Fotoğrafta Anlam
Transkript
Fotoğrafta Anlam
Kontrast Foto g r af Der gisi Sayı: 50 Ocak - Subat - Mar t 2016 , Fotoğrafta Anlam ana sponsorluğunda yayımlanmaktadır. . Orhan Alptürk . Prof. Dr. V. Doğan Günay . Doç.Dr.Zuhal Özel Sağlamtimur . Aslı Erciyeş Tosun . Prof. Dr. Alev Fatoş Parsa . Ayşe (Eziler) Kıran . Öğr. Gör. Nilay İşlek . Mete Okumuş . Yrd.Doç.Dr. Gülbin Özdamar . Özcan Yurdalan . Cengiz Engin Ocak Şubat Mart Merhaba 2016 Dosya Kontrast Konusu Editör Ocak ayı için bitişlerin ayı demişlerdi 2016 yılı başlarken, “her bitiş yeni başlangıç demektir” diyerek söze başlayalım. Tabi okuyucularımız ne bitiyor diye merak içinde kalmasın diye de, gönüllü olarak çıkardığımız dergimizin bayrağını bir başka ekibe devrettiğimizi de bildirelim. Kontrast Fotoğraf Dergisi farklı ekiplerin sentezinden geçerek bugünlere ulaştı, bir gazete olarak başladığı yayın hayatına, bir müddet ara verdikten sonra dergi konseptiyle, Gökhan Bulut yönetiminde, Ceyda Taşdelen yayın yönetmenliğinde şimdiki formatına kavuştu. Artık olgunlaşma evresi diyebileceğimiz bir döneme geldi. İnsan ömrüyle birleştirilemez elbette ama 50 sayı da azımsanacak bir miktar değil. Artık ekibi de tazelemenin zamanıdır… Romantik ayrılışlara alışığız toplum olarak, ancak romantize edilecek bir şey de var mı bunca gerçeklik içerisinde bilemiyoruz; acılarımızla, gerçekliklerimizle, sizlerle on sayıdır birlikteyiz. Başka mecralarda, fotoğrafa, sanata dokunduğumuz her yerde birlikte olacağımızın farkında olarak vedalaşıyoruz… Bu sayıda sizler için neler hazırladık? Anlam uzun zamandır bizim de aklımızı meşgul eden ve bir ucundan tutarak gündemimize taşımak istediğimiz konuydu. Orhan Alptürk ile yaptığımız görüşmeler sonucunda dosya konumuzun hazırlanmasında ilgili konu başlıkları ve yazarları ile buluşmamızı sağladı, bu işi birlikte ortaya çıkardık. Desteklerinden dolayı kendisine teşekkür ediyoruz. Dilsel anlamın, dilsel göstergelerle birlikte varlığından, tarihsel sürecinden başlayarak görüntüsel göstergelerle buluştuğu, zengin bir kaynak hazırlamaya çalıştık. Bazen okuması ağır ve akademik gelecek belki ama fotoğrafın ayrılmaz parçalarından birinden, Görüntüde Anlam’dan bahsediyoruz eni konu… Derneğimiz atölyelerinden, Mehmet Özer’in yürüttüğü Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi 2015 biterken bir teze konu oldu. Ankara Üniversitesi yüksek lisans öğrencilerinden Oğuzhan Burak tarafından incelenen atölye, süreci ve üretimleriyle artık akademik bir yayın ve bu sayıda ustalığı bir atölyeye bahşedip, o bölümde bu haberi değerlendirmek istedik. Şimdilik bu sayı ile birlikte bir nefes alımlık uzağa gidiyoruz, birlikte çok güzel işlere imza attığımız tüm Kontrast ekibine ve ekibin perde arkasında okuyucu rolündeki sizlere gönülden teşekkürü bir borç biliyorum. Saygıyla… Kontrast Yayın Ekibi Adına Yayın Yönetmeni Kamuran Feyzioğlu [email protected] 2 3 AFSAD Kontrast AFSAD Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği Adına Sahibi Eda ARISOY Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür) Kamuran FEYZİOĞLU Yayın Kurulu Burak CİRİTCİ Ceren ÖZCAN Deniz KORAŞLI Derya ILDIRDEMİR Nilüfer ZENGİN Yiğit KOÇBAY Zeynep HAMURDAN Esin ÖZÇELİK Redaksiyon Nilüfer ZENGİN Grafik Tasarım Cem DEMİR Reklam Cem DEMİR Yönetim Yeri (Dergi İletişim) AFSAD – Bestekar Sok. No: 28/21 Kavaklıdere – Ankara Tel: 0312 4172115 Faks: 0312 4172116 GSM: 0533 7388208 www.kontrastdergi.com www.afsad.org.tr [email protected] Üç ayda bir yayımlanır. Baskı Mattek Matbaa Ağaç İşleri Sanayi Sitesi 1354 Caddesi 1362 Sokak No: 35 İvedik ANKARA/TÜRKİYE Tel:0.312.433 23 10 Pbx Faks:0.312.434 03 56 Yayın Türü: Bölgesel Süreli ISSN: 1304-1134 Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı, makale, fotoğraf, karikatür, illüstrasyon, vb.’nin, elektronik ortamlar da dahil olmak üzere, kullanım hakları AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği)’a ve/ veya eser sahiplerine aittir. İzin almaksızın, hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun, materyalin tamamının ya da bir bölümünün kullanılması yasaktır. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. ve fotoğrafların İçindekiler 4 Fotoğrafta Anlam Hazırlayanlar: Deniz KORAŞLI Esin ÖZÇELİK 4 Klasik/Doğrudan Fotoğraf ve Anlam Orhan ALPTÜRK 6 Göstergebilim ve Fotoğrafta Anlam Prof. Dr. V. Doğan GÜNAY 10 Somuttan Soyuta Fotoğrafta Biçim, İçerik ve Öz 35 F/64 38 Portfolyo 43 Portfolyo 48 Usta İşi 59 Fotoğraf Okuma 62 Okuyoruz Doç.Dr.Zuhal ÖZEL SAĞLAMTİMUR 12 Fotoğrafta Göstergebilimsel Çözümleme “Postmodern Okuma” Aslı Erciyeş TOSUN 18 Fotoğraf ve Görsel Göstergebilim Üzerine Prof. Dr. Alev Fatoş PARSA 22 Fotoğraf Sanatında Gösterge: Belediye Meydanındaki O Ünlü Öpücük Ayşe (EZİLER) KIRAN 26 Çoğul Okuma, Studium ve Punctum Öğr. Gör. Nilay İŞLEK 28 Sokak Fotoğrafçılığına Bakış Mete Okumuş 30 Sosyolojinin ve Etnografinin Vazgeçilmezi: Fotoğraf Yrd.Doç.Dr. Gülbin ÖZDAMAR İletişimin Kıldan İnce Mecrası Özcan YURDALAN O Parto/ Doğum Alex STODDART Hazırlayan: Zeynep HAMURDAN Çeviri: Zeynep HAMURDAN “Şüpheli Benzeşmeler” Meltem IŞIK Hazırlayan: Ceren ÖZCAN Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğrafçılar Atölyesi Cengiz Oğuz GÜMRÜKÇÜ Murat YAYKIN Mehmet ÖZER Nuri Bilge Ceylan’ın “Nude In The Room” İsimli Fotoğrafı İçin Bir Çözümleme Denemesi Cengiz ENGİN Hazırlayan: Deniz KORAŞLI Militan Fotoğraf ve Fotoğrafçı Murat YAYKIN Hazırlayan: Kamuran FEYZİOĞLU Ocak Şubat Mart 2016 Dosya Konusu Klasik/Doğrudan Fotoğraf ve Anlam Orhan ALPTÜRK Fotoğraf Sanatçısı, Yazar [email protected] İnsanın yüz yüze algı ile ilişkisinin neredeyse tamamen kesildiği bir dünyada hemen her gün sayısız fotografik görüntü üretmeye devam ediyoruz. Hiç bıkmadan. SIKILMADAN(?) Acaba bunun ne kadar farkındayız. Böyle bir soruyla yazıya başlamamın temel nedeni, insanın üretim ve tüketim ilişkilerini yönlendiren duygu ve akıl ilişkisinin hatta bilinçdışı ilişkisinin ANLAM ÜRETME temelli oluşudur. 19.yy başlarında ‘Gözlemci Özne Camera Obscura’da içeri girip çıkarak aynı anda hem nesnel algı dünyası ile ilişki kurarken bir taraftan da karanlık odaya ters olarak yansıyan iki boyutlu optik görüntü ile ilişki kurabiliyordu. Yani, yüz yüze algının gerekleri olan süreç, bedenin ve gözün hareketlerini yerine getiriyordu. ‘Özne, camera obscura sayesinde dışarıdaki dünya ile içerideki temsili arasındaki mütekabiliyet ilişkisini güvence altına alır ve bunun bekçiliğini üstlenir; aynı zamanda düzene uymayan ya da başkaldıranlar dışarıda bırakılır. Düşünsel bir içe bakışla bir öz disiplin rejimi çakışmaktadır’1. Ama yine aynı ÖZNE bir taraftan da gördüğü iki boyutlu optik yansımayı 16. yy’dan beri KAYIT etmek derdini taşıyordu. İstediğine de hepimizin bildiği gibi 1839 yılından itibaren kavuştu. Artık yansıyan görüntü sabitlenmiş, kayıt altına alınmıştı. Sonsuza dek o andaki görüntü varlığını çok değişik serüvenler altında sürdürecekti... Kayıt altına alınan görüntü ne yazık ki hiç bir anlamda masum değildi. Yıllarca görmeye eşdeğer, yüz yüze algıyı iki boyutta sergileyen masum bir insan ürünü olarak ele alındı; üretildi, tüketildi... 4 5 AFSAD Kimi zaman bir pencereden görme olarak kimi zamanda bir ayna yansıması olarak değerlendirildi. 1960’lardan itibaren fotoğraf üzerinde etkilerini göstermeye başlayan yeni disiplinler yüzünden 120 yıla yakın süren masumiyetine gölgeler düşmeye başladı... ‘Algılanan Dünya’ adlı eseriyle ile ilk sorgulamayı başlatanlardan biri de Maurice Merleaue Ponty olur. Yüz yüze algı ile merkezi tekil perspektife indirgenmiş görüntünün hiç de eşdeğer olmadığını dile getirir.2 Daha sonra 1980 yılına gelindiğinde Roland Barthes’ın CAMERA LUCIDA’sı devreye girer ve Barthes fotoğraf’ın VARLIKBİLİMSEL tanımlamasının peşine düşer ve şunları dile getirir; “Ben diyorum ki, fotoğrafik gönderge görüntü ya da göstergenin gönderme yaptığı, isteğe bağlı olarak gerçek olan değil ama olmadan fotoğrafınında olamayacağı, merceğin önüne yerleştirilen ve zorunlu olarak gerçek olan şeydir... Fotoğrafta o nesnenin orada yadsıyamam”. bulunmuş olduğunu asla Burada bir üst üste çakışma vardır: Gerçeklik ve geçmişin çakışması. Ve bu sınırlama yalnızca FOTOĞRAF için varolduğuna göre, bunu indirgeme yolu ile Fotoğrafın gerçek özü, onun NOEMA’sı sayabiliriz... O halde Fotoğrafın noemasının adı şu olmalıdır; BU VARDI3. Barthes’ın bu yaklaşımı Doğrudan/Klasik Fotoğrafı son derecede net tanımlarken bir TEMSİL SİSTEMİ olgusunu da aynı zamanda tanımlamaktadır. Nesne-Fotoğraf ve Anlam ilişkisini de STUDIUM kavramı ile ortaya koyar. Fotoğraflardaki görsel biçimleri analoji yardımı ile birer GÖSTERGE OLARAK okunmasını önerir. Ve bu okumaların studium bilgisinin değişebilirliğinden yola çıkarak çoğul okumalar olabileceğini de dile getirmiş olur. Fakat Barthes’ın atladığı bir şey vardır. Nesnelerin görünümleri özneye kendini bir KARŞILILIK ilişkisinde dayattığı gibi, görünümlerden elde edilen optik görseller/göstergeler görme edimine eş değer değildirler. Görmenin dönüştürülmüş halleridirler. Yani sayısız manipülasyonların kullanıldığı bir KODLAMA İŞLEMİNİN sonucunda fotoğrafik göstergeye dönüşürler -merkezi perspektiften, siyah beyaza dönüşüme, siyah beyazdan gri skala değişikliklerine, objektif açı değişikliklerinden ışık değişikliklerine, dört boyutlu algının iki boyuta indirgenmesine vs.-. Elde edilen temsil sisteminin asıl ANLAM OLUŞUMU bu kodların oluşturulması ile gerçekleştirilir. Ve bu kodlar da süreç içerisinde oluşan tarihsel, toplumsal, ideolojik ve kültürel yapılardır. Bu kod sistemleri öğrenilmedikten sonra fotoğrafların bir temsil sistemi (anlam’ın oluşturulması) olarak kullanılması her zaman sorunlu olacaktır. Yukarıda da belirttiğim gibi fotoğrafçı özne tüm manipülasyon yönetimlerini elinde tutsa bile fotoğrafladığı nesne kendini dayatarak ondan bağımsız bir üretime sonuna kadar izin vermeyecektir. Yani ortaya çıkan fotoğraf her zaman için bir karşılılık ilişkisini gösterecektir. İzlediğimiz ‘gerçeklik yanılsaması’ bir ilişki sonucunu yansıtacaktır bize... Jean Baudrillard bunu şöyle ifade eder; “Fotoğrafik görüntü öznenin bir düzen, bir görüş dayatma isteği ile süreksizliği ve apansızlığı içindeki nesnenin kendini dayatma isteği arasındaki savaşım nedeniyle de dramatiktir”4. ve devam eder; “Fotoğraf çekme isteği belki de şu saptamadan kaynaklanır; Bir bütün perspektifi içinde, anlam açısından bakılan dünya oldukça hayal kırıcıdır. Ayrıntıda ve aniden görüldüğünde ise her zaman kusursuz bir açıklık içindedir.”5 Tabiiki fotoğrafalar aracılığıyla elde ettiğimiz ANLAMı yine ne yazık ki sözel veya yazın dille okur ve değerlendiririz. Bu da klasik fotoğrafa yönelik sorunlardan biridir. Üretici de izleyici de bir bağımlılık ve bilgi sorunuyla karşı karşıyadır. Yine Baudrillard üzerinden konuşacak olursak dil sorununu apaçık görebiliriz; “İnsan şeyleri kafasında canlandırıp, isimlendirip kavramsallaştırarak var ederken aynı zamanda da onları ait oldukları ham gerçekliğin içinden kurnazca çekip alarak yok olmalarına neden olmaktadır... Bir şeye bir isim verilip, temsil edilebilir bir hale getirilip, bir kavram niteliği kazandırıldığı andan itibaren o şey bir hakikate dönüşme ya da kendini bir ideoloji olarak dayatma pahasına bile olsa yavaş yavaş canlılığını yitirmektedir”6. Yani her anlam yaratma çabası dünyaya ait bir yorum olmaktan öteye gidemeyecektir. Fakat ANLAM yaratımına yönelik unutulmaması gereken bir temel sorunumuz daha var. O da tarihsel, toplumsal ve politik olan her üretim ve tüketim ilişkisi gibi fotoğrafta bu yapının dışında değerlendirilemez. Victor Burgin de bunu çok açık bir biçimde dile getirmiştir; “Nesneler algılandıkları her anda, anlaşılır ilişki sistemlerinin içerisine yerleştirilirler (hiçbir gerçek kameranın önünde masum olamaz)”. İdeoloji olarak SÖYLEnenin içinde kendi konumlarını alırlar. İdeoloji ile demek istediğimiz, en geniş anlamıyla; genellikle belli bir toplumda dünyanın ve olayların, gerçekten gerekli fiili doğasını anlatmak için kabul edilen doğal ve sosyal dünyaya ait ifadeler karmaşasıdır.7 Evet tüm fotoğraflar aynı zamanda ideolojiktir. Bu yapıdan bağımsız olarak ele alınamazlar. ÇAĞIMIZ tam da bir simülasyon, hipergerçeklik ve sanal dünya kaosudur. Böylesi bir yaşam karmaşası içinde de doğrudan nesnel dünya ile olan algı ilişkimiz yine görüntüler aracılığı ile kesilmekte ya da yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Yapmamız gereken tek şey de FOTOĞRAFın bir görsel kod sistemi olduğunu unutmadan, bu FARKINDALIK içinde üretmek ve tüketmektir... Kaynakça: Gözlemcinin Teknikleri, Jonathan Crary, sf-56; Metis Yayınları, 2010 1 Algilanan Dünya, M.Merleau Ponty, sf-22,23,24; Metis Yayınları, 2008 2 3 Camera Lucida, Roland Barthes, sf-83; Altıkırkbeş Yayınları, 1992 4-5 Kötülüğün Şeffaflığı, Jean Baudrillard, sf145-146 ; Ayrıntı Yayınları, 1995 Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi, Baudrillard,sf-8-9 ; Boğaziçi Üni.Yayınları, 2012 6 7 Jean Fotoğrafı Düşünmek, Victor Burgin, Sf-55; Espas, 2013 Ocak Şubat Mart 2016 Dosya Konusu Göstergebilim ve Fotoğrafta Anlam Prof. Dr. V. Doğan GÜNAY Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dilbilim Bölümü [email protected] “Gerek yok her sözü laf ile beyana. Bir bakış bin söz eder, bakıştan anlayana” Mevlana Celaleddin Rumi İnsanlar kalıcı olsun diye bir an’ın fotoğrafını çeker. Bunlar bazen doğadaki bir durumun fotoğrafı, bazen bir canlının, binanın, yaratılmış bir olayın, olgunun fotoğrafıdır. Sanatçı her durumda fotoğraf ile seçilen o “an”ın ve sonsuz hareket halindeki oluşumların kalıcı olmasını amaçlar. İster devinim ister durağan olsun bir anın kalıcı olmasıdır söz konusu olan. Anlatı ile betimleme arasındaki farkı sinema ile fotoğraf arasındaki duruma benzetebiliriz. Fotoğraf, bir anının değişmeden duran bir an’ının betimlenmesidir. Fotoğraf bir bakıma anlatıdaki betimleme kısmına denk düşer. Anlatının eylemler dizisi ise sinemaya benzer. Sinema anlatır, fotoğraf betimler. İnsanlar yaşamlarından bir an’ın kalıcı olması için fotoğraf çektirirler. Bu kalıcılık hem anımsamak anımsanmak hem de geçmişe bir not düşmek anlamındadır. Geçmişe not düşmek de bir bakıma anımsamakla ilgilidir. Burada bir başka boyuttan daha söz etmek gerekiyor. Eğer fotoğraf yoluyla sadece geçmişe bir not düşmek, yaşanmış herhangi bir anı anımsamak söz konusu ise sadece deklanşöre basmak yeterli olacaktır. Ama birazcık da bu anı “anlamlı” hale getirme niyeti varsa durum bambaşka bir yöne kayar. İşte orada öznellik ya da yeniden oluşturma süreci işin içine girer. Belki de “sanat” denilen şey, var olanı olduğu gibi sunmanın dışında, yeniden sunum (fr. représentation) olarak 6 7 AFSAD ortaya koyma işiyle başlamaktadır. Yeniden sunum her yerdedir. Doğada, çevremizde ya da dünyada var olan bir şey; roman, öykü, resim, fotoğraf, mimari vb. gibi anlamlı yapılar; sanat yoluyla, görüntü yoluyla, dil yoluyla yeniden oluşturulur. Yeniden sunum sanat yapıtının en temel özelliklerinden birisidir. Anlatı, sinema, fotoğraf, karikatür ya da bir başka anlamlı yapı bir tür yeniden sunumdur. Yeniden sunum yoluyla fotoğrafçı gerçek dünyaya yeni bir anlam katmış olacaktır. “Sanat yapıtı için yeniden sunum denilse de asıl olan gerçek dünyada olan ve görülen bir şeyin yeniden sunumu aşamasında sanatçı kendi öznelliğini işin içine katar. Bu da sanatın gerçeği gösterme biçimidir”1. Gerçek Dünya Sanatsal Evren Olmak – görünmek Olmak görülmesini sağlamak Gerçek Yeniden sunum Buradan anlaşılan gerçek dünyadaki bir nesne, bir gösterge sanatsal evrende yeniden oluşturulur. Sanat denilen şey belki de /görülmesini sağlamak/ kipliğinin ardında saklıdır2. Nesne gerçek dünyada vardır ve bunun görülmesini sağlama biçimi sanatçıya bağlıdır ve sanatçının öznelliği bu aşamada söz konusu olur. Kadrajın içine alınan iki tür görüntüyü (doğadaki bir durumun olduğu gibi alınması ile doğadaki olayları belli amaçlar için bir araya getirme ve düzenlemesi), türüne bağlı olarak iki biçimde yorumlamak olasıdır. Görüntülerin birincisi, doğadaki ham halde bulunan görüntüdür. İnsanın fazla bir müdahalesi yoktur denilebilir. Diğeri ise belli bir biçim verilen görüntüdür. İkinci tür görüntüyü anlamlandırmak için yorumlamak gerekir. Bu tür görüntü yorumlanmaya muhtaçtır. Çünkü belli bir amaçla bu düzenleyim yapılmıştır. Elbette doğadaki bir şey tek başına anlamlı olabilir ancak genelde insanın bazı dış müdahalesi ile anlam yaratılabilmektedir. Doğadaki bir ağacın, bir kuşun, güneşin ya da ayın fotoğrafı çekilebilir. Ancak bunlar belli bir düzen içinde, bir ilişki oluşturacak biçimde bir araya getirilmeye çalışılırsa onu yeni biçim vermek anlamına gelecektir. İşte anlam da böyle bir anda ortaya çıkacaktır. Anlam denilen şey biraz soyut, biraz da felsefi bir durumdur. Saussure, “anlam karşıtlıklardan doğar ve karşıtlık içinde var olur” diyor. Eğer durağan bir yapı durumundaki fotoğraf yoluyla anlam yaratılacaksa çok sıradan bir deklanşöre basmanın ötesinde biraz çaba harcamak gerekebilecektir. Buradaki ikili yapıyı biçim/töz karşıtlığı olarak Örneğin; Saussure’ün dediği şekliyle bazı değerlendirebileceğimiz gibi kültür/doğa karşıtlığı karşıtlıkları bir araya getirebilmek önemlidir. biçiminde yorumlamak da olasıdır. Doğada Doğadaki bir varlık değerini öbür varlıkların kendiliğinden var olanı insan; tümüyle kurduğu bağıntı ve ekranda, kâğıtta, dilde, tuvalde Fotoğrafı merkeze karşıtlıktan alır. Bu durum ya da bir başka yerde yeniden bize bir öğenin tek başına var alarak kısaca oluşturur. Bu yeniden oluşturma olmayacağını onu var edenin bir biçimdir, belli bir niyetle anlatabileceğimiz öğeler arasındaki karşıtlık bağı oluşturulmuştur. O zaman, olduğunu gösterir. Saussure; göstergebilim, burada anlattığımız bağlamda, ‘Her gösterge dizgesinde olduğu doğa ya da töz olanda insanın belli bir amaçla gibi dilde de göstergeyi gösterge fazlaca bir müdahalesi yoktur. yapan, onu benzerlerinden oluşturulmuş Ama onu kültürel bir ürüne ayırt eden özellikten baksa bir dönüştürdüğü ya da belli bir anlamlı bir şey değildir. Değer ve birimi biçime dönüştürdüğü anda o yarattığı gibi özelliği yaratan yapı karşısında insanın öznel olarak ürettiği ve da ayrılıktır’ der. Fotoğrafda istese de istemese de kendi değer anlamın oluşum anlam yaratma, değer sürecinde yargılarını da bir biçimde kattığı benzerlik ve farklılıkların sanat süreci ve ürünler ortaya çıkacaktır. adına dönüşüm süreci değil anlamlamayı midir? Bu kadar karmaşık anlatımdan sonra fotoğrafa geçtiğimizde, sorgular ve ortaya Alıcı, dinleyici ya da okuyucu bir anının dondurulması olan çıkarmaya çalışır. açısından ise anlamlı olan fotoğraf öncelikle kültürel şeyin yorumlanması ya da bir üründür, bir biçimdir. anlamlandırılması gereklidir. Bu da belli bir Dondurulması düşünülen anda bir seçme işi bakış açısı, yaklaşım ve yönteme bağlı olarak vardır. Bu da bir biçim vermedir. Tözü biçim haline yapılabilecektir. Birçok çözümleme biçiminin getirme işidir. Biçimlemek bir anlamda öznelliğin temelinde, oluşturulan bu anlamlı yapıyı belli bir girdiği bir andır. Yani doğadaki töz halindeki yaklaşımla değerlendirme ve yorumlama vardır. bir şeyin resmini çekmek onu biçimlendirmek Örneğin Paris Göstergebilim Okulu’ndan Algirdasdemektir. Bu açıdan tüm fotoğraflar bir kültürel Julien Greimas ve izleyicilerinin geliştirdiği üründür. Ama kadrajın içindeki doğayı ya da göstergebilimsel okumalar da anlamın peşindedir. tözü simgeleyen fotoğraflarla çok fazla bir anlam Genel göstergebilim ya da sonradan gelişen görsel yaratılamayacağı da ortadadır. Bu sefer kadrajın göstergebilimin peşinde olduğu şey anlamdır. içinde yer alacak kısımları yeniden düzenlemek, Fotoğrafı merkeze alarak kısaca anlatabileceğimiz daha özenli kurgulamak da gerekebilir. İkili bir göstergebilim, belli bir amaçla oluşturulmuş durum söz konusudur: Öncelikle fotoğraf kendi anlamlı bir yapı karşısında anlamın oluşum süreci başına bir kültürel üründür, yani bir biçimdir. ve anlamlamayı sorgular ve ortaya çıkarmaya İkinci olarak da kadraj içine alınan görüntünün çalışır. Göstergebilim, bir yapı karşısında “bu metni düzenlenmesi yani “anlamlı” hale getirilmesi yeni (anlamlı yapıyı, söylemi, fotoğraf, karikatür, öykü bir biçim olarak değerlendirilebilir. vb.) kim söyledi” ya da bu “metinde ne söyleniyor” Fotoğrafa anlam katmak demek bir bakıma doğada sorularının yanıtı peşinde değildir. Her metnin var olana az da olsa müdahale etmek demektir. (konuşma, resim, heykel, karikatür, fotoğraf vb.yi bir metin olarak değerlendirmek olasıdır) bir üreteni vardır. “Kim söyledi” sorusunun yanıtı böylece bulunabilir. Yine her metnin konusunun ne olduğu konusunda bir şeyler söylenebilir. Göstergebilimin peşinde olduğu soru “bu metin söylediği şeyi nasıl söylüyor?” biçiminde özetlenebilir. Bu soru bize anlamlamanın oluşumunu sorgulamaya götürür. Her metinde anlamın oluşumu farklı biçimdedir. Fotoğraftaki anlam oluşturma ile öyküde anlam oluşturma farklı biçimlerde olacaktır. Oluşturulan her anlamlı yapının okunması da alıcının öznelliğine bağlı olarak değişecektir. Yani aynı durumun farklı açılardan, farklı kişilerde yarattığı anlamlar (özellikle eğretilemeli anlamlar) farklı olacaktır. Çağdaş göstergebilimin kurucu Greimas’a göre “anlam bitirilemez”. Belki de bu nedenle olsa gerek, Greimas, Fransız öykü yazarı Guy de Maupassant’ın 15 sayfalık bir öyküsünü, 227 sayfalık bir göstergebilimsel çözümleme ile açıklamaya çalışır3. O halde her anlamlı yapıyı yeniden sorgulamak ve kendi içinde çözümlemek gerekmektedir. Yani bir fotoğrafı çözümledikten sonra bir başka fotoğrafın da aynı olabileceğini düşünerek vazgeçmek, göstergebilimin çözümleme biçimine aykırı bir