Sayı No : 64 PDF İndir

Transkript

Sayı No : 64 PDF İndir
itü vakfı dergisi 1
NİSAN-HAZİRAN 2014
| SAYI 64
İmtiyaz Sahibi:
İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca
Yazı İşleri Müdürü:
Hatice Yazıcı Şahinli
Yayın Kurulu:
Prof. Dr. Yıldız Sey
Y. Müh. Naci Endem
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Prof. Dr. Mete Tapan
Kenan Çolpan
Kenan Mete
Hatice Yazıcı Şahinli
Yayın Koordinatörü:
Kenan Mete
Editör:
Hatice Yazıcı Şahinli
Reklam ve Halkla İlişkiler:
Fahri Sarrafoğlu
Grafik Uygulama:
Eser Keleş
Katkıda Bulunanlar:
Zeynep Şahin Tutuk, Gülşah Seyhan,
Osman Keskin, Alper Yurttaş, Altan Bal,
Arzu Eryılmaz, Gülşah Çelikgür,
Nagehan Dikici, Yavuz Dürüst
Yönetim Yeri:
İTÜ Vakfı Merkezi
İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394
Teşvikiye / İSTANBUL
Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71
Faks: 0212 231 46 33
Baskı:
Azra Matbaacılık
Litros Yolu 2.Matbaacılar Sitesi
D Blok 5. Kat No. 1-2-3-4-5
Topkapı, Zeytinburnu / İSTANBUL
Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27
Yayın Türü:
Yaygın, Süreli
E-posta: [email protected]
www.ituvakif.org.tr
Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar
sahiplerinin görüşünü yansıtmaktadır. Dergiyi
ve yayın kurulunu bağlayıcı nitelik taşımaz.
İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve
fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu ile
alıntı yapılabilir.
2 itü vakfı dergisi
.........................................................................................................................................................................................................................................
VAKFI DERGİSİ
Kapak fotoğrafı:
Aras Neftçi
(İTÜ Taşkışla Binası)
10
Teknik Üniversite’nin Değişime İhtiyacı Var!
18
İTÜ’de Ar-Ge Yapılanması ve Hedefler
22
58
60
İTÜ - Bugün ve Gelecek “Görüşler”
61
Kültür Uzun, Para Kısadır
63
Neden Hep İTÜ Binaları!
67
İTÜ’nün Kısa Tarihi ve Mühendislik Eğitimimiz
72
Önce İTÜ Vardı!
76
İTÜ Binalarının Kimi Mutlu ve Umutlandırıcı, Kimi Üzücü ve
Hüzünlü Öyküleri
Prof.Dr. Mehmet Karaca
Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik - Dr. İ.Ethem Karaağaçlıoğlu
Eski Rektörler - Öğretim Üyeleri - Mezunlar - Öğrenciler
Bir Anıt: “Taşkışla”
İTÜ Kentiçi Binalarının Korunması
Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu
Prof. Dr. Mete Tapan
Prof. Dr. Güven Önal
Doç. Dr. Tuncay Zorlu
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Prof. Dr. Güngör Evren
81
92
96
98
100
103
126
129
131
136
Yüksek Mühendis Mektebi’nde Eğitim ve Yönetim
139
Briç
Prof. Ruhi Kafesçioğlu
İTÜNOVA TTO: İTÜ’deki Buluşlar Kanatlanıyor
SOLVOYO: Tedarik Zinciri Yazılımları
PhonoClick: Yüksek Ölçekli Müşteri Etkileşim Çözümleri
İTÜ Teknogirişim Atölyesi
İTÜ’den Haberler
Genç Başarı
Vakıf’tan Haberler
Yayınlar
Spor
itü vakfı dergisi 3
DÜNYA ÇAPINDA
ENDÜSTRİYEL
PROJELER
Güç santralları, petrol, çimento, petrokimya ve gaz tesisleri, fabrikalar, yüksek binalar,
su arıtma tesisleri ve iletim hatları, köprü, metro, tünel ve çeşitli altyapı yapımlarında uzman GAMA,
aynı zamanda yurt içi ve yurt dışında çeşitli enerji yatırımlarına sahiptir.
4 itü vakfı dergisi
GAMA Binası, Nergis Sokak No: 9, 06520 Söğütözü, Ankara / Türkiye • P. +90 (312) 248 42 00 • F. +90 (312) 248 42 01 • www.gama.com.tr
itü vakfı dergisi 5
VeriFone’dan perakende sektörüne özel çözüm
Köklü geçmişi ve güçlü AR-GE merkeziyle ödeme sistemlerinin lider firması VeriFone,
ödeme cihazlarının yanı sıra perakende sektörü için geliştirdiği çözümler ile de Türkiye ve dünyada öncü
konumda bulunuyor. Birçok perakende ve alışveriş noktasında fark yaratan VeriFone, son dönemde
yazarkasa POS cihazlarındaki uygulaması ve çözümleri ile sektörün lider firması oldu.
V
da bambaşka bir boyut getirdi.
Perakende şirketlerinin hayatını
kolaylaştıran sistem, bununla da
kalmayıp işletmelerin zaman ve
kazanç elde etmelerine olanak
sağlıyor.
eriFone Türkiye, Güney
Avrupa ve Rusya Genel
Müdürü Onur Altınbaş,
“VeriFone, yıllardır Türkiye’de ödeme sistemleri sektöründeki önemli oyunculardan
biri. Köklü geçmişimiz ve güçlü AR-GE merkezimizle ödeme
sistemleri sektöründe dünyanın
öncü kuruluşu olarak, teknolojik ve güçlü altyapımızla pazarın
en gelişmiş ürününü sunuyoruz.
Bu anlamda da halihazırda Profilo ve Hugin ile ortak yazarkasa
POS cihazını sektörle buluşturduk. Mevcut durumda en güvenli
elektronik çözümleri sunuyoruz”
dedi.
Türkiye’deki yazarkasa POS uygulamasının dünyada bir ilk olduğuna vurgu yapan Altınbaş,
şunları söyledi:
“Türkiye’deki
bankacılık ve finans sektörü hepimizin bildiği gibi dünyanın en
gelişmiş ve yenilikçi sektörü. Bu
gelişmiş yapıya ve ürün çeşitliliğine paralel olarak ödeme sistemleri sektörü, dünyada birçok
ülkeye örnek projeler geliştirmiş
durumda. Türkiye’deki yazarkasa
POS uygulaması, dünyada bir ilktir. Biz de VeriFone Türkiye olarak, Türkiye’nin sahip olduğu bu dinamik sektör yapısı sayesinde geliştirilen ürünleri
aynı zamanda yurt dışına pazarlamayı
kendimize misyon edinmiş durumdayız.
Ödeme sistemleri konusunda VeriFone
Türkiye olarak dünya üzerindeki birçok
ülkeye yol gösterici konumundayız. VeriFone POS terminallerinde bankaların
sahip olduğu, VeriFone tarafından geliştirilen bankacılık uygulamaları yıllar-
6 itü vakfı dergisi
dır sorunsuz olarak kullanılıyor. Mevcut
bankacılık uygulamaları ile birlikte kullanılmakta olan kontör yükleme, fatura ödeme gibi özel uygulamalar da yeni
ödeme kaydedici POS cihazlarına rahatlıkla yüklenebiliyor.”
VeriFone hizmetleriyle perakende dünyasına iddialı çözümler sunuyor. VeriFone’un sektöre sunduğu entegre
çözümlerden biri olan VPlatform, perakendeciliğe ödeme sistemleri konusun-
POS terminalleri üzerindeki yazılımlar ile sağlanan bir tam
hizmet platformu olan VPlatform
sayesinde tek platform üzerinde
birçok servis devreye alınabiliyor. Tüm POS’larda ve yazarkasa
POS’larda kullanılabilen VPlatform mağazalardaki kasa bilgileri
ile merkezdeki muhasebe bilgilerini entegre edip, zincir mağazaların anlık raporlama takibi yapabilmelerini sağlıyor. Bunun yanı
sıra; VPlatform’un Pay + programı, çalışılan tüm banka uygulamalarını tek cihazda toplamayı
mümkün hale getiriyor. Böylelikle Loyalty + programıyla ayrıntılı raporlama alınabiliyor, detaylı
kampanya tanımlanabiliyor ve
müşteriye hizmet verme hızında artış sağlanabiliyor. Üstelik
müşteri profili, ürün, tutar, tarih,
bölge bazlı sadakat programlarını hayata geçirebilmeye ve çapraz
sadakat programları oluşturmaya
da imkan tanıyor. 12 bankayı tek bir POS
cihazında birleştiren VPlatform’un sağladığı avantajlar şöyle sıralanabilir:
• Alışverişin yoğunlaştığı anlarda kasiyer, tutar yerine POS’a yanlış bir miktar
girerse hem müşteri memnuniyeti düşer
hem de muhasebesel tutarsızlıklar oluşabilir. VPlatform, kasa-POS entegrasyonu sayesinde kasa üzerinden girilen tutarı, taksit sayısını ya da puan kullanım
talebini otomatik olarak POS cihazına
VeriFone’un perakende sektörünü hareketlendiren bir diğer uygulaması da VeriFone Retail 360. Altınbaş, bu uygulamada
satışların artırılırken maliyetin de en aza
indirilmesinin amaçlandığını anlatarak
“Mağazalarda satış işlemlerinin yönetiminden mağazadaki stok seviyesine,
kayıpların önlenmesinden fiyatların düzenlenmesine kadar bir dizi kolaylık getiren bu uygulamada, merkezde de çalışanların performanslarını görmek ve
tüm seviyelerde stok yönetimi sağlamak
mümkün oluyor” dedi.
Yıllardır dünya standartlarında güvenli işlem
yapan terminalleriyle müşterilerinin beklentilerini karşılamaya devam ettiklerini belirten
Altınbaş, mevcut durumda en güvenli elektronik çözümlerden birini sunduklarını ve cihaz seçiminde satış sonrası desteğin güçlü
olmasının çok önemli olduğunu vurguladı.
kuzey medya
Halihazırda sahada çalışır durumda 1 milyondan fazla POS terminali bulunduğunu
kaydeden Altınbaş, “Her bankaya ait farklı
bankacılık uygulamaları sahadaki cihazlarımızda sorunsuz olarak çalışıyor. VeriFone
POS terminalleri, modern, sağlam ve ergonomik yapıda kullanıcı kolaylığı düşünülerek
tasarlanıyor” diye bilgi verdi.
ÜYE İŞYERİ, BANKA VE TÜKETİCİLER KORUMA ALTINDA
VeriFone, geliştirdiği çözümlere bir yenisini daha ekleyerek banka, üye işyeri ve
tüketicileri koruyan güvenli altyapısıyla hızlı ve esnek çözümler sunmaya devam
ediyor.
Onur Altınbaş, sektördeki tüm mobil POS’lara hizmet verebilen Veri Merkezi hakkında bazı açıklamalarda bulundu: “Çok yakın zamanda sağladığımız çözümlere
bir yenisini daha ekleyerek Türkiye ödeme sistemleri için Veri Merkezi’ni hizmete
sunduk. Kredi kartı sektöründe tüm dünyada kabul edilen bir güvenlik sertifika
standardı olan PCI-DSS (Payment Card Industry – Data Security Standarts) ile
VeriFone’un servis sağlayıcı olarak hizmet vereceği Veri Merkezi, banka, üye işyeri ve tüketicileri koruyan güvenli altyapısı sayesinde hızlı ve esnek çözümler sunacak. ÖKC (yazarkasa POS) sürecinde gerekli olan tüm uygunlukları sağlayarak
müşterilerimize uçtan uca güvenli hizmet vermeye hazırız. Sektördeki tüm yeni
nesil ÖKC yazarkasa ve POSlarına hizmet verebilen Veri Merkezi’miz aynı zamanda tüm GSM operatörleri ve bankalar ile çalışabildiğinden esnek ve yönetilebilir
hizmetler sunuyor. ÖKC’ler ise PCI 3.0 Sertifikalı ve son güvenlik standartlarında
bankaları, üye iş yerlerini ve tüketicilerini risklere karşı koruyor.”
itü vakfı dergisi 7
Ayrıntılı bilgi almak için: [email protected]
Bu bir reklamdır.
Bu avantajlarla müşteri ve işletme arasındaki hız, güvenlik, memnuniyet ve
teknoloji alışverişinin büyük bir değere dönüştüğünü belirten Onur Altınbaş,
“Yeni nesil pazarlama ortamları sunma,
müşteri trafiğinde ve ciroda artış da VPlatform’un önemli avantajlarından” diye
konuştu.
1 MİLYONDAN FAZLA
POS TERMİNALİ
Advertorial
iletir. Böylece hem müşteri hem de şirket tutarlı, güvenilir ve hızlı bir alışverişin
mutluluğunu yaşar.
• Temassız ödemelere de uygun olan
VPlatform’da tüm operatörlere POS cihazından TL yüklenebiliyor ya da fatura
ödemesi yapılabiliyor.
• VPlatform, her bankanın farklı formattaki gün sonu raporlarını alma işlemini
de kolaylaştırıyor. Bu raporlar ayrı ayrı
değil, birleştirilmiş halde sunuluyor.
• Mağaza müşterilerine telefonlarına TL
yükleme, fatura ödeme gibi birçok kolaylık da sunan VPlatform, sadakat kart uygulamaları ve hediye çekleri ile memnuniyeti artırıyor.
• VPlatform, 5 ya da 5 bin mağazalı zincirlerde günde bir kahve ücretine ciro artışı, müşteri sadakati ve maliyette düşüş
sağlıyor.
Bu sayıda
Sayın Okurlar,
D
ergimizin 64. sayısını, İTÜ: BUGÜN ve GELECEK
başlığı altında, Üniversitemizin kuruluşunun 241.
yıldönümünde yayımlayabilmenin mutluluğu
içindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu
yana çağdaş Türkiye’nin inşasında önemli bir rolü
olan İTÜ, gelişen bilim ve teknolojiyi izleyerek ve
yenilikler ortaya koyarak çalışmalarını yürütmektedir.
Küresel koşullardaki sosyal ve teknolojik değişimin
bilim/teknoloji alanındaki etkilerine çözüm aramak ve
uluslararası rekabet koşullarında başarılı olmak, bugün
tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki üniversiteler için
de en önemli hedef olmaktadır.
İTÜ’nün, bugün Türkiye ve dünya üniversiteleri
arasındaki saygınlığının farkında olarak yukarıdaki
gelişim içindeki yerinin ve geleceğinin; Üniversite’nin
yöneticilerinin, öğretim üyelerinin, öğrencilerinin
ve mezunlarının bakış açısıyla nasıl göründüğünü
ve ulaşılması gereken hedeflerin neler olduğunu
röportaj, makale ve söyleşilerle saptamaya çalıştık.
Hiç şüphesiz, böyle önemli bir konunun kısa bir süre
içinde belirlenemeyeceğinin ve yetkili organların
çalışmalarının var olduğunun farkındayız. Amacımız
konuyu okurlarımıza açmak. Görüş ve eleştiri getirecek
yazılar bizi mutlu edecektir.
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ile editörümüz Hatice
Yazıcı’nın yaptığı röportaj, üniversitenin bugünkü en
üst düzey yöneticisinin; İTÜ’nün uluslararası düzeydeki
yeri, hangi alanlardaki çalışmalara öncelik verdiği,
241 yıllık bir geleneğe sahip olmanın yarattığı koşullar,
asistan kadrolarındaki sorunlar, mezunlarla ilişkiler,
öğrenci kulüpleri, Ar-Ge çalışmaları, öğretim üyelerinin
sorunları, YÖK tasarısı ve üniversite içinde sanat
konuları hakkındaki görüşlerini içeriyor ve ilgilenen
herkesin İTÜ’nün çeşitli alanlardaki çalışmaları veya
hedefleriyle ilgili bilgi sahibi olmasına olanak veriyor.
Hepimizin bildiği gibi Ar-Ge merkezleri, buluş ve
inovasyon çalışmalarının merkezidir. Prof. Dr. Mehmet
Sabri Çelik ve Dr. İ. Ethem Karaağaçlıoğlu, “İTÜ’de
Ar-Ge Yapılanması ve Hedefler “ başlıklı yazılarıyla
araştırma yapılanmasını ve buluş çalışmalarındaki
ilerlemeleri, uluslararası büyük firmalarla sponsorluk
ve ortak proje geliştirme konusundaki ilerlemeleri
açıklıyorlar.
Rektörlük görevlerini bitirmiş olan öğretim üyelerimizin
İTÜ’nün geleceğini nasıl görmek istediklerini açıklayan
yazılarına, yönetim deneyimlerinin yansıması olacağı
için önem verilmiştir.
Ayrıca mezunlarımızın gelecekteki İTÜ için öngörüleri,
aldıkları eğitimin iş hayatındaki yeterliliğini açıklaması
açısından yararlı olacaktır. Öğretim üyeleri ve öğrenci
8 itü vakfı dergisi
görüşleri de üniversitenin geleceğini ve bugünkü
sorunlarını anlatmak açısından üzerinde durulmaya
değer olacaktır.
Bugünün anlaşılmasının ve geleceğin planlanmasının
en iyi yolu, çok iyi bilindiği gibi geçmişi tanımakla sağlam
bir temele oturtulabilir. Bu düşünceyle eğitim, üniversite
yapıları ve yerleşkeleri ile ilgili olayları açıklayan yazılara
yer vererek, bugün içinde yaşadığımız binaların hangi
aşamalardan geçtiğini bir kez daha hatırlamak ve yeni
kuşaklara da anlatmak istedik.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yeni fakültelerin açılması
ile bina ihtiyacı artmış ve Cumhuriyet ilanını izleyerek
Gümüşsuyu, Taşkışla, Maçka Silahhanesi ve Maçka
Karakolu devlet tarafından tahsis edilmiştir. Onarımlar
sonucunda kullanıma açılan bu binaların 1980’li yıllarda
otel, borsa binası gibi yeni fonksiyonlarda kullanılmak
üzere geri alınmak istenmesi bir mücadele ortamı
yaratmış ve sonunda İTÜ’nün zaferi ile bitmiştir. Bu
olayları anlatan “Bir Anıt: Taşkışla”, Prof.Dr. Mete Tapan’ın
“Kültür Uzun, Para Kısadır” ve “Son Defa Taşkışla”,
Prof.Dr. Erol Kulaksızoğlu’nun “ İTÜ Kent İçi Binalarının
Korunması ve En İyi Şekilde Değerlendirilmesi Sorunu”,
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’nin “Hukuk ve Maçka Kışlası”,
Prof. Dr. Güven Önal’ın “Neden Hep İTÜ Binaları?” ve
Prof. Dr. Güngör Evren’in “İTÜ Binalarının Kimi Mutlu ve
Umutlandırıcı, Kimi Üzücü ve Hüzünlü Öyküleri” başlıklı
yazıları bu mücadelenin hikayesini anlatmaktadır.
Doç. Dr. Tuncay Zorlu’nun “İTÜ’nün Kısa Tarihi ve
Mühendislik Eğitimimiz” başlıklı yazısı eğitimin 17.
yüzyıldan bugüne kadarki gelişimini ve İTÜ’nün kuruluş
tarihini özetlemektedir.
Prof. Dr. Ruhi Kafesçioğlu ise Yüksek Mühendis
Mektebi’ndeki eğitim ve öğretimi Gümüşsuyu
Yerleşkesi’ne geçişten başlayarak; dershaneler,
hocalar, öğrencilik anıları ve sosyal yaşam çerçevesinde
ayrıntılarla anlatmaktadır.
“Önce İTÜ Vardı!” başlıklı yazısında Dr. Doğan Hasol
da, İTÜ tarihçesine değindikten sonra kendi öğrencilik
dönemini (1956-1961) çeşitli açılardan tanımlamaktadır.
İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç, alanında bir ilk
olan “İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı” başlığı
altında kurumun kuruluş ve gelişimini aktarmaktadır.
Her sayımızda olduğu gibi bu sayımızda da Teknokent
Dosyası, İTÜ’den Haberler, Genç Başarı, İTÜ Vakfı’ndan
Haberler zengin bir içerikle yer almaktadır.
Gelecek sayımızda buluşmak üzere.
Saygılarımızla,
Prof. Dr. Yıldız Sey
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
İTÜ
BUGÜN
VE GELECEK
itü vakfı dergisi 9
Teknik Üniversite’nin
Değişime İhtiyacı Var!
Ben, daha radikal
olmayı tercih ettim, çünkü
değişime ihtiyacı var bu
üniversitenin. Köklü
yapıdan, gelenekten
beslensin ama yeniliklere
açık olsun. “Gelenekten,
geleceğe” şeklinde bir
sloganı tercih etmemiz
lazım. Aksi halde mevcut
sistem kişileri popülizme
itiyor, kişiler biraz nefsine
yenik düşüyor. Onları da
anlayışla karşılıyorum.
İyi olan gelsin yarışsın,
hiç sıkıntım yok! Benden
daha iyiyse gelsin! Bu
anlayışın üniversiteye
yerleşmesi lazım. Biraz
radikal bir düşünce,
çoğu kişinin hoşuna
gitmeyebilir ama Teknik
Üniversite’nin buna
hazır olması lazım. Aksi
halde sıradanlığa doğru
gideriz ve bu da Teknik
Üniversite’ye yakışmaz!
Bu kadar eski bir
kurumun sıradanlaşması
kuruma ihanet olur.
Birinin risk alması lazım.
Ben risk aldım, risk
almaya devam ediyorum!
Kurumun bekaası
için… Daha sonra beni
hatırlayacaklar, ben buna
eminim! Diyecekler ki,
popülist olmayan, risk
alan bir rektördü.
10 itü vakfı dergisi
Fotoğraflar: Altan Bal
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ile
Gelenekten, Geleceğe İTÜ
241. kuruluş yılını kutlamakta olan İTÜ,
sizce bugün olması gereken konumda
mı? Kurumun geleceğinin şekillenmesinde sorumluluk üstlenmiş biri olarak
nasıl bir İTÜ hayal ediyorsunuz?
Üniversitemiz, maalesef hala istenen konumda değil. Bunu bir özeleştiri olarak
kabul etmek lazım. İTÜ’nün de bir Cambridge, bir Oxford, bir MIT ve bir Harvard
gibi dünyada aranan, ismi ilk anda akla
gelen bir üniversiteye dönüşmesi lazım.
Hedefimiz de aslında öyle bir yerde olmak. Elbette bu uzun bir yolculuk ve bunun için de kararlı adımlar atmak lazım.
Bir değil, birkaç rektör döneminin geçmesi gerekiyor bu hedefe ulaşmak için.
İTÜ, mensupları ve mezunlarıyla büyük
bir potansiyele sahip. Bunu yapamayacak konumda değil. O açıdan Teknik Üniversite’ye güveniyorum.
Rektörlük görevinde iki yılı doldurmak
üzeresiniz. Bu süreçte, yönetim programınızdaki öncelikleriniz, projeleriniz
nelerdi, ne kadarını hayata geçirebildiniz?
Rektörlüğe başlarken hedefim, belirli
alanlara kilitlenmekti. Çünkü hiçbir üniversite dünyada her alanda iyi değildir,
bir takım öncelikleri vardır. Biz de kendimize hedef olarak birkaç sektörel alan
belirledik ve bu alanlarda büyümeyi
seçtik. Enerji, malzeme, havacılık, çevre,
özellikle çevre bilimleri önceliğimizdi ve
bu alanlarda belli aşamalar kaydetmek
üzereyiz. Enerji ile ilgili ciddi adımlar attık, havacılıkla ilgili olarak dünyanın önde
gelen kuruluşları ile işbirliği yaptık; Boeing, IMT, British Colombia ile bir program
başlattık. Ama kısmen en büyük problemimiz olan bürokratik sıkıntılar, kısmen de
kendi içimizdeki ataletten dolayı henüz istediğimiz, hayal ettiğimiz noktada değiliz.
Bu sene hedefimiz, gelirimizin büyük kısmını IT altyapısına ayırmaktı. Çünkü iyi,
hızlı bir iletişim ağına sahip değiliz. Kotalarımız çok düşük, internet bağlantımız
istenen düzeyde değil. Bunu çözmek için
önemli adımlar atıyoruz. Burası Teknik
Üniversite ama maalesef standart bir
ilköğretim okulu, bir lise bile bizden çok
daha iyi bir altyapıya sahip. Yıllardır bir
türlü e-imzaya geçilemedi. Bunun için
de bir çalışma başlattık. Hedefimiz bu
dönemde e-imza uygulamasına geçmek.
Bütün evrak ve yazışmanın elektronik ortama kavuşacağı bir sistem için gerekli altyapıyı hazırlıyoruz.
Kampüslerde
Yıllarca aynı kurumda kalmak
insanı üretkenlikten yoksun kılıyor.
Lisansı, master’ı, doktorası hatta
hocalığı bile aynı kurumda olunca
yeni, farklı anlayışlara, farklı
görgülere kapalı oluyor insan.
Aynı kökten, içten beslenme
-İngilizce’de inbreeding - akademik
kültür açısından geçerliliğini
yitirmiş bir kurgudur. En iyi insan
tipolojisi morfolojik olarak melez
ırklardır. Melez ırk, farklı yerlerden
beslendiği için her şeye karşı daha
dayanıklıdır, daha donanımlıdır,
bağışıklık sistemi güçlüdür. Melez
kültürün bu kuruma yerleşmesi
lazım.
olan, yeniliğe açık, yeni şeyler yapma derdinde olan bir kurum. Dünyada, yeniliğe
bu kadar açık olması gereken üniversite
benzeri bir kurum daha yok. Ama gelenekçiliğin getirdiği kemikleşmiş yapılar,
karar süreçlerini etkiliyor, yönetim olarak
aldığınız kararların sirayet etmesine, o kanın akışına engel olabiliyor.
daha yaşanabilir bir çevre esas düsturumuz. Sloganvari değil, işleyen bir çevre
sistemi... Zaten görüyorsunuz, önce
Ayazağa’da ardından Taşkışla’da çalışmaları başlattık. Sonra sıra Maçka ve Gümüşsuyu’na gelecek. Çevre duyarlılığı
olan bir altyapı için harekete geçtiğimiz
Ayazağa Yerleşkesi’nde kaldırımları medeni ülkelerdeki standarda göre yeniliyoruz. Bisiklet yolları, yaya yolları, kampüs
içinde ring seferlerini artırarak, mümkün
olduğu kadar araç trafiğini azaltacak
önlemler konusunda ciddi adımlar attık.
Yeşil Kampüs projesinden hareketle sonuçları en hızlı görülecek değişimlerden
biri kampüsteki yeşil doku.
“Akademik camia büyük bir ekosistemdir: İnsanlar öğrenme merakıyla doludur; doğayı anlamaya çalışırlar, teknolojiyi geliştirirler, bilim aşkıyla yanıp
tutuşurlar; yenilik peşinde bıkmadan
usanmadan çalışırlar…” diyorsunuz.
Bu ekosistemi besleyen unsurlar neler?
Akademik camia bir ekosistem hakikaten.
Bence bu ekosistemin en iyi şekilde beslenmesi için dışarıya, farklı yerlere açık
olması gerekiyor. Bugün dünyadaki en iyi
okullara baktığımızda, bunların dışarıyla
entegrasyonu çok fazla olan üniversiteler
olduğunu görürüz. Daha fazla yabancı öğrenciye, daha fazla yabancı öğretim üyesine sahip üniversiteler çok daha başarılı
oluyor. Bence Teknik Üniversite’nin bu kemikleşmiş gelenekçi yapıdan biraz daha
kurtulması lazım. Bu yapı, yeni insana yeni
sisteme pek açık değil. Son on yılda aslında ciddi bir kırılma yaşamaya başladık.
Eski klasik kürsünün avantajları vardı evet
ama dezavantajları da vardı; yeni insanı
tanıması, kabullenmesi çok zordu. Bu açıdan kırılma yavaş yavaş yaşanıyor, o da iyi
bir şey.
İş süreçlerini etkileyen ataletten bahsettiniz... İTÜ’nün gelenekçi yapısı günümüz şartlarında pratiğe nasıl
yansıyor?
241 yıllık bir geleneğe sahip olmak, birçok açıdan pratiğe olumlu yansıdığı gibi,
bazı durumlarda süreci olumsuz da etkileyebiliyor. İyi tarafları; kurumsal bir
yapısı, bir geleneği var. O kurumsal yapı
içinde herkes görevini, konumunu bildiği
için karar alırken muhatabınız var, en büyük avantajı bu. İyi bir mezun portföyüne
sahipsiniz. Bir üniversitenin üniversite olması, kurumsallaşması için en az 50-100
yüz yıl gerekli zaten. Olumsuz diyebileceğimiz tarafları da bu defa ataletiniz fazla oluyor; iş yaparken, sorun çözerken,
önünüzdeki bürokrasi çok daha hızlı, kök
salmış durumda. Yeniliğe açık bir yapıya
sahip değilsiniz. Üniversite, kendi yapısı
içinde, adı üstünde sürekli arayış içinde
Burada, 50D ve 33A asistan kadrolarındaki uygulamalar akla geliyor…
Bu kararı zaten biz almadık. YÖK tarafından alınmış bir karar. Yıllardır Boğaziçi,
ODTÜ ve Bilkent üniversitelerinde uygulanan bir yöntem, kendi mezunlarını kendi
üniversitelerinde istihdam etmiyorlar. Farklı yerlere gitmelerini, farklı dünyalardaki bilimsel metodolojiyi öğrenmelerini istiyorlar.
Sonra gelip, kendi üniversitelerinde eğer
sistem uygunsa uluslararası öğretim üyesi
oluyorlar. Yıllarca aynı kurumda kalmak
insanı üretkenlikten yoksun kılıyor. Lisansı, master’ı, doktorası hatta hocalığı bile
aynı kurumda olunca farklı anlayışlara,
farklı görgülere kapalı oluyor insan. Aynı
kökten, içten beslenme -İngilizce’de inbreeding - akademik kültür açısından geçerliliğini yitirmiş bir kurgudur. En iyi insan
tipolojisi morfolojik olarak melez ırklardır.
Melez ırk, farklı yerlerden beslendiği için
itü vakfı dergisi 11
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
da yurtlarda barındırmak. Yurtlar, beraber
yaşama kültürünü getiriyor. Öğrenci buralarda yaşanacak acı-tatlı anılardan yoksun
olmamalı. 70’ten 80’den sonra yurt kültürü,
beraber bir şeyler yapma kültürü azaldığı
için mezunların sonradan toparlanması,
kuruma bağlılık duyguları zamanla azaldı.
her şeye karşı daha dayanıklıdır, daha
donanımlıdır, bağışıklık sistemi güçlüdür.
Melez kültürün bu kuruma yerleşmesi lazım. Biz, mezunlarımız burada çalışmasın
demiyoruz. Diyoruz ki; en azından gitsin
başka bir yerde rüştünü ispat etsin, eğer
bölümü gelişmeye büyümeye imkan veriyorsa dönsün. Asistan kadroları, sistemin en büyük problemlerinden biri. Mezun
olan, doktorayı bitiren 33 D’ye geçerek ve
bu kadroda çok uzun yıllar kalarak yeni
gelecek olanların önünü kesiyor. Bu defa
kadro sıkıntısı nedeniyle yeni yüzlerin, üniversiteyi dereceyle bitirmiş olanların kadroya alınmaları engelleniyor. Mesela bizim
enstitümüzde asistan kadrosunda kimse
yok. Sistemde sadece öğretim üyeleri
var, onları projelerimizden destekliyoruz.
Gençler ise idari işlerden kendilerini tamamen arındırarak, araştırmaya konsantre
oluyorlar. Bize gelen bazı duyumları, kötü
örnekleri görüyoruz. Fakültenin veya bölümün her türlü angarya işleri bu gençlerin
üzerine yıkılıyor. Bu nedenle de bitirme tezlerinde, araştırmalarında gecikmeler yaşanıyor. Bunu da göz önüne alarak, herkesin
50D’den, 33A’ya geçirilmesi zaten doğru
bir karar olmazdı.
“Üniversiteyi Üniversite Yapan
Mezunların Kuruma
Bağlılığıdır”
Eski mezunların üniversiteye hissettikleri aidiyet duygusu bambaşka. Sizce,
yeni kuşaklar, eski mezunlar kadar bağlılık duyuyor mu üniversitesine?
12 itü vakfı dergisi
Ben 60’lara hatta 70’lere kadar olan mezunların İTÜ’ye bağlılıklarına gıpta ediyorum. Burada en büyük sıkıntı şu; mezunlar
üniversite içinde yeteri kadar görünmüyorlar, nedense bu tür bir yapı, bir alışkanlık
oluşmamış.
Benim bütün isteğim, mezunların üniversite kampüslerinde daha
görünür olması, üniversitenin olanaklarını
daha fazla kullanması, üniversite içinde
yaşaması, spor yapması. Mezunun, üniversiteye aidiyet duygularıyla bağlanması
açısından bunun şart olduğunu düşünüyorum. Burada en büyük eksiğimiz yönetimle mezunlar arasında bir türlü bağ kurulamadı, istediğimiz bağı oluşturamadık. Bir
Mezunlar Derneğimiz var, 100 binin üzerinde mezunumuz var, sadece sekiz bini
derneğe kayıtlı ve sadece üç bini aktif. Ve
duyuyorum ki Genel Kurul’u 30-40 kişiyle
yapıyorlar. Bu durum aslında günümüzde
aidiyet duygusunun düşündüğümüz kadar
olmadığını gösteriyor.
Bu bağ neden zayıfladı?
Okula en büyük bağlılığın oluştuğu dönem
lisans eğitimi dönemidir. Bu dönemle ilgili
acı-tatlı anılarınızla anıyorsunuz kurumu.
Siz 18-22 yaş döneminde üniversitede
çok hoş vakit geçirmişseniz, kurumla entegrasyonunuz çok hoşsa, aidiyet duygusu o zaman başlıyor. Teknik Üniversite’yi
Teknik Üniversite yapan 60’lara kadar olan
yurt kültürüydü, Gümüşsuyu yurdu kültürü… Orada müthiş bir aidiyet duygusu
vardı. Bugün bizim hedefimiz, birinci sınıfa gelen bütün öğrencileri mümkün olduğu
kadar yurtlarda, İstanbul’da yaşıyor olsa
İTÜ’nün yaşayan 100 bin’i aşkın mezunu
var. Mezunların üniversite ile entegrasyonu konusunda bir çalışma yürütülüyor mu?
Girişimlerimiz var… Her mezuna en azından “itu.edu.tr” uzantılı e-mail adresi vermek, üniversite ile ilgili bilgilendirmeyi artırmak, kütüphaneyi daha çok kullanmalarını,
sahiplenmelerini sağlamak, kampüsteki
spor alanlarını mezunların kullanımına açmak bu girişimlerden bazıları. Hatta, Mezunlar Derneği’ne, Doğa Tarihi Müzesi’ne
dönüştürdüğümüz binanın üst katını bir
mezunlar lokaline dönüştürmeleri teklifinde
bulundum ama yanaşmadılar.
Mezunların öğrencilerle, üniversite ile entegre olması için bu tür mekanlar kampüs içinde
olmalı. 18 yaşındaki bir gencin 60’larda,
70’lerde mezun olmuş ağabeyleri ve ablalarıyla beraber olması, onların tecrübelerinden yararlanması, büyüklerin de öğrencilere koçluk yapması yeni kuşaklarda
aidiyet duygusunu güçlendirir.
Amerika’da üniversitelerin bütün etkinliklerinde, spor müsabakalarında daha çok
mezunları görürsünüz. İki ay önce Los
Angeles’ta doktora yaptığım üniversitenin
bir maçına gittim. Stat 15 bin kişilikti ve
öğrenciden çok mezun vardı. Orada farklı
bir aidiyet duygusu var; mezunlar üniversitelerinde mutlu oluyorlar, müthiş bağışlar
yapıyor, üniversitenin önünü açan büyük
projeler yürütüyorlar, yönetimi yönlendiriyor, problemlerin çözümünde destek
oluyorlar. İTÜ’nün efsane basket takımını
tekrar canlandırmak için bu sene kampüsteki salonda oynatmaya başladık, ama mezunları orada göremiyoruz.
Bu açıdan büyük beklenti içinde olabilirim
ancak, dünyada da üniversiteyi üniversite
yapan, mezunların kurumlarına olan bağlılığıdır. Mezunların desteği ile hoş bir “Mezunlar Meydanı” projesi gerçekleştirildi,
sağlanan gelirle bir yurt yapıldı. Ama bunun çok daha ötesinde işler yapılmalı. Bu
üniversite, sahip olduğu mezun potansiyeli
ile özellikle 1950 ve 60’lı yıllarda mezun
olanların bulundukları iyi konumlar nedeniyle çok daha büyük projeleri gerçekleştirebilir.
Bugün Bir Miras Yiyiyoruz!
Mezunlar bu konuda ne söylüyor? Örneğin bir Mezunlar Konseyi var, son yıllarda mesai harcayan…
Yardımları oluyor ama istediğim düzeyde
değil. Benim gözüm batıdaki örneklerde.
O kadar olmasa bile, mezun potansiyelimize baktığımızda, oradaki mezunların
üniversitelerine yaptıkları katkının yüzde
50’si olmalı bizde de. Mezunlar bu üniversiteden aldıkları diplomalarla kariyer yaptılar, firma sahibi oldular. Buraya borçları
var. Ben 40’lı 50’li yılların mezunlarının
gözlerinde, sözlerinde gördüm bunu. “Bu
okul bizi okuttu, bize diploma verdi. Biz
buraya borçluyuz, sahip olduğumuz her
şeyin arkasında bu okulun diploması var”
diyorlar. Eski mezunlar bunu daha çok dile
getiriyorlar. Yenilerde bunu göremiyoruz.
Bunun suçu belki de yönetimde. Yeni
mezunu bağlayıcı bir şey yapmadık. Örneğin, burs alan her bir öğrenci, iş sahibi
olduktan sonra üniversitesini, öğrencilik
günlerini hatırlamalı ve buraya burs kaynağı sağlamalı. Artık sözleşme imzalatacağım, karşılıksız burs olmamalı. Mutlak
surette bir emek sarfetmelerini istiyorum,
bir şey yapsınlar…
Ben, lisans ve
master’ı İTÜ’de
tamamladım. Doktoramı
yurt dışında
yaptım ve tekrar İTÜ’ye döndüm. Lisans
aidiyeti bambaşkadır. Burası benim
yuvam, ilk derecemi aldığım yer. Kişisel
bir beklentim yok!
Mezun olduğum
kuruma bir şeyler yapmak derdindeyim;
üniversitemin marka değeri artsın, eski
parlak günlerine dönsün. Teknik Üniversite
denince akla bir tek İTÜ geliyor. Biz
bugün bir miras yiyiyoruz maalesef. Artık
rekabet şartları çok farklı, 60’lar, 70’lerdeki
gibi değil. Kendimizi hazırlamalıyız, çok
geç kalıyoruz. Günübirlik yaşayamayız,
önümüze daha büyük hedefler koymalıyız.
“Oğuz Atay Kültür, Bilim ve
Sanat Merkezi”
Öğrenciler için neler yapılıyor? Öğrenci
kulüplerini çok önemsediğinizi söylüyorsunuz…
Bugün İTÜ’de bir öğrenci merkezi yok,
İTÜ’nün merkezinde de maalesef öğrenci
yok… Bizim bütün derdimiz merkezimize
öğrenciyi almak.
Çünkü yarınları onlara
teslim edeceğiz. Bizden sonra görevi onlar alacak; ne kadar iyi yetişirlerse, aidiyet
duyguları ne kadar artarsa o kadar yararlı
Dünyada da üniversiteyi üniversite
yapan, mezunların kurumlarına
olan bağlılığıdır. Mezunların desteği
ile hoş bir “Mezunlar Meydanı”
projesi gerçekleştirildi, sağlanan
gelirle bir yurt yapıldı. Ama bunun
çok daha ötesinde işler yapılmalı.
Bu üniversite, sahip olduğu
mezun potansiyeli ile özellikle
1950 ve 60’lı yıllarda mezun
olanların bulundukları iyi konumlar
nedeniyle çok daha büyük projeleri
gerçekleştirebilir.
olurlar, İTÜ’yü üst katmanlara taşırlar, marka değerini artırırlar. Öğrenci kulüplerinin
bu kadar az olduğu bir üniversite olamaz!
Görev aldığımdan beri hatta rektör yardımcısı olduğum dönemden bu yana ısrarla
söylüyorum; öğrenci kulüpleri çok önemli! Meslek kulüplerinden bahsetmiyorum,
onlar tamam ama farklı hedefleri, farklı ülküleri, farklı alışkanlıkları olan öğrencilerin
bir araya gelip hedefe kilitlendikleri öğrenci
kulüpleri istiyorum. Her eksende olabilir.
Çok daha liberal düşünmek lazım. Kültür
Sanat Birliği ile yaşadığımız sıkıntıyı aşıyoruz. KSB’yi, “Oğuz Atay Kültür, Bilim ve Sanat Merkezi” adı ile yeniden yapılandırdık,
onay için YÖK’e gönderdik. KSB de bu
merkeze bağlanacak. KSB’deki yönetim
de zorunlu olarak mevcut kurallara bakarak bazı şeyleri engelliyordu. Artık öğrenciye “Bu, şablona uymuyor, kuramazsınız!”
dememek lazım. Öğrencilerin çeşitli sıkıntıları vardı. Şimdi orada bu işi çok sahiplenen bir arkadaşımız müdür olarak görev
yapıyor. Öğrenci kulüplerini çok daha iyi
yerlere getireceğiz.
Princeton Üniversitesi’nin 10 bin öğrencisi
var, 300 öğrenci kulübü var. Bizim 30 bin’e
yakın öğrencimize karşın 150 civarında
kulüp var. UCLA (University of California,
Los Angeles) Üniversitesi’nin 26 bin lisans,
10 bin yüksek lisans öğrencisine karşın
800 öğrenci kulübü var. Bizim öğrencilerimizin de farklı alanlarda yaşayacakları
kulüp deneyimleri, iş hayatına atıldıklarında onlara müthiş katkı sağlayacak. Çünkü
kulüp etkinlikleri ile proje yapma alışkanlığı
gelişiyor, finans arama derdi oluyor, dışarıyla bağlantı kuruluyor, hayata hazırlanıyorlar.
Her şey derste öğrenilmiyor, öğrenilmemeli
zaten. Sınıftaki ders size sadece bir altyapı
kazandırır.
Öğrencileri Rol Modellerle
Tanıştırmak…
Öğrenciler için en büyük hedeflerimden
biri de önümüzdeki sene başlayarak öğrencileri rol modellerle tanıştırmak. Bir ara
denedik, sürdüremedik. Dünyada belli konumlara gelmiş kişileri konuşmacı olarak
İTÜ’ye çağırmak, öğrencileri her ay sevebilecekleri, ilgi duyacakları bir rol modelle
tanıştırmak istiyoruz. Öğrenciler standart
ders programına bağlı kalarak matematik,
fizik öğreniyor, mühendislik formasyonu
kazanıyorlar. Ama hayatı öğrenmeleri için
farklı deneyimlere ihtiyaçları var. İTÜ mezunu veya dışarıdan, kendi alanında isim
yapmış kişiler buraya gelip birkaç saat konuşup, bilgi ve deneyimlerini aktardığında,
öğrenci ile entegrasyonu sağlandığında,
öğrencinin kafasında rol modeller gelişiyor.
Amerikan üniversitelerinde bunu çok sık
yapıyorlar. Orada sadece bilişim alanında
bile binlerce rol model var. Bizde de böyle
rol model olabilecek isimler çok ama çoğunu bilmiyoruz. Örneğin, Microsoft Türkiye Müdürü İTÜ İnşaat’tan mezun. Ama bilişim sektöründe CEO olmuş. Türkiye’den
yurt dışına gidip önemli konumlara gelmiş
çok sayıda isim var. Klasik anlamda eğitim
topolojileri, yöntemleri değişti artık. Biz bu
konuda dünyaya ayak uyduramıyoruz. Eski
gelenekçi yapımızın en büyük handikaplarından biri bu. Bu tip rol modeller İTÜ’ye
ne kadar sık gelirlerse, öğrencilerimizin
hayata bakışları o kadar değişir, standart
dışına çıkarlar.
İTÜ’nün önceki dönemlerde toplumu
bilimle buluşturma hedefiyle başlattığı
“Bilim-Toplum Parkları” projesi vardı ve
bazıları inşaat yatırımlarına rağmen kesintiye uğradı. Bu projeler devam edecek mi?
Bilim parkları toplumu bilimle buluşturmak
için iyi araçlar. Bilim parkları konusunda
ciddi bir dönüşüm yapacağız. Bunların
arkasında iyi bir finans desteğinin olması
lazım. Büyük ihtimalle, Deneme-Bilim Mer-
itü vakfı dergisi 13
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
kezi’ni Ayazağa Yerleşkesi’ne taşıyacağız.
Burada büyük bir bilim parkı düşünüyoruz.
Bu tür projelerin arkasında Vakıf desteğinin
olması gerekiyor, aksi halde çalışmalar bölük-pörçük ilerliyor. İlköğretim ve lise için
de oradaki arkadaşlar bir bilim-teknoloji
parkı düşünüyorlar. Tünel projesi devam
ediyor. Taşkışla’da Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi için girişimlerimizi yaptık, Yönetim Kurulu’nda karar aldık. Münir Ekonomi
hocamız, antika ve arkeolojik eserlerden
oluşan zengin koleksiyonunu İTÜ’ye bağışlamaya karar verdi. Elimizde epeyce
malzeme var. Bunları sergilemek, toplumla
buluşturmak istiyoruz. Mimarlık Fakültesi’nden hocalarımızla bu projeyi yürütüyoruz.
Bir Yılda 45 Proje Hazırlandı
Bazı işlerde hep ilklerle başlamak zorunda
kaldık. İlk bir yıl sadece proje çizdik. 45
altyapı ve üstyapı projesi hazırladık. Bu
projeleri adım adım bitiriyoruz. Ayazağa
Yerleşkesi’nde üniversitenin bir kapısı yoktu… Öğrenci giriş kapısını bitirdik. Gençler Arı Kapı diyorlarmış, benim de hoşuma
gitti, bu ismi verelim dedim. Araç giriş-çıkışları bir hengame. Bu proje de tamamlandı, Enerji Enstitüsü girişi “1773” kapısı
olarak düzenleniyor. Türkiye’nin modern
anlamda en eski, en köklü üniversitesine
sahibiz. 1773 tarihini kimsenin unutmaması lazım. 1773 kapısı da araç giriş-çıkışı için üç gidiş üç geliş olacak şekilde
düzenleniyor. Bunlar, maliyet göz önüne
alınarak gerçekleştirilen basit ama hoş
projeler.
İTÜ Kuzey Kıbrıs ve İTÜ Berlin Teknik
Üniversitesi projelerinde hedeflediğiniz
adımları atabildiniz mi?
İTÜ Kuzey Kıbrıs için göreve başladığımda 400 hektara yakın bir araziyi bizzat tahsis ettirdim. Eski projeden vazgeçtik çünkü uygulanacağı bölgeye ihanet gibiydi.
Gazi Mağusa’nın, surların dibine modern
bir yapı kuruyorsunuz ama proje ne tarihi
dokuya, ne de iklime uygun! Modern bir
bölgede olsa, örneğin Erenköy gibi çıplak
bir arazinin içinde olsa anlaşılabilir ancak
tarihi dokunun içinde 40 dönümlük araziye
uygun olmayan bir bina çizilmişti. Proje
için yeniden ciddi bir yarışma açtık. Taş yapıların ağırlıkta olduğu, tarihi dokuya uygun
bir proje çizdirdik, yakında üniversiteye sunacağız. Yeni proje ile birlikte önceki projeyi de sunacağız ve ‘karar verin’, diyeceğiz.
Kampüs inşaatına başlamak üzereyiz. Şu
anda beklediğimizin ötesinde yeni bölümler
de açıyoruz. Yeni bölümler de adanın dokusuna, Teknik Üniversite’nin misyonuna uygun
olacak. Konservatuvar da orada saygın bir
konum edinecek, denizcilik ve denizciliğe
bağlı bölümler olacak. Üniversitenin ismini
de İTÜ-KKTC değil, İTÜ Kuzey Kıbrıs olarak değiştirdik ve Meclis’ten geçti. Zaman
zaman konu ile ilgili olarak kamuoyunu bilgilendireceğiz.
İTÜ Berlin Teknik Üniversitesi ile ilgili maalesef hiçbir şey yapılmamış. Yakın zamanda
bize çalışmanın hangi aşamada olduğunu
sordular. Şu anda konuyu ve geçen dönemde neler yapıldığını araştırıyoruz.Bilişimle ilgili
bazı adımların atılması gerekiyormuş ancak
pek kalem oynatılmamış. Ne Bilişim Enstitüsü’nün ne de Bilgisayar Bölümü ile Elektronik
Bölümü’nün haberi yok. İTÜ-Berlin bir fırsat.
Bu proje ile dışarıya açılmayı hedefliyoruz.
500 Bin Kitaptan, İki Yılda 850 Bin Kitaba…
İTÜ Kütüphanesi’nde basılı kitap sayısını 1 milyonun
üzerine çıkarma hedefiniz vardı. Göreve geldiğinizden
beri kitap sayısı ne kadar arttı?
500 bin basılı kitap sayısı bugün 800 bini geçti. Yıl sonuna
kadar 850 bin olacak. Şu anda üniversiteler arasında ikinci
sıradayız. Bilkent 900 bin kitapla bizim önümüzde, yakında
onları geçeriz. Mevcut kütüphane bu kadar kitap için
yetersiz. Kitaplar stoklarda birikiyor. Dünyaya baktığınızda
iyi okullar en fazla kitaba sahip olan okullardır. Arada bir
korelasyon var. Bugün dünyada ilk 500 arasında neden
Türkiye’den bir üniversite yok? Bu çok aşikar, çünkü
Türkiye’de 1 milyon kitaba sahip üniversite yok! Bizim
şimdi hedefimiz 1.5 milyon basılı kitaba sahip olmak.
Harvard’ın 15 milyon, Berkeley’nin 14 milyon kitabı var.
Bu nedenle de dünyada ilk on üniversite arasındalar. İTÜ,
mühendisliğe damgasını vurmuş 241 yıllık bir üniversite
fakat, bu güne kadar bir tarihçesi yazılmamıştı. Türkiye’nin
modernleşme tarihine baktığımızda, Osmanlı’nın son
dönemi ile Cumhuriyet’in ilk döneminde her şeyi İTÜ’lüler
yapmış; modernleşmeye katkı sağlamışlar, alt yapıda,
üst yapıda, siyasette hep İTÜ imzası var. Buna rağmen,
elde tarihçe ile ilgili doğru dürüst bir yayın yoktu. Bizim
hazırladığımız “İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik
Tarihimiz” kitabı bir başlangıç oldu. Şimdi hedefimiz
bu kitabı daha da geliştirmek, hatta İngilizce baskısını
gerçekleştirmek. Arşivimizde de büyük bir problem var. Bir
rektör olarak bunu söylemek bana zul geliyor ama çok kötü
bir arşive sahibiz; 80’e kadar iyi, sonrası kopuk kopuk…
Arşivi düzenlemek ve yeni binaya taşımak için ihaleye
çıktık, yazın bitirmeyi hedefliyoruz.
14 itü vakfı dergisi
Ar-Ge Gelirini 10 Katına
Çıkarmayı Hedefliyoruz
İTÜ’nün bilimsel birikimini, Ar-Ge altyapısını sanayiye sunmada bir arayüz
olan ARI Teknokent, sizin döneminizde
nasıl bir değişim yaşıyor? İTÜ, kendi öz
kaynaklarını yaratma yönünde nasıl bir
atılım içinde?
Ben rektörlük seçimi öncesinde de söyledim: İTÜ mü Teknokent’in içinde, Teknokent
mi İTÜ’nün içinde? Bizim bir kere bunu
ayrıştırmamız lazım. Zaten Teknokent’i üniversiteye bağlı, üniversitenin içinde bir kurum olarak düşündük. İlk olarak şunu anlamaya çalıştık: Buradaki mevcut yapı nedir?
Kendine has bir ekosistem mi var? Firmaların üniversite ile entegrasyonu nasıl? Bir
performans indeksi geliştirdik. Şimdi bütün
teknokentler bu indeksimizi elde etmek için
uğraşıyorlar, Bakanlık da istedi. Puanlamada ağırlıklı olarak firmalara soruyoruz:
Üniversiteden danışman kullanıyor musunuz? Öğrencilerimiz firmada staj yapıyor
mu, bunların ne kadarını istihdam ediyorsunuz? Üniversite ile ne kadar entegresiniz, ne kadar ortak proje yürütüyorsunuz?
Örneğin Türk Telekom burada dördüncü
yılını doldurmak üzere. Ama Ar-Ge departmanındaki kişiler daha İTÜ Elektronik ve
Haberleşme Bölümü’ndeki hocaları tanımıyorlar, birbirleriyle hiçbir bağları yok. İlk
olarak, Amerika’dan gelmiş genel müdürlerine Elektronik ve Haberleşme Bölümü’nde bir sunum yaptırdım, tanıştırdım ve ortak
proje çalışmalarına başladılar. Üniversitenin ve İTÜ Vakfı’nın ortak olduğu, İTÜNOVA
Teknoloji A.Ş. adı ile bir şirket kurduk. Türk
Telekom’dan beş tane proje aldık. Zamanla
yeni projelerin geliştirilmesi gerekiyor.
Biz, mümkün olduğu kadar bu performans
indeksine bağlı olarak bütün firmaları tekrar değerlendirmeden geçiriyoruz. Konu
ile ilgili bir kitapçık da hazırladık. Bu iş artık
sadece ofis kiralama şeklinde olmayacak.
100 üzerinden yaptığımız puanlamada 60
puanı geçen birkaç firma oldu. Durum çok
da kötü değil. Firmalar için muafiyetler var.
Bu muafiyetlere karşın sağlanan Ar-Ge
geliri oranına baktığımızda, 2023 yılında
bu gelirini 10 katına çıkarmayı hedefliyoruz. Enteresan bir tesadüf, 2023 yılında
üniversitemiz 250. kuruluş yılını kutlayacak.
Biz de, 250. yılda Teknokent kanalıyla ArGe gelirlerimizi 1’e 10 artıracak şekilde bir
vizyon çizdik. Bir Teknoloji Transfer Ofisi
kurduk. TÜBİTAK’tan bu yıl destek aldık.
Öğretim üyelerimizi bu konuda bilgilendire-
Ar-Ge’de mümkün olduğu kadar
büyük projelerde çözüm ortağı
olmak gerekiyor. Biz üretici
olamayız, olmamalıyız. Üretici,
özel sektör ile kamu sektörüdür.
Örneğin “Milli Tren” projesinde
çözüm ortağıyız. Biz, tek başımıza
bir prototip üretiriz ancak devamı
gelmez. “Helikopter Projesi”
maalesef bir acı projeydi.
ceğiz. Proje pazarları açacağız, çalışanlar
sadece proje ve fikir üretecekler, projenin
bütün yükünü, yazımını, patent sürecini ve
marketing hizmetlerini Teknoloji Transfer
Ofisi yürütecek.
“Milli Tren” Projesinde Çözüm
Ortağıyız
Ar-Ge’de mümkün olduğu kadar büyük
projelerde çözüm ortağı olmak gerekiyor.
Biz üretici olamayız, olmamalıyız. Üretici,
özel sektör ile kamu sektörüdür. Örneğin
“Milli Tren” projesinde çözüm ortağıyız.
Biz tek başımıza bir prototip üretiriz ancak devamı gelmez. “Helikopter Projesi”
maalesef acı bir projeydi. Bu projenin bir
devlet kurumu veya özel kurumla birlikte
gerçekleştirilmesi gerekirdi, başarılı olamadık. Bundan ders almamız lazım. Aynı
hatayı “Milli Tren”de yapmıyoruz, çözüm
ortağı olarak yer alıyoruz. Nükleer enerjide de aynı şekilde çözüm ortağıyız. Her
bölümün en az birkaç büyük proje alması
gerekiyor. Hedefim bu, buna kilitlenmiş
durumdayım. Mimarlık Fakültesi birkaç
büyük proje yürütüyor. Kars’ın rehabilitasyonu, restorasyonu ile ilgili proje bitmek
üzere. Proje kapsamında Kars’ın tarihi dokusu çıkarıldı.
Sırada diğer iller var. Bu tür işleri ancak biz
yapabiliriz.
Hibrit Entegre Alanlar
İTÜ çok rijit, hibrit bölüm anlayışı da yok.
Bölümler arası beraber çalışma anlayışı
yeni yeni oluşuyor. Bu, bazı zamanlarda
zorunluluktan, bazı zamanlarda kişisel
girişimlerle oluyor. Dünyada da bu yönde
bir gidiş var. Mesela bir uçak bölümünün
malzemeciyle çalışması, bir bilişimcinin
elektronikçi ile çalışması gibi… Endüstri
ürünleri tasarımının dibinde malzemecinin,
makinacının olması lazım. Bugün Apple
ürünlerinde malzeme, malzemenin yapısı
bilişim kadar önemlidir. Hibrit modeller, bö-
lümler diyorlar artık buna. Bizim de bu hibrit entegre alanlara yönelmemiz gerekiyor.
Bu dönemde düşündüğümüz projelerden
biri de bu.
Üniversitede üretilebilecek ürünlerin, fikirlerin dışarıya pazarlanması, üniversitenin
dışarıya açılması açısından hizmet veren
ofisler vardır. Amerika’da çok bilinir, herkes oraya yüklenir, Silikon Vadisi gibi…
Körfez ülkelerinde, Dubai’de vardır. Biz
de Uzakdoğu’da Hong-Kong, Singapur
Güney Kore gibi yerlerde; Batı’da İsviçre,
Almanya’da açabiliriz bu tip ofisleri. Teknokentler kanalıyla finansman sağlayarak,
öğretim üyelerimizin, gençlerimizin fikirlerini dışarıya kanalize etmek, dünya görgülerini artırmak için bu ofisleri oluşturma
niyetimiz var.
Öğretim Üyeleri İçin Konut
Öğretim üyelerinin sorunlarının konuşulmasını öncelikli gördüğünüzü belirtiyorsunuz. En önemli gördüğünüz
sorunlar neler, nasıl çözümler üretiyorsunuz?
Öğretim üyelerinin rahat bir ortamda proje
ve fikir üretebilmelerini sağlamak için sorunlarından arındırmak lazım. Birinci sorun
barınma. Mümkün olduğu kadar kampüste
yaşam koşullarının oluşturulması gerekiyor.
İkinci büyük sorun ise çocukların eğitimi.
Hedefimde hep bunlar var. Sürekli bunlarla
yatıp kalkıyorum. Öğretim üyelerini, kapasiteyi en az yüzde 50 artıracak şekilde
nitelikli lojmanlara kavuşturmak istiyorum.
Girişimlerimiz var, bir yıl içinde çözeceğiz.
Ek olarak, söz vermediğim halde TOKİ ile
anlaşma yaparak, Kayaşehir ve benzeri yerlerde barınma imkanı sağlıyoruz. İlk
etapta 23 daire alarak, yardımcı doçentler
öncelikli olmak üzere kura ile dağıttık. Hedefimizde 1.500 konut var. Bunun için söz
aldık. Yeni yol açılırsa, Kayaşehir ile kampüs arası 20-25 dakikaya inecek.
Çocukların eğitimi ile ilgili olarak da anaokulu, ilkokul ve ortaokul olarak hizmet verecek
Beylerbeyi binası tamamlandı. Göreve geldiğimizde 4 milyon TL borç vardı, borçları ödeyerek binayı teslim aldık. Kontenjanı
1.200 öğrenci. Talep çoktu, bu kontenjan ile
şimdi o talepleri karşılayabileceğiz. Tüm İTÜ
Geliştirme Vakfı okullarında öğretim üyeleri
ve çalışanların çocuklarına öncelik verilecek
şekilde hareket ediyoruz ve fiyat politikasını
da buna göre düzenledik. Bu konuda da sözümde durdum. Hedefimiz, çocukların eğitimi ve öğretim üyelerimizin barınma sorunlarını ayrım yapmadan çözüme kavuşturmak.
itü vakfı dergisi 15
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Öğrencilerin en büyük şikayetlerinden
biri sosyal-kültürel ortamların yetersizliği, Ayazağa Yerleşkesi’nün bu beklentiye yeterince cevap vermemesi.
Ayazağa, 24 saat yaşanabilir bir ortama
dönüşebilecek mi?
Yerleşkesimüz Merkezi Derslikte oluşan
ortam, yeni düzenlemeler, bisiklet yolları,
yürüme parkurları ile biraz daha canlandı.
Yakın zamanda bazı markalar ekonomik
şartlarla kampüse gelecek. Spor alanları yanına yapılacak kulüp odaları ile altı ay
içinde burada yaşam yüzde yüz farklı olacak. Kantinler geç saatlere kadar zaten
açık. Spor alanlarına ciddi yatırım yaptık,
yeniledik. Gece yarılarına kadar açık bu
tesisleri ne yazık ki, kullanan çok az öğrenci var. Bundan şikayetçiyim, öğrencilerimiz
düzenli spor yapmalı.
Kampüsteki binaların değişimi-dönüşümü yönünde bazı çalışmalar başlamış
görünüyor…
Biz, Yerleşkesin yeşil dokusunu hiç bozmadan, zarar vermeden, çevre kirliliği
yaratmadan binaları mevcut hali ile dönüştürmeye çalışıyoruz. İnşaat yapıldığı dahi
anlaşılmıyor. Gerek eklentilerle, gerekse
giydirme yöntemleri ile binaların mevcut
görüntülerini estetik hale getirmeye çalışıyoruz. Elektrik -Elektronik Fakültesi’nde
çalışma başladı, sonra Fen Edebiyat Fakültesi ve sırayla bütün binaları elden geçireceğiz.
Ben Risk Aldım, Risk
Almaya Devam Ediyorum
Yeni YÖK Yasa Tasarısı hakkında neler
düşünüyorsunuz? 2003 yılında konuştuğumuz dönemin rektörü, o zamanki
yasayı, akademik özerkliği ve özgürlükleri son derece kısıtlayıcı diyerek eleştirmişti. Yeni taslak öncekini de aratacak gibi mi?
Yeni taslak çok kötü. Sıkıntı belki de şu:
Tasarıyı YÖK’ün hazırlaması yanlış. Bu
çalışma dışarıda hazırlanmalı, YÖK de
kurum olarak görüşünü bildirmeliydi. Örnek taslak, mevcut yasadan daha kötü,
daha kısıtlayıcı ve bürokrasinin egemenliği daha fazla hissediliyor. Burada en büyük problem, her üniversiteyi aynı model
içinde düşünmek. Üniversite olarak bir
firma kuramıyorsunuz, ihalelere giremiyorsunuz, çok kısıtlayıcı. Bir TÜBİTAK kadar
bile özerkliğiniz, mali özerkliğiniz yok! Bu
özerkliği üniversitelerin elde etmesi lazım.
