Son yıllarda neredeyse her öğretim dönemine yeni bir sistemle

Transkript

Son yıllarda neredeyse her öğretim dönemine yeni bir sistemle
Son yıllarda neredeyse her öğretim dönemine yeni bir sistemle başlıyoruz. Yarından itibaren sekizinci
sınıflar, gelecek yıl da altı ve yedinci sınıflar, "Temel eğitimden orta öğretime geçiş" adı verilen bir
uygulamaya tabi tutulacaklar.
Bir de bu yama dikilecek milli eğitim bohçasına. Bakalım bu kez tutacak mı? Uzmanlara bakılırsa,
öğrenciler kadar öğretmenleri de deneme tahtasına döndüren bu dalgalanmalar durulmayacak.
Dalgaların eninde sonunda çarpacağı yer üniversiteler. O nedenle meseleye akademisyen gözüyle de
bakmak istedim. Süleyman Demirel Üniv. Eğitim Fak. Dekanı Prof. Dr. Menderes Coşkun, yeni sistemin
artı ve eksilerini bakın nasıl değerlendirdi.
Milli Eğitim Bakanı, "sınav odaklı" eski sistemin yerine "sınıf odaklı" bir sistemi getirdiklerini
söyledi. Bir yılda 12 merkezi sınav yapmak, bu iddia ile bağdaşıyor mu sizce?
Sorular ders müfredatına göre belirleneceği için okul ve öğretmenin ön plana çıkacağı doğrudur.
Soruların bizzat öğretmenin anlattığı konulardan seçilmesi okulu, öğrencileri sınava hazırlayan bir
dershane haline getirecektir.
Yeni sistem dersanelere olan ihtiyacı azaltacak mı yani?
Yeni sınav sistem okullardaki öğretmenleri dersane hocası gibi yapacaktır. Bu bağlamda öğretmenlerin
performansına göre dersane ihtiyacını azaltabilir. Ancak merkezi sınavlar, daha doğrusu bilgi ezberleme
"yarışı" devam ettikçe, öğrenciler dersanelerden veya illegal öğretim yollarından yardım almaya devam
edeceklerdir. Dersanelerde öğrenilen bilgi yanlış veya haram değildir.
Sınavlar tek mi olmalı, çok mu? Hangisi daha yararlı olur çocuklara?
İkisinin de kendine has fayda ve sorunları var. Mevcut sistemde öğrencilerin başarısı hafızalarındaki bilgi
sayısı ile ölçülüyor. Hafızasında daha fazla bilgi taşıyanlar daha başarılı sayılıyor. Bu yanlış bir
değerlendirme. Eğer sınavlardan maksadımız öğrencileri elemek veya onları sıralamak ise tek sınavlı
değerlendirmeler daha sorunsuzdur. Zira hafızaya bilgi depolamak ve bu bilgileri uzun süreli hafızada
taşımak zordur; her öğrenci bunun için yeterli imkân ve motivasyona sahip değildir.
Ancak maksadımız, herhangi bir konuyu kısa bir zaman diliminde öğrenci tarafından öğrenilip
öğrenilemediğini kontrol etmek ise o zaman çok sınavlı sistem daha mantıklıdır. Zira Tam Öğrenme
Kuramına göre herhangi bir zihni sorunu olmayan herkes her bilgiyi uygun şartlarda öğrenebilme
yeteneğine sahiptir. Yani mesela 6. sınıfta öğretilen bir konuyu öğrencilerin yüzde sekseni anlayabilir ve
sınavda konuyla ilgili soruları çözebilir. Ancak bu öğrencilerin çoğu bu konuyu daha sonra unutur ve 8.
sınıfta yapılacak bir sınavda ilgili soruları çözemez.
Öyleyse ne yapmak gerekiyor?
