1970

Transkript

1970
ÇEKTİĞİM CEVR-U CEFANIN ESBABIN SORMA SEN
DEME K i «HERKESE ÇAMUR ATAN KER BUDUR»
AH ONUN UĞRAŞIP DİDİNMEKLE GEÇER ÖMRÜ
İSTE MÜLIİİYEDE KAZGANCININ HALİ BUDUR.
KAZGAN
YIL
SAYI
CİLr
:
:
:
111
111
111
Sa h ib i:
Mülkiye Kazgancılık
A. O.
YILDA BİR ÇIKAR A M A PİR ÇIKAR
KAZG AN BASIN AH LÂK Y A S A S IN A U Y M A Y I TAAHHÜT ETMEZ
KAZ G AN DA Ç IK M A Y A N A D A M BEŞ PARA ETMEZ
YAZI KURULU
= l l l = M I = l l l = M = m = N I E II I= M I = l l l = l l l = l l l = l l l = I U = l l ! = m = l l l = l l l = M = l l l = l l l = l l l =
ııı
Sahibi :
Kazgan'ın sahibi mi olurmuş O, hepimizindir.
m
ili
yj
iii
Sorumlu Yazı işleri Müdürü ....... İlhan Cedimağar
Kantin Muhabiri ......................Tekantün Münir
m
m
III
Yurt Muhabiri ...................... ..Kıl Ölçer
Tekel Muhabiri ...................... ..Ayyaş Memik
Aile Köşesi .......................... ..İzzet - Müjgân
Folklor Muhabiri ................... ..Bariton ilhan
Tiyatro Muhabiri ................... .. Bornozlu Erol
Medikososyal Notlan ................ Jessi Ümit
İç gezi ve Balo Muhabiri .......... Dalton Erdem
Gönül Postası ...................... .. Alyanak Ayşe
Düzeltmeler
........................ ..Red Kit Mehmet
Karikatürler ......................... ..Fırça Okhan
Reklâmlar
........................... ..Sakallı Tunç
TRT Muhabiri ....................... ..Tırt A. Şahin
TNS Muhabiri ....................... .. Yüce Nebi
III
Üj
nî
yj
E
1
m
¡n
İÜ
İ
İŞ
İÜ
|
|
Spor Sayfası ........................ .. Ciritci Şerife
III
III
Eskişehirden Bildiren ................ Tecavüz Rıdvan
m
Sosyeteden Haberler ................ Bendeniz
Şarkılar ............................... ..Bülbül
Kıbrıs Muhabiri .................... ..Mücahit M. Salih
III
iii
m
iii
DEKAN
BABADAN
SEVGİLERLE
III
İÜ
İD
Sevgili Mülkiyeliler,
ji*
Bir yıl daha geçti, 1970 Türkiye’sinin
kendine özgü koşullarının neşelenme hakkını da, daha başka haklarla birlikte rafa
kaldırdığı bir yıl. Geleneklerine bağlı Mülkiyeliler neşelenmenin gerçekten güç olduğu bu günlerde bile « Kazgan » da kendi
küçük fakat renkli dünyalarım hoşgörü
süzgecinden geçen bir mizah ışığıyla aydmlatmaya çalışacaklar. Zorlukları yenmeşini bilen «Mülkiyelilik ruhu » nun sağladığı güçle bunu da başaracaklarına emi-
üj
™m -
iij
M
İ
¡fi
I
m
Öj
=
öğren ci arkadaşlarımız bilsinler ki,
hocalarının büyük özlemi tüm Mülkiyelileri birbirlerine açık kalple v e sevgiden
ışıyan gözlerle bakan, hoşgörüye hayatlanna yön çizen ilkeler arasında y er vermiş gençler olarak görm ektir. «Kazganvın
bu doğrultuda etkin bir araç olabileceğine inanıyor, görevini yapacağına güveniyorum.
Tüm Mülkiyelilere içten sevgiler sunar,
mutluluk v e başarılar dilerim.
^
^
=
=
=
=
=
=
f
III
i
=
İ lh a n U n a t
iii
III
Îİİ= H I= lll= lll= lll= lll= lll= lll= lll= lll= lll= lll= IM slll= lll= lll= lll= n i= iri= llt = lll= tV
1
SABANA
MEKTUP
Bilmem ki nedendir, bize hâlâ hor bakıyorsun,
Yapma be Şaban tüllabı hasretle yakıyorsun,
N ’oldun, nere gittin, niye böyle yapıyorsun,
Yapma be Şaban, tüllabı hasretle yakıyorsun.
Yaa işte böyle Şabaneığım, yıllar sensiz hasret­
le geçip gidiyor. Ne mektup yazdın, ne de bir gün
aramıza geldin. Perişan halimizi duymuşsundur; sağ­
dan, soldan. Ama erkeklik bizde kalsın diye bir de
biz yazalım dedik.
Bu yıl topu topu dört buçuk ay ders yaptık. A l­
lah seni inandırsın herkes yine de âlim oldu. Şabancığım. Sizin zamanınızda sekiz ay okurdunuz da Şabanlıktan yine de kurtulamazdınız. Zaman değişti
kardeşim, insan beyni elektronik beyinle yarışa gir­
di. Bu konu yürekler acısıdır senin için, senin ise yü­
reğin yufkadır dayanamazsın. Onun için gel konuyu
değiştirelim.
Her yılkinden farklı geçti bu yıl Şabaneığım.
İlk önce, yıllardan beri ilk defa inşaat gürültüsü ol­
madı. Şaştın değil m i? Daha bu bir şey değil Şabancığım, bu bir şey değil. Yurda yeni masa iskemle
alındı, hattâ yeni bir yurt müdürü tayin edildi. İyi
niyetli, çalışkan bir müdür ama talebe milletine ya­
ranılır mı? Hemencecik isim takmışlar, KÎN OVA di­
yorlar. Elin ağzı torba değil tabii... A z daha unutu­
yordum, yurda bir de televizyon alındı. Haftada üç
gün şenlik var yemekhanede. Hele yerli film olduğu
gün... Birgün çoluğu çocuğu al gel be Şaban, sen
yabancı mısın yani.
Okul hayatı da bu yıl çok sakin geçti sayılır.
Pano kavgası falan olmadı. Ama başka olaylar oldu
ki Şaban aklın durur, ö n ce sağcılar solcuları, sonra
da solcular sağcıları kaçırdılar. Bir telâş bir telâş
oldu okulda aklın durur. Osman Nuri E yövge’yi Ca­
hit Talaş kurtardı. Ortalık büdiğin gibi değil Şabancığım. A rtık yurtta nöbet falan tutuluyor. «H er an
bir saldırı olabilir.» deniyor. Sonunda askerler ve
polis yurdu aradı, gazoz şişesi, kürdan, cetvel, is­
kemle ayağı vs.’yi toplayıp götürdüler. Fruko’lar
da aramadan sonra nasü eğitim gördüklerini belir­
ten bir gösteri yaptılar. Camları kırdılar, el kol ha­
reketleri yaptılar, kızlara kulağa hoş gelmeyen, in­
2
sanın yüzünü kızartan tarzda lâflar söylediler. Son­
ra da gösteri bitti, çekip gittiler.
Aradan çok geçmeden bir akşam vakti saat
9.30’da da Mustafa Kuseyri’yi vurdular Şabaneığım.
Polis suçluyu bulamadı daha. Belki de bulur ne der­
sin...
Bu konular acı konular Şabaneığım. Sussak da­
ha iyi. İstersen biraz havadan sudan bahsedelim.
Sudan dedim de aklıma geldi. Y urt bu yıl Kerbela’ya
döndü. Birinci katta bile çok zaman su kesiliyordu.
Bıçak kemiğe dayanınca bir yürüyüş düzenlendi ama
yürüyüş yapılmadan su işi halledüdi. Bu ara halle­
dilmeyen meseleler de var. Barlas var ya Barlas fa ­
külteden verilen şebekeleri geçerli saymadı. «Bir şe­
beke de ben vereceğim. Bana da beş lira verin» dedi.
Ne cin adamlar değil mi ? Bu sefer bütün fakülte öğ­
rencileri otobüsleri kaçırdılar. Köşe kapmaca oynan­
dı. Sonra bir iki defa süre uzatıldı şebeke almak için,
araya Şubat tatili girdi. Uyutuldu gitti olay. Bir kıs­
mı belediyeye beş lira verip bir paso aldılar.
Bu yıl geç başladık ama Şubat tatilini de bir ay
süreyle tam yaptık. Sonra İngilizce, Almanca, Fran­
sızca derslerine çözüm bulunması için boykot ve ba­
zı çalışmalar yapıldı. Kısaca kurlara devam falan
yengen oldu Şabaneığım.
Seçimleri merak ettiğini sanmam ama söyleye­
yim. Devrimciler seçimi bu yıl da bundan öncekiler
gibi aldı. Ancak bu yıl katılma oranı düşük oldu.
Genellikle her şeye ilgi bu yıl zaten azdı. Meselâ bu
yıl show yapılmadı. Kimse de çıkıp sormadı. «Yahu
show yok m u?» diye. Aslmda olan Fes-Kom’un ge­
lirlerine oldu. K ıyafet balosu bile zarar etti. Sonra
inek gezdirilmedi. Mezun Mülkiyeliler fena bozulu­
yorlar bu işlere. Reklâm almaya gittiğimizde bize
sıkı nasihat veriyorlar bu yüzden.
Gerçi televizyonda görmüşsündür ama bir de
benden duy. Muammer A ksoy B.Y.Y.O. na Müdür
oldu. Aramada Fruko amcalar onun dolaplarında,
kitaplarında çekmecelerinde de bir şeyler aramışlar.
Buldular mı bilmiyorum ama bu işe biz çok bozul­
duk. Akademik Konseyin bildirisini dinlemişsindir
herhalde. Am a ne derler Şabaneığım, «kim okur kim
dinler» değil m i? Millet kös dinlemiş gibi davranı­
yor.
Herşey gibi bizde değiştik Şaban. İnan ki de­
ğiştik. Eskiden üç kelime vardı ki birbirinden türer­
di. (Forum, boykot, işgal). Artık böyle değil Şabancığım, hiç böyle değil. Forum yapıyoruz, konuşuyo­
ruz ama boykot, işgal yok artık. Onlar eskidendi.
Bilmeden yaptık onları. Bizi yanlış anladılar. Biz de
artık yapmayacağız.
27 Mayıs’m 10. yıldönümünde yüreğimiz ağzı­
mıza geldi doğrusu. Saat sabah 3.15’de bir gürültü
ki deme gitsin. Marşlar söylüyordu millet. «Olur mu
böyle olur mu» diye. Sonra «Ordu Gençlik el ele»
diye bağırıyorlardı. Tamam dedik olan oldu. Ama
sadece 10 yıl evveli saati saatine kutluyormuşuz.
Vallahi yüreğimize soğuk su serpildi.
Sana yine epey yazdık. Oysa sen bize hiç yaz­
mıyorsun. Mektubumun sonunda soranlara selâm
eder gözlerinden öperim.
Kardeşin
(J^öporlajt, p a lla la n :
(fâ en ^ en is yürek k&pialan
Kazgan ııabız yoklama servisi tüJlap arasında
dolaşıp nabız ve tansiyon ölçtü. Ağızlardan lıer dü­
şeni yazdı ve gördü ki; dervişin zikri ile fileri bir de­
ğildir.
Biz sorduk bakın onlar neler söylediler :
MUSTAFA AKKAŞ
Sayın Akkaş,
— Sizce Kıbrıs politikası nasıl olmalıdır.
— Gözlerimi yaşarttınız abiler, şunu da söyle­
yebilirim ki Kıbrıslılar kızlarını bizlerden tecrite de­
vam ederse Kıbrıs uyuşmazlığına çare bulmanın im­
kânı yoktur.
— SATTE kaç sayfa okursunuz?
— Benim saatlerim başkasına uymaz. Kitabına
göre değişir.
— Kazgan nedir?
— Kazgan, Türkiye’de
yayınlanan en büyük
mecmuadır.
— Aşk nedir?
— Aşk insanların kuluçka devridir. Ben de kulukçadan yeni kalktım, bazan uzun sürüyor.
— Şimdiye kadar kaç kıza ayak attınız?
— Sayısını bilmem ancak ayaklarım topal ol­
du artık.
A K ÎF ÇAKIROGLU
Sayın Çakıroğlu,
— Bıyığınızı ne zaman bıraktınız?
— Geçen haziranda Vahdet’in bıyıklarını niye
kestin demesi üzerine bıraktım. (Vahdet dediğim
hoca yani)
— Kazgan için ne düşünüyorsunuz?
— Yapma abi yahu.
—: Aşk sizce nedir?
— Aşk elma şekeri gibidir. Yalarım yalarım
elimde sapı kalır. İlginç bir lâf değil m i?
— Mülkiye’ye gelmeseydiniz ne olurdunuz?
— Kaldırım mühendisi.
Röportaj sırasında her dediğini yazdığımızı g ö ­
rünce abi şunları bir düzgün yazalım diye ilâve etti.
Biz de ayıp ettin anam dedik.
ERDEM BARUTÇU
Sayın Erdem, siz niye bu kadar cimrisiniz?
— Ulan ben cimrimiyim be?
— öyleyse bir sigara versene.
— A l!...
CİHAN AKYÜZ
Size takılan bir isimden haberiniz var mı?
— Yook.
— (Kızcağız kendine kavak dendiğini bümiyor
galiba) Pekii GalatasaraylIlara olan ilginiz nereden
geliyor?
— (Düşündü, düşündü, düşündü? dedi ki) Bunu
GalatasaraylIlara sorun.
— Sizce Kazgan nedir?
— H iç tasvip etmiyorum.
— Aşkın tarifini yapar mısınız?
— Tarifi zor, bilmiyenler için.
BARIŞ (A V N l A R IK )
Sana ne soralım ?
— ö y le şey olur mu?
— Kazgan size hediye olarak Mao’nun kızıl ki­
tabını hediye edecek ne dersiniz?
— Ben baş kapitalistim yavu. Kitabı reddede­
rim.
— Kazgan nedir?
— Kuştur.
— A şk nedir? (Vedat Demiröz’e dönerek sor­
du :)
— A şk nedir V edat?
— Mülkiye’ye gelmeseydiniz ne olurdunuz?
— Bombok olurdum!
TÜLİN ÖZTELCAN
Sayın Tülin hanım sizce :
— Kazgan nedir?
— Mülkiyenin aynasıdır.
— Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?
— Deliliktir.
— Pekii. Mülkiyeye gelmeseydiniz ne olurdu­
nuz?
— öğretm en olurdum.
— Sap kızlara ne tavsiye edersiniz?
— Sap yapmalarını tavsiye ederim.
MEHMET ÖLÇER
Mülkiyeye gelmeseydiniz ne olurdunuz?
— Şarkıcı olmak isterdim.
— Sizce olgunluk nedir?
— Teşekkür ederim iyiyim.
— H ayatta ilk sigarayı içince neler hissettiniz?
— Sigara içmenin gerçekten boş olduğunu gör­
düm.
— A şk nedir?
— Hiç âşık olmadığım için birşey söyleyemem.
V E D A T DEMÎRÖZ
Sayın Vedat sınavlarda kopya çeker misiniz?
— Ayıpsın, çektiğim başka şeydir. Sabır gibi
teşbih gibi meselâ. Benim teşbihim yalnız iki bakla­
sı eksiktir.
— Kazgan size göre nedir?
— H iç bir şey değildir.
— En sevdiğiniz yemek nedir?
— Barbunya.
— Mülkiyeye gelmeseydiniz ne olurdunuz?
— Aptal bir doktor olurdum (Şimdi kendileri
iktisatçı olmuş bulunuyorlar)
3
H ALlL BAYRAKTAR
Hoşgeldiniz Halilciğim buyrun oturun. Size bir
kaç soru sorabilir miyiz?
— Memnuniyetle beyefendi emirleriniz?
— Estağfurullah ricamız olacak.
— Hay hay buyursunlar efendim.
— Ulan yeter be amma nazikmişsin, işimiz gü­
cümüz var bizim. Cevap ver de gidelim.
— Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına gire­
mezseniz ne yapardınız?
— Fotoğraf stüdyosu açarım (Turan Güneşin
kulakları çın çın ötmüştür!)
— Lâkabınız var mı?
— O, ooooo bir sürü, kaç tane yahu.
— Kazgan sizce nedir?
— Kaynayan bir kazandır. Düşeni Allah koru­
sun.
— Çok teşekkür ederiz, hadi eyvallah.
— Aman efendim, bir çayımızı içseydiniz. İlgi­
nize çok teşekkür ederim.
— Fe-süphanallah, adam bizi çıldırtmak isti yor galiba; hadi eyvallah aslanım.
ÖMER GÜRKAN
Merhabaaa Gürkancığım, ayol nasılsın bakim?
— Teşekkür ederim ama ders çalışıyorum baş­
ka zaman gelseniz.
—
Olmaz efendim olmaz, soracağız cevap vere­
ceksin, tamam mı? Yoksa kazgan se....
—• Tamam tamam Allah kahretsin sor da git.
— Fındığın cinsî kudreti artırdığı doğru mu?
— Kızlar benden boşuna mı kaçıyor?
— Şiire ne zaman başladınız?
— Kafiye’ye yemek ismarladıktan sonra.
— Aşk nedir?
— Şimdiye kadar her kıza âşık oldum ama anlıyamadım. Bir kız da siz bulun, belki anlayabilirim..
İLHAN CEDİMAĞAR
— Askerlikte başınızdan geçen cn ilginç olay
nedir?
— Askerliğim iki sene sürdü.
— Niye hemen kızarıyorsunuz?
— Yoğurt yerim ondan olsa gerek.
— Mülkiyeye gelmeseydiniz ne olurdunuz?
— Sizden uzak şimdi rahat olurdum.
— Aşk nedir?
— Erişilemeyen şeylere duyulan özlem. Ama bu­
nu yengeniz daha iyi bilir sanırım.
CENGİZ ESENALP
— Kazgan için ne düşünüyorsunuz?
— İyi şeyler düşünüyorum. Bence kazgan, ba­
zı kazların hazırladığı bazı kazların da okuduğu bir
nesnedir.
— Aşk nedir?
— Aşkolsun valla ayıp ettiniz. Yazarların ek­
mek parasını sağlıyan gereksiz bir konudur.
— Bunları Oya okursa.
— Yau isim koyuyor musunuz? Siz Allah aş­
kına.
—• Mülkiyeye gelmeseydiniz ne ya.pardmız?
— Adam olurdum.
4
-fa Dört mâliyeden Rıdvan Karluğ’un, kahvede tav­
la oynadıktan sorna, parayı vermeyi unutup, çı­
karken kahvecinin kendisine :
— «Tavlalar kimde» dediğinde;
— «Masanın üzerinde, kimse almadı, ne yapa­
cağım senin tavlanı, cebime koymadım ya» de­
diğini..
Haşan Şengüderin karanlıktan korktuğunu..
Sadık İkizek’in, öğretmenlik ayaklarında evli ka­
dınlarla ahbap olduğunu..
Ahmet Cahit Olgun’un Kurtuluş parkında zam­
paralık yaparken; kızların kendisine «AMCA»
dediğini görünce zamparalığa tövbe ettiğini..
■Jç Yüce Nebi Bayrak’ın yağcılık olsun diye, tahta­
ları sildiğini, silerken de sınıfa dönüp, göz kırp­
tığını..
-fa Gazi Kaya’nın tavlayı bilmemesine rağmen ken­
dini tavla kralı ilân ettiğini, yenilince de «Bu da
şereftir» dediğini..
•fa Bülent Daver’in dört uluslardan bir kıza, abayı
yaktığını eğer yoklama da yok olduğunu görür­
se, efkârla sigara yaktığım..
-fa Ahmet Cahit'in evlilik konusunda evle pazarlık
ederken, 6 yaşındaki kardeşinin «Bu oğlan deli
olmuş» dediğini..
•fa İlhan Ateş’in artık İzmir hattında çalışan oto­
büslerin bütün muavin ve hosteslerini tanıdığım..
-fa Sadık İkizek’in boksörlüğünü hammlarda dene­
diğini..
■fa Ali Sakallı’nm küçük kızının bir gece «Yeter be
baba, biraz da benimle oyna» dediğini..
■fa Savaş Dizdarın, burs için kan aldırırken bayıldı­
ğını, sonradan, «Okulda kim söylerse döverim»
dediğini..
■fa Nuri Değer’in yüzüğünü nedense cebinde taşıdı­
ğını..
■fa Nazime Olgaç’ın daima 17 yaşında olduğunu..
Orhan Belentepe’nin dört yü boyunca, gayet şık
bir kıyafetle (çanta, şapka, şemsiye) okula geldi­
ğini ve kendini bankacılık hayatma şimdiden ha­
zırladığını..
Türkkaya A taöv’ün Mevlüt Bozdemir’e «Galiba
saçların artık çenende çıkmaya başladı» dediğini..
-Jç Dört İşletmeden Hatice Gider’in, Kars Folklor
ekibinin Polatlı gösterisinde, halk tarafından ka­
çırılma tehlikesine maruz kaldığını..
■fa Perran’m «Gün geçtikçe Şekerbank gibi, hem
gelişiyor, hem güzelleşiyorum» dediğini..
■Jç Savaş Dizdar’ın Sınavda Aquinum’lu St. Thomas’
m çıkmaması için, «St. Thomas. ne olur, bana kıy­
ma» diye dua ettiğini..
İç G e z i d e n N o t l a r
Birinci gün : Sabahın altısında Kızılaydan ha­
reket eden otobüste ayakta kalanlaV oldu. Gelenler
arasında kurada çıkanlar azınlıktaydı. Fes-Kom baş­
kanı îbrahimin günlerce şike olmayacağını söyleme­
sine rağmen çoğunluğun kendi sınıfı işletmeden ol­
ması, hattâ H ayat’ın taze nişanlısı Mete’nin bile ge­
ziye dahil edilmesi yedek kuraların neden çekilmedi­
ğini izah ediyordu, işletme dışındaki şubelerden katılanların da bizzat Festival komitesi üyeleri olması
Fes.— K om !+ îşletm e şeklinde bir manzara koyuyor­
du ortaya. îbrahimin gezi boyunca herkese günde
15 TL. harçlık verileceğini söylemesi üzerine uyu­
yanlar da uyandı.
gidildi. Burada gençlerden TNS ve H atay Spor hak­
kında gerekli bilgiler alındı. Daha sonra toplanılıp
Müze gezildi. Profesyonel rehber olmakla övünen
Murat’ın kitaptan okuyup verdiği izahat dinlendi.
ö ğ le yemeğinden sonra mesire yeri Harbiye’ye
gidildi. Güzel manzara bulununca bol bol resim çekil­
di. Bilhassa işletmeciler pazarlık kabiliyetlerini gös­
termek için turistik eşya satan yaşlı bir adamla sa­
atlerce pazarlık ettiler. Bu arada alınan flütlerle oto­
büste kafa şişirildi. Bereket çalmasını bilen Nuray’­
dan utandılar da bu işten vazgeçtiler.
Nişanlı ve sözlü çiftler birbirlerine daha fazla
yaklaştılar. Arkalarda viski şişeleri dolaşmaya, ön­
de de koro sabah olduğunu müjdelercesine konserini
vermeye başladı. Biraz sonra yapılan sayımda A teş­
le birlikte 9 kız arkadaşımızın olduğu öğrenildi. A yak yolu molası verilince Sami’nin akıl edip getirdi­
ği topla asfaltta acele bir maç yapıldı.
Ben kavalım, kaval benim. El ne karışır ?...
Allah topunuzu yuvarlak eylesin... (Amin)
Pozantı’da öğle yemeğinde şalgam suyu içen
tüllab meraklarının cezasını ödemek üzere Picasso’nun desenlediği 00,a koştu.
Alâattin abi’nin Fiat’ı İskenderun yakınlarında
ilk arızayı yapınca kurbağaların verdiği konseri din­
lemek zorunda kaldık. Bu arada Derya başta olmak
üzere birkaç delikanlı ilerdeki eşekle bir hayli ilgi­
lendiler.
Saat 17.45’de en genç ilimiz H atay’a varabildik.
Etrafımızı hemen meraklılar sarmıştı. Bu manzara
karşısında hislenen Sahir, «Şu H atay’lılar aslan gibi
erkek. Siz bilemezsiniz H atay’lılar ne günler geçirdi.»
Meğer Vali’nin haberi bile yokmuş, «ne işiniz
var burada» demiş. Neyse, geç de olsa kalacak bir
yer gösterdiler. Kerler bavul taşıma ayaklarına ya­
tıp kızları odalarına kadar götürdüler. Kızlar bıra­
kılmış, otobüste sadece erkekler kalmıştı. Soğukoluk,
Belen feryatları yükseliyordu. Tatava tbo, «Abiler
yarın zinde gidelim de 250 TL. amorti edelim» diye
tavsiyede bulundu. Yolculukla geçen günün yorgun­
luğunu atmak üzere tıpış tıpış Hatay Lisesi’ne yol­
landık.
İkinci gün : Sabah 8’den itibaren
uyanmaya
başlanıldı. Otobüs gecikince Emekliler Kahvesi’ne
Dünyanın ilk kilisesi St. Pierre’de A teş’e günah
çıkarttıran Şeniz — «Bitti m i? Şimdi yeniden başla­
yabilir miyim» dedi.
Saat 5.17’de İskenderun’un girişinde Kayma­
kamın gönderdiği polis tarafından karşılanmamız
karşısında Savaş Dizdar bile polisler hakkmdaki fi­
kirlerini değiştirmeye kalktı.
Otobüs Altın Dişler Oteli önünde durunca göz­
ler hep Ahmet Şahin’i aradı. Yokluğu işte şimdi an­
laşılmıştı. Saray lokantasmdaki akşam yemeğinde
herkes kahvaltı, rakı ve şarapla susuzluk gideriyor­
du. Kapıda polis ise bizi lâf atan gençlerden koru­
yordu.
Otelde bir de isveçli turist bulan seksiyon poli­
tikten Metin, Okhan lisan ukalalığına giriştiler. Der­
ya, Ayı, ve Sahir’in gece Soğukoluk’a hareket etme­
lerinden başka bir vukuat olmadı.
Üçüncü gün :
«Pardon dün gece Sahir değil Ibo gitmiş». Ibo
bu sabah Mülkiye eşofmanı ile koridorda gezerken
önce acıklı bir türkü tutturdu. Sonra da «böyle ge­
zinin içine... bir davamız bile yok » diye söylendi
kendi kendine. Daha sonraları işi rast gitmeye baş­
layınca grup ta neşelendi Ibo sayesinde.
7 ’de İskenderun’dan hareket edildi. Adana tran­
sit geçildi. Erdemli yakınlarında bir portakal bahçe­
sine dalındı, narenciye ürünlerinin tarım ar edilmesi
karşısında adamlar bizi kovalamak, Çelik abi de 50
TL. ödemek zorunda kaldı.
. Kızkalesinde yolda alman kumanya yenildi. E k­
mek bulamıyan inci ağlamaya başladı. Ertan, Doğanay, Sami, Hürol, Ibo, Metin denize girmek cesa­
retini gösterdiler. Otobüste giyinirken Aktan’a gü­
zel pozlar çekme imkânı verdiler.
5
Otobüs ikinci arızayı yapınca uzun ve neşeli bir
krosa başladık. Yolda bir inek gören Ertan hemen
ceketini çıkarıp matadorluğa başladı. Herhangi bir
reaksiyon görmeyince de kasılarak «Nasıl korkut­
tum» diyerek havasını attı. Dik yokuşun sonunda
kimi cennete kimi de cehenneme gitti. Otobüse dön­
düğümüzde herkes turşu gibi idi.
Silifke’de susuzluk giderildikten sonra Uzun
Mustafanın Kıbrıs hatıratını dinledik. Alâaddin Abinin şahane manzaralı fakat tehlikeli virajlarda (faz­
la sürat felâkettir sözüne uyarak) saatte 10 km. hız­
la gitmesi sonunda geceyi ufak tefek tartışmalardan
sonra Anamur’da geçirmek zorunda kaldık.
Dördüncü gün :
Soğuk ve rutubetli bir geceden sonra saat 6.30’
da hareket ettik. Ibo’nun morali biraz düzelmişti.
Bütün yolculuk boyunca koltukta ters oturan Varol
da romantik ve kaçamak bakışlar atfediyor, grupta
sap kızın az olması bazılarının popülaritesini arttırı­
yordu.
Alanya’da yazdan kalma bir havada Damlataş
mağarası ve Kale gezildi. Kaymakamın verdiği zi­
yafet ve gösterdiği ilgi hepimizi memnun etti. Side’de gezinin ikinci banyosu alındı. Bu sefer kızlardan
Betül’de ıslananlar arasındaydı. Aspendos’ta S.B.F.
yazdık.
Beleş ziyafete hazırlık!
Nihayet Antalya’ya gelebildik. Akşamki ziyafe­
te yetişmek için tüllab korkunç ve kendilerinden
beklenmeyen bir süratle süslenmeye başladı.
Gece ziyafette Çelik Abi «Valinin yanında pipo,
Kaymakamın yanında sigara şiarına uymuş bir du­
rumda vaziyeti idare ediyor.» Şube sataşmaları va­
linin masasında dahi devam ediyordu. Bu arada îbo
«bütün Mülkiye’yi işlettiğini» söyledi. Heryerde an­
lattığı ayakkabıcılığının yanında yeni mesleğini de
böylece öğrendik. Mehmet Memik’in vaünin güzel kı­
zını dansa kaldırması Ue dans başladı. Daha sonra
misket havası oynandı. Tüllab türlü hünerlerini gös­
terdikçe hava samimileşti. Fakat vali hâlâ ciddi idi.
Savaş’m idaresinde halk türküleri söyledik. îbrahimin kendinden geçerek söylediği şarkılarla vali niha­
yet güldü. (Ah aşk sen nelere kadirsin.)
Ziyafetin sonunda hislenen vali bir nutuk çe­
kerek bizleri daha uzun müddet misafir etmek iste­
diğini fakat programımızın müsait olmadığım söyle­
yince Erdem «kalalım» diye hepimizin hislerine ter­
cüman oldu. Vali beyin yüzünün rengi bir anda de­
6
ğişti. Ne ise durumu tatlıya bağlayarak Mülkiye
marşı ile bitirdik, içki ve dansın tesiri ile olacak Memik «yaşasın Antakya Valisi» diye bağırdıysa da
bereket o gürültüde vali duymadı. Valinin yanında
sıkılan Ayı «yahu biz mahcur muyuz» diyerek dönüş­
te yolda kurdunu döktü. Gezinin en güzel günü böy­
lece sona erdi.
Beşinci gün :
Çoğunluğun bir gün daha Antalya’da kalmak
istemesine rağmen Kazgan’a bile yazılamayacak bir
takım şikâyetler sonucu toplanan erkeklerin katıl­
dığı forumda çıkan tartışmalardan sonra mecburen
Denizli’ye hareket ettik. Îbo nihayet otobüsün ikiz
kardeşlerinin yerini bir süre için dahi olsa değiştir­
meyi başardı. Insuyu mağarasında önce mide ve şe­
ker suyu içildi daha sonra da sarkıt ve dikitlerin
ortasındaki berrak göl hayranlıkla seyredildi.
Grubun en çok dağıtanı Sami, bozuk çalar saate
dönen sesi ile fıkra anlatırken daha sonunu getirme­
den gülmeye başlayınca fıkralar güme gidiyordu.
Gece geç vakit varılan Denizü’de yerleşüdikten
sonra zorla yemek bulunan lokantada gezi komitesi
Hocalarımızdan
«Aile’nin bütün harcamalarında karabiber ve
kürdan, bulaşık suyu ve sabun kadar önemli değil­
dir.»
(Melmıet Selik)
«A.B.D. de herkese eşit fırsat müsavatı tanın­
mıştır.»
(Bülent Daver)
«Bizim zamanımızda da gençlik kavga ederdi
ama, ya kumar ya kız için.»
(Halûk Ülman)
«Arkadaşınızın sorusunu dinliyorum, sizi sonra
şey yapacağım.»
(Tuncer Bulutay)
«Türkiye’de gidip gelme hürriyeti içinde seke­
rek gitme hürriyeti de vardır.»
(Turan Güneş)
Shumpeter, Avurturya da doğmuş, A.B.D. de
profesörlük yapmış ve şimdi bizzat ölmüştür.»
(Tuncer Bulutay)
«İngilizce katı bir lisan, Türkçeleştirildiği za­
man sulanıyor.»
(Besim Üstünel)
«Adam, ülkesinde kalay arıyor herkesi kalayla­
mak için, kalay yok.»
(Besim Üstünel)
«Lâmbaları yakın lütfen, karanlıktan korka nm .»
(Reşat Aktan)
«Siz de buraya çıkarsanız görürsünüz, insan
kendini burada sahnede gibi hissediyor.»
(Reşat Aktan)
garsonluk yapmasına rağmen kimselere yaranamadı
ve idareyi Çelik abi devraldı.
Altıncı gün :
Sabah lise bahçesinde son yılların en iddialı ve
mühim maçı yapıldı. Öyle yemeği Pamukkale’de vali
ile beraber yenildi. Sıcak suda yapılan banyo herke­
sin sinirlerini yumuşattı.
Kuşadası’nm 7. km’de Kaymakam tarafından
karşılanmamız Mülkiye’nin statüsünün henüz mev­
cut olması bakımından hepimizin gözlerini yaşarttı.
Akşam yemeği neşe içinde ve koro şarkılarla geçti.
Annesinin güzel yemeklerine alışık olan inci yine çok
az şey yedi.
Yedinci gün :
Sabah, Kaymakam Kuşadası’m gezdirmek neza­
ketini gösterdi. Bu arada yeni yapılan kaymakam
evini gören tellâklar zevkten dört köşe oldular.
Fransızların tatil köyü gezilirken, Türk müdür
«Burada aklınıza gelen herşey yapılır, kimse de dö­
nüp bakmaz» deyince Ayı Savaş ve diğerleri yazın
inciler
«Ders yılının 1 /3 ini irademiz dışında kullan maksızın kullanmış durumdayız.»
(Reşat Aktan)
«Devlet bir şahsı manevidir. Yemez, içmez, ka­
kasını çıkarmaz.»
(İsmail Türk)
«ö y le bir ülke ele alalım ki bahsettiğimiz ülke­
de fak tör donatımı o biçim olsun.»
(Besim Üstünel)
«Yabancı dil, bir kişinin kafasına ağzından bur­
nundan ya da her hangi bir açıklığından zorla sokulamaz.»
(Orhan Tiirkay)
«Yorgunluk iki türlüdür :
1 — N ot tutmaktan,
2 — Dinlenmekten.
O
halde siz ikisini de yapıyorsunuz. Sizin duru­
munuz yorgunluk değil perişanlıktır.»
(Sait Kemal Miînaroğlu)
«Bugün kendimi showluk ve kazganlık hissedi­
yorum. Zaten o durumdayım. Istanbuldan beraber
geldiğimiz dört arkadaş vardı. O keratalar derste
yok, uyuyorlar herhalde.»
(Mehmet Selik)
«Kitle halinde ölüm olan felâketlerden sonra
nüfusta bir fırlama olur. Bunun nedeni, geride ka­
lanların özel gayret göstermeleridir.»
