Untitled - Kale Tasarım Merkezi

Transkript

Untitled - Kale Tasarım Merkezi
19/04/2009
03
Avşar Gürpınar
[email protected]
Türkiye’de tasarımı geliştirmeye yönelik
çabalar bir otoyol üzerindeki şerit çizgilerini
andırıyor. Zaman zaman uzun ve sürekli ama
çoğunlukla kesik kesik, hatta bazı yerlerde
hala çizilmemiş çizgiler var. İyimser bir
bakışla, onlarca üniversitede grafik, ürün ve
moda tasarımı bölümleri mevcut, tasarım
kongreleri ve fuarları düzenleniyor, tasarım
dergileri çıkartılıyor. Diğer yandan, tasarım
bölümlerinin çoğunun kadrolarını üç beş
köklü üniversitenin akademisyenleri
oluşturuyor, tasarım kongreleri birkaç senede
bir düzenlenebiliyor, tasarım fuarları iptal
ediliyor ve dergilere son veriliyor.
BİR BAŞKA PAZ-ART GÜNÜ
Cihangir'deki Roma Bahçesi, bugün, tasarımcılarla sanatçıların
açık hava buluşması "Paz-Art"a ev sahipliği yapacak.
Katalist Tasarım ve Artane galerisinin
gönüllü çabaları ile ilk olarak geçtiğimiz yıl
düzenlenen bu etkinlik kış ayları boyunca
hava muhalefeti nedeniyle
gerçekleştirilememişti. Üçüncü Paz-Art ise 5
Nisan’da yine aynı parkta 45 katılımcı ile
yapıldı. İstanbul’un son aylarda gördüğü en
güzel havalardan birinde, Tophane Camii,
Sarayburnu ve İstanbul Boğazı manzaraları
eşliğinde, Avrupa şehirlerinin bitpazarlarını
anımsatan bir ortamda Paz-Art’ı gezmeye
gelenler de keyifli bir gün geçirdiler.
Keyifli bir gün
Böyle bir ortam içinde genç tasarımcıların,
sanatçıların ya da daha küçük ölçekte
çalışan firma ve ortaklıkların çalışmalarını
sergileyebilmelerine olanak sağlayan her
türlü organizasyon çok değerli bir hale
geliyor. Paz-Art da böylesi bir ortam
yaratabilmek adına düzenlenen bir sanat ve
tasarım etkinliği. Cihangir’de eski ismiyle
Roma Bahçesi, şimdiki ismiyle Sanatkarlar
Parkı’nda, Cihangir Güzelleştirme Derneği,
Yerli ve yabancı tasarımcıların yaşayan
mekânlara renk katmak için birbiriyle
yarıştığı Unicera Fuarı sektördeki firmaları
ve tasarımcıları buluşturan bir platform
olma özelliği taşımaya başladı. Unicera
Uluslararası Seramik ve Banyo Fuarı, Türk
Seramik Sektörü'nün yılda bir kere
buluştuğu, sektörün en yeni ürünlerini ve en
yeni teknolojilerini tanıttığı uluslararası bir
fuar olma özelliği taşıyor.
Tüyap Beylikdüzü Fuar ve Kongre
Merkezi'nin 7 salonunda 40 bin
metrekarelik alan üzerinde kurduğu,
ziyaretçilerin çağdaş yaşam tarzına uygun
tasarımlarla teknolojiyi buluşturan yeni
ürünleri görme şansına sahip olduğu;
tasarımcı, üretici firma, tüketici ve
profesyonel müşterilerinin bir araya geldiği
Unicera Fuarı yalnızca ticari anlamda değil,
bir iletişim, bilgi ve kültür aktarım
platformu olarak da büyük önem arz etmeye
başladı.
Sergide Ahmet Kurt’un deri işleri, Meliha
Babalık’ın cam ile yaptığı farklı ürünler,
Serpil Erol’un yün şapka ve aksesuarları,
Songül Cabacı’nın eğlenceli kıyafet
tasarımları gibi çalışmaları görmek
01
Pelin Özgen
[email protected]
ETEKTEKİ TAŞLAR
Unicera Fuarı, seramik sektördeki
yeniliklerin ilk habercisi oldu. Ünlü mimar
Rodo Tisnado, Unicera’da konferans verdi.
armatürler, banyo ve mutfak mobilyaları,
aksesuarlar ve bunlarla ilgili yayınlar yer
buldu.
yatırımları kendisini belirgin bir şekilde
gösteriyordu. Karo seramik özelinde trend
yaratacak tasarım ve uygulamalar en son
tekniklerle hayat bulmuş. Renklerde, pastel
tonlar ve yalınlığın simgesi beyaz ağırlıklı
olmak üzere, doğadaki ana elementlerin
Fuarda sergilenen yeni koleksiyonlarda,
tasarım, teknoloji ve son yıllardaki Ar-Ge
Global krizin yapı sektörüne etkilerinin
derinden hissedildiği fuarda, bu sene önceki
yıllara oranla katılımcı sayısının azalması
dikkat çeken unsurlardan oldu. Büyük
ölçekli birçok firmanın fuara katılamaması
yapı sektöründe sarsıntılar olduğuna işaret
ediyordu. Ancak yurtdışından gelen
ziyaretçilerin yoğun ilgisi ve ziyaretçi
sayısının geçen yıla oranla artması, iç
piyasada fuarla birlikte sektöre bir moral ve
canlılık getirmiş oldu.
Dünya üreticileri arasında üretimde 7. ve
ihracatta 5. sırada bulunan Türk seramik
sektörü üreticilerinin buluştuğu Unicera
Fuarı kapsamında, seramik kaplama
malzemeleri, vitrifiye ürünler, havuz, sauna,
mümkündü. Bağımsız tasarımcı ve
sanatçıların yanı sıra farklı marka ve
galeriler de yerlerini almışlardı. Take Away
İstanbul’un İstanbul’u samimi bir
yaklaşımla ele alan hediyelik eşyaları,
Camekan ve Cam Ocağı’nın yaratıcı
çalışmaları, Bülbül’ün NotIkea konseptli
ürünlerinin yanında Artane’de sergilenen,
Aldous Eveleigh’in İstanbul fotoğraflarını
tual olarak kullandığı yağlıboya çalışmaları
görülmeye değerdi. Saatler ilerledikçe
başlarında Berrin Akyüz tasarımı şapkalarla
dolaşan insan sayısı artmaya başladı.
Etkinlik bundan böyle her ayın birinci ve
üçüncü Pazar günleri tekrarlanacak.
01. Paz-Art'ı bugün 11:00-17:00 saatleri
arasında gezebilirsiniz.
canlı renkleri ve bunların ton-sur-ton
döşemeleri yeni açılımlara imkân verebilir.
Metalik, ışıltılı ve çok parlak sırlı karolar da
yenilikler arasındaydı. Gelişen trendler,
renk ve desenlerin yanı sıra karoların
boyutlarını da bir hayli de etkilemişti.
Günümüzde tüketiciler daha ince, uzun ve
daha büyük ebatlarda karolar kullanarak
mekânlarında farklılık yaratmayı tercih
ediyor. Mutfak ve banyoların da yaşam alanı
haline gelmesi fark yaratan ve
fonksiyonelliğin ön planda olduğu
tasarımların ortaya çıkmasını sağlamıştı.
Geçen yıllara nazaran farklı bir bakış
açısı yakalayarak sektöre yeni ufuklar
açabilme heyecanıyla fuarla paralel bir
dizi etkinlik planlanmıştı. Bu etkinlikler
çerçevesinde 31 Mart’ta İstanbul’a
gelen Avrupa’nın en önemli mimari
ofislerinden Architecture-Studio’nun
kurucu ortağı, ünlü mimar Rodo Tisnado
santralistanbul’da bir konferans verdi.
Konferansın ardından santralistanbul Enerji
Müzesi’nde Türkiye Seramik
Federasyonu’nun ev sahipliğinde, sektör
profesyonelleri ve mimarların katılımı ile
açılış daveti verildi.
Fuar süresince Seramik Çini ustası Sıtkı
Olçar’ın dünyaca ünlü çinileri ve İznik Çini
Vakfı eserleri sergilenme imkânı buldu.
Fuarın ikinci günü olan Mimarlar Günü’nde
ise Domus Academy kurucularından Master
Program Başkanı Dante Donegani ve
Giovanni Lauda tarafından verilen
“Seramik Dünyasında Tasarım ve
Geleceğe Ait Trendler” konulu konferans
büyük bir ilgi gördü.
01
01. Unicera Fuarı”nda sergilenen ürünlerden.
04
Özgün Tanglay
[email protected]
IF’E DOYUM OLMAZ!
Dünyanın en önemli tasarım ödülleri arasında gösterilen iF, Mart ayında Hannover’de
düzenlenen tören ile sahiplerini buldu. Her sene, ödül kazananlar arasından sadece
50 ürüne verilen if Gold ise ilk kez Türkiye'nin kapısını çaldı!
kategorisinde ödül alan Twig, bir taburenin
işlevselliği ile bir sandalyenin konforunu
birleştiriyor. Onu diğer taburelerden farklı
kılan zarif eğimli dal ise hem arkalık, hem
şapka ve kıyafetler için askılık hem de
taşımada kolaylık sağlayan bir öğe
oluşturmuş. Twig sandalyeler, bir arada
durduklarında da hoş bir doğal peyzaj
oluşturuyorlar.
iF ödüllerinin amacı tasarım beğenisini
artırmak, çarpıcı tasarım başarılarına dikkat
çekmek ve karmaşık ürün dünyasındaki
farklı buluşları öne çıkarmak olarak
özetleniyor. 1953 yılından beri verilen iF
ödülleri, önceleri “iyi tasarlanmış
endüstriyel ürünlere özel bir şov” olarak
tanınıyordu. Ortalama olarak 30’un
üzerinde ülkeden katılımcı bilgisayar,
aydınlatma, ambalaj gibi birçok kategoride
ödül almak için yarışıyor. Bağımsız bir yapı
olan iF, tasarım ve endüstri arasında
aracılık görevi görüyor.
Bu yıl iF jüri üyeleri yılın kazananlarını
belirlemek için 39 ülkeden, yaklaşık 3,000
başvuruyu değerlendirdi ve 802 ürün iF
ürün tasarımı ödülü aldı. Türkiye’den Hulusi
Neci’nin Airfel için tasarladığı “kalem
kumanda” ve Nil Deniz’in ilio için
tasarladığı happycell kristal bardak seti de
bu yıl iF ödülü alan 802 ürün arasındaydı.
Ürünler yaratıcılık, fonksiyonellik, tasarım
kalitesi, ergonomiyi de içeren
değerlendirme kriterlerine göre 16 kategori
altında verildi. iF ödülü alanlar arasından
50 ürün ise iF Gold ödülüne layık görüldü.
H. Demir Obuz’un ilio için tasarladığı “twig”
adlı ahşap tabure de iF Gold ödülü seçkisi
içinde yer aldı ve büyük bir başarıya imza
atmış oldu. Bugüne kadar Türk
tasarımcılardan iF Gold ödülünü alan
olmamıştı. Bu yıl iF Gold ödülü alan 50
ürün arasında hepimizin yakından tanıdığı
Philips, Sony, Samsung gibi markaların yeni
ürünleri de var. Apple’ın iF Gold ödülü alan
ürünleri ise yeni nesil i-podlar ile sınırlı
değil. Çoğumuzun hayatına çoktan sızmış
Jüri üyelerinden Fritz Frenkler “başarılı
olanların özgün ürünler olması şaşırıcı
değil. Tutarlı uygulamalar ve net
tasarım stratejileri ile yol alan firmalar
yeni tasarım standartları oluşturma
konusunda açık farkla öndeler” diyor.
Yazıya tüm başarılı ürünleri sığdırmak
mümkün değil. www.ifdesign.de
adresinde 2009 yılının tüm kazanan
ürünleri bir slayt şov ile izlenebiliyor.
Hayata dair yeni düşler için ilham
kaynağı oluşturabilir diyor, Türk
tasarımcılar için iF gold yolunun Twig
ile açılmış olmasını diliyorum.
02
01
03
bu ürünlerden söz etmek yerine, farklı
kategorilerde altın ödüle layık görülen
birkaç tasarıma göz atalım...
Berlin’den genç tasarımcı Nils Frederking’in
yuvarlak yemek masası, akıllı bir katlama
sistemi öneriyor. Bu masanın katlanmış hali
sadece 8 cm kalınlığında. Ödül alan diğer
yaratıcı ürün, son derece parlak ve hafif bir
bisiklet lambası olan “the beetle”.
Lambanın esnek bir yapısı var ve ağırlığı 25
gramdan az. “Natural Nurser” biberonlara
yepyeni bir yaklaşım getiren radikal bir
ürün. Doğal meme şeklindeki formuyla
oldukça yumuşak. Geniş ağzı, kolaylıkla
doldurmaya yarıyor ve temizliği
kolaylaştırıyor. SENZ XL şemsiye ise
başarısını aerodinamik yapısına borçlu.
Asimetrik tasarımı, şemsiyenin güçlü bir
fırtınada bile en iyi konumu rahatlıkla
bulmasını sağlıyor. Türkiye’ye gold ödülü
getiren Twig’e gelince... Mobilya/ev tekstili
01. Natural Nurser biberon.
02. Aerodinamik yapısıyla beğeni toplayan
SENZ XL şemsiye.
03. Nil Deniz imzalı kristal bardak.
04. Nils Frederking tasarımı katlanabilir
yemek masası.
05. “The Beetle” bisiklet lambası.
06. H. Demir Obuz tasarımı “Twig” sandalye
05
04
06
06
6 yıl önce, bir moda seminerinde moda
tasarımcılarının rock yıldızı gibi anıldığı
ancak bunun karşılığının para cinsinden
yüksek olmadığı söylenmişti. Oysa birkaç
senede modanın algı düzeyi sokağa indikçe,
tasarımcının önemi arttı. Rock yıldızları şan
şöhretin karşılığını görmeye başladı. Halk
düzeyinde, moda haftalarında salınan
tasarımcıların adı bir çırpıda söylenir oldu.
Modellerin yanısıra tasarımcılar da ünlü
kategorisine terfi ettiler. Herkes moda
dilinde konuşmaya başladı. Markalar
biliniyor, ürün bazında takip ve bu işe gönül
verme sevdası artıyor.
8. sanat sinema ise duruma kayıtsız
kalmadı. Ağaç altında başına düşen elmayla
yer çekimini bulan Newton gibi Sex and The
City dizisi de beyaz perdenin başına düşen
elma oldu. Bu elma, moda konusunun para
getirdiğine işaret ediyordu. “Şeytan Marka
Giyer”, Hollywood yapımı olarak genelin
ilgisini çekerken, Lagerfeld sırları modaya
adanmış yaşamların ilhamı oldu.
19/04/2009
Melis Pekand
Şölen Kipöz
[email protected]
[email protected]
MODAYA ADANMIŞ
FİLMLER
Valentino
The Last Emperor
Geçtiğimiz yıl emekliye ayrılan büyük usta
Valentino’nun kariyerinin son iki yılına
bakıyoruz bu filmde. Hayat arkadaşı ve iş
ortağı Giancarlo Giammetti ile birlikte
yaşadıkları zorluklar, 50 yıla yakın meslek
hayatındaki rekebetçi ortam, sanatın
ticaretle mücadelesi 2008 yapımı filmin
odak noktaları. Film şu anda İstanbul hariç
birçok film festivalinde gösteriliyor.
KALİTENİN DEĞİŞEN YÜZÜ:
YAVAŞ MODA HAREKETİ
Uluslararası Hazır Giyim Tasarımcıları ve
Yöneticileri (IACDE) çatısında toplanan ve
dünyanın dört bir yanından gelen moda
profesyonelleri İzmir’de buluştu.
Moda tasarımcıları beyaz perdenin yeni
“vazgeçilmezi”. Sinemanın gücü sağolsun, Coco Avant Chanel
Audrey Tautou’nun Coco Chanel’i oynadığı
tasarıma gönül verenler artıyor.
2009 yapımı film, modacının
otobiyografisi. Henüz gösterime girmeyen
Coco Avant Chanel, kostüm açısından
Chanel hayranlarını oldukça doyuracak
cinsten. Başka bir Coco Chanel filmi ise
Shirley McLaine yorumuyla 2008’de TV
filmi olarak çekildi.
