Divan Chocolat d`Origine

Transkript

Divan Chocolat d`Origine
içindekiler
EDİTÖR YAZISI
6
Selda KAYA KAPANCIK
İyi okumalar...
MASAÜSTÜ
10
> İstanbul Film Festivali 2 Nisan’da başlıyor
>Meze yiyecekseniz, Seastar1’e gideceksiniz...
>Divan Chocolat d’Origine
>Exen İstanbul
>Pasta d’ALFREDO ürünleri şimdi Türkiye’de
üretiliyor.
FUARLAR
12
Boat Show 2O11’de ziyaretçi rekoru kırıldı.
KAHVE SOHBETİ
14
Ali GÖLÜKCÜ
Çok uluslu firmalarla mücadele ederek markamızı yarattık.
Prof. Dr. Orhan İdil ile Genel Koordinatörü olduğu Hayat Holding’i konuştuk.
ARASIRA YAZILARI
18
Nazmiye ŞERALİOĞLU
Hafta sonunu beklemek
Yaşamınızı yönetip, “şimdi” “şu an”ın keyfine varın!
SEMTİMİZ ALTUNİZADE
23
Selda KAYA KAPANCIK
İş Dünyasının Seçkin Adresi: Altunizade
Bir Semtin Kahramanı: Altunizade İsmail
Zühtü Paşa
ANILAR
28
Özge GÖRÜR EROĞLU
Dostlarının omuzlarında, bir gökdelen edasıyla yükseliyordu...
Türkiye’de yaşamaya karar veren Tatsuya
Yamamotu,kendi deyimiyle köklerini yani
geçmişini değil geleceğini seçmiştir.
BİLİM ADINA
30
İstanbul Şehir Üniversitesi
Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV) tarafından 2008’de
kurulan İstanbul Şehir Üniversitesi’nde, 5 fakülte
çatısı altında 12 bölüm var. Üniversite faaliyetlerini Altunizade Yerleşkesi’nde sürdürüyor. Üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya
anlattı..
ARAŞTIRMA
36
Recep BEHAR
Gizliliğin Çekiciliği: İsviçre Bankaları
Görünen o ki,daha uzun yıllar İsviçre dünyanın
finans merkezi olmaya devam edecek.
FİNANS / PİYASA
38
>Fenerbahçe Borsada Devler Liginde
>Her Yerden Görünen Gerçek:Cari Açık!
>Sıra İspanya’ya mı geliyor?
PROFESYONEL BAKIŞ
48
Özge GÖRÜR EROĞLU
Türk Finans Piyasaları 2O1O’da nasıldı?
2O11’de nasıl geçecek?
Finans Portföy Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı, Sayın, Tolga KOTAN’a sorduk.
BİR BİLENE SORDUK
42
Ali GÖLÜKCÜ
Katılım bankacılığının ülkemizde doğuşundan
gelişimine her dönem içinde yer alan Türkiye
Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Osman
Akyüz,Katılım Bankacılığını ve yaşanan süreci
Altunizade’ye anlattı.
KARİYER
48
Berrin TAVMAN / Hedef Grup İnsan Kaynakları
Direktörü
Performans Yönetimi, ama nasıl?
En iyi performans sürekli olan performanstır.
EĞİTİM
50
Doğuş Eğitim Kurumları
Doğuş Eğitim Kurumları, 37 yıldır Türkiye’nin geleceğini yetiştiriyor.
HAK HUKUK
54
Recep BEHAR
Yeni yasalaşan Türk Ticaret Kanununda değişen
ne?
Çok önemli değişimlere yol açacak yeni kanunu
daha iyi anlamak için
Şimşek & Şimşek Hukuk ve Danışmanlık’tan
Avukat Kemal Şimşek’e sorduk.
SAĞLIK ESTETİK
58
Opr. Dr. Melike ERDİM / Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi
Saç neden dökülür?
içindekiler
SAĞLIK ESTETİK
60
İcer Cansu IŞIKOĞLU / Altunizade Polikliniği Diş
Hekimi
Diş hekimliğinde Estetik, Dental Lazer ve Implant tedavileri İnsanoğlunun varoluşundan bu
yana en büyük kaygılarından biri güzel görünmek oldu. Diş estetiği ise bu güzelliğin önemli
parçalarından biri.”
HOBİLERİMİZ
64
Av. Mehmet Fatih ÇAKIR / Fotoğraf Sanatçısı
Fotoğrafta Dijital Devrim.
Her devrim de öyle sesli, gürültülü olacak değildir. Bazı devrimler sessiz, sedasız gerçekleşiverir
de farkına varmayız.
FARK YARATANLAR
67
Özge GÖRÜR EROĞLU
Dansın Prensi Tan Sağtürk’le
Kıssadan Hisseye...
Baleyi Türkiye’ye sevdiren adam O! Balet ve Kareograf olarak şüphesiz Türkiye’de ilk akla gelen
isim Tan Sağtürk’le konuştuk.
MÜZİĞİN USTALARI
74
TurkGüven TÜRKELİ
Bir dalda iki kiraz..
Biri, klasik eğitimlerini gençlikleriyle yoğurarak
ortaya farklı ve nefis bir oluşum çıkarmış bir topluluk...Diğeri, saçlarındaki aklarla gönüllerdeki
pası ak pak etmiş bir bestekâr...
GEZDİK...GÖRDÜK...YAZDIK...
77
Ömer BEHAR
Güzel Atların Ülkesi Kapadokya...
Kapadokya topraklarında yeşerttiği medeniyetler
gibi tüm asaletiyle bakıyor dünyaya.Huzur ve barış birlikte yaşattığı dinler gibi hoşgörüyle gülümsüyor evrene.
Doğa ve insanın ele ele vererek yarattığı ruhuyla
dokunuyor tüm ziyaretçilerine. Tarihin değerlerini bugüne taşıyan ve gelecekle de buluşturacak
olan Kapadokya, Dünyanın sayılarla ifade edilmeyen harikası.
MODA
>Faik Sönmez’de 2O11 Şık ve Göz Alıcı
>Hotiç’le romantik bir yaz
>Sarar Kadını güneşi kucaklıyor
80
MODA
82
2O11 Ilkbahar – yaz modası
Orka Grubun tekstildeki üç dev markası 2011 ilkbahar ve yaz koleksiyonları hazır!
MARKA KİŞİLER
86
Ali GÖLÜKCÜ
Süleyman Orakçıoğlu’ndan Başarıya Giden Yol...
Tekstil ve Konfeksiyon devi olan,Orka Grup Başkanı Süleyman Orakçıoğlu ile geçmişini ve bugünlerini konuştuk...
İŞ YEMEĞİ
93
Burcu YAZGAN
Bu masada önemli olan yemek değil, sizin iletişim becerinizdir.
SPORTİF
94
Mehmet YILMAZ / Futbol Extra Dergisi Yazarı
Para peşin, yuvarlak meşin, Kombine Bilet...
Kombine bilet satışı ile kulüpler hasılat sıkıntısın
epey hafifletmiş oluyorlar. Çünkü hizmet peşinen
satılıyor ve bu da garanti taraftar anlamına geliyor.
TEKNOLOJİ
96
>Blu-ray, Yüksek çözünüm...
>Şifre Seçimi Yaparken...
KİTAPÇI
100
Osmanlının Batı Yakası: Bosna
Yazarı: Hüseyin Yorulmaz
3F Yayınları
FİLM...MÜZİK...KİTAP... SERGİ...
104
>D&R book store en çok satanlar
>Remzi kitapevi en çok satanlar
>D&R en çok satan albümler
VİZYONDAKİ FİLMLER
>Gölgeler ve Suretler
Tür: Dram, Politika
>Saklı Hayatlar
Tür : Dram / Politik
>Gerçeğin Parçaları
Tür : Dram, Gerilim, Gizem
106
editör
altunizade
Selda KAYA KAPANCIK
Editör
3 AYLIK İŞ VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 1 Sayı: 1
MART - NİSAN - MAYIS 2011
ISSN: 0000 - 0000
SAHİBİ
Rai Medya Reklam Yayıncılık
Organizayon Prodüksiyon Tic. Ltd. Şti.
İMTİYAZ SAHİBİ ve
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Recep BEHAR
KOORDİNATÖR
ALİ GÖLÜKCÜ
EDİTÖR
Selda KAYA KAPANCIK
REKLAM GRUP KOORDİNATÖRÜ
Özge GÖRÜR EROĞLU
FOTOĞRAFLAR
EDA EKİZ
TASARIM
Rai / İstanbul Creative Platform
BASKI
Mavi Ofset Etiket ve Matbaa San. Tic. ltd. Şti.
Litros Yolu 2, Matbaacılar Sitesi
Topkapı / İstanbul 0212 613 47 65
YAYIN
Süreli yaygın yayın (3 aylık)
YÖNETİM YERİ
Sırmaperde Sokak, No:17, K:4, D:10, TR34662,
Altunizade, Üsküdar, Istanbul
Tel: (0 216) 474 10 79
e-posta: [email protected]
www.altunizadedergisi.com
©
Rai Medya Reklam Yayıncılık Organizayon Prodüksiyon
Tic. Ltd. Şti. tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Altunizade Business & LifeStyle’ın isim ve yayın
hakkı Rai Medya Reklam Yayıncılık Organizayon Prodüksiyon
Tic. Ltd. Şti’ne aittir. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, karikatür ve illüstrasyonların her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. İmzalı yazılardaki görüşler yazarlarına
aittir.
Okula ilk başladığınız günü hatırlıyor musunuz? Annenizin elini sıkıca
tutup bırakmak istemezken nasıl da heyecanlıydınız. Ya ilk âşık olduğunuzda?
Göz göze gelince heyecandan midenize kramplar girerdi, ama yine de ona
bakmaktan kendinizi alıkoyamazdınız.
İlk iş görüşmenizde sorulabilecek bütün
soruları ve cevapları hesaplamıştınız,
heyecandan dilinizin sürçmesi ve ağzınızın kuruması ise planlarınızda yoktu.
Bekârlık sultanlıktır fikrine sırtınızı dönüp
nikâh masasına oturduğunuzda tüm
gözler sizin üzerinizdeydi, siz ise heyecanınızı belli etmemek için büyük bir gayret
içerisinde gülümsüyordunuz. Oysa kim bilebilirdi masanın altında ayaklarınızın
titrediğini. İlk çocuğunuzu beklemeye başladığınızda hayatınızın en büyük ve
en uzun heyecanını yaşamıştınız, onu ilk kez kucağınıza aldığınızda duyduğunuz mutluluk ise her şeye değerdi.
İşte biz de dergimizin bu ilk sayısını hazırlarken aynı duyguları yaşadık.
Bulunduğumuz noktadan feyz alıp yeryüzüne açılan bir pencere olalım dediğimizde dergimizin ismi belli olmuştu; Altunizade… Kalemi elimize ilk aldığımızda korkuyla karışık bir heyecan duymuştuk. Nereden başlayacaktık, son
noktayı nerede koyacaktık. Uzun toplantılar, kararsızlık anları, yorucu yazma
ve görselleştirme süreçleri derken heyecanımız katlanarak çoğaldı. Baskıyla
beraber elimize alıp dokunduğumuzda ise artık tek eksiğin kaldığını biliyorduk;
sizlerle buluşmak!
Ve işte Merhaba deme anı geldi. Yepyeni bir solukla karşınıza çıkarken
heyecan ve mutluluğu bir arada yaşıyoruz.
Güncel konular, finansal analizler, çarpıcı röportajlar, araştırma dosyaları,
şık mekânlarda son yeme içme eğilimleri, günün modasına dair yepyeni ipuçları, kültür sanat dünyasından farklı haberler ve daha birçok alandan sizi hem
zamana karşı zinde tutacak, hem de derinlemesine bir bakış kazandıracak
içeriklerle dolu birinci sayımız artık huzurlarınızda! Altunizade adının nereden
geldiği, İsviçre Bankaları’nın neden çekim merkezi olduğu, iş dünyasına önemli yenilikler getiren Ticaret Kanunu’nun derinlemesine analizi, Orka Grubu’nun
başındaki isim Süleyman Orakçıoğlu’ndan başarının sırları, fotoğrafçılıkta yaşanan dijital devrim, iş yemeklerinin altın kuralları, Tan Sağtürk ve dans okulları ilk sayımızdan sadece birkaç başlık. Daha fazlası için sayfaları çevirmeye
başlayabilirsiniz!
İyi okumalar dileriz…
Viral
Reklam
Nedir?
Viral reklam,
internet üzerinde
büyük çoğunlukla görüntülü olarak,
e-posta yolu ile veya
video paylaşım sitelerinde,
kullanıcıların
ağızdan ağıza yöntemiyle
yaydıkları...
Bu yüzden de VİRAL
yani virüse benzetilen
kendi kendine yayılan
yeni nesil bir reklam metodudur.
Viral reklamlar üçe ayrılmaktadır.
Biri, gerçekten son kullanıcı tarafından
çekilen reklamlar...
İkincisi, reklamı yapılacak firmanın
kendisi tarafından çekilenlerler...
Üçüncüsü ve en doğrusu,
en etkilisi, bizim yaptıklarımız!
masaüstü
Akbank'tan Genç Klasik
Müzik Sanatçılarına
Destek
Akbank “Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası”nın Öncü Sponsoru
Oldu…
Kuruluşundan bu yana bankacılık faaliyetlerinin yanı sıra sanatın birçok alanında
yaptığı çalışmalarla ülkemizde kültür sanatın
en büyük destekçilerinden biri olan Akbank,
geleceğin başarılı sanatçılarının yetişmesine katkı sağlayacak “Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası”nın öncü sponsoru
oldu. Sabancı Vakfı’nın katkılarıyla ve şef
Cem Mansur yönetiminde İstanbul’da yaz
dönemi çalışmalarını gerçekleştirecek olan
Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası,
İstanbul’da yaz dönemi vereceği konserden
sonra yurt dışında da konserler verecek.
Akbank’tan yapılan açıklamada; bankanın, yeni stratejileri doğrultusunda kültür
sanat projelerinde gençlere yeni fırsatlar tanıma ve bu projeleri Anadolu’ya daha fazla
yayarak daha geniş kitlelere ulaştırma kararı
aldığı, etkinlikleri özellikle gençler ve üniversite öğrencileriyle buluşturmayı hedeflediği belirtildi. Bu hedef doğrultusunda klasik
müziğe desteğini Akbank Oda Orkestrası
konserlerinden farklı formata çeviren ve
genç yeteneklerin gelişimine katkı sağlamak
amacıyla Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni
Orkestrası’nın öncü sponsorluğunu üstlenen
Akbank, böylece Anadolu’nun birçok şehrinde eğitimini sürdüren başarılı gençlerin
gelişimine katkı sağlamayı amaçlıyor.
Akbank, ayrıca bu yıl 21.si düzenlenecek Akbank Caz Festivali kapsamında
“Kampüste Caz” başlığı altında cazı Anadolu’daki üniversitelere taşırken, yaklaşık 40
yıldır 2 milyonun üzerinde çocuğa ulaşan
Akbank Çocuk Tiyatrosu da Anadolu’nun
birçok kentinde daha önce hiç tiyatro izlememiş çocukları tiyatroyla tanıştırmaya devam edecek.
Divan Chocolat d'Origine
Divan, dünyanın en iyi kakaolarını yüksek oranda kullanarak yarattığı Chocolat
d’Origine serisinin yeni yorumu ile gerçek
çikolata severlere doğal lezzetler sunuyor.
Meze yiyecekseniz,
Seastar1'e gideceksiniz...
Beylerbeyi’nde şöyle Boğaz manzarasında keyif yaparak bir yemek yemek istiyorsanız, alternatif çok.
Egzotik ülkelerde yetişen, dünyanın
en iyi kakaolarının yüksek oranda kullanıldığı Chocolat d’Origine serisi, sizi daha önce
keşfetmediğiniz, egzotik toprakların eşsiz
tatlarıyla buluşturuyor. Cava, Gana, Madagaskar, Ekvator ve Dominik Cumhuriyeti gibi
farklı coğrafyaların kakaolarıyla hazırlanan
bu yeni seri, zengin ve özgün aromaları ile
sizi kışkırtıcı bir lezzet yolculuğuna davet
ediyor.
Ancak, ağız tadıyla meze yiyelim derseniz, tek seçeneğiniz var; Seastar1. Boğaziçi kenarında, Beylerbeyi’nde, şık bir restoran. Adam gibi balık yemek istiyorsanız,
adres burası. Ancak asıl ünü, mezelerinde.
Özellikle yeşillikli mezelerde çok iddialılar.
45 çeşit meze arasından hangisini seçeceğinizi şaşırıyorsunuz. 18 çeşit organik
otlardan yapılan salatadan birinin mutlaka
sofranızda olması gerekiyor. Salata barını
bilirdik ancak, Meze Bar’ıyla bu mekanda
karşılaştık.
Birbirinden değişik tadları, Boğaz
manzarasının keyfiyle birleştiren Seastar1,
dostlarınızla biraraya gelmeniz dışında, iş
yemeklerinde farklı mekan ve tadları arayanlar için de harika bir adres.
Uzak ülkelerin birbirinden leziz meyvemsi, baharatlı, çiçeksi tatlarından oluşan
bu özel serinin bu seneki yıldızları % 40
kakao oranı ile Jivara, % 66 kakao oranıyla Equator, %64 kakao oranı ile Domican
Republic, %68 kakao oranıyla Ghana ve
%64’lük kakao oranıyla Madagascar.
Yepyeni ambalajları ve yorumuyla
Divan’ın bu seneki Chocolat d’Origine serisi,
tüm Divan Pastaneleri’nde 55 gramlık tabletlerde satışa sunuluyor. Bu muhteşem lezzetlerin satış fiyatı ise sadece 6.95 TL.
Exen İstanbul
Sur Yapı imzasıyla Çamlıca Tepesi eteklerinde inşa edilen
“Exen İstanbul”’, yatay bloklarındaki kat bahçeleri, Boğaziçi’nin
muhteşem siluetinin izlenebileceği kule rezidansı, benzersiz sosyal
ve teknolojik altyapısı ile hayallerdeki İstanbul’u şehrin merkezine taşıyor.
Exen İstanbul’un yarısından fazlası, yatay binalardan oluşuyor. 1038 konutun bulunduğu projede; yatay binalar 11-15 katlı, 160
metre yüksekliğindeki kule rezidansı ise 44 katlı olacak. Her katta
biraz genişleyen muhteşem Marmara Denizi ve Adalar manzarasına, yükseldikçe İstanbul Boğazı da eklenecek. Panoramik Boğaz
manzaralı daireler, penthouse keyfi ve lüksü ile benzersiz olacak.
Projede 36 m2’lik stüdyo dairelerden 355 m2’lik 4+1 dairelere kadar farklı konut seçenekleri yer alıyor. Çamlıca Tepesi eteklerinde,
155bin metrekarelik arazi üzerinde inşa edilecek Exen İstanbul’un
daire fiyatları 172 bin lira ile 2.5 milyon lira arasında değişmektedir.
Yatay bloklardaki her dairenin sahip olduğu kat bahçeleri; sakinlerine, yemek, sohbet ve kahve keyfini , yeşil ve maviyle iç içe göl
manzarası eşliğinde yaşatacak.
Hayatının büyük bölümünü işyerinde değil, evinde geçirmek
isteyenler, Exen istanbul’un sağladığı home office yaşam imkanlarıyla bu planlarını gerçekleştirebilecek.
Exen İstanbul’un dev rekreasyon alanında, göz alabildiğine
uzanan bir korunun içinden geçilerek sosyal alanlara ulaşılacak. Yer
altında çözümlenmiş kapalı otoparklar ve sosyal tesislerin dışında
kalan açık otoparklar sayesinde, yaşam alanlarında tek bir araca bile
rastlanmayacak. Suyun dinginliği ve yeşille mavinin sakinleştirici etkisi, büyülü bir atmosfer oluşturacak. Zen bahçesi, göleti, havuzları,
fıskiyeleri, çocuk parkları, 1 kilometrelik bisiklet parkuru, mini futbol
sahaları, fun golf sahası ile şehrin ortasında doğayla iç içe bir yaşam
sunan Exen İstanbul, güneş panelleriyle ısınan havuzu sayesinde,
bahar aylarında da açık havada yüzmenin keyfini yaşatacak.
Pasta d'ALFREDO ürünleri şimdi
Türkiye'de üretiliyor .
Italyan Fettucci-ne’nin kralı adlan d’ALFREDO şimdi size daha
yakın. İtalyan mutfak kültürünün en önemli unsurlarından olan makarnaya ve geleneksel kesimlerine kattığı özgün yorumlarla Pasta
d’ALFREDO, öğünlerinizi ziyafete dönüştürüyor. Tamamı İtalyan bilgi
ve teknolojisi ile tasarlanan ithal makinalarda Türkiye’de üretilmeye
başlanan ve kısa zamanda beş yıldızlı otellerin ünlü şefleri tarafından
da ilgi ve beğeni gören Pasta d’ALFREDO’nun özel ürünlerini şimdi
Tüm illerde, Cafe, Restaurant, ve Oteller’de tadabilir ya da Macro
Center, Metro, Üçler, Kiler, ve Bursa Özhan marketlerde ve kaliteli
ürün satan yerel marketlerde bulabilirsiniz.
Linguini, Fettuccini, Tagliatelle, Pappardelle, Ravioli veya Tortellini, çeşidiniz ne olursa olsun makarnanız Pasta d’ALFREDO olsun… Aynı Italya’da olduğu gibi 140 çeşit ürünü taze taze üretip siz
lezzet severlerin tüketimine sunan d’ALFREDO’nun ürünleri %100
doğal ve şimdi size daha yakın. Durum buğdayı irmiği ve yumurtanın
en güzel ve lezzetli karışımı olan d’ALFREDO ürünlerini 2 ila 6 dakika arasında evinizde; hem kendiniz, hem de sevdikleriniz için nefis
makarnalar yapabilirsiniz.
fuarlar
Gerçek alıcıların fuarı ziyareti siparişleri artırırken, sektör mensupları fuarı ziyaret eden
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’dan Türk
bayrağına geçişle ilgili sürecin uzatılmasını
istediler.
315 firmanın katıldığı Avrasya Boat
Show’u gezen Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, vergiler sebebiyle yabancı bayrak taşıyan teknelerin Türk bayrağı çekmesi için
yapılan düzenlemeden 2009’da 12.000’in
üzerinde tekne sahibinin yararlandığını, ÖTV
ve KDV indirimi ile ilgili sürenin uzatılması
konusunda kendilerine çok talep geldiğini
söyledi. Konuya olumlu baktıklarını belirten
Yıldırım, “Gerekli çalışma yapıldı. Karar Maliye Bakanlığı’ndan çıkacak” dedi.
300 milyon dolar değerinde tekne, yat
ve ekipmanlarının sergilendiği Avrasya Boat
Show’da 2.000 marka ziyaretçisiyle buluştu.
Fuarda küçük, orta ve mega sınıfındaki 440
tekne sergilendi.
Boat Show 2O11'de
ziyaretçi rekoru
kırıldı
12-21 Şubat 2010 tarihleri arasında
CNR Expo Fuar Merkezi’nde düzenlenen
Avrasya Boat Show, yoğun ilgi gördü. Avrasya Boat Show’u 5.600’ü yabancı toplam
128.540 ziyaretçi gezdi. Dünyanın karada
yapılan 2.büyük tekne ve yat fuarı olan organizasyonda sektör, Türk bayrağına geçiş
için 2009’da yapılan KDV indirimi ve ÖTV’nin
sıfıra çekilmesini bir kez daha gündeme taşıdı. CNR, 24 Mart 2010, İstanbul- CNR
Ekspo Fuarcılık tarafından DENTUR (Deniz
Endüstrisini ve Denizciliği Geliştirme Derneği) desteğinde gerçekleştirilen Avrasya
Boat Show katılımcılarının yüzünü güldürdü.
Sektöründe liderlik bayrağını taşıyan
markaların yeni ürünlerinin ilk kez tanıtıldığı
Avrasya Boat Show’da ziyaretçiler; yüzen
saraylardan sürat teknelerine, motor yat ve
güç ekipmanlarından su sporları donanımlarına kadar pek çok ürünü inceleme ve siparis verme fırsatı buldular. Azimut, Chris
Craft, Northstar, Jeaneau, Benetau, Princess, Absolute, Dominatör, Searay, Marquis, Rockharbour, Elan, Alson, Baveria,
Galeon, Bayliner, Meridien, Hanse, Sessa,
Lberty, Larson, Stingray ve Rinker fuardaki
markalardan bazılarını oluşturdu.
Milletvekilleri, T.C Denizcilik Müsteşarı
Hasan Naiboğlu ve sektör temsilcilerinin katılımıyla 12 Şubat’ta açılan fuar 21 Şubat’ta
denizcilerin geleneksel hale gelen korna
sesleri eşliğinde kapandı. 4.Deniz Araçları,
Ekipmanları ve Aksesuarları Fuarı 75.000 m²
alanda 6 salonda düzenlendi. Dünyada karada yapılan ikinci büyük
tekne ve yat fuarı olan CNR Avrasya Boat
Show’a bu yıl sipariş patlaması oldu. Yerli
yabancı 400 tekne ve yat üreticisinin bir ara-
ya geldiği fuardaki teknelerin büyük bir kısmı
satıldı. Fuarın sektöre 1 milyar dolar düzeyinde iş hacmi oluşturduğu tahmin ediliyor.
Türkiye’de denizcilik sektörünün en büyük
buluşması olan CNR Avrasya Boat Show 5.
Deniz Araçları, Ekipmanları ve Aksesuarları
Fuarı bu yıl da hedeflerinin üzerine çıktı. Bu
yıl 12-20 Şubat 2011 tarihleri arasında İstanbul CNR Expo Fuar Merkezi’nde düzenlenen dev organizasyona sektör yoğun ilgi
gösterdi. 250 milyon euro değerinde tekne,
deniz aracı ve ekipmanın sergilendiği fuardaki teknelerin büyük bir kısmı alıcı buldu.
CNR Avrasya Boat Show’a yurtdışından katılan firmalar ülkelerine iş bağlantılarıyla döndüler. İngiltere, Yunanistan, İtalya,
Almanya ve Hollanda’dan gelen sektör firmaları fuarda Türkiye partnerlerini bulduklarını ve distribütör anlaşmalarını yaptıklarını
belirttiler. Bu yıl fuarda göze çarpan önemli olgulardan biri de fuara katılan firmaların
yer talebindeki artış oldu. Firma yetkilileri
fuar komitesine, bir sonraki fuara daha fazla
metre karelerle katılmak isteğinde olduklarını vurguladılar.
Yurtiçi ve yurtdışından yoğun ziyaretçi
talebiyle karşılaşan Avrasya Boat Show’a bu
yıl 135 bin 234 ziyaretçi ilgi gösterdi. Fuara
yurt dışından ziyaretçi gönderen ülkeler ise
İtalya, Yunanistan, Almanya, İngiltere, Birleşik Arap Emirlikleri, Ukrayna, Bulgaristan,
Suudi Arabistan ve Rusya oldu.
Avrasya Boat Show’a ünlü isimlerden
de ciddi ilgi gösterildi. CNR Avrasya Boat
Show’u sanat, spor ve iş dünyasından çok
sayıda ünlü ziyaret etti. Rahmi Koç, Ali Koç,
Fedon, Oktay Kaynarca, Mustafa Sandal,
Emina Sandal, Ece Uslu, Cansu Dere, Ata
Demirer, İlhan Şeşen ve eski futbolcu Pascal
Nouma CNR Avrasya Boat Show 5.Deniz
Araçları, Ekipmanları ve Aksesuarları fuarını
ziyaret eden ünlüler arasında idi. Fuar, 20
Şubat Pazar günü, denizcilerin geleneksel
hale getirdiği korna sesleri eşliğinde sona
erdi.
HİZMETLERİMİZ
Yurtiçi ve Yurtdışı Ekonomik Uçak Bileti
Yurtiçi ve Yurtdışı Otel Rezervasyonları
Kültür Turları
Günübirlik Turlar
Cruise Seyahatleri
Yat Gezileri
Alternatif Tatil Seçenekleri
Incoming-Outgoing
Vize Asistans Hizmetleri
Organizasyon
Bayi ve Seminer Toplantıları
Rent a Car Hizmetleri
Atatürk Mah. Gaffarefendi Sk. No:5 Kat:1/16 Ümraniye / İstanbul Tel: 0216 443 36 36 - 520 02 02 Faks: 0216 344 53 32
[email protected]
kahve sohbeti
Ali GÖLÜKCÜ
Pazarlama tutkunu üst düzey bir yönetici, öğrenme hevesini hiçbir zaman yitirmemiş bir profesör, bilgiyi hayatının merkezine koyan bir insan…
Çok uluslu
firmalarla
mücadele ederek
markamızı
yarattık.
Hayat Kimya Genel Müdürü Prof. Dr.
Orhan İdil kapılarını Altunizade’ye açtı, akademik hayattan iş dünyasına tüm soruları
içtenlikle yanıtladı.
Hayat Grubu’nun başındaki isimsiniz,
aynı zamanda çok başarılı bir akademik arka
plana sahipsiniz. İş ve akademik yaşam nasıl birlikte gidiyor?
Ben zaten üniversitede asistan olduktan 2 ay sonra danışman olarak iş hayatına
girdim. Asistan olduğumda Eylül ayıydı ve
Kasım ayında da Dünya Bankası’nın danışmanı olarak şirketin organizasyon projesiyle
iş hayatına başladım. O yüzden akademik
kariyer ve iş hayatı birlikte gitti. Danışmanlık şeklinde yurtdışına gittim epey uzun yıllar
yani toplam 7 yıl Almanya’da ve İngiltere’de
kaldım. Orada da hem akademik hayattaydım hem de yine danışmanlıklar devam ediyordu. Sonra Türkiye’ye döndüm akademik
hayatın yanında bu kez danışmanlık ve yöneticilik de yapmaya başladım. Ve üniversitede 25 yılı doldurunca bu kadar iş bir arada
gitmediği için emekliliğimi istedim ve yöneticilik devam etti.
Peki Hayat Holding’le tanışma süreci
emeklilikten sonra mı?
Prof. Dr. Orhan İdil ile
Genel Koordinatörü olduğu
Hayat Holding’i konuştuk.
Hayat Grubu’nun patronu benim 12
yaşından beri arkadaşım. Yani İstanbul Alman Lisesi’nde sıra arkadaşıydık, yani o kadar yakındık ondan sonra da zaten görüşüyorduk. Hayat Grubu’nda ilk önce ahbap ve
danışman olarak gidip gelmeye başladım.
Ondan sonra da yönetici oldum. Ama o zaman üniversitede 25 yılım dolmamıştı, bir
süre ikisi birlikte devam etti. Ama ders saatlerini bayağı sıkıştırmıştım, yurtdışı seyahatlerim çok fazlaydı. Yani bu kadar yoğunlaşınca işler zor olmaya başlamıştı, ondan sonra
da sadece yöneticilik oldu çünkü burada da
işler çok büyümeye başlamıştı. Aşağı yukarı
3 yıldır her kimyadan bir hayat kimya daha
koyduk yani devamlı duble ettik. O yüzden
işler çok büyüdü.
Yani krizlerden mi büyüdü işler?
Krizlerden biz fazla yararlanmadık aslında yani normal zamanlarda daha iyi oldu.
O zaman istikrar size göre?
Tabi krizlerde mesela 2001 krizinde bizim ekstra krizimiz vardı çünkü çocuk bezi,
hijyenik ped tesisi yandı. 8 Ocak’ta o yandı,
21 Şubat’ta da Türkiye’de kriz patladı. O dönem biz bayağı mağdur durumdaydık.
Ürün grupları bazında değerlendirirsek Hayat Grubu çok zorlu bir alanda faaliyet gösteriyor. Ama son yıllarda önemli markalar yarattı ve kayda değer adımlar attı. Bu
başarıyı yaratan etkenler nelerdir?
Şimdi bizim esas olan üç alanda faaliyetimiz var deterjan, çocuk bezi-hijyenik ped
yani hijyen kategorisi diyoruz, ona bir de temizlik kağıtları eklendi. Her üç kategoride de
bizim ana rakiplerimiz çok uluslu büyük firmalar ve onların dev markaları oluyor. Biz bu
firmalarla mücadele ederek markalarımızı
yarattık. Baktığınız zaman onların araştırma
geliştirme faaliyetleri Türkiye’de hiçbir firmada yoktu. Çünkü dünya üstünde kapasiteye
sahip olmak lazım ki o olabilsin. Tabii onların mali güçleri de bizde yok. Fakat biz bir
şeyden yararlandık; o da bilgi. Bilgi herkese
açık ve biz dedik ki onların ölçüsünde kaliteli
bir ürün yapacağız, fiyat olarak da mümkün
olduğu kadar uygun fiyatlı ürünler yapacağız. Ama bunları onlar da yaptılar, onların
da yaptıkları ürünler kaliteli. En son geçen
sene fiyat araştırıyorlardı bizim altımızdaki
yerine göre fiyatlar olabildi. Yani artık fiyat da
Türkiye’de bir rekabet unsuru olmaktan çıktı.
Ama biz esas olarak pazarlama bilgisini çok
iyi kullandık. Çünkü biz geldiğimizde mesela hijyenik pette rakip hem jenerik markaydı, hem de pazar payı %80’in üstündeydi.
Çocuk bezinde %60’ın üstündeydi. Şimdi
oraya gelip de daha ucuz bir ürün yapayım
ve daha az geliri olanlara satayım diye bir
şey olamaz çünkü zaten dar gelirli olanlar da
o ürünü alıyorlar. Bu nedenle biz çeşitli pazarlama teknikleri kullandık. Delikanlı kızlar
konseptini yarattık, duygusal faktörlere, değişik segmentasyonlara yönelik bazı pazarlama teknikleri kullandık. Ve hala kullanmaya
devam ediyoruz çünkü başka türlü rakiplerle baş etmek zor. Ben o yüzden tamamen
bizim pazarlama uygulamamıza pazarlama
bilgilerimize dayandırıyorum.
Molfix ve Molped gibi markaları yarattınız, sizce bir markanın marka kimliğini koruması nelere bağlı?
Bir kere uygun bir marka kimliği yaratmanız lazım. Onda da çok derin çalışmalara
gerek duyuluyor. Daha sonra bu marka kimliğini algılatmanız lazım, marka imajı diyoruz
yani kimliğini ben yaratırım ama markanın
müşterilerinde o imajın olması lazım ki işe
yarasın. Bu da reklamlar ve halkla ilişkiler
kampanyalarının da dahil olduğu çeşitli iletişim araçlarıyla sağlanıyor. Tabii ambalajın
rengi, ambalajın üzerindeki desenler, reklamda kullanılan arka fonlarda burada çok
önemli. Sürekli bir değişkenlik içinde olmamak gerekir. Mümkün olduğu kadar sürekliliğin sağlanması ve iletişim faaliyetlerine
bütçe ayrılması gerekir.
Yurtdışı yatırımlarınızı yaparken nelere
dikkat ediyorsunuz? Holding olarak Mısır,
Libya, Suriye gibi Orta Doğu ülkelerinde yatırımlarınız var mı?
Yurtdışı yatırımları yaparken tabii maliyete dikkat ediyoruz öncelikle. Yani bir ülkeye
nakliye ücreti fazlaysa
ihracat yaptığınız zaman pahalı olur. Gümrük vergilerine dikkat
ediyoruz. Bitmiş üründe
gümrük vergisi yüksekse o vakit yerli üreticilerle rekabet edemezsiniz.
Bunun dışında potansiyele bakıyoruz, pazarda
acaba rekabet ettiğimiz çok uluslu firmalar
ne ölçüde, hâkim ve ülkenin potansiyeli ne
kadar gibi. Şu anda bizim yurtdışı yatırımlarımız Ukrayna’da var. Grup olarak bakacak
olursak yani Kastamonu’yu da içine katacak olursak Romanya’da, Bulgaristan’da,
Bosna’da ve Cezayir’de var, Mısır’da yeni
başladı. İran’da da bir kısmı çocuk bezi, bir
kısmı temizlik kâğıtları üzerine olacak olan
yatırımımız önümüzdeki ay tamamlanacak.
