan d ığ ı y erd ek i k aslara.” N a z ik a d a m iki parmağıyla Arva'va d o k u n u p kasların y erin i g ö ste rd i. “Bazı yalancılar gözle­
rim k ırp ar. B azıları b o ş b o ş bakar. B a zıla rı bakışlarını kaçırır.
B azıları d u d a k la rın ı yalar. P e k ç o ğ u , y alan sö y le m e d en önce,
h ile k â rlığ ın ı g iz le m e k is te rm iş ç e s in e a ğ z ın ı ö r te r. D iğer işaret­
le r d ah a b elirsiz o la b ilir a m a h e r z a m a n o ra d a d ırla r. Sahte bir
g ü lü ş le g e rç e k b ir g ü lü ş ay n ı g ib i g ö r ü n e b ilir am a sabah karan­
lığıyla ak şam k aran lığ ı k a d a r ta rk lıd ır. S a b a h karanlığını akşam
k a ra n lığ ın d a n a y ıra b ilir m is in ? ”
Ary a b aşıyla o n a y la d ı a m a b ıım ı y a p a b ile c e ğ in d e n em in de­
ğ ildi.
“Ö y le y s e yalanı g ö rm e y i d e ö ğ r e n e b ilirs in ... ve öğrendiğin­
d e. k im se s e n d e n sır sa k la y a m a z .”
“B an a ö ğ r e t.” E ğ e r ö ğ r e n m e k iç in y a p m a s ı g e re k e n şey buy­
sa. A rya k im se o lacak tı. K im s e n in iç in d e lıiç b o ş lu k yoktu.
“O san a ö ğ r e te c e k ,” d e d i n a z ik a d a m . K ü ç ü k kız, Aryanın
k a p ıs ın ın d ış ın d a b e lird i. “ B ra a v o s d ili n d e n başlayarak. Eğer
k o n u ş a m a z s a n ve a n la y a m a z s a n n e işe y a ra rs ın ? S en de kendi
d ilin i o n a ö ğ re te c e k s in . İ k in iz b ir lik te , b ir b ir in iz d e n öğrene­
c e k s in iz . B u n ıı y ap a c a k m ıs ın ? ”
A ry a, “E v e t,” d e d i ve o a n d a n itib a r e n S iy a h ın ve Beyazın
E v i'n d e b ir çıra k tı. H iz m e tç i k ıy a fe tle ri g e ri a lın d ı ve yerine
b ir c ü b b e v e rild i. A ry a ’n ın b ir z a m a n la r K ışy a rı’n d a örtündüğü
k ır m ız ı b a tta n iy e k a d a r y u m u ş a k , siy a h b e y a z b ir cübbe. Arya
c ü b b e n i n a ltın a , in c e b ey az k e t e n d e n y a p ılm ış iç çam aşırları ve
d iz le r in in a ltın a k a d a r in e n siy a h b ir iç lik g iy d i.
O g ü n d e n s o n r a , A rya v e k ü ç ü k k ız b ir lik te v ak it geçirdiler.
Ş u n a d o k u n u p b u n u işa re t e d e r e k b ir b ir le r i n e k e n d i lisanların­
d a n b irk a ç k e lim e ö ğ r e tm e y e ç a lış tıla r. Ö n c e b asit kelimeler;
k a d e h , m u m ve a y a k k a b ı, s o n r a d a h a z o r l a n v e s o n ra da cümle-
]er. Bir zam an lar Syrio F o rd , Arya’yı titreyene kadar tek ayağı­
nın ü stü n d e d u rm ay a zorlardı. S onra o n u kedi kovalam aya g ö n ­
derirdi. Arya, elin d e so padan dev şirm e bir kılıçla ağaç d alların ın
Üstünde su dansı y apm ıştı. Z o r şeylerdi am a b u daha zo rd u .
Bir gece, b ild iğ in i d ü ş ü n d ü ğ ü kelim elerin yarısını u n u ttu k ­
tan ve d iğ er yarısın ı da k ü ç ü k kızı g ü ld ü recek kadar k ö tü telaf­
fuz ettik ten so n ra, dikiş dikm ek bile dil öğrenmekten daha eğlenceliy­
di, dedi k en d i k e n d in e . Cüm lelerim , eskiden dikişimin olduğu kadar
yamuk yum uk. E ğer k ü ç ü k kız o kadar m in ik ve zayıf olm asaydı,
Arya o n u n o aptal su ra tın ı ezeb ilirdi. B u n u y apm ak yerine d u ­
dağım ısırdı. Öğrenemc)>ecek ve pes edemeyecek kadar aptalım.
K im sesiz kız O r ta k D il’i d ah a çab u k kaptı. B ir gün akşam
y em eğinde A rya’ya d ö n d ü ve, “S en k im sin ?” diye sordu.
“K im se ,” diy e cevapladı Arya B raavos dilinde.
“Y alan s ö y lü y o rs u n ,” d e d i kim sesiz kız. “D ağa iyi yalan söy­
lem elisin.”
Arya g ü ld ü . “ D ağa m ı? A ptal, daha iyi d e m e lisin .”
“A ptal d a h a iyi. S an a g ö ste re c e ğ im .”
E rtesi g ü n y alan o y u n u n a başladılar, b irb irle rin e sırayla so­
rular so ru y o rla rd ı. B azen d o ğ ru cevaplar veriy o r, bazen de yalan
söylüyorlardı. S o ru la rı so ran , h an g i cevabın gerçek ve hangisi­
nin yalan o l d u ğ u n u sö y le m e k zo ru n d a y d ı. K ü çü k kız h e r sefe­
rinde b iliy o rd u . A rya ta h m in e tm e k z o ru n d a kalıyordu ve çoğu
zam an y an lış ta h m in e d iy o rd u .
B ir k e re sin d e , O r ta k D il’d e, “Kaç y aşın d asın ?” diye so rd u
küçük kız. O n p a rm a ğ ın ı havaya kaldırarak, “O n ,” ded i Arya.
H âlâ o n y aşın d a o ld u ğ u n u düşünüyordu am a kesin olarak b ilm e k
zordu. B raav o slıılar, g ü n le ri B a tıd iy arlılar’dan farklı b ir şekilde
sayıyordu. A ry a’n ın te k b ild iğ i, isim g ü n ü n ü n gelip geçtiğiydi.
K im sesiz kız b aşıyla o n ay lad ı. A rya da aynı şeyi yaptı ve e n
iyi B raavos ak san ıy la, “ S en kaç y aşın d asın ?” dedi.
K im sesiz kız o n p a rm a k g ö ste rd i. S o n ra 0 11 tan e d ah a, s o n ­
ra yine. S o n ra altı. Y ü z ü d u r g u n su la r kadar sakin kaldı. O tu z
dtı yaşında olam az, diy e d ü ş ü n d ü Arya. O küçük bir k ız . “Y alan
sö y lü y o rsu n ,” d ed i. K ü ç ü k kız başını iki y ana salladı ve te k ra r
403
gösterdi: On, on, on ve altı. Kelim elerle otuz altı dedi ve Arya’
da söyletti.
^
Ertesi gün, Arya, nazik adama kim sesiz kızın iddiasında
bahsetti. ‘Talan söylem em iş,” dedi rahip gülerek. “ Senin k ü ^
kız dediğin kişi, hayatını Ç o k Y ü z lü T a n r ıy a hizmet e d e re k ge
çirmiş yetişkin bir kadın. Bütün benliğini, olabileceği h e r •
ve içindeki bütün hayatları T a n rı’ya v erd i.”
Arya dudağını ısırdı. “ Ben de on u n gibi mi olacağım?”
“ Hayır,” dedi adam, “ istem ezsen olm azsın. O nu zehirler bu
hâle getirdi.”
Zehir. Arya o zaman anladı. K ü ç ü k kız, her gece yemekten
sonra siyah havuzun sularına taş bir sürahi boşaltıyordu.
Küçük kız ve nazik adam Ç o k Y ü z lü T a n rı’nın yegâne hiz­
metkârları değillerdi. Z am an zam an diğerleri de Siyahın ve Be­
yazın E vi’ni ziyaret ediyordu. Şişm an adam ın acımasız siyah
gözleri, kancalı bir burnu, sarı dişlerle d olu geniş bir ağzı vardı.
Sert suratlı olan asla g ü lü m sem iyo rd u , gözleri solgundu, du­
dakları dolgun ve siyahtı. Y ak ışık lı adam , A rya onu ne zaman
görse farklı renkte bir sakala ve farklı bir burna sahip oluyordu
ama her zaman alım lıydı. B u üçü en sık gelenlerdi ama başkaları
da vardı: Şaşı, küçük lord, açlıktan kırılan adam. Bir seferinde
şişman adam ve şaşı birlikte geldiler. U m m a , A ry a y ı onlara içki
servisi yapmaya gönderdi. “ K ad eh leri doldurm adığın zaman­
larda, taştan oyulm uşçasına kıp ırtısız d u rm alısın ,” dedi
nazik
adam. “ Bunu yapabilir m isin ?”
“ Evet.” Hareket etmeyi öğrenebilmek için önce kıpırtısız durmayı
öğrenmelisin, bunu A rya’ya çok uzun zam an önce Kral
Toprak-
ları’nda Syrio Forel öğretm işti. A rya, H arren h afd a Roose Bolton’ın kadeh taşıyıcısı olarak hizm et verm işti ve Lord Boltofl,
şarabının bir damlasını dökersen seni yüzerdi.
“ G üzel,” dedi nazik adam. “A yn ı zam anda kör ve sağır olur
san iyi edersin. Bazı şeyler duyabilirsin ama bir kulağından g111?
diğerinden çıkmalarına izin verm elisin. D in lem e.”
Arya o gece çok fazla şey duydu ama hem en hemen hep^
Braavos dilindeydi ve Arya on kelim eden birini zar z o r an ^
Taş kadar kıpırtısız, dedi kendine. İşin en zor kısmı esneme
404
çalışmaktı. Gece sona erm eden önce A rya’nın aklı gidip gelm e­
Elinde sürahiyle öylece dikilirken bir kurt olduğunu
işledi, ay ışığıyla aydınlanm ış bir orm anda özgürce koşuyor­
du, arkasında koca bir sürü uluyordu.
Ertesi sabah, “ D iğer adam ların hepsi rahip m i?” diye sordu
n a z i k adama. “ O nlar gerçek yüzleri m iydi?”
“Sen ne düşünüyorsun çocu k?”
Arya, hayır, diye düşündü. “Ja q e ıı H ’ghar da bir rahip mi?
Jaqen’in Braavos’a dönüp dönm eyeceğini biliyor m usun?”
“Kim?” dedi nazik adam tam am en m asum bir şekilde.
“Jaqen H ’g har. Bana dem ir sikkeyi o verd i.”
y e
“Bu isimde birini tan ım ıyorum çocu k.”
“Ona yüzünü nasıl değiştirdiğini sordum . Y en i bir isim al­
maktan daha zor olm adığım söyledi, yöntem ini öğrenirsen ta­
b i i .”
“Öyle m i?”
“Bana yüzüm ü nasıl değiştireceğim i gösterecek m isin?”
“Eğer istersen.” N az ik adam , A rya’nın çenesini avcunun içi­
ne aldı ve başını çevirdi. “Yan akların ı şişir ve dilini dışarı çıkar.”
Arya yanaklarını şişirip dilini dışarı çıkardı.
“İşte, yüzün değişti.”
“Ben bunu kastetm edim . Ja q en sihir kullandı.”
“Bütün büyülerin bir bedeli vardır çocuk. D oğru düzgün bir
sihir yapmak için yıllar boyunca dua etm ek, fedakârlıkta bulun­
mak ve çalışmak gerekir.”
“Yıllar m ı?” dedi Arya um utsuzca.
“Eğer kolay olsaydı herkes yapardı. Koşm adan önce yürü­
meksin. Bir hokkabaz hilesi işe yarayacakken, neden büyü kul­
lanasın?”
“Ben hiç hokkabaz hilesi de bilm iyorum .”
“O zaman surat yapm ak konusunda çalış. Cildinin altında
taslar var. Onları kullanm ayı öğren. Bu senin yüzün. Senin yanakların, senin dudakların, senin kulakların. G ülüm sem eler ve
taş çatmalar, seni beklenm edik fırtınalar gibi gafil avlamamak,
tar gülümseme, bir hizmetkâr olmalı ve ancak sen çağırdığında
^hneli. Yüzüne hükmetmeyi öğren.”
“ Nasıl yapacağımı göster.”
‘Yanaklarını şişir.” Arya yaptı. “ Kaşlarını kaldır. Hayır
yukarı.” Arya bunu da yaptı. “ G ü zel. B u ifadeyi ne kadar ho
yabildiğine bak. U zu n sürm eyecektir. Y arın sabah tekrar d ^
M ahzende bir M yr aynası bulacaksın. A ynanın önünde her ^
bir saat çalış. Gözler, burun delikleri, yanaklar, kulaklar, dud^
lar, hepsine hükm etm eyi öğren .” N a z ik adam Arya’nm çenesin'
tuttu. “ Sen kim sin?”
1
“K im se.”
“ Bir yalan. K üçük, zavallı bir yalan .”
Arya ertesi gün M y r aynasını bu ld u . H e r sabah ve her akşam
her iki yanında birer m um la birlikte aynanın önünde oturdu ve
suratlar yaptı. Yiizihıe h ü km et, dedi kendine, o zaman yalan sofi,
yebilirsin.
Kısa zaman sonra, nazik adam , A r y a y a , cesetleri hazırlayan
kalfalara yardım etm esini em retti. B u iş, W eese için basamak
ovmaktan çok daha kolaydı. B azen , eğer ceset çok iri ya da çok
şişmansa, A rya ağırlık yü z ü n d en sıkıntı çekiyordu ama ölülenn
çoğu kuru kem iklerden ve b u ru şu k deriden ibaretti. Arya cesetle­
ri yıkarken onlara bakıyordu, on ları siyah havuza getiren şeyin ne
olduğunu m erak ediyordu. Y aşlı D a d ı’dan duyduğu bir hikayeyi
hatırladı. U z u n bir kış m evsim i sırasında ava gideceğini duyuran
yaşlı adamlarla ilgili bir hikâyeyd i. A rya, Y aşlı D adı’nın, adamların
kızlan ağlardı ve oğulları yüzlerini ateşe döndürürdü ama kimse ohIm
durdurmaz ya da karlar bu kadar derin ve rüzgâr bu kadar soğukken ut
avlamayı düşündüklerini sormazdı, d iyen sesini duydu. Yaşlı Braavoslular’ın, Siyahın ve B eyazın E v i’ne gelm ek için yola ç ı k m a d a n
önce kendi oğullarına ve kızlarına ne söylediklerini merak etti.
A y döndü, sonra tekrar d ön d ü am a A rya onu hiç göm# '
H izm et etti, ölüleri yıkadı, aynada suratlar yaptı, Braavos ı 11
öğrendi ve kimse olduğunu hatırlam aya çalıştı.
Bir gün nazik adam on u çağırttı. “Aksanın dehşet verlC-r
dedi, “ ama derdini anlatacak kadar kelim e biliyorsun.
süre için ayrılma vaktin geldi. B iz im dilim izi iyice öğ1^11111^
tek yolu, bu dili her gün sabahtan akşama kadar konuşmak
m elisin.”
406
“Ne zaman?” diye sordu Arya. “ N ereye?”
“Şimdi,” dedi adam. “ Bu duvarların ardında Braavos’un de­
n iz d e k i yüz adasını bulacaksın. M idyenin ve istiridyenin bizim
dilimizdeki karşılıklarını öğrendin, değil m i?”
“Evet,” dedi Arya, kelim eleri en iyi Braavos aksanıyla tekrar
etti.
Arya’nın en iyi Braavos aksam nazik adamı gülümsetti. “ İşe
yarar. Boğulmuş Kasaba’nın altındaki rıhtımlarda Brusco isimli
bir balık satıcısı bulacaksın, kötü bir sırtı olan iyi bir adamdır.
El arabasını itecek ve m idyeleriyle istiridyelerini gemilerdeki
denizcilere satacak bir kıza ihtiyacı var. O kız sen olacaksın. A n ­
ladın mı?”
“Evet.”
“Ve Bruno sana kim olduğunu sorduğunda?”
“Kimse.”
“Hayır. Bu sadece E v ’in içinde geçerli.”
Arya duraksadı. “ T u z Ç u k u ru ’ ndan T u zlu olabilirim .”
“Ternesio T erys ve T ita n ’ın K ız ı’n m mürettebatı T u zlu ’yıı
tanıyor. Konuşm a şeklin seni m im liyor, yani Batıdiyar’dan ge­
len bir kız olm alısın... ama başka bir kız.”
Arya dudağını ısırdı. “ C at olabilir m iyim ?”
“Cat.” N azik adam düşündü. “ Evet. Braavos kedilerle* dolu.
Bir fazlası dikkat çekmez. “ Sen C at’sin, öksüz bir kız. Geldiğin
yer...”
“•••Kral Toprakları.” Arya, babasıyla birlikte iki kez Beyaz Linıan’a gitmişti ama Kral T oprakları’nı daha iyi biliyordu.
“Aynen öyle. Baban bir kadırgada kürekçi başıydı. Annen
öldü ve baban denize açılırken seni de yanına aldı. Sonra o da
öldü ve kaptanın sana ihtiyacı yoktu. Bu yüzden seni Braavos’ta
gemiden indirdi. Peki gem inin ismi neydi?”
“Nymeria” dedi Arya hiç düşünmeden.
O gece Siyahın ve Beyazın E v i’nden ayrıldı. Sağ kalçasın­
da uzun bir bıçak vardı, öksüzlerin giyeceği türden yamalı ve
solmuş bir pelerin bıçağı saklıyordu. Arya’nın ayakkabıları
Vazar, “k e d i ” a n l a m ı n a g e l e n v e a y n ı z a m a n d a “ C a te l y n ” i s m i n i n
lsaltılm ış h â li o la n “ C a t ” s ö z c ü ğ ü y le k e li m e o y u n u y a p m ış , ( ç .n .)
