parumph

Transkript

parumph
1
YENİ ÇIKAN İLAÇLAR
Firma: PHARMACTİVE
Dexpanten Krem/Merhem
Etken Madde: Her 1 gr Dexpanten 50 mg Dekspantenol içerir.
Özelliği: Enfeksiyon riski olan yüzeysel yaralar, sıyrık, kesik, çizik, çatlak, yanık,
dermatit, anüs çatlakları, bacak ülserleri, dekübitis ülserleri, meme ucu
çatlakları, pişik Krem
P.S.F.: Krem: 8,38 TL - Merhem : 9,41 TL
Tiremix krem
Etken Madde: Her 1 mg Tiremix 20 mg fusidik asit içerir
Özelliği: Enfekte yanık ve yaralar, enfekte egzema, apse, impetigo, follikülit,
akne vulgaris
P.S.F.: 9,97 TL
Exenate losyon
Etken Madde: Her 1 g Exenate 1 mg metilprednisolon aseponat içerir.
Özelliği: Atopik dermatit, kontakt egzeması, nörodermatit, dejeneratif, dishidrotik, vulger egzema, pediatrik egzema
P.S.F.: 9,97 TL
Tirebrant Fort
Etken Madde: Her 1 tablet 200 mg Trimebutin Maleat içerir.
Özelliği: İrritabl barsak sendromu, Fonksiyonel sindirim bozuklukları, Gastrointestinal polimorf semptomlar
40 tabletlik ve 20 tabletlik formları mevcuttur.
P.S.F.: 40 Tablet: 15,02 TL - 20 Tablet: 6,45 TL
Anthix 10 mg 20 Tablet
Etken Madde: Rupatadin - 10 mg/tablet
Özelliği: 12 yaş ve üzeri hastalarda günde tek doz olmak üzere; Alerjik
rinitin (Mevsimsel veya yıl boyu süren/ intermitan veya persistan) Ürtikerin
semptomatik tedavisinde endikedir.
Firma: SANTA FARMA
Sayfren 28 Tablet
Etken Madde: Aripiprazol etken maddeli Sayfren 5mg, Sayfren 10mg, Sayfren 15mg ve Sayfren 30mg Tablet ailesi piyasaya sunuldu.
Özelliği: Yetişkin ve ergenlerde (13-17 yaş) şizofreni tedavisinde endikedir.
Yetişkinlerde Bipolar I Bozuklukla ilişkili akut manik epizodların tedavisinde
ve son epizodu manik ya da karma olan bipolar I hastalarında stabilitenin
sağlanması ve reküransın önlenmesinde endikedir.
Duloxx 30 mg / 60 mg Kapsül Tablet
Etken Madde: Duloksetin hidroklorür etken maddeli Duloxx 30mg ve Duloxx
60mg 28 ve 56 kapsullük ambalajlarda piyasa verildi.
Özelliği: 18 yaş ve üzeri yetişkinlerde, major depresif bozukluk (MDB), genel
anksiyete bozukluğu (GAB), diyabetik periferal nöropatik ağrı (DPNA), fibromiyalji (FM), kronik kas iskelet ağrısı (KA), kronik bel ağrısı ve osteoartrite bağlı
kronik ağrısı olan hastaların tedavisinde endikedir.
Modet 1000mg Tablet
Etken Madde: Kalsiyum dobesilat
Özelliği: Mikroanjiopatide (özellikle diabetik retinopatide),
Ağrı, kramp ve tembellikle seyreden venöz yetmezliklerde endikedir. Ayrıca,
tedaviye yardımcı olarak arterio-venöz kaynaklı sirkülasyon bozukluklarında,
hemoroidal rahatsızlıklarda kullanılır.
Komox 20mg ve Komox 40mg kapsül
Etken Madde: Duloksetin etken maddeli Komox 20mg ve Komox 40mg
kapsül 28 kapsül içeren blister ambalajlarda piyasaya sunuldu.
Özelliği: Kadınlarda orta dereceli ve şiddetli Stres Üriner İnkontinans (SÜİ)’ın
tedavisinde endikedir.
2
3
İÇİNDEKİLER
36
AİLE HEKİMLİĞİNİ
BÜROKRATLAR
ANLAMADI!
Dr. Ömer SÜMER
28
MUHTEŞEM
FOTOĞRAFLARIN
USTASI
Dr. Erhan KABASAKAL
24
RESMEN
ALDATILDIK
Dr. Murtaza BAYKAN
ARAŞTIRMA
AİLE HEKİMLİĞİ
SAĞLIK BÜTÇESİNE
NE GETİRDİ?
32
MODA
46
OTOMOBİL
Alzheimer
Hastalığı
18
22
44
4
KÜRŞAT BAŞAR
PROF. DR. KORAY TOPGÜL
DR. HAKAN UZUN
54
MEGAPİKSEL
MEDICANA HASTANESİ
SİNEMA
52
08
14
62
5
EDİTÖR
kalemleri bu ay
NE YAZDI?
KÜNYE
İMTİYAZ SAHİBİ VE GENEL YAYIN
YÖNETMENİ
MUHAMMET SIDDIK AKDOĞAN
YAYIN EDİTÖRÜ
MURAT KAAN YURTTÜRK
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
MUHAMMET SIDDIK AKDOĞAN
REDAKTÖR
CEYDA AKDOĞAN
HUKUK DANIŞMANI
Av. Fahrettin CANPOLAT
KURUMSAL İLETİŞİM
TM Bilgisayar
Tel: (0 362) 237 22 56
Kazımkarabekir Mah. Siteler Bulvarı
No:3Demetkent Sitesi A Blok Daire 8
İlkadım/SAMSUN
www.ailehekimleri.net
[email protected]
[email protected]
GRAFİK TASARIM
UĞUR OFSET
www.ugurofset.com.tr
REKLAM REZERVASYON
GSM: 0 505 637 00 69
BASKI YERİ
UĞUR OFSET MATBAACILIK
Pazar Mahallesi Mukayyitzade Sk.
No:48 İlkadım/SAMSUN
Tel: 0362 431 52 55 – 432 09 90
Baskı Tarihi: 5 NİSAN 2015
6
Dr. Tolga SUCU
CANLANMALI VE KARARLI
OLMALIYIZ
Baharla birlikte kaçınılmaz bir şekilde biz de canlanıyoruz. Bu ay ki sayımızda
sizlerde fark edeceksiniz ki, zengin bir içerikle karşınızdayız. Biz yine alışık
olduğumuz şekilde bu sayıda sizleri neler bekliyor; onlardan başlayalım.
AHEF’in de kurucu derneklerinden olan ADAHED Başkanı Dr. Murtaza
Baykan, her ne kadar karamsar bir tablo da çizmiş olsa yukarda da
bahsettiğim gibi, bahar aylarındayız ve canlanmalıyız. Ama Baykan’ın
tespitlerine ve o bölgede yaşanan sorunlara yetkililerin kulak vermesi
gerektiğini belirtelim.
AHEF, Sağlık Bakanlığı’ndaki bürokratlara da veri teşkil edecek çok önemli
bir ankete imza attı. Buradan AHEF Başkanı Dr. Murat Girginer’e bize
verdiği bu bilgilerden dolayı da teşekkür etmek isterim. Zira, yapılan anketin
sonuçları, bir çok gereksiz soruya da cevap niteliğinde.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nda Tüberküloz Daire Başkanı
olan Dr. Erhan Kabasakal, başlarda hobi olarak başladığı ve sonrasında
büyük bir tutkuya dönüştürdüğü fotoğrafçılığını sizlerle paylaşmak istedik.
Fotoğraf çekmenin kişiye kazandırdığı gelişimi okumaktan keyif alacaksınız.
Bu ay ki sayımızın kapak konusu Dr. Ömer Sümer ile gerçekleştirdiğimiz
röportaj oldu. Sümer’in aile hekimliği sürecini anlatırken, değişen ve bugün
büyük sorun teşkil eden yasalardaki saptamalarını mutlaka okumalısınız.
Dergimizin Yayın Editörü Kaan Yurttürk’ün 15 yıllık dergicilik tecrübesinden
yola çıkılarak ve siz değerli meslektaşlarımında katkı ve fikirleriyle geçtiğimiz
ay tam tamına bir yılı geride bırakmış olduk. Kutlama gecemizde neler
yaşandı bilmek isterseniz, en iyisi vakit geçirmeden sayfaları karıştırmak
olacak.
Yine bu sayımızda teknolojiden modaya, otomobilden araştırma
haberimize kadar dop dolu bir içerik sizleri bekliyor. Yeniden görüşmek
üzere…
7
YARASALARI
ALDATABİLİYOR
DÜNYA’YA DÖNÜŞ
Soyuz TMA-14M uzay aracı 12 Mart 2015 tarihinde Dünya’ya iniş yaptı. Araç, NASA astronotu Barry Wilmore ile Rus
kozmonotlar Samokutyaev ve Serova’yi Uluslararası Uzay İstasyonu’ndsa geçen altı aylık bir görevden sonra sağ salim
geri getirmeyi başardı.
8
Güvelerle beslenmeyi seven yarasalar, geceleri avlanmaya
çıktıklarında radar sistemleri sayesinde onları rahatlıkla
buluyorlar. Ancak bu Ay güvesinin (Actias luna) kendisini yarasa
radarından koruyan bir sırrı var. Güvenin kanat uçlarındaki
kuyruklar, yarasaların avlarını bulmak için yolladıkları sonar ses
dalgalarını etkisiz hale getiriyor. Bu canlının bu özelliği, şimdi
ABD savunma sisteminde kullanılıyor.
9
YALNIZ KAŞİF
Mars keşif robotu Curiosity, Gale Krateri’ndeki Pahrump Tepeleri’ni araştırıyor.
Bölge, suyun var olduğu zamanlarda oluşan tortul kayalar içermekte.
Arizona Üniversitesi’nin NASA ile ortaklaşa yürüttüğü Yüksek Çözünürlüklü
İmajlar Bilimsel Deneyi (HİRISE) tarafından yakalanan ve 270 kilometreye
yayılan bu fotoğrafta, Mars topraklarındaki çalışmalarına devam eden kaşif
ve gezegenin üzerine düşen gölgesi görünüyor.
10
11
KİTAP
KULÜBÜ
HANGİ TÜRÜ
TERCİH
EDERSİNİZ
Hazırlayan: Kaan YURTTÜRK
?
BİR DAHA,
BİR DAHA YAŞAMAK
İSTEYENE
BOL SİSLİ BİR KİTAP
OKUMAK İSTEYENE
The Buried Giant / Kazuo
İshiguro / Knopf
Hayat, Sil Baştan /
Kate Atkinson / YKM
Kazuo İshiguro’nun bir
takıntısı var: Hatırlamak.
Nasıl hatırlarız, hatırlarken neleri sileriz, neleri
ifşa ederiz? Bu kitapta
olaylar 5’inci yüzyılda
Britanya’da geçiyor.
Romalılar adayı terk etmiş, gizemli bir dönem
başlamış. Ejderhalar
ve fantastik edebiyatın
savaşçı figürleri eşliğinde
kahramanlarımız Beatrice ve Axl ile insanların
geçmişi hatırlayamadığı
ıssız topraklardayız. Sinema uyarlamasının yolda
olduğunu da buradan
ilk kez ben duyurmuş
olayım. Kesinlikle okunmalı!
Kahramanımız Ursula
Todd’un entresan bir özelliği var. Kendisi öldükten
sonra yeniden doğabiliyor.
Allah’ın herkese nasip etmediği bu mahareti sayesinde 1910 yılında ölen
Ursula, yeniden doğuyor.
Öle öle ve doğa doğa,
20’nci yüzyılda olup bitenlere tanık oluyor. Biz de
onun nasıl tarihi değiştirdiğini görüyor, acaba başka
türlü olabilir miydi, başka
türlü olsa (mesela biri
Hitler’i öldürse) nasıl olurdu
diye kendimize sormaya
başlıyoruz.
ŞÖYLE KORKUNÇ
BİR ROMAN ARAYANA
Bölge Bir / Colson
Whitehead / Siren
Amerikan edebiyatının en
maharetli ve sevilen New
York’lularından Colson
Whitehead’in Bölge Bir’i çok
feci bir salgın hastalığın
ele geçirdiği bir dünyayı
anlatıyor. Hastalıktan
etkilenenler yaşayan ölü
misali New York’ta gezerken,
paçayı kurtaranlar da kara
kara gelecekte olacakları
düşünüyor. Şehir hastalar ve
hasta olmayanlar arasında
bölünmüş. Whitehead bu
ürkütücü dünyayı şahane
tasvir etmiş, çeviri de
fevkalede.
2013 Costa Kitap Ödülü’nü kazanan
romanında Kate Atkinson, önemli
argümanına bizi tatlı tatlı ikna
ediyor: İkinci Dünya Savaşı hiç
yaşanmayabilir, tarih başka türlü
yazılabilirdi.
SİSİ GEÇ, BANA PUSLU
KİTAP VER DİYENE
Puslu Kıtalar Atlası /
İlban Ertem / İletişim
Puslu Kıtalar Atlası,
1995’te ilk kez yayımlandığında, yayın dünyasını
şöyle bir sarsmış. Valla o
yıllarda bu kitap elime
geçmedi ama söylenen
o. İhsan Oktay Anar’ın
Osmanlı tarihi, felsefe ve
mizahı birleştiren romanına herkes bayılmış. Beş
yıllık yoğun çalışmanın
ardından İlban Ertem’in
çizgileriyle, Puslu Kıtalar
Atlası’nda yaşayanları
artık rengarenk görebiliyoruz. Ertem hayal
gücünüzü kıskandıracak, şahane çizgilerle
yorumlamış hikayeyi.
Aslına sadık, aslı kadar
eğlenceli.
12
EDEBİYAT ALEMLERİNDE KONUŞULAN 3 MEVZU
1
2
3
Umberto Eco’nun Mussolini’yi ve 1990’lar Milano’sunu
anlatan yeni romanı Numero Zero.
Martin Amis’in seks, komedi ve Auschwitz kampını bir
araya getiren içeriği nedeniyle Alman ve Fransız yayıncılar tarafından reddedilen romanı The Zone of İnterest’i basmayı, nihayet bir İsviçreli yayıncının kabul
etmesi.
92 yaşındaki vefatıyla sadece Türk edebiyatında değil,
dünya edebiyatında bir çağı kapatan Yaşar Kemal.
OSMANLI TARİHİNDE
GEZİNESİ OLANA
Osmanlı Tarihinde Efsaneler
Ve Gerçekler / Halil İnalcık /
NTV
Halil inalcık, Osmanlı tarihini
en iyi bilen dört-beş kişiden
biri
olabilir.
Osmanlı’nın
kuruluşu da çok az bilinen
birkaç hikayeden biri olabilir.
Herkes farklı bir tez ortaya
atmış: İslamı yaymak isteyen
gazilerin
kurduğunu
da,
Türklüğü yaymak isteyenlerin
işin başında olduğunu da, asıl
amacın ganimet elde etmek
olduğunu belirten de var.
Yani efsane ve gerçek daha
ilk sahneden karışmış. İnalcık,
bizi
kuruluş
hikayesinden
sultanların hayatlarına, pek
çok ilginç yere götürüyor.
13
Hasta odalarının tümünün tek kişilik
olduğu söylediniz? Özellikleri nelerdir?
Özel Medicana International Samsun Hastanesi’nin hasta odaları, hastaların rahatı ve güvenliği göz önüne
alınarak planlanmıştır. Gerektiğinde,
ara yoğun bakım hizmeti ve acil
servis her türlü müdahalenin yapılabileceği alanlara dönüşebilecek alt
yapıya sahiptir.
Tek kişilik, Suit ve VIP odalarda refakatçilerin de her türlü konforu düşünülmüştür. Her odada TV ve minibar
bulunmakta, 24 saat kesintisiz kafeterya hizmeti sağlanmaktadır. Tüm
hastane ve hasta odalarında kullanılan boya ve duvar kağıtları anti-statik
ve anti-bakteriyel özelliklere sahiptir.
röportaj
Dr. Murat Bey;Medicana Hastanesi’nin Başhekimi olarak Hizmet verdiğiniz branşlar konusunda bilgi
verir misiniz ?
Samsun başta olmak üzere tüm Karadeniz bölgesinde toplumun sağlık
ve yaşam kalitesini arttırmak amacıyla dünya standartlarında sağlık
hizmeti sunma hedefiyle kurulan Medicana Samsun Hastanesi; modern
tıbbın tüm gereklerini yeni ve kapsamlı bir sağlık anlayışıyla hastalarına
sunmaktadır.
Hastanemiz dahili ve cerrahi birimler,
laboratuvar hizmetleri, görüntüleme merkeziyle, Medikal Onkoloji ve
Radyasyon Onkoloji Merkezi ve Tüp
Bebek merkeziyle tüm branşlarda
kaliteli sağlık hizmetinin adresi olmayı
devam etmektedir. Alanların da 40
branşta yaklaşık 90 uzman ve akademisyen hekim ve 800 çalışanıyla
Samsun ve bölge halkına hizmet vermektedir.
Hedeflerimiz doğrultusunda ortaya
koyacağımız yatırımlarımızla Sağlık
kenti olma yolunda hızla ilerleyen
Samsun için kaliteli ve ulaşılabilir sağlık hizmetini toplumun geniş bir kesimine sunmaya devam edeceğiz.
Medicana International Samsun
Hastanesi Kadrosuna yeni dönemde ilave edeceği uzman hekimlerle
Samsun, bölge halkı ve yakın coğrafi
konumdaki ülkelere kaliteli ve sürekli
sağlık hizmeti sunmayı amaçlamaktadır.
Tıbbi Bölümlerimiz;
HASTALIKTA VE SAĞLIKTA
MEDICANA INTERNATIONAL
SAMSUN HASTANESİ
‘’Hastalıkta ve Sağlıkta’’ Samsun ve bölge halkının yanında olmayı en önemli misyonu olarak kabul eden Medicana Samsun
Hastanesi’nin Genel Müdürü A. Vahap Doğan ve Başhekim Op .Dr. Murat Küsdül ile Medicana Samsun Hastanesi branşlar, uzman
ve deneyimli kadroları, teknolojik altyapısı ve gelecek hedefleri konusunda konuştuk.
Vahap Bey;
Medicana Sağlık Grubu ve Medicana Samsun Hastanesi konusunda bilgi verir misiniz ?
Medicana Sağlık Grubu; İstanbul’da
6, Ankara’da 1 ve Samsun’da 1, Konya da 1 ve son olarak da Sivas’ ta
olmak üzere toplam 10 adet hastane ile uluslararası standartlarda sağlık
hizmeti sunan, 20 yıllık sağlık deneyimi ile sektörün önde gelen sağlık
gruplarından biridir. Grubun, Ankara
ve İstanbul’daki iki hastanesi, “A Tipi
VIP Hastanecilik” alanında dünyanın
sayılı özel sağlık kuruluşları arasında
yer almaktadır.
Medicana Sağlık Grubu hastane
yatırımları ile dünyanın sayılı sağlık
yatırımları arasında sayılmaktadır. Bununla birlikte (JCI) Uluslararası Akreditasyon Belgesine sahip olan bir sağlık
grubudur. Mevcut çalışan sayısı 5000
kişi olan grubumuzun, 2015 yılı içerisinde çalışan sayısının -6000 kişi civarında olacağı öngörülmektedir.
14
Medicana Samsun Hastanesi
Medicana Hastaneler Grubu’nun
mevcut yönetim kapasitesi, bilgi teknolojileri altyapısı, kalite/akreditasyon
gücü ve medikal turizmde almış olduğu mesafe, Medicana International Samsun Hastanesi’nin bölgede
lider sağlık kuruluşu olma sürecini hızlandırıp güçlendirecektir.
30 bin metrekare kapalı alan üzerine
inşa edilen Medicana International
Samsun Hastanesi; 4 VIP, 8 Suit olmak
üzere 141 tek kişilik hasta odası ve 81
yoğun bakım hasta yatağı olmak
üzere toplamda 222 yatak kapasitesine ulaşmıştır.
• 8 yataklı Kardiyovasküler Yoğun Bakım,
• 27 yataklı Genel Yoğun Bakım,
• 20 yataklı Koroner Yoğun Bakım,
• 7 yataklı Çocuk Yoğun Bakım,
• 19 yataklı Yenidoğan Yoğun Bakım
olmak üzere 81 yoğun bakım ünitesi
bulunmaktadır.
Acil, TÜP Bebek, Çocuk Hastalıkları
gözlem üniteleri 23 yataklıdır.
Acil Servis
Genel Cerrahi Polikliniği
Ortopedi Polikliniği
Ağız Ve Diş Sağlığı
Göğüs Cerrahisi Polikliniği
Plastik Cerrahi Polikliniği
Anestezi ve Reanimasyon Polikliniği
Göğüs Hastalıkları Polikliniği
Psikiyatri Polikliniği
Beyin Cerrahi Polikliniği
Göz Hastalıkları Polikliniği
Tıbbi Onkoloji Polikliniği
Beslenme ve Diyet
Gastroenteroloji Polikliniği
Romatoloji Polikliniği
Çocuk Cerrahisi Polikliniği
İç Hastalıkları Polikliniği
Üroloji Polikliniği
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği
Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği
Ortodonti Polikliniği
Dermatoloji Polikliniği
Kalp ve Damar Cerrahisi Polikliniği
Medikal Estetik
Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Polikliniği
Kardiyoloji Polikliniği
Nükleer Tıp
Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Polikliniği
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Polikliniği Radyasyon Onkolojisi
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Polikliniği
Nöroloji Polikliniği
Radyoloji
Genel Yoğun Bakım
Yenidoğan Yoğun Bakım
Laboratuvar
Tüp Bebek Ünitesi
Koroner Yoğun Bakım
Kardiyovasküler Yoğun Bakım
Çocuk Yoğun Bakım
Vahap Bey; Hastanenizdeki tıbbi
cihaz donanımı ve teknolojik gelişmeler nelerdir ?
Hastanemiz çağdaş teknolojik altyapısıyla; Modern Görüntüleme Merkezi
(Radyoloji) cihazları (MR - BT- Mammografi – Kemik Mineral Dansitometre, Röntgen - 4D USG’ler vb…)
ile en son teknoloji ile donatılmış Laboratuvarları ,Nükleer Tıp Bölümü ve
çok yakın bir zamanda hizmete girecek Kemik İliği Merkezi tam bir sağlık
kompleksine dönüşecektir.
Vahap Bey; Tüp Bebek Üniteniz konusunda bilgi verir misiniz ?
Medicana Samsun Hastanesi 2013
yılında hizmete açmış olduğu Tüp
Bebek ( IVF ) Merkezi ile bebek sahibi
olmak isteyen aileler için hizmet vermeye devam etmektedir.
Dr. Murat Bey; Bilindiği gibi bölgemizde kanser vakaları oldukça yaygın. Kanser Tedavileri konusunda
hastanenizde verdiğiniz hizmetlerden bahseder misiniz ?
Bölgemizde hızla artan kanser vakaları gerçekten dikkat çekici. Özellikle son yıllarda önceki yıllara oranla daha fazla kanser vakasıyla karşı
karşıyayız. Kanser teşhis ve tedavisi
konusunda ciddi yatırımlarımız var.
Medicana Samsun Hastanesi olarak
kadromuzdaki uzman hekimlerimiz
ve tıbbi onkoloji uzmanımız sayesinde kanser tanı teşhis ve tedavisinde
Samsun ve bölge halkına kaliteli hizmet veriyoruz. Medicana Samsun
Hastanesi tüm tıbbi birimleri aynı çatı
altında toplayan bir sağlık kompleksi.
‘ Onkolojik birimlere destek vermesi
gereken İç Hastalıkları,Genel Cerrahi
15
Kadın Hastalıkları,Ortopedi, Nöroloji,Enfeksiyon Hastalıkları gibi pek çok
branş bu sağlık kompleksi içinde aynı
çatı altında ortaklaşa hizmet sunabileceklerdir Medicana International
Samsun Hastanesi ; kanserin tanısında ve tedavisinde günümüz modern
tıbbının en ileri teknolojilerini Samsun
ve bölge halkının hizmetine sunmaktadır. Sahip olduğu teknolojik olanakları ve konusunda uzman doktorları
ile Medicana International Samsun
Hastanesi bölgede aranılan referans
gösterilen bir kanser merkezi olma
yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Modern ve etkin kanser tedavisi,
bir çok uzmanlık dalının bir arada
çalışmasını
gerektirmektedir. Aynı
yapı içerisinde kanser cerrahisi, radyasyon onkolojisi ve medikal onkoloji
birimlerinin eş zamanlı olarak çalışması ile başarılı sonuçlar alınmaktadır. Kanser tedavisi sürecinde; Teşhis
sırasında patoloji, teşhisi güçlendirmek ve tedavi sonuçlarını izlemek
için radyoloji ve nükleer tıp bölümleri
büyük önem taşımaktadır.
Kanser hastalarının büyük çoğunluğunda birinci tedavi, tümörün ameliyatla çıkarılması ile gerçekleşiyor. Bu
müdahale hem hastalığın tedavisini
sağlıyor hem de teşhisi kesinleştiriyor.
Hastalığın yerine ve tuttuğu organa
göre çeşitli cerrahi dalları burada görev almakta; genel cerrahi, ortopedi,
kulak burun boğaz, kadın hastalıkları
ya da akciğer cerrahisi, göz, üroloji
gibi dallar ilk müdahaleyi yapıyor.
Cerrahi sonrası tedaviye tıbbi onkoloji ve radyasyon onkolojisi dalları devam ediyor.
Vahap Bey; Kanser Tedavisinde
yapmış olduğunuz yatırımlardan
bahseder misiniz ?
Medicana International Samsun
Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Ünitesi bu alanın en gelişmiş teknolojileri
demek olan çok enerjili LINAC, IMRT
ile 3 boyutlu Konformal Radyoterapi
imkanını hastalarının hizmetine sunmaktadır.
16
BU AY NELER OLDU?
Aramız Aile Hekimleri ile bir
nedenden dolayı açıldı!
Medicana International Samsun
Hastanesi konusunda uzman ekibi;
hastanın tedavi alanının belirlenmesinden, tedavi yöntemi ve cihazı
seçimine, tedavinin başlangıcına
kadar gereken tüm işlemleri en kısa,
doğru ve güvenilir yolla gerçekleştirilmektedir.
Vahap bey; Hastanenizde gerçekleştirdiğiniz kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarınız konusunda bilgi
verir misiniz ?
-Özel Medicana International Samsun Hastanesi; çağdaş teknik donanımı ile güncel tıbbi yaklaşımı bütünleştirerek, hastalara doğru, hızlı, güvenilir
tıbbi hizmet sunma, hastaları anlaşılır
tarzda bilgilendirme, yalnız tanı ve tedavileri safhasında değil, kişinin sağlıklı olma halini sürdürme konusunda
da içinde bulunduğu topluma katkı
sağlama kararlılığındadır. Bu amaçla; toplumu bilgilendirmeye yönelik
seminer, konferans ve kapsamlı eğitim programlarımız belirli bir takvim
dahilinde düzenli ve sürekli olarak
düzenlenecektir.
Vahap Bey; Açılıştan bu güne kadar
hedefleriniz de ve bakış açınızdan
bir değişim oldu mu?
Bu anlamda gerek hasta bakım kalitesi gerekse cirosal anlamda hedeflerimizin üstünde gidiyoruz. Samsun
halkının hak ettiği sağlık hizmetini vermeye çalışıyoruz. Bunu da sağladığımızı zannediyorum 3,5 yıllık hastane
olarak 900.000 muayene 30000’e
yakın cerrahi ve medikal tedavi yaptık. Hekim kadromuz giderek artmaktadır. Personel konusunda; şu anda
bizler devlete deneyimli personeller
yetiştiriyoruz. Özel sağlık kuruluşları
olarak biz sağlık personellerine bilgi
ve deneyim katıyoruz. Onları yetiştiriyoruz. Devlet her 6 ayda bir elimizdekinin de yarısını alıyor. Biz tekrar başa
sarıyor ve tekrar eğitim sürecine girmek zorunda kalıyoruz.
Vahap Bey,Dr. Murat Bey;
Son olarak eklemek istedikleriniz.
Vahap Doğan -Özel Medicana International Samsun Hastanesi ‘en modern oteller kadar şık aynı zamanda
hasta güvenliği ve mahremiyetini
göz önüne alarak JCI standartlarında bir hastanedir. İnsan hayatını temel alarak kurulmuş olan hastanenin
uzman kadrolarıyla, her kesimden
insanımıza kaliteli hizmet vererek sadece Samsun’daki hastaların değil,
çevre illerden ve yurt dışından gelen
hastaların da tercih edeceği bir sağlık kuruluşu olmayı hedeflemektedir.
Özel Medicana International Samsun Hastanesi insanımıza hak ettiği
değeri gösterebilmek için bütün çalışanlarıyla, emeğini, sevgisini, azmini
ortaya koymuştur.,
Dr. Murat Küsdül - Medicana International Samsun Hastanesi kuruluş
döneminde benimsemiş olduğu hedeflerinin bir çoğunu emin adımlarla
ilerleyerek başarıyla gerçekleştirmiştir.
Hedefleri konusunda hala ilk günkü
heyecan ve azimle çalışmalarına
devam etmektedir. PET CT ,Kemik İliği
Nakli ve Organ Nakli Hedeflerini yakın
ve orta dönem olarak gerçekleştirme
arzusunda olan hastanemiz; Hasta
bakım kalitesi, hasta memnuniyeti ve
kaliteli sağlık hizmeti sunma konusunda tüm kadrolarıyla ciddi hassasiyet
göstermektedir.
Amacımız; Hasta ve yakınlarımıza
evlerindeki konforu aratmayacak bir
ortam hazırlamak ve yüzlerdeki gülümsemeyi daimi kılmaktır.
AHEF’den Bakana Jet Yanıt !
Sağlık Bakanlığı’nın, Danıştay tarafından alınan aile
hekimlerinin nöbet tutmalarına yönelik kararına
yalanlama getiren açıklaması, AHEF tarafından
da karşılık buldu. AHEF Genel Sekreteri Dr. Lütfi
Tiyekli, söz konusu davanın 2011 yılında açıldığını
ve o tarihten bu zamana kadar yasanın pek
çok değişikliğe maruz kaldığını söyledi. Sağlık
Bakanlığı’nın Danıştay tarafından alınan kararın
iptali için belge topladığını ileri süren Dr. Tiyekli,
nöbete gitmeyen aile hekimleri hakkında her hangi
bir dava açıldığında, mahkemelerin Danıştay’ın
alacağı kararı tanıyacağını ve nöbete gitmeyen
aile hekiminin ceza almayacağını sözlerine ekledi.
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, aile hekimleri
sayesinde son 7 yıldır başarılı bir şekilde sağlık hizmeti verildiğini
ve bakanlık tarafından gerçekleştirilen hasta memnuniyeti
anketinde vatandaşların yüzde 85’inin memnun olduğunu
söyledi. Son zamanlarda aile hekimleri ile aralarında yaşanan
sorunlara da değinen Bakan Müezzinoğlu, aile hekimlerinin
cumartesi günü de hizmet vermelerini istemelerinden dolayı
aile hekimleriyle aralarının açıldığını belirtti. Aile hekimlerinin
sayıca yetersiz olduğunu kabul eden Müezzinoğlu, “2 Bin 500
vatandaşımıza 1 aile hekimi vermemiz gerekirken biz şu anda
3Bin 750, 3 Bin 800 vatandaşımıza 1 aile hekimi verebiliyoruz”
dedi.
Sağlık Bakanlığından “grip” Açıklaması
Danıştay İzinlerle ilgili iki
maddeyi iptal etti
Türk Sağlık-Sen Sendikasının açtığı dava
sonucunda, Danıştay aile hekimleri ve aile
sağlığı çalışanlarının yıllık izinlerinin bir sonraki yıla
aktarılmasını engelleyen düzenlemeyi iptal etti.
Ayrıca yıllık izinden sonra mazeret iznini 5 gün ile
sınırlayan düzenlemenin de iptaline karar verdi.
Nöbet
uygulaması
hakkında
açıklama
Mevsimsel olarak artış gösteren grip salgınına karşı sağlık
bakanlığı bir açıklama yaptı. Bakanlık tarafından yapılan
açıklamada 17 ilden gönüllü olarak 180 aile hekiminin grip
takibi yaptığını ifade etti. Sadece grip vakalarının takibe
alınmadığına dikkat çekilen açıklamada, şu önemli konuların
da altı çizildi; “Bu grip sezonunda ülkemizde 57 vatandaşımızın
hayatını kaybetmesinde grip virüsleriyle ilişki tespit edilmiştir. 43
vatandaşımızda İnfluenza A(H1N1), 7 vatandaşımızda İnfluenza
B ve 7 vatandaşımızda ise İnfluenza A(H3N2) virüsü tespit
edilmiştir. Bu kişilerin 20’si 65 yaş ve üzerindedir. İnfluenza AH1N1
tespit edilenlerin 25’inde, influenza B tespit edilenlerin hepsinde,
influenza A ve A (H3N2) tespit edilen 7 hastanın 5’inde eşlik eden
başka hastalıkların olduğu tespit edilmiştir.”
Basında yer alan
“Danıştay Yürütmeyi
Durdurdu, Aile Hekimlerinin Nöbet Sorunu
Ortadan Kalktı” haberlerine yanıt, Sağlık
bakanlığı’ndan
gecikmedi.
Bakanlık
tarafından basında çıkan bu haberlere
yönelik yapılan açıklamada “Bilindiği üzere
aile hekimleri ve aile sağlığı elemanlarının
nöbetleri 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanunu ve
bu kanuna istinaden yayımlanan mevzuat
çerçevesinde yürütülmektedir. Yürürlükteki
nöbete ilişkin yönetmelik hükümlerinin
iptaline yönelik ilgili yargı mercilerince
verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Basın
yayın organlarında yer alan mahkeme kararı
2011 yılında yürürlükte olan mevzuata göre
verilmiştir. Bu tarihten sonra aile hekimlerinin
nöbetleriyle ilgili yeni bir kanuni düzenleme
yapılmıştır. Dolayısıyla verilen kararın aile
hekimlerinin bugünkü nöbet hizmetleriyle
ilgili
mevcut
uygulamaya
herhangi
bir etkisi olmayacaktır. Bu çerçevede
verilen karar ülkemiz genelindeki aile
hekimliği nöbetlerinin durdurulması veya
kaldırılmasını etkileyen bir karar olmayıp,
aile hekimliğindeki nöbet uygulamaları ilgili
mevzuat çerçevesinde devam edecektir.
Aksi yönde yapılan yayınlar gerçeği
yansıtmamaktadır. Kamuoyunun bilgisine
saygı ile sunulur” şeklindeki ifadelere yer
verildi.
17
Kürşat BAŞAR
YAZAR
Casus kadınlar,
çıtır karides ve
sosyal flört
BİR ARKADAŞIM EŞİYLE FECİ BİR KAVGA ETTİ VE İŞ NEREDEYSE
BOŞANMAYA KADAR GELDİ.
Kocası bana gelip hiçbir suçu olmadığını, karısının olayı fazla abarttığını söyleyerek araya girmemi rica etti.
‘Olay ne?’ derseniz, kısaca anlatayım.
Arkadaşım 40 yaşlarında yakışıklı, havalı bir adam.
Eşi de ondan 3-4 yaş küçük güzel bir kadın.
Sekiz yıllık evliler ve bir de tatlı kızları var.
Bizimki geçenlerde popüler kafelerimizden birine gidiyor.
Dışarıda birkaç arkadaşıyla oturuyor. O sırada yanlarına da
birkaç kız gelip oturuyor. Masalar oldukça sıkışık ve neredeyse tanımadığınız insanlarla kucak kucağa oturduğunuz bir
mekandan söz ediyoruz.
Bir süre sonra artık biri ötekinin üstüne kahve mi döküyor, biri
ötekinden sigarasını yakmak için ateş mi istiyor ne oluyorsa
bizim üç adamla diğer kızlar arasında konuşma başlıyor.
Bizimkinin ifadesine göre konuşma öyle fazla ileri giden bir
şey değil; gayet normal, havadan sudan konuşmalar...
Her neyse, bir süre sonra kızların başka arkadaşları geliyor ve
konuşma da kesiliyor. Sonra da kalkıp gidiyorlar.
Olay aslında bu kadar.
Ama işin kötü yanı şu ki, bu gayet sıradan ve normal görünen durumu izleyen bir çift göz var. Tahmin edeceğiniz gibi
bizimkinin eşinin bir arkadaşı ama adam onu tanımıyor.
Bu meraklı göz, elindeki telefondan durumu ihbarla kalmıyor bir de fotoğraf çekip gönderiyor. İşte asıl kıyamet de
bu fotoğrafla kopuyor.
Fotoğrafı gördüm. O sırada bizimki, yanındaki oldukça ha18
valı, öğle saati için oldukça makyajlı ve de havalı giyinmiş kıza eğilmiş, kız da onun kulağına bir şey söylüyor ve hatta kulağını öpüyor gibi görünüyor.
Tabii fotoğraf çok profesyonel olmadığı, uzaktan çekildiği ve hatta araya başka birilerinin kafası filan da
girdiğinden ne kadar büyütürseniz büyütün durum
tam anlaşılamıyor.
Ama olay aslında bununla bitmiyor.
İşin daha kötüsü şu ki, fotoğrafı alan ve durumu öğrenen karısı bizimkine bunu söylemiyor.
Akşam eve geldiği zaman o gün ne yaptığını soruyor
sadece... Öylesine sorulmuş gibi görünen bu soruya
bizimki de gayet sakin cevap veriyor. Verilen cevapta, kafeye gidildiği ve şu şu arkadaşlarla oturulduğu
kısmı var. Ama başka kızlarla orada sohbet edildiği
yok.
Ama biliyorsunuz bizim kızlar, doğuştan hafiyedir. Hafiyelik de yetmez savcılık yetenekleri gelişmiştir.
Eşi, profesyonel sorgu yargıcı gibi çaktırmadan sormaya devam ediyor. ‘Başka kimseye rastlamadınız
mı?, ‘Tanıdık kimse yok muydu?’ gibi basit sorular
soruyor. Elbette bunu normal sohbetin akışında aralara sıkıştırarak veya başka bir nedenle sorarmış gibi
belli etmeden yapıyor.
Adam milletinde kafa fazla ince çalışmaz. Bizimkine
bakılırsa zaten o olayı unuttuğu için aklına gelip de
söylemiyor.
“Başka iki adam gelmiş ve onlarla
konuşmuş olsaydım onu da söylemeyi akıl etmezdim, çünkü ilginç
bir şey yoktu ortada...” diyor.
Ama tabii eşi hiç o görüşte değil. Pat
diye fotoğrafı çıkartıveriyor. “Demek
başka kimseye rastlamadın...” deyip kıyameti kopartıyor.
Adam utanmazın, ahlaksızın biri olmakla kalmıyor, bir de zaten ömür
boyu yalan söylemekle, kim bilir bu
güne kadar neler yapmış olmakla,
kim bilir bu kızla ne zamandır görüştüğüne varıncaya kadar suçladığı,
saatlerce bitmeyen bir tartışmanın
içinde buluyor kendini.
Bu tür tartışmalarda erkek tarafı kesinlikle kaybeder.
Çünkü bir kere baştan boğazından
yakalanmış durumda... ‘Madem
ortada bir şey yoktu neden yalan
söyledin?’ cümlesiyle işe giriştiğinizde, karşı taraf zaten ilk golü yemiş
olur ki, bundan sonrasında yaptığı
her harekette daha da batar.
Tartışma ilerlerken geçmiş defterler
ortaya çıkartılıyor. Bir keresinde yıllar
önce de telefonda bir mesajının yakalandığı ve o zaman da inkar ettiği
bahsi açılınca, bizimki de sinirleniyor
ve iş iyice içinden çıkılmaz bir hale
geliyor.
Daha da kötüsü, bir ara artık iyice
sinirlenen adam, “Ben zaten sosyal
flörte karşı değilim, böyle yapmış
olsam ne olur, sonuçta tanımadığım bir kızla ortalık yerde sohbet
etmişim, bunda ne var, gizli saklı bir
şey yapsam herhalde orada yapmam” diyerek kendince çok mantıklı
ama kavgada söylenmeyecek son
sözü söylüyor, ki bundan sonra onu
ben de kurtaramam.
Adam dediğin biraz akıllı olacak. Bir
kere, fotoğraftan da kötüsü, bir başka kızla samimi durumdayken karının
arkadaşı tarafından görülmektir, ki bu
karını ortalığa rezil etmek anlamına
geleceğinden bombanın fitili orada
ateşlenmiş olur.
İkincisi elde böyle bir fotoğraf olunca fazla yapacak bir şey kalmaz.
Hayatında ilk kez gördüğün bir kız
kulağına yapışıp ne söylüyor olabilir? Buna iyi bir bahane bulamazsan
sosyal flört neymiş görürsün...
Tabii bu arada belki iki saat yan yana
oturup konuştuğu kızın saç rengini doğru dürüst adam hatırlamıyor
ama karısı kirpiklerin takma olduğunu
bile resimden çıkartmış.
Sen şimdi gel de bu kadına laf anlat.
Adama daha önce diyorum ki, “Oğlum sen bana doğrusunu söyle, kız
o anda sahiden ne diyordu kulağına veya niye kulağına söylüyordu?”
Bizimkinde doğru dürüst bir cevap
yok. Güya efendim kız o sırada önceki akşam bilmem nereye gittiklerini, oranın ‘çıtır karidesi’nin daha güzel
olduğunu anlatıyormuş.
“İnşallah karına da bu saçmalığı
söylemedin” dedim.
Yahu sen gurme misin? Elin kızı sana
ne diye İstanbul lokantalarının hangisinde daha güzel karides çıtır yapılıyor diye anlatsın. Ayrıca bu gizli bir
bilgi mi ki kulağına anlatıyor?
Bu erkek milleti beni delirtecek. Kadını hasta etmek için düşünsen böyle
saçma bir şey söylenmez ama bizimki inatla yemin billah doğru olduğunu söylüyor.
Bunun üzerine arkadaşlar arasında
tartışma açtık. Sosyal flört normal mi-
dir veya sınırları nereye kadardır?
Erkekler yapabildiği gibi kadınlar
da yapabilir mi?
Kimi, insanların bir bara, kafeye gittiğinde tanımadıkları insanlarla konuşmalarında bir gariplik olmadığını düşünüyor. Kaldı ki son yılların modern
kafelerinde malum koca koca masalar var, ister istemez hiç tanımadığınız insanlarla birlikte oturuyorsunuz. Ya da Paris lokantaları gibi yeni
moda dip dibe oturtuyorlar, mecburen olmadık insanların tartışmalarını
filan dinliyorsunuz.
Kimileri, özellikle kadınlar bu duruma
itiraz ediyor. Bu işin sonunun kesinlikle başka türlü biteceğine inanıyor.
Hatta kimisi, ‘Bizim erkekler Avrupalı
erkeklere benzemez, iki kelime konuştun mu telefon ister, bilmem ne
ister, görüşmek ister, karısını marısını
unutur’ diye inat ediyor.
Ben bu tartışmada ortada durdum,
taraf tutmadım. Durduk yerde başımı
kızlarla belaya sokamam. Zaten onlar sosyal flört durumunda görülseler
mutlaka bir bahane bulurlar. Kaldı ki
hangi erkek, bir arkadaşının karısını
bir yerde görse fotoğrafını çekip arkadaşına yollar?
Bu nedenle bu tartışmadan bir yere
varılmayacağını anladım. Erkekleri
bir kere daha bu konuda uyardım.
Ortalık artık soğuk savaş dönemi gibi
casus dolu. Hem de Mata Hari’lerle.
Bunlar teknolojiyi özellikle dinleme,
izleme teknolojilerini herkesten iyi kullanmakta mahir.
Dikkatli olmakta fayda var.
Bu arada merak edenler için not:
Sonunda işi tatlıya bağladık. Bizimkiler ayrılmaktan vazgeçti ama artık
adam bir daha öyle tanımadığı kızlarla ‘çıtır karides’ muhabbetine girer
mi?
Hiç sanmam...
19
BÜYÜK FİKİR
Çözülmüş Şifre
İLAÇ DEVLERİNE
DNA’NIZI EMANET
EDER MİYDİNİZ?
C
Kişileştirilmiş ilaçların
küçük bedeli,
mahremiyetiniz
Kısa yanıt:
Evet.
Balıklar
oksijene
ihtiyaç
duyar.
Ocak ayında biyo teknoloji firması
Genentech, iddialara göre 3.000 Parkinson hastasının ve ailelerinin DNA’sına erişim için 10 milyon dolar ödedi.
Bir hafta sonra Pfizer da 5.000 Lupus
hastasıyla benzer bir anlaşma yaptı. Şu
anda en azından 11 adet benzer işlem
gerçekleşmek üzere. Özel genomik
şirketi 23andMe, müşterilerinin biyonik
kimliklerini metalaştırarak para kazanmayı hedefliyor.
Genetik bilgiyi en çok parayı
bastırana satmak rahatsız edici
geliyor. Google’ın konumunuzu ve
aramalarınızı satması gibi bir şey.
Olay şu ki, kişisel bilgilerinizi satmanız
ya da gönüllü olarak vermeniz, tıp
dünyasında bir çığır açabilir. Bu veri
yığını sayesindebilim insanları belirli
hastalıklarda genlere özgü ilaç
tedavileri geliştirmelerini sağlayan
araçlara kavuşabilir. Genentech,
yazılı olarak yaptığı bir açıklamada,
Parkinson için, semptomları tedavi
etmek yerine hastalığı değiştiren
ilaçlar geliştimeyi umduklarını belirtti.
DNA’daki örüntüleri çözümlemek
bilim insanlarının hastalıkları tetikleyen
genetik işaretçileri bulmasına
yardımcı olabilir, önleyici tedaviyi
daha kişisel, daha etkili hale
getirebilir.
Beyaz Saray da işin içine dahil.
Şubat ayında ABD Başkanı Barack
Obama bir milyon gönüllüden
genetik bilgi toplanmasına yönelik
“Hassas Tıp Girişimi” adlı 215
milyon dolarlık projeyi başlattı. Tabii
141
ABD’de
Federal
Hükümetin
17 yıllık
insan
Genomu
Projesine
yatırdığı her
dolardan
elde ettiği
ekonomik
karşılık.
ki, bizim ülkemizdeki siyasetçilerden
farklı olarak, böylesi bir projeyi Beyaz
Saray’dan gerçekleştirilen canlı yayınla
vatandaşlarına duyuran Obama,
“Yeni tedavi bulmamıza yardımcı
olma olasılığı bir yana, bu girişim
hastalık tedavi sistemi yerine gerçek
bir hastalık sağlık sistemi kurmamızı
sağlayabilir” dedi.
Tüm çağdaş veri işleri gibi bunda
da mahremiyet büyük kaygı konusu.
DNA’nın küçük bir bölümü bile
(23andMe, 3 milyar baz çiftinden
sadece 750.000’ine bakıyor) hastalık
tarihçesini ve gelecekteki riskleri ortaya
çıkarabiliyor. Fakat Ulusal İnsan
Genomu Araştırma Enstitüsü’nün
Genomik ve Toplum Bölümü’nde
program müdürü olan Dave
Kaufman, Obama’nın konuşmasının
ardından, medyanın da tetiklediği
“Ya mahremiyet ne olacak?”
sorusu karşısında, bu kaygıların yersiz
olduğuna dair açıklamalarda bulundu.
Evet… Geçen ay bizim ülkemizde
kamuoyu, bir o konudan bir bu konuya
sallana dursun, ABD’de bu tartışmalar
“Bu uygulama, hastalık tedavi sistemi
yerine gerçek bir sağlık hizmetleri sistemi
kurmamızı sağlayabilir.”
(Barack Obama)
20
KAFANIZI KURCALAYAN
KEŞFET
süre durdu. Tam da ABD’li vatandaşlar
ve özellikle Obama’nın çağrısıyla ‘Hassas
Tıp Girişimi’ projesi hayata geçirilmişken
ve araştırma materyallerinin çok sıkı
korunduğu ilan edilmişken, sağlık
sigortası şirketi Anthem’in maruz kaldığı
türden bir veri sızdırma saldırısı, tekrar
Amerikalıların projeye olan güveninde
kocaman bir delik açtı.
Yasalar bu konuda koruma sağlıyor.
2009 tarihli Genetik Bilgi Eşitliği
Yasası, sağlık sigortası şirketlerinin ya
da işverenlerin genetik veriyi baz alarak
ayrımcılık yapmasını engelliyor. Yasa,
verinin elde edildikten sonra kimin
denetiminde olacağına değinmese
de, bu alanda yakın zamanda başka
politikalar belirlenecek. Beyaz Saray’ın
girişimi ise birçok güvenlik uzmanını işe
alacak.
Yine de Mart ayında DNA paylaşımının
ABD’de coşkuyla karşılanmasının en
önemli sebeplerinden biri, insanların
verilerini teslim etmek konusunda pek
de endişe duymaması oldu. 23andMe
kullanıcılarının yüzde 80’i genomlarının
araştırmalarda kullanılmasını kabul etti
bile. İmzaladıkları kağıtlarda küçücük
harflerle yazılmış şeyleri ne kadar
anladıkları tartışılır. Fakat çoğu kişi
özellikle de ailesinde genetik rahatsızlıklar
bulunanlar biliyor ki biyolojik kimliklerin
deşifre olmasıyla yapılacak potansiyel
keşifler onlara kaybettirdiklerinden
fazlasını kazandıracak.
C
Kısa yanıt:
Birçok farklı
sebepten
olabilir.
BALIKLAR NEFESSİZ
KALIR MI?
Bilinen kabaca 30.000 balık türü var ve British Columbia Üniversitesi’ndeki biyokimyagerler, balıkların