Peki, yatırım yaptığınız ülkedeki bir kargaşa durumuna karşı nasıl tedbirler alıyorsunuz ne yapıyorsunuz?
Herkesin yaptığını yapıyoruz. İşte mesela Mısır’da, biz tam oraya gitme arifesindeyken bu olaylar patladı, dolayısıyla gidilmedi ve bazı şeyler geri kaldı. Ama ortalık
biraz düzelince tekrardan başlandı. Çünkü
sürekli bir kargaşa olmuyor, bir yerde olduğu zaman durup ondan sonra tekrar devam
etme yoluna gidiyoruz. Şimdi Cezayir’de
birkaç fabrikamız var; deterjan, çocuk bezi,
hijyenik ped fabrikalarımız var. Cezayir’de
olaylar olduğunda işçiler gelemediği için
bazı gece vardiyaları çalışmadı, ama onun
dışında bir engel olmadı. Şimdi de devam
ediyor çalışmalar. Tabii istikrar en iyi şey.
Genelde Avrupalı yatırımcılar başka
ülkeye yatırım yapacağı zaman önce istikrara bakıyorlar. Biz de ise ikinci planda bırakılıyor ülkedeki istikrar.
Bana göre şundan oluyor; şimdi baktığınız zaman çokuluslu firma birçok yerde
yatırım yapabiliyor, Avrupa’da ürün satabili-
yor, Amerika’da ürün satabiliyor, herhangi bir
ülkede olabiliyor ama bir markanın değerleri arasında ülke değeri diye bir şey de var.
Herhangi bir ürün olduğu zaman kullanırken
bu Amerikan malı, bu Alman malı dersiniz
ama bu işte Türk malı, bu başka bir ülke
malı da diyebilirsiniz. İkisi arasında bir şey
oluyor, Amerikan malı Avrupa’da hemen kabul görür de, Türk malının Avrupa’da kabul
görmesi kendi markasıyla biraz zor. Ama
üretim kolay mesela televizyonda çok büyük
üretimler yapılıyor, arabalarda da yapılıyor
gidiyor ama Türk markasıyla olması zor. O
açıdan biz bir yerde de mecburuz daha gelişmekte olan pazarlarda yatırım yapmaya,
oralarda pazara hâkim olmaya. Biraz da zorunluluktan oluyor bu.
Önümüzde zor bir seçim dönemi var.
Sizce seçim öncesinde ve sonrasında Türkiye hangi ekonomik gelişmelere gebe? Ekonomide yaşanabilecek değişimlere yönelik
öngörüleriniz neler?
Her seçim döneminde olan şeyler
oluyor. İlk başta biraz para bollaşır seçime
kadar, ondan sonra seçimi kim kazanırsa
kazansın bu sefer o para biraz geri çekilmeye çalışılır. Onun arkasından biraz daha
enflasyon olur çünkü. Yani Hazirana kadar
bu şekilde devam eder. Haziran’dan sonra
parasal kısım biraz daha ağırlaşır diye düşünüyorum.
İyi bir satranç oyuncusu olduğunuzu
öğrendik satrancın iş yaşamınıza katkıları
oldu mu?
Muhakkak. Aslında satranç da pazarlamada kullanılan oyun
teorisi denilen şeyin bir
uygulaması ve burada
yine oyuncular var. Pazarlamalarda yalnız ne
yaparsanız, karşınızdaki ne yapar, karşınızdaki ne yapınca sizin ne
yapmanız lazım ve bunlara göre en uygun stra-
kahve sohbeti
tejilerin belirlenmesi oyun teorisinde de söz
konusu satrançta da öyle. Ve iyi bir satranç
oyuncusu denir ki, ben hiçbir zaman öyle
değim yani iyilerden bahsediyorum, dünya
çapında olanlar 7 hamle sonrayı görebiliyor.
7 hamle derken sizin her adımınız 1 hamleye karşıdır, karşınızdakinin 16 tane farklı
hamlesi olabilir. 16 hamlesine karşı sizin
bu sefer 16 yani düşünün 16 çarpı 16 böyle bir üstler şekilde gidiyor. Dolayısıyla bu
şekilde düşünmeye alışmış birisi de fiyatları
artırırsam rakip fiyatları aynı tutabilir, azaltır
reklam yapar promosyon yapar, şunu yapar
bunu yapar, bütün bunları düşünür ve ona
göre hareket eder. Bunun da büyük yararları
var tabii.
vamlı çalışarak yaptım. Çalışırken de geceleyip sabahlayan bir öğrenci değildim. Çalışma tekniğini iyi bilirdim, sistemli çalışırdım
ve çalışmaya da hep devam ettim. Şimdi de
yine aynı şeyi yapıyorum. Profesörüm ve bu
kadar yıl iş tecrübem var, dediklerime karşı
çıkmazlar diye düşünüp işi bırakmıyorum,
devamlı kendimi geliştirmeye çalışıyorum.
Satranç dışında keyif aldığınız, sizi iş
yaşamında motive eden bir uğraşınız var mı?
Yurtdışında London Business School
da dünyaca tanınan pazarlama profesörü
A.S.C Ehrenberg ile birlikte çalıştınız. Bize
biraz o dönemdeki çalışmalarınızdan ve profesörden bahsedebilir misiniz?
Satranç dışında gitar çalarım ve esas
benim en çok zamanımı alan, hem de işe direk katkısı olan pazarlama literatürünü takip
etmektir. Günümün 2-3 saatini hep en son
pazarlama gelişmelerini takip etmekle geçiririm, yurtdışı yayınlarını izlerim. Bu benim
hobim olmuş durumda, çünkü pazarlama
çok hızlı değişiyor, sürekli çeşitli ülkelerde
çeşitli araştırmalar yapılıyor onların sonuçları
uygulanıyor. Onlardan belirli uygulayabileceğimiz şeyleri buraya adapte etmeye çalışıyoruz.
Kendinizi tanımlayabileceğiniz sözcükler, sizi iş hayatınızda zirveye taşıyan
özellikleriniz sizce neler?
Zirve çok iddialı. Öyle bir şey düşünmüyorum en azından bu hayatın içinde
olmama neden olan diyelim. Kendime devamlı bir hedef koydum ve koyduğum hedefe gitmeye çalıştım. İşi şansa bırakmadım,
çalıştım. Mesela benim bulunduğum sınıfta
Almancası çok iyi olan Türkler vardı ve çok
daha yüksek oranda Alman vardı, ben son
yılda üçüncü olarak bitirdim Alman Lisesi’ni
ki çok zor bir okuldur. Birinci ve ikinci Almanlardı. İktisat Fakültesi’ni üniversite sınavında
kazandım. Girerken dördüncü sıradaydım
fakat bitirirken birinci sıradaydım. Yani de-
Genç bir girişimciye sadece 1 nasihat
verseniz ne derdiniz?
Bilgiye önem ver derdim. Yani mesela
tecrübe fonksiyonel çalışma, onlar herkesin
yapabileceği şeyler ama Türkiye’de eksik
olan şey bilgi.
Ehrenberg,
pazarlama
alanında
çok tanınmış bir isim. Esas olarak istatistik
profesörü ama istatistikçiler zaten pazarlamada ana teorileri bulan kişiler oluyor.
Ehrenberg’in kendi kurduğu bazı kuramlar
var, bazı pazarlama teorileri de var, British
Petrol gibi çok önemli şirketlere danışmanlık yapıyordu. Amerika’dan reklam firmaları
gelip ondan danışmanlık alıyorlardı. Ben de
onunla 1 yıl çalışma zevkine sahip oldum,
danışmanlıklarında elimden geldiğince bir
şeyler yapmaya çalıştım. Dünya çapında
bir kişiydi ama maalesef geçtiğimiz ağustos
ayında vefat etti.
Holdingin
yönetim
merkezi
Altunizade’de bulunuyor. İş dünyası için
önemli bir çekim merkezi burası. Sizin bu
bölgeye yönelik değerlendirmelerinizi alabilir
miyiz?
Bizim buraya gelmemiz şans eseri,
daha önceki iş yerimiz Yenibosna’daydı, deterjan fabrikasının üstünü büro olarak kullanıyorduk. Daha dar bir alandı ve şirketin sahibi, oğlu ve benden oluşan yönetim kurulu
epey zor bir trafikten hep şikâyetçiydik. Bu
arazi de zaten bizimdi, otopark olarak kullanılıyordu. O açıdan buraya gelmek zaten
bizim için imkân dâhilindeydi. Şimdi tabi
birçok kişi için burası gelip gitme açısından
daha iyi oldu, bina tabi oraya göre çok daha
geniş bir bina, aşağıda boş tuttuğumuz katlar vardı onlar doldu zaman içinde. Bir de
tabi artık yavaş yavaş iş hayatı Anadolu yakasına doğru kaymaya başladı. Burası hem
Anadolu yakasında oluşuyla hem de köprüye yakınlığı nedeniyle uygun bir pozisyona
sahip.
arasıra yazıları
Nazmiye ŞERALİOĞLU
Hafta sonunu
beklemek
Yaşamınızı yönetip, “şimdi”
“şu an”ın keyfine varın!
Zaman çizgisi, an ile geleceği birbirine
bağlar... Zaman çizgisi olmasaydı, her şey
her yerde olmaz, her şey, her yere dağılmaz
mıydı?
Noktalar, bir düzlemde birleşirken,
beklemek edimi, sonsuz bir eyleme işaret eder. Zamansız bir uzamda salınan bu
edim, pasif duygu çağrışımları uyandırır.
Oysa beklemek tamamıyla salt bir gerçeği
hedefliyor: Arzu edilene ulaşmak için, doyasıya varmak isteği. “Beklemek”; bir iş oluncaya, biri gelinceye değin bir yerde kalmak,
durmak. “Beklemek” ediminin diğer bir tanımı ise, “bir şeyi, gözetmek, korumak, muhafaza etmek” anlamını taşıyor. “Hafta Sonunu
Beklemek” işte benliğimizdeki bu koruma içgüdüsüne delalet. Hafta sonunu beklerken,
içimizde, iliklerimizde, hafta sonunun gelişini
yaşatmamız da, ona sahip çıkıp, kollama isteğimizden kaynaklanmıyor mu? Beklemek
bir süreç… Bu süreç, çoğu zaman pazartesi
sabahın 6’sında çalan saatin sesiyle birlikte
göz kapaklarınızın gün ışığına direnme çabası ile başlayıp, cuma akşamı mesai bitimine kadar sürüyor. Tabii eğer ki, cumartesi ve
pazar günleri çalışmayan şanslılardansanız.
Çıkılan kısa rotalı bir yolculuk, sımsıcak aile
toplantıları, bitmek bilmeyen eş dost, arkadaş sohbetleri, izlenen keyifli bir film, sahilde
güzel bir yürüyüş... Listeyi pekâlâ uzatabiliriz... Sadece “bir hafta sonu”na “bir dünya”
sığdırabiliriz. Peki, ama ya diğer günler!
Hafta sonunu istediğimiz güzellikte
geçirsek de geçirmesek de yeni bir haftaya
başlarken bir şey olur. Ayaklarımız geri geri
gider. Bir keyifsizlik başlar. Çalışmak istemeyiz. Buna da bir geçiş günü olması nedeniyle “pazartesi sendromu” deriz. Ama artık
pazartesi sendromunu, salı depresyonunu,
çarşamba melankolisini bir kenara bırakmanın vakti geldi. İş yoğunluğundan, uzun
çalışma saatlerinden muzdarip her birey,
silkinip kendine gelmeli. Modern dünyanın
gerçeğiyle yüzleşmeli. Günümüzde yaşam,
düne oranla çok daha hızlı. Dünya ‘küresel
bir köy’ halini alalı, bu köy hakkında sayısız
kelam edileli yıllar oldu. Dünyanın bir yerinden diğer bir yerine ulaşmak, daha önce hiç
bugünkü kadar kolay olmamıştı. Oysa bugün, İstanbul’da akşam iş çıkış saatlerinde
bir yakadan diğerine ulaşmaya çalışmak,
tarifi zor, meşakkatli bir süreci kapsıyor. Yaşam, beklemekle geçiyor... Vapur beklemek,
baharın gelmesini beklemek, gecenin geçmesini beklemek, başka bir yerde yaşamayı
beklemek, anlaşılmayı beklemek... Bazen
beklemek, yaşamı ertelemekten başka bir
anlam ifade etmiyor.. Ve çoğu zaman, beklemek ya da “ertelemek”, zamanla işbirliğine
girilen bir öz ihanet biçimi halini alıyor. Edindikleriniz ve umduklarınız, eksilişimizi anlatıyor. Beklemek yaşam, yaşam beklemek
oluyor. Ancak buna izin vermemek pekâlâ
mümkün. Hayal kurmayı ihmal etmeden an’ı
yaşamak, sonraki günü düşünürken bugünü ıskalamamak sizin elinizde!
Yaşamınızı yönetip, “şimdi” “şu an”ın
keyfine varın! Zaman kategorilerini, gün ve
saatleri düşünmeyi bırakıp, yaşamınızda
kaliteli iz’ler yaratın.. Unutmayın, keyifle geçen her yeni gün, keyifli hafta sonlarını işaret
eder. Ve o işaretler, bir çizgi olup size yepyeni rotalar, kurulacak yeni düşler belirler.
Semtlerin öyküsü
onu var eden
insanlarla yazılır.
Fotoğraf: Soner Dinçer
semtimiz Altunizade...
Selda KAYA KAPANCIK
İş Dünyasının
Seçkin Adresi:
Altunizade
Bir Semtin Kahramanı:
Altunizade İsmail Zühtü Paşa
Bir şehir… Sarayları, köprüleri, boğazıyla bir düş bahçesi… Ve o düş bahçesinde açan nadide bir çiçek; Altunizade…
İstanbul’un Anadolu yakasında eski
bir mahalle Altunizade… Bir zamanlar çok
daha geniş olan sınırları bugün Tophanelioğlu, Kısıklı, Barbaros, İcadiye ve Selimiye
mahalleleri arasında çiziliyor.
Altunizade’nin tarihine bakmak için
önce Üsküdar’a bakmak gerek. Kalkedonyalıların tersanelerinin bulunduğu Üsküdar,
M.Ö. XI. yüzyıldan itibaren yerleşim alanı
olarak kullanılmaya başlanır. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan önemli bir liman ve ticaret
merkezi olur. Yerleşim alanı olarak genişlemeye ise Kanuni Sultan Süleyman devri ile
başlar. Ancak Altunizade ondan yıllar sonra
yerleşim yeri haline gelir. Çevresindeki diğer
mahalleler gibi o da önce yazlık köşklerin
bulunduğu sayfiye alanı olarak başladığı yolculuğunda zamanla kalabalıklaşmaya, kalabalıklaştıkça yapılaşmaya başlar. Özellikle
1970’lerin başında Boğaziçi Köprüsü’nün
hizmete açılmasıyla Altunizade önemli bir
merkez ve kavşak noktası haline gelir.
Tarihi semtin isminin öyküsü de kendisiyle aynı zamana dayanır. Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz’in saltanatları sırasında
önemli görevler almış başarılı bir devlet adamı olan Altunizade İsmail Zühtü Paşa semtin isim babası. Yaşadığı dönemde şimdiki
şantiye şefliği anlamına gelen bina emini
olarak görev yapan İsmail Zühtü Paşa’nın
geçmişi tarihi zatlara ve olaylara uzanır.
Yavuz Sultan Selim ve ordusuyla birlikte
Amasya’dan İstanbul’a gelen Şeyh İbrahim
Tennuri, Eğrikapı semtinde Avcılar mahallesine yerleşir. Tennuri bir müddet sonra
Kayseri’ye döner, fakat en büyük oğlunu
yanında götürmeyip, yedi tepeli şehirde bırakır. Altunizade ailesinin İstanbul’a ilk defa
yerleşmesini sağlayacak olan da bu zat
olur. Yaşanan bu hadiseden beş nesil sonra İsmail Zühtü Paşa dünyaya gelir. Babası
Altuncu Hacı Ali Efendi, altuncu varakçılar
kâhyasıdır, aynı zamanda altmış dört gemisi
olan ve Mısır’la kereste ticareti yapan varlıklı bir kimsedir. İsmail Zühtü Paşa da Fatih
Kurşunlu Medresesi’nden mezun olduktan
sonra babasının yanında altun varakçılık,
hattatlık, nakkaşlık ve bina işlerini öğrenerek
birçok alanda tecrübe sahibi olur. Hacı Ali
Efendi’nin 1829 yılında vefatından sonra ise
tamamen bu alanda çalışmaya başlar.
Daha genç yaşta önemli sorumluluklar üstlenen İsmail Zühtü Paşa’nın devletle
ilişkisi ise ilk olarak Sultan II. Mahmut‘un
huzuruna çıkmasıyla başlar. Komşusu Serasker Hüsrev Paşa ile birlikte devletten alacağı otuz bin lira navlun borcunu hazineden
tahsil etmek için Sultan’la konuşur. II. Mahmut, sohbetleri esnasında Altunizade’nin
bina işleriyle ilgilendiğini öğrenir ve onun
Enderun’a kaydolmasını ister. İsmail Zühtü
Paşa, Sultan’dan aldığı destekle Enderun’da
iki yıl eğitimine devam eder ve 1831 yılında
bu saray okulundan mezun olur. O dönemde inşa edilmekte olan Mekteb-i Tıbbiye ve
Mekteb-i Sultani’nin (şimdiki Galatasaray
Lisesi) nezareti ile kendisine ‘’bina emini’’
unvanı verilir.
Yedi cihana hükmetmiş Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde II. Mahmut’ tan
sonra tahta Abdülmecit geçer. Yeni sultan
birkaç yıl sonra Dolmabahçe Sarayı’nın yapımını başlatır. Ermeni olan Garabet Amira
Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan tarafından
1843 yılında yapılacak sarayın bina eminliği
görevi de Altunizade İsmail Zühtü Paşa’ya
verilir. Verilen bu görevi oldukça önemseyen
İsmail Zühtü Paşa işini aksatmamak için ticaret filosunu satar ve sadece inşaat işleriyle ilgilenmeye başlar.
Dolmabahçe Sarayı’nın yapımı 1855
yılında tamamlanır. Herkesi kendine hayran bıraktıran saraydan sonra İsmail Züh-
semtimiz Altunizade...
Fotoğraf: Eda Ekiz
tü Paşa’nın inşaat işleri yine devam eder.
Zeytinburnu Fişek Fabrikası ile Paşabahçe
Şişe, Mum ve Kâğıt Fabrikası’nın yapımında
bulunur ve buradaki başarılarından dolayı
kendisine “ûlâ sanisi” rütbesi ile Dar-ı Şurayı
Askeri azalığı verilir. Çalışkanlığı ve dürüstlüğünden dolayı İsmail Zühtü Paşa’ya verilen
unvanlar ve mükâfatlar bununla da kalmaz
üstelik. Mimar Ağalığı unvanının yanında,
1858’de Ziraat Meclisi Azalığı, 1859’da Nafia
Meclisi Azalığı ve 1860’da Askeri Şura Azalığı görevleri de kendisine verilir.
1861 yılına gelindiğinde ise Sultan
Abdülmecit’in yerine Sultan Abdülaziz geçer. O dönemde, Ermeniler kendileri için
Çamlıca’nın eteklerindeki sayfiye alanına bir
yerleşim merkezi kurmak isterler ve bu isteklerini padişaha heyet göndererek iletirler. O
da kabul eder. Fakat padişahın çevresindeki
insanlar bu güzel sayfiye yerinin Ermenilere
verilmesinin doğru olmayacağını savunurlar.
Sultan Abdülaziz söylenenlere hak verir ama
sözünden de vazgeçemeyeceği için başka
bir çözüm yolu düşünür. Ve kısa sürede bulur. Altunizade İsmail Zühtü Paşa’yı çağıra-
rak, burada bir cami yapmasını ister. İsmail
Zühtü Paşa bunun üzerine hemen cami inşaatını başlatır. Ermeniler’e ise daha aşağı
kısımlara yerleşmek düşer. Sultan Abdülaziz
hem Ermenilere bir yer sağlamış olur, hem
de çevresindekileri kırmamış. O bölgeye yapılan cami de işin cabası olur.
İsmail Zühtü Paşa, bölgeye kendi adını verdiği cami ile birlikte, hamam, muvakkithane, akaret dükkânları, çeşme, sıbyan
mektebinden oluşan bir külliye yaptırır. Bu
yapıların bir kısmı harabe bir halde günümüze kadar ulaşırken bir kısmı yok olur.
Sultan Abdülaziz ile İsmail Zühtü
Paşa’nın arası ise bir süre sonra bozulur. Altunizade İsmail Zühtü Paşa, Koşuyolu’nda
kendisine çok güzel bir köşk yaptırır. Yapı
olarak Küçüksu kasrını andıran köşkün harem ve selamlık kısımları birbirine köprüyle
bağlıdır ve dış süslemeleri ile oldukça görkemlidir. Zamanla köşkün namı dilden dile
dolaşır. Ve bir gün Sultan Abdülaziz huzuruna İsmail Zühtü Paşayı çağırıp, köşkün
sultanlara layık olduğunu, bu nedenle ken-
disine verilmesi gerektiğini ima eder. İsmail
Zühtü Paşa özene bezene yaptığı köşkünün
elinden alınmasına çok içerlenir. Ama daha
sonra külliyenin olduğu yerde yeni bir köşk
yaptırır.
İsmail Zühtü Paşa’nın köşkünü alan
Sultan Abdülaziz ise o çok beğendiği köşkü yıktırıp bugüne dek gelen Adile Sultan
Kasrı’nı inşa ettirir ve annesi Pertevniyal
Valide Sultan’a armağan eder. Cumhuriyet
öncesi ve sonrasında Validebağ Kasrı ya
da Validebağ Sarayı adıyla anılan yapıya
1933’lü yıllardan sonra, Adile Sultan Kasrı adı verilir. Tarihi yapı ilk zamanlarında kız
çocukları için başlatılan eğitim çalışmalarına
ev sahipliği yapar. Savaş yıllarında öksüz
çocukların barınağı, eğitildiği bir kurumken,
cumhuriyet sonrası hasta öğrenci ve öğretmenler için bir sağlık ve eğitim kurumu
işlevini üstlenir. 1970’li yıllarda Rıfat Ilgaz’ın
unutulmaz eseri Hababam Sınıfı serisinin
çekildiği Adile Sultan Kasrı, bugün ise Öğretmen Evi ve Kültür Merkezi adıyla, kültürel
ve sosyal faaliyetlerin yaşandığı bir mekân
olarak varlığını sürdürüyor.
semtimiz Altunizade...
Altunizade İsmail Zühtü Paşa’nın ikinci köşkü de ilki gibi bugüne kadar gelmeyi
başaramaz ama ona göre çok daha uzun
ömürlü olur. İlk köşkü güzelliği nedeniyle
elinden alınan Paşa ikinci köşkünün dış cephesini bezemesiz yapar. Yeni köşkünde bu
kez iç bezemelere daha çok özen gösterir.
Bu nedenle köşkün dışı oldukça sade iken,
içi son derece süslü ve göz alıcıdır. Üç katlı
köşkün on sekiz odası, üç salonu, altı sandık odası ve altı tuvaleti vardır. Yapının her
katında büyük odalar binanın dört köşesine yerleştirilir, daha küçük odalar ise büyük
odaların arasında bulunur.
Cumhuriyet döneminde ressamlar,
yazarlar, şairler bu köşkü mesken tutar. Ressam Fikret Mualla, ünlü ozan Nazım Hikmet
ve daha birçok sanatçı burada yaşar. Ressam Muazzez Bey burada Karagöz ve Hacivat oynatır, Arif Dino ise çocuklara resim
dersi verir. Gazi Terbiye Enstitüsü öğrencileri tiyatro oyunları sergiler. Yeni Adam Gazetesi bir dönem yönetim yeri olarak burayı
kullanır. Bestekâr Yesari Asım Arsoy gelip
şarkılar söyler, ortaoyuncusu İsmail Dümbüllü gösteriler yapar. Can Yücel’in babası
Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel
de sık sık köşkü ziyaret eder. Bir diğer de-
yişle Altunizade İsmail Zühtü Paşa’nın köşkü
İstanbul’da kültür ve sanatın nabzının attığı
mekânlardan biri olur. Ama o da zamana
yenik düşmekten kurtulamaz. En son harap
bir haldeyken yeniden yapılması amacıyla
yıkılır. Ama on yıl boyunca bir gelişme olmaz. 2001 yılında ise İsviçre Hayat Sigorta
tarafından alınarak aslına uygun olarak ve
çağın teknik donanımı eklenerek yeniden
inşa edilir.
Sultan Abdülaziz ile İsmail Zühtü
Paşa’nın ilişkisi bu köşk olayı ile son bulmamıştır. Sultan, görevlerinden ayrılan İsmail
Zühtü Paşa’yı bırakmak istemez. Bugün İstanbul Üniversitesi ana binası olan, o zamanın Harbiye Nezareti olarak planlanan yapının inşasında ‘bina emini’ olarak yine İsmail
Zühtü Paşa’nın görev almasını sağlar. Serasker Namık Paşa aracılık yaparak Paşa’yı
bu yeni görev için ikna eder.
İsmail Zühtü Paşa’nın yaptıkları bu kadarla da sınırlı değildir. İlerlemiş yaşında hayır işlerine adar kendini. 1874 yılında Kaşgar
elçisi Yakup Han’dan Kaşgar’da kütüphane
olmadığını öğrenir ve derhal bir arazi aldırıp
üzerine kütüphane inşa ettirir. 1876’da Balkanlarda çıkan harbe giden üç taburluk as-
kerin top, tüfek, cephane, yiyecek, içecek ve
giyimin de yer aldığı bütün masraflarını karşılar. Bir yıl sonra Bulgaristan’dan göç edenlere Şehzadebaşı’ndaki konağını verir ve bir
süreliğine masraflarını üstlenir.
Gösterdiği bu gayretlerden dolayı
İsmail Zühtü Paşa’ya birçok rütbe ve yine
önemli görevler verilir. En son olarak ‘Muhacirin Komisyon Reisliği’ yaptığı sırada ise
köşkünde vefat eder ve Altunizade Camii’nin
haziresine gömülür.
Altunizade İsmail Zühtü Paşa dünyadan göçüp gitti, ama onun bıraktığı yerde,
adını ondan alan bir şehir yeşerdi. Bugün
onun miras bıraktığı eserlerle modern dünyanın yapıları yan yana duruyor. O zamandan bugüne çok şey değişti; bir imparatorluk çöktü, bir cumhuriyet kuruldu. Kılık
kıyafetten, yeme içmeye kadar yaşama dair
her şey değişti. Beton yapılarla doldu tüm
şehir, asfalt yollar yapıldı, at arabalarının yerini otomobiller aldı ve her yeri kapladı. Ama
Altunizade’nin ruhunda bir yerde hâlâ İsmail
Zühtü Paşa’ya ait bir şeyler var. Burada yaşam hâlâ O’nun çalışkanlığı ve üretkenliği ile
devam ediyor.
Altunizade İsmail Zühtü Paşa Konağı
Fotoğraf: Soner Dinçer
anılar...
Özge GÖRÜR EROĞLU
Dostlarının
omuzlarında,
bir gökdelen
edasıyla
yükseliyordu...
Türkiye’de yaşamaya karar veren
Tatsuya Yamamotu,
kendi deyimiyle köklerini
yani geçmişini değil
geleceğini seçmiştir.
İlahiyat Fakültesi Camii’nin avlusunda
toplanan kalabalık, dünyadan göçüp giden
kişinin iyiliklerle dolu bir ömür yaşadığının
işaretiydi. Gelen kişilerin sayısına ve niteliklerine bakıldığında; merhumun uzunca bir
ömür sürmüş Türk iş adamlarından birisi olduğu izlenimi doğuyordu. Dışarıdan bakıldığında yürütülebilecek bu tahminler kısmen
doğruydu. Yürekleri burkarak, gözlerde yaşlar bırakarak giden Türkiye’de doğmamış
ama Türkiye’ye gönül vermiş bir mimar ve
iş adamıydı. Yaptığı iyilikler, bıraktığı güzel
hatıralar, kazandığı yürekler ile onca insanı
cenazesinde bir araya getiren kişi Tatsuya
Yamamotu idi.
Çok köklü bir aileye mensup olan Yamamoto, 1961 yılında Japonya’da dünyaya
gelir. Küçük bir çocukken yaşanılan kronik
bir deprem sonrasında enkaz altında kalır. Kurtulur kurtulmasına ama konuşmakta
uzun yıllar zorluk çeker. Depremin onda bıraktığı hasar zamanla bir yeteneğinin ortaya
çıkmasına neden olur. Kendini konuşarak
ifade edemeyen Tatsuya Yamamoto, düşüncelerini resimle anlatmaya başlar. Çizgilere
olan bu yatkınlığı ise kendisine mimarlığa
kadar gidecek yolu açar. Ülkesinde Shibaura Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde
lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamlar.
Meslek hayatının daha ilk yıllarında UNESCO adına projeler yönetmeye başlar ve
Türkiye’yi bu projeler esnasında tanıma fırsatı bulur. Türk kültürüne, doğu izlerini taşıyan mimari kültürüne görür görmez hayran
kalır ve Türkiye’de yaşamaya karar verir. Bu
seçimi yaparken köklerini yani geçmişini değil geleceğini seçer kendi ifadesiyle. Kariyer
mi, yaşamak mı sorusuna, yaşamak cevabını verir ve 1986 yılında memleketim diyeceği
ülkeye, Türkiye’ye yerleşir. Türkiye’de gördüğü içtenlik yeni memleketine duyduğu bağı
daha da sağlamlaştırır.
Tatsuya Yamamoto, Türkiye’ye yerleşmesinin ardından 1987-90 yılları arasında Mimar Sinan Üniversitesi’nde, 199195 yılları arasında da Eskişehir Anadolu
Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak
çalışır. Bu yıllarda hem hayat ortağını hem
de gelecekteki iş ortağını bulur. Öğretim görevlisi Doç.Dr. Gonca Telli ile evlenir, yüksek
mimar Gökhan Aktuğ ile de Tago Mimarlığı
kurar ve gerek yurt içinde gerekse yurt dışında kalıcı eserlere imza atar.
Tatsuya Yamamoto, dünyaca ünlü bir
mimar, saygın bir sanatçıydı. Entellektüel
kişiliğinin yanı sıra son derece sevimli ve
sıcakkanlı tavırları ile sadece dostlar biriktirmişti etrafına. Çok daha fazlasını yapmaya
ömrü vefa etmedi. Dostlarının omuzlarında
taşındı. Memleket olarak bildiği yerde kaldı…
Kahveniz nasıl olsun?
bilim adına
İstanbul
Şehir Üniversitesi
Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV)
tarafından 2008’de kurulan İstanbul
Şehir Üniversitesi’nde,
5 fakülte çatısı altında 12 bölüm var.
Üniversite faaliyetlerini Altunizade
Yerleşkesi’nde sürdürüyor.
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye’deki üniversite sayısı bir elin parmağı
kadardı. Bugün ise yüzlerle ifade ediliyor.
Sadece İstanbul’da 40’ın üzerinde üniversite
bulunuyor. Kat edilen yol uzun, atılan adımlar
dikkate değer. Bilimin üretildiği üniversiteler
toplumun önünde bir lokomatif görevi görüyor, bulundukları kentlere ise gerek ekonomik
gerekse sosyokültürel açıdan canlılık getiriyor. Toplumun ilerlemesi de kentin gelişmesi
de onların öncülüğünde gerçekleşiyor.
İstanbul’un en önemli semtlerinden
Altunizade, çiçeği burnunda bir üniversite
ile değerine değer katıyor. Bilim ve Sanat
Vakfı (BİSAV) tarafından 2008 yılında kurulan İstanbul Şehir Üniversitesi Altunizade’de
bilimin en yetkin adreslerinden biri olmaya
hazırlanıyor.
Bir yandan çağdaş dünya toplumunun
ana dinamiklerini anlamaya, diğer yandan
Türk toplumunun tarihi köklerini bulmaya,
bu kökler üzerinde sağlıklı bir geleceğin inşasına katkıda bulunmaya çalışan bir araştırma kurumu olan BİSAV, İstanbul Şehir
Üniversitesi’nin temellerini oluşturuyor. Bilim
ve Sanat Vakfı’na yön veren akademik arayış İstanbul Şehir Üniversitesi’nin doğmasını
sağladı. Kuruluş çalışmaları fiili olarak 2007
yılında başladı, kamusal kimliğini ise 31 Mayıs 2008’de kazandı.
Öncelikli iş nitelikli bir akademik topluluğu bir araya getirmek oldu ve çalışmalara
hemen başlanıldı. Üniversitenin nitelikli bilgi
üretmek ve paylaşmak açısından ortaya koyacağı özgün değerler ve karşılaşabileceği
ana sorunlar tartışmaya açıldı .
Üniversite 1 Haziran 2008’de Tophane’deki irtibat ofisinde faaliyete başladı. Bu
süreçte güçlü, genç ve dinamik bir akademik
topluluğu bir araya getiren “Araştırma-Geliştirme Grubu”nun öncülüğünde, üniversitenin
nitelikli bilgi üretmek ve paylaşmak açısın-
bilim adına
dan ortaya koyacağı özgün değerler ve karşılaşabileceği ana sorunlar tartışmaya açıldı.
Entelektüel müzakere ve fikrî mübadelenin önemine binaen, doğru soruların acele
cevaplardan daha sahici olduğuna inanarak,
içinden doğduğu toplum ve akademi dünyasının ihtiyaçlarına en uygun üniversite modelini inşa etmek amacıyla, alanında yetkin
ve güçlü isimlerle derinlemesine mülakatlara
başlandı. Bu çerçevede Ahmet Davutoğlu,
Akşin Somel, Fahri Aral, Teresa Doğuelli,
Abdülkerim Kar, İsmail Erünsal, Nabi Avcı,
Nüzhet Dalfes, Ensar Gül, Bahattin Akşit, Elisabeth Özdalga, Fethi Çalışır, Ayşe Ayçiçeği,
Tayfun Atay, Halil Berktay, İskender Savaşır,
Orhan Tekelioğlu, Gencer Özcan, Edibe Sözen, Cemal Kafadar, Nezih Erdoğan, Mustafa Aydın, Mithat Çelikpala, Suavi Aydın, Fuat
Keyman, Mehmet Öz, Zeynep Direk, Levent
Köker, Zafer Toprak, Mustafa İsen, Meliha Altunışık, Doğan Özlem, Ersin Kalaycıoğlu, Ali
Fuat Bilkan, Mete Tunçay, Süleyman Seyfi
Öğün, İlhan Kutluer, Kayahan Özgül, Süha
Oğuzertem, Ömer Torlak, Ekrem Tatoğlu,
Serdar Sayan, Sibel Arkonaç, Ziya Öniş,
Haldun Evrenk, Seyfettin Gürsel, Kemal Madenoğlu, Nihat Erdoğmuş, Gültekin Yıldız,
Nurullah Genç, Ömer Faruk Akyol ve Murat
Güvenç gibi isimlerle buluşuldu.
Bu isimlerle yapılan derinlemesine
mülakatların yanı sıra Araştırma Geliştirme
Grubu, üniversitede hangi disiplinlerin ne tür
yapı, aktör ve süreçlerle temsil edilmesi gerektiğini tartışmaya devam etti ve üniversitenin daha sonraki akademik örgütlenmesine
zemin oluşturmak üzere farklı bölümler için
“kuruluş raporları” hazırladı. Kuruluş raporlarının yazım sürecini, üniversitenin stratejik
raporunun oluşturulması çalışmaları izledi ve
bu bağlamda ilk olarak Mayıs 2009 tarihinde farklı meslek ve toplum kesimlerinden elli
seçkin ismin katılımlarıyla bir “arama toplantısı” gerçekleştirildi.
İzleyen Haziran ve Temmuz aylarında ise “İstanbul Şehir Üniversitesi Stratejik
Planı”nın yazımı tamamlandı. Üniversite, bütün bunların yanında Mayıs 2009 tarihinden
itibaren “İstanbul Şehir Üniversitesi Dragos
Yerleşkesi” ile ilgili mimari çalışmaları yürütmeye başladı.
