Bağımsızlık Şenliği

Transkript

Bağımsızlık Şenliği
Sayı: Yaz ’11/13
Bağımsızlık Şenliği
16-19 Mayıs’ta “Bağımsızlık İçin İlk Adım” coşkusu Beşiktaş’ı sardı
Genç Cumhuriyet’in mirası; önce eğitim
Teoman Özalp: Atatürk’le Dolmabahçe’de 10 yıl
Bir semt: Bebek
Benim Beşiktaşım: Pakize Suda
02 B+ YAZ
Daha güzel bir dünya
mümkün!
G
ençlerin konuşmalarından yankılanarak kulaklarımda ka-
Dergimiz birbirine yol veren bir bütünlükte ilerliyor. Kurtuluş Savaşı komutanların-
lan ses şöyle diyordu: “Daha güzel bir dünya mümkün…”
dan ve Cumhuriyet’in kurucu kadrosundan olan Kazım Özalp Paşa’nın oğlu Te-
Bu ileriye doğru uzatılmış, büyük dönüşümler gerektiren,
oman Özalp ile yapılan bir söyleşi de yer alıyor bu sayıda. Teoman Özalp’in Ata-
büyük alt-üst oluşlara ihtiyaç duyan bir beklenti olarak da
türk ile ilgili çocukluk anıları oldukça ilginizi çekecek bir tür “sözlü tarih” niteliğinde…
algılanabilir. Ama içtenlikle bakıldığında “şimdi, hemen
şimdi”nin bir görevi de olabilir.
Beşiktaş kenti, daha güzel şeyler yaparak dünyaya dokunan kentlilerle bütünleşmiş bir kent. Güzele, iyiye, insan onuru ve özgürlüğüne akan yaratıcı insan-
Aslında daha çarpıcı olan, artık toplumsal beklentilerin hayatın tümünü sarmala-
larıyla gerçekten yaşamaktan keyf alınan özel yerleşmelerden biri. Bu değer-
yan talepler içermesi. Bir anlamda hayatımızın birbirini tetikleyen, birbirini belirle-
lerimizin bir kısmını bu sayıda sizlerle tanıştırmaya, evinize konuk etmeye çalış-
yen ilişkiler bütünü halinde seyrediyor olmasını kavrıyor olmamız. Tek başına dur-
tık. Onların sessiz sedasız kent yaşamına kattıkları zenginliklerin, birlikte yelken
manın, tekil davranmanın giderek önemini yitirdiği “küresel insan”, tüketici olma
açtırdıkları özgür düşüncelerin farkındayız! “Daha güzel bir dünya” arayışımız-
sarmalının dışında, insanlık için yeni bir çıkış yolu arıyor. Böyle bakınca “Daha gü-
da onların öncülüklerini, çağdışı baskılara direnişlerini unutmak mümkün değil!
zel bir dünya mümkün” diyen gençleri, insanlarımızı alkışlamak gerekiyor.
“Daha güzel bir dünya” ne kadar mümkünse “Daha fazla demokrasi de mümÖyle ki; günümüzden 92 yıl önce, hemen herkesin çıkış olarak mandacı-
kün!..” Özellikle Beşiktaş’ta mümkün… Her zaman yaptığımız gibi, bu yıl da
sığınmacı bir kurtuluş yolu önerdiği işgal günlerinde, genç bir önderin ulusu için
nisan-mayıs aylarında yönetim kadrosu olarak Beşiktaşlıların ayağına giderek
“Daha güzel bir dünya için kurtuluş mümkün” diye düşünerek Anadolu’ya doğ-
“Mahalle Buluşmaları” gerçekleştirdik. Yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı pay-
ru yola çıktığına tanık oluyoruz. Mayıs’ın 16’sıdır. Akaretler’de oturan Zübey-
laştık; övgüler aldık, eleştirildik. Ama Beşiktaş’ta kent yönetimi ile kentliler ara-
de Anne’nin eli öpülür, kardeş Makbule ile helâlleşilir ve bir avuç inançlı yol ar-
sında yeni bir iletişim halkası oluşturduk. Bir anlamda “demokrasi”yi sandıktan
kadaşı ile Bandırma Vapuru’na binilerek yola çıkılır. Mustafa Kemal Paşa’nın
sokağa ve mahallelere taşıdık. Sorular, sorgulamalar, imkân ve olanakları pay-
dışında hiç kimse çıkılan bu yolun gerçek rotasının nerelere varacağını, nasıl
laşmanın yolları, yöntemleri hemen her şey büyük bir içtenlikle ve dürüstlük-
daha güzel bir dünya kurulacağını hayal bile edemez…
le paylaşıldı. Hatalarımızı, eksiklerimizi gördük; giderilmesi için iş planlamaları
yaptık. Başarılarımız takdir edildi, alkışlandı.
İnsanoğlunun başarmakla hayal kurmak arasında oluşturduğu köprünün gücüne bu yıl Beşiktaş kentlileri de tanık oldu. Üç yıl önce 16 Mayıs 1919 tarihini “Ba-
Ama asıl olanın halkın, kentlinin gücü olduğunu, gerçek demokrasinin onun
ğımsızlık İçin İlk Adım” etkinlikleri olarak kutlamaya başlayan Belediyemiz, bu
gücüyle yüceleceğini bir kez daha birlikte yaşadık. Beşiktaşlılar olarak mahal-
yıl kitlesel katılımlı yeni bir etkinlik daha gerçekleştirdi; “İlk Adım Halk Koşusu…”
le mahalle yaşadığımız bu demokratik deneyimin olumlu sonuçlarını alacağımıza inanıyorum.
Pazar günü olması nedeniyle 15 Mayıs’ta gerçekleşen Halk Koşusu, Beşiktaş
Meydanı-Arnavutköy arasında yapıldı ve kentlilerimizin ilgisi oldukça fazlaydı.
O zaman, sadece “Daha güzel bir dünya” değil, “Daha fazla demokrasi” talebi
Bağımsızlık idealine yürekten bağlı kentlilerimiz bundan böyle her yıl, bağım-
de ortak heyecanımızı ve hedefimizi oluşturabilir!
sızlığa giden yolda ilk adımını Beşiktaş’ta atan Gazi Mustafa Kemal’in ve Cumhuriyet kurucularının aziz anısını yaşatmak için yarışacaklar. Belediye Meclis
Esenlik dileklerimle.
üyemiz Süleyman Kartal Bey’in bu koşunun oluşmasındaki fikrî katkısını da burada anmak isterim.
“Cumhuriyet Tanıkları Sergisi” ise, bu etkinliklere bağlı olarak yapılan bir çalışma. Toplam üç bin fotoğraflık bir koleksiyonun ilk bin fotoğrafını izleyicilerle buluşturan bir nehir sergi bu. Cumhuriyetseverlerin katkılarına açık bir tarih
araştırması aynı anda.
İsmail ÜNAL
Beşiktaş Belediye Başkanı
Koşut olarak B+ Dergisi’nde Cumhuriyet mirasını anımsatmaya, bellekleri tazelemeye devam ediyoruz. Bu sayıda genç Cumhuriyet’in olanaksızlıklar içerisinde
eğitim hayatında gerçekleştirdiği atılımları anımsayacağız. Gücünü kendi ulusundan, köklerinden alan çözümlerin ne denli yaratıcı ve ne denli gerçekçi olduklarını hayretle yeniden öğreneceğiz. Taklitçi, kopyacı ve sömürgeci zihniyetlere karşı yerli yaratıcılığın ve ulusal çözümlerin önemli sonuçları var dizi yazıda.
B+ YAZ 03
30 Sanatçı Gözüyle
Çevresine ışık saçan bir
sanatçı: Prof. Dr. Cana Gürmen.
BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’ NİN DERGİSİ Yaz ’11 / 13
30
İMTİYAZ SAHİBİ
Beşiktaş Belediyesi adına
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal
YÖNETİM YERİ
Beşiktaş Belediyesi
Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi
Başlık Sokak No: 1
34340 Beşiktaş, İstanbul
www.besiktas.bel.tr - 444 44 55
YAYIN TÜRÜ
Dergi/Yaygın
YAYIN KURULU
Hasan Özgen, Yüksel Türkili,
Görkem Kızılkayak
PROJE YÖNETMENİ
Hasan Özgen
Kapak fotoğrafı: Erdem Aydın
02 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı
06 Cumhuriyet Kazanımları
Genç Cumhuriyet’ten kalan eğitim mirası.
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Gülçin Tahiroğlu
GÖRSEL YÖNETMEN
Nadir Mutluer
YAZI İŞLERİ
Gülçin Tahiroğlu, Ayla Çiringel, Melis Baydur
Nazan Ortaç, Nuran Savaş
KOORDİNATÖR
Melis Baydur
SAYFA YAPIM
Engin Ak
40 Mahalle Toplantıları
Demokrasinin en güzel
örnekleri Beşiktaş’ta
mahallelerde hayata geçti.
46 Albüm: Murat Öztürk
Gökyüzünden Beşiktaş
EDİTÖR
Görkem Kızılkayak
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Ayla Çiringel
34 Yaşam: Beşiktaş’ta Bahar
Bahar bir başkadır bu şehirde.
İstanbul’un baharı Beşiktaş’tadır.
06
12 52 23 Nisan
Her şey çocuklar için...
Beşiktaşlılar 18-23 Nisan
günlerini karnaval
havasında kutluyor.
Birikim: Teoman Özalp
Çocukluk yıllarında ailesiyle birlikte yaşadığı Dolmabahçe Sarayı’nı ve Atatürk’le ilgili
anılarını anlattı.
KATKIDA BULUNANLAR
Yalçın Çiringel, Cengiz Kahraman,
Osman Bahadır, Murat Öztürk,
Zümrüt Yılmaz, Rahim Gökmen Tezer
FOTOĞRAFLAR
Görkem Kızılkayak, Alaaddin Savaş,
Erdem Aydın, Alaattin Timur, Burak Kara,
İlker Akgüngör, Şenol Kaşıkçı, Burak Görgün
YAPIM
NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş.
Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak
Akyıldız Sitesi. C Blok No:22/6
Beşiktaş / İstanbul
Tel: 0212 284 99 22
BASKI
Promat Matbaacılık 0212 622 63 63
12
22 Yıldönümü
“Bağımsızlık İçin İlk Adım” etkinlikleri coşkuyla kutlandı.
52
56 Bir Semt: Bebek
Beşiktaş’ın Boğaz’daki
son mahallesi.
BASKI TARİHİ
Mayıs 2011
22
04 B+ YAZ
56
64 Benim Beşiktaş’ım
Pakize Suda İstanbul’da
en çok Bebek’i seviyor.
64
68 Sergi: Sanata Özgürlük
Beşiktaş Çağdaş’ta
özgürlük rüzgârları.
74 Kadın Girişimci:
Ressam Meray Akmut
Şımart isimli atölyesinde
Beşiktaşlılara özgür bir
çalışma ortamı sunuyor.
74
76 Sergi: Saray’da bir fincan kahve
Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde Osmanlı’nın kahve kültürü günışığına çıkıyor.
Artı
Her sabah
böyle bahar…
“Baharın ilk sabahları
Cumhuriyet’e uzanan yol, her yıl Beşiktaş’ta
Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
16-19 Mayıs tarihleri arasında görkemli
Karşı damda bir güneş parçası
etkinliklerle kutlanır. B+’da bu yıl yapılan
İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar
etkinlikleri göreceksiniz ve birine bile
Bağıra çağıra düşerim yollara
katılmadıysanız eğer önümüzdeki yıl mayıs
Döner durur başım havalarda
ayını eminiz ki heyecanla bekleyeceksiniz.
Sanırım ki, günler hep güzel gidecek
Her sabah böyle bahar”
yaşamaksa bir ayrıcalık... B+’da bu ayrıcalığa
Orhan Veli’nin bu muhteşem dizeleri
değer katan isimleri bulacaksınız. Prof. Dr.
şöyle devam eder:
Cana Gürmen onlardan biri. Prof. Dr. Gürmen,
“Ne iş güç gelir aklıma,
otuz beş yıldır Ulus’a sevdalı. Gazeteci Pakize
ne yoksulluğum
Suda içinse Bebek’in ayrı bir anlamı var.
Derim ki, sıkıntılar duradursun
Dolmabahçe Sarayı’nda çocukluğu geçen
Şairliğimle yetinir, avunurum.”
Teoman Özalp’in anılarını ise ilk kez B+’da
okuyacaksınız. Osman Bahadır’ın her biri
Sokağa adım attığınız an avunursunuz
ayrı bir değer ifade eden “Cumhuriyet’in
Beşiktaş’ta. Her mevsim farklı güzellikte
Kazanımları” dizisi ise bu sayıda yeni bir sayfa
yaşanır ama baharın tadı bir başkadır...
açıyor B+’ da. Murat Öztürk’ün “Gökyüzünden
Sarıp sarmalar sizi çiçek açmış ağaçlar,
Beşiktaş” izlenimleri bilinen dünyaya
havadaki yosun kokusu…Orhan Veli misali
bilinmeyen kapılar açıyor.
derdinizi unutur, sıkıntılara “dur” dersiniz.
Özenle seçilen konu ve konuklar
Baharda etkinlikler de bir başka coşkuludur.
82 Zanaat: S&N Kuyumculuk
Kapalıçarşı’dan Beşiktaş’a uzanan “parlak” bir serüven.
Canlı bir tarih sayfasıdır Beşiktaş; burada
B+’da sizi bekliyor...
Evinizden biraz uzağa, Beşiktaş Çağdaş’a
yolunuz düştü ise eğer, “Özgürlük, Sil
Bahar sevinciniz eksik olmasın...
Baştan!” sloganı çeker sizi içine. Otuz
Hoşça kalın.
beş yaş altı 130’u aşkın genç sanatçının
84 Sergi: Serdar Gökhan
Türk sinemasının
ünlü ismi Serdar Gökhan
ilk kişisel sergisini açtı.
111 eseri sizi derinden yakalar. Özgürlüğün
kaybedilemeyecek kadar değerli olduğunu
bir kez daha görürsünüz gençlerin eserlerinde.
Ve Akaretler’deki evinin önünden silah
arkadaşlarıyla birlikte yürümeye başlayan
Mustafa Kemal’i düşünürsünüz bir an…
Özgürlük tutkusu sarar sizi de... Ve eğer
16 Mayıs’ta Akaretler’e yolunuz düşerse,
84
86 Haberler
Beşiktaş’ta gerçekleşen
etkinliklerden özetler...
kalabalık bir Beşiktaşlı grubun Beşiktaş
Belediye Başkanı İsmail Ünal’la birlikte sahile
doğru yürüyüşünü izlersiniz. Her 16 Mayıs’ta
yaşanan bir ritüeldir bu... “Bağımsızlık İçin İlk
Adım” etkinlikleri Cumhuriyet’in değerini iyi
bilenler için ayrı bir anlam ifade eder. Mustafa
Kemal ve silah arkadaşlarının Samsun’a yola
çıkmak için bindiği Bandırma vapurunun
92 Rehber / 24 saat
demir aldığı yerdir Beşiktaş.
[email protected]
B+ YAZ 05
Cumhuriyet Kazanımları
Genç Cumhuriyet’ten
kalan eğitim mirası
Yazı: OSMAN BAHADIR Fotoğraflar: CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ
Cumhuriyet’in ilk on yıldaki eğitim hamlesi, ülkemizin daha sonraki
gelişimini belirlemiş olan en büyük başarılardan biridir.
Bu başarıyı, eğitimin birleştirilmesi, okur yazar sayısının arttırılması,
Harf Devrimi, üniversite reformu ve Köy Enstitüleri’nin kurulması
alanlarında görüyoruz.
Cumhuriyet’in beşinci yılını Harf Devrimi’nin
hayatı kolaylaştıracağını vurgulayan
bir afişle kutlayan halk.
6 B+ YAZ
E
ğitimin birleştirilmesi Cumhuriyet’in kuruluşundan
dört ay sonra 3 Mart 1924 tarihinde tevhid-i
tedrisat (eğitimin birliği) yasasıyla farklı tipteki
eğitim faaliyetlerine son verildi, ilköğretim zorunlu
hale getirildi ve medreseler kapatıldı. Osmanlı
devletinin kuruluşundan beri temel eğitim kurumu
olarak faaliyet gösteren medreselerde, dini eğitim esas alınıyordu.
Medreselerin 594 yıllık tarihinde kapanışlarına kadar hiçbir
bilimsel araştırma yapılmadı ve hiçbir yeni bilgi üretilmedi. 20.
yüzyılın başlarında bile medrese öğrencilerine dini bilgiler dışında,
Aristotelesçi bilgiler öğretiliyordu.
Medreselerde reform yapılması çabaları hiçbir zaman sonuç
vermedi. Bu okulların ne yapısı, ne de eğitim programları
değiştirilebildi. Medreselerin olumsuz tutumu, sadece kendi
eğitim programlarının yetersizliğiyle sınırlı değildi. Yöneticileri,
çağdaş okulların etkisinin ve etkinliğinin artmasından rahatsız
oluyor, çağdaş eğitimin gelişmesini de engellemeye çalışıyordu.
Çünkü bu gelişmenin sosyal pozisyonlarını bozmaya başladığını
görüyorlardı. Bu nedenle tevhid-i tedrisat yasası ülkemiz tarihinde
eğitimin modernleşmesi, bilimselleşmesi ve güncelleştirilmesi
bakımından muazzam bir adım olmuştur.
Okur yazar sayısı 3 kat arttı
Cumhuriyet hükümetlerinin başlangıçtan itibaren en büyük
hedefleri ülkedeki okur yazar sayısının çeşitli yollardan arttırılması
olmuştur. Bu amaçla eğitim kurumlarının sayıları arttırılmış, ülke
çapında eğitim seferberliği düzenlenmiş, kız çocuklarının eğitimi
Çabalar
asla boşa çıkmadı;
okur yazar oranının
3 kat artması
sevinçle
karşılandı.
B+ YAZ 7
teşvik edilmiş ve kışlalarda okuma yazma kursları düzenlenmiştir. Ancak
tüm bu çabalara karşın ülkedeki okur yazar oranının istenilen seviyeye
yükseltilememiş olduğunu görüyoruz. 1927 yılında ülkemizdeki okur yazar
oranı yüzde 10.6; öğrenim çağını II. Abdülhamit döneminde geçirmiş
Cumhuriyet vatandaşları arasındaki okur yazarlık oranı yüzde 9.1 idi. Bu
durumda Cumhuriyet’in ilk dört yılındaki okur yazar sayısının arttırılması
çabalarının verimli olduğunu söylemek zordur. Bu gerçek, Arap harfleriyle
okuyup yazmanın zorluğu ve caydırıcılığıyla doğrudan ilişkiliydi. Nitekim
1928 Harf Devrimi fikrinin olgunlaşması ve gerçekleşmesinde bu gerçeğin
önemli bir rolünün olduğunu kabul etmek zorundayız. Harf Devrimi’nden
sonra millet mektepleri ve Halkevleri aracılığıyla da yürütülen çok kapsamlı
çalışmalar sonucunda 1935’te okur yazar oranı yüzde 20.4’e yükselmiştir.
Cumhuriyet’in ilk dört yılında (1923-1927) yüzde 1.5, sonraki yedi yılda
(1928-1935) ise (üstelik henüz Arap harflerinin kullanıldığı 1928 yılı da dahil
olmak üzere) yüzde 9.8 artış gerçekleşmiştir. İki dönem arasındaki diğer
farklılıkları ihmal ederek baktığımızda, Harf Devrimi’nden sonraki dönemde
görülen okur yazar sayısındaki artışın, Arap harflerinin kullanıldığı döneme
göre yaklaşık üç katından fazla olduğunu görebiliyoruz.
Harf Devrimi’nden sonraki dönemde okur yazar sayısının arttırılmasında,
Halkevleri’nin çok büyük rolü olmuştur. 1932 yılında kurulan ve 1952 yılında
Demokrat Parti hükümeti tarafından kapatılıncaya kadar sayıları 478’i bulan
Halkevleri’nin (Halkodaları’nın sayısı da 4322’yi bulmuştu) kuruluş amacı,
çağdaş bir ulus yaratmak için halk eğitimini yaygınlaştırmak, güçlendirmekti.
Halkevleri’nde yaşam boyunca eğitim ilkesi esas alınıyordu.
Harf Devrimi
Harf Devrimi’ni halka tanıtan Mustafa Kemal Atatürk 29 Eylül 1928 tarihli
Resimli Gazete’nin kapağında.
Çapa'da bulunan
Kız Muallim Mektebi'nin
1932 yılı mezunları.
08 B+ YAZ
1928 Harf Devrimi’nin yapılmasının birbirine bağlı iki önemli nedeni
vardır. Birincisi, Arap harfleriyle okuyup yazmanın zorluğu. Medreselerde
yıllarca eğitim gördükleri halde hâlâ okumakta zorluk çeken çok sayıda
öğrenci bulunuyordu. Çünkü Arap harfleri Türkçe’ye uyumlu değildi. Arap
alfabesinde sadece iki adet sesli harf vardı ve bu iki harf daha fazla sesli harf
içeren dilimizi kullanmakta ve geliştirmekte yetersiz kalıyor, bu nedenle de
kullanışı sırasında belirsizliklere neden oluyordu. Arap alfabesiyle yazılmış
metinlerde bazı kelimelerin birden fazla okuma biçimi olabiliyordu. Bu
durum, belirsizlik ve okuma güçlüğü yaratıyordu. Ayrıca eski yazıda harfler
kelimenin başında, ortasında ve sonunda genellikle farklı yazılıyordu.
İkinci olarak, Arap harfleriyle Türkçe okumadaki güçlük, Türkçe kelimeleri
kullanmada caydırıcı bir rol oynuyor ve böylece Arapça sözcüklerin
dilimizdeki yeri korunuyor veya güçleniyordu. Bu nedenle Harf Devrimi’yle
hem çok kısa sürelerde okuma yazma öğrenme imkanı doğmuş, hem de
uluslaşma sürecindeki bir toplumun kendi kimliğini ve dilini oluşturması ve
geliştirmesi süreci hızlanmıştı.
Harf Devrimi, ülkemizdeki okur yazar sayısının arttırılmasında ve eğitim
düzeyi yüksek kuşakların yetiştirilmesinde çok büyük bir rol oynamıştır.
Çok genç yaşında kaybettiğimiz Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin de
Harf Devrimi’nin ilk yılındaki başarısında çok büyük bir rolü olmuştur.
Üniversite reformu
Cumhuriyet’in en büyük eğitim reformlarından biri de 1933 üniversite
reformudur. 1900 yılında kurulmuş olan Darülfünun, gerçek bir üniversite
niteliğinde olmaktan uzak bir kurumdu. Hem eğitim düzeyi düşüktü, hem
de üniversite bünyesinde bilimsel araştırma yapma zihniyeti ve etkinliği
yeterince gelişmemişti. Darülfünun’da elbette çok değerli bilim insanları
vardı ve bunlar uluslararası düzeyde araştırmalara, keşiflere ve yayınlara imza
atmışlardı. Ancak bir bütün olarak Darülfünun’un, modern bir ülke olmaya
çalışan genç bir ulusun üniversitesi düzeyinde olduğu söylenemezdi. 1933
üniversite reformunun amacı, Darülfünun’u uluslararası düzeyde bir eğitim
ve bilimsel araştırma kurumu haline dönüştürmekti. Bu çerçevede öğretim
metotları değiştirildi, öğretim üyelerinin önemli bir bölümünün görevine son
verildi ve onların yerine Almanya’dan Nazi baskıları karşısında ülkelerini
terk etmiş bilim insanlarına ve Avrupa’da eğitimini tamamlayarak dönmüş
genç Türklere yer verildi. Reform sırasında bazı öğretim üyeleri haksızlığa
uğramış olmakla birlikte ilk kez bu reformla, adı İstanbul Üniversitesi
olarak değiştirilmiş üniversitede modern eğitim ve araştırma metotları
geliştirilmiştir.
Köy Enstitüleri
17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri’nin kuruluşu kanunu yürürlüğe girdi. Bu
kanunun gerekçesi, tüm çabalara rağmen ülkedeki okuma yazma oranının
düşüklüğü ve otuz bir bin köyde hâlâ okul bulunmaması gerçeğiydi. Bu
gerçeğe bağlı olarak, köy yaşamına ve koşullarına uyabilen öğretmenleri
yetiştirecek bir ortam ve kurum gerekliydi. Böylece bu enstitüler sayesinde
öğretmenler köy çocuklarına genel eğitim bilgilerini vermenin yanı sıra,
köy yaşamında geçerli olan demircilik, marangozluk, çeşitli tarım ürünleri
kooperatifçiliği; kız çocukları için de çocuk bakımı, dikiş, ev idaresi, hasta
bakımı gibi konularda bilgiler kazandıracak ve bu enstitülerde eğitim gören
kuşakların da öğretmen olmasıyla köylerde büyük bir kültürel ve ekonomik
gelişme yaratılacaktı. Bu enstitüler sayesinde okulun ve öğretmenin
devlete getirdiği yük de azalacaktı.
İsmet İnönü, Köy Enstitüleri’nin kısa zamanda yaygınlaştırılmasını, iki
yüz bin köy öğretmeni ve tarımcı yetiştirilmesini istiyor ve “Kırk yılda
yapamadığımızı dört yılda yapmalıyız” diyordu. Hasan Ali Yücel ve İsmail
Hakkı Tonguç’un büyük çabalarının öncülüğünde Köy Enstitüleri büyük
bir eğitim başarısı kazandı. Köy yaşamının ihtiyaçları ve koşulları içinde
yetişen öğrenciler, sadece eğitim görmekle kalmadılar, üretici de oldular .
1940-1945 yılları arasında 18 Köy Enstitüsü’nde yirmi bin öğretmen adayı
öğrenim gördü.
Kırsal kesimi aydınlatıcı ve üretici hale getiren Köy Enstitüleri, ne yazık ki,
aydınlanma karşıtı siyasi güçlerin engellemeleri sonucunda 1954 yılında
kapatıldı. Böylece ülkemizin geleceğini belirleyecek olan büyük bir eğitim
hamlesi de yarıda kalmış oldu. Köy Enstitüleri’nin kısa yaşamına karşın,
burada yetişen gençler daha sonra ülkemizin bilim, eğitim, kültür ve sanat
hayatına çok büyük katkılarda bulundular.
Cumhuriyet’in kurucularının bize bırakmış olduğu büyük eğitim mirasının
başlıca bölümleri olan bu beş alandaki eğitim çabaları ve başarıları, bugün
de bizim geleceği inşa çabalarımızda dayanacağımız en kuvvetli temeli
oluşturmaktadır.
Yararlanılan Kaynaklar:
Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, Necdet Sakaoğlu, İletişim Yayınları,
İstanbul, 1993.
Türkiye’de Orta Öğretim, Hasan Ali Yücel, Ankara, 1938.
Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişimi (1861-1961), Ed: N. K. Aras,
E. Dölen, O. Bahadır, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) yayını,
Ankara 2007.
Arifiye Köy Enstitüsü öğrenci ve öğretmenleri.
B+ YAZ 09
Balmumcu’da
Yetim
çocuklar
yurdu
Yazı: CENGİZ KAHRAMAN Fotoğraflar: CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ
Balmumcu Çiftliği ve Kasrı
Osmanlı hükümdarlığı döneminde hanedanın mülklerinden olan
‘’Balmumcu Çiftliği ve Kasrı’’, günümüzde Balmumcu adıyla anılan
semtteydi. Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de Sultan İkinci
Mahmud’un (1785 - 1839) Zincirlikuyu Kasrı ile beraber çok sevdiği
ve ziyaret ettiği yerlerden biri olduğu söylenir.
II. Mahmud’un hükümdarlık dönemi 1808 - 1839 arası olduğuna göre,
çiftlik de bu yıllarda yapılmış olsa gerek. Bu çiftlik, meyve bahçeleri,
bağlarıyla (özellikle “çavuş üzümü” çok ünlüymüş) İstanbul’un en
gözde yerlerinden birisiymiş.
10 B+ YAZ
Rivayete göre, II. Mahmud döneminde sokak ve bahçelerin mumlarla
aydınlatılmasından doğan mum ihtiyacı, bu çiftlikte üretilen mumlarla
karşılanıyormuş. Semt, adını da buradan almış, çiftliğin etrafına
kurulan mahalleye de bu vesileyle Balmumcu Mahallesi denmeye
başlanmış.
Abdülaziz döneminde de burada ‘’Balmumcu Kasrı’’ inşa edilmiş.
Sultan Abdülaziz Ayazağa’da avlanmaya çıktığında buraya uğrar ve
güreşe meraklı olduğu için, onuruna huzur güreşleri düzenlenirmiş.
Hatta devrin en namlı pehlivanları da burada sultanın huzurunda
güreşirlermiş.
İkinci Abdülhamit’in padişahlığı yıllarında, burası veliaht Mehmed Reşad
Efendi’ye tahsis edilmiş. Tahta çıktıktan sonra burada çok güzel ve mutlu
zamanlar geçirdiğini söyleyen Sultan Reşad Efendi belli ki, burada yaşadığı
gençlik günlerini zaman zaman çok özlemekteymiş. Güzel hatıralarla yüklü
bu asude yeri 1909 yılında tahta çıkınca halkın faydalanacağı bir mesire
alanına dönüştürmüş, ziyaretçilere meyveler ve özellikle de çavuş üzümü
ikram edilmesini emretmiş. Bu çiftlikte halk, Abdülhamit devrinin yasaklarına
son veren Meşrutiyet’in özgürlükleriyle iyice bir ferahlamış olmalı!.. Çiftlik,
daha sonra Mehmed Reşad Efendi’nin ölümüyle kızı Seniye Sultan’ın
ikametgâhına tahsis edilmiş, halk arasında da Seniye Sultan Köşkü olarak
anılmaya başlanmış.
Balmumcu Darüleytamı
Birinci Dünya Savaşı’nın son yılında (1918) savaşta babaları şehit düşen
ilk ve ortaokul çağındaki yetimlerin barındırıldığı Balmumcu Darüleytamı’na
dönüştürülmüş. Burada yetişen çocuklar çok iyi eğitim alıp pek çoğu
yüksek tahsil yaparak önemli görevlerde bulunmuşlar. Öğrencilerin
yatakhaneleri ve dershaneler köşkün müştemilatında harap halde bulunan
ahşap bir binadaydı. Seniye Sultan Köşkü ‘’art nouveau’’ stilinde yapılmış,
kâgir altyapı üstüne, ahşap bağdadi duvarlarla önden üçlü, yanlardan
tek sivri çatı olarak algılanacak tarzda inşa edilmişti. Çocukların da yapı
ustalarıyla beraber çalışarak onardığı binalar bu sayede tekrar işlevsel bir
hal aldı. Zemin katı kâgir, diğer iki katı ise ahşap olan köşke bahçeden bir
çift mermer merdivenle çıkılıyordu. Çok güzel bir ahşap yapı örneği olan
köşkün önünde bir bahçe ve mermerden büyük bir havuz bulunmaktaydı.
Yıldız’dan Zincirlikuyu’ya doğru giderken Barbaros Bulvarı’nın sağ
tarafında bulunan arazi, 1928 yılında Darüleytam’ın kapanmasından sonra
çiftlik arazisi ve binalarıyla ordunun kullanımına tahsis edildi. Seniye Sultan
Köşkü, 3. Jandarma Tugay Komutanlığı olarak kullanılıp, müştemilatına
da Jandarma Er Okulu yerleştirildi. Daha sonra 10. Bölge Komutanlığı’nın
kullanımına verilen Balmumcu Kasrı ve Çiftliği, 1980 - 1985 yılları arasında
da İl Jandarma Komutanlığı olarak kullanıldı.
Köşk yanıyor!
20 Nisan 1975 pazar sabaha karşı elektrik kontağından çıkan yangın,
10. Bölge Komutanlığı bahçesindeki, komutan ve müfettişlerin çalışma
mekânı olarak kullandıkları köşkün iç kesimini kısmen yakıp kül etti. İtfaiye,
üç saat boyunca uğraşarak yangını söndürdü. Su ihtiyacının bir bölümünü
bahçedeki mermer havuzdan tedarik eden ekipler, askerlerin de yardımıyla
köşkteki değerli evrakı kurtarmayı başardılar. Köşkün malakâri tekniğiyle
yapılmış çok güzel süslemelerinden sadece girişin hemen sol tarafında yer
alan odadaki tavan süslemeleri kurtarılabildi. Diğer odalardaki süslemeler
itfaiyenin sıktığı suyla eriyerek ve yapılan müdahalelerle kırılarak yok oldu.
Seniye Sultan Köşkü’nün girişe göre sağ tarafı daha çok hasara uğradı ve
buradaki tavan döşemeleri kâgir altyapıya kadar çöktü. Bütün bu tahribata
rağmen yangından sonra köşkün dış kaplamaları birçok yerinde sağlam
olarak kalabildi. B+
Savaşta
babaları şehit düşen
yetimlerin barındığı Darüleytam’da
çocuklar hayata
hazırlandılar.
Balmumcu Kışlası olarak da anılan Seniye Sultan Köşkü 27 Mayıs 1960
tarihindeki silahlı kuvvetlerin yönetime el koymasından sonra gözaltına
alınan ve tutuklananların barındırıldığı bir yer oldu. Sultan Reşad’ın kızı
Seniye Sultan’ın, 1909 - 1918 yılları arasında yaşadığı; İstanbul halkının
ve çok sayıda çocuğun belleğinde güzel hatıralar barındıran çiftlik, tarihin
tuhaf şakasıyla gözaltına alınan ve tutuklananların anılarında da sevimsiz bir
mekân olarak yer etmiş olsa gerek!
B+ YAZ 11
Birikim
12 B+ YAZ
Atatürk’le
Dolmabahçe’de
10 yıl
Söyleşi: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: İLKER AKGÜNGÖR
Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen isimlerinden, Atatürk’ün silah arkadaşı,
TBMM eski başkanı Kazım Özalp, eski bir Beşiktaşlı. Kazım Paşa’nın oğlu
Teoman Özalp, çocukluk yıllarında ailesiyle birlikte yaşadığı Dolmabahçe Sarayı’nı
ve Atatürk’le anılarını B+’ya anlattı.
B+ YAZ 13
B
1933 Atatürk, Kazım-Müveddet Özalp’ın kızı Neriman Özalp’ın nişan töreninde. Sol taraftaki çocuklar: Ömer ve Erdal İnönü.
Sağ taraftaki çocuklar: Teoman Özalp, Özden İnönü, Güner Özalp, Türkan Apaydın, Suna Evcan
irbirini çok fazla tanımayan dört kişi, bir arabada, yoğun
bir cumartesi trafiğinde ilerlemeye çalışıyoruz. Bizi biraraya getiren şey, merak ve heyecan. Atatürk’ü tanımış,
onunla zaman geçirmiş Teoman Özalp’la tanışmaya, anılarını dinlemeye gidiyoruz. İTÜ Gemi İnşaat Fakültesi eski
Dekanı Prof. Dr. Teoman Özalp, tarihte “Köprülü Kazım
Paşa” olarak da bilinen, Kurtuluş Savaşı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarlarından Kazım Fikri Özalp’ın oğlu.
Kazım Özalp, 11 yıl TBMM Başkanlığı yaptığından, Teoman Bey’in çocukluğu, Meclis Başkanlığı’nın o zamanki yazlık rezidansı Dolmabahçe
Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde geçmiş. Dolayısıyla Atatürk’le sık sık biraraya gelmiş, onun yaşamına tanıklık etmiş.
Ve “Özalp Apartmanı”na varıyoruz, işte Teoman Özalp karşımızda!
Atatürk’ü bir kez bile görenlerin anlatımındaki heyecan ve coşkuyu düşünürsek, Teoman Bey’i “serinkanlı” olarak değerlendirebiliriz. Hatta günün
popüler deyimi ile “cool” ve esprili. Bakması için dergimizi uzatıyoruz, “Biliyor musunuz ben de eski Beşiktaşlı sayılırım, Dolmabahçe’de oturdum” diyor ve anlatmaya başlıyor...
vaziyete getirmişler. İşte bazen kışın gelir, orada 10-15 gün kalırdık.
O günlere ait, aile albümünüzde fotoğraflarınız var mı?
Vallahi öyle fotoğraflar var. Çok fazla yok, ama benim sünnetim orada oldu.
Film var asıl! Mesela o film hiç kimsede yoktur. 80 senelik bir film. 1927’de
çekilmiş bir film daha var. Ama bu filmleri biz yıllardan beri hiç kullanmadık.
Teneke kutunun içinde duruyor, belki birbirine kaynamış bile olabilir.
Restore edilmesi gerekir... Son Atatürk filmlerindeki gerçek bölümleri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi restore etti.
Evet, ama 1927’de çekilen film, Atatürk filmi değildir. Bizim Dolmabahçe Sarayı’ndaki aile hayatı. Hatta aile, sarayın bahçesinde toplanmış, film
de çekilecek diye belki amcalar, teyzeler falan onları da davet etmişler çocuklarıyla. Böyle 15-20 çocuk, kalabalık bir grup. Dolmabahçe Sarayı’nın
rıhtımına bir motor yanaşıyor. O motora biniliyor, hep beraber Beylerbeyi
Sarayı’na gidiliyor. Çünkü şöyle bir şey vardı; biz Saray’da otururken bazen
çocuklar dahil olmak üzere Beyoğlu’nda sinemaya giderdik. Bazen de babam birilerine söylerdi, bir makine ve film getirirlerdi eve, toplanırdık, ailecek
film seyrederdik. O toplantılarda, çekilen filmleri de seyrederdik. Hatta biz
çoluk çocuk iskemleleri dizerdik, salon haline getirirdik, telaşlanırdık. Gelenlere yerlerini ayırırdık, yer gösterirdik “sen burada oturacaksın” falan diye...
Nasıldı Beşiktaş günleriniz?
Ben 1925 doğumluyum. Benim doğduğum yıllarda daha Dolmabahçe Sarayı ikamete açılmamış. İstanbul’a geldiğimizde - yaz tatillerinde tabii ki, kışın gelmeye imkân yok- önce Mimar Sinan Üniversitesi’nin binalarından
birine gelmişiz. Bir yazı orada geçirmişiz, bir yaz da Ihlamur Kasrı’na gelmişiz. Ben bunları hiç hatırlamıyorum. Sonra Dolmabahçe Sarayı’nda oturmaya karar verilmiş; galiba 1927 yılında kalınıyor ilk. Veliaht Dairesi var, şimdi
Resim Heykel Müzesi, oraya gelmişiz. Belki ilk yılını tam hatırlayamam ama
sonraki yıllarını hatırlıyorum. 1935’e kadar hep oraya geldik, yani bir 10 sene
süreyle Beşiktaş’ta oturduk. Hatta bazen kışta da gelirdik, bazen Meclis kapanırdı, okullar da kapandıysa, babam bizi alır getirirdi 10-15 gün için
İstanbul’a. O zaman da Veliaht Dairesi’nin arka bahçesinin içinde, bir süre
MİT’in kullandığı, bir bina vardı. Orada kalorifer vardı. Padişahlar, Saray’ı
yaptırdıkları zaman, her yeri kaloriferle donatmamak için, küçük binayı ısıtır
14 B+ YAZ
Sizden başka çok net tanık kalmadı. Atatürk’ün 1933
Nutuk’unda dinlediğimiz sesini biraz daha düzelttiler.
