ANKARA ÇİĞDEMİ

Transkript

ANKARA ÇİĞDEMİ
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ Sayı: 5, Sonbahar 2009
Çubuk Barajı’nda Gezinti
Sinope’nin Çağrısına Kulak Verin
Dünyadan Bazı Đlginç Gelenek ve Görenekler
Türkiye’nin Popüler Tematik Rotaları
Amsterdam’da Bir Ankara Resmi
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
EDĐTÖRDEN________________________________________________
Ankaralı Gezginlerde Nöbet Değişimi...
Dört sene önce bir grup Ankaralı gezginle başlayan birlikteliğimiz zaman içinde büyüyerek dördüncü yıldönümümüzü
kutladığımız bugün üye sayısı 400'e yaklaşan büyük bir aileye ulaştı.
Aile sözcüğünü lafın gelişi seçmedim, biz bir aileyiz, çünkü;
- Tüm yazışmalarda bir moderasyon denetimi uygulanmadığı halde grup konseptine bağlı kalan, posta kutularımızı geziyol-yolculuk ve Ankara teması dışında mesajların işgal etmediği özgün bir grup Ankaralı Gezginler...
- Đlgilenenlerin kendilerini tanıtarak üye olduğu, takma isimlerin kullanılmadığı, zaman zaman cep telefonu vb özel
bilgilerin hiç çekinilmeden mesajlarda yer aldığı bir grubuz...
- Bir dernek veya vakıf gibi yasal bir statüye ihtiyaç duymadan dahi çeşitli sosyal ve kültürel etkinlikler gerçekleştirebilen
bir model özelliği taşıyoruz...
- Dört yılda gerçekleştirdiğimiz dört kitap, üç sergi hepimiz için övünç duyulabilecek başarılardır.
- Grubumuz ayrıca giderek işlevini daha çok yerine getirmektedir, henüz her sorunun cevabını veremiyor olsak da artık
daha çok soru ve daha çok yanıt alıyoruz, böyle gidersek zaman içinde Türkiye’nin ve dünyanın her tarafından en
güvenilir ve pratik bilgileri alabiliyor olacağız...
- Artık daha çok ve hepsini de keyifle okuduğumuz gezi yazıları geliyor...
- Bir haksızlığa uğradığımız zaman (facebook’daki ikinci grup olayı gibi) bir çok üyemizden gelen destek mesajları da
güzel bir aile reaksiyonu olarak dikkat çekmektedir...
- Her gün yeni gezginlerle tanışıyoruz ve yeni rotalara açılıyoruz. Örneğin, Ankaralı Gezginler olmasaydı Đzmir’den ve
Amerika’dan iki gezgin nasıl birbiriyle tanışıp, dünyanın bir başka köşesine aylar süren bir yolculuğa çıkabilirdi?
- Yönetim modeli olarak da çok özgün bir gelenek oluşturduk ve sürdürüyoruz. Aramıza yeni katılanlar için hatırlatmak
gerekirse her yönetici en çok iki yıl görev yaparken bir öncekilerle kademeli olarak değişmekte, böylece her yeni
dönemde bir önceki dönemden devam eden yöneticiler deneyimlerini yeni arkadaşlarla paylaşmaktadırlar. Hep
eleştirdiğimiz parti veya sendika başkanları gibi sürekli yönetimde kalmak yerine en başarılı olunduğu anda bile görevi
yeni arkadaşlara devretmek grubumuzun yazılı olmayan bir kuralı olarak işlemektedir.
Bunlar ve benzerleri daha bir çok özelliğimiz nedeniyle giderek daha çok ilgi gören ve takdir edilen bir grup oluyoruz.
Ancak bütün bunlar kolay olmadı ve olmuyor, geldiğimiz aşama başta eski ve yeni tüm üyelerimizin ve değerli
yöneticilerimizin eseridir. Kendi, yöneticilik dönemimden iyi biliyorum ki bu grupta yöneticilik yapmak zordur. Sabır ve
fedakarlık ister. Bu vesileyle şimdiye kadar yöneticilik yapmış arkadaşlarımızın isimlerin anmak isterim. Grubumuzda
çeşitli dönem ve sürelerde görev yapan Feyza Kelly, Belkıs Ceyla Çetinsoy, Pınar Şenel, Z.E.Deniz Oğuz, Hasan Berk
Baysal ve Đmran Yüce çok yoruldular, çok yıprandılar ama çok güzel işler de yaptılar. Hepsine kendim ve sizler adına ayrı
ayrı teşekkür ederken göreve devam eden Hasan Berk Baysal ile birlikte yeni yöneticilerimiz Necati Ekmekçioğlu ve Acar
Şensoy’a en içten başarı dileklerimi sunuyorum.
Đlerde sizlerle birlikte kutlayacağımız yeni yaş günlerinde tekrar tekrar birlikte olmak dileğiyle...
Rijkmuseum’da bulunan ve yapılış tarihi ile ressamı
bilinmeyen yağlı boya bu tablo Ankara’nın bilinen en eski
resmi olma özelliğini taşıyor. Tahminen 300 yıl öncesinin
Ankara panoraması olan bu resim 117 x 198 cm ebadında ve
müze kayıtlarında “Ankara Manzarası” olarak geçiyor. Yakın
zamana kadar Halep’e ait olduğu zannedilen bu resmin
Ankara’ya ait olduğu 1970 yılında Prof. Dr. Semavi Eyice
tarafından kanıtlanmış. Ankara Manzarası’nın üst tarafında; o
zamanlar kentin merkezi olan Ankara Kalesi, alt tarafında ise
18. yy Ankara’sının ticaret hayatının esasını teşkil eden tiftik
dokumacılığından sahneler görülüyor.
Đçindekiler
4,5 - ÜYELERĐMĐZ Murat Özsoy, Rüştü Hatipoğlu
6 - ANKARA’DAN Çubuk Barajı
7 - GEZ/DĐNLE Hellas, Anthology of Greek Bouzouki
8 - TÜRKĐYE’DEN Sinop
9 - GEZ/OKU Her Yere Uzak Topraklar
10 - DÜNYADAN Đlginç Gelenek ve Göreneklerden Örnekler
12 - GEZGĐNCE Türkiye’nin Popüler Tematik Rotaları
13 - OBJEKTĐF Haluk Sargın
14 - ANKARA KÜTÜPHANESĐ
15 - ANKARA/ANKARA...
16 - DĐZELERDE ANKARA Ahmet Özer
.
ANKARA
ÇĐĞDEMĐ
ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ
Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu
tarafından yayınlanır. Ücretsizdir. Burada yayınlanan yazı,
haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve sahiplerinden
izin alınarak kullanılabilir.
Editör: Timur Özkan
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler
[email protected]
2
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
KISA KISA _________________________________________________________
Geleceğin Ankaralı
3. Ankara Kale Festivalinden...
gezginleriyle berberdik...
Latin Amerika Portreleri
Sergisi...
Altındağ Belediyesi ile Ankara
8. Uluslararası Lösemili Çocuklar
Kalesi Derneği’nin ortaklaşa
Koordinatörlüğünü üyelerimizden
Haftası kapsamında, 30 Mayıs
düzenlediği geleneksel festivalin
Berrin Cerrahoğlu’nun yaptığı ve
2009’da Kuğulu Park’ta
üçüncüsü 11 - 14 Haziran tarihleri
Nezih Danyal Karikatür Vakfı ile
düzenlenen LÖSEV Şenliği ile 18
arasında gerçekleştirildi. Geçen
Venezüella Bolivar Cumhuriyeti
Haziran 2009’da Bilkent Doğu
yıllara kıyasla bazı tanıtım
Büyükelçiliği’nin ortaklaşa
Kampüsü’nde düzenlenen ĐDV
aksaklıklarının yaşandığı festival
düzenlediği “Latin Amerika
Özel Bilkent Đlköğretim Okulu’nun
çerçevesinde düzenlenen çeşitli
Portreleri” sergisi 15 Haziran 2009
Döner Günü’nde geleceğin
konserler, imza günleri, halk
tarihinde Çankaya Belediyesi
gezginleriyle beraber olduk,
oyunları, el sanatları, resim ve
Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde,
onlara ve diğer katılımcılara
fotoğraf sergileri, dans gösterileri,
Venezüella ve Küba
grubumuzu tanıttık. Kuğulu
paneller vb etkinlikler arasında
büyükelçileriyle birlikte birçok
Park’taki standımızın sürpriz
grubumuz üyelerinden yazar-
üyemizin de katıldığı bir kokteylle
ziyaretçisi kameralara böyle
tarihçi Ömer Türkoğlu ile birlikte
açıldı.
yansıdı. (Foto: Nesrin Armağan)
meslektaşı Kudret Emiroğlu’nun
katıldığı “Đmparatorluktan
Cumhuriyete Ankara” konulu bir
söyleşi de yer aldı.
400. Üyemiz...
binrota.com yazarlarına üçüncü
defa kitap hediye etti...
5 Haziran 2005’de bir grup
Ankaralı gezginle başlayan
Kuruluşunun birinci yılında
yolculuğumuz 26 Temmuz
“binrota.com Yazarlarından
2009’da aramıza katılan 400.
Dünya Kadar Bilgi” adıyla bir kitap
üyemiz Özlen Tanyolaç ile devam
yayımlayan ve yazarlarına sık sık
ediyor. Kendisine katılacağı ilk
kitap hediye eden bir internet
etkinlikte üç ciltlik Ankaralı
sitesi olarak dikkat çeken
Gezginler kitap seti hediye
binrota.com’a bir çok üyemiz de
edeceğimiz yeni üyemize hoş
yazıyor...
geldin diyoruz.