durumdur. Söylemsel yapılar Anlatısalgöstergesel yapılar Derin yapılar Betisel yerdeşlik (uzam, zaman, eyleyen) İzleksel yerdeşlik Anlatı çizgesi (eyletim – sözleşme-, edinç, edim –eylem-, yaptırım) Eyleyensel sözdizim (özne, nesne, gönderen, karşı özne, anlatı izlencesi, anlatısal süreç) Kipsel yapılar (/istemek/, /zorunda olmak/, /bilmek/, /muktedir olmak/, yapmak ya da olmak; bu kipliklerin olumsuzlukları) Temel anlam ve sözdizim (göstergebilimsel dörtgen: anlamlamanın temel yapısı) Genel göstergebilimde üç düzeyli bir çözümleme biçimi geliştirilmiştir. Greimas’ın izleyicilerden Denis Bertand bu üç aşamayı şu biçimde yeniden düzenlemiştir4: Bu tabloyu kısaca yorumlamak gerekirse: - Beti okumanın ilk düzeyi ve söylemsel tutarlılığın kişi, uzam ve zaman bağlamında yerdeşlikle kurulduğu öğedir. İzlek ise bir anlatıda ilk okumayla görülebilecek konuların sıralanması olarak belirtilir. Beti ile birlikte izleksel öğe, söylemsel yapıyı oluşturur. - 8 Anlatısal-göstergesel 9 AFSAD yapılar genelde Fotoğraf: İsa Çelik anlatılarda olan bir durumdur. Örneğin tek bir kare fotoğraf için bu aşama olmayacaktır. Çizge, anlatı izlencesini belirtir. Çizge ve eyleyenler anlatısal yapıyı oluştururlar. - Son öğe olarak belirtilen temel anlam ve sözdizim ise çözümlemenin derin yapısında ortaya konan anlamlamanın oluşumunu belirtirler. Fotograf açısından bu aşama önemlidir. Bu aşama anlamlamanın temel yapısını ortaya koymayı amaçlar. Mersin, Gülnar doğumlu İsa Çelik’in bu fotoğrafına bakıldığında, sadece doğadan bir rastgele durumun betimlenmesi değil, özel olarak bir anın seçimi olduğu ortadadır. Gerçek anlamda bir seçme işinin olduğunu görebiliyoruz. Elbette bir kuş görmüşüzdür, bir baca, bir ışık, akşam karanlığı vb. Ama bunların hepsini bir araya getirmek hem kültürel bir durum hem de biçimdir. Bu biçimde insan kendi öznel yanını da işin içine katmıştır. Burada tek bir kadraj içine belki de çok zor rast gelecek bir durumu bir araya getirerek bir anlam yaratıcı imgeyi oluşturmaya çalışmıştır. Burada bir biçim ya da kültürel yan söz konusudur. Bir kadraj içinde anlamlı bir kare oluşturabilmek için fotoğraf sanatçılarının saatlerce beklediğini hepimiz duymuşuzdur. Fotoğraftaki anlam sorunu ile farklı bilim dalları ilgilenmektedir. Örneğin felsefe, görsel sanatlar, alımlama estetiği gibi bazı alanlar fotoğraftaki anlam ve görüntü durumuyla ilgilenebilmektedir. Elbette göstergebilim de fotoğraftaki anlam sorunuyla fazlasıyla ilgilenmektedir. Çünkü göstergebilimin temel amacı, insanın belli bir amaçla ürettiği her türlü göstergeyi anlamsal açıdan ele alıp değerlendirmesidir. Göstergebilimsel çözümleme açısından baktığımızda söylemsel yapı olarak fotoğraftaki uzam ve izlekten söz edilebilir. İstenirse alaca karanlıktan yola çıkarak bir zaman diliminden de söz edilebilir. Tek bir kareden oluşan fotoğraf için anlatı çizgesi, eyleyensel sözdizim, kipsel yapılar gibi anlatısal göstergesel yapılardan söz edilemez. Ancak derin yapılar bağlamında bu fotoğraf ele alınıp incelenebilir. Göstergebilimsel çözümlemenin üçüncü aşamasında anlamsal kurgulanışın ortaya çıkarılışı amaçlanmaktadır. Bu da değişik biçimlerde yer alan karşıtlıklarla olacaktır. Görüntülenecek nesne ya da nesneleri belli bir düzen içinde yerleştirerek bazı karşıtlıklar oluşturmak gerekebilir. Örneğin; düz çizgiler eğik çizgilere, yatay çizgiler dikeylere, kırmızlar beyazlara, dairesel yapılar dikdörtgensi yapılara karşıt olarak yerleştirilmeli ki bir anlam oluşturulsun. Kısacası doğadaki nesnelerle de bu anlam yaratılabilir ancak belirli bir özen ve çaba gösterilmesi gerekmektedir. Fotoğrafa baktığımızda canlı olan kuş cansız nesnelere karşıt durumdadır. Önde karanlıkta olan kuş arkadaki aydınlığa karşıttır. Dikey durumdaki baca yatay durumdaki kuşa karşıttır. Karanlık, aydınlığa, kalıcı olan (baca), geçici olana (kuş), üstteki de alttakine karşıttır. Bu karşıtlıklar her zaman yorumlanabilecek şeylerdir. Örneğin; canlı durumdaki kuş her an uçarak var olan yapıyı değiştirebilecektir. Bir bakıma ışığı sağlayacak bir bakıma ise fotoğraftaki tek devingen olan nesne çıkarak fotoğraf durağan bir yapıya dönüşecektir. Kuşkusuz baca, ışık ve alaca karanlık için de farklı yorumlar getirilebilir. Sonuç olarak fotoğraf yoluyla sanatçı gerçek dünyayı yeniden yorumlar, ona bir anlam katar. Kattığı bu anlamın anlamlandırılması ve yorumlanması alıcıyla ilgilidir. Bu da anlamı oluşturma kadar zor, hatta bazen ondan da daha zor bir süreci gerektirebilir. Anlamlandırabilecek nice görebilmek dileğiyle... güzel fotoğraflar Kaynakça: 1- GÜNAY, V. Doğan (2014) “Doğrulama ulamı bağlamında sanat yapıtında doğru ya da yanlış” Güneş, Ahmet (editör) İletişim Araştırmalarında Göstergebilim içinde. Konya: Literatürk Akademia Yayınları, ISBN:978-605-337-024-6, [111-133]. 2- Günay, V. Doğan (2002) Göstergebilim Yazıları, İstanbul: Multilingual Yayınları, s. 132. 3- Greimas, Algirdas-Julien (1976) Maupassant. Sémiotique du Texte Paris: Editions du Seuil. La 4- Bertrand, Denis (2000) Précis de Sémiotique Littéraire. Paris: Nathan-Université, s. 29 Ocak Şubat Mart 2016 Dosya Konusu Somuttan Soyuta Fotoğrafta Biçim, İçerik ve Öz Doç.Dr.Zuhal ÖZEL SAĞLAMTİMUR Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Fotoğrafçılık ve Grafik Anabilim Dalı Başkanı e-posta: [email protected] Bir sanat yapıtında düzeni meydana getiren biçimsel oluşumlar kendi aralarında yapısal bağıntılar kurarlar ve bu bağıntılar görsel sanatlarda estetik değerleri meydana getirirler. Görsel bir dile sahip olan fotoğrafı anlamak için, biçim ve içerik bir arada değerlendirilmelidir. Biri diğerinin önüne geçse bile, fotoğraf üretmenin vazgeçilmez bir ikili yapısı vardır. Biçim ve içerikten oluşan bu ikili yapıda “biçim yapıtın algılanan dış gerçekliği olarak düşünülmekte, içerik ise biçimin iletmeye çalıştığı «mesaj» olarak değerlendirilmektedir”1. Biçim, genelde içeriği oluşturan bir araç olarak görülmesine rağmen, fotoğraf estetiği ve gerçekliği temsili açısından biçim ve içerik arasında bir bütünlük bulunmaktadır. Avner Ziss’e göre; biçim, sanatta tasarımsal ve anlatımsal araçların belli bir sanatsal dizgede parça ve bütün ilişkisini göz önünde tutma tarzıdır. Biçim, kompozisyonu, konuyu ve daha başka öğeleri içerir; belli başlı işlevi, kendisiyle diyalektik bir bütünlük kurduğu içeriği dile getirmesi ve etkilemesidir2. Işık, doku, ölçü, nokta, çizgi, renk, renge ilişkin ton derecelemesi, kütle ve hacim gibi unsurlar plastik bir sanat eserinde biçimi oluştururlar. Bir sanat yapıtında düzeni meydana getiren biçimsel oluşumlar kendi aralarında yapısal bağıntılar kurarlar ve bu bağıntılar görsel sanatlarda estetik değerleri meydana getirirler. Sanat eyleminin önemli bir aşaması olan içeriğin ortaya çıkışı ile insanın estetik ilgilerine sunulmayı bekleyen bir süreç başlar. Bu da fotoğraf gibi görsel bir sanatta biçimin algılanması ile olur. Biçim ve içerik bir düzen içinde konumlanmamışlarsa, o biçim yeteri kadar çekicilik kazanamamış demektir. 10 11 AFSAD İçeriğin biçime dönüşmesi, soyut değerin somut hale gelmesidir. Doğayı somut bir şekilde yansıtma eğilimi ve bunun tersi olan eğilimler günümüzde çeşitli görsel dillerin oluşmasını sağlamıştır. Hepsinde ortak nokta bilimsel düşüncenin ve insanın iç dünyasının biçime dönüştürülmeye çalışılmasıdır. Biçim kavramı insanlık tarihinin başlangıcından günümüze evrenselliğini korurken, içerik ve öz kavramlarının sosyo-kültürel ortam, tarihsel geçmiş ve daha pek çok faktörün etkisi altında olduğu görülmektedir.3 Bir fotoğrafı biçimsel anlamda değerlendirebilmek ve çözümleyebilmek için, öncelikle o fotoğrafçı hakkında geçmişine ve eserlerine ait bilgiye sahip olmak, daha önce yaptığı çalışmalarını görmek faydalı olabilmektedir. Fotoğrafçı hangi akımdan, tarzdan, stilden, yaklaşımdan etkilenerek üretimde bulunmuş, renklerin dili, optik yasalar, perspektif, anatomi gibi içeriği oluştururken hangi tasarımsal araçları kullanmış bilinmesi önem taşımaktadır. İçerik, estetik bakış açısıyla sanatçı tarafından yorumlanmış ve değerlendirilmiş, gerçekte var olan belli olayların imgelerle yansısıdır. İçerik, estetik fikirden, temadan oluşur ve biçim karşısında başat bir rol oynar; biçimle dile gelir, çünkü onunla diyalektik bir bütünlük kurar.4 İçerik aynı zamanda bir fotoğrafın ‘öz’ünü de teşkil eder, izleyiciye bir şeyler anlatmak ya da göstermek için konuyu aktarır. İçerikle iç içe girmiş bir kavram olarak değerlendirilen öz, bir şeye bir varlığa özgü temel nitelik, genelde onu oluşturan düşünce olarak ifade edilmektedir. Somut ya da olabildiğince nesnel gerçekliğin yansıtıldığı fotoğraflarda içerik ön plana çıkarken, soyut fotoğrafta öz ancak kavranabilmektedir. İçeriği ve özü belirleyen din, politika, ideoloji, toplum, ruhsal durum, sanat felsefesi gibi pek çok etmen bulunmaktadır. Fotoğraf denince ilk aklımıza gelen, var olan bir gerçekliğin yansımasıdır ve biçim bu anlamda nesnel gerçekliğin yansıtıcısı olan bir ayna gibidir. Ancak, gerçekliği yansıtan fotoğrafların tersine, soyut fotoğrafta izleyici genellikle gerçekliği bütün halinde, net ya da tüm açıklığıyla görememektedir. Somut, bütünün ve nesnel gerçekliğin bilgisini; soyut ise parçaların eksik bilgisini anlatmaktadır. Duyularla kavrananı dile getiren somuta karşın soyut, yalnızca düşünceyle kavranan bir özü dile getirmektedir. Başlangıçta sadece biçim olarak düşünülen soyut fotoğraf, aslında sanatçının kendini anlattığı, zihninde oluşturduklarını figüratif olmayan şekilde ele aldığı bir fotoğraf yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda, fotoğraf ana fikrin bir kısmını iletir; izleyici, ima edileni anlayabilmek için çaba göstermelidir, sıklıkla konunun kendisini veya nesnel gerçekliğini görememekte, ancak fotoğrafın özünü anlayabilmektedir. Konuyu kolaylıkla kavranabilir bir biçimde sunmayan soyut fotoğraf, görselin detayından daha çok renk ve çizgiler yolu ile açıklamada bulunmaktadır. Soyut fotoğrafta biçimi oluşturan öğelerle, seçici bir kompozisyon üretilmelidir. Nesnel gerçekliğin içselleştirildiği noktada oluşan öznel ifade, soyut sanatın içeriğini belirler. İfade edilecek şey, fotoğrafçının bir durum karşısındaki tutumudur. Bu tutum tekil ve birbirinden bağımsız nesne, kavram, olguları belirtmekten çok bütünsel bir yapıyı açığa çıkarır. Bütünsel yapı tekillerle şekillendirildiğinde, ifadesinde eksilmeler yaşayacağından yeni bir yapı oluşur. Oluşan bu bütünsel yapı görsel bir ürün olarak açığa çıkarıldığında içerik belirlenmiş olur .5Tek bir kareye daha fazla anlam yüklemenin ve anlatabilmenin arayışı olarak ifade edilebilen soyut fotoğrafçılık, nesnel olmayan, deneysel, kavramsal fotoğrafçılık türlerini kapsar. Man Ray, Làszlò Moholy-Nagy, Andrè Kertèsz gibi fotoğrafçılar doğal bir görünümün bir parçasını soyutlar, izleyiciden nesnenin kendisine özgü doğasında var olan içeriği uzaklaştırırlar. Soyut görüntüler elde etmek için fotogram, sertleştirme, S/B ve renkli tonlara ayırma, solarizasyon, optik bozulma gibi teknikleri kullanan fotoğrafçılar, biçimsel anlatımı bilerek ön plana çıkarır, gerçek nesnelerden görünüşte gerçekdışı bir görünüm yaratırlar. Soyut fotoğraf, günümüzde fotoğraf makinesi, karanlık oda, bilgisayar gibi ekipmanlar kullanılarak ya da fotoğraf makinesi kullanmaksızın doğrudan film, kağıt ya da diğer fotoğraf malzemeleri ya da dijital ekipmanlarla üretilebilir. Bu fotoğraf türünde ima edilen öz ile soyutlama yapılarak yaratılan düşünce, duygu, his ya da izlenim oluşturulmaktadır. Soyut fotoğraflarda, “fotoğrafçı kendi iç dünyasından, zihnindeki düşlerinden, düşleriyle oluşturduğu imgelerinden yola çıkmış, hayallerinin örtüştüğü biçimlerle yaptığı kurguda, kendini fotoğrafıyla anlatmaya çalışmıştır”.6 Yıldız’a göre; soyut fotoğraf, izleyicisinde bir nesnenin görüntüsüne ulaşmayı sağlayacak öngörüyü hedeflemez; aksine, fotoğrafçının kurduğu bir hayalden yola çıkarak, sunduğu biçimden, izleyicinin kendi hayal dünyasında bir duygu ve anlam, dolayısıyla içerik yaratmasını bekler. Bir soyut fotoğrafçı, beklenenden daha yalın anlatımların peşinde koşar, yalnızca kompozisyonla ilgilenir. Onun aradığı aklındaki imgeye gönderme yapacak bir biçimdir ve bu biçimi bir şekilde var olan gerçeklikten üretir. Ama o gerçekliğe çeşitli yollarla, öyle müdahaleler yapar ki, çoğu zaman kendisinden başkası o biçimin kaynağı olan gerçekliği hayal bile edemez. Fotoğrafçının, aklındaki biçimi yaratırken, yeni biçimler üretirken yalnızca nesnel gerçekliğe müdahale etmesi gerekmez, fotoğraf tekniklerini kullanarak da müdahalesini yapabilir. Sonuç olarak somuttan soyuta doğru biçim, bir fotoğrafı oluşturan öğeleri seçme ve düzenleme tarzı olarak değişim gösterir. Biçimin, somut olan ya da nesnel gerçeklik bağlamında, içerik üzerinde doğrudan etkileri bulunduğu kabul edilen bir gerçektir. Soyut fotoğrafta ise, bir nesnenin zaman, mekan ve işlevinden soyutlanarak fotoğraflanması söz konusudur, çıkan görüntünün nesnel gerçeklikle bağı vardır, ancak bu bağlantı biçimsel güzelliği ve özü yansıtmaktadır. Biçimlerin niteliği ve düzenlenişi yani kompozisyonu değiştikçe bizde uyandırdığı duygu ve düşünceler de değişmektedir. Bir fotoğrafın anlamı ve üzerimizde bıraktığı etki, kısaca biçimsel düzenlemeye bağlıdır. Nesneleri seçmek ve yerleştirmek, birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek somut ve soyut fotoğraf üretmenin içerik ve özünü oluşturmaktadır. Kaynakça: 1- Metin Sözen, Uğur Tanyeli, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003. 2- Avner Ziss, Estetik, s:288, De Yayınevi, İstanbul, 1984. 3- Emel Şölenay, “Sanatta Biçim ve İçerik Sorunu”, Anadolu Sanat, Sayı 7, 1997. 4- Avner Ziss, Estetik, s:298, De Yayınevi, İstanbul, 1984. 5- Gökhan Bulut, “Soyut Fotoğraf”, http://trdemarka.com/ MakaleDetay 6- Serpil Yıldız, “Öznel Bir Dışavurum - Soyut Fotoğraf”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 452, 2005. Ocak Şubat Mart 2016 Dosya Konusu Fotoğrafta Göstergebilimsel Çözümleme “Postmodern Okuma” Aslı Erciyeş TOSUN Ege Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi [email protected] Görüntüsel gösterge herhangi bir nesneyi çağrıştırabilir ya da birebir bir nesneye karşılık gelebilir. Tamda bu noktada yorumcunun öznelliği ve nesnenin dolayımlı ya da dolayımsız oluşu devreye girmektedir. Fotoğraf sosyal, kültürel, öznel birikimlere bağlı olarak her bireyin gözünde yeniden anlamlandırılabilme özelliğine sahip zengin bir görüntüsel mediumdur. Duyular yolu ile elde ettiğimiz dış dünyaya ve fotografik görüntülere ilişkin bilgiler kişiye, zamana ve mekana göre sürekli bir değişim hareketi içinde bulunmaktadır1. Günümüze gelinceye kadar fotoğrafın etrafında değişen, ilerleme gösteren ve şekillenen görüntüyü sabitleme pratikleri aynı zamanda görüntüye dair görme ve anlamlandırma biçimlerimizi de derinden etkilemektedir. Fotoğraf içerdiği teknik süreç yüzünden konu aldığı modeli ile özdeşleştirilmiştir. Bunun nedeni fotoğrafın optik bir ortam olması dolayısı ile kendine özgü niteliklerinden kaynaklanmaktadır. Postmodern dönemin yeni bir yansıması olan tüketim toplumunda bireyler özellikle reklam fotoğrafları ile kuşatılmış olarak yaşamakta ve bu dönem görsel kültür, söz ve teknolojik imgeler üzerinden işlerlik kazanmaktadır. Göstergebilimin temel taşı göstergelerdir. Göstergelerin anlamsal işleyişleri göstergebilimin konusunu oluşturmaktadır. “Gösterge gösteren ve gösterileni bağlayan ortak bir toplamdır. Yani gösterge fiziksel nesne (gösteren) ile zihinsel ürün (gösterilen) arasındaki bağ ve ilişkidir”2. Bu yaklaşım çalışmanın nüvelerini oluşturması açısından önem taşımakta, fakat postmodern okuma ve anlamlandırma teamülü; karşılığını Charles Sanders Peirce’nin göstergebilim anlayışında bulmaktadır. Peirce’nin yaklaşımından 12 13 AFSAD yola çıkarak göstergebilim yöntemi ve postmodern okuma yaparak incelediğimiz fotoğrafta ilk etapta; gördüğümüz dünyanın altında başka anlamlar, gerçeklikler ve tüketim toplumuna hizmet eden içerik olduğu ve her öznenin kendi bakış açısına göre şekillenen, inşa edilen ve kesin olamayan bir gerçeklik algısı yaratıldığı hakikati karşımıza çıkmaktadır. Ne amaçla çekilmiş olursa olsun fotoğraflar, izleyiciler üzerinde; algılama, inanma, canlandırma, anımsama, düşünme, etkilenme gibi duygusal süreçleri tetikleyerek bireyleri sosyal ve kültürel yapılanmalarına göre hayatın farklı bir gerçeklik fragmanına sokmaktadır. Göstergebilim insanlığa dair her türlü anlamlı faaliyeti bir tekst olarak ele alarak, bu yapının içerisinde anlamın nasıl kurulduğu ve bu yapı içindeki her bir temel parçanın diğer parçalarla ve tek başlarına ne anlam ifade ettiğini bulup açıklamayı ilke edinmiştir ve göstergelerin oluşturduğu metinlerin içerdiği anlamdan ziyade nasıl şifrelenip kurgulandığı ve üretildiğini çözüp ortaya çıkarmak göstergebilimin temel hedefidir. Bu çalışmada Saussure’nin gösteren ve gösterilen kavramlarını açıklayan dizimsel sentagmatik eksen ve Peirce’nin gösterge türleri üzerinden gidilmiş, ağırlıklı olarak ise Peirce’nin yorumlayıcının gösterge karşısında konumunu ve anlamlandırmasını etkin kılan öznel postmodern okuma yöntemi Peirce’nin gösterge, nesne ve yorumlayıcıdan oluşan üçgeni temel alınarak analiz edilmeye çalışılmıştır. Saussure’e göre gösterge; gösteren ve gösterilenden meydana gelmektedir. Gösterge; anlamı olan fiziksel nesne, gösteren; göstergenin işaret ettiği fiziksel nesneyi oluşturan her türlü resim, yazı işaret ve fotoğraflar, gösterilen ise gösterenin zihinde yarattığı yansımaların bileşenini oluşturmaktadır. Saussure’un gösterge kavramını; fiziksel varlık olan gösteren ve zihinsel karşılık olan gösterilen meydana getirmektedir. Christian Louboutin Reklam Metni Analizi Peirce ise Saussure’den farklı olarak gösteren ve gösterilenden meydana gelen ikili yapıyı yani göstergeyi görüntüsel gösterge (belirttiği şeyi doğrudan temsil eden resim, fotoğraf gibi), belirtisel gösterge (nesnesi ortadan kalktığında bu özelliğini kaybeder), simge (yorumlayanı olmadığında bu özelliğini kaybeder sembol ve yazılar gibi) olarak üçlü bir yapı içerisinde ele almıştır. Peirce’nin anlamlandırma şeması: 3 Fotoğraf 1: Peter Paul Rubens, Two Satyrs, 1618 Peirce anlamlandırma şemasında nesneyi dolayımlı nesne (zihinsel çağrışım yapan) ve dolayımsız nesne (temel nesne ideasına karşılık gelen) olarak ikiye ayırmış; yorumlayıcı özneyi ise nesne ve gösterge karşısında aktif, kendisi de göstergeler karşısında inşa olan bir gösterge olarak ele almış kendi içerisinde dinamik, duygusal, nihai, girişken, mantıksal ve dolayımsız olarak kategorize etmiştir. Böylelikle anlamlandırma ve gerçeklik yorumlayıcının kültürel ve de zihinsel deneyimlerine göre değişebilen akışkan bir hale evrilmiştir. Peirce görüntüsel göstergenin nesnesi ile arasında kurduğu benzeşimin yorumcu tarafından inşa edildiğini vurgulamaktadır. Görüntüsel gösterge herhangi bir nesneyi çağrıştırabilir ya da birebir bir nesneye karşılık gelebilir. Tamda bu noktada yorumcunun öznelliği ve nesnenin dolayımlı ya da dolayımsız oluşu devreye girmektedir. Peirce’nin bu yaklaşımı postmodern çoğulcu bakış açısını destekler nitelikte görünmektedir. Yorumlayıcının hiçbir anlamlandırması artık gerçeklikle uygun bir şekilde kesişmemektedir; böylelikle gerçeklik, yorumlama ve anlamlandırma her defasında yeniden üretilmektedir. Fotoğraf 2: Peter Lippmann, Lofficiel Türkiye Ocak 2012 Lofficiel Türkiye Ocak 2012 İnternet Sayısı Dizimsel (Sentagmatik) Eksen www.lofficiel.com.tr Christian Louboutin Gösterge Türü Gösterge Gösteren Gösterilen Görüntüsel Yarı insan yarı hayvan Satyr kır tanrısı mitolojik tanrı Polimorf beden Görüntüsel Kıyafet Yılan derisi Ayakkabı Öznenin bitip tükenmek bilmeyen meta arzusu, öznenin baştan çıkarılması, kül kedisi masalı Görüntüsel Yiyecek meyve Üzüm Aşk, şarap, şehvet, arzu, dionizyak Görüntüsel Bitki Yaprak Taç,Tanrısal simge, güç, kudret Belirtisel Yüz ifadesi, jestler Bakışların çekici alımlı tavrı, tebessüm İstek, oyuna davet, karizmatik imaj Tablo 1. Lofficiel Türkiye Ocak 2012 İnternet Sayısı, Reklam Fotoğrafı Çözümlemesi. Postmodern Okuma Fotoğrafçı Peter Lippmann tarafından Christian Louboutin markası için çekilen-yapılan reklam fotoğrafı içinde çok önemli postmodern ögeler barındırmaktadır. Her şeyden önce reklam fotoğrafında postmodern özneler için hazırlanan müthiş bir oyun yer almaktadır. Fotoğrafçı Lippmann 2012 yılında ressam Peter Paul Rubens’in 1618 yıllarında gerçekleştirdiği Two Satyrs adlı tablosu üzerinden kurguladığı bu oyun, tarzına göre yeniden canlandırma oyunudur, yüksek kültür ile popüler kültür arasındaki ayrımlayıcı çizginin ortadan kaldırılması oyunudur. Bu oyun aynı zamanda yeniden canlandırmanın orjinale meydan okuması oyunudur. Postmoderniteyi yaratan kültürün görsel krizinin açığa çıkarılması oyunudur4. Kendine mal etme oyunudur. Kendine mal etme, geçmiş geleneklerden, popüler kültürden veya gündelik hayattan teknikleri, görüntüleri veya var olan malzemeleri sıklıkla izin almadan, onu orjinalinden farklılaştırarak, onu yeniden kullanma bağlamında ele geçirmektir. Kendine mal etme teknikleri sıklıkla daha önce orjinalinde görülmeyen anlamı ortaya çıkarmak için kullanılır. Kendine mal etme modernizmin orijinal takıntısını ve yazarın-sanatçının ayrıcalıklı pozisyonunu zayıflatma stratejilerini kullanmıştır. Postmodernizm, modernizmin bireysel ifadesi, artistik-sanatsal özgünlüğü, yenilik ilkelerinin eleştirisi olarak ortaya çıkan diğer estetik yaklaşımları ve kendine mal etmeyi içerir5. Kendine mal etme orjinalliğin, özgünlüğün alt üst edilmesidir. Reklam fotoğrafı ile fotoğrafçı Peter Lippmann, Peter Paul