16 itü vakfı dergisi
Bunu özellikle kamu üniversiteleri için söylüyorum. Dekan atamasını bile YÖK üzerinden yapıyorsunuz. Rektör, çalışacağı
kişileri kendisi belirlemeli. Bunlar aksayan
yönler. Mevcut yasa üzerinde düzenlemelerle de bunlar düzeltilebilirdi. Benim
beklentim hep popülizmden arındırılmış,
futbolcu deyimiyle rahat oynayabileceğiniz, top çevirebileceğiniz alanın tanınması. Hem akademik özerklik hem ekonomik
özerklik için bu gerekli. Ama bu demek
değil ki; denetimsiz, kontrolsüz olsun. Bir
akredite kuruluş olmalı. YÖK bir akreditasyon bir regülasyon kurumu haline dönüşürse çok daha yararlı olur. Bu benim
kişisel görüşüm. Her şeyi YÖK’e sormak
da çok zaman kaybettiriyor. Herkes bundan şikayetçi ama bugüne kadar kimse
bir hamle yapmadı. 1992’de üniversiteye
geldiğimden beri herkes YÖK’ü şikayet
ediyor. Bazı bypaslar oluyor. Örneğin rektör yardımcısı üç tane. Bizim gibi üniversitelere üç rektör yardımcısı yetmiyor. En az
6 hatta 7 olmalı. Bu sorunu danışmanlarla
çözmeye çalışıyoruz. Danışmana sorumluluk veriyorsunuz ama yetki veremiyorsunuz. Rektör yardımcısının üstünde bir
sürü daire başkanlığı var, kreşten temizliğe, kütüphaneden bahçeye kadar çok
geniş bir yelpazeden o sorumlu. Yetkiyi
biraz daha parçalayıp, daha fazla insanın
sisteme hükmedebildiği, yetkilendirildiği,
sorumluluk aldığı bir sisteme geçilmesi
lazım. Rektörler aslında orkestra şefi gibi
davranmalı, rektör yardımcıları ve diğer sorumlular orkestranın elemanları gibi olmalı.
Yönetimde buna izin verilmeli. Bu tür handikaplar sistemi tıkayan şeyler. Üniversite sayısı 184’e çıktı. Bir özel üniversite ile
kamu üniversitesinin, 10 yıllık bir üniversite
ile 241 yıllık bir üniversitenin aynı kanunla
yönetilmesi çok yanlış. Sloganvari olacak
ama çerçeve yasa her zaman daha iyidir.
Ana tanımlar olacak, içini her üniversite
kendi yönetmelikleri ile dolduracak… Ben
böyle bir yasa taraftarıyım. Mevcut seçim
sistemi de yanlış, bence popülizme kaçıyor bu defa.
Nasıl olmalı seçim sistemi?
Bence sorumluluk mercii bir kurum olabilir, bir kuruluş, bir heyet olabilir; hesap
verebileceğiniz, sizi sürekli denetleyen…
Aksi halde bin tane öğretim üyesi varsa,
siz bin tane popülist düşünceye sahip
oluyorsunuz. Bu bir hata aslında bence.
Ben hiçbir zaman böyle biri olmadım, olmayacağım da. Bazı yöneticiler sizi bu tür
yapılara itebiliyor. Benim yerimde başkası
olsaydı, 50 D, 33 A hikayesinde popülist
davranabilirdi ki, bu Şubat 2011’de çıkmış bir yasa ancak, uygulamadılar bunu.
yerleştirilmek üzere heykeller de gelecek.
Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünden bir
arkadaşımızın çizdiği güneş saati buradaki
yerini aldı. Şimdi, Teknik Üniversiteyi simgeleyecek, heykel formunda bir eser arayışı içindeyiz. Üzerinde üç aydır çalışılıyor.
Daha yaşanabilir, görülebilir kimliği olan
bir dönüşüme doğru gidiyoruz kampüste.
Diğer tarafları da unutmuyoruz. Tüm kampüslerdeki tarihi binalar restore edilecek.
Tuzla’da yıllardır yurt binası dışında bir şey
yapılmadı. Şimdi derslik ve öğretim üyeleri
ve çalışanlar için bir bina yapıyoruz, yıl sonuna kadar bitirilecek.
Ben kadro dağıtıp şirin görünerek günü
elde edebilir, rahatıma bakabilirdim. Ama
ben daha radikal olmayı tercih ettim. Çünkü değişime ihtiyacı var bu üniversitenin.
Köklü yapıdan, gelenekten beslensin ama
yeniliklere açık olsun. “Gelenekten, geleceğe” şeklinde bir sloganı tercih etmemiz
lazım. Aksi halde mevcut sistem kişileri
popülizme itiyor, kişiler biraz nefsine yenik
düşüyor. Onları da anlayışla karşılıyorum.
İyi olan gelsin yarışsın, hiç sıkıntım yok!
Benden daha iyiyse gelsin! Bu anlayışın
üniversiteye yerleşmesi lazım. Biraz radikal bir düşünce, çoğu kişinin hoşuna gitmeyebilir ama Teknik Üniversite’nin buna
hazır olması lazım. Aksi halde sıradanlığa
doğru gideriz ve bu da Teknik Üniversite’ye
yakışmaz! Bu kadar eski bir kurumun sıradanlaşması kuruma ihanet olur. Birinin risk
alması lazım. Ben risk aldım, risk almaya
devam ediyorum. Kurumun bekaası için…
Daha sonra beni hatırlayacaklar, ben buna
eminim! Diyecekler ki, popülist olmayan,
risk alan bir rektördü.
Sanat Kültürü Olan insanlar
Yetiştirme Derdindeyiz
Kampüste ne kadar zaman geçiriyorsunuz?
Hafta sonlarını mümkün olduğu kadar işten
arındırarak aileme ayırıyorum. Başka türlü
dinlenecek zaman olmuyor. Randevu defterime bakın, sabah 8’den akşam 9’a kadar buradayım. Genelde randevu vermiyor
diyorlar ama herkes randevu alıyor, yolda
görseler gelip soruyorlar. Ben mümkün
olduğu kadar tek adama bağlı sistemden
2023 yılında üniversitemiz 250.
kuruluş yılını kutlayacak. Biz de,
250. yılda Teknokent kanalıyla
Ar-Ge gelirlerimizi 1’e 10 artacak
şekilde bir vizyon çizdik. Bir
Teknoloji Transfer Ofisi kurduk.
TÜBİTAK’tan bu yıl destek aldık.
Öğretim üyelerimizi bu konuda
bilgilendireceğiz. Proje pazarları
açacağız, çalışanlar sadece proje
ve fikir üretecekler, projenin bütün
yükünü, yazımını, patent sürecini
ve marketing hizmetlerini Teknoloji
Transfer Ofisi yürütecek.
kurtarmaya çalışıyorum üniversiteyi. Bazı
işler kişiye bağlı olmasın. Sorumlulukları
dağıtıyorum. Sorunlar aşağıda çözülsün,
rektöre kadar aksetmesin. Ama maalesef
kötü alışkanlıklarımız devam ediyor. Her
şeyi rektöre söylemek istiyorlar. Ben yine
de çalışma arkadaşlarıma tevdi ediyorum
sorunu, onlar çözüyorlar, ancak kilitlendiği noktada ben müdahale etmeliyim.
Bir Rektörlük Sanat Galerisi açtık. Artık
kurumsallaştı. Peş peşe sergiler açılıyor.
Mayısta Hikmet Barutçugil’in 100. Kişisel
Sergisi var. Her sergi büyük ilgi gördü.
İlk açılışı öğretim üyemiz Murat Çakan’ın
suluboya resim sergisi ile gerçekleştirdik.
Sonra bitki illüstrasyon, ardından elyaf
sanatı sergisi açıldı. Tek düze, tek yönlü,
köşeli insan yetiştirmekten ziyade; sanata eğilimli, sanat kültürü olan insanlar
yetiştirme derdindeyiz. Yakında kampüse
Kampüste sık sık dolaşır mısınız? Öğrenciler sizi görünce daha çok ne konuşurlar?
Ara sıra dolaşıyorum. Geçtiğimiz günlerde bir sucuk partisinde öğrencilerle birlikteydim. Tabii birçok konuda sözler aldılar.
Beni gördüklerinde genellikle isteklerini dile
getirirler.
İTÜ Rektörü Olmak...
Ders vermeyi özlüyor musunuz?
Özlüyorum tabii. En son lisans havuz dersi
veriyordum. Ders verdiğiniz zaman gençleşiyorsunuz, besleniyorsunuz öğrenciden.
Öğrencilerim zaman zaman mesajlar atarlar. Öğrencilerle aram her zaman iyidir benim. Ne yazık ki şimdi öyle bir ortam yarattılar ki, sanki ben tepeden inme yöntemle,
başka bir yerden gelip bu konuma oturmuşum gibi…
Ben 1992’den beri aralıksız İTÜ’deyim.
Doktora süresince yurt dışında kaldım,
arada bir iki aylık araştırma çalışmaları
için dışarıda oldum. Onun dışında sürekli
buradayım, her kademede görev yaptım.
Dışardan bana gelen teklifleri, farklı üniversiteler için gelen rektörlük tekliflerini kabul
etmedim. İTÜ Rektörü olmak çok ulvi bir
görev. Sorumluluğu çok ağır olmakla birlikte, simgesel ve çok çok onurlu bir görev.
Mübalağa etmiyorum, kalpten söylüyorum
böyle bir kurumun rektörü olmak müthiş
ve bambaşka bir duygu benim için. Ben
İTÜ sayesinde bir yere geldim. Bu kuruma
borçluyum, hala borcumu ödemiş değilim.
Her kademede çalıştım, enstitü müdürlüğü,
rektör danışmanlığı, rektör yardımcılığı…
Diğer görevleri küçümsemiyorum fakat sorumluluğu ne kadar büyük olsa da, İTÜ
Rektörü olmak kadar onurlu bir görev yok!
Röportaj: Hatice YAZICI ŞAHİNLİ
itü vakfı dergisi 17
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
İTÜ’de Ar-Ge
Yapılanması ve
Hedefler
Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik
Ar-Ge’den Sorumlu Rektör Yard.
Dr. İ. Ethem Karaağaçlıoğlu
İTÜ Maden Fakültesi
Üniversite statüsünün
en güvenilir göstergesi, mali
yapısındaki güç ve öğretim
kadrosundaki kusursuzluk
düzeyidir. Dünyadaki
en üst düzeyde yer alan
üniversitelerin tümüne
yakınının mali yeterliliği,
diğerlerine oranla yüksektir ve
bu üniversitelerin araştırmaya
yönelik yapılandığını ve
yönetildiğini görürüz. İyi
bir öğretim kadrosu ise;
iyi öğrencileri, araştırma
fonlarını, sanayi ve kamunun
desteğini çeker. Ulusal ve
uluslararası platformlarda
tanınmasını sağlar. Sonuçta,
edinilen bu başarıyı devam
ettirebilmek de, bu iki unsurun
üniversite yapılanmasında
sürdürülebilirliğine bağlıdır…
İ
TÜ, 240 yıllık geçmişi, kurumsal bütünlüğü ve kendine olan güveni ile ülkemizin
toplum eğitim yaşamında değiştirilemeyecek bir demirbaştır. Bu durum, üniversitemizde huzur ve saygınlığı kendiliğinden
sağlamaktadır.
İTÜ adına; toplumsal öncelikler doğrultusunda güncellenmiş “eğitim ve öğretim”,
edinilen bilgiye hareket kazandıracak inovasyon tabanlı “araştırma ve bilgi üretme”,
edinilen/üretilen bilgiyi ticarileştirecek, “girişimci” bir yapıyı hedefleyen, sahası ile
ilgili rasyonel vizyona sahip, çağdaş dönüşüm ve beklentileri karşılayacak, insan
odaklı, bireylerin kendilerini özgürce geliştirebilecekleri, dünya varlıkları ile uyumlu,
stratejik bir yenilenme/yapılanma içinde
olan bir üniversite profili çizmeye çalışıyoruz. Bu nedenle, göreve gelirken “Yeni İTÜ,
Yeniden İTÜ” sloganını seçmiştik.
İTÜ ALTYAPISI
Bilgi kaynaklarının “açık erişim” imkanları
ile sınır tanımadığı ve sürekli interaktif olmaya zorladığı üniversite-sanayi işbirliği,
inovasyon tabanlı Ar-Ge yapılanmalarının
gerekliliği ortada iken, bugünün üniversitesinde statükocu ve mükemmeliyetçi
18 itü vakfı dergisi
Ar-Ge tabanlı alt yapımızı
güçlendirerek, kamu ve sanayi
işbirlikleri ile fon oluşturarak,
üniversitemizi mali açıdan güçlü
kılacak yapıyı oluşturuyoruz.
Bununla birlikte; akademisyen
kadromuzu bu alt yapıyı aktif
kullanacak şekilde teşvik etmek
üzere yönetsel bazı yenilikler
yapıyoruz.
ideal formatı devam ettirmek gereksiz bir
dirençtir. Belki 100-150 yıl öncesinde bu
aranıyor olabilirdi ancak, üniversiteleri bugün yeniden yapılanmaya zorlayan pek
çok neden var. Bunlar; ülkenin stratejik önceliklerine bağlı faktörler, bilgi-iletişim teknolojilerindeki gelişme ve birbirine bağlı,
bazı hallerde bir araya geldiğinde anlamlı
ve açıklayıcı bir içerik kazanan, beraberinde siyasal, ekonomik, toplumsal, bürokratik ve hukuksal alandaki değişimlerin de
tetikleyicisi olan dinamiklerdir. Bilimsel bulguların hayat bulduğu sanayi de, üniversitenin ve akademik bilgi birikiminin daha da
aktif olmasını zorlamaktadır. Küreselleşme
ve değişen küresel tezler de doğal olarak
eğitim dünyasını etkilemekte
ve eğitimdeki işleyişleri, etkileşimleri, beklentileri, paylaşımı ve topluma yansımasını
da yeniden şekillendirmektedir.
Üniversite statüsünün en
güvenilir göstergesi, mali
yapısındaki güç ve öğretim
KOSKEB
kadrosundaki kusursuzluk
düzeyidir. Dünyadaki en üst
düzeyde yer alan üniversitelerin tümüne yakınının mali
yeterliliği diğerlerine oranla
yüksektir ve bu üniversitelerin araştırmaya yönelik
yapılandığını ve yönetildiğini görürüz. İyi bir öğretim
kadrosu ise; iyi öğrencileri,
araştırma fonlarını, sanayi
ve kamunun desteğini çeker.
Ulusal ve uluslararası platformlarda tanınmasını sağlar.
Sonuçta, edinilen bu başarıyı
devam ettirebilmek de bu iki
unsurun üniversite yapılanmasında sürdürülebilirliğine
bağlıdır.
Bizler de bu amaçla, Ar-Ge tabanlı alt yapımızı güçlendirerek, kamu ve sanayi işbirlikleri ile fon oluşturarak, üniversitemizi mali
açıdan güçlü kılacak yapıyı oluşturuyoruz.
Bununla birlikte; akademisyen kadromuzu
bu alt yapıyı aktif kullanacak şekilde teşvik
etmek üzere yönetsel bazı yenilikler yapıyoruz. Hedefe ulaşmada, bilgi üretim kaynaklarının verimli çalıştırılması gerekliliğine
inanıyoruz. Bilimsel çalışmalarda çekirdek
unsurun, “araştırmacı” olduğu bilinci ile
bilgiyi oluşturacak akademik personelin
akademik eğitimdeki sürdürülebilirliğini,
canlılığını ve rekabeti baltalayan atama,
yükseltme, performans değerlendirme yönetmeliğini güncelledik. Genç akademisyenlerin gelecekteki başarılarını şimdiden
kestirebilmek güçtür,
bu konuda karar
verebilmek uzun yıllar alabilir, bunun riskli
ve yavaş bir strateji olduğunu da biliyoruz.
Ancak biz “Kendi akademik personelimizin” düzeyini yüksek tutmak ve mevcut başarı ortalamasının zamanla yükselmesini
sağlamak istiyoruz.
Akademisyenleri Ar-Ge konularında en uygun sektör temsilcileri ile karşılaştırmak,
üniversite sanayi işbirliğini aktif kılmak
ARI TEKNOKENT
DÖNER SERMAYE
BAP
KÜTÜPHANE
amacıyla, her bölümde kendi sektörlerinde
söz sahibi ve ortak projeler üretmek isteğinde olan firma temsilcilerinden oluşan
“Sektörel Danışma Kurulları” ve bu kurulları
organize edecek “Ar-Ge Koordinatörlükleri” oluşturduk. Üniversite adına ulusal ve
uluslararası öncelikleri içeren disiplinler
arası çalışma formatında “Şemsiye Proje” kavramını geliştirdik. Bununla büyük
fon desteği alabilecek ve üniversite adına
prestij olabilecek projelerde çözüm için,
kendi içimizde disiplinler arası bir ortak akıl
oluşturmayı amaçlıyoruz.
İTÜ’deki akademisyenlerin dışarıdan aldığı projeleri yürütebilmeleri için İTÜ ArıTeknokent bünyesinde kurulan İTÜ NOVA
çok farklı projeleri başarı ile yürütmektedir.
Yine İTÜ NOVA bünyesinde ISTKA ve TÜBİTAK’ın desteklediği “Teknoloji Transfer
ABET akreditasyonu ile eğitim
kalitesi uluslararası standartlarda
tescillenmiş 21 mühendislik
programıyla dünyada en fazla
akredite mühendislik programını
içeren üniversitelerden biriyiz.
İTÜ’de halen mevcut 340
farklı laboratuvar ile araştırma
yaparken bunların bir kısmı ile de
akreditasyon çalışmalarını yaparak
sanayiye daha fazla hizmeti
hedeflemekteyiz.
Ofisi (TTO)” projemiz çalışmalarına hızla
devam etmektedir. TTO, Teknokent şirketleri, KOSGEB şirketleri, Teknogirişim firmaları
ve sanayiden temsilciler ile ortak projeler
geliştirmek, İTÜ’de başlamış veya bitmekte olan ürün odaklı projelerin fikri mülkiyet
haklarının takibi, patent alımı gibi konularda akademisyenlerimizle ortak çalışmalar
yapmaktadır. TTO, Ar-Ge tabanlı bir üniversite yapılanması için çok önemli bir kurumdur. Biz de buna çok önemsiyoruz.
Sektörün öncü firmaları ve varsa Ar-Ge
merkezleri ile, hem kendi alt yapılarını kullanarak araştırma yapmak hem de eğitim ve
çözüm ortaklığı antlaşmaları yaptık. Uluslararası düzeyde, öğretim üyesi ve öğrenci
değişim programları, ortak eğitim faaliyetlerini içeren antlaşmalarla farklı ülkelerin
akademisyenleri ile akademik bilgi ve görgü paylaşımının sağlandığı Bilimler Akademisi Çalıştayları düzenledik, düzenliyoruz.
Bu yapısal yenilenmelerle birlikte, ABET
akreditasyonu ile eğitim kalitesi uluslararası
standartlarda tescillenmiş 21 mühendislik
programıyla dünyada en fazla akredite mühendislik programını içeren üniversitelerden biriyiz. İTÜ’de halen mevcut 340 farklı
laboratuvar ile araştırma yaparken bunların
bir kısmı ile de akreditasyon çalışmalarını
yaparak sanayiye daha fazla hizmeti hedeflemekteyiz. Yine İTÜ teknik altyapısında
tüm üniversiteye teknik ve mekanik destek verecek modern cihazlarla donatılmış
merkezi atölyenin kurulması, teknik cam
itü vakfı dergisi 19
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
atölyesi, projelerde kullanılacak kimyasal
malzemelerin, hızlı ve ekonomik olarak tek
elden temin edileceği bir birimin kurulması
için, planlama çalışmaları da hızla devam
ediyor. Eski atölyelerden birisini, üniversitemize farkındalık kazandıran öğrenci projelerinin gerçekleştirileceği modern “Takım
Çalışma Alanı” şekline dönüştürüyoruz.
ÖNCÜ PROJELER
İnovasyon temelli Ar-Ge yapılanmasının üç
temel paydaşı vardır ki, bunlar kendi aralarında net ve şeffaf olmak zorundadırlar.
Kamu tarafı, farkındalık oluşturma, fon hazırlama kullandırma, tarafları buluşturma,
Ar-Ge ve inovatif yapılanmayı özendirme,
teşvik etme gibi konularda üzerine düşeni
yapmalıdır. Sanayici paydaşımız ise yaptıklarını, sorunlarını, isteklerini, kendi iç dinamiklerini, beklentilerini ortaya koymalıdır.
Üniversiteler de bu üç taraflı yapının temel
paydaşı olarak, 2023 hedefinde kendilerini nerede gördükleri, neleri hedefledikleri,
vizyonlarının eksileri ve artıları, alt yapılarının diğer paydaş olan sanayinin alt yapısı
ile ne kadar uyumlu olduğu, ortak hedefler,
projeler üretme kapasiteleri gibi konularda
kendilerini güncellemeli ve her açıdan güvenilir bir ortak olduklarını hissettirmelidir.
Bu anlayış ile İTÜ akademik alt yapısı, ArıTeknokent, İTÜNova ve KOSGEB bünyesinde ülkemiz ve üniversitemiz adına öncü
sayılacak pek çok proje imzalamıştır ve yenileri de hazırlanmaktadır.
İTÜ olarak biz üzerimize düşen görevi en
iyi şartlarda gerçekleştirmek için çalışmalarımıza hız verdik. Üniversite bünyesinde
kurulu olan Enerji Enstitüsü, NANO, MOBGAM, MEMTEK, VLSI Lab, UHUZAM,
Mekatronik, Yüksek Başarımlı Hesaplama
Merkezi gibi ileri teknoloji ile donatılmış
birimler bünyesinde güncel teknolojiyi
kullanarak öncü projelerin üretilmesi ve
gerçekleştirilmesine zemin hazırlıyoruz.
Bu birimlerin her birinde, ülke öncelikleri
doğrultusunda süregelen projeleri teker teker saymak zaman alır. Bir örnek vermek
gerekirse, Enerji Enstitüsü, teorik ve uygulamalı çalışmaların yapıldığı 10 ayrı araştır-
20 itü vakfı dergisi
Fikri mülkiyet hakÜniversitemizin
ismini daha sık duyurmak ve Ar-Ge
çalışmalarının yeni merkezi haline
getirebilmek için uluslararası büyük
firmalarla çeşitli sponsorluk, proje
geliştirme, eğitim ve karşılıklı burs
gibi alanlarda farklı anlaşmalar
yapılmaktadır.
ma grubunu bünyesinde barındırmaktadır.
Enstitüde, ağırlıklı olarak endüstri destekli
araştırma projeleri üretilmektedir. İTÜ-TÜGİAD arasında imzalanan protokolle, 10 firmanın katılımı ile kurulan Enerji Teknokenti
de, 2014 yılında faaliyete geçmiştir. Bu
sayede, üniversite sanayi işbirliğinin geliştirilmesine önemli katkı sağlayacak genç
araştırmacı altyapısının hızlı bir şekilde artması hedeflenmektedir.
Bununla birlikte, üniversite sanayi işbirliği
çerçevesinde, İTÜ ARI Teknokent bünyesinde moleküler biyolojiden, yapay görme
sistemleri üreten firmalara, özel platform
çözümleri üreten mobil yayıncılık firmalarından, telekomünikasyonda küresel ihtiyaca yönelik yazılım ve donanım çözümleri
üreten pek çok şirket Ar-Ge çalışması yapmaktadır. Bunlar içinde ülkemiz sanayisinin
lokomotifi sayılabilecek şirketler mevcuttur.
Türk Telekom, Ericsson, Defne, Biot, Sentromer, Vistek ve Sestek gibi pek çok firma
bunlardan sadece birkaçıdır.
yeni hedefler belirlemeye ve çıta yükseltmeye zorlamaktadır.
Fikri mülkiyet hakkı oluşturan bir çalışma
çıktısının kayda geçmesi hem zahmetli
hem de zaman alıcı bir uğraş olarak algılanmaktadır. Bu işlemlerin başvuruları
geçmişte, çoğu zaman akademisyenler tarafından yapılıyordu. Bundan sonra, bu tür
projeler İTÜNova TTO ile ilişkilendirilecek
ve başvuru aşamasından patent alımına
kadar süregelen tüm işlemler, TTO bünyesindeki patent ofisi tarafından sonuçlandırılacaktır.
BULUŞ-PATENTLER
İTÜ yakın tarihe kadar ideal üniversite
mantığı ile araştırmalarını yürütmüş ve sonuç olarak yapılan çalışmaların çıktısı da
genelde yayına dönük olmuştur. Bunda
ülkemizdeki üniversitelerde geçerli olan
YÖK atama ve yükseltme kriterleri de etkin
olmuştur. Bu nedenle üniversitemizin geçmişinde kayda değer yoğun bir patent birikimi söz konusu değildir. Bu husus, diğer
tüm kamu üniversiteleri için de geçerlidir.
Ancak, ülkenin yakın gelecek adına ortaya
koyduğu hedefler, beklentiler ve ülke öncelikleri ile birlikte, eğitim öğretimdeki küresel
yenilenme çabaları bizleri de yenilenmeye,
ULUSLARARASI ORTAK PROJELER
Üniversitemizin ismini daha sık duyurmak
ve Ar-Ge çalışmalarının yeni merkezi haline getirebilmek için uluslararası büyük firmalarla çeşitli sponsorluk, proje geliştirme,
eğitim ve karşılıklı burs gibi alanlarda farklı
anlaşmalar yapılmaktadır. THY ve Boeing
ile yaptığımız geniş kapsamlı sponsorluk,
eğitim ve staj antlaşmasının yanı sıra İTÜ
Kontrol ve Aviyonik Laboratuvarı Uçuş Simülatörü üniversitemizde kuruldu. Öncelikli olarak sektöre kalifiye eleman yetiştirmekle birlikte Havacılık ve sorunları ile
ilgili hemen her konuda ortak çalışmamız
olacak. Rolls Royce Nükleer İşbirliği ant-
laşması çerçevesinde, İTÜ olarak, nükleer
güç santralleri konusunda know-how geliştirmede öncü olacağız.Huwaei firması ile
bilişim teknolojileri ve iletişim konusunda,
donanım ve yazılıma dayalı çok geniş çerçeveli bir antlaşma gerçekleştirildi. Benzer
bir yapılanma ile HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi kuruldu.
ÜLKEYE KATKISI
Ulusal ve uluslararası gelişmeler dikkate
alınarak inovatif bir çalışma ortamı oluşturulan ve kısa vadeli ürün hedefli projeler
daha çok destek görmektedir. 2023 ülke
hedefinde de bu yönde bir yapılanma istenmekte ve desteklenmektedir. Bizler de,
göreve geldiğimiz günden beri, bu amaca
uygun olarak gerçekleştirdiğimiz yapısal
revizyonların ve Ar-Ge alt yapısı iyileştirme
çalışmalarının olumlu çıktılarını mutlaka göreceğiz. Fikrinin arkasında sağlam duran
bir yönetim ve güven verici bir fon desteği
bulan akademisyen arkadaşlarımın araştırma yapma heyecanının artacağından
hiç şüphemiz yok. Buna bağlı olarak gerçekleştirilecek projelerinde ülke ve üniversitemiz adına olumlu çıktıları olacak ve bu
çıktıların uzun ve orta vadede ülkemizin şu
an içinde bulunduğu “Orta Gelir Tuzağı” ve
“Ekonomide Vasatlık” çukurundan kurtulmamız mümkün olacaktır.
Bilgi birikimi ve teknik alt yapımız, pek
çok ürünü ülke şartlarında üretme ve geliştirmeye yeterlidir. Üniversite olarak, elimizdeki sağlam temel disipliner çalışma
verilerinin, inovatif düşünce ile kısa sürede
ekonomik katkı sağlayacak hale geleceğini
ümit ediyoruz. Yetişmiş insan gücü, bir toplumun “Gelecek için beslenen büyük umutlarıdır”. Bu gün bizim ve bizim gibi ülkelerin
en önemli sorunu her alanda yeteri kadar
iyi yetişmiş uzman insana sahip olamayışımız ve istihdam edemeyişimizdir.
Ar-Ge ve inovasyon tabanlı bir üniversite
yapılanmasında gerçekleştirilecek sanayi
ortaklı projelerinin en önemli çıktılarından
birisi de, projelerde çalışan ve lisansüstü derecesi almaya hak kazanan yetişmiş
elemanlar olacaktır. Kısa ve orta vadede
bunun sanayideki yansıması, kazanım ve
katkısı kendini gösterecektir.
HEDEFLER
Üniversitelerden günümüzde beklenen temel hedefler:
1. Sürdürülebilir eğitim ve öğretim; kendini
tekrar etmeyen, öğrencinin heyecanını
koruyan, merak uyandıran, dinamik ve sa-
Ar-Ge ve inovasyon tabanlı
bir üniversite yapılanmasında
gerçekleştirilecek sanayi ortaklı
projelerinin en önemli çıktılarından
birisi de, projelerde çalışan ve
lisansüstü derecesi almaya
hak kazanan yetişmiş elemanlar
olacaktır. Kısa ve orta vadede
bunun sanayideki yansıması,
kazanım ve katkısı kendini
gösterecektir.
nal/uzaktan bir eğitim modeli oluşturmak,
2.Teorik bilgi üretme (Deneysel bilgi alt yapısı oluşturacak akademik kadro
yetiştirmek)
3. İnovativ araştırma, teknoloji geliştirme
(Ekonomi ve sanayi ile güncel ihtiyaçlarda
paralellik oluşturacak, Girişimci Ar-Ge yapılanması oluşturmaktır.
Yönetim olarak bizim hedefimiz de, bu tanım çerçevesinde, üniversitemizi orta vadede, öncü kimliğini kaybetmeden, dünya
ile yarışan bir araştırma üniversitesi yapmaktır.
itü vakfı dergisi 21
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Eski Rektörlerimize ve Öğretim Üyelerimize Sorduk:
İTÜ’de rektör olarak görev alıp, yönetim felsefesi ve ilkelerine katkıda bulunmuş, üniversitemizin
geleceğinin şekillenmesinde sorumluluklar üstlenmiş eski rektörlerimizle; İTÜ’nün köklü geleneğinin
bütün yönleriyle genç kuşaklara aktarılmasında ve sürdürülebilmesinde asıl rolü oynayan öğretim
üyelerimiz, ‘İTÜ’lü olmak’ ve gelecekte üniversitemizi nerede görmek istediklerine ilişkin görüşlerini
aktarıyorlar…
Nasıl Bir İTÜ?
İyi öğretim üyesi tanımında, kanımca, hem bilimsel yönden
güçlülük hem de iyi bir öğretme yeteneği unsurları olmalıdır. Son
yıllarda ön plana çıkan yayın ya da atıf sayısı kavramı öğretmenlik
kavramını geride bırakmış görünüyor. Oysa, özellikle lisans
düzeyindeki öğrenci, öğretim üyesinin yayınları ile değil, kendisine
anlatabildikleri, öğretebildikleri ile ilgilidir. Bu açıdan, öğretim
konusunun en az araştırma kadar önemsenmesi ve teşvik görmesi
gerektiği görüşündeyim.
Prof. Dr. Nahit Kumbasar
1977 – 1980 Dönemi Rektörü
İTÜ İnşaat Fakültesi
İ
TÜ Vakıf Dergisi’nden böyle bir yazı önerisi geldiğinde, en yaşlı eski rektör olarak
önce bunu yazmamın doğru olup olmadığını düşündüm. Değişen koşullarla birlikte
kavram ve anlayışlar da değişiyor ve yaşlı
kuşak bu bakımdan toplumun genel eğilimlerinin dışında kalıyor. Örneğin, bir zamanlar çok önemsenen, fakat aşırı solun slogan
haline getirip anlamını aşındırdığı, “demokratik üniversite” kavramı bugün ne ölçüde
önemsenir. Ya da özerk üniversite kavramı,
toplum için önemli gördüğü her konuda görüşünü çekinmeden açıklayabilen bir üniversite anlayışı kimlerin umurundadır. Söz
konusu öneri, oldukça farklı kuşaklardan
gelen kişilere yapıldığına göre, Pir Sultan’ın
dediği gibi ‘diriye saydılar bizi’ denebilir.
“Nasıl bir İTÜ?” sorusu için hemen herkesin
vereceği cevap ‘ülkenin en iyi üniversitelerinden biri, ya da başa güreşen bir üniversite’ olmalı. Ancak en iyi olmanın göstergeleri
veya koşulları söz konusu olduğunda görüşler değişik olacaktır. Bence en iyi üniversite amaç ve görevlerini en iyi biçimde yerine getiren ve bunun için gerekli fiziksel ve
moral koşullara sahip olan üniversitedir. Bu
açıdan üniversitenin iki temel görevi olan
araştırma ve öğretim için gereksinimi olan
üç öge, iyi öğrenci, iyi öğretim üyesi ve iyi
bir fiziksel ve moral altyapıdır.
Vaktiyle en iyi öğrencileri aldığı için, en iyi
22 itü vakfı dergisi
mühendisleri yetiştiren üniversitemiz, benzer kuruluşların oluşması ve artması, bir bölümünün daha cazip koşullara sahip olması
nedeni ile bu üstünlüğünü kısmen de olsa
yitirdi. Ayrıca, orta öğretim ve liselerde öğretim düzeyi belirgin ölçüde düştü. Az sayıda
lisenin yetiştirdiği, bilgi ve beceri düzeyi çok
iyi olan öğrenciler yanında, gerekli birikimi
alamamış bir çoğunluk var. Giderek artan
üniversitemizi tanıtma çabaları ile bu olumsuz durumu geri döndürmenin, yine en iyi
öğrencileri almanın mümkün olduğuna inanıyorum. Ayrıca üniversitemiz, orta öğretim
ve liselerin, testlerde başarılı olan öğrenci
yerine, okuma alışkanlığı olan, ilgilendiği
konuda okuduğunu anlayan, düşüncelerini
düzgün bir yazı ile ifade edebilen öğrenciler
yetiştirmesi için neler yapılması gerektiği konusunda da düşünmeli ve fikirlerini ilgililere
açıklamalıdır.
İyi öğretim üyesi tanımında, kanımca, hem
bilimsel yönden güçlülük hem de iyi bir
öğretme yeteneği unsurları olmalıdır. Son
yıllarda ön plana çıkan yayın ya da atıf sayısı kavramı öğretmenlik kavramını geride
bırakmış görünüyor. Oysa, özellikle lisans
düzeyindeki öğrenci, öğretim üyesinin yayınları ile değil, kendisine anlatabildikleri,
öğretebildikleri ile ilgilidir. Bu açıdan, öğretim konusunun en az araştırma kadar önemsenmesi ve teşvik görmesi gerektiği görü-
şündeyim. Ayrıca, bir ülkede teknik kültürün
oluşması ve gelişimi için, öğretimin o ülkenin
dilinde yapılması zorunluluğu dikkate almalı, öğretimde esas görevimizin Türkçe öğretim olduğunu unutmamalıyız.
Üniversitemiz fiziksel altyapı açısından giderek gelişiyor, bu durum dış görünüm olarak da önem taşıyor. Bir bakıma vitrin gibi
değerlendirilse de, iyi öğrenci çekmenin
bir imkânı bu dış görünüşü, şimdi yapıldığı
gibi, giderek iyileştirmek ve ilgililere duyurabilmektir. Çevre kavramı içine, kuşkusuz,
moral çevre de giriyor. Öğrencilerin ve öğretim üyelerinin görüşlerini belirtmeleri, gerektiğinde tepki göstermeleri, yıkıcı olmadığı sürece, anlayışla karşılanmalı, “havada,
konuşmamanın, görmemenin kahrolası
hüznü” olmamalıdır. Bu açıdan, yönetimden
farklı düşünenlerin manen ezildiği, kadro vb.
gereksinimlerinin geri bırakıldığı, ’bizden’
olanlar ve olmayanlar gibi ayrım yapıldığı bir
dönem yaşayan üniversitemizin, böyle bir
dönemi bir daha yaşamamasını diliyorum.
Son olarak, Üniversitemizin, kendi yapısı
içinde kararlaştırdığı bir gelişme planı olmalıdır. Konu Senatoda zaman zaman tartışılmış, bildiğim kadarı ile doyurucu bir sonuca
ulaşılamamıştır. Bu ana plan, değişen ülke
koşullarına uymak için küçük revizyonlar dışında, yönetim değiştikçe değişmemelidir.
Çünkü köklü sosyal kurumlar gelenekleri ile
ayakta kalırlar.
DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ İLE
İstanbul Teknik
Üniversitesi
Yirmibirinci yüzyılda ülkemizin ihtiyacı olan uzman elemanların
yetiştirilmesinde bazı üniversitelere önemli görev ve sorumluluklar
düşmektedir. Bu nedenle İTÜ gibi üniversitelerin; lisans öğrenici
sayılarını azaltıp, yüksek lisans ve doktora öğrenci sayılarını
artırarak, araştırma ağırlıklı üniversiteler olmaları gerekir. Yüksek
öğretim kurumunun yetkisinde olan bu husus ancak Yükseköğretim
Kanunu’nun yeni baştan yapılanması ile çözüme kavuşur.
Prof.Dr. Reşat Baykal
1992-1996 Dönemi İTÜ Rektörü
İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi
T
ürkiye’de mühendislik ve mimarlık
eğitim- öğretimini yönlendiren kurumların başında gelen üniversitemiz, ülkenin kalkınmasına katkı sağlayan mühendis, mimar, bilim adamı, sanayici, iş adamı
ve önde gelen politikacıları yetiştiren köklü bir kuruluştur. 241 yıllık uzun ve parlak
geçmişiyle ülkemizin teknoloji konusunda
eğitim, öğretim ve araştırma yapan ilk kurumu olan İTÜ, teknik üniversitelerimizin en
kıdemlisidir.
Ülkemizde mühendislik eğitimi 1773 yılında Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn adıyla gemi inşaatı ve haritacılık konularında
başlamış, 1795’te Mühendishâne-i Berrî-i
Hümâyûn’la genişlemiş ve 1883’te kamu
yapıları için gerekli teknik elemanları yetiştirmek amacıyla Mühendishâne-i Berrî-i
Hümâyûn’a bağlı Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin açılmasıyla sivil mühendislik alanına yönelmiştir.
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla başlayan
yenileme ve gelişme sürecinde Hendese-i
Mülkiye Mektebi, Mühendishâne-i Berrî-i
Hümâyûn’dan ayrılarak Nafia Nezareti’ne
(Bayındırlık Bakanlığına) bağlanıp yeni bir
yapıya kavuştu ve adı 1909’da “Mühendis
Mekteb-i Âlisi” oldu. 1928’de adı Yüksek
Mühendis Mektebi olarak değişti. Hasan
Ali Yücel Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olunca başlattığı eğitim reformu kapsamında, 1941’de okul İstanbul Yüksek
Mühendis Okulu (İYMO) adı ile Milli Eğitim
Bakanlığı’na bağlandı. 1944 yılında kabul
edilen yasa ile İnşaat, Mimarlık, Makine ve
Elektrik olmak üzere dört fakülteden oluşan İstanbul Teknik Üniversitesi kuruldu.
Böylece 1773 yılında III. Mustafa döneminde kurulan “Mühendishâne-i Bahrî-i
Hümâyûn” tarih boyunca değişik isimler
alıp gelişerek, askeri ve sivil kısımlara ayrılmıştır. Askeri kısım Deniz Harp Okulu’na,
sivil kısım ise İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüşmüştür.
Osmanlı döneminde eğitim kurumları,
sanayi öncesi bir imparatorluğun gereksinimleri ve olanaklarına uygun olarak oluşmuştu. Osmanlı yönetimi modernleşme
sürecinin başlangıcında, Mühendishane,
Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye ve benzeri yükseköğretim okullarına kavuşmuştur. Bu
dönemde üniversite kavramının gündeme
gelmesi olanaksızdı. Çünkü üniversiteden
söz edebilmesi için, bir eğitim altyapısının
oluşması ve belirli bir birikimin sağlanmış
olması gerekirdi. O dönemde henüz böyle bir ortam yoktu. Bu nedenle Türkiye’de
1933 yılına kadar üniversite yerine “Darülfünun” sözcüğü kullanılmıştır.
İTÜ, Türkiye’nin ilk teknik eğitim kurumu
olmasının yanında, teknolojinin pek çok
alanında ülkemizdeki ilk örnekleri vermiştir. İlk televizyon yayını, ilk stereo FM radyo
yayını, ilk digital bilgisayar, eğitim ve araştırma amaçlı ilk nükleer reaktör, ilk rüzgar
tüneli, ilk gemi model deney laboratuvarı,
ilk teknopark bu kapsamda sayılabilecek
İTÜ’nün önemli teknolojik uygulamalarıdır.
Günümüzdeki durumu dikkate aldığımızda bu tür uygulama örneklerini çoğaltabiliriz.
Beş senelik çok başarılı eğitim sisteminden 1969 da dört yıllık sisteme geçiş,
uygulama, proje ve meslek derslerinde
azalmalara neden oldu. Bugün ders programlarında yer alan yabancı dil, türkçe ve
benzeri dersler üniversite öncesi eğitimde
çözüme kavuşturulduğunda dört yıllık dönemde meslek derslerine daha fazla zaman ayrılabilir.
Milletlerin zenginliğinin bilgi varlıklarıyla
ölçüldüğü ve iletişimin çok arttığı bir çağda kitlesel eğitim öğretimin yanında, üst
düzeyde eğitim ve araştırmaya ağırlık verilmesi ayrı bir önem kazanmaktadır. Yirmibirinci yüzyılda ülkemizin ihtiyacı olan uzman
elemanların yetiştirilmesinde bazı üniversitelere önemli görev ve sorumluluklar
düşmektedir. Bu nedenle İTÜ gibi üniversitelerin; lisans öğrenici sayılarını azaltıp,
yüksek lisans ve doktora öğrenci sayılarını
artırarak, araştırma ağırlıklı üniversiteler olmaları gerekir. Yüksek öğretim kurumunun
yetkisinde olan bu husus ancak Yükseköğretim Kanunu’nun yeni baştan yapılanması
ile çözüme kavuşur.
İTÜ, Türkçe olarak uzun yıllardan beri sürdürdüğü kaliteli eğitim ve Türk Bilim Dili’nin
oluşturulmasındaki öncülüğü yanında, öğrencilerin üniversite tercihlerinde önemli bir
rol oynayan yabancı dil nedeniyle, İngilizce
eğitime yönelmiştir. Öncelikle lisansüstü
eğitimi kısmen İngilizce yaparak sürdürülen çalışma, “İngilizce Destekli Öğretim”
adıyla lisans programlarına da yansıtılmıştır. Bugün ise, lisans eğitimi%30 İngilizce
ve %100 İngilizce programlarıyla devam
etmektedir. Bu uygulamaların önyargısız
bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Aslında sorun, Cumhuriyet döneminde Türk
itü vakfı dergisi 23
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Milli Eğitim Sistemi’nin ilk ve ortaöğretim
döneminde yabancı dil öğretmeyi başaramamasından kaynaklanmaktadır. Yabancı
dil sorununun çözümü için ortaöğretimde
başlatılan uygulamalarda başarılı olmadı.
Bu amaçla kurulan anadolu liselerindeki
hazırlık sınıflarının geliştirilmesi yerine, çoğunda kaldırılması dildeki başarısızlığı artırdı. Türkçe yazmayı ve konuşmayı yeterli
düzeyde beceremediğimiz bir ortamda,
dilimiz bozulmakta ve kavram kargaşası
içinde nesillerin anlaşması güçleşmektedir. Bu nedenle gerek %30, gerekse %100
İngilizce eğitim verdiğimiz bu dönemde;
ders kitabı yazan öğretim üyeleri, kitaplarının sonuna özenle hazırlanmış İngilizce-Türkçe bir teknik terimler sözlüğü eklemeleri kaçınılmaz hale gelmiştir. Kendi
dil ve kültürümüzden kopmayan ve dilin
önemini kavrayan bir İTÜ, Türkçe’nin bilim
ve teknoloji dili olarak gelişmesinde büyük
sorumluluk taşıma bilinciyle, eskiden beri
sürdürdüğü çalışmalara özen ve azimle
devam etmelidir.
Günümüzde üniversitelerde meslek dersi
veren öğretim üyelerinin endüstri deneyimlerinin olmaması veya çok kısıtlı olması, çözümlenmesi gereken önemli bir
sorundur. Bu sorunun çözümü gelişen
sanayimizle İTÜ’nün ilişkilerinin artmasına önemli katkı sağlayacaktır. Üniversite-
24 itü vakfı dergisi
lerimiz hem diploma veren hem de yetki
veren kurumlar olduğu sürece, üniversiteler arasında yapılan kıyaslamaların temel bir gerekçesi oluşmamaktadır. Buna
rağmen, İTÜ’nün ülkemizde mühendislik,
mimarlık ve konservatuvar dalında en iyi
kurum olduğuna inancım tamdır. Lisans
eğitiminin öğretim kadrolarını ihtisas sahibi kişilerden oluşturarak, liyakat ilkesi
öne çıkarılmalıdır. Bu kapsamda öğretim
kadrosunun yabancı ve Türk kökenli değişik üniversite mezunlarından oluşmasına özen gösterilmelidir. Üniversite öğretim üyesi ve yönetici olacakların, meslek
içi ve pedagojik bir eğitim almamalarını
önemli bir eksiklik olarak görüyorum.
İTÜ, ders kitaplarının yok denecek kadar az olduğu ve kütüphanenin çok az
kullanıldığı bir dönemden; 24 saat açık,
Türkçe ve yabancı dilde kitapların çoğaldığı, internet ortamında kaynaklara daha
hızlı ulaşma olanağına kavuştu. Yönetici
ve öğretim kadrolarına ulaşma ve iletişiminin daha kolaylaşması ve mezunlarla
ilişkinin artması önemli bir gelişmedir.
Ayrıca barınma ve burs sorunlarının yetersizliğini azaltıcı alanda çalışmalar da
sürdürülmektedir.
Kısıtlı bir sayfa düzeni içinde yukarıda
belirtmeye çalıştığım konular, tüm Türk
Üniversiteleri için geçerli sorunlardır. Bu
nedenle konunun çözümü için Yükseköğretim Kanunu’nun otuz yılı aşkın uygulamaları değerlendirilerek kanun yeni baştan
düzenlenmelidir. .
Benim için İTÜ, onurlu geçmişi, ümit veren
geleceği, toplumdaki saygınlığı ve de abla,
ağabey, kardeş geleneğiyle özlem duyulan
bir yuva niteliğindedir.
KAYNAKLAR
1-Uluçay, Çağatay ve Kartekin, Enver (1958)
“Yüksek Mühendis Okulu”, İTÜ Kütüphanesi,
Sayı 389, Berksoy Matbaası, İstanbul
2-Çeçen, Kâzım (1990), “İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Kısa Tarihçesi”, İTÜ Bilim ve Teknoloji
Tarihi Araştırma Merkezi Yayın No: 7, İstanbul
3-Aras, N.K., Dölen, E. ve Bahadır D.- Editörler
(2007), “Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişimi (1861-1961)”, Türkiye Bilimler Akademisi
Yayınları Sıra No: 15, Ankara
4-Kafescioğlu, Ruhi (2010), “Yüksek Mühendis
Mektebi’nden İstanbul Teknik Üniversitesi’ne-Bir
Dönüşümün Öyküsü ve Anılar”, Yapı Endüstri
Merkezi YEM Yayın-160, İstanbul
5-Baykal, Reşat (2011), “50 Yıl Önce ve 50 Yıl
Sonra İTÜ”, 1961 Yılı Mezunlarının 50. Yılında
İTÜ günündeki konuşma, İstanbul
6-Kaçar, M., Zorlu, T. Barutçu, B., Bir, A., Ceyhan, C.O. ve Neftçi, A (2013), Editör Mehmet
Karaca, “İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz” Geliştirilmiş 2. Basım, İTÜ Vakfı
Yayını, Cenkler Matbaacılık Amb.San.Tic.Ltd.Şti.
İstanbul
İTÜ-Bilginin Gücü
İTÜ ve İTÜ’lüler çalışmış çabalamışlar, hiç yoktan var etmişler,
özveri ile yoğrula yoğrula bugünlere gelmiş, haklı bir bir saygınlık
kazanmışlardır; bu davranış özelliğini koruyacaklardır. İTÜ ender
bir devlet kuruluşu, İTÜ’lü örnek bir yurttaştır; İTÜ’lüler kardeştir;
din, dil, ırk, renk, cinsiyet ayrımı olmadan kardeştir .
Prof. Dr. Faruk Karadoğan
2004-2008 Dönemi İTÜ Rektörü
İTÜ İnşaat Fakültesi
İ
stanbul Teknik Üniversitesi,
bilginin gücünü somutlaştırarak
ulusal çıkarlar doğrultusunda
ülke öncelikli sorunların çözümüne sunan,
önder özellikte bir devlet üniversitesi,
bir mihenk taşıdır;
bu özelliklerinden hiçbir zaman uzaklaşmamalıdır.
Toplumdan almaya değil topluma vermeye
yönlendirilmiş
okuyan, düşünen ve üreten
öğrenciler yetiştirmek için yola koyulmuştur, İTÜ;
bunu sorumluluk bilinci içine yerleştirmiştir,
korumalıdır.
Bunların tümü aklı öne çıkarmaktır.
İTÜ ve İTÜ’lüler çalışmış çabalamışlar, hiç
yoktan var etmişler, özveri ile yoğrula yoğrula bugünlere gelmiş, haklı bir bir saygınlık kazanmışlardır; bu davranış özelliğini
koruyacaklardır. İTÜ ender bir devlet kuruluşu, İTÜ’lü örnek bir yurttaştır; İTÜ’lüler
kardeştir; din, dil, ırk, renk, cinsiyet ayrımı
olmadan kardeştir.
Bundan sonra da aynı çizgide, bilimsel bilginin yolunda öğrenici, araştırıcı ve uygulayıcı olacaktır İTÜ ve İTÜ’lü.
Nasıl mı?
• Kendi içinde tartışma ortamları yarata yarata, doğruyu bula bula gidecek; tek kişinin buyruğunda olmayacak, paydaşlarıyla
oluşturduğu uzun soluklu stratejik planlarını yine paydaşlarıyla her yıl güncelleyerek
yoluna devam edecek, boz - yap kısır döngüsüne düşmeden, yerinde saymadan ve
zaman yitirmeden ilerleyecektir,
• Üniversite mezunu sayısının arttığı rekabetin inanılması güç boyutlara ulaştığı,
ulusal ve uluslararası pazarlarda iş olanaklarının azaldığı bir ortamda, önce bilgisine
sonra da kendisine güven duyan, girişimci
niteliklerle bezenmiş mezunlar yetiştirerek
yoluna devam edecek,
• Kendi kendini yaratan laboratuvarları ile
öğrenen bir organizasyon olarak yürüyecek ilerilere,
• Ülke gereksinimlerini herkesten ve her
kurumdan önce sezerek yönünü bulacak;
- Bilginin ve bulgunun ülke geneline yayılmasında uğraş verecek, kitap yazılmasını
desteklerken bölgesel çalıştaylar düzenle-
yecek, ülke geneline hızla yayılan eğitimin
yozlaşmasını önleyici çalışmalara destek
verecek bu sorumluluğa sahip çıkacak,
yönetmeliklerin ve standartların gelişmesine katkı verecek,
- Bilimi sevdirmek ve saydırmak için uğraşacak, örneğin Bilim ve Toplum parkları ile
halkın yanında olacak, halktan ve ülkenin
dört bir yanından beslenecek,
- Meslek Yüksek Okulları günümüz için,
eğitimde devrim yaratmış ülkemize özgü
bir model olan Köy Enstitüleri modeli kadar önemlidir; çok iyi eğitim veren sınırlı
sayıdaki Meslek Yüksek Okulları ile gerçekçi olacak, bir gereksinimi kısa yoldan
örnek oluşturacak şekilde gidermeye yönelecek,
• Uluslararası araştırma projelerinde rekabet öncesi noktalara kadar gelecek, rekabet sonrası çalışmaları destekleyerek yerli
üreticinin gücünü arttıracak,
• Üniversite – Sanayi işbirliğini tüm engellere ve güçlüklere karşın geliştirecek,
küçük sanayii destekleyecek, bu yönde teşvik örtüsü altındaki haksız rekabet
oluşturacak her türlü girişimden kaçınacak, gerçek Ar-Ge’nin yanında ve onun
destekleyicisi olacak, öğretim üyelerinin
üniversite –sanayii işbirliğinde dengeyi
sağlayarak bilginin ve bulgunun üniversiteden sanayiye aktarılmasına ve sanayide kazanılan deneyimin de üniversiteye
döndürülmesine katkıda bulunacak, katma değeri yüksek ürünlerin yaratılmasına yönlendireceği girişimci mezunlarını
detekleyecek ve izleyecek, bu konuda
doğru hedeflerin saptanması için öncülük
edecek uygulatım ve bulgulatım seferberliğinde en önde olacak,
• Eğitim öğretim ve araştırma düzeyinin
yükselmesi için gereken herşeyi yapacak
, bu amaçla;
- Sınıfları küçültecek,
- Dersleri sınıfların dışına taşıracak,
- Laboratuvarlar sadece eğitim –öğretim
için değil fakat daha çok araştırma için
geliştirilecek,
- Kuramsal çalışmalar kadar Laboratuvar
çalışmaları da özendirilecek bunların birbirini bütünler özelliği korunacak,
- Çok büyük bir birikime sahip olduğu la-
boratuvarlar konusunda bir aşama daha
gerçkekleştirerek Merkez Laboratuvarı
düşüncesine sarılacak, parasal ve işgücü
kaynaklarının en iyi biçimde kullanılmasını
sağlayacak,
- Eğitimde de araştırmada da uluslararası
işbirliğini en üst düzeye taşıyacak, yalnız
öğrenci değil öğretim üyesi değişimlerine
ulusal ve uluslararası düzeyde önem verirken sadece batı dünyasını değil fakat
doğu dünyasını da gözönünde bulunduracak, farklı kurumlarda yurt içinde veya
yurt dışında farklı eğitim öğretim görmüş
araştırma ve ugulama yapmış gençlere
kapılarını açık tutacak,
- Gerçek Araştırma – Geliştirme olanaklarının artması için sürdürülebilir yatırım ve
denetleme düzenleri oluşturulacak, yatırım hızı teknolojinin gelişim hızından düşük kalmayacak; bu konuda devleti önce
doğru bilgilendirici sonra da doğru yönlendirci rol üstlenecek,
• Devlet üniversitesi olma özelliklerini titizlikle koruyacak, eğitim düzeyi ve Ar-Ge
konularında ödün vermeyen bir üniversite
olarak kalınacak,
• Kendi olanakları ile ayakta durabilen,
devletine yük olmayan, bir devlet üniversitesi olacak
- Maslak arazilerine, Sakız adasına, Yeşilyurt arazisine, Maçka yerleşkesine ,tarihi
Taşkışla, Gümüşsuyu, Maçka, Karakol binalarına sahip çıkmaya devam edecek,hakkın verilmediğini ancak hakkın alındığını unutmayacak,
- 60 000’in üzerindeki yaşayan ve mesleğinde yol almış mezunları ile bütünleşerek
onlara güç verirken onlardan güç alacak,
İTÜ’lü olma ayrıcalığının bilincini aşıladığı
yeni mezunları ile bağları koparmayacak,
onların fikirlerinden onlara yetki ve sorumluluk vererek yenilenecek, kuruma bağlılık
düşüncesini besleyecek ,
• İTÜ-KKTC, komşu cumhuriyetler ve
yurdun çeşitli yöreleri ile güçlü işbirliklerini geliştirilecek, öğretim üyesi yetiştirme
programlarının destekçisi ve izleyicisi olacak,
Nasıl mı?
Okuduğundan, düşündüğünden ve ürettiğinden güç alarak.
itü vakfı dergisi 25
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
İTÜ’lü olmak...
Prof. Dr. M. Sedat KABDAŞLI -İTÜ İnşaat Fakültesi
Ç
ocukl u k
yıllarından başl a y a r a k
mühendis
olmayı hayal
eden biri olarak, yetmişli
yılların başında Haydarpaşa Lisesi’nden
mezun olur olmaz; İstanbul Teknik Üniversitesi’ne ayak bastığım günden bugüne
kadar tüm üniversite eğitimimi ve akademik yaşamımı aynı çatı altında tamamlamış
olmanın mutluluğunu ve gururunu taşıyorum. Özellikle yüksek lisans ve doktora
eğitimlerini takiben akademik yaşama
adım attıktan sonra mezun olduğun üni-
versitenin kişisel olarak kazandırdıklarının
farkına varmak mümkün oluyor. Uzun yıllar
sonra ortaya çıkıyor ki; hem mesleki hem
de akademik kazanımların temelinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nin derin bilgi
birikimi ve köklü geçmişinden kaynaklanan deneyimlerin karşılıksız olarak paylaşım geleneği yatmaktadır. Doğma- büyüme
İTÜ’lü biri olarak, üniversite yaşamımdaki
en büyük kazanımım bu bilgiyi paylaşma
duygusudur.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin geçmişinden gelen prestijli ve bugünden kaynaklanan bilgi birikimiyle, özellikle Türkiye’
de ve dünya çapında mühendislik eğitimi
açısından bir cazibe merkezi olabileceği
yadsınamaz bir gerçektir. Bunun gerçekleşmesi için koşullardan ilki; her şeyden
önce kendi yetiştirdiği mühendislere ve
akademisyenlere gereken değerin verilmesidir. Günümüzde, mühendislik olağanüstü
bir çeşitlilik ve değişiklik göstermektedir ve
İstanbul Teknik Üniversitesi bu çeşitlilik ve
değişikliklere uyum sağlayacak birikime
sahiptir. Benim görüşüme göre, tüm yeni
mühendislik dallarının esasını temel mühendislik bilimleri oluşturmaktadır. Bu nedenle, İstanbul Teknik Üniversitesi, kendi
içinde gerekli değişimleri gerçekleştirerek
bir uluslararası merkez konumuna gelme
potansiyeline sahiptir. Fakat bu gerçekleştirilirken, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
Türkiye bilim dünyasında Türkçe literatürün
oluşmasındaki katkıları da dikkate
alınmalıdır.
Dünya üniversitesi olma yolunda İTÜ…
Doç. Dr. Serdar KUM
İTÜ Denizcilik Fakültesi/İTÜ-KKTC Eğitim-Araştırma Yerleşkeleri
1997 yılında
İTÜ Denizcilik Fakültesi’nde lisans
eğitimime
başladım. Öğrencilik yıllarımda ana kampüs ve diğer fakülteler ile ilişkimiz yok denecek kadardı. Öyle ki, 4 yıl boyunca bir
tek mezuniyet töreni için Maslak’a gittiğimi
hatırlıyorum. Mezun olduktan sonra ana
kampüs ile olan ilişkilerimizin arttığı bir
döneme girmeye başladık. Fakültemizin
üniversite ile entegrasyonunun sağlanması
uzun zaman aldı. Bunun bazı avantajlarını yaşarken bir takım dezavantajlarını da
yaşamak durumunda kaldık. Fakat gerek
öğrencilik gerekse akademik hayatımızda
üniversitemizin ufkumuzu açması, eğitimdeki kalitesi, gerçek iş yaşamına hazırlaması gibi teknik katkılarının yanısıra
gerçekçi ve kalıcı birliktelikler de kazandırmıştır ve kazandırmaya da devam etmektedir. Şöyle ki, mezunlarımıza baktığımızda
sadece ülke içerisinde başarılı işlere imza
atmadıklarını, yurtdışında da birçok farklı
ülke ve kuruluşta görev aldıklarını görmekteyiz. Ben de bunlardan biri olarak Doktora
eğitimime Japonya’da devam ettim ve şu
26 itü vakfı dergisi
an orada kurmuş olduğum bağlantılar ile
bir çok uluslararası iş birliği çalışmalarını
sürdürmekteyim. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı bir çok kere başkalarından da
duyduğum düşünceyi sizler ile paylaşmak
istedim; “İTÜ deyince aklınıza gelen ilk şey
nedir?” sorusuna “bir vizyon üniversitesi”
olması şeklinde yanıt almaktayız. İTÜ’nün
bana ve mezunlarımıza kattıklarını özetlemeye çalışırsam; saygınlık, iyi bir iş olanağı, kaliteli bir çevre, yenilikleri keşfetme
ve öğrenme yeteneği, yeterli seviyede yabancı dil, geniş bir aile, akademik vizyon,
kendine güvenen ve iletişimi kuvvetli kişilik,
ulusal ve uluslararası olabilme yeteneğidir.
İTÜ’den beklentilerimiz ile ilgili olarak en
temelde bize kazandırdıklarını topluma
aktarabilecek olanakları sunarak, araştırma-geliştirme ve yenilikler konusunda
rehberlik ve önderlik yapmasıdır. Ayrıca,
lider üniversite misyonunu devam ettirerek,
endüstriyel odaklı iş birliklerinin arttırılması
da önemlidir. Bu sebeplerden dolayı hayal
ettiğim İTÜ; şeffaf yönetilen, insan odaklı, araştırmayı öne çıkaran ve bağımsız
araştırmalar yürüten, kaliteli eğitim veren,
öğretim elemanları ve öğrencileri ile her
dönemine damgasını vuran bir üniversite
olmasıdır.
Geriye dönük baktığımda bu mesleği seçmekten, İTÜ’yü tercih etmekten pişman
mısınız diye soracak olursanız, cevabım
düşünmeden “HAYIR! “ olacaktır.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin geçmişinden gelen prestijli ve bugünden kaynaklanan bilgi birikimiyle, özellikle Türkiye’ de ve
dünya çapında mühendislik eğitimi açısından bir cazibe merkezi olabileceği yadsınamaz bir gerçektir. Bunun gerçekleşmesi
için koşullardan ilki; her şeyden önce kendi
yetiştirdiği mühendislere ve akademisyenlere gereken değerin verilmesidir. Günümüzde, mühendislik olağanüstü bir çeşitlilik ve değişiklik göstermektedir ve İstanbul
Teknik Üniversitesi bu çeşitlilik ve değişikliklere uyum sağlayacak birikime sahiptir.
Benim görüşüme göre, tüm yeni mühendislik dallarının esasını temel mühendislik
bilimleri oluşturmaktadır. Bu nedenle, İstanbul Teknik Üniversitesi, kendi içinde gerekli
değişimleri gerçekleştirerek bir uluslararası
merkez konumuna gelme potansiyeline sahiptir. Fakat bu gerçekleştirilirken, İstanbul
Teknik Üniversitesi’nin Türkiye bilim dünyasında Türkçe literatürün oluşmasındaki
katkıları da dikkate alınmalıdır.
İTÜ... Var mı ötesi?
Yrd. Doç. Dr. Serdar Bilgi - İTÜ Geomatik Müh. Böl.
4 yılı öğrenci,
13 yılı da öğretim elemanı
olarak 17 yıldır mensubu
olduğum bu büyük kurumdaki her günüm
ayrı bir heyecan ve gururla geçmiş, 240 yıllık bu köklü kurum her gün bana bir yenilik
katmıştır.
Şüphesiz ki, İTÜ’nün kurulduğu 1773 yılından bu günlere gelmesinde hayatını
bilime adamış akademisyenlerimizin, onların yetiştirdiği, gerek ülkemizde gerekse
de dünyanın farklı ülkelerinde hizmet eden
mezunlarımızın, idari olarak bu büyük kurumu yönetenlerin ve halen de öğrenciliğini
sürdüren ve sürekli başarı haberlerini aldığımız öğrencilerimizin emekleri vardır. Anılarını okuduğum, hayatlarını araştırdığım,
projelerini, yayınlarını incelediğim akademisyenlerimiz ve mezunlarımıza baktığımda İTÜ’nün bu günlere bu hali ile nasıl taşındığını bir kez daha anlıyor, kendimi her
daim onlara borçlu hissediyorum.