Modanın kalbinde çekilmiş, tasarıma
adanmış filmler hangileriydi dersiniz?
Arşivciler ve meraklıları için ...
Bundan tam 99 yıl önce New York’ta
Madison Square Garden’da ilk toplantılarını
yapan bir grup moda profesyoneli, son
toplantılarını 8-10 Mart’ta İzmir’de
gerçekleştirdi. Peki, Uluslararası Hazır
Giyim Tasarımcıları ve Yöneticileri(IACDE)
çatısında toplanan ve dünyanın dört bir
yanından gelen moda profesyonellerini
İzmir’e çeken neydi? Bunu kestirmek zor
değil; Türkiye’nin 1980’li yıllardan bu yana
yabancı markaların fasonculuğunu yaparak
edindiği teknolojik bilginin önemi, bir
dünya markası olan Hugo Boss ürünlerinin
İzmir’de üretiliyor olması-ki bu Türkiye’nin
üretici misyonunun yeterli kanıtı -,
ülkemizde yeşeren yeni tasarım gücünün
küresel moda üreticileri açısından cazip
bulunması, ve son olarak, gelecek yıl
Türkiye’nin de derneğin üyesi olacağı
gerçeği. 98 yıl boyunca dünyanın farklı
bölgelerinde –örneğin geçen yıl Shangai’daüretim, verimlilik, tasarım, stil, teknoloji
gibi moda ve hazır giyimin sırdaşı pek çok
konuyu tartışmaya açan IACDE üyeleri
“Kalite” konusunu masaya yatırdılar. Hugo
Boss sponsorluğundaki kongrenin açılışını
bendeniz “Türkiye’de Moda Tasarımında
Kalite’nin Hikayesi” konulu bir sunumla
yaparken, İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda
Tasarımı Bölümü öğrencilerinin defilesi,
kalite tartışmasını noktaladı.
Devil Wears Prada
Pret-a Porter
Türkçe çevirisinde niçin Şeytan’ın
Prada değil de “marka” giydiğini
anlayamadığımız 2006 yılı yapım,
efsanevi dergi Vogue içi yaşantı/kölelik
müessesini esprili bir dilde anlatmakla
kalmıyor, tasarımcıların yaşantısına
da ışık tutuyor.
1994 yılına ait film, Paris Moda Haftası’nda
hazır giyim kavramı ve defileleri
gördüğümüz türün ilk örneklerinden.
Sophia Loren ve Marcello Mastroianni’nin
başrollerini paylaştığı modanın kalbine
dalan yapımda ayrıca kolay kolay bir araya
gelmeyecek isimleri de görüyoruz; Kim
Basinger, Rupert Everett, Forest Whitaker,
Julia Roberts, Tim Robbins. Film podyumda
ve perde arkasında yaşanan rekabet,
entrika, aşk, aldatma ve yalanlara modanın
ön planda olduğu bir bakış açısıyla değinen
bir kara komedi.
Blow-up
1966 yapımı film aşk ve cinayeti moda arka
planında anlatıyor. Zamanının kült filmi
haline gelen yapım sekse ve çıplaklığa
odaklanmış tavırları içeriyor. Gelmiş geçmiş
en iyi modellerden Verushka’nın da filmde
göründüğünü hatırlatalım.
Lagerfeld
Confidential
Modanın filmleri öyle arşivlenemeyecek
miktarda değil. İlginç olanı az buz
çekilen yapımlardaki Chanel ağırlığı. Hem
Lagerfeld Sırları’nda, Karl Lagerfeld’in
Chanel baş tasarımcısı olması, hem de Coco
Chanel’in yaşantısını anlatan 2 filmle
Chanel markası, moda-film ikilisinde öne
çıkan marka oluyor.
İkonik moda tasarımcısı Karl Lagerfeld’in
son bir yıldaki yaşantısından kesitler
anlatılıyor. 1930’lu yıllarda doğan ve
Chanel efsanesinin başına geçen
Lagerfeld’in uçsuz bucaksız hayatından bir
kuple, ilginç kişiliği yakından tanımak
isteyenler için bir fırsat. Filmin ismine
yaraşır sırlar; hayat felsefesi, çocukluğu ve
cinsel kimliğini anlatırken paylaştıklarından
ibaret. Nostalji sevmemesi, kitap merakı ve
i-pod aşkı filmde bolca görüleceklerden.
Modaya adanmış yaşantılardan
ilham almak ve yaratım sürecine
şahitlik etmek istediğimiz Yves Saint
Laurent’ın da yakın zamanda hayatını
anlatan bir filmle beyaz perdede
efsaneleşmesi gerektiğine inanıyoruz.
Unzipped
Moda tasarımcısı Isaac Mizrahi’nin tasarım
odaklı dökümanteri. 1994 Sonbahar/Kış
koleksiyonunu hazırlarken çekilmiş olan
film, modanın yaratıcı öğelerini öne
çıkartıyor, tasarım sürecine odaklanıyor.
01
01. Sinema sektörü için Karl Lagerfeld,
Isaac Mizrahi, Valentino, Coco Chanel
gibi efsanevi isimler kadar Paris Moda
Haftası gibi etkinlikler ya da Vogue gibi
moda odaklı dergiler de iyi birer
“malzeme”. Yalnız TV dizileri değil,
Ugly Betty, Sex and the City gibi diziler
de modayı yakından takip ediyor.
07
01
Moda dünyasında kalite konusu, neredeyse
tartışılmayan bir tabu. Bugün, kalitenin
fiyatla ölçüldüğü küresel markaların
hükümranlığına karşın, markaların başarılı
ve ucuz taklitleri ya da anti-marka gerilla
tasarım mağazalarının tanıştırdığı yeni bir
kalite anlayışıyla karşı karşıyayız.
Türkiye’de moda tasarımının
endüstrileşmesi, kurumsallaşması, ve
küresel sisteme katılma süreçleri adeta
kalitenin de evrimleşmesine işaret ediyor.
Terzilik kültüründen tasarıma, tasarımdan
markalaşmaya ve kurumsal kültüre geçiş
aşamalarında kalite kavramı da dönüşüm
geçiriyor. Zanaatsal üretim süreçlerine
işaret eden yüksek moda anlayışında kalite
kıyafetin yetkinliği, biricikliği, materyal
değerine işaret ederken; sezonsal hazır
giyim koleksiyonu üreterek kurumsallaşan,
küresel moda sistemine dahil olan tasarım
pratiklerinde kalite form, biçim, kup, siluet
gibi tasarımın görünür özelliklerinde ayırt
edicilik olarak ortaya çıkıyor.
Kalitenin dönüşüm sürecinin diğer ayağı
olan giyim markaları ve tasarımcı
evliliklerinde –Network/Arzu Kaprol,
Koton/Bora Aksu gibi- farklı kalite
uyarlamaları ile karşılaşıyoruz. Bu ilişkide
tasarımcı markanın benimsenen ve
satılabilir çizgisi uğruna kendi çizgisinden
ödün vermiyor; tersine, marka kendini
tasarımcıya uyarlıyor. Tasarımcının ve
dolayısıyla markanın ticari başarısı aynı
çizgiyi farklı kalite standardında
koruyabilmekte yatıyor. Bir nevi ekonomi
yapıyor tasarımcı. Lüks estetiğin sivri
uçlarını piyasaya törpülüyor, ulaşılabilir
kılıyor. Bu yüksek modanın sokağa inmesi
için gerçekten de mükemmel bir fırsat.
Koton’un sloganı “Herkes için Bora Aksu”
olabilir mesela. Görülüyor ki, kalitenin
üretim, teknoloji ve işçilikle ilişkisindeki
son evrimi tasarım girdisi. Öyle ki artık
fason üretime bile tasarım bulaşıyor.
Moda dünyasının ekonomik krize alternatif
cevabı ise, kalitenin, modanın hızlı tüketim
döngüsüne hizmet eden savurgan doğasını
dizginleyecek etik ve duygusal bir tasarım
anlayışıyla yakalanabileceği. Tüketicilerin
değişen yaşam döngülerine uyum
sağlayabilecek, kullan-at modeline karşı
sezonlararası geçişliliğe sahip, çok işlevli
parçalarla sağlanan çoklu-markalı bireysel
tarzlar yeni seçkinciliğin habercisi.
Tüketimin yeni vicdanı, etik, çevreci ve
sürdürülebilir tasarım çözümlerine ışık
tutarken,aşırı tutucu bir çizgiyi benimseme
riskine karşı fantezi ve kaçışlara izin veren
deneysel tasarım yaklaşımlarını müjdeliyor.
Bu etkilerle “Yavaş Moda Hareketi” projesi
çerçevesinde İzmir Ekonomi Üniversiteli
genç moda tasarımcıları, kalitenin yeni
yaratıcı gücünü gösterirken, Türkiye’yi bir
üretim merkezi olarak konumlandıran
anlayışa, “aslında Türkiye’nin geleceği
tasarım mı?” sorusu ile yanıt verdiler.
01. “Yavaş Moda Hareketi” defilesinden.
08
19/04/2009
Meltem Cansever
Çiğdem Demir
[email protected]
[email protected]
EYLEM
01
1960’lardan başlayarak kadınlar, azınlıklar,
savaş kurbanları gibi mağdur ve dışlanmış
grupların yanında yer almak ve daha adil,
daha olumlu bir sosyal-ekolojik değişime
katkıda bulunmak için tasarımcıya düşen
rolü sorgulayan aktivist tasarımın en önemli
sorunu, gerçekleşebilirliği konusunda ciddi
kuşkuların olmasıydı. Varlığını kapitalizme
borçlu olan tasarımcı nereye kadar bağımsız
kalabilirdi ki? Sulandırılmış kazan-kazan
formülleri dışında, tasarımın nihai hedefi
kâr artırma değil miydi?
Oysa geçen onyıllar ve özellikle 2000’ler,
tasarımın sosyal ve ekolojik sorumluluktan
kaçmayı sürdürmesi durumunda, kârın
sürekliliğini sağlamanın pek mümkün
olmadığını açıkça gösterdi. Küresel ısınma
ve ekonomik krizin etkileri, ana akımın en
tutucu firmalarını bile aktivist tasarımın can
alıcı meseleleriyle ilgilenmek zorunda
bırakıyor. İlk kez 1995’te düzenlenen
Design Indaba konferanslarının her yıl
diğerinden daha çok ilgi toplaması ve büyük
alkışlar almasının ardındaki asıl neden,
konuşmacı ve katılımcıların başarısı kadar
böyle bir etkinliğin hakiki bir ihtiyaca
karşılık gelmesi. 2004’ten bu yana
konferanslara, Güney Afrika tasarımını tüm
renkleriyle sahneye çıkaran aynı adlı fuar da
eşlik ediyor.
1995’te Ravi Naidoo’nun önderliğinde iki
yılda bir düzenlenmek üzere başlatılan,
hemen sonra her yıl gerçekleştirilmesine
karar verilen etkinlik, Zulu dilinde
ZAMANI!
Alternatif tasarım konferansı Design Indaba,
yanına aynı isimli fuarı da katarak bir kez
daha tartışmaları başlattı: Aktivist tasarım
gerçekçi miydi?
“buluşma” anlamına gelen adıyla ve merkez
olarak, üç büyük etnik topluluk ve 11 resmi
dile ev sahipliği eden Cape Town’u
almasıyla, alternatifliğini hemen
gösteriyordu. İlk konferansta pek de fazla
tanınmayan dokuz konuşmacı vardı. Bu yıl
ise, aktivist tasarımcı Bruce Mau’dan ünlü
tasarım okulu Design Eindhoven’in trend
falcısı başkanı Li Edelkoort’a, Marcel
Wanders’ten Patricia Urquiola’ya önemli
adları içeren 30’dan fazla kişi, küresel
tasarımı mercek altına aldı.
Açılış gününde, “Sinik olma zamanı değil
şimdi!” diye bağırarak ekonomik krizin
Design Indaba’yı haklı çıkardığını belirten
Bruce Mau’nun konuşmasının ardından
gelen alkışlar ve sevinç çığlıkları konferansa
hâkim olan ruh halini gösteriyordu. W+K
Delhi reklam ajansından Mohit Jayal ve V
Sunil’in güçlü bir yerel geleneğin güzel bir
gelecek inşasına nasıl etki edebileceğini ele
alan sunumu, en çok sözü edilen
konuşmalar arasında yer aldı. Li Edelkoort
ekonomik krizin geçen seferki gibi
minimalizme yol açmadığını, daha çok
geleceğe dair algılarımızı değiştirdiğini
PİCTOPLASMA:
YENİ KARAKTER DÜNYALARI FESTİVALİ
Karakter tasarımı ve sanatını keşfetmek için dünyanın birçok ülkesinden illüstratör,
tasarımcı, animatör, yönetmen ve sanatçılar 19-21 Mart tarihleri arasında Berlin’de,
“Pictoplasma”da bir araya geldi.
01
makineleri ve çok yönlü çılgın tasarımcı ve
sanatçı Javier Mariscal’in animasyonları son
derece ilgi çekiciydi. 5.5 Designers,
AdamsMorioka, Ferran Adrià, Marian
Bantjes, BarberOsgerby, Stephen Burks,
Commonwealth, Dunne&Raby, Li Edelkoort,
Dai Fujiwara, Keith Helfet, Jannes Hendrikz,
Luyanda Mpahlwa, Javier Mariscal, Bruce
Mau, Keith Rose, Roger Smythe, Dwayne
Spradlin, Frank Tjepkema, Nobumichi Tosa,
Patricia Urquiola, Rick Valicenti, W+K Delhi,
Marcel Wanders ve Craig Wessels’in ufuk
açıcı katkıları, eleştirmenlerden olumlu
tepkiler aldı. Black Heart Gang’ın
gerçeküstü animasyonları da küresel
tasarım camiası tarafından çok beğenildi.
Fransız tasarım ofisi 5.5’in bildik lüks
ürünlerin 1 Avroluk versiyonlarını ürettiği
Save A Product kampanyası ise büyük
övgülerle karşılandı.
söyledi ve uzun soluklu bir trend olarak,
siyahla beyaz arasındaki “gri”nin
egemenliğini ilan etti. Konuşmacılar dijital
düzeneklerin eklenmesiyle bir hikâyeye
sahip olan objelerin –örneğin ufak bir çip
sayesinde kişinin ruh haline göre değişen
saatler- yükselişini de haber veriyorlardı.
İyimser ve coşkulu kalabalığın ana odağı,
yerelle küresel arasındaki bağın yanısıra fuardaki ürünlerde de görüldüğü gibi- geri
dönüşüm ve emprovize tasarım oldu. Ayrıca
bu yıl, ünlü tasarım kurumlarının kilit
noktalarındaki isimler, hızlı bir paylaşıma
olanak veren Pecha Kucha formatındaki
konuşma seanslarında bir araya geldiler.
Etkinliğin “baba”sı Ravi Naidoo
geçmiştekilerden daha yeşil, daha
sürdürülebilirlik odaklı ve daha kalabalık
etkinliğin ardından, “Design Indaba’ya
gösterilen olağanüstü ilgi, yaratıcılık
yoluyla daha iyi bir dünyayı teşvik etme
misyonumuzu yeniledi” diyor. Ama
konferanstaki abartılı coşku ve tasarıma
dünyadaki tüm sorunlara çözüm bulma
misyonunun yüklenmesi ne kadar gerçekçi?
Yine de Design Indaba’ya inanmak
istiyoruz.
Grafik, moda, endüstriyel tasarım,
mücevher tasarımı, sinema, yeni medya,
reklam gibi farklı alanların kapsandığı
konferansta elektrikli arabalar, düşük
maliyetli konut çözümleri, geleceğin
çiftlikleri, laboratuarda üretilen etlerden
çağdaş grafik tasarıma, hayvanların tıbbi
deneylerde kullanımından yemeğin
duygusal değerine, çok farklı meseleler ele
alındı. Nobumici Tosa’nın anlamsız
01. Fuarda segilenen ürünler geri dönüşüm
ve emprovize tasarımın habercisiydi.
01
09
İlki 2004 yılında düzenlenen, bu yıl
Berlin’de gerçekleştirilen Pictoplasma
Konferansı, merkez galerilerindeki 30 sergi
ile enstalasyon ve sunuşların olduğu
“Character Walk” (Karakter Yürüyüşü) ile
tasarımcıların kişisel yaklaşımlarını özgürce
paylaşabilecekleri bir platform haline geldi.