407
a \ ak la rın ı v u r u y o rd u ve tu n iğ i ö y le eski p ü s k ü y d ü ki rüzgâr jg..
n e işliy o rd u . A m a B raavos, A ry a’n ın a y a k la rın ın altındaydı. Ha\ ada d ıım a n , tu z ve balık k o k u s u v ard ı. K an allar eğri büğriiydü
d a r so k a k lar d a h a eğri b ü ğ rü . A rya g e ç e rk e n , ad am lar meraklı
b a k ışla r attı ve d ile n c i ç o c u k la r o n u n a n la m a d ığ ı kelim elerle ba­
ğ ırd ı. Ç o k g e ç m e d e n . Ary a b ü s b ü tü n k a y b o ld u .
D ö r t k e m e r in d e s te k le d iğ i taş b ir k ö p r ü d e n geçerken, “Sör
C îre g o r." d iv e şark ı sö y le d i. K ö p r ü n ü n ta m o rta s ın d a n , Paçavra­
cı L ım a m 'ııd a k i g e m ile r in d ir e k le rin i g ö r e b iliy o r d u . “Dünsen,
T a tlı RuM, S ö r U yu, S ö r M e ry ıı, K raliçe C e r s e i .” Y ağm ur baş­
ladı. Ary a y ü z ü n ü Ç ıld ırd ı ve y a n a k la r ın ın y a ğ m u r damlalarıyla
y ık a n m a s ın a izin v e rd i. O k a d a r m u t lu y d u ki d a n s edebilirdi.
" I \ılar m oraliıtlis," d e d i, “vıi/tir m orglm lis, va la r tnorgftulis.”
ALAYNE
D oğan g ü n eş p e n c e re le rd e n içeri sü z ü lü rk e n , A layne yatakta
ve g erin d i. G re tc h e l o n u n u y andığını d u y ar d u y m a z
sabalılığuu g e tirm e k için kalktı. O d a gece b o y u n ca so ğ u m u ş tu .
çeldiğinde daha beter olacak, diye d ü ş ü n d ü A layne. Kış, burayı
[)ir mezar kadar soğuk yapacak. S abahlığı giydi ve kuşağını bağladı.
“Ateş sö n m e k ü z e re ,” d ed i. “B ir k ü tü k d ah a koy lü tfe n .”
“L eydim nasıl iste rse ,” d ed i yaşlı kadın.
d o ğ r u ld u
A layne’in B ak ire K u lesi’n d ek i dairesi, L eydi Lysa’n ın ö lü ­
m ü nd en ö n c e k ald ığ ı k ü ç ü k yatak o d asın d a n d ah a geniş ve d ah a
lükstü. A lay n e’in k e n d in e ait b ir g iy in m e odası, tuvaleti ve b a l­
konu v ard ı. O y m a lı b ey az taştan y ap ılm ış b alk o n b ü tü n V adi’yi
görüy o rd u . G r e tc h e l ateşle ilg ile n irk e n , A layne çıplak ayakla­
rıyla o d a n ın karşı ta ra fın a y ü r ü d ü ve d ışarı çıktı. A yaklarının
altındaki taş h e r z a m a n o ld u ğ u gibi so ğ u k tu am a m a n z a ra n ın
güzelliği b u n u b ir an için u n u ttu r d u . B akire, K artal Y uvası’n ın
yedi in ce k u le s in in e n d o ğ u d a o lan ıy d ı. Y ani V adi, A layne’in
önün d e u z a n ıy o rd u . O r m a n la r, n e h ir le r ve tarlalar sabah ışığın­
da p u slu y d u . G ü n e ş in d ağ lara v u r u ş açısı, o n ları so m altın d an
yapılm ış gibi g ö ste riy o rd u .
Çok g iizel. D e v in M ız ra ğ ı’n ın karla kaplı zirvesi A layne’in
üzerin d e y ü k s e liy o rd u . B u z v e taşta n m ü te şe k k il u çsu z b u c a k ­
sız dağ, o m z u n a tü n e m iş o lan kaleyi c ü c e le ş tiriy o rd u . Yaz m e v ­
sim lerin d e A ly ssa’n ın G ö z y a ş la rı’n ın aktığı sarp u ç u ru m d a n ,
şimdi o n m e tr e lik b u z saçak ları sa rk ıy o rd u . D o n m u ş şe lalen in
üzerin d e b ir k artal s ü z ü lü y o rd u , m avi k an atları sabah se m a sın ­
da genişçe açılm ıştı. K eşk e benim de kanatlarım olsaydı.
A layne e lle rin i o y m a lı tra b z a n a k o y d u ve aşağı baktı. Y üz
seksen m e tr e aşağ ıd ak i G ö k ’ü, dağa o y u lm u ş basam ak ları ve
Kar’la T a ş ’ın ö n ü n d e n g e ç e re k vad i z e m in in e k ad ar in e n y ı­
lankavi y o lu g ö re b iliy o rd u . A y K ap ıları’n ın b ir ç o c u k o y u n c a ğ ı
kadar k ü ç ü k d u r a n k u le le rin i v e iç k a lelerin i g ö re b iliy o rd u . D ııvarların e tra fın d a İstid acı L o rd la r’ııı o rd u la rı k ıp ırd a n ıy o rd u ,
kir karın ca y u v a s ın d a n ç ık a n k a rın c a la r gibi ç a d ırla rın d a n ç ık ı-
J.OO
yorlardı. Keşke gerçekten karınca olsalardı, diye düşündü A laynç
zaman üstlerine basıp onları ezebilirdik.
’0
Genç Lord Hunter ve askerleri iki gün önce diğerlerine
tılmıştı. Lord Nestor, Kapılar’ı kapatmıştı ama lordun garnı'
zonıı üç yüzden az adama sahipti. Istidacı Lordlar’ın her bi
bin adam getirmişti ve altı lord vardı. Alayne, onların isimlerini
kendi ismi kadar iyi biliyordu. Keskinşarkı Lordu Benedarfiel
more. Dokuzyıldız Şövalyesi Symond Templeton. KızılhiSar
Lordu Horton Redfort. Demirmeşe Leydisi Anya Waynwood
Herkes tarafından Genç Lord Hunter olarak anılan Uzunyay
Kalesi Lordu Gilwood Hunter. Ve bütün lordların en kudretlisi
Yohn Royce, heybetli Bronz Yohn, Taşyazı Lordu, N estor’m
kuzeni ve Royce Hanedam’mn ana dalının başı. Lysa Arryn’ın
ölümünden sonra, altı lord Taşyazı’da toplanmış ve bir antlaşma
imzalamıştı; Lord Robert’ı, V adiyi ve birbirlerini savunacakla­
rına dair yemin etmişlerdi. Bildirileri Lord Savunucu’dan bah­
setmiyordu ama “haksız yönetim in” ve “sahte dostlar ile şeytani
danışmanların” ortadan kalkması gerektiğini söylüyordu.
Bacaklarına âni ve şiddetli bir rüzgâr çarptığında, Alayne
kahvaltıda giyeceği elbiseyi seçm ek için içeri girdi. Petyr, mer­
hum karısının kıyafetlerini ona vermişti, Alayne’in o güne kadar
hayalini kurduğu her şeyin ötesinde ipekler, satenler, kadifeler
ve kürkler. Fakat kıyafetlerin çoğu ona büyük gelmişti; Leydi
Lysa, üst üste yaşadığı hamilelikler, ölü doğumlar ve düşükler
sırasında aşırı şişmanlaşmıştı. Bununla birlikte, en eski elbise­
lerin bazıları Nehirova’nın genç Lysa Tully’si için dikilmişti \e
Grethchen de diğerlerini Alayne’e uyacak şekilde tadil edebil
mişti; on üç yaşındaki Alayne, teyzesinin yirmi yaşındaki bacak
boyuna sahipti.
O sabah A layne’ in gözleri, yarısı T u lly kırmızısı yarısı ı tı >
mavisi olan kürk astarlı bir elbiseye takıldı. Gretchel, AlaynC
geniş kollu elbiseyi giym esine yardım etti ve elbisenin s
bağladı, sonra kızın saçlarını fırçalayıp topladı. Alayne
yatağa girm eden önce saçlarının rengini koyulaştırın^1 ^
zesinin verdiği boya, saçlarının asıl rengi olan parlak kız1 >
nık kahveye dönüştürüyordu ama diplerden tekrar kırn11
çikınasl Ç°k uzun sürmüyordu. Peki boya bittiğinde ne yapacağım?
g0 ya, Dar D en iz’in karşısından, Tyrosh’tan gelmişti.
Alayne, kahvaltı için aşağı inerken Kartal Yuvası’nın durgun|Uğ u n a bir kez daha şaşırdı. Bütün Yedi Krallık’ta bundan daha
sessiz bir kale yoktu. Buradaki hizmetkârlar az sayıda ve yaşlıy­
dı, küçük lordu heyecanlandırmamak için seslerini sürekli alçak
tutuyorlardı. Dağda hiç at yoktu, hırlayıp havlayan tazılar yoktu,
av lu d a talim yapan şövalyeler yoktu. Beyaz taş koridorlarda yü­
rü y e n muhafızların ayak sesleri bile tuhaf bir şekilde boğuktu.
A la y n e , kulelerin etrafında inleyen ve iç geçiren rüzgârı du­
y a b iliy o r d u ama hepsi buydu. Kartal Yuvası’na ilk geldiğinde,
A ly ssa ’n m Gözyaşları’nın mırıltıları da vardı ama şimdi şelale
donmuş durumdaydı. G retchel, şelalenin bahara kadar sessiz
k a la c a ğ ın ı söylem işti.
Alayne, Lord R obert’ı, mutfakların üstündeki Sabah Salonu’nda buldu. Ç ocu k isteksiz bir şekilde, yu laf lapası ve balla
dolu büyük bir kâseye ahşap kaşık sokuyordu. “Ben yumurta
istemiştim,” diye şikâyet etti A layne’i görünce. “Üç rafadan yu­
murta ve biraz jam b on istem iştim .”
Kalede yum urta yoktu, tıpkı jam b on olm adığı gibi. Kartal
Yuvası’nın ambarları, kaledekileri bir yıl boyunca beslem eye ye­
tecek kadar yulaf, m ısır ve arpayla doluydu ama vadi zem ininden
yukarı taze yiyecek m addelerinin çıkması, M ya Taş isimli bir
piçe bağlıydı. İstidacı Lordlar dağın dibinde kamp kurmuşken,
Mya’nın yukarı çıkabileceği bir yol yoktu. Altı lordun içinde,
Kapılar’a gelen ilk kişi olan Lord Belm ore, Serçeparmak’a bir
kuzgun göndermiş ve Lord Robert aşağı yollanana kadar Kartal
^uvası’na yiyecek gitm eyeceğini söylem işti. Bu tam bir kuşatma
Sayılmazdı, henüz değil, fakat kuşatmaya en yakın ikinci şeydi.
Alayne, küçük lorda, “Mya geldiğinde yumurta yiyebilirsin,
hem de istediğin kadar,” diye söz verdi. “Mya yumurta, yağ,
tavun ve çeşit çeşit lezzetli şeyler getirecek.”
Çocuk tatmin olmadı. “Ben bugün yumurta yem ek istem iş­
tim.”
“Tatlıbülbül, yumurtamız yok, bunu biliyorsun. Lütfen, yu-
Kıt* lap an ı ye, tadı ço k g ü z e l / ’ A la y n c k e n d i k â s e s in d e n bir kaşıfc
d o lu su lapa aldı.
R o b e rt bıdığını kâseye s o k u p ç ık a r d ı a m a a ğ z ın a götürm edi
“Aç d e ğ ilim /' d ed i. “Y atağa d ö n m e k i s t iy o r u m . D ü n gece hiç
u y u m a d ım . Ş arkılar d u y d u m . Ü s t a t C o l e m o n b a n a rüya şarabı
verdi am a şarkıları y in e d e d u y d u m .”
A lavne kaşığını m asay a b ıra k tı. “ E ğ e r b ir i ş a rk ı sö y le m iş olsay­
dı b en d e d u y a rd ım . K ö tü b ir rü y a g ö r m ü ş s ü n , h e p s i b u .”
“H ay ır, rüya değildi." Ç o c u ğ u n g ö z le r i y a ş la rla d o ld u . “Marillioıı y in e şarkı sö y lü y o rd u . B a b a n o n u n ö l d ü ğ ü n ü sö y lü y o r ama
ö lm e d i.”
“Ö ld ü ." Ç o c u ğ u n b ö y le k o n u ş t u ğ u n u d u y m a k A lay n e’i kor­
k u tu y o rd u . K ü çük ve hasta olm ası yeterince kötü, b ir de delirirse ne
yaparını? “T a tlıb ü lb ü l, o ö ld ü . M a r illio n s e n i n le y d i a n n e n i çok
sev iy o rd u , o n a y ap tığ ı şeyle y a ş a y a n ın d ı v e g ö k y ü z ü n e yürüdü.”
Alayııe d e R o b e rt gibi M a r illio n ’ıın c e s e d in i g ö r m e m iş t i am a şar­
k ıcının ö lü m ü n d e n ş ü p h e d u y m u y o r d u . “ O g itti, g e rç e k te n .”
“A m a o n u h e r gece d u y u y o r u m . P a n j u r la r ı k a p a tıp kafamın
ü stü n e b ir yastık k o y d u ğ u m d a b ile . B a b a n o n u n d ilin i kesmeliydi. O n a b u n u y a p m a s ın ı söyledim a m a y a p m a d ı .”
itirafta bulunm ak için b ir d ile ihtiyacı va rd ı. “ İyi b i r ç o c u k ol ve
yulat lapanı y e,” d iy e y a lv a rd ı A la y ııe . “ L ü tf e n ? B e n im için?”
“B en y u la f lapası is t e m i y o r u m .” R o b e r t , k a ş ığ ın ı sa lo n u n karşı
tarafına fırlattı. K aşık b ir d u v a r h a lıs ın a ç a r p tı v e ip e k ay ın üstün­
de lapa lekesi b ıra k tı. “L o rd yu m urta is tiy o r ! ”
“L ord lapasını y e m e li v e ş ü k r e t m e l i ,” d e d i P e t y r ’ın sesi.
A layne d ö n d ü ve k ap ı k e m e r i n i n a l t ın d a P c t y r ’ı g ö rd ü , ada­
m ın y an ın d a Ü s ta t C o le m o n v a r d ı. “ L o r d S a v u n u c u ’y u dinlem e­
lisiniz lo r d u m ,” d e d i ü s ta t. “ L o rd s a n c a k b e y l e r i n i z , siz e saygıları­
nı su n m a k ü z e re dağı tır m a n ıy o r la r , g ü ç lü o l m a n ı z g e re k .”
R o b e rt, p a rm a k e k le m iy le so l g ö z ü n ü o v u ş t u r d u . “Onları
g ö n d er. O n la rı is te m iy o r u m . E ğ e r g e lir le r s e , o n la r ı u ç u ru ru m .
“B eni te n a h â ld e b a ş ta n ç ı k a r ıy o r s u n u z l o r d u m am a onlara
güvenli geçiş söz v e r d im ,” d e d i P e ty r . “ H e r h â liik â r d a , onları geri
çev irm ek için geç k ald ık . Ş im d iy e d e k T a ş ’a k a d a r tırm a n m ış ol­
m alılar.”
“Bizi n e d e n ra h a t b ıra k m ıy o rla r? ” diye hayıflandı A laytıe.
“O n lara b ir z a ra r v e rm e d ik . B iz d e n n e istiyorlar?”
“S adece L o rd R o b e rt’ı. O n u ve V adi’y i.” P ety r g ü lü m se d i.
“Sekiz kişi o lacak lar. L o rd N e s to r o n la ra y o lu g ö ste riy o r, Lyıı
C orbray d e y a n la rın d a . S ö r L yn, k an y ak ın lard ay k en u zak ta d u ­
racak tü r d e n b ir a d a m d e ğ il.”
P e ty r’ın sö z le ri A la y n e ’in k o rk u la rın ı azaltm ad ı. Lyn C o r b ­
ray, d ü e llo la rd a , h e m e n h e m e n savaş m e y d a n la rın d a ö ld ü rd ü ğ ü
kadar ço k a d a m ö l d ü r m ü ş tü . Ş övalyeliğini R o b e rt’ın A yaklan­
ması sıra s ın d a k a z a n m ış tı; ö n c e M a rtı K asabası’n ın k ap ıların d a
Lord J o n A rry ıı’a k arşı d ö v ü ş m iiş tü , so n ra da J o n A rry n ’ın san ­
cağının a ltın d a Ü ç D işli M ız ra k ’ta. O ra d a , K ral M u h a fız la r ın ın
beyaz ş ö v a ly e le rin d e n b iri o la n P re n s L ew y n ’i ö ld ü rm ü ş tü .
Petyr b ir k e r e s in d e , P re n s Levvyn’in , m ü c a d e le n in akıntısı ta­
rafından so n b ir d a n s iç in M e y u s L ey d i’n in ö n ü n e sü rü k le n d i­
ğinde z a te n a ğ ır y aralı o ld u ğ u n u sö y le m işti am a a rd ın d a n ek le­
m işti, “lâk in b u , C o r b r a y ’in y a n ın d a d ille n d irm e k isteyeceğin
bir ay rın tı d eğ il. B u n u y a p a n la r, işin g erçeğ in i c e h e n n e m in sa­
lo n ların d a b iz z a t M a r te ll’e s o rm a fırsatı b u lu y o rla r.” E ğer Alay­
ne’in, R o b e r t’m m u h a f ız la rın d a n d u y d u ğ u şeylerin yarısı bile
doğruysa, L y n C o r b r a y altı Istid acı L o rd u n to p la m ın d a n daha
tehlik eliy d i. “O n e d e n g e liy o r? ” d iy e s o r d u A layne. “C o rb ra y ler’iıı s iz d e n y a n a o l d u ğ u n u s a n ıy o rd u m .”
“L o rd L y o n e l C o r b r a y b e n im y ö n e tim im e karşı iyi n iy e t­
li,” ded i P e ty r, “fak at k ard eşi k e n d i b ild iğ in i o k u y o r. Ü ç D iş­
li M ız ra k ’ta, L y o n e l v e L y n ’in b abası yara alıp d ev rild iğ in d e,
M eyus L cy d i’yi y e r d e n k a ld ıra n v e lo rd u d e v ire n ad am ı ö ld ü ­
ren L y n ’d i. L y o n e l yaşlı a d a m ı artçı k u v v e tin y an ın d ak i ü sta ­
da taşırk en ; L y n , b a b a s ın ın , R o b e rt’ın sol k an ad ın ı te h d it e d e n
D o rn e lu la r’a k arşı b aşlattığ ı ta a rru z u k o m u ta etti, o n la rın sa­
vu n m a h a ttın ı d a ğ ıttı v e L ew y n M a rte ll’i katletti. B öylece, L o rd
C orb ray ö ld ü ğ ü n d e M e y u s L eydi lo rd u n k ü ç ü k o ğ lu n a kaldı.