Ses doğru mu, veya ne kadar yaklaştı?
Yaklaştı, ama yüzde yüz o ses değil!
Size gelip sordular mı?
Bana sorulmadı, hayır. Ama ben bir fonetik uzmanı değilim, yani onu o kadar değerlendiremem. Ben de o konuşmalarda böyle tam hatırlamayabilirim de. Ama o Nutuk’un okunmasında Atatürk’ün sesi gayet ince çıkmıştı ve o zamanki teknolojinin müsaadesi oranında iyi aldıkları bir film kabul
ediyorlardı. Hatta ben, “Bunu ne dinletiyorlar, bu Atatürk’ün gerçek sesi
değil, yanlış bir intiba veriyorlar” diye hep de söylüyordum. Tabii bu biraz
restore edilip, yenilenince “İyi olmuş” dedik, ama hakikaten tam oldu mu?
Olmadı. Çünkü gerçeği vermiyor. Biz çocuk olduğumuz için o dönemde,
Atatürk’ün masasına oturup, konuştuğu, tartıştığı konuları konuşma imkanımız olmadı tabii. Yani bir büyüğün, bir çocukla neler konuşabileceğini düşünün, o çapta konuşmalarımız olurdu. Bir kere şu var; biz Atatürk’ten korkardık demeyeyim de, büyük bir saygı gerektiğini bildiğimiz için çekinirdik.
Bütün bunların yanında da “Atatürk bizi görmesin” demezdik.
Daha cazip geliyordu size herhalde...
En çok ablanız Güner Hanım korkuyormuş,
siz korkmuyormuşsunuz...
Atatürk’ün bu kadar yakınında olmak hayatınızı nasıl etkiledi?
Evet... Şimdi Saray’ın bahçelerini düşünürseniz, deniz kenarında olan beyaz parmaklık, her bir binanın bahçeleri arasında da vardır. Bizim oturduğumuz kısımla, Atatürk’ün oturduğu kısım arasında da böyle bir bölüm vardı. Babam isterdi ki, Atatürk geldiği zaman Ankara’dan, Saray’da oturduğu sürece biz çocuklar ön bahçeye çıkmayalım. Yani bir nevi yasaktı bize
ön bahçeye çıkmak. Ama bir çocuğa böyle bir yasak koyarsanız, bilakis
onu teşvik edersiniz. O yasağı delmeye teşvik edersiniz. Onun için biz oradan hep kollardık; Atatürk bahçede dolaşmaya çıktığı zaman, biz de oradan görünmeye çalışırdık. Gördüğü zaman, bizi çağırırdı. Ya o duvarın önüne kadar gelirdi, oraya çağırırdı, yahut “Buraya geçin” diye çağırırdı. Boyumuz, ebadımız küçük olduğu için o demir parmaklıklar arasından geçerdik.
Büyük insan sığmaz, ama çocuk sığar! Demir kapı kapalı bile olsa, oradan
geçerdik. Orada bizimle konuşurdu. Sorular sorardı, okul hakkında. Bazı
zor sorular sorar mıydı, sorardı herhalde; ablam çok korkardı, “Bana matematik sorusu sormasın” diye. Ama ona rağmen giderdik, Atatürk’ü de görmüş olurduk.
Kaç yaşlarındaydınız?
Bu hikaye, 1930 gibi, yani 4-5 yaşındaymışım. Ablam benden 1 yaş büyük.
6 yaşındaymış. Dayımın iki oğlu, teyzemin bir oğlu, amcamın kızları vardı;
hep aynı yaşlara yakın.
Bayağı kalabalık bir çocuk grubuymuşsunuz...
Evet... Atatürk, Ankara’ya gittiği zaman o bahçeye çıkmak bize serbest
olurdu. Hatta Atatürk’ün tarafına da geçme müsaadesi olurdu. Çünkü bizim
bahçede fazla ağaç yoktu. Tamam çok güzel düzenlenmişti, çimler falan
çok güzeldi ama öyle önceden dikilmiş, büyümüş ağaçlar yoktu. Atatürk’ün
kaldığı tarafta güzel ağaçlar vardı, havuz vardı. Oraya kaçardık.
Tabii, çok daha genişti, düşünün Dolmabahçe’nin başından caminin oraya
kadar. Orada bir giriş kapısı vardır, zaten o kapıyı kullanırlardı. Atatürk, öndeki büyük, görkemli kapı vardır, onu pek kullanmazdı. Biz ise doğrudan
Beşiktaş tarafındaki, Akaretler’den iner inmez karşıya gelen giriş kapısını
kullanırdık. O taraflara geçmezdik.
Asıl şunu söyleyeyim; biz bunun değerini çok anlayamamışız. Yani
Atatürk’ün değeri de gün geçtikçe anlaşılıyor. Tabii o zaman da anlaşılırdı, o başka, daha çok zafer kazanmış bir kumandan gibi. Ama bu memleket için ne yapmış, ne düşünmüş, biz o kadar bilinçli değildik. Belki Türkiye de daha deneyimli değildi. Öyle olaylar oluştu ki “Atatürk olsaydı, bunlar olmazdı” dedirten olaylar hâlâ olmuyor mu? Hâlâ oluyor. Şimdi geçmişte böyle anıları tazelediğimizde, onun o zaman bize söylediği bazı sözlerin
öğüt değerinde olduğunu da anlıyoruz.
Neler söylerdi mesela, nasıl anılarınız var Atatürk’le ilgili?
Mesela, benim bir kere ismimi değiştiren Atatürk. Benim ismim İlter’di.
1931’de, Ankara’da bir akşam bizim eve geldi. Arkadaşları da vardı, daha
evvelden karar vermiş; “Kazım Paşa’nın oğlunun ismini değiştirelim” diye.
Geldi, toplandılar bir masanın etrafında. Beni de uyandırdılar, aşağı indirdiler. “Gel, senin ismini değiştireceğiz” dedi. Sonra, “Yazı olarak bunu bir
tespit edelim” dedi. Babamın kendi ismiyle antetli kağıtları vardı, onlardan verdiler, hâlâ duruyor bende o yazılar. O kağıtlara yazdılar; bana, Hun
İmparatorluğu’nun ilk Türk devleti olduğunu, neler yaptığını, imparatorlarının kim olduğunu, bunların önemini, Teoman’ın büyük bir kumandan, oğlu
Mete’nin büyük bir kumandan olduğunu anlattı. Mete, aslında Teoman’dan
daha çok işler yapmış, ama “Teoman olmasaydı, bu orduyu, bu başlangıcı
hazırlamasaydı Mete o kadar başarılı olamazdı” diye anlattıktan sonra, “İşte
oğlum sen şimdi bu babalarla oğullarını mukayese et, ondan sonra bunların isimlerinden birini kendine ad olarak seç. Ve bu yeni unvanın içerisinde;
çalışkanlığını, senden daima daha büyük olan ve onun büyüklüğü yanında
kendini her zaman hiç hissedeceğin milletine göster.” Böyle bir yazı yazıldı. Altına imza attı; Gazi Mustafa Kemal... O zaman Atatürk yoktu. Öyle bir
kağıt var, onu hâlâ saklıyoruz.
B+ YAZ 15
Peki, ne hissettiniz? Daha çocuksunuz, birden adınız
değişiyor? 5 yaşındaydınız, garipsediniz mi?
Tabii alıştırmak lazımdı evdekileri. Herkese tembih ettiler, “Artık İlter demeyeceksiniz, Teoman diyeceksiniz” diye. Ben de hemen Teoman ismini benimsedim. Zaten bana seçimi bıraktı; “Bir Teoman var, bir Mete var. Bunlardan birinden kendine ad seç” diye. Gerçi bir sürü isim değil, iki isim! Sınırlı demokrasi!
Ve vasiyet de etmiş, “Oğlunun adını Mete koyacaksın”.
Siz vasiyeti yerine getirdiniz...
Getirdik, çok şükür. O imkânı bulduk, getirdik. Belki torun olurdu, belki çocuğum hiç olmasaydı ne olurdu? Onda yapacak bir şey yok. Bu konuşmadan sonra, defalarca değişik bahanelerle görüşme imkanı oldu. Sonra sünnetime geldi. Dolmabahçe Sarayı’nda oturuyorduk. Zaten babam
Atatürk’e gidip sordu, “Sünnetini yapmak istiyorum Teoman’ın” diye.
“Burada yap” demiş. Babam, “Siz de bulunur musunuz?” diye sorunca,
“İstanbul’da olursam gelirim” demiş. Biz de ayarladık, Eylül ayı olsun, Atatürk de bulunsun, bir programı olmasın diye. Sünnete geldi, hediyeler getirdi. Bir imzalı fotoğraf verdi bana, çerçeve içinde “Teoman’a” diye yazılı.
Kimsede böyle bir fotoğraf yoktur herhalde, bir çocuğa yazılı...
Sonra ben ameliyat olmuştum, Ankara Numune Hastanesi’nde yatıyordum, “Gidip Kazım Paşa’nın oğlunu ziyaret edelim” demiş. Hastaneye geldi, o zaman da tabii çok heyecanlandım, hatta o gece ateşim çıktı!
İran Şahı Türkiye’ye geldiği zaman, Şah’ın gezi programı içinde bir gün bizim evde öğle yemeği daveti verildi. O davete ben çıktım; “Bir konuşma
yap Şah’a” dedi Atatürk, beni “Paşa’nın oğlu” diye tanıttı. İşte, orada bir
olay vardır başımızdan geçen...
Heyecanlanmış mıydınız, bir tarafta Atatürk, diğer tarafta Şah?
Evet, Atatürk bana “Bir şey oku” dedi. Hani çocuklarının becerisini göstermeyi ister ya aileler, “Bak amcası, okumaya başladı” gibi... “Çok başarılıdır” diye beni takdim etti, dedi ki, “Şah’a bir şeyler okusana, bir şiir biliyor musun sen?” “Biliyorum” dedim. “Türklük diye bir şiir var, biliyor musun onu?” diye sordu. “Biliyorum” dedim. “Oku bakayım onu” dedi. Peki,
Atatürk’ün Özalp’ın “İlter” olan ismini değiştirmek için
önerdiği iki ismi yazdığı antetli not kağıdı.
ben de çıktım. Böyle durdum orada bir aralık, “Ne duruyorsun” dedi bana
Atatürk. Şah da Türkçe biliyor. “Bir şey söyleyeyim mi sizin kulağınıza” dedim. “Gel söyle” dedi. Eğildim, dedim ki, “Ben bu şiiri biliyorum da, bu şiirin bir yerinde ‘Hindiçin’e, İran’a, her yana at salan biz’ diye bir laf var. Şimdi
ben burayı atlarsam, şiiri şaşırırım, okuyamam. Atlamasam da okusam, Şah
Türkçe biliyor, alınmasın?” Durdu böyle, güldü. Babama döndü, “Sen başıma bir politikacı daha mı yetiştiriyorsun? Al bunu götür içeri, yaz bir şeyler
getir onu okusun.” Gittik babamla içeri, bir şeyler yazdı; “Hoş geldin muhterem Şah hazretleri...” Onu okudum. Şah da beni öptü, sevdi. Sonra Atatürk giderken, “Sana akşamüstü bir araba yollayacağım, köşke gel, bir konuşalım senle” dedi. Akşamüstü bir araba geldi, beni köşke yolladı babam.
Atatürk bana hediyeler verdi. Hastaneye geldiği zaman oraya da hediyeler
getirmişti. Atatürk’ün hediyeleri duruyor bende.
Sonra Adana’ya bir seyahat yapmıştık. Meclis Reisi olarak babam
Anadolu’nun muhtelif şehirlerine giderdi. Eğer okullar tatilse, bizleri de
götürürdü. Gittiğimiz yerlerde bazen Atatürk de gezide olurdu, rastlaşırdık. Adana gezisinde Atatürk de geldi. İşte, orada beraber geziler yaptık;
“Teoman’ı da al gezelim” derdi babama. Beni öyle bir-iki yere götürmüştü.
Ablamın nişanı bizim evde yapılmıştı, oraya da gelmişti. Ve bir konuşma
yapmak istedi. Çocuklara da dedi ki: “Gelin önümde durun, size arkadan bir
şey söyleyeceğim, yüksek sesle onu tekrar edin.” Düğünde de benzer bir
olay olmuştu. Atatürk söylüyor, ben tekrar ediyorum yüksek sesle. Konuşmayı bitirdik, bir alkış koptu. Tuttu beni kolumdan çekti, “Bu alkışlar sana mı,
bana mı?” dedi. Ne yapayım bilemedim... Ben de, “Konuşan alkışlanır, ama
siz olmasanız ben bunları söyleyemezdim” dedim. İşte böyle hikayeler...
Mustafa Kemal Atatürk’ün Teoman Özalp’a verdiği imzalı fotoğraf / 21 Eylül 1931
16 B+ YAZ
En son da; burada eski evimiz vardı bizim, sonra yıkıldı, bu apartman oldu.
O eski evin bir gün bahçesinde otururken, telefon geldi, Büyükada’dan karakol komiseri arıyor, “Atatürk şimdi motorla hareket etti, Dolmabahçe’ye
gitmek üzere. Kazım Paşa da yanında, motorla Paşa’yı Kadıköy’e bırakacaklar. Bir otomobille aldırın Paşa’yı. Otomobil gelirken de eğer Teoman
evdeyse, onu da alsın getirsin, Atatürk görmek istiyor” diye. Ben de gittim
otomobille, motor yanaştı, babam beni çağırdı. Girdim içeriye, oturuyorlardı. Makbule Hanım bir tarafında, başkaları da var. Bana sordu: “Sen şimdi
kaçıncı sınıftasın? Ne meslek seçeceksin?” Ortaokul birinci, yahut ikinci sınıf. Yaşım da biraz küçük, erken başladım tahsile çünkü. Dedim: “Daha karar vermedim.” Babama döndü, “Asker yapar mısın Teoman’ı?” dedi. Babam da, “Paşam ben ömrümün 25 yılını çadırda geçirdim. Siz askerliğin
ne kadar zor bir meslek olduğunu biliyorsunuz” dedi. Böyle deyince, “Sen
geri kalmışsın, askerlik öyle rahat oldu ki şimdi. Bugünün askerliği gibi değildi bizim askerliğimiz. Şimdi çok rahat askerlik, ama sen anlaşılan oğluna kıyamıyorsun” dedi. Bana döndü, “Bak, neyi seçersen seç, ülkene hizmet etmen lazım. Eğer ülkene hizmet etmek için yapacaksan, hangi mesleği seçersen seç, başarılı olmaya çalış. Onun için bu kadar üzerinde düşünme, mühim olan ülkene hizmet etmektir.” İşte son öğüdü bu. Zaten bir
sene sonra artık hastalığı ilerledi.
Bu, sizin Atatürk’ü son görüşünüz müydü?
Evet, benim son görüşümdü. Babam hastalığı süresince sürekli görüştü tabii. Gider gelirken haber getirirdi, hatta “Atatürk sana selam söyledi” derdi
ama benim son görüşmem bu olaydı. 1937’nin sonbaharı.
yazlarını geçir’ dediği zaman ben de aynısını sordum: ‘Bu nasıl karşılanır
böyle?’ O zaman Atatürk bana dedi ki, ‘Bak bu Osmanlı Hanedanı kendilerini ayrı bir sınıf olarak görmüşler. O kadar ayrı görmüşler ki, onların yediği yemeği kimse yiyemez, onların gittiği yere kimse gidemez. Onların oturduğu yerde kimse oturamaz. İnsanüstü bir varlık gibi, bunu senelerdir halka
telkin etmişler. Halbuki biz bunun tamamen karşısındayız. Ve biz anlatmalıyız ki, onlar da bizim gibidir, bizim içimizden yetişmiş insanlardan farkı yoktur. Bu millet bilmelidir ki; bugün ben oturuyorsam, yarın kendileri de burada oturabilir. Bizim burada oturmamız bilakis eğitici anlamdadır.’ Ben bunun üzerine tatmin oldum” demişti. Zaten Atatürk de İstanbul’a geldiği zaman bir konuşma yapıyor, “Biz Türk halkının misafiriyiz burada” şeklinde.
Öyle kabul etmişti, babam.
İlk kez 1927’de gelmişti değil mi?
Evet, Atatürk hemen gelmedi. Belki bir süre bekledi. Benim kanaatim şu:
Atatürk, Ankara’yı kurduğu zaman büyük tepkilerle karşılaşmış. Özellikle yabancılar tarafından. Demişler ki; köy burası. Milli Mücadele’nin sonlarında bir
yabancı Ankara’yı ziyarete geliyor, tren durduğu zaman yanına kendisine
mihmandar olarak verilmiş subaya diyor ki: “Ne zaman geliyoruz Ankara’ya?”
“İşte”, diyor subay: “Burası Ankara”. “O tepedeki köy mü? Bütün bu büyük
işler orada mı yapıldı?” diye şaşırıyor. Yani o kadar küçümsemişler ki!
Hasta olduğunu biliyor muydunuz?
Hasta olduğunu biliyorduk tabii, iyi olmadığını biliyorduk. İşte, hikâyelerimiz
böyle... Derseniz ki: “Peki, siz neden Dolmabahçe’de oturdunuz?” Ben seneler sonra bir gün babama sordum:“Biz Dolmabahçe’de oturmuşuz, fakat
siz halk çocuğu değil misiniz? Halkın içinden yetişmiş, Rumeli’nin bir kasabasında doğmuş, yıllarca cephelerde yaşamış, ondan sonra böyle koskoca görkemli bir sarayda oturmayı yadırgadınız mı? Nasıl geldi size?” Biz
çocuktuk anlayamadık. Düşünün bir salonda oturuyorsunuz, tavanlarında
yağlıboya tablolar. Tasavvur edemeyeceğiniz bir ihtişam içerisinde. Belki
Veliaht Dairesi, Saray’ın diğer yerleri gibi görkemli değildi.
Atatürk de Ankara’yı hükümet merkezi haline getirmek istediği zaman birinci düşündüğü şey, oraya gelecek sefaretlerin yaşamlarına aykırı bir yerlerde yaşamamaları. O yüzden zamanla oteller, restoranlar yapıldı. Sefaretlerin Ankara’ya nakli için onlara çok kolaylıklar göstermişler. Arazi vermişler, bütün inşaat malzemesini dışarıdan gümrüksüz getirebilirsiniz demişler. Sırf bunları, yabancıları Ankara’ya çekmek için yaptı. Buna rağmen birçok sefaret itiraz ediyor, “Ankara’da çalışmayız” diye. Çünkü adamın Boğaz üzerinde görkemli sarayı var, orayı bırakıp Ankara’ya gelecek! O perişan Ankara’da yol bile yok!
Babam, “Atatürk bana gelip de, ‘Paşam, Saray’ın Veliaht Dairesi’nde sen
Yani Ankara’da yaşanacaktır, artık bu memleketin kalbi Ankara’da atacakB+ YAZ 17
tır görüşünü yerleştirmek için bence Atatürk, onları bir süre alıştırana kadar
İstanbul’a gelmedi. Yani demesinler ki, “Öyle diyor ama kendi yaz tatili için
kalkıp gidiyor.” Atatürk’ün İstanbul’a ilk gelişi 1927’nin sonbaharıydı. Ama 2
yaşlarındaydım, hiç hatırlamıyorum. Babam, “Atatürk seni kucağına alırdı”
diye anlatıyor, ama ben hatırlamıyorum tabii.
Atatürk vefat ettiğinde 14 yaşındasınız. Anılarınızda
hiç onunla ilgili anekdot yok. Ölümü üzerine hiç
konuşmamışsınız...
Bir çocuk ne konuşur; bilemiyorum...
Peki, konuşuluyor muydu evde, hasta olduğu,
durumunun ağır olduğu?
Evet, mesela şöyle konuşmalar olurdu; “Atatürk’ün iyileşmesinin imkanı yok, ölüyor.” Bir profesör vardı, Fissenger, karaciğer mütehassısı,
Fransa’dan onu getirdiler. Hatta Fissenger daha gelmeden, Atatürk sık
sık hastalanırdı. Mesela grip olurdu, çok uzun sürerdi. Hastalanıyor, çabuk
iyileşemiyordu. “Atatürk yine hastalandı” gibi laflar edilirdi. Babam onları çok fazla önemsemiyordu. Sonra Fissenger gelip muayene etti ve siroz
teşhisi koydu. Bir süre sonra karnında su birikmeleri başladı. Hatta daha
Ankara’dayken bile. Son seneye gelince o suyu almak zorunda kaldılar. Bir
kere de birkaç kilo su alınmıştı karnından, “Oh, rahatladım” diye söylüyordu. Bir süre sonra yine su topladı.
şey hatırlamıyorum. Onun için ben Atatürk’ün o zamanki döneminde mütalaa beyan edecek şekilde kendimi görmüyordum.
Ölüm haberini nasıl aldığınızı hatırlıyor musunuz?
Artık öleceğini biliyorduk. Biz Ankara’daydık. Ben lise birinci sınıftaydım.
Derse girdik, hatta matematik dersi vardı. Hocayı dışarı çağırdılar, gitti. Geldi, Hüsnü Bey’di adı galiba, hatta “Formül” derdik kendisine. Dedi ki: “Çok
üzücü bir haberim var, artık maalesef derse devam edemeyeceğim, zaten
okulda kimse devam edemeyecek, çünkü Atatürk’ün ölüm haberini aldık”.
Biraz sonra bizi evlerimize yolladılar. Babam birtakım toplantılara gitti. O
zaman Milli Savunma Bakanı’ydı. O akşam gelenler gidenler oldu. Saat 7
gibi İsmet Paşa geldi, babamın çalışma odasında oturdular. Bir, birbuçuk
saat kadar konuştular, sonra Paşa gitti. Gittikten sonra, babam “Paşa, yarın Reis-i Cumhur olacak. Cenaze Ankara’ya getirilecek. Siz de cenazede
bulunacaksınız, cenazeyi görme imkanınız olacak” dedi. Sonra iki gün üst
üste tören oldu. Birinci gün istasyonda indirildi, Meclis’in önüne çıkarıldı.
Orada bir katafalka konuldu. Sonra da o katafalkın önünden alınıp, Etnografya Müzesi’ne götürüldü. Biz her ikisine de gittik, Ankara Garı’nın Halkevleri tarafına bakan yanında Devlet Demiryolları Binası vardı. Onun birinci
katında bir balkon ya da büyük pencereli bir odada, İsmet Paşa’nın hanımı,
çocukları, biz, oradan cenazeyi izledik. Belki Atatürk ölmeden evvel, nereye defnedileceğini konuşmak istememişlerdir. Ama sonunda Etnografya Müzesi’ne geçici mezar olarak gömülmesine karar verildi. İstanbul’daki
törenleri bilmiyorum, burada da çok törenler yapıldı. Hatta Dolmabahçe
Sarayı’nda yığılmalarda ölenler oldu.
11 kişi ölmüş...
Evet, benim bir ilkokul arkadaşım da öldü.
Babam, Atatürk’e
“Dolmabahçe’de oturmamız
nasıl karşılanır” diye sormuş.
Atatürk, şu cevabı vermiş:
“...Bu millet bilmelidir ki;
bugün ben oturuyorsam,
yarın kendileri de burada
oturabilir...”
Atatürk belli ki sizi çok sevmiş. Acaba çocuk sevgisini
sizinle yaşamış olduğunu düşünür müydünüz?
Atatürk’ün iç duygularını bilmiyorum. Ama Atatürk’ün genel olarak çocuk
sevgisi vardı. Yani şöyle bir insandı Atatürk; çocukla çocuk olmasını bilen bir insandı. Çocukla nasıl konuşulur, çocukla nasıl ahbaplık edilir, iyi biliyordu. Çünkü görüyordum da, yalnız ben değil, birçok çocukla sohbetler ediyordu. Ülkü, onun kendi evladı gibiydi. Uzun süre Dolmabahçe’de,
Florya’da, Yalova’da hep yanındaydı. Onunla oyalanırdı, oynardı, sohbet
ederdi. Atatürk bir kere çok insancıldı, insan sevgisi çok olan biriydi. İnsanlara karşı sevgisi olanın insanlara saygısı da olur. Bunları Atatürk gibi bir
adamın bilmemesine, idrak etmemesine imkân yok.
Son yıllarda çekilen Atatürk filmlerini seyrettiniz mi?
Seyrettim.
Zaten son dönem fotoğraflarına bakınca
karnının şiş olduğunu görüyoruz.
Evet, son dönemlerde öyleydi. Bizim evde, eniştem vardı, o da artık
Atatürk’ün öleceğini düşünüyordu ve biraz da pesimistti. “Çok kötü şeyler
olabilir” diyordu. Belki o günler için pesimistti de, bugün için çok kötü şeyler olduğunu görüyoruz. Yani çok uzak görüşlü olabilir. Her neyse, mesela
eniştem böyle derdi. Ama babam o kanaatte değildi. Atatürk’ün öleceğini
biliyordu ama “Onun önlemi alınır” diyordu. Nitekim aralarında konuşuyorlardı. Ben çocuktum; belki de şunu düşünüyordum, böyle bir şeylerle ortaya çıkmam babamın hoşuna gitmeyebilir. Nihayetinde “Sen bir çocuksun,
böyle işlere ne karışıyorsun?”, diyebilirdi.
Ama Atatürk’e tanıklık etmiş en büyük çocuk sizsiniz. Ülkü
Adatepe’nin bazı şeyleri yaşı itibariyle hatırlaması mümkün değil.
Ülkü, Atatürk’ün sağlığında çocuktu. Öldüğünde 5 yaşındaydı. Bir-iki yerde bazı konuşmalarında bulunmuştum, kendi de söylüyordu: “Ben o kadar
küçüktüm ki, hatırlamıyorum”. Olaylar tekrar edildiği için, bir yerlerde konuşulunca, insanlar “hatırlıyorum” diyor. Ben de mesela 4 yaşından evvel,
belki çok yer etmiş birkaç olayı hatırlarım. Mesela Afgan Kralı, Türkiye’ye
gelmiş. Birtakım geziler olmuş, Afgan Kralı’nı bize çıkarmışlar, ama hiçbir
18 B+ YAZ
Nasıl buldunuz, “Mustafa”yı mesela? Onun kişiliğini
veriyor mu filmler?
Hayır. Can Dündar’ı çok aşmış o. Atatürk, Can Dündar’ı çok aşmış.
Sizinle çekimlerden önce hiç görüşüldü mü?
Hayır, ama sonrasında filmle ilgili benimle çok röportaj yapıldı. Ama o filmde benim anladığım; esas tarafları yakalayamamış. Atatürk uzak kalmış. Bir
şeyler yapmak istemiş, belki niyeti iyidir. Zaten Atatürk hakkında kötü niyetle bir şey yapılır mı? Atatürk’ün düşmanı yapar! Onu da düşmanı kabul
etmiyorum. Atatürk’ün büyüklüğü aşmış Can Dündar’ı. Bir şeyler yapmak
istemiş. Ama hiçbirini tam yapamamış. Birçok şeyi yanlış bırakmış. Ondan
sonra bir film daha seyrettim, eğitimle ilgili.
“Dersimiz: Atatürk”, Turgut Özakman’ın senaryosunu yazdığı...
Onu da fazla beğenmedim. Pek beni sarmadı. Atatürk hakkında tam bir
film yok. Belki daha evvel çekilmiş, “Kurtuluş” diye bir film vardı, en iyisi
oydu. O da kâfi değil. Ama hiç olmazsa doğru kişilerle konuşmuşlar, yani
senaryo daha iddiasız yazılmış. Mesela Turgut Özakman daha iyi bir şeyler
yapabilirdi. Onun “Çılgın Türkler” kitabı, çok objektif bir kitaptır. Her şeyi olduğu gibi anlatan. Atatürk hakkında film yapmak çok zor. Hem de dikkatli
olunması gerekir. İstediğiniz gibi oynayamazsınız.
Babanız Kazım Özalp; İsmet Paşa, Mareşal ve Atatürk ile
Cumhuriyet’in dört ayağını oluşturmuş.
Babam ölene kadar hafızasını korudu. Hatta ölümünden bir gece önce,
oturuyorduk. Bir haber geldi; Kennedy’nin kardeşini vurdular diye. Kafasından kurşunla vurmuşlar. Babam başından geçen bir olayı anlattı. Cephede,
bir asker kafasından kurşun yemiş. Bir delik alnında, bir delik de ensesinde. Kurşun önden girmiş, arkadan çıkmış; adam vurulmuş ama konuşuyor!
“Ya bir şey oldu galiba” falan diyormuş. “Bakıyoruz” diyor babam, “alnında delik, ensesinde de delik”. Kıta sıhhiye çadırına götürmüşler, bir de incelemişler ki alnından sekiyor kurşun, adam sırtüstü düşüyor, düşerken de
bir taş geliyor ensesini deliyor. Onlar da sanıyorlar ki, alnından girmiş, ensesinden çıkmış! Halbuki kurşun falan girmemiş, hiçbir şey yok! Haberlerde Kennedy’nin vurulmasını duyunca babamın aklına bu hikaye geldi, bize
anlattı. O gece sabaha karşı da kalp krizi geçirdi, vefat etti. Yani, son anına
kadar olayları hatırlar, bize anlatırdı. Hafızası çok yerindeydi.
Paşa’nın madalyası sizde değil mi?
İstiklal Madalyası mı, evet o var. Ben üzerime intikalini de yaptırttım. Milli
Mücadele’den sonra İstiklal Madalyaları’nı değişik şeritlerle ayırmışlar. Yani
Kırmızı İstiklal Madalyası, cephede bilfiil hizmet görenler; Beyaz Hizmet
Madalyası, cephe gerisinde hizmet görenler; Yeşil Hizmet Madalyası Birinci Büyük Millet Meclisi’nde olanlar, cepheyle ilişkisi olmayanlar. 23 kişiye de, bir kanunla, yarısı yeşil, yarısı kırmızı olmak üzere İstiklal Madalyası
verilmiş. Babamınki onlardandı. O, 23 kişiden biriydi.
Kazım Paşa önce Balıkesir cephesinde çalışıyor, daha
Kuvayi Milliye başlamadan, yerel örgütlenme yapıyor...
Evet, Yunanlıların İzmir’i işgal ettiğinin ertesi günü başlıyor. Hatta orada başlamak için Bandırma’ya gidiyor, oradakilerle konuşuyor. Kalkıyor İstanbul’a
gidiyor, Genelkurmay Başkanı’na. Diyor ki: “Ben böyle bir örgüt kurmak
istiyorum, hizmette bulunmak istiyorum.” Daha Atatürk’ün Samsun’a ayak
bastığı günler. “Ama bunu yapabilmem için beni Balıkesir’de bulunan 61.
Fırka Kumandanlığı’na getirmeniz lazım.” Babam o sırada Şarköy’deki 60.
Fırka Kumandanı. Tesadüfen senelik izin için İzmir’e, anne babasını ziyarete gidiyor. O gün Yunanlı’nın İzmir’i işgal edeceğinin haberini alıyor. İzmir’in
B+ YAZ 19
Babamla olayları çok fazla tartışmazdım. Bir-iki şey sormuşumdur,
Dolmabahçe’de niye oturduk gibi, Atatürk’le ilgili bazı özel soruları, ama
başka bir karşılıklı fikir tartışması yapmamışızdır. Zaten babam tartışmayı seven bir adam değildi. Karşısındakini tartardı, bende de aynı karakter
vardır. Eğer karşındaki inatçı, bir şeyde ısrar eden bir insansa hiç onunla
tartışmaya girmezdi. Ben de aynı kafada olduğum için babamla hiçbir tartışmamız da olmadı. Meslek seçiminde de öyle. Teknik Üniversite’ye girdiğim zaman, önce makine bölümüne girdim. Sonra gemi inşaat bölümü
kuruldu, buraya geçmek istedim. “Ya, bu meslek geçerli mi?” diye tereddüt etti. Hatta gidip İsmet Paşa’ya danıştı, “Teoman, gemi inşaat mühendisi olmak istiyor, ne diyorsun, senin fikrin ne?” diye. O da “Çok isabetli bulurum, Türkiye’de bu mesleğin geleceği var” demiş. Babam ondan sonra
fazla bir itirazda bulunmadı. Mesela bizi alır sinemaya götürür, maça götürürdü. “Bugün sizi maça götüreceğim” derdi, öğlen uykusu uyurdu mesela. “Hadi gideceğiz” diye sabırsızlanırdık. “Acele etmeyin, ben bilirim saatini” derdi. Bize yer ayırıyorlar nasıl olsa diye. Babamız olmadan gidersek
kimse yer ayırmıyordu, o yüzden babam götürsün isterdik ki, rahat girelim.
Hangi takımı tutuyorsunuz?
Ben maalesef Galatasaray’ı tutuyorum.
Neden maalesef?
Kazım Özalp, Mustafa Kemal Atatürk’le İzmit’te / 5 Haziran 1926
işgal edildiği gün, İzmir’den kaçıyor, Bandırma’ya gidiyor. Genelkurmay
Başkanı, “Kumandanlığa tayin, Padişah’ın onayıyla olur. Ben edemem,
ama vekilliğine tayin ederim” diyor. Babam, “Bu benim için kafidir” deyince
oradan emri alıyor. Kalkıyor geliyor, Fırka Kumandanlığı’na gidiyor, “Ben
buraya tayin oldum” diyor. Kumandan da bırakıyor babama 61’inci Fırka’yı.
Öyle başlıyor. Ama Balıkesir’de vatanperver ve münevver grup var. Ondan sonra Atatürk’le temas kuruyorlar. Meclis kurulacağı zaman da Mustafa Kemal Paşa, oradaki örgütlerin başlarına yazı yazıyor: “Münevver, vatanperver kimseleri yollamaya çalışın”. Babam sonra aynı zamanda Meclis üyesi olmaya başlıyor. Ama gitmiyor ki, cephede görevi var. Ta Sakarya
Muharebesi bitiyor, 1919-1922, düşünün 2 yıl sonra Meclis’e gidiyor. Milli Savunma Bakanı oluyor. O zamanki adıyla Milli Müdafaa Vekaleti. Babamın 34 sene devamlı milletvekilliği vardır.
En uzun Meclis Başkanlığı yapan da babanız...
Galiba, tam bilemiyorum. En uzun başkanlık yapanlardan biri.
Kazım Özalp çok büyük bir asker, çok önemli bir devlet
adamıydı. Sizin kişisel ilişkiniz nasıldı?
Şimdi insan kendi babasının özelinde konuşurken tamamen tarafsız olabilir mi? Onu kabul ediyorsanız... Yoksa babasını methediyor demeyin!
Kabul ediyoruz... Nasıldı ilişkiniz?
Babamla büyük yaş farkımız vardı. Ben doğduğum zaman babam 43 yaşındaymış. Üstelik görevleri nedeniyle, bizim o en çocuk dönemimizde, bizimle meşgul olabilecek bir imkanı yoktu. Onun için babamla olan çocukluk ilişkilerimde bir mesafe vardı aramızda. Belki babamın görevi nedeniyle, etraftan duyduğu saygı nedeniyle vardı. Ama babam, bizimle beraber olmayı isterdi, bizi her yere götürmek isterdi. Hep bizi düşünürdü.
Ama sonradan, ilk eğitim döneminde bize çok yardım ederdi. Bunun için vakit ayırırdı. Hatta ortaokula başladığımız zaman haritalarımızı çizerdi. Ayrıca
yapısı itibariyle sert karakterli olmadığı için, şefkatini bize gösterirdi. Babamla bir arkadaşlık oluşmadı aramızda, benim çocuklarımla olan arkadaşlığımız
gibi. Mesela bir gece bir yere gidip, kadeh kaldırmak, sohbet etmek, biraz
ileri geri hikayeler anlatmak gibi; böyle bir olay, hayatımız boyunca aramızda geçmedi. Ama o bize bağlı, biz ona saygılıydık. Fakat bir baba-oğul yakınlığıyla sürdü. Ablam da, ben de babamızı çok severdik, babam da bizi çok
severdi. Bizim için her türlü fedakarlığı yapmaya razıydı. Onu da biliyorum.
20 B+ YAZ
Birkaç seneden beri maalesef! Ben 1936’dan beri Galatasaray Kulübü üyesiyim. Bu sene 75’inci yılım. Eskiden ilgilenirdim, Divan toplantılarına giderdim, seçimlerle ilgilenirdim. Ama o kadar soğuttular ki! Yönetim ve futbolcular o kadar soğuttu ki Galatasaraylılıktan... Mesela bugün
Galatasaray-Beşiktaş maçı var, seyretmeyeceğim. Merak etmiyorum! O
kadar eminim ki kazanamayacağından! Galatasaray-Fener maçını da hiç
etmiyorum! Her seferinde bir rezalet, bir üzüntü. O yüzden “maalesef”
diyorum. Kulüpten istifa etmeye de utanıyorum. Futbolla ilgilenmeyi tamamen bırakamıyorum ama. Mesela öyle maçlar oluyor ki, Real MadridBarselona gibi, hele onları hiç kaçırmıyorum. Bütün spor müsabakalarını
seyrederim. Hepsini, ne rastlarsam! Sumodan masa tenisine kadar... Öyle
teselli oluyor insan. Sıkıntı o kadar çok ki! Haberleri ne dinleyeceğim? Dinlenecek hali mi var? Tartışmaların bile ayarı düştü.
Size babamı anlatıyordum, nereden nereye geldik! Yani babamı öyle tarif
ediyorum. Kendisinin yapısı itibariyle yaptığı işlerden asla böbürlenmeyen
bir adamdı. Ama yaptığı işlerin takdir edilmesinden hoşlanırdı.
Herkesle ahbaptı, herkesle sohbet ederdi. Hiç ayrım yapmazdı. Din, dil, ırk
hiçbir ayrım yapmazdı. Hep hakem rolü oynamış hayatı boyunca, uzlaştırıcı rol oynamış. Mesela, savaşlarda çok acımasız birtakım kararlar alan bir
insandı derler. Bir bakışta, “Benim babam bunları yapabilir mi?” dersiniz!
Ama öyle öğreniyoruz ki, bilmemne çatışmasında şöyle yapmış, bilmemnede de böyle yapmış... Yani asker olarak da, askerlik görevini önde tutmuş.
Ailesine çok düşkündü. Yalnız bize değil. Kardeşlerine de… Mesela İzmir’de
bir kardeşi oturur, haber almaz ise, “Ya bunun parası var mı?” diye dertlenir. Arada bir eline para geçer, tutar onu İzmir’e yollar. Yani eliaçıktı. Zaten
annem para hesabını babama bırakmazdı. Ona buna dağıtırdı. Parası varsa, verirdi. Parası da fazla yoktu zaten. Zamanında buraya gelip, bu araziyi
almışlar. O zaman 25 bin liraya almışlar. Sonra değerlenmiş, değerlenmiş,
şimdi bir daireyi zor tutabiliyoruz. Bundan yararlanıp daha fazla bir şey yapayım, diye hiçbir zaman düşünmemiş. Para mefhumu yoktu. Bankaya yatırayım, oradan faiz alayım gibi düşünceleri yoktu. Hayatında bankada parası olmamış bir adam.