(Reşat A ktan)
«Amerika gibi Rusya’nın yayılması da mis gibi
emperyalizm kokuyor.»
(Suat Bilge)
müstahdem olarak çalışma ayaklarına yattılar. Ha­
tice seminerini kolayladı.
Didim’de Apollon mabedinde Zeki bir grup res­
mi çekecekti, Ibo «Tamam mı» diye sorduğunda «ol­
du ama tepesini almıyor» diye cevap verdi ve yere
uzanıp resmi çekti. Dilek heykeli öpüldü.
Söke’de bir gün önce hepimizin sempatisini ka­
zanan Denizli valisi-Ziya Durâkoğlu’nun ölümü he­
pimizi üzdü. Reyan’m hastalanması ve Doğanay ile
birlikte Ankara’ya dönmek zorunda kalması günün
diğer üzücü bir olayı idi. Gece gidilen hamamda tel­
lâk Ilhan bizim kerleri epeyce meşgul etmiş. Hürol
diğerlerinden yarım saat geç çıktıktan sonra otelde
bir duş almasına bakılırsa tedbir alacağını söyleyen
oda arkadaşı Ersal’a hak vermek gerekiyor.
Sekizinci gün :
ik i gün Kuşadası’nda kalıp dinlendikten sonra
sabah İzmir’e hareket ettik. Yol üzerinde uğradığı­
mız Selçuk’da E fes müzesi gezildi. En çok ilgi du­
yulan ve kartpostalı en çok alman eser Bereket Tan­
rısının heykelciliği oldu. Tarihi Efes şehri gezilirken
yerde görülen bir reklâmın tavsiyesine uyularak Aşk
Evi gezildi. Kızlarımız buradaki tulumbadan bol bol
su içtiler. Reklâmcılığın geliştiği bu tarihi şehirde
kütüphane ile Aşk Evi karşı karşıya idi. İnekler ço­
cuklar gibi kütüphaneye gidip teori yapmadan doğ­
rudan doğruya pratik yapmak istediler. Neyse İz­
mir’e yaklaştık. Meryem A na’nın evi gezildikten son­
ra kolyeler takıldı. İzmir’e girişte güzel kızlar görün­
ce otobüste bir gevşeme oldu. Şimdiye kadar hayat­
larından memnun olan kızlarımız buna içerlediler.
Alâaddin abinin «Erkek Üniversitesi Yurdu nerede»
Çıktık açık alınla
Hamama gittik nalınla..
diye sorup araştırması neticesinde
yurdu bulabildik. Gece serbestti.
Bornova’daki
Dokuzuncu gün :
İzmir’de bir program olmadığından ve Validen
fazla ilgi görülmediğinden herkes dağıldı. Çoğunun
akrabası vardı. Gelmişken ziyaret etmemezlik olmaz­
dı. Akrabası olmayanların da ziyaret edecekleri yer­
ler bulunurdu elbet. Nitekim kerler kafileler halinde
Kemeraltı’m şenlendirdiler. Halûk burada «şişko dip­
lomat» lâkabını aldı.
Akademiyi ziyarete giren Ertan güzel, kızları
görünce «A bi hemen bir diskotek bulup bu kızlan
atalım» demeye başladı. Bu gezi bazılarımıza bazı
yeni alışkanlıklar getirdi. Haydi hayırlısı. Akşam
7
17’de sanki sözleşmiş gibi Konak’ta buluşuldu. Bu­
radan gruplar halinde ayrılarak son gecede Kadifekale, Kordon, vs. gezildi. Son otobüsü kaçıranlar otel
parasını geçen taksi parası vermek zorunda kaldılar
taa Bornova’ya ulaşmak için.
Onuncu gün :
İlk defa olarak hava bozdu. Izmirde çiseleyen
yağmur, yol boyunca sağnak halini aldı, öyle yeme­
ği Bandırma’da yendi, Kaymakam bulunamayınca
Bursa’ya hareket edildi. Bursa’ya yaklaşırken Sami
Bursalı olduğunu hatırladı ve mahallî kıyafetine bü­
ründü. Havasmdan mıdır yoksa suyundan mı diğer
çocukların da seslerinde ve hareketlerinde değişik­
likler oldu. Gece toplu halde Yeni Kaplıcaya gidildi.
Onbirinci gün :
Öğlen erkenden kebapçıda buluşuldu. Daha son­
ra sağanak yağmura rağmen Yeşil Türbe ve Ulucami
gezildi. Kapalıçarşıdan bol bol havlu alındı, en çok
Hem kayar...
...hem düğerim
alış veriş eden Çelik abi oldu. Bu arada Derya ile
Mustafa nişanlılarına hediye seçmek için saatlerce
dolaştılar.
. Gece Acar Kulüpte neşeli bir vakit geçirdik. Sa­
natkârların bizim masaya iltifatları karşısında has­
ta olan Ayı büe neşesini buldu, ve naralar atmaya
başladı, inci Kayhan yeşil elbisesini giymiş partöneri Ersal’la dans ederken hayatından gayet memnun
görünüyordu. Bu gece îb o ’nun da işi rast gidiyor ni­
hayet. O kadar ki koğuşa dönüşte uyuyanları sırf
neşesini paylaşsınlar diye uyandırdı ve sabahın üçü­
ne kadar uyutmadı .
8
Oııikiııci gün :
Sabah îb o ’dan fecî bir intikam alındı. Çelik abi
sabah şu müjdeyi verdi. «Teleferik bedava, gece zi­
yafet, ertesi gün fabrikada bir ziyafet daha.»
Hava nihayet düzelmiş, teleferik işlemeye baş­
lamıştı. Bursa’da üçüncü günümüzde. Uludağ’da ön­
ce otele doğru bir yürüyüşe başladık. İkinci Km. de
vazgeçip karlar üzerinde yemeğimizi yedik, kanyak­
larımızı içtik. Daha sonra Betül ve Murat’ın getir­
diği bir kaç kayakla heveslerini almak isteyenler sı­
raya girdiler, ve herkesten daha çok karda boyla­
rının ölçülerini aldıkları gibi kayak yerine de yüz­
meyi öğrendiler. Uludağ’ın tadını daha çok güneşle­
nip kayanları seyredenler çıkardılar. Gece Çardak'ta
Vali Muavininin verdiği ziyafette içki limitinin ol maması Antalya’da olduğu gibi bizi hesap pusulala­
rını cebimizde saklamak zahmetinden kurtardı, inci,
Daver’den sıfır alma pahasına diktiği elbisesini kiymişti nihayet. îb o içli sesi ile makberi söyledikten
sonra veda etti. Bayramda ayakkabıcı dükkânında
olmak zorunda idi.
Çelik abinin kendisinden müsaade isteyen Memik’e «pekiyi sevgilim» diye cevap vermesi hepimizi
şaşırttı. Gezinin sonunda dağıtmayan kimse kalma­
mıştı herhalde.
Onüçüncü gün :
Gezinin bir tetkik gezisi olduğunu nihayet geç
de olsa fark ettik. Ve hiç olmazsa bir iki fabrikamızı
gezmeye karar verdik. Önce Merinos fabrikası, daha
sonra da özel sektörün Çimento fabrikası gezildi.
Öyle yemeği kapitalistlerdendi. Sonra da konuşma­
sını seven müdüre bazı sorular sormak zorunda kal­
dık. Akşam Bursa Mülkiyeliler Birliğinin verdiği
yemek, gayet samimi bir havada geçti. Eski
hatıralar ve muziplikler dinlendi. Biz bugünkü Mülkiye’yi canlandırmaya çalıştık. Eskilerle Ayı'nın gay­
retine rağmen yarışamadık. Yemekten sonra Mülki­
yeli ahilerimizi de alıp bir kulübe gittik. Orada diğer
bir mülkiyelinin gönderdiği şampanyaya orkestra
eşliğinde Mülkiye marşı ile cevap verdik.
Ondördüncü gün :
Gezi sona ermişti. Artık uzunca bir hasretten
sonra Ankara’ya dönülecekti. Aslında İzmit’ten An­
kara’ya sapan otobüstekilerin sayısı ondört gün ön­
cesinin ancak yansı idi. Yol boyunca diğerleri da­
ğılmıştı. Herşeye rağmen iyi bir gezi yapılmış, güzel
yurdumuzun cennet köşeleri gezilmiş, her gidilen
yerlerde dileklerde bulunulmuş, en önemlisi her za­
man övündüğümüz Mülkiyelilik ruhuna rağmen pek
çoğumuz son sınıfta birkaç samimi arkadaş edinme
fırsatı bulmuştuk.
Temizlik ekibi
DUA - ÜL
MUAZZAMA
( r z A b d e s ts iz
o k u n m a z )
îlahi yarabbi, îlahi yarabbi...
Biz günahkâr, sen rahimsin. Biz hakiriz sen ke­
rimsin. Biz isteriz. Sen verirsin yarabbi. Haram de­
din içki içtik. Daima yanlış yollar seçtik. Ders, de­
diler, dalga geçtik. Üssümizan tutturup, zorla sıyrı­
lıp geçtik. Bütün tüllap avuç açtık, şimdi affına gel­
dik...
Herkeste bir sonsuz telâş, bu sınavlar sanki sa­
vaş, bizde hal yok. Tüllap yavaş. Medetimiz sensin
yarap. Proflar dalımıza bindi. Düşmanlarımız sevin­
di. Tüm tüllap, yere serildi. Tek ümit var sensin
yarap...
Sınıfları geçmek için, kolay kopya çekmek için,
şu okuldan kaçmak için, bize fırsat bahşet yarap.
Sağcısı var solcusu var. Bunun orta yolcusu var.
A rafat’tan Tur’a kadar bizim gibi mümin kullar,
avuç açıp sana geldik. Sen bizleri kurtar yarap...
idarenin bursu kesik. Tellâkların yüzü asık. Du­
rum vaziyetler nazik. Paralar çoktan tükendi. Bütün
yollar da denendi. Yolsuzluğun son çaresi, oturup
kumar oynandı. Para kazanalım derken, ayakta don
da kalmadı. Büyüklerin insafı yok. Kredi istedik ve­
ren yok. Başbakan kardeşimiz de yok. Biz n’apalım
söyle yarap...
Saplık canımıza tak etti. Kızlar durumu fark
etti. Döndü geriye çark etti. TNS bizi mahvetti. Bu
lâfın gelişi aslında. Ne TNS, ne de kızlar, derdimizi
anlamazlar. Birinde şebeke geçmeli. Kızlar bizi de
seçmeli. Biz de senin kullarınız. Kızlar da senin kul­
ların. Bir tek bile pas vermezler, zoru ne ola bun­
ların. Sap yaşayan kerler için,’ öyle genel yerler için,
ayıp denen şeyler için, bize ilham ilet yarap...
Profların yüzü suyu hürmetine, ders çalışan
ineklerin gayretine, bizim gibi bağrı yanık bütün
tüllap milletine sen yardım et, sen himmet et. Her­
kes geçsin kalan kimse kalmasın. Haziranda bitsin
işler. Ekime iş kalmasın. Mezunlara iş bulunsun. Bu
çalkantılar durulsun. Defler davullar vurulsun. Dün­
ya cennet olsun yarap...
İsyanımızı affeyle, ayıplarımız setreyle, düşman­
larımız kahreyle, zalimlere fırsat verme. Amin diyen
müminleri huzurundan boş çevirme. Daverin şidde­
tinden, Fahirin hiddetinden, Besimin soğuk esprisin­
den, Selik’in teklemesinden, bizleri masun eyle ya­
rabbi...
Boykotlardan aman ettik. Derse kaç ay devam
ettik. Şükür bitti tamam ettik. Yola geldik iman et­
tik. Sen tekrarından koru yarap...
Bu yıl herşey bir hal oldu. Barlas geldi şebeke­
ler geçmedi. Tabi bu hal talebeyi açmadı. Yol kesil­
di otobüsler geçmedi. Zaman geçti şebekeler geçme­
di. Şu zavallı tüllabı bir koruyan çıkmadı. Sen kahhar isminle kahreyle yarap...
Kızlar, erkekler günahkâr, şeytanlıkta herkes
cabbar. Sensin rahim, sensin settar, günahları affet
yarap. Besim’in uzun boyuna, Daver’in çapkın huyu­
na, Safa’nın tatlı diline bizi kurban etme yarap. Gün­
ler geçer, bir gün hesap sorulur. Sınavlarda ince sı­
rat kurulur. Kimi kolay geçer kimi devrilir. Sen bizi
kolay geçenlerden eyle yarap. Mektep biter birgün
mezun olursak, şöyle iyisinden bir iş bulursak, fikri­
miz değişmez bu kararda kalırsak bize bir de iyi av­
rat nasip eyle yarabbi...
ilahi yarabbi, İlâhi yarabbi!...
Mıhçızade Cemal’in yoklamasından,
Daver’in
haşlamasından, Turan Güneş’in taşlamasından, Türkkaya’nın saçmalamasından, Aktan’ın uyutmasından
bizler bîzar olduk, bıktık. Sen bildiğin gibi bu işleri
hallet yarabbi. Sait Kemâl tecavüzde berdevam, ar­
tık ağlıyacak zavallı Rıdvan, yakıyor kızları dersler­
de Baran, bizi de öyle yakışıklı kullarından eyle ya­
rabbi ...
Bütün tüllâp ağlayıp kapına geldik. Göz yaşı
dökerek affına geldik. Dilenciler bulup sadaka ver­
dik. Hocalara kıl çektik yağcılık yaptık. Eylemleri­
mizi boşa çıkartma yarap...
Bu duaya amin diyen her keri, iki cihanda aziz
eyle.
Okuduğumuz duadan, irtihal etmiş Mülkiyelilik
ruhunu da haberdar edip makamı cennet, kabrini
pür nur eyle. Pek aziz, pek muhterem, şefkati bol
hocalarımızı bizden razı ve hoşnut eyle. Notlarını
bol, sorularını kolay eyle. Kızlarımızı bize de pas ve­
recek kadar saf, bizleri çekemiyen bazılarını da mahv
ve perişan eyle yarabbi...
Dizildik huzurunda saf saf, bütün proflara in­
saf, ihsan eyle yarap...
Yurdun hali sence malûm. Anlatmaya değmez
halim. Bir acaip çiledir bu çeke çeke bitmez yarap.
Yemeklerin tadı yoktur. Asansör hergün bozuktur.
Kantin dışardan kazıktır. Bu tüllaba da yazıktır. Bir
çaresi yok mu yarap?.. Musluklarda sular akmaz,
açık kapılar kapanmaz, tuvalette ayna kalmaz. Eyüp
Peygamber dayanmaz. Sabır, sabır yetir yarap...
9
TELLAKLAR
İdari
Ş u b e
zide bu zaafını çakmayan kal­
mamış, «işin rast gitsin» dua­
larının hedefi olmuştur.
Rivayete göre, su şişelerinin
üzerindeki isim yüzünden su da
içemez olmuştur. Kaymakamlık­
tan ümidi kesince, işletme dok­
torası yapmaya karar vermiş
bulunmaktadır. Başarılar dile­
riz.
İLHAN ATEŞ
J/lülkiife t e llâ k la Sel3u
(B u rslard a y e n g e n elâ u
J H aiifel m e m u r lu ğ u
•firlık li r lıat/al cldu
ERDEM BARUTÇU
1947
de doğdu. Türlü çeşitli
okullarda okuduktan sonra, Şahane’ye duhul etti. Galatasaray’
da okurken, bir gün büyük bir
merasimle, adını «Dalton» koy­
dular. Törende, okul müdürü­
nün, «Adını ben verdim, belânı
Allah versin» dediği rivayet olunur. Bu Dalton biraderimizin
her hafta basket antrenmanla­
rına katıldığı hâlde, bâzı yara­
mazlıkları nedeniyle, boyu bir
türlü uzayamamıştır. Ancak
dostumuz, boy kısalığı ile zekâ
arasında bir ters orantı olduğu
iddiasındadır. (Besim Üstünel’in
kulakları çınlasın)
Mülkiye’de «Dalton» adının
duyulmaması için her türlü ça­
bayı sarfetmesine rağmen si­
mitçi Murat tarafından teşhis
ve teşhir edilmiştir. Sırf bu yüz­
den, masum Mehmet Ölçer’e de
«Red Kit» adı verilmiştir. (Oh
olsun, o da beraber gezmesey miş.) Arkadaşımızın edebiyata
karşı derin bir ilgisi olup, bir
çok nesir ve manzum eser yaz­
mıştır. Ancak eserleri diğer ya­
zar ve şairlerin, mesleklerini ha­
kir görmemeleri için, Kazganca
ödül verileceği vaadiyle elinden
alınıp imha edilmiştir.
Küçüklüğünden beri hayâl et­
tiği Fransa’ya gidince, pasapor­
tunu kaybetmiş; kimse, onun
Türk olduğuna inanmayınca da
sünnetli olduğunu göstermek
zorunda kalmıştır. Fransa hatı­
ralarına böyle süslemeler katan
dostumuzun tüm macerası gün­
de iki baskı dinlenerek tüm tüllapça ezberlenmiş olup, anlat maya başladığı zaman, artık ko­
ro halinde söylenmektedir. Mülkiyede tahsil boyunca, seminer,
kur, ders, hattâ Yasa’nın ders­
lerini dahi kaçırmamakla övü­
necek kadar da inektir. Hangi
kıza ayak atmaya kalksa, o kı­
zın kısmeti açıldığından «Ne fe ­
na talihim var, kimi sevsem el
alır» şarkısını dilinden düşür mez olmuştur. «Gül» adına kar­
şı derin ilgisi olduğunu söylerse
de, bu yıl, inci-boncuk üzerinde
ihtisası tercih etmektedir. Iç ge­
Bu sağmal inek 1948 de Ka­
ğızman’da dünyaya geldi. İzmir’
de liseyi bitirdi ve 1966 da Mülkiyeye girdi. O gün bu gün ders
çalışmak ve İzmir’deki yengeni­
ze mektup yazmaktan başka hiç
bir iş yapmamıştır. Bu İzmir’­
deki hatuna o derece bağlıdır ki,
başka kızlara ancak «kardeş»
diye ayak atmaktadır. Eğer
kendi sözüne güvenilirse, nikâhdan beri hiç böyle bir halt et­
memiştir. Bizi saf bulduğundan,
«Ben şarklıyım arkadaş, bu yol­
lar bize gelmez» diye de rol yap­
maktadır.
Zaman zaman sorduğu soru­
larla, hem hocaların hem de se­
miner anlatanların baş belâsı
olmuş, bu yüzden derslere gel­
memesini teşvik için de yokla­
malar yapılmaz hâle gelmiştir.
SADIK ÎKİZEK
1947
de doğdu. Büyüdü büyü­
dü... Mülkiyeye girdi. İşin tu­
hafı, büyüdüğünü ancak o za­
man fark etti. Üstelik toy gön­
lünü bir de esmere kaptırdı.
Dünya nimetlerinin tadı dama­
ğına çalınınca dersleri mayna
etti, tabü. Öyle ki, ne hocaları
tanıyor, ne de derslerin adını bi­
liyordu. Sağolsun İlhan A teş’in
notlan çok işe yaradı. Mülkiye­
li esmer kızı terk edip, köyün­
den bir başka hatun bulup ev­
lendi. Ve rivayet odur ki, «Ohh,
dünya varmış» dedi. Ona mut­
luluklar ve başanlar diler, herşeyin gönlünce olmasını dileriz.
Ne de olsa iyi tellâktır.
ERDAL. AKTAŞ
6 haziran 1946 da Ankara’da
doğdu. Tahsil hayatı boyunca
yurdun bir ucundan öbür ucuna
koştu durdu. Bu yüzden İlkoku­
lu Bafra, Siirt, ve Develi’de, or­
taokulu Muş’ta ve nihayet lise­
yi doğduğu şehirde yani Anka­
ra’da okudu ve de takiben Şaha­
neye girdi. «Düşünüyorum öy­
leyse varım» fikrinin sadık ada­
m ı olup, bu yüzden ömrünü var­
lığını ispat zımnında düşünmek­
le geçirmiştir. Çok mütevazi ol­
ması yakışıklılığını itirafa mani
teşkil ettiğinden duvarlara ilân
yapıştırmak suretiyle yakışıklı­
lığını açıklamaktadır. Saz çala­
rak, resim yaparak boş za­
manlarını değerlendirmektedir.
Gençliğinde de kırbayır demez
karakucak kapışır elbisesini kir­
lettiği için de bir araba sopa
yiyerek adını bugüne dek pehli­
van oarak getirmiştir. Bunun
dışında elektrik konusu mera­
kım tahrik eder bu yüzden sa­
yısız defa çarpılmıştır. Tanrı onu artık çarpılmaktan korusun
ve de tuttuğu altın olsun. Amin.
bitkisel hayat yaşayan kerlere
örnek olmuştur, inek bayramı­
na, i ç geziye ve baloya koşa ko­
şa gelmiş, neşelenmiş ve etrafını
da neşelendirmiştir. En büyük
yılında geldi. 1963 yılında 21
Mayıs hareketlerine katılıp okuldan atıldı. Ertesi yıl Orta
Doğu Teknik Üniversitesi ha­
zırlık okulunu bitirip Mülkiye’
ye geldi. En büyük aşkını T R T ’
li bir kızla yaşadı. Fakat kızın
kendisinden yaşça büyük olma­
sı Doğan’ın, ondan ayrılmasına
sebep oldu.
M USTAFA ÖZKARA
1.1.1946 da A fy on ’un Sandık­
lı kazasında doğdu, ilk ve orta
okulu da orada bitirdi. Lise tah­
silini ilk kez gurbete çıkarak
A fyonda yaptı. Yüksek tahsile
O.D.T.Ü. hazırlık sınıfında baş­
ladı bilahare Mülkiyeye girdi.
Yazın ava, kışın sinemaya, ge­
celeri kitap okumaya bayılan bu
arkadaşımız, yaşma göre genç
göründüğünü
zannetmekteyse
de aslında olduğundan yaşlı g ö­
rünmektedir. Gerçekte çok ama
pek çok gençtir, hattâ çocuk sa­
yılır.
Uğur sayısı eskiden 5 iken
Mülkiyeye geldikten sonra üssümizan zoruyla yedi olmuştur.
Bir de renkleri seçişi vardır ki
zevk sahibi olduğunun tek tanı­
ğıdır. Allah sizi inandırsın B or­
do bir de koyu yeşili sever. Bu
nedenle sevdiği şarkı da yeşiLim
yeşiLim, yeşiLim aman şarkısı­
dır. Sempatiktir de üstelik bir
de hoşsohbet olduğundan h e r ­
kesin aradığı ve fakat bulama­
dığı bir arkadaşımızdır.
İNCİ K A Y H A N
Gerçekten de inci gibi bir kız­
dır, bizim inci. Neşeli, hareket­
li, çalışkan fakat biraz da alın­
gandır. Bütün arkadaşları ara­
sında sevilen bu zarif arkadaşı­
mız bütün sosyal faaliyetlere
katılarak Mülkiye’deki bir sürü
özelliği kendisine atılan ayaklan
zarif ve kibar bir şekilde ekarte
etmesidir. Bu nedenle hiç kim­
senin inhisarına girmemiş, bü­
tün tüllabın çok sevdiği bir kız
olarak kalmıştır.
Inci’ye gelecek hayatında da
mutluluk ve başarılar dileriz.
E R H A N TANJU
Anamur’da 1948 de doğdu.
Sakalı bütün çabalanna rağmen
henüz çıkmamıştır. Neredeyse
Mülkiyeyi bitirecektir, ama he­
nüz ortaokul öğrencisi kadar
gösterir. Bu yüzden Kolejin önünde ayak attığı kızlar ona pas
vermemiştir. H ayatta ne çektiyse soyadının TANJU olmasmsan çekmiştir. Bu nedenle is­
minin düzeltilmesi için bir dâvâ
açmış, lâkin hakim, «A oğlum
sen TA N JU değil misin? Niçin
utanıyormuşsun» diye dâvâsını
reddetmiştir. Pek sevimli bu
yavru komandocuk el sıkarken
bütün kuvvetini kullandığı için
yüzü kızardığından,
bu onun
çok utangaç oluşuna verilmekte­
dir.
ilk yıllar çok çalışmadığı hal­
de son yıllarda sıkı çalışan ve
çok içen bir kimse oldu. En çok
sevdiği şeyler: Kamp yapmak,
futbol maçlarına gitmek, tiyat­
roya gitmektir, ideali atı, avratı, pusadı olmadığı için dokto­
raya gitmektir.
DOĞAN ÇETİN
1944
yılında Kırşehir’de doğ­
du. Ortaokulu Kırşehir’de bitir­
dikten sonra Erzincan Askerî
Lisesi’ne yazıldı. Oradan Kara
Harp Okulu’na 1961-1962 ders
ŞERİFE UMUT
11
rımlar ( !) yapmak olduğu ve bu
yüzden Zaferle rekabete giriş tikleri ve bunun da birinci sınıf
arkadaşları tarafından izlendiği
sonradan anlaşılmıştır. Hazırla­
dıkları «araştırma raporunu»
kendisi hiç üzerine alınmadığınçoğaltarak bir kaç hoca’ya ödev
olarak yutturmak cinliğini gös­
termişlerdir.
Italyan kovboy filimlerini ka­
çırmayan ve Fransız şarkılarına
bayılan Kerim, son zamanlarda
devrimci aranjman marşlarına
da merak salmış ve her yerde
söylemiye başlamıştır.
Yüzmeyi ve İstanbul’u çok
seven arkadaşımızın istediği
yerde dilediği kişilerle beraber
olmasını dileriz.
12
KEKİM ÜMİT ÜNSAL
SAMÎ TE ZV E RE N
Bir karatma gecesi Ankara’­
da dünyaya gelen arkadaşımız
büyük bir hevesle girdiği Mülkiye’de D i. Malî şubede sınıfta
kalınca «Ben zaten kaymakam
olmak için Mülkiye’ye girm iş­
tim» diyerek İdarî şubeye kapa­
ğı atmıştır.
İlk sınıflardaki afacanlıkları­
nı bırakarak, son sınıfta «bazı
önemli nedenlerle( ! ) » ideal bir
öğrenci olmak için derslere de vam etmek istediği halde, kan­
tinde birinci sınıfın kızlan ile oturmaktan veya arkadaşları ile
kol kola gezmekten, Basın Yayın’m yeni kızlarına poz atmak­
tan başka bir işe yaramamıştır.
«Ben artık uslandım ve de yaş­
landım» diyerek, okulda ayak
atmamakla beraber sık sık Çan­
kaya’daki Pub 121 de veya Playb oy’da arkadaşları tarafından
enselenince, «Biz arkadaşız» pa­
lavrası ile herkesi uyutacağını
sanmışsa da, kendisinden başka
uyuyan’da olmamıştır.
Derslerde yoklamalarda gö bek adı okunduğundan ve de
kendisi hiç üzerine alınmadığın­
dan, onun yerine arkadaşları ko
ro halinde hocaya «Burada» di­
ye cevap verdiklerinde, ayılıp,
arkadaşlarına ilgilerinden dola­
yı teşekkür edecek kadar nazik
bir arkadaşımızdır.
Bu sene Fehmi Yavuz’a ödev
yapıyoruz diye sık sık Zaferle
gayet şık giyinip E.G.O.’ya git­
melerinin nedeni bir takım yatı­
1947’de Yeşil Bursa’da nur to­
pu gibi bir çocuk dünya’ya gellince, onu görenler «ne yüce bir
sanat harikası diyerek, parmak­
larını ısırmışlardır».
İdarî Şubenin bu efendi, dü­
rüst, espritüel, kaytan bıyıklı,
mert delikanlısı Mülkiye’nin vo­
leybol, basketbol takımlarının
en aranan elemanlarından biri­
dir. Fakat formunda olmadığı
zamanlarda kazanmış olduğu
kova ve tenekelerle geleceğin
en büyük teneke şirketlerinden
birini kuracağı kesindir.
kara’yıda yeşillendirme kam­
panyasına girişmiştir.
Geleceğin bu başarılı valisine
sonsuz mutluluklar dileriz.
N İHAT ERKAN
1
Kasım 1945 yılında Amas­
ya’nın Gümüş Hacıköy kaza­
sında dünyaya gözünü açmış,
ilk ve orta tahsilini burada ta­
mamladıktan sonra Kara Harp
Okulu’na kaydını yaptırıp 2021 Mayıs hâdiselerine kadar bu­
rada okumuş, 5-15 sene ile yar­
gılanıp beraat etmiş, fakat
Harp Okulundan da atılmıştır.
Orta . Doğu Teknik Üniversi­
tesinin hazırlık kısmını bitirip,
İdarî İlimler Fakültesine devam
etmiş, sömestr içinde Siyasal’a
transfer olmuştur.
Seyahate olan düşkünlüğü ba­
şına türlü belâlar açmış ise de
o Suriye, Lübnan, Mısır, Ispan­
ya, Fransa ve İtalya’yı dolaşıp
yurda döndüğü zaman buraları
unutamamış ve özellikle Beyrut
ve Barselona gecelerini hayalin­
den bir türlü çıkaramamıştır.
1969 Haziran’mda Kırşehir Kayseri arasında düz yolda beş
takla atıp «bilen şoför kazanı­
yor» ödülünü almış, mükâfat
olarak bir ay hastahanede ya­
tıp ölümün eşiğinden dönebil miştir.
En çok kızdığı şey kızların
okulda kendisini aramasıdır.
Kızlar yüzünden boş vakit bu­
lup ders çalışamadığından şikâ­
yetçidir. Sevdiği şeyler: Cins-i
lâtifler, gece hayatı ve futbol­
dur.
GAZI K A Y A
- n y 'e ju o s u'B p.'B E jna ‘d n jo 5 b 3 b
3{is j(is uai{j8ij(3q znı ‘iutes aA
- lu ıo jd u o Ç u a ı^ ıp a jz o â
9i î ı p
s s p â
J iq
T ip
-E sp
iu u b jio jî
J
‘ uubizijj T^up.BSjng
9|
İkinci Dünya Savaşının barut,
duman ve kan kokan yılı 1944
ün sonbaharında küçük bir köy­
de dünyaya gözlerini açtı. Okul
denen nimete ancak 9 yaşında,
bir eğitmenin himmetiyle ka­
vuştu. Fakat bir yıl geçmeden
onu da yitirdi. Okumanın tadı
damağında kalan Gazi, hiç ol­
mazsa ilkokulu bitirebilmek ?çin, babasımn işçi olarak çalış­
tığı şehre gitti. Yaşından mı
başından mı bilinmez, orta ve
liseyi pekiyi ile bitirince, evi,
bir çok mahrumiyeti kabul ile,
ona tahsilin yeşil ışığını yaktı.
Artık Gazi, yazlan Beypazan
Orman İşletmesinde çalışıp kış­
ları okula gidiyordu. Gazi, spor
da yapar. Beypazarı takımının
kaptanlığını deruhte eder. Eder
ama, onun ideali Kaymakamlık­
tır. Eski yönetmeliğin kurbanı
olup bir yıl kaybedince, küçük
âlemine kilitledi kendini. Kızsız
kızansız ve galiba artık biraz
da iddiasız olarak fakülteyi bi­
tirme dönemine girdi. Biz Kazgan olarak ona; bol kız, kızan
ve helâlinden Kaymakamlığını
dileriz.
MUSTAFA AKDOĞAN
Mustafa Haziran’larda kaput
gidip Eylül’e hemen her dersten
gelmeğe alışıktır. Buna rağmen
hiç sınıfta takmadan geçmeği
de başaran bir kerdir. Festival
komitesi üyeliğine ve de Kazgan komitesine girmeği istediği
için gıyaben seçilmiş fakat hiç­
bir toplantıya ve çalışmaya ka­
tılmayarak vurdum duymazlık
rekorları kırmıştır.
demeyin, bu işte büyük ihtisası
vardır.
Sessiz sedasız ve de kimseye
çaktırmadan memleketinde ni­
şan yapıp gelmiş bu suretle Mül­
kiye Saplar Dergâhı en büyük
müridini yitirmiştir.
Bu çingene kılıklı tellâğa bun­
dan böyle de başarılar dileriz.
SAVAŞ DİZD AR
1944
yılı, 6 haziranı Normandiya çıkarmasının gerçekleşti­
rildiği gündür. Bu olaydan bir
gün önce bir çıkarma daha ol­
muştu. Bu da Hayriye hanım
teyzenin çıkarmasıydı. Çıkarma
başarılı oldu. Bütün Mülkiye
tüllabı sonucu yakından bilir.
Mekteb-i Mülkiye’de, ilk kez
«deli», «serseri» gibi lakaplarla
anıldıysa’da, diyalektik gelişimi­
nin ileri aşamalarında tüm kötü
sıfatlardan (ve zamirlerden)
münezzeh bir profesyonel dev­
rimci oldu. (Fazla bilgi için bk:
I. Şube kayıtları, mahkeme za­
bıtları ve düstur.)
Anti-emperyalist mücadelesi­
ni özellikle Amerikan Kız K olej­
lerinde başarıyla ( !) yürüttü.
Hikmet Çiçek’i de Çankaya A s­
kerlik Şubesine kadar yürüttü.
(Bakınız «Ben de Lazdım» ya­
zan Hikmet Çiçek Cilt III. sf.
1285)
En sevdiği ders, borçlar hu­
kuku olup Cebeci esnafmca hak­
kında «V ur emri» çıkarılmıştır.
GÜLGÜN OKYAYÜZ
A L İ SA K A LLI
Hayatta en bozulduğu şey
herkesin Fatma Doğanlar ile
akraba mısın sorusuna muhatap
olmaktır. Fakat bütün çabaları­
na rağmen herkesin hiç olmaz­
sa haftada bir kere bu soruyu
kendisine sormasına engel ola­
madığından artık bu konuda se­
sini çıkartmamaktadır.
Mülkiye’yi
bitirince iyi bir
lâhmacuncu olacağına inanmış­
tır. Uykuyu çok sever. Musta­
fa ’nın en önemli özelliğinden bi­
ri de amatör fotoğrafçılığıdır.
Resimleri bir iddiaya göre kamerasız çe'kmektedir. Nasıl olur
kusu yüzünden odaya gireme yince odada oturan büyük ihti­
lâlcilerden (ismi lâzım değil) bi­
risi de polisin gazabından kur­
tuldu.
Savaş Dizdar, halen kariyeri­
mize doktora, O’da olmazsa ge­
rici parlementerizme ümitsiz bir
aday olup müstakbel pasivisitlerimizden biridir (!)
Küçük yaşta atıldığı sahne
hayatı rejisörün yatak odasın­
dan geçmediği için kısır kaldı.
Ve küçük rollerin başarılı ak­
törü oldu.
