buradan - Diğer – alicinki.com

Transkript

buradan - Diğer – alicinki.com
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
İÇİNDEKİLER
TARİHİ DÖNÜŞÜM PROJESİ’YLE MARDİN ASLINA DÖNÜŞECEK
.............................................................................
4
.................................................................
4
BAYRAKTAR KEMENÇE ÇALDI, HORON TEPTİ, BULGUR ÇEKTİ
.............................................................................
4
Türkiye'nin kentsel çevre stratejisi oluşturuluyor
...........................................................................
6
......................................................................................................................................................................
8
BAYRAKTAR, MALATYA TANITIM GÜNLERİ ETKİNLİĞİNE KATILDI
6,5 MİLYON KONUT YENİLENECEK
Can güvenliği mülkiyetten önemlidir
......................................................................................................................................
AB’NİN VE DÜNYANIN ÖRNEK ALDIĞI BİR ÇEVRE KORUMA SİSTEMİMİZ VAR
........................
10
28
KARBON AYAK İZİ VE ULUSLARARASI KARBON TİCARETİ ...............................................52
TÜRKİYEDE’Kİ DOĞAL SİTLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ...........................................................66
12
44
FELAKETLER YILI 2011
“Hiç kimse 'milleti kurtarıyorum' deyip milletten çok bildiği iddiasıyla bu millete
yön veremez. İstikamet çizemez. Bu milletin vasilere ihtiyacı yok, bu rejimin
vesayete ihtiyacı yok.”
18
24
56
FATİH SULTAN
MEHMET HAN
60
n
32
YABANCILARA
MÜLK SATIŞI
Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar,
iklim değişikliğinin küresel bir sorun
olduğunu ve küresel mücadele
gerektirdiğini belirtti.
KİMSE GENÇLİĞE 19 MAYIS DERSİ VERMEYE KALKIŞMASIN
ÇED DENETİM SİSTEMİ
2
40
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Güçlü bir denetim sistemi
halkın daha sağlıklı bir çevrede
yaşamasına katkı sağlamaktır.
Hadisle müjdelenen kumandan
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Yabancılara mülk satışı, yapılan son
düzenlemelerle çağın şartlarına uygun
hale getiriliyor
ÇILGIN PROJELER
Osmanlı’nın çağları
aşan projelerini Türkiye
Cumhuriyeti gerçekleştiriyor.
İSTANBUL
Doğu ile Batı’nın buluştuğu,
kültürlerin kaynaşarak yeni
bir terkibe ulaştığı şehir.
2011’de iklimler en uç noktalarda
yaşandı; bir yanda kuraklık,
bir yanda sel vardı.
YABANCILARA MÜLK SATIŞI
Çevre ve Şehircilik Dergisi’nin Mayıs sayısıyla karşınızdayız. Hem
çevre, hem de şehircilik alanında hepimizi yakından ilgilendiren, haber,
dosya ve araştırmalarla dolu bir sayı hazırladık sizler için.
DB Yapım Ajans adına
Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Şenol Selçuk Turan
Yayın Koordinatörü
Necati Eren
Yayın Kurulu
Ümit Kaçar
Ali İhsan Kıraç
Yakup Türkmen
Sezgin Demircioğlu
Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar
Haber Merkezi
Fatma Yavaş Yıldırım
Muhammed Önder Şahin
Hazal Çelik
Tasarım
DB Yapım
Fotoğraflar
Selahattin Aydınlı
Sıtkı İlanbey
Yönetim Yeri
Aşağı Öveçler Mahallesi
1333 Sokak No: 17/12
Çankaya, Ankara
Tel : 0 312 472 47 45
Faks : 0 312 472 47 46
Türü
Yaygın Süreli
Baskı
Fersa Ofset Baskı Tesisleri, Ankara
Tel : 0 312 386 17 00
Mayıs ayının kapak konusu, kamuoyunda çok tartışılan önemli bir
gelişme: Yabancılara Mülk Satışı. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü
tarafından konuyla ilgili yapılan kapsamlı açıklama, pekçok soruya cevap
getiriyor. Yabancılara mülk satışı hakkında bilinmeyenlere ve özellikle
kamuoyunda yanlış bilinen konulara açıklık getiren bu dosyayı ilgiyle
okuyacağınızı umuyoruz.
Çevresel Etki Değerlendirmesi, kısa adıyla ÇED, bu sayımızın
bir diğer önemli başlığı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki
Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürü Mustafa Satılmış kaleme
aldı. ÇED’in amacı, çevre değerlerini koruyacak ve ekonomik kayıpları
önleyecek güçlü bir denetim sisteminin kurulması ve halkın daha sağlıklı
bir çevrede yaşamasını sağlamak.
Bu sayıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti Gençlik Kolları
3. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmadan bazı bölümleri aktarıyoruz.
Başbakan Erdoğan konuşmasında dindar gençlik ve bayram başlıklarıyla
ilgili kamuoyundaki tartışmalara değinerek hedeflerini anlatıyor.
Coğrafi Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü, mekansal veri alt
yapısı üzerinden merkez ve taşra teşkilatlarının iş süreçlerinin nasıl
bütünleştireleceğini, ayrıca verilerin kaliteli, güvenli hale getirillmesini
bizlere aktarıyor.
Bu sayımızda önemli bir röportajımız var. Koza İpek Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Hamdi Akın İpek, madencilikten çevre koruma sistemine
kadar pekçok sorumuzu içtenlikle cevapladı. Akın İpek, ekonomik ve
sosyal kalkınmanın çevre koruma ile taçlandırılmasının altını çiziyor
konuşmasında.
Aydın Derin’in hazırladığı “2011 Felaketler yılı Oldu” başlıklı çalışma,
yine ses getirecek kadar önemli bilgiler sunuyor bize.
Mayıs sayımızda Kadim Şehirler köşemizin konuğu İstanbul.”Dünyanın
Merkezinde Duran Şehir” başlığıyla Hasan Hüseyin Öz’ün kaleminden
muhteşem bir İstanbul yazısı okuyacaksınız.
“Şehir Yüzlü İnsanlar” köşemizin bu ayki konuğu büyük Osmanlı
Padişahı Fatih Sultan Mehmet. Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanı Ümit
Kaçar sizler için yazdı.
Bu sayıda yer alan başlıklardan sadece birkaçını aktardık sizlere.
Çevre ve Şehircilik Dergisi, öncelikle kendi ilgi alanında çalışmalar
sunarken, diğer yandan farklı güzelliklere sizler için yeni başlıklar
bulmayı sürdürecek.
Yeni haberler, dosyalar ve çalışmalarla Haziran sayımızda tekrar
karşınızda olmayı umut ediyoruz.
Saygılarımızla...
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
3
HABER
TARİHİ DÖNÜŞÜM PROJESİ’YLE
MARDİN ASLINA DÖNÜŞECEK
Çeşitli incelemelerde bulunmak üzere Mardin’i ziyaret eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Mardin
Müftülüğü tarafından düzenlenen Kutlu
Doğum etkinliğine katılarak burada bir
konuşma yaptı.
Mardin’in sıradan bir şehir olmadığını
anlatan Bayraktar, “Mardinliler dünyanın
en hoşgörü insanları, Mardin dünyanın
en önemli semavi din merkezlerinden
biridir” dedi.
İslam peygamberinin, güzel ahlakı tamamlamak, dünyaya barışı ve kardeşliği
getirmek için geldiğini hatırlatan Bayraktar, büyük sıkıntılar içinde bulunan
dünyanın huzur ve mutluluğu için İslam
peygamberinin yoluna ihtiyaç duyulduğunu söyledi.
Konuşmadan sonra Mardin-Diyarbakır Metropoliti Salibe Özmen, İl Müftüsü
Ali Coşkun ve Milletvekilleriyle hatıra fotoğrafı çektiren Bakan Bayraktar, Mardin
Vali Vekili Turan Erdoğan’ı makamında
ziyaret ederek, ilin sorunları hakkında
Erdoğan’dan bilgi aldı.
C
M
“Tarihi Dönüşüm Projesi” hakkında
brifing alan Bakan Bayraktar, TOKİ’nin
Mardin’de güzel çalışmalar yaptıklarını
belirterek şunları söyledi:
“TOKİ Mardin’i aslına dönüştürecek.
Tarihi derinliğini, yöresel mimariyi, tarihi
kimliğini yansıtacak yeni bir yapılanma
BAYRAKTAR KEMENÇE ÇALDI,
HORON TEPTİ, BULGUR ÇEKTİ
BAYRAKTAR,
MALATYA TANITIM
GÜNLERİ
ETKİNLİĞİNE
KATILDI
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Ankara Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Malatya
Tanıtım Günleri” etkinliğine katıldı.
Malatya Valisi Ulvi Saran ve Malatya
Belediye Başkanı Ahmet Çakır’ın eşlik
ettiği Bakan Bayraktar, stantları gezdi, esnafla sohbet etti ve vatandaşla
fotoğraf çektirdi. Bu tür etkinliklerin
Türkiye’nin yakınlaşmasına, aidiyet
duygusunun artmasına, Malatyalıları
4
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
içerisinde giriyoruz. Bu uzun bir süreye
yayılacak 8-10 yıllık bir proje. Bir tarafta
Başbakanımızın desteği, bir tarafta vali,
diğer tarafta belediye var. Kültür Bakanlığı
da projenin içindedir. Biz de Şehircilik Bakanlığı olarak projeyi beraber yürüteceğiz.
Mardin çok daha güzel olacak.”
Ankara’nın tanımasına vesile olduğuna
dikkati çeken Bakan Bayraktar, bu sayede Malatya’nın tarihinin, dokusunun,
ürünlerinin, daha iyi tanındığını belirtti.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, Gümüşhane Valiliği ve Ankara
Gümüşhane Dernekler Federasyonu’nun
(GÜDEF) organize ettiği Ankara Atatürk
Kültür Merkezi’nde 12–15 Nisan tarihleri
arasında gerçekleştirilen “2. Gümüşhane
Tanıtım Günleri” etkinliklerine katıldı.
Gümüşhane Valisi Yusuf Mayda, AK Parti Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün,
Gümüşhane dernekler federasyonu yönetim
kurulu başkanı Hamdi Arslan ve diğer yetkililer
tarafından karşılanan Bakan Erdoğan Bayraktar, stantları gezerek vatandaşlarla sohbet etti.
Kemençe ustasının ısrarı üzerine kemençe çalan ve horon oynayan Bakan Erdoğan
Bayraktar, Gümüşhane’de “bulgur taşı” diye
anılan el değirmenini yakından inceledi ve
bulgur çekti.
Y
CM
MY
CY
CMY
K
HABER
BM’DEN
TÜRKİYE’YE
ŞEHİRCİLİK
ÖVGÜSÜ
Türkiye'nin kentsel çevre
stratejisi oluşturuluyor
Finlandiya AB ve Dış Ticaret Bakanı
Alexander Stubb ve beraberindeki heyeti
kabul eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Finlandiya’nın Türkiye’nin
AB’ne tam üyeliği sürecine güçlü destek
verdiğini söyledi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak
iklim değişikliği eylem planını hazırladıklarına değinen Bayraktar, “Bu eylem planı,
yeşil büyüme çerçevesinde hazırlanmış olan
Türkiye’nin ilk strateji belgesidir” dedi.
Bakanlık olarak, “kentsel çevre stratejisi” oluşturulması kapsamında “sürdürülebilir kentsel gelişme stratejisi ve eylem
planı” hazırladıklarını belirten Bakan Bayraktar, “Bu stratejinin hedeflerinden birisi
de kentlerin çevre üzerindeki etkilerinin
azaltılmasıdır” şeklinde konuştu.
BAYRAKTAR: TÜRKİYE-FİNLANDİYA
İLİŞKİLERİ DERİNLEŞİYOR
Türkiye-Finlandiya ilişkilerini değerlendiren Bayraktar, sözlerini şöyle sürdürdü:
“2010 yılında Finlandiya’ya ihracatımız 296 milyon, Finlandiya’dan ithalatımız ise 1.115 milyon dolar olmuştur.
Bu veriler göstermektedir ki, Türkiye ile
Finlandiya arasında ilişkiler giderek derinleşmektedir. Halklarımız arasındaki
temas ve etkileşimin geliştirilmesi, ticaret hacmimizin ve ortak yatırımlarımızın arttırılması, altyapı, çevre ve enerji
6
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
alanlarında işbirliğimizin geliştirilmesi,
iki ülke yararına olacaktır.”
Finlandiya’nın özellikle nükleer enerji
ve alternatif enerji kaynakları konusunda
dünyanın en başarılı ülkelerinden biri olduğunu kaydeden Bayraktar, Bakanlık olarak
alternatif enerji kaynaklarının konuttan
sanayiye çeşitli sektörlerde kullanımına
büyük önem verdiklerini söyledi.
STUBB: TÜRKİYE DÜNYANIN EN
ÖNEMLİ BEŞ ÜLKESİNDEN BİRİ
Türkiye’nin dünyadaki en önemli beş
ülkeden biri olduğunu ifa eden Stubb ise,
“Bana göre Türkiye stratejik konumu, bölgedeki siyasi bağlantıları, Doğu ve Batı
arasında köprü olması, demografik özellikleri, ekonomik potansiyeli ile dünyadaki en
önemli beş ülkeden biridir” diye konuştu.
AB’ne üyelik konusunda, ilk günden
itibaren Türkiye’nin en sadık, en güçlü destekçilerinden olduklarına değinen Stubb,
AB ile Türkiye arasındaki 35 fasıldan 8’inin
aşıldığını, son iki yıl içerisinde hiçbir faslın
açılmamasının ise teknik değil siyasi nedenlerden kaynaklandığını söyledi.
Türkiye’nin katılım müzakerelerini
desteklemeye ve ilerlemesini sağlamaya
çalışmaya devam edeceklerini kaydeden
Stubb, “Türkiye’nin AB’ne ihtiyacı var ama
bence AB’nin de Türkiye’ye ihtiyacı var”
şeklinde konuştu.
BM Genel
Sekreter
Yardımcısı ve
BM Kalkınma
Programı (UNDP)
Başkan Yardımcısı
Rebeca Grynspan
ve beraberindeki
heyeti kabul
eden Çevre
ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan
Bayraktar, BM
Kalkınma Programının, yoksullukla
mücadele ve binyıl kalkınma
hedeflerine uygun olarak sürdürülebilir
insanî gelişmeyi desteklemek gibi
önemli bir amacı olduğunu söyledi.
“Binalarda enerji verimliliği”, “iklim
değişikliği” ve “sürdürülebilir kentler”
konularında Bakanlıkla yürütülen,
yürütülecek olan projelerin önemli
bileşenler ve hedefler içerdiğine
değinen Bakan Bayraktar, kalıcı
organik kirleticiler ile deniz-kıyı
ekosistemleri alanlarındaki proje
işbirliğinin önemli olduğunu dile getirdi.
Çevre, sürdürülebilir kentleşme,
korunan alanlar ve biyoçeşitlik
konularındaki projelerle halkın
bilinçlendirildiğini kaydeden Bayraktar,
“İklim değişikliği eylem planı, ulusal
bildirim, bütünleşik kentsel gelişme
stratejisi ve eylem planı, demo bina,
koruma alanları, paydaşlarda kapasite
artırma gibi somut ürünler, ortak
projelerimizin başlıca çıktıları arasında
yer almaktadır” dedi.
BM Genel Sekreter Yardımcısı ve
UNDP Başkan Yardımcısı Rebece
Grynspan ise, BM Kalkınma
Programı’nın çevre sürdürülebilirliği
ve enerji verimliliği gibi konularda çok
önemli faaliyetlerde bulunduğu söyledi.
Grynspan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şehircilik alanındaki katkılarınızı
biliyorum. Tabii her şey yeni baştan
yapılıyor olsaydı işiniz daha kolaydı.
Ama ne yazı ki öyle değil, var olan
binaları ortamları daha iyi hale
getirmeye çalışmak tabii ki çok daha
zorlayıcı bir şey olacaktır.”
HABER
6,5 MİLYON KONUT YENİLENECEK
Türkiye Kent Kooperatifleri Merkez Birliği’nin Antalya’da düzenlediği
seminere katılan Bakan Bayraktar, ömrünü tamamlayan 6,5 milyon
konutun yenileneceğini söyledi.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, Türkiye Kent Kooperatifleri Merkez Birliği’nin (TÜRKKENT) Antalya'nın
Kemer ilçesi Göynük beldesinde düzenlediği 24. İlkbahar Semineri’ne katıldı. Seminerin açılışında konuşan Bakan Bayraktar,
Türkiye’deki 15 milyon eski konuttan 8,5
milyonunun “idare eder”, 6,5 milyonunun
ise “ömrünü tamamlamış”, “mühendislik
hizmeti almamış” ve “depreme dayanıksız”
durumda bulunduklarını söyledi.
Bu binaların büyük bölümünün İstanbul, İzmir, Bursa, Bingöl, Erzincan, Gaziantep, Afyonkarahisar, Kütahya, Bolu,
Eskişehir, Düzce gibi deprem kuşağındaki şehirlerde bulunduğuna dikkati çeken
Bayraktar, “Bir dakika bile beklemeye tahammülümüz yok” dedi.
Kooperatiflerin yuva sahibi olmak isteyen kişileri bir araya getiren sivil toplum
kuruluşları olduğuna işaret eden Bakan
Bayraktar, 2012 yılının BM tarafından
“Kooperatifler yılı” ilan edildiğini hatırlattı.
düştüğünü söyledi. Türkiye nüfusunun
yüzde 70’ten fazlasının şehirlerde yaşadığını, nüfusu sürekli artan şehirlerde düzenli
yapılaşmanın sağlanması gerektiğini belirten Bayraktar, bu noktada kooperatiflere
önemli görevler düştüğünü söyledi. Kentsel
dönüşüm ile birlikte kooperatiflerin cazibesinin de artacağını vurgulayan Bayraktar,
son 9 yılda 5 milyon konut yaptıklarını,
eskilerden de yaklaşık 300 bin konut yıktıklarını bildirdi.
kadar kutsalsa, can hakkı, yaşama hakkı
çok daha kutsaldır. Anayasa ile teminat
altına alınmıştır.”
“YOLSUZLUK OLSA 500 BİN
KONUT YAPAMAZSIN”
Kentsel dönüşümün önemine işaret
eden Bayraktar, “TOKİ’de 500 bin konut
yaptık. Yolsuzluk, hırsızlık olsa 500 bin konut yapamazsın” dedi. Devletten net para
almadıklarını, hazine arazilerini değer-
“TÜRKİYE KOOPERATİFLER
MEZARLIĞINA DÖNDÜ”
2008 yılında yaşanan finansal krizin
konut sistemindeki çökmelerden kaynaklandığını ifade eden Bayraktar, inşaat
sektörünün yüzde 65’ini konut inşaatlarının oluşturduğuna dikkati çekti. Kooperatifçiliğin son dönemde zayıfladığına
ve “kooperatifzedeler” oluştuğuna işaret
eden Bayraktar, Türkiye’nin kooperatifler
mezarlığına döndüğünü söyledi.
TOKİ olarak kooperatiflere kredi vermeye devam ettiklerinin altını çizen Bayraktar, “Ancak 'bizim kredilerimiz başlama
değil tamamlama kredisi olacak' dedik;
kimse alamadı” diye konuştu.
Bayraktar, “Kooperatifler olarak kendimizi yenilememiz gerekiyor. Dünya değişiyor ve gelişiyor. Bu değişen ve gelişen dünyaya uyum sağlamamız gerekiyor” dedi.
Son 9 yılda gecekondulaşmanın yüzde
95 oranında durduğunu kaydeden Bayraktar, bu sayede konut fiyatları ve kiraların
8
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
“6,5 MİLYON KONUTUN
YENİLENMESİ GEREKİYOR”
Türkiye’de 15 milyon eski konut bulunduğunu belirten Bakan Bayraktar,
şunları söyledi: “Bunlardan 8,5 milyonu idare eder durumda; 6,5 milyonu ise
ömrünü tamamlamış, mühendislik hizmeti almamış depreme de dayanıklı değil.
Bunların yenilenmesi gerekiyor. Bunların
büyük bölümü İstanbul, İzmir, Bursa,
Bingöl, Erzincan, Gaziantep, Afyonkarahisar, Kütahya, Bolu, Eskişehir, Düzce gibi deprem kuşağındaki şehirlerde.
Bunlarda da bir dakika bile beklemeye
tahammülümüz yok. Mülkiyet hakkı ne
lendirdiklerini kaydeden Bayraktar, “500
bin konut rakamına ulaştık. Konutlarla
birlikte 800 okul, 150 hastane ve sağlık
ocağı yapıldı” diye konuştu.
Salaş, kaçak, depreme dayanıksız yapıları şehirlerden söküp atmak gerektiğini
kaydeden Bakan Bayraktar, “İspanya’da,
Güney Kore’de güzel şehirler oluştu. Bizim de bu güzelliği yakalamamız lazım.
Bu işin üstesinden hep beraber geleceğiz.
Türkiye hazır” dedi.
Japonya’da yaşanan 9 nokta büyüklüğündeki depremde kimsenin ölmediğine
dikkati çeken Bayraktar, Türkiye’nin de
aynı konuma geleceğini vurguladı.
HABER
"Can güvenliği mülkiyetten önemlidir"
“İnsanların mülkiyet hakkı
anayasa ile güvence altına
alınmıştır. Fakat can
emniyeti, yaşam hakkı,
daha önemli bir haktır.”
Yapı-Endüstri Merkezi AŞ tarafından
“Mimarlık ve Yapı Sektöründe Ekoloji,
Sürdürülebilirlik, Çevre Dostu Binalar ve
Uygulamalar” konusuyla düzenlenen 5.
EKO Design Konferansı’nın açılışında konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, Türkiye’nin gelişmesi doğrultusunda bakanlığı yeniden oluşturduklarını
ve yapılandırdıklarını kaydetti.
2003 yılında Türkiye’nin çevre düzeni
planlarının yüzde 5,5 olduğunu, bugün bu
rakamın yüzde 90 seviyelerine ulaştığını
belirten Bakan Bayraktar, enerji, konut, iklim değişikliği, atık su konularında çevreye
duyarlı bir yapı oluşturmak için çalışmalar
yaptıklarını söyledi. Bayraktar, fosil yakıtlar, yerinde yenilebilir yakıtların daha çok
tüketilmesi ve temiz şehirler oluşturulması
noktasında çok ciddi adımlar attıklarını
vurguladı.
55 milyar dolarlık enerji ithalatı yapıldığını, bunun yarısına yakının binalarda,
konutlarda tüketildiğini dile getiren Bakan
Bayraktar, “Biz bu yeni sistemlerle binalarımızı enerjiye duyarlı hale getirirsek, ilk
etapta 6 milyar dolarlık tasarruf yapmayı
amaçlıyoruz. Daha sonra binaların rüzgâr
enerjisinden, güneş enerjisinden istifadesi,
atık suların kullanılması noktasında da
adımlar attığımız takdirde, bunu daha ileri
rakamlara çıkarabileceğiz” diye konuştu.
Türkiye’nin kentsel dönüşüm konusunda büyük bir gayret içinde olduğunu
vurgulayan Bayraktar, şunları kaydetti:
“Mülkiyet hakkı esastır, şehirlerimizi düzenlemek esastır, kentsel dönüşüm yapmak
esastır. İnsanların mülkiyet hakkı anayasa
ile güvence altına alınmıştır. Fakat can
emniyeti, yaşam hakkı, daha önemli bir
haktır. Halkımızla bütünleşerek kentsel
dönüşümü başarmak zorundayız. Bu çalışmalar hem yeşil binalar getirecek, hem
enerjiyi savurmayacak, şehirlerimizi düzenleyecek, inşaat sektörünü geliştirecek.”
10
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
AKILLI BİNALARDAN YILDA 12 MİLYAR
DOLARLIK ENERJİ TASARRUF EDİLECEK
5. Uluslararası Güneş Enerjisi ve
Teknolojileri Fuarı Solarex'in açılışında konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin 2012
yılında enerji için 65 milyar dolar ödeyeceğini belirterek, "Bu çok ciddi bir
rakam. Bu rakamın yarısını binalar
tüketiyor. Kentsel dönüşümle birlikte binalarımızı güneş enerjisi, rüzgâr
enerjisi gibi yenilenebilir enerjiden
yararlanan, atık suyunu değerlendiren sistemlerle inşa edeceğiz” dedi.
Kentsel dönüşümde akıllı binalara
öncelik verileceğini bildiren Bakan
Bayraktar, "Akıllı binalardan yılda
10-12 milyar dolarlık enerji tasarruf
edebiliriz" diye konuştu.
Dünya genelinde fosil esaslı yakıt
tüketmekten kaçınmaya başladığını kaydeden Bayraktar, “ Çünkü bu
yakıtlar doğaya karbondioksit salıp
iklim değişikliğine ve ciddi kirliliklere
sebep oluyor. Bu yüzden, artık güneş
enerjisi, rüzgâr enerjisi ve jeotermal
enerji gibi yenilenebilir enerji konusunda çalışmaktadır" dedi.
GENÇLİK
KİMSE BU GENÇLİĞE 19 MAYIS
DERSİ VERMEYE KALKIŞMASIN
AK Parti Genel Merkez Gençlik Kolları 3. Olağan Kongresi'ne katılarak bir konuşma yapan AK Parti Genel Başkanı ve
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, salonda
bulunan gençlerin ve onların coşkusunun
Türkiye'yi yansıttığını belirterek, “Bu salondaki gençlik, Türkiye'nin ta kendisidir” dedi.
Salonda bulunan gençliği “Kökü mazide, gözü istikbalde olan gençlik” şeklinde nitelendiren Başbakan Erdoğan, “Bu
salondaki gençlik tarihini çok iyi bilen,
çok seven, devraldığı mirasın omuzlarındaki yükün farkında olan bir gençliktir.
Bu gençlik kavganın, çatışmanın değil,
dayanışmanın kucaklaşmanın tarafında
bir gençliktir” diye konuştu.
Salonu dolduran gençliğin sadece Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun, Balkanlar'ın,
Kuzey Afrika'nın da umudu olduğunu kaydeden Başbakan Erdoğan, “Burada sadece
Türkiye gençliğine değil, Ortadoğu'ya, Kuzey Afrika'ya örnek teşkil eden bir gençlik
var. İşte bu gençlik 23 Nisan 1920 ruhunu
çok, ama çok iyi bilen bir gençliktir. Bu
gençlik Kurtuluş Savaşı ruhunu, 29 Ekim
ruhunu çok iyi bilen bir gençliktir” dedi.
“TÜRKİYE’NİN TAPUSU ELİTLERİN
DEĞİL 75 MİLYONUN ELİNDE”
“Bu salondaki gençlik 19 Mayıs'ı bilen,
19 Mayıs ruhunu, misyonunu taşıyan bir
gençliktir. Hiç kimse bize, bu gençliğe 23
Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim dersi vermeye
kalkışmasın” diyen Başbakan Erdoğan,
“Tam tersine 23 Nisan ruhunu öğrenmek
isteyen varsa, buyursun işte bu gençlikten öğrensin. Eğer 19 Mayıs'ın, 29 Ekim'in
ruhunu anlamak, öğrenmek isteyen varsa, buyursun bu gençlik onlara öğretsin”
tavsiyesinde bulundu.
AK Parti Genel Merkez
Gençlik Kolları 3.
Olağan Kongresi’nde
konuşan Başbakan
Erdoğan, “Bu salondaki
gençlik 19 Mayıs'ı bilen,
19 Mayıs ruhunu,
misyonunu taşıyan
bir gençliktir. 23
Nisan ruhunu, 29 Ekim
ruhunu çok iyi bilen bir
gençliktir” dedi.
12
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
SELÇUKLU'NUN
TORUNLARI,
OSMANLI'NIN
AHVADI,
CUMHURİYETİN
UMUDU
Türkiye'nin tapusunun belli kesimlerin,
belli zümrelerin, elitlerin, seçkinlerin elinde değil, 75 milyonun elinde, 75 milyonun
yüreğinde bulunduğunu belirten Başbakan
Erdoğan, şöyle devam etti:
“Hiç kimse kendisini Türkiye'nin
yegâne sahibi gibi görmesin. Türkiye'nin
sahibi 75 milyondur. Türkiye'nin sahibi
işte bu gençliktir. Artık 19 Mayıs törenleri üzerinden hiç kimse mürebbiye gibi
parmağını sallayarak bizi tehdit etmeye,
bizi tedip etmeye kalkmasın, kalkışmasın.
Çünkü biz onlar gibi 19 Mayıs'ın istismarının değil, 19 Mayıs'ın özünün takipçisiyiz.”
“19 MAYIS’IN İSTİSMAR
EDİLMESİNE FIRSAT
TANIMAYACAĞIZ”
Gençliği ecdadıyla buluşturan bir iktidar olduklarını ifade eden Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:
“Biz meselenin özüyle ilgiliyiz. Biz genç
nesillerin, gençlerin sıkıcı resmi törenlerle
“Biz her türlü dayatmaya
karşı çıkıyoruz. Biz
asla formatlama gayesi
içerisinde değiliz. Biz
formatlamaya karşı
çıkıyoruz. Özgürlükleri
kısıtlama peşinde değiliz,
özgürlük mücadelesi
veriyoruz.”
değil, 19 Mayıs'ın özüne, ruhuna, heyecanına, coşkusuna uygun kutlamalardan
yanayız. Kendilerini 19 Mayıs'ın yegâne
sahibi olarak görenlere de istismar fırsatı
tanımayacağız. Bu ülkede hiç kimse kendisini öz, diğerlerini üveymiş gibi göremez.
Böyle muamele edemez. Bu ülkede artık
birileri kendisini cumhuriyetin, milletin ve
rejimin gerçek sahibi olarak görüp millete tahakküm edemez. Hiç kimse 'milleti
kurtarıyorum' deyip milletten çok bildiği
iddiasıyla bu millete yön veremez. İstikamet çizemez. Bu milletin vasilere ihtiyacı
yok, bu rejimin vesayete ihtiyacı yok.”
“DARBELER DÖNEMİ GERİ
GELMEMEK ÜZERE KAPANDI”
Türkiye'de darbeler döneminin geri gelmemek üzere kapandığını söyleyen Başbakan Erdoğan, “Müdahaleler, hukuksuzluk,
çeteler ve cunta karşısında dik durduk,
sizler için dik durduk. Aynı şekilde sizler
de dik duracaksınız” dedi.
Gençlerin asla ve asla çetelere mafyaya,
cuntaya, hukuksuzluğa boyun eğmeyeceğini, göz yummayacağını belirten Başbakan
Erdoğan, şöyle konuştu:
“Biz size nasıl bir Türkiye emanet
ediyorsak, sizler de çocuklarınıza daha
güçlü bir Türkiye emanet edeceksiniz.
Bayrağımızı, toprağımızı nasıl namusumuz, şerefimiz biliyorsak, milli iradeyi de
namusumuz, şerefimiz bilecek en güçlü
şekilde savunacak ve muhafaza edeceğiz.
Ben sizlere yürekten inanıyorum; bunu
yapacaksınız. Bu millet sizlere inanıyor,
güveniyor. Eminim ki sizler bu AK gençlik,
Gençlere, “Sizler demokrasiye,
özgürlüklere, milli iradeye en güçlü
şekilde sahip çıkmalısınız. Emaneti
devraldığınızda Türkiye'yi daha da
büyütmenizi, yüceltmenizi sizlerden
rica ediyorum” diye seslenen
Başbakan Erdoğan, “Böyle aziz
bir milletin ferdi, böyle gençler
yetiştirmiş bir milletin evladı
olmaktan gurur duyuyorum. Böyle
gençlerle aynı yolda yürümekten
şeref duyuyorum. Bizlere sizler gibi
genç yol arkadaşları nasip ettiği
için Rabbime şükrediyor, hamd
ediyorum” dedi.
Gençlerden; Selçuklu'nun torunları,
Osmanlı'nın ahvadı, Cumhuriyetin
umudu, aydınlık yarınları olduklarını
unutmamalarını isteyen Erdoğan,
şunları söyledi:
“Onun için sizlere Asım'ın nesli
diyorum. İşte onun için sizlere
sesleniyorum. İşte bu gençlik,
bu AK gençlik bugüne kadar
onurunu çiğnetmedi, bundan sonra
da çiğnetmeyecek. Bu gençlik
Allah'ın izniyle şehitlerine, milletine
mahcup olmayacak. Bu gençlik
kendisine umut bağlayan bu aziz
milleti, kendisini örnek alan dünya
gençlerini inşallah hayal kırıklığına
uğratmayacak.”
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
13
GENÇLİK
milletin yüzünü kara çıkarmayacaksınız,
millete karşı mahcup olmayacaksınız, milleti hayal kırıklığına uğratmayacaksınız.”
“YILLARCA YÜZÜSTÜ SÜRÜNEN
SAKARYA ŞAHA KALKTI”
10 yıllar boyunca yabancı muamelesi,
ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini ve yıllar boyunca teselliyi Necip Fazıl
Kısakürek’in dizelerinde bulduklarını kaydeden Başbakan Erdoğan, Kısakürek’in
“Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya/
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” mısraını aktardı.