Rubens’in 161814 15 AFSAD 1619 yıllarında gerçekleştirdiği Two Satyrs adlı tablosuna müdahelelerde bulunarak modernizmin estetik söylemine karşılık gelen temsil, tarih, sanat ve öznellik paradigmalarını parçalamıştır. Aslında kendine mal etme oyunu Baudrillard’ın kırıntılarla oynama söylemiyle de örtüşmektedir; “Baudrillard sanal alanında, olanaklı tüm sanatsal biçimlerin ve işlevlerin tükendiğini iddia eder. Teori de kendisini tüketmiştir. Böylece, postmodern, “bundan böyle olanaklı tanımların olmadığı bir evrenin” karakteristiğidir. “Her şey olup bitti. Olanaklılıkların uç noktalarına varıldı. Her şey kendi kendisini imha etti. Bütün bir evreni yapıbozumuna uğrattı. O nedenle geriye yalnızca kırıntılar kaldı. Bundan sonra yapılabilecek tek şey, kırıntılarla oynamaktan ibaret. Kırıntılarla oynamak, işte bu postmoderndir”6. Postmodern sanatçı tarih, temsil ve öznellik yitimine katkıda bulunup, sanatın ölümünü estetikleştirerek bir suç ortaklığında bulunmuştur. Kırıntılar evreni, Rubens’i Rubens’e karşı kullanarak imha eden Peter Lippmann için ilham kaynağı olmuştur. Gerçektende geriye Rubens’in kırıntısı kalmış gibi görünmektedir. Bu durum orjinale karşı bir yok etme yapı çözme mücadelesi olarak karşımıza çıkmıştır. Linda Hutcheon postmodern fotoğrafların kullandıkları görüntüleri tarif ederken bu mücadeleye göndermede bulunmaktadır. Postmodern fotoğrafların kullandıkları görüntüler var olan temsilleri yeniden sahiplenmede tam olarak etkilidir. Çünkü onlar önceden var olan anlamlarla yüklüdür ve onları yeni ve ironik bir bağlama yerleştirmek postmodern fotoğrafın suç ortaklığı eleştirisinin tipik bir biçimidir; tanıdık görüntülerin gücü kullanılırken postmodern fotoğraf ayrıca bu tanıdık görüntülerin doğallığını bozmaktadır7. Reklam fotoğrafı, postmodern fotoğraf olarak tam da kendi meşruluğunu ilan ettiği bu cinayet nedeniyle, yeniden canlandırma silahı ile eser sahipliğine ve orjinale karşı uyguladığı hiper estetik terör nedeniyle bir anarşi ve kaos yaratmaktadır. Bu anarşik ve kaotik ortam kendisini zaman ve mekan parçalanması olarak göstermektedir. Resmin orijinalinin yapıldığı 17. yüzyıldan ve fotoğraf aracılığıyla orijinalin yeniden canlandırıldığı 21. yüzyılda zamansal ve mekansal izler birbirine karışmıştır. Reklam fotoğrafında süreksiz ve kesintili, çoklu ve parçalanmış postmodern zaman beraberinde şizofrenik bir atmosfer oluşturmaktadır. Bu şizofrenik atmosferi orijinal ve yeniden canlandırmanın da öznesi olan mitolojik karakterler, sarhoş ve şehvetli Satyrs kır tanrıları ve öznesi olmayan boş ve sahipsiz ayakkabı desteklemektedir. Yunan mitolojisinde Satyrs’ler sarhoş ve şehvetli kır tanrıları olarak bir atın kuyruğu, kulakları ve ayakları ile bir adam olarak temsil edilse de, roma mitolojisinde reklam fotoğrafında görüleceği gibi Satyrs sarhoş ve şehvetli kır tanrıları bir keçinin boynuzları, kuyruğu, kulakları ve ayakları ile bir adam olarak temsil edilmiştir8. Kır tanrıları Satyrs üzerinden irrasyonel akıl tarafından kuşatılan mitolojik bir evren, şık bir ayakkabıyı bilgisayar teknolojileri ile üretecek teknolojiye sahip hiperrasyonel akıl tarafından kuşatılan postmodern evrenle ve uzayla iç içe geçmiştir. Postmodern uzay homojen bir uzay değildir, heterojen bir uzaydır. Zamansal, mekansal ve kimliksel farklılıklara övgüler dizilen bir uzaydır. Bu aynı zamanda düşselle gerçeğin arasındaki sınırların kalktığı patafizik bir evrendir. Bu evrende reklam fotoğrafı hareketli, merkezsizleşmiş, oynak, parçalanmış aktif postmodern öznelerden dolayı çok sayıda olası anlamlar barındırmaktadır. Nitekim fotoğrafın göndermede bulunduğu metinlere bakıldığında çoklu anlamların aynı anda ve bir aradalığı görülecektir. Bir özneye ya da nesneye sabitlenebilen ama buna karşın hiçbir birliği ve bütünlüğü olmayan çokluk olarak tanımlanan postmodern ivme kök-sapyüzey9, burada kır tanrısına sabitlenen ayakkabı, kır tanrısı ile zamansal ve mekansal düzenlemede bağlamından ve bütünlüğünden koparılan bir çokluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Reklam fotoğrafı metinlerarasılık bağlamında Rubens’in antik Yunan ve Roma mitolojisine yarı keçi yarı insan olan kır tanrıları Satyrs aracılığıyla göndermede bulunmasını kendisine mal etmekte ve böylelikle yeniden canlandırma aracılığıyla bir mitolojik metine göndermede bulunmaktadır. Peter Lippmann tamda bu bağlamda Rubens’in Two Satyrs adlı resmini kendi stili gibi varsayarak, onu kendi reklam fotoğrafına uyarlayarak ve öznesi olmayan boş ve sahipsiz bir bayan ayakkabısını fotoğrafa eklemek suretiyle yeni bir metin oluşturmuş, böylelikle Rubens’in tablosunu pastişlemiştir. Bu pastişlemede dikkati çeken bir olgu da ayakkabı aracılığıyla yapılan eklektik düzenlemedir. Mitolojik bir metnin bütünlüğü, başka bir metinden bir parça iliştirilerek parçalanmıştır. Doğayı sembolize eden pagan tanrılar olarak nitelendirilen Satyrslerin sarhoş ve şehvetli kır tanrıları olarak özellikle uyarılmış erkeklikleri ve şarap tanrısı Dionysos ile yakın ilişkileri dikkat çekmektedir. Dionysos tıpkı postmodern özneler gibi hiyerarşiyi yıkmakta, kalıpları parçalamaktadır.“Dionysos ise bağlantısız, çılgın, şefkâtsiz, yıkıcı ve müsrif enerjidir… Dionysos heyecan verici ama edepsizdir, yeniden başlatmak amacıyla her şeyi silip süpüren yenidir… Değişken ve hareketli Dionysos hoi polloidir*, o çoğuldur… Dionysos doğaçlamacı ve maskelidir; daemonik güç ve çoğul kimliktir”10. Satirler postmodern özneleri hazzın ve cinsel arzunun alanına, Dionysos evrenine taşımaktadır. Rasyonel aklın yönlendirdiği modern benliğin süper ego aracılığıyla denetlediği hazlar ve hayvani içgüdüler doğaları gereği satirler tarafından postmodern öznelere bir alternatif olarak sunulmaktadır. Postmodern özne, reklam fotoğrafı aracılığıyla kendi ötekisini yani alter egosunu işlemsel Satyrlerin haz ve cinsel arzu evreninde dolaşıma sokmaktadır. Ancak reklam fotoğrafı satirler üzerinden hazzı ve cinsel arzuyu dolaşıma sokarken ‘puzzle’ın önemli bir parçasını eksik bırakmakta ve postmodern özneden fotoğrafa her baktığında bu ‘puzzle’ı, eksikliği tamamlamasını istemektedir. Bu anlamda reklam fotoğrafı postmodern özneye fotoğraf üzerinden katılım, süreç/performans/ happening** fırsatı sunmaktadır. Cinsel arzunun yeniden üretilmesi ve hızlıca tüketilmesi katılıma, eksikliğin giderilmesine bağlıdır. Bu eksiklik ayakkabıdaki boşluktur, onu giyecek olanın yani tüketici kadının belirsizliğidir, eksikliğidir. Bu boşluk ve eksiklik postmodern özne tarafından tamamlandığında cinsel arzu da fotoğrafa bir dahaki bakışa kadar somutlaşmaktadır. Böylece postmodern özne sürekli olarak arzulayan bir varlık olarak tutulur. Bu durum bir tekrarlar evreni olarak tanımlanabilen simülasyon evreninde her şeyin yeniden üretildiğinin ve canlandırıldığının bir göstergesidir. Fotoğrafın Rubens’in tablosunu yeniden canlandırması ile arzunun yeniden canlandırılması arasında bir paralellik vardır. Reklam fotoğrafındaki boş ayakkabı aynı zamanda farklı bir metne Charles Perrault’un 1697 yılında yayımlanan Cinderella (külkedisi) adlı masal kitabına gönderme de bulunarak, tıpkı yarı insan yarı keçi olan Satrys’lerin reklam fotoğrafında melezliğe yaptığı vurguda olduğu gibi, mitolojik metni başka bir masal metni ile birleştirerek melezleştirip çoğaltmıştır. Böylelikle boş ayakkabı masalda olduğu gibi bir kez daha ayakkabısını düşüren postmodern öznesini beklemektedir. Bunun sonucunda reklam fotoğrafı hem mitolojik hem de masalsı kodlarla hizmet etmektedir. Bu durum postmodern reklamın geçmişin kültürel temsilleri üzerinden inşasını gözler önüne sermektedir. Popüler medya kültüründe varsayılan gerçekliğin çöküşüne uygun olan genel bir eğilimde postmodern reklam, reklamı yapılan ürünün herhangi bir niteliğinden çok reklamın kültürel temsilleriyle ilgilidir. Reklamların şık görünümü, popüler kültür ve sanattan zekice alıntıları, mini destanları, nesnelerin yüzeyleri ile ilgileri, geçmişi apaçık yeniden kullanması, geçmişi yeniden dolaşıma sokması, geçmişin geri dönüşümü gibi özelliklerin reklamlarda postmodernizmin ortaya çıkışının göstergesi olduğu söylenebilir11. Reklam fotoğrafındaki kır tanrıları hem insan hem hayvan olmaları bağlamında polimorf ve melez canlılardır. İki farklı canlı biçiminin bir aradalığının yanı sıra kır tanrıları üzerinden mitoloji ve Cinderella üzerinden masal gibi iki farklı metnin bir aradalığı reklam fotoğrafını da polimorflaştırmakta ve çok biçimli hale getirmektedir. Fotoğrafçısı Peter Lippmann’ın bu tavrı reklam fotoğrafını çifte kodlama üzerinden ironikleştirmiştir. Reklam fotoğrafındaki bir başka postmodern tavır, çifte kodlamayı sağlayan ve fotoğrafı parçalayarak çok katmanlı hale getiren öznesiz ayakkabı üzerinden gerçekleştirilen metonomidir. Bir metin olarak masalda yer alan bir parça (öznesi olamayan boş ayakkabı) bütünü temsil etmesi adına fotoğrafçı tarafından reklam fotoğrafı içerisinde konumlandırılmıştır. SONUÇ Göstergebilimsel postmodern okuma sürecine tabi tuttuğumuz, reklam fotoğrafında da gördüğümüz üzere teknoloji ve sanatın iç içe geçtiği postmodern kültürün estetik yapılanması her türden görsel materyalin bir aradalığına izin veren bir pratik sergilemektedir. Böylesi bir yapılanma içerisinde artık klasik estetik ve güzellik anlayışı yerini ayrımlı form ve yapıların melez birlikteliğine bırakmıştır. Ürüne ait mevcut estetik; kurgulanmış ve yeniden 16 17 AFSAD oluşturulmuş estetik karşısında mağlup olmuştur. Böylelikle gerçekliğin temsili de bu kurgulanma aşamasında sorunlu hale gelerek parçalanmış, fakat bu parçalanma temelde bir çoğullaşmayı gerekli kılmıştır. Güzel bir görüntünün bileşenleri olan ahenk, uyum, ritm, altın oran gibi klasik estetik değerler yerini belirsizliğin, kaosun, anarşinin, orijinal bağlamından kopartılmış nesne ve görüntülerin planlı şekilde bir araya getirilerek yeni bir bakış açısı ve estetik biçimle sunulduğu görüntüler ortamına bırakmıştır. Bu yeni temsil biçimi artık kendisinden başka hiçbir gerçekliği temsil etmemektedir. Fotoğraf burada postmodern estetiğe hizmet eden bir araç, göstergebilimsel postmodern okuma ise ortaya çıkan bu eklektik görüntüleri açıklamaya yarayan bir yöntem durumuna geçmiştir. Böylece hem estetiğin hem de gerçekliğin anlamı yeniden inşa edilmektedir * hoi polloi: Alt tabaka, sürü, sıradan kişi veya kişiler. ** happening: Teatral doğası olup senaryo dahilinde olmadan, doğaçlama yoluyla yapılan bir çeşit sanatsal etkinliktir. Kaynakça: 1- Immanuel Kant Aydınlanma Nedir Sorusuna Yanıt, Haz. Nejat Bozkurt Say Yayınları İstanbul 2005, s.263. 2- Sinemasal Dergisi Bahar 1999 Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları İzmir. s. 9. 3- John Fiske,İntroduction to Communucation Studies,Lon don:Methuen,1982,s.45 Aktaran Seyide Parsa, Alev Fatoş Parsa,Göstergebilim Çözümlemeleri,s.11. 4- Nicholas Mirzoeff, The Visual Culture Reader, Routledge, London, 1998, s.4. 5-http://media.guggenheim.org/content/arts_curriculum/ assets/edu.Richard.Prince.pdf. 6- Steven Best, Douglas Kellner, Postmodern Teori,çev. Mehmet Küçük, Ayrıntı yayınları, İstanbul, 2011, s.159-160. 7- Laura Barrett, Composıtıons of Realıty: Photography, History, and Ragtime, Johns Hopkins University press, Baltimore, Modern Fiction Studies, Volume 46, Number 4, Winter 2000, s.808. 8- http://www.oxforddictionaries.com 9- www.felsefe.gen.tr.Erişim 10- Camille Paglia, Cinsel Kimlikler, çev.Anahid Hazaryan, Fikriye Demirci,Epos yayınları, Ankara, 2014, s.110-111. 11- Dominic Strinati, An Introduction to Theories of Popular Culture, Routledge, New York, 2004, s.221. * Mehmet Rıfat,Göstergebilimin ABC’si, Simavi Yayınları, İstanbul, 1992, s.21-22. * Utku Özmakas,Charles Sanders Peirce’in Gösterge Kavramı,Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2009, 2/s.42. * Korhan Gümüş,Hüsniye Şahin,Temel Göstergebilim Kavramları, http://dergi.mo.org.tr *Aslı Erciyeş Tosun Postmodern Gerçekliğin Kadın Dergilerinde Temsili Reklam Fotoğrafları İncelemesi Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2015, İzmir Ocak Şubat Mart 2016 Dosya Konusu Fotoğraf ve Görsel Göstergebilim Üzerine Prof. Dr. Alev Fatoş PARSA Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü [email protected] Kendine özgü saf bir anlatımı bulunan fotoğraf, insanlığın en temel duygusuna seslenir; “güven.” Ona güveniriz, görüneni apaçık gösterir tüm çıplaklığıyla. Hatta daha da fazlasını, okuruyla konuşur adeta fotoğraflar. Fransız Marksist felsefe düşünürü Louis Althusser’in deyimiyle, ideolojilerin seslendiği gibi seslenir “Hey Sen Oradaki!” “Görsel bir anlatı formu olan fotoğrafı açıklamak güçtür çünkü anlaması kolaydır.” Çağdaş film kuramcılarının öncüsü olan Cristian Metz’in aslında sinema için söylediği bu sözü fotoğrafa uygulamak, durağan imgenin sınırsız gücünü de vurgular. Görsel bir sanat formu olan fotoğraf özünde sayısız ve sonsuz anlatı biçimlerini barındırmaktadır. Anlam ise anlatı formları aracılığıyla taşındığına göre, görsel göstergebilimden yararlanmak bu formların okuryazarı olmak anlamına gelir. Okuryazarlık dendiğinde 21.yy toplumlarında artık sadece okuma ve yazma yeteneği olarak açıklanamayacak farklı, yeni birçok okuryazarlık alanlarının anlaşılması gerekmektedir. Özellikle dijital/sayısal, medya ve görsel okuryazarlıklar iletişimin özel ve yeni alanını tanımlamaktadır. Bu bağlamda, dijital/sayısal ve görsel okuryazarlık sürecinin etmenleriyle oluşturulan imgelerin, ikonların anlamını okumayı, onları eleştirel değerlendirmeyi ve yaratım süreçlerini döngüsel bir bütünlük içinde çözümlemeyi gerçekleştirmek, bu ortamının sağladığı sosyal ve ideolojik olguları irdelemek açısından yararlıdır. Görsel iletişim alanına giren fotoğraf iki boyutlu dünyasında imgeler aracılığıyla okurlarına sürekli iletiler aktarmaktadır. Görsel tasarımlar veya görüntülerin anlamı daha önce belleğimizde yer alsın ya da almasın, alıcısıyla bir iletişim 18 19 AFSAD kurmaktadır, anlamsa bir üst okumayla çözümlenmektedir. Fotoğrafı çekici kılan ise, belleğimizin saklayamadığı o anı yakalamasıdır. Roland Barthes’ın da belirttiği gibi; fotoğraf, resim, çizgi-roman, sinema, televizyon ve gazete haberi, karikatür, masal, insan davranışları vb. tümü anlatı formlarıdır ve bir öykü anlatır (Barthes 1988: 7). İnsanlık tarihiyle başlayan anlatı, yaşamın kendisi gibi hep vardır. Anlatısı olmayan bir toplum yoktur ve insanların dünyayı anlayıp anlamlandırmasının bir yoludur. Diğer anlamda aslında bir olayın yeniden sunumudur. Her anlatı gibi, fotoğraf da gerçek değildir, gerçeğin bir kopyası hiç değildir; fotoğraf, imgeleri aracı kullananın gözünden yorumlayarak yeniden sunar. Fotoğrafın geçip gitmekte olan zamanı saptaması ve imgesinin nesnesine nazaran daha kalıcı olması medya tarihinde onun en önemli gücünü oluşturmuştur. Kendine özgü saf bir anlatımı bulunan fotoğraf, insanlığın en temel duygusuna seslenir; “güven”. Ona güveniriz, görüneni apaçık gösterir tüm çıplaklığıyla. Hatta daha da fazlasını, okuruyla konuşur adeta fotoğraflar. Fransız Marksist felsefe düşünürü Louis Althusser’in deyimiyle, ideolojilerin seslendiği gibi seslenir “Hey Sen Oradaki!” diye ve kişiyi iç yolculuğuna çıkarır. Bir tarih yazar fotoğraflar. Bunu kelimelerle değil, görüntülerle yapar. Ünlü fotoğrafçı Ara Güler’in de tespit ettiği gibi: “Çok önemli bir iş yapıyoruz… yapısını ve kodlarını araştırmaktadırlar. Özellikle Bir tarihçinin ya da gezginin yazdığı tarih gibi, imgeleri anlamlandıran görsel göstergebilim anlam çektiğimiz görüntülerle yaşadığımız anı tespit oluşumu üstüne bilgi edinmeyi ve bunun yollarını ediyor ve tarihe aktarıyoruz. ‘Dünyanın görsel incelemektedir. tarihi’ni yazıyoruz…”. Ta ki dijital dünyaya kadar, Göstergebilimde bilindiği gibi, düzanlam buraya kadar konu edilenler analog dünyaya yalnızca mekanik, elektronik veya dijital işlemler özgü kodlardır. Yüzlerce yıldır dünya analog iken aracılığıyla taşınan görüntüdür, gösterenin son 30 yıldır dijital ve geldiği nokta ise sınırsız. nesnel olarak kavranmasıdır, yani köpek sadece Analog dünya sürekli ve sabit bir döngü içinde köpektir. Yananlam ise, ima edilen anlamlardır devinirken; dijital ise popüler, ince, hafif ve ve göstergeye özel değerler atfeder. Yani köpeğin kolay tüketilebilir. Geçmiş bütüne odaklanırken, cinsi, yaşı, görüntüsü, rengi, nasıl göründüğü vb. bugün bireysel ve parçalıdır. Yeni medya ve Diğer şekilde örneklersek, askeri bir üniforma iletişim teknolojilerinin geldiği bu noktada herkes düzanlamında işlevsel olarak bir düzeyi belirtirken, fotoğrafçı! Amerika Birleşik Devletleri KPCB yananlamında bu düzeye bağlı (Kleiner Perkins Caufield & olarak saygınlık ve etkileyiciliği Günümüzde Byers) analisti Mary Meeker’ın de sağlamaktadır. İşte burada 2014 yılı “İnternet Eğilimleri” fotoğraf, internet düzanlam ve yananlamın raporuna göre; her gün 1.8 üzerindeki sanal birleşimi ile bir anlamlama milyar fotoğraf internete söz konusu olmaktadır. Bir yükleniyor ve paylaşılıyor. ortamında görüntü bin sözcüğe bedeldir. Bunun içinde en fazla fotoğraf Yananlam insan müdahalesinin sonuçlarının 700 milyon ile Snapchat sonucudur –kamera ve objektif uygulaması ile yüklenmekte, nereye ulaşacağı seçimi, açılar, odaklama, ardından WhatsApp ve 350 renk, filtreler, aydınlatma, bilinmeyen milyon ile Facebook ve dakikada alan derinliği, özel efektler- ve 27 bin yani günde 40 milyon bir serüvenin bunları görme biçimleri teknik fotoğraf ise Instagram’a olarak yaratılmış göstergelerdir. başrolündedir. yüklenip paylaşılmaktadır. Bu Ünlü iletişimci John Fiske veriler fotoğrafın geldiği noktayı Bu ortamlar en (1982) bunu; “düzanlam neyin vurgular. Elbette her sanat sıradan, değersiz görüntülendiği, yananlam ise dalında olduğu gibi teknolojinin nasıl görüntülendiği” olarak ve eklektik ucuzlamasıyla (dijital fotoğraf açıklamaktadır. donanımları, bilgisayar bir yapıda teknolojisi, ulaşılabilir yazılımlar Her göstergenin bir tözü, bir iken, yeniden vb. aracılığıyla) belgesel film de biçimi vardır. Örneğin, yol bilgisel filme, aksiyon filmleri ve trafik kurallarında geçişi yaratılmış sanat filmlerine ve fotoğrafçılık yasaklayan kırmızı ışık, töz kurgulanmış bir olarak optik ve elektriksel fotoğraf sanatının karşısında olmuştur. Sanatın doğası gereği dünyadır ve temeli bir belirtke, biçim olarak ise mutlaka bilgi, eğitim, estetik yuvarlak ve kırmızı bir düzlem onaylanma ve donanım ve deneyim bu süreçte parçasıdır. Ancak bu belirtkeyi bir adım öne çıkarak farkını beğeni üzerinedir. öteki belirtkeler arasındaki ortaya koyacaktır. bağıntı belirler; kırmızı ışığın, yeşil ve sarı ışıkla olan karşıtlığı İnsan, dış dünyada ve kültürel çevresinde bu bağıntıya örnektir. Burada yeri gelmişken belirti görsel, işitsel ve yazılı kodlar gibi çeşitli anlam ve belirtkeyi açıklamakta yarar bulunmaktadır. evrenleri ile kuşatılmıştır. Mehmet Rifat’ın (1996) Bunlar dil dışı göstergelere örnektir ve onlara ek da belirttiği gibi; “Dış dünyadaki anlamların olarak ikon ve simge de eklemlenebilir. Belirti; oluşumunu, birbirine eklemlenerek yepyeni istem dışı oluşan doğal göstergelere denir ve ancak anlamlar yaratmasını sorgulayan insandır. onu yorumlayana bir şeyler aktarabilir. Burada Anlamlandıran insanın tüm yaşamı bir ‘okuma gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki nedenlidir; serüveni’dir.” Dış dünyadaki anlamsal imgeler duman-ateş, gökyüzünde kara bulutlar-yağmur, her zaman belirgin durumda bulunmazlar, anlam öksürük/ateş-hastalık, sararan yapraklar-sonbahar çoğu zaman örtüktür, açıklanmayı, çözümlemeyi gibi. Belirtke ise, iletişim kurma ve bilgi verme amacı ve okunmayı bekler. Yüzyılın son yarısından taşıyan, gösteren ile gösterileni arasında uzlaşıma sonra ortaya çıkan yeni bilim dallarından görsel bağlı ve nedensiz bir ilişki vardır. Örneğin; trafik göstergebilim, anlambilim, yorumbilim gibi yeni levhaları, alarm ve tehlike işaretleri, sirenler, gemi disiplinler çeşitli konularda anlamın sistematik bayrak ve flamaları gibi. Ters dönmüş bir üçgen şekli, tek başına düşünüldüğünde geometrik bir şekildir, ancak bu bir trafik levhasında yer aldığında bir ileti taşır ve kendi dışında başka bir şeyin yerini tutar ve bir göstergeye dönüşür. ‘Yol ver’ anlamına gelen bu işaret yerine başka bir işaret de kullanılabilecekken, insanların zihninde bu gösterilenin oluşması uzlaşımsal bir ilişki ile açıklanabilir. Belirtkeden sonra dil dışı göstergelere ikon ya da diğer deyişle görüntüsel gösterge ve simgenin de eklemlenebileceğini ilk kez göstergebilim tarihi açısından önemli bir düşünür olan Charles Sanders Peirce söz etmiştir. Saussure’un gösteren/ gösterilen ikilisine karşın, Peirce, göstergede üçlü ayrıma girmiş gösterge (representamen), nesnesi ve yorumlayanı ayrımlarını eklemiştir. Yorumlayan anlamlandırma sürecine katılır ve onu etkiler. Gösterge ve nesne arasındaki bağıntıyı yorumlayıcı sağlamaktadır. Gösterge birinci öğedir, sözü geçen nesne ikincidir, anlamlamayı sağlayan üçüncü öğede yorumlayıcıdır. İkon /görüntüsel gösterge; görsel göstergelerdir ve dili kullanmadan ileti aktarırlar. Resim, fotoğraf, şema ve heykel örnek olarak verilebilir. Simge; genellikle evrenseldir ve uzlaşmaya bağlı olarak soyut ve sayılamayan bir gösterilene göndermede bulunan görsel biçimdir. Örneğin, zeytin dalı (barış), güvercin (özgürlük), terazi (adalet) vb. Göstergebilimin bağımsız bir bilim dalına dönüşmesini sağlayan, hem dilsel hem de dilsel olmayan göstergelerle ilgili bir kuram tasarlamış ABD’li mantık bilimci C.S. Peirce’den sonra, Kopenhag Dilbilim Çevresi kurucularından Danimarkalı Louis Hjelmslev (1899-1965) ve ardından Algirdas Julien Greimas’ın (19171992) çalışmalarıyla göstergebilimi daha sağlam temeller üzerine oturmuştur. İnsan göstergeler aracılığıyla bir anlam aktarmak ister. Hjelmslev, temelde Saussure’un gösteren/gösterilen ikilisini anlatım/içerik, biçim ve töz karşıtlığı ile yeniden düzenlemektedir. Gösteren için anlatım, gösterilen içinse içerik terimlerini önerir ve her ikisini de biçim ve töz olarak alt birimlere ayırır. Hjelmslev’in Anlatımın Kompozisyon öğeleri, ışıkBiçimi gölge vb. FOTOĞRAF Çeşitli fotoğraf teknikleri Anlatımın bilgisi – kamera, Tözü objektifler, alan derinliği vb. İçeriğin Biçimi Fotoğrafın konusuna ait fikir ve estetik bilgisi İçeriğin Tözü Fotoğrafa özgü alt anlamları okuma, kodları çözme, kültür, değerler ve ideolojiyi okuma vb. Tablo: Hjelmslev’e göre fotoğrafta anlatım ve içeriklemesi 20 21 AFSAD bu ayrımı, dil dışı göstergeleri çözümlemede önemlidir. Hjelmslev’in ayrımına örnek, fotoğraf sanatında şu şekilde açıklanabilir: Tablodan da anlaşıldığı üzere bir fotoğraf, toplum içindeki bir davranış, giyim stili, sakal bırakma ya da kullanılan kokular, yani duyulara seslenen her türlü olgu başlı başına bir gösterge ve anlam taşıyıcısıdır. Gösterge sistemleri birbirleriyle de iletişime geçtiklerinde, yeni anlamlar doğurduklarında, onların alt anlamlarını okumak ve doğru yerde kullanmayı öğrenmek gerekmektedir. Görsel göstergebilimin altında yatan temel sava göre, bütün kültürel nesneler anlam taşıdığına ve bütün kültürel uygulamalar anlama dayandığına göre, göstergelerden yararlanmak gerekmektedir. Örneğin; birçok insan bir güreş karşılaşmasını güreşçinin rakibine karşı kazanmasına göre tasarlanmış rekabete dayalı bir oyun ya da spor olarak değerlendirirken, Roland Barthes, ‘Kim kazandı?’ diye değil, ‘Bu olayın anlamı ne?’ diye sorgular. Güreş sporunu okunacak bir metin olarak değerlendirir. Barthes’ın bir diğer reklam bildirisi bir İtalyan markası olan Panzani ürünlerinin çözümlemesidir ve bu reklamda Barthes (1977) şu sorular çerçevesinde metni okur ve çözümler: “1. Reklamda saptanan gösterenler hangileridir? 2. Bunlar ne anlama geliyor? Gösterilenler hangileridir? 3. Reklama ‘mit’ düzeyinde bakalım: Kültürel mesaj ya da tema nedir? Elimizde bir Panzani reklamı var: kırmızı bir yüzeyin önünde sarı ve yeşil renklerde, ağzı yarı açık bir fileden taşan makarna paketleri, bir teneke kutu, bir paket, domatesler, soğanlar, biberler. Tanıtımın içerdiği farklı iletileri ‘süzmeye’ çalışalım. Görüntü ilk olarak tözü dilsel olan bir ileti sunar; kenarda yer alan başlık ve sahnenin doğal düzenlenişine… eklenen, marka etiketi tarafından desteklenmektedir. Bu iletinin alındığı kod Fransızcadan başkası değildir; deşifre etmek için gerekli bilgi, yazma ve Fransızca bilgisidir. Bu ileti daha da ayrıntılandırılabilir, zira Panzani göstergesi yalnızca şirketin adını değil, aynı zamanda bir başka gösterileni ‘İtalyanlığı’ vurgular. Öyleyse dilsel ileti birden fazladır: düzanlamsal ve yananlamsal ileti. Dilsel iletiyi bir tarafa bırakacak olursak, saf görüntüyle baş başa kalırız. Bu imge daha ilk bakışta bir dizi kesintili gösterge sunar. İlk olarak bu göstergeler doğrusal olmadığı için temsil edilenin bir alışverişten dönüş sahnesi olduğu düşüncesi yer alır. Bu iki güçlü değere göndermede bulunan bir gösterilendir: ürünlerin tazeliği ve evde hazırlanacak olmaları. Göstereni ise yiyeceklerin ‘açılıp’ masanın üzerine saçılmasına yol açan yarı açık filedir. Bu ilk mesajı okumak için, daha ‘mekanik’ bir uygarlığa ait aceleyle stoklama (dondurulmuş ya da konserve olarak saklanan gıdalar, buzdolapları) yöntemine karşılık, kişinin ‘kendisi için alışveriş ettiği’ son derece yaygın bir kültürün alışkanlıklarının bir parçası olarak yerleşmiş bulunan bir bilgiye gereksinim duyarız. İkinci bir gösterge de aşağı yukarı aynı derecede aşikardır; göstereni ise domates, biber ve posterin üç ayrı renk tonunun (sarı, yeşil, kırmızı) bir araya getirilmesidir; gösterileni İtalya ya da İtalyanlıktır. Görüntüyü keşfe devam edecek olursak en azından iki gösterge daha saptayabiliriz: birincisinde, bir yandan Panzani’nin özenle dengelenmiş bir yemek için gerekli her şeyi sağladığı, diğer yandan da, teneke kutunun içindeki karışımın çevresindeki doğal ürünlere eşdeğer olduğu yolundaki görüşle, farklı nesnelerin sıralı toplamı, dört dörtlük bir yemek sunumu düşüncesini iletmektedir; diğer göstergede ise, görüntünün beslenmeyle ilgili sayısız resmi anımsatan düzenlenişi bizi bir estetik gösterilene götürür: ‘natürmort’ ya da diğer dillerdeki ifadesiyle ‘still life’ (konusu, cansız varlıklar veya nesneler olan resim); göstergenin dayandığı bilgi ağırlıklı olarak kültüreldir…”. Görsel göstergebilim yapısalcılık, anlatı ve mitoloji incelemelerinden sonra hem anlamların üretilmesi ve kavranılması koşulları üstüne genel bir düşünce biçimini, hem de anlamlı bütünlerin somut çözümlenmesinde uygulanabilecek yöntemler bütününü oluşturmaktadır. Görsel metinleri okumak gerekmektedir, çünkü bunlar basitçe var olmamışlardır, yapılandırılmış bir bütündür ve yaratıcılarının bilinçli seçimleri, tercihleri, değerleri ve ideolojileri ile donatılmışlardır. Böylece görsel metinleri okurken görünenin ardında görünmeyenleri, ima edilen anlamları da anlamlandırmak gerekir. Özellikle görsel işitsel medya önemli bir ekonomik güçtür ve çıktılarının, anlam ve iletilerinin ne söylediği, nasıl söylendiği, bunların kime ulaştığı ve okurlarının, izleyicilerinin üzerindeki etkilerinin ne olacağını göstergebilimin temel inceleme alanıdır. Onun üzerine çalışmak anlamlar ve kodlar üzerine çalışmaktır. Kodlama ve kod açımı da öğrenilir. Örneğin; bir gazete manşeti gündemden ileri gelebilirken, kimi de gündemi belirleyebilir. Kimin ve neyin önemli haber olduğunu düşünmemizi işaret ederken belirli göstergelerden yararlanır. Örneğin; gazetede manşetinde yer alan ‘facia’ yazısı ya da acı çeken bağıran bir insanın yüz ifadesinin yakın çekim fotoğrafı gibi. Bu göstergelerin anlamı öğrenilir, tanınır ve çözümlenir. Diğer göstergelerle ilişkisi içinde de anlamlandırma gerçekleşir. Anlamı oluşturan her zaman göstergelerin toplamıdır. Günümüzde fotoğraf, internet üzerindeki sanal ortamında sonuçlarının nereye ulaşacağı bilinmeyen bir serüvenin başrolündedir. Bu ortamlar en sıradan, değersiz ve eklektik bir yapıda iken, yeniden yaratılmış kurgulanmış bir dünyadır ve temeli onaylanma ve beğeni üzerinedir. Sonuç olarak günümüzde, teknoloji ile kullanılan yeni medya iletişim alanları, araçları ve programları düşünüldüğünde, bu yüzyıla özgü öğrenilmesi gereken dijital ve görsel göstergeler hızla artmakta bu bağlamda da anlamlandırılması gereklidir. Bu nedenle gelecekte en fazla gelişecek alanların birisi de görsel ve dijital göstergebilim olacaktır. Sanatın her alanında ve her dönemde geleneksel, modern, post modern kaoslar yaşanacaktır ve bunlar uzun vadede ilerleme de sağlayacaktır. Teknolojik gelişimler, değişim ve dönüşümler yaşanırken, önemli olan bunları yok saymayıp uyum sağlamak ve geliştirmek için gerekli donanımlara sahip olmaktır. Çünkü görsel ve dijital olan bu yüzyılın gücü teknoloji sürücüsü ise bilgidir. Kaynakça: -Barthes, R. (1988) Anlatıların Yapısal Çözümlemesine Giriş, Çev.: Mehmet-Sema Rifat, İstanbul: Gerçek Yayınevi. Barthes’ın çözümlediği PANZANI reklam bildiri fotoğrafı -Meeker M, (2015) Internet Eğilim Raporu, http://www. kpcb.com/blog/2015-internet-trends, -Rifat, M. (1996) Homo-Semiotucus, İstanbul, YKY. Ocak Şubat Mart 2016 Dosya Konusu Fotoğraf Sanatında Gösterge: Belediye Meydanındaki O Ünlü Öpücük Ayşe (EZİLER) KIRAN Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü [email protected] Fotoğrafın tanıtımı Fransız fotoğrafçı Robert Doisneau’nun 1950 yılında Paris Belediye sarayı meydanında çektiği bu fotoğraf, kalabalık bir kaldırımda bir kahvenin önünden öpüşerek geçen bir çifti göstermektedir. Doisneau, özellikle siyah beyaz çektiği fotoğraflarda zanaatkârları, esnafı, işsizleri, aşıkları, sokakta oynayan çocukları göstermektedir. Resimleri hep sevgi, neşe, geçmişe özlem, barış, mutluluk gibi olumlu duyguları yansıtmaktadır. Bu fotoğrafın seçilmesinin nedeni hem çok bilinmesi, hem de kimi çekim sorunlarını beraberinde getirmesidir. Robert Doisneau, 1950 22 23 AFSAD DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM Gösterge Bu fotoğraftan yola çıkarak göstergebilimin bir görsel gösterge olan fotoğrafa nasıl yaklaştığını çok kısa bir biçimde de olsa anlatmaya çalışacağız. Kural koyucu ve tarihsel bakış açısını bir yana bırakan Ferdinand de Saussure, eşsüremlilikte “dili düşünceleri ifade eden bir göstergeler dizgesi1 olarak tanımlamıştır. Saussure göstergelerden söz ederken bunların dil dışı olabileceğini de, çeşitliliğini de vurgulamıştır: dinsel ayinler, nezaket biçimleri, askeri göstergeler. Bilindiği gibi Saussure’e göre gösterge, gösteren ve gösterilen olmak üzere iki düzlemden oluşur. Gösteren duyularla (sessel, görsel) algılanabilir oluşuyla somut özelliği, gösterilen ise akıl, bilgi, bilgisel ve ruhsal deneyimlerle anlaşılabildiği için soyut özelliklidir. Bu iki düzlem, dilbilimcinin benzetmesiyle, bir kağıdın iki yüzü gibidir: birbirinden ayrılamaz2. Gösterge = gösteren gösterilen ≈ [foto:raf] ışık yardımı ile iz bırakma1 Örnekteki fotoğraf için görsel gösterge açısından daha özel bir tanım yapılabilir. Gösterge = gösteren gösterilen ≈ resim+ fotoğraf + siyah beyaz + belli bir uzam+ +ön taraf + öpüşen iki genç+ yanlarından geçen insanlar + kafe + gündüz+ bahar ya da sonbahar belli bir anda çekilmiş, ön taraftaki figürlerin belirgin, arkalardakilerin fulü olduğu bir resim Göstergenin bu tanımı dil düzeyinde pek çok sorununun açıklanmasını sağlasa da, göstergenin kimi özelliklerini açıklayamıyordu. Danimarkalı dilbilimci Louis Hjelmslev, Saussure’ün izinden giderek göstergeyi ve dili kuramsal olarak dört katmanlı bir bütünlük olarak çözümledi. Roland Barthes’ın güncel örneklerle kolayca kavranır bir biçimde anlattığı bu yapı görsel göstergenin de çözümlenmesini sağlamıştır. Gösterge = Anlatımın tözü=ses bilgisi Anlatımın içeriği =sesbilim İçeriğin biçimi =sözcükbilim + biçimbilgisi İçeriğin tözü=anlambilim Günlük dilde sözcükler, söylemler, metinler, dilsel olmayan göstergeler belki de bundan çok daha karmaşık yapılarda olsalar bile bir bütün halinde gerçekleşmekte, ayrışmaları hissedilmemektedir bile. Bu dört katmanlı yapı örneğimizdeki fotoğrafa uygulandığında ortaya aşağıdaki biçimde bir katmanlaşma çıkmaktadır. Gösterge= Anlatımın tözü=fotoğrafın malzemesi Anlatımın içeriği =fotoğrafın kompozisyonu İçeriğin tözü =fotoğraftaki somut ya da soyut figürler + yer+ zaman İçeriğin biçimi=belli bir anda kalabalık içinde öpüşen genç bir çift Bu katmanlar aşağıdaki gibi açıklanabilir: Anlatımın tözünü fotoğrafın göz tarafından algılanan malzemesi oluşturur; artık pek göremediğimiz fotoğraf filminin greni (ya da kumlu oluşu), renkli, siyah-beyaz oluşu. Anlatımın içeriği resmin yüzeyini, bu yüzeye yayılan geleneksel olarak kompozisyon (örneğin piramit düzenleme) denilen az çok düzenli olan geometrik yapıları içerir. Dikey, yatay çizgiler gibi. Ayrıca, ışığa bağlı olarak bu yüzeydeki belli bölgelerin nasıl aydınlatıldığını, gölge, ışık, karanlık arasındaki karşıtlıkların resimde değerleri oluşturduğu düzeydir de. Anlatımın biçiminde fotoğraftaki soyut ya da somut biçimler, insan, yer, nesneler ve bunlara bağlı olarak zaman konusunda bilgilendiren öğeler bulunur (varsa gölgelerin kısa uzun oluşu, ışığın yönü). İçeriğin tözü de içerikteki anlam olarak bir kalabalığın ortasında rahatça öpüşen genç bir çifti sunar. Düzanlam ve Yananlamlar Gösterge olarak sözcüklerin, nesnelerin, insanların, bunların resimlerinin kendilerinde içkin olarak bulunmayan çağrışımlarda bulunduğu hep bilinmesine ve sezilmesine karşın çağrışımların dilbilimde nasıl ve nerede karşılık bulduğu tartışma konusuydu. Saussure’ün izinden giden Danimarkalı dilbilimci Louis Hjelmslev bu çağrışımların göstergenin içeriğinde, anlamın oluşturucu katmanı, içeriğin biçiminden kaynakladığını ortaya koydu.4 Anlatımın tözü Anlatımın içeriği düzanlam Gösterge = İçeriğin biçimi yananlam İçeriğin tözü Yalnız, dilbilimcinin kuramını öylesine incelikle ve soyut biçimde sunması hemen anlaşılmasını ve uygulanmasını uzun yıllar engelledi. Çok iyi bir dilbilim okuru olan Barthes on dört yıl sonra hem kuramı açıkladı, hem de görsel göstergelere uyguladı (Panzani markalı makarna reklamının fotoğrafı5. Düzanlam herkesin üzerinde anlaştığı, yansız, nesnel, karşılığı sözlüklerde bulunabilecek bir anlamdır. Oysa yananlamlar toplumlara, kişilere, yere ve zamana göre değişebilen öznel ve değişken anlamlardır. Bu nedenle yananlamsız bir gösterge düşünülemez. Değişik bağlamlar değişik anlamlar yaratılabilir. Düzanlam bilgiye bağlı olup dilin yetisinin dil bölümünde yer alır; yanalamlar duygu ve sezgilere doğrudan ilişki olduğu için bağlamda ortaya çıkarak dilin söz bölümünde gerçekleşir. Örneğin “fotoğraf” sözcüğünün düzanlamı “ışık yardımı ile iz bırakma”dır. Yananlamları çağrışımlara dayandığı için değişik bağlamlarda, değişik anlamları çağrıştırır: /sanat/, /belge/, / uğraş/, /geçmiş/, /gelecek/, /fotoğrafçılık/, / anı/6.... Saussure, yapısalcılıktan hiç söz etmez, bunun yerine “dizge” terimini kullanır. Ancak kendisini izleyen Hjelmslev’in yapısalcı bakış açısı ve zengin katkıları anlambilim ve göstergebilime giden yol açmıştır. Her ne kadar “anlam” “tanımlanamaz”7 olarak nitelense de anlambilim göstergeler dizgesinin ürünü ile ilgilenir, anlamı olabildiğince nesnel ve yansız bir biçimde göstermeye çalışır. Göstergebilim ise yorumlanabilir olanla, bir başka deyişle, belli bir bağlam içinde, belli bir deneyimden yola çıkılarak dile getirilebilen ya da düşünülebilen ile ilgilenir. Bu iki dilbilimcinin izinden giden Algirdas-Julien Greimas bir bütün olarak algılanan anlatımın tözünün, yani sesin birimlerine ayrılmasından, kısacası sesbilim ve sesbilgisinden yararlanarak sesbirim aracını anlama uyguladı. Örneğin [foto:raf] sesi /f/, /o/, /t/, /o/,/r/, /a/, /f/ sesbirimlerinden oluşur. Anlamı da birimlerine ayrıştırmak olanaklı mıdır? Örneğin “Fotoğraf” göstergesinde içeriğin tözü /cansız/+ /somut/+/ışık/+/duyarlılık/+/iz/,/eylem/ gibi anlambirimciklerin eklemlenmesiyle oluşur. Anlatımın tözü ile içeriğin tözü arasındaki tek benzerlik ikisinin de birimlerine ayrılabilmesidir. Sesbirimler sınırlı sayıda, anlambirimcikler kavramların ifadesi olduğu için sınırsız sayıdadır. İşte bu ilkeden yola çıkan Greimas 1966’da yayınladığı Yapısal Anlambilim’de (Sémantique structurale)8 kaynak yapıtında o zamana dek çok az görülen, saf kuramdan dil olgularının betimlemesine ve söyleme geçmiştir. Greimas yapısal anlambilim anlayışıyla, anlamı oluşturan anlambirimciklerin işlevlerini teker teker değil, aralarında oluşturdukları dayanışma ve temel yapı çerçevesinde inceler. Temel kavramlar birliktelik ve birlikte olmamadır. Greimas’ın oluşturduğu ünlü göstergebilimsel kare metinlerin, söylemlerin, görsel göstergelerin görünmeyen temel yapılarını izlekleri aracılığıyla çözümlemek için bir araçtır. Örnek fotoğrafa göre aşağıdaki gibi görselleştirilebilir. 24 25 AFSAD Mutluluk Duyarlılık + - Esenlik Mutsuz olmama Mutsuzluk Esensizlik Duyarsızlık Mutlu olmama Şekil 1. Bir göstergede (söylem, metin, fotoğraf...) bir izleği ya da bir kavramı bulmak yeterlidir. Bu saptamadan sonra onun karşıtı ve çelişkin olanı bulunabilir. Bu kavramlar rastlantısal değil, aynı anlam olanından olmalıdır. /Mutluluk/ ve /mutlu olmama/ çelişkin kavramlar olup bu fotoğraf çerçevesinde bir arada bulunmazlar. Aynı biçimde /mutsuzluk/ ve / mutsuz olmama/ da çelişkin terimler olarak bir arada bulunamazlar. /Mutluluk/ ile /mutsuzluk/ birbirinin karşıtı iki kavramdır, ama ortak özellikleriyle /duyarlılık/ ekseninde /ve/ bağlacı ile eklemlenirler (/mutluluk/+ /mutsuzluk= duyarlık). Ne /mutlu olmama/ ne /mutsuz olmama /, /duyarlığın/ tersine /duyarsızlık/ ekseninde birleşir (ne /mutsuz olmama/ ne /mutlu olmama/). Öte yandan karenin olumlu (+) tarafındaki / mutsuz olmama/è /mutluluğu/ içererek /esenlik/ kavramını oluşturur. Olumsuz (-) taraftaki /mutlu olmama/ da /mutsuzluğu içererek /esenliksizlik/ kavramını yaratır. Bu kavramlar söylem (ya da fotoğraf) düzleminde gerçekleşir. Bu fotoğrafta / duyarlık/ kavramı bakış açısının iki genci seçmesiyle gerçekleşmektedir. Fransa’nın pek çok yerinde, her zaman öpüşen çiftlerle karşılaşmak olası olduğu için bu Fransızların kanıksadıkları bir manzaradır. Bu çerçevede resimde öpüşen çiftin yanından, onlara bakmadan geçen insanlar kayıtsızlıkları ile /duyarsızlığı/ temsil etmektedirler. / Mutluluk / izleği / gençlik /, / öpüşme / figürleriyle belirginleşmektedir. / Esenlik / kavramı gene gençlerin, / rahat /, / umursamaz / davranışı, yaşamın /sorunsuz/ akışıyla anlamını bulmaktadır. Öte yandan, her ne kadar fotoğrafın kahramanları resmin ortasında yer alsalar da, iki gencin başlarının sola arkaya, /esenlikli/ (+) tarafa eğilmiş olması / mutluluk/ izleğini desteklemektedir. Fotoğrafın temel anlamını oluşturan olumsuz değerler bu fotoğraf söyleminin derin anlamında bir olasılık olarak kalmakta, fotoğrafın yüzeyinde figürlerle biçimlenmemekte, bir değer nesnesine (figürüne) dönüşmemektedir. Göstergenin Nedensiz ve Nedenli Oluşu Göstergeyi oluşturan gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki zorunlu olup, birbirlerinin karşılıklı olarak önvarsayımıdırlar. Bir düzey olmadan diğer düzey saptanamaz. Bu özelliği ile gösterge nedensizdir. Ancak göstergeler değişik etmenlerle nedenli olabilirler. Doğal dillerde dış ya de gerçek dünyaya öykünme ile olduğu gibi. Örneğin; suya düşen nesnenin sesinin “cup”, yağlanmamış bir kapı sesinin “gıcırdamak” sözcükleriyle verilmesi gibi. İkincisi ise bir sözcükten yola çıkarak eklerle ya da eksiltmelerle yeni sözcükler elde etmek: “foto”, “fotoğraf”, “fotoğrafçı”, “fotoğrafçılık”. Türkçe bilen bir kişi “fotoğraf” sözcüğünden yola çıkarak diğer sözcüklerin anlamını kolaylıkla bulabilir. Bir de anlamsal nedenlilikten söz edilmelidir. Sözcük özellikle eğretilemeli (metaforik) olarak kullanılarak anlamı değiştirilir. Örneğin: “Yazar bu makalesinde Türkiye’nin son on yılının fotoğrafını gözler önüne sermiş.” Burada bağlama göre “fotoğraf”ın anlamı “ışık yardımı ile iz bırakma” değil, /olaylar/, /süre/, /toplumsal, siyasal, kültürel yaşamdır/. Saussure ve Greimas’ı izleyen Rudolph Arnheim düşünceyi iletmenin tek yolunun dil yetisi olmadığını belirtir. Doğrudan duyu organlarının algısıyla düzenlenerek gerçekleşen duyusal bir düşüncelerin de varlığından söz eder. Bu duyusal edimler içinde düşünsel dile yakın ama ondan farklı olan görsel düşüncenin ayrıcalıklı bir yeri vardır.10 İşte bu anlamda görsel göstergenin de nedenli oluşundan söz edilebilir. El ile yapılan yağlıboya, suluboya resimlerde, heykellerde sanatçı çalışma alanında gerçekliğe müdahale edebilir. Modeline poz verdirebilir, giysilerini değiştirebilir, malzemesi üzerinde renkleri seçebilir, gölgeleri ayarlayabilir. Bir anlamda nesnesini sahneye koyabilir. Fotoğrafın doğuşu, gerçekleşimi ve ilk ürünlerindeki öncelikli kaygı ânı yakalama ve gerçeğe en yakın haliyle ortaya koyma olduğu için enstantaneleri düzanlamlı fotoğraflar olarak tanımlayabiliriz11. Hatta bu nedenle ilk zamanlar fotoğrafın doğayı, dış dünya gerçekliğini taklit ettiği, taklit etmesi gerektiği düşünülüyordu. Ancak fotoğraf sanatı bu anlayıştan çok çabuk uzaklaştı. Susan Sontag’a göre fotoğrafa ne kadar az müdahale edilirse, ne kadar az teknik kullanılırsa o kadar masumdur, böylece alanında otorite olma şansı da artar.12 Belki de Doisneau da böyle düşünüyordu. İkinci Dünya savaşından sonra Life dergisi kendisinden Paris’in romantik havasını yansıtacak bir dizi fotoğraf ister. Fotoğrafçı Paris Belediye meydanında bir kafede otururken, önündeki kalabalık kaldırımda iki gencin öpüştüğünü görür, ama pozu yakalayamaz. Bunun üzerine o sırada oyunculuk dersi almakta gençlerden aynı yerde, aynı pozu vermelerini ister. Resimler dergide yayınlanır ama unutulur. Otuz yıl sonra 1980 yılında fotoğraf, Fransızların ciddiyetiyle ünlü, entelektüel televizyon dergisi Télérama’nın kapağında yayınlanınca poz verenler kendilerini tanıyarak durumu basına açıklarlar. Enstantane fotoğrafın ilk örneklerinden (arketip) biri olarak göklere çıkarılan bu resim bir anda fotoğrafçının sahneye koyduğu bir olayın fotoğrafına dönüşür. Bu durumda artık söz konusu fotoğrafın nedensiz bir gösterge olduğunu söylemek olanaksızdır. Doisneau bilerek isteyerek fotoğrafına müdahale etmiş, belki teknik olanakları kullanmış, hatta bu kareyi bulana dek bir çok resim çekmiştir. Sonuç olarak; Çağdaş yaşamın ve dünyanın saygın bir sanatı olan fotoğrafçılığın nesnesi görsel göstergelerdir. Fotoğrafçı kendi bakış açısıyla, kendi dünya görüşüyle ve en önemlisi de dünyayı algılayışıyla sanatını yaratır. Böylece değişik malzemeler üzerinde yeniden sunduğu dünya gerçekliğine hem yeni bir anlam katar hem de yeniden bir anlam oluşturur. Anlam gibi soyut, sınırları çok da belirgin olmayan bir kavramın nesnelliği ve yansızlığı, belli bir bağlam içinde incelendiğinde, ancak temel yapıları ve bağlantıları ile ortaya konabilir. Belki de fotoğraf çözümlemesinde bu temel yapılar hem fotoğrafçının hem de fotoğrafa bakanın yaratıcılığını besleyebilir. Kaynakça 1 Saussure, Ferdinand de (1974), Cours de linguistique générale, Payot yay. Paris. Tr. Çev. Berke Vardar (1976) Genel Dilbilim Dersleri, Türk Dil kurumu yay, Ankara, s. 34 ve 115. 2 A.g.y., s. 107. 