PDF İndir

Transkript

PDF İndir
59
Sayı 59 Mart-Nisan 2011
‹mtiyaz Sahibi
Mimar ve Mühendisler Grubu adına
Genel Başkan
Avni Çebi
Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü
Hasan Kurt
Yay›n Kurulu
Mehmet İşci, Osman Arı, Yakup Güler,
Mahmut Çelik, Yavuz Sarı,
Mesut Uğur,
Osman Şahbaz, Yılmaz Ada
Bu Say›ya Katk›da Bulunanlar
Prof. Dr. Ahmet İncekara,
Şükrü Sarıoğlu,
İbrahim Halil Kalaycı
Ömer Doğan
Yay›n Dan›flma Kurulu
Prof. Dr. İlhami Karayalçın,
Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Adnan Çelik,
Prof. Dr. Nizamettin Aydın,
Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu,
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür,
Ali Reyhan Esen, Fatih Dönmez
‹letiflim Adresi
Kuştepe Biracılar Sok. No: 7
Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 217 51 00
Fax: 212 217 22 63
Web: www.mmg.org.tr
E-posta: [email protected]
Yay›n Koordinatörü
İsmail Şaşmaz
[email protected]
Editör
A. Kadir Mermertaş
[email protected]
Görsel Yönetmen
Nevzat Albayrak
Renk Ayr›m›
Muhammet Dilsiz
Reklam
Fatih Göksu
[email protected]
Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7
Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 273 27 50
Fax: 212 273 27 51
Web: www.ajanspiksel.com
E-posta: [email protected]
Bas›m
Milsan Basın San. A.Ş.
0212 471 71 50
Yay›n Türü
İki ayda bir yayınlanır.
Yerel Süreli Yayın
Ücretsizdir
Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu
sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek
alıntı yapılabilir.
editörden
Merhabalar…
Mimar ve Mühendis Dergisi olarak yeni sayı ve yeni
konularla birlikteyiz. Bu sayımızda dosya konusu
olarak, kalkınmanın önemli lokomotiflerinden olan
girişimcilerin desteklenmesi konusunu yani “girişim
sermayesi”ni ele aldık.
Dünyadaki gelişmiş ülkelerin, büyük şirketlerin ve
markaların geçmişine baktığımızda karşımıza hep
aynı olgu çıkmaktadır; girişimci ve girişimcilik.
Gelişmiş ülkeler girişimcilerin önünü açmış, onlara
gerekli destekleri sağlamış ve sonunda karşılığını
almışlardır. Uluslar arası markaların geçmişinde de
hep bu girişimcileri görmekteyiz. Girişimcilik cesaretle başlar desteklenirse gelişir ve büyür.
Ülkemizde ise hem girişimci ve girişim sermayesinin
eksikliği her zaman hissedilmiştir. Kalkınma hep
devlet eliyle sağlanmaya çalışılmış, girişimciler
girişim cesaretini, devlet ise destek cesaretini
gösterememiştir. Fakat bu durum son yıllarda özellikle KOSGEB eliyle değişmeye başladı.
Bizde dergimizin bu sayısında “girişimci sermayesi”
konusunu hem özel sektör hem de kamu açısından
değerlendirmeye çalıştık. Girişimcilere verilen
destekleri, ne tür destekler verilmesi gerektiğini iş
dünyasından, kamudan konunun uzmanları ile ele
aldık.
Ayrıca dergimizin bu sayısında geçtiğimiz günlerde
ardında büyük acılar bırakan Japonya depremini ve
sonrasındaki gelişmelerin değerlendirildiği uzmanların yazılarını bulacaksınız.
Dergimizde her sayımızda olduğu gibi mimarlık, gezi,
sinema yazıları bu sayımızda yer alıyor.
Gelecek sayılarda buluşmak dileğiyle…
içindekiler
6 Bizden Haberler
28
22 Mimarl›k; Mehmet ‹flci
Günümüz cami mimarisi
üzerine düflünceler -2-
72
Gezi; Biraz musiki, biraz
astronomi; MERAGA
74
Kent ve Yaflam; Faruk Öncü
Kültürel miras›m›zdan bir parça;
Eski Bal›kesir Evleri
KAPAK; Kalk›nman›n ve büyümenin en önemli lokomotiflerinden biri
78 Anma; Mü’min, Mühendis, Mücahit:
NECMETT‹N ERBAKAN
89 Makale; Prof. Dr. Ahmet Ercan
Japonya Depremi, Süpürtüsü-2011, M= 9,0
olan giriflimcilerin büyük sorunlar›ndan biri giriflim sermayesidir. Do¤ru
projenin do¤ru sermaye ile buluflmas› giriflimcilerin, iflin bafl›nda
aflmalar› gereken bir problemdir. Mimar ve mühendis dergisi olarak
bizler de giriflim sermayesini bu say›m›zda dosya konusu olarak ele
ald›k. Konuyu hem giriflimciler hem de sermaye sa¤layanlar aç›s›ndan
de¤erlendirdik.
16 Haber Analiz
Nükleer enerji kabus mu olacak?
94 Sinema ve
Mühendislik
92 Makale; Dr. Necmi Dayday
Masum ve sade
olan›n zaferi:
Enerji ba¤›ms›zl›¤›m›z ve
Akkuya Nükleer Santrali
FOREST
4 M‹MAR VE MÜHEND‹S
GUMP
BAfiKANDAN
Finansman Sorunu ve Güveni Sa¤lamak
BÜYÜK fikirler ve projeler çoğu zaman hayat bulmadan yok olur gider. Hayat bulan
projeler gerçekten iyi bir ürün olduğu için mi yoksa bu ürünü destekleyen finans veren
kişi veya çevrelerin olmasından dolayı mı hayat bulmuştur? Çocukluğumuzda ilkokul
sıralarında nakarat halinde söylediğimiz bir şarkımız vardı, “At buldum meydan yok
meydan buldum at yok, kibrit buldum odun yok odun buldum kibrit yok.” Sanki bu şarkılarla beraber çaresizlik ve yapamazlık zihinlerimize kazılıyor gibiydi.
Herhangi bir şeyin meydana gelmesi için birkaç idea ve objenin bir araya gelmesi gerekir. Nasıl hayatın olması için suyun, suyun olması için de 2 hidrojen ve 1 oksijen atomunun bir araya gelmesi gerekir, bir amaç etrafında, bir değer ortaya koymak için fikirlerin, finansmanın ve adanmışlığın bir araya gelmesi gerekir. Hayatta başarılı bir değer
veya ürünün ortaya konması için bu 3 sacayağın bir araya gelmesi gerekir. Çoğu zaman sır, bunların bir araya getirilmesinde gizlidir. Eskiden beri dilimizde gezinen bir
darbı mesel vardır. Un var, şeker var, yağ var ama bir türlü helva yapıp yiyemiyoruz.
Ülkemiz yetişmiş insan gücü ve bu güçten ortaya çıkan yeni fikirler ve projelerin hayat
bulması için adeta bir üs haline gelmiştir. Organizasyonların var olabilmesi için gerekli
olan 3 sacayağın, fikir, finansman ve adanmışlık gün geçtikçe bir araya gelecek meç
aralarına hem bireysel çabalarla hem de kamunun destekleriyle bir araya gelmeye başlamış durumdadır. Bugün projelerin finansmanı konusunda kamunun ve özel sektörün
ciddi arayış ve katkıları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Çoğu zaman girişimci proje sahiplerinin kamunun, kurumların vermiş olduğu desteklerden yeterince haberdar olmadığını görüyoruz.
Kamuda, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın girişimcilere KOSGEB vasıtasıyla sağladığı
destekler yanında, kalkınma ajanslarının sağladığı proje destekleri, yine TÜBİTAK’ın
sağladığı Ar-Ge ve proje destekleri her geçen gün artmaktadır. Bütün bu çalışmalar biraz da kuluçka dönemindedir. Yakın ve orta vadede bu çalışmalar olumlu sonuçların
göstererek projelerin finansman desteği noktasında iyi bir yol alınmış olacaktır. Projelerin ürüne dönüşmesi sektör sektör farklı yatırım süreleri geçirmekte, zaman olarak
da farklılıklar göstermektedir. Girilen bu yolda sabırlı ve kararlı olarak yürünerek iyi niyetli proje girişimlerini esas alarak olabildiğince kolaylaştırıcı, güveni yayıcı modeller
geliştirilmelidir. Yapılan destekleri bir kaynak israfı olarak değil bir umudun yeşermesi
için imkana dönüştürmeliyiz.
Türkiye dünyan›n geldi¤i
bu rekabet ortam›nda
özel giriflimcisini
desteklemek zorundad›r.
Yeni ekonomide
gelecekte var olabilecek
olan kurumlar inovasyon
kapasitesi yüksek
üretken, uyumlu, esnek
ve dayan›flmaya aç›k
organizasyonlar olacakt›r.
Türkiye dünyanın geldiği bu rekabet ortamında özel girişimcisini desteklemek zorundadır. Yeni ekonomide gelecekte var olabilecek olan kurumlar inovasyon kapasitesi yüksek üretken, uyumlu, esnek ve dayanışmaya açık organizasyonlar olacaktır. Bu konuda
kurumlarımız bir taraftan finansal olarak güçlerini arttırırken bir yandan da yeni fikirleri hayata geçirme konusunda hızlı ve etkin yollar geliştirmelidir. Proje yönetimi konusunda firmalarımız kendilerini geliştirmeli ve ayrıca finans yönetimi konusunda bilgilerini arttırmalı.
Küçük olsun benim olsun mantığından çıkarak birlikte sinerji üretecek organizasyonlara dönüşmeli, kaynak israfını önlemek ve ortak çalışmanın bereketinden yararlanmak
için sektörel küme çalışma grupları meydana getirmeliyiz. Yeni ürün geliştirme ve rekabet gücümüz dar anlamda finans sorununun aşılması değil birlikte sinerji üretme gücümüzde saklıdır. Kültürel kodlarımızda var olan ahilik ve lonca teşkilatlarımızı günün
diliyle geliştirip dayanışma ve yardımlaşmayı esas alan yeni organizasyonlar meydana
getirmeliyiz.
Kalkınmada kendi kültürümüzden alacağımız güçle hem iç hem de iş barışımıza olumlu
katkı yaparak gelişimimizi güvenli ve sürdürülebilir bir ortama kavuşturabiliriz.
Avni Çebi
Genel Başkan
MART-N‹SAN 2011 5
B‹ZDENHABERLER
Bursagaz Genel Müdürü Ahmet Hakan Tola;
“BURSAGAZ
YATIRIMLARINA
DEVAM EDECEK”
‹nsan Kaynaklar› Uzman› Halil
Ercan Gündo¤du;
“BAfiARISIZ ‹NSAN YOKTUR”
MİMAR ve Mühendisler Grubu tarafından haftalık olarak düzenlenen ‘Bizbize Konuşmalar’ programına konuşmacı olarak katılan İnsan Kaynakları Uzmanı Halil Ercan Gündoğdu, verdiği seminerle MMG üyelerine ve misafirlere farklı kişilik profilleri ve
insan ilişkilerine yansımaları hakkında bilgiler vererek günümüzün öncelikli meseleleri arasında olan insan tanıma ve yönetme
modellerini anlattı.
Sözlerine farklı insan profillerinin doğuştan gelen özellikler ve
buna eklenen çevre faktörlerinin etkisiyle şekillendiğini söyleyerek başlayan Halil Ercan Gündoğdu, insanların iyi-kötü, doğruyanlış, başarılı-başarısız şeklinde sınıflandırılmasının doğru olmadığını, her bireyin öne çıkan gelişmiş yanları olabileceği gibi
gelişmesi gereken yönlerinin de bulunduğunu söyledi. Gündoğdu, “İnsanın mizacını etkileyen ana faktörleri doğuştan gelen kalıtımsal özellikler, çevre koşulları ve geçerli olan sistem şeklinde
sınıflandırabiliriz. Bu etkenler tarafından şekillenen mizaç ise bir
aacın şasesi gibi bir işlev görür ve kişinin motivasyonuna bağlı
olarak çeşitli davranışlar benimsemesini sağlar. Burada söz konusu olan iyi-kötü insan değil, farklı bir algıya ve yaratılış özelliğine
sahip olan insandır. Bu bakımdan var olan şey üstünlükler ya da
eksiklikler değil sadece farklılıklardır,” dedi. Ayrıca Gündoğdu,
mizacına ve davranışlarına etki eden motivasyona göre farklı kişilik tipleri olduğunu belirtti.
“Fiziksel, Duygusal ve Zihinsel Merkezli Mizaçlar”
Halil Ercan Gündoğdu konuşması sırasında farklı kişilik profillerinin temelde üçe ayrıldığını, zihinsel merkezli, duygusal merkezli ve fiziksel merkezli kişilik olarak adlandırılan bu kişiliklerin
3’er alt grupta sıralandığını söyledi. Genelde para ve mevki gibi
değerlere önem vermeyen zihinsel merkezli kişiliklerin son derece üretken ve bilgi odaklı olmalarına karşın insan ilişkilerinde
gelişmesi gereken yönleri olduğunu belirten Gündoğdu, fiziksel
merkezli kişilikleri otoriter, sonuç odaklı ve yönetsel becerileri
gelişmiş kimseler olarak tanımladı. Duygusal merkezli kişilerde
ise insan ilişkilerine odaklanan bir anlayışın hakim olduğunu ve
bu alanda büyük potansiyele sahip olan bu kişilerin doğru konumlandırılması suretiyle diğer kişilik tiplerinde olduğu gibi başarılı sonuçlar elde edileceğini sözlerine ekleyen Gündoğdu “Her
insan bir yetenektir, önemli olan mizaç tespiti ve doğru konumlandırmadır” dedi.
6 M‹MAR VE MÜHEND‹S
BURSA Şubesi tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar”ın konuğu olan Bursagaz Genel Müdürü Ahmet Hakan
Tola, Bursagaz’ın kuruluşundan itibaren gelişimini, kurumsal yapısını ve hazırlanan projelerini anlattı. Tola, başarılı icraatlarını, aldıkları uluslar arası kalite
standartları belgeleri ile perçinlediklerini ifade etti.
Bursa’nın doğalgaz serüveninin
1989 yılında Botaş Genel Müdürlüğü’ne verilen doğalgaz dağıtım
yetkisi ile başladığını belirten Tola, doğalgazın ilk olarak 1992 yılında konut sahiplerine verilmeye
başladığını hatırlattı. 2003 yılında yapılan özelleştirme kapsamında öncelikle Çalık Grubu’na devredilen Bursagaz’ın
yüzde 80 hissesinin 2008 yılında Alman EWE firmasına satıldığını vurgulayan Tola, projeleri ile ilgili olarak ise, “2015
yılına kadar 10 yılı aşmış tüm sayaçlar değiştirilecek ve kalibrasyonları yapılacak. Ayrıca 3 milyon avroluk yatırımla
uzaktan izleme ve kontrol sistemi kuracağız” dedi.
UYDU, UZAY VE TÜRK‹YE
MİMAR ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi, üyelerine
ve Selçuk Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik
Fakültesi’nde okuyan genç gönüllülerine Bosna-Hersek
Gençlik Merkezi’nde “Uydu, Uzay ve Türkiye” konulu
bir seminer düzenledi.
Seminere konuşmacı olarak katılan Türksat AŞ. Kablo Tv
Platformu Direktörü Dr. Lokman Kuzu sunumunda uzay
konusunda bilgi verirken, uydu teknolojisinin tarihsel
geçmişi ve bugünkü durumuna da değindi. Dünyadaki
uydu teknolojileri ve ülkemizin bu konuda bulunduğu
konum hakkında da geniş bilgi veren Kuzu, Türkiye’nin
yakın zamanda uydu teknolojileri konusunda çok daha
iyi bir duruma geleceğini, genç mühendislere bu konuda
çok iş düştüğünü söyledi.
MMG KONYA fiUBES‹’NDEN
KONYA ÜN‹VERS‹TES‹’NE Z‹YARET
MMG Konya Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri Konya Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Muzaffer Şeker’i makamında ziyaret etti.
Konya Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Şeker`i makamında
ziyaret eden Mimar ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi Yönetim Kurulu
Üyeleri, Prof. Dr. Muzaffer Şeker’e bir sivil toplum kuruluşu olan
MMG’nin misyonu ve çalışmaları hakkında bilgi verirken, üniversitelerin
özellikle Konya Üniversitesi’nin Konya için önemine değindiler. Prof. Dr.
Muzaffer Şeker’de STK’ların ülkemizin ve yaşadığımız şehirlerin ekonomik ve kültürel gelişiminde çok önemli bir yere sahip olduğunu söyleyerek ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Dr. Lami Kaya;
“B‹LG‹ S‹STEMLER‹M‹Z
NE KADAR GÜVENL‹?”
HER geçen gün daha büyük önem kazanan bilgi
güvenliği yönetim sistemleri üzerine düzenlenen etkinlikte “Bizbize Konuşmalar” programına konuk
olan Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemleri Uzmanı Dr.
Lami Kaya, bilgi güvenliği, bilgi güvenliği prosedürleri, bilişim suçları ve bilişim suçlarından kaynaklanabilecek zararlardan korunma yollarına dair bilgiler verdi.
Lami Kaya, sunumu sırasında dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşanan bilişim suçlarına dair çarpıcı örnekler sundu ve tek bir tuşa dokunarak milyonlarca
insanın kişisel bilgilerinin elde edilebildiğini,
bankaların, kredi kurumlarının, uluslararası
şirketlerin özel bilgilerinin çalınabildiğini söyledi. Verilen örneklerin
çoğunda ihmal ya da
güvenlik prosedürlerinin takip edilmeyişi gibi nedenlerin rol oynadığına dikkat çeken Lami Kaya, faaliyet dışı kalan veri depolama aygıtlarının çöpe atılması, firewall denen güvenlik sistemlerinin verimli şekilde kullanılmayışı ya da niteliksiz personel çalıştırılması gibi durumlardan doğan
veri kayıpları neticesinde milyonlarca insanın kişisel bilgilerinin çalındığını ifade etti.
Bilgi teknolojilerinin kullanımının belli başlı güvenlik protokollerini gerekli kıldığını fakat buna
özellikle Türkiye’de yeteri kadar uyulmadığını belirten Lami Kaya, bu tür ihmallerden kaynaklanan
kayıpların milyonlar değerinde olabileceğini hatırlatarak bazı resmi kurumlarda bile bu tür ihmallere
rastlandığını ve bunun ciddi bir sorun olduğunu
kaydetti. Lami Kaya, ayrıca bilişim suçları konusunda kapsamlı bir yasa bulunmayışını eleştirerek
bu konudaki eksikliklerin son zamanlarda ciddi şekilde ele alınan E-Devlet projelerinin tamamlanması sürecinde tamamlanacağını söyledi.
“ÇEVRESEL ATIKLAR
AK
ZARARSIZLAfiTIRILAR
”
BERTARAF ED‹LECEK
r”
lenen “Bizbize Konuşmala
MMG tarafından düzen
li güncel konu-
nu ile ilgi
programında Çevre Kanu
Çevre Mühendisi
a
md
lar ele alındı. Progra
ve Nilay Orhan tarafından
Mehmet Burak Durucu
re yönetimi ve denetimi
verilen bilgiler ışığında çev
tartışıldı.
alanlarındaki yenilikler
la birlikte firmaların
un
Nilay Orhan, yeni kan
içinde oluşturacağı
çevresel atıklarını kendi
uzman bir danışman firekipten ya da bu alanda
arsız hale getirmesi
madan yardım alarak zar
yönetmeliğine göre
atık
i
gerektiğini belirtti. Yen
göz önüne alınarak
farklı tehlike dereceleri
ına sahip firtoplama ve imha sertifikas
sınıflandırılan atıklar, atık
Kanunu’nun
vre
Çe
da
ılıyor. Bu konu
ştır
ızla
ars
zar
ek
iler
ver
a
malar
n yok edilmesi
en Orhan, çevre atıklarını
8. Maddesine dikkat çek
edilmemesi durundartlara uygun hareket
konusunda belirtilen sta
sız kılacak deretlerini yürütmesini olanak
munda işletmenin faaliye
uğunu söyledi.
cede ağır para cezaları old
ümlülükler
danışman firmalara da yük
ca
rın
Yeni yönetmelik uya
a bir kereden az
, danışman firmanın yıld
getirildiğini belirten Orhan
ün
ön e alınarak iç
vzuat hükümlerine göz
olmamak üzere ilgili me
için de cezai
tar
i, aksi halde her iki af
tetkik yapılması gerektiğin
söyledi.
durumlar oluşabileceğini
MART-N‹SAN 2011 7
B‹ZDENHABERLER
Adell Armatür Genel Müdürü Ali Topçu;
“MÜHEND‹SL‹⁄‹N HER
ALANINDAN ‹ST‹FADE
ED‹YORUZ”
Abdurrahman Aslan;
“ZAMAN VE MEKÂNDAN
BA⁄IMSIZ VARLIK TANIMI
YAPILAMAZ”
İNSAN doğası ve kainattaki yeriyle ilgili yazdığı kitaplar
ve yürüttüğü çalışmalarla tanınan sosyolog Abdurrahman
Arslan, MMG Bizbize Konuşmalar’ın konuğu olarak "Zamanın ve mekanın insan algısı üzerindeki etkileri" başlığı
altında bir seminer verdi.
Temel olarak insanın zaman üzerine tasarrufunu ve bu
yaklaşımın mekana etkisini ele aldığı konuşmasında tarihten örneklere de başvuran Abdurrahman Arslan, zaman ve
mekanın insan doğasının ihtiyaçlarına uygun olmayacak
şekilde değerlendirilmesi neticesinde
1968’lerde yayılan hippi hareketini
örnek gösterdi. Zaman ve mekân
tasarrufuna ilişkin başka karşılaştırmalarda da bulunan Abdurrahman
Arslan, Grek kültüründen örnekler vererek “Zaman, hareket ile
birliktedir. Zamandan ve mekandan bağımsız bir varlık tanımı
ortaya koymak mümkün değildir.
İslami anlayışta ise zaman da mekân da
yaratılmıştır” diyerek İslam dünyasının konuya yaklaşımını ortaya koydu. İslam, zaman tasarrufunu gündelik dilimde güneşe bağlı gün kavramıyla tanımlarken, Grek geleneğinde mekanik bir zaman algısı olduğunu ve modern
şehir tasarımlarına ilham veren Grek mimarisi ve şehirciliğinde ilahi kudretin tecellisine yer verilmediğini vurgulayan
Abdurrahman Arslan, günümüzde de aynı kaidenin var
olduğunu söyledi.
“Yunan takviminde zaman mekanikleşmiştir. Belli bir mühlete dağılan sonsuz anların toplamı şeklinde algılanan zaman modern uygarlık için de bir temel teşkil etmiştir. Ve
modern mekânların tasarımına yansıyan bu anlayış neticesinde insanın faniliğini yansıtacak alçak gönüllülük ve
estetikten yoksun, kıbleyi dikkate almayan binalar yükselmiştir” diyen Arslan, modern mimarinin de kapitalist dünyadan payını aldığını ve kapitalizmde ahlaki kaygılara yer
olmadığını, sadece kazanç kaygısıyla hareket eden bir yapının ise İslami üsluba uygun çözümler üretemeyeceğini
vurguladı.
8 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MMG Genel Başkanı Avni Çebi, Yönetim
Kurulu Üyeleri Hasan Süreyya Sezgin,
Ömer Faruk Kültür, Oktay Korkmaz, ArGe Komisyonu Başkanı Mesut Uğur ve çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu MMG
üyelerinden oluşan ziyaret heyeti Adell Armatür Genel Müdürü Ali Topçu’yu makamında ziyaret etti.
3 farklı grupta üretim yapan Adell Armatür adına kısa bir sunum gerçekleştiren
Ali Topçu, özellikle çevreci ürünlerin üretimine ve Ar-Ge çalışmalarına yoğun mesai harcadıklarını ve yüzde 50’ye varan enerji ve su tasarrufu sağlayan
ürünleri kullanıcıya ulaştırdıklarını ifade etti.
Tesislerinde yüksek teknolojiyle üretim yaptıklarını ve kalite güvencesi
altında tüketiciye ürünlerini sunduklarını belirten Ali Topçu, “Adell
Armatür olarak sadece Türkiye’de değil yurtdışında da 29 ülkeye ürünlerimizi ulaştırıyoruz. Kullanıcıya 6 yıl kullanım ömrü garantisi verebilen bir firma olarak bu özgüvenimizi, yürüttüğümüz Ar-Ge çalışmalarına ve yüksek teknolojimize borçluyuz. Kapsamlı bir araştırma çalışmasının ürünü olan debi limitörü kullanımıyla sadece 5 litrelik su
kullanarak 15 litrelik verim almayı mümkün kılan aparatlar yine kendi tesislerimizde üretilmektedir. Çalışmalarımızda mühendisliğin her
sahasından istifade etmeye çalışıyoruz” dedi.
Su, banyo ve mutfak ile ilgili etnografik eserlerden oluşan Yönetim
Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Ercan Topçu koleksiyonu, küresel
ısınmanın ön planda tutulduğu bir dönemde su bilincinin gelişmesi için bir kültür faaliyeti olarak yürütülüyor.
Genel Müdür Ali Topçu, Adell Armatür olarak bu tarihi koleksiyon
için Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne başvurduklarını belirtti. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Kolleksiyonerlik Belgesi alarak Adell
Fabrika bünyesinde Daimi Sergi Salonu’nda bu tarihi eserleri sergilemek istediklerini belirten Topçu, bu sayede toplumsal bir fayda
üretileceğine inandıklarını söyledi.
Suyun medeniyet için önemini ve değerini vurgulayan Ali Topçu, maalesef en fazla israf ettiğimiz şeyin de yine su olduğunu, bununsa telafisi
mümkün olmayan bir kayıp olduğunu sözlerine ekleyerek suyun korunması ve israf edilmemesi yönünde oluşacak bilinçlenmeye katkı
sağlamak için azami çaba harcadıklarını ifade etti.
Eyüp Söyler;
“KENTSEL DÖNÜfiÜMDE
SOSYAL BARIfi
YARA ALMAMALI”
Doç. Dr. Abdülmecit Karatafl;
“S‹V‹L TOPLUM KALKINMAYA
ÖNCÜLÜK ETMEL‹”
MMG üyeleri İstanbul Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Doç. Dr. Abdülmecit Karataş’ı makamında ziyaret etti. MMG Genel Başkanı Avni Çebi, Yönetim Kurulu Üyeleri Osman Arı, Hasan Süreyya Sezgin, Makine Komisyonu Başkanı Oktay Korkmaz, İş Sağlığı ve Güvenliği Çalışma Grubu Başkanı
Birol Vural, Enerji Verimliliği Çalışma Grubu Başkanı Ahmet Erkoç ve
MMG üyelerinden oluşan heyet İstanbul Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri
Abdülmecit Karataş tarafından karşılanarak ağırlandı.
İlk olarak İstanbul Kalkınma Ajansı uzmanları tarafından ajans bünyesinde yürütülen çalışmalar hakkında detaylı bir sunum gerçekleştirildi.
“Hibe mekanizması sadece
suyun üzerindeki kısmımız”
İstanbul Kalkınma Ajansının çalışmalarının özetlendiği sunumun ardından söz alanGenel Sekreter
Abdülmecit Karataş, toplum yararına hizmetlerin
üretilmesi için gayret sarf eden MMG gibi sivil
toplum kuruluşlarıyla işbirliğine ve diyaloga büyük önem verdiklerini ifade etti. Sağlıklı işleyen
hibe mekanizmaları dışında fonksiyonlarının da
bulunduğunu vurgulayan Karataş, “Hibe mekanizması sadece suyun üzerindeki kısmımız. Faaliyet alanlarımız ve ürettiğimiz değerler diğer
çalışmalarımızı oluşturuyor. Biz sivil toplum inisiyatifinin sosyal,
ekonomik kalkınmaya öncülük etmesi için gayret harcıyoruz. Bilgi, strateji
ve mali imkânlar mevcut. Bundan sonra yola devam etmek lazım. Bunun
için de karşılıklı diyaloğa ve sağlıklı bir entegrasyona ihtiyacımız var” sözleriyle sivil topluma verdikleri önemi açıkladı.
Daha sonra söz alan MMG Genel Başkanı Avni Çebi ise çeşitli proje ve çalışmalarda İstanbul Kalkınma Ajansı ile işbirliği içinde olmayı arzu ettiklerini dile getirdi. Yeni bir oluşum olan ve multidisipliner bir yaklaşımla şehir
kültürünü ve fiziki ortamını sorgulayan İstanbul Şehir Platformu’na da değinen Avni Çebi Kalkınma Ajansı, MMG, İstanbul Şehir Platformu gibi yapıların görmeye değer bir manzaranın farklı yüzlerini teşkil ettiğini belirtti.
Çebi, bu çerçevede işbirliğinin daha başarılı ve değerli işler üretmek için şart
olduğunu vurguladı. Gelecek dönemde İş Sağlığı ve Güvenliği ve Enerji Verimliliği alanlarını ana faaliyet konuları olarak tespit ettiklerini sözlerine
ekleyen Çebi, bu alanlarda projeler üretmek ve kalkınma ajanslarına sunmak niyetinde olduklarını söyledi.
MMG “Bizbize Konuşmalar”ın konuğu, Sarıyer İlçesi Pınar Mahallesi`nde yürütülen kentsel dönüşüm çalışmaları hakkında kendi çabalarıyla hazırladığı raporuyla gündeme gelen Eyüp Söyler oldu. Mahalle sakinlerinin sorunlarını, haklarını ve mağduriyetlerini
gündemde olan kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında ele alan ve konuyla ilgili detaylı çalışmalar yürüten Eyüp Söyler, hazırladığı raporu Büyükşehir Belediyesi ve diğer kamu kuruluşlarına iletmiş, ardından
basında yer alan raporuyla gündeme gelmişti.
Söyler konuşmasının başında, “Konunun çok yönlü
ele alınması gerekmektedir. Burada vatandaşların bilinçsizliği kadar kamunun geçmişteki plansız uygulamalarının da neticelerini görmekteyiz” dedi. Kontrol
edilemeyen göç hareketlerinin yaşanmaya başladığı
1900’lü yılların başında yerleşime açılan Pınar Mahallesi ve civarında 1960 yılından itibaren daha geniş ölçüde bir gecekondulaşma yaşandığını ve günümüzde
bu sorunu çözmek için uygulamaya konan projelerin
ciddi sosyal sorunlar doğurabileceğini ifade eden Eyüp
Söyler, mülkiyet probleminin çözümü aşamasında vatandaşların mağdur edilmemesi gerektiğini, var olan
sorunun çok yönlü bir yapısı olduğunu vurguladı.
“Çeşitli sosyal ve ekonomik sorunlar neticesinde
uzun yıllar önce kendi imkânlarıyla barınma ihtiyaçlarını temin etmek için Pınar Mahallesine yerleşen insanlar şu anda sorunun tek tarafı olarak görülebilir. Fakat burada dönemin koşulları, insani ihtiyaçlar ve kamunun plansızlığı göz önüne alınırsa daha
farklı bir manzarayla karşılaşırız” diyen Söyler, çözüm
için düşünülen uygulamaların sosyal adalet ve toplumsal vicdanı zedelememesi gerektiğini söyledi.
Eyüp Söyler adil ve insancıl bir kentsel dönüşüm uygulanabilmesi için öncelikli olarak insanların yerlerinden uzaklaştırılmaması gerektiğini ve sosyal hayatın
işleyişini derinden etkileyecek ve komşuluk-mensubiyet şuurunu felce uğratacak yapılardan kaçınılması gerektiğini sözlerine ekleyerek bu konuda yerel yönetimlere büyük bir görev düştüğünü hatırlattı.
MART-N‹SAN 2011 9
B‹ZDENHABERLER
Mustafa Yanartafl;
“F‹RMALAR ‹HT‹YAÇLARINI
DO⁄RU BEL‹RLEMEL‹D‹R”
NÜKLEER ÇALIfiMALAR
YER‹NDE ‹NCELEND‹
MMG tarafından düzenlenen teknik gezi kapsamında Türkiye
Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)’na bağlı faaliyet gösteren Çekmece
Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi ziyaret edilerek kurumun
idari yapısı ve yürütülen çalışmalar hakkında bilgi alındı.
Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Müdürü Doç Dr.
Erdal Osmanlıoğlu tarafından karşılanan MMG heyeti verilen kısa
süreli brifingle kurum hakkında bilgilendirildi.
Daha sonra Türkiye’nin ilk nükleer reaktörü olan TR2 Araştırma
Reaktörü’nü ziyaret eden MMG üyeleri, burada Dr. Bülent Sevdik
tarafından karşılanarak reaktör bünyesinde yürütülen araştırma
çalışmaları ve üretilen ürünler hakkında bilgi aldı. Ağırlıklı olarak
araştırma çalışmaları ve sağlık sektöründe ihtiyaç duyulan izotop
üretimi alanlarında faaliyet yürüttüklerini belirten Dr. Bülent Sevdik, açık havuz tipinde kurulmuş olan reaktörde düşük zenginlikli
uranyum elde edilebildiğini belirtti. Ayrıca enerji üretimi amacıyla
kurulacak reaktörlerin işletilmesinde kullanılan yazılımlar için veri ürettiklerini ve nükleer enerji konusunda kalifiye personel yetişmesine katkı sağlayan bir diğer misyonu da üstlendiklerini belirten
Bülent Sevdik, reaktörün işletilmesinde kullanılan kontrol panellerinin de kendileri tarafından üretildiğini belirtti.
MMG “Bizbize Konuşmalar” programına konuk olan ERP sistemleri uzmanı Mustafa Yanartaş, verdiği “E-Dönüşüm - ERP
sistemleri” konulu seminerle firmaların kaynak yönetim organizasyonunu soft ortamda barındırmaya yarayan çalışmalardan bahsetti.
ERP sisteminin her şeyden önce kurumun tüm bileşenlerinin
bir bütün olarak görülmesini sağladığını belirten Yanartaş,
ERP uygulamaları sayesinde iş süreçlerinin spesifik olarak tanımlanabildiğini, bu sistemlerin modüler yapıda olduğunu,
farklı sistemlere entegre olabildiğini ve kurum sınırlarının
ötesine ulaşma imkanı sunduğunu söyledi.
Sağladığı faydalara rağmen, ülkemizde ERP sistemlerinin etkin
kullanımı konusunda eksiklikler olduğunu da belirten Yanartaş, bu durumda hem işletmelerin hem de ERP sistemleri üreten yazılım firmalarının payı olduğunu belirtti. Mustafa Yanartaş, firmaların özellikle ihtiyaçlarını doğru tespit etmesinin
ve doğru çözümlere yönelmesinin proje başarı oranını büyük
ölçüde etkilediğini de sözlerine ekleyerek, “Firma öncelikli
olarak nelere ihtiyaç duyduğunu tam olarak bilmeli ve kesin
ilkeler belirlemeli. Ardından bu ihtiyaçlara cevap olacak yazılımı mutlaka bir danışman aracılığıyla temin ederek sonraki
proje etaplarına geçmelidir” dedi.
Dr. Mustafa Y›ld›z;
L‹”
“KATKI MADDELER‹NDE ‘E’ KODUNA D‹KKAT ED‹LMEolan
Dr. Mühen-
ının konuğu
MMG Bursa Şubesi tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar” program
bahsederek gıda sanayinde
nden
gelişimi
deki
ülkemiz
ve
a
dünyad
ün
dis Mustafa Yıldız, gıda sektörün
kullanılan katkı maddeleri konusunda detaylı bilgiler aktardı.
maddelere , ‘gıda katkı madTüketime sunulmadan önce, gıdalara bilinçli ve amaçlı olarak ilave edilen
i gerektiğini vurgulayan
edilmes
deleri’ adı verildiğini, bu maddelerde ise helal-haram ayrımına dikkat
incelenmiş ve gıda katkı
an
tarafınd
i
Yıldız, “Bu bağlamda “E” kodu Avrupa Topluluğu Bilimsel Komites
belirleyen ve katkı madonayı
verilmiş
için
r
maddesi olarak kullanımında sakınca görülmeyen maddele
önüne alınan temel
göz
larda
standart
Bu
.
işarettir
bir
desinin kimyasal adının yerine kullanılan tanıtıcı
gıdalar, tüketiciler
kodlu
bu
Yani
esidir.
vermem
zarar
olarak
kesin
şart katılan maddenin insan sağlığına
çalışmalarının 1980’li yıliçin güvenilir olma özelliklerini kaybetmiyor” dedi. Türkiye’deki gıda sektörü
Yönetmeliği’nin ise ancak Kalarda konserve üretimi ile başladığını hatırlatan Yıldız, Türk Gıda Kodeksi
en çok genetiği ile oynanan tasım 1997 yılında yayınlanabildiğini söyledi. Domates, mısır ve soyanın
avantajlı bir konumda olduğu
n
rım ürünleri olduğunun altını çizen Yıldız, Türkiye’nin üretim açısında
olduğunu ve kötü huylu
sahip
re
özellikle
fındık ile ilgili olarak da fındık yağının zeytinyağı ile eşdeğer
.
açıkladı
i
edildiğin
tespit
un
kolesterolün azaltılmasında oldukça faydalı olduğun
10 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MMG ‹ZM‹R fiUBES‹
3. OLA⁄AN GENEL
KURULUNU GERÇEKLEfiT‹RD‹
MMG İzmir Şubesi III. Olağan Genel Kurulu’nu İzmir Orman
Bölge Müdürlüğü’nde geniş bir katılım ile gerçekleştirdi. Genel
kurula MMG Genel Başkan Avni Çebi, Genel Başkan Yardımcısı
Osman Arı, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörü Prof. Dr.
Mustafa Güden, CBÜ Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Ümit Gökkuş, İller Bankası İzmir Bölge Müdürü Muhittin Menekşe, TSE İdari işler Müdürü Bilal Güven, Gediz A.Ş. İl Müdürü
Mehmet Buharalıoğlu, Orman Bölge Müdürü İbrahim Çiftçi,
MÜSİAD İzmir Şube Başkanı Abdurrahman Çabuk, Enerji BİRSEN İzmir Şube Başkanı Tolga Dilek Şenusta, çeşitli STK’ların İzmir şube başkanları ve MMG Üyeleri katıldı. MMG İzmir Şube
Başkanı Ünal Özturkut ‘un açılış konuşması ile başlayan III. Olağan Genel Kurul MMG İzmir Şubesi’nin gerçekleştirdiği eğitimler
ve yapılan seminerler hakkında bilgi verilmesi ile devam etti.
BÜYÜK USTA
M‹MAR S‹NAN
KABR‹ BAfiINDA
ANILDI
Programda söz alan MMG’nin şubelerden sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı Osman Arı, MMG’nin 20 yıl önce faaliyete geçtiğini,
bugün 7 şubesi ile önemli bir STK olduğunu vurguladı. Ülkenin
mimarlık ve mühendislik problemlerinin olduğunu, belediyelerin
sorunların altından kalkmasının zor olduğunu, MMG üyeleri gibi ülkesini seven mimar ve mühendislere bu konuda büyük görevler düştüğünü hatırlatan Osman Arı, MMG’nin bu yükü
omuzlamaya hazır olduğunu belirtti.
Genel Kurul’da bir konuşma yapan MMG Genel Başkanı Avni
Çebi, MMG’nin Hikmet-İmar-İhsan olarak üç esas üzerine kurulduğunu, mimarlık ve mühendislik alanına girmeyen hiçbir
konunun olmadığını, sanayileşmeden tarıma, enerjiden kentleşmeye kadar geniş bir alanda görev yapıldığını belirtti. Dünyada
geldiğimiz noktada mühendislik ve sosyal bilimlerin içiçe geçmiş
olduğunu söyleyerek resmin bütününü görebilmek için disiplinler arası diyaloğa ve müşterek çalışmaya ağırlık verilmesi gerektiğini belirten Çebi, MMG’nin yeni dönemde şehirleşme ve kentsel
dönüşüm konusunu ana faaliyet alanı olarak belirlediğini söyledi. Avni Çebi ayrıca, sağlıklı şehirleşmenin sadece kentsel dönüşüm ile sağlanamayacağını, şehirlere kendi medeniyetlerinden,
yaşanmışlıklarından bir şeyler katmak gerektiğini ifade etti. Her
şehrin kendi başına bir kitap, bir külliye ya da susan bir hikmet
eri olduğunu ifade eden Avni Çebi şehirlerin insanları körleştiren
mekânlar olmaması gerektiğini sözlerine ekledi.
MMG İzmir Şubesi’nin III. Olağan Genel Kurulu Divan Kurulu’nun belirlenmesinin ardından yeni yönetimin seçimi ile sona
erdi. MMG İzmir Şubesi III. Olağan Genel Kurulu neticesinde Yönetim Kurulu şu isimlerden oluştu:
Yönetim Kurulu
1.Ünal ÖZTURKUT: Başkanı - Makine Mühendisi
2. Haşim AYTEN: Başkan Yrd. - Elektrik Mühendisi
3. Serkan KIRKAR: Makine Mühendisi
4. Ethem TATAR: İnşaat Mühendisi
5. Doç. Dr. Musa ALCI: Elektrik ve Elektronik Mühendisi
6. Eser PALA: Makine Yük. Mühendisi
7. M. Siraç BATUK: Orman Mühendisi
ESERLERİ ve tefekkür hayatıyla İslam dünyasına ve dünya kültür mirasına muazzam eserler bırakan büyük
usta Mimar Sinan, vefatının 423. yılında Mimar ve Mühendisler Grubu tarafından kabri başında dualarla anıldı. Yaşamı boyunca 92 camii, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane),
5 suyolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser veren büyük usta, günümüzde halen dünya kültür mirası arasında yer alan Süleymaniye Camii’ni de İslam dünyasının ve tefekkür anlayışının derinliği içinde insanlığa bırakmıştır.
1538 yılında Hassa başmimarı olan Sinan, baş mimarlık görevini I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat zamanında 50 yıl süre ile yapmıştır. Mimar Sinan’ın, Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir.
Bunlar: Halep’te Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesi’dir. Halep’teki Hüsreviye Külliyesi’nde, tek kubbeli cami tarzı ile bu kubbenin köşelerine
birer kubbe ilave edilerek yan mekânlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarlarının İznik ve Bursa’daki eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imaret ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır. Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesinde renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede
cami, türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir. Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki Külliyesi, devrindeki bütün mimari unsurları taşımaktadır. Cami, medrese, sübyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşmeden oluşan külliyede cami, diğer kısımlardan tamamen ayrıdır.
Mimar Sinan’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır. Bunların ilki İstanbul`daki Şehzade Camii ve külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir
kubbe tarzında inşa edilen Şehzade Camii, daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.
Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde,
1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, 86 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim"
diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Camii’dir (1575).
MART-N‹SAN 2011 11
B‹ZDENHABERLER
Prof. Dr. fienay Yalç›n;
“NÜKLEER TEKNOLOJ‹YE
SAH‹P OLMAK
ÇA⁄ ATLAMAKTIR”
MMG Bursa Şubesi tarafından düzenlenen kahvaltılı
toplantının konuğu Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu
Müdürü Prof. Dr. Şenay Yalçın oldu. Konuşmasında nükleer
enerji kullanımının önemine vurgu yapan Yalçın, konu ile ilgili
çarpıcı açıklamalarda bulundu
Dünyadaki güçler dengesini etkileyen en önemli unsurlardan birisi olan enerji konusunun, siyasi-askeri-ticari ilişkilerde önemli
rol oynadığını belirten Prof. Dr. Şenay Yalçın, evrende herkese
yetecek kadar enerji kaynağı olduğuna işaret ederek, asıl marifetin ‘var olandan en iyi şekilde yararlanmak olduğunu ’dile getirdi. Dünyadaki insan yapısı ilk nükleer reaktörün 1942 yılında
Enrico Fermi’nin yürüttüğü bir proje sonucunda Amerika Birleşik Devletleri’nin Chicago kentinde kurulduğunu hatırlatan Yalçın, “Esasen dünyadaki ilk nükleer reaktörün milyonlarca yıl
öncesinde oluştuğu, Afrika`da Oklo (Gabon)’daki bir uranyum
madeninde, yeraltı sularının da maden içinde bulunması nedeniyle doğal bir nükleer reaktör oluştuğu ve binlerce yıl ısı ürettiği
son yıllarda ortaya çıkarılmıştır” dedi. Nükleer reaktörlerin de
aynı mantık çerçevesinde olduğunu anlatan Yalçın, ortaya çıkan
bu ısı kaynağından buhar, bundan da elektrik enerjisi üretildiğini, sadece nükleer reaksiyon sebebiyle çevreye salınmaması gereken radyoaktif maddeler için bazı ek sistemler oluşturulduğunu ifade etti.
“Beş adet Atatürk Barajı, bir adet
Akkuyu Nükleer Santrali’ne eşittir”
Dünyada 60 tanesi yapım aşamasında, 310 tanesi araştırma
amaçlı olmak üzere yaklaşık bin 200 tane nükleer reaktörün bulunduğunu, diğer alternatif enerji kaynakları ile mukayese edildiğinde nükleer santralden elde edilen enerji miktarının çok daha
verimli olduğunu belirten Yalçın, enerji üretim verileri incelendiğinde dört reaktörlü bir Akkuyu Projesi’nin, 25 bin adet rüzgar
tribününe veya beş adet Atatürk Barajı’na eşit olduğunu, fakat
nükleer enerji dahil hiç birisinin diğerinin yerine geçmemesi, rakip olarak değil birbirini tamamlayan sistemler olarak ele alın-
ması gerektiğini açıkladı.
İleriki yıllarda nükleer enerji hammaddesi olarak kullanımı öngörülen toryum maden rezervinin en fazla 380 bin ton ile ülkemizde bulunduğunu söyleyen Yalçın, 1960’lardan bu yana sürekli olarak rafa kaldırılan nükleer enerji santrali yapım çalışmaları ile ilgili bilgiler vererek, Mersin Akkuyu projesinde gelinen
son aşamayı şöyle izah etti: “Enerji Bakanlığı`na bağlı Türkiye
Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ (TETAŞ), ülkemizde ilk nükleer
santrali kurmak için Mart 2008`de ihale sürecini başlattı. İhaleyi
Ciner Grubu`na ait Park Teknik ile Rus devlet şirketi JSC AtomstroyExport-JSC Inter RAO UES kazandı. Yap-işlet-devret yöntemi ile yapılacak olan santralin yüzde 60’ı yerel kaynaklıdır. 15
yıl boyunca elektrik alım taahüdü verilen işletme daha sonra
devlete devredilecektir. Ruslar, nükleer santral ihalesinde VVER
1200 (AES-2006) reaktör tipiyle teklif verdi. TAEK`ten verilen
bilgiye göre, Rus tipi olarak adlandırılan ve basınçlı su reaktörleri olarak bilinen VVER`lerden 4 ünite inşa edilecek. VVER
1200`ler, Rusya tarafından geliştirilen VVER tipi reaktörlerin en
son modelidir. Halen dünyada 18 adedi işletmede bulunuyor. Bu
santraller, Finlandiya için geliştirilen ve daha sonra Çin (Tianwan 1 ve Tianwan 2) ve Hindistan (Kudankulam)’da inşa edilenlerin VVER 1000 (AES-91) tasarımı üzerine geliştirilmiştir.”
“Aldığımız radyasyonun yüzde 85’i doğal radyasyondur”
Radyasyonun pek çok insanın düşündüğünün aksine sadece
nükleer faaliyetler sonucu ortaya çıkan bir durum olmadığının
da altını çizen Yalçın, “Televizyon, bilgisayar, cep telefonu, kablosuz internet ağları, mikrodalga fırınları, baz istasyonları, radar
istasyonları, X–ışını üreten tıbbi ve endüstriyel röntgen cihazları, nükleer reaksiyonlar, nükleer denemeler, güneş ve yıldızlarda
oluşan nükleer reaksiyonlar radyasyonun en önemli kaynaklarıdır. Bu durumda diyebiliriz ki radyasyondan kaçınmak mümkün değildir” dedi.
MMG BURSA fiUBES‹ 2. OLA⁄AN GENEL KURULUNU GERÇEKLEfiT‹RD‹
2.OLA⁄AN Genel Kurulu’nu gerçekleştiren MMG Bursa Şubesi yeni yönetimini seçti. Bütçe ve raporların okunmasının ardından
söz alan Şube Başkanı Mustafa Bayraktar, MMG Bursa Şubesi olarak Bursa’nın yapılanmasında ve gelişmesinde ellerinden gelen
gayreti fazlasıyla gösterdiklerini ve ileriki dönemde de bunu sürdüreceklerini söyledi.
Genel Kurul’da bir konuşma yapan MMG Genel Başkanı Avni Çebi de çeşitli konularda görüşlerini açıkladı. Kentsel dönüşüm
konusunun önemine değinen Çebi, bu dönüşümün bir deprem hazırlığı olarak algılanmaması gerektiğini vurgulayarak, kentlerde
yaşayan insanların artık ulaşmak istedikleri yerlere zamanında varamadıklarını bunun da çok çeşitli olumsuzluklara sebebiyet
verdiğini dile getirdi. Çebi, "Konuya sadece teknik anlamda irdeleyemeyiz, bu dönüşüm kurgusunu sosyal, insani, yaşanabilir ve
sürdürülebilir bir algı üzerine kurmamız gerekir," dedi.
Mustafa BAYRAKTAR - Başkan Harita Mühendisi, Ali YILMAZ - Üye Elektrik Mühendisi, Hayri ÖZTURAN - Üye Uçak Mühendisi,
Mustafa YILDIZ - Üye Dr. Gıda Mühendisi, Talip AKCI - Üye İşletme Mühendisi
12 M‹MAR VE MÜHEND‹S
SELÇUK
ÜN‹VERS‹TES‹’NDE
ULUSAL ‹NOVASYON
Z‹RVES‹ VE
YEN‹L‹KÇ‹ F‹K‹RLER
YEN‹ YÜZYILDA BEKLENT‹LER
MMG Bizbize Konuşmalar’a katılan Hadi Durlanık önümüzdeki yüzyılda meydana gelmesi muhtemel değişimleri ve makro düzeydeki etkilerini küreselleşme olgusu ekseninde ele alan bir seminer verdi.
Genel olarak yeni yüzyılda şekillenen bazı kavram ve kabuller üzerinde duran Hadi Durlanık sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel durumların şekillenmesinde baş aktör olarak görülen küreselleşme olgusunun esas olarak gelişen iletişim imkânlarının bir sonucu olduğunu
belirtti.
“Dünya küresel bir pazar haline gelirken rekabet doğal olarak dünya
ölçeğinde yaşanmaya başladı. Artık ürün ve hizmet üreten kuruluşlar
varlıklarını devam ettirebilmek için sadece iç rakiplerini değil aynı zamanda dış rakiplerini de takip ederek; kalite, maliyet, satış fiyatı, üretim hacmi, teslim süresi gibi konularda dünya genelinde rakipleriyle
rekabet etmek zorundadır. Bu rekabette ürün için gereken; insan, makine, metot (teknoloji) ve malzemede önemli tasarruflar sağlamak zorunda olan işletmelerde zaten çok önemli olan insan kaynağı artık eskiye göre de çok daha önemli bir etken haline gelmiştir.