Yüz üstü çok sürünen Sakarya’nın artık
şaha kalktığını belirten Başbakan Erdoğan,
konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Artık biz ülkemizde garip değiliz, artık
bu ülkede biz parya değiliz. Burası bizim
öz yurdumuz, bizim ülkemiz, memleketimiz. 75 milyon bu topraklar üzerinde
biriz, beraberiz, kardeşiz. Mesele bu. 75
milyon, her birimiz eşit derecede bu ülkenin bugününde yarınında söz sahibiyiz.
Hiç kimsenin diğerine üstünlüğü yoktur
ve olamaz.”
“YUNUS GİBİ, YARATILANI SEVERİZ
YARATANDAN ÖTÜRÜ”
“Hiç kimsenin ne doğuştan ne sonradan kazandığı ayrıcalığı yoktur ve olamaz”
diyen Başbakan Erdoğan şöyle devam etti:
“Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Abhaza,
Ermeni, Rum, Gürcü, Roman, hepsi, ama
hepsi bu ay yıldızlı bayrağın altında, bu vatan toprağının üzerinde birdir, birinci sınıf
“Hiç kimse 'milleti
kurtarıyorum'
deyip milletten çok
bildiği iddiasıyla bu
millete yön veremez.
İstikamet çizemez.
Bu milletin vasilere
ihtiyacı yok, bu
rejimin vesayete
ihtiyacı yok.”
14
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
“Türk-İslam mimarisinin
en güzel örnekleri CHP
parti binalarına, halk
evlerine çevrildi. Bu
milletin çocuklarına
Kur'an-ı Kerim
öğretilmesi yasaklandı.
Gençliği ilimsiz,
irfansız bırakmak için
her yola, her yönteme
başvurdular.”
vatandaştır. Biz kimsenin dinine, inancına,
etnik kökenine, diline, mezhebine göre muamele etmeyiz. Değil mi ki insandır, değil
mi ki candır. En başta yaratandan dolayı,
kendisine hürmetimiz vardır. Yunus'un
diliyle konuşuruz: Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü. Mesele bu... Ne insanın
insana zulmüne, ne devletin, ne zümrelerin, ne seçkinlerin zulmüne, baskısına
asla ve asla boyun eğmedik, eğmeyeceğiz.”
“DİNDAR GENÇLİK SÖYLEMİMİZİ
ELİTİSTLER ANLAMAK İSTEMEDİ”
Son dönemde üzerinde çokça konuşulan “dindar gençlik” konusuna açıklık
getirmek istediğini söyleyen Erdoğan, şöyle
devam etti:
“Benim ne söylemek istediğimi, bu
sözlerle neyi murat ettiğimi aslında sizler
çok iyi anladınız. Benim bu ifadelerimi,
aziz milletim de çok iyi anladı, ama bu
ifadeleri, bu sözleri statüko anlamadı,
anlayamadı, anlamak istemedi. Statükonun dizinin dibinde yetişmiş aydınlar
da anlamak istemedi. Seçkinler, elitistler anlamak istemedi. O malum medya
benim ne dediğimi, ne demek istediğimi
anlamadı, anlamak istemedi. Biz milli,
manevi değerlerine bağlı bir dindar nesilden bahsediyoruz ve biz şu anda ahlak
değerleri yüksek bir nesilden bahsediyoruz. Vatanını sevmek, milletini sevmek,
insanına saygıda sevgide kusur etmemek,
dindar bir neslin özelliğidir.”
Dindar bir nesil yetiştirmenin, müspet
ilimlerden uzak, müspet ilimlerle yarışamayan bir gençlik anlamına gelmeyeceğinin altını çizen Başbakan Erdoğan, Arif
Nihat Asya’nın ve Mehmet Akif Ersoy’un
şiirlerinden örnekler vererek, “İşte böyle
bir nesil istiyoruz, beklediğimiz bu. Buna
gayret ediyoruz. Bunu istiyoruz. Varsın
onlar öyle konuşsunlar. İşte biz bu nesli
yetiştirmenin gayreti içinde bu yola devam
edeceğiz” diye konuştu.
“DİNİ, MANEVİ DEĞERLER
AYAKLAR ALTINA ALINDI”
Gençlerin, ülkenin yakın tarihini bilmesinin ve öğrenmesinin özellikle önem
taşıdığını vurgulayan Erdoğan, yaşananlar
unutulursa, yaşananlardan ders alınmazsa
GENÇLERE
ÖĞÜTLER
Gençlere çeşitli öğütlerde bulunan
Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
“Sizler Türkiye'nin onurusunuz,
Türkiye'nin istikbali, Türkiye'nin
aydınlık yarınlarısınız. Sizler
demokrasiye, özgürlüklere, milli
iradeye en güçlü şekilde sahip
çıkmalısınız. Emaneti devraldığınızda
Türkiye'yi daha da büyütmenizi,
yüceltmenizi sizlerden rica ediyorum.
Sizi kavgaya çekmek isteyenlere karşı
sabırlı olacak; hoşgörüden, vakardan
taviz vermeyeceksiniz. Sizler büyük
bir milletin evlatlarısınız. Kibir, gurur,
böbürlenme size musallat olmamalı. Ama
zulüm karşısında eğilmeyecek, haksızlık
karşısında susmayacaksınız.”
bunların tekrar yaşanacağını söyledi. Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
“Geçmişten gerekli dersleri çıkarmazsak, tarih sürekli tekerrür eder. Bizden
öncekiler, babalarımız, dedelerimiz aynı
şekilde çok büyük acılar yaşadılar. Bu topraklar üzerinde farklılığa, farklı olana tahammül edilmedi. Dini, manevi değerler
ayaklar altına alındı, çiğnendi. Binlerce
kitap, dini eser olduğu gerekçesiyle Osmanlı harfleriyle yazılmış bu gerekçeyle
ya da farklı düşünceler ihtiva ettiği gerekçesiyle toplatıldı, yasaklandı ve yakıldı.
Sadece Kur'an-ı Kerim'ler, ilmihal, mevlit kitapları değil, elif ba cüzleri, Hz. Ali
cenkleri, sağcı, solcu gazete ve dergiler,
sağcı, solcu yazarların kitapları çok ağır
zulme uğradı.”
“SELAMÜN ALEYKÜM DİYENLER
YILLARCA AŞAĞILANDI”
Türkiye’deki camilerin, tamamen keyfi
gerekçelerle, ibadet edilmesin, insanlar
orada toplu namaz kılmasın diye kapatıldığını, satıldığını ve hatta ahıra dönüştürüldüğünü hatırlatan Başbakan Erdoğan,
şöyle devam etti:
“Türk-İslam mimarisinin en güzel örnekleri CHP parti binalarına, halk evlerine
çevrildi. Bu milletin çocuklarına Kur'an-ı
Kerim öğretilmesi yasaklandı. Korkutulan
insanlar gizli gizli Kur'an öğrenmek ve öğretmek zorunda kaldılar. Bitmedi. Gençliği
ilimsiz, irfansız bırakmak için her yola,
her yönteme başvurdular. Gençliğin milli,
dini, manevi değerlerden uzak kalması için
her yola ve yordama başvurdular. Kur'an-ı
Kerim'i milletin elinden almak isteyenler,
gazeteler, dergiler, televizyonlar yoluyla
maneviyatsızlığı aşıladılar. Çağdaşlaşmak,
modernleşmek bahaneleriyle bizim kendi
öz medeniyetimizi, kültürümüzü, edep ve
ahlakımızı, aile yapımızı hedef aldılar.”
“Biz kimsenin dinine,
inancına, etnik kökenine,
diline, mezhebine göre
muamele etmeyiz.
Yunus'un diliyle
konuşuruz: Yaratılanı
severiz, yaratandan
ötürü. Mesele bu...”
Bu ülkede “selamün aleyküm” diyenlerin aşağılandığını, “elhamdülillah, inşallah”
diyenlerin küçümsendiğini, hor görüldüğünü söyleyen Erdoğan, bu ülkede namaz
kılanların “mürteci” diye yaftalandığını,
yıllarca Müslümanların, inançlıların kaba
saba yobazlar olarak karikatürize edildiğini, resmedildiğini ifade etti.
MİLLET İRADESİ HER
GÜÇLENDİĞİNDE DARBE YAPTILAR
Başbakan Erdoğan, bu ülkede insanların dini inançlarının gereği gördükleri
kıyafetleri giymekten men edildiğini, başörtülülerin üniversitelere, kamu binalarına hatta, kimi zaman belli semtlere dahi
alınmadığını belirterek, şöyle devam etti:
“Muhafazakârlık, dindarlık, on yıllar
boyunca köylülük olarak görüldü ve köylülerin ülke idaresinde söz sahibi olmasına
izin verilmedi. İşçinin, kapıcının, terzinin,
kasabın, marangozun çocuğunun üniversitelerde okumasına, okusa bile bürokraside
bir yerlere gelmesine müsaade edilmedi.
On yıllar boyunca bürokrasiye, hukuka
kast sistemi hâkim oldu. Millet iradesinin
güç kazandığı, Anadolu'nun, Trakya'nın
sesini yükselttiği her dönemde demokraMAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
15
GENÇLİK
GENÇLER İÇİN
YAPILANLAR...
İktidarları döneminde gençlerin de
gayretleriyle Türkiye'ye çok büyük
hizmetler yaptıklarını belirten Başbakan
Erdoğan, gençler için de önemli
adımlar attıklarını söyledi.
Seçilme yaşını 30'dan 25'e AK
Parti iktidarının indirdiğini hatırlatan
Erdoğan, 2002 yılında gençlik ve spor
faaliyetlerine 67 milyon lira ayrıldığını,
bugün ise bu rakamı 817 milyon liraya
çıkarttıklarını dile getirdi.
Türkiye'nin her yerinde gençlik
merkezleri kurulduğunu anlatan
Erdoğan, 9,5 yılda sporcu sayısını 10
kat artırdıklarını bildirdi. Başbakan
Erdoğan, spor tesisi sayısını da çok
büyük oranlarda artırdıklarını söyledi.
18 kente stadyum kazandıracaklarını
ifade eden Erdoğan, çok sayıda spor
organizasyonunun da Türkiye'de
yapıldığını anlattı.
İktidarları döneminde en büyük
yatırımı eğitim alanında yaptıklarını
vurgulayan Başbakan Erdoğan 170
bin yeni derslik yaptıklarını dile getirdi.
89 yeni üniversite açarak Türkiye'deki
üniversite sayısını 165'e çıkarttıklarını
hatırlatan Erdoğan, üniversitesi
olmayan bir il kalmadığını söyledi.
Öğrencilere verilen burs ve kredi
miktarlarında da önemli ölçüde artışlar
gerçekleştirdiklerini kaydeden Erdoğan,
beslenme yardımı miktarını ve öğrenci
yurtlarının sayısını artırdıklarını belirtti.
Erdoğan, müstakil bir Gençlik ve Spor
Bakanlığı'nı kurduklarını da hatırlattı.
16
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
siye müdahale edip, seçkinlerin iktidarını
güçlendirdiler. Utanmadan, sıkılmadan,
yüzleri dahi kızarmadan bunlar millete 'bidon kafalı' dediler. 'Göbeğini kaşıyan adam'
dediler. Öz yurdumuzda, öz vatanımızda
parya muamelesi gördük.”
“BİZ HER TÜRLÜ DAYATMAYA
KARŞI ÇIKIYORUZ”
Gençlerin ahlaksızlığa, boşluğa, maddeciliğe, emperyalizmin özellikle de kültür emperyalizminin tuzağına yönlendirilmediği, özgür bırakıldığı, özgür tercihler
yapabildiği bir Türkiye için “dindar ne-
“Bu ülkede hiç kimse kendisini öz, diğerlerini üveymiş gibi
göremez. Bu ülkede artık birileri kendisini cumhuriyetin,
milletin ve rejimin gerçek sahibi olarak görüp
millete tahakküm edemez.”
DİNDARLARIN AŞAĞILANMADIĞI
BİR TÜRKİYE İÇİN…
Hayatı boyunca toplumun bir kesimine,
millete yapılan bu zulmü görmeyenlerin
bugün de “dindar nesil” kavramını anlayamayacaklarını, anlamak istemeyeceklerini
kaydeden Erdoğan, “Çünkü onlar bizim
neler çektiğimizi bilmezler, görmezler,
duymazlar. Bürokrasinin, medyanın aydınların, varlıklı elitlerin, bu ülkede millete
nasıl zulmettiğini onlar hiç görmediler,
görmek istemediler” dedi.
“Artık bu elitler kusura bakmasın, biz bu
ülkede varız” diyen Erdoğan şunları söyledi:
“Biz 75 milyonun birer ferdi olarak bu
ülkenin sahibiyiz, öz çocukları, öz evlatlarıyız. Biz bunun için dindar nesil diyoruz.
Olay budur. Biz dindarların aşağılanmadığı, küçümsenmediği, azarlanmadığı, tahkir
edilmediği bir Türkiye için dindar nesil
diyoruz. Bölmek için değil.”
sil” yetiştirmenin önemine işaret eden
Erdoğan, “Biz her türlü dayatmaya karşı çıkıyoruz. Biz asla formatlama gayesi
içerisinde değiliz. Biz formatlamaya karşı
çıkıyoruz. Özgürlükleri kısıtlama peşinde
değiliz, özgürlük mücadelesi veriyoruz.
İstiyoruz ki herkes özgürce, her türlü eğitim imkânından yararlansın. İstiyoruz ki
öğrenciler, onların aileleri çocukları için
tercih yapma hürriyetine sahip olsun” diye
konuştu.
30 Mart'ta yasalaşan kademeli eğitimin, “bir hakkın teslim edilmesi” olduğunu
ifade eden Erdoğan, “30 Mart, eğitimde
baskının, ideolojinin sona erdiği gündür.
30 Mart, bu millete, bu milletin çocuklarına
ve gençlerine yapılan zulmün son bulduğu tarihtir. İşte bunu elitler hiçbir zaman
anlamadı, anlamayacak. Despot aydınlar,
toplum mühendisleri, bunu hiçbir zaman
anlamadı ve anlamayacak” dedi.
DOSYA
DAHA SAĞLIKLI VE YAŞANABİLİR BİR ÇEVRE İÇİN
Çevresel Etki
Değerlendirmesi (ÇED)
Çevresel Etki Değerlendirmesi’nin amacı; çevre değerlerini
koruyacak ve ekonomik kayıpları önleyecek güçlü bir çevre
yönetim sistemi kurarak halkın daha sağlıklı bir çevrede
yaşamasına katkı sağlamaktır.
MUSTAFA SATILMIŞ
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürü
20. Yüzyılda sanayi alanındaki gelişmeler, tarım toplumundan sanayi toplumuna
geçiş ve bunlara bağlı olarak hızlı nüfus
artışı çevre sorunlarının ciddi boyutlara
ulaşmasına neden olmuştur. Dünya hızla gelişirken çevre sorunları da zamanla
tüm insanlığı tehdit eder bir hale gelmiştir.
Çevreyle barışık bir kalkınma anlayışının
gerekliliği dolayısıyla çevre sorunlarını
çözümlemek kaçınılmaz olmuştur.
Kalkınmanın gereği olan faaliyetlerin
henüz planlama aşamasındayken çevre
üzerinde olan olumsuz etkilerini önceden
belirleyebilmek ve bu olumsuzlukları ortaya çıkmadan önce gerekli önlemleri aldırmak ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması amacıyla dünyada “Çevresel Etki
Değerlendirmesi” adıyla çevre sorunlarının
tespit ve önleme çalışmaları başlamıştır.
ÇED NEDİR?
ÇED Yönetmeliğine göre; ÇED, gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye
18
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin
belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin
önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji
alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının
izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek
çalışmaları ifade eder.
ÇED'in dünyada kabul edilen tek bir
tanımı yoktur. ÇED’in amacı, çevre değerlerini korumak, ekonomik kayıpları önlemek
ve planlama aşamasında gerekli
tedbirleri almaktır.
ÇED YÖNETMELİĞİ
SÜRECİ
Türkiye’de ilk ÇED Yönetmeliği 7 Şubat 1993 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Daha sonra
1997, 2002, 2003 ve en son ülkemiz şartları ve AB süreci de dikkate alınarak 17 Temmuz 2008
tarihinde revize edilerek bugünkü şeklini
almıştır. ÇED Yönetmeliği AB ÇED Direktifi
ile sınır aşan kısmı hariç tamamen uyumludur. Hatta listelere baktığımızda daha
iyi durumda olduğumuz bile söylenebilir.
HALKIN KATILIMI NASIL
SAĞLANIYOR?
Çevrenin herkesin ortak değeri olması
sebebiyle, ÇED sürecinin şeffaf ve daha
katılımcı bir yaklaşımla sürdürülebilmesi için halkın katılımı çok önemlidir.
ÇED Yönetmeliğinde, sürecin en başında
halkın yatırım hakkında bilgilendirilmesi
öngörülmüştür. Halkın yapılacak yatırım
hakkında bilgi edinmesi için yatırımın
yapılacağı yerde bir bilgilendirme toplantısının gerçekleştirilmektedir. ÇED Yönetmeliğinin Ek-I listesinde yer alan bir proje
için Bakanlıkça toplantı tarihi belirlenir.
Toplantı yeri ve saati ise, Çevre ve Şehircilik il Müdürlüğünce belirlenir. Daha
sonra Halkın Katılımı Toplantısı’nın tarihi,
ÇED, çevreyi doğrudan
ya da dolaylı olarak
etkileyen bir faaliyetin
etkilerinin, henüz karar
verme aşamasındayken
irdelenmesi, bu faaliyetin
olumsuz etkilerinin
önlenmesi için alternatif
çözümlerin belirlenmesi
amacıyla kullanılan bir
yöntemdir.
saati, konusu ve yeri toplantı tarihinden en
az 10 gün önce hem ulusal ve hem yerel
bir gazetede Proje sahibi tarafından ilan
verilerek duyurulur.
HALKIN KATILIMI TOPLANTISI
Bakanlık, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve faaliyet sahibinin koordinasyonu ile
proje sahasına en yakın yerleşim yerinde
ve halkında kolayca ulaşabileceği bir yerde Halkın Katılımı Toplantısı düzenlenir.
Halkın Katılımı Toplantısı’na İl Müdürlüğü
veya görevlendireceği bir yetkili başkanlık
eder. Toplantıya halkın görüş ve önerilerini
almak ve halkın bilgilendirilmesi amacıyla,
Bakanlık yetkililerinin yanı sıra ilgili kamu
kurum ve kuruluşlarının katılımı sağlanır.
Halktan alınan görüş ve öneriler bir tutanak ile Bakanlığa bildirilir.
ÇED Sürecinin tamamında tüm dokümanlar; ÇED Başvuru Dosyaları, ÇED
Raporları ve Nihai ÇED Raporları halkın
görüşüne açılır. Sürecin tümünde halktan
gelen görüş ve öneriler karar alınmadan
önce değerlendirilir. Halkın sürece katılımı
gerçekleştirilmesi planlanan projeye göre
değişkenlik göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, barajlar, HES’ler, termik santraller,
rafineriler, büyük sanayi tesisleri, çimento
fabrikaları, büyük madencilik tesisleri gibi
halkı doğrudan etkileyen projelerin ÇED sürecine ciddi oranda katılım sağlanmaktadır.
KAPSAMLAŞTIRMA VE ÖZEL
FORMAT BELİRLEME
Her projenin kendine özgü şartları ve
çevresel özellikler nedeniyle farklılıkları
olduğundan, hazırlanacak ÇED raporunun
kapsamı ve içeriği özel olarak belirlenmek-
te ve buna da “Kapsamlaştırma ve Özel
Format Belirleme” adı verilmektedir. Kapsam belirleme, ÇED Raporu hazırlanması
sırasında yapılması gereken çalışmaların
ve araştırma yapılacak konuların projeye
özgü şartlara göre belirlenmesine ilişkin
önemli bir aşamadır. Kapsam belirleme
toplantısında özellikle halkın görüş ve
önerileri göz önüne alınarak ÇED Raporunda yer alacak bilgiler detaylı bir şekilde belirlenir.
ÇED raporunun kapsamı ve özel formatı, Bakanlığımız yetkililerinden, ilgili
kurum ve kuruluşların temsilcilerinden,
proje sahibinden ve/veya temsilcilerinden
oluşan bir komisyon tarafından belirlenir.
Bakanlık, gerekli gördüğü hallerde, projenin konusu, türü ve proje için belirlenen
yerin özelliklerini de dikkate alarak, üniversiteler, enstitüler, araştırma ve uzman
kuruluşları, meslek odaları, sendikalar,
birlikler, sivil toplum örgütlerinden temsilcileri de komisyon toplantılarına üye
olarak çağırabilir.
ÇED RAPORLARI NASIL
DEĞERLENDİRİLİYOR?
ÇED Raporları olabildiğince katılımcı
bir yaklaşımla şeffaf ve tüm süreci halka
açık olarak değerlendirilmektedir.
ÇED Raporları ÇED sürecinin tamamında temel olarak İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) marifetiyle
değerlendirilir. ÇED Raporu için halktan
gelen görüş ve öneriler ve rapordaki tüm
teknik detaylar İDK tarafından değerlendirilir. Komisyon üyeleri tarafından yapılan
değerlendirmeler neticesinde çalışmalar
yeterli görüldüğü takdirde ÇED Raporu
Nihai olarak kabul edilir.
ÇED’deki temel yaklaşım,
tüm Türkiye’de çevresel
değerlerimizi korumak
için güçlü bir izlemekontrol ve denetim
sistemi kurmak, Valilikler
(Çevre ve Şehircilik İl
Müdürlükleriyle) ile
birlikte izleme-kontrol
ve denetimleri artırarak
çevrenin korunmasını ve
sürdürülebilir olmasını
sağlamaktır.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
19
DOSYA
ÇED Raporunun nihai kabul edilmesi
için komisyon üyelerinin tamamının olumlu görüşünün alınması gerekmektedir.
Bakanlık, Komisyonun rapor hakkındaki
çalışmalarını dikkate alarak ÇED Olumlu veya ÇED Olumsuz kararı verir. Karar
gerekçeleriyle halka duyurulur. Faaliyet
sahibi ÇED “Olumlu” kararının alınmasını
müteakip yedi (7) yıl içerisinde yatırıma
başlamak zorundadır. Başlamadığı takdirde ÇED Sürecinin yeniden başlatılması gerekir. ÇED Olumsuz Kararı verilmesi
halinde ise faaliyetin gerçekleştirilmesi
mümkün değildir.
PROJE TANITIM DOSYALARI
NASIL DEĞERLENDİRİLİYOR?
ÇED Yönetmeliği’nin EK-II listesinde
yer alan projeler, seçme eleme kriterlerine tabidir. Değerlendirme ve karar
verme yetkisi Valiliklere (Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerine) devredilmiştir.
Bu projeler için, proje sahibi, projesi için
Çevresel Etki Değerlendirmesi uygulanmasının gerekli olup olmadığının araştırılması amacıyla hazırladığı Proje tanıtım
dosyasını İl Müdürlüğü’ne sunar. Proje
tanıtım dosyasına, projenin gerçekleştirileceği alan dikkate alınarak ihtiyaç duyulması halinde ilgili kurum/kuruluşların
görüşlerini de alarak İl Müdürlüğü’nce
ÇED Gerekli Değildir veya ÇED Gereklidir Kararı verilir ve verilen karar halka
duyurulur.
Faaliyet sahibi ÇED Gerekli Değildir
kararının alınmasını müteakip beş (5) yıl
içerisinde yatırıma başlamak zorundadır.
Başlamadığı takdirde sürecin yeniden başlatılması gerekir.
20
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
narak Ek-I ve Ek-2 listesi olarak iki ayrı
listede toplanmıştır. Ek-1 listesi ÇED Uygulanacak Projeleri içerirken, Ek-2 listesi
ise Seçme Eleme Kriterleri Uygulanacak
projeler listesini içermektedir.
Ek-1 projeleri için ÇED sürecinin sonunda ÇED Olumlu ya da ÇED Olumsuz
kararları Bakanlık tarafından, Ek-2 projeleri için ise ÇED Gereklidir ya da ÇED
Gerekli Değildir kararları Valilikler (Çevre
ve Şehircilik İl Müdürlükleri) tarafından
verilmektedir. Eğer “ÇED Gereklidir” kararı verilmiş ise proje için Bakanlıkta Ek-I
prosedürü uygulanır ve ÇED Olumlu veya
ÇED Olumsuz kararı verilir.
ÇED sürecinin e-devlet
kapsamına alındığı
“Çevrimiçi ÇED Süreci
Yönetimi Projesi”
kapsamında sürecinin
elektronik ortamda
işletilmesiyle; her dosya için
300-500 sayfalık kâğıt israfı
önlenecek.
Faaliyetin gerçekleştirileceği alanın
mevzuat açısından uygun olmaması durumunda ise faaliyetin gerçekleştirilmesi
mümkün değildir.
KARARLARI HANGİ
MAKAMLAR VERİR?
ÇED Yönetmeliği’ne göre, ÇED süreci
iki ayrı aşamada yürütülür. Yönetmelik
tesislerin kirleticilik vasıfları dikkate alı-
ÇED SÜRECİ UZUN MUDUR?
ÇED süreci, kamuda yürütülen birçok
basit izin süreci gibi kısa zamanda sonuçlanabilecek bir süreç değildir. Bunun nedeni, çevreye verilen önem ve raporun
değerlendirmesinde gösterilen azami hassasiyettir. Bu yüzden, 17.07.2008 tarih ve
26939 sayılı ÇED Yönetmeliği çerçevesinde
uygulanan süreç, 1993 yılından bugüne
kadar ülkemiz şartları dikkate alınarak 4
kez revize edilmiştir.
Yönetmeliğe göre ÇED sürecinin tamamı, yazışma süreçleri hariç olmak üzere
atmış bir (61) işgünüdür. Ancak sürecin
genelini belirleyen en önemli süre, ÇED
Raporu hazırlanması için verilen özel
format sonrası faaliyet sahibi tarafından
ÇED Raporunun hazırlanıp Bakanlığımıza sunulması sürecidir. Özel formatın
verilmesinden sonra faaliyet sahibi bir
yıl içerisinde ÇED Raporunu Bakanlığa
sunmak zorundadır. Sunamadığı takdirde bir defaya mahsus altı ay (6) ek süre
ÇED Yönetmeliği’ne tabi projeler için, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu”
veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadıkça, bu
projelere hiçbir teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için
yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.
verilir. Faaliyet sahibi ÇED Raporunu kısa
bir süre içerisinde de sunabilir veya bir
buçuk (1,5) yıl sonrada sunabilir. Burada da görüldüğü üzere sürecin uzun olup
olmaması büyük ölçüde faaliyet sahibinin
gayretine bağlıdır.
Bu noktada ÇED Raporu’nun kısa sürede kaliteli bir biçimde hazırlanması ve
Bakanlığımıza sunulması süreci ciddi anlamda kısaltmaktadır.
Ancak, mevzuata aykırı durumlarda
ÇED süreci, inceleme-değerlendirme komisyonu tarafından durdurulmakta ve
mevzuata aykırılık giderilmedikçe ÇED
süreci tekrar başlatılmamaktadır. Bu süreçte Bakanlığımızın bir sorumluluğu yoktur.
Bu yaklaşım kesinlikle doğru değildir ve
yatırımcılarımız mevzuata uygun olarak
yatırımlarını gerçekleştirmek zorundadır.
Mevzuattan kaynaklanan bir sıkıntının ÇED
süreci ile ilişkilendirilmesi doğru bir yaklaşım da değildir.
ÇED İZLEME VE
KONTROLÜNÜN ÖNEMİ
ÇED süreci, çevre hakkında bilgi sağlamada etkili bir araçtır. Bununla birlikte,
karar verildikten sonra proje kapsamında
gerçekleştirilen faaliyetler ve yapılan iş-
lerin rapor çerçevesinde yürütülmesi de
önemlidir. ÇED olumlu/ÇED gerekli değildir kararı verilen projenin Nihai ÇED
raporunda veya Proje Tanıtım Dosyasında
belirtilen taahhütlere uymasını sağlayacak
bir mekanizma olması zorunludur.
ÇED sürecinde verilen taahhütlerin
yerine getirilip getirilmediğinin tespit edilmesi, çevreye olan etkilerinin belirlenmesi
ve buna dair önlemlerin yerinde ve zamanında doğru biçimde alınabilmesi için
iyi bir izleme ve kontrol sisteminin oluşturulması çok önemlidir. Bakanlığımızın
yeni yapılanmasında Çevre ve Şehircilik
İl Müdürlükleri bünyesinde oluşturulan
Çevre Denetimi Şube Müdürlüklerinin
kurulması etkin bir izleme, kontrol ve
denetim sisteminin oluşturulmasını sağlayacaktır.
ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN
ÖNLENMESİNE ÖNEMLİ KATKI
Yapılan izleme, kontrol ve denetim çalışmalarında, Nihai ÇED Raporu ve Proje
Tanıtım Dosyasındaki taahhütlerine uymayarak çevreyi kirleten faaliyet sahiplerinin
taahhütleri kapsamında gerekli tedbirleri
alması sağlanmakta olup, takibi yapılmaktadır. Dolayısı ile yapılan çalışmalar çev-
re kirliliğinin önlenmesinde önemli katkı
sağlamaktadır.
ÇED prosedürünün son ve en önemli
aşamalarından biri olan izleme-kontrol
aşaması, yatırımın gerçek etkilerini belirlemek için proje tanıtım dosyalarında
taahhüt edilen önlemlerin takip edilmesinde, gerçek etkinin gözlenmesinde ve
tahmin edilen etkilerin doğruluklarının
geri bildiriminde büyük rol oynar.
ÜLKE GENELİNDE
GÜÇLÜ BİR DENETİM SİSTEMİ
ÇED sürecinde izleme, kontrol ve denetimin önemi ve faydası gün geçtikçe daha
belirgin hale gelmiştir. Çevresel etki değerlendirmesi kararı çerçevesinde projelerle
ilgili olarak gerçekleştirilen izleme kontrol
çalışmaları, çevrenin korunmasına katkıda
bulunan önemli bir araçtır.
İzleme-kontrol de tıpkı ön inceleme,
kapsamlaştırma, raporun hazırlanması
ve sunumu gibi ÇED’in etkili bir şekilde
uygulanmasını sağlayan aşamalardan ve
ayrılmaz parçalardan biridir. Temel yaklaşımımız tüm Türkiye’de güçlü bir denetim sistemi kurmak, Çevre ve Şehircilik
il Müdürlüklerimizle birlikte denetimleri
arttırarak çevrenin korunmasını ve sürdüMAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
21
DOSYA
Bu süre sonunda taahhüt edilen hususlara uyulmaz ise yatırım durdurulur.
Yükümlülükler yerine getirilmedikçe
durdurma kararı kaldırılmaz ve Çevre
Kanunu’nun ilgili hükümlerine göre işlem tesis edilir.
ÇED SÜRECİNİN ÇEVRİMİÇİ
GERÇEKLEŞTİRİLMESİ PROJESİ
(E-ÇED)
rülebilirliğini sağlamaktır. Bakanlığımızca
daha etkin bir denetim için tam donanımlı
araçlar alınarak, il müdürlüklerimize gönderilecektir. 2012 yılı içerisinde 5.132.000
TL, 2013 yılı içerisinde ise 15.368.000 TL
ile denetim araçları alınacaktır.
KARAR YOKSA TEŞVİK, ONAY, İZİN
VE RUHSAT DA YOK
ÇED Yönetmeliği’nin 6’ncı maddesinde,
“Bu Yönetmeliğe tabi projeler için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” veya
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli
Değildir” kararı alınmadıkça bu projelere
hiçbir teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım
ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez” hükmü yer
almaktadır.
ÇED Kararı almadan yatırıma başladığı
tespit edilen faaliyetlere ilişkin uygulamalar Çevre Kanunu ile düzenlenmiştir.
Çevre Kanunu’nda, “Çevresel Etki Değerlendirmesi incelemesi yapılmaksızın
başlanan faaliyetler Bakanlıkça, proje tanıtım dosyası hazırlanmaksızın başlanan
faaliyetler ise mahallin en büyük mülki
amiri tarafından süre verilmeksizin durdurulacağı”; ayrıca "Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu ya da Çevresel Etki
Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı
alınmadıkça yatırıma ilişkin durdurma kararının kaldırılmayacağı” hükümleri yer
almaktadır. Bu tesisler için yine Çevre
Kanununca ayrıca yatırım bedelinin yüzde 2’si kadar idari para cezası uygulanır.
22
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Bakanlık olarak kesinlikle ceza kesme meraklısı olmadığımızı ifade etmek istiyorum.
Bizim istediğimiz faaliyet sahiplerinin verilen kararlara ve çevre mevzuatına göre
faaliyetlerini gerçekleştirmeleridir.