Böylesi bir kurumun mensubu olmak bana
her zaman gurur ve güven vermiştir. Geomatik Mühendisi olarak, ülkemin farklı köşelerindeki projelerde insanlarla tanıştıkça,
İTÜ’ye bakışlarını, güvenlerini, hayranlıklarını ifade etmeleri bana ayrıca keyif veriyor. “İTÜ’de öğretim üyesiyim” ifadesi benim için her daim bir anahtar olmuştur. Bu
anahtar gerek kamu gerekse de özel sektör
projelerimizde hangi kapıları, hangi olanakları bizlere açmadı ki! İTÜ’ye duyulan güveni insanların gözlerinde ve genellikle sarf
ettikleri “İTÜ, var mı ötesi?” cümlelerinden
okumaktayım.
Uluslararası arenada İTÜ’ye bakışı kişisel
olarak ifade etmem gerekirse, bilinirliği
yüksek bir üniversitedir. Gerek uluslararası
sempozyumlardaki katılımcılar, gerek araştırmacı olarak bulunduğum Purdue Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin gözünden
aktarmam gerekirse, Teknik Üniversite,
mühendislik çalışmalarına, akademisyenlerinin ve öğrencilerinin kapasitelerine, araştırmalarına çok güvenilen, değer verilen bir
üniversitedir. Yine de kişisel olarak ifade
etmeliyim ki, yurt dışı lisansüstü programlarına katılımı teşvik etme noktasında, devletimizin ve diğer devletlerin ilgili kurumlarının, vakıfların, üniversitelerin desteklerinin
öğrencilerimize aktarılması bağlamında
daha çok gayret sarf etmemiz gerektiğine
inanıyorum. Amerika’da da benzer hali ile
gördüğüm lisansüstü öğrenci profili ise,
İTÜ’den hak ettiğimiz düzeyde katılımın
olmadığını göstermektedir. Öğrencilerimizi
bilgilendirme ve yurt dışı programlara teşvik etme noktasında üniversitemizin ilgili
birimleri kadar öğrenci kulüplerimizin de
etkili olacağına inanıyorum.
Gelecekte ise İTÜ’nün bu başarısını sürdürmesi ve geliştirmesi için akademisyenlerimize özellikle patente dayalı AR-GE
faaliyetlerinin, yayın, sanayi ile işbirliği
teşviklerinin, yurt dışı katılım desteklerinin
sürdürülmesinin, laboratuvar olanaklarımızın ve özellikle teknik personel bakımından
daimi ve dinamik kadrolar ile desteklenmesinin devamını diliyorum.
“Kendi enerjisini üreten üniversite…”
Doç. Dr. Elif Ülkü Arıcı - İTÜ Enerji Enstitüsü
Y
e n i
nesil
malzemeler kullanarak güneş
pili oluşturma
ko nu s u n d a
yürüttüğüm
15 yıllık AR-Ge (JKU, LİOS, Linz/SİEMENS
AG, Erlangen) çalışmalarımın devamında, Tübitak-BİDEP Yurda Dönüş Programı
kapsamında, İTÜ Enerji Enstitüsü ile ortak
çalışmalara ilk kez 2013 güz döneminde
başladım.
Açıkca ifade etmek gerekirse, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni tercih etmemin sebebi,
eski bir üniversite olmasının yanı sıra, İTÜ
mezunu arkadaşlarımın, öğrencilik dönem-
lerini anlatırken takındıkları gururlu tavırdan
etkilenmiş olmamdır. Üniversitemizin bana
kazandırdıkları, öncelikle, geleceğe karşı
duyarlı, zeki ve girişken öğrencilerimizle
beraber, Türkiye’nin en güzel yerleşkesinde
çalışma ve yaşama şansıdır.
Gerek uluslararası işbirliğine olanak veren
alt yapının güçlü olması, gerekse konuyla
ilgili lider pozisyonlarda bulunan eski mezunların üniversiteleriyle dayanışma içinde
bulunmaları, yenilenebilir enerji konusunda, uygulamaya yönelik projelerin yapılabilirliğini arttırmaktadır. Özellikle, enerji
konulu Teknokent mekanizması, akademik
birikimin endüstriyel ihtiyaçlara cevap vermesine olanak sağlayarak, alternatif enerji
kaynaklarının günlük hayata entegresini
amaçlamaktadır. İlerleyen teknoloji ve kal-
kınma sonucunda, enerji ihtiyacı giderek
artan ülkemizde, bu işbirlikleri sadece proje geliştirmek için değil, geleceğin somut
sorunlarını çözebilmek için son derece
önemli basamaklardır.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin, geleceğin
teknolojilerini sadece öğreten değil aynı
zamanda yaşatan bir yerleşke oluşturmasını, yeşil üniversite sloganın altında, kendi
enerjisini kendi üreten, kafeteryalarda, havuz ısıtmalarında ve üniversite içi ulaşım
araçlarında kullanan bir örnek oluşturmasını arzu ediyorum. Böyle bir ortamda yetişen öğrencilerimizin, yenilenebilir enerji
teknolojilerini bir adım daha ileriye götürmesi ve dolayısı ile ülkemizin ekonomisine
ve ekolojik yapısına süreklilik katan atılımlar
yapması olasıdır.
itü vakfı dergisi 27
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
“Yenilikçi ve cesaret verici fikirleri olan genç bir kuşak…”
Doç. Dr. Emrah Acar - İTÜ Mimarlık Fakültesi
K
ö k l ü
geçmişi ve
Anadolu’nun
dört bir yanına dağılmış
mezunları
İTÜ için büyük bir güç.
Mezunlarımızın üniversiteyi büyük bir dikkatle izlediklerini ve beklentilerinin ne derece yüksek olduğunu biliyorum. Koşulların,
İTÜ’nün bu yüksek beklentileri karşılamasına uygun olduğu kanaatindeyim. Bunun birkaç nedeni var. Öncelikle her zamankinden
daha mobil, dünyayı ve çevresini daha fazla
tanıma şansına sahip bir öğretim üyesi ve
öğrenci profili var. İTÜ’yü gelecekte görmek
istedikleri yere dair yenilikçi ve cesaret verici fikirleri olan genç bir kuşaktan söz ediyorum. İkincisi, İTÜ İstanbul’da... İTÜ’lüler,
İstanbul gibi sıradışılığı artarak kabul gören
bir şehirde öğrenim görmenin ve yaşamanın
mekansal ve entelektüel konforundan yarar-
lanıyor. Zaman zaman büyük bir metropolün sorunları bizi yoruyor olsa da İstanbul
bize büyük bir enerji veriyor. Üçüncüsü, İTÜ
yine İstanbul’da bulunmanın avantajından
yararlanarak endüstriyle bağlarını giderek
güçlendiriyor. Hemen tüm mühendislik bilgisinin sanatla yoğrularak cisimleştiği bir alan
olarak mimarlığı da bu tablo içinde özel bir
yere koyuyorum. İTÜ’nün, mezunlarının da
desteği ile nitelikli tasarımı toplumun farklı
kesimleri ile buluşturacak adımlar atacağını
düşünüyorum.
“Yurtdışı üniversitelerle işbirliği…”
Doç. Dr. Faruk Keçeci - İTÜ Makine Fakültesi
B
e
n
1996
İ T Ü
Makina mez u nu y u m .
Öğrenci olarak İTÜ’de
aldığım kaliteli eğitim
sayesinde
yüksek lisans ve doktora eğitimimi Amerika’nın en iyi üniversitelerinde gördüm.
Yıllar sonra öğretim üyesi olarak İTÜ’ye
tekrar katıldığımda ise, öncelikle Bilimsel
Araştırma Projeleri Birimi tarafından robotik
araştırmalarım mali olarak desteklendi. Bu
mali destekler sayesinde hem araştırmalarıma devam edebildim, hem de TÜBİTAK’tan daha fazla destek alabilmek için
gerekli altyapıyı kurabildim. Doğal olarak
bu projelerde çalışan öğrencilerim de daha
kaliteli uygulamalı eğitim alabiliyorlar. Örne-
ğin, İmalat Mühendisliği lisans programında okuyan öğrencilerimin ders projeleri,
UMTIK 2014 konferansında makale olarak
sunulabiliyor.
Aynı zamanda İTÜ’nün inanılmaz bir basınla ilişkiler gücüne sahip olduğunu gördüm.
Yaptığım robotlar ile ilgili haberler gerek
ulusal gazetelerde, gerekse canlı televizyon
yayınlarına çıkması bir akademisyen olarak
manevi tatmin olmamı ve öğrencilerimle
yaptığımız işlerin ulusal düzeyde ne kadar
önemli olabileceğini gösterebilmemi
sağladı.
Diğer bir konu ise toplumun İTÜ algısı… Gerek TÜBİTAK, TEYDEB ve Sanayi Bakanlığı
gibi kamu kurumları, gerekse özel şirketlerin İTÜ’lü bir akademisyene olan saygısı ve
tavrı İTÜ’de çalışmaktan memnun olmamı
sağlamıştır.
İTÜ zaten eğitim konusunda her zaman
güçlüydü. Gelecekte İTÜ’nün araştırma-
ya daha da fazla önem vereceğini düşünüyorum. Şimdi ise Teknokent sayesinde
üniversite sanayi işbirliğini arttırıyor olması,
isteyen akademisyenlerin kendi firmalarını
kurmasına veya firmalar ile beraber çalışarak mali açıdan kendilerini desteklemelerine
imkan veriyor. Öğrencilerimiz de bu durumda, daha mezun olmadan önce şirketlerde
çalışarak, gerçek iş ortamının nasıl olduğunu öğreniyorlar. Avrupa ve Amerika’daki
üniversiteler ile yapılan eğitim anlaşmalarının artarak devam etmesi, öğrencilerimizin
daha kaliteli eğitim almasını sağlayacaktır.
Uzun süreli görevlendirmeler ile başlayan,
yurt dışındaki üniversiteler ile sürdürülen ortak araştırmaların da İTÜ’yü çok daha fazla
geliştireceğini düşünüyorum. 2012 yazında
University of Virgina, Gamma Knife Center
ile yürüttüğüm çalışmaların sonucu olarak
1 çalıştay, 1 konferans ve 1 dergi makalesi
yazılmış ve ortak araştırmalar artarak ve hızlanarak devam etmektedir.
“Hayal kuramayanlar mühendis olamazlar”
İ
Yrd. Doç. Dr. Ali Kılıç İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi
TÜ,
Türkiye’de
mühendisliğin başkentidir.
Benim
bu başkentte
ikametim çok
uzun
yılları
bulmamışsa
da, gerek öğrencilik yıllarımdan gerekse henüz çok yeni
hocalığımdan sonra gözlemlediğim, diğer
üniversitelere nazaran farklılaştığını gördüğüm birçok nokta mevcut.
İTÜ derin bir okyanustur. Her attığınız kulacın akabinde su daha da derinleşir ve dal-
28 itü vakfı dergisi
galar daha da sertleşir. Bu her ne kadar birçok insanda çekimserliğe sebebiyet verse
de; mühendisliğe aşık insanlarla çalışmakta, o yenice bulduğunuz şeylere kedi fare
oyunuyla dalaşmaktaysanız ve hergün yepyeni sularda gezmeye heyecanınız varsa
vazgeçilmezdir. İTÜde monotonluğa taviz
verilemez. Bu sebepten bir senede birkaç
yıl yaşadığınıza rahatlıkla hüküm getirebilirsiniz. Dersler de araştırmalar da her geçen
gün daha bir derinleşir. Zorlaşmaz ama…
Birçoğuna zor gelen meseleler, daha güçlü
bilim adamlarına ve öğrencilere kolaylıkla
hallolacak oyunlar olacaktır.
İTÜ’de akademisyen 8-5 memur değil, proje adamıdır. Öğrenci ise projeler süresince
ekip arkadaşıdır. Kampüsler, ders anlatmak
için yapılmış binalar değil, hayal kurmayı
bilen ve bunu projelendirip gerçekleştiren
insanların evidir. Zaten hayal kuramayanlar
mühendis olamazlar...
Gelecekte İTÜ’de suların daha da derinleşeceğine, mühendislik eğitimi ve araştırmaların daha da zengin, estetik ve yararlı yerlere gideceğine inancım tamdır. Henüz bir yılı
tamamlamış akademisyenliğimde her ertesi
günden beklentim bu yönde olmasından ve
zaman geçtikçe ortaya çıkanlardan ümidim
artmaktadır. Gelecekte 10-20 belki 100 kişilik gruplarca devasa projelerin gerçekleşeceği, öğrencisi ve hocasıyla daha da kaynaşmış bir İTÜ hayal ediyorum.
Mezunlarımıza Sorduk:
İTÜ’nün bugünü ve geleceği
için ne düşünüyorlar?
241 yıllık köklü geçmişi, yetiştirdiği bilim insanları, mühendisliğin Türkiye’deki gelişimine yaptığı katkıların
yanı sıra, bünyesinden çıkardığı sayısız devlet adamı, iş adamı ve bürokratın, modern Türkiye’nin inşasında
üstlendikleri öncü roller de dikkate alındığında İTÜ’nün, ülkemiz için yüklendiği misyon daha da önem kazanır.
Bu köklü geleneğin paydaşları mezunlarımıza, İTÜ’nün geleceğine ilişkin düşüncelerini sorduk:
“Teknolojinin Gücüne İnanmak Şart”...
Tamer Özmen- İTÜ İnşaat Fakültesi, 1979 / Microsoft Türkiye Genel Müdürü
B
ugün
içinde
bulunduğumuz
yeni dünya
düzeni, daha
önce
benzerine rastlamadığımız
pek çok zorluğun yanı sıra bir o kadar da
eşsiz ve yeni fırsatı beraberinde getiriyor. İnternet ekonomisinin ve teknolojinin getirdiği
zengin olanaklar sayesinde, kişi ve kurumlar,
artık daha önce ulaşmanın mümkün olmadığı çok daha geniş bir pazara hitap etme
ve işlerini büyütme şansına sahip. Diğer
yandan bu çok daha geniş bir alana yayılan
rekabet alanında, çok daha fazla sayıda rakiple mücadele etmek gerekiyor.
Teknoloji kullanımının beraberinde getirdiği
bu dinamikler, çok kısa sürede pazar liderlerinin ve liderliği zorlayanların değişmesine
neden oluyor. Pazara yeni girenlerden yalnızca en iyi uyum sağlayanın hayatta kalabildiği bir mücadeleyi izliyoruz. Neredeyse
gözünüzü kırptığınız anda bile koşulların
değişebildiği günümüzün acımasız rekabet
ortamında, fırsatları değerlendirerek riskleri
avantaja çevirmenin yolu teknolojiyle çağı
yakalamaktan geçiyor.
Bu konuda en büyük görev de iyi eğitimli
gençlerimize düşüyor. Türkiye’nin sosyal, kültürel ve ekonomik hedeflerine ulaşabilmesi
için nitelikli bir toplum en büyük önceliğimiz.
Mezunu olduğum üniversitenin yetiştirdiği
öğrencilerin ve mezunların üzerlerine düşeni
yapma konusunda ne kadar istekli ve başarılı
olduklarını görmekten gurur duyuyorum.
2023 yılı için konulmuş olan bilgi teknolojileri sektörünü 160 milyar dolarlık büyüklüğe
ulaştırma hedefine erişebilmemiz için sadece 10 yıl gibi kısa bir zamanımız var. Bu
hedefe ulaşabilmek için sektörümüzün yılda
ortalama yüzde 8,5 oranında büyümesi gere-
kiyor. Bunun için de kurumların ve KOBİ’lerin
teknolojinin gücüne inanması şart. Burada
özellikle de mobil teknolojiler, kurumsal sosyal ağlar, büyük veri ve bulut bilişime dayalı
hizmetler kilit rolü üstlenecekler.
Türkiye’nin bilişim harcamalarına baktığımızda 6,5 - 7 milyar dolar gibi görece az
bir rakamla karşılaşıyoruz. Bu da Türkiye’de
teknolojinin sağladığı katma değerden
faydalanması gereken çok sayıda kurum
olduğunu gösteriyor. Türkiye’de kurumların
yüzde 80’i donanıma, yüzde 20’si yazılıma
yatırım yapıyor. Gelişmiş G8 ülkelerinde ise
yatırımın dağılımı yüzde 30 donanım, yüzde
70 yazılım ve servisler şeklinde gerçekleşiyor. Türkiye’deki denklemi de bu şekilde
oluşturmak rekabetçi yönümüzü kuvvetlendirecektir.
Bu hedeflere ulaşmamızda Türkiye’nin önde
gelen eğitim kurumlarından İTÜ’nün ve mezunlarının önemli görevler üstleneceğine ve
vizyonlarıyla yol göstereceğine inanıyorum.
“Açıklık, katılımcılık, yenilik ve inovasyon”...
Tuğrul Özel - İTÜ Uçak Mühendisliği,1983 / Associate Professor School of Engineering - Industrial&Systems
Engineering Rutgers, The State University of New Jersey
İ
stanbul
Teknik Üniversitesi
Türkiye’de
ve dünyanın
dört bir tarafında bir çok
başarıya imza atmış, değerli bilim insanları, başarılı yöneticiler ve saygın devlet
büyükleri yetiştirmiş, köklü ve etkili; uluslararası değerlendirme kurumlarınca yüksek kalitesi onaylanmış ve sürekli kendini
yenileyen bir bilim ve öğretim merkezidir.
Küreselleşme ve internetin yaygınlaşmasıyla, her türlü bilginin çok hızlı dalgalar
halinde yayıldığı bilgi ve veri evreninde,
İTÜ’nün, geleceğin üniversitesi özelliğine
sahip olabilmesi için tam ve bütün açıklık,
katılımcılık, yenilik ve inovasyon etkileşimleri ile yetiştirilmiş, çağdaş ve ileri görüşlü
aydın kişiler mezun ederek, kaliteli ve atılımcı bilimsel çalışmalar geliştirerek ve her
platformda etkin olarak ilerlemesi en büyük
arzu ve hayalimdir. İTÜ’nün geleceği dünyanın en dinamik bölgelerinde varlık gösterebilmesine, başarılı uluslararası işbirliği
ortaklıkları kurabilmesine ve teknolojiyi en
yakından takip edip, öncülük edebilmesine bağlıdır. İTÜ, dünyanın dört bir yanındaki mezunlarını kuvvetli bir ağ ile bütünleştirebilmeli ve bilgiyi, yeniliği, teknolojiyi
bu kanallardan İTÜ Yerleşkesindeki öğrencilerine, öğretim üye ve elemanlarına
aktarabilecek mekanizmaları oluşturup,
canlı tutabilmelidir.
Geleceğin İTÜ’sü dünyanın diğer önde
gelen teknik üniversiteleri ve teknoloji
enstitüleri gibi çağdaş ve modern bilimin
vazgeçilmez kaynağı ve merkezi olmalıdır.
itü vakfı dergisi 29
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
“Küresel Entegrasyon ve Dünya İnsanı”
Prof. Dr. Ali N. Akansu
İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi, 1980
New Jersey Institute of Technology Department of Electrical & Computer Engineering Newark, New Jersey USA
Ü
niversite eğitiminin
ve öğreniminin ana amacının, kişinin
sorgulama
ve düşünme yeteneklerini geliştirmesi ve
yaşamını şekillendirecek olan temel değerlerini ve düşünce dünyasını oluşturmasına önemli katkılar sağlayan bir süreç
olduğunu düşünürüm. Bu sürecin ruhen
ve bedenen, düşünsel ve mesleki olarak
güçlü, başarılı ve mutlu bireyler yaratması,
üniversite kurumunun öğrencilere sunduğu
ortamın ve olanakların nitelikleriyle ilintilidir.
Bu nedenle kendisini sürekli yenileyen, yeni
bilgi üretimi ve yayımında verimli, global
değerlere ve ölçülere endeksli, rekabetçi
üniversiteler, çağdaş toplumlarda gelişmenin lokomotifidir.
Hızlı olarak değişen ve büyüyen global şirketler, ekonomik kurumlar ve sosyal sistemler yetenekli eleman ihtiyaçlarını ve üretimlerini ülke sınırı ve milliyet gözetmeden
dünyanın her yerinden karşılamaktadırlar.
Buna karşılık gelişmiş ve eğitim-teknoloji
merkezli gelişmeyi tercih eden Çin ve Kore
gibi ülkeler bu küresel değişimlerden çok
önemli ekonomik ve kültürel paylar almayı
başarmışlardır. Başarılarının ana nedeni
bu ülke üniversitelerinin, araştırma-geliştirme laboratuvarlarının ve genel olarak
eğitim sistemlerinin devlet politikalarıyla ve
kaynaklarıyla yeniden yapılandırılıp global
ölçütlerle çalışmayı çok iyi öğrenmeleridir.
Eğitim ve öğretimdeki üniversite merkezli
bu toplumsal transformasyon, dünyadaki
her pazara hizmet sunabilen ve her yerde herkesle rahatça çalışıp yaşayabilecek
“dünya insanı-dünyalı” yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Katma değeri yüksek yetenekli
yerli emeği rekabetçi şartlarla tüm dünya
pazarına sunmak asıl amaçtır.
241 yıllık köklü bir kurum olan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yetiştirdiği çok sayıda
mezun, özellikle Türkiye’nin gelişmesi ve
yücelmesi için önemli katkılarda bulunmuşlardır. Küresel entegrasyonun yarattığı değişimler bugünün ve yarının İTÜ mezunlarının
dünya insanı olmalarını gerektirmektedir.
Üniversitemiz, geçmişte olduğu gibi bugün
ve yarın da toplumun ve emek piyasalarının
beklentilerine hizmet edecek erdemli, rekabetçi, sorumlu, başarılı ve mutlu bireyleri
yetiştirip mezun etmeye devam edecektir.
“Mezunlarla iletişim, mentörlük ve burs”
Oğuz Alpöge
İTÜ Elektrik Fakültesi 1973
1
967’de
Alman
Lisesi’nden sonra bir
kaç üniversitenin özel sınavını kazandım. Böylece İTÜ, Robert Kolej (Boğaziçi Üniversitesi), ODTÜ arasında
seçim yapmam gerekti. Beni İTÜ’ye çeken
şunlar oldu:
- Elektroniğe merakım dolayısıyla derinlemesine teknik bir eğitim isteğim vardı.
- İTÜ Elektrik Fakültesi’nin laboratuvar olanakları daha iyiydi.
- Ailemizde İTÜ geleneği vardı; babam
1931 İTÜ (Yüksek Mühendis Mektebi) İnşaat, ağabeyim 1961 İTÜ İnşaat mezunu,
ablam ise İTÜ Mimarlık Fakültesi asistanı
idi. Babamın okul ve çocukluk arkadaşları
olan Prof. Hamdi Peynircioğlu ve Prof. Emin
Onat da İTÜ Rektörü olmuşlardı. Bir sınıf arkadaşının kardeşi olan Prof. Ziya Süder de
profesördü.
- Prof. Bedri Karafakioğlu gibi İTÜ profesörleri ile önceden geliştirdiğim ilişkiler de
etkili oldu.
İTÜ’de Cumhuriyetin yetiştirdiği bilimcileri
30 itü vakfı dergisi
tanıdım, bizlere verdikleri bilim, araştırma,
öğrenme alışkanlıklarını edindim. Türkiye’nin dört köşesinden gelen yetenekli
öğrencilerle arkadaş oldum. Bu değerler
çalışma yaşamımda birer ışık oldu. Türkiye’de ve ABD’de yazılım ve eğitimde çalıştım. Yurt dışında birden çok mühendislik
derneklerinde önderlik ettim. İTÜ Mezunlar
Derneği ABD 2. Başkanı (itumdusa.org) ve
Türk Amerikan Ticaret ve Sanayi Odası’nın
denetçisiyim (turkishuschamber.org).
İTÜ, bilim, yaratıcılık ve özgürlük bakımından dünya çapında saygı duyulan ve herşeyden önce çağdaş, bilimsellikte özerk,
önder bir kurum olmalıdır. Dünya istatistiklerinde daha yüksek sıralarda yerini almayı
amaçlamalıdır. Böylece kendi yetiştirdiği
mezunlarını kazanmayı başarabilecek ve
dünya ülkelerinden daha çok sayıda öğrenciyi de çekebilecektir.
İTÜ’nün mezunlarına sahip çıkması yetersizdir ve bu yalnızca mezun derneklerinin
sorunu değildir. Üniversite yönetiminin bu
konuda bütçe, yoğun ilgi ve hem de iletişim
projeleri yaratması gerekir.
Mezunlara açılmak tüm dünya üniversitelerinin ana konularındandır. ABD, Avrupa
ve Hindistan örneklerinde bunu görüyoruz,
inceliyoruz. Sanıyorum ki, ABD ve Kanada’da 2000 İTÜ’lü var. Almanya’da 4000,
Avustralya’da 1000, Orta Doğu’da 1500,
Fransa’da 2000, Hollanda’da ise 1500 olabilir. Bir bölümünün şirketleri ve patentleri
olduğunu düşünürsek, bu yeteneklere sahip çıkmak gerekiyor.
Günümüzün sorunlarına bilimsel çözümler ve yenilikler getirerek emek veren bu
mezunlara açılım sağlanıp, gönülleri kazanıldığı takdirde iletişim ve mali yardımlar
hızlanacak, daha çok burs olanakları doğacaktır. Aynı zamanda mezunların yeni
nesillere mentörlük yapmaları, doğrucu,
akılcı, onurlu kişilik örnekleri olmaları sağlanacaktır. Geleceği düşünen bilimsel bir
kuruluşun amaçları da bunlardır zaten.
Next Information Systems
http://www.nextinfosys.com
http://twitter.com/Oguz_Alpoge
Microsoft Certified Professional, New York State
Licensed
Teacher, Java Development Certified
Professional, Certified
Unicenter Engineer
“Mühendislikte minimum tahsil, master derecesi olmalı”...
Prof. Dr. Sadık Kakaç - İTÜ Makine Fakültesi, 1955
L
ise yıllarında,
a r k a daşlarımızla
hep İTÜ hayali ile yaşadık. O zaman
da, İTÜ’lü olabilmek bir onur ve övünç
kaynağı idi. Bu düşüncelerle, üniversitelere başvurular yapıldı ve İTÜ imtihanlarına
girerek, 1950 yılında Makine Fakültesi’ni
kazanarak kayıt yaptırdım. Hocalarımız,
genellikle Fransız ve Alman ekolüne mensup çok değerli hocalardı, hepsini minnetle
anıyorum. Isı Tekniği, Mekanik-Mukavemet,
Malzeme, Motorlar, Mekanizma, Makine
elemanları kürsülerinde çok değerli hocalarımız vardı ve beş yıl sürede, temel kavramları ve uygulamalarını öğrenerek, 1955
Haziran döneminde mezun oldum. 19551958 arası, Isı Tekniği kürsüsünde asistanlık yaptım.
Birçok önemli sanayi kuruluşunda Ar-Ge
merkezleri olmakla beraber, ülkemizde
araştırmalar genel olarak üniversitelerde
yapılmaktadır. Ar-Ge çalışmaları, yetenekli
genç bilim insanı ve gerekli laboratuvar do-
nanımlarını gerektirir. Üniversite-Sanayi işbirliği hızla gelişmekte, sanayi, problemlerinin çözümü için üniversiteye başvurmakta
veya öğretim üyesi sanayide problem aramaktadır. İTÜ ve ODTÜ gibi üniversitelerde kurulmuş olan Teknokentler önemli rol
oynamaktadır. İTÜ’nün sağlam bir geçmişi
vardır ve mezunları Türkiye’mizde sanayinin kurulmasında ön planda yer almış olup,
halen ön planda olmaya devam etmektedirler.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkemizde, teknik elemanların yetiştiği yalnız, İstanbul
Teknik Üniversitesi ve Yıldız Teknik Okulu
(YTÜ) vardı. Genellikle Almanya ve Fransa’da, devlet bursu ile harp yıllarında tahsillerini tamamlayarak, bu iki üniversitede
görev almış öğretim üyeleri ile çok iyi yetişmiş teknik elemanlar, ülkemizde endüstrinin kurulmasında önemli rol oynamışlardır.
Ülkemizde ilk gelişen sanayi kollarında
birisi, ısı sanayi koludur. Bu çalışmaların
temeli, 1950-1960 yıllarında İTÜ Isı Tekniği
Kürsüsü’nde atılmıştır.
Ülkemizde sanayinin ve özel teşebbüsün
gelişmesinde, önce İTÜ mezunları önemli rol oynamıştır. Sanayide veya kendi işini
kuracak olan gençlerin, yüksek lisans yaparak, master derecesini almalarını kuvvetle tavsiye ederim. Mühendislikte minimum
tahsil, master derecesi almak olmalıdır.
Araştırma merkezlerinde çalışmayı ve akademik kariyeri hedefleyen gençlerin Doktora derecelerini almaları gerekir. Doktora
derecesi, ülke içinde de yapılabilir ve birçok alanda, yurt dışındaki tanınmış üniversitelerde yapmakla eşdeğerdir. Fakat, dış
ülke bilim adamları ile ilişkiler bakımından,
bazı durumlarda yurt dışı doktora tavsiye
edilmektedir. Doktora yapan öğrencilerin,
ülkeye dönmeleri, ülke içerisinde mevcut
çalışma şartları ve başka faktörlere bağlı
olmaktadır.
Bugün Çin’in gelişmesinde önemli rol oynamış; Çin’den gelip, Amerika da kalmış, çok
değerli bilim adamları, Çin’li öğrencileri doktora için yanlarına alıp, mali destek vererek
onları yetiştirmektedirler. Amerika’da birçok
üniversitede tanınmış, Türk bilim adamları
da ayni şeyi yapmaktadırlar; Miami üniversitesinde bulunduğum yıllar boyunca birçok
Türk gencinin yetişmesini sağladım ve bu
kişiler ülkemiz üniversitelerinde ve endüstride değerli hizmetler vermektedirler.
“Akademik başarı ve cazip yerleşke”
Dr. Y. Müh. Keskin Keser - İTÜ Makina Fakültesi, 1963
B
en İTÜ
1963
yılı Makina Fakültesi
mezunuyum.
50 yılı aşan
meslek hayatım ile ülkemizin önemli
sanayi hamlelerini yaptığı dönemler aynı
zamana denk düşer. Sanayileşmemizin en
önemli zaman dilimi olan bu dönemlerde
Araştırma-Geliştirme ağırlıklı teknolojik parçalar üreten bir sanayici olarak çalıştım ve
hala mühendislikle ilgili çalışmalara katılmaktayım.
Kanaatimce ülkemizin sanayileşme geçmişini iki ayrı dönemde incelemek gerekir.
Birinci dönem Cumhuriyet’imizin kuruluşundan 1980’li yılların başına kadar süren “İthal
İkamesi” dönemi, ikinci dönem de bundan
sonra başlayan ve halen yaşadığımız “Yurt
Dışına Açılma “ dönemi. Şu sıralar üçüncü
bir dönemin başlama belirtileri görülüyor.
Büyük bir mutlulukla karşılayacağımız bu
yeni dönem ilerde hangi adla anılacak bilmiyorum ama bu dönem herhalde Araştırma
-Geliştirme ağırlıklı ve Türk firmalarının kendi buluş (İnovasyon), dizayn ve markalarıyla
dünya pazarlarında yer alacağı yeni bir dönem olacaktır.
İTÜ 1960 yılına kadar Yüksek Mühendis yetiştiren yegane üniversite idi. İTÜ mezunu
mühendisler sanayimizin hem “İthal İkamesi” hem de “Dışa Açılma” dönemlerinde mühendis, işletmeci ve yönetici olarak hep ön
safta olmuşlardır. Mezunlarımızın üstün gayretleri ile sanayideki büyük atılımlar gerçekleştirildi. Bugün de, ülkemizde en iyi mühendisleri hala İTÜ yetiştiriyor. Sanayimizin dışa
açılması sonucu yabancı dil, özellikle İngilizce çok önem kazandı. Bu sebeple İngilizce
eğitim yapan üniversite mezunu mühendisler, mesleki başarılarından daha çok İngilizce bilmelerinden ötürü sanayi yönetimleri
tarafından tercih edilmeye başlandılar.
Bu durumun tabii sonucu olarak üniversite
seçme sınavının en başarılı öğrencileri İTÜ
yerine İngilizce eğitim yapan üniversiteleri
seçmeye başladılar. Bu yeni duruma uyum
gösteren üniversitemiz de İngilizce eğitime
başladı. Benim kişisel görüşüm; ilerde orta
öğretimden İngilizce bilerek gelen öğrencilerin sayısı arttıkça üniversite tercihlerinde
İngilizce öğretimin öneminin gittikçe azalacağıdır. Gelişmiş bir ülkede İngilizce eğitimin
üniversite seçiminde en önemli faktör olacağını düşünemiyorum.
Başarılı lise mezunu gençlerin üniversite
tercihlerinde okuyacakları üniversitenin akademik başarıları her zaman en önemli faktör olacaktır. Bu öğrencilerin üniversite seçimlerinde ikinci en büyük tercih sebebi de
seçeceği üniversitenin barınma, sosyal ve
kültürel aktiviteler ve spor olanakları olarak
onlara sunacağı kampüs imkanlarıdır. Eğer
eski günlerdeki gibi en fazla tercih edilen
üniversite olmayı istiyorsak bence bu iki konuya odaklanmalıyız.
itü vakfı dergisi 31
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
“Bilgi ekonomisine geçişte İTÜ’nün rolü”
Nail Olpak - İTÜ Makina Fakültesi, 1983
1983
D
ünya
ekonomisi 2002 yılında yüzde
3 ve 2008
krizi öncesinde ise yüzde 5’ler düzeyinde
büyüme kaydetti. ABD merkezli 2008 krizinde ise dünya ekonomisindeki daralma,
2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük
daralma olarak kayıtlara geçti. Bugüne
gelindiğinde, pek çok ülke ekonomisinde
krizin olumsuz etkileri henüz telafi edilemedi.
Aynı süreçte, ülkemiz ekonomisi, siyasi
istikrarın getirdiği pozitif ekonomik istikrarı tecrübe etmiş; milli gelirini birkaç
kat artırırken, gelir dağılımında dikkate
değer düzelmeler yaşamıştır. Diğer taraftan, artan milli gelir yeni iş alanlarının ve
ilave istihdamların oluşmasını sağlamıştır.
İlaveten, dış ticaret hacminin katlanarak
artması ve ticari ilişki geliştirdiğimiz ülkelerin çeşitlenmesi, bir yanda ülke riskimizi
azaltırken, diğer yanda rekabet koşullarını küresel ölçekte ağırlaştırmaktadır.
Yeni yüzyılla beraber, sanayi ekonomisi
tartışmaları geride kalmış, bilgi ekonomisine yönelik tartışmalar ağırlığını artırmıştır. Ülkeler arası artan rekabet de bu tartışmaların yoğunluğunu artırarak, ülkeleri
bilgi ekonomisine geçişe zorlamaktadır.
2005 yılından itibaren orta gelirli ülkeler
arasında sayılan ülkemiz de bu çerçevede, bilgi ekonomisine geçişin eşiğindedir.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) 250
yıla yakın bir birikimle, ülke ekonomisine
ve politikalarına yön veren şahsiyetler
yetiştirerek, sanayi toplumuna geçişte,
cumhuriyetin ilk yıllarında ve devamında
önemli roller üstlenmiştir. Benzer şekilde,
ülkemizin önündeki yeni eşikte de İTÜ
mensuplarına önemli görevler düşmektedir.
Bu çerçevede, İTÜ’nün özellikle üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine
öncülük etmesi ve İTÜ kapsamındaki kurumların uzmanlaşma süreçlerinin Türkiye’nin hedefleriyle eşgüdüm oluşturacak
şekilde belirlenmesi önem arz etmektedir. Bilgi ekonomisine geçiş sürecinde,
ülkemizin Orta Gelir Tuzağına yakalanmadan, rekabetçiliğini hızla artırarak sürdürülebilir bir büyüme trendine oturması
şarttır. Bunun için, katma-değeri yüksek
ve bilgi ve teknoloji yoğun bir üretim kapasitesi geliştirilebilmelidir. Bu kapasitenin işlerliğinin ve devamının sağlanabilmesi için ise lisans düzeyinden itibaren,
İTÜ öğrencilerinin sektörlere yönelik aşinalığı artırılmalı, teorik çalışmalar pratik
uygulamalarla desteklenmelidir. Böylece, işletmelerin ihtiyaç duyduğu beşeri
sermayenin şekillenmesi yanında girişim
kabiliyetini ortaya çıkarma imkânı da oluşabilecektir.
Sonuç olarak, ülkemizin 2023 vizyonu
çerçevesindeki hedeflerine ulaşabilmesi, Ar-Ge, inovasyon kabiliyeti yüksek,
küresel ölçekte düşünebilen, bilgiyi etkin
kullanabilen, beşeri sermaye ile sağlanacaktır. Beşeri sermayenin niteliğinin artması, ülkemizin bilgi ekonomisine geçişini hızlandıracaktır. Bu ise, başta İTÜ’nün
asırları aşan tecrübesi, öğretim üyeleri,
mezun ve öğrencileri olmak üzere, ülkemizin kalkınmasında temel oluşturan bilgi
merkezleri-üniversitelerin, üretim merkezleri-şirketlerin doğru konumlanmasıyla
mümkün olacaktır.
“Başarının sürdürülebilirliği…”
Muharrem Balat - İTÜ İnşaat Fakültesi, 1963
MB Holding Yönetim Kurulu Başkanı
İ
stanbul
Teknik Ünive r s i t e s i ,
T ü r k i ye ’ n i n
en kıymetli üniversitelerinin başında gelmektedir.
Gerek teknik açıdan gerekse yönetimsel
manada öğrencilerine kattığı değer paha
biçilemez niteliktedir. Ülkemizin en değerli
sanayi kuruluşlarında çalışıp, bu kuruluşları ve dolayısıyla memleketimizi daha ileriye taşıyabilecek, teknik açıdan donanımlı,
vizyon sahibi ve proaktif mezunlar veren
32 itü vakfı dergisi
bir okul olarak İTÜ’nün, ülke sanayine katkısı tartışılmaz derecede önemlidir. Bu ilke,
prensip ve deneyimler ışığında yetiştirilen
mezunlar; gerek çalışan olarak gösterdikleri üstün performans donanım ve emek,
gerekse kendi işlerinin patronu olma konusunda gösterdikleri kabiliyet ve girişimcilik
özellikleriyle her zaman ön plana çıkıyorlar.
Sanayi sektörünün bir temsilcisi olarak, iş
hayatında benimsediğim en önemli ilke;
“Başarı en büyük mutluluktur” ilkesidir.
Başarıda en önemli kriter ise başarının
sürdürülebilir olmasıdır. İTÜ’nün üniversi-
teler arasında ve mezunlarının patronlar ve
çalışanlar olarak geldiği bu güzide konumu
sürdürmeyi misyon edinmesi gerekmektedir. Teknolojinin sürekli geliştiği günümüz
dünyasında, teknik bir üniversite olan İTÜ
alt yapı olarak bu gelişime ayak uydurmalıdır. Bu, başarıyı devamlı hale getirmekte
en önemli etkenlerden biridir. Hedeflenen
gelişim gösterildiğinde üniversitemiz uluslararası arenada da daha üst sıralarda yer
alacaktır. Bir İTÜ mezunu olarak, her zaman
genç arkadaşlarımızın ve üniversitemizin
yanında yer almaktan onur duyacağım.
“Öğrencileri hayata hazırlayacak pratik deneyimler”
Sevda ARIKAN - İTÜ Kimya Bölümü, 1968 - Uzay Kimya A.Ş. Genel Müdürü
T
ü r k
sanayisinin
bugünkü durumuna ulaşmasında İTÜ
mezunlarının
katkısının
tartışılmaz olduğuna inanıyorum. İTÜ mezunları özellikle 50’li yıllardan itibaren, o zamanki devlet
sanayi yatırımlarında edindikleri ve birebir
kendi çabaları ile geliştirdikleri tecrübe ve
bilgilerini daha sonra özel sektör yatırımlarında değerlendirerek, Türkiye özel sanayi
sektörünün gelişmesini sağladılar. Bugün
artık Türk sanayi ürünleri dünyadaki tüm
ülkelere ihraç edilmekte ve beğeni kazanmaktadır. Geçmiş yıllarda, önümüzdeki en
önemli sorun lisan bilgisi eksikliği idi. Sanırım artık bu sorun çözülmektedir.
Önerilerim: Öncelikle günümüzün rekabetçi ortamında başarılı olmak için, özellikle
mühendislerin mesleki bilgilerinin yanı sıra;
yenilikçi, yaratıcı, sorgulayıcı, vizyon sahibi,
araştırmaya meyilli, sosyal sorumluluk bilincine sahip gençler olarak yetiştirilmeleri gerekiyor. Ders programlarının buna göre yeniden gözden geçirilmesi ve zaman içinde
de tekrar tekrar geliştirilip yenilenmesinde
fayda görüyorum. Gençlerin, ilgisini çeken
konularda araştırma yapabilmeleri için vakit yaratmalarına yardımcı olunmalıdır. Son
yıllarda bu tür gelişmeler sağlandığının
farkında olsam da, bunlar daha da geliştirilmelidir.
Eski mezunların envanteri ve iletişim bilgileri
yenilenip, onlarla daha yakın bir ilişki ortamı
sağlanırsa, eski mezunların üniversitemizde
okuyan öğrencilerimize tecrübelerini aktaracak bir platformun oluşturulması mümkün
olacaktır. Böylece öğrenciler teorik bilgilerinin yanı sıra onları hayata hazırlayacak pratik deneyimler de edineceklerdir.
“Rol modeller üniversiteye katkı sağlar…”
Can Erel - İTÜ Uçak Mühendisliği Bölümü, 1982
Ü
n i ve rsitenin
temel
işlevleri;
• Öğrencileri
iyi bir sosyal
birey (vatandaş) ve iyi bir meslek insanı
(uzman) yetiştirecek şekilde eğitmek,
• Bilimsel ve uygulamalı araştırma yapmak
ve araştırma süreçleri ile bilginin gelişimine
katkı sağlamak ve yeni bilgi üretmek,
• Kendi ürettikleri veya başka kişi ve kurumlarca üretilen bilgiyi topluma yaymak,
• Üniversite eğitimi dil ve kavramlara dayandığı için, resmi dili kadar yabancı dil
öğretmek,
• Devlet ve özel kuruluşlar için fikir ve insan
gücü kaynağı olmak,
• Kişi, kurum ve kuruluşların ihtiyaçlarını
sağlamak üzere toplum ve devletle işbirliği
yapmak,
olarak bilinse de; kökleri 241 yıl öncesine
dayanan İTÜ’nün, öğretim elemanları, çalışanları ve mezunları ile bu belirlemelerin
çok ötesinde toplumsal, bilimsel ve teknik
katkı sağladığı açıktır.
İTÜ, ulusal endüstrilerin gelişiminde öncü
girişime sahip önemli miktarda girişimciyi
bugüne kadar mevcut olanaklarla çıkarmış
bir kurumdur.
İTÜ’nün ve İTÜ mezununun endüstriyel
katkılarının sadece bir şehire, bölgeye sığdırılmadan yurt sathına, küreselleşmenin
kazandığı önemle de son yıllarda küresel
satıha yayılmış olduğu da diğer bir gerçektir.
Çağdaş dünyada “geçmişin bilgi birikimini korumak ve kilisenin doktrinine itaati
sağlamak” amacı ile öğretmek istedikleri
şeyleri olan yetenekli insanlarla öğrenmek
isteyen gençlerin bir araya gelmesi ile
başlayan “üniversite” kurumu,
• Hakikati savunma rolüne sahip “Eğitim
Üniversitesi”,
• Doğayı keşif rolüne sahip “Eğitim – Araştırma Üniversitesi”,
• Değer yaratma rolüne sahip “Eğitim Araştırma ve Uygulama Bilgisinden Yararlanma Üniversitesi”,
aşamaları ile tanımlanan süreçte hızla gelişmektedir.
Ülkemizde tüm iç yapı ve süreçleri tamamlanmış üçüncü aşamada bir üniversitemizin olmasa da bireyi odağa alan değer
yaratma ve bu değerle odakta olan bireyi
yüceltme anlayışının küresel ölçekte kazandığı önem ve öncelik, ulusal mevzuat
ve süreçlere yansıdıkça bugün görülen
bazı tekil çabalar sistematize olarak ve
bir bütünlük içinde tüm üniversitelerimize
yayılacak ve bu gelişmeye uyum sağlanacaktır.
Uygulama bilgisi (know-how) ve deneyiminden yararlanan üçüncü aşamadaki
teknik üniversitelerin bir girişim üniversitesi olma sürecinde avantaj sahibi olacağı
bir sır değildir. Bu yönde İstanbul Teknik
Üniversitesi’nin bu konuda sahip olduğu
belirgin avantajının var olduğuna, bu avantaj yanında artık küresel satha yayılmış mezunları ve onların da katkısı ile ile çağdaş
Türkiye üniversitesi değil organizasyon ve
işgücü yapısı, içeriği ve uygulamaları ile
bir dünya üniversitesi olabileceğine inanıyorum.
Bu inancım yanında, gelişmiş endüstriyel
deneyime sahip uzmanların birer mesleki rol modeli olarak üniversitelerin eğitim,
teknik araştırma ve uygulama bilgisinden
yararlanma süreçlerinde doğrudan yer alarak, sağlayabilecekleri katkının artırılmasına olanak veren düzenlemeler kısa sürede
hayata geçirilmelidir.
Geçmiş başarılarla övünmek, dünün güneşi ile gözlerimizi kırpmak kadar geçmişi bilip ona sahip çıkarak ve o geçmişe layık olmak için gelişime de küresel ölçekte uyum
sağlanmalıdır!
Geçen zaman ihtiyaçları da, etken ve etmenleri de hızla değiştirmektedir. Gün,
bugünü dünle değerlendirip yarına yönelik
dersler çıkarma zamanıdır; gün, değişim
zamanıdır!
Beklentim İTÜ’nün yapısı ve uygulamaları
ile sadece ülkemizin değil küresel alanda
dünyanın en iyi 100 üniversitesi arasına
girmesi ve bu konumun sürdürülebilirliğini
sağlayabilmesidir!
Haydi elele... Dünyayı İTÜ’leyelim!
itü vakfı dergisi 33
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
İTÜ’de geçmiş ve gelecek…
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Tekeli- İTü Mimarlık Fakültesi 1952
1
947 yılında,
İTÜ’ye
kabul edilmenin, tarif edilemez sevincini ve gururunu yaşamıştım. O
yıllarda, Teknik Üniversite, kışladan dönüştürülmüş, Gümüşsuyu’ndaki tek binasında
dört fakültesi ve toplamı iki bini bulmayan
öğrencisi ile, Türkiye’nin en parlak, en çok
istek duyulan öğretim kurumu idi.
Biz öğrenciler, üniversitenin kıt olanaklarının
farkına varmadan hocalarımızın gösterdiği
yolda gece gündüz çalışıyorduk. Özgüvenimiz yüksekti. Mesleğimizle ilgili her şeyi
öğrenmeye çalışıyor, ülkenin kalkınmasında
görev almaya hazırlanıyorduk.
İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Emin Onat, Paul
Bonatz, Holzmeister, Delsener gibi karizmatik, büyük hocalardan hem mesleği,
hem mesleğimizle gurur duymayı öğrendik. O günün teknolojileri ile, kendi kendimize bir yapıyı baştan sona tasarlayabilecek
ve inşa edebilecek bilgi birikimini kazandık.
Bu büyük hocalarla, çok sıcak, hoca-öğrenci ilişkileri içinde her gün görüşebiliyor,
sade bilgi değil, uygar insan davranışlarını
öğreniyor, olgunlaşıyorduk. Aradan geçen
yıllarda üniversitemiz çok gelişti. Gümüşsuyu yıllarında hayal bile edilemeyecek
olanaklara kavuştu. Ama hala önümüzde
alınacak çok yol bulunduğunu görüyoruz.
Üniversitemizin bugünkü geniş olanakları
ile sadece Türkiye’de değil, dünyada iddia
taşıyan bir üniversite olmayı amaçlamasının
zamanı geldiğini düşünüyorum. Hangi kriterle ölçülürse ölçülsün, dünyadaki ilk yüz
üniversite arasında yer almasını diliyorum.
Seçkin bir eğitim kurumu olmasının yanında, üniversitede yaşama geçirilen buluşlarla bilim ve teknolojiye, katkıda bulunmasını
ümid ediyorum.
Günümüzde ve gelecekte öğrencilerimizin
en üst düzey meslek eğitimleri ile beraber,
dogmatik düşüncelerden arınmış aydınlanma felsefesini içselleştirmiş, dinamik,
girişimci, Yüce Atatürk’ün çağdaş uygarlık
düzeyinin üzerine çıkma ideolojisini benimsemiş bireyler olarak, topluma kazandırılmasını amaçlayan bir üniversite ortamı
yaratılmasını diliyorum.
Bugünkü hali ile, üniversitemizin ana mekânı Ayazağa Yerleşkesi’nün, yeni yapılan
birçok modern binaya rağmen bütüncül bir
planlamaya dayanmayan yapılaşması ile
örnek bir üniversite Yerleşkesi görünüşün-
de olmadığını düşünüyorum. Önümüzdeki
yıllarda İTÜ’nün; yeni, duyarlı bir planlama
ve kuşkusuz yeterli maddi katkılarla, kullanıcılarına yaşama sevinci aşılayan, içinde
gece gündüz coşku ile çalışılan, kendisine
yaraşır bir kampüse kavuşmasını diliyorum.
Yakın bir gelecekte, düşündüklerimiz gerçekleştiğinde üniversitemiz gene rakipsiz,
en çok istek gören, parlak öğretim kurumu
olacaktır.
Sanayi sektörünün bir temsilcisi olarak, iş
hayatında benimsediğim en önemli ilke;
“Başarı en büyük mutluluktur” ilkesidir. Başarıda en önemli kriter ise başarının sürdürülebilir olmasıdır. İTÜ’nün üniversiteler
arasında ve mezunlarının patronlar ve çalışanlar olarak geldiği bu güzide konumu
sürdürmeyi misyon edinmesi gerekmektedir. Teknolojinin sürekli geliştiği günümüz
dünyasında, teknik bir üniversite olan İTÜ
alt yapı olarak bu gelişime ayak uydurmalıdır. Bu, başarıyı devamlı hale getirmekte en
önemli etkenlerden biridir. Hedeflenen gelişim gösterildiğinde üniversitemiz uluslararası arenada da daha üst sıralarda yer alacaktır. Bir İTÜ mezunu olarak, her zaman
genç arkadaşlarımızın ve üniversitemizin
yanında yer almaktan onur duyacağım.
“İnovasyon ve Ar-Ge”
Y. Müh. M. Cengiz Gülenler - İTÜ İnşaat Fakültesi,1975
Gaziantep İTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
G
eçmişten günümüze ülkemizde sanayiye yön veren başarılı yöneticiler arasında çok sayıda İTÜ mezunu vardır. Birçok önemli sanayi kuruluşunun kurucusu sahibi
veya ortağı olan İTÜ’lüler, ülkemizin teknolojik
ve ekonomik kalkınmasında önemli roller üstlenmişlerdir. Başarısız İTÜ’lü istisnadır. Ülkemizin
34 itü vakfı dergisi
dört bir yanı İTÜ mezunlarının eserleri ile doludur. Asırlardır çağdaş olduğunu ifade ettiğimiz
Üniversitemizde; özellikle inovasyona önem verilerek ve AR-GE çalışmaları daha fazla desteklenerek elde edilecek başarılarla, İTÜ’nün her
zaman önde ve örnek olma özelliğinin sürdürülmesi gerekir
Osmanlı İmparatorluğu’nda Fotoğrafçılık 1839-1923
Photography ın the Ottoman Empıre 1839-1923
Engin Özendes
Engin Özendes, bu kitapta Osmanlı
toplumunun fotoğrafa ve fotoğrafçılığa yaklaşımını,
geleneklerine bağlı Osmanlı sultanlarının,
19. yüzyılın bu yeni buluşuna gösterdikleri ilgiyi;
hatta fotoğrafçılara verdikleri desteği anlatırken,
dönemin sosyal yaşamını da gözler önüne seriyor...
Türkiye’nin Antik Kentleri
Ancıent Cıtıes of Turkey
Osmanlı’nın İstanbul’u
Ottoman’s Istanbul
Yaşar Yılmaz
Doğan Kuban
Yaşar Yılmaz’ın tek tek yerinde inceleyerek hazırladığı
rehber kitapta yer alan 118 antik kent, tarihi
kaynakların da desteğiyle ortaya çıkan kısa, öz ama
doyurucu metinler, özgün fotoğraflar, güncel karayolları
haritaları ve yol tarifleri eşliğinde sunuluyor.
Prof. Doğan Kuban bu rehber kitapta, Fetih’ten
Cumhuriyet’e kadar geçen süreçte Osmanlı’nın son
başkenti İstanbul’da yapılan camilerden saraylara,
köprülerden çeşmelere, farklı tipoloji ve ölçekteki
112 eser üzerinden Osmanlı mimari mirasını anlatıyor.
w w w . y e m y a y i n .c o m
facebook.com/YEMYayin
Genel Dağıtım: YEM
Kitabevi
itü vakfı
dergisi 35
twitter.com/YEMYayin
Online sipariş: www.yemkitabevi.com
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
İTÜ öğrencilerine sorduk:
Nasıl bir üniversite hayal
ediyorlar?
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 20.000’i aşkın öğrenci öğrenim görüyor. Milyonlarca gencin hayallerini
süsleyen İTÜ’de öğrenim görme şansını bulan, geleceğimizin yapı taşları öğrencilerimize; nasıl bir İTÜ
hayal ettikleri, burs-yurt olanakları, kampüslerde yaşam, sosyal-kültürel ortam, hoca-öğrenci iletişimi ve
kütüphane olanakları hakkında görüşlerini sorduk.
Enver Bodur
Kimya-Metalurji Fakültesi
Akıllı tahta ve masaların kullanıldığı, her dersin uygulamalı
bir atölye havasında olduğu;
şirketlerin gitgide not ortalamasına önem vermediği bir dünyada, bir kişinin sayısal bir veri
ile “senin yeterliliğin 4 üzerinden 2,50” damgasına tabii tutulmadığı; tüm sosyal, bilimsel
ve sanatsal kulüplere tüm öğretim üyelerinin çok daha önem
verdiği ve hatta İTÜ’de kulüpçülük dediğimiz bu işin genel
bir Ar-Ge bölümünün olduğu;
İTÜ’ye gelen bir öğrencinin
doğru bölümde olmadığını hissettiği taktirde, bölüm değiştirmesi
36 itü vakfı dergisi
için not ortalaması prosedürü değil, öğrencinin ilgi alanlarına ve
gelecek planlarına bakıldığı, yardımcı bir departman ile geçişinin
mümkün olabildiği, fakat bunun yine belli dönemlerde belli kontenjanlarla gerçekleştirildiği; tüm öğretim sürecinin oyunlaştırıldığı
ve bir bilgisayar oyunuymuşçasına kurgulandığı ve değerlendirmenin de bunun üzerinden yapıldığı; geleceğin girişimcilikte olduğu yeni dünyada, her bölümde girişimcilik dersinin olduğu ve
İTÜ’de teknokente, girişimcilik ve inovasyon merkezine, girişimci
olmak isteğiyle donanımlı bir şekilde gelen öğrenciye tüm kapıların açıldığı; henüz donanımlı olmayan öğrenciye, isteği karşılığında tüm donanımın sağlandığı ve en önemlisi geleceğin mesleklerinin tam anlamıyla araştırıldığı; gerekirse ilgili dernekler ve
STK’lar ile işbirliği yapıldığı ve araştırmalar sonucu, gelecek 5-10
yılda ihtiyaç olacak mesleklerin maksimum bir yıllık programlarının
açıldığı, her İTÜ öğrencisinin kendi bölümü yanında “Geleceğin
Meslekleri Programı”na kayıt olabildiği bir İTÜ hayal ediyorum...
Eğer Türkiye’nin önde gelen üniversitelerindensek, gerekli yenilikleri başlatmalı ve önce Türkiye’de sonra dünyada bazı konularda
öncü okul olmalıyız, diyorum.
Tarkan Büyükoral
Gemi İnş. ve Deniz Bilimleri Fakültesi
Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan okulumda,
öğrenci yaratıcılığının, sıra
dışı fikirlerin daha çok desteklenmesi ve uygulamaya geçirilmesi en büyük temennim.
Örnek olarak; tüm Yerleşkesi
dolaşan bir tramvay hattının
kurulması, fakülte binalarına
konsepte uygun karakter kazandırılması, meslek formasyonlarının daha etkin şekilde
verilmesi kanaatimce İTÜ isminin Türkiye’de ve uluslararası
alanda duyulmasını kolaylaştıracak, markalaşma sürecine
katkı sağlayacak etkinlikler, icraatlar olarak hayal ediyorum. Hamburg Teknik Üniversitesi’nde Mühendislik Fakültesi ortasına kurulan kaydırağın, sanal ortamda pirim yapması gibi.
Alper ÖZ
Elektrik Mühendisliği BÖLÜMÜ
İTÜ’de, giderek tek tipleşen,
üniversiteli olma kültüründen
uzak bir eğitim sürecinin içindeyiz. Sorgulamadan, müfredat kapsamında belli başlı
soru tiplerini ezberleyerek
geçirilen bir lisans sürecinden
bahsediyoruz. Kısa vadede
okulu bitirip diploma sahibi
olma gibi bir hedefi gerçekleştirmeye katkı sunsa da, uzun
vadede teknoloji üretebilen insanlar yetiştirmekten uzak bir
sistem ihtimali ile karşı karşıyayız. Tabii bu senaryo, İTÜ’de
kendini yetiştiren insan sayısı
sıfıra yakın anlamına gelmesin, ancak, konumuz bireysel çabalardan çok okulun verdikleri ile o çizgiyi yakalamak olduğundan,
eksik kaldığımızı söyleyebilirim.
Mühendislik öğrencilerinin sosyal hayattan uzak, salt matematik
ile uğraşan robotlar olduğunu düşünen bir sistemden de kısmen
uzaklaşmamız gerektiğini düşünmekteyim. Evet, önceliğimizin
mesleğimiz olması gerektiğine dair yaygın bir inanç olsa da, günümüzün tamamını işimize ayırmadığımız, ayıramayacağımız da
kabul edilmeli. Zira, şimdilerde günlük hayatta okula gidip geldiğimiz, gelecekte mesleğimizi icra ettiğimiz zaman dışında geçirilecek, yaşanacak zamanımız da mevcut. Okulun, gerek sosyal konularda gerek kültürel anlamda bilgi birikimimizi arttıracak
yönde, en azından kendimize bu konuda fırsat yaratabileceğimiz
şekilde bir müfredat yoğunluğu olmalı. Dünyada kabul gören birçok etkinliği, sergiyi, sanatçı performansını dönem içindeki ders
yoğunluğumuzdan ötürü izleme, dinleme fırsatı bulamıyoruz. O
alanlarda dünya genelindeki çağdaşlarımız olan meslektaşlarımızdan geride kalmamız işten bile değil.
Tekin Karatepe
İç Mimarlık BÖLÜMÜ
Öncelikle öğrencilerin daha mutlu olduğu, özgür ve katılımcı olduğu bir İTÜ hayal ediyorum...
Karşımıza hep izin mekanizması
çıkıyor. Tamam izin olmalı ama
öğrencinin kendisini gerçekleştirmesine daha çok imkan verilmeli. Mesela benim okuduğum
Mimarlık Fakültesinde öğrenciler
kendileri gruplar oluşturarak, ortak çalışmalar yapıyorlar; çocuklara mimarlık öğretmek mimarlığı
gelecek nesillere sevdirmek için
koşturuyorlar. Bu ve benzeri ortak çalışmalar için izin konusunda
kolaylık gösterilmesini istiyorum.
Üniversite yönetimi öğrenciye karşı lise müdürü tavrı takınmamalı.
Ayrıca kent ile üniversitenin içli-dışlı olmasını hayal ediyorum. İnsanların üniversite ortamını daha rahat görmesini arzu ediyorum.
Tabii ki güvenlik olacak ama bu, turnikelerin olduğu, insanların
içeriye zor girebildikleri, ulaşılamayan bir üniversite olmamalı. Üniversite şehir ile, en azından yakın çevresi ile bütünleşmeli. Maslak
Yerleşkemizin etrafı duvarlarla çevrili ve tam karşımızda varoşlar
var. Üniversite oradaki insanlarla da bütünleşmeli, çevresi ve orada yaşayan insanlar için de çözüm üretmeli.
Ece Ersöz
İşletme Fakültesi
Öncelikle düşünce özgürlüğünün olduğu bir İTÜ hayal
ediyorum. Bu bağlamda değişik görüşlerin oturulup tartışılabildiği, değişik kulüpler
aracılığıyla yapılabilecek etkinlikler düşünüyorum. Felsefi
olarak olayların ve derslerin
temellendirildiği ve öğrenciye salt bilgi değil, o bilginin
temelinin de verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak
bu konuda öğretim üyelerinin
de arka planının iyi olduğunu
düşünmüyorum. Maalesef biz
İTÜ olarak “Asırlardır Çağdaş”
olmakla övünürken ve bilgi çağı diye tabir ettiğimiz şu zamanda
herhangi bir bilginin var olması ile çürütülmesi arasında neredeyse süre yokken, aslında öğretim görevlilerimizin çoğunun güncel
yayınları takip etmediği gün gibi ortadadır. Hatta şu anda kullanılmayan üretim teknolojilerinin anlatıldığı bir dersim bile var. Gerçekten öğrenciyi salt müşteri olarak görmeyen bir zihniyet hayal
ediyorum. Çünkü günümüzde İTÜ’de, üzülerek bu anlayışın ve şirketleşmenin had safhaya ulaştığını görüyorum. Bunu aslında üniversite bünyesinde çalışan memurların öğrenciye bakışından bile
anlayabiliriz. Genel olarak öğrenciye, bir banka gişe görevlisinin,
her gün gelen binlerce müşterisine davrandığı gibi davranıyorlar.