Festival in ilk iki günü, “Characters in
Rhythm”(Ritimli Karakterler) ile “Characters
in Narration” (Anlatılan Karakterler)
izleyiciyle buluşurken, ikinci gün
“Psychedelic Midnight Mix” (Halisülasyonlu
Geceyarısı Karışımı) ve üçüncü gün ise
“Characters in Motion”(Hareketli
Karakterler) animasyon festivali
kapsamındaki 100’ün üzerinde
animasyon film gösterildi.
01
Etkinlik merkezi olan Haus Der Kulturen Der
Welt (Dünya Kültürleri Evi)’de düzenlenen
görkemli sergide, AJ Fosik, Akinori Oishi,
Ben Frost, Borris Hoppek, Doma Collective,
Doudouboy, Edwina Ashton, Friends With
You, Gary Baseman, Golan Levin, Hideaki
Kawashima, Ian Stevenson, James Marshall,
Jeremy Dower, Juan Pablo Cambariere, Mark
Ryden, Motomichi Nakamura, Nagi Noda,
Olaf Breuning, Sam Gibbons, Shoboshobo,
Tim Biskup gibi birçok önemli isimler yer
aldı. İzleyici aktif kılan ve Pictoplasma
ruhunu yansıtan sergi, içindeki çarpışan
karakter tasarımlarından oluşan çarpışan
arabalarla katılımcılara keyifli anlar yaşattı.
Etkinliğin en önemli yanlarından biri de
konferans ve sempozyumları bir araya
getirmesiydi. Akademik bakış açısı
karakterlerle buluştu; karakter algısı,
yaratımı, evrensel medyanın
şekillendirilmesi, medya teorisi, tasarım,
ekonomi gibi kavramlar sempozyum
panellerinde irdelendi. Çağrılı sanatçı
sunuşlarında ise; Saiman Chow,Boris
Hoppek, Fayaz Jafri, Marc Craste, James
Jarvis, AJ Fosik, Andrea Crews, Protey
Temen, W+K TokyoLab, Klaus Haapaniemi,
Risa Sato, Charles Glaubitz gibi usta
isimler yer aldı. Borris Hoppek ile
çalışan galeri sahipleri de Hoppek’i
kişisel anılarıyla anlattı (onlara göre
Hoppek’in o şehirde olduğu sokaklarda
graffitilerin artmasından anlaşılabilirdi).
İspanya’nın en çok mülteci alan Cadiz
şehrinde yaptığı “86 Negritos” adlı
enstalasyonu özellikle izleyicinin
beğenisini kazandı.
01
01
Çağrılı sanatçıların her birinin sunuşlarına
başlarken ilham kaynaklarını anlatması
oldukça dikkat çekiciydi. Sunuşunda şarkı
da söyleyen Arjantin’li Gaston Caba’ya göre
ilham kaynağı sonsuzdu; bazen dans eden
insanlara ani sorular sorduğundan ve
cevaplardan yola çıkış doneleri elde
ettiğinden bahsetti. Hong Kong asıllı
Amerikalı Saimon Chow, Çin kültürü, ruhani
inançları ve mangadan etkilenerek
büyüdüğünü belirtti. Fayaz Jafri ise ilham
kaynağı olarak Miyazaki’nin işlerini
gösterdi. Studio Aka’nın animasyon
yönetmeni Marc Craste’nin vurguladığı
nokta, animasyonun basit olduğunda işe
yaradığıydı ve onun da ilham kaynağı yine
Miyazaki ustaydı. Risa Sato’nun karakter
tasarımlarıyla ilgili samimi açıklamaları,
Klaus Haapaniemi’nin Londra metrosunda
kullanılan illüstrasyonları ve İskandinavlara
özgü masalsı karakter tasarımları ise
konferanstan akılda kalanlardandı.
ilham dolu birkaç gün sundu. Çok sayıda
tasarımcı, Anna Hellsgard ve Christian
Gfeller (Bongout) deneysel kavram kitabı
atölye çalışmasına adeta akın etti. Andrea
Crews’ın, yalnızca dikiş makinaları ve atık
Disney tişörtleriyle karakter kostümü
tasarımı yaptırdığı workshop da ilgi
çekiciydi.
‘Pictopia’ birçok sanatçıya, tasarımcıya, film
yapımcısına, müzisyene, performansçıya
düzenlenen workshopların da katkısıyla
01. 30 ayrı sergi, enstalasyon ve sunuşlara ev
sahipliği yapan Pictoplasma, yer yıl önemini
arttırıyor.
Pictoplasma izleyicileri etkinlik
boyunca, Berlin’in birbirinden ilginç
galerinde Character Walk’ı takip ettiler,
konsept partilere katıldılar, ustalarla
sohbet etme şansı elde ettiler, 100’ün
üzerinde animasyon izlediler, konferanslar
sayesinde sanatçıları daha yakından
incelediler, tasarım oyuncakları ile
kitaplarından satın aldılar, Haus Der
Kulturen Der Welt’in içine kurulmuş
koca bir oyun parkında gezdiler ve hatta
çarpışan arabalara bile bindiler. Bir
tasarımcı daha başka ne isteyebilir ki?
19/04/2009
10
Ali Sefa Ekizce
11
A. Sadi Tekin
[email protected]
[email protected]
TÜRKİYE’DE ENGELLİ VE HATTÂ MASUMİYET KENTE DÖNDÜ!
ÇOCUK OLMAK
Ülkemizde “engelli” dendiğinde, insanların
kafasında hep “eksik” bir insan imajı oluşur.
Temel ihtiyaçlarını kendi başına
karşılayamayan, dolayısıyla “eksik” bir
hayat yaşayan bu insan imajı, ona devamlı
göz-kulak olacak “normal” (!) bir insana
eklemlenerek tahayyül edilir. Engelli
denilen kişi, bir anlamda, tek başına bir şey
ifade etmeyen bir yaşam formundan
başkaca bir şey değildir ülkemiz insanı, yani
bizim için.
Oysa bu engelli kavramı, zannedildiği gibi
genel geçer bir kanı değildir. Yani dünyanın
medenileşmeyi başarmış o çok uzak
ülkelerinde engelli olmak, burada
algılandığı gibi doğuştan veya sonradan bir
melanete tabi olmak anlamı taşımaz. Çünkü
o uzak ülkelerde engelli, doğuştan getirdiği
veya sonradan edindiği bir melaneti
üzerinde taşıyan bir “farklılık” değildir;
aksine, engellinin toplum içindeki fiziksel
çevreyle yaşadığı sorunlar, diğer
“normallerin” insan olmak adına yaşadıkları
başarısızlığı ifade eder. Bu başarısızlığın
giderilmesi, kent mekânını kentin
eksikliklerinden dolayı kullanamayan
engelliler için yeniden ve radikal bir
biçimde düzenlemekle mümkün olabilir. Bu
konuda atılmış olan başarılı adımlardan biri
de ülkemizde Mersin Üniversitesi
bünyesinde gerçekleştirilmekte.
Mersin Üniversitesi koordinatörlüğünde ve
Selanik Aristo Üniversitesi ortaklığıyla
yürütülen ACTUS (Accessibility Network for
Turkish and Greek Societies – Türk ve
Yunan Toplumları için Erişim Ağı)
projesinin ikinci semineri 9 Nisan 2009
tarihinde Mersin Üniversitesi’nde yapıldı.
AB tarafından desteklenen ve 18 ay sürecek
bu araştırma projesi, “Engelsiz Kentler”
sloganıyla, engelliler için kent mekânının
mimari açıdan daha ulaşılabilir olmasını
amaçlıyor. Biz de MDM Mimarlık olarak,
2008 yılında Türkiye üniversite öğrencileri
arasında Fonksiyonel Mekânlar Tasarım
Yarışması başlığı altında düzenlediğimiz
“Fiziksel Engelliler Anaokulu Tasarımı”
projesini bu seminerde katılımcılarla
paylaşma fırsatı bulduk.
Bu yazının başındaki, “Türkiye’de engelli
olma” konusunun uzanımları elbette farklı
noktalara işaret ediyor. Bu yarışmayı
düzenlemekteki amacımız, sorunun
kökenine, yani yine yukarıda bahsedilen
“algı” problemine dikkat çekebilmek; bunu
yaparken de ülkemizin geleceği olarak
addeddiğimiz üniversite gençliğini işin içine
katabilmekti. Çünkü, geleceğin politikacısı,
belediye başkanı, şirket sahibi, fikir üreteni,
aydını olarak gördüğümüz üniversite
öğrencilerinin bir kısmının –eğer yakın
çevrelerinde bir engelli yoksa- ülkemizde
engelli olmanın ne demek olduğu
konusunda fikir sahibi olamadıkları gibi bir
gerçekle karşı karşıya duruyoruz. Yarışma,
yılında Access in Paris (Paris'te Erişim)
adıyla yayınlanmış ve tarihte Access/Erişim
kelimesinin engelliler adına ilk kullanımı bu
rehberle başlamış.
Mersin'de "Engelsiz Kentler" sloganıyla
başlatılan ve önemli bir eksikliği gündeme
taşıyan ACTUS projesini AB de destekliyor.
rastlamadığımız bu projenin dünya üzerinde
az miktarda örnekleri mevcut olsa da,
soruna bu açıdan bakan bir örnek bulmak
güç. Zira söz konusu fiziksel engel
olduğunda, sadece fiziksel engelli çocuklara
hizmet veren kurumlarla sorunun üzerine
gitmek mümkün değil; burada amaçlanan,
toplumun yapısını oluşturan ve sadece
fiziksel engelinden dolayı toplumda yer
edinemeyen bireyle fiziksel engel
yaşamayan bireyi çocuk yaşta sosyal
çevreyle etkileşime sokmak.
iki açıdan bu “algı” problemine işaret
ediyor; birincisi, kısa vadede yarışmaya ilgi
gösteren gençlerin kafasında konuyla ilgili
soru işaretleri oluşturmak. İkinci ve daha
uzun vadede toplumsal yapımızla ilgili olan
konu ise, hayata geçmesini amaçladığımız
fiziksel engelliler anaokuluna devam edecek
engelli ve engelsiz çocukların okul öncesi
çağda kaynaşarak toplumsal algıyı bir üst
seviyeye taşımaları.
Okul öncesi eğitimin önemi ve gerekliliği
özellikle son on yıldır tüm dünyada ve
ülkemizde vurgulanmakta. Günümüz
şartlarında eğitimin, “imkânı olanın olduğu
kadar verebildiği” bir şey oluşunu bir
kenara koyarak; yani toplumun bırakın
ilköğretimi, okul öncesi eğitim yaşlarında
izole edildiğini -istemeden de olsagörmezden gelerek, bu projenin engelli ve
engelsiz çocukları okul öncesi yaşta bir
araya getirebileceğine ve kafalarımızdaki
engelli imajını sonsuza dek yok
edebileceğine inanmak gerekiyor. Zira okul
öncesi çağda, bu anaokuluna devam eden
engelsiz bir çocuğun, engelli arkadaşlarıyla,
onları engellemeyen bir fiziksel çevrede
vakit geçirebilmesi, kafasındaki imajı bu
doğrultuda oluşturmasına vesile olacaktır.
Engelli çocuk da, ailesine bağımlı olmadan
kendi kendine yetebildiği bir fiziksel
çevrede alacağı okul öncesi eğitim
sayesinde, kendine güvenen ve engellerinin
arkasına sığınmayan bir birey olma yolunda
ilk adımı atacaktır.
Kent mekânının engellilerin de rahatlıkla
etkileşime geçebileceği, “erişilebilir”
noktalar olmasını sağlamak adına, dünyada
farklı ülkelerde bir çok çalışma yapılmakta.
Özellikle, bu çalışmaların bizim tahayyül
edebileceğimizden çok daha uzun yıllardır
sürdürülüyor olması, kendi açımızdan bir
kayıp olduğu kadar, bu çalışmaların
yapılabilirliği açısından da örnek
oluşturuyor.
Bu örneklerin içinde, engellileri toplum
içine çıkabilme ve kent hayatına
karışabilme konusunda destekleyen en uzun
soluklu projelerden biri, Londra merkezli
PHSP (Pauline Hephaistos Survey Projects)
Access Project-Erişim Projesi. PHSP
Charitable Trust tarafından desteklenen
proje, tamamen engelli ve engelsiz
gönüllülerin çalışmaları sonucunda
oluşturuluyor ve toplanan bilgiler,
engellilerin kente hiçbir engel olmadan
erişebilmeleri için rehberler haline
getiriliyor. Bu rehberlerden ilki, 1973
Ülkemizde henüz bir benzerine
PHSP rehberleri, engellilerin şehir içi
erişimleri için pratik ve bizzat engelliler
tarafından deneyimlenmiş bilgileri
barındırırken, erişim bilgilerinin kısa ve öz
tanıtımlarının yapılabilmesi adına yeni
standartlar belirleme görevi de taşıyor.
Ancak rehberlerin en önemli görevi, hem şu
anki şartlarda engelli erişimi açısından
şehirlerde nelerin mümkün olduğunu
bildirmek, hem de yapılması gerekenler
konusunda insanları bilinçlendirerek
değişim için katalizör görevi üstlenmek. Şu
an için Londra ve Paris şehirleri ve İsrail
için hazırlanmış olan bu rehberlere ek
olarak, İngiltere'deki futbol stadyumları için
de bir rehber bulunmakta.
Genel olarak bu rehberlerde ne tarz bir bilgi
bulunduğuna gelince... Rehberlerin başında
alışık olunduğu üzere kentle ilgili veriler,
telefon numaraları ve haritalar var. Devam
eden sayfalarda ise, engelli ekipmanlarının
temin edilip tamir ettirilebileceği
merkezlerden tutun da, metin özellikli
telefonların yerlerine, işitme/görme
engellilerin de izleyebileceği etkinliklere,
seyahat edilebilecek tüm taşıt çeşitlerine ait
bilgilere, engelli dostu tuvaletlere, tüm
konaklama, etkinlik, sağlık merkezlerine
varana dek, bir şehir rehberinde yer alması
gereken her şey bulunuyor. Bu detaylı
rehberler sayesinde bir engelli yaşadığı şehir
veya ziyaret edeceği şehirle ilgili ihtiyacı olan
bütün bilgilere ulaşabildiği gibi; yine bu
rehberler sayesinde halkın ve yerel yönetimin
şehirdeki engellerin iyileştirilmesi yönünde
bilinç oluşturmasına olanak sağlanmış
oluyor. Böyle bir rehberin ülkemizdeki kent
merkezleri için hazırlanması, ülkemizde
yaşayan veya ülkemize dışarıdan gelen
engellilerin kentin sosyal yapısıyla etkileşimi
için hem kent kullanıcıları, hem de yerel
yönetimler açısından ilham verici olacaktır.
Öte yandan da, kent merkezlerinin
doğrusuyla-yanlışıyla erişebilirlik açısından
bir envanterinin çıkarılabilmesi, böylesi bir
çalışmayla mümkün olabilecektir.
(www.accessproject-phsp.org)
Sonuç olarak, kafalarımızdaki algı
değiştiğinde, toplum olarak hep
eksikliğini çektiğimiz “empati”nin artık
kendimizi zorlayarak oluşturmamız
gereken bir düşünce biçimi olmadığının
da farkına varacağız. Engellerin ortadan
kaldırılması ve farklılığın yüceltilmesi için
toplum olarak bu kaynaşmanın başka
alanlara da sirayet etmesi umuduyla
hareket etmekten başka çaremiz
bulunmamaktadır.
01
01. MDM Mimarlık’ın “Fiziksel Engelliler için
Anaokulu Tasarımı” projesinden.
01
Ray ve Charles Eames, Bruno Munari,
Jaime Hayon, Marti Guixé… Liste uzun;
tasarım dünyasının oyuncak merakı hiç
yeni değil! Yeni olan eğilimin yönü;
çocukların taleplerindeki değişiklik.
Çocuklar, oyun yoluyla eğlenmekle kalmaz,
hayatı anlamlandırırlar. Kendi hayal
dünyalarını geliştirmek için oyuncakları
kullanmak kadar imal etmek de “sayılır”; o
halde bir dal parçası ya da birkaç ufak taşı bile
oyuncak olarak değerlendirebiliriz aslında.