Keşifsel bilginin üretimine ve yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmayı amaçlayan
İstanbul Şehir Üniversitesi, özgün, katılımcı, evrensel ve özgürlükçü perspektifiyle ve
zenginleşen ekibiyle, 2010-2011 akademik
yılında ilk öğrencileri ile buluşmanın heyecanını yaşıyor. İstanbul Şehir Üniversitesi, 5
fakülte çatısı altında 12 bölümle, Altunizade
Yerleşkesi”nde faaliyetlerini sürdürüyor.İstanbul Şehir Üniversitesi’nin kuruluşu hakkında
bilgi verir misiniz?
öğrenci alacağız. Hukuk Fakültesi’nde Türk
hukuk sisteminin ve daha genel olarak hukuk eğitiminin problemlerine yeni cevaplar
üretmeyi ve mevcut hukuk fakültelerine alternatif bir içerik oluşturmayı hedefliyoruz.
Öğrencilerinize sağladığınız olanaklar
ve burslar hakkında bilgi verir misiniz?
Öğrencilerimize kayıt sırasında dizüstü
bilgisayar veriyoruz. Bu sayede üniversitenin
onlar için hazırladığı yüksek teknolojik alt yapıyı kolayca kullanıyorlar.
İstanbul Şehir Üniversitesi, 25+2 yıllık
bir tecrübeyle kuruldu. Kurucumuz Bilim ve
Sanat Vakfı’nın 25 yıllık eğitim tecrübesi var.
Bunun üzerine ‘Türkiye’ye nasıl daha iyi bir
üniversite kazandırabiliriz’ düşüncesiyle 2 yıl
süren yoğun bir atölye, beyin fırtınası ve çalışma grupları dönemi geçirdik. Bunun sonucu olarak kurulan Üniversitemiz, ilk yılında
hedeflerine ulaştı. Bunda seçkin akademik
kadromuzun da büyük rolü var. Hedefimiz
birkaç yıl içinde Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden biri olmak.
İstanbul Şehir Üniversitesi’ni
Rektör Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’ya
sorduk
Öğrenci sayınızı, fakülte ve bölümlerinizi anlatır mısınız?
İstanbul Şehir Üniversitesi’nde İnsan
ve Toplum Bilimleri Fakültesi, İletişim Fakültesi, İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi,
Hukuk Fakültesi ile Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi bulunuyor. Fakültelerimizin
adları klasik Türk üniveristelerinde alıştığımız
adlardan farklı. Buradan bölüm yapılanmalarının da farklı kurgulandığını çıkarabilirsiniz.
İlk yılımızda lisans ve yüksek lisans
programlarına toplam 358 öğrenci kabul
ettik. Hukuk Fakültesi’ne ise ilk olarak bu yıl
İstanbul Şehir Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya
Bu yıl üç öğrenciye bir öğretim üyesi
düşüyor. İlk yıl öğrencilerimizin yüzde 82’sini
burslu aldık. Burslar öğrenim ücretinden muafiyet, ücretsiz konaklama ile yemek ve kitap desteğini kapsıyor. LYS’de derece yapıp
bizi tercih eden öğrenciler ilave cep harçlığı,
yurtdışında yaz okulu gibi özel olanaklardan
yararlandı. İlk yılımızda “Çok İstiyorum Bursu” adı altında bir ilke de imza attık. Burstan yararlanmak isteyen öğrencilerin bizi
ikna eden bir mektup yazmasını istedik.
Seçilen mektupların sahipleri, İstanbul Şehir
Üniversitesi’ne en düşük puanla yerleştirilmiş olsa bile “tam burs” imkânına kavuştu.
Burstan bu yıl 3 öğrenci faydalandı. Çok İsti-
bilim adına
yorum Bursu 2011-2012 öğretim yılında da 3
öğrenciye verilecek.
İlk yılınızda uluslararası öğrencilerden
büyük ilgi gördünüz? Uluslararası öğrencileriniz ve bunun İstanbul Şehir Üniversitesi’ne
katkıları hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
İstanbul Şehir Üniversitesi olarak ‘uluslararası bir üniversite’ olma hedefimiz var. Bu
kapsamda yaptığımız tanıtım çalışmaları ile
dünya genelinde 100’ün üzerinde ülkeden
başvuru aldık. Başvurular sonucunda İstanbul Şehir Üniversitesi’ne 26 uluslararası
öğrenci kabul ettik. Öğrenci kabul ettiğimiz
ülkeler arasında Çin’den Kenya’ya kadar 18
ülke bulunuyor. Uluslararası öğrenciler sınıftaki eğitim kalitesini çok yükseltiyor. Çünkü
öğrenciler tamamen İngilizce eğitime odaklanıyor ve farklı kültürleri öğreniyor. Uluslararası öğrencilerin üniversitemize olduğu kadar
ülkemize de yarar getireceğine inanıyoruz.
Kütüphaneniz de çok konuşuldu.
Genç bir üniversite olarak bu konuda da iddialısınız galiba…
Evet. İstanbul’a nadide el yazmalarından elektronik yayınlara kadar zengin bir
koleksiyona sahip, Türkiye’nin en büyük üniversite kütüphanesini kazandırmayı hedefliyoruz. Bu kapsamda Türkiye’nin çeşitli yerlerinde çok sayıda sahafla anlaştık. Şimdiden
30 bini basılı, 50 bini elektronik kitap olmak
üzere 80 bin kitap var. Üniversitemizin kütüphanesine çok önemli bir katkı da Türkiye’nin
yaşayan en önemli tarihçilerinden biri olan
Prof. Dr. Kemal Karpat’tan geldi. Tarih Bölümü Öğretim Üyemiz olan Karpat Hoca, 4
binden fazla kitap ile dergi ve notlarından
oluşan koleksiyonunu kütüphanemize bağışladı.
Akademik kadronuz hakkında bilgi verir misiniz?
Akademik kadromuzun büyük bir bölümü başta ABD olmak üzere yurtdışındaki
üniversitelerde doktora yapmış veya hayatlarının belli bir bölümünde bu üniversitelerde
çalışmış kişilerden oluşuyor. Akademik kadromuzu oluşturmak için Uluslararası saygın
mecralara ilan verdik. Bu ilanlara binin üzerinde yerli ve yabancı akademisyen başvurdu.
Şehir gerçek anlamda bir araştırma
üniversitesi olmak istiyor. Akademik kadro
oluşturulurken bu hedef göz önünde bulunduruldu. Öğretim üyelerinin ders yükleri,
araştırmalarına ve öğrencilerine yeterince
zaman ayırlabilmeleri için oldukça az tutuldu.
İstanbul Şehir Üniversitesi’ni tercih
eden akademisyenler arasında Ümit Cizre,
Ferhat Kentel, Mesut Yeğen, Medaim Yanık,
Çetin Kaya Koç, Erkan Türe, Mahmut Mutman, Mehmet Genç, Kemal Karpat, Murat
Güvenç gibi isimler yer alıyor.
Öğrencilerinize yurtdışında öğrenim
konusunda ne gibi destekleriniz olacak?
Bunun için çeşitli uluslararası işbirlikleri
yaptık, yapmaya devam edeceğiz. Dünyanın
önde gelen üniversitelerinden Wisconsin ve
George Mason üniversiteleri ile işbirliği protokolleri imzaladık. Bu anlaşmalarla ŞEHİR’li
öğrenciler bir öğretim dönemlerini bu seçkin
üniversitelerde sürdürebilecek. Ayrıca ilk yılımızda Erasmus programına dahil olduk.
Böylece öğrencilerimiz Erasmus değişim
programıyla öğrenimlerine Avrupa’nın önde
gelen üniversitelerinde devam edebilecek,
ilk iş tecrübelerini AB Ülkeleri’nde kazanabilecek.
Yüksek lisans programlarınız konusunda bilgi verebilir misiniz?
İstanbul Şehir Üniversitesi olarak bu yıl
İşletme (MBA), Kültürel Çalışmalar, Modern
Türkiye Çalışmaları ve Tarih Yüksek Lisans
Programları’na öğrenci kabul ettik. Yüksek lisans öğrencilerimize de yüksek oranda burs
sağladık.
İstanbul Şehir
Altunizade’yi seçti?
Üniversitesi
neden
Altunizade; İstanbul ulaşım hatlarının
kavşak noktalarından biri. Aynı zamanda da
çok sakin bir yerleşim bölgesi. İstanbul trafiğinin yoğunluğundan en az etkilenen yer.
Çünkü hem Boğaziçi Köprüsüne çok yakın
hem de yoğun saatleri şehrin yoğun saatlerinin tersi istikamette. Öğrenci konuk evlerimizden biri Altunizade’de diğeri ise Çamlıca’da.
Dragos Yerleşkemiz tamamlandığında da
çeşitli araştırma merkezlerimizle ve bazı lisansüstü programlarımızla da Altunizade’de
kalmaya devam edeceğiz.
araştırma
Recep BEHAR
Yaşlı kıtanın göbeğinde küçük bir
ülke… Göğe uzanan yüksek dağları, dağlarında bembeyaz örtüsü ile hafızalara kazınmış eşsiz bir manzara… İsviçre…
Gizliliğin
Çekiciliği:
İsviçre
Bankaları
Görünen o ki,
daha uzun yıllar İsviçre
dünyanın finans merkezi olmaya
devam edecek.
İsviçre, önce Alpleri ile yer eder zihinlerde. Köklü tarihi, çok kültürlü yapısı ve
doğal güzellikleri ile her daim turistlerin uğrak yeri olur. Avrupa’nın kavşak noktasındadır ama tüm gözleri üzerinde toplamasının
bir başka nedeni vardır; İsviçre adını en çok
bankacılık sektörü ile duyurur.
Hiç merak ettiniz mi nasıl olur da bu
kadar küçük bir ülke dünyanın bankacılık
üssü olur diye?
Hemen hemen tüm dünya dillerinde
benzer sözcüklerle ifade edilen banka sözcüğünün, İtalyanca “banko” kelimesinden
geldiği düşünülüyor. Tarihte ilk bankacılık
faaliyetleri Lombardiyalı Yahudiler’in pazarlara koydukları birer masa üzerinde yapılır.
Modern bankacılık 1609 yılında Amsterdam
Bankası’nın kurulması ile sağlanır. Olgunlaşması ve iskeletinin oluşması ise 1907’de
kurulan ABD Merkez Bankası ile yaşanır. 20.
yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte bankacılık tarihine İsviçre’nin adı kazınmaya başlar.
Türkiye Cumhuriyet’inin kurulmasından bir kaç yıl sonra, 1926’da, İsviçre Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu hukuk devrimi
kapsamında alınır. Ve yıllar boyu yürürlükte
kalır. Kendinden kilometrelerce uzaktaki bir
ülkeyi bu kadar etkileyen kanunların başka
bir uzantısı ise İsviçre bankalarının dünya
çapında şöhrete kavuşmasını sağlar. Ülkenin, uzun yıllardır gelen bankacılık geleneği,
ilk önce 1934 yılı kanununda düzenlenir. O yıl
çıkan banka gizliliği yasasına göre finansal
hizmetleri kullanan kişi ister bir İsviçreli isterse başka bir ülkenin vatandaşı olsun, kişisel
bilgi gizli kabul edilir. Bankalar, müşterilerinin hesap bilgilerini tüm üçüncü taraflardan
korumakla yükümlüdür. Tüm bankalar, yetkisini bir dizi federal kanundan alan İsviçre
Para Piyasası Denetleme Kurulu tarafından
denetlenir.
Dönemin parlamentosu tarafından
çıkarılan yasalar yıllar boyu İsviçre bankalarının tüm dünyadan müşteriler edinmesine
neden olur. Siyasetçilerden iş adamlarına,
üst düzey bürokratlardan büyük servet sahiplerine herkes parasını bu bankalarda toplar ve elbette bir de yasa dışı yollardan para
kazananlar! İsviçre bankalarının gizlilik ilkesi
çekiciliğinin de ana nedendir. Türkiye’nin de
içerisinde bulunduğu dünyanın birçok ülkesinde varlıklı kesim hatırı sayılır servetlerini
mevduat olarak İsviçre bankalarında tutar.
Kasalarında bulunan para ve mücevherat
sebebiyle diğer tüm dünya finans kurumları
buradaki bankaları kıskanır.
da yaşanan likidite krizini aşmak için kaynak
arayışında olan ülkelerin gündemine alınır.
Özellikle ABD, İsviçre Bankalarının dünyanın
en güvenilir bankaları imajını sarsmaya çalışır. Krizden hemen sonra, 2009 yılının başlarında, Amerika İsviçre bankalarında gizli
hesapları olan 300 kişinin ismini ister, İsviçre
ise yasaları gereği müşterilerine ait olan bu
bilgileri vermez. Ancak Amerika işin peşini
bırakmaz ve başvurduğu mahkemelerde
haklı görülerek İsviçre bankalarında ismi
bulunan 300 kişinin ismini ve diğer bilgilerini
İsviçre’nin en eski ve saygın bankalarından
biri olan Julius Baer’de çalışırken sisteme
olan inancını kaybettiğini söyler. Adaletsiz
bir vergi cenneti yaratıldığını ve bunu değiştirmeye çalıştığını, amacının topluma zarar
verdiğini düşündüğü off-shore bankacılığın
nasıl işlediğini göstermek olduğunu ifade
eder. Siyasetçiler, işadamları, milyarderler ve
sanatçılar tarafından kullanılan vergi kaçırma yöntemlerinin açığa çıkarılacağını iddia
eder. Assange, ise hala elindeki ABD Dışişleri yazışmalarını yayınladığından, Elmer’ın
alır. Yaşanan bu gelişmeler diğer ülkelerde
de yankı bulur. Amerika’nın ardından İngiltere ve Fransa da benzer girişimlerde bulunur.
dosyalarının incelenip siteye aktarılmasının
haftalar sürebileceğini söyler.
Yabancı ülkelerce uzun zamandır
tanınan İsviçre tarafsızlığı bankacılığın gelişmesinin bir diğer nedenidir. İsviçre, tarafsızlığını her iki dünya savaşıyla sağlar, Avrupa
Birliği’nin bir üyesi değildir ve 2002’ye kadar
Birleşmiş Milletler üyesi bile olmaz. Bu nedenle 1930’da, dünyanın önemli bankaları
arasında işbirliğini kolaylaştırması amacıyla kurulan Uluslararası Ödemeler Bankası İsviçre’de konumlanmayı tercih eder ve
merkez olarak Basel seçilir. Birinci Dünya
Savaşı’nın her iki tarafında bulunmuş olan
ülkelerce kurulan bir organizasyon için bu
önemli bir karardır.
Dünya çapında gördüğü büyük ilgi,
İsviçre’nin en önemli gelir kaynaklarından birini bankacılık ve sigortacılık faaliyetlerinden
edinmesini sağlar. Ekonominin bel kemiğini finans kurumları oluşturur. 2009’da mali
sektör İsviçre GSMH’nın %11,6’sını oluşturur
ve 195 bin kişi bu alanda istihdam edilir. Bu
rakam, toplam İsviçre işgücünün yaklaşık
%5,6’sını temsil eder. İsviçre bankaları ayrıca yurtdışında 103 bin kişinin istihdamını
sağlar.
2001’de İsviçre bankaları 2.6 trilyon
Amerikan dolarını işletir. 2007’ye kadar bu
sayı aşağı yukarı 6.4 trilyon dolara yükselir.
Ancak son zamanlarda ivme tersine döner. 2008 krizinden sonra İsviçre bankaları
gelişmiş ülkelerin hedefi olmaya başlar. Bu
bankalardaki mevduat hesapları, piyasalar-
2010 yılının son çeyreğine gelindiğinde ise İsviçre bankaları ikinci bir sarsıntı
yaşar. ABD’nin dışişleri yazışmalarını kamuoyuna açıklayan Wikileaks sitesi, eski bir
bankacı ve İsviçre Ordusu’nda yarı zamanlı
bir yüzbaşı olan Rudolf Elmer’in bizzat sitenin kurucusu Julian Assange’a elden teslim
ettiği belgeleri ifşa edeceğini açıklar. Elmer,
Tüm dünyanın gözü hala İsviçre bankalarının üzerinde… Yaşanan gelişmeler bir
tarafta şaşkınlıkla karşılanırken, diğer taraftan endişe ile bakılıyor.
Ama görünen o ki daha uzun yıllar
İsviçre dünyanın finans merkezi olmaya devam edecek…
finans / piyasa
Fenerbahçe Borsada
Devler Liginde
Sıra İspanya'ya mı
geliyor?
Fenerbahçe Sportif hisse senetleri, 1 Nisan Cuma gününden itibaren İMKB 30 Endeksi
kapsamında yer alacak.
Portekiz’in yardıma muhtaç hale gelmesinden sonra gözler İspanya’ya çevrildi. Tek
başına Euro Bölgesi’nin yüzde 13’ünü oluşturan
İspanya’nın kurtarılması bölge için kabus yaratabilir. Financial Times, “İspanya ateş hattında”
yorumunu yaptı.
İstanbul İMKB İstatistik Müdür-lüğü’nün
yayımladığı Genel Mektupta, İMKB Hisse Senetleri Endekslerinde 2011 yılı ikinci üç aylık döneminde (1 Nisan 2011-30 Haziran 2011) yer alacak şirketlere ilişkin bilgi verildi.
Spor Toto Süper Lig’de son haftalarda
gösterdiği başarılı performansla liderliği devralan Fenerbahçe’ye bir iyi haber de İMKB’den
geldi. Yıl başından bu yana yüzde 60’ın üstünde
bir artışla en çok getiri sağlayan şirketler arasına
giren Fenerbahçe Sportif hisseleri, 1 Nisan’dan
itibaren de İMKB’de en çok işlem hacmine ve piyasa değerine sahip şirketlerin yer aldığı İMKB
30 Endeksine dahil edildi.
Genel Mektupta yer alan bilgilere göre,
1 Nisan tarihinden itibaren Fenerbahçe Sportif
ve Sinpaş GMYO hisseleri İMKB 30 Endeksi’ne
dahil edilirken, TAV Havalimanları Holding ve
Akenerji hisseleri endeksten çıkarılacak. İMKB
30 için yedek hisse senetleri ise Netaş Telekom
ve Bagfaş olacak.
Bunun yanında, Torunlar GMYO, Do-Co
Restaurans, Good Year ve İhlas Yayın Holding
hisseleri İMKB 100 Endeksine alınırken, Yapı
Kredi Sigorta, Reysaş Lojistik, Pera GMYO ve
Albaraka Türk endeksten çıkarılacak. Netaş Telekom, Konya Çimento, Metro Holding, Global
Yatırım Holding, Kartonsan ve Ford Otosan hisseleri İMKB 50 Endeksine alınırken, GSD Holding, Petrol Ofisi, TSKB, Anadolu Efes, Vestel ve
Aksa hisseleri de endeks dışında kalacak.
Her Yerden
Görünen Gerçek:
Cari Açık!
Son yıllarda not artırımlarına alışan hatta
hakettiği not seviyesinin çok aşağısında olduğu hemen tüm yabancı kurumlarca itiraf edilen
Türkiye’ye Moody’s’den hem övgü hem de uyarı
geldi. Finans dünyasının sıfırcı hocası Moody’s,
cari açık ve borç seviyesinde daha ciddi bir
kötüleşmenin kredi notu üzerinde aşağı yönlü
baskı yaratabileceğini açıkladı. “Türkiye için şu
anda önemli zorluk, dış şoklara karşı esnekliğini artırmaya çalışırken borç seviyelerini daha da
azaltmak” diyen Moody’s mevcut durumu ise
olumlu görüyor.
Kuruluşa
göre
mevcut
görünüm
Türkiye’nin ekonomik ve mali esnekliğini yansıtıyor ve Türkiye’nin kredi notu pozitif bir görünüm taşıyor. Moody’s’e göre Türkiye’nin mali
temelleri daha da iyileşirse kredi notu artırılabilir.
Ama bunun önünde bazı engeller var. Örneğin
Türkiye’nin dış kırılganlıkları yüksek. Bir başka
engel ise cari açık. Türkiye’deki kredi büyümesinin inatçı bir şekilde yüksek kaldığını belirten
Moody’s’e göre bu durum da cari açığı artırıyor.
Cari açık sorununun sadece para politikası ile
çözülmeyeceğini söyleyen kuruluşa göre, cari
açığın milli gelire oranı 2011’de yüzde 7.2’ye çıkacak.
Yunanistan
ve
İrlanda’dan
sonra
Portekiz’in de yardıma muhtaç hale gelmesi kaçınılmaz görünüyor. Başbakan Jose Socrates’in
istifası sonrasında Portekizli politikacılar yardım
istemeyecekleri konusunda ısrar ediyor. Ancak
Portekiz’in borçlanma ihtiyacı yardım almadan
yola devam etmesinin zor olduğunu gösteriyor.
Ancak Avrupa’nın asıl kabusu bundan
sonra yaşanabilir. Zira, İngiliz Financial Times
gazetesi de “Portekiz sorunları arasında İspanya
ateş hattında” yorumunu yaptı bile. Portekiz kurtarılırsa İspanya’nın da bu duruma maruz kalabileceği belirtiliyor. Almanya, Fransa ve İtalya’dan
sonra Euro Bölgesi’nin dördüncü büyük ekonomisi olan İspanya’nın yardıma muhtaç hale gelmesi tüm bölge için çok büyük bir sistematik risk
yaratabilir.
İspanya Merkez Bankası, 12 bankanın
15.15 milyar Euro tutarında yeni sermayeye ihtiyaç duyduğunu açıkladı. Sermaye arttırımları,
devletin söz konusu bankalara el koymasının
önünde geçmek için gerekli. Ancak yatırımcıların
düşük değerlemeleri, görüşmelerin durmasına
neden oldu. Ardından da kredi derecelendirme
kuruluşu Moody’s’in 30 İspanyol bankanın kredi
notunu düşürme kararı geldi.
Piyasaların, Euro Bölgesi borç krizinin
olası ileri aşamalarını düşünerek kaygılanmasının altında İspanya’nın çok büyük bir ekonomi
olması yatıyor. Yunanistan, İrlanda ve Portekiz
ekonomilerinin toplamı Euro Bölgesi ekonomisinin ancak yüzde 7’sini oluşturuyor. Ancak İspanya tek başına bölge ekonomisinin yüzde 13’üne
tekabül ediyor.
profesyonel bakış
Özge GÖRÜR EROĞLU
Türk Finans Piyasaları
2O1O'da nasıldı?
2O11'de nasıl geçecek?
lere paralel olarak Türk şirketleri de gelir ve
kar rakamlarında ciddi artışlar yaşamışlardır.
IMKB-100 endeksi de 2009 yılında yaşadığı %97’lik artışın üzerine %25’lik bir yükseliş
daha ekleyerek tarihi rekorlara imza atmıştır.
2010 yılında IMKB’de yatırımlarınızı
hangi alanlarda konumlandırdınız?
Finans Portföy Yönetimi
Genel Müdür Yardımcısı,
Sayın, Tolga KOTAN’a sorduk.
2010 Yılı Türkiye ve finansal piyasalar
açısından nasıl bir yıl oldu?
2010 yılı Türkiye’de makroekonomik
dengelerde düzelmenin, faiz ve enflasyondaki gerilemenin ve tüketici güveninin
artmaya devam ettiği bir yıl oldu. Ülkemiz
tahmini olarak %8 civarında bir büyüme
rakamına imza atmıştır ki bu rakam OECD
ülkeleri arasında en yüksek rakamlardan
birisidir. Ayrıca, ileriki yıllara yönelik olumlu beklentilerle direkt yabancı sermaye girişi
devam etmiştir. Başarılı mali politikalar sonucu kamu borçlanma rakamlarındaki iyileşme
ve düşen enflasyonla beraber gösterge faizin %7 seviyelerinin altına gelmesine neden
oldu. Ekonomide görülen olumlu gelişme-
Biz yatırımlarımızı yukarıda çizdiğimiz
makro resimden en çok yarar sağlayacağına
inandığımız tüketici odaklı sektörlerlerde yer
alan şirket hisse senetlerine konumlandırdık.
Bu sektörler arasında otomotiv, dayanıklı tüketim, banka, gayrımenkul gibi sektörler ön
plana çıkmıştır. Diğer taraftan yapısal değişimlerin yer aldığı yüksek büyüme potansiyeli olan enerji ve ulaşım sektörlerinde yer
alan şirket hisseleri de tercihlerimizde önemli rol oynamıştır.
2011 yılını Türkiye ve yatırımcılar için
nasıl geçmesini bekliyorsunuz?
2011 yılı Merkez Bankası Başkanlığı seçimi ve genel seçimler olmak üzere
Türkiye’nin iki önemli seçim yaşayacağı bir
yıldır. Ancak biz her iki seçimden de politik
ve ekonomik istikrarı zedeleyen bir sonuç çıkacağını düşünmüyoruz. Reform programları, özelleştirmeler, piyasada rekabeti getiren düzenlemeler, şirket alım-satımlarının hız
kazanması ve uluslararası sermayenin ülkeye yatırımlarının devam etmesi IMKB’de yer
alan hisse senetlerini 2011 yılında da cazip
kılmaya devam edecektir. Türkiye’nin kredi
notunun beklendiği şekilde yatırım yapılabilir seviyelere çıkarılması durumu ise olumlu
gelişmelerin hız kazanmasına yol açacaktır.
Bunlara ek olarak Türkiye’nin oldukça çekici
nüfus yapısı doğru politikalarla desteklendiği takdirde önümüzdeki yıllarda büyümeyi
daha da yukarı çekecek önemli bir etkendir. Bu nedenlerle, Türkiye’nin ev ödevini iyi
yapması halinde şirket performansları olumlu seyretmeye ve yatırımcılarına yüksek getiri
sunmaya devam edebilecektir.
Bununla beraber son zamanlarda
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu yükselen piyasalar olarak tabir edilen ülke borsalarında satışlar ve faizlerinde enflasyon endişeleriyle yükselişler kaydedildi. IMKB en
yüksek gördüğü seviyelerden %18 altına gelirken gösterge faizde %9’lara yaklaşıldığını
gördük. Ancak biz Türkiye’nin de uzun vade
görünümün olumlu olduğuna inanarak önümüzdeki aylarda yatırımcı ilgisinin cazip seviyelerden tekrar Türkiye dahil olmak üzere
ekonomileri hızlı büyüyen ülkelere yönelmesini öngörüyoruz. Bu şekilde bir gelişmede
Türk Lirasının yapısal gelişmeler nedeniyle
güçlü kalmaya devam etmesi ve sabit getirili
yatırım araçlarının cazibesini giderek yitirmesi ile beraber 2011 yılı da dahil olmak üzere
önümüzdeki yıllarda yatırımcı ilgisinin daha
çok hisse senedi içeren yatırım fonlarına kayabileceğini öngörüyoruz.
bizden kaçmaz!
Merkez Otomotiv, Divit Dijital Video ve İmge Teknolojileri San. ve Tic. Ltd. Şti.ʼnin geliştirmiş olduğu Divit-Car sistemini kullanarak,
trafikte aranan araçların bulunmasını ve araçları arayan müşterilerinin bilgilendirilmesini sağlar.
Mobil sistemlerle
plakanın takibi
00 TR 000
STOP
OTOPARK
Tespit edilen aracın
yakalanması
Yakalanan aracın
otoparka çekilmesi
Merkez Otomotiv Otopark ve Yediemin Deposu San. Tic. Ltd. Şti.
Taşdelen Soğukpınar Mah. Adnan Kahveci Cad. Kartal Sk. No:2/A Çekmeköy / İstanbul
Telefon: 0216 429 39 45
www.otoyakalama.com
bir bilene sorduk
Ali GÖLÜKCÜ
Katılım
Bankacılığı
Parayı icat eden Lidyalılardan bu yana
çok zaman geçti. İnsanlık tarihine bıraktıkları
miras ise zamanla büyüdü ve tüm dünyayı
etkisi altına aldı. Savaşlarda en büyük silah
haline gelirken, bireyin yaşamını idame ettirmesinde de en önemli kaynak oluverdi,
çünkü artık yemek de paraylaydı, içmek
de… Sahip olanları şanslı, sahip olmayanları şanssız addedildi. Her daim gücü simgeledi. Paranın kendisini elde etmek ise biraz
meşakkatli yollardan geçiyordu; çalışmak,
çalışmak, çalışmak. Ama bazen de çalışıp
kazanılan parayı iyi değerlendirmekten...
Altın gümüş karışımı bir madenden
oluşan ilk sikkelerin basımından yüzyıllar
sonra modern bankacılık sistemi başladı
ve zamanla ekonominin temel direği oldu.
Bundan seneler evvel ise yeni bir bankacılık
anlayışı doğdu. Sabit getirili mevduat yerine
kar ve zarara katılım fonu toplayan bu yeni
banka türüne Katılım Bankası denildi ve faizsiz bankacılık dönemi başladı.
Katılım bankacılığının
ülkemizde doğuşundan gelişimine
her dönem içinde yer alan
Türkiye Katılım Bankaları Birliği
Genel Sekreteri
Osman Akyüz,
Katılım Bankacılığını
ve yaşanan süreci
Altunizade’ye anlattı.
Katılım bankacılığının ülkemizde doğuşundan gelişimine her dönem içinde yer
alan Türkiye Katılım Bankaları Birliği Genel
Sekreteri Osman Akyüz, Katılım Bankacılığını ve yaşanan süreci Altunizade’ye anlattı.
Katılım Bankası terimiyle başlayalım
öncelikle. Birçok kişi ismine aşina olmasına
rağmen katılım bankalarındaki işleyişin diğer
bankalardan farkını ayırt edemiyor.
Biliyorsunuz Türk bankacılık sisteminde 3 tür bankacılıktan bahsedilebilir; mevdu-
at bankacılığı, katılım bankacılığı, kalkınma
ve yatırım bankacılığı. Katılım bankacılığı
Türkiye’de yeni bir olgu, hemen hemen yirmi
beş yıllık bir geçmişi var. Dünyada ise bu tür
bankacılığın 35-40 yıllık geçmişi var. 1985
yılında katılım bankaları Türkiye’de faaliyete
başladılar. O zaman katılım bankalarının adı
finans kurumu idi. Ve 2005 yılında bankacılık
kanunu yeniden düzenlenirken özel finans
kurumlarının adı katılım bankası olarak değiştirildi. Bankacılık kanununda katılım bankası olarak yer aldı.
Temelde katılım bankacılığı faizsiz
bankacılık olarak anılıyor, biliniyor. Katılım
sözcüğü de katılım bankasına yatırılan paraların kâr ve zarara katılma hesabına yatırılması nedeniyle ortaya çıkmıştır. Katılım
yani ortak olma hali, belli vadelerle ki; 1 ay-3
ay-6 ay-1 yıl veya 1 yıldan uzun vadelerle
bankayla ortaklık olarak tesis edilmektedir.
Katılım bankası da kâr ve zarara katılma temelinde işleyen bir tür faizsiz bankacılıktır.
Bu tür bankacılıkta kâr ve zarara katılma yoluyla toplanan kaynaklar ve tasarruflar yine
katılım bankacılığındaki faizsiz bankacılık
prensipleri doğrultusunda reel ekonominin
finansmanında kullanılmakta ve buralardan
elde edilen gelirler hesap sahipleri (katılımcılar) ile paylaşılmaktadır.
Hesap sahiplerine bu gelirlerin nasıl
paylaştırılacağı ve bu dağıtıma dair prensipler, hesap sahipleri ile yapılan sözleşmede
ve hesap cüzdanında yer alıyor. Dediğim
gibi katılım bankacılığı Türkiye’de 25 yıldır
var. Mevduat bankalarından farkı şu; mevduat bankaları adı üstünde mevduat topluyorlar, katılım bankaları da halktan katılma
hesabı yoluyla kaynak topluyorlar. Hesap
sahibine önceden belirlenmiş fix bir gelir
taahhüt etmiyorlar, faiz ve benzeri bir gelir taahhüdünde bulunmuyorlar ve emanet
edilen hesaplara yatırılan paraların işletilmesi neticesinde elde edilecek kardan, kendi
paylarını aldıktan sonra hesap sahiplerine
dağıtıyorlar. Hesap sahibi bundan ne gelir
elde ettiğini veya edeceğini, vadesinde öğrenebiliyor. Vadeden önce hesabın ne gelir
elde edeceği konusunda katılım bankası
herhangi bir taahhütte bulunmuyor. Faizsiz
bankacılığın, hem kaynak oluşturmada hem
de oluşturduğu kaynakları ekonomiye kullandırmada kendine has fon kullandırma ve
kredilendirme yöntemleri var. O yöntemler
aracılığıyla ekonominin finansmanında bu
paralar kullanılıyor. Yani katılım bankaları da
diğer bankalar gibi bir finansman hizmeti sunuyorlar; fakat farklı yöntemlerle sunuyorlar.
Sizin katılım bankaları ile tanışmanız
nasıl oldu? İlk olarak Albaraka’da başladınız
sanırım.
Benim katılım bankalarıyla tanışmam,
bu kurumların Türkiye’de ilk kurulma aşamasında oldu. Türkiye’de ilk olarak Albaraka
Türk ile Faysal Finans Kurumu 1985 yılında faaliyete başladılar. Ben de 1985 yılının
şubat ayında Albaraka Türk’te bir birim müdürü olarak göreve başladım. 2002’ye kadar
çeşitli kademelerde görev yaptım. Bugün
ise Albaraka Türk’te yönetim kurulu üyesi
olarak görevimi sürdürüyorum.
Merkez Bankası’nın Uluslararası İslami
Likidite Yönetim Kuruluşu’yla (IILM) imzaladığı anlaşma ile ihtiyaç halinde katılım bankalarının nakit para ihtiyacını giderecek bir mekanizma kuruldu. Hem bu mekanizmadan,
hem de bu anlaşmayla ortaya çıkabilecek
diğer avantajlardan bahseder misiniz?
Şimdi biliyorsunuz, mevduat bankalarımız nakit paraya ihtiyaçları olduklarında
Merkez Bankası’ndan devlet borçlanma
senetleri yoluyla kaynak temin edebiliyorlar.
Böyle bir mekanizma var. İhtiyaç olduğunda ellerindeki kâğıtları Merkez Bankası’na
satarak oradan likidite elde etme imkânları
da var. Katılım bankalarının çalışma prensipleri gereği faizli işlem yapmadıkları için
likidite imkânına sahip değiller. Dünyadaki
faizsiz bankacılık yapan ülkelerdeki merkez
bankalarının ortaklaşa kurduğu bu kuruluş,
faizsiz menkul kıymet ihraç edecek, buna
uluslararası tabirle likidite temini deniyor.
Faizsiz menkul kıymetleri bu finansal kuru-
luşlarına satacaklar, sonra da istediği anda
merkez bankaları yoluyla bu menkul kıymetleri paraya dönüştürebilecek. Yani vadeden
önce piyasada satıp nakit imkâna kavuşacak. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası da Uluslararası İslami Likidite Yönetim
Kuruluşu’nun ortaklarından birisi ki 10 milyon dolarlık sermaye ile bu kurumun ortağı
konumunda, hatta yönetiminde bulunuyor.
Bu uluslar arası kuruluş merkez bankalarının ortaklığı ile oluşturulmuş. Daha çok faizsiz bankacılık yapan finans kuruluşlarına
likidite sağlamaya yönelik bir mekanizma.
Bu mekanizmayı oluştururken de ihraç edeceği menkul kıymetlerin faizsiz esasta olma
konusunda mutabıklar. Faizsiz bankalar, finansal kuruluşlardan bu kuruluşun çıkardığı
menkul kıymetler üzerine işlem yapacaklar.
Böyle bir mekanizma.
Bankalar 2010 yılında rekor kârlar açıkladılar. Bankacılık sektörü aynı büyümeyi bu
sene de gösterir mi sizce ve bu doğrultuda
2011 ile alakalı ekonomik ön görüleriniz nedir?
bir bilene sorduk
ramızı kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Yani, vatandaş olarak yatırım yaparken
veya tasarruf ederken kendi paramıza itibar
etmemiz gerektiği kanaatindeyim. Döviz
üzerinden tasarruf yapmak, döviz üzerinden
bu tasarrufu değerlendirmek Türkiye’de çok
kolay değil.