Değerli Ankaralı Gezginler,
burada yayımlanmasını istediğiniz
etkinlik haberlerinizi ve ayrıca
ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkında
her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi
ve de Ankara’dan, Türkiye’den
Dünya’dan gezi yazılarınızı
[email protected]
adresine bekliyoruz.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ'nin önceki
sayılarını; grubumuzun ana
sayfasındaki Files'dan E-dergi
"Ankara Çiğdemi" klasörünü veya
http://groups.yahoo.com/group/ankaral
igezginler/files/%20EDergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi
%22/ adresinden ilgilendiğiniz sayıyı
tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer
açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ
klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir,
bilgisayarınıza indirmek için aynı
şekilde sağ klikle Hedefi Farklı
Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi
Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
ÜYELERĐMĐZ
____________________________________________________
Seçkin Gezgin; Rüştü Hatipoğlu
“Geçkin Gezgin” kulağa
esprili geliyor ama izninizle
ben “Seçkin Gezgin”
diyeceğim, önce sizi kısaca
tanıyalım, Rüştü Hatipoğlu
kimdir, ne iş yapar? Neden
gezer? Sıra dışı gezilere
çıkıyorsunuz, doğaya ilginiz
nereden kaynaklanıyor?
Everest Ana Kampı’na
yolcuğunuzu kısaca anlatır
mısınız? Böyle bir
yolculukta rehberin vefatı çok beklenmedik bir durum,
neler hissettiniz? Son olarak biraz da internet sitenizi
tanıtır mısınız? Tüm gezilerinizi orada okuyabiliyor muyuz?
Rüştü bir fanidir ki neredeyse bebekliğinden beri
gezgindir…
Ankara-Polatlı yolunda gördüğü çingene obaları ona bu
virüsü aşılamıştır…
51’in bir Haziran gününde dünyamızı rahatsız etmeye
başlamıştır…
Gezmiş, tozmuş, okumuş ve sonunda gariban bir
memur olmuştur…
Bakmış ki memurluk onun harcı değil, başlamış
kaçamaklara… Hafta sonları doğa yürüyüşleri ve
sonunda bir dağ macerasına davet… Kaçkar’lar…
Olağanüstü bir deneyim…
O güne kadar kendisini sadece bir gezgin ve doğa
fotoğrafçısı olarak gören Rüştü’yü Kaçkarlar’la
sevişmeye başladıktan sonra delicesine bir dağ tutkusu
sarmalamaya başlamış.
Đşte bundan sonra artık onu durduracak bir şey yok gibi
görünüyordu…
Önce Emler (Toros’lar) – 3723 m, sonra Ağrı zirve
denemesi (5.138m) [4.440m, çıkılan yükseklik], sonra
en fazla çıkılan yükseklik, Annapurna Ana Kamp, 4.130
m. Annapurna zirve dünyanın en yüksek 14 zirvesinden
biri.
Sonra vatanına dönüyor ve bir ayda dört zirve yapıyor;
KIZLAR SĐVRĐSĐ (3070 m), BEYDAĞLARI, Antalya (2122 Haziran 2008)
KÜÇÜK HACET ZĐRVESĐ (2548 m), ILGAZ DAĞLARI,
Çankırı (29 Haziran 2008)
MEDETSĐZ ZĐRVESĐ (3524 m), BOLKARLAR, Niğde
(12-13 Temmuz 2008)
ESENCE ZĐRVESĐ (Keşiş Tepe) (3549 m), ESENCE
DAĞLARI, Erzincan (18-20 Temmuz 2008)
Artık bundan sonra daha büyük hedeflere yönelmek
arzusu ile Everest’e tırmanmanın ilk aşamalarını
yaşama duygusunu gerçekleştirmek için Everest Ana
Kamp ve Island Peak yolculuğuna soyundu.
Haziran 2008 tarihinden başlamak üzere bir birikim
yaratmaya başladı. Zaten, eminim bütün gezginlerin en
önemli sorunu bu… Ha, deyip çıkamıyorlar yola… Tabii,
ezbere gitmek söz konusu değil, Katmandu’da bir
önceki seneden tanıdığı ve işbirliği yaptığı bir seyahat
acentesi ile temasa geçip seyahat programını hazırladı.
Geçen sene yaptığı gibi yine bu işe solo olarak girişti…
Nisan ortalarında gitti Nepal’e. Bunun artısı da vardı
eksisi de… Artısı – çok kalabalık değildi yol (gerçi ona
göre kalabalıktı ya…), eksisi ise – hava çok
dengesizdi… Bir açıyor bir kapatıyordu ki bu da
muhteşem dağların olağanüstü görüntülerine tanık
olmasını engelliyordu.
Ekspedisyonları, normal plana göre üç gün eksik oldu,
zira
hastalıklar
ve
bunun
yarattığı
sorunlar
ekspedisyonun kısa kesilmesine neden oldu. Island
Peak tırmanışı iptal oldu… Burada ilk defa bir dağdaşın
gereksinimini yaşadı… Keşke bir dost olsaydı
yanında…
Normal koşullarda bu dağdaş senin rehberindir… Ama,
nedendir bilemiyorum benim dağdaşımla bir türlü
yıldızımız barışmadı. Sorunlar yaşaması gereken,
ilerleme konusunda ağır ama güçlü ben iken tam aksine
D.B. gittikçe güçten düşüyor. Ben zannediyorum ki
benim yaşadığım tarzda benzer basit bir rahatsızlık
yaşamakta… Fakat geçen her dakika onun gittikçe
kötüleştiğini gösteriyor. Tüm ısrarlarıma rağmen bir türlü
Hillary Hastanesine gitmeyi reddediyor. Artık gitmeyi
kabul ettiğinde de iş işten geçmek üzereymiş ama ben
bunun hiç farkında bile değildim… Son günlerde aramız
hiç iyi değildi… Hep kavgalı ve gergindik… Ama hala bu
tatsız sonun bunalımını yaşamaktayım… Bir türlü kabul
edemiyorum… Çocuk çok gençti… Đnanılır gibi değil,
dağ hastalığından ölen bir şerpa… Ve ben hala
ayaktayım… Ve nasıl kızıyorum bu çocuğa
inanamazsınız… Ona sinirimi boşaltmama dahi izin
vermeden gitti bu dünyadan… Fotoğraflarına baktıkça,
hala, keşke yanımda olsan be adam diye bağırıyorum…
Zor, be dostum… Zor… Atamıyor insan bir yakınının
ölümünü üstünden… (Ki, ne kadar kavgalı olsak ta o
benim dağdaşım, bir yoldaşımdı…)
Ben, web sitem var diye düşünürken dostlar bunun bir
blog olduğunu söylediler ve ben hala bunun hesabını
yeğenime
soramadım.
Bu
blogun
adresi:
http://geckingezgin.atspace.com/ Buraya girdiğinizde
benim tüm sabıkamı okuyabilirsiniz… Fotoğraflarımı
görmeniz de sizin için artı bir kazanım olur…
Sevgi ve doğa ile yaşa dostum…
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
____________________________________________________________________
Gezgin, Rehber, Yazar; Murat Özsoy
Murat Özsoy deyince aklımıza deneyimli bir gezi
yazarı geliyor, ama önce Özsoy’u biraz yakından
tanıyalım. Yazar, tur rehberi, öğretim görevlisi,
Ankara ve edebiyat gönüllüsü Murat... Başka neler
eklenebilir?
Önce, Ankaralı Gezginleri sevgiyle kucaklıyorum.
Yolları açık, kalemleri güçlü, fotoğrafları pırıl pırıl
olsun... Bana gelince, “Inside Turkey” adlı Türkiye
tanıtım filminde yapım sorumlusu olarak görev
yaptığımı ekleyebilirim. Đsveççe’den kitap çevirileri de
yapıyorum fırsat buldukça. Ateşin Gizi adlı roman yanı
sıra, Đş Bankası kültür yayınlarından çıkan Matematiğin
Anlamı, Kaya Taş ve Kum gibi bilim-teknik kitaplar da
çevirdim Türkçe’mize... Bir süre, TRT Ankara
Radyosu’nda dış yapımcı olarak konuklarımla iki saatlik
söyleşiler yaptım. Fotoğraf çekmeye bayılıyorum bir
de... Seyahatin sözcüklere ve görsellere dökülmesi
bana öyle büyük bir özgürlük duygusu veriyor ki...
Yazmak ve seyahat sanki aşka benziyor. Nasıl ki aşkı
merakla bekleriz, aşk kapıyı çaldığında ise türlü çeşitli
sıkıntılar yaşayabiliriz ve her şey olup bittikten sonra ise
geçmişi özlemle anarız; seyahat ve yazmak da bu
anlamda aşkı anımsatıyor. Seyahatte de, yazma
sürecinde de sıkıntılar yaşanabiliyor, ama sonunda,
karşılaşmış olduğunuz o nefes kesici manzara
sözcüklerle, fotoğrafla kalıcı hale dönüşüveriyor... Böyle
bir mutluluk pek az şeyde var...
Gazete ve dergilerde sıkça
rastladığımız gezi yazılarınız yanı
sıra yayımlanmış kitaplarınız da
var; bunlardan söz eder misiniz?
Đsveç ve Filmin Đkinci Yarısı,
kuzey
ülkelerinin
pek
çok
karakteristiğini içeren Đsveç’e ilişkin
gözlemlerimle oluştu. Arabasıyla
110 km hız tahdidini aşıp 140 km
yaparken yakalanması üzerine,
kralın özür dilediği bir ülke Đsveç.