Yeni yüzyılın başında birçok araştırma kuruluşu (özellikle insan kaynakları) yaygın çalışmalar yaparak ürün ve hizmet sağlayan firmaları
ve bu firmalarda çalışanları 21.yüzyılda nasıl bir çalışma hayatının
beklediğini araştırdılar ve önemli gördükleri konuları gerekli çevrelere
deklare ettiler.” diyen Durlanık, şimdiden gözlemlenmeye başlanan bu
değişimlerin;
- Artan ekip çalışmaları,
- Daha zayıf bir hiyerarşi ve daha şeffaf yönetimler,
- Artan uzmanlık düzeyi,
- Net değerlerle ifade edilebilen, ölçülebilen birimlerle iş görme eğilimi,
- Elektronik ortama olan ilgi artışı,
- Liderlik vasıflarına duyulan ihtiyacın artışı,
- Etik değerler kapsamında faaliyet yürütme eğilimi,
-Çevresel etkileşim ve doğaya karşı hassasiyet artışı başlıkları altında
toplanabileceğini söyledi.
ORGAN‹ZASYON heyetinde MMG Konya Şubesinin
de bulunduğu Selçuk Üniversitesi (SÜ) Yenilikçi
Fikirler Topluluğu grubunun 2011 yılında üçüncüsü
düzenlenen “Ulusal İnovasyon Zirvesi” Süleyman
Demirel Kültür Merkezi’nde yapıldı.
Üç gün süren zirvede son gün Destek Patent Yönetim
Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz, İş Bankası
Genel Müdür Yardımcısı Hakan Aran, MMG Genel
Başkanı Avni Çebi, Türk Macar İşadamları Derneği
Başkanı - DEİK- DTİK Avrupa Bölge Başkan
Yardımcısı Osman Şahbaz, T.C. Başbakanlık e-Devlet
Danışma Grubu Başkanı Dr. Ramazan Altınok
konuşmacı oldular.
Mimar Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkanı Avni
Çebi konuşmasında Hikmet, imar ve ihsan konularına
değindi. Günümüz insanının bu değerlerden çok uzaklaştığını, dünyanın yenilikleri keşfetmek için, insani
değerlerden uzaklaşmaması gerektiğine vurgu yaptı.
Gençlerin inovasyona ufuklarını açmaları, ancak
kadim geleneklerimizden kopmamaları gerektiğini
söyledi.
Günümüzde keşfetmemiz gereken en önemli değerin
iyilik olduğunu belirten Çebi “insan iyilik ve kötülük
arasında seçim yaparken ya korktuklarından kaçar ya
da umduklarına doğru gider. Davranışlarımızı
belirleyen şey umduklarımıza doğru yürümektir.
STK’lar insanların ümitlerine doğru bir yürüyüştür..
Ancak günümüz kapitalist tüketim toplumu insanların
korkularını manipüle ederek güvenliği pazarlanacak
bir unsur haline getirmiştir. Daha çok tüketerek değil
daha az tüketerek özgürleşebiliriz ve aradığımız yeterlik duygusuna ulaşabiliriz.” dedi
DEİK - DTİK Avrupa Bölge Başkan Yardımcısı ve
Mimar Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi
Osman Şahbaz, yurtdışında yaşayan Türkler’e
günümüz dünyasında seçme hakkının sorun olmaktan
çıkarılması gerektiğini söyledi. “Haziran ayında
gerçekleştirilecek genel seçimlerde yurtdışındaki vatandaşlarımız da seçme seçilme haklarını bulundukları
ülkelerde rahatça kullanmalılar. Günümüz dünyasında
artık bunlar sorun olmayacak konulardır. Yeter ki
iradelerimizi olması gerektiği yöne kullanalım.” dedi.
MART-N‹SAN 2011 13
B‹ZDENHABERLER
Karayollar› Genel Müdürü M. Cahit Turhan;
“SADECE YOL
YAPMIYOR, B‹RÇOK
PROJEYE ‹MZA
ATIYORUZ”
MMG, GELENEKSEL KAHVALTILI TOPLANTISINA
KONUK OLAN KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRÜ
M. CAH‹T TURHAN, GÜNDEMDE OLAN PEK ÇOK
KONUDA ÖNEML‹ B‹LG‹LER AKTARDI. SADECE
YOL YAPMADIKLARINI BEL‹RTEN TURHAN,
“SÜREKL‹ H‹ZMET VE PROJE ÜRETEN D‹NAM‹K
B‹R KURUMUZ” DED‹.
“Yeni projeler üretiyoruz”
Yol ağlarında 2 bin 225 km. otoyol, 31 bin 394 km. devlet yolu,
31 bin 388 km. il yolu olduğunu belirten Genel Müdür Turhan,
65 bin 007 km. uzunluğa sahip bu yolların kapasite, nitelik ve
uzunluk açısından sürekli geliştiğini, karayollarının sürekli proje
üreten enerjik bir kurum olduğunu söyledi. Turhan, 74 milyar
TL tutarındaki bütçelerinin 50 milyar TL tutarındaki kısmını
yatırım olarak değerlendirdiklerini, kalan 24 milyar TL için yeni
projelerin geliştirildiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti:
“Yaklaşık bin 666 projede çalışmaları sürdürüyoruz. Özellikle
son yıllarda karayollarımızın alt yapısına hükümetimizin verdiği
destekle uzun yıllar süren çalışmaların günümüz itibariyle 4-5
yıl gibi bir süreye düşürüldüğünü belirtmek isterim.”
PROGRAMIN açılış konuşmasını yapan MMG Genel Başkanı Avni Çebi, ülkenin en büyük bütçeye sahip kurumlarından biri olan Karayolları’nın her yeni çalışmasıyla ayrı bir
katma değer ürettiğini, bu bakımdan son derece stratejik ve
etkin bir konumda bulunan bu kurumun dikkatle izlenmesi
gerektiğini vurguladı.
“Bölünmüş yollar öncelikli çalışma alanı”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından hassasiyetle takip edilen bölünmüş yol çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgilerin paylaşıldığı toplantıda Karayolları Genel Müdürü M. Cahit Turhan,
özellikle 2000’li yılların başında trafiği taşımakta zorlanan yolların bölünmüş yol uygulamasıyla birlikte son derece rahat ve güvenli şekilde hizmet sağladığını belirtti. Mevcut altyapı çalışmaları arasında asfalt yenileme çalışmalarının da önemli bir paya sahip olduğunu belirten Turhan, yılda ortalama 17 bin 294 km.
onarım ve bakım çalışması yapan Karayolları’nın 2011 yılında
18 bin 082 km. asfalt yapmayı hedeflediğini belirtti.
“Karayolları, Türkiye yollarını
ihya eden stratejik bir kurumdur”
Çebi konuşmasında şunları söyledi: “Turizmin gelişmesi, taşımacılık sektöründe hizmet bedellerinin düşmesi, trafiğe katılan araç
sayısının artması gibi nedenlerden dolayı karayollarının artan
bir yoğunlukla kullanılması, bu kurumun stratejik önemini artırmış, ülke ekonomisi içindeki rolünü daha etkin bir noktaya taşımıştır. Bugün Türkiye karayollarında yaklaşık 15 milyon araç
bulunduğunu biliyoruz. Bölünmüş yol ve otoyol sayısının artması, daha kaliteli yolların yapılmaya başlanması mevcut koşullar
altında takdire değer bir gayretin ürünüdür. Ayrıca karayollarında meydana gelen kazalarda yaşanan can ve mal kayıplarını
azaltmak için yürütülen çalışmaların da olumlu sonuçlarını görerek mutlu oluyoruz.”
“Sürekli hizmet üreten dinamik bir kurum: T. C. Karayolları”
Karayolları bünyesinde yürütülen çalışmalar sadece yol, köprü,
tünel, asfalt gibi teknik hizmetlerden ibaret değil. Karayolları tarafından yürütülen çalışmalar arasında ağaçlandırma çalışmaları
da bulunuyor. Son 8 yılda 15 milyon fidan diken Karayolları,
2011 yılında 1 milyon 700 bin fidan dikmeyi hedefliyor. Yol güvenliğini sağlamak üzere verilen hizmetler arasında işaretleme çalışmaları kapsamında ise son 8 yılda 112 milyon metrekare yatay işaretleme çalışması yapıldı. 55 bin km.’lik yol ağında yolların kapanması gibi durumlara müdahale etmek için 405 adet
acil müdahale noktasında 3 bin 871 makine ve ekipman, 4 bin
271 personel 7/24 hizmet veriyor. Otoyollarda 111.5 km uzunluğa ulaşan tünellerin sayı ve uzunluğunu arttırmakta öncelikli
projeler arasında yer alıyor.
14 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Toplant›da s›ras›yla
Y›lmaz Ada, Avni
Çebi ve Gökhan
Bozkurt konuflma
yapt›
Türk Telekom Üst Yöneticisi Gökhan Bozkurt
“VER‹LER ARTIK PETROL
KADAR DE⁄ERL‹”
M‹MAR VE MÜHEND‹SLER GRUBU ANKARA fiUBES‹
TARAFINDAN DÜZENLENEN KAHVALTILI TOPLANTIYA
KATILAN TÜRK TELEKOM ÜST YÖNET‹C‹ GÖKHAN
BOZKURT B‹LG‹SAYAR VE ‹NTERNET KULLANIMINDAK‹
ORANA D‹KKAT ÇEKEREK, “BU ORTAMLARDAK‹
VER‹LER ARTIK PETROL KADAR DE⁄ERL‹D‹R,” DED‹.
TOPLANTIYA ev sahipliği yapan Mimar ve Mühendisler Grubu Ankara Şubesi adına Başkan Yılmaz Ada ve Yönetim Kurulu
Üyeleri, Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Avni Çebi,
Yönetim Kurulu Üyeleri Osman Arı ve Mesut Uğur, MMG Ankara Şubesi üyeleri ve davetlilerden oluşan geniş bir katılım gerçekleşti.
Konuşmasına bilgisayar ve internet kullanımındaki artışa dikkati
çekerek başlayan Bozkurt, internet ortamındaki aktif “günlük”
sayısının 2000 yılında 12 bin iken bugün 140 milyonu geçtiğini
söyledi. Bozkurt, 2000 yılında Google üzerinden günde 100 milyon sorgulama yapılırken bugün bu rakamın 2 milyara, 2000
yılında 12 milyar olan e-posta gönderiminin de 242 milyara
yükseldiğini kaydetti.
Apple'ın en büyük başarısının “iTunes” yazılımı olduğunu ifade
eden Bozkurt, iPhone, iPad ve iMac cihazlarının ortak bir platformda buluşturulduğunu, buradan 2010 yılında 10 milyar civarında indirme işlemi gerçekleştirildiğini bildirdi.
1984'de tüm dünyada internete bağlı cihaz sayısının 1000 civarındayken bugün 5 milyarı geçtiğini anlatan Bozkurt, sektörde
geleceği tam anlamı ile görmenin mümkün olmadığına da vurgu
yaptı.
Türkiye'de kullanıcıların internette en çok elektronik posta gönderme işlemi yaptığını, tüketicilerin “ara-bul-öde-paylaş” sistemi
ile hareket ettiğini ve Tivibu platformu ile veri dünyasında yer aldıklarını anlatan Bozkurt, “Yeni petrol, artık veri” dedi. Bozkurt,
bir insanın hayatının “1 Terabaytlık bir diske” sığabileceğini de
ifade etti.
Şirket olarak “en iyi olmak için rekabet etmek yerine, benzersiz
olmak için rekabet etmeye çalıştıklarını” anlatan Bozkurt, bunun
için tasarımdan içeriğe kadar çok farklı çalışmalar yaptıklarını
söyledi. Soruları da yanıtlayan Bozkurt, Türk Telekom yetkililerinin telefon dinlemesi yapmalarının mümkün olmadığını, elektronik postalar dahil takip edilmediğini bunun kimler tarafından
yapılabileceğinin de yasalarla belirlendiğini kaydetti.
Bozkurt, bir başka soru üzerine her gün özellikle sunucu meşgul
etme anlamına da gelen DoS (denial-of-service attack) saldırıları
ile karşılaştıklarını ve bunun bazı günler 3 milyona ulaştığını belirtti. Bozkurt, ancak iş ortaklarının bundan zarar görmediğini de
vurguladı.
MART-N‹SAN 2011 15
HABERANAL‹Z
NÜKLEER ENERJİ
KABUS MU OLACAK?
TEKNOLOJİ OLARAK NÜKLEER GÜÇ, MİLİTER VE PARASAL AMAÇLAR
İÇİN İNSANIN VE DOĞANIN ÜZERİNDE OLAĞANÜSTÜ BİR HÂKİMİYET
KURARAK GENİŞ ANLAMDA İNSANIN KENDİ POTANSİYELİNİ
DEĞERSİZLEŞTİRİR. BU NEDENLE TEKNİĞİN GELİŞİMİ, İNSANIN
GELİŞİMİNİ DURDURDUĞU İÇİN ÖZGÜRLÜĞÜN DÜŞMANIDIR. YANİ
NÜKLEER ENERJİ DOĞASI GEREĞİ ANTİ-DEMOKRATİKTİR.
DİLAVER DEMİRAĞ
16 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Gazeteci
anayi uygarlığı kapitalist ekonomi
ile birleşince tarihte o güne kadar
görülememiş müthiş bir üretkenlik sağladı. Birçok ürünü kitlesel ve seri
halde üretebilme olanağını sağlayan sanayi uygarlığının bunu sürdürebilmesi için
çok zengin ve uzun müddet sürdürülebilir
enerji kaynaklarına gereksinme vardı. Orta çağdaki su değirmenleri ile seri halde
ve büyük miktarda üretim yapabilme olanağı sağlayan manüfactür üretim, sanayi
uygarlığının fabrika sistemine kömürü
devrederek bunu sağladı. Daha sonra petrol kaynaklarının keşfi ile sanayi üretkenliğini ucuz ve sürdürülebilir olan petrolle
sağladı. Aşağı yukarı 1970’lere kadar bu
böyle sürüp gitti. Ne zamanki petrol ambargosu ile enerji arzının güvenliği azaldı
o andan itibaren de yeni enerji kaynaklarının bulunması gereksinmesi gündeme
geldi. Bu arayışa o gününü koşulları içinde en iyi yanıtı verebeilecek enerji kaynağı
uranyum çekirdeğinin bölünmesi ilkesi ile
enerji üreten nükleer santrallar oldu.
Dünyada nükleer enerjiyle ilgili çalışmalar
1939 yılında başladı. İlk nükleer enerji
ABD’de üretildi. Elektrik üreten ilk nükleer santral olan Shippingport, Pennsylvania’da kuruldu ve 1957’de işletmeye girdi.
1960’lı yıllarda ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’da toplam elektrik enerjisi 1.200 MWe olan 17 reaktör çalışmaktaydı. Nükleerden elektrik enerjisi üretimi
1970’li yıllarda artış gösterdi. 1973 yılında
ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkileyen petrol krizi nedeniyle nükleer santrale yönel-
S
me oldu. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik durgunluk ve uygulamaya konulan
tasarruf önlemleri ile elektrik enerjisine
olan talep önemli ölçüde azaltıldı. Çevre
sorunlarına neden olabileceği ve nükleer
silahların yayılmasına sebep olacağı düşünceleri 1975-1980 yılları arasında nükleer santral siparişlerinde önemli bir
azalma meydana getirdi.
İlk nükleer kaza da ABD’de oldu. 1979 yılında ABD’de Three Mile Island kazasından sonra, birçok gelişmiş ülkede “antinükleer” hareketler arttı. 1983 yılından itibaren dünyada önemli ekonomik gelişmeler kaydedilmesiyle elektrik tüketiminde artış oldu ve nükleer alanda da bir hareketlenme meydana geldi. Ancak, 1986
yılında meydana gelen Çernobil kazası ile
tekrar antinükleer hareketlerde artış yaşandı. O gündür bugündür tartışılan nükleer santrallar en son Japonyadaki 9 şiddetindeki deprem ile yeniden tartışmalı
hale geldi.
DÜNYA DİKEN ÜSTÜNDE
Japonya’da, varlığı bilinen en büyük 7.
deprem ve ona bağlı olarak ortaya çıkan
tsunami dalgalarının sebep olduğu nükleer reaktör kazası, neredeyse bir kıyamet
gibi algılanıyor. Fukushima I Nükleer Santrali kazaları 2011 Sendai depremi ve tsunamisi sonrasında, 11 Mart'da başlayan
ve halen sürmekte olan, Fukushima I
Nükleer Santralinde arka arkaya meyda-
na gelmekte olan olaylar dizisidir. 13
Mart'ta, güneyden 11,5 km uzaklıktaki Fukushima II Nükleer Santrali’nde ve Onagawa Nükleer Santrali’nde de başka kazalar daha meydana geldi. 11 Mart
2011'de Japon hükümeti "atomik güç âcil
durumu" olduğunu açıkladı ve Fukushima
1'e yakın olarak yaşayan binlerce insanın
tahliyesine başladı. Ertesi gün, birinci ünitenin yakıt fitillerinde kısmen erime devam ederken, bir hidrojen patlaması sonucu reaktör 1'in bulunduğu bina hasar
gördü ve dört çalışan yaralandı. 13 Mart
2011'de, 3. ünitede de olası bir sızıntının
söz konusu olduğu bildirildi. 13 Mart Pazar günü (Japonya Saati İle(JSİ), saat 1'de
1 ve 3. reaktörlerin her ikisi de aralanarak,
soğutma amaçlı olarak suyla ve borik
asitle dolduruldu ve daha ileri nükleer
tepkimelerin önlenmesi çalışıldı.) 2. ünitenin normalden daha az su içerdiği, çeperdeki basıncın yüksek olmasına rağmen
kararlı durumda olduğu bildirildi.13 Mart
Pazar günü, saat (JSİ) 01.17'de, Japon
Atomik Enerji Kurumu, Fukushima kazasını, Uluslararası Nükleer Olaylar Ölçeğinde (INES) 0-7 arasındaki oranda 4 numara (bölgesel nedenlerden kaza) kategorisine yerleştirildiğini duyurdu. Yetkililerin uyarısından sonra 170,000–200,000
kişi sızıntı olasılığına karşı tahliye edilmeye başlandı.
1 Mart 2011 (JSİ), 16.36’da, 1. ve 2. ünitelerin acil çekirdek soğutma sistemlerinde
soğutmanın sağlanmaması nedeniyle
"Nükleer Acil Durumu" ilan edildi. Uyarı,
reaktör su seviyesi görüntüleme fonksiyo-
MART-N‹SAN 2011 17
HABERANAL‹Z
nu 1. ünite için eski haline getirildiği anda
yapıldı. Ancak sorun 17.07'de (JSİ) tekrar
başladı. 12 Mart 2011, (JSİ) gece yarısından sonra, Tokyo Elektrik Şirketi, radyasyon sızıntısıyla anlamına gelen, ünite 1 reaktörünün duvarından sıcak gaz kaçışı olduğunu açıkladı. Tokyo Elektrik Şirketi,
ünite 1 türbinlerinde radyasyon seviyesinin yükseldiğini de açıkladı. Saat 02.00
(JSİ) sularında, reaktörün içindeki basıncın, 600 kPa (6 bar or 87 psi), 200 kPa (2
bar ya da 29 psi) civarlarında, normal koşulların üzerinde olduğu rapor edildi.
05.30’da (JSİ), reaktör 1'in içindeki basıncın, "plan kapasitesi"nin 2,1 katı olduğu;
820 kPa (8,2 bar ya da 120 psi) açıklandı.
06.10’da (JSİ), IAEA, ünite 2'nin bozuk soğutma sistemine güç veren taşınabilir
elektrik desteklerinin bölgeye ulaştığını
belirtti. Bir basın açıklamasında, Japon
nükleer yetkililerinden bir konuşmacının
İngilizce'ye çevirisi; nükleer bir erimenin
mümkün olabileceği ve ünite 1'de bir fitilin yanmış olabileceği yönündeydi. Yine de,
Japon başbakanı, daha sonrasında nükleer erimenin olduğunu yalanladı ve ünite
18 M‹MAR VE MÜHEND‹S
1'in halen bütün olduğunu belirtti. 13 Mart
2011, saat 01.00 (JSİ) civarında, Japon yetkililer, birimdeki Sezyum ve İyodin miktarlarınında güçlü bir artış olduğunu ölçtüler
ve soğutucuların kaybının zararlı maddelerin salınıma neden olabileceğini belirttiler. Toshihiro Bannai, Japonya Nükleer ve
Endüsrtiyel Güvenliği uluslararası ilişkiler
yetkilisi yöneticisi, CNN ile yapılan bir telefon görüşmesinde, bir erimenin mümkün olabileceğini bildirdi. Japon gazetesi
Asahi Shimbun soğutma suyunun çok
azaldığını ve nükleer yakıt çubuklarının
patladığını bildirdi. Japon yetkililer içerideki basıncın çok hâlâ çok yüksek olduğunu fakat sıcaklığın düşürüldüğünü söyledi. O günden beri hasarlı rekatörlerin soğutulması için uğraşılırken gelen haberler
Birinci Ünite Reaktörde çekirdek erimesi
olmuş olabileceği yönünde. Hâlihazırda
yaşamı pahasına birçok işçi rektörleri soğutmaya çabalıyor. Japon yetkililer yapılan çalışmaların sonuç vermemesi halinde daha fazla radyasyon yayılması meydana getirmemek için nükleer santralı gömme planları yapıyorlar.
NÜKLEER ENERJİ
KABUS MU BOLLUK MU?
ABD’de yaşanan ilk nükleer kaza olan
Three Mils Island kazasından bu yana
nükleer enerjinin gerekliliği tartışma konusu, nitekim çernobil ve ardından da Japonya’daki Fukushima nükleer santralinde meydana gelen kaza sonra nükleer
enerjiye karşı çıkanların sayısı çoğalmaya
başladı. Bazı bilim insanları, çevre korumacılar, barış yanlılları ve farklı birçok
sosyal hareket mensubu, nükleer enerjiye
karşı çıkarken, kimileri de nükleer enerjinin kömür ve petrol yanında en önemli
elektrik üretim kaynağı olacağını ve teknolojideki gelişmeler sonucu güvenli olarak iklim değişimi seçeneği de göz önünde bulundurulduğunda oldukça akılcı bir
seçenek olacağını belirtiyor.
Nükleer santraller konusunda iki farklı
görüş var: “Nükleer rönesans görüşünü
benimseyenler, küresel ısınmadan dünyayı kurtarmanın en temiz yolunun nükleer
santraller olduğunu savunuyorlar. Fosil
yakıtların çevreye daha çok zarar verdiğini, küresel ısınma, asit yağmurları ve ozon
ABD, Three Mils ‹sland, 1979
JAPONYA, Fukuflima, 2010
SSCB, Çernobil, 1986
Şu anda ne denli büyük bir falaket kaynağı olduğunu farkettiğimiz nükleer enerji de,
1970'leri sarsan ve neo-liberal küreselleşme olarak adlandırılacak sürecin önünü açan
petrol krizinin bir sonucudur.
tabakasının delinmesine yol açtığını ileri
sürüyorlar. Ülkelerin enerji politikalarında
nükleer enerjiye döndüğünü, büyük miktarda elektrik üretmek için nükleerden
başka seçenek olmadığını ifade ediyorlar.
Nükleer kabus görüşünü benimseyenler
ise, ‘güvenlik’ ve ‘atıkların yok edilememesi’ konusunu gündeme getirerek
1986’da meydana gelen Çernobil kazasını
örnek gösteriyor. Rüzgâr, güneş ve hidroelektrik santrallerin verimli kullanılması
halinde nükleer enerjiye ihtiyaç kalmayacağını savunuyorlar.”
YORUM
Güç ve Özgürlük
Kaç gündür dünyanın yeni bir Çernobil’in
eşiğine gelmişliğini gözlerimiz açılmış bir
halde seyrediyoruz. Japonya’daki Fukushima nükleer santralinde yaşanan reaktör
erimesi dünyayı yeni bir nükleer kabusun
eşiğine getirdi. Bu süreçle beraber batıdaki sağcı yönetimler eli ile yeniden yükselişe geçen ve başta İran, Libya gibi tiranik ülkelerin de peşinde koştuğu nükleer
gücün yeniden yükselen değer haline gelmesi süreci ikinci bir dip yapacağa benziyor. Nükleer endüstrisinin dev şirketleri
Çernobil’in yaralarını daha yeni sarmaya
başlamışken yaşanan bu ikinci kazanın
tekrar dip yapıcı etkisi nedeni ile medya eli
ile lobi faaliyetine önem vereceğini, dahası artık şirket lobilerinin elinde oyuncak
haline gelen batılı demokrasileri ikna etmek için rüşvet de dahil her olanağı kullanacağı açık. Ama bu durum nükleer lobi
için bir kurtuluş sağlar mı bugünden yarına cevap üretmek zor. Ancak üzerinde çalışılan dördüncü nesil rekatörler ile güvenlik düzeyini maksimuma çeviren yeni
bir teknik yenilenme ile küllerinden doğmayı umduğu da açık. Zaten bilim denen
modern fetişin yeni rahipleri olan uzmanlar sürekli Japonya’daki nükleer felaketin
nedeninin 1'inci nesil rekatörler olduğunu
belirtiyor. Dahası risk karşısında kilitlenen
yaşam perver modernlerin aklına girmeye
çalışarak “canım uçağa binmek de riskli
değil mi, evinizdeki likit gaz tüpünün de
patlama riski yok mu?” gibi sözlerle riskle yüzleşmeyi hatta riski göğüslemeyi
öneriyorlar.
Her ne kadar nükleer endüstri üzerinden
sıkı bir modern toplum çözümlemesi yapmak olanaklıysa da dahası nükleer endüstri ile tüketim kapitalizmi arasındaki
bağlantıları sıkı bir biçimde örmek de iyi
olurdu ama bu yazıyı uzatmamak için
bunlara değinip geçmeyi tercih edeceğim.
Enerji oburu bir uygarlık olduğumuz açık.
Bunun nedeni modernleşmenin üretimde
patlama denecek kadar eşi görülmemiş
bir üretkenlik yaratması. Enerji oburu oluMART-N‹SAN 2011 19
HABERANAL‹Z
Kalkınma ve daha çok üretmek, daha çok tüketmek ve
refah gibi değerleri sorgulamadıkça, mevcut tüketim
eğilimlerimizi değiştirmedikçe yenilenebilir enerji ile
ekolojik bir topluma geçilemez.
nunca enerjinizi tek bir kaynağa bağlamanız da zordur. Hele ki rekabeti merkeze
alan bir sistemde bunu yapmanız ekonomik akılcılık açısından akla ziyandır. Nitekim şu anda ne denli büyük bir falaket
kaynağı olduğunu farkettiğimiz nükleer
enerji de, 70'leri sarsan ve neo-liberal küreselleşme olarak adlandırılacak sürecin
önünü açan petrol krizinin bir sonucudur.
Andre Gorz kapitalizmle ilgili bir saptama
yaparken “Kapitalizm yeterlilik denen şeyi
bilmez “der. Marks’da kapitalizmin büyümeye mahkûm olduğunu, büyüyemeyen
kapitalizmin ölümcül bir hal içinde olacağını söyler. Bu anlamda fazlaya ve biriktirmeye koşullanmış bir düzen olarak kapitalizm de doğası gereği güneş, rüzgâr,
dalga vb. yenilenebilir doğal güçlerden istifade edemez. Çünkü sürekli büyümek
durumunda olan kapitalizme bu enerji
yetmez. Mevcut enerji talebinin devam etmesi mümkün değildir. Çünkü dünya kaynakları bu büyüme temposuna cevap verebilecek halde değildir. Dolayısıyla bu talebe hâlihazırda dünya elektrik üretiminin
yüzde 16’sını karşılayan nükleer santraller de cevap veremez. Kalkınma ve daha
çok üretmek, daha çok tüketmek ve refah
20 M‹MAR VE MÜHEND‹S
gibi değerleri sorgulamadıkça, mevcut tüketim eğilimlerimizi değiştirmedikçe yenilenebilir enerji ile ekolojik bir topluma
geçilemez.
Bugün dünyada ki uranyum rezervlerin işletilmesi ve çıkarılması ağırlıklı olarak üç
büyük şirketin elinde yoğunlaşmış durumda. Bu üç şirket mevcut terzervlerin
yüzde 50’sine yakınını çıkarıyor. Fransız
devi AREVA’ya bağlı COGEMA, dünya
uranyum üretiminin yüzde 20’sini karşılıyor. Onu Kanada kökenli Cameco izliyor
bunlar da yüzde 17’lik bir paya sahip. Onu
da yüzde 10’luk pay ile Energy Resources
of Australia izliyor. Yani nükleer enerji bir
tekelleşmeyi de beraberinde getirir.
SAVAŞAN TEKNOLOJİ:
BİRİ SİVİL Mİ DEDİ?
Teknoloji konusundaki kuşkucu ve hatta
eleştirel yaklaşımıyla tanıdığımız Lewis
Mumford, ilk pramidler gibi modern teknolojinin de savaşın rahminde büyüdüğünü ve ondan doğduğunu belirtir. Teknoloji
bir Megamakine’dir. Bu kavramla Mumford, gücün seferber edilmesini, tek bir elde toplanarak yoğunlaştırılmasını ve merkezileştirilmesini kasteder ki nükleer
santraller tam da böyle bir yapılanma taşır. Teknik olgular bilimin hükümranlığına
dayandıklarından, neden ve ne için gibi
etik sorular ıskalanarak, nasıl sorusuna
yani yapılabilirlik olgusuna yoğunlaşılır.
Böylece daha baştan aslında istenilen şeyin toplumsal fayda değil, güç elde etmek,
gücü temerküz etmek olduğu ortaya çıkar. Nitekim Mumford Dev Makine kavramını izah ettiği Teknik ve Uygarlık kitabında, Dev Makine’nin (yani teknik seferberliğin) bir güç temerküzü yani yoğunlaşma
olduğuna dikkat çekerek, Dev Makine’nin
bir güç kombinasyonu olarak tüm kaynakları bir araya getirdiğini, dil, din, bürokrasi
ve kapitalizmi, askeri güç kaynaklarını devasa bir egemenlik için yoğunlaştırdığını
belirtir. Nükleer teknoloji de böyledir,
nükleer enerjide de askeri güç, sermaye,
bilim, devlet iktidarı bir araya toplanır ve
böylece insan devre dışı bırakılır. Çünkü
teknoloji olarak nükleer güç, militer ve
parasal amaçlar için insanın ve doğanın
üzerinde olağanüstü bir hâkimiyet kurarak geniş anlamda insanın kendi potansiyelini değersizleştirir. Bu nedenle tekniğin
gelişimi, insanın gelişimini durdurduğu
için özgürlüğün düşmanıdır. Yani nükleer
enerji doğası gereği anti-demokratiktir.
Demokrasi temelde müzakere edilebilirlik
temelinde oluşmuştur. Bu nedenle doğrular ve beceriler üzerinde bir iktidar inşa
eden uzmanlaşma ile uyuşmaz. Demokrasi doğası gereği profesyonelliği değil
amatörlüğü içerir. Bunun yanı sıra nükleer teknoloji, doğasında savaşçı amaçlar
taşıdığı için sivil amaçlar ve demokrasiyle
çelişir. Nükleer enerjinin olduğu yerde
olağanüstü bir polisiye güvenlik, gizlilik ve
denetim dışılık vardır. Bunlar doğası gereği demokrasinin ruhu ile uyuşmaz.
Nitekim Mumford’da “Savaş Megamakine’nin ruhu ve bedenidir. Dolayısıyla savaş
Megamakine’nin kurulumunu ilerletmenin ideal koşuludur. Bir Megamakine bir
kez vücuda getirildikten sonra, onun
programıyla ilgili herhangi bir tenkid, ayrılma, onun rutinlerinden herhangi bir
kopma, aşağıdan gelen talepler doğrultusunda onun yapısında herhangi bir değişiklik, bütün sistem için bir tehdit teşkil
eder,” diyerek tekniğin ruhu ile özgürlük
olarak demokrasinin ruhunun birbirini
dışladığını göstermiş olur. Görüldüğü gibi
nükleer enerji demokratik bir toplumun
değil, totaliter bir toplumun tekniğidir.
M‹MARLIK
GÜNÜMÜZ
CAMİ MİMARİSİ
ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER
-IIMEHMET İŞCİ / Mimar
'inananlar' mimarlığa uzak, 'mimarlık'da inananlara...
bu ülkede inanmak ne kadar da ayaklar altında...
Anonim
22 M‹MAR VE MÜHEND‹S
KAYBEDİLEN ESTETİK RUHUNUN
CAMİ MİMARİSİNE ETKİSİ
Mimarlık; dünyayı yaşanılır kılmak için
sarfedilen güzelleştirme çabalarının ete
kemiğe bürünmüş halidir bir bakıma. Allah (c.c.) Hz. Adem (a.s.)’i kendine halife
olarak yarattıktan sonra, güzel olana ve
estetiğe doğru tabii bir yöneliş içinde olmanın mesuliyetini ona yani insanlara
yükledi. Dünyanın hüsnü muhafazasının
yanında, insan eliyle inşaa edilen yapıların
yaratılanları bozmadan, onlara estetik değerler katarak bir cennet tasavvurunu
dünyaya nakşetmek bir vazife haline geldi. Eşyaya ruhundan bir şeyler katarak
onu maddi kalıplardan sıyırıp yaşayan, insanla etkileşim içinde olan, onun ruhunu
okşayan bir eser haline getirmek mimarlığın başlıca amaçlarından olsa gerek.
İnsanın fiziki ihtiyacının karşılığı olarak
üretilen binaların, aynı zamanda insanın
ruh dünyasındaki metafizik karşılığının da
yapıya nakşedilmesi aynı derecede elzemdir.
İslam’da yeryüzü mescid olarak telakki
edilmekle birlikte şehrin/medinenin dünyevi ve uhrevi merkezi olarak caminin etrafında şekillendiği Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) döneminden beri bilinmektedir. Bu
yönüyle İslam inancının, tevhidin sembolü
olan camiler ibadet mekanı olarak bir
beldenin, bir şehrin ruhunun ve maneviyatının müşahhas ifadesi olmakta, fiziki
merkezi olduğu kadar metafiziki merkezi
hüviyetini de yansıtmaktadır.
Camiler yer aldıkları şehirlerin en etkili
mimari eserlerinden biri olarak telakki
edilmekte, şehrin siluetine yön vermekte
ve adeta İslam şehrinin sembolü olmaktadır. Bu eserler aynı zamanda inşa edildikleri devrin mimari tarzını ve kültürel
derinliğini de temsil etmektedir. Osmanlı’da cami mimarisi Selçuklular’ın kagir
ayaklar üzerindeki çok kubbeli geleneğinin daha da geliştirilerek dört fil ayağı
üzerine yükselen ana kubbeli yapıya geçilmiş, daha sonra altı fil ayağı üzerine
yükselen geniş açıklıklı ana kubbeli 16.
yüzyılda Mimar Sinan’ın eserleriyle zirveye ulaşmıştır.
Günümüzde giderek öz değerlerinden, dilinden, dininden, irfanından uzaklaşıldığı
vetirede bir bütün olarak toplumsal kırılma, bir hafıza kaybı yaşanmakta olduğu
görülmektedir. Konut sitelerinden başlayarak, AVM’lere kadar yapıların isimlerinin Türkçe konulmadığı, insanların isimlerini dahi yabancı isimlere benzeştirme
yarışına giriştiği bu dönemde mimarinin
İnsanın fiziki ihtiyacının
karşılığı olarak üretilen
binaların, aynı zamanda
insanın ruh dünyasındaki
metafizik karşılığının da
yapıya nakşedilmesi aynı
derecede elzemdir.
de bundan nasibini yeterince aldığı görülmektedir. Bu kimliksizlik cami mimarisini
klasik dönem camilerinin başarısız kopyalarının yapılması ya da modern /çağdaş
mimari savrukluğuyla cami olduğu neredeyse anlaşılmaz olan, insana tevhidi anlatmayan, çağrıştırmayan ucubelerin yapımına kadar sürüklemiştir. Bu dönemde
kendi kültürel özgeçmişini özümsemeyen
hatta tanımayan, İslam’ın akaidini, tevhidi
yaklaşımı, ibadetin ruhunu ve ifasını anlamaktan ve bilmekten uzak, belki hayatı
boyunca ibadet yap(a)mamış bazı mimarların eksik teorik ve pratik bilgisiyle/ mimarlık anlayışıyla birçok cami inşa edilmiştir. Hatta bazı çağdaş mimarların müezzin mahfilinin mihrabı görecek yerde
olmasının lüzumunu bilmemesi veya Nobel ödüllü ünlü(!) edebiyatçımızın minarenin şerefesinden “minare balkonu” olarak
bahsetmesi veya bir başka ünlü mimarın
camilere kademe yapılması ve ayakkabıyla girilmesi gibi garipsenecek yaklaşımları problemin bir başka boyutunu ortaya
koymaktadır.
Ruhunda estetik hissiyatını kaybetmiş veya kaybettirilmiş bir toplumun irfanına ve
maneviyatına iltifatı bu kadar azalmışken,
şekli bir bağlılık ötesine varmayan aidiyetin de yöneticilere, hayata, mimariye ve
şehre de aynen yansımakta olduğu inkâr
edilemez bir gerçektir. Yoksa dünün şaheserlerini inşaa eden bu toplumun taklitçi, hazırcı, kimliksiz, ilgisiz ve ilişkisiz ve
bu derece pespaye bir mimariyi bir şehirciliği kabullenmesi ya da yapması mümkün değildir.
ÇAĞDAŞ TÜRK MİMARLARININ CAMİ
MİMARİSİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ
Çağdaş Mimarlarımızdan Prof. Dr. Hüsrev Tayla, dünyada hiçbir medeniyetin diğerlerinden esinlenmeden teşekkül edemeyeceğini belirterek Osmanlı cami mimarisindeki gelişmelerin yüzyıllardan süzülerek gelen ve Orta Asya’dan Selçuklu’ya ve Bizans’tan Memlûkler’e kadar tekamül etmiş olan mimari mirasın, tecrübenin devamı olarak geliştirildiğini, Mimar Sinan’ın kendiliğinden ortaya çıkmaMART-N‹SAN 2011 23
M‹MARLIK
Ruhunda estetik hissiyatını kaybetmiş veya kaybettirilmiş bir toplumun
irfanına ve maneviyatına iltifatı bu kadar azalmışken, şekli bir bağlılık ötesine
varmayan aidiyetin de yöneticilere, hayata, mimariye ve şehre de aynen
yansımakta olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Yoksa dünün şaheserlerini
inşaa eden bu toplumun taklitçi, hazırcı, kimliksiz, ilgisiz ve ilişkisiz ve bu
derece pespaye bir mimariyi bir şehirciliği kabullenmesi ya da yapması
mümkün değildir.
dığını, bir Süleymaniye, bir Selimiye Camii’nin bu tecrübe ve gelenek üzerine bina edildiğini belirtmektedir.
Tayla, “Eğer klasik cami yapıyorsak, klasik caminin bütün elemanlarını, bütün
fonksiyonel unsurlarını bir talebe gibi çalışmamız lazım. Penceresini, kapısını, sütununu tekrar tekrar ölçüp, bunlardan
dersler almamız lazım.”Peygamberimiz
(SAV), ashabını mescitte toplayıp onlarla
halleşmeyi, sohbet etmeyi, onların birbirlerini tanımalarını, dertlerini öğrenmeyi
amaç edinmiştir.(…) Camilerin ibadet tarafı elbette ki mahfuz, zaten bizim camilerimiz bu amaçla yapılmıştır. Bunun ilk örneklerini XIV. yüzyılın sonu XV. yüzyılın
başlarında Bursa’da görüyoruz. Erken
Osmanlı devrinde yeni bir cami tipi ortaya
çıkıyor. … Bursa’daki Yeşil Cami ve Yıldırım Camii’nde bir takım odalar var. Bu
odalar, ibadetin dışında, dışardan gelen
din adamlarını misafir etmek ve onlarla
sohbet etmek için kullanılmıştır. İstan24 M‹MAR VE MÜHEND‹S
bul’a gelindiğinde bu, külliyeye dönüşmüştür. Aslında Bursa’da da bu var, ama
dağınık, henüz fikir olarak kalmış. Ama
İstanbul’da birden bire külliyeler doğuyor.
İşte Fatih Camii en büyük külliye şeklinde.
Ortada bir cami, Karadeniz ve Haliç yakasında çok düzenli şekilde külliye sistemi
kurulmuş. Bu, Süleymaniye’de önemli şaheser haline gelmiş. Demek ki bu külliyeler, sosyal hizmetlerin örüldüğü mekânlar olmuştur. Camiler öyle bir yerde yapılmalı ki, herkesin ihtiyacını karşılayabilmelidir. Mahalle aralarında, dört minareli
camiler yerine; mescitler yapılabilir; ama
bunlar son derece sade, basit, çatılı olabilir. Eskiden bizim çok güzel çatılı camilerimiz vardı. Mimar Sinan’ın Topkapı surlarının hemen çıkışında bir camisi var.
Belki sizlerin de görmediği onaltıncı yüzyılda yapılmış harika camilerden biri. Demek ki çatılı olması, güzel olmasına mani
olmuyor. “
Merhum bilge mimar Turgut Cansever;
Mimar Sinan’ın meslekte zirveye yükselmesini hazırlayan nedenleri değerlendirirken; “Mimar Sinan’ın nasıl bir çevre,
nasıl bir teşkilatlanma ve etkilendirme
sistemi içerisinde bu başarıyı sağladığı
“Mimar Sinan ve İçinde Geliştiği Ortam”
isimli İngilizce yayınlanan bir kitaptan
bahsediyor. “Harward ve Pensilvanya üniversitelerinin katkılarıyla hazırlanmış.
Evet, bir kaç yüz insanın çalıştığı bir mimarlık bürosu var ve toplumun en seçkin
insanı, orada tek başına tam yetkili. Hz.
Peygamber (SAV) “İnsanların en iyisi âlimin iyisi, insanların en kötüsü âlimin kötüsüdür” buyuruyor. Bütün yetki, o alanı
en iyi bilen insana verilmiş… Evvela iyi ve
kötünün ne olduğu bilinmiyor, tabiî bir yığın pespayelikler görülüyor, bunları aşmak için vasat iyilerin örnek teşkil etmesi
yeterli değildir. Mutlaka süratle en iyinin
etkinliğini sağlamak gerekiyor. Dolayısıyla da biz mimarlar olarak, bu defa o en iyinin ne olduğunu tarif etmek mecburiye-
tindeyiz. Ve buna giderken de peşin hükümlerimizden vazgeçmeye de hazır olmalıyız, her türlü egodan sıyrılarak, hakikate dosdoğru bakarak çözüme doğru
ilerlemeliyiz. Bugün gerçekten şehirlerimizin, konut stokumuzun ve camilerimizin perişanlığı bir vakıa. (…) Yani camilerin
fonksiyonel yapısına bakarak bu camilerin
gerçekten iyi bir mimarîye sahip olduklarını veyahut topluma vermeleri gereken
hizmeti eksiksiz verdiklerini söylemek
mümkün değildir. Bu, mimarînin bir alanına ait meseledir ve bu mesele mutlaka
çözümlenmelidir. Şartlara göre sözü edilen fonksiyonların cami içinde, dışında,
yanında halledilmesi mümkündür. Bursa’da Nalbantoğlu Mahallesi’nde oturdum. 5-10 sene evvelinde meydanda cami, dışarısında kütüphane, okuma salonu,
kahvehane vardı. Kahvehane keyif için gidilen bir yer olmanın ötesinde camiden çıkıldığı zaman camide dinlenen vaaz, dinî
meseleler hakkında düşünce geliştirilen
ve bilginin derinleştirildiği, muhaverelerin
yapıldığı yerdi. Mahalledeki bu meydanda
çocuklar oynardı. Gerçekten bu tam bir
şehir meydanı idi.
Meydana getireceğimiz küçücük bir mescit veyahut büyük bir cami de olsa, İslâmî
inancın yansıması olan bir mimarî ile olmazsa vazifemizi yapmış olmayız. (…)
Doğrusu bir mahallede yahut şehir merkezinde inşa edilecek mescitlerin, camilerin taşıyacakları vasıfların neler olacağını ortaya koymak, sözlerle de, yazıyla da
gerçekleşmez. Bu konuda başarıya ulaşılmak isteniyorsa bu işin en iyi örneklerinin verilmesi gerekir. Bu düzenleme dünyada yapılacak düzenlemelerin en zorlarından biridir. Çünkü bu, şehir merkezini
vücuda getirme girişimidir. Şehrin vücuda
getirilmesi ise hem bizim İslâm inancında
hem de Yunan düşüncesinde insanın yapacağı en önemli iştir. Yani “İnsanın dünyadaki esas vazifesi dünyayı güzelleştirmesidir” şeklindeki Hz. Peygamber’in
(SAV) buyruğu açıkça ortada olduğuna göre, bunun sürecini hazırlamamız gerekir.”
Mimar Necip Dinç; cami mimarisine ilişkin görüşlerini sıralarken belediye teknik
kadrosunun ve mimarların bu konudaki
duyarlı olması gerektiğine dikkat çekerek; “Şehir imarı ve planlamasında çalışan mimarlarımızın kültür birikimlerinin
çok iyi olması lazım. Biliyorsunuz eski camilerimizde ecdadımız 20 küsur şart aramış. Bunlardan bir tanesi fonksiyondur.
İkincisi mücessemiyet, bugün plastik tesir
dedikleri şey. Üçüncüsü tali mücessemiyet, yani mekânlar ve elemanlar arasındaki geçiş. Tenasüp, yani bugün proporsiyon dedikleri şey. Ritim, yani monotonluktan uzaklık, gözü yormayacak biçimsellik.
Meselâ, Süleymaniye Camii cephesine bir
bakın, o kemerler “a b b a” ritmiyle gitmiştir, yukarda ise ritim değişiktir. Edebiyatçı Ruşen Eşref Ünaydın diyor ki, “Koca
Sinan’ın Süleymaniye’sini tahlil ettiğimiz
zaman görürüz ki mücessemiyeti, arzani
ve tulani maktalarda, yani enine ve boyuna kesitlerde üçlü bir terkiple kurulmuş;
tulani, işte ana kubbe, iki yarım kubbe; arzani, ortada kubbe, aynalı kemerler. Birer
normal kubbe içerisine giriyoruz, köşe
kubbelerin bindiği kemer, orta büyük kemer, tekrar öbür kemer. Orta büyük kemere giriyorsunuz, üçlü bir kemer, o dört
tane meşhur granit sütun, ikisi sağda;
tekrar orta terkibe giriyorsunuz, üçlü
pencere. Koca Sinan, Bektaşi ocağından
geldi, bu üçlü terkib ile o tasavvuf neşvesinin üçlü unsurunu, burada mücessemiyete aksettirmiştir. Yani ‘eline, diline, nefsine hakim ol’ şeklinde bir mesaj veriyor.
Bir eserin mükemmel olabilmesi için dört
ana şartın olması gerekir: Birincisi finansman, ikincisi mükemmel bir proje,
üçüncüsü kalifiye işçilik, dördüncüsü de
kaliteli malzeme. Meselâ bugün camilerimizde her elemanın bir fonksiyonu var.
Mihrap aksından bakacak olursak ecdadımız minelbab ilelmihrab demiş. Bu aksın
kendine özel bir hüviyeti vardır, bu aksı
şadırvanla dışarıya çıktığınız zaman,
dış/şah kapısı karşınıza gelir. (…) Meselâ,
ana mekana girdiğimiz zaman taç kapının
sağında solunda iki tane mihrapcık vardır,
sanatlı yapılmıştır. Bunu maalesef bizim
mermer ustaları dilenci mihrabı olarak
yorumlarlar. Haşa! Bunların ismi ihsan
kapısıdır.
Koca Sinan, mühim bir başlık için bir madırgacı arar. İstanbul’da bu işi yapabilecek
ustanın olmadığını öğrenince araştırır.
MART-N‹SAN 2011 25
M‹MARLIK
ödünç bakış açısı sağlar. Sonuçta dünya
insanı, kendi gerçeklerini batıdan görüldüğü gibi görmek istiyor. Başkasının pozisyonundan, onun gözlükleriyle görmek
için çırpınıp duruyor. Başkasının gözleriyle meseleyi görmeye çalışmak, boş bir
gayrettir. İnsan kendisine, kendi durduğu
noktadan bakmamaya ve kendisiyle yüzleşmemeye çabalar. Yani unutmayı ve cahil kalmayı yeğler. Dolayısıyla böyle bir
toplum, kendisini kavramayı engelleyen
cehaletiyle bağdaşık olarak kültürel yabancılaşmasını sürekli yeniden üretir ve
pekiştirir. Artık o ülkenin tarihi batıda yazılmışsa ciddiye alınır, mimarlık ürünü
batıdaki bir mimarlık dergisinde yayınlanırsa önemsenir ve bilim adamının makalesi batıdaki bir yayın organında yer bulursa o kimseye akademik bir unvan kazandırır.”
Sonunda ona ‘Üstadım, Kastamonu’nun
filan köyünde bir pîri fani madırgacı bulunmaktadır. Şayet o buraya gelemez de
sütun başlığı mermer oraya gönderilirse,
ümit ediyoruz ki, hâlâ eli çekiç tutar yapar
da, biz de bunu yerine koyarız” denir. Tâ
oraya kadar özel arabalarla götürülebiliyor, bunların hepsi prestij mimarîsi, devleti temsil eden mimarî eserlerdir.
Dinç; mimaride çok farklı çalışma tarzlarından bahsederken “anolojik çözümler”e
değinir; “Bugün bizim eserlerimizi yorumlayanlar, Koca Sinan’ın eserlerinde,
gerek dış gerekse iç analojik varlığın bulunduğunu ispat ediyorlar. Meselâ, Şehzade Camii’ni tahlil eden Afet İnan diyor
ki; “Bu caminin içerisine girdiğimiz zaman talihsiz Şehzade Mehmed’in hüzünlerini hissederiz. Edirnekapı Mihrimah
Camiine girdiğimiz zaman cıvıl cıvıl neşeli
bir Osmanlı prensesinin haleti nahiyesini,
Süleymaniye’ye girdiğimizde de Osmanlı’nın yeryüzündeki ihtişamını fark ederiz.”
Bu bir analojik çalışmadır. Gene dış görünüşü ile ilgili Koca Sinan’ın Süleymaniyesi’nin, aynı zamanda Erciyes ve etekleriyle bir benzerliğinin olduğunu iddia eden
sanat münekkitlerimiz var. “
Mimar Necdet Civan; caminin dışarıdan
bakıldığında mimari formuyla kendini ortaya koyması, ele vermesi, fark edilmesi
gerektiğini belirterek der ki; “Bir gün Ça26 M‹MAR VE MÜHEND‹S
nakkale’den gelirken İnegöl’e uğradık.