Bu durum o kişilerin orada bulunmasının sebebi olan bizleri de
üzmektedir. Bu yüzden de okulda öğrenci, akademisyen ve memurların birbirlerinden çok ayrık yaşadığını da söyleyebiliriz.
itü vakfı dergisi 37
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Zeynep Selin Başaran
Mehmet Recep Türkoğlu
KimyA BÖLÜMÜ
Bizler, bize aşılanmaya çalışılan bilgileri enjektörle alıp işleyebilen
mekanizmalar değiliz. İTÜ’deki tüm hocalarımız da robotlaşan insanlar olmamamızı;
aksine sorgulayan, düşünen,
fikirlerini ifade edebilen, donanımlı ve vizyon sahibi bireyler olabilmemizi yürekten
uman değerli kişiler. En nihayetinde öğrenme süreci dediğimiz şey de aşamalı gerçekleşen parçalar bütünü. Hem
kendi adıma hem de empati
yaparak eğitimcilerimiz adına öğrenmenin gerçekleştiği ortamın psikolojik ve fiziki
açıdan karşılıklı iletişimi sağlamaya yönelik olması gerektiğine inanıyorum. Düşüncelerimizi
ya da sorularımızı rahatça, çekinmeden ortaya sunabildiğimiz bir
ders ortamı hayal ediyorum. Eğitimciler kadar öğrencilerin de aktif olduğu bir ders de tadından yenmez mesela. Öğrencilerin de
rol aldığı dersler, öğrenmeyi kolaylaştırır ve ezber üzerine kurulu
düzenin üzerine kocaman bir çizgi çizer. Eğitim ortamında saygı
çerçevesi çok tabii bulunmalı, fakat daha dostça ve biçimsellikten uzak, yani farklılıkları içinde barındıran bir öğrenme atmosferi
oluşturulabilir -ki böyle soru-cevap şeklinde ilerleyen ve herkesin
kendi argümanını savunduğu, diğerlerinin de fikirlerini dinleyip
çeşitlilik kazandığı derslerimiz mevcut. Daha fazla dersin bu atmosferde geçmesini sağlamak, vize çanlarını da bir anda uçurur
tabi... Bu iyi mi olur kötü mü bilemedim,bunu sizlere bırakıyorum.
Aynı zamanda fiziki ortam da buna elverişli olmalı. Elverişten kastım büyük soğuk amfiler değil, -evet fazla kişi alır, idealdir ama
eğitim için elverişli olduğuna inanmıyorum- küçük ve daha iç içe
olan sınıfları yeğlerim. Tabii bu tamamen kişisel tercihim. Çünkü
oturma düzeni iletişimde ne kadar kolaylık sağlarsa, o kadar kendimizi oraya ait hissederiz ve kendimizi oraya ne kadar ait hissedersek o kadar özgürleşiriz, ki bu özgürlük bize bilginin sonsuzluğunu vaat edebilir.
Maden Fakültesi
Bence İTÜ’nün eğitsel anlamda üzerine eğilmesi gereken
en önemli konu Ninova’nın
etkin bir biçimde kullanılmasıdır. Yıllar önce Ninova sistemi
kurulmuş, her türlü alt yapı
mevcut ama etkili bir şekilde
kullanılmıyor. Bu konuda hocalara karşı gerekirse bir yaptırım içerisinde olunmalı. Öğrenci Ninova’da derse devam
durumunu, notlarını ödevlerini, ödev teslim tarihlerini,
sınav tarihlerini takip edebilmeli. Hatta programı açmaya
gerek kalmadan çeşitli bildirimler sms ve e-posta ile iletilmeli.
Bugünkü teknolojik olanaklara kullanılmıyor. Öğrenci halen 20-30
yıl önceki gibi dersle ilgili bilgileri toplamakta zorlanıyor. Bence
hocalar, ders dokümanlarını, sınav konularını, öğrencinin sorumlu
olduğu ders için yararlanabileceği kaynakları sınavdan makul bir
süre önce Ninova’da paylaşmalı. Özetle, Ninova lüks olarak görülmemeli. Halbuki, günümüz teknolojisinde olmazsa olmaz bir
uygulama. Bir yönetmelikle bu sistemin etkin halde kullanılması zorunlu hale getirilmeli. Mesela bir hoca ödevi, sınav tarihini
Ninova’da paylaşmıyorsa öğrenci sorumlu tutulmamalı. Her şey
bu sistem üzerinden duyurulursa sıkıntılar büyük oranda ortadan
kalkacaktır. Bu sistem üzerinde o kadar güzel şeyler yapılabilir ki,
bunlar insanın hayal gücüyle sınırlı. Böylelikle öğrenci de dersten
kopmadan çok daha iyi motive olabilir. Programın etkin kullanımıile hocaların da şöyle bir avantajı olacak: Örneğin; bir sınavı makul bir süre önceden Ninova üzerinden bildirildiyse, öğrencinin
bunu takip etme zorunluluğu olduğu için ‘haberim yoktu’ gibi bir
mazerete sığınamayacak..
Emel Timurkaynak - Elektrik Mühendisliği BÖLÜMÜ
Öncelikle ‘eğitsel ortam’ denince akla ne geldiği konusuna değinelim. Eğitim veren her kurum aslında eğitsel
ortama saha oluşturur. Üniversitemiz baz alındığında,
üniversite
bünyesindeki
fakültelerde verilen dersler, uygulamalar, çalıştaylar
vs. hepsi biz öğrenciler için
eğitsel bir sahadır. Sorsak,
herkesin kendine özgü ideal
eğitim teorisi vardır. Bence
38 itü vakfı dergisi
‘eğitsel ortam’ öğrenci odaklı olmalıdır. Yani dersin merkezinde
öğrenci olmalı ve onun dersten maksimum kazanım sağlaması
hedefi şart olmalıdır. Bu noktada asıl görev kıymetli hocalarımızda
ve derste öğrenciye gösterdikleri tavır ve tutumlardadır. Öğretici,
konuyu öğretmenin yanında, konuyu öğrenme yollarını da öğretebilmelidir ki, bir mühendis adayı mezun olduğunda, altyapısı
sağlam ve her işin üstesinden gelebilecek kapasitede olabilsin...
Ayrıca öğretici, dersin yanı sıra piyasaya ve bahsi geçen mesleğin uygulama alanlarına dönük çalışmalar ile öğrencilerini araştırmaya yönlendirmelidir. Öğrencilerin eğitim alanında fikirlerine
önem verilmeli ve şikayetleri gözardı edilmemelidir. Karşılıklı saygıyla temellendirilen her ortam mutlaka muhteşem başarılara imza
atmaya gebedir.
Sosyal-Kültürel Ortam
Fatma Dilek Gamlı
Nur Bilge ERTAN
İnşaat Mühendisliği BÖLÜMÜ
İşletme Mühendisliği BÖLÜMÜ
İTÜ’de sosyal ve kültürel ortam çoğu Anadolu Üniversitesine göre iyi olsa da, yeterli olduğunu düşünmüyorum. Yerleşke
içinde öğrencilerin vakit geçirebileceği
çok az mekan var. Daha nitelikli ve kültürel
olarak bizi geliştirebilecek ortamlara ihtiyacımız var. Mesela sanat galerisi ve öğrenci mekanları aynı konseptte bulunabilir.
AVM gibi kar amaçlı, öğrenciye uygun olmayan yerler yerine daha ucuz ve kaliteli
şeyler sunan, bir yandan internete girip bir yandan sohbet edebileceğimiz mekanlara ihtiyacımız var. Kültürel olarak Yerleşkete galeri, müzikle ilgili mekanlar veya resim sergileri, bilgilendirici acık
hava organizasyonları yapılabilir.
İTÜ’de spor ve müzik dallarında yapılan
etkinlikler var. Ancak, öğrencileri bunlara teşvik edici girişimlerin olmadığını
düşünüyorum. Örneğin spor veya müzik
seçmeli dersleri kredili olsa daha çok
öğrenci alırdı. Kulüp faaliyetleri canlandırılmalı. Mesela bir Dağcılık Kulübü’nün
ya faaliyeti çok az ya da etkinliklerini hiç
duyurmuyorlar. Böyle olunca dağcılıkla ilgilenen öğrenciler belki de dışarıda
arıyorlar istediklerini. Öğrencilerin, boş zamanlarında çimler dışında salaş takılabilecekleri bir alan mevcut değil AVM ve MED
tıka basa dolu olduğunda, hava çimlere oturacak kadar güzel
değilse, okulun içinde dört dönüp köşe kapmaca oynamak zorunda kalıyor ya da bunaltıcı fakülte kantinlerine tıkılıp kalıyoruz.
Bu anlamda ciddi bir eksik var İTÜ’de.
Onur Erişik
Geomatik Mühendisliği bölümü
Her ne kadar bilimde, teknikte Türkiye’
ye öncülük eden bir üniversite olsak da,
sosyal ve kültürel açıdan baktığımızda aynı şeyleri söylemek maalesef pek
mümkün değil. Genel olarak baktığımızda İTÜ’de bir sene boyunca yapılan
bilimsel etkinliklerle, sosyal ve kültürel
etkinlikleri karşılaştırmamız yeterlidir. Bilimsel olarak onlarca etkinlik ve yarışmalar düzenlenirken; sosyal olarak yapılanlar
bir elin parmak sayısını geçmez. Bu konuda tüm üniversiteyi hatta
Türkiye geneli üniversiteleri içeren daha çok etkinlikler yapılmalı
diye düşünüyorum. KSB (Kültür Sanat Birliği ) gibi bir yapıya ve
bu yapı bünyesinde sosyal ve kültürel öğrenci kulüplerine sahibiz.
Bu çok güzel ama yeterince yararlanıldığını düşünmüyorum. Şöyle
ki, bu öğrenci kulüplerine yeterince destek verilmiyor. Dolayısıyla
kulüplerin yaptığı etkinlikler de çok fazla kişiye ulaşmadığı için pek
verimli olamıyor. Son olarak, bence en önemli sorundur; biz öğrencilere hayatın sadece dersten ibaret olmadığı, üniversitede sosyal
ve kültürel anlamda da kendimizi geliştirmemiz gerektiği vurgulanp,
teşvik edilmeli, bu anlamda etkinlikler yapılmalı.
Mehmet Özen
Elektrik Mühendisliği BÖLÜMÜ
4 yıldır eğitim hayatıma devam ettiğim
güzel üniversitemde, eğitimin yüksek
kalitede olmasının yanı sıra, kampüs mimarisi de oldukça muazzam bir yapıya
sahip. Kütüphanesinden spor salonuna,
sosyal imkanlardan kampüs içindeki olanaklarına kadar her şey özenle düşünülmüş ve tasarlanmış.
Yoğun ders temposunun ardından, kampüsteki çimlerin üzerine uzanıp arkadaşlarla beraber vakit geçirmek ya da kampüs içerisinde yürüyüp o
sıcak ortamı seyretmek bile insana ayrı bir tat veriyor. Kafelerinden alışveriş merkezine, olimpik havuzundan stadyumuna kadar
her şey mevcut. İTÜ, gördüklerim arasında, öğrencisine her türlü
sporu yapabilmesi için en iyi olanakları sunan bir üniversite. Okulumu seviyorum...
itü vakfı dergisi 39
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Kampüslerde Yaşam Nasıl
Olmalı?
Semih Ersöz
Onur ORUÇ
İşletme Fakültesi
Gemi İnşaatı ve Gemi Makineler Müh. BÖL.
İşletme Fakültesi’nin fiziksel alanları oldukça yetersiz maalesef. Sosyal kültürel
faaliyetler bir yana, ders çalışmak için
dahi uygun alanlara sahip değiliz. Ayazağa Yerleşkesi ise oldukça renkli bir kampüs. Beraber vakit geçirebileceğimiz spor
alanları, kültürel merkezler, kulüp odaları
ve çeşit çeşit restoran ve kafeler bence
oldukça tatmin edici bir ortam sunuyor
bize. Maslak Yerleşkesi’ndeki değişiklikleri 2010 yılından beri takip etme fırsatım oldu. Özellikle son iki yılda
MED’in (Merkezi Derslik Binası) de işlerlik kazanmasıyla Yerleşkemizin çehresinin oldukça güzelleştiğini söyleyebilirim.
Tabi ki her zaman daha iyi şeyler yapılabilir. Özellikle öğrenci kulüplerinin bir arada bulunabileceği, etkinliklerini, toplantılarını yapabilecekleri geniş bir tesis bence oldukça faydalı olabilir. Ama sanırım
bu konuyla ilgili de ciddi planlamalar ve çalışmalar yapılıyor zaten.
Ayazağa Yerleşkesi’nde beşinci yılını
geçiren biri olarak söyleyebilirim ki, oldukça büyük ve yeşil bir yerleşkeyi sahibiz. Fakülte, yemekhane, kütüphane ve
sosyal alanların birbirine yakın konumlandırılmış olması yerleşkede her yere
erişimimizi kolaylaştırmaktadır. Yerleşkede ihtiyaçlarımızı karşılayacak pek çok
yapı mevcut, ancak alışveriş ve yemek
ihtiyacımızı karşılayacak yerler sınırlı sayıda olup öğrenciler için yeterli olamadığı görüşündeyim. Ayrıca mesai saatinden sonra yerleşke içerisinde ders çalışma alanları kısıtlı hale geliyor ve final dönemlerinde
bizlere yetmiyor. Hem ders çalışacağımız, hem de çay içerek
sohbet edebileceğimiz yeni yerlerin açılması üniversite yaşamını
olumlu yönde etkileyecektir. İTÜ’nün engelli öğrenci ve personelini yok saymayan, onların yaşamlarını kolaylaştırmak için çaba sarf
eden bir üniversite olduğunu biliyoruz. Bu nedenle yerleşke içerinde onların ulaşım ve ihtiyaçlarını karşılayacak yönde çalışmalar
yapıldığını biliyoruz. Buna rağmen ne yazık ki, engellilerin ulaşımının kısıtlı olduğu ve özellikle yürüme engellilerin kullanamayacağı
binalar mevcut. Buraların da kısa sürede düzenlenerek yerleşke
içerinde yaşam standartlarının arttırılacağına canı gönülden inanıyorum.
Lokman Aydın
Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümü
Ödevler, sınavlar, projeler derken gezmek
için dışarıya pek zaman kalmıyor. Bundan
dolayı da Yerleşke içinde çeşitli etkinlikler
ve olanaklar sunulabilir. Örneğin bir açıkhava sineması olabilir. Ekonomik olarak
da büyük bir bütçe gerektirmez. Bunun
için bin TL gibi bir bütçenin yeteceğini
düşünüyorum. MED önündeki çimlere bu
sistem kurulabilir. Burada sadece film
değil de, yararlı kısa filmler, bilim, sağlık,
teknolojiye yönelik filmler belgeseller de izlettirilebilir. Böyle bir imkan sağlandığı taktirde, sorumluluk da almak isterim. Ayrıca Yerleşkemiz bisiklete de uygun. Belli sayıda bisiklet de çok yararlı olur.
40 itü vakfı dergisi
Merve Akın
Jeoloji Mühendisliği Bölümü
İTÜ’de okumak aynı zamanda tarihi de
yaşamaktır. Kampüsler hem tarihle hem
doğayla iç içe, birçok olanağı öğrencilerine sunmaktır. Güvenlik konusunda
daha çok tedbir alınmalı. Bir kapıdan
kart basmadan giremezken başka bir
kapıdan her isteyen Yerleşke içine girememeli. Bu zıtlık İTÜ’nün işleyişine
yakışmıyor. Öğrenci kulüpleri desteklenmeli, her olanak sunulmalıdır. Gönüllü
olarak yer alınan bu kulüplerde öğrenciler sistem yüzünden yıpratılmamalıdır.
Elif Civici
Süleyman Okan Demir
Mimarlık Fakültesi
TÜRK MUSİKİSİ DEVLET KONSERVATUVARI
“İTÜ’nün gelecekte de bugün olduğu gibi parlak nesillere sahip olacağını
düşünüyorum ve bu nesillerin özgür bir
eğitim anlayışıyla potansiyellerini daha
da ortaya çıkarabilecekleri bir üniversite
ortamı hayal ediyorum.
Ayrıca öğrenci, asistan, öğretim üyeleri
ve bütün personelin yenilikçi, özgürlükçü bir İTÜ’nün parçası olmalarını hayal
ediyorum. Sahip olunan imkanların artırıldığı, bir üniversite olmaktan çok Türkiye için artı bir değer olan okulumuzun, uluslararası alanda da kendini daha çok tanıtacağı ve gücüne güç katacak öğrenci merkezli
projelerin olduğu bir İTÜ diliyorum.”
İTÜ sadece Türkiye’de değil dünyada
da iyi bir marka. İTÜ’nün müzik eğitimine yaptığı katkıyı gelecekte de
-kendi bölümüm için özellikle söylüyorum- dünya musikisine yapacağını ümit ediyorum. Özellikle musikiyi,
müzik aletlerini seven ve değer veren
çalışmalar yapılmasını arzu ediyorum.
Şu anda eğitim aldığımız salonlar yetersiz. Daha büyük ve yenilenmiş bir
eğitim salonu arzu ediyoruz. İzole edilmiş salonlarımız olmadığı için diğer bölümlerdeki sesler birbirine karışıyor. Bir
taraftan halk müziği söylenirken öbür taraftan ise zurna sesi
geliyor. Teknolojik açıdan müzik eğitimine uygun olarak donatılmış salonlarda geleceğin sanatçıları daha iyi yetişebilir diye
düşünüyorum.
Konservatuar’da eğitim amacıyla kullandığımız aletlerin daha
fazla sayıda olması gerekir. Şu anda o imkan yok, herkes
kendi imkanları ile kendi çaldığı müzik aletine kullanıyor. Ben,
farklı müzik aletleri de denemek, görmek, dokunmak isterim.
En büyük heyecanımız hocalarımıza 7-24 ulaşabilmemiz. Hocalarımız eğitmeyi, eğitim vermeyi ve musikiyi çok seviyorlar.
Bu bence bizlerin ve İTÜ’nün bence en büyük avantajı, şansı.
İTÜ’de en büyük hayalim olmayan bir dersin hocası olabilmek. Türkiye’de Sahne ışık ve ses tasarımı konusunda eğitim
vermek istiyorum. Bu benim hayalim ve bu hayalimi de İTÜ’de
gerçekleştirebileceğimi düşünerek, umutlu ve heyecanlıyım.
Zira bu konuda şu an kaynak yok, tüm kaynaklar yabancı. Ben
de bu konuda araştırma yaparak İTÜ’ye ve müziğe katkı sağlamak istiyorum..
Süleyman Kunarcı
Deniz Ulaştırma ve İşletme Bölümü
Kütüphanesi 24 saat açık, araştırmaya
okumaya, bakmaya, düşünmeye elverişli bir ortam hayal ediyorum. Bilimsel
bilgiye erişmeyi, takım oyununu, teknolojiyi kullanmayı öğreten ve yazılıdan çok
görsel ve uygulamalı eğitime dayanan
bir okul hayal ediyorum. Öğrencinin bilgisi sınavlar ile sınanmamalı ve bu yol
ile test edilmemeli. Öğrenci eğitim aldığı alanda, o alanda iş yapan firmalar ile
çalışmalı, oralarda staj yapmalı, oralardan aldığı firma değerlendirmesi ile bilgisi sınanmalı. Uluslararası
alanda girişimler yapacak, cesaret ve cesaretin ardından gelecek
girişimlere fon sağlanmalı. Öğrencilerin zaman geçirebileceği, geniş yeşillik ve ağaçlık bir alanı olmalı. Üniversite, doğal ortamdan
taviz vermeden, teknoloji ile dengeli bir şekilde çalışabilmeli.
itü vakfı dergisi 41
KÜTÜPHANE OLANAKLARI
Kütüphane olanakları
Mustafa Özdemir
Bayram Kasapkar
İşletme Mühendisliği
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği
İTÜ kütüphanelerinden ihtiyacımız
olduğunda yararlanabiliyoruz. Eski
Mustafa İnan Kütüphanesi’ni hatırlıyorum, aradan geçen süre içerisinde
çok büyük ilerleme kaydedildi. Eskiden
çalışmak ve kitapları temin etmekte sıkıntılarımız oluyordu. Şu an için ders
çalışma imkanımız daha iyi. Öğrencilerin kendi bilgisayarları ile kütüphaneye gidip sessiz ortamda araştırma yapması gerekiyor. Bunun için bazı alt yapı
eksiklikleri var. Elektrik kablolarının yerleşimi, uzatma kabloları gibi
aslında basit ama halledilmesi gereken sorunlar var, giderilirse
daha iyi olur. Bazı kitapların sınav zamanı temininde zorluk çekiyoruz. Bu kitapların kütüphanede daha fazla sayıda bulundurulması
için bir çalışma yapılabilir. Ayrıca Merkez kütüphanenin 24 saat
açık olması gayet güzel.
Kütüphanede bulunan bilgisayardan sadece kitap taraması yapılıyor. Faceebook üzerinden dosya paylaşıyoruz. Acil paylaşımlar
için de kütüplanelerde bilgisayar imkanı oluşturulmalı.
Kütüphanenin bir kitap yığını olarak değil, daha çok ve etkin kullanılması gereken bir alan olması gerektiğini düşünüyorum.
Kütüphanemizin sadece ders çalışılan bir yer değil, aynı zamanda
kitap okumayı da teşvik edici ve
kitap okunan bir mekan olarak düzenlenmesi gerekir. Sadece vize
ya da final zamanlarında değil,
her zaman değişik etkinlerin de
yapılabilmesi sağlanmalı. İTÜ’de
kültürel faaliyet olarak tarihimizin
ve üniversitemizin tarihini anlatan
seminerlerin düzenlenmesi iyi olacaktır. Bunların kütüphane içinde
uygun bir yerde yapılması, kütüphanemizin tanıtımına da katkı
sağlayacaktır. Ayrıca çeşitli kitap okuma yarışmaları, belli konularda araştırma yapılarak kitap okumayı teşvik edici faaliyetler de
kütüphane yönetimince denenmeli. Bir konu belirlenerek o konu
ile ilgili kısa bir yazı deneme-makale yazılması istenir ve bu uygulama kütüphanemizde bulunan kitaplardan faydalanarak yapılır.
Yani google üzerinden değil de, kitaba dokunarak, kitabı açıp inceleyerek kitapla öğrencinin buluşmasın sağlayıcı etkinliler olmalı. Tarih seminerleri yapılmalı, İstanbul’u tanıtan afişler, resim sergileri vb olmalı. Bu konuda üniversitemiz yeterli materyale sahiptir.
Şeyda Yaşar İşletme Fakültesi
Yurtlar kesinlikle çok yetersiz. Her yıl
birçok öğrenci İTÜ yurtlarında yer bulamadığından özel yurtlara çok fazla para
ödemek zorunda kalıyor. Ya da çok
uzak mesafelerdeki devlet yurtlarında
kalmak zorunda kalıyor. Bu gibi durumlarda da öğrenci ertesi yıl eve çıkma
isteğine kapılıyor, çünkü özel yurttaysa
“O parayı zaten veriyorum bari evim
42 itü vakfı dergisi
olsun!” diye düşünüyor, uzak mesafede devlet yurdundaysa, “Yol
parasıyla neredeyse denkleşecek, zaten yurt çok kalabalık, ders
de çalışamıyorum” diyor. Burslar ise, bence iyi durumda. Birçok
öğrenci yemek bursundan yararlanıyor, bunun dışında İTÜ birçok
yerle iletişim kurarak öğrencilerin burslardan maksimum faydalanması için uğraşıyor. Ama yine de burs bağlantılarının artırılması,
çok daha fazla öğrenciye ulaşılması anlamını taşıdığından bunun
için daha fazla çalışılmalı.. Mezun olduğumda burs vermek
isterim.
Abdülbaki Aybakan
Kontrol ve Otomasyon Mühendisliği
Kütüphanedeki oturma masaları sayı
olarak yetersiz, sınav zamanı yer bulmak
zor. Merkez Kutuphane biraz daha ferah
olabilirdi diye düşünüyorum. Mesela
İSAM Kütüphanesi var, Bağlarbaşı’nda
oraya gidiyorum. Binanın ortasında bir
boşluk bırakılmış, kütüphaneye bir ferahlık bir zenginlik katıyor. Kütüphaneye çok yakın uygun fiyatlı bir kafeterya
olması iyi olurdu . Öğrenci olduğumuz
için zaman bizim için çok önemli. Dışarıya gidip geri dönmek zaman kaybına
neden oluyor. Tıkış tıkış bir kütüphane yerine sakin ve özellikle
havalandırması çok iyi olan bir kütüphane öğrencilere daha verimli
bir çalışma sortamı sağlar. Bütün bunların yanında, aradığımız
tüm kitap kitapları süreli yayınları bulabiliyoruz. Bu da, kütüphanemizin başka bir güzelliği. Diğer üniversitelere göre kitüphanemizin daha farklı olduğunu da gözardı etmemek gerekir.
Anıl Yarlıgaş
Geomatik Mühendisliği
Kütüphanemiz çok güzel. Özellikle tam
merkezde olması ulaşım acısından bize
büyük kolaylıklar sağlıyor. Bazı eksikleri
tabii ki var. En büyük eksikliğimiz ihtiyacımız olan kitaptan bir veya iki tane
olması. Özellikle okul kitaplarının ya
da teknik kitapların daha fazla sayıda
olmasını istiyoruz. Çünkü sınav öncesi
bu tür kitaplar alındığı için yeterince istifade edemiyoruz. Kütüphanede geceleyenler oluyor. Özellikle bu konuda
biraz daha esnek olunmasını istiyoruz.
Güvenlik konusu da mutlaka üzerinde durulması gereken bir nokta, çünkü kucağımızda laptop ile uyuyoruz. Bir diğer beklenti
de, kütüphanenin sadece kitapla değil sosyal etkinliklerle de anılması. Zaman zaman okuma günü etkinliği ya da kitap okumayı
teşvik edici çalışmalar yapılmalı, kütüphane sadece sınav zamanı
kullanılan bir yer olmaktan çıkarılmalı.
İrem Çiftci
İŞLETME FAKÜLTESİ
24 saat açık bir kütüphanemiz olduğu için
çok şanslıyız ve bir çok üniversiteden farklıyız. Yenilenen Yabancı Diller kütüphanesi
ve diğer kampüslerimizdeki ana ve fakülte
kütüphaneleri de bizlere geniş bir çalışma
ortamı sağlıyor. Buna rağmen vize ve final
dönemlerinde Maslak’ta ana kütüphanede
yer bulamamak, bireysel ve grup çalışma
odalarının kısıtlı kullanımı, çözülmesini umduğumuz bir kaç sorun arasında. Bu yıl
fark ettiğim bir diğer olumsuz durum da,
kütüphanenin giriş katında yer alan aylık kültür-sanat- tarih dergilerinin geçtiğimiz yıllara oranla daha az sıklıkla güncellenmesidir.
Kütüphanemizin güzel manzarası, dekorasyonu, kaynak çeşitliği
gibi özellikleriyle sevildiğine inanıyorum.
Muhammed Sezgin Özer
İTÜ Makine Mühendisliği
Kütüphaneyi sürekli kullanıyorum. Merkez
Kütüphanemizin 7-24 açık olması çok güzel bir imkan ve bizi çok mutlu ediyor. Her
türlü kitabın bulunması, çalışanların güler
yüzlülüğü memnun edici.
Özellikle final, vize zamanları sabaha kadar
kütüphanede geceliyoruz. Böyle zamanlarda en büyük sıkıntımız dinlenme konusunda
bir imkanın olmaması. Özellikle gece saat
3-4 arası yorgunluk çökünce, ya masada
ya da koltuklarda dinlenmek zorunda kalıyoruz. Bu konuda fazla
abartılmadan öğrencilerin dinlenmesi için bir düzenleme yapılırsa
çok iyi olur diye düşünüyorum. Bu bir rahatlık sağlama değil bence, bir gereklilik çünkü o saatte eve gidip tekrar geri dönme veya
yurda gidip kütüphaneye geri gelmek zaman kaybettireceği için
orada geceliyoruz. Daha önce merkez kütüphanenin en alt katı
kullanıma açıktı. Tekrar açılması, bu durumdaki öğrenciler için çok
yararlı olur. Kütüphanemizde sesli çalışma ortamının da olmasını
arzu ediyoruz. İki üç arkadaş birleşip projelerimizi yapabileceğimiz bir yerin tahsis edilmesi çok iyi olur. Mevcut durumda birkaç
kişinin bir arada çalışması mümkün değil. En üst katta çalışma
odaları var fakat sadece yüksek lisans öğrencilerine tahsis edilmiş
durumda. İnternet bağlantı hızının artırılması zorunlu. Pardus işletim sistemi yerine herkesin bildiği ve kullandığı windows sistemine
girilmesi büyük kolaylık sağlar. Görsel ve işitsel salonumuzu daha
etkin olarak kullanabilmeyi, projelerimiz için izlememiz gereken
filmleri burada izleyebilmeliyiz.
Arif Can Karakuş
Denizcilik Fakültesi (Hazırlık öğrencisi)
Öğretim yılı başından bu yana Mustafa İnan Kütüphanesi’nde geceliyorum.
Bu yıl İTÜ’ye kayıt yaptırdım, dersler
başladı ancak yurt çıkmadı. Ailem
Mersin’de. Barınma için bir çözüm
ararken,
1. sınıftaki bir ağabeyim
daha önce birkaç gün kütüphanede
sabahladığını söyledi. Çaresiz kalınca ben de denemeye karar verdim.
Sene başında çok zor oldu, zamanla
alıştım. Akşam saat: 8’de kütüphaneye giriyorum, gece ikiye üçe kadar
ders çalışıp, kitap okuyorum. Sonra ya sandalyede ya da girişteki
koltuklar boşsa oraya kıvrılıp uyuyorum. Zaten, sınav dönemlerinde çok sayıda öğrenci sabaha kadar ders çalışıyor, sandalye
bulmak bile zor. Kütüphanede ders kitapları dışında da o kadar
çok kaynak var ki, ayrıca dergiler, gazeteler… Özellikle kişisel gelişim açısından okuduğum kitapların bana çok yararı oldu, kütüphanede kitap okumayı sevdim. Bir diğer yararı da okula hiç devamsızlık yapmıyorum, ders çalışmak için bol bol zamanım oluyor.
İkinci dönemde yurt çıktı ancak, bütçeme uygun olmadığı için
kayıt yaptıramadım. Önümüzdeki dönem Denizcilik Fakültesi’ne
başlayacağım için Tuzla Yerleşkeunda yurtta kalacağım. Kütüphane ortamı çok etkileyici, ben de hem ortama hem kitap kokusuna
alıştım. İstanbul’da Boğaziçi, İstanbul Üniversitesi ve daha birçok
üniversitenin kütüphanesine gittim. İTÜ kütüphanesi kadar güzel
ve olanakları geniş bir kütüphane daha yok! Bu da, İTÜ’nün bize
sağladığı eşsiz bir olanak.
itü vakfı dergisi 43
YURTLAR VE BURSLAR
Yurtlar ve
burslar
la sözleşme imzalayabiliyor. Bu durumda
özel yurttan çıkamıyor, çıksa bile bir yıllık
ücreti yanmış oluyor. Öğrencilerin bu gibi
zor durumlarda bırakılmamasını isterim.
Burs konusunda ise öğrenciler genelde
fakültelerinin burs ofislerine başvuruyorlar.
Diğer kurumların başvuru zamanlarını kaçırmamak için burs ofisleri, tüm kurumların burs başvuru zamanlarını gösteren bir
çizelgeyi panolarına asabilir. Burslar çoğu
zaman yetmiyor. Öğrencilere, okul içinde veya okulun önerdiği
kurumlarda part-time çalışma imkanı ayarlanabilmeli. Böylelikle
öğrenciler barlarda geceden sabaha çalışıp, sabah derslerde
uyumaktansa daha makul saatlerde çalışıp harçlıklarını çıkarabilirler. Mezun olup çalışma hayatına başladığımda burs vermek
isterim.
Sibel Eren
Berkay Akkoç
Kimya Bölümü
Şu ana kadar herhangi bir şekilde okulumdan burs almadım. Yurtta da konaklamadım. Ama böyle bir imkan sağlanmasından
dolayı çok gururluyum. Gerçekten ihtiyacı
olan arkadaşlarımın, ailelerine minimun
düzeyde yük olarak öğrenim hayatlarını
devam ettirmeleri, bu sayede kendilerini
derslerine ve daha önemlisi geleceklerine
rahat bir şekilde hazırlanmalarına imkan
tanınıyor. Zaten bu, kutsal gördüğüm İTÜ
dayanışmasının bir ürünüdür. Ben kendi mensubu olduğum bölümün öğrencisine burs vermek ve o öğrenciyi takip etmek isterim. Bu takip, usta çırak ilişkisinden başka bir şey değildir ve bu
sayede bursiyerim başka bir deyişle çekirgemin, kimya sektörü
hakkında en güncel bilgilere sahip olmasını ve mezun olduğunda
sektöre yeni alışmaya çalışan biri değil de, sektörün bir parçası
olması temel hedefimdir. Bölümümün halkın gözünde arka planda
kalmasından ve hak ettiği ilgiyi görememesinden dolayı da sadece Kimya Bölümü öğrencilerine burs vermek isterim.
Merve Gökce
İmalat Mühendisliği
İTÜ yurtlarının yeterli olduğunu düşünmüyorum. Özellikle İTÜ’ ye
yeni gelmiş bir öğrenciye, okul açıldıktan bir ay sonra yurt çıkması
ve öğrencinin iki gün içinde karar vermesinin istenmesini doğru
bulmuyorum. Çünkü öğrenci yeni geldiği zaman panik içinde kalıyor ve bir ay sonra yurt çıkacağından habersiz olarak özel yurtlar-
44 itü vakfı dergisi
Maden Mühendisliği
İTÜ Ayazağa Kız Öğrenci Yurdu‘nda bir
yıl kaldım. Liseden bu yana bir çok yurtta kalmama rağmen içlerinde en memnun
kaldığım yurt İTÜ’deki yurt oldu. Mutfak,
banyo ve tuvaletler ortak kullanım alanlarından olmasına rağmen, hijyen açısından
hiç bir şikayetim olmadı. Güvenlik yeterli,
yurttaki tüm çalışanlar öğrencilerle uyum
içerisinde. Ekonomik olarak da benim bütçeme en uygun yurttu ve verilen hizmet
yeterliydi. Aynı yıl yemek bursundan da faydalanmıştım ve bu
konuda İTÜ Vakfı’nın bir çok öğrencinin yanında olduğunu söyleyebilirim.
Kız yurtları hakkında söyleyebileceğim tek olumsuzluk, kapasitenin yeterli olmaması, yedek listelerin uzun süre beklemeyi gerektirmesi.
Muhammed Ali Tavukçuoğlu
Çevre Mühendisliği Bölümü
Yurtlarda kalan çok sayıda arkadaşımız
var. Yurtların genel durumlarıyla ilgili bilgimiz var. İTÜ içi ring servisinin Vadi Yurtları’nda kalan arkadaşlarımız için daha
sık aralıklarla hizmet vermesi iyi olur. Bu
servisler genelde dolu olduğunan, öğrenciler çok fazla beklemek zorunda kalıyorlar. Buna bir çözüm bulunması şart. Yurt
ücretleri indirilmeli ve 25-30 bin öğrenci
kapasitesi düşünüldüğünde yurt sayısı
artırılmalı. İTÜ’yü kazanan öğrenci yurt sıkıntısı yaşamamalı. Yerleşke, oldukça geniş, daha çok öğrencinin yurtlarda kalabileceği kanaatindeyim. Burs konusunda da hassasiyet gösterilmeli.
Üniversitenin kayıt günlerinde açtığımız çadırla, İTÜ’lü yeni öğrencilerle temas kurma şansımız oldu ve maddi anlamda ciddi
sıkıntı içinde olduğunu yakından gördüğümüz öğrencilere burs
çıkmadı. Nasıl bir çalışma yapılabilir bilmiyorum ama daha hassas olunması gerektiğini düşünüyorum.
2013-2014 Eğitim - Öğretim Yılı Fakültelere/ Enstitülere Göre Öğrenci Dağılımı
BİRİMLER
BİLGİSAYAR VE BİLİŞİM FAK.
DENİZCİLİK FAK.
ELEKTRİK-ELEKTRONİK FAK.
FEN-EDEBIYAT FAK.
GEMİ İNŞ. VE DENİZ BİL FAK.
İTU-KKTC
İNŞAAT FAK.
İŞLETME FAK.
KİMYA-METALURJI FAK.
KONSERVATUAR
MADEN FAK.
MAKINA FAK.
MİMARLIK FAK.
TEKSTİL TEKN. VE TAS. FAK.
UÇAK VE UZAY BİLİMLERİ FAK.
LİSANS TOPLAM
TÜRK
KIZ
144
87
260
1019
48
6
564
763
872
253
432
223
1357
412
283
6723
YABANCI
KIZ
7
TOPLAM
ERKEK
831
1057
2112
738
697
104
2193
1172
717
487
1177
1856
741
175
914
14,971
GENEL
TOPLAM
143
28
36
4
98
25
30
2
101
50
49
17
71
709
YABANCI
ERKEK
776
1057
1969
710
661
100
2095
1147
687
485
1076
1806
692
158
843
14,262
TÜRK
ERKEK
55
10
21
2
1
14
15
13
2
14
5
36
15
7
162
TOPLAM
KIZ
151
87
270
1040
50
7
578
778
885
255
446
228
1393
427
290
6885
982
1144
2382
1778
747
111
2771
1950
1602
742
1623
2084
2134
602
1204
21,856
Enstitülere Kayıtlı Toplam Öğrenci Sayısı
BİRİMLER
TÜRK
KIZ
YABANCI
KIZ
TOPLAM
KIZ
TÜRK
ERKEK
YABANCI
ERKEK
TOPLAM
ERKEK
GENEL
TOPLAM
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Bilişim Enstitüsü
Fen Bilimleri Enstitüsü
Avrasya Yer Bil Enstitüsü
Enerji Enstitüsü
TOPLAM
320
96
2499
19
68
3031
8
7
90
328
103
2589
19
68
3138
388
210
4045
199
13
4971
11
9
264
3
294
399
219
4309
202
13
5265
727
322
6898
221
81
8403
107
2013-2014 Eğitim - Öğretim Yılında Enstitülere Kayıt Yaptıran Öğrenci Sayısı
BİRİMLER
TÜRK
KIZ
YABANCI
KIZ
TOPLAM
KIZ
TÜRK
ERKEK
YABANCI
ERKEK
TOPLAM
ERKEK
GENEL
TOPLAM
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Bilişim Enstitüsü
Fen Bilimleri Enstitüsü
Avrasya Yer Bil Enstitüsü
Enerji Enstitüsü
TOPLAM
75
18
942
16
13
1064
5
80
18
982
17
13
1110
66
75
1448
39
16
1651
11
3
98
77
78
1546
39
17
1764
157
96
2528
56
30
2874
40
1
46
1
113
itü vakfı dergisi 45
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
İTÜ’de ERASMUS Öğrencileri
Son yıllarda giderek artan sayıda öğrenci ERASMUS değişim programı ile İTÜ’ye geliyor. Bu öğrencilerin
birkaçına mikrofon uzattık, İTÜ’yü tercih etme nedenlerini ve İTÜ’de eğitim, iletişim, sosyal-kültürel ortama
ilişkin görüşlerini sorduk.
Mohammed Bouslama – Tunus
Ludovıc RAUBERT – Fransa
İTÜ İşletme Fakültesi
İTÜ İşletme Fakültesi
Üniversitemizin Erasmus değişim
programında sadece İTÜ vardı...
Türkiye’yi seçmemizde en büyük
etken Türkiye’nin ismi oldu. Daha
önce Erasmus programına katılan
arkadaşlarım İTÜ ve İstanbul’u çok
beğendiklerini söylediler, bu da tabii
ki tercih etmeme sebep oldu. Özellikle arkadaşımın İTÜ ve İstanbul hakkında söyledikleri beni çok etkiledi.
Eğitimin İngilizce olması, arkadaşlık
ortamı ve araştırma yapabileceğimiz
imkanlar açısından İTÜ elbette
farklı...
İTÜ çok büyük bir üniversite ve herkes kendisi çalışmak zorunda. Yani eğer projeniz varsa bu proje için rahatlıkla imkan var,
çalışabilirsiniz. Size imkan sunulmuş, hocalarımız da bu konuda
yardımcı oluyor ama bütün iş yine sizde bitiyor, sizin zorlamanız ve
gayret etmeniz gerekiyor.
Herkesin İngilizcesi çok iyi. Biz İngilizce’yi çok iyi bilmediğimiz
için ek ders alıyoruz. İTÜ’de öğrenci arkadaşlarımla olan ilişkilerimizde bir sorun yok. Sanki ülkemde gibiyim. Kültürel anlamda çok
çeşitli imkanlar sözkonusu; sinema, külüp çalışmaları gibi. Sosyal
ortam açısından baktığımızda İTÜ çok farklı. Petrol bölümünden
arkadaşlarım var onlarla beraber geziyoruz, İstanbul’u tanıma ve
gezme imkanı da buluyorum bu arada.
İTÜ’yü seçmemdeki en büyük etken,
İTÜ’nün çok iyi bir İngilizce eğitiminin olması. Türkiye’yi tercih etmeme
sebep olan birçok etkenin başında
İstanbul ve kültürel zenginliği geliyor.
İTÜ’ye gelince tercihimde yanılmadığımı anladım. Gerçekten çok iyi
İngilizce ortamı var. Burada öğrendiğiniz bilgiler sayesinde daha farklı
bir eğitim aldığınızı hissediyorsunuz,
bu duyguyu yaşamak da farklı bir
heyecan veriyor.
İTÜ’de sosyal ve kültürel olanaklar
da çok fazla. Ders çalışmak isteyen
ders çalışıyor, birçok altarnatif var, özellikle kütüphanesi başlıbaşına farklı bir yer. Aradığınızı bulabiliyorsunuz, yeter ki isteyin.
Kültürel ortam olarak da İstanbul’da olması İTÜ’nün bir ayrıcalığı.
Bunlardan fazlasıyla yararlanıyoruz. Konserler ve sinema salonları güzel. İTÜ’de de alt yazılı birçok film izliyoruz. Türk öğrencilerle iletişim çok kolay, İngilizce biliyorsanız Türk halkı ile çok kolay diyalog kuruyorsunuz. İnglizce bilmiyorsanız da iletişim kolay,
çünkü Türkler vücut dili ile konuşmayı da çok seviyorlar. Bir soru
sorduğunuz zaman size mutlaka cevap vermeye ya da yardımcı
olmaya çalışıyorlar, bu farklı bir şey bence.
Türkiye ve İstanbul geleli iki ay olmasına rağmen şu ana kadar
Kapadokya bölgesini gezdik, harika bir yer. İTÜ’ye tercih ettiğim
için çok memnunum.
Maximilian Blaim - Almanya
İTÜ İşletme Fakültesi
İTÜ hakkında çok bilgim olmadan
İstanbul’a başvurdum. Ama iyi ki de
başvurmuşum diyorum, zira şu an
burayı seçtiğim için çok mutluyum.
Özellikle İTÜ’nün eğitim kalitesi ve
öğretim üyelerinin davranışları beni
çok mutlu etti.
İlk günden beri kendimi burada iyi
hissediyorum, bazı şeyler benim
okulumdan farklı olsa da her şey güzel. Özellikle Almanya’dan geldiğim
için de ayrıca kendimi şanslı hissediyorum, sanki bir komşu ülkeye gelmiş
gibiyim. Buradaki arkadaşlarım da bana hiç yabancılık
çektirmediler. İTÜ’de aldığım eğitim sistemi Münih‘tekine göre
çok farklı. Yoklamalar, ödevler, projeler, vizeler benim için yeni birer tecrübe. Bunların her birisi ayrı bir farkındalık katıyor ve kişiyi
46 itü vakfı dergisi
araştırmaya sevk ediyor. İlk başta sıkıntı ya da ne gerek var, gibi
görünse de bence bunlar öğrencinin derslerine konsantre olmasını sağlıyor ve bu da güzel bir şey. Buradaki sosyal hayat da
çok renkli. Tanıştığım Türk arkadaşlar çok dostça davranıyorlar
ve bana çok yardım ettiler. Dediğim gibi Almanya’dan gelmenin
büyük avantajı var. Almanya’ya yabancı değiller. Ben de Türkiye’yi ve Türk halkını daha yakından görme imkanına kavuştum
İstanbul’daki tüm popüler yerleri dolaştım. Beyoğlu, Beşiktaş,
Kadıköy, Mecidiyeköy, Sultanahmet, Adalar… Hem eğitim, hem
seyahat yapıyorsunuz. Gayet güzel ama dikkat etmek şartıyla
her şeyi zamanında ve gerektiğinde yapmak gerekiyor.
Birçok Türk arkadaşla da iyi ilişkiler kurduğumu düşünüyorum.
Şu ana kadar burada yaşadıklarımdan daha güzel olamazdı. Ve
birçok Erasmus öğrencisi adına da aynı şekilde konuşabilirim. Bu
gerçekten çok özel bir deneyim. Erasmus’la gelen diğer öğrenci
arkadaşlarım da benim yaşadığım duyguyu yaşıyorlar. Hem İTÜ
farklı, hem İstanbul farklı ve tabii ki Türkiye çok farklı ve güzel.
2012 - 2013 YILI ERASMUS ÖĞRENCİ DEĞİŞİM PROGRAMI (GİDEN ÖĞRENCİ)
S.
NO
ÜLKE ADI
GİDEN
ÖĞRENCİ
SAYISI
S.
NO
1
ALMANYA
141
11
İRLANDA
2
2
AVUSTURYA
22
12
İSPANYA
41
3
BELÇİKA
15
13
İSVEÇ
25
4
BULGARİSTAN
1
14
İTALYA
56
5
ÇEK CUMHURİYETİ
18
15
MACARİSTAN
3
6
DANİMARKA
8
16
POLONYA
23
7
FİNLANDİYA
11
17
PORTEKİZ
17
8
FRANSA
33
18
ROMANYA
4
9
HOLLANDA
17
19
SLOVENYA
7
10
İNGİLTERE
12
20
YUNANİSTAN
9
ÜLKE ADI
GİDEN
ÖĞRENCİ
SAYISI
2012 - 2013 YILI ERASMUS ÖĞRENCİ DEĞİŞİM PROGRAMI (GELEN ÖĞRENCİ)
GELEN
ÖĞRENCİ
SAYISI
S.
NO
ÜLKE ADI
GELEN
ÖĞRENCİ
SAYISI
S.
NO
ÜLKE ADI
1
ALMANYA
158
7
FİNLANDİYA
2
AVUSTURYA
17
8
FRANSA
3
BELÇİKA
3
9
HOLLANDA
3
4
ÇEK CUMHURİYETİ
9
10
İNGİLTERE
4
5
DANİMARKA
1
11
İSPANYA
6
ESTONYA
4
12
İSVEÇ
5
13
İTALYA
43
6
35
19
itü vakfı dergisi 47
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Aziz ReguIg – Tunus
İTÜ İşletme Fakültesi
İTÜ’yü üç yıl önce Türkiye’ye ve İstanbul’a gelen bir arkadaşım önermiş ve çok memnun olduğunu dile
getirmişti. Ben de bunu göz önüne
alarak İTÜ’yü seçtim. Gördüm ki,
İTÜ benim beklediğimden de çok
farklı. Türkiye’ye de çok gelmek istiyordum, Erasmus sayesinde de bu
imkanı bulmuş oldum.
İTÜ büyük bir üniversite, gelip görünce şaşkınlığımı gizleyemedim.
Özellikle birçok bölümün olması, kampüslerdeki kültürel zenginlik
beni şaşırttı. Aradığınız her şeyi bulabiliyorsunuz. Öğrenciler çok
arkadaş canlısı, hiç yabancılık çekmiyoruz yani bir yabancı öğrenci
gibi bakılmadığını görüyorsunuz, zaten bu rahatlık bile size yetiyor.
Ayrıca hocalarımız da çok yakın. Öğrenmek istediğimiz ne varsa
sorup alabiliyoruz, yeter ki siz araştırmacı olun, istekli olun. İstekli
oldukdan sonra gerekli materyal da var, donanım da var. Fakat
burada esas olan iyi İngilizce bilmeniz. İngilizce bildikten sonra bilgiye ulaşmanız ve diyalog kurmanız kolay. Kültürel olarak da zaten
hem İTÜ hem İstanbul size birçok imkan sunuyor. Sergi, müze vb.
Yeter ki, vaktinizi ayarlayın.
JannIk ReIsberg - ALMANYA
İTÜ Uçak Mühendisliği Bölümü
Kendi üniversitem, Türkiye’de tek
bir üniversiteyle işbirliği içinde,
o da İTÜ. Erasmus ile Türkiye’de
hangi üniversiteye gideceğimin bir
cevabıydı bu. Erasmus’a başvururken, İTÜ hakkında pek bir şey
bilmiyordum. Düşünceme göre Almanya’da, Birleşmiş Milletler veya
Büyük Britanya’daki çoğu üniversite Türkiye’deki üniversitelerden
daha iyi biliniyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
farklılığı, RWTH Aachen Üniversitesi ile karşılaştırdığımızda kampüslerinin tüm İstanbul’a yayılmış
olması büyük bir üniversite olması. Her gün Maslak’tan Maçka’ya çok uzun yol gidiyorsunuz. Geçmişte, Aachen’de derslik
değiştirirken bile sinirlenirdim, fakat bu günlerde İTÜ’deki uzaklıklara bakınca benimkisi hiç kalıyormuş. İkinci olarak; yemekhanedeki tuhaf yemek tabaklarından söz edeyim. İTÜ yemekhanesinde ilk yemek yediğimde, yanlış yere girdiğimi düşündüm,
İTÜ’ye değil de Türk ordusuna… Çünkü metal tabaklar Almanya’da sadece orduda kullanılıyor. Üçüncüsü; İTÜ’de herkesin
her an yardımseverliği. Aradığınız şeyin ne olduğunun bir önemi
yok, özel bir yer, bir oda, ya da tuvalet… Sorduğunuz herkes en
iyi şekilde yardımcı oluyor. Bu yorumu genel olarak yapıyorum.
İTÜ’de okumaya başlamadan önce , Ocak ayında Türkiye’nin
batısında 4 haftalık bir geziye çıkmıştım. Türkiye’de yabancılara
olan yardımseverlik ve açıklık gerçekten inanılmaz. Bu özellik,
Türk insanının gerçekten gurur duyması gereken bir şey.
İTÜ’deki eğitim, kendi üniversiteme göre çok farklı. Kendi üniversitemde sadece final sınavım var, vize ya da finali etkileyen
araştırma ödevleri yok. Dahası, bölümüm kendi üniversitemin
en ünlü bölümü olduğundan, sınıflar buradakilere göre çok çok
büyük. Bu yüzden, İTÜ’de okumak benim için küçük sınıfları
olan mükemmel bir okulda okumak demek. Dahası, profesörler-
48 itü vakfı dergisi
le iletişime geçmek Aachen’e göre çok farklı. Burada profesörler,
sadece ders konusunda değil, herhangi bir probleminizle ilgili konuşabilmek açısından arkadaşınız gibi. Aachen’de bu tamamen
farklı, tabi ki açık fikirli, sıcakkanlı profesörler de var fakat, Aachen’dekiler uluslararası şöhretlerinden dolayı kapanık ve gönülsüzler.
İTÜ’de en çok sevdiğim diğer bir konu spor hayatı. İTÜ spor yapmak için inanılmaz olanaklara sahip. Koşmaya bile gitmek isteseniz, harika bir stadyumu olduğu için hiçbir sıkıntı yok.
İstanbul’un birçok yerini gezdim. Bu belki de Erasmus öğrencisi
olmanın en iyi avantajlarından birisi, şehri keşfetmek için yeterli
zamanınız var… Ve İstanbul için 5 ay yeterli bir zaman değil.
Sadece İstanbul değil, Türkiye’nin her yerini görmek istiyorum. Bu
yüzden Ocak ayında Türkiye’nin batısını, sonra Eskişehir, Nevşehir, Aksaray, Konya’yı gezdim. Mardin, Diyarbakır, Van, Erzurum,
Samsun, Trabzon, Gaziantep, Adana ve diğer şehirlere de Almanya’ya dönmeden gideceğim. Bir Alman olarak, Türkiye ile ilgili önyargılarımı yıkmak istiyorum; özellikle de doğu kısımlarıyla ilgili
olanları. Almanya’ya döndüğümde arkadaşlarıma Türkiye’nin düşünüldüğünden farklı, bambaşka bir yer olduğunu söyleyeceğim.
Şimdiye kadar, ufak konuşmalar dışında, Türk öğrencilerle gerçek
bir ilişkim olmadı. Bununla birlikte, birisi İTÜ’de öğrenci iki eşsiz
Türk’le birlikte bir dairede yaşamak gibi büyük bir avantajım oldu.
Gerçekten onlarla yaşamayı seviyorum. Sadece birlikte yaşamak
değil bu, aynı zamanda farklı bir kültürü ve yaşama biçimini görmek de aynı zamanda.
Bu, Erasmus’un konusudur, kendini geliştirirken başka kültürler
öğrenmek… Erasmus için Türkiye’yi seçmemin asıl amacı budur.
Burada olmaktan gurur duyma sebebim de budur. Siz de gerçekten Erasmus’a gitmelisiniz. Eğer Erasmus için Almanya’ya gitmeyi
düşünürseniz veya yardıma ihtiyacınız olursa benimle iletişime
geçin. Facebook gibi sosyal alanlarda beni kolayca bulabilirsiniz.
Not: Türkiye’deki gezilerim sırasında çektiğim fotoğraflarla ilgilenmek isteyenler olursa, henüz yasaklanmamışken Flickr hesabımı
ziyaret edebilirler.
2013 - 2014 EĞİTİM ÖĞRETİM YILINDA KAYDOLAN ÖĞRENCİ SAYISI VE FAKÜLTELERE GÖRE DAĞILIMI
TÜRK
ERKEK
TÜRK
KIZ
YABANCI
KIZ
YABANCI
ERKEK
Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi
121
21
1
6
Denizcilik Fakültesi
141
14
Elektrik-Elektronik Fakültesi
233
26
1
7
Fen-Edebiyat Fakültesi
86
143
4
4
Gemi İnş. ve Deniz Bil. Fakültesi
66
5
PROGRAMLAR
1
İTU-KKTC
20
2
İnşaat Fakültesi
364
94
2
21
İşletme Fakültesi
230
156
2
3
Kimya-Metalurji Fakültesi
111
137
Maden Fakültesi
147
56
4
9
Makina Fakültesi
242
26
2
1
Mimarlık Fakültesi
125
225
5
5
Tekstil Tekn. ve Tasarım Fakültesi
19
52
4
4
Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi
110
29
1
5
Konservatuar
56
35
Tekstil Tekn. ve Tas. Fakültesi*
5
23
2
4
* Özel yetenek sınavı ile öğrenci kabul eden moda tasarımı programı öğrencileri
İTÜ’NÜN ABET AKREDİTASYONU BULUNAN PROGRAMLARI
FAKÜLTE ADI
PROGRAM ADI
Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi
Bilgisayar Mühendisliği
Elektrik-Elektronik Fakültesi
Elektrik Mühendisliği
Elektrik-Elektronik Fakültesi
Kontrol Mühendisliği
Gemi ve Deniz Bilimleri Fakültesi
Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği
Gemi ve Deniz Bilimleri Fakültesi
Gemi ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği
İnşaat Fakültesi
Çevre Mühendisliği
İnşaat Fakültesi
Geomatik Mühendisliği
İnşaat Fakültesi
İnşaat Mühendisliği
İşletme Fakültesi
Endüstri Mühendisliği
İşletme Fakültesi
İşletme Mühendisliği
Kimya Metalurji Fakültesi
Gıda Mühendisliği
Kimya Metalurji Fakültesi
Kimya Mühendisliği
Kimya Metalurji Fakültesi
Metalurji ve Malzeme Mühendisliği
Maden Fakültesi
Jeofizik Mühendisliği
Maden Fakültesi
Jeoloji Mühendisliği
Maden Fakültesi
Maden Mühendisliği
Maden Fakültesi
Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği
Makine Fakültesi
İmalat Mühendisliği
Makine Fakültesi
Makine Mühendisliği
Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi
Tekstil Mühendisliği
Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi
Meteoroloji Mühendisliği
Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi
Uçak Mühendisliği
Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi
Uzay Mühendisliği
itü vakfı dergisi 49
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
İTÜ Yerleşkeleri
NEREDE NE VAR?
AYAZAĞA YERLEŞKESİ
A
na yerleşim birimi olan Ayazağa Yerleşkesi,
İstanbul’un yeni iş ve ticaret merkezi konumuna
gelen Maslak bölgesindedir. 247 hektarlık bir alanı
kaplayan Ayazağa Yerleşkesi’nde Rektörlük ve yönetim
birimlerinin yanı sıra 13 fakülteden 8’i ve 5 enstitüden
4’ü bulunmaktadır. Bu kampüste bulunan Mustafa
İnan Merkez Kütüphanesi, Kültür ve Sanat Birliği, Spor
Birliği ve 75. Yıl Öğrenci Sosyal Merkezi Yerleşkesin
yoğun yaşam alanlarıdır. Kampüste bulunan 12 bloktan
oluşan toplamda 576 öğrenci kapasiteli “Gölet Yurtları”,
4 bloktan oluşan toplamda 1424 öğrenci kapasiteli
“Vadi Yurtları”, 3 bloktan oluşan toplamda 384 öğrenci
kapasiteli “Ayazağa Kız Ögrenci Yurdu” ve 3 bloktan
oluşan toplamda 220 öğrenci kapasiteli “Arı, Gök ve
Verda Üründül Yurtları” İTÜ öğrencilerine standartların
ötesinde bir yaşam kalitesi sunmaktadır.
Yerleşkede Yer Alan Birimler
• Rektörlük
• Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi
• Elektrik- Elektronik Fakültesi
• Fen-Edebiyat Fakültesi
• Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi
• İnşaat Fakültesi
• Kimya-Metalurji Fakültesi
• Maden Fakültesi
• Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi
• Fen Bilimleri Enstitüsü
• Enerji Enstitüsü
• Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü
• Bilişim Enstitüsü
• Beden Eğitimi Bölümü
• Kültür Sanat Birliği
• Spor Birliği
50 itü vakfı dergisi
TAŞKIŞLA YERLEŞKESİ
T
aşkışla Yerleşkesi’nde Mimarlık Fakültesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Güzel Sanatlar Bölümü ve
Sürekli Egitim Merkezi bulunmaktadır. İTÜ Geliştirme
Vakfı ile Rektörlüğün kent içi ofislerini de barındıran
bu kampüs, sahip olduğu görkemli tarihi binası ile
dikkati çekmektedir.
Yerleşkede Yer Alan Birimler
• Mimarlık Fakültesi
• Güzel Sanatlar Bölümü
• Sosyal Bilimler Enstitüsü
• Sürekli Eğitim Merkezi
GÜMÜŞSUYU YERLEŞKESİ
G
ümüşsuyu Yerleşkesi, Taşkışla Yerleşkesi ile birlikte
19. Yüzyıl İstanbul’unda en önemli ticaret ve kültür
merkezi olan ve bugün de aynı işlevleri sürdüren
Taksim bölgesindedir. Kampüste, Makine Fakültesi’nin
yanında Kapalı Spor Salonu ile açık hava spor alanları
bulunmaktadır. Kampüsde bulunan 2 adet bloktan
oluşan toplamda 286 öğrenci kapasiteli kız ve erkek
öğrenci yurdu İTÜ öğrencilerine standartların ötesinde
bir yaşam kalitesi sunmaktadır.
Yerleşkede Yer Alan Birimler
• Makina Fakültesi
• Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi
• Gümüşsuyu Spor Merkezi
• Gümüşsuyu Erkek Öğrenci Yurdu
• Gümüşsuyu Kız Öğrenci Yurdu
MAÇKA YERLEŞKESİ
M
açka Yerleşkesi’nde İşletme Fakültesi, İngilizce
Hazırlık Okulu, Türk Müziği Konservatuarı, İTÜ Vakfı
ofisleri ve İTÜ Sosyal Tesisleri bulunmaktadır. Sosyal
tesis, yabancı ve yerli misafirler için otel, lokanta, açık
yüzme havuzu ve tenis kortları olanaklarina sahiptir.
Bu kampüste Üniversiteye ait bir ana okulu ve kreş de
bulunmaktadır. Taşkışla ile Maçka Kampüsleri arasında
bağlantıyı saglayan teleferik servisi, İTÜ öğrencilerine
önemli bir olanak sunmaktadır.
Yerleşkede Yer Alan Birimler
• İşletme Fakültesi
• Yabancı Diller Yüksekokulu
• Türk Musikisi Devlet Konservatuarı
• İTÜ-MİAM (Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar
Merkezi)
• İTÜ Vakfı Ofisleri ve Sosyal Tesisler
TUZLA Yerleşkesi
16.5 hektarlık alana sahip Tuzla Yerleşkesi’nde
modern ekipmanlarla donatılmış eğitim havuzu ile
Denizcilik Fakültesi bulunmaktadır.
YerleşkedeYer Alan Birimler
• Denizcilik Fakültesi
itü vakfı dergisi 51
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Alanında İlk ve Lider
İTÜ Türk Musikisi Devlet
Konservatuvarı
İ
Prof.Adnan Koç
İTÜ TMDK Müdürü
İTÜ Türk Musikisi Devlet
Konservatuarımız, gerek
eğitim-öğretim kadrosuyla
gerek mezunları ile Türkiye’nin
sanat ve müzik alanına yön
veren büyük bir ailesidir.
Bunun neticesinde disiplinler
ve kültürler arası çalışmalara
verdiği önem gereği, küresel
ölçekte yaptığı uluslararası
anlaşmalar ve eğitim işbirlikleri
ile dünyada da yükselen bir
eğitim kurumu olarak dikkat
çekmektedir.
52 itü vakfı dergisi
TÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı,
Atatürk’ün ulusal musikimiz için ortaya
koyduğu ana ilkenin gerçek anlamı doğrultusunda,”Türk Musikisini devlet katında
belgelemek, örneklemek, araştırmak, yaymak ve çağdaş müzikteki yerini almasını
sağlayacak çalışmalar yapmak” amacıyla
1975 yılında Türk Musikisi alanında Türkiye’de kurulan ilk ve lider konservatuardır.
Alanında öncü olmasının sorumluluğu ve
bilinci ile örnek bir kurum olarak Türk Müziği’ni geliştirmek ve 21.yüzyıla layıkıyla taşımak parolasıyla yoluna devam eden Konservatuarımız; özünden kopmadan kendi
kültürünü bilen, gerek Türk Müziği gerek
Avrupa kaynaklı müzik ile amacına yönelik
çalışmalar yapan, sanatsal özelliklerin yanı
sıra bilimsel çalışmalara önem veren, yenilikçi anlayışıyla her yönden kendini donatan
ve güncelleyen; ’değerler’ yetiştirmektedir.
Bu iklimi soluyanlar; Konservatuarını, Türk
Müziğini, Üniversitesini ve milletini küresel
düzeyde layık olduğu yere yükseltmek ve
daima ileriye gitmek gibi ulvi amaçlarından
asla taviz vermemektedirler.
Eğitimlerini başarıyla tamamlayan mezunlarımız, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye
Radyo Televizyonu vb. devlet kurumları
bünyesindeki koro, topluluk ve orkestralarda Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği
ses ve saz sanatçısı, dansçı, çalgı yapımcısı, tonmayster, besteci, aranjör, müzikolog,
teorisyen, araştırmacı, üniversitelerde öğretim elemanı, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen ve diğer örgün/yaygın eğitim kurumlarında toplumsal aktörler olarak
etkin rol oynamaktadırlar.
İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarımız,
gerek eğitim-öğretim kadrosuyla gerek mezunları ile Türkiye’nin sanat ve müzik alanına yön veren büyük bir ailesidir. Bunun
neticesinde disiplinler ve kültürler arası
çalışmalara verdiği önem gereği, küresel
ölçekte yaptığı uluslararası anlaşmalar ve
eğitim işbirlikleri ile dünyada da yükselen
bir eğitim kurumu olarak dikkat çekmektedir. Bu nedenle “İTÜ Türk Musiki Devlet
Konservatuarlı olmak bir ayrıcalıktır.”
TMDK’nın İTÜ’ye Bağlanması
1982’de devlet konservatuarlarının Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) kapsamına
alınıp üniversitelere bağlanması sırasında
Türk Musikisi Devlet Konservatuarı, Prof.
Ercüment Berker’in çalışmaları ile İstanbul
Teknik Üniversitesi’ne bağlanmıştır. Bu yıldan itibaren sırasıyla Prof.Lütfi Zeren, Prof.
Fikret Değerli, Prof.Yalçın Tura, Prof.Dr.Can
Etili Ökten, Prof Dr.Lale Berköz ve Prof.Dr.
Cihat Aşkın müdürlük görevi yapmıştır.
Kurulduğu yılda Çalgı Eğitimi, Ses Eğitimi
ve Temel Bilimler olmak üzere 3 bölüm ile
eğitim-öğretime başlayan İTÜ TMDK, günümüzde Anasanat ve Anabilim Dalı kap-
Prof. Dr. Cihat Aşkın
İstanbul Teknik Üniversitesi çatısı
altında yurdumuzda, ilk defa
Müzikoloji ve Müzik Teorisi Doktora
Programlarının ortaklaşa yürüttüğü
doktora programıyla İTÜ’nün
amaçlarına uygun olarak çağdaş,
uluslararası düzeyde lisansüstü
eğitim vermeye devam edilmektedir
samında 7 bölüm ile hizmet vermektedir.
Çalgı Bölümü- Çalgı Anasanat Dalı altında
28 çalgı programı, Müzik Teknolojileri Bölümü-Müzik Teknolojileri Anabilim Dalı’nda
Çalgı Yapım ve Ses Tasarımı Programları,
Ses Eğitimi Bölümü-Türk Sanat Müziği ve
Türk Halk Müziği Programları, Türk Halk
Oyunlara, Müzik Teorisi, Müzikoloji ve Kompozisyon Bölümleri’nde ise bölümle aynı
ada sahip birer program ile eğitim-öğretim
sürdürülmektedir.
Uluslararası Düzeyde Yüksek Lisans ve
Doktora Programları
1986 yılında İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı olarak başlayan Türk Sanat
Müziği ve Türk Halk Müziği Yüksek Lisans
Programlarına 1988 yılında aynı enstitüye
bağlı sanatta yeterlik programlarının eklenmesi, Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nın akademik yapılanmasına da olanak
sağlamıştır. Bugün birçok kurumda yardımcı doçent, doçent ve profesör olarak görev
yapan akademisyenler bu programlardan
yetişmiştir.
2001 yılından itibaren başlayan lisanüstü
yeniden yapılanma çalışmaları ile İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde Müzikoloji yüksek lisans programı, Müzik Teorisi
ve Kompozisyon yüksek lisans programı
hizmet vermeye başlamıştır. 2013’de
hazırlıkları tamamlanmış olan Çalgı-Ses
yüksek lisans programı ise 2013-2014
eğitim-öğretim yılında öğrenci kabulüne
başlayacaktır. Bunlarla beraber İstanbul
Teknik Üniversitesi çatısı altında yurdumuzda, ilk defa Müzikoloji ve Müzik Teorisi Doktora Programlarının ortaklaşa
yürüttüğü doktora programıyla İTÜ’nün
amaçlarına uygun olarak çağdaş, uluslararası düzeyde lisansüstü eğitim vermeye devam edilmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Hakan Şensoy
Alanında öncü olmasının
sorumluluğu ve bilinci ile örnek
bir kurum olarak Türk Müziği’ni
geliştirmek ve 21.yüzyıla layıkıyla
taşımak parolasıyla yoluna devam
eden Konservatuarımız; özünden
kopmadan kendi kültürünü bilen,
gerek Türk Müziği gerek Avrupa
kaynaklı müzik ile amacına
yönelik çalışmalar yapan, sanatsal
özelliklerin yanı sıra bilimsel
çalışmalara önem veren, yenilikçi
anlayışıyla her yönden kendini
donatan ve güncelleyen; ’değerler’
yetiştirmektedir.
itü vakfı dergisi 53
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Müzik Eğitiminde Bir Öncü:
İTÜ MIAM
Prof. Şehvar Beşiroğlu
İTÜ MİAM Müdürü
MIAM; ABD, İngiltere,
Yeni Zelanda, Yunanistan
ve Türkiye’den oluşan
güçlü uluslararası akademik
kadrosuyla %100 İngilizce
olarak verilen müzik eğitimi
ile Türkiye’de bir ilki
gerçekleştirmiştir.
K
uruluşunun 15. yılında olan İTÜ Dr.
Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar
Merkezi, bu süreçte Türkiye’de
Sosyal Bililmler Enstitiüsü’ne bağlı Müzik
lisansüstü programları ile müzik eğitiminde
önemli bir merkez haline gelmiştir. MIAM;
ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Yunanistan
ve Türkiye’den oluşan güçlü uluslararası
akademik kadrosuyla %100 İngilizce
olarak verilen müzik eğitimi ile Türkiye’de
bir ilki gerçekleştirmiştir.
21. yüzyılın ihtiyaçları yönünde müziğin
farklı alanlarına odaklanan eğitimi ile,
gerek akademik dünyaya gerekse
sektöre hizmet eden bir yapı kazanmıştır.
Ses
mühendisliği,
sonik
sanatlar,
54 itü vakfı dergisi
kompozisyon, müzik teorisi, performans,
şeflik, etnomüzikoloji, tarihsel müzikoloji,
oda müziği, barok müzik ve müzik
işletmeciliği; MIAM’ın odaklandığı başlıca
alanları oluşturmaktadır. Henüz 15 yıllık
bir kurum olmasına rağmen, gerek ABD
ve Avrupa’da, gerekse Türkiye’nin önde
gelen üniversitelerinde MIAM mezunu
akademisyenler bu eğitim ekolünü devam
ettirmektedirler. Çağdaş teknoloji ile
donatılmış MIAM Stüdyosu ve ülkenin
en zengin kataloglarından birine sahip
olan MIAM Müzik Kütüphanesi, eğitim
kalitesini yükselten, öğrencilerin ve
akademisyenlerin hizmetine sunulmuş
önemli imkanlardır.
1999 yılında Prof.Dr. Gülsün Sağlamer
öncülüğünde, Dr. Erol Üçer’in bağışı ile
Prof.Dr.Cihat Aşkın ve Prof. Dr. Kamran
İnce tarafından kurulmuş olan Araştırma
Merkezi ve Müzik Programları, 2012
yılından bu yana müdürlük görevini devr
alan Prof. Şehvar Beşiroğlu ve yardımcısı
Yrd.Doç. Dr. Yelda Özgen Öztürk tarafından
yöneltilmektedir. Her geçen yıl öğrenci ve
öğretim üyesi profilini yükseltmekte olan
MIAM, çağdaş müziğin yanısıra, Türk
müziği temelinde uluslararası çalışmaların
da ön planda olduğu bir kurumdur. Her
dönem Avrupa’dan ve Amerika’dan
araştırmaya gelen değişim programı
öğrencilerine ev sahipliği yapmaktadır.
Doğunun makamsal müziğini, batının
çağdaş tınılarıyla sentezleyen merkez,
bu konuda Türkiye’de öncü bir rol de
üstlenmektedir.
MIAM, akademik başarısının yanı sıra,
dikkat çeken etkinlik dizileriyle de öne
çıkan bir kurumdur. MIAMSunar adlı
serilerde günümüzün parlayan sanatçıları
konser
ve
atölyelerde
öğrencilerle
buluşurken, aynı zamanda eğitim planı
çerçevesindeki öğrenci resitalleri çağdaş
müziğin tınılarını izleyicilere sunmaktadır.
Ülkemizin iki çok değerli müzik ve müzik
bilimi insanının isminin verildiği İlhan
Usmanbaş Konser Salonu ve Cevad
Memduh Altar Seminer Salonu, gerek
Türkiye’den gerekse yurtdışından önemli
sanatçı ve akademisyenlere ev sahipliği
yapmaktadır.
MIAM’da eğitim gören bir öğrencinin
en büyük avantajı, müziğin her alanına
dokunan bir eğitim planıyla mezuniyetini
tamamlamasıdır. Bir mezun, batı müziği
teorisi ve tarihini öğrenirken, dünya
müziklerini ve Türk Makam müziği’ni de
öğrenip, araştırabilmektedir. Tüm bunlar
ile birlikte müziğin son teknolojileriyle
tanışıp, müzik işletmeciliğinin esaslarını
da öğrenebilmekte, sektörün ihtiyaçlarının
farkına
olabilmektedir.
Bu
imkanlar
sayesinde müzik alanında vizyoner
ve çağının ötesini görebilen mezunlar
yetiştiren MIAM, ülkemizin önde gelen
akademik merkezlerinden biri olma
özelliğini taşımaktadır.
İTÜ VAKIF VE DERNEKLER
İTÜ VAKIF VE DERNEKLERİ
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR KONSEYİ
İTÜ Mezunlarla İletişim Ofisi
Rektörlük Eski Bina
Ayazağa Yerleşkesi, 34469 Maslak-İstanbul
Tel. 0212 285 30 80 e-posta: [email protected] www.mbs.edu.tr
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTELİLER BİRLİĞİ ve
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTELİLER BİRLİĞİ VAKFI
Merkez: Büklüm Sokak No: 71 06700 – Kavaklıdere – ANKARA
Tel: +90 312 428 52 63 – 428 53 73
Fax: +90 312 428 53 74 e-posta: [email protected]
Web: http://www.itubirlik.org.tr/
İstanbul Şubesi
Adres: Sıraselviler Caddesi No: 10/6 – Beyoğlu – İSTANBUL
Tel: +90 212 244 30 66
İzmir Şubesi
Adres: Cumhuriyet Bulvarı No:134 Kat:3 – Pasaport – İZMİR
Tel: +90 232 489 40 26 – FAKS: +90 232 489 61 46
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ VAKFI
İTÜ Maçka Yerleşkesi
Adres: Teşvikiye, 34367-İSTANBUL
Tel: 0212 230 73 71 – 296 31 47 – 246 64 05 Fax. 231 46 33
e-posta: [email protected] www.ituvakif.org.tr
İTÜ MEZUNLAR DERNEĞİ
İTÜ Ayazağa Yerleşkesi
Süleyman Demirel Kültür Merkezi No. 1/3
Maslak-İstanbul Tel.0212 328 34 54 3 Hat, Fax. 0212 328 34 57
e-posta: [email protected]
www.itumd.org.tr
GAZİANTEP İTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ
BURSA İTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SPOR KULÜBÜ
Ayazağa Yerleşkesi Maslak 34469 İstanbul
Tel. 0212 285 36 55 Fax. 0212 285 31 72
www.ituspor.org.tr
İTÜ SPOR KLÜBÜNÜ KORUMA VAKFI
Ayazağa Yerleşkesi Maslak 34469 İstanbul
İTÜ İLERİ ELEKTRONİK TEKNOLOJİLERİ ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME (İTÜ-ETA) VAKFI
Ayazağa Yerleşkesi
Arı 2 Teknokent A Blok 3-3
34469 Maslak-İstanbul
Tel. 0212 663 88 07 Fax. 0212 663 89 29
İTÜ GELİŞTİRME VAKFI
İTÜ Ayazağa Yerleşkesi, Koru Yolu ARI 3 Binası
No. B204 34 496 Maslak-İstanbul
Tel. 0212 285 26 44-45
e-posta:[email protected]
İTÜ MEZUNLAR DERNEĞİ-USA
İletişim: [email protected]
[email protected] www.itumdusa.org
itü vakfı dergisi 55
İTÜ BUGÜN VE GELECEK
Tablo -2 devamı
56 itü vakfı dergisi
itü vakfı dergisi 57
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
Bir Anıt:
“TAŞKIŞLA”
Taşkışla binası 1983
yılında, Eski Eserler ve Anıtlar
Yüksek Kurulu’nca, “aynen
korunacak” birinci sınıf tarihi
eser olarak tescil edilmiş, karar
Resmi Gazete’de yayınlanarak
kesinleşmişti. Bu tescile rağmen,
1984 yılında dönemin Hükümeti
Taşkışla’yı otel yapma kararı
alarak İTÜ Rektörlüğü’nden binayı
boşaltmasını ve teslimini talep
etmişti. Bunun üzerine, birinci
sınıf “aynen korunacak” bir tarihi
eser, aynı zamanda İTÜ’nün
simgesi olan Taşkışla binasının
otel yapılmasına karşı çıkan bir
grup İTÜ öğretim üyesi (Prof.Dr.
Erol Kulaksızoğlu, Prof.Dr.Yıldız
Sey, Prof.Dr. Afife Batur, Prof.Dr
Zeynep Ahunbay), ilgili merciler
nezdinde yapmış oldukları tüm
başvuru ve uyarıların yanıtsız
kalması üzerine 1988’de İstanbul
İdare Mahkemesi’ne bir iptal
davası açmışlar, TMMOB
Mimarlar Odası da öğretim
üyelerini destekleyerek aynı
konuda paralel iptal davası açmış,
İnşaat Mühendisleri Odası’da
müdahil olarak davaya katılmıştı.
1989’da Taşkışla binasının
aynen korunması kararına aykırı
proje onayı ve tarihi eserin otele
dönüştürülmesi ile ilgili tüm
idari işlemler mahkemece iptal
edilmiş, konu İTÜ’nün zaferi ile
sonuçlanmıştı. İTÜ’nün yakın
tarihinde önemli yer tutan bu
olayı irdeleyen ve o dönemde
İTÜ Vakfı Dergisi’nde yayımlanan
yazıları, hafızalarımızı tazelemek,
yeni kuşakların dikkatine sunmak
üzere bu sayımıza da aldık…
58 itü vakfı dergisi
B
ugünkü Taşkışla binasının bulunduğu, Boğaz’a açılan vadinin yamaçlarında, 1846 yılında padişahın emri ile bir Tıp Fakültesi Hastanesi
yapılması kararlaştırılmış. Bu emre göre,
hastahane üç yüz öğrenci, iki yüz hasta
alacak şeklide planlanacak, ayrıca bina
içinde büyük koğuşlar, orta yerinde iki
minareli bir cami, padişah dairesi, saat
kulesi ve iki havuz bulunacaktır. Bina,
saltanatın şanına yakışır şeklide olması
şartı ile , hekimbaşı nezaretinde, devlet
binaları kalfalarından İstefan Kalfa’ya
yaptırılacak, ancak ünlü İngiliz mimar J.
Smith’in de bilgilerinden yararlanılacaktır. (1)
Aynı yıl, başta padişah olmak üzere bütün
nazırlar ve davetlilerin bulunduğu bir törenle binanın temeli atılmış, bina ile ilgili projelerin hazırlanması ve uygulanması, Beyoğlu-Galatasaray’daki İngiliz Başkonsolosluk
binasını yapan ünlü Mimar Charles Barry’nin direktifleri altında, Mimar J. Smith tarafından yapılmıştır. Bina Anglo-İtalyan Rönesans mimarisi üslubunda inşa edilmiştir.
1846 yılında yapımına başlanan binanın
inşaatı 1852 yılına kadar devam etmiştir,
1853’te Osmanlı Devleti’nin, İngiltere ve
Fransa ile Rusya’ya karşı anlaşma imzala-
Prof. Emin Onat ve Prof. Paul Bonatz gibi ünlü mimar
hocaların elinde, dünyanın en güzel restorasyon
örneklerinden birini oluşturacak şekilde ve üniversite
işlevine uygun olarak yeniden yaratılmış olan bu
çalışma, eski bir yapının yeniden kullanımının en
güzel örneklerinden biri olarak mimarlık literatürüne
geçmiştir.
ması sonucu Kırım Savaşı başlamıştır. Büyük masraflarla inşa edilen Taşkışla binası bitirildikten sonra bir süre boş bırakılmış, Kırım
Savaşı sırasında müttefik kuvvetlerin askerlerine hastane olarak
tahsis edilmiştir.
Savaşın bitmesi üzerine Fransız askerleri binayı terk etmiş, bunun
üzerine uzun süre boş kalan bina, harap bir şekilde yıkılmaya yüz
tutmuştur. (1)
1860 yılında Sultan Abdülmecit’in ölümü üzerine yerine Sultan Abdülaziz geçmiş, bu denli güzel bir binanın harap bir şekilde bırakılmayacağını söyleyerek, onarım için emir vermiştir. Son durumu
yakından görmek için kışlaya gelen Padişah, onarım çalışmalarını beğenmiş ve binanın adının Mecidiye Kışlası olarak kalmasını
istemiş, Mecidiye Kışlası ile civar karakol taburlarında bulunan
askerlere dağıtılmak üzere 657 kese akçe bağışlamıştır.
1861 yılındaki bu onarıma ait kitabe bugün Taşkışla binasının giriş
holünde bulunmaktadır.
Aynı dönem içinde Taksim ve civarında birlikler için başka kışlaların da yapıldığı, eskilerinin onarıldığı belgelerden anlaşılıyor.
Ancak Cumhuriyet döneminde Taksim çevresinin giderek yapılaşması ve bu yörenin talim yeri olmaktan çıkıp, yoğun bir yerleşim
bölgesine dönüşmesi sonucu kışla binaları işlevlerini kaybetmiştir.
Uzun yıllar askerlik tarihimizin bir parçası olarak yaşamış, 31 Mart
dahil birçok olaya sahne olmuş (3) “Mecidiye Kışlası” bugünkü
adı ile Taşkışla, 1943 yılında Maarif Vekilliği’ne tahsis edilmiş, aynı
yıl binanın İTÜ’ye tahsisi konusunda girişimlerde bulunulmuş, Ord.
Prof. Emin Onat, zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel,
M.E.B Teknik Eğitim Müsteşarı Rüştü Uzel ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, binanın İTÜ’ye tahsisinin gerçekleşmesini sağlamışlardır.
Tamamen harap bir şekilde Yüksek Mühendis Mektebi’ne (İTÜ)
teslim edilen binanın, yıkılarak yerine yeni bir bina yapılması önerilerine, o zaman İstanbul’da yaşamakta olan ünlü Alman Mimar
Paul Bonatz karşı çıkmış, bunun üzerine, Ord. Prof. Emin Onat ve
Prof. P. Bonatz binanın restorasyonu ile ilgili iç düzenleme projeleri
hazırlamışlardır.
Restorasyon sırasında ilke olarak binanın dışına dokunulmamış,
iç düzenlemeler ise binanın ana mekan şemasını bozmayacak
şekilde yapılmıştır.
Prof. Emin Onat ve Prof. P. Bonatz gibi ünlü mimarların elinde, dünyanın en güzel restorasyon örneklerinden birini oluşturacak şekilde ve üniversite işlevine uygun olarak yeniden yaratılmış olan bu
çalışma, eski bir yapının yeniden kullanımının en güzel örneklerinden biri olarak mimarlık literatürüne geçmiştir. (3)
1943-1950 yılları arasında süren restorasyon çalışmalarından
sonra, 1950 yılında Mimarlık ve İnşaat Fakültesi ile Rektörlük binaya yerleşmiş, bina İTÜ tarafından kullanılmaya başlanmıştır.
1960’lı yıllara gelindiğinde, büyüme sıkıntıları başlayan İTÜ, bünyesindeki birimlerin geleceğe dönük programlanması amacı ile
Ayazağa’da bir Yerleşke kurmayı kararlaştırmıştır. 1980’den itibaren Yerleşkee yerleşmeye başlayan İTÜ’nün, kent içindeki binalarını terk edeceği düşünülerek, Taşkışla binasının zaman zaman
Milli Savunma’ya Adalet Bakanlığı’na TÜBİTAK’a, Resim ve Heykel
Müzesi’ne tahsisi konusunda değişik kararlar alınıp kaldırılmıştır.
“Kendine özgü insanı saran bir gücü var bu yapının. Bir
katedralde olduğu gibi bir melodi yayılıyor çevreye. Bu uzun
koridorlarda tıpkı Vatikan ya da Louvre’da olduğu gibi insanı
saran, etkileyeci bir güç var. Sanki bu galeride gençlere şu
çağrı yapılıyor. Sen bu topluluğa katılma şansına sahipsin.
Bunun değerini bil...” Alman mimarlık dergisi Baumeister’in
1950 Ağustosunda yayımlanan sayısında
Prof. Paul Bonatz Taşkışla’yı böyle tanımlıyor.
1983 yılında, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nca, Taşkışla binası “aynen korunacak” birinci sınıf tarihi eser olarak tescil
edilmiş, karar Resmi Gazete’de yayınlanarak kesinleşmiştir. 1984
yılında ise Hükümet Taşkışla’yı otel yapma kararı alarak İTÜ Rektörlüğünden binayı boşaltmasını ve teslimini talep etmiştir.
1986’da, binada eğitim devam ettiği halde, Taşkışla’yı otel yapmak amacıyla kiralayan firma bina içinde ve dışında inşaata başlamıştır. Sonuçta İTÜ Öğretim Üyelerinden bir grup, Taşkışla’daki otel inşaatının durdurulması konusunda 1988 yılında İstanbul
İdare Mahkemesi’ne bir iptal davası açmışlar, açılan dava 1989
yılında sonuçlanmış ve Taşkışla binasının otele dönüştürülmesi ile
ilgili tüm idari işlemler mahkemece iptal edilmiştir.
1-Prof.H.Kemali Söylemezoğlu (İTÜ Mim.Fak.Emekli Öğretim Üyesi,
Taşkışla ile ilgili Osmanlı dönemine ait belgelerin incelenmesi).
2- İffet Orbay-(Yüksek Lisans Tezi).
3- Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu (Taşkışla davasına ait belgeler).
İTÜ Vakfı Dergisi, Yıl: 1989, Sayı: 2.
itü vakfı dergisi 59
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
İTÜ Taşkışla Davasının Kazanılması Paralelinde
İTÜ Kentiçi Binalarının
Korunması ve En İyi Şekilde
Değerlendirilmesi Sorunu
Prof.Dr. Erol Kulaksızoğlu
İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi
İ
TÜ Taşkışla binasının korunması ve İTÜ’de kalması amacıyla
açmış olduğumuz dava sonuçlanmış ve T.C. İstanbul 3 Nolu İdare
Mahkemesi, 30.5.1989 gün, 1989/667 sayılı kararıyla tarihi Taşkışla
binasının aynen korunması kararına aykırı proje onayı ve tarihi eserin
otele dönüştürülmesi ile ilgili tüm idari işlemleri iptal etmiştir.
Bu karar 17.7.1989 itibariyle bizlere iletilmiş bulunmaktadır. Bu
kararın bir kopyası 24 Temmuz 1989’da İTÜ Sayın Rektörü’ne
sunulmuştur.
Bilindiği üzere, birinci sınıf “aynen korunacak” tarihi eser aynı
zamanda İTÜ’nün simgesi olan Taşkışla binasının otel yapılmasına
karşı çıkan bir grup İTÜ Öğretim üyesi olarak bizler, Prof. Dr. Erol
Kulaksızoğlu, Prof. Dr. Yıldız Sey, Prof. Dr. Afife Batur, Prof. Dr.
Zeynep Ahunbay, ilgili merciler nezdinde yapmış olduğumuz tüm
başvuru ve uyarıların yanıtsız kalması üzerine, 13.6.1988’de bu
davayı açmıştık. TMMOB Mimarlar Odası’da bizleri destekleyerek
aynı konuda paralel iptal davası açmış İnşaat Mühendisleri Odası
da müdahil olarak davaya katılmıştı.
Bu dönüm noktasında, aşağıdaki hususların bilinmesi ve üzerinde
önemle durulması gerekmektedir:
• İTÜ Rektörü Sayın İlhan Kayan, bir süre önce kendisini ziyaret
eden öğretim üyelerine verdiği sözü tutmuş, dava kazanılınca derhal
Maliye ve Gümrük Bakanlığı’na yazılı başvuruda bulunarak Taşkışla
binasında eğitim işlevinin sürdürülmekte olduğunu, bu nedenle de
mülkiyetinin İTÜ’ye devrini talep etmiştir.
• Taşkışla üzerinde İTÜ’nün yasal hakları bakımından Taşkışla’da
eğitim amaçlı işlevin sürdürülmesi çok önemlidir. Bu husus,
Taşkışla’nın İTÜ’de kalmasının da ön koşuludur.
• Taşkışla’da eğitim amaçlı işlevin sürdürülmesi ve İTÜ’de kalması
İstanbul Anakent Belediyesi’nce de desteklenmektedir. Bunun kanıtı
olarak İstanbul Anakent Belediye Meclis, 25 Temmuz 1989 gün ve
6 sayılı birleşiminde, İTÜ Taşkışla binasının otel olarak kullanılması
hakkındaki 1/500’lik imar planı değişikliğini iptal ederek, “Taşkışla
binasının kent bütününe hizmet edecek ve aynı zamanda eğitim,
kültür, sanat, işlevini yerine getirecek İTÜ Merkez binası olarak
kullanılabileceği şeklinde plan kararı almıştır.
• Diğer yandan, halen Taşkışla’da eğitim hizmeti veren ve kent
içinde kalması kararlaşmış iki fakülteden biri olan İTÜ Mimarlık
Fakültesi’nin, bu binadan çıkarılarak Maçka Kışlası’na nakledilmesini,
Taşkışla’nın İTÜ’de kalması paralelinde gereksiz gören Mimarlık
Fakültesi’ne mensup 105 öğretim üye ve yardımcısı, bu nakil işinin
artık durdurulması için Rektörlüğe mektup göndererek başvurmuş
bulunmaktadırlar.
• Davayı kazanan bizlerin önerisi üzerine ve tüm bu gelişmeleri de
dikkate alarak, İTÜ Yönetim Kurulu, Taşkışla ve dolayısıyla İTÜ kent
içi binalarının kullanımları, aynı zamanda ek kültür ve sanat işlevleri
doğrultusunda yeniden değerlendirmeleri amacıyla komisyon
60 itü vakfı dergisi
kurmuş, komisyon raporunu tamamlamış ve Rektörlüğe
sunmuştur. Bu dönüm noktasında yukarıda sıralanan bu
gelişmeler şöyle yorumlanabilir:
• Taşkışla davası sonuçlanmış ve
bu tarihi eserin otel
yapılamayacağı kanıtlanmıştır.
• İstanbul Anakent belediyesi de bu konuda yanlış kararını
düzeltmiş, Taşkışla’nın İTÜ Merkez Binası olarak kalması ayrıca
kent bütününe kültür ve sanat hizmeti vermesini karar altına
almıştır.
• Bu son durumlar, İTÜ ve kent için yepyeni ve çok tutarlı akılcı
bir doğrultu belirlemektedir. Bütün bu güzel ve doğru şeylerin
gerçekleşmesinde doğal olarak başta İTÜ rektörlüğün ve tüm
İTÜ’lülere
büyük sorumluluklar düşmekte bilinçli çabalar
gerekmektedir.
Tarihi geçmişine sahip çıkma, bunun paralelinde kent içindeki
varlığını çok daha iyi bir şekilde değerlendirerek sürdürme
çabasında tüm İTÜ’lülere dayanışma ve başarılar dilerim.
İTÜ Vakfı Dergisi, Yıl: 1989, Sayı: 2
Kültür Uzun,
Para Kısadır
Doç. Dr. Mete Tapan
İTÜ Mimarlık Fakültesi
Ekmek gibi, insanı yaşatan öğelerden biri
de, insanın yaşadığı çevrede ayakta kalan
kültür simgeleridir. İnsan bu simgelerde
geçmişini, geleceğini yaşar. Bu simgelere saygı
gösterilmemişse, toplum bireylerinin değerleri
sarsılır. Toplumu toplum yapan, bu kültürel
simgelerin toplum bireyleri tarafından ortaklaşa
paylaşılmasıdır. Zaman zaman bu simgeler
bir padişahlığın ihtişamını gösteren saraylar
gibi simgeler de olabilir. Ama yine de bunlar
yıkılmaz…
2
1 Temmuz 1986, İTÜ’lülerin unutamayacağı bir gün olacak.
Teknik Üniversite’nin simgesi, tarihi Taşkışla, beş yıldızlı
otel olmak üzere otel girişimcilerinin eline teslim edildi.
Büyük hocaların, başbakanların, işadamlarının yetiştiği
bu kutsal bina, feleğin cilvesi olsa gerek yine İTÜ’lüler tarafından
terk ediliyor. İnsanın güleceği geliyor, sonra da ağlayacağı…
Niçin, ne uğruna böyle bir olay oldu? Kimlerin yararı var bu
işte? Kanımca, bu işte tek yararı olacak olan otel girişimcisidir.
Ne yapalım, günün ekonomik yapısı bu tür tek yanlı yararların da
sağlanmasına olanak veriyor.
İstanbul, belki de Türkiye’de beş yıldızlı otele en gereksinme
duyulan kenttir. Ama bu gereksinmenin giderilmesinde kültür
simgelerimizin yok olması düşünülmemeliydi. Kültürel simgeleri
yaratmak uzun yıllar ister, ama beş yıldızlı oteli yapmak için salt
para yeterlidir. Parayı ve pazarı buldun mu, beş yıldızı takarsın
otelin kapısına, bu iş bu kadar basittir. Ama kültürlerin simge
haline gelmiş binalarla anılması o kadar basit olmaz.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında sadece 15 olan mühendis sayısını
bugün on binlere getiren teknik eğitim seferberliğinin temel
taşı olan bina, tarihi Taşkışla’mız elden gitti. Gerçekten 21
Temmuz günü içim burkuldu. Acaba akademik giysilerimizle
Taksim’de sessiz bir yürüyüş yapıp çelenk mi koysaydık,
yoksa üniversitede yapılan töreni protesto mu etseydik?
Sonra düşündüm, bunların bugünkü ortam içinde yapılması
yarar getirmez. Ama yine de duramadım, belki bir gün tarihi
bir belge olur diye bu yazıyı yazdım.
Amaç kimseyi suçlamak değil. Burada suçlanması gereken,
kültür sürekliliğine gösterilen bilinçsiz saygısızlıktır.
Niçin bilinçsiz? Herkesin iyi niyetli olduğuna inanıyorum da
ondan. Bugün bu tür kararı veren kişilerle benzer başka
konularda konuşma fırsatı buldunuz mu, bakıyorsunuz
onlar da sizin gibi düşünebiliyor… Umutlanıyor insan. Ama
bugünkü ekonomik model zaman zaman çok acımasız
oluyor. Bu model, kültür sürekliliğini, toplumsal yarar bilincini
bir yana itiyor ve en çok kar getiren davranışın peşinden
gidiyor. Böyle tarihi bir binayı, içinde bugün 1200 öğrenciyi
barındıran, mimarlık eğitimi için ideal olan bir yapıtı, her türlü
mimari zorlamayla otele dönüştürmek, kültür sürekliliğine
inanmamak demektir. Kuşkusuz binanın dış görünümü,
hatta bazı iç mekanları otelle ilgili restorasyon çalışmalarında
korunacaktır. Ancak kültür sürekliliği binanın salt fiziksel
korunmasıyla sağlanamaz. Binanın vermiş olduğu hizmetin
de korunabilmesi kültür sürekliliğini bütünleştirir. Bu
nedenle Çırağan Sarayı’nın otele dönüştürmesiyle, Taşkışla
gibi bugün kültürel hizmet veren bir yapının otele çevrilmesi
farklı olgulardır. Ekmek gibi, insanı yaşatan öğelerden
biri de, insanın yaşadığı çevrede ayakta kalan kültür
simgeleridir. İnsan bu simgelerde geçmişini, geleceğini
yaşar. Bu simgelere saygı gösterilmemişse, toplum
bireylerinin değerleri sarsılır. Toplumu toplum yapan, bu
kültürel simgelerin toplum bireyleri tarafından ortaklaşa
paylaşılmasıdır. Zaman zaman bu simgeler bir padişahlığın
ihtişamını gösteren saraylar gibi simgeler de olabilir. Ama
yine de bunlar yıkılmaz.
Bunun en iyi örneğini, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye
Cumhuriyeti’ne geçişte yaşadık. Atatürk, Cumhuriyet’i
kurarken Dolmabahçe Sarayı’nı yıkmayı düşünmedi,
ama saltanatı yıktı, yeni Türk devletini kurdu. Yeni devleti
kurarken Atatürk yine de toplum için saltanat simgesi
itü vakfı dergisi 61
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
olan Dolmabahçe’yi zaman zaman kullandı ve orada son
nefesini verdi. Çünkü Atatürk halkın kültürel simgelerden
koparılamayacağına, ancak yeni çağdaş kültür öğeleriyle
beslenmesinin gereğine inanmıştı.
Değişen toplum, değişen değer sistemleri yeni kültür simgelerini
de beraberinde getirdi. Yenilik, hiçbir zaman eskiyi yok ederek
değil, eskiyle beraber, onu özümseyerek, onu anlayarak gelir.
Yoksa taklitçilik (seçmecilik) alır yeniliğin, çağdaşlaşmanın
yerini. Taşkışla da, kanımca bir taklitçilik örneğinin kurbanı
oldu. Emin Onat’ların, Mukbil Gökdoğan’ların, Kemali
Söylemezoğulları’nın, Hamid Dilgan’ların, Said Kuran’ların,
Holzmeister’lerin, Bonatz’ların büyük güçlüklerle yarattıkları,
yoktan var ettikleri okul bir günde beş yıldızlı otel girişimcisine
teslim edildi. Avrupa’da yukarıda birkaçının ismini saydığım
kişiler benzeri hocaların büstleri kendi üniversitelerinin giriş
hollerinde yer alır… Acaba bizler otel yaptığımız Taşkışla’nın
Son Defa Taşkışla
Doç. Dr. Mete Tapan
İTÜ Mimarlık Fakültesi
“Aslında itirazlar birkaç profesörden kaynaklanıyor. Onlar
denize nazır odalarından çıkmamak için bu direnişi
gösteriyorlar…” (Topaz, Mayıs 1987, Selim Edes, Enka
İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı) Sayın Edes, maalesef
çok yanılıyorsunuz. Hem de yanıldığınızı bile bile. Yaklaşık
beş ay evvel Mimarlık Fakültesi’ne gelip bizlerle bu konuda
konuştunuz ve hatta bizlere Taşkışla’nın otel olmasıyla ilgili
çalışmalarda işbirliği önerisinde bulundunuz. O gün bizlerin
ne düşündüğünü, Taşkışla’nın İTÜ ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
mühendisleri ve mimarları için ne ifade ettiğini açıklamış, bu
işten vazgeçilmesinin tarihi bir misyon olduğunu vurgulamıştık.
Sayın Edes, direnen mirenen
yok, fazla endişelenmeyin,
ayrıca direnme sözcüğünü
de hiç yerinde bulmuyorum.
Ama bir ülkenin ortak
kültür değerleri Atatürkçü
kuşakların
gözünün
önünde yabancı şirketlere
peşkeş çekiliyor ve kültür
değerlerimiz bir bir yok
oluyorsa, bizlerin susmasını
beklemeniz de “safdillik”
olur.
Her şeyi parayla ölçmek,
hem de dolarla ölçmek,
gerçekten Atatürk ilkelerine
inanmış, onun çağdaşlaşma konusundaki özdeyişlerini
kendilerine bayrak yapmış kişileri çok üzüyor. Çok şükür Türk
vatandaşı olarak, Türk pasaportu taşıyorum. Gönlüm Türk
parasıyla iş yapmak istiyor, dolarla markla değil Sayın Edes.
“Mimar Sinan’ın hayatında yaptığı kubbe sayısı 176. Bizim
Aldiyana’da yaptığımız kubbeler de 176 tane.” (Selim Edes,
Topaz Dergisi, Mayıs 1987.) Böyle bir kıyaslama, acaba
Eska’nın becerisini mi vurguluyor, ne yalan söyleyeyim tam
çıkaramadım. Ama Sinan gibi bir dâhiyi ve yapıtlarını bu
kadar hafife almak, kültür politikalarımızı tekrardan gözden
geçirmemiz gerektiğini gösteriyor. Kısa bir süre içinde ülkenin
önemli inşaat şirketleri arasına giren Eska Yönetim Kurulu’nun
en yetkili kişisinin tarih ve kültürle ilgili olarak böyle bir gafı,
kültürel düzeyimizin çok vahim bir durumda olduğunun en
açık kanıtıdır. Bu pozisyonda batılı bir işadamı böyle bir gafı ne
62 itü vakfı dergisi
neresine bu değerlerin büstlerini koyabileceğiz? Bu ekonomik
model her şeyi Batı’dan alırken, bilim adamlarına gösterilen saygıyı
niye kendisine örnek almaz? Acaba bu model de mi taklit? Yoksa
biz her şeyi tek boyutta, para boyutunda mı görüyoruz? Eğer
toplumsal olguların kültürel boyutunu önemsemiyor, her şeyin
parayla çözülebileceğine inanıyorsak, çağdaş bir toplum olamayız.
Dilerim 21 Temmuz 1986’da noktalanan karar, yukarıda açıklamaya
çalıştığım düşünceler ışığında devlet büyüklerimiz tarafından bir
kez daha gözden geçirilsin. Hepimiz bu vatanın daha güzel günler
görmesi için çalışan aydınlarıyız, politikacılarıyız, teknokratlarıyız.
Toplum yararını hepimiz yüceltmeliyiz. Kısır, kapkaç kalkınma
modellerinin toplumu uzun dönemde yozlaştıracağının bilincinde
olmalıyız.
Taşkışla’nın İTÜ’lerin hizmetinde, bu topluma beş yıldızlı otelden
daha fazla yararlı olacağı inancındayım.
Kaynak: 6 Ağustos 1986, Cumhuriyet
yapar ne de yapılmasına izinverir. Batılı işadamı ülkesinin kültürel
değerlerinin bilincindedir. Kısa sürede insanlar büyük şirketlere
sahip olabilirler, özellikle bizim gibi ekonomik ortamlarda; ancak
bu insanlar işgal ettikleri pozisyonların ağırlığını hissetmez ve her
şeyi parayla ölçer ve kendilerini en üst düzeyde sanat ürünleri
vermiş ve evrene mal olmuş kişilerle, örneğin büyük usta Sinan’la
kıyaslarlarsa, bu kişilerin saygınlığı kanımca azalır. İnsanın pes
diyeceği geliyor bu kıyaslamayı okuyunca. Bir yanda Selimiye’nin
kubbesi, öte yanda bugünlerde egemen kültür akımının bir örneği
olarak değerlendirilebilecek bir tatil köyünün kubbe bozuntuları.
Herhalde Sayın Edes şaka yapmıştır diyor ve kendimi avutmaya
çalışıyorum.
Taşkışla’nın otel olması artık kesinleşmiştir. Birkaç öğretim üyesi
yaklaşık iki yıl önce bu girişimin yanlış olduğunu kamuoyuna
açıklamıştır. Sonunda bu öğretim üyeleri haklı oldukları bir
kültür davasını kaybetmiştir. Ama bu dava salt üç dört hocanın
davasıdır diye hafife alınmamalıdır. Bu yolda kaybetmek,
kazanmak kadar onurludur. Hiçbir
kimse bu davada bu hocaları bir
çıkarcılıkla suçlayamaz, hiç kimse
bu hocalara kültür değerlerini hiçe
sayıyor diyemez. Ama bu hocalar
birçok Türk aydınının duyduklarını
yansıtmışlardır. Bu hocalar doğru
bildiklerini açıklamışlar, toplumun
simgesi haline gelmiş kültür
değerlerini korumanın gelecek
kuşaklar için kaçınılmaz olduğunu
vurgulamışlardır.
Açıkça tüm kültür değerlerini
kurtarmaya soyunmuş yetkililere
soruyorum, Taşkışla İTÜ’lülerin
simgesel yapısı İTÜ’ye ait olmak
üzere bir kültürel etkinlikler merkezi haline gelemez miydi? Eğer
para ise dert, bu bina gene para kazanma aracı olurdu. Ama
böyle bir yol seçilse idi toplumsal değeri yüksek bir bina olurdu
Taşkışla’mız. Bu konularda bilimsel endişesini bildiğim Sayın
Kültür ve Turizm Bakanlığı eski Müsteşarı Prof. Dr. Oluş Arık’a,
bir meslektaş olarak soruyorum, ne diyor acaba? Yanıtı eğer
yanılmıyorsam “Haklısın” olacaktır, ama arkasından “şartlar “
derse de gene yanılmam. Çünkü birçok okumuş kişinin mazereti
bu.
Gene de yılmamak gerek diyorum kendi kendime. Atatürk’ün
çağdaş düşünceleri, devrimleri, tarihi ve kültür bilinci elbet bir
gün zafere ulaşacaktır. O zaman ne topluma mal olmuş değerler
yok olacak ne de Türk parası. Unutmayalım, Atatürk’ün temel
felsefesi bireyin değil, toplumun yararı üzerine kurulmuştur.
Kaynak: 16 Mayıs 1987, Cumhuriyet
Neden Hep
İTÜ Binaları?
Prof Dr. Güven Önal
İTÜ Vakfı Genel Sekreteri
Tarihi Taşkışla binasının İstanbul Teknik
Üniversitesi’nden alınarak otel yapılması
girişimi hukuki yollarla sonuçsuz kalınca,
benzer zihniyet aradan bir yıl geçmeden bu
defa Maçka Kışlası’na göz dikti. 19. yüzyılda
neo-rönesans üslubunda yapılmış görkemli
Maçka Silahhanesi, İTÜ tarafından ciddi
bir bütçe harcanarak restore edilip Maden
Fakültesi olarak kullanılmakta iken, 1990 yılında
üstelik bir gün içinde bütün resmi işlemleri
tamamlanarak İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası’na verildi. İTÜ’lülerin binayı vermemek
için günlerce sabahlara kadar tuttukları nöbet
ve kararlı duruşları hafızalarımızda bugün gibi
canlı. Bu girişim üzerine, o dönemde İTÜ
Vakfı Genel Sekreteri Güven Önal “Neden Hep
İTÜ Binaları” başlıklı yazısı ile bir isyanı dile
getirmiş; Prof. Dr. Hüseyin Hatemi de “Hukuk
ve Maçka Kışlası” başlıklı yazısında bu trajik
durumu hukuk açısından yorumlamıştı...
D
eğerli İTÜ’lüler,
Son günlerde basında izlediğiniz gibi, Üniversitemizin
tarihi binalarına saldırılar sürmektedir. Taşkışla’dan sonra
Maçka Kışla binası gündeme gelmiştir. Garip bir rastlantıdır...
Taşkışla’yı otel yapacağım diye ortaya çıkan firma, bu kez de
Maçka binamızın İstanbul Menkul Kıymet Borsası’na verilmesi
için perde arkasında önemli rol oynamıştır ve oynamaktadır. Yine
gariptir ki, normalde aylar hatta yıllar süren irtifak hakkı tesisi,
tapu muamelesi ve ilgilere tebligat gibi bürokratik işlemler bir
günde tamamlanabilmekte, yangıdan mal kaçırma havasında
gelişen tüm bu oldubittilerden, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni
haberdar etme gereğini de kimse duymamaktadır. Genç
borsanın değerli temsilcileri de, işbitiricilik özelliklerini hemen
sergileyip, müteaddit defalar binayı işgale kalkışmakta, bu arada
mühür söküp kapı kırmakta ve binadaki üniversite görevlilerini
tehdit ederek, mahkeme kararlarını hiçe sayabilmektedirler.
Sevgili İTÜ’lü dostlar; yukarıdan beri okuduklarınız bir TV dizisi
senaryosu değil, 1990 yılı Türkiye’sinde yaşanan bir gerçeğin
abartılmamış hikayesidir. Sürekli olarak boş tutulduğu ve İTÜ’nün
ihtiyacı bulunmadığı propagandası yayılan bina, gerçekte
Üniversitenin yerleşim planları doğrultusunda, devletin bütçe
kanunlarına koyduğu ödeneklerle (1990 yılı bütçe kanununda
1.5 milyar TL) öğretim ve kültür faaliyetleri için iki yıldan beri
onarılmaktadır. Kaldı ki, bina içinde yer alan ve Üniversitemizin
bu kapasitedeki tek mekanı olan 625 kişilik salon (G-Anfisi)
işlevini kesintisiz sürdürmekte, uuslararası ve ulusal bilimsel
toplantılar, konferanslar ile her türlü kültürel etkinliklere
sahne olmaktadır. Görüldüğü gibi, İTÜ Maçka Kışlası binası,
Üniversitemizin öğretim ve kültür işlevlerinde vazgeçilmesi
mümkün olmayan çok önemli yeri işgal etmektedir. Ayrıca
1953 yılında dört duvardan ibaret olan Maçka Kışlası için
Üniversitemizin bütçesinden bugünkü rayiç ile, 30 milyar
TL civarında para harcanmış ve binanın bulunduğu bölge,
İstanbul İmar Planı’nda, İTÜ Maçka Yerleşkesi olarak eğitim
ve kültür amaçları için ayrılmıştır.
218 yıllık geçmişi olan Teknik Üniversite’nin, Üniversite tarihi
ile bütünleşen tarihi binalarına yönelik davranışlar, takriben
50 bin’i mezun, 22 bin öğrenci ve 3 bin’i mensup olan Teknik
Üniversitelileri derinden yaralamakta, kamuoyunu da rencide
etmektedir. Ülkemizin kalkınmasında temel taşı niteliği taşıyan,
teknolojik gelişmenin sürükleyicisi olan ve ülkenin politik
yaşamına da yıllardan beri ağırlığını koymuş olan Üniversitemiz,
bu gibi davranışlarla cezalandırılmak mı istenmektedir?
Üniversitemiz için haysiyet kırıcı olduğunu, İTÜ gibi bir
kurumun yıpratılmasının kimseye yarar sağlayamayacağını
belirtir, Üniversitemize karşı girişilen olumsuz davranışların
önlenmesi için, en küçüğünden en büyüğüne tüm İTÜ
camiasının kanunlar çerçevesinde ve İTÜ’lülere yakışır şekilde
kurumlarına sahip çıkmalarını dileyerek saygılar sunarım.
Kaynak: İTÜ Vakıf Dergisi, 1990, 2. Sayı
itü vakfı dergisi 63
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
Hukuk ve Maçka Kışlası
Prof.Dr. Hüseyin Hatemi
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Öğretim Üyesi
22 Ağustos 1990
Çarşamba günü sabahı
gazetelerini açan Teknik
Üniversite yetkilileri
“Maçka Kaşlası’nın“ 49
yıl süreyle ve Maliye
hazinesi tarafından
İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası’na devredildiğini
okuduklarında
gülemediler. Taşkışla
olayında olduğu gibi yine
ağlamaklı oldular!
64 itü vakfı dergisi
Ç
ırağan Sarayı yapılırken, Beşiktaş
Mevlevihanesi Maçka’da bugünkü
Maden Fakültesi binasının yerine
taşınmıştı. Daha sonra buraya Maçka
Kışlası’nın yapılması kararlaştırıldı ve
tekkeye bir kez daha yol göründü.
Cumhuriyet
döneminde
Beyazıt’daki
Harbiye Nezareti Binası’nın, Taksim’deki
Taşkışla’nın, Maçka’daki Maçka Kışlası’nın
askeri
amaçlarla
kullanılmasından
vazgeçilince, kamu malı olan bu binalar,
hukuka uygun bir usul izlenerek, yine
birer kamu hukuku tüzel kişilikleri olan
üniversitelere tahsis edildi. Nitekim
Beyazıt’ta Harbiye Nezareti (Üniversite
Merkez Binası) bahçesindeki ünlü Bekirağa
Bölüğü, önce Tıp Fakültesi tarafından
kullanıldıktan sonra, bugün Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nin binası olmuştur.
Bir an için, düşünelim; Siyasal Bilgiler
Fakültesi olarak kullanılan bu binanın
önünden geçen bir yüksek yetkili, binanın
sebze hali olmaya elverişli olduğunu
düşünsün. Üniversite ve fakülte yetkililerine
bir sabah uyandıklarında fakültenin
bir an önce boşaltılması gerektiği emri
ile karşılaşsınlar. Bu askeri binaların
üniversitelere devredildiği günlerde bu
konuda bir mizahi hikaye yazılması bile
düşünülemezdi. İmkansızlık, hikayenin
güldürücülüğünü giderirdi. Bu gibi şeyleri
ancak civarda, Beyazıt Kulesi’nin önünde
gezen ve saf vatandaş arayan Sülün
Osman düşünürdü, o da hikaye yazmak
için değil, “iş bitiricilik” amaçları ile!
Hukuk alanında belirli bir seviye vardı.
Merhum Onar gibi idare hukukçularının
devrinde, hukuk ilkelerinin varlık ve
önemi bilinirdi. Sülün Osman mantığı ile
hukuk mantığı arasındaki sınır titizlikle
belirlenmişti.
Bugün ise durum trajiktir. Siyasal Bilgiler
Fakültesi Binası’nın sebze hali olma
hikayesi yine güldürücü bir hikaye olma
şansına sahip değildir, ancak imkansız
olduğu için değil, tam aksine son derece
olağan görülebildiğinden.
Nitekim 22 Ağustos 1990 Çarşamba
günü sabahı gazetelerini açan Teknik
Üniversite yetkilileri “Maçka Kaşlası’nın“
49 yıl süreyle ve Maliye hazinesi tarafından
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’na
devredildiğini okuduklarında gülemediler. Taşkışla olayında
olduğu gibi yine ağlamaklı oldular!
Bir ülkede hukukun “iş bitiricilik” seline teslim edilmesi erozyonların
en korkuncudur. Hukuk devleti barajı olmadıkça bu selin önünü
almaya imkan yoktur. Hukuk devleti sağlam ve gerçek bir hukuk
felsefesi ve hukuk mantığına ihtiyaç gösterir. Aksi taktirde hukuk
ilkelerine de kaba bir çıkar güdüsü açısından bakılırsa “hak
güçlünündür” ilkesinden başka geçerli ve yürürlükte hiçbir ilke
kalmaz. Üniversitenin elinde güç olmadığından binalarına bu
gibi “hukuki” yollarla el konulurken, arazisine de arazi mafyası
el koyar, bu işgali önlemesi gereken başka bir kamu yetkilisi de,
yine hukuk mantığı ile değil de kaba bir çıkar güdüsü ile “rantını
ben alıyorum şu halde başkası için kendimi niye riske sokayım”
diyebilir.
Üniversite kamu hizmeti gören bir kamu tüzel kişiliğidir. (Anayasa
m.130/9) Üniversitelerde devletin sağladığı mali kaynakların
sağlanması kanunla düzenlenir. (Anayasa m.130/9)
Üniversite binaları, kamu hizmetine tahsis edilmiş kamu mallarıdır,
“Maçka Kışlası” denen bina , kışla olarak kullanıldığı sırada kamu
malı idi. Ancak Milli Savunma Bakanlığı’nın verdiği Genel Kurmay
Başkanlığı’nın da ayrı bir tüzel kişiliği olmadığından, Hazine’nin
elinde, fakat askeri amaca tahsis edilmiş bir kamu malı olarak
görünüyordu.
Daha sonra bu binadaki kamu malı niteliği kaldırılmadı, sadece
tahsisin yönü değiştirilerek, bu kamu malı üniversiteye tahsis
edildi. 1953’te çıkartılan 6034 sayılı ve 1958’de çıkartılan 7146
sayılı kanunların başlıklarında ve içeriğinde, devlet, bu kamu
malının artık özerk bir kamu tüzel kişiliği olan üniversitenin
kamu mallarından olduğunu açıkça belirtti ve böylece bu “İdari
tahsis” kararı gerekli olmakla birlikte, bir de yasama işlemi
içinde belirtilmiş oldu. Artık anayasa gereğince de bu kamu
malı üzerindeki yetkilerin üniversite yetkili organları tarafından
kullanılması zorunludur. (Anayasa madde 130/9 son) Ahmet
Bey ile Mehmet Bey arasındaki özel bir hukuk ihtilafı söz
konusu değildir ki, Ahmet Bey “Ben bu taşınmazı sana adi
senet ile satmıştım, sen üstüne geçirmedin, tapuda ben malik
görünüyorum şu halde senden habersiz kırk yıl geçtikten sonra,
bu binayı Ali Bey’e sattım, binayı derhal boşalt!” diyebilsin. Kaldı
ki, Ahmet Bey dahi bunu rahatlıkla söyleyemez. Özel hukukta da
hakkın kötüye kullanılması yasağı vardır. (M.K.2/11)
Kamu mallarında, “tahsis” kararından sonra “tescil” e gerek
yoktur. Bunlar, bir kamu tüzel kişiliğine tahsis edilmiş iseler, o
tüzel kişilik adına “tesbit” edilirler. (Kadastro Kanunu, m.16)
Kamu malları özel hukuk kurallarına tabi değildir. Üniversiteye
tahsis edilen kamu malı üzerinde başka bir gerçek veya tüzel kişi
yararına irtifak hakkı tesis etmek hakkı, artık Hazinenin değildir.
Üniversite Maden Fakültesi binası üzerindeki “tahsis“ kararını
kaldırıp ve bu binayı kamu malı olmaktan çıkarmış olsa idi dahi,
artık üniversitenin malı olduğu 6034 ve 7146 sayılı kanun ile de
belirtilmiş olan bu taşınmaz yine üniversitenin özel malı olurdu
ve kamulaştırılabilmesi için dahi Kamulaştırma Kanunun 30.
maddesinde belirtilen özel usule uymak gerekirdi.
Üstelik, Maden Fakültesi binası, bahçesindeki ve yakın
çevresindeki Teknik Üniversite’ye ait bütün diğer tesislerle
birlikte, bir bütünün, eski deyişiyle bir “ külliye’nin ana unsurudur.
Burada “borsa“ kurulması, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin “Bekirağa
Bölüğü” adı verilerek sebze hali veya mezbaha yapılmasından
çok daha çarpıcı ve uygunsuz bir olaydır. Doğrudan doğruya
İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nın borsaya kiralanmasından
farksızdır. Oysa bu bina “korunması gerekli eski eser”dir. (Eski
Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 14.5.1983 gün ve 14947
sayılı kararı ile) 40 yıldan beri artık “Maçka Kışları” adı sadece
tarihi bir ad olarak kalmış, bu bina çevresindeki binalarla birlikte
bir “külliye” haline gelmiştir. Bizzat üniversite yetkili organları dahi
bu binayı çevresinden kopararak borsaya veremezler. Böyle bir
işlem Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun ruhuna ve
amacına aykırı sayılmak gerekir.
Üniversite dışındaki bir makamın bu arada Maliye Hazinesi’nin
üniversiteye ait bir binayı borsaya vermesi ve üniversitenin
fikrini dahi sormaması ise, benzeri sadece Taşkışla örneğinde
görülmüş bir apaçık yetki tecavüzü örneğidir. (Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu, m.10/5)
Türk hukuk tarihinde, benzeri görülmemiş bir hukuk erezyonunun
korku verici göstergelerine mükemmel bir örnek daha eklenmiştir.
Hukuk devletini koruma direncimizin ne ölçüde olduğunu,
olayın gelişimi süreci içinde göreceğiz. Hukukçularımızın,
aydınlarımızın, üniversitelerin ve halkımızın tümünün “iş bitiricilik”
mikrobunu almış olduğunu sanmıyorum. “İstanbul’da, Ankara’da,
Türkiye’de hakimler var “ diyebilmemiz ümidiyle.
Kaynak:İTÜ Vakıf Dergisi, 1990, 2. Sayı
itü vakfı dergisi 65
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
MAÇKA SİLAHHANESİ
Osmanlı döneminin sonlarında Jandarma Kumandanlığı hizmetine
verilmiştir. Cumhuriyet’ten sonra sırasıyla, Nakliye, Topçu, İstihkam
ve Jandarma Okulu olarak kullanılmıştır. 1956’da Eğitim Bakanlığı’na
tahsis edilmiş, bir süre Teknik Okul olarak hizmet gördükten sonra
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin kullanımına bırakılmıştır. Tarihi
binayı tamamlayıcı olarak inşa edilen dersane bloklarından oluşan
ek bina 1970’li yılların başında hizmete girmiştir.
19.yüzyılda karakol olarak inşa olunan bina, yapıldığı dönemin
mimari üslubunu belirgin şekilde aksettirmektedir. Dönemin resmi
binalarının neoklasik tarzı ve kargir inşaat tekniğiyle yapılmıştır.
Bina, günümüzde İTÜ İşletme Fakültesi olarak hizmet vermektedir.
Binaların kronolojisi:
Maçka Kışlası’nın yerine inşa edilen Silahhane binasını
Sultan Abdülaziz 1874 yılında yaptırmıştır.
Yapı, uzunlamasına dikdörtgen plana sahiptir. Kuzeygüney kolları diğer kollara göre daha uzundur, ortada bir
bağlantı ile avlu ikiye ayrılmıştır. Bina, bodrum kat dahil
üç katlıdır, doğudan batıya arazi eğimine bağlı olarak
bodrum katın yüksekliği artmaktadır. Kuleler dört katlı olup
binanın kütlesinden biraz taşmaktadır. Güney cephenin orta
kısmında bulunan giriş bölümünün yanlarında dar kuleler
yükselmektedir, aynı mimari düzen kuzey cephesinde
tekrarlanmaktadır.
19. yüzyılın bu görkemli yapısında, Batı Eklektisizmi’nin
etkileri kuvvetli bir şekilde görülmektedir. Detaylar
bakımından neo-Rönesans üslubu disiplinindeki Maçka
Kışlası, cephedeki hareket yönünden de neo-Barok
denilebilecek bir tutumun içindedir. Ancak, o devir Osmanlı
mimarisine etkiler Fransa’dan geldiği çin, burada da o
ülkeye özgü daha düzgün bir barok (Versay Sarayı benzeri)
hareket fark edilmektedir.
İTÜ’ye 1955 yılında tahsis edilen binada, geniş bir yenileme
programına başlanmıştır. Dış cephe değiştirilmeden, iç
mekanın yapım tekniği olan çelik ve kargir değiştirilerek
yeniden ele alınmıştır.
Bina, günümüzde İTÜ Yabancı Diller Yüksekokulu olarak
hizmet vermektedir.
MAÇKA KARAKOLU
Dikdörtgen planlı Karakolhane binası, bir katı bodrum
olmak üzere üç katlı olarak inşa edilmiştir. Bütün cepheler
üçer adet pencere biriminden oluşmaktadır. Doğu ve batı
cephesi simetrik olup iki kademeli çıkıntı ile hareketli olarak
düzenlenmiştir.
Binaya giriş batı cephesindendir ve iki kollu merdivenle
ön sahanlığa çıkılmaktadır, oradan birinci katta bulunan
kapıya geçilir. Giriş kısmı cephenin 1/3 kadar içerlek olup
önünde çıkma olarak ve dört sütun tarafından taşınan ve
saçak seviyesine kadar yükselen bulunmaktadır. Orta bir
koridorun yanlarına odalar yerleştirilmiştir. Pencereler düşey
olarak yapılmıştır ve her katın penceresinin farklı üslubu
vardır.
66 itü vakfı dergisi
1796- Haliçte açılan Mühendishane binasının inşaatının tamamlanması.
1871- Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un yüksek kısmı öğrencilerinin
Harbiye Mektebi’ne, Galatasaray Lisesi’nde bulunan idadi talebelerinin de
Maçka kışlasına nakledilmesi.
1874- Turuk u Maabir Mektebi’nin açılması.
1877- Hasköy’deki Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un hastahane olarak
kullanılması.
1878- Mühendishane talebelerinin Harbiye’den alınarak Hasköy Mühendishane binasına götürülmeleri.
1884- Hendese-i Mülkiye’nin Hasköy Halıcıoğlu’nda açılması.
1910- Nusretiye Camii karşısındaki Sanayi Alayları Kışlası’na geçici olarak
taşınması.
1910- Gedikpaşa eski tiyatro binasının yerinde yeni Mühendis Mektebi’nin
yapılmaya başlanması.
1914- Gedikpaşa binasından vazgeçilmesi.
1914- Tophane’deki binanın askeriyeye terki.
1914- Fındıklı’daki ahşap konaklara taşınma.
1915- Notre Dame de Sion Lisesi’ne geçerek eğitime başlanması.
1918- Mektebin padişah tezkeresi ile Gümüşsuyu Kışlası’na taşınması ve
oradan İngiliz işgal güçleri tarafından çıkartılması.
1918- Mühendis Mektebi’nin Halıcıoğlu’na geri dönmesi.
1919- İngilizlerin Haliç’teki Hasköy Mühendishane binasına yerleşmesi
üzerine mektebin Yıldız’daki Şevket Paşa konağına taşınması.
1923- Mütareke sonrası mektebin Gümüşsuyu Kışlası’na tekrar taşınması.
1944- Taşkışla binasının restorasyonu.
1955- Maçka Silahhanesi’nin İTÜ’nün kullanımına verilmesi.
Kaynak: İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz, İTÜ Vakfı Yayınları 2. Baskı, 2013.
İTÜ’nün kısa tarihi ve
Mühendislik
eğitimimiz
Mektebin bu en hareketli
yıllarında 1939’da müdürlüğüne
tayin edilen Ord. Prof. Dr.
Osman Tevfik Taylan zamanında
öğretim süresi altı yıla çıkarılır
ve yatılı öğrenci sayısı 566’ya
kadar yükselir. Bu sayı 1942-43
öğretim yılında 750’ye ulaşır.
Yine bu dönemde okulda
Elektrik ve Makine şubeleri
açılır; ayrıca Uçak Mühendisliği
ile Deniz İnşaat Mühendisliği
kısımları kurulur. Nafıa
Nezareti’nden ayrılarak, Milli
Eğitime bağlanan okul, daha
bağımsız ve verimli çalışmalar
yapar. Özellikle dönemin Maarif
Vekili Hasan Ali Yücel’in, bu
hususta önemli katkıları olur.
Hasan Ali Yücel 1944 yılında İTÜ’nün açılışını yapıyor
Ü
Doç. Dr. Tuncay Zorlu
İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü
lkemizde Avrupa tarzı modern ve
kurumsallaşmış mühendis eğitiminin başlangıcı 1735’te Fransız General Claude Alexandre de Bonneval’in
(1675-1747) idaresi altında kurulan Ulufeli
Humbaracılar Ocağı’na kadar götürülebilir. Burada verilen kuramsal ve uygulamalı
savaşa hazırlık dersleri ile yetenekli seçkin
gençlerin, bir çeşit askerî mühendis olarak
yetiştirilmesi hedeflenir. Bu ocakta geometri, cebir, aritmatik, trigonometri, logaritma,
mühendislik aletlerinin yapımı ve kullanımı,
mekanik, resim, teknik resim ve istihkâm
dersleri yanında geometriye dayalı kale ve
tabya inşası, humbaracılık, topçuluk, top
ve humbara tabyalarının yapımı, irtifa gibi
dersler de verilmektedir.
29 Nisan 1775 tarihine gelindiğinde Tersane-i Amire bünyesinde Hendesehane
(Geometri evi) isimli önemli bir kurum oluşturulur. Burası hem Osmanlı askerî eğitimi
hem de genel Osmanlı eğitimin sisteminin
modernleşmesinde önemli bir kurumdur.
