Özgür Atların İzinde Sevda Arslan “Beyaz bir nehrin kıyısında

Transkript

Özgür Atların İzinde Sevda Arslan “Beyaz bir nehrin kıyısında
Özgür Atların Đzinde
Sevda Arslan
“Beyaz bir nehrin kıyısında yaşarlarmış, gözünün alabildiğine ormanmış yurtları, atlar özgürce
koşarmış ormanda. “ Büyük büyük dedemin anlattıklarından bize nakledilen, masalsı vatan
coğrafyası...
2013 yılının ekim ayı; Đstanbul – Krasnodar üzerinden başlayan bir “eve yolculuk öyküsü”…
Rehberimiz Nart Curmit bizi Krasnodar havaalanından alarak dedelerimizin topraklarına taşıyor.
Đlk gün Maykop’a kesin dönüş yapan Miraç Dug ve ailesinin evini ziyaretle başlıyor. 21 Mayıs
1864’teki sürgünden sonra anavatana dönüp yerleşen Dug ailesi, Türkiye’de yaşayan Adigeler için
vatana dönüşün simgesi. Ailenin tüm üyeleri bir halk bilimci titizliğiyle Adige kültürüne ait sözlü,
yazılı, görsel bilgi ve belgelere sahip çıkıyor.
Gezinin ilk sabahı Dug ailesinin işlettiği kafeteryadaki kahvaltıyla başladı.
Tetiy’de
Adige
mutfağının
vazgeçilmez
lezzetlerinden
şelame/logum/loguma (hamur kızartması) sunuluyor.
Velibah
(bir
çeşit
gözleme)
ve
Kahvaltı sonrası kısa bir kent gezisi yapmak için yola çıktık.
“Elma Vadisi” anlamına gelen Maykop, Шъхьэгуащэ(Şhaguaşe) ırmağının yatağında kurulmuş.
Uçsuz bucaksız düzlükleri izleyen ağaçlar, ağaçları kucağında sallayan orman ana, Maykop’u
tanımlayabilir sanırım. Kısa bir araba yolculuğuyla Hacok Kanyonu’nda Şhaguaşe ırmağına
ulaşıyoruz. Debisi çok yüksek olan ırmağın rafting için çok uygun olduğunu ancak henüz turizme
açılamadığını öğreniyoruz.
Yol boyunca yer alan dilek ağaçları Rus kültürüne ait, zamanla Ruslar’dan Adigelere geçtiği
düşünülüyor.
Öğleden sonra Laga-Naki bölgesine doğru gidiyoruz. Yol kenarında özgürce koşan atlar… Dedemin
anlattıkları gözümün önünde; dilimde Ahmet Telli’nin dizeleri:
“Yeleleri ter içinde solun nemli
Ah çılgın tay
Kabartay!...”
Yüreğimizi terkisine atan siyah tay, Laga- Naki’de sırtından indiriyor bizi. Karşımızda bir Monet
tablosu.
Đmkânsız bir aşk öyküsünden adını alan Laga –Naki sonbaharın, tüm renklerini cömertçe sergiliyor.
Sarı kırmızı elbisesini giymiş orman göz alabildiğince uzuyor.
Laga-Naki tablosundan ayrılırken günün heyecanla beklediğimiz anına geliyoruz. Özgür atlar bizi
bekliyor. Bir zamanlar nenejlerimizin at bindiği ormanlarda onların ruhunu yanımızda hissederek
akşam güneşine doğru tırıs adımlarla gidiyoruz.
Maykop’ta ikinci günde Adige kültürüyle yoğruluyoruz. Đlk durağımız bir Faşe dükkânı( Geleneksel
Adige giysisi). Rehberimizin eşine ait olan dükkânda Adige süsleme/ işleme sanatı uygulanıyor.
Geleneksel gelinliklerin yanı sıra günlük giysiler de süslemelerle buluşuyor. “Faşe” ayrıntılı bir giysi;
iç elbisesi, kaftanı, kollukları, başlığı ve kemeriyle bir bütün. Uzun kollarda ve etek kısmında ağırlıkla
yer alan süslemeler, üst bölüme yerleştirilen gümüş göğüslük elbiseyi tamamlıyor.
Türkiye’de yaşayan Adigelerin bir kısmı gelinliklerini buradan temin ediyor. Faşe ile büründüğümüz
atalar ruhu Maykop Müzesi’nde katlanıyor. Türkiye’den giderek Maykop’a yerleşen Mefeş'uko
Şengül’ün rehberliğinde ulusal müzeyi geziyoruz. Müzede Adige yaşam biçimini yansıtan her türlü
unsur korunuyor.