ÇED raporunun kapsamı
ve özel formatı, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı
yetkililerinden, ilgili
kurum ve kuruluşların
temsilcilerinden, proje
sahibinden ve/veya
temsilcilerinden oluşan
bir Komisyon tarafından
belirlenir.
YATIRIM HANGİ ŞARTLARDA
DURDURULUR?
Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu"
kararı ya da "Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir" kararı verildikten
sonra, proje sahibi tarafından “Nihai Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu” veya
proje tanıtım dosyasında taahhüt edilen
hususlara uyulmadığının tespit edilmesi durumunda, söz konusu taahhütlere
uyulması için projeyle ilgili Bakanlıkça/
Valilikçe bir defaya mahsus olmak üzere
süre verilebilir.
ÇED Raporu bilimsel bir çalışma olup,
söz konusu rapor içerisinde Bakanlığımızca
ve ilgili kamu kurum ve kuruluşların yer
aldığı komisyon talepleri doğrultusunda
her proje için farklı analizler, etütler ve modellemeler gibi çalışmaları da içermektedir.
Dolayısıyla, ÇED Raporu kapsamındaki
çalışmaların sonuçlanma süresi projeye
göre değişiklik göstermektedir.
Genel Müdürlüğümüzce ÇED Yönetmeliği kapsamında gerçekleştirilen prosedürlerde yazışma süreçlerinde yaşanan zaman
kayıplarını ortadan kaldırması amacıyla
ÇED sürecinin e-devlet kapsamına alınması için “Çevrimiçi ÇED Süreci Yönetimi
Projesi” planlanmıştır.
Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinin e-devlet kapsamına alınması ile ÇED
süreci içerisinde evrak akışı elektronik ortamda gerçekleşeceği için evrak havaleleri
ve postada yaşanan zaman kayıpları da
ortadan kaldırılacaktır. Proje ÇED sürecinin 132-183 iş günü olan tamamlanma
süresinin (ÇED raporunun firma tarafından
hazırlanma süreci hariç) 51-60 işgününe
kısalmasını sağlayacaktır.
ÇED SÜRECİ E-DEVLET
KAPSAMINA ALINIYOR
ÇED sürecinin e-devlet kapsamına
alınması ile ÇED Yönetmeliği kapsamında
verilen tüm kararlara hızlı erişimin sağlanacaktır. Diğer taraftan sürecin elektronik
ortamda işletilmesi ile başvurunun yapıldığı andan itibaren; yatırımcı süreçleri takip
edebilecek, ek gereksinimleri, revizyon
taleplerini sistem üzerinden tamamlayabilecek ve sürecin bütün aşamalarını şeffaf
bir şekilde izleyebilecektir.
ÇEVRİMİÇİ ÇED SÜRECİ YÖNETİMİ
PROJESİ
Proje kapsamında; ÇED sürecinin çevrimiçi olarak izlenmesi, analiz edilmesi ve
şeffaf bir ortamda süreçlerin işletilerek
halkın bilgilendirilmesi hedeflenmektedir.
ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR KARARLARI SEKTÖREL DAĞILIMI
TARIM
GIDA
%13
ULAŞIM
KIYI
TURİZM
%2
KONUT
%7
ÇED OLUMLU KARARLARI SEKTÖREL DAĞILIMI
SANAYİ
%12
TARIM
GIDA
%9
MADENCİLİK
% 51
ATIK
KİMYA
%9
ULAŞIM
KIYI
%9
SANAYİ
%14
TURİZM
KONUT
%8
MADENCİLİK
% 25
ENERJİ
%6
ATIK
KİMYA
%15
ENERJİ
% 20
1993’ten günümüze kadar 2352 adet faaliyete “ÇED Olumlu” kararı, 35884 adet
faaliyete “ÇED Gerekli Değildir” kararı olmak üzere toplam 38.236 karar verilmiştir.
Süreç başladığı andan itibaren projeye ilişkin tüm bilgiler (raporlar, toplantı
tarihleri ve yerleri, projenin hangi aşamada olduğu) Bakanlık web sayfasında
yayınlanacak, yine web sayfası üzerinden
halk tarafından projeye ilişkin görüş ve
öneriler iletilebilecek, bu görüş ve öneriler tüm süreç boyunca tüm komisyon
üyeleri tarafından görülebilecek, dolayısıyla değerlendirmelerde göz önünde bulundurulacaktır. Sonuç olarak “Çevrimiçi
ÇED Süreci Yönetimi Projesi” ile planlanan
yatırımlar hayata geçmeden önce kamuoyunun katılımının daha etkin bir hale
gelmesi beklenmektedir.
1993’TEN BUGÜNE 38236 ADET ÇED
KARARI
1993 yılında yayınlanan ilk ÇED Yönetmeliğinden Nisan 2012 sonu itibariyle
gerçekleştirilen ÇED çalışmaları neticesinde 2352 adet faaliyete “ÇED Olumlu”
Kararı, 35884 adet faaliyete “ÇED Gerekli
Değildir” Kararı verilmiştir.
“ÇED Olumlu” Kararlarının yüzde
25’lik dilimini oluşturan Madencilik faaliyetlerini, yüzde 20 ile Enerji, yüzde 15
ile Atık-Kimya, yüzde 14 ile Sanayi, yüzde
9 ile Tarım Gıda ve Ulaşım-Kıyı, yüzde
8 ile de Turizm-Konut faaliyetleri takip
etmektedir. “ÇED Gerekli Değildir” kararı
verilen faaliyetlerde ise yüzde 51’lik oranla
Madencilik faaliyetleri yine başı çekerken
bunu yüzde 13 ile Tarım Gıda, yüzde 12
ile Sanayi, yüzde 9 ile Atık-Kimya, yüzde
7 ile Turizm-Konut, yüzde 6 ile Enerji ve
yüzde 2 ile Ulaşım-Kıyı faaliyetleri takip
etmektedir.
KAĞIT İSRAFINA SON VERİLİYOR
Sürecin elektronik ortamda işletilmesi ile ÇED Başvuru Dosyası, ÇED Raporu
ve Nihai ÇED Raporlarının çoğaltılması
sırasında oluşan kâğıt israfının tamamen
ortadan kaldırılması da sağlanacaktır. ÇED
Başvuru Dosyası, ÇED Raporu ve Nihai
ÇED Raporunun yaklaşık 300-500 sayfayı bulduğu, komisyon üye sayısının ise
proje özelliklerine bağlı olarak ortalama
10-20 kurum-kuruluş arasında değişiklik gösterdiği göz önüne alındığında ciddi boyutta kaynak sarfiyatının önleneceği
görülmektedir.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
23
TARİH
Kanuni’nin vizyonuna İngilizler 300, Ruslar ise 400 yıl sonra ulaşabildiler…
OSMANLI’NIN ÇAĞLARI
AŞAN ÇILGIN PROJELERİ
Asya, Avrupa ve Afrika’yı yüzlerce yıl adil bir
şekilde yöneten Osmanlı’nın projeleri çağları
aşıyor… Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın
hayallerini asırlar sonra gerçekleştiriyor
olmanın mutluluğunu yaşıyor.
1973’te Boğaziçi Köprüsü, 1988’de ise
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü hizmete
açılarak Asya ile Avrupa’yı birbirine bağladılar. Dünyanın incisi İstanbul, şimdilerde
iki kıtayı deniz altından birbirine bağlayacak 2 önemli projenin tamamlanmasını
bekliyor: Bu önemli projelerden biri 9
Mayıs 2004’te temeli atılan Marmaray,
diğeriyse 26 Şubat 2011’de temeli atılan İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçit
projeleri…
Bunlar içerisinde 29 Ekim 2013’te hizmete açılacak olan ve İstanbul’un iki yakasını boğazın altında inşa edilen demiryolu
ile birbirine bağlayacak olan Marmaray
Projesi, cihan imparatorluğu Osmanlı’nın
1800’lü yılların son çeyreğinde projelendirdiği bir hayalin 122 yıl sonra gerçekleşmesi anlamını taşıyor…
Denizleri denizlerle, kıtaları kıtalarla, gönülleri gönüllerde buluşturmak
konusunda üstad olan adalet timsali
Osmanlı’nın bundan 121 yıl önce 1891’de
gündeme getirdiği İstanbul Boğazı’na tüp
geçit yapma projesi bugün nihayet gerçeğe dönüşüyor.
Tarihin gördüğü ender cihan imparatorluklarından biri olan Osmanlı’nın
denizleri ve karaları birleştirme projesi
sadece İstanbul Boğazı’na tüp geçit yapmaktan ibaret değil elbette…
DON-VOLGA KANALI PROJESİ
II. Bayezid, 1503 yılında Haliç’e bir
köprü yaptırmaya karar verdi. İlk teklif
ünlü ressam Leonardo Da Vinci’den geldi.
Da Vinci, istenirse Anadolu’ya uzanan bir
Boğaz köprüsü teklifinde bulundu.
Simon Prerault tarafından hazırlanarak II. Abdülhamid’e sunulan Cisr-i Enbubi Projesi.
24
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Kanuni Sultan Süleyman 1552 yılında
Rusya’nın yayılmasını önlemek için Don
ve Volga nehirleri arasına bir kanal açıp
Hazar Denizi’ne ulaşmayı hedefledi. 1569
yılında üçte biri kazılan ancak tamamlanamayan kanal, 400 yıl sonra 1952’de Ruslar
tarafından inşa edildi.
KANUNİ’NİN
SÜVEYŞ KANALI PROJESİ
Aynı Kanuni, 1568 yılı sonunda Mısır Beylerbeyi’ne bir ferman göndererek,
Hindistan'ın Portekizlilerin elinden alınmasının icap ettiğini ve bu sebeple, Süveyş'ten
Akdeniz’e bir kanal açılarak donanmanın
Kızıldeniz’e geçmesinin zaruri olduğunu, bu
iş için mimar ve mühendisler gönderip gerekli
tetkiklerin yapılmasını istedi. İngilizler, Süveyş
Kanalı’nı 300 yıl sonra 1869 yılında açtılar.
KARADENİZ İLE
MARMARA’YI BİRLEŞTİRMEK
Kanuni’nin denizleri birleştirme projeleri bunlarla sınırlı değildi. İznik gölü ve
Sakarya nehri aracılığıyla Marmara Denizi ile Karadeniz'i birleştirme fikri de ilk
defa Kanuni Sultan Süleyman zamanında
dile getirildi. Projenin muharrik gücü,
donanmanın kereste, İstanbul’un ahşap
ihtiyacıydı… Nitekim proje, 1591yılında III. Murat döneminde ikinci defa ele
alındı. Osmanlı’nın Marmara Denizi ile
Karadeniz’i birleştirme rüyası bununla
da kalmadı; 1654 yılında IV. Mehmed,
“Hindoğlu” diye bilinen bir mühendisi
bölgeye göndererek yeniden keşif yaptırdı.
SAPANCA GÖLÜ - KÖRFEZ
PROJESİ
29 Ekim 2013’te hizmete
açılacak olan Marmaray,
cihan imparatorluğu
Osmanlı’nın 1800’lü
yılların son çeyreğinde
projelendirdiği bir hayalin
122 yıl sonra gerçekleşmesi
anlamını taşıyor.
I. Mahmud devrinde (1730-54) ise
İstanbul’un tahıl ve odun ihtiyacı göz
önünde bulundurularak bu kez Sapanca gölü ile İzmit körfezinin birleştirilmesi
düşünüldü. Sultan III. Mustafa’nın 1759
tarihinde verdiği emirle, Sapanca gölü ile
Körfez birleştirilmek istendi; 20 Mayıs
1761’de bu hususta ferman yayınlanarak işin ciddiyeti vurgulandı. Aynı proje
II. Mahmut (1813), Sultan Abdülmecid
(1845 ve 1857) ve Sultan Abdülaziz
(1863) dönemlerinde de gündeme geldi ve üzerinde çalışıldı.
II. ABDÜLHAMİD’İN
BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ
Asya ile Avrupa'yı İstanbul boğazına
yapılacak bir köprüyle birbirine bağlama
düşüncesi II. Bayezid’ten 400 yıl sonra
Sultan II. Abdülhamid Han tarafından
da projelendirildi. II. Abdülhamid Han,
Fernidan Arnoden isimli bir Fransız İnşaat
Mühendisine, boğazın Sarayburnu-Üskü-
dar ve Rumeli Hisarı-Kandilli arasında olmak üzere iki ayrı köprü projesi hazırlattı.
Murat Bardakçı, 9 Ocak 1998 tarihli
Hürriyet’te yayınlanan “Boğaz’ın asırlık
tüp geçit hayali” başlıklı yazısında II.
Abdülhamid’in köprü projelerine dair
şu ifadeleri kullanıyor:
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
25
TARİH
“Osmanlı arşiv belgelerine bakarsanız, Boğaz'a bir köprü yapılması projelerinin hazırlanması 1878 Osmanlı-Rus
Savaşı'na kadar gidiyor. Ancak projenin
dört başı mamur bir şekilde çizilerek Sultan
Abdülhamid'in önüne çıkartılması, ancak
1900 yılının Kasım'ında gerçekleşir. Boğaziçi Şimendifer Kumpanyası'nın o tarihten
kısa bir müddet önce açılmış olan İstanbul-Bağdat Demiryolu'nu tamamlayıcı bir
geçit olarak düşünüp teklif ettiği ve ‘Hamid
Köprüsü’ demek olan ‘Cisr-i Hamidi’ adını
verdiği bu proje, Osmanlı mühendislik ta-
rihinin ilk Boğaz köprüsü çalışması olarak
kabul edilir.
Projeyi, Bağdad demiryolunun işletmesini yürüten Almanlar yaparlar. Köprü,
o dönem Osmanlı ve Avrupa mimarisinde etkili olan Magrip üslubuna göre inşa
edilecek ve her iki ayağın uzun minareli
mermer kubbeleri arasına çelik halatlar
gerilecektir.
Köprü, Magrib üslubu mimarinin yanı
sıra Selçuklu tarzı kubbe süslemeleri ve
16-17. yüzyıl Osmanlı çinileriyle süslenecektir.”
BOĞAZ’IN ALTINA
TÜP GEÇİT PROJESİ
Aynı Sultan II. Abdülhamid, 29 Ekim
2013’te hizmete açılacak olan İstanbul
Boğazı demiryolu tüp geçit projesi olan
Marmaray’ı da bundan 121 yıl önce 1891’de
projelendirdi. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Cumhuriyet
Arşivi’nde bulunan tek sayfalık belgede Simon Prerault’un imzası ve 3 Ağustos 1891
tarihi yer alıyordu. Prerault’un projesi, Salacak ile Sarayburnu arasında Cisr-i Enbubi
(Tüp Geçit) yapılmasını öngörüyordu.
Kanuni, 1552’de Don ve
Volga nehirleri arasına
bir kanal açıp Hazar
Denizi’ne ulaşmak ister.
1569’da üçte biri kazılan
kanal, 400 yıl sonra
1952’de Ruslar tarafından
inşa edilir.
KAYNAKÇA:
Şahin, Turan-; Osmanlı'nın Çılgın Projeleri, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul 2012.
İnalcık, Halil-; Osmanlı-Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga Kanalı Teşebbüsü (1569), Belleten, C. XIII, s. 371.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı-; "Marmara ve Karadeniz’in Birleştirilmesi Hakkında Vesikalar ve Tetkik Raporları” Belleten,
c. IV.,say, 14-15, Ankara 1940 ,s.150-174
Katip Çelebi, Tuhfetü’l Kibar fi Esfari’l-Bihar, İstanbul, 1329 h., s. 86.
Yılmaz, Ömer Faruk-; “Beş Asırlık Kanal Projesi”, Yedikıta, Şubat 2010 İstanbul, s.18-21.
Yılmaz, Ömer Faruk-; Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın Tüp Geçit (Tünel-i Bahri) Projeleri, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2010.
26
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
RÖPORTAJ
Koza İpek Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın İPEK:
AB’NİN VE DÜNYANIN ÖRNEK ALDIĞI
BİR ÇEVRE KORUMA SİSTEMİMİZ VAR
“Ekonomik kalkınma, sosyal kalkınma güzel; ancak bunlar çevre
korumayla anlam kazanır” diyen İPEK’e göre, ekonomik ve sosyal
kalkınma çevre koruma ile taçlanmazsa, hiç bir önem taşımıyor.
1948 yılında matbaacılıkla
başlayan, davetiye, kırtasiye,
kâğıt ve karton konusunda
uzmanlaşmayla devam eden,
madencilikten enerjiye, inşaattan basın yayına, gıdadan
turizme, havacılıktan reklam
ve organizasyon hizmetlerine
kadar pek çok alanda faaliyet
gösteren % 100 yerli sermayeli Koza İpek Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Hamdi Akın
İpek, ilk röportajını Çevre ve
Şehircilik dergisine verdi.
Faaliyette bulundukları tüm sektörlerde
Türkiye’nin lider kuruluşu olmak ve uluslar
arası arenada Türkiye’yi öncü kuruluş olarak
temsil etmek vizyonuyla hareket ettiklerini
belirten İPEK ile, holdingin özellikle madencilik
konusunda uyguladığı
ekosistemle uyumlu yüksek çevre standartlarını ve
başarı öyküsüne dair daha
pek çok konuyu enine boyuna sizler için konuştuk.
Sorularımızı içtenlikle
cevaplandıran İPEK, AB
ödüllü çalışmalarından
üniversite kurma çalışmalarına, “sosyal onay”
sisteminden “insanı yaşat
ki, devlet yaşasın” prensibine kadar pek çok
konuda önemli mesajlar verdi.
Şimdi sizleri bu doyumsuz sohbetle baş
başa bırakıyoruz…
Şirketimiz artık belli bir büyüklüğe ulaştı. Sadece
Koza Altın İşletmelerinin kaynakları 20 Milyar Dolara
yaklaştı. 140 Milyonun üstünde vergi ödedik.
Vergide ilk 25’te olmayı bekliyoruz.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca
yapılan mevzuat değişikliklerini ve
ÇED mevzuatını değerlendirir misiniz?
H. Akın İPEK: Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) mevzuatı, AB uyum yasaları çerçevesinde düzenlenmesinden sonra, Türkiye’yi çevre konusunda dünyanın
en hassas ülkelerinden biri haline getirdi.
Çıta yükseldi; iyi de oldu. Bu, hiçbir şey
yaptırmamak değildir. Tam aksine, işletmelerin çevre konusunda bilinçlenmesi ve
denetlenmesi, sektörün ve faaliyet gösteren şirketlerin uzun vadeli olarak önünü
açacaktır.
Çevre anlayışının oturması ile işletmelerin faaliyette bulunduğu bölgelerdeki
yöre insanı gelişmeleri ve gerçekleri görecek, işletmelere olan güven artacak, bu
diğer bölgeler için de referans olacaktır.
Zamanla, bilim dışı, asılsız iddiaların, dedikoduların, yöre halkının huzursuz etmesinin önü kesilecektir.
Devlet kanun ve yönetmeliklerle ve
denetimle kendi görevini yaptı, yapıyor.
Bunun kadar önemli olan diğer husus da
işletmelerin yapmaları gerekenlerdir.
Bu anlamda madencilik sahasında
faaliyet gösteren işletmelere düşen
görevler nelerdir?
Madencilik ve yer altı zenginlikleri
ile ilgili şirketlerin faaliyet gösterecekleri
bölgelerde, orta ve uzun vadeli sosyal
ve ekonomik projeler geliştirmek, yöre
halkına fayda ve katkı sağlamak, şeffaf
ve güvenilir olmak gibi sorumlulukları
vardır, olmalıdır. Bu durum çeşitli ülkelerde faaliyet gösteren şirketler için de
geçerlidir. Bu durumda da faaliyet gösterilen ülkelerde aynı hassasiyetin gösterilmesi gerekir.
28
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Çevreye bu denli önem vermenizin
gerekçeleri nelerdir?
Çevre anlayışı olmadan uzun vadeli hiç
bir işletme yaşayamaz. Özellikle maden
sektöründe orta ve uzun vadeli planlar
yapılacaksa, mutlaka çevreye hassasiyet
gösterilmelidir. Şirketler ayrıca, faaliyet
gösterdikleri yörenin kalkınmasına ve
orada yaşayan insanların refah düzeyinin yükseltilmesine yönelik çeşitli sosyal
projeler üretmelidirler. Çünkü madenler
sınırlı kaynaklardır. Ben burada 3 Milyon
KOZA ALTIN
3 YIL SONRA
DÜNYA ÇAPINDA
DEV BİR FİRMA
OLACAK
AB ödüllü bir maden işletmesi
olan Ovacık’taki Koza Altın
İşletmesinden bahseder
misiniz?
Biz bu şirketi 2005 yılında
Newmont’tan 20 Milyon Dolar
ödeyerek aldık. Kaynakları 20 Milyar
Dolara ulaştı. 2005’in Mart ayında
hizmete girdik. İkinci tesisi, üçüncü
tesisi kurduk. Yakın gelecekte Koza
Altın’ın dünya çapında dev bir firma
olması için çalışıyoruz. Bize hizmet
eden firmalarla birlikte 5 bin kişiye
ulaştık. Önemli bir rakamdır bu.
Bunların ailelerini de düşünürseniz
işin boyutu daha da önemli hale
gelir. Ovacık’ta uyguladığımız
“çevreye duyarlı sürdürülebilir
madencilik konsepti” ile dünyaya
örnek oluyoruz.
Dolarlık, 5 Milyon Dolarlık bir şirketten
bahsetmiyorum; kaynakları multi milyar
dolar seviyesinde olan şirketlerden bahsediyorum.
Kaynakları belli büyüklüğe ulaşmış
şirketler, kendi ülkelerinde veya başka
bir ülkede faaliyet gösterdikleri bölge insanları için sosyal ve ekonomik kalkınma projeleri oluşturmadan uzun vadede
varlıklarını sürdüremezler. Şirket olarak
Afrika ve diğer ülkelerde madencilik için
fırsatlar arıyoruz. Elde ettiğimiz kazanç-
ların bir kısmını o ülkenin kalkınmasına,
ekonomisine ve sosyal refahının artması
için ayırıyoruz.
Konunun altını bu kalınca çizdiğinize
göre ülkemizde ve dünyada bu konuda
hayli kötü örnek bulunuyor olmalı…
Afrika’nın hali ortada… Kendi kaynaklarını kullansaydı, bu halde mi olurdu Afrika? Böyle adalet, rezalet olur mu? Adamların elindeki bütün yer altı kaynakları
başka bir ülkede… Biz böyle yapmayız.
İNSANI YAŞAT
Kİ DEVLET
YAŞASIN
Şirketlerin merkezinde daima
insan olmalıdır.
Ecdadımızın güzel bir sözü var:
“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.”
Bu ölçü şirketler için de geçerlidir.
Osmanlı’yı küçük bir beylikten
cihan imparatorluğu haline
getiren bu anlayıştır.
Paradan önce gönülleri kazanmak
gerekir. Bizim atamızdan,
babamızdan, ecdadımızdan
gördüğümüz, işittiğimiz bu.
Sadece kâr elde etmek için,
zenginleşmek için ticari faaliyet
yürütülmez. Belki kısa vadede kâr
etmiş gibi görünürsünüz, ancak
uzun vadede zarar edersiniz.
İnsanlar yarın karşınıza dikilirler.
Bir işi yaparken, bir işletmeyi
kurarken kanunlara ve kaidelere
uygun hareket etmiş olabilirsiniz;
ancak bizim nazarımızda bu
yeterli değildir. Biz “sosyal onay”ı
da önemsiyoruz.
Eğer bir işte toplumsal fayda
sağlanmıyorsa, kâr getirse bile o
işi yapmak taraftarı değiliz.
Siz bir bölgeye yatırımcı olarak
gittiğiniz zaman, o bölgenin halkı
ve yerel yönetimi bir beklenti
içerisine giriyor; okul istiyor, yurt
istiyor… Hakları var... Bu talepleri
seve seve karşılamalısınız.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
29
RÖPORTAJ
ALTIN KOZA
ÜNİVERSİTESİ EN
BÜYÜK PROJEMİZ
OLACAK
Kurmayı düşündüğünüz
Altın Koza Üniversitesi
hangi ihtiyaçtan doğdu, ne
amaçlıyorsunuz?
Altın Koza Üniversitesi’nde
ekonomi ve işletme başta olmak
üzere sosyal konulara yönelik
bölümler bulunacak. Kampüs
aynı zamanda bir film platosu
olacak. Dersler aile yapısına
uygun, ahlakı muhafaza edecek
bir yapıda filmlerle anlatılacak.
Bunu kendine dert edinmiş
başarılı insanlar yetiştirmek
istiyoruz. Ülkemiz ve insanlık için
hayırlı işler yapan, etik değerlere
bağlı, bilgili ve işinin ehli insanlar
yetiştirmek istiyoruz.
olmaktadır. Üstünde türlü oyunlar, planlar yapılmaktadır. Savaş çıkartan adam,
ülke kaynakları için başka plan yapmaz
mı? Elbette yapar.
Kaynakları belli büyüklüğe ulaşmış şirketler, kendi
ülkelerinde veya başka bir ülkede faaliyet gösterdikleri
bölge insanları için sosyal ve ekonomik kalkınma projeleri
oluşturmadan uzun vadede varlıklarını sürdüremezler.
Siz nasıl bir yol izliyorsunuz. Örnek
verir misiniz?
Geçtiğimiz dönemde ziyaret ettiğim
bir Afrika ülkesinin Devlet Başkanı ile
görüşmem sırasında aynı vurguyu yaptım, “Afrika’nın madenleri Afrika’nındır”
dedim. Yatırımı ben yapıyorum, kazancımın bir kısmını doğal olarak ben alıyorum
ve ülkeme götürüyorum. Ancak paranın
önemli kısmı Afrika’da büyümeli, yatırıma
dönüşmeli. İşte o zaman Afrika yaralarını
daha çabuk sarar ve daha hızlı büyür…
Türkiye’de yatırım yapan yabancı yatırımcılar için de ayrı şey geçerli; Türkiye’deki
kaynaklarla Türkiye’yi kalkındır, Afrika’daki kaynaklara da orda yatırım yap. Ken-
30
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
dinle birlikte orayı da büyüt, orada başka
madenler satın al, orda başka şirketler kur,
orada yap bunları... Böylece toplumsal barışa katkı sağlamış olursun. 1994 yılında
Ruanda’da 100 günde 1 milyon insan öldü.
Bu olayların arkasında ülkede yatırım yapan yabancılar mı vardı?
Yer altı zenginlikleri olan ülkelerde,
başka ülkelerin çıkarları ve planları oluyor.
Afrika’da, Afganistan’da, Irak’ta; Dünyanın
en zengin yer altı değerleri var. Yer altı
zenginlikleri ülkelerin katma değeri en
yüksek ve sınırlı varlıklarıdır. Geçmişte
olduğu gibi bugün de ülkeler arasında
sonu işgale kadar giden savaşlara neden
Yurtdışı yatırımı yapacak olanlara
başka tavsiyeleriz var mı?
Yabancı şirketlerin yerli ortak almada
önemli bir avantajları vardır. Yerli şirketler
yöreyi bildikleri için yol gösterici olurlar.
Üstelik yöre insanının değerlerine saygılı
olurlar. Bazı şirketler bunu anladılar. Ama
bazı şirketler anlamadılar, umursamıyorlar
o konuyu. Bence almalılar, çünkü bunlar
ÇED mevzuatı, AB uyum
yasaları çerçevesinde
düzenlenmesinden
sonra, Türkiye’yi çevre
konusunda dünyanın
en hassas ülkelerinden
biri haline getirdi. Çıta
yükseldi; iyi de oldu.
kısıtlı kaynaklar… Biz buna “sosyal onay”
diyoruz. Bir işi yaparken, bir işletmeyi kurarken kanunlara ve kaidelere uygun hareket
etmiş olabilirsiniz ve bu faaliyete geçebilmeniz için yeterlidir. Ancak bizim nazarımızda
yeterli değildir. Çünkü biz “sosyal onay”ı
da en az kanuni onay kadar önemsiyoruz.
Bu bağlamda holding olarak yurtiçinde gerçekleştirdiğiniz uygulamalardan örnekler verir misiniz?
Siz bir bölgeye yatırımcı olarak gittiğiniz zaman, bölge halkı ve yerel yönetimi
bir beklenti içerisine giriyor; okul istiyor,
yurt istiyor… Hakları da var... Çünkü siz
orda bir katma değer oluşturuyorsunuz;
yerel kalkınmaya, refaha ve sosyal barışa
katkı sağlayacak bu gibi talepleri seve seve
karşılamalısınız.
Altın işletmemizin bulunduğu
Ovacık’ta tarımla, hayvancılıkla ilgili
sosyal projeler oluşturmaya başladık. İlk
çiftliğimizi Eskişehir’e kuruyoruz. Bölge
halkıyla anlaşma yaptık, onlara ekecekleri şeylerin paralarını vermeye başladık.
Ürünlerini biz satın alacağız. Kimi yerlerde süt ineği dağıtmayı düşünüyoruz,
üretilecek sütleri satın alma garantisi
veriyoruz. Zeytin ve fıstık çamı üretimini destekleyerek, bölgenin kalkınmasına
katkı sağlıyoruz. Doğayı sürdürülebilir
bir şekilde kullanıyor ve koruyoruz. Bu
yönümüzde hatırlanmak, hayır-dua ile
anılmak istiyoruz. “Bu topraklardan kazandık ve bunun karşılığında bir de bu
toprakları korumak ve topluma yeniden
kazandırmak için bir şeyler yaptık” diyebilmek istiyoruz.
Bizim için insan esas unsurdur. İnsanlara ne kadar faydanız dokunursa, sizi o
kadar çok kalkındırırlar. Gittiğiniz yerde
kolunuza girip “gel kardeşim benim madenlerimi sen işlet” derler. Hamdolsun
bu güzellikleri bizler yaşıyoruz. İnsan
merkezli düşündüğümüz müddetçe büyümeye devam edeceğizi biliyoruz. Biz
bir bölgeye giderken sadece kazanmaya
değil, aynı zamanda kazandırmaya gidiyoruz. Bir kapkaççı gibi değil, insanları
ikna ederek gidiyoruz.
Ticari işlerimizde ve sosyal projelerimizde mümkünse üç, ama genelde iki
faydayı arıyoruz: Birincisi, yaptığımız işte
mutlaka toplumsal bir fayda sağlasın istiyoruz. Eğer bir işte toplumsal fayda yoksa,
kâr getirse bile o işi yapmak taraftarı değiliz. İkincisi işletmemiz kâr etsin, kendi
sektöründe büyüsün istiyoruz. Üçüncüsü,
yaptığımız işin kendi grup şirketlerimizin
büyümesine katkı sağlamasını istiyoruz.
DENETLENMEKTEN MUTLU OLAN
VE GURUR DUYAN BİR FİRMAYIZ
AB’nin “En İyi Uygulamalar” arasında gösterdiği
Ovacık Maden İşletmesi’ndeki çalışma
prensipleriniz nelerdir?
AB Komisyonu geldi, inceledi, “En İyi Uygulamalar
(BAT)” konusunda Ovacık’ı örnek gösterdi. Holdingimiz
ve ülkemiz için gurur kaynağı olan bu başarı tesadüf
değildir. Çünkü biz, faaliyet gösterdiğimiz sektörde en
iyisini yapıyoruz ve denetimi seviyoruz. Önceliğimiz
iş güvenliğidir. Yer altındaki sığınma istasyonlarımız,
üç gün boyunca yeme içme ihtiyaçlarını karşılayacak
donanıma sahip. İkinci önceliğimiz çevreyi korumak,
üçüncü önceliğimiz ise toplumla ilişkilerdir.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
31
KAPAK
YABANCILARA MÜLK SATIŞI ÇAĞIN
ŞARTLARINA UYGUN HALE GELİYOR
Osmanlı döneminde önceleri bazı fermanlarla, 8 Haziran
1868’den itibaren kanunla gerçekleştirilmeye başlayan
yabancılara mülk satışı, yapılan son düzenlemelerle çağın
şartlarına uygun hale getiriliyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü’nce “Yabancıların ülkemizde taşınmaz edinimine ilişkin
mevzuat değişikliği” hakkında yürütülen
bir çalışma hakkında yapılan açıklamada;
kanunun mevcut durumu, yeni düzenlemelerin neler getirdiği ve Türkiye’nin bu
düzenlemelerden beklentilerinin neler olduğu detaylı bir şekilde ele alınıyor.
Dünya coğrafyasının çok önemli bir
bölgesinde yer alan Türkiye’nin büyük medeniyetlere, önemli kültürlere ev sahipliği
yaptığına dikkat çekilen açıklamada, “Bir
köprü niteliğindeki konumu ile Anadolu
32
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
dünya milletlerinin ilgi alanı olmuştur.
Gerek Osmanlı imparatorluğu, gerekse Türkiye Cumhuriyeti bu sebeplerle mülkiyet
hakkına, hukukuna ve uygulamalarına
büyük önem vermiştir” deniliyor.