L ord u n a ra z ile rin i, u n v a n ın ı, k alesin i ve b ü tü n sik k e le rin i L yo­
nel aldı am a b u n a ra ğ m e n k e n d in i, d o ğ u m la g elen h a k k ın d a n
yoksun b ıra k ılm ış g ibi h isse tti. S ö r L yn... L y o n e l’ı b e n i sevdiği
kadar sev iy o r. L ysa’n ın elin i k en d isi için is te m iş ti.”
413
“S ö r L v ıfd e n h o ş l a n m ıy o r u m ,” d iy e ü s te le d i R o b e rt. “o ,,
b u ra d a is te m iy o ru m . O ıııı g e ri g ö n d e r . B u ra y a gelebileceği,^
asla s ö y le m e d im . B u raya g e le m e z . K a rta l Y u v a s ı zaptedilenıez bir
k aled ir, a n n e m s ö y le d i.”
" A n n e n iz ö ld ü lo r d u m . O n a ltın c ı is im g ü n ü n ü z e kadar
K artal Y u v ası'n ı b e n y ö n e ti y o r u m .” P e ty r , m u t f a k m erdiveninin
y a n ın d a b e k ley en k a m b u r sırtlı h i z m e tç i k a d ın a d ö n d ü . “Mela
lo rd u m u z a y en i b ir kaşık g e tir. Y u l a f la p a s ın ı y e m e k istiyor.”
" İstemiyorum ! Y u la f la p a m u çsu tıl ” R o b e r t b u se fe r kâseyi
lapayı, balı, h e p s in i fırla ttı. P e ty r B a e lis h ç e v ik b ir hareket­
le vana kaçtı am a Ü s ta t C o l e m o n o k a d a r h ız lı d e ğ ild i. Ahşap
kâse a d am ın g ö ğ sü n e ç a rp tı v e k â s e n in iç i n d e k i le r y u k a rı doğru
patlayarak ü sta d ın o m u z la r ın a v e y ü z ü n e s a ç ıld ı. A d a m , hiç de
iistatvâri o lm a y a n b ir şe k ild e c iy a k la d ı. A la y n e , k ü ç ü k lo rd u sa­
k in le ştirm e k için d ö n d ü a m a g e ç k a lm ış tı. K riz b a şla m ıştı. Rob e r f m ç ırp ın a n eli s ü t s ü r a h is in i h a v a y a u ç u r d u . Ç o c u k ayağa
kalkm aya ç a lışırk e n s a n d a ly e s in i d e v ir d i v e d e n g e s in i kaybedip
sırtü stü y ere d ü ş tü . D ü ş e r k e n te k ay ağ ı A l a y n e ’in k a rn ın a çarp­
tı. öyle se rt b ir d a rb e y d i ki k ız s o l u k s u z k a ld ı. “A h , ta n rıla r m er­
h a m e t e d in ,” d e d i P e ty r tik s in ti d o l u b ir se s le .
Ü sta t C o le m o n
sa k in le ş tiric i
s ö z le r
m ır ıld a n a r a k küçük
lo rd u n ü s tü n e e ğ ild iğ in d e , a d a m ın y ü z ü v e sa ç la rı y u la f lapa­
sı topaklarıyla k ap lıy d ı. L a p a n ın b ir p a r ç a s ı, g ri v e y u m ru lu bir
gözyaşı d am lası gibi ü s ta d ın sa ğ y a n a ğ ın d a n aşağ ı aktı. Alayne
u m u tlu o lm ay a çalışarak, bu, sonuncusu k a d a r kötü b ir kriz değil,
d iye d ü ş ü n d ü . T itr e m e le r d u r d u ğ u n d a , P e t y r ’ın e m r iy le iki m u­
hafız geldi, gök m av isi p e le r in le r v e g ü m ü ş i ö r g ü z ır h la r giymiş­
lerdi. " O n u y atağ ın a g ö tü r ü n v e s ü l ü k l e y i n ,” d e d i L o rd Savu­
n u c u . U z u n b o y lu m u h a f ız , ç o c u ğ u k o lla r ın a a ld ı. O n u ben bile
taşıyabilirim, diy e d ü ş ü n d ü A la y n e . B i r b e z bebekten daha ağır değil.
C o le m o n . m u h a f ız ı ta k ip e t m e d e n ö n c e b i r a n oyalandı.
" L o rd u m , b u g ö r ü ş m e b a ş k a b i r g ü n e b ır a k ıls a d a h a iyi olur.
L eydi L y sa'n ın ö l ü m ü n d e n s o n r a l o r d u m u z u n k r iz le ri kötüleş­
ti. D a h a sık ve d a h a şid d e tli g e r ç e k le ş iy o r . Ç o c u ğ u cesaret ede­
b ild iğ im k ad ar sık s ü lü k l ü y o r ı ım v e u y u m a s ın a y a r d ım etmek
için rü y a şarab ıy la h a ş h a ş s ü t ü n ü k a r ı ş t ı r ıy o r u m a m a ...”
414
“G ü n d e 011 iki saat u y u y o r,” dedi Petyr. “Ara sıra uyanık o l­
masını istiy o ru m .”
Ü stat parm aklarıyla saçlarını taradı, yere lapa topakları aktı.
“L ordum uz ne zam an aşırı heyecanlansa, Leydi Lysa ona göğ­
sünü verirdi. A liüstat E brose anne sü tü n ü n şifa verici özellikleri
olduğunu iddia e d e r.”
“T avsiyeniz b u m u üstat? Kartal Yuvası L ordu ve V adi’nin
Savunucusu için b ir sü ta n n e m i bulalım ? O n u ne zam an s ü t­
ten keselim , d ü ğ ü n g ü n ü n d e m i? Böylece, sütannesinin m em e
ucundan d o ğ ru d a n k arısın ın m em e u cu n a geçebilir.” L ord P etyr’ın kahkahası, o n u n b u k o n u d a ne d ü şü n d ü ğ ü n ü açıkça söy­
lüyordu. “H ay ır, hiç san m ıy o ru m . Size başka bir yol ön erece­
ğim. Ç o c u k tatlılara d ü şk ü n , öyle değil m i?”
“T atlılar?” ded i C o le m o n .
“T atlılar. P astalar ve tu rta la r, reçeller ve jö leler, peteğinde
ballar. Belki de, ç o c u ğ u n s ü tü n e b ir çim d ik tatlıuyku katm alısı­
nız, b u n u d e n e d in iz m i? S adece b ir çim dik, çocuğu sakinleştir­
m ek ve şu rezil titre m e le ri d u rd u rm a k için .”
“Bir ç im d ik ? ” Ü s ta t y u tk u n u rk e n , ad am ın boğazındaki elm a
yukarı aşağı h a re k e t etti. “K ü ç ü k b ir çim dik... olabilir, olabilir.
Çok az m ik ta rd a ve u z u n aralıklarla, evet, b u n u deneyebili­
rim ...”
“Bir ç im d ik ,” d ed i L ord P ety r, “o n u lord ların ö n ü n e getir­
m eden ö n c e .”
“N asıl e m re d e rse n iz lo r d u m .” Ü s ta t aceleyle dışarı çıktı,
boynundaki z in c ir h e r a d ım d a hafifçe şıngırdadı.
Ü sta t g ittiğ in d e , “B ab a,” d ed i A layne, “kahvaltı için bir kâse
yulaf lapası alır m ısın ız ? ”
‘Y u la f lap asın d an n e fre t e d e rim .” P etyr, A layne’e S erçeparmak gö zleriy le baktı. “K ah v altım ı b ir ö p ü cü k le yapm ayı tercih
ederim .”
G erçek b ir kız evlat, babasına ö p ü c ü k v erm eyi re d d e tm e z d i;
Alayne, P e ty r’ın y an ın a g itti, ad am ın yanağına k u ru b ir ö p ü c ü k
k o n d u rd u ve aynı hızla geri çekildi.
“N e kadar... v azifeşin as.” S erçep arm ak ’ın ağzı g ü lü m s ü y o r­
du am a gö zleri değil. “Pekâlâ, aslında sen in için başka vazifele415
rinı de var. Aşçıya biraz bal ve kuru üzüm le birlikte kırmış
rap kaynatmasını söyle. Konuklarım ız o uzun tırmanıştan s ^
susamış ve üşümüş hâlde olacaklar. Buraya vardıklarında ont^
l °nlar,
sen karşılayacaksın ve ikramda bulunacaksın. Şarap, ekmeV
T-ıl •
•
ı
•.
• 1
1
1 1
peynir. Elimizde ne çeşit peynirler kaldı?”
VVe
“Keskin beyaz ve kokulu m avi.”
“ Beyaz. Ve üstünü değiştirsen iyi o lu r.”
Alayne gözlerini indirip elbisesine baktı; Nehirova’nınko
mavisi ve zengin kırm ızı. “ Ç o k m u ...”
^
“ Ç ok Tully. İstidacı Lordlar, piç kızım ı ölü karımın kıyafet
lerinin içinde etrafta dolaşırken görm ekten hoşlanmazlar. Başka
bir elbise seç. G ök m avisi ve kem ik renginden uzak durmam
söylememe gerek var m ı?”
“ H ayır.” G ö k m avisi ve kem ik rengi, Arryn Hanedanının
renkleriydi. “ Sekiz kişi dediniz... B ro n z Y ohn onlardan bin
m i?”
“ Ö nem arz eden tek kişi.”
“ Bronz Y o h n beni tanıyor? diye hatırlattı Alayne. “Oğlu si­
yahları giym ek için kuzeye at sürdü ğü n de, Yohn, Kışyan’nda
konuk olm uştu.” Sansa, S ö r W aym ar’a çılgınca âşık olduğunu
hayal meyal hatırladı ama bu bir ö m ü r önceydi, Sansa o zaman­
lar küçük ve aptal bir kızdı. “ Sadece bu da değil. Lord Royce
beni... Sansa Stark’ı, Kral T o p ra k ları’ndaki El t u r n u v a s ı n d a tek­
rar gördü.”
Petyr tek parm ağını A layn e’in çenesinin altına koydu. “Royce’un bu güzel yüze baktığından şüphem yok ama bu binlerce
yüzden biriydi. T u rnuvad a dövü şen bir adam, kalabalığın içindeki bir çocuktan çok daha ön em li şeylere dikkat e t m e k zorun*
dadır. Kışyarı’na gelince, Sansa orada kızıl saçlı küçük bir kızdıBenim kızım uzun boylu, güzel bir bakire ve saçları kestane
rengi. İnsanlar görm eyi bekledikleri şeyleri görürler AlayneKızın burnunu öptü. “ M add y çalışm a odasında bir ateşynks11
İstidacı Lordlar’ımızı orada kabul edeceğim .”
‘Y üksek Salon’da değil m i?”
,
“Hayır. Lordlar beni A rryn lar’ın yüksek koltuğunun ya
larında görmesinler; o koltuğa oturm ak niyetinde ok ug
¿{işiinebilirler. Benim ki kadar sıradan bir popo, o kadar mağrur
minderlere asla heveslenm em ek.”
“Çalışma odası.” Alayne orada durmalıydı ama kelimeler ağ­
z ın d a n çıkıverdi. “ Onlara Robert’ı verirseniz...”
“...ve V a d iy i?”
“Vad\ zaten onların.”
“Ah, büyük bir bölüm ü, bu doğru. Lâkin tamamı değil. Martı
Kasabası’nda çok seviliyorum , üstelik benim de kendi lord arka­
daşlarım var. Grafton, Lynderly, Lyonel, Corbray... Bu adamların
İstidacı Lordlar’a denk olm adığını kabul ediyorum ama nereye
gitmemizi istiyorsun Alayne? Parm aklar’daki kudretli kaleme
geri mi dönelim ?”
Alayne bunu düşünm üştü. “Jo ffrey , Harrenhal’u size verdi.
Orada kendi başınıza bağım sız bir lordsunuz.”
“Titren. Lysa’yla evlenebilm ek için büyük bir makama ihti­
yacım vardı ve Lannisterlar bana Casterly Kayası’nı verecek de­
fle rd i.”
“Evet ama kale s i z i n ”
“Ah, hem de ne kale. M ağaram sı salonlar ve yıkık kuleler, ha­
yaletler ve esintiler, ısıtması pahalı ve garnizon kurulması imkân­
sız... bir de şu küçük lanet sorunu var.”
“Lanetler sadece şarkılarda ve masallarda olur.”
Bu sözler Serçeparm ak’ı eğlendirm iş gibiydi. “ Birileri zehirli
bir ok yüzünden ölen G regor C legan e’le ilgili şarkı yaptı mı? Ya
da ondan önceki paralı askerle ilgili? Sör G regor onun ellerini ve
ayaklarını eklem yerlerinden teker teker ayırdı. O paralı asker,
baleyi Sör A m ory L orch ’tan almıştı, Lorch da Lord Tyw in ’den.
Birini bir ayı öldürdü, diğerini de senin cüce. Leydi Whent’in de
^düğünü duydum . Lothsonlar, Stronglar, Harrowayler... Harrenhal ona dokunan her eli kuruttu.”
“Öyleyse kaleyi Lord Frey’e verin.”
Petyr güldü. “ Belki de veririm . Y a da daha iyisi, tatlı C erseiye
Eririm. O nun hakkında kötü konuşmamalıyım gerçi, bana fev­
kalade duvar halıları gönderiyor. Nasıl da nazik, değil mi?”
Kraliçenin adını duym ak Alayne’i kaskatı etti. “ O nazik biri
tyü- Beni korkutuyor. Eğer nerede olduğum u öğrenirse...”
417
"...o n u p la n d ığ ım d a ıı d a h a e r k e n o y u n d a n ç ık a rm a k zorun
da k alırım . Ö n c e o k e n d i k e n d in i ç ık a r m a z s a ta b ii.” Petyr ha
fitçe g ü lü m s e d i. " T a h t o y u n la r ın d a , e n m ü te v a z ı taşların bile
k e n d i irad eleri o lab ilir. B a zen o n la r iç in p la n la d ığ ın hamleleri
y ap m ay ı re d d e d e rle r. B u n u iyi b e lle A la y n e . C e rs e i L annister’ın
hâlâ ö ğ re n m e d iğ i b ir d e rs b u . Ş im d i, s e n in y ap aca k işlerin y0k
m ıı? ”
V ardı g e rç e k te n . A lay n e, ö n c e ş a ra b ın k ay n atılm asıy la ilgj.
leııdi, k o n u k la ra y ak ışır b ir te k e r le k k e s k in b e y a z p e y n ir buldu
ve İstidacı L o rd la r’ın b e k le n e n d e n fazla a d a m g e tirm e si ihtima­
lin e karşı, aşçıya y irm i k işiy e y e te c e k k a d a r e k m e k pişirmesini
e m re tti. E k m eğ im iz i ve tuzu m uzu y e d ik leri a n d a konuğum uz olurlar
ve bize zarar veremezler. F re y le r, İ k iz le r ’d e , S a n s a ’n ın leydi an­
nesin i ve ağabeyini ö ld ü r d ü k le r in d e b ü t ü n m isa firp e rv e rlik ya­
salarını ç iğ n e m işle rd i a m a A la y n e , Y o h n R o y c e gibi soylu bir
lo rd u n aynı şeyi y ap aca k k a d a r a lç a la c a ğ ın a in a n m ıy o rd u .
Sırada çalışm a o d ası v a rd ı. O d a n ı n z e m i n i b ir M y r halısıyla
kaplıydı, yani y e re h a s ır s e rm e y e g e r e k y o k tu . A lay n e, iki hiz­
m etk âr a d a m d a n , ah şap m asay ı k u r m a l a r ın ı v e d e ri kaplı meşe
sa n d aly elerd e n se k iz in i o d a y a g e ti r m e le r in i iste d i. B ir ziyafet
için; m asan ın baş ta ra fın a b ir, ay ak ta r a f ın a b ir v e h e r iki yanma
üçer san d alye k o y ard ı a m a b u b ir z iy a fe t d e ğ ild i. H izm etkârlara,
m asan ın b ir tarafın a altı, d iğ e r ta r a fın a iki s a n d a ly e yerleştirm e­
lerini sö y ledi. İstidacı L o rd la r ş im d iy e k a d a r K a r’a ulaşm ış ol­
m alıydı. T ırm a n ış , k a tır s ır tın d a b ile g ü n ü n b ü y ü k bölüm ünü
alırdı. Y ü rü y e re k g e rç e k le ş tir ild iğ in d e g ü n l e r c e sü reb ilird i.
L o rd lar, b ü y ü k ih tim a lle g e c e n in g e ç s a a tle rin e kadar konu­
şacaklardı. Y eni m u m la ra ih tiy a ç d u y a c a k la r d ı. M a d d y ateşi yak­
tık tan so n ra, A layne k a d ın ı aşağı g ö n d e r d i v e L o rd W axley’niıı,
Leydi Lysa’yı k aza n m a y a ç a lış ır k e n g e tir d iğ i k o k u lu mumlan
b u lm a sın ı istedi. S o n ra , şa rab ı v e e k m e k le r i k o n tr o l etm ek için
tek rar m u tfa ğ a gitti. H e r şey y o lu n d a g ö r ü n ü y o r d u
v e
Alayne’in
b an y o y ap ıp ü s tü n ü d e ğ iş tirm e s i iç in h â lâ y e te r li z a m an vardı.