Kazım Özalp’ın oğlu olmak sizin hayatınıza nasıl bir
sorumluluk yükledi?
Benim için büyük şans, mutluluk. Ben Kazım Özalp’ın oğlu olmasaydım,
bilmiyorum ama belki bu kafam yine olurdu. Benden akıllı çok insan var bu
dünyada; bilmiyorum, belki de daha akıllı olurdum! Ama Kazım Özalp’ın
meziyetleri bir ölçüde bize intikal etmiş. Onun yapısından bir şeyler almışız.
Ve bu bahaneyle çok şeyler tanımışız. Bir insan düşünün; çocukluğundan
itibaren en iyi şartlarda beslenmiş, en iyi şartlarda okumuş, en güzel evlerde
oturmuş, ya tabii bu bir şanstır! Atatürk’ü tanımış! Türkiye’de yetişmiş başka
münevver insanları tanımış, devlet adamlarını tanımış. Tabii bunların hepsini üst üste eklerseniz, herkesin erişmesi zor olan bir şey. Diyorum ya, gelmiş geçmiş en yaşlı Teoman benim. Çünkü Teoman ismini Türkiye’ye Atatürk getirmiş, ilk defa bana koymuş. Benim şansıma...
Şimdi laf aramızda; bana doğan bu fırsattan belki ben de yararlanmışımdır. Belki sınıfta öğretmen, okulda müdür, işyerinde patron, babama duyulan hürmeti dolayısıyla bana da hürmet duyarak işe başlamıştır. Bunlar
da olabilir. Bu, şansın içine giriyor. Hayatımda şanslıysam, bunlarda şanslıyım. Yoksa, hayatımda hiç piyango çıkmadı! Bu kadar bilet alıyorum... Bakın onu anlatayım; mesela babam her çekilişte bilet alırdı. “Ya ne zaman çıkacak” derdi. Çıksa çıksa amorti çıkardı bazen. Ben babamı tanıdım, 40
sene beraber yaşadık, bir kere Milli Piyango biletine bir şey çıkmadı. Her
hafta Spor Toto! Takım bilmez, tekniğini bilmez ama her hafta Spor Toto
oynardı. Böyle 30 kolon doldurur, 40 kolon doldurur, bir sistem uygular falan da, biliyor, çıkarıyor dersin. “Bizim Spor Toto’yu kim götürecek” diye
dertlenir, illa bir adam bulur para verir eline, yatırttırır.
Siz hiç siyaset yapmadınız, değil mi?
O biraz tatsız bir hikâye. Hiçbir zaman düşünmedim. Siyasetin devamlı konuşulduğu bir evde büyüdüğüm için, hiç de ayrı kalamadım. 10 yılı aşkın
Gemi İnşaat Fakültesi Dekanlığı yaptıktan sonra, daha evvel Makina Fakültesi Dekanlığı da yapmıştım, o görevim de bitmişti, 12 Eylül olayları oldu.
Büyük bir huzursuzluk vardı memlekette ve ben bu huzursuzluk yüzünden,
hatta günü geldi üniversitede talebelerin içinde polis tarafından coplandım.
Çok olaylardan sonra 12 Eylül oldu. O zaman herkes memlekete sükûnet
gelecek, kurtuldu diye düşündü. Şimdi o günleri anlayabilmek için, bilfiil olayların içinde yaşamış olmak lazım. Her gün hayatımız tehlikede. İster
öğrenci ol, ister profesör ol! 12 Eylül’den sonra bana bir teklif geldi, “Kurulacak olan Danışma Meclisi’nde illa görev alın”. Ben siyasete girmek istemiyorum, işte sizin gibi adamlar lazım, demokrasi en kısa zamanda gelecektir falan dediler... Peki, dedik gittik, Danışma Meclisi üyesi olduk. Baktım ki,
orada bile maalesef, herkes Atatürkçü ama gene de tartışmalar, konuşmalar öbür Meclis gibi. Aralarında anlaşmalar falan, benim hiç gözüm tutmadı!
Döndüm, bir daha hiç politikaya girmedim. Gittiğim politika mıydı, bilmiyorum. Ama değerli kimselerle tanıştım; hakikaten Atatürkçü, çalışkan insanlar vardı, vatanperver insanlar vardı. B+
B+ YAZ 21
Yıldönümü
“Bağımsızlık İçin
İlk Adım”
Yazı: B+ Fotoğraf: ERDEM AYDIN, ALAADDİN SAVAŞ, ALAATTİN TİMUR
Beşiktaşlılar emperyalist güçlere karşı “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyerek
1919’da yola çıkan Ata’larını bu yıl da coşku ile izlediler.
22 B+ YAZ
M
15 Mayıs - Beşiktaş Meydanı’nda “İlk Adım Halk Koşusu” başlıyor.
ustafa Kemal Atatürk’ün Akaretler’deki evinin
önü 16 Mayıs sabahı dakikalar geçtikçe kalabalıklaşıyor. Beşiktaşlılar bir kez daha Ata’larının izini
takip ederek onun 1919’da Bandırma Vapuru’na
bindiği Dolmabahçe sahiline kadar coşkuyla yürümeye hazırlanıyor. Beşiktaş Belediyesi’nin
“Bağımsız İçin İlk Adım” etkinliklerinin bu yıl üçüncüsü düzenlendi. Her yıl
artan bir coşkuyla kutlanan etkinliklerin Beşiktaşlılar için anlamı büyük. Bu
anlamı gözlerden de anlamak mümkün. Onlar adeta Ata’ları ile bütünleşiyor
o gün… Atatürk’ün “ İstiklal-i tam benim karakterimdir/ Kurtuluş benim düşüncem, gün ışığım, alın terimdir” diyen sözleri kulaklarda çınlıyor.
Beşiktaşlılar 16 Mayıs 1919’un anlamını iyi biliyor. O gün Mustafa Kemal
Atatürk ve arkadaşlarının “Bağımsızlık İçin İlk Adım” attığı gün.
“İlk Adım Halk Koşusu” - Ortaköy’e yaklaşırken...
Türk Bağımsızlık Savaşı 16 Mayıs 1919’da Beşiktaş’ta başladı. O güne kadar “bağımsızlık” fikrini beyinlerinde oluşturmuş Mustafa Kemal önderliğindeki kurtarıcı kadrolar işgal altındaki İstanbul’dan Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’na giden yolu açtılar.
16 Mayıs 1919 Cuma günü Beşiktaş Sinan Paşa Camii’nde Osmanlı Padişahı Vahdettin ile son görüşmesini yapan Mustafa Kemal Paşa,
Akaretler’de oturan Annesi Zübeyde Hanım ve kardeşi Makbule Hanım ile
vedalaşır. Bir grup silah arkadaşıyla da buluşarak Beşiktaş İskelesi’nden bir
gambota binerler, açıkta bekleyen Bandırma Vapuru’na çıkarlar. 16 Mayıs
1919 Cuma günü Beşiktaş’ta, mazlum ulusların tarihinin dönüşümü başladı.
Bu büyük dönüşümün öncüsü Türk ulusu adına “İlk Adım” atıldı. Çünkü 16
Mayıs 1919’da Karadeniz’e açılan ve rotası Samsun olan Bandırma Vapuru, sadece bir grup insanı Anadolu’ya taşımadı. Bandırma Vapuru’nun gerçek yükü, bağımsızlıktı, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ydı. Türk ulusuna onurlu, bağımsız ve aydınlık bir gelecek kurma programıydı.
B+ YAZ 23
Beşiktaş’ta atılan “Bağımsızlık İçin İlk Adım”ın sonunda özgür Türkiye
Cumhuriyeti vardı. Bu nedenle, Beşiktaş Belediyesi her yıl 16-19 Mayıs tarihlerini “Bağımsızlık İçin İlk Adım” şenlikleri olarak kutluyor. Hem çağdaş
tarihin onurlu kentlerinden biri olduğunu kutlamak, hem de bu eşsiz mirası
kent belleğimize kazımak için…
Her yıl 16-19 Mayıs tarihleri Beşiktaşlıların küresel emperyalizmle yüzleşme ve hesaplaşma günleridir. Beşiktaşlılar 16 Mayıs 1919’da Bandırma
Vapuru’yla yola düşenler gibi düşünmek için atarlar “adımlarını” ve onlar
gibi; bağımsızlık ve onur için, Cumhuriyetimiz ve geleceğimiz için ne yapmak zorunda olduğumuzu bilirler...
“Bağımsız Türkiye İçin İlk Adım”ın 16 Mayıs 1919’da Beşiktaş’ta atılmasını
her yıl etkinliklerle kutluyor Beşiktaşlılar. Geniş bir katılımla gerçekleşen etkinlikler dört gün boyunca sürüyor. Şimdi bu yıl neler yapıldığına bakalım…
15 Mayıs - Bağımsızlık için Halk Koşusu
Beşiktaş Belediyesi, 16-19 Mayıs “Bağımsızlık İçin İlk Adım” etkinlikleri
kapsamında bu yıl ilk kez halk koşusu düzenledi. 15 Mayıs Pazar günü saat
09:00’da Beşiktaş Meydanı’nda başlayan koşu, Arnavutköy’de son buldu. Koşuya katılanlar finalin ardından Arnavutköy Şenliği’ne katıldı.
16 Mayıs - “Bağımsızlık İçin İlk Adım” Yürüyüşü
Beşiktaş Belediyesi’nin “Bağımsızlık İçin İlk Adım” yürüyüşü geniş bir halk
katılımıyla ve coşku içinde geçti. Atatürk ve silah arkadaşlarının Bandırma
Vapuru’na binmesini temsil eden yürüyüş, Akaretler’deki Mustafa Kemal
Müzesi önünden, Beşiktaş Meydanı’na kadar sürdü.
Yürüyüş öncesi bir konuşma yapan Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail
Ünal, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’ten ödün vermeyeceklerini söyleyerek, “Ata’mızın bize göstermiş olduğu yolda kararlılıkla yürüyeceğiz, Bundan kimsenin şüphesi olmasın” dedi.
Arnavutköy’de “İlk Adım Halk Koşusu”nda dereceye girenler ödüllerini İsmail Ünal’dan aldı.
24 B+ YAZ
“İlk Adım Halk Koşusu” Arnavutköy’de sona erdi.
Konuşmaların ardından bando eşliğinde yapılan yürüyüş Beşiktaş Kadıköy İskelesi yanındaki parka kadar sürdü. İsmail Ünal, burada öğrencilere Cumhuriyet’i koruma yemini ettirdi. Ünal, Beşiktaş Kaymakamı Sadettin
Yücel’le birlikte Atatürk’ün Bandırma Vapuru’na binişinin 92’nci yıldönümü
nedeniyle deniz kenarına çelenk koydu.
Kutlamaların akşamında ise Beşiktaş Kentlileri Barbaros Meydanı’nda
Volkan Konak konserine katıldılar.
16 Mayıs - “Bağımsızlık İçin İlk Adım” yürüyüşü öncesi Mustafa Kemal Müzesi önünde
İsmail Ünal katılımcılara konuşma yaptı.
“Bağımsızlık İçin İlk Adım” yürüyüşü Akaretler’de başladı.
B+ YAZ 25
“Bağımsızlık İçin İlk Adım” yürüyüşüne çocuklar yoğun katılım gösterdi.
16 May›s’ta
“Bağımsızlık İçin
‹lk Ad›m” yürüyüşü
ve Volkan Konak
konseri büyük
bir katılımla
gerçekleşti.
Barbaros Meydanı’ndaki Volkan Konak konserine
Beşiktaşlılar bayraklarıyla katıldı.
26 B+ YAZ
17 Mayıs- Cumhuriyet Tanıkları Sergisi
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna omuz vermiş ve onun ilk yıllarına tanıklık etmiş isimlerin fotoğraflarından oluşan “Cumhuriyet Albümü”nü hayata geçirmek için yola çıkan Beşiktaş Belediyesi projenin ilk sonuçlarını bin
fotoğraftan oluşan muhteşem bir sergiye dönüştürdü. Sergi 17 Mayıs 2011
tarihinde Beşiktaş’taki Mustafa Kemal Kültür Merkezi Beşiktaş Çağdaş’ta
ziyarete açıldı. Cumhuriyet Tanıkları projesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne taşıdığı birikime sahip çıkmayı ve bu kapsamda çekilmiş tüm fotoğrafları bir veri tabanında toplamayı hedefliyor. Bu projeden şimdiye kadar
elde edilen sonuçlar Beşiktaş Çağdaş’ta sergileniyor. Sergide her fotoğrafın yanında o fotoğraftaki kişilerin kimlikleri ve görevleri hakkında bilgiler yer alıyor. Proje kapsamında bu serginin farklı kent ve mekânlarda tekrarlanması hedefleniyor. Böylece fotoğraflarda yer aldıkları halde kimlikleri tespit edilememiş olan kişiler hakkında onları tanıyan ziyaretçilerden bilgi alma imkânı da olacak.
B+ YAZ 27
Ve 19 Mayıs...
19
Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nda
kutlamalar
devam etti. 19 Mayıs kutlamaları sabah saat
09.00’da Beşiktaş Kaymakamı Sadettin Yücel ve Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın katılımıyla yapılan resmi tören ile
başladı. Resmi törenin ardından Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal Arnavutköy Türkan Saylan Parkı’nda konuşma yaptı.
Akşam, sıra Beşiktaşlıların coşku ile katıldığı fener alayına
geldi… Saat 19:00’da Şairler Sofası Parkı’nda fener alayı ile
başlayan yürüyüş, Barbaros Meydanı’na kadar Türk bayrakları ve meşalelerle hep birlikte söylenen marşlar eşliğinde devam etti. 19 Mayıs kutlamaları Barbaros Meydanı’nda verilen
Kürşat Başar, Burçin Büke konseriyle son buldu.
Her yıl daha da artan bir katılımla Beşiktaşlılar “Bağımsızlık
İçin İlk Adım” etkinliklerine destek veriyor. “Bağımsızlık Türküsü” her yıl dalga dalga yayılıyor Beşiktaş’a... B+
28 B+ YAZ
19 Mayıs yürüyüşü fener alayı eşliğinde Akaretler’de başladı.
19 Mayıs - Burçin Büke, Kurşat Başar konseri
Tarih yaratan kent; Beşiktaş
Günümüzde her şey kentlerde olup bitiyor. Bir anlamda “yeni kent
uygarlıkları”ndan söz edilebiliniyor. Fakat her kentin böyle bir şansı yok.
Ancak özel ruhu olan; tarih yaratan, ciddi tarihsel mirasları olan kentler
öne çıkıyor. Bu bağlamda günümüzdeki anayasal düzenle buluşan tarihi süreci başlatan Magna Carta Libertatum’un ("Büyük Özgürlükler
Sözleşmesi"nin), 1215 yılında imzalandığı kent olarak ayrı bir anlama sahip olan Londra; 1848 Devrimi ile yoksullarının ayaklanarak “eşitlik ve özgürlük” taleplerini dile getirdikleri modern devrim tarihinin başlangıcını temsil eden kent olarak Paris; II. Dünya Savaşı’nın Doğu Cephesi'nde, yapılan savaştaki inatçı savunmasıyla Stalingrad, "tarih" yaratan kentler arasında öne çıkanlar... Beşiktaş kenti de, aynı şekilde 16 Mayıs 1919’da oynadığı rolle çağdaş Türk ve dünya tarihinde ciddi bir dönüşüme öncülük yaptığı için özel ve önemlidir.
B+ YAZ 29
Sanatçı gözüyle
Çevresine ışık saçan bir sanatçı:
Prof. Dr. Cana Gürmen
Röportaj: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ
K
Otuz beş yıldır Ulus’ta yaşayan Cana Gürmen öğrendiği her yeni bilgiyi
öğrencilerine aktarmaktan büyük keyif alıyor.
Sahnede ise müziğin büyülü dünyasında yolculuğa çıkarıyor bizleri.
endine has üslubu ile bir peri kızı misali, her gün bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle piyanonun tuşlarında dans
ediyor Cana Gürmen. Müziğe, sanata sevdalı bir annenin
gösterdiği yolda, henüz yedi yaşında yürümeye başlamış.
Reiki, meditasyon ve aragonit de hayatına anlam katıyor
Cana Gürmen’in. Etrafına yaydığı enerji hemen hissediliyor; sahnedeki ışığı evrensel enerjinin paylaşımını simgeliyor adeta. Fulya
Sanat’ta Suna Kan’la birlikte sahne alan Cana Gürmen, sekiz yıllık bu birlikteliğin daha uzun yıllar süreceğini müjdeliyor bize. Otuz beş yıldır Ulus’ta
yaşayan Prof. Cana Gürmen, “İlk aşkı, en mutlu olduğum günleri burada yaşadım. Evime de, semtime de çok bağlıyım” diyor.
Çocukluğunuzdan başlayalım… Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Cana Gürmen: Çocukluğum, kendimi mutsuz hissettiğim bir dönemdi. Şim-
30 B+ YAZ
diki çalışma tempom, ben kendimi bildim bileli vardı. Annem müzisyen bir
ailede büyümüş. Selanikli dedem piyano çalarmış. Manastırlı annemin sesi
çok güzeldi. Hep şarkı söylerdi. Dayılarım gitar çalardı. Annem piyano çalmayı ve konservatuara gitmeyi çok istemiş, fakat İkinci Dünya Savaşı yıllarında dedem büyük bir mali kriz içine girince aile İstanbul’a göç etmiş. Doğal
olarak annem olanaksızlıktan konservatuara gidememiş. Bu zor şartlar altında hayat devam ederken annem çok genç yaşta babamla evlenmiş.
Ne işle uğraşırdı babanız?
C.G: Tekstil makineleri üreten bir fabrikası vardı. Müzikle hiç ilgisi yoktu.
Benim müzikle ilgim, tamamen annemin yönlendirmesiyle oldu. Annemin
arka arkaya üç çocuğu olmuş. Küçüklüğünden beri içinde ukde kaldığı için,
bizi konservatuara göndermek istemiş. Bir akrabamız kanalıyla bizi konservatuar sınavına sokmaya karar vermiş.
Kaç yaşlarındaydınız?
C.G: Ben yedi, kızkardeşim altı yaşındaydı o zaman. İki kardeş sınavlara girdik, kazandık ve okula başladık. Prof. Ferdi Statzer’in öğrencisi olduk. On yıl boyunca hem okula gittik, hem de piyano eğitimine devam ettik. Kardeşim, liseyi bitirdiğinde müzik eğitimini bıraktı. Bu arada iki sene
sonra kardeşimiz Abdullah da sınava girdi ve olağanüstü kulağı olduğu ortaya çıktı. Keman bölümüne alındı. Hocamız Statzer’in eşi Lili Statzer’in
öğrencisi oldu.
İlkokulu bitirdikten sonra İstanbul Erkek Lisesi’ne gitmeyi çok istedim. Giriş sınavını kazanmama rağmen konservatuarla beraber yürütemeyeceğimi düşünen ailem beni özel bir koleje gönderdi. Okuldan çıkınca konservatuara, hafta sonları ailece Statzer’in evine gidiyorduk. Kızkardeşim ve ben
salonda piyano dersi alırken, erkek kardeşim de Madam Lili ile keman çalıyorduk. Boş zamanlarımızda da ya ders yapıyor ya da piyano çalışıyordu.
Kardeşler arasında uyumun olduğu bir evde çocukluk
dönemi kötü geçer mi?
C.G: Kötü değil, ama zor bir yaşamdı. Babam disiplinli bir insandı. Kendisi
zor bir çocukluk dönemi geçirdiği için hep çalışmamızı isterdi . Bizim de çalışmaktan başka yaptığımız pek bir şey yoktu.
Unutamadığım anım, anneannemin bizi sevgiyle sardığı anlardı. Biz çalışırken yanımızda oturur, bize destek olmaya çalışırdı. Annem ise çok iyi
bir kulağa sahip olduğu için her yanlış notaya bastığımızda mutfaktan bize
seslenir, ’’Yanlış çaldın, düzelt’’ diyerek ikaz ederdi.
ben o sırada evlenmeye kararlıydım, hatta düğün tarihimiz bile belirlenmişti. Kayınvalidemin bütün hayali, kayınpederimin Boğaziçi Üniversitesi’nde
elektrik bölüm başkanı olması dolayısıyla Kennedy Lodge’da evlenmemizdi. Hatta dolunay olacağı için 2 Temmuz tarihi bile belirlenmişti. Kafama
koydum ve düğünden bir hafta önce bütün dersleri verip mezun oldum.
İlk aşkı,
en mutlu olduğum
günleri burada
yaşadım.
Evime de
semtime de
bağlıyım.
Müzik hayatınız nasıl devam etti?
C.G: Benim kemana ilk eşliğim, kardeşim Abdullah’la başladı. İTÜ’de televizyon deneme yayınları başladığında, beraber program yaptık, uzun yıllar
konserler verdik. Bu dönemde hocamın yönlendirmesiyle değişik enstrüman çalan birçok arkadaşlarıma eşlik ettim. Prof. Statzer’in ölümünden sonra Prof. Meral Yapalı ile çalıştım. Beni, Ankara Devlet Konservatuarı’ndan
mezun olmam gerektiği konusunda yönlendirdi. Aynı eğitim programına
rağmen İstanbul’daki belediye konservatuarı lise düzeyinde diploma verirken, Ankara Devlet Konservatuarı üniversiteye bağlı lisans diploması veriyordu. 1977 yılının şubat ayında Ankara’ya gittim. Prof. Kamuran Gündemir ve Prof. Mithat Fenmen beni dinlediler ve haziranda gelip sınavlara girmemi söylediler.
Bir anda on üç sınavla başbaşa kaldım! Ne zaman çalışıp nasıl bitireceğimi
bilemiyordum. Hiç unutmam, “Yedi senede bitirenler var” dediler. Halbuki
Eşinizin ailesi ile ilişkiniz nasıl oldu?
C.G: İkisi de çok özel insanlardı, sanatçı kişiliğimin gelişmesinde en büyük manevi desteği onlardan gördüm. Kayınvalidem bir tek oğlu olduğu
için beni daima kızı yerine koydu. Kayınpederim Haldun Gürmen ise, klasik
müziğe çok genç yaşlarda ilgi duymuş, her konuda keyifle tartışabildiğim,
çok bilgili bir kişiydi. Belçika’da Liege Üniversitesi’nin elektrik mekanik bölümlerinden mezun olmuş, İTÜ’de senelerce hocalık ve dekanlık yapmış,
aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nde hocalık yapmayı sürdürmüştü.
YÖK kurulurken İhsan Doğramacı’nın teklifiyle kurucu üye olmayı kabul etmiş, ama bir süre sonra ayrılıp Amman’da Ürdün Üniversitesi’nde elektrik
bölümünü kurmuştu. Ardından Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz Üniversitesi elektrik
bölümü başkanlığını yaptı, Lefke Üniversitesi’nin rektörlüğünü yürüttü. Yakındoğu Üniversitesi’nde hocalığa devam ederken 88 yaşında geçirdiği bir
trafik kazasında hayatını kaybetti .
Sanat hayatınıza dönersek, Ferdi Bey’in eşlik etmek için
sizi seçmesi belki de karakterinizin doğru anlaşılması ile
ilgiliydi, değil mi? Uyumlu bir insan olduğunuz biliniyor…
C.G: Nereden duyduğunuzu bilmiyorum ama, şimdiye kadar birçok sanatçıyla
dünyanın değişik yerlerinde ,Türkiye’nin birçok şehrinde sayısını hatırlamadığım
konserlerde beraber sahne paylaştım ve herkesle son derece keyifli ve her konserde bambaşka hislerle büyük bir uyumla çaldığımı söyleyebilirim.
Suna Kan’la sahnedeki uyumunuz dikkat çekiyor,
bambaşka bir birliktelik sergiliyorsunuz. Fulya Sanat’ta
Beşiktaşlılar sizleri ilgiyle dinledi. Nasıl başladı ilişkiniz?
Genç yaşta kaybettiği kardeşi Abdullah, Cana Gürmen’e
ilk eşlik eden sanatçıydı
C.G: Çok genç yaşta hocalığa başladım, uzun yıllar kemancı Saim Akçıl ile
çalıştım. Onunla dünyanın çeşitli yerlerinde konserler verdik. İlk kez Uluslararası Varna Festivali’nde çaldım, çok olumlu kritikler aldık. Sonra Saim
Bey’in elinde bir problem oluştuğundan orkestra şefliğine yöneldi. O dönemde çeşitli sanatçılarla konserlere devam ettim. Devlet sanatçısı Bas
Ayhan Baran ile uzun süre beraber aynı sahneyi paylaştık. Ayhan Bey, çok
güzel sese sahip bir sanatçımızdı. Onunla da çok güzel bir uyum yakaladık.
1998’de İstanbul Filarmoni Derneği Genel Sekreteri Panayot Abacı bana
telefon ederek Suna Kan ile bir konser teklifinde bulundu. Ayhan Bey, beni
Panayot Bey’e o kadar methetmiş ki, işte teklif böyle geldi. Teklif, İzmir’de
yapılması düşünülen özel bir konser içindi. Panayot Bey’in “Cana, sana bir
müjdem var, Suna Kan’la çalacaksın” dediğinde yaşadığım heyecanı hâlâ
hissediyorum. Çocukluğumdan beri hayranlıkla izlediğim, Türkiye’nin en
tanınmış ve benim için erişilmesi çok güç olduğunu düşündüğüm bir saB+ YAZ 31
rasıyla kendimi enerjiyle doldururum. Kızım İrem’in de üniversite sınavlarına hazırlanırken vaktinin büyük bir bölümünü bu parkta çalışarak geçirdiğini söyleyebilirim. Üstelik şehrin korkunç gürültüsünden uzak ama bir o kadar da ulaşım kolaylığına sahip...
Aynı dünyanın içinde iki farklı eylem içindesiniz,
hem eğitimci hem de icracısınız. Bu ikisi nasıl bütünleşiyor?
C.G: Bence en önemli unsur sevgi. İkisini de ayrı ayrı çok sevdiğim için bu
işleri yapmaktan mutluluk duyuyorum. Eğitmenlikte ilk şart sevgiyle yaklaşmak, çünkü karşınızda çocuklar var. Çocuklara sevgiyle yaklaştığınız zaman onlar da size sevgiyle bakıyor ve aranızda çok güzel bir iletişim kuruluyor. Hele Türkiye’de verilen klasik müzik eğitiminin çok yüzeysel olduğunu düşünürsek, çocuklara daha dikkatli yaklaşmamız gerekli. Bugün bir de
sanal ortam var; çocukları her gün 2-3 saat bir enstrümanın başına oturtmak çok zor. Ben kendi kızıma yaptıramadım mesela. “Anne ben hareket
etmek, spor yapmak istiyorum. Özel ders alayım, hobi olarak çalmaya devam edeyim ama konservatuara gitmek istemiyorum” dedi. Psikoloji okudu, şimdi insan kaynakları alanında çalışıyor. Psikolojiyi ben okumak isterdim, o okudu, kızımda eksiklerimi tamamladım. Onun gibi bir çocuğa sahip
olduğum için gerçekten çok şanslıyım. İki yıl önce evlendi, sayesinde bir de
erkek evlada sahip oldum.
Suna Kan ve Cana Gürmen...
Uyumlu birliktelikleri hayranlık uyandırıyor
natçısıyla beraber aynı sahneyi paylaşacağımın düşüncesi bile beni havalara uçurmuştu. İlk kez İzmir’de havaalanında bir arabanın içinde tanışarak
birlikte müzikte yolculuğa başladık.
O gün bugündür birbirinizden ayrılmıyorsunuz değil mi?
C.G: İzmir konserimiz çok başarılı oldu. O gün bugündür bu yolculuğumuz
devam ediyor. Suna Hanım pek yorum yapan biri değildi, konser bitiminde bir daha beraber çalıp çalmayacağımız hakkında hiçbir fikrim yoktu ama
sonra bütün konserlerde beraber çalmaya başladık ve bugüne kadar geldik.
Benim için olağanüstü bir şans oldu. Dünyanın her yerinde konserler vermiş,
uluslararası düzeyde tanınan, repertuarı çok geniş, çok sağlam bir kemancı
Suna Kan. Birbirimizle o kadar değişik bir iletişimimiz var ki, ben onun sahnede ne yapacağını kalben hissediyorum, o da benim ne yapacağımı çok
iyi biliyor ki son derece rahat çalıyor. Konser sırasında birbirimize bakmayız
bile. Konserden önce buluşur, bir iki prova yaparız. Ben onun konser anılarını dinlemekten büyük keyif alırım, konser turnelerimizde başbaşa kalacağımız anları sabırsızlıkla bekleriz. Son senelerde Suna Hanım’ın bazı sağlık
sorunları oldu, geçen sene kaza geçirdi; omurgasında kırıklar oluştu. Buna
rağmen büyük bir güçle ve inançla çalmaya devam ediyor.
Eşiniz Nedim Bey’le nasıl tanıştınız?
Eğitimde araştırmacı olmak lazım. Benim eğitimciliğin yanı sıra icracı da
olmam kendimi geliştirmem açısından çok önemli. Her çalışmamda, her
konsere hazırlanışımda yeni bir şey keşfediyorum. Hiçbir konserdeki icra,
bir öncekinin aynı değil, gelişim bu işte. Ayrıca takip ettiğim masterclass
ve konserlerde çalan sanatçıların performanslarını izlerken öğrendiklerim,
bana öğrenmenin yaşı olmadığını hatırlatıyor. Ben de öğrendiğim her yeni
şeyi öğrencilerime aktarmaktan büyük keyif alıyorum.
Bir bestecinin eserini icra ederken farklı yorumlar katmak
ne kadar mümkün?
C.G: Aynı eseri birçok kişiden dinlediğinizde her birinin farklı şekilde çaldığına tanık olursunuz. Belli bir teknik düzeye geldikten sonra çaldığınız esere yorum katmak kişinin özelliklerine bağlı. Sahneye çıkana dek yaşadıklarınız, seslerin derindeki tınısını yakalamak için uğraşılarınız…Özellikle de,
oda müziği yaparken o anda beraber çaldığınız kişi veya kişilerle iletişiminiz… Farklı kişilerle tamamen farklı bir iletişim içine giriyorsunuz. Bu şuursal
bir iletişim! Kalpten, beyinden gelen bir elektrikle o iletişim kuruluyor. Her
zaman herkesle yakalanamıyor.Tabii ki beraber çalındığında müzik anlayışının da aynı olması çok önemli bir faktör.
Siz çok genç yaşta doçent oldunuz, sonra da profesör...
C.G: Evet, ama profesörlüğü uzun süre kabul edemedim, çünkü benden
önce profesör olması gereken bir hocamız vardı ve üniversitede kadro çok
kısıtlı olduğu için ben haddimi aşmak istemedim. Sonra kadro açıldı ama ben
yine kabul etmedim, çünkü kadroya geçtiğim zaman maaşım yarıya iniyordu. En sonunda babamın hatırı için, “Ben seni profesör olarak görmek istiyorum” dediği için 1999 senesinde, 44 yaşındayken profesörlüğü kabul ettim.
C.G: Eşimle Florya’da tanıştık, ailesiyle yaz aylarını oradaki evlerinde geçiriyorlardı. Eşim Nedim o zaman Fransa’da Lyon Üniversitesi’nde iktisatişletme eğitimi yapıyordu. Ben tanıdığımda Fransa’dan tatile gelmişti. Haziran ayıydı, ben de liseden yeni mezun olmuştum. Artık birazcık tatil yapacaktım, hiç çalışmadan geçecek en fazla bir-iki gün… Orada karşılaştık, birbirimize âşık olduk. Bir hafta sonra, bir gençlik gecesinde tekrar karşılaştık ve gizlice flört etmeye başladık. Yaz aşkı diye bakıyorum ilişkimize. O dönemlerde
flört, uzaktan uzağaydı. Çok az görüşebiliyorduk. Sonra Nedim ani bir kararla Fransa’ya gitmekten vazgeçti ve burada tekrar üniversite sınavlarına girerek Mimar Sinan Üniversitesi’ne bağlı, o zamanki adıyla Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksekokulu’na girdi. Ben de hukuk ve psikoloji bölümlerini
kazanmıştım ama konservatuar ve piyano eğitiminde karar kıldım.
C.G: Her şeyden önce Beşiktaş ilçesine böyle bir konser salonunun kazandırılmasını çok önemli buluyorum. Birtakım eksiklerin giderilmesi gerekiyor; klasik müzik konseri için düzenlenmiş bir salon değil ama revizyona alınacağını
ve bir konser salonu için en uygun düzenin sağlanacağını öğrendim. Bu eksikler de tamamlanınca fevkalade bir salon olacak. Tanıtımı iyi yapılırsa klasik
müzik dünyası için çok iyi bir imkân yaratacağını düşünüyorum.
Eşinizle evlendikten sonra yıllar yılı Ulus’ta oturduğunuzu
söylediniz. Ulus’u, Beşiktaş’ı hangi sözlerle anlatmak
istersiniz bize?
Müthiş bir tempo içinde yaşıyorsunuz. Sizin evrensel
enerjiyi içinize alarak çevrenize ilettiğinizi, şifacı bir
yanınız da olduğunu biliyorum. Nasıl oldu bu?
C.G: İlk aşkımı, en mutlu olduğum günlerimi burada yaşadım. Bu eve de,
semtime de çok bağlıyım. 1977 yılında evlendiğimizden beri bu evde oturuyoruz. O kadar güzel bir konumu var ki, bir yandan Boğaz’ı görüyordum, diğer yandan çamları... Ben deniz ve doğa hastasıyım. Daha sonra ön tarafa yapılan evler denizi görmemizi engelledi maalesef. Boğaziçi Üniversitesi’nin bahçesinde büyüttüm kızımı, ağaçların altında… Havası çok güzel. Bence İstanbul’un en güzel yerlerinden biri. Beşiktaş’ı ve bu
mahalleyi çok severim. İki adımda Ulus Parkı’na kaçar, büyüleyici manza-
C.G: Sizin de söylediğiniz gibi bu kadar çok yere yetişmek kolay iş değil.
Ben çok uzun senelerdir bir arayış içindeydim . Piyano çalıyorum, eğitmenlik yapıyorum, sosyal yaşamım çok yoğun. Ama içimde beni dürtükleyen
başka bir şey vardı. Ruh dünyasına ilk tanıklığım, Merkez Bilgi Alanı Vakfı
sayesinde gerçekleşti. Orada reiki enerjisiyle tanıştım, meditasyonlara başladık. Şifa teknikleri olarak öğrenebileceğim her şeyi öğrenmeye ve uygulamaya başladım. Önce kendimde, sonra yakınlarımda uyguladım. Bütün
çevreme de yaygınlaştırdım.
32 B+ YAZ
Fulya Sanat için neler söylemek istersiniz?
Bu arada benim hocam olan Reiki Master Sevgi Hanım bizi aragonit taşıyla tanıştırdı. Şimdi artık herkes tarafından yaygın bir şekilde kullanılan, çok
güçlü bir şifa ve enerjiye sahip olan bu taş da bana her konuda çok yardımcı oluyor. Sizin de kullandığınızı bildiğim için özellikle bahsetmek istedim. Bu bilgiler ve aragonit sayesinde, hem çocukluğumdan beri süregelen
sağlık sorunlarım, hem de konserlere çıkarken duyduğum endişe ve heyecanım giderek azaldı. Bana izleyicilerden gelen tepkiler de değişti. “Sizde
ne var bilmiyorum ama konserde çok mutlu olduk, etrafa yaydığınız ışık bizi
çok etkiledi” demeye başladılar. Oysa değişen benim performansım değildi. Sadece etrafa yaydığım enerji farklılaşmaya başladı. Çok yüksek bir frekansa sahip olan klasik müziğin insanlar üzerindeki etkisi çok farklıdır, ne
kadar çok dinlenirse o kadar çok benimsenir, sevilmeye başlanır.
Anne karnında bile klasik müziğin etkisi konuşuluyor…
C.G: Evet, artık bilim bunu doğruluyor. Eskiden bunlar hurafe olarak kabul
edilirdi. Ben bu bilgileri dile getirmeye çekinirdim ama şimdi anneler hamilelik dönemlerinden başlayarak bebeklerine klasik müzik dinletiyorlar.
Enerji kelimesi, bilen bilmeyen herkesce kullanılmaya başlandı. Ben görünmeyen bağların çok önemli olduğuna inanıyorum. Sahne üzerinde de
Suna Hanım’la kendi aramızda ve dinleyicilerle böyle bir bağ kuruyoruz. O
yüzden yarattığımız etki farklı oluyor.
Söylemek istediğiniz, eksik kalan bir şey var mı?
C.G: Çok şey var ama artık zamanımız kalmadı. Benim vurgulamak istediğim
en önemli şeylerden biri öğrencilerimin başarıları, vardıkları noktadaki mutlulukları, yıllar geçse de aramızdaki büyüyen sevgi bağları. ..Seneler evvel benim sınıfımda okumuş, orta dönemi bitirmiş, sonra ABD’ye gitmiş bir öğrencim yıllar sonra bana altı yaşındaki kızını getirdi, beraber çalışmaya başladık,
yani bir nevi torunum…
Çok genç yaşta, 22 yaşında hoca oldum. O zaman yatılı eğitim yapılıyordu;
mesela 18 yaşındaki çocuklar benim öğrencilerimdi, bana “hocam” diyemiyor,
“Cana abla” diyorlardı. Bazıları pop müziğini seçip star oldu. Sinan Akçıl, Ozan
Doğulu, Kenan Doğulu, Sertab Erener… Pop müziği yapan bir sanatçının arkasında klavye çalan eski bir öğrencim her sene gelir, “Hocam, hâlâ okulda
mısınız? Bakın, ben araba aldım, villa aldım” diye konuşur “Bırakın artık bu hocalığı, iki aranjman yapın, bol para kazanıp refah içinde yaşarsınız’’diyerek klasik müziğin maddi açıdan bir değeri olmadığını vurgular, beni kandırmaya çalışırdı. Ama benim misyonum hiç değişmedi. Aradaki dengesizliğe bakın… Ülkemizde maalesef klasik müzik sanatçılarının durumu bu.
Konservatuarda uzun yıllar piyano ana sanat dalı başkanlığı, müzik bölüm
başkanlığı ve bir yıl boyunca müdürlük yaptım. Müdürlük dönemi çok zordu, idarecilik benim görevim değildi aslında. Ciddi bir hatır için kabul ettiğim bir görev oldu.
Bundan sonra sırada neler var?
C.G: Cemal Reşit Rey’de 15 Haziran’da bir konserim var. Japon, çok genç
bir kemancıyla. Ryu Goto isminde 22 yaşında bir genç. Harvard Üniversitesi Fizik Bölümü mezunu aynı zamanda. Midori adında, dünya çapındaki kemancının kardeşi olduğunu ben de yeni öğrendim. Türk-Japon Yılı
dolayısıyla yapılan bir kültürel faaliyet için Japonya Başkonsolosluğu davet etmiş Goto’yu; beni de kendisiyle beraber çalmam için davet ettiler. 15
Haziran’da Cemal Reşit Rey’de olacağız.