4 Hjelmeslev, Louis (1949) “Recherches structurales”, Travaux du cercle linguistique de Copenhague, cilt V. 5 Barthes, Roland (1964) Rhétorique de l’image, in Communication, n°4, s. 41-42 6 /.../ iki çizgi arasındaki sözcükler kavramlar, izlekler olup içleri boştur. Örneğin /sanat/ izleği “güzellik”, “estetik”, /anı/ kavramı da “geçmiş”, “zaman”, “eski” sözcükleriyle ifade edilmiş olabilir. 7 Greimas, Algirdas-Julien ve Courtès, Josephe, (1993) Sémiotique, dictionnaire raisonné de la théorie du langage, Paris, Hachette yay., s. 348. 8 Algirdas Julien-Greimas (1966), Sémantique structurale, Paris, Larousse, yay. 9 Greimas, Algirdas-Julien ve Courtès, Joseph, a.y., s. 29- 33. Ayrıca Ayşe (Eziler) Kıran ve Zeynel Kıran, (2007) Yazınsal Okuma Süreçleri, Ankara, Seçkin yay., s. 328- 345. 10 Arnheim, Rudolph (1976) La pensée visuelle, Paris, Flammarion yay., Joly Martine (1994) L’image et les signes, Paris, Nathan yay. s. 21. 11 Ancak fotoğrafın fotoğrafa bakana neler çağrıştırdığı ayrı bir konudur. 12 Lamartine Alphonse de (2012) Cours familer de la littérature XXXVII, Sontag Susan ile röportaj Gutenberg EBook, www.gutenberg.org 26 27 AFSAD Studium ve Punctum 2016 Çoğul Okuma; Dosya Konusu Ocak Şubat Mart Öğr. Gör. Nilay İŞLEK İzmir Ekonomi Üniversitesi [email protected] “… Fotoğraf’ın sonsuza dek kopyaladığı şey aslında yalnız bir kere olmuştu. Varoluş açısından asla yinelenemeyecek olanı, mekanik olarak yineler Fotoğraf.” R. Barthes Sanat ve fotoğraf denilince akla gelen ilk kitaplardan birisidir Camera Lucida ve tabii ki yazarı Roland Barthes. Yazar fotoğraf üzerine düşünülebilecek her konudan söz etmiş ve bizi Punctum ve Studium kavramlarıyla baş başa bırakmıştır. Fotoğraf ile ilgilenen her bireyin ortak kaygısıdır sözünü doğru iletebilmek, bu bağlamda fotoğrafın özelliklerini bilmek ve fotoğrafın ne olduğu sorusuna cevap aramak, felsefi açıdan kavramları sorgulamak gerekir. Bireyler dış dünyaya ilişkin bilgilerinin büyük bir bölümünü görme duyusu ile sağlamaktadır. Görme duyusu bireyin tüm duyu sistemi içinde gerek zenginlik ve gerekse etkinlik açısından ayrıcalıklı bir yer ve öneme sahiptir. Hedefi gerçeği bir yüzeye aktarmak olan fotoğraf, kendi gelişim sürecinde gerçeğe temas ederek zaman kavramını anlaşılır bir olgu haline getirmekle beraber, görselliğin temeli olan ışığın dilini, yaşanılan dönemin görsel envanterini ve aynı zamanda insanların bireysel gerçekliğini de aktaran bir konumdadır. Gerçeklik kavramına ayna tutan fotoğraf gelişimi boyunca, görüntü üretme sürecinde ve gerçekliğin algılanmasında önemli değişimler yaşamıştır. Nesnel gerçekliğin birebir kopyalanabilir ve çoğaltılabilir oluşu ise tüm görsel kültürü etkileyerek, her alanda yeni vizyonlar geliştirmiştir. Fotoğraf, anlamlar barındıran katmanlardan oluşur. Fotoğraf, çeken kişinin gördüklerini, gördükleri karşısında hissettiklerini iki boyutlu bir düzlem üzerine indirgemesi durumudur. Fotoğrafçı karşılaştığı mevcut olayları, durumları, nesneleri bir araya getirerek deklanşöre basar ve fotoğrafta birer imge olarak seyirciye sunar. Fotoğrafa bakan birey gözleriyle görüntüyü algılar ve o imgeleri beynine iletir. Görüntüler beyine iletilene kadar anlamsız göstergelerdir. Asıl anlamlandırma ve kavrama bu noktada başlar. Bu görüntüler bakan kişide yeryüzündeki gerçekliğe ait sunumlar yaparken, izleyiciye bu yüzeyin alt katmanlarındaki sanatçının varoluş gerçekliğini aktarabiliyor, hissettirebiliyorsa güçlü olduklarını söyleyebiliriz. Kısaca görüntülemek anı dondurmaktan ibaret değildir. İçine aldığı öğelerin yapıları, aralarındaki ilişki, taşıdığı söylemler onu ilginç kılar. Görselde düşünsel ve estetik olanın yanı sıra doğru anı seçmek ve kendi gerçekliğimizi sadece gördüklerimizle değil, beynimizle hatta ruhumuzla yansıttığımız zaman fotoğraf nefes almaya başlar. Fotoğraf çekme eylemine girişen kişi gördüğü birçok duruma geçici duygularla tepki verir. Salt görselliği cezbedici olan görüntüler, görme kavramı üzerine düşündürmez bizi. Barthes’ın söylemleri işte bu noktada karşımıza çıkar. “Fotoğraf nedir?” sorusunun peşinde olan Barthes göstergeleri, gösterge dizgelerini ele alarak tamamen kendi bakış açısıyla fotoğrafın ne olduğu üzerine söylemler geliştirmiştir. “Göze nasıl görünürse görünsün, ne türden olursa olsun, fotoğraf görünmez: gördüğümüz şey aslında o değildir. Kısaca, gönderge ayrılmaz.” Ve fotoğrafın kendisine hissettirdiklerinden yola çıkarak Punctum ve Studium kavramlarını fotoğraf kuramına kazandırmıştır. Roland Barthes, Punctum ve Studium‘u fotoğraf içerisinde aynı anda bulunan, fakat birbirlerinden tamamen bağımsız iki kavram olarak tanımlar. Bu iki kavram ile “Fotoğraf nedir?” sorusuna hatta birçok kişi tarafından beğenilen ve iyi fotoğraf olarak gösterilen fotoğrafların neden bizde etki bırakmadığına ve bunun yanı sıra birçok kişinin dikkatini çekmeyen kötü fotoğraf sınıfına giren bazı fotoğraflarınsa içimize mızrak gibi saplanıp, bizi acıtması, etkilemesi durumuna cevap bulabiliyoruz. Fotografik görüntü içerisinde bizi etkileyen gördüğümüz şey aslında o değildir. Barthes’a göre, fotoğraf gerçeğin temsilidir, gerçek yoktur. Sadece fotoğrafı çekilen nesneler, kişiler, eşyalar durur karşımızda. Fotoğraf bize onların, o andaki hallerini ve ölümlerini gösterir. Barthes, bir fotoğrafta bulunması gereken nitelikleri, fotoğrafın verdiği mesajı sorgular. “Ne pahasına olursa olsun fotoğrafın kendi içinde ne olduğunu, görüntüler topluluğunda hangi temel özelliklere ayrıldığını öğrenmek istiyordum” diye yazar. Çoğul okumalar içerisinde varlığı sorgular. Fotoğraf makinesi karşısında duran birinin varoluşu ve fotoğrafçının deklanşöre dokunuşu ile bir mecaz yaratılır. Fotoğrafa müdahale söz konusu değildir, dışarıdan bir şey eklenemez ya da içerisinden bir şey çıkartılamaz. Fotografik okuma birçok noktadan yapılırken Punctum ve Studium bağlamında şöyle ele alabiliriz; Punctum, fotoğrafa bakan kişinin ilk dikkatini çeken, onu delip geçen ve o an içselleştirilen anlamdır. Barthes, Punctum’dan, “Fotoğrafın içinden çıkıp size mızrak gibi saplanan, delip geçen” diye bahseder. Bu anlamı barındıran obje fotoğrafta gerek anlamsal gerek şekilsel ön plana çıkan herhangi bir şey olabileceği gibi kavramsal bir ifade olarak da çıkar karşımıza. Punctum kişisel olmakla beraber duyguları bir araya getiren göstergesel yapısıyla açıklanmasına gerek olmayan bir durumdur. Punctum’u anlama çabaları bizi Studium’a sürüklemeye başlar. Punctum fotoğrafın aurası niteliğinde fotoğrafçının söyleminden bağımsızdır. Punctum fotoğrafın içerisinde sessizce seyirciye sızan fark edildiği anda sizi sarsan bir darbedir. Bu darbeyi aldığımız anda fotoğraf bizi içine çoktan almıştır. Punctum tamamen izleyiciye hitap eder ve fotoğrafçının insiyatifinden çıkmıştır artık. Punctum’u bize vermeyen fotoğraflar ise salt görsel estetik hazzı hissettirir. Barthes’e göre Punctum fotoğraftan fışkıran ve okuyanı çarpansa, Studium fotoğraftaki bir şeyi öylesine beğenip beğenmeme durumdur. Studium, fotografik söylem içerisinde anlatılmak istenileni anlamlandırma, anlamlar arasındaki ilişkileri ve bu anlamları kendi bakış açımıza göre ele alıp yaptığımız değerlendirme ve gösterdiğimiz ilgidir. Kısaca Studium, fotoğrafı biçim ve içerik bağlamında inceleme, yorumlama ve algıladıklarımız sonucunda fotoğrafı beğenme ve fotoğrafa değer verme sürecini tanımlar. Studium, fotoğrafın göstergebilimsel (semiyoloji) okunmasını, fotoğraf içerisindeki simgeler ve semboller ile anlamlar arasında benzerlikler bulmaya dayalı fikir yürütmeyi kapsar. Bu bağlamda fotoğrafın incelenmesi sonucu bulunan her türlü ideolojik, kültürel, tarihsel, etik, estetik ve teknik olarak yapılan okumalar Studium kapsamındadır ve fotoğrafı anlamanın temelinde bilgilere dayalı anlamlandırma olayı yatar. Barthes’ın söylemlerinde, fotografik metnin çoğul anlamlılığını işaret etmesi ile fotoğrafta fotoğrafçının gösterdiğini değil de seyircinin kendi görmek istediğini görmek istemesi aynı şeydir. 28 29 AFSAD Fotoğrafta da tek bir anlam yoktur. Çoğul anlam ve çoğul görülebilecek olanlar vardır. Fotoğrafçı ve seyirci aynı ortak paydada buluşabilir. Fotoğrafçının mesajı seyirci tarafından hemen ve doğru şekilde anlaşılabiliyorsa bu kişisel birikimler ve spesifik ilgi sayesinde gerçekleşir. “Fotoğrafın sonsuza dek kopyaladığı şey aslında yalnız bir kez olmuştur. Varoluş açısından asla yinelenemeyecek olanı, mekanik olarak yineler Fotoğraf. Onda olay hiç bir şey uğruna aşılmaz: gereksinme duyduğum bütünü görmek olduğum bedene geri götürür o her zaman; yorulmaz anlatımı ile fotoğraf, mutlak tikel mat ve biraz bön bir egemen olumsal, bu (fotoğraf değil, bu fotoğraf), kısaca bir tuché, fırsat, karşılaşma ve gerçektir” der Camera Lucida’da Barthes. Düşüncelerini Punctum’un zihinlere sığmazlığı karşısında örneklerle açıklamaya çalışmakta ve kendi kişisel bakış açısı ile fotoğrafın ne olduğunu ve kendisine hissettirdiğini sorgulamaktadır. Ona göre fotoğraf seyirciyi heyecanlandırmalı, şaşırtmalı, tutku uyandırmalı ya da canını acıtmalıdır. Günümüz belgesel fotoğrafçılarından Dora Günel’in “Yaşam, Alzhemier, Ölüm” adlı fotoğraf serisinde beklemeden gelen mızrak gibi içimize giren Punctum kavramı ile karşı karşıya kalıyoruz. Gerçeklik ve sorgulaması bir yumruk gibi yüzümüze çarpıyor. Fotoğraflara baktığımızda aklımıza Barthes’in “Fotoğraf nedir?” sorgulaması ve ölüm ile fotoğraf arasında kurmuş olduğu ilişkiyi anlattığı şu sözler geliyor “… Ucunda ölüm olan geçmiş bir geleceği dehşet içinde gözlüyorum. Pozun mutlak geçmişini (geniş zaman) veren fotoğraf, bana gelecekteki ölümü hatırlatıyor. Beni delen bu eşdeğerliliğin keşfidir. Çocuk olan annemin fotoğrafı önünde kendi kendime şunu söylüyorum: O ölecek…” Fotoğraflara baktığımızda geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman duygularını aynı anda yaşıyoruz. Ölüm kavramı yaşamdaki bütün eylem ve faaliyetlere anlam katan bir kavramdır. Bu fotoğraflarda fotoğrafın ölümle bağıntılı olduğunu öne süren birçok düşünüre istinaden Çerkes Karadağ’ın “Fotoğraf Ölümü Kutsarken, Yaşamı da Sorgular!” söylemi Dora Günel’in bu fotoğraflarında karşılık buluyor. Fotoğrafçı deklanşöre basma anının ötesinde ölen kişinin (annesinin) fotografik imgesi içinden geçip onu gerçek kılabileceği, varlığına ulaşabileceği bir punctum anı yakalamıştır… Kaynakça: -Barthes, Roland, Göstergebilimsel Serüven, Çev. Mehmet Rifat, Sema Rifat, Kaf Yayınevi, 1999 -Barthes, Roland, Camera Lucida, Çev. Reha Akçakaya, İstanbul, Altıkırkbeş Yayınevi, 2000 -Derman, İhsan, “Fotoğraf ve Gerçeklik ” Anadolu Ünv. Basım Evi, Eskişehir, 1989 -Dora Günel Fotoğrafları: http://fotografya.fotografya.gen. tr/ sayı:20 -Savcı, Bilgesu, Sunum Raporu; “Fotoğraf Üzerine Düşünceler “R.Barthes -Erişim:2015 Fotoğraf: Dora Günel - Yaşam, Alzhemier, Ölüm Fotoğraf: Dora Günel - Yaşam, Alzhemier, Ölüm Fotoğraf: Dora Günel - Yaşam, Alzhemier, Ölüm Ocak Şubat Mart 2016 Dosya Konusu Sokak Fotoğrafçılığına Bakış Mete Okumuş [email protected] 19. yy sonlarında Kodak firmasının satış politikasında belirlemiş olduğu “Basın, gerisini bize bırakın”. sloganıyla görüntü üretimi ve tüketimi inanılmaz bir ivme kazandı. 1940’ların ikinci yarısında amatörler tarafından çekilen fotoğraf sayısı 1,5 milyon iken, 1954 yılında bu rakam 2 milyara ulaşır. Günümüze baktığımızda ise bu ivmenin aşağıya doğru değil yukarıya doğru olduğunu tahmin etmek güç olmasa gerek. Fotoğraflaşan her nesne, basitçe her şeyin kayboluşundan arta kalan bir izdir. Bu kavranamaz bir karmaşa içindeki –dünyadan arta kalan çekilmiş, dünyadan arta kalan namevcut- dönüşümlerden sonra fotoğraflanan sadece -şu ya da bu nesnenin yanılsamalı projeler dünyası için neredeyse nihai bir çözüm ve neredeyse mükemmel bir suçtur. Fotoğraf makinelerinin geçmişten günümüze, değişen dünyamızı, çevremizi kayıt altına aldığımız bir görsel kaydedici olarak yeri ve önemi oldukça büyüktür. Öyle ki, zamanla bu makinalar yalnızca stüdyoda kullanılan bir araç olmaktan çıkmış, yolları, sokakları keşfederken yanımızdan ayırmadığımız aksesuarımız haline gelmiştir. 19. yy sonlarında Kodak firmasının satış politikasında belirlemiş olduğu “Basın, gerisini bize bırakın”. sloganıyla görüntü üretimi ve tüketimi inanılmaz bir ivme kazandı. 1940’ların ikinci yarısında amatörler tarafından çekilen fotoğraf sayısı 1,5 milyon iken, 1954 yılında bu rakam 2 milyara ulaşır.2 Günümüze baktığımızda 30 31 AFSAD ise bu ivmenin aşağıya doğru değil yukarıya doğru olduğunu tahmin etmek güç olmasa gerek... Bugün internet sitelerinin sadece birine 250 milyar fotoğraf yüklenebiliyor ve kişiselleştirilmiş en yaygın fotoğraf paylaşım platformu olan Instagram’da bir günde 30 milyondan fazla fotoğraf paylaşılıyor. Bu kadar yoğun bir fotoğraf kullanımının en büyük kaynağı cep telefonlarının bir fotoğraf makinası kadar gelişmiş özelliklerle donatılmış olması gerçeğidir. Fotoğrafa ulaşabilirliğin bu kadar hızla yayıldığı bir çağda kendimize uygun, fotoğraf algımıza uygun platformlar oluşturmak artık çok daha kolay. Alt alta fotoğraf dizilimi yaparak beğenimizi “tıklayarak” rahatlıkla sunabildiğimiz bu platformlardan dolayı, fotoğraf tüketim nesnesi konumuna gelmiş gibi algılansa da aslında bu durum Spectateur (tanık, görgü tanığı; seyirci, izleyici) ile fotoğrafı çeken arasında ki ilişkiyi bozmamaktadır. Bu ilişikide fotoğrafçı “an” olarak fotoğraflarıyla dönüşler yapar ve izleyicisiyle ilişkisini dinamik tutar. Birçok fotoğrafçının özellikle sokak fotoğrafçısının günlük hayatta kullanmadığımız bakış açılarıyla yolu Flâneur olmaktan geçer. “Flâneur bir kent izleyicilere, aktarım aracı olarak fotoğrafın dilini ve ikonlaşmış fotoğraflarla gezginidir. En ücra köşelerine kadar metropolü kullanmışlardır arşınlar ve modern hayatın bütün görünümlerini geçmişin izleri olarak günümüze aktarmışlardır. müthiş bir aşkla gözlemler, ayıklar ve hafızasının arşivine kaydeder. Kalabalıklarda barınır, Günümüzde sokak fotoğrafçılığının aktarım kalabalıklarla nefes alıp verir, kalabalıklara mest mecrası olan internette yer alan yüzlerce izlenimleri, kentlerin ve olur. Tebdil-i kıyafet gezer. Kimse onu fark etmez, fotoğrafçının yaşamların metamorfozlaşan alanlarındaki insan o ise herkesi fark eder. İnsan sarrafıdır. Modern hayatın kahramanlarını o seçer. Kahramanları izlenimlerinden doğan milyonlarca görüntüler arasından ayrışıp kendi aynı zamanda yoldaşları olur.”3 zamanının çok daha ötesine İçinde Sokak fotoğrafçısı da avareliğini geçirecektir. gezginliğini kayıt altına alır. bulunduğumuz Belgesel fotoğraf anlayışının Sokak fotoğrafçısı kendi estetik birebir kurallı kod sistemine sistemin algısının yansımalarını, yaşadığı uymayan sokak fotoğrafçılığı, çevreyi, sokakları ve hayatı, “Ayna gerektirdiği kendi temsilini ortaya koyduğu 4 ve pencereden ” bakarak sunar. rağmen metropol İnsanları, binaların arasına doyumsuzluk ve kurallara dinamiğiyle anlık refleksler sıkışmış küçük yeşil alanlar ve individual perspektiferini sürekli değişim da, metrolarda, çarşılarda, yansıtacağı farklılıklarla, sokaklarında kaydeder. ihtiyacı sokak semiyotiğin alanında kültürel kodlara göre inşaa edilmiş Değişimin tıpkı fotoğraf fotoğrafçısı metni anlam süreçlerine göre üretiminin ivmesi gibi akıl düzenlenmiş işaret sistemlerinde almaz bir hızla artması, yaşam için neredeyse yer alacak, ikonlaşacak alanlarımızın değişmesi, sonsuz bir fotoğraflara rastlamamız farklılaşması, içinde bulunduğumuz mekânlara kaynak sağlamış mümkün olacaktır. yabancılaşmamız, sokak İçinde bulunduğumuz sistemin fotoğrafçısı için insan üzerinde olacaktır. gerektirdiği doyumsuzluk ve yarattığı bu değişim sürecinin sürekli değişim ihtiyacı sokak tekinsizliğini, uyum ve uyumsuzluğunu kaydetme fotoğrafçısı için neredeyse sonsuz bir kaynak arzusunun daha çok ortaya çıkarttığı söylenebilir. sağlamış olacaktır. Her sokak fotoğrafçısı kendi zamanını kendi, Kaynakça: yaşam alanını kaydetmiştir. Diane Arbus, Elliott 1-Baudrillard, Jean. Fotoğraf Neyi Anlatır, Yok oluş sanatı, Erwitt, Robert Doisneau, Henri Cartier Bresson, Derleyen Caner Aydemir. Hayalbaz Yayınları, İstanbul,2007, Robert Frank, Herbert List, Marc Riboud, 129 s. Brassai, Weegee, İzis Bidermanas, Jacques Henri 2-Bajac, Quentin, Fotoğraftan Sonra Analog Fotoğraftan Lartigue, Edouard Boubat, Vivian Maier, Lee Dijital Devrime. Çev. Marşa Franco. YKY, İstanbul 2001, 14 s. Friedlande gibi fotoğrafçılar farklı zaman ve 3-Artun, Ali. Modern Hayatın Ressamı, Charles Boudelaire, mekânın gözlemcileri olarak yaşam alanlarının İletişim Yayınları, İstanbul,2003, 33 s. bütünlüğünü karelerine taşımışlardır. Yaşamın, 4-Tunç, Handan. Alptürk, Orhan. Görüntüleme ve hayatın izlerini taşıyan göstergelerle dolup taşan Görüntülenende Zaman Algısı. İFSAK Dergi, İstanbul 2001, bu fotoğraflar kendi perspektiflerinde bakışlarını, 145 s. Cafe Kibele Tel: 0312 426 64 14 Jhon F. Kennedy Cad. Bestekar Sokak No: 33 / 1 Kavaklıdere / ANKARA Ocak Şubat Mart 2016 Dosya Konusu Sosyolojinin ve Etnografinin Vazgeçilmezi: Fotoğraf* Yrd.Doç.Dr. Gülbin ÖZDAMAR Eskişehir Fotoğraf Sanatçıları Derneği (EFSAD) [email protected] “Fotografik görüntüye bakmak, toplumsal bağlam, kültürel önkabüller ve grup normalar tarafından belirlenmiş bir toplumsal faaliyettir. Fotoğrafları fotografik uyarım amacıyla görüşmecilere gösterebilmek için, görüşmeci grubun fotoğrafı nasıl kullandığına dair bir önbilgi gereklidir ki buna bağlı olarak metodolojik stratejiler planlanabilsin ve ortaya çıkan veriler görüşmecilerin ortak anlam dünyası çerçevesinde değerlendirilebilsin. Fotoğraf, 19. yy modernleşmenin ve Sanayi Devrimi’nin önemli simgelerinden biridir. Bu dönemin ortaya çıkardığı bilimsel ve teknik gelişmeler ortamında fotoğrafın bulunuşu ve yaygınlaşması gerçekleşmiştir. Bu nedenle, fotoğrafın dönüşümü ele alınırken “bağlamsal” bir anlayışla durumu incelemek ve gerekli saptamaları yapmak gerekir. Bağlamsal yaklaşım, durumun derin anlamlarının kavranmasında önemli bir anlayıştır. “Her buluş, bir yandan kendisinden önce gelen bir dizi deneyim ve bilgi birikiminin diğer yandan da toplumsal ihtiyaçlarının çerçevesinde biçimlenir.” 1 Teknolojik gelişmelere paralel olarak değişen ve farklılaşan fotoğraf da, kendine çeşitli alanlarda yer bulmuş gerek sanat ve bilim içinde, gerekse kitle iletişiminde önemini ortaya koymuştur. Bir sanat nesnesine dönüşmesinden ziyade, bağlamsal bir çerçevede fotoğraf; toplumsal ve bilimsel bir olgu olarak, toplumsal gerçekliği aktardığı inancının yanı sıra, meydana gelen bir olayın varlığına kanıt oluşturması ve belge görevi görmesi nedeniyle hem pozitif bilimlerde hem de sosyal bilimlerde önemli bir yere sahiptir. 32 33 AFSAD Howard S. Becker, sosyolojinin doğum tarihini, Comte’un sosyolojiye adını veren çalışmasını yayınladığı yıl, fotoğrafınkini ise Daguere’nin Fransız Bilim Akademisi’nde görüntüyü metal levha üzerine kaydettiğini duyurduğu 1839 yılı olarak belirtmektedir. Ona göre fotoğraf ve sosyoloji aynı tarihlerde ortaya çıkmıştır. Başlangıcından bu yana her ikisinin de hizmet ettiği projelerin en önemlisi, toplumun araştırılması ve keşfidir 2. Berger de Becker gibi, fotoğraf icat edildiği sıralarda, Comte’un, Pozitif Felsefe Dersleri’ni yazdığını ve Pozitivizm, fotoğraf ve sosyolojinin bir arada büyüyüp geliştiğini ifade etmektedir. Ona göre, “onların üçünün de uygulamada dayanıklılığını sağlayan şey, bilimciler ve uzmanların kaydettiği gözlemlenebilir, niteliği ölçülebilir olguların bir gün insanlığa doğa ve toplum hakkında ve onları bir düzen içinde tutacak şekilde eksiksiz bilgi sunacağı inancıdır3. Comte’un açıkladığı pozitivizm, aslında fotoğraf makinesini ve onun ürettiği iki boyutlu yüzeyi de bilimin bir sonucu olarak gören bir anlayıştadır. Çünkü işin içinde “insan aklı” vardır. Bundan önceki resmetme tekniklerinde insan duyguları, dünyayı hissediş ve el becerisi varken, fotoğraf insan aklının bir ürünüdür. Fotoğrafın tarihi okumalarında görüldüğü gibi fotoğrafın icadında rolü olan bütün bilim adamları, kendi deneylerinden elde ettikleri verilerden bir başkası için soru oluşturarak, yeni deneyler yaparak ve sonucunda akıllarını ve edinilmiş bilgilerini kullanarak fotoğrafı hep bir adım ileri götürmüşlerdir -ki bütün bilim dallarında var olan süreç böyle işler-. Bu dönemde geliştirilen buharlı tren, buharlı gemi gibi buluşların, deniz aşırı ülkelere yolculuklara sebep olması, bilinmeyen yerlerin keşfedilmesine ve onların kaydedilmesine neden olmuştur. Sömürgecilik döneminde teknolojik devrimin simgelerinden biri olan fotoğraf, ötekiyi kategorize etmek, tanımlamak, ona egemen olmak ve kimi zaman da bir öteki icat etmek amacıyla kullanılmıştır4. Böylelikle yeni bir alan olarak ortaya çıkan antropoloji sayesinde “ötekiler”e ait her şey incelenmeye başlanmıştır. Bu açıklamalar ışığında antropoloji, sosyoloji ve fotoğrafın paralel bir tarihe sahip olduklarını vurgulamak gerekmektedir. Batchen’e göre, ‘esas gayesi’, ‘uygarlaşmış kabilelerin nitelikleri, alışkanlıkları, istekleri üzerine otantik bilgi’ toplamak olan ‘Yerli Halkları Koruma Topluluğu’nun 1837’deki kuruluşu, Daguerre’nin ürettiği ilk ‘Daguerretype’ ile aynı zamana rastlamaktadır. Bu iki deneyim aynı zamana rastlamasının ortak arzusunu ise, “gözle görüneni sadakatle tekrarlayarak bilgiyi görünür kılma arzusu” olarak tanımlayan Batchen, fotoğrafın icat edilişini izleyen fikrin, etnografik bir dünya tasarısını varsaymasının şaşırtıcı olmadığını vurgulamakta ve etnografların fotoğrafa olan ilgilerini şöyle açıklamaktadır 5. “1840’lardan itibaren etnografların ilgisine layık büyük bir imaj üretimi mevcuttu. Bunlar, Fransız köylülerinin zoraki katkısı sayesinde insanlarla doldurulmuş kır tablolarından Amerikan yerlilerin tam tekmil asalı, taçlı büstlerine kadar uzanıyordu. Egzotik Öteki’ne ait imajlar çok değişik türden tüketicilere çekici gelebiliyordu. Daha 1850’lerde, fotoğrafçılar zenci kölelerin profilden imajlarını üretmişlerdi ve bu imaj kısa zamanda kriminoloji ve etnoloji disiplinlerine özgü bir imaj çeşidi olarak görülmeye başlayacaktı. 