Önceki demeçlerindeki sözcükleri
tek tek cımbızla çekip, “yalan
söylemeyi severim; politika sadece
bir şovdan ibarettir; üç ayda sadece bir kez cinsel ilişkide
bulunurum!..” şeklinde stüdyoda oluşturulmuş bir şakademeci başbakanın sesiyle radyodan, hem de devlet
radyosundan milyonlarca radyo dinleyicisine duyuran ve
yayının sonunda bunun bir şaka olduğunu bile belirtmeye
gerek duymayan ilginç bir ülke... Đsveç’te yaşayan
vatandaşlarımızdan
zaman
zaman
kitapla
ilgili
değerlendirme mesajları alıyorum. Kitabı Đsveçlilerle
birlikte okuduklarını, üzerinde düşündüklerini, kitaptaki
gözlemlere hak verip kimi kez kahkahalarla güldüklerini
yazıyorlar. Çok hoşuma gidiyor bu tür geri bildirimler...
Turkuaz Günlüğü adıyla yayımlanan kitabım ise,
1990’da yapım sorumlusu olarak görev yaptığım Turkuaz
adlı belgeselin güncesinden oluştu. Đran’dan Afganistan’a,
Pakistan’dan Hindistan’a, Çin’den Moğolistan’a uzanan
bir kültür köprüsü idi 12 bölümlük bu belgesel. Tarihi göç
yollarını, Đpek Yolu üzerindeki Asya uygarlıklarının
dününü ve bugününü anlatıyordu. Kentler ve Düşler
kitabımda ise bu kez Đtalya’dan Avusturya’ya, Fransa’dan
Đspanya’ya 11 ülke, 23 kentte yaşadıklarımı anlattım.
Belgesel deyince gözümüzün önüne Đpek Yolu ve
Turkuaz gelir; ilk yerli belgesel olarak
niteleyebileceğimiz, 1990’da “En başarılı belgesel”
ödülünü alan Turkuaz‘ın yapım ekibinde görev
almak nasıl bir deneyim oldu sizin için?
90 günlük belgesel film çekimleri sırasında çılgınca
şeylere tanık olduk. Tüm yaşadıklarımızı an be an not
aldım. Heyelan oldu, araçlarımızın tepesine kayalar
yuvarlandı, önümüz ardımız çığlarla kapandı.
Uyuşturucunun vitamin gibi, hem de sokakta değil
dükkanda satıldığı, makineli tüfek seslerinin göğü
yırttığı, kalem tabancaların 7 dolara pazarlandığı, polo
oyununda rakibi öldürmenin suç değil sanat olarak
kabul
gördüğü
coğrafyalarda çekimler
yaptık.
Afganistan’daki çekimleri gerçekleştirebilmek için bir
gerilla lideri ile temas edişimizi anımsıyorum; yanımızda
geçen bir telefon konuşmasına tanık olmuştuk.
Konuşmadan tek anlayabildiğim, çok sık tekrarlanan bir
sözcüktü: Kalaşnikof... Birbirine sonuna kadar güvenen,
dayanışmacı, aslan gibi sekiz kişilik bir ekipti Turkuaz.
90 günün uyku hariç her ânı belgesel filmin başarısı için
mücadeleyle geçti.
Son olarak “Yazarların Ankara’sı” ile
karşımıza çıktınız, el yazılarıyla 60
yazarı bir araya getirmek gerçekten bir
gönül işi... Sonuç nasıl oldu, bu
projenin benzeri yeni çalışmalar söz
konusu mu?
Şair Ahmet Özer’den ilk Kültür
bakanımız Talat Halman’a, gazeteci
Emin Çölaşan’dan Anayasa Mahkemesi
eski Başkanı Yekta Güngör Özden’e,
öykücü Erendiz Atasü’den Ali Balkız,
Ülkü Tamer ve Yaşar Seyman’a dek 60
yazarımızın Ankara’mıza ilişkin yapıt ve
anıları bir araya geldi “Yazarların
Ankara’sı”nda. Kitap basıldığında 13
yazarımız artık aramızda değildi. O iyi insanlar, o güzel
atlara binmişler ve çok uzaklara gitmişlerdi. Işıklar
içinde yatsınlar... El yazıları sonsuza dek kitabımızda
yaşayacak...
Şair
Metin
Altıok,
1993
Sivas
cehenneminde yaşamını yitirmezden önce, sanki
vasiyetini göndermişti bana o güzelim el yazısıyla.
“Ölürsem senin toprağına gömülmek isterim...”
diyordu... “Kapım ve yüreğim her zaman açık sana.
Bunu bil, sakın unutma...” diyordu... “Şiirin gerçek
başkenti sensin...” diyordu... Tüm bunları aziz kenti
Ankara için söylüyordu... 60 yazarımızın el yazıları bir
renk tufanı oldu, evimizin başköşesindeki sıcacık bir
kilim gibi içimizi ısıttı. “Đzlemeye doyum olmayan zevkli
bir kitap...” şeklinde basında çıkan değerlendirmeleri 60
yazarımız adına kabul etmek, doğrusu çok mutlu etti
beni. Dileğim, Ankara’mızdan daha pek çok kültür
insanını yapıtları ve el yazılarıyla yeni kitaplarda bir
araya getirebilmek...
[email protected]
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
ANKARA’DAN_____________________________ Necati Kazancı [email protected]
ÇUBUK BARAJINDA GEZĐNTĐ
Ankara’nın yakın yıllara kadar önemli dinlenme ve
eğlence alanlarından biri Çubuk Barajı ve çevresidir.
Baraj Cumhuriyetin kuruluş yıllarının ardından çok hızla
gelişen Başkent Ankara’nın su gereksinimini sağlamak
ve sulama amacıyla kurulmuştur. Öte yandan baraj
yapımı aşamasına varana dek çabalar sürmüştür.
Elmadağ yönünden gelen su hatlarına takviyeler
yapılmış su toplama yapıları tesis edilmiştir. Ancak
kesin bir çözüm için Çubuk Çayı üzerinde bir baraj
düşünülmüştür.
Çubuk Barajı Cumhuriyet yönetiminin ilk önemli
bayındırlık projesi olarak nitelenebilir. Yapılan ilk
barajdır. Baraj yapılırken çevresi düzenlenerek havuz,
gazino, mesire alanları ile Ankara için bir yaşam alanı
olmuştur. Çubuk Barajına olan ilgim nedeniyle birçok
kez ziyaretine gittim. Bu ziyaretlerin özellikle son
yıllarda yapılanları ise bir tükenişi izlemek gibiydi. Son
olarak çok kurak geçen 2008 yılı yazında ise barajda
artık su da kalmamıştı.
Daha önce bir dergide çıkan
söylediklerimi aşağı ya aktaralım:
bir
görüşmede
‘’Orta yaşlara yaklaşmış hatta çoktan geçmiş olanlar,
okul anılarını şöyle bir yoklasalar, okul gezilerinde
piknik için en sık gidilen mekanın Çubuk Barajı
olduğunu hatırlarlar. Cumhuriyet döneminin önemli
mühendislik eserlerinden biri olan Çubuk Barajı, uzunca
bir dönem Ankaralı için sadece bir baraj değil önemli bir
yaşam alanı olmuştur.’’ (Ankara Magazin, sayı 66,
2007).
Baraj Ankara kent merkezine 12 km uzaklıkta Çubuk
Çayı’nın dar bir vadi içinde aktığı bir noktada
kurulmuştur. Baraja Esenboğa Havaalanı yolu izlenerek
gidilmekte
ancak
dikkatli
olmazsanız
girişi
kaçırabilirsiniz. Çok iyi görülemeyen bir tabela
bulunuyor. Şu anda Ankara Büyükşehir Belediyesi
denetimindeki mesire alanlarına giriş ücretli. Hem baraj
alanı hem de baraj vadisi ağaçlar ile kaplı. Baraj
vadisine girince hem vadinin dik ve derin yapısı hem de
bitki örtüsünün yoğunluğu nedeniyle kendinizi hemen
farklı bir ortamda hissediyorsunuz.
Ankara’nın Başkent olup nüfusunun artmasıyla var olan
su sıkıntısının artması yeni çarelerin aranmasına neden
oluyor. Su sıkıntısına önceleri Ankara’nın mevcut su
sistemine ekler yapılarak çözümler aranmıştır. Ardından
ne yapalım diye düşünürken Elmadağ’dan gelen suya
takviye etmek üzere bir yeraltı su toplama sistemi ilave
ediliyor. Ama bunun çözüm olmayacağını da
bilindiğinden, Çubuk Çayı’nın üzerinde bir baraj yapma
düşüncesi tartışılmaya başlıyor. Çubuk Barajı yapımı
için mühendislik çalışmaları 1927-1929 yılları arasında
sürdürülüyor. Bu çalışmalar sonucunda baraj yeri olarak
Ankara’ya 12 km uzaklıkta Çubuk Çayı’nın ovaya
açılmadan önceki dik ve derin bir vadi seçiliyor. 1929
yılında temel atılıyor. 3 Kasım 1936’da da baraj ve içme
suyunu sağlayacak, Dışkapı’da bulunan Süzgeç
Tesisleri denilen su arıtma tesisleriyle birlikte açılıyor.
Amaç tek başına içme suyu değil, ovadaki bir takım
sulamada da bu suyu kullanmak.
Yaklaşık 80 yıl önce yerli imkanlarla ortaya çıkarılan bu
barajın yapımı, önce Almanya’da okumuş bir mühendis
olan müteahhit Tahsin Đbrahim’e veriliyor. Barajın
yapımı sırasında zeminde sorunlar çıkıyor. Bu sorun
nedeniyle barajın düşünülenden daha yüksek bir bedele
çıktığı biliniyor. Zemin sorunu nedeniyle daha derin
kazılar yapılıyor. Böylece ödeneklerin yetmemesi
gündeme geliyor.