Gelgelelim, zaman içinde, teknoloji sayesinde
çok şeyin değiştiği, dijitalleşen hayatlarımız
gibi, oyuncakların da bu dönüşümden nasibini
aldığı açık. Televizyon, bilgisayar, internet ve
oyun konsollarıyla dolu bir dünyaya gözlerini
açan ‘zamane’ çocuklarının ilgisini söz konusu
eski moda oyuncaklarla çekmek mümkün mü
dersiniz?
Şubat ayında New York'ta gerçekleştirilen Toy
Fair 2009'da verilen ödüller, bu durumun
değişmekte olduğunu müjdeliyordu(!). “Yılın
Kız Çocuk Oyuncağı “ödülünü alan Playmobil
USA'in ‘Pony Farm’ adlı küçük at çiftliği oyunu
belki de, trendin yön değiştirdiğini
göstermekte. Basit, nispeten daha az
teknolojik ve hatta kendi çocukluğumuzdan
hatırladığımız manüel oyuncaklar, hem daha
ucuz olmaları, hem de çocukların pek de
kullanmadıkları hayal güçlerini tekrar
keşfetmelerini sağlamaları nedeniyle tekrar
popüler olma yolunda. Radyo kontrollü, benzin
motorlu ve ölçekli model arabaların yanısıra,
değişebilen parçalarla kendi otomobilinizi
yaratabileceğiniz ahşap ‘Automoblox’ ile
‘Playsam’in çevreci ve minimal otomobillerini
de bu anlamda değerlendirebiliriz. Robot
dediğimizde aklınıza ahşap gelmiyor mu?
Japon oyuncak ustası Nakagawa
Takej'in “take-g toys” markalı sevimli ahşap
robotlarına göz atmanızda fayda var!
Ünlü oyuncak markası Hasbro'nun “Yılın
Elektronik Eğlence Oyuncağı” kategorisinde
ödül kazanan ‘FurReal Friends Biscuit My
Lovin' Pup’ı ise peluş bir robot köpek. “Otur”,
“konuş”, “yat” gibi 6 komutu anlayıp oyuna
hazır olduğunda havlayan köpek, alıştığımız
robot oyuncaklardan daha sıcak ve sevimli.
Sony'nin ‘Aibo’ köpeğine alternatif olan bebek
dinozor "Pleo" ise yine bir çeşit yumuşak deri
altında yapay zekalı bir robot; öğrenebilen,
güncellenebilen ve dahası, özel bir yazılım
yükleyerek karakteri değiştirilebilen
kullanıcıya açık bir platform. Robot
oyuncakların sayısı artmaya devam ediyor
etmesine, fakat anlaşılan o ki, bundan böyle
daha sevimli görünecekler.
Fuarda hem “Büyük Ödül”ü hem de “Yılın
Erkek Çocuk Oyuncağı” ödülünü
sırtlayan Kanadalı SpinMaster firmasına ait
02
yaşında ve Hala Yaşına Göre Çok Güzel”
modeliyle kutlayadursun, yetişkinler
seçimlerini saçları ağarmış ‘eski dost’tan yana
yapmıyor. ‘Gerçekçi olmanın ayarını kaçırmış’
hamile Barbie’den yapmadıkları gibi! Onlar
daha çok koleksiyon amaçlı oyuncakların
keyfini çıkarıyorlar. Çeşitli sanatçı ve
tasarımcılarla çalışılarak tasarlanmış, vinil ya
da plastikten sınırlı sayıda üretilmiş “designer
toys”a (tasarımcı oyuncağı)
Kidrobot'un ‘Dunny’ ve Hong Kong
merkezli Toy2r firmasının ‘Qee’ bebek serisini
örnek vermek mümkün. Bomboş, bembeyaz
üretilerek, kullanıcıya boyatılan yeni nesil
bebek ‘Trexi’ ise Coca-Cola, Adidas, Nike ve
Motorola gibi markaların ilgi alanında; firmalar
mesajları için sıradışı bir mecra!
03
04
06
05
Diğer yandan, Fwis'in ‘Readymech’i
Bryan'ın Paper Foldables'ı, Matt
Hawkins'in Urban Paper'ı gibi, internetten
indirilip, yazıcıda basılan; nostaljik kesip
katlama seansından sonra 3 boyut kazanan
kağıt oyuncaklar da oldukça rağbet
görmekte. Cera Cera, fikri bir adım öteye
götürerek, yine kağıttan, ancak mekanizması
sayesinde hareket ettirilebilen modeller
tasarlıyor. Bir makas, biraz da yapıştırıcı ile
kullanıcı etkileşimini mümkün kılan bu keyifli
tarza bir örnek de yakınlardan: Tamer
Köşeli'nin aslında lokum ambalajı olarak
tasarladığı, lokumlar bittikten sonra içinden
çıkan parçalarla çeşitli figürlere
dönüşen "Lokum", Hacivat ve Karagöz'den
esinlenerek kurgulanmış.
Teknolojiniin giderek artan hızına karşın,
ataları taş parçaları ve dallarla kendine
oyuncak yapan insanoğlu, o noktadan çok da
uzaklaşamaya yanaşmıyor. Basit, zekice
tasarlanmış, sevimli bir ahşap oyuncak daha
uzun yıllar bizleri heyecanlandıracak gibi
görünüyor.
01. Hamile Barbie eleştirileri sırtlıyor.
07
“Bakugan Battle Brawlers” kartlı dövüş
oyununun çizgi filmleri de yapılmış.
Günümüzde, oyun ve oyuncakların
pazarlamasında, çizgi filmler, bilgisayar
oyunları, simülasyonlar, giysiler, aksesuarlar,
topluluk platformları, etkinlikler gibi yöntem
ve mecralar, ürünler ile birlikte bir dünya
yaratmak amacıyla kullanılıyor. Nihayetinde,
sadece bir oyuncak değil, bir dünya satın
alıyorsunuz.
Elbette oyuncak dünyası yalnızca çocuklara ait
değil! Hele de son dönemde…Kız çocuklarında,
gerçekçi olmayan kadınsal beklentilere ve
hatta beslenme düzensizliklerine neden
olmakla suçlanan ‘Barbie’ bebek, 50. yılını “50
02. Tamer Köşeli tasarımı“Lokum”
03.‘Designer Toys’her çeşidiyle popüler.
04. Minimalist‘Playsam’otomobil.
05.‘Readymech’kağıt oyuncaklardan.
06. ‘Take g-toys’ahşap robot.
07. Bebek dinozor‘Plea’.
12
19/04/2009
13
Barış Çakmakçı
[email protected]
Seher Süleymanoğlu,
“Bereket Tılsımı”
İTKİB Halı Tasarım Yarışması 2008
Anadolu kadınları kilimleri dokurken
gönderme yapan motifleri kullanmayı
yeğlemişler. Tasarımcı, buradan hareketle
toprağın bereketini anlatan, eve bolluk
bereket getiren tılsımları motif olarak
seçmiş. Kadını simgeleyen “elibelinde” ile
erkeği simgeleyen “koçboynuzu” halı
üzerinde yerini almış. Bordürde ise
doğurganlık simgelerinden faydalanılmış.
ÖDÜLLÜ
GENÇ
Nil Deniz,
“Happycell” bardak serisi
Sözüm Doğan,
iF product design award 2009 +
Design Plus 2009.
Happycell, gitgide daha bireysel hayatlar
sürmeye başlayan insanların zaman zaman
da olsa biraraya gelerek paylaşma
duygularını pekiştirmeyi hedefliyor. Ürün,
daireselliğini kanıksadığımız bardağı hücre
formunu andıran biçimler ile yorumlayarak
hem tutuşta yenilik, hem de açılı kesilmiş
ağızları ile algıda farklılık getiriyor.
IDA 2007
Hakan Gürsu ile birlikte Designnobis çatısı
altında tasarlanan Volitan, güneş ve rüzgâr
enerjisi kullanarak hareket etmekle
yetinmiyor, deniz suyundan tatlı su elde
ediyor, karbondioksit üretmeden ve yakıt
bağımlılığı bulunmadan yol alabiliyor.
Nokta dönüşü yapabilen ilk deniz aracı
olma özelliğinin yanısıra yakıt bağımlılığını
kaldıran Volitan, 32 metre boyunda bir
yolcu teknesi. Proje, geleceğin en yenilikçi
ve çevreci teknesi olarak IDA 2007’de
büyük jüri tarafından iki ayrı kategoride
birincilik ödülüne layık görüldü.
İMZALAR
Volitan tekne
Oğuz-Ece Yalım,
“4U” bekleme ünitesi,
oturma elemanı
Red Dot Design Award 2009
Nurus için genel mekanlarda,
sosyalleşmeye teşvik eden bir oturma
ünitesi olarak tasarlanan 4U, sırt formunun
sunduğu farklı ölçülerde oturma hücreleri
ile kullanıcıya yan yana, sırtsırta ya da
yüzyüze olmak üzere farklı oturma
biçimleri öneriyor.
Orhan Irmak,
Son yıllarda Türkiye'de tasarım adına çok önemli adımlar atıldı;
pek çok farklı kulvarda aldıkları ödüllerle genç tasarımcılar, yeni
bir dönemi ilan etti adeta. Koltuktan tekneye, öğütücüden
bardağa hayatın her köşesine el atan bu isimleri akılda tutmakta
fayda var! Yakında onları bambaşka yerlerde görebiliriz...
Radikal Tasarım, genç tasarımcıların ödüllü tasarımlarını derledi.
Koleksiyon İstanbul serisi
çay bardağı ambalajı
Ceyhun Akın,
Öğütücü
reddot design award: best of the best
İstanbul Çay Bardağı serisinin modern
tasarımını ve yenilikçi yüzünü ön plana
çıkarmak, en az içindeki ürün kadar
tasarımıyla dikkat çeken bir ambalaj
oluşturmak amacıyla projesine
imza atan Orhan Irmak, Endüstriyel
Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK)
İstanbul Şubesi genel sekreterliği
görevini yürütüyor.
İMMİB 2008 Endüstriyel Tasarım
Yarışmaları Mermer ve Doğal Taşlardan
Ev ve Mutfak Eşyaları Profesyonel
Kategori Birincisi
Retrospektif tasarım teması kapsamında,
eskiden un elde etmek için kullanılan
silindir biçimli taşların dönerek birbiri
arasında ezilmesi sayesinde fındık, ceviz
gibi gıdaların ufalanmasını amaçlayan
tasarım, kullanıcının geçmişle bugün
arasında bir bağ kuruyor.
Gökay Yalın,
“Pasif Direniş”
İTKİB Genç Moda Tasarımcılar Yarışması,
2008 yılı Birincisi
Yarışmanın ana temasının ‘isyan’
olmasından hareketle, İngiliz
sömürgesindeki Hindistan’dan ve
Gandhi’nin Pasif Direniş öğretisinden yola
çıkan ve hazırladığı koleksiyonda -konuyu
siyasi bir boyuta taşımamak adına- kendi iç
dünyasında soyutlaştıran Gökay Yalın,
hayali bir ordu kurmak ve onları kendine
göre giydirmek fikri üzerinde yoğunlaşmış.
Atıl Kızılbayır,
Mool+Ketif+Tavaa
Aldığı ödül: İMMİB Endüstriyel Tasarım
Yarışmaları Elektrikli Mutfak Eşyası
Birinciliği (2007), İMMİB Endüstriyel
Tasarım Yarışmaları Plastik Ev Eşyası
Birinciliği (2007)
MSÜ Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri
Tasarımı bölümü mezunu Atıl Kızılbayır,
halen ilk icat edildiği zamanda kaldığına
inandığı ekmek kızartma makinesi
tasarımını yeni bir boyuta taşıyarak ezber
bozmak istemiş.
Saliha Dönmez,
“Bukelamun” kanepe,
Hasan Demir Obuz,
Twig Tabure,
Forest bardak seti
“Toplama-Kapa” genç
odası
MOSDER Ulusal Ev Mobilyaları Tasarım
Yarışması Kanepe kategorisinde birincilik
+ genç odası kategorisinde mansiyon.
Dönmez’in imza attığı iki ürün de aslında
bir dönüşüm teması içeriyor. Kullanıcının
ihtiyaçlarına göre düzenlenebilen
sistemlerin üretim kolaylığı önemli bir
faktör. Bu yüzden mdf, kayar kapaklar ve
metal strüktür kullanılmış.
Şule Koç,
“Black Diamond”
oturma birimi
Design Turkey 2008 Superior Design
Award + red dot : product design 2009.
Ürün, kullanıcıya aynı hacim ve form ile,
birden fazla oturma pozisyonunu olanaklı
kılmayı amaçlıyor. Kullanıcı ürünün hem
biçimini, hem de kullanım şeklini
degiştirmekte aktif bir rol oynuyor.
iF Gold design award 2009 + red dot:
product design 2009 + Design Plus 2009
Twig tabure, eğimli bir silindire indirgenen
yaslanma yüzeyi ile yeni bir konfor biçimi
geliştiriyor. Forest serisi ise, doğadan
esinlenerek tasarlanmış. Birbirinden farklı
ağaç formlarını temsil eden cam bardak
serisi bir araya her gelişinde farklı peyzajlar
oluşturuyor.
Büşra Gizem Vayvay,
Karabiber değirmeni
Ödül: 2008 İMMİB Endüstriyel Tasarım
Yarışmaları Metal Mutfak Eşyaları Öğrenci Kategorisi Birincisi.
Milano Domus Academy’de yüksek lisans
eğitimine devam eden Büşra Gizem Vayvay’ın karabiber değirmeni, öğütme işlemine getirdiği farklı yaklaşımla ayrılıyor.
Karabiber, özdeş iki parça zıt yönde hareket
ettirilerek öğütülüyor.
19/04/2009
14
Yunus Tunak
Yasemin Tekmen
[email protected]
Yerel seçimlerin gündemimizde olduğu
geçtiğimiz günlerde televizyonlardaki
sonuçlara ilişkin bilgi ve görsel kargaşası
eminim sizleri de rahatsız etmiştir.
Sonuçları bir bakışta algılayabildiğiniz tek
ekran gördünüz mü? NTV, sunucuyu
dokunmatik ekran ile buluşturmaya karar
verdi ama temel bir problem vardı: Sunucu
bize mi bakacaktı yoksa ekrana tıklayıp
sonuçları mı inceleyecekti? Ekrana girip
çıkarken oldukça hareketli anlar yaşadı
gecenin sunucuları. Yine de, NTV’nin seçim
ekranı son dönemlerin en kayda değer,
üzerinde emek harcanmış arayüz çalışması
olarak dikkat çekti. Televizyonda sunucuları
izlerken aslında bir çeşit kullanıcı deneyi
izler gibiydik. Kaç tanesi yayından önce
pratik yaptılar ekranla bilmiyorum ama
ekranda oldukları birkaç saat içinde
arayüzü kullanma süratlerinin ve denemeler
yapmaktaki cesaretlerinin artışını görmek
oldukça eğlenceliydi. Kullanıcıdan arayüzü
test etmesini istediğinizde
bekleyebileceğiniz her durumu yaşadılar.
[email protected]
BİLGİ KARMAŞASI İLE
KALİTE ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİDE
ARAYÜZ TASARIMI
Yerel seçimler tasarımcılara kabus yaşattı. Yalnızca afişler ya
da bayraklar değil, seçim sonuçlarını ekranlarına sığdıramayan
televizyonlar da keyif kaçırmak için yeterliydi. Anlaşılan, finans
sektörünün incisi sayılan arayüz tasarımı her eve lazımdı!
Hepimizin hayatı buna benzer ekranların
karşısında geçiyor, televizyon, bilgisayar,
cep telefonu, beyaz eşyalarımız,
otomobilimiz, ATM cihazı hatta loto
oynadığımız makineler... Sesi açarken ya da
kanal ayarlarken televizyonunuzun size ne
kadar yardımcı olduğunu düşünüyorsunuz?
Para çekerken ekrandaki yönlendirmeler
sizin işleminizi ne kadar hızlandırıyor?
Yemek siparişinizi vermek için onay
butonunu aradığınız yerde bulabiliyor
musunuz? Bunlar gibi bir çok örnek vermek
mümkün. Kullanıcı arayüzleri, varlığını
hissetmediğimiz veya bizi engellemediği
sürece başarılı kabul edilen ürünler olarak
ilginç bir değerlendirme kriterine sahiptir.