Akşehir Tiyatro Festivalinde
H oca Nasrettin armağanı ile
taltif edildi. Yetmez mi bunca
hikâye be ( !)
ikam et ettiği SBF Yurdu 309
No.lu odaya aramak amacıyla
giren polis memurları çorapla­
rının ve postallarının nahoş ko-
Pişmiş tavuğun başına gelmiyenler geldi başına Ali Sakallı­
nın. Ali Sakallı, Kastamonu ili­
mizin Taşköprü kazasının Sarı
alan köyünde sakalsız olarak
doğdu, ilkokulu köyünde, orta­
yı Taşköprü’de, liseyi’de Kuleli
de okudu. Aslan gibiydi Ali ama
bahtsızdı, ihtilâller, darbeler
girdi hayatına o masumdu hep­
sinde ama felek sillesini savu runca A li’yi de devirdi bir çır­
pıda. O Kuleli sondayken 27 ma­
yıs devrimi oldu Harbiyeye geç­
ti, 22 Şubat dalgası oldu yaka­
sını zor sıyırdı ki ardından 21
mayıs hareketi oldu. Bu subay
olma heveslisi kardeşimiz, bun­
ca yıl askerî okullarda okuyup
13
sonunda bu üniformadan mah­
rum bırakıldı. Ama Ali yılmadı.
Bu sefer de ODTÜ’ne girdi son­
ra da Mülkiyeye nakletti kaydı­
nı. Başka bir belâ gelmezse ba­
şına idareci olacak. Bu çilekeş
kardeşimizin belki inanmazsınız
ama 6 yaşında tatlı bir kızı var
1963 yılının 26 kasımında dünya
evine girdi. Ona talihinin yaver
olması dileği ile başarılar dili­
yoruz.
mahallesinin bilûmum hizmetçi
ve dul hatunları ile çok yakın
temas ( !) kurduğundan sonra da
bir gece hayatına sahiptir. Siz
onun sakin ve mız mız haline
bakmayın, o görünüşü altında
ne çapkındır o. Bu görünüşü ile
Yüce’ye ömür boyu -pardon
aile boyu- başarılar dileriz.
YÜCE NEBİ B A YR A K
ZA F E R TÜRKMEN
Köyceğiz güzel bir sahilde,
Anadolu’nun en güzel köşelerin­
den biridir. Ve Yüce bu güzel
yurt parçasından kopup gelen
yiğit ve yağız bir delikanlıdır.
Akıllıdır, yüreklidir, merttir. Ve
üzerinize afiyet o biçim de inek­
tir. Aym zamanda İsveç filimlerinin en büyük
müşterisidir.
Bir filmi ard arda üç kere sey­
rettiği olağandır. T.N.S. ise dok­
tora seviyesindeki araştırma ve
çalışmalarını yaptığı en müstes­
na mahaldir. Derki Yüce «Ben
kaymakam olursam eğer ahdim
olsun her kazaya bir T.N.S. aça­
cağım».
Kantinde hippi kılıklı uzun
saçlı pala bıyıklı renkli gözlük­
lü birisi size yanaşıp «A bi bu
akşam boş ev var mı» diye so­
rarsa, Kerim’le beraber birinci
sınıf cins-i lâtifleri ile oturan
sakin bir tip görürseniz, «Çok
sıkıldım yahu gidip biraz uyu­
yayım» diyen birini duyarsanız,
«Kardeşim sende falanca dersin
notu var mı» dendiğini işitirse­
niz, biliniz ki İdarî şubenin se­
vimli Zaferi ile karşı karşıyasınız demektir.
Mülkiye’nin eskilerinden ol makla beraber daima gönlü genç
olan arkadaşımız bilûmum cins-i
lâtif tüllabı tanır. A ynı zaman­
da birinci sınıf bir solo-gitarist
olduğundan ve de her yıl orkest­
ra kurduğundan hayli renkli,
Güzel sanatlara düşkün olan
Yüce bir takım resimlerin de
koleksiyoncusudur. Bu konuda
Rıdvan’la müşterek iş yapar,
14
hem alır hem satarlar. Aynı za­
manda kürek çekmeğe bayılır.
Sağ kolu bu konuda daha has­
sas ve güçlüdür.
Bütün meselelere dialektik açıdan bakar. Bu yüzden onu çok
kişi şaşı sanır. Oysa burs alır­
ken aldığı sağlık raporunda bu
konuda tam sağlamdır kaydı
vardır.
bu foyası anlaşıldığından, uzun
süre evlerine uğrayamamış, ar­
kadaşlarının yanında ikamet’e
mecbur kalmıştır.
Ama son sınıfta Zafer birden
Alev’lenince durulmuş bu saye­
de semineri ve bütün notları
da daktilo olmuştur.
© © şife i p ^ ı ^ a
___________________________________________________________ ı
«Nereden düştüm ben bu aşka benim halim bi­
raz başka» rumuzuna.
Ah çocuğum, senin durumun «quelle dramati­
que» O kız senden hoşlanıyor ama naz yapıyor. Ma­
dem yanma yürüyerek gidemiyorsun? O zaman ko­
şarak git. ön ce dışarda bir tur at, sonra istihareye
yat, geceleri fazla içme, kendinden de o kadar geç­
me. Geçen gün sokakta seni neden tersledi? Böyle
şeyler ayakta konuşulmaz ki, keşke kaldırıma otursaydmız. Acaba çok cimri olduğunu duydu mu ne
dersin? Bilmem bu haltı neden yersin. Neyse o ka­
dar korkma. Dinler iyi kızdır dinler Şayet dinlemez­
se sandalyeye bağla öyle dinlet, ortalığı da inlet. O
kız bir radyotörlerden, biraz da diktatörlerden hoş­
lanır. Böyle işe biraz zor başlanır. Sen en iyisi bu
işi o çöpçatana aç. Ben bu konuda yayayım. Sana
neler alayım?..
«Ben napıcam şimdi rumuzuna» :
O kadar şeyden sonra artık naaparsan yap. Kim
dedi sana işleri böyle karıştır diye? Sen öbür oğlanı
seviyorsun, öbür oğlan berikinin kardeşine âşık. Be­
riki zaten sana ayak atıyordu. Tuttun bir de onun
amca oğlu ile nişanlandın. Bu sefer o teknikteki genç­
le mektuplaşıyorsun. Bana kalırsa bu durumda tek
çıkar yol ortadan toz olmak. Bir başka kaz bulup
onu yolmak. Naapalım kader. îyi misin Mukadder?..
«Sangam Rumuzuna» :
Seninki biraz fazla. Oradan hemen gazla. Yoksa
arkadaşın çakacak manzarayı. Duygularını içine
göm. Kazmayla kaz da derin olsun. Yoksa çıkar,
seni zor duruma sokar. Bu durumda yapacak tek
şey, arkadaşım bir arkadaşınla tanıştırmak. Onun­
kiyle kolayca kırıştırmak. Daha kolay bir yol ister­
sen arsenik fena değildir.
«Paristo aşk başkadır rumuzuna» :
Sana söyledik o kız kasıntıdır diye. Neden ver­
medin ona bir hediye. D ört yıldır açılmak için bula­
madın mı bir münasip zaman. Hem seni sevip sev­
mediğini bilmiyorsun, hem peşinden yadellere gidi­
yorsun. Sen en iyisi bu işi annene aç. Sonra hemen
oradan kaç. Ondan da birşey çıkmazsa en iyi çare
Porsuk. Bugünlerde ,kızın morali biraz bozuk. «A h
ulan aşk» diye başlayan şairane hislerine Mr. ö r s
bile tercüman olamadı.. Çok rica ederim kendine gel.
Gelmezsen iptal edeceğim. Seninki biraz psikolojik
bir durum gerisini uyduruyorum.
«Bu ne bitmez çile rumuzuna» :
Biter evlâdım biter. Bitmezse artanıyla yelek
örersin. Bu yıl kırmızı moda. Yollu yaparsan daha
iyi gider sana. Şaka falan bir tarafa. Sen fena âşık­
sın, galiba. Hemen mekan değiştir. Olmazsa mekan
seni değiştirsin. Akşamları yatarken takla atmayı
bırak. A lt kattan şikâyet var hıyar h erif!...
«Mahi Rumuzuna» :
Altm ışdört sayfalık mektubunu okurken gözyaşlarımı tutamadım. Tuttuklarım kodeste, öbürle­
rini polis arıyor. Sana yapacağım nasihat şu. Akıl
yaşta değil baştadır. Öyleyse senin başın kadar, yok
yaşın kadar işin, hayır dişin yok yahu öyle değil na­
sıldı? Herneyse öyle birşey yani.- Bir daha öyle ro­
mantik filimlere gitme, gidersen insan gibi oturup
iyi dinle. Sululuk istemez Mahi. Senin derdin neydi
sahi?
«Ağlarım ben halime rumuzuna» :
O oğlan seni seviyor Sabahat. Kimde kabahat?
Sen burun yaparsın da o, göz mü yapar yani? Eloğlu
bu, n’apacağı belli olur mu h iç? En iyisi kantinde
oğlanlarla falan oturmamalı. A yakta durabilirsin.
Boyunun da ölçüsünü alabilirsin. Topuklu giy ki
uzun görün. O kokuyu da fazla sürün. Madem es­
merlerden hoşlanıyor, saçını siyaha boya bizim bu­
radaki berbere bir uğra, ö n sırada oturup arada bir
oğlana kesik atan kızdan kurtulmanın en kestirme
yolu, gözlerini eline vermek. Yine de dönmezse sa­
na, bir halatla onu kendine sıkıca bağla, sonra otu­
rup haline ağla.
«Kreutzer Sonat Rumuzuna» :
Kızım o çocuğa kendini beğendirmen biraz zor.
Sen onu bana sor. Zaten bu günlerde pek dertli. Her­
halde Istanbuldakiyle kavga etti. Hiç şaşmamalı. Çiz­
meden yukarıya aşmamalı. Her cumartesi birini g ö ­
türürse konsere, daha çok dertli gezer. Sen en iyisi
dersleri bir tarafa bırakıp, Bethoven, Wagner, M o­
zart falan çalış. Bu duruma da biraz alış. Biraz ede­
bî eserler oku. Kerime Nadir fena değildir. Saçları­
nı arkaya toplarsan, gözlerinin şaşılığı belli olur.
En iyisi ortadan ayırıp içeri kıvırmak, gözlerini bo­
yarken, dikkat et iki kaşının arasına mor, şakakları­
na yeşil, yanaklarına dalila fa r sür. Daha çekici
olursun. Böyle yaparsan zor koca bulursun, işin ger­
çeği, çocuk fena değil. Ama iki lâfın arasında Aaaa
diyip gözlerini açmasa daha da yakışıklı olabilir.
Haa, bazılarına göre memleketinde haremi falan var­
mış, ona göre dikkatli ol. Senin galiba vaktin bol.
«Benim de bir canım yok mu rumuzuna» :
Herkesin cam can da seninki patlıcan mı a ca­
nım? Elbette senin de var canın. Am a seni baltala­
yan heyecanın aslanım, heyecanın. Kıza sevdiğini
önceden belli edersen, ağzınla söylemesen bile hare­
ketlerinde seni seviyorum dersen, kız da kasar ken­
dini. Aslında çaktırmıyacaktın sevdiğini. Am a kim­
seye söylemezsen sana bir sır vereyim. Dün o kızı
başkasıyla görmüşler Kızılayda. Anlıyorsun sanırım,
o kızdan yok sana fayda, iyisi mi bırak peşini git­
sin. Bu işte fazla karışmadan bitsin.
«Çok bilen çok yanılır rumuzuna» :
Madem ki sinemaya gitmek istemiyor. Bırak
15
gitmesin. Oğlum sen aptal mısm nesin? Poz atmayı
da sıraya bindirmişsiniz anlaşılan. Bu işin sırası mı
olur ulan? Kıza poz atacağına bir temiz dayak at
bak nasıl tıpış tıpış gelir ardından. Ama yazından
anladım ki yapamazsm bu haltı. Öyleyse sabahları
sıkı yap kahvaltı. Uykusuzluk demek senin de der­
din, öyleyse yurt ücretini niye verdin. Havalar ısındı
artık parkta da yatabilirsin. Madem ki enayilikte İs­
rar ediyorsun sen bilirsin.
«Kel başa şimşir tarak rumuzuna» :
Seni işletmişler anlaşılan o değil onun ablasıdır
kasılan. Her ders arası beraber olsanız bile, sana pas
vermez o, nafile. Gel sana öbür kızı yapalım. Hem
gözleri güzel öbüründen, hem seninle çıkmaya razı
dünden. Biraz bacakları çarpıksa ne çıkar, senin de
başında saç mı var? Benden sana nasihat şekerim
saçların tüm dökülmeden hemen o kızla evlen. Ban­
kada bir hayli parası, bir de cadaloz anası var. Sen
kendin karar vereceksin aslında benden bu kadar.
«Am an çaktırma abi rumuzuna» :
Madem ortaya çıktı foyanız, kaldırın güneşte
solmasın boyanız. Aşk insanı kör eder derler sizinki
o cinsten işte. Demek ta uzaktan gördü, amma da
göz varmış herifte. Bana kalırsa hayatım, kabahat
sizin. Aranıza girmesine vermeseydiniz izin. Ama
bu sefer yine de kolay atlattınız. Birisi yardım etti,
bence bu kez de size. Onun için kolayca çıktınız te­
mize. Ben şimdi öbürüne de nasihat ederim. Saygı­
larımı sunar, ellerinizden öperim.
«Please lıelp me rumuzuna» :
Felâket bir iş seninki yavrum. Para bulamaz­
sanız ne olacak şimdi? Hem demek tanımıyorsun o
çocuk kimdi. Bu da akıl mı yani? Bir doktor tanı­
dığım var adı Sami. Seni ona göndereyim. İstersen
biraz da para vereyim. Ama senin paradan çok m o­
rale ihtiyacın var. Sen kendini kapıp koyuverme bu
kadar. Bu iş herkesin başına gelir. Kaderde varsa
ne denir?
«Balerin kız rumuzuna» :
Seni de anlamak güç hani. Hareketlerin kadar
ritmik ve ahenkli değil fikirlerin. Samimi olmak ge­
rekir bence her işte. Bayram değilken seni neden
öpsün enişte? Kızlar için o kadar akıllı olmak ma­
rifet değil. Bana kalırsa sen biraz daha safça görün.
O zaman daha tatlı olursun. Bir daha böyle çirkin
yazarsan çağırırım yazını kendin okursun. Saçları-
nı bir arkanda toplayıp, bir yanlarına salıyorsun.
Kendini kuaför mü sanıyorsun? Geçen o yanından
ayrılmayan piyanist var ya, o söyledi. Yanıyorsun
kızım, yanıyorsun...
«Pasaklı Dürdane rumuzuna» :
Sana da vur dedikse öldür demedik ya güzelim.
Hem sonra birbirimizi niye üzelim. Bırak söylesin
çocuk derdini. Önce dinler olur dersin. Sonra istedi­
ğin haltı yersin. Ama çocuk aslmda haklı, sen’de ol­
ma o kadar pasaklı. Y a çorabın sarkıyor ayağında.
Y a eteğin düşüyor belinden. Ayrıca çocuk neler çe­
kiyor elinden. Dün geldi bana anlattı bir kaç kadeh
te parlattı. Hem içti hem konuştu doğrusu derim
çok hoştu. Sonu gelince Dürdane, şirinlik muskası
yaptır bir tane. O zaman aranız düzelir belki. Hoca­
ya da iyi para ver ki tesirli yazsın muskayı Allah
kahretsin seni kız. Ocakta unuttun kapuskayı.
|
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
|
Uğur Korum’un Mamak Muhabere Okulunda
kopya çekerken yakalandığını...
■jç En genç profesörümüz Mümtaz Soysal’ın p e r ­
şembe günleri, Basın Y aym ’da verdiği derslerde,
karşısında JU R N A LtYE ’nin fettan kızlarını görün­
ce espri üstüne espri patlattığını, derse kendinden
sonra gelen hanım kızları büyük bir nezaketle sınıfa
kabul ettiğini..
Sayın hocamız Mehmet Selik’in «Yahu bir si­
gara da bana verir misiniz, almayı unutmuşum» di­
ye Tüllaptan sigara otlandığını..
■fa Sayın Bedri Gürsoy’un, Ingiltere hatıralarını
anlatırken, pencereden dışarı doğru bakarak dalıp
gittiğini..
Sayın Cahit Talas’m bir ders boyunca söylediği
«Binaenaleyh» ve «filhakika» sözcüğünün her biri­
ni ortalama 63 defa tekrarladığını..
■fa Mesleği gereği, Ordu Yardımlaşma’ya
yedek
subayların ödediği primlerin görev sonunda geri ve­
rilmediğini bilen Sait Dilik hocamızın sık sık hasta­
lanarak acısını çıkardığını, hatta epey de kâr etti­
ğini..
B.Y.Y.O. de öğretim üyeleri toplantısmda üç
saat Muammer A k soy’un konuştuğunu ve diğer 30
kişiye de yarım saat söz hakkı kaldığını..
Amerika’da bulunduğu sürece bir lokantanın
müşterisi olan Vahdet Aydın hocamızın bu alışkan­
lığının, garson kızm sipariş alırken elini Vahdet A ydm ’ın omuzuna koymasından ileri geldiğini..
(N ot: Kızın işitemediği, ancak fizikî bir temas­
la duyabildiği için elini sayın Aydm ’ın omuzuna koy­
duğu anlaşılmıştır.)
^
Turan Güneş’in «Teknik Üniversitede hocalar
proje çizerek, diğer okullarda gece öğrenimi yapa­
rak, yollarını buluyorlar. Bizim böyle bir olanağımız
yoktu. Düşündük, taşındık sonra karar verdik; çok
şükür şimdi saati 50 liradan ders verip yolumuzu
buluyoruz» dediğini..
^
Bülent Daver’in 27 Mart günü bir ayağında ye­
şil öbüründe gri renkli çorapla okula geldiğini..
-jç L âtif Çakıcının Yüksel K oç’un muhasebe teksi­
rini okuyup öyle ders anlattığını..
1£
1
Mülkiye Şairleri :
j
©
S
ABDÜLFETTAH BEY
— n m M gı»gEniEgBsm BM anBHaBaBam Ban o s m «p aBreBEEH »nfi
Kazgan her yıldan farklı olarak bu yıl derinle­
mesine ilmî ve ciddî bir araştırma yaptı ve huzuru­
nuza bir eski Mülkiyeli şâiri getirdi. Eski Kolağası
Abdüllatifzade Hüseyin Beyin mahdumu merhum
Abdülfettah Bey.
Bu zat meşhur modern şairimiz TOSUN’un bü­
yük babası olup, gerek Mülkiye-i Şahane’de ve ge­
rekse Köpekköydeki viranede şiirler yazmış ve de
okumuştur, ilk eserini torunu olan Tosun’a ithaf
etmiştir.
Pek sevgili yavrum kıymetli tosun,
Ayıp değil, gelen giden olcusun.
Deniz diplerinde yemyeşil yosun,
Sen şiirden anlamazsın, çok toysun.
Bu şiir dillere destan olup biraz değiştirilerek,
bilûmum umumî mahallerin duvarlarına anonim nakkaşlarca nakşedilmiştir.
Şair-i A zam Abdülfettah efendi, diyar-ı Rum
ve diyar-ı Frengistan’ı gezip görmüş; bir çok şiirler
döktürmüştür. işte size Paristeyken yazdığı bir «sonet» den iki mısra :
Bu şiirde şâir, Parisli kızların peşinde evini kay­
bedişini anlatıyor.
Düştüm arkalarına döne döne helezon,
Yolumu da kaybettim, nerde yahu mamezon?
Birçok kereler evlenmek bahtsızlığına uğrayan
şâirimiz, karılan için firaklı içli eserler vermiştir.
Yaktı zalim nerededir selâmet
Kim gördü benim gibi felâket
Etmedim asla senden şikâyet
Zaten bııdur suçum bende kabahat
Firkatinle sirkatinle nerdesin
ö y le uzun boylusun İd adeta üç perdesin
Sesin de hiç çıkmıyor hangi ücra yerdesin
A h Sabalıat vah Sabahat Sabalıat da Sabalıat.
Şâir birinci karısı Gülendam Hanife teranedil
hanımının vefatı üzerine «Kabir» adlı pek meşhur
şiirini yazmıştır.
Mabudem gitti elden
Çok sevindim herkesten
Bugün çok fena azdım
Yeni bir gazel yazdım
Demek sen öldün eyvah
Olurum ben de seyyah
Mezarın makber midir?
Tüm sülâlen ker midir?
H er yer karanlık oldu, lâmbaları yaksana
Ben geldim uyansana etrafına baksana
Mezann mezar değil
Bugün de pazar değil
Çok keskin bakıyorum
Bildiğin nazar değil
Bu şiiri de bir çok dile tercüme edilmiş ve tam
dört Oscar almıştır. Büyük şâirimizin bir de divanı
vardır. Vefatından beri üvey oğlu Kâmil yatmakta­
dır. Şairin son zamanlarda yazdığı bir kıta çok ma­
nalıdır. Manasını anlamayanlar için izahlı baskı ya­
pılacaktır. Şimdilik bununla iktifa ediniz.
İliç bitmezmiş sanırdım kudret-i aşkım benim
Bir tek dalıi eşim yok, en büyük şaşkın benim
Sevda diye yorulduk dilim dişim aşındı,
Koca utanmaz şair, artık sırtın kaşındı.
Büyük şairin nefis uslübü ile refikası hanım­
efendiye ithaf ettiği bir diğer şiir de şudur.
Alttan girdin üstten çıktın laldın beni bitapsız,
Ulan Allahsız karı, seni dinsiz imansız.
Eskiden ben dimdik idim ettin beni de hoşaf,
Böyle terakki mi olur böyle midir inkişaf.
*
* *
SÜTÇÜ ON LARI ZEHİRLEM İŞ
Sağolsun bizim Nazime çok cin bir kızdır. Y a­
nılmıyorsak Nazime ikinci sınıftayken, birisi lâf ol­
sun diye bir fıkra anlatır. Fıkra şöyledir :
Efendim bir hâmile kadın varmış, çocuğunun
cinsiyetinin ne olacağını merak edermiş. Kocası ne
yapsın kansmın arzusunu kıramayıp, onu bir falcı­
ya götürmüş.
Falcı, parlak küresinin içinde tüm istikbâli gö­
rüp; ağır ağır konuşmuş :
Bir oğlunuz olacak hanımefendi demiş, lâkin ço­
cuğunuzun doğumu anında onun babası mutlaka öle­
cek. Zavallı kadın üzülsün mü sevinsin mi bilememiş
ama kocasını derin düşünceler almış. Gel zaman git
zaman vâde dolmuş çocuk ha doğdu ha doğacakmış.
Zavallı koca vasiyetini yapmış herşeyini karısına bı­
rakmış tek evlâdının doğumu ya da kendinin ölümü­
nü mütevekkil beklermiş. Bu sırada doğum da olmuş.
Çocuğun viyaklamalan arasında kapı çalınmış. Her­
kesin rengi atmış, gelen mutlaka Azrail olmalıymış.
Herşeye rağmen cesur koca kapıyı açmış ve her sa­
bah süt getiren sütçü kollanna düşüvermiş. Sütçü
bir kaç saniyelik ölüymüş. Fıkranın burasında her­
kes kahkahayı basınca gecikerek de olsa Nazime de
başlamış gülmeye. Nazime’ye sormuşlar :
«Niye çok güldün» diye.
Nazime : «Sütçünün onları zehirlediğini anla­
madım mı sandımz» demiş.
işte bu lâf fıkraya gülmeyenleri de iki yıldır
güldürür dururmuş...
*
**
Siyasî tarih dersinde Halûk Ülman, Almanyanın işgalinden sonra Almanya’da eğitimin düzenlene­
ceğini söyledi. Herzaman söyliyecek sözü olan Aksel
de «Almanya’nm harp filimleri çevirmemesi herhalde
bundan olacak hocam» dedi.
17
TAHS İ L DARL AR
mülkiyeli oluşu
kurtarmıştır.
Bu olayı herkesten saklamak is­
temiş, tüm bilenlere rüşvetler
dağıtmış fakat, Kazgan muha­
m
Malî
Şube
MEHMET ÖLÇEK
Tarsus’da 1949 da pek iyi ha­
tırlayamadığı bir gece doğdu.
Orta ve liseyi orada okudu. Bu
arada adını ve sanını duyduğu
Kleopatrayı arayarak vaktini
geçirdi, neden sonra onun ilk
çağ yosması olduğunu öğrendi
ve o gün bu gün melânkolik bir
âşık olarak gezer durur.
Çok yavaş hareket eden bir
arkadaşımızdır. Ancak kâhinli­
ği ve akıllılığı üzerine bir tane
daha bulunmaz. Rıdvanın notla­
rını smav gecesi bir kere oku­
yup girmiş, kendisi geçmiş, ka­
lırsın dediği Rıdvan ise sahiden
kalmıştır. Bu nedenle Rıdvan
sınavlara girmeden geçip kala­
cağını Ölçerden öğrenir. Mülkiye’ye girdiği yıldan beri dayısı­
nın İsrarı ile Amerikan kültürde
kurlara katılır. Bu yüzden kur
yapmada üstüne yoktur. Son
yaptığı iki kurun bozulmaması
için buz dolabı almıştır. Evlen­
mekten hep korkar. Bu yüzden
adı tekellüfe çıkmıştır. Bu ah­
lâk âbidesi kardeşimiz ömründe
ilk gittiği diskotekte Ömer ve
18
Tlmiller heder oldu
Ağlamak kader oldu
Qeçen yıl mezunları
Seyyar tahsildar oldu
Erdemin ısrarları ile ilk sigara­
sını içmiş sonra da «ben sarhoş
oldum abiler» deyip piste fırla­
yarak kimsenin şimdiye dek
görmediği figürler yapmış sanı­
lıp sıkı alkış toplamıştır.
Sesinin güzel olduğunu sanan
dostumuz, söylediği şarkılar yü­
zünden imza toplanarak üçüncü
kattan atılmak istenmiş; diğer
katların genel' boykota gitme­
leri sonucu statü korunmuştur.
Ancak artık yurtta şarkı söyle­
mesi yasaktır. Bu çok gayretli
ve bol hareketli arkadaşımızın
sakal traşı tam 45 dakika sür­
düğünden adı kıl Mehmet ola­
rak tesçil edilmiştir. Bu garip
yaratık yatar yatmaz uyur.
Derdi yoktur. Kendisine ömür
boyu dertsiz derin uykular dile­
riz.
RIDVAN KARLU K
1948’in ilk ayının 10. cu günü
(kendi tarifiyle Eskişehirde bus
stop’un karşısındaki 1,5 katlı
bir evde) bir oğlan dünyaya gel­
di. Mülkiyede Kazgan çıkaran­
ların tek ilham kaynağı bu asil
inek 24 saatin ancak 20 saatin­
de ders çalışabilmektedir.
Bu tatlı sivilceli perçemli inek
liseyi bitirince Hava Harp Oku­
luna girmek istemişse de elleri
titrediği gerekçesiyle alınma­
mıştır. Bu titrek elli dostumuz
Mülkiye’de de Sait Kemal’in şi­
fahi tecavüzlerine maruz kalmış
fakat asistan olabilmek için se­
sini çıkarmamıştır. Fakat vefa­
sız Sait Kemal bir başkasını asistan alarak Rıdvancığın ha yallerini yıkıvermiştir.
Rıdvancık her Mülkiyeli gibi
keskin zamp olup Eskişehirde
bir Kız öğretm en Okulunun ka­
pışma kısmet aramaya gittiğin­
de zabıta ve Okul Müdürünün
sıkı işbirliği sonucu yakayı ele
vermiş; onu bu bâdireden sırf
birini unutması onun bu masum
macerasını dillere destan eyle miştir. Oh olsun o da verseydi
değilmi.
ÖMER GÜRKAN
Namı diğer KOKOZ bu çocu­
ğa kokoz derler de bana niye
demezler bilmem zira ben ondan
daha parasızım
(Kazgancmın
notu) Ortadoğuda bir süre ted­
riste bulunup sonra şahaneye
duhûl etti. Menşeğ itibariyle Rizenin Fındıklı kazası Hara köyündendir. işte Mülkiyenin bol
süt veren ineği bu harada dün­
yaya geldi. Geldi ve her yıl hep
8 ortalama ile geçti şu geçen yıl
olmasaydı eylül yüzü görmiyecekti. Yaşasın boykotçular. Bu
zamp ineğin aşkta şansı da ne
derecedir bilemezsiniz. Her kıza
âşık olmuş, fakat hiçbirinden de
pas alamamıştır. Her yıl âşık
olduğu kızların size eşkalinden
bahsedelim bu tarife uyan kız­
ların Kazgana baş vurmaları
menfaatleri iktizasındandır. Bu­
lanık yeşil gözlü bir kızdır bu.
Uzunca boylu, kahverengi saç­
lıdır. Ve de ikinci sınıftadır.
Haydi kızlar aynaya bakın ta­
mamsa koşun kokozu sevindi­
rin. Bir de eski yengeniz vardır.
O da bu okuldandır. Eski dedik­
se hani bitpazarlık falan değil,
dört işletmede kendisine atılan
ayakları kırmakla meşguldür.
Fındıklı’lı olan kokoza köyün­
den her yıl bir çuval fındık ge­
lir. Allah sizi inandırsın hepsini
de yer. Yalnız el sanatları ile
meşgul alması bu enerjisinin
bir kısmını israf etmesine sebep
olur. Sesinin güzelliğine güveni
olup «benim sesim Yaşar Özelin
sesine benzer» dediği için Yaşar
Özel mahkeme kararı ile sesini
değiştirtmiştir. Kokozcuk ken­
dine bir finansman yolu olarak
(eline nereden geçtiği bilinmez)
bazı resimlerin satışını bulmuş­
tur. Baş müşterisi Rıdvandır.
NUR BİLGEGÜRÜN
17 Eylül 1949 da parlak ( ? )
çocuklar diyarı Bursa’da doğdu.
Kendileri namlı ve de şanlı bel­
demiz eski kaymakamlarından
şahanenin 1942 mezunlarından,
mülkiyenin ilâcı Fruko çetesi
rüesasından, Reşit Beyin oğlu­
dur. îlk orta ve lise tahsilini
Ankara’da ikmal ettikten sonra
Mülkiye’ye girdi. Orada sağcılı­
ğı, yağcılığı ve çok inekliği ile
ün yaptı. Her teneffüs elindeki
lügattan kelime ezberliyerek li­
san çalışıp muaf oldu. Mehmet
Selik’in azizliğine uğramasaydı,
ekim yüzü görmiyecekti. Yazık
oldu büyük ineğe.
NURİ M USTAFA KEM AL
Uzun mu uzun, kavak gibi bir
boy, çınar gibi bir gövde, dal­
galı, seyrek, tarak görmemiş
upuzun saçlar... işte Mustafa
Kemal... İnekliği dillere destan,
bu uğurda saç dökmüş, kel ol­
muş, haftalarca uyumamış ap­
tal olmuş, dirsek çürütüp esvap­
tan olmuştur. Ama Allahı var
sınıfta kalmamıştır.
Bütün çabalarına rağmen, ba­
şaramadığı tek iş aşk dalıdır.
Mülkiyeye sap gelip sap gitmek­
tedir. Oysa Kıbnsta kızların pe­
şinden koştuğu, aşka gelip coş­
tuğu bu jö n ’ün kıymeti Türki­
yeli kızlarca anlaşılamamıştır.
U ç yıl mücahitlik yaptım diye
atmasına karşılık Kazgan Kıb­
rıs savaş muhabiri onun tüm
ömründe üç gün nöbet tuttuğu­
nu (o da kızını beklerken) tesbit etmiştir. Bu pek janti deli­
kanlı en çok «senede bir gün»
şarkısını beğenir. Onun bu ilgisi
boş değildir. Babasından kendi­
sini evlendirmesini isteyince adamcağız da bir kızla nişanlan­
masını temin etmiş. Ancak Nu­
ri’ye kız sadece bir gün taham­
mül edebilmiş .sonra kaçmıştır.
Bu tek gün Nurinin saplıktan
kurtulduğu tek gündür.
Yakın arkadaşlarınca dünya­
ya nereden geldiği araştırılmış,
izlerin Akdenizin ak köpüklü
dalgalarında sona erdiği hayret­
le görülmüştür. Makarios’dan
aldığımız istihbarata güvenilir­
se 1948 de dünyaya çığlıklar ve
yer sarsıntıları arasında gelmiş
ve sesinden çevre köylerin inek­
lerinin sütü kesilmiştir. Mülki­
yeye doğuşu bunun aksine pek
sessiz olmuş ise de uğurlanışı
yediden yetmişe tüm tüllabın inek Nuri sedaları arasında ya­
pılmıştır.
M USTAFA A L İ
A V N İ BARIŞ ARIK
1948
yılının 13 martında dün­
yaya geldiği zaman 13 rakkamının aile içinde uğursuzluğuna i-
nanmayan kalmamıştı. Tahsil
hayatı tüm Ankara’da geçti.
1966 da da Mülkiye onunla ta­
nıştı. Diğer adı Mao olup, Ame­
rikancılığını kamufle için sos
ayaklarına yatmasıyla ün yap mıştır. Nerede hareket orada
bereket doktrini ile ihtilâl lite­
ratürüne katkılarda bulunmuş
eseri best seller olmadan milli
menfaatler açısından Kazganca
imha edilmiştir. A yak atıp tutturamadığı kızların listesi Kazgan’ın pazar ilâvesindedir, müvezziden isteyiniz.
İLHAN CEDİMAĞAR
Hiçbir konuyu ciddiye almaz
tavırları yanında aslında çok
ciddidir. Tesadüf mü bilinmez
nişanlısının adı da Ilhan’dır ve
çocuklarına da İlhan adı verip
îlhanlı imparatorluğunu ihya edecekleri söylenmektedir. Bu
arkadaşımızın nüfus kâğıdı içi­
mizde en eski olanıdır ve de as­
kerliğini yaparak mülkiye’ye
girmiştir. Haziran’dan başka ay
da sınava girmek bana dokunu­
yor» diyerek hep haziranda geç­
mektedir. Fevkalâde kötü bir
sesi olduğundan şarkı yerine şi­
ir söyleyerek ölçeri ağlatmak
gaddarlığını .göstermiştir. Mül­
kiye de hiçkimseye ayak atma­
dığı dikkatleri çekmiş bunun bir
sadakat örneği sanılmasına kar­
şılık, sebebinin hiç de öyle ol­
madığı anlaşılmıştır. Zira «ben
19
muhitimde yapmam. Herşeyin
bir raconu vardır» diyen eski miş palavralarının altında mut­
laka, O Şişli’den atılan mektup­
ların bir rolü vardır. Arkadaşı
Rahmi’nin bana kız bul demesi­
ne bile aldırmamış
yengeden
kıyıvermişler. Bu suretle Kılıç
zamparalığa başlamadan veda
etmiştir .
Murat’ın bir belâlısı da Rıd­
van olmuş tavlayı yeni öğrendi­
ği halde Kılıç’ı her oyunda yener olmuş ve adeta Murat’ı çay
gazoz ağacı haline getirmiştir.
Bu nedenle Murat, artık tavla
dersleri almakta ve Rıdvanı ye­
neceği günü sabırsızlıkla bekle­
mektedir.
GS.'li Çeloviçvari futbol oyna­
yan Murat, Mülkiye’yi bitirir bi­
tirmez Nevşehir Spor’a antre­
nör futbolcu olacaktır.
NURt DEĞER
korktuğu için adının böyle bir
meselede duyulmasından çekin miştir.