her birinin yorgunluğa farklı tepki verdiğini söylüyor.
Söz gelimi somonlar şelalelerden ya da coşkun ırmaklardan geçerken çok çaba sarf ediyor ama
nefes nefese kalmıyor. Biyokimyagerler, bu çabanın
koşmaktan çok ağırlık kaldırmaya benzediğini söylüyor. Balığın kasları oksijeni tüketmeden önce yoruluyor.
Tropik balıklarda ise durum farklı. Somonlar soğuk sularda yaşıyor ve bu sularda genelde bol miktarda
çözünmüş oksijen var. Tropik balıkların ise kendini az
oksijenli ortamlarda bulmaları daha olası. Dolayısıyla
nefessiz kalmamak için özel yöntemlere baş vurmuşlar. Birçoğu ev akvaryumları içinde satılan bazı türler,
“su yüzeyinde soluma” yapıyor ve akvaryumun yüzeyine çıkıp, havaya maruz kalmış ve bu yüzden daha
çok oksijen içeren suyu kullanıyor. Bazıları ise sudan
başlarını çıkarıp hava soluyor. Bir de ciğerli balık gibi
iç organlarını akciğer yerine kullanan ve ağız duvarından, yüzme kesesinden ve hatta karnından aldığı
oksijeni kana karıştıran balıklar var.
NOT: Bir balık asla bayılacak kadar soluksuz kalmaz.
Ya güç toplamak için deniz dibinde dinlenir ya da
BiR SORU MU VAR
?
[email protected]
Adresine yollayın cevaplayalım
oksijen peşinde yüzeye çıkar. Bu kadar savunmasız
olmaları riskli görülebilir ancak bu kadar düşük oksijen
seviyesinde yaşamayı başarabilen tek bir balık türü
yok!
DİŞLERİMİZ NEDEN SARARIR?
Işıltılı ve bembeyaz dişlere sahip olmayı hepimiz
isteriz. Ancak birçoğumuzun dişleri sarıya çalan
bir tondadır. Dişlerin rengini belirleyen birçok faktör var. Bunlar; harici ve doğal etkenler olarak
ikiye ayrılıyor. Eğer dişlerinizde lekelerde varsa,
bunun sebebi genelde beslenme şekli oluyor.
Kahve, kırmızı şarap, çay, siyah üzüm veya nar
gibi koyu renkli besinler daha fazla leke yapma
potansiyeline sahip. Çünkü renk verici maddeler
ve pigment üreten özler bulunduruyorlar. Bunlar
genelde dişin dış katmanına yapışarak belli bir
süre sonra lekelere dönüşüyor.
Asit oranı fazla olan yiyecek ve içecekler ise, dişin dış tabakasını aşındırarak durumu daha da
zorlaştırıyor. Onları da sık tüketiyorsak, koyu renkli
besinler dişlerimizde daha çok lekelenme yaratıyor. Özellikle şarap ve çayda bulunan tanin, bu
yiyecek ve içeceklerdeki renk verici maddelerin
dişe rahatça tutunmasını kolaylaştırıyor. Bunun
yanı sıra, tütün ürünleri de ağız hijyenini negatif
yönde etkileyip diş plağında birikme olmasına
sebep oluyor.
Doğal faktörlerse dişin kendisinden kaynaklanıp
ışığın yansıtılma oranını belirlemekte. Bazı ilaçlarda dişin böyle bir yapıya bürünerek sarı görüntüyü ortaya çıkarmasına neden olabiliyor. Örneğin,
dişleri hala gelişmekte olan çocuklar tekrasiklin
ve doksisiklin grubundaki antibiyotikleri kullandık-
larında diş renkleri koyulaşmaya başlıyor. Yetişkinlikte ise diş eti iltihabını önlemek amacıyla kullanılan klorheksidin denilen antiseptiğin kullanılması
renk bozulmalarına sebep olmakta. Bunların yanı
sıra; akne tedavisinde ya da alerjiler için kullanılan bazı ilaçlarda aynı etkiyi yaratabiliyor. Diş
macunlarının çoğunda yüksek oranda bulunan
floridi de unutmamak gerek. Zira dişleri beyazlaştırmak için kullanılıyor olsa da aslında zarar vererek rengini kaynetmesine de sebep olmakta.
Bunlar sonradan oluşan renk bozulmalarından
sorumlu. Ancak genetik olarak her birimiz farklı tonlardaki dişlere sahip olmaya kodlanmışız.
Genetik faktörler, diş minesinin kalınlığını belirliyor.
Diş minesi ne kadar kalınsa, rengi o kadar beyaz
oluyor.
21
Prof. Dr. Koray TOPGÜL
YAZAR
Fail-i Meşru
Zamanlar geçiyor, bu topraklarda
yaşanan benzerlikler sürüyor.
Çocukken hep duyardım adını.
22
Okuma fırsatı bulana kadar daha çok uğradığı haksızlık
ve ölüm şekli etkilemişti beni. Hiçbir insanın son anı böyle
olmamalı diye düşünürdüm. Aydın bir beynin, sadece
yazdıkları, fikirleri ve düşüncesi nedeniyle tutsak ve maktul
olması incitirdi içimi. Sonra okuyunca eserlerini, ruhunun
derinliklerine, beynine, bilincine ve fikirlerine bir yolculuk
yapınca incinişim bir kat daha arttı. Bu uzaklara dalgın ve
zeki bakan adam yazdıklarıyla yanıma geldi. Sabahattin Ali.
1907 yılında Gümülcine’nin Eğridere kazasında doğmuştu.
Babası Subay olduğu için sıkça yer değiştirdiler. Edremit’te
bulundukları sıralarda Yunan işgali gördüler. Ciddi parasızlık
çektiler. Parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu’nda
okudu. İstanbul Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu.
Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği yaptı, Millî Eğitim Bakanlığı’nın
açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya gitti ve iki yıl (1928-1930)
orada okudu. Avrupa ve Alman kültürü ile temas etti. Kürk
Mantolu Madonna kısa romanının izlerini burada aldı zihnine.
Cumhuriyet’in ilk yıllarıydı. Zordu, eğitimsizlik, parasızlık ve
daha pek çok sıkıntı kol geziyordu memlekette. Yurda
döndükten sonra, Almanca bilmesi işine yaradı. Aydın ve
sonra Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yaptı.
Askerlik ve kızı Filiz Ali’nin doğumu o yıllar içinde gerçekleşti.
Hayat böyle kronolojik gitmedi Sabahattin Ali için.
Çünkü düşünüyor, yazıyor, üretiyordu. Sakıncalı olmakta
gecikmedi. Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz gibi dönemin ve tüm
zamanların sakıncalıları ile birlikte Marko Paşa dergisini
çıkardılar. En güçlü ama en kırılgan yolla, mizahla
eleştirdiler yanlışları. Yazılarından dolayı üç ay hapis yattı.
Sürekli takipte ve baskı altındaydı. Ali Baba dergisinde,”Ne
Zor Şeymiş” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Çalmadan,
çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri
donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu
kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi”.
Haklıydı. Değişik zamanlarda Sinop Cezaevi ve Paşakapı
Cezaevlerinde yattı. Bu kötü zamanlar aralıksız sürdü.
Baskı, işsizlik (iş vermiyorlardı) ve parasızlıkla bütünleşti. İnsan
sohbetleri yasaktı artık. Ülkeden ayrılmaya karar verdi. Yasal
olarak yurtdışına çıkma olanağı bulamayınca bir kaçakçı ile
anlaştı. Oyuna gelmişti. 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan
sınırında cesedi bulundu. Kırkbir yaşındaydı henüz. Bundan
8 ay sonra katili bulunarak tutuklandı. Adam öldürme
suçundan yargılandı, 18-24 yıl olan cezası “milli hisleri
tahrik” gerekçesiyle 4 yıla indirildi. Bundan birkaç hafta
sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest bırakıldı. Bütün
bunlar olurken cesedi bulunmuş ve kafasına aldığı
ağır darbe sonucu öldüğü anlaşılmıştı. Kafatası
vücuttan ayrılarak hastane morguna konuldu.
Daha sonra Eski Mezarlık’ta belirsiz bir yere
gömüldü. Bedeni mezarlıklar dışında bir çukura
bırakıldı. Üzeri örtüldü, başına bir taş bile dikilmedi.
Cesedinin bulunduğu yere köylüler “Sabahattin
Ali Çatağı” adını koydular.
Sadece romanlar ya da eleştirel mizah yazıları
değil Sabahattin Ali’nin edebi gücü. Hepimizin
bildiği ve şarkılarını söylediğimiz şiirleri var. Aldırma
Gönül, Eşkiya Dünyaya, Leylim Ley, Göklerde Kartal
Gibiydim, Geçmiyor Günler, Benim Meskenim
Dağlardır (Dağlar), Ben Yine Sana Vurgunum (Eskisi
Gibi) , Melankoli gibi pek çok şarkıya dönüşmüş şiiri
var. Sabahattin Ali’nin şiirleri pek çok yönüyle halk edebiyatının
bir parçasıdır.
Uzun yıllar eserleri yasaklı kaldı. Son yıllarda yeniden rafları
doldurdu kitapları ve en çok satanlara çıkıverdi. Kürk Mantolu
Madonna belki de en öne çıkanı. İnsan ruhunun analizlerinden,
toplumsal eleştirilere, önyargıların sığlığından hayatlardaki
sığlığa harmanlar atar okuyucuyu. Kafka’nın eserleri ne kadar
dünya çapındaysa o kadar dünya romanıdır Ali’ninkiler. Ellili
yıllardan beri İçimizdeki Şeytan, Kuyucaklı Yusuf gibi pek çok eseri
Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulmaktadır ve Sabahattin Ali
bu ülkede çok tanınan bir yazardır.
Yıllar sonra sevgili kızı Filiz Ali, cesedinin bırakıldığı yerde bir kaya
üzerine babasının şu mısralarını yazdırdı:
Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa,
Benim meskenim dağlardır
23
RÖPORTAJ
180 aile hekiminin bulunduğu Adıyaman’da, birkaç aile hekimi dışında,
tüm aile hekimleri kamu binalarında
hizmet veriyor. 2006 yılında aile hekimliği uygulamasına ilk geçen illerden biri
olan Adıyaman’da aile hekimlerinin en
büyük sıkıntısı, oldukça yüksek olan ASM
kiraları.
Adıyaman’da hizmet veren aile hekimlerinin yaşadığı sorunları bilmek ve
ilgili mercilere bu sorunları duyurmak
istedik. Adıyaman Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Murtaza Baykan, Adıyaman’da aile hekimi olarak çalışmanın
nasıl olduğunu anlattı.
AN
Dr. Murtaza BAYK
Sorunumuz sistemsel
RESMEN
ALDATILDIK
Adıyaman Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Murtaza
Baykan, aile hekimliği uygulamasının en güzel
yıllarının ilk yıllar olduğunu söylüyor. “Şimdi nasıl
buluyorsunuz?” diye sorduğumuzda ise verdiği cevap
oldukça düşündürücü… “Aldatıldık!”
24
ASM kiraları Adıyaman’da ne gibi
farklılıklar göstermekte ve yerel yönetimler yeni ASM’lerin açılması ya da
kiraların daha uygun hale getirilmesi
konusunda gerekli duyarlılığı gösteriyor mu?
Adıyaman aile hekimliğine ilk geçen
illerden birisi olması nedeniyle, sistemden kaynaklı bir çok sorunla, ilk olarak
bizler boğuşmak zorunda kaldık. Bunlardan birisi de görev yapacağımız
alanlar ile ilgiliydi. İlimizde aile hekimliğine ilk geçildiğinde tüm aile hekimleri
için eskiden kullandığımız sağlık ocakları tahsis edildi. Yani, özel mekanların
açılmasına izin verilmedi. İlk geçişte
yaşadığımız en önemli sorunlardan
biri, eskiden bizlerle birlikte çalışan, hizmetli, şoför, temizlikçi gibi personellerin
birdenbire elimizden alınmış olmasıydı.
Her sabah gelip ASM’mizi ve odalarımızı
kendimiz temizliyorduk. Sağlık ocaklarının milli emlak idaresine devredilmesi
de çok büyük sorunlara neden oldu.
Yani kiralar daha da mı arttı?
Milli Emlak İdaresi, aile sağlık merkezlerini tanımlayamadı ve bizleri ticarethane statüsüne koymaya çalıştı. Bizlerden
vergi levhası istediler. 10 metrekarelik
odalara Bin TL kira istemeye kalktılar.
Peki bıu sorunu çözmek için neler yapıldı?
Hatırlıyorum da, o dönemde defterdarı
ziyaret sıklığımız o kadar yoğunlaşmıştı
ki, defterdar bizden kaçar duruma gelmişti. Kiraları indirebilmek için ne kadar
uğraştık bir bilseniz. Yine de bizi kazıkladılar. Tam da her şeyi düzene soktuk derken yeni bir milli emlak müdürü
atandı. “Sizin kiralarınız çok düşükmüş, yüzde 300 arttıracağım” dedi.
Onu da ziyaret ettik, ikili ilişkilerle, zam
oranını bir nebze de olsa düşürebildik.
Daha sonra sağlık ocakları Halk Sağlı-
ğı Kurumu’na devredildi. Bu kez de
çiçeği burnunda müdürümüzün ilk
icraatı olarak kiralara yüzde 300’lere
varan zam teklifi ile karşılaştık.
Her yeni gelen yetkili yüzde 300 artış istiyor. Bu size garip gelmedi mi?
Evet. Böyle sanki, makamdan makama geçen bir gelenek haline geldi
bu oran. Tabii onu da ziyaret ettik. İkili
ilişkilerle zam oranını az da olsa düşürebildik. Bu aralar yine ekstra zam
yapılacağı yönünde çalışmaların yapıldığı bilgisi bana ulaştı. Sanırım ziyaretlerimiz devam edecek.
Aile hekimleri açısından geçtiğimiz
yıl son derece zorlu ve eylemlerle
dolu bir yıl oldu. Çok sayıda ‘angarya iş’ aile hekimlerine verilmekte. Sizce bu yıl aile hekimlerini ne
gibi zorluklar beklemekte ve aile
hekimliği uygulamasına yönelik
politikaları nasıl buluyorsunuz?
Aile hekimliğinin en güzel yılları, başladığı yıllardı. Her yıl, bir önceki yılı
arattı ve bundan sonra da böyle olacakmış gibi görünüyor. Aile hekimliği
ilk başladığı zaman bizleri aile hekimliğine geçmek için teşvik eden idarecilerimizin, bakanlık bürokratlarının
ve üniversite hocalarımızın sözlerini
daha dün gibi hatırlıyorum. Bu gün
bunun üzerine tek bir söz söyleyebilirim. Resmen aldatıldık.
Neden aldatıldığınızı düşünüyorsunuz?
Hiçbir söz tutulmadı ve artık bir aile
hekimliğinden bahsetmek mümkün
değil. Şu anda aile sağlık ocağı denen ucube bir uygulama var ortada. Mevcut sağlık bakanımız ise aile
hekimliğinden tamamen bihaber.
Bakanlık bürokratlarımızın ise aile hekimliğinin geleceği hakkında fikirleri
yok. Sadece günü kurtarmak adına
icraatlar yapıyorlar. Aile hekimliğinin
geleceğini belirleyecek en önemli
kurum AHEF’dir. Türkiye aile hekimliği modeli hakkındaki detaylı dosya,
AHEF’in elinde mevcut. Sağlık Bakanı samimi olarak AHEF ile masaya
oturacak olursa hem ülkemizin aile
hekimliği modeli hem de koruyucu
sağlık hizmetleri ve sağlık harcamaları sağlıklı bir zemine oturacaktır. Aksi
taktirde tabelası olan ancak içi boşaltılmış bir aile hekimliği sistemi ile
karşı karşıya kalırız.
ADAHED’in AHEF’e üyelik sürecinden söz eder misiniz?
2006 yılında ilimiz aile hekimliğine
geçer geçmez, dernek kurma çalışmalarını başlattık. 2007 yılında derneğimizi kurduk. Hemen akabinde
2008 yılında 8 il derneği ile birlikte
federasyonumuzu kurduk. Adıyaman
Aile Hekimleri Derneği, AHEF’in kurucu derneklerindendir.
AHEF’in çalışmalarını nasıl bulmaktasınız? Yeterli ya da yetersiz bulduğunuz yönleri nelerdir? Buna yönelik çözüm önerileriniz nelerdir?
Ben başından beri sürecin içerisinde
ve federasyonumuzun kurucularından birisi olduğumdan dolayı AHEF’in
ilk gününü de, bu gününü de analiz
etme şansına sahibim. Aile hekimliği
ülkemiz için yepyeni bir uygulama.
Böylesine devasa bir projenin hayata
25
geçirilmesi kolay olmayacak elbette. Hem Sağlık Bakanlığı açısından,
hem diğer ilintili kurumlar açısından
hem de vatandaşlar açısından zorlu süreçler yaşanılması kaçınılmaz.
AHEF de henüz kendi ayakları üzerinde durma ve kurumsallaşma gayreti
içerisinde olan yeni bir oluşum. Bu
bakımdan federasyonumuzu eleştirmek için çok erken. Başından beri
federasyon bünyesinde görev alan
arkadaşlarımızın nasıl canla başla
çalıştıklarını çok iyi biliyorum. Üstelik
yönetim kurullarında görev alan aile
hekimlerimiz, asli görevi olan aile hekimliği hizmetini yerine getirirken, bir
de 22 Bin aile hekiminin yükünü taşıyan federasyonun ağır işleri ile uğraşmak zorunda kalıyorlar. Kuruluşunun
üzerinden 6 yıl geçmiş olan federasyonumuzun bu kadar kısa süre içinde
yapmış olduğu icraatlara baktığım
zaman başarılı görüyorum. Önümüzdeki süreçlerde çok daha iyi noktalara geleceğinden hiç şüphem yok.
Aile hekimlerinin lokal bazda sorunları birbirinden farklılık göstermekte. Adıyaman’da aile hekimlerinin
yaşadığı en büyük zorluklar nelerdir? Ve bu sorunların çözümüne yönelik ADAHED neler yapmaktadır?
26
Aile hekimliği başladığı günden bu
yana hemen hemen tüm il sağlık
müdürlükleri birbirinden farklı uygulama modelleri geliştirdiler. Bu nedenle
maalesef aile hekimliği uygulamasının doğru bir şekilde yerleşmesini de
geciktirmiş oldular. İlimizde en çok
karşılaştığımız sorunlar, işe giriş raporları, adli ve defin nöbetlerinin hala
devam ediyor olması, misafir hastalar, ebe bulma sıkıntısı, asm kiralarının
yüksekliği, kontrasepsiyon malzemelerindeki eksikliklerden kaynaklanan
sıkıntılar, TSM-ASM ilişkileri, öğrencilerin
sahte rapor talepleri, gebe ve bebeklerimizin izlemlerine gelmemeleri
vs. Dernek olarak bu ve buna benzer
bir çok sorunu çözmek için mücadeleye devam ediyoruz.
Siz Avrupalı bir meslektaşınızla
kendinizi kıyasladığınızda, ne gibi
farklılıklar görmektesiniz ve Avrupa
standartlarında bir aile hekimliğine
ulaşılabilmesi için neler yapılmalıdır? Bu konudaki düşünceleriniz
veya projeleriniz nelerdir?
Avrupa ülkelerini incelediğimizde de
standart bir aile hekimliği modeli ile
karşılaştığımız söylenemez. Her ülkenin kendi özelliklerine uygun aile hekimliği modelleri ürettiğini görüyoruz.
Birçok Avrupa ülkesinde koruyucu hekimlik ile ilgili alanlarda aile hekimleri
değil de halk sağlığı hekimleri hizmet
vermekteler. Aile hekimleri daha ziyade tedavi edici hizmetler sınıfına
kaydırılmış görünüyorlar. Ayrıca vatandaşlara sağlıklarının korunması
yükümlülüğü de getirilmiş durumda.
Avrupa’da bir vatandaş aşısını yaptırmıyorsa, izlemine gelmiyorsa çeşitli
müeyyidelerle karşılaşıyor. Biz ülkemizde Türkiye aile hekimliği modelini henüz oturtamadık. Mavzuattan
ve sistemden kaynaklı birçok boşluk,
aile hekimlerinin sırtına yüklenmeye
çalışılıyor. Koruyucu hizmetler, tedavi
edici hizmetler, sağlık raporları, evde
bakım hizmetleri, idari hizmetler, ASM
yönetimi, veri ve istatistik yönetimi
gibi birçok işi aile hekimleri yaptığı
için aile hekiminden istenen verim
elde edilemiyor.
20 yıllık, köy, ilçe, şehir merkezi ve çeşitli kademelerde idari tecrübesi olan
bir hekim olarak bence Türkiye’de
doğru bir aile hekimliği modeli şu şekilde olmalıdır.
Ülkemizin büyük olması, çok çeşitli
coğrafik, ekonomik ve altyapı farklılıkları nedeniyle öncelikle şehir merkezleri ve kırsal yerler birbirinden tamamen ayrı olarak değerlendirilmelidir.
Yani, şehir tipi aile hekimliği ve kırsal
tip aile hekimliği ayrı olarak modellenmeli ve mevzuatı ve hizmet alanları
farklı olarak ele alınmalıdır. Her bir aile
hekimine düşen birey sayısı mutlaka
2000’in altına düşürülmelidir. Sevk zinciri olmadan aile hekimliğinin olması
düşünülemez. Özel bir yasa çıkarılarak ülkemizdeki aile hekimlerinin kısa
bir süre içinde uzman olabilmesinin
önü açılmalıdır. Mutlaka her bireye,
sağlıklarının korunması yükümlülüğü
getirilmeli, aile hekiminin buradaki
rolü, bilgilendirme ve eğitim olmalı,
aile hekimi yükümlü olmamalıdır.
Son olarak söylemek istedikleriniz
nelerdir?
Aile hekimliği uygulaması, ülke sağlığı bakımından devrim niteliğindedir. İyi uygulandığı takdirde sağlıklı
bireyler ve sağlıklı nesillerin oluşmasında, gereksiz sağlık harcamalarının
azaltılmasında, sağlık okuryazarlığının arttırılmasında, sağlığın disiplinize edilmesinde ve koruyucu sağlık
hizmetlerinin gelişmesinde önemli
katkıları olacaktır. İyi bir aile hekimliği modelini oturtmuş ve bireyleri biyopsikososyal yönden en üst sıraya
yerleşmiş bir ülke olma hayali ile her
şeye rağmen aile hekimliğine devam diyorum.
%80’ini
ANKET
AİLE HEKİMLERİ
MEMNUN ETTİ,
PEKİ AİLE HEKİMLERİ
MEMNUN MU?
Sağlık bakanlığı tarafından belirli periyodlarla
yaptırılan anket sonuçlarına göre, aile hekimlerinden
sağlık hizmeti alanların yüzde 80’i son derece memnun.
Bu sonuç madalyonun bir yüzü ise diğer yüzünde yer
alan aile hekimleri acaba durumlarından memnun mu?
Şu bir gerçek ki, birinci basamak sağlık
hizmetlerine verilen önem, tedavi etmek
yerine korumak ve henüz hastalık oluşmamış iken tespit edip erken tanı koyabilmek, hastalığın maliyet taplosunda çok
önemli bir fark yaratıyor.
İSTAHED Yönetim Kurulu, bakanlık tarafından gerçekleştirilen anketi masaya yatırdı ve ilginç tespitlerde bulundu. Mesela,
Sağlık Bakanlığı halka yönelik memnuniyet anketleri gerçekleştirirken, bu hizmeti verenlerin memnunluğuyla ilgilenmiyor mu?