Doğru tasarlandıklarında bilgi alışverişinizi
sorunsuz biçimde tamamlamanıza imkan
sağlarlar. Bu bakımdan süratin ve
verimliliğin çok önemli olduğu finans
sektörüne arayüz tasarımının etkisi oldukça
dikkat çekicidir.
01
01
01
Saniye = Maliyet
Doğru kurgulanmış bir internet şubesi
düşünelim: Kullanıcı kolayca aradığını
buldu ve işlemini gerçekleştirip çıktı,
toplam 55 saniye sürdü. Arayüzüne dikkat
edilmeden hazırlanmış bir diğer şubede ise,
kullanıcı aradığını ilk seferde bulamayıp
sadece bir linke fazladan bastı, sonuçta
aradığı sayfaya erişti ve işlemini
gerçekleştirdi, toplam süre 1 dakika. Ciddi
bir fark yok, sadece 5 saniye kaybetti. Bu
duruma bir de perspektif değiştirerek
bakalım… Ay başları, maaş zamanı olduğu
için bankalar gibi internet şubeleri için de
çok yoğun dönemlerdir. Diyelim ki internet
şubelerimize bir günde ellişer bin kişilik
giriş çıkış oldu ve hepsi de az önce
bahsettiğimiz tek işlemi gerçekleştirdi. Elli
bin kişinin 5 saniye kaybetmesinin bankaya
toplam maliyeti ciddi boyutlarda olacaktır.
Aktarılan her bit veri, sunuculara yapılan
her tür talep bir maliyete karşılık
gelmektedir. Bir arayüz tasarımcısını
endüstri ürünleri tasarımcısına
yaklaştıranlar da bu detaylar konusundaki
yetkinliğidir.
IMKB'de hisse hareketlerini takip eden bir
broker, internet şubesinden hesabını
kontrol eden bir müşteri, çağrı merkezinde
size cevap veren bir görevli… Hepsinin ortak
özelliği karşılarındaki ekranla bilgi alışverişi
halinde olmalarıdır. Bilgi alışverişlerinin
süresini sadece 1 saniye kısaltırsanız,
kurumlara, insan ve teknoloji kaynağı
açısından, ciddi biçimde tasarruf sağlamayı
başarabilirsiniz. Ayrıca kullanıcıların
memnun kalacakları deneyimler, en dikkat
çekici reklamlar kadar etkili bir güçtür.
Dünyada öncü olabildiğimiz çok az sayıda
konudan birinin finans sektöründe teknoloji
kullanımı olduğunu söylemek hiç de abartılı
olmaz. Bu konuda sürekli ödüllendirilen ve
15
takdir toplayan birçok markaya sahibiz;
arayüz konusunda yerleşik bir kültür henüz
oluşturmasalar da el yordamıyla pek çok
başarılı çözüme imza atmaktalar.
Teknolojiye yaptıkları yatırımın sürüklediği
bu çözümler, diğer sektörlerde de belirgin
bir bilincin oluşmasına öncülük etmekte.
Teknik Eğitim
Bu konuda oturmuş bir eğitim altyapımız ne
yazık ki henüz yok. Sektördeki herkes kendi
kendini yetiştirmiş, alaylı sayılabilecek
kişiler. Temel tasarım eğitimi almamış
kişiler kadar, grafik ve endüstriyel tasarım
gibi diğer tasarım disiplinlerinden bu alana
geçen insanlar sektörü sürüklemekteler.
Nasıl ki bir grafik tasarımcı basım
sürecinden, ürün tasarımcısı da üretim
sürecinden anlamak zorunda ise, arayüz
tasarımcıları da tasarım yaptıkları
platformlara ilişkin teknik konularda bilgi
sahibi olmalı. Sorun şu ki, eğitim
müfredatlarımız henüz bu sektörün
beklentilerine cevap verebilecek durumda
değil. Atılması gereken ilk adım sahada
yetişmiş profesyonellerin okullarımızın ilgili
bölümlerinde ders vermeye başlaması.
Okullarla profesyonellerin buluşması,
arkasından çok gerekli olan ve endüstri
ürünleri tasarım bölümlerinde, öğrencilerin
sanayi ile birlikte hazırlandığı projelerde
olduğu gibi sektörel destekleri de kendine
kolaylıkla çekecektir. Belki de yerel
seçimlerin sonuçlarını takip ettiğimiz TV
kanallarının görselliğinin, IMKB işlem
ekranlarının veya bankanızın internet
şubesinin bir okul projesi haline
getirildiğini görebileceğiz.
01. Arayüzü doğru tasarlanmış bir internet
şubesi maliyeti düşürmede önem taşır.
‘Souvenir’ kelimesini Türkçeye ‘bir mekanı
hatırlatmaya yarayan nesne’ olarak
çevirebiliriz. Kentlerin tanıtımı ve
markalaşabilmesi için böylesi hatıra
eşyalarının etkisi büyük olduğundan, bu
süreçte tasarımcıya önemli roller düşüyor.
Tasarımcı, kentteki farklılıkları bulup ortaya
çıkarabilmeli, geliştirmeli, kurumsal bir
kimlik altında kent simgeleri oluşturarak
yeni bakış açıları ortaya koymalı ve bunları
çeşitleyebilmeli. Bu amaçta sadece
tasarımcı değil, şüphesiz her kurumun
koordineli ve sürekli olarak çalışması
gerekir, tabii kurumların da tasarımcıları
desteklemesi.
Dünyadaki ‘souvenir’ örneklerine bakarsak
her bölgenin kendini farklılaştırmak adına,
kimi zaman çok aşikar, kimindeyse hiç akla
gelmeyecek unsurları kullanıp, bunları
simgeleştirdiğini görüyoruz. Avusturya,
çikolataların, likörlerin, neredeyse tüm
hediyeliklerinin üzerinde ünlü besteci
Mozart’ı kullanıyor, Amerika ise eski bir oto
yol olan Route 66’i. Amsterdam’ın bir kaç
öğeyi birden kullandığına şahit oluyoruz;
tahta ayakkabılar, laleler, değirmenler,
mimari yapılar, Red Light District ve hatta
marihuana bile. Alaska’da ise vahşi hayatın
simgesi haline gelen ayı, kartal, amerikan
geyiği, balina ve hatta sevimsiz sivrisinek
bile sembolleşerek ürünlerde kullanılıyor.
Londra’nın zengin bir simge koleksiyonu
mevcut, metro haritası, çift katlı kırmızı
otobüsler, mektup kutuları, kırmızı telefon
kulübeleri gibi. Kanada ise bayrağındaki
akçaağaç yaprağını sembolize ediyor.
Ama artık, klasik tarz hatıra ve hediyelikler
kadar, yeni nesil tasarımcıların ellerinden
çıkanlara da bakmak gerekiyor. Genellikle
devletten ve belediyelerden destek alan bu
gruplar farklı projelere imza atıyorlar. Söz
gelimi Viyana için tasarımlar yapan Vienna
Concept Store, giysiden ev aksesuarlarına
uzanan geniş bir yelpazede tasarımlar
sunuyor. Kanada ise The Souvenir Shop’un
tasarımlarıyla “hatırlanıyor”. Almanya’da
Jennifer Flume, Picturings diye adlandırdığı
“kişisel fotoğraf mücevherleri” olarak
kullanabileceğimiz yüzük, kolye ve bilezik
gibi takılar tasarlıyor ve bize hatıralarımızı
üzerimizde taşıma imkanı sunuyor . En
ilginç ürünlerden birini ise kendini ‘ben çöp
satıyorum’ diyerek Justin Gignac pazarlıyor;
New Yorklu sanatçı şehrin sokaklarından
topladığı çöpleri (bira kutuları, biletler,
izmaritler, fişler, kullanılmış çatal kaşık vs.)
güzelce plastik küpler içinde paketleyerek
bir hatıra eşyası olarak satıyor. Özel-sayılı
ürünlerinin arasında Yankees maçından
topladığı çöpler bile var!
Bu kadarla kalmıyor… “Reduced Carbon
Footprint Souvenirs” markasıyla Hector
Serrano’nun kişiye özel hazırladığı
‘souvenir’ler de oldukça ilginç. Eyfel Kulesi,
Big Ben gibi dünyaca ünlü anıtların küçük
imitasyonları altına yazılan mesajlar önce
yakınlara emaille gönderiliyor, ardından üç
boyutlu modellenerek somutlaştırılıyor. Bir
grup Fransız tasarımcı ise “Regional
Roundup Paris” adı altında toplanarak
HATIRLAMAK İÇİN
TASARLAMAK
Son dönemde tasarımcılar “yaratıcı souvenir” meselesiyle
haşır neşir! Kentler birer birer nesneleşiyor...
01
02
04
03
05
Paris’e taptaze bir perspektiften bakmanızı
sağlıyor.
Türkiye’deki ‘souvenir’ izlerini takip
ettiğimizdeyse karşımızda –sıklıkla- Kapalı
Çarşı ürünleri çıkıyor: Dansöz kıyafetleri,
hamam setleri, nazar boncukları, seramikler,
çiniler, örtüler, yemeniler, kilimler, halılar,
takılar… Daha çok ‘el emeği göz nuru’ oryantal
ürünler! Ancak, ülkenin daha modern, daha
endüstriyel ve spesifik ‘tasarım’ hatıra
eşyalarına da ihtiyacı olduğu açık.
Türkiye’de bu tarz çalışmalara örnek olarak
Mavi Jeans’in tişört olarak çıkarıp
markalaştırdığı İstanbul serisi gösterilebilir.
İstanbul Modern Sanatlar Müzesi
06
dükkanında da İstanbul’a has
tasarım ürünlerini bulmak mümkün
(Yine İstanbul’da farklı tasarımcılar
tarafından ürün geliştirilen bir marka
olan “Take-away İstanbul” var). İzmir’de
ise “İzmiriz” markası kenti için modern
ve genç bir çizgide ürünler çıkarıyor.
Görünen o ki, tasarımcılar “hatırlamak
için tasarlama”ya daha çok kafa
yormaya başlıyor.
Ancak iş tasarımcıyla bitmiyor! Türkiye’de
de tasarımcıların odalarca, belediyelerce
desteklenmesi, teşvik edilmesi, üretilen
fikirlerin yayılması ve bilinirliğin
arttırılması gerekiyor. Yaratıcı hatıralar
bırakabilmek adına…
07
01-03. Maybe Design tasarımı koli
bandı ve nihale ‘Take Away İstanbul’
markası altında.
02. İzmiriz markasının bardak altları.
04. “Finlandiya’nın Sırrı” sergisiyle satılan Fin
usülü hediyelik!
05. İstanbul Modern Sanatlar Müzesi’nin
hediyelik tasarımlarından kol düğmesi.
06. Cem Dinlenmiş tasarımı “Süper
Kahraman” çay bardağı.
07. justin Gignac tasarımı “Ne York Çöpü”,
souvenir anlayışını topyekün yeniliyor.
19/04/2009
16
17
Yasemin Şener
[email protected]
BU BİNA NE OLMAK İSTER?
01
02
03
Bilim Adamı ve teknoloji gurusu Ray
Kurzweil 1999 yılında yayınlanan kitabı “In
The Age of Spiritual Machines”de (Ruhani
Makineler Çağında) eğer güncel trendler
devam ederse yakında bilgisayarların insan
beyninin hafıza kapasitesini ve hesaplama
hızını geçeceğini söylüyordu. Kurzweil’e
göre karmaşık makineler farkındalık ve
duygu gerektiren işlemler yapmaya
başlayacak ve yüzyıl sonunda insan ve
makine bilinci ayırt edilemez hale gelecek.
Bu açıdan bakıldığında gelecekte yapıların
da yapay zekaya sahip olmaması için
aslında hiçbir neden yok gibi görünüyor.
Binaların belki de öncelikle sıradan
fonksiyonları bizden komut almaya gerek
duymadan en iyi şekilde yerine getirmeyi
öğreneceklerini öngörmek aslında hiç de zor
değil. Günümüzde yapı sistemlerine entegre
olmuş bilgisayarlar, binalarda sıcaklık, hava
akımı, enerji tasarrufu gibi koşulları
otomatik olarak kontrol edebiliyorlar. Şu
anda bilgisayarların bu davranışları bir
programcı tarafından önceden belirleniyor;
fakat, akıllı binaların nasıl davranacaklarına
kendilerinin karar vermeye başlamaları
sadece zaman meselesi.
İnsanoğlu tarih boyunca soyunun geleceğini
merak etmekten kendini alamadı. Bu merak
bilimin, teknolojinin ve kültürün
gelişmesinin ateşleyicisi, motivasyonu oldu.
İlksel çağlardaki barınak kavramından
günümüzdeki karmaşık yapı sistemlerinin
yaratılmasına kadar geçen yüzyıllar içinde
bu meraktan nasibini mimari de aldı.
Geçmişte olduğu gibi bugün de mimarinin
geleceği ile ilgili sayısız varsayım mevcut.
Düşünen ve hisseden binalar bunlardan
belki de yalnızca biri.
Örneğin 1957 yılında Disneyland’de
yaratılan ve plastik bir kabuk görünümüne
sahip olan “House of the Future” örnek
evini ziyaret edenleri, insanoğlu’nun uzayı
keşfe çıktığı o yıllarda, gelecekte ‘bilim
kurgu’ stilinin geleneksel bina tekniklerinin
yerini alacağına ikna etmek hiç de zor
değildi. Bununla beraber hızla geçen 50
yılın ardından mimari çevre o dönemdeki
tahminlerin tam tersine çok az değişti.
Peki, otomotiv ve bilgisayar endüstrisi bu
kadar hızlı bir biçimde gelişirken neden
konutlar 50 yıl öncesiyle temelde aynı
biçimde inşa ediliyor? Uzmanlar ev
sahiplerinin teknolojik gelişmelere karşı
beklendiği kadar ilgi göstermediklerini dile
getiriyorlar. Yani zemindeki granit
kaplamanın renginin ne olduğu onları hala
evlerinde yararlanabilecekleri teknolojik
olanaklardan çok daha fazla ilgilendiriyor.
Belki de yaşadığımız mekanlarda güncel
teknolojiyi uygulamanın maliyeti hala çok
yüksek olduğundan konut yapılarıyla ilgili
kodlar oldukça yavaş değişiyor ve yeni
gelişmelerden ev sahipleri yararlanamıyor.
Uzmanların ortak görüşü ise konut mimarisi
endüstrisinin değişim için yeterince
olgunlaştığı yönünde. Önümüzdeki 20 yıl ile
ilgili iyimser tahminleri, konutların
Düşünen ve hisseden binalar gelecekte Louis Kahn’ın bu meşhur sorusuna kendileri
cevap verecekler. Mimarların yapıların ne isteyebileceği konusundaki tahminleri bir
yana, belki de artık binalar bize ne istediklerini söyleyecek, ya da bize danışmadan
istediklerini yapacaklar. Bilim adamları içinde yaşadığımız yüzyıl içinde makinaların
kendi özgür ve bireysel haklarına sahip olacağını tahmin ediyorlar. Peki, ya binalar?
Onlar da uzak gelecekte kullanıcılarıyla eşit haklara mı sahip olacaklar?
değişime eskisinden daha kolay adapte
edilebileceği, daha çok dijital nitelikler
kazanacağı, çevreyle daha çok barışık
olacağı, daha sağlıklı ve güvenli olacağı
yönünde.
Minivan tipi bir arabanız varsa tatile
giderken arka koltukların yerini değiştirerek
çocuğunuzun bisikletine ya da valizlerinize
istediğiniz gibi yer açabileceğinizi bilirsiniz.
İşte geleceğin evleri de tıpkı bugünün
arabaları gibi esneklik sunacak. “Building
an Affordable House” kitabının yazarı
Fernando Pagés Ruiz, gelecekte evlerimizin
duvarlarını veya kapılarını günlük ihtiyaçlar
için yeniden yapılandırarak ihtiyaç halinde
çocuklarımızın ev ödevlerini yapabilecekleri
geçici bir alan ya da kendi işlerimizi
yürüteceğimiz bir çalışma odası
yaratabileceğimizi söylüyor: “Esnek bir
evde misafiriniz geldiğinde birkaç duvarı
hareket ettirerek ve aydınlatma düğmesini
de o alana taşıyarak hızlı bir misafir odası
yaratabileceksiniz.”