Akşam namazı kılacağız. Arkadaşlara,
‘Cami var mı?’ diye sordum. Yakındaki bir
çocuk ‘abi işte cami’ dedi. Bakıyorum, camiyi göremiyorum. Aslında cami kendini
ifade eder. Başkasının onu anlatmasına
gerek yoktur. Burada size Ekrem Hakkı
Ayverdi, İbrahim Numan Bey ve Uğur
Tanyeli’den okuyacağım bir kaç satırlık
açıklamaları dinledikten sonra kararı siz
vereceksiniz. Rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi, Türk mimarîsi ile ilgili olarak bakın
ne diyor: “Eserdeki sırf maddî benzerlikleri aramak, dışını görüp içini görmemek
demektir. Pek noksan kalmaya mahkûm
bir çalışma olduğu aşikârdır. Bir eserin
maddî yapısı kadar derunî havasını, ruhunu, manasını aramaya ceht ettik.” Görüldüğü gibi burada Ayverdi, camiyi tanımlarken, maddî yapısı kadar derunî yapısına da vurgu yapıyor ve onu bir insan gibi
takdim ediyor. İbrahim Numan Beyefendi
de konuya açıklık getirirken, “Osmanlı
mimarîsinin en önemli hususiyeti, maddeyi ilâhlaştırıp zoraki bir abide yapmak
yerine, -altını çizerek söylüyorum- ona
canlıymış gibi yaklaşıp, yapıyı sanatkârane kemale ulaştırmasıdır” diyor. (…) Uğur
Tanyeli ise 17 Mart 2001 tarihli bir yazısında: “Bu durumda cami, işlevseldir. Çünkü
kendine özgü rasyonel dünya görüşü
oluşturamamış olan, modern bir topluma
BİLENLERİN SORUMLULUĞU
Modern zamanlarda her şeyiyle kirlenmiş
toplumun mimarlık okullarında ahlaki ve
kültürel normlarımızı hiçe sayarcasına
eğitilen talebelere ilahlık tasavvurunun
uzantısı olan “yaratmaktan” bahseden
üslupla eğitim verilmesi daha işin başında
yanlış yolda gidildiğini göstermektedir.
Tevhidi mimari şirkin üslubu ve yöntemiyle öğretilemez. İbadetin derinliğe vakıf
olamayan ve onu küçümseyerek basit bir
seromoni ve ritüelden öte bir şey olarak
gör(e)meyen beyinlerle günümüzün Selimiyeleri’ni inşaa etmek mümkün değildir.
Peygamberimiz (SAV), ”Ümmetim, kötü
âlimler, cahil abidler yüzünden helak
olur.” Bugünün çıkmazını zihinsel kirlenmenin esiri olmayan saf ve temiz gençlerle, kendi kültürel kodlarımızdan beslenen
yeni nesil mimarlarla, yeniden inşaa edeceğimiz evler, mescitler, camiler ve en nihayetinde yaşanabilen şehirler kurarak
aşmanın yollarını aramalıyız. Ümitsizliğe
bizim inanç geleneğimizde yer yoktur. Zira Allah ayetinde müminlere, “…Allah’ın
rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez” (Yusuf Suresi,
87) buyurmaktadır. Bu yüzden müminler
böyle bir ruh haline girmekten şiddetle
kaçınır.
Bu konudaki ikinci yazımız burada tamamlanırken, bir sonraki yazımızda çağdaş mimarlarımızın görüşlerini aktarmaya ve yorumlamamaya devam edeceğiz.
Bu yaz›da D.‹.B. Cami Projeleri ‹stiflare Toplant›s›,
10-11 Temmuz, 2006’dan yararlan›lm›flt›r.
DOSYA: F‹NANSMAN
KALKINMANIN VE BÜYÜMENİN YOLU;
“DOĞRU PROJE,
DOĞRU FİNANSMAN”
KALKINMANIN VE BÜYÜMEN‹N EN ÖNEML‹ LOKOMOT‹FLER‹NDEN B‹R OLAN G‹R‹fi‹MC‹LER‹N
BÜYÜK SORUNLARINDAN B‹R‹ G‹R‹fi‹M SERMAYES‹D‹R. DO⁄RU PROJEN‹N DO⁄RU SERMAYE ‹LE
BULUfiMASI G‹R‹fi‹MC‹LER‹N, ‹fi‹N BAfiINDA AfiMALARI GEREKEN B‹R PROBLEMD‹R. M‹MAR VE
MÜHEND‹S DERG‹S‹ OLARAK B‹ZLER DE G‹R‹fi‹M SERMAYES‹N‹ BU SAYIMIZDA DOSYA KONUSU
OLARAK ELE ALDIK. KONUYU HEM G‹R‹fi‹MC‹LER HEM DE SERMAYE SA⁄LAYANLAR AÇISINDAN
DE⁄ERLEND‹RD‹K. DOSYAMIZDA G‹R‹fi‹M SERMAYES‹ ‹LE ‹LG‹L‹ G‹R‹fi‹MC‹LER, AKADEM‹SYENLER
VE KONUNUN UZMANLARININ GÖRÜfiLER‹N‹ BULACAKSINIZ.
28 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MART-N‹SAN 2011 29
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
Gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmanın doğru yolu,
“DOĞRU PROJE,
DOĞRU FİNANSMAN”
PROJELER BELL‹ AfiAMALARDAN OLUfiUR. F‹NANSMAN DA BU
AfiAMALARIN EN ÖNEML‹ KISMINI OLUfiTURUR. PROJEN‹N
‹ÇER‹⁄‹NE GÖRE F‹NANSMAN MODELLER‹ DE⁄‹fi‹KL‹K
GÖSTEREB‹L‹R. PROJE F‹NANSMAN AfiAMASINA GELD‹⁄‹NDE
HANG‹ F‹NANSMAN MODEL‹N‹N DE⁄ERLEND‹R‹LECE⁄‹ O
AfiAMADA PROJEYE GÖRE ELE ALINMALIDIR. PROJEN‹N
BÜYÜKLÜ⁄ÜNE, ‹fiLEV‹NE GÖRE F‹NANSMAN MODELLER‹
KULLANILMALIDIR.
vrupa ülkeleri teşvik konusunda
önemli mesafeler kaydetmişlerdir.
Özellikle doğrudan teşvik yerine dolaylı teşvikler vererek firmaların üretimine
ve AR-GE çalışmalarına katkıda bulunuyorlar. Örneğin Almanya’da alternatif
enerji kullanımı ile ilgili doğrudan üreticiye değil tüketiciye teşvik veriliyor. Yani
eğer tüketici evine, işyerine güneş veya
rüzgar enerji sistemi kuracaksa devlet
bunun yüzde 80’ini karşılıyor. Devlet bu
dolaylı teşvikle hem tüketicinin alternatif
enerjilere yönelmesini sağlıyor hem de
üreticilere katkı sağlamış oluyor. Ülkemizde dolaylı teşvikler olmadığı için doğrudan verilen teşviklerin birçoğu istenilen
başarıyı sağlamıyor. Çünkü üretici aldığı
bu teşviki AR-GE veya yatırım faaliyetlerinde kullanmıyor. Bu durum da istenilen
başarıyı getirmiyor.
Projelerin finansmanı konusunda dolaylı
teşvikler önemli bir modeldir. Bir diğer
model de bankalar yoluyla finansman
A
30 M‹MAR VE MÜHEND‹S
sağlamaktır. Aslında bankaların kuruluş
amacı büyük projelerin finansmanını sağlamaktır. Fakat son yıllarda tüketim toplumunun hızla gelişmesi proje finansmanı
yerine tüketici kredileri ağırlık kazandı.
Bankalar sanayicilere kredi vermek yerine daha çok tüketicilere kredi vererek riski bölerek azaltıyor. Burada büyük oranda
kazanan banka oluyor. Bilinen bu klasik
yöntemlerin haricinde ülkemizde devletin
sağladığı önemli teşvikler var. KOSGEB,
kalkınma bankası, kalkınma ajansları gibi
kuruluşlarla önemli destekler sağlanıyor.
Ayrıca son yıllarda ağırlık kazanan uluslar
arası fon kuruluşları da ülkemizde teşvik
kredisi, hibe programları gibi pek çok
alanda destek sağlıyor.
Son yıllarda bilinen klasik teşvik sistemlerinin yanında daha yeni modellerde ortaya
konuluyor. Bu yeni modellerde ağırlık
projeler üzerinden finansman sağlanmasıdır. Burada önemli eksikliklerden biri
ağırlık olarak projelere destek verilmesi-
dir. Aslında proje yapımına da destek sağlanmalıdır. Bazı projelerin hazırlanması
bile çok büyük bir maddi gücü gerektirmektedir. Bu bağlamda başta mühendislik projeleri olarak yüksek maddi bütçeli
proje üretimine de destek sağlanmalıdır.
Bir de bizde olamayan fakat Amerika’nın
kalkınmasında önemli yer tutmuş risk
sermayesi var. Sanayi devriminin başlamasında ve etkili olmasında risk sermayesi önemli bir adım olmuştur. Proje, fikir
ile finans bir sözleşme ile bir araya gelerek fikirler hayata geçirildi. Böylece sanayinin ve ülkelerin gelişimi sağlandı. Aslında Müslüman yatırımcılara da en uygun finansman sistemi de risk sermayesidir.
Projeler belli aşamalardan oluşur. Finansman da bu aşamalardan en önemli
kısmı oluşturur. Projenin içeriğine göre finansman modelleri değişiklik gösterebilir. Proje finansman aşamasına geldiğinde
hangi finansman modelinin değerlendirileceği o aşamada projeye göre ele alın-
malıdır. Proje büyüklüğüne, işlevine göre
finansman modelleri kullanılır. Devlet artık eskisi gibi derme çatma projelere teşvik vermiyor. Öncelikle proje sahibi de elini taşın altına koymalıdır. Devlet projenin
serüvenine göre teşviki vermektedir. Projenin belli aşamalarında devlet belirlenmiş ödemeleri yapıyor. Yani proje başlandığı anda bütçenin tümünün elde olması
gerekmiyor. Ama burada şöyle bir püf
nokta var. Proje sahibi, yani yatırımcı proje için belirlediği bütçenin en az yüzde yirmisi cebinde değilse projeye ne teşvik arasın ne de yatırıma başlasın. Çünkü nakit
akışı sağlayacak bir yapıya sahip olmayan
projelerin başarılı olması çok zordur. Ülkemizin bugün geldiği noktada girişimci
ruha sahip, bir şeyler başarmış insanlar
ve söylediğimiz elinde özsermayesi de
varsa teşvikler sayesinde önemli başarılara imza atabilirler. Teşvik anlamında Avrupa Birliği veya Dünya Bankası’nın iki
önemli temel parametresi var. Projenizle
ilgili ya size kredi sağlıyor ya da projenize
ortak oluyor. Projenizi iyi anlatırsanız, gelecek projeksiyonunu, karlılığını ortaya
koyarsanız bu kurumlar projenize ortak
olabiliyor.
Proje teşvikleri sektörlere göre değerlendirilmelidir. Ülkemizin potansiyeline ve
gelecekte katma değer sağlayacak sektörlerde projelere teşvik sağlanmalıdır.
Burada karşımıza bir plansızlık sorunu çıkıyor. Ülke olarak hangi sektörlerde ön
plana çıkabiliriz veya çıkmalıyız. Bu durumu iyi belirlemeliyiz. Her sektörde bir numara olamayız. Zaten dünyada her alanda
önde olan ülke sayısı bir elin parmaklarını
geçmez. Bu bağlamda baktığımızda iyi bir
gelecek planlaması yapılarak ülkemize sınıf atlatacak sektörler belirlenmeli ve bu
alanlardaki projelere teşvik verilmelidir.
Örneğin bu enerji sektörü olabilir, uçak
sektörü olabilir. Çünkü önümüzdeki dönemde ülkemizin önemli bir enerji ihtiyacı
olacaktır. Bu ihtiyaç alternatif enerji kaynakları ile ilgili projelere destek vererek
karşılanabilir.
Bizde olamayan fakat
Amerika’nın kalkınmasında
önemli yer tutmuş risk
sermayesi var. Sanayi
devriminin başlamasında
ve etkili olmasında risk
sermayesi önemli bir adım
olmuştur. Proje, fikir ile
finans bir sözleşme ile bir
araya gelerek fikirler hayata
geçirildi. Böylece sanayinin
ve ülkelerin gelişimi
sağlandı. Aslında Müslüman
yatırımcılara da en uygun
finansman sistemi de risk
sermayesidir.
MART-N‹SAN 2011 31
DOSYA: F‹NANSMAN SÖYLEfi‹
Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün;
“GİRİŞİMCİLER KALKINMANIN VE
BÜYÜMENİN LOKOMOTİFİDİR”
ÜLKEMİZDE SANAYİ SEKTÖRÜNÜN LOKOMOTİFİ, EKONOMİK KALKINMA VE SOSYAL GELİŞMENİN
SÜRÜKLEYİCİ GÜCÜNÜN KOBİ’LER VE GİRİŞİMCİLER OLDUĞUNU BELİRTEN SANAYİ VE TİCARET
BAKANI NİHAT ERGÜN, “BU HAYATİ İŞLEVLERİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YERİNE GETİREBİLMELERİ İÇİN
İHTİYAÇLARI DOĞRULTUSUNDA HER TÜRLÜ DESTEĞİ VERMEYE, GİRİŞİMCİLERE HER KONUDA
REHBERLİK ETMEYE ÇALIŞIYORUZ,” DEDİ. BAKAN ERGÜN İLE KOSGEB, KOBİ VE GİRİŞİMCİLERE
VERİLEN DESTEKLERİ KONUŞTUK.
SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA
Finansman desteği konusunda şu anda
hangi projeler devam etmekte ve bu projelerdeki hedefleriniz nelerdir? Bu projeler ile ne kadar yatırımcıya ne kadar destek sağlandı?
Bakanlığımız KOBİ’lerin finansman sıkıntılarını çözmek amacıyla ilgili bankalar ile
imzaladığı protokoller kapsamında kredi
faiz destek programları yürütmeye başladı. Bu kapsamda, 22 Kasım 2010 tarihinde
Ölçek Endeksli Büyüme Destek Kredisi
Programı ve KOBİ İhracat Finansman
Destek Kredisi Programı protokollerini
imzaladık. 23 Kasım 2010 tarihi itibariyle
de protokole taraf olan bankalar üzerinden başvuruları on-line olarak kabul etmeye başladık.
Özellikle Ölçek Endeksli Büyüme Destek
Kredisi Programı’na 2 iş günü içerisinde
öngörülen kredi hacminin iki katına yakın
talep geldi.
İhracat yapan KOBİ'ler için hazırlanan
KOBİ İhracat Finansman Destek Kredisi
Programı da geçmiş yıllarda yapılan başvuruların oldukça üzerinde talep almış ve
öngörülen kredi hacmi 30 Kasım 2010 tarihinde dolmuştur.
Hali hazırda onay işlemleri devam eden
her iki kredi programında da sistem sağlıklı bir şekilde yürümeye devam ediyor.
Bununla birlikte, 2011 yılında söz konusu
kredi desteğinden yararlanamayan işletmeler için ayrı bir Kredi Destek Programını planlıyoruz.
32 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Ayrıca, KOSGEB destek ve kredilerinden
daha fazla işletmeye kefalet verilmesini
sağlamak için, Kredi Garanti Fonu’nun
(KGF) sermayesini artırdık. KGF şube sayısını 2011 yılı Mart ayı itibariyle 26’ya çıkardık. 2007 yılında KGF tarafından onaylanan kredi kefalet tutarı 52 Milyon TL
iken, 2008 yılında bu rakam 285 Milyon TL
olarak gerçekleşti. 2009 yılında 565 Milyon
TL, 2010 yılında ise Hazine desteği ile birlikte yaklaşık 939 Milyon TL olarak gerçekleşti.
Ülkemizde girişim sermayesi sisteminin
geliştirilmesi amacıyla 2007 yılında Avrupa Yatırım Fonu, KOSGEB ve TTGV öncülüğünde kurulan İstanbul Risk Sermayesi
Şirketi (IVCI) kuruldu. IVCI, 2009 yılında
teknoloji, medya ve telekomünikasyon
sektörlerinde faaliyet gösteren büyüme
potansiyeline sahip KOBİ’lere yatırım yapacak olan bir girişim sermayesi fonuna 6
Milyon avro tutarında fon sağlamak üzere
anlaşma yaptı.
Yine aynı yıl, Türkiye’deki KOBİ’lere yatırım yapacak olan Eurasia Capital Partners (ECP) girişim sermayesi fonuna 60
Milyon avro tutarında yatırım yapmak üzere anlaşma yapıldı. Bunlara ek olarak, AB
Katılım Öncesi Mali Yatırım Aracı (IPA Instrument for Pre-Accession Assistance)
kapsamında Gelişen 43 Girişim Sermayesi Fonu kurulmasıyla ilgili çalışmalara devam ediyoruz.
Yeni KOSGEB’in eski dönemle en önemli
farkları nelerdir? Ülkemizin gelişmesinin
en önemli ayaklarından birinin KOBİ’ler
olduğunu düşünürsek KOSGEB’in gelecek
vizyonunu nasıl çizersiniz?
Bakanlığımızın ilgili kuruluşu olan KOSGEB, 1990 yılında ülkemizin ekonomik ve
sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında, KOBİ’lerin payını ve etkinliğini artırmak, rekabet güçlerini yükseltmek, sanayide entegrasyonu ekonomik gelişmelere uygun
biçimde gerçekleştirmek amacıyla kuruldu. KOSGEB, KOBİ’lere hizmet ve destek
vermek üzere özel yasaya sahip tek kamu
kuruluşudur.
2009 yılına kadar imalat sanayi işletmelerine yönelik destek ve hizmetler sunan
KOSGEB’in Kuruluş Kanununu değiştirerek hedef kitlesini hizmet ve ticaret sektörlerindeki KOBİ’leri de kapsayacak şekilde genişlettik.
Yapılan kanun değişikliği, en az KOSGEB’in kuruluşu kadar önemlidir. Ayrıca,
hangi sektörlerdeki KOBİ’lerin öncelikle
destekleneceği, desteklenecek işletmelerin bölgesel dağılımının nasıl olacağını
belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verildi.
Bakanlar Kurulu KOSGEB’in öncelikli hedef kitlesi olarak; madencilik ve taş ocakçılığı, imalat, elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı, su temini;
kanalizasyon, atık yönetimi ve iyileştirme
faaliyetleri, inşaat, toptan ve perakende ti-
Yeni destek programları ile KOBİ’lerimizin yönetim
becerilerini ve kurumsal yetkinliklerini geliştirmeyi, bilgi ve
teknolojiye erişimlerini kolaylaştırmayı amaçlıyoruz. Bunun
yanı sıra, KOBİ’lerin ortak sorunlarına ortak çözümler
üretmelerini sağlayacak işbirliği zeminlerini hazırlamayı,
çevre ve insan sağlığına duyarlılıklarını arttırmayı, etkin kaynak kullanımına yönlendirmeyi hedefliyoruz.
caret, ulaştırma ve depolama, konaklama
ve yiyecek hizmeti faaliyetleri, bilgi ve iletişim, mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetler, idari ve destek hizmet faaliyetleri, kültür, sanat, eğlence, dinlence ve spor ile diğer bazı hizmet alanlarında faaliyet gösteren KOBİ’leri belirledi.
KOSGEB, ülkemizde sanayi sektörünün
lokomotifi, ekonomik kalkınma ve sosyal
gelişmenin sürükleyici gücü olan KOBİ’lerimize, bu hayati işlevlerini en iyi şekilde
yerine getirebilmeleri için ihtiyaçları doğrultusunda her türlü desteği vermeye, girişimcilere her konuda rehberlik etmeye
çalışıyor.
KOSGEB hedef kitlesinin genişlemesinin
ardından, KOSGEB tarafından KOBİ’lere
sağlanan desteklerin sektörel ve bölgesel
farklılıklar gözetilerek sonuç odaklı ve da-
ha fazla etki oluşturacak şekilde program
ve proje esaslı olarak kullandırılması için
gerekli mevzuat çalışmaları tamamlandı.
Bu yeni destek mevzuatı ile desteklere
erişim artık daha yalın ve daha az bürokrasi içeren bir süreçle sağlanacak.
Yeni Yönetmelik kapsamına;
KOBİ Proje Destek Programı, Tematik
Proje Destek Programı, İşbirliği - Güçbirliği Destek Programı, Ar-Ge, inovasyon ve
Endüstriyel Uygulama Destek Programı,
Girişimcilik Destek Programı, Genel Destek Programı alındı.
Yeni destek programları ile KOBİ’lerimizin
yönetim becerilerini ve kurumsal yetkinliklerini geliştirmeyi, bilgi ve teknolojiye
erişimlerini kolaylaştırmayı amaçlıyoruz.
Bunun yanı sıra, KOBİ’lerin ortak sorunlarına ortak çözümler üretmelerini sağlaya-
cak işbirliği zeminlerini hazırlamayı, çevre
ve insan sağlığına duyarlılıklarını arttırmayı, etkin kaynak kullanımına yönlendirmeyi hedefliyoruz. Bütün bunları yaparken, hem sektör hem de bölge özelinde
spesifik müdahalelerle işin daha etkili bir
şekilde sonuçlanmasını ve KOBİ’lerimizin
bundan daha fazla fayda sağlaması için
çalışıyoruz.
Proje destekleri ile amaç ve hedefler doğrultusunda yürütülecek faaliyet adımlarını
ve başarı ölçütlerini tanımlayabilen rekabetçi ve büyüme potansiyeline sahip KOBİ’lere daha nitelikli desteklere erişme
imkânı sunmaya başladık.
Örneğin, KOBİ Proje ve Tematik Proje
Destek Programları, bölge ve sektör özelinde stratejiler geliştirilmesine ve uygulanmasına imkân tanımakta; ayrıca daha
az kaynak kullanılarak daha fazla etki
oluşturacak bir destek mekanizmasını tesis ediyor. Tematik Proje Destek Programı ile ayrıca, KOBİ’lerin geliştirilmesine
ilişkin proje üreten meslek kuruluşlarına,
projelerini hayata geçirme konusunda
destek sağlıyoruz.
İşbirliği - Güçbirliği Destek Programı ile
KOBİ'lerin işbirliği-güçbirliği anlayışıyla
bir araya gelerek; ortak tedarik, ortak taMART-N‹SAN 2011 33
DOSYA: F‹NANSMAN
sarım, ortak pazarlama, ortak laboratuar,
ortak makine-teçhizat kullanımı gibi konularda hazırlayacakları projeleri destekleyeceğiz. Bunların yanı sıra, KOBİ’lerin
Ar-Ge ve İnovasyon Destek Programı kapsamında, proje ya da doktora çalışması
sonucu ortaya çıkan veya patenti alınmış
yeni ürün veya hizmetin ticarileştirilmesine yönelik projelerini destekliyoruz. Bu
destekler, KOSGEB tarafından üniversitelerle işbirliği içinde veriliyor. Ar-Ge projeleri için 200 bin TL’si geri ödemeli toplam
532 bin TL destek (üst limit), endüstriyel
uygulama projeleri için 200 bin TL’si geri
ödemeli 468 bin TL (üst limit) destek veriyoruz. Girişimcilik Destek Programı ile
KOSGEB tarafından düzenlenen ücretsiz
uygulamalı girişimcilik eğitimlerden mezun olanlara Yeni Girişimci Desteği veriyoruz. Bu program ile işini kurmak isteyen
girişimci adaylarının planlı bir şekilde,
sağlıklı öngörü ve tahminler ile kendi işyerlerini kurmalarını sağlamayı amaçlıyoruz. Bu programı kapsamında, başvuru
tarihi itibariyle son iki yıl içinde kurulan işletmelere; işletme kuruluş ve danışmanlık giderleri için 5 binTL, kuruluş dönemi
makine, teçhizat ve ofis donanımı giderleri için 10 bin TL, iki yıl boyunca işletme giderleri için 12 bin TL ve yine 2 yıl içinde satın alınacak makine ve teçhizat için geri
ödemeli olarak 70 bin TL tutarında destek
veriyoruz. Bu program ile ayrıca, yeni İŞGEM’lerin kurulması konusunda ilk kez
AB ve Dünya Bankası finansmanı dışında
bir ulusal İŞGEM finansman mekanizması
tesis etmiş oluyoruz.
2010 yılında; KOSGEB Destek Programları kapsamında 51 bin 315 işletmeye 185
milyon 653 bin 645 TL tutarında destek
sağladık. KOSGEB Kredi Faiz Destekleri
kapsamında da 1 milyar 912 milyon 626
bin 776 TL’lik kredi hacmi oluşturduk.
KOSGEB’in, ülkemizdeki KOBİ’lerin küresel pazarda söz sahibi olmasını sağlayacak KOBİ ve girişimcilik politikalarının belirlenmesinde etkin bir rol üstlenmesi ve
bu vizyon ile faaliyetlerini şekillendirmesi
gerekir. Ülkemizin dünya ekonomisinde
söz sahibi olabilmesi için KOSGEB’in KOBİ’lere sunduğu nitelikli hizmet ve destekleri artırmayı planlıyoruz. Bu çalışmalar
ile KOSGEB’in, kısa vadede Türkiye ekonomisinin, uzun vadede dünya ekonomisinin gelişmesine destek olacak KOBİ ve girişimcilik politikalarını belirleyen bir kuruluş niteliğine bürünmesini sağlayacağına
inanıyorum.
34 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile Ar-Ge çalışmaları birbiriyle
doğru orantılıdır. Bir ülkenin bilim ve teknoloji alt yapısı, dış
pazarlara açılma yeteneği, teknik personelin yeterlilik düzeyi
Ar-Ge harcamalarını etkiliyor.
Proje finansmanı konusunda ülkemizdeki
modelleri gelişmiş ülkeler ile kıyasladığımızda yeterli görüyor musunuz? Ülkemizi
gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaracak projelere yeterli finansman sağlanıyor mu?
Ülkemizde Ar-Ge çalışmalarına yönelik
bütçe ilk defa Ak Parti hükümeti ile sağlandı. Bugün bütçeden ayrılan payın yeterli olduğunu söylemek mümkün olmasa da
bu payın sürekli arttığını görüyoruz.
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan 2009 yılı Ar-Ge Faaliyetleri Anketi
sonuçlarına göre, yıllar itibariyle Türkiye’nin Ar-Ge harcamalarında düzenli bir
artış görüyoruz. 2009 verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 8,5 milyar TL.’lik Ar-Ge
harcaması yapıldı. Bu rakam 2000 yılındaki değerin yaklaşık 3 katıdır.
Son yıllarda tüm sektörlerde Ar-Ge harcamalarında artış gözlemlense de özel
sektörde 2004 yılından sonraki artış özellikle dikkat çekiyor. Yüksek Öğretim Sektörü Ar-Ge harcamaları 2004 yılında 2.428
milyon TL iken 2009 yılında 4.027 milyon
TL’ye çıktı. Kamu sektörü Ar-Ge harcamaları ise, 2004 yılında 285 milyon TL iken
2009 yılında 1.067 milyon TL’ye ulaştı.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile Ar-Ge çalışmaları birbiriyle doğru orantılıdır. Bir
ülkenin bilim ve teknoloji alt yapısı, dış pazarlara açılma yeteneği, teknik personelin
yeterlilik düzeyi Ar-Ge harcamalarını etkiliyor. Yapılan incelemeler Ar-Ge harcamalarının özellikle gelişmiş AB ülkelerinde yüksek düzeyde olduğunu gösteriyor.
Bunun en önemli nedeni AB ülkelerinin
Ar-Ge’nin önemini zamanında fark ederek
Ar-Ge harcamalarına koydukları teşvik
politikalarıdır. Ancak ülkemizde, Ar-Ge
harcamalarının GSYİH içindeki payı, Ar-Ge
harcamaları içinde özel sektör payı ve toplam işgücü içerisinde Ar-Ge personeli sayısı düşük olduğundan Ar-Ge’ye yapılan
harcamalar AB ülkelerine göre çok düşük
seviyede. Özellikle 2000’li yıllardan sonra
Ar-Ge harcamaları 3 kat artmış da olsa,
AB ülkeleri ile kıyaslandığında ortalamanın altında kalıyoruz. Kamu kesiminin kısıtlı bütçe olanakları ile Ar-Ge harcamalarının artması mümkün olamayacağı için
birçok AB ülkesinde Ar-Ge faaliyetlerine
uygulanan teşviklerin ülkemizde de uygulamaya başladık.“5746 Sayılı Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi
Hakkında Kanun” ile getirilen Ar-Ge indirimi, vergi istisnası, Ar-Ge faaliyetlerine
ait giderlerin gayri safi gelirden gider olarak indirilmesi gibi destek ve teşviklerin
hem sayı hem de kapsam olarak artırılmasını sağladık. Bu sayede ülkemizde de
Ar-Ge yatırımlarının artmasına katkı sağlandığını düşünüyorum. KOSGEB tarafın-
sağlanmış oldu. Bu programda, desteklenecek projelere Kurul tarafından karar
veriliyor. Bu kapsamda, proje ile ilişkilendirilmiş makine-teçhizat, hammadde ve
malzemeye ilişkin de KOSGEB destek tutarının yüzde 10’una kadar destek sağlıyoruz. Bunun dışında yine proje kapsamında
yazılım desteği de sağlıyoruz.
dan başlatılan Ar-Ge, İnovasyon ve Endüstriyel Uygulama Destek Programı ile bilim
ve teknolojiye dayalı yeni fikir ve buluşlara
sahip KOBİ ve girişimcilere toplamda 1
milyon TL’ye yakın geri ödemeli ve geri
ödemesiz destek sağlıyoruz. Bu destek ile
KOBİ’lerimizin dünyayla rekabet edebilen,
Ar-Ge’sini kendi yapabilen, yenilikçi, katma değeri yüksek ürün ve hizmet üretebilen işletmelere dönüşmesini hedefliyoruz.
Ar-Ge Kanunu’na ilişkin Uygulama Yönetmeliği’nin 31 Temmuz 2008 tarihinde yayımlanmasının ardından, Ar-Ge Merkezi
başvuru sayısı 106’ya, Ar-Ge Merkezi Belgesi verilen işletme sayısı 87’ye, Ar-Ge
Merkezlerinde çalışan Ar-Ge personeli
sayısı 13 bine, belge alan işletmelerin
2008-2010 yılları arasında gerçekleşen
Ar-Ge harcamaları ise 3 milyar 740 milyon
lira liraya ulaştı. Bakanlığımızca kuruluşu
onaylanan bu Ar-Ge Merkezleri, Ar-Ge
personeli istihdamını önemli ölçüde artırdı. Ayrıca ülkemizin GSYİH’e Ar-Ge’ye ayrılan payın ciddi şekilde artmasını ve bu
pay içerisindeki özel sektör oranının yüzde
50’nin üzerine çıkmasını sağladı.
Bunların dışında, KOSGEB tarafından
sağlanan KOBİ Proje Destek Programı’yla
işletmelerin; üretim, yönetim ve organizasyon, pazarlama, dış ticaret, insan kaynakları, mali işler ve finans, bilgi yönetimi
gibi alanlarda sunacakları projeleri desteklemeye başladık. Bu şekilde, işletmelere özgü sorunların yine işletmeler tarafından projelendirildiği ve projelendirilen
maliyetlerin desteklenebildiği bir program
Dünya ile rekabet edebilecek sektörlerin
ve projelerin oluşması için hangi finansm a n m o d e l l e ri n e a ğ ı r l ı k v e r i l m e l i d i r ?
Doğru projenin doğru finansman ile buluşması noktasında KOBİ ve yatırımcılar
nelere dikkat etmelidirler?
Dünya ile rekabet edebilmemizin, büyümede sürdürebilirliği sağlayabilmemizin
yolu yeni iş alanları oluşturabilme ve yüksek katma değerli ürünler üretebilmemizden geçiyor. Küreselleşen dünyamızda yoğun rekabet ile fiyat ve maliyet baskısı, firmaları rekabetçi avantaj sağlama
yollarını araştırmak zorunda bırakıyor. Bu
noktada maliyet düşürücü çalışmaların
yapılması ve piyasaya yenilikçi mal ve hizmetlerin sunulması gerekiyor. Bu koşullarda, firmaların değer yaratması, kendini
farklılaştırması, markalaşarak tüketici
güvenini ve sadakatini sağlaması gerekiyor. Ayrıca marka oluşturması; pazarların
globalleşmesi, endüstri yapılarının değişmesi, bilgi devrimi, müşteri beklentilerinin yükselmesi gibi değişen dünya koşulları da zorunlu kılıyor. Bu nedenle, yenilik
odaklı organizasyon veya faaliyet yapılanması ile yeniliğin ve sınai mülkiyet haklarının tescili her zamankinden daha fazla
önem taşıyor. KOSGEB’in de katkı sağladığı Gelişen İşletmeler Piyasası’nın (GİP
A.Ş.’nin) 2005 yılında kurulması ile KOBİ’lerin finansmana erişimi konusunda
önemli bir adım atıldı. 2008 yılı içerisinde
ise GİP A.Ş’nin İMKB bünyesi altında faaliyetlerine devam etmesi kararı alındı. Bu
çerçevede hazırlanan İMKB GİP Yönetmeliği yürürlüğe girmiştir. Sermaye piyasalarında yer alan işletmeler, kurumsallaşma
sürecinde önemli bir adım atmış olmaktadır. Yabancı yatırımcılar da ülkemize geldiklerinde kaynaklarını öncelikle Sermaye
Piyasası Kurulu’nun denetiminde bulunan
ve bu nedenle daha çok güven duydukları
şirketlere yönlendirmektedir. GİP bilhassa KOBİ’lere bu alanda önemli katkılar
sağlayacak, yerli ve yabancı ortaklıklar
bakımından cazip hale gelmelerini sağlayacak ve şirketlerin dinamizmini artıracaktır. Gelişen işletmelerimizin borsaya
açılmaları onlara ayrıca, kurumsallaşma
başta olmak üzere finansal ve yönetsel
açılardan da avantajlar getirecektir.
Bu minvalde; GİP’in özellikle reel ekonominin belkemiği olarak gördüğümüz KOBİ'lerimiz için çok önemli ve heyecan verici bir gelişme olduğunu düşünüyoruz.
İMKB ve SPK tarafından gerçekleştirilen
detaylı çalışmalar ile gözden geçirilen ve
sadeleştirilen mevzuat ve gelişen işletmeler için oluşturulan alternatif yapı KOBİ’lerimizin finansman ihtiyaçlarının hisse
senedi arzı yolu ile karşılanabilmesini kolaylaştırmıştır. Bu sayede KOBİ'lerimiz
için uzun vadeli ve düşük maliyetli finansman kaynağının hisse senedi ihracı ile elde edilebilmesinin yolu açılmıştır.
KOBİ’lerin, girişimcilerin proje finans manlarından yararlanma vizyonlarını yeterli görüyor musunuz? Özellikle KOBİ’ler
ve girişimcilerin proje finansmanlarından
ve hibelerden doğru bir şekilde yararlanmaları için neler yapıyorsunuz?
Karların minimize edildiği, rekabetin aşılması zor bir duvar olduğu günümüzde
KOBİ’ler için proje üretmek her zaman
büyük önem taşımaktadır. Zorlu rekabet
ortamında ayakta kalabilmek ve rekabet
gücünü artırabilmek için KOBİ’lerimizin
proje hazırlamayı özümsemeleri ve bu konuda gerekli birikimi kazanmaları gerekiyor. Ülkemizdeki KOBİ’lerin proje finansmanlarından ve hibelerden doğru bir şekilde yararlanmaları, Avrupa Birliği ve diğer dış finansman kaynakları konularında
bilgi edinmeleri için danışmanlık desteği
sağlıyoruz. Ayrıca, KOSGEB’in kaynak
sağladığı İşbirliği-Güçbirliği projeleri, ArGe, İnovasyon ve Endüstriyel Uygulama
projeleri, Tematik projeler ve KOBİ projeleri konularında internet sitemiz, KOBİ’lerin katıldığı toplantı ve seminerler ve
basın kanalıyla bilgilendirmeler de bulunuyoruz. Yine Bakanlığımızca koordinasyonu yapılan Avrupa Birliği Rekabet Edebilirlik ve Yenilik Programı (CIP) alt bileşeni olan Girişimcilik ve Yenilik Programı
(EIP) kapsamında KOSGEB’in liderliğinde
Avrupa İşletmeler Ağı Merkezleri’ni kurduk. Bu merkezler daha önce kurulan Avrupa Bilgi Merkezleri ve Yenilik Aktarım
Merkezleri’nin yerini aldı. Ülkemizde 7
bölgede kurulan Avrupa İşletmeler Ağı
Merkezleri ile KOBİ’lere, işletmeler arası
işbirliği sağlanması ve uluslararası piyasalara açılma, yenilik, teknoloji ve bilgi
transferi hizmetleri sunmaya başladık.
MART-N‹SAN 2011 35
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
TÜBİTAK EKONOMİK VE
SOSYAL HAYATLA BÜTÜNLEŞİYOR
KURULDUĞU İLK YILLARDA TEMEL GÖREVİ DOĞA BİLİMLERİNDE ARAŞTIRMALARI
DESTEKLEMEK OLAN TÜBİTAK BUGÜN EKONOMİK VE SOSYAL HAYATIN KALİTESİNİN
ARTMASI İÇİN HER ALANDA ARAŞTIRMALARA VE PROJELERE ÖNEMLİ DESTEKLER SAĞLIYOR.
TÜBİTAK ARTIK YAŞAM KALİTESİNİN ÇAĞDAŞ UYGARLIK SEVİYESİNE ULAŞMASINI
SAĞLAMAYA ÇALIŞAN ULUSLAR ARASI ETKİNLİĞE VE YETKİNLİĞE SAHİP BİR KURULUŞTUR.
Prof. Dr. Mehmet
Arif ADLI
TÜB‹TAK Baflkan
Yard›mc›s›
36 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ilindiği üzere TÜBİTAK, 1963 yılında Türkiye’de planlı ekonomi döneminin başlangıcında kurulmuştur. Kuruluş aşamasında en temel görevleri, özellikle doğa bilimlerinde temel ve
uygulamalı akademik araştırmaları desteklemek ve
genç araştırmacıları teşvik etmek iken bugün TÜBİTAK, “bilim, teknoloji ve yenilik yoluyla, paylaşımcı,
yönlendirici ve katılımcı yaklaşımlarla, toplumumuzun ekonomik, sosyal ve çevresel yaşam kalitesinin
çağdaş uygarlık düzeyine kavuşmasına hizmet eden,
alanında uluslararası etkinliğe sahip bir kurum olmak” vizyonu ile sanayi, kamu ve akademiye, başka
bir deyişle Türkiye’de bilimsel ve teknolojik geliştirme faaliyetleri yapmak isteyen aktörlere mali destek
sağlayarak, bir yandan hükümetimize bilim, teknoloji ve yenilikçilik politikalarını oluşturmada yardımcı olurken, bir yandan da destekleriyle bu politikaları yürütmede rol alacak aktörlere araştırma altyapısı sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca, herbiri dünyanın
önemli bilim ve teknoloji merkezleri arasında sayılan araştırma enstitüleri, ülkemizin küresel rekabet
gücünün artırılmasına gerçekleştirdikleri araştırma,
geliştirme ve yenilikçilik faaliyetleriyle katkıda bulunmaktadır. Şu an araştırma-geliştirme ve teknoloji üretme alanında yedi Ar-Ge ve üç Ar-Ge Kolaylık
Birimimiz faaliyet göstermektedir, enstitülerimizin
faaliyet alanlarına web sayfamız üzerinden ulaşmak
mümkündür (www.tubitak.gov.tr).
Bu faaliyetlerin yanı sıra, toplumun her kesiminde
bilim, teknoloji ve yeniliğe dair farkındalığı artırmak
üzere TÜBİTAK tarafından kitaplar ve dergiler yayınlamakta; bilim insanlarının yurt içi ve yurt dışı aka-
B
demik faaliyetleri burs ve ödüller ile desteklenmekte ve özendirilmektedir.
TÜRK‹YE’N‹N AR-GE VE
YEN‹L‹K PERFORMANSINDA
ÖNE ÇIKAN GEL‹fiMELER
2004 yılında başlatılan Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik Atılımı kapsamında ülkemizde Ar-Ge faaliyetlerinde tüm dünyada dikkat çeken önemli bir mesafe
kat edilmiştir. Alınan mesafe bilim, teknoloji ve yenilik göstergelerine şu şekilde yansımıştır:
Ar-Ge Harcamaları yaklaşık 3 katına çıkarak; 2003
yılında 3,1 milyar TL (2010 sabit fiyatlarıyla) olan ArGe harcamaları, 2009 yılında 8,5 milyar TL’ye ulaşmıştır. GSYİH’den Ar-Ge’ye ayrılan pay önemli ölçüde arttırılarak 2003’te binde 4,8 olan bu oran,
2009’da binde 8,5’e yükselmiştir.
Başka bir önemli gelişme özel sektörün Ar-Ge harcamalarının önemli ölçüde artmasıdır, bu kapsamda
özel sektörümüzün Ar-Ge ve yenilik harcamaları
2009 yılında 3,4 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2003-2008
döneminde en çok Ar-Ge yapan ülkeler arasında,
Türk Özel Sektörü Ar-Ge harcamalarının payını en
hızlı artıran ülkeler arasında birinci sıradadır.
Ayrıca araştırmacılarımızın sayısında da çok önemli
oranda artış olmuştur. Tam-zaman-eşdeğer (TZE)
Ar-Ge personeli sayısı 2003 yılında 38 bin iken, 2009
yılında yaklaşık iki katına çıkarak 74 bine ulaşmıştır.
Ar-Ge personeli sayısı konusundaki önemli gelişmelerden biri özel sektörün bu alanda yaptığı atılım olmuştur. 2009 yılında ilk defa, özel sektördeki Tam
Zaman Eşdeğer Ar-Ge personel sayısının payı yüzde
43’e ulaşarak diğer sektörleri geçmiştir. Bu gelişmeler, özel sektörün Ar-Ge’ye giderek daha fazla
önem verdiğinin bir göstergesidir.
Bilimsel yayın sayısında da önemli bir artış olmuş,
2003’te 12 bin civarında olan, uluslararası indexlerce taranan dergilerdeki bilimsel yayın sayısı 2009’da
25 bini aşmıştır.
Tüm bu gelişmelerin yanı sıra 2000’lerin başında
Türkiye açısından en çok mesafe kat edilmesi gereken alan olan yerli patent başvuruları 2003-2009 döneminde beş katı aşmıştır. Uluslararası Patent İşbirliği Anlaşması (PCT) kapsamında Türkiye’den yapılan başvuruların sayısı da aynı dönemde 3,5 katına
çıkmıştır.
TÜB‹TAK DESTEKLER‹
TÜBİTAK’ın sanayi, üniversite ve kamu kuruluşlarına
sağladığı hibe destek mekanizmalarından daha detaylı bahsedecek olursak; destekleri, destek verilen
aktörlere göre sanayiye yönelik destekler; kamu ve
üniversitelere yönelik destekler ile bilim insanlarına
sağlanan destekler şeklinde sınıflandırabiliriz.
Akademik Ar-Ge Destekleri
TÜBİTAK’ın akademi ve kamuya yönelik fon sağlama
görevi, Araştırma Destek Programları Başkanlığı
(ARDEB) tarafından 8 adet destek programı ve patent desteklerinin sağlandığı Patent Başvurusu Teşvik ve Destekleme Programı aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. TÜBİTAK-ARDEB destek programlarını
çevre, atmosfer, yer ve deniz bilimlerinden sağlık bilimlerine; temel bilimlerden savunma ve güvenlik
teknolojileri ve sosyal ve beşeri bilimlere kadar geniş bir çerçevede yer alan 10 araştırma destek grubu vasıtasıyla yürütmektedir.
TÜBİTAK-ARDEB kapsamında verilen destekleri yıllar bazında incelediğimizde, TÜBİTAK destekli akademik ve kamu kurumları Ar-Ge projelerine, 20052010 arasında, 2000-2004 arası verilen desteğin yaklaşık 32 katından fazla destek verildiği görülmektedir. TÜBİTAK’ın kuruluşundan itibaren 41 yılda
(1964-2004) önerilen 17.702 projenin 7.330’u 169
Milyon TL ile (2010 sabit fiyatlarıyla) desteklenirken;
2005-2010 yılları arasındaki 6 yılda bu programlar
kapsamında toplam 28.379 proje önerildiği ve 7.488
proje desteklendiği görülmektedir. Desteklenen
projelerin toplam destek bütçesi ise 1.983 Milyon
TL’dir (2010 sabit fiyatlarıyla).
TÜBİTAK akademik Ar-Ge destekleri kapsamında;
makina, kimya, malzeme, inşaat, endüstri, tekstil ve
maden mühendisliği ile mimarlık alanlarındaki bilgi
ve teknolojinin üretilerek, sonuçların hizmet ve/veya
ürüne dönüştürülmesi yoluyla topluma kazandırılması kapsamındaki projeler, TÜBİTAK-ARDEB çatısı altındaki araştırma destek gruplarından biri olan
Mühendislik Araştırma Destek Grubu’nda (MAG) değerlendirilmekte ve izlenmektedir. MAG kapsamında verilen desteklere baktığımızda; 2010 sonu itibarıyla yaklaşık 500 projenin yürürlükte olduğunu görmekteyiz. 2005-2010 yıllarında MAG’a yapılan toplam başvuru sayısı, 2000-2004 yıllarında 939 olan
toplam başvuru sayısının yaklaşık 5 katı olarak gerçekleşerek 4443’e yükselmiş; 2000-2004 yıllarında
toplam 349 adet proje 2010 yılı sabit fiyatlarıyla 13
TÜBİTAK’ın sanayi,
üniversite ve kamu
kuruluşlarına sağladığı
hibe destek
mekanizmalarından
daha detaylı
bahsedecek olursak;
destekleri, destek
verilen aktörlere göre
sanayiye yönelik
destekler; kamu ve
üniversitelere yönelik
destekler ile bilim
insanlarına sağlanan
destekler şeklinde
sınıflandırabiliriz.
MART-N‹SAN 2011 37
DOSYA: F‹NANSMAN
Akademik Ar-Ge
destekleri
TÜBİTAK-ARDEB
vasıtasıyla
yürütülürken,
ülkemiz özel sektör
kuruluşlarının
araştırma-teknoloji
geliştirme ve yenilik
faaliyetlerini proje
esaslı destekleme
görevi ise TÜBİTAK
Teknoloji ve Yenilik
Destek Programları
Başkanlığı (TEYDEB)
aracılığıyla
gerçekleştirilmektedir.
38 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Milyon TL bütçe ile desteklenirken, 2005-2010 yıllarında toplam 1323 adet proje 183 Milyon TL bütçe ile
desteklenmiştir. Bu projelerin araştırma alanlarına
göre dağılımına bakıldığında ise yürürlükteki projelerin yüzde 28’inin makine, yüzde 22’sinin kimya ve
yüzde 19’nun malzeme alanlarında gerçekleştirildiği görülmektedir.
TÜBİTAK-ARDEB tarafından yürütülen programlarda başvuru ve destek sürecinin işleyişine bakacak
olursak; 2005 yılından itibaren proje önerileri, proje
konularında uzman bilim insanlarının panelist olarak davet edildiği panellerde (1) özgün değer, (2) yaygın etki ve (3) yapılabilirlik kriterleri açısından değerlendirilmektedir. Son başvuru tarihinden itibaren
yaklaşık 4 ay olan proje değerlendirme sürecinde,
proje önerileri bilimsel değerlendirmeye alınmadan
önce TÜBİTAK-ARDEB tarafından ön incelemeden
geçirilmekte, belirtilen kriterlere ve formata uygun
olan projeler panel sürecinde değerlendirilmek üzere ilgili Araştırma Gruplarına iletilmektedir. Gruplara iletilen proje önerileri panel öncesi ön değerlendirmeye tabi tutulmakta ve Grup Yürütme Komitesi
onayı ile panele girecek projeler belirlenmektedir.
Panel değerlendirmesine alınması uygun bulunmayan proje önerileri ise, gerekçeleri ile beraber başvuru sahiplerine iade edilmek üzere TÜBİTAK-ARDEB’e iletilirken, desteklenmesine karar verilen
projeler TÜBİTAK web sayfasında ilan edilmektedir.
Özel Sektör Ar-Ge Destekleri
Akademik Ar-Ge destekleri TÜBİTAK-ARDEB vasıtasıyla yürütülürken, ülkemiz özel sektör kuruluşlarının araştırma-teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetlerini proje esaslı destekleme görevi ise TÜBİTAK
Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı
(TEYDEB) aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Özel
sektöre yönelik yürütülen Ar-Ge destek programlarına teknoloji geliştirme ve yenilikçiliğe yönelik ArGe faaliyetleri için yapılan proje başvurularında proje hedefleri olarak; yeni ürün geliştirilmesi, ürün kalitesi veya standardının yükseltilmesi, maliyet düşürücü ve standart yükseltici yeni tekniklerin geliştirilmesi ve yeni üretim teknolojilerinin geliştirilmesi
beklenmektedir.
TÜBİTAK-TEYDEB tarafından yürütülmekte olan
destek programlarına yapılan başvurular son yıllarda artan bir eğilim sergilemektedir. Bu artış, özel
sektördeki farkındalığa işaret etmektedir. Özellikle,
2008’den itibaren proje başvurularının elektronik ortamda kabul edilerek değerlendirilmesi, daha fazla
firmanın Ar-Ge desteğine başvurmasına imkan sağlamıştır. 1995-2010 yılları arasında özel sektöre yönelik destek programları verilerine baktığımızda; 11
bin 916 proje başvurusu alındığı ve 7 bin 345 projenin 2,01 milyar TL ile desteklenmesiyle 3,46 milyar
TL’lik Ar-Ge hacmi oluşturulduğu (2010 yılı sabit fiyatlarıyla) görülmektedir. 2010 yılında 2004 yılına gö-
lama üzerinden online olarak yapılmaktadır. İnternet üzerinden
TÜBİTAK’a iletilen proje önerileri, ön değerlendirme sonrasında
elektronik ortamda hakemlere gönderilmektedir. Hakemler, ArGe faaliyetinin yapılacağı firmayı ziyaret ederek, başvuruda bulunan firma ile projeye ilişkin görüşmekte ve değerlendirme raporlarını internet üzerinden doldurarak TÜBİTAK’a iletmektedir.
Proje önerisi, ilgili Teknoloji Grubu Komite toplantısında hakem
görüşleri de dikkate alınarak görüşülmekte ve son karar oluşturulmaktadır. Proje önerilerinin değerlendirilmesinde OECD tarafından hazırlanmış olan Oslo ve Frascati Kılavuzlarındaki tanımlar ve kavramlar esas alınmaktadır.