2010 yılında bankacılık sektörü 22
milyar 28 milyonluk bir kâr açıkladı. Bankacılık sektörünün bu kârına katılım bankaları
da dâhil. Toplam kar artışı 2009’daki kâra
göre %9,6’lık bir artışı gösteriyor, %10 bile
değil. Ama bankalar zor da olsa 2010 yılındaki kârlılıklarını sürdürdüler. 2011 yılının
kârlılık açısından 2010 yılına göre daha zor
bir yıl olacağı düşünülüyor. Fakat biz şahsen bankacılık sektörünün karlılığını devam
ettireceğini, ettirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bankacılık sektörünün sağlamlığının en
önemli göstergesi para kazanmasıdır. Bir
ticari kuruluş, bir finansal kuruluş para kazanamıyorsa onun sıhhatli bir şekilde varlığını ve faaliyetlerini sürdürmesi mümkün
değil. Dolayısıyla, 2011 senesinde de biz bu
kârlılığın sürdürülmesinin zor olmakla birlikte
sürdürülmesi gerektiğini ve sürdürülebileceğini düşünüyoruz. Biliyorsunuz 2011 yılında
ekonomide %4-4,5 civarında bir büyüme
hedefleniyor. Eğer bu civarda bir büyüme
olursa, bankacılık sektörü de 2011 yılında,
en azından 2010 yılındaki kârlılık seviyesinde
bir kârlılık yakalamış olacaktır diye düşünüyorum. İnşallah beklentilerin daha da üzerinde bir performansla 2011 yılını geçirmiş
olacağız.
TL bazında yatırım ve tasarrufu desteklediğinizi biliyoruz. İthalat ve ihracatın ülke
ekonomisindeki etkisinin her geçen gün arttığı gerçeğini de temel alarak, bunu biraz
açar mısınız?
Türkiye’de vatandaşlar olarak yatırım
ve tasarruf aracı olarak tabii ki kendi milli pa-
Döviz daha çok dış ticaret işlemlerinde kullanılmalı. Dövizinizle ithalat veya ihracat yapabiliyorsunuz; burası doğru. Yani
dış ticaretin önemini hiçbir şekilde yadsımıyorum. Hem ülke kalkınmasının finansmanı
için buna ihtiyacımız var, hem de gelir elde
etmek için buna ihtiyacımız var.
Biliyorsunuz, Türkiye dış ticarette açık
veren bir ülke. Hem dış ticarette açık veriyoruz hem de cari açık veriyoruz. Cari açığın
sürdürülebilir olması için de ihracatımızın
mutlaka düzenli ve sürekli olması lazım. İhracat gerçek anlamda döviz kazandırıcı bir
muamele, borçlanmada değil hizmet satıyorsunuz karşılığında bir bedel elde edi-
yorsunuz. Dış ticaretin finansmanını, ihracat
veya döviz kazandırıcı işlemlerle sağlamak
cari açığın en önemli finansman yöntemi.
Onun dışında cari açığı borç ile finanse ediyorsunuz; ya da sıcak para ile finanse ediyorsunuz. Borç geri dönecek fakat sıcak
para da adı üstünde istediği zaman çıkabilen sizi terk edebilen bir para. Dolayısıyla ihracat bir ülkenin kalkınması için çok önemli.
Öte yandan, ithalat da yatırım yapabilmenin
olmazsa olmazı. Biliyorsunuz makine ekipmanı gibi ara malları Türkiye ekonomisi ithal
ediyor. Onun da devamı için döviz kaynağına ihtiyacımız var. Dış ticaret ekonomi için
son derece önemli. Döviz kazandırıcı muamelelerin desteklenmesi, dış ticarette cari
açığın sürdürülebilir boyutlarda devamının
temini için son derece mühim.
Biraz daha özel bir soru sormak istiyoruz. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuz, çok önemli pozisyonlarda bulunup,
çok önemli işler yaptınız. Bu arka planınızı
da düşünerek aktif siyasette yer almak gibi
bir bilene sorduk
bir düşünceniz var mı?
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. 1977 mezunu olduğum da dikkate alınırsa 33-34 senedir hem kamu sektöründe hem de özel sektörde hizmet etme
gayreti içinde bulundum. Sürecin büyük
çoğunluğu özel sektörde geçti. Hesap uzmanı olarak çalıştım Maliye Bakanlığı’nda.
Daha sonra özel sektörde, mali danışmanlık
ve mali denetleme gibi işler yaptım. 25 yıldır
da faizsiz bankacılık yani katılım bankacılığı
sektöründe hizmet üretmeye gayret ediyoruz. Bugüne kadar aktif siyaset içinde olmayı düşünmedik. Öyle bir isteğimiz de olmadı.
Bugünden sonra da aktif siyaset yapmayı
düşünmüyorum. Bunu açıkça söyleyeyim.
Ama tabi şartlar bizi siyasetle kucaklaştırırsa
veya öyle bir gereklilik ortaya çıkarsa, bir talep doğarsa ve bir hizmet imkânı olursa hizmetten de kaçmayız. Biz teknik insanlarız;
yani netice itibarı ile bize ihtiyaç olduğu yerde oluruz. Siyaset farklı bir kulvar. Siyasetin
içinde olalım, siyaset yapalım diye özel bir
çabamız yok. Ama siyasette bizim hizmetimize ihtiyaç olursa o da düşünülebilir.
Son olarak Altunizade ile ilgili görüşlerinizi öğrenmek istiyoruz.
Altunizade bana göre Anadolu yakasının en önemli ve en mutena semtlerinden
birisi. Merkezi bir konuma sahip. İstanbul’un
Kadıköy’üne, Üsküdar’ına, Eminönü’ne ulaşmak çok kolay. Dolayısıyla Altunizade’de olmak İstanbul’da olmak anlamına geliyor. Biz
Altunizade’de yaşamaktan çok memnunuz.
Burada yaşamayı seçmek için özel bir çabamız olmadı, denk geldi. Ve bu durumdan
da son derece hoşnuduz. Özellikle Anadolu yakası için Altunizade’nin hizmet merkezi
olduğunu düşünüyoruz. Burada çok önemli
finansal kuruluşlarımızın, hizmet kuruluşlarımızın ve sağlık kuruluşlarımızın merkezleri
var. Bu da Altunizade’ye, Bağlarbaşı’na ayrı
bir değer katıyor. Burada yapılaşma da iyi
korunmuş. Belli bir standart oluşturulmuş;
umarım bu şekilde devam eder diye düşünüyorum.
kariyer
Berrin TAVMAN
Hedef Grup
İnsan Kaynakları Direktörü
Performans
Yönetimi,
ama nasıl?
En iyi performans
sürekli olan performanstır.
İnsan Kaynakları Yönetim sürecinin
temel fonksiyonlarından hiç kuşkusuz en
önemlisi “Performans Yönetimi“dir. Bir adayın ilk performans ölçümü mülakat aşamasında başlar. Özellikle teknik ve davranışsal
yetkinliklerin sınav ve değerlendirme merkezi işleyişiyle ölçümlendiği şirketlerde, adayın
kuruma kazandırabilecekleri ve kendisinden
beklenen hedef ve iş performansına ne derece katkı sağlayabileceği açıkça belli olur.
Elbette henüz iş hayatının başında olan yeni
mezun ve deneyimsiz adaylar için bu durum
bu kadar net değildir.
“En iyi performans sürekli olan performanstır” deyişinden çıkarımla beklenti performansın artan bir ivmeyle devam etmesi,
dış etkenlerden etkilenmemesi, gelişen ve
değişen koşullara göre çabuk adapte edilmesidir.
Çalışma süresince, hem işin değişen
dinamikleri hem de çalışanın kariyer haritası doğrultusunda yeni beklentiler oluşmaya
başlar. Eğer kariyer haritaları iyi planlanırsa
hazırlanacak eğitim ve gelişim destek programları ile çalışanlar yeni görevlerinde de en
iyi performansı vermeye devam edebilirler.
Bu amaçla oluşturulan Liderlik Programları,
Yıllık Eğitim ve Gelişim Planları, Kilit Personel
Seçimi ve Değerlendirilmesi, Stratejik Planlama kapsamında yapılacak yeni işe alımlar,
Atama ve Terfi Programları, İş Rotasyonu ve
İş Zenginleştirme gibi süreçler titizlikle planlanmalıdır.
hangi formül ile ölçümleneceği, bu ölçümü
yapabilmek için elimizdeki verilerin neler olduğu, bu verilere ulaşılabilirlik çok önemlidir.
Örneğin şirkette belli bir pozisyonda (çağrı
merkezleri bu duruma iyi bir örnektir) eleman sirkülasyonunun düşürülmesi isteniyorsa öncelikle mevcut sirkülasyon oranının
ne olduğunun bilinmesi gereklidir. Bunu ölçebilmek için “Eleman sirkülasyonunun nasıl hesaplanacağının formülünü bilmeliyiz“
hesaplamadan sonra mevcut durum ortaya çıkmış olacaktır. Bundan sonraki aşama
ulaşmak istediğimiz eleman sirkülasyon oranının ne olacağının belirlenmesidir.
Performans Yönetimi özelinde konuya yaklaşırsak sorulması gereken öncelikli
sorular: Doğru ve objektif bir performans
yönetimi yapmak nasıl mümkün olacak?
Nelere dikkat edilmesi gerekiyor? Her pozisyon için aynı uygulama yolu mu seçilecek?
Performans sonuçları nasıl paylaşılacak ve
nerede kullanılacak?
Hedef belirleme çalışmalarında konulacak hedeflerin gerçekçi ama birazda
zorlayıcı olması gerektiği prensibini unutmamalıyız. Sektörün ve genel işgücü pazarının
dinamiklerini de göz ardı etmemeliyiz.
Doğru bir performans yönetim sürecinin ilk aşaması pozisyondan beklenen iş
çıktılarının nitelik ve niceliksel olarak çok iyi
tanımlanmasıdır. Bu tanımla parça başı çalışılan işlerde çok kolay iken masa başı yapılan süreye yayılan ve çıktısının kalite standardı bakış açısına göre değişen işlerde
biraz daha zordur.
Örneğin 30x30 ebatlarında kesilecek
bir tahta parçasından 1 saatte 10 adet kesilmesi gibi bir standardı normal koşullar
altında (doğru ekipman, elektrik kesintisinin
olmaması vb. şartların yerine getirildiğini
varsayarak) koymak çok kolayken bir beyannamenin ne kadar sürede doldurulabileceği ve hata oranının 0 olma talebine ne
derece uyum gösterilebileceği, bir raporun
hazırlanma süreci, bir sistem kurulumunun
ne kadar zaman alacağı biraz daha tartışma
konusudur.
Performansta temel hedef ölçümlenebilir kriterler koyabilmektir. “Ölçemediğiniz
şeyi yönetemezsiniz“. Her bir iş çıktısının
Belirlediğimiz hedefe ulaşma aşamasında ilk yapmamız gereken eleman sirkülasyonu sebeplerini çok iyi analiz etmektir.
Ancak böyle bir analizden sonra hangi nedene daha çok odaklanacağımızı belirleyebilir ve bu alanda aksiyon planları hazırlayıp,
iyileştirmeler yaparak hedeflediğimiz orana
ulaşabiliriz.
Başarılı bir Performans Yönetim sisteminde her pozisyonun gereklerinin ve performans beklentilerinin ayrı ayrı belirlenmesi,
hedef ve iş planı temelli bir çalışma prensibinin benimsenmesi, çıktılarının kullanım alanlarının çok iyi tespit edilmesi gerekmektedir.
Performans Yönetimi uzun soluklu bir
süreçtir. Sadece performansı ölçmek, performans yönetimi için yeterli değildir. Performans yönetimi ile gerçekleştirilen; gerek
kurumsal hedeflerin gerçekleştirilmesi gerekse de çalışanların bu konudaki katkılarının net olarak belirlenerek hem bireysel hem
de şirket performanslarının arttırılarak planlı
bir gelişim sürecinin sürekliliğinin sağlanmasıdır.
* bu kampanyamız sadece beşiktaş ve maslak’taki merkezlerimizde geçerlidir.
eğitim
Doğuş
Eğitim
Kurumları
Doğuş Eğitim Kurumları,
37 yıldır
Türkiye’nin geleceğini yetiştiriyor.
Türkiye’de CIS Akreditasyonuna sahip
sayılı okullar arasında yer alan, tüm okullarıyla aynı anda akreditasyon alabilen ilk ve
tek kurum olan Doğuş Eğitim Kurumları, 37
yıldır aydın, donanımlı, bilgiyi kullanabilen,
çağdaş bilimin ışığında yürüyen, ülkesinin
tarihi ve kültürel birikimine sahip çıkan, kültürel farklılıklara saygı duyan dünya vatandaşları yetiştiriyor.
milli ve evrensel değerleri yaymalarına olanak sağlamak amacını taşıyor. Eğitim-öğretim amaçlarına uygun olarak düzenlenen etkinliklerde yetenek ve becerilerini kullanarak
geleceğe hazırlanan öğrenciler, okul içinde
ve dışında kişiliklerini artı değerlerle geliştiriyor.
Tam öğrenme modelinin esas alındığı
Doğuş Eğitim Kurumları’nın akademik programının temelinde; çoklu zeka alanlarının
gelişiminin desteklenmesi, aktif öğrenme
ortamları oluşturulması ve öğrencilerin bireysel farklılıklarının dikkate alınması bulunuyor. Öğrencilerde hedeflenen bilgi, beceri ve
davranışları geliştirmek için süreklilik, motivasyon, yaşam boyu öğrenme ilkeleriyle çalışma yürütülüyor.
Doğuş Acıbadem ve Doğuş Çamlıca
Anaokulları, CIS (Uluslararası Okullar Birliği)
Akreditasyonu’na sahip Türkiye’deki sayılı
anaokullarındandır. Öğrencilerin, yarınlarının
temelinin sağlam atılacağı, bilişsel, dil ve fiziksel gelişimlerini gerçekleştirecek özenle
hazırlanmış, zengin eğitim materyalleri ile
desteklenerek oluşturulmuş eklektik eğitim
programı, alanında donanımlı, güler yüzlü
ve anlayışlı bir öğretmen kadrosu tarafından
uygulanır.
Derslerle birlikte ilerleyen kültürel, sanatsal, sportif etkinlikler, kulüp faaliyetleri ve
seçmeli ders olanakları ise öğrencilerin yetenek, beceri ve yaratıcılıklarını geliştirmek,
Bu programların hazırlanışında öğrencilerin gelişim özellikleri, ilgi ve gereksinimleri, bireysel özellikleri, bireysel farklılıkları ve
3-6 Yaş Anaokulu programı
yakın çevre özelikleri dikkate alınır. Öğrencilerimizin bireysel özellikleri ve ihtiyaçları göz
önüne alınarak, çeşitli eğitim sistemlerinin
içlerinden belli öğeleri seçerek oluşturduğumuz kurumumuza özgü bir sistem uygulanmaktadır. Bu programlar, öğrencilerimizin
var olan yeteneklerinin keşfedilmesine yardımcı olacak, benlik kavramlarının gelişimine katkıda bulunacak, öğrenmeye ilgi uyandıracak şekilde uygulanmaktadır.
Miniklere dünya vatandaşı olmaları
yolundaki ilk adımı atma olanağı sunularak,
onlara yaşamsal deneyim fırsatları verilir.
2 Yaş Oyun Grubu Programı
Oyun grubu, 24-36 ay arası çocukların gelişimsel ihtiyaçları doğrultusunda sosyal ortamlara girmelerini sağlarken; uzman
eğitim kadrosu ile yapılandırılmış bir eğitim
programı çerçevesinde, onların gelişimsel
alanları desteklenmektedir. Oyun grubu
programında yürütülen faaliyetler ile çocukların ev ortamından okul ortamına 2 günlük
ya da 3 günlük programlarla aşamalı geçişleri sağlanırken, bu eğlenceli aktiviteler
esnasında onların fiziksel, bilişsel ve dil gelişimleri desteklenmiş olur.
Anaokulunda İngilizce Eğitimi
Anaokulu öğrencileri yabancı dili, özellikle ikinci bir dilin telâffuzunu ve tonlamasını
en rahat ve mükemmel bir şekilde öğrenebilecekleri yaştadırlar. İkinci bir dilin en iyi öğrenildiği erken çocukluk dönemindeki 3–6
yaş grubu öğrencilerimize, okul öncesi eğitim ilkeleri doğrultusunda ve anadili İngilizce
olan ülkelerdeki anaokullarında kullanılan
İngiliz müfredat (British Curriculum) kapsamında ağırlıklı İngilizce programı uygulanır.
Öğrencilerin kendilerini İngilizce konuşulan ortamda rahat hissetmelerini sağlayarak, öğrendiklerini günlük hayatlarında
kullanmalarına temel oluşturarak, öğrencilerimizi motive ederek, onlara daimi bir dil
öğrenme sevgisi aşılamayı da amaçlıyoruz.
Böylece çocuğun hem okul öncesi alandaki
hem de yabancı dil alanındaki gelişiminin en
üst düzeyde gerçekleşmesi desteklenir.
yemek pişirme ve yurt dışı yaz okulu programları ve yurt içi gezileri bulunuyor.
Üniversiteye donanımlı geçiş
2 dil bilen ilköğretim mezunları
Doğuş İlköğretim Okulu’nda, 5. sınıfa
kadar temel derslerin yanı sıra yoğun İngilizce eğitimi veriliyor. 6. sınıftan itibaren ise
İngilizceye ikinci yabancı dil eşlik ediyor.
Öğrenciler; Almanca, Çince, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca veya Japonca dillerinden
birini seçmeli olarak öğreniyor ve bu sayede ortaöğretime iki yabancı dil bilen bireyler
olarak geçiş yapıyor.
Yürürlükteki eğitim sisteminin gereği olarak ilköğretim kademesinin en önemli
ayaklarından biri haline gelen SBS’ye, öğrenciler tam bir bilinçle hazırlanıyor. SBS’ye
yönelik özel çalışma programıyla, sınavda
başarı için gerekli zemin hazırlanırken; rehberlik faaliyetleriyle de öğrencilerin sınav
kaygısının zararlı etkilerinden korunmaları
sağlanıyor.
Düzenlenen ders dışı faaliyetler arasında ise; spor, sanat ve kültür yarışmaları,
tiyatro ve konser gezileri, müzelerde atölye
çalışmaları, yazar, sanatçı ve bilim adamı
söyleşileri, bilim şenlikleri, doğa yürüyüşleri,
kayak kampları, uzay kampı, spor okulları,
1 yılı hazırlık sınıfı olmak üzere 5 yıllık eğitim süresine sahip Doğuş Anadolu
Lisesi’nde, bulunduğu statü gereği bir kısım
derslerin öğretimi İngilizce olarak yapılmaktadır. Matematik, Geometri, Fizik, Kimya,
Biyoloji derslerini İngilizce olarak takip edebilmek için yoğun bir İngilizce Programı uygulanmaktadır. İngilizce eğitimimiz ‘Avrupa
Dilleri Ortak Çerçeve Programına (The European Framework ) uygun olarak yürütülmekte ve liseden mezun olan öğrencilerimiz
dil başarılarını gittikleri yurtiçi ve yurtdışı üniversitelerde sergilemektedirler. İngilizcenin
yanı sıra hazırlıktan başlamak üzere Almanca, Fransızca Çince, Japonca, İtalyanca, İspanyolca dil eğitimleri tüm lise sınıflarında 2.
yabancı dil olarak okutulmakta ve öğrencilerimiz aldıkları eğitimle ulusal ve uluslar arası
sınavlarda üstün başarı göstermektedirler.
Öğretim süresi 4 yıl olan Doğuş Fen
Lisesi’nde ise Türkçe eğitim veriliyor. Uygulanan program itibariyle; fen ve matematik
alanlarında üstün yeteneğe sahip öğrencilerin bu alanlarda yükseköğretime hazırlanması hedefiyle hareket ediliyor. Bu sayede,
matematik ve fen bilimleri alanlarında ge-
eğitim
reksinim duyulan üstün nitelikli bilim adamlarının yetiştirilmesine kaynaklık etmek, öğrencileri araştırmaya yöneltmek, bilimsel ve
teknolojik gelişmeler ile yeni buluşlara ilgi
duyanların çalışacakları ortamı ve koşulları
hazırlamak amaçlanıyor.
Bilgiyi kullanabilen gençler
Anadolu Lisesi ve Fen Lisesi’nde kullanılan eğitim yöntem ve teknikleri öğrencilerin öğrenme ihtiyaçlarına ve Doğuş Eğitim
Kurumları’nın akademik hedeflerine uygun
olarak hazırlanır. Öğrencilerimiz bireysel
ve grup çalışmalarını, sunum, münazara,
araştırma teknikleri ve ürettikleri projeler ile
desteklemektedirler. Bu çalışmalarında ileri
eğitim teknolojilerinden yararlanmaları teşvik edilmektedir. Doğuş Anadolu Lisesi ve
Doğuş Fen Lisesi’nde öğrencilerin proje
çalışmaları Doğuş Üniversitesi öğretim üyelerinden sağlanan destekle pekiştirilir. Bu
amaçla okullar bünyesinde Bilim Danışma
Kurulu oluşturulmuştur.
Dolu dolu öğrencilik yılları
Yükseköğretime geçiş sınavlarına
yüksek bilgi birikimiyle hazırlanan öğrenciler, bilinçli meslek seçimi ve kariyer planlaması konusunda da lise sonrası yaşama
hazırlanıyor. Sınavlarda başarı için gerekli
çalışmalar düzen ve disiplin içerisinde ilerletilirken, rehberlik faaliyetleriyle de olumlu
motivasyon sağlanıyor, stresle başa çıkabilmenin yolları öğretiliyor.
Öğrenciler, ortaöğretim kademesinde
üniversiteye rahatlıkla geçmelerini sağlaya-
cak donanımlı bir eğitim alırken, yer aldıkları
projeler ve katıldıkları akademik organizasyonlarla da bilgiyi uygulamaya dökme ve
tecrübe edinme fırsatını yakalıyor. Akademik
çalışmalarının yanı sıra sportif ve kültürel
etkinliklere katılarak bedensel ve zihinsel
gelişimlerini destekliyorlar. Doğuş Anadolu
Lisesi ve Doğuş Fen Lisesi öğrencileri; spor
ve kültür yarışmaları, tiyatro ve müze gezileri,
bilim şenlikleri, kayak kampları ve yurt dışı
yaz okulu programları ile öğrencilik yıllarını
etkin ve aktif bir şekilde geçiriyor.
Demokrasi okulda içselleştiriliyor
Öğrencilerde yerleşik bir demokrasi
kültürünün oluşturulması, hoşgörü ve çoğulculuk bilincinin geliştirilmesi, yurttaşlık
görevi olan seçme, seçilme ve oy kullanma
alışkanlığını içselleştirmeleri, katılımcı olmaları, iletişim kurabilmeleri, demokratik liderliği benimseyebilmeleri ve kamuoyu oluşturabilme becerilerinin kazandırılması amacıyla
okul meclisi bulunuyor.
Öğrencilerin
ulusal
başarılarının
yanı sıra evrensel çapta da söz sahibi olmalarının önemine inanan Doğuş Eğitim
Kurumları’nda, öğrenciler ulusal ve uluslararası projelerde yer almaları için teşvik ediliyor
ve onları destekleyecek olanaklar sunuluyor.
Özel Okullar Derneği, TÖDER, SEMEP, ECIS, CIS gibi ulusal ve uluslararası
saygın akademik kuruluşların üyesi olması
da Doğuş Eğitim Kurumları bünyesindeki
okulların kendi standartlarının yanı sıra uluslararası standartlarda paralellik sağladığının
bir göstergesidir.
hak hukuk
Recep BEHAR
Yeni yasalaşan
Türk Ticaret
Kanununda
değişen ne?
Çok önemli değişimlere yol açacak
yeni kanunu daha iyi anlamak için
Şimşek & Şimşek
Hukuk ve Danışmanlık’tan
Avukat Kemal Şimşek’e sorduk.
Geçtiğimiz 12 Eylül’de anayasa değişikliği için referandum yapıldı. Tüm süreçte
yaşanan tartışmalar hala daha küllenmezken, Türk Ticaret Kanunu TBMM tarafından
13 Ocak’ta kabul edildi. Ticari işletmelerin
tamamını ilgilendiren ve çok önemli değişimlere yol açacak yeni kanunu daha iyi anlamak için Avukat Kemal Şimşek’e danıştık.
ürünü olarak 6102 Kanun numarasını alarak
13.01.2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulu’nda görüşülerek yasalaşmıştır.
2011 yılı başında Türk Hukuk
Sistemi’nde önemli yeri olan bazı kanunlar
değiştirildi. Bunlardan biri de Türk Ticaret
Kanunu’ydu. Bize bu kanunun hazırlık aşaması ve tasarının yasalaşması sürecine dair
bilgi verebilir misiniz?
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, “Başlangıç” hükümlerini takiben sırasıyla “Ticari
İşletme”, “Ticaret Şirketleri”, “Kıymetli Evrak”,
“Taşıma İşleri”, “Deniz Ticareti” ve “Sigorta
Hukuku” konularını düzenleyen altı kitap
ile “Son Hükümler”den ibaret toplam 1535
maddeden oluşuyor. 1956 tarihli ve 6762
no.lu eski Türk Ticaret Kanunu’ndaki kitaplara ek olarak Taşıma Hukuku bağımsız bir
kitap olarak kanundaki yerini aldı. Bu haliyle
Türk Ticaret Kanunu, yürürlükten kaldırdığı
1475 madde uzunluğundaki eski kanundan 60 madde daha fazladır. Yeni kanunda
yaklaşık 600 hükümde yeni düzenlemeler
bulunmakta iken 685 maddenin sadece dili
sadeleştirilmiştir. Geriye kalan yaklaşık 250
madde ise içeriğinde fazla değişiklik yapılmaksızın yeniden kaleme alınmıştır.
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı T.C.
Adalet Bakanlığı’nca 8 Aralık 1999 tarihinde oluşturulan Ticaret Kanunu Komisyonu
tarafından beş yıllık bir çalışma sonucunda
hazırlanmış ve 24 Şubat 2005 tarihinde kamuoyunun değerlendirmesine sunulmuştur.
40 üyeden oluşan komisyonda, BDDK, DPT
gibi kurumların temsilcileri, çeşitli üniversitelerden öğretim üyeleri ve baro temsilcileri
yer almıştır. Komisyon toplam 671 toplantı yapmış ve tasarı metni bu çalışmanın bir
Bundan önceki Türk Ticaret Kanunu
ve yeni kabul edilen kanun arasındaki temel
farklar nelerdir?
hak hukuk
Her iki Türk Ticaret Kanunu’nu yan
yana getirip içerikleri itibariyle karşılaştırdığınızda 6102 sayılı yeni kanun hakkındaki şahsi değerlendirmeniz nedir?
1956 yılından beri yürürlükte bulunan
eski kanunun artık günümüz ticari hayatını
düzenlemekte yetersiz kaldığı yadsınamaz
bir gerçektir. Ancak eski kanunun açıklarını
kapatmak, eksikliklerini gidermek adına getirilen yeniliklerin tüm mevzuatla uyumlu olması gerekmektedir. 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu bu yönüyle bence yetersiz kalacak
ve tam anlamıyla tüm hükümlerin uygulanması uzun yıllar alacaktır. Bu konuda yasama organının sicili maalesef ciddi anlamda
bozuktur. Geçmişten bugüne, birçok kanun,
o kanunun uygulanmasını etkileyecek diğer
kanun, yönetmelik vb. mevzuatla uyumlu
olup olmadığı, toplumun sosyolojik, psikolojik durumunun o konudaki değişikliklere hazır olup olmadığı hususları göz ardı edilerek
dar bir bakış açısıyla yürürlüğe sokulmuştur.
Bu sebeple bir çok düzenleme kâğıt üzerinde kalmakta, hayata geçirilememektedir.
6102 sayılı kanun ile ilgili olarak bu kadar
karamsar olmasam da yine de çok önemli
değişikliklerin, açık eksikliklerle hukuk sistemimize dâhil olduğunu belirtebilirim.
Yaklaşık 600 hükümde yeni düzenlemeler olduğunu, bu düzenlemelerin ticari
hayatı önemli ölçüde etkileyeceğini belirtiyorsunuz? Bu değişikliklerin diğer mevzuatla, toplumun hâlihazır sosyolojik ve psikolojik
yapısıyla uyumlu olup olmadığı konusunda
da endişeler taşıyorsunuz. Peki, bu önemli
değişikliklerden bazılarını bize örnekler misiniz? Yeni kanun ticari hayatta neleri değiştirecek.
Tabii ki. Kanunun tüm bölümlerinde
önemli değişiklikler yer alıyor ancak tüm
toplumu yakından etkileyecek olan bazı hükümlerden örnekler verelim.
Bir kişi tarafından limited veya anonim
şirket kurulabilecek. 338 ve 574. maddelerle
getirilen değişiklikle yeni kanun uygulamaya
girdikten sonra tek kişi tarafından anonim ve
limited şirket kurulabilecektir. Birçok hukukçuya göre bu durum en göze çarpan değişiklik olarak öne çıkıyor. Çünkü daha önceki
düzenlemeye göre limited şirket kurabilmek
için en az 2, anonim şirket kurabilmek için
ise en az 5 ortağın bir araya gelmesi gerekiyordu. Bu değişiklik Avrupa Birliği’nde uygulanan yasal düzenlemelere uyum sağlayabilme adına yapılmış bir değişikliktir.
Her şirkete, internet sitesi kurma ve
bazı bilgilerini bu site aracılığıyla kamuoyunun incelemesine sunma zorunluluğu getiriliyor.
Türkiye’de şu anda 100 bin civarı anonim şirket, 1 milyon civarı da limited şirket
olduğu düşünüldüğünde bu düzenleme de
ön plana çıkan değişliklerden biridir. Bu konuyla ilgili olarak kanunda bazı maddelerde
farklı hükümler yer almaktadır. Yüzbinlerce
şirket zorunlu olarak internet sitesi kuracak
ve şirketlerinin yapısı ile ilgili olarak kamuoyunu aydınlatması gerekecektir.
Özellikle kanunun 1524.üncü maddesinde konuyla ilgili detaylı düzenleme
yer almaktadır. Yeni düzenlemeye göre her
sermaye şirketi bir internet sitesi açarak bu
sitede, şirketin hâlihazırda bir internet sitesi
varsa bu sitenin belli bir bölümünde şirketçe yapılması gereken ilanlar, pay sahipleri
ile ortakların menfaatlerini koruyabilmeleri
ve haklarını bilinçli kullanabilmeleri için görmelerinin ve bilmelerinin yararlı olduğu belgeler, yönetim ve müdürler kurulu tarafından
alınan; rüçhan, değiştirme, alım, önerilme,
değişim oranı, ayrılma karşılığı gibi haklara
ilişkin kararlar; bunlarla ilgili bedellerin nasıl
belirlendiğini gösteren hesapların dökümü,
genel kurul ve yönetim kurulu kararları, esas
sözleşme değişikliklerine ait belgeler vb.
daha birçok bilgi ve belgeyi burada yayınlamak zorundadır. 1524’üncü maddenin (g)
bendinde maddede ilanı gereken bilgi ve
belgeler ile ilgili çerçeve “Şeffaflık ilkesi ve
bilgi toplumu açısından açıklanması zorunlu
bilgiler” olarak belirtilmiştir.
Şirketler ile ilgili olarak yeni bilgi edinme kaynağı internet siteleri olacak yani?
Aslında sadece şirketler ile ilgili olarak
değil, tüm ticari hayat artık internet temelli olacak desek abartmış olmayız sanırım.
Çünkü kanunun 414, 1525, 1527 gibi maddeleri incelendiğinde görülmektedir ki artık
elektronik ortamda güvenli elektronik imza
ile tacirler arasında belge düzenlenebilir, bu
şekilde tebligat yapılabilir, ortaklar arasında
mail yoluyla hukuki bildirimler yapılabilir, genel kurullarda oy kullanılabilir hale gelmektedir. Elektronik ortama geçiş sadece bununla
kalmıyor, kanunun tamamında bu hususta
daha birçok düzenleme yer almaktadır. Bazı
ihbarların elektronik ortamdan gönderilmesinin yanı sıra 414’üncü maddeye göre elektronik ortamda genel kurul ve yönetim kurulu
toplantıları da yapılabilecek ve bu toplantılarda bağlayıcı kararlar alınması söz konusu
olabilecektir. Hatta elektronik ortamda genel
kurul yapılması 1527’nci maddeyle pay senetleri borsaya kote olmuş şirketlerde zorunlu hale geliyor. Bu hükmün caydırıcı sayılabilecek bir de yaptırımı var, bu hükme aykırı
davranan yöneticiler, 6 aya kadar hapis veya
100-300 bin TL arasında adli para cezası istemiyle yargılanabilecek.
Kısacası ihbarlar, itirazlar, faturalar, teyit mektubu, toplantı çağrıları vb. elektronik
ortamdan yapılabilecek. Sigorta poliçeleri
de artık elektronik ortamda güvenli elektronik imza ile yapılabilecektir. 24’ncü madde
ile getirilen düzelemeye göre artık Ticaret Sicili Gazetesi de elektronik ortama taşınıyor.
Böylece artık yüzlerce sayfalık kâğıda basılı
gazete yerine aranılan bilgilere hemen ulaşılabilecek bir elektronik bilgi bankası oluşacak. Bu şekilde şirketlere ilişkin bilgi ve
belgelere elektronik ortamda ‘ticari sicil bilgi
bankası’ aracılığıyla rahatlıkla ulaşılabilecek.
Eskiden bir hukukçu, muhasebeci, mali müşavir için şirket demek “kağıt” demekti, artık
bu anlayış değişecek. Tabiri caizse dev bir
şirketi; ticari defterleri, bilançoları, ticaret sicil
kayıtları, genel kurul kararları vb. tüm bilgileri ile birlikte bir taşınabilir bellekle cebimize
sığdırabileceğiz. Avukatlar olarak ticari davalarda sıkça yaşadığımız bir durum vardır;
ticari defterler üzerinde bilirkişi incelemesi
yaptırılması. Bazen klasörlerle bazen de çuvallarla defter getirilir mahkemeye ve bilirkişi
incelemesi yapılır. Artık bu bilgileri bir CD’de
sunacağız sanırım. Alışması bizim için de
zor olacak.
Şirketler ile ilgili neredeyse tüm işlemlerin elektronik ortamda yapılacağını belirttiniz. Bunun dışında kanunda sizin ilginizi çeken değişiklikler nelerdir?
Yaklaşık 600 yenilikten bahsettikten
sonra bu soruya cevap vermek biraz zor
olacak. Sermaye Piyasası Kurulu’ndan izin
almadan para toplanamayacak örneğin.
552’nci maddeye göre SPK’dan izin almaksızın halktan ortaklık vaadiyle para toplamak
cezai müeyyideye bağlandı. Anonim veya
bir başka şirket kurmak, şirketin sermayesini artırmak amacıyla veya vaadiyle halktan
para toplanabilmesi için SPK’dan izin alınacak
Ayrıca bence kanunun en önemli fakat en hazırlıksız yakalanılan hükümlerinden
birisi şirketlerin denetlenmesi alanındaki
değişikliktir. Kanunun 397’nci ve 400’ncü
maddesi arasındaki hükümlere göre gerçek
ve tüzel kişiler, ticari defterlerini ve finansal
tablolarını TMSK (Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu) tarafından yayınlanacak
Türkiye Muhasebe Standartlarına, kavramsal çerçevede yer alan muhasebe ilkelerine
uygun olarak tutmak ve düzenlemek zorundadırlar. Bu zorunluluk icabı şirket hesap ve
kayıtları iç denetim mekanizmalarınca değil
bağımsız denetim firmaları tarafından denetlenecektir. Ancak bu kadar çok sayıdaki
şirketi denetleyebilecek sayıda ve yeterlilikte
bağımsız denetim şirketinin olduğundan söz
edemeyiz.
Sigorta hukuku alanında önemli bir
yenilik var örneğin; “Sorumluluk Sigortası”
hukuk sistemimize dâhil oldu. Bu değişiklik
de geç kalınmış bir değişiklik. Avrupa Birli-
ği ülkeleri uzun yıllar önce bu sigorta türünü hayata sokmuş iken bizde ancak 2011
yılında sorumluluk sigortası diğer adıyla
mesleki sigorta yürürlüğe girmiş olacak.