Geleceğin mimarisi ile ilgili çeşitli ütopyalar
yaratıladursun, en azından yaşadığımız
mekanların yakın geleceği ile ilgili ayağı
yere en sağlam basan beklenti daha sağlıklı
koşullarda yaşayacağımız. ABD’de yüksek
performanslı lüks konutlar yaratan inşaat
şirketleri özellikle de güney bölgelerde
yaşanan nem ve polen sorununa çözüm
getiren üstün teknolojiye sahip sistemleri
şimdiden uygulamaya başladılar bile.
Geleceğin evlerinin tahmin yürütülen bir
diğer özelliği ise ebatları… Mimarlar 20
sene içinde mega evlerin artık tercih
edilmemeye başlayacağına, büyük evlerin
en az 150 m2 daha küçüleceğine inanıyor.
Bunun yanı sıra ahşap, taş gibi doğal
kaynakların giderek tükenmesinin yanısıra,
soğutulmasında, ısıtılmasında ve
yenilenmesinde yüksek enerji sarfiyatına
ihtiyaç duyması nedeniyle artık masif evler
tercih edilmeyecek. Nanoteknoloji ile
yaratılan kompozit malzemeler geleneksel
yapı malzemelerinin yerini alacak.
04
06
05
Otomasyon sistemleri, keşfinin üzerinden
uzun zaman geçmesine rağmen yüksek
maliyetleri nedeniyle konut sektöründe hala
yaygın olarak kullanılamıyor. Bununla
beraber enerji uzmanları gelecek 20 yılda
teknolojinin daha da gelişeceği, fiyatların
düşeceği ve bilgisayarla haşır neşir
yaşamayı reddeden hiç kimsenin
kalmayacağı gerçeğine dayanarak bu
sistemlerin ev yaşamının vazgeçilmez
parçaları olacağını tahmin ediyorlar.
01. Ora-Ito’nun müzik grubu 10000Hz
Legend – Air için yarattığı konut projesi.
Kısacası evlerimizdeki otomasyon
sistemlerini cep telefonlarımızla ya da
taşınabilir bilgisayarlarımızla kolaylıkla
kontrol edebileceğimiz günler çok da uzak
değil. Yani trafikte beklerken fırını açıp,
akşam yemeğinizi pişirmeye başlayabilecek,
hafta sonu seyahatiniz için otobanda yol
alırken internetten cihazınıza gelen bir
uyarı ile çocuklarınızın televizyonu ve
ışıkları boş yere açık bıraktığını
öğrenebilecek, kolayca sisteme bağlanarak
enerji tasarrufu yapabileceksiniz.
04. European Space Agency (ESA)’nin
depreme dayanıklı “Uzay Evi”, uzay
gemilerinin solar panellerinde ve
antenlerindeki ultra hafif CFRP malzemeden
inşa ediliyor ve kendi kendine yetebiliyor.
02. “Raybould House and Garden” projesinin
dış örtüsü plastikleştirilmiş sıvı alüminyumla
biçimlendirilmiş; Şulan Kolatan ve William
Mac Donald, KOL/MAC Studio.
03. ONL mimarlık bürosu tarafından yeni
teknoloji strüktürle yaratılmış “Web of North
Holland” binası, Hollanda, 2002.
05. Büyük Mısır Müzesi Yarışması, Şulan
Kolatan ve William Mac Donald, KOL/MAC
Studio projesi, Kahire, Mısır, 2002 – 2003.
06. “Trans-Ports v2” sergileme ünitesi, ONL
mimarlık bürosunun tasarımı.
19/04/2009
18
Umut Kart
Fatma Korkut
[email protected]
[email protected]
MODA GEÇER,
KİMLİK KALIR
TASARIM
KANUNU
TASLAĞI
BSH Group, dünyanın en büyük beyaz
eşya üreticilerinden biri. BSH Group’un
tasarım grup direktörü Robert Gotschy
Türkiye’deydi. Gotschy, yerel değerlerin
rekabetteki önemine işaret etti.
Yaşam tarzları ve kullanım alışkanlıklarını
incelenen bir departman! Bu, bir tasarımcı
için ne büyük nimet! Ama önde giden
beyaz eşya markalarının 20 bin ürünlük dev
yelpazesine etki ettiğini düşününce,
departmanın önemini fark etmek zor değil.
Fakat departmanı ilginç kılan, ürün gamı
değil, başındaki endüstriyel tasarımcı
Robert Gotschy! Ev aletleri üzerine
çalışmaya başlamadan önce uçak tasarımı
konusunda kariyer yapan Gotschy, ikisinin
çok benzediğini düşünüyor!
TBMM’ye sunulan tasarım kanunu taslağı
ne içeriyor? Hangi tasarımları koruyor,
neleri tasarım’dan sayıyor?
Avrupa Birliği (AB) ile üyelik
müzakerelerinin başlamasıyla birlikte 554
sayılı endüstriyel tasarımların korunması
hakkında kanun hükmünde kararnamenin
yasalaşması çalışmalarına hız veren Türk
Patent Enstitüsü (TPE), tasarım kanunu
taslağını 2005 yılında ilgili kurum ve
kuruluşların görüşüne açtı. İkinci taslak,
2006 yılı başında TPE’de düzenlenen bir
çalıştayda paydaş temsilcilerine sunuldu.
Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu
da taslağın değerlendirme sürecinde rol
alan paydaşlar arasındaydı. Taslak,
geçtiğimiz Şubat ayında TBMM’ye sunuldu.
Tescilli korumadan tescilli ve tescilsiz
korumaya geçiş: Tescil sistemine ilişkin
önemli bir değişiklik getiren taslak, tescilli
tasarımların yanı sıra tescilsiz tasarımların
da korunmasını düzenliyor. AB’nin
tasarımların korunmasına ilişkin topluluk
tasarımı tüzüğüne benzer şekilde, tescilsiz
tasarımların, Türkiye’de kamuya
sunulmasından itibaren üç yıl süreyle
kopyalamaya karşı korunması öneriliyor.
Tekstil ve moda gibi sektörlerde geliştirilen
tasarımların çok sayıda ve kısa ömürlü
olması, ekonomimizde önem taşıyan bu
sektörler açısından tescilli sistemin
yeterince hızlı ve ekonomik olmaması,
tescilsiz korumayı çekici bir seçenek haline
getiriyor.
Tasarımcı olarak belirtilme hakkı: AB’nin
topluluk tasarımı tüzüğü, tasarımcının
kimliğini belirtmeden tescil başvurusu
yapabilme seçeneği veriyor. Benzer
düzenlemelerin aksine başvuruda
tasarımcının kimliğini belirtmenin
zorunluluk olmaktan çıkması, Avrupa
Birliği’nde tasarım meslek örgütlerinin
üretici firmalar karşısında yeterince varlık
gösteremediğine işaret ediyor. Ülkemizdeki
19
düzenleme, tasarımcının kimliğinin
belirtilmesini bir hak olarak tanımlıyor ve
eğer başvuru sahibi tasarımcının kendisi
değilse başvuru hakkının nasıl elde
edildiğinin açıklanmasını da zorunlu
tutuyor. TPE’nin hazırladığı ilk tasarım
kanunu taslağı, bu açıdan, ne yazık ki
AB’nin topluluk tasarımı tüzüğünü örnek
almıştı. Eleştiriler dikkate alınarak taslakta
değişiklikler yapıldı ve mevcut
düzenlemede tasarımcılara sağlanan haklar
taslağın son halinde de korundu. Yine de
TBMM’de taslak üzerinde yapılacak
değişikliklerin meslektaşlar ve tasarım
örgütleri tarafından bu konu açısından
yakından izlenmesi gerekiyor.
Kamu düzenine veya genel ahlaka
aykırılık incelemesi: Ülkemizdeki mevcut
düzenleme, diğer birçok düzenlemede
olduğu gibi kamu düzenine veya genel
ahlaka aykırı tasarımların korunmayacağı
hükmünü içeriyor. Tasarım kanunu taslağı,
AB’nin topluluk tasarımı tüzüğüne benzer
şekilde, tescil başvurusu yayımlanmadan
önce, başvuru aşamasında kamu düzenine
veya genel ahlaka aykırılık incelemesinin
yapılmasını öneriyor. Ne tür tasarımların
kamu düzenine veya genel ahlaka aykırı
olabileceği sorusunun yanıtı yoruma açık,
ancak hassas konuların siyasi ve cinsel
olmak üzere iki alanda öbeklendiği
söylenebilir. Nitekim tasarım kanunu
taslağının gerekçesinde, bu incelemenin
“uygulamada sıkıntılara yol açan bazı
başvuruların” reddine imkan sağlayacağı
belirtilerek, örnek olarak “terör örgütlerinin
simgelerini içeren tasarımlar” gösteriliyor.
AB’nin topluluk tasarımı tescil sistemi
açısından da benzer konular öne çıkıyor.
Usame bin Ladin’in ve ABD eski Başkanı
George Bush’un tasvirlerinin bulunduğu
karabiberliklerden Usame bin Ladin’li
Bundan önce uçak tasarımı yapıyordunuz;
o deneyimin bugünkü tasarım
yaklaşımınıza etkisi nedir?
Uçak tasarımında ve ev aletleri alanında
çalışmak aynı aslında. İkisinde de
mühendisliği, fiyatı, kullanışlılığı,
malzemeyi, marka değerlerini, yerel
değerleri dikkate almak durumundasınız.
Karmaşıklık da ortak. Bu sektöre geçtiğimde
ürün çeşitlenmesi beni çok şaşırttı; 20 bin
kadar ürün! Tasarımı ve planlaması kolay
değil.
İTÜ öğrencileri birlikte yaptığınız
projeden başlayalım mı?
Bütün ürünü değiştirmeden üretilebilecek
kısa dönem fikirleri üzerine çalışıyoruz.
Amaç, gelecekteki 20 yılı düşünmek değil,
kullanışlılığı arttırmak. Mevcut ürünü daha
iyi hale getirmeleri istendi; buzdolabının
tamamını değiştirmeden, sadece içini
mesela… Türk müşterilerine daha uygun
hale getirmek için…
Türk müşterilerinin beklentileri
tasarımda nasıl farklılıklar yaratıyor?
01
olanın tescil başvurusu kamu düzenine veya
genel ahlaka aykırılık gerekçesiyle
reddedildi. Benzer şekilde, insan vücudunu
çıplak betimleyen cinsel içerikli bazı
tasarımların da tescil başvuruları
reddedildi. Tasarım kanunu taslağının ifade
özgürlüğünü sınırlayan bu tutumunun, AB
düzenlemelerinden de güç aldığı açık. Öte
yandan anayasamız ifade özgürlüğünü
sınırlandırma nedenleri arasında genel
ahlaka değil kamu düzenine yer veriyor!
“İnsan duyuları ile algılanan” tasarımdan
yalnızca görünüş olan tasarıma: Tasarım
kanunu taslağı, tasarımın tanımına ilişkin
de önemli bir değişiklik getiriyor. Mevcut
düzenlemede tasarım, “insan duyuları ile
algılanan” özellikler temelinde
tanımlanıyor; taslakta önerilen tanım ise
tasarımı görünüş özellikleri ile sınırlıyor.
Tasarım tanımı açısından da AB
düzenlemelerini örnek alan taslak, üzerinde
yoğun müzakereler yapılarak geliştirilen ve
çağdaş bir çerçeve getiren mevcut tanımın
gerisinde kalan bir tanımı öneriyor. Oysa
tasarım hukuku ile örtüşen konular içeren
marka hukukunda, üç boyutlu markalar,
renk markaları, hologramlar, hareketli
görüntü içeren markalar gibi görünür
işaretlerin yanı sıra ses ve doku markaları
gibi farklı duyulara hitap eden işaretler
gündemde. Bu gelişmelere ışığında tasarım
alanında da çeşitli duyulara hitap eden
tasarımların korunmasının yakın gelecekte
gündeme gelmesi olası görünüyor. Mevcut
tanımın tasarım kanunu taslağında da
korunması şüphesiz daha isabetli olacak.
Ancak bunun gerçekleşmesi, meslektaşların
ve tasarım örgütlerinin yasalaşma sürecine
aktif olarak katkıda bulunmalarını
gerektiriyor.
01. Usame Bin Ladin’li karabiberlik kamu
düzenine aykırı olduğundan tescillenmedi.
Söz gelimi buzdolabı Türk pazarında en çok
satan ürün… Çok miktarda taze meyve sebze
satın alıyorsunuz. Bunları pişirirken
adımlarınız var. Ayrıca siz pişmiş yemeği de
muhafaza etmek istiyorsunuz. O yüzden de
büyük bir alana ihtiyaç duyuyorsunuz, ki bu,
diğer ülkelerden farklı.
Yerel alışkanlıklarla ilgili
araştırmalarınıza değinelim mi öyleyse;
pazarlama ekibi tasarım ekibini ne denli
yönlendiriyor?
Seyahat ettiğimizde önce dükkânlara göz
atarız; insanların nesneleri kullanım
biçimlerini inceleriz. Bu bizim günlük
işimiz. Diğer yandan tasarımla ilgili
araştırmalar yapıyoruz. Farklı
coğrafyalardan gelen cevaplar benzerse
sorun yok ama ayrıysa mühendisler ve
pazarlamacılar birlikte çalışır ve tüm
ihtiyaçları aynı anda karşılayacak tasarım
için kafa yorarız. Bir de pazarlaması var
Geçmişte uçak ve otomobil tasarımı üzerine çalışan Robert Gotschy, BSH
endustriyel tasarım ekibinin direktörlüğünü yürütüyor. Alman tasarımcı, İTÜ ile
sürdürdükleri projenin “gerçekçilik” anlamında örnek teşkil ettiğini söylüyor.
Diğer yandan uçakta, içeride tek özelliği
değiştireceksen bile sadece form değil,
başka sistemleri de düşünmek zorundasın.
Kabinler hemen hemen ortak; renk değişiyor
mesela Türk havayolları için. Kısacası, bir
sektörde yaygın, diğerinde ise derin bir
karmaşıklık söz konusu diyebilirim.
Trendler uçak tasarımında etkili
olmuyordur tabii…
tabii, onların pazara bakışı farklı. Tasarım,
stil ve şekillerle ilgilenmek işin bir boyutu.
Ama pazarla ilgilenmek, hangi özelliklerin
ilgi çektiğini anlamak diğer rakiplerle
yarışmak için önemlidir.
Peki ya yerel tasarımcılarla çalışmaya ne
diyorsunuz?
Profilo’da çok şanslıyız; Sedef Aksoy bizi
çok etkiliyor. Dışarıdan gelip, bakıp, dönüp
tasarım yapmakla, kültürü bilen,
alışkanlıkları bilen birinin olması çok farklı.
Birlikte iyi bir ekip çalışması yapıyoruz, acil
konularda bir telefon uzağımızda! Pazara
gerçekten uyumlu ürünler elde edebilmek
için Yunanistan ve İspanya’da da böyle
ilişkilerimiz var. “Biz o ülkeyle ilgili her şeyi
biliyoruz, ihtyaç duymuyoruz” diyen
firmalar olduğunu biliyorum ama bu
yalnızca başarısızlığı getirir.
Tasarım ekibine gelirsek…
Bizimkisi gibi büyük firmalarda tasarımcılar
hem tasarım yönetiyorlar, hem de tasarım
yaratıyorlar. Münih’te 10 endüstriyel
tasarımcıyız, ayrıca dışarıdan 10 kişi daha
var birlikte çalıştığımız. O kadar çok tasarım
işi var ki kendi başına yapamazsın. Biz
Münih’te birleştiriyor, organize ediyoruz.
Farklı ülkelerden aldıklarımızı BSH
ihtiyaçlarıyla birleştiriyoruz, ki bütün
pazarlara kusursuz oturabilsin. Avrupa
ruhuyla iletişim kuruyoruz.
Bunu olabildiği kadar engellemeye
çalışıyorduk. Bir kabin 10-15 yıl
değişmeden duracak. Tasarımı farklı
ülkelere ve kültürlere uygun olacak.
Esperanto dilini duydunuz mu, var olan bir
dili seçmemek için yaratıldı. Uçakta da
böyle; her yerden kabul görmeli.
Tasarımda yerel değerler 20 sene sonra
hala var olacaklar mı?
Geleceğe dönersek, ne isteyecek pazar?