Hendesehane’nin kuruluşu amacı, Avrupa
benzerlerinde olduğu gibi donanmaya teknik eğitimli, özellikle geometri ve coğrafya
bilen subay yetiştirmektir.
1776’da Hendesehane’nin Batı kaynaklarına uygun yeni kuram ve yöntemlerle matematik ve istihkâmcılık eğitimi veren ilk Osmanlı eğitim kurumu olduğunu belirleyen
bir nizamname hazırlanır. Hendesehane
1781 yılından itibaren Mühendishane olarak anılmaya başlanır ve kuruluşu sırasında
olduğu gibi on kişilik öğrenci kadrosuyla
eğitim faaliyetlerini sürdürür. 18. yüzyılın
sonlarına kadar klasik Osmanlı ders kitapları yanında özellikle matematik, astronomi,
istihkâmcılık, ateşli silahlar, savaş teknikleri
ve seyrüsefer (Navigasyon) konularında,
başta Fransızca olmak üzere, Avrupa kaynaklı ders kitaplarından yararlanılır.
III. Selim’in (1789-1807) tahta çıkmasından
üç yıl sonra 1792 yılında başlattığı Nizam-ı
itü vakfı dergisi 67
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
Cedid hareketi çerçevesinde ilk olarak deniz ve kara mühendislik
eğitimi ele alınır. 1793 yılında Tersane-i Amire’de bulunan Tersane
Mühendishanesi’nde gemi inşası, seyrüsefer, haritacılık ve coğrafya dersleri verilmek üzere hazırlıklar yapılır.
Humbaracıların, lağımcıların ve topçuların eğitimini sağlamak
amacıyla da yine 1793 yılında Mühendishane-i Cedide (Yeni Mühendishane) adında ikinci bir mühendishane kurulur. Yeni Mühendishane’de dersler 1794 senesinde başlar. Burada on yıl kadar
önce Tersane Mühendishanesi’nde Fransız uzmanlardan istihkâm
teknikleri dersleri görmüş olan yeni nesil Osmanlı mühendis hocalar ders verir. Bunlar arasında sonraları Mühendishane-i Hümayun’un ilk başhocalığına getirilecek olan Hüseyin Rıfkı Tamanî de
bulunur. Burada humbaracı ve lağımcı ocakları askerlerine geometri, trigonometri, irtifa alma ve keşif konuları öğretilir.
1801-1802 yıllarında Humbaracı, Lağımcı Ocakları ve Mimar
Ocağı’ndan seçilen 100 kadar aday, Mühendishane-i Cedide’ye
alınır ve öğretim kadrosu bir hoca ile beş halifeye çıkartılır. 1806
yılında III. Selim tarafından çıkarılan bir kanunname ile Mühendishane-i Cedide’nin adı, Mühendishane-i Berri-i Hümayun olarak değiştirilir. Dördüncü sınıf başlangıç sınıfı, birinci sınıf ise son
sınıf (mezuniyet sınıfı) olarak kabul edilir ve bu dört sınıfta genel
olarak; Resm-i hat (Çizim), İmla (Dil bilgisi), Arkam (Aritmetik), Sanat-ı ressamiye (Teknik resim), Arapça, Mukaddemat-ı hendesiye
(Geometriye giriş), Hesap, Fransızca. Coğrafya, İlm-i müsellesat-ı
müsteviye (Düzlem trigonometri), Cebr ve’l-mukabele (Cebir),
Tahtit-i arazi (Arazi ölçümleri), Fenn-i tevarih-i harbiye (Harp tarihi), Fenn-i mahrutiyat (Koni kesitleri), Hesab-ı tefazülî (Diferansiyel), Hesab-ı tamamî (İntegral), İlm-i cerr-i eskal (Mekanik), İlm-i
İlk bilimsel yayınlar, Hüseyin Rıfkı Tamanî’nin
(ö. 1817) astronomi, matematik ve coğrafya
konusunda telif ve tercüme yoluyla hazırladığı on
cilt kitaptan oluşur. Bunu Tamanî’nin talebesi ve
mühendishane başhocalığında halefi İshak Efendi’nin
(ö. 1836) Batı ve özellikle Fransız kaynaklarına dayalı
olarak hazırladığı 13 ciltlik yayını takip eder.
heyet (Astronomi), Ameliyat-ı fenn-i remi ve lağım (Humbaracılık
ve lağımcılık), Talim-i askerî (Askeri talim), İlm-i istihkâmat (İstihkâm) dersleri görülür.
18. yüzyılın sonlarına doğru, subaylara modern bilimleri öğretmek için kurulmuş olan Mühendishane-i Hümayun’un hocaları,
Batı’daki askerî teknik okullarda okutulan ders kitapları arasından
seçilen bilim kaynaklarından çeviri ve uyarlama yoluyla kitaplar
yazarlar. İlk bilimsel yayınlar, Hüseyin Rıfkı Tamanî’nin (ö. 1817)
astronomi, matematik ve coğrafya konusunda telif ve tercüme
yoluyla hazırladığı on cilt kitaptan oluşur. Bunu Tamanî’nin talebesi ve mühendishane başhocalığında halefi İshak Efendi’nin (ö.
1836) Batı ve özellikle Fransız kaynaklarına dayalı olarak hazırladığı 13 ciltlik yayını takip eder. Bunlar arasında, dört ciltten oluşan
Mecmua- ı Ulum-ı Riyaziye’nin özel bir yeri vardır. Çünkü bu eser,
Osmanlı dünyasında birçok bilim dalında ilk geniş kapsamlı ders
kitabıdır. Konular arasında, matematik, fizik, kimya, astronomi,
biyoloji, botanik ve mineraloji sayılabilir.
1873 yılında dönemin Maarif Nazırı Safvet Paşa, Galatasaray’daki Mekteb-i Sultanî müdürü Sava Paşa’yı, hazineye yük olmamak
Haydarpaşa köprüsünde Mühendis Mektebi muallim ve talebeleri Muallim Reşid Beyefendi
68 itü vakfı dergisi
Osmanlı Devleti 20. yüzyıla 1908’de II. Meşrutiyet’in
ilanı ile girer ve bu yeni dönem mühendislik
eğitiminde de sivil anlayışı getirir. Bu ortam içerisinde
Hendese-i Mülkiye Mektebi, 1909 yıllında Mühendis
Mekteb-i Âlisi (Mühendis Yüksek Mektebi) adıyla
askeriyeden ayrılarak Nafıa Nezareti’ne bağlanır.
1327-28 ders yılında birinci sınıftan bir grup - Muallim Reşid
Beyefendi (1911)
koşuluyla, yeni bir darülfünun kurmakla görevlendirir. Kurulması
tasarlanan darülfünun, bu sefer, 1868’den beri faaliyette bulunan
Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi’nin temeli üzerine oturtulmaya
çalışılır. Böylece bir orta eğitim kurumunun bünyesine bir yüksek eğitim oluşumu aşılanır. Darülfünun-ı Sultanî olarak anılan bu
yeni mektep, hukuk, fen ve edebiyat şubelerinden oluşur ve bu
üç şubeye resmî yazışmalarda mekâtib-i aliye (Yüksek mektepler) denilir. 1874-75 yılında eğitime başlandığı zaman Edebiyat,
Hukuk ve Mühendisîn-i Mülkiye (Sivil mühendislik) Mektepleri’nden oluşur. Mühendisîn-i Mülkiye Mektebi’nin adı birinci öğretim
yılı sonunda Fransa’daki Ecole Pontes et Chaussées’ye izafeten
Turuku Maabir Mektebi (Yollar ve köprüler) olarak değiştirilir. Tüzüğüne göre, Darülfünun-ı Sultanî’de dört yıllık öğretim gördükten
sonra, bilimsel bir tez hazırlayıp bunu başarıyla savunan öğrenciler doktor unvanıyla mezun olurlar. Mezun olan hukukçular Adliye
Nezareti’nde, mühendisler ise Nafia Nezareti’nde görevlendirilirler. Edebiyat Mektebi’nden mezun olanlar ise muallim-I edebiyat
(Edebiyat hocası) olurlar. Tez hazırlamayan öğrenciler, doktoradan daha kolay bir imtihandan geçirilirler ve Hukuk Mektebi’nde
ise dava vekili (avukat), Turuk u Maabir Mektebi’nde ise kondüktör (Makinist), Edebiyat’tan mezun ise ilkokul öğretmeni olabilir.
1875-76 akademik yılı sonunda 26 öğrenci ise Turuk u Maabir
Mektebi’nin imtihanlarına katılır ve başarılı olur. 1881 yılında
Turuk- u Maabir Mektebi Nafia Nezareti’ne bağlanarak faaliyetlerini bu bakanlığa bağlı bağımsız birmekteb-i âli (yüksek mektep)
şeklinde başarıyla devam ettirir.
Mülkiye Mühendis Mektebi’nin (Sivil Mühendis Okulu)
Kuruluşu
Mülkiye Mühendis Mektebi veya Hendese-i Mülkiye Mektebi
kuruluş safhasında, askeri mühendishane gibi idaresi Tophane
Nezareti’ne bağlanır, ancak mezunları Nafıa Nezareti’nin (Bayındırlık Bakanlığı) kontrolüne bırakılır. Bu şekilde askerî makamlara
bağlı olduğu halde mezunlarının sivil sahalarda görevlendirildiği
bir kurum haline gelir. 20 Haziran 1884 tarihli padişah iradesiyle
Kabul edilen tüzüğüne göre mektebin eğitim süresi dört yıldır ve
yatılı yüz talebesi bulunur. Mektep ancak 1 Kasım 1884 tarihinde,
Halıcıoğlu’nda, Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un bir odasında eğitimine başlar. Ancak çok geçmeden Mülkiye Mühendisleri
için yeni bir bina inşa edilir ve sivil mühendisler bu yeni binada
öğrenimlerini sürdürür. Yeteri kadar idadi (Lise) eğitimi görmüş
öğrenci bulunmadığından Mülkiye Mühendis Mektebi için bir de
üç yıllık hazırlık sınıfları açılır. Böylece yedi yıllık bir mektep olarak, yine Mühendishane-i Berri-i Hümayun’a bağlı, ancak yeni
binasında hem gündüzlü hem yatılı olmak üzere 100 kişilik kontenjanla eğitimini sürdürür.
Fransa’daki Ecole des Pontes et Chaussées’nin örnek alındığı mektebe Avrupa’dan birçok hoca getirtilir. Bunlar arasında
1889-1891 yılları arasında burada hocalık yapan devrin ünlü
hidrolikçilerinden Avusturyalı Prof. Dr. Philipp Forchheimer de
bulunur. Mektep ilk mezunlarını 1888 yılında verir ve 13 kişi olan
bu mezunların tamamı Nafıa Nezareti tarafından ülkenin sivil birçok projesinde görevlendirilir.
Mühendis Mekteb-i Alisi’nden Teknik Üniversite’ye
Osmanlı Devleti 20. yüzyıla 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile girer
ve bu yeni dönem mühendislik eğitiminde de sivil anlayışı getirir.
Bu ortam içerisinde Hendese-i Mülkiye Mektebi, 1909 yıllında
Mühendis Mekteb-i Âlisi (Mühendis Yüksek Mektebi) adıyla askeriyeden ayrılarak Nafıa Nezareti’ne bağlanır. Refik [Fenmen]
bu mektebin ilk sivil müdürü olur. Mektep 1913’te Tophane’deki Askeri Sanayi binasına, I. Dünya Savaşı sırasında da Notre
Dame de Sion okulunda eğitim faaliyetlerini sürdürür. Mütarekeden sonra buradan da çıkartılarak Halıcıoğlu’ndaki eski Mühendishane binasına taşınır. İşgal sırasında binasız kalan Mühendishane, önce bir müddet Gümüşsuyu Kışlası’nda, daha sonra
da Yıldız’da kiralanan Şevket Paşa Konağı’nda faaliyetlerini sürdürür. İstanbul’un işgalden kurtuluşu ile Mühendis Mektebi de
adeta göçebelikten kurtulur ve 1923 yılında Gümüşsuyu’ndaki
eski binasına tekrar kavuşur.
Cumhuriyet devrinde, ülkenin mühendis ihtiyacını karşılayabilmek için 1926’dan itibaren çeşitli çalışmalar yapılmaya başlanır. Mayıs 1928 tarihinde kabul edilen 1275 sayılı 8 maddelik bir
Yüksek Mühendis Mektebi Yasası çıkarılır. Bu yasanın en önemli
maddelerinden biri de okula tüzel kişilik verilmesidir. Okul her
ne kadar Nafıa Nezareti’ne bağlılığını devam ettirmekteyse de,
katma bütçeyle idare edilmeye başlanır. Yasanın altıncı maddesi
gereğince hazırlanan Yüksek Mühendis Mektebi Nizamnamesi 12 Haziran 1929 tarihinde kabul edilir. Bu nizamnamenin 31.
maddesine göre de Mektep Müdürü, Rektör unvanını alır. Aynı yıl
Yüksek Mühendis Mektebi’nde Darülfünun’da olduğu gibi Müderrislikler açılır ve bu şekilde mektep, statü yönünden İstanbul
Darülfünunu’na eşit bir seviyeye gelir.
Mühendis Mektebi, kuruluşundan beri bağlı olduğu ve mezunlarının doğrudan bünyesinde görevlendirildiği Nafıa (Bayındırlık)
Bakanlığı’ndan ayrılarak 22.9.1941’de 4121 sayılı kanunla Maarif (Milli Eğitim) Bakanlığı’na bağlanır ve adı Yüksek Mühendis
Okulu olarak değiştirilir.
Mektebin bu en hareketli yıllarında 1939’da müdürlüğüne tayin
edilen Ord. Prof. Dr. Osman Tevfik Taylan zamanında öğretim süresi altı yıla çıkarılır ve yatılı öğrenci sayısı 566’ya kadar yükselir.
Bu sayı 1942-43 öğretim yılında 750’ye ulaşır. Yine bu dönemde
okulda Elektrik ve Makine şubeleri açılır; ayrıca Uçak Mühendisliği ile Deniz İnşaat Mühendisliği kısımları kurulur. Nafıa Nezare-
itü vakfı dergisi 69
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
İTÜ, birçok alanda öncü olma özelliğini, ilk kadın
mühendisleri yetiştiren kurum olarak da göstermiştir.
İTÜ’nün atasını oluşturan Mühendis Mektebi’ne 1927
yılında girip, 1933 yılında mezun olarak Cumhuriyet
döneminin ilk Türk kadın inşaat mühendisi olan Sabiha
Rifat (Gürayman) ile aynı sınıftaki arkadaşı Melek Erbul
bu isimler arasındadır.
ti’nden ayrılarak, Milli Eğitime bağlanan okul, daha bağımsız ve
verimli çalışmalar yapar. Özellikle dönemin Maarif Vekili Hasan
Ali Yücel’in, bu hususta önemli katkıları olur.
20.7.1944 tarih, 4619 sayılı kanunla İstanbul Yüksek Mühendis
Mektebi, bütün hak ve vecibeleriyle birlikte İstanbul Teknik Üniversitesi olarak teşkilatlanır. Kanun gereği müdürlüğü sona eren
Prof. O. Tevfik Taylan, Teknik Üniversite’nin ilk rektörlüğüne tayin
edilir. Artık istikrarlı bir yapıya kavuşan, mühendislik eğitimine
Gümüşsuyu’ndaki binasında devam eden Teknik Üniversite,
ülkemizin birçok askerî ve sivil projelerinde vazife alır, dünyaya
mal olmuş değerli mühendisler ve bilim adamları yetiştirir. Bugün
Ayazağa, Gümüşsuyu, Maçka, Taşkışla ve Tuzla’da olmak üzere beş büyük yerleşkede 12 fakülte, 5 enstitü, 1 konservatuar, 1
meslek yüksek okulu, 1 yabancı diller yüksek okulu, 9 uygulama
ve araştırma merkezi ve rektörlüğe bağlı 2 bölüm ile mühendislik
eğitimi yanında insan ve toplum bilimleri eğitimini de başarıyla
sürdürmeye devam etmektedir.
İTÜ’DEN BAZI İLKLER
Türkiye’nin İlk Kadın Mühendisleri
İTÜ, bir çok alanda öncü olma özelliğini, ilk kadın mühendisleri
yetiştiren kurum olarak da göstermiştir. İTÜ’nün atasını oluşturan
Mühendis Mektebi’ne 1927 yılında girip, 1933 yılında mezun olarak Cumhuriyet döneminin ilk Türk kadın inşaat mühendisi olan
Sabiha Rifat (Gürayman) ile aynı sınıftaki arkadaşı Melek Erbul
bu isimler arasındadır. Ayrıca , 1935 mezunu olan Hürriyet Sırmaçek, 1938 mezunu Mülhime Yazar, 15 Haziran 1939’da Yüksek Mühendis Mektebi’nin Elektromekanik Şubesi’nden mezun
olan Nezihe Önyay, 1949’da İTÜ’den makine mühendisliğinde
doktora yapan ve bu özelliğiyle ilk doktoralı kadın mühendis olan
CahideArdop öncü kadınlar arasındadır. 1953 yılı Ekim ayında
İlk kadın inşaat mühendisi Sabiha Rifat Gürayman
Makine Fakültesi’nden mezun olup Türkiye’de ‘Yüksek Makine
Mühendisi’ ünvanını alan ilk kadın mühendis Altan Edige’yi de
unutmamak gerekir. Bu isimler dışında 07/10/1929 tarihinde Mühendis Mektebi’ne 55 ve 56 öğrenci numaralarıyla giriş yapan
ve 1930’da ikinci sınıfa geçmiş olan Hayret Hanım ve Hikmet
Hanım, her ne kadar sonraki akademik kariyerleri ve çalışmaları
hakkında fazla bir bilgimiz olmasa da, İTÜ’nün yetiştirdiği ilk kadın mühendislik öğrencileri arasında yerlerini alırlar. İTÜ Radyo ve Televizyonu
1945-1950’li yıllar aynı zamanda İTÜ Radyosu kurma çalışmaları
gündeme gelir. Tahsin Taya bu çalışmaların başını çeker. Mustafa Santur Hoca’nın girişimleriyle Teknik Üniversite’de yeni gelişmeler çerçevesinde bir verici yapılması gündeme gelir. Küçük
güçte yapılan yayınların olumlu sonuç vermesinin ardından 1954
yılında 42 metre kısa dalgadaki İTÜ Radyosu’nun yayınları aynı
zamanda UKW bandından frekans modüllü olarak verilmeye
başlanır. Daha sonra stereo yayına geçme zamanın geldiğini
düşünen Yüksek Frekans Tekniği Kürsüsü elemanlarının girişimi
sonucu 1971 yılında İTÜ ülkede bir yeniliğe daha öncülük etmiş
olur.
İTÜ TV ise 9 Temmuz 1952’de kurulur. Philips şirketi yapımı olan,
1. bant ve 100 watt gücündeki TV vericileri ile yayın yapan İTÜ
TV, Türkiye’nin ilk televizyon kanalıdır. İTÜ TV, TRT’nin kurulmasının ardından yeterli izlenme oranı elde edemez ve 1970 yılında
yayınına son verir. Vericileri ise 1971 yılında TRT’ye devredilir.
Kaynak: “İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz”
İTÜ Vakfı Yayınları, 2. Baskı, 2013.
İnönü, itü tv deneme yayınında
70 itü vakfı dergisi
itü vakfı dergisi 71
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
Önce İTÜ Vardı!
Türkiye’deki öteki mühendislik okullarına gelince… 1873’te
kurulan Orman ve Maadin Mektebi, 1874’te Galatasaray Sultanisi
bünyesinde kurulup 1877’de kapatılan Mülkiye Mühendis Mektebi,
1882’de Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi (MSGSÜ’nin kökeni), 1910’da
Robert Kolej Mühendislik Bölümü, 1911’de Kondüktör Mekteb-i
Âlisi (YTÜ’nün başlangıcı) sayılabilir. Görüldüğü gibi Dünyanın en
eski üniversitelerinden biri olarak İTÜ’nün başlangıcı bizdeki en
eski mühendislik okullarının yaklaşık yüz yıl öncesine dayanıyor.
Kısaca, “Önce İTÜ Vardı” demek abartı sayılmamalı…
Prof. Nezih Eldem’in çizimi ile Taşkışla
Dr. Y. Müh. (Mimar)
Doğan Hasol
72 itü vakfı dergisi
İ
stanbul Teknik Üniversitesi’nin kökü, 1773’te
kurulmuş olan Mühendishane-i Bahri-i Hümayûn’a dayanır.
Osmanlı İmparatorluğu, bilim ve teknolojide
Batı’ya yetişebilmek amacıyla, özellikle askeri alanda yeniliklere yönelmek zorunluluğunu
duymuştur. İşte, Mühendishane-i Bahri-i Hümayûn da Sultan 3. Mustafa döneminde tersane hizmetlerini ve donanmayı geliştirmek,
Batılı anlamda gemi mühendisliği eğitimi vermek üzere kurulmuştur. Okulun ilk binaları Haliç’te Tersane-i Amire içindeydi. O dönemde
okulda bir matbaa kurulduğu ve ders kitapları
basıldığı biliniyor.
Daha sonraları, 1795 yılında Sultan 3. Selim döneminde haritacılık, gemi inşaat ve
inşaat mühendisliği öğretimi için Mühendishane-i Berri-i Hümayûn adlı ikinci bir
okul kurulmuştur. Başlangıçta bir arada
olan bu iki okul 1825’te bir fermanla birbirinden ayrılmıştır. Mühendishane-i Bahri-i Hümayûn’un binası 1821 Kasımpaşa
yangınında kullanılamaz hale gelince önce
Parmakkapı’ya sonra da Heybeliada’ya
taşınarak Mekteb-i Ulum-i Bahriye adını
almış, sonraları Deniz Harp Okulu’na dönüşmüştür. Mühendishane-i Berri-i Hü-
mayûn‘da 1847’den itibaren mühendislik
eğitiminin yanısıra mimarlık eğitimi de verilmeye başlamıştır.
Kamu yapıları için gerekli teknik elemanları yetiştirmek üzere Mühendishane-i
Berri-i Hümayûn‘a bağlı olarak 1883’te
Halıcıoğlu’nda Hendese-i Mülkiye Mektebi kurulmuştur. Okul, sivil yönetimin ihtiyaç
duyduğu mimar ve mühendislerin yetiştirilmesi için 2. Meşrutiyet’in ilanından hemen
sonra,1909 yılında askeri yönetimden ayrılarak Mühendis Mekteb-i Âlisi adıyla Nafia Nezareti’ne bağlı sivil bir mühendislik
okuluna dönüşmüştür. Fransa’daki Ecole
Nationale des Ponts et Chaussées (Köprü
ve Yol Okulu) örnek alınarak kurulan okul
birkaç yer değiştirdikten sonra 1921’de
Gümüşsuyu’na gelecektir. Okula Cumhuriyet’in ilanından sonra 1927’de ilk kez o
dönemde kız öğrenci kabul edilmiştir. “Arı”
simgesine de yine o dönemde karar verilmiştir.
24 Mayıs 1928’de kabul edilen bir yasayla okul, bu kez Yüksek Mühendis Mektebi
adını alacak, aynı zamanda tüzel kişilikle
mali ve idari özerklik kazanacaktır. Amaç,
genç Cumhuriyet Türkiyesi’nin nafia (bayındırlık) işleri için gerekli teknik elemanları yetiştirmektir. Eğitimde başlayan ihtisaslaşma ile Su, Yol ve Demiryolu, İnşaat
(Mimarlık) şeklinde üç şube kurulur, daha
sonra da Elektro-Mekanik ve Muhabere
şubeleri eklenir.
Önceleri yalnızca Gümüşsuyu kışlasını kullanan Yüksek Mühendis Mektebi, sonraki
yıllarda Maçka ve Taşkışla silahhanelerini
de kullanarak büyüdü. İlkin Nafia Vekâleti’ne (Bayındırlık Bakanlığı) bağlı olan okul,
1941’de Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim
Bakanlığı) bağlandı ve adı bu kez İstanbul Yüksek Mühendis Okulu (İYMO) oldu.
Öğrencilerin çoğu parasız yatılıydı. Eğitim
kadrosu, Avrupa’daki baskıcı rejimler nedeniyle ülkelerini terk ederek güvenli Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınan çoğu Alman
öğretim üyelerinin de katılımıyla geliştirildi. Gelenlerin de katkılarıyla o dönemde,
Fransız sistemi yerine Alman mühendislik
eğitim sistemi ağırlık kazanmaya başladı.
1944 yılında TBMM’ce çıkarılan bir yasayla okul, İstanbul Teknik Üniversitesi olarak
yeniden yapılandırıldı. O günlerde 4 fakülte söz konusuydu: İnşaat, Mimarlık, Makina, Elektrik. Öğretim, bütün fakültelerde 5
yıl süreliydi ve mezunlar Yüksek Mühendis
diploması alırlardı. Daha sonraki yıllarda,
dört yıllık lisans eğitimi uygulaması başlatıldı; ona iki yıllık lisansüstü programları ek-
Gümüşsuyu Yerleşkesi
lendi. Yıllar içinde, başta Rektörlüğü de içine alan Ayazağa
Yerleşkesi olmak üzere Gümüşsuyu, Maçka, Taşkışla, Tuzla
yerleşkeleri ve beliren gereksinmelere uygun yeni fakültelerin,
enstitülerin kurulması ve Türk
Müziği Konservatuvarı’nın da
eklenmesiyle üniversite bugünkü konumuna geldi. Bunlara,
son yıllarda devreye giren “İTÜ
Kuzey Kıbrıs”ın Gazimağusa
yerleşkesini de eklemek gerekir.
Türkiye’deki öteki mühendislik
okullarına gelince… 1873’te kurulan Orman ve Maadin Mektebi, 1874’te Galatasaray Sultanisi bünyesinde kurulup 1877’de
kapatılan Mülkiye Mühendis
Mektebi, 1882’de Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi (MSGSÜ’nin
kökeni), 1910’da Robert Kolej
Mühendislik Bölümü, 1911’de
Kondüktör
Mekteb-i
Âlisi
(YTÜ’nün başlangıcı) sayılabilir. Görüldüğü gibi Dünyanın en
eski üniversitelerinden biri olarak İTÜ’nün başlangıcı bizdeki
en eski mühendislik okullarının yaklaşık yüz
yıl öncesine dayanıyor. Kısaca, “Önce İTÜ
Vardı” demek abartı sayılmamalı.
İTÜ, mühendislik eğitiminde ilk olmanın
ötesinde pek çok ilke imzasını atmıştır. Bu
kapsamda; bazı örnekler:
l Yayınlarına 1953’te başlayan İTÜ Televizyonu Türkiye’nin ilk televizyon kanalıdır. 1
Mayıs 1964’te çıkan TRT yasasının getirdiği
kısıtlama nedeniyle 1970 yılında yayınına
son vermek zorunda kalmış ve vericilerini
TRT’ye devretmiştir.
l İlk Stereo FM radyo yayını da İTÜ’de gerçekleştirilmiştir.
l Türkiye’nin 3 nükleer araştırma reaktöründen biri İTÜ bünyesinde kurulmuştur.
ARIBA İTÜ Güneş Arabası, öğrencilerce
itü vakfı dergisi 73
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
İTÜ İşletme Fakültesi - Maçka
tasarlanmış, katıldığı yarışmalarda ödül ve
dereceler almıştır.
l İTÜ Basketbol Takımı, 1968-73 yılları arasında 5 kez Türkiye Basketbol Ligi şampiyonu olmuş, 2 kez de Türkiye Kupası’nı
kazanmıştır.
Örnekler çoğaltılabilir…
İTÜ yurt kalkınmasına, yetiştirdiği insangücü ve ürettiği bilgiyle ciddi katkılar sağlamıştır. Yurdu saran demirağlarda, yollarda, köprülerde, barajlarda, fabrikalarda,
santrallarda olduğu gibi, ülkedeki pek çok
üniversitenin kuruluş ve gelişmesinde de
önce İTÜ vardı.
Bizim Öğrenciliğimizde İTÜ
1956’da İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
giriş sınavına katıldık. Sanayi çağının gözde mesleği mühendislikti. Tabii en gözde
üniversite de İstanbul Teknik Üniversitesi...
Liselerin en parlak mezunlarının öncelikle
tercih ettikleri üniversiteydi. Daha sonraki
yıllarda ülke yönetiminde en üst düzeylerde rol alacak kimi siyasetçilerin İTÜ’lü
olmaları şaşırtıcı değildir. İTÜ o zamanlar,
herkesin dilinde yalnızca, “Teknik Üniversite” idi, çünkü o tarihte başka teknik üniversite yoktu. O yıl Teknik Üniversite sınavına
3.500 aday öğrenci girdi; 650’si seçildi. O
zamanlar ne YGS, ne ÖSYM, ne YÖK vardı… Her okul kendi sınavını yapardı; aday
isimleri kapalı sınav kâğıtları her okulun bir
kurulu tarafından tek tek okunurdu; İTÜ’de
de uygulanan buydu.
1956 sonbaharında İTÜ Mimarlık Fakültesi’ne girdiğimizde, kışladan okula dönüştürülmüş olan Taşkışla yepyeniydi. O tarihte
Türkiye’de yalnızca 5 mimarlık okulu vardı:
İstanbul’da İTÜ, Güzel Sanatlar Akademisi
(GSA), Yıldız Teknik Okulu ve İTÜ’ye bağlı Maçka Teknik Okulu... Bir de Ankara’da
o yıl açılmış olan ODTÜ... ODTÜ yalnızca
Mimarlık Fakültesi’nden ibaretti ve Kızılay’da bir barakada öğretime başlamıştı. İlk
İTÜ Maçka Kışlası
Yabancı Diller Yüksekokulu
74 itü vakfı dergisi
ikisi 5 yıllık, ötekiler 4’er yıllık eğitim veren
okullardı. Türkiye’deki üniversite sayısı da
yalnızca “3”tü: İstanbul Üniversitesi, İTÜ ve
Ankara Üniversitesi... Bunlara o yıl tek fakültesiyle açılan ODTÜ’yü eklemeliyiz.
İTÜ’nün iki ana binası vardı: Taşkışla ve Gümüşsuyu. Maçka’daki, İTÜ’ye bağlı Maçka
Teknik Okulu’nu da bunlara ekleyebiliriz.
Üniversiteye tahsis edilmiş Maçka Kışlası’nda ise dönüştürme çalışmaları sürüyordu. Üniversitenin 5 fakültesi bulunuyordu:
İnşaat, Mimarlık ve Maden Fakülteleri Taşkışla’daydı; Makina ve Elektrik Gümüşsuyu’nda. Rektörlük Taşkışla’da olduğu için
orası üniversitenin sancak gemisiydi.
Taşkışla’nın otele dönüştürülme tehdidiyle karşılaşmasına daha en az 20 yıl vardı.
Gökkafes de Taşkışla’yı perdelememişti.
Maslak Yerleşkeu fikri ise daha ortada
yoktu.
Ortam gerçekten keyifliydi. Kışladan okula dönüşmüş, ferah, yepyeni bir Taşkışla...
İlginç dersler, deneyimli iyi hocalar. Buna
karşılık binada ne yemekhane vardı, ne de
kütüphane… Bunlar ve öğrenci yurdu Gümüşsuyu’ndaydı. Ayrıca Harbiye’de de bir
yurt vardı; tabii o da “erkek” öğrenci yurdu... Öğrencilerin büyük çoğunluğu erkekti; kız öğrenci sayısı son derece azdı. Kız
öğrenci bolluğu bakımından rekor bizim
Mimarlık Fakültesi’ndeydi. Biz şanslı sayılırdık: 90 kişilik sınıfımızda 11 kız arkadaşımız vardı. Mimarlık Fakültesi, öteki fakülte
öğrencilerinin ziyaretgâhı idi adetâ... Başka fakültelerden arkadaşlarımız bizi çok
özledikleri için sık sık ziyaretimize gelirlerdi: Hattâ o kadar ki o müdavimleri, bizim
fakültenin öğrencisi sananlar bile vardı.
Taşkışla’da keyifli bir öğrencilik yaşamımız
oldu. Okulun Beyoğlu’na yakınlığı ciddi bir
avantajdı. Beyoğlu sinemaları belki de en
canlı dönemlerini yaşıyordu: Lale, Saray,
Emek, Yeni Melek, Atlas, İpek, Alkazar,
Elhamra gibi sinemalar... Marilyn Monroe,
Elizabeth Taylor, Nathalie Wood, Brigitte
Bardot, Grace Kelly,Kim Novak ve daha
niceleri en yeni filmleriyle bize Beyoğlu kadar yakındılar. Marlon Brando, James Dean
gibi, ünlü erkek sinema oyuncuları da vardı
kuşkusuz, ama tabii onlar bize rakip bile
olamazlardı: Biz İTÜ öğrencileriydik! Yakamızda arı rozeti, elimizde T cetveli ile çok
cakalıydık.
Beş yıllık sürede o keyfi gölgeleyen iki olguyla karşılaştık. Birincisi, ülkenin içine
sürüklendiği ekonomik bunalımı nedeniyle,
başta çizim malzemesinde olmak üzere
pek çok konuda yaşanan yokluklar, kıtlıklar,
1956’da İstanbul Teknik
Üniversitesi’nin giriş sınavına
katıldık. Sanayi çağının gözde
mesleği mühendislikti. Tabii en
gözde üniversite de İstanbul
Teknik Üniversitesi... Liselerin
en parlak mezunlarının öncelikle
tercih ettikleri üniversiteydi. Daha
sonraki yıllarda ülke yönetiminde
en üst düzeylerde rol alacak kimi
siyasetçilerin İTÜ’lü olmaları
şaşırtıcı değildir.
Mimarlık öğrencileri, Taşkışla 1958. Soldan sağa: Atilla Erbuğ, Doğan Hasol, Güngör Nalçacı
(Aydoslu), Yaprak Ataman (Karlıdağ), Yıldız Sey, Hayzuran Yunt (Hasol), Oya Oktav (Bekiroğlu).
İTÜ Mimarlık Fakültesi - Taşkışla
döviz darboğazı; ikincisi ise siyasal iktidarın yarattığı bunalım.
1958’de Türkiye’nin bugüne kadarki en
büyük devalüasyonu yapıldı. Yokluk, kıtlık, döviz darboğazı… İthale dayalı mallar,
çizim aletleri, çizim kâğıdı, hesap cetveli
bile bulunamıyordu. Ne var ki savaş dönemini yaşamış çocuklar olarak yokluklara alışıktık; bunlar alternatif buluşlarla
aşılabiliyordu. Örneğin, aydınger kâğıdı
yerine beyaz kâğıtlara beziryağı sürerek
bir çeşit saydam kâğıt üretmek gibi…
Daha zor olanı, çarpık bir demokrasi
anlayışıyla baskıcı siyasal rejimdi... Sonuçta sabırlar tükenince, biz dördüncü
sınıftayken 28-29 Nisan 1960’ta başlayan
öğrenci olaylarını yaşadık. Yürüyüşler sırasında bazen cop yiyenlerimiz oldu. O
günlerin öğrencileri olarak biz yine de
şanslı sayılırmışız: Hiç değilse o zamanlar
biber gazı, gaz bombası, boyalı basınçlı
su, toma, akrep, panzer, çelik kale gibi ileri teknoloji araçları ve daha da önemlisi,
ileri demokrasi yoktu. Hareketli geçen bir
ayın ardından 27 Mayıs 1960 devriminin
heyecan ve coşkusunu yaşadık. Hürriyet
istemiştik; ona kavuştuk: 27 Mayıs Devriminden sonra Beyazıt Meydanı’nın adı bir
süre için Hürriyet Meydanı oldu.
1961’de Teknik Üniversite’yi bitirdik.
O günlerde hâlâ, çizim masamız, te cetvelimiz, gönyelerimiz, hesap cetvelimiz vardı;
Grafos’tan Rapido (graph)’a yeni geçmiştik. “Bilgisayar” sözcük olarak bile daha
ortada yoktu. İlk bilgisayarlar çok büyük
boyutluydu ve “elektronik beyin” olarak adlandırılıyordu.
Mezuniyetten sonra iş bulmakta hiç kimsenin güçlük çektiğini duymadık. Hepimiz
yurtiçinde ya da dışında bir yerlere dağıldık.
İstanbul’un bugün 15 milyona tırmanan
nüfusu o günlerde 1,5 milyon kadardı; Türkiye nüfusu ise 29 milyon. Şehrin eski mahalleleri, ahşap evleri, plajları, tramvayları
vardı. Şehir mütevazı idi. Bugün siyasilerin
övündüğü gibi görkemli değildi(!); şöyle bir
gökdeleni bile yoktu... Ama her yanı plajdı.
Tramvayları, mezun olduğumuz yıl törenle,
çiçeklerle uğurladık. Aynı yıl Ruslar “Sputnik”le uzaya ilk insanı, Yuri Gagarin’i gönderdiler. O günlerde biz de, Türkiye’nin ilk
işçi kafilesini Almanya’ya gönderdik.
13 Temmuz’da da o günkü adı Ortak Pazar
olan AB’ye üyelik başvurumuz reddedildi.
Yarım yüzyıl önce pek çok şey yine özgürlük ve demokrasi içindi. AB üyeliğini beklediğimiz gibi demokrasiyi de hâlâ bekliyoruz.
NOTLAR :
a)Tarihçe için Ruhi Kafesçioğlu’nun “Yüksek Mühendis Mektebi’nden İstanbul Teknik Üniversitesi’ne” adlı kitabından (YEM Yayın, 2010)
b) Tarih Vakfı’nın İstanbul Ansiklopedisi’nden
(1994)
2)İkinci bölüm için D. Hasol’un
a) “Elli yıl önce, elli yıl sonra”, http://doganhasol.net/Articles/elli-yil-once-elli-yil-sonra_11078.
html
b)“50 Yıl Öncesi, Bugün ve Sonrası” http://
doganhasol.net/Articles/50-yil-oncesi-bugun-ve-sonrasi-_11097.html yazılarından
yararlanılmıştır.
itü vakfı dergisi 75
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
İTÜ BİNALARININ
Kimi Mutlu ve Umutlandırıcı,
Kimi Üzücü ve Hüzünlü
ÖYKÜLERİ
Geçmişte olan olmuştur.
Yaşam ve İTÜ’nün gelişimi
sürecektir. Ayazağa’da bundan
sonra da yapılacak çok şey
bulunmaktadır. Yeni binalar
hem işlevsel hem de görünüm
açısından istenilen koşullarda
olmalıdır. Yapısal yetersizlikler
ve diğer nedenlerle yenilenecek
binalar iyileştirme için
fırsatlardır. Bu yeni yapılaşmalar
ile birlikte yerleşkenin uyumlu
bir bütünlüğünü sağlayacak
şekilde yerleşim planı
güncelleştirilmelidir. Dolayısıyla
bundan sonra geçmişten ders
alınarak daha güzel, işlevsel,
24 saat ve keyifle yaşanabilir,
övünülecek bir yerleşke için
gereken çaba gösterilmelidir.
Prof. Dr. Güngör EVREN
İTÜ İnşaat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi
76 itü vakfı dergisi
1
956 yılının güneşli Eylül öğleden sonrasında, Malatya istasyonundan 5-6
arkadaş trenle yola çıktık. İki geceden sonra vardığımız, güzel bir İstanbul
sonbahar sabahının duygularını anlatmam olası değil. 17 yaşında ilk kez gördüğüm İstanbul. İlk kez gördüğüm deniz;
sonsuzluğu duyumsatan masmavi bir su.
Sonra Haydarpaşa. Vapurla Karaköy. Bir
otele yerleştikten sonra, daha önce İstanbul’a gelmiş ve kenti bir ölçüde tanıyanların kılavuzluğunda, hayalimizdeki İstanbul
Teknik Üniversitesi’ni ziyaret. İTÜ olarak
Taşkışla’ya geldiğimizi, ama içeri girmeye
cesaret edemeden dışarıdan bir tür saygı
duygusuyla binayı seyrettiğimizi anımsıyorum. İTÜ giriş sınavına da Taşkışla’da, o
zamanlar İnşaat Fakültesi’nin resimhanesi
“217” nin önündeki koridorda girmiştim.
Böylece tanıştığımız Taşkışla’nın benim
için özel bir kimliği ve unutamayacağım
bir yeri var. Beş yıllık öğrencilik. Önceleri
çekingenliklik duyduğum, sonradan günlerimi içinde ve birlikte geçirmekle, kendimi ayrıcalıklı ve mutlu saydığım bir bina
Taşkışla.
Kader nedir, tam bilmiyorun ama, yine de
kadere bakın diyeceğim… Evet, kadere
bakın! İnşaat Fakültesi’nin bu güzelim binadan, Taşkışla’dan Ayazağa Yerleşkesi’ne
taşınması benim dekanlığım döneminde
bana düştü… Güneşli bir sonbahar günü
tanıdığım Taşkışla’dan yağmurlu, berbat bir
şubat günü kopmuştum!
İTÜ binalarının kimi mutlu ve umutlandırıcı, kimi üzücü ve hüzünlü öyküleri
İTÜ’nün geçmişinde öğretimi sürdürecek
bina bulmanın ciddi sorun olduğu dönemler yaşanmıştır. Bunlardan en çarpıcı olanı
1909-1923 arasındaki 14 yıllık dönemdir.
Bu göçebelik koşullarında öğretimin sürdürülemediği zamanlar olmuştur.
1923 Ekim’inde Gümüşsuyu binalarına
taşınılmasıyla, yani Cumhuriyet’le birlikte
İTÜ yerleşik düzene geçmiş ve hızlı gelişim
dönemini başlatmıştır. 1944 yılında yılında
Taşkışla’nın İTÜ’ye tahsisi çok önemli bir
aşamayı oluşturmuştur. 1955 yılında Maçka
binaları İTÜ’ye tahsis edilince o zamanın
koşullarında kısa süreli de olsa bir rahatlama sağlanmış olduğu söylenebilir.
Mühendis Mektebi Âlisi’nin Göçebelik
Çilesi : 14 Yılda 7 Bina Değişimi
Hiç kuşku yok ki, İTÜ’nün bina öykülerinin
en hazini ve çilelisi 1909 – 1923 arasında
yaşanmıştır. 14 yıl içinde 7 binanın değiştirildiği bu dönem tam bir göçebelik olarak
nitelenebilir. Aslında bu dönem İTÜ tarihinin kara bir sayfasıdır.
1909 yılında Halıcıoğlu’ndan ayrılma zorunluluğu doğunca taşınılan ilk bina Askeri
Alaylar Kışlası’dır. Sonrasında vazgeçilen
Gedikpaşa Tiyatrosu girişimi var. 1913 yılında daha hareketli bir döneme girilmiştir.
Kısa bir süre için taşınılan Divanyolu’ndaki Kondüktör Okulu’nda yılı tamamlamak
bile mümkün olmamıştır. Fındıklı’ya taşınılmış, fakat proje ve uygulama çalışmaları
için Tophane’deki bir bina kullanılmıştır.
1915 yılında Maarif Nazırı Şükrü Bey’in
kararıyla Notre Dame de Sion’un bir katı
Mühendis Mektebi Alisi için ayrılmıştır. Ne
var ki Birinci Dünya Savaşı sonrasında
Fransızlar Notre Dame de Sion’u geri almışlar, eşyalar sokağa atılmış, öğrenciler
açıkta kalmışlardır.
Bir süre yersiz kalındıktan sonra, Halıcıoğlu’ndaki eski yuvaya geri dönüldü. Ancak
İstanbul’un işgalinden sonra, İngilizler Halıcıoğlu’nu boşaltarak kendi kuvvetlerini
yerleştirdiler. Bunun üzerine Gümüşsuyu
Kışlası Mühendis Mektebi Âlisi’ne verildi.
Karlı bir kış günü taşınma gerçekleştirildi.
Ancak daha henüz öğrenciler gelip yerleşmemişkenm, İngilizler binayı işgal ederek askerleri için hastaneye dönüştürdüler.
Bu durumda Yıldız’daki Şevket Paşa konağı kiralandı. Bu bina okul olmaya elverişli
değildi. Çaresizlik içinde dersler yatakhanelerde ve yemekhanelerde yapılmaya
çalışıldı. (1,2)
Bu koşullar altında doğaldır ki, 1909-1923
yılları arasında bir yandan savaşlar, öte
yandan sık sık bina değiştirmek zorunda
kalınması nedeniyle doğru dürüst öğretim
yapılamadı.
Cumhuriyet’le birlikte aydınlık günler
başlıyor
Yaşanan göçebelik çilesinin ardından aydınlık günlerin ilk ışıkları 1923 yılında Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte gözüktü. Daha
önce girişimde bulunulan fakat İngilizlerin
işgali ile sonuçlanmayan Gümüşsuyu Kışlası’na taşınma Kasım 1923’de gerçekleşti. Önce bina köklü bir onarımdan geçirildi ve ek binalar yapılarak genişleyen
alanlarda öğretim etkinlikleri iyileştirildi.
1926 yılında Nafıa Vekili olan Behiç
(Erkin) Bey, ülke kalkınmasına
katkıda bulunacak mühendislerin,
gecikmeden ve gerekli niteliklere
sahip olarak yetiştirilmelerini
yaşamsal önemde görüyordu.
Bu nedenle Mühendis Mektebi ile
sıkı bir işbirliğine girdi. Mektebin
atılım yapmasını sağlayacak bir
yönetimin iş başına gelmesinin
öncelikli bir iş olduğuna
inanıyordu.
Artık Gümüşsuyu Kışlası’nda yerleşik bir
düzende sağlıklı öğretim yapma olanağı
kazanılmış oldu.
Başta Atatürk ve İnönü olmak üzere,
Cumhuriyet dönemi yöneticileri ülkemizin mühendise olan gereksiniminin bilinci içindeydiler. 1926 yılında Nafıa Vekili
olan Behiç (Erkin) Bey, ülke kalkınmasına
katkıda bulunacak mühendislerin, gecikmeden ve gerekli niteliklere sahip olarak
yetiştirilmelerini yaşamsal önemde görüyordu. Bu nedenle Mühendis Mektebi
ile sıkı bir işbirliğine girdi. Mektebin atılım
yapmasını sağlayacak bir yönetimin iş
başına gelmesinin öncelikli bir iş olduğuna inanıyordu. Muallimlerden Fikri (Santur) Bey’in böyle bir görevin üstesinden
gelebilecek niteliklere sahip olduğu kanısıyla kendisini müdür olarak atadı. Bundan sonrası bir başarı dönemi sürecidir.
Böylece başlayan gelişme dönemi, etkinlikleri, akademik personeli, öğrencileri
artırıyordu. Mevcut binalar amaçlanan
hizmetlere yetmekten uzaktı. Bu süreç,
1940’lı yıllara eriştiğinde, Maarif Vekilliği’ne tahsis edilen Taşkışla, İTÜ için
uygun görülmüş ve İTÜ’ye tahsisi için
girişimler, başta Hasan Âli Yücel olmak
üzere dönemin yöneticilerinin olumlu
yaklaşımlarıyla 1944 yılında sonuçlanmıştır. Tahsis konusunda çaba gösteren
Ord. Prof. Emin Onat, bu kez, dış duvarları korunan Taşkışla’yı İTÜ binasına
dönüştürme görevini, Prof. P. Bonatz ile
birlikte dünyanın en güzel restorasyon
örneklerinden biri olarak başardı. Artık
İTÜ kimliği, Taşkışla’nın belleğine silinemez biçimde kazınmıştı.
Taşkışla’dakine benzer tekniğe, bilime
ve eğitime verilen önem anlayışı bağlamında 1955 yılında Maçka Silahhanesi
İTÜ’ye tahsis edildi. Bu bina da dış duvarları dışında yeniden yapıldı. Bu süreçte Maçka Karakolu da İTÜ’ye katıldı.
İTÜ’nün atılım yapmasına başta Atatürk
olmak üzere İnönü, Behiç Erkin, Hasan Âli
Yücel ve Rüştü Uzel’in çok değerli katkıları olmuştur. (2,4)
Taşkışla için otel , Maçka için Borsa
binası işlevini düşünülebilmek?!
Yönetim anlayışında eğitimin, kültürün,
üniversitenin çevrenin, doğanın yaşam ve
toplumsal kalkınmadaki öneminin bilinci yerine, kısa yoldan ekonomik değerler
yaratılabileceği yanılgısıyla iş bitirici yaklaşımlar egemen olunca inanılmaz olaylar
yaşanabiliyor. Taşkışla ve Maçka ile ilgili
olayların kökeninde bu anlamda düşünsel
altyapının bulunduğunu düşünüyorum.
Taşkışla ile ilgili değişik niyetlerden sonra, otel yapmaya yönelik gerçekten anlaşılması güç gelişmeler uzun bir süre aldı
ve kamuoyu önünde gerçekleşti.
Maçka binası da İTÜ’lülerin unutamayacakları üzücü bir olayın konusu oldu.
5 yıl boyunca öğrenci ve 19 yıl akademisyen olarak yaşadım Taşkışla’da, 2 yıl
kadar da İnşaat Fakültesi’nin seçimle
gelen son, YÖK sonrası atama ile gelen
ilk dekanı olarak görev yaptım. Kısacası,
Taşkışla ile özel bir bağım olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle, 1982 Şubat’ında
dekan olarak Fakülte’yi Ayazağa’ya taşıma görevini yerine getirirken Taşkışla ile
ilgili ilk derin hüznü yaşamıştım.
Daha sonraki aşamada Rektör Yardımcısı olarak otel yapılmak üzere İTÜ’den
koparılmak üzere saldırıya uğramış Taşkışla olayı ile karşı karşıya kaldım. Bu
aşamada Mimarlık Fakültesi’nin Maçka’ya
taşınması ile Taşkışla’nın boşaltılması süreci çok önemliydi. Görev alanımdaki bu
süreci zaman kazanacak biçimde iyi
yönettiğimi düşünüyorum. Bu aşamada,
bir toplantıda karşılaştığım Mimarlık Fakültesi’nin Maçka’ya taşınma konusunda
görevli Dekan Yardımcısı, beni bu taşınmayı engellemekten dolayı, ciddi olarak,
eleştirmiş ve gereksiz sert bir tartışmayı
başlatmıştı. Şaşırmıştım. Aslolan, beklenen mutlu sonuca varmaktı. Öyle de oldu.
Yargı Taşkışla’nın İTÜ’de kalması kararını
vermişti. Taşkışla saldırısına karşı Prof. Dr.
Erol Kulaksızoğlu, Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Prof. Dr.Yıldız Sey ve Prof. Dr. Afife
Batur yargıya başvurmuş, çok çetin bir
mücadele vermişlerdi. Mücadeleyi kazandılar ve Taşkışla İTÜ’de kalmış oldu. (3)
Maçka binası da bilimi ve eğitimi yani geleceğimiz için üniversiteyi önceleyen anlayış yerine, kısa yoldan kazanma heve-
itü vakfı dergisi 77
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
sinden kaynaklanan üzücü bir serüven
yaşadı. 22 Ağustos 1990 günü gazeteler Maliye Bakanlığı’nca İTÜ’nün Maçka binasının İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası’na tahsis edildiği haberini verdiler. O günlerde İstanbul dışında olan
Rektör’e vekâlet ettiğim için İTÜ’nün ilk
tepkisini, olayın özü ve uslubu açısından kabul edilemez olduğunu vurgulayarak vermiştim. Hemen ardından olayla ilgili Üniversite tepkisini dile getiren
Rektörlük basın bildirisi yayımlandı. 27
Ağustos 1990 günü İTÜ Yönetim Kurulu
Olağanüstü toplantısında “… gerekli hukuki işlemlerin en kısa zamanda başlatılması” kararını verdi. Uzun bir toplantı
oldu. Görüşmelerin uzaması bazı üyelerin üniversitenin hükümete karşı, üstelik
mezunumuzun başkanı olduğu bir hükümete karşı yargıya başvurmanın olası
sonuçlarına ilişkin duyarlılıklarında kaynaklanmıştı. Gerçekten üniversite olarak hükümete karşı yargıya başvurmak
pek rastlanan olaylardan değildi. Ama
başka bir çözüm seçeneği yoktu. Bu
süreçte, üniversitemiz avukatları dışında
bir çok hukukçu ciddi destek verdiler.
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi ve Prof. Dr. İl
Han Özay bunlar arasındadır. 3 Eylül
1990 günü 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
tedbir kararı aldı.
Bu arada akıl almaz bazı gelişmeler
oldu. Olayın başlangıcını izleyen 15
gün içinde Borsa yönetiminden kişilerin
silâhlı özel güvenlik elemanları eşliğinde, bina mühürlü olduğu için, pencereden girme girişimi, sonra 4 silahlı Borsa
elemanının ve avukatlarının mühürlü kapıları kırarak içeri girme girişimleri bunlar
arasındadır. En sonunda 14 Eylül 1990
günü kaba kuvvetle bir kâbus yaşatıldı.
Rektöre vekâlet eden Prof. Dr. Senai Saltoğlu telâşla odama gelerek “Borsacılar
Maçka binasını basmışlar.” dedi. Birlikte hızla Maçka’ya gittik. İlk görülenler
midibüs türü birkaç araç, içlerinde gözüktüğü kadarıyla yatakları yorganlarıyla bazı insanlar… Binanın kapısı açık,
etrafta polisler ve Borsa ile ilgili insanlar… Bunlardan bazıları içeri girmek istiyor, Üniversitemiz Avukatı Beyza Koral
ve gönüllü olarak avukatlığımızı yapan
Av. Kezban Hatemi bu insanları engelliyorlar. Polisler de içeri girmek istiyorlar, kadın avukatlarımız, zaman zaman
onları kapı dışına ittirerek engellemeye
çalışıyorlar, açıkçası engelliyorlar. Bu
arada Kezban Hatemi’nin bana ve Se-
78 itü vakfı dergisi
1990 yaz sonunu tüm İTÜ’lüler,
daha doğrusu bilime, hakka
ve hukuka saygılı olanlar
hüzünle anımsayacaklardır.
Ama gerekli duyarlılığı gösteren
İTÜ Camiasının içten, coşkulu
dayanışması ve hukuk insanlarının
yürekliliği içimizi aydınlatacak ve
hiçbir zaman unutulmayacaktır.
nai Saltoğlu’na söylediği, benim hâlâ
aklımın almadığı şu sözleri hiç unutmuyorum: “Polisler dahil hiç kimsenin içeri
girmesine izin vermeyin, onları engelleyin. Yoksa içeri girer taşıtlardaki insanları da içeri alırlarsa, ortaya çıkan bu fiili
durumla mücadeleyi kaybetmiş oluruz.”
Mantığını kavrayamadım ama, çok ciddi bir durumla karşı karşıya olduğumuzu
anladım. Ne var ki, içeri girenlere fiziki
olarak karşı koyamadık. Ne ben, ne de
Senai Bey. Ama hiç kimse içeri giremedi.
Çünkü avukatlarımız anlatılması güç bir
çabayla binaya girmek isteyenlere karşı
koydular. Kapıları kapadılar. Ben bu arada İstanbul Valisi’ne, İçişleri Bakanı’na,
mezunumuz Bakanlara, bize yardımcı
olabileceğini düşündüğüm aklıma gelen
kişilere telefonla erişmeye çalıştım. Ne
tesadüftür ki, hiç biri yerinde değildi ve
kendilerine erişilemiyordu. Bir süre sonra Prof. Dr. Hüseyin Hatemi geldi. Binanın
telefon bulunan bir odasından yine telefon trafiğini başlattık. Bu arada İstanbul
Belediye Başkanı Prof. Dr. Nurettin Sözen’i
aradım. Durumu anlattım, kendisi üzüldüğünü ve yardımcı olmak istediğini söyledi,
ama ben o aşamada nasıl bir yardım isteyeceğimi bilemedim. Prof. Dr. Hüseyin Hatemi telefonu istedi ve Sözen’den destek
olarak Belediye Zabıtalarını göndermesini söyledi. Bir süre sonra zabıtalar geldi.
Asıl çözüm Şişli Savcılığı’na başvurmak
ve kararını beklemekti. Kezban Hatemi
bu amaçla gitti. Ama saatler geçti. Hava
kararmaya başladı. Sabırsızlanıyorduk.
Nihayet Kezban Hatemi geldi ve Savcılık
kararını kapıya astı. Dışarıda bekleyen
Borsacılar kararı okuduktan sonra kaçar
gibi taşıtları ve adamlarıyla oradan uzaklaştılar. Olaylar İTÜ’lüler tarafından duyulmuş, Maçka’nın koridorlarında çoşkulu bir
dayanışma ortamı oluşmuştu. Gerilimli bir
gün, umutlu bir sona ermişti.
“İTÜ’den Haberler”in Ekim 1990 tarihli
28. sayısında imzasız olarak yayımlanan “Maçka Kışlası Olayı: Olsa Olsa Bir
Kâbus” başlıklı yazımda, Maçka olayının
kendisinin sağduyu dışı ve bir kâbus olduğunu belirterek, şu duygularımı dile
getirmiştim: “Bu sağduyu dışı girişim ve
onu izleyen gelişmeler, hele 14 Eylül 1990
gününün öğle sonrası başlayıp gece karanlığının ötesine uzanan, İstanbul’un
ortasında kaba kuvvetin, hak hukuk tanımazlığının egemen olduğu yoğun bir
çaresizliğin yaşandığı geçmek bilmeyen
saatler olsa olsa kâbus olabilirdi. 1990
yaz sonunu tüm İTÜ’lüler, daha doğrusu
bilime, hakka ve hukuka saygılı olanlar
hüzünle anımsayacaklardır. Ama gerekli
duyarlılığı gösteren İTÜ Camiasının içten,
coşkulu dayanışması ve hukuk insanlarının yürekliliği içimizi aydınlatacak ve hiçbir zaman unutulmayacaktır.”(8)
Evet yürekli hukukçularımız olmasaydı
bu kâbustan kurtulamayabilirdik. Uzun
hukuk süreci Danıştay’ın 27 Şubat 1992
tarihli kararı ile olumlu sonuca ulaştı.
Taşkışla ve Maçka binaları ile ilgili hukuk
savaşımındaki olumlu gelişmelerin yarattığı elverişli ortam, İTÜ yerleşimi konusunun yeniden ele alınabilmesini sağlamıştı. Bu aşamada, kişisel olarak bir yandan
Rektör Yardımcısı, öte yandan İTÜ Vakfı
Yönetim Kurulu üyesi olmam, üniversitedeki kararlı yaklaşımının Vakfın coşkulu
desteği ile güçlenmesi olanağını verdi.
Önce Vakıfta benim yürütücülüğümde
mezunlarımızın da desteğini sağlayacak
şekilde geniş katılımlı çalışmalar yapıldı.
Mezunlarımız yanında, Mimarlık Fakültesi ve İnşaat Fakültesi öğretim üyelerinin
yer aldığı çalışmalarda giderek çözüm
şekilleniyordu. Nihayet kent binaları ve
Ayazağa Yerleşkesi’nin uyumlu bir bütünlük içinde yer alacağı bir yerleşim planı
ortaya çıkıyordu. Son aşamada, İTÜ Yönetim Kurulu’nca, “ şehir kampüslerimizdeki binaların kullanımları” ile ilgili somut
öneri hazırlamak üzere , yürütücülüğümde Mimarlık Fakültesi’nden 4 ve İnşaat
Fakültesi’nden 2 Öğretim Üyesinden oluşan bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun
raporu, 19 Mart 1992 günlü Üniversite
Yönetim Kurulu’nda görüşülerek karara
bağlandı.
tirdiğinden, gelişip genişlemiş büyük bir
topluluk halinde bulunmak da çağdaş
bilim düzeyinin bir zorunluluğudur.
Memleket kalkınmasının gerektirdiği mühendis ihtiyacı, mevcut müesseselerin
kapasiteleri artırılmaz ve bunlara yenileri eklenmezse, karşılanmaktan çok uzak
kalacaktır. 1977 de bu eksiğin 20 000 civarında olacağı hesaplanmıştır.
…Özetlediğim bu durum, yetkili ve sorumlulara anlatılmış, yakın ilgi ve yardımları ile ve İstanbul Şehir Meclisi’nin
yurtsever, bilimsever anlayışı ile, bu kitapla yerleşme müsabakası açılan arazi,
İstanbul Teknik Üniversitesi gelişme yeri
olarak tahsis edilmiştir. Kendilerine şükranlarımı tekrarlarım.
Bu arazide İstanbul Teknik Üniversitesi
Akademik tesislerinden başka, öğrencilerin her türlü sosyal ihtiyaçları ve spor
tesisleri yer alacaktır. Müsabaka ile belirtilecek kısımda inşa edilecek yurt binaları için Yüksek Öğretim Kredi ve Yurtlar
Kurumunun anlayışlı işbirliğine şimdiden
teşekkür ederim.
Arazide ayrıca İstanbul Belediyesi dinlenme tesisleri, şehir hayvanat ve nebatat bahçeleri bulunacaktır….”
Rektörün bu yazısını izleyen ve Ayazağa’nın gündeme gelişi ile ilgili konuları
kapsayan önemli bir kaynak 1966 tarihli
bir kitaptır. Bu kitap beş bölümden oluşmaktadır.Birinci bölüm, “İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nün Arazi
Tahsisi İçin Gerekçe Raporu” ile arazi
hakkındaki bilgilerden oluşmaktadır. Raporda İTÜ görüşleri desteklenmektedir.
Dikkat çekici bir açıklama, istenilen ara-
Yerleşimde köklü bir gelişme:
Ayazağa Yerleşkesi
1923’den sonra, özellikle 1940’lı yıllardaki üniversiteye dönüşüm süreciyle hızlı
gelişim dönemine giren İTÜ’nün genişleme gereksinimi, 1960’lara gelindiğinde kendini iyice duyurmaya başlamıştı.
Bu durumu ve Ayazağa Yerleşkesi’nin
gerçekleştirilmesi ile sonuçlanan gelişmeleri, dönemin Rektörü Ord. Prof. Bedri
Karafakioğlu “İstanbul Teknik Üniversitesi
Gelişme Yerleşkeu” başlıklı yazıda şöyle açıklamaktadır : “…Yüzyıllara dayanan geleneklerin biriktirdiği bu bilimsel
öğretim potansiyelinden, memleketi tam
kapasite ile faydalandırmak için genişlemek istiyoruz. Modern teknolojinin zorunlu kıldığı uzmanlaşma, çok sayıda uzman
öğretim üyesinin birlikte çabalarını gerek-
Ayazağa Yerleşkesine ilişkin
gelişmeler, konuyla yakından ilgili
Prof. İsmet Aka’nın anlatımıyla
şöyle : ”Rektörlüğün öncülüğünde
yürütülen çalışmalar sonucunda,
bugün Harp Akademilerinin
bulunduğu arsayı da içine alan,
Maslak’tan Hisarüstü’ne kadar
uzanan, belediyenin de hayvanat
ve nebatat bahçeleri yapacağı,
600 hektarlık bir arazi seçilerek
yerleşme konusunda bir mimari
proje yarışması açılmıştır.