Sorunlar ek ödeneklerin çıkarılması ve 1933 yılında
baraj yapım işinin, bir başka müteahhit devredilmesi ile
aşılıyor. Đnşaat 1936 yılında da bitiyor. Baraj ilk önemli
mühendislik eserlerindendir, bu nedenle tüm kamuoyu
barajın yapımı süresince ilgi ile izlemiştir. Ayrıca,
Cumhuriyetin kuruluş yılları göz önüne alındığında,
inşaat teknolojisi ve yapımı olarak da önemli bir eser. O
dönemde bu büyüklükte yapılmış başka bir yapı yok.’’
Barajın yapımını yerli müteahhitler gerçekleştiriyor
ancak yapım sırasında işten anlayan bir grup Alman
teknik eleman getiriliyor.
Đşin özelliği çok büyük
miktarlarda beton dökülmesini gerekli kıldığı için özel
makineler kullanılıyor ve bunu taşıyacak donanımı
kuruluyor. Çubuk Barajı’ndan suyun akış yönüne
baktığımızda görebileceğimiz, sağ tarafta bulunan tepe
Kaf Dağı ve şimdi bayrak dalgalanan tepe Alman tepesi
olarak adlandırılır. Đnşaat sırasında bu iki tepe arasında
teleferik benzeri havai bir taşıma sistemi kuruluyor. Đkisi
arasında çelik telli bir sistemle beton kovalarla taşıma
yapılıyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
Kamuoyunda baraj yapımının çok ilgi gördüğünden söz
ettik. Barajın yapımı sırasında halk arasında merak
edilen
bir
konu
‘’betonun
suyu
nasıl
tutacağı’’tartışmaları oluyor. Zira Ankara geçmişinde
seller görmüş bir kent. Ankaralı için beton suyu
tutamazsa yine sel baskınları olur endişesi bulunuyor.
Bu endişeler basında da yer alıyor.
Göl hacmi 13.5 milyon metreküp olarak hesaplanmıştır.
Barajın ön yüzünde zemin de bir kitabe yapısı
oluşturulmuştur. Bu aslında baraj içinde sızan suların
toplanması için yapılmış bir galerinin giriş kapısıdır. Bu
kapı düzenlenerek her iki tarafında kitabeler yer alan
kitabe yapısı oluşturulmuştur. Bu yapıda iki kitabe
bulunmaktadır. Bunlar Atatürk Kitabesi ve Đnönü
Kitabesi olarak adlandırılmaktadır. “Atatürk’ün Kitabesi‘’
diye anılan 1. Kitabe’nin öyküsü ise şöyle. Kitabe
taslağı hazırlanır ve Ata’ya sunulur. Ata yazıyı uzun
bulur ve beğenmez. Atatürk’ün kendisi tarafından
değiştirilmiş kitabede şunlar yazıyor:‘
Bu Çubuk Bendi Türk Ulusu’nun ilk Cumhurreisi KEMAL
ATATÜRK Devrinde Devlet Merkezi Ankara’nın Su
Đhtiyacını Karşılamak Üzere Kurulmuştur. 1929-1936’
‘Đnönü’nün Kitabesi’ diye anılan 2. Kitabe’de ise şunlar
yer alıyor: ‘Bu Esere Büyük Başvekil Đsmet Đnönü
zamanında 1929’da başlamış ve sırayla onun Nafia
Vekillerinin devamlı çalışmaları ile 1936’da Ali
Çetinkaya’nın vekilliğinde bitirilmiştir. Bu müddet
zarfında Müsteşar olarak bulunmuş olan Arif Baytın’ın
değerli emekleri geçmiştir. Eserin bütün masrafı devlet
hazinesinden ödenmiştir. Proje ve inşası Türk
Mühendisleri, Türk Müteahhit ve Đşçileri tarafından
yapılmıştır. Cumhuriyet devrinin bu eserin kurulmasında
fikirleriyle,
emekleriyle,
bedenleriyle
hizmetleri
geçenlerin cümlesine edebi şükran ve hürmet. 19291936’
Cumhuriyet devrinin iki önemli ismi barajla ilgili bunları
kaleme almışlar. Barajın Başkentte oluşu, su ihtiyacını
giderecek olması bütün devlet adamlarının ve halkın
ilgisini buraya toplamış. Atatürk’ün birçok kere inşaat
çalışmalarını izlemeye geldiğine ilişkin kayıtlar
bilinmektedir. Baraj alanı içinde şimdilerde kapalı olan
ama Atatürk’ün dinlenmesi için yaptırılan Atatürk Köşkü
ve bir kayıkhane yapısı da var. Köşk şu an farklı amaçla
kullanılıyor. Kayıkhane ise son ziyaretimde harap
durumda idi.
Baraj yapılırken çevresinin de ihmal edilmediğini
belirtmeliyim. Đlk peyzaj düzenlemesinin kuruluş
dönemine ait fotoğraflarda çok özenli olduğu görülüyor.
Şimdilerde o küçücük ağaçların hepsi dev gibi, ama
eskisi gibi özel bahçe düzenlemelerine rastlamak
mümkün değil. Ankaralıların neredeyse 1980’lere kadar
tüm bahar ve yaz mevsiminde uğradıkları bu mekan, bir
dönem Ankara’ya dışarıdan gelen misafirlerin
gezdirilmek için götürüldüğü birkaç yerden biriymiş.
Đnsanların barajın bentlerinin üzerinde dolaşır,
yeşilliğinin ve pikniğin tadını çıkarırlarmış. Özellikle
barajdan salınan suyun serinletici etkisini eğlenerek
gezinirlermiş. Şimdi yine piknikçiler hafta sonu buraya
geliyorlar ama eski popülerliği artık görmek mümkün
değil. Nereye baksanız kapalı. Hatta artık hayalet baraj
bile denilebilir.
Kapalı olan mekanlardan biri de bir zamanların en
meşhur yeri olan ‘’Gazino’’. Barajın akış yönünde geniş
bir havuz oluşturulmuştur. Bu havuzun bir kenarında da
farklı mimari tarzda yapılmış Baraj Gazinosu
bulunuyordu. Papyonlu, eldivenli garsonların hizmet
ettiği, havuz ve yeşil bitki örtüsüne hakim manzaralı
gazino, barajdan birkaç yıl sonra tamamlanmıştır. Baraj
Gazinosu, açılışının ardından birdenbire Ankara’nın
‘şimdiki deyimle’ en sosyetik yeri olmuş. Đkinci Dünya
Savaşı
yıllarında
anlatılanlara
göre
casusluk
faaliyetlerinin olduğu bir merkezmiş. O dönemlerden hiç
umulmayacak gösteriler, revüler, dans grupları burada
sahne almış. Ankaralı aydınların uğrak yeri olmuş. Yine
burası Ankaralılar için en prestijli mekanlardan biri
olmuş. Buranın yıldızı da 1980’lerden sonra söndü.
Zaten yaklaşık 10 yıldır barajdan su alınmıyor.
Çubuk Barajı açıldığı günden bu yana parkı, havuzu ve
gazinosuyla Ankaralılar için bir eğlenme ve dinlenme
mekanı olmuş. Açılış davetiyesinde şöyle deniyor:
’’Çubuk Barajı Çubuk şosesi ve Filitre binasının 3-111936 tarihinde yapılacak olan açılma törenine mahsus
davetiyedir. Davetiye şahsa mahsustur. Kıyafet
serbesttir. Her davetlinin rozet takması rica olunur’’
Belgeler, barajın açılışının hemen ardından, belediye
otobüsü
seferleriyle
ulaşım
sorununa
çözüm
bulunduğunu gösteriyor. Hala Baraj-Ulus-Sıhhiye hattı
üzerinde bir otobüs baraja yolcu taşıyor. Özellikle
mezuniyet baloları için gazino ve baraj çevresi eski
yıllarda çok önemliymiş. Ay ışığında sandal gezileri
yapılırmış.
Mesire alanı olarak uzun yıllar ailelerin geldiği yerin en
önemli özelliği de şehre çok yakın olması. Hem aracı
olanlar hem de aracı olmayanların otobüs seferleriyle
geldiği mekan yaklaşık üç-dört yıl önce DSĐ’den Ankara
Büyükşehir Belediyesi’nin sorumluluğuna geçmiştir.
Susuz Ankara için hem tarihi hem de doğası ve
manzarasıyla önemli bir eser olan Çubuk Barajı,
temizlenip eski saygınlığına kavuşturulursa Ankara için
önemli bir cazibe merkezi olacak. Şehrin bu kadar
yakınında, muhteşem ağaçlarıyla ve serinliğiyle özel bir
mekanı Ankaralıların kaybetmemesi gerekiyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
TÜRKĐYE’DEN____________________________
Levent Boz [email protected]
SĐNOPE’NĐN ÇAĞRISINA KULAK VERĐN...
Soğuk savaş döneminde adı Amerikan
radarıyla anılan, sonrasında nükleer santral
kâbusuyla gündeme gelen ve son günlerde
Parmaklıklar Ardında ve Zoraki Başkan
dizileriyle
hafızalarda
yer
eden,
Anadolu’nun en kuzeyindeki, Amazonlar’ın,
Diyojen’in ve hatta “Aldırma Gönül”ün şehri
Sinop’a hoş geldiniz...
Sinop adının Yunan mitolojisinde bir tanrıça
olan Sinope’den geldiği düşünülmektedir.
Efsaneye
göre
çapkınların
çapkını,
tanrıların tanrısı Zeus, ırmak tanrısı
Asopus’un güzel kızı Sinope’yi görür
görmez âşık olur. Zeus, Sinope’nin uğruna
Olympos’tan bile vazgeçmeye hazırdır,
fakat
Sinope
Zeus’tan
kendisine
dokunmamasını,
kızoğlankız
kalmak
istediğini söyler. Zeus bu isteği saygı ile
karşılar ve Sinope’yi Karadeniz’in en güzel
ve en zor ulaşılan bölgesine yerleştirir. Bu
güzel bölgenin adı da zamanla Sinop’a
dönüşür.