Unutkanlığı bir âlemdir. A k­
lında isim tutamaz. 4 yıllık ar­
kadaşı Sebati’ye bile Sabahattin
dediği çoktur. Mektup yazmak­
tan nefret ettiğini söylerse de
Istanbula yazdığı mektuplarla
PTT kârlı duruma geçmiştir.
En çok sevdiği kuru fasulye
pilav bir de Rahmidir. Allah
dostluklarım daim eylesin. Amin...
MURAT KILIÇ
1949
yılının fırtınalı bir gü­
nünde Nevşehir’e bağlı özlice
köyünde doğdu. îlk ve ortayı
Nevşehirde, liseyi ise Ankara
Yıldırım Bayazit Lisesinde yap­
tı. 1966 da da Şahaneye geldi.
Onun hayatının renkli kısmı bu­
rada başlar. Zamp ayaklarında
görülüp Aydınlıkevler kızlarının
tümünün gönüllerini çalmıştır.
Fakat gaddar çocuk ders çalış­
maktan kızlara pas vermemiş
ve onlan hayal kırıklığının ka­
ranlık çukuruna itmiştir. (Yap­
ma zalim)
Fakat ağlayanın göz yaşlan
gülene elbet bir gün çelme ta­
kar. işte bu yıl nişan yapmak
üzere gittiği Nevşehirde nikâh
20
Cizre’de 1949 yılında doğdu.
Tahsilinin orta kısmını Ziya Gökalp lisesinde bitirdi. Sınıfta kal
madığma çok üzülen bu arkadaş
tüm gayreti ve hocaların yardı­
mına rağmen yine de sınıfta
kalmadan geçerek bu yıl da mah
zun olmuştur. Ziyaretçilerinin
çok olması rivayete göre bir se­
ne ikmale kalmasına sebep ol­
muş bu ise Nuriciği bir hayli
üzüp bütün bir yazı ders çalışa­
rak geçirmesine sebep olmuştur.
Türkçeyi kendisine öz bir aksanla konuşan Nuri kendini iyi
şarkı söyler sanarak Nuri Sesigüzel denince kendine iltifat sa­
nıp teşekkür etmiştir. Bazı ge­
celer Ahmet Şahin, Mustafa Akkaş ve diğerleriyle oynadığı po­
ker partilerinde tanınıp; yolsuz
kumarbazların aradığı bir kay­
nak haline gelmiştir. Kendisine
başarı ve mutluluklar düeriz.
V ARO L İNCE
1945
yılı Denizli’de bir barış
müjdecisi olarak Varol’u karşı­
ladı. Savaş yılları geride kalmış­
tı bu çocuğun doğumuyla. îlk,
ortaokulları Denizli’de okudu ve
Liseyi takiben Mülkiye’ye geldi.
Varol soy ismi gibi gerçekten
ince bir kişi olarak arkadaşları­
nın aradığı bir sima olmuştur.
Nerede bir tavla şakırtısı du­
yarsanız Varol orada oluyordu.
Bu ince dostumuz, klasik müzi­
ği ve sinemayı çok sevmekte ve
okumaktan büyük zevk almak­
tadır. Çaldığı tek müzik âleti
transistörlü radyosudur. Buna
mukabil kendisi de iyi şarkılar
söyliyerek oda arkadaşları Ni­
hat ve Yüce’yi mest etmekte­
dir.
Kazgan olarak biz kendisine
okuyuculuktan çok dinleyici ol­
masını ve de başarılı bir iktisat­
çı olmasmı dileriz.
O Y A ÖRNEKOL
A yşe’nin mütemmim cüzü olan Oya, 1948 yılının Haziran
ayında 2,851 kg. olarak dünya­
ya geldi. Hayatında doğarken
sırıtan bir bebeği ilk defa gören
ebe bu işe epey şaştı. Soyadının
dedesi tarafından alındığını ıs­
rarla belirtmesine rağmen b u ­
nun kendisini pek sempatik bu­
lan Üren Arsan tarafından bir
.maliye dersinde Oya'ya takıldı­
ğı hepimizin malûmudur. Sana­
ta çok düşkün olan, bu nedenle
15 senedir piyano dersi alan Oya’nm son günlerde bu âleti çal­
madaki maharetinin artması he­
pimizin gözlerinin yaşarmasına
sebep olmaktadır, iki parmakla
«çadırımın üstüne şıp dedi damladı»yı büyük bir ustalıkla çala­
bilmektedir.
Bu arada Oya’nın 17. piyano
hocasının nasıl olup da bir bu­
çuk ay gibi uzun bir zaman da­
yanabildiği yakınları arasında
en çok tartışılan konu olmakta­
dır. A yşe’nin giydiği şeyleri
«ben diktim» diye övünmesine
ancak üç sene dayanan Oya öm­
ründe ilk ve son defa olarak bir
elbise dikmiş, görenlerin «ah şe­
kerim çok cici bir şey, nereden
aldın?» gibi sorularına muhatap
olmuştur. Ancak giydiği gün el­
bisenin 5-10 dakika ara ile bü­
tün dikişlerinin sökülmeye baş­
laması ile iğne fıçısına dönen
Oya’nın bir daha bu
elbiseyi
değil giymek, adını bile ağzına
almaktan kaçındığı dikkati çek­
mektedir. Yine hamarat bir gü­
nünde 22.5 aylık yeğeni Cemo’ya bir yelek başlamış, ancak
bittiği zaman kendisi dahil
hiçkimse bunun ne olduğunu
anlayamamıştır. 4 yıldır atı­
lan ayaklara karşı güçlü bir
şekilde direnen (özellikle 4.
siyasîden atılanına) Oya ba­
zı arkadaşlarımızın okula gel­
dikleri gibi sap olarak terketmelerine sebep olmuştur. Sınav­
lardan ağlayarak çıkıp, sonra
Haziran’da sınıf birincisi olan
Oya’mız aslında çok ince, çok
duygulu ve de çok romantiktir.
Eti bisküileri ve Kent şekerle­
melerinin Mülkiye temsilcisi ev­
lan arkadaşımızın, son günlerde
A yşe’yi de kendisine benzetmek
için büyük bir çaba harcadığı
dikkati çekmekte, arkalarda oturan bir arkadaşımız da A yşe’
nin Oya’ya devamlı bir şekilde
ikram etmesi sonucu «yeter be
yemiceem» diye bağırdığını be­
lirtmektedir.
Kazgan muhabiri kendisinin
bir burs kazandığını bildirmek­
tedir. Bu vesile ile kendisine ha­
yatta sonsuz başarılar ve mut­
luluklar dileriz.
A YŞE G Ü LE R ÖNEL
1948
yılının Mart’mda doğdu,
büyüdü... V e Mülkiye’ye geldi.
Felâketi de o gün başladı. Çün­
kü o gün başının belâsı Oya ile
tanışmak bahtsızlığına uğradı.
Kadere olan inancı bu felâketi
büyük bir olgunlukla karşılama­
sına yardım etti. Kendisine so­
rulduğunda en kötü huyunun iç­
tenlik ve inatçılık (bazı haller
müstesna) olduğunu söyler. İs­
tanbul’u hiç sevmez. Bu huyu­
nun Mülkiye’ye girmeden önce
de mevcut olmadığı veya oldu­
ğu araştırılmaktadır, içerden ve
dışardan yapılan yanaşma ça­
balarına İsrarla karşı durması­
nın nedeninin yeşil gözlü mü
yoksa siyah gözlük mü ol­
duğu halen doktrinde tartış malıdır. Alyanak Ayşeciğin as­
lında egzistansiyalist görünüm­
lü ve de entellektüel tiplere olan
meyli konusu açıklığa kavuş muştur. Bazı arkadaşların bir
ömür boyu baygın bir görünüm
kazanmaları atılan ayaklara inatla karşı durmasının bir so­
nucudur. Samimi arkadaşları
kendisine Keçi Kız derler. Çok
neşeli ve hareketli görünmesine
rağmen aslında içine dönük ve
toyevski, Mastroianni, Bülent
Ecevit, ve Mümtaz Soysal hay­
ranıdır. Kır menekşelerini, tuzu,
kırmızıyı, boynundan hiç çıkar­
madığı mavi boncuğu, eşekleri
ve de Oya’yı çok sever. Kural­
lardan nefret eder. Mülkiye’ye
asistan olmak niyetiyle girmiş
fakat son günlerde Oya’nın ‘Ben
de asistan olucaaam’ diye t u t ­
turması üzerine bu kararından
derhal vazgeçmiştir. Nezle ge­
nellikle O ya’dan A yşe’ye geç­
mekte, bu arada tırnak yeme
hastalığının kimden kime geç­
tiği pek anlaşılamamaktadır.
A yşe’den not isteyenlerin bir
büyüteç bulundurmaları tavsiye
olunur.
MEHMET İZZET SUNER
1947
yılında Ankara’nın g ö ­
beğinde, şimdi yerinde kocaman
kocaman binaların bittiği küçük
bir evde dünyaya geldi. Kendi
ifadesine göre dünyaya gelme mek için bir süre direnmiş ise
de sonunda mağlûp olmuş ve
ebesinin tokatlarına dayanamıyarak feryadı basmıştır. Anne­
sini ve babasını bir hayli ter­
lettikten sonra Ankara’da ilk
okula başlamış, sınıflarını hep
pekiyi ile geçmiştir.
ilkokulu bitirince başka yer­
leri görm e arzusu belirmiş için­
de. Ortaokula bu yüzden Kayseri’de Talaş Amerikan Kolejinde
devam etmiştir. Son senesinde
ilkokuldaki başansm a gölge dü­
21
şürerek tarih hocasının hışmına
uğramıştır. Fakat bütünleme sı­
navlarında paçayı kurtarabil iniştir.
Ondan sonra Tarsus yerine
İstanbul’u seçmiş, Robert K olej’
in sınavını kazanarak liseye ora­
da devam etmiştir. Fakat sonra
yine Mülkiye’de Talas’lı arka daşlan ile buluşup onlarla teş­
riki mesai eylediğinden bugün
çoğunluk kendisini Robert K o­
lejden değil Tarsus’tan mezun
zannetmektedir. Robert Koleje
gidince bir süre «dağdan indim
şehire» şarkısını söyleyen izzet
daha sonraları şehir hayatına adapte olmuştur. Burada geçirdi­
ği üç yıl süresince İstanbul’un
özelliklerini Beyoğlu’nun garip­
liklerini etraflı bir şekilde ö ğ ­
renmiştir. Üçüncü sene sonun­
da kendisinde «dağ adamı» ha­
vasından eser kalmamıştır.
Lise hayatı boyunca hocaları
ile bir hayli cebelleşmiştir. Fa­
kat en büyük kazığı -Robert Kolej’de okuyanlar bilirler- kimya
«sözde »hocası Bakkal Rıdvan’
dan yemiştir. Kopya çekiyor id­
diası ile -kendi ifadesine göre
belki de doğrudur- disiplin ku­
ruluna sevk edilmiş ve K olej’in
meşhur tart cezalarından bir
aylık bir müddeti kendisine mal
etmiştir. Çok üzülen anne ve
babasını «benim zaten moralim
bozuk bir de siz üstüme varma­
yın» diye susturmasını bilmiş­
tir.
Sonunda büyük bir tantana
ile Robert K olej’i de bitiren iz ­
zet 1966 yılında Şahaneye gir­
meyi başarmıştır. Aslen Ankara’lı olduğundan Şahanenin ha­
vasına çabuk alışmıştır.
Bir müddet sonra -tüm, üni­
versite öğrencisi havasına (o
manada ) bürünecek iken- yaka­
yı ele vermiş ve bağımsızlığını
yitirmiştir. Yine Şahanenin cici
kızlarından Müjgân’a kendini
kaptırmış ve bunun ne demek
olduğunu sonradan anlamıştır,
işte bu olaydan sonra evvelki
haline hiç benzememeye başla­
mış ve kısa bir süre içinde ta­
mamen değişmiştir. Aklı Müjgân’dan başka şeye işlemez ol­
muştur. Kendisine sorarsanız
durum hiç de böyle değildir.
Hem böyle olsa bile bunun ne
zaran olur sanki!
Böylece son sınıfa kadar gel­
Malı Şube ferman okuyor
22
miş bulunmaktadır. Şimdi de
evlenme sevdasına düşen izzet
boykot ve işgal gibi olaylara da
içerler olmuştur. Niyeti bir an
önce Şahane’den diplomayı al­
mak ve hayatını düzene k o y ­
maktır.
Kendisine ve nişanlısına ha­
yatta mutluluk ve başarılar di­
leriz.
MÜJGÂN A LP
Müjgân da diğer bütün insan­
lar gibi dünyanın bu halini bil­
meden dünyaya gelmiştir. Her­
halde daha evvel bilse idi pek
gelmek istemezdi. Kendi anlatı­
mına göre küçüklüğünde sözle
tanımlanamayacak kadar uysal
ve sessizmiş. Ve şimdi de oldu­
ğu gibi o zaman da uykuyu pek
çok severmiş. Annesi onu telâş
içinde bahçede komşularda ararken yatağında uyurken bul­
muş bir kaç kez.
Amerikan Kız Kolejini birçok
tatlı anılardan sonra bitirmiş.
V e mezun olduğu sene bir hayli
heyecan çekerek Şahane’ye du­
hul olmuştur. Mülkiye’de birçok
meziyetleri ile sivrilmesini bil­
miştir. Kısa bir süre içinde
«Mülkiye’nin en zengin gardroba sahip kızı» Unvanını almış
ve bugüne kadar bu şöhretine
gölge düşürecek bir harekette
bulunduğu kimse tarafından gö­
rülmemiştir.
Bir zaman sonra Mülkiye’de
izzet ile karşılaşmış ve ikisi de
birbirleri için
yaratıldıklarını
anladıklarından nişanlanmaya
karar vermişler ve öyle de yap­
mışlardır. Fakat bundan sonra
Müjgân kadm-erkek
ilişkileri
konusunda çok ilginç ( !) fikir­
ler edinmeye başlamış ve bun­
ları her fırsatında nişanlısına iş­
lemeyi ihmal etmemiştir. Bunun
bugün de hâlâ böyle devam edip
gittiği Kazgan muhabirinin en
son bildirdiği haberler arasında­
dır.
Gerçeği söylemek, Müjgânı
biraz övmek gerekirse, çok tat­
lı ve iyi, uysal, hoş görülü, cö­
mert, anlayışlı olduğunu söyle­
yebiliriz. Biraz lâtife etmek,
Müjgânı biraz yermek gerekir­
se hırçın, sinirli ince eleyip sık
dokuyan olduğunu belirtmek
gerekir.
Müjgânın şimdiye kadar sağ­
ladığı başarıları bundan sonra
.da devam ettireceğine, iyi bir
nişanlı ve daha sonra iyi bir ev
kadını ve eş olacağına inanıyo­
ruz. (Garanti verebiliriz.)
En sevdiği yabancı artist Sofia Loren’dir. İkinci sırayı B.B.
almaktadır. Paul Newman’ı be­
ğenir. En çok sevdiği yerli ar­
tist Suna Pekuysal’dır. Âşık
Veysel’i, Safiye A yla’yı, okul
korolarını, çok seslendirilmiş
halk türkülerini özellikle dinle­
meyi tercih eder. Charles Aznavour, Edith Piaf sevdiği sanat­
çılardandır.
A Y Ş E N ERSAN
İstanbul’da Sıraselviler A l man Hastanesinde dünyaya gel­
di. Vücut güzelliğini, ebenin yap-
Bir Olimpiyat oyunlarını baş­
tan sona görmek istemektedir.
Bazan da feylesofça düşünen
arkadaşımıza göre hayat bizden
sonrakilere yüceltilerek bırakı­
lacak bir bağıştır, istediklerini
yapabilmesi için arkadaşımızın
uzun ömürlü olmasını dileriz.
H AŞAN K A LA Y C I
Kazgan bu vesile ile bu iki
kardeşimize ömür boyunca sü­
recek başarı ve mutluluklar di­
ler. (Bu arada izzet de bu di­
leklerden kendi biyografisindekilere ek olarak istifade etti ya
neyse!)
L E Y L Â ZÜ LFEKÂR
Okulun en sessiz ve ciddi, de­
vamlı öğrencilerindendir. A rka­
daşımız okumaya başladığından
beri öğretmen .edebiyatçı, ya zar, ressam, doktor, diplomat,
sanatçı olmayı düşünmüş! Son­
ra kendisini aramızda bulmuş­
tur.
Leylâ bir gün rüyasında (evvc-î zaman içinde, kalbur saman
içinde, bir gün değil henüz ge­
çen sene birgün) babasına Keynes’i öyle bir anlatmıştır ki, uyanınca kendisi de hayretler iginde kalmış ve «Ben Keynes’i
bu kadar iyi biliyor muyum?»
demiştir. Rüyasını tabir ettir­
miştir ve anlamıştır ki, bir ik­
tisatçı olma yolundadır.
iy i haber alan çevrelerden al­
dığımız bilgiye göre doktora
yapmak arzusundadır.
H er çeşit müziği, Türk folk ­
lorunu, tarih okumayı, yabancı
dilleri, pasta, reçel yapmayı se­
ver.
Rahmetli Gürcü Bacı, Mülkiye’ye ebedî bir sapın geleceğini
yıllar önce söylemişti. Beklenen
olay, 1966 yılının Kasım ayında
Haşan Kalaycının kalkan trenin
son vagonuna güç belâ atlaması
ile gerçekleşti.
Her konuya, aklı yatan ve çe­
nesi oldukça düşük olan bu malî
şubeli kerin 1947 yılının bir ilk­
bahar ayında Güney sahillerinin
biricik kenti Antalya’da dünya­
ya alel acele geldiği rivayet olunmaktadır.
Fotoğrafçıyım diye geçinip
resmini çektiği kızların pozla­
rından bir tane de kendi kolek­
siyonuna ilâve eden ve arkadaş­
larına arakladığım kızlardan di­
ye tanıtan Haşan maalesef Mülkiye’ye sap geldi, sap gidiyor.
Sosyal demokrat fikirlerini her
yerde savunan, Belediye otobüs­
lerinde dahi bunu savunmaya
çalışan Kalaycı, son sınıfta Pa­
şaya karşı çıkan Sosyal Demok­
ratların başında yer aldı.
Bir ara bu ker ekonomistim
diye ortaya çıkıp «Vietnam’da
kurtuluş savaşı veren halkın Amerikan emperyalizmine hizmet
ettiğini» söyleyecek kadar c a ­
hilleşti. A yrıca komünist düzen­
den sonra sosyal demokrat bir
düzene geçileceğini iddia ederek
Marks’m teorisini altüst etti.
Kalaycılık olan mesleğini Kaz
gan Komitesine tatbik etmeme­
si için sempatik arkadaşımız
Hasan’a ömür boyu mutluluk­
lar dileriz.
A
tığı kundağa borçlu olduğuna
dair bir rivayet dolaşır ortalık­
ta. Ebe ondan sonra kundak
yapmaya tövbe etmiş olacak ki,
hiç bir kız anası bulamamış bir
daha onu. Doğuşundan ince, za­
rif ve güzeldi Ayşen. Ama gi­
yimli doğmadığı için doğumun­
dan evvelki giyim stili hakkın­
da bilgimiz yok. Oysa şimdi O’
nun sayesinde hem güzel giyi­
min ne olduğunu anladık, hem
de zevk sahibi olduk.
Efendim, Ayşen Avrupalı
mankenleri çatır çatır çatlata cak kadar güzel giyinir. Herşeyin en yenisini ve en güzelini on­
da bulursunuz. Ultra modern
havasıyla Ayşen, tek kelime ile
enfes bir kızdır.
Ayşen’in hobby’leri değişik ve
çeşitlidir. Denizi sever ve bir de­
niz kızı kadar güzel yüzer. Son­
ra dansı sever, atlan sever, bir
de ‘Kır atıma bineyim yar yolu­
na gideyim’ şarkısını sever. Kim
bilir, A tlı Spora gidişi bundan­
dır belki de.
A yşen’in Paris’i, Londra’yı
kapsayan bir de dış gezisi var dır. Derler ki, Paris’te modacı­
lar Ayşenciğin peşinde epek sü­
re koşmuşlar ama ne var ki,
Ayşen de iyi kaçar, o yüzden
yakalayamamışlar.
İstanbul’a hayrandır. O yaz­
ları bazan Bağdat Caddesinde
rastlarsınız O’na, bazan Tarabya ’da. İstanbul’un her semti gü­
zeldir mutlak. Ama bu semtler
23
Ayşen olduğu zaman bir başka
güzel olur.
işte bu Ayşen kızımız Anka­
ra Cumhuriyet Lisesini bitirip
Mülkiye’ye geldi, ilk senelerin
kendini beğenmiş havasından
sıyrılıp bizlerin arasında dostlu­
ğu ile, kişiliği ile, zekâsı ile, za­
rafeti ve tevazuu ile apayrı bir
değer kazandı, örnek bir arka­
daşımız oldu. Son sene kantinde
oldukça sık görülen bu cici kız,
bir ara briç partilerinin heyeca­
nına kaptırdı kendini, inek Bay­
ramında ise, ‘okulda en çok sev­
diği arkadaşları’ üzdüler kırdı­
lar O’nu. O ise hiç kimseyi in­
citmedi. Ve gidiyor aramızdan
şimdi hepimiz, herbirimiz gibi.
O’na lâyık olduğu sonsuz mut­
luluğu bulmasını ve Başak Si gorta’ya sigorta yaptırarak ba­
şarılı, mesut bir ömür geçirme­
sini temenni ederiz.
ÖMER PA R LA K
1945
Mayıs’ının ortalarında
Konya’da dünyaya gözünü açan
arkadaşımız her yıl aynı tarih­
lerde yeni bir doğuş içinde g ö ­
zükmektedir.
Çevresinde, teyze ve teyzeza­
delerin bolluğu, aşırı titizliği ve
küçük yaştan beri devam eden
cins-i lâtif sevgisi ile dikkati çe­
ker.
Bir ara Ingiliz Kültür’ün ten­
ha yerlerini avucunun içi gibi
öğrenmiştir. Geçen yılki Abant
ve Kızılcahamam Gezisini tek­
rar yaşamayı çok arzulayan ar­
kadaşımız yakınlarına bu geziyi
üç baskı yaparak anlatmıştır.
Ankara’daki spor karşılaşma­
larını ve tüm tiyatroları yakın­
dan izleyen ,temiz ve şık giyin­
mesini seven bu arkadaşımızın
SONER L A ÇİN
Sevdiği ve kendisine asılan
(H ...) yi bile tavlayamıyacak
kadar beceriksiz olan arkadaşı­
mız kadınlar konusunda çok bil­
gisi olduğunu da utanmadan ka­
sılarak ileri sürer.
1946 yılında Çorum’da doğdu.
^Liseyi Çorum’da
bitirdikten
sonra Mülkiye-i Şahaneye 1965
yılında girdi. Arkadaşları ara­
sında mahcup diye anılır. Ger­
çekten kendisi de bu isme lâyık
olup çok nazik ve mahcuptur.
Klâsik batı müziğini, kabak
tatlısını, esmer kadınları, kızla­
rı, seks filimlerini,
playboy’u
sever, ideali Fransa’da ekono­
metri doktorası yapmaktadır.
Seminerini, İtalyanca hocası­
nın kızının «yazım güzel, çabuk
da yazarım» sözlerine inanarak
ona yazdırmaya kalkan fakat
üç günde bir sayfa yazıldığını
görünce kahrolan Halit yemek
için yaşamak prensibine inanır.
Öyle ki 1988’de Karpiç’te yedi­
ği yemekleri halâ aramaktadır.
Briç seven arkadaşımıza H ... ile
hayat boyu mutluluklar.
«sempatik ve neşeli bir hatun­
la» mutlu olmasını dileriz.
H ALİT ER EN
Kendisini doğurtan ebe ilk ön­
ce klârnetin geldiğini görünce
düşüp bayılmıştır. Oysa bunda
şaşılacak bir şey yoktu. Çünkü
Halit klarnet çalmanın her mü­
zisyen tarafından başarılacağını
bildiği için bu güç işe sarılmış­
tı. (Kendisine güçlükler zevk ve­
rir de ) Buna rağmen saati 25
liradan klâm et dersi de aldığı
halde inek bayramında çıkmak­
tan korktu. Dişlerini doldurt mak için gittiği doktorun karı­
şım gördükten sonra, doktorun
borç para talebine karşı geleme­
miş ve belki birşeyler olur diye
24
doktora 100 TL. vermiştir. So­
nunda parasını alamayan Halit
avucunu yalarken «Ben kadına
acıdım da borç verdim» demiş­
tir.
ŞÜKRAN H AK SEVER
Sivas’ta doğmuş ilk, orta, lise
tahsilini orada yaptıktan sonra
Mülkiye’ye girmiştir. Söylediği­
ne göre Türkân Şoray’ı ekme­
ğinden etmemek için, Mülkiye’yi Yeşilçam’a tercih etmiştir.
Annesi Sivas’tayken evde yalnız
başına oturur. Yemek, bulaşık,
çamaşır, temizlik ütü... vs. den
nasıl vakit bulup ders çalışabil­
diği henüz aydınlığa kavuşama­
mıştır. inek bayramında Sivas
dolaylarında giyüen üç etek bin­
dallı Ispanyol ( !) kıyafetiyle
tüm İspanyolların milliyetlerin­
den şüphelenmelerine yol açmış,
bu arada ön sırada oturan bir
hanımın ağlayan çocuğuna «Öcü
bak öcü» diyerek korkutup sus­
turmasına sebep olmuştur.
Sivas’lı hemşehrilerine çok
düşkündür. Derslere hocadan 15
dakika sonra ön kapıdan girer,
en arkaya gidip oturur. Ve de
jiklet çiğner.
Şaka bir yana arkadaşımız
çok hanım, çok ağırbaşlıdır. Bil­
umum ev işlerini yapar. Tam
bir ev hanımıdır. Anladınız mı
kerler.
ORHON B E LEN TEPE
tığı üç gün gibi uzun bir müd­
det zarfında geceleri pencereden
kırıp Ankara’yı fethe çıktığı gü­
venilir bir kaynaktan öğrenil miştir. Patlıcan musakkasını,
kedileri, Kartal Tibet'i (kendisi
benzediği için), nişanlısı E ce’yi
ve de özellikle kendini çok sever.
Okul sonrası için şimdiden pra­
tik yapmak üzere ağabeyinin
yanında çalışmaya başladığın dan beri firmanın «durum gra­
fiğinde» bir başaşağı gidiş g ö ­
rülmekteyse de nedeni bir türlü
bulunamamaktadır.
U ğur’a çok inanır. Geçen yıl
sınav, sonuçlarını öğrenmeye
geldiğinde tavanı badana eden
bir işçinin dengesini kaybetme­
si nedeniyle dolu bir kireç ko­
vası kafasına geçince «hayırdır
inşallah» demesi, ne denli bir
tolerans sahibi kişi olduğunun
en sağlam delilidir.
Halazadesi olduğu Alyanak
Ayşe’nin «ders notu» denilince
mide bulantılarının başlaması­
nın en önemli sebebi Pertevdir.
tımda saplık nedir
demektedir.
bilmedim»
Şişko diplomat’ımız sinemayı,
futbol ve basketi ve kitap oku­
mayı çok sever. Oysa en bozul­
duğu şey’de ders çalışmaktır.
Fakat doktora yapmak gibi bir
fik ri’de olduğundan ders çalış­
Okul bitince ne yapacağı meç­
hul arkadaşımıza başarılı bir
hayat dileriz.
HALÛK CANSUN
PERTEV İLPARS
Ankara’da doğmuş, büyümüş
ve fî tarihinde Mülkiye’ye gir­
miştir. Mülkiyeden saçım dök­
meden, dişlerini de çürütmeden
çıkmayı prensip edinen arkada­
şımız, bu prensibe uyarsa çık mak için daha çok bekliyeceğini anlayınca; üçüncü sınıftan
sonra hızlanmıştır.
Bayramdan bayrama okula
uğrayan Pertev son yıllarda zi­
yaretlerini daha d a azaltmış,
Halûk Ülman’ı Türkkaya Ataöv
.sanıp dersine girmek gibi bazı
h o ş (!) sürprizlerle karşılaşmak
zorunda kalmıştır.
Otomobile çok meraklı olan
Pertev 43 defa sınava girdikten
sonra nihayet bir ehliyet alabil­
miştir.
Seminerine bir gün kala has­
talanma ayaklarına yatıp, hastahaneye kaldırılmış orada yat­
1944 yılında Ankara’da doğ­
du. İlk ve orta tahsilini İstan­
bul’da yaptı. Liseyi’de Ankara’
da okudu. Ankara Hukuk Fa­
kültesine girdi. Birinci yılda ça­
kıp ikinci yılda ise güç-belâ ey­
lülde geçti, ikinci sınıfta bir da­
ha çakınca hemen kapağı Mülkiye’de aldı. Hiç nazar değme­
sin mekteb-i şahanede hiç çak­
madan dördüncü yıla geldi.
maktan kurtulamıyacaktır. V a­
siyeti üzerine eğer bu uğurda ölürse:
Ne şehittir, ne gazi
Ders çalışmaktan gitti
Halûk Niyazi...
diye kitabe yazdıracaktır. Ha­
lûk’a başarılar diler Kazganca
nişanına hepinizi davet ederiz.
Neşeli, vurdum-duymaz lâkin
tuttuğunu koparan bir arkadaş­
tır. Feskom’un en faal üyelerin­
den biri olarak iç-gezide, balo­
da çok iyi çalışmış, bu yüzden
kendisine; törenle BALO KU R­
TA R A N A SLA N nişanı ve INEKİSTAN kontluğu verilerek
şövalye ilân edilmiştir.
İç gezinin ünlü «şişko diplomat’ı» herkese; «Benim aşk ha­
yatım, sözlüm Serpil’le başladı,
dört yıldır çıkarım kendisiyle,
kısmetse bu yıl nişanlanacağım
kendisiyle. Yeni fakülte haya -
25
ABDULLAH PİŞKİN
1946
yılında Boyabat’da doğ­
du. ilkokulu bu ilçenin Dumlupınar ilkokulunda okudu. Tahsil
hayatının ilk raundunu böylece
galip bitirince orta tahsil için
Samsun Maarif Kolejine girdi.
Zaman dediğin su misali akıyor­
du. ikinci raund’da Pişkin’in za­
feriyle sonuçlandı.
Yüksek Tahsiie Ortadoğu
Teknik Üniversitesinde başladı.
Burası onu sarmayınca ertesi
yıl Siyasal’a geldi.
Çalışkanlığı, efendiliği ile te­
mayüz etti, istatistik, ekono­
metriye merak saldı. Bu arada
iktisadı da öğrendi. Kariyer için
ilk yatırımlarını böylece yapar­
ken Cins-i-lâtife dört yıl boyun­
ca iltifat etmedi. Hem kendi sap
kaldı. Hem de bir başka kızı sap
kalmaya mahkûm etti.
Boş zamanlarını çokça ekonometrik modellerin çözümü, bir’
de tavla oynayarak doldurur.
Asistan olmayı arzu eden bu
çok akıllı ve tatlı arkadaşımızın
arzularının gerçekleşmesini ve
mutlu olmasını dileriz.
"VEDAT DEMİRÜZ
1948
Haziranında Bornova’da
kıpkırmızı bir suratla, hiç bağı­
rıp çağırmadan bir iş adamı cid­
diliği ile dünyaya geldi, ilk ve
Orta tahsilini İzmir’de tamam­
larken yavaş yavaş o kendine
özge, kişiliği de gelişmiştir,
işte o meşhur felsefesini bu dö­
nemde geliştirdi. Ona göre «H a­
yatta en hakikî mürşit egoizm­
dir» Ve bu onun şiarı olmuştur.
Bu sözlerin altındaki anlamı sezemiyenler ona ta lisede iken
nankör anlamına KEDİ V ED AT
adım taktılar.
UĞUR KARAM AN
Uğur 1947 yılının soğuk bir
kış günü Şarkîkaraağaçta dün­
Görünüşte yırtık atılgan piş­
kin olan Vedat nedendir bilin­
mez kızlara karşı, onlardan ar­
kadaşlık teklifi bekleyecek ka­
dar sıkılgan ve çekingendir. Bir
gün sinemada kızın biri elini Vedatın eline değdirince «Lan Ba­
rış bende onun elini tutayım
mı» diye soracak kadar da be­
ceriksiz ve marifetten yoksun­
dur.
Dört yıldır gizli inekliği yü­
zünden tek bir kıza bile ayak
atacak vakit bulamıyan Vedat
bunun asıl sebebini bir Iskoçya’
lı kadar hesabî olduğunu dikka­
te almadan «Ne yapalım bizde
şans yok» veya «Izmirdeki yen­
geniz bozulur» diyerek şahane­
nin ebedî sapları arasında yer
almıştır.
Bir solcunun yanında solcu,
bir sağcının yanmda ümmetçi
olacak kadar politik olan Vedat
istikbalde de bu yolla başarıya
ulaşacağına inanmakta, adam
olmanın tek yolunun üç kâğıtçı­
lık olduğunu ileri sürmektedir.
Vedat bu son aylarda yolsuz
kaldığından fotoğrafçılık yolu
ile başta Barış olmak üzere ya­
kın arkadaşlarını bağırtmadan
yolmaktadır. En büyük arzusu
hanım hanımcık bir kızla evlen­
mektir. Vedat’a Saadetler ve
şanslar dileriz.
yaya geldi. İzmir Namık Kemal
lisesini bitirdikten sonra elekt­
ronik beyinin bir anlık gafletin­
den yararlanarak mekteb-i şa­
haneye girdi.
ikinci sınıfta üssümizan’ın
gadrine uğrayınca (7) rakkamının uğursuzluğuna inandı. Ama
aslında bu sonuç onun Fransa’­
da yaşadığı Dölce V ita’nın fidyesiydi. Fakülte içinde hiçbir
kıza ayak atmamıştır. Ama dışarda saman altından su yürüt­
mektedir. Tekel’de çalışmaya
başladıktan sonra en büyük si­
gara tüketicisi olan Uğur, bı­
yıkları ile şöhrete ulaşmıştır.
Tütün konusunda yaptığı semi­
nerle Mehmet Selik’i fethetmiş.
Bu arada Tuncer Bulutay’m
derslerinin de neşe kaynağı ol­
muştur. Uğurun gelecekte de
başarılı olacağı inancıyla onu
son sınıftan şimdiden uğurlarız.
TEVFİK FİKRET B A RA N
1946
da Adana’da doğmuştur.
Şahaneye Ankara Bahçelievler
Cumhuriyet Lisesinden geldi.
İktisadî konulara olan eğilimi
onu malî şubeye çekti. Zira Fik­
ret doktora yapmayı daha bir­
de iken aklına takmıştı.
Y A Z I S I Z :...
26
Fikret güzel kanun çalar. Se­
si harikadır. Üstelik Türk sanat
müziğine de iktisada düşkün ol­
duğu kadar düşkündür. Klasik
batı müziğini de dinlemeye ba­
yılır.
Adana’nın sıcak ikliminde ye­
tişen bu sıcak kanlı incc ruhlu
ve sempatik arkadaşımız mezun
olur olmaz derhal Avrupa’ya
doktoraya gidecektir. En çok
s'evdiği yiyecek maydanoz’dur.