Bilim İnsanı Destekleri
TÜBİTAK bünyesinde yer alan bir diğer kritik birim de ülkemizin
bilim ve teknoloji alanında gelişmesinde en önemli rolü oynayan
insan gücünün yetiştirilmesini destekleyen Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı’dır (BİDEB). TÜBİTAK-BİDEB tarafından,
bilim ve teknoloji üretebilen, ürettiği bilim ve teknolojiyi toplumsal ve ekonomik faydaya dönüştürebilen bir Türkiye'nin yaratılması için vazgeçilmez bir öneme sahip olan bilim insanlarının sayı ve niteliğinin artmasına yardımcı olmak amacıyla; ödüller verilmekte öğrenim ve öğrenim sonrasında üstün başarısıyla kendini
gösteren gençleri izleyerek onların yetişme ve gelişmelerine yardım edilmesi amacıyla burslar verilmekte, yarışmalar düzenlenmektedir. TÜBİTAK-BİDEB bilim insanı destekleri kapsamında
desteklenen toplam kişi sayısı 2010 yılında 2003 yılının 12 katına
çıkarak 18.841’e ulaşırken; 2010 yılında bilim insanlarına verilen
destek tutarı ise 2003 yılının 20 katına çıkarak 61,55 Milyon TL
olarak gerçekleşmiştir.
re TÜBİTAK-TEYDEB destek programlarına yapılan proje başvuru sayısı 3,5; başvuru yapan firma sayısı yaklaşık 4 ve ilk kez proje başvurusunda bulunan yeni firma sayısı ise 3,2 kat artmıştır.
Destek verilerine baktığımızda ise; 2004 yılına kıyasla, 2010 yılında desteklenmeye değer görülen proje sayısı 3 kat artmış; destek tutar miktarı ise yaklaşık 4 kat artarak 288,3 milyon TL (2010
sabit fiyatlarıyla) olmuştur. 2010 yılı içerisinde firmaların desteklenen projelerinin Ar-Ge faaliyetleri çerçevesinde sundukları toplam harcama tutarı 612,2 milyon TL olup 465,2 milyon TL’lik bölümü TÜBİTAK tarafından uygun bulunmuş ve karşılığında 288,3
milyon TL hibe desteği sağlanmıştır. Son yıllarda TÜBİTAK özel
sektör destekleri kapsamındaki bir başka dikkat çeken gelişme
de KOBİ’lerin Ar-Ge projelerine artan ilgisidir. 1995-2010 yılları
arasında önerilen toplam 11,916 projenin yüzde70'i ve bu dönemde proje sunan toplam 5487 firmanın yüzde 91'i KOBİ ölçeklidir.
2004-2010 yıları arasında KOBİ proje başvuru sayısı ve proje başvurusu yapan firma sayısı 4 kat, KOBİ Hibe Destek Tutarı ise 3,8
kat artmıştır. TÜBİTAK özel sektör programlarından yararlanan
illerimize baktığımızda ise; 1999-2004 yılları arasında 81 ilden
35’inin TÜBİTAK-TEYDEB desteklerinden faydalandığı; 4 ilimizin
10 milyon TL’nin üzerinde destek alırken 46 ilimizin TÜBİTAKTEYDEB desteklerinden faydalanmadığı görülmektedir. 20052010 yılları arasında ise desteklerden faydalanan il sayısı 54’e, 10
milyon TL’nin üzerinde destek alan il sayısı ise 12’ye çıkmış; desteklerden faydalanmayan il sayımız ise 27’ye düşmüştür.
TÜBİTAK’ın özel sektör firmalarına yönelik destek programlarının başvuru ve değerlendirilme süreçlerine bakacak olursak;
proje başvuruları yalnızca http://eteydeb.tubitak.gov.tr adresinde
bulunan Proje Değerlendirme ve İzleme Sistemi (PRODİS) uygu-
Bilim ve Toplum Destekleri
TÜBİTAK bünyesinde tüm bu destek programlarının yanı sıra, bilim okuryazarlığını yaygınlaştırarak toplumun her kesimine ulaşmasına yardımcı olmak ve bu sayede toplumsal bir farkındalık ve
özgüvenin oluşmasına destek olarak toplumun bilim, teknoloji ve
yenilik kültürünü özümsemesini sağlamak amacıyla Bilim ve
Toplum Daire Başkanlığı çatısı altında faaliyetler sürdürülmektedir. Bu kapsamda, halkımızın yakından tanıdığı üç popüler bilim
dergisi yayımlanmaktadır. 1967’den bu yana aylık olarak yayımlanan Bilim ve Teknik dergisi, 13 yaş ve üzeri herkese hitap ederken; Bilim ve Çocuk dergisi ise 7-12 yaş ilköğretim öğrencilerini
hedeflemekte ve aylık ortalama 150.000’i aşan tirajı ve 100.000’i
aşan net satışıyla, Türkiye’de tüm dergiler arasında en çok satan
dergi sıfatını taşımaktadır. Okul öncesi yaş grubuna yönelik yayınlanan Meraklı Minik dergisi de yine minikler tarafından ilgiyle
takip edilmektedir.
Popüler bilim dergilerine ek olarak, TÜBİTAK 1993 yılında bilimi
yaygınlaştırmak ve geniş kitleler tarafından okunur kılmak amacıyla Popüler Bilim Kitapları yayımlanmaya başlamış ve kitap sayısı 2010 yılı sonu itibariyle 342’ye ulaşmıştır. Daire Başkanlığı
bünyesinde faaliyet gösteren Akademik Yayınlar Müdürlüğü’nde
ise uluslararası indekslerce taranan 12 farklı dalda akademik
dergi yayınlanmaktadır. Yayınların yanı sıra, Bilim ve Toplum
Daire Başkanlığı tarafından 2007 yılında başlatılan Bilim ve Toplum Projeleri Destekleme Programı ile bilginin mümkün olduğunca görselleştirilerek etkileşimli uygulamalarla desteklenmesi ve bu yolla topluma anlaşılır bir biçimde aktarılmasını sağlayacak projeler desteklenmektedir. Şu ana kadar destek verilmiş
olan Bilim ve Toplum projeleri sayesinde toplamda 25.000 kişiye
ulaşılmıştır.
MART-N‹SAN 2011 39
DOSYA: F‹NANSMAN SÖYLEfi‹
TTGV Genel Sekreteri A. Mete Çakmakçı;
“TÜRKİYE YENİLİKÇİ
SİSTEMLERDE ÖNCÜ OLMALI”
TÜRKİYE’NİN ARTIK ÖRNEK ALINAN BİR DÜNYA OYUNCUSU OLDUĞUNU BELİRTEN TÜRKİYE
TEKNOLOJİ GELİŞTİRME VAKFI (TTGV) GENEL SEKRETERİ A. METE ÇAKMAKÇI, “TÜRKİYE'NİN
YENİLİK SİSTEMLERİ KONUSUNDAKİ GELİŞEN EĞİLİMLERİ TAKİP ETMESİ, POLİTİKA VE PROGRAM
UYGULAMA ANLAMINDAKİ YENİLİKÇİ DÜŞÜNCEDE ÖNCÜ OLMASI BİR SORUMLULUK HALİNE
GELMEKTEDİR” DEDİ. ÇAKMAKÇI İLE TEKNOLOJİ KONUSUNDAKİ DESTEKLERİ, TEKNOLOJİ
YATIRIMLARINI VE STRATEJİLERİNİ KONUŞTUK.
SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA
TTGV kimdir? Kuruluş amacı nedir? Ülke
teknolojisine nasıl katkı sağlamaktadır?
Firmalara ve projelere sağladığınız destekler nelerdir?
2011 yılında 20. yaş gününü kutlayacak
olan TTGV, 1991 yılında kamunun sağladığı fonlarla özel sektörün Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi misyonu ile bu anlamdaki ilk uygulama olarak bir kamuözel sektör ortak girişimi modeliyle kurulmuştur. Kamu kimliği taşımamasına rağmen kamusal bir misyonu yerine getiren
bir yapı olarak kurgulanan TTGV, yenilik
sistemimizin saygın ve kalıcı bir kurumu
olarak uluslararası düzeyde de ilgi çeken
ve merak edilen güncel bir modelin ülke-
40 M‹MAR VE MÜHEND‹S
miz adına temsilcisi haline gelmiştir.
TTGV’nin yenilik sistemimizde ifade ettiği
gerçek varlığın "kurulduğu 1991 yılından
bugüne 800 firmanın 950 projesine toplam
300 milyon ABD doları kaynak sağlamıştır" ifadesinin çok ötesinde olduğuna inanıyoruz.
TTGV'nin halen T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın (DTM) sağladığı kaynak ile örnek bir uyum ve işbirliği içerisinde sürdürmekte olduğu ve pek çok başarı
öyküsüne vesile olan özel sektörün Ar-Ge
projelerine sermaye destek programının,
uzmanlaşmış bir program uygulayıcı kuruluş ile program sahibi kuruluş arasındaki iş bölümü ve çalışmaya uluslararası
düzeyde başarılı bir örnek oluşturduğuna
inanıyoruz. Dileğimiz DTM ve TTGV arasındaki uyumlu çalışma ve iş bölümünün,
tüm kamu kurumları için bu yönde örnek
bir model oluşturmasıdır.
TTGV'nin uluslararası düzeyde ödül almış
ve daha sonra başka ülkelerde de uygulanmış ozon tabakasına zarar veren maddelerin kullanımdan kaldırılmasına yönelik desteği ile ülkemiz pek çok ülkenin faydalanamadığı bir uluslararası hibe kaynaktan faydalanmış ve kısa bir sürede yükümlülüklerini yerine getirmeyi başarmıştır. Bugün TTGV olarak bu alandaki
tecrübemizi, ülkemiz için çok kısa sürede
önemli bir gündem konusu olacağına
inandığımız temiz üretim, üretimde kaynak verimliliği ve yenilenebilir enerji alanlarındaki yeni ve farklı faaliyetlerle sürdürmeyi hedefliyoruz. TTGV, teknoparkların ilk örneklerinin finansmanına da aracılık etmiş, bugün yaygınlaşan KOBİ desteklerinin ilk örneğini teknoloji destek hizmetleri desteği ile tasarlamış ve uygulamıştır. TTGV teknoparklar ve KOBİ'lerin
oluşturduğu işbirliği ağları ve kümelere
yönelik faaliyet ve çalışmalarına devam
etmektedir.
TTGV'nin 1991 yılından beri yürütmekte
olduğu geri dönüşlü destekten pek çok
başarılı işletme, farklı ve yeni projeler ile
faydalanmaya devam etmektedir. Desteklenen projelerde sağlanan yüksek ticarileşme oranları ve pazar başarıları da süreçlerimizi doğrulayan çıktılar olarak bize
gurur kaynağı olmaktadır. Geri dönüşlü
desteğin sağladığı kurumsal tecrübe ve
altyapı ile bilginin yeni girişimcilik yoluyla
ticarileşmesi ve yeni girişimlerin büyüme
süreçlerinin desteklenmesine yönelik
farklı destek modellerini tasarlamak ve
geliştirmek üzerine çalışmalarımıza devam ediyoruz. Bu anlamda özellikle 2000
yılından bugüne girişim sermayesi alanında TTGV, ülkemizde özel girişim sermayesi fonlarının ilk uygulamaları olan İş Girişim A.Ş. ve TURKVEN TPEF-1 fonlarına
yatırımcı olarak yine Türkiye’nin ilk genel
amaçlı erken aşama teknoloji yatırım aracı olan Teknoloji Yatırım A.Ş.’yi kurarak ve
Türkiye’nin ilk ve halen tek “fonların fonu”
olan İstanbul Girişim Sermayesi Girişimi’ne (İVCİ) kurucu ortak olarak katılarak
bu alandaki ilklerin parçası olmuştur.
Tüm girişimlerimiz hedefleri doğrultusunda çalışmalarına başarı ile devam etmektedir.
Ülkemizde teknolojinin gelişim sürecini ve
bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Teknolojimizin gelişmiş ülkeler
ile rekabet edebilecek seviyeye gelebilmesi için neler yapılmalıdır? Ülkemizdeki
teknolojinin gelişmesi için verilen destekleri yeterli görüyor musunuz?
2010'da dünyanın 17. büyük ekonomisi
haline gelmiş ve ihracatı 100 milyar ABD
dolarını aşmış bir Türkiye'nin 1990'ların
başında karşı karşıya olduğu rekabetçilik
gündeminden çok daha gelişmiş ve karmaşık bir yenilik ve rekabetçilik vizyonuna
ihtiyacı olduğu açıktır.
BTYK'nın TÜBİTAK'ın koordinasyonundaki
etkin çalışması, 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ve 5746 sayılı
Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin
Desteklenmesi Hakkında Kanun’un özel
sektörümüzde oluşturduğu dinamizm ve
başta T.C Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, T.C
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı ve TÜBİTAK'ın desteklerindeki artış ve çeşitlenme bu ihtiyacı karşılamaya yönelik önemli ve olumlu gelişmeler olmuştur.
Artık örnek alınan bir dünya oyuncusu
olarak Türkiye'nin yenilik sistemleri konusundaki gelişen eğilimleri takip etmesi,
politika ve program uygulama anlamında-
Kamu kimliği taşımamasına rağmen kamusal bir misyonu
yerine getiren bir yapı olarak kurgulanan TTGV, bugün
yenilik sistemimizin saygın ve kalıcı bir kurumu olarak
uluslararası düzeyde de ilgi çeken ve merak edilen güncel
bir modelin ülkemiz adına temsilcisi haline gelmiştir.
ki yenilikçi düşüncede öncü olması bir sorumluluk haline gelmektedir. Halen kamunun destek rolünü hibe destek vermek
veya zaman içerisinde hantallaşan iktisadi teşebbüsler kurmakla sınırlayan mevcut çerçevenin özel sektörden beklenen
yenilikçi ve dinamik taze düşüncenin benzeri yeni bir değerlendirme ile 1 trilyon
ABD doları büyüklüğünde ekonomi olmak
iddiasındaki 2010'un Türkiye'sinin ihtiyaçlarına uygun taze bir vizyon ile güncellenmesi şarttır. Özellikle denetimle sorumlu
olan kamu birim ve kuruluşlarının kamunun üstlenmesi gereken riski paylaşmayı
öngören roller için güncel ihtiyaca uygun
bir çerçevede görevlerinin tanımlanmasının sağlanması acil bir öncelik teşkil etmektedir. Devam etmekte olan Avrupa
Birliği uyum süreci devlet yardımlarının
izlenmesi ve raporlanması ile ilgili süreç-
te kamunun yenilik desteklerinin tek bir
elde toplanması sık sık gündeme gelmektedir. Avrupa Birliği'nin devlet yardımları
müktesebatı firma özelinde herhangi bir
firmanın yıl içerisinde aldığı tüm devlet
yardımının, yardımın finansal etkisine uygun katsayılarla hesaplanmasını ve belirli
bir toplamı aşanların pazardaki rekabet
koşullarının denetlenmesi açısından raporlanmasını gerektirmektedir. Buna
karşın, izlenebilir olduğu sürece desteklerin farklı veya alternatif kanallardan firmalara ulaştırılması ilgili müktesebat
kapsamında kabul edilebilir bir uygulamadır. Zira Almanya bir örnek olmak üzere AB'nin farklı ülkelerinde aynı bakanlığın destekleri farklı bağımsız uzman kuruluşlarca yürütülmektedir. Politika seviyesinde tek elde toplanacak koordinasyon
işlevinin uygulama seviyesinde farklı kaMART-N‹SAN 2011 41
DOSYA: F‹NANSMAN
Yenilik sistemimizin Türkiye’yi Cumhuriyetin 100. yılına taşıyacak şekilde geliştirilmesi
sürecinde mevcut mevzuat sistemimiz içerisinde yapılabilir olanı değil, rekabetçilik
ihtiyaçlarının gerektirdiğinin gerekirse mevzuat düzenlemesi ile yapılması temel alınmalıdır.
nallarla çeşitlendirilmesinin sistemde yenilikçi ve dinamik yetkinliğin gelişmesi
açısından kritik olduğunu değerlendiriyoruz. Üstelik uzman ve bağımsız uygulayıcı
yapıların, sürekliliği sağlamak açısından
raporlama ve ihtiyaca odaklı kaliteli hizmet konusunda daha duyarlığı olması doğaldır. Yenilik sistemimizin Türkiye’yi
Cumhuriyetin 100. yılına taşıyacak şekilde
geliştirilmesi sürecinde mevcut mevzuat
sistemimiz içerisinde yapılabilir olanı değil, rekabetçilik ihtiyaçlarının gerektirdiğinin gerekirse mevzuat düzenlemesi ile yapılması temel alınmalıdır. Esnek finansman modellerini performans hedefleri
üzerinden hesap verebilir yapıların işletebileceği bir çerçevenin geliştirileceği süreçte, 1991 yılından beri TTGV'nin başarı
ile yürüttüğü modele ilişkin tecrübe de
mutlaka değerlendirilmelidir.
Türkiye’nin teknoloji üreten bir ülke olması için hangi stratejiler uygulanmalıdır?
Küresel ekonomik krizin ülkemiz dahil
hemen hemen tüm dünyada iş ortamını
olumsuz etkilediği bugünlerde geleceğe
bakabilenler, krizin tahrip edici güncel
olumsuzluklarından ziyade şekillenmekte
42 M‹MAR VE MÜHEND‹S
olan yeni ekonomik düzenin getireceği fırsatlara odaklanmak zorundadır. Bugün
hemfikir olduğumuz genel kabul,
1990’lardan beri alışageldiğimiz sürekli ve
küresel ekonomik büyüme günlerine tekrar dönmenin uzun bir süreç olacağıdır.
Bu süreç içerisinde başta kendi pazarına
yönelik olmak üzere, daha çok tercih edilen daha az miktardaki ürün veya hizmeti
en etkin şekilde pazara sunabilmek artan
önemde bir rekabetçi yetkinlik unsuru
olacaktır. Belki de bu nedendir ki, son dönemde dünyadan en önemli gözlem, ulusal ve bölgesel şampiyonların daha önceden varsayılanın aksine kritik değer ve
önemlerini koruyacağı olmalıdır.
Firmalarımız için araştırma ve teknoloji
geliştirmeye dayalı rekabetçi yenilikçi bir
yetkinlik, gelişmiş iş stratejilerinin vazgeçilmez öğesi olmaya devam etmektedir.
Bununla beraber, firmalar özellikle yetişmiş insan kaynağına dair mevcut bilgi ve
tecrübe kazanımlarını korumak, mevcut
ürün ve süreçlerinde pazarda kalabilmek
için kademeli iyileştirme ve geliştirme faaliyetlerini sürdürmek, orta ve uzun vadede değişen pazarlara yönelik rekabetçi
teknolojik yetkinliklerini geliştirmek gibi
kapsamlı bir sorumluluk ile karşı karşıya
bulunmaktadır. Artan sorumluluklara
karşın, herzamankinden çok daha sınırlı
iç ve dış kaynakların yönetimi, firmalarımızın pazardan aldığı karmaşık ve olumsuz işaretler altında ileri düzeyde bir yönetsel yetkinliği öngörmektedir. Özellikle
düşük katma değerli sektörlerde faaliyet
gösteren, bazıları sektörlerinde önemli
hacimler ifade eden firmalarımızın rekabetçi düzeyde varlığı büyüklüklerinden bağımsız olarak tehdit altındadır. 2000’lerden başlayarak Ar-Ge ve yenilik konusundaki politik irade ve neticesindeki kamu
vizyonu, son dönemde kaynaklar, programlar ve farkındalık anlamında önemli
bir mesafe katedilmesine imkan sağlamıştır. Her yıl, artan oranda yeni firma ArGe ve yenilik projelerinin desteklenmesi
için kamu programları sistemine dahil olmaktadır. Bu sevindirici gelişme ile beraber, Ar-Ge ulusal kritik kütlemizi oluşturan düzenli Ar-Ge yürütücüsü firmalarımızın değişen ve gelişen ihtiyaçlarının da
karşı karşıya oldukları uluslararası rekabete sağlanan imkanlar dikkate alınarak
destek sistemimizde karşılık bulması gittikçe artan bir önem arz etmektedir.
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
PROJELERİN FİNANSMANINA
BANKALARIN VE FAİZSİZ KATILIM
BANKALARININ YAKLAŞIM TARZI
KATILIM BANKALARI PROJELERİ FİNANSE EDERKEN, REEL OLARAK EKONOMİYE; KREDİNİN
AMAÇ DIŞI KULLANILMASINI, SPEKÜLATİF ALANLARA VE VERİMSİZ İŞLEMLERE GİTMESİNİ
VE KAYIT DIŞILIĞI ÖNLEMEK SURETİYLE FAYDALAR SAĞLAMAKTADIR. BANKALAR İSE
ELİNDE TOPLADIĞI KAYNAKLARI PLASE EDERKEN, DEVLET TAHVİLİ GİBİ FAİZ GETİRİSİ
YÜKSEK OLAN VE TÜKETİMİ/ENFLASYONU YÜKSELTEN/KÖRÜKLEYEN BİREYSEL TÜKETİCİ
KREDİLERİNE AĞIRLIK VEREN VE EKONOMİK KRİZ DÖNEMLERİNDE DE TÜM KAYNAK VE
YATIRIMLARINI YURTDIŞINA YÖNLENDİREN, SPEKÜLATİF AMAÇLARLA HAREKET EDEN
KURULUŞLARDIR.
İbrahim Halil
KALAYCI
Bankacı/İktisatçı
44 M‹MAR VE MÜHEND‹S
iteratürde bankacılık, ekonominin motoru olarak değerlendirilir. İhtiyaç duymayanın birikimini, ihtiyaç duyana aktarır ve ekonomik kalkınmada katalizör rolü oynar.
Türk bankacılığı; önceleri Osmanlı Dönemi’nde
1852’de tefecilikle mücadeleyi ve finans sektörüne
bir düzenleme getirmeyi amaçlayan Murabaha Nizamnamesi’nin ve Cumhuriyet Dönemi’nde ise bankacılık sektörüne geçiş için atılan adımlar sayılan İzmir İktisat Kongresi’nin etkisinde kalmıştır. Özellikle 1888’de kurulan Ziraat Bankası ve 1926 da kurulan Emlak ve Eytam (yetimler) Bankası gibi bankalar
aracılığıyla sosyal ve toplumsal fayda ile birlikte ekonomik kalkınmanın sağlanması amaçlanmıştır.
Emlak ve Eytam Bankası daha sonra Emlak Kredi
Bankası olarak günümüze kadar gelmiş ve nihai olarak da tüm aktif ve pasifiyle Ziraat Bankası çatısı altında birleşmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında 10 civarında olan banka
sayısı halen 50 civarındadır. Ticari, sanayi, kalkınma,
yatırım ve katılım bankaları olarak faaliyette bulunan
yerli, yabancı ve kamu bankalarından oluşan bankacılık piyasası, şimdiyse yoğun rekabetin ve kar etme
mücadelesinin yapıldığı bir arenayı andırmaktadır.
Türkiye’de faizsiz bankacılık ise Özel Finans Kurumları (ÖFK) adı altında 1985 yılından itibaren sistemde
yerlerini almış olup 2006 yılında ise Katılım Bankaları olarak isim değişikliğine gidilmiştir. Özal zamanında halkın ihtiyacına binaen kurulan bu bankaların
sayısı halen 4 tür. Faizli ve faizsiz bankacılık hakkında bu kısa bilgi aktarımından sonra bu kuruluşların
projelerinin finansmanına nasıl baktıklarını ve fonlamada ne tür enstrümanlara sahip olduklarını değerlendirelim.
Bankacılık sektörünü, projelerin finansmanı ile ilgili
talepleri karşılamada ve sonuçlandırmada araların-
L
da farklılıklar bulunması nedeniyle bankalar ve katılım bankaları açısından ayrı ayrı değerlendirmek zorundayız. Katılım Bankalarının, enstrümanlarının
çeşitliliği, piyasalara yaklaşım tarzı ve ekonomiye
fayda sağlamadaki etkinliği ile faizli bankalardan daha öne çıktığı, çok net olarak söylenebilir. Bu nedenle önce faizsiz bankaların bu alandaki öne çıkan ve
plasmanda kullanılan unsurlarını 3 ana başlık halinde belirtmek gerekir.
Katılım Bankaları kredi taleplerini;
1- Üretim desteği sağlamak suretiyle fon kullandırmak (murabaha işlemleri)
2- Kar/zarar ortaklığı yapmak (müşareket işlemleri)
3- Finansal kiralamada bulunmak (leasing işlemleri)
şeklindeki enstrümanlar ile cevaplandırmaktadır.
Bu üç finansal yöntem de, büyük mühendislik projelerinin finansmanına uygundur.
Katılım bankaları mali sektörde faaliyet gösteren,
reel ekonomiyi finanse eden, fonları, faizsiz finansman prensipleri dahilinde ticaret ve sanayide değerlendiren, TL, USD ve AVRO bazında mal ve hizmetleri ayni olarak sunan, ticaretin ve sanayinin ihtiyaç
duyduğu, hammadde, emtia, gayrimenkul, makine
ve teçhizatın temini, katılım bankacılığı prensiplerine uygun olarak yani mal alım/satımının finansmanı
yoluyla sağlanmaktadır. Üretim desteği müşteriyle
doğrudan nakit verme yerine, mal ve hizmet temini,
kiralanması, kar ve zarar ortaklığı katılım modellerini uygulayan bir bankacılık kredilendirme türüdür.
Katılım bankaları kredi kullandırırken müşteriye
doğrudan nakit ödeme yapmazlar. Nakit ödemeyi,
kredili müşterisinin mal ve hizmet aldığı satıcı firmaya fatura karşılığında yaparlar.
Katılım bankaları projeleri finanse ederken, reel olarak ekonomiye, kredinin amaç dışı kullanılmasını,
spekülatif alanlara ve verimsiz işlemlere gitmesini
ve kayıt dışılığı önlemek suretiyle faydalar sağlamaktadır. Ekonominin canlanmasına aracılık ve hizmet ederler. Faizli ve alkollü içecek sektörüne kredi
vermez ve yatırım yapmazlar. Haram sayılan faaliyetlerde bulunmazlar.
Katılım bankaları, kambiyo işlemleriyle, ithalat ve ihracatın finansmanını sağlar ve gayri nakdi krediler
(teminat mektubu gibi) de kullandırırlar.
Ekonomimizin doğrudan desteklenmesi ve projelerin reel olarak finanse edilmesini sağlayan Katılım
Bankaları, bu sektörde bankalara oranla daha öne
çıkmaktadır. Sektörde daha eski olan faizli bankalar
ise faiz getirisi ve karlılığı yüksek alanlara yönelmek,
kullandırılan fonların amaç doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığına bakmamak ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumundan çok uluslar arası
piyasa ve koşullara göre davranan bir yapıya sahiptir. Daha açık belirtmek gerekirse bankalar: elinde
topladığı kaynakları plase ederken, Devlet Tahvili gibi faiz getirisi yüksek olan ve tüketimi/enflasyonu
yükselten/körükleyen bireysel tüketici kredilerine
ağırlık veren ve ekonomik kriz dönemlerinde de tüm
kaynak ve yatırımlarını yurtdışına yönlendiren, spekülatif amaçlarla hareket eden kuruluşlardır.
Kredilendirmedeki bu yapısal farklılıklar, bankaların
ve katılım bankalarının mevduatlarının yapısı ile ilgilidir. Nedeni ise bankalardaki mevduat/kredi ilişkisi
ile katılım bankalarındaki mevduat/kredi ilişkisi ters
orantılıdır. Şöyle ki bankalar mevduata verilecek faizi en baştan belirlerken, katılım bankaları ise mevduatlara verilecek karları, toplanan mevduatları ticari işlemlerde kullandıktan ve karları elde ettikten
sonra belirlemektedirler. Yani bankalardaki kredinin
maliyeti, mevduata peşin olarak verilen faizden ötürü hem yüksektir ve hem de bellidir. Katılım banka-
larındaki mevduatın elde edeceği kar getirisi baştan
belli değildir, dönem sonunda, yani vade bitiminde
belli olur. Bu uygulama, bankaların projelerin finansmanına olumsuz, katılım bankalarınınkine ise
olumlu etkide bulunmaktadır. Zira, katılım bankaları mevduatı topladıklarında, havuzlarda toplanan
kaynaklarla direkt olarak ticareti sanayiyi finanse
ederken, bankalar ise maliyeti önceden belli olan
elindeki kaynakları plase ederken, piyasanın içine
direkt olarak girmez, daha temkinli ve önyargılı yaklaşırlar. Bankalar Kanunu’nda sınırları belirlenmiş,
rantı yüksek olan ve spekülatif yatırımlara yönelir ve
yüksek getirili projeleri finanse ederler.
Bankalar kredi politikalarını, Bankalar Kanunu’nun
sınırları içerisinde ve esneklik/katılık oranlarını kendi lehlerine kullanmak suretiyle oluşturur ve yoğun
rekabet ortamından en karlı biçimde çıkmayı amaç
edinirler. İşte bu yüzden kredi piyasasında birçok
olumsuz izlerle anılmakta ve müşterilerin de bankalara temkinli yaklaşımda bulunmalarına neden olmaktadır: “Bu yaklaşımlarını şu söylemlerle dile getirmektedirler. Bankalar, yağmurlu günde müşterisinin elinden şemsiyesini elinden alırlar. Bankaların
önünden ve gölgesinden geçilmez. Bankaların kulağına kar suyu kaçırılmaz, yoksa hemen haciz gönderir. Banka kredisi ile iş yapılmaz, aksi takdirde bir
gün batarsın. Altından su ve hava geçen sektörlere
kredi verilmez vb.”
Bu olumsuz bakış açısına neden olan gerekçeler ve
gerçekler şunlardır:
1- Faiz oranları, finanse edilecek kredilerin projelerini realize edecek seviyeden yüksektir. Bu da piyasaya olumsuz yansımakta ve maliyetleri yükseltmekte/enflasyonu azdırmaktadır.
2- Firmaların en az 3 yıllık bilançoya sahip olmaları
ve bu dönemleri karlı olarak geçirmiş bulunmaları
Bankacılık sektörünü,
projelerin finansmanı
ile ilgili talepleri
karşılamada ve sonuçlandırmada aralarında
farklılıklar bulunması
nedeniyle bankalar ve
katılım bankaları
açısından ayrı ayrı
değerlendirmek zorundayız. Katılım
Bankalarının, enstrümanlarının çeşitliliği,
piyasalara yaklaşım
tarzı ve ekonomiye
fayda sağlamadaki
etkinliği ile faizli
bankalardan daha öne
çıktığı, çok net olarak
söylenebilir.
MART-N‹SAN 2011 45
DOSYA: F‹NANSMAN
zorunludur. Bu şart, projelerini kredilendirmek zorunda kalan
firma ve kuruluşların daha en baştan yenik başlamalarına neden
olmakta ve piyasa moral ve motivasyonuna olumsuz etki etmektedir.
3- Projesine finansman talebinde bulunan kuruluş ve şirketlerin,
bilanço ve mali analizlerinin, verilerinin ve dosya dokümanların
olumlu sonuçlar vermesi mecburiyeti, borçlanmanın yüksek olmamasının, firma ortaklarının ve firmanın çek yasağı ile senet
protestosunun bulunmaması ve hatta herhangi bir ortağa ait kredi kartı probleminin olmaması şartı gibi hususlar, adeta kredinin
kullandırımına engel teşkil eden hususlardır ki 4/4 lük müşteri
arayışında olan bankanın kaç müşteri bulabileceği ve bu kadar
özelliğe sahip müteşebbislerin finansmana neden ihtiyaç duyabileceği merak konusudur. Sanki kredi vermemek için özel engeller ve düzenlemeler getirilmiştir.
4- Projelere kredi vermek için müşteriden talep edilen en önemli hususlardan biri de teminatların özelliği, teminatların marjlı ve
satılabilirliğinin kolay olması zorunluluğu.
Yukarıdaki açıklamalardan; bankalardan proje finansmanının temininin ne kadar zor olduğunu, temin edilse bile geri dönüşünün
daha da zor olduğunu ve kredi taleplerinde bu uygulamanın daha
çok caydırıcı rol oynadığı görülmektedir.
Netice olarak; bankaların Merkez Bankası’na yatırmak zorunda
oldukları mevduat munzam karşılığı ile kasalarında tutmak zorunda oldukları disponobilite oranları ile ilgili uygulama ve bir
kısmı yukarıda arz edilen bankacılık hukuki düzenlemeleri, büyük
ölçekli ve özellikleri projelerin finansmanını sağlamaya dönük olmadığı gibi aksine engel teşkil etmektedir. Zira kaynakların reel
ekonomiye aktarılmadığı bu bankacılık düzenlemeleri, ne ekonomik kalkınmaya ve ne de teknolojik gelişmeye meyyaldir. Yani
projelerin finansmanındaki bahse konu handikaplar, Bankalar
Kanunu’nun bizzat kendisinden kaynaklandığı gibi bu piyasayı
rant sağlamaya dönük amaçlara hizmet ettiği gibi bütün bu
olumsuzluklara da zemin hazırlamaktadır.
Yeni veya realize edilebilir bilimsel nitelikli büyük mühendislik
46 M‹MAR VE MÜHEND‹S
projelerine sıcak bakmayan bankacılık, sektörde yeni sayılan katılım bankalarının önünü açtığı gibi, bu faizsiz bankaların yukarıda zikredilen her 3 finansman türü de reel ekonomiyi finanse
edecek özelliklere sahiptir.
Projelere üretim desteği vererek firma ve kuruluşların ihtiyaçlarını fonlandırmak suretiyle üretimi teşvik etmek, şirket veya sanayilerin projelerine ortak olmak koşuluyla veya yatırıma konu
demirbaş, makine ve gayrimenkullerin kiralanması yoluyla piyasalara finansman sağlayan katılım bankaları, sektöre yeni girmelerine rağmen, daha başarılıdırlar. İştirak edilmesi gereken proje
ve teşebbüslere ortak olarak, kontrollü büyümeye ve ortaklıkların
gelişmesine zemin hazırlamaktadır. veya finansal kiralama yöntemiyle ekonomik sisteme canlılık katmaktadır. Yani, katılım bankasına finansman için başvuran sağlam ve güven veren her proje, 3 alternatiften biri ile kendine cevap bulur ve eli boş dönmez.
Sermaye darlığı çeken ülkemiz, zaten kıt olan bu kaynağını bankalar uhdesinde ve inisiyatifinde bırakmamak ve sağlıklı düzenlemeler yapmak zorundadır. Yenilikleri takip eden ve en teknolojik
ürünleri kullanan bankacılık sektörü ise yeni ve özellikli projeleri
finanse etmek, kredilerin genel ve özel limitlerle belirlenmesi ve
sınırlandırılması uygulamasına, büyük ve realize edilebilir mühendislik projeleri için de özel ve genel limitlerin belirlemesi/limit ayırması gerekmektedir. Bankalar, en son teknolojilerden ve
en gelişmiş ürünlerden yararlanmak suretiyle çalışmalarını sürdürürken, bu teknolojileri üretenleri de desteklemekle, bankalar
hakkında oluşmuş toplumsal yargılardan kurtulmalıdırlar. Elde
ettikleri çok yüksek karları, bizzat bankacılık işlemlerinden sağlamak suretiyle, meşru bir zeminde buluşmaları ve çayın taşı ile
çayın kuşunu vurmaya çalışmalıdırlar. Yani sistemden kazandıklarını yine sisteme döndürmelidirler. Yeniliklere açık olan bankacılık, yatırım politikasında da kendini yenilemelidir. Zira her sektör yeniliklerle ve yeni ürünlerle gelişir. Ülkeler, teknolojilerini
geliştirebildikleri ölçüde kalkınmayı gerçekleştirirler ve bağımsızlık da ekonomik gelişmeyle doğru orantılıdır. Tüm bu nedenlerle, banka/piyasa yakınlaşması ve iş birliğine ihtiyaç vardır.
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
PROJE-FİNANSMAN
GÜNÜMÜZDE “AKIL TERİ” ÇOK ÖNLERE ÇIKMIŞTIR. NE ÜRETİRSEK ÜRETELİM,
HEDEFİMİZ, UFKUMUZ DIŞ PAZARLAR, DÜNYA OLMALI. “EN MAKBUL İNSAN
ÜRETEN İNSANDIR” ANLAYIŞIYLA DÜŞÜNECEK OLURSAK, DÜNYA MÜTHİŞ BİR
PAZAR VE BUGÜN 6,5 MİLYAR İNSANA ÇOK KISA ZAMANDA ULAŞABİLİYORUZ.
TİCARET VE ÜRETİMİ BİR HAYAT TARZI HALİNE GETİREN İŞADAMLARININ
ÇOĞUNUN KOLTUĞUNDA DOĞAL OLARAK ARTIK YÜKSEK TAHSİL YAPMIŞ,
YURTDIŞINDA EĞİTİM GÖRMÜŞ GENÇLER OTURUYOR.
Osman ŞAHBAZ
Makina Mühendisi ve
Sanayici-İşadamı
48 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ikir var para yok sanılır. Aslında günümüz dünyasında para fazlasıyla var üretken, gerçekçi
ve uygulanabilir fikir az veya yok gibidir. Eğer
öyle olmasaydı, bankalar, finans kuruluşları ellerindeki parayı satacak güvenli bir yer, fizıbıl (feasible )
proje ararlar mıydı?
Ticaretin esası alışverişe, müteşebbisliğe ve sermaye kullanımına dayanır. “Allah alış-verişi helâl, faizi
haram kılmıştır”. “Ticari zeka, çalışkanlık ve üretim
gücü” gibi faktörlerin önemli rol oynadığı günümüzde asıl dikkat çeken unsurlar yani toplumun kendine has özellikleri, kadim gelenek ve değerler çok
çok önemlidir.
Bugün “cesaret, girişimcilik ve tasarruf” olarak
özetlenebilecek yükselen ekonomik kalkınma modeli ve günümüzde yaşanması gereken inkişâfı gözler önünde durmaktadır. Türklerin Anadolu'da bin
yıldan beri varlıklarını sürdürmelerindeki sır Ahilik
anlayışı içerisinde bu değerlere saygı göstermeleridir.
İş hayatımızdaki motivasyonu çocukluğumuzda aldığımız terbiye ve alışkanlıklarımız oluşturuyor. Bunlardan bir tanesi de belki de en önceliklisi, sosyal
hayatımızdaki ilişkilerimiz ve sürekliliğidir. İşte güzel bir Latin atasözü “Taşı delen, suyun kuvveti değil
damlaların sürekliliğidir.” Ahilik tüm bu değerleri
kaynaştıran ve hayata geçirilmesini sağlayan bir anlayıştır. Ahilik anlayışı, toplumda yaşayan fertleri birbirine yakınlaşması ve aralarında dayanışma kurulmasını sağlamaktır.
Yaşadığımız 21. yy’da Ahilik'in ahlak ve çalışmaya ait
prensipleri kısaca Ahilik felsefesi, dünyamızda gelişen toplumların şablonu olacaktır. Bu düşünce çok
özelliği olan bir görüş değildir. Günümüzde nasıl ki
kalkınmış birçok ülkede Ahilik prensiplerinin yansı-
F
malarını görüyorsak, yarın da ilerlemiş toplumların
yükselmesinde Ahilik ilkelerinin önemli rol oynadığı
görülecektir. Bulunduğumuz ortamda her dönem
varlıklarını sürdüren bilge ve hatırlı insanlar olmuştur. Gelişen dünya buna ombudsmanlık diyor.
Bunlar aile içi anlaşmazlıklardan tutun da iş ortaklıklarında çıkan sorunlar kadar her meseleye müdahil olmalıdır. Böylece birçok konu mahkeme sürecine taşınmadan çözümlenmelidir.
Yüzyıllardır yaşatılan ve toplumun gündemindeki konuların ele alındığı buluşmalar “Sivil Toplum Örgütleri” olarak günümüzde adlandırılıyor. Gençlerin
yaptıkları işlerde sebatlı olması çok önemlidir. Sebat
ederek, bulunduğunuz konumu hak eder, hazmedersiniz. Tepeden inmeler vardır, oldukları yerde kalırlar, ilerleyemezler.
Hayatın içerisinde çok iş değiştirmek önceleri avantaj gibi görünse de, sonrasında hızlı iniş yaşanır. Bilgi, kalite ve istikrar hayatın içerisindeki her organizasyonumuzda olmazsa olmazımız olmalı. “STK”
dediğimiz kurumlar aslında, gündüz çalışan insanların daha sıcak ve rahat ortamlarda bir araya geldiği, ortak hedefler koyduğu, değerlendirmeler yaptığı, sohbet edebildikleri buluşmalardır, ortamlardır.
Çalışanlar, işadamları, şehrin yerel yöneticileri, bayanlar, gençler toplumun her kesiminden insanlar,
kendi yaş ve kültür grubuna uygun gruplar oluşturup
periyodik olarak bir araya gelinmesinin toplumu da
terbiye edici etkisi olacaktır. Özellikle işadamlarının
“tasarruf” anlayışı da yerleşmiş olmalıdır.
Mesai saatleri içindeki ast-üst, memur-amir ilişkisi
bu ortamda olmayacaktır ama saygı sevgi her zaman olacaktır. Herkes rahatlıkla fikrini beyan edebilecektir. Birlikte hareket edebilme yeteneği olan kişiler başarılı, üreten ve marka insan haline gele-
ceklerdir. Merhum N. F. Kısakürek'in dediği gibi
“Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.” anlayışı içerisinde hep üreten pozisyonunda olmalıyız.
Allah Elçisi’nin, ticaret yapanlara ilişkin öğütlerinden bazıları da şöyledir: “Sözü ve muamelesi doğru
tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.”
En büyük sıkıntılarımızdan birisi de ortaklık kültürümüzün zayıf olması. Küçük olsun benim olsun anlayışı çok yaygındır. Halbuki bizim kadim kültürümüzde “birlikte bereket, ayrılıkta azap vardır” denir. Yine
iki hadiste şöyle buyrulur: “İki ortak birbirine hıyanet
etmediği sürece, üçüncüsü benim. Eğer onlar birbirine hıyanet ederlerse ben aralarından çekilirim.”
“Allah’ın kudret eli, ortaklar birbirine hıyanet etmediği sürece, onların üzerindedir.”
Çok ortaklı yapılaşmalarda dikkati çeken husus, ortaklar arasındaki uyum ve uzlaşma. Aslında ortaklıkların uzun soluklu sürmesi toplum ve kişilerin terbiyesi açısından da çok ehemmiyetlidir. Gittikçe büyüyen yapılar bir noktadan sonra, kurucular arasında paylaşılırken bile bir anlaşmazlık yaşanmamalı.
Fransa'da, otoriter yapıyı yumuşatmak ve yönetimle
vatandaş arasındaki ilişkileri iyileştirmek üzere 22 yıl
önce kurulan "Ombudsmanlık" kurumu Avrupa Birliği anlaşmasında da ele alınmıştır. Uzlaşma kültürü, kendini yerel organların yönetimlerinde de göstermeli ki enerjimizi boşa harcamamış olalım. Şirketler farklılaşsa da, eski ortakların birbirlerine verdikleri destek sürmeli. ‘Vahşi Kapitalizm’ yerine,
sosyal unsurların güçlü yaşandığı bir iş dünyası, insanın başarılı olmasında etken olacaktır. İş ortamında rekabet edenler, dernek, kulüp, vakıf gibi ortamlarda bir araya gelerek dertleşebilmelidirler.
Dikkat edilmesi gereken, bütün yoğunluklarına rağmen işadamlarımızın bu tür toplantılara düzenli ola-
rak devam etmeleridir. Değişim ve günün teknik
şartları gözardı edilmemelidir. Hz. Ömer’in halife
olunca şöyle bir bilgilendirme seferberliği başlattığı
görülür. Onun bütün yöneticilere yayınladığı ilk ticaret genelgesi şöyledir: “İslâm’a göre, kendi ticaretiyle ilgili hükümleri bilmeyen kimse, bizim çarşı ve pazarlarımızda alışveriş yapmasın. Çünkü bilmeme yüzünden faize düşebilir.” İnsanımızı da bilgi ve ilim ile
donatmalıyız. Yine hoş bir sözü Benjamin Franklin
söylemiş “boş bir çuval dik durmaz.”
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız
zaman hemen Allah’ı anmaya (namaza) koşun ve
alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın
ve Allah’ın fazlından rızkınızı arayın. Allah’ı çok anın
ki kurtuluşa eresiniz.” Genellikle az da olsa dostlarımızdan destek bekleriz, çalışkan, kabiliyetli insana
hep ne deriz? “Akla ve paraya ihtiyacı yok.” Çünkü
eğitilmiş, terbiye edilmiş insanların ellerindeki altın
bilezik “sanat, ticari kabiliyet” onların her zaman
önünü açmıştır. Geçmişten beri alın teri kutsaldır,
çok önemlidir.
Ancak günümüzde “akıl teri” çok önlere çıkmıştır.
Ne üretirsek üretelim, hedefimiz, ufkumuz dış pazarlar, dünya olmalı. “En makbul insan üreten insandır'' anlayışıyla düşünecek olursak, dünya müthiş bir pazar ve bugün 6,5 milyar insana çok kısa zamanda ulaşabiliyoruz. Ticaret ve üretimi bir hayat
tarzı haline getiren işadamlarının çoğunun koltuğunda doğal olarak artık yüksek tahsil yapmış, yurtdışında eğitim görmüş gençler oturuyor.
Herkes zengin olmak istiyor. Bunun da tek ilacı var,
o da girişimcilikten ve sebat etmekten geçiyor. Dünyanın günümüzde buna çok ihtiyacı var. Ülkelerin
zenginliği girişimcilerinin sayısına bağlıdır. Allah’ın
Yönetimin ve
yöneticinin en temel
idarî görevi, ilişki
yönetimidir. Liderlik
performans
kriterlerimizin arasına
“personel gelişim
endeksi” ilave etmeli,
her yıl personelimizi
gerek hayat bilgisi, ulvi
değerler ve gerekse
teknik beceriler
alanında ne kadar
geliştirdiğimizi kontrol
etmeliyiz.
MART-N‹SAN 2011 49
DOSYA: F‹NANSMAN
Tüm piyasalar için
inorganik büyüme
önemlidir. Evyap’ın,
Gibbs markasını
uluslararası bir
firmadan satın alıp
bünyesine katması da
inorganik büyüme
alanında yapılmış bir
girişimdir. İş hayatında
sanayicinin çıkarı, aynı
zamanda milletin çıkarı
ve istihdam demektir.
50 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Elçisi’ne en üstün kazancın hangisi olduğu sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Kişinin elinin emeği ve
mebrur alışveriştir.”
Varislerin şirkete adaptasyonu, çocukluktan başlayan bir süreçtir. Genellikle ilk adım, küçüklükten itibaren babasıyla beraber şirkette bulunması, tecrübe kazanmasının başlangıcıdır. Ya şirketi yoksa vergi mükellefi değilse girişimciliğe nereden başlayacak? İşte bu noktada dünyadaki yeni girişimcilerin,
farklı fikirleriyle öne çıktıklarına şahidiz. Aslında şirketlerle beraber büyüyen kişiler, daha öncelikli hayata başlangıç yapıyorlar. Şirketten eve taşınan konular, daha çocuk yaşlarda onları işe hazırlamış
oluyor. Elbette tepeden inme bir yöneticilikten bahsetmiyoruz.
Günümüzde büyük işletmelerde işler biraz daha
farklı yol alıyor. Mevcut işlerin büyük ölçekli olduğu,
kredilerin projeye bağlı olarak da alınabildiği, kurumsallaşmış iş yapılarında ise inorganik veya yatay
büyüme geçerli oluyor. Bu şirketlerde ortaklık anlayışının ve hukuki sözleşmelerin geçerli olduğunu
gözlemliyoruz. Gelişim, büyüme uzun dönemli hesaplanıyor, planlanıyor. İşi geliştirmeye yeni ürün
üretimine dönük Ar-Ge çalışmaları yapılıyor.
Hz. Peygamber (SAV) de zaman zaman ihtiyaç yüzünden borçlanmıştır. Mesela, bir Yahudî’den veresiye yiyecek satın almış ve zırhını rehin olarak bırakmıştır.
Yatay büyümede, büyük ölçekli firmalar işlerini büyütecek yapılanmayı, verdikleri hizmetin yelpazesini
genişletecek yeni işleri sorumluluk alanlarına katmayı ve mevcut müşterilerine daha geniş hizmeti
tek elden vermeyi amaçlıyor. Bunu sağlamak için de
hisse satın alma, ortak olma ile kâr etmekte zorla-
nan şirketleri bünyelerine alıyorlar.
Genellikle günümüzde şirketler kendi kapasitelerini artırarak büyümeyi tercih ediyorlar. Önümüzdeki
dönemde de eğilimin bu yönde devam edeceğini inanıyoruz. Şirketlerin birbirini satın alarak aynı konu
üzerinde büyüyerek devam etmeleri, organik büyümedir. Üreticilerimiz de yeni teknolojiler için farklı
arayışlar içindeler. Günümüzde yatırım tutarları çok
büyük. Firmalar yeni teknolojiye yeni ortakla girme
arayışındalar.
Günümüzde şirketlerin organik büyüme stratejileri
uygulayarak büyümeleri çok daha mümkündür. Halihazırda birçok ürün piyasada var olmasına rağmen,
imalatçı şirketler yepyeni ürünlerle tüketicilerinin
karşılarına çıkıyor. Bazı ürünlerde de artan talebe
cevap vermek için kapasite artırımına gidiliyor, tüketicilerin değişen istek ve talepleri doğrultusunda
ürün portföyü genişletiliyor.
Tüm piyasalar için inorganik büyüme önemlidir. Evyap’ın, Gibbs markasını uluslararası bir firmadan
satın alıp bünyesine katması da inorganik büyüme
alanında yapılmış bir girişimdir. İş hayatında sanayicinin çıkarı, aynı zamanda milletin çıkarı ve istihdam demektir. Önce yatay büyüme olmalıdır, sonra
dikey büyümeye geçmek istikrar ve uzun soluklu olmanın gereğidir. Yatay büyüme toprağa tohum ekmek, dikey büyüme ise bitkinin fidan halini almasıdır. Allah (cc) şöyle buyurur, “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyiniz. Ancak, karşılıklı rızaya dayanan ticaret bunun dışındadır.”
Evet, ticarette ve girişimcilikte cesur olmalıyız. Bu
cesaretimizi bilgiden, tecrübelerden ve ticari ahlaktan almalıyız. Risk alamayanlar ve korkaklar girişimci olamaz.
FİNANSAL YÖNETİM
FİNANS, İŞLETMENİN GEREKSİNİM DUYDUĞU FONLARIN EN UYGUN KOŞULLARDA ELE
GEÇİRİLMESİ VE ELE GEÇİRİLEN FONLARIN EN ETKİN KULLANIMININ SAĞLANMASIDIR.
1950’Lİ YILLARA KADAR, FİNANSIN FON BULMA FONKSİYONU ÖN PLANDAYKEN, BU
TARİHTEN SONRA, FONLARIN KULLANIMI DAHA FAZLA ÖNEM KAZANMIŞTIR.
Prof. Dr.
Ahmet İNCEKARA
İ. Ü. İktisat Fakültesi
İktisat Politikası
Anabilim Dalı
Başkanı
ileşik faiz hesaplamalarının, yaklaşık İ.Ö.