Sert rüzgârlara kapalı konumu ve sakin
deniziyle Güney Karadeniz'in en önemli
limanı olan Sinop, antik çağlardan
başlayarak
Bizans,
Selçuklular,
Candaroğulları ve Osmanlılar tarafından
askeri bir üs olarak kullanılmıştır.
Tarihimizde hüzünlü bir yeri olan Sinop
Baskını sonrası şehir askeri anlamdaki
önemini kaybeder.
Bu kadar çok medeniyete ev sahipliği
yapmış, kültürel açıdan zengin bir şehri
gezmeye elbette ki müzesinden başlanır.
Sinop Müzesi, uzunca bir süre kapalı
kalmasına rağmen, ziyaretçilerine olan
hasreti ağır basmış ve yeniden hizmete
girmiştir. Prehistorik, Erken Tunç, Arkaik,
Klasik, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu
ve Osmanlı dönemlerine ait güzide
eserlerin pırıl pırıl bir ortamda teşhir edildiği
bu müzenin bahçe düzeninin de en az
kendisi kadar başarılı olduğunu belirtmek
isterim. Size tavsiyem, hemen bir Müze
Kart edinip burayı ziyaret etmeniz olacaktır.
Sonrasında,
fazla
uzak
olmayan
Etnografya Müzesi’ni de gezip görerek
müzeler turunu tamamlayabilirsiniz.
Dini
mimari
turuna
başladığınızda,
dikdörtgen yapılı ve simetrik planlı olduğu
bilinen bir Bizans eseri olan Balatlar
Kilisesi kalıntısı, gün geçtikçe daha çok
tahrip olan freskleri ile sorumlu bir sanat
tarihçinin moralini feci şekilde bozabilir. O
yüzden burada fazla oyalanmadan TürkĐslam mirasını gözlemlemek için Seyyit
Bilal Türbesi ve Alaaddin Camii’ne
uğramanızda fayda olabilir. Sonrasında biraz
atıştırmak ve eşinize dostunuza hediyeler
almak için Pervane Medresesi’ni ziyaret
edebilirsiniz. Ayrıca, Sinop’un -bence- en
dikkat çekici el sanatlarından biri olan kotra
modellerinden mutlaka almanızı öneririm.
Uzun zamandır müze olarak hizmet vermekte
olan, ama Parmaklıklar Ardında dizisinden
sonra orada olduğu ancak hatırlanan Tarihi
Sinop Cezaevi’ne uğramadan dönmeyi
sanırım düşünmüyorsunuzdur. Sabahattin
Ali’nin Aldırma Gönül’ü ile hafızalarda yer
etmiş olan Anadolu'nun Alkatraz’ını daha iyi
anlayabilmek için tozlu sayfaları karıştırıp,
Evliya Çelebi’nin anlatılarına bir göz atalım:
“Büyük ve korkunç bir kaledir. Otuz demir
kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir
parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından
on adam asılır nice azılı mahkûmları vardır.
Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır.
Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak
değil, kuş bile uçurtmazlar.”
Canın boğazdan geldiğini çok iyi bilen bir
millet olarak, duyduğunuz seslerin midenizden
geldiğini eminim hemen anlamışsınızdır.
Sakın
telaşlanmayın.
Hemen
şehir
merkezindeki lokantalardan birine yerleşip,
kemikli kuzu etiyle pişirilmiş bir kâse mısır
çorbası ve bildiğimiz mantının, üzerine
sarımsaklı yoğurt yerine dövülmüş ceviz ve
mis gibi tereyağı dökülen hali olan kulak
hamurundan sipariş edip arkanıza yaslanın.
Asla unutamayacağınız bir lezzet şöleni
başlamak üzere... Daha fazlasını arayan
gezginlerimiz, bir Sinop şaheseri olan üzümlü,
cevizli veya kıymalı nokul ile hamsili ürünleri,
özellikle de hamsi kayganayı kesinlikle
kaçırmamalı.
Şehir merkezinden yavaş yavaş uzaklaşıp,
Karadeniz bölgesinin eşsiz doğal güzelliklerini
gözlemlemeye başlayabiliriz. Oteller, tatil
köyleri, bungalovlar, kamp alanları ve
restoranlarıyla deniz/kum/güneş turizmini
sevenlerin mutlaka ziyaret etmesi gereken
yerlerin başında, adını simsiyah volkanik
kumlarından alan Karakum gelmektedir.
Karakum’da biraz yüzdükten sonra, 19. yüzyıl
Osmanlı-Rus savaşları sırasında büyük
acılara sahne olan ve bugün beslenme,
dinlenme, eğlenme tesisi olarak hizmet veren
Paşa Tabyaları’nı ziyaret edebilirsiniz.
Daha sessiz, sakin bir kumsal arayanlara
önerim, halk arasında Arkadeniz olarak
adlandırılan bölge olacaktır. Kale surlarının
arkasından devam edildiğinde kolaylıkla
ulaşılabilecek bir kumsalı olan Arkadeniz,
uzunca bir süre sığ devam edip sonrasında
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
aniden derinleştiği için dikkatli olmakta fayda var:
“Karadeniz ile şaka olmaz.” Yerel halk tarafından fiyort
olduğu iddia edilen ama aslında enteresan bir şekle ve
muhteşem bitki örtüsüne sahip bir koy olan
Hamsilos’un huzur veren dinginliğinde yüzmeden ve
sonrasında piknik yapıp dinlenmek için 1 km
mesafedeki Akliman’a uğramadan Sinop’tan dönmenin
yasak olduğunu lütfen unutmayın.
Coğrafya kitaplarından hatırladığımız meşhur Karadeniz
ahşap ev mimarisi ile yeşilin, sarının, kahverenginin
onlarca farklı tonunun kaynaşıp gittiği muhteşem bir
manzaraya sahip Erfelek ilçesinden yaklaşık yarım saat
mesafedeki Erfelek Tatlıca Şelaleleri, beton yorgunu
büyükşehir insanlarının tamamen delirmesine ve istifa
edip Sinop’a yerleşmesine sebep olabilir, önleminizi
baştan almanızı tavsiye ederim. “Burada ne yapılır?”
diye sorarsanız, üzerinde irili ufaklı yirmi sekiz şelalenin
bulunduğu kanyonda bir aşağı bir yukarı dolaşabilir,
açık bulduğunuz derme çatma büfe benzeri yerlerde
hazırlanan yerel lezzetleri tadabilir veya suyun
kaynağını merak edip, benim gibi gördüğünüz tüm irili
ufaklı
tepere
tırmanmaya
çalışarak
kendinizi
parçalayabilirsiniz. Alternatif bir eğlence olarak, kendine
güvenenler suya girmeyi deneyebilir. Ne demek
istediğimi
parmağınızı
suya
batırdığınız
an
anlayacaksınız.
Đnanılmaz bir doğa olayına şahit olmak için Sarıkum’a
uğramayı sakın ihmal etmeyin. Orman, deniz, kumul ve
göl ekosistemlerini bir arada barındıran bu doğa
harikası, sizi tüm sıkıntılarınızdan uzaklaştırıp, şahane
bir belgeselin başrolüne taşıyacağı konusunda garanti
verebilirim. Onlarca farklı kuş türünün gözlemlenebildiği
bu ekosistemde ördek, kaplumbağa, sincap, geyik gibi
sevimli hayvanlara da rastlayabilirsiniz. Ayrıca gölden
tutulan balıkların lezzetini anlata anlata bitiremeyen
yerlilere kulak vermek faydalı olabilir. Bu arada,
üşenmeyip Sarıkum Köyü’nü ziyaret ederseniz, belki de
bize manda sütünden hazırladığı buz gibi ayranından
ikram eden misafirperver Karadeniz köylüsüyle sizde
karşılaşabilirsiniz.
Hazır bu kadar yakındayken, Türkiye’nin en kuzey
noktasını ziyaret etmeden dönmeyeceksiniz değil mi?
Başlangıç noktası Sarıkum olan kısa bir araba
yolculuğu sonrasında varacağınız Đnceburun’da sade
bir mimariye sahip deniz feneri, bol miktarda volkanik
kaya ve kuvvetli rüzgârlarlarla karşılaştıktan sonra
edindiğiniz manevi hissiyatı, yakınlardaki Salar Köyü
kaya mezarlarına uğrayarak perçinleyebilirsiniz.
Buradan sonra tek başınasınız. Đhtiyaç duyanlar otele
dönüp dinlenebilir, isteyenler Boyabat ve Gerze
ilçelerinin güzelliklerini görmek için kısa yolculukları
göze alabilir, bu önerilerimi beğenmeyenler ise Samsun
üzerinden Karadeniz turuna devam edebilirler.
Unutmadan... Güzel ülkemizin en kuzey ucundaki gizli
cennetin el değmemiş kızı Sinope, memleketine nükleer
bir elin değmesini önlemek için desteğinize ihtiyaç
duyduğunu iletmemi istedi.
* Katkıları için Sinop’un güzel gözlü kızı eşim Zeynep’e
teşekkürlerimle...
GEZ/DĐNLE
Belkıs Ceyla Çetinsoy
[email protected]
Hellas
Anthology Of Greek Bouzouki
+ multimedia 200 photos
Yunanistan’dan aldığım bir CD kartın tanıtımını yapmak
istiyorum. Zarfıyla birlikte postalanmak üzere
tasarlanmış bir ürün aslında. Çoklu ortam özellikteki
CD’nin içinde 200 fotoğraf ve 15 parçalık bir müzik
albümü mevcut. CD player ile dinleyebileceğiniz gibi,
bilgisayarınızda veya DVD player ile görsel ziyafeti
izleyebilirsiniz.
Tamamen enstrümantal parçalardan oluşuyor.