1870’lere gelindiğinde ise, fotoğraf antropolojik yöntemin sistematik, hatta bazı durumlarda zorunlu bir parçası haline gelmişti”. Bu paralel tarih boyunca fotoğrafçılar -özellikle belgesel üslupla çalışan fotoğrafçılar- bir etnografın ya da bir sosyologun araştırma konularıyla yakından ilgili olmuşlardır. Fotoğraf, başlangıcından beri toplumun çözümlenmesinde bir araç olarak kullanılmaktadır ve fotoğrafçılar bu durumu görevlerinden biri olarak kabul ederler. Önceleri, kimi fotoğrafçılar, fotoğraf makinelerini çağdaşlarının başka türlü asla göremeyeceği uzak toplumların kaydedilmesinde, daha sonra da kendi toplumlarının, çağdaşlarının görmeyi istemeyeceği yanlarının gösterilmesinde kullanmışlardır6. Aynı zamanda fotoğrafçılar göç, yoksulluk, ırk, toplumsal huzursuzluk gibi çağdaş toplumsal sorunlarla ilgilenmişlerdir. Bu fotoğraf geleneğinde, kötülükler genellikle teşhir amacıyla betimlenmekte ve bunların düzeltilmesi için eylem çağrısı yapılmaktadır (Sosyal Belgeci Anlayış). Bu duruma verilecek ilk örnek belgesel fotoğrafın da babası sayılan, Jakob Riis’dir. 1870 yılında ABD’ye giderek röportajcı olan Jacob Riis, “New York’un aşağı mahallelerinde sefil hayatlar süren göçmenlerin yaşam koşullarını anlattığı yazılarını, görüntülerle güçlendirmek için fotoğraftan faydalanmış, böylece fotoğraf, ilk defa toplumsal eleştiri malzemesi olarak kullanılmıştır (Freund, 2006:99). Lewis Hine, günde 12 saat çalışan, hayatlarını fabrikalarda, tarlalarda ya da gecekondu bölgelerinde bakımsız evlerde geçiren çocukların fotoğrafını çekmiştir (Oral, 2006:116). Fotoğraflar, Amerikalı’ların gözlerini açmış ve çocukların çalışmaları konusunda yasal değişikliklerin yapılmasını sağlamıştır 7. Fotoğrafçılar tıpkı bir etnograf gibi, kültürel konuların, kişilik tiplerinin (ya da tipik kişiliklerin), toplumsal tipolojinin ve toplumsal karakteristik atmosferinin ortaya çıkarılması ile de ilgilenirler. Bu nedenle Robert Frank’ın (1969) büyük etkiler yaratan “Amerikalılar” çalışması hem Tocqueville’in Amerikan kurumlarına ilişkin çözümlemelerini hem de Margeret Mead ve Ruth Benedict’in kültürel konulardaki çalışmalarını hatırlatmaktadır. Frank, ülkenin farklı kırsal bölgelerinde tekrar tekrar çektiği, bayrak, otomobil, restoranlar gibi şeylerin fotoğraflarını sunmuştur. Fotoğrafladığı bu şeyleri, uyandırdığı çağrışımlar aracılığıyla Amerikan kültürünün derin ve anlamlı simgeleri haline dönüştürmüştür. Antropolojiye tarihsel olarak bakıldığında fotoğrafı da içine alan ve antropolojinin bir alt alanı olan görsel etnografi, pozitivist metodolojinin hakim olduğu dönemde ortaya çıkmış ve gözlemlenebilir bir nesnel gerçekliği görsel-işitsel teknolojilerinin (fotoğraf makinesi, video gibi) aktarabileceği görüşü yaygınlık kazanmıştır. Bunun nedeni bu araçların, tarafsızlığına, şeffaflığına ve şüphe götürmeyen tanıklığına olan inançtır. Bir pozitivistin perspektifinden bakıldığında, şüphe edilmez bir tanık ve güvenilir verilerin kaynağı olan fotoğraflar sayesinde, insan zihninin sınırları olmadan, gerçek, film düzlemine kaydedilir. Bu nedenle antropologlar, teknolojilerin gelişmesi ve ulaşılabilir olmasıyla birlikte, bilinmeyen kültürleri, farklı coğrafi bölgeleri, insan topluluklarını ve onlar hakkındaki detayları fotoğraf makinesi ile belgeleyerek arşivler oluşturmuşlardır 8. Bazı fotoğrafçılar da toplumları ve kültürleri temsil eden türlerin portrelerini çekerek, toplumsal betimlemeyi portreler üzerinden yapmaya çalışmışlardır9. Becker bu geleneğin en önemli ismini August Sander olduğunu önermiştir. Sontag da, “bilim olarak fotoğrafa bir örnek” olarak, Agusut Sander’in 1911’de başladığı, Alman insanın fotoğrafik bir kataloğunu çıkarma projesini göstermiştir. Sander, bireyleri temsili karakterleri için seçmemiş, pek doğru bir biçimde fotoğraf makinesinin yüzleri birer toplumsal maske olarak açığa çıkardığını varsaymıştır. Fotoğraflanan herkes belli bir ticaretin, sınıfın ya da mesleğin göstergesidir 10. Bu dönemde fotoğraf gerçekliğin bir kanıtı olarak kullanılmakta ve görülmektedir. Fotoğrafın sosyal bilimler projelerinde kullanılmaları ise, onları sadece birer kanıt olmalarından kaynaklanmaktadır. Günümüzde ise fotoğraf, gerçekliği aktardığı ve anın bir kanıtı olduğu inancından ziyade, birer görsel günlük olarak tanımlanmaktadır. Görsel kayıt, nesnel gerçekliğin kaydedilmesidir. Görsel bir günlük yaratmak ise fotografik aracın kendisinin alternatif bir kavramsallaştırılması üzerine inşa edilen farklı yan anlamlar taşımaktadır. Araştırmacının ya da fotoğrafçının araştırma boyunca, araştırdığı ya da belgelediği konu üzerindeki kavrayış düzeyiyle birlikte, araştırmaya neleri dahil edip, neleri göz ardı edeceği ve objektifin önünde olup bitenleri ne biçimde değerlendireceği farklılaşmaktadır. Görsel günlük olarak fotoğraflar, araştırma sürecine, araştırmacıyı ve aracının (fotoğraf makinesi) niteliklerini yeniden sokmaktadır. Başka bir deyişle günlük, araştırmacının sahaya girişinin, katılımının ve sahadan ayrılışının özdüşünümsel (self-reflexivity) bir tarihsel kaydıdır. Özdüşünümsellik, kültürel gerçekliğin nesnel bir biçimde aktarılacağını savunan görüşe ve ideolojiye duyulan kuşkuların bir ürünüdür. Toplanan verilerin çoğu, araştırmacının/ fotoğrafçının süzgecinden geçmekte, onun kendi izlenimleri ve kuramsal yönelimindeki önyargıları bu süzgecin derinliğini belirlemektedir. Bu yaklaşım içinde çekilen görüntüler, zaman ve mekân içinde belli bir anda, belli bir araç kullanan bir araştırmacının belli bir toplulukla karşılıklı etkileşiminin biricik neticesi olarak 34 35 AFSAD görülmektedir. Etnograflar ya da fotoğrafçıların kimlikleri, araştırma konusuna yaklaşımlarını, ne tür fotoğraflar çekeceklerini etkileyecektir. Bunun nedeni ise fotoğrafı çeken etnografın ya da fotoğrafçının çekim sürecine doğrudan katılmasıdır. Doğal olarak elde edilecek verilerin, katılımcılardan bağımsız olması beklenemez. Araştırmalarda veri toplama aracı olarak kullanılan fotoğrafın, görsel veri olarak farklı toplanma yolları ve teknikleri bulunmaktadır. Araştırmacı tarafından çekilen fotoğraflar, veri toplama sürecinde bir görüşme cihazı olarak, özellikle görsel sorulara sözel sorulardan daha kolay yanıt veren kişiler için sıklıkla kullanılmaktadır. Bu tür yöntemlerin temel amacı, etnografik bilgiye ulaşmaktır. Etnografik fotoğrafın farklı veri toplama tekniklerinden biri de son dönemlerde görsel antropologlar ya da görsel sosyologlar için vazgeçilmez bir teknik olan fotografik uyarım (photo elicitation)’dır. Schwartz bunun nedeninin görme biçimleri ile ilişkili olduğunu şöyle açıklamaktadır: “Fotoğrafik görüntüye bakmak, toplumsal bağlam, kültürel ön kabüller ve grup normalar tarafından belirlenmiş bir toplumsal faaliyettir. Fotoğrafları fotografik uyarım amacıyla görüşmecilere gösterebilmek için, görüşmeci grubun fotoğrafı nasıl kullandığına dair bir önbilgi gereklidir ki buna bağlı olarak metodolojik stratejiler planlanabilsin ve ortaya çıkan veriler görüşmecilerin ortak anlam dünyası çerçevesinde değerlendirilebilsin” 11. Fotografik uyarım ilk olarak, fotoğrafçı ve araştırmacı olan John Collier tarafından etnografik araştırmalara uyarlanmıştır. Collier bu yönteme fotoröportaj (photo-interview) adını vermiş, foto-röportajın anahtar elamanlarını kullanarak veri toplamak için fotoğrafı bir araç olarak kullanmıştır. Göçmen ailelerin farklı etnik grupların arasında nasıl yaşadıkları ve nasıl onlara adapte olduklarını araştıran Collier, bu yöntemi ilk olarak katılımcılarla yaptığı görüşmelerde kullanmıştır 12. Collier, geliştirdiği tekniğin nedenini, görüşmecilerin geçmişi hatırlamada hafıza problemleri ve kafa karışıklığı yaşamalarına bağlamıştır. Bu problemleri çözmek ve görüşmecilerden daha detaylı bilgiler alabilmek için Collier, yansıtmalı foto-röportaj yöntemi adını verdiği yöntemi tasarlamıştır. Araştırmacı ve fotoğrafçı olarak Collier, görüşme yapacağı konuya kapsamlı bir bakışı sağlayabilmek için fotoğraflar çekip, seçmiş ve fotoğrafik uyarım sürecine kendisi de dahil olmuştur. Baskısını aldığı seçilmiş fotoğrafları görüşmecilere göstererek, endüstriyel yaşam, barınma, ailelerin öyküleri gibi konularda onların yorum yapmalarına, araştırmacının sorduğu sorulara detaylı cevaplar vermelerini sağlamıştır 13. Fotografik uyarım, araştırmacı tarafından bir anlam ifade edeceği varsayılarak bir araya getirilmiş bir dizi fotoğrafın, bireylere ya da gruplara, onların değer, inanç, davranış ve anlam dünyalarını keşfetmek, anıları harekete geçirmek, grup dinamiklerini keşfetmek gibi belirli amaçlarla yapılan veri toplama yöntemidir. Fotoğraflar, katılımcılara ait aile albümlerinden, evde çekilen videolardan, televizyon görüntülerinden, gazetelerden de seçilebilmektedirler 14. Katılımcıların bu görüntülere bakarak gerçekleştirdikleri yorumlar, araştırmacı tarafından analiz için daha sonra kullanılmak üzere (video-ses) kaydedilmektedir 15. Etnik kimlikleri belirlemek, davranışları anlama, hafızadaki bir şeyleri çağrışımlarla ortaya çıkarmak, öğrenciler ve çocuklarla çalışmak, program değerlendirmesi yapmak, hemşirelik, tıp ve genlerle ilgili araştırma yapmak, yüksek zekalı öğrencileri eğitmek ve soyut ve üzerinde konuşulması zor konular ve kavramlarla ilgili konuşmak için araştırmacılar genellikle fotografik uyarıma başvurmaktadırlar16. * Bu yazı “Etnograflar ve Fotoğrafçılara Yönelik Bir Etnografi Çalışması: Hacı Bektaş Veli Etkinliklerinin Foto-Etnografisi” başlıklı doktora tezime dayanmaktadır. photographs in anthropological inquiry, Special issue of Visual Anthropology 3. New Jersey: Harwood Academic Publishers.. 5- Batchen, G. (1996). Kültür Kavramları: “Antropoloji ve Fotoğraf”. Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, s:213214. (Der: F. Keyman, M.Mutman, M. Yeğenoğlu). İstanbul: İletişim Yayınları. 6- Becker, S. H. (2006). Fotoğraf ve Sosyoloji, s:46-49. Toplum Bilim Fotoğraf Özel Sayısı, Sayı: 19. 7- Freund, G. (2006). Fotoğraf ve Toplum, s:99. İstanbul: Sel Yayınları. 8- Ruby, J. (1996). Visual Antropology, In Encyclopedia of Cultural Anthropology, s:345, (Edi).David L. and Melvin E. New York: Henry Holt and Compony, Vol 4. 9- Becker, S.H.(2006).Fotoğraf ve Sosyoloji,s:50.Toplum Bilim Fotoğraf Özel Sayısı,Sayı: 19. 10- Sontag, S. (1999). Fotoğraf Üzerine, s:79. İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları. 11- Prosser, J. ve Schwartz, D. (2006). Sosyolojik Araştırma Sürecinde Fotoğrafın Yeri, s:101. Toplumbilim Dergisi, Sayı:14. 12- Bignante, E. (2010). The use of photo-elicitation in field, Research, EchoGéo, s:17, Numéro 11. décembre 2009 / février 2010 13- Collier, J. ve Collier, M. (1986). Visual Anthropology, Photography as a Research Method, s:100-101. New Mexico: University Of New Mexico Press. Kaynakça: 14- Prosser, J. ve Schwartz, D. (2006). Sosyolojik Araştırma Sürecinde Fotoğrafın Yeri, s:101. Toplumbilim Dergisi, Sayı:14. 1- Freund, G. (2006). Fotoğraf ve Toplum, s:25. İstanbul: Sel Yayınları. 15- Berg, B. L. (2008). “Visual Ethnography”, The Sage Encyclopedis of Qualitative 2- Becker, S. H. (2006). Fotoğraf ve Sosyoloji, s:45. Toplum Bilim Fotoğraf Özel Sayısı, Sayı: 19. Method.s:936 London: SAGE. 3- Berger, J. ve Mohr, J. (2007). Anlatmanın Başka Bir Biçimi, s:90. İstanbul: Agora Kitaplığı. 4- Scherer, J. C. (1990). Picturing cultures: historical 16- Hurworth, R. (2003). Photo-Interviewing for research, Social research UPDATE, Department of Sociology University of Surrey. Oral, M. (2006). Fotoğraf ve Toplumsal Değişme. Toplumbilim Fotoğraf Özel Sayısı, Sayı: 19. FOTOĞRAF / PRODÜKSİYON / DİJİTAL BASKI , Laminasyon, Poster, Fotoğraf, Canvas, Fotoblok, Laminasyon, P Fotoğraf, Canvas, Fotoblok, Laminasyon, Poster, Fotoğraf, Ca Fotoblok, Laminasyon, Poster baskıları, Reprodüksiyon, Fotoğraf, Canvas, Fotoblok, Laminasyon, Poster, Slayt tarama Slayt - Negatif banyo sergi fotoğraf baskıları Selanik Caddesi, 27/B Kızılay/ANKARA Tel: 0 312 4180558 pbx Fax: 0.312.4181756 36 37 AFSAD www..ratcolor.com 2016 İletişimin Kıldan İnce Mecrası f/64 Doğaçlama Ocak Şubat Mart Özcan YURDALAN Fotoğrafçı, Yazar [email protected] Evet aynen öyle. Her marifeti bir yana, en hasından arızalarıyla birlikte bir iletişim aracıdır fotoğraf. Bir bilgiyi, duyguyu iletebilir olmasından başka haber taşıma yeteneğiyle de öne çıkar. Kıymetlidir. Kıymeti kişisel bir tanıklığın öznel ifadesi olmakla sınırlı kalmaz, aynı zamanda bir saklama ortamı sunmasıyla da belirginleşir. Yaşanmışlıkların görsel kodlarla saklanabildiği özgün bir depolama ortamı. Öznel veriler üreterek, kişisel yorumları ve tanıklıkları iletebilen ve saklayabilen “fotoğrafçılık” giderek yaygınlaşıyor, hayatımızdaki yeri büyüyor. Bu büyüme, yüzeysel bir ilginin gelip geçici karşılığı olarak kalmıyor, fotoğraflara duyulan ilgi zaman geçtikçe derinleşiyor ve yapısal özellikler kazanıyor; vazgeçilmez bir günlük faaliyet haline geliyor. Fotoğrafçılık her şeyden önce çağımızın en sevilen kolektif eğlence aracı ve sosyalleşme vasıtası oldu. Ayrıca sanatsal uygulamalar için de geniş imkânlar sunuyor. İletişim desen hakeza. Bulunmaz bir nimet yani, tıpkı fasulye gibi. Fotoğraflar artık konvansiyonel üretim ve dağıtım biçimlerini terk etti. Bu terk ediş teknolojik gelişmeler sayesinde oldu. Görüntü üretebilen yeni aletler fotoğraf çeken ile fotoğrafa bakan arasındaki ilişkiyi yeniden tanımladı. Bilgiyi üreten ile alımlayan arasındaki trafiğin değişebilirliğini, haber/bilgi akışının iki taraflı işleyebildiğini görebiliyoruz artık. Cep telefonlarıyla birleşen görüntü üretme ve dağıtma aygıtlarını kullanarak iletişimin kâh bir yanında kâh öte yanında konumlanıyoruz, bu müthiş deneyimi bizzat yaşayabiliyoruz. Bu sayede iletişimin bir tür demokratikleşme haline tanık oluyoruz. Ancak bu yeni durumun bir yanılsama olma riskini de dikkate almak gerekiyor. İki açıdan: ilki, iletişim mecralarında dolaşan fotografik enformasyonun güvenilir olup olmadığı. Hepimizin bildiği gibi bir enformasyonun, haber niteliği kazanabilmesi için belirli üretim işlemlerinden geçmesi gerekiyor. Fotoğrafla üretilen bir tanıklığın bu vasıfları yoksa sıradan bir görsel kayıt olmaktan ileri gidemiyor. İkincisi ise, görsel iletinin bağlamından kopup kopmadığı. Bu mesele de ilki gibi tamamen fotoğrafçının sorumluluk alanına giriyor. İletişim bilindiği gibi anlık bir temasın değil bir sürecin adı. İster görsel ister sözel olsun, bir verinin üretim işlemlerinden başlayarak, gönderenden alıcıya aktarılma sürecine iletişim deniyor. Kuşkusuz iletişimin tek öznesi haber mahiyetindeki iletiler değil ancak ilk akla gelen bu. Dolayısıyla iletişim sürecinden karşılıklı bir anlaşılma hali yaratabilmesi bekleniyor. Gösterenin–gösterdiklerinin–,söyleyenin –söylediklerinin–bağlamını kaybetmeden iletilmesi ve bu sayede anlaşılmaya dayalı bir ortaklaşma zemini yaratılması. Mesele bu. İletişimin içeriği haberleşmeden ibaret olmasa bile oldukça ağırlık taşıyor. İletişimin sürdürülebilir olması ve işlevli kılınması için bir kodlar sistemine ihtiyaç var. Yani gönderen ile gönderilen arasında ortak bir dil inşa edilmiş olması gerekiyor. Bu noktadan kaptırarak yol alıp gitmek beni de bu yazıyı da aşar ama gör- sel iletişimin kodları başlığı altında birbirinden çok farklı kuramlar olduğunu biliyorum. Bu yazının akışından da anlaşılacağı gibi, bireysel ya da kamusal bir araç olarak fotoğrafı haber taşıma, tanıklık paylaşma ve belgeleme yetenekleriyle bir iletişim mecrası olarak ele alıyoruz. Tarihine baktığımız zaman, fotoğrafların elden ele dolaşmaya başladığı günlerden itibaren bilgi taşıma özelliğine sahip olduğunu görüyoruz. Fotoğrafçılar sokağa çıktıktan, hayata baktıktan, uzak diyarlardan görüntüler getirmeye başladıktan sonra kamusal bir algı yarattılar. Bir kanaat oluşturdular: Dış dünyayı öncelikle görerek algılıyor, bilgileniyor, bu sayede yargılar geliştiriyoruz. Hal böyle olunca insan türünün en güçlü bilgilenme organı sayılan “göz” ile fotoğrafçılığı özdeşleştirilen bir algı doğdu. Fotoğraflar da fotoğrafçının gözleriyle gördüklerini bize getirdiğine göre, inanılır ve güvenilir bilgiler taşıyor olmaları gerekiyordu. Gördüğüne inanan insan, fotoğrafçının gördüğünü gösteren fotoğrafları da gerçeğin kanıtı saydı. Fotoğrafın iletişimdeki rolü bu temel kabul üstünden yükseldi. Yazının sonuna ulaşabilirsek eğer, bu kanaatin günümüzde nereye geldiğini, fotografik iletişimde nasıl kıldan ince kılıçtan keskin bir dizi etik vasıf aranmaya başladığını göreceğiz. Az sabır. Kanaatlerimiz bir dizi karmaşık sistem içindeki algılama mekanizmaları ve toplumsal yargılarla birlikte oluşuyor. Bu süreç işlerken fotoğrafa da hala önemli bir pay biçiliyor. Fotoğraf aracılığıyla iletilen bilgiler, görmeyle ilişkisi sayesinde inandırıcılık açısından diğer bilgilenme mecralarına göre üstünlükler taşıyor. Kişisel bakış temelli öznel bir ifade/iletişim aracı olan fotoğrafçılık bütün arazlarıyla birlikte kendi tarihini inşa etmeye devam ediyor. Burada haber taşıyabilen, belgeleme yapabilen bir iletişim mecrasından söz ediyorsak eğer Felix Guattari’nin sözlerine kulak vermek gerek: “Bir haber, önce olayın seçimi ve sınırlarının belirlenmesine bağlıdır. Bir olay esas itibariyle duygusal boyutlarla kendini gösterir, değerler süzgecinden geçmiştir, ancak farklı özgün bir bakış açısıyla değerlendirilebilir. Haber gazeteciliği vardı elbette! Ancak gazeteciler, nesnellik örtüsü altında, özgünlüklerini yok etmezler” der. İletişim mecralarının ekseninde duran “haber” ile “enformasyon” arasında bir fark olduğunu bilerek meseleye bakacak olursak eğer şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza: Ülkemizde haber ve belgesel çalışmalarını ciddiyetle sürdüren fotoğrafçıların-niyetlerinden bağımsız olarak- enformasyonla sınırlı iletilere sahip görsellerle yetindiklerini düşünüyorum. Burada yine Guattari’ye kulak ve38 39 AFSAD recek olursak düşünürün günümüzde klasik yapısıyla “haber”in bile yetersizliğe işaret ettiğini görüyoruz: “Haber hiç bir şeydir! Aslolan, sadece yorum, sunum, habere ritmini ve varlığını veren estetik boyuttur. Yani ilgiye ulaşma, uyandırma, bir sorgulama başlatma kapasitesidir. Bu tamamen bir sanatçının çalışmasıdır” Guattari’nin bu sözlerini, iletişim alanını mekanik bir bilgi aktarımı, sıradan bir haber paylaşımı olarak değerlendiren, fotografik sanat algısını “fine art” la sınırlı tutan yaklaşımları dikkate alarak aktardım. Öte yandan iletişim mecrasının güvenilir olması ve fotoğrafçının sorumlulukları da özel bir öneme sahip. Haber ve bilginin iletilmesi, kamusal bir konu. O nedenle iletişim alanındaki her görselin taşıdığı bilgilerin fotoğrafçısına yüklediği yükümlülükler söz konusu. Bunların başında ürettiği bilginin ve tanıklığın sorumluluğunu alarak bilginin doğruluğuna dair güvence verebilmesi geliyor. Şimdi fotografik iletişimin haber ve belgesel fotoğraf alanında küresel değerleri temsil ve inşa edebilen bir kurumun, World Press Photography (WPPh)’nin 2016 yılı basın fotoğrafçılığı yarışmasına katılım için koyduğu etik kriterlere bakarak yazıyı tamamlayalım. Bu sayede fotoğrafçılığın sadece güzel görüntüler, ilginç fotoğraflar, kolay tüketilebilen imajlar üretebilme marifeti olmadığını hatırlatmış olalım, fotoğrafçılıkta sanatsal kriterlerden bağımsız, etik ve estetik değerlerin varlığına dikkat çekelim. Bu alandaki genel kabullerin bizim kafa yormaya pek gerek duymadığımız zeminlerde gezindiğini hatırlatarak bitirelim. Sözü WPPh*’ye bırakalım: Haber / Belgesel Fotoğrafta Etik Düsturlar 1. Fotoğrafçı, kendi varlığının fotoğrafladığı ortam üzerinde yaratacağı etkinin farkında olmalı ve sahnelenmiş fotoğraf fırsatlarının yönlendiriciliğine karşı direnmelidir. 2. Fotoğrafçı, fotoğrafladığı ortamın yeniden oluşturulması veya sahnelenmesine bilerek katkıda bulunmamalı veya neden olmamalıdır. 3. Fotoğrafçı çektiği fotoğrafın bütünlüğünü korumalı, içeriğinde materyal değişikliği yapmamalıdır. 4. Fotoğrafçı altyazıların/başlıkların kesin ve doğru olduğundan emin olmalıdır. 5. Fotoğrafçı, foto hikâye düzenlenişinin, içeriği doğru ve adil bir biçimde temsil ettiğinden emin olmalıdır. 6. Fotoğrafçı fotoğrafının tüm oluşum süreçleri hakkında açık ve şeffaf olmalı, WPPh’ye karşı yaptığı çalışmanın sorumluluğunu üstlenmelidir. Değeri azalmaz, aksine hep artar. Profesyonellerin vazgeçilmez objektifi 50mm F:1.4 yeniden yaratıldı. Bugünün olağanüstü yüksek çözünürlüğe sahip görüntü algılayıcıları için yeni bir standart. Olağanüstü keskinlik, kusursuz dar netlik estetiği, düşük ışık koşullarında yüksek performans. Sigma'nın yeni nesil yüksek performanslı, geniş diyafram açıklığına sahip standart sabit odaklı objektifi: Fotoğraf: Orhan Cem Çetin / KALİMBA SIGMA 50mm F1.4 DG HSM Yeni nesil objektiflerimiz hakkında daha geniş bilgi için: www.sigma-global.com | www.fotopro.com.tr Ocak Şubat Mart 2016 Portfolyo Doğaçlama Alex STODDART [email protected] Fotoğraf Sanatçısı Kendimi öncelikle bir hikâye anlatıcı olarak tanımlıyorum. Sadece hikâyelerimi bir fotoğraf makinesi ile anlatmış bulunuyorum. Şanslıyım ki şu anki dijital zamanlarda yaşıyorum çünkü aynı fikirleri layıklıyla bir boya fırçası veya sözlerle ifade edebilir miydim bilemiyorum. Her karede yarattığım farklı bir dünya ve orada yaşayan farklı karakterler var. Kendi yüzüm birebir orada olmasa da her fotoğrafta aslında hep benden bir parça var. Her zaman sadece bir hayatım oluşunun ve onu sadece bir bedende yaşayacağım gerçeğinin acısını içimde hissediyorum. şans veriyor. Bu her zaman direkt olmuyor. Çoğu zaman sadece mecazen oluyor ama yine de bir şans veriyor. Bu benim hayatımın monotonluğunu kırıyor ve bahsettiğim farklı hayatlarda doğmamı sağlıyor. Pek çok farklı hayat yaşamak istiyorum. Burada sağa dönmek yerine sola dönersem veya şu kariyer yolu yerine bunu seçersem veya o kişi yerine bunu öpersem ne olacağını deneyimlemek istiyorum. Ve fark ettim ki fotoğraf sanatı, özellikle öz-portre çekmek, bana bu diğer olasılıkları keşfetmek için Fotoğrafı etrafımdaki dünyayı sindirmek ve kendi kendimi incelemek için kullanıyorum. Fotoğraflarım olmasa, sürekli yaratmanın bende yarattığı rahatlama olmasa kendimi kaybolmuş hissederdim. 