M o r ip e k te n d ik ilm iş b ir e lb is e A la y n e ’i d u ra k sa ttı, gözle­
rin in re n g in i v u rg u la y a c a k g ü m ü ş a s ta rlı m a v i k ad ife bir elbise
de v ardı am a A layne n e tic e d e b ir p iç o l d u ğ u n u v e konum unun
418
ü zerin d e g iy in m e m e s i g e re k tiğ in i h a tırla d ı. S eçtiğ i e lb ise k u z u
y ü n ü y d ü , k a h v e re n g iy d i v e b a sit b ir k e s im i v a rd ı. E lb is e n in b e üeiı k ısm ın a , k o lla r ın a v e e te k le r in e , a ltın ip lik le a s m a y a p ra k ­
ları işle n m iş ti. H iz m e tç i b ir k ız ın g iy e b ile c e ğ in d e n b ira z d a h a
gösterişli o lm a s ın a ra ğ m e n , m ü te v a z ı ve m ü n a s ip b ir e lb ise y d i,
petyr, L ey d i L y sa’n ın b ü t ü n m ü c e v h e r le r in i d e A la y n e ’e v e r ­
mişti- A lay ııe ç e ş itli k o ly e le r d e n e d i am a h e p s i d e fazla şa ta fa t­
lı g ö r ü n d ü . N e t i c e d e s o n b a h a r sarısı k ad ife b ir k u rd e le seçti.
G retclıel, L y sa’n ın g ü m ü ş ay n a sın ı g e tird iğ in d e , k u r d e le n in
rengi A la y n e ’in s a ç la rın ın k o y u k ah v esiy le k u s u r s u z g ö r ü n d ü .
lo r d Royce b en i asla ta n ıya m a z , d iy e d ü ş ü n d ü A layne. K en d im i ben
bile zor tanıyorum .
A lay n e T a ş , k e n d is in i n e re d e y s e P e ty r B aelish k ad ar c e s u r
h issed erek g ü lü m s e d i v e k o n u k la r ı k a rşıla m a k ü z e re aşağı indi.
K artal Y u v a sı, b ü t ü n Y ed i K ra llık ’ta, an a girişi zin d a n la rın
altında o la n te k k a le y d i. D ik taş b a sa m a k la r dağın yam acını
tırm an ıy o r, T a ş v e K ar isim li yol k a le le rin in ö n ü n d e n geçiyor
ama G ö k ’te s o n b u lu y o r d u . T ır m a n ış ın so n y ü z seksen m etresi
dikeydi, m ü s ta k b e l k o n u k la r k a tırla rın d a n in m e k ve b ir seçim
yapm ak z o r u n d a y d ı. M a lz e m e le ri y u k a rı ç ık a rm a k için k u lla n ı­
lan s e p e tle re b in e b ilir ya d a kayaya o y u lm u ş tu ta m a ç la rı k u lla­
narak k aley e tır m a n a b ilir le r d i.
İstidacı L o r d la r ’ın e n yaşlı ü y e le ri o la n L o rd R e d fo rt ve Ley­
di W a y n w o o d v in ç le y u k a rı ç e k ilm e y i te rc ih etti. D ah a so n ra
sepet, şiş m a n L o rd B e lm o r e için b ir k ez d a h a aşağı in d irild i. D i­
ğer lo rd la r tır m a n d ı. A la y n e o n la rı H ila l O d a ’da, ateşin y an ın d a
karşıladı ve L o rd R o b e r t a d ın a se lam la d ı. O n la ra ek m ek , p ey n ir
ve g ü m ü ş k a d e h le r in iç in d e sıcak şarap ik ram etti.
P ety r, A la y n e ’e ç a lışm a sı için k u c a k d o lu s u p a rşö m e n v e r­
mişti, b u y ü z d e n A la y n e , lo rd la rın y ü z le rin i tan ıın asa da a rm a ­
larını b iliy o rd u . K ırm ız ı kale aşik ar b ir şe k ild e R e d fo rt’tu ; gri
kir sakalı ve m ü la y im g ö z le ri o la n kısa b o y lu b ir adam . İstidacı
Lordlar’ın a ra sın d a k i te k k a d ın o lan L eydi W a y n w o o d ’u n g iy d i­
ği koyu y eşil h a r m a n in in g ö ğ sü n e , o ltu taşı b o n c u k la rla W ay nvvoodlar’m k ırık te k e rle ğ i işle n m işti. M o r z e m in d e altı çan , b u
helm o re’d u . A r m u t b e d e n li v e d ü ş ü k o m u z lu a d a m ın sa k allan ,
419
çok katlı bir çeneden fışkıran gri bir dehşetti. Symond Ternp]e
ton’ırı sakalı, Belm ore’unkine kıyasla siyah ve sivriydi. Dç>ku '
yıldız Şövalyesi’ııin gagalı burnu ve buz mavisi gözleri, ada '
zarif bir av kuşu gibi gösteriyordu. Şövalyenin takımında doku*
siyah yıldız ile altın bir çarpı işareti vardı. G enç Lord H unter’
kakını pelerini, pelerinin yakasına iğnelenm iş broşu görene dek
Alayııe’in kafasını karıştırdı; yelpaze şeklinde dizilmiş altı gjj
m üş ok. Alayne, adamın yaşının kırk değil elli olduğunu tahmin
ederdi. Genç Lord H u n ter’m babası, hem en hemen altmış yj
boyunca U zuııyay K alesi’ni yön etm iş ve sonra öyle beklenme­
dik bir şekilde ölm üştü ki bazı insanlar, genç lordun, mirası­
nı almak için acele ettiğini fısıldam ıştı. H u n ter’ın yanakları ve
burnu elma gibi kırm ızıydı, adam ın ü züm lere düşkün olduğu
belliydi. Alayne, H u n ter’ın kadehini boşalır boşalmaz doldur­
maya gayret etti.
Gruptaki en genç adam ın gö ğsü n d e, pençelerini kan kır­
mızısı bir kalbe geçirm iş üç k u zg u n vardı. Kahverengi saçları
omuz boyundaydı, alnında serseri b ir b u kle kıvrılmıştı. Adamın
sert ağzına ve huzursuz gö zlerin e bakarak, Sör Lytı Corbray, diye
düşündü Alayne.
En son R oycelar geldi; L o rd N e s to r ve B ro n z Yohn. Taşyazı
Lordu, Tazı kadar uzun d u . G ri saçlarına ve çizgilerle dolu yü­
züne rağmen, Lord Y o h n o devasa v e eğri bü ğrü elleriyle kendi­
sinden çok daha genç adam ları ç u b u k kırarcasına bitirebilirmiş
gibi görünüyordu. L o rd u n çizgili ve ciddi yüzü, Sansa’ya ada­
mın Kışyarı’nda geçirdiği zam anları anım sattı. Lordu masada,
Leydi Catelyn’le sessizce ko n u şu rk e n hatırladı. Eyerinin arka­
sında bir erkek geyikle avdan d ö n en adam ın, duvarlarda patla­
yan sesini duydu. O n u avluda, elin de bir talim kılıcıyla, Lord
Eddard’ı yere devirdikten sonra S ö r R o d ric k ’i de yenmek İÇ111
dönerken gördü. Beni tamyacak. N a sıl ta n ım a z? Kendini lordu11
ayaklarına atıp onun korum asın a g irm ek için yalvarmayı dü
şündü. Robb için dövüşmedi, neden benim için dövüşsün? Savaş ^
ve Kışyart düştü. “ Lord R o y c e ,” dedi ürk ek bir tavırla, soğı%
üstünüzden atmak için bir kadeh şarap alır m ısınız?”
^
Bronz Y o h n ’un arduvaz grisi gözleri, A layne’in gördü?11
420
r(ir kaşlarm alanda yarı gizlenmiş hâldeydi. Adam, Alayne bak­
tığında gözleri kırıştı. “ Seni tanıyor muyum çocuk?”
Alayne dilini yutmuş gibi hissetti ama Lord Nestor onu kurrdı. “Alayne, Lord Savunucu’nun nüfusuna kabul ettiği gayri­
meşru kızı,” dedi kuzenine.
“Serçeparmak’ın serçe parmağı boş durmamış,” dedi Sör
Lyn Corbray şeytani bir gülümsemeyle. Belmore güldü. Alayne
y a n a k la r ın ın kızardığını hissedebiliyordu.
“Kaç yaşındasın çocuk?” diye sordu Leydi Waynwood.
“On dört leydim .” Sansa, Alayne’in kaç yaşında olması ge­
rektiğini bir an için unutm uştu. “ Ç ocuk değilim, çiçek açmış
bir genç kızım .”
“Çiçeği koparılmış bir genç kız olmadığını umalım.” Genç
Lord Hunter’ııı çalıya benzeyen sakalı, adamın ağzını tamamen
saklıyordu.
Alayne orada değilm iş gibi, “Y in e de,” dedi Lyn Corbray,
“yakında koparılacak kadar olgunlaşm ış olduğunu söyleyebili­
rim.”
“Yürek O cağı’ııda nezaket yerine geçen şey bu m u?” Anya
Waynwood’un saçları grileşm eye başlamıştı, gözlerinin kena­
rında kaz ayağı şeklinde çizgiler ve çenesinin altında sarkık bir
deri parçası vardı ama kadının asil havasını görmemek mümkün
değildi. “ Bu kız genç ve soylu, üstelik yeterince dehşet yaşamış.
Dilinize dikkat edin sör.”
“Benim dilim beni ilgilendirir,” diye karşılık verdi Corbray.
“Siz kendi dilinizle ilgilenm elisiniz leydim. Sayısız ölü adamın
da söyleyebileceği gibi, azarlanmayı asla hoş karşılayamadım.”
Leydi W aynwood, Alayne’e döndü. “En iyisi bizi babana gö­
tür Alayne. Bu işi ne kadar çabuk bitirirsek o kadar iyi.”
“Lord Savunucu sizi çalışma odasında bekliyor. Eğer lordlarım beni takip ederlerse.” Hilal O da’dan çıktılar, mahzen me­
zarların ve zindanların çevresinden dolaşan dik mermer basa­
cakları tırmandılar ve İstidacı Lordlar’ın görmezden geldiği üç
tatil deliğinin altından geçtiler. Ç ok geçmeden, Belmore körük gibi nefes alıyordu ve Redfort’un yüzü saçları kadar griydi,
dam akların tepesindeki muhafızlar yivli kapıyı yukarı çekti.
421
“Eğer lordl.ırm ı m c ın n ıııı o lacak sa, b u
bir d ü z in e o la ğ a n ü stü d u v a r h a lıs ın ın
m erli k o rid o ru n so n u n a g ö tü r d ü . S ö r
o d asın ın kapısında d u r u y o r d u . L o r d la r
t a r a f t a n .” A lay n e onları
ö n ü n d e n g e ç ire re k ke­
L o th o r B r u n e , çalışma
iç in k a p ıy ı açtı ve onla­
rın p eşin d en odaya g ird i.
Petyr, elin d e b ir kadelı şa ra p la a h ş a p m a s a d a o t u r u y o r d u , be­
yaz ve b u ru şu k b ir p a r ş ö m e n i in c e liy o r d u . İ s tid a c ı L o rd la r sıra
h alin d e içeri g ire rk e n , P e ty r g ö z le r in i y u k a r ı k a ld ırd ı. “Lordlarım , hoş g eld in iz. S iz d e ö y le le y d im . T ı r m a n ı ş ç o k yorucu,
b iliy o ru m . L ü tfen o tu r u n . A la y n e , ta tlım , s o y lu d o s tla r ım ız için
biraz daha şarap."
“N asıl istersen iz b a b a .” M u m l a r ı n y a k ıl m ı ş o l d u ğ u n u gör­
m ek A layııe’i m e m n u n e tti; ç a lış m a o d a s ı, m u s k a t v e d iğ e r pa­
halı b ah aratların k o k u la rıy la d o lu y d u . A la y n e ş a ra p sürahisini
alm aya g id e rk e n , k o n u k la r y a n y a n a s a n d a l y e le r e o t u r d u ... Lord
P ety r'ın y an ın d ak i b o ş s a n d a ly e y e o t u r m a k iç in m a s a n ın etra­
fını d o laşm a d an ö n c e d u r a k s a y a n N e s t o r R o y c e v e şö m in e n in
y an ın d a ayakta d u r m a y ı te r c ih e d e n
L y n C o r b r a y haricin d e
hepsi. Lyn ate şte e lle rin i ıs ıtır k e n , a d a m ı n k ı l ı c ı n ı n k a b z a to p u ­
zu n d ak i kalp şek illi y a k u t k ı p k ır m ı z ı p a r l ı y o r d u . A la y n e , şöval­
y en in S ö r L o th o r B r u ı ıe ’a g ü l ü m s e d i ğ i n i g ö r d ü . S ö r L y n o yaşta
bir adam için çok y a k ış ık lı , d iy e d ü ş ü n d ü , a n ıa g ü lü m s e m e şeklinden
hiç hoşlanmadım.
“D ik k ate şay an b ild ir in iz i o k u y o r d u m , ” d i y e b a ş la d ı Petyr.
“Fevkalade. B u b ild iriy i h a n g i ü s t a t y a z d ıy s a , k e li m e l e r l e ilgili
istidadı var. L ak ın im z a la m a m iç in b e n i d e d a v e t e t m e n i z i di­
lerd im ."
P e ty r'ın s ö z le ri, lo r d la rı g a fil a v la d ı. “ S i z ? ” d e d i B e lm o re.
“İm z a la m a k ? ”
“B en d e h e r k e s k a d a r k a le m o y n a t a b i l i y o r u m v e L o rd Rob e rt'ı b e n d e n ç o k s e v e n b ir i y o k t u r . Ş u s a h t e d o s t la r la şeyta­
ni d a n ış m a n la ra g e lin c e , o n l a r ı n k ö k l e r i n i k a z ım a lı y ı z elbette.
L o rd la rım , s iz in le y im , b ü t ü n k a l b i m v e g ü c ü m l e . N e r e y i im za­
layacağım ı g ö s te rin l ü t f e n .”
A lay n e şa ra p
d o ld u ru rk e n
Lyn
C o r b r a y ’i n
d u y d u . D iğ e r lo r d la r ş a ş k ın g ö r ü n ü y o r d u . Y o h n
k ık ırd a d ığ ın ı
R o y c e par-
niakların l k ıtırd a ttı v e, “ İm z a n ız ı a lm a k için g e lm e d ik ,” d e d i.
«Sizinle ağız d alaşı y a p m a k n iy e tin d e d e d e ğ iliz S e r ç e p a r m a k .”
“Y azık. Z e k ic e y a p ıla n ağız d a la şla rın ı ç o k s e v e rim .” P e ty r
p arşö m en i k e n a ra k o y d u . “N a s ıl iste rs e n iz . A çık s ö z lü o la lım ,
g e n d e n n e is tiy o r s u n u z lo r d la rım ve le y d im ? ”
“S iz d e n h iç b ir şey is te m iy o r u z .” S y m o n d T e m p le to n , m a v i
ve so ğ u k b a k ış la rın ı L o rd S a v u n u c u ’ya d ik ti. “G itm e n iz i istiy o ­
ruz.”
“G itm e m i m i? ” P e ty r şa şırm ış gibi y ap tı. “N e r e y e g id e c e -
ğım?
“T a h t sizi H a r r e n h a l L o rd u y a p tı,” d iy e h a tırla ttı G e n ç L o rd
H u n te r. “ B u h e r h a n g i b ir a d a m iç in y e te rli o lm a lı.”
“N e h i r to p r a k la rın ın b ir lo rd a ih tiy acı v a r,” d e d i yaşlı H o r ­
ton R e d fo rt. “ N e h ir o v a k u ş a tm a a ltın d a , B ra c k e n ile B la c k w o ­
od açıkça sa v a şıy o r v e h a y d u tla r Ü ç D işli M ız ra k ’ın iki ta ra fın d a
da ö z g ü rc e d o la ş ıy o r, iste d ik le ri g ib i çalıp ö ld ü r ü y o rla r . A razi­
nin h e r y a n ı g ö m ü lm e m iş c e s e tle rle d o l u .”
“K u lağ a ç o k c a z ip g e lm e s in i s a ğ lıy o rs u n u z L o rd R e d fo r t,”
dedi P e ty r, “ lâ k in b u r a d a ç o k acil işle rim var. Ü s te lik L o rd R o b e rf ı d a d ü ş ü n m e liy im . H a s ta b ir ç o c u ğ u b ö y le b ir k a tlia m ın
o rtasına s ü r ü k le m e m i is te r m is in iz ? ”
“L o r d u m u z V a d i’d e k a la c a k ,” d iy e d u y u r d u Y o h n R oyce.
“Ç o c u ğ u b e n im le b irlik te T a şy a z ı’ya g ö tü rm e y e ve o n u J o n
A rry n ’ın g u r u r d u y a c a ğ ı tü r d e n b ir şövalye o la ra k y e tiştirm e y e
n iy etliy im .”
“N e d e n T a ş y a z ı? ” d iy e s o r d u P e ty r. “N e d e n D e ın irm e ş e ,
K ızılhisar ya d a U z u n y a y d e ğ il? ”
“B u k a le le rd e n h e r h a n g i b iri d e işe y a ra r,” d e d i L o rd B e lm o re, “ve v ak ti g e lin c e , l o r d u m u z h e r b irin i sırayla ziy aret e d e c e k .”
“E d e c e k m i? ” P e ty r ’ın ses to n u n d a ş ü p h e n in ip u çları v ard ı.
Leydi W a y n w o o d iç g eçird i. “L o rd P e ty r, şayet bizi b ir b ir i­
mize d ü ş ü r m e y i p la n lıy o rs a n ız b o ş u n a y o ru lm a y ın . B iz b u ra d a
tek sesle k o n u ş u y o r u z . T aşy azı h e p im iz için u y g u n . L o rd Y o h n
üç iyi o ğ u l y e tiştird i, g e n ç lo r d u m u z için o n d a n d a h a iyi b ir vasi
V°k. Ü s ta t H a lliw e g siz in Ü s ta t C o le m o n ’u n u z d a n ç o k d a h a
Yaşlı, te c rü b e li ve L o rd R o b e rt’ın zayıflıklarını ted av i e tm e k
423
için çok d.ılı.ı m ü n asip . L o rd u m u z savaş sa n atın ı G üçlü Sar^
T aş’taıı ö ğrenecek. K im se d a h a iyi b ir silah ustası bulm ayı
ıııaz. R ahip Lucas o n u ru h a n i k o n u la r d a eğ itecek . Lordumuz
T aşv azfd a kendi yaşıtı başka ç o c u k la r d a b u la c a k , şu anda çev^
resim saran yaşlı k ad ın la rd a n ve p aralı a s k e rle r d e n daha uygun
ark ad aşlar.”