Ev aletlerinde en büyük adım enerjiyi
verimli kullanmak olacak. Verimi ne
getiriyor? Yeni malzeme, teknoloji,
izolasyon, kapı konsepti belki, iç mekan
konsepti… Dünyanın her tarafında enerji, su
tüketimi ile ilgili bir problem yaşanıyor.
Teknolojiyi ev gereçlerine nasıl
aktarabileceğimizi düşünmek zorundayız.
Mühendislik gelişimleriyle beraber tasarımı
da ilerletmek şart. Böylelikle, müşteri aldığı
ürünün teknolojisinin gelişmiş olduğunu
anlayabilir. Bir de verimli, teknolojik
ürünlerin geniş kitlelere yayılabilecek kadar
uygun fiyatlı olması gerekiyor.
Bence olacaklar! Şu anda, uluslararası
güçlü markalara sahip olmak trend.
Ama sonunda… Tamam, Avrupa’da
standartlar, kurallar var ama insanlar
kimliklerini kaybetmek istemiyor.
Biz bu yüzden yerel markaları ilginç
buluyoruz. Modern zamanda herkesin
cep telefonu var ama yemek pişirmede
farklılıklar görünüyor, eğitimde,
mimaride… Endüstriyel ve ekonomik
etkilerine dayanarak, ürettiğimiz ürünlerin
teknik arka planı aynı kalabilir belki.
Ama dışı değişir. Mümkün olduğu sürece
yerel markalarımız olacak. Rekabet
açısından da önemli bana kalırsa.
20
19/04/2009
Aykut Köksal
Aslı Ayşen Aydın
[email protected]
[email protected]
HAREKETİN DOĞASINDAN
MİNAREYİ
GELEN İLHAM
İnsanoğlunun merak etme güdüsü peşi sıra
keşifleri doğurdu. “Hareket kabiliyetimizi
makinelere taşırsak ne olur?” sorusu ilkel
robotlarla sonuçlandı. Dönemine göre
teknolojik açıdan ileri olan bu makineler,
insanoğlunun kendi hareketlerini taklit
etme yeteneğinin ve beynin beden
üstündeki hakimiyetinin bir göstergesi oldu.
Hareketin yarattığı enerji, 20. yüzyılın en
önemli sanat ve düşünce akımlarından biri
olan fütüristlere de ilham kaynağı oldu.
Tasarımcıların formun ötesine geçerek
estetikte devrim yaratacakları ve hareketin
barındırdığı koreografiyi forma yansıtacakları
yeni tarz “Kinetik Tasarım” olabilir mi?
01
Hopson, Kinetik Tasarım kavramıyla sadece
mevcut ürünlerin fonksiyonlarının nasıl
artırılabileceği değil yepyeni bir metodun
da geliştirilebileceğine dikkat çekmek
istiyor. Bugüne kadar statik olarak
değerlendirilen ürünlere hareket kabiliyeti
kazandırma fikrinin bile tasarımda devrim
yaratabileceğini savunuyor.
Günümüzde aynı heyecanla sanat yapan
ünlü isimler var. Reuben Margolin’in
“Dalga”sı İsviçre’de Bilim Müzesi’nde
sergilenip Youtube’da binlerce kez
tıklanırken; Theo Jansen’in rüzgarla
beslenen “Strandbeest” familyası BMW’nın
reklamlarında yer alıyor. Hepsinin ortak
tutkusu da hareketten doğan enerjinin
estetiğe yansıması.
Mimaride çoktan yer edinmiş olan kinetik
tasarım, Hopson’ın vurguladığı
TASARLAMAK
kinetik hafıza ile hareketleri kaydeden ve
tekrarlayabilen robot: Topobo. Statik ve
motorize parçaların bir araya gelmesiyle
oluşan Topobo şekilden şekle girerek
sevimli bir oyuncaktan daha ötesi
olabilirken en zor fizik kuramlarını 5
yaşındaki çocuklara bile rahatlıkla
anlatılabilme özelliğine sahip.
Amerikalı sanatçı Alexander Calder,
mühendislik eğitiminden sonra çeşitli
işlerde geçirdiği 5-6 yılın ardından sanatla
uğraşmaya karar verdiğinde sirk hayatından
etkilenmişti. Ürettiklerinin temeli,
insanoğlunun enerjisi ve hareket
kabiliyetine dayanıyordu. 1931 yılında
motor ve çeşitli aksamlarla ürettiği
heykeller sanat dünyasında çığır açınca
dönemin ünlü ismi Marcel Duchamp,
Calder’in eserlerini “mobil” olarak
adlandırdı. Böylece, harekete neden olan ve
hareketten doğan kuvvetlerin bütünü olarak
adlandırılan “kinetik” sanat dünyasında
heykel olarak yerini almaya başladı.
Kinetiğe gönül vermiş sanatçıların ince
hesap gerektiren detaycı ve hayran bırakan
çalışmaları genç kuşakları da etkilemiş
olacak ki tasarımda kinetik kavramı
tartışılmaya başladı. Dikkat çekilmek
istenen nokta, otomobil devi Ford’un son
yıllarda belirlediği tasarım felsefesi ya da
kinetik enerji ile çalışan saatlerin ötesinde
bir bakış açısı. Amerikalı genç tasarımcı Ben
Hopson, bu yeni kavramla kinetiğin ürün
tasarımına yepyeni bir boyut katacağını
iddia ediyor. Endüstriyel tasarımcıların
formun ötesine geçerek estetikte devrim
yaratacaklarını ve hareketin barındırdığı
koreografiyi forma yansıtacaklarını
savunuyor. Tasarımcıların sadece ürün değil
aynı zamanda o ürünle beraber deneyimi de
tasarladıklarına dikkat çeken Hopson,
Kinetik Tasarım sayesinde mevcudun bir
adım ötesine geçileceğini belirtiyor.
21
02
03
sürdürülebilirlik, esneklik ve estetik
kavramlarını pekiştiriyor. Aynı düşünceyi
savunan Amerikalı mimar Guy Nordenson
da fikirlerini şöyle özetliyor: “Eğer mimarlar
binaları vücut gibi düşünüp tasarlarsa
beyin, iskelet, kas ve tendonlardan oluşan
bir sistem hayal etmeliler. Eğer bina,
duruşunu değiştirebilir, kaslarını
sıkılaştırabilir, rüzgara karşı direnebilirse
yapısal kütlesinden yarı yarıya tasarruf
edilmiş olur.”
WhiteVoid Design tarafından tasarlanan
Flare dış cephe ünitesi de, “durağan
duvarlara nasıl hareket kazandırılır”ın
çarpıcı bir örneği. Her bir parçasının
bilgisayarla kontrol edildiği sistem, güneş
ışığının yansımasını farklı efektlere
büründürüp “binaların da canlı derileri
olurmuş” hissi yaratıyor.
MIT Tangible Media Group çatısı altında
tasarlanan bitirme projelerinden biri ise
Mesela, en ücra noktalara bile ulaşan bir
süpürge hayatı daha da kolaylaştırmaz mı?
Ya da tekerlekli valizlerimizle daha keyifli
ve sorunsuz seyahatler? Sonuçta,
tasarımcılar sadece ürün tasarlamıyorlar.
Aynı zamanda bu ürünlerle elde edeceğimiz
deneyimi de tasarlıyorlar. Kokusundan
kapısının kapanışına kadar ince detayları
düşünülen bir araba, ergonomisiyle 2. bir
vücut görevi gören koltuk, temel besin
değerleri kadar çıtırtısından da
vazgeçemediğiniz mısır gevreği... Hepsinin
ortak noktası, ürünlerle kurduğumuz
deneyimde ve bizde yarattığı duyguda
yatıyor. Bu nedenle akışkan bir hayatın
içinde tasarımcıların yakaladığı yeni bir
bakış açısı insanoğlunun hayatını
kolaylaştırmaya yönelik oluyor. Sürekli
hareket halinde olan ve bu devinim içinde
yaşadığını hisseden insanların hayatını,
ihtiyaçlara yönelik ve estetik açıdan cazip
ürünlerle beslemek deneyimlerimizi daha
da zenginleştiriyor.
01. MIT Tangible Media Group’un hareketleri
kaydeden robotu “Topobo”.
02. WhiteVoid Design’ın tasarladığı “Flare” dış
cephe ünitesinin her parçası bilgisayarla
kontrol ediliyor.
03. Theo Jansen’in rüzgarla beslenen
“Strandbeest”i BMW reklamlarında kullanıldı.
Fındıklı'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi'nin yanıbaşında, son cemaat yeri
caddeye bitişik bir cami dikkati çeker. Fındıklı
Camisi ya da Molla Çelebi Camisi adıyla bilinen
ve klasik döneme ait olduğu hemen anlaşılan
bu cami, Sinan döneminin yapıtları arasındadır.
Molla Çelebi Camisi, Osmanlı mimarlığının
klasik dönem cami tipolojisinde büyük bir
önem taşıyan altı ayaklı plan şemasına sahiptir.
Cami plan tipleri arasında, mihrap duvarına
paralel gelişen yayvan planın yeğlendiği bilinir;
altı ayaklı şema da merkezi bir öğe olan
kubbenin yayvan bir plana oturmasına olanak
tanır. Kadırga Sokollu Camisi, Topkapı Kara
Ahmed Paşa Camisi, Babaeski Semiz Ali Paşa
Camisi, aynı dönemin altı ayaklı camileri
arasında en önde gelenlerdir.
İnşa edildiği tarihten bugüne Molla Çelebi
Camisi'nin başına gelmeyen kalmamış.
Ama bir de Vakıflar'dan çekeceği varmış...
Ne yazık ki Molla Çelebi Camisi'nin yaşadıkları
burada sonlanmıyor. 2000'li yıllara
ulaşıldığında caminin minaresinin -büyük bir
olasılıkla 1999 depreminin sonucu olan- statik
sorunlar taşıdığı görülüyor ve Vakıflar
minarenin yıkılıp yeniden yapılmasını
kararlaştırıyor. Bu arada sorunlu minarenin
caminin özgün minaresi olmadığını belirtmek
gerek. Şerefe korkulukları üzerinde ve peteğin
üst kesiminde yer alan kabartma girland
bezemeler, mevcut minarenin geç dönemde
inşa edildiğine tanıklık ediyor. Yapının özgün
minaresi olmasa da, yukarı doğru incelen hafif
konik gövdesiyle bu zarif minarenin camiyle
tam anlamıyla bütünleştiği söylenmeli.
Molla Çelebi Camisi'nin banisi, Molla Çelebi
lakabıyla bilinen ve İstanbul kadılığı yapmış
olan Mehmed Vusulî Efendi'dir. Bugün Fındıklı
parkının kıyısında yapayalnız duran cami, inşa
edildiği dönemde küçük bir külliyenin
parçasıydı. Yine banisi Molla Çelebi'nin adını
taşıyan hamam ve bir de okul, külliyenin öteki
yapılarını oluşturuyordu. Caminin inşa tarihi
tam olarak bilinmiyor. Kimi kaynaklar 1589,
kimileri 1565-1566 tarihini veriyor.
Kitabesinden 1561-1562 tarihinde yapıldığı
anlaşılan Molla Çelebi Hamamı (Fındıklı
Hamamı) ile aynı tarihte inşa edilmiş olduğu
ise en fazla kabul gören görüş.
Molla Çelebi Camisi bugüne dek pek çok
yangın ve deprem atlatmış. 1723 ve 1724
tarihlerinde çıkan yangınlar sonucunda cami
harap olmuş. Mustafa Cezar, 10 Ekim 1723
gecesi Fındıklı'da caminin civarında çıkan bir
yangın sonucunda epeyce ev ve dükkânın
yandığını aktarıyor. 6 Kasım 1724 gecesi
caminin yakınında çıkan yangında ise bir
miktar ev ve dükkân kömür haline gelirken
Fındıklı Hamamı'nın da camekânının yandığını
belirtiyor. Bu yangınlardan büyük bir
tahribatla çıkan caminin harim bölümü
onarılıyor ve son cemaat yeri ahşap bir revak
biçiminde yeniden yapılıyor. 1787 yılında ise
Sadrazam Koca Yusuf Paşa bu ahşap revağın
önüne kendi adıyla anılan bir sebil yaptırıyor.
Cezar, 1 Mart 1823 günü Cihangir'deki
Firuzağa Camisi yakınında bir evden çıkan
yangının, bir koldan Fındıklı Hamamı'na kadar
uzandığını yazıyor. Hem bu yangında, hem de
1834 yılında çıkan yangında cami ve hamam
tahrip oluyor ve yeniden onarılıyor.
Peş peşe gelen bu yangınlara ve sayısız
depreme karşın cami ve çevresinin 20. yüzyıla
bağlamsal bir bütünlük içinde ulaştığını
görüyoruz. 1926 tarihli Pervititch haritasında,
tümüyle yitiriyor. Caminin yaşadığı başka bir
değişim ise, 1958'de, ahşap revağın yerini
bugünkü son cemaat yerine bırakması oluyor.
Sedad Hakkı Eldem'in 16. yüzyılın klasik
çizgilerine sadık restitüsyonuyla ve betonarme
bir strüktürle inşa edilen son cemaat yeri
camiye "yeni" ama "otantik" bir görünüm
kazandırıyor.
İşte, 2001 yılında bu minare statik
sorunlarının çözümü için yıkıldı ve yeniden
inşa edildi. Ne var ki inşa edilen minare artık
başka bir minareydi; daha açık bir deyişle,
yıkılan minarenin hafif konik geometrisi yok
edilmiş, gövde külaha dek aynı çapta yükselen
bir silindire dönüştürülmüş, şerefe de zorunlu
olarak büyümüştü. Camiyle bütünleşen o zarif
minare yerini ne olduğu belirsiz bir "modern"
zaman minaresine bırakmıştı. Vakıflar'ın bu
müdahaleyi minareye 16. yüzyıldaki özgün
görünümünü kazandırmak için yaptığı
sanılmasın. Yukarıda sözünü ettiğim girland
bezemeleri yeni minarede de yer alıyor, yani
yeniden inşa edilen minare -sözde- yıkılan geç
dönem minaresi. Zaten silindirik gövdeye
sahip klasik dönem minarelerinin, şerefe ile
külah arasındaki petek bölümlerinin genellikle
gövdeden daha ince olduğu biliniyor. Ayrıca
caminin özgün minaresinin nasıl olduğu da
belli değil, bu yüzden geç dönem minaresini
aynen korumak gerekiyor.
01
o dönemde Fındıklı Caddesi adını taşıyan yol
ile deniz arasındaki dokunun ayakta olduğu,
yola cephe veren hamamla cami arasında
Fındıklı Sokağı'nın yer aldığı, ahşap revak
önündeki sebilin yine yola cephe verdiği
saptanabiliyor.
İşte Osmanlı kentinden geçen yüzyıla ulaşan
bu görüntü, 1957'de, Menderes'in imar
çalışmalarının kurbanı oluyor. Yol açma ve
genişletme çalışmaları sırasında caminin
çevresindeki tarihsel doku, Molla Çelebi
Hamamı'yla birlikte yıkılıp yok ediliyor. Daha
sonra Kabataş set duvarına monte edilecek
olan Koca Yusuf Paşa Sebili ise sökülüp
kaldırılıyor. Böylece artık kendisine teğet
geçen caddenin kıyısında kalan Molla Çelebi
Camisi, içinde yer aldığı kentsel bağlamı da
Vakıflar'ın yeniden inşa ettirdiği bu minarenin,
yeni "tasarımı" ile müteahhitin işini
kolaylaştırdığına kuşku yok. Peki ama
Vakıflar'ın görevi müteahhitlerin işini
kolaylaştırmak mıdır yoksa "vakıf eserler"i
korumak mı?
01. 2009'da Molla Çelebi Camisi. Statik
sorunlar yüzünden minare yıkılıp yeniden
yapılmış.
02
02: Molla Çelebi Camisi'nin 1970'li yıllardaki
görünümü.