1473’ncü maddede düzenlenen bu sigorta türüyle meslekleri gereği bir hata yapıp,
tazminat talebiyle karşılaşacağını düşünen
kişiler, kendilerini bu tazminat taleplerine
karşı sorumluluk sigortası ile güvence altına alabilecekler. Ayrıca bu sigorta türünde
çok önemli bir düzenleme de doğrudan talep hakkı. 1478’nci maddeye göre mesleki
hata sonucu zarar gören kişi, uğradığı zararı
doğrudan sigortacıdan isteyebilecek.
Yeni Ticaret Kanunu’na daha önceki
kanunda olmayan Taşıma İşleri başlıklı bir
kitap eklendiğini belirtmiştiniz. Bu bölümdeki
düzenlemeler nelerdir?
Doğru, bu kitap daha önce ayrı bir
başlık olarak düzenlenmiyordu. Özellikle
yurt içi yolcu ve eşya taşımacılığında mevzuatta bir boşluk yer almaktaydı.
Bu kanunda konunun ayrı bir kitap
olarak düzenlenmesi ciddi bir eksikliği gidermiştir. Mesleki faaliyet olarak sürekli veya
geçici olarak yolcu ve eşya taşıyan kişi ve
kurumlarla ilgili hükümler bu başlıkta düzenlenmiştir. Kanun, taşıma işi ile uğraşanlara
851’nci ve devamındaki maddelerde ciddi
sorumluluklar yüklemiştir. Örneğin üstlendiği taşıma işini bir başkasına yaptıran taşıyıcı, kanunun kendine yüklediği sorumluluğun
kaldırılmasını veya hafifletilmesini bekleyemez, buna yönelik sözleşme hükümleri de
geçersizdir. Yolcunun bir kaza neticesi ölmesi veya yaralanması durumunda tazminat talep edebilmesi on yıllık zamanaşımı
süresine bağlı iken diğer konularda bu süre
bir yıl olarak düzenlenmiştir. Ancak doğan
zarar, 855’nci madde hükmü ile taşıyıcının
kastından veya pervasızca bir davranışıyla
ve böyle bir zararın meydana gelmesi ihtimalinin bilinciyle işlenmiş bir fiilinden veya
ihmalinden dolayı meydana gelmesi durumunda bir yıllık zamanaşımı süresi üç yıla
uzatılmıştır.
54’ncü ve devamındaki maddelerde
bulunan haksız rekabete ilişkin hükümler
önem arz etmektedir. 55’nci maddede sınırlı sayıda olmasa da haksız rekabete ilişkin
bazı örnekler verilmiştir.
Uygulamada sıkça rastlanan bazı davranışlar kanunda açıkça haksız rekabet olarak düzenlenmiştir. Örneğin 55’nci maddenin 1-a bendi çok geniş bir çerçeveyi haksız
rekabet olarak düzenlemektedir. Kanunun
yürürlüğe girmesinden sonra “Başkalarını
veya onların mallarını, iş ürünlerini, fiyatlarını,
faaliyetlerini veya ticari işlerini yanlış, yanıltıcı veya gereksiz yere incitici açıklamalarla
kötülemek” haksız rekabet sayılacaktır ve
bunun gibi haksız rekabet sayılacak hareketlerde bulunanlar 62’nci madde gereğince
iki yıla varan sürelerde hapis cezası ve ciddi
para cezalarına hükmedilebilecektir. Ayrıca
bunun gibi hükümler bundan sonra ilan edilecektir.
6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu ile
getirilen bazı yenilikleri bizimle paylaştınız?
Peki, bu değişiklikler ne zaman fiilen hayatımızda olacak, ne zaman uygulanmaya başlayacak?
Kanunun yürürlüğe giriş tarihi
1534’ncü maddede 1 Temmuz 2012 olarak
belirlenmiştir. Anonim şirketlerin denetlenmesi ve Türkiye Muhasebe Standartları’nın
belirlenmesi ve uygulanmasına dair bazı hükümlerin yürürlüğe giriş tarihi 1 Ocak 2013
olarak düzenlenmiştir.
Bununla birlikte kanunun 1 Temmuz
2012’de yürürlüğe girmesinden sonra başta
şirketlerin yerine getirmek zorunda olduğu
yükümlülükler için şirketlere 3 ay ila 1 yıl arasında süreler verilmiştir.
Kısacası 1 Temmuz 2012 tarihi, Türk
ticari hayatı için bir dönüm noktası olacak ve
herkes, tüm şirketler yeni sorumluluklar ve
hukuki düzenlemelerle karşı
sağlık ve estetik
Opr. Dr. Melike ERDİM
Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi
etkilenmez ve dökülmezler. Saç ekimi bu
dökülmeyen köklerin, dökülmüş bölgeye
nakledilmesidir. Bu kökler nakledildiği alanda dökülmeme özelliğini korur ve ömür boyu
doğal bir görünüm elde edilir.
kökleri tek tek alınır. Saçsız bölgede kanallar
açılır. Alınan kökler açılan kanallara özel mikropensetler aracılığıyla teker teker istenen
açı verilerek yerleştirilir. Köklerin çıkartıldığı
yerler kendiliğinden iyileşir ve kesim olmadığı için ensede dikiş izi kalmaz.
Ne zaman saç ekimi yapılabilir ?
Dökülmenin fazla ve bölgesel olduğu,
saç yoğunluğunun % 50 nin altına düştüğü
durumlarda saç ekimi yapılabilir. Saç dökülmesinin en sık sebebi olan erkek tipi saç
dökülmesinde etkili olduğu bilinen ilaçların
yanı sıra etkinliği kanıtlanmamış çeşitli losyon, ilaç ve bitkisel bazlı ürünler mevcuttur.
Etkisi sınırlı olan bütün bu ürünlerin yanında
saç ekimi en köklü çözüm gibi durmaktadır.
Saç
neden dökülür?
Saç teli büyür, dinlenir ve dökülür, bu
dönüşüm devam eder. Bir bireyde 100.000125.000 saç teli bulunur ve günde 100 saç
teline kadar dökülme normal kabul edilir. Saç
dökülmesinin birçok nedeni vardır. Kansızlık,
yetersiz beslenme, bilinçsiz ilaç kullanımı,
deri hastalıkları, hormonlar bu nedenlerden
birkaçıdır. Erkeklerde saç dökülmesinin en
önemli ve en sık görülen nedeni ise genetiktir. Genetik olarak ön ve tepe bölgelerdeki
saç kökleri dihidrotestesteron hormonundan
etkilenir. Bu durumda saç kökünün faaliyeti
durur, dökülür ve bir daha uzamaz. Erkeklerde ense bölgesindeki saçlar hormondan
Saç ekim yöntemleri nelerdir ?
Saç ekiminde pratikte uygulanan 2
teknik mevcuttur. Bunlar FUT (foliküler ünite transplantasyonu) ve FUE (foliküler ünite ekstrasyonu) yöntemleridir. Günümüzde
bazı nadir durumlar dışında en sık olarak
yapılan fue yöntemidir.
FUT yönteminde ensede her iki kulak
arasında kalan saçlı bölgeden bir doku dilimi alınır. Alınan bölge dikiş ile kapatılır. Bu
doku dilimi 1’li, 2’li yada 3’lü saç kökleri içeren ünitelere (greft) ayrılır. Hazırlanan üniteler saç ekiminin yapılacağı saçsız alanda
hazırlanan kanallara lokal anestezi altında
ekilir. Dikişler 15 gün sonra alınır. Bu işlem
yaklaşık 5-6 saat sürer.
FUE ve FUT yönteminde köklerin yerleştirilmeleri aynıdır, aralarındaki fark köklerin alınmasıdır. Dikişsiz yöntem olarak da
bilinen FUE yönteminde saç ekimi için kullanılan mikromotor denilen bir alet ve onun
ucuna takılan ortalama 0.8 mm. ile 1 mm
arası üzel uçlarla saç kökleri ensedeki saçlı
alandan tek tek çıkarılır. Yani FUT yönteminde olduğu gibi enseden bir doku dilimi çıkarılmaz ve dikiş atılmasına gerek kalmaz.
Ense bölgesi traş edilir. Bölge lokal anestezi
ile uyuşturulur. Özel mikromotor ucuyla saç
Dünyada ilk kez 2003 yılında uygulanmaya başlanan FUE yöntemi daha hızlı
iyileşmeye olanak sağlaması ve kafa derisinde dikiş izi bırakmaması sebebiyle hastalar tarafından daha fazla tercih edilir hale
gelmiştir.
Saç ekimi öncesi nelere dikkat edilmelidir ?
Ekimden 1 hafta önce aspirin vb. kan
sulandırıcı ilaç alınmamalıdır. Kullanılan ilaçlar doktora bildirilmelidir. Ekimden önceki
gece alkol alınmamalıdır. Ekim sabahı kahvaltı yapılıp gelinmelidir.
Hangi yöntemle olursa olsun saç ekimi cerrahi bir müdahaledir ve hastane ortamında plastik cerrahlar tarafindan yapılmalıdır. Saç ekiminde önemli olan olabildiğince
naturel ve diğer insanlar tarafından normal
saçlardan fark edilmeyen ekim yapmaktir.
Bunun için uygulanan cerrahi teknik, saçların ekildiği kanallarin açısı ve sıklığı, aktarılan
saç miktarı önemlidir.
Saç ekimi sonrası nelere dikkat
edilmelidir?
Saç ekimi sonrası doktorun reçete ettiği ilaçlar kullanılmalıdır. Ekimden 3 gün sonra saç yıkanmaya başlanır. Özel şampuan
ve losyon 10 gün kullanılır. Bu süreçte ekim
sonucu oluşan kırmızı kabuklanmalar dökülür. Ekim alanına önce losyon sürülür ve 1
saat bekletilir ve sonra yumuşak hareketlerle
özel şampuanla saç yıkanır. 10 -15 gün içinde kabuklar kalktıktan sonra saçlar istenilen
şampuanla yıkanılabilir. Bir ay içinde ekilen
saçlar dökülür ancak bu durum kişiyi endişelendirmemelidir. 3 ay sonra saçlar çıkmaya başlar ve ömür boyu kullanılabilir.
www.magicguzellik.com
Mahir İz Cad. No:3/3 Altunizade - İstanbul (Capitol Karşısı) T: (0 216) 651 20 77 - 3 hat [email protected]
sağlık ve estetik
İcer Cansu IŞIKOĞLU
Muayenehanelerde
1-2 saatlik uygulamalarla hastalara doğru materyal ve
teknikler kullanılarak neredeyse hiç bir zararı olmayacak şekilde Bleaching (beyazlatma) yapmak mümkün. Bu yeni teknolojilerle
dişlerin rengi 2 ile 8 ton arasında açılıyor ve
hasta hekimin önerilerine uyarsa rengin geriye dönüşü olmuyor. İki ana diş beyazlatma
tekniği vardır. Biri, klinikte uygulanan ”ofis
bleaching” dediğimiz yöntem, diğeri ise
hastanın evde kendisinin uyguladığı ”home
bleaching” yöntemi. Evde gerçekleştirilen
beyazlatma yöntemi için hastaya ağız yapısına uygun şeffaf bir kalıp hazırlanıyor. Kalıbın içine koyduğumuz özel bir jel var. Hasta
bu kalıbın içine öngörüldüğü miktarda jel
koyup bunu ağzına takıyor. Şeffaf bir damaklık şeklinde olan kalıp, dişlerin üzerine
geçiriliyor. Kalıp gün içinde bir saat takılarak
kullanılıyor. On veya on beş gün kullanıldıktan sonra istenen beyazlığa ulaşılabilir.
Altunizade Polikliniği Diş Hekimi
Diş hekimliğinde
Estetik,
Dental Lazer ve
Implant tedavileri
İnsanoğlunun varoluşundan bu yana
en büyük kaygılarından biri
güzel görünmek oldu.
Diş estetiği ise bu güzelliğin
önemli parçalarından biri.”
İnsanoğlunun varoluşundan itibaren
en büyük kaygılarından biri de güzel görünmek yani diğer adıyla “ESTETİK”. Tabi ki
bunlar içinde de en önemli bölgelerden biriside dişler ve diş etleri bölgesidir.
Birincil amacı ağız içi sağlığı ve çiğneme fonksiyonunun sağlanması olan diş
hekimliği artık son yıllarda estetik ve kozmetik diş hekimliği adı altında yeni bir alanın
oluşmasıyla insanoğlunun güzel görünmek
kaygısına büyük ölçüde çözüm sağlamaya
başlamıştır.
Klinikte yapılan beyazlatma yöntemi
ise dişin durumuna göre iki, üç ya da dört
seansta gerçekleştiriliyor. Beyazlatma işlemini gerçekleştirecek jeli hastanın dişlerine
sürdükten sonra ışın veriyoruz. Bu lazer ya
da başka bir ışık kaynağı olabilir. Bu işlemde dişe oksijen verilerek dişin mine yapısına
giriliyor ve oradaki rengin açılması sağlanıyor. Bu, dişin mine katmanının kalınlığına ve
renklenmenin süresine bağlı olarak değişiyor, bazen tek seansta da istenilen sonuca
ulaşılıyor.
suyu gibi ”kromojenic” gıdalar, hazır yiyeceklerdeki boyar maddeler de dişlerin rengini koyulaştırır. Diş üzerindeki lekelenmelerle
dişin kendi renginin koyulaşmasını karıştırmamak gerekir. Dişlerin yüzeyine yapışmış
olan lekeler, fırçalar ve cila pastaları yardımı
ya da diş hekiminin yapacağı temizlik işlemi
ile kolayca çıkar, ancak dişin içine işlemiş
olan renkleşmelerde bleaching işlemi devreye girmelidir.
Bleaching işlemi eski dolgu veya kaplamalı dişin rengini de açar mı?
Hayır. Beyazlatma sadece doğal diş
yapısı üzerinde etkili bir yöntem.
Beyazlatmadan sonra dişler ne kadar
süre rengini korur?
Evde ve ofiste uygulanan yöntemlerde
sonuç aynı mı oluyor?
Benim genellikle tercih ettiğim yöntem ”home bleaching”, yani hastanın dişlerini evinde kendi kendine beyazlatması.
Uzun vadede eski haline dönme ihtimali yok
diyebilirim, ama ofiste yaptıklarımızda bu
risk var. Evde yapılan beyazlatmada, işlemi
daha yavaş yaptığımız ve uzun süreye yaydığımız için kullandığımız kimyasal madde
oranı da daha düşük oluyor. Bu yüzden genellikle ”home bleaching”i öneriyorum, ama
iki yöntem de özellikle dişlerinin renginden
memnun olmayıp porselen yaptırmak isteyen hastalarımız için birebir. Sırf renginden
rahatsız olduğumuz için dişi kesmek çok
yanlış, çünkü mine tabakası yok oluyor. Bunun yerine beyazlatmaya gitmek çok daha
güvenli.
Beyazlatma yöntemlerinin herhangi bir
zararı var mı?
Hiçbirinin ispatlanmış bir zararı yok.
Dişe zarar vermediğine dair yaklaşık 1000
tane araştırma var. Zarar verdiğine dair hiç-
bir bilgiye rastlamadım. Bir araştırmada, bu
malzeme dişin üzerinde 240 saat bırakıldı.
Bu maddenin 240 saat sonra dişte yaptığı
aşınma miktarı, kola gibi asitli içeceklerin
dişte oluşturduğu aşınma miktarına eşdeğer. Jeli tedavi boyunca dişin üzerinde iki,
üç saatten fazla tutmadığımızı göz önünde
bulundurursak, hiçbir zararının olmadığını
söyleyebiliriz. Zararlı olduğuna dair söylentiler şuradan kaynaklanıyor; diş beyazlatma
sırasında diş minesi oksijen aldığı için hassasiyet yapabiliyor. Dişin üzerindeki mine
tabakası normalde sıcağı ve soğuğu geçirmez. Fakat beyazlatma esnasında oksijen aldığından, sıcak ve soğuğu geçirmeye
başlar ve bazı kişilerde hassasiyet olabilir.
Bu çok normal ve geçici bir durum. Tedavi
bırakıldığı an geçiyor.
”Hazır yiyeceklerdeki boyalar diş rengini koyulaştırır.”
Bleaching işlemine hangi aşamada
başvurulmalıdır?
Çay, kahve sigara gibi bilinen en kuvvetli boyayıcıların yanı sıra havuç, portakal
Çay, kahve, sigara gibi maddelerin
kullanımı sınırlandığında dişler beyazlığını
uzun yıllar koruyabilir. Bleaching‘li dişlerin
rengini korumak dişlerimizin temizliğine ne
kadar önem verdiğimizle yakından ilişkili.
Günde en az iki kere diş fırçalamak, bir kez
diş ipi kullanmak ve altı ayda bir diş hekimine kontrole gitmek sağlıklı ve güzel dişlere
sahip olmanın birinci koşulu.
”Önce dişlerdeki hassasiyet giderilmeli”
Diş beyazlatma yönteminin önerilmediği durumlar var mı?
Bu yöntem hamile kadınlarda ve emziren annelerde kullanılamaz, çünkü bu konuda herhangi bir araştırma yok. Bence 18
yaşından küçüklerde de kullanılmamalı. Bunun dışında kanser tedavisi gören hastalarda kullanılması da sakıncalı. Doğru uygulanmadığı ve doğru hasta seçilmediği takdirde
kötü sonuçlar verebilir. Eğer hastanın dişlerinde çok ciddi aşınmalar varsa; sıcağa,
soğuğa ya da tatlıya karşı hassasiyeti varsa
önce bu şikayetler tedavi edilmeli, sonra beyazlatma işlemine geçilmelidir. Aksi takdirde
dişlere zarar verilmese de ciddi hassasiyetlere sebep olunabilir. Hastanın ağzında açık
sağlık ve estetik
Diş implantları ile doğal dişler arasındaki en önemli fark, doğal dişlerin çene kemiği içerisine lifler ile tutunması, buna karşın
diş implantlarının çene kemiğine osseointegrasyon adı verilen mekanizma ile tutunmasıdır.
İmplant uygulamalarında hedef hastalarımızın fonksiyon ve estetik olarak doğala
en yakın rehabilitasyonunun sağlanması öncelik hedef halini almalıdır. Çeneniz implant
yapılabilmesi için uygun destek kemiğine
sahipse rahatlıkla implant uygulanabilir. Üst
keser dişini kaza sonucu kaybetmiş bir hastanın görüntüsü görülmektedir. İmplant yerleştirildikten sonra iyileşme başlığı ile birlikte
ve implantın üzerine kuron yapıldıktan sonraki durumu görülmektedir.
yara veya çürük varsa bu hastalarda kullanılması sakıncalıdır. Bu yüzden hasta önce bu
malzemeyi kullanacak hale getirilmeli, sonra
işlem yapılmalıdır.
Dişlerde şekil bozuklukları varsa ve ortodonti tedavisi yapılamıyorsa çok az madde kayıpları ile full estetik porselen kronlar ya
da kompozit esaslı rezin materyel kullanarak 1-2 saat gibi çok kısa sürede dişlerden
madde kaybı yapmadan şekil bozukluklarını
gidermenin mümkün oluyor. İMPLANT teknolojisinin çok ilerleme kaydetmesi ile doğru
materyal ve doğru tedavi prosedürleri kullanılarak hastaların en büyük kabusu olan
hareketli protezler büyük ölçüde geçerliliğini
yitirmiş durumda.
OLDUKÇA ESTETİK
Son yıllarda geliştirilmiş kemik rejenerasyon materyalleri ve buna bağlı cerrahi
tedavi teknikleri ile resorbe olmuş(madde
kaybına uğramış) çenelerde bile implant
yapmak mümkün. Bunun sonucunda da
hastaların çok rahatlıkla kullanabileceği estetik açıdan da son derece tatmin edici protezler uygulanabiliyor
Dental Laser tedavilerin çok kısa ve
başarılı bir şekilde yapılmasını sağlayan bir
yardımcı. Ne yazık ki günümüzde halen %10
-%20 arasında diş hekiminin kullandığı dental laser önümüzdeki yıllarda muayenehanelerde daha fazla olarak kullanılacak.
Hastalarda kullanım sırasında ve sonrasında minimum ağrı, iyileşme süresinde
kısalma, anestezi yapılmaması, operasyonlar sonrasında dokularda bakteriostatik etkisi ile hızla iyileşme sağlaması, dişeti estetiğinin mükemmel şekilde sağlanması ,dolgu
yaparken dişe temas etmediğiniz için ağrı
olmaması gibi , daha birçok tedavi yönteminde de hekime ve hastaya büyük konfor
sağlamaktadır.
Diş implantları tamamı ile kaybedilmiş
eksik bir dişin, fonksiyonunu sağlamak üzere geliştirilmiştir. Diş implantı kısaca eksik
dişin kökü yerine, çene kemiği içerisine yerleştirilir. Dişin kökü olarak fonksiyon görecek
bir parça ile bunun üzerine gelecek dişin
ağızda görünen bölümünden (kuron) oluşmaktadır. Diş implantları tek diş eksikliklerinin tedavisi amacı ile uygulanabileceği gibi
daha fazla dişin veya tüm dişlerin eksikliği
halinde de uygulanabilirler.
İmplant uygulamaları hemen diş çekimini izleyerek (immediate implantasyon) yapılabileceği gibi, diş çekimi sonrasında belirli
bir süre beklenerek veya uzun bir süre önce
çekilmiş bir dişin yerine (dişsiz bölgeye) de
yapılabilir. Bu aşamada doktorunuzun sizin
gereksinimlerinizi gözeterek vereceği karara
bağlı kalmalısınız.
İmplant yapılmasına karar verildikten
sonra, öncelikle cerrahi bir operasyon ile
implant çene kemiğine yerleştirilmektedir.
Genellikle implant uygulamaları lokal anestezi altında gerçekleştirilmektedir. İmplantın yerleştirilmesini ve iyileşme döneminin
tamamlanmasını izleyerek, protez parçası
olarak tanımlayabileceğimiz bölüm implantın içerisine yerleştirilmektedir. Bu işlemden
sonra ölçü alınarak kuron, köprü veya protezler hazırlanmaktadır. İyileşme için üst çenede yaklaşık altı ay, alt çenede üç ay beklenmesi önerilmektedir.
İmplantlar, doğal dişlerin gördüğü
fonksiyonları görmek üzere üretilmişlerdir.
Dolayısı ile doğal dişlerinizle yiyebildiğiniz
gıdaları, implantlar ile de yiyebilirsiniz. Doğal
dişlerinize gösterdiğiniz özeni, implantlarınıza da göstermelisiniz.
hobilerimiz
Av. Mehmet Fatih ÇAKIR
Fotoğraf Sanatçısı
Fotoğrafta
Dijital Devrim
Her devrim de öyle sesli, gürültülü
olacak değildir. Bazı devrimler sessiz, sedasız gerçekleşiverir de farkına varmayız.
Devlet yönetimlerinde meydana gelen köklü yönetim (rejim) değişikliklerini tarif
için kullandığımız ve bugünlerde adını sıkça
zikrettiğimiz “Devrim” aslında hayatın her
alanında her zaman karşılaşabileceğimiz bir
gerçeği anlatmaktadır. Çünkü devrim aynı
zamanda bir yenilenmeyi, gelişmeyi, değişmeyi, dönüştürmeyi ifade eder. Kendini
yenilemeyen, geliştirmeyen, kısaca zamana ve çağa ayak uydurmayan her sistem,
her teknoloji, her işletme vs… bir an gelip
yıkılmaya mahkumdur. Her devrim de öyle
sesli, gürültülü olacak değildir. Bazı devrimler sessiz, sedasız gerçekleşiverir de farkına
varmayız. Tıpkı yakın zamanda fotoğrafta
ve fotoğrafçılıkta gerçekleşen digital devrim
gibi…
Sessiz sedasız gerçekleşen digital
devrim neticesi, fotoğraf filmine ve baskı
kağıdına dayalı üretim yapan ve piyasanın
hakimi olan, bir nevi diktatörleri olan Kodak,
Agfa, Polaroid gibi devler aynı sessizlikle
kaybolup gittiler…. Acımasız devrim bir anda
bu firmaları piyasadan silip attı. Hepsi bu bi-
tişin farkındaydı elbet ama hiçbiri ne devrime direnmeye vakit bulabildi ne de devrime
ayak uydurmaya… Artık onlarda “baki kalan
hoş bir seda imiş” sözünün mazharı olarak
fotoğrafçıların belleklerinde yerlerini aldılar.
Peki nasıl oldu da piyasanın en büyük
oyuncuları olan bu dev şirketler bu durumu
öngöremediler. Veya öngördüler de gerekli
çözümleri bulamadılar. Bunun cevabını bu
şirketlerin CEO’ları vermişlerdir ya da sanırım digital fotoğraf devriminin ilk kurbanları
olarak gerekli bedeli ödemişlerdir.
Peki, digital devrim fotoğraf ve fotoğrafçının dünyasına ne getirmiştir?
Digital devrimin ilk ve en önemli sonucu, fotoğrafı pahalı bir hobi olmaktan çıkarıp hemen herkesin erişebileceği bir uğraş
haline getirmiştir. Basit bir digital fotoğraf
makinesi ile hemen hemen sıfır maliyetle
binlerce fotoğraf çekilebilir hale gelmiş, kötü
çıkmış, film yanmış, baskı yapamadım gibi
dertlerin tümü sona ermiştir. Aynı zamanda
fotoğrafı anında bilgisayara aktarıp e-posta,
internet vs. yollarla dünyanın en ücra köşesi ile fotoğrafı paylaşabilmek mümkün hale
gelmiştir. Sonucunda da artık herkesin elinde bir digital makine ya da aynı işlevi gören
cep telefonlarını görmek sıradan bir durum
olmuştur.
Teknik olarak ise devrim adını verdiğimiz bu değişim sonucu 36’lık filmlerin yerini
artık tamamen imaj sensörüne dayalı çekimler alırken, banyo ettirme veya özel oda
kurmanın yerini ise yazıcıdan direk baskı
alma dönemi almıştır. Devrimin beraberinde sektöre getirdiği değişiklikleri de unutmamak gerekir. Pillerin yerini, uzun ömürlü
bataryaların alması, fotoğrafları depolama
konusunda neredeyse sınırsız hizmet sunan
hafıza kartları ve sabit diskler, ilk başlarda
fotoğrafın olmazsa olmazı ışığı sağlamak
için kullanılan flashların artık geceyi gündüze çevirebilecek düzeye gelmesi devrimin
beraberinde getirdikleridir.
Devrim sonrası da kendini sürekli yenilemeye devam eden ve geliştiren sektör,
bugün; saniyede 60 adet fotoğraf çekebilen,
çektiğin fotoğrafı 60 saniyede kağıt olarak
veren, geceyi gündüze çevirebilen, üç boyutlu fotoğraf çekebilen teknik özellikteki fo-
toğraf makinelerini
fotoğrafçıların hizmetine sunmuştur.
Devrimin fotoğrafa ve amatör
fotoğrafçıya reelde
sağladığı
faydaları basitçe sayarsak, mesela fotoğraf kötü mü çıktı?
anında kontrol edip
daha iyisine çekene
kadar sıfır maliyetle
10-20 defa, dilediğin kadar çekmeye
devam edebilirsin.
Oysa eskiden bir
defa çektiğin bir
an’ın, nasıl çekilmiş
olduğunu görmek
için bile bazen günlerce beklemek gerekirdi, çünkü; filmin tamamının bitmesi, banyo
ve tab edilmesi gerekir. Kötü çıkmış, hele bir
de film yanmışsa, geri getirememek bir yana
manevi üzüntüsü fotoğrafçıyı kötü etmeye
yeter artar bile… Kaldı ki artık fotoğrafın
kötü çıkmış olması da sorun değil. Çünkü
bilgisayarınıza bedava indirebileceğiniz onlarca program sayesinde (photoshop,
picasa vs… ) fotoğrafla dilediğiniz gibi
oynayabilir, kesme,
kırpma, çerçeveleme, montaj, renklerde oynama başta
olmak üzere fotoğrafta dilediğiniz değişiklikleri yapabilirsiniz.
Fotoğraf devriminden doğal olarak
fotoğrafçılıkta
nasibini almış ve bir
zamanlar sanatsal
yönü olan ve kültürel faaliyet olarak
algılanan fotoğrafçılık artık müzik dinlemek,
kitap okumak gibi sıradan bir hobi haline gelmiştir. Elbette fotoğrafın sanat olarak varlığı
tartışılmaz ama belki de bu değişim neticesi, yakın zamanda fotoğraf çekmeyi hobinin
ötesinde görüp meslek ya da sanatsal olarak uğraş verenleri de artık fotoğrafçı yada
fotoğraf sanatçısı olarak değil de “digital
sanatçı” olarak adlandıracağız. Çünkü artık
bu işin profesyonelleri bile çektiği fotoğrafın
ışık vs.. ile de olsa bir şekilde manipülasyon
yapıyor. Bu sebeple digital sanatçıyı garipsememek gerek, kaldı ki; tarihi çok eskilere dayanan resim, heykel, müzik vs. klasik
sanatların yanına çağdaş sanatların eklenmesi, gelişen dünya standartları neticesi artık sıradan bir hale gelmiştir. Fotoğrafta da
olay artık fotoğraf boyutunu çoktan aşmış
ve digital fotoğrafta kendi içinde profesyonellerini, ustalarını oluşturmuştur. Kısaca digital sanat adını verebileceğimiz ve sadece
fotoğraf üzerinde yapılan manipülasyondan
ibaret basit bir olayı değil, tipografi, vektörel
çizim, popart, illüstrasyon vb. dallarla fotoğrafın işlenişini ve birlikteliğini kapsayan bu
yeni sanatın icracılarına da digital sanatçı
adını vermekte beis yoktur.
O, dansın prensi,
etkileyici koreografilerin yaratıcısı,
bedenin en estetik resmi…
fark yaratanlar
Özge GÖRÜR EROĞLU
Dansın Prensi
Tan Sağtürk'le
Kıssadan Hisseye...
O, balenin genç yaşta ustalaşmış,
adını sanat dünyasına altın harflerle kazımış
ismi.
Hem balet hem koreograf olarak 30
yıldır sahnelerde olan Tan Sağtürk’le kişisel
yolculuğunu ve kendi dans okullarını konuştuk…
Balet ve koreograf olarak şüphesiz
Türkiye’de akla gelen ilk isim sizsiniz. Dansa
ve baleye olan ilginiz ne zaman başladı ve
nasıl bir eğitim aldınız?
Baleyi Türkiye’ye sevdiren adam O!
Balet ve Kareograf olarak şüphesiz
Türkiye’de ilk akla gelen isim
Tan Sağtürk’le konuştuk.
Neredeyse hatırlayamayacağım kadar uzun yıllar önce başladı. İzmir Devlet
Konservatuarı’nda eğitim aldım. Daha sonra
Ankara Devlet Konservatuarı’nda okudum
ve mezuniyetim oradan oldu. Ardından da
yurtdışı macerası başladı.
Yurtdışında geçen yıllarınızda elde ettiğiniz ciddi başarılarınız var. Bunlardan bahsedebilir misiniz?
Evet, gerçekten çok yoğun çalıştığım
birkaç eser yurtdışında gerçekleşti. Bunlardan bir tanesi “Soude” adlı eserimdi, bir
diğeri de “‘Je ne Regrette Rien” adlı Edith
Piaf’ın müziğiyle yaptığım eserimdi. Bunlar
geniş çaplı eserlerdi ve ilk deneyimlerdi, bu
açıdan çok önem veriyorum. Onun dışında
“Kalp Sesi” projesi isimli eserimi Türkiye’de
Devlet Opera ve Balesi’nde sahneye koydum. Bu da yaptığım işler arasında son derece önemli bir yer tutuyor.
Bir balet olmaya karar verdiğinizde
Türkiye’de balenin durumu neydi? Bugüne
kadar neler değişti?
Zaman değişti. Her şey bir yere doğru
gitti. Ama ileri ya da geri gitti diyemeyeceğim çünkü nereye gittiğini bende algılayabilmiş değilim.
fark yaratanlar
1999 yılında Bale ve Dans Eğitim Merkezleri projesini başlattınız. Bu proje nasıl
gelişti?
Öncelikle bir dans topluluğu projesi
vardı bu dans topluluğu projesine dansçı yetiştirmek adına bir okul kurma projesi oldu.
Öncelikle Nişantaşı’nda bir apartman dairesinin altında bir okul açtık. Ve bu okul kendi
içinde o kadar yapılaştı ki diğer şehirlere de
sıçradı. Şimdi görüyorum ki; özellikle bu röportajı yapmadan yarım saat önce bu sene
mezun olacak kalabalık bir grupla bir söyleşi
yaptım ve ciddi anlamda bu olayın nerelere geldiğini gördüğümü söyledim. Bundan
sonraki zamanlarda herhalde artık bir grup
kurmak ve buradan yetişen dansçıları içine
almak önemli diye düşünüyorum. Çünkü
yurtdışındaki birçok toplulukta topluluk kurduktan sonra okul açma yönüne kaymışlardı. Çünkü kendi yapısına uygun dansçıları
yetiştirmek zorundaydı. Biz bu yapıyı tersine
çevirdik. Yetenekleri keşfettik yetiştirdik şimdi amacımız onlarla bir topluluk kurmak.
Bugün geldiğimiz noktada, İstanbul’
da, İzmir’de ve bir çok Anadolu kentinde
okullarınız var. Bu okullara ilgi nasıl?
İstiap hakkı neyse o doluyor ve öyle
gidiyor diyebilirim. Tam kapasite çalışıyor.
İçerisi zaten artık dans okulu olarak görmediğimiz dansın da ötesinde düşündüğümüz
bir eğitim merkezi. Çünkü sadece dans değil bir felsefe, fikirler ve yaratıcılıkta yetişiyor
gibi. Böyle olunca ailelerde tabi çocuklar
eğitim alsın diye okullarımıza getiriyor.
Önümüzdeki yıllarda yeni kentlere de
açılmak gibi planlarınız var mı? Kaç noktada daha dans okulları açmayı düşünüyorsunuz?
Evet, ilk hedefte bundan sonra Bursa,
Eskişehir ve Van olabilir diye öngörüyoruz.
Karadeniz’de 2 okulumuz oldu, Güneydoğu
Anadolu’da okullar açtık, Ege Bölgesi’nde iki
tane var, Ankara’da da okulumuz var. Buralarda da açarsak doğru olur diye düşünüyorum.
Bir sanatçı olarak yaratıcılığınızı tetikleyen öğeler neler?
Yaratıcı olmak bir konu hakkında uzun
zaman düşünüp, ciddi anlamda ansiklopedik bilgilerle donanım kazandıktan sonra
başlıyor diye düşünüyorum. Bir konu beni
ilgilendirmeye başlıyorsa o konu etrafındaki
bilgiler, tabi hemen bulunmuyor bu çünkü
internet bilgileriyle olabilecek bir şey değil.
Dolayısıyla o bilgilere ulaşmak onların arasından bazı verilere ulaşmak, sanki bir laboratuar çalışması gibi. Sonucunda o konu
hakkında bir nevi yaratıcılığı tetikleyen bir sebep oluşturuyor diye düşünüyorum.
Dans en büyük tutkunuz, burası aşikâr.
Peki, bunun dışında tutkularınız neler?
Ne bileyim, her şeyden hoşlanırım
ben. Bazen sokakta tek başına yürümekten,
bazen tüpü sırtıma alıp dalmaktan, çok özel
bir şey söyleyemem ruh halime göre değişiyor.
Geçtiğimiz dönemlerde çeşitli televizyon projelerinde de yer aldınız? Bundan
sonrada ekranlarda olmaya devam edecek
misiniz?
Muhakkak…
Televizyon için üretilen bazı işlerin içinde de yer aldınız. Sahnede olmak ile televizyonda olmanın hayatınıza yansıması nasıl
oldu?
Tabi televizyon daha hızlı tüketilen bir
mecra, ölçütler çok değişkenlik gösteriyor.