P etyr B aelısh sakalım sıv azlad ı. “L o r d u m u z u n arkadaşla­
ra ihtiyacı var, b u n a k a tılıy o ru m . L â k in A la y n e yaşlı bir kadın
değil. L ord R o b e rt k ızım ı ç o k se v iy o r, b u n u size bizzat söyle­
m ek ten m u tlu lu k d u y a c a k tır. A s lın a b a k a rs a n ız , L o rd Grafton
ve Lord L y n d e rly ’d e n , o ğ u lla r ın ı v e s a y e tim e gönderm elerini
isted im , ik isin in de R o b e r t’la y a şıt o ğ u lla r ı v a r .”
Lyıı C o rb ra y g ü ld ü . “B ir ç ift s ü s k ö p e ğ in d e n gelecek iki
e n ik .”
“R o b e rt’ııı ç e v re s in d e o n d a n d a h a b ü y ü k b ir delikanlı da
olm alı. M esela, g e le c e k v a d e d e n b ir y a v e r. R o b e r t ’ın hayranlık
duyacağı ve tak lit e tm e y e çalışacağ ı b i r i .” P e ty r , L ey d i Waynwoo d a d ö n d ü . “D e m ir m e ş e ’d e b ö y le b ir d e lik a n lı v a r leydim . Bel­
ki L larro ld H a rd v ııg 'i b a n a g ö n d e r m e y i k a b u l e d e r s in iz .”
A nya W a y n w o o d e ğ le n iy o r g ib iy d i. “L o r d P e ty r, karşılaştı­
ğ ım en c ü re tk â r h ır s ız s ın ız .”
“D elik an lıy ı ç a lm a k n iy e tin d e d e ğ i l i m ,” d e d i P ety r, “ama
H a rro ld ve L o rd R o b e rt a rk a d a ş o l m a l ı l a r .”
B ro n z Y o lın R o y c e ö n e d o ğ r u e ğ ild i. “ L o r d R o b e r t’ın genç
H a r ry ’le ark ad aş o lm a sı g a y e t u y g u n , o la c a k d a ... T a şy a z ı’da, be­
n im g ö z e tim im a ltın d a , b e n im v e s a y e t im d e v e b e n im yaverim
o la ra k .”
“B ize ç o c u ğ u v e r i n ,” d e d i L o r d B e lm o r e , “ s o n r a Vadi’den
rah atsız e d ilm e d e n a y rılıp H a r r c n h a F d a k i m ü n a s ip m akam ını­
za g id e b ilirs in iz .”
P e ty r a d a m a h a f if s ite m k â r b ir b a k ış a ttı. “A k si tak d ird e za­
rar g ö re b ile c e ğ im i m i s ö y lü y o r s u n u z l o r d u m ? N e d e n gideyim?
M e r h u m k a rım , b e n im m ü n a s ip m a k a m ı m ı n bu o ld u ğ u n u dü­
ş ü n ü y o r g ib iy d i.”
“L o rd B a e lis h ,” d e d i L e y d i W a y n w o o d , “ L y sa T u lly ,J o n Arr y n 'ın d u lu ve o n u n ç o c u ğ u n u n a n n e s iy d i . B u ra y ı o n u n veki424
li 0iarak yönetti. Siz... açık konuşalım , siz A rryn değilsiniz ve
Lord R obert sizin kanınızı taşım ıyor. H angi hakla bizi y ö n e t­
meye cüret ed iy o rsu n u z?”
“H atırladığım kadarıyla, Lysa beni Lord S avunucu ilan e tti.”
“Lysa T u lly h içb ir zam an gerçek bir Vadili olm adı ve b izim
adımıza karar v erm e hakkına sahip değildi,” dedi G en ç L ord
Hunter.
Y a Lord R o b ert?” diye so rd u Petyr. “Leydi Lysa’n ın k e n ­
di oğlu adına karar v erm e h ak k ın ın olm adığını da iddia edecek
misiniz lo rd u m ? ”
N esto r Royce o âna kadar sessiz kalm ıştı am a şim di yüksek
sesle k o n u ştu . “ B ir zam an lar Leydi Lysa’yla evlenm eyi u m m u ş ­
tum. T ıpkı Lord H u n te r ’ın babası ve Leydi A nya’n ın o ğ lu n u n
umduğu gibi. C o rb ra y y arım yıl boy u n ca, Lysa’n ın yan ın d an
neredeyse hiç ayrılm adı. Lysa b izd en b irin i seçm iş olsaydı, b u ­
radaki h içb ir ad am , seçilen k işin in L ord S av u n u cu olm a hakkını
sorgulam azdı. F akat Lysa, L o rd S erçep arm ak ’ı seçti ve o ğ lu n u
onun so ru m lu lu ğ u n a b ıra k tı.”
B ronz Y o h n , M u h a fız ’a kaş çatarak, “R o b e rt aynı zam anda
joıı A rry n ’ın o ğ lu y d u k u z e n ,” dedi. “O V adi’ye ait.”
Petyr, kafası k arışm ış gibi yaptı. “K artal Y uvası da T aşyazı
gibi Vadi’n in b ir parçası. B irileri kaleyi V adi’d en çıkarm adıysa
tabii?”
“İsted iğ in iz k ad ar dalga g eçin S e rç ep arm ak ,” d ed i L ord B elmore. “Ç o c u k b iz im le g elecek .”
“Sizi hayal k ırık lığ ın a u ğ ra tm a k ta n n e fre t e d iy o ru m L ord
Belmore, lâk in ü v ey o ğ lu m b u ra d a b e n im le kalacak. H e p in iz in
gayet iyi b ild iğ i gibi, R o b e rt sıh h a tli b ir ç o c u k değil. Y o lcu lu k
onu perişan e d er. R o b e rt’ın ü vey babası ve L ord S a v u n u cu o la­
rak b u n a izin v e r e m e m .”
S y m o n d T e m p le to n b o ğ azın ı te m iz le d i ve, “B u dağın d ib in ­
de her b irim iz in b in e r ad am ı v ar S erç e p a rm a k ,” dedi.
“O n la r için nasıl d a o la ğ a n ü s tü b ir y e r.”
“G erek irse ç o k d ah a fazlasını çağırab iliriz.”
“Beni savaşla m ı te h d it e d iy o rsu n u z sö r? ” P e ty r’ın se sin d e
korkudan eser y o k tu .
425
“Lord Robert’ı alacağız,” dedi Bronz Yohıı.
Masadakiler bir çıkmaza girmiş gibi görünüyordu, sonra I
Corbray yüzünü ateşten döndürdü. “Bütün bu konuşmalarb
hasta ediyor,” dedi. “Eğer yeterince uzun dinlerseniz, $er^'
parmak sizi iç çamaşırlarınızı çıkarmaya bile ikna eder. Bu
adamları hizaya getirmenin tek yolu çeliktir.” Uzunkılıcını
Petyr ellerini kaldırdı. “Kılıç taşım ıyorum sör.”
“Çaresi var.” M um ışığı, Corbray’in duman grisi çeliğinjn
üstünde harelendi. Çelik öyle koyu renkliydi ki, Sansa’yababasının büyük kılıcı B uz’u hatırlattı. “Elma yiyiciniz bir kılıç
taşıyor. Onu size verm esini söyleyin ya da şu hançeri çekin."
Alayne, Lothor Burııe’un kendi kılıcına davrandığını gördü
ama bıçaklar buluşmadan ön ce Bronz Y ohn öfkeyle ayağa kalk­
tı. “Çeliğinizi kaldırın sör! Siz bir Corbray m isiniz yoksa bir Frey
mi? Burada misafiriz.”
Leydi W aynwood dudaklarını büzüştürdü ve, “Bu çok yakı­
şıksız,” dedi.
“Kılıcını kınına sok Corbray,” dedi G enç Lord Hunter.
“Hepimizi utandırıyorsun.”
“Hadi Lyn,” dedi Redfort diğerlerininkinden daha yumuşak
bir ses tonuyla. “Bu hiçbir işe yaramaz. M eyus Leydi’yi yatağa
yatır.”
“Leydim susadı,” diye ısrar etti Sör Lyn. “N e zaman dans
etmek için dışarı çıksa, bir dam la kırm ızı istiyor.”
“Leydin susuz kalmak zorunda.” B ronz Yohn, Corbray m
yolunu kendi bedeniyle engelledi.
“İstidacı Lordlar.” Lyn Corbray aşağılar gibi güldü. ‘ K e n d i
nize Altı Yaşlı Kadın adını verm eliyd in iz.” Siyah kılıcını kınını
soktu ve Brune’u om zuyla iterek odadan dışarı çıktı. Ahyne’
adamın uzaklaşan adımlarını dinledi.
Anya W aynwood ve H orton Redfort bakıştı. Hunter şnraj’
kadehini bir dikişte boşalttı ve tekrar doldurulması için u^!
“Lord Baelish,” dedi Sör Sym ond, “bu nümayiş için biz ' 3
melisiniz.”
.a
“Öyle mi?” Serçeparmak’ın sesi soğum uştu. “Onu 1
sizler getirdiniz lordlarım.”
426
I
1
I
I
!
I
I
pronz Y o lm k o n u k tu . “ B iz i m a m a n ı n ı z asla..."
" ( ) ı m h ıım y d s i z l c r ^ c i i n l i t ı i z .
M u h a f ı z la r ı m ı çağırtıp h e p in iz i
(„{iıkKHsam. h a k larım d a h i l i m l e d a v r a n m ı ş o lu r u m . "
I Iıınter ö y l e v ah şi hir ş e k i l d e avaga kalktı ki n e r e d e y s e A layjUaiu elin d ek i s ü r a h iy i havava u çura cak tı. " B ize g ü v e n l i g e ç iş
,/nı verdinizi"
“fvet. Ş ü k r e d i n ki b a z ıla r ın d a n ç o k o n u r u m var." P ety r'm
I
sı'Si, Alavne'in d ah a ö n e e hi^ d u y m a d ı ğ ı kadar ö fk e li yık ıy o rd u .
1
» H ih lirin iz i
f
kıleı i d ııv u n . O r d u l a r ı n ı z ı bıı d a ğ d a n ç e k in . E v in iz e g id i n ve o g -
o k u d u m v e ta le p le r i n iz i d i n l e d i m . Ş i m d i siz b e ı ı i m -
}
luınıı rahat b ırak ın . K ö t ü bir y ö n e t i m vardı, b u n u inkar e d e c e k
1
değilim, lakiıı b u b e n i m d e ğ i l L y sa 'n ın m a r ife tiy d i, lkıııa sa d e c e
J
bir mİ verin. S i z e s ö z v e r i y o r u m , l o r d N e s t o r ' ı t ı da ya rdım ıyla,
i
omda h iç b i r in i z in ş i k a y e t e d e b i l e c e ğ i bir k o n u kalm ayacak."
J
1
" P i y o r s u n u z , ” d e d i B e l m o r e . “ Lakiıı s i z e nasıl g ü v e ı ı e c e -
“bana g ü v e n i l m e z d e m e y e c e s a r e t m i e d i y o r s u n u z ? Bir m ü ­
zakere sırasında ç e l i k g ö s t e r e n b e n d e ğ i l d i m . L ord R o b e r t'ı sa­
vunmaktan b a h s e d i y o r s u n u z a m a a y n ı e s n a d a o n u y iy e c e k t e n
malınım b ı r a k ı y o r s u n u z . B u s o ı ıa e r m e l i . B e n savaşçı d e ğ ilim ,
takat bu k u ş a t m a y ı k a l d ı r m a z s a n ı z s i z i n l e s d w q t r t n i . V a d i'd e siz üoıı başka lordkır var v e Kral T o p r a k la r ı da a d a m g ö n d e r ir . Eğer
!
istediğiniz ş e v sav aşsa, b u n u ş i m d i s ö y l e y i n v e Vadi kanasın."
Alavııe, İstid acı L o rd la r'ııı g ö z l e r i n d e ç i ç e k l e n e n ş ü p h e y i g ö ­
rebiliyordu.
v ıl
u z ı ı ı ı bir s ü r e s a y ılm a z," d e d i Lord R e ­
port te r e d d ü t le . “O la b il ir . .. e g e r b i z e t e m in a tla r verirseniz..."
"1 U ç b irim iz savaş i s t e m i y o r u z , " d iy e k ab u l etti Levdi W av j
uwood. “S o n b a h a r b it iy o r v e k e n d i m i z i kışa h a z ır la m a lıy ız .”
1
b e lm o r e b o ğ a z ı n ı t e m i z l e d i . “ B u vılttı so n u n d a ..."
|
"...Yadi'yi d ü z e n e s o k a m a z s a m , l o r d S a v u n u c u olarak g ö r°viınden k e n d i ir a d e m l e istifa e d e c e ğ i m , " d iy e sö z verdi Petyr.
"buna gavet a d ila n e d e r i m , ” d e d i Lord N e s t o r .
"1 liçbir m u k a b e l e o lm a m a lı ," d iv e ısrar etti T e m p le t o n ,
ihanetten ya da isv aııd an b a h s e d i l m e m e k . B u k o n u d a da v e ­
kili e tm e lisin iz ."
" M e m n u n i y e t l e , ” d e d i Petyr. “ B e n d o st is tiy o r u m d ü ş m a n
değil. Arzu ederseniz, hepinizi yazılı olarak da bağışlarını. Lyn
C o rb ray ’i bile. L yn’in ağabeyi iyi bir ad am , soylu bir hanedanın
ü stü n e utanç getirm eye gerek y o k .”
Leydi W ayııw ood lord d o stların a d ö n d ü . “L ordlarını, maka­
m ı Lord B aelish’e tevcih e d elim m i? ”
“G erek yok. Kazandığı aşik âr.” B ro n z Y olın gri gözleriyle
P etyr B aelish’i inceledi. “B u n d a n h iç h o şla n m ıy o ru m ama gö­
rü n ü şe göre bir yılınızı aldınız. O n u iyi k u lla n ın lo rd u m . Hepi­
m izi k a n d ıran ın d ın ız .” Kapıyı, m e n te ş e le rin d e n sökecek kadar
se rt bir şekilde açarak o d ad an çıktı.
D aha sonra, P e ty r’ın m ü te v a z ı y iy e c e k le r için ö z ü r dilemek
zo ru n d a kaldığı b ir çeşit ziyafet g e rç e k le şti. R o b e rt, mavi ve ke­
m ik rengi bir tak ım ın için d e te ş h ir e d ild i ve k ü ç ü k lord rolünü
z a rifb ir şekilde oynadı. B ro n z Y o h n b u n u g ö re m e d i; uzun inişe
başlam ak için Kartal Y uvası’n d a n a y rılm ış tı. T ıp k ı, on d an önce
aynı şeyi yapan S ö r Lyn C o rb a y gibi. D iğ e r lo rd la r sabaha kadar
kalede kaldı.
O gece, p e n c e re le rin d ış ın d a u lu y a n rü z g â rı din ley erek ya­
tağında y atark en , Petyr onları büyüledi, d iy e d ü ş ü n d ü Alayne.
N e re d e n g eld iğ in i s ö y le y e m e z d i a m a aklı b ir k ez şüpheyle dol­
d u k ta n so n ra u y u y a m a d ı. Y atakta d ö n ü p d u r d u , eski bir kemik
parçasıyla u ğ raşan b ir k ö p e k m isa li d ü ş ü n c e le r iy le uğraştı. So­
n u n d a kalktı ve g iy in d i, G r e tc h tT i rü y a la rıy la h aşh aşa bıraktı.
P ety r hâlâ u y a n ık tı, b ir m e k tu p y a z ıy o r d u . “A lay n e,” dedi.
“T a tlım , seni b u v ak itte b u ra y a g e tir e n n e d ir ? ”
“B ilm ek z o ru n d a y ım . B ir s e n e iç in d e n e o la c a k ? ”
P e ty r k alem i m asay a b ıra k tı. “ R e d f o r t v e W a y n w o o d yaşlı
ad a m la r. Biri ya da h e r ikisi b ir d e n ö le b ilir. G ilvvood Hunter,
k a rd eşleri ta ra fın d a n k a tle d ile c e k ; b ü y ü k ih tim a lle , L ord Eon’ın
ö lü m ü n ü ayarlayan g e n ç H a r la n ta r a f ın d a n . B e n h e r zaman,
b ir yola ç ık tıy sa n b ü tü n risk le ri g ö z e a la c a k s ın ve so n u n a ka­
d a r g id e c e k s in , d e r im . B e lm o r e y o z v e s a tın a lın a b ilir b ir adanı.
T e m p le to n ’la d o s t o la c a ğ ın ı. B r o n z Y o h n
R o y c c düşmanca
d a v ra n m a y a d e v a n ı e d e c e k k o r k a r ın ı, la k iıı te k b aşın a olduğu
s ü r e c e b ir te h lik e arz e t m e z .”
“Ve S ö r L yn C o r b r a y ? ”
lO U
[s/lum »şığk P ety r’ın g ö zlerinde dans ediy o rd u . “S ör Lyn b e ­
nim am ansız d ü şm a n ım olarak kalacak. B eni, karşılaştığı h e rk e ­
se aşağılama ve n e fre tlc anlatacak. B eni d ev irm ek için k u ru la n
her gizi' k o m p lo y a k ılıcını koyacak.”
A layne’iıı şü p h e si o anda k u şk u su zlu ğ a d ö n ü ştü . “P eki siz,
onun b u h iz m e tin i nasıl ö d ü llen d ire cek sin iz?”
S erçep arm ak y ü k se k sesle g ü ld ü . “T a b ii ki altınlar, oğlanlar
ve vaatlerle. S ö r Lyn basit zevkleri olan b ir ad am d ır tatlım . Sa­
dece altın d an , o ğ lan lard an ve ö ld ü rm e k te n h o şla n ır.”