Kışın bile evinde turfanda ola­
rak yetiştirir. Dinç kalmanın
sırrı maydanoz yemektir diye
inanmakta ve bunu da uygula­
maktadır.
Zamanın çok çabuk geçtiğini
bu yüzden insan yaşantısında
üzülmeye hiç yer olmaması ge­
rektiğini savunur. Fikretin ha­
yatta sevdiği üç şey vardır: Sev­
gilisi, Sevgilisi, Sevgilisi! Ne de­
nir. Allah sevgilisini ona onu
sevgilisine bağışlasın. Amin...
kardeşimiz ayrı evde kaldığı için ve de bizim dostluğumuz ye­
rine şişelerin tesellisine kendini
kaptırdığı için biraz kendini sal­
mış gibi göründü. Biz bir yanar­
dağ gibi güçlü bir potansiyele
sahip bu arkadaşımızın hayatta
başarılarının sonsuz olmasını
diler, ona en derin samimiyet ve
dostluğumuzu sunarız.
DEMİR ERM AN
MEHMET MEMİK
Demir, Ankara şehrinde ma­
xi paltoyu ilk defa giyen, ve de
ilk defa (bu) yüzden şoförlerle
kavga eden delikanlıdır. Maksi­
sini giydiği ilk günlerde Kızılaya
çıktığında kadın erkek bilûmum
Ankarah’ların taaccüp ve de ha­
set dolu bakışlarına hedef ol -
Bir zamanlar hangi taşı kaldırsanız altından Memik çıkar­
dı. Politika yapar, sosyal yaşan­
tı içinde her zaman aktif rol alırdı. îy i giyinirdi. Büyük başa­
rıların adamı olarak göze çar­
pardı. Lisan biliyordu, çok ze­
kiydi, başarılı olmak işten bile
değildi.
Oysa bu son yıl ortalarda pek
görünmedi. Dostluğunu varlığı­
nı arar olduk çevremizde. 1966
da hep beraber girmiştik. Mülkiye’ye aramak hakkımızdı. Alp
Orçun, Yavuz Sabuncu ve Me­
nlik bölünmez bir bütündüler.
Üçü de İstanbul Lisesinden gel­
mişti. Iç geziye
katılmasaydı
çok kişi belki onu tanımıyacaktı bu yıl...
Bu sempatik, yakışıklı, centil­
men ve hepsinden öte iyi niyetli
muştu. Bu nedenle sık sık saç­
larını yolacak kadar sinirlendi­
ği oluyordu.
Demirin tam 38 ceketi, 140
buçuk civarında pantolonu, 8549
gömleği, iki iane kravatı bir de
bıyığı vardır. Bu kadar şık olan
bir adamın da kaç tane kızı
vardır dersiniz? îzmirdeki yen­
ge duymasın ama Ankara’da
Demirin olmayan kız yoktur.
Bilmem durum açıklığa ka vuştu m u? Demir, Mülkiye’nin
gördüğü ve göreceği en azgın
ye ye çilerden biridir. Bürokra­
sinin en üst kademelerine kadar
yükselmiş olan şair babasının
da defalarca söylemiş olduğu
gibi, Demir ailenin hırçın çocu­
ğudur. Esmer teni kara ve de
kıvırcık saçları fıvça bıyığı ha­
fiften «ince ruhlu» gözleri bu
şarkın esrarengiz çocuğuna dost
ve müttefik Pakistan’dan gelme
izlenimini vermektedir.
Demir’ciğim seni çok övdük
artık şu bizim ikibuçuğu ver de
öğle yemeğimizi çıkartalım. Ta­
mam mı canım.
BETÜL DURSUN
Betül 1948 in bir yaz günün­
de gözlerini açmış dünyamıza.
Pek süratli bir şekilde Ankara
Kolejinin birinci sınıfından gi­
rip son sınıfından 1965 de çık­
mış. Aynı hızla Mülkiye’ye ge­
lir gelmez anlaşılan hızını kesemediği için de birinci sınıfın du­
varına güm diye çarpıp ertesi
sene kendisini tekrar siyasî ta­
rih dinlerken bulmuş.
O sene Mülkiye’ye veda etme­
sine ramak kala da yeni yönet­
melik sayesinde kapağı ikinci
sınıfa atabilmiş.
O gün bu gün de pek tıkır tı­
kır sayılmasa bile sınıfları geçe­
rek son sınıf kapılarına dayan­
mış.
Bu arada neler neler olmuş.
Efendim Murat diye bir çocuk
varmış. Gel zaman git zaman
bu Murat çocuk Betül’e ‘haydi
nişanlanalım’ demiş, Betül’de
«he» deyiverince onlar ermiş
Muradına biz çıkalım kereveti­
ne.
Günlerden bir gün Betül Kuşadası’na gitmiş. îyik i de gitmiş
hani, tam bir sene ağzından Kuş
adası lâfı eksik olmamış. «Ben
Kuşadasındayken» diye başlar­
mış her lâfa. Herkesin içine bay­
gınlıklar gelirmiş.
Iç gezi programına Kuşadası’
27
sınıf arkadaşı olan Betül’le en
sonunda ‘biz sadece arkadaşız’
demekten vazgeçip halkalandılar.
Murat çocuk pek marifetlidir
doğrusu. Dersten gayri ne ister­
deniz yapar. Fotofrafçıhk
ve
biçare balıkların almlarmdan
zıpkınla delik açmacılık en sev­
diği oyunlardandır. Bir de tu­
rist gezdirir. Gezdirdiği turist­
ler de hep hanımlardır ama Be­
tül hiç sesini çıkarmaz, çünkü
Murat 60 yaşından aşağı hanım­
ları gezdirmez.
Rehberlik huyundan iç gezide
de vazgeçmeyen Murat az buçuk
hayal kırıklığına uğradı. Kimse
uzun uzun tarihî değerlerinden
nın da konmasına epey etkisi ol­
muş. i ç gezide’de o yüzden en
fazla Kuşadasında dağıtmış. Sa­
hilde Joan Baez’den şarkılar
söyleyip dinleyenleri mest et miş.
Betül ilerde ne olacağını bil­
miyor. Bildiği tek şey günün bi­
rinde soyadının Özbek olacağı.
Haydi hayırlısı.
MURAT ÖZBEK
1947
yılının masmavi bir Ni­
san gününde masmavi gözleri
ile Murat çocuk doğdu. Ankara
Kolejinde başlayan tahsil haya­
tı Mekteb-i Mülkiye’de sona
ermek üzere. Yedi seneden beri
gılı, anlayışlı, olgun tutumu ile
dostlar kazandı. Kendisine kâlp
hırsızı diyenleri sükutu ile tek­
zip etti.
Geleceğin senin için, yüzün
gibi aydınlık, fikirlerin gibi te­
miz, niyetlerin gibi iyi olmasını
dileriz.
SAHİR KOÇAK
1948
yılının eylül ayında Kı­
rıkkale’de doğdu. Babaannesi­
nin Hürriyet Gazetesinde yayın­
lanan hatıratında Sahirin daha
bahsetmek istediği taş yığınları
ile ilgilenmiyordu ve çocuk gezi
boyunca keşfedilmemiş bir ka­
biliyet olarak kaldı.
Fakat yakında Murat’ın bu
kaabiliyeti keşfedilecek ve Mu­
rat 60 lık teyzelerden biri tara­
fından kaçırılmazsa Türkiye’nin
en sıkı rehberlerinden olacak.
SEVİNÇ ESEN
Mart ayında birgün Is tanbul’da kadınlar dedikodu­
yu bıraktılar, erkekler karıla­
rından kızlarından yakınmadı­
lar, vapur düdükleri kesildi,
martılar sustu, kediler miyav­
lamaz, köpekler havlamaz oldu,
taşıtlar bile ilk kez kom a yasa­
ğına uydular, işte o gün Sevinç
doğdu. Ebesi hâlâ ömründe ilk
kez ağlamadan doğan bir bebek
gördüğünü ve bu bebeğin de
Sevinç olduğunu söyler durur.
Küçük Sevinç öylesine sessiz
öylesine sakindi ki, anası babası
bile kızlarının konuşmayı öğre­
nip öğrenemediğinin pek farkı­
na varamadılar. Neden sonra
Mülkiye’de arkadaşları yanında
şakıyıp güldüğünü görünce şüp­
heleri zail oldu.
Bu uslu bebek Mülkiye’deki
yıllarını derslerde defterine de­
senler çizip sanat yeteneğini ge­
liştirmek, kantinde kibrit, çukolata vs. kutusu gibi bilûmum
kutuları eşit ve düzgün uzun­
lukta parçalara ayırmakla ge­
çirdi. Onu teneffüslerde görmek
28
isteyenler Siyasî Şubenin önün­
de Feryal, Şiir, Ertan üçlüsü­
nün yanında saçları ile oynar­
ken buldular. Mülkiye’nin biri-,
cik hanımefendi kızı oldu. Say­
ilkokuldayken gayesinin Mülki­
ye olduğu belirtilir. Sahir Mülkiye’ye gelince Mülkiyenin ta­
rihsel dernekçilik akışma uya­
rak her türlü üç kâğıtçılığı öğ­
rendi.
iddia edilir ki o sol yelpaze­
nin üzerinde zikzaklar çizmiş
her dalda oynamıştır. Şu da ger­
çektir ki Mülkiye’de Ortanm so­
lu denince akla biraz da Sahir
gelir. Sahir Mülkiye’yi o denli
sevmiştir ki «Abiler ayrılamam
mezun olmayı istemiyorum.» di­
ye konuşmaktadır. Bu sözün
duygusallığı bir yana Sahir’e
şimdiden mezun nazarı ile baka­
bilirsiniz. Zira o kadar da inek­
tir.
Evlenmek mi istiyorsunuz?
'a s g - a ı - ı
Hemen Kazgan’a yazımz
EVLENDİRME SERVİSİ
Biz ikimizde cici kızlarız, bir hata edip iptidaidenberi beraber bulunup bize atılan ayaklan kırdık.
Ayak atanlarımız da biz de sonuç olarak sap kaldık.
Eski ayak atanların diplomalarıyla birlikte «ikiz kız­
lar» rumuzuna başvurmalarını rica ederiz. Diplomat­
lar tercih edilir.
İkiz Kızlar A . O.
•
Uzun yıllardan beri eli yüzü düzgün bir kız arar
dururum. Elâ gözlü, doğru sözlü, kumral saçlı, işlet­
me şubesinden bir kızla evlenmek istiyorum. İdarî
şubeden olsam da kaymakamlık değil, doktora yapa­
cağım. Tarifime uyanların başka kısmeti çıkmadan
«R efuze Edilen Çocuk» rumuzuna başvurmaları çok
rica olunur.
$
Bir İdarî Şubeli
Mülkiyenin en kral şubesinde son sm ıf öğrenci­
si olup, kendim Kıbrıslıyım. Son sınıfda Nur dahil
benden daha inek yoktur, istikbâlde iyi bir işim ola­
bilir. Onun için kızların beni seçmesinde yarar var­
dır. Size tasvirimi de yapayım. Uzun uzun boyum
var. Ne de güzel huyum var, saçlarım dalgalı sey­
rek, fiyatım da üç çeyrek.
«Huri Mankafa Hamal» rumuzuna başvurun.
Acırsa birdaha vurmayın, zili çalın.
Genellikle.burs uydurup kâh Fransa’ya, kâh Hol­
landa’ya yazlan giderim. Kısaca diyarı Frengi bili­
rim. Lisanım da iyi olup bir süre önce dördüncü ku­
ru bitirdim. Bana çok kişi sen çok efendi çocuksun
derler. Hattâ Mehmet Çavuş bile ( ö ... efendi) diyor
Şimdi bir kızım varsa da yedek bir hatun anyorum,
isteklilerin «Hollanda hududunda bir gün bekletilen
züppe» rumuzuna müracaatı rica olunur.
•
Elime kız eli değmedi. Harama uçkur çözmedim.
Namusumla bu güne kadar geldim. Beni anlayacak
bir hatunla çok kısa zamanda evlenmek ve bu saplıktan kurtulmak istiyorum. Fena çocuk sayılmam.
Yine fena sayılmayacak bir kızın müracaatını seve
seve kabul ederim. Zenginlik şart değilse de tercih
sebebidir.
£
Yıllardan beri çeşitli hatunlara ayak attı isem
de hep sonunda elimden kaçırdım, artık elimden
kaçmıyacak, uslu, akıllı ve de Türkiyeli bir hatuna
şiddetle ihtiyacım var. Malî durumum fena olmayıp
bir kaç yerden burs ahp idare etmekteyim. Adanalı
olmakla beraber Ankaraya yerleşmeyi ve bir ev tut­
mayı taahhüt ederim. Kaynana istemem. Talipleri­
min de benim gibi çok inek olmaları zorunlu olup
benim gibi işletmeden olması şart değüdir. istekli­
lerin: «Tafamus Nakkaş» rumuzuna baş vurmaları
bekleniyor.
Sonra <la bir şişe arsenik alınız.
Ben de evlenmek istiyorum. Yalnız bazı şartla­
rım var. Benimle evlenecek kızların 1,75 boyunda 60
kilo kadar, ölçüleri milletlerarası standardlara uy­
gun, lepiska saçlı, intikal ve intibak kabiliyeti tam
olup iptidaiden olmalıdır. Müracaattan 15 gün evvel
LCC Enistitüsüne devamla zarafet .letafet ve kıya­
fe t hususunda yeterli bilgiyi edinmiş olmaları talipden aranan en önemli husustur. Bu şartlan haiz olan kızlann «Muhammet M EA SU RE R » rumuzuna
baş vurması nezaketen rica edilir.
•
Kısa vâdeli evlenmek istiyorum. Zenginler ter­
cih olunur. Bu suretle kokozluğa paydos deyip şöyle
bir süre rahat edeceğim. Kızlık söz konusu olmayıp
dullar tercih olunacaktır. Aradığım vasıflar: Ahmetleri yerinde, zühtüleri belinde, tatlılığı dilinde olma­
sıdır. Ayrılma zamanı gelince sululuk etmeyecek,
nafaka istemeyecek bir hatunun, Malî şubeye «K o­
koz» rumuzu ile baş vurmaları duyurulur.
İzmir’in en mutena semtlerinden birinde büyü­
düm. Koşa koşa Mülkiye’ye geldim. Şimdi de evlen­
mek istiyorum. Kızların İzmirli olması tercih olunan
bir husustur. Adım her ne kadar piç’e çıkmışsa da
anam da var babam da. Ben çahşmasam bile onlar
bana bakar. Kızda aradığım meziyetler, iyi huylu
olması, kışın sıcak, yazın serin tutması ve de her
attığım yalanı gerçek diye yutmasıdır. Taliplerin
«Şendümen» rumuzuna baş vurması ilân olunur.
•
Ben de cici bir kızım, tam dört yıldır yalnızım.
Evlenmek benim de hakkım. Gözlerim yeşü ve elâ,
geri kalan renkler boya. Boyum pek kısa sayılmaz.
Kilom da fazla değildir. Yemek bulaşık bilirim. Ütü
ve dikiş de yaparım. Gece sırtüstü yatarım. Talipler
«S A P K IZ» rumuzuna baş vursunlar. Sonra bekle­
yip dursunlar. Ben mutlaka birini seçerim, ya da
dalgamı geçerim ...
Mülkiyenin gülüdür Ahm et Şahin, onsuz sohbe­
tin tadı olmaz. Birgün Nuri Değer, Ahmet Şahin ve
bazı çocuklar kantinde oturuyorlardı. Konu herkesin
memleketinden açılmıştı ve bir ara Ahmet Şahin Nu­
riye takılarak «Sizin Cizre’nin sivrisinekleri at ka­
dar büyükmüş» dedi. Nurinin hazırcevaplığı üstün­
deydi: «E vet Ahm etçiğim » dedi, «bende her gelişimde
birisine binip geliyorum.
29
KIYAFET
BALOSU
özel Balo Muhabirimiz DALTON bildiriyor
kemle vardı. «Saplar için ayrılmıştır» diyerek san­
dalyelere kurulduk. İlk gözlemimiz, yabancıların ve
-sağolsunlar- bizim kantin erbabının yanında son sı­
nıftan olanların çok az olduğu idi. Buna mukabil,
eski mezun Deniz, işçi kılığı ile gelmişti. Fakülteden
gelenler, inek bayramındaki kılıkları ile geldiklerin­
den ,orijinal sayılabilecek kılıklar yabancıların kıya­
fetiydi.
Hele bir «PIRTIK» vardı ki sormaym. Sıskalığı
sevimsizliği yanmda harikaydı. Yalnız, ikide bir ge-
Uzun süredir hazırlığı ve reklâmı yapılan Kıya­
fet Balosu bu yıl Marmara Otelinde ve 18 Nisan ta­
rihinde yapıldı. «Kambersiz düğün, Kazgansız Kıya­
fet Balosu olmaz» diyerek kılık-kıyafetimizi ayarla­
yıp, cebimize de kâğıt kalem alıp başladık kendimize
bir eli ayağı düzgün hatun aramaya. Kısmen arama
işlerine geç başlamaktan, kısmen de eli ayağı düz­
gün kız bulamamaktan baloya sap gitmek zorunda
kaldık.
Lâf aramızda, Kazgan muhabiri zaten kızla meş­
gul olacak zaman bulamazdı baloda. Tıpkı benim
gibi sap, Kokoz öm eri ve Siyasîden Ahmedi de kan­
dırıp taksi gidiş-dönüş parasını asgarîye indirerek
Marmara Oteline vasıl olduk.
Kapıda, o vakitlerin Feskom başkanı îb o Ue A yı
Savaş, zarardan yakındılar. Bize de içkilerimizi ce­
bimize saklamamızı tavsiye ettiler.
içeri girdiğimizde, herkesi samimî bir şekilde
yerde otururken gördük. Sadece kenarda birkaç is­
30
— Fakire bi sadaka ahiler!..
lip, benden para dilenmesine çok bozuldum. Zaten
lâf aramızda, o yüzden sevimsiz buldum keratayı.
Otel personelinin sözü doğru ise, o gece tam ikiyüz
lira para toplamış.
Bir de ilkokul önlüğü giymiş, elinde devamlı el­
ma şekeri yalayan bir kız vardı ki, baloya renk kat­
tı. Sanki bizim fakültede okusaydı ne olurdu, diye
çok efkârlandım doğrusu. Kokoz da az çapkın değil
hani. «A bi kızı boş ver, ama canım elma şekerini
çekti» diye sızlandı durdu.
Nihayet orkestra hafiften slow’la başladı. Ve
pist bir anda doldu. Kraliçe Şenay’a Işık refakat edi­
yordu. Diplomatlardan Metin ve Umur da kızlarıyla
gecenin tadını çıkartıyorlardı. Okhan dansa iltifat
etmiyordu ama, kızının neredeyse içine girecekti.
Kenardan seyredenler arasında Aksel, Tahir, Çetin
takımı da vardı. Tabiî yanlarında Cihan da. Ersal
sempatik arkadaşı ile herzamanki ciddiyeti ile dans
ediyor, Hürol yine etraftaki kızlara asılmakla meş­
gul, Murat-Betül çifti siyasî şube fermanının moral
bozukluğunu atmışlar, hayatlarından memnun görü­
nüyorlardı.
Gecenin en çok dağıtanı diskotek çocuğu îbrahimdi. Yedekte bir hayli içki getirmiş olmalıydı. Fa­
kat hakkını yememek lâzım çocuğun, sarhoşken bile
kibarlığı elden bırakmıyordu.
îbo, organizatör pozlarında saplığım gizliyordu
ki, nihayet dayanamadı ve saçlarına yeni bir düzen
verdikten sonra Şeniz’i dansa kaldırdı. Aksel bu se­
fer herkesin gözü önünde kavağa tırmanma deneme­
lerine girişti. Cihan ise gecenin en neşeli tiplerinden
biriydi. Bildiği bilmediği bütün dansları yapıyordu.
Bizim Albay Doğanımız da sempatik arkadaşıyla,
pistten hiç ayrılmayanlar arasındaydı. Ümit ise ses­
sizliği sevdiği için olacak dış salonda bir köşeye çe­
kilmişti.
Siyasî şubeliler meydanı boş bulduklarından o
malûm şarkılarını hep beraber söyleyip hava atıyor­
lardı. .
Aslının sorarsanız buradan sonrasını pek hatır­
lamıyorum. Çünkü cep konyağımı bitirdikten sonra,
piste fırlayıp, en son dans numaralarımı çekmeye
başladım. Saat 3.30’a kadar...
Gayet samimî ve olgun geçti bu seferki kıyafet
balosu. Havası yoktu diyenler de çıktı bermutad. On­
lar da hava almaya dışarı çıksalardı naapalım dii
mi?
İN E Ğ İN A M E N T Ü Str
Bir Mekteb-i Mülkiye var dersleri bir âlem
Uyutur tüm tüllabı Aktanla inandım
Teksir yiyemem, ders çalışmak illetim hatta
însan mezun olur kopyayla inandım
Şeytan da biziz, melek de ne şeytan var ne melek,
Mektep dönecek cennete boykotla inandım.
Fıtratte tekamül ezelidir, bu hayale,
Dinledim Türkçe-i Nermini bin kerre inandım.
Zavallı tüllap çok şey öğrenmiş bu ne hülya,
Dinledim her yeni dersi irfanla inandım.
Tüllap eti yenmez, sınavı kebirde yamyam değilsen
N ot ver geçsin a hocam insafla inandım.
Birgün yapacaksan bu haltı gel biraz bekle,
Bir bir sayılı cümle günah Kazganla inandım.
(FİKO’dan araklama)
KAZGAN
HEDİYE DAĞITIYOR
— Ama ne tatlıyım, di mi hayatım ?
Devletler Hukuku dersinde Montrö Andlaşması
tartışılıyordu. Şefik Çakır Karadenize kıyıdaş olma­
yan ülkelerin Karadenize çıkıp seyredebileceklerini
söyledi.
Seha L. Meray’ın cevabı şöyle oldu. «Kara sula­
rımız Kara üzerinde değil ki»..
Okhan Atakan
Şeyda Gönel
:
:
Şenay Postalcıoğlu
Serdar Taşkıran
:
:
Bilgegürün N ur
Mehmet Memilt
NurJ Değer
:
:
:
Avni A rık
Sadık tkizek
Nihat Ertan
Hayat Apak
Mustafa Akkaş
:
:
:
:
:
Süheylâ
Nazime Olgaç
Erdem Barutçu
Ebrar Berk
:
:
:
:
Alımet Şahin
Fikret Baran
Oya ö m e k o l
İlhan Cedimağar
Nuri Mustafa Kemal
Rıdvan Karluk
Derya Şensöz
Ömer Gürkan
:
:
:
:
:
:
:
:
Nihat Yalçın taş
Haşan Şengüder
Erdal A k taş
Yavuz Sabuncu
Şerife Umut
Mehmet ö lçe r
:
:
:
:
:
:
Bir resim takımı
Bir yıllık sauna abone bi­
leti
Bir buket çiçek
Kullanılmamış bir SS üni­
forması
Yeni bir İngilizce sözlük
Bir galon şarap
Türkçe telaffuz tekniği ki­
tabı
Maonun kızıl kitabı
Müceddet box eldiveni
Şimşir tarak
Bir çift V og Bali
A yak atıp tutturamadığı
kızların listesi
Boş şişe
Mülkiye dergisi
Mollier’in Cimri adlı eseri
Bilimsel araştırma el ki tabı
Bir sepet kedi yavrusu
Bir kanun
On derste piyano el kitabı
Mtufak eşyası
Pilo Cura
Playboy
52 Kâğıdı
Çağdaş kafiye kullanma
teknikleri
Muhasebe el kitabı
Bir baba
iy i cins saç boyası
Bıyık yağı
Bir adet disk
Elektrikli traş makinesi
31
BUNLARI
DUYDUNUZ MU?
-jç Sami Tezveren’in «Beyler ben futbolu da pek şık
oynarım» dediğini..
-fa Aksel Ülker’in, ikinci sınıfın yabancı dil bilen
kızlarına kelime sorduğunu..
•fa Iç gezide Bursa’nın Şengül hamamında, «küçük­
lük resmimi kaybettim» diyerek, A yı Savaş’m
çırılçıplak resmini çektirdikten sonra, hâlâ Aktan’ı aradığını..
Kuşadasına iner inmez meşhur bir hamama gi­
den ve hamamın personelince çok iyi ağırlanan
Hürol’un «bir daha Kuşadasma gelirsem, ilk u ğ­
rayacağım yer burası olacaktır» dediğini..
•Jç İbrahim özkartal’ın mezun olunca baba mesle­
ğine devam edeceğini..
Dört mâliyeden V arol’un, işletmeden bir hatuna
iki defa ayak atıp, pas alamayınca, «Beni iki
defa terslediniz. Artık sizinle samimi konuşamam»
dediğini..
-Jç «İbrahim Nasser’in bütün yurdun kız sakinlerine
cumartesi günleri, konsere götürme
ayağı ile
sarktığını herkes bilmelidir.» diye bir ilânın kon­
sere götürülen masum bir kız tarafından Kazgana verildiğini..
•fa Nuray'ın nüfus kâğıdına ekli bir kâğıtta erkek
olduğunun ayrıca belirtildiğini..
Ilhan’ın «iyi ki iç geziye katılmadım, yoksa mil­
let Kuşadası’nda beni yerdi» dediğini..
Rıdvan Karluk’un düğüne giden Ömer’e «oraya
sap gidilmez, beni de götür» dediğini.
-£■ Işık Bozkurt’ın Galatasaray’daki Fransız hocalar
tarafından Eşek diye çağırıldığını..
-fa Cengiz Esenalp’m esas adınm
«Hamza İsmail
Hakkı Cengiz Esenalp» olduğunu.
Süheyla’nm Mülkiyeyi büyük bir şey sanıp gel­
diğini, sonradan aradığını bulamadığını..
32
Sami’nin her Bursa’lıda biraz Bursalılık vardır
dediğini..
Erdem Barutçu’nun arkadaşlarına tek sigarayı
25 kuruşa sattığını..
-fa Ilhan A teş’in ara sıra İzmir’e gidebilmek için 4
yıl sadece bisküvi yediğini..
Cengiz Esenalp’m bir grup Fransızm rehberliğini
yaparken onları Paris yerine Kahire uçağına bin­
dirdiğini..
Doğanay’ın her denize girişte kolunun çıktığını..
•fa Mustafa Akkaş’ın ayağı en çok kırılan kişi ol­
duğunu..
■Jç Derya’nın iç gezide en çok eşeklerle ilgilendiğini..
^ Varol Ince’nin 3. sınıfta Millî Muhasebe imtiha­
nında soruları görünce Uğur Korum’a «bizi çak­
tırmak için sordunuz, değil m i?» dediğini..
■Jç Mustafa A kkaş’m tüm işletme şubesinin manyak
olduğunu ve aralarında bulunmaktan gurur duy­
duğunu söylediğini..
-jç Birinci sınıf sübyanlarından birinin Nazime’yi de
birde sanıp ayak attığını, ancak Nazime’nin bü­
yük kızgınlıkla ve de kantinde oğlanın ayakları­
nı kırdığım, sonradan da «Bilmem ki ufak tefekliğin avantajı mı yoksa dezavantajı m ıdır? dediğini.
-fa Zekeriya Temizel’in, millî oyun bahanesi ile kız• lara ayak attığını..
Gacocu Mehmet’in yurdun karşısındaki tüm mül­
kiyeli sapların tesellisi olan Gönül’e uzaktan aba­
yı yaktığını, gece ışıkları yakıp söndürerek;- işa­
retleştiklerini ve bu tatlı kerin birgün kızla an­
laşıp; (tabii ışıklarla) buluşmaya karar verdik­
lerini, Gacocu’nun tüm (Old Spice) şişesini üs­
tüne döküp, randevuya gittiğini, fakat kızın onu
yaşlı bulup kaçtığını..
•
Biı* Hikâyem iz Var!...
Orhan Tengiz’in Zam paralığı:
Orhan Tengiz bazı arkadaşları ile Beyoğlunda
bir pastahaneye gitmişti. Daha yerlerine yeni yerle­
şiyorlardı ki, Orhancığın 14 yaşında bir kızdan göz­
lerini ayırmadığı arkadaşlarının dikkatini çekti. Zam­
paramız kıza göz koymuştu bir kere ufak olması
hiç de önemli değildi. Kız dediğin çabuk büyürdü.
Zaten kızın büyümesi gereken yerleri bayağı büyü­
müştü. Orhan arkadaşlarından bir küçük kâğıt, bir
kibrit kutusu, bir de kalem istedi. Bu araçlar onun
kızı araklaması için yeterliydi. Kâğıda kızın ertesi
gün saat ikide aynı yere gelmesini yazmıştı. Şimdi
münasip bir an yakalıyacak, kutuyu kızın ayakları
dibine atacaktı. Kız Orhandan iyisini mi bulacaktı
zaten. Am a olmadı, işte Orhancık atamadı kızın ayakları dibine. Bu da gam değüdi, çıkarlarken kız
arkada kalır kâğıdı kaşla göz arasında ahverirdi.
Kızcağız alı al moru m or oturuyor. Orhanın ısrarla
bakan yüzüne bakamıyordu. Biraz sonra kalktüar
karşı masadakiler ve 14 lük gelişmiş kız en önde,
ardında babası, anası çıkıp gittiler. Tabi kutu Orhanın elinde kaldı.
KAZGAN MÜLKİYE MÜZİĞİNİ DE UNUTMADI
ifâüıjiib bes ieb âr
HACI SAİK BEY
Bu zat-ı kiram, Saikzade Keramettin paşanın
oğludur. Sesinin güzelliği ilk önce hamamda fark edilmiş olup Hammamizade tarafından usul dersleri
almıştır. Mûsikîde bestelerine henüz 17 yaşında bir
nevcivan iken başlayan Hacı Saik Bey ilk bestesini
çocukluk yıllarının hâtırasına izafeten yazmıştır :
Zevkden birkaç köşe oldum nazlı yar
öb ü r kızın zaten bana meyli var
Mart gelince azdım yine bu bahar
ö b ü r kızın zaten bana meyli var.
Bu şarkı devrinin en sevilen şarkısı olmuş ve
dillerden düşmemiştir. Bu şarkıdan mada, daha bir
çok beste yapan Hacı Saik Bey, en ziyade hüzzam,
cüzzam, munzam makamlarında eser vermiştir. Eser­
lerinin mühimce bir kısmını da hacca gittiği zaman
bestelediği için makamına, anlaşılsın diye hicaz de­
miştir. Aslında anlaşılacağı üzere, eserler hicaz değil
daha çok mecazdır. Size şimdi bestekârın hüzzam ma­
kamında bestelediği bir şarkıyı sunacağız. Bu eser ha­
remi Sıdıka hanımefendi için bestelenmiştir. Gerek
armoni, gerek ahenk, gerekse güfte bakımından bir
şaheserdir.
Baban bile indirmez gecede birkaç hatim
Üstüme varma benim hiç kalmadı takatim.
Üçten üste çıkarsam, bozulacak sıhhatim,
Paklar beni teneşir gayrı hastane değil.
Çenem tutsan bile, nalet suratın yeter,
Körolası kaynanam, cadı, senden de beter.
Kaçsam gitsem buradan dostlar acaba ne der,
Patlayan kafam benim, ulan, kestane değil.
Veladetinden, nhletine kadar, devrinin en çok
sevilen bestekârı olan Hacı Saik Bey Hammamizade
den gayri Ishak Dede, Naşit Dede, Süleymaniye baş
imamı Hacı Zühtü efendilerden feyz almış ve Bolahenkzade Abdürrezaktan solfej öğrenmiştir. En ta­
nınmış eserlerinden birini hep beraber okuyalım.
Sevda deyip sevdalandım
Yel üfürdü havalandım
Dalga geçtim oyalsûıdım
Hem ağladım her zırladım
Ten nen ni ten nen ni tene Ba
Ten nen ni ten nen ni tene na
Hacı Saik Bey, curcuna usulünde bir beste ya­
parak, devrin büyük paşası, Ser Keriz Süleyman pa­
şanın kız kardeşine ayak atmıştır:
Pek nazlısın işvelisin, sen herkese iş verirsin
Benim sanki canım yok mu bana neden boş verirsin
Kaç yıl peşinden koşarım, seni görünce coşarım,
Karıyı bile boşanın, bana neden boş verirsin.
Üstüme varma benim, hiç kalmadı takatim...
©
Besteye çok bozulan, Ser Keriz Süleyman Paşa,
Hacı Saik beyi, Fizana sürmüştür. Bestekâr orada
güneşte kalmış, başına güneş geçmiştir. Bu arada
yaptığı bir başka beste vardır ki sanat müziğimizin
adeta güneşi addedilir.
Düm tek düm tek
Estek köstek
Obnadı baştan
Düm tek düm tek
Estek köstek
Fındık fıstık
Abidik gubidik
Cumhuriyeti müteakip vatana avdet etmiş Bakırköyde mecburî iskâna tabi kılınmıştır. Vefatın­
dan tam bir yıl önce, bir beste yaparak sanat dün­
yasına adeta yeniden doğmuştur. Şimdi bu eseri ko­
rodan dinleyelim :
Kim kime kimsin demiş
Canım, çok cinsin demiş,
Kaçma benimsin demiş
El oğlu bu, der elbet.
Bütün güzelliklere âşık olan Hacı Saik Bey,
Hüsniy’anımı Sandal Bedestende görm üş; âşık o l ­
muştur. Müzayedeye açılmış bir piyanonun başına
geçip, derhal bir beste yapmış ve çaktırmadan Hüsniy'anımm eline sıkıştırmıştır. Bu müstesna eseri
Kazgan size sunmakla şeref duyar.
Arkamızdan itmeyin önümüz kalabalık
Biz uskumru istedik ağdaki alabalık
Hüsniyeciğim gel bize yiyelim salatalık
Hüsniyem seni vermem ellere ellere ellere oy.
Devrinin en sayılı bestekârı Hacı Saik Bey, 18
zilhicce bin üçyüz bilmemkaçta vefat edince, kadîr
bilmez kişiler eserlerini iç etmişlerdir. Ancak Kazgan
gece gündüz dememiş, yemek bile yememiş, eserleri
kamu oyuna sunmuştur. Bu araştırmasının sonucu
kazganın fedakârlığı dikkate bUe alınmamış; bütün
m arifet Hacı Saik Beyinmiş gibi tüm gazeteler on­
dan bahsetmiş, Kazgamn resmini bile basmamıştır.
33
F O T O Ğ R A F L A R L A
tirnk 'Bayramı
Olmaz ki,
Böyle do oturulmaz ki!..
m m m m
«s&âBsıe
Göbek dediğin
Böyle atılır..
T.; .
■: i
Hiç de zemzem’e
benzemiyor ya, neyse.,
34
35
FOTOĞRAFLARLA
tfnck Bayramı
IİİİI
:k ;£;S,1
i
Yakışmamış mı yani?
36
i
Ne, bakanhğı ma kazandım?
SÖY LEYİN - ÇALALIM
J)rogramt yöneten :A la a lü n Xtyaköten
Mülkiye «Söyleyin Çalalım Program ı»’na hoş geldiniz. Programımızda siz isteyeceksiniz, biz ça­
lacağız. Biz çalmaksak bile üzülmeyin elbet bir çalan bulunur.