Sahneye eseri koyarken ya da dans ederken var olan derinlik maalesef televizyon
işlerinde kayboluyor diyebilirim. Fakat onlar
arasında da bir kalite çizgisi tutturulabiliyorsa, onların içinde olmakta keyif verici. Çünkü
Türkiye’de dans çok fazla konuşulmazken
şu anda o vesilelerle daha iyi tanınıyor durumda.
sanata dair...
Şehzadebaşı Letafet Apartmanı
Selda KAYA KAPANCIK
Darülbedayi'den
Şehir
Tiyatrolarına...
Dünyanın en eski sanatlarından biridir tiyatro. İlk olarak bağ bozumu tanrısı Dionysos
adına yapılan dinsel törenlerde söylenen ilâhilerden doğduğu kabul edilir. Daha çok üst sınıfa özgü sayıldığı Antik Çağ’la birlikte yazılır öyküsü. İlk tiyatro eserleri ile Yunan mitolojisi kol
kola ilerler. Oyunların sergilendiği tiyatrolar ise kutsal yerler sayılır. Trajedi ve komedi türlerindeki oyunları seyretmeye gelen halk, Yunan mimarisinin gözbebeği bu görkemli yapılarda
ağırlanır. Şehirler tiyatroları ile var olur, tüm canlılığı onlarla sağlanır.
Tiyatro’nun yolculuğu Antik Yunandan sonra da devam eder. Uzun yollar kat eder.
Aristoteles’in “üçlü birlik” ilkesine dayanan tiyatrodan William Shakespeare’a, Konstantin
Stanislavski’den modern tiyatroya geride kalıcı izler bırakarak bugüne ulaşır.
Türk tarihindeki kökleri ise Orta Asya’ya dek uzanır. Anadolu’ya gelindikten sonra bu
sanatın gelişimi daha hızlı bir sürece girer. Kukla, Karagöz ve Hacivat, Ortaoyunu ve Meddahlık türlerinin yer aldığı geleneksel tiyatro ve Tanzimat dönemi ile birlikte gelişme göstermeye başlayan batılı tiyatro, Türk tiyatrosunun ana kollarını oluşturur. Batı etkisinde gelişen
tiyatro hemen hemen 20. yüzyıl ortalarına kadar sadece İstanbul’da kendine bir alan bulur.
Tanzimat’tan itibaren Türk tiyatrosu adına çok önemli adımlar atılır.
Şehirler tiyatroları ile var olur,
tüm canlılığı onlarla sağlanır.
Bugüne dek taşınacak bu en önemli adımlardan biri Osmanlı Güzellikler Evi anlamına
gelen Darülbedayi-i Osmanî’nin kurulması olur. II. Meşrutiyetten sonra 1914 yılında İstanbul
Belediye Başkanı Cemil (Topuzlu) Paşa, Belediye Meclisi’nden çıkarttığı kararla, bugünkü
Şehir Tiyatroları’nın temelini atar. Ünlü Fransız tiyatro adamı Andre Antoine Darülbedayi’nin
tiyatro
ilk yöneticisi olarak atanır. Ancak her şey düşünüldüğü gibi yolunda gitmez. Aynı yıl içinde
Birinci Dünya Savaşı patlak verir. Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında savaşa girmesi ile
Fransa ve Osmanlı Devleti karşı saflarda yer alır. Ve Andre Antoine kendi vatanına geri döner.
Darülbedayi için bir bocalama ve karmaşa dönemi başlar bu nedenle. Ama çok geçmeden
Raşit Rıza’nın (Samato) çabalarıyla yeniden toparlanılır.
Antoine’nin yöneticilik yaptığı dönemdeki en önemli icraatlarından biri sınavla kuruma
öğrenci seçmesi olur. O dönem alınan öğrenciler gelecek yıllarda Türk tiyatrosunu ve sanat
dünyasını önemli ölçüde etkiler. Muhsin Ertuğrul, Halit Fahri Ozansoy, Behzat Butak, Ali Naci
Karacan, Peyami Safa, Emin Beliğ Belli, Celal Sahir, Eliza Binemeciyan, Ahmet Muvahhit, İ.
Galip Arcan, Raşit Rıza, Fikret Şadi bu öğrencilerden sadece bazılarıdır.
Darülbedayi’nin ilk oyun gösterimi ise 1915 yılında, Şehzadebaşı Letafet Apartmanı’nda
bulunan Tatbikat Sahnesi’nde gerçekleşir. Darülbedayi ilk kurulduğu dönemde bir eğitim
kurumu niteliğindedir. Ancak Ocak 1916’da sahnelenen “Çürük Temel” oyunuyla artık profesyonel bir tiyatro topluluğuna dönüştüğünü ilan eder. Yine bu dönemde tiyatronun simgesi haline gelecek Tepebaşı Sahnesi’ne geçer. Merkez olarak burada hizmet verir ve başka
başka sahnelerde de perde açar. Şehzadepaşa Ferah Tiyatrosu, Kadıköy Apollon Tiyatrosu,
Süreyya Sineması ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Salonu, Beyoğlu Odeon, Fransız ve Yeni
Komedi Tiyatroları, Aksaray Türk Ocağı, Rumeli Hisarı oyunların sahnelendiği yapılar olarak
tiyatro tarihine yazılır.
Cumhuriyetin kurulup inkılapların yapılmasından sonra bir Osmanlı kurumu olan Darülbedayi için de yepyeni bir başlangıç zamanı gelir. Önce resmi olarak İstanbul Belediyesi’ne
bağlanır. Sonra 1934 yılında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları adını alır. Aynı dönem kurum
için başka adımların da atıldığı bir dönem olur. Çocuk oyunları düzenli ve sürekli olarak başlar.
Darülbedayi ve sonrasında Şehir Tiyatroları, Türk tiyatrosunun kilometre taşlarından
biri. Kurulduğu 1914’ten bu yana yaklaşık bir asır geçti. Bir asırda tiyatro tarihine kalıcı izler
bırakarak ilerledi. Türkiye’deki tiyatro dergisi geleneği onlarla oluştu. Ferih Egemen’in çocuk
tiyatrosu alanındaki uygulamaları tarihe kazındı. Birçok oyun yazarının ilk çalışması, ilk kez
Şehir Tiyatroları’nda sahnelendi. Türk tiyatrosuna yeni oyun yazarları kazandırıldı. Usta isimlerin eserlerine yer verildi. Sait Faik oyunu da, Vedat Türkali oyunu da Şehir Tiyatroları çatısı
altında sergilendi. Muhsin Ertuğrul’da geçti onun sahnesinden, Suna Pekuysal da. Üstelik
sadece İstanbul seyircisi değil, çıkılan turnelerle Anadolu’nun birçok yerinde perdeler açıldı
ve gidilen bölgelerin seyircisi İstanbul Şehir Tiyatroları’nın oyunlarını izleme fırsatı yakaladı.
Yerli yabancı oyunlar ve yönetmenleri Türk tiyatro severleri ile buluşma imkânı buldu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bugün on sahnede perde açıyor ve her
gün iki bine yakın seyirciyle buluşuyor. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Kadıköy Haldun
Taner Sahnesi, Fatih Reşat Nuri Sahnesi, Gaziosmanpaşa Sahnesi, Gaziosmanpaşa Ferih
Egemen Çocuk Sahnesi, Üsküdar Musahipzade Celal Sahnesi, Üsküdar Kerem Yılmazer
Sahnesi, Kağıthane Sadabad Sahnesi, Kağıthane Küçük Kemal Çocuk Sahnesi ve Ümraniye Sahnesi’nde perdeler her gün yeniden açılıyor. Her sezon onlarca oyun sahneye taşınıyor.
müziğin ustaları
Güven TÜRKELİ
Bir dalda iki kiraz...
Biri, klasik eğitimlerini gençlikleriyle yoğurarak
ortaya farklı ve nefis bir oluşum çıkarmış bir topluluk...
Diğeri, saçlarındaki aklarla
gönüllerdeki pası ak pak etmiş bir bestekâr...
Müzik türlerini tercih sıralamasına koyarsak, Klasik Türk Müziğini kimlerin tercih ettiği konusunda genel bir kanı vardır; orta yaşı
geçkin, saçları biraz ağarmışlar sayıca fazladır. Çoğu emekliliklerini
yaşamaktadır. Yılların yorgun yaşamlarına verdiği ağırlığa hafiflik getirme adına bu musikiden hoşnut görünürler ve genelde TRT 4’ün
müdavimidirler.
Dede Efendi, Lavtacı Hristo, Tamburi Ali Efendi’nin ağır ve
adalı namelerle haşır neşir olma, nedense bu yaşa özgü olarak kabul görür. Klasik musikide gayet neşeli, cıvıl cıvıl, hareketli parçaların
var olması, bu yaş gerçeğini pek değiştirmez. Günümüzde gençlere
sorarsanız, bu tür müzik, büyükannelerinin ve dedelerinin müziğidir. Annelerinin nesli ise, Alaettin Yavaşça, Selahattin Pınar, Münir
Nurettin gibi günümüze daha yakın bestecilerin şarkılarıyla haşır
neşirdirler. Belki eskiye oranla daha az ağdalı olsa da, sonuç yine
değişmez. Gençlere göre bu müzik de eskidir.
Bugün gençlere sunulan müzik bambaşka tınıları olan, onların deyimiyle apayrı bir sound içermektedir. Popülaritesi kısa sürede geçmeye endekslenmiş, çabucak eskitilip atılması gereken,
hızlı tüketimle ticari kazancı hedefleyen şarkılar, şarkıcılar, gruplar
sunulmaktadır önlerine. Gençlik de fazlaca sorgulamadan bunları
sindirmeye çalışmaktadır. Onların tercihleri, anlayışları, büyükannelerinden de, annelerinden de farklı olmaktır. Yaşı ilerledikçe oturmuş,
ağırlaşmış, hanım hanımcık olan her şey, gençler için, ‘Hangi devir
de yaşıyoruz, ya!’ ya dönüşmüştür. Yârin saçının bir teline onlarca
beyit döşemek yerine, ‘yakalarsam, mucuk mucuk’ etmeyi, ‘bandır
Beste Musiki Topluluğunun 10 Ocak 2011’de gerçekleştirdiği son konserinden...
bandır ye beni, doyamazsın tadıma’yı yeğlemektedirler. Kanlarının
deli dolu akması, deli dolu müzik türlerini benimsemekle doğru orantılıdır.
Türk Müziğini dinleyen gençlik yok mu diye sorarsanız, elbette
var. Ancak burada da gençliğin tercihi, biraz sulandırılmış, içine biraz
arabesk katılmış, poplaştırılmış bir müziktir. Bunu Türk Müziği olarak
görmek ya da kabullenmemek tartışma konusu. Zaten adını da Fantezi müzik diye değiştirmişler.
Bu üç farklı kuşağın müzikteki zevk ve tercihleri, nasıl olurda
orta noktada buluşturulur? Hem Dede Efendi hem de Tarkan malzemelerini aynı kapta karıştırıp, menemen tadında bir yemek yapabiliyor musunuz? Zor olan bu! Bu nedenle, herkesin yaptığı yenilmiyor.
Musiki gecelerinde daha çok görmeye alıştığımız orta yaşlı
ve üstü dinleyici kitlesinin içinde, tüyü yeni bitmiş, reggea saçları ve
blue jean pantolonlarıyla oturanların sayıları çoğalır mı dersiniz. Bu
üçlü, bir tatlı huzur almaya Kalamış’a birlikte giderler mi? Şu an biraz
zor görünüyor.
İstanbul’da yüzlerce Türk Musikisi veya Türk Müziği Topluluğu
var. İyiden iyiye klasik kalmayı savunanlar bir yanda... Günümüze
yakın bestecilerin şarkılarına gönül vermişler diğer yanda... Sanat
müziğini tavernalaştırıp, gönül hoplatanlar mı ararsın? Yoksa sırf acılı
tarafından beslenip, o muhteşem nağmeleri, rakı sofralarına meze
diye har vurup harman savuranları mı? Ne var ki, kime sorsanız, hep-
si de Türk Sanat Müziği’ne hizmet için vardır! Türk
Sanat Müziği’nin unutturulmaması sevdasıyla yanıp
tutuşmaktadırlar!
Çocukluğundan beri şiir yazmış ancak kırkından sonra saz çalan birini tanıyorum. Kırkından sonra müziğe gönül vermiş, nota ve ud çalmayı kırkından sonra öğrenmiş birini, 65 model bir delikanlıyı
tanıyorum. 65 model Amerikan arabası gibi muhteşem, bir Plymouth kadar göz alıcı, bir Chevrolet gibi
cazibeli, bir Buick gibi nadir bulunan biri.
Ancak zor olanı başarmış birileri var. Gencecikler. Babaannelerinin, annelerinin müzikleriyle de
coşabiliyorlar. Klasik eğitimlerini, günümüz beğeni
ve tonlarını kullanarak, ortak zevkleri oluşturabilmiş,
Bini aşkın güftesinin başkalarınca bestelendieskide kalmış anlayışı, gençlikleriyle yoğurup, ortaya
ği, bu bestelerden iki yüz elli den fazlası TRT arşivlemenemen tadında lezzet sunmuş bir topluluk var. Esrine girmiş, yüzlercesini kendi bestelediği şarkılarını
kiyi günümüzle yoğururken, kırıp dökmeden, yozlaşbir yana bırakırsak, dostların dostu, babacan tavrı ve
tırmadan, ortaya ne olduğu belli olmayan, ucube bir
yaşamda ender rastladığımız insanlığıyla, bir duygu
tarz çıkartmadıklarını söyleyen bir grup... Hevesliler,
ve sanat adamını tanıyorum. Az zamanda çok güzel
iddialılar. Alışıla gelmişten uzak, diğerlerinden farklı,
eserlere imza atmış, güfte ve bestelerindeki nağmeyapılmamış olanı yapmaya azimliler. Zor olanı balerle gönüllerimizi okşayan, bir türlü diyemediklerimişarmaya heveslenmişler. Klasik Musikimiz ile güncel
Şair ve Bestekar Sami Derintuna
zi bizim adımıza dillendirmiş birini tanıyorum. MısTürk Müziğini özümseyerek, her iki tarafı da memnun
ralarında sevgiyi, bir dantel inceliği ve sabrıyla işlemiş, yüreğimizin
bırakacak, tatmin edici ve keyifli kılacak bir sonuç elde etme peşinderinliklerine kadar hissettirebilmiş bu şarkıları gönlümüzden kırkladeler. Diğer birçok grubun biraz da imrenerek baktığı 40 çocuklu bir
yacak teneşir yok ki... Böylesi kırklara can feda!
aile. Öğreticileri, aynı zamanda koro şefi Kemal Külah. Reyhan Şeker
ve Zafer Derdiment topluluğun kurucularından. Sanat Yönetmeni ise
Beste Müzik Topluluğun kurucularından, aynı zamanda TopluBehnan Ulaş. Olağanüstü bir topluluk...
luğun Sanat Danışmanı şair ve bestekâr…
Adı, Beste Müzik Topluluğu.
Adı, Sami Derintuna
Kırkından sonra saz çalanı teneşir paklar! Bilmeyeniniz yoktur.
Beste Müzik Topluluğu ve Sami Derintuna, kırk yıl hatırı olan
Boşuna söylenmez bu atasözleri. Dış görünüşü oturmuş, ağırbaşlı
bir fincan kahve kadar lezzetli ve keyifli iki ‘Usta’ isim. Biri klasik
görünüp, kanı deli dolu akan haylazlar için söylenmiştir. İyi güzel de
eğitimlerini gençlikleriyle yoğurup, ortaya farklı ve nefis bir oluşum
bu sözdeki çalınan saz, gerçek anlamdaki müzik enstrümanı mıdır?
çıkararak, yediden yetmişe herkesi bu musikide birleştirmiş, diğeri
Hangi enstrümanın, hangi cinsel çağrışımı yaptığından dolayı yapıise saçlarının aklarıyla gönüllerimizi ak pak etmiş Musiki Abideleri..
lan haylazlık sazla bağdaştırılmıştır bilinmez ama yaşın kırk oluşu
Pamuklarda korunması gereken iki isim...
daha önemlidir burada.
Doğanın olduğu kadar,
insanın etkisiyle de
kazanılan güzellik...
gezdik... gördük... yazdık...
Ömer BEHAR
Güzel
Atların
Ülkesi,
Kapadokya
Kapadokya, topraklarında yeşerttiği
medeniyetler gibi tüm asaletiyle
bakıyor dünyaya.
Huzur ve barış
birlikte yaşattığı dinler gibi
hoşgörüyle gülümsüyor evrene.
Doğa ve insanın ele ele vererek
yarattığı ruhuyla dokunuyor
tüm ziyaretçilerine.
Tarihin değerlerini bugüne taşıyan
ve gelecekle de buluşturacak olan
Kapadokya, Dünyanın
sayılarla ifade edilmeyen harikası.
Pers dilinde güzel atlar ülkesi anlamına gelen Kapadokya, tarih boyunca Hititlerden,
Romalılara kadar çok sayıda uygarlığa ve imparatorluğa ev sahipliği yapar. Roma İmparatoru Augustus döneminde Antik Dönem yazarlarından Strabon, on yedi ciltlik ‘Geographika’
adlı kitabında Kapadokya Bölgesi’nin sınırlarını güneyde Toros Dağları, batıda Aksaray, doğuda Malatya ve kuzeyde Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan geniş bir bölge olarak
belirtir. Bugünkü Kapadokya Bölgesi’nin sınırları ise Strabon’un kitabında anlatılana göre oldukça dar bir alan. Günümüzde bölge Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir illerinin
bulunduğu alanı kapsıyor. Ondan da daha dar olan kayalık Kapadokya Bölgesi ise Uçhisar,
Ürgüp, Avanos, Göreme, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden oluşuyor.
Kapadokya bölgesinin jeolojik oluşumu Erciyes, Hasan, Melendiz ve Göllüdağı ile
daha birçok küçük volkanik dağın, on milyon yıl önce patlamaları ile başlar. Neojen gölleri
altındaki yanardağlardan çıkan lavlar, göller ve akarsular üzerinde 100-150 metreyi bulan
değişik sertlikte tüf tabakasından oluşan yüksek bir plato meydana getirir. Ana volkanlardan
püsküren maddelerle şekillenen plato, şiddeti daha az küçük volkanların püskürmeleriyle
devamlı bir değişime uğrar. Bölgenin bugünkü şeklini alması ise başta Kızılırmak olmak üzere akarsu ve göllerin tüf tabakasını aşındırmaları ile olur. Tüf tabakasının aşındırılmasına vadi
yamaçlarından inen sel suları ve ısınan soğuyan havayla rüzgâr da katılır. Sel sularının dik
yamaçlarda kendine yol bulması, sert kayaların çatlamasına ve kopmasına neden olur. Alt
kısımlarda bulunan ve daha kolay aşınan malzemelerin derin bir şekilde oyulması ile yamaç
geriler, böylece üst kısımlarda yer alan şapka ile aşınmadan korunan konik biçimli gövdeler
ortaya çıkar. Garip şekilleri olan bu kayalara insanlar da zamanla alışır ve bir isim bulunur;
“peri bacası”…
Kapadokya, tarihinde hep insanla var olagelir. Doğanın olduğu kadar insanın etkisiyle
de kazanır güzelliğini. Her gelen uygarlık farklı bir iz bırakıp gider. Peribacalarının içlerine
yapılan kiliseler, büyüklükleri ile göz dolduran yer altı şehirleri, şirin güvercinlikler… Her biri
insanın bölgeye bıraktığı derin izlerdir. Burada doğa, tarih ve insanla buluşup bütünleşir.
Coğrafik olaylar peribacalarını oluştururken, insanlar da, onların içlerine ev ve ibadet yerleri
yaparlar. Yaptıkları evleri, kiliseleri süsleyerek, yaşadıkları döneme ait eserleri geniş zamanlara teslim ederler.
Doğanın ve insanının bıraktığı mirası devam ettiren bölge, UNESCO Dünya Doğal ve
Kültürel Miras listesinde ‘Göreme Doğal ve Tarihi Milli Parkı’ olarak kayıtlı. Her yıl yaklaşık 2
milyon yerli ve yabancı turisti ağırlayan Kapadokya, 5 adet müze, 13 ören yeri, 350 kilise ve
gezdik... gördük... yazdık...
8’i açılmış 200 civarında yeraltı şehri ve 1 antik şehir ile kültür turizminin gözbebeği konumunda. Turistler peribacaları, güvercinlikler, kayalara oyulmuş kilise ve manastırlar ile yer altı
şehirleri arasında fantastik bir yolculuğa çıkar. Dört mevsim ayrı ayrı güzelliklerle karşılaşırlar.
Kapadokya kış mevsiminde bembeyaz kar ile dantel gibi örülür. Baharda açan gelincikler
yörenin rengine renk katar. Yaz aylarında ise bölgede çok yoğun olarak görülen yemyeşil
bağ örtüsü doyumsuz bir manzara yaşatır...
Seyir Defterinizi Gökyüzünde Yazın
Kapadokya’nın doğal güzelliğini, benzersiz manzarasını görmenin en iyi yolu ise balonla gökyüzünden ağır ağır süzülerek kuşbakışı izlemektir. Bölgede balon turları ilk olarak
1989 yılında başlar. Geride bıraktığı 20 yılda binlerce gezgini taşır. Ve ortaya çıkan ortak görüş dünyada balonla uçmanın en keyifli ve en güzel olduğu yerin Kapadokya olduğu. Balon
ilk olarak keşfedildiğinde takvimler 1783’ün 19 Eylül’ünü gösterir. Montgolfiere Kardeşler tarafından, kağıt ve kumaştan imal edilen bu ilk sıcak hava balonunun yolcuları bir koyun, bir ördek ve bir horozdur. İnsan taşıyan ilk sıcak hava balonu ise, aynı yılın 21 Kasım günü Paris’te
uçar. Balon Paris’in merkezinden havalanır ancak yaklaşık 150 metre yüksekliğe ulaştıktan
sonra dokuz kilometre ötedeki bağların arasına iner. Göklerden ateşler saçarak inen bu cisimden, bölgede yaşayan çiftçi ve köylüler çok tedirgin olurlar. Durumu fark eden pilotlar ise
yaklaşan köylüleri yatıştırmak için sepette bulundurdukları şampanyadan ikram ederler. Bu
ikramla birlikte balonculukta ilk gelenek de doğar ve dünyanın çeşitli yerlerinde süregelir.
Bugün Kapadokya’da da her uçuşun ardından şampanya patlatılarak bir kutlama yapılır.
Toprağın Mucizesi; Çömlekçilik ve Şarap
Kapadokya deyince ilk akla gelenlerden biri çömlekçiliktir. Kapadokya’daki geçmişi Hititler’e kadar uzanan çömlek yapımı Anadolu’da Neolitik devirde Çatalhöyük’te başlar.
Mezopotamya’dan ticaret için gelen Asurlular Hititler’e çömlek yapımını öğretirler. Daha sonra bu el sanatı bölgede yaşayan medeniyetler tarafından kavimden kavime, babadan oğula
geçerek günümüze kadar gelir.
Kapadokya’nın toprak kaplarıyla ünlenen yöresi Avanos volkanik bir arazi üzerine kuruludur. Bir yandan Türkiye’nin en uzun nehri Kızılırmak’ın getirdiği nitelikli çamur, öte yandan yakın çevredeki elverişli kil yatakları dolayısıyla yoğun bir seramik üretimi için uygundur
bölge. Çeşitli işlemlerden geçirilerek üstün nitelikli bir seramik hamuru haline getirilen yağlı
kırmızı toprak sade görünüşlü atölyelerde en güzel şeklini alır.
Formlar ve boyutlar ihtiyaca ve çamur türüne göre şekillenir. Geleneksel üretim, boyları
20 santimetreden 1,5 metreye kadar değişen, çömlek, küp, testi ve güveçlerden oluşan işlevsel gereçler üretimidir. Son yıllarda Hitit ve Frig seramikleri başta olmak üzere, Anadolu’nun
en eski formlarını tekrarlayan hediyelik eşya üretimi de başlamıştır.
Peri bacaları Kapadokya’ya ne kadar aitse şarap da o kadar aittir. Peri bacalarını oluşturan verimli volkanik toprak, en leziz şarapların üretilmesinde de başrol oynar. Şarabın bu
topraklardaki yolculuğu Kapadokya’nın kendi tarihi kadar eski. M.Ö 2000’lerde Anadolu’nun
Asur Ticaret Kolonileri sayesinde yazıyla tanışması sonucu üzüm yetiştiriciliği ve şarap üretimine dair kaynaklara ulaşılır. Günümüz Kapadokya’sının güneyinde, tarihsel Kapadokya’nın
ise içinde yer alan İvriz kaya kabartmasında Hitit Kralı Tanrı’ya üzüm salkımları sunarken
betimlenir.
Bugün yılların verdiği şarap kültürüyle, ondan fazla fabrikada çeşit çeşit şarap üretimi
Kapadokya’da devam ediyor. Buna bağlı olarak şarap üretimi ve ihracatında Türkiye’deki en
önemli bölgelerden biri yine Kapadokya…
Kapadokya, topraklarında yeşerttiği medeniyetler gibi tüm asaletiyle bakıyor dünyaya.
Huzur ve barış birlikte yaşattığı dinler gibi hoşgörüyle gülümsüyor evrene. Doğa ve insanın
ele ele vererek yarattığı ruhuyla dokunuyor tüm ziyaretçilerine.
Tarihin değerlerini bugüne taşıyan ve gelecekle de buluşturacak olan Kapadokya,
Dünyanın sayılarla ifade edilmeyen harikası.
moda
Sarar Kadını
güneşi
kucaklıyor
Faik Sönmez'de 2O11
Şık ve Göz Alıcı
Faik Sönmez’ de 2011 İlkbahar - Yaz
sezonu başladı. Renk ve desenlerin, mevsimin coşkusunu yansıttığı çok zengin
bir koleksiyon şimdi Faik Sönmez mağazalarında.
Faik Sönmez, 2011 İlkbahar Yaz
sezonunda baharın tüm renklerini
gardrobunuza taşıyor. Pudra,
bej, vizon, lila gibi soft renklerle birlikte, sıcak yaza doğru
göz alıcı ve cesur renkler görünüyor. Fuşya,
mor, turkuaz, zümrüt
gibi canlı tonlar insanın içini ısıtıyor. Sezonun
olmazsa olmazı çizgililer, siyah ve beyazın zıtlıktan doğan
güçlü uyumu, leopar desenler ve
çiçek desenleri farklı doku ve renklerle bir araya geliyor. 2011 yazının favorilerinden fiyonklar Faik Sönmez
koleksiyonunda da mevcut. Farklı
modellerle çeşitlendirilmiş koleksiyonda ayrıca fırfırlar, danteller ve
çiçek desenleri de bulunuyor. Baskılı ve desenli kumaşların, ipeklerin,
parlak düz jarselerin ve romantik
dantellerin yer aldığı 2011 yazında
kadınlar, şık ve göz alıcı detaylarla
süsleniyor.
70’lerin esintisini gördüğümüz koleksiyonda saflığın rengi
beyaz, yaza yakışır bir şekilde ön
planda. Çiçek ve leopar desenli
elbiseler, krem rengi pantolonlar dikkat çekiyor. Hippileri çağrıştıran vual tunikler,
dökümlü ve hafif kumaşlardan yapılmış bluzlar, kat kat elbiseler rengarenk bandanalarla
tamamlanıyor. Farklı yıkamalarda jeanler, baskılı bluzlar ve elbiseler koleksiyonda yer alan
diğer parçalar.
İş kıyafetlerinde keten elbiseler ve ceket –
etek takımlar, leopar desenli safari elbiseler, ceket içlerine de giyilebilen tek bluzlar öne çıkanlar
arasında. Leopar ve çiçek desenli ceketler iş
yerinde kendi tarzını yaratmak isteyenler için bir
seçenek oluştururken, payetlerle süslenmiş military temalı ceket – etek takım, uçuk renk pantolonlar ve canlı renkli bisiklet yaka ceketler iddialı
bir şıklık sunuyor. Mercan ve toprak renkleri modellere sıcak bir hava katıyor.
Romantik ve Şehirli...
Hotiç'le
romantik bir yaz
Hotiç 2011 İlkbahar – Yaz Koleksiyonu pastoral romantizmin izlerini taşıyor. Lazer desenler, çiçekli
aksesuarlar, canlı renkler yeni malzemeler ile birleşerek bu yazın öne
çıkan detaylarını oluşturuyor.
Pastoral romantizmin etkisiyle lazer desenli ve delikli deriler, yıkanmış naturel görüntüdeki
renkler soft bir etki yaratırken öne
çıkan tonlar maviler, Sarı ve gün ışığı renkleri, pembenin en romantik
tonlarından gül kurusu ve kırmızı
tonları, su yeşilleri, turkuazlar ve
lilalar yaza damgasını vuruyor. Büyük 3 boyutlu çiçeklerin yer aldığı
tafta ve deri kombinlerle zenginleşen fetalı babetler, sabolar, 70’lerin
sempatik modellerini temsilen naturel dokuma kumaşlar yer alıyor.
Yüksek topuklu ve platformlu zarif
sandaletlerle
kadınsı detayların
ağırlık kazandığı HOTİÇ koleksiyonu bu sezon dişiliğin gizemini doyasıya yaşatıyor.
Modern ve minimal etkilerin
hakim olduğu koleksiyonun diğer
grubundaki rahat ve net çizgi, stil
sahibi, yalın ve güvenli bir etki yaratıyor. Bağcıklı modeller, elegan sivri
burunlu babetler en yeniler olarak
göze çarpıyor. Minimal terlikler ve
düz rugan kesimler öne çıkarken
siyah, beyaz ve kırmızı tonları ağırlık kazanıyor. İnce bantlı modeller,
egzotik havada dokulu ve baskılı
deriler ile birleşen canlı renkler, HOTİÇ kadınını bu yaz sıcak bir çekiciliğe davet ediyor.
Güneş göstermeye başlar
sıcak yüzünü. Doğa usulca uyanır
uykusundan. Tatlı meltemler, sebepsiz heyecanlar, küçük mutluluklar... İşte özlediğimiz mevsimler,
ilkbahar ve yaz!
Sarar Kadını bu sezon, adeta
doğayla birlikte stilini de tazeliyor.
Sıcak toprak tonları, Akdeniz rüzgarlarını anımsatan mavi, bahar
çiçeklerinin sevincini taşıyan nar
çiçeği ve pembe İlkbahar Yaz 2011
Koleksiyonu’nun başrolünde yer
alıyor. Mevsimin vazgeçilmez rengi
beyaz ise koleksiyondaki hakimiyetiyle dikkat çekiyor.
Romantizmin izlerini taşıyan
koleksiyon; dantel detayları, puantiye desenlerini, uçuşan şifonları
ve 70’lerin esintisini sunan ipekleri
gardırobunuza taşıyor.
Sade ve yalın çizgilerin ön
planda olduğu tasarımların arasında tek omuzlu elbiseler, ceketlerle
kombine edilen şortlar, pamuklu
pantolonlar, pastel tonlardaki keten
gömlekler şehir yaşamının merkezinde yer alan Sarar Kadını’nı yansıtıyor.
Sarar İlkbahar Yaz 2011 Koleksiyonu, özlediğimiz ılık günlerin
neşesini ve gün batımlarının romantizmini stilimize taşıyor.
moda
DAMAT
Geleneksel Modern...
Damat 2011 İlkbahar -Yaz Koleksiyonu klasik ve gelenekseli
yeniden yorumluyor. Damat seçiciliğini benzersiz kılmak adına; lüks;
neo-klasik, yalın ve doğaya özdeş formlarda bir koleksiyon hazırladı.
Damat koleksiyonlarında hayat bulan kumaşlar…
Sadece Damat koleksiyonlarında hayat bulan ayrıcalıklı ve
seçkin malzemeler, özenle tasarlanmış formlar, ve lüks detaylarla
birleştirilerek nefes alan bir koleksiyon yaratıldı.
Sportif detaylar ve ileri teknoloji kumaşların klasik giyime yansımalarını Damat İlkbahar Yaz 2011 koleksiyonu benzersiz bir biçimde sunuyor. Doğal ve yıkanabilir ipliklerin yünlerle ve ipeklerle harmanlanması ile oluşan bu ileri teknoloji ürünü özel kumaşlar lüksün
yarattığı cazibeyi kalıcı bir mutluluğa dönüştürüyor. Bu benzersiz
kumaşlarla hazırlanan ürünler kolay giyilebilir; yıkanabilir ve yüksek
kullanım rahatlığına sahip.
Damat Takım Elbise Koleksiyonu…
2O11
Ilkbahar - yaz
modası
Damat takım elbise koleksiyonunda; ceket içlerinde astara ek
olarak ısının en yoğun olduğu bölgelerde kullanılan fileler ile ceket iç
ısısı en aza indirildi.. Damat takım elbise koleksiyonunun ana renkleri; ekru-bej, beyaz ,gri, antrasit, lacivert ve mürekkep rengi.
Damat 2011 İlkbahar -Yaz Koleksiyonu özel tekniklerde hazırlanmış, benzersiz kalıbı ile gömlek ceketler ve hırka ceketlerle sezona merhaba diyor. Bu özenle hazırlanmış ceket koleksiyonundan
vazgeçemeyeceksiniz…
Damat gömlek koleksiyonun yenilenen yüzünde yakalar ve
manşetler küçülerek gömlekler hafifletildi. … Bu sezonun önerileri;
takım elbise ve kravat kombinlerini tamamlayan beyaz ve mavi tonlarında düz, çizgili ve jakarlı dokulardan oluşan klasik gömleklerin
yanı sıra; özel zamanlar için farklı yaka ve sartorial dikiş detayları ile
tamamlanmış gömlekler.
Orka Grubun
tekstildeki üç dev markası
2011 ilkbahar ve yaz
koleksiyonları hazır!
Damat koleksiyonunun yenilenen yüzü…
Damat t-shirt ve denim kombinleri ile yaz sezonuna renkli,
mutlu ve dinamik bir yorum katıyor. Mürekkep mavisinden griye,
mordan-lilaya uzanan geniş renk paleti Damat erkeğine enerjik ve
yenilikçi bir koleksiyon sunuyor.
İlk uygarlık krallarının mühürleri Damat astar desenlerinde yeniden hayat buldu…
Çarpıcı ve yegâne uygarlık olan Çatalhöyük’ün motiflerini, DAMAT bu sezon astar ve aksesuar detaylarıyla günümüze taşıyor. Koleksiyonun ana motifi ise Çatalhöyük uygarlığının kral mühürlerinden
esintilerle karşımıza çıkıyor.
Bu emsalsiz ve krallara özgü desenler, günümüzün modern
krallarına özel olarak tasarlanarak Damat koleksiyonunda yeniden
hayat buluyor...
TWEEN
...Uğruna Savaşmak
Tween 2011 İlkbahar Yaz koleksiyonu kalıplaşmış kurallara
meydan okuyarak genç jenerasyonun zengin ve yenilikçi bakış açısıyla kendini besliyor; “Tutku uğruna savaşmaya değer, fakat bazıları için box sanatı sadece bir motivasyondur” sloganı ile yola çıkan
ve herkesin uğruna savaşmaya değer bir şeyler bulacağı yaratıcı ve
benzersiz bir koleksiyonla dünya erkek modasındaki yerini alıyor.
30’lu ve 40’lı yılların asi, rahat ve kendine güvenen ünlü boksörlerinden ilham alan koleksiyon, sartorial dikim tekniklerini günlük
hayata taşıyarak, hafif pamuklu kumaşlar ve kendine özgü desenleriyle beraber koleksiyonun temelini oluşturuyor.
Şehirli, şık, dinamik ve kendine güvenen bir duruşa sahip salaş siluetlerin yanı sıra zengin detaylar ile tasarlanmış ürünler; %100
pamuk, keten ve deri gibi natürel malzemeler doğadaki zengin
renklerle birleşerek Tween 2011 İlkbahar Yaz
koleksiyonunu
oluşturuyor. Tween koleksiyonu geçmişten günümüze kadar varolan
değerleri yeni kalıplar, farklı formlar ve en önemlisi kolay giyilebilir
ürünlerle harmanlayarak erkek moda dünyasına yeni bir yorum getiriyor. Yıkanmış görünümlü sade ve şık ceketler, denim süslemeli
gömlekler %100 pamuk veya ipek ince trikolar, doğal işlemlerden
geçirilmiş deri aksesuarlar sezonun anahtar ürünleri; kruvaze ceketler ve denim detaylar ise sezonun öne çıkan ürünleri...