OSMANLI DÖNEMİNDE
YABANCILARIN MÜLK EDİNMESİ
Osmanlı döneminde yabancılara taşınmaz edinme hakkının önce bazı fermanlarla, daha sonra da 8 Haziran 1868 tarihli
“Uyruk-i Ecnebiyenin Emlake Mutasarrıf
Olmaları Hakkında Kanun” ile verildiğinin
hatırlatıldığı açıklama şöyle devam ediyor:
“Bu kanun ile yabancılara Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde gayrimenkul edinme hakkını tanımış, ancak yabancıların bu
haktan yararlanırken çeşitli şartlara tabi
tutulacakları hususu da belirtilmiştir. Bu
şartlardan ilki, yabancıların gayrimenkul
tasarruflarına ilişkin bütün hususlarda Osmanlı kanun ve nizamları uygulanacağı
esasıdır. İkinci olarak, yabancılar Hicaz
vilayetinde gayrimenkul edinemeyeceklerdir. Üçüncü olarak, Osmanlı uyrukluğunda
iken, sonradan yabancı bir devletin uyrukluğuna geçen Osmanlılar bu kanundan
yararlanamayacaklardır. Dördüncüsü ise,
ekli protokole katılmamış olan devletlerin
uyrukluğunda olan yabancıların gayrimenkul edinemeyeceklerini de belirtmiştir.”
LOZAN ANTLAŞMASI’NDAN
SONRAKİ DURUM
1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması, Türkiye’de yabancıların arazi edinimi
konusunda önemli bir noktayı belirtmektedir. İmzalanan bu antlaşma ile birlikte
Türkiye, Osmanlı Devleti zamanında kabul
edilen 1868 tarihli “Tebaa-i Ecnebi-yenin
Emlake Mutasarrıf Olmaları Hakkındaki
Kanun” ile benimsenmiş olan, tebaaya
temsil sistemini terk ederek, mütekabiliyet (karşılıklılık) esasını kabul etmiştir.
Buna göre, Lozan Antlaşmasına taraf olan
İngiltere, Fransa, Japonya, İtalya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya (Hırvat-Sırp
Krallığı)’nın vatandaşlarının Türkiye’de tam
bir karşılılık esasına göre taşınmaz edinebilecekleri hususu belirtilmiştir.
2003 YILINDA YAPILAN
DEĞİŞİKLİKLER
2003 yılına kadar Türkiye’de yabancıların taşınmaz edinimi önemli boyutlara ulaşmadığı için kamuoyunda ağırlığı
olan bir konu olmadığına dikkat çekilen
açıklamada, “2003 yılından itibaren mevzuatımızda gerçekleştirilen düzenlemeler
ve ülkedeki istikrar ortamıyla birlikte edinimlerin artmaya başlaması, yabancıların
taşınmaz edinimlerinin boyutları ve bunun
olası sonuçlarına dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir” ifadeleri kullanılıyor.
Toplumun bir kesiminde yabancılara
yoğun bir satışın gerçekleştiği ve mevcut
uygulamanın sınırlanması, hatta yasaklanması gerektiği dillendirilirken, bir diğer
TÜRKİYE’DE EN FAZLA TAŞINMAZ
EDİNEN ÜLKELER
kesiminde ve iş çevrelerinde ise yabancı
sermayenin önünün açılmasının ve bu konudaki sınırlandırmaların ve bürokrasinin
azaltılmasının gerekliliği öne sürüldüğü
kaydedilen açıklama şöyle devam ediyor:
“Küresel piyasalarda güçlü bir yer edinme arzusu içinde hareket eden Türkiye’de,
son yedi yıllık süreçte yabancılar tarafından
önemli yatırımlar gerçekleştirilmiş ve bu
güne kadar aşağı yukarı 116.000 taşınmaz
yabancılar tarafından mülk edinilmiştir.”
ÇAĞIN ŞARTLARINA UYGUN
DÜZENLEME İHTİYACI
Yaşanan bu gelişmeler ışığında yabancıların ülkemizde taşınmaz edinimine ilişkin mevcutta 2000’li yılların küresel ekonomik, mali ve siyasi ihtiyaçlarına cevap
verebilecek ve hepsinden önemlisi milli
çıkarların azami ölçüde korunabileceği
3.801
NORVEÇ
5.168
İRLANDA
ÜLKE
TAŞINMAZ SAYISI
Almanya
37.232
İngiltere
25.177
Yunanistan
9.988
Avusturya
6.429
İrlanda
5.168
Hollanda
5.065
Danimarka
4.766
Rusya Federasyonu 4.624
Norveç
3.801
Belçika
2.575
TOPLAM
104.825
25.177
4.766
İNGİLTERE
DANİMARKA
5.065
HOLLANDA
37.232
2.575
BELÇİKA
4.624
RUSYA
FEDERASYONU
ALMANYA
6.429
AVUSTURYA
(*) Suriye uyruklulara ait taşınmazların tamamı T.C.
Maliye Hazinesi’nin kontrolünde yer aldığından bu
listeye dâhil edilmemiştir.
(**)14.11.2011 tarihi itibariyle
9.988
YUNANİSTAN
TÜRKLERİN TAŞINMAZ EDİNEMEDİĞİ ÜLKELER
Ülkemizde yabancı gerçek kişilerin taşınmaz edinebilmelerinin
ilk şartı o ülke ile karşılıklılığımızın bulunmasıdır. Yani bir ülkede
vatandaşlarımıza taşınmaz edinme hakkı tanınıyorsa ülkemizde de aynı
haklar tanınmakta; Türk vatandaşlarına bu hakkı tanımayan ülkelere bu
hak tanınmamaktadır. Bu durum her ülkede Büyükelçilerimizce takip
edilmekte ve Dışişleri Bakanlığı’na bildirilmektedir.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
33
KAPAK
YUNANLILARIN
ÜLKEMİZDE
TAŞINMAZ
EDİNİM
ŞARTLARI
Yunanistan’la aramızdaki
karşılıklılık sebebiyle, bu
ülke vatandaşları, kıyı ve
hudut bölgelerinde kanuni
miras haricinde taşınmaz
edinememektedirler. İç
bölgelerde ise yasal kısıtlamalar
çerçevesinde edinebilmektedirler.
14.11.2011 tarihi itibariyle
Yunanistan uyrukluların
Türkiye’den satın aldıkları
taşınmaz sayısı 9.989, toplam
taşınmaz alanı ise 2.864.727
m2’dir.
Türk asıllı Yunan vatandaşlarının
(Batı Trakya Türkleri) askeri
yasak bölge ve güvenlik bölgeleri
dışında ülkemizin her yerinde
taşınmaz edinmeleri mümkündür.
Türk asıllı Yunanistan
vatandaşlarının Türkiye’den
satın aldıkları taşınmaz sayısı
8.419, toplam taşınmaz alanı ise,
2.325.637 m2’dir.
bir düzenlemeye gereksinim duyulduğuna dikkat çekilen açıklamada şu ifadeler
kullanılıyor:
“1934 tarihli düzenleme ile yabancılara
taşınmaz edinme hakkı karşılıklı olmak
kaydıyla verilmiş ve edinilecek taşınmaz
açısından herhangi bir kısıtlama getirilmemiştir. Kurtuluş Savaşı’nın izlerinin henüz
taze olduğu ve cumhuriyetin toplum tarafından yeni yeni anlaşıldığı o yıllarda
yabancı edinimlerinde ülke olarak fazla
tedirgin olunmadığı görülmektedir.”
Zaman içersinde yapılan değişikliklerle
yabancıların ülkemizde mülk edinmeleri
konusunda sürekli bir kısıtlama getirildiğinin hatırlatıldığı açıklamada, günümüz
Türkiye’sinin 1930’ların Türkiye’sinden
çok daha güçlü, özgüveni yüksek, gerek
bölgesinde ve gerekse dünya ölçeğinde
söz sahibi güçlü bir aktör olduğu ifade
ediliyor. Yabancıların ülkemizde taşınmaz edinimlerinde hala eski korkuların
izlerinin bulunması bir çelişki olarak nitelendiriliyor.
TÜRKİYE, YABANCI YATIRIMCI
İÇİN SIĞINILACAK LİMAN
Almanya, Belçika, İngiltere, Hollanda,
İspanya gibi birçok ülkede mütekabiliyet
uygulamasının bulunmadığı, bu ülkelerde
taşınmaz edinimi konusunda yerli-yabancı
ayrımının olmadığı, sadece kendi iç mevzuatlarında sınırlandırmalara ve sorgulamalara tabi tutulduğu hatırlatılan açıklamada
şu ifadeler kullanılıyor:
“Bu çerçevede, Alanya Ticaret Odası tarafından yapılan bir araştırmada İspanya’da
iki milyon civarında yabancılarca edinilmiş
taşınmaz bulunduğu ve bununla 350 ila
400 milyar Euro’luk bir sermaye hareketinin gerçekleştiği tespit edilmiştir.”
Son yıllarda petrol fiyatlarındaki artış
dolayısıyla Körfez sermayesinin ciddi bir
şekilde arttığına işaret edilen açıklamada,
“ABD’den çekilen paralar ve petrolün getirdiği sermaye artışı nedeniyle Körfez ülkeleri, yatırım yapabilecekleri yeni ülkeler
arayışına girmiştir. Türkiye de bir numaralı
aday ülkedir. Birçok yabancı yatırımcı için
sığınılacak liman konumundadır” deniliyor.
AB’YE UYUMLU
DÜZENLEMELER GETİRİLİYOR
Türkiye ekonomisinin güçlendiği son
yıllarda özellikle turizm amaçlı edinim taleplerinin yoğun bir şekilde arttığı, buna
karşın mütekabiliyet ilkesi doğrultusunda
uygulanan katı kurallar nedeniyle taleplerin karşılanamadığına dikkat çekilen
açıklama şöyle devam ediyor:
Yabancıların ülkemizde
taşınmaz edinimine
ilişkin mevzuat
değişikliğiyle, yabancı
gerçek kişilerin Türkiye'de
taşınmaz edinimlerinin
kolaylaştırılması suretiyle
gelişmiş ülkelerdeki
uygulamalara paralel
bir düzenleme getirilmesi
amaçlanıyor.
34
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
YABANCI GERÇEK KİŞİLERİN EN ÇOK TAŞINMAZ EDİNDİĞİ 10 İL
12.532
İSTANBUL
BURSA
2.284
5.278
ANKARA
1.245
İZMİR 5.434
KAYSERİ
13.062 AYDIN
14.789
32.052
ANTALYA
2.128
MERSİN
1.996
HATAY
MUĞLA
İL
Antalya
Muğla
Aydın
İstanbul
İzmir
Bursa
Ankara
Mersin
Hatay
Kayseri
TOPLAM
TAŞINMAZ SAYISI
32.052
14.789
13.062
12.532
5.434
5.278
2.284
2.128
1.996
1.245
90.800
(*) 14.11.2011 tarihi itibariyle
YABANCILARIN EN ÇOK İLGİLENDİĞİ BÖLGELER
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün 14.11.2011 tarihli verilerine
bakıldığında yabancıların daha çok turizm bölgelerine ilgi gösterdiği
görülmektedir. Yabancı gerçek kişilerin Türkiye’den en çok taşınmaz
edindikleri ilk 10 il şunlardır; Antalya, Muğla, Aydın, İstanbul, İzmir,
Bursa, Ankara, Mersin, Hatay, Kayseri.
“Ayrıca yalnız imarlı alanlar içerisinde konut ya da işyeri amaçlı edinimlere
izin veriliyor olması ve edinilecek toplam
alandaki kısıtlamalar, talepleri başka ülkelere kaydırmaktadır. Bu vesileyle Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan
Tapu Kanunu’nun 35 ve 36. Maddelerinde değişiklik yapan yasa tasarısında; yabancı uyruklu gerçek kişilerin ülkemizde
taşınmaz ve sınırlı ayni hak ediniminde,
Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmiş
ülkelerle paralel hukuki düzenlemeler yapılması amaçlanmıştır.”
Yabancı gerçek kişilerin Türkiye’den en çok taşınmaz edindikleri ilk
10 ilçe ise şunlardır; Antalya-Alanya, Aydın-Didim, Muğla-Fethiye,
Aydın-Kuşadası, Bursa-Yıldırım, Antalya-Manavgat, Muğla-Milas,
Muğla-Bodrum, Antalya-Konyaaltı, Antalya-Kaş.
Hazırlanan yasa tasarısının, Avrupa
Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin yükümlülüklerimizin yerine getirilmesinde çok büyük bir adım olacağının
kaydedildiği açıklamada, “Sermayenin
Serbest Dolaşımı Faslı”nın müzakere
sürecinde önemli bir engelin aşılması
anlamına geleceği belirtiliyor. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin, yabancı uyruklu gerçek kişilerin taşınmaz edinimi
konusunda gelişmiş ülkeler yanında hak
ettiği yeri alacağı ifade ediliyor.
ÜÇ AYRI KATEGORİNİN
İKİSİNDE DEĞİŞİKLİK VAR
Yabancıların mülk edinimi konusunda
üç farklı durum bulunduğuna dikkat çekilen açıklamada, bunlar, “yabancı gerçek kişilerin taşınmaz edinimi, yabancı şirketlerin
taşınmaz edinimi, yabancı sermayeli Türk
şirketlerinin edinimi” şeklinde sıralanıyor.
Yasa tasarısında, “yabancı ülkelerde
kendi kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz
edinimi” noktasında hiç bir değişikliğin
öngörülmediğinin belirtildiği açıklama
şöyle devam ediyor:
YABANCI
ŞİRKETLERE AİT
TAŞINMAZLAR
2003 yılında Tapu Kanununda
yapılan değişiklikten sonra
(4916 sayılı yasa yürürlüğe
girdikten sonra) ülkemizde
taşınmaz edinen yabancı
ticaret şirketleri bulunmaktadır.
Türkiye genelinde, 14.11.2011
tarihli verilere göre, yabancı
ülkelerde kendi ülkelerinin
kanunlarına göre kurulan tüzel
kişiliğe sahip 21 ticaret şirketi,
160 adet taşınmaz edinmiştir.
Bu taşınmazlar Adana, Antalya,
Bilecik, Bursa, Denizli, İstanbul,
İzmir, Kocaeli, Nevşehir,
Samsun ve Trabzon illerinde
bulunmaktadır. Bunların
haricinde İzmir’in Bornova
ilçesinde 127 adet mesken
üzerinde bir adet yabancı
ticaret şirketi 49 yıllığına üst
hakkı kurmuştur.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
35
KAPAK
YABANCILAR
STRATEJİK
MADEN
EDİNEBİLİR Mİ?
Maden Kanununun 4. Maddesine
göre madenler devletin hüküm
ve tasarrufu altında olup üzerinde
bulunan arazinin mülkiyetine tabi
değildir. Dolayısıyla madenlerin
mülkiyetinin yabancılar tarafından
edinilmesi söz konusu değildir.
Madenler için ancak malikin izni
alınmak suretiyle işletme ruhsatı
verilebilir. Bu konu ile ilgili özel
kanunlar vardır.
“Yabancı ticaret şirketleri petrol kanunu, turizm teşvik kanunu, endüstri bölgeleri kanunu gibi sadece özel kanunlar
kapsamında ülkemizde taşınmaz edinebilmektedirler. Bunların dışındaki vakıf,
dernek gibi yabancı tüzel kişiliklerin ülkemizde taşınmaz edinimi mümkün değildir.
Bu durum aynen muhafaza edilmektedir.”
TÜRKLERİN
SURİYE’DE
TOPRAĞI
VAR MI?
Ülkemiz ile Suriye arasında
yapılan emlak müzakereleri
uyarınca her iki taraf
görevlilerinden oluşan
komisyonca belirlenen rakamlara
göre, Türk vatandaşlarının
Suriye’de toplam 1.024.902
dönüm arazisinin varlığı kabul
edilmiştir.
Ayrıca hak iddia ettiğimiz
2.284.902 dönüm arazi
bulunmakta olup, konu
ilerde karma komisyonda
görüşülecektir.
36
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
İNŞAAT SEKTÖRÜ ÇÖZÜM İSTİYOR
Yabancı gerçek kişilerin, karşılıklı (mütekabiliyet) olmak, kanunî sınırlamalara
uyulmak, uygulama imar planı veya mevzii
imar planı içinde olmak, işyeri veya mesken
amacıyla kullanılmak şartlarıyla Türkiye
genelinde toplam yüzölçümü iki buçuk
hektarı geçmeyecek kadar taşınmaz edinebildiklerine dikkat çekilen açıklamada
şu ifadeler kullanılıyor:
“Mevcut durum itibariyle, karşılıklılık bulunmayan ülkelerin vatandaşlarının
taşınmaz edinememeleri, imar planları
dışında taşınmaz ediniminin olmaması,
işyeri ve mesken niteliği haricinde edinim
yapılamaması, iki buçuk hektardan fazla
edinimin olmaması hususları sorun olarak
karşımıza çıkmakta; özellikle inşaat sektörü bu sorunları çözen yeni bir düzenleme
yapılmasını istemektedir.”
YENİ DÜZENLEME NE GETİRİYOR?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü’nce yapılan
açıklamada, hazırlanan kanun tasarısında
yapılan yeni düzenlemenin neler getirdiği
ise şöyle sıralanıyor:
“Ülkemizde taşınmaz edinebilecek ülke
vatandaşlarını belirleme yetkisi bakanlar
kuruluna verilmektedir. Ülke genelinde bir
yabancı gerçek kişinin edinebileceği toplam
taşınmaz yüzölçümü 30 Hektar’a çıkarılmakta ve Bakanlar Kuruluna bu miktarı
iki katına çıkarma yetkisi verilmektedir.
Alanya Ticaret Odası
tarafından yapılan
bir araştırmaya göre,
İspanya’da iki milyon
civarında yabancılarca
edinilmiş taşınmaz
bulunuyor; bununla 350
ila 400 milyar Euro’luk
bir sermaye hareketi
gerçekleşiyor.
Yabancı gerçek kişilerin bir ilçede edinebileceği toplam alan uygulama ve mevzii
imar planlı alanların yerine ilçe yüzölçümünün yüzde 10’u olarak değiştirilmiştir.
İşyeri ve konut sınırlaması kaldırılmıştır.
Yapısız taşınmaz edinecek yabancı gerçek kişilere iki yıl içerisinde taşınmazda
proje geliştirme şartı getirilmiş ve süresi
içerisinde proje geliştirilmeyen taşınmazlar
ile süresi içerisinde gerçekleştirilmeyen
projenin bulunduğu taşınmazlarda tasfiye
ön görülmüştür. Yine bakanlar kuruluna
yabancı gerçek kişilerin ve yabancı şirketlerin taşınmaz mal edinimini ülke, kişi,
coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik,
yüzölçüm ve miktar yönleriyle belirleme,
sınırlandırma, kısmen veya tamamen durdurulması veya yasaklanması yetkisi de
verilmektedir. Bu da yabancıların taşınmaz edinimi konusunda devletimizin elini
eskisinden daha güçlü hale getirmektedir.
Ayrıca edinim amacına aykırı kullanıldığı
tespit edilenlere de tasfiye öngörülmüştür.”
ULUSLARARASI NORMLARA
UYGUN SINIRLAMA
Yapılan düzenleme ile yabancı gerçek
kişilerin Türkiye›de taşınmaz edinimlerinin
kolaylaştırılması suretiyle gelişmiş ülkelerdeki uygulamalara paralel bir düzenleme
getirilmesinin amaçlandığının kaydedildiği
açıklamada, hiçbir devletin yabancıların
kendi ülkesinde serbestçe taşınmaz edinmesine seyirci kalmayacağı vurgulanarak
şöyle deniliyor:
“Kendi şartları çerçevesinde konumunun ortaya çıkardığı siyasi, ekonomik,
sosyal ve hukuki sorunlar nedeni ile bir
takım sınırlamalar koyma gereği tarihin
her döneminde olmuştur. Bugün de aynı
koşullar geçerlidir. Ancak bunu yaparken
yabancıların hak ve özgürlüklerinin devletlerarası hukuk kurallarının çizdiği çerçeve
içinde kalması gerektiğini de gözden uzak
tutmamak gerekir.”
YABANCILARA SATILMASI YASAK
OLAN BÖLGELER
1982 anayasasının 16’ncı maddesinin, “yabancıların hak ve hürriyetlerinin milletlerarası hukuka uygun olarak
kanunla sınırlandırılabileceğini” hüküm
altına aldığına dikkat çekilen açıklamada, yapılan düzenlemede de benzer bir
yaklaşımla “yabancı gerçek kişilerin ancak
belirli sınırlamalar çerçevesinde taşınmaz
Petrol fiyatlarındaki
artışla birlikte ciddi
şekilde artan Körfez
sermayesi yatırım
yapabilecekleri yeni
ülkeler arayışına girdi.
Bir numaralı aday ülke
konumundaki Türkiye,
birçok yabancı yatırımcı
için sığınılacak liman
konumunda.
edinebilmesinin” öngörüldüğü belirtilerek
söz konusu sınırlamalar şöyle sıralanıyor:
“Bunlardan biri kanuni sınırlamalara
uyulması kaydıdır; bir yabancı belirlenmiş
askeri yasak bölgeler ve özel güvenlik bölgelerinden mevcut düzenlemede olduğu gibi
yine taşınmaz edinemeyecektir. Bir diğer
sınırlama, ülke menfaatlerinin gerektirdiği
hallerde bakanlar kurulunca belirlenecek
ülkelerin vatandaşlarına yine bakanlar kurulunca belirlenecek alanlarda, nitelik ve
sayıda taşınmaz satışının yapılmasıdır.”
Yeni düzenleme kapsamında, Bakanlar
Kurulu’na “yabancılara taşınmaz satışını
düzenleyen maddenin kısmen veya tamamen durdurabilme yetkisinin verildiği”
ifade edilerek, böylece endişe ve polemik
konusu yapılan “yabancıların belirli yerleri ele geçirmesi” gibi durumların önüne
geçileceği vurgulanıyor. Açıklama şöyle
devam ediyor:
“Yapısız taşınmaz satın almış olan
yabancıların taşınmaz üzerinde geliştireceği bir projenin varlığı aranmaktadır.
Bu projelerin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin takibi ilgili bakanlık tarafından yapılacak, yabancı gerçek kişi projeyi
gerçekleştirmezse aldığı taşınmaz tasfiye
edilecektir. Böylelikle yapısız taşınmaz
denmekle tarım arazileri de koruma altına alınmış olacaktır.”
BAKANLAR KURULU’NA
YETKİ VERİLİYOR
Mütekabiliyet şartının katı biçimde
uygulanmasının, Türkiye’den taşınmaz
almak ve bu suretle yatırım yapmak isteyen, ancak ülkesi ile ülkemiz arasında
karşılıklılık bulunmayan ülke vatandaşı
İSRAİLLİLERİN GAP
BÖLGESİNE İLGİSİ
DİYARBAKIR
ADIYAMAN
GAZİANTEP
SİİRT
BATMAN
ŞANLIURFA
MARDİN
ŞIRNAK
KİLİS
Resmi kayıtlara göre GAP bölgesinde
yabancılar adına kayıtlı 14.11.2011 tarihi
itibariyle 1.652 taşınmaz bulunmaktadır.
Ayrıca İsrailliler adına GAP bölgesinde
taşınmaz kaydı bulunmamaktadır.
Ülkemizde İsrail uyruklu gerçek kişiler
adına 99 adet taşınmaz bulunmakta
olup bunlar ise Antalya, Aydın,
Balıkesir, Çanakkale, İstanbul, İzmir,
Muğla, Tekirdağ ve Yalova illerinde
bulunmaktadır. 32.723 m2 (arsa, arazi,
kat mülkiyetli taşınmaz) üzerinde 99
adet taşınmaz İsrailliler adına kayıtlı
olup, bunların ülkemizden İsrail’e
göçerek İsrail vatandaşı olanlara ait
oldukları düşünülmektedir.
İsrail vatandaşları GAP bölgesinde gayri
resmi yollardan veya bir kısmı Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı adına taşınmaz edindiği iddiası Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğü de dâhil ilgili kamu
kurumlarınca değerlendirilmiş, iddiaları
doğrulayacak hiçbir kanıt ve olaya rastlanılamamıştır.
kişilerin yatırımları için başka alanlara
yönelmesine sebep olduğuna dikkat çekilen açıklamada şu ifadeler kullanılıyor:
“Yapılan düzenleme ile hangi ülke vatandaşlarına satış yapılacağı hususunda
Bakanlar Kurulu’na yetki verilmesi suretiyle bu durum engellenerek, ülkemizin
yabancılar için cazip bir duruma getirilmesi
hedeflenmiştir. Zira Bakanlar Kurulu bu
listeleri belirlerken alacağı kararlarla vatandaşlarımıza taşınmaz satışı yapan veya
yapmayan ülkeleri göz önüne alabilecekken
karşılıklılık engeline takılarak ülkemizde
yatırım yapamayan ülke vatandaşlarının
da önünü açabilecektir. Böylece mevcut
duruma göre ülkemizle arasında karşılıklılık bulunmayan ülke vatandaşı olan ve
Türkiye›de yatırım yapmak isteyen kişilerin
önlerindeki engeller kaldırılarak ekonomimizin hem döviz girişinin artması ile hem
de yapılacak yatırımlar sonucu gelişmesi
hedeflenmiştir. Görüldüğü üzere yeni düzenlemede mütekabiliyet sadece sözcük
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
37
KAPAK
olarak kaldırılmakta, gerçekte varlığını,
üstelik Bakanlar Kuruluna tanınan yetkiler
ile çok daha esnek, çok çeşitli durumlara
uygulanabilir niteliğiyle sürdürmektedir.
Bakanlar Kurulu’nun belirleyeceği ülkelere istisna getirilmek suretiyle bu ülke
vatandaşlarına taşınmaz edinimi imkânı
öngörülmektedir.”
YABANCI SERMAYELİ TÜRK
ŞİRKETLERİNİN DURUMU
RUSYA VE
ERMENİSTAN’IN
DURUMU
Toprak rejimi farklılığı sebebiyle
birebir karşılıklılık sağlanmayan
eski Doğu Bloku ülkelerine,
ülkemizde sadece bina mülkiyeti
edinme imkânı tanınmıştır.
Ülkemizin diplomatik olarak
tanımadığı Ermenistan devleti
ile taşınmaz edinimi bakımından
karşılıklılık bulunmamaktadır.
Ülkemizde Ermenistan uyruklu
vatandaşlara ait taşınmaz
bulunmamaktadır.
VATANDAŞLIKTAN
ÇIKAN TÜRKLER
Anadolu’nun bazı küçük
bölgelerinde yabancı gerçek
kişilere ait taşınmazlar
görünmektedir. Bu taşınmazların
çoğu Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığından Bakanlar
Kurulu’ndan izin alarak çıkmış ve
başka ülke vatandaşlığına geçmiş
Türklere aittir. Bu şahıslara ait
bir kısıtlama bulunmamaktadır.
Türk vatandaşlarına ait haklardan
aynen yararlandırılmaktadırlar.
38
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Yabancı sermayeli Türk şirketlerinin,
Türkiye mevzuatı çerçevesinde kurulan ve
faaliyet gösteren, ancak ortakları arasında
uluslararası yatırımcılar bulunan Türk şirketleri olduğunun hatırlatıldığı açıklamada, bu tür şirketlerin, ana sözleşmelerinde
belirtilen faaliyet konuları çerçevesinde,
diledikleri oranda taşınmaz edinebildikleri
belirtilerek şöyle deniliyor:
“Ancak edinilecek taşınmazın, askeri
yasak bölgede, askeri güvenlik bölgelerinde veya askeri stratejik bölgelerde kalması
halinde Genelkurmay Başkanlığının, özel
güvenlik bölgelerinde kalması halinde ise
taşınmazın bulunduğu yerdeki valiliğin izni
gerekmektedir. Mevcut durum itibariyle
yabancı sermayeli Türk şirketleri; ipotek
tesisi işlemlerinde, halka açık şirketlerde,
organize sanayi bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri, serbest bölgeler gibi özel
Yabancı sermayeli Türk
şirketlerinin edinecekleri
taşınmazlar, askeri yasak
bölge, askeri güvenlik
bölgeleri veya askeri
stratejik bölgelerde
ise Genelkurmay
Başkanlığının, özel
güvenlik bölgelerinde
kalması halinde ise
taşınmazın bulunduğu
yerin valiliğinin izni
gerekiyor.
yatırım bölgelerindeki taşınmaz edinimlerinde, şirket birleşmeleri ve bölünmeleri nedeniyle edinilen taşınmaz edinimlerinde, rehinin paraya çevrilmesi yoluyla
gerçekleşen mülkiyet edinimlerinde, izin
süreçlerinin uzunluğu nedeniyle sorunlar
yaşamaktadırlar. Bu nedenle biraz önce
bahsedilen edinimler 36. Maddenin kapsamı
dışında bırakılmışlardır. Kısaca yabancıların
yönetimde söz sahibi olduğu Türk şirketleri
36. Madde kapsamında bırakılmışlardır.”
HABER
"İklim değişikliği
küresel mücadele gerektirir"
İklim değişikliğinin küresel bir sorun olduğunu ve küresel mücadeleyi
gerektirdiğini belirten Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, “Sorun ortak
ama sorumluluklar farklı olmalıdır” dedi.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, “Türkiye-AB İklim İşbirliği:
Fırsatlar, Faydalar ve Zorluklar” başlıklı
seminerin açılışında yaptığı konuşmada,
iklim değişikliği konusunun hayatın her
safhasını etkilediğini söyledi.
Türkiye’nin de iklim değişikliğiyle küresel mücadelede yerini alarak, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 24
Mayıs 2004, Kyoto Protokolü’ne ise 26
Ağustos 2009 tarihinde taraf olduğunu
anlatan Bakan Bayraktar, “İklim değişikliğiyle mücadele kapsamında, İklim Değişikliği Strateji Belgesi hazırlanarak, ilgili
sektörlerde sera gazı emisyonu kontrolü ve
iklim değişikliğine uyuma yönelik ilkeler
ve stratejik hedefler belirlenmiştir. Strateji
Belgesi’nin uygulamaya konmasını temin
etmek amacıyla 2011-2023 yılları arasında
uygulayacağımız ve bir yol haritası niteliği olan İklim Değişikliği Eylem Planımızı
tamamlamış bulunmaktayız” dedi.
2023’TE ENERJİNİN YÜZDE 30
YENİLENEBİLİR OLACAK
Bakan Bayraktar, eylem planında belirledikleri çalışmalarla ilgili şu bilgileri verdi:
“Enerji sektöründe, 2023 yılına ulaşıldığında, yenilenebilir enerji kaynaklarının
toplam enerji tüketimimiz içindeki payının yüzde 30’a çıkarılması, birincil enerji
yoğunluğunun azaltılması, mevcut linyit
santrallerinin rehabilitasyonu, akıllı şebeke uygulamaları gibi önemli hedeflerimiz
yer almaktadır. Bina sektöründe, enerji
verimli ve iklim duyarlı bina kriterlerinin
oluşturulması, toplu konutlarda binaların
enerji ihtiyacının karşılanmasında bölgesel
ısıtma, kojenerasyon uygulamaların başlatılması, jeotermal enerji, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerji
kaynaklarının ısınma ve aydınlatma gibi
alanlarda kullanılmasının yaygınlaştırılması öngörülmektedir.”
40
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
BİNALARA ENERJİ KİMLİK BELGESİ
ZORUNLULUĞU
Mevcut binalarda 2017 yılına kadar,
yeni yapılacak binalarda ise 1 Ocak 2011
tarihinden itibaren enerji kimlik belgesi
alınmasının zorunlu hale getirildiğini hatırlatan Bakan Bayraktar, “Ayrıca kamu
kurumlarımızın ihalelerinde çevreci bir
bakış çerçevesinde ‘yeşil ihale’ uygulamasının başlatılması gündemdedir” dedi.
Bakan Bayraktar, bu çalışmalar vesilesiyle binalarda yüzde 45–50 oranında enerji tasarrufu sağlanarak, sera gazı emisyonları önemli ölçüde azaltılarak iklim dostu,
marka şehirler inşa edeceklerini belirtti.
AKILLI ULAŞIM SİSTEMLERİ
OLUŞTURULACAK
Sanayi sektöründe, düşük karbonlu
kalkınma için finansman modelleri oluşturulması, iklim teknoloji platformu geliştirilmesi, ürün bazında karbon ayak izi uygulamaları başlatılması ve KOBİ’lere yönelik
eğitim ve danışmanlık desteği sağlanması
gibi çalışmalar ile düşük karbonlu kalkınmaya destek verildiğini anlatan Bakan Bayraktar, ulaştırma sektöründe yük ve yolcu
taşımacılığında denizyolu ve demiryolu
paylarının arttırılması, temiz yakıt ve araç
teknolojilerine yönelik Ar-Ge çalışmalarının
hızlandırılması, bisiklet ve yaya yollarını
cazip kılacak düzenlemelerin arttırılması,
akıllı ulaşım sistemlerinin oluşturulması,
elektrikli otomobiller için dolum istasyonlarının kurulması ve araç vergilendirme sisteminde sera gazı emisyonlarını azaltıcı yeni
2023 yılına kadar
yenilenebilir enerji
kaynaklarının toplam enerji
tüketimi içindeki payının
yüzde 30’a çıkarılmasını
hedeflediklerini belirten
Bayraktar, diğer hedeflerini
ise, birincil enerji
yoğunluğunun azaltılması,
mevcut linyit santrallerinin
rehabilitasyonu, akıllı
şebeke uygulamaları olarak
sıraladı.