Avni Arık
Vedat Demiröz
Cengiz Esenalp
Erdem Barutçu
A yşe önel
Müjgân Alp
Varol İnce
Ömer Parlak
Halûk Cansun
Nur Bilge Gürün
Oya örnekol
Rıdvan Karluk
İlham Cedimağar
İzzet Suner
İnci Ünel
İlhan Ateş
Sadık İldzek
Şükran Haksever
Fikret Baran
Haşan Kalaycı
Orhon Belentepe
Münir A ksoy
Ömer Gürkan
A yşen Ersan
Tuncay İnkaya
Şefik Çakır
Aksel Ülker
Işık Bozkurt
Erkin Büte
Nihat Yalçınta-ş
Coşkun Şarman
Oya Tuzcuoğlu
Yakup Tokat
Soner Laçin
Mustafa Akkaş
Melımet Menlik
Mehmet ölçer
Ahmet Şahin
A k if Çakıroğlu
Doğanay Divanoğlu
Mehmet Göbülük
Minaareden at beni - In aşağı tut beni.
Bir o f çeksem karşıki dağlar yıkılır
Senin en güzel yerlerin kahverengi gözlerin. .
inci gibi gülüşün - Kırılıp dökülüşün - Gönlüm seviyor seni.
Sus, sus, sus kimseler duymasın (Ne yeşili ne siyahı gözümde hep göz­
leri va r).
Kaçamazsın, kaçamazsın, sen ellerin olamazsın,
incecikten bir kar yağar tozar elif elif diye.
Haniya da benim elli dirhem pastırmam.
Bu sevda ne tatlı yalan.
Bursa'lı mısın Kadifeli gelin - Çaydan mı geçtin.
Oyalı yemeni sarmış Ayşem başına.
Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime.
Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli - Alıştım hasretine gel desen ge­
lemem ki.
Sevmek seni bir suç ise affet günahımı ey sevgili.
Dile düştüm senin yüzünden yine.
Bir münasip zamanda, meselâ saat onda, buluşalım Kordonda.
Henüz yeni girmiş ondört yaşma, edalı işveli köylü güzeli.
Aba da bir çuha da bir giyene, güzel de bir çirkin de bir sevene.
Çal söyle benim şarkımı böyle sevdalı sesinle.
Ana ana, niye verdin beni kalaycıya?
Yollak uzak gelemedim.
Nereden sevdim o zalim kadını, bana zehretti hayatın tadım.
Ben giderim yâne yâne, aşk boyadı beni kane, ne âkilim ne divâne gel
gör beni aşk neyledi.
Kır atıma bineyim, yar yoluna gideyim.
Bülbül âşıkmış güle, gül naz eder bülbüle.
Çıkmam Allah etmesin meyhaneden.
Seninle düştüm dile.
Eşeği saldım çayıra.
A t Martini Debre’li Haşan, dağlar inlesin.
Senden uzak günlerim zindan oluyor.
Geçti ömrün nev baharı, bülbül olmuş neyleyim.
Aşkınla sürünsem, yine aşkınla delirsem.
Yoksun, bu gece yine zehr oldu şarabım.
Bir başka çorap alsam bak kalmadı çorabım.
Ah Laçin, vah Laçin - Gel seni götürem gaçim - Ne haber Soner Laçin.
Aşkta seven sevilmez - Seven mesut olmazmış - Sevilen kıymet bilmez Sevel gönül yanarmış.
Apuşkadan taş gelir - Humar gözden yaş gelir - Ben ona içme dedim O bana ayyaş gelir.
E y güzel gözlü yar - Ne ararsan B oğaz’da var -Fiatlar da ucuz şimdi Onbeş kuruşa hıyar.
Mey-i lâlinle dil mestane olsun - Aman garson getir bir tane olsun.
Önce muz ve yok hayır kestane olsun.
A raz üste buz üste - Kebap yanar köz üste - Sen bana otur dedin - Çök­
tüm işte diz üste.
Mest-i nazım kim büyüttü böyle bi perva beni,
Kim yetiştirdi bugüne servden bâlâ beni.
Ben neler çekmekteyim bilsen, dil-i avareden,
Sen ise yağ çekersin not almaya Vahdet’ten.
37
ZÜPPELER
SİYASİ
UMUR A PA Y D IN
Umurcuk sınıfının en sevimli
ve de cana yakın adamıdır. Umur bu denli sevimli oluşunun
yanısıra yakışıklı ve de donjuandır da. Kantinin en mümtaz
ve de sulu grubunun cheerleaderi olmayı başarmış ve de grubu­
nu başarıdan başarıya sürükle­
yerek haklı bir şöhrete erişmiş­
tir. Umur kalplere girmenin yo­
lunu pek iyi bilir dostlar. Önce
avının etrafında şöyle bir döner.
Bunu yaparken bir taraftan bir
kartal gözüyle -maalesef kula­
ğıyla değil- zavallının zayıf nok­
tasını arar. Bu arayış pek de uzun sürmez. Zira Umur uzun
zamparalık yıllarının verdiği alışkanlık ve de tecrübe ile kor­
kudan tirü tiril titreyen tazenin
ince telini hemen keşfeder. Bun­
dan sonrası artık bize değil de
pornografik yazarlara düşerse
de yine de durumun nazikliğini
gözönünde bulundurarak bazı
açıklamalarda bulunmayı ken­
38
Ş U B E
"Kadrolar lamam oldu
Malimiz yaman oldu
Bütün rüyalarımız
Hep yamyamla doldu
dimize bir görev sayarız. îşin
garip yanı şudur ki dostlar, bu
avlamşların efektif sonuçlarının
gözle görülmeyişi izleyicileri
hayretten hayrete düşürmekte dir. Umur bu avlarını ne yap m aktadır? Acaba herkesin tah­
min ettiği ve de bu nedenle Umura büyük bir ün kazandıran
malûm olaylar cereyan etmekte
m idir? Yoksa işin içinde başka
başka gerçekler mi yatm akta­
d ır? îşte bu biyografiyi vesile
sayıp tarihin karanlıklarına g ö ­
mülmüş olan bu gerçeği artık
açıklamayı kendimize bir görev
saydık.
Efendim gerçek şudur ki bü­
tün asil etoburlar gibi -örneğin
aslan, leopar v s ...- Umur ihti­
yaçları için avlanmayı bir zül
addeder. Avlarının kalplerini
çalması için yeterli tatmin
vasıtası olmaktadır ve bu işi
sırf sporuna yapmaktadır.
Peki bunun bir başka nedeni
yok mudur acaba? Vardır elbet,
o neden de taa 454 km. uzakta
olmakla beraber yine de bağla­
yıcı varlığını burada da hisset­
tirmektedir. Yani kısacası îstanbulda fıstık gibi bir yenge­
mizin varlığı su götürmez bir
gerçektir. Ağlayın Ankaranın
mastor kızları ağlayın. Çünkü
bugün artık öğrenmiş bulunu­
yorsunuz ki Umur sizin için ele
geçmez bir kocadır.
Gelecekte sıkı bir diplomat
olacağından emin olduğumuz bu
dostumuz umarız ki biz dostla­
rının tahminlerini yanlış çıkar­
maz ve aynı zamanda en ince
misyonların da üstesinden gelir.
Şunun için dostumuzu yeteri
kadar kaabiliyetle donatılmış
görmekle koltuklarımız kabar maktadır.
Sınıfının bu en önde gelen
şahsiyetine gelecekte de en az
şimdiki kadar büyük başarılar
dileriz.
IŞIK BOZKURT
Bizim Işık iyi çocuktur. Hem
öyle az buz iyilerden değil. Işık
o kadar iyidir ki bir keresinde
bir farenin ölümüne ağladığını
çok yakın arkadaşı Umur defa­
larca anlatmıştır. Işığın bu yu f­
ka yürekliliği bizi de çok etki­
lemekle beraber yine de şüphe­
lenmeden edemedik. Sonunda
hayretle öğrendik ki bu filinte
gibi 1.80 lik delikanlı fareden
-nasıl derler- korkmaktadır.
Şaşmamak elde değil azizim, bu
yufka yüreklilikle beraber bu
Playboy’luğu da nasıl bağdaş tırmaktadır? Işık az Playboylardan değildir, hani okula gel­
diğinin hemen akabinde kendi­
sinden sınıfça ve de tecrübece
milyon kere daha üstün olan
bir hanım teyzeyi derhal ve de
hemencecik araklayıvermiştir.
Bu arada kendisine yoldaşlık eden bir başka arkadaşı da bir
baskın sırasında nursuz bir rast­
lantıya kurban gitmiş ve soluğu
nikâh dairesinde almıştır. îşte
burada Işığın eşine ender rast­
lanır bir finesse örneği göstere­
rek yağdan kıl çeker gibi kurtar­
dığını görüyoruz. 3. sınıfa g er­
ginde kendisinde var olan kül­
tür jeneral ve de Galatasaraylılık nedeniyle Siyasî şubenin im­
tihanında çift dilden büyük bir
başarı gösterm iş ve de Hors
Concours olarak şubeyi şereflendirmiştir. Işık bu sınıfa geçti­
ğinde derhal gerekli yatırımları
yaparak sınıfın en cazip hanım
kızını tespit etmiş ve de onunla
hemen haftasında çıkmaya baş­
lamıştır. Okulun diğer cins-i lâ­
tiflerini aman vermez bir kıs kançlık ve haset dalgasına sü rükleyen bu ilişki sınıfın sonu­
na dek sürmüş ve hattâ son gü­
ne dek tazeliğinden hiç bir şey
kaybetmemiştir. Oysa ertesi se­
ne yani IV. sınıfa gelindiğinde
herkesin hayretle açılan gözleri
altında Işık ve de yengemiz ha­
nım kızın artık arkadaş olduk­
ları de ju re olarak ilân edilmiş­
tir. Bu satırları yazdığımız sıra­
larda Işık Playboy’luk hayatının
en tatlı demlerini yaşamakta dır. Kendisiyle görüşen dergi mizin muhabiriyle yaptığı k o ­
nuşmada Playboy Işık ezcümle
şunları söylemiştir:
-------Hugh H efner’in düştü­
ğü hataya asla düşmeyecek ve
en az 35 yaşma kadar bem-bekâr kalacağım.
Bu tasarılarını sonuna kadar
gerçekleştireceğinden emin ol duğumuz Işığın adres defterine
ismini kaydettirmek isteyen kız­
ların en geç 30 Nisan akşamına
kadar Bayındır sokaktaki ma lûm adrese baş vurmaları gerek­
mektedir. Lütfen kuyruğa giril­
mesi rica olunur. Tahaccüme
meydan vermeyin herkese var.
Hâriciyenin en yakışıklı ve de
cin diplomatı olacağına inandı ğımız arkadaşımıza seçtiği yol­
da Nisan ayının Playmate’i ka­
dar uzun boylu başarı melekle­
rinin rehberlik etmesini dileriz.
Bitti.
ŞE N A Y rOSTALCIOĞLU
Şenay IV. Siyasinin en güzel
kızıdır. Yalnız en güzel olmakla
kalmaz aynı zamanda da en ça-
lışkan kızı olmak için büyük
gayretler de sarfeder. Bu ga y­
retler yüzünden son zamanlarda
gözlerinin altındaki halkalar git­
gide artmakta ise de yine de IV.*
Siyasinin en güzel kızı olarak
kalmaya azmetmişe benzemek­
tedir. Bu nedenle son zamanlar­
da diyetine büyük dikkati gös­
termekte ve de kozmetik uzma­
nı Maximilian Fastorstein’den
de tekniğin ve de fennin en son
icatlarına dair gerekli bilgileri
de almaktadır.
Şenay birinci sınıftan beri Si­
yasî şubenin en önde gelen men­
subudur. Nasıl olduğunu
hiç
sormayın, zira hepiniz biliyor­
sunuz. A yrıca Şenay uzun yıl­
lardan beri hiç bir Diplomati que occasionu ihmal etmez .Bu
arada bütün kafeşantan, dinedansan, kokteyl, çay, pasta, pötibör, profiterol, supanglez ve
de teleme peynirinde de kendi­
sine rastlamak son derece de olağandır.
Kraliçelerin en çok yiyen ka­
dınlar olduğunu nerede duymuş­
sa son zamanlarda kraliçeliğin
de kendisine nasip olacağı kesin­
leştikçe artık bu misyonu için
kendisini kesin bir yemek yeme
diyetine hasretmiştir. Şenay bu
vesileyle ne kadar yerse yesin
diğer şubelerin tüm
kızlarını
hasetten çatlatacak kadar güzel
ve queenly olabilmektedir.
Şenay ile siyasî şubeliler ara­
sında eskiden beri mutual ve de
reciprocal bir sempati bağı var­
dır. Siyasî şubeliler Şenay’ı, Şe-
39
nay da siyasî şubelileri çok se­
ver.
Bütün bu küçük lâfların öte­
sinde Şenay sınıfının şüphe g ö ­
türmez Kraliçesidir. Bu nedenle
kendisi hakkında daha fazla
-haddimiz olmayarak- dedikodu
yapmayı yersiz gevezelik sayı­
yoruz. Şüphemiz yoktur ki bu
güzel ve de akıllı kardeşimiz çok
kısa bir zaman sonra Bakanlı ğın da tek ve en birinci Kraliçe­
si olacaktır. Aynı zamanda kra­
liçeler kadar da ince ve nazik
olan Şenaya seçtiği kariyerde
sonsuz başarılar dileriz.
anlamakta güçlük çekebilirler.
Oysa Alphamn yaşantısında
biraz önce de söylediğimiz gibi
büyük bir yer tutar bu 11,5
sembolü. Örneğin bilenler söy­
lüyorlar, eğer bırakılırsa Alp han her sabah saat tam 11,5’a
kadar uyurmuş. Sonra banyoya
girdiğinde ev halkı iyice b ilir ­
miş ki Alphan tam 11,5 dakika­
dan önce dışarı çıkmıyacaktır.
Okula doğru yollandığında ne
kadar çabuk gitse hiç bir zaman
11.5 dan evvel sınıftan içeri gir­
meyeceğini biz arkadaşları çok
iyi biliriz.
AL îPH AN ŞÖLEN
Alpham iyice tanıyabilmek
için önce elinize tam 11,5 cm.
uzunluğunda bir kâğıt alınız ve
önemli noktalan not almaya
başlayınız.
Alphamn kızlarla olan ilişki­
sine gelince. Uzun zaman Alp­
han kızlarla ilgilenmiş fakat on­
lar ise Alphan’la ilgilenmek için
onun 11,5 yaşına gelmesini bek­
lemişlerdir. Bu önemli yaş Alphanm yaşamında çok büyük bir
dönemeç teşkil etmiş ve geçen
11.5 yıl içinde Alphan her sene
bir tane olmak üzere cem'an 11,5
kız araklamıştır. Rakkamm b öy­
le küsuratlı olmasının nedeni
kızlardan birinin boyunun diğer­
lerine oranla kısa olmasıdır.
Alphamn okulun içinde de öğ­
renci arkadaşlarımızın dışında
bazı kız hayranları da yok değüdir. Alphan da bu kıza tam
11.5 haftadır ayak atmaktadır.
E artık işin kıvamına geldiği
su götürmez bir gerçektir.
Alphan
Şölenin yaşantı smda bu 11,5 sayısı büyük
yer tuta.r. örneğin bu kardeşi mizin yıllarca önce saat tam
11.5 da doğduğunu o günleri
görmüş olan biri söylemektedir.
Doğduğunda Alphancığımız tam
11.5 kilo ağırlığında bir tosun­
cukmuş. V e o zamandan bu za­
mana bu sembole son derecede
bağlanan Alphan bu özelliğini
bu güne dek elinden geldiği ka­
dar kıskançlıkla korumuş. Bu
gün de Alphan her görenlere
-Aaaa Maaşaallah tosun gibi ço­
cuk bunun neresi 11,5 Allah aş­
kına-, dedirtecek cesamette ve
de kalıpta tuvana gibi bir deli kanlıdır. Doğrudur Alphamn bu
günkü halini görenler onun bu
11.5 sembolüyle olan ilişkisini
40
Haa az kaldı unutuyordum,
Alphan’ın bakanlığa girmek için
tam 11,5 kişiden torpil bulduğu
söyleniyor .Bu denli ezici üstün­
lükleri olan ve de ayn ca ilâhlar
gibi yakışıklı olan Alphamn bu
kadar zahmete girmesi için hiç
bir gerek yoktu ama yine de biz
onun geleceği hakkında bazı
tahminlerde bulunabiliriz sanı­
yorum. Tahminimce Alphan kı­
sa bir zamanda Türk hâriciye­
sinin
Rudolf Valentino
ve
Sammy Davis Jr.’den sonra en.
yakışıklı mensubu olacaktır.
A KSEL Ü LKER
Aksel’i ben iyi tanırım dost­
lar. Hem de pek çok iyi. Her
halde dedikodu yapacağımı zan­
nettiniz.
Sorun bakalım kendisine; iki
sene önce Hukuk Fakültesinin
kantinini komşu kapısı yapan o
değil m iym iş? E ğer öyleyse bu
sık ziyaretlerin küçük bir ne denciği de yok muymuş? Ne ka­
dar mı küçük? Eh şöyle 1.70
boyunda kadar, narin
yapılı,
sürme gözlü, kalem kaşlı, gül
endamlı...
A rife tarif ne hacet, Allahın
bildiğini kuldan saklamamak lâ­
zım, hele hele görünen köyün
de kılavuz istemediği düşünülür­
se Akselin bu girişimlerinin ar­
dında yatan kızı sezinlememek
enayilik olur. Peki, hepsi hepsi
bu m u? Ne gezer beyim. Aksel­
in yaktığı kalplerin sayısını tam
olarak saptamak olanağı yoksa
da yine de 3 ilâ 300 civarında
olduğunu tahmin edebiliriz. Ta­
bii bu yine de bir tahminden ileri gidemez. Bütün bunları Aksel beyciğimizi fabrikadan yeni
çıkmış bir Anadol gibi sıfır ki­
lometrede gıcır gıcır zanneden­
lerin gözünü açmak için yazıyo­
rum. Bir kere yakışıklı jönün
artık saçlan ağarmağa yüz tut­
muş, karakter artistleriyle olan
benzerliğini gözönünde tutmak
gerekir.
Aksel büyüktür. Bir kere te­
vellüt deseniz, arkadaşlan onun
geçtiği yollardan 15-20 yıl önce
geçmişlerdir. Akselin çekeri de
fazlacadır. Öyle pek tombul sa­
yılamazsa da pek de zayıf nahif
de değildir hani. Sonra Akselin
bir sesi vardır, Allah Allah, değ­
me karpuzcuya taş çıkartır.
Akselin bu
grandeur’lerine
bir de Galatasaraylıhğı eklenir­
se ve hele bu yuvadan kalma is­
mi olan «koca kafa» lığı da dü­
şünülürse ona neden «büyük»
dediğimi anlarsınız.
inşallah büyük ve kocaman
bir hariciyeci olursun Akselci ğim. Bu arada inşallah biz de
bir baltaya sap oluruz da senin
ikbalini daha yakından görmek
nasip olur.
OKHAN A TA K A N
7 Ağustos 1946’da dünya’ya
gelir gelmez İngilizce, Almanca
ve Lâtince’den tercümeler yap­
maya ve resim çizmeye başla yan Okhan, Avusturya Lisesin­
den Boğaz kızlarının dinmeyen
özlemi ile lisan uzmanı olarak
mezun olup Ankara’ya hicret
etmiş ve ressamlığı, fahiş fiatla
lisan dersleri vermeyi ve de inekliği, diplomatça maharetle
bir arada yürütebilmiştir.
Almanya’daki çapkınlık ma­
ceralarım kitap halinde yayınla­
ması teklifleri üzerinde hâlâ dü­
şünmektedir.
AHM ET E R TA Y
19 Kasım 1947’de Aydın se­
maları yırtıcı bir haykırışla çın­
ladı. Ahmet doğmuştu.. Aydın’ın
verimli toprağı Ahmet'in selvi
boyunu mümkün kıldı. Birinci
doğum gününde babasının hedi­
ye ettiği 1961 model împalası
ile ve esmer Akdeniz erkeği ha­
vası, Ankara’da sürekli kız avı­
na başlayan Ahmet, Ankara K o­
lejindeki avları sırasında hiç ka­
za geçirmezken, geçenlerde C.D.
plâkalı arabasıyla bir pilicin pe­
şindeyken meşum bir kaza a t ­
latmış ve yaralı numarasıyla
pilicin kollarında hastaneye ge­
tirilince, bir an evvel evlendiril­
mesinin şart olduğu teşhisi kon­
muştur.
özü, sözü doğru,
yakışıklı,
ceylân gözlü, hızlı diplomat ada­
yı Ahmedimize sonsuz mutlu luklar, başarılar.
Karikatürler için Komiteden
fahiş fiat istemesini, «Ben ileri­
de Saraylar Ressamı’da olaca­
ğım » hüsnü kuruntusuyla savu­
nan Okhan, kimseyi kırmayı
sevmediğinden, kuyruktaki en
paçoz kızları bile birer dünya
güzeli olarak resmeder.
Sınıfımızın bu yardımsever,
çalışkan «gentle-boy» ve başa­
rılı diplomat adayına, tablola nndaki gibi pembe bir dünya
dileriz.
olduğu bilinmez olan oldu işte.
Ve o gün bu gündür Oya ile
Tuncaym kaderleri birleşmiş ol­
du. Bu sene de bu birleşmeyi sağ
ellerinin yüzük parmaklarında
kanıtlayınca artık Tuncay için
kurtuluş kalmadı gibi bir şey.
Bu arada tecrübeli arkadaşla rından aldığı bilgilere dayana rak özellikle Haşandan öğren diklerine güvenip bazı alanlar­
da Oyanın akademik yetenekle­
rinden faydalanma yoluna git­
miş ve son günlerde ekspozeleri
beraber hazırlamıştır. Bunun
yanında başka faaliyetleri de
beraberce yaptıkları hele notları
yazma ve de onları çalışma ala­
nında hiç ayrılmadıkları düşü­
nülürse bu beraberliğin yakın
zamanda şirin bir aileye dönüş­
memesi için hiç bir neden kal madiği anlaşılır.
Kendilerine mutlu ve de uzun
bir beraberlik dileriz.
O Y A TUZCUOĞLU
ve de
TU NCAY İN K A Y A
Efendim, belki de merakınızı
mucip olmuştur, bu iki kişinin
neden aynı başlık altında oldu­
ğu. Nasıl olmasın ki, bu iki ar­
kadaşımız tam 4 senedir hiç bir
şeyde ayrılmamışlardır ve de
Allah ayırmasın ayrılmayacak­
lardır da. Bu beraberlik tam
dört sene önce birinci sınıfta
iken başlamıştı. Tuncay o sene
Cahit Diskoteğin en yakışıklı
disk-cokeyi idi, ve de Mülkiyede ikinci, yılını idrak ediyordu.
Oya ise o yıl yeni ümitler ve de
büyük bir şevkle tüllaba dahil
41
AHMET TEVFİK SOYTÜRK
1947
de Bakırköy’de doğdu.
Bakırköylü oluşu tahminlerin
hilâfına onun belki de bu derece
sakin ve akhbaşında olmasının
nedenidir. Onun hayatını yakın­
dan bilenlerin olmaması bizde
bir yanlış kanaat uyandırmışta
olabilir.
İtalyan lisesinde okuduğu sü­
rece de inekliği ile meşhur olan
Ahmet bu inekliğini SBF de de­
vam ettirerek hiç çakmadan
geçmiş ve de siyasî şubeyi seç­
miştir. Ömrüm evden ayrı geç­
ti Sefirlik bana koymaz diye
ROMA’yı istemektedir.
Yurt turizmine büyük katkı­
ları olan Ahmet özellikle İngiliz
Türk işbirliğinin gelişmesine
çalışmış bunda da el hak mu­
vaffak olmuştur. Kendisine dük­
lük pâyesi verilmiş ise de Sartre’a uyarak bu ünvanı reddet miş, bize beylik yeter demiştir.
Bu amatör zevkini profesyonel
olarak da kanıtlamak için reh­
ber kurslarına gidip sıkı bir reh­
ber olmuştur. Son zamanlarda
şık giyinmesi ikinci sınıftaki bir
sebebe dayandığı ileri sürülmek­
teyse de o bunları sadece güle­
rek karşılamaktadır.
Yazlarını Yeşilyurt’ta Keres­
teci Rasimle tavla oynayıp de­
nize girmekle, kışlarını ise İnti­
har turizmle İstanbul Ankara
seferleri yapmakla geçirmekte­
dir. Kendisine Dışişlerinde iyi
bir koltuk dileriz...
42
CENGİZ ESEN ALP
1946
da Kütahya’da bir çocuk
dünyaya geldi. Bu renkli tip,
Mekteb-i Sultani’de okurken ayı
Münip tarafından iyice hırpa­
landıktan sonra halter çalışma­
ya başlamış daha sonra da Judo
da sarı kuşak almıştır. Mülkiyede kendisine saldıran kimse çık­
mayınca rahatlamış, bıyık bı­
rakmış ve kızlarla ilgilenmek
fırsatını bulmuşsa da bu yolda
da ayakları kırılmıştır. Son ça­
re olarak profesyonel
rehber
kursuna unutmak için devam
etmiş, bir aralık dağıtarak E s­
kişehir, İzmir bisiklet marotonuna katılmış, bu arada yaptığı
Frengistan seyahatından da eli
boş olarak dönmüştür. Son nu­
marası da yazın gelecek esmeri
ağırlayabilmek için İspanyolca
öğrenmesidir.
Yetiştiricideki
Fransızca okutmanı Oya hanı­
mın tavsiyesini unutmazsa ha yatta başarılı ve mutlu olaca ğından eminiz. Hamza İsmail
Hakkı’mn.
A L Î KÖPRÜLÜ
Diplomasî şubesinin yere ba­
kan, yürek yakan bir keridir.
Ali Köprülü Galatasaray Lisesi’
nden mezun olup 1966’da Şaha­
neye girmiştir. Hakkmda söyle­
nenlerin hilâfına sakin bir ha­
yatı vardır.
Suadiye plajının ve ol civarın
gülüdür. Kelek bir arabası var­
dır. Ama 120’den aşağı sürat­
ten nefret eder. Arabaya da
mutlaka bir hatun atmak mak­
sadı ile biner. Uludağ sosyetesisinde mevsim ne olursa olsun
sıcak rüzgârlar estiren Ali, çürükçülüğü dillere destan olan
Göbülük’ün de her nedense ya­
kın dostudur. Babasının p rofe­
sör olmasmdan yararlanarak iyi
bir yere kapağı atmayı düşün mektedir. Galatasaray’dan kal­
ma lâkabı ile LODOS A li’ye ha­
yat boyu şans ve başarılar di­
leriz.
ÖZER A Y D A N
Bir ilkbahar mevsiminin be­
reketli Nisan yağmurları ile be­
raber İstanbul’da dünyaya gel­
miştir. Hayatının hemen tama­
mı sadece okumakla geçti desek
yeri vardır. A ra sıra Avrupa’ya
giden ö z e r bir keresinde Hollan­
da sınırında 24 saat kadar bek­
letilmiştir. Bu olay Mülkiye’de
çeşitli yorumlara sebep olmuş
ve fermanlara bile geçmiştir.
Oysa işin gerçeği Özer’in işçi
sanılarak alıkonulmasından ibarettir.
Ciddî, yakışıklı ve bir o ka­
dar da saf olan ö z e r özellikle
Murat Şen’in işletme numarala­
rına düşmekte çoğu kez işlediği­
nin de farkında olmamaktadır.
ö z e r Saint-Michel ortaokulu­
nu ve Fransız Saint-Benoit’yı
bitirince soluğu Mülkiye’de al­
mış, ondan sonra ;soluk bile al­
madan okumuştur. Halâ da oku­
maya devam etmektedir.
MEHMET SALİH
Savaşın sonuçları artık almı­
yor. Almanlar yer yer bütün
cephelerde yenilmişler. Bu dö -
nemde 1944 Kasım’ mda Kıbrıs’
ın Pergama köyünde doğdu
Mehmet Salih. Bir savaşı atla­
tıp dünyaya gelmiş olmanın a-
ı
vantajmı koruyamadı. Zira li­
seyi bitirdiği zaman 1962 -1963
yıllarında Rumlara karşı müca­
hitlik yaptı. 1966’da Tıbbiyeye
girmek üzere Türkiye’ye geldi
fakat Mülkiye’ye girdi.
Dört yıl boyunca sap kalarak
doğrusu esaslı rekorlar kırdı.
Bu bakımdan saplar dergâhının
en kıdemli müridi sayılır.
ineklemede üzerine diplomasi
şubesinde bir tekini daha bula­
mazsınız. Ama tevazuu pek ba­
şaralı olmadığını söylemesine
sebep olmaktadır. Oysa her yıl
Haziranda geçmiş, ara sınavla­
rında bile kırık almamıştır. Y av­
ru vatanın bu çalışkan evlâdına
tüm hayatı boyunca başarı ve
mutluluklar dileriz.
HÜROL SARP
1946
senesinde Izmirde Göz­
tepe sahillerinde denizin köpük­
lerinden dünyaya geldiği söyle­
nir. Avrupaya gitmesi, Napolide iki sene kalması siyasî şube
kapılarım kendisine açtı ve zo­
raki diplomat olmasına sebep
oldu.
H ALİL B A Y R A K TA R
1947
yılının eylül aymda yurt
dışmda, Batı Trakya’da ailesinin
ilk çocuğu olarak, dünya’ya gel­
di. Doğduğu andan itibaren Anavatan özlemini çeken arkada­
şımız, nihayet 1959 da İstanbul’
a geldi.
MÜNİR AKSOY
Münir 1948 yılında Kayseri’nin Talaş nahiyesinde doğmuş­
tur. O zamanlar babası Talaş
Belediye Başkanı olduğundan onun himayesi altında çocuklu­
ğunu sürdürdü. Hayatın cilve­
leri ile yakından arkadaş oldu.
Daha sonra çok yakın olan
Talaş Amerikan Kolejine girdi.
Burada da Kayseri’li olduğunu
kanıtlayan birçok macera ve olaylar da rol aldıktan sonra me­
zun oldu.
Talas’dan sonra Tarsus Ame­
rikan Kolejine girmeyi tercih
etti. Orada da sağlam karakteri
ve yakınlığı ile sivrilmesini bil­
di. Kendi ifadesine göre okulda
hocaların belâlısı haline gelmiş­
tir. Okul Müdürü Mr. Stone ken­
disine adam olamıyacağını ve
Herkesin Üniversiteye girmek
için çırpındığı zamanlarda Hava
Harp Okuluna giremiyen Halil,
değişiklik olsun diye Mülkiye’ye
kolay tarafından kapağı attı.
Son sınıfa geldiği halde hâlâ
ne yapacağını bilemiyen arka­
daşımız şimdilik T.C. uyruğuna
geçme çabasındadır. Çabasmda
başarılı olmasını dileriz.
buna çok üzüldüğünü söylemiş­
tir. Fakat bunlara rağmen bu
okulu da bitirmiş ve 1966 yılın­
da Mülkiye’ye girmiştir.
Ü ç sene futbol takımının kap­
tanlığını yapan asi futbolcu Hürol’un başma bu yüzden gelme­
dik kalmamıştır. Am atör küme­
de ceza alma rekoru kıran Hürol bir futbolcunun yapmaması
gereken şeyleri aynen yapar.
Ersaldaki partilerin başta gelen
müdavimi Hürolun en büyük
ideali Brezilyada Büyükelçilik
yapmaktır.
Ankara’da ilk kez Türk Sanat
müziği propogandacüığı yapmış
fakat son zamanlarda bunun
kendisine birşey kazandırmaya­
cağını anlayarak klâsik Batı
müziğine yönelmiştir.
Konser
salonundaki hiçbir prezantasyonu kaçırmamış ve kendi kişiliği
ile Beethoven kişiliğini eş değer
haline getirm eğe çalışmıştır.
Münir’in de gönlünde her si­
yasî şubeli gibi bir hariciye me­
murluğu yatmaktadır. A rk a d a ­
şımıza bu konuda ve bütün ha­
yatında sonsuz başarı ve mutlu­
luklar dileriz.
43
davranmak zorunda kalır. Bu
yaptığı onu çok üzer ama ne
yapsın fakir, bütün kızları da
CİHAN AKYÜ Z
memnun edemez ya. Bu yüzden
bir ,sürü eski arkadaşını çaresiz­
lik yüzünden kırmak zorunda
-<
J
kalmıştır. Eee o da ne yapsın a
canım! A lt tarafı bir tek kişi,
bi seferinde on kızla çıkmak
kimsenin harcı değildir.
Ah hele o bünyan halısı gibi
saçları, daima hafif nemli göz­
leri, yanık teni, panter derisi,
koyu renk dudakları ile Muhar­
rem öyle böyle değil
hem de
epeyi bir miktar Ömer Şerife
benzer. Bu benzerliğin de meyvalarım toplamaz değil yani.
MUHARREM TÜ NAY
Muharrem denilen delikanlı
bildiğiniz üzere 4. Siyasînin en
yakışıklı, dolayısıyla en fazla iş
sahibi grubunun göz bebeği olan sırım gibi bir insan güzeli­
dir. B oy 1,80, pazu genişliği 32,5
bel 12,5, omuz genişliği 68, vs.
vs... Zannedersek tarihi u z a t­
maya hiç gerek yok. Zira arife
tarif ne hacet, oğlanın ne denli
yakışıklı ve ne kadar gaddarca­
sına keskin olduğunu şıp diye
kapmışsınızdır. Evet okurları mız, bu oğlan o kadar yakışıklı­
dır ki, diğer şubelerin kızları
için en emin bir koca namzedi
imajını silebilmek için sık sık
onlara lâyık
olmadıkları gibi
Sene başından beri çıktığı ya
da çıkar gibi yapıp
sonunda
maddî imkânsızlık yüzünden ek­
mek zorunda kaldığı kızların sa­
yısı 500 civarındadır. Hele o so­
nuncusu yok mu, ah o sonun­
cusu, neyse dedikoduyu bi rtarafa bırakalım, zira şunun şu­
ERKİN BÜTE
Hergün gidip postadan kendi­
rasında siyasî şubenin biyogra­
filerini yazıyoruz, malî şubenin
sine gelen mektubu alıp «tuh be
değil. Muharrem bir' keresinde
kendisine: «A ğbi bu senin saç­
miş» diyen uzun saçlı, gözlüklü
lar 5 sene sonra Demirel» diyen
bir berberi dövmekle övünür.
Haklı da yani çocuk. Söyler mi­
siniz bana şu koca Mülkiyede
onunkiler kadar gür ve de par­
lak saç kimde vardır? Neyse bu
kadar gevezelik yeter.
bugün de yalnız bir mektup gel­
birini görünce bunun Erkin ol­
duğunu anlarsınız.