Adigewune, el aletleri, tarım ve hayvancılıkta kullanılan aletler, elde yapılan hasırlar… Bir “Adige
cale”nin (Çerkes delikanlısı) kullandığı savaş aletleri; kim bilir belki tanrılardan ateşi çalan Nesren
sayesinde Nart Tlepş’in ocağında dövüldü hepsi.
“Adige pşase”nin (Çerkes kızı) odası, takıları, giysileri…
Halk tiyatrosunda kullanılan maskeler, aksesuarlar, düğünlerde Hatiyako’nun(Adige düğünlerinde
düğünün düzeninden sorumlu kişi) elinde bulunan Hatiyako Bash.
Müzenin dikkat çekici eserlerinden biri de Adige mitolojisinden motifler taşıyan el dokuması kilim.
“Yün attırıp iplik eğirerek, örgü örüp dikiş dikerek, dokuma yapıp elbise biçerek, tığ kullanıp oya
işleyerek hep Nartları donatırdı, Nart annesi Seteniya” dizeleriyle destanlaşan Setenay’dan torunlarına
miras kalan yetenek: Dokuma bir kilim. 1
Müzenin üst katında Sosyalizm döneminden kalma gazete sayfaları ve afişler mevcut.
1
Özbay, Özdemir Dünya Mitolojisi ve Nartlar , Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 1999
Hem Rus hem Adige tarihi açısından bir dönüm noktası. Maykop’ta çok sayıda kurgan olduğu için
arkeolojik çalışmalar açısından burası elverişli bir bölge, müzede kurganlardan çıkarılmış pek çok
tarihi eser var.
Bu kurganlarda, nehir yataklarında araştırmalar yapan Aslan Bey’le müzede karşılaşıyoruz. Müzedeki
pek çok eser onun öncülüğünde getirilmiş. Adige dilinde bir dua ile
“ Kazancınız bereketli olsun,
yolunuz düz olsun,
bulanık suyla karşılaşmayın,
sağlığınız iyi olsun,
bahtınız yay gibi açık olsun” diyerek uğurluyor Aslan Bey bizi.
Đkinci günde son durağımız Ghuche Zamudin’in evi oluyor. Adige müziğinin önemli temsilcisi
Zamudin, geleneksel müziğe gönül vermiş bir nefer. Evi yaşayan müze niteliği taşıyor. Adigelere özgü
phaçıçler, kamılhlar, şıç’epşıneler; hepsi el yapımı.
Enstrümanlarını kendisi yapan Zamudin,
Jıuv müzik grubuyla Adige destanlarından parçalar
seslendiriyor bize. Sosruko, Aşemez ve niceleri 21. yüzyılda Adige belleğinde hâlâ yaşıyor:
“Benim oğlum Sosruko’m,
Benim ışığım yürek aydınlığım”
Karaçay - Çerkesk Dombay
Üçüncü gün rotamızı Adigey Cumhuriyeti’ne dört beş saatlik uzaklıkta bulunan Karaçay- Çerkesk
Cumhuriyeti’ne çeviriyoruz. Sabahın erken saatlerinde başlayan yolculuk, buz gibi suların aktığı
Dombay eteklerine getiriyor bizi.
Bölge, büyük bir turizm potansiyeline sahip. Đki farklı teleferikle 3200 metreye çıkıyoruz.
Buradaki molada kaymak eşliğinde sunulan velibahla sabah kahvaltısı yapıp zirveye, 3800 metreye
doğru yeni bir teleferik aktarmasıyla ulaşıyoruz. Hava dondurucu derecede soğuk ama içimiz sıcacık
oğullarımıza ad olan Elbruz, Dombay Dağı’nın zirvesinden tüm haşmetiyle karşımıza çıkıyor. Selam
sana Elbruz!
“Ah rüzgarın rüzgar, yağmurun
Yağmur olduğu ve tayların
Gölgesine sığındığı uzak günler
Yahut bulutların el edercesine
Elbruzlar’a süzülüş anları..” Ahmet Telli
Vatana yolculukta bizi en çok heyecanlandıran an, Karaçay Çerkesk’te yaşayan akrabalarımızla
buluşuyoruz.