Bana göre sınavlar, eğitimin sonunda yapılmalıdır. Sınavların maksadı, herhangi bir dersle hedeflenen
kazanımın ne ölçüde gerçekleşip gerçekleşmediğini ortaya çıkarmak olmalıdır. Meselâ altıncı sınıf, birinci
dönem İngilizce dersinin maksadı, günlük konuşma dilini kullanmayı öğrenciye öğretmekse, bu eğitim bir
bütün olarak verildikten sonra sınav yapılmalıdır ve dersin nihai hedefi veya amacı göz önünde
bulundurularak sorular hazırlanmalıdır. Meselâ 7. sınıf matematik dersinin maksadı, bir konu zemininde
öğrencilerin matematik zekâsını ortaya çıkarmak ise, ilgili konu bir bütün olarak iyice anlatıldıktan sonra
sınav yapılmalıdır. Bu matematik konusunun gerektirdiği bütün formülleri, ezberleri, öğrenci yıllarca
zihninde taşımamalıdır. Meselâ 7. sınıfta Türkçe dersinin maksadı öğrencinin hikaye yazma yeteneğini
ortaya çıkarmak ve geliştirmek ise öğrenciye onlarca hikaye okutturulup yazdırıldıktan sonra, yani
eğitimin sonunda merkezi bir yazılı sınav yapılmalıdır. Öğrenci kendisini daha hazır ve başarılı hissettiği
zaman bu merkezi sınavlara tekrar tekrar girebilmelidir. En son alınan not esas alınmalıdır. Önemli olan
öğrenciyi elemek değil onu eğitmektir çünkü. Sonuç olarak sınavlarda dersle hedeflenen bilgi ve
becerinin ne ölçüde kazanılıp kazanılmadığı ölçülmelidir. Ara sınavlar ancak ana sınava hazırlık
bağlamında, öğrenciye gidişatını gösterme maksatlı olarak yapılmalıdır. Çünkü ara sınav döneminde
öğrenme süreci devam etmektedir, hedeflenen kazanım gerçekleşemez.
Çok sınavlı sistemle öğrenci her an teyakkuzda olacak, işi son dakikaya bırakamayacak gibi
geliyor bana.
Doğru. Çünkü çalışma programı zamana dağıtılmış oluyor. Bu, çok önemli zira öğrencilerin çoğu yaşadığı
anın ve aldığı derslerin önemini fark edemez. Birçok öğrenci çalışmak için sınav dönemini, yani son yılı
ve hatta son ayları bekler. Üç yıldır koşan bir öğrenci ile son yıl veya son üç ayda koşan bir öğrenci
arasında elbette fark olacaktır. Bu fark, zekâ ve yetenek farkı değildir; sorumluluk, imkân ve özellikle
çevre farkıdır. Vaktini israf etmeyi zevk haline getirmiş bir arkadaş çevresine düşen bir öğrenci, ne kadar
zeki olursa olsun, önce "genel sınavda", sonra "hayatta" başarısız olacaktır. Bundan dolayı genç ve
tecrübesiz insanlarımızı, kendi heva ve heveslerine bırakamayız.
Ben kafayı, belki mesleğim gereği öğrencilere yöneltilecek açık uçlu sorulara taktım. Bu tip
soruların düzenlenmesi kadar değerlendirilmesi de zor gibi geliyor bana. Ne dersiniz?
Açık uçlu sınavlar ileriye dönük bir niyetten ibaret. Nasıl yapılacağına dair bir bilgi yok. Açık uçlu
sınavların gerekçesinin beyan edilmesi, bu gerekçe üzerinde tartışılması gerekir. Öğrencilerin edebi ve
etkili anlatım "yetenek"leri ancak yazılı sınavlarla ölçülebilir. Bu doğru. Ancak bilgi ölçümünde test
sistemi daha adildir. ÖYS bu adaletin en doğru şahididir. Ana dili Türkçe olan herkes, bildiklerini
yazabilir. Ancak yazarken kimisi kötü, kimisi edebi bir üslup kullanır. Sınavlar değerlendirilirken edebi
üslup kullananlara daha fazla mı not verilecek? Hayır. Güzel ve etkili yazım için iyi bir eğitim
gerekmektedir. Sınavları yazılı yaparak öğrencilerin yazma yeteneklerini geliştiremeyiz. Ezberi g üçlü olan
bir öğrenci, hocasının bilgilerini kelimesi kelimesine aktarabilir. Yazılı sınav daha fazla ezber demektir.
Liselere yerleştirmede yıl sonu başarı notunun yüzde otuz oranında değerlendirmeye
alınmasını nasıl karşılıyorsunuz?
Doğru bulmuyorum. Zira her öğretmenin değerlendirme sistemi farklıdır ve birçoğunun ölçmedeğerlendirme mantığı yanlıştır. Merkezi değerlendirme sisteminde, öğretmen notunun kısmen de olsa
hesaba katılması durumunda, "notu kıt" olan öğretmenlerle öğrenciler arasına husumet girecektir.