Yarışmayı, ODTÜ yerleşmesini
gerçekleştiren, mezunumuz
mimar Behruz Çinici kazanmış,
uygulama hazırlıkları başlamıştır.
zinin bir bölümünün sorunlu oluşudur. İkinci bölüm, Yönetim, akademik, spor, yurt ve
lojman için gerekli alanlar konusunda ayrıntılı bir analizi ve değerlendirmeyi içermektedir. Üçüncü bölüm, “Botanik ve Zooloji
Bahçeleri ve Rekreasyon Tesisleri” konusuna ayrılmıştır. Dördüncü bölümde, yerleşme
ile ilgili açılacak yarışmanın şartları ve sözleşme örnekleri yer almaktadır. Son bölümde yerleşke planlaması ile ilgili kavramsal
değerlendirmeler yapılmaktadır.(6)
Ayazağa Yerleşkesine ilişkin gelişmeler,
konuyla yakından ilgili Prof. İsmet Aka’nın
anlatımıyla şöyle : ”Rektörlüğün öncülüğünde yürütülen çalışmalar sonucunda,
bugün Harp Akademilerinin bulunduğu arsayı da içine alan, Maslak’tan Hisarüstü’ne
kadar uzanan, belediyenin de hayvanat ve
nebatat bahçeleri yapacağı, 600 hektarlık
bir arazi seçilerek yerleşme konusunda bir
mimari proje yarışması açılmıştır. Yarışmayı, ODTÜ yerleşmesini gerçekleştiren, mezunumuz mimar Behruz Çinici kazanmış,
uygulama hazırlıkları başlamıştır. Ne var ki
arazinin mülkiyetinin sorunlu olduğu, askeri
kuruluşların burada Harp Akademileri’nin
yerleşmesini planladıkları anlaşılmış, çalışmalar yön değiştirmek zorunda kalmıştır. Askeri makamlarla yapılan görüşmeler
sonunda arazinin paylaşılması konusunda
bir anlaşmaya varılmış ve 1966 yılında bir
protokol imzalanmıştır. Bu protokolde her
iki tarafın görüşleri belirtilmekte, bugünkü
İTÜ girişinden başlayan vadi bir sınır olarak belirlenmekte, askerlerin Taşkışla ve
Gümüşsuyu binaları isteklerine, İTÜ bu
binalar tamamen boşaldığında verilebilir
demektedir.” (7)
Ayazağa Yerleşkesi, yerleşim aşamasına
gelinceye kadar, sanki öğretim kadrosunun ilgisi ve bilgisi dışında gelişti. Orada bir
yerde bir yerleşke oluşumunu bilseler bile,
nedense sanki herkes kendisinden sonraki
bir dönem için diye düşünüyordu. Bunu İnşaat Fakültesi’nin taşınma sürecinde daha
yakından algılama olanağını buldum. Ayazağa Yerleşkesi konusunu aydınlatıcı bulduğum için İnşaat Fakültesi’ndeki taşınma
sürecini biraz açmakta yarar görüyorum.
1980’li yıllara gelindiğinde Ayazağa’da binaların bir bölümü tamamlanmıştı. Bunlar
arasında İnşaat Fakültesi binaları da vardı. Rektörlük Ayazağa’ya gitmişti ve İnşaat
Fakültesi’nin de taşınmasını istiyordu. Ben
de İnşaat Fakültesi Dekanı olarak, taşınma
konusunu gündeme getirerek hem uygun
fiziksel koşulları hem de öğretim üyelerinin
içlerine sindirebilecekleri bir ortamı oluştu-
itü vakfı dergisi 79
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
rabilmek üzere ayrıntılı bir planlama çalışmasını başlatmıştım. O dönemin Rektörü,
anısı önünde saygı ile eğildiğim Değerli
Hocam Prof. Dr. Kemal Kafalı İdi. Taşınmanın en kısa zamanda gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor, hatta bu konuda sürekli baskı uyguluyordu. Bir Fakülte Yönetim Kurulu
Toplantısına katılarak, doğrudan bana yönelik olarak, taşınma olayını yavaştan aldığım, hatta ayak sürüdüğüm anlamında
görüşlerini ifade etmişti. Benim açıklamalarıma ek olarak, Yönetim Kurulu üyemiz Prof.
Dr. Nahit Kumbasar, yavaştan alma gibi bir
durumunun söz konusu olmadığını, çalışmaların ciddi şekilde sürdürüldüğünü, çok
açık olarak anlatmıştı. Gerçekten İnşaat Fakültesi gibi bir fakültenin hazırlıksız apar topar taşınması düşünülemezdi. Diğer hazırlıklar tamam olsa bile, “haydi, taşınıyoruz”
diyebilir miydim? Psikolojik olarak hazırlıklı
olmayı çok önemsiyordum. Yalnız taşınma
gündemi ile yaptığımız toplantı, 10 yıllık
yöneticilik yaşamımın en uzun iki toplantısından biriydi. Çoğunluğu hocalarım olan,
Ayazağa olayını benden çok iyi bilen, belki
kararlarda etkili olmuş üyeler, “Taşkışla’da
rahat olduğumuzu, Ayazağa’ya taşınmanın nereden çıktığını” soruyorlar ve dekan
olarak taşınmaya karşı çıkmam gerektiğini
söylüyorlardı. Ben de, o dönemde asistan
olarak, Ayazağa Yerleşkesi kararında hiçbir rolümün olmadığını, orada fakültemizle
ilgili tamamlanan binaları görmezlikten gelemeyeceğimizi, çürümeye bırakamayaca-
80 itü vakfı dergisi
Ayazağa Yerleşkesi, yerleşim
aşamasına gelinceye kadar, sanki
öğretim kadrosunun ilgisi ve
bilgisi dışında gelişti. Orada bir
yerde bir yerleşke oluşumunu
bilseler bile, nedense sanki
herkes kendisinden sonraki bir
dönem için diye düşünüyordu.
Bunu İnşaat Fakültesi’nin
taşınma sürecinde daha yakından
algılama olanağını buldum.
ğımızı, Ayazağa’da laboratuvarlar başta
olmak üzere, daha iyi olanaklara sahip
olacağımızı ve zaman içinde gelişme
olanağını bulabileceğimizi, yaptığımız
ayrıntılı çalışmaların raporlarına dayanarak ifade ediyordum. Sonuçta 1982 yılının yağışlı bir kış gününde birinci sınıflar
dışında Ayazağa’ya taşınmaya başladık.
Yöneticilik yaşamımda derin iç burukluğu yaşadığım günlerden birinin bu olduğunu belirtmiştim.
İTÜ’lülerin, en azından başlangıç aşamasında, Ayazağa Yerleşkesi’nden çok mutluluk duyamadıkları kanısındayım. Çoğumuzun aklından geçen soru “ Daha güzel
bir yerleşke gerçekleştirilemez miydi ?”
Keşke açılan yarışmayı kazanan Behruz
Çinici’nin projesinin uygulanmasını engelleyen gelişmeler olmasaydı. Bu gelişmenin ardından tutum değiştirilmeyerek,
projenin yeni duruma uyarlanması ya da
yeni bir yarışmanın açılması daha iyi bir çözüm olabilir miydi ? Herhalde konunun tam
bir profesyonellik gerektirdiği gerçeği karşısında, işin amatörce bir anlayışla üniversite tarafından üstlenilmesi temel bir yanlışlık
olabilir miydi ? Çünkü, konu tamamen profesyonelliği gerektirmektedir. Bu anlayışla
gerçekleştirildiğini bildiğimiz yerleşkelerde
daha başarılı olunduğu söylenebilir. Öte
yandan planlama ve yapılaşma sürecinde,
üniversitenin ilgili birimleri ve öğretim üyelerince gerekli ve yeterli bilimsel ve eleştirel değerlendirmenin yapılmış olduğunu
söyleyemeyiz. Konuyla yakından ilgili Prof.
İsmet Aka, Ayazağa olayındaki olumsuzlukları ayrıntılı olarak ortaya koymakta ve
sonuçta “Profesyonel bir proje bürosu ile
anlaşarak İTÜ’nün yönlendirmesi ve kontrolü altında projelendirme daha uygun olurdu
kanısındayım.” demektedir. (7)
Geçmişte olan olmuştur. Yaşam ve İTÜ’nün
gelişimi sürecektir. Ayazağa’da bundan
sonra da yapılacak çok şey bulunmaktadır.
Yeni binalar hem işlevsel hem de görünüm
açısından istenilen koşullarda olmalıdır.
Yapısal yetersizlikler ve diğer nedenlerle
yenilenecek binalar iyileştirme için fırsatlardır. Bu yeni yapılaşmalar ile birlikte yerleşkenin uyumlu bir bütünlüğünü sağlayacak
şekilde yerleşim planı güncelleştirilmelidir.
Dolayısıyla bundan sonra geçmişten ders
alınarak daha güzel, işlevsel, 24 saat ve
keyifle yaşanabilir, övünülecek bir yerleşke
için geren çaba gösterilmelidir.
Kaynaklar
1-Uluçay Çağatay, Kartekin Enver. Yüksek Mühendis Okulu, İstanbul Teknik Üniversitesi Kütüphanesi, Sayı :389, Berksoy Matbaası, 1958.
2-Kaçar Musatafa ve diğerleri, İstanbul Teknik
Üniversitesi ve ve Mühendislik Tarihimiz, Cenkler Matbaacılık, 2013.
3-Kulaksızoğlu Erol, Dünü Bilmek, Yarınları Aydınlatmak,… , İstanbul, 2010.
4-Bir Anıt “Taşkışla”, İTÜ Vakfı Dergisi, 1989,
Sayı 2.
5-Hüseyin Hatemi, Hukuk ve Maçka Kışlası,
Cumhuriyet Gazetesi, 27.8.1990.
6-İstanbul Teknik Üniversitesi Yerleşkeu,…1
Aralık66, 10 Şubat 1967, İTÜ Mimarlık Fakültesi,
1966.
7-Aka İsmet, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Kuruluş ve Gelişmesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Yerleşkeunun Öyküsü, İnşaatın İçinde 9 yıl,
1973-1982, 2012.
8-“Maçka Kışlası Olayı : Olsa Olsa Bir Kâbus”,
İTÜ’den Haberler, Sayı : 28,Ekim 1990.
İTÜ’nün Yaşayan
Çınarlarından
Ruhi Kafesçioğlu,
Anılarını Anlatıyor
Yüksek
Mühendis
Mektebi’nde
Eğitim ve
Yönetim
1937 Ekimi’nde 135 arkadaşla başladığımız
öğrenciliğimizi, bizden geriye kalanlar ve üst sınıflardan
bize katılanlarla, ama her sene biraz daha azalarak, 1943
Eylül dönemi imtihanları sonunda beş şubede 52 arkadaş
tamamlayabilmiştik. 135’in 45’i bu grubun içindeydi.
Geri kalan 90’ın bir kısmı bir veya iki sene arkamızdaki
sınıflardaydı. Büyük bir kısmı çeşitli zamanlarda
ayrılmışlardı. Yüksek Mühendis Mektebi’ndeki eğitim
sürecini sergileyen bu durumu kimse yadırgamazdı.
Bu sonuç, uygulamalı meslekler olan mimarlık ve
mühendisliğin diplomasının verdiği yetkileri ülke ve toplum
yararına kullanabilecek yetenekte olmanın gereğiydi.
Günümüzde şartlar tabii çok değişti. Altyapısı ve eğitim
kadrosu yeterince hazırlanmadan açılan üniversitelerde,
kalabalık sınıflarda okuyan gençlerimizin çoğunun yeterli
düzeyde yetişmemiş olduğu gerçeği, önümüzdeki önemli
bir sorun olarak durmaktadır…
İTÜ’nün yaşayan çınarlarından Ruhi Kafesçioğlu, Yüksek
Mühendis Mektebi’ndeki öğrenimini 1943’te tamamladı.
Anılarından derlediğimiz yazı; bir taraftan Gümüşsuyu
binasının hikayesine ve okulun eğitim anlayışına ışık
tutarken, diğer taraftan o günün şartlarında hem büyük
zorluklara göğüs gerip, hem de sıkı bir disiplin altında
öğrenimlerini sürdüren eski kuşak İTÜ mezunlarının
başarılarını ve aidiyet duygularının sırrını anlamamızı
sağlıyor…
itü vakfı dergisi 81
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
Heyet-i İhtiyariye (1943 Arı Yıllığı) Tedris Meclisi (Eğitim Kurulu)
Gümüşsuyu Yerleşkesi
II. Meşrutiyetin ilanından sonra mülki idarenin (sivil yönetimin) mühendis ihtiyacını
karşılamak amacıyla “Mühendis Mekteb-i
Âlisi” adını alarak Nafıa Nezareti’ne (Bayındırlık Bakanlığı’na) bağlanmış ise de, okulda askeri düzenlemeler sürüyordu. Okul
nazırları (yöneticiler) paşa unvanlı kişilerdi.
Nafıa Nezareti’ne bağlanarak mülki idareye geçen okul, Halıcıoğlu’ndaki askeri binadan çıktıktan sonra, uzun bir göçebelik
dönemi yaşadı. Balkan ve 1. Dünya Savaşları sırasında öğrencilerin askere alınması
nedeniyle eğitim de aksıyordu. Bu dönemde idarenin ilgisi çok azalmıştı; okul ancak
hoca ve öğrencilerin karşılıklı özverili çabaları sayesinde varlığını sürdürebiliyordu.
1911 yılı başında okula ilk sivil müdür olarak Refik Bey (Fenmen) atandı. Yurtiçinde
isyanların ve savaşların sürdüğü o karmaşık dönemde Refik Bey, üç senelik müdürlüğü sırasında kurumun gelişmesi için çok
çalıştı ve önemli başarılar sağladı. Hoca ve
öğrencilerin sıkı ve içtenlikli ilişkileri sayesinde okul, kimliğini korumuş ve olanakların
elverdiği ölçüde gelişmesini, kitap ve dergi
yayınlarını da sürdürmüştü. İşgal kuvvetlerinin İstanbul’dan ayrılmasının hemen
ardından, o zamanki müdür Fikri Bey’in
(Santur) ve diğer hocaların çabalarıyla Dolmabahçe Sarayı’nın yan kuruluşlarından
biri, Muzıka-i Hümayun kışlası olan Gümüşsuyu’ndaki harap binanın bir kısmına
sığınılmıştı. Öğrenciliğimizin ilk senelerinde Dolmabahçe Stadyumu’nun bulunduğu
82 itü vakfı dergisi
İşgal kuvvetlerinin İstanbul’dan
ayrılmasının hemen ardından,
o zamanki müdür Fikri Bey’in
(Santur) ve diğer hocaların
çabalarıyla Dolmabahçe Sarayı’nın
yan kuruluşlarından biri,
Muzıka-i Hümayun kışlası olan
Gümüşsuyu’ndaki harap binanın bir
kısmına sığınılmıştı.
yer, sarayın has ahırlarının ve arabalıkların
harabelerinin bulunduğu boş bir alandı.
Ankara hükümeti daha Cumhuriyet’in ilanından önce okulla yakından ilgilenmiş,
ordunun İstanbul’a girişinden birkaç gün
sonra komutan Refet Paşa (Belen), okulu
ziyaret ederek idarenin ilgi ve desteğini
göstermişti. Yönetim, devletin desteğiyle
binayı onarıp derslik, laboratuar, atölye,
yatakhane ve yemekhane gibi eksikliklerini tamamlamaya çalışarak, okulu o gün
için yeterli hale getirmişti.
1937 Ekim’inde biz okula geldiğimizde
yalnızca Askeri Hastane’ye paralel olan ve
bugün giriş kısmı olarak kullanılan bloğun
yerinde, zemin katında birtakım depolar,
üst katında da birinci sınıf öğrencilerinin
yatakhanesi ve yemekhane bulunan iki
katlı eski bir bina vardı. Ana binanın üç
kanadı tamamen onarılmıştı. Taşkışla’ya
bakan yöndeki kanadının üst katında yatakhaneleri, birinci katta ilk sınıfların etüt
odaları, zemin katta da hidrolik laboratuarı ve köşede malzeme laboratuarı vardı.
Gümüşsuyu Cadesi’ne bakan kanatta tek
taraflı odalar bulunuyordu. Sonradan avlu
tarafındaki odalar ve bir kat ilave edilerek
bina bugünkü haline getirildi. Bu kanadın üst katında deniz tarafındaki köşede,
sahnesi de olan bir toplantı salonu, onun
yanında teknik resim ve benzeri kalabalık derslerin yapıldığı büyük bir salon ve
birkaç oda, alt katlarında müdür ve idare
odaları, zemin katında köşede fizik ve kimya derslerinin yapıldığı büyük bir amfi ve
kimya laboratuvarı vardı.
Biz gelmeden önceki sene Nafıa Fen Mektebi de bu binadaymış. Okulun öğrenci
sayısı artınca, sınıf ve yatakhane ihtiyacını
karşılayabilmek için Fen Mektebi, Yıldız Sarayı’nın dış kısmındaki binalarda bulunan
Şehzade Köşkleri’nden birine taşınmış.
Gümüşsuyu binasının bugün de eski halini
muhafaza eden Dolmabahçe cephesindeki ana kapıdan girilen holde, sağ tarafta
kapıcı Kamber Ağa’nın camekanlı bölmesi,
onun yanında idare memurları odası, demir
işleri atölyesi ve köşede malzeme laboratuarı, sol tarafta fizik laboratuarı, Gümüşsuyu Caddesi’ne bakan binanın da giriş
holünün birinci katında galerinin sağ tarafındaki odalarda bir, iki ve üçüncü sınıfların,
sol tarafta dört, beş ve altıncı sınıfların etüt
odaları bulunurdu. Öğrenciler mektebin
Dolmabahçe’ye bakan cephesindeki kapıdan, hocalar Gümüşsuyu Caddesi’ndeki
yan kapıdan binaya girerdi. Okul dört taraflı
çevrili, ortası iki setten oluşan bir avludan
ibaretti.
Okulun İdari Statüsü ve Yapısı
1927 yılında Fikri Bey (Santur) müdür olarak atanınca önemli gelişmeleri gerçekleştirdi ve okulda yeni bir atılım dönemi
yaşandı. 1928’den 1935’e kadar süren bu
dönemde okul, yöneticisi rektör olan bir
üniversite halini aldı; hükmi şahsiyet (tüzel kişilik) ile idari ve mali özerklik kazandı. Eğitim alanında da büyük gelişmeler
sağlandı. O zamana kadar yalnızca inşaat
mühendisliği formasyonunda tek tip teknik
eleman yetiştiren okulda yol, su ve inşaat
(daha sonra mimarlık) kollarına ayrılarak üç
şubeli ihtisaslaşmış eğitim dönemi başladı.
Okulun Mühendis Mekteb-i Âlisi olan adı,
Yüksek Mühendis Mektebi olarak değişti.
Fikri Bey’in rektörlüğü döneminde İstanbul
Üniversitesi Fen Fakültesi’ne bağlı Elektrik-Makine Enstitüsü’nün Elektrik-Mekanik
Şubesi ve Posta Telgraf Telefon Mekteb-i
Âlisi’nin Muhabere (İletişim) Şubesi olarak katılmasıyla okul, beş ihtisas şubeli bir
eğitim kurumu oldu.
1935’te zamanın Nafıa Vekili Ali Çetinkaya’nın girişimleriyle bütün bu kazanımlar
geri alınarak okul bakanlığa bağlı, müdürü
bakan tarafından atanan bir meslek okulu
haline getirildi ve Suphi Bey (Tansuğ) müdür olarak atandı. Okul, bakanlığın teknik
eleman ihtiyacına göre belirlediği çerçevede beş kişiden oluşan “Tedris Meclisi”(eğitim kurulu), müdür ve biri idari diğeri eğitimden sorumlu iki müdür yardımcısı
ile yönetilirdi. Tedris Meclisi eğitimde de
ağırlığı olan ünlü hocalardan oluşurdu.
Okul yönetimi eğitim ve yönetimde kurumun köklü ananelerine bağlı kalmaya özen
gösterir, bu konularda en ufak bir ödün vermezdi. Üyeleri uzun süre hep aynı kalan
bu kurula biz öğrenciler “Heyet-i İhtiyariye” derdik. Uzun seneler değişmeyen üyeler, öğrenciler arasındaki adlarıyla Sucu
Burhan (Burhan Berken), Elektrikçi Burhan
(Burhanetin Sezener), mukavemet hocası
Fikri Santur, betonarme hocası İhsan İnan
ve fizik hocası Salih Murat Uzdilek’ti.
Bizim öğrenciliğimizin de ilk iki yılını içeren bu dönemde müdür Suphi Bey çok
katı ve her yönden çok kısıtlamalı bir yönetim düzeni uygular, öğrencilerin hiçbir
isteğini hoşgörüyle karşılamaz, taleplerimize cevaben” Sivil mektebe gidin” derdi. Bekârdı ve okulda kalırdı. Her an her
şeyi kontrol ederdi. Disiplin yönetmeliğini
titizlikle uygular, en ufak bir sıra dışı harekete, üssümizanı da etkileyen cezalar verirdi. İmtihan dönemlerinde bile etütlerdeki
elektrikleri 09.45’te söndürürdü. Saat 10’
da herkes yatmak zorundaydı. Ertesi günkü bir imtihana hazırlanabilmek için birkaç
arkadaş iki taraflı bir merdiven bulup yatakhane koridorundaki lambanın altında
her basamağa birimiz oturarak çalıştığımızı hatırlıyorum. Ayarladığımız gece bekçisi
müdürün kontrol için odasından çıktığını
haber verince, yakalanıp disiplin cezası
almamak için merdiveni bir kenara koyup
elbiselerimizle yataklarımıza girerdik. Bu
sıkı idare öğrencilerde beraberlik duygusu yaratmıştı. Herhangi bir olayda toplu
hareket edilir, sıkıyönetimi gevşetmek için
çeşitli yöntemler geliştirildi. Bunlardan bazılarına aşağıdaki bölümde değineceğim.
Zaten pek sevilmeyen müdür Suphi Bey,
Atatürk’ün ölüm günlerinde ortama ters
Malzeme ve betonarme hocamız İhsan İnan (1943 Arı Yıllığı). Her davranışıyla hepimize örnek
olan yapı hocamız Ziya Kacainan (1943 Arı Yıllığı)
düşen davranışlarıyla herkes tarafından
dışlanan biri olmuştu. 1939 Eylül’ünde süresi dolunca, yeni hükümetin Nafıa Vekili
Ali Fuat Cebesoy, sevilen ve iyi bir idareci olan Tevfik Taylan’ı okul müdürü atadı.
Müdür Tevfik Taylan ile okulda yeniden bir
atılım ve gelişme dönemi başladı. Hükümet
ile okul arasında iyi ilişkiler kurulması bir
gelişme ortamı yarattı.
Eğitim Programı
İlk iki sınıfta bütün öğrenciler mühendislik
eğitiminin tüm alanları için gerekli temel
konular olan matematik, fizik ve kimya ağırlıklı dersleri ortak olarak alırdı. Üçüncü sınıfa başlarken şubeler belirlenirdi. Bizden
önceki senelerde üçüncü sınıfta da bütün
sınıf ortak ders yaparmış. Parasız yatılı
öğrenciler –Nafıa Vekâleti’nin verdiği kontenjana göre- aralarında anlaşırsa listeye
göre dağılım yapılır, anlaşma olmazsa kura
çekerek beş şubeye dağılım yapılırdı. Bu
dağılımda güçlük, Muharebe Şubesi için
istenen beş-altı kişinin belirlenmesinde
çıkardı. O zamanlarda serbest çalışma ve
iş olanağının kısıtlı olacağı düşüncesiyle
kimse Muharebe Şubesi’ne gitmek istemezdi. Bu ayrılmadan sonra öğrenciler
ancak karşılıklı olarak birbirleriyle şubelerini değişebilirdi. Yol ve Su Şubesi’ne ayrılanlar arasında birkaç değişme olurdu.
Çoğunlukla herkes kura sonucu seçildiği
şubede okumak zorunda kalırdı. 1938 senesinde eğitim programında yapılan de-
Biz gelmeden önceki sene Nafıa
Fen Mektebi de bu binadaymış.
Okulun öğrenci sayısı artınca,
sınıf ve yatakhane ihtiyacını
karşılayabilmek için Fen Mektebi,
Yıldız Sarayı’nın dış kısmındaki
binalarda bulunan Şehzade
Köşkleri’nden birine taşınmış.
ğişiklikler sırasında Muharebe Şubesi’nin
Muharebe-Elektrik (Zayıf Akım) Şubesi’ne
dönüşmesiyle bu problem büyük ölçüde
ortadan kalktı. Daha sonraki senelerde
Suphi Bey’in yerine Tevfik Taylan Bey’in
müdür olarak gelmesiyle değişen ortamda, 1940 yılından itibaren bütün öğrenciler
giriş imtihanı öncesinde bir form doldurarak istedikleri şubeye girebilme olanağına
kavuştu. Parasız yatılı olmayan öğrenciler
istediği şubeyi seçebilirdi. Grubun en büyük bölümü, yaklaşık yüzde sekseni Yol ve
Su, ondan sonra bir bölüm İnşaat ve sekiz-on kişi de Elektro Mekanik ve Muharebe şubelerine ayrılırdı.
Bakanlığın isteği ile eğitimde göz önünde
tutulan ilke, bütün öğrencilere kendi ihtisas alanlarının yanında genel mühendislik formasyonu da kazandıracak güçlü bir
eğitim vermekti. Amaç, ülkenin herhangi
bir köşesinde bir mühendisin kendi konusundaki işlerin yanında diğer alanlarda
karşılaşacağı sorunlara da çözüm üretebilecek yetenek ve beceride yetişmesiydi.
Bu nedenle her şubenin kendi esas konu-
itü vakfı dergisi 83
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
Mimari proje hocamız ve Mimarlık
Şubesi’nin gelişmesinde büyük emeği
geçen Clemens Holzmeister
(1943 Arı Yıllığı)
sundaki dersler yanında diğer konulardaki
dersler de başka hocalar tarafından ayrı
programlarla verilirdi. Doğal olarak, üssümizan hesabında etkili olan derslerin kat
sayıları şubelere göre düzenlenirdi. Okul
yönetimince eğitim programı incelenirken
bu tür dersler devamlı tartışılır, günün ihtiyaçlarına göre içerikleri revize edilir, kaldırılır veya yenileri konurdu.
Bu konuda ne kadar titiz davranıldığını,
eğitimden en küçük bir ödün verilmediğini, okul üniversiteye dönüştükten sonra da
bu köklü geleneğin devam ettiğini gösteren tipik bir örnek “yedi inşaat” diye anılan
olaydır.
O dönemde ulaşım demiryolu ağırlıklıydı
ve buharlı lokomotifler kullanılırdı. Demiryolu yapımı ve işletmelerinde de çalışmaları olasılığı nedeniyle İnşaat Fakültesi
öğrencilerine termo-dinamik ve buhar
makineleri dersleri okutulmaktaydı. O
sene eğitim programı düzenlenirken İnşaat Fakültesi’nde bu derslerin kaldırılması
gündeme getirildi, fakat bir karara varılamadı. Olay öğrencilere dersin kaldırıldığı
şeklinde yansıtmıştı. Dersi veren ve uzun
seneler Makine Fakültesi’nde ve üniversitede önemli hizmetler yüklenen, rektörlük
yapan Fikret Narter Hoca’ya da o yönde
bilgi ulaştı ve o sene bu dersler yapılmadı.
Tevfik Bey okul müdürlüğünden sonra iki
dönem üniversite rektörlüğünü de üstlendi, yönetimde öğrencilere karşı çok hoş-
84 itü vakfı dergisi
görülü davranışlar sergiledi; fakat eğitim
düzenini aksatmamak ve köklü gelenekleri
sürdürmekte çok titiz davranıyordu. Tevfik
Bey, 1947 imtihan sonuçlarını incelerken
listede termo-dinamik ve buhar makinaları
derslerinin notlarının olmadığını görmüş ve
o sene mezun olacak İnşaat Fakültesi öğrencilerinin bu dersleri okumadığını tespit
etmişti. Bunu çok önemli bir eksiklik olarak
algıladığından, derslerin tamamlanmasını
istemişti.Soruna çözüm bulabilmek için kurullarda yapılan uzun tartışmalardan sonra
bu derslerin bir sonraki yarıyılda okutulmasına karar verildi. 1941 yılı girişli, altı yıllık
eğitim alan ve 1947 yılında başarılı olanlar
arasındaki İnşaat Fakültesi öğrencileri bu
dersleri bir sonraki kış yarıyılında alarak
1948 Şubat döneminde mezun oldu. Böylece altı senelik okulu hiç sınıfta kalmadan
yedi senede bitirdiler. Oysa o sırada üniversitede eğitim beş yıllık programa göre
yürütülmekteydi.
Okulun geçmişinde benzer olaylar herhalde az değildir. Bizim öğrencilik dönemimizde başka bir olay da şöyle gelişmişti:
Okul yönetiminin şiddetle karşı çıkmasına
rağmen, Nafıa Vekâleti tasarruf amacıyla
birinci ve ikinci sınıfları birleştirilerek okulun beş yıla indirilmesini ısrarla istiyordu.
Okulda bir dizi çalışma yapılarak beş senelik eğitime göre yeni program hazırlandı.
Bu arada bazı şubelerin ders planlarında
gerekli görülen değişiklikler de gerçekleştirildi. 1938 girişli öğrencilere bu yeni program uygulandı. O sene öğrencilerin büyük
bir kısmı ağırlaşan programda başarı gösteremeyip sınıfta kalınca,tekrar altı senelik
programa dönüldü. Yıl sonu imtihanında
başarılı olan az sayıdaki öğrenci,üçüncü
sınıftan devam ederek beş senede mezun
oldu.
Sınıfta kalan öğrencilere bir imkan daha
tanınarak özel bir imtihan düzenlendi. Bu
imtihanı başararak birinci sınıfı geçmiş sayıldılar ve ikinci sınıfa devam ederek altı
senede mezun oldular. Başarısız olanlar
1939 girişlilerle beraber okuyup yedinci
yılda mezun oldu.
Bu imtihanda, ikinci sınıfta da tekrarlanacak bir dersten başarısız olan bir arkadaşın ”Bu dersi ikinci sınıfta okuyacağım,
ikinci sınıfa devam edeyim” diye yaptığı
başvuru kabul edilmemişti. Sınıf geçmek
için bütün derslerden başarılı olmak çok
katı bir kuraldı. Birinci sınıfa başlarken ya-
Okul yönetimi eğitim ve yönetimde
kurumun köklü ananelerine bağlı
kalmaya özen gösterir, bu konularda
en ufak bir ödün vermezdi. Üyeleri
uzun süre hep aynı kalan bu
kurula biz öğrenciler “Heyet-i
İhtiyariye” derdik. Uzun seneler
değişmeyen üyeler, öğrenciler
arasındaki adlarıyla Sucu Burhan
(Burhan Berken), Elektrikçi Burhan
(Burhanetin Sezener) , mukavemet
hocası Fikri Santur, betonarme
hocası İhsan İnan ve fizik hocası
Salih Murat Uzdilek’ti.
bancı dilden muafiyet imtihanı başarabiliyorduk. Bir üst düzey kursa devam yerine
yabancı dil dersinden muafiyet hakkı tanınıyordu. O zamanki öğrencilik haliyle bir
dersten kurtulmuş olmayı kazanç sandık,
yabancı dil derslerine girmedik. Böylece
bildiğimiz dili de unuttuk.
Mektebin ilk sınıflarında matematik ağırlıklı
bir eğitim programı uygulanırdı. Birinci sınıfta uzay geometrisi, tasarı geometri, küresel
trigonometri, fizik ve kimya dersleri, ikinci
sınıfta analiz 1 ve Kerim Erim Hoca’nın verdiği analitik geometri, İlhami Civaoğlu’nun
okuttuğu şimi fizik, bütün öğrencileri zorlayan derslerdi. İkinci sınıfta analitik geometri
ve şimi fizikten geçmek önemli bir olaydı.
İkinci sınıftaki adedi hesap dersi, her türlü
karmaşık hesabı hiçbir araç kullanmadan,
kısa sürede ve doğru yapabilme becerisi
kazandırmayı amaçlardı. Derste hoca uzun
tahtaya bir uçtan bir uca uzanan bir çizgi çeker, üstüne ve altına kareköklü, üslü
rakamlar, parantezler, dizeler sonuna eşitlik ve soru işareti koyar, hemen ve doğru
olarak hesaplayıp çözmemizi isterdi. Doğal
olarak hesaplamakta çok zorlanırdık. Son
birkaç haftada da sonuçları belirli yaklaşımla veren sürgülü cetveli kullanmayı
öğrenmiştik. Hesap makinelerinin yaygın
olmadığı o günlerde her türlü hesaplamayı onunla yapardık. Değişik uygulama ve
meslek alanları için de kolayca kullanabilen özel türleri üretilmişti. Hepimizin çantasında ve cebinde bulundurduğu yararlı bir
araçtı. Günümüzde elektronik araçların geliştiği ortamda elbette sürgülü cetvele yer
kalmadı.
Adedi hesap dersinin yıl sonu imtihanında
sınıfın üçte ikisinden çoğu başarısız olmuş-
Değişen toplum düzeni Beyoğlu’nu
da değiştirdi. Evet, o zaman savaş
vardı, her şey kıttı, olanaklarımız
çok kısıtlıydı, okul çok zordu, ama
bütün bu güç koşullara rağmen
birbirine güvenen, gereğinde
birbirine her koşulda yoldaş olan
arkadaşlarla Taksim, Beyoğlu
ve çevresinin yaşama sunduğu
şeylerden payımızı alabiliyorduk.
tu. Yüksek Mühendis Mektebi’nde bir dersten başarısız olununca sınıfta kalınır, bir
sene kaybedilirdi. Bu çok kötü sonuca bir
çözüm yolu arayan arkadaşlar yıl içi imtihanlarının yönetmeliğe uygun düzende ve
yeterli sayıda yapılmamış olduğunu tespit
etti. Bu koşullarda dersin iptali ve üçüncü
sınıfta tekrar okutulması önerisi idareye
götürüldü. Sınıf geçen arkadaşlar da hiçbir hak talep etmemeyi kabul etti. Epeyce
bir uğraşmadan sonra öneri onaylandı ve
üçüncü sınıfta adedi hesap dersini tekrar
ettik. Bu sayede birçok arkadaşımız bir
sene kaybetmekten kurtulmuş oldu.
Yol, Su, İnşaat, Elektro-Mekanik ve Muharebe olarak beş şubeye ayrıldığımız üçüncü sınıfta Yol, Su ve İnşaat şubeleri bir
grup, Elektro-Mekanik ve Muharebe şubeleri bir grup oluştururdu. Birçok ders her iki
grupta ortak yapılırdı. Yalnızca analiz 2 dersini dört şubenin öğrencileri Ratıp Berker
Hoca’dan, yüksek matematik dersini de
İnşaat Şubesi öğrencileri Hamit Dilgan Hoca’dan alırdı. Bu iki dersin içerikleri önemli ölçüde farklıydı. Parasız yatılı olmayan
öğrencilerin İnşaat Şube’sini seçmesinde
matematik dersindeki ağırlık farkı belirli ölçüde etken olurdu. Matematik dersindeki
bu fark nedeniyle, öteki şubelerin öğrencileri İnşaat Şubesi’ne liselerdeki gibi, “Mühendis Mektebi’nin Edebiyat Şubesi” derdi.
İnşaat Şubesi öğrencileri Hamit Dilgan Hoca’nın yumuşak, sevecen, hoşgörülü davranışlarıyla yüksek matematiği öğrenirken,
analiz 2 dersi diğer şubelerdeki arkadaşların çoğunun korkulu rüyasıydı.
Ünlü bir matematikçi olan Ratıp Berker’in
okulda ayrıcalıklı, saygın bir yeri vardı. Makine Şubesi’nin üst sınıflarına mekanik ve
benzeri ağırlıklı dersleri de o verirdi. Ondan
geçer not almak önemli bir olaydı.
Biz okula girmeden iki sene önce bir arkadaşımızın ablası, Sabiha Güreyman, ilk ha-
nım mühendis sıfatıyla mezun olmuştu. Bakanlıkta ve mühendislik camiasında saygın
bir kişiydi. O zaman okulun öğrencilerinin
hemen hepsi erkekti. İlk üç sınıfta birer kız
öğrenci arkadaşımız vardı.1941’de beş kız
öğrenci Mimarlık Şubesi’ne girmişti.
Ders kitapları yok denecek kadar azdı. Yabancı dilde eğitim yapan kolejlerden gelen
birkaç arkadaş dışında çoğumuz yabancı
kaynaklardan yararlanmakta zorluk çekerdik. Bütün çalışmalarımız derslerde tuttuğumuz notlara dayanırdı. Bazı dersler için
önümüzdeki sınıfların hazırlayıp çoğalttığı
notlar vardı; çoğu eski yazı (Arap harfleriyle) yazılmıştı. Onları da okuyamıyorduk. Notlardan yararlanabilmek için eski
Türkçe yazıyı yeniden öğrenmek zorunda
kalmıştık. Bizim sınıf arkadaşlarımız ilkokulda iki sene eski yazı görmüş,1928-1929
ders yılında, üçüncü sınıfta yeni alfabeye
başlamıştı. Daha sonraları, hiç kullanamadığımız, zaten doğru dürüst yazmayı öğrenemediğimiz eski yazıyı tamamen unutmuştuk. Bir sene önümüzdekiler üç sene
eski yazı okumuş ve sonra da kullanmaya
devam edebilmişti.
Biz o zaman nasıl bugünkü elektronik ortamdaki çizim ve hesap olanaklarını hayal
bile edemiyor idiysek, bugünkü gençlerin
de o günlerde kullanabildiğimiz araçları
tasavvur edebileceklerini hiç sanmıyorum.
Okulda ödevlerin ve projelerin her türlü çizimi ve yazısı elle yapılırdı. Bu konularda
beceri kazanabilmek için teknik resim dersi önemliydi. Her türlü çizgi işi için kullanılan tek araç tirlindi. Tirlin, ucuna ancak bir
damla çini mürekkebi konulabilen, istenen
çizgi kalınlığına göre ayarlanabilen bir çizim aracıydı. Kısa sürede ucu kurur veya
mürekkebi biter, her seferinde ucunu açıp
temizleyip
yeniden mürekkep koymak
gerekirdi. Her türlü çizgi ve eğriyi aynı kalınlıkta, ek yeri belli olmayacak şekilde çizmek epey beceri isterdi. Yazı ve rakamlar
için de bir kaleme takılan değişik biçim ve
kalınlıkta yazı uçları kullanılırdı.
Biz beşinci sınıftayken yeni bir çizim aracı
olan grafos geldi. Değişik kalınlıkta uçlar takılabilen bir çeşit dolmakalem gibiydi. Her
ne kadar sık sık uçları ve kanalları temizlenmek zorunda kalınsa da tirline göre çok
kolay kullanılan bir çizim aracıydı. Teknik
resim hocamız Migeot her hafta yaptığımız
ödevleri toplar ve titizlikle tashih eder, en
küçük hataları bile affetmezdi. İlk haftalar-
Makina şubesi’nin ve fakültenin kuruluşu ve
gelişmesine büyük katkılar sağlayan
Prof. Franáois Duscio (1943 Arı Yıllığı).
da ödevleri iyi yapabilmek için çok zorluk
çekmiştik, ama hoca sene sonunda hepimizi bu işleri yeterli düzeyde becerebilecek
hale getirmişti. Dört saatlik ders süresinde
biz o günkü ödevi yaparken o da kürsüde
çalışır, ödevleri tashih ederdi. Doğal olarak
çalışırken birbirimizle sohbet ederdik ve
koca salonda gürültü olurdu. Hoca çakısı
ile kürsüye vurarak ”Silence absolu!” diye
bağırırdı. Pek aldırış etmeden konuşmaya
devam ederdik. O dönemde,1938 yılı başlarında, Hatay’ın kurtarılması için Fransızlarla çetin müzakereler sürmekteydi. Bir
sefer Fransız hocaya karşı bir gösteri amacıyla, daha önceden sözleşerek hepimiz
birden susmuş, T cetvellerimizi masa üzerinde dik vaziyette tutarak bir süre ayakta
sessiz durmuştuk. Sessizliği yadırgayan
hoca başını kaldırıp bizi böyle görünce
şaşırmış, hareketin amacını anlamış, fakat
bir şey söylememişti. Bu davranışımızdan
etkilendiğini fark etmiştik.
1937 Ekimi’nde 135 arkadaşla başladığımız öğrenciliğimizi, bizden geriye kalanlar
ve üst sınıflardan bize katılanlarla, ama her
sene biraz daha azalarak,1943 Eylül dönemi imtihanları sonunda beş şubede 52
arkadaş tamamlayabilmiştik. 135’in 45’i bu
grubun içindeydi. Geri kalan 90’ın bir kısmı
bir veya iki sene arkamızdaki sınıflardaydı.
Büyük bir kısmı çeşitli zamanlarda ayrılmışlardı. Yüksek Mühendis Mektebi’ndeki
eğitim sürecini sergileyen bu durumu kimse yadırgamazdı.
Bu sonuç, uygulamalı meslekler olan mimarlık ve mühendisliğin diplomasının ver-
itü vakfı dergisi 85
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
diği yetkileri ülke ve toplum yararına kullanabilecek yetenekte olmanın gereğiydi.
Günümüzde şartlar tabii çok değişti. Altyapısı ve eğitim kadrosu yeterince hazırlanmadan açılan üniversitelerde, kalabalık
sınıflarda okuyan gençlerimizin çoğunun
yeterli düzeyde yetişmemiş olduğu gerçeği, önümüzdeki önemli bir sorun olarak
durmaktadır.
Sınavlar ve “Üssümizan”
Okulda her sene ekim ayının ikinci pazartesi günü eğitime başlanırdı. Her gün sekiz,
cumartesileri dört saat olmak üzere haftada kırk dört saat ders yapılır, on beş haftalık
yaz yarı yılı olarak eğitim altı sene sürerdi.
İmtihanlar haziranda dört, eylülde üç haftalık iki dönemde yapılırdı. İlk senelerde öğrenciler istedikleri dersin imtihanına haziran
döneminde, istediklerine eylülde girebilirdi.
Haziranda başarısız olunan derslerin imtihanına eylülde tekrar girilebilirdi.
Yıl içinde her dersten yapılan imtihanlarda alınan notlar belli bir oranda yılsonu
imtihan sonucunu etkilerdi. Her şubede
meslek derslerinin yılsonu imtihanları hem
yazılı hem sözlü, diğer bazı derslerinki yalnız yazılı veya yalnızca sözlü olarak yapılırdı. Her dersin meslekteki ağırlığına göre
2 ile 10 arasında değişen katsayıları vardı.
Tam not 20’ydi. İmtihan sonucunda belirlenen not bu katsayılarla çarpılarak bulunan
rakamların toplamının, ortalama 12 olarak
hesaplanan ”üssümizan” denilen sayıyı tutması gerekirdi. Değerli hocalarımızdan Fikret Narter’in bir yazısından öğrendiğimize
göre, bizden önceki dönemde üssümizan
13 üzerinden hesaplanırmış. Sınıf geçmeyi
çok daha zorlaştıran bu durumu biraz olsun yumuşatmak için üssümizan sayısının
yüzde biri kadar eksiği olan öğrencilerin
durumu Tedris Meclisi’nde görüşülerek hocaların desteklediği öğrencilerin sınıf geçmesine karar verilebilirmiş.
Katsayısı 10 olan “devam ve disiplin” notu
da diğer dersler gibi bu üssümizan hesabına katılırdı. Her gün ikisi etütlerde, sekizi
derste olmak üzere on yoklama yapılır ve
bir yoklamada bulunmayan öğrenci yarım
puan kaybederdi. Sınıf geçebilmek için
üssümizan tutturmanın yanında her ders
gibi devam ve disiplin notunun da en az
8 olması gerekirdi. Devam notu 80 puanın
altına düşen öğrenciler imtihana girmeden
sınıfta kalırdı. Disiplin cezalarının belli puanları vardı.
86 itü vakfı dergisi
Sınıf arkadaşlarımızdan bir grup ve
birinci sınıf öğrencisi Ruhi Kafesçioğlu
Sene içinde herhangi bir nedenle alınan
cezalar bu nottan bir miktar kayba sebep
olurdu. Bu nedenle, okula devam ve disiplin yönetmeliğine uygun hareket etmek çok
önemliydi. Üssümizan sayısını tam tutturamayan veya herhangi bir dersten 8’den az
not alan öğrenci sınıfta kalırdı. İki defa sınıfta kalan öğrencinin de okuldan kaydı silinirdi. Bu yüzden sene içinde herhangi bir nedenle aldığı disiplin cezası ve devamsızlığı
sonucu puan kaybetmiş olan arkadaşlar
Saat 10’ da herkes yatmak
zorundaydı. Ertesi günkü bir
imtihana hazırlanabilmek için birkaç
arkadaş iki taraflı bir merdiven
bulup yatakhane koridorundaki
lambanın altında her basamağa
birimiz oturarak çalıştığımızı
hatırlıyorum. Ayarladığımız gece
bekçisi müdürün kontrol için
odasından çıktığını haber verince,
yakalanıp disiplin cezası almamak
için merdiveni bir kenara koyup
elbiselerimizle yataklarımıza
girerdik. Bu sıkı idare öğrencilerde
beraberlik duygusu yaratmıştı.
Herhangi bir olayda toplu hareket
edilir, sıkıyönetimi gevşetmek için
çeşitli yöntemler geliştirildi.
sene sonunda zor durumda kalırdı.
Haziran dönemi imtihanlarına hangi derslerden girilip hangilerinin eylüle bırakılacağına, hazırlanma olanaklarına göre karar
verilirdi. Bu, üssümizan hesabı yönünden
önemliydi. Haziran döneminde girilen imtihanlardan alındığı tahmin edilen notlara
göre hesaplar yapılır, üssümizanı tutturma
açısından riskli bir durum olursa geri kalan
derslerden kaç not alınması gerektiğine
bakılarak, zaman kazanıp daha iyi hazırlanabilmek için hangi derslerin eylüle bırakılacağı kararlaştırılırdı. Bütün imtihanlar bittikten sonra durumu bildiren not karneleri
öğrencilere dağıtılırdı.
Biz dördüncü sınıftayken haziran döneminde bütün derslerden imtihana girme
zorunluluğu getirildi. 2.Dünya Savaşı’nın
doğurduğu sıkıntılardan dolayı ve tasarruf
sağlamak amacıyla okulda eğitim süresi
üç hafta, haziran dönemi imtihanları da
bir hafta kısaltılarak, üç haftaya indirilmişti. Doğal olarak bu düzenleme öğrencilere zorluklar yarattı; birçok arkadaşımızın
imtihan döneminin yoğunluğu ve başka
nedenlerle rahatsızlık geçirmesine sebep
oldu. O sırada hepimiz telaş içinde olduğumuzdan ayrıntılarını fark edemediğimiz
bu durumu Müdür Tevfik Bey’in 1940-1941
ders yılı bitiminde, o sene mezun olan öğrenciler için düzenlediği törende yaptığı
konuşmadan öğrendiğimize göre, değişik
sınıf ve şubelerden çoğu asabi yorgunluktan olmak üzere 94 arkadaş hastalanarak
rapor almış ve imtihanlara girememişti. Bütün okul mevcudunun 459 kişi olduğu göz
önüne getirilirse öğrencilerin yüzde yirmisinin hastalanması ne kadar sıkıntılı bir dönem yaşamış olduğumuzu göstermektedir.
Bu yeni düzenin iyi yönde getirdiği tek farklılık,altı senelik eğitim süresinde iki defa
sınıfta kalan öğrencinin okuldan kaydının
silinmesi kuralıydı. Bu bir sene, sınıfta kalan arkadaşlar için dönem atlama olanağı
kazandırdı. Birkaç arkadaşımız bu sayede
kaydının silinmesi tehlikesinden kurtuldu.
Üssümizan ve disiplin cezalarının ne kadar önemli ve etkili olduğunu daha iyi belirtebilmek için, yaşadığımız şu iki olayı da
anlatmak yararlı olur. Haziran döneminde
imtihan sonucunda iki dersten 8’den az
not alan veya üssümizanı tutturamayan
öğrenciler eylül döneminde, geçerli not aldıkları dersler de dâhil, bütün derslerden
yeniden imtihana girmek zorunda kalırdı.
Buna biz öğrenciler” Sil baştan” derdik.
Üssümizan sayısı 1700-1800 arasında bir
rakam olurdu. Sınıf geçebilmek için bu sayıyı tam tutturmak zorunluydu. Beşinci sınıf
elektrik şubesindeki bir arkadaşımız, eylül
imtihanı sonunda üssümizanı gerekenden
5 puan eksik olduğu için sınıfta kalmıştı.
Diğer bir örnek de haziran dönemi imtihanlardan önce okulun ilan tahtasında,
birkaç arkadaşımızın disiplin ve devam
notları 80’in altına düştüğü için imtihana
girme hakkını kaybettiğini ve sınıfta kalmış
olduğunu bildiren yazıydı. Bunların bazısının notu 78 olmasına rağmen, imtihana
girmeden o senelerini kaybetmelerine yol
açan bir sistem ve yönetimdi okuldaki. Bu
alanda en küçük bir ödün ve hoşgörü söz
konusu değildi.
YAŞANTIMIZ: OKUL VE DIŞARISI
Okulda Yaşantımız
1937 senesi Ekim ayının ikinci Pazar günü
akşam üzeri okula geldik. Yukarıda değindiğimiz Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’ne
paralel eski iki katlı binanın sağ taraf zemin kat girişinde uzun yalak şeklinde bir
oluk ve üzerinde sıralanmış muslukları olan
bir yer ile tuvaletler, üst katta da 50-60 kişilik iki yatakhane, karyolaların başucunda hepimizin numaraları yazılı birer dolap
vardı. Yataklarımızı bulduk, çantalarımızda
getirdiğimiz şeyleri yerleştirdik. Bu, okulla
ilk ilişkimiz oldu. Orta avluda aynı liseden
gelenler küçük kümeler oluşturmuş sohbet ediyordu. Zil çalınca aynı binanın üst
katında, sol köşedeki yemekhaneye yöneldik. Uzun, onar kişilik masalar ve üzerlerine karavanalar konulmuş. Birinci sınıfın
yatılı öğrencileri yaklaşık yüz kişiydik; ilk
defa bir araya geliyorduk. Hangi masaya
kimlerin oturacağı numara sırasına göre
düzenlenmiş, numaralarımız yazılmıştı.
Masa arkadaşlarımızla tanışıp okulda ilk
akşam yemeğimizi yedik. Yemekten sonra ikişer kişilik sıraları olan etüt odamızda
idare memurları ilk akşam yoklamasını
yaptı ve kırtasiye malzemesi dağıttı. Yoklamadan sonra genç bir öğretmen kısa
bir konuşma yaparak bize “ Hoş geldiniz”
dedi. Bu, sonradan isminin Hamit Dilgan
olduğunu öğrendiğimiz ve çok sevdiğimiz,
daha sonraları asistanlık dönemlerimizde
Hamit Ağabey diyebilecek kadar yakınlık
duyduğumuz matematik hocamızdı. Zil
çalınca yatakhanelerimize gittik ve ilk defa
Ruhi Kafesçioğlu, Gazenfer Beken ve Zeki Uysal ile, diploma imtihanları sırasında orta avluda.
Bir mizah dergisine karikatür
çizen arkadaşımız Şadi Dinçağa
“Mühendis Mektebi’nin titreten
müdür” konulu bir karikatür
yapmıştı. Öğrencilerin toplu
şikâyeti üzerine İhsan Bey idare
müdürlüğünden uzaklaştırılmıştı.
Kısa bir sürede her şey değişti,
iyileşti. Fakat bir gün öğle yemeğine
gittiğimizde, eski dönemdeki
yemekleri görünce İhsan Bey’in
tekrar idareye getirildiğini anladık.
büyük bir hacimde topluca yatmayı biraz
yadırgadık, ama kısa bir süre sonra alıştık
ve bunun hoş taraflarını bulduk. İlk günlerin
tedirginliğini üstümüzden çabuk atmıştık.
Çevreye alışıncaya kadar günümüz dershane, etüt ve orta avluda geçerdi. Öğleyin
zil çalınca yemekhaneye koşardık. Önce
gelenler onar kişilik karavanalardan kepçelerini biraz fazla doldurunca geriye yemeğin düzgün tarafı kalmazdı. Kısa sürede bu
da düzene girdi. Herkes birbirini gözeterek
yemeğini alıyordu. Bir arkadaşımız fazla iştahlıydı; hep önden gelir, yemeğini kendine
göre tabağına koyardı. Geç kaldığı günler
yine kendine göre alır, kalanı geride kaç
kişi varsa ona göre taksim ederdi. Bu da
aramızda çeşitli şakalara vesile olurdu.
Yatılı öğrenciler sabahleyin bir saat, akşam
iki saat etüt odalarında çalışma olanağı bulunurdu. İmtihan dönemlerinde de akşam
9.45’te etüt odalarında elektrikler idare
memurları odasından söndürülür, herkes
yatakhaneye gönderilirdi. İmtihan zaman-
larında bile değişmeyen bu uygulama,
Müdür Suphi Bey’in yönetimindeki okulda
en çok zorlandığımız durumlardan biriydi.
Üst sınıflar ile ilk sınıf öğrencileri arasında
tam bir ağabey-kardeş ilişkisi, öğrenciler
arasında tam bir güven havası hâkimdi.
Okulun kantini ve kütüphanesi bizden
önce bir nedenle kapatılmıştı. Bazı arkadaşlar etütlerin bulunduğu koridor pencereleri içerisine çikolata, gazoz, portakal
gibi yiyecekleri, yanına da fiyatı yazılı bir
kutu koyardı. Herkes yatmaya gidince boşalanların yerine dolulularını koyar, biriken
paraları alırlardı. Kimse o şeyleri oraya
koyanın kim olduğunu bilmezdi. Bir yakın
arkadaşım çikolata koyardı ve bunu yalnız
ben bilirdim. Hiçbir gün 5 kuruş bile eksik
çıkmazdı. Bir akşam bana “Çok ihtiyacım
vardı, kutudan 250 kuruş aldım. Yarın akşam koyacağım” yazılı bir kağıt bulduğunu
söyledi. Ertesi akşam para yerine konmuştu. Yatılı olmanın sağladığı sıkı arkadaşlık
bağlarıyla, böylesine birbirine güven ve
her konuda dayanışma ortamında geçen
bir okul içi yaşantımız vardı.
İkinci sınıfa başlarken, halen de kullanılmakta olan yeni pansiyon binasının inşaatı
bitmişti. Eski yemekhaneye ve yatakhaneye göre çok güzel yeni mekanlara kavuşmuştuk. Zemin katta geniş bir hol ve büyük
yemek salonu, üst üç katta da yatakhaneler vardı. Yemek salonuna dört kişilik
beyaz örtülü masalar konulmuştu. Mutfak
önündeki servis bankosundan tabaklara, hazırlanan sıcak yemeklerimizi alırdık.
Yemekler de eskiye nazaran daha iyiydi.
itü vakfı dergisi 87
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
Yemekhane önündeki bir odadan bir arkadaşımız müzik yayını yapardı, holde arkadaşlar birbirleriyle dans eder, dans bilmeyen öğrenciler de orada öğrenirdi. Yatak
katları ortada koridorlu iki tarafı uzun yatak
salonu halindeydi. Altı kişilik yatak bölümleri ahşap paravanlarla ayrılmıştı. Her bölümün kapısının kenarında o bölümde yatan
öğrencilerin numarası yazılıydı. Böylece
idare memurları her bölümde kimin yattığını ve boş yatak olursa kimin gece gelmediğini kolayca tespit ederdi. Biz öğrencilerse
bu sıkı kontrolden kurtulmanın çaresini bulmuştuk. Gece gelmeyen arkadaşın yatağına bornoz ve çamaşır torbalarını koyup
yorganı çeker, sabahleyin de idare memurları gelmeden yatağı bozardık.
Okuldaki günlük yaşantımız çok yönden
kısıtlıydı. Ama sıkıntılı değildi. Sabah etüt
ve dört saat dersten sonra bir saat yirmi
dakikalık öğle tatili vardı. Hava kötüyse
yemekten sonra herkes kendi etüt odasına
gider, iyi havalarda vaktimizi orta avluda
geçer, değişik sınıflardan arkadaşlarla ilişki
kurma olanağımız doğardı. Orta avlunun
alt kademesindeki voleybol sahası öğle ve
akşamüstü tatillerinde hiç boş kalmazdı.
Müdür Suphi Bey döneminde okuldaki sınıf
disiplinin yarattığı baskı, öğrenciler arasında kuvvetli bir birlik ve beraberlik duygusu
doğurmuştu. Bizler o zaman birinci ve ikinci sınıflardaydık, okulun küçükleri sayılıyorduk. Öğrenci birliği de kapalıydı. Gereklilik
duyduklarında az sayıdaki üst sınıftakiler
aralarında toplanırlar, aldıkları kararı içlerinden biri bizim sınıfları dolaşarak açıklardı.
Her olayda bütün öğrenciler toplu davranış
sergilerdi.
Daha sonraları Tevfik Taylan Bey’in müdür
olmasıyla yaşantımız önemli ölçüde iyileşmişti. Gümüşsuyu Caddesi’ndeki alana
çıkma ve futbol oynama, sınıf maçları yapma olanağı kazanmıştık, akşamüstü tatilini
çoğu zaman bu tür olaylarla doldururduk.
1943 Haziran’ı bittiğinde, böyle başlayan
öğrencilik yaşantımızda her şey ilk günlere
göre çok değişmişti.
Okuldan Kaçış Yolları
Okulda dersler saat beşte bitince yatılı öğrencilerin yediye kadar sokağa çıkmalarına
izin verilirdi. Saat yediden önce okula dönmek gerekirdi. Yukarıda bahsetmiş olduğumuz Kamber Ağa bu nedenle önemli bir
kişiydi. O kapıyı açmadan dışarı çıkılmaz
88 itü vakfı dergisi
ve saat yedide kapatınca içeri girilemezdi.
Saat 07.00’de akşam yemeği, 07.45’te akşam etüdü olur ve idare memurları yoklama yapardı. Yoklamadan sonra, önemli bir
işimiz olmasa da, sıkı disipline tepki olarak
o sırada okulun belli bir yerinde üst sınıflardakilerin oluşturduğu kaçamak noktasından dışarı çıkardık. İdare memurları etütleri gezip kontrol eder, boş yerleri görünce
bir yerden delik açıldığını anlar, bulunca
kapatırdı. Bu durumlarda üst sınıflar öncülük eder, okulun uygun bir yerinden başka
bir kaçamak deliği oluştururdu. Bir sefer
eski binanın zemin katında bir pencerenin
demirlerini atölyeden aldıkları testereyle
keserek Askeri Hastane tarafındaki boş
alana rahatça girip çıkabilen bir delik oluşturmuşlardı. O zamanlar otlarla kaplı olan
eski bina önündeki çukur yere açılan bu
delikten uzun süre yararlanmıştık. Okula
girip çıkmak kolay olunca daha çok kaçan
oluyordu. Gece etütlerin epeyce boşaldığını fark eden Müdür Suphi Bey, kaçamak
noktasını bulabilmek için bir gece Askeri
Hastanesi’nin köşesine saklanıp okula dönen arkadaşların peşine takılarak okula
giriş deliğini yakalamıştı. Ertesi gün kaynak makineleri getirilmiş, pencere demirleri onarılmıştı. Zemin kat pencerelerinden
çıkma olanağı kalmayınca üst sınıftan bir
arkadaş uzunca bir halat satın alıp okula
getirmiş, halata aralıklı düğmeler yapmıştı.
Halatı birinci katta malzeme laboratuarının
üstündeki sınıfın penceresine bağlar, aşağı sarkıtır, düğümlere tutunarak 25 kuruş
karşılığında inip çıkabilirdik. Bu bir çeşit
hırsız-polis oyunu gibi sürerdi.
Sıkıyönetim düzeni Suphi Bey’in müdürlükten ayrılıp Tevfik Taylan Bey’in okul müdürü olmasına kadar devam etti. Ondan
sonra bir miktar gevşeme yaşandı. En
azından etütlerdeki lambalar 09.45’te söndürülmüyor, geç saatlere kadar çalışabiliyorduk. Günlük yoklamalar devam etmekle
beraber her an bir disiplin cezası alma ve
devam notundan puan kaybetme tedirginliği kalkmıştı. İdare memurları artık akşam
yoklamasından sonra kaçan var mı diye
sınıfları kontrol etmiyordu. Bizler de istediğimiz zaman oluşturduğumuz kaçamak
noktalarından dışarı gidiyorduk.
Taksim ve Beyoğlu
Akşam yoklamasından sonra dışarı çıkınca ya Beşiktaş’a ine, çarşıda dolaşır ya da
Yüksek Mühendis Mektebi’nden
İstanbul Teknik Üniversitesi’ne
Bir Dönüşümün Öyküsü ve Anılar
Prof. Ruhi Kafesçioğlu
YEM Yayınevi
sinemaya giderdik. O zaman iskele meydanının cadde tarafında bir dizi dükkân ve
küçük lokantalar vardı. Başka yerlerdekilere göre daha ucuz olan bu lokantalara
bazı akşamlar uğrar, kesemize göre kendimize ziyafet çekerdik. Harp zamanında
okuldaki yemeklerin tekdüzeliğinin yanında bu ufak kaçamakları önemli değişiklik
sayardık.
Okul yaşantımızda sık uğradığımız mekânlardan biri de Alman Konsolosluğu’nun
yanındaki sokaktan inince Park Otel’in alt
tarafında, üç setten oluşan Cennet Bahçesi’ydi. Özellikle ilkbaharda öğleden sonraları Kız Kulesi, Sarayburnu manzarasıyla
çok güzel bir yerdi. İmtihan dönemlerinde
çoğu zaman ders notlarımızı alır, sabahleyin oraya giderdik. En arkadaki üst sette
yalnız bizim arkadaşlar olur, hafif bir müzikle güzel manzaralı bahçede rahatça
çalışırdık. Akşamüzeri de semt sakinleri
bahçeyi doldururdu. Sakin, lüks olmayan,
ucuz fakat temiz ve düzenli servisiyle çevrenin seçkin bir mekânıydı.
Beyoğlu’na çıkmanın başka ayrıcalıkları
vardı. İstanbul’un her köşesi gibi o dönemin Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi de
bugünkünden çok farklıydı. Taksim Meydanı ve parkının yerinde, ortasında futbol
maçlarının yapıldığı bir alan olan Taksim
Kışlası vardı. Kışla duvarlarının çevresinde
de bir veya iki katlı dükkânlar diziliydi. Abidenin etrafında tramvay hattından sonra iki
şeritli bir yol kalırdı. Bugünkü büyük otelin
yerinde üç katlı bir bina olan İstanbul Kulübü ve onun önünde Taksim Meydanı’ndan
Gümüşsuyu’na inen iki şeritli Gümüşsuyu
Caddesi vardı.
Bizim okul öğrencilerinin Taksim’de uğrak
yerlerinden biri, Cumhuriyet Caddesi köşesinde zemin katında dükkânlar, birinci
katında briç oynanan bir salon ve üst katında da üç genç Macar hanımın müzik yaptığı gazinoydu. Bu briç salonuna olanakları
biraz daha iyi olan ve iyice briç bilenler
giderdi. Taksim’den Kabataş’a inen Kazancı Yokuşu’nun köşesindeki kahvenin alçak tavanlı ara katından da briç oynanırdı.