Geleneksel Yunan çalgısı buzukinin tınıları eşliğinde
Ege denizinin mavi sularında geziniyorsunuz sanki.
Albüm Theodorakis’in Zorba müziğiyle açılıyor. Sinema
sanatının klasikleri arasında unutulmaz yerini almış
olan Zorba The Greek filminden, Anthony Quinn’in
yaptığı sirtaki canlanıyor gözünüzde hemen.
Art arda gelen diğer sirtakiler, hassapolar,
hassaposervikolar (kasap havası) ve zeibekikolar
(zeybek) ile Ege müziğinin gösterisi sürüyor. Anadolu
kökenli zeybekiko, II. Dünya Savaşı esnasında Alman
işgaline karşı direnişin sembolü haline gelmiş bir Yunan
halk oyunudur. Kulağınıza tanıdık gelen sesler sizi
gayrete getirir, yerinizde duramayıp oynamak
isteyebilirsiniz. Đç içe geçen veya birbirinden etkilenen
kültürlere iyi bir örnek oluşturur komşu ülkelerin
kardeş halk müzikleri. Buzuki, bağlamaya benzer.
Bozuk düzen çalındığı için, Anadolu’da bozuk saz
olarak adlandırılan çalgının bir türüdür zaten.
Karanlık kış günlerinin bir akşamıysa, yüreğim ancak
dost sohbetiyle ferahlıyorsa, bir de üstüne üstlük
güneşli günleri özlemişsem... Elim hep bu albüme
uzanır. Sıcak bir maviliğin içinden Ege Denizi’nin
kokusunu alır getirir bana. Müzik örneklerini
dinleyebileceğiniz bir bağlantı mevcut, hem de CD
kartın resmi web sayfasında:
http://www.atpgroup.gr/en/cdcards1.htm
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
DÜNYADAN____________________________________________________________
Ankaralı Gezginlerin Notlarından
DÜNYADAN BAZI ĐLGĐNÇ GELENEK VE GÖRENEKLER
Semra Kadaifçioğlu [email protected]
Emre Coşansel [email protected]
Đtalya’nın Siena kentinde her yıl 2 Temmuz ve 16
Ağustos arası "Il Palio" (At Yarışı) olarak adlandırılan
eğersiz at yarışı ve gösterileri yapılıyor. 'Contrade'
olarak adlandırılan şehrin eski mahallelerinin sakinleri
Palio (Bayrak/Sancak) için yarışıyorlar. Göz kamaştırıcı
ortaçağ kostümleri giyen sürücüler, şehrin farklı
mahallelerini temsil ediyor. Kazanan mahalle bir yıl
boyunca sancağa sahip oluyor ve itibar görüyor.
Siena'nın muhteşem denilebilecek ana meydanının
(Piazza del Campo) çevresinde, vahşi bir ortamda,
atların saçlarından tutarak ve tamamen gerçek bir at
yarışındaymış gibi ciddi olarak rekabet ediyorlar.
Java adasında evliliğe büyük önem veriliyor, günler
öncesi hazırlıklar başlıyor. Endonezya dilinde de
Arapçadan gecen “nikah” kelimesi aynen kullanılıyor,
nikah davetiyeleri de çok özgün ve değişik tasarım
arayanlar için tavsiye ederim. Davetliler batik desenli tiril
tiril gömlekleri tercih ediyorlar başı açık olanlar var,
olmayanlar var. En ilginç olan ise damat ile gelinin ufak
bir farkla aynı elbiseleri giymeleri ve erkeğin yüzüne
makyaj yaptırması (dudakların boyanması dahil)
Fotoğraflarda bariz makyaj pek seçilmiyor ama öyle
düğünler gördüm ki gelinle damadı ayırt etmek mümkün
değil.
Timur Özkan [email protected]
B.Kağan Aktürk [email protected]
Belaraus Cumhuriyeti’nden başlayarak Orta Asya
ülkelerine kadar eski Sovyetler Birliği coğrafyası’nda yeni
evli çiftlerin küçük bir arkadaş grubu eşliğinde kentin
şehitlikleri başta olmak üzere tarihi ve turistik yerlerin
gezmeleri ve fotoğraf çektirmeleri adettendir.
Bir
keresinde Minsk’in tarihi bölgesi Eski Şehir’deki Afgan
Şehitleri için kilise-anıt önünde altı gelin ve damadı bir
karede görüntülemiştik.
Đsviçre’nin Appenzell Kantonu'nda başbakan ve başkan
el kaldırılarak seçiliyor, Yılın belirlenen günlerinde her
aileyi temsil eden erkekler bellerine kılıç kuşanarak
kantonun başkenti olan kasabanın meydanında
toplanıyorlar. Ailesinde erkek olmayan kadınlar bu
alana girebilmek için silah taşımak zorundalar. Seçim
sonrasında her köyün bayrağını ve geleneksel
üniformasını taşıyan bayraktarlar ve muhafızları
meydanda geçiş yapıyorlar.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
GEZ/OKU
Belkıs Ceyla Çetinsoy [email protected]
Yunanistan’ın Kos Adası’nda bastan ayağa simsiyah
giyinmiş yaslı kadınlar. Ellerinden de tespih eksik
olmaz. Ortodoks mezhebinin dindarları eşini kaybedince
siyah giyer ve ölene kadar başka renk bilmezmiş.
HER YERE UZAK TOPRAKLAR
Ömer BOZKURT
Okyanusbilim Gemisiyle
Kerguelen Adaları’na Yolculuk
Z.E.Deniz Oğuz [email protected]
Tayland’da tapınaklar çevresinde özellikle dikkat edilen bir
husus: Çocukların başını okşamak ya da ayakların altını
göstermek hoş karşılanmıyor.
Değişik bir gemi yolculuğu, Madagaskar’ın doğusundaki
Reunion Adası’ndan kalkan Marion Dufresne’nin,
çoğunluğu Fransızlardan oluşan 77 yolcusu asında üç
Danimarkalı, bir Đtalyan ve bir Türk bulunuyor. “Her Yere
Uzak Topraklar” Türkiye ve Orta Doğu Amme Đdaresi
Enstitüsü’nde kamu yönetimi hocası olan ve mesleği dışında
coğrafya ve yolculuk edebiyatıyla ilgilenen Ömer
Bozkurt’un 1998 yılında gerçekleştirdiği 26 günlük
yolculuğunu anlatıyor.
Kerguelen Adaları, en yakın olduğu kara parçası olan
Antarktika’ya 1285 deniz mili (2306 km) uzaklıkta
bulunuyor ve 1772 yılında keşfedilmiş. Üzerinde kimsenin
yaşamadığı ve yönetsel olarak Fransa’ya bağlı adalarda
sadece geçici görevlerle gönderilen insanlar yaşıyor.
Prof. Bozkurt bu geziye çıkmadan bir yıl önce Jean-Paul
Kauffmann’ın “Kerguelen Adalarındaki Kemer” adlı
kitabını Türkçeye çevirmiş ve daha sonra Fransa’ya giderek
kitabın yazarıyla tanışmış. Çeşitli gezi dergilerinde yolculuk
yazıları yayımlanan Ömer Bozkurt’un Yapı Kredi
Yayınlarından çıkan iki çeviri kitabı daha bulunuyor.
Claude Levi-Strauss’dan “Hüzünlü Dönenceler” 2000’de ve
Kenneth White’dan “Mavi Yol” 2009’de yayımlanmış.
Filiz Özsunar [email protected]
Çin’de erkek bebeklere tuvalet alışkanlığını edindirmek
için yazın altı yuvarlak açılmış, külot ya da tulum giydirip
gezdiriyorlar.
TÜBĐTAK Popüler Bilim Kitapları
2004, 181 Sayfa, (22x28)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
GEZGĐNCE__________________________________ Timur Özkan [email protected]
TÜRKĐYE’NĐN POPÜLER TEMATĐK ROTALARI
Dünyada
olduğu
gibi
ülkemizde
de
bir
tema
çerçevesinde yapılan geziler giderek daha çok ilgi
görmektedir. Bazen yürüyerek bazen de kara, demir, deniz
ve havayolları üzerinden yapılan bu geziler günübirlik veya
birkaç günlük olabildiği gibi bazen de haftalarca
sürmektedir.
Likya Yolu Türkiye’nin ilk ve en bilinen rotası, Fethiye’de
başlayıp Kalkan ve Finike üzerinden Antalya’da sona eren
509 km’lik Likya Yolu dünyanın en iyi 10 yürüyüş rotası
arasında kabul ediliyor. Đngiliz asıllı Türkiye vatandaşı bir
doğa gönüllüsü olan Kate Clow (Kardelen Karlı) tarafından
oluşturulan ve Garanti Bankası’nın sponsorluğunda
uluslararası standartlarda işaretlenen rotanın tamamı 23
etaptan oluşuyor. Xanthos, Patara, Olympus ve Phaselis
gibi Likya Uygarlığı’nın en önemli antik kentlerinden de
geçen yürüyüş parkuru kelimelerin tam anlamlarıyla bir
doğa, kültür ve tarih şöleni.
Kate tarafından oluşturulan bir diğer rotamız ve aynı
zamanda Türkiye’nin ikinci uzun yürüyüş yolu olan St.Paul
Yolu, Perge antik kentinden başlayıp Yazılı Kanyon Milli
Parkı boyunca devam eder ve Eğirdir'de sona erer. Bu
yolun bir kısmı zamanında Đsa’nın havarilerinden St.Paul
tarafından da yüründüğü için rotaya onun adı verilmiştir.
Toros Dağları üzerindeki rota beş günde yürünmektedir.