Bu eksik bir şey gibi görünse de aslında
acı verici bir gerçek. İSTAHED; 2014 yılı
Haziran ve Ekim ayları arasında sistem
üzerinden gerçekleştirdiği ve Bin 10 kişinin
katıldığı memnuniyet anketinin verilerini
açıkladı.
Ankette sorulan soruların başlıcaları ve çıkan sonuçlar ise şöyle;
Aile hekimliği yapmaktan memnun
musunuz? Sorusuna verilen yanıtlar incelendiğinde;
Evet memnunum diyen kişi sayısı; 134
ve yüzdelik dilimi % 13
Hayır memnun değilim diyen kişi sayısı
328 yüzdelik dilimi %32
Belirsizlikler olmasa memnun olurdum
diyen kişi sayısı 531 yüzdelik dilimi ise
%53
Fikrim yok diyen kişi sayısı 17 yüzdesi ise
%2
İstanbul ölçeğinde 3 Bin 600 aile hekimi
olduğu düşünüldüğünde ankete katılım
oranı yüzde 28. Bu da neredeyse her
4 hekimden birinin görüşünün alındığı
anlamına geliyor. Aslında sayıdan çok
çıkan sonuçların analiz edilmesi daha
önemli ve ilginç. Zira yapılan toplantılar,
mail grupları, bire bir görüşmeler ve sosyal medya grupları içerinde ifade edilen
görüşlere bakıldığında sonuçların İstanbul
ölçeğinde hatta Türkiye ölçeğinde tutarlı
olduğunu düşünüyorum.
İSTAHED bu konuda bir açıklama yapma
ihtiyacı hissetti ve yaptığı açıklamada
şunlara değindi; “Bakanlığımız da illaki
bu tip çalışan anketleri yaptırıyor olmalı? Değilse vatandaşının memnuniyeti
kadar, o vatandaşa bu hizmeti sunan
personelin de ne düşündüğünün bakanlığımızca dikkate alınması gerekmektedir, tek taraflı bakış açısı,sadece
vatandaş tarafından bakarak politika
üretmek hatalar yapılmasına ve hatta
memnuniyet verici olarak görülen sistemin giderek bozulması tehlikesi ile karşı
karşıya kalınmasına sebep olabilecektir.Ben bakanlığımızın da bu tip anketler yaptırdığı konusunda şüpheliyim.
Düzenli çalışan, memnuniyeti araştıran
bir idare sanırım memnuniyet oranlarını
daha da aşağı çekecek uygulamadan
kaçınırdı.”
Gelelim sonuçların analizine, aslında
saha çalışanlarının vermiş olduğu mesaj
çok açık ve doğru okunduğunda, aradaki kodlar görüldüğünde neredeyse yüzde
70’lere yakın bir çalışan memnuniyeti yakalamak hiç de imkansız değil. Bu şekilde
halk memnuniyeti ve çalışan memnuniyeti paralel seviyelerde gidebilecek ve
bu da sistemden beklenen veririmin tam
anlamı ile alınması ile neticelenecek.
İSTAHED, bu anketin bürokratlar tarafından da yanlış görüldüğünü belirtiyor ve
bu konuda yapılan açıklamada ise şunlar
vurgulanıoyor; “Yanlış okuma yapılmakta,
olanların devamı, belirsizliğin arttırılması,
yüklenen yüklerin her gün arttırılarak çalışma alanının giderek genişletilmesi ve bir
zorunlu çalışma halinin ortaya çıkarılması
ise, yüzde 85’ lik bir memnuniyetsizlik oluşması ve dahi memnun olduğunu ifade
edenlerden de bu grup içine kaymalar
ile yüzde 90’ lara yakın bir memnuniyetsizlik ile sistemin verimliliğini bırakın, uzun
vadede kesinlikle bozulma ve daha kötüye gitmeye, vatandaş memnuniyetinin
de giderek düşmesine sebep olacaktır.”
YÜZDE 85 DİKKATE ALINMALI!
İSTAHED, çalışan memnuniyetini yansıtan
ankette çıkan yüzde 85 memnuniyetsizliğin, bakanlık tarafından da ciddiye alınması gerektiğini söylüyor.
Bu konuda yapılan açıklamada ise şunlara değinildi; “Bakanlığımızca atılan
adımlar incelendiğinde ise aile
hekimlerinde memnuniyet ortaya
çıkaracak adımlar atılmamakta,
aksine zorunluluklar arttırılarak,
mevzuat içindeki belirsizlikler derinleştirilerek, idarenin çeşitli kademelerinin hatta her il ve ilçede
farklı uygulamaları ile aile hekimlerinde huzursuzlukların artmasına yol
açarak, mevzuat harici uygulamalar ile, çıkacak mevzuatlarda hak
artışları yerine hak kayıpları, ücret
düşüşleri, zorunlu görevlerin artışı vs
şeklinde uygulamalar ile belirsizlik
artmakta, memnuniyet ise giderek
düşmekte.”
ÇÖZÜM NASIL OLACAK?
İSTAHED, eğer başarılı ve sağlık sisteminin
merkezinde olan, etkili bir birinci basamak isteniyorsa çözüm önerilerini şu şekilde deklare etti;
- sistem içinde hizmet sunan ve bire bir
vatandaş ile karşı karşıya olan hizmet sunucuların görüşleri, memnuniyetleri de
dikkate alınmalı, buna yönelik çalışma ve
araştırmalar yapılmalı,
- dünya örnekleri de göz önünde tutularak, birinci basamağı temsil eden sivil
toplum kuruluşları ile sürekli fikir alış verişi
içinde kalınmalı
-belirsizliklerin giderildiği, memnuniyetin
sadece vatandaş için değil hizmet veren
personel nezdinde de yükseldiği dinamik
bir yapıyı kurabilmelidir.
27
Hangi fotoğraf makinesini kullanmayı daha çok seviyorsunuz?
Az evvel söylediğim gibi en çok Canon 5 D Mark 3 makinemi seviyorum.
Ve 2. sırada Canon G1X Mark2 makinem önemlidir. İş seyahatlerimde
ençok Canon G1X Mark 2 yanımda
olur. Pratik olması, kolay taşınması
nedeni ile tercih ediyorum.
RÖPORTAJ
Fotoğraf çekimlerinizin bir kurgusu
ya da hikayesi var mı? En çok nasıl
fotoğraflar çekmeyi seviyorsunuz?
Kurgu pek yok daha çok aksiyonel
ve doğal ortamlarda çektiğim öbje
veya canlının ortamını bozmadan
çekim yapıyorum. Hatta tripot -fasulye torbası vs. bile kullanmıyorum. En
çok makro, kuş, vahşi doğa ve sahne
fotoğrafları çekiyorum. Bu çekimlerin
hepsini doğal akışı bozmadan yapıyorum. Kurgulu ve fazla oynanmış
fotoğrafları beğenmiyorum, tarzım
değil. Aksiyonel fotoğrafın zorluğunu
her an yaşıyorum, bazen boşa emek
harcadığınız oluyor.
için kadraj halini alır. Fotoğraf kişiye
iletişim kazandırır, psikoterapi gibidir.
İnsanı sorunlarından uzaklaştırıp rahatlatır. Hekimlik mesleğine katkısı
büyüktür. Sanatsal bir yaklaşım, iyi bir
gözlem yeteneği kazandırır, estetik
Günümüz fotoğrafçılığı daha çok
dijital olarak icra edilmekte. Bu konuda ki düşünceleriniz neler?
Dijital fotoğrafçılık fotoğraf dünyasında devrim yarattı. İlk olarak dijital
makineyi Kodak üretti. Filmin yerini
sensör dediğimiz algılayıcılar aldı.
Fotoğrafçının çekim hatalırını anında
kontrol etmesini sağladı. Eskiden filmli çekimlerde hatanızı ancak banyo
ve baskıdan sonra görebiliyordunuz.
Bazen iş işten geçmiş oluyordu. Photoshop dediğimiz düzenlemeler ile
değişik fotoğraf uygulamalarını izlemek imkanına sahip olduk.
Birde dijital fotoğrafçılık çevre kirliğini azalttı ve kısmende olsa ormanların-ağaçların kesilmesinin önüne
geçti. Çevreye çok katkısının olduğu-
Fotoğraf çekmenin kişiye bir takım
şeyler kazandırdığı hep söylenir. Siz
meslektaşlarınıza bu hobinize yönelik neler söylemek istersiniz? Sizce kişiye ne gibi şeyler kazandırır
fotoğraf çekmek?
Fotoğraf çekmek en önce kişiye reel,
doğru, sanatsal bakış açısı kazandırır.
Başkalarının göremediği gözle görmeye başlarsınız. Baktığınız yön sizin
MUHTEŞEM FOTOĞRAFLARIN USTASI
Dijital fotoğrafçılık fotoğraf
dünyasında devrim yarattı.
Fotoğraf çekmeye meraklı
olanlar, bu pahallı aletlerin
her tarafını kurcalayarak
sonunda profesyonel
fotoğraflar çekebilir oldu.
İşte harika, hatta muhteşem
doğa fotoğrafları ve
mikro çekimler yaparak
adından söz ettiren Dr.
Erhan Kabasakal, bize bu
yolculuğunu anlattı
28
Fotoğraf çekmeye nasıl
başladınız?
İlk fotoğraf makineniz
hangisiydi?
Fotoğrafa ilk olarak lisede ilgi
duydum ,fotoğrafçılık kolunda
çalıştım ama makinem yoktu.
Tıp fakültesinde iken kısmen ilgilendim. Portatif minik bir Agfa
makinem vardı. Fotoğraf sanatı
pahalı idi bırakmak durumunda
kaldım. En son 6 yıl önce tekrar
fotoğrafa yöneldim ve şimdi hayatımın önemli bir parçası oldu.
Son yönelmemde ise ilk makinem Nikon D40 idi.
kazandırır. Doğayı, canlıları, insanları sevmenize, anlamanıza yardımcı
olur. Bunlar kadar önemli olan bir
başka konu ise sosyal statunuz ve
cevreniz değişir, çevrenizdeki dünyayı keşfetmek için arayışlara girersiniz.
na inanıyorum.
Ayrıca fotoğrafa olan ilgiyi artırdı, kolay çekim, anında paylaşımlar oldu.
Mevcut ekipmanlarınız neler? Ve
fotoğraf çekimlerinizde yanınızda
mutlaka en olmazsa olmazınız nedir?
Zaman içinde oldukça fazla ekipmanım oldu,çok sayıda makinem
ve objektiflerim var.Ayrıca pek kullanmasamda tripot ,monopot ,flaş, led
aydınlatma vs vs gibi cihazlarım var.
Çekimlerde yanımda olmazsa olmaz Canon 5d Mark3 ve canon 100
mm macro ile canon 70-200 f:2.8 II
lensim var.Birde flaşım macro çekim
olursa yanımda olur.
29
Zamanınızın ne kadarını fotoğrafa
ayırıyorsunuz?
Son 2 yıldır pozisyonum gereği iş yoğunluğu nedeniyle biraz azaldı ama
fırsat bulduğumda yakın cevreye
aracımla uzağa ise ucakla giderek
çekimler yapıyorum. Fotoğraf gezilerimde tüm günüm sabah 04:00 den
akşam hava kararana kadar sürekli
fotoğraf çekiyorum. Bazı günler günde 4000 kare çekim yaptığım oluyor.
Her boş anımda fotoğraf çekiyorum.
Kişi obje toplantı manzara günlük hayat vs çekimleri yapıyorum. Bu beni
rahatlatıyor zevk alıyorum. Bazen
dostlarımın portre ve günlük hayat
fotoğraflarını çekiyorum.
Kızımın bale-dans gösterileri nedeni
ile sahne fotoğrafçılığıda yapmaya
başladım onuda zevkle sürdürüyorum.
En büyük hayaliniz nedir? Ve çektiğiniz bir fotoğrafın iyi olduğunu nasıl anlıyorsunuz?
En büyük hayalim emekli olduğumda dünyanın farklı bölgelerine (Peru,Nepal,İzlanda,Madagaskar,Grönland,Yeni Zellanda, Avusturalya ve
30
Orta Asyada, Sibirya Terni ve Afrika
treni ile gezi) fotoğraf safarisi yapmak, çekimlerimi tasnif ettikten sonra
sergiler açmaya devam etmek olacaktır.
Eğitim aldığınız/ verdiğiniz kişiler var
mı? Örnek aldığınız fotoğraf sanatçıları kimler?
Fotoğrafı daha çok alaylı öğrendim
sürekli fotoğraf çektim, aynı kareyi
farklı ayarlarda yüzlerce kez çekerek
deneyim ve hız kazandım, acemilik
döneminde makinemin ayarlarını
sürekli bozdum. Fotoğrafçılık konusunda kitaplar okudum. Sürekli fotoğraflara baktım, sergilere gittim,
sohbetlere katıldım. Bir de aile hekimi
arkadaşım Hakan Özsaraç’tan destek aldım.Başka ders almadım.Destek ve ders verdiğim çok kişiler, gruplar oldu. Çeşitli kurslarda eğitmen
oldum. Miguel A. Leyva, Sam Hung,
Süha Derbent, Lord Brain ve Kazım
Çapacı takip edip örnek almaya çalıştığım sanatçılardır.
book ve son aylarda İnstagram ı kullanarak paylaşım yapıyorum. Daha
önceleri değişik sergilere katıldım.
Kongrelerde sergi ve multivizyon
sunumlarım oldu. Para ödüllü yarışmalara katılmadım. Bunları emekli
olunca planlıyorum. Yakında Sağlık
Bakanlığı bünyesinde bir sergim olacak. Müsteşar Yardımcımız Sayın Hüseyin Çelik’in teklifi ve desteği ile sergi
açacağım ve yine aynı destekle Bakanlık merkez teşkilatında personelimize kurs planlıyoruz akabinde kursiyerlerle karma bir sergimiz olacak.
Sosyal medyayı aktif kullanıyor musunuz? Yani çektiklerinizi sergiliyor
musunuz?
Son zamanlarada vaktim olmuyor
ancak sosyal medya olarak Face-
Sizinle röportaj yapma imkanını
sunduğunuz için teşekkür ederiz.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Her sosyal insanın bir hobisi olmalı ve
onunla vakit geçirmeli. Çocuklarımıza hobileri olması için destek verip
teşvik etmeliyiz. Hobisi ve uğraşı olan
bireylerin kötü alışkanlıkları olmayacağını ve sosyal ve psikolojik yönden
daha sağlıklı olacağına,iletişimlerinin
güçleneceğine inanıyorum. Sosyal
bir toplum olmak için sanatla, sporla ve diğer hobilerimizle uğraşmalıyız
diyor ve size röportaj için çok teşekkür
ediyorum.
31
ARAŞTIRMA
AİLE HEKİMLİĞİ
SAĞLIK BÜTÇESİNE NE GETİRDİ?
2005 yılında ‘Aile Hekimliği Uygulaması’ ile
tanışan ve 2010 yılında tüm ülke genelinde
uygulanmasına başlanılan aile hekimliği hakkında
çok şey söylendi. Olumlu, olumsuz çok sayıda
yorum yapılırken, bu yorumlardan birisi de “Aile
hekimliği sağlık bütçesine hiçbir katkı sağlamıyor”
fikriydi. Kamuoyunun özellikle bu konuda doğru
bilgi edinmesi gerektiğini düşünen AHEF, bu tür
tartışmalara son noktayı koyacak olan araştırmayı
bizlerle paylaştı. İşte sayısal verilerle aile
hekimliğinin sağlığa sağladığı katkılar.
AHEF’in 2010 yılı aile hekimliği
anket verileri
32
MALİYET ANALİZİ
YAPILMADAN
ELEŞTİRİLİYOR!
4 yılı aşkın bir zamandır Aile
Hekimliği Uygulamasına yönelik
çok sayıda tartışma yaşandı.
Üstelik birçok kurum tarafından.
Ve her kurum, aile hekimliğini
kendi politik ve kurumsal
duruşuyla tenkik etti. Uzaktan
değerlendirilmeler yapılırken,
bu değerlendirmelere gerçeği
yansıtmayan yorumlarda eklendi.
Şimdi sözün bittiği yerde ve
herşeyin rakamsal verilerle gözler
önüne serildiği noktadayız.
AİLE HEKİMLİĞİNDE ÖDEME MODELİ
Aile hekimliğinde özgün bir ödeme
modeli üzerinden, hakedişler
hesaplanıyor. Peki bu ödeme modeli
nasıl işliyor? Bu ödeme modelinde baz
alınan kayıtlı kişi sayısı ve o kişilerin özel
gruplara göre ayrılması ile belirlenen
katsayı çarpımı sonucu elde ediliyor. Yani
temelinde kişinin Aile hekimine başvuru
sayısı yok. Hasta bir kez başvuru yapsa
da bin kez başvuru yapsa da ödeme
de bir değişiklik olmuyor. Performansa
dayalı döner sermaye sistemi yok. 2’nci
ve 3’ncü basamak ödeme modelinde
ki performans sisteminin olmayışından
dolayı farklılıklar yaşanıyor.
CARİ YARDIM KALEMİNDEN
YAPILAN ÖDEMELER
ASM’nin genel giderleri (kira, elektrik,
ısınma, telefon, internet)
Esktra çalışan ebe, hemşire, laborant,
tıbbi sekreter, temizlik, güvenlik görevlisi
gibi çalışanların maaşları ve SGK’sı
Tıbbi sarf malzemeleri (Jeneratör,
defibrilatör, aşı dolabı gibi demirbaşlar)
Aile Hekimleri tarafından cari yardım
kaleminden ödeniyor.
2’nci ve 3’üncü basamak için bu giderler
ayrı bütçelerden ödeniyor.
Aile hekimliği uygulamasında genel
bütçeden ödenen ve limiti belli olan bir
ödenekle yapılan laboratuvar tetkikleri bu
ödenekten karşılanıyor. 2’nci ve 3’üncü
basamakta ise yapılan tetkikler SGK
tarafından ödeniyor.
SONUÇ:
Aile hekimliğinde maaşlar ve genel
giderler tek bir bütçe üzerinden ve döner
sermaye gibi bir performans sistemi
olmadan kayıtlı kişi üzerinden ödeniyor.
2’nci ve 3’üncü basamakta ise maaş
artı döner sermaye sistemi üzerinden
performansa bağlı olarak kişilerin başvuru
sayılarına ve uygulanan laboratuvar
ve görüntüleme yöntemleri röntgen,
MR gibi yapılanlar üzerinden ödeniyor.
Genel giderler için ise yine performans
üzerinden gelen döner sermaye ve diğer
ödeneklerden ödeme yapılıyor.
33
Tüm bu açıklamalar ışığında son 3 yılda sağlıktaki bütçe
harcamalarına bakıldığında;
• Aile hekimliğinde personel giderleri, genel giderler, laboratuvar
giderleri olarak son 3 yılda sabit ve toplam 4 milyar TL. bütçe
harcanmış.
• 2’nci ve 3’üncü basamak hastaneleri olan kamu ve özel sektör
hastanelerine sadece tedavi giderleri olarak ayrılan bütçe 3 yıl
önce 18,3 milyar TL iken bir sonraki yıl 21,9 milyar TL’ye , sonra ki yıl
ise 28,6 milyar TL’ye yükseldi. Yani 3 yılda Aile Hekimliği bütçesinin
2.5 katı kadar artış var. Ve bu bütçede personel giderleri yani
maaş artı döner sermaye yer almıyor.
• Hep bahsedilen İlaç harcamaları ise sanıldığının aksine son 3
yılda 15.7 milyar TL civarında, neredeyse sabit durumda.
Peki, bu bütçelerle aile hekimleri kaç hastalık başvurusu aldı?
Kamu ve özel sektör hastaneleri ne kadar başvuru aldı?
2014 yılı için Aile Hekimliği poliklinik sayısı 231.405.041 iken kamu
özel hastane başvuruları 386.882.474 oldu ve bu başvurunun 90
milyonu acil başvuru olarak alındı. Yani aslında acil dışı poliklinik
sayısı 296.882.474 olmuş.
Bu kadar sağlık hizmeti, nerde ve ne kadar bütçe ile sunulduğuna,
bütçesel olarak bakacak olursak:
MALİYETLER
Aile hekimliğinde 2014 yılında yapılan muayene sayıları
Poliklinik muayene sayısı: 171.553.415
15-49 yaş muayene sayısı: 17.992.221
Bebek, çocuk izlem sayısı: 18.478.646
Gebe izlem sayısı
: 4.882.052
Loğusa izlem sayısı
: 2.111.617
olarak gerçekleşti.
34
Aile Hekimleri hiçbir şekilde bu hastalık
başvurularından ek ödeme almadı. Yani
performans ödemeleri yok. Bunu kendilerine
ayrılan bütçe içinde sundu. SGK da bu
hastalık başvuruları için bir ödeme yapmadı.
Şimdi dilerseniz bir karşılaştırma hesabı
yapalım. SGK’nın, kamu ve özel hastaneler
için muayene başı ödediği rakamlardan
yola çıkalım. SUT EK 2’ye göre;
Çocuk hastalıkları muayene ücreti
ortalama olarak ; 28 TL
Kadın hastalıkları muayene ücreti
ortalama olarak; 37 TL
Branşa göre değişmekler birlikte bir
poliklinik muayene ücreti ortalama olarak:
30 TL’ dir.
Aile Hekimlerinin yaptığı muayeneleri buna
göre ücretlendirirsek;
Poliklinik muayene sayısı: 171.553.415
171.553.415 x 30 = 5.146.602.450 TL
Bebek, çocuk izlem sayısı: 18.478.646
18.478.646 x 28 = 517.402.088 TL
15-49 yaş muayene sayısı: 17.992.221
17.992.221 x 37 = 665.712.177 TL
Gebe İzlem sayısı: 4.882.052
4.882.052 x 37 = 180.635.924 TL
Lohusa İzlem Sayısı: 2.111.617
2.111.617 x 37 = 78.129.829 TL
olarak hesaplayabiliriz. Buna ek olarak aile
hekimliğinde sunulan laboratuvar hizmet
bedelini de hesaplayalım. Bir aile hekimi
aylık ortalama 2300 TL laboratuvar isteminde
bulunmaktadır.
21.324 x 2300 = 49.045.200 TL/ ay
49.045.200 x 12 ay = 588.542.400 TL
olarak hesaplayabiliriz. Poliklinik hizmetleri
artı laboratuvar ödemelerini toplarsak;
7.177.024.868 TL
Yani Aile Hekimliğinin ülke sağlık
harcamalarına katkısı 2014 yılı için ortalama;
7.177.024.868 TL. Aile Hekimliğinin 2014
yılı için sağladığı tasarruftur. Aile Hekimliği
ile ilgili verileri analiz etmeyen, etmediği
halde Aile Hekimliği Sistemini olumsuz yönde
eleştiren bürokratların, kurumların kendi
verilerini analiz ederek Aile Hekimliğinde
harcanan emeğin, aile hekimlerinin ve ebe,
hemşirelerin katkılarını, kattığı değerleri takdir
etmesi ve gurur duyması gereklidir. Tüm
bu veriler sadece poliklinik verileri üzerinde
ortalama kabaca bir hesaplamadır.
İçerisine bulaşıcı olmayan kronik hastalıklar,
hipertansiyon, diyabet gibi hastalıkları olan
hastaların aile hekimliğinde yazılsa bile SGK
tarafından ödenmeyen ilaçlar yüzünden
hastanelere başvuruları bir gerçektir. Bunun
SGK’ya getirdiği ek yük, hasta muayene
sayıları üzerinden ödediği gereksiz pay,
SGK bütçesinden ödediği tahlillerin
payı, hastaların ödediği katkı payları da
hesaplanmalıdır. Aile hekimliğinden hizmet
alınsa, SGK ve hastalar ödemek zorunda
kalmayacaklar ve ülke sağlık giderleri kontrol
noktasında büyük yol katedilecek.
35
RÖPORTAJ
AİLE
HEKİMLİĞİNİ
BÜROKRATLAR
ANLAMADI!
Bir dönem AHEF Hukuk Komisyonu
Üyesi olan Dr. Ömer Sümer, aile hekimi
hizmetlerinin idareciler, bürokratlar
ve hatta hizmet alan vatandaşlar
tarafından anlaşılamadığını söylüyor.
Aile Hekimliği; Diyabet, Obezite,
Kanser, Hipertansiyon gibi bireysel
kronik hastalıkların tanı, tedavi ve takibi için en uygun birinci basamak
Sağlık hizmeti sunum modeli olarak
tüm dünyada kabul gören bir model. Ülkemizde Aile Hekimliği Uygulamasının tam olarak anlaşılabilmesi
için, ‘Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi’ ve ‘Sağlık Ocağı Modeli’ ile Aile
Hekimliği arasındaki farklılıkları ortaya
koymak gerekiyor.
Aile hekimleri ve tüm aile hekimliği
çalışanları açısından her yıl hizmetin
verimliliği ve özellikle de özlük hakları