Ulaşımda denizyolu ve
demiryolu paylarının
arttırılacağını kaydeden
Bayraktar, bisiklet ve
yaya yollarını cazip
kılacak düzenlemelerin
yapılacağını, akıllı
ulaşım sistemlerinin
oluşturulacağını,
elektrikli otomobiller için
dolum istasyonlarının
kurulacağını ifade etti.
düzenlemelerin başlatılması için çalışmalar
yürütüldüğünü kaydetti.
Bakan Bayraktar, “Atık sektöründe ise
2023 yılına kadar vahşi depolama sahalarının yüzde 100’ünün kapatılması, kompost
ve biyometanizasyon tesislerinin kurularak
düzenli depolama tesislerinden biyogaz
elde edilmesi ve böylece atıkların etkin
yönetiminin sağlanmasını planlamaktayız”
diye konuştu.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE UYUM
STRATEJİSİ
Bakan Bayraktar, bütün bu çalışmaların Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma
ve çevreci büyüme istikametinde ilerleme
gayretinin en somut göstergeleri olduğunu
dile getirerek, “Ayrıca ülkemiz sera gazı
emisyonlarının kontrolü kadar, Akdeniz
havzasında yer alan hassas konumu nedeniyle iklim değişikliğine uyum konusuna
da önem vermekteyiz. Bu çerçevede İklim
Değişikliğine Uyum Stratejisi ve Eylem Planımızı tamamladık” ifadelerini kullandı.
KARBON TİCARETİYLE İLGİLİ
ÇALIŞMALAR
İklim değişikliğiyle mücadelede önemli
bir iktisadi araç olan karbon ticareti ile
ilgili Türkiye’deki çalışmalarda da son zamanlarda önemli bir ivme yakalandığına
işaret eden Bakan Bayraktar, şunları kaydetti: “Kyoto Protokolü’nün emisyon ticareti mekanizmalarından yararlanamayan
Türkiye’de, Gönüllü Karbon Piyasası’nda
170’in üzerinde proje geliştirilmiştir. Projelerin çoğunluğu hidroelektrik, rüzgâr ve
jeotermal gibi yenilenebilir enerji alanın-
dadır. Bakanlığımızca bu projelerin kayıt
altına alınmasına ilişkin karbon sicili oluşturulmuştur. Projelerden sağlanan karbondioksit azaltımı yıllık yaklaşık 12 milyon
ton civarındadır. Bu piyasayı günümüzde
etkili biçimde kullanan Türkiye'nin önümüzdeki dönemde karbon piyasalarına
katılımı açısından bir fırsat sunmaktadır.”
KARBON PİYASASINA HAZIRLIK
ORTAKLIĞI
2012 sonrası dönem için karbon piyasasının oluşturulması sürecinde Türkiye’nin
aktif rol oynadığını, bu konuda öncü 25
devletin Dünya Bankası aracılığıyla bir araya
geldiği hatırlatan Bakan Bayraktar, “Karbon
Piyasasına Hazırlık Ortaklığı” oluşumunda
yer aldığını belirterek, Türkiye’nin bu ortaklık sayesinde hem ihtiyaç duyduğu kapasite
geliştirme faaliyetleri için hibe kaynaklara
erişim imkanına sahip olduğunu, hem de
ülkenin karbon varlıklarının azami değerinden işlem görmesi için gerekli uluslararası
işbirliği fırsatlarını yakaladığını söyledi.
SERA GAZI EMİSYONLARININ
TAKİBİ
Bakanlığın sera gazı emisyonlarının takibine yönelik taslak yönetmelik hazırladığını
ifade eden Bakan Bayraktar, konuşmasını
şöyle sürdürdü: “Yönetmelik kapsamında
ulusal sera gazı emisyonlarının önemli bir
kısmını teşkil eden elektrik üretimi, çimento,
demir çelik, seramik, kireç, kâğıt ve cam
üretimi gibi karbondioksit yoğun tesislerden
kaynaklanan sera gazı emisyonlarının tesis
seviyesinde izlenmesi sağlanacaktır. Böylece, ülkemizin emisyonlarının daha kesin şe-
kilde hesaplanması mümkün olacak, toplam
emisyonların en az yarısı tesis seviyesinde
izlenecek ve bakanlığımızın yetkilendirdiği
bağımsız kuruluşlar tarafından doğrulanarak raporlanacaktır. Tesislerin raporlama
yükümlülüğü 2016 yılında başlayacak olup,
yönetmelik ile AB emisyon ticareti mevzuatının sera gazı emisyon izleme kısmı da
uyumlaştırılacaktır.”
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE KÜRESEL
ÇÖZÜM
İklim değişikliğinin küresel bir sorun
olduğunu ve küresel mücadeleyi gerektirdiğini vurgulayan Bakan Bayraktar, Durban
Konferansı’nda iklim değişikliğiyle mücadele konusunda tüm ülkeleri bağlayan
hukuki bir belgenin 2015 yılına kadar kabul edilmesi ve 2020’de yürürlüğe girmesi
kararının alınmasının memnuniyet verici
olduğunu söyledi.
Erdoğan Bayraktar şöyle devam etti:
“Marakeş ve Kankun taraflar konferanslarında özel konumu tanınmış olan Türkiye
için Durban’da da, emisyon azaltımı, iklim
değişikliğine uyum, teknoloji geliştirilmesi
ve transferi, kapasite oluşturma ve finansman alanlarında sağlanacak desteklerin
belirlenmesine ilişkin görüşmelerin sürdürülmesi kararları alınmıştır. Bu bakımdan
uluslararası müzakerelerde AB’nin ülkemize
yönelik desteği önem arz etmektedir. Türkiye, ikili ve bölgesel işbirliklerini ön plana
çıkaran dünyadaki yeni iklim düzeninde,
know-how, araştırma-geliştirme faaliyetleri,
inovasyon, çevreci teknolojiler ve finansman konularında AB ile işbirliği yapmayı
önemsemektedir.”
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
41
BİLİNÇ TEST
ÇEVRE FACİALARI ve KİRLİLİK
01
Avrupalıların yüzde kaçı ışık kirliliği
yüzünden gece gökyüzünün doğal rengini
görememektedir?
A) yüzde 31
C) yüzde 87,9
02
B) yüzde 54
D) yüzde 99,9
CEVAP: Işık kirliliği nedeniyle gece
havada aşırı aydınlık oluşmasından
ötürü neredeyse Avrupalıların tamamı geceleri gökyüzünü kendi
renginde görememektedir. Oluşan
yoğun ve yapay ışık kanyağından
yaklaşık 200 km öteye kadar gitmektedir. Bu aşırı aydınlık canlılara,
özellikle deniz kaplumbağalarına
ve göç etmekte olan kuşlara zarar
vermektedir.
1984 yılında hangi şehirde böcek ilacı üreten
fabrikadan yanlışlıkla 40 ton metil isosiyanat
gazı çevreye salınmıştır?
A) Çernobil
C) Bhopal
B) Kyoto
D) Detroit
CEVAP: 3 Aralık 1984
günü, ABD kökenli Union Carbide firmasının
Hindistan Bhopal'de
kurduğu fabrikadan
tonlarca gazın salınması 18.000 kişinin ölümüne, 150.000'den fazla
insanın zehirlenmesine
neden olmuştur. Tarihe
Bhopal Felaketi olarak
geçen bu kazanın çevreye etkileri Çernobil’den bile korkunçtur.
Kazadan 20 yıl sonra bile 2004 yılında yapılan ölçümlerde, toprakta normalin 6 milyon katı toksik madde bulunmuştur.
03
Türkiye’nin havası en temiz ili
aşağıdakilerden hangisidir?
A) İzmir
C) Muş
B) Adana
D) Amasya
CEVAP: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yayınladığı 2011 yılı Hava
Kalitesi İzleme verilerine göre Türkiye’nin en düşük Partiküler Madde
(PM10) ortalaması Muş istasyonunda, en düşük Kükürt dioksit (SO2)
ortalaması ise Gümüşhane istasyonunda ölçüldü. Yıllık ortalamalar
dikkate alındığında; havanın temiz kaldığı illerde doğalgaz kullanımının artması, yerel idareler tarafından kaynak bazında önlemlerin
alınması ve denetimlerin sıklaştırılması etkili oldu.
42
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
04
1989 yılında yaşanan Exxon Valdez kazası,
kaç km uzunluğunda bir sahil şeridini
petrol altında bırakmıştır?
A) 870 kmB) 1770 km
C) 2100 kmD) 4830 km
CEVAP: Exxon Valdez kazası bugüne kadar insan eliyle gerçekleşmiş en büyük çevre felaketlerinden biridir. Felakette Exxon Valdez
isimli petrol tankerinden resmİ verilere göre 410 bin ila 119 bin m3
ham petrol denize akmıştır. Yaklaşık 2.100 km sahil şeridi ve 28
bin km2 okyanus ham petrol ile kaplanmıştır.
05
İstanbul boğazında 1979 yılında yaşanan
Independenta tanker faciası sonucu çıkan
yangın kaç gün sürmüştür?
A) 12 B) 17 km
C) 27 D) 35
CEVAP: 15 Kasım 1979 tarihinde ham petrol yüklü bir tanker gemisi
ile bir kuru yük gemisinin çarpışması sonucu İstanbul Boğazı'nda
meydana gelen kazada ham petrol yüklü gemi, Boğaz’da 27 gün
süren büyük bir yangına neden olmuştur. 714,760 varil ham petrol
ya yangında yanmış ya da denize karışmıştır. Yangının sebep olduğu duman nedeniyle insan sağlığını tehdit eder düzeyde havadaki
zararlı parçacık oranı artmıştır. Tahminlere göre 30,000 ton ham
petrol yanmış, geriye kalan 64,000 ton 5,5 kilometrelik bir alanda
denize karışmıştır.
06
Kuzey Pasifik Okyanusu’nda yavaş
okyanus akıntıları sebebiyle her yıl
milyarlarca çöp birikmektedir. En çok
bulunan çöp tipi aşağıdakilerden
hangisidir?
CEVAP: Okyanusun dibindeki çöplerin yaklaşık yüzde
90’ını plastik çöpler oluşturmaktadır. Hatta okyanusun bazı kısımlarında
plastik oranı plankton oranından daha fazladır. Kuzey
Pasifik Okyanusu dünyanın
en büyük çöplüğü olarak
anılmaktadır.
A)Alüminyum
B)Plastik
C)Gemi atığı
D)Cam
07
İç ortam hava kirliliği (sigara dumanı,
ısıtma ve soğutma sistemlerinden
ortama verilen hava vb.), dış ortam hava
kirliliğinden yüzde kaç daha zararlıdır?
A) yüzde 5
C) yüzde 62
B) yüzde 12
D) yüzde 86
CEVAP: Uzmanlara göre iç
hava kirleticilerinin etkisi, dış
hava kirleticilerinden yaklaşık
yüzde 25 ile yüzde 62 arasında
yoğunluğuna bağlı olmak üzere
daha fazladır. Zamanının çoğunu
kapalı mekânlarda geçirenlerin,
dışarıda geçirenlere göre hastalığa
yakalanma riski daha fazladır.
Kapalı ortamlardaki hava kalitesini
etkileyen gazlar ve tozlar gibi
kirleticilerin konsantrasyonları yetersiz havalandırma, uygun olmayan
sıcaklık ve nem durumlarında artarak riskli durumların oluşmasına
katkı sağlamaktadırlar.
08
09
Türkiye’de çevre kirliliği ile ilgili ilk kanun
hangi yılda yayınlanmıştır?
A) 1995
C) 1976
B) 1983
D) 1964
CEVAP: Türkiye’de çevre ile ilgili gelişmeler ilk olarak 1982
Anayasası’nın 56. Maddesinde: "Herkes sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşamak hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını
korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların
görevidir." ibaresiyle yer almıştır. Anayasa’da bu hükmün ve hakkın
yer alması çevre mevzuatının da ülkemiz açısından geliştirilmesini
ve uygulanmasını zorunlu hale getirmiştir. İlk Çevre Kanunu da
09.08.1983 tarihinde 2872 sayı ile yayınlanmıştır.
Amerika Birleşik Devletlerinin ulusal kuşu
ve simgesi olan kel kartalın soyunun azalmasında hangi böcek ilacı rol oynamıştır?
A) Siyanür
C) DDT
B) Klor
D) Polikloro binefil (PCB)
CEVAP: DDT, çok zehirli ve inatçı bir böcek öldürücüdür. Kolayca
vücut dokusundaki yağlarda çözülür ve gıda zincirinde birikmeye
başlar. 1939 yılın- da keşfedilen Dikloro Difenil Trikloroethan (DDT),
dünyada en yaygın biçimde kullanılan böcek ilacıydı ancak
balıklar ve kuşlar için çok
öldürücü olduğu anlaşılmasıyla 1970'li yıllarda ABD
ve Avrupa'da yasaklandı. Kel
kartalların yumurtalarının kabuklarını zayıflattığı ve üremelerini sonuçsuz bıraktığı
için neredeyse soyunun
tükenmesine yol açtı.
10
1952 yılında Londra’da dört bin kişi hangi
çevre kirliliğine maruz kalmaları nedeniyle
hayatını kaybetmiştir?
A) Asit yağmuru B) Duman
C) Siyanür
D) Radon gazı
CEVAP: Aşırı soğuklukların yaşandığı 1952 Londra kışında aşırı kömür tüketimi ile oluşan duman yaklaşık dört bin kişinin ölümü ile
sonuçlanmıştı. Yüksek basınç ve rüzgârsız havanın etkisiyle havada
asılı kalan duman, aynı zamanda 100,000 kişinin solumun yolu hastalığına yakalanmasına neden olmuştu. Bu olay İngiltere’nin yaşadığı
en kötü hava kirlenme vakası olarak anılmaktadır.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
43
İKLİM DOĞAL AFETLER
2011
FELAKETLEr
YILI OLDU
189 bilim adamının hazırladığı rapora göre 2011’de iklimler en
uç noktalarda yaşandı; bir yanda kuraklık, bir yanda sel vardı.
Binlerce kişinin can verdiği doğal felaketler, milyarlarca
dolarlık zarara sebep oldu.
AYDIN DERİN
Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO),
189 bilim adamının katkılarıyla hazırladığı
2011 yılının iklim olaylarını kapsayan yıllık raporunu yayınladı. Rapora göre 2011
yılı, iklimlerin en uç noktalarda yaşandığı
yıl olarak tarihe geçti.
Son 60 yılın en kuvvetli La Nina olaylarının etkisiyle gerçekleşen yağış yoğunluğu, dünyanın birçok bölgesinde etkili
oldu. (La Nina, Pasifik Okyanusu'nda su
yüzey sıcaklığının düşük olma durumu ve
geniş bir coğrafyada hava modellerini ve
dolayısıyla hava durumu değiştirebilen bir
klimatolojik olay.) Doğu Afrika ve Kuzey
44
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Amerika’da kuraklıklar yaşanırken, Güney
Asya ve Pasifik bölgesinde aşırı yağışların
sebep olduğu seller etkili oldu.
Her ne kadar sıcaklıklar 2010 yılındaki rekor değerlerine ulaşmasa da, bir La
Nina yılına göre yaşanılabilecek en yüksek sıcaklıklar gözlemlendi. Aynı zamanda Kuzey Kutbu kıyısındaki denizlerdeki
buz kütlelerinin en yüksek oranda eridiği
yıllardan biri 2011 oldu. Türkiye’de ise
aylar arasında önemli sıcaklık değişimleri
görülmesine rağmen yıllık sıcaklık ortalaması 13,2°C ile 1971-2000 ortalamaları
civarında seyretti.
2011 EN SICAK 11. YIL
2011 yılının ortalama sıcaklık değerleri,
1961-1990 yılları arasındaki 14°C derecelik
ortalama sıcaklığın 0.40°C ± 0.09°C derece
yukarısında seyretti. Böylece 2011 yılı sıcaklık ortalamalarının kayda geçtiği 1880
yılından beri dünya üzerinde gerçekleşen
en sıcak on birinci yıl oldu. Aynı zamanda
0.40°C derecelik artış ile ortalama ve kuvvetli bir La Nina olayı etkisinde yaşanan
en yüksek sıcaklık değerleri gözlemlendi.
Kuzey Avustralya dışında dünyadaki
tüm bölgelerde sıcaklıklar normalin üstünde seyretti, ancak bu sıcaklıklar önceki
2011’DE BUZUL HACMİ AZALDI
Kutuplardaki buzun kütlesi önceki yıl olduğu gibi 2011 yılında da ortalamanın altındaydı.
Sezonun en düşük buz alanı 9 Eylül’de 4,33 km2 ile 1979-2000 ortalamasının yüzde 35
altında görüldü.
2007 yılında görülen kutup tarihinin en düşük buz alanından sadece 0,16 km2 fazla
olarak, en düşük ikinci buz alanı 2011 yılında oluştu. Ancak buzulların hacmine
baktığımızda en düşük hacmin gerçekleştiği yıl 4200 km3 ile 2011 oldu.
Avrupa’nın Kuzey Doğusunda soğuk geçen kışın sonucu olarak Baltık Denizindeki buz
alanı 25 Şubatta 300.000 km2’yi buldu. Bu alan 1987 yılından beri bölgede oluşan en
büyük buz kütlesi oldu.
yıllardaki gibi rekor seviyelere ulaşmadı.
2010 yılında olduğu gibi en yüksek sıcaklıklar Kuzey Yarımküre’nin yüksek enlemli
bölgelerinde görüldü.
EN ÇOK KUZEY ISINDI
Yıllık ortalama sıcaklıklar Rusya’nın
Artik kıyılarında normal değerlerin 5°C
derecenin üzerinde seyretti. 2010 yılında
Rusya’da gerçekleşen ısı dalgasından sonra
en yüksek değerler gözlemlendi.
Rusya ve Kanada’nın kuzey kesimlerinde
ise 3°C derecelik bir artış yaşandı. Özellikle
Kanada’nın kuzey kesimlerinde yüksek alanlarda sıcaklıklar 2010 değerlerinin üzerinde
görüldü. Bu alanda yeteri miktarda buzun
oluşmaması ülkenin milli sporu buz hokeyinin geleceğini tehlikeye soktu.
Kuzey Amerika ve Avrasya’nın 55 derece kuzey enlemi üzerinde kalan bölgelerde
ise sıcaklık değerleri, normal değerlerin
1-2°C derece üstündeydi.
Avrupa’nın büyük bir bölümü, Amerika
Birleşik Devletleri’nin güneyi, Kuzey Meksika, Sahara Çölü, Arap Yarımadası, Güney
Asya ve Avustralya’nın güney batısında
sıcaklıklar, önceki yılların ortalamasına
göre 1°C arttı.
Kuzey Avustralya, Çin’in doğusu,
Hint Yarımadası, Kazakistan, Kafkaslar
ve ABD’nin batı kesimlerinde ise sıcaklıklarda bir değişiklik olmadı.
La Nina olayının etkisiyle Pasifik
Okyanusu’nun büyük bir bölümünde su
yüzey sıcakları 1,5-2°C derece civarında
azaldı. Ancak Hint Okyanusu ve Atlantik
Okyanusu gibi alt tropikal okyanuslarda
sıcaklıklar beklenenin yukarısında seyretti
ve Batı Avustralya kıyısındaki sularda ise
rekor seviyede sıcaklıklar görüldü.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
45
İKLİM DOĞAL AFETLER
Avustralya, Güney Doğu
Asya, Japonya, Filipin,
Endonezya, Güney Afrika,
Güney Doğu Brezilya,
Kolombiya, Bolivya,
Venezüella, Pakistan, Batı
Hindistan, ABD’nin kuzey
ve kuzeydoğu kesimi
ve Kuzey Batı Avrupa
normalin üzerinde yağış
aldı.
TÜRKİYE’DE
DEĞİŞİKLİK YOK
2011 yılında ülkemizdeki
meteorolojik karakterli uç
olayların yüzde 36’sını dolu
oluşturdu. Seller yüzde 28
ile ikinci sırada, fırtınalar ise
yüzde 20 ile 3. sırada zarar
yapan olaylar oldular.
1971-2000 yılları kış mevsimi ortalama
sıcaklığı 4,1°C olan Türkiye’de 2011 yılı
kış mevsimi ortalama sıcaklığı 2,6°C
ile mevsim normallerinin 1,5°C altında
gerçekleşti.
Aylar arasında önemli sıcaklık değişimleri
görülmesine rağmen, 2011 yılı Türkiye
ortalama sıcaklıkları 13,2°C ile 1971-2000
ortalamaları civarında gerçekleşti.
Genel olarak ülkemizin büyük bir
kısmında yıllık ortalama sıcaklıklar
normalleri civarında gerçekleşirken,
Kuşadası, Milas, Bodrum, Fethiye,
Finike, Manavgat, Alanya, Anamur,
Silifke, Mersin, Şanlıurfa ve Yüksekova
civarında normallerinin üzerinde; Manisa,
Balıkesir, Emirdağ, Çankırı, Batman ve
Bitlis civarında ise normallerinin altında
gerçekleşti.
2011 yılı aylık ortalama sıcaklıkları Ocak,
Şubat, Mart, Temmuz, Ağustos ve Eylül
aylarında 1971-2000 ortalamalarının
üzerinde; Nisan, Mayıs, Ekim ve Kasım
aylarında normallerinin altında; Haziran
ve Aralık aylarında ise normalleri
civarında gerçekleşti.
Aylar arasında ve batı bölgelerinde
önemli yağış farklılıkları görülmesine
rağmen Türkiye’nin 2011 yılı yıllık
ortalama toplam yağışı 687 mm ile
1971-200 ortalamasını olan 657 mm’nin
sadece 30 mm üzerinde (yüzde5)
gerçekleşti.
Normalin altında yağış olan bölgeler
Marmara, Kuzey Batı Ege ve Batı
Karadeniz bölgelerinin yanında Antakya,
Isparta, Eskişehir, Yozgat, Ceylanpınar,
İslâhiye, Mardin ve Bitlis illeri oldu.
Sarıkamış ve Niğde’deki yağışlar ise
sırasıyla normallerinin yüzde 67 ve yüzde
49 üzerinde görüldü.
Aylık toplam yağışlar Şubat, Nisan,
Mayıs, Haziran, Eylül ve Ekim aylarında
uzun yıllık ortalamaların üzerinde; Ocak,
Mart, Temmuz, Ağustos, Kasım ve
Aralık aylarında ise normallerinin altında
yaşandı.
2011 yılında ülkedeki meteorolojik
karakterli uç olayların yüzde 36’sını
dolu oluşturdu. Seller yüzde 28 ile ikinci
sırada, fırtınalar ise yüzde 20 ile 3. sırada
zarar yapan olaylar oldular.
46
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
LA NİNA OLAYI
YAĞIŞLARI ARTTIRDI
ABD Ulusal İklim Veri Merkezi’ne
göre, ülkede gerçekleşen yağışlar 19611990 ortalamasının yaklaşık 46 mm üzerinde seyretti. 2011 yılı, 2010 yılından
sonra ülkedeki en yoğun yağışların gerçekleştiği ikinci yıl oldu.
Normalin üzerinde yağış alan bölgeler Avustralya, Güney Doğu Asya, Japonya, Filipin, Endonezya, Güney Afrika,
Güney Doğu Brezilya, Kolombiya, Boliv-
ya, Venezüella, Pakistan, Batı Hindistan,
ABD’nin kuzey ve kuzeydoğu kesimi ve
Kuzey Batı Avrupa oldu. Bu bölgelerin
çoğu yılın belirli zamanlarında önemli
ölçüde sele maruz kaldı.
Normalin altında yağış alan bölgeler
ise ABD’nin güney kesimi, Kuzey Meksika, Güney Doğu Avrupa ve Güney Çin
olarak yer aldı.
Avrupa ve ABD’deki yağışlar belirgin zıtlıklarla gerçekleşti. İki bölgenin
de bazı kısımları aşırı yağış alarak re-
Güney Doğu Asya’da
yaşanan selde 1000 kişi
öldü, 45 milyar dolarlık
zarar meydana geldi.
Brezilya’nın Rio de Janerio
şehrinde yaşanan sel
felaketinde en az 900 kişinin
hayatına mal oldu.
kor seviyelere ulaşırken, diğer kısımları
ise kuraklık bakımından rekor seviyeye
ulaştı. Ancak Avrupa’nın genelinde bahar
ve son bahar mevsimlerinde yağış azlığı
gözlemlendi.
La Nina olayının etkisiyle artan bulutlaşma, Güney Asya ve Pasifik bölgesinde, özellikle Avustralya, Tayvan ve
Kamboçya’da yoğun yağışlara ve sellere
neden oldu.
Güney Amerika’nın Kolombiya, Venezüella ve Bolivya ülkelerinde yıllık ortalama yağışların yaklaşık iki katı kadar
yağmur yağdı.
2011 SELLERİN YILIYDI
2011 yılının özelliklerinden biri de
dünyanın dört bir yanında gerçekleşen
can alıcı seller oldu. Bu yıl iklimlerin en
uç noktalarda yaşanması, La Nina olayı,
aşırı ve yoğun yağışlar, şiddetli fırtınalar
ve kasırgalar sellerin sayısını ve şiddetini
beklenilmeyen ölçüde arttırdı.
İnsan hayatı açısından bakacak olursak,
2011 yılının en şiddetli sellerinden biri
11-12 Ocak tarihlerinde Brezilya’nın Rio
de Janerio şehrinde yaşandı. Sert başlayan yoğun yağış, aniden sele dönerek en
az 900 kişinin hayatına mal oldu. Bu ani
sel Brezilya tarihinin şimdiye kadar geçirdiği en kötü doğal afetlerden biri olarak
tarihe geçti.
Güney Doğu Asya’da özellikle Tayland’ın kuzey kesiminde Mayıs-Ekim yağışlarının normalin yüzde 35 üzerinde
yağması bölgedeki dereleri taşırdı ve sele
neden oldu. Bölgedeki ülkelerde yaklaşık
1000 kişi hayatını kaybetti ve 45 milyar
dolarlık zarar meydana geldi.
La Nina olayının en çok etkilediği ülkelerden olan Avustralya’nın doğu kesiminde
gerçekleşen şiddetli yağışlar 1,3 milyar
dolarlık zarara neden oldu. Avustralya
tarihinin en kötü sellerini yaşadı.
2010 yılında olduğu gibi Pakistan,
2011 yılında da şiddetli Muson yağmur-
larına maruz kaldı. Ülkenin kuzeyinde
başlayan yoğun yağışlar yıllık ortalama
yağışın yaklaşık yüzde 248 üzerinde yağdı. Kuzeyde oluşan sel, ülkenin güneyine
doğru giderek tüm ülkeyi etkisi altına aldı.
ABD’nin kuzeyi ve Kanada sınırı açısından seller 2011’in sıradan olaylarından
biriydi. Yağışlı bahar ve erken gelen yaz,
bölgede şimdiye kadar gerçekleşmiş en
kötü sellere neden oldu. Aynı zamanda
Irene ve Lee kasırgaları da bölgeye aşırı
yağış getirdi ve ABD’nin kuzey doğu kesimini seller altında bıraktı.
13-19 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen Washi Fırtınası, yılın insanlara etkisi
en fazla olan fırtınası oldu. Filipinlerde
yoğun sele neden olan fırtına yaklaşık
1260 kişinin hayatına mal oldu. 300.000
kişi ise fırtınanın etkileri yüzünden göç
etmek zorunda kaldı.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
47
İKLİM DOĞAL AFETLER
48
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
49
İKLİM DOĞAL AFETLER
Afrika için 2011 yılı, 2000 ve 1984 yıllarıyla beraber son 60 yılın
en kurak yılı olarak tarihe geçti. Kuraklıktan 13 milyon kişi etkilendi.
KURAKLIK DOĞU AFRİKA’YI VURDU
Doğu Afrika bölgesi olarak geçen
Kenya’nın kuzey ve doğu kesimleri, Batı
Somali ve Etiyopya’nın güneyinde 2011
yılının en şiddetli kuraklığı yaşandı. Yıllık
ortalama yağışların yaklaşık yüzde 20’sinin yağdığı bölgede özellikle yağışların
bol olduğu Mart-Mayıs aylarında çok az
oranda yağış gerçekleşti.
Afrika için 2011 yılı, 2000 ve 1984
yıllarıyla beraber son 60 yılın en kurak yılı
olarak tarihe geçti. Kuraklıktan 13 milyon
kişi etkilendi. Yıl boyunca yağış almayan
bölgede Ekim ayında başlayan yağmurlar, şiddetini arttırarak Aralık ayına kadar
sürdü ve hatta sellere neden oldu. Geç ve
şiddetli yağan yağmur kuraklıktan kötü
etkilenen alanları biraz olsa da rahatlattı.
ABD’nin güney ve orta kesimlerinde ve
Kuzey Meksika’da aynen Doğu Afrika’da
olduğu gibi Ekim ayına kadar yoğun kuraklık yaşandı. Her iki ülkede de tarımsal
alanda kayıplar meydana geldi.
Avrupa da en kurak bahar ve sonbahar aylarını yaşadı. Kuraklıktan dolayı su
50
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
seviyesi azalan Tuna Nehrinden gemiler
geçemedi.
DERECELER ARTMASA DA SICAK
GÜN SAYISI ARTTI
Her ne kadar 2011 yılında, 2010 yılındaki kadar yoğun ısı dalgaları oluşmasa
da, dünyanın çoğu yerinde yüksek sıcaklıklara rastlandı.
ABD’nin çoğu eyaletinde en sıcak yaz
mevsimi yaşandı. Sıcaklık değerleri artmasa da yoğun sıcaklığın yaşandığı gün
sayısı, önceki yıllara göre hayli fazlaydı.
Yazların ılık geçtiği Orta Amerika’da sıcaklık rekorları kırıldı.
Kafkas bölgesi ve Orta Doğu’da ısı dalgaları nedeniyle kuraklık gözlemlendi. Rusya, 2010’dan sonraki en sıcak yılını geçirdi.
Batı ve Orta Avrupa’da yaz mevsimi
sıcaklıkları normal değerlerde sürse de,
en sıcak ilkbahar ve sonbahar mevsimleri
yaşandı. Nisan ayında bölgenin çoğu kentinde sıcaklıklar 25°C ve 30°C derecenin
civarında seyretti. Ekim ayında İngiltere,
Danimarka ve Slovakya’da rekor seviyesin-
de sıcaklıklar görüldü. İspanya, Fransa ve
İsviçre’deki en sıcak yaz mevsimi yaşandı.
Güney Yarımküre’de ise sadece Yeni
Zelanda ve Arjantin’de yüksek sıcaklıklara
rastlandı. Geri kalan bölgelere sıcaklıklar
normal değerlerinde seyretti.
25 Aralık’ta Güney Kutbu’nda -12,3°C
derece ile en sıcak gün yaşandı.
KIŞLAR ARTIK DAHA SOĞUK
Yeni Zelanda’da 1976 yılından sonra
ilk kez kar yağdı. Meksika’da 1950 yılından beri -18°C derece ile ülkenin en soğuk
günü Ciudad Juarez’de yaşandı.
Kış mevsiminde ABD’nin kuzey kesiminde rekor seviyede kar yağışı oldu. Aynı
zamanda ülkenin kuzey doğu kesiminde
Ekim ayında 30-80 cm kalınlığında beklenmeyen oranda kar yağması bitki örtüsüne zarar verdi, çıkan fırtına bölgede ciddi
ölçüde elektrik kesintisine ve 22 kişinin
ölümüne neden oldu.
Doğu Asya’da ise yoğun yağışlar ile
geçen kış mevsimi gündelik hayatı olumsuz etkiledi.
MAKALE
KARBON AYAK İZİ VE
ULUSLARARASI KARBON TİCARETİ
Doç. Dr. Osman TATAR
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Bakanlık Müşaviri / İzmir
Karbon Ayak İzi, birim karbondioksit
cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye
verdiği zararın ölçüsüdür. Başka bir deyişle
çevresel günahımızdır.
Karbon Ayak İzi konusu ele alınırken,
Küresel Isınma, Ekolojik Ayak izi, Kyoto
Protokolü, Uluslararası Karbon Ticareti
ve Karbon Ayak İzinin Sanayi İçin Önemi
konularını da göz ardı etmemek gerekir.