1800 yıllarında, Babil Krallığı’nda, Hammurabi Yasaları’yla düzenlendiği tahmin edilmektedir. İlk opsiyon sözleşmesi, İ.Ö. 1000 yıllarında, Filozof Thales tarafından satın alınmıştır. Uluslararası bankacılığın kökleri 15. yüzyıla kadar uzamaktadır. Bugünkü anlamda ilk anonim şirket ise
(East India Company), 1599 yılında İngiltere’de kurulmuştur. Günümüzde halen faaliyetini sürdüren
bir başka A.Ş., (Hudson’s Bay) 1670 yılında Kanada’da kurulmuştur. ABD’de 1690 yılında, ilk kağıt
para ihracı gerçekleştirilmiştir. İlk menkul kıymet
ihraçları ise, 1720 yılında gerçekleşmiş ve günümüzün en büyük borsası olan New York Borsası (NYSE),
1792 yılında kurulmuştur.
Finansal yönetimin fonksiyonları; finansal analiz, finansal planlama, finansal denetim, fonların sağlanması ve fonların yatırımıdır. Finansal analiz, işletmenin finansal tablolarından yararlanarak, mevcut durumunun değerlendirilmesi ve geleceğe ilişkin tahminlerin yapılmasıdır. Finansal planlama, işletmenin faaliyeti sırasında ortaya çıkacak her türlü fon giriş ve çıkışının önceden planlanmasıdır. Finansal denetim ise finansal planlama ile uygulamaların karşılaştırılması ve sapma varsa düzeltici önlemlerin
alınmasıdır. Fonların sağlanmasında ise işletmenin
ihtiyaç duyduğu fonlar, zamanında ve en uygun koşullarla sağlanmaktadır. Fonların yatırımı fonksiyonunda, işletmedeki fonların, beklenen gelir ve risk
göz önünde bulundurularak ve işletme amaçlarına
en uygun şekilde menkul kıymetlere, alacaklara,
stoklara veya duran varlıklara yatırılmasıdır.
B
F‹NANSMAN YÖNET‹M‹N‹N ÖNEM‹
Finansman yönetimi 1950’li yılların başlarından itibaren organizasyonların yönetimindeki önemi giderek artmıştır. Finansal yönetim yalnızca fonların temini olmaktan çıkmış, bu fonların kullanılması, değerlendirilmesi ve firma değerinin yükseltilmesini
dikkate almaya başlamıştır. Finansal yönetim varlıkların temin edilmesi, finansmanı ve yönetimi ile ilgilenir. Finansal yönetimin temel amacı işletmenin
değerini azami seviyeye çıkaracak kararlar alması-
dır. İşletmenin bu amaca nasıl ulaşacağını ortaya
koyar. Bir diğer finansal amaç da likiditeye dönük
amaçlardır. Bunlar da sürekli ödeyebilme olanağının var olması, ödemelerin vadeleri ile uyumlu gerçekleştirilmesi ve genel bir finansman dengesinin
tutturulmasıdır. Finansal amaçların parasal olmayan kısmında firmanın çeşitli çıkar grupları ve firmaya düzenli likidite akışı sağlayacak bankalar ile düzenli ilişkiler içinde bulunma zorunluluğunda olmasıdır. Firmanın kredi değerliliği, uygun kredi sağlayabilmesi ve sermaye yapısını koruma gerekliliği parasal olmayan finansal amaçlar arasında sayılabilir.
Finans yönetiminin işlevleri uygun sermaye kaynaklarının tedarik edilerek rasyonel şekilde yatırımlara
aktarımını kapsamaktadır. Rekabetin oldukça yüksek olduğu günümüzün küresel ekonomisinde işletmeler açısından mevcut olan bütün kaynakların en
uygun şekilde değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yüzden, finans yönetimi finansman ve
yatırım olmak üzere 2 ana yönetim dalına ayrılır. Günümüzde işletmelerin hızla büyümesi ve finansal
yatırım seçeneklerinin sayıca ve hacimce önemli seviyede artması sebebiyle bir finans uzmanı firmanın
tüm finans yönetiminden daha ziyade bir alt biriminden sorumlu olabilmektedir. Günümüz koşullarında küreselleşmiş olan dünya ekonomileri tarihin hiç
bir döneminde olmadığı kadar birbirine entegre olmuşlardır. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana
gelen ekonomik dalgalanma okyanus ötesindeki bir
başka ekonomiyi olumsuz etkileyebilmekte hatta
krizlere yol açabilmektedir. Artık işletmelerin sahip
olması gereken vizyon yerel öngörü ve düşüncelerden ziyade küresel ölçekte ve standartlarda profesyonellik anlayışı ile yönetilmeyi gerektirmektedir.
Limitli olan işletme kaynaklarından minimum risk
ile maksimum kar elde etmek finans yönetiminin
öncelikli hedefidir.
Kaynakça:
1. Nurhan Aydin, Metin Çoflkun,Hasan Bakir,Ali Ceylan, Mehmet Baflar,Editör Nurhan Aydin, Finansal Yönetim, Anadolu Üniversitesi Yay›n› No: 1465, Açikö¤retim Fakültesi Yay›n› No: 779, Eskiflehir, 2004, s.3
2. Erdo¤an Oral, “Finansal Yönetim, Sermaye Piyasas› Faaliyetleri”,
Ekim 2009
MART-N‹SAN 2011 51
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
PROJE YÖNETİMİ
PROJELERİN HAYAT GEÇİRİLEBİLMESİ FİNANSAL KAYNAKLAR (BÜTÇE) VE ZAMANIN
VERİMLİ OLARAK KULLANILMASINA BAĞLIDIR. DİĞER ÇEVRESEL FAKTÖRLERLE BİRLİKTE
PROJENİN UYGULANMASI SIRASINDA KARŞILAŞILABİLECEK EN ÖNEMLİ ENGEL FİNANSAL
PROBLEMLERDİR. PROJE FİNANSMANINDA YAŞANAN SIKINTILAR TÜM PROJENİN
BAŞARISIZLIKLA SONUÇLANMASINI KAÇINILMAZ KILACAKTIR. BU NEDENLE FİNANSAL
KAYNAKLARIN PLANLAMASI DİKKATLİ ŞEKİLDE YAPILMALIDIR.
Prof. Dr.
Ahmet İNCEKARA
İ. Ü. İktisat Fakültesi
İktisat Politikası
Anabilim Dalı
Başkanı
52 M‹MAR VE MÜHEND‹S
roje yönetiminin metot, araç ve uygulamalarının ilk kez M.Ö 1. yy’da kullanılmaya başlandığı varsayılmaktadır. Günümüzdeki modern kullanımı ise ticari işletmeler ve organizasyonlar tarafından aktif olarak 1950’li yıllarda kompleks
mühendislik projelerinde sistematik olarak uygulanmaya başlamıştır. Gelişen teknolojik olanaklar
kısa zaman önce hayal olarak nitelendirilen projelerin hayata geçirilmesine olanak sağlamaktadır. Proje yönetimini giderek önemi artan bir uzmanlık alanı haline getirmiştir. Dünyanın farklı bölgelerinde
başarı ile uygulanan pek çok devasa proje, zamanla
daha karmaşık bir yapıya bürünen yeni projelerin
başarılı şekilde uygulanabilmesi için proje yönetimindeki istihdam ihtiyacını arttırmaktadır. Gelişmiş
ülkelerde yüksek öğretimde faaliyet gösteren pek
çok kurum yüksek lisans ve doktora programları
açarak bu alandaki istihdam ihtiyacını cevap vermeye çalışmaktadır. Öğrencilerin proje yönetimi uzmanlık programlarına olan ilgisi her geçen gün artarak devam etmektedir.
Nihai sonuç elde edildiğinde fayda sağlaması ya da
katma değer üretmesi arzu edilerek özgün bir servis, ürün ya da marjinal sonuca ulaşmak için harcanan geçici emek, dizayn ve çalışmaların tümüne
proje denir. Projelerde göze çarpan genel özellik nihai sonuçların elde edilmesi kesinlik taşımamaktadır. Bu nedenle başlangıç anından nihai sonuca kadar olan süreç geçici olarak kabul edilmektedir.
Projeler uygulanmaya başlandığında nihai ürün ve
sonuçları bakımından sosyal, ekonomik ve çevresel
P
faktörlerden etkilenebilmekte ve aynı oranda sonuçları itibarı ile toplumu etkileyebilmektedir. Proje yönetimi doğası gereği fonksiyonel ve dinamik bir
uzmanlık alanıdır ve ağırlıklı olarak mühendislik bilimlerinde etkin kullanıma sahiptir. Proje yönetimi,
merkezi ABD’de bulunan Proje Yönetim Enstitüsü
tarafından yapılan genel kabul gören tanımı, özgün
bir sonucu hedefleyen projelerin başarılı bir şekilde
uygulamaya konularak, nihai sonucu ve faydayı elde
etmek maksadıyla mevcut kaynakların planlı, organize ve güvenli şekilde yönetilmesi olarak yapılmıştır. Proje yönetimini genel olarak süreci başlatma,
planlama, uygulama, kontrol ve süreci sonlandırma
olarak 5 aşamayı kapsamaktadır. Sürecin başlangıç
aşaması projeye onay verilerek uygulamaya konulmasıdır. Planlama aşaması ise hedeflenen nihai
amacın belirginleştirilerek, gerekli düzenlemeler
gözden geçirildikten sonra sonuca ulaşmak için
mevcut en uygun alternatiflerden seçim yapılarak
sağlıklı bir planlanmanın gerçekleştirilmesidir.
Planlama aşamasını takip eden süreç ise uygulama
aşamasıdır. Uygulama aşaması projeyi hayata geçirmek için eldeki mevcut kaynakların özellikle insan gücü faktörünün koordine edilerek planlama
sürecinde kararlaştırılan proje hedeflerinin sağlıklı
olarak uygulamaya konulması ve bu süreçte karşılaşılan çevresel değişkenlerin dikkate alınarak düzenli kontrolü, takibi ve nihai sonuçların ölçümünün
kontrol sürecinde etkin olarak gerçekleştirilmesidir. Kontrol aşaması üzerinde titiz ve yoğun çalışma
gerektiren, projenin yürütülmesinde ve başarıya
Bafllangݍ
Süresi
Planlama
Süresi
Kontrol
Süresi
Oklar bilgi ak›fl›n›
temsil etmektedir
Uygulama
Süresi
Kapan›fl
Süresi
ulaşmasındaki önemli aşamaların başında gelmektedir. Projenin eldeki mevcut kaynakları etkin bir şekilde kullanarak tamamlanmasını takiben gerekli
kabul ve onayın alınması için formüle etme aşaması süreci sonlandırma aşamasıdır. Final aşaması
olan sonlandırma aşaması, projenin ürün ve katma
değerlerinin etkin olarak değerlendirilebilmesine
olanak tanımaktadır.
Projelerin hayata geçirilebilmesi finansal kaynaklar
(bütçe) ve zamanın verimli olarak kullanılmasına
bağlıdır. Diğer çevresel faktörlerle birlikte projenin
uygulanması sırasında karşılaşılabilecek en önemli
engel finansal problemlerdir. Proje finansmanında
yaşanan sıkıntılar tüm projenin başarısızlıkla sonuçlanmasını kaçınılmaz kılacaktır. Bu nedenle finansal kaynakların planlaması dikkatli şekilde yapılmalıdır.
Proje yönetimini standartlaştırmak için dünya genelinde çeşitli çalışmalar yürütülmüştür. Standartlaştırma çalışmaları bölgelere göre farklılık gösterebilmekle birlikte genel kabul görenleri arasında; yazılım mühendisliği enstitüsü tarafından geliştirilen
Yeterli Kapasite Modeli (Capability Maturity Model)
ve Takım Yazılım Süreci (Team Software Process);
GAPPS olarak bilinen Küresel Proje Performans
Standartları Birliği (Global Alliance for Project Performance Standards); ISO 9000 ve ISO 10006 örnek
gösterilebilir. Standartlaştırma, ülkelerin kendi iç
tercihi her ülkenin kendi yerel koşullarının küreselleşerek hızla büyüyen dünya ekonomisi toplumları
iktisadi ve finansal olarak birbirine entegre etmektedir. 2008 yılında yaşanan küresel finansal krize
rağmen günümüzde faaliyete geçirilmesi arzulanan
pek çok dev proje bulunmaktadır. Özellikle son 10
yılda ülkemizde dünya ekonomisindeki gelişmelere
paralel olarak hızlı bir ekonomik büyüme sağlanmıştır. Bu ekonomik gelişmeler beraberinde dev
projelerin gündeme gelmesini sağlamış ve pek çok
proje ülkemizde hayat geçirilmiştir. Gelecekteki
projelerin hayat geçirilmesi ve başarılı bir şekilde
uygulanabilmeleri proje yönetiminde uzmanlaşmayı
gerektirmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde proje yönetimindeki ihtiyaç duydukları
uzmanların yetiştirilmesi yüksek öğrenim kurumlarının öncelikleri arasında olmalıdır.
Kaynakça:
1- Young-Hoon Kwak (2005). "A brief history of Project Management". In: The story of managing projects. Elias G. Carayannis et al.
(9 eds), Greenwood Publishing Group, 2005.
2- Project Management Institue, “A Guide to Project Management
Body of Knowledge”, Fourth Edition, PA USA, 2008, sayfa 5
Proje yönetimi,
merkezi ABD’de
bulunan Proje Yönetim
Enstitüsü tarafından
yapılan genel kabul
gören tanımı, özgün bir
sonucu hedefleyen
projelerin başarılı bir
şekilde uygulamaya
konularak, nihai
sonucu ve faydayı elde
etmek maksadıyla
mevcut kaynakların
planlı, organize ve
güvenli şekilde
yönetilmesi olarak
yapılmıştır
3- Project Management Institue “Project Management-Experience
and Knowledge Self-Assessment Manual” , PA USA, 2000, sayfa 5
4- Library of Congress Cataloging-in-Publication Data “The PMI
Project Management Fact Book”, Second Edition, , PA USA, 2001,
sayfa 8
5- Library of Congress Cataloging-in-Publication Data “The PMI
Project Management Fact Book”, Second Edition, , PA USA, 2001,
sayfa 9
6- Williams, Meri, “The Principles of Project Management”, First
Edition, SitePoint Pty. Ltd. 2008
MART-N‹SAN 2011 53
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
KALKINMA AJANSLARI
MALİ DESTEK SİSTEMİ
KALKINMA AJANSLARI, SORUMLU OLDUKLARI BÖLGENİN EKONOMİK VE SOSYAL
KALKINMA SÜRECİNİN HIZLANDIRILMASI, SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YAPIYA KAVUŞMASI VE
BÖLGE İÇİN KRİTİK ÖNEME SAHİP FAALİYETLERİN HAYATA GEÇİRİLMESİ AMACIYLA
ÖNCEDEN BELİRLENMİŞ UYGUNLUK KRİTERLERİ DOĞRULTUSUNDA; BÖLGE PLANI VE
PROGRAMLARI İLE YILLIK ÇALIŞMA PROGRAMI VE İLGİLİ BAŞVURU REHBERLERİNDE
BELİRLENEN ALANLARDA BÖLGE PAYDAŞLARINA MALİ VE TEKNİK DESTEK SAĞLAYABİLİR.
Doç. Dr. Abdülmecit
KARATAŞ
İstanbul Kalkınma
Ajansı Genel
Sekreteri
alkınma Ajansları tarafından kamu kurum ve
kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına ve
diğer gerçek veya tüzel kişilere sağlanacak
mali desteklerin niteliği ile bunların yönetimi ve kullandırılmasına ilişkin hususlar Kalkınma Ajansları
Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği ve Kalkınma Ajansları Destek Yönetimi Kılavuzu tarafından
düzenlenmiştir. Ajanslar yönetmelikte belirtilen istisnalar dışında, hiçbir kişi, kurum veya kuruluşa
doğrudan destek sağlayamazlar.
Ajanslar tarafından uygulanacak mali destek türleri
şunlardır:
1) Doğrudan finansman desteği
2) Faiz desteği
3) Faizsiz kredi desteği
K
Doğrudan finansman desteği, ajansın esas itibarıyla
proje teklif çağrısı yöntemiyle kullandırdığı desteklerden oluşur. Ancak ajans istisnai olarak, proje teklif çağrısı yapmaksızın ve proje hazırlığı konusundaki yükümlülüklerinden bazılarını hafifletmek veya
proje hazırlık sürecini doğrudan yönetmek suretiyle,
doğrudan faaliyet desteği ve güdümlü proje desteği
şeklinde de doğrudan destek sağlayabilir.
Proje teklif çağrısı yöntemi ise belirli bir mali destek
programı kapsamında, nitelikleri net bir şekilde belirlenmiş olan potansiyel başvuru sahiplerinin, önceden belirlenen konu ve koşullara uygun olarak
proje teklifi sunmaya davet edilmesidir. Ajansın,
özel işletmelerin, sivil toplum kuruluşlarının, kamu
kurumlarının, üniversitelerin, yerel yönetimlerin,
54 M‹MAR VE MÜHEND‹S
kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarının ve
diğer gerçek ve tüzel kişilerin proje ve faaliyetlerine
mali destek sağlaması mümkündür. Başvuru sahipleri için uygunluk kriterleri, her bir mali destek
programının amaç ve önceliklerine bağlı olarak
farklılık gösterebilir.
Destek sağlanabilecek projeler ilan edilen mali destek programı özelinde belirlenen hedef ve amaçlar
ile uyumlu olmalıdır. Bununla birlikte önerilen projeler her koşulda mevzuata uygun olmalı ve programa ait başvuru rehberinde belirtilen uygun olmayan
proje konularına girmemelidir. Destek programları
kapsamında mali destek almaya hak kazanan projeler bir yıllık uygulama süresini aşamazlar. Küçük ölçekli altyapı projeleri için ise, bu süre azami iki yıl
olarak belirlenebilir. Sunulan projeler ajansın faaliyet gösterdiği bölge sınırları içerisinde gerçekleştirilmelidir. Ajans tarafından desteklenen projelerde,
proje maliyetlerinin bir bölümü yararlanıcı tarafından karşılanmalıdır. Bu miktar eş finansman olarak
adlandırılır. Yararlanıcı, proje eş finansmanını, proje
ortaklarından, iştirakçilerden ve/veya üçüncü taraflardan sağlayacağı nakdi katkılar ile karşılayabilir.
Güdümlü proje desteği, ajansın sağladığı diğer destek türlerinden farklı olarak doğrudan ajansın belirlediği bir alanda uygulayıcı kuruluşun tespit edilmesi ve başvuru yapmak üzere yönlendirilmesi suretiyle ortaya çıkan destek türüdür. Güdümlü proje desteğinin amacı, bölgesel gelişmenin hızlandırılması,
bölgenin rekabet edebilirliğinin güçlendirilmesi ve
bölgedeki iş ortamının iyileştirilmesi açısından
önem taşıyan projelere Ajansın öncülük etmesi ve koordinasyonu üstlenmesiyle gerçekleştirilmesidir.
Güdümlü projenin yürütülmesinde, aynı anda birden fazla kurum
ve kuruluş rol alabilir. Bu durumda kurum ve kuruluşlardan biri
projenin uygulayıcısı olarak tayin edilir. Diğer kurum ve kuruluşlar, proje uygulayıcısının ortağı olurlar. Güdümlü proje desteklerinde sadece aşağıdaki kurumlar proje uygulayıcısı olabilir:
Yerel yönetimler, mahalli idare birlikleri, üniversiteler, meslek
okulları, araştırma enstitüleri, kamu kurum ve kuruluşları, kamu
kurumu niteliğinde meslek kuruluşları, organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri, küçük sanayi siteleri, sivil toplum kuruluşları.
Güdümlü Proje Desteği kapsamında, bölgesel gelişmeyi hızlandıracak ve bölge planlarında ya da saha çalışmaları sonucunda
belirlenen alanlar için; bölgedeki girişimcilik ve yenilikçilik kapasitesini geliştirecek nitelikteki iş geliştirme merkezleri, teknoparklar, teknoloji geliştirme merkezleri işletmelerin ortak kullanımına açık fuar, ticaret merkezi, sergi salonu, laboratuar ve
atölye gibi büyük bütçeli altyapı ve/veya işletme destekleri verilmesi mümkündür.
Bu faaliyet alanları dışında herhangi bir alanda güdümlü proje
desteği sağlanamaz. Güdümlü proje desteği kapsamında azami
proje süresi 24 aydır.
Doğrudan faaliyet desteği, ajansın yatırım bileşeni içermeyen
planlama, strateji belirleme ve fizibilite benzeri faaliyetlere verdiği destek türüdür.
Ajans, Bölgenin kalkınması ve rekabet gücü açısından önemli fırsatlardan yararlanılmasına,
Bölge ekonomisine yönelik tehdit ve risklerin önlenmesinde acil
tedbirlerin alınmasına,
Kritik öneme sahip araştırma ve planlama çalışmalarına,
Bölgenin yenilikçilik ve girişimcilik kapasitesini geliştirmeye yönelik iş geliştirme merkezleri, teknoloji geliştirme merkezleri,
teknoparklar gibi kuruluşların ve bunların tesislerinin kurulma-
sı amacıyla yapılacak fizibilite benzeri ön çalışmalar gibi bölge
için önemli olabilecek stratejik eylemlerin başlatılmasına ve gerçekleştirilmesine,
Büyük hacimli yatırım kararlarına kısa vadede etki edilmesi ve
yönlendirilmesine katkı sağlayacak olan faaliyetlere, doğrudan
mali destek verebilir.
Ajans tarafından sağlanacak doğrudan faaliyet desteğinden sadece aşağıdaki kurumların yararlanması mümkündür:
Yerel Yönetimler,
Üniversiteler,
Kamu Kurum ve Kuruluşları,
Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları,
Sivil Toplum Kuruluşları,
Birlikler ve Kooperatifler.
Başvuru sahipleri tek başlarına ya da ortak kuruluşlarla başvuruda bulunabilirler. Ortaklar da başvuru sahibi ile aynı kriterleri
taşımalıdır. Her ilan dönemi özelinde başvuru sahipleri ve ortaklarla ilgili sınırlamalar getirilmesi mümkündür.
Faiz desteği, kâr amacı güden gerçek ve tüzel kişilerin ilgili aracı kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak protokolde belirtilen
nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlardan alacakları krediler karşılığında ödeyecekleri faiz giderlerinin, Ajans tarafından
karşılanmasını öngören karşılıksız yardımdır.
Faizsiz kredi desteği, ajans tarafından kâr amacı güden gerçek
ve tüzel kişilerin ilgili aracı kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak protokolde belirtilen nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlar eliyle kredi verilmesini ve bu mali desteğin Kalkınma
Ajansları Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği ve Kalkınma
Ajansları Destek Yönetimi Kılavuzu’nda belirtilen usul ve esaslar
dahilinde ajans tarafından sağlanan mali desteğin faiz ödenmeksizin taksitler halinde geri ödenmesine imkan veren karşılıksız
yardımdır.
MART-N‹SAN 2011 55
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
TÜRKİYE’DE TEŞVİK VE
DESTEK POLİTİKALARI VE
YARARLANILABİLECEK
DESTEKLER
ÜLKENİN KALKINMA STRATEJİSİ VE İHTİYAÇLARINA YÖNELİK YENİ BİR DÜZENLEMEYE
GİDİLEREK ESKİ TEŞVİK YASASI DEĞİŞTİRİLMİŞ , TEŞVİKLERİN DAHA ADALETLİ VE
ÜLKE İHTİYAÇLARINA CEVAP VERECEK NİTELİKTE DAĞITILMASINA YÖNELİK ADIM
ATILMIŞTIR, “GENEL TEŞVİK SİSTEMİ” YENİLENMİŞ VE KAPSAMI GENİŞLETİLEREK
“SEKTÖREL TEŞVİK SİSTEMİ”NE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR.
Ömer SARIOĞLU
Proje Danışmanı
56 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Günümüz dünya ticaretinde her ne kadar serbest piyasa ekonomisi hâkimse de hiçbir devlet yoktur ki
ekonomiye müdahale etme ihtiyacı duymasın. Sistemin dinamosu sayılan devletlerde dahi serbest piyasa belli sınırlar içerisinde “serbest” bırakılmaktadır.
En somut örneği için ABD ve Avrupa Birliği’nin kriz
sürecindeki aktif müdahalelerine bakılabilir.
Devletlerin ekonomileri serbest bırakmama sebepleri hem sistemin kendi iç dinamiklerinden hem de
ekonomik, sosyal, siyasal vb. kaygılarından ileri gelmektedir. Piyasalar normal işleyişine bırakıldığında
optimal düzeyde sonuçlar doğurmamakta, bu durumda devlet yardımları gündeme gelmektedir. Bu
yardımlar hibe, teşvik, kredi, vergi muafiyeti vb. şeklinde kendini gösterir. Sistemin kendi iç dinamiklerini bir kenara bırakacak olursak devletlerin büyüme hedeflerini tutturmaları için aldıkları “ekonomik” önlemler, genellikle teşvik ve destek politikalarını şekillendirir. Teşvik ve desteklerle hedeflenen
iyileştirmeler çeşitli alanlarda olabilir; doğal afetler
sonucu oluşan hasarı telafi etme, sosyal alt yapıyı
güçlendirme, ihracatı arttırma, ekonomik istikrarı
sağlama, büyümeyi destekleme, tarım ürünlerini
destekleme, işsizliği azaltma, sanayinin ve ihracat
sektörünün rekabet gücünü arttırma vb.
Türkiye özelinden duruma bakacak olursak 1980’li
yıllarda serbest piyasa ekonomisine tam olarak girişimizle birlikte ekonomide belli problemler oluşmaya başlayınca, 1980’li yılların ortalarında “teşvik” politikalarıyla tanışmış olduk. Artık hükümetler ihracatı, üretimi, tarımı belli şekillerde yönlendirme ihtiyacı ile yasal önlemlerin yanında en güçlü müdahale biçimi olarak “teşvik ve destek” sistemini devreye almaya başladılar. Bu teşvikler ve desteklerle
belli konularda iyileşme ve kontrollü büyüme hedeflenerek dünya pazarlarında daha iyi rekabet edebilir, kendi pazarına yetebilir bir ülke olma yolunda
adımlar atıldı.
Türkiye’de 1980’lerin ortalarında başlayan “teşvik”
sistemi birçok olumlu sonuçlar doğurmasının yanı
sıra bunu destekleyici belli yasal düzenlemeler ve
gerekli denetleme mekanizmaları oluşturulmadığından “istismara açık” alanlar olmaya başladı. Teşvik mekanizmasında oluşan bu boşlukları değerlendirerek avantadan para koparan, devleti dolandıran,
teşvik zengini tipler oluşmaya başladı (örneğin o dönemleri hatırlarsak birden bire “hayali ihracatçılar”
türemişti). Bu sebeplerden dolayı toplumda, teşvik
sisteminin yeterince iyi işletilemediği ve gerçek sahiplerine bu teşviklerin ulaşamadığı algısı oluştu.
Hele küçük işletmeler için teşvik neredeyse hayal
olarak algılanıyordu. Kaldı ki çoğu “kobi”nin teşviklerden haberi bile olmamaktaydı. Çünkü teşvik sistemindeki mevzuat eksikliği-karışıklığı, halka bunun
iletilememesi, teşviklerin tek bir elden dağıtılmaması ve toplumda oluşan “teşvik eşittir avanta” algısı nedeni ile teşviklerin yerli yerinde ve yeterince
kullandırıldığı söylenemez.
Bugün gelinen noktada ise teşvik politikaları eskisine nazaran daha derli toplu yönetilmeye başlanmıştır diyebiliriz. Özellikle teşvik sisteminde bazı düzenlemelere gidilmiştir. Denetleme mekanizmaları geliştirilmiş, kredi kullandırma sistemi bankalar üzerinden yapılmaya başlanmış, devlet verdiği hemen
hemen bütün hibe, destek ve yardımlarda “önce
öde-belgelendir-geri al” sistemiyle çalışmaya başlamış. Özellikle ülkenin kalkınma stratejisi ve ihtiyaçlarına yönelik yeni bir düzenlemeye gidilerek eski teşvik yasası değiştirilmiş, teşviklerin daha adaletli ve ülke ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte dağıtılmasına yönelik adım atılmıştır. “Genel Teşvik
Sistemi” yenilenmiş ve kapsamı genişletilerek “Sektörel Teşvik Sistemi”ne dönüştürülmüştür. Yeni Karar’ın uygulandığı bir yıllık dönemde, yabancı ser-
mayeli yatırımlar da dahil olmak üzere genel ve bölgesel teşvik sistemi ile büyük ölçekli yatırımlar için
düzenlenen teşvik belgesi sayısı sadece genel teşvik
sisteminin uygulanmakta olduğu Ağustos 2009 öncesi bir yıllık döneme göre yüzde 43 oranında artarak 3 bin 848’e yükselmiştir. Yatırım sayısındaki bu
artış, toplam sabit yatırım tutarına da yansımış, yatırım tutarı bir önceki döneme göre yüzde 94 oranında artarak yaklaşık 59 milyar TL’ye ulaşmıştır. Teşvik belgeli yatırımlar kapsamında öngörülen istihdam ise yüzde 53 oranında artarak 139 bin kişiye
çıkmıştır.”
Teşvikler ve destekler belli kurumların bünyelerinde
toplanmış; teşvik için Hazine Bakanlığı, ihracatı desteklemek için DTM, KOBİ’leri desteklemek için
KOSGEB, Ar-Ge için TÜBİTAK vb. kamu kurumları
işletmelere teşvik ve yardımları dağıtma ve yönlendirme işini üstlenmiştir. İşletmelere destek ve teşviklerin haberdar edilmesi konusunda çalışmalar
yapılmaya başlanmıştır. Örneğin KOSGEB yaklaşık
20 yıldan beri var olduğu halde, çoğu işletme ancak
son 4-5 senedir böyle bir kurumun varlığından ve
desteklerinden haberdar olmaya başladı.
Türkiye’deki kamu kurumlarının teşvik ve destek
politikaların kısaca değindikten sonra özellikle ekonomimizin dinamosu olan işletmelere yönelik teşvik, destek, hibe ve kredi olanaklarından ve bu destekleri veren kamu kurumlarından kısaca bahsetmek yerinde olur sanırım.
KOSGEB DESTEKLER‹
Ülkemizde 20 yıldır faaliyette bulunmasına karşın
son 4-5 senedir firmaların ilgisini çeken KOSGEB,
küçük ve orta ölçekli işletmelerin destek alabilecekleri en önemli kurumdur. Eskiden sadece üretim yapan kobi’lere destek verirken 2010 senesinde değişen KOSGEB sistemi ile artık hemen hemen bütün
işletmeler KOSGEB desteklerinden faydalanabilmekte. Kobi’lerin faydalanabilecekleri KOSGEB
destekler ve oranlarını üç başlık altında şöyle özetleyebiliriz;
1-KOSGEB Kredi Destekleri
2- KOSGEB Genel destekler
3- KOSGEB Proje destekleri
a) KOBİ proje destek programı
b) Tematik proje destek programı
c) İşbirliği güç birliği destek programı
d)Ar-Ge, inovasyon ve endüstriyel uygulama destek programı
TÜB‹TAK DESTEKLER‹
Sanayi Bakanlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, TTGV gibi sayılı kurumlar Ar-Ge ve inovasyon desteklerini
genellikle TÜBİTAK üzerinden verir.
Tüm özel sektör kuruluşu, TÜBİTAK’tan Ar-Ge projeleri için finansal destek alabilir; enstitülerle işbirliği içinde tüm test, analiz, sistem kurma ve geliştirme çalışmalarını yürütebilir; danışmanlık ve eğitim
hizmetleri alabilir; uluslararası işbirlikleri geliştirebilir; bilim ve teknoloji dünyasıyla ilgili veri tabanlarından yararlanabilir.
1-TÜBİTAK-TEYDEB 1507 Kobi
Ar-Ge Başlangıç Destekleme Programı
Programın amacı, firma düzeyinde katma değer yaratan KOBİ’lerin Ar-Ge çalışmalarını teşvik etmek
ve bu yolla Türk sanayinin Ar-Ge yeteneğinin yükseltilmesine katkıda bulunmaktır.
2-TÜBİTAK-TEYDEB 1508 Teknoloji/Yenilik
Odaklı Girişimleri Destekleme Programı
Programın Amacı: Yüksek eğitimli (lisans, yüksek lisans veya doktora) kişilerin yenilikçi iş fikirleri ile
bilgi ve araştırmalarını katma değeri yüksek girişimlere dönüştürmesini, girişimcilik olgusunun tek-
Ülkemizde 20 yıldır
faaliyette bulunmasına
karşın son dört beş
senedir firmaların
ilgisini çeken KOSGEB, küçük ve orta
ölçekli işletmelerin
destek alabilecekleri en
önemli kurumdur.
Eskiden sadece üretim
yapan kobi’lere destek
verirken 2010 senesinde değişen KOSGEB sistemi ile artık
hemen hemen bütün
işletmeler KOSGEB
desteklerinden faydalanabilmekte.
MART-N‹SAN 2011 57
DOSYA: F‹NANSMAN
noloji ve yenilik odaklı firmalara yönelmesini sağlamaktır.
3-TÜBİTAK-TEYDEB 1509 Uluslararası Sanayi
Ar-Ge Projeleri Desteği
Programın Amacı: EUREKA, EUROSTARS, Avrupa
Birliği Çerçeve Programları ortak proje çağrılarına
çıkan programlar ve benzeri uluslararası programlara sunulan uluslararası ortaklı araştırma geliştirme projelerinin ve bu projelerde yer alan Türk firmalarının desteklenmesi için oluşturulmuştur.
HAZ‹NE BAKANLI⁄I DESTEKLER‹
Teşvik Belgesi: Yeni Teşvik Sistemiyle getirilen yenilikler çok kapsamlı olup, önceki Genel Teşvik Sistemi’ne ilave olarak bölgesel ve sektörel yatırımlarda
ek destekler uygulanmaktadır. Genel Teşvik Sistemi’nde; KDV İstisnasi + Gümrük Vergisi Muafiyeti,
Bölgesel ve Sektörel Teşvik Sistemi’nde ise; KDV İstisnasi + Gümrük Vergisi Muafiyeti + Kurumlar/Gelir
Vergisi + SSK Primi + Faiz Desteği (3 ve 4. Bölgeler
için) + Yatırım Yeri Tahsisi yer almaktadır. Her yatırım, her ilde aynı oranda desteklenmemektedir. Ayrıca, her yatırım bölgesel desteklere tabi değildir.
Bölgesel destekler için aranan asgari yatırım şartları ve sektörler illere göre değişmektedir. Bu sebeple yatırımcının; yatırım konusuna, iline, tutarına göre hangi desteklerden yararlanacağını ve belge alıp
alamayacağını doğru tespit etmesi gerekmektedir.
Belge Kapsamında Uygulanan Destekler
Asgari 1 ve 2. Bölge 1 milyon TL, 3 ve 4. Bölge 500
bin TL üzeri
KDV İstisnası: İthal/Yerli Makina ve Teçhizat alımları için
Gümrük Vergisi: Makina ve Teçhizat ithalatları için
Bölgesel ve Sektörel Yatırımlar İçin Destekler
Kurumlar/Gelir Vergisi: 1. Bölge %25 - 2. Bölge %40
- 3. Bölge yüzde 60 - 4. Bölge yüzde 80
58 M‹MAR VE MÜHEND‹S
SSK Primi: 1. Bölge 2 Yıl - 2. Bölge 3 Yıl - 3. Bölge 5
Yıl - 4. Bölge 7 Yıl
Faiz Desteği: 3. Bölge TL 3 - Döviz 1 Puan - 4. Bölge
TL 5 - Döviz 2 Puan
Yatırım Yeri Tahsisi: Tüm bölgelerde-büyük ölçekli
yatırımlar ile bölgesel yatırımlar
KDV İstisnası: İthal/yerli makine ve teçhizat alımları
için
Gümrük Vergisi: Makine ve Teçhizat ithalatları için
teşvik belgesi kapsamında yapılan yatırımlar için sadece vergisel destekler uygulanmakta olup düşük
faizli kredi veya hibe niteliğinde destekler yoktur.
Teşvik belgesi kapsamında bankalardan orta veya
uzun vadeli yatırım kredisi alınabilir.
DIfi T‹CARET MÜSTEfiARLI⁄I
(DTM) DESTEKLER‹
İhracata Yönelik Devlet Destekleri
1-Pazar Araştırması ve Pazarlama Desteği
2-Yurt dışı fuar katılımlarının desteklenmesi
3-Çevre maliyetlerinin desteklenmesi
4-Yurtdışında ofis-mağaza açma, işletme ve marka
tanıtım faaliyetlerinin desteklenmesi
5-Yurtdışı marka tescil faaliyetlerinin desteklenmesi
- DTSS, SDS ve şirketlerin
- TSS, SDS ve şirketler
6-Eğitim ve danışmanlık yardımı
7-Türk ürünlerinin yurtdışında markalaşması, Türk
Malı imajının yerleştirilmesi ve Turqualıty®’nin desteklenmesi
8-TURQUALITY® Destek Programı kapsamındaki
firmalar
9- Uluslararası nitelikteki yurtiçi ihtisas fuarlarının
desteklenmesi
10 -İstihdam yardımı
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
EĞİTİM FİNANSMANI MODELLERİ
BU ÜLKEDE EV ALMAK İSTEYENE EV KREDİSİ, ARABA ALMAK İSTEYENE ARABA KREDİSİ
VERİLDİĞİNE GÖRE BUNDAN DAHA ÖNEMLİSİ OKUMAK İSTEYEN ANCAK OKUMA ÜCRETİNİ
ÖDEYEMEYEN GENÇLERİMİZE EĞİTİMLERİNİ YAPMAK ÜZERE EĞİTİM KREDİSİ VERİLMELİ,
BU KREDİYİ ALANLAR MESLEK HAYATINDAN BORÇLANABİLMELİDİR.
Prof. Dr. Zeki
ÇİZMECİOĞLU
Y›ld›z Teknik
Üniversitesi Kimya
Metalurji Fakültesi
Metalurji ve Malzeme
Müh. Bölümü
Sabahattin Zaim
Üniversitesi Mütevelli
Heyet Üyesi
lkemiz, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde olmayan
genç bir nüfusa sahip olduğu halde üniversitelerimiz bu genç nüfusumuzu eğitmekte yetersiz kalmaktadır. Üniversiteye girme oranı maalesef çok düşük seviyelerde seyretmekte olup devlet
ve vakıf üniversiteleri, açık öğretim ve iki yıllık meslek yüksek okulları dahil ülkemizde üniversite çağındaki 18-23 yaş arası gençlerin yüksek öğrenime girme oranı yaklaşık yüzde 53,4 civarında olduğu göz
önüne alınırsa üniversite çağındaki iki gencimizden
birisi yüksek öğrenime devam edemiyor demektir.
Her ailenin ortak sorunu çocuklarının okumasıdır.
Her anne ve babanın çocuğunun üniversiteyi kazanarak orada okuması bir hülyasıdır. Okumak isteyen
ve üniversiteye girmek istediği halde giremeyen bu
gençlerimizin okuma sorununu halletmek ülkemiz
için beklemeye asla tahammülü olmayan, çok acil
çözüme kavuşturulması gereken bir konudur.
Bu makalede ülkemiz açısından konunun önemi tartışılmakta ve çözüm modelleri açıklanmaktadır.
Ü
DÜNYADA VE TÜRK‹YE’DE
VAKIF ÜN‹VERS‹TELER‹N‹N
E⁄‹T‹M-Ö⁄RET‹M ÜCRETLER‹
Vakıf üniversitelerinin ücretleri sürekli arttığından
bunu gelirlerinden ödeyebilecek aileler çok sınırlı
olup bunu karşılamak ancak dikkatli ve önceden
planlamayı gerektirmektedir. Dünyada genel olarak
vakıf üniversitelerinin ücretleri enflasyon yüzdesinden yüzde 2 daha fazla arttığı görülmüştür. Vakıf
60 M‹MAR VE MÜHEND‹S
üniversitelerinin ücretleri yüzde 6 arttığı kabul edilirse 12 yılda eğitim ücretleri iki misli olacaktır. İngiltere üniversitelerinde 3 yıllık bir üniversitede eğitim
ücreti takriben 60 bin TL olup, 60 bin TL harcamalarla beraber toplam 120 bin TL’ye mal olmaktadır.
Türkiye’de 2010-2011 akademik yılında eğitim-öğretim veren 44 vakıf üniversitesi ile 9 vakıf meslek yüksekokulu yıllık eğitim-öğretim ücretleri incelendiğinde vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde yıllık
eğitim ücretleri 40 bin TL’yi bulurken lisans programları ile bazı ön lisans programlarının fiyatları ortalama 15-20 bin civarındadır. Barınma ve diğer ihtiyaçlar da göz önüne alındığında yıllık vakıf üniversite ücreti masrafı 4 yıllık bir okul için yılda 30 bin lirayı geçmekte, dolayısı ile 4 yıllık bir eğitimin ülkemizde toplam maliyeti 120 bin TL civarında bir meblağa
ulaşmaktadır.
Vakıf üniversitelerinde dershane ya da başka bir şehirdeki devlet üniversitelerinde okumanın yıllık maliyetine yakın eşdeğer bölümler de vardır. Özel üniversiteler arasında en pahalı program 40 bin TL ile
İstanbul’daki Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’dir. Onu
32 bin 400 TL ile Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği
Fakültesi izliyor. En ekonomik bölüm ise İstanbul'daki Doğuş Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu
olup bu okulun yıllık eğitim ücreti 6 bin 300 TL’dir.
E⁄‹T‹M F‹NANSINI ‹Ç‹N ÇÖZÜM MODELLER‹
Okumak isteyen gençlerimizin yüksek öğrenim görmesi ve eğitimin finansmanı için acil çözüm model-
leri olarak uzaktan eğitimi yaygınlaştırılması, eğitim
kredisi sağlamak ve vakıf üniversitelerinde burslu
öğrenci kontenjanlarını arttırmak gibi üç önemli çözüm modeli aşağıda açıklanmaktadır.
2.1.Uzaktan Eğitimin Yaygınlaştırılması
Ülkemizde 100 civarında devlet ve 50 civarında vakıf
üniversitesi faaliyettedir. Okumak isteyen gençlerimizin okuması için en az 100 civarında üniversitenin
daha açılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Yetişmiş öğretim elemanı kıtlığı yeni devlet ve vakıf üniversitelerinin süratle açılmalarını sınırlamaktadır.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinin birçok üniversitesinde
uzaktan eğitim yöntemleri kullanılarak eğitim ekonomik olarak yaygınlaştırıldığı halde maalesef ülkemizde internet üzerinden eğitim istenen düzeyde
yaygınlaşamamıştır. Uzaktan eğitim yönteminin ülke
çapında yaygınlaştırılması hem mevcut eğitim kadrosunun daha geniş bir kitleye eğitim vermesi hem
de eğitimin ekonomik ve yaygın olması açısından en
ideal çözümdür. Ülkemizde internet kullanımı oldukça yaygınlaştığına göre okumak isteyen gençlerimizi ailesinden, köyünden, kasabasından ayrılmadan, büyük şehirlere gelmeden ilave barınma ve diğer masraflara gerek kalmadan, çok daha ekonomik
eğitim bedelleri ile uzaktan eğitim modeli ile eğitmek mümkündür.
Yüksek öğretimin önündeki zaman ve mekan engellerini ortadan kaldıran, okumaya imkan bulamayan
gençlerimize çağımızın yüksek bilişim teknolojileri-
ne dayalı internet ortamında kaliteli bir eğitim vermek mümkün olacaktır. Bu sistemle, eğitim, 24 saat canlı tutulmakta, öğrenciye 24 saat bilgi almaverme fırsatı, etkili ve dinamik bir şekilde, danışman
öğretim üyesiyle sürekli iletişim içinde bulunma olanağı sağlanmaktadır. Ayrıca ‘Öğretim Yönetim Sistemi’ aracılığıyla öğrencilerin ve öğretim üyelerinin
akademik faaliyetleri, sürekli olarak denetlenmekte
ve değerlendirilmektedir.
Uzaktan eğitim sistemi ile alanında tanınmış öğretim üyeleriyle etkileşimli olarak, haftada 7 gün, günde 24 saat eğitim hizmeti verilmekte, dersler sesli ve
görüntülü eğitimlerin yer aldığı sanal sınıflarda yapılmaktadır. Yapılan tüm dersler kayıt edilerek öğrencinin dersi tekrar tekrar izlemesine imkân sağlanmaktadır. Eğitim, ara sınavlar ve ödevler tamamen internet üzerinden yürütülmekte, ancak başarı
belirlemesinde yüzde 70 ağırlığa sahip olan dönem
sonundaki final ve bütünleme sınavları ise kimlik
kontrollü merkezlerde, eş zamanlı olarak, sınıf ortamında yüz yüze yapılmaktadır.
Ülkemizde interaktif bir üniversite modeli ile bütün
branşlarda mevcut üniversite öğretim üyelerinin ek
görevle görevlendirilerek internet üzerinden eşzamanlı eğitim ile üniversite kapısında yığılan milyonlarca gencimizin acil olarak eğitimi en ekonomik
olarak gerçekleştirilmelidir. Uzaktan eğitim öğrencileri laboratuar gerektiren alanlarda mevcut üniversitelerimizin laboratuarlarından belirli bir programa göre yararlandırılmalıdır.
Yüksek öğretimin
önündeki zaman ve
mekân engellerini
ortadan kaldıran, okumaya imkân bulamayan
gençlerimize çağımızın
yüksek bilişim
teknolojilerine dayalı
internet ortamında
kaliteli bir eğitim vermek mümkün
olacaktır.
MART-N‹SAN 2011 61
DOSYA: F‹NANSMAN
Ülkemizde vakıf
üniversitelerinin artması ve burslu
öğrenci kontenjanlarını arttırması
ülkemizde devlet
üniversitelerinin
yükünü azalttığı gibi
eğitimin sorunlarını
azaltması
bakımından büyük
önem arz etmektedir
Bu açıdan vakıf
üniversitelerinin
açılması teşvik
edilmelidir.
62 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Eğitim Kredisi Sağlamak
Bu ülkede ev almak isteyene ev kredisi, araba almak
isteyene araba kredisi verildiğine göre bundan daha
önemlisi okumak isteyen ancak okuma ücretini ödeyemeyen gençlerimize eğitimlerini yapmak üzere
eğitim kredisi verilmeli, bu krediyi alanlar meslek
hayatından borçlanabilmelidir. Okumak isteyen
gençlerimize bu eğitim kredisini vermek için devletimiz bankalar ve finans kurumlarını teşvik etmelidir.
Vakıf Üniversitelerinde Burslu
Öğrenci Kontenjanlarını Arttırmak
Vakıf üniversiteleri cazip burs seçenekleri ve yeni
eğitim programlarıyla her geçen gün öğrenci tercihlerinde daha fazla yer almaktadır.
Mezuniyet sonrası iş bulma imkanı yüksek programlara öncelik veren vakıf üniversitelerine ilgi her geçen yıl artmaktadır. Klasik eğitim programlarının
ötesinde, dünyadaki yükselen trendleri takip eden
vakıf üniversiteleri, bu yönüyle öğrenci tercihlerinde
ciddi bir alternatifi olmaya başladı Uluslararası yetkinliğe sahip akademik kadroları, teknolojiyle desteklenen eğitim altyapıları, teknik ve sosyal olanakları ile uluslararası bağlantıları vakıf üniversitelerinin önünü açmaktadır.
Vakıf üniversiteleri, devlet üniversiteleri tarafından
karşılanması giderek zorlaşan yükseköğretim yükünü az da olsa hafifletmektedir. Bu üniversitelerin
önemli bir bölümü, büyük kentlerin çevresinde kendilerine ait kampüslere sahiptir. Türkiye’nin ilk vakıf
üniversitesi, 1984 yılında kurulan ve 1986-87’de eğitime başlayan Bilkent Üniversitesi oldu. Onu, 1992
yılında kurulan Koç Üniversitesi ve 1994’te kurulan
Başkent Üniversitesi izledi. Şimdi YÖK’ten açılışı için
onay bekleyen 6 üniversite de dahil olmak üzere
Türkiye ve KKTC’de toplam 66 vakıf üniversitesine,
99 bin 274 yeni öğrencinin yerleşmesi bekleniyor.
Ülkemizde vakıf üniversitelerinin artması ve burslu
öğrenci kontenjanlarını arttırması ülkemizde devlet
üniversitelerinin yükünü azalttığı gibi eğitimin sorunlarını azaltması bakımından büyük önem arz etmektedir Bu açıdan vakıf üniversitelerinin açılması
teşvik edilmelidir. Ülkemizde yetenekli, çalışkan
gençlerimizin okuma imkanlarını arttırmak amacı
ile iş adamı ve varlıklı aileler arasında burs kampanyaları ile bir eğitim seferberliği başlatılmalıdır.
SONUÇ
Ülkemizde okumak isteyen üniversite kapısında yığılmış milyonlarca gencimizin eğitim ihtiyacının karşılanması için ekonomik eğitim yöntemi olan uzaktan eğitim sisteminin yaygınlaştırılması, eğitim kredisi sisteminin geliştirilmesi ile eğitimin finanse
edilmesi ve vakıf üniversitesi burs kontenjanlarının
arttırılması gibi acil çözümler üzerinde çalışmalar
yapılmasının yararlı olacağı mülahaza edilmiştir.
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
DOĞRU FİZİBİLİTE, VERİMLİ PROJE
PROJENİN İÇERİĞİ NE OLURSA OLSUN, YATIRIMCI, DANIŞMAN VEYA FON SAHİBİ AYNI
NOKTADA BULUŞABİLMELİDİR. AKSİ TAKDİRDE KAZANÇ OLMAYACAKTIR. İŞTE BU NEDENLE
BU SAC AYAĞINI TAMAMLAYAN TÜM TARAFLARIN, FİZİBİLİTENİN KENDİLERİ İÇİN NE İFADE
ETTİĞİNİ TAM OLARAK İDRAK ETMELERİ GEREKMEKTEDİR.
İnan Ulaş ŞAHİN
Proje Geliştirme
Uzmanı
64 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ncelikle küçük bir hatayı düzelterek başlamak
isterim; fizibilite ve iş planı farklı şeylerdir. Fizibilite kısaca anlatmak gerekirse, planlanmakta olan yatırımların yasal, ekonomik ve yapılabilir olup olmadığı konularında bilgi verir. İş planı ise
bir planlama aracıdır, fizibilite çalışmasında yapılmasına karar verilen projenin, fikir düzeyinden gerçek yaşama geçişini sağlar ve bu yolda yapılması gerekenleri belirler. Bu noktaya bir ayraç koyarak devam edelim; fizibilite çalışmaları genellikle, kapsamlı iş planları üzerinden gerçekleştirilir ve yatırım
projelerinin farklı varsayımlar altında gerçekleştirilebilir olup olmadığını belirler.
Fizibilite çalışmaları daha ziyade yatırımcılar tarafından oluşturulan iş planlarıyla var olurlar. Bir fizibilite çalışmasının başarısı, bu çalışmada kullanılan iş
planının, hedef yatırımı doğru bir şekilde yansıtabilme yeteneğine bağlıdır. Bu nedenle fizibilite statik
değil, dinamik bir süreçtir. Toplumsal kamu projeleri dışında, her yatırımcı optimal fayda ve maksimum
kar elde etmek ister. Bu durum hedefi belli ancak
yolu belirsiz bir paradoks gibidir. Yatırımcı ve planlayıcının sürekli hedefe giden yolu revize etmelerini,
en azından teyit etmelerini gerektirir.