konusunda kötüye doğru bir gidişatın
olduğu görülüyor. Peki, tüm dünyada en iyi sağlık hizmeti modeli olarak kabul görmüş olan ‘Aile Hekimliği’, neden bizde, özellikle de bu
hizmeti sunanlar açısından mutlu
edici bir şekilde uygulanmıyor?
kanun tasarısı TBMM’ye sevk edildiğinde, ‘Aile Hekimliği ve genel sağlık
sigortası ile ilgili yeni bir düzenleme
yapılıncaya kadar; Sağlık Bakanlığı, pilot olarak belirleyeceği illerde,
kişilerin sağlığını korumak ve geliştirmek üzere aile hekimliği uygulamasını yürütür’ ibaresi verilen bir
önerge ile “Sağlık Bakanlığı pilot
olarak belirleyeceği illerde aile hekimliği uygulamasını yürütecektir.
Bu uygulama, uygulama sonuçları
alınıncaya kadar devam edecektir.
Dolayısıyla geçici sürenin ne kadar
olacağı belli değildir. Yeni düzenleme yapıldığında ise pilot bölge
uygulaması zorunlu olarak sona
erecektir. Bu nedenle bu ifade fazla ve gereksizdir” gerekçesi ile “Aile
hekimliği ve genel sağlık sigortası
ile ilgili yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar,” ibaresinin metinden
çıkarılması oldu.
Bunun için 2004 yılının Temmuz ayında çıkan ‘Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkındaki Kanun Tasarısı’na
bizzat bakmak gerekiyor ki, meselenin kökleri bu kanun tasarısıyla birlikte
bugünlere kadar geliyor. Çünkü, bu
Sorunun başlangıcı bununla bitse
iyi… Sonrasında ise Plan ve Bütçe
Komisyonunda da Tasarının 7 nci
maddesi birinci fıkrasında yer alan
“nitelikleri, hak ve yükümlülükleri”
ibareleri “çalışma usul ve esasları”
36
olarak değiştirilmesi oldu.
Muhalefet vekilleri tarafından çok
önemli bir hususa dikkat çekilmeye
çalışılsa da, Anayasa Mahkemesi’nin 2008 ve 2014 tarihli kararlarıda
dikkate alınmadı. Çünkü, Anayasa
Mahkemesi’nin bu konudaki karara
göre, sözleşmeli çalıştırılacak memur
veya diğer kamu görevlilerinin işe girme ve işine son verme gibi hak ve
yükümlülüklerinin mutlaka yasayla
düzenlenmesi gerekiyor. Aile Hekimlerinin sözleşme imzalayabilmek
için taşımaları gereken şartların
çerçevesinin Kanunda çizilmiş olmasına rağmen sözleşme fesih
şartları ile ilgili bırakın çerçevenin,
hiçbir tanımlamanın dahi yapılmamış olduğu tehlikesi de dikkate
alınmadığından, bugün tüm bu sorunlar katlanarak çözülemez bir hale
getiriliyor.
İşte tam da bu süreci ve ne yapılması
gerektiğini AHEF Hukuk Komisyonu’nda bir dönem görev yapmış olan Dr.
Ömer Sümer’e sorduk ve verdiği bilgilerin, bundan sonraki çalışmalara da
ışık tutacağını umuyoruz.
Sizce aile hekimliği uygulamasın-
daki sorunlar, karşılıklı olarak bir çözüme kavuşur mu?
Çözüme kavuşturulmasını ve her iki
tarafından memnun olmasını sağlayacak, daha doğrusu dünyadaki uygulaması ne ise, bizde de o şekilde
olmasını umut ediyoruz. Bakın, uç bir
öngörü olarak ta aile hekimliği pilot
uygulamasının genel sağlık sigorta
sistemine geçişte ortadan kaldırılacağı ortaya atılmıştı.
Muhalefet vekilleri tarafından sağlık ocağı döneminde sunulan adli
tabiplik hizmetlerinin Aile Hekimliği
Uygulaması ile hangi hekimler tarafından ve nasıl verileceği sorulmuştu.
İktidar partisi adına bazı eleştirilere
karşılık açıklamalarda bulunuldu. Kanun tasarısının, hiçbir hekimin, hiçbir
sağlık çalışanının özlük haklarını asla
geri götürmeyecek, ileriye götürecek
bir hamle olduğu belirtildi. Adli Tıp
hizmetlerinin de Toplum Sağlığı Merkezlerinde, ilçe sağlık müdürlükleri seviyesinde yapılacak hizmetler olduğu
belirtildi, bu konunun (unutulmayıp)
da düşünüldüğü belirtildi.
Mevzuatların yayınlarını müteakip
Aile Hekimliği Pilot Uygulaması (AHPU)
15.09.2005 tarihinde Düzce ilimizde
başlamıştır.
21.02.2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi (E:2005/10, K:2008/63) vermiş olduğu kararında; 5258 sayılı
Yasa’ya göre aile hekimleri ve aile
sağlığı elemanlarınca sunulacak
hizmetlerin, kişiye yönelik koruyucu
sağlık hizmetleri ile birinci basamak tanı koyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetleri olduğu,
kişilerin bu sağlık hizmetlerinden
yararlanabilmelerinin aile hekimlerine kayıt olmalarına bağlı olması
gerektiği, idare ile imzalayacakları
sözleşmenin idari hizmet sözleşmesi
niteliğinde olduğu ve Anayasa’nın
128. maddesinde yer alan “diğer
kamu görevlisi” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönünde
tespitlerde bulunmuştur.
Ayrıca Aile Hekiminin sevk oranı ile
kendisine yapılacak ödeme tutarı
arasında bağlantı kuran dava konusu düzenlemenin, ihtiyacı olan kişilerin sağlık hizmetlerine ulaşmalarını
ve bu hizmetlerden gereği gibi yararlanmalarını güçleştirecek öte yandan Devletin kişilerin yaşamını ruh ve
beden sağlığı içinde sürdürmelerini
sağlamak görevini gereği gibi yerine getirmesini zorlaştıracak nitelikte
bir düzenleme olduğundan Anaya-
sa’ya aykırı bularak iptal etmiştir.
Uygulamada yaşanan sapmaları
adım adım anlatmış oldunuz. Peki
ne zaman bu uygulamaya büyük
zararlar verecek kararlar alınmaya
başlandı?
2010’dan itibaren Aile Hekimliği Pilot Uygulamasında Aile Hekimliğinin
ruhuna ve amacına aykırı işlemlerin
hayata geçirilmeye başlandığı görülüyor.
O halde mesai dışı hizmetlerin verilmesi de bu dönemde mi ortaya
çıktı?
Kesinlikle. Hatta, Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün
28.01.2010 tarih ve 2010/6 sayılı Mesai Dışı Poliklinik Uygulaması konulu
Genelgesi ile Aile Hekimlerine Hastane Acillerinde “Mesai Dışı Poliklinik”
adı altında görevler verilmeye başlandı.
2010 yılında yaşananlar oldukça
önemli. Zira bir çok sorunun temeli
o yıllarda atıldı. Biraz daha anlatır
mısınız, o yıllarda alınan hangi kararlar bugün çözümsüz olarak kaldı?
2010 yılı sonunda tüm illerimizde Aile
Hekimliği uygulamasına geçilmiştir. 30.12.2010 tarihli ve 27801 sayılı
Resmi Gazetede Aile Hekimliği Uygulaması Kapsamında Sağlık Bakanlığı’nca Çalıştırılan Personele Yapılacak Ödemeler ve Sözleşme Şartları
Hakkında yönetmelik yayımlanmıştır.
Bu Yönetmelik ile Aile Hekimlerine yapılan kişi başı ödemelere risk grupları
da eklenmiş, Aile Hekimlerine izin verme yetkisi ilçelerde Kaymakamlar
ve TSM’lerden alınarak Müdürlüklere
verilmiş ve sözleşme feshine esas
teşkil edecek İhtar Puanı uygulaması
başlatıldı.
Peki, Sağlık Bakanlığı’nda da köklü
bir değişime gidildiği görülüyor. O
süreç nasıl oldu?
2011 yılının Kasım ayına gelindiğinde Sağlık Bakanlığı teşkilatı köklü bir
değişim yaşadı. 02.11.2011 tarih ve
28103 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 663
sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname (KHK)
ile Bakanlık Merkez ve Taşra Teşkilatlarında ve Bağlı Kuruluşların yapıları
değiştirilmiştir. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Türkiye İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu, Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık
Genel Müdürlüğü ve Türkiye Kamu
Hastaneleri Kurumu 4 yeni Kuruluş
kuruldu. Taşra Teşkilatında da bu değişime bağlı olarak en üstte İl Sağlık
Müdürlüğü olmak üzere İl Halk Sağlığı Müdürlükleri ve İl Kamu Hastane
Birlikleri şeklinde 3’lü bir yönetim şekli
ortaya çıktı.
Aile Hekimleri, 5258 sayılı Yasa’nın
Sağlık Bakanlığına vermiş olduğu
yetki ile,657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu ile diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki
hükümlerine bağlı olmaksızın, İdari
Hizmet Sözleşmesi niteliğinde olan
Aile Hekimliği Hizmet Sözleşmesi ile
çalıştırılmaktadırlar. Aile Hekimleri, “Kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri
ile birinci basamak teşhis, tedavi ve
rehabilite edici sağlık hizmetleri” olarak adlandırılan Aile Hekimliği Hizmetlerini kendilerine kayıtlı asgarî 1000,
azamî 4000 kişiye bir sözleşme dönemi boyunca sunmak zorundadırlar. Sunmuş oldukları hizmetler ile ilgili
bilgilerin, ay sonunda SağlıkNet aracılığı ile Sağlık Bakanlığına bildirmelerinin akabinde, onbeş gün içerisinde
ücretleri ödenmektedir.
Aile Hekimlerine ödenen ücretlerin
657 sayılı Kanun’a tabi memur veya
sözleşmeli personellere ödenen
37
aylık/maaş’lardan önemli bir farkı
mevcuttur. 657 sayılı Kanun’un 147.
Maddesinde Aylık; Bu Kanuna tabi
kurumlarda görevlendirilen memurlara hizmetlerinin karşılığında, kadroya dayanılarak ay itibariyle ödenen
para,Sözleşmeli Ücreti; 4 üncü maddenin (B) bendi gereğince çalıştırılan
personele ödenen para ve Fazla Çalışma Ücreti de; Kurumların, Kanunun
178 inci maddesinde yazılı esaslar
çerçevesinde normal çalışma saatleri dışında çalıştırdıkları memurlara,
fazla çalışma saati itibariyle ödenen
para olarak tanımlanmıştır.
Gaziantep Milletvekili Sayın Dr. Mehmet ŞEKER’in TBMM Başkanlığına
vermiş olduğu yazılı soru önergesine
Hükümet adına Maliye Bakanı sayın
Mehmet ŞİMŞEK’in vermiş olduğu
07.03.2012 tarih ve 025273 sayılı
cevap yazısında; Aile Hekimlerinin
sözleşmeli personel pozisyonlarında
istihdam edilmedikleri ve yapılan
her türlü ödemelerin Sağlık Bakanlığının ilgili yıl
bütçesinde yer alan
“03.5 Hizmet Alımları”
ekonomik
kodunu içeren
tertiplerden
yapıldığı belirtilmiştir.
2015 yılı Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu
Bütçesini
de
incelediğimizde,“03.5.2 Mal ve
Hizmet Alım Giderleri – Aile Hekimliği Hizmetleri” kalemi adı altında
4.828.000.000 TL bir tutarın Aile Hekimliği Hizmetleri için Maliye Bakanlığı tarafından Kurum’a tahsis edildiği
görülmektedir. Söz konusu tutarı ülke
nüfusumuz olan 78 milyona böldüğümüzde yaklaşık kişi başına 60 TL
bir miktarı görmekteyiz. 60 TL’yi de 12
aya bölünce karşımıza 5 TL gibi bir
rakam çıkmaktadır. Başka bir deyiş
ile Maliye Bakanlığının her vatandaş
için Aile Hekimliği Hizmetinde kullanılmak üzere bütçeden 5 TL ayırdığı
görülmektedir. Bu rakamı bizzat Aile
Hekimliği Kanunu’da ispatlamaktadır. Aile Hekimliği Kanunu’nun 3.
Maddesi 7. Fıkrasına göz atınca karşımıza şu ibare çıkmaktadır: “ (Ek fıkra:
4/7/2012-6354/12 md.) Aile hekimliği
uzmanlık eğitimi veren kurumların;
her bir araştırma görevlisi/asistan başına azamî kayıtlı kişi sayısı 4000 kişiyi
aşmamak ve her kayıtlı kişi başına
(görev yapacak araştırma görevlisi/
38
asistan sayısı da esas alınmak suretiyle) aylık beş Türk Lirasından fazla
olmamak üzere belirlenecek tutar,
çalışılan aya ait sonuçların ilgili sağlık
idaresine bildiriminden itibaren onbeş gün içinde ilgili döner sermaye
mevzuatı hükümlerine tabi tutulmaksızın döner sermaye işletmelerinde
bu amaçla açılacak olan hesaba
yatırılır.”
Akla şu soru gelmekte: Bugün ülkemizde yaklaşık 22 bin Aile Hekimi ve
Aile Sağlığı Elemanı görev yapmakta. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde de
bu sayının 30 bin üzerine çıkması öngörülmekte. Aile Hekimi ve Aile Sağlığı Elemanlarının sayılarında yaklaşık
%50 artış olması ile Maliye Bakanlığının Bütçeden Aile Hekimliği Hizmetlerine ayıracağı paranın da %50 oranında artacağını öngörebilir miyiz?
Aile Hekimlerinin Devlet Memurluğu
ile ilgisi çok karışmaktadır. 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu 4. Maddesinde Kamu Hizmetlerinin Memurlar,
Sözleşmeli Personel, Geçici Personel
ve İşçiler eliyle görüleceği hüküm altına alınarak söz konusu personellerin
tanımlamaları yapılmıştır.
Aile Hekimlerinin 657 sayılı Devlet Memurluğu Kanunu’nun 4. Maddesinde
belirtilen Devlet Memurları ile ilgisi bulunmamaktadır.
Peki yine 4. Maddenin B bendinde
tarif edilen Sözleşmeli Personeller
ile herhangi bir ilgisi var mıdır?
Söz konusu maddede tarif edilen
Sözleşmeli Personeller, Maliye Bakanlığınca vizelenen pozisyonlarda, mali
yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileridir. Aile
Hekimleri Maliye Bakanlığınca vizelenen pozisyonlarda çalışmadıkları için
bu grupta değerlendirilmeleri mümkün değildir.
657 sayılı Kanun’un 5. Maddesinde
Kamu Kurumlarının 4. Maddede belirtilen Memurlar, Sözleşmeli Personel, Geçici Personel ve İşçiler dışında
personel çalıştıramayacakları açıkça
belirtilmektedir.
Peki Aile Hekimleri herhangi bir
Kamu Kurumuna bağlı olarak çalışmamakta mıdırlar? Aile Sağlığı
Merkezleri Kamu Kurumu statüsünde değiller midir?
Bu sorunun cevabını, Türk Tabipleri Birliğinin, Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin
Usul ve Esaslara Dair Tebliğ’in 3. Maddesi 3. Fıkrasında yer alan “… sözleşmeli aile hekimlerinin sigorta primlerinin tamamı …” ibaresinin iptali için
Danıştay 10. Dairesinde açmış olduğu davaya, Sağlık Bakanlığı’nın
vermiş olduğu savunmada
yer alan şu ifadelerde
arayabiliriz:
Sözleşmeli olarak
istihdam edilen
Aile Hekimleri ile Bakanlık
arasındaki
ilişki, 5258 sayılı Kanun’a
dayalı olarak
akdedilen bir
“idari
sözleşme ilişkisi”dir. Bu
kişiler
tamamen
gönüllülük
esasıyla bu hizmete talip olmaktadırlar. Aile Hekimlerine
Devletçe Ödeme yapılması, kamu
taşınmazlarının kiralanması, merkez giderleri için katkıda bulunması
ve sair kolaylıklar sağlanması, işbu
kamu sağlık hizmetinin niteliğinden
ve öneminden kaynaklanmaktadır.
5258 sayılı Kanun hükümlerine göre,
aile hekimlerinin bir kamu sağlık kurumunda çalışmadığı ve sadece idari
hizmet sözleşmesine dayalı sağlık
hizmeti sundukları sabittir. Aile Hekimliği hizmetlerinin niteliğinin kamu
sağlık hizmeti olması aile hekimlerinin
kamu sağlık kurumunda görev yaptığı sonucunu doğurmamaktadır.
Dava Danıştay 15. Dairesine havale
edilmiş, verilen nihai kararda da ise
Aile Sağlığı Merkezlerinin kurumsal
özelliklerine hiç değinilmemiş olup,
Aile Hekimlerinin Anayasa Mahkemesince de tescil edilen “diğer
kamu görevlileri” statüleri öne sürüle-
rek Bakanlık aleyhine karar verilmiştir.
Aile Sağlığı Merkezlerinin kurum olarak nitelendirilebilmeleri için yasa ile
kuruluş şekillerinin, bütçelerinin, teşkilat yapılarının ve statülerinin belirlenmiş olmaları gerekmektedir. Ancak
5258 sayılı Yasa’da Aile Sağlığı Merkezleri 6 cümlede geçmesine rağmen herhangi bir tanımları yapılmamıştır. Oysa Anayasamız gereğince,
düzenlenen konuların Kanunlarda
sadece kavram, ad veya kurum olarak söz edilmesinin yeterli olmadığı,
temel ilkelerin konulup çerçevelerinin
çizilmiş olmasını gerekmektedir.
Aile Sağlığı Merkezlerinin hukuki statüleri, Emeklilik sonrası Aile Hekimliği
yapmak üzere sözleşme imzalayan
hekimlerin, emeklilik maaşlarının kesilmesi veya ödenmiş emekli maaşlarının yasal faizleriyle geri istenmesi
ile başka bir boyutta tartışılmaya başlanmıştır.
5335 sayılı Kanun’un 30. Maddesi 2.
Fıkrası uyarınca, herhangi bir sosyal
güvenlik kurumundan emeklilik veya
yaşlılık aylığı alanların bu aylıkları kesilmeksizin herhangi bir kamu kurum
veya kuruluşlarında herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar.
SGK tarafından bu kanun maddesi
gerekçe gösterilerek aile hekimlerinin
emeklilik aylıkları kesilmektedir.
bir teşkilat yapısı bulunmamaktadır.
Siz bu uygulamayı nasıl buluyorsunuz?
Kanımca söz konusu uygulama hatalıdır. Çünkü Aile Sağlığı Merkezlerinin ne 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanunu ne de 663 sayılı KHK ile,kuruluş
şekilleri, bütçeleri, teşkilat yapıları ve
statüleri belirlenmemiştir. Öte yandan Aile Hekimleri herhangi bir kadro
veya pozisyonlarda çalışmamaktadırlar. Bazı yerel idare mahkemelerince de Aile Sağlığı Merkezlerinin Aile
Hekimlerince kiralandığı, sigorta
primlerinin kendileri tarafından ödenmesi, kullanılan malzemelerin satın
alınması, tıbbı sekreter ve hizmetlilerin maaşlarının yine kendileri tarafından ödenmesi hususları göz önüne
alınarak Aile Hekimlerinin 5335 sayılı
Yasa’nın 30. Maddesinin 2. Fıkrasında
sayılan kamu kurum ve kuruluşlarında
görev yapmadıkları belirtilerek kesilen
emekli maaşlarının geri ödenmelerine hükmedilmiştir.
663 sayılı KHK’da veya bağlı mevzuatları olan Sağlık Bakanlığı Bağlı Kuruluşları Hizmet Birimlerinin Görevleri
ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında
Yönetmelik ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Taşra Teşkilatı Hizmet Birimlerinin
Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları ile
Kadro Standartları Hakkında Yönerge’de Aile Hekimliği ile ilgili herhangi
Anayasa Mahkemesi 11.09.2014
günlü ve E:2014/82 K:2014/143 sayılı
kararı ile de,kamu görevlisi statüsünde olan sözleşmeli aile hekimi ve aile
sağlığı elemanlarının, özlük hakları
kapsamında bulunan izin hakkına
ilişkin temel ilkelerin yönetmelikle düzenlenmesine imkân tanıyan kuralların, kamu görevlilerinin statülerinin
kanunla düzenlenmesi ve yasama
yetkisinin devredilmezliği yönündeki
anayasal ilkelerle bağdaşmaması
nedeniyle, Kanun’un 8. Maddesinin
İkinci fıkrasının “Aile hekimi ve aile
sağlığı elemanlarıyla yapılacak
sözleşmede yer alacak hususlar.”
ve “.Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak, Sağlık Bakanlığının
teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” bölümlerini “sözleşmeli aile
hekimi ve aile sağlığı elemanlarının
izin hakkı” yönünden Anayasamıza
aykırı bularak iptal etmiştir.
Bizleri bu konularda bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederiz.
-Bu konulara değinmeme fırsat verdiğiniz için ben teşekkür ederim.
39
SEYAHAT
gelen ve Devrek tarafından. Her ikisinde
de Zonguldak son duraktır. Geçen 15
yıl boyunca benim için de öyle oldu
Zonguldak. Bilenlerin de tahmin edeceği
gibi ben bu “dik merdivenli kente” İstanbul
yönünden giriş yapmıştım. Aylar sonra
bir Ankara dönüşü aynı şehre girerken ne
kadar şaşıracağımı henüz bilmiyordum.
Üniversite’den mezun olup da tayin
tercihlerim arasında ilk sıraya yerleştirdiğim
zaman bu daha önce hiç görmediğim
kenti, kenti iyi bilen bir dostum bana;
“Zonguldak’a tayin olacaksan, şimdiden
kendini merdiven çıkmaya alıştırmalısın”
demişti. Ben ise o dostuma inat bu
dik şehirde hep merdivensiz sokakları,
merdivensiz evleri mesken tutmaya
çalıştım bunca sene.
Ama gün geldi o gri ve soluk merdivenleri
bir gün birileri çıktı ve boyadılar. İşte bu
yüzden hep iki rengi oldu Zonguldak’ın,
benim için… Tıpkı iki farklı şehir girişinden
hissettiğim iki kent gibi; zaman, zaman
kömür gibi kara, duman gibi gri, zaman,
zaman da tıpkı bir gökkuşağı gibi, o
boyanan merdivenler gibi rengarenk.
BAZEN ILIK LODOS ESER
BAZEN DE POYRAZ…
Tıpkı yolu gibi, rengi gibi, rüzgarı da
ikidir Zonguldak’ın. Bazen ılık bir lodos
esiverir Şubat ortasında, erik ağaçlarını
aldatır türküsüyle, bazen de poyraz eser
kuzeyden, sanırsınız ki deniz öfkelenmiş,
kızmış Zonguldaklılara… Hatta Temmuz
ayında bile denize giremezsiniz, ayağınızı
suya soktuğunuzda, dişleriniz bambaşka
bir türkü söylemeye başlar. Öyle karpuz
kabuğuna falan aldırmaz. Zonguldaklılar
Ankara’da oturan politikacıları işte bu
poyraza benzetirler.
EN SON HATIRLANIR!
Harf sırasında en sonda olmasından mıdır
bilinmez, hep en son hatırlanan kenttir
Zonguldak. Yine de çok hayıflanmaz
Zonguldak halkı, çünkü kötü günlerinde
hiç yalnız bırakılmamıştır. Ne zaman