Đstiklal Yolu 105 km uzunluğu ile Likya ve St.Paul’dan
sonra Türkiye’nin en uzun üçüncü yürüyüş yolu olan bu
rota tematik olarak diğerlerinden farklıdır. Kurtuluş Savaşı
esnasında Rusya’dan ve Đstanbul’dan gemilerle getirilen
cephanenin kağnılarla ve Anadolu kadının sırtında
cepheye taşındığı rota Kastamonu’nun Đnebolu ilçesinde
başlayıp Küre Dağları’nda devam etmekte ve Ilgaz
Dağı’nda sona ermektedir. Uluslararası standartlarda
işaretlenen Đstiklal Yolu yürüyüşçüler kadar bisikletçiler
tarafından da ilgi görmektedir. Genellikle dört günde
yürünen bu rotanın Çankırı üzerinden Ankara’ya kadar
uzatılması da düşünülmektedir.
Türkiye’deki yürüyüş rotalarından ve aynı zamanda
dünyanın en ilginç coğrafyalarından olan Kapadokya
bölgesinde düzenlenen yürüyüşler daha çok günübirlik
olarak gerçekleştirilmektedir. Bu rotalar içinde en çok ilgi
göreni ise 14 km’lik Ihlara Kanyonu boyunca yapılan ve 3-4
saat kadar süren yürüyüştür.
Tamamen yürüyerek veya bisikletle gerçekleştirilen bu
önemli rotalardan başka araba veya trenle yapılabilecek
olanlar arasında tarihi yolculuklar ön plana çıkar.
Mehmetçik Yolu Kurtuluş Savaşımızın en önemli
aşamalarından olan Sakarya Meydan Savaşı’nın komuta
ve destek merkezlerinden başlayıp cephe hattına uzanır.
Alagöz köyünde bulunan başkomutanlık karargahı ve
savaşta lojistik merkez olarak kullanılan Malıköy Tren
Đstasyonu müze haline getirilmiştir. Rotanın devamında
Polatlı’daki şehitlik ve Sakarya Şehitleri Anıtı ile
düşmandan geri alınan ilk yerler olan Duatepe ve
Kartaltepe
ziyaret
edilebilir.
Ulusumuzun
Viyana
kapılarından başlayan 400 yıllık geri çekilme sürecinin
sona erdiği ve 30 Ağustos 1921’de Đzmir’de sona erecek
büyük takibin başladığı yerleri kapsayan bu rota
Ankara’dan başlayacak günübirlik bir program dahilinde
gerçekleştirilebilir.
Makedonya Kralı Büyük Đskender tarihe önemli bir komutan
olarak geçmiş ama zamanın koşulları dikkate alındığında
ulaştığı yerler bugünün gezginlerini de kıskandıracak
nitelikte. MÖ 323’te henüz 32 yaşında iken öldüğünde
dünyanın o zamana kadar bilinen yerlerinin hemen hemen
tamamını görmüş olan Đskender, Çanakkale’den başladığı
Anadolu rotasını kendisinin kurduğu ve adını taşıyan
Đskenderun’da tamamlamış.
Büyük Đskender Yolu
üzerinde Troya, Efes, Halikarnas, Gordion, Aspendos gibi
pek çok önemli antik yer bulunuyor.
Son zamanlarda oluşturulmaya çalışılan yeni bir rota da
Hz. Đbrahim Yolu. Peygamberler şehri Şanlıurfa’nın
Harran ilçesinden başlayan ve dötrbin yıl önce
Hz.Đbrahim’in Suriye, Ürdün, Lübnan ve Đsrail üzerinden
Filistin’deki El Halil şehrine vardığı rotanın Türkiye
topraklarındaki 15 km’lik bölümü, bir yürüyüş yolu olarak
lanse edilmeye ve bölge turizmine kazandırılmaya
çalışılıyor.
Hz.Đbrahim rotası henüz çok yeni ama Adıyaman,
Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa ve Gaziantep illerini
kapsayan
Trenle
GAP
turları
neredeyse
gelenekselleşmeye başladı. Bu turlarda;
UNESCO
listesindeki Nemrut Dağı, Ilısu Barajı’nın suları altında
kalmak üzere olan Hasankeyf, kutsal kabul edilen balıkları
ile ünlü Balıklıgöl, Zeugma’dan kurtarılan mozaikler ile
birlikte GAP’ın en büyük iki eseri Atatürk Barajı ile Şanlıurfa
Tünelleri gezilmektedir.
Elbette Türkiye’nin rotaları bunlardan ibaret değil, doğa
yürüyüşçülerinin en çok tercih ettiği yerlerden Kaçkarlar,
Türkiye’nin en yüksek yeri Ağrı Dağı Zirvesi’ne yürüyüş ve
yerli yabancı tüm gezginlerin vazgeçemediği Mavi
Yolculuk gibi doğa rotalarına ilave olarak neden Hz.
Mevlana Yolu (Bisikletçiler yapıyor; Kilis, Gaziantep,
Adıyaman, Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde,
Karaman ve Konya) gibi kültürel veya Atatürk Yolu
(Samsun, Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara) gibi tarihi
temalı rotalar da oluşturulmasın?.. Ve tabii, Đpek Yolu; belki
de dünyanın en eski ve en iddialı rotası, bazı girişimler var
ama henüz turizme kazandırıldığı söylenemez. Tematik
rotalarda da yolculuğumuz hiç bitmesin...
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
OBJEKTĐF__________________________________________ Haluk Sargın [email protected]
Türk Gastroenteroloji Vakfı 2.Ulusal Sağlık Çalışanları Fotoğraf Yarışması 2003 Özel Ödül
TMMOB Peyzaj Mimarları Odası Sahiplenemediğimiz Ankara 2002 Đkincilik Ödülü
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
ANKARA KÜTÜPHANESĐ_______________________ Timur Özkan [email protected]
NE DEMEK ANKARA; BALGAT NĐYE BALGAT? Önder Şenyapılı
214 Sayfa (15x21) ODTÜ Yayıncılık, 2004
Ankuva, Ancyra, Engürü, Angora gibi pek çok isim değiştirdikten sonra bugünkü adını
alan Ankara aslında oldukça yaşlıdır ama ihtiyar değildir. Genç cumhuriyetle birlikte
serpilip gelişen Ankara, aslında Anadolu’da binlerce yıldır hüküm sürmüş çeşitli
uygarlıkların, devletlerin ve toplumların; eski söylencelerin, destanların ve halk
kültürünün etkilerini, hem isminde hem de cisminde yaşadığı evrimle yansıtmaktadır.
Çeşitli konulardaki başka pek çok kitapla birlikte “Ne Demek Đstanbul; Bebek Niye
Bebek? ! .” adlı kitabın da yazarı olan Önder Şenyapılı, bu kez “Ne Demek Ankara;
Balgat Niye Balgat?” diye soruyor ve yanıtları, o bildik, akıcı ve samimi üslubuyla bu
kitapta veriyor. (Arka kapaktan)
KADIN ÖYKÜLERĐNDE ANKARA, Hazırlayan: Efnan Dervişoğlu
206 Sayfa (14x20) Sel Yayıncılık, 2008
Çocuklarını özenle büyüten Ankara, nice kadın yazarı da yetiştirmiştir. Bu seçkideki
öyküler; Ankara'da doğan, Ankara'da yaşayan ya da yolu bu kentten geçen kadın
yazarların öyküleri. Biri, Gençlik Parkı'nda bekleyen sevgiliyi hatırlattı; biri, bu kentte
yitirdiklerimizi. Atatürk Bulvarı'ndan geçirdiler, Keklikpınarı'na yürüttüler. En çok da
sokaklarını anlattılar; Menekşe'yi, Kumrular'ı, ışıklı caddelerini, kavaklarını,
soğuğunu sokaklardaki yaşanmışlığı... Ankara da değişiyor hızla. Onu tanıyıp
bilenlerin, sevenlerin yadırgadığı bir değişiklik bu, Kent her yöne genişlerken birçok
güzelliğini de yitiriyor. Bunu da anlattılar... (Arka kapaktan)
ARKADAŞIM ANKARA, Đpek ARMAN
193 Sayfa (14x21) Güven-Đpek Grup Yayınları, 2008
Hangi yönden gelinirse gelinsin, gülümseyerek bakar bu koca şehir insana. Öyle sıradan,
günübirlik bir gülümseme de değildir üstelik. Ağız dolusu, yürek taşıran bir sevda gibidir
kahkahası. Arkasından bıraktığı tarihe, yepyeni bir dönemin açılmasındaki rolüne bakar
da keyiflenir böyle. Söz verdiği her şeyi yerine getirmiş bir insanın güvenilirliği vardır
onda. Süse püse aldırmayan, cesur ve yaptıkları, ürettikleri ile anılan bir kadın ya da
gözleri doğrudan karşısındakinin gözlerinin içine bakabilecek kadar yiğit bir adam gibidir
o. Onu seven de sevmeyen de birdir gözünde, çünkü sorumluluğu vardır, ülkesine ve
hatta tüm dünyaya karşı... Başkent olma nedenini hiç unutmadan azametle dikilir
geçmişin karşısına ve geleceğin önüne. Üzerinde yürüyen, taşlarına basan kim olursa
olsun, vatanseverliğin içine işlediği sokaklarıyla "Ben Ankara'yım, ben Kurtuluş
Savaşı'yım" der. Böyle başlıyor Đpek Arman'ın "Arkadaşım Ankara" adlı kitabı. Arka
planda Türkiye'nin sancılı yılları, 70'ler, 80'ler, ön planda Ankaralı idealist genç Erhan
Taneri'nin yaşadıklarını konu alan bir öykü-roman Arkadaşım Ankara... Ankara bu kitabın hem adında hem içinde
var. 1978'de Sıhhiye'de Toros Sokak’ta başlayan ve 2004'de Cebeci’de son bulan öykünün her sayfasında
Ankara'yı ve aynı zamanda kendinizi bulacaksınız.