Kendinizi bir yatırımcı olarak hayal edin; size sunulan proje üzerine düşünüyorsunuz… Aklınızdan geçenler “Acaba bu anlattıkları iş yapılabilir mi?”, “Varsayalım yaptık, ne kadar kazandırır?”, “Peki elime
geçecek olan kar, benim için optimal kazanç mı?”
gibi düşünceler olacaktır. Dikkat! Daha ilk sorunuz
sizi fizibilite çalışmasına götürüyor. “Acaba bu anlattıkları iş yapılabilir mi?” İşte bu soruya yanıt arayan
bir araştırma çeşididir fizibilite. Herhangi bir fikrin
“olurunu” araştırır ve bu fikrin olup olmayacağı konusunda karar verilmesine yarayacak verileri bir
araya getirir. Bunu yaparken de o işin başarıya ulaşması için değişik alternatif senaryoları inceler, bu al-
Ö
ternatif senaryolar içinden en başarılı olması muhtemel görüneni belirler. Diğer bir anlatımla, fizibilite çalışması, proje aşaması öncesinde, projeye başlanıp başlanmaması kararının verilmesini sağlar.
Genelde yeni yatırım fikirleri, proje evresine dönüşürken tekrar tekrar fizibilite çalışmasına tabii tutulurlar. Bilinçli veya bilinçsiz. Asıl olan karlı bir proje
üretmek değil, yatırımdan maksimum karı elde etmektir. İşte bunu ayırt edebilen yatırımcı, muhtemelen bilinçli bir şekilde fizibilite yaptıran kişidir. Hatta
öyle ki “yeni yatırım fikri” tabirini kimileri, ilham olarak algılarken, bilinçli yatırımcı için bu tabir, ön fizibilite çalışmasından ibarettir. Her şey planlanmadan
önce aklın süzgecinden geçirilmeli ve elimizde kalanlar, getiri oranlarına göre sıralanmalıdır. İşte yatırımcıyı, karar verme aşamasına götüren yolun başlangıcı burasıdır. Fizibilite…
Ancak unutmayalım ki her proje, kendisine özel bir
fonlama sistemi ister. Fizibilite çalışmasının finansal
ayağı işte bu nedenle çok önemlidir. Projenin finansal analizi ve buna uygun olarak yapılacak finansal
fizibilite çalışması yatırımcı açısından son derece
önemlidir. Finansal fizibilite analizde yatırımcılar bir
taraftan, minimum sermaye riske edip maksimum
karlılık yakalamaya çalışırken diğer taraftan da kalan sermaye açığını finanse edebilecek uygun maliyetli “fonlama” arayışında olacaklardır. Peki, işin diğer boyutundan yani finans kuruluşları tarafından
bakarsak durum nasıl görünür? Her fon yöneticisi
veya finans kurumu olaya kendi boyutundan yaklaşacak ve projenin borç ödeme kabiliyetini sorgulayacaktır. Kısacası fon sahibi; güvenilir, optimal kazanç
sağlayacak ve yatırımcısına borç karşılama yeteneği
verecek bir proje arayacaktır. Haliyle fonladığı projenin geri ödemesini bekleyen finans kurumu içinde
önemlidir “fizibilite”. Böylece, yapılacak analizler
projenin hangi denge noktasında, hem yatırımcıyı
hem de finans kurumunu bir araya getireceğini ortaya koyar. Farkındaysanız ortak payda oluşturan, fizibilite çalışmasından başka bir şey değildir. Ortak
yatırım, ortak beklenti, ortak risk, ortak kazanç, …
Aslına bakarsak yatırım ve finansman sarmalı öylesine karmaşık bir hal almaktadır ki ne yatırımcı ne
de fon sahibi tek başına bu durumu çözemez. Yatırımcı için asıl beklenti olan “parasının maksimum
karı sağlaması” durumu, fon sahibi için de geçerlidir. Ancak fon sahibinin yatırımcıya sağladığı maddi
destek, yatırımcının başarısıyla orantılı olduğundan
risk payı da yüksektir. Bu nedenle ya yatırımcı, proje
üzerindeki özsermaye oranını yükseltecek ya da projesinin piyasa faiz oranının üzerinde kar getirmesini
hedefleyecektir. Ki böylece borç aldığı mevduatı geri ödedikten sonra elinde kalan para, vadeli opsiyon
piyasasında geçerli faiz oranının üzerine çıkmış olsun ve yatırımcı para kazansın.
Başka bir anlatım tarzıyla; tekrar kendinizi bir yatırımcı olarak hayal edin. Örneğin gayrimenkul sektörüne yatırım yapmak istiyorsunuz. Bir de yatırım danışmanınız var. Yatırım danışmanınız önce uygun bir
arsa bulur; sonra bu arsa üzerine, imar kanunun ve
bölge imar planlarının el verdiği ölçülerde bir toplu
konut projesi geliştirir. Yıllara yaygın bir inşaat çalışması olacağından projenin tamamlanma süresini de
maliyetini de yıllara yaygın hesap eder. Tabii dolaylı
ve dolaysız maliyetleri ayrı kalemler halinde hesaplayacaktır. Sonra da getiri projeksiyonunu hesaplar.
Tabi ki yıllara yaygın şekilde, ne de olsa proje daha
maket aşamasındayken size satış getirisi sağlayabilir. Hem inşaat maliyetini hem de getiri projeksiyonunun toplamını bugüne yani yatırım tarihine çevirir.
Artık yatırım danışmanınızın size sunacağı bir yatırım projesi mevcuttur. Projeyi alır incelersiniz, toplam elinizden çıkacak paranın bugünkü değerini gö-
rürsünüz. Bu miktarın bir kısmını nakit bir bölümünü de kredi ile karşılama seçenekleriniz vardır.
Ama yatırım danışmanınıza soracağınız ilk soru
muhtemelen şu olacaktır: “Ben bu özsermayeyi,
gayrimenkul piyasasının ayrı bir kolunda veya menkul kıymetler piyasasında değerlendirecek olsam
(mesela bono veya tahvil alarak) daha çok kazanç elde edebilir miyim?” İşte tipik yatırımcı algısı. Ancak
oldukça da mantıklı. Yatırım sonucunda, menkul kıymetler piyasasında elde edebileceğinizden daha fazla kar elde etmek istiyorsunuz. Çünkü yatırımınızın
bir bölümünü, kullanacağınız kredinin faizine ayırmanız gerekecek. İşte anahtar nokta burası. Yani yatırım maliyetinin doğru hesaplanması. Eğer sizde
sunulan proje, makro ekonomik piyasa koşullarında
genel geçer faiz oranının üzerinde bir getiri sağlayacaksa o proje sizin için yapılabilir demektir. Aynı zamanda sizi fonlayacak olan finans kurumu içinde yapılabilir durumdadır. Ortak payda yakalandığı andan
itibaren de yatırım faaliyeti başlayacaktır. Görüldüğü
üzere, burada ortak paydayı oluşturan unsur, yatırım
danışmanınızın size sunduğu projenin karlılık oranı
ve bu oranın tespit edilmesi, sunulması evreleridir.
Kısacası fizibilite çalışmasıdır.
Projenin içeriği ne olursa olsun, yatırımcı, danışman
veya fon sahibi aynı noktada buluşabilmelidir. Aksi
takdirde kazanç olmayacaktır. İşte bu nedenle bu
sac ayağını tamamlayan tüm tarafların, fizibilitenin
kendileri için ne ifade ettiğini tam olarak idrak etmeleri gerekmektedir. Ülkemizde gün geçtikçe gelişen
ve profesyonelleşen yatırım danışmanlığı faaliyeti,
hem özsermayenin hem de fon sahibinin gün geçtikçe bilinçlendiğini göstermektedir. Bu süreçte asıl
olan eğitim ve gelişim sürecidir. Sonuç mu?
Eğitim, fizibilite, proje, ortak maliyet, ortak risk, ortak kazanç…
Genelde yeni yatırım
fikirleri, proje evresine
dönüşürken tekrar
tekrar fizibilite
çalışmasına tabii tutulurlar. Bilinçli veya bilinçsiz. Asıl olan karlı
bir proje üretmek
değil, yatırımdan maksimum karı elde etmektir. İşte bunu ayırt edebilen yatırımcı,
muhtemelen bilinçli
bir şekilde fizibilite
yaptıran kişidir.
MART-N‹SAN 2011 65
DOSYA: F‹NANSMAN ‹NCELEME
FİNANSAL KAYNAĞIN TEMİN METOTLARI VE
BİR VAKA İNCELEMESİ;
“DİZAYN GRUP”
ÜLKEMİZİN ÖNEMLİ KURULUŞLARINDAN BİRİ OLAN VE KURULUŞ ŞEKLİ İLE BUGÜNKÜ
GİRİŞİMCİLERE ÖRNEK OLABİLECEK BİR FİRMA OLAN DİZAYN GRUP’UN KURULUŞUNDAKİ
FİNANSAL KAYNAĞIN TEMİNİ KONUSUNU DİZAYN GRUP YÖNETİM KURULU BAŞKANI
İBRAHİM MİRMAHMUTOĞULLARI DERGİMİZE DEĞERLENDİRDİ.
İbrahim
MİRMAHMUTOĞULLARI
İşadamı
niversiteyi burs alarak okuyan biri olarak, şirketi kurarken sermayeli kurma şansımız ne
yazık ki olmadı. Kelimenin tam anlamıyla sıfır
sermaye ile başladık.
Makine mühendisiyim. Öğrencilik yıllarında iki tez
bitirdim, biri akışkanlar mekaniği diğeri ise ısı transferi konusunda. Akışkanlar mekaniği projesinde bir
köye su taşımıştım. Isı transferi projemde de bir binanın ısıtma ihtiyacını belirleyip modellemiştim.
Kuşkusuz işimizi kurarken en az sermaye ihtiyacı
olan bir iş yapmalıydık. Yukarıda anlattığım iki konuda “proje çizmek” üzere tanımlanmış bir iş konusu
seçtik. Sıfır sermaye yapısıyla ancak projecilik ile
başlama fikri akıllıcaydı, alternatifi de yoktu. Tabi
proje çizmek için bile bir ofis gerekiyordu, teknik resim masası birkaç da sandalye, koltuk ve masa. Tüm
bunları temin etmek için hatırı sayılır bir mücadele
verdik.
Ü
G‹R‹fi‹MC‹L‹K CESARET ‹STER
Sene 21 Mart 1987 tarihini gösteriyordu. Üç arkadaş
“girişimci” olabilmek için cesur olmamız gerektiğini
biliyorduk. Kendimize hem güvenimiz hem de saygımız vardı. Sonraları bilançoda “maddi olmayan duran varlıklar (intencble)” şeklinde isimlendirildiğini
öğrendiğim elle tutulmayan, gözle görülmeyen, fakat en az finansal (ayni veya nakdi) sermaye kadar
önemli bir sermayemiz vardı. Çevremizde oluşturduğumuz güzel intibaa, kendimize olan saygımız,
çizgimiz, duruşumuz vs. tek sermayemizdi. Bu sermayeyi 25 yıldır kullanıyoruz, bitmiyor, artıyor.
Bu sermayemiz sayesinde ilk ayları dostlarımıza
borçlanarak geçirebilmeyi başardık. Takdir edersiniz ki, henüz öğrencilikten yeni çıkmış birileri için,
açık hesapla mal vermeyi hiçbir ticaret erbabı kolay
kolay kabul etmez. Paranız yoksa saygınlığınız da
66 M‹MAR VE MÜHEND‹S
yoksa gerçekten işiniz çok zor. Saygınlık en zor zamanlarda imdada yetişen en güçlü değerimizdir.
Tüm ofis içi ihtiyaçlarımızı 90 gün sonra ödemek
üzere temin ettik. Tabi ki 90 gün çabuk geldi ama biz
henüz bir iş alamamıştık. Aslına bakarsanız ilk 180
günde de iş alamadık.
Kuruluşumuzdan 90 gün sonraya vadesi olan senedi
tabiî ki ödemeliydik. Tüm hayatı boyunca idealist olmuş gençler olarak birine vermiş olduğumuz sözü
tutmamamız düşünülemezdi. Kaynak bulmak lazımdı. Peki, ama nasıl? İlk “finansman temin modelimizi “işte o günlerde geliştirdik.
Üniversite yıllarında pek paralı arkadaşımız olmamıştı, ancak her arkadaşımızın gani gönüllü olduğunu iyi biliyorduk. Çok derli toplu bir telefon fihristi
tutmamız işimizi biraz kolaylaştırdı. Önce 10 kişilik
bir liste belirledik. Her arkadaşımdan senet miktarının 1/10 nispetinde bir haftalığına borç para (haftalık
kredi) rica ettik. Bir hafta çabuk geçti, ben bir haftanın bir gün gibi hızlı geçtiği benzer vakalara daha
sonraki günlerimde pek rastlamadım. Sonra telefon
fihristimizden 20 arkadaş seçip, bu sefer 1/20 oranında 15 gün için borçlandık. Tabi 15 günde çabuk
geçti. Sonra biraz yeni ilaveler biraz da eski borçlandığım arkadaşlardan borçlanma yoluyla, ilk işi ve o
işin avansını temin edene kadar yaşantımızı devam
ettirdik. İşte bu yolla “ ilk dış kaynak” bulma ve realize etme modelimizi geliştirmiş olduk.
Özellikle üniversitelerde yaptığım konuşmalarda,
“başlangıç için finansal kaynağı nasıl oluşturduğumuz” sorulur ve bende bu olayı anlatırım. Onlara
“Eğer bu sıralarda kardeşlik seviyesinde bir arkadaşlık edinmeyi başaramadıysanız, bir gün telefon
fihristinize bakmanız gerektiğinde rahatça arayabileceğiniz arkadaşlarınızın olmadığını görebilirsiniz.
Bence çok büyük bir kayıp, çok gerektiği bir anda
kardeşçe diyaloglarla oluşmuş bir arkadaşlık hayat
bile kurtarabilir” derim.
İlk 6 ay böyle geçti, sonra ilk işimizi almaya başladık.
Tabi ilk işimizi alana kadar yüzlerce yere teklif vermiştik. Ancak genelde bizi tecrübesiz buldukları için
iş alamamıştık. Sonra aradan iki yıl kadar bir vakit
geçti, biz artık her teklif verdiğimiz işi almaya
başlamıştık. Biz işlerimizi güzel yapmıştık, müşteri
bize inanmaya başlamıştı, kulaktan kulağa pazarlama metodu çalışmıştı. Biz de biraz pazarlamaya yatırım yapmıştık tabii. Hiç iş alamadığımız dönemden,
her teklif verdiğimiz işi alabildiğimiz döneme girmiş
olduğumuz için mutluyduk.
İki ortağımdan biri kuruluşumuzun daha ilk aylarında, bugün rahmetli olan babasının ısrarı üzere, diğer
ortağım ise başka iş yapmak istediği için ilk yılında
ayrılmıştı. Kalmıştım yalınız.
Sene 1989’un sonlarını gösteriyordu. İlk “artı kaynak” üretimimiz bu dönemde oluştu. Yani hem borçlarımızı ödemiştik, hem faaliyet giderlerimizi karşılıyorduk hem de “kaldıraç etkisi” yapabilme fırsatı
oluşturan “artı kaynak” oluşturmuştuk. Sonraki büyümelerin temelinde, oluşturulan bu artı kaynağın
payı büyüktür.
M‹ADINI DOLDURMUfi SEKTÖRDE
ISRARCI OLUNMAMALI
Fakat araya bir Körfez Krizi girdi. Körfez Krizi’nden
bizde. Alacaklarımızı tahsil edemedik. Artı değerimizin neredeyse yarıdan fazlası eridi. Biz kalanıyla projecilikten sanayiciliğe geçiş sürecini yönetmeye çalıştık. “Tam zamanlı bir geçiş” şeklinde bir tabir kullanırım. Eğer bir sektör miadını doldurmuşsa orada
kalmak için ısrarcı (sebat etmekle, miadını doldurmuş bir konudan uzaklaşmayı çelişki olarak telakki
etmiyorum, bilakis bir zaruret olarak görüyorum) ol-
mamak lazım.
Tabi ki “üretime geçiş” kolay olmadı. Projecilikten
elde edilen sermaye bir üretim sürecini yönetmeye
yeter mi? Tabi ki yetmez. Sonra üretebilmenin bilgisine (Know-How) sahip olmak lazım. Ürünün satışında ihtiyaç duyulan değerlerin biri de “marka”dır.
Güçlü bir markaya sahip olmak lazım. Hem bilgi
(Know-How), hem marka için gelişmiş bir ülkenin
firmalarından birinin lisansı ile üretim yapmak, Türkiye gibi ülkelerin firmalarının yaptığı en kestirme
yoldur. Bunu yapabilecek ne tecrübemiz, ne de bu
amaç için kullanabilecek ilave bir paramız vardı.
Üretimi de kendimiz başarmalı, tüm bilgi ihtiyacını
da kendimiz üretmeli, markamızı da kendimiz
oluşturmalıydık. Biz mühendistik ve bu ülkenin mühendislerine örnek olmalıydık.
Bir firmadan lisans almak “hegomonya” gibi bir şey.
Millet olma bilincine eriştiği ilk günden devlet olmuş
bir milletin mensubu olarak, özgürlük hakkımızı sınırlayacak bu tür bir eyleme giremezdik. Biz bu yanlışı yapmadığımız gibi, bu ülkemizin her hangi bir kuruluşu da bu yanlışı yapmamalı. Teknoloji satın aldığımız ölçüde bağımlı oluruz. Biz “sadece teknolojisini kendisi geliştiren ülkelerin bağımsız olduğuna”
inanıyoruz.
Mutluyuz ki hiçbir ülkeden ya da firmadan KnowHow ya da lisans almadık. Bugün dünyanın pek çok
ülkesine Know-How ve lisans satıyoruz. Ülkemizde
lisans satan iki yerli kuruluş varsa birisi biziz, diğerini de bilmiyorum.
Bir gün telefon
fihristinize bakmanız
gerektiğinde rahatça
arayabileceğiniz
arkadaşlarınızın
olmadığını
görebilirsiniz. Bence
çok büyük bir kayıp,
çok gerektiği bir anda
kardeşçe diyaloglarla
oluşmuş bir arkadaşlık
hayat bile kurtarabilir
SERMAYE KAR ‹LE BÜYÜTÜLMEL‹D‹R
Biliyorsunuz bankalar geçmişi olan, hikâyesi olan, iyi
bir bilançosu olan, bilançosundaki özkaynak bölümü
dolu olan firmalara kredi verirler. 1987 yılında sıfır
sermaye ile kurulmuş bir firmanın, 1990 yılında banMART-N‹SAN 2011 67
DOSYA: F‹NANSMAN
2002 yılında
başlattığımız “Beyin
Göçüne Karşı, Beyin
Gücünü Teşvik
Ediyoruz!”
kampanyası ile
endüstriye
dönüşebilecek,
proje, buluş ve yeni
fikirleri maddi ve
teknik açıdan
desteklemekteyiz.
Bu bizim son derece
iş gören bir
“iş modelimiz”.
kaların istediği şartları sağlaması pek kolay değildi.
Kaldı ki bankalar o günlerde kimi gerekçelerle bizim de fazla kapısını çaldığımız kuruluşlar olmamışlardır. Aklımızı “banka kredilerine” ulaşmak için yorsaydık, daha şık finansman temin alternatiflerini
üretememiş olurduk herhalde.
Üretim safhası gerçekten finansal kaynak ihtiyacının
devleştiği safhadır. Projecilikte fazla bir sermaye ihtiyacı yoktu. Ticaretin de sermayesi stoktaki mal ve
sistemin dönmesi için gerekli ihtiyaçtan ibarettir.
Sanayicilik öyle değil. Önce doğru yatırım konusu seçeceksiniz, sonra ihtiyaç duyduğunuz binayı temin
edeceksiniz, sonra makine parkını oluşturacaksınız,
tüm girdileri temin edeceksiniz, markanıza yatırım
yapacaksınız, kritik mamul stoklarınızı oluşturacaksınız, en sonunda eğer beğenirse müşteriniz ürününüzü alacak. Gerçekten çok zahmetli bir iş. Hem zaman tüketiyor hem finansal kaynakları tüketiyor,
hem de ömrü tüketiyor. Şikâyet için söylemiyorum.
Bu bir “dert” olabilir, ancak ben “derdimi seviyorum”. Eğer ürettiğiniz ürün “katma değerli” bir ürün
ise satarken para kazanmanız mümkün. İşte firmamız daha ilk yıllardan oluşturduğu ar-ge gücüyle
“katma değerli” ürünler üretebilmeyi başarabilmiştir. Asıl büyümeyi finanse ettiği kaynak bu kaynaktır.
Kurumların sermaye ihtiyacını birkaç türlü yoldan
karşılaması mümkün. Bunun en akılcı olanı ise faaliyetlerinden elde ettiği kar ile sermayesini büyütmesidir. Faaliyetlerden kar edebilmek için de daha
karlı olabilecek teknoloji geliştirmek lazım. İşte firmamız daha ilk yıllardan kurumun omurgasını bu
şekilde yapılandırmıştır.
Ar-ge faaliyetleri sonucu elde ettiğimiz kar, hem bereketli, hem de sürdürülebilirlik vasfı taşıyor. Özellikle patent altına aldığımız ürünlerimiz bize, farklı
fırsatlar sunuyor.
PROJES‹ OLAN G‹R‹fi‹MC‹LER‹ DESTEKL‹YORUZ
2002 yılında başlattığımız "Beyin Göçüne Karşı, Beyin Gücünü Teşvik Ediyoruz!" kampanyası ile endüs-
68 M‹MAR VE MÜHEND‹S
triye dönüşebilecek, proje, buluş ve yeni fikirleri
maddi ve teknik açıdan desteklemekteyiz. Bu bizim
son derece iş gören bir “iş modelimiz”.
“Dosteli Projemiz”in içeriğini, faaliyette bulunan firmaların yönetsel, finansal, teknolojik ihtiyaçları sebebiyle verimsizleşme durumlarında bu firmalara
yol arkadaşlığı şeklinde özetleyebiliriz. Bize göre
dünyada üç grup şirket vardır;
1-Hayatını devam ettirme şansı olmayan şirketler;
Bu firmalara yatırım yapmak israftır. Devam etmesi
de israftır. Bunların bir şekilde kapanması hayırlı
olandır.
2. Sağlıklı olarak yürüyen şirketler;
Bunlar nakit akımları bozuk olmayan, rekabetçi
ürün ortaya çıkartabilen, iyi yönetilen işletmelerdir.
Zaten tüm finans şirketleri de bunların etrafında
pervane gibi dönerler.
3. Yaşatılması gereken şirketler;
Bu tür şirketler iyi niyetlidir, vizyon sahibidir, idealleri ve hedefleri vardır. Yaptıkları göz dolduran kimi faaliyetleri vardır. İşletme kültürü oluşmuştur… Ancak, nakit akımı ve bilançosu bozulmuştur. Faaliyet
karlılığı olmasına rağmen, finansman maliyetlerinden dolayı nihai karlılığı bozulmuştur. Hatta asıl
üretken olan kurucu kişi, günlük meşgaleler için de
boğuşmaktan üretkenliğini devam ettirme adına bir
şey yapamamaktadır.
İşte biz üçüncü grup şirketlere “Dosteli Projesi”
mantığı ile destek olmak isteyen, kazandırırken kazanan ve bu maksatlı oluşturduğumuz “fon”u kullanan, bir yapılanma modelledik. Şirketten hisse alıyoruz. İhtiyaç duyulan kaynağı aktarıyoruz. Yönetme
sorumluluğunu biz üzerimize alıyoruz. Üretken kurucuyu, daha güzel şeyler üretebilmesi için, motive
ediyor, yönlendiriyoruz.
Bugün geldiğimiz noktada ise aslında vizyonumuz
tüm çalışmalarımızın özeti niteliğinde. “Teknolojinin
sınırlarını zorlayarak insanlığın sorunlarına çözüm
geliştirmek” bizim vizyonumuzu oluşturuyor.
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE
ORTAK “RUH”UMUZA NE OLDU?
Şükrü SARIOĞLU
Proje Danışmanı
70 M‹MAR VE MÜHEND‹S
9 Nisan 2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde yayımlanan Adil Küçük İmzalı yazıda, Yabancı
Sermaye Derneği'nin eski genel sekreteri Abdurrahman Arıman, Türkiye’ye gelen yabancı firmaların Türk ortaklarıyla yaşadığı sorunların artmasıyla ilgili olarak özetle; Müslüman Türkler’de ortaklık
kültürü olmadığı için bu sorunların yaşandığını yabancıların Türkiye'deki ortaklıklarında, kimi kez zamanında ödenmeyen alacaklar, kimi kez sözleşmedeki hükümlerin yerine getirilmemesi, kimi kez kârın ve masrafların nasıl paylaşılacağı konusundaki
sıkıntılar yaşandığını, tarafların bazen masada zorlukla da olsa anlaşılmasına rağmen, bazen de
Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nin kapısını çaldığını söylüyor.
Aynı yazıda Arıman, bu zamana kadar gelen yatırımların, bir tane bile bölgesel kalkınma ajansı yokken geldiğini, Türkiye'de pilot olarak seçilen İzmir ve
Çukurova bölgelerini kapsayan bölgesel kalkınma
ajanslarının kurulmasının, Danıştay tarafından “Vatanın ve milletin bölünmezliğine tehdit oluşturduğu”
gerekçesiyle iptal edildiğini de anlatıyor.
Arıman’ ın ortaklıkla ilgili tespitine kısmen de olsa
katıldığımı söylemeden geçemeyeceğim.
Bu topraklarda yaşayan bizler, tüm dünyaya örnek
olabilecek biçimde yokluğu paylaşmayı becerirken,
varlığı paylaşmayı pek beceremez hale geldik.
Ortaklık kültürü aslında bin küsur yıldır tarihsel geleneğimizde mevcut iken, modern dönüşüm sürecinde rekabetin etkileri ortaya çıktığından beri bu
kültür erime noktasına gelmiştir.
Modernist düşünce ve yaşam biçiminin de bunda
payı yadsınamaz. Bu düşüncenin hakimiyetine giren
2
insanımız birey olarak toplum içinde değer üretmesine rağmen, ortaklık kültürü potasında bunu eritmeyi başaramamıştır.
Sadece ekonomik çıkar ya da kar güdüsü ortaklık
kültürünü ayakta tutmak için yeterli değildir. Bunu
besleyen ahlaki değerler ayakta durmamızı sağlayacak en önemli etkenlerdendir.
Eğer bireyler ortaklık hukukunu koruyamıyorsa,
şeffaflık, açıklık ve iyi niyet yoksa dürüstlük ve fazilet eksilmişse ortaklığın devam etmesi güçleşmiş
demektir.
Türk-İslam geleneğinde esnaf dayanışmasının en
önemli örneklerinden olan Lonca- Ahilik teşkilatlarının yapılanması iktisadi anlamda ekonomik ve
sosyal yaşantıya sağladığı katkı inkar edilemez.
O günün şartlarında toplumsal dayanışmayı tesis
eden, ekonomik hayatını düzenleyen bu teşkilatlar
günümüz için de bir örnek teşkil edebilir.
Bu bağlamda; küresel devlerin yerel arenada top
koşturduğu ezici rekabet ortamında, yerel iş adamlarının ve esnafın bir araya gelmesini sağlayacak ortak iş anlayışının yerleşmesi gerekmektedir.
Bu anlayış, küresel sermayeye karşı direncimizi,
varlığımızı ve Ortak ruhumuzu ayağa kaldıracaktır.
Günümüz rekabet koşullarında; Tüm Türkiye’nin
gözü önünde alabildiğine ve pervasızca rekabet ettiğini gördüğümüz GSM operatörlerinin 3G projesinde
3 ayrı tesis kurmak yerine ortak bir tesis kurup aynı
sistemden beslenerek yaptıkları “Rekabet öncesi
stratejik ortaklık” larını gözden kaçırmamamız gerekir.
Yirmi yıl önce KOBİ’lere destek vermek üzere kurulmuş olan KOSGEB’in verdiği “Ortak kullanım amaç-
lı makine teçhizat” şimdiki adıyla “İŞBİRLİĞİ GÜÇBİRLİĞİ” desteğinden yararlanan girişimci sayısı iki
elin parmaklarını geçmemiş olmasına rağmen bu
fırsat hala önümüzdedir.
NED‹R ‹fiB‹RL‹⁄‹ GÜÇB‹RL‹⁄‹ ?
Aynı veya birbirini tamamlayıcı işkollarında faaliyet
gösteren KOBİ tanımına uyan, Küçük ve Orta ölçekli en az 5 (beş) işletmenin bir araya gelerek “İşbirliği Güçbirliği” anlayışıyla, hazırlayacaklar; Ortak üretim, ortak tedarik,ortak tasarım, ortak pazarlama,
ortak laboratuar, ortak hizmet sunumu, ortak çözüm projelerine KOSGEB tarafından sağlanan desteklerin adıdır.
KOfiULLARI
• İşbirliği-güçbirliği Proje başvurusunda, en az 5
(beş) işletmenin bir araya gelmesi gerekir.
• Asgari 5 (beş) işletme sayısı sağlanmak koşulu ile
diğer gerçek ve tüzel kişiler de işletici kuruluşa ortak olabilir.
• Proje ortağı işletmeler mevcudiyetlerini koruyarak
kurulacak işletici kuruluşa ortak olabilirler.
• Proje ortağı işletmelerin bir kısmı ya da tamamı
kendilerini feshederek kurulacak işletici kuruluşa
dahil olabilirler.
• Proje ortağı işletmelerin bir kısmı kendilerini feshederek ortaklardan birinin bünyesinde birleşebilirler.
• İşletici kuruluşun Ortak olacak tüzel kişiler herhangi birinin hisse oranı, proje süresince % 30
(otuz)’dan fazla olamaz. Gerçek kişilerin ise % 20
(yirmi)’den fazla olamaz.
• İşletici kuruluş ortaklarından herhangi birinin ortaklıktan ayrılması durumunda, hisselerini mevcut
ortaklara ya da başkalarına devredebilir, ancak %
30 ve % 20 şartı değişmez.
DESTEK B‹Ç‹M‹ VE L‹M‹TLER‹
“KOBİ” tanımına uyan imalat Sanayinde en az bir yıl
faaliyet gösteren tüm firmalar yararlanabilir.
I.ve II. Bölgelerde Toplam yatırımın %50’ si desteklenir.
III.ve IV. Bölgelerde Toplam yatırımın %60’ ı desteklenir.
• Geri Ödemeli Destek
500.000 TL (üst limit)
• Geri Ödemesiz Destek 250.000 TL (üst limit)
TOPLAM
750.000 TL
Küresel devlerin yerel
arenada top koşturduğu
ezici rekabet ortamında,
yerel iş adamlarının ve
esnafın bir araya
gelmesini sağlayacak
ortak iş anlayışının
yerleşmesi
gerekmektedir.
Bu anlayış, küresel
sermayeye karşı
direncimizi, varlığımızı
ve Ortak ruhumuzu
ayağa kaldıracaktır.
• Geri Ödemeli Destekler kapsamında yapılacak geri ödemeler, proje bitiminden sonra 6 ayı ödemesiz
olmak üzere, üçer aylık dönemler halinde 8 eşit taksitte yapılır.
• Geri ödemeli desteklerde faiz ve komisyon uygulanmaz.
Yukarıda sözünü ettiğimiz desteğin temel amacı;
Rekabet öncesi işbirliği sağlayıp, yatırım ve üretim
maliyetlerini düşürmek, Üretim ve istihdamı arttırmak, kaliteyi düzeyini yükselmek, seri üretimi kolaylaştırmak, yeni ürünlerin üretilmesini sağlamanın
yanı sıra, yeni tasarımların da önünü açmak ve rekabet gücünü arttırıp, Ortaklık kültürünü güçlenmesine katkı sağlamaktır.
MART-N‹SAN 2011 71
GEZ‹
MERAGA:
BİRAZ MUSİKİ,
BİRAZ ASTRONOMİ
MERAGA, SEMERKAND VE BAĞDAT GİBİ İSLAM
BİLİM VE MEDENİYETİNİN ZİRVEYE ÇIKTIĞI
ŞEHİRLERLE BİRLİKTE ANILMAKTADIR. İSLAM
DÜNYASININ EN ÖNEMLİ RASATHANELERİNDEN
BİRİSİ BU ŞEHİRDE KURULMUŞTU.
SEMERKAND’DAKİ RASATHANENİN
KALINTILARINI GÖRMÜŞ VE ÇOK
HEYECANLANMIŞTIM. TİMUR’UN TORUNU
ULUĞ BEY TARAFINDAN KURULAN BU
RASATHANE BİLİM DÜNYASINA PEK ÇOK ALİM
VE ESER HEDİYE ETMİŞTİ. ARTIK MERAGA’YI
GÖRMEM İÇİN YETERLİ SEBEPLERİM VARDI.
OSMAN ARI / Makina Mühendisi
M
ERAGA’YI ilk Abdülkadir Meragi’nin muhteşem eseri
rast nakış bestesini meşk ederken duymuştum. Taa
14.yy.’dan günümüze kadar ulaşabilmiş bu güzel eserin
bestecisi Meraga’lı Abdülkadir’di (1350-1435).
Amed nesim-i subh-u dem tersem ki azarefl kuned / Tahrik-i zülf-ü
anberefl ez hab bidarefl kuned.
(Sabah rüzgar› esti, onu incitmesinden korkar›m. / Anber kokulu zülfünün onu uykusundan uyand›rmas›ndan korkar›m.)
Notaları günümüze kadar gelmiş en eski eserlerden olan bu rast
nakış besteden başka A. Meragi’nin 30 kadar eseri daha bugün
musikişinaslar tarafından icra edilmektedir. Rast Kar-ı Muhteşem
de en bilinen eserlerindendir. Rast nakış besteyi her icra edişimde
Meraga bir ‘’hayal şehir’’ olarak zihnimde canlanırdı. Abdülkadir
Meragi bir müddet Bağdat’ta yaşamış, Sultan Yıldırım Bayezit’in
davetiyle Osmanlı himayesine girmiştir. Daha sonra Timur ile Yıldırım Bayezit arasında yapılan Ankara savaşında esir düşüp Timur’la
beraber Semerkant’a götürülmüştür. Buradan kaçarak Bağdat’a
geri dönmüştür.
72 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Abdülkadir Meragi bir
müddet Bağdat’ta
yaşamış, Sultan Yıldırım
Bayezit’in davetiyle
Osmanlı himayesine
girmiştir. Daha sonra
Timur ile Yıldırım
Bayezit arasında yapılan
Ankara savaşında esir
düşüp Timur’la beraber
Semerkant’a
götürülmüştür. Buradan
kaçarak Bağdat’a geri
dönmüştür.
Meraga; İslam bilim tarihi okumalarımda tekrar karşıma çıktı,
hem de Semerkand, Bağdat gibi İslam bilim ve medeniyetinin zirveye çıktığı şehirlerle birlikte anılarak. İslam dünyasının en önemli rasathanelerinden birisi bu şehirde, Meraga’da kurulmuştu. Semerkand’daki Rasathanenin kalıntılarını görmüş ve çok heyecanlanmıştım. Timur’un torunu Uluğ Bey tarafından kurulan bu rasathane bilim dünyasına pek çok alim ve eser hediye etmişti.
Artık Meraga’yı görmem için yeterli sebeplerim vardı. Bir İran seyahatimin tatil gününü (İran’da tatil günü Cuma) Meraga için ayırdım. Meraga Tebriz’e 160 km. mesafede Azeri nüfusun yaşadığı bir
şehir. Tebriz’de kaldığım otelden sabah kahvaltıdan sonra yola
çıktık. Tebriz’i geçince her yerde bembeyaz kar var. Hava güneşli.
Öğleye doğru Meraga’ya geldik. Meraga düzgün ve çınar ağaçlı
caddeleriyle şirin bir şehir. İlk olarak rasathaneyi soruyoruz.
Tarif üzerine şehrin kenarındaki tepeye tırmanmaya başlıyoruz.
Bir müddet sonra yoldaki kar bize izin vermiyor. Arabayı kenara
çekip yürüyerek tepeye çıkıyoruz. Rasathanede bekçilik yapan bir
asker karşılıyor bizi. Türk olmamasına rağmen bizi şaşırtacak kadar güzel Türkçe konuşuyor. Türkçeyi Türk televizyonlarından öğrenmiş. Bize rasathane hakkında kısaca bilgi verdi.
Rasathane 1259 yılında Hülagu Han tarafından yapımına başlanmış ve 1271 yılında tamamlanmış. Rasathane kompleksi temel ve
yardımcı binalar olmak üzere 13 binadan oluşmuş. İlk bina grubunda gözlemevi, ikincisinde ise medrese, kütüphane ve çarşı yer
alıyormuş. Rasathane tıpkı Semerkand’da olduğu gibi şehre hakim bir tepenin üzerine kurulmuş. Ne yazık ki kompleksin sadece
temelleri kalmış. Bu kalıntıları korumak üzere 1970’li yıllarda kübik bir koruyucu yapılmış.
Meraga Rasathanesi’nin başına atanan Nasiruddin-i Tusi kısa sürede burayı bir bilim merkezi haline getirmiş.
O’nun rehberliğinde çeşitli bilim dallarında çok ciddi ilmi çalışmalar yapılmış ve kıymetli eserler ortaya konmuş. Rasathanede gök
cisimlerine ait yapılan astronomi cetvelleri Kepler’in 1627 yılında
yayınladığı astronomi cetvellerine kadar 350 yılı aşkın bir süre Avrupa rasathanelerinde kullanılmıştır.
İstanbul’da da rasathane 1570 yılında Takiyuddin ibn Maruf (15211585) nezaretinde padişah III.Murat’dan izin ve ödenek alınarak
Cihangir/Tophane sırtlarına kurulur. Ancak ömrü çok uzun olmaz.
Rasathane 1577 yılında gözlenen kuyruklu yıldız ve 1578’de baş
gösteren veba salgının nedeni olarak gösterilmesi üzerine 1580 yılında padişahın emriyle Kılıç Ali Paşa tarafından yıktırılıyor. (Doğrusu incelemeye değer bir konu.)
Rasathaneyi gezdikten sonra Meraga’daki tarihi eserleri görmeye
gidiyoruz. Gömbet-i Kebut (mavi kümbet) Selçukluların son döneminde yapılmış, Hülagu Han’ın annesinin mezarı olduğu söyleniyor. 10 köşeli ve 10 sütunlu bir yapı. Gömbet-i Sorgh (kırmızı kümbet) Bu yapı da bir Selçuklu eseri. Gömbet-i Gaffarin 4 köşe formunda bir İlhanlılar eseri. Maalesef eserlerin firuze çinileri büyük
ölçüde tahrip olmuş. Ancak eserler bu halleriyle bile Meraga’ya
tarihi bir hüviyet kazandırmaya yetiyorlar.
Gömbet-i Gaffari’nin bulunduğu parkın sol yanında bir güneş saati dikkatimi çekiyor. Yanındaki panodan bunun çağdaş bir güneş
saati olduğunu öğreniyorum. 2005 yılında Dünya Fizik Yılı dolayısı
ile Meraga Astronomi ve Astrofizik Enstitüsü ile Fransız Büyükelçiliği Kültür Servisi ortaklaşa yapmışlar. Oldukça ayrıntılı bir güneş saati.
Meraga tam bir Selçuklu şehri.
Meraga gezimiz akşamüstü son bulduğunda şehirden ayrılırken
Abdülkadir Meragi’nin rast nakış bestesi hala kulaklarımdaydı.
Amed nesim-i subh-u dem…
MART-N‹SAN 2011 73
KENTVEYAfiAM
KÜLTÜREL MİRASIMIZDAN BİR PARÇA,
ESKİ BALIKESİR
EVLERİ
TÜRKLER'İN TARİH SAHNESİNE
ÇIKTIKLARI GÜNDEN BU YANA,
İÇİNDE YAŞADIKLARI VE
ÖZELLİKLERİNİ İHTİYAÇLARININ
YANINDA, KENDİ KÜLTÜR VE
HAYAT TARZLARININ
BELİRLEDİĞİ TEMEL YAŞAM
ALANINA “TÜRK EVİ” DENİR.
HEMEN HEPİMİZİN BİLDİĞİ ÜZERE
İLK TÜRK EV MEKÂNI, ÇADIR,
YANİ 'TOPAK EV'DİR TÜRK EVİ
SÜREÇ İÇERİSİNDE MEKÂN
OLARAK BİRÇOK DEĞİŞİKLİĞE
UĞRAMIŞSA DA TÜM BU SÜREÇ
İÇERİSİNDE, MEKAN, FONKSİYON
VE ANLAYIŞ BAKIMINDAN
TOPAK EV ESAS ALINMIŞTIR.
FARUK ÖNCÜ / Sanat Tarihçisi
E
VLER‹M‹Z, ömrümüzün büyük bölümünü içinde geçirdiğimiz, rahatlık ve huzurumuzu kendisinde bulduğumuz, acı-tatlı hatıralarımızı barındıran
yegane mekanlarımızdır. Ayrıca bir ölçüde
sahiplerinin yaşantılarını ve maddi durumlarını gösteren bu yapılar; aynı zamanda
mimari özellikleri ve bünyelerinde taşıdıkları izlerle şehrimizin tarihi süreç içinde
geçirdiği aşamaların da bir nevi tanığı, aynası durumundadır.
Evlerimize geçmeden önce, “Tarihi Balıkesir Evleri” isimli kitap çalışmama gösterilen ilgi ve aldığım tepkiler hassasiyetimin,
toplumumuzun her kesimince paylaşıldığını göstermiştir. Ayrıca bu teşebbüsümüzün
gerekliliğini de bir kez daha ortaya koymuştur. Türkler'in tarih sahnesine çıktıkları
günden bu yana, içinde yaşadıkları ve özelliklerini ihtiyaçlarının yanında, kendi kültür
ve hayat tarzlarının belirlediği temel yaşam
alanına “Türk Evi” denir. Hemen hepimizin
bildiği üzere ilk Türk ev mekanı, çadır, yani
'Topak Ev'dir (RESİM 1-Topak Ev).
74 M‹MAR VE MÜHEND‹S
1-Orta Asya’dan topak ev örne¤i
2-1898 Bal›kesir Depremi
Türk evi süreç içerisinde mekan olarak birçok değişikliğe
uğramışsa da tüm bu süreç içerisinde, mekan, fonksiyon
ve anlayış bakımından Topak Ev esas alınmıştır. Göçebe
yaşamın gereği olarak her şey, ihtiyaç çerçevesinde şekillenmiştir. Bu düşünce ev mekanının elemanlarını, yerleşik
yaşama geçişte fonksiyonel ve pratik kılmıştır.
Orta Asya'dan başlayan Türk serüveni, Balkanlar, Kuzey
Afrika, Arabistan ve sonunda İslamiyet'i kabul ederek Anadolu'da yerleşik düzene geçilmesiyle sürerken, “göçebelik” kavramı; İslamî dünya görüşü ve Anadolu coğrafyasının özellikleri ile yeniden yoğurularak, yeni bir sentez ve
yaşama mekanları; yani Türk Evi ortaya çıkmıştır.
Tarihi kaynaklara ve ülkemiz geneline bakıldığında, Türk
evinin belirli bir tasarım ve süsleme bütünlüğüne 16. yüzyılda ulaştığı söylenebilmekte ise de koruma durumu, iklim, doğal afetler, çarpık yapılaşma ve diğer faktörler yörelere has özel koşullar oluşturmaktadır.
İlk kez 12. yy'ın sonlarında Türk yerleşimi ile tanışan kentimizin, sivil mimarisine ait en erken örneklerini maalesef
savaşlar, yangın ve özellikle 1898 depremi nedeni ile ancak
19. yy. sonunda görebilmekteyiz(RESİM 2-1898 Balıkesir
Depremi).
Son yıllardaki hızlı şehirleşme, sanayileşme ve söz konusu
evlerin onarımındaki uzun mevzuatlar, bu yapıların yıkılıp,
yerlerine tek düze apartmanlar “dikilmesine” yol açmıştır.
Bu süreç, sivil mimari ürünlerimizin yok oluşunun yanında,
şehirlerimizin tarihi kimliğini de yitirmesine neden olmuştur. Ayrıca, kentimizi adeta mücevher bir gerdanlık gibi
süsleyen dokunun yok oluşuyla tarihi yapılarımız da yalnızlığa itilmiştir.
Bu makaleyi yazmaktaki maksadım, yok olan evlerimizin
ardından ağıt yakmak değil; henüz genel özellikleri saptanmamış Balıkesir evlerinin genel özelliklerine değinerek, her geçen gün yok olan kültür varlıklarımıza dikkat
çekmektir.
BALIKES‹R EVLER‹N‹ OLUfiTURAN ETKENLER
Önceki bölümde zikredildiği gibi, “Türk Evi” menşei bakımdan Anadolu öncesi Türk meskenlerine bağlanıp; bunun
yanında, söz konusu coğrafyadaki konut mimarisi, iklim,
malzeme ve doğa olayları yöresel mimaride belirleyici faktörler olarak meydana çıkmaktadır. Bu genel değerlendirmenin ardından eski Balıkesir evlerini oluşturan etkenleri
şöyle sıralayabiliriz:
Tarihi etkenler: Bizans ve Karesi Beyliği dönemlerinden
günümüze örnekler kalamamışsa da Balıkesir merkezi ve
Ayvalık gibi yakın zamana kadar Rum nüfusun da yaşadığı
bölgelere bakıldığında, benzerlikler olduğu yani birlikte yaşamanın getirisi olarak aynı kültürün zamanla özümsendiği görülmektedir.
Sosyal ve kültürel etkenler: Evi biçimlendiren etkenlerin
en önemlisi, içinde sürdürülen hayattır. Türk İslam medeniyetinde aile, toplumun çekirdeğini oluşturmaktadır.
Dünyaya gözlerimizi açtığımız, ilk eğitimimizi aldığımız ve
hayatımızı idame ettirdiğimiz bu kutsal mekan, içinde yaşayan kişi sayısı ve onların ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir.
Ekonomik etkenler: Türk şehirlerinde evler, sahibinin ekonomik gücüne ve toplum içindeki statüsüne göre inşa edilmiştir. Zenginler ve toplumun ileri gelenleri, büyük konakMART-N‹SAN 2011 75
KENTVEYAfiAM
Eski Balıkesir evlerinin yüzde 80'inin çıkmalı (cumbalı)
olduğu düşünülürse, evin esas yaşam alanı olan üst katlarının
bu çıkmalarla genişletilmeye çalışıldığı da görülmektedir.
larda, şehir halkı ise, mütevazi evlerde
oturmaktadır. Fakat maddi duruma göre
oda sayısı, süsleme gibi hususlar değişse
de mimari anlayış aynı kalmıştır.
Çevresel etkenler: Evi biçimlendiren en
temel etkenlerden olup coğrafi şartların
zorunlu kıldığı yapı malzemesi ve yapım
tekniği ile açıklanır. Bu bakımdan kentimizde deprem, sel gibi afetlere karşı korunaklı bölgeler tercih edilip, buralarda
hafif malzemeli yarı kargir konut mimarisi kullanılmıştır.
BALIKES‹R EVLER‹N‹N
GENEL ÖZELL‹KLER‹
Balıkesir'de geleneksel konut mimarisini
yansıtan örneklerin tamamına yakını,
kentin çekirdek dokusunu oluşturan
Dumlupınar, Aygören, Karaoğlan ve Kare76 M‹MAR VE MÜHEND‹S
si mahallelerinde yer almaktadır. Bu tercihin nedeni kentimizin geçirmiş olduğu
depremler olarak görülmektedir. Özellikle 1898 depremi sonrası mevcut yapıların
yüzde 90'ının oturulamaz hale geldiği düşünülürse; eğimli arazi tercihinin nedeni
rahatça anlaşılabilmektedir.
Dama planlı, kesişen sokaklar arasında
yer alan yapılar, arazi ve sokak yapısına
göre konumlanmıştır. Çoğu eğimli arazide
yer alan bu evler, taş zemin üzerine, kot
farkından yararlanılarak depo, kiler, bodrum görevinde mekanlar inşa ederek, bu
zorunluluğu mekana işlev kazandırmak
suretiyle pratik bir tasarıma gitmişlerdir.
Genel olarak taş zemin üzerine yükselen
beden duvarları, ahşap hatıl-destekler
arasına tuğla ve çamur harçlı sıva doldurulmasıyla “ahşap çatkı arası dolgu” tek-
niğinde inşa edilmiştir. Zemin kat, evin
“hizmetler” denilen mutfak, kiler gibi servis mekanlarına ayrılıp Türk mimarisindeki “mahremiyet” anlayışı ile genellikle küçük pencereli-sokağa kapalı şekilde inşa
edilmiştir. Üst katlar ise zemin kata nispetle daha yüksek tavanlı ve ahşap direkler üzerine oturmakta olup ayrıca çıkma
ve büyük ebatlı pencerelerle sokak dokusuyla iç içedir. Çıkmalar, oda mekanına
yer kazandırmanın yanında, o dönemde
günümüzdeki kadar sosyal hayata katılamayan kadınlarımızın dışa açılan penceresi olmuştur.
Eski Balıkesir evlerinin yüzde 80'inin çıkmalı (cumbalı) olduğu düşünülürse, evin
esas yaşam alanı olan üst katlarının bu
çıkmalarla genişletilmeye çalışıldığı da
görülmektedir.2 Eski Balıkesir evlerinde
plan şeması olarak iç ve orta sofalı mekan
örgütlemesine gidildiği görülmektedir.
Dönem, arazi ve iklim şartları düşünüldüğünde, bu plan şemasının tercihinde iklimden çok nüfusun etkili olduğu aşikârdır. Kent nüfusunun giderek artmasıyla
Solda:
Kim geldi penceresi
evler iç içe, dar arazilerde yer almaya
başlamıştır. Bu da doğal olarak ev yapısında “içe kapanışı” getirmiştir. Sofa plan
elemanı olarak evin merkezinde, odaların
kesişim noktasında yer almaktadır. Buradan bir merdiven vasıtası ile ikinci kata
çıkmayı sağlayan sofa, bu bakımdan katlar arası irtibatı sağladığı gibi, ev halkının
da birleşim noktası, ortak kullanım alanıdır.
Odalar, sofanın etrafında sıralanmış ve
Türk mimari anlaşına uygun olarak her
oda içerisinde bir aileyi barındırabilecek
nitelikte inşa edilmiştir. Fakat Şer'iyye sicillerine göre, 17.-18. yy Balıkesir evlerinde hemen her odada görülen, ocak, yüklük ve dolapların dolapların sayısında,3
zamana bağlı olarak azalma görülmektedir.4 Tıpkı sofada olduğu gibi odalara da
yüklük ve gusülhane eklenmesi, ayrıca
alttan çıta çakma teknikli tavan kaplamasıyla sade ve fonksiyonel mekanlar elde
edildiği gibi ahşabın sıcaklığı ve dekoratif
özelliği mekanlara yansıtılmıştır.