kara bir duman yükselse kentin üstünde,
Ankara’nın bozuk yollarına hiç aldırış
etmeden, geline bilinecek en son hızla
gelirler, en son duymak isteyeceklerimizi ilk
önce söylemek için.
HER ŞEY İKİDİR, ZONGULDAK’TA
Dedim ya, her şey ikidir Zonguldak’ta.
Şehrin tam ortasından geçen Acılık Deresi,
Dr. Hasan KOCA
ZONGULDAK
Yıl 2000… 4 Nisan sabahı
uzun bir yolculuğun
ardından giriyordum
Zonguldak’a. Havada
hafif bir lodos esintisi ve
lodosun birbirine kattığı erik,
kiraz ve şeftali ağaçlarının
çiçek kokuları eşliğinde.
Yeryüzünde “cennet”
diye bir yer varsa eğer,
cennet burası olmalı diye
düşündüm, sol tarafımdaki
uçsuz bucaksız Karadeniz’in
sularını seyrederken. Ve de
sağ tarafımdaki Karadeniz
yeşilini…
Zonguldak’a iki yoldan girilir.
Biri İstanbul istikametinden
gelen ve Karadeniz
Ereğli tarafından, diğeri
Ankara istikametinden
40
41
şehri de iki yakaya ayırır. Hatta Devlet Hastanesi bile bu ayrımdan
payını alır. Birisi eski Devlet Hastanesi adıyla bilinen hastane, diğeri
ise eski SSK Hastanesi adıyla bilinen hastane, birbirlerini uzaktan
uzağa seyrederler. Tam ortada kalan alanda, Acılık Deresi’nin
yakınında üç kule selamlar sizi. Bunlar eski lavuar kuleleridir. Lavuar
alanı temizlenip şehrin biraz dışına taşınırken, yıkılmaktan son
anda kurtulduklarını belli edercesine, yan yana birbirlerine destek
olarak ayakta kalmayı sürdürürler. Tek dostları vardır, o da, her
gece ışığıyla Karadeniz’deki gemiler gibi onlara da selam veren
deniz feneri. Deniz feneri bulunduğu tepeye kendi adını vermiştir.
Fener semti Zonguldak’ta mutlaka görülmesi gereken yerlerin
başında yer alır. Yaklaşık yüz yıl kadar önce, burada yaşayan
Fransızlar tarafından yapılmış geniş bahçeli evler, her biri yaklaşık
yüz senelik ağaçlarla kaplı yemyeşil bir tepe, eşsiz Zonguldak ve
deniz manzarasını izlerken içinizin ürpereceği yüksek kayalıklar.
Deniz fenerinin yanındaki çay bahçesinde çayınızı yudumlarken,
Zonguldak tüm güzelliğiyle kuş bakışı ayaklarınızın altına serilir.
Tam aşağıdaki Zonguldak Limanı’ndan harekete hazırlanan bir
geminin sireni sanki veda edercesine duyulur.
günbatımı manzarası gelir. Güneş bir başka batar Zonguldak’ta,
bir film çekimi sonrasında yaptığı röportajda Yılmaz Erdoğan’a
“Dünyada en güzel gün batımının yaşandığı o kente selam
olsun” dedirtecek kadar.
Birçok kişiyi Zonguldak’ta tutan da hep bu gün batımıdır
çoğu zaman. Bırakıp gidenlerinse en çok özlediği hep o
günbatımlarıdır, bu yüzden gittikleri yerlerde hep kuzeye bakar
pencereleri…
LİMANI HAREKETLİDİR
Limandan kalkan gemiler kömür taşır Ukrayna limanlarına, biraz
da zamanı taşırlar ağır cüsseleriyle. Bu nedenledir ki, zaman ağır,
ağır ilerler Zonguldak’ta. Hep bir bekleyişi vardır Zonguldaklının.
Günde üç kez uğurlanır madenciler işlerine. Sağ salim evlerine
dönmeleri zaman alır. Yerin yüzlerce metre altına gitmişlerdir
ekmek paralarını kazanmaya. Hani dedim ya Zonguldak hep
ikidir diye, işte bu kentin iki de katı vardır. Biri yeryüzündedir, diğeri
yer altında. Haritalar vardır yolları gösteren… Zonguldak’ta iki
tane kent haritası vardır. Her gün binlerce işçi bu ikinci haritanın
yollarında ilerler. Zonguldak bu yolculuktan dönememiş olanları
da unutmamıştır. Liman arkasına doğru yürüdüğünüzde
“Zonguldak Havzası Maden Şehitleri Anıtı” çıkar karşınıza.
Ama “Liman Arkası” deyince akla en çok, yıllarca balıkçılara,
sevdalılara ve fotoğrafçılara mesken olmuş o muhteşem
42
43
Hakan UZUN - TRABZON
YAZAR
DANIŞTAY’IN
SON KARARI
Kahramanmaraş ilinde bir aile hekiminin, yazılan İlçe Devlet
Hastanesinde ki acil ve adli nöbet listesinin iptali için yaptığı
itirazının, Gaziantep 1.İdare Mahkemesi tarafından “ Kamu
yararı gözetilmesi” nedeniyle red edilmesi sonucunda, davanın Danıştay 5. Dairesinde görülmesi sonucunda, Danıştay 5. Dairesi aile hekimlerinin lehine bir karar vererek, Gaziantep 1. İdare Mahkemesinin kararını esastan bozmuştur.
Bu kararı inceleyecek olursak;
Danıştay 5. Dairesinin, 2012/ 8148 Esas ve 2015/1711 Karar sayılı 26.02.2015 tarihli kararında Aile Hekimlerinin görev
tanımlarının Aile Hekimliği Kanunu’nun 2. maddesinde “Aile
hekimi; kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini
yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmaksızın her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak belli bir mekânda vermekle yükümlü, gerektiği ölçüde gezici sağlık hizmeti veren ve tam
gün esasına göre çalışan aile hekimliği uzmanı veya Sağlık
Bakanlığının öngördüğü eğitimleri alan uzman tabip veya
tabiptir.” tanımlanmış olduğunu, özellikle bu maddeye atıf
yaparak, “farklı bir statüde görev yapan aile hekimlerine Kanunda sınırları çizilip tarifi yapılan ve imzalanan sözleşmelerle de sınırları belirtilen görevleri dışında, başka görevler
verilmesini olanaklı kılan yasal bir hüküm bulunmamaktadır
diye karar vermiştir.
Danıştay 5. Dairesinin bu kararı, AHEF olarak şimdiye kadar
savunduğumuz tezlerin doğru olduğunun bir kanıtıdır. Her
yazımızda söylediğimiz gibi aile hekimlerine verilecek olan
görevlerin mutlaka Aile Hekimliği Kanunun da yer alan görev tanımı içinde olması gerekmektedir.
Bu kararın ayrıntılı incelemesine bakacak olursak,
1. Danıştay 5. Dairesi Aile Hekimlerinin farklı bir statüde görev yaptıklarını ifade etmiştir.
44
2. Kanunda sınırları çizilip tarifi yapılan ve imzalanan
sözleşmelerle de sınırları belirtilen görevler dışında
başka görev verilmesine olanak olmadığını açık olarak karara bağlamıştır. Bu hüküm çok önemli çünkü kanunda sınırları çizilmemiş ( en az-en fazla belli
olmayan) ve imzalanan sözleşmelerle sınırları belirtilmeyen görevlerin ( Örnek: nöbetler gibi) ( bakınız
imzaladığınız sözleşme metinleri; 2010 yılı sözleşme
metni, 2015 yılı sözleşme metinlerini karşılaştırınız )
verilmesinin olanaklı olmadığını Danıştay 5. Dairesi
ifade etmiştir.
3. Adli Nöbetler: Adli nöbetler bu davanın ana konularından birisidir. Danıştay 5. Dairesinin bu kararına
göre adli nöbetler, aile hekimlerinin görev tanımlarında yer almamaktadır. Ayrıca Aile Hekimliği Kanununda ve imzalanan sözleşmeler de sınırları çizilip
tarifi yapılmamıştır. Bu durumda adli nöbetler aile
hekimlerinin görevi değildir. Danıştay 5. Dairesinin bu
kararı ile idare aile hekimlerini, adli nöbet listelerine
yazması hukuksuzdur. Sadece Savcı aile hekimlerini
adli bilirkişi olarak bizzat görevlendirebilir.
4. Defin Nöbetleri: Defin nöbetleri bu davanın konusu
olmamasına rağmen, Danıştay 5. Dairesinin kararına
göre defin nöbetleri de (ÖBS nöbetleri ) aile hekimliği
görev tanımı içinde Aile Hekimliği Kanunun da yer almamaktadır. Aile Hekimliği Kanununda yer almayan
ve imzalanan sözleşmeler de sınırları çizilip tarif edilmeyen defin nöbetleri aile hekimlerine görev olarak
verilemez. Defin nöbetleri konusunda başka bir kanıtta Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’ nun 216. maddesinde
“ Belediye tabipleri olan yerlerde defin ruhsatiyeleri
bu tabipler tarafından, bulunmadığı takdirde Hükümet tabipleri tarafından mevtanın muayenesinden
sonra verilir. Ölümüne sebep olan hastalık esnasında
tedavi eden tabibin verdiği ruhsatname resmi tabipler tarafından tasdik edilmek şartıyla muteberdir.”
hükmü ile defin ruhsatlarının kimler tarafından verileceği belirlenmiştir. Ne Aile Hekimliği Kanunun da ne
de Umumi Hıfzıssıhha Kanunun da defin ruhsatı verme görevi aile hekimlerine verilmemiştir. Bu yüzden
idarenin aile hekimlerini defin ruhsatı nöbet listesine
yazması hukuksuzdur.
5. Hastane Acil Nöbetleri: Bu davanın ikinci asıl konusu olan, hastane acil nöbetleri için Danıştay kararını ve Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararını
beraber incelemek lazım. Danıştay 5. Dairesinin kararına göre aile hekimlerinin görevleri 5258 sayılı Aile
Hekimliği Kanunu’ nun 2. maddesindeki tanımda yer
almaktadır. Bu tanımda özellikle aile hekimlerinin görev tanımı “ kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri
ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici
sağlık hizmetlerini yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmaksızın her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak belli
bir mekânda vermekle yükümlü, gerektiği ölçüde
gezici sağlık hizmeti veren ve tam gün esasına göre
çalışan aile hekimliği uzmanı veya Sağlık Bakanlığının
öngördüğü eğitimleri alan uzman tabip veya tabiptir.” şeklinde yapılmıştır. Bu tanımda dikkat çeken üç
önemli husus vardır.
a- Aile Hekimleri, Aile Hekimliği Kanunun’ nun 2. maddesinde tanımlandığı gibi, kendisine kayıtlı kişilere
yönelik birinci basamak sağlık hizmeti vermek üzere
idare ile sözleşme imzalamıştır. Bunu nerden anlıyoruz, Danıştay 5. Dairesinin kararında bahsedildiği gibi
Aile Hekimliği Kanunun da misafir hasta tanımı yok-
tur. Bu sebeple Aile Hekimliği görev
tanımı içinde bulunmayan, sınırları
çizilip tarifi yapılmayan misafir hastalara bakmak, aile hekimlerinin görevi
değildir. Aile Hekimlerinin görev tanımından da anlaşılacağı üzere, Aile
Hekimliği Uygulaması bölge tabanlı
değil, kişi tabanlı bir birinci basamak
sağlık hizmetidir.
b- İkinci önemli kısım ise, Aile Hekimliği Kanunu’nun 2. maddesinde tanımlandığı gibi aile hekimleri birinci
basamak teşhis, tedavi ve rehabilite
edici sağlık hizmetlerini vermek üzere idare ile sözleşme imzalamışlardır.
Hastane acil nöbetleri gibi ikinci-üçüncü basamak sağlık hizmetlerini
vermek, Danıştay 5. Dairesinin üstüne
basarak söylediği gibi aile hekimlerinin görev tanımları içinde yer almamaktadır.
c- Üçüncü en önemli kısım ise, Aile
Hekimleri Kanunu’nun 2. maddesinde tanımlandığı gibi aile hekimleri
verdiği sağlık hizmetini belli bir mekanda vermekle yükümlüdür. Belli bir
mekan dışında sadece gezici sağlık
hizmeti verebilir. Danıştay 5. Dairesinin atıf yaptığı aile hekimlerinin görev
tanımlarını belirleyen Aile Hekimliği
Kanunu’nun 2. maddesine göre aile
hekimleri belli bir mekan dışında gezici sağlık hizmetleri hariç görev yapamaz.
Bu durumda 04.07.2012 tarihinde
Prof. Dr. Recep Akdağ ’ın Bakanlığı
sırasında Aile Hekimliği Kanununa
eklenen “Entegre sağlık hizmeti sunulan merkezlerde artırımlı ücretten
yararlananlar hariç olmak üzere, aile
hekimlerine ve aile sağlığı elemanlarına ihtiyaç ve zaruret hâsıl olduğunda haftalık çalışma süresi ve mesai
saatleri dışında 657 sayılı Kanunun
Ek 33 üncü maddesinde belirtilen
yerlerde nöbet görevi verilebilir ve
bunlara aynı maddede belirtilen
usul ve esaslar çerçevesinde nöbet
ücreti ödenir.” ve Uzm. Dr. Mehmet
Müezzinoğlu’ nun Bakanlığı sırasında
02.01.2014 tarihinde değişikliğe uğrayan madde ” Aile hekimlerine ve
aile sağlığı elemanlarına 657 sayılı
Kanunun ek 33 üncü maddesinde
belirtilen yerlerde haftalık çalışma
süresi ve mesai saatleri dışında ayda
asgari sekiz saat; ihtiyaç hâlinde ise
bu sürenin üzerinde nöbet görevi
verilir. (Ek cümle: 2/1/2014-6514/52
md.) Bunlara entegre sağlık hizmeti
sunulan merkezlerde artırımlı ücretten yararlananlar hariç olmak üzere, 657 sayılı Kanunun ek 33 üncü
maddesi çerçevesinde nöbet ücreti
ödenir.” maddesi kanunda olmasına
rağmen, Danıştay 5. Dairesinin atıf
yapmış olduğu Aile Hekimliği Kanunu’nun 2. maddesindeki görev tanımında, misafir hastaya bakılacağı
yer almadığı için, ikinci veya üçüncü
basamak sağlık hizmetleri verileceği
tanımlanmadığı için ve aile hekimlerinin belli bir mekan dışında ( gezici
sağlık hizmeti hariç) görev yapabileceği yer almadığı ve imzalanan sözleşmelerde nöbet kavramının bulunmadığı için, Aile Hekimliği Kanunu’na
04.07.2012 tarihinde eklenen ve
02.01.2014 tarihinde değişikliğe uğrayan madde ile tezat oluşturmaktadır. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin 03.10.2013 günlü E:2012/103
K:2013/105 sayılı gerekçeli kararına
baktığımız zaman, nöbet uygulamasına üç ayrı ölçüt getirilmiştir.
a- İlk ölçüt, kimin nöbet tutamayacağına ilişkindir. Entegre sağlık hizmeti
sunulan merkezlerde artırımlı ücretten yararlananlar nöbet tutmayacaklardır.
b- İkinci ölçüt, nöbetin ancak ihtiyaç
ve zaruret hâlinde tutulmasıdır.
c- Üçüncü ölçüt ise nöbet görevinin
gerçekleştirileceği yerlere yöneliktir.
Buna göre de 657 sayılı Kanun’un 33.
ek maddesinde sayılan yerlerin dışında nöbet tutulamayacaktır. (Anayasa Mahkemesi karar verdiğinde
Ek-33: Yataklı tedavi kurumları, seyyar
hastaneler, ağız ve diş sağlığı merkezleri ve 112 acil sağlık hizmetleri )
Bu ölçütler ile nöbet uygulamasının
genel çerçevesi belirlenmiştir. Aile
hekimi ve aile sağlığı elemanlarına
nöbet tutturulması için yukarıda belirtilen şartların hepsinin bir arada bulunması gerekir.
Yukarıdaki Anayasa Mahkemesinin
Gerekçeli Kararı ve Danıştay 5. Dairesi’nin kararlarına göre, Hastane Acil
Nöbetleri, ihtiyaç ve zaruret hali olmadan aile hekimlerine görev olarak
verilemez. Danıştay 5. Dairesinin kararı tekrar incelendiğinde” Kanunda
sınırları çizilip tarifi yapılan ve imzalanan sözleşmelerle de sınırları belirtilen
görevler dışında” aile hekimlerine
görev verilemez denmiştir. Burada
Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara esas teşkil eden, Kanun
maddesinin mevcut Aile Hekimliği
Kanununda olup olmadığının da irdelenmesi gerekmektedir.
Bu durumda Danıştay 5. Dairesinin
tespit ettiği şartların, hem kanunda
sınırları çizilip tarifinin yapılması hem
de sözleşme metinlerinde nöbet görevinin sınırlarının belirlenmesi gerektiğinden, aile hekimlerine Hastane Acil
Nöbet görevi verilmesinin ne kadar
hukuki olduğunu sizlerin takdirine bırakıyorum.
6. ASM-TSM Nöbetleri: ASM-TSM
nöbetlerine özel henüz elimizde sonuçlanmış bir mahkeme kararı bulunmadığı için bununla ilgili değerlendirmelerimizi, mahkeme kararları
sonrasına bırakıyoruz. Ama Danıştay
5. Dairesinin atıf yapmış olduğu Aile
Hekimliği Kanunu’ nun ikinci maddesinin burada da geçerli olduğu,
kararda yer alan “Kanunda sınırları
çizilip tarifi yapılan ve imzalanan sözleşmelerle de sınırları belirtilen görevler dışında” ibaresinin konunun can
alıcı noktasını oluşturduğunu bir kere
daha ifade etmek lazım.
ASM nöbetleri ile ilgili olarak Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği’nin
8. maddesinin 6. fıkrasında yapılan
değişiklikle, “Aile hekimlerince aile
sağlığı merkezlerinde sunulan nöbet
hizmetleri hekime kayıtlı kişilere bakılmaksızın ifa edilir” hükmü yönetmeliğe eklenmiştir. Bu durumda Aile
Sağlığı Merkezleri dışında Toplum
Sağlığı Merkezleri v.b yerlerde aile
hekimlerince sunulan nöbet hizmetlerinde hizmet alacak olan kişinin aile
hekimine kayıtlı olma şartının devam
ettiği anlaşılmaktadır. Danıştay 5.
Dairesinin vermiş olduğu kararda da
görüldüğü gibi aile hekimlerine verilecek olan görevlerin, Kanunda sınırları çizilip tarifi yapılmalı ve imzalanan
sözleşmelerde görevin sınırları belirtilmedir. Bu yapılan yönetmelik değişikliği ile Danıştay 5. Dairesinin vermiş
olduğu karara tezat oluşturacak şekilde aile hekimlerine verilen bir görevin
sınırları yönetmeliklerle çizilmeye çalışılmıştır. Aile hekimlerine ASM nöbetlerinde kendisine kayıtlı hasta dışında
hasta bakma görevi verilmesi hukuka
uygun değildir. Bu uygulamaya da
Danıştay’ın hukuksuzluk nedeniyle dur
diyeceği kesindir. Aile Hekimliği Uygulaması bölge tabanlı bir uygulama
değil kişi tabanlı bir uygulamadır.
Bu nedenlerle, Danıştay 5. Dairesinin
tespit ettiği şartların, yani aile hekimlerine verilecek olan ASM nöbetlerinin sınırlarının hem kanunda çizilip
tarifinin yapılması hem de sözleşme
metinlerinde ASM nöbet görevinin sınırlarının belirlenmesi gerekmektedir.
Bu yüzden aile hekimlerine Danıştay
5. Dairesinin tespit ettiği olayın özüne
aykırı olarak, ASM-TSM nöbet görevi
verilmesinin ne kadar hukuki olduğunu sizlerin takdirine bırakıyorum.
Danıştay 5. Dairesinin bu kararı aile
hekimliğinde bir milat olacaktır. Böyle
olmasaydı bu mahkeme kararını iptal
ettirmek için herkes ayağa kalmazdı.
45
İ
L
R
İ
H
ŞE
OTOMOBİL
YENİ
FORD
MONDEO
i ilk büyük
n 2015’tek
’u
rd
o
F
a
ıklı arka
nd
a liste başı
, hava yast
o
d
e
ın
d
ığ
n
d
o
n
M
la
kat çeken
obiller sıra
aşarmış.
rımıyla dik
ştirmeyi b
ygun otom
sa
le
u
n
ta
n
ı
tü
e
sl
ü
a
in
b
k
iç
la
ikle
nımı
ka tasamıy
liyor. Özell
Şehir kulla
liliğini hari
ir
ondeo ge
n
M
e
v
n
ü
la
g
o
i
i
yeniliğ
e şehirdek
emerleri il
emniyet k
TEKNİK ÖZELLİKLER
Model
Ford Mondeo 1.5
EcoBoost Style
Motor
1499 cc, dört silindir.
Maksimum hız
209 km/s
Şanzıman
Altı ileri otomatik
Yakıt tüketimi
7.2 lt/100 km
T
İÇ TASARIM
Otomobilin dinamik dış görünüşünün yanında kabininde de
birçok yenilik mevcut.
Daha az düğme ve bolca
ferahlık sunan yeni iç tasarım
konsepti modern gereksinimlere
cevap veriyor. Mondeo ürün gamında standart sunulan 8 inçlik
dokunmatik ekran, SYNC II ve
dijital göstergeler ile iç mekanda
güçlü teknoloji hissi yaşatılıyor.
Bilgi-eğlence sistemi SYNC II ile
öne çıkan ve bir önceki versiyonda sunulmayan önemli özellikler
ise klima, radyo ve navigasyon
sistemlerinin Türkçe sesli komutlar
ile kumanda edilebilmesi.
ACİL DURUM
YARDIMI
SYNC II ile birlikte
sunulan acil durum
yardımı, hava yastıklarının açılmasına
veya yakıt akışının
kesilmesine neden
olan bir kazada Bluetooth ile sisteme
bağlı cep telefonunuz üzerinden 112
Acil Yardım Servisi’ni
otomatik olarak
arayarak kaza
yerinin GPS koordinatlarını acil durum
birimlerine iletiyor.
Tamponlarda LED Gündüz Farları, Üstünde Farlar, Onun üstünde de Sinyaller yer alıyor
OTOMATİK PARK SİSTEMİ
Yeni Mondeo’da sunulan bir diğer yeni teknoloji gelişmiş otomatik park sistemi. Bu sistem, paralel veya dikey park
seçiminize göre uygun park yerini buluyor ve park etmeniz için gerekli tüm direksiyon manevralarını kendisi yapıyor.
Paralel park çıkış yardımıysa dar park alanlarından çıkılmasına yardım ediyor. EuroNCAPten beş yıldızlı güvenliğe
sahip yeni Mondeo, düşük hızlarda öndeki araca çarpmayı engelleyen aktif şehir içi güvenlik sistemi, kör nokta uyarı
sistemi, şerit takip sistemi, şeritte kalma yardımcısı ve sürücü dikkat takip sistemi gibi teknolojilerle donatılmış.
46
Bagaj hacmi 429 lt
rafik artıp şehir
lerde otomo
billerle ilerlemenin imkansıza yaklaştığı, hatta park
etmeye bile zor yer
bulduğumuz şu yıllarda Ford Mondeo
EcoBosst’un değeri
daha da artıyor.
Şehir içinde yüksek
performans sergilemesi için geliştirildiğini tahmin ettiğimiz Mondeo’da, ilk
kez altı ileri otomatik şanzıman ile
kombine edilen bu
motor, ürün gamında önemli bir yere
sahip.
Yeni Mondeo’nun
ortalama yakıt
tüketim değerleri
4.1 lt/100 km ile 7.2
lt/100 km arasında değişirken,
CO2 emisyonu ise
109 ila 168 g/km
arasında değişiklik
gösteriyor.
Style ve Titanium
donanım paketlerine sahip olan
Ford Mondeo’nun
Türkiye’deki satış
fiyatları 84 bin 900