Şu anda dünyamızın ortalama hava
sıcaklığı 15 ºC’dir. Eğer atmosferdeki sera
gazları doğal dengesinde bulunmasaydı,
hava sıcaklığı - 18 ºC’ye düşecek olan
dünya bizler için yaşanılamaz bir gezegen haline gelirdi.2
ESAS SORUN KÜRESEL
SOĞUTAMAMA
Ancak biz insanların ürettiği kirletici
sera gazları (Karbondioksit, Metan ve diğerleri) atmosferin üst tabakasını değiştirerek çok fazla sıcaklığın içerde tutulmasına yol açtı. Bu da dünyamızı daha sıcak
bir hale getirdi. İşte biz buna “sera etkisi”
diyoruz ve bu etki de küresel ısınmaya
yol açıyor. Aslında “Küresel Isınma” bir
sonuçtur. Esas sorun, “Küresel Soğutamama” sorunudur.
Türkiye sera gazları salımlarında en
büyük pay (2006 yılı) verileri yüzde 82,5
oranıyla Karbondioksite, yüzde 15,2 payı
ise Metan gazına aittir. Bir birim metan
gazı 21 kat sera gazına eşdeğer olduğundan atık teknolojisi iyi değerlendirilmelidir.
Sera gazlarının yüzde 77,8’i enerji kullanımından, yüzde 9,1’i atıklardan, yüzde 8,2’si
endüstriyel proseslerden, yüzde 4,9’u tarımsal faaliyetlerden kaynaklanmaktadır.
52
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
KARBON AYAK İZİNİN KAYNAKLARI
Karbon Ayak İzi iki ana parçadan oluşur:
1) Doğrudan/Birincil Ayak İzi: Evsel enerji
tüketimi ve ulaşım dâhil olmak üzere fosil yakıtlarının yanmasından ortaya çıkan
doğrudan CO2 emisyonlarının ölçüsüdür.
2) Dolaylı/İkincil Ayak İzi: kullandığımız ürünlerin tüm yaşam döngüsünden
bu ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsüdür.
FİRMALARIN YAPMASI
GEREKENLER
Kurumsal firmalarda; 1) Yasal zorunluluk, 2) Kurumsal Sosyal Sorumluluk, 3) Müşteri veya yatırımcı talepleri,
4) Pazarlama ve kurum imajı, 5) Sera
Gazı Emisyonu azatlımı (zorunlu-gönüllü), 6) Emisyon ticareti mekanizmalarına
katılım ve Karbon Ayak İzi seviyesini düşürmeyi hedefleyen projelerin uygulanmasında Karbon Ayak İzi hesaplanması
gerekmektedir.
Bu hesaplamalar yapılırken, PAS 2050,
PAS 2060, GHG Protokol, ISO 14064 standartları kullanılmaktadır.
KARBON AYAK İZİ NASIL
HESAPLANIR?
Karbon ayak izi, kullanılan enerji, imalat, ulaşım, ısınma gibi aktivitelerin belirli
katsayılarla çarpılması sonucu atmosfere
salınan karbondioksit tutarının miktarı ile
ölçülür. Örnek verecek olursak bu hesaplama sonucunda çıkan değerler; 3.000-6.000
Kg ise çevreye duyarlı bir hayat yaşıyorsunuz, 12.000 Kg ve üstünde ise yaşam
şeklimizi gözden geçirmemiz lazım.
Karbon ayak
izi, kullanılan
enerji, imalat,
ulaşım, ısınma
gibi aktivitelerin
belirli katsayılarla
çarpılması sonucu atmosfere
salınan karbondioksit
tutarının miktarı ile
ölçülür. Çıkan değerler
3.000-6.000 Kg ise
çevreye duyarlı bir hayat
yaşıyorsunuz, 12.000 Kg ve
üstünde ise yaşam şeklimizi
gözden geçirmemiz lazım
demektir.
NELER YAPABİLİRİZ?
Öncelikle kişisel olarak küresel ısınmaya yaptığımız katkıyı en aza düşürmeliyiz.
Bunun için de paylaşımcı, kitle taşımacılığına eğilimli ve daima israf ekonomisini
gözeten bir düşünce sistemi içinde olmalıyız. Binalarda Isı Yalıtım Yönetmeliği’nin
(9 Ekim 2008) Karbon Ayak İzinin azaltılması yönünde önemli bir katkısı olmuştur.
Yenilenebilir enerji kaynaklarını (rüzgâr,
güneş ve hidroelektrik gibi) tercih etmeliyiz. Geri dönüşümlü ve A sınıfı enerjili
ürünleri kullanmalıyız.
EKOLOJİK AYAK İZİ
Ekolojik Ayak İzi, bir bireyin yaşamını sürdürmesi için ihtiyacı olan kara
ve deniz parçası büyüklüğüdür. Mesela
günde bir ekmek (300 g) tüketen bir kişi
0,3 kg x 365 gün=120 kg ekmek için ne
kadar alana tahıl ekilmelidir? Büyük bir
ağaç bir insanın yaklaşık 2 aylık oksijen ihtiyacını karşılamaktadır. Yani yılda 6 ağaç,
yaşam boyu için ise yaklaşık olarak 400
ağaç gereklidir. Bu örnekleri çoğaltarak her
bir organımızın bedeli hesaplandığında,
varlığımızın maddi karşılığının çok büyük
bir servet olduğu bilinciyle bu nimetin iyi
değerlendirilmesi gerekmektedir.
KYOTO PROTOKOLÜ
Atmosfere salınan sera gazlarının
azaltılmasını öngören ve 2005 yılında
yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’ne Türkiye 2009 yılında taraf olmuştur. 2009
yılındaki Kopenhag Mutabakatı, eşitlik ve
sürdürülebilir kalkınma temelinde, sıcaklık
artışını sanayileşme öncesi döneme göre
2 ºC’nin altında tutacak bir anlaşma olup,
2015 yılından sonra gözden geçirme ile
sıcaklık artışını 1,5 ºC’nin altına çekmeyi
hedeflemektedir.
ULUSLARARASI KARBON TİCARETİ
Belirlenen seviyeden fazla salım yapan
şirketler başka yerlerden “Karbon Kredisi”
bulmak zorundadır. Bu da karbon ticaretini ve borsasını ortaya çıkarmıştır. Karbon
kredileri “onaylı” ve “gönüllü” olmak üzere
iki grupta toplanır.
Kyoto Protokolü’nü imzalayan ülkeler
arasında CER (Certified Emission Reductions - Sertifikalandırılmış Emisyon Azaltımı), Kyoto Protokolü’ne üye olmayan
ülkeler içinse VER (Voluntary Emission
Reduction Certificates - Gönüllü Emisyon
Azaltımı) uygulanmaktadır. 1 VER Sertifikası, salınmayan 1 ton CO2 eşdeğer (sera
gazı) emisyon azaltımına karşılık gelmektedir. 1 VER = 1 CER = 1 ton CO2
Ülkemizdeki rüzgar enerji santrelleri
(RES) bu konuda önemli bir yere sahiptir.
Dengeleme (Offset) kavramı; bir yerde
salınan sera gazının başka bir yerden satın
alınarak aynı miktarda sera gazının önlenmesi ile veya atmosferdeki aynı miktarda
sera gazının yutulması/ hapsedilmesiyle
nötrleştirilmesidir.
TÜRKİYE’DE SERA GAZI
EMİSYONLARI
Türkiye’de sera gazı emisyonları yaklaşık
değerlerle 1990 yılında 170 milyon ton CO2
eşdeğeri iken 2008 yılında 2 kattan daha
fazla artarak 366 milyon ton CO2 eşdeğerine yükselmiştir. Bu emisyonların yaklaşık
değerlerle yüzde 29’u enerji üretiminden,
yüzde 33’ü enerji kullanımından, yüzde 13’ü
ulaşımdan kaynaklanmaktadır. Endüstriyel
proseslerden kaynaklanan oran ise (enerji
kullanımı hariç) yüzde 8 civarındadır.
Türkiye kişi başına düşen karbon tüketimi bakımından 2008 yılında 97. sırada
yer almıştır. Türk sanayii, emisyonları belli
değerde tutarken, ileri teknoloji kullanarak
sanayileşmesini de sürdürmek zorundadır.
TÜRKİYE’DEN VE DÜNYADAN
OLUMLU ÖRNEKLER
Ülkemizden bu konuda güzel örnekler
verecek olursak şunlar sıralanabilir:
ZORLU ENERJİ: karbon ayak izi hesabını yaptıran ilk şirket olmuştur. Karbon
salınımını ölçerek ‘Karbon Saydamlık Projesi ‘raporlayan Türk Telekom’a Türkiye Karbon Saydamlık Liderliği ödülü verilmiştir.
Ekolojik Ayak İzi,
bir bireyin yaşamını
sürdürmesi için ihtiyacı
olan kara ve deniz parçası
büyüklüğüdür. Büyük bir
ağaç bir insanın yaklaşık
2 aylık oksijen ihtiyacını
karşılamaktadır. Yani yılda
6 ağaç, yaşam boyu için ise
yaklaşık olarak 400 ağaç
gereklidir.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
53
MAKALE
2010 DÜNYA KUPASI
Her ne kadar Güney Afrika ve kıtanın geri kalanı yenilenebilir enerji konusunda
önemli adımlar atsa da, 2010 Dünya Kupası’nın karbon ayak izi dört yıl önce
Almanya’da gerçekleşen dünya kupasının yaklaşık dört katına eşit.
Güney Afrika Dünya Kupası’nın tahmini karbon ayak izi ise şöyle:
KARBON AYAK İZİ
1.775
Özel otobüsler
17.354
2.162
Hub
28.526
Demiryolu ulaşımı
13.179
Pretoria
Bloemfontein
43.227
4.922
Özel demiryolu ulaşımı
11.973
Port Elizabeth
30.727
Rustenburg
Yolcu otobüsleri
340.128
54.990
Durban
Konaklama için
Harcanan Enerji
Yerel ulaşım **
Şehirlerarası
Ulaşım
Nelspruit
63.730
40.140
484.589
10.372
75.176
Bağımsız ulaşım
8.740
Cape Town
Polokwane
88.039
Johannesburg
330.057
Hava yolu
738
Peter Mokaba
738
804
Mbombela
Uluslararası Yayınlar
811
833
Peter Mokaba
Ellis Park
811
15.359
952
Soccer City
Mbombela
Dünya Kupası 2010
Stadyum İnşaatı
ve Tadilatı
2.753.251
1.011
Royal Bafokeng
1.110
Royal Bafokeng
Ton CO2
1.269
1 milyon arabanın yıllık
CO2 emisyonundan
daha fazlasına eşit*
1.155
Manguang
1.203
Manguang
1.322
Loftus Versfeld
Loftus Versfeld
16.637
1.540
2.972
Moses Mabhida
1.353
Moses Mabhida
Stadyumlardaki
Enerji Kullanımı
Nelson Mandela
1.692
Nelson Mandela
5.167
1.823
Green Point
Ellis Park
2.397
Green Point
3.245
Soccer City
1.856.589
39.577
Uluslararası
Ulaşım
Şehir İçi Ulaşım
1.575.953
1.748
Uzun mesafeli uçuşlar
9.973
Demiryolu ulaşımı
Yolcu otobüsleri
Dolmuş
102.738
Bağımsız ulaşım
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Araba
5.130
5.245
Kısa mesafeli uçuşlar
n
4.786
Şehir içi otobüs
Özel otobüsler
165.775
54
12.989
5.432
6.538
Şehir içi tren
Yolcu otobüsü
* 160 g/km karbon emisyonu yayan bir aracın yılda 16.000 km yaptığı varsayılarak
** Yerel ulaşım: Yerel halkın maçlara giderken yaydığı karbon emisyonu
Tüm veriler ton karbon dioksit olarak hesaplanmıştır.
TÜRKİYE SINAÎ KALKINMA BANKASI (TSKB): 670 ton olan karbon ayak izlerini aldıkları gönüllü karbon kredileri
Gold Standart ile sildikleri iki yılda ayak
izlerini yüzde 68 azaltmayı başardıkları
ifade edilmektedir.
TAV: Türkiye’deki havalimanları Karbon Ayak İzi -Avrupa Uluslar arası Havalimanları Konseyi (ACI Europe) Havalimanı
Akreditasyon Programı altında ISO 14064
denetlenmektedir. Yolcu konforunu olumsuz etkilemeden yılda 3,5 milyon KW saat
enerji tasarrufu hedeflenmiştir.
KOÇ TOPLULUĞU: Sera gazı emisyonu
hesaplama yöntemini uluslararası normlara
göre geliştirerek ortak bir veri giriş sistemi oluşturmuş ve tüm Topluluk şirketleri
için sera gazı emisyonlarını hesaplayarak
yöntemi Türkiye İstatistik Kurumu ile kesinleştirmiştir. Bu çalışmalara ek olarak
Holding, 2020 yılına odaklanan bir sera
gazı stratejik planı hazırlayarak şirketlerinin sera gazı emisyonu tahminleri, azaltım
planları ve miktarları ile ilgili yatırımları
belirleme çalışmaları başlatmıştır.
BİLİM İLAÇ: Karbon ayak izini 3 yılda
yüzde 7 düşürmeyi hedeflemiştir. Tıbbi
tanıtımda video konferansın yaygınlaşması
gibi tedbirler öne çıkmıştır.
ÜNİLEVER: 15 Kasım 2010’da Sürdürülebilir Yaşam Planını açıklamış, Atıkları
Kaynağında Önleme Arıtma ve Enerji Tasarrufu Uygulamalarına başlamıştır.
ECZACIBAŞI: 2007 yılında 70 kişiden
oluşan sürdürülebilir çalışma gurubu oluşturmuş, Çevre, Ürün Sorumluluğu, Bina
Verimliliği alanlarında alt çalışma grupları
ile faaliyetlerini yürütmektedir. 2009-2010
yılında tüketilen enerjiden yüzde 8,1, karbon emisyonunda yüzde 8,2 düşüş sağlanmıştır. Vitra-A Avrupa Birliği Eko Etiketi
almaya hak kazanan ilk firma olmuştur.
HP: Rüzgârla soğutulan dünyanın ilk
veri merkezini İngiltere’de Wnyyard’da
açmıştır.
KAYNAKLAR
• Erdör, Murat-; Yeşil Pazarlama,2011
• Erzen, Jale-; Çevre Estetiği, ODTÜ Geliştirme Vakfı, Ankara 2006.
• Kara, H-; Sanayici Dergisi, Aylık Ekonomi ve İş Dünyası 2011.
• Karabulut, Y.-; Türkiye’de ve Dünyada Gönüllü Karbon Piyasaları, 2011
• Kumbaroğlu, G. ve Arıkan, Y-; Farkındalık ve Fark Yaratmak
Türkiye’nin CO2 Salımları, Açık Toplum Vakfı, İstanbul 2009.
• Öztürk, M-: Gönüllü Karbon Ticareti, 2011.
DHL: 2015 yılına kadar karbon salınımını yüzde 30 azaltmayı hedefliyor.
Atatürk Havalimanı’nda yeni hizmet binasını tamamı organik ürünlerden olan
yeşil duvarlarla kaplamıştır.
FACEBOOK: Avrupa’daki ilk sunucuları İsveç’in kuzey doğusunda kuzey kutup çizgisi yakınlarında yer alan yaklaşık
45000 nüfuslu Luleâ kentine kuruluyor.
Böylece sunuculara doğal yollarla soğuk
tutma imkânı olacaktır. Zira sunucuların oluşturduğu ısıyı soğutmak için data
merkezlerine büyük çapta soğutma ünitelerinin kurulması ciddi ek masrafları
gerektirmektedir.
Böylece Facebook kullanıcılarına daha
hızlı performans sağlayacak ve doğaya saygı vurgulanacaktır. 2014 yılında hizmete girmesi beklenen veri merkezi doğal
yollardan soğutma sağlayacağı için karbon
salınımı daha az olacaktır.
Sıraladığımız bu veriler, firmaların kendi beyanatları, demeçleri, web siteleri ve
basın organlarında yer alan haberlerden
derlenmiştir.
Ekonomide “olumsuz dışsallık” olarak
adlandırılan çevre-maliyet etkileşiminde
vergi-sübvansiyon mekanizması ile karbon
salınımı sorunu çözümlenmelidir. Özellikle
yenilenebilir enerji kullanımında sübvansiyon mekanizması devreye sokulmalıdır.
• Tatar, O-; Sürdürülebilir Yaşam ve Çevre Dersi
Notları, Yaşar Üniversitesi, İzmir 2010.
• Tatar, O-; Kentsel Ekoloji ve Yaşanabilir Kent, Ege Üniversitesi, İzmir 2008.
• İklim Çözümleri: 2050 Türkiye Vizyonu, WWF, Türkiye
Doğal Hayatı Koruma Vakfı Yayını, İstanbul 2009.
• www.mozturk.net/Upload/karbon.pdf
• www.karbonayakizi.com
• www.enerjikongresi.com/doc/2009/sunumlar/YagmurKarabulut.ppt
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
55
ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR
HADİSLE MÜJDELENEN KUMANDAN
FATİH SULTAN MEHMET HAN
“İstanbul bir gün mutlaka fetholunacaktır; onu fetheden kumandan
ne güzel kumandandır, onu fetheden asker ne güzel askerdir…”
Ümit Kaçar
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanı
BATILI GÖZÜYLE
FATİH PORTRESİ
“Sultan Mehmet çok az gülerdi.
Zekâsı daimî bir çalışma
halindeydi. Çok cömertti. Her işte
fevkalâde atılgan hatta cüretkârdı.
Seçtiği hedeflere erişmek için çok
ısrar ederdi. Soğuğa sıcağa açlığa
susuzluğa tahammüllüydü. Kesin
konuşur kimseden çekinmezdi.
Zevk ve sefadan uzaktı. Türkçe,
Yunanca ve Sırpçayı çok iyi
konuşurdu. Her gün bir müddet
okurdu. Roma tarihi, başka
devletler tarihi, Papaların, Alman
İmparatorları ile Fransa ve
Lombardiya krallarının vakaları
okuduğu tarihler arasındaydı.
Avrupa’daki bütün devletleri
tanırdı. Özellikle İtalya’nın
coğrafyasını en ince noktasına
kadar bilirdi ve bir Avrupa
haritasını yanından ayırmazdı.
Askerî ve coğrafî ilimlerle
isteyerek meşgul olur araştırmalar
incelemeler yapardı. Tabiiyeti
altında bulunan ülkelerin âdet
ve şartlarını devletin ve bölgenin
menfaatlerine kullanmakta
maharetliydi.”
(Zorzo Dolfin)
56
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Tarihte öyle olaylar vardır ki, kendisinden
kulübeler ve barakalar bulunduğunu bildirir.
önceki asırlara mührünü vuran ne varsa hep1419’da şehri ziyaret eden Buondelmonte ise,
sini birden siler süpürür ve yeni bir dengeler
Marmara sahilinin tamamen metruk, fenerlesistemi kurar…
rin harap olduğunu, şimdiki Fatih Camii’nin
Tarihte öyle kişiler vardır ki, geçmiş zayerinde bulunan Havariyun kilisesinin yıkılmış
manların oluşturduğu dengelere meydan
bulunduğunu ve açık sarnıkların bostan yapılokuyarak, en kadim şehirleri bile yeninin
mış olduğunu söyler. 1433’de yani, fetihten
taptaze nefesiyle gelecek çağların ruh ikli20 sene evvel İstanbul’a gelen Bertrandon de
mi haline getirir…
la Broquiere’den öğrendiğimize göre de şehir,
Fatih ve İstanbul’un hikâyesi de böyle bir
ekilmiş sahalar ile birbirinden ayrı düşmüş
duruma işaret eder. İstanbul’un fethi, tarihkısımlar halinde bulunuyordu.”
te ender rastlanan bir lider ile yine tarihte
eşine ender rastlanan muhteşem bir şehrin
FETİH’TEN ÖNCE
ŞEHZADE MEHMET
düğün gecesidir.
Hiç şüphesiz Fatih,
Son kaldığımız tarihten
daha başka yaptığı işlerle
başlayalım… Bertrandon de
Hiç şüphesiz Fatih, la Broquire’nin İstanbul’u gezİstanbul’un çok ötesinde bir
karakterdir. Fakat İstanbul,
daha başka yaptığı diği sıralarda Şehzade MehFatih’in yaptığı o mühim işmet henüz iki yaşındadır. Ve
işlerle İstanbul’un
lerin kalbinde duran taze
büyük ağabeyi Ahmet ve kübir ruh iklimidir… Fatih’in
çük ağabeyi Alaaddin Ali ile
çok ötesinde bir
yaklaşık 449 yıl önce fetbirlikte Edirne’den Amasya’ya
karakterdir. Fakat
hettiği İstanbul, bu büyük
yolculuk hazırlığındadır… Ve
İstanbul,
Fatih’in
liderin oluşturduğu dünya
herkes Amasya’nın ne anlasisteminin kalbidir hâlâ...
mına geldiğini bilmektedir…
o yaptığı işlerin
Fakat bütün bunların anSultan Murad’ın yerine geçekalbinde duran,
laşılabilmesi için o şehrin
cek kişi Amasya sancakbeyi
fetihten kısa bir süre önceki
olarak gönderilen büyük ağataze ruhtur…
suretini bilmek gerekir…
bey Ahmet’tir.
Daha sonraki yıllar ise iki
FETİHTEN ÖNCE İSTANBUL
ağabeyini kaybeden hüzünlü ve zaman zaSamiha Ayverdi, “Osmanlı Asırları” kitaman hırçın bir çocukla karşı karşıyayız… Ve
bında fetih öncesi İstanbul’u gezen seyyahların
iki oğlunu toprağa veren Sultan Murad ise
şahitlikleriyle şehrin suretini şöyle tasvir eder:
üzüntülü bir şekilde tahttan çekildiğinde, bu
“XIV. asırda İstanbul’u ziyaret eden Arap
hırçın çocuk zoraki tahta çıkar. 12 yaşındadır ve devletin bütün yükü omuzlarındadır.
seyyahlarından Ebül Feda, şehrin göbeğinde
çift sürülüp ekin ekildiğini ve boş olarak terk
Çocuk yaştaki hükümdarı fırsat bilen
edilmiş evler bulunduğunu yazar. 1403’de
haçlılar harekete geçerlerken, bir taraftan
Castile sefiri olan Clavijo da, şehrin boş ve
da Bizans topraklarından yayılan fitne, devbirçok vadilerinin ekilmiş olduğunu, yer yer
let içinde çalkalanmalara sebep olmaktadır.
ŞAİR VE ÂLİM
PADİŞAH
Fatih, askeri başarılarla Osmanlı
Devleti'ni büyük bir imparatorluğa
dönüştürdü. Bilime, tarihe ve
felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçeden
başka Arapça, Farsça, Latince ve
Yunanca kitaplardan oluşan özel bir
kütüphanesi vardı.
"Avni" takma adıyla şiirler yazdı.
Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in
Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959)
gibi adlar altında basıldı.
Bilim adamlarını ve edebiyatçıları
destekleyen Fatih, nesir ustası Sinan
Paşa ile şair Ahmed Paşa'yı vezirliğe
kadar yükseltti. Ünlü matematikçi
ve astronomi bilgini Ali Kuşçu'nun
İstanbul'da kalmasını sağladı. Fatih,
İtalyan ressam Gentile Bellini'yi
1479'da İstanbul'a getirterek
resimlerini yaptırdı.
Manisa’da gündüzleri
eğitimini sürdüren
Şehzade Mehmet,
geceleri ise rüyalarını
süsleyen fetih için
taktikler geliştirir…
Daha sonra
döktürülecek topların
ilk çizimlerini burada
yapmaya başladığı
rivayet edilir.
Çocuk padişah, çocukluğu aşan bir
iradeyle inzivaya çekilmiş babasına "Eğer
padişah siz iseniz, devletimizin bu zor gününde ordumuzun başında olmamanız törelerimize uymaz. Yok, eğer padişah ben
isem, işte size emrediyorum, geliniz ve
derhal ordularımın başına geçiniz.” diyerek
babasını yeniden saltanata davet eder.”
MANİSA’DA FETİH RÜYASI
Şehzade Mehmet, Edirne’de bir sene
içinde yaşadığı olaylar nedeniyle bir anda
olgunlaşmıştır sanki. Vakanüvislerin deyişiyle “Zekâdan dolayı yerinde duramayan
çocuk, yaşadığı olaylar neticesinde birden
sorumluluğu bilen ve hatta sorumluluk
bilincini aşan rüyalar görmeyen başlayan
bir yetişkin” oluverir.
Manisa’da bir tarafta Akşamseddin ve
Molla Gürani’nin hocalıklarında manevi ve
müspet ilimler konusunda eğitim alırken,
diğer taraftan da dönemin yetkin savaşçılarından kılıç ve savaş eğitimleri alır. Hatta
öyle ki, Molla Gürani tarafından kendine
tahsis edilen bahçede bahçıvanlık yaparak,
Osmanlı padişahlarının her birinde olduğu
gibi kendine has bir meslek edinir.
Gündüzleri eğitimini sürdüren Şehzade, geceleri ise rüyalarını süsleyen fetih için taktikler geliştirir… Daha sonra
döktürülecek topların ilk çizimlerini dahi
burada yapmaya başladığı rivayet edilir.
TAHTA İKİNCİ DEFA GEÇİŞİ
II. Murat 1451'in 3 Şubat günü vefat
eder… Babasının vefat haberini Sadrazam
Halil Paşa'nın özel ulakla Manisa'ya gönderdiği mektupla alan Şehzade Mehmet,
"Beni seven ardımdan gelsin!" diyerek atına
atlayıp, kuzeye doğru yola çıkar ve maiMAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
57
ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR
yetindekilerle birlikte 18 Şubat 1451’de
Edirne'de ikinci kez tahta çıkar.
İlk tahta çıktığı zaman yaşadığı sıkıntıları yeniden yaşamamak ve yıllarca rüyasını
kurduğu fethin önünde engel olabilecek
unsurları temizlemek için devleti yeniden
yapılandırır. Bu çerçevede Çandarlı Halil
Paşa'yı sadrazamlık makamında tutmasına karşın, artık gerçek iktidar kendisiyle
birlikte lalaları Şahabeddin ve Zağanos
paşaların başını çektiği savaşçı kesime
daha etkin görevler verir.
İSTANBUL SURLARININ ÖNÜNDE
Tahta çıktığı andan itibaren kilitlendiği tek hedef İstanbul’dur artık. Sultan
Mehmet, iki yıllık bir hazırlık aşamasından
sonra ordusuyla birlikte İstanbul surlarının önündedir… Fakat bu surlar kaç
akını geri püskürtmüştür… Nice fatihler
bu surlar karşısında çaresiz kalmıştır…
Geleceğin fatihinin kafasını en çok bu
surlar ve onun mağlup ettiği ordular meşgul etmektedir.
Ünlü yazar Stefan Zweig’in muhteşem
üslubuyla “Yıldızın Parladığı Anlar” kitabında surlar şöyle tasvir edilir:
“Bizans’ın bir tek kudret ve kuvveti
daha vardır: Surları. Bir zamanlar dünyayı
kaplayan muhteşem ve mutlu geçmişin
mirası olarak sadece bunlar kalmıştır. Üç
katlı bir zırh tabakası, şehri bir üçgen
gibi çevirmektedir. (…) Mazgallar ve
burçlarla süslenmiş, su dolu hendeklerle
korunmuş, dört köşe dev kaleleriyle her
yanını kontrol edebilen ve bin yıllık bir
tarihin bütün imparatorları tarafından
daima eklemeler yapılmış, daima yenilenmiş bulunan bu birbirine paralel çift
ve üç sıra duvardan kurulu eşsiz surlar,
o devre göre ele geçirilemezliğin gerçek
bir sembolüydü.”
GEMİLER KARADAN YÜRÜR
Gerek Manisa yılları, gerekse
Edirne’de geçen iki yıllık süreç içinde
fetih üzerine düşünen ve taktikler geliştiren Sultan Mehmet, işte bu surların
aşılması yönünde olmazı oldurmak için
insanüstü bir çabanın gerekli olduğunu
bilmektedir. Fakat kaderin azmi yoğurduğu bir zamanda yaşamıştır sultan…
Nitekim bu azimle yoğrulmuş kişilik, tarihçilerin “akıl almaz” dedikleri olayları
gerçekleştirecektir. Akıl almaz buluşlarla
olmazları olduran, harp kaideleriyle alay
edercesine ordularını sevk ve idare eden
sultanın, topçulukta balistik hesaplarını
bizzat yapması, seyyar muharebe kuleleri
inşası, lağım tertibatı ve bütün bu vasıta
ve aletlerin kullanılmasını nizamlayıp
kolaylaştıran pratik zekâsı ve dinamik
kararları, hep bu azmin ve kararlılığın
sonucudur…
DEVLETTEN
İMPARATORLUĞA
DÖNÜŞTÜREN
KANUNNAMELER
Fatih, Osmanlı Devleti’ne düzenli ve
sürekli bir yapı kazandırmak için
önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim,
maliye ve hukuk alanında koyduğu
kuralları içeren Fatih Kanunnamesi,
sonraki dönemde de yürürlükte
kaldı. Fatih’in Osmanlı devlet
düzenine ilişkin temel ilkelerin pek
çoğu, Tanzimat dönemine kadar
geçerliliğini korudu. Fatih’in saltanatı
döneminde Osmanlı ülkesine 500'den
fazla mimari yapı kazandırıldı.
Onun adına yapılan en önemli yapı,
İstanbul'da bir cami ile medrese,
kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa
(hastane), hamam, kervansaray gibi
birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir.
58
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Nice fatihlerin geri püskürtüldüğü surlar ardına gizlenen
ve fakat bir o kadar da hayata küsmüş olan İstanbul,
yeni sahipleriyle kucaklaşarak bu küskünlükten kurtulur.
FATİH'İN İNSAN
HAKLARI
AHİDNAMESİ
Sultan Mehmet, ilk tahta çıktığı zaman yaşadığı
sıkıntıları yeniden yaşamamak ve yıllarca rüyasını
kurduğu fethin önünde engel olabilecek unsurları
temizlemek için devleti yeniden yapılandırır.
Bu azimle karadan yürütülen gemiler, görmeyenin inanamayacağı cinstendir.
Nitekim gemilerin karadan yürütüldüğü
demde, Haliç’te büyük bir Venedik gemisinde bulunan ve olup bitenleri yakından
takip eden Nicolas Barbaro şunları yazar:
“Bu gemilerin, sanki denizde imiş gibi
karada hareketleri hadisesini gözleriyle
takip etmemiş bir kimse için bunun inanılmayacak garip bir manzara olduğunu
tekrar ederim… Olup bitenleri gözlerimle
gördüm. Aksi halde hadisenin vukuunda
hazır bulunmamış olsaydım, asla inanmazdım.”
VE KAVUŞMA…
29 Mayıs 1453… İki aylık kuşatma sonunda aşılmaz denilen surlar aşılır; çocukluğundan beri Sultan Mehmet’in rüyalarını
süsleyen, İslam peygamberinin müjdelediği
o muhteşem fetih gerçekleşir… Nice fatihlerin geri püskürtüldüğü surlar ardına
gizlenen ve fakat bir o kadar da hayata
küsmüş olan şehir, yeni sahipleriyle kucaklaşarak bu küskünlükten halas olur…
Fetihten sonra “Fatih” unvanını alan
Sultan Mehmet, hem peygamberimizin
kutlu müjdesine muhatap olur, hem de
fetihten hemen sonra başlattığı faaliyetlerle İstanbul’u tekrar dünyanın merkezi
haline getirir.
Bu kavuşma hikâyesini batılı tarihçi
Gibbon’un sözleriyle bitirelim:
“İstanbul 1453’te Türk ordularının
önünde düştü. Düşerken de kendinden
daha yüce bir kudretin merkezi ve kalbi
olarak bir sfenks gibi ayağa kalkıp, iyi ve
kötü günler görmüş tarihinde yeni hayatına, Osmanlı İmparatorluğu’nun taht şehri
olarak girdi.”
Bosna’yı fetheden Fatih Sultan
Mehmet Han, bölge halkını dininde
serbest bıraktı. Büyük liderin
Bosna’da yaşayan rahiplerin dini
serbestliklerini garanti altına
alan aşağıdaki fermanı, bugünün
şartlarında bile dünyaya örnek olacak
mahiyettedir.
"Nişanı-ı hümayun şu ki; ben ki
Sultan Mehmet Han'ım; üst ve alt
tabakada bulunan bütün halk
tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu
fermanı taşıyan Bosna rahiplerine
lütufta bulunup şu hususları
buyurdum: Söz konusu rahiplere
ve kiliselerine hiç kimse tarafından
engel olunmayıp rahatsızlık
verilmeyecektir. Bunlardan gerek
ihtiyatsızca memleketimde duranlara
ve gerekse kaçanlara emn-ü aman
olsun ki, memleketimize gelip
korkusuzca sakin olsunlar ve
kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne
vezirlerim ne de halkım tarafından hiç
kimse bunlara herhangi bir şekilde
karışıp incitmeyecektir. Kendilerine,
canlarına, mallarına, kiliselerine ve
dışarıdan memleketimize getirecekleri
kimselere yeri ve göğü yaratan
Allah hakkı için, Peygamberimiz
Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı
için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi
dört bin peygamber hakkı için ve
kuşandığım kılıç için en ağır yemin
ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen
hususlara söz konusu rahipler benim
hizmetime ve benim emrime itaatkâr
oldukları sürece hiç kimse tarafından
muhalefet edilmeyecektir."