Yapıların cephe anlayışındaki belirleyici
unsurlar; bina girişi, çıkmalar ve pencere
sistemidir. Mimarimize batı etkisiyle 18.
yy. sonu 19. yy başlarında görülmeye başlayan tek veya çift taraflı döner merdiven,
dönem özelliği olarak hemen her yapı girişinde gözlenmektedir. Eski Balıkesir evlerinin en belirgin özelliklerinden biri de
bu merdivenle çıkılan, özellikle kaş kemer
içerisinde alınıp revak tarzında geriye çekilmiş ana giriş kapılarıdır.
Revaklı ana giriş, kapıyı korumanın yanında sıkışık yapılaşmadan dolayı avlusu bulunmayan yapıların hala “mahremiyet”
duygusunu taşıdığını gösterir nitelikte
“kim geldi” pencereleridir. Bu pencereler,
ev sakinlerinin gelen kişileri kapıyı açmadan, camdan görmesini sağlamaktadır.
Zemin katı genellikle üst kata oranla daha alçak tutulmuş yapılarda, asıl yaşam
alanı olan üst kat, ahşap kaplaması ve eli
böğründelerle taşınan çıkmasıyla cephe
estetiğinde belirleyici rol oynamaktadır.
Düşey sürmeli (giyotin) veya çift kanatlı
pencereler, cepheye hareket kazandıran
bir diğer unsurdur. Alt katlarda taşıyıcı
sistemde görülemeyen ahşap kiriş ve hatıllar üst katlarda vurgulanıp bir nevi tezyinat (süsleme) unsuru olarak ön plana
çıkmaktadır. Kırma çatıyla sonlanan yapılarda saçaklar iklim şartlarına göre biraz
uzun tutulmuştur.
Tezyinat yani süsleme anlamında, Türk
evinin iç cephelerine daha çok önem verilip bu, Türk sanatındaki ağır başlı anlayışın ürünüdür. Süsleme açısından bir kaç
özel örnek dışında oldukça sade bir görünüm arzeden Balıkesir evlerinin bu özelliğini, söz konusu yapıların inşa edildiği dönemin sosyo-ekonomik koşulları içerisinde değerlendirmek gerekmektedir.
Sonuç olarak kültürümüzün önemli bir
parçasını teşkil eden mimari mirasımızın,
kentimizin tarihi süreç içerisindeki kimliğinin yanı sıra, geçirdiği evrelerin de -bir
ifadesi- kanıtı olduğu unutulmamalıdır.
Kentin en eski ve merkezi kesiminde yer
alan tarihi doku, başta çevresel etkenler
dediğimiz, onarım yapılamamasından
kaynaklanan, doğal etkilere açık vaziyettedir. Hatta bazı yapıların acil onarımı yapılmadığı takdirde, kendiliğinden mazideki yerini alacağı -malesef- aşikârdır. Çoğu “kültür varlığı” olarak tescil altına alınmış bu eserler, başta yasal mevzuat olmak üzere, ekonomik baskıdan kurtarılmak suretiyle onarımı yapılarak, yapının
ruhuna uygun yeni işlevlerle topluma geri
kazandırılması gerekmektedir.
Umarım bu makalenin dışında, “Tarihi
Balıkesir Evleri” isimli kitap çalışmam ve
halen çalışmakta bulunduğum, kentimizin
“ortak hafızası” durumundaki Kent Arşivi'nce, ev rölyefleri ile hazırlanan sergi gerekli bilincin oluşturulması adına bir katkı
sağlayıp; bundan sonra hayata geçirilecek
projelerin ilk adımını oluşturur.
Emeğimizin tarihe düşülmüş bir nottan
ibaret kalmaması dileğiyle...
1 Öncü, Faruk, Tarihi Bal›kesir Evleri, TMMOB
Mimarlar Odas› Bal›kesir fiubesi Yay›n›, Ankara, 2010
2 Çetin, Murat, “Bal›kesir Tarihi Kent Dokusu ve Sivil
Mimari Örnekleri”, Bitek Kent Bal›kesir, Yap› Kredi
Yaynlar› No:1919, ‹stanbul, 2003, s.189
3 Mutaf, Abdülmecit, XVII. Yüzy›lda Bal›kesir'de
Kad›nlar, Dokuz Eylül Ün Sosyal Bil. Ens. (Yay›mlanmam›fl Doktora Tezi), ‹zmir, 2002, s.65,92,93,94
4 At›c› Demir, Han›m Mine, H.1133-1134 (M. 17211722) Tarihli (718 Numaral›) Bal›kesir fier'iyye
Siciline Göre Bal›kesir, Gazi Ün. Sosyal Bil. Ens.
(Yay›mlanmam›fl Master Tezi), Ankara 2001, s.42-43
5 Klasik Türk ev mimarisinde hemen hemen her odada
yüklük ve dolap uygulamas› görülürken; 19. yy.'da
uygulamalar›n› inceledi¤imiz Bal›kesir örneklerinde bu
say› oldukça azal›r. Buna neden olarak evlerin zamanla çekirdek aileye hitap etmesi görülmelidir.
MART-N‹SAN 2011 77
ANMA
Mü’min, Mühendis, Mücahit
NECMETTİN ERBAKAN
ERBAKAN HOCA ŞAHSİ, MESLEKİ İKTİSADİ VE NİHAYET SİYASİ FAALİYETLERİNİ “HAKKI HAKİM
KILMA” ADINA CİHAD OLARAK ADLANDIRIYORDU. BUNUN İÇİN DE ANADOLU COĞRAFYASINI
AŞAN BÜTÜN BİR İSLAM COĞRAFYASI HATTA DÜNYANIN DİĞER YERLERİNDEKİ MAZLUM
MİLLETLERİ DE KUŞATAN BİR MÜCADELE İÇİNDEYDİ. O’NUN HAYATINA BAKTIĞIMIZDA, HAYATINI
ÜÇ KAVRAMIN ŞEKİLLENDİRDİĞİNİ GÖRÜRÜZ: MÜ’MİN, MÜHENDİS, MÜCAHİT.
OSMAN ARI
7 Şubat 2011 günü vefat eden Prof.
Dr. Necmettin Erbakan geride hem
siyasi hem de mesleki açıdan başarılarla dolu bir hayat bıraktı. O’nun hayatına baktığımızda, hayatını üç kavramın şekillendirdiğini görürüz: Mü’min, mühendis, mücahit.
Daha üniversite yıllarında tanıştığı ve sohbetlerinde bulunduğu Abdülaziz Bekkine
Hz.’leri ve ardından Mehmet Zahid Kotku
Hz.’lerinin onun İslami şahsiyetinin oluşumunda büyük payları olmuştur. 1940 ve
50’li yıllarda o zamanki Türkiye’nin siyasi
ve sosyal şartları dikkate alındığında geleceği çok parlak bir mühendisin (ardından
Doç. ve Prof. olmuştur) tercihini inançları
doğrultusunda yapması ve bunu her ortamda hiç gocunmadan dile getirmesi
takdire şayandır. Bu çizgisini siyasi mücadelelerinde de MNP, MSP, RP, FP, ve Saadet Partisi’yle son nefesine kadar korumuştur. Cumhuriyet döneminde itilip kakılan, üvey evlat muamelesi gören kesimi
aktif olarak Türk siyasi hayatın içerisine
katılmasını sağlamıştır. 1970 yılına kadar
DP-AP çizgisinde (muhafazakar-sağ siyasette) kendilerini ifade eden camiayı muhafazakar sağdan alıp, ”Milli Görüş” altında “İslamcı” çizgide siyasete entegre etmiştir.(Milli Görüş ile siyasete giren takipçilerinin 30 yıl sonra muhafazakar demokrat çizgiye evrilmeleri de kaderin bir cilvesi olsa gerek)
Milli Görüş dar milliyetçi kalıplardan öte
bütün İslam coğrafyasının kurtuluşunu
hedef alan bir görüştür.
Erbakan’ın önce akademik hayat ardından
iktisadi ve Türk siyasi hayatındaki varlığı
tesadüfî değildir.
Erbakan, Turgut Özal, Recai Kutan ve on-
2
78 M‹MAR VE MÜHEND‹S
dan sonra gelen Nevzat Kor, Oğuzhan
Asiltürk, Korkut Özal, Cevat Ayhan, Yahya
Oğuz, Osman Çataklı gibi İslami kesimden
akademik camiada ve siyasette çok önemli görevler ifa etmiş zatları sanki görünmez bir el mühendislik eğitimine yönlendirmiştir. Necmettin Erbakan ve Nurettin
Topçu’nun da kendisinden feyz aldığı son
devir Halid-i Nakşiliği’nin şeyhlerinden
Abdülaziz Bekkine Efendi’nin şu cümleleri
ilginçtir: “Biyoloji ve tıpla uğraşanlar tabiat kanununa mahkum olurlar. Hukukçular insan elinden çıkma kanunların zebunu. Hesapla (matematikle) uğraşanlar hayalcilikten (nazariyattan) kurtulamaz.
Onun için bizim bunlarla ilgilenmemiz uygun değil. Hendese (geometri) ile uğraşanlarda hayalcilik olmaz. Hendese insanı muhafazakar yapar. Onun için
özellikle mühendislerle meşgul olalım.” (1)
Gerçekten de o yıllardan itibaren İslami/muhafazakâr kesimden yukarıda sıraladığım isimlerle birlikte
onlarca genç, mühendislik eğitimine yönlendirilmişlerdir.
Bu yönelişte II. Dünya
Savaşı’nda Avrupa’nın yerle bir olması, şehirlerin,
sanayinin ve altyapının yeniden
yapılacak olmasının,
mühendisliği
gözde bir meslek haline gelmesinde etkisini ihmal edemeyiz.
Erbakan İTÜ Makine Fakültesi’nden mezun olur olmaz 1948’de motorlar kürsüsünde asistan olur. O artık “Erbakan Hoca”dır. 1951 yılında İstanbul Belediyesi’nin
otobüs alımında İTÜ’den görüş istemesi
üzerine Erbakan Hoca otobüs alımına bu
kadar para vermek yerine bu paranın yerli otobüs yapımında kullanılmasını teklif
eder. Devrim otomobilinin öncüsü Erbakan Hoca’nın bu raporudur. Erbakan Türkiye’nin sanayileşmeden kendi teknolojisini üretmeden kalkınamayacağı ve batı ile
boy ölçüşemeyeceğinin farkındaydı. M.
Zahit Kotku Efendi’nin de teşvikleriyle Erbakan’nın öncülüğünde 1956 yılında temeli atılan çok ortaklı Gümüş
Motor fabrikası 1960 yılı
Mart ayında se-
Erbakan Hoca’n›n mühendis kimli¤i gerek
kurdu¤u siyasi parti programlar› ve
sloganlar›nda, gerekse çözüm önerilerinde bariz
olarak görülür. “Montaj de¤il A¤›r sanayi”,
“Yeniden Büyük Türkiye” “Fabrika yapan
fabrika”.
ri imalata başlıyor. Toplu iğneyi bile dışarıdan alan bir ülke için Gümüş Motor ciddi
bir adımdır. Gümüş Motor yerli sermaye
ve yerli teknolojinin gelişiminde çok
önemli bir merhaledir. 4 Mart 1961’de ihtilal hükümetinden gelen davet üzerine
Erbakan Hoca bakanlar kuruluna katılır ve
onlara Türkiye’nin artık kendi yerli otomobilini yapması gerektiği üzerine 2 saatlik
bir brifing verir.
İTÜ’de henüz doçent olan Erbakan konuşmasında hükümetin Ar-Ge çalışmalarına
önem verilmesini, ithalattan sanayi için
fon ayırmasını, ülkede üretilebilen makinelerin ithalatının kısıtlanmasını, üniversite-sanayi işbirliğinin ve teşviklerinin yasalarla takviye edilmesini ister. Bakanlara
da tavsiyesi şudur: “Bizim memleketimizde önce demir-çelik sanayi kurulmalı, ondan sonra makine tezgah sanayi kurulmalı ve sonra da imalat yapacak fabrikalar tesis edilmelidir.”
Tezini savunurken ABD ve İsrail’den de örnekler verir. O sıralarda Türkiye ile aynı
milli gelire sahip Brezilya’nın kendi otomobilini üretmeye başladığını birkaç kez
“Bizim memleketimizde önce
demir-çelik sanayi kurulmal›, ondan
sonra makine tezgah sanayi kurulmal›
ve sonra da imalat yapacak fabrikalar
tesis edilmelidir.”
tekrarlar. Ancak bakanlar pek ikna olmaz.
Daha sonra askerlerin emriyle (!) yapılacak olan devrim otomobilinin fikir babası
Erbakan’dır.
Erbakan hoca 1966 yılında TOBB sekreteri 1969’da başkan olmuştur. Ancak Başbakan Demirel’in marifetiyle polis zoruyla
odadan uzaklaştırılır. Akademik mücadele, iktisadi mücadeleden sonra siyasi mücadeleye sıra gelmiştir. 1969’da Konya’dan bağımsız aday olur ve meclise girer. Erbakan Hoca’nın mühendis kimliği
gerek kurduğu siyasi parti programları ve
sloganlarında, gerekse çözüm önerilerinde bariz olarak görülür. “Montaj değil Ağır
sanayi”, “Yeniden Büyük Türkiye” “Fabrika
yapan fabrika”.
Nilüfer Göle “Mühendisler ve İdeoloji” kitabının önsözünde “...mühendis ideolojisi
ilk bakışta yadırganabilir. Ancak bir meslek grubu olan mühendisler üretim süreci
içindeki yerlerinin ötesinde toplumsal gelişme modellerin savunucuları olmuştur,”
der. Bunun en çarpıcı örnekleri Demirel ,
Özal ve Erbakan olmuşlardır. Özellikle Erbakan’ın gerek muhafazakar/sağ kesimi
siyasal İslam’a çekmesinde gerekse parti
programları ve hükümetlerdeki icraatlarında bu “mühendis damar” hayli etkili olmuştur. Erbakan Hoca şahsi, mesleki iktisadi ve nihayet siyasi faaliyetlerini “Hakkı
hakim kılma” adına cihad olarak adlandırıyordu. Bunun için de Anadolu coğrafyasını aşan bütün bir İslam coğrafyası hatta
dünyanın diğer yerlerindeki mazlum milletleri de kuşatan bir mücadele içindeydi.
Refahyol hükümetinde giderayak son icraatı D-8’in kurulması olmuştur.
Cenaze töreninde mahdumu Fatih Erbakan’ının da ifade ettiği gibi “O İslam’ı en
geniş anlamda anlıyor ve bunun için cihad
ediyordu.” Gerçekten de 84 yıllık ömrüne
baktığımızda hayatı sistemin önüne koyduğu engellerle mücadele etmekle geçmiştir. Ondandır ki cenazede tekbirlerin
haricinde en çok atılan slogan “Mücahid
Erbakan”dı.
Mekan› Cennet Olsun.
1 Prof.‹smail Kara fieyh Efendinin Rüyas›ndaki
Türkiye. Dergah yay›nlar›. -Cumhuriyet
Türkiyes’inde Bir Mesele Olarak ‹slam.Dergah
Yay›nlar›
MART-N‹SAN 2011 79
STKTANITIM
‹KT‹SAD‹
ARAfiTIRMALAR VAKFI
Temel misyonu Türkiye’nin ekonomik ve mali sorunlar›n›
tart›flmak ve bunlara çözüm önerileri gelifltirmek olan ‹ktisadi
Araflt›rmalar Vakf›, 49 y›ld›r bu misyon do¤rultusunda
çal›flmalar›na devam etmektedir. Finansal krizin etkilerinin
tüm dünyay› etkiledi¤i düflünülürse ekonomik konularda
yap›lan çal›flmalar›n önemi daha iyi anlafl›lacakt›r.
FATİH GÖKSU
KTİSADİ Araştırmalar Vakfı 1962 yılınİ dan
günümüze kadar amaçları doğrultusundaki faaliyetlerini kesintisiz sürdürmüştür. Küreselleşme ve beraberinde gelen ulusal ve uluslararası piyasalardaki
ekonomik ve finansal krizin olumsuz etkileri dikkate alındığında, İktisadi Araştırmalar Vakfı çalışmalarının ne kadar
önemli olduğunu daha iyi görmekteyiz.
Özerk bir yapıya sahip olan İktisadi Araştırmalar Vakfı, başta ulusal ve uluslararası seminerler, konferanslar, yarışmalar
düzenlemek ve çeşitli, proje çalışmalarına
iştirak etmek suretiyle faaliyetlerine devam etmektedir.
İktisadi Araştırmalar Vakfı çalışmalarını
80 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ağırlıklı olarak yurt içinde gerçekleştirmektedir. Çeşitli kuruluşlarla temas halinde olan vakıf imkânların oluşması halinde bu çalışmalarına yurt dışında da devam etmeyi planlamaktadır.
Yurtiçinde başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Mersin, İskenderun, Çeşme, Kastamonu, Fatsa, Ordu,
Giresun, Trabzon, Rize, Antakya, Konya,
Erzurum, Yozgat, Kayseri, Eskişehir,
Amasya, Afyon, Sinop, Tokat, Denizli, Niğde, Kırşehir, Çankırı, Ardahan, Iğdır, Bilecik, Artvin, Edirne, Çanakkale, Tekirdağ,
Sivas, Kırklareli, Elazığ, Isparta gibi il ve ilçe merkezlerinde il geliştirme seminerleri düzenlenmiştir. Ayrıca Malatya, Kahramanmaraş, Karaman, Erzincan’da da il
geliştirme seminerleri için ön görüşmeler
yapılmıştır.
Yurt dışında, Girne, Lefkoşa, Paris, Bakü,
Bükreş, Sofya, Khartoum ve Üsküp’te seminerler düzenlenmiştir.
İktisadi Araştırmalar Vakfı, kamu kurumları ile sivil toplum kuruluşlarını da yakından ilgilendiren konularda bilim adamlarının yapacakları araştırma ve çalışmalara
destek vermeyi sürdürmektedir.
Bu bağlamda; Vakıf ile İstanbul Üniversitesi’nin ortak çalışması olan “Geçmişten
Geleceğe İstanbul’un Girişimcilik Kültürü”
konulu proje, 2010 yılı İstanbul Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı tarafından değerlendirilmeye alınmıştır.
Vakıf ile İstanbul İl Özel İdaresi ile sağla-
nan mutabakat çerçevesinde “Olası İstanbul Depreminin Ekonomik Boyutu ve Ülke
Ekonomisine Yansımaları” konulu araştırma ve değerlendirme çalışması sonuçlandırılmıştır.
Vakıfca “Erzincan Ekonomisinin 2023 Vizyonu” konulu proje için teklif hazırlanarak
Erzincan Valiliği ile Kuzeydoğu Anadolu
Kalkınma Ajansı’na sunulmuştur.
Proje, İktisadi Araştırmalar Vakfı ile Atatürk Üniversitesi, Erzincan Üniversitesi,
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi,
İstanbul Üniversitesi, Okan Üniversitesi
akademisyenlerinin birlikte yapacakları
çalışma ile sonuçlandırılacaktır. Proje
2011 yılı Haziran ayında tamamlanacaktır
Vakıf tarafından yapılan araştırmalardan
elde edilen sonuçlar ilgili yönetimler ve
kamu ile paylaşılmaktadır. Faaliyetlerimizin tümü, kitap ve broşür halinde yayınlanarak, üyelerimize valiliklere, üniversitelere, basın yayın organlarına ve diğer ilgililere dağıtılmak suretiyle, geniş kitlelerin
vakfımız çalışmaları hakkında bilgi sahibi
olmaları amaçlanmaktadır. Kuruluşundan
bu yana vakfımızca yayınlanan seminer /
konferans kitabı sayısı 208’dir.
İktisadi Araştırmalar Vakfı önderliğinde
gerçekleştirilen yarışmalar vakfın faaliyetleri içinde önemli yer tutar.
Vakfın kurucu üyesi ve 38 yıl başkanlığını
yapmış olan Prof. Dr. M. Orhan Dikmen’in
anısına düzenlenen “Gelişmekte Olan Ülkelerin Küresel Ekonomik Krize Karşı Geliştirdikleri Ekonomi Politikaları” konulu
ödüllü araştırma yarışmasının birincisi bu
yıl gerçekleştirilmiştir.
İş Adamı Ünal Aysal’ın sponsorluğunda
düzenlenen “Kabul görmüş ancak yayınlanmamış Doktora ve Master tez” yarışmasının 6.sı bu yıl yapılmıştır.
Kamuya ve bilim dünyasına yeni eserlerin
kazandırılmasına yardımcı olan bu yarışmalarda ödüle layık görülen eserler vakıf
tarafından kitap halinde bastırılarak üniversitelere, ilgili kamu ve özel sektör kuruluşlarına gönderilmektedir.
İktisadi Araştırmalar Vakfı, hemen bütün
toplantılarına katılan ve çalışmalarını destekleyen devlet adamlarına, sundukları
tebliğler, yaptıkları konuşmalar, katıldıkları tartışmalar ve verdikleri konferanslar
ile vakıf çalışmalarına katkıda bulunan
seçkin bilim ve meslek erbabına şahsi ilgi
ve mali destekleri ile vakıf faaliyetlerinin
devamına imkân veren çok değerli üyelerine saygı ve şükranlarını sunar.
FOTO⁄RAF
Foto¤raf; Osman Ar›
MART-N‹SAN 2011 81
K‹fi‹SELGEL‹fi‹M
K‹fi‹SEL GEL‹fi‹M
SAYES‹NDE ETK‹L‹
MESLEK‹ GEL‹fi‹M
Kiflisel geliflim e¤itimlerindeki uygulamalarla duygu, özgüven,
inanç, heyecan, tutku coflku birlikteli¤i sa¤lanarak
duygudafll›k, ekipdafll›k hissi oluflturulabilir ve bu sayede ortak
hedefe koflarken tüm ekipten maksimum fayda sa¤lanm›fl olur.
Böylece herkesin sorumluluk almas› sa¤lanm›fl olur. Bu
paylafl›m imalat sektöründe ifl yapanlar için çok önemlidir ve
toplam kalitenin ise vazgeçilmez unsurudur.
MAHMUT ÇELİK
ESLEK hayatınıza başlamadan önce
M uzun
dönem okul hayatı geçer. Bu
uzun dönemde birey hayatın çok farklı bir
yönünü yaşar, sorumlulukların az olduğu
hayal ve umudun çok olduğu bir dönemdir
bu dönem. Uzun yıllar sonunda okul bitin82 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ce hangi yaşta olursanız olun büyük bir
boşluğa düşersiniz. Bir anda bambaşka
bir hayata yelken açarsınız, belirli seviyede mesleki birikimlerle mezun edilen çalışanlar bu bilgilerini nasıl faydalı ve kazanca çevirerek kullanacağını belirle-
mekte büyük zorluklar çeker.
Bu belirsizlik ortamında kendine güveni
yeteri kadar gelişmemiş bireyler olarak
çalışma hayatına girenler bu zor ve büyük
bir savaş alanını andıran çalışma hayatında kendisini zafere, hedefe taşıyacak yolda pek çok desteğe ihtiyacı vardır. Profesyonel olarak bu eksikliklerini erkenden
tespit ederek bunlar bertaraf etmenin
yollarını arayanlar çok daha çabuk meslek hayatının başarı merdivenlerini tırmanırlar.
Ülkemizde son 20 yılda daha yoğun bir şekilde doğruluğu ve gerekliliği her kesim
tarafından kabul edilen kısaca kişisel gelişim olarak adlandırılan bu tip eğitimler
pek çok konu başlığında anılmaktadır.
Pek çok alt başlıkları ile beraber büyük
bir değişime sebep olabilecek kişisel gelişim eğitimleri motorun performansını artıran katkı maddeleri gibi ufak bir müdahale ile ciddi ilerlemeler kaydetmenizi
sağlayacaktır.
Mesleki birikimleriniz ne seviyede olursa
bunu kaliteli bir seviyede karşısındakilere
sunamıyorsanız başarılı olmanız mümkün değildir.
İnsanların akıllarına, yüreklerine, sezgile-
rine ve arzularına seslenemiyorsanız dilinizle bal, yüzünüzle sirke satıyorsanız hiçbir başarıya ulaşmanız mümkün değildir.
İşte kişisel gelişim tam da bu noktada
devreye girmektedir. Hedefe ulaşmak
noktasında gerekli olan argümanları bu
eğitimler çalışanlara verir.
Bu eğitimlerin temel amacı insan kaynağını daha kaliteli bir hale getirmektir. Bu
noktada işimiz insan olduğu için rehberimiz, aklımız ve ruhumuz olmalıdır. Aksi
takdirde bu eğitimlerle insana ait en büyük fark olan duygu yok olacak ve kişi mekanik bir hal alacaktır. Duygusuz davranışlar yapmacık bir görüntü verecek buda
davranışların kabul görmemesine ve kişinin toplum içerisinde itibar kaybına sebep
olacaktır.
Kişisel eğitimler adı üstünde o kişi için
özel olmalı profesyonel yardım alarak
kendisine ait olan eksikleri tespit ederek
bunların telafisi için çalışmalı. Pek çok kişinin ortak sıkıntılarından bahsetmek gerekirse beden dilinin kullanılması, hitabet
( diksiyon), iletişim temel eksikler olarak
ortaya çıkmaktadır.
Yaşadığınız duygu ne olursa olsun ilk tanışma anınızda 30 saniyede sizinle ilgili
intibanın büyük kısmının oluştuğunu düşünürseniz, beden diliniz önemi daha da
iyi anlaşılmaktadır. Bu noktada anlık bir
hata sizin çok iyi bir iş teklifini kaçırmanıza, veyahut hayatınızın kadını ile tanışma
fırsatının yok olmasına sebep olabilir.
Karşınızdakine duygu kontrolü eğitimi sayesinde içinizde yaşadığınız sıkıntıları hissettirmeden çok başarılı bir görüşme
gerçekleştirebilirsiniz. Bir görüşmede
yanlış seçilmiş bir kravat, gömleğin cebindeki büyükçe bir kalem sizinle görüşme yapan kişinin dikkatini dağıtacak ve sizin çok başarılı geçmişinizi dinleyemeyecek ve kaybeden taraf olacaksınız veyahut
etkili bir ses tonu ve hitabet sizi daha da
dikkatli dinlemesine sebep olabilecektir.
İş hayatında en ufak bir ayrıntı bile sizi hedefe götüren yolda sekteye uğratabilir. Bu
noktada eğitilmiş olmak sizi diğer rakiplerinizin önüne geçirecektir.
Kişisel gelişim eğitimlerindeki uygulamalarla duygu, özgüven, inanç, heyecan, tutku coşku birlikteliği sağlanarak duygudaşlık, ekipdaşlık hissi oluşturulabilir ve
bu sayede ortak hedefe koşarken tüm
ekipten maksimum fayda sağlanmış olur.
Böylece herkesin sorumluluk almasını
sağlamış oluruz. Bu paylaşım imalat sektöründe iş yapanlar için çok önemlidir ve
toplam kalitenin ise vazgeçilmez unsuru-
‹nsanlar›n ak›llar›na,
yüreklerine, sezgilerine ve
arzular›na seslenemiyorsan›z
dilinizle bal, yüzünüzle sirke
sat›yorsan›z hiçbir baflar›ya
ulaflman›z mümkün de¤ildir.
dur. Bu birliktelikler hedefi hatasız ve en
kısa zamanda yakalamaya sebep olarak
işletme için maliyetlerin düşmesine ve rekabette bir adım öne geçmesini sağlar.
Binlerce insanın çalıştığı ortamda bir kişinin yapacağı hata veyahut motivasyon
kaybı tüm ekibin moralini bozacağından
çok ciddi hatalara sebep olacaktır. Motivasyon iş hayatında kesinlikle eğitim alınması gelen konuların başında gelmektedir. Çünkü bu noktada yaşanacak bir eksiklik ölümcül iş kazalarına bile neden
olabilecektir. Hayata dair sorunlarınız
olabilir ancak bunları iş yerine götürmeden içimizde yaşamanın yollarını öğrenmeli ve bunları uygulamalısınız. Her noktada problem çözme eğitimleri bu konudaki sıkıntının ilacı olacaktır.
İş hayatında planlama verimlilik noktasında çok önemli bir husustur. Yapılacak işlerin belirli bir düzen içerisinde yapılması
süreci kısaltacak, daha hızlı ve sürekli bir
hizmet kalitesi sağlanacaktır. Yıllık ve daha kısa süreli hedeflerin gerçekleşmesini
daha az maliyet ve enerji ile sağlanmasını
gerçekleştirecektir. Bu noktada eğitimler
firmanın bütünü için düşünülmeli ve sü-
rekli olmalıdır.
İnsanlar hayata geldiği ilk andan itibaren
çevresiyle iletişim içerisinde olur. Ağlamayana emzik yok tabiri ilk iletişimin sesli olduğunun bir göstergesidir. İlk günden
başladığımız iletişimi hayatımızın etkili olması ve minimum hatayla gerçekleşmesi
bizi meslek hayatımızda başarıdan başarıya koşturacaktır. Bu noktadaki eğitimler
son nefesimize kadar devam etmelidir.
Şirketlerin en büyük sıkıntıları ve çalışanların arasındaki huzursuzluğun en büyük
nedenlerinden biride değerlendirme karmaşasıdır. Çalışanların sürekli yakındığı
bu konu, uzun soluklu çalışan mutluluğu
sağlanmasında önemlidir. Bu noktada üst
düzey yöneticiler eğitime çoğu zaman direnmekte bu da sürekli personel değişimine ve emek kaybına neden olmaktadır.
Sırasıyla çeşitli konu başlıkları ile değinmeye çalıştığımız kişisel gelişim eğitimleri iş ve özel hayatın tamamında başarı ve
mutluluğu getirecektir. Bunları önemsemeden uluslar arası pazarlarda başarılı
olmak mümkün değildir.
Hayatta başarılı olanlar, kendilerine gereken bilgileri öğrenmekten bir an geri kalmazlar ve olayların nedenlerinin her zaman araştırırlar sürekli eğitimin temel
prensibi budur.
Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeyi ilke olarak kabul eden bir neslin evlatları
olarak hayatımızdan eğitimi hiç eksiltmemeliyiz.
MART-N‹SAN 2011 83
MAKALE
Türkiye'nin Deprem Sorununa
Bakış ve Bazı Öneriler
13 Mart 2011 tarihli Miyagi-Oki depreminden sonra ülkemizin depreme hazırlık durumu tekrar
konuşulmaya başlanmıştır. Miyagi-Oki depremi ülkemizde deprem sorunu ve afet planlaması ile
ilgili önemli ve yeni fırsatlar vermektedir. Bu çerçevede, ülkemizdeki deprem sorunu ile ilgili
alınması gereken bazı önlemlerfarklı başlıklar altında verilecektir.
PROF. DR. ALİ OSMAN ÖNCEL
İstanbul Üniversitesi, Jeofizik Mühendisliği
Deprem sorunu ihmal edilmemelidir
1995 Kobe depreminde Japonya'da meydana gelen yangınlar ve patlamalar büyük
ölümlere neden olmuştu. Kobe depreminden sonra Japonya'da erken uyarı ve risk
azaltma çalışmaları hızlandırıldı. Son depremde yangına ve yıkılmalara bağlı zararların azalması, Kobe depreminin Japonlar tarafından iyi okunduğunu gösteriyor. Fakat
nükleer santrallerin güvenliğinin yeterince
sağlanamadığı ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni son zamanlarda tartışılmaya başlanan,
kullanılan standart deprem tehlike belirleme parametrelerinin olabilecek en büyük
deprem büyüklüğünü eksikli belirlemesi ile
ilişkili olabilir. 2007 yılında M6.8 şiddetindeki deprem nükleer sızıntıya neden olmuştu (1, 2) ve bunun zararları Japonya ile
sınırlı kaldı. 2011 yılında meydana gelen
M9.0 büyüklüğündeki depremde nükleer
sızıntının sonuçları dünyada insanların güvenliğini etkileyecek bir büyüklüğe ulaştı.
Nükleer santrallerde meydana gelen sızıntıyı, 2007 yılından itibaren güncelleme, yenileme ve güvenliğin arttırılması ile ilgili olarak bir ihmalin sonucu olarak okunabilir.
Deprem Tehlike Verilerine Ulaşılmalıdır
Deprem tehlikesi ve parametreleri yıllara
göre değişen ve güncellenen dinamik bir
olaydır. Bu nedenle hükümete bağlı bir servis tarafından sürekli olarak deprem tehlikesinin tahminlerinin yeni verilere ve yöntemlere göre güncellenmesi ve kullanılabilir
formatta ulaşılabilir olması gerekir. Ülkemizle ilgili ulaşılan deprem tehlike haritasıdır ve tehlikenin renklerle gösterilmesinden
ibarettir. Tabi ki bu haritalarla ilişkili teknik
detaylar olabilir fakat bunları herkesin anlamasının gereği yoktur. Tehlike haritalarında
en riskli bölgeler, yatay hareketlerin (Anadolu Fay Zonları) ve düşey atımlı (Batı Anadolu’daki grabenler) gerilme alanlar kırmızı
84 M‹MAR VE MÜHEND‹S
renkle gösterilmiştir. Deprem tehlikesi ile ilgili genel ve detay hesaplamalar deprem risk
raporlarında istenmektedir ve bu hali ile
önemli bir gelişmedir. Deprem sismolojisinde uzmanlaşmış mühendislerin yeniden hesaplaması önemli olabilir ve buda merkezi
hükümet servisi tarafından yapılmış haritaların yerinde denetimini sağlar. Fakat tekrar
belirtmek gerekirse, deprem tehlikesi ve risk
belirlemelerinin konusunda sertifika ve uzmanlık programlarını bitirmemiş mühendislerden beklenmemelidir. En önemli konu normal bir vatandaşın oturmuş olduğu
yer ve iş yerinin deprem tehlikesi konusunda anında bilgi almasıdır ve vatandaşlarımızın bunu aracısız ve ricasız öğrenmeye hakkı olmalıdır.
İsteyen Herkesin Deprem Tehlikesi
Bilgisine Anında Ulaşması Gerekir
Bir ev ya da iş yeri almak istiyorsunuz veya
işyeriniz ve evinizin deprem tehlikesi durumu hakkında anında bilgi almak istiyorsunuz fakat istediğiniz bilgiye internet üzerinden ulaşamıyorsunuz. Ülkemizde deprem
tehlikesi hakkında vatandaşın anında ve
doğru bilgi alma hakkı vardır. Boyalı deprem tehlike haritalarından öte, vatandaşın
bulunmuş olduğu herhangi bir yerin durumu hakkında somut bilgiye ulaşması gerekir. Tehlike durumu hükümete bağlı deprem tehlike çalışmalarından sorumlu kurumlarca verilmesi, halkımızda ve kurumlarda deprem bilincini arttıracaktır. Kanada'da ülkemizdeki deprem haritalarına benzer tehlike büyüklüklerinin değişimi kabaca
verilir fakat bugün ülkemizde mühendislerden raporlarında yazması istenen detay
deprem parametreleri ücretsiz olarak herkese açıktır. Herkes, oturmuş olduğu binanın
ya da çalıştığı işyerinin güvenlik ve risk durumunu öğrenebilir. Bu hali ile Kanada'da
yaşayan herkesin doğru ve güvenilir bilgiyi
resmi kurumdan alma hakkı sağlanmıştır(3).
Deprem Tehlikesi Çalışma
Grupları Kurulması Gerekir
Ülkemizdeki deprem yönetmeliği bağlayıcıdır. Fakat Amerika Deprem Yönetmeliği gibi
fazla denetlendiği ve tartışılabildiği söylenemez. Bunun nedeni, ülkemizde deprem tehlikesini uluslararası düzeyde çalışan nitelikli uzman ve akademisyen sayısının yeterli
olmamasıdır. Başbakanlığa bağlı Deprem
Araştırma Dairesi’nde doktoralı bir jeofizikçinin bulunmaması deprem risk ve tehlike
çalışmalarına yön verecek kurumların yeterli donanımda elemanlara sahip olmadığını göstermektedir.
Amerika Deprem Servisi bünyesinde Çalışma Grupları (Working Grup) tarafından ülkenin değişik bölgelerini iyi bilen bilim adamı ve uzmanlarca oluşturulan ekiplerle deprem tehlikesi belirleme çalışmaları yapılır
ve bunlar BSSA Dergisi’nde yayınlanır. Yayınlandığı için kullanılan veri, model ve
yaklaşımlar herkes tarafından bilinir ve bu
hali ile denetime tabidir. Yayın üzerinden
güncellenen deprem tehlike çalışmaları nedeni ile yayın üzerinden denetim ve öneri
yapan çalışmalarla devam eder. Mesela,
Amerikan Deprem Servisi’nin New Madrid
Sismik Zonu hakkında yapmış olduğu deprem tehlikesi tahminleri tartışılmakta ve gerektiğinden daha az tehlikeli gösterildiği bilimsel çalışmalarda gösterilmektedir. Kısaca,
deprem sorunu ülkemizle ilgili bir sorun değildir, sonuçları itibarı ile tüm dünyayı da
etkileyebilir. Bir an önce bölge tabanlı ve geniş katılımlı çalışma grupları kurulmalı ve
ülkemiz deprem tehlikesi çalışmaları periyodik olarak güncellenmelidir.
Uluslararası Sismoloji
Programları Açılmalıdır
Depremle ilgili yüksek lisans ve doktora
programlarının ülkemizde İngilizce olması
ve dünyanın her yerinden ülkemizin deprem sorunu üzerine çalışacak kişilerin verilecek burslarla desteklenmesidir. Bugün
için, Japonya, Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde yapılan iş, global insan kaynaklarını ulusal deprem sorunları için kullanılmasıdır. Uluslararası (İngilizce) Entegrasyonlu Yüksek Lisans ve Doktora Programları (Integrated Graduate Seismological Program) açılmalı ve dünyanın her yerinden gelecek öğrenci ve bilim insanlarına açık şekilde ülkemiz ve dünyanın deprem sorunu çalışmalarına hız verilmelidir.
Deprem Teknolojisi Aletleri
Sağlama Merkezi Kurulmalıdır
Yüksek kaliteli jeofizik alet ve bu tür aletler
ile kayıt edilmiş verilerle, deprem jeofiziği
konusunda yapılan çalışmalarda bir ilerleme olur ve bu konuda eğitim almış ve alan
kişiler iyi bir veri tabanına ve modern alete
dayalı bir çalışma ortaya çıkarırsa, deprem
jeofiziği konusunda işsiz kalma riski azalır.
Bu nedenle bilimsel çalışma yapmak isteyenlere ihtiyacı olan mevcut verileri, deprem jeofiziği ölçüler yapmak istiyorum diyenlere alet sağlayacak bir kuruma ülkemizde şiddetle ihtiyaç vardır. Amerika’da kurulu Uluslararası Deprem ve Araştırma Merkezi (IRIS)'e bağlı PASSCAL ALET MERKEZI
(4), ölçülen verilerin geri dönmesi ve daha
sonra çalışmak isteyenlere açılması şartı ile
Deprem sorunu
ülkemizle ilgili bir sorun
de¤ildir, sonuçlar›
itibar› ile tüm dünyay›
da etkileyebilir. Bir an
önce bölge tabanl› ve
genifl kat›l›ml› çal›flma
gruplar› kurulmal› ve
ülkemiz deprem
tehlikesi çal›flmalar›
periyodik olarak
güncellenmelidir.
dünyanın dört bir tarafından isteyenlere alet
sağlıyor. Verilmiş aletler ile alınmış ölçüleri
proje bitiminden 2 sene sonra, hiçbir kayıt
ve koşul koymadan akademik çalışma yapanlara açıyor. Ülkemizde IRIS'in dengi
olan bir kuruma bağlı olarak PASSCALTURK açılması, ülkemizde aletlerin alımı
için harcanacak kaynak israfını önler, deprem jeofiziği çalışmalarına kalite getirir. Ülkemizde deprem bilimi konusunda çok iyi
akademik proje ve çalışmaların yapılmasını
sağlar! Aynı zamanda deprem jeofiziği konusunda iyi yetişmiş insanların işsiz kalması
önleneceği için işsizliği de azaltır!
Sonuç
2007 yılında orta büyüklükteki (M6.5) bir
depremden ders almayıp nükleer reaktörlerin güvenliğini arttırmayan Japonya, bugün
meydana gelen nükleer sızıntı ile dünya
için bir risk oluşturmuştur. Ülkemizde deprem sonrasında zemin etüdü ve deprem sigortası konusunda düzenlemeler yapılmıştır. Zemin etüdü ile ilgili olarak Avrupa Birliği ülkelerindeki standartların bir an önce
getirilmesi gerekir. Deprem tehlike ve risk
belirlemeleri gibi ülkemizin bir depreme
karşı güvenliğini arttıracak zemin ve yapı
etütlerinin profesyonel (uzman mühendis)
mühendisler tarafından yapılması zorunlu
hale getirilmeli ve muhakkak zorunlu deprem sigortasının yaygınlaştırılması sağlanması için daha etkin çalışmalar yapılması
gerekir.
Kaynaklar
1. http://www.cbsnews.com/video/watch/?id=3066074n
2. http://www.buzzle.com/articles/145446.html
3.http://earthquakescanada.nrcan.gc.ca/hazard-alea/interpolat/index-eng.php
4. http://www.passcal.nmt.edu/
MART-N‹SAN 2011 85
MAKALE
Kentsel Mekânda İyileştirme:
Sivrihisar Belediyesi İçin
Üç Mimari Proje
Kentsel mekânlar kentlilerin ya da değişik kullanıcılarının kültürel birikimlerini paylaştığı,
aktardığı, tekrar öğrendiği yerlerdir. Bu bağlamda Eskişehir Anadolu Üniversitesi (ANAÜ)
Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nün, üniversite rektörlüğü tarafından
görevlendirmesi ile 2010 yılında “Topluma Hizmet Uygulamaları” kapsamında başlatılan
Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar Belediyesi’ne ait projelerin çalışmaları devam etmektedir.
YARD. DOÇ. DR. MEHMET İNCEOĞLU - PROF. DR. RUŞEN YAMAÇLI
Anadolu Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
mekanın en temel özelliği, özel
K entsel
mekanın dışlayıcı karakterinin aksine,
dahil ediciliğidir. Ne kadar farklı olursa olsun kentte var olan hemen hemen herşeyi ve
herkesi içine alır. Kentsel mekan(1) kentin
ana bütünleşme aracıdır. Sakinlerin veya
orayı kullananların başka hiçbir ortak özelliği olmayabilir ama kenti paylaştıkları kamusal mekan her zaman vardır. Kentsel
mekanlar kentlilerin ya da değişik kullanıcılarının kültürel birikimlerini paylaştığı, aktardığı, tekrar öğrendiği yerlerdir. Aynı zamanda bir kentin tanımlanması (o kente
dair imaj oluşumu) bağlamında kullanıcılarının; kültürel kimliklerini, kişisel gelişimlerini ve birbirleriyle etkileşimleri sonucu
kentli olma deneyiminin elde edilmesi de
bu mekanlarda olmaktadır. Kentsel yaşam
kültürle değiştiğinden ve geliştiğinden yeni
ihtiyaçlara cevap verebilecek kentsel
mekanlara ihtiyaç olabilmektedir. Varolan
kentsel mekanlar ya tamamıyla hem biçimsel hem de işlevsel olarak değiştirilirler ya da
var olan haliyle yenileştirilirler.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi (ANAÜ) Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nün, üniversite rektörlüğü tarafından
görevlendirmesi ile 2010 yılında “Topluma
Hizmet Uygulamaları” kapsamında başlatılan projeler Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar Belediyesi’ne aittir. Sivrihisar Belediyesi tarafından belirlenmiş olan, Nasrettin Hoca’nın
kızı “Fatma Hatun’un Anıt Mezar” tasarımı,
Sivrihisar Belediyesi Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi ve belediye tarafından itfaiye araçlarının parkı olarak kullanılan yerin “İş
Merkezi” konulu projeler ihtiyaç programlarının tanımlanması ile çevre verilerinin ışığında tasarlanmış ve uygulanmak üzere ça86 M‹MAR VE MÜHEND‹S
lışmalar sürdürülmektedir. Bu çalışmada
ANAÜ Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü öğretim üyeleri, Yard. Doç.
Dr. Mehmet İnceoğlu ve Prof. Dr. Ruşen Yamaçlı ile bu ekibe dahil olan bölüm öğrencilerinden Alper Genç, Handan Yılmaz, Hande Güner, Elif Kızıklıoğlu, Sinan Durucan’ın yardımları ile üniversite ve toplumsal
ilişki açısından önemli bir katkı gerçekleştirilmiştir.
Nasrettin Hoca’nın kızı
Fatma Hatun’un Anıt Mezar tasarımı
Eskişehir’in Sivrihisar İlçesi’nde yapılan kazılar sonucunda çıkarılan Nasrettin Hoca’nın kızı Fatma Hatun’un mezarı için Eskişehir-Sivrihisar yolundaki Nasrettin Hoca
Anıt Parkı’nın bulunduğu alana bir anıt mezar tasarlanmıştır. Mimari tasarım ve çevre
düzenlemesini kapsayan anıt park, Nasrettin Hoca heykeli ve ön tarafındaki alanla
birlikte yaklaşık 85 m2’lik alanı kaplamaktadır. Anıt parkın çevresinde yeşil alan ve
yetişkin ağaçlar mevcuttur. Parkın batı tarafında çarşı olarak kullanılan alan ve yapı
bulunmaktadır.
Anıt mezar projesi Nasrettin Hoca heykelinin ön tarafındaki boşluğa konumlandırılmıştır. Anıt mezar 5.5 m2’lik alan kaplamaktadır. Anıt tasarlanırken modern bir
yaklaşım sergilenmiştir. Anıt tek bir kütle
olarak değil birçok parçadan, sütunlar, çerçeve, çeşmeler ve duvarlar oluşacak şekilde
tasarlanmıştır. Anıt mezar kısmı sütun ve
çerçevelerin oluşturduğu mekanda konumlanmıştır. Anıtın çevresinde bulunan ve
anıta ulaşım yerlerinde bulunan duvarlarda
ise Nasrettin Hoca’yı, kızını ve fıkraları anlatan yazıların bulunduğu bölümler yer almaktadır. Yapılan literatür araştırmaları sonucunda Nasrettin Hoca’nın hayatı, yaşadığı olaylar, kızı hakkında bilgiler elde edilerek, insanlara bilgi vermesi amacı ile anıtta
yer almasına karar verilmiştir. Nasrettin Hoca’nın ders veren fıkralarına da anıtta yer
verilmiştir. Duvarlar bazı yerlerde çeşmeye
dönüşerek serin bir dinlenme mekanı oluştururken aynı zamanda suyun oluşturduğu
sesle insanı dinlendiren bir ortam oluşturulmuştur.
Anıt mezar tasarımında ön planda tutulan
diğer konular ise erişilebilirlik ve yeşil alan-
Şekil 1. Nasrettin Hoca’nın Kızı Fatma Hatun’un Anıt Mezar Planı (Soldaki), Anıt Mezar Perspektif (Sağdaki)
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010
dır. Anıta ulaşımın ve gezi alanlarının rahat
ve keyifli mekanlar olmasına dikkat edilmiştir. Bu amaçla anıta ulaşım basamaklar ve
rampalarla sağlanmıştır. Basamaklarla 0.00
olan yol kotundan, +1.40 kotuna çıkılarak
anıt mezara ulaşılmakta, +2.60 kotunda ise
Nasrettin Hoca heykeli bulunmaktadır. Erişilebilirlik açısından ise her iki kotada ayrı
ayrı engelli rampası bulunurken anıt mezar
ve heykel arasına da rampa konulmuştur.
Rampalara yüzde 6 eğim verilerek ulaşımın
en rahat şekilde yapılaması sağlanmıştır. Basamaklar anıtın güney ve batı tarafında kesintisiz olarak devam etmektedir. Sadece
ulaşım amaçlı olmayan basamaklarda, farklı kotlarda farklı genişliklere yer verilerek
dinlenme alanları ve oturma birimleri oluşturulmuştur. Anıt mezar ve çevresi tasarlanırken yeşil alanın yok olmasına izin verilmemiştir. Özellikle mevcut yeşilin ve ağaçların korunması ve tasarıma katılması sağlanmıştır. Tüm mevcut ağaçlar korunarak dinlenme alanları ve oturma birimleri bu ağaçların oluşturduğu gölgeliklerde konumlandırılmışlardır.
Tasarım bir bütün olarak anıtın sadece mezar kısmına odaklanmadan çevresi ile birlikte düşünülerek her parçanın farklı bir görev üstlendiği çeşitli yapılardan oluşan, rahat
bir ulaşım ile her türlü insanın erişebileceği
ve yeşil dokunun korunarak tasarıma dahil
olduğu modern bir anıt mezar niteliğinde tasarlanmıştır.
Sivrihisar Belediyesi İtfaiye Bölgesi
İş Merkezi Mimari Projesi Raporu
Sivrihisar Belediyesi’ne ait iş merkezi mimari tasarımı Sanayi Caddesi ve Tabakhane
Caddesi’nde bulunan eski itfaiye alanına
önerilmiştir. Arazide yapı yapma alanı 2 bin
340 m2’dir ve 6 metrelik eğim farkı vardır.
Çevresinde konut alanları, park ve çay bahçesi bulunmaktadır.
Arazinin kuzey tarafında bir meydan bulunmakta ve ulaşım araçlarının park ve bekleme yeri olarak kullanılmaktadır. Bina tasarımında özellikle eğimin kullanımı ve erişilebilirlik kriterleri ön planda tutulmuştur. Yapı otopark, dükkânların bulunduğu kısım
ve belediyeye ait olan kısım olarak üç bölümden oluşmaktadır ve 8 bin 797 m2 kullanım alanına sahiptir. 3 kattan oluşan yapıda belediye bölümü ara kat eklenerek oluşturulmuştur. Bu, yapının eğime oturmasını
sağlamak ve ulaşımı daha rahat kılmak amacı ile yapılmıştır. Bu şekilde oluşturulan katlar ile yapı otopark girişleri hariç 3 girişe sahiptir. Erişim kolaylığı bakımından tüm giriş katları zeminle aynı kota oturmaktadır.
Bina içindeki ulaşım merdiven ve asansörler
ile sağlanmaktadır. Belediye bölümüne ait 4,
iş merkezi bölümüne ait 38 dükkan ile toplam 42 dükkan bulunmaktadır. 56 m2’lik
Şekil 2. Anıt Mezar Perspektif (Soldaki), Anıt Mezar Kesit ve Görünüşleri(Sağdaki)
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010
Şekil 3. İtfaiye Bölgesi İş Merkezi Zemin kat planı (Soldaki), İç mekândan perspektif (Sağdaki)
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010
An›t›n çevresinde bulunan
ve an›ta ulafl›m yerlerinde
bulunan duvarlarda ise
Nasrettin Hoca’y›, k›z›n› ve
f›kralar› anlatan yaz›lar›n
bulundu¤u bölümler yer
almaktad›r. Yap›lan literatür araflt›rmalar›
sonucunda Nasrettin
Hoca’n›n hayat›, yaflad›¤›
olaylar, k›z› hakk›nda bilgiler elde edilerek, insanlara bilgi vermesi amac›
ile an›tta yer almas›na
karar
verilmifltir. Nasrettin
Hoca’n›n ders veren
f›kralar›na da an›tta yer
verilmifltir.
ve 68 m2’lik olmak üzere iki tip dükkan
vardır.