TL’den başlıyor ve
97 bin 800 TL’ye
kadar ulaşıyor.
47
Uzm. Dr. Mithat TOSUN
YAZAR
Hiç sonsuzluğu
düşündüğünüz
oldu mu ?
Sonsuzluğu çağrıştıracak başka bir resim bulamadım. Her
zaman +1 eklemek mümkün çünkü. Bununla idare edin.
Ne evrenin sonlu olduğunu, ne de evrenin sonsuzluğunu
kavrayabilirsiniz. Her iki seçenek de akıl almazdır bizler için.
Aynı şey neden-sonuç ilişkileri için de geçerlidir. Her ne kadar Big Bang’e kadar geri gidebildiğimizi varsaysak da, ilk
nedenin ne olabileceği, hatta bir varsayımda bulunabileceğimizi düşünsek bile, ondan önce, buna neyin neden
olmuş olabileceğini sormadan duramayız. İster neden–sonuç ilişkileri, ister uzay, isterse zaman kavramlarını ne sonlu,
ne de sonsuz olarak düşünebilmemiz olası değildir. Dışarıdan bakana göre 50 km/saat hızla giden bir tren düşünelim. İçindeki bir yolcu hareket yönünde 5 km/saat hızla hareket ederse, onun hızı dışarıdan bakan gözlemciye göre
55 km/saattir. Aynı hızla geriye doğru giderse 45 km/saattir.
Sağlıklı bir insan aklı bunu anlar ve itiraz etmez.
Peki, ışık hızına yaklaşan bir uzay gemisini düşünelim. Hareket yönüne doğru bir ışık huzmesi gönderildiğinde hızı ne
olur? İşte bu aşamada aklımızın söylediği ile gerçek dünyada geçerli olan fizik kuralları çelişmeye başlar. Işık hızının
sabit olduğunu ve ışıktan hızlı gidilemeyeceğini, artık hızların
birbirine eklenemeyeceğini ya da birbirinden çıkartılamayacağını anlamakta güçlük çekeriz. Hatta açıkçası anlayamayız. Albert Einstein’ın dehâsı işte tam da buradadır. Gündelik yaşamımızdaki deneyimlerin dışına çıktığımızda fizik
yasaları biraz değişir. Ya da bizim algılamaya ve yorumlamaya alıştığımızdan farklı işlemeye başladığını düşünmeye
başlarız. Işık hızına yaklaştıkça zaman genişler (Dilatation),
nesneler yassılaşır. Olaylar bir tuhaflaşır.
48
Atom-altı parçacıkların dünyasına indiğimizde de
aklımızın almadığı tuhaflıklarla karşılaşmaya başlarız.
Bunu sömüren popüler kitaplar da olaylardan daha
anlaşılmaz paylar çıkartıp bizler için olayları daha bir
gizemli ve anlaşılmaz hale getirmeye katkıda bulunurlar. Özellikle ülkemizde halk düzeyinde anlaşılır bir
dille yazma kaygısı olan Bilim Gazeteciliği de pek gelişmemiş olduğundan, modern bilim bizler için gittikçe mistikleşir adeta…
Peki neden anlayamayız? Ya da anlamakta güçlük çekeriz?
Bilimsel bir dille açıklamaya çalışalım; Çünkü beynimiz evreni gerçekte olduğu gibi algılamak, anlamak
ve yorumlamak için değil, yaşadığı ortama uyum
sağlayıp hayatta kalmak için gelişmiştir de ondan.
Eflatun’un mağara benzetmesi
Eflatun’ un (Platones) meşhur ‘ Mağara benzetmesi ‘
nde anlattığı; “ Bazı insanlar karanlık bir mağarada,
doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkûmdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı
duvarda, kapının önünden geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler.
Gördüklerini gerçek olarak kabul etmektedirler“
Bu hikaye üzerinde biraz duralım. Yani, yaşadığımız
dünyanın zihnimizdeki bir sinema perdesi üzerindeki
izdüşümü üzerinde akıl yürütmek olarak ta günümüze taşıyabiliriz bu benzetmeyi…
Üstelik de elektromanyetik tayfın küçücük bir bölümünü algılayabildiğimizi hatırda tutalım.
Bütün tayfa bakarak aslında kör gibiyiz. Sözgelimi arıların bizim göremediğimiz ultraviyole (Ultra: ötesi, Viole: mor; Yani: mor-ötesi) dalga boylarını, Baykuşların bizim göremediğimiz infraruj (İnfra: altı, ruj:kırmızı,
kızıl; Yani: kızıl-altı) dalga boylarını algılayabildiklerini
biliyoruz. Aslında bizim dışımızdaki gerçek dünyada
renkler de yoktur, sadece elektromanyetik dalgalar
vardır. Gözün retina (ağ) tabakasındaki reseptörler (algılayıcılar) tarafından algılanıp, nöronlarla beynin
görme merkezine gönderilen sinyaller, burada nasıl olduğunu hâlâ bilemediğimiz bir şekilde ruhsal düzeyde
renklere tercüme edilir ve renk olarak
algılanır. Yani beyin bizlere bir kolaylık
sağlayıp belli frekanslar arasını renk
olarak algılar.
Aynı şekilde insan kulağının duyamdığı ses frekansları vardır. Bazılarını
kedilerin, köpekleri ya da diğer hayvanların duyabildiğini biliyoruz. Köpek
düdükleri meşhurdur mesela. Hatta
insan kulağının duymadığı ses frekanslarıyla hayvanaları kovalayan,
uzak tutan elektronik aletler bile var
piyasada.
Yıllarca öklid geometrisindeki beşinci postulayı* daha basit diğer aksiyomlardan türetmeye çalışarak bu ilk
başta çetrefil görünen beşinci postulayı kaldırmaya çalışmış matematikçiler yüzyıllar boyu. Ama başaramamışlar. Bu da öklide olan saygımızı
arttırır sanırım. Çünkü öklid geometrisinin geçerli olduğu dünyada beşinci
postula gereklidir.
tian Martin Bartels’ ın (1769 – 1833)
öğrencisiydiler) Bu acaip durumun
1919 de Einstein’ın bir öngörüsünün
astronomik gözlemlerle kanıtlanmasıyla kafa karıştırmasına son verilmişti.
Carl Sagan’ın deyimiyle “ Olağanüstü
iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir
“. İngiliz fizikçi Sir Arthur Eddington,
29 Mayıs 1919 daki güneş tutulmasının sonuçlarını Kasım ayında anca
analiz ederek açıklamış ve Einstein’a
teorisinin kendisi tarafından doğrulandığına dair bir telgraf göndermişti.
Einstein’a göre, Güneş’in güçlü çekim kuvveti, yakınından geçen yıldız
ışıklarını saptırmalıdır. Eğer bunun
nedeni yalnızca kütle çekimi olsaydı, Newton da bunu kabul edebilirdi.
Ancak Einstein’ın, uzayın bükülmesi
varsayımını da dikkate alan hesaplamaları, Newton’ununkinin iki katı bir
sapma gerektiriyordu. Eddington’un
yaptığı açıklama, haklı olanın Einstein
olduğunun ilanıydı (Bu arada Eddington’un bu araştırmayı Einstein’ın yanıldığını göstermek için yapmış olduğunu da belirtmekte yarar var sanırım)
Ertesi gün çıkan ‘London Times’ bunu
“Bilimde Devrim” olarak ilan ederken, ‘New York Times’ ‘’Gökyüzündeki
Bütün Işıklar Çarpıkmış: Güneş Tutulması Gözlemlerinin Sonuçları Bilim
Adamlarını Şaşırttı!” diyordu. Gündelik algı ve deneyimlerimizin, sağlıklı
insan aklının, sezgilerimizin ötesinde
bir şeydi bu uzayın ve zamanın bükülmesi.
Genel görecelik kuramı kütleçekimini uzay-mekanın bükülmesi olarak tanımlar. Zaman paradoksonu
gibi daha bir çok şey var algılayıp,
tasavvur etmekte zorlanacağımız
ama gözlemlerle ve matematiksel olarak kesin doğrulanan. Yani
kısacası, insan beyni evreni olduğu
gibni algılamaktan epey uzak. Bizim
yaşadığımız sadece bir yanılsama.
Beynimiz evrim sonucunda hayatta
kalma şansımızı arttıran ve yaşadığımız boyuta uyum sağlamış bir organ
sonuçta. Evreni olduğu gibi algılasın
ve yorumlayabilsin diye tasarlanmamış. Öyle olsaydı zaten bilim diye bir
şey de olmazdı muhtemelen. Çünkü bilim bu örneklerde de görüldüğü
gibi algımızın ve yarumlamamızın
yanılsamasını sağlayan bir örtüyü
olguların üzerinden kaldırıp görünür,
algılanabilir, yorumlanabilir hale getirme çabasıdır bir bakıma. İngilizcedeki Dis-covery ya da Almancadaki
Ent-deckung sözcükleri de bu yaklaşımı aynen böyle ifade etmektedir.
Bu durum Einstein’ın nasıl bir deha olduğunu hayranlıkla bir kez daha taktir
etmemize de vesiledir sanırım.
Göz yanılsamaları ve pareidolia’lar
da beynin bilincin üzerine düşen izdüşümlerini işleme ve yorumlama
konusundaki yetersizliklerine örnektir.
Beynimizin algı sınırları için bir benzetme olarak Üexküll’ün kenenin yaşam
döngüsünü tanımlayışına da bir gözatmakta yarar var. İnsan öğrendikçe tavazusu artıyor …
Öklid geometrisine göre bir dünya
algılayışı diyebilirmiyiz … ?
Oysa ünlü matematikçi Gauss’un,
Janos Bolyai ve Rus matematikçi
Nikolai İvanovich Lobachevsky nin
birbirinden bağımsız olarak tanımladıkları öklidin 5. postulasını gereksiz
kılan non-öklid geometrisi, Einstein
evrenine daha yakındı ve alıştığımız
gündelik algılarımızın ötesindeydi.
Yani doğal olarak tasavvur etmekte zorlanıyorduk. (Lobachevski ve
Gauss, herikisi de
Johann Chris49
ARAŞTIRMA
EVET!
HASTALIKLARI
GER İYE
BAZI HASTALIKLAR ZAMANLA İLERLİYOR, GİTGİDE YAYILARAK DAHA YIKICI BİR HALE
GELİYOR. FAKAT BİLİM İNSANLARI ZAMANI TERSİNE DÖNDÜRMENİN YOLUNU BULDU.
Hazırlayan: Kaan YURTTÜRK
50
ÇEVİREBİLİRSİNİZ
51
DİYABET
Yeni teknikler kilo vermeyi sağlıyor, kan şekerini
düşürüyor.
KÖRLÜK
Alzheİmer
hastalığı
Genç kan belleği onarıyor
ABD’DE ŞU AN ALZHEİMER HASTALIĞIYLA yaşayan insan sayısı beş
milyonu aşıyor ve bu rakamın 2050’ye kadar üç kattan fazla artması bekleniyor. Araştırma için dökülen milyarlarca dolara karşılık, çözüm arayışı bir arpa boyu yol katedemedi. Fakat Stanford
Üniversitesi’nde sinirbilimcilerin yürüttüğü yeni çalışmalar sıra dışı
bir çözüme işaret ediyor. Burada Alzheimer hastalarının kanı tetkik
edildi ve sağlıklı bireylerin kanından ciddi biçimde farklılıklar gösterdiği görüldü. Kanın bileşimi yaşla değiştiği için, genç kan naklinin
beynin yaşlanmasını etkileyip etkilemeyeceği üzerine testler yapıldı.
Bir genç ve bir yaşlı fareyi, dolaşım sistemleri ortak olacak biçimde
birbirine diktiler. Takip eden beş hafta boyunca, genç fare daha az
nöron üretirken yaşlı fare daha az nöron üretti. Ardından araştırmacılar yaşlı fareye genç plazmayı, yani hücreler süzüldükten sonra
kandan geri kalan sıvıyı enjekte ettiler. Bir labirentte test edildiğinde,
bu tedavinin uygulandığı yaşlı farelerin daha kolay öğrendiği, daha
zor unuttuğu görüldü. Araştırmacılar hala genç kanı bu denli güçlü
kılanın ne olduğunu bulmaya uğraşıyor. Plazma, Alzheimer’ın potansiyel sebeplerinden biri olan yangıyı hafifleten proteinler içeriyor
olabilir. Bu proteinleri saptamak yeni terapilerin önünü açabilir. Ekip,
teoriyi insanlar üzerinde test etmek için bir klinik deneyde başlattı. 18
hastaya gençlerden alınan plazma verilerek, Alzheimer sendromlarının iyiye gidip gitmediği araştırılacak. Üniversitedeki sinirbilimciler
yaptıkları açıklamada, bunun küçük bir olasılık olduğunu, ancak
riskinin düşük, potansiyelinin ise akıllara durgunluk verici nitelikte
olduğunu söylüyor.
52
Kök hücre terapisi görüş yetisini
geri getiriyor
YAŞLA İLİŞKİLİ maküler dejenerasyon
hastaları görme yetilerini ağır ağır kaybediyor. Birçoğu tümüyle kör olmasa da,
nesneler bulanıklaşıyor, renkler cansızlaşıyor, nihayetinde yüzler tanınmaz hale
geliyor. ABD’li bilimadamları, kaybedilen
görme yetisini geri getirmeye yardımcı
olabilecek bir insan embriyonik kök hücre
tedavisi duyurdu. Hastalığın en yaygın
biçiminde, adına retinal pigment epitelyum denilen ince bir doku katmanı, bozulmaya başlıyor. Bu doku gözdeki koni
ve çubuk hücrelerine besin taşımakla
sorumlu. Besin olmayınca bu fotoreseptörler çalışmıyor. Bilim insanları embriyonik kök hücreleri, retinal pigment epitel
hücrelerine dönüşmeye ikna ediyor. Ardından ne olduğu hala meçhul: Hücreler
hasta çubuk ve konileri yeniden canlandırıyor ya da yeni hücreler üretiyor olabilir,
diyor bu araştırmaya yıllarını veren ABD’li
bilim insanları. Öyle ya da böyle tedavi
edilen hastalar tekrar görmeye başlıyor.
Şirketin ilk iki klinik deneyden elde ettiği
veriler geçtiğimiz yıl yayımlandı ve tedavinin işe yaradığını doğruluyor. Katılan
18 kişiden 10’u görüşlerinde iyileşme
olduğunu rapor etti ve yedi kişide tedavi
görüş kaybının ilerlemesini durdurdu.
Hatta bazı hastalarda çarpıcı iyileşmeler
görüldü: Tek gözü kör olan 75 yaşındaki
bir çiftlik sahibi tekrar at sürmeye başladı. Tdedavinin FDA’dan (Gıda ve İlaç
Yönetimi) onay almasına hala birkaç yıl
olsa da, bu tedaviyi bulan bilim insanları,
ileride bir gün bunun katarakt operasyonu kadar yaygınlaşmasını umuyor.
BİR ÇOK ŞEKER HASTASI, hastalıklarını kontrol altına almak için
yüksek dozda insülin ve yığınla
hap kullanır. Uzun yıllat şeker
hastalığı olan biri tek tedavi yolu
henüz bu olduğu için insülin ve
çok sayıda hap kullanır. Diyabetin
ya da egzersizin de pek faydası
şeker hastalığı için olmaz. Bunun
üzerine şeker hastaları içinNisan
2009’da yepyeni bir şey denendi:
Normalde sadece ölüme giden
obezite hastalarında kullanılan
Rouxen-Y gastrik baypas.
Bu operasyon mideyi küçültüyor
ve sindirim yolunu değiştiriyor.
Ameliyatın ardından hastalar
daha az yemeye, daha az besin
özümsemeye başlıyor ve böylece
kilo kaybediyor. Kimi insanlarda
birkaç gün içinde metabolizmada iyileşme görebiliyor. Ameliyat
sonrası şeker hastalarının kan
şekeri bir anda düştü ve ardından uzun süre insülin kullanmaları
gerekmedi. Bu ilginç ameliyata
katılan şeker hastaları günümüzde, bir zamanlar aldıkları dozun
çok küçük bir dozunu kullanıyor. Açıkcası bu operasyonların
obeziteden çok diyabet tedavisi
için iyi geldiği söylenebilir. Dublin
Üniversitesi’nce yapılan bir araştırma bunun nedenini açıklamaya
çalışıyor: Vücut, FXR adını taşıyan
bir reseptöre bağlanan safra
asitlerinin üretimini artırıyor ve bu
da kan şekerini düzenleyen hormonların salgılanmasını sağlıyor.
Bilim insanları şimdi aynı etkiyi
ilaçla yaratmaya çalışıyor. Yine
bu konuda araştırmalar yapan
ABD’li moleküler biyologlar,FXR’ı
bağırsakta etkinleştirmek için
tasarlanmış bir hapın farelerde
kilo vermeyi ve kan şekerini düzenlemeyi kolaylaştırdığını gösteren bir araştırmayı Ocak ayında
yayınladı. Bu hap ameliyattan da
etkili olabilir. Üstelik neşter altına
yatmadan tüm metabolik faydalarını görebiliyorsunuz.
kalp
TSSB
yetmezlİğİ
Beyin uyarımı depresyonla
mücadele ediyor.
Gen terapisi kalbinize
destek oluyor.
KALP YETMEZLİĞİ insanın yorulmasına, kendini zayıf hissetmesine,
nefes darlığına sebep olur. Hatta
bazı hastalarda organ nakli gerekebilir. Fakat yakında bir başka tedavi,
yani gen terapisi de seçenekler
arasına girebilir.
Kalp adaleleri “atmak” için
kasılır ve gevşer. Kasıla sırasında
kalsiyum iyonları özel bir organel
aracılığıyla hücrelerden dışarı akar.
Gevşeme içinse SERCA2a adlı bir
protein bu iyonları tekrar geri pompalar. Kalp yetmezliği çekenlerde
bu protein, kalbi sağlıklı hastalarınkine kıyasla daha az, o yüzden de
New York’ta yapılan bir araştırmaya
tam da bu noktada dikkat çekmek
istiyorum. Zira kardiyologlar tarafından gerçekleştirilen bu araştırmada
bu protein oranı yani SERCA2a
artırılmış. Nasıl mı? İşte ilginç olan
nokta da bu zaten. Bir laboratuvarda üretilen virüs, SERCA2a’yı kalp
hücrelerinin
içine kodlayan genin
ekstra kopyalarını barındıracak biçimde modifiye
edilmiş. Dolayısıyla hücreler SERCA2a üretimini artırmaya başlamış.
Protein, mevcut zararı geri alamasa
da, geri kalan hücrelerin daha sıkı
çalışmasını sağlamış. Araştırmacılar
2007’de MYDICAR adlı terapiyi bir
kilinik deneyde 51 kalp yetmezliği
hastası üzerinde denediler. En yüksek dozu alanlarda daha az kalp
krizi gerçekleşti ve kalp nakli operasyonu daha az yapıldı. 2012’deyse ekip 250 hastayı kapsayan bir
araştırma başlattı. MYDICAR geçtiğimiz yıl FDA’dan çığır açan ilaç
onayı aldı. Bu da gözden geçirme
sürecini hızlandıracak.
IRAK VE AFGANİSTAN savaşlarının,
görev yapan iki milyondan fazla
Amerikalı erkek ve kadına bedeli ağır
oldu. Araştırmalar ortaya koyuyor ki
kabaca her beş savaş gazisinden biri
travma sonrası stres bozukluğu (İngilizcesi PTSD) yaşıyor. Kimileri için kaygı
ve kabuslar (hastalığın alametifarikaları) kendi kendine kayboluyor. Kimileri için ise miktarı ne olursa olsun,
psikolojik danışmanın ya da ilacın
hiçbir faydası olmuyor. “TSSB feci şekilde ıstırap çekmekle eş değer” diye
tanımlıyor bu hastalığa yakalananlar.
Savaş gazilerinin bu konudaki sorunlarını hafifletmek amacıyla kurulan
Los Angeles’taki VA Sepulveda Ayakta Tedavi Merkezi’ndeki psikiyatrisler,
TSSB tedavilerine yanıt vermeyen
gazilere yardımı olup olmayacağını
test etmek amacıyla insanlar üzerinde ilk deneyi başlatıyor. Araştırmada,
6 katılımcı seçiliyor ve her birinin
amigdala bölgesine, yani beynin
olaylarla duyguları ilişkilendiren kısmına elektrot bağlamayı planlıyor. Yani
TSSB’de amigdala olayları korkuyla
ilişkilendiriyor. Bilim insanları bu aygıtın
hiperaktif amigdaladan gelen sinyal-
leri bozabileceğini, bunun da TSSB’li
kişilerin gündelik olaylar karşısında
hissettikleri aşırı korkuyu dindirmeye
yardımcı olabileceğini düşünüyor.
Hayvanlar üzerindeki araştırmalarda
bunu destekler nitelikte. Sıçanlar üstünde 2012’de yapılan bir araştırma,
derin beyin uyarımının aşırı uyanıklığı
(dikkat artımını) antidepresanlardan
daha etkili azalttığını gösterdi. Bilim
insanları, 2013’te 5 yıl sürecek, 70
milyon dolarlık bir programı yürürlüğe soktuklarında, program bir beyin
implantı geliştirmeyi hedefliyordu.
Şimdi ise ne aşamaya geldiğini
bilemiyoruz. Zira bu program sır gibi
saklanmakta.
53
MODA
HUBLOT / CLASSIC FUSION ENAMEL BRITTO
Sanat ve zanaat tek bir gövdede birleşirse nasıl bir sonuç doğurur; şu an işte ona bakıyorsunuz. Brezilyalı çok yönlü sanatçı
Romero Britto’yla işbirliği sonucu doğan saatin kadranında yer
alan desenler, mine işçiliği harikası. Saatin siyah seramik versiyonu 50 adet, platin versiyonu ise 30 adet limitli üretilecek.
hublot.com, dsaat.com.tr
ARNOLD&SON
INSTRUMENT COLLECTION-DSTB
DSTB (Dial Side True Beat) firmanın 250’nci yılına özel, limitli
üretim bir model. John Arnold’ın kariyerinin ikinci yarısında ürettiği saatler örnek alınarak yapılan saatin True Beat
fonksiyonu (her bir saniyede saatin tıklaması) tamamen
kadranda görünecek şekilde yerleştirilmiş. 18 ayar pembe
altın saatin boyutu 43.5 mm ve sadece 50 adet üretilecek. arnoldandson.com, dsaat.com.tr
ULYSSENARDIN
MARINE DIVER GOLD
Firmanın UN-26 isimli, 42
saatlik güç rezervi bulunan
otomatik mekanizmasından
güç alan Marine Diver, saat
fonksiyonlarının yanında,
saat 6 yönünde tarih ve 12 yönünde güç rezervi göstergelerine
sahip. Kauçuk kayışı üzerine işlenmiş 18 ayar altın kısımlarıyla, hem
denizde hem de karada rahatlıkla takılabilecek bir model.
ulysse-nardin.com, sarksaat.com
TAG HEUER / MONACO V4 PHANTOM
Gece gibi gizemli ve kapkaranlık. Yeni Tag
Heuer, yenilikçi Carbon matrix Composite (CMC)
isimli malzemeden yapılan kasası ve mekanizma
köprüleriyle şüphesiz aykırı bir duruş sergiliyor. 42
saatlik güç rezervine sahip otomatik V4 mekanizması, kadranda kısmen gözler önünde. Kare
şeklindeki kasası da en az kullanılan malzeme
kadar göz alıcı. tagheuer.com
BASELWORLD TÜYOLARI
SÖZ KONUSU SAATLER OLUNCA DÜNYANIN EN
BÜYÜK FUARI BASELWORLD’E KATILANLAR,
BU YIL DA DEV FİRMALARIN GÖVDE GÖSTERİSİNE
ŞAHİT OLDU. İŞTE YILIN EN ÇARPICI MODELLERİ.
HAZIRLAYAN MODA EDİTÖRÜ: Bahar ALTUNZADE
HERMES / SLIM D’HERMES
BULGARI / DIAGONO MAGNESIUM
ROLEX / OYSTER PERPETUAL
DAY-DATE 40 EVEROSE GOLD
Hermes’in sofistike ve asil havasını yansıtan harika
bir saat. İnceliği, mimarisi ve sadeliğiyle göz alıcı ve
sadece 39.5 mm bir kasa içinde. Kadranı çevreleyen
özel numaraların tipografisi Philippe Apeloig tarafından
tasarlanmış. hermes.com
1956 yılından
bu yana
güzelliğinden hiçbir şey
kaybetmediği gibi, teknik
olarak da mükemmelliğe