Baskılarla notunu yükseltmek zorunda kalan öğretmenler olacaktır. Bazı öğretmenler hislerini ve
ideolojilerini notlarına yansıtabileceklerdir. Öğrenci, bir öğretmeninin psikolojisinin, ideolojisinin veya
bilgisizliğinin kurbanı olabilecektir. Veya öğrenci başarısızlığının sebebi olarak bazı öğretmenlerini
suçlayacaktır. Bütün bunlar öğretmen-öğrenci ilişkilerini olumsuz yönde etkileyecek; insanlar arasındaki
bazı husumetlere gerekçe oluşturabilecektir.
Ama zaten hâlihazırda bütün bu durumlar yaşanmıyor mu?
Yanlışın yenisi de eskisi de yanlıştır.
Yani yıl sonu başarı notu hiç mi dikkate alınmasın?
Hiç alınmamalı. Yıl sonu başarı notu merkezi sınavlarla belirlenmelidir.
Sınavların merkezi olarak yapılması öğretmen ve öğrenci ilişkilerini rahatlatır mı?
Rahatlatır. Eğitimi verenle onu değerlendiren kişi ve kurumu ayırmak gerekir. Öğretmen öğrenciye bilgi
ve donanım kazandıran, onu sınavlara ve hayata hazırlayan kişi olmalıdır. Ona düşük not veren, onu
sınavlarla aşağılayan kişi olmamalıdır. Dershanelerdeki öğrenci-öğretmen ilişkisinin, okullara göre, daha
saygın ve daha verimli olmasının sebebi, sınavların merkezi olmasında gizlidir. Sonuç olarak öğretmenin,
öğrenciye not veren değil, merkezi bir sınavda başarılı olması için ona yardım eden, onu yetiştiren
konuma yükseltilmesi gerekir.
Yeni sistemle öğretmenler denetlenebilecek mi?
Evet, merkezi sınavlar öğretmenin denetlenmesine de imkân tanıyacaktır. Aynı okulda eğitim veren iki
Türkçe öğretmeninin başarıları ölçülecektir. Veya aynı sınıfa giren Matematik ve Fen öğretmenlerinin
başarısı veya performansı değerlendirilecektir. Mesela bir öğrenci fizik sorularında başarılı, matematikte
başarısız ise, muhtemelen sorun matematik öğretmenindedir. Ancak bütün bu faydalarına rağmen bu
yeni sınav sistemi eğitim sisteminin asıl sorunlarını çözemeyecektir. Zira gerek ortaöğretimde gerekse
yükseköğretimde ciddi bir misyon, zihniyet ve müfredat sorunu vardır.
Zihniyet ve müfredat... Zurnanın zırt dediği yer!
Zihniyet değişimi için öncelikle bilgi, amaç değil araç olarak görülmeli. Eğitim sistemi, Doğuda bilgiyi
ezberleyen ve aktaran, Batıda ise bilgiyi üreten, işleyen, şekillendiren, faydaya dönüştüren bireyler
yetiştiriyor. Doğulu öğrenciler hafızasını, Batılı öğrenciler aklını ve muhakemesini kullanarak başarılı
oluyor. Ders kitaplarındaki bilgileri azaltıp çoğaltarak veya değiştirerek yapılan müfredat değişiklikleri
faydasızdır. Şimdiye kadarki eğitim reformlarında ezber konuları değiştirildi ama ezberci ve aktarımcı
mantık değiştirilemedi maalesef.
Ben bunun en vahim sonucunu Türkçe derslerinde görüyorum. Öğrenciler, edebi eserlerin
adını, yazarını ve konu özetini ezberliyor ama bir dilekçe bile yazamıyorlar.
Haklısınız. Oysa Türkçe ve edebiyat derslerinden amacımız, öğrencinin fikrî veya edebî bir metni anlama,
onun üzerinde düşünme, metni oluşturan kişinin zihniyetini fark etme, bilgi kaynağını tenkit etme, dili
etkili ve doğru olarak kullanma olmalı. Bunun için öğrencilere önce roman, senaryo, hikâye, fıkra,
deneme, şiir, eleştiri ve tanıtım yazıları okutulmalı, sonra öğrenciler okuduklarından hareketle kendi şiir,
senaryo, masal ve hikâyelerini yazmalılar, yazdıklarını sözlü olarak sunmalı ve tartışmalılar. Böylece
öğrencinin kendi zihnindeki birkaç bilgiyi metne dönüştürebilme, onu insicamlı bir şekilde sunabilme
becerisi gelişecektir.