Birçok kez Akatlar Kültür Merkezi‘nde de konserler vermiş bir sanatçı olarak sayın belediye başkanımızın kültür ve sanata verdiği önem ve değeri
takdirle karşılıyorum. Önümüzdeki yıl Fulya Sanat’ta yepyeni yüzüyle, yepyeni konserlerde buluşmak dileğiyle. B+
Hem icracı, hem eğitimci:
Prof. Cana Gürmen
Piyano eğitimine küçük yaşta İstanbul Belediye
Konservatuarı’nda, Prof. Ferdi Statzer’in sınıfında
başladı. İlk oda müziği konserini 10 yaşındayken
keman çalan kardeşi ile verdi. Eğitimi sürecinde
Salzburg Mozarteum Müzik Akademisi’nde Prof.
Scholz, Prof. Zecchi ve Prof. Engel’in kurslarına
katıldı, Prof. Margulis ve Prof. Zaritzkaya ile
perfeksiyon çalışmaları yaptı. Konservatuardaki
çalışmalarını Prof. Meral Yapalı ile tamamlayan
Gürmen, 1977 yılında Ankara Devlet Konservatuarı
Yüksek Piyano Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl İ.Ü. Devlet
Konservatuarı’na öğretim üyesi olarak atandı. Diğer
yandan, solistlik kariyerine de başlayan sanatçı,
Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde ve yurtdışında
uluslararası festivallere katıldı. Oda müziği dalında
Kemancı Saim Akçıl ve devlet sanatçıları Suna Kan
ve Ayhan Baran ile yaptığı uzun soluklu çalışmalar
Gürmen’in Türkiye’nin en geniş repertuarlı piyanistleri
arasında anılmasını sağladı. Kan ve Gürmen, 1998
yılından beri keman-piyano ikilisi olarak uluslararası
festivallerin yanısıra, Türkiye’nin birçok şehrinde
konser vermeye devam ediyorlar.1999 yılında
profesörlük ünvanını alan Gürmen, 2009 yılında
ABD’de Kennedy Center Vakfı tarafından altın
madalya ile ödüllendirildi. Halen çeşitli sanatçılarla
oda müziği konserleri vermeye devam eden Cana
Gürmen, İ.Ü. Devlet Konservatuarı’nda piyano ana
sanat dalı öğretim üyeliği görevini de sürdürüyor.
B+ YAZ 33
Yaşam
34 B+ YAZ
Beşiktaş’a
bahar indi...
Yazı: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: ALAATTİN TİMUR
Bahar, bir uyanıştır. Tabiat uyanır, günler uzar, ağaçlar yeşerir, çiçekler açar…
Biz, kentlerde yaşayanlar için baharın yeri ayrıdır. Zor geçen kışın üzerimizdeki yükünü
baharda atarız. Sokağa çıkarız, erguvanlara uzanırız, deniz ve yeşille kucaklaşırız.
İstanbul’un en büyük parkı, Boğaz, hayatın kendisi olur.
Beşiktaş’ta bahar bir başkadır. İstanbul’un baharı, Beşiktaş’tadır.
B+ YAZ 35
Beşiktaş sokakları sürprizlidir… Hiç ummadığınız bir anda,
karşınıza çiçekleri dallarına ağır gelen bir ağaç çıkabilir!
Roman ustası Yaşar Kemal’den görkemli bir bahar şiiri:
bugünlerde bahar indi Çukurova’nın düzüne
donandı ağaçlar
donandı dünya
donandı yeşilinden alından
sarısından
donandı delicesine
bir ışık fışkırır topraktan yağmur gibi
bir güneş doldurur ortalığı
bire canım
tüter
açıldı apaydınlık terütaze
devedikeni çiçekleri koskocaman
mosmor açıldı
nennilendi dağlar
(….)
Büyük ustaya saygısızlık olmazsa, şiiri Beşiktaş’a uyarlamak istiyoruz bu
sayı... Çünkü bugünlerde bahar indi Beşiktaş’a! Erguvanlar açtı, salkım salkım, eflatun... Bahar; yeşilliğiyle, Boğaz’ıyla bir başka yakıştı Beşiktaş’a!
Beşiktaşlıyız diye mübalaa ettiğimizi düşünmeyin; ilçemiz, neredeyse 360
bin metrekarelik park ve yeşil alanıyla, Boğaz’a kıyısıyla, İstanbul’da baharı doyasıya yaşayabileceğiniz en güzel yer. Haydi küçük bir tur yapıp,
Beşiktaş’ta bahar nasıl yaşanır, bir bakalım!
Beşiktaş Çarşısı
Beşiktaş’ın kalbi Beşiktaş Çarşısı’nda atar! Güneşin İstanbul’u ısıtmasıyla
birlikte çarşı daha bir hareketlenir. Kaldırıma çıkartılan masalar hiç boş kalmaz. Her türden insan, bu çarşıda buluşur: Acelesi olup, hızlı hızlı yürüyenler; havanın tadını çıkarmak istercesine kafelerde oturup, gelen geçeni seyredenler; alışverişe çıkanlar; çocuğunu gezdirenler ya da maça gelenler...
Çarşıyı özel yapan olgulardan biri de, lezzet tutkunlarına hitap etmesi! Balık Pazarı, zengin balık çeşidi ve balığın en güzel eşlikçisi rengarenk salata
36 B+ YAZ
Çocuklar baharı renkli uçurtmalarıyla karşıladı.
malzemeleriyle, uğrak yerlerden birisi. İsterseniz hemen orada ekmek arası
balık ziyafeti çekebilir ya da daha uzun vaktiniz varsa pazarın çevresindeki
meyhanelerin sokaktaki masalarında demlenebilirsiniz.
Çarşının mihenk taşlarından biri de Kaymakçı Pando. Pando da havalar
ısındı mı, sokağa bir-iki masa, sandalye atar. Burada çok uygun rakama,
dünyanın en lezzetli bal-kaymaklı kahvaltısını yapabilirsiniz.
Yolunuza devam etmeden önce Yedi-Sekiz Hasanpaşa Fırını’na uğramayı
unutmayın! Leziz kurabiyeleriyle ünlü fırından, yolda yemek için bir şeyler seçin.
Yürümekten yorulup, bir çay bahçesine oturduğunuzda, yanınızda bulunsun...
Çarşının içinde iki Rum, bir de Ermeni kilisesi var. Özellikle Balyan Ailesi’nin
desteği ile yapılan Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi iç süslemeleriyle görülmeye değer. Çarşı çıkışında ise Mimar Sinan’ın bir eseri olan Sinan Paşa Camii yer alıyor. Aceleniz yoksa, bir bahar günü bu tarihi eserlere de vakit ayırın.
Tarihi Yedi-Sekiz Hasanpaşa Fırını’ndan yükselen,
ağız sulandıran kokular tüm çarşıya yayılır…
Ortaköy
Popülerliğini hiç yitirmeyen bir başka semt Ortaköy. Özellikle barları, kafeleri ve restoranlarıyla gençlerin gece-gündüz uğrak noktası. Çarşısı, alışveriş merkezlerini sevmeyenler için bir cennet.
En bilindik yeri meydanı. “Entel Pazarı” olarak bilinen hediyelik eşya
tezgâhları, yerli yabancı turist için çekim merkezi. Gözütok ve miskin kedileri, kafanızın üstünden uçan martıları meydanın evsahipleri.
Tabii ki Ortaköy’e gidip, meşhur kumpirinin ve midye tavasının tadına bakmadan dönmek olmaz! Sırayla dizilmiş kumpirciler ve midyeciler arasında
seçim yapmakta zorlanabilir, kokoreçte de karar kılabilirsiniz...
Eski Beşiktaşlılar için Neşe Kafeterya’nın ayrı bir yeri vardır. Spesiyaliteleri;
kurufasulye, tavuklu pilav, tavuksuyu çorba, menemen... Eski tarz İstanbul
lezzetlerini tatmak isteyenler muhakkak uğramalı!
Beşiktaş Çarşısı’ndaki salaş meyhaneler,
taze balıkları ve keyifli ortamlarıyla ünlü.
Vapur iskelesinin hemen yanında Ortaköy Camii yükselir. Bu camiyi de,
İstanbul’da birçok mimari esere imza atmış Balyan Ailesi yapmış. Caminin
yakınındaki iki kilise ve bir sinagog, eskiden farklı etnik grupların Ortaköy’de
birarada yaşadığını hatırlatıyor...
Caminin yanındaki bina, bir zamanlar I. Abdülhamit’in kızı Esma Sultan’ın
yalısıydı. Büyük bir yangından sonra harabeye dönen yalıdan geride kalanlar bir otel grubu tarafından restore edildi. Şimdilerde çeşitli organizasyonlara evsahipliği yapıyor.
Abbasağa Parkı
Abbasağa Parkı, New York’taki meşhur “Central Park”ı anımsatır. Yüksek
apartmanlar, iş merkezleri, plazalar arasında bir vahadır adeta. Bahar açmış ağaçlar, taze çimenler, heykeller ve tabii ki kedileri ile park, mahallelinin gözbebeğidir.
Mahalle sakini, havalar güzelleşti mi, soluğu parkta alır. Sabah gazeteleri
burada okunur, keyif kahvesi burada içilir, çocuklar bisiklete binmeyi burada öğrenir... Parkın yokuşlu oluşu, yürüyüş yapanları nefes nefese bıraksa
da, benzersizliği onu vazgeçilmez kılar!
Bahar gelince Beşiktaşlı rahatlar, hayat hafifler…
Saat öğlene döndüğü vakit, parkın ziyaretçi profili değişir. Çevre işyerlerindeki çalışanlar, öğle yemeğini şehir curcunasından uzak, doğayla iç içe yemek için parka gelir. Parkın çevresindeki kafeler birden canlanır! Mahallelinin sakinliği, çalışanların hızlı hızlı yemek yemeleri hoş bir tezat oluşturur...
Boğaz
Boğaz’ın en keyifli sahilleri, Beşiktaş sınırlarındadır! Dolmabahçe’den başlayıp Aşiyan’a kadar uzanan sahil şeridi; tarih, doğa ve eğlenceyi birarada
yaşar. Hele bahar ayları geldiğinde bu kıyılar bir başka olur. Çünkü erguvanlar açar, İstanbul eflatun rengine boyanır.
Erguvanların ve hanımelilerin iç geçirten serinliğini koklayarak Boğaz’ı seyre dalmak ayrı bir terapidir. Maalesef yoğun kentleşme yüzünden eskisi kadar çok erguvan ağacı kalmadı. Ama erguvan mevsiminin tadını çıkarmak
için, güzel havada tekneyle bir Boğaz turu yapmanızı tavsiye ederiz.
Abbasağa Parkı, mahallelinin buluşma noktası!
B+ YAZ 37
Boğaz’ın bereketli sularına olta sallayan balıkçılar buranın sembolüdür. Siz
de olta takımızı alıp şansınızı deneyebilirsiniz. Eğer şanslıysanız, oltanıza
büyükçe bir balık takılabilir. Ama bu dönem en fazla izmarit yakalamanız
olası... Yavru balık tutmamaya dikkat edin, unutmayın küçük balık yoksa,
büyük balık da yok!
Balıkçıların sıra sıra dizildiği rıhtımlarda Boğaz akıntılarının ve bahar kuşlarının
huzur veren şarkılarını dinlemek, İstanbullular için erişilmez bir nimet olsa gerek.
Balıkçılarla birlikte sahil şeridinde mutlaka spor yapanlar da olur. Buralarda oturanlar da Boğaz’a iner, yakın ve uzak semtlerden de gelenler vardır.
Çünkü spor yaparken Boğaz havası almak, insanın enerjisini artırır. “Spor
beni aşar” diyorsanız, sahilin yürüyüş yapmak ve bisiklete binmek için de
elverişli olduğunu hatırlatalım.
Boğaziçi demek, aynı zamanda “yalı kültürü” demek! Kuruçeşme ile Arnavutköy arasında birkaç güzel yalı ile karşılaşacaksınız. Hatta bunlardan birinde zamanında Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan ikamet etmiş. Yalıları daha iyi görmek için bir tekne turuna katılmanızı öneririz.
Hâlâ eski bir köy olma özelliğini yitirmeyen Arnavutköy, Boğaz kıyısının en keyifli noktalarından biri. Semti, meşhur eden unsurlardan birisi de sırtlarda yer
alan Robert Koleji. Okulun manzarası görülmeye değer... Ayrıca mahallelinin
“3’üncü köprüye hayır” direnişini de unutmamak ve sahip çıkmak lazım.
Arnavutköy’e gidip de, Ali Baba’nın köftesini yemeden dönmek olmaz.
Köftenin yanına piyaz da söylemeyi unutmayın! Semt, küçük balık lokantalarıyla da ünlü. Örneğin Adem Baba... İster balık, ister köfte yiyin ama çıkışta mutlaka bir manava uğrayıp Arnavutköy çileği alın.
Akıntıburnu’nu geçip Boğaz kıyısından kuzeye doğru yol alınca, Bebek sınırlarına girmiş olursunuz. Bebek, İstanbul’un gözbebeğidir. Mısır
Konsolosluğu’nun tarihi yalısı, asırlık çınarlarıyla Bebek Parkı ve artık bir
semt kahvesinden çok ünlülerin uğrak yeri haline gelmiş Bebek Kahvesi,
eski havası olmasa da hâlâ çok keyifli.
Gençler, rahatsız edilmeden, çimenlere sere serpe
uzanmanın, dostluğun, doğanın tadını çıkarıyor.
38 B+ YAZ
Baharda Boğaz’da balık tutmanın keyfi ayrıdır!
Çünkü rüzgar artık üşütmez, güneş henüz yakmaz…
Semtte 1904 yılından beri hizmet veren Meşhur Bebek Badem Ezmesi
dükkanı bir lezzet tapınağıdır. Üçüncü kuşak tarafından işletilen dükkana
uğramadan olmaz. Tek çeşit badem ezmesi ve fıstık ezmesinden oluşan
çok özel ürünlerin satıldığı dükkan İstanbul’un önemli değerlerinden biridir.
Yaklaşan yazın bir müjdecisi de herkes için baharda dondurma mevsiminin
açılmasıdır. Bebek’te alacağınız dondurmayı Aşiyan’a kadar bitirmiş olursunuz!
Gündüz olduğu kadar, gece de Boğaz kıyıları bir başka güzeldir. Boğaz’ın
ipeksi sularını gümüş gibi ışıldatan mehtabı seyretmek ise bahar aylarında
ayrı bir huzurdur.
Yıldız Parkı
Yıldız Parkı her mevsim ayrı güzeldir. Kışın beyaz karlar altında da görülmeli, sonbaharda yapraklar sarı-kırmızıya döndüğünde de... Ama baharı bir
başka tabii ki! Ağaçlar çiçek açar, sincaplar bir daldan diğerine atlar, binbir türlü kuş cıvıltısı arasında, kendinizi İstanbul keşmekeşinin çok uzağında hissedebilirsiniz.
Boğaz kıyısında kitap okumak,
bir ayrıcalık…
Park, çoluk çocuk piknik yapmak için ideal! İsterseniz ahşap bank ve masalara kurulabilir, isterseniz kendi örtünüzü çimenlere serip, yayılabilirsiniz.
Hafta sonları çok kalabalık oluyor, aklınızda bulunsun. İyi bir yere oturmak
için erken saatlerde gitmenizi tavsiye ederiz. (Mangal yapmanın yasak olduğunu hatırlatmamıza gerek yok sanırım!)
Yıldız Parkı, adını, Osmanlı’nın son sarayı olan Yıldız Sarayı’ndan alıyor. II.
Abdülhamit’in ana saray olarak kullandığı Yıldız, müzeye dönüştürüldü. Sarayın olduğu bahçeye geçmek için ücret ödemeniz gerekiyor. Ama sarayın ihtişamını ve bahçenin güzelliğini görmek için değer! Sarayın bir parçası olan Şale Köşkü’nü de gezmeyi unutmayın.
Parkın içinde iki tane de köşk bulunuyor: Malta ve Çadır köşkleri. Bu mekanlar, restoran ve kafe olarak hizmet veriyor. Özellikle Malta Köşkü’nün
manzarası mükemmel! B+
Kuş cıvıltıları, çocukların neşeli seslerine karışıyor…
Her mevsim ayrı güzel olan Yıldız Parkı’nı
erguvan zamanı da gezmelisiniz!
B+ YAZ 39
Mahalle toplantıları
Beşiktaş’ta
mahalle demokrasisi
Yazı: GÜLÇİN TAHİROĞLU, MELİS BAYDUR Fotoğraf: ŞENOL KAŞIKÇI, ALAADDİN SAVAŞ, ZÜMRÜT YILMAZ
Mahallede yaşayan halk anlamındaki “demos”, çağlar boyu demokrasinin anahtar sözcüğünü
oluşturdu. Demokrasi kavramı mahallede şekillendi. Demokrasinin en güzel örnekleri
mahallelerde hayata geçti. Mahalle demokrasisinin en güzel örneklerinden biri ise
bugün Beşiktaş’ta yaşıyor.
Y
erel yönetimler, güçlenmeye başladıkları 19. yüzyıldan
rin halkın sesine öncelik vermesi bir zorunluluk oluyor. Bunu kavrayan yerel
beri özgürlüğün, eşitliğin, katılımcı yönetimin örneklerini
yönetimlerde yönetenle yönetilen ayrımı ortadan kalkıyor. Birbirini anlama
sergilediler. Çağlar boyu demokratikleşmenin yolu ye-
ve sorunlara ortak çözüm üretme hayatın ayrılmaz bir parçası haline geliyor.
relleşmekten geçti. Demokratikleşmenin anahtarı halkın
Bunu başaran ve bu konuda ülkemizde rol model olan yerel yönetimler var.
yönetime etkin ve etkili bir şekilde katılmasıyla sağlan-
Onların çalışmaları dünyada da ilgi ile izleniyor. Bunlardan biri de Beşiktaş
dı. Bu açıdan Türkiye’de yerel yönetimlerin Tanzimat’tan
Belediyesi. Beşiktaş Belediyesi’nde sürekli yinelenen mahalle toplantıları-
bu yana Türk demokrasisine katkıları önemli ve değerli oldu.
na kulak verildiğinde rahatlıkla belediye ile halkın nasıl iç içe geçtiği ve sorunların çözümleriyle birlikte mahalle platformlarında nasıl paylaşıldığı gö-
Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi anlamında idealize edilmiş bir
rülüyor. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal sık sık düzenlenen mahalle
kavram. Eski Yunanca “Demokratia”dan gelen demokrasi terimi, demos
toplantılarında “sokağın sesi”ni dinliyor adeta. Mahalleli ile Başkan Ünal’ın
ve kratia ya da cratos sözcüklerinin birleştirilmesiyle üretildi. Demos kav-
buluşması sorunların, dertlerin dinlenmesi değil yalnızca; sevinçler, hayaller
ramı, eski Yunanca’da deme (mahalle) sözcüğünden türetildi ve “mahalle-
de paylaşılıyor o toplantılarda. Bu anlayış tüm Beşiktaş’a dalga dalga ya-
de yaşayan halk” anlamına geliyordu. Eski Yunanca’da kratia ya da cratos
yılıyor. Mahalleli o toplantılarda komşularını tanıyor, sağlıklı iletişim kurma-
sözcüğü ise İngilizce’deki “government” sözcüğü ile eş anlamlıdır ve “yö-
nın zeminini buluyor.
netim” anlamına gelmektedir. Bu biçimiyle demokrasi, herkesin bildiği gibi
halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına geliyor. Demokrasi kavramı, 19.
Toplantılar okullarda, belediyenin kültür merkezlerinde, evlendirme daire-
yüzyıla gelinceye kadar ideal bir söylemden öteye geçemiyor. 19. yüzyıldan
sinde, spor tesislerinde yapılıyor. Her toplantıda Başkan’ın yanında mahal-
sonra gelişen parlamenter demokrasi ise, niteliği gereği, temsili bir demok-
le muhtarları, meclis üyeleri, başkan yardımcıları, müdürler ve belediyede
rasi modeli. Günümüz toplumlarında en çok uygulanan yönetim biçimi ola-
çalışanlar yer alıyor. Başkan o toplantılarda cep telefonunu da mahalleli ile
rak temsili demokrasi, halkın kendi kendini seçtiği temsilciler aracılığıyla yö-
paylaşıyor. Şikâyetlerle ilgili “444 44 55” nolu telefona önem verilmesi ge-
netmesi şeklinde gerçekleşiyor.
rektiği vurgulanıyor sık sık. O hatlara bırakılan şikâyet notlarının cep telefonuna direkt olarak ulaştığını öğreniyor mahalleli. Başkan toplantılarda Be-
Beşiktaş rol model
şiktaşlıların tek tek isimlerini not ediyor. Sıcacık bir iletişim platformu or-
İşte bu noktada yaşanan “demokrasilerde” halkın seçtiği yerel yönetimle-
taya çıkıyor. Görüşme talepleri, ayrıntılı konuşma istekleri kabul ediliyor ve
40 B+ YAZ
Belediye’ye gelerek sorunlarını daha detaylı anlatmaları için randevu saati
mahalle toplantılarının ufak çaplı bir öncülü olan bu etkinlikte Beşiktaş Gö-
o toplantılarda belirleniyor. Şimdi değişik zamanlarda, değişik mahalleler-
nüllülerinin katkısı olduğunu anlatıyor.
de yapılmış olan toplantılara sizleri konuk edelim ve bakalım o toplantılarda
neler neler konuşulmuş, mahalleli ile neler paylaşılmış?
Etiler mahalle sakinleri belediyenin en büyük hizmetinin sağlık alanında ol-
Günlerce, saatlerce süren toplantıların tümünü bu sayfalara aktarmak ola-
duğunu söylüyor ve teşekkürlerini sunuyor. Bu konuda Başkan’ın önemli
naksız ama kısa anlatımlar Beşiktaş Belediyesi’nin bu konudaki hassasiye-
açıklamaları var mahalleliye: “2010 yılından bu yana Beşiktaş’ta 832 kişi-
tini anlamak için yeterli. İşte notlardan kısa özetler:
ye acil ambulans, 3 bin 820 kişiye nakil ambulansı, 9 bin 288 kişiye “65 yaş
üzeri sosyal destek” ve evde bakım hizmeti, bin 997 kişiye tıbbi danışma, 17 Mart 2011, Dikilitaş
bin 529 kişiye diyetisyen, 2 bin 586 kişiye psikolog desteği olmak üzere
Mahallenin en hassas olduğu konulardan biri Çetin Emeç Parkı’ndaki kreş.
toplam 20 bin 52 kişiye sağlık desteği sunduk.” Başkan Ünal, Beşiktaş’ın
Kreşin hizmet verememesi konusunda mahalleliler sıkıntılarını dile getirdi-
200 binlik gece nüfusu içerisinde bu rakamın önemli olduğunu kaydediyor.
ler. Bu konuya Başkan Ünal’ın verdiği yanıt şöyle: “Kreşle ilgili deprem raporlarını tamamladık. Nisan başında zemin sağlamlaştırma, güçlendirme
29 Mart 2011, Akatlar, Levent
çalışmalarına başlıyoruz. Yasal prosedürleri işletmek adına omuz omuza
Başkan Ünal; “Aramızda Akatlar mahalle muhtarımız, Levent mahalle muh-
bir kent imeceliği yapacağız ve çok yakında kreşimiz hizmete açılacak.”
tarımız, meclis üyesi arkadaşlarımız, belediyede çalışan başkan yardımcısı
ve müdür arkadaşlarımız, çalışanlarımız var. Çünkü sizin sorularınıza rahat
Mahallelinin çözüm bekleyen sorunları arasında yer alan “kat otoparkı” ko-
cevap verebilmek, daha rahat çözümler üretebilmek için onların da burada
nusunda projenin hazır olduğunu toplantıda açıklayan Başkan Ünal, bu ko-
bulunmalarını istiyorum” diyor. Tüm mahalle toplantılarına ilgili müdürlük-
nuda çevrecilerin uyarıları olduğunu mahalleli ile paylaşıyor. Ünal; “Çevreci
lerin, birimlerin yetkilileriyle gelen Ünal, sorunların çözümlerinde sözkonu-
dostlarımız ‘ağaçlar var bölgede kestirmeyiz’ dediler. Bunun bir örneğini de
su sorumlu birimleri vakit geçirmeden mahallelilerle diyaloga sokup, çözüm
Ihlamur’da yaşadık” diyor. Başkan Ünal, mahalleliye bu konudaki düşün-
önerilerini bu toplantılarda tartışıyor. Karanfil Sokak için asfalt talebi, Ce-
celerini muhtara iletmelerini söylüyor, ayrıca bu konuda bir anket çalışma-
beci Caddesi’ndeki küçük yeşil alana çocuk parkı, bazı yerlerde tretuvar-
sı yapmak istediklerini iletiyor. Bu durum mahalle demokrasisine güzel bir
ların yüksek olması ve daha birçok sorun ve dilek bir bir Başkan’a iletiliyor.
örnek oluşturuyor. Dikilitaş’ta belediyenin gerçekleştirdiği çalışmaları anlatan Ünal, tüm bu hizmetlere temel olan unsurun iletişim ve diyalog oldu-
31 Mart 2011, Ortaköy, Mecidiye, Balmumcu
ğunu söylüyor. İsmail Ünal, belediyenin 444 44 55 no’lu telefonlarına bıra-
Başkan Ünal daha önce mahalleliden gelen şikâyetleri açıklayarak başlıyor
kılan mesajların cep telefonuna otomatik olarak düştüğünü söylüyor. Baş-
konuşmasına. Ortaköy Yaşam Evi’nin kapatılması konusunu açıyor. Ma-
kan, “lütfen kaydedin” diyerek her toplantıda cep telefonunu mahallelilerle
hallelinin şikâyetlerine kulak verildiğini ve yaşam evinin en kısa sürede açıl-
paylaşıyor. Belediyenin çalışmalarındaki aksaklıklar, şikâyetler bu telefona
ması için çalışmaların hızlandırıldığını belirtiyor.
anında düşüyor. Bu mekanizma “mahalle demokrasisinin” sağlıklı işlemesi
açısından önemli bir teknik detay sağlıyor.
Balmumcu’da bazı sokaklarda yaşanan çökmeler belediyenin de öncelikli çözüm bekleyen konuları arasında yer alıyor. Mahalleli soruyor: “TRT’nin
22 Mart 2011, Etiler
karşısında meyve bahçesi yapılacaktı, ne oldu?” Ünal iki aşamalı çözüm
Ünal, konuşmasına yılbaşından bu yana burs verilen öğrencilerin aileleriyle
planını anlatıyor.
düzenledikleri pazar kahvaltılarını anlatarak başlıyor. Dikilitaş’la başlanan
2 Mayıs Cihannüma - Yıldız: Beşiktaş Belediyesi
Çırağan Hizmet Binası, Belediye Meclis Salonu
B+ YAZ 41
Arnavutköy - Kuruçeşme - Bebek / Arnavutköy Boğaziçi Spor Kulübü
Etiler / Orgeneral Kami ve Saadet Güzey İlköğretim Okulu
Ortaköy - Mecidiye - Balmumcu / Ortaköy Kültür Merkezi
Dikilitaş / Süleyman Seba Spor Tesisleri
Mahalle toplantılarında çocuklara da söz hakkı var. Burak Reis İlköğretim
projemizi, parkı mahalle halkı kullanacak, kimseye de bırakmayacağız” di-
Okulu’nda okuyan bir çocuk bahçelerinin otopark olduğunu ve oyun oyna-
yor. Ayrıca, Türkan Saylan heykelinin bulunduğu yolun sonunda engellilere
yacak alanlarının kalmadığını iletiyor. Başkan’dan oyun alanlarına yeniden
yönelik bir park inşa edeceklerini söylüyor.
kavuşabilmek için arabalara yeni bir otoparkın yapılmasını istiyor.
Mahallelinin “Beşiktaş’ta yeterli hastane yok, adliye binası yok, bu konu-
5 Nisan 2011, Konaklar
larda çalışmalarınız olacak mı? Hastane konusu sıkıntı yaratıyor” sorusu-
Ünal, “İyi akşamlar Konaklar semt sakinleri, Orbir sakinleri ve Mustafa Ke-
na, Ünal “İlçemizde hastane sayısı az, katılıyorum, özel hastaneler ağırlıkta,
malciler” diyerek başlıyor Konaklar mahallesindeki toplantısına.
bu hususta Barbaros Bulvarı’ndaki Sait Çiftçi’de büyüme ve ilaveler yaptık,
“Mahalle belediyeciliği” anlayışını Beşiktaş geneline yaymak istediklerini
seçim döneminde paylaştıklarını belirten Ünal, bu anlamda “mahalle belediyeciliğini” genişlettiklerini ve bu alandaki çalışmalarının süreceğini anlatıyor.
“23 mahallesi olan Beşiktaş’ımızı mahallelere böldük. Üç sistemli onarım
ve bakım ekibini kurduk. Asfalt ihalemizi yaptık” diyor Ünal. Konaklar mahallesi özelinde yollarla ilgili sıkıntı veren sorunların çözülmesine hemen
başlanacağını belirtiyor. Yarım bırakılmış su çalışmalarının bulunduğu sokaklardaki sorunların sözkonusu durumun sorumlusu İSKİ ile sürekli bir
diyalog içerisinde halledileceğini söylüyor Ünal. Yaptıkları çalışmalardaki özeni vurgulayarak bölgedeki çam ağaçları konusuna değiniyor ve şöyle diyor: “Ne kadar detaya girdiğimizi anlayınız, üniversiteden bilirkişi getirip, bölgedeki çamların kuruma nedenlerini araştırdık, önlemlerimizi aldık.”
Mahalleli otopark sorunlarından bahsediyor. Otopark sorunu her toplantı-
uygulamalara da başlanacak” diyor. Bu alandaki temel sıkıntının arsa konusu olduğunu belirten Ünal, “Beşiktaş eski ve yapılaşması tamamlanmış
bir kent, arsa bulmakta zorlanıyoruz” diye açıklıyor.
25 Nisan 2011, Levazım
Ünal, Levazım mahallesinin iki temel sorununun olduğunu, bunların ikisinin de inşaatlardan kaynaklandığını söylüyor; birincisi Karayolları’nın; ikincisi Adakent’in üzerindeki yapılaşma diyor. Karayolları üzerindeki yapılaşma konusunun kışın yollarda çok sıkıntı yarattığını bildiğini, fakat buraya ait
planların Beşiktaş Belediyesi’nin yetkisinde olmadığını, ilgili idareye sürekli olarak gerekli uyarıları yaptıklarını belirten Ünal, burada üç etaplı bir çalışmanın olduğunu ve maalesef kasım ayına kadar bu sıkıntının yaşanacağını
söylüyor. Adakent’le ilgili olarak tartışmalar yaşadıklarını anlatan Ünal, “Mahallelinin mutlu olmadığı noktada biz de mutlu değilizdir, mahalleye yönelik
da değinilen konuların başında geliyor.
bu soruna katkı odaklı yaklaşacağız” açıklamasını yapıyor.
12 Nisan 2011, Ulus, Kültür, Nispetiye
Sokak hayvanları konusu da, her toplantıda tartışılan konular arasında.
Ünal, bütün kış boyunca ilgili birimlerin Nispetiye’de tespitlerini yaptıkların-
Ünal, yaptıkları kedi evleriyle, hayvanlara yönelik bakım hizmetleriyle bu
dan bahsediyor ve sorunlu sokaklardaki problemleri en küçük çukura ka-
alanda çalışmalar yaptıklarını fakat barınakların yapımı ve arttırılması konu-
dar mahallelilerle paylaşıyor. Aykut Barka Parkı ile ilgili endişelerden haber-
sunda yer sıkıntısı yaşadıklarını belirtiyor. Bu konuda daha geniş ve daha
dar olduğunu belirten Ünal, sözkonusu park için projelerini geliştirdikleri-
uygun arazilere sahip Sarıyer Belediyesi ile ortak çalışmalar yürütecekle-
ni anlatıyor ve “Yaza girerken belediyenin kontrolünde gerçekleştireceğiz
rini anlatıyor.
42 B+ YAZ
Ulus - Kültür - Nisbetiye / Şebin Karahisarlıların Lokali
Konaklar / Yeni Levent Orbir Lokali
Levazım / Levazım Sitesi Spor Salonu
Akatlar-Levent / Akatlar Kültür Merkezi
27 Nisan 2011, Türkali, Muradiye, Abbasağa, Vişnezade
6 Mayıs 2011, Gayrettepe
Esma Sultan İlköğretim Okulu’nu yenileme projesini anlatıyor Başkan Ünal
Başkan Ünal, mahallede kaldırım ve yol genişletmesi yapıldığını anlatıyor.
mahalleliye. Dikilitaş’ın hemen altındaki yeni okulun tüm çevre düzenini
Mahallelinin Atatürk büstünün mermerlerinin onarılması talebini memnuni-
gerçekleştirdiklerini açıklıyor.
yetle karşıladıklarını ve bu konuyu ele aldıklarını söylüyor.
Ünal; “Ihlamurdere’de de sizlere danışarak düzenlemeler yapacağız bunla-
Yenileri yapılan eski elektrik direklerinin kaldırılmaması mahallelinin doğal
rı panolarda bildireceğiz” diyor.
olarak tepkisini çekiyor. Ünal; “Direklerin yenilerini yaptık ama eskilerini kaldırmak bizim yetkimizde değil. İlgili kurumu sıkıştırıyoruz” diyor.
Bölgedeki şikâyetler: Sokak satıcılarının yüksek sesle bağırmaları, sokak
işgalleri yapan işletmeler, pazarın gürültüsü... Ünal, semt pazarının sokak-
B+’nın sizlerle paylaştığı bu notlar toplantılardan alıntılar... Bu toplantılarda
lardan taşınacağı sözünü yerine getirdiklerini; ancak sokaklarda yaşanan
saptanan sorunlara çözüm önerileri de peşi sıra geliyor. Sorunların yanında
gürültünün önüne geçmelerinin zor olduğunu söylüyor.
yaşanan güzellikler de paylaşılıyor. Beşiktaşlılar kendi mahallelerinde ya-
2 Mayıs 2011, Cihannuma, Yıldız
şadıkları “demokrasi” rüzgârının ne zaman, nerede estiğini çok iyi biliyor ve
o rüzgârın bir parçası olmaktan son derece mutlu görünüyor. B+
Belediyenin meclis salonunda yapılan toplantıyı İsmail Ünal “Halk, meclisine oturmuş... Hep siyasiler oturacak değil ya...” yorumuyla açıyor.
Çırağan’daki dik merdivenlere korkuluk yapılması talebi geliyor. Ünal, hemen not ediyor. Çırağan’da yeni yapılacak binalara mahallelinin tepkisi
var. “Belediyenin uğraşları sonucu binaların yüksekliği belli seviyeye indirildi” diyor Ünal. Fıstıklı Meydanı konusu tartışılıyor. O bölgedeki ufak yeşil alanın ihaleye sunulması tepkiyle karşılanıyor. Fıstıklı sakinleri Başkan
Ünal’dan randevu talep ederek bu konuyu daha detaylı konuşmak istiyor.
4 Mayıs 2011, Arnavutköy, Kuruçeşme, Bebek
Eski iskelenin durumuna mahalleli tepkili. Başkan Ünal onlara şu açıklamayı yapıyor: “Eski iskelenin işgali, İDO’ya ait bir konu. Bu konuda yapacak bir şey yok.”
Eski binaların durumu tartışma konusu. Mahalleli Başkan’ı hazırlıklı karşılıyor. Semt sakinleri hazırladıkları öneri listesini içeren fotoğraflı çalışmalarını Başkan’la paylaşıyor.
B+ YAZ 43
Mahalle demokrasisinden sokak dayanışmasına
Çırağanlılar, meydanına
sahip çıkıyor!
Yazı : Melis Baydur Fotoğraf: B+
Çırağan’da iki dar sokağın,
Asmalı Salkım ve
Yeşil Fıstık sokaklarının
buluştukları noktada
bulunan “Fıstıklı Meydanı”,
yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya.
B
eşiktaş kentlileri Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın öncülüğünde gerçekleştirilen mahalle toplantılarında sorun ve
önerilerini bir mahalle demokrasisi ortamında paylaşırken; bazı mahalle ve sokaklarda, semt sakinleri kendi sokağını ilgilendiren ya da tehdit eden konularda kendi sokak demokrasilerini oluşturmuş durumda. Ortak tartışma
platformlarının gerçekleştiği, ortak kararların alındığı, sokağı tehdit eden
gelişmelere karşı birlikte mücadele edildiği bu dayanışmanın bir örneği,
Çırağan’daki Fıstıklı Meydanı sakinlerince gözler önüne seriliyor.
Fıstıklı Meydanı, Çırağan Oteli’nin karşısında, Beşiktaş Kaymakamlığı’nın
hemen yanındaki Asariye Caddesi’nin yokuşunu tırmanmaya hazırlanırken sağdaki merdivenlerin sonunda karşılıyor sizi. Bugünlerde yolunuz
Çırağan’a düşerse asırlık ağaçların yeşilliğinin yanı sıra o merdivenlerin sonunda gözünüze çarpan ilk şey “Çırağan semt sakinleri” imzalı pankart
olacaktır. Merdivenleri çıktığınızda ise, bu pankartlardan her yere asıldığını
göreceksiniz. Çünkü 988 metrekarelik bu alanın her metrekaresi onlar için
çok değerli.
İki dar sokağın, Asmalı Salkım ve Yeşil Fıstık sokaklarının buluştukları noktada bulunan bu tarihi meydan, şimdi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Yerine ise, asırlık ağaçlar kesilerek ve tarihi çeşme duvarı risk altında bırakılarak 15.5 metre yüksekliğinde bir apartman yapılması planlanıyor. Mahalle
sakinlerinin sokaklarını tehdit edecek olan bu inşaat girişimine karşı mücadeleleri de bu noktada başlıyor; kuş sesleri eşliğinde bir yudum nefes alabilme imkanı veren, son deprem felaketinde sığındıkları, tarihi çeşmesiyle huzur kaynağı olan bu yeşil alanın korunması için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.
2007 yılında meydana imar izni verilmesinin ardından geçtiğimiz ocak
ayında alanın ihale edileceği haberinin gelmesiyle Fıstıklı sakinleri kararı hiç
44 B+ YAZ
vakit kaybetmeden mahkemeye taşımışlar. Mahalle sakinleri adına davayı
açan Elif Simge Fettahoğlu , burada doğmuş, çocukluğunu bu meydanda
geçirmiş, ailesi ise yaklaşık 60 senedir Fıstıklı sakini. “İhaleye sunulan yerler benim çocukken üzerlerine tırmandığım ağaçlar, arkadaşlarımla koşturduğum meydan, üzerine çıkıp oyunlar oynadığım çeşme duvarı” diyor Fettahoğlu. Çırağan semt sakinlerinin isyan ettiği başka bir nokta da, söz konusu apartmanın inşası durumunda meydana bağlanan iki sokağın çıkmaz
sokak haline gelecek olması! Zaten çok dar olan bu iki sokağın çıkmaz sokak haline gelmesi, bir yangın durumunda ya da acil ambulans gerektiğinde büyük sorun yaratacak, bu senaryo gerçekleşirse mahalle adeta ulaşılmaz hale gelecek.