EKLER
KRALLAR VE MAİYETLERİ
VEKİL KRALİÇE
CERSEI L A N N IST E R , Bu İsimle Anılan İlk Kraliçe, (Kral
] R obert Baratheonj’ın dulu, Veraseten Kraliçe, Diyar’m Ko­
kucusu, Casterly Kayası Leydisi ve Vekil Kraliçe,
-Kraliçe C ersei’nin çocukları:
- (KRAL I. JOFFREY B A R A T H E O N },
kendi düğün ziyafetinde zehirlendi,
on iki yaşındaydı,
- PR E N SE S MYRCELLA, dokuz yaşında,
G üneş M ızrağı’nda Prens Doran Martell’in
vesayetinde,
-KRAL T O M M E N , sekiz yaşında,
-T o m m e n ’ın kedileri, SÖ R PENÇE,
LEYDİ SAKAL, ÇİZM E,
-Kraliçe C ersei’nin erkek kardeşleri:
- SÖ R JAIME L A N N IST E R , ikizi,
nam -ı diğer KRAL KATİLİ, Kral
M uhafızları Lord Kumandanı,
-T Y R IO N L A N N IST E R , nam-ı diğer İBLİS,
kral katili ve akraba katili olmakla itham edildi,
hüküm giydi,
-P O D R IC K PAYNE Tyrion’ın yaveri,
on yaşında,
-Kraliçe C ersei’nin amcaları, halası ve kuzenleri:
- SÖ R KEVAN LANNISTER, amcası,
- SÖ R LANCEL, Sör Kevan’ın oğlu,
Cersei’nin kuzeni, Kral Robert’ın
eski yaveri ve Cersei’nin eski aşığı,
yakın zamanda Darry Lordu ilan edildi,
431
- { W I L L E M } , S ö r K e v a n ’ın o ğ lu ,
N e h i r o v a ’d a ö l d ü r ü l d ü ,
- M A R T Y N , W i l l e m ’in ik iz i, b ir yaver
- J A N E l, S ö r K e v a n ’ın k ız ı, ü ç yaşında'
-L E Y D İ G E N N A , C e r s c i ’n i n h a la s ı,
S ö r E m m o n F r e y ’le e v li,
-{ S Ö R C L E O S FR E Y },
G e n n a ’n ı n o ğ l u , h a y d u t l a r ta ra fın d a n
ö ld ü r ü ld ü .
-S Ö R T Y W I N FREY,
nam-ı diğer TY, C le o s’un oğlu
- W I L L E M FREY,
C le o s ’un oğlu, bir yaver,
- S Ö R L Y O N E L FREY,
Leydi G en n a ’nın ikinci oğlu,
- { T İ O N FREY}, G e n n a ’nın oğlu,
N ehirova’da öldürüldü,
-W ALDER FREY, ııam-ı diğer
KIRMIZI W A L D E R , Leydi Genna’nın
en küçük oğlu, Casterly Kayası’nda
yaver çöm ezi,
-TYREK L A N N I S T E R , C e r se i’ııin kuzeni,
Cersei’nin babasının m e r h u m erkek kardeşi
Tygett’in oğlu,
-LEYDİ E R M E S A N D E IIAYFORD,
Tyrek’in ç o c u k karısı,
-J O YT E PE , Kraliçe C ersei’nin kayıp amcası
Gerion’ın gayrimeşru kızı, o n bir yaşında,
- C E R E N N A L A N N I S T E R , C ersei’nin
kuzeni, Cersei’nin m e r h u m amcası
Stafford’ın kızı,
-MYRIELLE L A N N I S T E R , C ersei’nin kuzeni
ve Cerenna’nın kız kardeşi, C e rsei’nin amcası
StafTord’ın kızı,
-S Ö R D A V E N L A N N I S T E R , C e r s e i ’n in
k u z e n i , Stafford’ı n o ğ l u ,
-S Ö R D A M I O N L A N N İS T E R , u zak b ir
kvızcn, S h iera C ra k e h a ll ile evli,
- S Ö R L U C I O N L A N N IS T E R ,
o ğ u lları,
- L A N N A , k ızları, L o rd A n to rio
Ja s t’la evli,
-L E Y D İ M A R G O T , d a h a u zak b ir k u z e n ,
L o rd T itu s P eake ile evli,
-K ra l T o m m e n ’ın k ü ç ü k ko n sey i:
- { L O R D T Y W IN L A N N IS T E R ), K ral E li,
- S Ö R J A I M E L A N N IS T E R , K ral M u h a fızları
L o rd K u m a n d a n ı,
- S Ö R K E V A N L A N N IS T E R , k a n u n başı,
-V A RY S, b ir h a d ım , m u h b ir başı,
- Y Ü C E Ü S T A T P Y C E L L E , d a n ış m a n ve
şifacı,
- L O R D M A C E T Y R E L L , L O R D M A T H IS
R O W A N , L O R D PAXTER REDW YNE,
d a n ış m a n la r,
- T o m m e n ’ın K ral M u h a fız la rı:
- S Ö R J A IM E L A N N IS T E R , L ord K u m an d an ,
-S Ö R M E R Y N T R A N T ,
- S Ö R B O R O S B L O U N T , azledildi ve
t e k r a r g ö re v e g etirild i,
-S Ö R B A L O N SW A N N ,
-S Ö R O S M U N D KARAKAZAN,
- S Ö R L O R A S T Y R E L L , Ç iç e k Şövalyesi,
- S Ö R A RY S O A K H E A R T , P re n se s
M y rc e lla ’yla b irlik te D o r n e ’da,
- C e r s e i ’n in K ral T o p r a k la r ın d a k i h a n e ahalisi:
-L E Y D İ J O C E L Y N S W Y F T , eşlikçisi,
-S E N E L L E ve D O R C A S , y atak eşlikçileri
v e h iz m e tç ile ri,
433
-L U M , K IR M IZ I L E S T E R , A T H A C A K
lakaplı I IO K E , K 1S A K U L A K ve P U C K E N s
muhafızlar,
-K R A L İÇ E M A R G A E R Y , T y re ll H a n e d a n ım d a n ,
on altı yadında, Kral I. J e f f r e y B a ra tlıe o n ’ın ve ondan
ö n ce Lord R eııly B a ra th e o n ’m d ıılıı,
- M a rg a e ry ’n in K ral T o p r a k l a r ı ’ııd ak i maiyeti-M A C :E T Y R E L L , b a b a s ı,
Y ü k se k B a h ç e L o rd u ,
-L E Y D İ A L E R IE , a n n e s i,
I Iig h to w e r I l a n e d a n ı ’n d a n ,
-L E Y D İ O L E N N A T Y R E L L ,
b ü y ü k a n n e s i, D İ K E N K R A L İÇ E S İ
lakaplı y aşlı b ir d u l,
-A R R Y K v e E R R Y K ,
L ey d i O l e n n a ’m ıı m u hafızları,
S A G v e S O L o la r a k anılırlar,
-S Ö R G A R L A N T Y R E LL ,
M a r g a e r y ’n in a ğ a b e y i, n a m - ı diğ er
Y İ Ğ İT ,
-L E Y D İ L E O N E T T E ,
G a r la t ı’ın k a r ıs ı, F o sso w a y
I l a n c d a n ı ’n d a ıı,
- S Ö R L O R A S TYRRELL, ağ ab ey i,
Ç iç e k Ş ö v a ly e s i, K ra l M u h a f ız la r ı’nın
Y e m in li K a rd e ş i,
- P A X T E R R E D W Y N E , A r b o r Lordu,
- S Ö R I IO R A S ve S Ö R
I I O B B E R , P a x t e r ’in ikiz
o ğ u lla n ,
-Ü S T A T BALLABAR,
P a x te r ’in ş ifa c ıs ı v e d anışm anı,
- M A T I IIS R O W A N , A ltm b a h ç e
L o rd u ,
- S Ö R W I L L A M W Y T I 1E R S,
M a r g a e r y ’n in m u h a f ı z l a r ı n ı n
-n .ı
k u m a n d a n ı,
-H U G I I C L IF T O N ,
genç ve yakışıklı b ir m u h afız,
- S Ö R P O R T IF 1 E R W O O D W R IG F IT
ve kardeşi S Ö R L U C A N T 1 N E ,
-M arg aery ’n in leydi eşlikçileri:
-M E G G A , ALLA ve
E L IN O R TY R E LL , ku zen leri,
-ALYN A M B R O S E ,
E lin o r’u n nişanlısı, b ir yaver,
-L E Y D İ A L Y S A N N E B U L W E R ,
sekiz yaşında,
-M E R E D Y T H C R A N E ,
n a m -ı diğ er M E R R Y ,
-L E Y D İ T A E N A M E R R Y W E A T H E R ,
-L E Y D İ A LY CE G R A C E F O R D ,
-R A H İB E , İn a n ç ’ın rahibesi,
- C e r s e i’n in K ral T o p ra k la rı’n d ak i m aiyeti:
- S Ö R O S F R Y D K A R A K A Z A N ve
S Ö R O S N E Y K A R A K A Z A N , S ör O s m u n d ’u n
k ü ç ü k k ard eşleri,
- { S Ö R G R E G O R C L E G A N E } , n a m -ı diğ er
Y Ü R Ü Y E N D A Ğ , zeh irli b ir yara y ü z ü n d e n
ız d ıra p iç in d e ö ld ü ,
-S Ö R A D D A M M A RB R A N D ,
K ral T o p ra k la r ı’n ın Ş e h ir M u h a fızları
K u m a n d a n ı, (“altın p e le rin lile r”),
-JA L A B H A R X H O , K ırm ızı Ç iç e k V adisi
P re n si, Yaz A d aları’ııd an sü rg ü n ,
-G Y L E S R O S B Y , R o sb y L o rd u ,
ö k s ü r ü k hastası,
-O R T O N M ERRYW EATHER,
U z u n m asa L o rd u ,
-T A E N A , O r t o n ’u n karısı,
M y rli b ir k adın,
-L E Y D İ T A N D A S T O K E W O R T H ,
435
- LEYDİ FALYSE, b ü y ü k kızı ve vâri
-S Ö R B A L M A N BYUCH
Leydi F alyse’in kocası,
-LE Y D İ LO LLY S, T a n d a ’nm küçük
kızı, h a m ile, y a rım akıllı,
-K A R A S U ’D A N S Ö R
B R O N N , L eydi Lollys’in
kocası, eski b ir paralı asker
-{ S I IA E }, L ollys’in
h iz m e tç isi, eski b ir kam p
tak ip çisi, b o ğ u la ra k öldürüldü
-Ü S T A T F R E N K E N ,
Leydi T a n d a ’ııın h iz m e tin d e ,
-S Ö R IL Y N P A Y N E , K ral A daleti, cellât,
- R E N N I F E R D E R İ N S U , K ızıl K ale’nin
z in d a n la rın d a ast g a rd iy a n la rın başı,
- R U G E N , kara h ü c r e le r d e k i bir
ast g a rd iy a n ,
- A L E V K E H A N E T Ç İ S İ L O R D IIA LLY N E,
S im y acılar L o n c a sı’ııd a n b ir B ilge,
- N O H O D I M I T T I S , B ra a v o s’u n D em ir
B a n k ası’n d a n b ir elçi,
- Q Y B U R N , b ir n e k r o m a n s e r , eski bir
H isa r ü sta d ı, y a k ın z a m a n ö n c e K anlı
O y u n c u la r ’ın ü sta d ı idi.
-AY O Ğ L A N , k ra liy e t so y ta rıs ı,
-P A T E , sekiz y a ş ın d a e r k e k ç o c u k , Kral
T o m m e n ’ın k ırb a ç o ğ la n ı,
-E S K İ Ş E H İR L İ O R M O N D , k raliy et arpçısı
ve şarkıcısı,
- S Ö R M A R K M U L L E N D O R E , K arasu
Savaşı’n d a k o l u n u n y a rıs ın ı v e
evcil
m a y m u n u n u k a y b e tti,
- A U R A N E S U , A k ın tıta ş ı P içi,
-L O R D A L E S A N D E R S T A E D M O N ,
n a m - ı d iğ e r M E T E L İK S E V E R ,
-S Ö R R O N N E T C O N N I N G T O N ,
n am -i d iğ er K IR M IZ I R O N N E T ,
A kbaba T ü n e ğ i Şövalyesi,
-S Ö R L A M B E R T T U R N B E R R Y ,
Y A Ğ M U R O R M A N I’N D A N S Ö R
D E R M O T , S Ö R U Z U N T A LL A D ,
S Ö R BAYARD N O R C R O S S ,
İYİ lakaplı S Ö R B O N IF E R H A ST Y ,
S Ö R H U G O V A N C E , D e m ir T a h t’a bağlılık
y e m in i v e rm iş şövalyeler,
- S Ö R LYLE C R A K E H A L L n am -ı diğer
G Ü Ç L Ü D O M U Z , S Ö R ALYN
STA C K S PEAR, S Ö R J O N BETTLEY
n a m -ı d iğ er SA K A L SIZ J O N , ,
S Ö R S T E F F O N SW Y FT , S Ö R H U M F R E Y
SW Y F T , C a ste rly K ayası’na bağlılık
y e m in i v e rm iş şövalyeler,
-JO S M Y N P E C K L E D O N , b ir yaver,
K arasu Savaşı k a h ra m a n ı,
- G A R R E T T P A E G E ve L E W P IP E R ,
tu ts a k yaverler,
-K ral T o p ra k la rı ahalisi:
-Y Ü C E R A H İP , İn a n ç ’ın Babası, Y edi’n in
D ü n y a d a k i Sesi, yaşlı ve n arin b ir adam ,
-İL A H İP T O R B E R T ,
R A H İP R A Y N A R D ,
RA İ IİP L U C E O N ,
R A H İP O L L ID O R , Y üce B aelor
S e p ti’n d e Y ed i’ye h iz m e t ed e n
E n M ü te d e y y in le rin m e n su p la rı,
-R A H İB E M O E L L E ,
R A H İB E A G L A N T IN E ,
R A H İB E H E L I C E N T ,
R A H İB E U N E L L A , Y üce B aelor
S e p ti’n d e Y ed i’ye h iz m e t e d e n
E n M ü te d e y y in le r’in m e n s u p la rı,
437
-CM A TAYA, pahalı b ir g en elev in sahibesi,
-ALAYAYA, C lıa ta y a ’nın kızı,
-D A N C Y , M A R E I, C hataya İçin
çalışan kızlar,
-TC') BM O M O T T , b ir zırb ustası,
-A R P Ç I H A M İS İ I, yaşlı b ir şarkıcı,
-E Y S E N ’D E N A L A R IC , g ezg in b ir şarkıcı,
-W A T , k e n d is in e M A V İ O Z A N diyen
b ir şarkıcı,
- S Ö R T I I E O D A N W E L L S , d in d a r bir
şövalye, d ah a so n ra S A D IK T l IE O D A N
olarak anıldı.
Kral T o m m e n ’ın sa n cağ ın d a, B a ra th c o ııla r’ın altın zemin
ü stü n d e k i siyah, taçlı e rk e k geyiği v e L a n n is te rla r’ın kırm ızı ze­
m in ü stü n d e k i altın aslanı v a rd ır; d ö v ü ş ü r le r .
S U R D A K İ KRAL
S T A N N IS B A R A T I I E O N , H a n e d a n ın d a n B u İsimle
A nılan İlk Kral, L o rd S te ffo n B a r a th e o n ’m ve E stc rm o n t Ilan e d a n ı’n d an L eydi C a ssa n a ’n ın ik in c i o ğ u lla rı, E jd e rh a Kayası
L o rd u , k e n d is in i B a tıd iy ar K ralı ilan e tti.
- K R A L İÇ E S EL Y SE, k a rısı, F lo r e n t I Ia n c d a n ı’ndan,
şu an d a K ıyıdaki D o ğ u g ö z c ü s ü ’ııd e b u lu n u y o r ,
- P R E N S E S S H I R E E N , ç o c u k la rı,
o n b ir y aşın d a,
-Y A M A L I Y Ü Z , S h ir e e n ’in yarım
akıllı so y ta rıs ı,
- E D R I C F IR T I N A , S ta ıın is ’in p iç y e ğ e n i,
o n iki y a ş ın d a e r k e k ç o c u k , K ral R o b e r t ’ın
L eydi D e le n a F lo r e n t’te n d o ğ a n o ğ lu ,
D eli Prendos'la D a r D e n iz ’e a ç ıld ı,
-S Ö R A N D R E W E S T E R M O N T ,
Kral S taıınis’in yeğeni, kralın adam ı,
E dric’iıı refakatçilerini k o m u ta ediyor,
-S Ö R G E R A L D G O W E R , LEWYS
n am -ı d iğer BALIKÇI K A D IN ,
Ç E N T İK T E R E L İ S Ö R T R I S T O N ,
O M E R B LA CK B ER RY , kralın adam ları,
E d ric’in m u h afızları ve ko ru y u cu ları,
-S ta m ıis’in Kara K ale’deki m aiyeti:
-A SSI IA I’D E N LEYİMİ M E L 1S A N D R E ,
n a m ı-ı d iğ er K IR M IZ I K A D IN ,
Işık T a n rıs ı R ’h llo r’u n rahibesi,
- M A N C E R A Y D ER , S u r’u n Ö te sin d e k i Kral,
ö lü m e m a h k û m ed ilm iş b ir tutsak,
-R a y d e r’in, karısı { D alla}’d an olan
o ğ lu , h e n ü z isim v e rilm e m iş
b ir y e n id o ğ an , “yabanıl p re n si,”
-Ş E B B O Y , b eb eğ in sü ta n n esi,
b ir y abanıl kız,
-Ş e b b o y ’u n oğ lu , h e n ü z isim
v e rilm e m iş b ir başka
y en id o ğ a n , b eb eğ in babası
aynı z a m an d a Ş eb b o y ’u n
babası o lan { C raster} ,
-S Ö R R IC H A R D H O R P E ,
S O R J U S T I N M A SSE Y , S Ö R C L A Y T O N
S U G G S , S Ö R G O D R Y F A R R IN G
n a m - ı d iğ e r D E V K A T İL İ,
S Ö R C O R L IS S P E N N Y ,
k ra liç e n in ad a m la rı ve şövalyeleri,
-D E V A N S E A W O R T H ve
B R Y E N F A R R IN G , kraliyet y averleri,
439
- S taıın is’in Kıyıdaki D o ğ ııg ö z c ü s ü ’n d ek i maiyeti-S Ö R D A V O S S E A W O R T I I,
ııam -ı d iğ e r S O Ğ A N ŞÖ V A LY ESİ,
Y ağnnır O rm a n ı L o rd u , D a r D e n iz Am irali
ve Kral Eli,
-S Ö R A X E L L F L O R E N T , Kraliçe Selyse’nin
en ö n e m li ad am ı,
-S A L L A D H A R S A A N , L ys’te n , b ir korsan
ve paralı y e lk e n ,Valyriat/’in ve b ir kadırga
d o n a n m as ı m n kap ta n ı,
- S ta n n is ’in E jd e rh a K ayası’n d a k i g a r n iz o n u :
- S Ö R R O L L A N D F I R T I N A , n a ın - ı diğer
G E C E Ş A R K IS I P İ Ç İ , E jd e r h a Kayası
kale k u m a n d a n ı,
- Ü S T A T P Y L O S , şifacı, h o c a , d a n ış m a n ,
- ’Y U L A F ” v e “L A P A ,” iki g a r d iy a n ,
-Ejderha Kayası’na bağlılık yemini vermiş lordlar:
-M O NTERYS VELARYON, Dalgalar Lordu
ve Akıntıtaşı Efendisi, altı yaşında,
-D U R A M BAR E M M O N , Keskinburun
Lordu, on beş yaşında,
-Stannis’in Fırtına Burnu’ııdaki garnizonu:
-SÖ R GILBERT FAR R IN G , Fırtına Burnu
kale kumandanı,
-L O R D ELW O O D M EADOW S,
Sör Gilbert’in yardım cısı,
-Ü S T A T J U R N E , Sör Gilbert’in
danışmanı ve şifacısı,
-Fırtına Burnu’ııa bağlılık yem ini verm iş lordlar:
- E L D O N E S T E R M O N T , Yeşil Kaya Lordu,
Kral Stannis’in dayısı, Kral T o m m e n ’ın
büyük dayısı, iki kralın da ihtiyatlı dostu,
- SÖR A EM ON,
Lord E ldon’m oğlu ve vârisi,
Kral T o m m c n ’la birlikte
Kral T o p rak ları’nda,
-S Ö R ALYN, Sör A em on’m
oğlu, o da Kral T om m e n ’la
b irlik te Kral T o p rak ları’nda,
-S Ö R L O M A S , Lord E ldon’ın kardeşi,
K ral S tan n is’in dayısı ve destekçisi,
F ırtın a B u rn u ’nda,
-S Ö R A N D R EW ,
S ör L o m as’ın oğlu,
D a r D e n iz ’de
E d ric F ırtın a y ı k o ru y o r,
- L E S T E R M O R R I G E N , K arga Y uvası L ordu,
- L O R D L U C O S C 1 IY T T E R 1 N G ,
n a m - ı d iğ e r K Ü Ç Ü K L U C O S , o n altı yaşında,
- D A V O S S E A W O R T H , Y a ğ m u r O rm a n ı
L o rd u ,
-M A R Y A , D a v o s’m karısı,
b ir m a r a n g o z u n kızı,
-{ D A L E , A L L A R D ,
M A T T H O S , M A R IC } ,
d ö r t b ü y ü k o ğ u lları, K arasu
S avaşı sıra s ın d a k ay b o ld u la r,
-D E V A N , K ral S ta n n is’in
y av eri, K ara K ale’d e,
- S T A N N I S , o n y aşın d a
e r k e k ç o c u k , L eydi M a ry a ile
G a z a p B u r n u ’n d a ,
- S T E F F O N , altı y a şın d a
e r k e k ç o c tık , L eydi M a ry a ile
G a z a p B tır n u ’n d a.