Öğrenciye terim, tanım, tarih ezberletmek daha bilimsel ve saygın görünür fakat faydasızdır. Dil
bilgisini, edebiyat, tarih ve terimlerini iyi bilen bir öğrencinin dili iyi kullanacağı faraziyesi tamamen
yanlıştır. Nitekim Türkçenin grameri ile ilgili ciddi kitaplar hazırlamış olan birçok Batılı Türkolog, Türkçeyi
konuşmaktan acizdir. Diğer yandan en başarılı Türk şair ve edipleri dilbilgisi terimlerini öğrenemeden
vefat etmişlerdir.
Kaldı ki vehamet Türkçe ve Edebiyat dersleriyle de sınırlı değil, hemen her derste öğrenciye
tanım, terim ve bilgi ezberletiliyor.
Maalesef bu çağda hâlâ ezberciliğe tumturaklı gerekçeler üretmekte ve bu gerekçelere inanmaktayız.
Öğrenciye ikna edici bir maksadı olmadan matematik veya fizik konularını öğretmek bile vakit ve zihin
israfıdır. Maksatsız veya klişe gerekçelerle öğrencinin hafızasına bilgi depolamak, onu bilgiden ve
eğitimden nefret ettirmektedir. Hâlbuki öğrenci, meselâ matematik dersini, birkaç faydalı maksatla
alabilir. Bu maksatlardan birisi hayatta herkesin bilmesi gereken matematik konularını öğrenmektir.
Çevre, çap, oran vs. hesaplamaları gibi şeyler herhalde. Tabi bunlar benim bildiğim şeyler değil.
Yine öğrenci, kendisinin matematik zekâsını, matematik bilgisi gerektiren alanlara yönelip
yönelmeyeceğini belirleme maksadıyla, matematiğin belirli konularını öğrenmelidir. Bu maksatla alınan
bir matematik dersi daha zevkli, daha işlevsel ve daha faydalı olur. Herkes matematik zekâsına sahip
olduğunu göstermek için ilgili konuyu öğrenir herhalde.
Merkezi sınavlarda kimin matematikle ilgili daha fazla ezber yaptığı, kimin matematik hafızasının daha
geniş olduğu bulunmaya çalışılmamalıdır. Bunun yerine kimin matematik bilgisini farklı alanlarda
kullanma ve geliştirme yeteneğine sahip olduğu belirlenmelidir.
Yeni sistemde öğrencilerin sosyal, sportif, sanatsal alanlardaki yetenek ve meraklarının da
değerlendirileceği belirtiliyor. Teorik olarak doğru da, uygulamada ne gibi sorunlar çıkabilir
sizce?
Bunlar güzel niyetler ve ifadeler. Yetenekler mümkünse ilköğretimde, değilse ortaöğretimde
keşfedilmelidir. Sanat ve spor dersleri öncelikle öğrencilerin öz yeteneklerini ortaya çıkarma maksatlı
olarak verilmelidir. Üçüncü sınıf sanatkâr ve sporcu yetiştirmeye gerek yoktur. Birinci sınıf sanatçı veya
sporcu olamayacaklar ancak boş vakitlerinde eğlence olarak bu alanlarla ilgilenmelidirler. Herhangi bir
dalda yeteneği ortaya çıkan öğrenciler, kendileri isterlerse, ilgili sanat veya spor okullarına
gönderilmelidir. Bir kişinin uluslararası sanatçı ve sporcu olabilmesi için özel bir eğitim alması, küçük
yaştan itibaren "bütün vaktini" ve "bütün zihnini" sanatına harcaması gerekir. Gerçekten insanlar farklı
özelliklere, farklı zekâ türlerine, farklı ilgi alanlarına sahiptirler. Kimisi musikiye, kimisi spora, kimisi
teknik konulara, kimisi sosyal bilimlere, kimisi fen bilimlerine daha yatkındır. Dünya çapında futbolcu,
senarist, sanatçı vs. olabilecek bir öğrenciyi matematiği veya edebiyat tarihini ezberlemeyi sevmediği için
okuldan ve hayattan uzaklaştırmak yanlıştır, bu kendi insan kaynaklarımızı heder etmektir. Eğitimde
yetenek keşfi çok önemlidir. Sanatta, sporda, siyasette, bilimde vs. kendi dehalarını bulup
yetiştiremeyen, onları koruyup kollayamayan milletler hep takipçi, taklitçi, alıcı, pazarlamacı olmaya
mahkûmdurlar. Kendi öz yeteneklerini heder eden milletler gelişemezler.
Prof. Dr. Menderes COŞKUN, Süleyman Demirel Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı

Benzer belgeler