21 Mayıs sürgününden sonra anavatanda kalan Adigelerden olan akrabalarımızla
tanışacağız. Aradan 147 yıl ve 3 kuşak geçmesine rağmen yüreklerimiz sıcacık. Anne tarafından
akrabamız olan Beslan Asıba, bizi almak için yarı yola geliyor, büyük bir buluşma. Tüm aile evde bizi
bekliyor. Kapı açıldığı anda dilini ve karakterini bilmediğimiz yabancılar değil sıcacık insanlar
görüyoruz. Sanki hiç ayrılmamışız. Babaanneler, teyzeler, dayılar, torunlar herkes bizi bekliyor.
Baş köşeye oturtuluyoruz. Sonrası geçmişin yâd edilmesi, aile fotoğrafları karşılıklı dualar…
Asıba ailesi, Adige adetlerine uygun olarak ağırlıyor bizi, masada yok yok. Her şeyin tadına
bakmamız gerekiyor, yoksa “haynape” (ayıp). Evin gelini geleneğe uygun olarak sofraya oturmadan
hizmet ediyor misafirlerine. Aynı sofraya oturan, ortak dilleri olmayan akrabalar... Sürgünün acısını
yüreğimizde hissediyoruz. Beslan Dayı, aramızda ortak kalan tek somut bağı, sülale amblemini taşıyan
yüzüğünü gösteriyor bize.
O amblemler oldukça ailelerimiz kaybolmayacak. Adigabze, Rusça, Türkçe, Đngilizce sözcüklerle
yeniden buluşma istekleri dile geliyor. Maykop’a dönüyoruz bir yanımız eksik artık.
Yeniden Maykop
Dördüncü gün Maykop pazarına gidiyoruz. Çeşitli baharatlarla harmanlanmış Adige peynirleri
alacağız. Onlarca tezgâh var, her peynirin tadına bakıyoruz, seçmek oldukça güç.
Sırada Türkiye’ye gidecek hediyeler için alışveriş yapmak var. Herkes vatandan bir parça
bulundurmak istiyor yanında.
Maykop’un sokaklarında gezerken, meydan kültürünün ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Herkes
sokaklarda, Lenin Meydanı gençlerin uğrak yerlerinden. Her yerde ufak çaplı sergiler var. Nart
mitolojisi temalı bir okul sergisine gidiyoruz. Her yaştan çocuğun kaleminden Nart Tlepş, Aşemez,
Setenay, Sosruko, Nesren ...
Öğleden sonra Rufabğa şelalerine doğru yola çıkıyoruz. Kanyonun suyu çoşkuyla Maykop’a koşuyor.
Ormanın girişinde duraklıyoruz.
M.Ö. 3000’e dayanan Adigelerin antik mezarı “dolmen”in önündeyiz. Köklerimizin derinliği bir kez
daha gurur veriyor bize.
Biraz ilerleyince uygun olarak inşa edilen bir Adigewune (Adige evi) görüyoruz.
Ailenin evi,
misafirler için hazır tutulan, bahçe içindeki misafir odası, buğday saklamak için hazırlanan hasır
depolar, her şey korunmuş.
Bazı ağaçlardaki tabelalar dikkatimizi çekiyor, rehberimiz açıklıyor; aileler kendi adlarına ağaçlar
dikmişler. Her bir yaprakta sonsuza kadar yaşayacaklar. Bir gün bizim de bir ağacımız olacak mı
orada kim bilir?
Uzun bir yürüyüşle Rufağba şelalelerinden ilkine ulaşıyoruz. Kızılın en güzel olduğu yer burası.
Derin bir sessizlik var suda. O da vatanda son günümüz olduğunu anladı galiba.
Kente doğru giderken bir mızıka sesi duyuluyor; yine gelin, diyor mızıka. Çok yakında, diyor
yüreklerimiz yine geleceğiz. Ayrılık vakti geldi Maykop parkında son yürüyüş, ömrümün en güzel
sonbaharını yaşadığım topraklardan (topraklarımızdan) uzak kalmak zor gelecek.
147 yıllık bir özlemle geldiğimiz vatandan daha büyük bir özlemle ayrılıyoruz. Aklımızda hep aynı
söz “Đnsanı ülkeden koparabilirisiniz ama insanın yüreğinden ülkeyi sökemezsiniz.” Yanımızda Kotij
(Kutsal Meşe Ağacı) ‘ın palamutları, meşe gibi sağlam köklerle sarılacağız sana Adigeheku. Şimdilik
hoşça kal Elbruz, hoşça kal Sosruko, hoşça kal Dombay, hoşça kal Maykop…