441
Kral Sranııis sancak olarak İşık T a n rıs ı’nın alevli kalbini
alm ıştır: San zem in ü stü n d e , tu ru n c u alevlerle çevrelenmiş
k ırm ızı bir kalp. Kalbin içinde, B aratheon I lan e d a n ı’nın taçlı,
siyalı erkek geyiği vardır.
A D A L A R I N VE K U Z E Y İ N KRALI
P yke’lı G reyjoylar, k ö k lerin in K a h ra m a n la r Ç a ğ ı’nın Boz
K ral’ına u zandığını söylerler. E fsane, B oz K ral’ın sadece batı
adalarına değil den ize d e h ü k m e ttiğ in i ve b ir denizkızıyla ev­
lendiğini anlatır. E jderha A egoıı, so n D e m ir A daları Kralı’nın
soyuna son verm iş, lakiıı d e m ira d a m la rın eski geleneklerini
can lan d ırm aların a ve kendi a ra la rın d a n b ir lid er seçm elerine
m ü saad e etm iştir. D e m ir a d a m la rın seçtiği ilk lider, Pyke’lı
Lord V ickon G rey jo y ’d u r. G re y jo y I I a ııe d a n ı’m n arınası, siyah
zem in ü stü n d e altın b ir d e n iz c a n a v a rıd ır. G re y jo y Hanedan ı’na ait söz: B iz Tohum H ktncyiz.
B alon G rey jo y ’ıııı D e m ir T a lıt’a karşı başlattığ ı ilk ayaklan­
ma, Kral I. R o b e rt B a rath eo n ve K ışyarı L o rd u E d d a rd Stark ta­
rafından b astırılm ıştır fakat R o b e r f m ö l ü m ü n ü tak ip eden kaos
sırasında, L ord B alon k e n d isin i b ir k ez d a h a kral ilan etm iş ve
gem ilerin i k uzeye sa ld ırm ay a g ö n d e r m iş tir.
{ B A L O N G R E Y JO Y }, G ri K ra l’d a n h u yan a, Bu İsimle
A nılan D o k u z u n c u Kral. D e m ir A d a la rı’n ın ve K u zey ’in Kra­
lı, T u z ve K aya’n ın K ralı, D e n iz R ü z g â rı’n ın O ğ lu ve Pyke’ın
O ra k L o rd u , b ir k ö p rü d e n d ü ş e re k ö ld ü ,
-K ral B a lo n ’ın d u lu , I Ia rla w H a n e d a m ’n d a n
K R A L İÇ E A L A N N Y S ,
-ço cu k ları:
-{ R O D R İK } , B a lo n ’ın ilk isyanı sırasında
ö ld ü r ü ld ü ,
- { M A R O N } , B a lo n ’ın ilk isy a n ı sırasında
ö ld ü r ü ld ü ,
442
-ASI İA, kızları, Kara Rüzgâr ın kaptanı,
D e rin o rm a n Kalesi’niıı fatihi,
-T I IE O N , kendisini K ayarı Prensi ilan etti,
kuzeyliler tarafından D Ö N E K T l1 E O N olarak
anılıyor,
-K ral B alo n ’ın öz ve üvey kardeşleri:
- { 1 1A R L O N }, genç yaşında gri hastalıktan
ö ld ü ,
- { Q U E N T O N } , b eb ek k en öldü,
- { D Ö N E L } , b e b e k k e n öld ü ,
- E U R O N , n a m -ı diğ er K A llG A G Ö Z ,
S ü kû n et'in k ap tan ı,
- V IC T A R IO N , D e m ir D o n a n m a ’nın
L o rd K aptaıı’ı, D em ir Zafer’in efendisi,
- { U R R I G O N } , ağır b ir yara sebebiyle öld ü ,
- A E R O N , n a m -ı d iğ er B U I IA R S A Ç L I,
B o ğ u lm u ş T a n r ı’n ın rahibi,
- R U S v e N O R J E N , A e ro n ’ın iki kalfası, “b o ğ u lm u ş
a d a m la r,”
- { R O B I N } , b e b e k k e n ö ld ü ,
-K ral B a lo n ’ın P y k e ’taki h a n e ahalisi:
- Ü S T A T W E N D A M Y R , şifacı ve d a n ışm a n ,
-I IELYA, kale kâhyası,
-K ral B a lo n ’ın savaşçıları ve y e m in li kılıçları:
-D A G M E R , n a m -ı d iğ e r Y A R IK Ç E N E ,
K ö p iikiçen in k ap tan ı, T o r r h e n K alesi’n d ek i
d e m ir a d a m la rı k o m u ta ed iy o r,
-M A V İD İŞ , b ir d a rg e m i k ap tan ı,
-U L L E R , S K Y T E , k ü re k ç ile r ve savaşçılar,
-E S K İ W Y K ’T E D Ü Z E N L E N E N KRA L
Ş U R A S I N D A D E N İ Z T A Ş I T A H T I ’N A
T A L İP O L A N L A R ,
443
G Y L B E R T F A R W Y N D , Issız Işık Lordu,
-C îilb crt’in nn'idafılcri: O ğ u lla rı
G YLES. Y G O N , Y O M N ,
ERİK D E M İR Y A P A N , n a ın -ı d iğ e r
ER İK Ö R S -K IR A N ve A D İL E R İK , yaşl, bjr
adam , vaktiyle m e ş h u r b ir k a p ta n ve akıncıydı
-E rik ’iıı m ü d a fıle ri: T o r u n la r ı U R E ^*
THORM OR, DAGON,
D U N S T A N D R U M M , E ski W y k L ordu,
D avul, K em ik El,
- D u n s ta n ’m m ü d a f ıle ri: O ğ u lla n ,
D E N Y S v e D O N N E L , ayrıca,
G Ü L Ü M S E M E Z A N D R IK ,
devasa b ir a d a m ,
A SM A G R E Y JO Y , B a lo n G r e y jo y ’tın tek kızı,
Kara Rüzgâr m k ap tan ı,
-A s h a ’n ın m ü d a f ıle ri: B A K İR Q A R L ,
T R IS T IF E R B O T L E Y v e
S Ö R IIA R R A S I IA R L A W ,
-A slıa ’n ın k a p ta n la r ı v e d e s te k ç ile ri:
L O R D R O D R I K I IA R L A W ,
LO RD BAELOR BLACKTYDE,
LORD M ELD RED M ERLYN,
IIA R M U N D S H A R P ,
V I C T A R I O N G R E Y J O Y , B a lo n G r e y jo y ’un
k a rd e şi, D e m ir Z a fe r 'in
e f e n d is i v e D e m ir
D o n a n m a ’n ın L o rd K a p ta n ı,
- V ic ta r io n ’ın m ü d a f ıle r i:
K IR M IZ I R A L F S T O N E 1 I O U S E ,
T O P A L RA LF ve B E R B E R N U T E ,
- V ic ta r io n ’ın k a p ta n la r ı v e d estek çileri:
I İ O T H O I IA R L A W , A L V Y N S I IA R P ,
G Ü Ç L Ü F R A L E G G , R O M N Y W EAVER,
W ILL I-IU M B L E , K Ü Ç Ü K L E N W O O D
T A W N E Y , HALF K E N N IN C ;,
M A H O N VOLM ARK, G O R O L D
G O O D B R O T I1 E R ,
-V ictario n ’ın m ü rette b atı:
TEKKULAK W U LF, R A G N O R
TURNA,
-V ic ta rio n ’ın yatak arkadaşı: esm er b ir
kad ın , sağır ve dilsiz,V ictarion’ın
ağabeyi E u ro n ’d an b ir h ed iy e,
E U R O N G R E Y JO Y , n a m -ı d iğ er
K A R G A G Ö Z , B a lo n G re y jo y ’u n k ardeşi ve
S ü kû n et1in k ap tan ı,
- E u r o n ’u n m iid afileri: G E R M U N D
BOTLEY, O R K M O N T
A D A S I’N D A N O R K W O O D ,
D O N N O R S A L T C L IF F E ,
- E u r o n ’u n k a p ta n la rı ve d e ste k ç ile ri:
K A R A D İŞ L İ T O R W O L D , Ç İ M D İK S U R A T
J O N M Y R E , K IZ IL K Ü R E K Ç İ,
SO LA K L U C A S C O D D , Q U E L L O N
M U M B L E , H A R R E N H A LF 1 1 0 ARE,
P İÇ K E M M E T T T U R N A , K Ö L E Q A R L ,
T A Ş Y U M R U K , Ç O B A N RALF,
L O R D L İM A N I ’N D A N R A L F ,
- B a lo n ’ın sa n c a k b e y le ri, D e m ir A daları L o rd ları:
P Y K E ’T A
-{ S A W A N E B O T L E Y } , L o rd L im a n ı L o rd u ,
E u r o n K arg ag ö z ta ra fın d a n b o ğ u ld u ,
- { H A R R E N } , e n b ü y ü k o ğ lu ,
M o a t C a ilin ’d e ö ld ü r ü ld ü ,
- T R I S T I F E R , ik in ci o ğ lu v e m e ş r u
vârisi, am cası ta ra fın d a n h a k la r ın d a n
m a h r u m b ıra k ıld ı,
445
-S Y M O N D , 11 A R L O N , V IC R O N
B E N N A R IO N , k ü ç ü k oğullan, a Ve
şekilde h ak ların d an m a h ru m
’
bırakıldılar,
- G E R M U N D , kardeşi, Lord Limatl
L ordu o ld u ,
- G e r m u n d ’u n o ğ u lları BALCIN
ve Q U E L L O N ,
-S A R G O N ve L U C I M O R E ,
S aw an e’in üvey k ard eşleri,
-W E X , o n iki y aşın d a d ilsiz bir
ç o cu k , S a rg o n ’uıı p iç o ğ lu ,
T h e o n G re y jo y ’u n yaveri,
- W A L D O N W Y N C I 1,
D e m ir Y uva L o rd u ,
H A R L A W ’D A
-R O D R IK M A R LAW , n a m -ı d iğ e r
O K U Y U C U , O n K u le L o rd u , I Iarlaw ’un
1 1a rlaw ’u,
-L E Y D İ G W Y N E S S E ,
b ü y ü k kız k a rd e şi,
-L E Y D İ A L A N N Y S , k ü ç ü k kız
k ard eşi, Kral B a lo n G re y jo y ’u n dulu,
- S IG F R Y D H A R L A W , n a m -ı diğer
G Ü M Ü Ş S A Ç L I S IG F R Y D , büyük
am cası, I Ia rla w K alesi e fe n d isi,
-I I O T I I O I I A R L A W , n a m -ı diğer
K A M B U R I I O T I I O , k u z e n i,
Işıltılı K u le ’d e n ,
-S Ö R H A R R A S H A R L O W ,
n a m - ı d iğ e r Ş Ö V A L Y E , k u z e n i,
B oz B a h çe Ş ö v aly esi,
- B O R E M U N D IIA R L A W ,
n a m -ı d iğ e r M A V İ B O R E M U N IV
Y aşlık ad ın T e p e s i e fe n d isi,
-L o rd R o d r ik ’in sa n c a k b ey leri ve
y e m in li k ılıçları:
-M A R O N V O L M A R K ,
V olm ark L ordu
-M Y R E, S T O N E T R E E
ve K E N N İN G ,
-L o rd R odrik’in hanesi:
- Ü Ç D İŞLİ, yaşlı bir kadın,
kâhya,
B L A C K T Y D E ’D A
-B A E L O R BL A C K T Y D E , Blacktyde
L o rd u , Gece Kuşu'n u n kaptanı,
-K Ö R B E N B L A C K T Y D E ,
B o ğ u lm u ş T a n rı’n ın rahibi,
ESK İ W Y K ’T E
- D U N S T A N D R U M M , D avul,
G ö k Giirleten'ın kaptanı,
-N O R N E G O O D B R O T H E R ,
K ırık taş’tan,
-S T O N E 1 IO U S E ,
-T A R L E , n a m -ı diğ er Ü Ç KEZ
B O Ğ U L M U Ş T A R L E , B o ğ u lm u ş
T a n r ı’nııı rahibi,
B Ü Y Ü K W Y K ’T E
-G O R O L D G O O D B R O T H E R ,
Ç e k iç b o y ııu z L o rd u ,
- G o ro ld ’u n ü çü z oğulları
G R E Y D O N , G R A N ve
GORMOND,
-G o r o ld ’u n kızları, G Y SE LL A
ve G W 1N ,
-Ü S T A T M U R E N M U R E ,
h o ca, şifacı ve d a n ış m a n ,
- T R I S T O N F A R W Y N D , F o k d e risi
B u rn u L o rd u ,
-S F A R R ,
447
-oğlu ve vârisi,
S T E F F A R IO N ,
- M E L D R E D M ERLYN
Çakıl Taşı Lordu,
O R K M O N T ’T A
- O R K M O N T ’T A N O RM U N L)
-L O R D T A W N E Y ,
T U Z U Ç U R U M U ’N D A
-L O R D D O N N O R SALTCLIFFE
-L O R D S U N D E R L Y ,
D A I1A K Ü Ç Ü K A D A L A R D A VE KAYALARDA
- G Y L B E R T F A R W Y N D , Issız Iş,k
Lordu,
-Y A Ş L I G R İ M A R T I, Boğulmuş
T a n rı’nın rahibi.
BÜYÜK VE K Ü ÇÜ K D İĞ E R HANEDANLAR
ARRYN H A N E D A N I
Arrynlar’ ın kökleri, Vadi ve D a ğ K ralları’ııa uzanır. Arryıı
I Iaııedanı’ nın arması, gök m avisi zem in üstünde ay ve şah in d ir.
Arryıı I lanedanı’ nın sözü: O n u r Kadar Yüksek.