Göz alıcı desenler ve buğulu renkler ise Tween 2011 yazının en
çarpıcı detayları…
İlkbahar Yaz 2011 koleksiyonunda 30’lu ve 40’lı yıllardaki ‘’asi
ve tutkulu boksör’’ yaşamından ilham alan Tween, karma oluşturduğu doğu ve batı kültürleri ile özgün tasarımlarını, inovatif kumaşları
ve yüksek kaliteyi birleştirerek gece ve gündüz giyilebilecek otantik
ve sade bir koleksiyon yarattı…
moda
Backstage’in özel koleksiyonun çekimleri Londra moda dünyasının önemli isimlerinin bir araya getirdi. 30’ lu ve 40’ lı yıllardaki
“asi ve tutkulu boksör” yaşamının yansımalarını taşıyan çekim 2 gün
sürdü. Farklı çekimlerin birada kullanıldığı görseller siyah beyaz ve
renkli olarak iki farklı temada oluşturuldu.
Londra ve Newyork da büyük markalarında kampanyalarında
modellik yapan Louis & Claude Simonon kardeşler Tween 2011 İlkbahar/Yaz koleksiyonunun yeni yüzü.
Stanley Kubrick belgesel film karelerinden esinlenen fotoğrafçı Marcus Ross direktörlüğünde yapılan çekimlerin stil danışmanlığını Güneş Güner Işık ve stylist Mark Anthony gerçekleştirdi.
ADV
Kent yaşamından kaçıp, tropik adalara yelken açmak...
ADV erkeği İlkbahar Yaz 2011 sezonunda tropik renkleri, geometrik kesimleri, fonksiyonel ve rahat formlar dışında rahatlığın ön
planda olduğu salaş şıklığı tercih ediyor. Salaş şık trendi göz önünde bulundurularak tasarlanan ADV koleksiyonunda her ürün sıra dışı
detaylar ve farklı yıkamalar ile hazırlandı.
Tropik ada yaşamından esinlenerek tasarlanan “yaprak deseni” farklı yıkama ve boyama teknikleriyle kullanılarak koleksiyonun en
hit ürünlerine taşındı. Florasan renkler, mont-trench arası fonksiyonel
ceketler, parça boya pikeler sezonun vazgeçilmezleri.
Yıkamalı, ütü gerektirmeyen kumaşlardan üretilen pantolonlar
denim ve süet detaylarla harmanlanarak 2011 yazına salaş-şık bir
yorum katıyor. Sezonun öne çıkan kumaş seçimleri organik pamuk
ve denim birleşimli yıkamalı kumaşlardan oluşuyor.
Toprak tonlarının içine gök mavisi, mint ve indigo renklerini katarak vazgeçilmez günlük giysiler oluşturulurken, enerji dolu post-it
renklerinde plaj ve hafta sonu giysileri oluşturuldu.
Sezonun canlı renkleriyle beraber farklı kullanılan yıkamalar ve
boyamalar sportif giyimden vazgeçmeyen erkekler için sezonun hitlerini oluşturuyor.
Şık, dinamik ve rahat siluetlerin yanı sıra detayları özenle tasarlanmış ürünler; denim ile birlikte kullanılarak gömlek, ceket ve
pantolonlarda sadece ürünsel olarak değil dekoratif olarak da koleksiyonun içinde yer alıyor.
marka kişiler
Ali GÖLÜKCÜ
Süleyman
Orakçıoğlu'ndan
Başarıya
Giden
Yol...
Tekstil ve Konfeksiyon devi olan,
Orka Grup Başkanı
Süleyman Orakçıoğlu ile
geçmişini ve bugünlerini
konuştuk...
İş dünyasında basamakları ağır adımlarla tırmanıp zirveye oturmak… Ardı ardına
başarı öyküleri yazarak ilerlemek…
Doğru zamanda doğru adımları atmak için ne kadar öngörülü olmak gerek?
Ya da ne kadar planlı? Bir satranç oyunu
mudur yoksa hayat? Şahların vezirlerin kalelerin olduğu; piyonla başlanıp ama piyonla
son bulmayacak gösterişli bir oyun ve koca
bir hayat…
Süleyman Orakçıoğlu… Tekstil sektörünün Türkiye’den dünyaya açılan en önemli
yüzlerinden Orka Grubu’nun başındaki isim.
Modaya yön veren Damat Tween markasının yaratıcısı.
Başarının sırlarını öğrenmeye hazır
mısınız?
Osmanbey’de kardeşiniz Haldun Bey
ile iş dünyasına ilk adımlarınızı attığınızı ve
arkasından gelen başarıları az-çok biliyoruz.
Fakat biz biraz daha geriden alalım istiyoruz.
Nerede geçti çocukluğunuz. Nasıl bir çevrede büyüdünüz?
Her şeyden önce, biz de böyle çok
güllü bahçeler içinde büyümedik. İş hayatındakiler için, hani ağzınızda gümüş kaşıkla
doğanlar şeklinde değerlendirmeler yapılır.
Yani bizim öyle bir konumumuz yoktu. Yalnız
çok sevilen ve sayılan bir ailenin çocukları
olarak büyüdük. Özellikle, rahmetli baba-
mızın hem siyasi anlamda hem de iş dünyasında büyük bir itibarı vardı. Hatta en büyük sermaye o diyebiliriz. Babamdan önce
rahmetli dedemden başlamak lazım belki
de. Kendisi de nüfuzlu bir kişiymiş, kurucu
meclisini başkan yardımcısıymış. Rahmetli
babam da, Demokrat Parti, Adalet Partisi
derken siyasetin içerisinde uzun yıllar yer almış bir insandı.
Gelmek istediğim nokta, çok önemli
olarak gördüğüm durum ailelerin çocuklara
sağladığı atmosfer. Bir meyvenin, bir sebzenin yetişmesi için bile iklimin uygun olması
lazım; aynı şekilde, ailelerin de çocuklara
sağladığı atmosfer çok önemli.
İş hayatında belki çok aktif değildik
ama ailelerimizin yönlendirmesiyle en azından çalışma konusunda teşvik ediliyorduk.
Hatta çalıştığımız yerlerdeki haftalığımızı ve
ücretimizi ailemizin verdiğini daha sonra öğreniyorduk. Bizim gibi çocukların ilgisini ve
merakını ödüllendirerek bir yöne çekmek,
bunu teşvik etmek bizim için son derece
önemliydi. Aynı zamanda burada kendi kazandığım paradan kendi bisikletimi, futbol
topumu almak gibi ödüller bence bir çocuğun kendi dünyasında önemli şeylerdi.
Sonra üniversite yılları?
Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okudum. Üniversitedeki öğrencilik
yıllarımda da ticari faaliyetlerime devam ettim. Arkadaşlarımıza çeşitli ürünler satarak
okul döneminde belirli bir birikim oluşmasını
sağladım. Bu birikim, iş hayatımın başlangıcında geldiğim İstanbul süreci için çok
önemliydi.
diliminde, öğrencilik yıllarınızda öğrendikleriniz ile iş hayatını bağdaştırmaya ve anlamlandırmaya çalışıyorsunuz ama çoğu zaman
bu dünyanın çok daha farklı olduğunu görüyorsunuz. Bu şekilde, yaklaşık 3-4 yıllık bir
deneyimden sonra, 1986 da kendi yerimizi
kurduk. Ben ilk etapta yalnızdım. 1989 yılında da kardeşim Halidun Orakçıoğlu’nun gelmesiyle birlikte biraz daha güçlendik ve çok
başarılı bir ikili olduk. Birbirimizi çok tamamlayan yönlerimiz var. Yani bu farklı özellikler
ve düşünme biçimleri çok yerde çatışma
olarak ortaya çıkabilirken, bizde bu tamamlayıcılık ve büyük bir sinerji olarak ortaya çıkıyor. Halidun Bey’in daha çok görsel ama
aynı zamanda farklı bir gözü var. Ürün tasarım ve üretim süreçlerinin bütün sorumluluğu
Halidun Bey’de. Öte yandan, işin tamamen
muhasebe yönetim ve pazarlama tarafında
da ben varım. Her iki taraf bir elmanın iki yarısı gibi birbirini tamamlıyor burada.
Kurumsal kimlik anlamında adımlar
atıldı sonrasında sanırım. Tween markasını
büyük bir girişimcilik ve cesaret örneği göstererek oluşturdunuz. Bu süreç nasıl gelişti?
Evet. Daha sonra takım çalışmasını
ön plana çıkararak ve profesyonel destekler
alarak kurumsal kimlik anlamında yukarı gittik. Bu çalışmalar neticesinde Tween markası 92-93 gibi doğdu.
Hatta bu noktada, kendi aramızda anlattığımız şöyle bir anektod var. Diyoruz ki;
Damat markası Süleymaniye doğumevinde
doğdu, fakat Tween markası Amerikan hastanesinde doğdu.
Şirketinizin markalaşma sürecinde ilham aldığınız kişi veya kurumlar var mıydı?
Damat markasının doğuşu nasıl oldu?
1980’lerde İstanbul’a geldim. Başlangıç aşamasında belki direk iş hayatının
içerisinde değildim ama gözlemci olarak bir
takım şeyleri İstanbul’da gördüm. Bu zaman
İlk kuruluş ve büyüme dönemlerinde,
farklı markaların hoşumuza giden yönlerini kendi fikirlerimizle yoğuruyorduk. İtalyan
markaları, İngiliz markaları ve zaman zaman
da Fransız markaları üzerinde çalışıyorduk.
Şu anda gördüğünüz şey nasıl bir kombinasyonla ortaya çıkmış derseniz, şöyle özetleyebilirim; İtalyanlar daha fazla cıvıltıyı ve
enerjiyi seviyorlar. İngilizlere bakıyorsunuz,
İngilizler daha sade fakat özellikle vücut hatlarını ön plana çıkaran, daha ince, daha zarif
göstermesi amacıyla daha fit kalıplar tercih
ediyorlar. Bunları biz birleştirdik diyebiliriz.
Her ikisinden de çok fazla etkilenmeden
biraz daha kendimize özgü bir konseptle
ortaya çıktık. Buraya bakıyoruz, geçmişe
giderek 3000 yıllık, 5000 yıllık Anadolu motifini işlemeye çalışıyoruz. Kendi topraklarımıza baktığımız zaman, birbirinden ilginç
malzemeler, yaşam stilinde kullanmak üzere
kullanılabilecek metalar bulabiliyoruz. Örneğin, Anadolu’daki kral mührü, aynı şekilde
maskulenliğin ilk simgesi olan koç boynuzu.
Tabi, bu noktada kullandığınız sembolün,
figürün ya da tasarımda kullanılan farklı bir
takım malzemelerin felsefesi ve hikâyesi ile
çalışmalarımızda kullanılmasını sağlıyoruz.
Güçlü bir hikâyesi olmayan hiçbir şey dikkat
çekmiyor çünkü.
Bunun yanı sıra, son on senedir çok
profesyonel ekipler ve uluslararası ajanslar
ile çalışıyoruz.
Sadık bir müşteri kitleniz var. Günümüzde firmaların en çok önem verdiği şey
aslında müşteri sadakati. Siz bunu nasıl başardınız ve bunu devam ettirmek için ne gibi
çalışmalarınız var?
Tamamen özgün olmak, farklı olmak
bunun anahtarı. Yani ortaya koyduğumuz
çalışmaların tümünün içinde bu var.
Şirketinizin geldiği noktayı daha önce
tasarlamış ve bu denli büyümeyi hedeflemiş
miydiniz? Gelecekte markanızı nerede görüyorsunuz?
Tabii ki amaç her zaman, her şeyin en
iyisini yapmaktı. Türkiye kolay bir ülke değil,
zor engebeli bir arazi. Elinizde olmayan veya
marka kişiler
inisiyatifinizde gelişmeyen bir çok olayla
karşılaşabiliyorsunuz. Krizler çıkabiliyor, bir
takım sosyal olayları yaşayabiliyorsunuz.
Ülkede bir rutin söz konusu değil. Yani Avrupalıya göre standart %3-%5 büyüme yakalarsanız başarırsınız. Bizde ise ya %30
küçülme vardır, ya da %50 büyüme vardır.
Bizim başarımız işte bu kriz dönemlerini iyi
değerlendirmek oldu. Kriz dönemlerinden
güçlenerek çıktık. Hem 2001 krizinden,
hem de 2009 krizinden %50’lik bir büyüme
ile çıktık. Her iki krizde de ciddi bir büyüme
gerçekleştirdik.
Markanızın geleceğini nerede görüyorsunuz derseniz, artık öyle bir noktaya geliyorsunuz ki marka sizin olmuyor. Yanımızda
çalışan binin üzerinde arkadaş var. Bu markanın ruhunu oluşturan bu arkadaşların, bu
ekibin morali, motivasyonu ve enerjisi zaten
markayı daha üst noktalara taşıyabiliyor.
Uluslararası arenada Damat ve Tween
markalarının konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz, daha da güçlendirmek için yaptığınız çalışmalardan söz eder misiniz?
Bana göre gelecekte bizim markamız
dünya markaları arasında en fazla konuşulan markalardan biri olacak ki biz bunu görüyoruz.
Şu anda London Fashion Week’te
kapanış defilesini yapmak, London School
Academy master öğrencileriyle ortak proje
yapmak, dünya celebritylerinin birçoğunu
giyindirmek ve onların satın aldığı bir marka
haline gelmek attığımız adımlardan birkaçı.
Örneğin GQ Style dergisinin yayın
yönetmeni ve tasarımcı David Bradshow ile
çalıştık. David Bradshow geçen yıllara kadar Prada’nın yöneticisiydi ve aynı zamanda yükselme döneminde Prada’yı Prada
yapanlardan biri olarak değerlendiriliyordu.
Biz David’le çalışmaya aslında Hüseyin
Çağlayan’ın tavsiyesi ile başladık. Ama o
tavsiye üzerine çalışmaya başladıktan sonra kendimizi ifade etmek ve kabul ettirmek
konusunda oldukça zorlandık. Çünkü onlar
da bu dünyada bu işin major playerı, yani
çalıştıkları firmalar kendi kariyerleri için özellikle çok önemli. Bu nedenle başlangıçta
bir çekingenlik gösterdiler, ikna etmek
biraz zor oldu. Hatta
bana şöyle bile dediler “Bir İtalyan ya
da bir İngiliz neden
bir Türk markasından alışveriş yapsın?”. Yani nedir bu
falan şeklinde bir
değerlendirmeleri
olmuştu. Ama inanın daha sonra bizden daha çok markayı sahiplendiler ve
hatta David’le 3 yıl
çalıştıktan sonra 2
yıl ara verdik, sonrasında bu hafta bizim
London
Fashion
Week’deki kapanış
defilemizde tamamen yine stil danışmanlığını kendi isteyerek yapıyor. Yani markayı bu
kadar sahiplenmiş durumda.
ORKA Group bünyesinde direk olarak
sektörünüzle alakalı ve markanıza hizmet
amaçlı kurulmuş şirketlerden haberdarız.
Tekstil dışında bir sektöre de ilgi duyuyor
musunuz? Farklı sektörlerde yer aldınız mı
veya almayı düşünüyor musunuz?
Ortek var. Orka Teknoloji ile modaevinizde.com adlı e-ticarete yöneldiğimiz bir
sitemiz var. Orenerji firmamız ile rüzgâr enerjisiyle ilgili yatırımlar noktasında çalışmalar
yapıyoruz. Red iletişim-görsel hizmetler var.
Bize mağaza içi düzenlemeleri ve mimari düzenlemeler noktasında hizmet veriyor.
Bunların dışında Orka Pazarlama var; Orka
Tekstil Ticaret Turizm A.Ş var. Ve son olarak
Orka Gıda ve Hayvancılık şirketi var. Tarım ve
hayvancılık konusunda da bir araştırma süreci içerisindeyiz. Bu doğrultuda Giresun’da
çeşitli üretim yatırımlarımız var.
Türkiye’nin şu anki ekonomik gidişatını, özellikle kriz dönemlerinde en çok yarayı
alan moda sektörü etrafında değerlendirir
misiniz?
Özellikle belli dönemlerde tekstil sektörü biraz göz ardı edildi. Sadece siyasette bürokraside değil finans sektöründe de
böyle bir düşünce vardı. Sanki az gelişmiş
ülkelerin belli bir süre kullandığı bir sektör
ve özellikle tamamen innovasyon gerektiren
sektörlere geçiş için gerekli olan bir sektör
tanımlaması vardı. Bu yanlış algılar iki tane
farklı sonuç doğurdu; birincisi sektör böyle
bir yanlış algıyı ortadan kaldırmak için çok
daha büyük bir çaba gösterdi, bazı arkadaşlarımız da oyundan çekildi. Ama kalanlar
için özellikle son bir kaç yıldır sektörün hem
tasarım hem de imaj anlamında ne kadar
büyük bir gelişme sağladığı apaçık herkes
tarafından görülmeye başlandı. Daha önce
tekstil, hazır giyim endüstrisi olarak değer-
marka kişiler
lendiriliyordu ama şimdi moda endüstrisi
olarak değerlendiriliyor. Daha önce sadece üretim endüstrisi olarak adlandırılıyordu
ama şimdi tasarım endüstrisi var bir tasarım
ekonomisi var. Tabi ki dünyada yaşananlar
da bu gelişmeleri ortaya koymamıza neden
oldu.
Moda perakendeciliği diye bir kavram
var ve bu kavrama göre baktığımız zaman
sadece markalaşma yönünde değil moda
perakendeciliğinde de çok başarılı firmalarımız var. Yurtiçinde ve yurtdışında bu firmaların her birinin yaptığı çalışmalar ister istemez
algıyı da olumlu şekilde etkiliyor. Karşınızda
yarattığınız algı çok önemli, istediğiniz kadar
ben buyum deyin nasıl bir algı yaratırsanız
o şekilde değerlendiriliyorsunuz. Bu algı da
yavaş yavaş olumlu yönde gitmeye başladı.
Sporu seven bir işadamı olduğunuz
biliniyor. Futbolu uzun yıllar oynadınız, lise ve
üniversite de basketbol takımlarında yer aldınız. İş yaşamıyla beraber kayak, yüzme ve
tenis geldi. Özellikle disiplin ve istikrar açısından sporun iş yaşamınıza katkısı oldu mu?
Spora özellikle zaman ayırmaya çalışıyorum. Bir gün spor yapmasam ertesi gün
mutlaka spor yapmaya çalışıyorum. Bunun
dışında, yüzme, kayak gibi bireysel sporları
da oldukça seviyorum. Bu aktivitelerin, fiziksel anlamda çok ciddi faydasını görüyorum.
Takım sporları yapmanın ekip ruhunun
önemini anlamak noktasında katkıları oldu
mesela. Yani ne kadar iyi bir kaleci olursanız
olun tek başınıza mucize yaratamıyorsunuz.
Hiçbir başarı tesadüf değil, ama hiçbir başarı mucize de değil. Tabii ki, burada liderin
de koçun da işte aynen futbolda olduğu gibi
basketbolda olduğu gibi elindeki ekibin kapasitesini ve özelliklerini çok iyi bilip doğru
organizasyonu kurması ve tüm ekibin motivasyonunu doğru yönlendirmesi önemli.
Spor yaşantım benim için bunları algılamama yardımcı oldu diyebilirim.
Küçük bir dükkândan bir dünya markasına geçişte en büyük sermayem enerji ve
motivasyondu” diyorsunuz. Bunu sizi örnek
alan genç girişimciler için biraz açıklayabilir
misiniz?
Mimar Sinan Üniversitesi’nde de akademisyenlik yapıyorum 7 dönemdir. Oradaki
öğrencilerime de aktarmaya çalıştığım bir
şey var. Teori ile pratiğin mutlaka kendi içinde birbirlerini dengelemesi gerekiyor. Kitaplardaki projelerde, yani teoride çok iyi olmamız gerekiyor ve işte burada da üniversitede
bunların eğitimini en üst düzeyde alıyorsunuz. Bu işin uygulamada da başarısının
olabilmesi için mutlaka pratiği de yaşamak
gerekiyor. Bazen çocuklar ya uygulamayı
küçümsüyorlar ya da uygulamadaki aşamalardan geçişte bir çekingenlik yaşıyorlar.
Hiç gözlerinde büyütmelerine gerek yok;
mutlaka her şeyin bir ilki var, bir başlangıç
noktası var. O başlangıç noktasını çok geciktirmenin bir anlamı yok. Ne kadar çok iş
hayatının içerisinde yer alırlarsa, o kadar büyük avantaj sağlıyorlar. Mutlaka aktif olarak
çalışmaları, iyi bir performans göstermeleri
ya da iyi bir görev
almaları gerekli değil. Gözlemci olarak
bile bir yerlerde belirli bir süre vakit geçirmelerinin olayları
değerlendirebilme
ve kendilerine yön
çizme konusunda
çok büyük bir katkısı olacaktır.
Genç girişimciler için en önemli
öneriniz ne olur?
Burada da iki
tane rota var. Kendi
işini kurmak isteyenler ya da iyi bir görev almak isteyenler
olabilir. İyi noktalara gelmek isteyenler için
bir önceki soruda yansıttığım teori ve pratiği aynı potada eritmeleri gerektiğidir. Kendi
işini kurmak isteyenler için ise şunu söyleyeyim; bence çok aceleci davranmasınlar.
Çünkü artık dünyada bilgi ulaşılmaz değil.
Her şeye ulaşmak mümkün ama bunu doğru kullanabilmek daha önemli. Bu noktada,
biraz daha akıl gücünü kullanmak önemli.
Yine zaman zaman duyuyorum çocuklardan; denedim olmadı hocam işte görmüyor
musunuz diye.
Pesimistlik girişimciliğim doğasına
aykırı. Girişimciliğin tanımında şöyle bir şey
var, yaşadığı başarısızlıklardan bile en azından bir ders çıkarıp tekrar girişme cesaretini
gösterene girişimci denir. Yani bir önceki girişimi, kötü bir deneyim yani bir başarısızlık
bile olsa, onu bir avantaj olarak görüp tekrar
denediğiniz zaman, bu yanlışı bir daha yapmam düşüncesiyle hareket etmesi bence
bir girişimcinin öncelikli olarak kendi kendine aşılaması gereken bir konu.
kişiliğiniz... yaşantınız...
hırslarınız... hedefleriniz...
amaçlarınız...
aslında işe dair tüm kimliğiniz,
hepsi bu masada..
iş yemeği
Burcu YAZGAN
tadınıza uygun lezzetler seçildiyse ya da
tercih size bırakıldıysa biliniz ki şanslı gününüzdesiniz. Alkol kullanımı için de davet
edenin tercihi beklenmeli. Ama bir taneden
fazla içmemekte ve sigara kullanmamakta
her zaman fayda var.
Bu masada önemli olan
yemek değil,
sizin iletişim becerinizdir.
Ev sahibinin ikinci önemli görevi ise giriş konuşmasını yapmak. Konuşulması gereken konuların yemek için planlanan vakitte
ele alınması için her iki tarafında açık ve net
olması gerekir. Bu arada davete başkaları
da davetliyse ev sahibinin vakit kaybetmeden tanıştırması oturma düzenini sağlaması gerekir. Ve elbette hesabı ödemek davet
edenin asli görevlerinden biri.
Uyumlu ve abartısız giyinmek, yemeğe geç kalmamak, cep telefonunu kapalı
tutmak, kaşık, bıçak ve çatalı doğru kullanmak, ağzınızda yemek varken konuşmamak
ve göz temasından kaçınmamak ise küçük
ama atlanmaması gereken önemli kurallar.
İş yemeklerini korkulu bir rüya olarak
mı, yoksa verimli bir zaman dilimi olarak mı
görüyorsunuz?
Yurtdışından misafirleriniz geliyor. Sizin için çok önemli bir kapıyı açacak bu özel
misafirleri nerede ağırlamak istersiniz? Ofisinizin resmi ortamında mı yoksa şık bir restoranın rahatlığında ve estetiğinde mi?
Günümüzde iş yemekleri günlük rutinin bir parçası haline geldi. Yöneticiler işe
alacakları elemanı seçerken de, herhangi bir
ortaklık anlaşmasını görüşecekleri zamanda
iş yemeğini tercih ediyorlar. Önemi git gide
daha çok kavranan iş yemekleri kariyer ve
eğitim şirketlerinin de üzerine yoğunlaştığı bir
alan. Bir yanda konu üzerine makaleler yazılırken diğer tarafta seminerler, konferanslar
düzenleniyor. Ne giyilmesi gerektiğinden,
nasıl davranılacağına, ne konuşulacağından
neler yenileceğine her biri dikkate değer bir
araştırma konusu ve bir iş yemeğinden başarıyla kalkmanın en etkili formülleri.
Anlayacağınız artık kaçış yok. Peki,
nedir bu işin altın kuralları, adab-ı muaşereti?
Lezzetli bir yemek eşliğinde toplantı
yapmak elbette daha keyiflidir ama unutmamanız gereken en öncelikli şey bu masada
önemli olanın yemek değil sizin iletişim kabiliyetiniz olduğu. Kendinize olan özgüveninizle sınavın en zor sorusunu cevaplamış
olursunuz.
İş yemeklerinde davet edenle davet
edilen için farklı roller biçilmiş. Biri ev sahibi, diğeri misafir sayılıyor. Daveti yapanın ilk
görevi mekânı ve yemeği seçmek. Damak
Garsonun sipariş almak için menüye
baktıktan sonra kapatmanızı bekleyeceğini,
masadan kalkmanız gerekirse, peçetenizi
sandalyenin üstüne bırakacağınızı, yemeğin
önce misafire servis edileceğini, çatal, kaşık
ve bıçağı kullandığınızda bir daha masaya
değmemesi gerektiğini ve yemekten sonra
sonuç ne olursa olsun teşekkür notu göndermeyi unutmayın!
Son olarak iş yemeği konusunda bir
şehir efsanesi; Ünlü bir işadamı işe alacağı
elemanı yemeğe davet eder. İstenilen zamanda bir araya gelinir, siparişler verilir, her
şey iyi gitmektedir. Ancak yemekler geldiği
sırada her şey değişir. İşe alınması düşünülen eleman yemeğin tadına bakmadan tuz
atar. Bunun kişinin önyargılı olduğuna işaret
sayan patron ise kişiyi işe almaktan vazgeçer.
Doğru mudur değil midir bilinmez.
Ama siz siz olun yemeğin tadına bakmadan
baharat kullanmayın!
sportif
Mehmet YILMAZ
Futbol Extra Dergisi Yazarı
Para peşin,
yuvarlak meşin,
Kombine Bilet...
Kombine bilet satışı ile
kulüpler hasılat sıkıntısını
epey hafifletmiş oluyorlar.
Çünkü hizmet peşinen satılıyor ve
bu da garanti taraftar
anlamına geliyor.
Endüstriyel futbol da denilen bir kavram var artık. Paranın sadece futbolcu değil
müşteri kılıfına sokulan taraftar dünyasında
da geniş bir yer bulması olarak tarif edebiliriz. Bu modern futbolun vazgeçilmezleri
arasında yer alan uygulamalardan birisi de;
kombine biletlerdir. İyi de nedir şu kombine
hadisesi? Niçin bu kadar önemlidir?
bizde de kombine kültürü oturmaya başladı.
Üç İstanbullunun yanı sıra Bursa gibi futbol
kültürü olan şehirlerde de kombine uygulaması Almanya’daki kadar asla olmamakla
birlikte tuttu.
Bundan on sene evvel Bundesliga ile
ilgili bir haber çıkmıştı medyamızda. Buna
göre Bayern’in bütün kombineleri satılmıştı
ve lig maçı için bilet satışı yapılmayacaktı. Yani, bizdeki gibi bir pazar sabahı evde
maaile kahvaltı yaparken bir baba oğluna;
“hadi bu akşam maça gidelim!” diyemeyecekti. O cümleyi kurabilmek için ta temmuz
ayında kombine alması gerekecekti. “Ya bu
nasıl iştir?” demeye kalmadan yavaş yavaş
Aslında kombine bilet uygulaması ülkemizde çok da yeni değil. Seksenli yıllarda
bu uygulama bazı kulüplerde başlatılmıştı.
Doksanlı yıllar da kombine satışlarının olduğu ama bir türlü istenen (tabii kulüp yönetimlerince) seviyeye gelmediği dönemlerdi.
Ancak yeni bin yıl futbola dair olumlu ya da
olumsuz pek çok konuda olduğu gibi kombinede de Batılı örneklere yaklaşıldığı yıllar
oldu.
Niçin Kombine Bilet?
Kombine satışı ile kulüpler hasılat sıkıntısını epey hafifletmiş oluyorlar. Çünkü
hizmet peşinen satılıyor ve bu da garanti taraftar anlamına geliyor. Öyle ki bizim klasik
“parasını verdim; sonuna kadar kullanayım”
felsefemizden ötürü maça gidemeyen bir
taraftar yerine mutlaka birisini yolluyor. Böylece stadın doluluk oranı muhafaza ediliyor.
Taraftar açısından bakıldığında ise kombine
sahibi olmak iyi bir sosyal statü manasına
geliyor. Velev ki, kale arkası bile olsa. Çok
kritik bir maç da binlerce insan bilet bulamazken sizin içeride olmanız elbette ki bir
gurur kaynağı oluyor. Ayrıca kombinesi olan
bir taraftar bütün hayatını takımının lig fikstürüne göre ayarlıyor. Tatile gidecekse ona
göre; misafir ağırlayacaksa ona göre… Böylece maç günü ayrı bir tören haline geliyor;
kendince planı programı olan.
Türkiye’nin Kendine Has Kombine
Kuralları
Peki, kombine bilet uygulamasının
bize özgü uyarlamaları yok mu? Yani, gerçekten de Batıdaki emsallerine uygun mu
yoksa burası Türkiye, kaidesi yine işliyor
mu? Özellikle aktif taraftar gruplarının bulunduğu tribünden kombine almışsanız biletinizde yazan numaranın hiçbir ehemmiyeti
yoktur. Çünkü orası sıkı bir taraftarca çoktan
istimlâk edilmiştir ve sizin “ama burası benim yerim!” cümlenizin “taraftarız biz çekeriz
cefa…” sloganının yanında lafı bile olamaz.
Yine birkaç istisna hariç hemen bütün statlarda bir kombineyle 10-15 kişi içeri girebilirsiniz. Zira, kombine barkodunu okuyan cihaz tekrar okumaları pek önemsemez. İçeri
giren bir taraftar aşağıda bekleyen arkadaşına kombinesini atar ve o da rahatlıkla içeri
duhul edebilir yani. Tabii bir de stadyumların
konforu ve verilen hizmetin kalitesi de ayrı bir
konudur ama neticede asıl olan takımımızın
alacağı üç puan olacağı için bunu pek kimse önemsemez.
Türkiye’de ise durum yine bize özgüdür. Zira söz gelimi Fenerbahçe’nin Maraton
tribününden alacağınız tek maçlık bir bile-
tin ücreti, çoğu Anadolu takımının sezonluk
kombinesine eş değer olabilir.
Batılı Ülkelerde Bir Gelenek
Avrupa ülkelerine baktığımızda kombine satışının çok yüksek oranlarda olduğunu görürüz. Özellikle Almanya, İspanya ve
İngiltere’de sistem tam olarak oturmuştur.
Mesela Bundesliga maçlarını hatırlarsak,
statların tamamına yakınının dolu olduğunu
görebiliriz. Yine Napoli’nin Serie C yılları da
dahil ortalama 50.000 kişiye oynamasının
arka planındaki etmenlerden birisi de kombine satışının çok fazla olmasıdır.
Yine de son söz olarak şunu söyleyebiliriz. Taraftarlık çok değişik bir histir; izahı
zordur ve bir nevi aşktır. Bilet fiyatı ne olursa
olsun, o formayı giymiş adamları canlı seyretmenin, gol diye ayağa fırlamanın, bazen
sevinçten bazen hüzünden gözyaşı dökmenin bedelini ödemek için fedakârlık yapacak
on binler her daim bulunuyor. İşte bunu iyi
bilen yöneticiler de kombineden formaya
kadar pek çok konuda duygu sömürüsü yapabiliyorlar.
Haydi bakalım; maça maça maça!..
SATIŞ RAKAMLARI:
Türkiye- Spor Toto Süper Lig’deki Kombine
Satış Rakamları
Fenerbahçe – 20.000 Adet
Beşiktaş – 13.700 Adet
Galatasaray – 11.700 Adet
Trabzonspor – 9.500 Adet
İngiltere-Premier Lig’deki Kombine Satış
Rakamları
Manchester United – 51.800 Adet
Manchester City – 48.500 Adet
Everton – 25.000 Adet
Blackpool – 12.000 Adet
Almanya-Bundesliga’daki Kombine Satış
Rakamları
Borussia Dortmund – 51.500 Adet
Schalke – 42.000 Adet
Bayern Munich – 37.600 Adet
teknoloji
Blu-ray,
Yüksek
çözünüm...
Ne (HD) ne (Blu-ray) tek isteğimiz yüksek çözünürlükte bir film izlemek…
Öncelikle şu HD - Blu-ray savaşının
ne olduğu kısaca anlatmak gerekiyor ki nedir bu neden hep karşımıza bu iki isim çıkıyor demeyelim. Her şey 1969 yılında Panasonic firması tarafından geliştirilen lezer
disk ile başladı. Bu disk için Sony ile ortak
bir çalışma yapan Panasonic 79 yılında ilk
CD’yi geliştirdi. 1990 yılında ise MMCD yani
Multı Media Compac Disc’i yine bu iki firma
geliştirdi ama işler umdukları gibi gitmedi.
Toshiba Super Density (SD) ile karşılarına
çıktı ve tüm beklentiler suya düştü. IBM’in
ara buculuğu ile bu firmalar anlaştı ve DVD
formatı üzerinde çalışmaya karar verildi. Ta
ki Sony’nin yeniden The Professional Disc
for DATA teknolojisi ile sahneye çıkmasına
kadar. Sistem optik disk teknolojisi üzerine
dayalıydı ve adı Blu-ray’dı. Yine sular duruldu derken Toshiba Advanced Optical Disk
yani HD-DVD ile ortalığı karıştır. Sonuç ne
oldu şimdilik Blu-ray kazandı gibi görülüyor
hemen hemen bütün büyük yapımcı firmalar
yeni ürünlerini Blu Ray discler üzerinde yayınlayacağını duyurdu. Bu firmalar arasında
Warner Bros’dan New Line kadar bütün ya-
pımcı firmalar yer alıyor. Hal böyleyken bizde piyasada ki Blu-ray DVD çalıcılara bir göz
atalım dedik ve alternatifleriyle birlikte küçük
bir araştırma yaptık.
Samsung BD P1000 Blu Ray
HDTV uyumlu dünyanın ilk Blu-ray
disk çaları ünvanlı Samsung BDP1000
1080p çözünürlük desteği ile en iyiler arasında. BD-P1000, kullanıcının evinde var
olan televizyonları Blu-ray disk çalarla kolayca ilişkilendirebilmek için dijital audio/video
ara yüzünü tek bir kabloyla tamamen destekleyen yüksek çözünürlüklü multimedya
arayüzü (HDMI) çıkışı içeriyor. 10 farklı bellek kartını da okuyabilme özelliği ve Dolby
Digital, DTS teknolojileri barındırıyor olması
da Samsung’un neden iyiler arasında olduğu kanıtlıyor.
Samsung BD P1000
Blu-ray disklerin yüksek depolama
kapasitesi, Samsung BD-P1000 kullanıcısına tek katmanlı disklerde 25 GB içerik (çift
katmanlılarda 50 GB) kullanabilme imkanı
veriyor. Bu da geleneksel DVD’lerin yaklaşık altı katı depolama hacmi veya iki saatlik
yüksek çözünürlüklü film için yeterli boş alan
anlamına geliyor.
Panasonic DMP-BD10 Blu Ray
Panasonic’de Blu-ray teknolojisinin
gelişimde önemli rol oynayan öncü firmalardan. DMP-BD10 modeli ile diğer ev sineması ekipmanları ile senkronize çalışarak mükemmel bir sine keyfi yaşamanızı sağlıyor.