erişti. Oyster Day-Date bu yıl
40 milimetrelik Everose Gold isimli
mükemmel ışıltılı bir altın kasa
seçeneğine de sahip. Gerçek bir
klasik tutkunuysanız, yeni Rolex’iniz
bu. rolex.com, rhodium.com.tr
54
Bulgari, saatçilik dünyasının parçası haline gelen sıradışı malzemelere yenilerini ekliyor: Uzay endüstrisinde kullanılan magnezyum
ve PEEK isimli, inanılmaz zor koşullara dayanıklı bir polimer. Saatin
bezeli ise seramikten yapılmış. Yeni Diagono Magnesium’un antrasit, kestane, gümüş ve mavi olmak üzere dört rengi bulunuyor.
bulgari.com
PATEK PHILIPPE / CALATRAVA PILOT TRAVEL TIME
REF.5524
Firma, zaman dilimleri arasındaki yolculuğu
yaklaşık 80 senedir kendi sunduğu teknolojilerle
inanılmaz derecede kolay hale getiriyor. Patentli
Travel Time mekanizması da, bu saatin içinde her
şeyi sizin için daha kolay hale getirecek. Otomatik
mekanizmaya sahip saatin 21 ayar altın, merkezi
bir rotoru bulunuyor. Saat 6 yönünde de tarih göstergesi var. patek.com, tektassaatcilik.com.tr
55
STYLESaat
STİL İPUCU
Klasik bir takım
ve iki metal
tonun bir arada
kullanıldığı bir
saat! İşte öldüren
cazibe…
CHOPARD
37.750 CHF
VACHERON
CONSTANTIN
Fiyatı istek üzerine
Roger Federer
Rolex Day Date
saati ile 2012
Wimbledon Tenis
Turnuvası’nda.
CARTIER
10.600 $
BULGARI,
Fiyatı istek üzerine
FREDERIQUE
CONSTANT
1.490 CHF
MONTBLANC
5.036 €
HAMILTON
800 €
GÖSTERİŞLİ İKİLİ
ALTIN VE GÜMÜŞ RENGİNİN MUHTEŞEM UYUMU
SAATLERDE DE ÖNE ÇIKIYOR. ÖZELLİKLE KLASİK SAATLERDE
GÖRDÜĞÜMÜZ BU RENKLER KAYIŞLARIYLA DA GÖZ
DOLDURUYOR.
Özellikle metal rengin daha yoğun olduğu klasik saatlerde;
sadece gümüş, sarı ya da roze altın değil, iki farklı metal
rengi ile bezenmiş modeller de dikkat çekiyor. Söz konusu
tasarımlarda, özellikle roze altın ile gümüş rengin birlikteliği
ağırlıkta. Bu ikiliyi sarı altın ve gümüş flörtü takip ediyor. Klasik MOVADO
kombinasyonlarda kullanabileceğiniz bu saatler genel görü- 1.625 CHF
nümünüze koyacağınız son nokta niteliğinde.
56
RAYMOND
WEIL
3.590 TL
GEZİ
MONACI DELLE TERRE NERE SİCİLYA, İTALYA
DÜNYA ÜZERİNDEKİ
EN SEKSİ 8 OTEL
KONUMLARIYLA VE SİZE SUNDUKLARIYLA AKLINIZI BAŞINIZDAN ALMAK İÇİN BURADALAR.
DESTİNASYONU SEÇİN, HAZIRLIKLARA HIZ VERİN.
ANDAZ PENINSULA PAPAGAYO GUANACASTE, KOSTA RİKA
NEDEN TERCİH
ETMELİSİNİZ?
Ormanlık bir alan hiç
bu kadar stil sahibi
bir tasarıma sahip
olmamıştı. Otel, Kosta
Rika’nın kuzey Pasifik Bölgesi’nde, el
değmemiş bir alanda
yer alıyor. Yerel mimar
Ronald Zürcher burayı
tasarlarken vahşi doğadan ilham almış.
Lobi koza şeklinde.
Odalarsa toprak ve
taş yapılarıyla yeşile
çalıyor.
58
EN SEKSİ NOKTASI
Süitinizde, Pasifik
Okyanusu’na bakan,
size özel bir havuz var.
İçerideyse yağmur
duşları sizi bekliyor.
MUTLAKA DENEYİN
Spa’da volkanik özlü
masaj ve rahatlama
seçeneklerini tercih
edebilirsiniz.
RAHATLAYIN
Volkanik kumlardan
oluşan sahilde tembellik yapın, yağmur
ormanlarında yürüyüşe
çıkın, sörf yapın.
THE SETAI
MIAMI,
ABD
NEDEN TERCİH ETMELİSİNİZ?
Sakinliğin ve huzurun diğer
adı The Setai. Eğer havuz
partileri için gelmeye niyetleniyorsanız yanlış tercih, başka
bir yer seçin.
EN SEKSİ NOKTASI
Tik ağacından ürünlerle
dekore edilmiş odalarda, bir
duvardan diğerine uzanan
yataklar huzur vaat ediyor.
MUTLAKA DENEYİN
Güney sahilinin hemen yanında yer alan, sanatla dekore
edilmiş, mücevheri andıran
Dempsey Vanderbit’e gidin.
Her biri farklı derece ısıya sahip ideal boyutlardaki üç havuzdan birinde yüzebilir ya da
kendinizi Atlas Okyanusu’nun
serin sularına bırakabilirsiniz.
RAHATLAYIN
Okyanus manzaralı böylesi bir
terasta kim bir havuz partisine ihtiyaç duyar ki? Mutlaka
barbeküde pişmiş mahimahi
yiyin, içecek bir şeyler alın,
terasta bir şezlonga uzanıp
yaşadığınız anın tadını çıkarın.
NEDEN TERCİH ETMELİSİNİZ?
Hemen arkada Etna Yanardağı bir
gösteri yaparcasına hareketlenirken, ön
tarafta muhteşem İyon Denizi size göz
kırpıyor. Klemantin mandalinalarının sallandığı ağaçlarsa bu stil sahibi organik
bölgeye renk katıyor.
EN SEKSİ NOKTASI
Fotoğraftaki havuz, 15 adet rüstik şık süit
odalardan birinin manzarasına konuk
oluyor. Bu otele geldiğinizde odadaki
her şeyi bavulunuza atıp götürmek isteyeceksiniz. B&B marka İtalyan koltukları,
yatak başındaki şık sehpaları, koyu renk
volkanik kayalardan tasarlanmış duvara
dayalı havada asılı duran yatakları; her
şeyi…
MUTLAKA DENEYİN
Balık, güneşte kızarmış domatesler ve
sakız kabağı mutlaka tatmanız gereken
lezzetlerden. Kendi çiftliklerinde 150
tip meyve ve sebze yetiştirdiklerini de
hatırlatalım.
RAHATLAYIN
Otelin dışında, doğanın ortasında bir
outdoor bar var, orada takılabilirsiniz.
Tembellik yapmak için sonsuz havuzlarda yüzebilir, çimenlerde yoga yapabilir, yıldızların altında film izleyebilirsiniz
(Evet odalarda televizyon yok).
ONE&ONLY HAYMAN
ADASI WHITSUNDAY
ADALARI, AVUSTRALYA
NEDEN TERCİH ETMELİSİNİZ?
Bu otel yeni değil ancak küçük bir
miktar yatırımla (madem sordunuz, söyleyelim; 43 milyon sterlin) 64 yaşındaki
Whitsunday’in güzelliği canlandı.
EN SEKSİ NOKTASI
Otel, bünyesinde toplam 160 süit, villa
ve teras barındırıyor. Siz Diane von Furstenberg tasarlanmış odayı seçin. Ayrıca
ateşte servis edilen Wagyu bifteğinden
de mutlaka tadın. Otelde altı restoran
bulunuyor, dolayısıyla şanslısınız.
MUTLAKA DENEYİN
Otelde sınırsız aktivite imkanı var. Dalış,
şnorkelle dalış, su kayağı, rüzgar sörfü,
deniz uçağıyla keşif. Hiçbiri size göre
değilse bembeyaz kumlardaki şezlongunuza uzanıp hindistancevizinizin
içinden içkinizi yudumlayabilirsiniz.
RAHATLAYIN
Otelin içinde yer alan fitness merkezinde Bodyism adı verilen seaslara katılarak ısınabilir, ardından serinlemek için
kendinizi bir olimpik havuzun tam yedi
katı büyüklüğünde olan dev havuza
bırakabilirsiniz.
59
ME HOTEL
IBIZA,
İSPANYA
THE BRANDO
TETIAROA, FRANSIZ POLİNEZYASI
NEDEN TERCİH ETMELİSİNİZ?
Buranın adının Brando olmasının elbette bir nedeni var ancak
bu neden Hollywood’la ya da kült film Godfather’la (Baba) ilgili
değil. Tetiaroa, bir zamanlar Marlon Brando’nun özel adasıydı.
Dolayısıyla buraya yapılan otele de ünlü oyuncunun adı verildi.
Marlon Brando’nun 1967 yılında 125 bin sterline satın aldığı bu
adaya dair hayali, hiç bozulmadan yıllarca korunmasıydı. Öyle
de oldu, ta ki geçen temmuz ayına kadar. Şimdi bir yanınızda
muhteşem bir deniz, diğer tarafınızda eşsiz yeşillikler içinde,
burada tatil yapabilirsiniz. Otele yalnızca özel uçakla ulaşılabiliniyor. Odanıza yerleştikten sonra biraz şampanya yudumlayıp
ada yapımı baldan mutlaka tadın.
EN SEKSİ NOKTASI
Hemen kumsalın yanındaki villalardan birinde kalın. Dışarıda bir
sonsuz havuzu (infinity pool) bulunan bu villalar, aynı zamanda
açık havada, Güney Pasifik yıldızlarının altında duş olanağı da
sunuyor. Hatta komple dışarıda tasarlanmış odalar da mevcut.
Karar sizin…
MUTLAKA DENEYİN
Otelin spa’sı, sizi hindistancevizi yağları içinde kaybolmaya
davet ediyor. Polinezya masajı için bir randevu alın.
RAHATLAYIN
Les Mutines adlı küçük restoran, Paris’teki 2 Michelin yıldızlı Le
Grand Vefour’un da şefi olan Guy Martin’e emanet. Tuzda
pişmiş deniz tarağı ve Pasifik Okyanusu’nda yetişen bir balık türü
olan mahimahiyi (lambuka), zencefil sosuyla birlikte mutlaka
deneyin.
60
RAFFLES İSTANBUL İSTANBUL, TÜRKİYE
NEDEN TERCİH ETMELİSİNİZ?
İstanbul’daki Raffles Hotel,
tasarımında kullanılan mermer, cam ve ipeksi ahşapla
öne çıkıyor. Bunca yatırımı
başka bir otelde görmeniz
zor.
EN SEKSİ NOKTASI
Otelde her odanın bir balkonu bulunuyor. Siz de yere
kadar uzanan camınızdan
terasınıza doğru bir adım
atın ve altınızda akıp giden
dünyaya bir bakın. Sonra
içeri geçin ve müthiş sanat
eserlerini incelemeye koyulun. Mesela Jean-François
Rauzier’nin Dolmabahçe
Sarayı’nı resmettiği esere ne
dersiniz?
MUTLAKA DENEYİN
Zorlu AVM’de alışverişe
çıkabilir, Jamie Oliver ya da
Tom Aikens’ta leziz bir yemek
yiyebilirsiniz. Zorlu Performans
Sanatları Merkezi’nde de
ilginizi çekecek bir gösteri
mutlaka vardır.
RAHATLAYIN
Otelin kapalı havuzu, cam
figürleriyle bezeli tasarımı
sayesinde, yüzerken tepenizde bir galaksi varmış izlenimi
yaratıyor.
NEDEN TERCİH
ETMELİSİNİZ?
Santa Eulalia’daki ME
Hotel’e merhaba deyin.
Muhteşem deniz manzarası, tamamı beyaz süt
odalar ve deniz mahsülleriyle dolu bir mönü. Üstelik
eğer çılgın havuz partilerine meraklıysanız, meşhur
Nikki Beach hemen yanı
başınızda.
EN SEKSİ NOKTASI
Terastaki şezlonga uzanıp,
Akdeniz güneşinin altında
iyice mayıştıktan sonra
kendinizi buz gibi sulara
bırakın.
MUTLAKA DENEYİN
Otelin özel hizmeti sizi bir
jet aracılığıyla Ibiza’nın
dışına, spa’ya götürüyor.
Bu günlük burda sakinleşirken yanınıza, yolculuk
boyunca sizi zihinsel olarak
da rahatlatacak eğitmenlerden birini almayı ihmal
etmeyin.
RAHATLAYIN
Otelin botlarından kiralayıp bir saatlik kısa bir turla
Formentera’ya gidin. Burada Barbados’un pırıl pırıl
parıldayan turkuaz renkli
denizine karşı, fırınlanmış
tuzlu balık ve ev yapımı
erikli kek yiyebilirsiniz.
LA RESIDENCE
FRANSCHHOEK,
GÜNEY AFRİKA
NEDEN TERCİH ETMELİSİNİZ?
Konumlandığı bölge kendinizden geçmenize neden olacak kadar harika.
Franschhoek Dağları’nın aşağısında, uçsuz
bucaksız bir vadide yer alan otelin odaları
çok geniş, huzurlu ve tüm dünyadan
toplanmış ilginç aksesuarlarla döşenmiş.
Güneşli bir villa mı istersiniz yoksa etnik bir
oda mı?
EN SEKSİ NOKTASI
Günbatımında terasta soğuk bir şeyler
içerken, içinde kuşların yüzüp durduğu
göle bir göz atın.
MUTLAKA DENEYİN
Yemekler olağanüstü. Şefin menüsünü
seçin ve yetenekli ellerden çıkmış leziz
yemeklerden tadın. Barbeküde pişmiş,
Güney Afrika’ya özgü kingklip adlı balık ve
ev yapımı sebzeli makarna favorimiz.
RAHATLAYIN
Burası aslında bir şarap şehri. Seyahatinize
ekstra bir renk katıp yerel üzüm bağlarında
tura çıkabilirsiniz.
61
SİNEMA
Kaan YURTTÜRK
BİR KAĞIT GİBİ SAVRULDU
Kağıt Filmi
Sanat filmi desen, değil… Gişe filmi desen, o da değil… Festivallerde başarısız olan,
ticari gösterimde üç haftada toplam 21 bin kişi tarafından seyredilen “Kağıt”, Sinan Çetin
kriterlerine göre ya aptallığın ya da gerizekalılığın göstergesinden başka bir şey değil.
B
AZI DEYİMLERİMİZİ ÇOK SEVERİM
ÇOĞU ZAMAN ANLIK DURUMLARA
ÇOK İYİ UYARLAR, NASIL TARİF EDECEĞİNİZİ BİLEMEDİĞİNİZ durumlarda yardımınıza koşarlar. Örneğin “Büyük lokma
ye, büyük konuşma”, bunlardan biridir.
Tıpkı, “Boyundan büyük laf etme” gibi
mayhoş bir uyarı vardır bu deyimde.
‘Düşmez kalkmaz bir Allah’da aynen
öyle, çok severim nedense, çok derin
bir anlamı vardır. “Allah’ın sopası yok”,
beni genellikle gülümsetir, peşi sıra aklıma hemen “Yer misin, yemez misin”
tadında dayaklık vaziyetler gelir.
“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste
aheste” ise özellikle son vurgusu nedeniyle içimde bir ılıklığın yayılmasına neden olur.
Bir başka kulvara geçtiğimizde, “Ölünün
arkasından kötü konuşulmaz” gibi, hepimizin uymaya gayret ettiği bir başka
söz çıkar karşımıza. “Düşene vurulmaz”
da aynı anlamı taşıyan, halkımızın ne
denli yüce gönüllü olduğunu gösteren
bir başka özlü sözdür.
Bu nedenle ister ‘düşmüş’ kabul edelim, ister ‘ölmüş’, Sinan Çetin’in “Kağıt”
filminin de arkasından kötü konuşmak
bana yakışmaz. Ben kendime yakıştırsam bile, siz değerli Aile Hekimlerimizin
“Bize yakışmaz!” diyeceğine adım gibi
eminim… Öyleyse, hasılat-seyirci sayısı anlamında ülkemizdeki en güvenilir
kaynak olan antraktsinema.com’un
açıkladığı üzere, gösterimde kaldığı
dört hafta boyunca 21 bin seyirci toplamış olan “Kağıt” filminin arkasından “iyi
bilirdik” demek, boynumuzun borcu.
İttire kaktıra 21 bin seyirci… En sıkı filmin
bile ancak 400-500 bin seyirci topladığı
yıllarda, yani 1990’ların ortalarında bir
sinemacı ağbim; “Fakir sinemacı gerizekalı bir eşektir” demişti. “Filmine 100
bin seyirci çekemeyen bıraksın bu işleri”
demeye getiren laflar etmiş Sinan Çetin için bu seyirci miktarı bariz bir utanç
tablosu kuşkusuz. “Genel olarak seyircinin nefesini ensesinde hisseden yönetmenler film yapmalıdır” demiş olan bir
yönetmen için ne büyük bir fiyasko…
“Seyircisiyle bağlantısı kopan sinemacı,
sinemacı değildir, amatördür” diyerek
atan tutan profesyonel bir sinemacı için
62
ne büyük bir rezalet…
Bakın bir başka röportajında, 13 Nisan
2005 tarihli Aksiyon Dergisi’nde neler
demiş Sinan Çetin, yukarıdaki lafları
ettikten tam bir yıl sonra: “Kendini iyi
film yapmak yerine sanat filmi yapmaya adayan her yönetmen aptaldır. İyi
film ve kötü film vardır, ben sanat filmi
yapıyorum diyen yönetmen aptaldır ve
kibirlidir bana göre. Tabii ki kendilerine
böyle bir elbise giydiriyorlar. İyi film yapamayınca bari adı sanat filmi olsun
diyorlar, başarısızlıklarına büyük bir kılıf
geçiriyorlar. İyi film yapamayınca sanat filmi yaptım diye bir bahçede dolaşmak mümkün oluyor.”
Daha önce okusaydım, bende inanın
bu 21 bin izleyicinin içinde olmak istemezdim ama böyle bir sinemadan
da soğumak varmış kaderimizde. Yine
de düşünmekten kendimi alamıyorum.
Ben hala bir sanat filmi olmayan, seyirciyi de kaçıran bu filmin hangi kategoride yer bulacağı konusunda bir fikre
sahip olamadım. Eğer Sinan Çetin, “Bir
sanat filmi çektim” deseydi, kolaylıkla
‘aptalca’ derdim, bizzat kendi sözlerinden hareketle. Eğer, “Gişede müthiş
başarılı olacak bir film yaptım” deseydi, karşımıza çıkan tablodan sonra ‘gerizekalıca’ diyebilirdim ama şimdi ne
diyeceğimi bilemiyorum.
Ama peki bu durumda, bu başarısızlık, hatta bu büyük skandal karşısında
“Kağıt” nasıl bir film oluyor acaba? Ben
söyleyeyim… Abar topar üstelikte kalkarken kendinize hakim olamayıp, “Bu
ne aptal film yaa, bir izleyeci bu kadar
da aptal yerine konmaz ki…” diyerek
ve sizden aldıkları cesaretle nerdeyse
çoğu kişinin salonu terk etmekte acele
ettiği bir film oluyor.
Galiba, Sinan Çetin’in filmin başından
sonuna kadar fon müziği olarak kullandığı 1 Mayıs Marşı’nın son dizesini çağrıştıran bir filmdi “Kağıt”.
Nasıl bitiyordu o marş:
Devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi
savrulur gider…
Hiçbir festivalde sonuna kadar izlenmedi, daha doğrusu izleyicinin sabır taşı
o raddeye kadar bile dayanamayarak çatladı. Altın Portakal’da yalnızca
Ayşen Guruda ‘en iyi yardımcı kadın
oyuncu’ ödülü aldı. Sinan Çetin ona da
“Zaten jüriler hak edene değil, ihtiyacı
olana ödül veriyor” dedi, yani filminin
‘en sanatsal’ yanını da reddetmiş oldu.
E, gişede de yok, hepi topu 21 bin seyirci. Akşam Gazetesi’nden bir yazar, “50
bin seyirci bile gitmez bu filme” demiş.
Tekrar görüşmek üzere.
Sinema salonunu en son terk
eden izleyici (gerçekten bu
sabrı tebrik etmeli)
Her bir anlatımsal bozukluğu
kareselleştiren ve biraz şunu,
biraz da bunu çekelim mantığı.
63
BİR YILI GERİDE BIRAKTIK
Ailehekimleri.net Dergisi 1. Yaş Gününü, Hampton by
Hilton’da gerçekleştirilen görkemli bir geceyle kutladı.
Çok sayıda davetlinin yanı sıra, Samsun Valisi Sayın İbrahim
Şahin gönderdiği kutlama mesajıyla tüm aile hekimleri
dergisinin çalışanlarını kutlayarak başarılarının devamını
diledi. Geceye AHEF Başkanı Dr. Murat GİRGİNER, Berko
Bölge Müdürü Seyfettin AYDIN, Samsun Anadolu Hastanesi
Baş Hekimleri Gen. Cer. Opr. Yakup YÖNTEN, Genel Müdür
Güner ARMUTLU ve Kurumsal Tanıtım Müdürü Fatih
ESEN, Medicana Hastanesinden Kurumsal Tanıtım Müdürü
ile çok sayıda davetli katıldı. Gecede dergiye sağladıkları
katkıdan dolayı köşe yazarlarına ve sektörün önde gelen firma
temsilcilerine teşekkür plaketi verildi. Gecenin sonunda tüm
konuklarla birlikte Ailehekimleri.net dergisinin 1. yaş günü
ve Ailehekimleri.net internet portalının 10. yaş günü pastası
kesildi.
Gecede kutlama pastası tüm
davetliler ile birlikte kesilerek
yemekten sonra ikram edildi.
Slayt sunumu eşliğinde derginin
gelişim sürecini davetliler ilgi
ile izlerken, dergiye yazılarıyla
katkıda bulunan köşe yazarları
ve sektör temsilcilerine teşekkür
plaketi verildi.
Geceye katılamayan davetliler
çelenk ve kutlama mesajı
göndererek aile hekimlerinin
yanında olduklarını gösterdiler.
64
65
ÇENGEL BULMACA
Dr.Tolga Sucu’nun
sunumu ile birlikte
konuklara küçük
hediyelerimizin
yanı sıra, gecede
Dr. Bahri ORAL’ın
çıkarmış olduğu
‘Dilimin Ucunda
Yüreğim’ adlı şiir
kitabı konuklara
hediye edildi..
Soldan Sağa
2. Rize Aile Hekimleri Derneği Yönetim Kurulu üyesi (Resim1)
4. Gözün en iç tabakası,ağ tabaka
10. Osmanlı devletinin ilk toprak kaybettiği antlaşma
11. Hayalet uçak olarak tanınan bir uçak modeli
12. Çok kokulu bir tür kahve
13. İyi huylu bağ dokusu tümörü
15. Bir yere gönderilen eşyanın listesi,gönderme belgesi
17. Ruhsal ve bedensel çöküntü
19. Başlangıcını lenfoid dokudan almış tümör
21. Süt şekeri
22. Kemiklerde patalojik olarak oluşan çıkıntı şeklindeki
oluşumlar
24. Beynin tabanında yer alan hormon salgılayan bir bez
26. Nisan ayında kanserden kaybettiğimiz ünlü ses
sanatçımız(Resim2)
28. Rize ilinde aynı adlı balıyla ünlü bir yayla
29. Geç barok dönem bestecilerinin en önemlilerinden
biri,İtalyan keman virtiyözü
31. B vitamini eksikliğinde meydana gelen ağır bir polinevrit
34. Akdeniz anemisi
35. Üç silahşörlerden biri
38. Kendini zehirleyerek panzehir üreten, Osmanlı döneminin
Amasyalı ünlü hekim ve cerrahı
ÖD
Ü
LLÜ
Yukarıdan Aşağı
1. Topuk kemiği
3. Tek kişilik yönetim biçimi
5. Budala, ahmak, saf, avanak
6. Koyu mavi renk
7. Bağırsak tıkanması
8. Vücut boşluklarında veya doku
içerisinde sıvı birikmesi
9. Herpes virüsün yaptığı bir hastalık
14. Göz kapağı iltihabı
16. Tıpta kan kusma
18. Kalınbağırsağın son bölümü
20. Susam yağı
22. Takıntılı, saplantılı
23. Zirve,doruk anlamında bir isim
25. Yüzgeçlerine zehirli dikenleri
bulunan,eti beyaz ve lezzetli bir
balık
27. Yapı işlerinde kullanılan ufak tefek
gereçleri satan kimse
30. Cennet ile
cehennem arası
32. Çok iğneli balık oltası
33. İstanbul’un bir ilçesi
36. Koyun barınağı
37. Güneybatı Afrika’da
bir ülke
39. Tıpta küçük dil
30 NİSAN’a Kadar Anahtar Kodunu aşağıdaki
E-mail adresine gönderen ilk
Aile Hekimine 32 GB Flash Memori HEDİYE!
e-mail: [email protected]
Not: Mail adresine gelen cevapların
gönderiş saatlerine bakılacaktır.
66
67
68

Benzer belgeler

AİLE HEKİMLERİNİN SESİ GAZETESİ Şubat 2015 Sayısı

AİLE HEKİMLERİNİN SESİ GAZETESİ Şubat 2015 Sayısı Aile Hekimlerinin iş yükü artmaya devam ediyor. Bir aile hekimine düşen muayene sayısının yılda 10 bini aştığı belirtiliyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, aile hekimliği merkezlerine 2013 yılın...

Detaylı

- Aile Hekimliği Portalı

- Aile Hekimliği Portalı PROF. DR. KORAY TOPGÜL DR. HAKAN UZUN

Detaylı

- Aile Hekimliği Portalı

- Aile Hekimliği Portalı PROF. DR. KORAY TOPGÜL DR. HAKAN UZUN

Detaylı

- Aile Hekimliği Portalı

- Aile Hekimliği Portalı KÜRŞAT BAŞAR PROF. DR. KORAY TOPGÜL DR. HAKAN UZUN

Detaylı