Ocak ayındaki ihaleyi kazanan firmanın inşaattan vazgeçmesinin ardından,
5 Mayıs’ta, arazi tekrar ihaleye sunulmuş. Üstelik Çırağan semt sakinlerinin
açtığı dava henüz sonuçlanmadan... Mahallelilerin korkusu, onlar imar planını düzeltmek için çabalarken inşaatın başlatılması.
“Kamu yararı gözetilmeden bu tür kararlar alınması, toplum çıkarı gözetilmeden halkın sahip olduğu bir değerin bu şekilde gasp edilmesi kabul edilemez” diyor Cihat Yapıcı. Elli senedir bu mahallede oturan Yapıcı, meydandaki 2. Mahmut zamanından kalma her ağacı teker teker tanıtıyor. Çitlembik ağacını, ıhlamur ağacını, çınar ağacını... Adeta “Fıstıklı” sakinlerinden bir komşusunu takdim eder gibi... Geçtiğimiz senelerde üzerine yıldırım düşen bir ağacın yarılmış gövdesini gösterirken hüzünleniyor, ne de
olsa mahallenin en eski sakinleri bu ağaçlar... İnşaatın gerçekleşmesi durumunda yine sakin ve sessizce bekleyecekler Fıstıklı Meydanı’nda. Fakat
mahalle sakinlerinin sessiz kalmaya niyetleri yok. Onlar adına da yükseltecekler seslerini. Çırağan semt sakinleri, kendilerine destek olmaları için tüm
Beşiktaş halkını çörekli toplantılarına bekliyor. Bir de internet siteleri var;
www.ciraganadokunma.blogcu.com adresinden Çırağan’daki bu dayanışma süreci takip edilebilir.
Mahalleli ne diyor?
Cihannüma -Yıldız mahalle toplantısında bu konu
tartışıldı mı? Belli çözüm önerileri getirildi mi?
Bu ihale sürecinden nasıl haberdar oldunuz ve
mücadeleniz nasıl başladı?
Cihat Yapıcı: Mahalle toplantısında derdimizi anlattık. Biz meselemizin çok önemli olduğuna inandığımız için kısa bir diyalog ertesinde bireysel görüşme talep ettik İsmail Bey'den. Zaten daha önce hem Beşiktaş
Belediyesi’ne hem Şehir Plancıları Odası'na, hem Mimarlar Odası'na bir
dosya hazırlayıp sunmuştuk. Başkan da konudan haberdardı. Bize destek olacağını söyledi. Haziran ayının ilk meclis toplantısında bu alanın tekrar yeşil alana alınması üzerine karar çıkaracaklarını ve bu kararı Büyükşehir Belediyesi’ne göndereceklerini söylediler. Kendi meclis üyelerinin orada azınlıkta kalması yüzünden kararın kabul edilip edilmeyeceği konusunda kesin bir şey söyleyemediler. Biz de bunun bilincinde olarak, Beşiktaş Belediyesi’nin elinde olabilecek şeyleri talep ettik. Tabii burada önemli
olan Vakıflar Müdürlüğü'nün tavrı.
Elif Simge Fettahoğlu: Bizim burası çok sessizdir, sakindir. Oturanlar dışında gelen giden olmaz. Bir yabancı geldiği zaman rahatsızlık duyulur. Geçtiğimiz aralık ayından itibaren birtakım insanların gelip gittiklerini gördük.
Belli bir amaçla geldikleri ortadaydı. Anladık ki bir şeyler dönüyor. Burayla
ilgili ilk 2007 yılında toplanmıştık. O zaman düzenlenen imar planında buraya 27 metre yükseklik veriyorlardı ve konuta çevirmişlerdi. Biz mahallece
ayaklandık, yüksekliği 15,50'ye indirdiler. Bu bir başarıydı fakat bizim asıl
amacımız burayı yeşil alan olarak korumaktı. Beşiktaş Belediyesi düzeltme
yaptığı halde düzeltilen imar planı Büyükşehir Belediye Meclisi’nden geçmedi. O proje uyarınca ocak ayında Vakıflar Müdürlüğü bir ihale yaptı. İhale
olacağını öğrenen müteahhit ve inşaat firmaları yoğun olarak mahallemize
gelmeye başladılar. Afişlerin hazırlanması, internet sitesinin kurulması, çörekli mahalle toplantılarımız bu ihale sürecinden sonra gerçekleşti.
Ortak mücadele vermenizi sağlayan bu birliktelik
ruhu nasıl gelişti?
E.S.F: İlk önce mahalleli olarak toplandık. Beş kişilik bir çekirdek grubumuz var, bu grupla ulaşabildiğimiz herkese ulaşmaya çalıştık, imzalar topladık, Cumhurbaşkanı’na internet üzerinden ulaşmayı denedik, sesimizi duyurabileceğimiz kadar duyurmaya çabaladık. Buranın güzel tarafı eskilerinin çok olması. Cihat Bey de öyledir, benim ailem 60 senedir burada ve üç
haneye sahip. İhtiyacımız olduğunda kapısını çalabileceğimiz, başımız sıkıştığında gidebileceğimiz komşularımız çok. Mahalle halkı olarak çöreklerimizi yapıp meydanda toplanıyoruz, sorunlarımızı tartışıyoruz. Beş kişilik
bir çekirdek ekipten söz ediyorum ama çok kısa zamanda 50 kişilik daha
geniş bir çevreye ve 300-400 kişiye anında ulaşabileceğiniz bir organizasyona dönüştü bu girişimimiz.
Çırağan semt sakinleri olarak bundan sonra nasıl bir
yol izleyeceksiniz?
C.Y: Bizim mücadelemiz sadece bu mahalle halkını değil bütün toplumu ilgilendiren bir duruştur. İnsanların rahat bir nefes alabildiği, bir ağaç gölgesinde soluklanabileceği ne kadar yer kaldı ki? Ben 50 yıldır burada oturuyorum. Benim çocukluğum da gençliğim de burada geçti. Ihlamur ağacımız en az bir asırlık. Açtığında kokusu caddeye kadar yayılır. Çocukluğumda buradaki tarihi çeşmenin suyunu içerdik. Bu bir Hamidiye çeşmesidir ve
aynı zamanda arkasında su deposu olan nadir tescilli yapılardandır. Çocukluğumda altı olduğu gibi mermerdi, şimdi mermerlerin hepsi koparılmış
durumda. Bizde hiçbir şeyin kıymeti bilinmiyor, bazı şeylerin farkına iş işten
geçtikten sonra varılıyor. Davamızın bizim haklılığımızı gösterecek şekilde
sonuçlanacağını umuyoruz. O zaman Beşiktaş Belediyesi’nin desteğiyle
belki buraya şirin bir park yapılması için çalışmalara başlarız. Zaten yaklaşık
25-30 sene önce burada banklar vardı, nefes almak için yaşlılar, çocuklar
otururdu. Bu gerçekleşinceye kadar elimizden geleni yapacağız. B+
Çırağan
semt sakinleri
mücadelelerine
devam ediyor.
B+ YAZ 45
Albüm
Ustanın Vizöründen
Gökyüzünden
Beşiktaş
Murat Öztürk, B+ dergisi için uçağından Beşiktaş’ı fotoğrafladı.
Murat Öztürk
1953 yılında Konya’da doğdu. Gazeteciliğe 1975 yılında TRT Haber Dairesi’nde haber kameramanı olarak başladı. 18 yıl boyunca
TRT’de görev yaptı. Hezarfen Havaalanı’nın kurulmasında büyük
emeği geçti. Pilot lisansı aldı. Kuruluşundan itibaren beş sene Star
gazetesinde, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek gökyüzü haber fotoğrafçılığı ve muhabirliği görevlerini yerine getirdi. Halen, Top Air
Uçuş Okulu’nda öğretmen pilotluk yapan ve Pits S1S tipi akrobasi uçağıyla gösteriler gerçekleştiren Öztürk, ayrıca Milliyet gazetesinde gökyüzü haber muhabiri olarak çalışmaktadır. Öztürk, başta
Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere, çalışmalarıyla birçok kuruluştan
başarı ödülleri almıştır. B+
46 B+ YAZ
B+ YAZ 47
48 B+ YAZ
B+ YAZ 49
50 B+ YAZ
B+ YAZ 51
23 Nisan
Her şey
çocuklar için!
Yazı: MELİS BAYDUR Fotoğraflar: ERDEM AYDIN, ŞENOL KAŞIKÇI
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları çerçevesinde
Beşiktaş Belediyesi, 18 Nisan’dan bayram gününe kadar
çeşitli etkinliklerle “karnaval” havası yaşattı.
52 B+ YAZ
T
ürkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla 23 Nisan günü
“Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”, bayram ise çocukların... Cumhuriyet’in ilk yıllarında, savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukları bir bahar şenliği ortamında sevindirmek, çocuklar için bağış toplamak amaçları doğrultusunda gerçekleşen bayram kutlamaları, yıllar içerisinde değişip, “çocuk baloları” “çocuk karnavallarına” dönüşseler de, “Cumhuriyet
Bando”ları çoğu kutlamalarda yerlerini pop konserlerine bıraksalar da, çocukların gülümseyişleri 1927’deki ilk “Çocuk Bayramı” kutlamalarından bu
yana aynı coşkuyu, aynı huzuru ve aynı umudu yaşatmaya devam ediyor.
Atatürk’ün “çocuklara armağan ettiği” bu gün, çocuklarına bayram hediye
eden ilk ve tek ülke olma ayrıcalığına kavuşan ülkemizde yine şenliklerle
kutlandı. Beşiktaş’ta okullar ve meydanlar her sene olduğu gibi çocukların
gösterileriyle renklendi. Beşiktaş Belediyesi 18 Nisan’dan başlayarak bayram gününe kadar “Çocuk Kitapları Festivali”nden, bilgilendirici seminerlere, resim yarışmalarına kadar çeşitli etkinliklerle “karnaval” haftasını hareketlendirdi.
liklerde yarıştı ve canlı müzik performansları ile eğlendi. “23 Nisan Çocuk
Karnavalı”na katılan 10 bine yakın çocuk, saha içine kurulan şişme oyun
gruplarında animatörler eşliğinde bayram coşkusunu yaşadı. Karnavala katılan öğrenciler, tesisin futbol sahasına kurulan oyun alanlarında zıpla yapış, tırmanma duvarı, denge oyunu, olimpik parkur, canlı bowling ve penaltı atma turnuvalarında yarıştılar. Yapılan çekilişlerle çocuklara çeşitli hediyeler dağıtılan karnavalda Grup Gündoğarken ve çocuk korosu ile birlikte birçok sanatçı sahne performansları ile kutlamaları renklendirdi. Çocuk
Karnavalı’nda başta ana sponsorlar Burger King, Pal FM olmak üzere pek
çok önemli marka bu coşkulu günlerinde çocuklara hediyeler dağıttı.
Çocuk Kitapları Festivali
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı çerçevesinde bir dizi etkinlik Beşiktaş Belediyesi’nden çocuklara ve ailelerine armağandı. Beşiktaş
Belediyesi ve Parmakcocuk.com’un düzenlediği “Çocuk Kitapları Festivali” büyük ilgi gördü. Birbirinden ilginç, eğitici ve eğlendirici kitap çocukların
beğenisine sunuldu.
Etkinlik çerçevesinde 18 Nisan - 23 Nisan tarihleri arasında Ayla Çınaroğlu, Niran Elçi, Ferdi Merter, Mustafa Balel, Hikmet Altınkaynak, Simla Sunay, Ayşen İnci, Çiğdem Gündeş, Sara Şahinkanat, Öner Ciravoğlu, Güldem Şahan, Toprak Işık, Ege Erim, Seza Kutlar Aksoy ve Hıfzı Topuz imza
günleri düzenledi.
Çocuk Kitapları Festivali’ne Beşiktaş’taki ilköğretim okullarından öğrenciler katıldı.
7-12 yaş yaratıcı drama çalışmaları kapsamında, tiyatro sanatçısı ve yaşam
koçu Almula Merter ve tiyatro sanatçısı Mustafa Gönüllü atölye çalışmaları gerçekleştirdi. Ayrıca Uzm. Dr. Nurdan Keskin “Çocuk Bakımı”; Uzm.
Dr. Neslim Doksat “Çocuk Ruh Sağlığı”; Uzm. Dr. Murat Görgülü “Yetişmede sağlıklı beslenmenin önemi” ve Almula Merter “Kendinizin ve çocuğunuzun koçu olun. Yeniçağ çocuklarına anne baba okulu” konulu panellerle, tecrübelerini Beşiktaşlı ailelerle paylaştılar. Sara Şahinkanat, Hıfzı Topuz ve Hikmet Altınkaynak’ın söyleşiler gerçekleştirdiği etkinlik haftası, geçen yıllarda olduğu gibi bilgilendirici ve aydınlatıcı bir program çerçevesinde ilerledi.
23 Nisan Çocuk Karnavalı
Beşiktaş Belediyesi’nin Çilekli Spor Tesisleri’nde düzenlediği 23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarında çocuklar çeşitli etkin-
B+ YAZ 53
Erhan Gedikbaşı Çok Programlı Lisesi
Büyük Esma Sultan İlköğretim Okulu
Büyük Esma Sultan İlköğretim Okulu
Büyük Esma Sultan İlköğretim Okulu
İkinci Kategori birincisi Hakan Çevik, Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu 6/A
54 B+ YAZ
Resim yarışması
Çocuklar “Sağlıklı Çevre” konulu resim yarışması için hünerlerini sergilediler.
23 Nisan etkinliklerinin gelenekselleşmiş bir parçası olan resim yarışmasında
dereceye girenlerin ödülleri şenlik alanında dağıtıldı.
1.Kategori
1. Ahmet Nabi Özdemir Lütfi Banat İlköğretim Okulu 4/C
2. Ece Kömü 100.Yıl Mustafa Kemal İlköğretim Okulu 5/B
3. Lara Su Karsavuran İstek Atanur Oğuz İlköğretim Okulu 1/B
Mansiyon
Derya Doğan 100.Yıl Mustafa Kemal İlköğretim Okulu 4/B
Aylin Cinel Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu 4/B
2.Kategori
1. Hakan Çevik Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu 6/A
2. Halil İbrahim Ay Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu 6/A
3. Büşra Muratoğlu Burak Reis İlköğretim Okulu 8/A
Mansiyon
Mina Karanfil Burak Reis İlköğretim Okulu 7/A
İdil Zando Mahmut Erseven İlköğretim Okulu 8/A
Birinci Kategori üçüncüsü Lara Su Karsavuran, İstek Atanur Oğuz İlköğretim Okulu 1/B
Birinci Kategori birincisi Ahmet Nabi Özdemir, Lütfi Banat İlköğretim Okulu 4/C
İkinci Kategori ikincisi Halil İbrahim Ay, Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu 6/A
Birinci Kategori ikincisi Ece Kömü, 100.Yıl Mustafa Kemal İlköğretim Okulu 5/B
İkinci Kategori üçüncüsü Büşra Muratoğlu, Burak Reis İlköğretim Okulu 8/A
B+ YAZ 55
Semt
Boğaz’ın incisi
Bebek
Yazı: NURAN SAVAŞ Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ
Beşiktaş’ın Boğaz’daki son mahallesi olan Bebek, eskiden ‘yedekçi’lerin sandalları
çekmek için ellerinde iplerle bekledikleri Arnavutköy Akıntıburnu’ndan başlar,
Aşiyan’da yani Bebek Feneri’nde son bulur.
A
rnavutköy Akıntıburnu’na geldiğinizde yeni bir
Beşiktaş mahallesi başlar. Burası sonsuzlukta
yıldız gibi parlayan Boğaz’ın en güzel koylarından
biri olan Bebek Koyu ile aynı ismi taşıyan Bebek
Mahallesi. Beşiktaş’ın Boğaz’daki son mahallesi
olan Bebek, eskiden “yedekçi”lerin sandalları
çekmek için ellerinde iplerle bekledikleri Arnavutköy Akıntıburnu’ndan
başlar, Aşiyan’da yani Bebek Feneri’nde son bulur.
Akıntıburnu’nu dönünce Bebek, gözünüzün önüne serilir. Eskiden
Bebekliler buraya geldiklerinde içlerinde bir ferahlama hissederlermiş.
Onları önce şirin köyleri, sonra elinde kırmızı bayrağı ile Şirket-i Hayriye
vapurlarına yol gösteren bayraktar karşılarmış. Tam o noktada gözle
görülür kuvvetli bir akıntı vardır. Motorlu teknelerin yaygın olmadığı
dönemde oradan sandallar veya alamanalar (tek ya da çift direkli,
yelkenli de olabilen, açık güverteli, büyük balıkçı tekneleri) yedeksiz
geçemezmiş. Burunda daima birkaç yedekçi ellerinde iplerle sandal
beklermiş. Yedek isteyen sandala ip atar, sandal ipi alır ve yedekçiler
56 B+ YAZ
akıntıyı geçene kadar sandalı çekerlermiş. Bu bilgiler Bebekli
Mergube Göknil’in anılarını anlattığı ve sadece dostları için çok az
sayıda basılan “Bebek” kitabında yazar.
Bebek’te iki ana arter
Bebek Mahallesi, Beşiktaş’ın İstanbul Boğazı kıyısındaki son
mahallesidir. Arnavutköy, Kültür Mahallesi, Etiler ve Sarıyer’e
komşudur. Mahallenin hane sayısı üç bin, nüfusu yaklaşık altı bin
civarındadır. Eskiden mahallede Rumlar, Ermeniler, Museviler
ve Müslümanlar birlikte yaşarlarmış. Şu anda kayıtlarda Bebekli
Musevilerin sayısı 217, Hıristiyanlarınki 130 olarak geçiyor. Bebek’te
yaşayanlar, hem eğitim hem de gelir düzeyi bakımından ortanın
üstü ya da üst gruba mensup. Ülkemizin en tanınmış, en zengin
aileleri yanında en ünlü simalarının bir kısmı da Bebekli. Bebek
sakinleri, Bebeklileri tanımlarken aslında üçe ayırıyor. Birinci grup
gerçekten Bebek Mahallesi’nde yaşayanlar, ikinci grup Bebek’teki
son derece pahalı lüks evlerde, korularda yaşayanlar, üçüncü grup
ise günübirlik Bebek’e gelen Boğaz tutkunları… Mahallenin kuzeyi
Akıntıburnu’nu
dönünce
Bebek
gözünüzün
önüne serilir.
B+ YAZ 57
Küçük Bebek, güneyi Büyük Bebek olarak anılır. Engebeli bir arazide
bulunan mahallenin 85 sokağı var ama Bebek sadece iki ana arterden
beslenir. İnşirah Yokuşu ve Küçük Bebek Caddesi. Bebek’in yan sokağı
yoktur. Bütün sokakları, insanın nefesini kesecek kadar dik yokuş ya da
merdivenlerden oluşur. Nereye gitmek isterseniz isteyin, mutlaka bu iki
arterden birini kullanarak sahile paralel ilerleyen Cevdet Paşa Caddesi’ne
çıkmak zorundasınız. Bu da trafik konusunda her zaman sıkıntı yaratır.
Bir zamanlar kötü hava koşullarında teknelerin sığındıkları Bebek Koyu,
bugün lüks yatların demirledikleri bir liman görünümünde. Hazırlıkları süren
“Tekne Park” projesinden sonra, koyun nasıl kullanılacağı da Bebeklileri
biraz endişelendiriyor. Mahallenin zaten karmaşık olan trafiğine denizden
yeni bir yük mü gelecek, yoksa intizam mı, merakla bekliyorlar.
Japon manolyası
Bebek Mahallesi’nde eski adı Bebek, şimdiki adı Tevfik Fikret olan bir
ilköğretim okulu var. Doğma büyüme Bebeklilerin büyük bölümü bu
okuldan mezun olmuş. Manolya Sokak’taki okulun hemen karşısında
eskiden bir de Rum okulu varmış. Ama Rum nüfusun azalmasından sonra
okul kapanmış. Okulun karşısında bir Japon manolyasından söz ediyor
Bebekliler övgüyle. Görüntüsü kadar kokusu da büyüleyici olan bir ağaç.
Çiçek açma zamanı çok kısa olmasına karşın her bahar onu görmeye
gelen doğa tutkunları olurmuş. Yine İnşirah’da bir özel okul var: Özel Yıldız
İlköğretim Okulu ve Lisesi. Boğaziçi Üniversitesi’ni de Bebek’in okulları
arasında saymadan geçmek olmaz.
Kendi sağlık ocakları olmayan Bebeklilerin Arnavutköy’deki sağlık
ocağına gitmeleri için, belediye haftada 3 gün araç kaldırılıyor mahalleden.
Akıntıburnu’ndan Bebek’e girerken sizi karşılayan muhteşem yalıdaki Mısır
Konsolosluğu dışında Danimarka ve Endonezya fahri konsoloslukları Bebek’te.
Restoranlar, ünlüler, paparazziler
Her zaman İstanbul’un gözde semtlerinden olan Bebek’te dönüşümü
tetikleyen tarihlerden birisi de 1950’lerin sonları. Bu yıllarda sahil yolunu
düzenlemek amacıyla yapılan istimlakta çok sayıda yalı ve konak yok olmuş.
Aynı zamanda caminin hemen yanında bulunan çarşı da bu dönemde
yıkılmış. Her birinden onlarca kilo balık çıkan dalyanlar, Küçük Bebek’teki
tahta köprüler, kayıkhaneler, hepsi bu dönüşümle birlikte anılara karışmış.
Üzerine şarkılar, şiirler söylenen Bebek’teki kafe ve restoranların sayısı
bugün 40’ın üzerinde. Bebek neredeyse tam bir yeme içme mekânı
gibi anılıyor. Ama bunun yanında son yıllarda açılmaya başlanan butik ve
modaevleri bu imajı değiştirme yolunda. Ünlü kafe ve restoran zincirleri
özellikle 1990’dan sonra Bebek’e gelmeye başladı. Bugün yenileri
hâlâ gelmeye devam ediyor. Beraberlerinde ünlüleri, paparazzileri, park
sorununu ve Bebeklileri son derece rahatsız eden valelerini de getiriyorlar.
Bebekliler valelerin mutlaka bir disipline ve düzene girmesi gerektiğinde
hemfikirler. Bebek Taksi’nin önünde, özellikle güzel havalarda ve geceleri
ünlü yakalamaya çıkan çok sayıda paparazziyi görmek mümkün. Bir de
isimleri Bebek’le özdeş kimi mekânlar, dükkânlar var; otuz, kırk, hatta
yüz yıllık. Bebek klasikleri diyebileceğimiz bu yerleri, onlara ve Bebek’e
haksızlık etmemek için ayrıca sıralamak gerek.
Bebek’in tarihi
İzleyeni büyüleyen manzarası, Osmanlı ve Rum mimarisinin en güzel
örneklerini taşıyan yapılarıyla çok özel bir Beşiktaş mahallesidir Bebek.
Tarihi, küçük bir balıkçı köyü olarak, Hıristiyanlık öncesi döneme kadar
58 B+ YAZ
uzanır. Semtin bilinen en eski adının, çeşitli şekillerde yazılan (Challae,
Chilai, Khile) Skallai (iskeleler) sözcüğünün bozulmuş bir biçimi olan Hallai
olduğu ileri sürülür. Bebek adının kökenine ait ilk bilgiler ise İstanbul’un
fethi hazırlıklarına kadar gider. Evliya Çelebi’ye göre Fatih Sultan Mehmet,
Rumelihisarı’nın yapımı ve kuşatma sırasında asayişi sağlamak üzere
buraya Bebek Çelebi lakaplı bir bölükbaşı tayin eder. Bebek Çelebi semtte
bir köşk ve bir bahçe kurar. Ölümünden sonra da semt onun adıyla anılmaya
devam eder. Kimi anlatıcılar der ki: “Bebek’in iki yüzü vardır. Birincisi yeşil
ve mavisiyle doğanın armağanı olan Bebek, ikincisi barındırdığı tarihi doku,
kişi ve farklı renkleriyle yaşama biçim veren Bebek.” Müslümanlar, Rumlar,
Yahudiler, Gürcüler ve Ermenilerin birlikte yaşadıkları semt, III. Ahmet ve
Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde daha çok rağbet
görür. Köşkler, yalılar, konaklar yapılır. Bu dönemde Bebek Bahçesi’nde
Hümayunabad Kasrı, Bebek Camii, mektep, çeşme, hamam, değirmen ve
dükkânlar inşa edilir, semt kalabalıklaşır.
Mimar-Desinatör Melling’in 18. yüzyıl sonlarında yaptığı gravürden
tanıdığımız Bebek Kasrı, 1846 yılında yıktırıldıktan sonra bu sahilde Sultan
Abdülaziz ve II. Abdülhamit zamanında da büyük yalılar dönemi yaşanır.
Zaman içinde yalılar yıkılınca 1908’de şimdiki Bebek Parkı’nın yerinde
Bebek Gazinosu inşa edildiyse de 1980’lerde o da yıkılmıştır. Semtin yazlık
olmaktan çıkıp sürekli yaşanan bir yer haline gelmesiyse 19. yüzyıl ortalarında
başlayan vapur seferleri ve onu takip eden tramvayın sayesindedir. 22
numaralı Eminönü-Bebek tramvayı caminin önündeki son durakta bir
daire çizerek devam edermiş yoluna. Şehir Hatları İşletmeleri’nin 55 baca
numaralı Bebek ile eşi 56 numaralı Göksu vapuru ise, inşa edildikleri 1905
yılından, hizmet dışı kaldıkları Kasım 1967’ye kadar Bebek’in küçük ama
sevimli iskelesine yolcu taşıdılar. Onların seferleri aynı zamanda Bebek’in
sürekli yaşanan bir yer olmasını da sağladı. Ne yazık ki günümüzde semte
yapılan vapur seferleri oldukça kısıtlı.
kalkmış; ahşap ve eski kâgir evler yıkılarak yerlerine apartmanlar dikilmiş;
Bebek çok işlek bir yol olan İnşirah Yokuşu’yla Etiler’e bağlanmıştır.
Apartmanların, villaların istilasına uğrayan, II. Abdülhamit’in kızı Ayşe Sultan
Köşkü’nden sadece küçük bir müştemilat kalmış. Şimdi burası küçük bir
koruluk içinde site halindedir. Arifi Paşa Köşkü’nden günümüze hiçbir eser
kalmamıştır. Koru, Ayşe Sultan Korusu’ndaki gibi çok katlı apartmanlar ve
villalarla dolmuş; Eliyeşil, İpar, Kortel’de olduğu gibi zenginlerin tercih ettiği
çok pahalı ve gözde yerlere dönüşmüştür.
Bebek Parkı ve çınarlar
Bebek Parkı’nın değişmeyen görüntüsü çınarlardır. Bunlardan dört tanesi
anıt ağaç olarak tescillenmiştir. Set üzerindeki çınarın (platanus), çevresi
5.63 m, vapur iskelesinden çıkınca görülen çınarınki 5.70 m, sahildekinin
4.10 m, Bebek’le Küçükbebek arasındaki çınarın çevresiyse 6.10 m’dir.
Parkın tam ortasında heybetli bir heykel yer alır. Bedrettin Dalan döneminde
parka yerleştirilen heykel ünlü divan şairi Fuzuli’ye aittir. Parkın içindeki
şirin Boğaz iskelesini anmadan geçmemek gerekir: 20 yüzyıl başlarında
yapılan iskele yakın zamanda yeniden tadilat geçirdi. Bebek Parkı aynı
zamanda çocukların, kuşların, köpeklerin çok sevdiği bir yer. Güzel
havalarda Boğaz’ı seyreden aşıklara da, çocuklarını gezdiren ebeveynlere
de rastlarsınız. Parkın yerinde 1846’ya kadar Bebek Kasrı, 1908-1980
Korular
Her zaman yalıları ve korularıyla nam salmış Bebek’in ne yazık ki artık
sadece yalılarından değil, korularından da kolayca söz etmek mümkün
görünmüyor. 1965-1970 sonrasındaki Boğaz tepelerini ve korularını tahrip
eden hızlı yapılaşma sırasında Bebek sırtlarının yeşili büyük ölçüde ortadan
Bebek İskelesi
Bebek Parkı
B+ YAZ 59
Mısır Konsolosluğu
arasındaysa çok önemli davetlere de evsahipliği yapan Bebek Belediye
Gazinosu vardı. Son altı yıldır da bu parkta “Bebek Şenliği” yapılıyor.
Bebek gazinoları
Bebek geçmişten bu yana her zaman bir eğlence mekânı olma özelliğini
korumuştur. Bugün televizyondaki magazin programlarında, Bebek’teki
mekânlarda görüntülenen bir ünlüyü görmemek mümkün mü? Bugünkü
mekânlardan değil ama geçmişteki ünlü Bebek gazinolarından Bebek
Maksim, Aşiyan, Güneş, Nazmi, Şadırvan, Yıldız, Köşk, Belediye’de; Emel
Sayın, Yıldırım Gürses, Zeki Müren, Ahmet Özhan, Beyaz Kelebekler,
Bülent Ersoy gibi birçok ünlü ses sanatçısı sahne almıştır. Sohbet ettiğimiz
doğma büyüme Bebekliler Nazmi’nin gazinosunda oturan şair Yahya
Kemal’i de; Bebek Belediye Gazinosu’nda her pazar sahne alan Sevim
Tuna’yı da çok iyi ve özlemle hatırlıyorlar: “Sevim Tuna, bizim ilk gençlik
yıllarımızda Bebek Belediye Gazinosu’nda sahne alırdı. Biz de her pazar
dinlerdik. Ama gazinoya giderek değil. Açık havada, Boğaz’dan dinlerdik
onu. Sandala tüpü koyar, balık pişirir, ekmek arası yapar, denizden gazinoyu
seyrederdik. O zamanlar bir ağabeyimiz vardı, lakabı ‘Bebek Tarzanı’.
Kendisi Sevim Tuna hayranıydı, çok seviyordu. Sevim Tuna sahneye
çıkınca dayanamaz, her defasında kendini Boğaz’ın serin sularına bırakırdı.”
Bebek’teki tarihi eserler
Bebek Camii
Bebek Parkı’nın bitiminde, iskelenin hemen yayında yer alan Bebek
Camii mütevazı bir görünüşe sahip; 1. Ulusal Mimarlık Üslubu’nun bütün
özelliklerini yansıtan bir yapıdır. Genel hatlarıyla kare planlı ve tek kubbeli
olup, üç gözlü son cemaat yeri vardır. Mimar Kemaleddin tarafından 1913’te
yapılan cami, kesme küfeki taşından inşa edilen alçak duvarlı bir avlu içinde
yer alır. Mimar Kemaleddin’i hepimiz 20 liranın üzerindeki portresinden
tanıyoruz bugün.
(1512–1520) zamanında yapıldığını belirtmişlerdir. Bir dönem kaderine
terk edilen Bebek Bahçesi ile kasır 1725 yılında yeniden yapılmış ve
Hümayunabad ismini almıştır. Kasrın plan ve cephe görünümü ile ilgili yeterli
bilgi yoktur. Bazı kaynaklar, Sultan I. Abdülhamit döneminin sonlarında iki
kez onarım geçirdiğini göstermektedir. 19. yüzyılda Bebek Kasrı çok az
kullanılmış olmasına rağmen Reisülküttab ile Avrupalı elçiler arasındaki
gizli toplantılara evsahipliği yapmış, bu yüzden de Konferans Köşkü ismini
almıştır. Kasır, Sultan Abdülmecid zamanında, 1846’da yıkılmıştır.
Yılanlı Yalı
Bebek Koyu’nun ve Boğaziçi’nin namlı yalılarından biri Yılanlı Yalı’dır. Bu
yalı, eliböğründelerle taş duvar üzerinde, geleneksel mimari üslubuyla
İstanbul’da ancak birkaç örneği kalmış ahşap yapılardandı. Kayalar
mevkiinde, I. Abdülhamid veya III. Selim devirlerinde yapılarak, muhtelif
tadillerle günümüze kadar gelmişti. 1964 yılında Harem bölümü tartışmalı
bir şekilde yandı. Yalının giriş kapısının yanında kubbeyle örtülü büyük
taş oda, görünümü, havuzu ve duvardaki selsebiliyle serin olduğundan,
konuklar burada ağırlanırmış. Aydın Bolak tarafından mirasçılarından satın
alınan yalı, 1989 yılında sadece dış cephe özgünlüğüne uyularak yeniden
inşa edilmiş.
Valide Paşa Yalısı (Mısır Başkonsolosluğu)
Valide Paşa Yalısı, 1902 yılında İtalyan Mimar Raimondo D’Aronco
tarafından yapılmıştır. Hâlâ Mısır Başkonsolosluğu’na ait olan kârgir bir
binadır. Bu bina aynı yerde yapılmış üçüncü yapıdır. İlk yapı, Sultan III.
Ahmed’in kadıaskerlerinden Dürrizâde Arif Efendi’nin yalısıdır. Bebek’in
Lâle Devri’ne ait namlı yapılarındandır. İkinci bina, Sultan II. Mahmud’un
sadrazamlarından Rauf Paşa’nın yalısıdır. Üçüncü yapı ise günümüze
kadar gelen Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın validesi Prenses Emine’ye
ait yalıdır. Emine hanımefendi İstanbullular arasında “Valide Paşa” olarak
anıldığından yalı da bu ismi almıştır. Valide Paşa’nın ölümünden sonra yalı
Mısır hükümetine kalmış olup halen konsolosluk olarak kullanılmaktadır.
Bebek Kasrı
Günümüze ulaşamayan Bebek Kasrı, Bebek Bahçesi içerisinde yer
alıyordu. Evliya Çelebi ve Vakanüvist Asım Efendi bu kasrın Sultan I. Selim
60 B+ YAZ
Kavafyan Konağı
Katolik Yetimhanesi yakınlarında 1571 tarihli eski Kavafyan Konağı’nın
ayakta duran (ama dik durmayan) harem kısmı görülebilir. İstanbul’un
bugüne kalmış en eski konağıdır ve 1751’de yapılmıştır. Odaların ortadaki
sofaya açıldığı tipik konaklardan biridir. Bazı tavan ve duvar süslemeleri
hâlâ görülebilir.
Fikret Yüzatlı Yalı- Köşkü
Bebek Oteli ile sahil kornişinin, apartman tarzı sahilhanelerin yeknesaklığını
gideren bu 91 nolu, iki katlı yalı-köşkü oldukça şirindir. Duvarları betonarme
olmasına rağmen, ahşap kordeleli saçağı, beyaz boyası ve şale stiliyle bir
muhabbet kuşu görünümündedir. 1968’de İsmet İnönü’nün yaverlerinden
Fikret Yüzatlı tarafından yaptırılmıştır.
İnşirah Vadisi
Bebek’teki tarihi doku ve kültür mozaiğini görmek için mutlaka İnşirah
Vadisi’ni görmek gerekir. İskele karşısından Etiler’e çıkan İnşirah Vadisi
İstanbul’un önemli parçalarındandır. İki tarafta koru ve yapı üslupları
bakımından önemli köşkler vardır. Yolun sonundaki Rum kilisesi önünde
İstanbul’un en muhteşem çınarlarından biri boy gösterir.
Ayios Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi
Boğaziçi Üniversitesi
Bebek’le Rumelihisarı arasındaki tepelerde Boğaziçi Üniversitesi’nin arazisi
uzanır. Arazi, Molière’den yaptığı uyarlamalarla tanınmış bir devlet adamı
olan Ahmet Vefik Paşa’dan satın alınmıştır. Burası eski Robert Kolej’dir.
Robert Kolej 1863’te Cyrus Hamlin tarafından kurulmuştur. Hamlin, Kırım
Savaşı sırasında Florence Nightingale ile çalışmış bir misyonerdi. Okuldaki
binalardan birine onun adı verilmişse de okulun kendisi, kurulması için
gerekli parayı sağlayan Christopher Robert’in adını taşır. Daha sonra
bir devlet kurumu olarak “Boğaziçi Üniversitesi” adını almıştır. Boğaziçi
Üniversitesi’nin alt giriş kapısı ve tarihi bekçi binası, Bebek’in vazgeçilmez
simgelerinden biridir.
Kayalar Mescidi
Ayios Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi
Ana caddeden 100 metre kadar sonra İnşirah Sokağı ile Meygede Sokağı
köşesinde Ayios Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi yer alır. Dikdörtgen
planlı, duvarları yığma taş, damı kiremitli kilise çepeçevre dar bir avlu
içindedir. Beton çan kulesi 1962 yılında ilave edilmiştir. Bebek’teki dört
ibadethaneden biri olan kilise halen ibadete açıktır. Rumca ayin yapılan
kilisenin cemaati çok azalmıştır.
Katolik Kilisesi
Bu kilise de yine İnşirah Vadisi’nde yer alıyor. Kilisenin 1856’da inşa edildiği
sanılıyor. Sacre Coeur Fransız Kilisesi Lazarist bir kilisedir. Bu kilisedeki
ayinler İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Türkçe olmak üzere her hafta farklı
bir dilde yapılıyor. Ama cemaati olmadığı için neredeyse kimse gelmiyor.
Fransız Yetimhanesi ve Bebeköy
Bebek sırtlarında Bebek Koyu manzaralı Fransız Yetimhanesi 160
yaşındadır. Osmanlı mimarisinin tipik özelliklerini taşır. Sedir ağacından
yapılmış 16 tarihi binadan oluşur. İnşirah Vadisi’ndeki 63 dönümlük arazi
yüzyıllık ıhlamurların, cevizlerin, şeftali, erik ağaçlarının yer aldığı geniş bir
alan ve muhteşem bir Boğaz manzarasına sahip. Fransız Yetimhanesi
yıllarca Süryani Kilisesi’ne rahip yetiştirdikten sonra 1942 yılında
kapatılmış. 1850 yılında kurulan yetimhaneye alınan Süryani çocukları
2 yıllık eğitimden sonra Fransa’ya gönderiliyor, burada rahip ve rahibe
olarak yetiştiriliyorlardı. Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre ailelerine
de Fransa’da oturma izni veriliyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
açtığı 49 yıllık kiralama ihalesinden sonra, Fransız Yetimhanesi’nde yeni
“Bebeköy” projesi hayat buluyor. Orijinaline sadık kalınarak yürütülen
projede yetimhaneyi oluşturan irili ufaklı binaların içinde 33 metrekare ile
400 metrekare arasında değişen yaşam birimleri oluşturuluyor. Bebeköy,
uzun ya da kısa süreli konaklamalar için düşünülüyor.
Kayalar Mescidi, Şeyh Ahmet Niyazi Efendi tarafından 1877 yılında
tekke ve mescit olarak inşa ettirilmiştir. 1925’te kapatılmış, 1987 yılında
ise cami olarak ibadete açılmıştır. Kayalar Mescidi Bebek Mahallesi’nin
dört ibadethanesinden biridir. Ahşap bir ev görünümlü küçük minaresi
ve sağında dergahtan kalan birkaç mezar vardır. Mescidin içinden döner
ahşap merdivenle üst kata çıkılır, çatı kiremitlidir.
Kayalar Mezarlığı/Aşiyan Parkı
Şimdi Aşiyan Parkı olan yer, 1950’lere kadar tarihi Kayalar Mezarlığı’ydı.