Zemin kata +1085.50 kotundan doğu ve batı cephesinde iki giriş verilmiştir. Zemin katta girişler içeri çekilerek bekleme mekanı
oluşturulmuştur. Kat yüksekliği 6 metre olduğu için girişi insan ölçeğine uygun hale getiren 3 metre yüksekte saçaklar yer almaktadır. Zemin katta toplam 18 dükkan vardır.
Orta bölümde ise yeşil ve su öğeleri kullanılarak oturma dinlenme alanları oluşturulmuştur. Alanda şekil zemin ilişkisi kurularak
kapılardan içeri yönlenmeyi ve oturma birimlerinin oluşumu birbiri ile ilintili olarak
oluşturulmuştur. Farklı malzeme ve renk
kullanımı ile zeminde farklılaşma yapılmıştır. Yapıda iki adet merdiven ve asansör çekirdeği vardır. 60 araçlık otoparktan teras
çatıya kadar devam eden kuzey taraftaki
merdiven belediye katına da hizmet etmektedir. Ara kat olan belediye katına +1088.50
kotundan giriş verilmiştir. Belediyeye ait
toplam 4 adet dükkan vardır. Girişin ön kısmı meydanlaşarak toplanma ve bekleme
mekanı oluşturulmuştur. Tamamı iş merkezi bölümüne ait olan birinci katta 20 dükkan vardır. Orta kısımda ise galeri boşluğu
oluşturulmuştur ve oturma birimleri yer almaktadır. Zeminde farklı malzeme kullanımı devam etmektedir. Teras çatı kullanımı
sağlanmıştır. Birinci katta yer alan galeri boşluğunun üzeri cam ve çelik örtü ile kapatılarak yapının doğal ışıktan yararlanılması sağlanmıştır. Teras katıda kullanıma açılarak
oturma ve seyir alanı olarak kullanılabilMART-N‹SAN 2011 87
MAKALE
Şekil 4. İtfaiye Bölgesi İş Merkezi Dış mekândan perspektif
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010
Şekil 5.Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi Vaziyet planı (Soldaki), Dinlenme Tesisi Satış birimleri önünden perspektif
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010
Şekil 4. Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi Genel perspektif
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010
mektedir. Tasarımda göz önüne alınan kriterler açısından farklı kotlarda yer alan girişler yapılarak rahat bir ulaşımın sağlandığı, iç
mekanda galeri boşluğu ve doğal ışıklandırma kullanımı ile ferah bir kullanım oluşturan, yeşil, su öğeleri ve farklı zemin döşemeleri ile eğlenceli oturma mekanları bulunan
bir iş merkezi tasarımı gerçekleştirilmiştir.
88 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Sivrihisar Belediyesi Sergi Parkı ve
Dinlenme Tesisi Mimari Proje Raporu
Sergi parkı ve dinlenme tesisi projesi tasarımı, Sivrihisar’ın güneydoğusunda EskişehirAnkara yolu bitişiğinde, Uçak Müzesi batısında bulunan, belirlenmiş alana yapılacaktır. 6 bin 146 m2 alana sahip olan arsada yapı yapma alanı 4 bin 735 m2 ve arazide 3
metrelik bir eğim farkı bulunmaktadır.
Projenin tasarımında; erişebilirlik, kot farkından yararlanma, tesisin genel itibariyle
çevreden algılanabilirliğinin sağlanması,
kendi içinde dolaşım alanları, tesis içerisinde satış ve pazarlamaya yönelik dükkanların
var oluşu ve sosyal bir doku oluşturarak insanların sosyalleşmesini ve huzurunun ön
planda tutulmasını amaçlaması öncelikli
kriterleri oluşturmuştur. Sosyal tesis, genel
yeme içme ve kafeterya birimi, dükkanlar,
havuzlar, yürüme yolları ve çocuk parkı gibi yapı birimlerinden oluşmaktadır. Yürüme
alanlarının arazinin batısında yapılacak
olan parkla bağlanması düşünülmüş ve iki
mekanın bütünlüğünü sağlamak amaç edinilmiştir.
Yeme içme birimleri tesisin doğusunda yer
almakta ve 960 m2 kullanım alanına sahiptir. Yapı, idari ve servis personele hizmet
edecek şekilde planlanmış ve gerekli servis
ekipmanının yapıya girişinin kolay sağlanması için yapı arkasından mutfak ve diğer
birimlerle bağlantılı olan bir servis girişi düşünülmüştür. Yapının dış cephesinin geçirgen bir yapıya sahip olması düşünülmüş,
gün ışığından en üst düzeyde yararlanılması sağlanmıştır. Yapının ön cephesinde, açık
yeme içme birimleriyle ve genel tesisle ilişkili bir havuz konulmuş, bu alanda su öğesiyle bireylerin doğrudan ilişki kurması amaçlanmıştır.
Dükkan birimleri tesisin batısında yer alıp
her biri beş dükkândan oluşan yapı birimleri olarak düşünülmüştür. Her biri 25 m2
olan dükkânlar arasında dolaşım aksları lineer şekilde kurgulanarak dükkânların her
yönden algılanması sağlanmıştır. Dükkanlar
arasında sokak dokusu oluşturulmuş, düzenli ve keyifli bir dolaşım için ortam sağlanmıştır. Yürüme alanları arsanın kuzeyinde
yer almakta olup doğal çevreyle bütünleşen,
oturma birimleriyle dinlenme olanağı sağlayan ve doğusunda çocuk parkı, batısında
yapılacak olan park alanıyla bağlantılı olarak planlanmış bir yapı birimidir.
Sosyal tesis projesi genel olarak doğal
mekanla bütünleşen, yapı ve su öğeleriyle
huzurlu ve mutlu bir mekan kurgusuna sahip, aynı zamanda dükkan, yeme içme ve
kafeterya birimleriyle ticari öğelere de olanak sağlayan, çok işlevli, ulaşılabilirliği kolay
bir mekan olarak düşünülmüş ve bu doğrultuda bir tasarım yapılmıştır.
Kaynaklar:
1.İnceoglu, M., Aytuğ, A., (2009), “Necessary Spatial
Quality Parameters for the Rehabilitation of Urban
Spaces,” International Ecological Architecture and
Planning Symposium 2009, 22-25 Ekim, Antalya,
Turkey, Uluslararası Ekolojik Mimarlık ve Planlama
Sempozyumu Kitabı, Mimarlar Odası Antalya Şubesi
Yayınları, Antalya, 187-191
MAKALE
Japonya Depremi,
Süpürtüsü-2011, M= 9,0
Japonya depreminden sonra devinim altında çalkalanan yer yuvarı ile avkulanan gevrek yer
kabuğu, içinden diri kırık geçen tüm ülkeleri ürkütmektedir. Türkiye’de yüzde 3’lük uzak etki
altındadır. Türkiye’deki en çok korkulacak yerler yüzde 52 olasılıkla Kuzey Anadolu Kırığı,
yüzde 33 olasılıkla Batı Anadolu çöküntü kırıkları,yüzde 12 Doğu Anadolu Kırığı’nın üzerinde
olan yerleşimlerde görülebilir.
PROF. DR. AHMET ERCAN
www.ahmetercan.net - [email protected]
eryüzünde 1999 yılından beri doğal
olayların sayısında büyük bir artış varY
dır. Bu artış 2013 yılında doruğa erişecek,
2015 yılında olağan düzeyine düşecektir. Japonya’nın Vakoyama’sında, 07:46’da (05:46
UTC), yerel saatle 14:46’da, M=9,1 Richter
büyüklüğünde bir deprem olmuştur. Deprem 120 saniye sürmüştür. Depremle, Japonya GPS’e göre okyanusta konumu 2
metre kayarken, düşey olarak 0,70 metre de
göçmüştür. Japonya’da ortalama yılda 1000
deprem olur. Yeryüzünde 6’dan büyük depremlerin yüzde 20’si Japonya’da olur. Deprem Pasifik dalma batma kuşağı içinde
d=24,5 km derinde, göçüntülü biçimde olmuştur. Sendai kentinde 40 santim kayma
olmuştur. Bu deprem Japonya’nın gördüğü
en büyük depremdir. Deprem odağı kıyıdan
138 km uzaktadır. Depremin Tokyo’ya
uzaklığı 373 km’dir. Deprem odağı Sendai,
Honshu’ya 130 km, Yamagata’ya. Deniz
içindeki kırığın boyu en az 241 km, beklenen 1100 km, eni 80 km’dir. En yakın kıyı
138 km uzaktadır. Deprem olmadan önce 3
tane büyüklüğü 7’e varan öncüleri olmuştur.
Yeryüzünde böyle depremler 10 - 20 yılda
bir içinde olmaktadır. Bu depremden çıkan
gürenin oranı 1999 Gölcük depreminin
yaklaşık 65 katıdır. Depremde çıkan atom
bombası güresi yaklaşık 7 bin 150 tane
atom bombasına eşittir. Bu deprem yeryüzünde son 300 yılda oluşan 7’nci büyük
depremdir. Deprem odağının kıyıdan 130
km uzakta olması depremin etkisini azaltmıştır. Ancak 373 km uzaktaki Tokyo’da bile çığım (hasar) oluşturmuştur.
Süpürtü: Depremle olauşan süpürtü yani
Japoncası tsunami, 130 km uzaklıktaki kıyıya yaklaşık, L=200 km dalga boyunda,
390 km/saat( 6,5 km/dakika), (110 m/saniye) tezlikle, 19-20 dakikada ulaşmış, kıyıdan yaklaşık 2 ile 10 km içeri girerek önünde ne varsa 40 dakika içinde süpürmüştür.
Dalga alın yüksekliği ortalama 4 metre, yer
yer dar girintilerde 10 ölçe(metre) yüksekliğe erişmiştir. Japonların olaya ilk kez “tsunami” dedikleri süpürtü 15 Haziran 1896’da
21 bin kişinin sularda boğulduğu Büyük
Meiji Süpürtüsüdür. Kentlerde asıl çığımı
yapan da süpürtü olmuştur. Yaklaşık 1,4
milyon ev süpürtü dalgaları altında kalmıştır. 10 binden çok kişi depremden 3 gün
sonra yitikdir.
Havai’de 09:00 da süpürtü uyarısı verilmiş,
ancak gelen dalgalar etkili olmamıştır. Süpürtü 18:00’da Kaliforniya kıyılarına etkisiz
gelmiş, sörfçiler için eğlenceye dönüşmüştür.
Dalga yüksekliği 0,1 ile 2,5 metre olmuş, kuzey Kaliforniya’da bir fotoğrafçıyı yutmuştur.
Yanardağ: Depremden sonra Endonezya Siau’da 1783 ölçe yükseklikteki bir yanardağ,
ayrıca Japonya’da 2 tane yanardağ patlamıştır. Büyük depremler öncesi, sırası ya da
sonrasında özellikle Pasifik deprem kuşağı
gibi olan yerlerde bu tür yanardağ patlamaları görülür. Ege denizinde bunun örneği kıyılarımıza çok yakın Ege Dalma Batma kuşağının kuzeyindeki Santorini adası yanardağıdır.
Çığım (Hasar): Depremden etkilenen kişi
sayısı 7 milyondur. Deprem en çok 1 milyon kişilik Sendai kentini vurmuştur. Japonya’daki yapı niteliğinin iyi olması çığımı(hasarı) bir ölçüde azaltmış olsa da, uran (snayi) kurgularında yer yer yıkılmalar, ışınım
(radyasyon) 8 kat arttığından çekirdek güre
üretimevinde (nükleer santral) çatlama ürküntüsü olmuş, tüm işletmeler durmuş, ündekler (telefonlar) çalışmamış, kıvıl (elektrik) kesilmiştir, ulaşım durmuştur. Tezliği
581 km/saat olan tez trenler kendiliğinden
durmuştur. İnerçıkarlar ise ilk katta önceden kurulduğu gibi durmuştur. Şiba kayayağı artımlığında, ayrıca 80 yerde yangın çıkmıştır. Sendai’de bir petro-kimya kurgusu
yanmış, Onahama kentinde bir büvet(baraj)
yıkılarak suları kenti boğmuştur. Sendai’de
yollar, uçuş alanları büklüm büklüm olmuş,
derin yarıklar açılmıştır. Sendai kentinde 30
katlı yapı sayısı 5, 15 katlısı 30, gerisi iki
katlı çelik yapı, kent dışındakiler ise ağaç
yapılarmış. Ağaç yapılar sürüklendi. Süpürtü dalgaları önüne gelen ne varsa süpürdüğü için hasar Mercalli Cannani ölçeğine göre
XII gibi en yüksek düzeyine erişmiştir. Okyanusta 100 kişi taşıyan bir gemi ile kaçmak
için araçlarına binenler süpürtü altında sü-
MART-N‹SAN 2011 89
MAKALE
rüklenerek boğulmuşlardır. Trenler raylardan çıkarak devrilmiştir.
Depremin kendisi uzak olması nedeniyle
çok yıkmamış, ancak süprüntü dalgalarının
yıkımı çok daha büyük olmuştur. Gelen 7
ile 10 gün içinde olacak artçı deprem büyüklükleri, odaktan 150-200 km yarıçaplı
alanda 7-8’e varabilir. Kaldı ki ilk gün sonra
biri 7,4 olmak üzere 50’nin üzerinde artçı
oluşmuştur. Bu depremlerde yeni ardışık süpürtü dalgaları üretmiştir.
Deprem ile onlara doğru uçak tezliğiyle gelen
süpürtü dalgaları; Rusya-Kamçatka, Alaska
Elutian Adaları, Kanada’nın batısı, ABD’nin
batı kıyıları ile San Andreas, Orta Amerika,
Güney Amerika, Yeni Zelanda, Filipinler,
Çin, Malezya, Endonezya, Kore’de korku
yaratmış, toplum uyarılmıştır. Güney Pasifik yayı boyunca depremden sonra onlarca
büyüklüğü 5 ile 6,5 arasında değişen depremler olmuştur.
Deprem ile birlikte yaklaşık 400 bin kişi süpürtü-deprem sığınaklarına girmiştir. Oradakiler de içinde olmak üzere yaklaşık 1
milyon 450 bin kişi susuz, 4 milyon kişi yiyeceksiz kalmıştır. Deprem sonrası yardımlar, deprem öncesi bilimsel araştırmalar konusunda Japonya “sınıfta kalmıştır”.
Çekirdek Güre Üretimliğinde Patlama
(Nükleer Santral): Japonya kıvıl (elektrik)
güresinin (enerjisinin) yüzde 30’unu Çekirdeksel Güre Üretimevlerinden (Nükleer
santral) sağlıyor. Toplam 55 ÇGÜ tepkiri ile
yeryüzünün en çok ÇGÜ’sü olan üçüncü ülke. Toplam tepkirlerin üretimi 28 000 MW
dolayında. Deprem odağından yaklaşık 250
km uzakta, kuzeydoğu kıyısındaki Fukuşima Daiçi (1970 de yapılmış, toplam 3 tane
tepkir üretimi 5 000 MW) ile Daini yeğnisu
çekirdeksel güre üretimevinde depremden 1
gün sonra patlama olmuştur. Oysa ÇGÜ
depremle birlikte ivedilikle durdurulmuş olmasına karşın soğutulmasının sürdürülmesi
gerekiyordu. Depremle birlikte kıvıl (elektrik) kesilmiş, yedek kıvıl üreteçlerinin de
kesintiye uğramasıyla, soğutucular durmuş,
böylece üretimevi tepkiri (reactor) içi yavaş
yavaş ısınmaya başlamıştır. Soğutma için
kullanılan suyun buharlaşmasıyla, tepkirin
(reactor) içinde ıslatkı (H-hidrojen) birikmiştir. Bunun sonucunda içerde basınç yükselmiş, içinde belli oranda ışınım bulunan
buğunun bir bölümü dışarıya boşalmıştır.
Bu işleyiş sırasında içerdeki ıslatkı paslatkıyla (O2- oksijen) karşı karşıya gelince patlama oluşmuştur. Çekirdek bölümü aşırı
kızgınlaşma sonucu erimiştir. Tepkirdeki
ışınım olağanın 1000 katına çıkmıştır. Üretimevinin üzerinde 15 santim kalınlığında
koruyucu bir kapağın olması aşırı sızıntıyı
önlemiştir. Özek dışında ışınır sezyum ile
iyot uçunu ölçülmüştür. Japonların açıkla90 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Yerin serbest salınımları
Deprem olmadan önce bir
Japon jeofizik bilimci, o
bölgede 8,0 büyüklü¤ünde
bir deprem beklendi¤ini
belirtmifl, ancak t›pk›
‹talya’daki gibi ona inanan
olmam›flt›. Depremden
1 dakika önce sars›nt›
uyar›s› canavar düdükleri
çal›narak, örüflüm a¤›ndan,
ündeklerle, yap›lm›flt›r.
Depremden 4 dakika sonra
süpürtü uyar›s› yap›lm›flt›r.
Ancak araçlar›na binerek
kaçmaya çal›flanlar›
çarçabuk gelen süpürtü
dalgalar› önünde
yuvarlayarak yutmufltur.
madığı gerçek şudur ki; depremle birlikte
soğutucu borular kırılmıştır. Onlar kırılınca
çekirdek kızgınlaşmıştır. Ayrıca en az 30 yıl
dinlendirilmesi gereken çekirdeksel ışınır
(radioactive) özdek gölmeci, süpürtü dalgalarının baskını altında taşarak tüm çevreye
süpürülerek dağıtılmıştır. Böylece ışınır özdekler ülkenin 10 km içine dek yayılmıştır.
Olan olmuş, işi anlayıncaya dek, önlem olarak üretievinden 20 km uzaklık içinde olan
170 bin kişi uzaklaştırılmıştır. Ancak bunların çoğu ışınım salgısının etkisi altında sorunu gelecek günlere taşıyacaktır. Bunun
dışında ÇGÜ’de aşırı ışınıma uğrayan 160
görevli kişide troid yiyilcesi (kanseri), kan
yiyilcesi, anemi, deri yanığı yaraları, gözde
körlükler, kısırlık, kalıtımsal bozukluklar,
görülebilir. Etki eşik değeri 50 rem’dir. 100200 rem arası kusma, yorgunluk, yeme isteksizliği, 300 rem’i geçince saç dökümleri,
400 rem’e çıkınca ise ölümler görülüyor.
Kurulması düşünülen Sinop ÇGÜ, M<8 büyüklüğünde deprem üreten Kuzey Anadolu
Kırığına yalnızca 80 km uzakta, Ruslara
yaptırılması onaylanan Mersin-Akkuyu ise
devingen Kıbrıs Deprem Yayına yalnızca 40
km, Ecemiş Kırığına ise 160 km uzaklıktadır. Bu durum gerçekten çok düşündürücüdür. Böyle bir olay da yalnızca kişiler, Türkiye akçalı değil, çevre ile gezgincilik de oldukça etkilenecektir.
Süpürtü (tsunami) İşleyişi: Süpürtü dalgalarının oluşumu, yayvan ayrıca kısa yükseklikli dalgaların kırığın oluştuğu alandaki suyun yukarı doğru gidişi, denizin kabarması
sonucu oluşur. Bu dalgalar derin denizde bir
jet uçağı hızı ile (saatte 800 km.’nin üstünde) ilerleyebilirler. Sığ denizde, dalgalar saatte 50 km. hıza dek yavaşlar, ancak yükseklikleri artar, bu sırada önce deniz suyu kıyıdan geri çekilir, sonra büyüyerek geriye vurucu bir güçle geri dönüp ortalığı süpürür.
Dalgalar kıyıya yakın alanda deniz dibine
çarpınca deniz suyu kıyıdan 1,5 –2 ile ayrıca 2,5 km. içerilere girerek büyük bir çabuklukla yayılır.
Türkiye’de Süpürtü: 8333 km uzunluğundaki Türk kıyı kuşağı, 2500 yıldır (DÖ
1410 ±100 ile 2010 arası) arası yaklaşık 90
süpürtü (tsunami) görmüştür (1) Türkiye de
en çok süpürtü (tsunami) görülen yerler
Marmara Denizi, İzmit körfezi, İskenderun
ile Fethiye Körfezidir. Türkiye’yi kucaklayan
Karadeniz’de olan süpürtü yüksekliği 1 ile 3
metre olup, Karada, Kuzey Anadolu Kırığında olan büyük depremlerin bile Karadeniz’de süpürtü yarattığı gözlenmiştir.
M.Ö 1560’de Ege Denizi'ndeki Santorini
Adası. Yanardağ patlamasıyla, adanın üçte
ikisi sulara gömülmüş. Oluşan süpürtü (tsunami), Minos uygarlığının çöküşüne yol açmış. Minos'un çöküşü, Ege'nin iki yakasındaki uygarlıkların gelişiminde önemli döne-
rem beklendiğini belirtmiş, ancak tıpkı İtalya’daki gibi ona inanan olmamıştı. Depremden 1 dakika önce sarsıntı uyarısı canavar
düdükleri çalınarak, örüşüm ağından, ündeklerle, yapılmıştır. Depremden 4 dakika
sonra süpürtü uyarısı yapılmıştır. Ancak
araçlarına binerek kaçmaya çalışanları çarçabuk gelen süpürtü dalgaları önünde yuvarlayarak yutmuştur.
Depremin yol açtığı akçal durum
Depremden önce Türkiye’de dolar 1,58
iken 1,61’e fırladı. Japon Borsası Nikkei yüzde 2 oranında düştü.
Japonya yeryüzünün en büyük 3. akçal varsılıdır. 1995 Japonya 6 bin 400 kişinin öldüğü Kobe depreminin çıkışı 100 milyar
dolardı. Korunç (sigorta) işletmelerinin ödediği ise 3 milyar dolardı. Honshu depreminin de çıkışının bu değerleri aşarak 180 milyar doları bulması bekleniyor. Ulusal gelirde yüzde 10’a yakın gerileme beklenirken,
korunç işletmelerine ise 34 milyar dolara
çıkması bekleniyor. Depremden sonra sanayi tümüyle durmuş, Honda ile Sonny üretimevleri dokunca görmüştür.
Üstte
Dünya dönüş yönü
Üstte solda
Yer içinde sıkışma
Solda
Isı akışı
meçlerden biri olmuş(1).
Süpürtü(tsunami) kestirimine göre, Türkiye'yi etkileyebilecek bölgelerde oluşan tüm
süpürtü (tsunami)lerin belgeleri son 2 bin
yıl için incelendiğinde 28, son 3 bin 500 yıl
içinde 90 tane büyük süpürtü (tsunami)
oluştuğu görülür. Bunları çoğu deprem, azı
yanardağ kaynaklıdır. Türkiye ile Ege’de süpürtüler (tsunami) oluşumlarının yerleri ile
yılları şöyle sayılabilir.
Akdeniz ile Karadeniz’de yapılan araştırmalara göre süpürtü yaratan depremler ile yükseklikleri şöyledir.
Doğu Akdeniz Süpürtüleri (1-4 m):
21 Haziran 365: Doğu Akdeniz'de Girit'ten
İskenderiye'ye dek uzanan bölgede görülmüştür. Dalga yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur
22 Mayıs 1202: Kıbrıs, Suriye ile Mısır’ı kıyılarını süpüren dalga yüksekliği 1 ile 4
metreyi bulmuştur.
8 Ağustos 1304: Doğu Akdeniz, Rodos ile
Girit adalarını vuran süpürtülerin dalga
yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur.
Nisan 1609: Doğu Akdeniz, Rodos'ta süpürtü (tsunami) 10 bin kişiyi öldürdü.
21 Temmuz 1752: Suriye kıyılarını vuran
süpürtü dalgalarının yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur.
13 Ağustos 1822: Antakya, İskenderun Koyunu süpürtü dalgaları dövmüştür (Gözlem
yok)
Karadeniz’de Süpürtü: 1598 Amasya depremi, Karadeniz’de (Sinop ile Samsunda 1
metrelik dalgalar yapmıştır). Karadeniz’den
150 km uzaktaki 26-27 Aralık 1939 Erzincan depremi ise (M=7.9,1000) Fatsa’da süpürtü (tsunami) oluşturmuştur. Önce Fatsa’da, deniz 50 m, Ünye’de 100 metre, Ordu’da 15 m geri çekilmiştir. Sonra 20-25 m
karaya doğru ilerlemiştir. 3 Eylül 1968,
Amasra-Çakraz depremi (M=6.6,1058) olmuştur. Amasra-Çakraz arasında kıyı 35-40
saniye yükselmiştir. Önce deniz 12-15m geri çekilmiş sonra 100m karaya girmiş, 14 dakika sonra gelen ikinci dalga 50-60m karaya basmıştır. Bu dalga tekneleri denize almış. Çakraz limanında deniz tırmanma
yüksekliği 3 metre dolayında olmuştur.
Deprem kestirildi mi?
Deprem olmadan önce bir Japon jeofizik bilimci, o bölgede 8,0 büyüklüğünde bir dep-
Deprem Türkiye’yi etkiler mi?
9,0’lIk Japonya depreminden sonra devinim
altında çalkalanan yer yuvarı ile avkulanan
gevrek yer kabuğu, içinden diri kırık geçen
tüm ülkeleri ürkütmektedir. Türkiye’de
yüzde 3 lük uzak etki altındadır. Türkiye’deki en çok korkulacak yerler yüzde 52
olasılıkla Kuzey Anadolu Kırığın, yüzde 33
olasılıkla Batı Anadolu çöküntü kırıkları,
yüzde 12 Doğu Anadolu Kırığının üzerinde
olan yerleşimlerde görülebilir. 7 ile 10 gün
içinde Başbakanlık AFAD Genel Müdürlüğü
tetikte olmalıdır. Bunu açıkladıktan sonra
ilk 7 günde büyüklüğü 4 ile 4,7 arasında üç
deprem olmuştur. Marmara da böyle bir
deprem olsaydı İstanbul un yüzde 60’ı yok
olurdu. Oluşacak süpürtü dalgaları kıyıya 3
dakikada gelirdi. Türkiye’de böyle bir deprem olabilir mi? Olmaz. Türkiye’de olabilecek en büyük deprem 7.9 - 8.0 olur. Türkiye kıyılarında son 3bin yılda 90 süpürtü
olayı belgelenmiştir.
Yeryüzünde en yüksek alınlı süpürtüler
1960 Şili M=9,5, h= 25 m, ölü=1 263
1969 Endonezya M=6,9, h= 4 m, ölü=600
1976 Filipinler M=8,1, h= 8,5 m, ölü=4,456
1992 Kolombia M=7,7, h= 6 m, ölü=600
1998 Endonezya M=7,8, h= 26,2 m, ölü=2
500
1998 Papua Yeni Gine M=7, h= 15 m, ölü=2
183
2004 Endonezya M=9,1, h= 51 m, ölü=226
000
2006 Endonezya M=7,7, h= 10 m, ölü=664
1960 Yeni Zelanda M=8,0, h= 11,2 m, ölü=
528
MART-N‹SAN 2011 91
MAKALE
Enerji Bağımsızlığımız ve
Akkuyu Nükleer Santrali
Sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde, baz enerji santrali olan nükleer enerji santrali, nükleer
elektrik üretimi, enerji temin güvenliği açısından bir seçenek olmaktan da öte bir zorunluluk
haline gelmiştir. Ancak nükleer enerjinin, bir ileri teknoloji dalı olması itibariyle, yalnızca elektrik üretim araçlarından biri olduğu düşünülmemelidir.
DR. NECMİ DAYDAY
UAEA Nükleer Güvenlik Uzman Müfettişi (E.)
deprem ve deprem dalgası
J aponya’da
sonrasında Fukushima Daiiçi nükleer
santrallerinde yaşanan kazanın yol açtığı sorunlar, pek çok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de nükleer santraller konusundaki tartışmaları tetikledi.
Nükleer santraller Türkiye’nin gündemine,
özellikle teknoloji ve bilimsel alanlarla ilgili
olan konularda olduğu gibi, genellikle olumsuz olaylar meydana geldiğinde oturtulur.
Konu, sanki mesele bu güne kadar hiç düşünülmemiş, incelenmemiş ve üzerinde uzmanlarınca yoğun çalışmalar yapılmamışçasına, sıfırdan başlanıyormuş gibi takdim
edilerek ele alınır. Bunu yaparken, pek çok
bilimsel ve teknolojik konuda olduğu gibi,
uzmanların uzun yıllar içinde özümsedikleri bilgi ve tecrübelerin, bir TV programında
veya birkaç sayfalık yazıda kamuoyuna aktarılması istenir. Üstelik verilen bilgi düzeyinin bir fen sınıfı öğrencisinin bilgi düzeyinde bile olmamasına da özen gösterilir! Hatta “Referanduma” sunulması bile önerilir.
Bilim ve teknolojide demokrasi olmamıştır
ve olmayacaktır. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Hangi bilimsel teori halkoyu ile ‘doğru’
veya ‘yanlış’ kabul edilmiştir? Ortaçağ’da kilisenin engizisyon aracılığı ile Giordano Bruno, Galileo gibi bilginlere yaptığı işkenceler
verdikleri ölüm cezaları neyi değiştirmiştir.
“Kiliseye rağmen dünya yine dönüyor! Galileo kazanmıştır.” Hangi buluş, hangi teknik
ilerleme referandum sonucu sağlanmıştır?
Tarih böyle bir şey kaydetmemiştir.
Enerji bağımsızlığı
Bir meseleyi çözmenin gerekli şartı, meseleyi bilimsel kavramlar içinde kısa ve öz bir
şekilde vazetmektir. Onun için, Akkuyu
Nükleer Santralı konusu bu yazıda “enerji
bağımsızlığımız” temelinde ele alınmaktadır.İlk elektrik enerjisini, 1912’de Fransızların İstanbul Haliç’te Silahtarağa’da kurdukları termik santralden alan Türkiye, bugüne
kadar geçen 100 yılda hiç bir elektrik santralini yüzde 100 yerli yapım olarak gerçek92 M‹MAR VE MÜHEND‹S
leştirememiştir. Mesele, genelde “... sermaye
yanlısı hükümetlerin sürdüre geldiği yanlış
enerji politikaları sonucu ülkemiz, birincil
enerji tüketiminde yüzde 71,5, elektrik tüketiminde ise, kaynaklar bakımından, yüzde 60’a varan oranlarda dışa bağımlı hale getirilmiştir,” şeklinde formüle edilmektedir.
Ancak bu ifade doğruyu yansıtmamaktadır.
Enerji üretimi denklemini: Enerji = birincil
kaynak+kaynağı enerjiye dönüştüren tesis+iletim hatları olarak ifade edersek, ‘enerjide bağımsızlık’ sağlamak için denklemin
her bir öğesine hakim olmanın gerekliliği kolayca görülür. Kısacası, hep öne sürüldüğü
üzere, kaynağın ‘yerli’ olması yetmez. Üretim ve iletim için gerekli olan ‘stratejik’ makine, techizat, alet vb. sanayisinin de ülkede
var olması şarttır.
Türkiye’nin sanayileşmesi için
nükleer enerji zorunlu mudur?
Sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde, baz
enerji santrali olan nükleer enerji santrali,
nükleer elektrik üretimi, enerji temin güvenliği açısından bir seçenek olmaktan da
öte bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak
nükleer enerjinin, bir ileri teknoloji dalı olması itibariyle, yalnızca elektrik üretim
araçlarından biri olduğu düşünülmemelidir.
Zira günümüzde hayati bir önem kazanmış
olan bu teknolojiyi kazanmak, bilimsel ve
teknolojik alanda ilerlemek, hatta Güney
Kore’de olduğu gibi, bir sıçramayı başarmak
anlamına gelir. Nükleer teknoloji gibi çok
geniş kapsamlı ileri teknolojilerin ülkeye kazandıracağı pek çok yarar vardır. Bir nükleer santralde yüksek teknoloji gerektiren
yaklaşık 22 bin değişik parçanın bulunduğu
göz önüne alınırsa, böyle bir teknolojiye sahip olmaya yönelmekle sanayimiz, bilim ve
teknoloji kuruluşlarımız pek çok değişik
alanda kullanılabilecek bilgi birikimi ve tecrübe kazanacaktır. Bu kapsamda, teknolojik
yaşamın her alanında karşımıza çıkan nitelikli ileri malzemelerin üretimi, yeni yapım
ve üretim tekniklerinin öğrenilmesi ve geliştirilmesi, bilimsel, teknik ve teknolojik kapasitenin arttırılması, kalite kontrolünün ve
yüksekliğinin sağlanması, sanayide değişik iş
kollarının kurulup çalıştırılması, yeni iş
alanlarının açılarak istihdamın arttırılması
gibi konular sayılabilir. Ayrıca, nükleer teknoloji Türkiye’nin üst düzey bilimsel ve teknoloji kültürünün gelişmesinde, özellikle
teknik eğitimin nicelik ve niteliğinin yükseltilmesinde, dolayısı ile sanayide de itici bir
güç olmak ve tetikleyici vazifesi görmek gibi yadsınamaz faydalar da sağlar. Bunlara
birlikte, ülkede nitelikli bir ‘Güvenlik Kültürü’nün yerleşmesi ve gelişmesinde önemli
rol oynar. Nitekim Dünya’daki mevcut konjonktürde, nükleer enerji ve teknolojilerinin, teknoloji planlamalarını akılcı bir şekilde başarabilen gelişmiş ülkelerde toplandığı görülmektedir. Nükleer teknoloji transferini çok başarılı bir şekilde gerçekleştiren
ülkelerin başında gelen Güney Kore’nin,
kısmen de bu kazanımlar sayesinde, diğer
teknolojik alanlarda elde ettiği başarılı sonuçlar bu tespitleri doğrular niteliktedir.
Nükleer teknoloji transferi
stratejisinin temel taşları
Nükleer teknoloji transferini, “nükleer güç
programını destekleyecek, planlama, ArGe, kalite temini, lisans verme, yakıt maddesi ve yakıt üretimi, atık yönetimi gibi hizmetlerin yürütülmesi için gerekli yapılanmaları ve insan gücünün eğitilmesini içerir”
şeklinde özetleyebiliriz.
Nükleer teknolojinin transferi ve özümsenmesi, uzun vadeli ve zahmetli bir iştir. Bu
yüzden, başlangıçta açık ve seçik bir biçimde tanımlanmış olan bir nükleer enerji
programının ve uygun stratejinin ısrarla
sürdürülmesi ve uygulanması ile elde edilir.
Bu da ancak nükleer programın bir devlet
politikası olarak benimsenmesi ve yürütülmesi ile mümkündür. Ne var ki ne 1972 ve
1983 yıllarında TAEK tarafından hazırlanmış olan “Nükleer Güç Programları” ne de
Eylül 1998 tarihli ÇNAEM TR – 338 numaralı raporda ortaya konmuş olan ‘’Nükleer
Güç Alanında İzlenecek Ulusal Politika ve
Program önerisi” bir hükümet programı olarak gündeme bile alınmamıştır. Halbuki
böyle bir programın ‘’Devlet Politikası’’ olarak benimsenmesi gerekir. Sarsılmaz bir siyâsî kararlılık ile güçlendirilmiş böyle bir
millî iradenin neler gerçekleştirebileceğine
en iyi iki örnek Güney Kore ile Hindistan’dır.
Başarılı bir nükleer teknoloji transferi stratejisinin temel taşlarını şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Nükleer enerji üretimine yönelik reaktör
tipinin belirlenmesi,
2. Nükleer yakıt çevrimi tesisleri,
3. Nükleer atık yönetimi stratejisi,
4. İlgili teknolojilerin transferi,
5. Yeni ve yenilikçi reaktör teknolojilerinin
geliştirilmesi çalışmalarına katılmak,
6. Nükleer alanda sürdürülecek bilimsel ve
teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin belirlenmesini ve bu kapsamda araştırma yapacak bilim ve teknoloji merkezlerinin kurulması,
7. Nükleer güvenliği ilk sıraya koyan bir kalite güvenlik kültürü anlayışının oluşturulması,
8. Nükleer güvenlik ve kalite güvencesine
ilişkin olarak kurumsal ve hukuksal altyapının ve uygulama sisteminin yeniden teşkil
edilmesi,
9. Kamuoyunun duyarlı olduğu konularda;
• Olabildiğince açık bir tanıtım ve bilgilendirme ile
• Halk ve sivil toplum örgütleriyle etkileşim
sistem ve metodlarının oluşturulması,
10. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere uyum çalışmaları,
11. Nükleer teknolojide öngörülen niteliklere sahip insan gücü gereksiniminin
karşılanmasıyla ilgili faaliyetleri,
12. Her aşamada yerli katkının arttırılmasını sağlayacak bürokratik düzenlemelerin yapılması,
13. Stratejinin bir devlet politikası olarak
benimsenmesi.
“Akkuyu Sahası’nda Nükleer Güç
Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” ile başarılı bir
teknoloji transferi yapılabilir mi?
12 Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da T.C.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı Igor I. Sechin tarafındanimzalanan
“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya
Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye
Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir
Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma”nın onaylanması Bakanlar Kurulu’nca 27/8/2010 tarihinde kararlaştırıldı.
Nükleer teknoloji transferine, anlaşmanın
amaç ve kapsamı belirleyen 3. maddesinin
2. bendinin 2.24 no’lu paragrafında atıfta
bulunulmaktadır. Ancak bu atıf, “Teknoloji
transferi ve” şeklinde olup transferin neleri
kapsayacağı belirtilmemiştir. Buna karşılık,
aynı maddenin 3. bendinde ise: “İşbu madde kapsamındaki işbirliği konuları, Türk
Kuruluşları ve Rus Kuruluşları tarafından,
Türk Tarafı'na mali yük getirilmeden yürütülür. Türkiye Cumhuriyeti'nde nükleer yakıt üretim tesislerinin kurulması ve işletimi
de dahil olmak üzere nükleer yakıt döngüsü hakkındaki işbirliği ve teknoloji transferi
Taraflarca mutabakata varılacak ayrı koşullar çerçevesinde yürütülecektir” denmektedir. Dolayısıyla teknoloji transferinin, üzerinde anlaşmaya varıldığı takdirde, “nükleer
yakıt üretim tesislerinin kurulması ve işleti-
mi de dahil olmak üzere nükleer yakıt döngüsü”ne münhasır olacağı anlaşılmaktadır.
Hükümetin kamuoyuna yaptığı açıklamaları, ülkemizde nükleer konularda yapılan ön
hazırlıklarla birlikte değerlendirdiğimizde;
bu şartlar altında, gerçek ve kapsamlı bir
nükleer teknoloji transferinin yapılmasının
maalesef mümkün olmadığını söylemek zorundayım. Zira değişik reaktör tiplerine ve
yapımcı ülkelerine (Akkuyu’da Rus, Sinop’ta ‘Batı tipi” [japon?]), dolayısıyla farklı
yapım, işletme, güvenlik kültürü vb. konulara açık uçlu bir yaklaşım Türkiye’nin ne
ekonomisinin, ne teknik insan gücünün ne
de organizasyon kapasitesinin kaldırabileceği bir sürecin gerçekleşmesine yöneliktir. Bu
durum, ülkemizdeki ‘otomotiv sanayisi’nin
benzerini meydana getirmeye adaydır. Pek
çok ülkenin çeşitli otomobil modelini üretiyoruz ancak en ‘stratejik’ kısmı olan, ne motorunu yapıyoruz, ne de kendimize ait bir
modelimiz, markamız var!
TAEK teknoloji transferinde
rol oynayabilir mi?
Gerçekçi olarak bakıldığında bugünkü haliyle TAEK’in, değil nükleer teknoloji transferi gibi geniş kapsamlı ve karmaşık bir süreci, hazır verilen bir nükleer santral tasarımını sıfırdan başlayıp, inceleyerek gerekli
lisansları vermek hususunda bile, mükemmel bir örgütü, bu konuda yetişmiş yeterli
nitelik ve sayıda elemanı, eksiksiz bir mevzuatı, yeterli donanımı, yeterli deneyim ve
bilgi düzeyi, olduğunu söylemek mümkün
değildir. Ancak yeni bir örgütün kurulması
ve istenen seviyeye gelmesi çok uzun zaman
gerektireceğinden, TAEK’in halihazırdaki lisans verme görev ve yetkilerinin genişletilerek devredileceği bir ‘Nükleer Düzenleme
Kurumu’nun kurulması ve TAEK’in, Türkiye’nin nükleer teknolojiye girmesi için gerekli her türlü çalışmayı yapmasına imkan
veren bir kanun ile gerekli yetkilere kavuşturulması yerinde olacaktır.
MART-N‹SAN 2011 93
S‹NEMAVEMÜHEND‹SL‹K
Masum ve sade olan›n zaferi:
FORREST
GUMP
MODERN HAYATIN GET‹RD‹⁄‹ fiARTLANMIfiLIK,
B‹LG‹ K‹RL‹L‹⁄‹ VE EGO‹ZM‹N TUZAKLARINDA
‹NSANLAR KIVRANIRKEN; SADE VE MASUM OLAN
HEP KAZANIYOR.
EROL MERMER / Senarist
ana yakın ve zekâ seviyesi 75 olan bir idiot savant (zihinsel özürlü dahi) olan Forrest’i ilk kez parktaki banka
oturmuş, kendisini çocukluk arkadaşı Jenny’e götürecek
olan otobüsü beklerken görürüz. Filmin başında, gökyüzünden
esen rüzgârlarda savrula savrula, bulutlar arasından aşağı
doğru inen bir kuş tüyü süzülerek Forrest’in ayağının üstüne
konar. (Aslında, batı kültürün de kuş tüyü gökteki meleğin kanadından kopmuş ve kimin başına konarsa ona şans getirdiği
düşünülür.) Biz daha filmin başında anlarız ki o bir seçilmiştir.
Forrest, yol yürümesini bile beceremeyen saf görünüşüne rağmen 20. yüzyılda Amerika’da geçen bütün ünlü olayların içindedir ve bu olaylardan hep bir kahraman olarak çıkar. Herşey koşabildiğini keşfettiği gün başlar. Bu yeteneğini bir futbol yıldızı
olmak için kullanır. Sıradan biriyken, John F. Kennedy, Lydon
Johnson ve Richard Nixon ile tanışır. Gary Sinise canlandırdığı
Teğmen Dan’ı kurtarmak suretiyle bir Vietnam kahramanı, daha sonra da zengin bir karides tüccarı olur. Tüm bu olaylar boyunca tek düşü, hayatı bambaşka bir yöne kayan sevgilisi
Jenny’ye tekrar kavuşmak içindir. Forrest tarihteki birçok olaya
tanık olurken, Jenny protest bir hayata saplanmış, alkol ve
uyuşturucunun tuzağında kıvranmaktadır. Büyük şehirlerde insanlar, modern hayatın sıkıntıları, açmazları içinde kıvranırken,
filmin finalinde birkez daha masumiyetin zaferine tanık oluruz.
C
94 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Oskar Ödülleri
En iyi yapım ödülü Wendy Finerman, Steve Starkey, Steve Tisch
En iyi senaryo ödülü: Eric Poth
En iyi oyuncu ödülü: Tom Hanks
En iyi görsel efekt: Ken Ralston, George Murphy, Stephen Rosenbaum
En iyi kurgu ödülü: Arthur Schmidt
F‹LM‹N KÜNYES‹
Filmin adı
Yapım/ süre
Yapımcı
: FORRES GUMP
: ABD 1994 / Paramount/151 dk.
: Wendy Finerman,
Steve Starkey, Steve Tisch
Yönetmen
: Robert Zemeckis
Senaryo
: Eric Poth
Kurgu
: Arthur Schmidt
Görüntü Yönt : Don Burgess
Müzik
: Alan Silvesri
Oyuncular
: Tom Hanks, Robin Wright, Gary Sinise,
Mykelti Williamson, Sally Field,
Rebecca Wiliams, Michael Conner,
George Kelly, Bob Penny
K‹TAPLIK
TÜRK‹YE ARAfiTIRMALARI
L‹TERATÜR DERG‹S‹ (TAL‹D)
iteratür çalışmaları, üzerine inşa edildiği birikime ayna tutmakla kalmaz, birikim bilincimizi yeniler. Bu tür çalışmalar, mevcut birikimi birçok açıdan değerlendirerek literatür hakkında çeşitli tasnifler yapmayı, varsa eksiklikleri ve hataları tespit etmeyi, takip edilen yaklaşımları ve kullanılan kaynakları gözden geçirmeyi amaçlar. Bu tespitler, literatürle ilgili herhangi bir alanda yapılacak çalışmalara
matuf uyarı ve önerilerle daha da önem kazanır. Esas hedef, bir alanda değişik kişi ve
ekoller tarafından yapılmış çalışmaların hasılasını çıkartarak, sonraki çalışmalara ciddi bir zemin hazırlamaktır. Bu süreç hiç şüphesiz anlama, yorumlama ve eleştiri kabiliyeti yanında geleceğe dönük önerilerle ilgili iddialı bir ilmî duruşu gerektirir. Öte taraftan konu ve sorunlara hem ‘disiplinler arası/ötesi’ bir perspektif hem de ‘bütüncül’
bir anlayışla yaklaşma inancının hakim olduğu günümüzde, bir mesele hakkında önceden gerçekleştirilmiş veya halen devam eden bilimsel faaliyetleri takip edebilmek
ancak literatür çalışmaları ile mümkündür.
Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi “Birikimsiz (b)ilim olmaz” şiarından
yola çıkarak yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda Türkiye araştırmaları alanında
ortaya konan birikimi değerlendirmek, Türkiye hakkında farklı coğrafyalarda değişik
türlerde eser telif edenleri birbirlerinden haberdar etmek maksadıyla Bahar 2003 yılından bu yana Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi’ni yayınlamaktadır. 6 aylık, hakemli bir dergi olan TALİD Türkiye araştırmalarını geniş kapsamlı üst başlıklar altında
değerlendirmekte ve her sayısında ele aldığı konu ile ilgili kapsamlı birkaç yazıdan
sonra konunun alt alanları ile ilgili değerlendirme yazılarını ve yine konuyla ilgili söyleşileri, klasik veya güncel bazı kitap ve tezlerin, kurum, dergi, ve kongrelerin tanıtımlarını içermektedir.
İlk sayısında Türk İktisat Tarihi literatürünü konu edinen TALİD, sonraki sayılarında sırasıyla Tanzimat’a Kadar Türk Siyaset Tarihi (Güz 2003), Tanzimat’tan sonra Türk Siyaset Tarihi (Bahar 2004), Türk Bilim Tarihi (Güz 2004), Türk Hukuk Tarihi (Bahar
2005), Türk Şehir Tarihi (Güz 2005), Yeni Türk Edebiyatı Tarihi I ve II (Bahar 2006-Güz
2006), Eski Türk Edebiyatı Tarihi I-II (Bahar 2007-Güz 2007), Türk Sosyoloji Tarihi (Bahar 2008), Türk Eğitim Tarihi (Güz 2008) literatürünü konu edinmiştir.
TALID 14. sayısında, mimarlık tarihçiliğinden Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi mimarisine; hamam, saray, ticari mekanlar gibi mimari yapılardan mimarlık tarihinin kaynaklarına, sanayileşme ve mekansal değişimden peyzaj mimarisine kadar pek
çok vechesiyle Türk Mimarlık Tarihi literatürünü değerlendirmiş, Türk Sanat Tarihi
konusuna ayrılan 15. sayısında ise İslam öncesinden günümüze, Türk Sanatının genel
sorunlarından, plastik sanatlara, hüsn-i hat sanatından kitap sanatlarına, kitabeler ve
süslemelere, musikiye kadar sahaya ilişkin pek çok konuya ışık tutmaya çalışmıştır.
Yaklaşık 1450 sayfa hacme sahip, başucu eserleri arasında yer alacak bu sayılarda,
sahalarında duayen olan Uğur Tanyeli, Gülru Necipoğlu, Sibel Bozdoğan, Oktay Aslanapa ve Semavi Eyice gibi isimlerle de kapsamlı söyleşiler yapılmıştır. TALİD’in gelecek sayıları ise sırasıyla Dünyada Türk Tarihçiliği ve İstanbul literatürünü içerecektir.
MLA International Bibliography, Index Islamicus ve ASOS Index tarafından taranan
TALİD’in, ilk yedi sayısının pdfleri web sitesinden (http://www.talid.org) indirilebilmektedir. Ayrıca, her türlü görüş, katkı ve sorularınız için [email protected] ve [email protected] e-posta adreslerinden TALİD yetkililerine ulaşabilirsiniz.
L
“
Birikimsiz (b)ilim olmaz”
fliar›yla Bahar 2003’den bu
yana Bilim ve Sanat Vakf›
Türkiye Araflt›rmalar›
taraf›ndan yay›nlanan
Türkiye Araflt›rmalar›
Literatür Dergisi’nin son
say›lar› aras›nda Türk
Mimarl›k Tarihi ve Türk
Sanat Tarihi konular›na
ayr›lm›fl ciltler vard›r.
MART-N‹SAN 2011 95
Ç‹ZG‹YORUM
96 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Yakup Güler
1980’den beri...
5HIHUDQVODUÕPÕ]GDQ
$%'ø ø%5$+ø0 *$<5ø0(1.8/ $ù
$.6ø<21 <$3, ø1ù$$7
$17 <$3,
$5(/ (öø7ø0 .85808
$<6$ ø1ù$$7
%8/*8 ø1ù$$7
'(02 ø1ù$$7
'(0ø5(/ ø1ù$$7
'h1<$ 0$'(1 ø1ù$$7
'8508ù/$5 ø1ù$$7
(&( ø1ù$$7
(17$ ø1ù$$7
(6721 <$3,
)$6$' 0h+(1'ø6/ø.
*$5$17ø .2=$
*$98=2ö/8 ø1ù
+$7ø32ö/8 ø1ù$$7
,16$ù ,1ù
.$5<$3, ø1ù$$7 $ù
.$<, ø1ù6$17ø&$ù
.25$< <$3,
0(*$ ø1ù$$7 /7' ù7ø
2'$%$ù/$5 ø1ù
g=.$ ø1ù
7(0$ 0$ö$=$&,/,.
7(55$ <$3, /7'ù7ø
7238=/$5 ø1ù$$7
g=7$ù ø1ù$$7 $ù
h723<$ 0ø0$5/,.
<ÚOGÚU*ËYHQOH
www.canturk.com.tr
&$17³5.+$=,5%(721ã1ß$$76$1YH7ã&$ß
­UQHN0DK6N1R(VHQ\XUWã67$1%8/
7HO3E[)DNV
0$.ù1$3$5.85808=
øVWDQEXO
‡ DGHWP6DDW
.DSDVLWHOL6DELW%HWRQ
6DQWUDOL
‡ $GHWP6DDW
.DSDVLWHOL0RELO%HWRQ
6DQWUDOL
‡ $GHW7UDQVPLNVHU
‡ $GHWPEHWRQ3RPSDVÕ
‡ $GHWPEHWRQ3RPSDVÕ
‡ $GHWP%HWRQ3RPSDVÕ
‡ $GHWP%HWRQ3RPSDVÕ
‡ $GHWP%HWRQ3RPSDVÕ
‡ $GHW/DVWLNOL/RDGHU

Benzer belgeler