R O B E R T A R R Y N , Kartal Y u vası Lordu, Vadi’nin S a v u n u ­
cusu, annesi tarafından D o ğ u ’ nun M eşru M uhafızı ilan ediM
sekiz yaşında hasta bir çocuk, zam an zaman T A T L I B U L B
olarak anılır,
448
f
|
-annesi, T u lly H anedanı’ ndan { L E Y D İ L Y S A },
Lord Jo n A rryıı’ m dulu, A y Kapısı’ndan ölüme itildi,
-üvey bahası P E T Y R B A E L IS II, nam-ı diğer
S E R Ç E P A R M A K , H arrenhal Lordu, Ü ç Dişli
M ızrak Azam Lordu ve Vadi’ nin Lord Savunucusu,
-A L A Y N E T A Ş , Lord Baelish’ in nüfusuna
kabul ettiği gayrim eşru kızı, on üç yaşında,
gerçek kim liği Sansa Stark,
- S Ö R L O T İ-IO R B R U N E , Lord Petyr’ın
hizm etinde bir paralı asker, Kartal Yuvası
m uh afızlarının kum andanı,
-O S W E L L , Lord Petyr’ ın hizm etindeki yaşlı
bir adam , zam an zam an K A R A K A Z A N olarak
anılır,
-Lord R o b ert’ m Kartal Y u v a sın d a k i ahalisi:
- M A R IL L IO N , genç ve yakışıklı bir şarkıcı,
Leydi Lysa’nın gözdesi ve leydiyi öldürm ekle
itham ediliyor,
- Ü S T A T C O L E M O N , danışm an, şifacı
ve hoca,
M O R D , zalim bir zindancı, altın bir dişi var,
- G R E T C H E L , M A D D Y ve M E L A ,
hizm etçi kadınlar,
-Lord R obert’ m sancak beyleri, Vadi Lord lan:
- L O R D N E S T O R R O Y C E , Vadi Baş
Vekilharcı ve A y K apıları’nın kale kumandanı,
- S Ö R A L B A R , Lord N esto r’m oğlu,
- M Y R A N D A , nam -ı diğer R A N D A ,
Lord N esto r’ın kızı, az kullanılmış
bir dul,
-M Y A T A Ş , katır bakıcısı ve rehber,
Kral I. Robert Baratheon’m
gayrim eşru kızı,
- O S S Y v e H A V U Ç , katır bakıcıları,
}
449
- L Y O N E L t X ) R B R A Y , Y ü r e k O c a ğ ı L ordu,
- S Ö K L Y N C O R B R A Y , L y o ı ıd ’ in ’
k a rd e şi v e v â risi, m e ş h u r k ılıç M ey u s
L e y d i’ııiıı ta ş ıy ıc ıs ı,
- S Ö R L U C A S C3 0 R 13R A Y , L yo n el’ in
k iiç iik k a r d e ş i,
- J O N L Y N D E R L Y , Y ıla n O r m a n ı L o rd u ,
- T E R R A N C E , [0 1 1 X1 11 o ğ lu ve vârisi,
g e n ç b ir y a v e r,
- E D M U N I ) W A X L E Y , D i ş b u d a k Ş övalyesi,
-C îE R O L D G R A F T O N , M a r t ı K asab ası
L o rd u ,
-G Y L E S , e n k ü ç ü k o ğ l u , b i r yaver,
- T R I S T O N S U N D E R L A N D , Ü ç K ız Kardeş
L o rd u ,
- G O D R İ C 1 3 0 R R E L L , T a t lı Kız
K a rd e ş L o r d u ,
-R O L L A N D L O N G T IIO R P E ,
U z u n K ız K a r d e ş L o r d u ,
-A L E S A N D O R T O R R E N T ,
K ü ç ü k K ız K a r d e ş L o r d u ,
- İs tid a c ı L o rd la r , g e n ç L o rd R o b e r t ’ı s a v u n m a k adına
g ü ç b irliğ i y a p a n A r r y n S a n c a k b e y le r i:
- Y O I IN R O Y C E , n a m -ı d iğ e r
B R O N Z Y O I IN , T aşy azı L o rd u ,
R o y c e I l a n e d a n ı ’n ın e n ü s t d a l ı n d a n ,
- S O R A N D A R , B r o n z Y o h n ’u n
h a y a tta k a la n te k o ğ l u v e T a ş y a z ı vârisi,
- B r o n z Y o h n ’u n h a n e a h a lis i:
- Ü S T A T IIE L L IW E G ,
h o c a , şifa c ı v e d a n ış m a n ,
-R A H İP L U C O S ,
- S Ö R SA M W E L L TA Ş,
n a m -ı d iğ e r G Ü Ç L Ü SAM
-B ro n z Y o h n ’un sancak beyleri ve
y em in li kılıçlan:
-R O Y C E C O L D W A T E R ,
S o ğuksu Yanığı L ordu,
- SÖR D A M O N SH ETT,
M artı Kulesi Şövalyesi,
-U T H O R T O L E T T ,
G ri Vadi L ordu,
-A N Y A W A Y N W O O I),
D e m irm e şe Kalesi Leydisi,
-S Ö R M O R T O N ,
Leydi Anya’nın
b ü y ü k oğlu ve vârisi,
-S Ö R D O N N E L
Leydi A nya’n ın ikinci
oğlu, Kapı Şövalyesi,
-W A LL A C E ,
Leydi A nya’n ın
en k ü ç ü k oğlu,
-H A R R O L D
I-LARDYNG, Leydi
A nya’n ın vesayetinde,
ekseriyetle VÂRİS
H A R R Y olarak
an ılan b ir yaver,
-B E N E D A R B E L M O R E ,
K eskin Ş arkı L o rd u ,
-S Ö R S Y M O N D
T E M P L E T O N , D o k u zy ıld ız
Şövalyesi,
-{ E O N H U N T E R } , U zu n
yay Kalesi L o rd u , yakın
za m a n d a vefat etti,
-S Ö R G I L W O O D ,
n a m -ı d iğ er G E N Ç
H U N T E R , L ord
E o n ’u n en b ü y ü k
-S Ö R E U ST A C E ,
L o rd E o ıı ’u n
ik in c i o ğ lu ,
-S Ö R H A R LA N ,
L o r d E o ıı ’u n e n
k iiç iik o ğ lu ,
- G e n ç L o rd I lu ııte r ’m
h a n e a h a lis i:
-Ü S T A T
W IL L A M E N ,
d a n ış m a n ,
şifa c ı ve hoca,
-M O R T O N R E D FO R T ,
K ız ıllıis a r L o r d u , ü ç k ez
e v le n d i,
-S Ö R JA S P E R , S Ö R C R E I G I I T O N , S Ö R J O N ,
I I o r to ıı’ın o ğ u lla n ,
- S Ö R M Y C I1 E L , H o r t o ı ı ’ın e n k ü ç ü k o ğ lu , y e n i, şövalye,
T a ş y a z ı’d a n Y silla R o y c e ile e v li,
-A y D a ğ la r ı’n d a k i k a b ile ş e fle r i:
‘ -T A Ş K A R G A L A R ’D A N D O L F O Ğ L U
S H A G G A , ş u a n d a K ra l O r m a n ı ’n d a b ir
ç e te n in lid e r i,
-Y A N IK A D A M L A R ’D A N T I M E T T O Ğ L U
T IM E T T ,
-K A R A K U L A K L A R D A N CA I E Y K K IZ I
CHELLA,
-A Y K A R D E Ş L E R İ N D E N C A L O R O Ğ L U
CRAW N.
FLORENT HANEDANI
P a rla k s u K a le si’n iıı F l o r e n t l e r ’i T y r e l l s a n c a k beyleridir.
Iteş K ra lın Savaşı p a tla k v e r d i ğ i n d e , L o r d A le s te r F lo r e n t m et-
bıı lo rd u n u takip e d e re k Kral R enly’nin yanında yer alırken, Sör
Axell, yeğ en i S elyse’ııin kocası S tan n is’i seçti. R enly’nin ö lü m ü ııü n a rd ın d a n , L ord A lester, P arlaksu Kalesi’n in b ü tü n k u v ­
vetiyle b irlik te S ta n n is’in tarafına geçti. Stannis, Lord A lcster’i
Kral Eli ilan etti ve d o n a n m a s ın ın k o m u tasın ı karısının kardeşi
Sör İm ry ’ye v erd i. D o n a n m a ve S ör Im ry, Karasu Savaşı’nda
kaybedildi. S ö r A lester’in y en ilg in in ard ın d an barış görüşm eleri
yapm ası, K ral S ta n n is tarafın d an ih a n e t olarak değerlendirildi.
Sör A lester, k ırm ız ı ra h ib e M e lis a n d re ’ye teslim edildi ve yakı­
larak R ’lıllo r’a k u rb a n verildi.
S ta n n is ’e g ö ste rd ik le ri d e ste k n ed en iy le, F loreııtler D em ir
T a h t ta ra fın d a n d a h a in ilan edildi. A razilerine ve gelirlerine el
k o n u ld u . P arlak su K alesi ve b ü tü n arazileri, S ör G arlan T yrell’e
b ah şed ild i.
F lo re ııt F la n e d a n ı’n ın arm ası, b ir çiçek çe m b erin in içindeki
tilki b aşıd ır.
{A L E S T E R F L O R E N T } , P arlaksu Kalesi L ordu, bir hain
olarak yak ıld ı,
-k arısı, C r a n e I la n e d a m ’n d an LEYDİ M ELARA,
-ç o c u k la rı:
-A L E K Y N E , h ak la rın d a n yo k su n bırakılm ış
P arlak su L o rd u , Y üksek K u le’ye sığınm ak
ü z e re Eski Ş elıir’e kaçtı,
- L EY D İ M E L E S S A , L ord R andyll T arly
ile evli,
-R F IE A , L ord L eyton H ightovver ile evli,
-k ard e şleri:
- S Ö R A XELL, kraliçen in adam ı, Kıyıdaki
D o ğ u g ö z c iis ü ’n d e yeğeni K raliçe Selyse’nin
h iz m e tin d e ,
- { S Ö R RYA M }, attan d ü şe rek öldü,
-SELY SE, S ö r R yam ’ın kızı, Kral I.
S tan n is B a ra th e o n ’ın karısı ve kraliçesi,
-SH IR EEN BAHATIIEON,
S ta ıın is v e S e ly s e ’n in tek
çocuğu,
- { S Ö R IM R Y } , S ö r R y a m ’m b üyük
o ğ lu , K a ra su S a v a ş ı’n d a ö ld ü ,
- S Ö R E R R E N , S ö r R y a m ’ın ikinci
o ğ lu , Y ü k s e k B a h ç e ’d e tu tsa k ,
- S Ö R C O L I N , P a rla k su K alesi kale kum andanı
- D E L E N A , S ö r C o l i n ’iıı k ızı,
S Ö R H O S M A N N O R C R O S S ’la evli
-E D R IC F IR T IN A ,
D e l e n a ’n ı n K ral I.
R o b e r t B a r a t l ıc o n ’d a n olan
g a y r im e ş r u o ğ lu ,
-A L E S T E R N O R C R O S S ,
D e l e n a ’n ın e n b ü y ü k m e şru
o ğ lu , d o k u z y a ş ın d a ,
-R E N L Y N O R C R O S S
D e l e n a ’ııın ik in c i m e ş r u oğlu,
ü ç y a ş ın d a ,
- Ü S T A T O M E R , S ö r C o l i n ’in
e n b ü y ü k o ğ lu , E s k i M e ş e ’d e
h i z m e t v e r iy o r ,
- M E R R E L L S ö r C o l i n ’in e n k ü ç ü k
o ğ lu , A r b o r ’d a y a v e r ,
- R Y L E N N E , L o r d A l e s t e r ’in k ız k a rd e şi,
S ö r R y c h e r d C r a n e ’le e v li.
FREY HANEDANI
F re y le r, T u ll y I l a n e d a n ı ’n ı n s a n c a k b e y l e r i d i r fak at görev­
le rin i y e r in e g e t ir m e k h u s u s u n d a h e r z a m a n s e b a tk â r o lm am ış­
la rd ır. B eş K ra lın S av aşı p a tla k v e r d i ğ i n d e , R o b b S ta rk , Lord
W a ld e r ’ın k ız la r ın d a n ya d a t o r u n l a r ı n d a n b ir iy le evleneceğine
454
söz v e re re k lo rd u n ittifakını kazanm ıştır. R obb, sö z ü n d en d ö n üp L eydi Je y n c W esterlin g ile evlendiğinde, F rcyler, R oose
B o lto n ’la b irlik te b ir k o m p lo k u rm u ş ve tarihe K ırm ızı D ü ğ ü n
olarak geçen ziyafette G e n ç K u rt’u ve takipçilerini k atletm iş­
lerdir.
W Ä L D E R FREY, G eçit L o rd u ,
-ilk k a rısın d a n , {R oyce H a n e d a n ı’ndan
L E Y D İ P E R R A }:
- { S Ö R S T E V R O N } , Ö k ü zağ z ı M ücadelesi’n den
s o n ra ö ld ü ,
-k arısı, { C o re n n a S w an n } , hastalıktan öldü,
- S te v ro n ’u n b ü y ü k oğlu, S Ö R R Y M A N ,
İk izler vârisi,
-R y m a n ’ın o ğlu, E D W Y N ,
Jan y ce H u n te r ’la evli,
-E d w y n ’in kızı, W A LD A ,
d o k u z yaşında,
- R y m a n ’ın o ğlu, W A L D E R , n am -ı
d iğ e r KA RA W A L D E R ,
-R y m a n ’ın o ğlu, {PE TY R }, nam -ı
d iğ e r S İV İL C E L İ PET Y R ,
E ski T a ş ’ta asıldı, M y le n d a C a ro n ile
evli,
- P e ty r’ın kızı, PER RA ,
b eş yaşında,
- S te v ro n ’u n o ğ lu , A E G O N , yarım akıllı,
n a m - ı d iğ e r Ç IN G IR A K , K ırm ızı D ü ğ ü n ’de
C a te ly n S tark tarafın d an ö ld ü rü ld ü ,
- S te v ro n ’u n kızı, {M A E G E L L E },
d o ğ u m sırasında öldii}, S ör D afyn
V ance ile evliydi,
-M a e g e lle ’in kızı,
M A R IA N N E ,
-M a e g e lle ’in oğlu, W A L D E R
V A N C E , yaver,
455
-M aeg e lle’in oğlu,
PA T R E K V A N C E ,
-karısı, {M arsella W aynvvood}, d o ğ u m sırasında öldü
-S te v ro n ’uıı oğlu, W A L T O N , D eana
I lard y n g ’le evli,
-W alto n ’m oğlıı, S T E F F O N , nam -ı
diğer ŞEK ER ,
-W a lto n ’in kızı, W A L D A , nam -ı diğer
G Ü Z E L W ALDA,
-W alto n ’in o ğ lu , B R Y A N , yaver,
-S Ö R E M M O N , Lord W ald er’in ikinci oğlu, Laıınister
M anedanı’ndaıı G e n ııa ’yla evli,
-E ııın ıo n ’ııı oğlu, { S Ö R C L E O S } , Je y n e
D a rry ’yle evliydi, B akire I iav ıızu yakınlarında
h ay d u tlar tarafın d an ö ld ü r ü ld ü ,
-C leo sT ııı o ğ lu , T Y W IN , o n iki
yaşında, yaver,
-C le o s ’uıı o ğ lu , W IL L E M , K ülizi’nde
yaver ç ö m e z i, o n y aşın d a,
- E m m o n ’ııı o ğ lu , S Ö R L Y O N E L , M elesa
C ra k e h a ll’la evli,
-E m m o ıı’ın o ğ lu , { T I O N } , N e h ir o v a ’da
tu tsak k e n R ickard K arstark ta ra fın d a n
ö ld ü rü ld ü ,
-E m m o ıı’ın o ğ lu , W A L D E R , n a m - ı d iğ er
K IR M IZ I W A L D E R , C a ste rly K ayası’nda yaver,
-S Ö R A E N Y S , L ord W a ld e r ’in ü ç ü n c ü o ğ lu ,
d o ğ u m sırasın d a ö le n { T y a n a W y ld e } ile evliydi,
-A en y s’in o ğ lu , A E G O N K A N L I D O Ğ A N ,
b ir h a y d u t,
-A en y s’in o ğ lu , RI IA E G A R , h a s ta lık ta n ölen
{Je y n e B e e sb u ry } ile ev liy d i,
-R h a e g a r’ın o ğ lu , R O B E R T ,
o n üç y aşın d a,
-R haegar’ın kızı, W ALDA, n am -ı diğer
BEYAZ W ALDA, o n b ir yaşında,
-R h aeg ar’m oğlu, J O N O S ,
sekiz yaşında,
-PE R R L A N E , L ord W ald er’m kızı, S ör Leslyn
H a ig h ’le evli,
-P e rria n e ’n in oğlu, S Ö R HARYS
H A IG H ,
-H a ry s’in oğlu, W A L D E R
H A IG H , beş yaşında,
-P e rria n e ’n in oğlu, S Ö R D O N N E L
H A IG H ,
-P e rria n e ’n in o ğlu, ALYN H A IG H ,
yaver,
-ik in c i k arısın d an , {S w an n H a n e d a n ı’n d an
LEY D İ C Y R E N N A } :
-S Ö R JA R E D , b ü y ü k o ğ u lla n , {Alys Frey} ile evliydi,
-J a re d ’in o ğ lu , { S Ö R T Y T O S } , K ırm ızı
D ü ğ ü n sırasın d a S a n d o r C leg a n e tarafından
ö ld ü r ü ld ü , Z h o e B la n e tre e ’yle evliydi,
- T y to s ’u n kızı, ZLA, o n d ö rt yaşında,
- T y to s ’u n o ğ lu , Z A C H E R Y , o n iki
y aşın da, İn a n ç ’a y em in li, Eski Ş ehir
S e p ti’n d e eğ itim alıyor,
-J a re d ’in kızı, KYRA, K ırm ızı D ü ğ ü n sırasında
ö ld ü r ü le n {S ö r G arse G o o d b ro o k } ile evliydi,
-K y ra ’n ın oğlu,
W ALDER G O O D B R O O K ,
d o k u z yaşında,
-K y ra ’m n kızı JE Y N E
G O O D B R O O K , altı yaşında,
- R A H İ P L U C E O N , Y üce B aelor S ep ti’n d e görevli,
457
-ü çü n cü karısından, {Crakclıall H an ed an ı’ndan
LEYDİ AM AREI}:
-S Ö R H O S T E E N , Bcllcna H aw ick’Ie evli,
-H o ste e n ’iıı oğlu, S Ö R A R W O O D ,
Ryella Royce’la evli,
-A rw ood’ıın kızı, RYELLA,
beş yaşında,
-A rw o o d ’u n ikiz oğulları, A N D R O ^
ve ALYN, d ö rt yaşındalar,
- L Y T H E N E , Lord W ald er’ın kızı, L ord Lucias
V ypren’le evli,
-L y th en e’in kızı, ELYANA, S ör J o n W ylde’la
evli,
-E lyana’ııın oğlu, R IC K A R D WYLDE,
d ö rt yaşında,
-L y th en e’in oğlu, S Ö R D A M O N VYPREN,
-S Y M O N D , B raavoslu B e tlıario s’la evli,
-S y m o n d ’u n oğlu, A L E S A N D E R , şarkıcı,
- S y m o n d ’u n kızı, ALYX, o n yedi yaşında,
-S y m o n d ’u n oğlu, B R A D A M A R , on yaşında,
B raavos’ta, O r o T e ııd y ris isim li tacirin
v esayetinde,
-S Ö R D A N W E L L , L ord W a ld e r’ın sekizinci oğlu,
W ynafrei W h e n t’le evli,
-{ Ç o k sayıda d ü ş ü k ve ö lü d o ğ u m } ,
-{ M E R R E T T } , E ski T a ş’ta asıldı, M ariya D arry’yle
evliydi,
- M e r re tt’in kızı, A M E R E I, kısaca A M I
o larak anılır, o n altı y aşın d a b ir d u l,
S ör G re g o r

Benzer belgeler