Lamartin gibi yazarların eserlerinde buradan söz ettiği biliniyor. 1950
yılından sonra Kayalar Mezarlığı istimlak edilip gazino haline getirilmiş,
uzun yıllar Aşiyan Gazinosu olarak, sazlı-sözlü programlarla devam ettikten
sonra, 1985 yılında belediye tarafından parka dönüştürülmüştür. Parkta,
Aşiyan Mezarlığı’nda yatan İstanbul Şairi Orhan Veli’nin heykeli vardır.
Aşiyan/Tevfik Fikret ve Fecri Ati Müzesi
Ünlü Türk Şairi Tevfik Fikret`in inzivaya çekildiği 1906-1915 yılları arasında
yaşadığı evdir. Farsça “kuş yuvası” anlamına gelen Aşiyan ismini de kendi
koymuştur. Bu ev, 1945 yılında Edebiyat-ı Cedide Müzesi olarak açılmıştır.
Daha önceleri Eyüp Mezarlığı’nda bulunan naaşı da, 1961 yılında çok
beğendiği bu bahçeye nakledilmiş ve bu tarihten sonra müze “Aşiyan
Müzesi” adını almıştır.
B+ YAZ 61
Bebek klasikleri
Bebek dendiğinde hem lezzet hem de mekân olarak Bebek’le bütünleşmiş
yerlere mutlaka bir uğramak gerek. Zaten bütün Boğaz tutkunları bunu
yapıyor. Hepsinin tarihi en az 40-50 yıl öncesine dayanıyor. Ne Türkiye’deki,
ne İstanbul’daki, ne de Bebek’teki değişim ve yeni akımlar onları etkilememiş.
Hepsi sahile paralel ilerleyen Cevdetpaşa Caddesi üzerinde.
Bu mekânların en eskilerinden biri, 50 yıldır Bebek’te olan “Santral
Şarküteri”. Oldukça mütevazı, 50 metrekarelik bir alanda yer alıyor. Ama
orada bulabilecekleriniz konusunda hiç de mütevazı değil. Mezeleri
Erzurumlu meze ustası Kazım hazırlıyor...
Asla unutulmaması gereken bir diğer Bebek klasiği ise “Bebek Divan”...
Boğaz’ın Avrupa yakasındaki tek “Divan” olma özelliğini koruyor halen.
Bebek Koyu’nun en güzel manzarasına sahip mekânlardan biri... Bebek’in
değişmeyen lezzet duraklarından olan “Mini Dondurma” ise 40 yıldır bu
mahallede. 1968’den beri sadece kendi ürettiği dondurmayı satan dükkân,
adı gibi gerçekten çok küçük. 33 sene önce açılan “Güneş Dondurma”,
serüvenine 1983’te hamburgerle başlayan “Abbas Waffle”
ve vitrin
düzenlemesiyle hemen dikkat çeken ünlü “Bebek Badem Ezmecisi” de
Bebek’in tatlı lezzet klasiklerinden.18 yıldır sabit yeriyle Mehmet Alamur’un
enginar tezgahı ve “Bebek Mevsim Manavı”nın da Bebek klasiklerinden
olduğuna şüphe yok. Bebek Otel’in içinde yer alan “Bebek Bar” ise
dünyanın en iyi elli barı arasında yer alıyor. 1945 yılında balıkçı kahvesi
olarak açılmış ve mütevazı görüntüsüyle uzun zamandır bir Bebek klasiği
olan “Bebek Kahve”nin müdavimleri arasında ise birçok ünlü isim var. B+
Aşiyan Parkı ve Orhan Veli heykeli
62 B+ YAZ
Gazinosu İhsan Bey’i Bebekli yapmış. Üstüne üstlük bir de eşinin
Bebekli olması, onun için Bebek’i vazgeçilmez kılmış.
İhsan Poroy’a Bebekliler Derneği’ni sorduk: “Dernek 1995 yılında
bir semt derneği olarak kurulmuş. Yani Bebekliler biraraya gelmek
için kurmuşlar. Ama zamanla değişmiş ve bir semt derneğinden
bir sivil toplum örgütüne dönüşmüş. Derneğimiz şu anda Bebek
Mahallesi’nin sorunlarını çözmeye çalışan etkin bir sivil toplum
kuruluşu. Üye sayımız yaklaşık 300’ü buldu.
Bebekliler Derneği, Beşiktaş Belediyesi’nin de desteği ve
katkılarıyla “Bebek Şenliği”ni düzenliyor. Bu yıl 3-4-5 Haziran’da
altıncısı yapılacak. Bu şenlikte kurumsal sponsorlar dışında Bebekli
esnafın, işletmelerin önceliği var. Geçen yıl şenlikte 123 stand vardı
ve ziyaretçi sayısı 35 bini buldu. Bu yıl stand sayısını biraz daha
sınırlamayı düşünüyoruz, daha ferah olsun diye. ”
İhsan N. Poroy / Bebekliler Derneği Başkanı (66, Emekli / üst düzey yönetici)
“6. Bebek Şenliği”
Bebekliler Derneği’nin 3 yıldır başkanlığını yürüten İhsan Bey
aslında bir “Beyoğlu” çocuğu. Hani şu Beyoğlu’na kravatsız ve
tıraşsız girmenin mümkün olmadığı yıllarda Beyoğlu’nda büyümüş.
1956’dan sonra koleje gitmesi, ablasının Bebek’te yaşaması
ve kolejli gençlerin devam ettiği, eskinin meşhur Bebek Nazmi
Poroy, şikâyetçi oldukları birkaç noktaya da dikkat çekiyor. “Bebek
iki ana arterden beslenir. İnşirah Yokuşu ve Küçük Bebek Caddesi.
Bebek’in yan sokağı yoktur. Bu iki ana arter daha yeni Beşiktaş
Belediyesi’ne geçti. Biz de şimdi yollarımızın ve kaldırımlarımızın
düzenlenmesini istiyoruz. Park sorunundan şikâyetçiyiz. Valelerin
intizama girmesini istiyoruz. Oluşturduğumuz bir semt yönetim
konseyimiz de var zaten. Zaman zaman biraraya gelip sorunları
birlikte tartışıyoruz. Birlikte çözüm üretmeye çalışıyoruz.”
“Biz Bebekliyiz”
Vahram Gesar, tam bir Bebek ve nostalji tutkunu. “ 2000’den sonra
korkunç bir değişiklik oldu. Biz burasını köy ve mahalle bilirken, New
York’un barlar ve restoranlar sokağına benzedi. Benim en fazla
önemsediğim konu insanlar, Bebekliler veya Bebek’e gelenler yürüdükleri
zaman rahat olmalılar. Kaldırımlar zaptedilmiş durumda” diye sitem ediyor
doğma büyüme Bebekli Vahram Gesar. Özlediği eskiyi yaşatmak,
herkese aktarmak için de hazırlanmakta olan “Bebek” kitabı için en çok
çalışanlardan birisi o. “Ben Bebek doğumluyum. Ailem tahminen 1914’lerde
gelmiş Bebek’e. Önce başka bir binada oturmuşlar, sonra da 1914 yılında
Bebek’te yapılan ilk apartmana taşınmışlar.”
Geçmişe olan bütün özlemine, bugüne tüm eleştirilerine rağmen hiçbir
zaman Bebek’ten ayrılmayı düşünmemiş. “Beni burada tutan şey Bebekli
olmaktır. Bebek’te enteresan bir şey var. En zengin ile en fakir birbiriyle
konuşurlar. Balıkçı ile bir profesör kol kola yürürlerdi, bir örnek vereyim,
rahmetli Erdal İnönü sahilde yürüyor, - meşhur Bebek Tarzanı derdik-, vay
Erdalcığım der, koluna girerdi ve Erdal Bey de onunla yürürdü.
Şimdi Karikatür Müzesi Müdürü olan Erdoğan Bozok da Bebeklidir ve
aynı zamanda Bebek’te kasaplık yapardı. Onun kasap dükkânı bütün
sanatçıların uğrak yeriydi. Bir gün kasap dükkânından yükselen müziği
bütün köy dinlemişti. Sevgili Erdoğan meşhur bir tenor ile birlikte Kalinka’yı
söylemişti. Sanırım bunlar Bebekli olmayı biraz anlatıyor.” Vahram Gesar
aynı zamanda müzik tutkunu. Ayda bir Açık Radyo’da nostaljik müzikler
çaldığı bir program yapıyor. Bunun yanında Bebek Şenliği’ne de DJ olarak
katkıda bulunuyor.
Vahram Gesar (63, eski tekstilci, amatör DJ)
Yıldız Kenter tiyatrocu, Şükran Güngör tiyatrocu,
Müşfik Kenter tiyatrocu, Sezen Aksu müzisyen, Özdemir Asaf şair,
Edip Cansever şair, Müzeyyen Senar ses sanatçısı,
Sevim Tuna ses sanatçısı, Umur Bugay sinemacı, Engin Cezzar tiyatrocu
Pınar Altuğ oyuncu, Hasan Kocamaz müzisyen, Çiğdem Talu müzisyen,
Melih Kibar müzisyen, Onno Tunç müzisyen, Ersen müzisyen,
Ruli müzisyen, Yeliz ses sanatçısı, Erdem Talu mimar
Bebek’in ünlü şahsiyetleri
Bugüne kadar Bebek’te yaşamış olan ünlü simaları merak ettik. Özellikle
edebiyat ve sanat dünyasının bazı önemli isimlerinin Bebekli olduğunu
öğrendik. Arkadaşlarının “Bebekolog” diye tanımladıkları Vahram Gesar
ile yaşamış ve halen yaşamakta olan Bebekli ünlü şahsiyetlerin bir listesini
yaptık. Günümüz Bebekli ünlüleri ise zaten paparazziler aracılığıyla
magazin programlarından takip etmek mümkün. Onları ayrı tutuyoruz.
Salih Acar ressam, Erdoğan Bozok karikatürist, Orhan Taylan ressam,
Semih Balcıoğlu karikatürist, İlham Gencer müzisyen,
Tekin Tekman müzisyen, Turgay Noyan müzisyen, gazeteci,
Cemal Kara müzisyen, Cezmi Başeğmez müzisyen,
İnşirah Yokuşu
B+ YAZ 63
Benim Beşiktaş'ım
“İnsan sarrafıyım...”
Röportaj: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraf: CEM TALU
Pakize Suda “Halkın içinde yaşarım, camdan fanus içinde
oturmanın gereği yok” diyor. Onu en çok etkileyen Anadolu insanı
zaman zaman ruhuna merhem olmaya devam ediyor
64 B+ YAZ
P
akize Suda, özü sözü bir kadın. Yaptığı her işe gön-
dürttü, “Güzellik yarışması var, girsenize” dedi, ben de girdim. Başka bir
lünü katıyor. “Yaptığım işe düşkünüm” sözleri bunu
isimle girdim tabii. Sonra birinci olunca babam öğrendi. Önce babam-
anlatıyor. Şarkıcıyken de, gazeteciyken de aynı Paki-
dan gizli işler yaptığımız için azar işittik, hiç de sevinç ifade eden bir şey-
ze Suda... Sıcakkanlı, açık yüreklilikle konuşan, ken-
ler söylemedi. Hatta bir iki gün tavır koydu bana.
di doğrularını dile getirmekten çekinmeyen biri o...
Anadolu’yu dolaşarak yaptığı programlar dillere des-
İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu, ilk nerede oturdunuz?
tan. Onu bir sandal kiralayıp Bebek’te denize açılmak da, Anadolu’da
İstanbul’a geldiğimde ilk Bebek’te oturdum, o yüzden oranın ayrı bir yeri
halkın arasında sohbet etmek de mutlu etmeye yetiyor... Hayattan çok
vardır bende. Hep bu civarda oturdum, 30 senedir Levent’teyim. Bebek
beklentisi yok, “bir gün alıp başını küçük bir yere yerleşeceğini” söy-
çok önemlidir benim için, en güzel günlerim orada geçti. Sandal kiralardık,
lüyor... Pakize Suda, İzmirli. Gazeteci kızı. Babasından Türkçe’yi mü-
arkadaşlarla bütün gün balık tutar, yüzer, simsiyah olurduk. Hâlâ da kafa-
kemmel konuşmayı ve yazmayı öğrenmiş. İzmir ise ona hayatı sevdir-
ma eser yaparım belli olmaz. İzmir de hayatımda hep çok önemli bir yer
miş. İzmir’in yerini İstanbul alsa da o hâlâ İzmirli. İstanbul’a ilk geldiğin-
tuttu. Her gittiğimde ağlatır beni. Uçakta, daha tepeden görünce İzmir’i,
de Bebek’te oturmuş. İstanbul’un en çok bu köşesini seviyor. İnsanlarla
ağlamaya başlarım, İzmirlilere laf söyletmem, 35 plakalı arabayı korumaya
da, çok sevdiği hayvanlarla da kolay iletişime geçiyor. Onu tanıyan her-
almak isterim. Ama İzmir’in hatalarını da bilirim. Aslında çok daha fazla ge-
kes “sözünü esirgemediğini” biliyor. Kendini “insan sarrafı” olarak görü-
lişmesi, örnek bir kent olması gerekirdi ama yeterince gelişemedi.
yor. TV çekimleri için gittiği Anadolu onun ruhuna merhem oluyor biraz
da. “En çok neden etkileniyorsunuz oralarda?” sorusuna; “İnsanları hoş-
Türkiye Cumhuriyeti’nde ekonomi ile ilgili alınan ilk kararlar İzmir İktisat
görülü, insana sahip çıkıyorlar, misafirperverlikleri çok hoş, hiç bozulma-
Kongresi’nde gerçekleşti, bu çok önemli...
mış olmaları etkiliyor beni” sözleriyle cevap veriyor. “Şehir hayatı gelenleri bozuyor , çünkü burada ayakta durmak zor” diye de ekliyor...
İzmir çok önemli bir şehir, şimdiye kadar örnek şehir olması lazımdı ama
Pakize Suda, B+’nın sorularını içtenlikle cevapladı. Bize de onun gaze-
olmadı, nedendir, merak ediyorum.
tedeki köşesinin adına yaraşır bir şekilde röportajı “... mış gibi” yapmadan, olduğu gibi sizlerle paylaşmak düştü.
Nasıl bir çocukluk yaşadınız?
Otoriter babayla geçen bir çocukluktu. Evde disiplin vardı ama sokağa
mini etekle çıkardım, babam gelince hemen altıma pantolon geçirirdim.
O zamanlar İzmir’de herkes mini etekle, şortla dolaşırdı. Babamın tutucu
bir tarafı vardı, kıskançtı, annemi de çok gezdirmezdi. Biz üç kız kardeşiz. Üç kız kardeş olmaktan mutluyum.
Yazı dilinin genetik olduğu söylenir, size de aileden mi geçti?
Evet. Biz yanlış Türkçe konuşamazdık evde, babam hemen düzeltirdi.
‘De, da’ takılarının ne zaman bitişik, ne zaman ayrı yazılacağını çocukken
öğrendik. Bulmaca çözmeye alıştık küçük yaşta. Babam gazeteciydi ve
küçük yaşta gazete okumaya da alıştık. Ben hâlâ internetten gazete okuyamam, elimde olacak dergi, gazete, kitap. Bir kitabı dinleyemem, mutla-
İstanbul’a
geldiğimde
ilk Bebek’te
oturdum,
en güzel günlerim
orada geçti.
ka elime almam, dokunmam lazım. Yazıyı da elde yazarım. Yazma yeteneğimi, Türkçe ustalığını babama borçluyum ama o yaşasaydı ben aşktan, sevgiden bu kadar çok söz eden yazılar da yazamazdım. Ama böyle
deyince yanlış anlaşılmasın, kesinlikle gerici değildi babam. Sarışın, uzun
boylu, Avrupai bir tipti. Çok da severdim, çok babacı bir kızdım küçükken.
Güzelliğiniz de aileden mi geliyor?
Belki de… Babaannem Giritliydi. Baba tarafına benziyorum ben. Annem
İstanbullu ama babasının işi dolayısıyla Anadolu’yu çok gezmiş. Babam
İstanbul’un Beşiktaş bölgesini neye benzetirsiniz?
Anadolu Ajansı’nın önemli bir ismiydi; Orhan Suda. Önce Ankara’daymış,
İstanbul güzel bir şehir, dünyada ortasından deniz geçen tek şehir, bam-
daha sonra İzmir’de Anadolu Ajansı’nın bürosunu kurmuş.
başka ama ben bu keşmekeşi sevmiyorum. Trafikte kalıyorum, bir randevuya ancak yetişiyorum, ikinci randevuma gidemiyorum. İnsanları çok
İzmir çok karışıktır, dışarıdan, Girit’ten, Yunanistan’dan gelmiş çok insan
değişik, her türlü kazığı yiyorsunuz İstanbul’da. Önü alınmıyor, herkes is-
vardır. “Gâvur İzmir” demelerinin nedeni de budur. Çok karışıktır, o yüz-
tediğini yapıyor. Her şeyden korkuyorum artık. Buradan gideceğim.
den biz İzmirliler hiç alınmayız bu tip sözlere. Baba tarafımdan zeytinyağ-
İzmir’e de değil, daha küçük bir yere. Hayatımı küçülteceğim.
lı yemek kültürü geçmiş bana. Biz anne sütünden kesildik, zeytinyağlılara
başladık, bu kadar etkili yani… Üç çeşit salata konurdu masaya.
Beşiktaş bölgesinde hangi mekânlar önemlidir sizin için?
Bebek. Hep Bebek. Levent’te çok uzun zaman oturdum ama Bebek
17 yaşında “Ege Güzeli” seçildiniz, o günden sonra
neler değişti hayatınızda?
bambaşka. Gerçi rant var diye artık her yer çok kalabalıklaştı. Bebek de
Pek bir şey değişmedi. Çok da uzaklaşamadım İzmir’den aslında. He-
Bebek çok keyifliydi, balığımızı alır, pişirir, şehrin ortasında yerdik. Ba-
men şarkı söylemeye başladım. O zaman “Ege Güzeli” olmak şimdikin-
zen bugün de yapıyorum bunu. Sandal kiralamak çok güzel bir şey. Ben
den daha önemliydi ama ben pek tadını çıkaramadım. Babamdan sak-
çok küçücük şeylerle mutlu olan bir insanım. Bebek’te çok şarkı söy-
ladık. Güzellik yarışmasını da şöyle duydum; sokakta omzumdan biri
ledim; Bebek Belediye Gazinosu’nda, Fahrettin Aslan’ın açtığı Yıldız
bozuldu. Belediyeler bunu engellemeli bence. Gençlik zamanlarımda
B+ YAZ 65
Gazinosu’nda… O zaman tekneler, yatlar filan yoktu. İstanbul sosyete-
Var tabii. Her yerini gezdim, son derece açık, hiç de tutucu değiller. Kız-
si sandallarla gelir, bizi kıyıdan dinler, alkışlarlardı. Biz de bis yapardık. O
ların başı örtülü ama makyajlarını yapıyorlar. Sahil kasabaları ve köyle-
zaman herkes birbirini tanırdı, şimdi kimse kimseyi tanımıyor. Sanatçının
ri daha açık tabii. Ben mini etekle Anadolu’yu gezdim, İstanbul’da daha
sanatçı olduğu dönemlerdi. Emel Sayın’ın ilk ünlü olduğunda şarkı söy-
çok bakıyorlar valla... Ben Anadolu insanını pırlanta olarak görüyorum.
lediği yerdi burası. Çok güzeldi, kalite çok yüksekti.
Anadolu’da sizi en çok ne etkiliyor?
Gazeteciliği mi daha çok sevdiniz, sahneyi mi?
İnsanların hoşgörüsü. İnsana sahip çıkmaları, misafirperverliği ve hiç
Ben bütün yaptığım işleri sevdim. 30 sene şarkı söyledim, şarkı söyle-
bozulmamış olmaları. Oradan şehre gelenler bozulmuş, çünkü burada
meyi de sevdim. O zamanlar çok çalıştım, çok güzel çalıştım. Ben işimi
ayakta durmak çok zor.
iyi yapmayı seviyorum, yaptığım işe çok düşkünüm. Gençlik yıllarımda
bu kadar değildi tabii. Ama sonraları işim çok önemli oldu.
Anadolu’da hâlâ “devlet baba” anlayışı güçlü mü sizce?
Tabii. Anadolu’da devlet babaya çok inanıyorlar, çok güveniyorlar. Ama
kadınların durumu başka… “Beyim bilir” her konuda geçerli değil, kadının daha dominant olduğu yerleri gördüm ben. Erkekten daha fazla
kadının konuştuğu yerler var. Eziliyorsa da söylüyor zaten kadınlar, çok
açıkyürekliler. Esas İstanbullu kadınlar söylemiyor, saklıyorlar. Kapalı kapılar ardında oluyor her şey.
Beşiktaş Belediyesi “16-19 Mayıs Bağımsızlık İçin İlk Adım”
etkinlikleri düzenliyor. Size hangi duyguları yüklüyor
bu tür etkinlikler?
Hangi işi yapsam
onu severim.
Ben yaptığım işe
çok düşkünüm.
Tamam, bu güzel ama Beşiktaş Belediyesi’ne sormak istediğim bir şey
var: Bebek’te o Atatürk heykelinin yanında, gölge yapan koca ağaç kesildi, yakıştı mı bu? Olmamalıydı. Ağaç kesildi, Atatürk heykeli büyük
kaldı, ağaç budandı, gölgelik gitti.
Ağaç kesilmemiş, budanmış, yeniden yeşillenir...
Beşiktaş Belediyesi’nin, Cumhuriyet’in değerlerine
sahip çıkma çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İyi yapıyorlardır herhalde. Beşiktaş her yönden şanslı tabii. Ama ben eskileri tabulaştırmaya çok karşıyım aslında. Yeni bir şeyler söyleyemiyor
kimse, eskiye bağımlı yaşamaktan. Artık yeni şeyler söylesinler, onlar da
geçsinler tarihe. Tabii Atatürk’ün önünde eğilelim, onu sevelim ama tapınmaktan vazgeçelim. B+
İkisi de insan ilişkileri ile ilgili meslekler…
Evet. Şimdi insan sarrafı olmanın çok faydasını görüyorum. İnsan tanımayla çok bağlantılı bir şey yazmak. Oturduğunuz yerden yapamazsınız.
Sokağa çıkacaksınız, insanları tanıyacaksınız, Anadolu’yu gezeceksiniz. Şoförle, garsonla konuşurum, onlardan beslenirim ben. Anadolu’da
bir köylü kadınla konuşurum, iki dakikada bir soruyla Anadolu’da kadının
erkeğe bakışını öğrenirim. Halkın içinde yaşarım, hiç de zarar gelmez.
En fazla gelip “aa, Pakize Suda” derler, dokunur severler, o kadar. Kimse
korkmasın, bir şey olmaz. Camdan fanus içinde oturmanın gereği yok.
Beşiktaş’ın bir de şu yanını seviyorum. Hayvanların aşılı bir şekilde herkesin arasında, sevilebilecekleri bir ortamda yaşayabilmelerini seviyorum. Bir de Levent’te eskiden kar yolları kapatırdı, on bir gün eve kapandığımızı bilirim. Şimdi çok iyi. En büyük karda bile yollar kapanmıyor.
Mahalle demokrasisi var Beşiktaş’ta. Başkan her hafta bir semte gidiyor, halkla konuşuyor. Semt sakinleri ile sorunlara beraber çözüm bulunuyor ve böylece mahallelinin nabzını sürekli tutmuş oluyor.
Tabii. Ben nasıl halkın içinde olarak başarılı oluyorsam belediye başkanları da elbette benden çok daha fazla halkın içinde olmalı. O dert dinleyecek, onun başka işi yok. Hep koşacak…
Anadolu’nun her yerini gezdiniz. Bölgelere göre
farklılaşan bir ruh hali var mı?
66 B+ YAZ
Babaannem
Giritliydi,
yemek kültürünü
ondan aldım.
Biz anne sütünden
kesildik,
zeytinyağlılara
başladık.
B+ YAZ 67
Sergi
Sanata
özgürlük!
Yazı: MELİS BAYDUR Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ, ERDEM AYDIN
Beşiktaş Çağdaş’ta düzenlenen
“Özgürlük, SilYazı:
Baştan!”
“Heykel
Özgürlük”
sergilerinde
MELİS BAYDURile
Fotoğraflar:
ALAADDİNve
SAVAŞ,
ERDEM ÇERİK
yüzlerce sanatçı eserlerini “özgürlük” için sergiledi.
68 B+ yaz
B
eşiktaş Belediyesi’nin özgür sanatı desteklemek adına düzenlediği iki sergiden ilki “Özgürlük, Sil Baştan!”dı.
Beşiktaş Çağdaş 12 Nisan’da bir sergi açılışında ağırlayabileceği belki de en kalabalık kitleye evsahipliği yaptı. Dile kolay, 130’u aşkın genç sanatçının hazırladığı 111
eser sanatseverlerle buluştu.
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin (UPSD) düzenlediği 5. Genç
Etkinlik Sergisi’nin konusu “Özgürlük, Sil Baştan!”dı ve bir “Genç Etkinlik” olduğu için 35 yaş altı gençlerin katılımıyla sınırlıydı. 130’u aşkın sanatçının, dostlarının ve her yaştan sanatseverin katılımıyla salon kıpır kıpır; gençler heyecanlıydı. Bu hareketlilikte, “özgürce” hazırlanmış eserlerin renkliliği ve çeşitliliğinin de payı vardı şüphesiz. Kimi sanatçılar yağlıboya eserleriyle, kimileri enstalasyonlarıyla, kimi sanatçılar fotoğrafla, kimileri heykelleriyle katılmışlardı sergiye. Serginin konusundaki özgürlük teması gibi, eserlerin üretim tarzları da özgür bırakılmıştı.
UPSD için “Genç Etkinlik”lerin ayrı bir önemi var; bu etkinliklerde genç
sanatçılar kendilerini tanıtma fırsatı buluyor, eserlerini sergileme şansına
sahip oluyor. İlki 1995’te düzenlenen “Genç Etkinlik” sergilerinde pek çok
önemli sanatçının ilk çıkışlarını gerçekleştirdikleri de biliniyor. Ayrıca bu 5.
Genç Etkinlik’te, daha önce “usta”larının eserlerinin sergilendiği Beşiktaş
Çağdaş Sanat Galerisi’nin duvarlarında kendi eserlerini görmek gençler
için ayrı bir coşku kaynağı oluyor kuşkusuz.
mekteydi: “Al eline süngeri, önce kendi karatahtanı sil baştan. ‘Ne yapsam
sanat diye sınıflandırılır?’ diye düşünme, ‘Ne yaparsam çağdaş sanata benzer, ne yaparsam satar?’ diye de düşünme! Kendin için sanat yap. İstersen
yalnız kendi kendini tatmin et. Ama duvarların içinden, üstünden ya da yanından geç... İçgüdünü dinle. İddialıyı aramaktan korkma. ‘Ne derler’ sorusu
bizim dilimizde yok. Bu arada söylemeye gerek bile yok. Tüm okuduklarınızı
unutun. Bunu da, ‘Sil Baştan’ yapın. Konumuz özgürlük, unutmayın.”
Sergi açılışına katılan Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal yaptığı konuşmada, “Burası Beşiktaş Çağdaş... Kamu olanaklarını kullanmadan,
kültür ve sanata destek veriyoruz bu salonda. Bu salonda sevgili Selçuk’un
(Selçuk Kaltalıoğlu) emekleri oldukça fazla, yükümüzü alıyor sırtında taşıyor. Bu salon Adnan Çoker’lere, Ali Avni Çelebi’lere, Art Show’lara, Cumhuriyetimizin en önemli eserlerine, bu salon benim de mezunu olmaktan
gurur duyduğum Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin eserlerine, Orhan Peker’in, Ferruh Başağa’nın, Özdemir Altan’ın, sevgili Bubi’nin
eserlerine burada kollarını açtı, sahip çıktı ve katkı verdi. Gençler sizler
çok şanslısınız, öyle şanslısınız ki bu devlerin eserlerinin süslediği duvarlarda şimdi sizin eserleriniz var. Sevgili arkadaşlar, öyle bir dönemde bu
eserleri sergiliyorsunuz ki , özgürlüklerin kısıtlandığı, çok farklı ortamlara
götürüldüğü bugünlerde ‘Özgürlük, Sil Baştan!’ diyerek eserlerinizi duvarlara asıyorsunuz” sözleriyle genç sanatçılara destek verdi. B+
Serginin konseptini belirleyen UPSD Başkanı Bedri Baykam “Özgürlük, Sil Baştan!” başlıklı çağrı metninde, “Özgürlük, oynar gibi sanat yapmak, kaideleri tersyüz etmek, düzene dil çıkarmak, hep sanat ortamının
yaramaz çocuklarının ana görevi olmuştur ... Yeni iletişim çağı ve duvarların çöküşünden sonra özgürlük yerine daha fazla ırkçılık, daha yoğun savaş, faşizm, dincilik yüklemeleriyle karşılaşan 90’ların ve 2000’lerin şaşkın genci, her gün delik deşik edilen kendi değerlerinin vahşi kapitalizme veya emperyalist tuzaklara satıldığının ne kadar farkında? ‘Özgürlük,
Sil Baştan!’ derken, sanat tarihi, sanatçının kendi dünyası, ülkenin siyasal
şartları, demokrasi mücadelesi... Hepsi sepete eşit olarak düşüyor” diyerek sanatçılara seslenmişti.
Baykam, metnin sonunda genç sanatçıları şu sözleriyle katılıma davet etSizin Aile - “Bizim Aile”
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal “Özgürlük, Sil Baştan!” sergi açılışında...
B+ YAZ 69
Bedri Baykam: Özgürlük sanatçının oksijeni;
sanatın altyapısı, temelidir.
Türkiye'nin en önemli profesyonel sanatçı derneği UPSD olarak
temel hedeflerimiz, sanatçılarımızın yaşam şartlarını iyileştirmek,
Türkiye'de sanata duyulan sevgiyi ve saygıyı arttırmak, Türk çağdaş sanatının dünyada önünü açmak, yeni kuşakların önünü açmak ve elimizden geldiği kadar ülkedeki diğer kurumlarla, siyasetçilerle, basınla temas içerisinde Türk sanatçılarının daha iyi bir altyapıda yetişmesini,yaşamasını, yarına bakmasını ve ülkeyi en iyi şekilde temsil edecek sanat eserlerini en rahat ortamda ortaya çıkarabilmesini sağlamak.
"Özgürlük, Sil Baştan!" dedik, çünkü özgürlük sanatçının oksijeni;
sanatın altyapısı, temelidir. Bir ülke demokrasisinin temel altyapısı da
özgürlüktür. Önemli olan, onu kaybetmeden değerini bilmek… Sanatçı yenilikçidir, devrimcidir... Sanatçı risk almayı sever ve tüm bunları yapabilmesi için de özgürlüğe gereksinimi vardır.
Türkiye'de sürekli olarak bir duvardaki yazıyı siler gibi, özgürlüklerin
önüne konulmuş tüm zorlukları, tüm statükoları, tüm engelleri, bütün alışmışlıkları, uyuşmaları ortadan kaldırıp, her şeyi silip, yeni bir
sayfa açabilmek, yeni bir ses vermek, yeni bir umutla yarına bakabilmek, çağdaş sanatın ruhuna uygun hareket eden bütün sanatçıların
Burcu Ayan Ergen (29)
"Her Koşulda Sanat"
B+ olarak Bedri Baykam’a geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz.
İpek Şenel (24)
"Arılar"
Eser, ilk olarak 2005 yılında
yaptığım bir enstalasyon çalışması, ismi “Her Koşulda Sanat”. Bu işi yaparken mekansızlık kavramından yola çıktım. O sırada bir çalışma alanımız yoktu ve bu olanaksızlıklar
doğrultusunda ortaya bu yerleştirme çıktı. Yoğunlukla tuval
üzerine akrilik ve yağlıboya ile
çalışıyorum ancak “Her Koşulda Sanat”, “Özgürlük, Sil
Baştan!” konusuna daha uygun olduğu için sergilenmesi için bunda karar
kıldık. “Özgürlük” yaratma ve üretme açısından insanı rahatlatan bir konu,
çünkü herhangi bir konu ve sunum uygun olabiliyor. Tavrınızı istediğiniz şekilde net olarak ortaya koyabilirsiniz. Bu serginin, Beşiktaş Çağdaş’ta olması da beni sevindirdi, burada işler kendini gerçekten güzel gösteriyor.
Kadir Öztoprak (35)
"Sarı Rüya"
Sergiye Ankara’dan katılıyorum. Gazi Üniversitesi G.S.F. Resim Bölümü
mezunuyum. Bu çalışmam
“Uyuyanlar ve Rüyaları” adlı
serimin “Sarı Rüya”sıdır.
Bunun yanında koyu renklerin hakim olduğu “Kabus” diye adlandırabileceğim resimlerin bulunduğu uzun soluklu bir seridir.
“Sarı Rüya” da eşime yaptığım evlilik teklifi döneminde ona verdiğim bir hediyeyi imgelediğim ve onun
mutluluğunu anlatmak için yaptığım bir resimdi. Grillparzer “Biz uyuyunca
rüyalar uyanırlar” demiş. Rüyalar insanların en özgür olduğu yerdir. Çalışmamın bu galeride sergilenmesi de benim için heyecan verici, daha önce burada Orhan Peker’in, Avni Arbaş’ın, “Van Gogh’un Peşinde Modernizmin
İzinde” sergilerini gezmiştim, gerçekten çok güzel tasarlanmış bir galeri.
70 B+ yaz
olmazsa olmaz tavrıdır, kaçınılmaz tavrıdır. Ve Türkiye, bugün, hepimiz biliyoruz ki, her günden daha çok, sanatçılarının, aydınlarının,
entelektüellerinin, "Özgürlük, Sil Baştan!" deyip yeni bir sayfa açmaya ihtiyaç duyduğu bir gündedir. Her dönemden daha çok şimdi, bu
cümleyi iliklerimizde hissetmeye ihtiyacımız var.
Marmara Üniversitesi G.S.F. Resim Bölümü
mezunuyum,
Heykel Bölümü’nde
çift ana dal yapmaktayım. İşlerimde tamamen doğal malzemeyi tercih ediyorum.
Benim çocukluğum
Gemlik’te geçti, zeytin ağaçları arasında büyüdüm, zeytinyağları, zeytinyağı sabunları, reçineler, tohumlar, arılar... Arı imgelerini kullanarak oluşturduğum çalışmalarımla arıların toplu yaşam biçimine işaret etmek, özgür toplumun nasıl oluşabileceğini sorgulamak ve sorgulatmak istiyorum. Bizim gençler olarak yaptığımız işleri sergileyebileceğimiz alanlar
kısıtlı, genç sanatçı adaylarına böyle ortamların oluşturulması çok güzel, bu
tür sergilere çok ihtiyacımız var.
Ekin Onat Von Merhart (35)
"Yorumsuz Benlik"
Gençler için önemli bir platform
olduğuna inandığım bu sergide
bulunmaktan çok mutluyum. 35
yaş altı sanatçıların katıldığı bu
projede, yaş sınırında olan bir sanatçı olarak genç arkadaşlarımla aynı noktada buluşmaktan büyük keyif aldım. Bu çalışmam, 63 parçadan oluşan bir fotoğraf enstalasyonu. Son zamanlarda ülkemde ve dünyada yaşanan olaylar beni çok fazla üzüyor. Ama her şeyden önce, insanların duyarsızlıklarından çok mutsuzum. İnsanların her geçen gün gözlerini, kulaklarını kapayıp üç maymunu
benimsemelerinin bizi gittikçe karanlığa sürüklediğini düşünüyorum. Duyarsızlığın, hem kişinin kendisini hem de toplumu dönüşü olmayan yollara sokan bir hastalık olduğuna inanıyorum. Özgürlük kavramına çok ihtiyacımız var. Gençlerin de söyleyecek çok sözleri olduğunu biliyorum, onlara imkan verildiğinde de bunu sonuna kadar kullanabildiklerini işte bu sergide görüyoruz.
“Özgürlük, Sil Baştan!” sergi afişi
Tan Yakut-”Söylemeye Dilim Varmıyor, Allianoi Diye Bir Yer Yok”
Spartacus - “Sus-Ma-Sus-Tukça-Sıra-Sana-Gelecek”
Güliz Baydemir- “Özgür İrade”
R. İlyada Başımoğlu - “Mu’da Yıldızları Seyredenler”
B+ YAZ 71
Ekrem Özen, İsmail Ünal, Mehmet Aksoy
“Tohum” adlı eserin önünde.
"Heykel ve
Özgürlük"
sonuna kadar...
116 heykeltıraşın toplam 141 eseri
Beşiktaş Çağdaş’ta sergilendi.
Beşiktaş Belediyesi, sanatçıların “özgürce” eserlerini sergileyebileceği bir ortamın yaratılmasına yönelik ikinci desteğini yine Beşiktaş
Çağdaş’ta düzenlediği “Heykel ve Özgürlük” sergisiyle gösterdi. 116
heykeltıraşın eserlerinin bulunduğu serginin açılışı 6 Mayıs’ta Beşiktaş
Belediye Başkanı İsmail Ünal tarafından yapıldı.
“Heykel ve Özgürlük” sergisine Mehmet Aksoy, Malik Bulut, Erol Uysal, Hale Ürkmezgil, Müfide Aksoy, Ekrem Özen, Orhan Algök, Müjgan
Özkaya, Necmettin Yağcı, Cem Sağbil, Metin Yergin, Ali Dirier, Korkut
Sönmez, Uğur Çalışkan, Nazlı Tabanlı, Tuğba Önder gibi heykeltıraşların yanı sıra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Mersin Üniversitesi,
Trakya Üniversitesi, Işık Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi’nden genç
sanatçılar da katıldı. “Sonuna kadar...” vurgusuyla sunulan “Heykel ve
Özgürlük” sergisi bu alandaki mücadeleye hız kesilmeden devam edileceği mesajını verdi. B+
72 B+ yaz
Ümit Can Gören “Nuh”
Mehmet Aksoy’un “Şamanlar” serisinden
Şule Tansel “Pür Dikkat”
Tolga Yurt “Özveri”
116 heykeltıraşın
toplam 141 eseri
Beşiktaş Çağdaş’ta
sergilendi.
B+ YAZ 73
Kadın girişimci
Ressam Meray Akmut
Bebeklileri resimle
“Şımart”ıyor!
Röportaj: MELİS BAYDUR Fotoğraf: GÖRKEM KIZILKAYAK
Bebek’teki “Şımart” isimli atölyesinde özgür ve enerjik bir çalışma ortamı sunan
Meray Akmut, çocukları “renkli” parmaklarla evlerine uğurluyor...
R
essam Meray Akmut, atölyesi Bebek’te olsa bile, bir
ayağı yurtdışında olan bir sanatçı. Portekiz, Hollanda
ve Türkiye’de faaliyet gösteren “Air” isimli uluslararası bir galeriyle çalışan Akmut, bu galerinin “mekânsız
ve özgür” niteliklerini hem çalışmalarında hem de yaşamında yansıtıyor. Fakat Akmut için her zaman “Beşiktaş” merkez... Bunun en önemli sebeplerinden birisi de, Bebek’teki
“Şımart” isimli atölyesinde farklı yaş gruplarına verdiği resim dersleri.