22
19/04/2009
23
Burcu Yücetaş
[email protected]
Polonyalı mimar ve kültürel antropologlar Jacek
Dominiczak ile Monika Zawadzka’ nın
geliştirdiği Fast Urban Research stratejisi,
mimari mekanların kent ölçeğinde önemi ve
değişime katkı potansiyellerinin incelendiği bir
hızlı kentsel araştırma metodu. Dominiczak ve
Zawadzka’nın daha önce Stockholm, Odessa,
Constanta gibi kentlerde uyguladığı metod,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi
Programı iş birliğinde gerçekleşen atölye,
çalışmasında İstanbul’u hedef aldı. Yaklaşık bir
hafta süren atölye, Dominiczak ile Zawadzka’
nın metoda duyulan ihtiyacın sebeplerini
aktarmalarıyla başladı. Dominiczak, bu
yöntemle şehirlerin mekansal kimlik kodlarına
ulaşabildiklerini ifade etti.
Yürütücülerin diğer kentlerde yaptıkları
araştırma örneklerinin paylaşımı
workshop’un ikinci aşamasıydı.
Katılımcılardan istenen, bu çalışmaların
Balat semti için de yapılması ve Balat’ın
mekansal kimlik kodunun tespitiydi. Hedef
güzel binalara odaklanılması değil, mimari
açıdan kaliteli olanın üstünde durulması ve
bunun bilgiye dönüşmesiydi. Böylece,
sokak prototiplerine yoğunlaşılarak, grid
sistemi yardımıyla bölge analiz edildi. Yerel
kimlik özelliklerini yansıtabilecek en ufak
ayrıntılar bile belgelendi.
Üçüncü gün ise, ‘deformasyon’ kavramı
İSTANBUL’UN DNA’SI…
“Kentlerin DNA’sını çıkarmak” olarak da tanımlanan hızlı kentsel
araştırma metodu Fast Urban Research, İstanbul’a uygulandı.
[email protected]
Seninki ve
Benimki
01
üzerinde duruldu. Susan Brennan’ ın
‘Prototypical Human Face’ adlı kitabından
alıntılar yapılarak, en akılda kalan yüz tipinin
bir derecede deformasyona uğramış yüz
olduğu ve deformasyonun, kimliğin aracı
olabileceğinden dem vuruldu. Dominiczak,
kendi çalışmalarıyla bir analoji kurarak
yaptıkları çalışmanın şehrin yüzünü bir
sisteme-prototipe bağlamak olduğunu
belirtti. Ardından bu veriler doğrultusunda
bölge tekrar araştırıldı, bina cephelerine bir
de bu analoji gözüyle bakıldı ve bölgelerin
grid çalışmaları sonuçlandırıldı. Tüm çizim
ve fotoğraflar bir sunum haline getirilerek,
Black/North Seas sempozyumunda
izleyicilere sunuldu.
Asıl amacı eskiye duyulan saygı
çerçevesinde yeni bilginin arayışı yolculuğu
olarak nitelenebilecek bir workshop
çalışması, doğu-batı, eski-yeni arasında
kalmış ‘ideal şehir’ İstanbul’a bakmak için
yeni bir perspektif sundu.
01. Atölye liderlerinden Jacek Dominiczak
Sezgin Aksu
[email protected]
Her sektörde olduğu gibi tasarım
dünyasında da krizin etkilerini görmek hiç
zor değil. Üstelik krizden etkilenenler
sadece küçük tasarım ofisleri olmuyor; çok
tanınmış, bünyesinde çokca mimarı ve
tasarımcıyı barındıran, adeta bir tasarım
fabrikası gibi çalışan büyük ofisler de bu
süreçte en az kayıpla yola devam etmeye
çabalıyorlar. Peki, dünyanın her yerinde,
her kesimi etkileyen kriz ortamı biz
tasarımcıları nereye götürecek, ne gibi
zorluklarla karşı karşıya bırakacak?
Tasarım dünyasında küresel krizin, kimi,
nasıl etkilediğini en açık şekilde Salone del
Mobile’ den anlayabiliriz; geçmiş senelerde
itirazlarımıza rağmen, büyük paralar
harcanarak, gereğinden fazla, hatta
araştırma ya da over-design ürünlerle fuara
katılan firmalar, bu süreçte daha temkinli
davranıp fuar alanlarındaki metrekarelerini
düşük tutuyorlar. Bazı markalar ise Salone
del Mobile’ in tasarım dünyasındaki
önemini bile bile, katılımlarından
vazgeçebilecek kadar zor durumda. Bir çok
firma, tasarım ve mimari ofis stand-by’da
dört gözle krizin bitmesini bekliyor. Bu
stand-by sürecinden tabii ki bizim ofisimiz
de etkilendi; bazı projelerimiz durdu,
müşteriler işi geri çekmese de askıya aldı.
Bekleyen projelerimizin yanında, tüm
hızıyla süren yeni projelerimiz de var. Bu,
tamamen çalıştığımız firmaların stratejisi
ile ilgili. Kimi firmalar bekleme sürecini
Barış Çakmakcı
TASARIM BEKLEYEMEZ
İtalya’da sürdürdüğü tasarım çalışmalarıyla
adından söz ettiren Sezgin Aksu, Radikal
Tasarım Gazetesi için deneyimlerini paylaştı.
avantaja dönüştürüp, kriz sonrası piyasa
sürülecek iyi tasarlanmış ürünler yaratıp,
kriz sonrasına daha güçlü ve hızlı şekilde
yola devam etmeyi ilke edinmişler. Elbette
bu firmalar her şeyden önce, tasarımın
satıştaki önemini bilen, bütçesini iyi
kullanan ve iyi bir pazarlama anlayışına
sahip.
Ofisimizin kriz ortamında bir başka avantajı
da, çoğunlukla restaurant ve bar tasarımları
yapmamız oldu. Küresel kriz şüphesiz
herkesi etkiledi fakat insanlar restaurant ve
barlara gitmeye eskisi gibi devam ediyor
çünkü iş bağlantıları için bu mekanlar daha
çok önem kazanıyor. Keyifli geçirilen
zamanlara ihtiyacımız ise her zamankinden
fazla.
Krizin, yeni mezun tasarımcılar üzerindeki
etkileri de bir başka önemli konu. Genç
tasarımcı ve mimarlar için pek de iyi bir
zamanlama sayılmaz; ofisimize her gün,
değişik yerlerden özgeçmişler geliyor.
Onlara ne cevap vermek lazım? Onlar da bu
stand-by döneminde bizler gibi sabırlı
olmalı, yılmadan hedeflerine ulaşmaya
çalışmalılar. Aslında hedefe ulaşırken
zorluklar olması can sıkıcı gibi gözükse de,
bir çok açıdan insanı geliştirir, olgunlaştırır.
Özellikle bizimki gibi yaratıcılığın ön planda
olduğu sektörlerde, krizin sınırlar koyması
ortaya daha etkileyici işler çıkmasını
kaçınılmaz hale getiriyor. Eminim, yeni
mezun tasarımcılar arasında bu durumu
avantaja çevirenler, sonradan diğerlerine
göre çok daha dirençli ve başarılı olacaklar
(Darwin’ in teorisindeki gibi en güçlüler
ayakta kalacaktır!) Bu dönemde esnek
olmakta da fayda var. Sadece Türkiye ya da
İtalya olması şart değil; alternatifler de
yaratılmalı, Hong Kong gibi... Genç
tasarımcılar sıradışı alternatiflerle fark
yaratabilir. Ümitsizliğe ve karamsarlığa
kapılmadan bu süreci en iyi şekilde
atlatmak- değerlendirmek gerekiyor.
Eğitime ve kişisel gelişime yatırım yapmak
için doğru zaman olduğunu düşünüyorum.
Milano’ da özel tasarım okullarında dersler
veriyorum ve yeni dönemde, öğrenci
sayısında düşüş yaşanmaması dikkatimi
çekiyor. Bir çok ülkeden öğrencinin
kendisini kriz sonrasına bu şekilde
hazırlaması bana umut veriyor.
Krizin her şeye rağmen pozitif tarafları
olduğuna kesinlikle inanıyorum; firmalar
için yeni başlangıçlara vesile olabilir. Yalnız
İtalya için değil, Almanya, Fransa ve tabii
Türkiye için de..Tasarım dünyasının
yanısıra, mimari ve emlak alanlarında
yatırım yapan firmalar açısından da krizin
olumlu tarafları olacaktır. Yeni
teknolojilerin kullanılması, enerji
kaynaklarının tüketimini azaltmak için
yapılan çalışmaların hız kazanması, “overdesigned /over-scaled” projelere
başlamadan bir kez daha düşünülmesi bu
olumlu etkilerden bir kaçı.
Bizler bu süreci olumlu yanları ile
değerlendirip yeni yeni tasarımlarla bu
seneki Salone del Mobile’ de olacağız.
Çünkü tasarım, krizin geçmesini
bekleyemez. Beklerse, pazardaki payını
kaybeder. Bu da firmalar için çok tehlikeli
olabilir. Yine yeni ürünler göreceğiz,
favorilerimiz olacak, ürünler üzerine
kritikler yapacağız ve kriz yokmuş gibi fuar
haftasının tadını çıkaracağız.
Milano’da görüşmek üzere...
Alüminyum sandalye
üreticisi Emeco ve ünlü
mimar Frank O. Gehry, önce
Milano’daki Salone del
Mobile Fuarı’nda ardından,
Mayıs ayında New York’ta
sergilenecek yeni bir çalışma
için işbirliği yaptı.
“Tuyomyo” isimli bank,
İspanyolca’da ‘Seninki ve
Benimki’ anlamına geliyor.
Sınırlı sayıda üretilen ürün,
mayıs ayında açık artırma ile
satışa sunulacak ve elde
edilen gelir Kalıtsal
Hastalıklar Vakfı’na (HDF)
bağışlanacak. Tuyomyo’nun
beklenen değeri $250,000
civarında ve model Frank
Gehry’nin alüminyuma kalıcı
olarak oyulmuş imzasını
taşıyor.
Perakende
Tasarımı
Konuşuyor
14 Mayıs'ta İstanbul
Swissotel'de bir araya
gelecek dünyaca ünlü
tasarımcılar, perakende
sektöründe fark yaratmanın
yollarını masaya yatıracak.
Konferansta eğilimler, marka
sadakatini getiren
tasarımlar, marka bağımlılığı
yaratan, karlılık artışı
sağlayan konular üzerinde
fikir alışverişinde
bulunulacak. Bu yıl ikincisi
gerçekleştirilecek olan
konferansla ilgili detaylı
bilgi için: 0212 289 13 70
Alev Ebüzziya
KTM’de
Kale Tasarım Merkezi, 21
Nisan’dan itibaren, ayda bir
gerçekleşecek KTM-209
etkinliklerine başlıyor.
Profesyonelleri öğrencilerle
biraraya getirmeyi
hedefleyen KTM-209
etkinlikleri alışılmış
konferans tanımlarının
dışına çıkıyor ve karşılıklı
etkileşimi esas alıyor. Bu
maksatla kontenjanı kısıtlı
tutulacak KTM-209’etkinlik
serisinin ilk konuğu dünyaca
ünlü tasarımcı/sanatçı Alev
Ebüzziya Siesbye.
Çalışmalarında
“zamansızlık” kavramının
öne çıktığını söyleyen
Ebüzziya, 17:00’de
başlayacak konuşmasında
yalnızca tasarım projelerine
odaklanacak. Kontenjan
sınırı olduğu için
www.kaletasarimmerkezi.com
adresinden başvuru formunu
doldurmak gerekiyor.
Site, Arşivle
Geldi
Kale Tasarım Merkezi,
www.kaletasarimmerkezi.co
m adresinden ulaşılabilecek
web sitesi açıldı. Merkezin
"sanal şubesi"nde, yeni
tasarımı ve içeriğiyle
2009'un Ocak ayında
yayımlanmaya başlayan
Radikal Tasarım Gazetesi'nin
geçmiş sayılarına ulaşmak ya
da indirmek mümkün.
Kaybetmek
Eskidendi
İTÜ Endüstri Ürünleri
Tasarımı bölümü
öğrencilerinden Begüm
Becermen, iF International
Forum Design GmbH
tarafından düzenlenen ve 16
farklı ülkenin 174 projeyle
katıldığı öğrencilere yönelik
"http://www.ifdesign.de/pre
sse_detail_e.html?pmid=397
" Lebens(t)raeume 2009’
tasarım yarışmasında
‘Universal Design’ ödülünü
kazandı. Begüm Becermen'in
“Find it” dedektörü, sık
kaybettiğimiz nesneleri
bulmamıza yarıyor ve RFID
teknolojisini kullanıyor.
Ekoloji
Paylaşım
Platformu
Tasarım kültürünü
geliştirmek üzere proje ve
etkinlikler üreten Mana
Design Gallery’nin
ekotasari.com projesini
hayata geçiriyor. Türkiye’nin
ekolojik tasarım alanında ilk
haber ve proje paylaşım
platformu olacak
ekotasari.com, haberler,
röportajlar ve yazılarla
sektöre güncel bilgi akışı
sağlayacak. Platform ayrıca
sürdürülebilirliğin katma
değerini hisseden, geleceğe
yenilikçi bakan üretici ve
yatırımcılar için bir katalog
ve rehber niteliği taşıyacak.
Mutfak
Buluşması
Bu sene alıştığımız kalıpların
dışına çıkan MUDERİstanbul
Mutfak Fuarı, tasarımcılar
için yeni bir platform olmaya
aday. Genç zihinler, taze
fikirleri buluşturma hedefiyle
yenilenen MUDERİstanbul
Türkiye'nin dört bir yanından
yaklaşık 10 üniversiteden
ürün ve mekan tasarımı
odaklı mutfak projelerinin
yanısıra, aralarında IDSA
başkanı Ron
Kemnitzer'inkinin de
bulunduğu bir dizi
konferansa, yemek şovlarına,
sofra tasarım sergilerine ve
atölye çalışmalarına şaşırtıcı
bir programla geliyor. 6-10
Mayıs arasında İstanbul Fuar
Merkezi'nde gerçekleşecek
fuarın fuayesini ise Adnan
Serbest tasarlıyor.
Kırmızı
Noktalar
Türk tasarımcılar, bu sene
ödül üstüne ödül
kazanıyor. Defne Koz’un
Megaron için tasarladığı,
uzunlu kısalı banklar,
koltuklar ve sallanan
oturma birimlerinden
oluşan Dondola, Red Dot
Awards: Product Design
2009 ödülünü aldı. Hulusi
Neci ise, geçtiğimiz sene
Design Turkey 2008
Turquality Tasarım
Ödüllü’nü alan Airfel
Kalem Kumanda tasarımı
ile Red Dot Tasarım
ödülünün sahibi oldu. Red
Dot Tasarım Yarışması
ödül töreni, 29 Haziran
2009’da Essen Opera
House’da düzenlenecek ve
törenin ardından kazanan
ürünler Essen'deki Red
Dot Tasarım Müzesi'nde
sergilenecek.
Membran
Mekanlar
Membran Mekanlar
Tasarım araştırmaları
yürütmekte olan
uluslararası, disiplinlerarası
ve bağımsız Ocean
organizasyonunun başkanı
Michael U. Hensel ve Defne
Sunguroğlu Hensel, İzmir
Ekonomi Üniversitesi
öğrencileriyle “Membran
Mekanlar Stüdyosu” adlı
atölye çalışmasında bir
araya gelecekler.
Öğrenciler, ilk aşamada
dijital ortamda membran
sistemler tasarlayıp ölçekli
maketler üretecek; ikinci
aşamada ise üniversite
kampüsü içinde 1:1 ölçekte bir
prototipin tasarımı ve
inşaasını gerçekleştirecekler.
Ayrıntılı bilgi
icin,www.membranespaces.net
Beklenen
Terminal
Akın Nalça ve ekibinin hayata
geçirdiği "tasarım ve mekan
çözüm merkezi" Terminal,
Beylerbeyi'nde kapılarını
açtı. Nalça'nın imzasını
taşıyan ürün gruplarının
yanısıra çatısı altında Inflate,
Burkhardt Leitner
Constructiv, Expand, Molo
gibi uluslararası markaları da
toplayan Terminal'de
"Container" malzeme
kütüphanesi ve "Platform"
showroom bölümleri
bulunuyor.
Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven
Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer
Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel
Korkmaz, Yasemin Köse, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya
Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79
Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected],
[email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.

Benzer belgeler

Grafik Tasarımda İntihal ve Etik The Plagiarism and Ethics At

Grafik Tasarımda İntihal ve Etik The Plagiarism and Ethics At H. Demir Obuz’un ilio için tasarladığı “twig”

Detaylı