Ankara’ya geldiği ilk iki yıl
bir parça Devlet Konservatua­
rına dadanmıştı. Son yıl ise ken­
disini Avusturya Kız Lisesine
bağlayan aynı cins-i lâtif nede­
niyle İstanbul Konservatuarına
dadanmıştır. Erkin’in bir diğer
özelliği de Ankara-Istanbul arasmda en çok mekik dokuyan
kişi olmasıdır. Ankara’da 15
gün kalınca sıkıntıdan patlar ve
derhal İstanbul’a gider. Bu ne­
denle ilk iki yıl fakültemizin ci­
ci bir kızının İstanbul’dan nef­
ret etmesine sebep olmuştur.
Siyasal Bilgiler talebesi oldu­
ğuna, görmeyenler inanmamak­
tadırlar. Kız arkadaşının ailesi
bile. Ama buna rağmen ilk yıl
hariç Erkin sınıflarını ikmalsiz
geçmiştir. «Bu yıl da öyle olur
AJdı Aksel bakalım ne söyledi.
44
inşallah» demekte ve geleneği
bozmayarak okulu İstanbul’dan
idare etmektedir.
VEDA
BALOSU
Dokuz mayısta yapıldı veda balosu. Üniversite­
nin kapandı kapanacak karışıklığı içinde korka kor­
ka ve geç başlandı faaliyete. Davetiye bastırmak bir
dert, satışa çıkarmak bir macera oldu. Masrafları
zor karşılayan bir hasılatla ve yüzümüzün akı ile ta­
mam ettik çok şükür...
Bu baloda bize büyük yardımı olan arkadaşla­
rımıza minnet ötesinde derin hislerle doluyuz. Gü­
vendiğimiz dağlara kar yağarken onlann gayreti
bizleri tarifsiz şekilde mutlu kıldı.
Balomuz, ender rastlanan
mükemmellikteydi.
Nezihti, neşeliydi. Arkadaşlarımız ayrılığın buruk­
luğunu, bu son beraberliğin mutluluğunu birlikte ya­
şadılar. Sayın Dekanımız Ilhan Unat Balomuza teş­
rif ederek kendisine duyduğumuz hayranlığımızı ve
sevincimizi bir kat daha artırdı. Gönlümüz diğer ho­
calarımızın da aramızda olmasını çok isterdi. Balo­
da kimler yoktu ki?
îbo, A yı Savaş, Doğanay, Şeniz, Ersal, Süheylâ
ve eniştemiz, Hürol, Halûk, inci Kayhan, Deniz, iz ­
zet ve nişanlısı Müjgân, İbrahim Nasser, Cihan, Ali
Köprülü, Aksel, Nuri Değer, Ahmet Şahin, Ilhan
Ateş, Ahm et Olgun, Derya, îlber, Hamdi Kumarı ve
Feskom'un yeni başkam masa masa dolaşmaktan
yemek dahi yiyemiyen İlhan Cedimağar ve birçok
son sınıf arkadaşımız...
Balo, ilhanın baloyu açış ve yemek servisinin
yapılmaya başlanacağını bildiren kısa konuşmasıyla
açıldı. Yemek müziği eşliğinde yemekler yendi, işte
bu sırada dekanımız da geldi büyük bir tevazu ve
öğrenci sevgisiyle arkadaşların arasında oturmayı
tercih ederek aramızda oturdu. Daha sonra diplo­
masi şubesinden arkadaşların oturduğu masaya da­
vet edildi.
Dansa rağbet oldukça fazlaydı. Bu son beraber­
likte herkes mümkün olan en yüksek düzeyde gece­
nin zevkini çıkarıyordu. Pistte adeta kollektif bir
dans düzeni kurulmuştu. Mülkiye arkadaşlığının ne
olduğunu anlamıyanlann da bunu görmelerini çok
isterdik.
Zengin bir piyango tertip edilmişti. Hediyeler
bir hayli kıymetliydi, örneğin bir yün elbise vardı
ki değeri 550 liraydı, Vazolar, Bluzlar, Elbiselik ku­
maşlar, Çay ve yazı takımları, Abajurlar, Kravat­
lar, bel kemerleri, ve daha bir çok eşya... Şansı olan kazandı. Piyangoyu îb o takdim etti. Hem ne edişti bir görseydiniz. Şişedeki gibi durmaz tabi içki
midede. V e îb o şarkılarla esprilerle süsleyip öyle
bir takdim etti ki. Hani o profesyoneller hiç kalır
yanında.
Kısa bir aradan sonra Atraksiyon başladı. Işık­
lar söndü. Bir dansöz hatun tek reflektörün aydın­
lattığı pistte raksına başladı, işte o anda baloya sap
gelenler rahat rahat seyrederlerken evliler, nişanlı­
lar arka sıralardan pek kopup önlere gelemediler.
Dansözün oynak müziğine Sayın Dekan bile alkışla
tempo tutuyordu. Dansöz, nasıl tanıdı bilinmez, kap­
tan Necatinin masası önünde icrayı sanata başladı.
Necatinin ağzı ensede fiyonktu tabii. Kadıncağız bir
süre daha zıplayıp hoplayıp biraz da alkış toplayıp
çekip gitti yandaki gece kulübüne. Bir kısım meraklı
da arkasından tabii... Ardından bir kalınca sesli hoş
bir hatun (ki adı GERM AN A imiş) salonu gerçek­
ten fethetti. Salon yer yer ve zaman zaman iştirak
ediyordu şarkılara.
Artık hava tamamen bir başka güzel olmuştu.
Masalardan kahkahalar yükseliyor, iltifatın bini bir
paraya gidiyordu.
Hediyelerin dağıtılması ise bir
başka neşe kaynağı oldu. İbrahim Nasser piyango­
dan çıkan bardakları isteyenlere fırlatarak dağıtı­
yordu. Pistte dans edenler koro halinde orkestraya
katılıyordu.
Bir ara ışıklar tekrar söndü ve çayda çıraya
benzer hareketlerle garsonlar ellerinde alev alev şiş­
ler ve ortadaki bir servis arabasında dondurma ile
salona girdiler. Dondurmanın servisi bittikten sonra
çekilen fotoğrafların dışarda teşhir edildiği haberi
salonu biraz tenhalattı.
Bundan sonra zaten biz bize kaldık yabancı mi­
safirler de gittiği için salonda mahmur gözleriyle
son sınıf mülkiye öğrencileri kalmıştı.
Balo dağılırken Orkestra eşliğinde mülkiye mar­
şı belki de son defa beraberce söyleniyordu...
45
r
DUYDUNUZ
MU?
t -----------------------------------------------------------------
işletmeden inekliği ile meşhur Orhan Özcan’m
Sait Dilik ders anlatırken iki kavram arasına ti­
re işareti konmasını söylediğinde «ik i kavram
arasına tire» yazdığını ve sonra da «Bu ne de­
mek hocam» diye sorduğunu..
Alphan'ın 14 yaşında bir kıza abayı yaktığım
her sabah 7 de arabayla evin önünden geçip klak­
son çaldığını ve sonucun hâlâ menfi olduğunu..
■fa B anş’ın konserlere en azından 5 genç kızla geldi­
ğini..
-fa «Malî’den A yşe’nin yaşı küçük olduğu için Sessiz­
lik filmine alınmadığım,
^ Alphan’ın «A bi ben yakışıklıyım evvel Allah, Onun için bizim sınıfta bakanlık için bir numaralı
aday benim» dediğini..
■Jç Ahmet ö k çü r’ün pek yakın bir kız arkadaşının
«Şu mülkiyede’de hiç erkek yok vallahi» dediğini..
•fa Şefik Çakır’m çok içtiği bir gece ağaçta kaldığı­
nı ve inmeye zor ikna edildiğini..'
^
Muharrem Tünay’a berberinin «Abi bu senin saç­
lar beş senede Demirel» dediğini..
-fo Siyasî’den Umur Apaydın’m dazlaklık kompleksi
yüzünden saçlarım önden arkaya tararken artık
arkadan öne doğru taramaya başladığım..
Ü ç diplomasiden Aşkın’m «Kız bana elini verdi,
sonra gittim yıkadım elimi» dediğini..
Yüce Nebi’nin her gittiği kazada bir T.N.S. aç­
maya kararlı olduğunu..
-fa Cessi Ümit’in iç gezide otobüs içinde şemsiye açıp yağmur beklediğini..
-Jç Sahirin Kemeraltı’nda refuze edüdiğini..
-jç Ayı Savaş’m Bursa’da Çelik Palasa gidelim ara­
mızda nişanlı, evli çiftler var, ayrılık gayrılık ol­
masın dediğini..
■jç Hatice’nin iç gezide döner kebabı yedikten sonra
«Vallahi bu otlar olmasaydı böyle çok yiyemez­
dim, iyiki bu otlar vardı» dediğini..
*
Cessi Ümit’in Kazgan muhabirine: Yazma ulan
bunları, daha biz evleneceğiz sonra bize kız ver­
mezler» dediğini..
-fa Ibo’nun en çok sevdiği şürin :
«Samanpazan sırtlan,
Kudurtuyordu hırtlan» olduğunu.
v __________________________________________________ /
Sakla şamam bulamasınlar
Ak akçe beyaz olur
A cı patlıcanı hırsız çalmaz
Aslını saklıyamn aslı yoktur.
A z veren maldan çok veren akıldan yoksundur.
A ç tavuk horoza pas vermez.Âşıka Bağdat sorulmaz, bilmiyorum der.
Bülbülün çektiği dilinin resmidir.
Bedava sirke beleş olur.
Çok yaşayan bilmez, ben bilirim.
Denize düşen herzaman yılan bulamaz.
Dilenciye hıyar vermişler, bir tane daha verin
demişt .
Acele işe jetle gidilir.
Eşeğin kuyruğunu kesme eşek çok bozulur.
Haydan gelene hay hay denir,
iğneyi kendine çuvaldızı yine kendine batır.
Horozu çok olanın, tavuğu yandı demektir,
itin duası kabul olsaydı, dua ederdi.
Kızını dövmeyen, oğlunu döver.
Lâtife doçentlik gerek.
Sabreden derviş, daha çok beklermiş.
Yalancının evi yanmış, «amma üşüyorum de­
m iş!»
Yerin gözü var, donsuz gezme.
Zaman sana uymazsa saatim ayarla.
A tı alan parasını öder.
Parayı veren düdüğü niye çalsın.
Geçti B or’un pazarı pazartesiyi bekle.
Besle kargayı büyüsün.
Gülü seven, karanfili sevmez,
işleyen demir, Ahmet Demir değildir.
Yuvarlanan taş, üstünüze düşmesin.
Ayının iyisini armut yer.
Kendi düşen kendi kalkar.
It ürür, sesi kısılır.
Pire itte, it de, pirede bulunur.
Deveye boynun eğri demişler, canım sağolsun
demiş.
Eceli gelen köpek ölür.
Bülbülü altın kafese koymuşlar, sağolun demiş.
Herkes gider Mersine, biz burada kahnz.
Büyük balık, küçük balıktan büyüktür.
Akıl yaşta değil, kurudadır.
Kaçan balık yakalanmaz.
Yorganını ayağına göre uzat,
ik i gönül bir olunca hesap karışır.
Vakitsiz öten horoza saat verilir.
Mertlik icat oldu, tüfek bozuldu.
Altın pas tutmaz, Kazgan kül yutmaz.
46
BÜYÜK ANKET
EN YAKIŞIKLILAR
EN GÜZELLER
Ayhan Iiayacan
Betül Dursun
Doğanay Divanoğlu Tuncay înkaya
Şenay Postalcıoğlu Gül gün Okyayüz
EN FO N KSİYO N LAR
İllıan Cedimağar
Sevinç öztaş
Okhan Atakan
Şeyda Gönel
Cengiz Çandar
Şerife Umut
EN TATAVALAR
İbrahim özkartal
Perran özbilgen
Sami Tezveren
H ayat Apak
Savaş Aidoğan
Bilge Kılkış
EN İYİ GİYİNENLER
Umur Apaydın
Müzgân Alp
Işık Bozkurt
Ayşen Ersan
Demir Erman
Gülgün Okyayüz
EN ANARŞİSTLER
Savaş Dizdar
Şeyda Gönel
Osman Nuri E yövgeAksel Ülker
Sevinç ö zta ş
EN SEMPATİKLER
Haşan Köni
Şerife Umut
Halûk Cansun
Ayşen Ersan
A k if Çakıroğlu
Sükeylâ Erten
EN KILIBIKLAR
EN O KLAVALILAR
İlhan Ateş
Hayat Apak
Fikret Baran
Nazime Olgaç
Haşan Köni
Betül Dursun
EN ÂŞIKLAR
İzzet Suner
Gülçin Ahmet
Mustafa Akkaş
Perran özbilgen
Sadık İkizek
Oya Tuzcuoğlu
EN KASINTILAR
Yakup Tokat
Oya örnekol
Umur Apaydın
N ilüfer Erdin
Erdoğan Saitoğlu
Seniha Barlas
EN İDEAL ÇİFTLER
İzzet - Mü jgân '
Murat - Betül
Tuncay - Oya
EN POPÜLER TİPLER
İlhan Cedimağar
Hayat Apak
Savaş Aidoğan
Şeniz Beşbudak
Necati Aksu
Nazime Olgaç
EN İNEKLER
Nur Bilge Gürün
Hatice Gider
Mustafa Akkaş
Oya örnekol
Yüce Nebi Bayrak
Tülin özbalkan
EN ÜÇ KÂĞITÇILAR
Mehmet Göbülük
Haşan Şengüder
Halûk Cansun
EN EFENDİLER
EN HANIMEFENDİLER
Okhan Atakan
Şükran Haksever
Ahmet Soytürlı
Seniha Barlas
ö z e r Aydan
Bülgün Okyayüz
EN POLİTİKLER
Cengiz Çandar
Sevinç öztaş
A lp Orçun
Nazime Olgaç
Ahmet Şahin
Noyan Aydınoğlu
EN KERİZLER
Rıdvan Karluk
Hüseyin Evedenci
Haşan Kalaycı
EN SAPLAR
Nuri Mustafa KemalMurat Semercigil
Oya örnekol
A yşe ö n e l
Mehmet Salih
Leylâ Zülfekâr
EN U KALÂLAR
Münir A ksoy
Hatice Gider
Umur Apaydın
Şeyda Gönel
Semih Canova
A yşe önel
EN M IYM IN TILAR
Münir A ksoy
Kenan Tepe
Mehmet Salih
47
OYA SEMİNERDEN BAHSEDİYORMUŞ
Şu garip dünyada ne olur da Kazgan’ın gözü
kulağı erişmez dersiniz. Evvel Allah nefes alsanız
duyar, tık deseniz işitiriz. îk i kızın Ahmet Demire
ayak atacakları Kazgan’ın kulağına gelince tüm din­
leme cihazları ile seferber olup bu matrak numara
teybe ve de filme alındı. Bu hafta sinematek’te sey­
redebilirsiniz. Baş rollerde Yapışık Kardeşler Oya
ve Ayşe. Filmin başkahramanı büyük karakter oyun­
cusu ve Büyük Yıldız Ahmet Demir... Mutlaka g ö ­
rünüz. Biz size filmin kısa hikâyesini sunacağız.
«Seminerler belli olmadan önce: İki uyanık, Oya
ve Ayşe, seminerde 9 dan aşağı not vermeyen A h­
met Demir’e giderler, söze Ayşe başlar :
— Hocam mümkünse, bu sene sizin seminerini­
ze gelmek istiyoruz.
— Oya, Ayşeyi teyidederek;
— «Çok istiyoruz.»
A. Demir :
— «Çocuklar bu işi idareyle görüşün, listeleri
onlar düzenliyorlar.»
Oya :
— (Israrla) Çok istiyoruz.
A yşe :
— İdareyle görüştük, siz Ahmet beyle konuşun
razı olursa biz onun seminerine koyarız sizi dediler.
Oya :
(Neolur gibilerden) Çok istiyoruz.
48
T t L L Â B ’ a (üAZEL
Çeçilmez sınavın derdindeyiz, vakit çok geç,
Bu son fırsattır ey tüllap, birşeyler yap sınıf geç.
Ekim’e tekrar gelmek hayâl edilse bile,
Avunmak nafiledir böyle bir teselli ile.
En kazık sualleri sorar durur hocalar,
Her yeni sual ile tüllap terler bocalar.
Tanrı kolaylık versin sınavda terleyene,
Ayrıca ceza vardır, «geçer not» vermeyene.
A. Demir :
— Vallahi bilmem ki, seminerin kalabalık olma­
sını da istemiyorum pek. Bu sene çok meşgulüm, hat­
tâ seminerleri yazılı almak istiyorum. Zaten bütün
günüm dolu, gündüz gelseniz bulamazsınız. Ancak
akşamları dokuzdan sonra buradayım...
Oya (Semineri düşünerek heyecanla) :
— Ah çok istiyoruz, deyince hocanın çehresinin
mütebessimleştiğini gören A yşe:
— Hocam der Oya seminerden bahsediyor.
işte filim burada kopar biz de gerisini söyleme­
yiz değil mi efendim. Neymiş hep beraber söyliyelim.
Oya neden bahsediyormuş:
Oya seminerden bahsediyormuş, tamam mı var
mı bunun başka izahı.
DORT Y LDA
NE YAPTILAR?
ö z e r Aydan.
Mehmet ölçer
Murat Şen
Halil Bayraktar
Derya Şensöz
Erhan Tanju
Mehmet Salih
Erdem Barutçu
Okhan Atakan
Işık Bozkurt
Cengiz Esenalp
Ali Köprülü
Erkin Büte
Birgen Devrimsel
Şeyda Gönel
Ahmet Soytürk
Oya Tuzcuoğlu
Haşan Köni
Umur Apaydın
Sevinç özta y
Şenay Postalcıoğlu
Aksel İlker
Varol İnce
Ayşen Ersan
Leylâ Zülfikâr
Betül Dursun
Murat Özbek
Haşan Sepil
Halûk Cansun
Bilgegürün
Serdar Taşkıran
Mehmet Memik
Alp Orçun
Demir Erman
Nuri Değer
Orlıan Tengiz
Sahir Koçak
Avni Arık
Semih Canova
Sadık İkizek
Nihat Akseymen
Illıan Ateş
Yüce Nebi Bayrak
Osman Nuri E yövge
Ebrar Berk
Doğan Çetin
Haşan Şengüder
Şerife Umut
Gülgün Okyayüz
Gazi Kaya
Ali Sakallı
Tayyip Yelen
Burs aradı
Traş oldu
Özeri işletti
T.C. vatandaşlığına gir­
mek için uğraştı
Kâğıt oynadı kazandı
Kolej ve Kurtuluş lisesi
arasında gidip geldi
inekledi
Bütün gezilere katıldı
îstanbul’dakini düşündü
Ukalâlık etti
Ayak attı tutturamadı
Çürük aradı
İstanbul’a gitti
Devrim yaptı
Zayıflama kürü yaptı
Kütüphanede toz yuttu
Tuncayla beraber oturdu
Şamata yaptı
Kasıldı
Eyleme katıldı
Herkesin takdirini topladı
Yağcılık yaptı
Tavla attı
Mankenlik yaptı
Seminerde herkesi terletti
Muratı arakladı
Rehberlik yaptı
Sakal bıraktı
Almanca bildiğini söyledi
Fasılasız inekledi
S S lik yaptı
içk i içti
Kulüpçülük oynadı
Moda yarattı
Türkçe öğrendi
Balığma sınıf geçti
Kulis attı
Amerikan hayranlığı etti
Kasıldı
Boksörlük yaptı
Kel oldu
Sigara otladı
TNS ye gitti
Anarşi yarattı
Araştırma yaptı
H er derse geç kaldı
Pislik yaptı
Disk attı
Hergün yeni elbise giydi
Beypazanna Kaptanlık
yaptı
Kur’ân okudu
Zamparalık yaptı
Nuray S er ter
Noyan Aydınoğlu
Yavuz Sabuncu
Erdal A ktaş
Mustafa Akdoğan
Sami Tezveren
İbrahim özkartal
H ayat Apak
Şeniz Beşbudak
Savaş Aldoğaıı
M ustafa Akkaş
Ahmet Şahin
İnci Ünel
Boğanay
Derya Şensöz
Altan Bozdoğan
Erdoğan Saitoğlu
Yakup Tokat
Süheylâ
Hatice
Nazime Olgaç
Fikret Baran
Ertan
İzzet Sun er
Murat Semercigil
İlhan Bayar
Vedat Demiröz
Oya ö m e k o l
A yşe önel
Orhan Belentepe
Abdullah Pişkin
Ilasan Kalaycı
İlhan Cedimağar
Müjgân Alp
Ömer Giirkan
Nuri Mustafa
özm en Saffet
Rıdvan Karluk
ismini değiştirmeye çalıştı
Soru sordu
Asistanlığa hazırlandı
Saçlarını ağarttı
Hep eylülde geçti
Şamata yaptı
Tatava yaptı
Frikikoloji okuttu
Hayatın asistanlığını yaptı
Hakemlerle mücadele der­
neği kurdu
Kız aradı
Politika yaptı
Erdemi harcadı
Kantinde oturdu
Kuyruğu ile balık tuttu
inekledi
Top oynadı
Kasıldı
Birçok ayak kırdı
Folklor yaptı
Başkaniçalık yaptı
Kanun çaldı
Diskotek kuşu oldu.
Müfettiş olmaya uğraştı
Sesini kıstı
Büyük folklorcu ayakla­
rında gezdi
Tatava yaptı
Çenesi yüzünden azar işitti
Güldü
En önde not tuttu
Ekonometri çalıştı
Saçma sorular sordu
Tavlada herkese yenildi
Bize birşey yapmadı
Fındık yedi, fındık kırdı
Uzadı
Derslere girmedi
Tecavüze uğradı
•
KİMLERDEN
NELER ÖĞRENDİK?
Turan Güneş’ten : Teşbih çekmeyi ve politik
hayatımız üzerine yorum yapmayı.
Yüksel K oç’tan : Şık giyinmeyi.
Mehmet Selik’ten : Türkçemizin katledilişini.
Vahdet A ydm ’dan : A rgo Terminolojisini.
Sadık Baklacıoğlu’ndan : Beş kişi ile ders yapma sanatım.
Güney Devrez’den : ideal hoca olma tekniğini.
Sait Kemal Mimaroğlu’ndan : Günün erkek modasını.
Cumhur Ferman’dan : El oğuşturmayı.
Orhan Türkay’dan : Hazırol durmayı.
B edii Gürsoy’dan : Osmanlıcayı.
49
İkinci sınıfta iken iptida! kızla­
rından birine tutulan A k if bir
senelik faaliyetleri sonucunda
bilançosunu zararla kapatmak
zorunda kalmıştır. Muhasebeyi
çokiyi bildiğinden sınıf arkadaş­
ları tarafından kendisine aktif
lâkabı takılmıştır. Başlıca özel­
likleri sık sık iki eliyle birden
pantolonunu yukarıda çekmesi
ve sıkıntıda olduğu zaman Stalinvari bıyıklarını yolmasıdır.
BAKKALLAR
İŞLETME
ŞUBESİ
H AKKI ZAPÇI
Vanalar bakkal oldu
Vükkânlar fare doldu
'Bakkalların dilinden
Cumhur bey bizar oldu
AHMET ŞAHİN
1948
senesinde Adana’da pa­
muk tarlaları içinde «kızgın gü­
neşle toprak arasında ve fakat
güneşe daha yakın bir çocuk
doğdu ve büyüdü ,büyüdü, ilk
öğrendiği sözcük «Allahsızlar»
oldu. Orta öğrenimini Adanada
tamamlayan Ahmet, Mülkiyeye
girdikten sonra politik faaliyet­
lere katılmış ve sık sık damlar­
dı kendi kovalamıştır. Hattâ bu
yüzden Kedileri Koruma ve Y a­
şatma Cemiyeti bir bildiri ya yınlamak zorunda kalmıştır.
Bildiride yapılan bu tecavüzler
şiddetle telin edilmiş ve bu gibi
hareketlerin mamur müreffeh
Türkiye ve de Mülkiye gayesiy­
le bağdaşmıyacağı hassaten be­
lirtilmiştir? Lise sıralarında iken tutulduğu bir kızın altı se­
ne kara sevdasını çeken Ahmet
7’ bu işin akamete uğramasın­
dan sonra aşka veda etmiş ve
cinsi lâtiflerden uzak durmaya
çalışmıştır. Ona göre dünyada
güzel kızlar anlayışsız, anlayışlı
kızlar çirkindir.
En büyük ideali iyi bir politi­
kacı olmak olan bu arkadaşımı­
za başarılar dileriz.
A K İF ÇAKIROĞLU
MEHMET GÖBÜLÜK
1946
senesinin bir kış günü
Ankara’da dünyaya gelen Akif,
dünyaya gelişini kutlamak için
beraberinde getirdiği sazını ilk
olarak ebesine dinletmiştir. Li­
seyi Ankara’da bitiren arkada­
şımız doktor olmak isterken
yanlışlıkla Mülkiyeye girmiştir.
Oldukça saf olan A k if hâlâ yap­
tığı yanlışlığın farkına varama­
dığından mezun olduktan sonra
doktor olacağını söylemektedir.
50
Kendisi İstanbul’da doğduğu­
nu söylerse de hemen inanma­
mak gerekir. Çünkü hayatı cid­
diye almayan bu arkadaşımız,
attığı palavralar sonucu «ŞAY lA » ünvanını gerek GS. de ge­
rekse Mülkiyede rahatça koru­
muştur. Baba Hakkı Ankaraya
geldikten sonra büyük değişme­
lere uğrayarak, zamparalığa
başladığım söylerse de şimdiye
kadar hiç kimse bir kızla dolaş­
tığını görmemiştir, ideolojik
tartışmaları çok
sever fakat
rengini belli etmediğinden her
gurup arasında rahatça dolaş maktadır. Kasıntılar listesine
girmeyi kıl payı kaybetmiştir.
Fransızcayı iyi bilirim diye ha­
va atarak kurlara girmeyip, sı­
navlarda oldukça soğuk terler
döktüğü söylenmektedir.
Kayseri’de doğmuştur. En
çok pastırmayı sever. En az sev­
diği şey de Büyük Anfide yaka­
lanmaktır. GS’ın hattâ Türkiyemizin şimdiye kadar yetiştirdiği
en büyük üç kâğıtçısı olup bu
özelliği bazılarını özendirirken,
bazılarına da saçını başını yoldurtmuştur. Lise son sınıftay­
ken albüm bastırmak için Avrupaya tetkik gezisine çıkmış,
daha sonra Turan Güneşe çek­
tiği yağların semeresini alarak
A tX ’e beleşten gitmiştir. Dış ge­
zilerden fırsat buldukça Bağdat
caddesinde piyasaya çıkan bu
arkadaşımızın işletme şubesini
seçmesinden sonra bunda yine
bir Göbülük hikmeti vardır di­
yenler bu yıl üç işletmeyi d o l­
durmuşlardır.
muştur. İptidaî sınıfta iken Bü­
lent Daver’in Derya adım kız
ismi sanıp Deryayı odasına ça­
ğırttığı pek yaygın ise de Derya
bunu reddetmektedir. İşletme nin bu pek tatlı danasına hayat
boyu başarılar dileriz.
NİH AT YALÇINTAŞ
1 /1/19 46 da sabaha karşı ezanlar okunurken Konyada dün­
yaya geldi. Sonra büyümeye
başladı, ilkokulu hiç kalmadan
5 yılda bitirdi. Alışkanlığı boz­
madan ortaokulu da 5 yıl da bi­
tirince evden pek memnun ol­
madılar. O bunun anlamım pek
kavrayamamıştı ama liseyi Kon­
yada normal zamanda bitirerek
isterse neler yapabileceğini gös­
terdi. 1966 da Şahaneye kayıt
yaptırdı. Ağabeyleri ona kavun
mevsiminin faziletinden o kadar
çok bahsettiler ki dayanamayıp
onları kırmadı ve de her yıl ey­
lülde kavun yemeye Ankara’ya
taşındı. Yani haziranda hiç sı­
nıf geçmedi. Ama Allahı var,
eylüllerde de hiç kalmadı. Mu­
hasebeye olan aşkı onu işletme
şubesine itti. O yıl Vahdet’e
çektiği yağlar yüzünden yemek­
hanede yemekler hep yağsız çık­
tı. Am a Vahdet'i de kafeslemeyi
başardı. Muhasebeye olan heve­
si onu üçdeyken ikmale kalma
durumuyla karşı karşıya getir­
di denirse de, asıl sebep Meh­
met Selik’tir. İşgal boykot ol­
dukça hep Konyaya taşındı dur­
du. Am a bu yaramadı ona, so­
nunda beklemediği bir anda par­
mağına bir şeyler takıverdiler.
Böylece işletme bir sap evlâ­
dını kaybederken boykot-işgal
olayları da evlâtlarından birini
daha yemiş oluyordu.. Arkada­
şımıza da bol bol saadetler dileris.
TÜLİN ÖZTELCAN
de başarıyla hizmet etmektedir.
Son sınıfta sık sık ziyaret ettiği
diskoteklerde, teşbih çekerek
dans ettiği görülmektedir. Bu
arada Kaptan Necatinin «LİB İ­
DO TEORİSİ» adlı seri konfe­
ranslarına da devam etmekte­
dir. Her ne kadar kendisini sos­
yalist tanıtsa da arzusu mezu­
niyeti takiben K oç’ta bir iş al­
maktır. Bu fikri başka zikri baş­
ka dervişe başarılar dileriz.
D E R Y A ŞENSÖZ
M USTAFA AKKAŞ
1949 yılında Malatya’da do­
ğan Akkaş, doğar doğmaz ilk
ayağı ebesine atmıştır. Birinci
sınıfta iken, sınıfın en büyük
ineği ünvamnı kazandığı halde,
ikinci sınıfa geçince «okumakla
adam olunmaz»deyip, cins-i lâtifan’m tatlı belâsı olmuştur.
Şimdiye kadar ayak attığı kız­
ların sayısını kendisi de bileme­
mektedir. Son olarak ayak attı­
ğı bir sanşmda da başarıya ula­
şamayınca, Akkaş, sap kalma­
ya karar vermiştir. Bu başan sızlıklar üzerine Akkaş, Mülkiyedeki bütün sap kızların, millî
muhafızlığım ve dert ortaklığı­
nı yapmaktadır. Halen görevin­
1947
yılının 23 temmuzunda
doğan bu cici kız
kanımızca
Mülkiyenin en hanım ve en ve­
falı kızlarından biridir. Niğde
doğumlu olan arkadaşımız Ada­
na Kız Lisesini bitirip Mülkiye­
ye duhul etmiştir. Daima kim­
yager olmayı düşünmüşse de
kader onu Şahaneye getirmiş ve
işletmeci yapmıştır. Herşeyi me­
rak eden bir kişiliğe sahiptir. En
çok sinema ve tiyatrodan hoş­
lanır. Derin tarihi bilgisi oldu­
ğundan her vesile de en çok
tuttuğu kişinin Sultan Süley­
man olduğunu ifade etmektedir.
A L T A N BOZDOĞAN
1947
yılında Ankara’nın sisli
puslu bir gününde elinde bir
deste iskambil ile bir çocuğun,
doğduğu ve ebesine doğum üc­
retine karşılık bir seans poker
oynamayı teklif ettiği rivayet
olunur. Liseyi Ankara da biti­
ren Derya Mülkiyeye girdikten
sonra siyasî kulislerin ve poker
partilerinin değişmez siması ol­
İkinci Dünya Savaşı biteli iki
yıl olmuştu ki bir hazan mevsi­
minde Fatih’te dünya’ya aya­
ğında kramponlu patiklerle bir
uyanık çocuk geldi. Göbeği dü­
şer düşmez Çırçırda 5 No.lu fo r­
ma ile çift kale top oynamaya
başladı. Çırçır onun ilk aşkı ilk
göz ağrısıydı. Fakat Çırçır’m
devamlı başarısızhğı ve sert esen bir rüzgârın onu Mülkiye’ye getirmesi üzerine bu sefer de
Mülkiye için top koşturdu. Onun
koşusuna dayanamayan hakem-
51
sidir. Her smav sonunda çaktım
diye ağlamakta sonra ise geçti­
ğini öğrenip tekrar ağlamakta­
dır. İşletmenin en güzel kızı olan
Hatice ille de Uzman olmayı is­
temektedir. Olur mu olur bilin­
mez ki. Edebiyata da düşkün ol­
duğundan Fikret’i çok sever ve
hemen hemen her şiirini ezbere
bilir. Helâl olsun Fikret’e iyi
şair doğrusu.
NECATİ AKSU
Adına çoğu kez K A PTA N
derler Necatinin. 1944 yılında
Giresunda doğmuştur Necati.
Laz olup olmadığı doktrinde
ler zaman zaman maçı koşma­
dan izlemesi için kendisini saha
dışı ettiler. Aldığı cezaları baş­
kalarının lisansım kullanarak ekarte eden Altan her maçta yi­
ne oynamasını becermiştir. Ken­
disi Mülkiyenin inek takımında
da yer almaktadır. En as inek­
lerden biridir. Pek tatlı ve saf
olan Altan’a arkadaşları «KUŞ»
adını vermişlerdir. Biz de Bozdoğanzade Altan Beye başarı
dolu bir ömür dileriz.
SÜ HEYLA ERTEN
ı
H ATİCE GİDER
Dünyâ 1949 yılma kolunda bu
çıtı pıtı kız ile girdi. İlkokula
gitmeden okumayı söken Hati­
ce o gün bu gün uykuları dışın­
da ömrünü okumakla geçirir.
Bütün bu ineklemesine rağmen
şikâyeti yeterince çalışamama-
tartışmalıdır. Sapma kadar er­
kek, sözüne güvenilir, sağlam
karakterli, tuttuğunu koparan
bir arkadaşımızdır. Mülkiyenin
Freud’u olarak isim yapmıştır.
Az gelişmiş bir çok kişiyi çev­
resine abp onları eğiterek şöh­
rete ulaşmıştır. Müritleri ara­
sında en sivri tip Akkaş’tır.
Üçüncü sınıftayken herkesin
çaktı dediği bir sırada sırf sınav
aralarında ders çalışarak, yedi
tane sıfırını düzeltip sınıf geç­
miştir. Şahane de işletmeden
çok psikiyatri, psikanaliz, felse­
fe ve edebiyat tahsili yapmıştır.
Bu konudaki tesbit ve teşhisleri
çok yerindedir. Geniş hoşgörüye
sahip arkadaşımızın hayat bo­
yu başardı olmasını dileriz.
İNCİ ÜNEL
1949 yılı bir istiridye çalı­
52
mıyla, zarif ve tatb bir Inci’yi
dünyaya getirdi. Bu olay, Eskişehirde fazlaca yankı yapmadı.
Zira bu kız sessiz sakin kendi
halinde bir bebekti. Eczacı ol­
mak hevesi suya düşünce son
tesellisi Mülkiye’ye gelmek ol du. Tutumlu mu yoksa cimri mi
olduğu doktrinde tartışmaya
yol açmış sonunda seçilen jüri
de bir çekimser dört müsbet oy­
la cimri olmadığı saptanmıştır.
Jüriden birine müsbet oy karşı­
lığı bir öğlen yemeği vaad etmiş
ise de sonra kaytarmıştır. Sev­
diği şeyler arasında sinema, ti­
yatro, kediler ve giyim eşyası
yer alır. Açık sözlü fakat karar­
sızdır. Arkadaşlığına çok iyidir.