SOKAKTAKĐ ADAMIN ANKARA ANILARI, Nejat AKGÜN
164 Sayfa (14x20) Çankaya Belediyesi, 2008
Nejat Akgün’ün 1996’da yayımlanan “Burası Ankara” adlı kitabından sonra ikinci kez
Ankara’yı anlatıyor. Sokaktaki Adaman Ankara Anıları; “Kent Dokusundan Kesitler”,
“Kentte Günlük Yaşam”, “Eğlence Yaşamı”, “Spor Etkinlikleri” adlı bölümlerden
oluşuyor. Kitabı okurken bir çeşit zamana yolculuk yapıyoruz ve yazarın bizzat tanık
olduğu “Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Kutlamaları” ve “Atatürk’ün Cenaze Töreni”nin de
aralarında bulunduğu birçok ilginç Ankara anısı okuyoruz.
Kitap, “Geleceğin
Ankara’sına Đlişkin Görüşler” ve “1930, 1940’lı Yıllarla Đlgili Ankara Fotoğrafları”yla
sona eriyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
ANKARA/ANKARA ... ______________________________________________________
AMSTERDAM’DA BĐR ANKARA RESMĐ
Erman Tamur’un Kebikeç Dergisi’nin (*) 25. sayısında yayımlanan yazısından (Sayfa 390-391)
...
Ankara Manzarası’nda tanıdık yapılar
Ankara Manzarasında Bizans yapısı iç ve dış surlar ile
16.yüzyıl sonunda Celali saldırılarından korunmak
amacıyla şehir halkınca inşa ettirilen üçüncü sur
görünmektedir. Bu surun burçlarından Ankara’yı diğer
şehirlere bağlayan yollara açılan kapılar da resimde
belirgin olarak işlenmiştir. Şehirde minareleriyle kendini
belli eden camiler, muhtelif kubbeli yapılar ve çok
yoğun biçimde işlenmiş evler görülmektedir. Genel
yerleşim içindeki konumları ve mimari özellikleriyle bazı
yapıları teşhis etmek kolaydır. Büyüklüğü ve
kubbeleriyle hemen dikkat çeken Bedesten’i, Julian
Sütunu’nu, iki şerefeli minaresi ve L biçimindeki
yapısıyla Hacı Bayram Camii’ni, hemen bitişiğindeki
Augustus Anıtını tanımak hiç de güç değildir. Diğer
camiler ve kubbeli yapılardan mümkün olduğunca çok
sayıda yapıyı tanımak, dış surdan açılan şehir
kapılarını doğru olarak adlandırmak, şehir manzarasını
devamı olarak resmedilmiş kırlık alanda yer alan
dereleri, bu dereler üzerinde bulunan köprüleri
tanımlamak ise Prof. Eyice’nin işaret ettiği üzere bu
yapılara yer veren eski haritalar ve diğer belgeler
üzerinde karşılaştırmalı bir çalışmayı gerektirmektedir.
(Eyice 1972:103) Biz çalışmamızı yaparken; öncelikle
ve ağırlıklı olarak;
1.
2.
3.
1839
tarihi
Von
Vincke
Planı’ndan,
(orijinalinden temin etmek mümkün olmadığı
için, Ankara Guide Touristique, Ernest
Mamboury, 1933’de verilen planı 1:4000
ölçeğe büyütmek suretiyle)
1924 tarihli, 1:4000 ölçekli Ankara Şehir
Haritası’ndan, (Müdafai Milliye Vekaleti harita
dairesi Đstanbul Matbaasında tab olunmuştur.
Sene 1340)
1944 tarihli, 1:8000 ölçekli, münhanili nkara
Haritası’ndan (Harita Genel Müdürlüğünce,
aerofotogrametrik olarak1:5000 ölçeğinde
değerlendirilen
haritadan
dönüştürülmek
suretiyle hazırlanan) yararlandık.
Ayrıca çok sayıdaki eski Ankara kartpostal ve
fotoğrafını bu plan ve haritalarla karşılaştırmalı bir
değerlendirmeye tabi tuttuk. Bakış açısı Ankara
Manzarası ile yaklaşık aynı olan, 1900 lü yılların başına
ait bir kartpostaldan (Angora. Vue generale, Editör:
Moughamian Freres) özellikle yararlandık. Bu çalışma
sonucunda Ankara Manzarası’nda teşhis edebildiğimiz
yada hakkında bir biçimde fikir yürütebildiğimiz yapıları
numaralandırmak suretiyle bir liste düzenledik. Bu
listede yer alan yapıların büyük çoğunluğu için Prof.
Eyice ile teşhislerimiz aynıdır. Bununla birlikte
teşhislerimizin farklı olduğu bir iki yapı vardır. Ayrıca
Prof. Eyice tarafından teşhis edilememiş birkaç yapı için
de belirli tespitlerde veya tahminlerde bulunduk.
Listede sunulan açıklamaların genel olarak yeterli
olduğu kanısıyla, burada yalnızca köprülerle ilgili kısa
bir değerlendirmeyi yapacağız.
Resimde ön planda şehir duvarlarının dışında biri solda
diğeri sağda olmak üzere iki köprü görülmektedir. Eyice
soldaki köprünün; Akköprü veya şehre daha yakın ve
Akköprü’den küçük bir başka köprü olabileceğini
söylemiştir.
Eyice,
kitabesi
halen
Etnoğrafya
Müzesi’nde bulunan Çankırıkapı Köprüsü’nden söz
ederken de, Ankara’yı yeterli derecede tanımadığı için
bu köprünün yeri hakkında herhangi bir tahminde
bulunamadığını, eğer tabloda soldaki köprü Akköprü ise
müzedeki kitabenin diğer köprüye yani sağdakine ait
olabileceğini veya kitabenin tabloda görülmeyen bir
yerde mesela Bent Dersi’nin iç taraflarındaki bir köprüye
ait olabileceğini belirtmiştir. Eyice resmin sağ tarafında
yer alan ve üzerinden bir kervanın geçtiği köprüyle ilgili
ayrıca bir tahminde bulunmamakla birlikte bu köprünün
altından akan çayın Đncesu olduğunu ileri sürmüştür.
(Eyice 1972:100)
...
(*) KEBĐKEÇ Đnsan
Bilimleri Đçin Kaynak
Araştırmaları Dergisi,
Sanat Kitabevi tarafından
altı ayda bir yayınlanan ve
her sayısı numaralı olarak
600 adet basılan çok özel
bir dergi. Derginin sahibi
Ahmet Yüksel Ankara’nın
en eski kitapçılarından ve
antika kitap meraklıları ile
koleksiyonerlerin çok iyi
tanıdığı bir isim. 14 yıldır
yayınlanan Kebikeç daha
önce; “Ankara” (9. sayı),
“Demiryolları” (11. sayı),
“Meçhul Şahıslar Ansiklopedisi” (16. sayı),
“Anadolu’nun Nebatat ve Hayvanatı” (17. ve 18.
sayılar) vb çeşitli konularda ilginç dosyalar yapmış. 25.
sayının dosya konusu “Hollanda-Türkiye” ve bu
dosya’nın en ilginç yazılarından birisi de yukarda bir
bölümünü okuduğunuz yazıdır. Adını, mitolojide
kitapları kötülüklerden koruduğuna inanılan bir melek
veya el yazması kitapların birinci sayfasına yazıldığında
onları haşarattan koruduğuna inanılan Süryanice
kökenli tılsımlı bir sözcükten alan Kebikeç Dergisi,
www.sanatkitabevi.com.tr adresinden veya Esat Cad ile
Akay Yokuşu kavşağında bulunan Sanat Kitabevi’nden
(Tel 425 93 76) temin edilebilir.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:5, Sonbahar 2009)
DĐZELERDE ANKARA _ ________________________________________________________
BĐR ANKARA GÜNÜNDE
buğu içinde ankara
sanırsın bir saldır
ankara kalesi
karadenizde yolcu bekleyen.
güneş sis içinde dökülüyor kentin yüzüne
kavaklardan geçen bir rüzgar
özlüyor eski istasyon evlerini
ağır konuklar ağırlayan balkonlarını
ve cepheye asker götüren trenleri.
gençlik parkı / genç ankara’nın yakasında
bir karanfildi her sabah güneşle sulanan
o günden bu güne mavi göğün altında
eski zaman evlerinin duvarlarında
bir türkü söylenir notaları yürekten:
ankara ankara güzel ankara
‘öküz ve tekerlek ölüleri’ bir köprüydü
ta hititlerden günümüze akan nehirlere
buğdayı ve toprağı bilmenin alfabesi
insanlığa büyük sofra kuruvermişti
kavalcının en gür soluğuna oturuyordu vivaldi
badem ağaçları at kestaneleri
bulvarı boylu boyunca adımlayan kolejli kızlar
ucuz şarap tadında han odaları
hatırlar mısınız bir zamanlar bu topraklardan geçen
fillerle donatılmış ordularını timur’un
boz kalpaklı süvarilerini kuvayi milliyecilerin
ve ankara garı’nda karşılanışını ethem’in.
yüzümü gökyüzüne dayayıp
düşündüm ülkemin kanayan geçmişini
yaşadım diyebilmek için gördüklerime
dilimde dizelerle yürürdüm / şiirin ülkesine.
Ahmet Özer (*)
(*) Aşkın Taçyaprağı’ndan (1998)
Desen: Yalçın Oğuz (1991)

Benzer belgeler

ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi

ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi bilgilerin hiç çekinilmeden mesajlarda yer aldığı bir grubuz... - Bir dernek veya vakıf gibi yasal bir statüye ihtiyaç duymadan dahi çeşitli sosyal ve kültürel etkinlikler gerçekleştirebilen bir mo...

Detaylı