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
59
KADİM ŞEHİRLER
DÜNYANIN
MERKEZİNDE
DURAN ŞEHİR
İSTANBUL
Doğu ile Batı’nın buluştuğu, kültürlerin
kaynaşarak yeni bir terkibe ulaştığı rüya şehir
İstanbul, stratejik konumu itibariyle “dünyanın
merkezi” olma özelliğini hiç kaybetmemiş, her
badireyi atlatarak bu kimliğini GÜNÜMÜZE taşımıştır.
Hasan Hüseyin ÖZ
İstanbul’u yazmak… Zorların zoru…
Ne bir terkip, ne bir üslup, ne de idrak
yeter buna. Bir sır gibidir İstanbul… Bir
yazarın dediği gibi “insan ömrü ne kadar
uzun olursa olsun, her an karşınıza bir
farklı desen çıkar” bu beldede… Her sırrın
ardında başka bir sır…
Onun için bu sırlardan bir sır olan
“dünyanın merkezi” olma özelliğinin küçük bir parçasını tarihsel açıdan yazmaya
çalışacağız… Ve fakat bu parçanın dahi
kâmilen yazılamayacağını biliyoruz…
60
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Temelleri M.Ö. 7. Yüzyılda atılan İstanbul, kadim zamanlardan bu yana dünyanın
en önemli çekim merkezlerinden biri olagelmiştir. Şehrin ilk merkezi yarımadanın
doğusunda bulunan Sarayburnu’nda “Bizantion” adıyla kurulmuştur.
BİZANTİON’DAN
KONSTANTİNOPOL’E
Bulunduğu stratejik konum itibariyle ekonominin de merkezi olan şehir sık
sık istila girişimlerinin hedefi olur. Fakat
her zaman kendi kimliğini korur. İstila
girişimlerini savuşturduktan sonra uzun
asırlar şehir devleti olarak kalan şehir,
M.Ö. 191’de Roma tarafından işgal edilir
ve Latinleştirme politikalarına maruz kalır.
“Bizantion” olan ismi Latinleştirme
politikaları neticesinde “Bizantiyum”a
dönüştürülür. Aşağı yukarı 500 yıl “Bizantiyum” ismiyle anılan ve Roma’nın en
önemli metropollerinden biri olan şehir,
330 yılına gelindiğinde I. Konstantin tarafından başkent ilan edilir. Konstantin’in
ölümü ile birlikte onun hatırına şehrin ismi
de “Konstantinapolis” olarak değiştirilir.
HRİSTİYAN TARTIŞMALARININ
MERKEZİ.
395 yılı İstanbul için yeni bir sürecin
başlangıcıdır. Roma İmparatorluğu, Hıristiyanlık ve putperestlik tartışmaları çerçevesinde ikiye ayrılır. Hıristiyanlığı benimseyen
Konstantin 330’dan itibaren şehri Hıristiyanlaştırarak, batıdaki pagan Roma’ya karşı bir
mücadele başlatır. Bütün bu mücadelelere
karşın şehir gelişmesini sürdürür. Doğu ve
batının kesişme noktası, ekonomik ve siyasal sistemin yanında teolojik sistemin de
belirleyicisi konumundadır artık.
AYASOFYA’NIN ETRAFINDA
ŞEKİLLENEN ŞEHİR
Şehir bu dönemde yeni bir yapılanma
içindedir aynı zamanda. Ayasofya özelinde
şehrin merkezinin belirlenmesi söz konudur. Üç defa inşa edilmek zorunda kalınan
Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu’nun
ve onun başkenti Konstantinopolis’in tarihi
serüvenini de belirlemektedir.
İmparator I. Konstantin tarafından
yapımı başlatılan birinci Ayasofya, II.
Konstantin tarafından bitirilir. 20 Haziran
404’te çıkan isyanlar sırasında yanan bu
ilk kilise büyük ölçüde tahrip olur.
İlk kilisenin isyanlar sırasında yakılıp
yıkılmasından sonra, İkinci Ayasofya’nın
yapımı, 10 Ekim 415’te gerçekleşmiştir.
Fakat bu yapı da Nika İsyanı olarak bilinen isyan sırasında, 13-14 Ocak 532’de
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
61
KADİM ŞEHİRLER
Camileri, külliyeleri,
bedestenleri, dergâhları,
türbeleri ve mezar
taşlarıyla; sarayları,
kilise ve havralarıyla
İstanbul, dün olduğu gibi
bugün dünyanın aradığı
“barış ve hoşgörü şehri”
vasfını sürdürmekte
ve insanlık âlemine
söyleyeceği yeni barış
şarkısını sükûnetle
terennüm etmektedir…
yakılıp yıkılır. Siyasal ve dini anlaşmazlıklar sonucu çıkan Nika isyanı sonucunda, Hipodrom'da (bugünkü Sultanahmet
Meydanı) 30 bin kişi öldürülür.
Üçüncü Ayasofya’nın 23 Aralık 532'de
başlanan yapım çalışması 27 Aralık 537'de
tamamlanır ve ana iskelet olarak bugünkü
yapısına kavuşturulur.
İlk iki Ayasofya daha ziyade klasik Roma mimarisine göre yapılırken,
üçüncüsü yeni ve özgün bir mimariyle
inşa edilir. Ayasofya artık Doğu Roma
İmparatorluğu’nun iktidar nişanesi konumundadır.
653 yılında yapılan seferden sonra ikincisi
Muaviye döneminde gerçekleştirilir. İkinci
seferde Abdullah bin Abbas, Abdullah bin
Ömer, Abdullah bin Zübeyir gibi önde gelen İslam komutanları bulunur. Ve ayrıca
günümüzde “Eyüp Sultan” diye meşhur
“Ebu Eyyüb el-Ensarî” de bu seferde bulunur ve bu kuşatma sırasında şehit olur.
İslam askerleri tarafından büyük bir merasimle cenaze namazı kılınarak surlara
yakın bir bölgeye (şu an ki Eyüp ilçesi)
defnedilir.
EYÜP EL ENSARİ HAZRETLERİNİN
İSTANBUL SEFERİ
İslam fetihlerinin en önemli hedeflerinden biri olan İstanbul, batıda da Katolik dünyanın hedefleri arasındadır. Roma
kültürünün ve Latince'nin yerini alan Yunan dili ve kültürü batı dünyası ile dinsel
ayrışmanın kökleşmesine sebep olur ve
doğudaki bu dini merkez, Katolik dünya
için de mutlak surette ele geçirilmesi gereken bir merkezdir artık.
Ayasofya’nın inşasıyla Kudüs’ten sonra
dini bir merkez haline gelen İstanbul, uzun
yıllar Hıristiyanlığın kendi iç çatışmalarına
da ev sahipliği yapar.
İstanbul 7. ve 8. Yüzyıllarda Müslüman
ordularının fetih girişimlerine muhatap
olur. İlki Hz. Osman hilafeti döneminde
LATİN İSTİLALARI VE
ŞEHRİN HARAP EDİLİŞİ
Kız kulesi
62
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne
yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık
üzerinde inşa edilmiş olan Kız Kulesi hakkında Evliya Çelebi
şunları yazmaktadır:
“Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkârane
yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 (seksen) arşındır.
Sathı mesehası iki yüz adımdır. İki taraftan yerde kapısı vardır.”
Tarihi M. Ö. 24’e kadar götürülen kulenin bugünkü halinin
temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır.
Madalyon şeklindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini
veren Sultan II. Mahmut’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış
1832 tarihli bir tuğrası vardır.
Haçlı seferleri dönemine kadar birçok
batı saldırısını savuşturan kent, 1204 yılında Latinler tarafından işgal edilir ve
haçlı güçlerinin tahriplerine maruz kalır. Özellikle Ayasofya bu dönemde ciddi
tahribe uğrar. 1261 yılına kadar da Latin
İmparatorluğu'nun başkenti olur.
OSMANLI’NIN KIZIL ELMASI
Latin imparatorluğunun yıkılmasından
sonra tekrar Bizans’ın başkenti olan İstanbul, artık eski devirlerinden çok uzaktadır.
Bizans’ın iç çatışmaları, doğudan yükselen
Müslüman Türk gücü, şehrin gittikçe içe
kapanmasına sebep olmaktadır.
Osmanlı’nın kuruluşu ve balkanlara
doğru genişlemesi bu süreci daha da hızlandırır. Nitekim İslam’ın ilk yıllarından
itibaren önemli bir fetih hedefi olan şehir,
bu geleneğin sürdürücüsü olan Osmanlılar tarafından kızıl elmaya dönüştürülür.
Yıldırım Bayezid ve II. Murat devirlerinde
kuşatılan şehir, gerçek fatihiyle tanışmak
için gün saymaktadır…
BİN YILLIK TARİHİN
SONUNDA FETİH
Bizantion, Bizantiyum ve Konstantinopolis… Sarayburnu’nda başlayan tarih,
önce Roma, sonra onun devamı olan Bi-
zans eliyle 1453’e kadar taşınır. Muhteşem surlarına güvenen şehir, aslında içe
kapanmadan ziyade bir çöküş süreci yaşamaktadır…
Karşısında ise kurulduğu günden itibaren kendisini Kızıl Elma olarak gören
Osmanlıların genç sultanı II. Mehmet vardır… 29 Mayıs 1453’e gelindiğinde şehir
yeni sahipleriyle müşerref olur… İçe doğru
kapanmanın ve dahi çöküş acıları çekmenin
verdiği ıstıraptan kurtulmanın sevinciyle
hemen yeni sahiplerini kabullenir…
Yeni sahipleri ise, bu şehrin bütün birikimlerini, bütün yaşadıklarını inceden
inceye süzüp, yeni bir hamleyle onu geliştirmenin yollarını arar…
KONSTANTİNOPOL’DEN
İSTANBUL’A
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldığında fetih sisteminin bir sonucu olarak
Ayasofya’yı camii yapar. Fakat burada kalıcı olduğunu, kuru bir cihangirlik davası
gütmediğini olamadığını göstermek için
de Atik Sinan’a Fatih Camiini yaptırır…
Ve Konstantinapol İstanbul olur.
Bin yıldır homojen bir toplum tasavvuruyla sıkıntı yaşayan şehir genç fatihiyle
birlikte bütün inançların, bütün fikirlerin
merkezi konumuna getirilir.
Kanlıca’nın
yoğurdu
Beykoz’un Anadoluhisarı ile
Çubuklu arasında bulunan Kanlıca,
İstanbul’un tarihi dokusunun
yanında doğal güzelliğiyle öne çıkan
bir bölgedir. Mihrabad Korusu,
Anadolu yakasının en yeşillik
yerlerinden biri haline getirir
Kanlıca’yı. Sahilde, Çınaraltı'nda
üzerine pudra şekeri konularak
yenilen Kanlıca Yoğurdu, bu cennet
köşesine ayrı bir lezzet katar…
Anadolu
kavağı
Marmara Denizi ile Karadeniz’in
birleştiği yerde kurulan
Anadolukavağı, İstanbul’un en sakin
muhitlerinden biridir. Doğu Roma
döneminde kalma Yoros Kalesi,
buranın sembolü gibidir. Semt,
balıkçıların ve balıkçı restoranlarının
yoğun olmasıyla ayrı bir özellik
kazanır.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
63
KADİM ŞEHİRLER
Mimar Sinan
Bir tarihçinin dediği gibi; “Osmanlı medeniyeti sadece
sultanlar medeniyeti değildir; Osmanlı sultanlarla birlikte,
Âlim ve Ustaların birlikte yoğurduğu bir medeniyettir.”
Bunun en görünen örneği de İstanbul’dur… İstanbul’daki
eserlere bakıldığı zaman da Mimar Sinan’dır.
Her bir köşesinde Mimar Sinan’ı görürsünüz İstanbul’un...
Üsküdar’dan Mihrimah Camii’nden boğazın öte
yakasında bulunan Edirne kapıdaki Mihrimah Camiini
görürsünüz… Süleymaniye ve Atik Valide Sultan camileri
bir başka kesişme noktasıdır. Sarnıçlar, köprüler,
medreseler, çarşılar hep bu ustanın eserleridir.
Muhteşem Süleymaniye’nin karşısında ömrünün son
demlerinde yaptığı Atik Valide Sultan bir sanatkârın
dünya görüşünün iki yüzünü gösterir… Süleymaniye bir
mühürdür, hayatın bütün gücüyle hissedildiği bir mühür…
Mekânda sonsuzluk emarelerinin en güzel terkibi… Atik
Valide Sultan ise kubbelerinin ahengiyle size muhteşem
bir seyir şölenine davet ederken, aynı zamanda
tevazuun ve geçiciliğin duygusunu ruhunuza mühürler.
Onun eserlerine baktığınız zaman; “Eser ve müessirin bu
kadar iç içe geçtiği başka bir yapı görür mü insan?” diye
düşünmeden edemezsiniz…
64
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Süleymaniye’nin inşası
şehrin merkezini
Ayasofya’dan buraya
taşır. Bununla birlikte
Ayasofya’nın hemen
karşısında bulunan
Sultan Ahmet Camii,
mavinin bütün tonlarıyla
yeni toplum sisteminin
inceliklerini gösterir.
Yüz yıllardır birbiriyle çatışmalı olan
Monofizit Ermeniler ile diofizit Ortodokslar, aynı şehirde Müslüman Türk hoşgörüsünün güvencesi altında bir arada yaşamaya başlarlar.
Yahudiler ve diğer inançlar da bu engin
hoşgörüden nasiplerini alırlar. Ortodoks
kilise ile Grogeryen kilise, Yahudi havrasıyla birlikte camiinin hemen yanı başında
hoşgörü prensibi çerçevesinde bir arada
yaşayacaktır.
AYASOFYA’DAN SÜLEYMANİYE’YE
Fetihten sonra İstanbul’un tarihi birikimi kendi birikimi gibi görüp, onun üzerinde hassasiyetle titreyen yeni sahipler, yeni
dünyanın da eserlerini yapmaya başlarlar.
Bezgin ve yılgın Ayasofya’yı elden geçirip, dört minare eklettikten sonra, bir vakıf
sistemi kurarak bu kadim yapının bugüne
kadar ayakta kalmasını sağlar… Ayasofya
örneğinde olduğu gibi gerek eski yapılar,
Üç defa inşa edilen
Ayasofya, Doğu Roma
İmparatorluğu’nun
ve onun başkenti
Konstantinopolis’in tarihi
serüvenini de belirler…
Özgün bir mimariyle
üçüncü kez inşa edilen
Ayasofya, Doğu Roma
imparatorluğunun iktidar
nişanesi gibidir…
gerek toplumsal sistem Osmanlı garantisi
altında bugüne kadar taşınır.
Levantin yaşadığı Taksim, bizzat sultanın güvencisi altındadır artık. Bu yönüyle
şehir yeni bir sistemin merkezidir. Yine
Fatih döneminde yapılan Topkapı, bütün
tevazusuyla bu sistemin bir göstergesidir.
Ve Süleymaniye… Ayasofya’nın biraz
ilerisinde Mimar Sinan tarafından inşa
edilen Süleymaniye, şehrin yeni merkezidir artık. İstanbul medeniyetinin merkezi yani… Bununla birlikte Ayasofya’nın
hemen karşısında bulunan Sultan Ahmet
Camii, mavinin bütün incelikleriyle eski
mimarimizin tezhip ve tezyiniyle yeni toplum sisteminin inceliklerini gösterir.
DÜNYANIN MERKEZİ
Kurulduğu günden itibaren hep çekim
merkezi olan, tarihe çoğu zaman yön veren
İstanbul, bütün varlık iddiasının kemalini
sanki Osmanlı’da bulmuş gibidir… Yedi tepenin her birinde şekillenen mimari, çokluk
içinde birlik ilkesinin en güzel örneğidir…
Gerek ticaret, gerek siyaset ve gerekse
din açısından bu ilke hep kendini gösterir.
Nitekim dünya sisteminin geçen yüzyıldaki merkezi de İstanbul’dur. Dünyanın
yeniden şekillendiği bir zamanda İstanbul,
galip devletler tarafından ele geçirilmeye
çalışılır; ancak bin yıldır bu topraklarda
bulunan sahipleri buna izin vermezler…
Camileri, külliyeleri, bedestenleri,
dergâhları, türbeleri ve mezar taşlarıyla;
sarayları, kilise ve havralarıyla İstanbul,
dün olduğu gibi bugün dünyanın aradığı
“barış ve hoşgörü şehri” vasfını sürdürmekte
ve insanlık âlemine söyleyeceği yeni barış
şarkısını sükûnetle terennüm etmektedir…
Yahya Kemal
Nice şairleri
kendine meftun
etmiştir İstanbul…
Sultan II.
Mahmut’tan
Abdülhak Hamit’e,
Necip Fazıl’dan
Nazım Hikmet’e,
Orhan Veli’den
Ziya Osman
Saba’ya daha
nice şair, şiir gibi şehrin resmini kelimelerle
çizmişlerdir… Yahya Kemal de bu şairler
korosunun en mümtaz yerinde duruyor. Tarih
içinde yaşadığı birçok maceradan güzelliğin
letafetiyle çıkmayı bilen yedi tepeli şehir, Yahya
Kemal’in mısralarında muhteşem bir ahenkle
salınıyor…
Bir Başka Tepeden
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
65
ÇEVRE SIĞLA AĞACI
TÜRKİYEDE’Kİ DOĞAL SİTLERİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Osman İYİMAYA
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel MüdürÜ
Doğal ve kültürel kaynak değerleri
yönünden eşsiz bir zenginliğe sahip olan
ülkemizde, doğa koruma amaçlı yürütülen
farklı yasal statülerden birisi de “Doğal
Sit Alanları”dır. “Doğal Sit Alanı” jeolojik
devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere
ait olup; yer üstünde, yeraltında veya su
altında yer alan, ender bulunmaları veya
özellikleri ve güzellikleri bakımından
korunması gerekli alanlardır. Ülkemizde
doğal sit alanları, tabiat varlıkları, tabiat
anıtları, özel çevre koruma bölgeleri gibi
korunan alanların belirlenmesi, planlaması,
örgütlenmesi ve denetim gibi temel işlevlerin yerine getirilmesinde ciddi sorunlar
yaşanmaktadır. Korunan alanlardaki sorunların giderilebilmesi için etkin yönetim sisteminin oluşturulması son derece
önemlidir.
Bilindiği üzere 17.08.2011 tarih ve
28028 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 648 sayılı “Çevre Ve
Şehircilik Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Hükmünde Kararname” ile
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı özel
bütçeli bir idare olan Özel Çevre Koruma
Kurumu Başkanlığı kapatılmış, Bakanlık
Hizmet Birimi olarak Tabiat Varlıklarını
Koruma Genel Müdürlüğü kurulmuş olup
ilgili Kararnamenin 13/A maddesi ile Genel Müdürlüğe aşağıda belirtilen görevler
verilmiştir.
66
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
a) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak
alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan
diğer alanların tescil, onay ve ilanına dair
usul ve esasları belirlemek ve bu alanların
sınırlarını tescil etmek.
b) Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları
ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit,
tescil, onay, değişiklik ve ilanına dair usul
ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek
ve yönetilmesini sağlamak.
c) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat
anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit
alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma
bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların kullanma ve yapılaş-
maya yönelik ilke kararlarını belirlemek
ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak,
yaptırmak, değiştirmek, uygulamak veya
uygulanmasını sağlamak.
ç) Tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü
bulunan diğer alanların çakıştığı yerlerde
koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüşünü alarak belirlemek ve
bu alanların kısmen veya tamamen hangi
idarelerce yönetileceğine karar vermek,
her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım
ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak.
d) Orman alanları dışında yer alan korunması gerekli taşınmaz tabiat varlıkları,
koruma alanları ve doğal sit alanlarının
Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına,
onaylanan planlara uygun olarak kullanılmak üzere tahsisini gerçekleştirmek, uygulamaların tahsis şartlarına uygun olarak
gerçekleşmesini izlemek ve denetlemek.
e) Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları
ile özel çevre koruma bölgelerine ilişkin
olarak; hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak
ve onaylamak, her türlü araştırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim
ve bilinçlendirme çalışmaları yürütmek,
kullanım yasağı getirilen alanların kamulaştırma veya benzer yollarla kamunun
eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve
denetim yapmak, gerekli görülen alanların
korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla
yatırım yapmak veya ilgili idarelerin yatırım projelerini desteklemek, bu alan ve
bölgelerde Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerlere ilişkin her türlü tasarrufta bulunmak, işletmek, işlettirmek ve
kullanım izinlerini vermek, korunan alanlara ilişkin insan ve finansman kaynağı
sağlamaktır.
Kurulduğu tarihten itibaren Bakanlığımız Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğünün yetki ve sorumlulukları ile
korunan alanlarda şu süreçler başlamıştır:
BİLİMSEL TEMELLİ KORUMA YAKLAŞIMI: Korunan alanların biyolojik, ekolojik,
jeolojik vb. özellikleri belirlenerek daha
etkin korunması.
KORUMA AMAÇLI PLANLAMA VE
UYGULAMA SÜRECİ: Korunan alanlarda koruma kullanma dengesi gözetilerek
her tür ve ölçekte planların yapılması ve
uygulanması sağlanmaktadır.
DOĞAL SİT ALANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ: Ülkemizde bulunan 1273
Adet Doğal Sit Merkez ve Bölge Komisyonları ile doğal sit alanlarının etkin ve
sürdürülebilir yönetilmesi.
Yetki ve Sorumluluğu Bakanlığımıza
verilmiş olan 1273 adet olan doğal sit alanlarının illere göre dağılımları da aşağıdaki
haritada verilmektedir.
TÜRKİYE’DEKİ DOĞAL SİT
ALANLARININ DAĞILIMI
Doğal sitler ile ilgili koruma usul ve
esaslarını belirleme ve alınacak her türlü
kararı onaylama yetkisi Tabiat Varlıklarını
Koruma Genel Müdürlüğünde olup, değerlendirmeler 15 üyeden oluşan Merkez
Komisyonu ile 19 İlde 25 Bölge Komisyonu
tarafından yapılmaktadır. Komisyonlar konusunda uzmanlaşmış mimar, şehir bölge
plancıları, arkeolog, biyolog, peyzaj mimaMAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
67
ÇEVRE
Ülkemizde doğal sit
alanları, tabiat varlıkları,
tabiat anıtları, özel
çevre koruma bölgeleri
gibi korunan alanların
belirlenmesi, planlaması,
örgütlenmesi ve denetim
gibi temel işlevlerin yerine
getirilmesinde ciddi
sorunlar yaşanmaktadır.
rı, harita ve kadastro, inşaat, ziraat, çevre,
jeoloji, orman ve su ürünleri mühendisleri
ve hukukçular ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan
oluşmakta olup doğal sit alanlarında etkin
ve sürdürülebilir yönetim sağlanmaktadır.
Korunan alanların tespitinde, koruma
statüsü değişikliğinde ya da koruma statüsünün kaldırılmasında bilimsel kriterlerin
olmayışı korunan alanların yönetilmesinde
zafiyetlere neden olmuş, hukuki ve idari
birçok soruna neden olmasının yanı sıra kamuoyunda korunan alanlarla ilgili olarak
önyargıların gelişmesine neden olmuştur.
Bu durumu göz önüne alarak, Genel Müdürlüğümüz öncelikle korunan alanların tespit,
değerlendirme ve yönetimine ilişkin kriterleri
belirlemek amacıyla konunun uzmanı akademisyenlerle bir çalışma gerçekleştirmiştir.
Bu çalışma ile tabiat varlıklarını koruma açısından Türkiye’deki ulusal kanun,
yönetmelik, tüzüklerin yanı sıra bunlara
bağlı uluslar arası sözleşmeler ve ekleri
Doğal Sit Alanı, jeolojik
devirler ile tarih öncesi ve
tarihi devirlere ait olup;
yer üstünde, yeraltında
veya su altında yer alan,
ender bulunmaları veya
özellikleri ve güzellikleri
bakımından korunması
gerekli alanlardır.
68
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
korunan alan türleri açısından değerlendirilerek Tabiat Varlıklarını Koruma Rehberi hazırlanmıştır. Rehberde yürürlükte
olan mevzuat çerçevesinde uygulanabilir
koruma ilkeleri belirlenmiştir. Türkiye de
yürürlükte olan mevzuat, dünyada korunan alanlar açısından kabul gören ve
geniş uygulamalara sahip Dünya Doğayı
Koruma Birliği (IUCN) kriterleri açısından
irdelenmektedir.
Genel Müdürlüğümüzün görev ve sorumlulukları ile ilgili mevzuat, korunan
alanlar, doğa koruma, planlama çalışmaları, korunan alanların tespitine ilişkin kriterlerin belirlenmesi konularında ortak bakış açısı oluşturmak ve hizmet
akışındaki bütünlüğü ve uygulamada kolaylığı sağlamak amacıyla; TVK Bölge
Komisyonlarının bulunduğu illerdeki il Müdürleri, il Müdür Yardımcıları ilgili
personel ile TVK Şube Müdürleri, ÖÇK
Şube Müdürleri, TVK Merkez Komisyonu
Üyeleri ile Bölge Komisyonu Üyeleri, Bakanlığın ilgili Birimlerinin temsilcileri
ve Genel Müdürlüğümüz bünyesindeki
yöneticiler ile diğer ilgili personellerin katılımlarıyla 16-18 Mart 2012 tarihleri arasında Antalya’da yapılan eğitim
seminerine toplam 381 kişi katılmıştır.
Seminerde; katılımcılar aşağıdaki konularda bilgilendirilmiş, ayrıca Bölge Komisyonlarının sorunları ve çözüm Önerileri
tartışılmıştır.
1.Doğal Sit Alanlarının Belirlenmesi ve
Derecelendirilmesinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri Biyo-ekolojik Yaklaşımlar, TVK Merkez ve Bölge
Komisyonu Mevzuatı,
2.Korunan Alanlarda Yapılacak, İmar Planlarına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik tartışılmış ve yönetmelik 23
Mart 2012 tarih ve 28242 Sayılı Resmi
Gazetede yayınlanmıştır.
3.Doğal Sit Alanlarının Belirlenmesi ve
Derecelendirilmesinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri,
4.Biyo-ekolojik Yaklaşımlar, Jeolojik – Jeomorfolojik Yaklaşımlar, Karar verme sürecinde nitel ve nicel değerlendirmeler,
5.Genel Müdürlüğün ikincil mevzuat çalışmaları tartışılmıştır.
6.Biyolojik Çeşitlilik, Tür ve Habitat Koruma Çalışmalarına Kurumsal Yaklaşım,
7.Korunan Alanlara İlişkin Altlıkların CBS
Ortamında Kullanımı,
8.Kültür Varlıklarının Bulunduğu Alanlarda Yapılan Uygulamalar,
9.Doğal Sit Alanlarındaki Milli Parklar/
Tabiat Parkı ve Turizm Merkezlerine
ilişkin Uygulamalar.
ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGELERİ
İZMİR YALIÇAPKINI TEHDİT ALTINDA
Köyceğiz-Dalyan Özel Koruma Bölgesi’nde üreyen İzmir Yalıçapkını
kuşu; habitat kaybı ve bozulması, tarımsal kimyasallar, insan kaynaklı
rahatsızlıklar ve kaçak avcılık nedeniyle tehdit altında bulunuyor.
TABİAT VARLIKLARINI KORUMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Mülga Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı’nca Kuş Araştırma Derneği’ne
yaptırılan Köyceğiz-Dalyan Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde üreyen İzmir Yalıçapkını
(Halcyon Smyrnensis) ve toplu halde üreyen
Kuş Türleri Araştırma, İzleme ve Koruma
Projesi’nin önemli sonuçlar elde edilmiştir.
Proje çerçevesinde, Yalıçapkını popülasyonunun büyüklüğü, yaşam alanı tercihi,
beslenme ve üreme biyolojisi araştırıldı,
alanda türe yönelik tehditler ve koruma
tedbirleri tespit edilmiştir. Bölgede toplu
olarak üreyen kuş türlerinin ve önemli üreme habitatlarının belirlenmesi ve izlenmesi,
yöre insanının alana karşı ilgi ve sevgisinin
artırılması, daha çok insanın alanı sahiplenmesi ve koruma çalışmalarına katılması
amaçlanmıştır.
Söz konusu proje kapsamında Köyceğiz-Dalyan Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde
üreyen İzmir Yalıçapkını ve koloni olarak
üreyen türlerin popülasyon büyüklükleri,
yaşam alanı tercihleri, üreme biyolojisi ile
ilgili bilgiler toplanarak değerlendirilmiştir.
Ayrıca çalışmalar sırasında türlere ve yaşam
alanlarına karşı olan tehditler belirlenerek
koruma önlemleri sunulmuştur.
Çalışmada nokta ve hat sayımları yapılarak üreyen İzmir Yalıçapkını ve koloni
İzmir Yalıçapkını ve
balıkçıllar gibi türler başta
olmak üzere birçok türün
sucul canlılarla beslendiği
düşünüldüğünde alandaki
su sistemine karışabilecek
kimyasal maddelerin
ekosistem üzerine yaratacağı
zararlar daha fazla önem
taşıyacaktır.
70
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
olarak üreyen kuşlar hakkında veri toplanmıştır. Arazi çalışmaları sırasında görülen
ve duyulan tüm kuş türleri sayıları, alanı
ne amaçla kullandıkları ve bulundukları
yerin habitat özellikleri yönünden değerlendirilerek kayıt formlarına işlenmiştir.
Tüm nokta ve hat boyu sayım yerlerinin koordinatları GPS kullanılarak tespit
edilmiş ve Ulusal Koordinat Sistemi’nde
(UTM) kullanılabilecek şekilde hazırlanmıştır. Tüm arazi çalışmaları sonucunda elde
edilen veriler bilgisayar ortamına aktarılmış,
analizler ve değerlendirmeler yapılmıştır.
Bunun yanı sıra bölge halkının doğal
yaşamın korunmasının önemi ve ekosistem
ve insan arasındaki etkileşimler konusunda
eğitim seminerleri icra edilmiştir.
Toplam 6 arazi çalışmasında 52 günde
gerçekleştirilen proje kapsamında; Özel Çevre Koruma Bölgesi’ndeki proje kapsamında
belirlenen hedef gruplara yönelik eğitim
çalışmaları tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Eğitim çalışmalarının yanı sıra arazi
incelemesi de yapılmıştır.
1. HABİTAT KAYBI
Koruma alanı Türkiye için önemli bir
turizm ve tarım bölgesinin içerisinde yer
almaktadır. Özellikle bu iki nedenden dolayı
her geçen gün yeni yapılaşma ve tarım alan-
ları oluşmakta ve bölgedeki doğal yaşam
alanları giderek yok olmaktadır. Tarımsal
faaliyetlerin başında portakal, nar, limon
ve susam üretimi gelmektedir.
Günümüze kadar bölgede tarımsal alanların genişletilebilmesi için pek çok sulak
alan bölgesi kurutulmuştur ve doğal yaşam
alanları yok olmuştur. Koruma alanı içerisinde İzmir Yalıçapkını’nın yaşam alanı
olan sucul bölgeler de bu değişimden en
çok etkilenen habitatlar olmuştur.
İzmir Yalıçapkını’nın koruma
alanı Türkiye için önemli bir
turizm ve tarım bölgesinin
içerisinde yer almaktadır.
Özellikle bu iki nedenden
dolayı her geçen gün yeni
yapılaşma ve tarım alanları
oluşmakta ve bölgedeki doğal
yaşam alanları giderek yok
olmaktadır.
Koruma alanı içerisindeki özellikle İzmir Yalıçapkını’nın kullandığı doğal alanlar
üzerindeki en büyük habitat kaybı sebebinin meyve tarımı olduğu görülmüştür.
İzmir Yalıçapkını’nın ürediği iki bölge de
koruma alanı içerisindeki özellikle portakal ve nar bahçesi olmayan neredeyse son
alanlardır ve bu nedenle tür bu alanlara
sıkışmıştır. Her iki bölgenin de çevresinde
yoğun meyve tarımı yapılmakta ve halktan
öğrenilen bilgilere göre de drenaj kanalları
ile kurutma yapılıp yeni alanların bahçeye
çevrilmek istendiği öğrenilmiştir.
İzmir Yalıçapkını üreme alanlarının
yok olması türün bölgedeki popülasyonunu etkileyecek en önemli tehditlerin
başında gelmektedir. Ayrıca bu alanların
yok olması başka türlerin de yaşamlarını
olumsuz yönde etkileyeceği kesindir.
2. HABİTAT BOZULMASI
Türler üzerindeki önemli tehditlerden
biri de habitat özelliklerinin bozulmasıdır.