Ancak belli prensipleri olduğun­
dan bu prensipler içinde kalmak
şartıyla
herkesle uyuşabilir.
Mülkiye’de en yakın arkadaşı
son zamanlarda bir sürpriz ni­
şan yapan Süheylâdır. Bir iddi­
aya göre gözlükleri ileri görüş­
lü olduğunun ifadesiymiş. Hiç
futbol oynamadığı halde bir çok
kişinin ayağını kırarak sakat
bırakmıştır. Kazgan kendisine
başarılar ve mutluluklar diler.
1949
yılı soğuk bir günde, Süheylâyı Babaeskide kucağına al­
dı. Babaeskide gözlerini dünya­
ya açan Süheylâ ise bu durum­
dan hiç memnun olmadı. Onun
arzusu gözlerini
açmak değil
daima kapamak ve mışıl mışıl
uyumaktı. Zaten doğumundanberi tek şikâyeti bu yüzden uy­
kusuzluktur. Tüm bedbahtlığı
ancak oniki saat gibi kısa bir
süre uyuyabilmesidir.
Şahaneye hukuktan transfer
olmuştur. Sesini güzel sanan bu
arkadaş, yurda ilk geldiği sa­
bah, şakımıya başlamış ve kız­
ların «yurdu kargalar bastı»
çığlıklarıyla yataktan fırlama­
larına sebep olmuştur. Şakıma­
sına iç gezide de devam etmiş
ve tüm kafaları şişirmiştir. A y­
rıca gezi sayesinde tüm Türki­
ye kargalarının sabah keyfine
mani olmuştur.
Türkiyenin tek kurtuluş yo­
lunun fen olduğunu iddia etmek­
tedir. İlme ve öğretim üyelerine
saygısı büyüktür. Ders çalışma­
sı gerektiğini idrak etmiştir.
Bütün gününü durumunu yeni­
den gözden geçirmekle ve ders
çalışmayı düşünmekle geçirir.
Mesleğinin ilk tatbikatını boy­
kot sırasmda yapmış, yurda
kızlar tarafında bir baskın ola­
cağını bildiren bir bildiri dağı­
tarak, kızları ayaklandırmış, er­
tesi gün linç edilmekten zor kur­
tulmuştur. Kurtulmasını kendi­
ni ve daktilosunu dolaba kitlemeye borçludur. Meslek haya tında başarısını yurttakinden iyi yürüteceği kanısı ve temen­
nisi ile güle güle deriz.
NAZÎME OLGAÇ
Kazgan oldu. Zira onun başkaniçalıktan işletme kraliçeliğine
geleceğini garanti bilen Kazgan
biyografisini değiştirmek zorun­
da kaldı. Ayıp işletmecilere.
Kraliçe öldü, yaşasın başkani­
ça!
ÜMİT ERTONG
Cessi U rfa’da doğmuştur.
«Ben doğm adım !... Beni doğur­
m uşlar!...» der. öylesine megolomanik idealleri yoktur, mütevazidir. Şöyle kendi halinde bir
Başbakan olmak ister. Folklo­
rumuza bağlıdır, içkili olduğu
zamanlar vedet oryantallik de
yapar. Oscar Wilde hayran’dır,
ve ona benzemeğe çalışır. Bir
defasında «insanların tek ümidi
nunca toplum polisi kızla Cessi
arasında geçen konuşmaları not
etmiştir. Ama «teşekkür ederim
sayın bayan, hayatımın en güzel
fırçasını sizin için kullanaca ğım» cevabı asayişi ve kamu dü­
zenini ifsat edici bulunduğu için durum karakola aksetmiş­
tir. Neden sonra arkadaşımızın
ressam olduğunu anlayan baş komiser takdirane «bir fırça da
bana atabilir misin?» diye sor­
duğunda, yüzünü kızartarak bü­
yük bir tevazu örneği göster miştir. Her Noel’de Picasso’dan
yeni yıl tebriği aldığım söyler.
îzmirde 1950 yılında doğdu.
Narin hanım hanımcık bir kız
olarak büyüdü. Tahsilinin orta
benim; aranan, beklenen Ümit’
kısmını îzmirde tamamladı. Son­
im ben» demişti de Felsefe Ku­
ra şahaneye geldi. Geldiği günrulu «geçmiş olsun» tebriğinde
denberi de güldü durdu. Derste
bulunmuştu. Aslında Güzel Sa­
güldü. Seminerde güldü kısaca
natlar Akademisi yerine Mülkigüldü, güldü,güldü.
Bu güler
ye’ye girecek kadar şabandır.
yüzlü kız ikinci sınıftayken Mülkiyenin başkaniçası oldu. Mül­
Muazzam meziyetlere sahip el­
kiye dergisinde makaleler yaz­
leri vardır. Bu uzvunu daha zi­
maya başladı bazı çekemeyen­
yade geceleri kullanır. Ellerinin
ler yazıların başkasına ait ol maharetine tüm kızlar hayran­
duğunu söylerlerse de siz sakın
dır. Geçenlerde içlerinden biri
inanmayın. Başkaniça aynı za­
«zevkimi çok, ama çok tatmin
manda Mülkiyenin en ineklerin­
ediyorsunuz»
itirafında bulu­
den biri olarak da ününü artır­
dı. Hatta birdeyken siyasî ta­
rihten kendisinden fazla not alan zavallı îlhan Ateşi az daha
dövüyordu, işletme şubesinin
bu yıl inek bayramında kraliçe
olarak onu seçmesi gerekirken
SERM AYESİ : 1.200.000.000,— TL.
tuttular başkasını kral seçtiler. Il özel idareleri, Belediyeler ve Köylerin Elektrik, îçmesuyu, Turizm ve
Buna en çok içerleyen bittabi Yapı Tesisleri ile Harita, im ar Plânları Proje ve inşaatları için kurul­
duğu günden bugüne kadar İL LE R BAN KASI;
3.522.696.717,— liralık yatırım yapmıştır.
YURT KALKINM ASINA KATILABİLM EK IÇÎN SlZDE
MEVDUATINIZI İLLE R BANKASIN DA BiRtKTiREBlLİRSİNİZ
Kamu yararı türlü tesisler için iller Bankasının II inci ve n nci Beş Yıllık
Kalkınma Plânlarındaki yatırımları da şöyledir :
Bütün Perso­
nel masrafının
Program
Fizikî
Gerçek­
Bitirilen
Yatırıma
Yıllar
Yatırımı
Yatırım
iş adedi
oranı
leşme
200.304.000 194.509.000 % 97
1963
303
% 10,4
1964
219.939.000 201.170.000 % 92
422
% 13,0
216.229.000 220.076.000 % 102
398
1965
% 13,5
1966
212.901.000 267.948.000 ■% 126
479
% 12,5
262.050.000 361.549.000 •% 138
612
1967
% 10,4
316.992.000 485.757.000 '■% 153
1064
1968
% 8,3
732
1939
446.500.000 446.509.000 % 100
■% 9,5
İLLER
BANKASI
53
TAHSİN DEMtREŞ
CENGİZ GÜNKUT
İşletmecilik şubesinde, daima
kravat takan tek kişi unvanına
sahip olan arkadaşımızın d ö r ­
düncü sınıfta en büyük arzusu
günlerin 36 saate çıkması ol muştur.
Cahit Talas’m sadık talebele­
rinden olmasma karşılık Sait
Dilik’e 28 dakika tahammül ede­
bildiğini söyleyen arkadaşımızın
hayatta çektiği en büyük g ü ç ­
lükler, Kavaklıdan dolmuşa bin­
mek, soğuk sınıflarda ders din­
lemek ve not tutmaktır.
Şimdilik tek arzusunun bir an
önce mezun olmak olduğu yapı­
lan son incelemelerden anlaşıl­
mıştır. «Okulu bitirdikten son­
ra Red Kit büe okumayacağım»
diyen arkadaşımız son günler­
de kendi tuttuğu notları bile
okuyamamaktadır.
Kazgan Tahsin’in başarılı olacağıru bildiği halde yine de ba­
şarılar diler.
Y AK U P TOKAT
Polath’da dünyaya gelen Yakup, ineği ve inekliği babasının
mandırasında gördü, öğrendi,
işte bu nedenle de uğraşıp di­
dinip Mülkiye’ye girdi. Bu sefer
de ona başka hastalık arız oldu.
(Kasılmak). Kızlara kasıldı, er­
keklere kasıldı, kısaca herkese
karşı kasıldı. Bu nedenle de her
üç ayda bir fıtık ameliyatı ol mak zorunda kaldı.
Yurtta günün yarısını ayna
karşısında traş olmak ve saç ta­
ramakla diğer yarısını ise DPT’
ye nasıl girerim diye araştır makla geçirmektedir. Bu neden­
le Malî şubeden cici bir kıza ba­
bası torpil yapsın diye bir çift
çizme ile bir vizon kürk vaat et­
miştir. Y urt tuvaletinde, kori dorlarda ve duşta bet sesi ile
şarkılar söyleyerek milleti ra­
hatsız eder. T.N.S. müdavimi olup işletme doktorasını bu ko nuda yapmayı tasarlamaktadır.
Sermayenin marjinal prodükti­
vitesini hesaplamaya kalktığı
bu yerde diğer patronlarm ve
girişimcilerin geniş direnişi ile
karşılaşmış, artık piyasaya gir­
mesine imkân kalmamıştır.
t * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
*
*
*
-¥■
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
¥■
*
54
•k
★
★
★
★
★
★
★
DOĞAN
★
★
★
★
★
★
★
★
★
11 4112
1145 88
arkadaşımız kendini bilmeye
başlayınca önce sülâlesindeki
kızlara musallat olmuş, fakat ba
basından zılgıtı yiyince gözünü
dışarılara çevirmiş, ama attığı
bütün ayaklar kırılmış, öyle ki
sonunda iki kelime konuştuğu
her kız için «Ben bu kızla evle­
nebilirim» diyebilecek hale gel­
miştir.
Bu sene «İstanbul Ehliyet Sa­
tış Bürosu!»ndan 2000 TL. kar­
şılığında almış olduğu ehliyet
şimdilik bir işe yaramamaktadır. Her gördüğü araba sahibi­
ne «A bi bir kere kullanim m i?»
diye yalvaran arkadaşımıza is­
tikbalde güzel bir araba, mutlu­
luklar ve başarılar dileriz.
E UTAN DİKMEN
★
★
SİGORTA
1948
yılında göbeği yüzünden
annesine zorluk çektirerek dün­
yaya gelen arkadaşımız küçük­
lüğünü İtalya’da geçirmesine
rağmen aklında bir tek ciau
(çav) kelimesini tutabilmiş, da­
ha sonra gittiği İtalyan Kültür
Derneğinde o güzel Italyancası
yüzünden öğretmeninin istifası­
na sebep olmuştur.
Orta öğrenimini Nişantaşı Kız
Lisesinde bitirerek şüpheleri üzerine çeken arkadaşımız daha
sonra züppe olmak niyetiyle
Mülkiye’ye gelmiş, fakat kendi­
sini tezgâhtarlık şubesinde bul­
muştur. Birinci sınıfta çalışma­
yıp Ekimde bütün derslerden
geçtiği halde diğer sınıflarda okulun en ineklerinden biri olma­
sına rağmen ancak kurulla ge­
çebilmesi tezatlarla dolu haya­
tının en büyük örneğidir.
Doğduğundan beri sap gezen
★
★
★
★
★
★
★
•Ar
★
★
★
★
★
★
★
1948
yılı Haziran aymın sıcak
bir günü Yalova’da doğdu, İs tanbul’lu oldu. Oysa Yalova’yı
şimdiye dek iki defa gördü; bi­
ri otobüsten biri de vapurdan.
Annesi babası ona Ertan ismi­
ni koydular. Am a arkadaşları
zamanla bu ismin başına çeşitli
sıfatlar eklediler, çirkin, huba,
belâ, deli gibi. İç gezide bunlara
bir yenisi daha eklendi; disko tek. Oysa diskoteklerle uzaktan
yakından hiçbir ilgisi yoktur.
(Am a bu sözünde hakikatle pek
ilgisi yoktur.)
Pilot olmak hayali ile Isa’dan
1965 yıl sonra Ankara Atatürk
Lisesi’ni bitirdi. Kaderin cilvesi
Mekteb-i Şahaneye girdi. Birin­
ci sene sıranın üzerine je t re­
simleri çizdi, voleybol takımını
rezil etti, dersleri kantinden iz­
ledi. Ve bir sene kıdem aldı.
Mekteb-i Şahane’deki ikinci se­
nesinden sonra kendisine sorar­
sanız havacılık aşkı yüzünden,
bize sorarsanız aşk-ı perişanı
yüzünden Hava Harp Okulu’na
gitti. 10 günlük askerlik yaptı.
«Emekli Kurmay N efer» namı
ile tekrar Mülkiye’ye döndü. Bu
dönüşten sonra teklemeden son
sınıfa geldi. Ama hâlâ bazı ders­
lerde kendi sınıfta aklı havalar­
dadır. Şimdilik çeşitli semtlerde
alçaktan uçuşlar yapmaktadır.
Bu gidişle yakında bir nişan hal­
kasından geçip, nikâh memurlu­
ğuna pike yapması kuvvetle
muhtemel. Hayatta iyi bir disko-işletmecisi olacağım ümit ediyoruz.
içinde tavlayarak tüm Şahane nin takdirini kazanmıştır. Bun­
dan sonra da Bahçelievler’deki
Cumhuriyet Kız Yurdu’nun ve
kendi semti olan Kavaklıdere’­
deki dul hatunların baş belâsı
olmuştur. Boş zamanlarım arsa
spekülatörlüğü, araba alım sa­
tımı gibi karanlık işlerle geçiren
üstadımız Teşkilât Kürşat tara­
fından istihbar edilmiştir.
ideali büyük bir iş adamı ol­
mak olan bu arkadaşımıza ha­
yatta daima başarılar dileriz.
T A R IK
ARTUKM AÇ
1950 senesinin bahar ayların­
dan birinde Ankara’da dünya ya gelen Tarık tevellüdünden
dolayı şube-i işletmenin masko­
tudur. Kendisine sorarsanız sü­
per zekâmdan dolayı ilkokula
erken gittim der. Müthiş bir
Amerikan hayranıdır. Hayatta
en çok sevdiği şeyler dolar .vis­
ki ve kadındır. En büyük şans­
sızlığını uzun müddet konuştu­
ğu kızdan ayrıldıktan sonra kı­
zın babasının bakan olmasında
görür. Ve özel kalem müdürlü­
ğünü kaçırdığından yakınır.
Mezuniyeti takip eden sekiz
senede milyoner olmanın plânı­
nı yaptığını söyleyen bu arka­
daşımıza başarılar dileriz.
O N U R Ö ZTÜ RK
Hanımları kahredecek kadar
dikiş, çamaşır ve nakış bilen her
erkeğin hayal edeceği bir kadın
kadar tertipli, titiz olan arkada­
şımız 1949’da Yalova’da d oğ­
muştur. ilk eğitimini babasının
okulunda yapmış sonra Haydar­
paşa Lisesi’ne girmiştir. Lise’
de çalışkanlığı ve mahcupluğu
ile tanınan arkadaşımız fakül­
teye geldiğinde, büyükler birbi­
rine «bu tüysüz de kim» diye
sormaya başlamışlardır. (Halen
de tüyü çıkmamıştır.)
Fakat yakışıklı oluşu İngiliz­
ce’ye ilgisi onun gözünü açmış
ve dünya nimetlerinden nezih
( !) bir şekilde yararlanmıştır.
Daha sonra bacanaklığa me­
rak sarmış bir yengemizin kar­
deşini zorla razı edebilmiş ve
şimdi ol hatunla evcilik oyna­
maktadır.
B riç seven arkadaşımıza mut­
luluk ve başarılar dileriz.
D O Ğ A N A Y D tV A N O G L U
9 Mayıs 1944’de doğan Doğanay liseyi Ankara Cumhuri­
yet lisesinde zorla bitirdikten
sonra Mülkiye’nin sütun ihtiya­
cını karşılamak üzere fakülte-
T A C E T T İN Y tN A N Ç
1947
yılında Elbistan’da dün­
yaya dühul eyleyen Tacettin ba­
basının adını taşıyan Mükrimin
Halil Lisesini bitirmiştir. Mülkiye’den önce Tıbbiye’ye giren
Taci burada bir kaç defa kan
görüp bayılınca, Tıp Fakültesi
Profesörler Kurulu kararıyla
Mülkiye’ye posta edilmiştir. Bi­
rinci sınıfta iken burs almak için gittiği sağlık muayenesinde
Mülkiyelilere karşı haşin dav ranan hemşireyi birkaç dakika
AYLIK FİKİR VE SANAT DERGİSİ
Y u r d u m u z u n E n Ç o k O k u n a n v e B e ğ e n ile n
F ik ir v e S a n a t D e r g is i
Fiatı: 150 Kuruş — Yıllık Abonesi: 18 Lira
P. K. : 501 A N K A R A
55
de semizleyen bu inek senenin 8
ayı kütüphanelerde özel yemler­
le beslenir. Ama ne hikmetse
jüri kararı ile güç belâ sınıfını
geçer. Soranlara «talihsizlik»
derse de aslında, Cebeci ortao­
kulu ile Ayşe Abla Ana okulu­
nun önünde elma şekeri ile tav­
ladığı kızlarını büyütmek için
yaptığı 5 yıllık kalkınma plân­
larına harcadığı zamana bağla­
mak gerekir.
Müzikte bir otorite olan Sa’
lim’in bu zevkini Fatma Doğanlar’ın Konservatuarında tatmin
ettiği rivayet olunmaktadır.
S A B A H A T T İN T U F A N
ye alındı. Fakültenin en uzun
boylusu olmasına rağmen Uzun
Mustafa’ya uzun denmesine ve
kendisinin de Doğan diye çağı­
rılmasına çok bozulur, ö b ü r ta­
raftan yakışıklılığının bilincin­
de olduğundan rahat bir insan dır. ince ruhlu ve centilmendir,
içkilerden votka Ue domates su­
yunu, arkadaşlarından da en
çok Reyan’ı sever. Doğanay iyi­
dir, hoştur ama espirileri boş­
tur. Ve de elma yamnda yenir­
ken ürperen tek insandır. Doğanay’a iyi bir işletmeci olması te­
mennisiyle selâmlar sunarız.
ARSLAN K AYA
1948 yılında Pınarbaşında do ğan Arslan, ilkokulu bitirdik ten sonra Türkçe öğrenmesi için Sivas’a gönderilmiş ve bura­
da kalın bir odunla itilerek or­
taokul ve liseyi bitirmiştir. Mülkiye’ye geldikten sonra korkunç
bir inek kesilmiş ve derslerde
hocaları saçma sapan şeyler an­
latıyorlar diye itham edecek ka­
dar ileriye gitmiştir.
ilk geldiği yıl koyu bir sosya­
list olan Arslan üçüncü sınıfta
işletme şubesine ayrıldıktan
sonra ileride büyük bir kapita­
list olacağı ümidi ile bu ulvî fi­
kirlerini terk etmiştir. En bü­
yük ideali Sivas’ta bir demir çe­
lik fabrikası kurmak olan bu ar­
kadaşımıza başanlar dileriz.
S A L İM A L K A N
Kemaliye’nin zengin otlakla­
rında gelişip, Mekteb-i-Mülkiye-
56
1948
yılının soğuk ve karlı bir
kış gününde çığlıklarla doğan
Sabahattin bütün Kütahya hal­
kına, korkulu dakikalar yaşat­
mıştır. Lise sıralarına, kadar
zincirle zaptedilebilen, bu çocuk
daha sonra herşeye karşı ya­
bancılaşmıştır. Bunun sebebi ise, bir fellah kızından yediği
darbe, olduğu rivayet edilmek­
tedir.
Tufanın, oldukça zeki olduğu
söylenirse de Mülkiye üçüncü
smıfta iken İngilizce sözlü sına­
vında Amerikan Cumhurbaşka­
nının ismini soran hocasına
«K ristof Kolomb» diye cevap
vermiştir.
En büyük gayesi, Vahdet Aydın’m kâra geçiş grafikleri yar­
dımıyla Devlet Demir Yolların­
da kâr maksimizasyonunu sağ­
lamak olan bu arkadaşımıza ba­
şarılar dileriz.
E R D O Ğ A N S A İT O Ğ L U
1947 yılının bir eylül günü ham­
si ülkesi Karadenizin, Sürmene
kentinde dünyaya gözlerini aç­
tı. Herkesin beklediğinin aksine
ağzından ilk çıkan söz hamsi
yerine Mülkiye oldu. Arkasın dan ineklik ve futbol kelimeleri
etrafı bir hayli şaşırttı. Doğu mundan iki saat sonra istediği
futbol topu ile ebesine futbol
maçı teklif etme cesaretini göste
ren güzide ineklerimizden biri­
dir. Arkadaşlarını king ve tavla
partileri sonunda yemeğe götür­
mek zorunda kalan arkadaşımız
bunu aşkta kazanma ümidi ile
sık sık tekrarlamakta ve arka­
daşları arasında ev geçindiren
bir aile babası gözü ile bakıl maktadır kendisine.
Bunların dışında gayet sakin
mizaçlı olan arkadaşımız ders
saatleri dışında ne yaparsımz
sorusuna kurlarda bile ders ça­
lışırım demek kerliğini göster­
miştir. Doktora yapmayı arzu­
lamaktadır.
M EHM ET ONUR
(H A C I)
1947
yılında damda kediler
birbirini kovalarken bir tosun­
cuğun sesi Mersin semalarım
çınlattı. Gözünü açar açmaz sa­
rışın ebeye «Benimle evlenir mi­
sin?» diye soran hacı o denli de
çapkındır. O kadar yer gezmiş­
tir ki kendisine yerli Evliya Çe­
lebi denmiştir. Sarışınların aş­
kına herşeyden vazgeçtiği halde
bir kumral tarafından ökseye
bastırılmıştır. Kötü bir işletme­
ci olduğu kadar kötü esprileriy­
le de tanınmıştır. En önemli özelliği herşeyin en iyisine m e rakholuşudur.
ÜMİT GÜNDÜZ
M.S. 1946 yılı Eylül ayının 22’
sinde mübarek Cuma gününün
sabahına karşı Am asya ili «A h
kızlar!» çığlığı ile inlediğinde
bir ümit ışığının semadan süzü­
lerek dünyaya dühul eylediği
rivayet olunur.
Beslenme uzmanlarının tavsi­
yelerine uyulup nefis misket el­
maları yedirilerek beslenen Ümit sonradan tanrını gazabına
uğramış ve A m asya’dan kovu­
larak Mülkiye-i Şahane’de siya­
sî tarih üzerinde otlarken bu lunmuştur.
Mülkiye’de
paraşütçülükten
judoya kadar bilûmum sporlarlar uğraşan arkadaşımız, judo
diplomasmı aldığı gün bir cins-i
lâtife ayak atmış ve ...ayakkabı
topuğunun yarasını hâlâ başın­
da o günün hatırası olarak sak­
lamaktadır.
Hattuşaş’a hiç gitmemiş olan
Ümit ol mahalde Mülkiyeli ena­
yilere rehberlik yaparak işlet mecilik sanatının inceliklerini
göstermiştir. Onu rehber olma­
ya iten frenk dilberlerine olan
hayranlığıdır. Bu uğurda Bri­
tanya diyarlarında Türk gibi
erkek sözünü yaymaya çalışmış,
bir rivayete göre de başarm ış­
tır.
Arkadaşımız şimdi bir sazen­
deye gönlünü kaptırmış, akimı
ise Ingiltere’deki Computer oku­
lu çelmiş bulunmaktadır. Ken­
disinin iyi bir aile babası ola­
cağını inanıyoruz. Her iki yol dan da başarı ve mutluluklar
dileriz.
E R SAL Y A ZG A N
Ersal, dökülmüş saçları ve iç­
ten gülüşleriyle bütün şahaneyi
bir anda fethetti.
Kendisinin seks’e karşı büyük
bir düşkünlüğü vardır. Rivayet
edilir ki Danimarka seks fuarı­
nı gizli gizli finanse edenlerin arasmda Ersal’da vardır. Fakat
ne derece doğrudur bilinmez.
Geçimini içtiği içkilerin şişe­
lerini satmak suretiyle temin eder. Oturduğu evin hakkını ver­
diği bir gerçektir. Bunu da ev
sahibinin bizâr oluşundan anlı yoruz. Bütün genç kızların ide­
ali Ersalm evine davet edilebil­
mektir.
Kendisinin hayatta en büyük
ideali bir içki fabrikasının sahi­
bi olmaktır.
Ş E N İZ B E Ş B U D A K
Günlerden bir gün güneş her
zamankinden parlak doğmuş.
Fakat arkasından Şeniz doğun­
ca güneş birden bire gölgelen miş. Yalnız Şeniz aslında doğ­
ması gereken Hawai’de değil de
Türkiye’de doğmuş ve herkesi
teninin tatlı çikolata rengine
hayran bırakmıştır.
Günün birinde bir esinti Şeni1948
yılında dünyaya gel - zi Mülkiye önlerine savurmuş,
ö n ce bir bakmış etrafına her­
di. Doğduğu sırada babası çok
kes bir tuhaf olmuş. ikinci maacı çekmişti. (Anası namına).
S O N SÖZ...
U z u n y ı l l a n a c ı t a t lı g ü n le r i y le b e r a b e r y a ş a d ı ğ ı n ı z s e v g i l i M ü lk iy e ’ Ii k a r d e ş le r i m . İ ş t e
b iz g id i y o r u z . S e v a b ım ız la , g iin a lm n ız la p e k ç o ğ u m u z b u d e r g i d e y e r a ld ık . O r t a k a n ıla r ım ız ı
ta z e le d ik , g ü ld ü k y a d a d ü ş ü n d ü k ...
B u K a z g a n a y n ı z a m a n d a b i r v e d a m e k t u b u g ib id ir . B u r u k b i r le z z e t i v a r d ır . E t i, h a ­
m u r a h o ş g ö r ü v e s e v g i y l e y o ğ u r u lm u ş t u r . B u h a t ı r a l a r m a n z u m e s i t a p t a z e k a l a c a k t ı r g ö n ü l­
le r im iz d e .
F a k a t b ilin m e s in d e y a r a r v a r d ı r k i, b u K a z g a n ’ı ç ı k a r t a b i lm e k k o l a y o lm a d ı. İ lg is iz lik
b iz i e n ç o k ü z e n k o n u o ld u . B i r k a ç k iş in in b ü t ü n y ü k ü s ı r t ın d a t a ş ım a s ı K a z g a n ’ın ç o k d a h a
i y i ç ık m a m a s ın ın e n b ü y ü k s e b e b id ir .
H e r ş e y e r a ğ m e n , K a z g a n ’ın b u h a le g e liş in d e e m e ğ i, y a r d ı m ı g e ç e n v e e n ö n d e S a y ın
D e k a n ’ım ız İ l h a n U n a t o l m a k ü z e r e r e s s a m ım ız O k h a n A t a k a n ’ a , E r d e m
B a r u tç u ’y a , y a n l a n
d a k t i lo e d e n İ z z e t S u n e r v e M ü jg â n A l p ’ e b i z e r e k l â m v e r m e k s u r e t i y l e ç ık a b ilm e m iz i t e m in
e d e n b ü t ü n k u r u lu ş la r a , D o ğ a n K liş e v e Sam M a t b a a s ı s a h ip v e
p e r s o n e lin e t e ş e k k ü r e d e r ,
h e p in iz e h a y a t y o lu n u z d a b a ş a n v e m u t lu lu k la r d ile r im .
K a z g a n A d ın a
İ lh a n C e d i m a ğ a r
57
ile teraslarda gördüğü cins-i lâ­
tif bacakları üzerinde ihtisasa
başladı.
Siyasal’a girdikten sonra en
büyük zevki çocuksu ifadesin den yararlanarak ablalarının
kucaklarına oturmaktı. İçkiye
dayanaklılığının bir nişanesi olarak Kompersan Ateş ünvanı
ile taltif edildi.
Büyüyünce işletmeci olacağı­
nı iddia eden bu çocuk sınıfının
bebek yüzlü canavarıdır.
Bundan sonraki doktor’a ça­
lışmalarında ve babasının mu­
hasebeci dükkânını kapattırma­
daki uğraşısında A teş’e başarı­
lar dileriz.
sum bakışında ise bütün erkek
tüllap yerlerde.
Son sınıfa gelmiş, Ibo özel ku­
rasından iç geziye katılmış. Otobüse adımını attığı andan iti­
baren de gezinin gülü oluver­
miş ve derhal Ş.S.K. kurulmuş.
Bu arada pişti oyununu ömrün­
de oynamadığı kadar çok oyna­
mış ve «Pişti'nin esasları» adlı
bir kitap yazmağa başlamış.
A yrıca; çok iyi konken oyna­
yan ve herkesin bir oturuşta
tatlı tatlı paralarını alan Şeniz’e
kumarda daha az kazanmasını
tavsiye ederiz.
H AŞM ET SEYM EN
A T E Ş F IR A T
Kendisi her ne kadar dereden
tutulduğunu sanıyorsa da anası
onu 1949 yılında doğurdu. Uzun
ve kurdeleli saçlarının kesilme­
siyle ne olduğunun yavaş yavaş
bilincine ermeye başlayan Ateş,
elinde babasının sahra dürbünü
58
Nerede, ne zaman doğduğunu
tespit edemediğimiz Haşmet’in,
adı gibi haşmetli Everest tepesi
kadar mağrur, cinsi lâtiflerin
kalp atışlarını maksimum sevi­
yeye çıkaracak kadar yakışıklı,
havalı ve popüler olduğunu kız­
lar arasında yaptığımız anket
sonucunda tespit etmiş bulunu­
yoruz. (Bu ankette, «Amaaan,
bırakın o zamparayı, bana asıl­
maktan halâ bıkmadı» diyenlede olmuştur).
Kantin’de, kızına gece-gündüz
ördürdüğü eksistensiyalist ka­
zaklarıyla defile yapan, şakak­
larına düşmüş aklarla olgun er­
kek havaları basan Haşmet, özellikle Hukuk ve Hacettepe’de
popülerdir.
Aslında gayet rahat fe n d in ­
den emin .dürüst karakterli olan Haşmet’in başarılı bir işlet­
meci olmasını dileriz.
ARAL
JRGÜ
SARAB
JRGÜÍ
SARABkH
ÜRGÜ
SARAB
ÜRGÜ
SARAB
ÜRGÜ
ŞARABİ
jRGÜP
jARAB
^RGÜP
1
RABI
Ü P
63
ile teraslarda gördüğü cins-i lâ­
tif bacakları üzerinde ihtisasa
başladı.
Siyasal’a girdikten sonra en
büyük zevki çocuksu ifadesin den yararlanarak ablalarının
kucaklarına oturmaktı, içkiye
dayanaklılığının bir nişanesi olarak Kompersan Ateş ünvanı
ile taltif edildi.
Büyüyünce işletmeci olacağı­
nı iddia eden bu çocuk sınıfının
bebek yüzlü canavarıdır.
Bundan sonraki doktor’a ça­
lışmalarında ve babasının mu­
hasebeci dükkânını kapattırma­
daki uğraşısında A teş’e başarı­
lar dileriz.
ATEŞ FIRA T
Kendisi her ne kadar dereden
tutulduğunu sanıyorsa da anası
onu 1949 yılında doğurdu. Uzun
ve kurdeleli saçlarının kesilme­
siyle ne olduğunun yavaş yavaş
bilincine ermeye başlayan Ateş,
elinde babasının sahra dürbünü
HAŞMET SEYMEN
Nerede, ne zaman doğduğunu
tespit edemediğimiz Haşmet’in,
adı gibi haşmetli Everest tepesi
kadar mağrur, cinsi lâtiflerin
kalp atışlarını maksimum sevi­
yeye çıkaracak kadar yakışıklı,
havalı ve popüler olduğunu kız­
lar arasında yaptığımız anket
sonucunda tespit etmiş bulunu­
yoruz. (Bu ankette, «Amaaan,
bırakın o zamparayı, bana asıl- .
maktan halâ bıkmadı» diyenlede olmuştur).
Kantin’de, kızına gece-gündüz
ördürdüğü eksistensiyalist ka­
zaklarıyla defile yapan, şakak­
larına düşmüş aklarla olgun er­
kek havaları basan Haşmet, özellikle Hukuk ve Hacettepe’de
popülerdir.
Aslında gayet rahat .kendin­
den emin .dürüst karakterli olan Haşmet’in başarılı bir işlet­
meci olmasını dileriz.
ÜİMÜİHB!
sum bakışında ise bütün erkek
tüllap yerlerde.
Son sınıfa gelmiş, İbo özel ku­
rasından iç geziye katılmış. 0 tobüse adımını attığı andan iti­
baren de gezinin gülü oluver­
miş ve derhal Ş.S.K. kurulmuş.
Bu arada pişti oyununu ömrün­
de oynamadığı kadar çok oyna­
mış ve «Pişti'nin esasları» adlı
bir kitap yazmağa başlamış.
A yrıca; çok iyi konken oyna­
yan ve herkesin bir oturuşta
tatlı tatlı paralarını alan Şeniz’e
kumarda daha az kazanmasını
tavsiye ederiz.
. i
@ @ ® © @ ® © @ @ © @ @ © @ © ® © © © ® @ © © ® © @ @ © © @ @ @ © @ @ ® @ @ ®
MİLLİ T A S A R R U F U N
SEMBOLÜ
TÜRKİYE
ÜŞ)
BANKASI
paranızın... istikbalinizin emniyeti
C U M H U R İY E T İM İZ L E Y A Ş IT T E K S İG O R T A Ş lR K E T l :
SARK SİGORTA
J
L. A A . A . A . A J
▼▼▼▼▼▼
Elli Yıllık Hizmet Tecrübesiyle
Sigorta İhtiyaçlarınız İçin
Emrinizdedir
Bankalar Cad. Şark Han Karaköy - İstanbul
60
J
milyarlarla ifade edilmektedir
TÜRKİYE ÖĞRETMENLER BANKASI
YU RT SATH INA Y A Y IL A N
ŞUBELERİYLE
BÜTÜN BANKACILIK ÎŞLERÎNÎZDE
EM RlNÎZDEDlR.
— A PARTM AN DAİRELERİ
— TAH SİL BOYUNCA A YL IK GELİR
— ZENGİN P A R A İKRAM İYELERİ
TÜRKİYE ÖĞRETMENLER BANKASI
8ÂŞBNDA DOLAŞAN
ŞEKER SİGORTA A. Ş.
YANGIN — N AK LİY A T
H AYA T — K A ZA
DOLU — H A Y V A N H A Y A T
FERDÎ KA ZA
MALÎ MESULİYET
M AKlN A — MONTAJ
SİGORTALARIYLA HUZURUNUZU
TEMİN EDER
C Ü Z D A N I N A ^ » !!!
AKTAR
MİLLÎ PiYANGD
62
X7
GÜP
ŞARABI
ÜRGÜP■SARAB
jRGÜ
>ARABi
ÜRGÜP
ARAL
JRGÜ
SARAB;
JRGÜİ
SARABkH
URGU
SARAB
URGU
SARAB
URGU
ŞARABI
jR G Ü P
jARAB 1
A
GUP
RABI
Ü P

Benzer belgeler