Bu sistem, Panasonic Blu-ray Ev Sineması
bileşenlerinin tümünün entegre halde tek
tuşla kullanımına olanak sağlıyor. Üstelik receiver (alıcı) ve Blu-ray disk oynatıcı bileşenleri görsel olarak da hoparlör ve plazma TV
ekranlarını tamamlayacak şekilde tasarımlanmış. Standart DVD ve CD’leri de 1080P
çözünürlük değerine ulaştırarak daha yüksek kalitede görüntü sunabilen DMP-BD10,
filmlerdeki hareketli sahneleri akıcı bir biçimde gösterebiliyor.
Sony BDP S300 - 1700 HDDVD
Panasonic DMP-BD10
Samsung BD P1000
Blu-ray teknolojisinin yaratıcısı konumunda olan Sony’nın İlk önce Avrupa’da
daha sonra ülkemizde de satışa sunduğu
BDP-S300 modeli üst seviye olarak nitelendiriliyor. Blu-ray çalarların en fazla eleştirilen
özelliklerinden birisi olan fiyatı ile ilgili homurtular bu modeller için tekrar yükselecek
gibi görünüyor. Cihazın fiyatını bir yana bırakarak teknik özelliklerine bakarsak 1080p
ve 24p True Cinema desteği ile gelen cihaz x.v.Color standardını destekliyor. Cihaz
HDMI desteği ve dâhili Dolby Digital Plus
özelliği de bulunuyor.
teknoloji
Şifre Seçimi
Yaparken...
Şifre seçimi ve kullanımı konusunda ipuçları ...
Şifrelerin Seçilmesi
Gün geçtikçe teknoloji ve internet gelişmekte ve bu beraberinde bir
takım problemleri de getirmektedir.
Yabancıların bilgisayarlara erişmesi,
bu problemlerin en başında gelmektedir. Bu amaçla bazı önlemler alınmaya çalışılmıştır. Şifre(password)ler
bu önlemlerden bir tanesidir, belki de
en önemlisidir. Belli yerlere konan şifrelerle yabancı kişilerin erişimi engellenmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen
şifre engeli de bazen aşılabilmektedir.
Bir takım programlarla şifreler tahmin
edilebilmektedir.
Kötü Şifreler
Kötü bir şifre kolaylıkla tahmin
edilebilen bir şifredir. Bazı şifre çözücü programlar alfabedeki bütün karakterleri kullanarak, deneme yanılma
yoluyla şifre çözerken; bazıları da genel şifreleri içeren bir liste kullanırlar.
Modern bir normal PC bile güzel bir
şifre tahminleme programı ile binlerce
şifreyi bir günden az bir zamanda deneyebilir.
Popüler ve kötü bir şifre nasıl
olur? Bazı örnekler; isminiz, eşinizin
ismi veya anne ve babanızın ismi. Diğer kötü şifreler bu isimlerin tersten
yazılması veya bir rakam eklenmesi
şeklindedir. Kısa şifreler de kötü şifrelerdir, çünkü tahmin edilmesi daha
kolaydır. Bilgisayar isimleri ve benzeri
şifreler de kötü şifrelerdir. Gizli ve tahmin edilemez gibi görünse de aslında
oldukça yaygın kullanılmaktadır. Diğer
kötü seçimler telefon numaraları, en
çok beğenilen filmlerden kitaplardan
karakterler, yerel yerleşim yerleri, favori
içecekler ve ünlü bilim adamları gibi.
Bu isimlerin büyük harfle yazılı olanları
veya ters çevrilmiş olanları da pek iyi
değildir. “l” (küçük L) ile “1” i veya “E”
ile “3” ü değiştirmek, başa veya sona
bir rakam eklemek veya kelimelerin basit modifikasyonları da pek iyi değildir.
Kelimelerin yabancı dillere çevrilmesini
de iyi olarak nitelendiremeyiz. Birçok
farklı dil olmasına rağmen internetten
kolaylıkla herhangi bir dilde sözlük indirebiliriz. Örneğin unix de ...\finger ile.
Bazı sistemlerde kullanıcıların
kötü şifre seçmeleri engellenmeye
çalışılmaktadır. Örneğin hepsi büyük
veya küçük harf olan ve 6 karakterden
kısa olan veya kısa olup da içerisinde
alfabetik karakter haricinde karakter
içermeyen şifreler bazı sistemler tarafından kabul edilmemektedir.
Yapılan araştırmalarda birçok
sistemde şifresi accountı ile aynı olan
kullanıcılara rastlanmıştır. Bu tip accountlar “Joes“ olarak adlandırılmaktadır.
Joes accountları şifre kırıcılar tarafından kolaylıkla tahmin edilmektedir. Bu
nedenle bazı sistemlerde Joes accountlarına izin verilmemektedir. Buradan da bütün kullanıcıların listesinin
dış dünyaya açık olmasının ne kadar
yanlış olduğunu anlıyoruz.
İyi Şifreler
İyi şifreler kolaylıkla tahmin edilemeyen şifrelerdir. İyi şifreleri tahmin
etmek zordur çünkü : •Büyük ve küçük
harf içerirler •Noktalama işaretleri ve
rakamlar içerirler •Bazı kontrol karakterleri ve/veya boşluklar içerirler •Kolaylıkla hatırlanabilirler ve bu nedenle
bir yere not edilme ihtiyacı duymazlar
•Yedi, sekiz karakter uzunluğundadırlar. •Kolay ve hızlı yazılırlar; ve böylece
etraftan bakan birisi ne yazdığını anlayamaz.
İyi şifrelerin seçilmesi aslında
oldukça kolaydır. Bazı tavsiyeler; •İki
kısa kelime özel bir karakter veya bir
sayı ile birleştirilebilir. Örn: robot7benim •Size özel bir kısaltma yapabilirsiniz. Örn: bshKBBs (Bu Sınıftaki Hiç
Kimse Bisiklete Binmeyi Sevmez)
Bununla birlikte bu şifrelerin
hepsi kötü şifrelerdir, çünkü hepsi buraya yazıldı...
Şifre seçerken şunlardan sakının; •Sizin, eşinizin veya iş arkadaşınızın ismi •Çocuğunuzun veya ev hayvanınızın ismi •Yakın arkadaşlarınızın
isimleri •Çok beğenilen sanatçıların
isimleri •Patronunuzun ismi •Herhangi
birisinin ismi •Kullanmakta olduğunuz
işletim sisteminin ismi •Bilgisayarınızın
ismi •Telefon veya lisans numaranız
•Sosyal güvenlik numaranızın herhangi bir parçası •Herhangi birisinin
doğum tarihi •Sizin hakkınızda kolaylıkla bulunabilecek bir bilgi (adres
gibi) •Birtakım kalıplaşmış kelimeler (
wizard, gurup, gandalf...) •Bilgisayarınızdaki herhangi bir kullanıcının ismi
( büyük harfli, çift harfli, ...) •Yabancı
bir dildeki bir kelime •Yer isimleri gibi
özel isimler •Aynı harften oluşan bütün
şifreler •Basit harf düzenlerinden oluşan bütün şifre (qwerty gibi) •Yukarıda
listelenenlerin tersten yazılmış halleri
•Yukarıda listelenenlerin önüne veya
arkasına rakam eklenmiş halleri
Rakamlar, noktalama işaretleri
ve kontrol karakterlerinin kullanılmasıyla değişik şifre oluşturma olasılığı
önemli ölçüde artacak ve bununla birlikte şifrenin tahmin edilme olasılığı da
azalacaktır.
Eğer birkaç tane hesab (account)ınız varsa aynı şifreyi bütün
hesaplarda kullanabilirsiniz. Bu şekilde hatırlamanız da kolay olacaktır.
Fakat bu accountlardan birinin şifresi
öğrenildiğinde bütün accountlarınızın
şifreleri ortaya çıkmış olacaktır. Böyle
bir durumda temel bir şifre oluşturulur
ve her farklı makine için modifiye edilir.
Örneğin sizin temel şifreniz kxyzzy olsun. İsmi “athena” olan bir makinede
şifreniz kxyzzya olurken ismi “ems”
olan bir makinede şifreniz kxyzzye
olacaktır.
Unutulmaması gereken önemli bir nokta da şifrelerin herhangi bir
yere yazılmamasıdır. Sebep oldukça
basittir: Eğer şifrenizi bir yere yazarsanız, birisi onu bulabilir ve bilgisayarınıza kolaylıkla girebilir. Akılda tutulan bir
şifre yazılan bir şifreden her zaman için
daha iyidir. Örneğin şifresini cüzdanında bir yerde saklayan bir kişi cüzdanını
çaldırdığında cüzdanı çalan kişi kolaylıkla bilgisayara girebilir.
Eğer ki illa şifrenizi yazmanız
gerekiyorsa bazı şeylere dikkat edilmelidir: •Şifreyi bir yere yazdığınızda
onun şifre olduğunu yazmayın. •Aynı
kağıt parçasına hesap ismini , network
ismini veya bilgisayarın numarasını
yazmayın. •Şifreyi terminalin, klavyenin veya bilgisayarın herhangi bir
parçasına iliştirmeyin. •Şifreyi direk
yazmayın, onun yerine diğer karakterlerle veya bu karakterleri sizin kolayca
hatırlayabileceğiniz bir şekilde karıştırarak yazınız.
Şifre yazarken sakınılacak bir
takım şeyler: •Şifreyi düzenleme yapmadan online olarak kaydetmeyiniz.
(dosyaya, veri tabanına veya e-mail
mesajına) •Asla bir şifreyi başka bir
kullanıcıya email ile göndermeyiniz.
Örneğin birisi sistemde text dosyalarında ve email mesajlarında “şifre”
kelimesini aratarak şifreye erişebilir.
•Login şifreniz asla uygulama programlarınızın şifresi olmasın. Mesela
login şifreniz internete bağlanmak için
kullandığınız şifreyle aynı olmasın. Bu
uygulamalardaki şifreler bazı kişiler
tarafında kontrol edilebilir ve yanlış kişilerin eline geçebilir. •Aynı şifreyi farklı
organizasyonlar tarafından kullanılan
farklı bilgisayarlarda kullanmayınız. Bir
tanesi öğrenildiğinde bütün bilgisayarlara erişilebilir.
Kötü şifrelerin tehlikesini azaltmanın en etkili yolu geleneksel şifreleri kullanmamaktır. Onun yerine siteniz
tek seferlik şifreleri kullanmanıza olanak sağlayan yazılım veya donanımları
yükleyebilir. Tek seferlik şifreler sadece
bir kere kullanılan şifrelerdir.
Bir kullanıcı olarak size şifrelerin
bir listesi verilebilir. Makinenize her girişinizde bu şifrelerden bir tanesini kullanırsınız ve onu listeden silersiniz. Bir
sonraki girişinizde başka bir şifreyi kullanırsınız. Veya size bir kart verilebilir ve
her dakika bu karttaki numara değişir.
Veya taşıyabileceğiniz küçük bir hesap
makinesi verilebilir. Bilgisayara girmek
istediğinizde size bir numara verecektir. Bu numarayı ve kimlik numaranızı
hesap makinesine girdiğinizde bunun
sonucunda çıkan numarayı bilgisayarınıza girmek için kullanabilirsiniz.
Tek seferlik şifrelerin kullanılması geleneksel şifrelerin güvenlik açığını biraz daha kapatmaktadır ama ek
yazılım ve donanım gerektirmesi nedeniyle yaygın olarak kullanılmamaktadır.
Özetle;
Sisteminizi korumak için en temel ve önemli tavsiyeler şunlardır:
Mümkünse •Tek seferlik şifreler
kullanın. Değilse; •Her accountun ayrı
bir şifresi olmasını sağlayın. •Her kullanıcının güçlü, iyi bir şifre seçmesini
sağlayın. •Şifrenizi diğer kullanıcılara
veya herhangi birine söylemeyiniz.
FOTOKOPİ, OZALİT, BASKI, TASARIM VE CİLTLEME
İLE İLGİLİ HER TÜRLÜ İHTİYAÇLARINIZI BİRLİKTE ÇÖZELİM!
Altunizade Mah. Kısıklı Cad. No;48
Altunizade - İSTANBUL
Tel: (0 216) 474 91 94 - 474 92 06
Fax: )0 216) 474 09 05
GSM: (0 532) 442 80 04 - (0 542) 311 90 98
www.mavicopycenter.com
DİJİTAL FOTOKOPİ
TARAMA
CİTLEME
PVC LAMİNASYON
PLAN KOPYA
PLOTTER ÇİZİM/BASKI
POSTER / AFİŞ BASKI
BANNER
CD / DVD
FOTOBLOK / FOREX
GRAFİK ve
WEB TASARIM
ROLAND BAS-KES
KİŞİYE ÖZEL TASARIM ve BASKI
OFİS AKSESUARLARI
kitapçı
Osmanlının
Batı Yakası: Bosna
Bosna’yı seviyorum; öncelikle bunu söylemeliyim.
Hayatımda duyduğum ilk Boşnak ismi
Mirsad’dı. Mirsad Kovaçeviç… Tarık Hoçiç de
vardı mesela; sonra içinde İtalya’90 Dünya Kupasında oynayan futbolcuların resimlerinin bulunduğu cikletlerden çıkan isimler; mesela Saffet
Susiç. Kabul ediyorum, Bosna’yı tanımam kültürel yollardan olmadı ama bu isimler bizdendi
işte.
Madem isimlerle başladık o halde devam
edelim. Aliya ismini ilk ne zaman duyduğumu
hatırlamıyorum. Lakin Aliya İzzetbegoviç, Haris
Sladziç gibi isimleri duymaya başlamıştık artık.
O zamanlar bir lise talebesi olan benim içinse
iki isim çok daha farklıydı. Birincisi Nermin Divoviç. Belediye’nin yaptırdığı bir parkın ismi Şehit
Nermin Divoviç Parkı idi. Girişte bir tabela vardı ve diyordu ki, “Sırp topçusunun pazar yerini
bombalaması sonucu şehit olan Bosnalı küçük
kız Nermin Divoviç… Sonra da bir kahvaltı sofrasında izlediğim haberlerde geçen bir başka
isim; Mirza… Habere göre Sırpların tankla üzerinden geçtiği bir Boşnak çocukmuş Mirza ve
hastaneye kaldırılmış. Ölmüş müdür bilmiyorum
Mirza; soyadını da bilmiyorum ama bildiğim bir
şey varsa o da, o gün ilk defa duyduğum Mirza
ismini çok sevdiğimdir. Eğer oğlum olursa adını
Mirza koyacağım demiştim kendi kendime. Çok
şükür bu sözümü tutabildim…
Bosna… Bosna… İnsanlık trajedisi, insanlığın utanç halleri yaşandı o coğrafyada ve
biz Bosna denince uzaktaki kardeşlerimizi hatırlar olduk. Bu yalnızca dini bir mükellefiyet değildi, bu insani bir histi… Nitekim bugün Bosna’da
en azından ettiğimiz duaların kıymeti bilinmekte ve Türkiye, karanlık günlerdeki tek ışık durumunda. Buradaki Türk Barış Gücünün bu kadar
sevilmesi ve iyi işlere imza atması da tarihi arka
plan kadar bu vefaya da dayanıyor.
Öncelikle söylediğimi yine söyleyeyim
o halde; Bosna’yı seviyorum… Bu fazla şahsi girizgâh bir kitap içindi esasında. Hüseyin
Yorulmaz’ın 3F’den çıkan Bosna kitabının ismi
dikkatimi çekmişti ilk başta; Osmanlı’nın Batı Yakası… Aslında Bosna’nın Batı Yakası falan değil
Osmanlı’nın düpedüz kendisi olduğunu öğrenmek için kitabı biraz karıştırmanız kâfi… En az
bizim kadar Osmanlı’ya dair Bosna!
Kitabın arkasında yazanlar ise oldukça
aydınlatıcı. Çünkü kitabı belli bir türe sığdırmak
beyhude bir çaba; nitekim yazarın da öyle bir
kaygısı olmamış. Kitap biyografik çizgiler taşıdığı
gibi zaman zaman bir günlük, şehir kitabı, derleme ya da deneme havası da taşıyabiliyor. Ancak
kitabın omurgasını “sevgi” oluşturuyor. Yazarın
Bosna’ya tayin olduğu andan itibaren idari, bürokratik zorluklara rağmen işini ve gittiği ülkeyi
ne kadar sevdiğini hissedebiliyorsunuz hemen
her sayfada. Bir yeri sevdiren ana etken oradaki
insanlardır elbette ve yazar bize Anadolu’danmış
hissi uyandıran güzel insanlardan bahsediyor.
Şair’in “iyi insanlar iyi atlara binip gitti” dediği yer
Bosna imiş meğer. Orada bekleniyormuşuz…
Kitap Bosna’yı neden seviyoruz/sevmeliyiz sorusunun merkezinde ilerliyor adeta.
Tuzla’nın Saraybosna’nın, Mostar’ın (isimleri de
dahil olmak üzere) fazlasıyla Anadolulu olduğunu anlatırken hiçbir zorluk yaşanmıyor. Çünkü o
şehirler Osmanlı şehirleri. Şehir planından camilerinin minarelerine kadar… Bosna dilindeki
Türkçe kelimeler ve hele de selamlaşma faslı
oldukça ilgi çekiciydi. Osmanlı döneminde başlayan Türk-Boşnak ilişkileri ve İslam’ın nasıl olup
da mesela Sırplarda değil de Boşnaklarda bu
kadar asude, bu kadar naif bir şekilde yayıldığını
idrak edebiliyorsunuz. İslam Bosna’ya Bosna da
İslam’a o kadar güzel yakışıyor ki… Düşünün,
Yirminci Asrın sonlarında binlerce Bosnalı, sırf
Müslüman kimliklerinden dolayı katledilirken bile
onlar isyan yerine tefekkürü seçiyorlar ve daha
da bağlanıyorlar değerlerine. Tabii bunda Aliya
gibi ismiyle/lakabıyla müsemma bir Bilge Kralın
varlığı da çok etkili oluyor. Bu arada Boşnakların
katledilmelerindeki tek etken Müslüman kimlikleri; bunu reddetmenin bir manası yok. Sırp ve
Hırvatlar onlara “siz Türksünüz” diye saldırmışlar. Buna rağmen, bunca felakete, katledilişe,
sürgüne, acıya rağmen bu yüce gönüllü, güzel
insanlar halen barıştan yanalar ve merhamet
hisleriyle mücehhezler. Acaba diyorum, bizden
daha mı bir Osmanlı, daha mı bir Türk olmuşlar?.. II. Mahmud’un reformlarına “gâvur padişah” yakıştırmasıyla isyan eden Bosnalıların varlığı da bu tezimize bir destek sağlar belki de…
Kitapta şehrengizler de var aslında ve o
ara hikâyelerden birinde de Mostar Köprüsü’nün
ve mimarı Hayreddin’in sergüzeşti var. İnsan yıkılan köprüye ve onun mimarına duyduğu saygı
kadar köprünün aslına uygun olarak yeniden yapılması için bin türlü meşakkate katlanan ve samimi bir gayret gösteren isimsiz kahramanlara
da şükranlarını sunmadan edemiyor.
Kitapta Osmanlı döneminde başlayan
ilişkiler, Bosna’nın ehemmiyeti, Bosna’daki Türk
izleri, edebiyattaki ortaklık var. Ayrıca Nihat
Genç’in Karanlığa Okunan Ezanlar’ında da geçen Abdullah Sidran –ki çok önemli bir şahsiyet
ve konu bence, ve Bosna’yı dışarıya bağlayan
tünelden de söz ediliyor. Aliya’nın büyüklüğü,
farklılığı, Bosna’daki Türk-İslam izleri… Ayrıca
mevlid geleneği, dergâh kültürü, Ayvaz Dede,
Sarı Saltuk gibi isimler; Türkiye bürokrasisinin
ağır işlemesi, kendi büyüklüğümüzün ve dostlarımızın farkında olamamak gibi ahvalimiz ve
özellikle Srebrenitsa’daki facia… Bosna’ya dair
her şey değil elbette ama Bosna’ya dair çok şey
yer edinmiş kitapta. Üstelik politize etmeden,
ucuz edebiyatlar peşinde koşmadan ve güzel,
yalın, hoş bir Türkçe eşliğinde…
Kitapta ilgi çekici bilgiler, satırlar, bölümler
fazlasıyla var. Bosna’nın dinmeyen yağmurları
birinin, Başçarşı başka birinin, oradaki dostlar
bir diğerinin ilgisini çekebilir. Ama benim favorim, adına ne derseniz deyin Dayton Barışı sonrası polemik konusu olan bir heykel meselesi
oldu. Buna göre, Boşnakların azınlıkta kaldığı
bir şehir olan Brçko’da Sırplar şehir meydanına
bir heykel dikerler. Bu heykel II. Dünya Savaşı
yıllarında binlerce müslümanı öldürten Mihajloviç’indir. Boşnak bakan İsmet Dedeiç buna itiraz eder ve bu işin kimseye faydası olmaz der.
Ancak Sırplar inat eder ve Mihajloviç bizim milli
kahramanımızdır, siz de bir Bosnalı kahramanın heykelini dikebilirsiniz derler. Bunun üzerine
Bosnalılar da birkaç gün sonra gelip heykelini
dikecekleri kahramanlarının ismini bildirirler;
Sultan Murat Hüdavendigâr! Bırakın heykelinin
dikilmesini Sultan Murad’ın isminin geçmesi bile
Sırpların heykeli indirmesine yetmiştir bile.
Ben diyeyim Sultan Murat sadece bizim
değil Bosnalıların da padişahıdır; siz deyin Mimar Hayreddin sadece Bosnalıların değil bizim
de mimarımızdır… Velhasıl Bosna Hersek, bizden desek…
SÜNNET KIYAFETLERİ VE AKSESUARLARI
Yenicami Caddesi No:16 Sultanhamam
34430 Eminönü / İstanbul
[email protected]
T: (0 212) 528 05 44
www.sunnet-kiyafeti.com
film... müzik... kitap... sergi...
Korku Günleri
başlıyor !
D&R, korku filmleri ve kitaplarda
sunduğu fırsatları sıradışı bir kampanyayla D&R severlerle buluşturuyor; D&R
Korku Günleri başlıyor! Korku, eğlenceli
görsel sunumla D&R mağazalarını sarıyor!
D&R Korku Günleri’nde en heyecanlı en korkunç filmler, en ilginç kitaplar, gülünç fiyatlarla tüketicilerin beğenisine sunuluyor...
Belirlenen korku içerikli filmler
%50’ye varan indirimlerle, kitaplar ise
%25 indirim ile D&R Korku Günlerinde
yerini alıyor...Korku Günleri 18 Nisan’a
kadar devam edecek...
D&R’ın eğlenceli ve fantastik
dünyasını genç bir dille sokağa taşıyan
bu kampanya, şehrin sıkıcı atmosferine
yepyeni bir heyecan getirecek. Çünkü
D&R’da her an her şey olabilir. Korku
Günleri’nde buluşmak üzere...
D&R BOOK STORE EN ÇOK SATANLAR
1 Elif / Paulo Coelho
2 Serenad / Zülfü Livaneli
3 S*ktir Et / John C. Parkin
4 Her Şey Beyinde Başlar / Mümin Sekman
5 İz / Canan Tan
6 Aşkın Gözyaşları 2 / Sinan Yağmur
7 Aşkın Gözyaşları / Sinan Yağmur
8 Hüzün - Dürbünümden Kırk Sene (1964-1983) / Ayşe Kulin
9 Zorbalığın Pençesinde - Silivri Günlüğü / Tuncay Özkan
10 Dağın Ardına Bakmak / Bejan Matur
REMZİ KİTAPEVİ EN ÇOK SATANLAR
1 Elif / Paulo Coelho
2 Serenad / Zülfü Livaneli
3 Ergenekon Belgelerinde F. Gülen ve Cemaat / Nedim Şener
4 İz / Canan Tan
5 Zorbalığın Pençesinde - Silivri Günlüğü / Tuncay Özkan
6 Her Şey Beyinde Başlar / Mümin Sekman
7 S*ktir Et / John C. Parkin
8 Dağın Ardına Bakmak / Bejan Matur
9 Hüzün - Dürbünümden Kırk Sene (1964-1983) / Ayşe Kulin
10 Aşkın Gözyaşları 2 / Sinan Yağmur
D&R EN ÇOK SATAN ALBÜMLER
YERLİ
YABANCI
1 12 Düet / Nilüfer
1 L’Amour En Parıs - Paris’de Aşk / Various Artists
2 Gold 2011 / Serdar Ortaç
2 FG Clubbing 2011 / Various Artists
3 Beyaz / Ebru Gündeş
3 Tüm Zamanların En Sevilen 101 Film Müziği ( 5 CD)
4 Aşkın Masum Çocukları / Funda Arar
4 The Wind That Shakes The Barley / Loreena McKennitt
5 Söz-Müzik / Ümit Sayın
5 Unutulmayanlar / Various Artists
6 Söz Yaşlarım / Deniz Seki
6 Goodbye Lullaby “ee version” / Avril Lavigne
7 Konuşmadığımız Şeyler Var / Sıla
7 Reina 2 / Various Artists
8 Remix - 2CD / Mustafa Ceceli
8 Gourmet De La Musique 2 par Chef Salih Saka
9 Aşk Tesadüfleri Sever (Film Müzikleri) / Various Artists 9 Relax & Joy 4 / Various Artists
10 Kalbim / Enbe Orkestrası
10 The Sun Comes Out / Shakira
Diğerlerinden farkımız;
biz hep beklentilerinizi gerçekleştirdik.
Mimar Sinan Mahallesi Selmanipak Caddesi No: 72 Kat: 6 Üsküdar / İstanbul
Telefon: (0 216) 310 39 58 / (0 530) 492 33 63
Faks: (0 216) 310 81 03
www.granitinsaat.com.tr
vizyondaki filmler...
SAKLI HAYATLAR
Tür : Dram / Politik
Yönetmen : Ahmet Haluk Ünal
Senaryo : Ahmet Haluk Ünal
Görüntü Yönetmeni : Gökhan Atılmış
Oyuncular: Ceren Hindistan (Nergis) ,
Yusuf Akgün (Murat) , Laçin Ceylan (Zeynep) ,
Zerrin Sümer (Emine) , Ahmet Mümtaz Taylan
(Tevfik)
GÖLGELER VE SURETLER
Tür: Dram, Politika
Yönetmen: Derviş Zaim
Senaryo: Derviş Zaim
Oyuncular: Osman Alkaş (Veli), Hazar Ergüçlü , Popi Avraam , Settar Tanrıöğen, Buğra
Gülsoy , Erol Refikoğlu , Ahmet Karabiber, Nadi
Güler
Gölgeler ve Suretler, 1963’te Kıbrıs’ta
Türklerle Rumlar arasında başlayan olaylar sırasında bir Karagöz kuklacısı olan babasından
ayrı düşen genç bir kızın geçirdiği olgunlaşma
sürecini anlatıyor.
Yıkılıp yanan köylerden, daha güvenli olan
şehire kaçış macerası esnasında yaşananlar,
Kıbrıs’ın hikâyesine ışık tutuyor. Hikâyenin fonunu ise Kıbrıs’ın Karpaz bölgesi ve Büyükkonuk
Köyü’nün
doğası, tepeleri ve deniz oluşturuyor.
Hiç istemediği halde kendini ve ailesini
şiddet dolu bir ortamda bulan bir adam suça
bulaşmamak için neleri göze alabilir? Acaba şiddetin egemen olduğu bir dünyada, masumiyeti
korumanın ve
insan kalmanın yolları nelerdir? Gerçek
olaylardan esinlenen film, bu sorulara yanıt arıyor.
47. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film
Festivali’den Ulusal Uzun Metraj Yarışma kategorisinden En İyi Kurgu (Aylin Zoi Tinel) ve Siyad
Ödülü ile dönen Gölgeler ve Suretler (gölge),
Derviş Zaim’in Cenneti Beklerken (minyatür) ve
Nokta (hat) ile başladığı ‘geleneksel Türk sanatları’ üçlemesinin son halkası.
Uzun yıllardır bir “saklı hayatlar” ülkesi
olan Anadolu... 1980’de Çorum olayları yüzünden İstanbul’a göçen Zeynep Hanım küçük kızı
Gürcan’la birlikte büyük kızı Nergis’in evine yerleşir. Üst katta milliyetçi, muhafazakâr bir baba,
üniversiteyi yeni bitirmiş, sol düşünceye sempati
duyduğunu bilmediği oğluyla oturmaktadır.
Anadolu’dan iki kızıyla gelmiş bir kadını
apartman sakinleri Anadolu usulü bağırlarına
basar, ancak alt katta oturan kız ile üst kattaki
oğlan birbirine âşık olunca saklı kimlikler ortaya
çıkmaya başlar.
Film bu topraklarda yaşayan, yaşatılan
ayrımcılığı Alevi toplumunun ezilmişliği ve saklı
hayatı üzerinden ortaya koymaya çalışıyor.
GERÇEĞİN PARÇALARI
Tür : Dram, Gerilim, Gizem
Yönetmen : Debra Granik
Senaryo : Debra Granik, Anne Rosellini
Senaryo Kitap: Daniel Woodrell
Görüntü Yön. : Michael Mcdonough
Müzik : Dickon Hinchliffe
Oyuncular :
Garret Dillahunt, Jennifer Lawrence, John
Hawkes, Tate Taylor, Dale Dickey, Kevin Breznahan, Andrew Burnley, Ashlee Thompson, Beth
Domann, Casey Maclaren, Charlotte Jeane Lucas, Cinnamon Schultz, Isaac Skidmore, Isaiah
Stone, Lauren Sweetser, Marideth Sisco, Phillip
Burnley, Ramona Blair
Alabama’nın küçük bir kasabasında hayatını sürdürmeye çalışan 17 yaşındaki Ree
Dolly, kendisinden yaşça küçük iki kardeşine ve
hasta annelerine bakmak zorundadır.
Ruhsal bir çöküntü içinde olan annesinin
o hale gelmesinde uyuşturucu bağımlısı babasının rolü çok büyüktür. Methamphetamin bağımlısı olan babası onları terk etmiştir. Ama Ree onu
bulmaya ve ailesini yeniden bir araya getirmeye
karar verir.
vizyondaki filmler...
72. KOĞUŞ
Tür : Dram, Politik, Suç
Yönetmen : Murat Saraçoğlu
Senaryo : Ayfer Tunç
Senaryo Kitap: Orhan Kemal
Oyuncular: Hülya Avşar, Yavuz Bingöl,
Bülent Şakrak, Songül Öden, Volga Sorgu, Deniz Oral, Ahmet Mekin, Kerem Alışık, Civan Canova, Nursel Köse, Ayça Damgacı, Devrim Saltoğlu, Fuat Onan, Gülsüm Kamu, Hüseyin İlker,
Osman Albayrak, Ömer Duran, Yıldırım Gücük
BİR AVUÇ DENİZ
Tür: Dram
Yönetmen: Leyla Yılmaz
Senarist: Leyla Yılmaz
Oyuncular: Engin Altan Düzyatan, Berrak Tüzünataç, Zeynep Özder, Ayda Aksel, Can
Gürzap
Yakışıklı, başarılı Mert Amerika’da okulunu bitirmiş ve büyük bir şirkete yönetici olarak
atanmış. Herkes onu seviyor. Özellikle yakın
dostları Aylin ve Bora. Üçü birlikte bir tekne turuna çıkıyorlar. Bodrum’a geldiklerinde Mert’in
sevgilisi, dünya güzeli Dilek de ekibe katılıyor.
Dilek ve Mert herkesin beğendiği ideal bir çift.
Ama sonra Mert’in hayatına Deniz giriveriyor. Yırtıcı, alaycı bir tip Deniz. Ama nasıl oluyorsa Mert,
Dilek’i unutup Deniz’e tutuluyor. Deniz ve Mert
çevrelerindeki herkese rağmen tutkulu bir ilişkiye başlıyorlar. Önce Dilek, sonra da tüm dostları
Mert’i terk ediyor.
Başarılı Mert, tökezlemeye başlıyor. Bu
durum annesi Rana Hanım ve babası Cengiz
Bey için kabul edilemez bir şey. Rana Hanım’la
Deniz’in gerilimli ilişkisi, hikâyenin ikinci yarısında bir kabusa dönüşüyor. ‘Bir Avuç Deniz’in
çekimleri altı hafta sürmüş ve Göcek, İstanbul
ve Rodos’ta gerçekleşmiş. Filmin müzikleri Sabri Tuluğ Tırpan tarafından bestelenmiş. Filmde
Tırpan’ın yaptığı müzikler dışında pek çok Türk
grubunun da şarkıları kullanılmış. Pearl Jam’in
de ‘Indifference’ adlı şarkısı var filmde. Söylenenlere bakılırsa grup senaryoyu bizzat okuyup
şarkının ‘Bir Avuç Deniz’de kullanılmasına izin
vermiş. Buna inanıp inanmamak size kalmış.
Orhan Kemal’in başyapıtı ‘72. Koğuş’ insan haysiyetinin düşebileceği en dipsiz kuyunun
hikayesidir... 1940’lı yıllar, II. Dünya Savaşı’nın etkisindeki Türkiye’nin kıtlık yılları.
Cezaevinin 72 nolu koğuşunda çeşitli
suçlardan yatan Adembabalar... İnsan insanın
kurdudur dercesine, acıları, insanlığa özlemi,
hayata dair düşleri, onuru, aşkları ve kavgaları
içerisinde dipsiz bir çukurun içini görüyoruz.
En yakınını üç kuruşa satabilecek kadar
alçalmışların ve üç kuruşunu sonuna kadar paylaşabilenlerin dünyasıdır bu çukur. 72. Koğuş bir
insanlık öyküsüdür ve kaybettiğimiz değerleri bir
tokat gibi yüzümüze anımsatır.
İKİ KADIN BİR ERKEK
Tür : Dram, Komedi
Yönetmen: Lisa Cholodenko
Senaryo: Lisa Cholodenko,
Stuart Blumberg
Görüntü Yönetmeni: Igor Jadue-lillo
Müzik: Nathan Larson, Craig Wedren
Oyuncular:
Mark Ruffalo, Josh Hutcherson, Julianne
Moore, Mia Wasikowska, Annette Bening, Eddie
Hassell, Yaya Dacosta, Amy Grabow, Joaquin
Garrido, Joseph Stephens Jr., Kunal Sharma,
Rebecca Lawrence
Lezbiyen bir çift olan Nic ve Jules, yapay
döllenme ile çocuk sahibi olmuşlardır, hem de
iki kere. Çocuklar ergenliğe girdiklerinde gerçek
babaları ile tanışmak isterler.
Paul adındaki donör onların babalarıdır
ve çocuklar Paul’ü anneleri ile tanıştırmak ister.
Paul’ün gelmesi aile düzenini değiştirecek ve
yepyeni bir aile tanımının yapılmasına yol açacaktır.
Lezzet, Nefaset, Tat...
®
Merkez: Göztepe Oto Sanayi, Yumurtacı Abdibey Caddesi Uçar Sokak No. 78 Kadıköy / İstanbul . Telefon: 0216 418 25 72 -73 - 75 Faks : 0216 418 24 74 - 414 12 04
0216 340 56 17 .Bağlarbaşı: İstanbul / 0216 391 99 40 . Koşuyolu: İstanbul / 0216 327 00 84 - 85 . Bulgurlu: İstanbul / 0216 443 91 51
Acıbadem: İstanbul /
Ümraniye: İstanbul / Meydan Real AVM / 0216 334 09 35 . Ümraniye / İstanbul / Atakent Opet / 0216 505 94 12. Üsküdar: İstanbul / 0216 334 79 77 .
w
w
w
.
a
s
l
i
b
o
r
e
k
.
c
o
m

Benzer belgeler

İş Dünyasının Seçkin Adresi, Altunizade

İş Dünyasının Seçkin Adresi, Altunizade Organizayon Prodüksiyon Tic. Ltd. Şti. İMTİYAZ SAHİBİ ve SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Recep BEHAR KOORDİNATÖR ALİ GÖLÜKCÜ EDİTÖR Selda KAYA KAPANCIK REKLAM GRUP KOORDİNATÖRÜ Özge GÖRÜR EROĞLU FOTOĞRA...

Detaylı