40 41 AFSAD Fotoğraflarım karakteristik olarak karanlık bir atmosfer ve tona sahip. Dürüst olmak gerekirse bunun sebebini henüz çözebilmiş değilim. Yapı olarak canlı ve neşeli bir insanım, sanırım bu, hayatın diğer yüzüne – ölüm, depresyon, gönül yarası- olan merakım yüzünden böyle oluyor. Hazırlayan ve Çeviri: Zeynep HAMURDAN 42 43 AFSAD 44 45 AFSAD 2016 “Şüpheli Benzeşmeler” Portfolyo Doğaçlama Ocak Şubat Mart Meltem IŞIK www.meltem-isik.com www.galerinevistanbul.com [email protected] Her birimiz, kendi kalıbımızın içinden adını ‘göz’ koyduğumuz iki delikten dışarıya bakıyoruz. Burnumuzu her daim gördüğümüz gibi, gördüğümüz her andan itinayla siliyoruz. Gördüklerimizi kendi filtrelerimizden süzerek algılıyor ve anlamlandırıyoruz. Gözümüzle beynimiz arasındaki son sürat ve sürekli iletişim sayesinde, farkına bile varmadan, aslında her gördüğümüzü kuruyoruz. Altını çizmek istediğim, bu ilişkideki veri akışı yalnızca gözlerden beyne değil, beyinden gözlere doğruda işliyor. Biz ise ısrarla gördüğümüzü “gerçek” zannediyoruz. Oysa gerçeklik mutlak değil. Her bakışımızla kendi gerçekliğimizi inşa ediyoruz... “Şüpheli benzeşmeler” serisinde insan bedeni üzerinden, nasıl gördüğümüz ve gördüğümüzü nasıl anlamlandırdığımızı araştırıyorum. Fotoğrafladığım farklı bedenlere ait detayları bir araya getirerek, bunlardan bağımsız bütünlere ve anlamlara, görülene dair alternatif okuma olanaklarına işaret ediyorum. Fotoğrafla bir alıp vermediğim, bir meselem var. Çalışmalarımda fotoğrafla aramızdaki bu sorunlu ilişkiyi ve ona inanışımızdaki, ona olan ihtiyacımızdaki sebepleri kurcalıyorum. Kameranın arkasından baktığımız resimle, çıplak gözle algıladığımız dünya arasındaki benzerlik ve farklılıklar, fotoğrafın gerçeklikle olan ilişkisi ve dolayısıyla belleği inşa etmedeki rolü ilgimi çekiyor. Hazırlayan: Ceren ÖZCAN 46 47 AFSAD 48 49 AFSAD Ocak Şubat Mart 2016 Usta İşi Doğaçlama Toplumsal Belgesel Fotoğraf ve AFSAD Örneği* Cengiz Oğuz GÜMRÜKÇÜ Fotoğrafçı, Yazar [email protected] AFSAD 1977 yılında kurulan bir dernek. Türkiye’nin en büyük ikinci fotoğraf derneği.. Kurulduğu yıllar itibarıyla bakıldığında pek çok aşamadan, pek çok zorluktan geçmiş bu güne gelene kadar… Fotoğraf dünyasının duayenleri üye olduğu ve pek çok başarılı çalışmaya imzaların atıldığı bir yapıdır. İçindeyken, o anı yaşarken pek göremezsiniz bazı şeyleri. Çocuğunuzun büyümesi gibidir... Hani geriye dönüp eski, tozlu albümlere baktığınızda fark edersiniz ne kadar yaşlandığınızı. Ben AFSAD’a geldiğimde, 13 yaşında gencecik bir delikanlıydı mesela. Koca bir darbe atlatılmış, insanlar kaçtıkları derneklere dönmeye başlamıştı. O yıllarda AFSAD’ın fotoğraf geleneği olarak belgesel ön plana çıkıyordu. İnsanların anlatılmamış hikâyeleri vardı ve onu anlatmaya çalışıyorlardı. Fotoğraf halk için ve halkla birlikte yapılmalı deniliyordu. İşçileri konu alan bir çalışma, eski bir otobüsün içinde sergileniyor ve ite kaka çalıştırılıp sanayi bölgesindeki insanlara sunuluyordu. Sonrasında başka akımlar ve bu başka akımların temsilcileri de geldi AFSAD’a. Her şey fotoğrafa konu olabiliyordu artık. 90’larda Belgesel- Deneysel çatışması Türkiye’yi sardığı gibi AFSAD’ dada kendini göstermeye başladı. Kimse diğerinin fotoğrafını beğenmiyordu. Kurgu kendine yer edindi. Doğa fotoğrafçılığı, sokak fotoğrafçılığı, deneysel fotoğraf da can bulmaya başladı… Belgesel fotoğraf ise, bir gelenek olarak yerini hep korudu. Değişik alanlarda, değişik belgesel çalışmalar hep devam etti. Bunlardan en çok konuşulanı ve hatta bir teze konu olanı da AFSAD bünyesinde Mehmet Özer arkadaşımızın son 10 yıldır öncülüğünü yaptığı “Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotograf Atölyesi” oldu. Atölye birçok çalışmayla çıktı karşımıza, bu çalışmalardan da bence en çok ses getireni, en çok kanayan yaraya parmak basanı “Göz Altında Kayıplar 50 51 AFSAD – Cumartesi Anneleri” olmuştur. 1980 döneminde yoğunlaşan kayıplar belki azalmıştır ama hiç bitmemiştir. Bu da fotoğrafın gücünü ortaya dökmek için iyi bir bahanedir aslında. Geçen sene Mart ayının başlarında Ankara Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencisi, Oğuzhan Burak beni arayıp AFSAD hakkında bir tez hazırladığını ve örnek çalışma olarak da yürütücülüğünü Mehmet Özer’in yaptığı Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi’ni ele alacağını söyleyince çok heyecanlandım. Randevulaştık. İki saatten fazla sohbet ettik. AFSAD ve belgesel fotoğraf hakkında sorduğu sorulara elimden geldiğince cevap vermeye çalıştım. Örneklemelerde anlattığım bazı konular için kendi arşivimi açtım, elimde bulunan kaynak kitaplardan destek vermeye çalıştım. 2015 Ekim ayının sonlarında ise Mehmet Özer beni arayıp çalışmanın tamamlandığını, tez olarak kabul edildiğini ve birer baskısının biz katkı verenlere hediye edileceğini söyledi. Tez çalışmasını ilk duyduğumda yaşadığım heyecanı yine yaşadım. Çok geçmeden çalışma elimize ulaştı. Giriş bölümünde yazan “Toplumsal belgesel fotoğraf, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış bir fotoğraf tarzıdır. Türkiye’de ise 1970’lerin ortalarında fotoğrafta yeni eğilimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte sosyal gerçekçi veya toplumsal belgeci fotoğraf olarak adlandırılan fotoğraf tarzı gündeme gelmeye başlamıştır. Türkiye’de AFSAD, 1977 yılında kurulduğunda, öncelikle kimin için ve neden fotoğraf çekileceğinin belirlenmesi gerektiğini savunmuş, diğer fotoğraf derneklerindeki fotoğraf anlayışından farklı olarak, fotoğrafa işlev yükleyen ve toplumsal sorunları dert edinen bir topluluk olarak toplumsal belgeci fotoğrafı kurumsallaştıran ilk dernek olmuştur. Bu bağlamda AFSAD’ ın “Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf” atölyeleri, toplumsal belgesel fotoğraf yaklaşımının temel varsayımları çerçevesinde incelenecektir.” bölümü AFSAD’ ın Toplumsal Belgesel Fotografa yaklaşımını özetler niteliktedir. Tezin giriş bölümü daha sonra şöyle devam etmektedir: “Toplumsal belgesel fotoğraf, belgesel fotoğrafa dayanır ve kimi zaman diğer fotoğraf türleriyle karıştırılır. Bu nedenle onu diğer fotoğrafçılık alanlarından ayıran özelliklerinin ortaya konulması gerekmektedir. Toplumsal belgesel fotoğrafın toplumsal bir etki yaratması, çok sayıda kişiye ulaşmasıyla ve konu edilen sorunun daha fazla görünür olmasıyla mümkündür. Bu nedenle toplumsal belgesel fotoğrafın yaygınlaşması belli iletişim kanallarıyla (gazete, dergi vb. yazılı basın) gerçekleşmektedir. Bu durumda bazen haber fotoğrafı olarak değerlendirilebilmektedir. Bir iletiye sahip olmasıyla haber fotoğrafı niteliği taşımakla birlikte, anlık çekilen haber fotoğrafından, değinilen toplumsal sorunun “gerçeğe yakın” bir şekilde ortaya konulması için o konuyla ilgili daha fazla zaman harcanması gerekir ve bu özelliği ile haber fotoğrafından ayrılır. Şok fotoğrafları da toplumsal belgesel fotoğraftan farklı diğer bir fotoğraf tarzıdır. Şok fotoğrafları, vurgulu mesajlar içerebilir. Bu güçlü mesajlar sayesinde toplumsal bir etki de yaratabilir. Ancak ele aldığı sorunun toplumsal bir yönünün olup olmaması burada öne çıkan bir özelliktir. Bireysel bir sorun ya da trajedi bir şok fotoğrafı olabilirken, bir toplumsal belgesel fotoğraf değildir. Her toplumsal belgesel fotoğraf politik bir mesaj içerir. Ancak bu propaganda veya politik amaçla çekilen her fotoğrafın toplumsal belgesel fotoğraf olduğu anlamına gelmez. Çünkü politik amaçla kullanılan fotoğraf, bazen belirli bir mesajı etkin bir biçimde aktarabilmek için kimi tekniklerle çarpıtılıp kullanılabilmektedir. Toplumsal belgesel fotoğrafçılığın anlamı ve işlevine dair yaşanan bu karışıklığın giderilmesi açısından bu fotoğrafçılık yaklaşımının temel amacının saptanmasının önemli olduğu düşünülmektedir. Ayrıca toplumsal bir değişimi ve dönüşümü amaçlayan toplumsal belgesel fotoğrafın nasıl bir işlevi olduğunu ve bunu nasıl gerçekleştirdiğini uzun yıllardır Türkiye’de bu alanda ürünler veren, ancak herhangi bir araştırmaya bu anlamda konu olmayan bir kurumdan yola çıkarak ortaya koymak önem taşımaktadır.” Bu güzel çalışmayı bizlere kazandırdığı için Oğuzhan Burak’a buradan en derin teşekkürlerimi sunmak isterim. Mehmet Özer 10 yıldır soluksuz devam ettirdiği çalışmalar ile disiplinli, düzenli ve organize yapılan işlerin başarıya nasıl ulaştığını bizlere göstermiş ve kuruluş yıllarından gelen geleneğin de takipçisi olmuştur. Mehmet Özer bu çalışmayı tek başına yapmadı tabii ki. Bu yüzden atölye katılımcısı tüm arkadaşlara da tek tek teşekkür ederim. İyi ki varsınız. İyi ki bizi bir araya getiren AFSAD’ımız var. *Oğuzhan BURAK’ın Yüksek Lisans Tezi Ankara-2015 Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğrafçılar Atölyesi Murat YAYKIN Fotoğrafçı, Yazar, Senarist Sinema Yönetmeni Tarih Yazıcılar İlk fotoğrafın çekildiği 1826 tarihinden bu yana fotoğraf konusunda çok şey söylendi ve daha da söylenecek. Çünkü tanık olduğumuz, tarafı olduğumuz hayatlar, kavgalar devam ediyor. Fotoğrafçı, fotoğrafın hangi alanı ile ilgileniyorsa ilgilensin, fotoğraflarında parmak izleri vardır. Dünyamızı algılama biçimimiz, hayat karşısındaki duruşumuz, bizim fotoğraf tarzımıza, fotoğraflarımıza da yansır. Ama temel ve ortak bir duygu vardır ki o da objektifimizi neye çeviriyorsak ondan sorumlu olduğumuzdur. Bu sorumluluk duygusu deklanşöre bastığımız anda başlayacak ve soludukça sürecektir. Fotoğrafçıların tutumları, onların bir görünümü görüntüye dönüştürme sürecini ve bunu paylaşma yöntemlerini de belirleyecektir. Neden fotoğraf çektiğimizden başlayarak, nasıl paylaşacağımıza kadar olan süreç fotoğrafçıların tarzını da belirleyecektir. Soruların yanıtları için öncelikle bizden önce iz bıkıranların izini sürmek, onlardan öğrenmek gerekiyor. Bu tarihsel yolculukta her fotoğrafın süreceği bir iz vardır ve elbette ki biz de kendi öykümüzü yazarken, Paul Strand, Jacob Riis, Lewis Hine’ın, madenlerde çalıştırılan çocuk işçilerinin, Amerika sahillerine yeni bir dünya umuduyla karaya çıkan göçmenlerin yeni dünyayı yoksul omuzlarında amansız bir sömürüye maruz kalarak nasıl yarattıklarını unutmayacağız. Fotoğrafik resme sosyal bir amaç yükleyen İskoç fotoğrafçı William Carrick, foto muhabirliğinin temellerini atan Alman fotoğrafçı Karl Bull’ın, 18911892 yıllarında Volga boylarındaki açlığın, sefaletin fotoğraflarını çeken, belgesel fotoğrafçılığın ilk isimlerinden Maxim Dimitriyev’in bilgi ve fotoğrafları tarihsel bilincimizin önemli kilometre taşları olacaktır. Fotoğrafın sınıflar mücadelesindeki önemli işlevini Ekim Devrimi fotoğrafçıları; Alexandre Dorn, Petr Nowichiy, Alex Saweljiev’den öğrenmeyi sürdürecek, birikimlerini tarihsel bir miras olarak bilgi hanemize kaydedeceğiz. Magnum fotoğrafçıları, Robert Capa, Henri Cartier Bresson, Tına Modetti, Sebastian Salgodo, James Nachtwey, Spirio Meletzis başta olmak yüzere yüzlerce cesur fotoğrafçı dünyamızın kaydını tutarak, bize geçmişimize bakmamızın olanaklarını sunuyor ve bizlere gelecek düşü kurduruyor. Tarih bilincimiz ve sınıflar mücadelesinin, fotoğrafın dili ve olanaklarıyla birlikte toplumcu belgeselci fotoğrafçıların çalışma biçimleri de şekillenmektedir. Fotoğrafçı ürettiği fotoğrafını bir dil üzerinden oluşturur. Bu dil fotoğrafçının toplumsal bilincinin ve fotoğrafın oluşturduğu yeni bir dildir. Bu dili oluşturmak için fotoğrafçı çok iyi hazırlık yapmak (okumak, araştırmak) zorundadır. Fotoğraf, çalışmasını toplumsal bir sorun üzerinden oluşturur. Önceden belirlediği bir amacı vardır ve fotoğrafçı çalışmasını bu amacı gerçekleştirmek, projesini bu amaca çalışmanın konusu olan sorunu bu sorunun örgütlü gücü olan bir örgütle yapmayı yeğler. Çalışmanın sonucunda yine birlikte projelendirdiği kurumla beraber çalışmanın sonuçlarını paylaşır. Fotoğraf çalışmasının bir hedef kitlesi vardır. Öncelikle hedef kitlesi çalışmayı birlikte yaptığı sorunun birinci dereceden muhatabı olanlardır. Bu süreç içinde fotoğrafçı bu sorunun bir öznesi haline gelir. Fotoğrafçı sadece durumu bir öykü üzerinden fotoğraflayarak görevini yapmış sayılmaz, bu sorunda hem taraf hem de bu sürecin tarihsel tanığıdır. Hedef kitlesi, çalışma yaptığı alandır ve bunu örgütlü gücüyle yapar ya da olanaklıysa bu örgütlü gücün oluşturulması konusunda sorunun öznelerinin belirlediği biçimde katkı sunar. İkinci hedef kitle ise, toplumsal bir bilinçle birlikte itiraz ya da onayı istediği toplumsal tepkinin oluşturulması için geniş kitlelere ulaşmalarını sağlamak. Sergileme yöntemleri bakımından yaratıcı yöntemler bulmak sorunun öznesi ile birlikte sergilemek, bunun için sergi salonlarını, 52 53 AFSAD sokakları, duvarları, alanları kullanmaktır. Tüketim merkezleri fotoğraflarımızın sergi alanları olamaz. Fotoğrafçılar çalışma konularına büyük bir özen ve sorumluluk duygusuyla yaklaşırlar. Çalışma sona ermiş olsa bile sorunun öznelerine karşı olan sorumluluğu devam eder. Projeyi oluşturma süreci fotoğrafçıyı değiştirmiyorsa, fotoğrafları da bir durumu anlatmada yetersiz kalır ve başkalarını da değiştiremez. Unutulmamalıdır ki fotoğraflarımız, görünümlerin şiirsel dili, şarkısıdır. Fotoğraf yaşamın türküsünü söylemeyi, yeryüzünün tüm çalışanlarının, halklarının, onurunu ve taleplerini haykırmayı sürdürüyor. Toplumcu Gerçekçi Fotoğraf Atölyesi Mehmet Özer 2006 yılında kurduğu atölyenin adını Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi koydu. Bilindiği gibi 19. yy da etkisini göstermeye başlayan ‘toplumcu gerçekçilik’ daha çok edebiyat alanında ifade buldu. Bugün geçerliliğini tartışmasız hâlâ korumakla birlikte popüler kültürün yıkıcı etkisi ile rekabet etmek zorunda. Buradan bakılınca adını ‘Toplumcu Gerçekçilik’ten alan Belgesel Fotoğraf Atölyesi, hem üretimlerinin kitlelerle buluşabilmesi adına piyasanın insafına bırakılması gibi temel bir sorunla, hem de üretimlerinin kendini korumak adına dar bir elit kesimin ulaşabildiği eserlere dönüştürülmesi problemiyle uğraşmak gibi zor bir görevi de üstlenmiş vaziyette. Bu kısır döngünün kırılması için yaptıkları işi, yani Belgesel Fotoğrafı toplumsal bir olgu olarak algılamakta ve içinde bulunduğu toplumun gelişim evresinin somutunun doğru kavranmasına gayret etmektedirler. Kapitalizmin saldırısı gün geçtikçe şiddetlenirken, yarattığı kültürel etkiyle, yaşanan kültürel yozlaşmayla ve popüler olanla mücadele içindedirler. Bunu da hem ürünlerini/fotoğraflarını hem de üreten bir kişi/fotoğrafçı olarak kendilerini halkın örgütlenmesi sürecinde olması gereken yerde konumlayarak yapmaktadırlar. Şimdi tamda bu noktada atölyeyi anlamak için toplumcu gerçekçiliği açmak gerektiğini düşünüyorum. Bilindiği gibi toplumda yer alan her türlü yapı birbirlerinden bağımsız, birbirleri üzerinde etkili olmayan olgular değildir. Aksine toplumsal yaşam içerisinde adı anılan ekonomi, kültür, sanat, eğitim, inanç, spor, hukuk vb. gibi yapılar bir bütünlük arz ederler. Doğadaki değişim, şeylerin birbirleriyle olan ilişkileri ya da mücadeleleri sonucu ortaya çıkar. Aynı şekilde bilinci belirleyen yaşamdır ve bilinç üretken, değiştirici, dönüştürücü etkinliği içinde durmaksızın yeniden ve yeniden kendini üreten bir yol izler. Kültürel ürünlerde aynı şekilde toplumsal ilişkilerin etkileşimi sonucu bunun bir ürünü olarak ortaya çıkar. Yani kültür, insanın kendisiyle birlikte doğayı da insanileştirmesi sürecidir. Sınıflı toplumlarda kültür ve sanat sınıfsal özellikler taşır. Çünkü her çağda egemen düşünceler egemen sınıfın düşünceleridir; yani toplumun egemen maddi gücüdür de. Maddi üretim araçlarına sahip olan sınıf aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de denetim sahibidir. Zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri genellikle buna bağlıdır Başka bir deyişle sanat, bir toplumsal bilinç biçimidir. Toplumcu sanatın ortaya çıkışı ise sınıf bilincinin tarihsel olarak oluşması sürecine bağlı olmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısında gelişen sanayileşme sonucunda endüstrileşmenin yönlendirdiği yeni dünya düzeninin ortaya çıkmasıyla gelişen toplumsal çelişkiler, insanları her yönden yeni bir yönelime itmiştir. İlerleyen sanayileşme ile birlikte meydana gelen toplumsal çelişkiler sayesinde ‘toplumsal gerçeklik’ şekillenmiş ve dünya sanat ve edebiyatında itici bir güç olmuştur. Boyutlanmasında Rusya’daki Ekim Devrimi’nin etkisi vardır. 1900’lü yıllara doğru belgesel fotoğraf ‘toplumsal belgeci’ yaklaşım olarak tanımlanan yöne doğru hızla kaymaya başlar. İlk kez 1917 Ekim Devrimi’nin hemen sonrasında Sovyet Rusya’da kullanılmaya başlayan ve yoğunluklu olarak edebiyat alanını kapsayan ‘Toplumsal Gerçekçilik’in fotoğraftaki yansıması ‘Toplumsal Belgeselci’ yaklaşım olarak tanımlanmıştır. O dönemde toplumsal belgeselci fotoğrafçılar, fotoğrafı sadece mekânları ya da anları görüntüleyen bir araç olarak görmediler ve toplumsal eleştirinin en güçlü araçları olarak sistemli olarak çalıştılar. Fotoğrafa dekoratif bir amaç yerine, sosyal bir amaç yükleyen Alfred Stieglitz, Jacob Riis, Lewis Hine, Tina Modetti gibi fotoğrafçıların çalışmalarıyla (ki dönemlerinde önemli çalışmalara imza atmış çok sayıda fotoğrafçıyı burada anmak gerekir) fotoğraf sınıflar mücadelesinde kullanılan bir olanak halini aldı. Onlar fotoğrafın eleştiren, yargılayan bir gücü olduğunu gösterdiler. Toplumsal gerçekçilik, kendi belirleyici başlıca özelliği açısından evrensel bir nitelik taşır. Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf, nüvesini halktan ve yaşamın ta kendisinden alır. Politik içerik taşımasıyla fotoğrafın etkileme ve belirleme gücünü yükseltmiştir. Materyalist ve Marksist bir dünya görüşü üzerinde temellendirilmiştir. Bu anlayışın ekseninde “insan, toplum ve üretim ilişkileri” vardır. Toplum için üretim anlayışı vardır. Eğitsel bir işlevi vardır. Toplumsal çatışmayı ve bu çatışmanın insan üzerindeki etkilerini yansıtır. İnsanın hem kendisini hem çevresini değiştirebileceği gerçeğini baz alır. Özü itibarıyla verili olana muhaliftir. Dönüştürme pratiği olmaları da muhalifliğinden gelir. O yüzden de iktidarla arasında çatışma her zaman sürer gider ve üretimini iktidarın yozlaştırma çabalarıyla ilişkilendirmez. Eleştirel Gerçekçilikten ayrılır. Çünkü bireyle toplumsal yapı arasındaki çatışmayı yansıtma yerine bu çatışmayı ortadan kaldıracak, bireylerin gelişmesine olanak sağlayacak bir düzeni önermeyi, yansıtmayı hedefler. Eleştirel gerçeklik sistemi revize etmekten başka bir şey yapmaz. Sınıfsal bir duruşu yokta denebilir. Aynı şekilde postmodern yaklaşımlar da bir aldatmacadır. Günümüzde, 20. yy a ait belgesel, sosyal belgesel fotoğrafları ya da toplumsal gerçekçi fotoğrafları yalnızca o döneme sıkıştırılmış belki de nostaljik bir değer atfedilerek değerlendirilmeye başlanmıştır. Fotoğrafçılarını ise birer kahramanlaştırılmış/ ikonlaştırılmış kişiler olarak görürler. Bugün göstergelerin kullanımından, biçimsel özelliklerinin belirlenmesine kadar pek çok nokta birbirinin benzeri tekrarlardan oluşmaktadır. Artık ne anlattığınız değil, nasıl anlattığınız önemli olmuştur. 