“Ders” dediğimize bakmayın, Akmut için önemli olan, atölye çalışmalarına gelenlerin kendilerini özgür hissedebilmesi ve “ufak yönlendirmelerle” resim alanında kendilerini ifade edebilmeleri... Biz de Meray Akmut’la
kızı Buse ve İdil’in de ders verdiği “Şımart”ın çocuk atölyesi saatinde,
“renkli kahkahalar” arasında ufak bir söyleşi gerçekleştirdik.
yoğunlaştım. İlk sergim Beşiktaş’ta Deniz Müzesi’nde 1994 yılında açıldı. Bundan sonra da iki senede bir sergi açtım. Tabii ressamlık benim için
hem çok büyük bir hayaldi hem de gizemli bir meslekti. İlk resmim satıldığında çok üzülmüştüm fakat profesyonelleştikçe, çok ince, çok özenli
çalışan, bu işe emek harcayan bir insansanız, karşılığını almaya başlıyorsunuz. Ben ayrıca uluslararası bir galeri olan “Air” ile çalışıyorum. “Hava”
demek ve isminin anlamını sonuna kadar yerine getiriyor. Hollanda, Portekiz ve Türkiye’de ayağı olan bir galeri, ismi gibi mekânsal değil, her yerde. Ben de bazen Hollanda’da, bazen Portekiz’de, bazen İstanbul’da
bulunuyorum. New York’ta da sergilerim oluyor. “DNA” isimli bir sergim
vardı son olarak New York’ta ve Taksim’de Mısır Apartmanı’ndaki Casa
Dell’arte Galerisi’nde “Detox” isimli bir sergi açtım.
Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Çalışmalarınızı nasıl nitelendiriyorsunuz,
eserlerinizi üretirken nelerden esinleniyorsunuz?
Mimar Sinan Üniversitesi Grafik Bölümü mezunuyum. Ajans ortamı yerine, serbest resim yaparken kendimi daha mutlu hissettiğim için bu işe
Özgün bir şey yapmak istediğinizde, kendi içinizdeki ifadelere başvurmanız gerekir. Ben de resimlerimde kendimle ilgili sorunlara, keyiflere,
74 B+ YAZ
mutluluklara yöneliyorum. Resimlerimde bir arayış var, kendi içimde de
var o arayış. Bunu ifade etmeye çalışıyorum. Soyut çalışmayı seviyorum
ve resimlerimin isimleri de onlar gibi soyut. İnsan hayatındaki iniş çıkışlar,
kendi içimde çözmeye çalıştığım şeyler beni bu alanda besleyen unsurlar. Her resim özgün ve benimle ilgili bir hikâye anlatıyor.
Çoğu zaman uzaklaşsam da, ne mutlu ki buralıyım. Kültür - sanat anlamında, insanların eserlerini sergileyebileceği ortamlar sağlama anlamında, Beşiktaş Belediyesi çok güzel işler yapıyor. Çok önemli açıkları kapatıyor. Bu da bu semtte yaşıyor olmanın ayrı bir gurur kaynağı. B+
Atölye fikri nasıl ortaya çıktı? Ne zamandır bu atölye
çalışmalarını devam ettiriyorsunuz?
On sene önce kurulmuş bir atölye bizimki. İsmi “Şımart”. Çocuklarla beraber bulduk bu ismi. İki farklı yerde çalıştık ikisi de Bebek’teydi. Ben Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğretmenlik için formasyon eğitimi aldım ve
İTÜ’de uzun süre resim öğretmenliği yaptım. Bu atölyeyi ilk olarak benim kişisel atölyem olarak açtım fakat daha sonra birkaç eğitim programı başlattık. Eğitim atölyeleri başladığından beri çok enerjik, kişiye resmi sevdiren, cesaret veren, gelenlerin çok keyif aldığı çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Gençlere bir şeyler vermek, onlarla zaman geçirmek ve istedikleri gibi resim yapma imkânı vermek, özgürce hareket etmelerini sağlayabilmek çok güzel... Bu ortam ve kurumsallaşmış eğitim süreci çoğu
genci elimine edebiliyor.
Atölye çalışmalarından biraz bahseder misiniz?
Hem çocuklara, hem gençlere, hem yetişkinlere, yani resim yaparken
biraz yönlendirilmek biraz beslenmek isteyen herkese yönelik programlarımız var. Pazartesi-cuma günlerini çocuklara ayırdık, salı-perşembe
genç grubumuzla çalışıyoruz. Onlara özellikle portfolyo hazırlama süreçlerinde destek oluyoruz. Çarşamba günleri yetişkinlere yönelik atölye çalışmamız var. Hafta sonu seramik çalışmalarımız oluyor. “Babaçocuk” atölyesi günümüz de var. Yetişkinler ve çocuklar birarada. Farklı
yaş gruplarıyla iletişim halinde olmak benim çok hoşuma gidiyor. Benim
bu atölyelerdeki temel hedefim insanları, çocukları rahatlatabilmek. Rahat ve özgür bir ortam sağlamazsanız, bütün resimler birbirine benzeyen
prototiplere dönüşür.
Atölyeniz Bebek’te, Bebek ve Beşiktaş sizin için
ne ifade ediyor?
Ben aslında Levazım’da büyüdüm, 22 sene kadar Ortaköy’de yaşadım, daha sonra Bebek’e taşındım. İlkokulum, lisem hep Beşiktaş’taydı.
B+ YAZ 75
Sergi
Saray’da
bir fincan kahve
Yazı: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: BURAK KARA
Osmanlı’nın kahve kültürü, Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde açılan
“Tüm Zamanların Hatırına Saray’da Bir Fincan Kahve” sergisiyle gün ışığına çıkıyor.
Haziran sonuna kadar açık olan sergi, ücretsiz gezilebilir.
76 B+ YAZ
B+ YAZ 77
Ş
imdilerde kahveyi uluslararası kahve zincirlerinin karton
bardaklarında içiyoruz, oysa kahvenin Avrupa’da
yayılmasını sağlayan biziz. Kahve çekirdeğinin 14’üncü
yüzyılda Habeşistan’dan başlayan yolculuğu, Yemen Valisi
Özdemir Paşa’nın kahvenin lezzetine hayran olmasıyla
birlikte Osmanlı Sarayı’yla devam etmiş. Kanuni Sultan
Süleyman döneminde ise Türkler aracılığıyla Avrupa’ya ulaşmış. 1669’da
Fransa’da elçi olarak görev yapan Süleyman Ağa’nın misafirlerine ikram
ederek sevdirdiği Türk kahvesi, Paris’te birçok kahvehanenin açılmasına
vesile olmuş.
Saray’da kahve ikramının yeri ayrı
Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde açılan “Tüm Zamanların Hatırına
Saray’da Bir Fincan Kahve” adlı sergi, Osmanlı’nın kahve aşkına ışık
tutuyor. Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın koleksiyonunun, çoğu ilk kez
ziyaretçilerle buluşan eserlerinden oluşan sergi, kahve ikramının önemine
vurgu yapıyor. Kavrulması, soğutularak öğütülmesi ile pişirme aşamasına
hazırlanan kahvenin sunumu, Osmanlı’da büyük önem taşımış. Saray,
köşk ve konaklarda sunumu ve içimi farklı törenlerle yapılmış; tatlı ikramı
ile başlayan sunum gülsuyu, şerbet, çubuk ve nargile ile zenginleştirilmiş.
Sunum, bir görsel şölen...
Sergiyi gezerken Saray’da kahve ikramının; sitil takımı, sitil puşidesi,
birbirinden şık zarf ve fincanlar sayesinde nasıl bir görsel şölene
dönüştüğünü görüyorsunuz. Bu ritüele verilen önem, kendi sektörünü
de yaratmış. Önceleri Çin porseleni, İznik ve Kütahya yapımı fincanlarda
içilen kahve için, sonraki yıllarda Avrupa’daki çeşitli fabrikalarda Osmanlı
beğenisine uygun porselen ve cam fincanlar üretilmiş. 1890’lı yılların
başında ise Sultan II. Abdülhamit tarafından yaptırılan Yıldız Çini Fabrika-i
Hümayunu’nda porselen fincanlar üretilmeye başlanmış.
Kahveyi misafirle buluşturan fincan ve zarflar da görülmeye değer. Değerli
taşlarla süslü fincan zarfları sunuma zarafet katarken, fincanı tutan kişinin
elini yakmasını da önlemiş.
78 B+ YAZ
Sergiye ilgi büyük
Saray hayatının bir bölümüne ışık tutan sergiye ilginin artmasında
“Muhteşem Süleyman” gibi dönem dizilerinin önemi büyük. Sergiyi
gezdikten sonra canınız kahve çektiyse -ki çekmemesine imkân yokkafeteryada Kurukahveci Mehmet Efendi sponsorluğunda bir fincan
kahve içebilir, kendinizi Saray’da hayal edebilirsiniz.
Saraylara layık kahve keyfini evinizde sürdürmek istiyorsanız çıkışta
hediyelik eşya dükkânına uğrayıp, özel tasarım fincan takımlarından satın
alabilirsiniz. Bu arada, serginin ücretsiz gezilebildiğini tekrar vurgulayalım.
Dolmabahçe Sanat Galerisi, ayrıca her çarşamba günü saat 13.00-14.00
arası klasik müzik dinletilerine de evsahipliği yapıyor.
Sergi, pazartesi ve perşembe günleri dışında her gün 08.30-17:00 arası
ziyarete açık. Dolmabahçe Sanat Galerisi, Dolmabahçe Sarayı, Beşiktaş
Telefon: (0212) 236 90 00 B+
Sitil takımı
Kahve fincan zarfları
Kahve sunumunda pişirilen kahvenin taşınması için kullanılan gümüş, tombak, bakır ya da pirinçten yapılmış olan sitil takımının ana
parçasını sitil leğeni oluşturur. Kenarlarına takılan üç zincir yardımıyla askıya alınıp taşınan sitil leğeninin ortasındaki çukura, küllü ateş konur, içinde kahve olan ve ibriğe benzeyen sitil güğümü
bunun üzerine konularak kahvenin soğumaması sağlanırdı. Tombak ve gümüş sitil takımları en makbul olanlardı; kullanılan madenin kalitesi ailenin varlık derecesini gösterirdi.
16’ncı yüzyıldan itibaren kullanılan Çin porseleni, İznik ve Kütahya
yapımı kulpsuz ve zarfsız fincanlar, 17’nci yüzyılda yerini zarflı fincanlara bırakmış. Osmanlı Sarayı’nda kahve kültüründe önemli bir
yere sahip fincan zarfları, sunuma zarafet katmanın yanında, sunum yapan ve içen kişinin elinin yanmasını önleyen bir özelliğe de
sahip. Genellikle altın ve gümüş kullanılarak üretilen fincan zarfları yakut, elmas, zümrüt gibi değerli taşlarla bezenmiş. Hoş kokulu ağaçlardan, bağa, fildişi gibi maddelerden ve porselenden yapılan zarflar, Saray koleksiyonlarında bulunan nadide eserlerden.
Bu zarflar tombak, mine, kabartma, oyma, savat ve telkari gibi çeşitli süsleme teknikleri ile yapılmış.
Kahve ritüelinin
olmazsa olmazları
Sitil puşideleri
Sitil puşideleri genellikle bir metre çapında, yuvarlak, üzeri silme, kenarları sim saçak ya da sim harçlı örtülerdi. Saray ve konukların harem bölümündeki kahve sunum törenlerinde, kahve fincanlarının
taşındığı tepsinin önünden sarkıtılan sitil puşidesi, ihtişamlı işlemeleri ile sunuma görsel bir zenginlik katardı. Selamlık bölümünde ise erkek kahveciler tarafından yapılan kahve ikram töreni sırasında, sitil puşidesi ikiye katlanıp omuz üzerine atılarak sunum yapılırdı. Gelen misafirin ve günün önemine göre kullanılan sitil puşideleri, devlet ricalinin her kademesindeki ailelerin kızlarının çeyizlerinde, ayrıca sultan çeyizlerinde de en gösterişli halleri ile yerlerini alırdı.
B+ YAZ 79
Refia Sultan zarf takımı
Mavi porselen fincan zarf takımı, Sultan Abdülmecid’in kızı
Refia Sultan için hazırlanmış. Üzerinde Osmanlıca harflerle Refia Sultan yazıyor.
Altın tepsi: Dikdörtgen formlu tepsi 18 ayar altından yapılmış. Tepsinin merkezinde
kazıma tekniği kullanılarak yapılan stilize edilmiş papatya motifi ile birlikte bitki ve
geometrik geçmelerin kullanıldığı süsleme kompozisyonu var.
80 B+ YAZ
Şerbet kupası: Serginin en değerli parçalarından biri olan kupanın yeşil renkli mine
bezeli olan yüzeyi, gül demetleri ve kır çiçekleri ile süslenmiş. Kulp kısmında gül
motifi var. Kapağın tutamağı ise altından olup, menekşe formunda ve üzeri
elmaslarla bezenmiş.
Sultan fincanları: Beyaz porselenden fincanın üzerinde ampir etkili, altın yaldızlı
zeytin dalları ile çevrelenmiş madalyonun içinde Sultan Abdülmecid’in portresi yer
alıyor. Resmin altında “Rıfat” imzası ve Abdülmecid’in 31’inci padişah olduğunu
ifade eden “31” rakamı var. Diğer fincanda ise Sultan Abdülaziz’in portresi
bulunuyor. Altında altın boya ile ay yıldız damgası ve “1312” tarihi yazılı.
Fransız zarflı fincan takımı: Fransız Sevres damgalı olup, beyaz porselen zemin
üzerine altın yaldızlı geometrik geçmelerin içinde hilal ve yıldız motiflerinden
oluşan geniş bir bordürle çevrelenmiş. Kulplu fincan zarfı ise
18 ayar altın.
Kristal fincan takımı: Kristalden yapılan fincanların gövdesinde Sultan II. Abdülhamit’in
tuğrası var. Ayak çemberi ve kulpu gümüş üzerine altın yaldızlarla bordürlenmiş.
Bordürün ortasında hilal ve yıldız motifleri kullanılmış. Çiçek şeklindeki kulpun üzeri
renkli minelerle süslü. Tabağı da yine aynı şekilde renkli minelerle çevrilmiş.
B+ YAZ 81
Zanaat
Kapalıçarşı’dan Beşiktaş’a uzanan
“parlak” bir serüven
Yazı: MELİS BAYDUR Fotoğraflar: ALAADDİN SAVAŞ
Etrafını saran renkli ve şaşaalı tabelalar arasında fark etmemiş olabilirsiniz
fakat S&N Kuyumculuk, 30’u aşkın senedir Levent’in en işlek caddelerinden biri olan
Aytar Caddesi’nde müşterilerini ağırlıyor; tabelasının görkemiyle değil,
vitrinindeki gümüş tasarımların ihtişamıyla göz alıyor.
L
event’ten Etiler’e uzanan Aytar Caddesi’nin tüm o hareketli, gürültülü, hızlı akışı içerisinde, etrafındaki tabelaların yıldırıcı yoğunluğunda sıkışmış gibi gözükse de, S&N Kuyumculuk tam 33 senedir aynı yerde, görkemli fakat bir o kadar
da dingin vitriniyle gündelik hayatın keşmekeşine, ahenkli bir estetik katıyor. Mağazanın içine girip de ağır kapısını
ardınızdan kapattığınızda ise caddenin gürültüsünün bir anda kesildiğini
fark ediyorsunuz. Bu huzur ve gözalıcı parlaklığın iç içe geçtiği dakikalarda, sizi 1978’ten beri bu dükkânda gümüşçülük yapan Sezgin Serbester
ve mağazadaki eserlerin tasarımcısı oğlu Erim Bey karşılıyor. Biz de onlarla S&N’nin ve gümüşçülüğün dünü ve bugününe dair, ufak bir söyleşi
gerçekleştiriyoruz.
Bize biraz S&N’den ve markanızın geçmişinden söz eder misiniz?
S.S: Aile büyüklerimiz 1950’lerde İzmir’de kuyumculuk yaparak bu sektöre adım atmışlar, daha sonra biz işin üretim kısmı ile ilgilenmeye başladık.
Ben, üniversite eğitimimi tamamladıktan sonra özel bir şirkette çalışıyorken, işten ayrılıp Kapalıçarşı’daki ilk üretim yerimizi açtım. Kapalıçarşı Pastırmacı Han’daki bu mekânımızda, gümüş obje ve kuyum işleri ile ilgili üretim yapıyordum. O zamanlar Anadolu’daki müşterilerimiz için toptan üretim ve satışlar gerçekleştirdik. 1978’de ise Levent’te hem gümüş hem altın üzerine olan bu mağazamızı açtık. O günden beri de 1. Levent’te bulunmaktayız. Bu esnada üretim yerimiz hâlâ Kapalıçarşı’daydı. Daha sonra
üretimi Bayrampaşa’ya, en son olarak da Levent Sanayi’ye taşıdık. Levent
82 B+ YAZ
Sanayi’de olmamız, bu tarafta oturan müşterilerimizin gümüş veya metal
eşyalarının tamirini ve bakımını daha hızlı bir şekilde yapmamızı sağlıyor.
Markanızı oluşturan temel öğeler neler?
Kurulduğundan beri aynı yelpazede mi üretim yapılıyor?
S.S: S&N markasının temelinde nesilden nesile aktarılan bilgi, kusursuz
el işçiliği ve özgün tasarımlar yer alıyor. Her daim beğenilen klasik objeler yanı sıra, Anadolu motiflerini modern hatlarla birleştirdiğimiz çok geniş
bir ürün yelpazemiz var. Kapadokya’nın doğal yapısından esinlenerek tasarladığımız özgün objeler, bu topraklarda yaşamış Hitit, Selçuk, Osmanlı gibi pek çok medeniyetin izlerini taşıyan koleksiyonlarımız gümüşle hayat buluyor. Tamamen düz hatlar ve sade minimal çizgilerle tasarladığımız
modern koleksiyonlarımız da mevcut. Ayrıca markamızın en önemli farkı,
tamamen kişiye, firmalara özel ürünler tasarlayıp üretmek. Son yıllarda ise
Türkiye’nin evsahipliği yaptığı çeşitli spor organizasyonlarına yönelik özel
kupalar tasarlamaya ağırlık verdik. Kazanılan şampiyonluklarda Türkiye’yi
yansıtan bu kupaları tasarlamak, üretmek bizim için çok önemli bir ayrıcalık. Çocukların evlilik yıldönümlerinde anne-babaları için sevgiyle tasarlattıkları gümüş çerçeveler, yeni doğan bir bebek için tasarlanan mama kaseleri bizim çok severek yaptığımız işler arasında. Birisinin hayalini yıllarca yaşayacak gümüş bir objeye döndürmek bizim işimizin en zevkli kısmı.
Tasarım ve üretim süreçleri nasıl gerçekleşiyor?
S.S: Gümüşçülük, gümüş bir levhayı, ev eşyasına dönüştürme sanatıdır.
Tasarımlarımızı, müşterilerimizin arzu ve hayallerine karşılık olabilecek şekilde, müşterilerle birebir ilişki içerisinde gerçekleştiriyoruz. Yapacağımız
tasarıma karar verdikten sonra üretim aşamasına geçiyoruz. Bir gümüş
levhanın obje haline dönüşebilmesi için en az sekiz aşamadan geçmesi gerekir. İlk aşama genellikle gümüşün levha haline getirilmesidir. Sonra
yapılacak şekle göre sıvama - tavlama - dövme - kaynak - mıhlama - ajurtelkari - gravür - savat - polisaj gibi birçok teknik ve işlem uygulanır.
Hangi kesim ağırlıklı olarak sizden alışveriş yapıyor?
S.S: Gümüşün değerini ve etkisini bilen, ailesinde bu görgüyü tatmış insanlar için gümüş vazgeçilmez. Gençlerin çoğu gümüşü takı olarak biliyor.
Tabii evlenecek çiftler için gümüş ayrıca önemli. Biliyorsunuz, Türk kültüründe, kızı, içi çikolata dolu gümüş bir obje ile istemek adetten. Nişanda
yine gümüş tepsi gider. Pek çok davette, sofralar gümüş çatal- bıçak takımları ile süslenir. Gümüşü hem bir yatırım aracı hem de dekorasyon unsuru olarak gören tasarıma meraklı, sanata değer veren müşterilerimizin
evlerinde gümüş objelerimiz ev dekorasyonunu tamamlayan öğeler. Ayrıca başka firmalar için de tasarım ve üretim gerçekleştiriyoruz.
Türkiye’deki gümüş işçiliğinden ve gümüş işçiliğinin
kültürel tarihinden biraz söz eder misiniz?
S.S: Maden sanatının ilk adresi Anadolu’dur. Anadolu’da yapılan arkeolojik
kazılarda çıkan süs eşyaları, bu sanatın uzun bir geçmişe sahip olduğunu
gösteriyor. Kapalıçarşı bildiğiniz gibi bu tür üretim yapan atölyelerin temel
mekânı konumundaydı. Fakat atölyeler buradaki yer sıkıntısından dolayı
hem komple üretimi içerecek bir alana sahip olamadıkları için, hem de tarihi mekânların korunmasına yönelik kısıtlamalardan dolayı dışarıya doğru yöneliyorlar. Bu yüzden ve de en önemlisi yetişmiş eleman eksikliğinden, çoğu atölye kapanıyor.
Son olarak, sanatı ve mesleğinizi öğrenmek isteyenlere
neleri tavsiye edersiniz?
S.S: Öncelikle kuyumculuk konusundaki eğitimin bir üniversite dalı olduğu ve uzun süreli bir eğitime dayandığı gerçeğini unutmamak gerekir. İşin
tasarım bölümü için çeşitli okullar ve kurslar açıldı. Bu konuya ilgi duyanlar bu kurslara gidebilirler. Takı tasarlar ve üretirken artık teknoloji çok ön
planda, eskisi gibi el işi devreye pek girmiyor. Bu yüzden sonuç daha kolay ve daha kalıcı olabiliyor. Diğer taraftan gümüş ev eşyası üretimi hâlâ
klasik yöntemlerle sürdürüldüğünden, çıraklık, kalfalık ve ustalık süreleri uzun sürüyor. Hemen sonuç alınamadığı için bu işe ilgi duyan ve sabır
gösteren kişilerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. Gümüşçülüğün daha çok
aile mesleği olmasının temel nedeni bu olmalı. B+
B+ YAZ 83
Sergi
Serdar Gökhan’la
“First Look”
Yazı: B+ Fotoğraflar: ALAADDİN SAVAŞ
Türk sinemasının emektar oyuncularından Serdar Gökhan “öz mesleğim” dediği
ressamlığa dönerek açtığı ilk kişisel sergisini Arnavutköy Art Gallery’de
sanatseverlerin beğenisine sundu.
Serdar Gökhan oynadığı 127 tarihi, aksiyon, avantür filmle Türk sinemasının unutulmaz yüzleri arasına çoktan kazınmış olsa da, onun ilk mesleği
ressamlık. Çocukluk yıllarında başladığı sanatsal faaliyetlerine Beşiktaş
Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde devam eden Gökhan, oyunculuğa başlamadan önce Nuruosmaniye’de uzun yıllar tabela
ve resimli roman ressamlığı yapmış. Çok uzun bir süre ara vermiş olduğu
“öz mesleği”ne dönmenin heyecanını yaşayan Gökhan “ilk gözağrım” dediği First Look isimli natural temalı sergisini Arnavutköy Art Gallery’de sanatseverlerin beğenisine sundu .Biz de Serdar Gökhan’la bu ufak söyleşimizi, Bebek Arnavutköy Caddesi’ndeki dört katlı tarihi binanın giriş katındaki kafede gerçekleştirdik.
Ne zamandır bu kavuşmayı bekliyordunuz?
S.G: Ben sinemaya geçmeden önce, yedi yıl bu işin merkezi olan Bâb-ı
Âli’de ressamlık yaptım. O dönemde oyunculuk hem ekonomik açıdan
çok cazip ve hem de onurlu bir meslekti. Özendim, ufak ufak oyunculuğa
başladım. O dönemden sonra yaklaşık 35-40 sene ressamlık mesleğimi
hiç icra edemedim. Fakat şimdi oyunculuk anlamında bana sunulan projeler bu kadar yıllık tecrübemden sonra oynayabileceğim nitelikte değiller.
Biraz geriye itiyorum. Sinemaya bu açıdan ara vermem beni eski mesleğime geri döndürdü. Çok da mutluyum, bu kadar sene ara verdikten sonra güzel şeyler üretebilmek çok memnun ediyor beni. Bundan sonra farklı projelerle bu tür sergilere devam edeceğim.
Serginin adı “First Look” . Bu isim seçiminden biraz bahsedelim...
S.G: Ben ilk defa bir resim sergisi açıyorum. “İlk gözağrım” manasında “First Look” yani ilk bakış ismini seçtik. Gençliğimde bu mesleği icra
ederken de hiç sergi açmamıştım. Tabii o zamanlar kendim için değil, çalıştığım firmalar adına bir şeyler yaratıyordum.
84 B+ YAZ
Oyunculuk yaptığınız dönemlerde de içinizde var mıydı
resim özlemi?
S.G: Oyunculuk yaptığım dönemde hiç fırsat bulamadım resim yapmaya.
Zaten oyunculuk çok çalışılması gereken bir meslek. Bizim zamanımızda daha da zordu. 1964 senesinden itibaren bir başrol kapabilmek için
ufak rollerde kendimi kanıtlamaya çalıştım. Daha sonra 1969 yılında Saltuk ve Dadaş film şirketleri ile on filmlik anlaşma imzaladım. Yoğun çalıştığım bir dönemdi. Resim ise konsantrasyon gerektiriyor. Kendinizi tamamen yaptığınız resme vermelisiniz. “Bugün biraz yapayım, yarın biraz
daha yaparım”la olacak iş değil. O ruhu veremezsiniz.
Bu serginizde hangi dönem çalışmalarınız yer alıyor?
S.G: Yoğunlukla son 2.5 sene içinde yaptığım çalışmalar sergileniyor. Bu
sergiden sonra değerlendirip yeni bir konsept belirleyeceğiz. Yeni bir seriye başlayacağım. Tabii bunun sona ermesi 6 ay-1 seneyi bulur. Ben çok
ince ve ayrıntılı çalışıyorum, her tablonun tamamlanması için 1-1,5 ay harcıyorum. Bir de yağlıboya çalıştığım için onun da teknik zorunlulukları var.
Boyanın kuruma süresi var örneğin. Boyayı sürdükten sonra üstüne ancak gölge çalışabilirsiniz. Tamamen kurumadan, 7-10 gün üzerinde başka bir işlem yapamazsınız.
Eserlerinizde doğa, hayvanlar, bitkiler, manzaralar ağırlıkta.
Bu tercihinizin temelinde ne var?
S.G: Ben gözüm ne görüyorsa, yaptığım resimde de onu görmek istiyorum. Bu yüzden çok ince ve çok titiz çalışıyorum. Hayvanları ve doğayı da
çok seviyorum. Örneğin Familia isimli, yunusları resmettiğim çalışmamda,
yunusların gösteri dünyasında kullanılmamasına yönelik kampanyalardan
esinlendim. Hürriyete doğru giden yunusları resmettim. Kelebekleri res-
mettiğim çalışmamda da bu hayvanların kısacık ömürlerinde sergiledikleri güzellikleri yansıtmak istedim. Beni filmlerimle tanıyan insanlar bu tercihimi görünce şaşırıyor. “Cirit” adlı bir eserim de var sergide, ata sporumuz.
Beni tarihi filmlerle tanıdıkları için sergide de bu tür tarihi temaları işlediğim, Osmanlı öğeleri içeren resimler bekliyorlar.
Siz ayrıca bir Beşiktaş kentlisisiniz. Beşiktaş sizin için ne
ifade ediyor, çalışmalarınıza nasıl esin kaynağı oluyor?
S.G: Benim ailem 1948 yılında ben daha 5 yaşındayken İstanbul’a taşındı. O zamandan beri Beşiktaş’ta oturuyorum. Yıldız, Köyiçi, Ihlamur; hep
buralarda yaşadık. Çocukluğum o balık pazarının arkasındaki sokaklarda geçti. O zamanlar İstanbul’un nüfusu 650 bindi. Biz çocukken, arabaların plakalarının son rakamlarını tahmin etmeye çalıştığımız “tek mi, çift
mi” oyununu oynardık. Fakat bir arabanın geçmesini 2,5-3 saat beklerdik.
Şimdi tabii her şey çok daha karışık. Ben ayrıca uzun yıllar Serencebey’de
oturdum. “İstanbul” isimli çalışmamda resmettiğim İstanbul, oturduğum yedi katlı binanın terasından gördüğüm bir manzaradır. Şu anda da
Arnavutköy’de oturuyorum, oğlum burada doğdu. Galerimizi de buradan
seçtik. Mahallelimizle birlikte olalım, onlarla paylaşalım istedik.
Cirit
Son olarak sinemayla ilgili çalışmalarınızdan biraz bahsedelim. Bu alandaki çalışmalarınızı da sürdürüyor musunuz?
S.G: Senaryo çalışmalarımı bir yandan sürdürüyorum. Fakat üzerinde çalıştığım projeler yüksek maliyetli film çalışmaları. Dizi sektörüne girmek istemiyorum. Hem çok yoğun çalışılıyor hem de sanat açısından bir şey ortaya konulamıyor. Ben 47 senedir bu meslekteyim ve bu kadar senenin ve
tecrübenin sonunda yeni nesle bir şeyler vermek istiyorum. B+
3 Kelebek
Taş Melek
İstanbul
B+ YAZ 85
Haberler
Kanserin 1001 yüzü
Her yıl nisan ayının ilk haftası kanser konusunda toplumun bilinçlendirilmesi amacı ile Kanser Haftası olarak kabul ediliyor. Bu kapsamda Beşiktaş
Belediyesi, NeoLife Tıp Merkezi ile Akatlar Kültür Merkezi’nde 6 Nisan’da
“Kanserin 1001 Yüzü” adlı bir sağlık paneli gerçekleştirdi. Gazeteci - Yazar Meral Tamer’in moderatörlüğünde düzenlenen panelde Türkiye Kanserle Savaş Vakfı TKSV Başkanı Prof. Dr. Metin Ertem ve NeoLife Tıp
Merkezi’nden Prof. Dr. Ufuk Abacıoğlu, Prof. Dr. Gürkan Zorlu, Doç. Dr.
Duygu Derin ve Uzm. Psk. Elçin Şayan dinleyenleri kanserin farklı yönleri
konusunda aydınlattılar. Katılımın ücretsiz olduğu panelde kadın katılımcılara mamografi, erkeklere ise PSA testi hediye edildi.
Panelin açılışını yapan TKSV Başkanı Prof. Dr. Metin Ertem “Ülkemizde
yaklaşık her yıl 150 bin kişiye kanser tanısı konuluyor. Erken tanı çok önem-
li, tedavi sürecini etkiliyor ”dedi. Genetik faktörlere göre çevresel faktörlerin
daha fazla rol oynadığı kanserde beslenmenin önemine dikkat çeken Jinekolog Onkolog Prof. Dr. Gürkan Zorlu ise, doğada sunulan her şeyin yeterli dozda kullanıldığında faydalı olduğunu vurguladı ve “Yiyecekleri ilaca çevirmeyelim” mesajını verdi.
Medikal Onkolog Doç. Dr. Duygu Derin ise, erken teşhiste düzenli taramanın önemini belirtti. Şişmanlığın kansere zemin hazırladığını vurgulayarak düzenli yürüyüş veya egzersizin sadece kanserden korunmak için değil, sağlıklı yaşamak için de önemsenmesi gerektiğini söyledi. Kanseri insan hayatının bir parçası olarak tanımlayan Radyasyon Onkoloğu Prof. Dr.
Ufuk Abacıoğlu, kanser tanısı konulan hastaların yüzde 50’sinin yani her iki
hastadan birinin kurtulduğuna dikkat çekti.
İstanbul’da Liszt rüzgârı
Franz Liszt Müzik Akademisi, Budapeşte Liszt Müze-
liğe İdil Biret - Stephane Blet, Dezsö Ranki, Muhid-
si, Macaristan Milli Kültür Fonu’nun manevi desteği ile
din Dürrüoğlu, Endre Hegedüs, Özgür Aydın, Gergely
Liszt’in doğumunun 200’üncü yıldönümünde düzen-
Boganyi ve Toros Can renk kattı.
lenen “2011 İstanbul Liszt Piyano Haftaları” sanatseverler tarafından ilgiyle izlendi.
Geçtiğimiz yıl, Dünya Chopin Yılı kapsamında düzenlenen İstanbul 2010 Chopin Piyano Haftaları’nın orga-
1847 yılında Sultan Abdülmecit’in özel konuğu olarak
nizatörü Mehmet Mestçi-Artisan tarafından gerçek-
Dolmabahçe ve Çırağan Sarayı’nda konserler veren
leştirilen etkinlikte dünyaca ünlü sekiz piyanist son de-
19. yüzyılın efsanevi Macar piyano virtüözü, bestecisi
rece zengin bir program ile bir ay süresince Kadıköy
ve müzik tarihinde solo piyano resitali fikrini ilk yaratan
Belediyesi Süreyya Operası, Kadıköy Belediyesi Cad-
ve uygulayıcısı olan Franz Liszt, İstanbul’da zengin bir
debostan Kültür Merkezi ve Beşiktaş Belediyesi Fulya
festival programı içeriği ile müzikseverlerle buluştu. 18
Sanat’ta klasik müzikseverlerle buluştu.
Nisan – 10 Mayıs 2011 tarihleri arasında yapılan etkin-
86 B+ YAZ
Türkan Saylan,
adını taşıyan parkta anıldı
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) eski Genel Başkanı Prof. Dr.
Türkan Saylan, ölümünün ikinci yılında,
Beşiktaş Belediyesi tarafından yaptırılan
‘’Prof. Dr. Türkan Saylan Parkı’’nda anıldı.
19 Mayıs’taki törende Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, ÇYDD Genel
Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel ve ÇYDD Beşiktaş Şube Başkanı Füsun Göncü konuşma yaptı. Törene
katılan öğrenciler, ÇYDD yöneticileri ve
Saylan’ın çok sayıda seveni, Prof. Ferit
Özşen’in yaptığı; Saylan’ı burs verdiği çocuklarıyla beraber anlatan bronz heykelin
önünde fotoğraf çektirdi.
Düşler engel tanımıyor…
Beşiktaş Belediyesi ile Düşler Akademisi, Engelliler Haftası’nda el ele verdi. Düşler Akademisi Social Inclusion Band Grubu 5 Mayıs’ta Ortaköy’de
geniş katılımlı bir konserle halk karşısına çıktı. BM Engellilik Sözleşmesi’ni
imzalayan Türkiye’de nüfusun neredeyse yüzde 15’ ini oluşturan engelliler için acil çözümler üretilmesini isteyen Düşler Akademisi kuruluş amacı
ve çalışmalarını şöyle açıklıyor: “Engelli vatandaşlarımızın olmaları gerektiği
yer ile bulundukları yer arasındaki uçurum çok büyük. Bu büyük uçurumun
kapatılması için ciddi ve kalıcı çözümler üretip uygulamak ve en temel anayasal hak olan insana yakışır yaşama hakkından eşit ve özgürce faydalanabilmelerinin önünü açmak gerekmektedir. Düşler Akademisi bu yaklaşımla
15 Kasım 2008’de hayata geçirilmiş bir projedir.
Akademimiz, çağdaş belediyecilik anlayışının temsilcileri Beşiktaş, Ataşehir ve Kadıköy belediyelerinin stratejik-kurumsal partneri ve uygulama ortaklarıdır. ’Herkes için sanat’ yaklaşımı ile eşit katılım olanakları sunan öncü
ve model bir projedir. Social Inclusion Band Projesi ise, 10 yıldır engelli
gençlerin hayata eşit katılımı için kültür, sanat ve spor projeleri üreten Alternatif Yaşam Derneği (AYDER)’nin Düşler Akademisi bünyesinde gerçekleştirdiği yenilikçi ve girişimci bir projesidir.”
B+ YAZ 87
Haberler
Uçurtmalar
gökyüzüyle buluştu
Rengarenk uçurtmalar bu yıl bir kez daha Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği Uçurtma Festivali’nde gökyüzüne salındı.
Geleneksel Uçurtma Festivali’nin beşincisi, 3 Mayıs’ta Aykut Barka
Parkı'nda gerçekleşti. Festivalde Aykut Barka Parkı’nı dolduran yüzlerce
çocuk ve aileleri Beşiktaş Belediyesi tarafından ücretsiz olarak dağıtılan
uçurtmalarla şenliğin tadını çıkardılar.
88 B+ YAZ
Sadri Alışık
Ödülleri
Sinema tarihimize adını altın harflerle yazdıran Sadri Alışık anısına 16’ ncısı düzenlenen “Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Oyuncu Ödülleri” sahiplerini buldu.
tiyatro seçici kurulunun belirlemelerine göre ödül alanlar ise şöyle: En iyi
yönetmen: Murat Daltaban (Kutlama-Dot Koleksiyon), en iyi kadın oyuncu: Almila Uluer Atabeyoğlu (İsmene-Semiha Berksoy Vakfı), en iyi erkek
oyuncu: Reha Özcan (Bedensiz Kadın-İDT), müzikal ya da komedi dalında en iyi yapımın yönetmeni: Engin Alkan (Generaller, Savaş ve BarbeküTiyatro Adam), komedi ya da müzikal dalında en iyi kadın oyuncu: Suzan
Aksoy (Büyük İkramiye-Tiyatrokare), komedi ya da müzikal dalında en iyi
erkek oyuncu: Bülent Şakrak (Annem Yokken Çok Güleriz-Tiyatro Gerçek), Efes özel ödülü: Gonca Vuslateri ve Hakan Kurtaş (Punk Rock),
Öykü Karayel (Güzel Şeyler Bizim Tarafta), müzikal ya da komedi dalında
Efes özel ödülü: Neslihan Arslan (Temiz Ev-İDT).
Seçici kurul özel ödülünü Tiyatro 0.2, onur ödülünü ise Genco Erkal aldı.
Kars'taki İnsanlık Anıtı'nın yıkılmasının eleştirildiği gecede Genco Erkal,
ödül almasına rağmen büyük bir burukluk içinde olduğunu belirtti. Erkal,
''Ödül aldığım için sevinemiyorum. Zira AKM hâlâ kapalı. Muammer Karaca Tiyatrosu 5 yıldızlı bir otele çevrilmek isteniyor. Başbakan istedi diye
heykeller yıkılıyor. Sanatçılara saldırılıyor'' diye konuştu. Gecede Mustafa
Ceceli mini bir konser verdi.
25 Nisan’da Beşiktaş Belediyesi ve Efes sponsorluğunda Mustafa Kemal
Kültür Merkezi Attila İlhan Salonu'nda düzenlenen ödül töreninin sunuculuğunu Kerem Alışık ve Hülya Avşar yaptı.
Atilla Dorsay başkanlığındaki sinema seçici kurulu Burak Göral, Çolpan İlhan, Fehmi Yaşar, Halil Ergün, Ömür Gedik ve Yavuz Bingöl’den oluştu.