Alanın hemen her yerinde yapılmış olan
irili ufaklı drenaj kanalları doğal alanlar
üzerindeki önemli baskılardan biridir. Tüm
yıl bataklık olarak kalması gereken alanlar
çevrelerinde açılmış drenaj kanallarının
etkisiyle yaz aylarında bataklıkların çoğu
kurumaktadır ve kış aylarına kadar da kuru
kalmaktadır.
İlkbahar aylarında İzmir Yalıçapkını’nın
beslenme alanı olarak kullandığı pek çok
yerin yaz ayları sonlarında kuruduğu ve
türün beslenme alanını bu mevsimlerde
gölün etkisiyle ıslak kalabilen yerlere doğru
kaydırdığı gözlemlenmiştir.
Koruma alanındaki bir diğer bozulma
ise özelikle nar bahçelerine serilmek üzere
doğal bataklık alanlardan çamur çıkartılması ve oluşan çukurları doldurmak için
buralara moloz ve yol hafriyatı dökülerek
doğal yapının bozulmasıdır.
Çamur çıkartımı sonucu oluşan çukurlar bölgede otlayan hayvanların çukurlara
düşmemesi için yol kenarlarından ve başka
noktalardan toplanan molozla doldurulmak suretiyle kapatılmaktadır.
Saz yangınları diğer bir habitat bozulmasıdır. Bahar ve yaz aylarında bataklık-sazlık kesimlerin sık sık yakıldığı
gözlemlenmiştir.
3. İNSAN KAYNAKLI RAHATSIZLIK
Koruma alanı içerisinde türün önemli
yaşama alanlarından biri olan Yuvarlak
Çay’ın göle döküldüğü alan başta olmak
üzere türün görüldüğü yerler balıkçılık,
hayvancılık ve gezi amaçlı insan faaliyetleri
neticesinde özellikle havaların ısınmaya
başladığı üreme döneminde ve hafta sonları yoğun bir insan kullanımı söz konusudur.
Köyceğiz-Hamitköy arasında kalan üreme bölgesinde de büyükbaş ve küçükbaş
hayvan otlatılması sıklıkla yapılmaktadır.
Bu iki bölgede insan faaliyetlerinin
kontrol altına alınması ve sınırlandırılmasının tür üzerinde oluşabilecek olumsuz
etkileri azaltacağı düşünülmektedir.
İzmir Yalıçapkını
üreme alanlarının yok
olması türün bölgedeki
popülasyonunu etkileyecek
en önemli tehditlerin
başında gelmektedir.
Ayrıca bu alanların yok
olması başka türlerin de
yaşamlarını olumsuz yönde
etkileyeceği kesindir.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
71
ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGELERİ
4. TARIMSAL KİMYASALLARIN
ETKİSİ
Alanda yoğun tarım ilacı kullanımı sonucu drenaj kanallarına taşınan zirai kimyasallar sulak alanlara taşınmaktadır. Besin
zincirinin üst basamaklarında olan pek çok
canlıda zirai kimyasalların birikimlerinin
en üst düzeye ulaştığı bilinmektedir. İzmir
Yalıçapkını ve balıkçıllar gibi türler başta
olmak üzere birçok türün sucul canlılarla
belendiği düşünüldüğünde alandaki su
sistemine karışabilecek kimyasal maddelerin ekosistem üzerine yaratacağı zararlar
daha fazla önem taşıyacaktır.
Bu çalışma sırasında tarım ilaçlarının
türler üzerine olan direkt herhangi bir etkisi tespit edilmemiş olsa da tarım ilaçlarının kuşların özellikle üremeleri üzerine
olumsuz etkileri olduğu bilinmektedir. Bu
durum göz önünde bulundurularak bölgede tarım ilacı kullanımı ve su kaynaklarına karışması konularında araştırmalar
yapılıp gerekli önlemlerin alınması faydalı
olacaktır.
5. AVCILIK
Koruma alanı içerisinde özellikle kış
aylarında yoğun bir kaçak avcılık faaliyeti
söz konusudur. Bölge halkının özellikle
Koruma alanı
içerisinde özellikle
Sakarmeke
kuşuna yönelik
yoğun bir kaçak
avcılık faaliyeti
söz konusudur.
Sakarmeke
avcılığı sırasında
pek çok kuş türü
de vurulmakta,
yaralanmakta
veya rahatsız
edilmektedir.
Sakarmeke kuşuna olan talebi bu tür üzerinde avcıların yoğun bir baskı oluşturmasına neden olmaktadır. Sakarmeke avcılığı
sırasında pek çok kuş türü de vurularak,
yaralanarak veya rahatsız edilerek bu
olumsuz durumdan etkilenmektedir. Gölün
birçok noktasında yasadışı avcılık faaliyetleri
gerçekleştirilmektedir.
Yasadışı avcılığın en
yoğun olarak yapıldığı iki bölge vardır ve
bu bölgeler İzmir Yalıçapkının bulunduğu
ve ürediği bölgelerin
kıyılarıdır. Yuvarlak
Çay ağzının ön kısımları ve Hamitköy’ün
hizasındaki göl yüzeyinde tekneler ile kuşlar kovalanarak avcılık
yapılmaktadır.
Sakarmeke avcılığı günün her saatinde
yapılmaktadır. Özellikle geceleri kuvvetli ışıklar yardımı ile tekneyle göle açılan
avcılar karanlıkta daha savunmasız olan
kuşları katliam diye nitelendirilebilecek
şekilde avlamaktadır. Kasım ayı başında
bir gece 03.00 sularında teleskop yardımı
ile göl üzerinde tekne ve ışıklarla avlanan
kaçak avcılar izlenmiş ve jandarmaya bildirilmiştir. Dalyanda bulunan jandarma
tekne takımı ile yapılan görüşmeler neticesinde, kendilerinin kullandıkları botun
büyük olmasından dolayı sazlara yaklaşamadıkları ve kaçak avcılıkla mücadelede
son derece yetersiz kalmakta oldukları
öğrenilmiştir.
Bölgede yaşanan yasadışı avcılık faaliyetlerine karşı tüm kurumların işbirliği
ile mücadele etmeleri ve bu mücadeleyi
sürdürmeleri şarttır. Aksi halde avcılıktan
başta Sakarmeke olmak üzere pek çok kuş
türü etkilenecektir.
Türün görüldüğü yerlerde; balıkçılık,
hayvancılık ve gezi amaçlı insan faaliyetleri
neticesinde özellikle havaların ısınmaya
başladığı üreme döneminde yoğun
insan sirkülasyonu olmaktadır. İnsan
faaliyetlerinin kontrol altına alınması
olumsuz etkileri azaltacaktır.
72
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
OYUN PARKI
Antalya bölgesi
çocuk oyunları
çocuk için oyun dünyayı keşfetme aracı, ortak bir dil...
Çocuk oyunu ciddiye alır, kurallara uymayı öğrenir, başkasının
hakkına saygı göstermeye, kazanmaya ve kaybetmeye alışır.
FatMA Yavaş Yıldırım
Ne kadar büyüsek de bir gözümüz
oyunda aslında... Yerde çizilmiş sek sek
çizgilerine basmamak için hâlâ zor tutarım kendimi. Nerede saklambaç oynayan
bir grup çocuk görsem, “Ben olsam nereye saklanırdım” diye etrafa şöyle bir göz
gezdirmeden edemem…
Çocukluk hüzünlü bir tebessüm olarak
kalıyor anılarımızda… Çocukluk yıllarına
duyulan özlem, özlenilenler listesinin en
başına yerleştiriliyor çoğu kez…
Sabah kahvaltısından sonra başlayıp
akşam ezanına kadar geçen zaman içinde
gazoz kapaklarının, taşın, çerçöpün oyunun
bir parçası olduğu, kuralları kimsenin boz-
74
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
madığı, bozulduğunda da oyunun tadının
kalmayacağını bilen çocuklardık bizler...
Sokak oyunlarının tadını en iyi bilenler,
hava kararmaya yüz tutunca pencereden
kendisini seslenen annesine “5 dakika
daha” diye yalvaran çocuklardır şüphesiz…
Bugünün eve hapsolmuş, oyun denilince akıllarına yalnızca bilgisayar oyunları gelen çocuklarının maalesef bilmediği
sokak oyunları çoktan unutulmaya yüz
tuttu bile...
Eskiden bilenler de artık o oyunların
detaylarını hatırlamakta zorlanır oldular…
Artık kendi emeğiyle yaptığı uçurtmaları uçuran çocuklar yok etrafta. Ya
da şöyle sorayım; gökyüzünde uçurtma
göreniniz var mı? Göremezsiniz; çünkü
uçurtmayı vurdular... Uçurtmayı bizzat
atari oyunlarında silahla oynayan çocuklar
vurdular… Uçurtmalar en son 90’lı yılların
gökyüzünde kaldılar…
Oynamak çocuğun doğasında var; zira
çocuk için “oyun”, sadece “oyun” değil…
Oyun aynı zamanda dünyayı keşfetme aracı, ortak bir dil... Çocuk oyunu ciddiye
alır, kurallara uymayı öğrenir, başkasının
hakkına saygı göstermeye, kazanmaya ve
kaybetmeye alışır.
Bunları düşününce dört duvar arasında
büyüyen çocuklara üzülmemek elde değil.
Peki bu kadar bahsettiğimiz çocuk
oyunları nelerdi? Bilmeyenler öğrensin,
bilenler de tebessümle o günleri ansınlar
diye geleneksel çocuk oyunlarına dergimizde yer verelim istedik…
Bundan böyle her sayımızda bir ilimizin
çocuk oyunlarını ele alacak, çocuklarımızın
daha sahici bir hayat kurmalarına katkı
sağlamaya çalışacağız…
Geleneksel Çocuk oyunlarını anlatmaya
Antalya’dan başlayalım istedik. Bakalım
Akdeniz’in çocukları, yâd edebileceğimiz
hangi oyunları bırakmışlar bizlere…
Halka oyunu
(Antalya / Elmalı)
Öncelikle bu oyun için geniş bir alan
lazım. Her oyuncuya ait birer tane halka,
bir tane de tahta sopa gerekli. Sopalar
genellikle elma çubuğu ya da söğüt değneği oluyor. Her oyuncuya ait birer halka
kime ait olduğu belli olması için değişik
şekillerde süsleniyor. Oyun için hazırlık
aşaması da böylece tamamlanmış oluyor.
Her grupta en az üçer kişi bulunacak
şekilde iki grup oluşturulur. Oyuncular grupları istedikleri gibi seçebilir ya da grup başkanı tarafından seçilebilir. Gruplar halkalarına göre kendilerini belli ederler. Ardından
çemberin isabet etmesi gereken bir sopa
ortaya dikilir. Sopadan on adım geriye de
bir çizgi çekilir. Atışlar bu çizgiden yapılır.
Oyunun amacı halkaları sopaya geçirmektir. Oyun daha önce kaç el oynanmasına karar verilmişse o kadar oynanır.
Turların sonunda sopaya en fazla halkayı geçiren grup oyunu kazanmış olur.
Oyunu kazanan grup bir sonraki oyunda
avantajlı olarak oyuna ilk başlama hakkına sahip olur.
Sokak oyunlarının tadını en iyi bilenler, hava kararmaya
yüz tutunca pencereden kendisini seslenen annesine “5
dakika daha” diye yalvaran çocuklardır şüphesiz…
Çaktırma
(Antalya / Serik)
Bu oyun için boş bir toprak alan ve
uçları toprağa saplayabilecek kadar sivriltilmiş iki adet tahta parçası gerekiyor.
Çaktırma oyunu çoğunlukla erkek çocukları
tarafından oynan keyifli bir oyun.
Oyunculardan biri elindeki sopayı yere
saplar. Bunun üzerine diğer oyuncu da
aynı hareketi yapar. Burda dikkat edilmesi
gereken husus yere çakılırken sopanın yan
tarafı ile rakip oyuncu veya oyunculardan
birinin sopasını yıkmaktır.
Oyun eğer ikiden fazla kişiyle oynanıyorsa, sopanın arka tarafı yere değdiğinde
atıcı olan kişi oyundan elenir. Oyun eğer
iki kişi arasında oynanıyorsa “Gama” diye
nitelendirilen sayıyı yemiş olur.
Atıcıların aralarında belirledikleri sayıya ulaşılıncaya dek oyun devam eder.
Belirlenen sayıya ulaşan, yenilmiş kabul
edilir.
Tornet
(Antalya, Kumluca - Hacıveliler Köyü)
70’ler 80’lerin gözde oyuncağı olan torneti, bugünün çocuklarına anlatmak için
scooter ya da kaykay benzeri bir oyuncak
olarak tanımlasak yanlış olmaz sanırız…
Yaklaşık 1 metre boyunda genişçe bir
tahta parçasına üç adet bilye (tekerlek)
monte edilmesiyle yapılan bu oyuncağa
tornet deniliyor. Tornet, daha çok erkek
çocuklarının oynadığı bir oyun.
Birkaç kişinin oluşturduğu grupla oynanan üç tekerlekli bilye oyunu, her oyuncuya ait birer tornet ile oynanmaktadır.
Tornetlere binilerek yapılan yarışta birinci
olan oyuncu oyunun galibi olur. Yarışı en
son bitiren oyuncuya ceza olarak lokum
aldırılır.
Kaynak: Gazi Ünirversitesi Türk Halkbilimi
Araştırma ve Uygulama Merkezi (THBMER)Yayınları, Yaşayan Geleneksel Çocuk Oyunları Kitabı
Firle (Topaç)
Antalya’ya ait nostaljik oyunlardan biri de firle (topaç)
oyunudur.
Bu oyunun materyali olan firle, palamut ağacının
meyvesi olan pelitten elde edilir. Pelit ikiye ayrılır veya
bütün halindeyken dal ile bağlantı bölgesine kibrit çöpü
takılır.
Tek kişiyle oynanabildiği gibi daha fazla kişiyle de
oynanabilir.Oyunun amacı düz bir zemin üzerinde
firlenin yani topacın uzun süre döndürülmesidir.
Oyunculardan en uzun süre kimin firlesi dönerse
oyunu o kazanır.
Oyunun sonunda kaybeden kazanan oyuncuya şeker
ya da çikolata alır.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
75
DÜNYA TURU
Amazonlar için yangın riski
Amazon ormanlarının yanmak için çok
nemli olduğunu açıklayan bilim adamlarının kararı Atlantik Okyanusu’nun beklenenden fazla ısınması ile değişti.
Amazon ormanları tarihinde iki yangın
geçirdi. 2005 ve 2010 yıllarında kuraklık nedeniyle gerçekleşen yangınlar daha
büyük bir yangında ormanın büyük bir
kısmının yanabileceğini ve şimdiye kadar
yangınlara karşı alınan önlemin yetersiz
olduğunu gösterdi. Bunun nedeni ise çok
yağış alan ve nemlilik oranı yüksek olan ormanların yanma riskinin bulunmamasıydı.
Dünyadaki karbon dioksit oranını en
çok gideren ormanların bir anda yangın
merkezi haline gelmesinin sebebiyse,
Brezilya’nın kuzey kıyısındaki okyanus
sıcaklığının artmasının bölgedeki hava
modelini değiştirmesi. Atlantik Okyanusu ısındıkça ormanlardaki nemi azalıyor,
bu da kuraklığı arttırarak yangın riskini
meydana getiriyor.
2005 yılında gerçekleşen yangın sonucu yaklaşık 1,6 milyar ton karbon atmosfere salınmıştı. 2010 yılındaki yangında ise
bu oran 2,2 milyar tona kadar yükseldi.
Amazon ormanları atmosferden yılda
0,4 milyar ton karbon gideriyor. 2005 ve
2010’da yangınların sebep olduğu salınım
ise bu ormanların giderdiği karbon miktarının yaklaşık on katına eşit.
76
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
Yangınları tetikleyen başka sebeplerden biri de Amazon bölgesinde giderek
artan nüfus oranı. Yeni yollar yapıldıkça ve
köyler kuruldukça bölgedeki yangın riski
artıyor. Ayrıca köylülerin alan yaratmak
ve yabani otlardan kurtulmak için en sık
kullandığı yöntem yakmak. Amazon’daki
kuraklığın bir sebebi de El Nino olayları. Bir
El Nino yılında rüzgarlar doğudan batıya
eserek havzalara daha az nemlilik taşıyor.
Kuraklaşan ormanlarda atmosfere daha az
nemlilik salıyor ve yangın riskini arttırıyor.
Bilim adamları kuraklığı kontrol altına almanın önlemlerini ve yangınlar konusunda öngörülerde bulunabilecek modelleri
araştırmaya devam ediyor.
Yeşil binalara ilgi artıyor
Yeni Bina Enstitüsü’nün yayınladığı
rapora göre; yeşil bina sektörü 2035 yılına kadar büyüyerek 1,3 trilyon dolarlık
dev bir sektör haline gelecek. Yatırımları
arttıracak etken ise Avrupa Birliği tarafından yayınlanan Binaların Enerji Verimliği
Yönetmeliği olacak. Yönetmeliğe göre
AB’deki tüm kamu binaları 2019 yılına
kadar yeşil bina kanunlarına göre tekrardan tasarlanacak.
ABD’de ise durum
daha farklı. Sadece
Kaliforniya ve Massachusetts eyaletlerinde
bu konuda yayınlanmış bir yasa var ve o
da 2030 yılına kadar
inşa edilecek kamu
binalarını kapsıyor.
Ancak ABD’deki inşaat firmaları teknolojilerini çıkabilecek herhangi bir yasaya göre yeniden düzenliyor. Bunun en
büyük nedeni de toplumdan gelen baskı.
Ülkedeki özellikle emekli kesim artan
enerji fiyatları yüzünden kısıtlı bütçelerine uygun daha az enerji harcayan
binalar talep ediyor.
Araştırmada yer alan verilere göre
yeşil binalar, ortalama
bir geleneksel bina ile
karşılaştırıldığında evin
ömrü boyunca yaklaşık
100.000 dolar daha az
elektrik tüketiyor. Yeşil
bina inşaatlarının maliyeti ise geleneksel bir bina
inşaatından yaklaşık %
10 oranında daha fazla.
ABD’de artık kömür
santrallerine izin yok
Meclisin çıkardığı yeni yasaya göre
ülkede artık yeni bir kömür santralini faaliyete sokmak imkânsız hale geldi.
Getirilen standartlara göre yeni inşa
edilmiş kömür santrallerinde karbon dioksit emisyonları yarıya indirilecek. Bu da
zaman içinde ülkedeki elektriğin yarısının
üretildiği kömür santrallerinin kullanımını
azaltacak.
Kömür santralleri tek başına ülkedeki
en büyük karbon dioksit kaynağı ve iklim
değişikliğinin en büyük sorumlusu. Ancak
ülkenin son yıllarda yenilenebilir enerjiye
gösterdiği eğilim sayesinde enerji pastasındaki dilimleri gittikçe azalıyor.
Yeni çıkan yasaya göre artık bir kömür santralini faaliyete sokmak için tesisin
karbon yakalama ve depolama sistemine
sahip olması gerekiyor; ancak böyle bir
teknoloji daha kullanımda değil.
Yasanın kapsamında mevcut karbon
santralleri veya bu yıl faaliyete girecek
santraller yer almıyor. Sadece şu an planlama aşamasındaki 15 kömür santrali projesi
yasaya takılmış durumda.
Her ne kadar yeni yasa ABD’deki çevreci gruplar arasında coşku ile karşılansa da
karbon dioksit emisyonlarının asıl sorumlusu mevcut ve verimsiz kömür santrallerine bir yaptırım olmaması dikkat çekiyor.
ABD’deki ortalama bir kömür santrali
ürettiği her MW saatlik elektrik için 1020
kg karbon dioksit salıyor.
Çinli gençler çevre
dostu ürün istiyor
İngiliz araştırma merkezi Carbon Trust
tarafından yapılan bir araştırmaya göre,
Çinli gençler alışveriş yaparken tercihlerini çevreci ürünlerden yana kullanıyorlar.
Altı ülkeden 2800 gencin katıldığı araştırmaya göre 18-25 yaşları arasındaki Çinli
gençlerin % 83’ü karbon ayak izi düşük
olan ürünleri pazarlayan markalara sadık
kalacaklarını açıkladı. Ancak bu konularda
farkındalığın yüksek olduğu düşünülen
ABD ve İngiltere’de sırasıyla bu açıklamaya katılan gençlerin oranı % 57 ve %
55 olarak kaldı.
Ankete katılan tüm gençlerin % 78’i
sevdiği markaların karbon ayak izlerini
düşürmesini isterken, Çinli gençler ara-
sında bu oran % 88’i buldu. İkinci sırada
ise % 86 ile Güney Afrikalı gençler yer
aldı ve Brezilyalı gençlerin de % 84’ü firmaların karbon emisyonlarını azaltmaları
konusunda görüşlerini bildirdi. ABD’li ve
İngiliz gençlerin ise sadece üçte ikisi bu
konuya olumlu baktığını söyledi.
Çinli gençlerin % 60’ı firmaların gerektiği şekilde karbon ayak izini düşürmediği müddetçe o ürünü almayacağını
bildirirken, ABD’li gençlerin ise sadece %
35’i bu konuda aynı görüşü verdi.
Araştırmaya katılan İngiliz gençler
karbon ayak izi konusuna ilgi gösterirken
sadece % 50’si iklim değişikliğine inandığını bildirdi.
Böcek ilaçları
arıların
sonunu
getirebilir
Tarımda yaygın olarak kullanılan
nikotin bazlı böcek ilaçları, arıların
yön bulma yetisini kaybettiriyor ve
üremelerini etkiliyor.
Fransa kaynaklı bir araştırmaya
göre arılar, ölümcül olmayan ancak
yaygın kullanılan nikotin bazlı böcek
ilaçlarına maruz kaldığında kovanlarına geri dönemiyor. Radyo vericisi
kullanılarak izlenen arılar yönlerini
şaşırarak kovanlarından uzaklaşıyor
ve hayatlarını kaybediyor.
İngiliz kaynaklı bir araştırmada
ise böcek ilacına maruz kalmış arıların normalden daha yavaş geliştiği
ve % 85 oranında daha az kraliçe arı
ürettiği belirlendi.
İlaçlar arılara iki yoldan ulaşıyor. Yeni bir ekin olacağı zaman,
tohum ekme makinesi tarafından
ortama saçılan bu ilaç, arıları yüksek seviyede toksin maddeye maruz
bırakıyor. Ayrıca polenlere karışan
ilaç, çiçeklere konan arılara bulaşıp
onları zehirliyor.
Fransa, Almanya, İtalya ve Slovenya gibi AB kentlerinde bu böcek
ilaçlarının kullanımını kısıtlayan yönetmelikler çıktı. ABD’nin Çevre Koruma Ajansıda tüm böcek ilaçlarının
kullanımı kapsayan bir yasa çıkarma
peşinde.
Uzmanlar çiçek açan bitkiler için
kullanılan nikotin bazlı böcek ilaçlarının etkilerinin dikkate alınarak tekrar
üretilmesi gerektiğini vurguluyor.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
77
KÜLTÜR - SANAT
Çevre ve İnsan
Fotoğraf Yarışması
Hacettepe Üniversitesi
Ekoloji Grubu’ nun düzenlediği, görsel iletişimden yararlanarak Çevre-İnsan-Ekoloji döngüsündeki sorunlara
dikkat çekmek ve insanları
duyarlı olmaya teşvik etmeyi amaçlayan yarışmanın son
katılım tarihi 18 Mayıs.
5 Haziran Dünya
Çevre Günü
SenAryo Yarışması
Burdur Çevre ve Şehircilik İl müdürlüğü tarafından
düzenlenen yarışma, toplumun tüm kesimlerinde çevre
konularına karşı duyarlılık
ve farkındalık oluşturulması
ve çevre konularının sosyo
kültürel bir olgu olarak güçlendirilmesini hedeflemekte. “Temiz Türkiyem” konulu yarışmanın son başvuru
tarihi 18 Mayıs.
40. İstanbul Müzik
Festivali 2012
40. İstanbul Müzik
Festivali, 31 Mayıs-29
Haziran tarihleri arasında 750'nin üzerinde
yerli ve yabancı sanatçıyı İstanbul'da ağırlayarak klasik müzikseverlere yine dopdolu
bir Haziran ayı yaşatacak. İstanbul'un klasik müzik
yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan İstanbul Müzik
Festivali bu yıl İstanbul Kültür Sanat Vakfı'yla birlikte 40. yaşını kutluyor. 31 Mayıs-29 Haziran tarihleri
arasında 750'nin üzerinde yerli ve yabancı sanatçıyı
İstanbul'da ağırlayacak ve 2 dünya, 3 Türkiye prömiyerine ev sahipliği yapacak 40. İstanbul Müzik Festivali
programında bu yıl, senfoni ve oda orkestraları, vokal
konserler, oda müziği, resitaller olmak üzere toplam 23
konser yer alıyor.
78
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MAYIS 2012
6. Uluslararası
Antalya Kum Heykel
Festivali 2012
Dünyanın en büyük kum heykel etkinliklerinden birisi olan 6.
Uluslararası Antalya Kum Heykel
Festivali Sergisi, 1 Mayıs 2012
tarihinde ziyaretçilere kapılarını
açıyor. 10'u aşkın ülkeden 30 heykeltıraşın 10 bin ton kum kuma
hayat verdiği kum heykel sergisinin
bu yılki teması Hollywood 2 olarak
belirlendi. Hollywood' un unutulmayan film karakterlerinin canlandırılacağı sergi 29 Ekim 2012
tarihine kadar her gün ziyaret edilebilecektir.
Türkiye Yüzer Sergisi
17 Nisan- 18 Mayıs tarihleri arasında 14 Avrupa ülkesinde, Türkiye'nin geniş kapsamlı tanıtımı, turizm ve ihracatının
geliştirilmesi amacı ile hazırlanan TÜRKİYE YÜZER SERGİSİ hazırlıkları tamamlandı. Bakanlıklar, valilikler, kalkınma
ajansları ile turizm ve seçkin ihracat firmalarımızın yer aldıkları
sergide,ülkemizin sanat ve kültür zenginliğini yansıtan sergiler
ve etkinlikler de planlanmış. Sergide yer alacak her sektör için
hedef davetli
verileri hazırlanmış olup katılımcı kuruluşların
alım gücü yüksek
ithalatçı firmalarla ticari ilişkiler
kurmaları konusunda önemli hazırlıklar yapmış. 1926 yılında
Atatürk'ün talimatları ile düzenlenen SEYR-İ TÜRKİYE yüzer
sergisinden 86 yıl sonra bu defa her alanda büyük gelişmeler
kaydetmiş "MODERN TÜRKİYE" Avrupa kamuoyu önüne çıkıyor.
Cam (Tiyatro Oyunu)
18 Mayıs 2012
Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan Sahnesi
Levent Kazak’ın yazdığı, Laçin Ceylan’ın yönetmenliğini
üstlendiği, başarılı oyuncular Dolunay Soysert, Mete Horozoğlu, Deniz Çakır, Bülent Alkış ve Selen Uçer’in rol aldığı
tiyatro oyunu “Cam” kadının sosyal konumuna özellikle dikkat
çekerek kadına dair birçok şeyi sorgulatacak. ‘Kadın’ın sosyal konumu, insan ilişkileri ve hayatın sürprizleri hakkında
izleyiciyi derin sorgulamalara yönlendiren “Cam”; aynı şekilde
başlayan bir hikayenin, anlık bir karar ve bir rüzgar esintisiyle
nasıl iki farklı yöne akabileceğini şaşırtıcı kurgusuyla gözler
önüne seriyor.
15. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri
Festivali
Festival, 10 Mayıs'ta Ankara Devlet
Opera ve Balesi'nde yapılacak açılış töreniyle başlayacak. Festival film gösterimlerinin
yanı sıra söyleşiler, film okuma etkinlikleri,
sergiler ve birçok sürprizle sinemaseverlerle buluşacak. Festivalde, bu yıl Fas'tan
Filistin'e, Şili'den Estonya'ya, Norveç'ten
ABD'ye 41 ülkeden 100 yönetmenin 115 filmi gösterilecek.Festival kapsamında Ankara, Hacettepe ve ODTÜ'de özel gösterimler
ve söyleşiler düzenlenecek. Kurmaca uzun
metraj filmlerin gösterimleri Kızılırmak
Sineması'nda, kısa metraj ve belgesel filmler AlmanKültür Merkezi'nde yapılacak.
KREMLİN ODA
ORKESTRASI
21 MAYIS 2012
Rusya’nın en iyi yaylı çalgı
topluluklarından biri olarak kabul
edilen Kremlin Oda Orkestrası,
dünyanın en iyi orkestralarından
biri olarak kabul ediliyor. Nispeten
genç sayılan orkestra üyelerini bir
araya getiren Misha Rachlevsky,
dünyanın pekçok yerindeki seyircileri, bu kusursuz müzik ile şaşkına
çeviriyor. On yedi yıllık mükemmelliği beraberinde taşıyan, kurucu şehri Moskova’da bir dinleyici
kitlesi olan, otuzdan fazla albüm
ile birçok ödül kazanan, Kremlin
Oda Orkestrası Türkiye’de müzikseverlerle buluşuyor.
Genç
Klasikçiler
Festivali 2012
18- 27 Mayıs 2012 tarihleri arasında
4.sü düzenlenecek olan Uluslararası Genç Klasikçiler Festivali için
başvurular başladı. Festivalin bu yılki
konsepti, "Oyun". Ayrıca festivale bu
sene yeni bir kan geldi. Ünlü müzisyen Sabri Tuluğ Tırpan, festival direktörü olarak Genç Klasikçiler ailesine katıldı. Festival bu sene kültürden
de eski olan oyunun günümüzdeki
algı biçimine eleştirel bir bakış getiriyor ve bizi sokakta misket oynayan
çocukların oyun alanına götürüyor.
Ucunda büyük ödüllerin olduğu
oyunlarıyla izleyiciyi daha aktif bir
festival deneyimine davet ediyor.
M.C. Escher CerModern'de!
CerModern 3 Mayıs-5 Agustos 2012
Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400.yılı vesilesiyle Hollanda Kraliyeti Büyükelçiliği, Rijksmuseum
Amsterdam ve CerModern işbirliğiyle
gerçekleştirilecek olan sergi, 3 Mayıs - 5
Ağustos 2012 tarihleri arasında ziyaret
edilebilecek.
Sergi, M.C. Escher’in eserlerinin yanında
matematiksel sanat alanında önde gelen
isimlerden olan Jesserun de Mesquita ve
Gerrit Dijsselhof’un eserlerinin yeraldığı
toplam 75 parçadan oluşuyor.
35. Uluslararası
Giresun Aksu
Festivali 2012
Bu yıl 35. gerçekleşecek olan
Uluslararası Giresun Aksu Festivali
20- 22 Mayıs 2012 tarihleri arasında
düzenleniyor. Halk arasında "Mayıs
7si" olarak adlandırılan 4 bin yıllık bir
geçmişe sahip Aksu Festivali yörede
gerçekleştirilen en önemli festivallerin
başında yer alıyor. Tiyatro günleriyle başlayacak olan Aksu Festivali 22
Mayısta festival kapanış şöleniyle sona
erecek. Festivale her yıl olduğu gibi bu
yılda yurt dışından ve yurt içinden halk
dansları toplulukları da katılacak. Bu
yılki festivale yurt dışından, Senegal,
Endonezya, Gürcistan ve Rusya Federasyonu, yurt içinden ise Gaziantep'ten
dans toplulukları katılması bekleniyor.
Mayıs 7'sinde, Giresun'un doğusunda
bulunan Aksu Deresi'nin deniz ile birleştiği yerde toplanan hastalar, sıkıntılı
olanlar, çocuğu olmayanlar, sacayaktan
geçip, dereye bir dilek tuttuktan sonra
7 çift, 1 tek taşı suya atarak bu dileklerinin gerçekleşmesini bekliyor.
Hayal
kahramanınıza
hayat verin!
Çocukken Pinokyo’yu duymamış
kimse yoktur. Gepetto’nun ellerinden
çıkan bu tahta çocuk yine Gepotto’nun
sevgisiyle canlanmış, bir anda gerçek
bir çocuk olmuştur.
O zamandan beri bu hikayeyi dinleyen tüm çocuklar bir kuklanın canlanabileceğini akıllarından geçirmiş, ‘’yalan
söyleme burnun uzar’’ diyen büyüklerine karşılık ,aynanın karşısına geçip
uzayan burunlarını hayal etmişlerdir.
Bu fikirden yola çıkan Tiyatrokare Estel
Lita Russo ve asistanı Gülay Tepe’nin
eğitmenliğinde bir kukla yapım atölyesi
ve tiyatrosu gerçekleştiriyor. 8 yaşın
üzerindeki çocuklara ve yetişkinlere
açık olan bu workshop’da kuklaseverler her hafta farklı bir malzemeden
yaratıcılıklarını kullanarak kuklalar
yapacaklar.
29 Nisan’dan 20 Mayıs’a kadar her
Pazar Akatlar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek workshop’un sonunda,
kuklalarınız için yaratıcı metinlerin
nasıl oluşturulacağını da öğrenebileceksiniz.
MAYIS 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
79
www.emlakkonut.com.tr

Benzer belgeler