20. yy ın bir derdi olan fotoğrafçılarının yerine toplumsal sorunlara eğilmeyi bir çeşit bağnazlık sayan, sistem içine dâhil olduğunun farkında ya da değil ama rahatsız olmayan fotoğrafçılar çoğalmıştır. Sınıfsal zeminini küçükburjuvazide bulan bu ideolojik tutumla, toplumsal olandan uzak dururlar. Böylelikle neo-liberalizmin kaygan zemini küçük-burjuva sanatçısına kucak açar. Özne kavramının sınıfsal ve tarihsel belirleyenlerinden koparıldığı, gerçekliğin de aynı şekilde, sınıfsal algılanışıyla tarihsel yüklerinden arındırıldığı postmodern kuram, ‘anlamı’ nesnel gerçeklik ve özne arasındaki sınıfsal ilişki ekseninde tanımlayan Marksizm felsefesine saldırmaktadır. Burjuvazi ‘eleştirel gerçekliğini’, kendi dünya görüşü ve sınıfsal çıkarlarına göre estetik/sanatsal düzlemde yaratarak doğurmuştur. Proletarya, kapitalist toplumda burjuvazi ile uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları içindeyken ‘burjuva eleştirel gerçekçiliği’, kapitalist toplumun sınıflı bir toplum olduğunun farkında olarak kendi egemenlik ve sömürü ilişkilerini gizleyen bir tutuma yönelmiştir. Sanayileşme ile birlikte Avrupa’da sınıflar arasındaki çatışmaların belirginleşmesi, kapitalizmin sömürü savaşları, Paris Komünü, Proleter Ekim Devrimi, Proletaryanın Enternasyonal örgütlenme deneyimleri, vb. gibi gelişmelerle birlikte gerçekliğe, burjuva eleştirel gerçekçiliği dışından bakılmıştır. Kapitalist topluma ve kapitalist toplumsal ilişkilere yöneltilen bilimsel ve toplumsal eleştiri, sosyalist estetik ve sanat eleştirisini gündeme getirmiştir. İşte bu bakış açısının birikimleri üzerinden Toplumcu Gerçekçilik doğmuştur. Toplumcu Gerçekçilik erişilmeyecek bir düşün ardında değildir, işleyen bir süreçtir ve diyalektiktir. İşte ‘Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi’ bu eksende yaşama geçmiştir ve ilkesini burjuva egemen ideolojisine karşı durarak temellendirmiştir. Bireyin egosunu şişiren postmodernist yaklaşımların aksine bireyin ‘ide’sini hem kendi hem de toplum için kullanan bir anlayışı üretimlerine yansıtmaktadır. Yürek Eşiği Mehmet ÖZER AFSAD Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi Eğitmeni AFSAD Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi fotoğrafçılarına, Sevgili arkadaşlarım merhaba, Şimdi bir yol ayrımındayız Birlikte çıktığımız bir yol daha bitti. Şimdi yeni yollar için sırt çantaları hazırlıyoruz. Soluk soluğa geçti ama göz açıp kapayıncaya kadar geçti işte. Ardımızda anılar bırakarak. Ne çok şey öğrendim sizlerden, öğrendiğim her şey için teşekkür ederim. Hayat ve hayal bilgisi dersleriniz için, Acılar ve kederler için de teşekkür ederim. Çocuk düşleri ve sevinçler için teşekkür ederim. Bildiğim şu dur ki, biriktirdiğim, bildiğim ya da sahip olduğum olanaklarımı sizlere vermeye çalıştım. Kanatarak kitapların sayfalarını, her satırdan bir düş toplayarak size ulaştırmaya; bildiğimi anlatıp, gördüğümü gösterip, her olanağı paylaşmaya çalıştım. Eğer eksik kalmışsam, kalbimle özür dilerim sizden. Dilim döndüğünce, ufuk çizgisinde değil, evlerde güneşlerin nasıl karardığını, ama yine büyük sevinçlerle nasıl doğduğunu anlattım. Suların nasıl ağladığını, dağların nasıl yas tutuğunu gösterdim ve taşların dilsiz olmadığından söz ettim. Yaralanmış hayvanların sessizliğini anlattım. Sermayenin şiddetinden kaçamayan ağaçların, suların çaresizliğini ancak sizin gösterebileceğinizi söyledim size. İnsana rengini veren toprakların zehirlendiğini ve insanlarının sürgüne ölüme gönderildiğine birlikte tanık olduk. Küçük Ayla kurdi’nin sahile vurmuş bedenine bakarak öfkenin de, umudun da tutanakçısı olmamız gerektiğini anladık ve bunu kalbimizle onayladık. Suruç’tan Ankara’ya barış istekleri kanla boğulan insanların düşlerini gerçek kılmanın geride kalanların insan sorumluluğundan söz ettik birlikte. Unuttuğumuz kadar suçlu, hatırladığımız kadar güçlü olacağımızı bu nedenle fotoğraflarımızın unutmaya karşı bir olanak olduğu bilinciyle bastık deklanşöre. İnatla sürdürülen savaşa rağmen ısrarla barışı savunmanın, bizden önce gidenlere verilmiş bir söz olarak hayatımıza çağırdık. Yeni yollar açamaya çalıştık ömrümüze. Bir gülün bile dosta, taştan ağır geldiğinden el alarak dostluğun öneminden bahsettim. Bildiğim bir şey var, yüzünüz her bulutlandığında benim kirpiklerime yağmurlar yağdı. Sorular sordum kendime, birçoğu yanıtsızdı, uykusuz kaldım ve öğrendim hayatlarınızdan. Eşitlik ilişkisi kurmak, aslında eşitsiz ilişkiler üzerine kurulmuş sisteme bir itirazdı ve bayram sevinçleri taşıdınız avuçlarıma. Sorunlarımız vardı paylaştık, sorularımız vardı yanıtladık. Canımızın yandığı zamanlar oldu ama yine biz sarmaladık yaramızı, onardık kendi kendimizi. İçimizdeki bencilliğe savaş açıp öteki olmaya çalıştık aklımızın fikrimizin yettiğince. 54 55 AFSAD Düşüncelerimizin gücü yalnızca doğru olmasında değil onun örgütlü olmasındadır. Örgütlü bir bilinç güçlü ve yenilmezdir ki çağdaş insan olmanın en önemli özelliği örgütlü olmaktır. Tüm bu başarılarınızda örgütümüz AFSAD’ın eli yanı başımızdaydı, teşekkür ederim. Omuzlarınızdaki yükün farkındasınız. 1 Mayıs meydanlarından, yoksul gecekondulara, yeryüzünün yarısı kadınlardan, aynı ekmek ve gelecek için mücadele ettiğimiz dillerimiz ayrı olsa da kalbimizin aynı heyecanla çarptığı sınıf kardeşlerimize, maden ocaklarından sokaklara alanlara kadar onlarca hayatın tanığı olduk. Bir derviş sabrı ile bu yükü taşımalısınız. Unutmayın başkaların hayatına bakmak ondan sorumlu olmak demektir. Orada sadece rant görenlere inat orada bir hayatın olduğunu gösterdiniz. Şafakla söylenen şarkıları çağırın hayatınıza, değişimine katkıda bulunduğunuz hayat gelip çalacak kapınızı. Anne acılarına tanık oldunuz Cumartesi meydanlarında, Surdibi Düşlerinde, Haziran Direnişinde. Çocuklarını yitiren her anne için evlat oldunuz, gördüm bunu. Şiirle, şarkıyla, edebiyatla, resimle birlikte fotoğrafın diliyle kurduğumuz yeni dilimiz, yaşamı her gün yeniden yaratan emekçilerle, yoksullarla, kadınlar ve öğrencilerle buluştu ve çalışmalarınız toplumcu belgesel fotoğrafçılığın tarihinde yerini aldı. Sizden sonra bu alanda çalışacak olanlar sizlerin ayak izlerine basacaklar. İyi fotoğraf çekmek önemli ve gereklidir ama ondan daha da önemli olan sizlerin bu süreçte ne kadar öğrenip değiştiğinizdir. Ve asla unutmayın ki ne kadar başkalarının acısına bakabiliyorsak o kadar insanız. İçinizde açtığınız her kapı, her pencere bizim insanlığımızı sınayacaktır. Ve siz her eşiği aşacaksınız buna inanıyorum. Fotoğraflarınızda yürek çarpmasını hissettiğimde kanatlandı sevinçlerim. Kendi parmak iziniz kadar size ait güçlü ve güzel fotoğraflar üretmeniz dileklerimle, sizleri sonsuz bir aşkla sevdiğimi söylemek isterim. Paylaşmak insan ruhunun inceliğidir, sizlerin paylaştığını görünce bin kat büyüdünüz gözümde, çocuklar gibi sevindim. Gözlerinizde günışığı, yüzünüzde sıcaklığı sahiciliğin, bitimsiz bir şarkı gibi sürsün gülüşleriniz. Sizler ne güzel, ne iyi insanlarsanız ve ben ne kadar çok şanslıyım ki yolum sizinle kesişti ve fotoğrafların ömrümüze açtığı yolda birlikte yürüdük. Ben bahtiyarım. Sevginin yalnızca emek olduğuna ve hiçbir karşılık beklemeksizin sevmeyi de bilmenin gerekliliğine inanıyorum. Sevmenin bir insanlık hali, bir erdem olduğunu, sevilmenin bir ayrıcalık olduğunu biliyorum ve yaşıyorum. Eksik idim kendimi sizinle tamamladım. Yeryüzünde yalnız olmadığımızı biliyordum, sizinle birlikte hala bir umudun olduğunu gösterip bu umudumu ısrarla sürdürmek istedim. Bütün yalınlığı ile sadece teşekkür ödülümü almak içindi çırpınışım. Yüreğimin üzerinde ayağa kalkıp alkışlıyorum sizleri. Sizinle soluduğum hayat için, beşibirli bir sevinçle sevginin sesiyle aklımla, kalbimle… teşekkür ederim atölye arkadaşlarım teşekkür ederim AFSAD teşekkürler ey hayat. 5 Ocak 2016 Ankara. NEDEN FOTOĞRAF ÇEKİYORUZ? - Sana bakarak, senden geçerek bana ulaşmalarını, beni anlamalarını, beni bulmalarını sağlamak için; - Senin gözlerinle kendimize bakmak için, -İnsanın bir yüzü, yüzünün içindeki bin bir yüz halini gösterdiği için; - Dünyayı gösterip yeni dünyalar düşü kurdurduğu için; - İçimizdeki beni bulma serüvenimizde bizi yol gösterdiği için; - Hayatımızı anlamlandırıp, yeni anlamlar kattığı için; - İçimizdeki beni herkesle paylaşıp, bizi yaşamla eşitlediği için; - Dokunmadan, konuşmadan iletişim kurabildiğimiz için; - Ölmekten Korktuğumuz, yaşadığımızı kanıtlamak ve ardımızda izler bırakmak için; -Bizim ömrümüzden daha uzun olduğu için; -Değişmeye inandığımız ve bizdeki, toplumdaki değişmeyi gösterdiği için; -İtiraz hakkımızı etkin bir biçimde kullanmamıza olanak sağladığı için; - Her insanda kendimizden bir şeyler bulduğumuz için; - Hayata dair söylenecek sözümüz olduğu için; - Bizi dilbaz, düşbaz ve işgüzar yaptığı için; - Olup biteni, akıp gideni anlamak için; - Size dair şeyleri anlamaya, anlamlandırmaya çalışırken; kendimizi anlamamıza yardımcı olduğu için; -Bir başına kalabalık olan fotoğrafın, yalnızlığımı paylaşıp bizi çoğalttığı için; -Toplumsal belleğimizi diri tutup, tarihimizi ışıkla, zamanla yazdığı için; - Sözün tükendiği yerde fotoğraf konuştuğu için; 56 57 AFSAD Çalışma tarzı KOLEKTİF çalışmadır. Projeler, sergiler, gösteriler, etkinlikler kolektif aklın ve emeğin ürünüdür. Projeler mutlaka bir sorun üzerinden oluşturulur. Atölye projelerini sorunun kurumsal kimlikleri ile ortak olarak yürütür. Atölye çalışmalarından hiçbir üye olanak ya da ayrıcalık sağlayamaz. Dışarıdan ya da kurslardan atölye katılabilme sadece atölye üyelerinin onayı ile olur. Gözün değil bilincin gördüğünü bilerek bilmeyi ve biriktirmeyi önemser. Atölye çalışanlarının tümü açısından eşitlik ilişkisi atölyenin olmazsa olmaz değeridir. Tüm üyeler eşitler arasında eşittir. Bu tutum tüm üretim ve sunum aşamalarında geçerlidir. Paylaşmak esas değerdir. Bilgi ve olanak, sorunlar ve sorular ve yanıtları koşulsuz paylaşılır. İki temel dili vardır sevginin ve sanatın dili. Bizi birbirimize bu dillerin inceliği bağlar. Atölye içindeki sorunlar kolektif tartışma ile çözülür. Atölyedeki en büyük ceza sevgisizliktir. Artık sevenler sevilmez olurlar. Atölye çalışanları örgütlü olma bilinciyle örgütü AFSAD’ı her koşulda gözetir. Kuruluş amaçlarına uygun davranır. Atölye çalışanları, atölye çalışmasının, derneğimizin sokağa açılan penceresi olduğu bilinciyle hareket eder. Bencillik, Bireycilik ve kibir, çalışma tarzımızın beraberliğimizin inkârıdır. NEYİN FOTOĞRAFINI ÇEKİYORUZ? -Ellerimizde zamana ve ışığa hükmeden kalbimizle, kalabalık caddelerin, ırmak gibi akıp giden yürüyüş kortejlerinin, vitrinlerden yansıyan yoksulluğumuzun fotoğrafını çekiyoruz. -Kuşun bile yuva yaptığı dünyada evsizlerin, yurtsuzların büyük yoksulluklarının fotoğrafını çekiyoruz. -Adına fotoğraf makinesi dediğimiz göğsümüzün üstünde sallanıp duran kalbimiz, aklımızı süzgecinden geçen, kalbimizin de onayladığı ayrılıkların, acıların, kederlerin fotoğrafını çekiyoruz -İşgalcilerin kül ve enkaza çevirdiği kentlerin ve külün içindeki közün fotoğrafını çekiyoruz. -Serin dağ başlarında konuklarını bekleyen rüzgarın, kayalarda ağlayan suların, bize birlikte yaşamayı öğreten ağaçların fotoğrafını çekiyoruz. -Anne acılarının, çocuk sevinçlerinin ve açlıktan küçülen bedenlerin fotoğraflarını çekiyoruz. -Dışlanmışların, ötekilerin fotoğrafını çekiyoruz -Hayatın ve aşkın, vefanın ve vicdanın fotoğrafını çekiyoruz -Yolların, yolculukların, bir sırt çantasına sığdırılan bir ömrün fotoğraflarını çekiyoruz. -Akıp giden hayatın, aklımızın eşiklerine, kalbimizin nehirlerine taşıdığı öyküleri çekiyoruz. Fotoğraf: Türkan Namlucu / Orada Hayat Var - Dikmen Ankara 2011 Fotoğraf: Mehmet Özer / Dia Fotoğraf: Mehmet Özer / Umudun Gözleri Cizre Fotoğraf: Mehmet Özer / Ankara Ayakta Fotoğraf: Mehmet Özer / Berkini Uğurluyoruz - 12 Mart 2014, Ankara 58 59 AFSAD Fotoğraf: Mehmet Özer / Dia Fotoğraf: Mehmet Özer / 1 Mayıs 2011 – İstanbul Ocak Şubat Mart 2016 Okuyoruz Militan Fotoğraf ve Fotoğrafçı* Murat YAYKIN Kalkedon Yayınları, Ekim 2015, 156 sayfa Murat Yaykın’ın son kitabı olan Militan Fotoğraf ve Fotoğrafçı üçlemenin son kitabı. Yazarın izniyle kitabın sunuş metnini aynen yayınlıyoruz. Sunuş metni, bu kitabı ve üçlemeyi okuyucularıyla paylaşmak üzere açıklıkla yazılmış. “Kitaba koyduğum isme bakarak son söyleyeceğimi baştan söyleyip okuru yönlendirdiğimi düşünenler olabilir. Tek kelimeyle militan olmaktan bahsediyorum. Bunda bir sakınca görmediğim gibi düşüncelere müdahale etmek değildir kastım, okurun itirazını ya da takdirini yüksek sesle söylemeye ve tartışmaya teşfik etmektir -hadi çeknimeyeyim, ajite etmektir- amacım. Çünkü konuşan insan, bilgisini sorguladığı gibi öğrenmeye her daim aç olan yazara da katkı sağlayacaktır. Buna kitabın içeriğinin raflarda kalmasındansa hayata akmasını istemememin son kertede harcadığım emek açısından hakkım olduğunu düşünüyor olmamı da eklersem niyetimin kötü olmadığı anlaşılır umarım. Militan fotoğraf ve fotoğrafçı derken neyi kastettiğimi açıklamak için okuru, sabrını zorlamak pahasına biraz bekleteceğim. Aslında okuru bu teze ısındırmak için önden iki kitap yazdım. Bunlardan biri Fotoğraf İdeolojisi diğeri Sanat, Teknoloji, Bilim ve Fotoğraf adlı kitaplardı. İlki fotoğraf terminolojisinde kullandığımız kavramları ve olguları siyasal görüşüm olan “diyalektik materyalist” felsefe açısından açan ve egemen ideoloji tarafından bu kavramların ve olguların nasıl kullanıldığını ve 60 61 AFSAD içinin nasıl boşaltıldığını anlatan bir çalışmaydı ve finale doğru iki tezim öne çıkıyordu. Birincisi Andy Warhol, Cindy Sherman, Yasamusa Morimura, Sherie Levine gibi ülkemizde sanatları çok da sorgulanmadan –Batılı hayranlığı, meta ve müze değeri üzerinden– kabul görmüş eleştirel gerçekliğin ötesine geçememiş postmodern sanatçıların eserlerini eleştirmem, ikincisi ise “Belgesel Fotoğraf sanat değildir, fotoğrafçısını da sanatçı yapmaz” tezimdi. Sanat, Teknoloji, Bilim ve Fotoğraf kitabım; iktidar ideolojisinin sanat, teknoloji ve bilim alanında fotoğrafı/ görüntüyü/imgeyi kullanarak insan ve toplumların algılarını nasıl şekillendirdiğini, bireyi hem kendine hem de yaşama nasıl yabancılaştırdığını, ürettiği “verili gerçek”liği yayarak yeni bir gerçekliği, yeni bir tarih yaratma ve böylece ideolojisini yayma çabalarını deşifre ediyordu. Bu serinin son kitabı Militan Fotoğraf ve Fotoğrafçı ise fotoğrafçılar kadar görüntü üreten ve kamusal olan her yerde üretimini paylaşan herkese (sinema, video, tiyatro, yazılı ve görsel medya vb. uğraşanları) önceki iki kitapta aktarmaya çalıştığım tespitlerden yararlanarak “Ne Yapmalı?” sorusuna bir yanıt niteliğinde. Öyleyse başlayalım…” * Kitabın önsözünden, yazarın izniyle... Hazırlayan: Kamuran FEYZİOĞLU 2016 Nuri Bilge Ceylan’ın “Nude In The Room” İsimli Fotoğrafı İçin Bir Çözümleme Denemesi Fotoğraf Okuma Doğaçlama Ocak Şubat Mart Cengiz ENGİN [email protected] 1. 2. Fotoğraf kadrajının içinde yer alan her şey; öncelikle kendi nesnesini temsil eder. Bu; gerçeklik düzlemindeki görsel temsildir. Nesnesinin bir zamanlar, belli bir bakış açısından; ve bir süreliğine o şekilde göründüğünün bir kanıtıdır.Bir diğer tarafta ise nesnelerin görüntü içerisindeki konumlanışları, birbiri arasındaki ilişki ve fotoğrafın teknik içeriği; görsel bir anlatıyı meydana getirir. Bu da; anlam düzlemindeki temsildir. Bu anlamın deşifre edilmesi, az da olsa bir çaba gerektirir. Fotoğrafla ilgilenmeye başladığım ilk yıllarda, çalışmalarıyla beni etkilemiş; fotoğrafa bakış açıma yön vermiş birkaç Türk fotoğrafçısı vardır. Bunlardan birisi Nuri Bilge Ceylan’dır. Fotoğrafa ilave olarak bazı dış etkenler de (sunum koşulları, fotoğrafa eşlik eden alt veya yan metinler, fotoğrafa ait hikayenin izleyici tarafından önceden biliniyor olması vb.) fotoğrafın anlamlandırılmasına katkı sağlar. İzleyici elindeki bütün bu verileri kendi bireysel süzgecinden geçirerek yorumlar, fotoğrafta farklı anlamlar ve estetik değerler keşfetmeye çalışır. Ulaştığı yorumlar görüntü ile tutarlı olduğu sürece, birbirinden farklı yorumların hepsi de geçerlidir. Bu süreç; bir şiirin, edebi bir metnin veya bir sinema filminin çözümlemesinden çok da farklı bir süreç değildir. Fotoğraf: Nuri Bilge Ceylan / Nude In The Room O dönemde kurgusal fotoğraflar üreten, karanlık oda denemeleri yapan bir fotoğrafçı. için önem açısından birbiri ile eşdeğer oldukları izlenimini uyandırıyor. Nuri Bilge Ceylan’ı REFO Fotoğraf Sanatı Dergisi’nin Şubat 1988 tarihli 1.sayısında tanıdım. Geleneksel fotoğraf anlayışından farklı bir kulvarda ürünler vermiş bu fotoğrafçının çalışmalarına aradan geçen zamana rağmen ilgim hiç azalmamıştır. Kadının bakışlarından fotoğrafın içine giriyoruz; ardından gözlerimiz kadın-sandalye-palto üçgeni içinde geziniyor. Fotoğrafın hikayesi bu üçgenin içinde gizli. Bu, biçimci bir fotoğraf değil; belgesel veya doğrudan bir fotoğraf da değil; hikaye anlatan, bu hikayeyi kurgusal hamurda yoğurarak aktaran bir fotoğraf. Koyu gri tonlar ve iri grenli, keskin olmayan detaylar; hikayenin gizemli yapısına uygun bir atmosfer yaratıyor. Fotoğrafçı bu hikayenin bazı kısımlarını özellikle biraz gizemli ve belirsiz bırakarak; bu kısımlara bizim çabalayarak ulaşmamızı, belki de kafamızda kendi hikayelerimizi oluşturmamızı istiyor. 3. Elimde Nuri Bilge Ceylan’ın 1985 tarihli bir albümü var. İçindeki fotoğraflarda portreler, özportreler, nüler, montajlar, karanlık oda denemeleri... İçlerinden bir tanesine biraz daha uzun uzun bakıyorum : İlk bakışta fotoğraftan çok karakalem bir resme benzer. Figürlerin çizgisel konturları ve dağınık yapıdaki aşırı iri gren dokusu, son derece resimsel bir lezzet içerir. Fakat biliyoruz ki bu bir fotoğraf albümünde yer alan bir görüntüdür. Dolayısıyla, fotoğrafa ait gerçeklik noktasından hareketle incelemeye devam ediyoruz, gerçekliğin kurgusallıkla bütünleşerek yorumlanmış görüntüsünü. Görüntünün sağ tarafında çıplak bir kadın, masa olduğu izlenimi veren köşeli, koyu renk bir düzlemin arkasında yüzü bize bakar şekilde oturuyor. Arka fonda neredeyse bomboş, soğuk bir duvar. Ne bir resim, ne bir ayna, ne dekoratif bir eşya; hiçbir şey yok. Sadece duvarın ortasında yüksekçe bir konuma çakılmış duvar askısı. Askıda bir şapka ve uzunca bir palto. Askılığın hemen önünde, görüntünün sol tarafında ahşap bir sandalye. Sandalyenin yüzü odaya değil askılığa dönük. Sanki şapka ve paltoyu asmak amacıyla üzerine çıkılmış ya da bir süre paltoya doğru oturulmuş gibi. Odanın tüm boşluğuna rağmen fotoğraf ferah bir duygu içermiyor; çok ağır ve kasvetli bir havası var. Bu dramatik etkiyi güçlendiren sadece fotoğrafa koyu gri tonların (low key) hakim olması değil, aynı zamanda paltonun düşey hareketine eşlik eden, kadının bitkin vücut dili ve çökük bakışları da fotoğrafı hem görsel hem de duygusal olarak aşağıya doğru çeker. Karanlık oda marifetiyle kadının üzerindeki ışık diğer nesnelerden daha aydınlık. Buna rağmen palto, sandalye ve kadın arasında bir ilgi devingenliği var. Hiç şüphesiz ki fotoğrafın ana ilgi odağı kadın figürü. Ne var ki, hem sandalye ve hem de palto; zaman zaman kadından rol çalıp ayrı birer ilgi odağı haline geliyor. Gerek kadraj içinde kapladıkları alan, gerekse neredeyse simetrik bir dengede konumlandırılmış figürler; fotoğraf 62 63 AFSAD Bu fotoğraf, kadın vücudunun çıplaklığına rağmen; klasik nü fotoğraflarının idealize edilmiş estetize çıplaklığını içermiyor. Veya erotizmin sınırlarında gezinen, cinsel birleşme çağrışımlı bir görüntü de değil. Buradaki çıplaklık; ilk bakışta algılanan, nesnesinin düz anlamıyla çıplak olduğu gerçeğinden daha farklı yan anlamlar taşıyor. Çıplaklık, fotoğraftaki kadının “kadınlığına” dair sıkıntıların hakim olduğu bir hikayeyi temsil ediyor. Kadının sarkık göğüsleri, başının ve vücudunun tedirgin duruşu, sağ omzuna yakın yara izleri, kadının hem psikolojik olarak, hem de fiziksel olarak yorgun ve örselenmiş olduğuna dair ipuçları içeriyor. Fotoğrafçı kadrajın içerisine kadının dışında sadece sandalye ve askılıktaki kıyafetleri dahil etmiş veya bir başka söylemle bunlar dışındaki diğer her şeyi kadraj dışı bırakmıştır. Oda, yaşamın içinde yer alan bir çok aksesuardan yoksun gözükmesi nedeniyle, evden daha çok bir hücreyi andırmaktadır. Odadaki bu boşluk; kadın için hayatta sandalye ve askıdaki kıyafetten daha baskın başka bir nesne daha olmadığına da işaret etmektedir, açıkça. Tam da bu noktada cevap bulunması gereken soru; asılı olan şapka ve paltonun kadının kendisine mi yoksa başka birine mi ait olduğudur. Gerek şapkanın gerekse paltonun erkek kıyafetleri mi yoksa kadın kıyafetleri mi olduğunu kesin bir netlikte söyleyemiyoruz. Her iki durumda fotoğrafın yorumu birbirinden farklı yerlere gitmektedir : - Şapka ve paltonun kadının kendisine ait olduğu varsayımında : Şapka ve palto kadının iç dünyasındaki yaralı halini dış dünyadan sakladığını ima etmektedir. Kadın hem fiziksel, hem de duygusal olarak yaşadığı olumsuzlukları toplum içinde maskelemektedir. Odanın içine sırtı dönük duran sandalye, kendisinin bile zaman zaman sorunlarını yok saydığını; masada oturmakta olduğu sandalye ise kendisiyle ve sorunlarıyla tüm çıplaklığıyla başbaşa kaldığı iki farklı yaşantı durumunu temsil etmektedir. - Şapka ve paltonun bir erkeğe ait olduğu varsayımında : Gizli bir özne olarak bir erkek, duvarda asılı şapka ve paltoda nesneleşmiş halde fotoğrafın hikayesi içindedir. Bu erkek belki bir baba, belki bir eş veya beraberlik yaşadığı birisidir. Erkek, kadının sorunlarının ana sebebidir. Buradaki sandalye, üzerine çıkmak ve yerden yükselerek şapka ve paltoyu asmak amacıyla kullanılmaktadır. Kadının bu erkekle özdeşleştirdiği şapka ve paltonun “asılması”; sorunların temsili olarak idam edilmesidir kadının gözünde. Oysa ki, erkeğin şapka ve paltosunu asmak için üzerine çıktığı sandalye; her gün kendi intiharının da bir provasıdır adeta. Üstelik bu durum, yaşadığı sorunları yaşantısının tam ortasına kendi elleriyle ve isteyerek sabitliyor olmasının da paradoksal bir eylemidir. Koyu siyah renkli masa, kadının önünde uzanan umutsuz ve karanlık geleceğin bir metaforudur. Bu fotoğrafın Nuri Bilge Ceylan’ın kendi sitesinde (www.nuribilgeceylan.com) yer alan “Early Photographs” bölümündeki sunumunda ismi “Nude in the Room” (Odadaki Çıplak) olarak paylaşılmıştır. Oysa ki elimdeki 1985 yılına ait albümde bu fotoğrafa “Ore” ismini vererek paylaşmayı tercih etmiş Ceylan. Kanımca albümdeki ilk paylaşımı, bugünkü hiçbir bağlam oluşturmayan “Odadaki Çıplak” isminden daha anlamlıdır. Albümdeki diğer fotoğraflar gibi bu fotoğrafına da İngilizce bir isim vermiş Ceylan. “Ore”, ingilizcede “Cevher” demektir. Cevher kelimesi “bir şeyin özü; değerli taş, mücevher; yetenek” anlamlarına gelmektedir. Ama aynı zamanda bir isim olarak da kullanılmaktadır, Cevher. Belki de bu fotoğrafta, kurgusal yapısına karşın; gerçek bir hikayeyi, gerçek bir kişinin dramını görsel yorumuyla aktarmaktadır bizlere Ceylan; isminin anlamı ironik bir şekilde mücevher anlamına gelen bir kadının dramını.. Fotoğraf Kitaplarının Türkiye’deki Adresi www.homerbooks.com | HomerKitabevi | Homerbooks | homerbookstore | homerkitabevi Fotoğraf kitaplarımızın güncel listesini www.homerbooks.com sitemizden inceleyip satın alabilirsiniz. Homer Kitabevi Merkez: Yeni Çarşı Caddesi, No: 12/A, Galatasaray, 34433, Beyoğlu/İstanbul, Tel: +90 212 249 59 02 - Faks: +90 212 249 67 86 Homer Kitabevi Ankara: Bestekâr Sokak, No: 35, Kavaklıdere, 06680, Çankaya/Ankara, Tel: +90 312 426 07 77 - Faks: +90 312 465 04 20 C M Y CM MY CY CMY K 64 65 AFSAD