Seçici kurulun değerlendirmesine göre, sinema dalında ödül alanlar:
En iyi kadın oyuncu: Selma Ergeç (Ses), en iyi erkek oyuncu: İsmail Hacıoğlu (Çakal), komedi ya da müzikal dalında en iyi kadın oyuncu: Sevinç Erbulak (Prensesin Uykusu), komedi ya da müzikal dalında en iyi erkek oyuncu: Sermiyan Midyat (Ay Lav Yu), Ayhan Işık jüri ödülü: Mehmet Günsür
(Ses, Aşk Tesadüfleri Sever), onur ödülü: Filiz Akın ile Tunç Başaran.
Üstün Akmen başkanlığında Cem Duygulu, Çolpan İlhan, Filiz Kutlar, Hami
Çağdaş, Hasan Anamur, Nil Aykon, Refika Sezik ile Rengin Uz'dan oluşan
İstanbul “Canlandırma”ları
Levent Kültür Merkezi’ndeydi
Beşiktaş Belediyesi, Canlandıranlar Yetenek Kampı’nın desteği ile
üretilen İstanbul konulu kısa canlandırma film çalışmalarını sinemaseverlerle buluşturdu. 5 Mayıs 2011 Perşembe günü saat 19.00’da
Levent Kültür Merkezi’nde yapılan gösterimde, 5 kısa filmin gösterimi yapıldı. Berat İlk tarafından tasarlanıp hayata geçirilen Canlandıranlar Yetenek Kampı animasyon eğitimini ve üretimini kapsıyor.
Üniversiteler ve yapım şirketlerinin desteklediği Canlandıranlar Yetenek Kampı, animasyonseverlere ve bu alanda üretim yapmak isteyenlere bir altyapı kazandırırken onları piyasadaki şirketler ile bir
araya getirip, alanlarının profesyonelleri ile tanışma ve çalışma olanağını tanıyan bir platform. Levent Kültür Merkezi’nde gösterilen,
İstanbul’u ve İstanbul’daki yaşamı farklı boyutlarıyla anlatan filmlerden, İdil Ar’ın “İstanbul”u küçük bir kızın İstanbul’daki sihirli yolculuğunu, Nurbanu Asena’nın “İstanbul’da Sıradan Bir Gün”ü bir taksicinin maceralarını, M. Melis Bilgin’in “Tetrist”i kentin çarpık ve plansız
yapılaşmasını, Işık Dikmen’in “Şekerleme”si İstanbullu bir rüya perisini, Dilara Polat’ın “İstanbul Martısı” ise bu sıradışı kentteki yaşamların sıradanlığını konu ediyor.
B+ YAZ 89
Haberler
“Ustalara Saygı”
geceleri
Beşiktaş Belediyesi adına Gazeteci-Yazar Faruk Şüyün’un hazırladığı ve
altı sezondur kültür-sanat ve düşün hayatımızı zenginleştiren isimler için
düzenlediği “Ustalara Saygı” toplantıları geçen ay ünlü isimlerle devam etti.
Safa Önal, Nino Varon ve Şenes Erzik “Ustalara Saygı” gecelerine renk
kattılar.
Senaryo fabrikası: Safa Önal
Yeşilçam’a 400’ün üzerinde senaryo armağan ederek bir devre damgasını vuran Safa Önal 30 Mart’ta Akatlar Kültür Merkezi’ndeki toplantıda sevenleriyle buluştu.
Etkinlik gecesi, Yeşilçam’ın ünlü jönü Engin Çağlar ve Yağmur Kalyoncu tarafından sunuldu. 1945’te kısa öyküler kaleme alarak yazı dünyasına
“merhaba” diyen, Bâbıâli kültürüyle yoğrulan, ardından yöneldiği sinemada 400’ün üzerinde senaryo, 60’tan fazla fotoroman, 500 bölümden fazla dizi senaryosu kaleme alan, 40’a yakın filme de yönetmen olarak imza
atan duayen Senarist Safa Önal için hazırlanan gece, bir Yeşilçam resmigeçidine dönüştü.
Gecenin ilerleyen saatlerinde sahneye çıkan Safa Önal, “İyi ki geldiniz, iyi
ki varsınız, benim için söylediklerinize çok teşekkür ediyorum, ne söyleye-
90 B+ YAZ
ceğimi bilemiyorum, beni çok duygulandırdınız, onurlandırdınız. Ben de diyorum ki iyi ki de varım, iyi şeyler yaptığıma inanıyorum. Mücadelem devam
edecek, Bir de şu telif haklarımı alabilirsem daha da çok sevineceğim. 16
yıldır uğraşıyorum. Tekrar geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim” dedi.
Bir müzik mimarı: Nino Varon
Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen “Ustalara Saygı” toplantıları 11
Nisan’da popüler müziğimizin pek çok önemli ismini kitlelerle buluşturan
albüm ve şarkılarda imzası bulunan Nino Varon için düzenlenen geceyle
devam etti. Nilüfer, Tanju Okan, Füsun Önal, Modern Folk Üçlüsü, Timur
Selçuk ve Ajda Pekkan’ın da aralarında bulunduğu müziğimizin ustalarının albümlerine prodüktörlük yaparak kitlelerle tanışmalarını, buluşmalarını
sağlayan Nino Varon için hazırlanan “Ustalara Saygı” gecesinde, ustanın
yarım asrı aşan müzik yaşamını ünlü dostları anlattılar.
45’lik plakların ülkemize geldiği günlerde müziğe özel ilgisini fark eden,
23 yaşında Odeon’a girerek sayısız şarkı-albüme emek veren Nino Varon için hazırlanan “Ustalara Saygı” toplantısında müziğe de doyuldu. Tanju Okan’ın “Hasret”, “Çal Çingene”, “Bir Falcı Vardı”; Nilüfer’in “Göreceksin Kendini” ve Demet’in “Papatya Falları” şarkılarının sözlerine, Aşkın Nur
Yengi’nin “İmkânsızım”, Nilüfer’in “Boşver” ve Tanju Okan’ın “Kime Ne”
şarkılarının bestelerine imza atan Nino Varon, gecede yeni şarkılarından
örnekler de yorumladı.
ulusal-uluslararası çalışmalarını konu alan belgesel bir filmden görüntüler
de izleyicilere sunuldu.
Spor dünyasının duayeni: Şenes Erzik
Sezona sazlı sözlü veda
Yapılan etkinliklerden biri de ülkemizi yıllardır uluslararası arenada temsil
eden spor duayenimiz Şenes Erzik için 25 Nisan’da düzenlendi. UEFA 1.
Başkan Yardımcısı olarak kurumun yönetim kurulunda ülkemizin sesini duyuran, Genel Kurul’da mevcut görevine 22 Mart’ta 6. kez seçilerek UEFA
tarihinde bir rekora imza atan, halen FIFA’da da aktif olarak çalışan Türkiye
Futbol Federasyonu’nun ilk ve tek Onursal Başkanı Şenes Erzik için hazırlanan “Ustalara Saygı”ya ülkemiz spor camiasının önde gelen isimleri konuşmacı olarak katıldı.
Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği “Ustalara Saygı” toplantılarında altıncı sezon 2 Mayıs’ta “Halk Şiirimizin Ustaları” için hazırlanan özel programla sona erdi. Kasım ayında Turhan Selçuk gecesiyle başlayan ve aralarında Alâeddin Yavaşça, Atilla Dorsay, Cahit Sıtkı Tarancı, Nino Varon, Turgut Uyar, Safa Önal, Selmi Andak ve Şenes Erzik’in de bulunduğu alanının önde gelen isimleri için düzenlenen etkinliklerle dalya diyen “Ustalara
Saygı”nın sezon kapanışı, halk şiirimizin ustalarından dizelerle sazlı sözlü
bir kutlamaya dönüştü. “Halk Şiirimizin Ustaları” için hazırlanan etkinlik İlkim Karaca ve Tuna Egemen’in yorumladığı şiirlerle renklenirken, geceye
Esin Afşar ve Rahmi Saltuk da farklı yorumladıkları halk türküleri ile katıldılar. Gecenin sunuculuğunu Tuna Egemen üstlendi. Gecede, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Yunus Emre, Ercişli Emrah, Âşık Veysel
ve diğer halk şairlerimizin eserleri; Arabali Gülşen, Âşık Sinem Bacı, Cevahir Güzel, Devrim Salman, Ercan Seyhan, Erhan Uslu, İclal Akkaplan, İlkim
Karaca, Taşkın Doğanışık ve Yusuf Başaran’ın sazlarıyla bir kez daha hayat buldular.
Halit Kıvanç’ın sunuculuğunu üstlendiği gecede seyirciler, Şenes Erzik’in
meslek ve özel yaşamının dönüm noktalarını; Abdullah Kiğılı, Doğan Hızlan, Ertuğrul Tuncer, Fatih Terim, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal,
Mustafa Denizli, Nigar Alemdar, Osman Ulagay, Özkan Olcay, Selahattin
Beyazıt, Şükrü Birand, Togay Bayatlı, Prof. Dr. Turgay Atasü, Ünal Uzun,
Yavuz Kocaömer ve Yılmaz Tokatlı’dan dinlediler. Ali Kocatepe’nin Şenes
Erzik’in sevdiği şarkıları yorumladığı gecede, ünlü spor adamının yaşamı ve
B+ YAZ 91
24 saat
Beşiktaş'ta Yaşam Rehberi
Her konu için arayın... 7 gün 24 saat
444 44 55
ACİL NUMARALAR
BEŞİKTAŞ BELEDİYES‹
110 Yangın İhbar
Beşiktaş Belediye Başkanlığı
112 Sıhhi İmdat
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. Beşiktaş
Tel: 0212 319 42 42 Faks: 0212 319 42 70
İletişim: 444 44 55 www.besiktas.bel.tr
121 Telefon Arıza
122 Ankesör Arıza
126 Kablo TV Arıza
154 Alo Trafik
Beşiktaş Belediye Başkanlığı
(Eski Bina) Çırağan Cad. No: 77 Yıldız Mah.
Tel: 0212 236 10 20 (10 Hat)
Faks: 0212 259 16 83
Özel Kalem Müdürlüğü
Tel: 0212 280 48 00
155 Polis İmdat
156 Jandarma İmdat
158 Alo Sahil Güvenlik
Emlak ve İstimlak Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 54
Teftiş Kurulu Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 94
175 Alo Tüketici
177 Orman Yangın İhbarı
182 Ruhsal Bunalım Danışma
İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 96
Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 42
184 Sağlık Danışma
185 Su Arıza
186 Elektrik Arıza
Temizlik İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 65
Arnavutköy Zabıta Karakolu
Tel: 0212 265 12 66
Yazı İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 26
Levent Zabıta Karakolu
Tel: 0212 269 53 08
Çevre Koruma ve Kontrol
Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 92
Gayrettepe Zabıta Karakolu
Tel: 0212 272 37 89
Mali Hizmetler Müdürlüğü
Tel: 0212 319 41 23
Hukuk İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 28
Sağlık İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 04
Destek Hizmetler Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 34
İmar ve Şehircilik Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 53
Zabıta Müdürlüğü
Tel: 0212 260 60 05
Plan ve Proje Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 75
Beşiktaş Evlendirme Dairesi
Nüzhetiye Cad. No: 68 Türkali Mah.
Tel: 0212 260 64 97
Fen İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 63
Ortaköy Zabıta Karakolu
Tel: 0212 260 54 53
Park ve Bahçeler Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 64
Beşiktaş Çarşı Zabıta Karakolu
Tel: 0212 258 16 73
187 Gaz Arıza
188 Cenaze Hizmetleri
Dikilitaş Semt Evi
Emirhan Cad. Dilek Sok. No:2 Beşiktaş
Tel: 0212 2612926
Etiler Yaşam Evi
Etiler Mah. Ahular Sok. No:19 Beşiktaş
Tel: 0212 2634369
Ulus Yaşam Evi
Nisbetiye Mah. Ilgın Sokak No: 3 Ulus-Beşiktaş Tel: 0212 269 81 98
Ulus Semt Evi
Ulus Mah. Yol Sokak No: 2 Ulus-Beşiktaş Tel: 0212 2872715
Ortaköy Yaşam Evi
Ambarlıdere Yolu Sk. No: 4 Ortaköy
Tel: 0212 227 33 94
Gençlik Merkezi
Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 3 Kat: 5
Beşiktaş Tel: 0212 259 06 73
Kız Öğrenci Konuk Evi
Çitlenbik Sok. No: 29 Yıldız-Beşiktaş
Tel: 0212 236 10 24-25
Erkek Konuk Evi
Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. No: 25/A
Gayrettepe-Beşiktaş Tel: 0212 274 07 30,
0212 274 00 87
RESM‹ DA‹RELER
BEDAŞ
Bedaş Genel Müdürlük
Tel: 0212 347 74 10 Faks: 0212 347 75 03
Bedaş Beyoğlu İşletme Şefliği
Tel: 0212 237 23 50 Faks: 0212 297 63 04
Harp Akademileri Komutanlığı
Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad.
Beşiktaş Tel: 0212 284 80 65
Fulya Sanat
92 B+ YAZ
İstanbul Merkez Komutanlığı
Mecidiye Mah. Palanga Cad. No: 62 Beşiktaş
Tel: 0212 258 99 60 Faks: 0212 258 60 65
İlçe Emniyet Müdürlüğü
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 81 Beşiktaş
Tel: 0212 327 50 01 Faks: 0212 260 99 99
2. Şube Emniyet Müdürlüğü
Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok.
No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 214 40 18 Faks: 0212 214 45 00
3. Kolordu Komutanlığı
Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad. No: 1
Beşiktaş
Tel: 0212 285 06 46 Faks: 0212 285 03 23
Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü
Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 137
Beşiktaş Tel: 0212 274 64 80
Beşiktaş Kadastro Müdürlüğü
Cihannuma Mah.Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş
Tel: 0212 261 33 97 Faks: 0212 236 34 98
Darphane
Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 55
Beşiktaş
Tel: 0212 275 09 50 Faks: 0212 274 90 94
Deniz Müzesi Komutanlığı
Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 327 43 45 Faks: 0212 236 68 93
Devlet İstatistik Enstitüsü Bölge
Müdürlüğü
Cihannuma Mah. Barbaros Bulvarı No: 53
Beşiktaş
Tel: 0212 258 92 96 Faks: 0212 258 36 76
Halk Eğitimi Merkezi
Dikilitaş Mah. Leylak Sok. No:10 Beşiktaş
Tel: 0212 260 31 30 Faks: 0212 236 91 02
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Nisbetiye Mah. Okul Sok. No: 4 Beşiktaş
Tel: 0212 325 50 01 Faks: 0212 325 91 20
İlçe Özel İdare Müdürlüğü
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş
Tel: 0212 261 02 72 Faks: 0212 259 67 63
İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı
Nisbetiye Cad. Başlık Sok. No:1 Beşiktaş
Tel: 0212 269 15 41 Faks: 0212 269 15 41
Jandarma Bölge Komutanlığı
Balmumcu Mah. Şakir Kesebir Cad. No: 1
Beşiktaş Tel: 0212 213 44 00
Kaymakamlık
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş
Tel: 0212 327 33 10 Faks: 0212 327 33 11
Nüfus Müdürlüğü
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş
Tel: 0212 259 84 44 Faks: 0212 327 33 15
Milli Saraylar Daire Başkanlığı
Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 11
Beşiktaş
Tel: 0212 236 90 00 Faks: 0212 259 32 92
Müftülük
Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 37
Beşiktaş
Tel: 0212 261 00 84 Faks: 0212 260 33 10
Polis Eğitim Müdürlüğü
Akat Mah. Selçuklar Sok. No: 24 Beşiktaş
Tel: 0212 352 36 93 Faks: 0212 352 36 92
1. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü
Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş
Tel: 0212 261 73 90 Faks: 0212 258 32 51
2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü
Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş
Tel: 0212 260 20 02 Faks: 0212 236 51 65
İGDAŞ Etiler Şefliği
Tel: 0212 358 51 62 Faks: 0212 358 51 63
İGDAŞ Fulya İşletme Şefliği
Tel: 0212 212 52 87 Faks: 0212 212 52 88
İSKİ Beşiktaş Şube Müdürlüğü
Tel: 0212 285 94 19-20
İSKİ Müşteri Hizmetleri
Tel: 0212 328 17 55 Faks: 0212 328 17 61
İSKİ Beşiktaş Şefliği
Tel: 0212 328 17 58 Faks: 0212 328 17 59
İTFAİYE
Tel: 0212 261 75 00 - 0212 261 75 01
0212 227 81 19 - 0212 227 14 79
0212 258 75 34
Faks: 0212 227 81 19
TRT İstanbul Televizyonu
Kuruçeşme Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad.
No: 83 Beşiktaş
Tel: 0212 259 72 75 Faks: 0212 227 61 16
Abbasağa Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Yüksel Sağat
Cihannuma Mah. Çömezler Sok. No: 1
Beşiktaş
Tel: 0212 227 83 27 Faks: 0212 259 39 57
Türk Telekom Müdürlüğü
Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 40
Beşiktaş
Tel: 0212 288 24 00 Faks: 0212 212 42 42
Akat Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Murat Tayfun Kirmanlı
Akat Mah. Haydar Aliyev Cad. No: 3 Beşiktaş
Tel: 0212 351 21 69 Faks: 0212 351 12 84
Beşiktaş İlçe Afet Merkezi
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 83 Beşiktaş
Tel: 0212 261 46 46 - 0212 327 33 13
Arnavutköy Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Sedef İrteş
Arnavutköy Mah. Satış Meydanı Sok. No: 27
Beşiktaş
Tel: 0212 265 67 95 Faks: 0212 265 67 95
POLİS MERKEZLERİ
Arnavutköy Polis Merkezi
1.Cadde No: 52 Arnavutköy-Beşiktaş
Tel: 0212 263 60 07
Beşiktaş Polis Merkezi
Yıldız Parkı girişi Çırağan-Beşiktaş
Tel: 0212 327 52 80
Etiler Şehit Naci Soydan Polis Merkezi
Nisbetiye Caddesi Dilhayat Sok. No: 1 Etiler-Beşiktaş Tel: 0212 263 17 67
Levent Polis Merkezi
Hacı Adil Caddesi No:1 Levent-Beşiktaş
Tel: 0212 264 18 00 Faks: 0212 236 96 63
H‹ZMET B‹R‹MLER‹
İ.E.T.T. Beşiktaş 1. Hareket Amirliği
Tel: 0212 268 35 38
İ.E.T.T. Beşiktaş Boğaz Hareket
Amirliği
Tel: 0212 259 56 30
İ.E.T.T. Beşiktaş İşletme Şefliği
Tel: 0212 259 33 57
İ.E.T.T. Dereboyu Hareket Amirliği
Tel: 0212 347 79 50
İ.E.T.T. 4. Levent Aktarma Merkez
Amirliği
Tel: 0212 268 35 38
İGDAŞ Genel Müdürlüğü
Tel: 0212 626 46 46
Faks: 0212 626 46 86
İGDAŞ İstanbul Bölge Müdürlüğü
Tel: 0212 534 37 73 Faks: 0212 534 44 10
MKM / Akatlar
MUHTARLIKLAR
Balmumcu Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Cüneyt Doğan
Balmumcu Mah. Zincirlikuyu Sok. No: 21
Beşiktaş
Tel: 0212 274 58 75 - 347 75 05
Faks: 0212 347 75 05
Bebek Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Aydın Onar
Bebek Mah. Bebek Hamamı Sok. No: 8B
Beşiktaş
Tel: 0212 263 33 00 Faks: 0212 263 33 00
Cihannuma Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Ertan Kurtlutepe
Cihannuma Mah. Mazharpaşa Sok. No: 15
D: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 258 79 61 Faks: 0212 259 99 62
Dikilitaş Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Abdullah Sızmaz
Dikilitaş Mah. Cami Meydanı Sok. No: 12A
Beşiktaş
Tel: 0212 261 57 33 Faks: 0212 261 57 33
Etiler Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Seçil Eşki
Etiler Mah. Ahular Sok. No: 19 Beşiktaş
Tel: 0212 287 53 83 Faks: 0212 263 69 28
Kültür Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Dursun Gül
Kültür Mah. Sekbanlar Sok. No: 88 Beşiktaş
Tel: 0212 263 35 37 Faks: 0212 263 35 37
Levazım Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Ziya Uygur
Levazım Mah. Koru Sok. No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 288 93 21 Faks: 0212 288 93 21
Levent Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Muzaffer Türk
Levent Mah. Gonca Sok. No: 12 Beşiktaş
Tel: 0212 264 75 31
SAĞLIK KURULUŞLARI
Dentistanbul Diş Hastanesi
Abbasağa Mah. Yıldız Cad. No: 71
Beşiktaş
Tel: 0212 327 40 20
Hattat Hastanesi
Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 13
Beşiktaş
Tel: 0212 282 36 48
Mecidiye Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Cemal Şensöz
Mecidiye Mah. Ambarlıdere Sok. No: 5
Beşiktaş Tel: 0212 261 73 30
Metropolitan Florence Nightingale
Hastanesi
Gayrettepe Mah. Cemil Arslan Güder Sok.
No: 8 Beşiktaş
Tel: 0212 283 34 00
Muradiye Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Cengiz Hacıömeroğlu
Muradiye Mah. Muradiye Deresi Sok. No: 2
Beşiktaş Tel: 0212 260 41 25
Levent Semt Polikliniği
Levent Mah. Binbir Çiçek Sok. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 268 35 45
Nisbetiye Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Hatice Ayşe Şirinler
Nisbetiye Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad.
No: 30 Beşiktaş Tel: 0212 281 71 61
Şaban Gündeş Semt Polikliniği
Kültür Mah. İETT Blokları Yolu No: 21
Beşiktaş
Tel: 0212 257 01 16
Ortaköy Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Refik Namunlu
Gürcü Kızı Sokak. No: 4
Beşiktaş Tel: 0212 261 65 21
Ege Polikliniği
Nisbetiye Mah. Nisbetiye Cad. No: 26/16
Beşiktaş
Tel: 0212 325 40 46
Sinanpaşa Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Zeki Bölükbaşı
Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 5
BeşiktaşTel: 0212 258 75 74
Beşiktaş Polikliniği
Sinanpaşa Mah. Şair Leyla Sok. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 261 00 81
Türkali Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Ahmet Bayraktar
Türkali Mah. Ihlamurdere Cad. No: 136
Beşiktaş
Tel: 0212 261 58 34
Sefa Polikliniği
Muradiye Mah. Nüzhetiye Cad. No: 15/2
Beşiktaş
Tel: 0212 227 24 97
Gayrettepe Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Necla Başar
Gayrettepe Mah. Fahri Gizden Sok. No: 26
Beşiktaş
Tel: 0212 288 20 16 Faks: 0212 288 20 16
Ulus Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Kadriye Gedik
Ulus Mah. Öztopuz Cad. Yol Sok. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 287 27 15 Faks: 0212 263 42 12
Konaklar Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Aslı Akyüz
Konaklar Mah. Faruk Nafiz Çamlıbel Sok.
No: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 282 42 12 Faks: 0212 282 33 99
Vişnezade Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Reyhan Cinyusuf
Vişnezade Mah. Şair Nedim Cad. No: 53
Beşiktaş
Tel: 0212 261 15 94 Faks: 0212 258 24 23
Kuruçeşme Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Adnan Soysal, Kuruçeşme Mah.
Kırbaç Sok. No: 40 Beşiktaş
Tel: 0212 287 06 38 Faks: 0212 287 06 38
Yıldız Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Şevki Yıldırım
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 17/1
Beşiktaş Tel: 0212 261 50 05
Transmed Polikliniği
Levent Mah. Fulyalı Sok. No: 7
Beşiktaş
Tel: 0212 281 10 94
Cosmed Polikliniği
Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17
Beşiktaş
Tel: 0212 283 91 81
Yaşasın Hayat Polikliniği
Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 39
Beşiktaş
Tel: 0212 236 73 00
Medis Polikliniği
Konaklar Mah. Akasyalı Sok. No: 10
Beşiktaş Tel: 0212 269 66 66
Clinika Gayrettepe Polikliniği
Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 34
Beşiktaş
Tel: 0212 347 55 77
Micromed Polikliniği
Levent Cad. Sümbül Sok. No: 34/A Levent
Tel: 0212 280 10 87
Etiler Kardiyoloji Polikliniği
Akat Mah. Nisbetiye Cad. No: 41/25 Beşiktaş
Tel: 0212 352 52 51
Kranioplast Polikliniği
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 283 92 92
Refresh Polikliniği
Levent Mah. Krizantem Sok. No: 19 Beşiktaş
Tel: 0212 324 74 54
Tunç Polikliniği
Kültür Mah. Esra Sok. No: 2A D: 3 Beşiktaş
Tel: 0212 287 01 00
Güzel Günler Polikliniği
Levent Mah. Güllü Sok. No: 4 Beşiktaş
Tel: 0212 278 27 71
Beşiktaş Dikilitaş Sağlık Ocağı
Dikilitaş Mah. Bestekâr Aralığı Sok. No: 4
Beşiktaş
Tel: 0212 327 17 89
Beşiktaş Sağlık Grup Başkanlığı
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77
Beşiktaş
Tel: 0212 327 17 86
Beşiktaş Verem Savaş Dispanseri
Sinanpaşa Mah. Sinanpaşa Köprüsü Sok.
No: 13 Beşiktaş
Tel: 0212 327 79 86 Faks: 0212 327 79 86
Merkez Sağlık Ocağı
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş
Tel: 0212 327 33 14
Faks: 0212 327 33 14
Ana Çocuk Sağlığı Dispanseri
Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok.
No: 20 Beşiktaş
Tel: 0212 261 44 00
SSK Dispanseri
Cihannuma Mah. Bostancı Veli Sok. No: 3
Beşiktaş
Tel: 0212 227 04 41
Sait Çiftçi Kamu Sağlığı Merkezi
Dikilitaş Mah. Barbaros Bulvarı No: 109
Beşiktaş
Tel: 0212 236 77 62
B+ YAZ 93
24 saat
Ortaköy Beltaş Sağlık Ocağı
Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok.
No: 20 Beşiktaş
Tel: 0212 259 56 18
Levent Sağlık Ocağı
Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 15 Beşiktaş
Tel: 0212 279 58 26
Karanfilköy Sağlık Ocağı
Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 121 Beşiktaş
Tel: 0212 351 25 53
Baykent Tıp Merkezi
Nisbetiye Mah. Aydın Sok. No: 8 Beşiktaş
Tel: 0212 284 00 90
Boğaziçi Tıp Merkezi
Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 227 00 00
Çebi Tıp Merkezi
Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 58 Beşiktaş
Tel: 0212 227 55 55
Otim Med Diyaliz Merkezi
Dikilitaş Mah. Yeşilçimen Sok. No: 9 Beşiktaş
Tel: 0212 327 87 47
Renmed Diyaliz Merkezi
Levent Mah. Begonya Sok. No: 10 Beşiktaş
Tel: 0212 269 47 31
K.S.V. Onkoloji Merkezi
Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 6-8 Beşiktaş
Tel: 0212 278 83 41
Cosmed Estetik ve Plastik Cerrahi
Merkezi
Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17
Beşiktaş
Tel: 0212 283 91 81
Levent Genel Cerrahi Merkezi
Levent Mah. Yasemin Sok. No: 2/1
Beşiktaş
Tel: 0212 324 01 50
İstanbul Anestezi Merkezi
Levent Mah. Çamlık Cad. No: 31 Beşiktaş
Tel: 0212 324 01 48
Ota Tıp Merkezi
Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 23
Beşiktaş
Tel: 0212 227 84 50
İstanbul Ortopedi Merkezi
Levent Mah. Çilekli Cad. No: 32 Beşiktaş
Tel: 0212 324 03 24
Jinemed Tıp Merkezi
Muradiye Mah. Deryadil Sok. No: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 283 92 70
Onep Estetik ve Plastik Cerrahi Merkezi
Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 15 Beşiktaş
Tel: 0212 283 92 70
Dikilitaş Tıp Merkezi
Dikilitaş Mah. Karakol Çıkmazı Sok. No: 1A
Beşiktaş
Tel: 0212 327 19 12
Novita Cerrahi Merkezi
Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 5 Beşiktaş
Tel: 0212 284 97 03
Acıbadem Etiler Tıp Merkezi
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40/8 Beşiktaş
Tel: 0212 283 03 33
Özel Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi
Etiler Mah. Yıldız Çiçeği Sok. No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 284 90 90
International Etiler Tıp Merkezi
Levent Mah. Nisbetiye Cad. No: 19 Beşiktaş
Tel: 0212 280 40 30
Özel Aileden Biri Evde Bakım Hizmetleri
Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 8 2
Blok D: 24 Beşiktaş
Tel: 0212 347 26 70
Ortaköy Tıp Merkezi
Balmumcu Mah. Varnalı Sok. No: 3 Beşiktaş
Tel: 0212 347 11 30
Özel Dünya Göz Sağlığı Merkezi
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/7-9-10
Beşiktaş
Tel: 0212 324 73 73
Sevgi Kadın Sağlığı Merkezi
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/11 Beşiktaş
Tel: 0212 324 99 99
Özel Gastro Med Merkezi
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38 Kat: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 324 73 73
Fertijin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Mrk.
Bebek Mah. Bebek Dağı Sok. No: 99
Beşiktaş
Tel: 0212 287 57 75
Natal Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Merkezi
Nisbetiye Cad. Erdölen İş Merkezi No: 38 / 13
Etiler-Beşiktaş
Tel: 0212 324 30 10
Jinepol Kadın Sağlığı Kliniği
Aytar Cad. Başlık Sok 1/B Levent
Tel: 0212 264 18 28 Faks: 0212 264 18 80
OTELLER
Bebek Oteli
Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 34
Beşiktaş
Tel: 0212 358 20 00 Faks: 0212 263 26 36
Conrad International
Yıldız Mah. Yıldız Cad. No: 79 Beşiktaş
Tel: 0212 227 30 00 Faks: 0212 259 66 67
Parksa Hilton
Vişnezade Mah. Bayıldım Cad. No: 12
Beşiktaş
Tel: 0212 310 12 00 Faks: 0212 227 91 85
Radisson Sas Bosphorus Hotel
Yıldız Mah. Ortaköy Salhanesi Sok. No: 9
Beşiktaş
Tel: 0212 260 57 57 Faks: 0212 257 65 55
Levent Kültür Merkezi
Onat Kutlar Sinema Salonu
Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4
Beşiktaş
Tel: 0212 325 73 71
KÜLTÜR MERKEZLERİ
Akatlar Kültür Merkezi
Melih Cevdet Anday Sahnesi
Sürmeli Hotel
Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok.
No: 3 Beşiktaş
Tel: 0212 272 11 60 Faks: 0212 272 75 32
Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 16 Beşiktaş
Tel: 0212 351 93 82-84
Mustafa Kemal Merkezi
Attila İlhan Sahnesi
The Plaza Otel
Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 165
Beşiktaş
Tel: 0212 274 13 13 Faks: 0212 273 15 90
Hotel Les Ottomans
Kuruçeşme Mah. Muallim Naci Cad. No: 68
Beşiktaş
Tel: 0212 359 15 00 Faks: 0212 359 15 40
Swissôtel The Bosphorus, Istanbul
Bayıldım Caddesi No: 2 Maçka-Beşiktaş
Tel: 0212 326 11 00 , Faks: 0212 326 11 22
W Hotel
Süleyman Seba Cad. No: 22 Beşiktaş
Tel: 0212 381 21 21 , Faks: 0212 381 21 81
Akat Mah. Uğur Mumcu Cad. No: 8 Beşiktaş
Tel: 0212 351 24 56
Levent Kültür Merkezi
Onat Kutlar Sinema Salonu
Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4 Beşiktaş
Tel: 0212 325 73 71
Ortaköy Kültür Merkezi
Afife Jale Sahnesi
Ortaköy Mah. Ortaköy Dere Çıkmazı No: 1
Beşiktaş
Tel: 0212 236 10 27
Beşiktaş Kültür Merkezi
Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 227 54 92 - 0212 236 18 18
MÜZELER
Çırağan Palace Kempinski
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 32 Beşiktaş
Tel: 0212 258 33 77 Faks: 0212 259 66 87
Dedeman Otel
Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 50
Beşiktaş
Tel: 0212 227 42 63 Faks: 0212 275 11 00
La Maison Hotel
Yıldız Mah. Müvezzi Cad. No: 43 Beşiktaş
Tel: 0212 227 42 63 Faks: 0212 227 42 78
Kız öğrenci konukevi / Çırağan
94 B+ YAZ
Ortaköy Princess Hotel
Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 10 Beşiktaş
Tel: 0212 227 60 10 , Faks: 0212 260 21 48
SİNEMALAR
Akmerkez AFM
Kültür Mah. Nisbetiye Cad. No: 56 Beşiktaş
Tel: 0212 282 05 05
Peugeot Cine City (Alkent Sitesi)
Akat Mah. Tepecik Yolu Kaktüs Sok. No: 3
Beşiktaş
Tel: 0212 352 16 66
Mayadrom AFM
Akat Mah. Orkide Sok. No: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 352 23 51
Ortaköy Feriye Sinemaları
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 42 Beşiktaş
Tel: 0212 236 28 64
Aşiyan Müzesi
Bebek Mah. Aşiyan Yolu No: 15 Beşiktaş
Tel: 0212 263 69 86
Deniz Müzesi
Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 327 43 45
Mimar Sinan Üniversitesi
Resim Heykel Müzesi
Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 4
Beşiktaş
Tel: 0212 261 42 98
Şehir Müzesi
Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Yıldız Sarayı Beşiktaş
Tel: 0212 258 53 44
Yıldız Sarayı Müzesi
Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Beşiktaş
Tel: 0212 258 30 80
ÜNİVERSİTELER
Çırağan Taksi
Tel: 0212 227 72 66
Bahçeşehir Üniversitesi
Yıldız Mah. Osmanpaşa Mektebi Sok. No: 4-6
Beşiktaş
Tel: 0212 236 54 90
Akatlar Taksi
Tel: 0212 351 65 25 Boğaziçi Üniversitesi
Bebek Mah. Şehitlik Dergâhı Sok. No: 2 Beşiktaş
Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 115 Beşiktaş
Tel: 0212 359 54 00
Galatasaray Üniversitesi
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 36 Beşiktaş
Tel: 0212 227 44 80
İstanbul Teknik Üniversitesi
Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 90
Beşiktaş
Tel: 0212 293 13 00
•Akatlar Mahallesi
Karanfil Taksi
Tel: 0212 651 97 68
Site Taksi
Tel: 0212 268 42 85
Mayadrom Taksi
Tel: 0212 325 81 69
MKM Taksi
Tel: 0212 352 02 41 - 61
•Arnavutköy Mahallesi
İskele Taksi
Tel: 0212 265 94 33
Balık Pazarı
Köşk Taksi
Tel: 0212 264 44 23
Aile Taksi
Tel: 0212 261 48 55
Dikilitaş Merkez Taksi
Tel: 0212 261 56 26
•Kuruçeşme Mahallesi
•Ulus Mahallesi
Emirhan Taksi
Tel: 0212 260 75 35
Çeşme Taksi
Tel: 0212 265 88 22
Merkez Taksi
Tel: 0212 269 59 81
Dikilitaş Taksi
Tel: 0212 258 05 41
Park Taksi
Tel: 0212 287 61 56
Ulus Vadi Taksi
Tel: 0212 287 69 19
Öner Taksi
Tel: 0212 211 66 63
Sahil Taksi
Tel: 0212 265 88 22
Öz Ulus Taksi
Tel: 0212 263 05 06
Koza Taksi
Tel: 0212 267 17 00
•Kültür Mahallesi
Ulus Taksi
Tel: 0212 263 69 46
•Abbasağa Mahallesi
•Bebek Mahallesi
Çınar Taksi
Tel: 0212 265 22 37
Yıldız Taksi
Tel: 0212 260 06 06
İskele Taksi
Tel: 0212 263 72 45
Bahar Taksi
Tel: 0212 351 19 03
Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi
Yıldız Mah. Çiğdem Sok. No: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 236 69 35
Yıldız Teknik Üniversitesi
Yıldız Mah. Hamam Sok. No: 2 Beşiktaş
Tel: 0212 259 70 70
TAKSİ DURAKLARI
Conrad Taksi
Tel: 0212 260 55 40
Sizin Taksi
Tel: 0212 263 38 50
Kültür Taksi
Tel: 0212 265 94 33
Bebek Taksi
Tel: 0212 263 72 45
•Balmumcu Mahallesi
Merkez Taksi
Tel: 0212 263 72 45
•Dikilitaş Mahallesi
Güven Taksi
Tel: 0212 261 65 27
•Etiler Mahallesi
Bizim Taksi
Tel: 0212 263 53 15
Bulut Taksi
Tel: 0212 265 77 11
2. Ulus Turizm Taksi
Tel: 0212 264 70 79
•Levazım Mahallesi
Levazım Taksi
Tel: 0212 267 17 29
Turizm Taksi
Tel: 0212 264 70 91
•Vişnezade Mahallesi
•Levent Mahallesi
Doğan Taksi
Tel: 0212 265 32 71
Günaydın Taksi
Tel: 0212 265 32 17
Özen Taksi
Tel: 0212 287 04 02
Sevgi Taksi
Tel: 0212 282 43 77
Basın Taksi
Tel: 0212 264 69 89
Levent Taksi
Tel: 0212 264 16 17
Öz Valide Çeşme Taksi
Tel: 0212 259 41 52
Valide Çeşme Taksi
Tel: 0212 260 36 24
Merkez Taksi
Tel: 0212 327 33 60
•Gayrettepe Mahallesi
Esentepe Taksi
Tel: 0212 266 23 80
İdil Taksi
Tel: 0212 266 05 30
Cihan Taksi
Tel: 0212 272 03 07
Esen Taksi
Tel: 0212 272 29 07
Site Taksi
Tel: 0212 268 42 85
Levent Merkez Taksi
Tel: 0212 264 19 64
Uygun Taksi
Tel: 0212 269 22 65
Birlik Taksi
Tel : 0212 269 01 87
•Nisbetiye Mahallesi
Öz Ulaş Taksi
Tel: 0212 266 18 17
Birlik Taksi
Tel: 0212 269 01 87
•Konak Mahallesi
Oyak Site Taksi
Tel: 0212 264 16 58
Yeni Levent Taksi
Tel: 0212 268 12 10
Nisbetiye Taksi
Tel: 0212 264 22 31
İSKELELER
Arnavutköy İskelesi
Arnavutköy Mah. Bebek-Arnavutköy Cad.
Beşiktaş Tel: 0212 263 56 25
Bebek İskelesi
Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. Beşiktaş
Tel: 0212 263 60 23
Beşiktaş İskelesi
Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. Beşiktaş
Tel: 0212 261 96 15
Ortaköy İskelesi
Mecidiye Mah. Vapur İskelesi Sok. Beşiktaş
Tel: 0212 227 88 19
Öz Turizm Taksi
Tel: 0212 269 90 99
•Ortaköy Mahallesi
4. Levent Merkez Taksi
Tel: 0212 264 19 64
Kültür Mahallesi Muhtarlığı
Öz Ortaköy Taksi
Tel: 0212 260 06 95
Konaklar Taksi
Tel: 0212 281 56 19
B+ YAZ 95

Benzer belgeler