Yeni öğrenmeye başlayan ve öbür tarafa
gitmeyenler orayı mekân edinmişti. Fırsat
buldukça, “Basık” adı verdiğimiz o sıkışık,
sigara dumanı dolu yere gider, briç öğrenmeye çalışırdık. Okuldan mühendis olarak
mezun olup giderken iyi briç oynayan bir
olmak önemliydi. Briç oynamayı bilmemek
eksiklik sayılırdı. Birçok arkadaş gibi ben
de briç öğrenmeye heves ettim, bir süre
Basık’a devam ettim ama oyuna verilmesi gereken ilgiyi gösteremedim ve okuldan
briç oynamasını beceremeyen birisi olarak
mezun oldum.
Vali ve Belediye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar
zamanında o bölge yeniden düzenlenerek Taksim Gezisi haline getirildi. Taksim
bahçesinin Taşkışla’ya bakan köşesine de
zaman İstanbul’un en seçkin lokali olan
Taksim Gazinosu yapıldı. Daha sonraları Taksim Gezisi’nin Cumhuriyet Caddesi tarafında set oluşturan duvar yıkılarak
bugünkü dükkân ve gazinolar inşa edildi. İstiklal Caddesi, otomobil ve tramvay
trafiği bulunmasına karşın kimsenin itilip
kakılmadığı, taciz edilmediği, herkesin rahatça ve emniyetle gezinebildiği seçkin bir
yerdi. Akşamüstü ve geceleri sinemalara,
tiyatrolara, pastanelere girip çıkan temiz kıyafetli hanımlar ve beyler çok hareketli bir
kalabalık oluşturur, caddeyi doldururlardı.
Biz de Beyoğlu’na çıkacağımız zaman
hafta sonları giydiğimiz temiz kıyafetlerimizi giyer, o kalabalık arasında yerimizi
alır, o atmosferi paylaşırdık. Okulumuzun
İstanbul’un bu kültür ve eğlence merkezine yakın olması, çok kısıtlı olanaklarımıza
karşın bize çok şey kazandırmıştı. Tabii
Beyoğlu’na çıkınca Çiçek Pasajı’na uğ-
Yıllık taslağını inceleyen idare
müdürü, Makine Şubesi’ndeki
bir hoca içi yapılan karikatürü
çıkarmamızı, aksi takdirde para
yardımı yapılmayacağını söyledi.
Bizler de o hocamızın Makine
Şubesi’ndeki arkadaşlarımıza
haksızlık ettiğine, onun yüzünden
kayba uğradıklarına inandığımız
için, pek de hoş olmayan o
karikatürün yayınlanmasını
istiyorduk. Arkadaşımızın
haksızlığa uğramasını içimize
sindirememiştik. Zor durumdaki
arkadaşı koruma, bir olay
karşısında dayanışma geleneğimiz
gereği para yardımından vazgeçip
yıllığı küçülterek kendi aramızda
topladığımız parayla basmaya
karar verdik.
ramadan geçmek olmazdı. Oranın eski
sıcak atmosferinden eser kalmadı. Orta
geçit alanında her lokantanın önünde
farklı düzende oturarak veya ayakta küçük
masaların etrafında çerez ya da basit mezelerle birasını yudumlayan birbirine aşina
müdavim gruplar olurdu. Değişen toplum
düzeni Beyoğlu’nu da değiştirdi. Evet, o
zaman savaş vardı, her şey kıttı, olanaklarımız çok kısıtlıydı, okul çok zordu, ama
bütün bu güç koşullara rağmen birbirine
güvenen, gereğinde birbirine her koşulda
yoldaş olan arkadaşlarla Taksim, Beyoğlu
ve çevresinin yaşama sunduğu şeylerden
payımızı alabiliyorduk.
Çaylar, Balolar, Maçlar
Öğrencilik dönemimizde çoğu fakültenin
yılın ilk haftalarında cumartesi öğleden
sonraları düzenlediği çaylı toplantılar
olurdu. İlk sınıflardaki öğrencilerin lise
arkadaşlığı bağıyla gittiği başka fakülte
çaylarında yeni arkadaşlar edinme, çevreyi tanıma fırsatı doğardı. Çaylar ve sene
sonu mezuniyet baloları bize günlük yaşantımızın tekdüzeliğinin dışına çıkma ve
değişik topluluklarla ilişki kurma olanağı
sağlardı. Sene sonu baloları içinde bizim
mektep mezunlarının düzenlediği “Arı balosu” bir öğrenci etkinliği olmasına karşın,
eski mezunların, müteahhitlerin ve işadamlarının katılımı ve zengin programı ile
diğer balolar arasında farklı bir yer alırdı.
OKULDA İKİNCİ DÖNEM
1940-1941 ders yılı başında okula döndüğümüzde artık okulun eskilerinden sayılıyorduk; dördüncü sınıf öğrencisiydik.
Çoğumuz yaz tatilinde ya büroda ya da
şantiyede çalışmıştık. Mesleğin kıyısından
köşesinden uygulamaya yönelik bir şeyler
görmüş, çalıştığımız alanlarda az da olsa
deneyim, beceri kazanmıştık. Birbirimize
tatil hikâyeleri anlatıyorduk.
İstanbul’da yaşam biraz daha sıkıntılı, savaşın etkileri daha hissedilir hale gelmişti.
O yaz Almanlar Paris’e girmiş, Fransa’nın
işgalini tamamlamıştı. Henüz savaşın ağırlık noktası Batı’daydı ama artık her konuda,
her adım atışta savaş faktörü göz önünde
tutuluyordu.
Temel bilgi dersleri bitmiş, meslek dersleri başlamıştı. Yaz çalışması sırasında bir
problemin çözümünde ve uygulamada
ayrıntıları bilmenin önemini görmüştük.
Hocalarımızın hemen hepsi kendi alanlarında önemli uygulamalar yapmış kişilerdi.
Derslerde teorik bilgilerin yanında pratiğe
yönelik açıklamalar yapar, edindikleri deneyimlerden örnekler verirlerdi. Derslerde
teorik ve pratiğe yönelik bilgileri bir arada,
birbirini destekleyen düzende yürütürlerdi.
Bu eğitim sisteminin bizlerin iyi yetişmesinde önemli bir payı vardı.
Üniversite kuruluncaya kadar Müdür Tevfik
Taylan Bey’in yönetiminde geçen bu dört
senelik dönem hem savaşın günden güne
artan etkisiyle yaşamın sıkıntılı, olanakların
çok kısıtlı olduğu, hem de her türlü güçlüğe karşın okulda önemli gelişmelerin gerçekleştiği bir dönem oldu. Öğrenci olarak
yaşadıklarımız ise farklı bir düzeydeydi.
Yüklü eğitim programı çok çalışmamızı
gerektiriyordu. İlk senelerdeki gibi idarenin
baskısı yoktu. Etütlerde gece geç saatlere
kadar kalabiliyor, projelerimizi yapıyor veya
başka eksiklerimizi tamamlıyorduk. Akşam
yoklamasından sonra kontroller de olmadığı
için sıkılınca dışarı çıkabiliyorduk. Savaşın
yaşantımıza getirdiği her türlü kısıtlamaya
karşın rahat bir çalışma ortamına sahiptik.
1941 yazında İhsan Bingüler idare müdürü oldu. Artmış olan öğrenci sayısıyla, her
şeyin kıt ve vesikaya bağlı olduğu o günlerde okulu yönetmek elbette zordu. İhsan
Bey iyi niyetli, çalışkan bir yöneticiydi. Çok
kısıtlı olan olanakların alt sınırını daha aşağıya çekmeye çabalayarak okulu yönetmeye çalışıyordu. Bu davranışları biz öğ-
itü vakfı dergisi 89
TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ
rencilere sıkıntılı durumlar yaratıyordu. Bir
şey istediğimiz zaman “İmkânlar bu kadar,
hüsnüniyetimden emin olunuz” derdi. Son
sınıfta olduğumuz 1942-1943 kışında her
şey daha az ve daha kısıtlıydı. Yemekler doğal olarak eskisi gibi değildi. Çoğu
öğünler ya darı pilavı ya da bakla ezmesi
olurdu. İhsan Bey kışın etin pahalanacağı
endişesiyle, daha ucuza mal etmek için
yazın çok miktarda etten kavurma yaptırmış, fakat gerektiği gibi yapılmadığı için
bunlar da bozulmuştu, yemeklere hiç et
konulamıyordu. Kaloriferler az ve daha
kısa süre yanıyordu, ısınamıyorduk. Sınıfta
paltolarla oturuyorduk. Bir mizah dergisine
karikatür çizen arkadaşımız Şadi Dinçağa
“Mühendis Mektebi’nin titreten müdür”
konulu bir karikatür yapmıştı. Öğrencilerin toplu şikâyeti üzerine İhsan Bey idare
müdürlüğünden uzaklaştırılmıştı. Kısa bir
sürede her şey değişti, iyileşti. Fakat bir
gün öğle yemeğine gittiğimizde, eski dönemdeki yemekleri görünce İhsan Bey’in
tekrar idareye getirildiğini anladık.
1943 yaz yarıyılında okuldaki son dönemimizdi. Hastane konulu diploma projesini
yapmaya, öteki proje ve ödevleri, eksik
notları tamamlamaya çalışıyorduk. Fırsat
buldukça mezuniyet balosunda çıkaracağımız Arı yıllığının hazırlıklarıyla uğraşıyorduk. Birkaç arkadaş hocaların ve bizim
karikatürlerimizi çiziyor, anıları, fıkraları
derliyordu. Hazırladığımız Arı yıllığı taslağını idareye götürüp, her sene olduğu gibi
baskı işi için parasal destek istedik. Yıllık
taslağını inceleyen idare müdürü, Makine
Şubesi’ndeki bir hoca içi yapılan karikatürü çıkarmamızı, aksi takdirde para yardımı yapılmayacağını söyledi. Bizler de o
hocamızın Makine Şubesi’ndeki arkadaşlarımıza haksızlık ettiğine, onun yüzünden
kayba uğradıklarına inandığımız için, pek
de hoş olmayan o karikatürün yayınlanmasını istiyorduk. Arkadaşımızın haksızlığa uğramasını içimize sindirememiştik.
Zor durumdaki arkadaşı koruma, bir olay
karşısında dayanışma geleneğimiz gereği
para yardımından vazgeçip yıllığı küçülterek kendi aramızda topladığımız parayla
basmaya karar verdik.
Son haftalarda bir gece geç vakit, yıllıktaki eksikleri tamamlamaya çalışıyorduk,
ertesi sabah matbaaya götürecektik. İdare Müdürü İhsan Bey için bir hiciv yazısı
90 itü vakfı dergisi
Hala her ayın belli günlerinde
öğlen veya akşam yemekli sınıf
toplantılarında bir araya gelerek
bitmek tükenmek bilmeyen eski
hikâyeleri tekrarlıyor, anıları
tazeliyoruz. Katılanlar zamanla
azalarak da olsa bu toplantılara
halen devam ediyoruz.
Prof. Ruhi Kafesçioğlu
koymak istiyorduk, ama o ana kadar hiçbir
yazı çıkaramamıştık. Orada olanlar “Beş kişiyiz, bir hiciv yazısı oluşturalım, herkes aklına geldiği gibi bir şeyler söylesin, bir yazı
düzenleyelim” dedik. Birkaç karalamadan
sonra istediğimiz bir şiir ortaya çıktı. Başlığı
ne olsun diye düşünürken arkadaşlardan
biri, isimlerimizin baş harflerinden oluşan
AMORO adını koymayı önerdi. Hepimiz
kabul ettik; Ahmet Aktar, Muzaffer Yalçınalp, Orhan Bolak, ben ve Orhan Bozkurt.
Böylece her senekinden küçük, ama her
istediğimizi yazıp koyabildiğimiz Arı yıllığı
hazırlanıp basıldı.
Yarıyılın son haftaları, diploma projesi ve
öbür derslerin ödevlerinin tamamlanması
çalışmalarının yanında bütün arkadaşlar
o dönemin en sevilen lokali olan Taksim
Gazinosu’nda düzenleyeceğimiz “Arı Balosu”nun hazırlıkları ile uğraşıyorduk. Daha
önce değindiğim gibi, Arı balosunun diğer
mezuniyet baloları arasında ayrıcalıklı bir
yeri vardı. Bizim balomuzun da her sene-
ki gibi anılarda yer bırakacak güzellikte ve
düzende olması için çabalıyorduk. Birkaç
arkadaş baloda yapacağımız çeşitli etkinlikleri düzenlemeye uğraşırken, diğerleri
de balo davetiyelerini dağıtmaya, eski mezun ve müteahhitlerden destek sağlamaya
çalışıyordu. Belirlenen günde davetiyeler
dağıtılmış, umduğumuz destek sağlanmış,
salonun düzenlenmesi ve balo sırasında
yapılacak etkinlikler için gerekli aksesuarlar alınmış, bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Salon, arkadaşlarımızı ve davetlilerimizle dolmuştu. Balomuz çok hoş bir
atmosferde, sürekli ilgi çekici etkinliklerin
sergilendiği ve herkesin çok eğlendiği,
hoş anılarla dolu bir gece olmuştu.
Nihayet yarıyıl sonu, proje teslimi ve üstümüzden dört hafta boyunca silindir gibi
geçen mezuniyet imtihanları bitti. Birkaç
gün sonra hepimiz bir tarafa gidecek, dağılacaktık. İmtihan sonuçları, kalan geçen
belli olmadan, hepimiz bir arada son bir
gece geçirmeye karar verdik. O zaman
Bomonti semtinde o isimle anılan bira fabrikası ve bahçeli bir gazino vardı. Bomonti
Bira Bahçesi’nde toplandık. Bol bol bira
içerek eğlendiğimiz, altı sene boyunca yatılı gece gündüz bir arada olmanın, iyi kötü
her şeyi paylaşmanın oluşturduğu köklü
dostluk, arkadaşlık bağlarımızı hissettiğimiz bir akşam yaşadık.
O günden sonra hepimiz bir tarafa dağıldık. İş hayatında daha önce mezun olan
arkadaşlarla yeni dostluklar, müteahhitlik-kontrol mühendisliği, iş ortaklığı, Ankara’da Mühendisler Birliği’ndeki buluşmalar ve briç partileri yeni ilişkiler oluşturdu.
Anadolu’nun çeşitli köşelerine gitmiş olan
arkadaşları ancak kışın şantiyelerin tatil
olduğu zamanlarda, Ankara’ya veya İstanbul’a geldiklerinde görebiliyorduk. Daha
sonraları okula girişimizin 30. yılı, mezuniyetin 30. ve 40. yılları gibi çeşitli vesilelerle
düzenlediğimiz toplantılarda bir araya gelerek geçirdiğimiz iki üç gün, emeklilik yaşantımızın hoş anılarını oluşturuyor; fakat
hepsinin ötesinde sınıf arkadaşlığı daha
köklü ilişkiler oluşturmuş. Hala her ayın
belli günlerinde öğlen veya akşam yemekli sınıf toplantılarında bir araya gelerek
bitmek tükenmek bilmeyen eski hikâyeleri tekrarlıyor, anıları tazeliyoruz. Katılanlar
zamanla azalarak da olsa bu toplantılara
halen devam ediyoruz.
itü vakfı dergisi 91
Teknokent Dosyası
İTÜNOVA TEKNOLOJİ TRANSFER OFİSİ İLE
İTÜ’deki Buluşlar
Kanatlanıyor
İstanbul Teknik
Üniversitesi’nin
akademik birikiminin
sanayiye dönük yüzü
olarak konumlanan
ve 241 yıllık birikimin
ticarileşmesi amacıyla
hizmet vermeye
başlayan İTÜNOVA TTO,
İTÜ’deki BULUŞLARI
ÇAĞIRIYOR… Patent
ile korunabilecek ve
daha da önemlisi
lisanslanarak
ticarileşebilecek
buluşlar, İTÜNOVA
TTO’nun imkan ve
hizmetleri ile buluşmaya
davet ediliyor!
92 itü vakfı dergisi
İ
TÜNOVA TTO (Teknoloji Transfer Ofisi), 15
Ocak 2013 tarihinde İstanbul Kalkınma
Ajansı’nın TTO Destekleme Programı kapsamında kurulan İTÜ Teknoloji Transfer ve
Ticarileştirme Merkezi ve 11 Şubat 2013 tarihinde kurulan İTÜNOVA Teknoloji A.Ş.’nin
aynı çatı altında birleşmesiyle Ocak 2014
itibariyle faaliyete başladı. TÜBİTAK’ın 1513
çağrısı ile desteklenen oluşum; bilimsel ve
teknolojik bilgiye ulaşmaya aracılık etmeyi,
teknolojik bilgi üretmeyi, üretilen bilginin ticarileşmesini sağlamayı, teknoloji transferini ve girişimciliği desteklemeyi hedefliyor.
Üniversite ve Sanayi arasında köprü vazifesi
gören İTÜNOVA TTO’nun hizmetlerinden biri
de İTÜ’deki temel araştırma ve geliştirme
faaliyetlerinin, ulusal ve uluslararası patent
veri tabanı araştırmalarının sürdürülmesine
dair temel farkındalık oluşturmaktır.
İTÜNOVA TTO Genel Müdürü Sn. Dr. Ercan
ÇİTİL, patent alma sürecindeki bir çalışma
hakkında patent veri tabanlarında yapılacak
araştırmanın, bir Ar-Ge çalışmasına kökten
yön verebilecek öneme sahip olduğunu
vurguluyor. ÇİTİL; “İTÜNOVA TTO ile gerekirse
İTÜ’deki araştırmacılarımıza patent veri tabanı araştırması yaparak akademik çalışmaların
gideceği yöne dair geri besleme yapacağız”
diyerek Teknoloji Transfer Ofisi’nin misyonunu
açıklıyor.
Elbette İTÜNOVA TTO sadece patent araştırması
yaparak veya bu alanlarda farkındalık yaratarak
değil, aynı zamanda 2014 yılı kapsamında İTÜ’lü
Öğretim Üyelerine ait 17 patentin alınabilmesi
için de ayrılmış bir bütçe ile, ticarileşebilecek
buluş ve araştırmalara destek veriyor. İTÜNOVA
TTO’nun kaynaklarını özellikle ticarileşebilecek
buluşlara ayırmayı planladıklarını hatırlatan Sn.
ÇİTİL, Thomas Alva Edison’un sözlerine atıfta
bulunuyor;
“Herhangi bir şeyin alıcısı yoksa onu keşfetmek
istemem. Satılması faydalı olduğunun kanıtıdır
ve faydalı olmak başarıdır”
İTÜNOVA TTO, ‘ulusal kaynakların verimli kullanımının ülke kalkınmasına doğrudan etkisi olacağı’ vizyonu ile kurumsal yapısını biçimlendiriyor.
İTÜNOVA TTO sadece patent araştırması yaparak veya
bu alanlarda farkındalık yaratarak değil, aynı zamanda
2014 yılı kapsamında İTÜ’lü Öğretim Üyelerine ait 17
patentin alınabilmesi için de ayrılmış bir bütçe ile,
ticarileşebilecek buluş ve araştırmalara destek veriyor.
İTÜ’nün paha biçilmez bir ulusal kaynak olduğunu, bu kaynağın
çok daha verimli kullanımı içinse, İTÜNOVA TTO olarak kolay erişilir bir konumda, proaktif bir arayüz görevi görmeyi; hızlı, ihtiyaca yönelik evrilebilir esneklikte olmayı ve herşeyden önemlisi tüm
imkanlarıyla İTÜ’nün hizmetinde ve İTÜ’yü daha ileriye taşıyacak
bir birim olmayı hedefliyor.
Buluş sahibinin, buluş bildirim formunu doldurup, TTO fikri haklar
sorumlusuna iletmesiyle başlayan süreçte İTÜNOVA TTO, Patent
Bürosu ile birlikte aşağıdaki gibi ilerliyor;
1. Buluş bildirim formlarının ön incelemesi İTÜNOVA TTO fikri
haklar sorumlusu tarafından yapılır, eksik ya da düzeltilmesi gerek kısımlar var ise buluş sahibine bildirilir.
2. Gerekli düzenlemelerin ardından patent bürosundaki uzman
patent vekilleri tarafından ulusal ve uluslararası patent veri tabanlarında ön araştırma yapılır.
3. Patent bürosundan alınan ön araştırma sonuçları ve buluş bildirim formu Fikri Haklar Üst Kurulunun değerlendirmesine sunulur.
4. Fikri Haklar Üst Kurulunun değerlendirmesi sonucu şayet
olumsuz ise buluş serbest bırakılır,
Buluş sahibi bireysel başvuru yapabilir.
5. Üst Kurul değerlendirmesi olumlu ise başvuru süreci İTÜNOVA
TTO tarafından başlatılır.
6. İTÜ’nün “başvuru sahibi”, buluş sahibinin de “buluşçu” olarak
belirlendiği “Buluş Hak Sahipliği Sözleşmesi” imzalanır.
7. Patent vekili tarafından buluşa ilişkin tarifname ve istemler hazırlanır.
8. Buluş sahibinin tarifname ve istemleri incelenmesinden sonra
gerekli düzeltme işlemlerini yaptıktan sonra başvuru tamamlanır.
9. İTÜNOVA TTO ve Patent Bürosu, başvuru ve süreçler için yararlanılabilecek mevcut hibe ve desteklerin takibini üstlenir.
ihtiyaçları konusunda uzman akademisyenlere aktarılıp projelendirilmesi, işbirliği aşamasında sözleşme yönetimi, hukuki danışmanlık, mali konuların takibi, sektörel organizasyonlar ile akademisyenler ve sanayicilerin buluşması ve üniversite kaynaklarının
en verimli şekilde kullanımı için üniversite ve sanayi ihtiyaç analizi
konularında hizmet veren birimdir.
• Girişimcilik ve Şirketleşme
Teknoloji tabanlı girişimciliğin, Ar-Ge ve inovasyon kültürünün yaygınlaşması ve bu alanla ilerleyecek girişimcilerin uygun mekanizmalar aracılığıyla desteklenmesini amaçlayan; girişimcilere ön-kuluçka, kuluçka ve hızlandırıcı hizmetlerini sunan birimdir.
• Fikri Sınai Mülkiyet Hakları
Sanayicilere, akademisyenlere ve öğrencilere patent, faydalı model, marka ve endüstriyel tasarım konularında farkındalık oluşturma ve bilgilendirme eğitimleri veren, ayrıca buluşlarının değerlendirilmesi, başvuru süreç takibi ve daha sonra kazanılan hakkın
paylaşılmasına yönelik lisanslama hizmetleri konularında destek
olan, buluşları orta ve uzun vadede buluşlar için uygun pazar arayışı ile ticarileştirme faaliyetleri sunan birimdir.
İTÜNOVA TTO Hizmetleri:
İTÜNOVA TTO birbirleri ile entegre olarak çalışan 5 farklı uzmanlık alanında hizmet veriyor.
• Tanıtım ve Farkındalık
Akademik dünyaya ve iş dünyasına yönelik kaynaklar, işbirliği
imkanları ve eğitim organizasyonları gibi bilgilendirme faaliyetlerinden sorumlu birimdir.
• Ulusal ve Uluslararası Fonlar
Akademisyenlerin ve üniversite-sanayi işbirliği kapsamında geliştirilecek projelerin sahiplerinin; doğru, hızlı ve etkin biçimde
uygun fon mekanizmalarına erişmesini sağlayan birimdir.
• Üniversite-Sanayi İşbirliği
Fikir aşamasındaki projelerin ya da mevcut Ar-Ge çalışmalarının
doğru ve hızlı bir şekilde sanayiye yönlendirilmesi, sanayinin
itü vakfı dergisi 93
Teknokent Dosyası
İTÜNOVA TTO Tarafından Değerlendirilen ve
Süreçleri Takip Edilen Buluşlar
PATENT
Kimya, Havacılık, Tekstil, Bilişim, Gemi İnşaat, Nano Teknoloji, Mimarlık, Malzeme Bilimleri ve Çevre Teknolojileri alanlarında 9 buluşun TPE (Türk Patent Enstitüsü) başvurusu yapıldı. 14 buluşun
süreç takibi ise İTÜNOVA TTO tarafından yapılıyor.
Türk Patent Enstitüsü’ne Başvurusu Gerçekleşmiş Buluşlar
menin gerçekleştirilmesi, refluks sonrası elde edilen malzemenin yıkanması, yıkanan malzemenin dondurularak kurutulması
adımlarını içeren; aromatik hidrokarbonların, alkoloidlerin, flava
KİMYA
ADSORBAN BİR MALZEME VE ÜRETİM YÖNTEMİ
Araş. Gör. Ömer Suat Taşkın, Doç. Dr. Barış Kışkan,
Prof. Dr. Yusuf Yağcı
Bu buluş, en temel halinde bir monomerin sentezlenmesi ve bu
monomerin polimerleştirilmesi adımlarını içeren; özellikle sanayide
atık su arıtma sistemlerinde cıva tuzları başta olmak üzere metal
iyonlarının giderilmesi amacıyla kullanılan adsorban bir malzeme
ve üretim yöntemi ile ilgilidir. Buluş, herhangi bir ön işlem uygulanmadan cıva tuzlarının uzaklaştırılması için kullanılabilecek yeni bir
malzeme olması ve maliyeti düşük olan formaldehit, birincil amin ve
fenol kullanılarak hazırlanan benzoksazin monomeriyle sentezlendiği için önemli bir avantaja sahiptir.
Şekil 2. Gözenekli malzemenin taramalı elektron mikroskop
(SEM) görüntüsü
noidlerin ve pestisidlerin kromatografik analizlerinde kullanılan
kolonların içerisine doldurulan, gözenekli yapısı sayesinde yüksek adsorpsiyon sağlayan bir kolon dolgu malzemesi ve üretim
yöntemi ile ilgilidir. Bu sayede ülkemizin bu alanda dışa bağımlı
olduğu bu kolon dolgu malzemelerinde, günümüzde kullanılanların yerine geçebilecek yeni bir adsorban elde edilmiştir.
Şekil 1. Gözenekli malzemenin taramalı elektron mikroskop
(SEM) görüntüsü
BİR KOLON DOLGU MALZEMESİ VE ÜRETİM YÖNTEMİ
Araş. Gör. Ömer Suat Taşkın, Yrd. Doç. Dr. Abdullah Aksu,
Doç. Dr. Barış Kışkan, Prof. Dr. Nuray Balkıs
Prof. Dr. Yusuf Yağcı
Bu buluş, en temel halinde melamin ve antrakinonun bir çözücü
içerisinde çözülmesi, çözeltinin refluks işlemine tabi tutularak tepki-
Bir fikrin oluşumundan, ticarileşmesine kadar olan
basamaklar aşamasında verilen bütün destekler teknoloji
transferinin kapsamındadır. Bu bağlamda İTÜNOVA TTO,
üniversite sanayi işbirliğinin sağlanması ve akademik
bilginin ticari değer kazanmasında önemli bir aracı
kurum olarak İTÜ’ ye hizmet vermektedir.
94 itü vakfı dergisi
Buluş Sahipleri (soldan sağa): Barış Kışkan, Ömer Suat Taşkın, Yusuf Yağcı
BİR KATALİZÖR VE
ÜRETİM YÖNTEMİ
Araş. Gör. Ömer Suat
Taşkın, Doç. Dr. Barış
Kışkan,
Prof. Dr. Yusuf Yağcı
Bu buluş; melamin
ve aldehitin çözücü
içerisinde çözülmesi,
hazırlanan çözeltinin
karıştırılması, karışım
içerisindeki
safsızlıkların
giderilmesi,
elde edilen gözenekli
malzemenin kurutulması, bakır bileşiğinin çözücü içerisinde
çözülmesi, kurutulan
malzemenin bakır çözeltisine eklenerek karıştırılması, çözücünün
uzaklaştırılması adımlarını içeren; heterojen olarak gerçekleşen
atom transfer radikal polimerizasyonlarında (ATRP) kullanıldığında
polimerizasyonun sonunda üründe bakır kalıntısı bırakmayan, bakır bağlı bir katalizör ve üretim yöntemi ile ilgilidir. Heterojen katalizör kullanılarak gerçekleştirilen atom transfer radikal polimerizasyonu (ATRP) sonucu elde edilen polimerde bakırın ppb (parts per
billion) konstarasyon düzeyinden düşük olması bu buluşu oldukça
önemli kılmaktadır.
HAVACILIK
DİKİNE İNİŞ KALKIŞ YAPABİLEN KARMA GÜÇ SİSTEMLİ
TAK- ÇIKART KANAT KONFİGÜRASYONLU HAVA ARACI
Bu buluş ile hem dikine/kısa mesafeli iniş kalkış gerçekleştirebilen
ve iniş kalkış manevraları sırasında kararlılık problemi yaşamayan
bir hava aracı gerçekleştirilmektir. Dikine iniş-kalkış ve havada askıda kalış durumunda insansız hava aracı üzerindeki eş-eksenel
(coaxial) fan sistemi ile beraber önde döndürülebilen iki motor ve
pervane senkronize olarak çalışmaktadır. Böylece tek eş-eksenel
fan sistemi ile çalışan uçaklardaki dönme/ kuvvet ekseni ve ağırlık merkezinin aynı olmamasından oluşacak dengesizlik problemi
çözülmektedir. Önde bulunan döndürülebilen motor sistemleri
döndürülerek askı durumundan düz ön veya düşük hızlı arkaya
uçuşa geçilebilmektedir. Helikopter ve birçok rotorlu aletlerde görülen verimsiz ön uçuş problemi tam olarak uçak gibi uçabilme
kabiliyeti ile çözülmüş olmaktadır. Ayrıca tak-çıkart kanat sistemi
takılmadığında çok rotorlu bir sistem, takıldığında ise hem düz
hem de dikey iniş-kalkış ve havada askı yapabilen bir uçak olarak
çalışabilmektedir. Böylece tek bir ürün içinde çoklu çözüm sağlanmaktadır.
Çalışmalarınızı başarıyla sonuçlandırmanın kilit
noktası, buluşunuzu patent ile taçlandırmak ve
emeğinizin karşılığını ürününüzün ticarileşmesiyle
almaktır. İTÜNOVA TTO, tüm bu aşamalarda ve daha
fazlasında sizin firmanız olarak hizmetlerine devam
edecektir.
MİMARLIK
BİR ESKİZ KÂĞIDI TUTMA APARATI
Öğr. Gör. Dr. Hasan Serdar KAYA
Varolan formuyla ergonomik yetersizliğinden dolayı eskiz kağıdının kullanımında düşme, açılma, kirlenme, nemden dolayı buruşma ve kesiminde zorlanma gibi sıkıntılar yaşanmaktadır.
Önerilen bu yeni formda ise rulo halindeki kâğıtların kullanım süresince korunmasını, açılmadan rulo halinde kalmasını, başka bir
alet kullanmadan istenilen uzunlukta kesilebilmesini sağlamayı
amaçlamaktadır.
Teknoloji transferi, Türkiye’nin teknolojinin üretiminde ve kullanımında etkin rol oynayan bir ülke haline gelmesi adına önemli bir
alandır. Bir fikrin oluşumundan, ticarileşmesine kadar olan basamaklar
aşamasında
verilen bütün destekler
teknoloji
transferinin
kapsamındadır.
Bu
bağlamda İTÜNOVA
TTO, üniversite sanayi
işbirliğinin sağlanması
ve akademik bilginin
ticari değer kazanmasında önemli bir aracı
kurum olarak İTÜ’ ye
hizmet vermektedir.
Çalışmalarınızı başarıyla sonuçlandırmanın
kilit noktası buluşunuzu
patent ile taçlandırmak
ve emeğinizin karşılığını ürününüzün ticarileşmesiyle almaktır.
İTÜNOVA TTO tüm bu
aşamalarda ve daha
fazlasında sizin firmanız olarak hizmetlerine
devam edecektir.
itü vakfı dergisi 95
Teknokent Dosyası
Solvoyo
Tedarik Zinciri Yazılımlarında
Stratejik Çözüm
Geleneksel tedarik zinciri
planlama yazılımlarının en
büyük iki problemi, programların
farklı parçalardan oluşması ve
eski teknoloji ile geliştirilmiş
olmalarıdır. Solvoyo, bu
farklı parçaları, kritik tedarik
zinciri fonksiyonlarını ve stok,
ulaşım, yenileme ve sipariş
karşılama planlamasını tek
bir model üzerinden, stratejik,
taktiksel ve operasyonel olarak
çözebilmektedir…” Koray Doğan
tarafından 2005 yılında Amerika’da
kurulan Solvoyo Yazılım, Türkiye
Ar-Ge Merkezi ile İTÜ ARI
Teknokent’te konumlanan ilk
firmalar arasında yer alıyor.
96 itü vakfı dergisi
K
urucumuz Koray Doğan, 2005 yılında tedarik zincirini planlama konusunda devrim yaratacak yeni bir
yazılım yazmak için Solvoyo’yu Boston’da
kurduktan sonra endüstri mühendisliği
konusunda köklü mühendislik geçmişi ve
yaratacağı sinerji için 2005 yılında R&D
merkezini İstanbul Teknik Üniversitesi ARI2 Teknokent’e taşımıştır.
Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği
Bölümünden mezun, Georgia Institute of
Technolgy’den Operasyonel araştırmalar
üzerine doktora yapmış olan CEO’muz Koray Doğan, 15 yılın üzerinde sahip olduğu Tedarik Zinciri Planlama tecrübesi ile
bütünsel planlama süreçlerinin pahalı ve
zorlu entegrasyon süreçleri ve inanılmaz
boyutlara ulaşan veri akışlarıyla birlikte
optimum sonuçtan çok uzak kalındığını
gözlemlerken, maliyeti fazlasıyla arttırdığını görmüştür. Solvoyo Tedarik Zinciri Planlama yazılımını bir bütün halinde tasarlarken tüm süreçlerin bu yazılım üzerinde
gerçekleşmesini ve gözlemlemiş olduğu
sorunları çözmeyi hayal etmiştir. 2013 yılında Dell tarafından Dünya çapında 200
Kadın girişimciden biri olarak seçilmiş
Nilüfer Durak ve Tedarik Zinciri Planlama
konusunda 25 yılı aşkın tecrübeye sahip,
2005 yılında, tedarik zinciri inovasyonu
konusunda PACE Award’ı almış Ömer
Bakkalbaşı, Solvoyo’ya güç katan diğer
iki partneridir.
Geleneksel tedarik zinciri planlama yazılımlarının en büyük iki problemi, programların farklı parçalardan oluşması ve
eski teknoloji ile geliştirilmiş olmalarıdır.
Solvoyo, bu farklı parçaları, kritik tedarik
zinciri fonksiyonlarını ve stok, ulaşım, yenileme ve sipariş karşılama planlamasını
tek bir model üzerinden, stratejik, taktiksel ve operasyonel olarak çözebilmektedir.
Bu sayede organizasyonlar geleneksel
çözümlere oranla daha büyük tasarruflar
sağlarken, daha fazla sipariş karşılayabilmeleri mümkün olmaktadır. En son
teknoloji 64 bit mimari yapı, bulut tabanında paralel yürütülen uygulamalar. Solvoyo, isteğe göre karar verirken, yazılımı
bir servis (software as a Service) sunarak, müşterilerinin var olan sistemlerine
entegre olmaktadır.
Tedarik Zincirinde Milyon Dolarlık
Tasarruf
İlk müşterimiz Vestel ile çalışırken, ilk
önerdiğimiz tedarik zinciri planlama aracı ile yıllık 700 000 $ tasarruf ön görürken, uygulama sonunda yıllık tasarrufları
4 Milyon $ düzeyine kadar çıkarmamız
mümkün olmuştur.
Programımız bir bütün olarak çalıştığı
için, çalışanların tek bir programı öğrenmeleri yeterli olmaktadır. Ayrıca tüm
bilgiler şirket için ortak bir veritabanında
toplandığından, çalışılan müşterilerin
farklı bölümleri arasında oluşabilecek
veri uyumsuzlukları önlenmektedir.
CEO Koray Doğan
Bütünsel planlama formatında çalışıldığı için, tek bir platform
altında tedarik zincirinin tüm bölümleri ele alınarak, büyük resim
üzerinden optimizasyon yapılabilmektedir. Örnek olarak; sadece yok satmayı engellemek için, fazladan stok tutmak bir şirkete
hem depo, hem de operasyonel maliyet olarak dönerken, stokları belirli bir dengede tutmaya çalışmak için kurulacak sistem,
ulaşımı ve tahminleri göz önüne almadığı için eksik kalacaktır;
bu diğer ölçümlerin farklı sistemler kullanılarak yapılması ise,
sistemin verimli işlemesi önünde büyük bir engel olarak karşımıza çıkacaktır. Solvoyo’nun müşterilerine sunduğu platform
sayesinde, üretimin başlangıcından, müşterilerin tahmin edilen taleplerinin karşılanmasına kadar tüm sistemi tek
bir platform ve tek bir program aracılığıyla çözebilmektedir.
Sağladığımız hizmetler temel olarak dört kategoride toplanabilir: Tedarik Zinciri Planlaması
(Supply Chain Agility Planning) ile müşterimizin sahip olduğu en az bir yıllık veriler değerlendirilerek, ürünlerin nerede, nasıl dağıtılacağı ve nerede depolanacağı hesaplanmaktadır.
Taşıma Planlama (Transportation Planning) çözümümüz; siparişlerin zamanında ve en verimli
şekilde müşterilere ulaşabilmesini sağlamaktadır.
Satış Odaklı Stok Planlama (Sales-Driven Replenishment Planning); var olan stokların, beklenen satışlara göre en
verimli şekilde günceller, temel olarak ya taşıma maliyetini en
aza indirmeyi, ya da elde edilecek ciroyu en fazlaya çıkarma-
ARI Teknokent’in tercih edilmesinin ana sebepleri,
teknoloji merkezi olması, girişimci firmalar arasında
yakalanacak sinerji ve kaliteli eğitim görmüş İTÜ
mezunlarına erişim olarak sıralanabilir. Şirketimiz
İTÜ mezunlarına iş imkânı konusunda öncelik
sağlarken, İTÜ kültürü ile yetişmiş ve çağdaş
eğitim almış çalışanları aracılığıyla ileri gitmeyi
düşünmektedir. Ayrıca staj dönemlerinde İTÜ
öğrencilerine öncelik verilmektedir.
yı hedefleyen şekilde
farklı senaryolar hazırlanabilir. Satış ve
Operasyonel Planlama
(Sales and Operations Planning) ile daha
stratejik düzeyde çözümler sunulmaktadır.
TÜBİTAK’tan aldığımız
destekler ile bulut üzerinden daha gelişmiş
hizmetler
sağlama
üzerine araştırma çalışmalarımız sürmektedir. Solvoyo, yaptığı
her projeyi kendini geliştirmek için bir şans olarak görmektedir ve araştırma-geliştirme faaliyetleri sürekli olarak sürdürülmektedir.
Çözümlerimiz genel olarak operasyonel, taktiksel ve stratejik
olarak üç sınıfa ayrılmaktadır. Operasyonel çözümlerimiz günlük olarak çalışıp, müşterilerin sistemlerini düzenlerken; taktiksel çözümlerimiz, belli periyotlarda ve güncellemeler ile daha
sezonsal planlamaları kapsamaktadır. Stratejik çözümlerimiz
ise, daha çok dağıtım ağlarının nasıl kurulması, ya da elde var
olan kaynakların en verimli şekilde kullanılabilmesi için depo
ve dağıtım lokasyonlarının yerlerine karar vermektedir. Solvoyo
olarak, uluslararası büyük şirketlerle çalışırken, Türkiye pazarının önemli oyuncularına da servis sağlamaktayız.
İTÜ Kültürü ile Yetişmiş Elemanlar
2005 yılında Solvoyo Yazılım Amerika’da kurulduktan
sonra, ARI Teknokent 2’de Türkiye Ar-Ge merkezini
kurdu. Solvoyo ARI 2 binasının ilk sakinlerindendir. ARI Teknokent’in tercih edilmesinin ana
sebepleri, teknoloji merkezi olması, girişimci
firmalar arasında yakalanacak sinerji ve kaliteli eğitim görmüş İTÜ mezunlarına erişim
olarak sıralanabilir. Şirketimiz İTÜ mezunlarına iş imkânı konusunda öncelik sağlarken,
İTÜ kültürü ile yetişmiş ve çağdaş eğitim
almış çalışanları aracılığıyla ileri gitmeyi düşünmektedir. Ayrıca staj dönemlerinde İTÜ öğrencilerine öncelik verilmektedir.
Firmamız çalışanlarının, Solvoyo’yu sadece çalıştıkları bir şirket olmanın ötesinde, kariyerlerinde kendilerini
ileri taşıyacak, sürekli kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam
ve rol modeli olarak alabilecekleri yöneticiler eşliğinde, gelişime imkân sağlayan bir aile ortamı olarak görmektedirler.
Solvoyo, 2013 yılında dünya çapında bir girişimcilik ağı olan
Endeavor organizasyonu için Türkiye’den seçilerek, Amerika’da silikon vadisinde yapılan uluslararası finallerde Türkiye’yi
temsil etmiştir. Ayrıca Wired magazine’de Avrupa’nın en dikkat çeken Start-up’ları listesine girmiştir. Gelecekte, daha farklı
satış kanalları kullanarak, oluşturduğumuz optimizasyonların
daha fazla şirkete ulaşmasını hedeflemekteyiz. Yaptırdığımız
iyileştirmeler şirketlere geri dönüş sağladığı gibi, ekosistemin
verimliliğini arttırdığı için ekonomiye de olumlu olarak geri yansımaktadır.
itü vakfı dergisi 97
Teknokent Dosyası
PhonoClick: Bankalar ve Perakendeciler İçin
Yüksek Ölçekli Müşteri
Etkileşim Çözümleri
Çözümlerimizin başlıca kullanıcıları, bankalar ve perakendeciler
gibi kısa sürede çok sayıda müşterisine kampanya, hizmet önerisi
gibi etkileşimler sunmak ve cavap almak durumunda olan sektörler.
Bu alanda bugün artık endüstri standardı olarak kabul edilen telefonla
kredi başvurusu alma, kredi kartı limit artırım onayı toplama veya
interaktif hizmet teklifleri sunma uygulamalarının pek çoğu ilk defa
PhonoClick tarafından geliştirildi. Bugün bu çözümlerimiz Türkiye
dışında Software-as-a-Service (SaaS) modeliyle bölge ülkelerinde de
kullanılıyor…
P
honoClick, iki ana alanda faaliyet
gösteriyor. Bunlardan birincisi, yüksek ölçekli müşteri etkileşim çözümleri. Bu kategorideki çözümlerimizin başlıca kullanıcıları, bankalar ve perakendeciler
gibi kısa sürede çok sayıda müşterisine
kampanya, hizmet önerisi gibi etkileşimler
sunmak ve cavap almak durumunda olan
sektörler. Bu alanda bugün artık endüstri standardı olarak kabul edilen telefonla
kredi başvurusu alma, kredi kartı limit artırım onayı toplama veya interaktif hizmet
teklifleri sunma uygulamalarının pek çoğu
ilk defa PhonoClick tarafından geliştirildi.
Bugün bu çözümlerimiz Türkiye dışında
Software-as-a-Service (SaaS) modeliyle
bölge ülkelerinde de kullanılıyor.
98 itü vakfı dergisi
Bulut Tabanlı Kurumsal Bilgi
Sistemleri
İkinci önemli faaliyet alanımız da bulut
tabanlı kurumsal bilgi sistemleri. İşletmelerin iç iletişim, CRM, belge yönetimi
gibi ihtiyaçlarını kolay anlaşılır ve kolay
kullanılır bir sosyal ağ metaforu içinde
sunan bu çözümümüzü, servis sağlayıcılara lisanslıyoruz. Halen Bodru.com
ticari markasıyla tüm dünyada sunulan
bu çözümümüz, binden fazla işletmede aktif olarak kullanılıyor. Ayrıca Bodru
mobil uygulamaları, Apple iOS App Store ve Google Play Store’da, Bodru web
uygulaması da Google Chrome Store’da
sunuluyor.
Sektörde Farklılık Yaratan Çözümler
PhonoClick’in çözümleri her zaman ölçeklenebilirlik, kullanılabilirlik ve mobilite
açısından yüksek standartlara göre geliştirilir. Bu üç kriterin bugün kurumsal çözümleri başarıya ulaştırmada çok büyük
öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Bulut bilişim ile birlikte her üçünde de önemli
sıçramalar sağlamak mümkün oldu. Örnek olarak bugün Bodru ile, küçük bir işletmenin saha elemanı, düşük maliyetli bir
Android cihaz kullanarak şirketin binlerce
dokümanı arasında istediği sözleşme
dosyasını saniyeler içinde bulup görüntüleyebiliyor ve müşterisiyle toplantıya bu
bilgiyle girebiliyor. Buna benzer özellikler,
bundan birkaç yıl öncesine kadar ancak
bankalar gibi az sayıda büyük kurumdaki
çok pahalı sistemlerle ve ancak masaüstünden sağlanabiliyordu. PhonoClick çözümlerinin bu imkanları yeni müşterilere,
yeni maliyet ve performans seviyelerinde,
çok daha mobil, çok daha kolay kullanılabilir biçimde sunmakta öncü bir noktada
olduğunu düşünüyoruz.
Ar-Ge Çalışmaları
PhonoClick özünde bir Ar-Ge firması. Gelirlerimizin tamamı, özgün arge
Teknokent firmaları ile İTÜ arasında,
mesela ABD’deki araştırma
üniversitelerinin endüstri ile
yapmakta olduklarına benzer
işbirliklerini sağlamak için çaba sarf
etmek gerektiğini düşünüyoruz.
Bunun için fiziksel yakınlık, aynı
ortamlarda bulunma, üniversitenin
IT, konferans, hatta ders gibi
imkanlarından faydalanabilme gibi
yöntemleri değerlendirmek iyi olur
diye düşünüyoruz.
çalışmalarımız sonucunda geliştirilen yazılım tabanlı teknolojilerin lisanslanması veya
kullandırılmasından kaynaklanıyor. Bu kapsamda TÜBİTAK, KOSGEB, İSTKA, Avrupa
Birliği Çerçeve Programları gibi kurumlardan destekler de alıyoruz.
İTÜ ARI Teknokent’in, PhonoClick İçin
Önemi
İTÜ ARI Teknokent’te ilk olarak 2006 yılında
ARI-1 binasında çalışmaya başladık. 2009
yılında da şimdiki Ar-Ge ofisimizin bulunduğu ARI-2 binasına geçtik.
İTÜ Teknokent, bizim için yasal maliyet
avantajlarının çok ötesinde bir önem taşıyor.
Müşterilerimizin önemli bir kısmını büyük
bankalar oluşturuyor ve Ar-Ge ekibimizin
bu bankaların yönetim merkezlerine yakın bir ortamda çalışması, müşterilerle sık
sık bir araya gelmeleri, onların ihtiyaçlarını
daha iyi anlayıp bunlara uygun çözümleri
zamanında sunmaları açısından büyük fayda sağlıyor.
Ayrıca aynı müşterilere farklı alanlarda
hizmet sunan başka firmalarla bir arada
olmak, onların geliştiricileriyle bizim geliştiricilerimizin sosyal olarak da görüşebileceği fırsatların oluşmasına, yeni fikirlerin hızla
ortaya çıkmasına ve işbirliklerine zemin hazırlıyor.
İTÜ Birikiminden Yararlanma
Bu konuda son yıllarda önemli ilerlemeler
kaydedildi. Ancak hala teknokent firmaları
ile İTÜ arasında, mesela ABD’deki araştırma üniversitelerinin endüstri ile yapmakta
olduklarına benzer işbirliklerini sağlamak
için çaba sarf etmek gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için fiziksel yakınlık, aynı ortamlarda bulunma, üniversitenin IT, konferans,
hatta ders gibi imkanlarından faydalanabilme gibi yöntemleri değerlendirmek iyi olur
diye düşünüyoruz. Oysa bugünkü yasal
düzenlemeler gereği hala firma
PhonoClick’in çözümleri her zaman
ölçeklenebilirlik, kullanılabilirlik
ve mobilite açısından yüksek
standartlara göre geliştirilir.
Bu üç kriterin bugün kurumsal
çözümleri başarıya ulaştırmada
çok büyük öneme sahip olduğunu
düşünüyoruz. Bulut bilişim ile
birlikte her üçünde de önemli
sıçramalar sağlamak mümkün
oldu. Örnek olarak bugün Bodru
ile, küçük bir işletmenin saha
elemanı, düşük maliyetli bir
Android cihaz kullanarak şirketin
binlerce dokümanı arasında istediği
sözleşme dosyasını saniyeler
içinde bulup görüntüleyebiliyor ve
müşterisiyle toplantıya bu bilgiyle
girebiliyor.
çalışanları ofis binası dışına adım attığı
anda ilave vergi maliyetleri, istisna kayıpları gibi sonuçları düşünmek durumunda
kalıyorlar. Oysa bugün teknokent firmalarının personeli arasında sağlanabilmiş olan
sosyalleşme fırsatlarının benzerlerinin, İTÜ
eğitim kadrosu ve öğrencileriyle de sağlanması çok faydalı olur.
İTÜ Öğretim Üyeleriyle İşbirliği
Özellikle TÜBİTAK destekli projelerimizde
her zaman danışmanlar ve stajyerler için
bütçe ayırmaya dikkat ediyoruz. Önümüzdeki dönemde bunun payını daha da arttırmayı hedefliyoruz. Stajyer çalıştırmada, ofis
alanıyla ilgili kısıtlar tüm firmalar için önemli
bir sorun oluşturabiliyor. Teknokent yönetiminin tüm firmaların ortaklaşa kullanabileceği ve gerektiğinde esnek biçimde uygun
maliyetle günlük bazda bile masa kiralanabilecek, istisna imkanlarının geçerli olduğu
bir hotdesking alanı oluşturması, projelerde
üniversite öğrencileri ve öğretim üyelerine
firmalarca daha fazla yer verilmesine çok
yardımcı olacaktır diye düşünüyoruz.
Öğrencilere Staj ve İş Olanağı
3. ve 4. Sınıf öğrencilerine staj imkanları
sağlayabiliyoruz. Stajyerlerimizi potansiyel
kadrolu çalışanlarımız olarak görüyoruz ve
aynı özenle seçmeye çaba sarf ediyoruz.
Rekabete Etki Eden Çözümler
PhonoClick’in çözümleri, hizmet verdiğimiz sektörlerde rekabete büyük etkisi olan
çözümler. Müşterilerimizin bizim teknolojilerimizi kullanarak önemli başarılar elde
etmelerini, başka türlü oluşturulamayacak faydaları yakalamalarını hedefliyoruz.
Aynı kategoride çok sayıda alternatifi olan,
müşterimizin iş sonuçlarına büyük katkı
yapmayacak çözümler ilgimizi çekmiyor.
Projelerimizi değerlendirirken öncelikle bu
kritere göre değerlendiriyoruz. Firma olarak
büyümemiz, ticari başarımız bunun sonucu
olarak geliyor.
Yeni Hedefler, Projeler
Önümüzdeki dönemde özellikle KOBİ ve
perakende şirketlerine yönelik çözümlerimizi çeşitlendirmek niyetindeyiz. Bugüne kadar banka ölçeğinde sunduğumuz
bazı çözümlerin, özellikle de mobil pazarlama ve müşteri ilişkileri yönetimi ile
ilgili çözümlerimizin artık bu firmalarda
kullanılabileceği altyapının oluştuğunu,
bu firmalara katabileceğimiz büyük değerler olduğunu düşünüyoruz.
itü vakfı dergisi 99
TeknoGİRİŞİM
İTÜ Teknogirişim
Atölyesi (TGA)
Türkiye’nin en büyük
inkübasyon merkezi İTÜ
Teknogirişim Atölyesi (TGA)
girişimci firmalara ofis imkanı
sağlıyor, yatırım ve işbirliği fırsatları
sunuyor. 2012 yılında faaliyete açılan
ve 51 kapalı ofis alanı bulunan
TGA, İTÜ Maslak Yerleşkesi’nde
üniversitenin merkezinde yer
alıyor. İnkübasyon merkezi İTÜ
TGA’da halen, T.C. Bilim, Sanayi
ve Teknoloji Bakalığı’nın yürüttüğü
“Teknogirişim Sermaye Desteği”
programı ve TÜBİTAK’ ın yürüttüğü
“1512-Girişimcilik Aşamalı Destek”
programı ile kurulmuş girişimci
firmalar başta olmak üzere,
KOSGEB’ in yürüttüğü “Ar-Ge
İnovasyon Desteği” programı ve
Arıçekirdek yarışması ile kurulmuş
çok sayıda firma faaliyetlerini
sürdürüyor.
Add Mühendislik’ten ilk yerli teknoloji
“Otomatik Tüp Tasnif Makinesi”
“Otomatik Tüp Tasnif Makinesi, kan numune
tüplerinin otomatik bir şekilde ayrıştırılmasını
sağlayarak numunelerin analiz laboratuvarlarına
daha hızlı ulaşmasını, analiz sonuçlarının hızlı
alınmasını dolayısıyla hastalığın teşhis süresinin
kısalmasını sağlayacak.”
A
dd Mühendislik, 2013 yılında İTÜ Teknogirişim Atölyesi’nde faaliyete başlamıştır. Abdulkerim İnce, Doğuhan
Ali Yıldız ve Doğuş Cendek tarafından kurulan firmada
tıbbi cihaz geliştirilmesi üzerine Ar-Ge faaliyetleri sürdürülmektedir.
ADD Mühendislik tarafından geliştirilen “Otomatik Tüp Tasnif
Makinesi” adlı proje TÜBİTAK’ tan 100.000,00 TL’ lik finansal
destek almaya hak kazanmıştır. Bu ürünün muadilleri ülkemize ithal edilmekte ve yerli ürün bulunmamaktadır. Firmanın
geliştireceği Otomatik Tüp Tasnif Makinesi ülkemiz için ilk
olma özelliğini taşımaktadır.
Ürün, hastalardan alınan kan numune tüplerinin otomatik bir
şekilde ayrıştırılmasını sağlamaktadır. Bu sayede numuneler
100 itü vakfı dergisi
çok daha hızlı şekilde analiz
laboratuarlarına ulaştırılabilecektir. Sonuç olarak, hastalar
analiz sonuçlarını çok daha
hızlı alabilecek ve hastalığın
teşhis süresi kısalacaktır.
ADD Mühendislik, İTÜ Teknogirişim Atölyesi’ nde sürdürdüğü
faaliyetlerinde birçok İTÜ öğrencisine hem yarı zamanlı iş
hem de staj imkanı sağlamaktadır. Atölyede farklı alanlarda bir çok firma Ar-Ge faaliyetlerini
sürdürmekte, ADD Mühendislik bu firmalarla teknolojik işbirliği
yapmaktadır.
Girişimciye sağlanan teşvikler sayesinde bir çok yeni teknoloji
ülkemizde ilk defa geliştirilmeye başlamaktadır. TÜBİTAK ve
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın sağladığı girişimcilik
destekleri, girişimcilerin hayal ettikleri ürünü gerçeğe dönüştürmek, ihracat açığını azaltmak ve ekonomik büyümeye katkı sağlamak açısından kritik öneme sahiptir.
Gelecek Robotik
İTÜ Teknogirişim Atölyesi’nde faaliyetlerini sürdüren “Gelecek
Robotik” Robot Kol, Akıllı Eğitim ve Oyun Seti, Üretim İzleme
ve Kontrol Sistemi gibi çok sayıda yenilikçi ve öncü proje ile
uluslararası açılıma hazırlanıyor. Gelecek Robotik’in projelerini
kurucu Doğuş Cendek’ten aktarıyoruz…
Gelecek Robotik, 2012 yılında İTÜ
Teknogirişim Atölyesi’nde, İTÜ Makine
Mühendisliği Bölümü ve İTÜ Gemi
ve Deniz Teknolojileri Mühendisliği
Bölümü mezunu Doğuş Cendek
tarafından
kurulmuştur.
Doğuş
Cendek İTÜ Mekatronik Mühendisliği
Bölümü’nde yüksek lisans eğitimine
devam etmektedir.
Gelecek Robotik, robotik teknolojiler
üzerine Ar-Ge projeleri yürütmekte
ve müşterilerine bu alanda ürün
ve hizmetler sunmaktadır. Robotik,
disiplinlerarası bir çalışma alanıdır;
firmamız
bünyesinde
Makine,
Bilgisayar, Kontrol, Mekatronik ve
Elektrik-Elektronik mühendisleri yer
almaktadır.
Ülkemizde
ilk
defa
firmamızca
geliştirmekte olan ürün ve hizmetler için
KOSGEB ve TÜBİTAK’ tan destekler
alınmaktadır.
İmalat
endüstrisinin
yanı sıra eğitim, eğlence ve sağlık
sektörlerine yönelik ürün ve hizmetler
sunulmaktadır.
Yürüttüğümüz tüm Ar-Ge projeleri
ülkemizde
ilk
defa
tarafımızca
geliştirilmeye başlanan ürün ve
hizmetleri içermektedir.
Ülkemizde yaşlı veya engelli insanların
kullanımına yönelik ilk robot kol
Gelecek Robotik tarafından geliştirilmiştir.
Ürün üzerinde iki yıldır çalışılmaktadır.
İki adet prototip elde edilmiş ve ürünün
geliştirilmesine devam edilmektedir.
Geliştirmekte olduğumuz “Akıllı Eğitim ve
Oyun Seti” ile 6-14 yaş grubu çocuklara
hem erken yaşta mühendislik eğitimi
verilebilecek hem de yaratıcılıklarının
gelişmesine katkı sağlanacaktır. Ülkemizde
ilk defa tarafımızca geliştirilen ürün ile
çocuklar eğlenirken öğreneceklerdir.
İlkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine
yönelik uygulamalı mühendislik eğitimi
düzenlemekteyiz. Öğrencilere mekanik,
elektrik-elektronik, yazılım, mekatronik ve
robotik teknolojiler alanlarında uygulamalı
eğitimler vermekteyiz.
Geliştirdiğimiz %100 yerli Üretim İzleme ve
Kontrol Sistemi -Manufacturing Execution
Systems (MES)- “Baykuş” programı ile
gerçek zamanlı olarak üretiminizi takip
edebilir, hataları tespit edebilir, elektrik
tüketiminizi takip edebilir ve üretimdeki
zaman kayıplarını sıfıra indirebilirsiniz.
Uluslararası firmalar ile işbirliği içerisinde
olan firmamız, Kinova Robotics ve Barrett
Technology firmalarının ülkemizdeki tek
partneridir.
Geliştirdiğimiz ürünleri sergilemek üzere
2014 yılın içerisinde Japonya, Almanya ve
Amerika’ da fuarlara katılacağız.
İTÜ TGA’nın ve İTÜ’nün sağladığı faydalar:
İTÜ TGA’ nın üniversitenin içerisinde yer
alması iyi yetişmiş mühendis kaynağına
ulaşmak, akademisyenlerden danışmanlık
almak
ve
üniversite
bünyesindeki
laboratuvarla işbirliği yapmak açısından
önemli avantajlar sunmaktadır.
Bunların yanı sıra çok önemli olan bir
diğer husus ise İTÜ TGA’nın birbirinden
farklı disiplinlerde uzmanlaşmış bir çok
firmaya ev sahipliği yapmasıdır. Bu sayede
firmalar arasında teknolojik işbirlikleri
geliştirilebilmekte, ortaklı proje başvurları
yapabilmekte ve ortak olarak müşteriye
çözüm sunulabilmektedir.
itü vakfı dergisi 101
Teknokent Dosyası
Sungur Bilişim Teknolojileri’nden
yeni bir yöntem
Sosyal Arama Motoru
www.ONUTIKLA.COM veya www.chooseclick.com
Sosyal Network’de dünyada çığır açacak yeni bir yöntem geliştiren sosyal
bir arama motoru ve sosyal içerik yönetim sistemi olan chooseclick.com
için Amerikan Patent Ofisi’ne yapılan başvuru sonrası, Münih Kalkınma
Ajansı’ndan davet alan Sungur Bilişim Teknolojileri’nin dünyada dikkat
çeken projesini Ali Evren Göksungur yürütüyor.
İnternet alanında, ülkemizde de global
ölçekte başarılı olabilecek projelerin çıkabileceğine inanan genç ve dinamik bir
ekibe sahip Sungur Bilişim Teknolojileri,
KOSGEB desteği ile başlattığı çalışmalarını İTÜ Teknogirişim Atölyesi’nde hızlı
bir şekilde sürdürüyor. İTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi, Dr. Ali
Evren Göksungur‘un yürütmekte olduğu
projeye, İTÜ Bilgisayar Mühendisliği öğrencileri de önemli katkılar sağlıyorlar.
İTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden, Emrah Akgül, Teoman Turan, İTÜ‘de
sosyal network ve arama motoru geliştirme çalışmalarına katıldıkları bu önemli
projenin içerisinde görev almanın heyecanı ile çalışmalarını İTÜ Teknogirişim
102 itü vakfı dergisi
Atölyesi’nde devam ettiriyorlar. Bir yandan
etkileşimli sosyal arama motoru yazılım
geliştirme faaliyetleri devam ederken, diğer taraftan da Amerikan Patent Ofisi’nden projenin patent süreci başlatılarak
“USPTO” üzerinden de yurt dışına yönelik
projenin patentlenmesi için gerekli başvurular, İTÜ Teknogirişim Atölyesi’ndeki bu
genç ekip tarafından gerçekleştirilmiştir.
Turkiye ‘nin ilk yerli Sosyal Network ‘u ve
Sosyal Arama Motoru olmaya aday olan
projenin geliştirilmesine paralel, Sungur Bilişim Teknolojileri ekibinin (USPTO)
Amerikan Patent Ofisi’ne yaptıkları başvuru sonrasında, Almanya Münih Bölgesi
Kalkınma Ajansı’ndan aldıkları davet üzerine, Alman yatırımcılarla bir araya gelmek
üzere önümüzdeki aylarda yurt dışında da
aktif bir şekilde projenin tanıtımı yapılacaktır.
Chooseclick.com özellikleri
Web sayfalarında içerikler üzerinde başkaları
ile chatleşmenize olanak sağlayan Chooseclick.com Bilişim Fuarı CEBIT 2013‘de internet
sponsoru olarak katıldı. (http://www.cebitbilisim.com/sponsors-supporters)
Sosyal Network’de dünyada çığır açacak
yeni bir yöntem geliştiren sosyal bir arama
motoru ve sosyal içerik yönetim sistemi olan
chooseclick.com dünyadaki tüm web sitelerindeki içerikler üzerinde online sohbet edebiliyorsunuz. chooseclick.com uygulaması ile
yorum yazabiliyorsunuz. Sol üstte çıkan “CC”
butonu ile içerikleri aşağıya taşıyıp, sağ alttaki choose butonu ile profilinizde depolayabiliyorsunuz. Dünyada bunu ilk başaran bir Türk
ekibi chooseclick.com, Sungur Bilişim Teknolojileri oldu. Kurucuları Bilgisayar Mühendisi
Ali Evren Göksungur ve tamamen gönüllülerden oluşan ekibi ile birlikte İTÜ Teknogirişim
Atölyesinde bu fikri hayata geçirdiler. Çok
farklı bir alanda yeni bir buluş üzerinde çalışmaları, Sungur Bilişim Teknolojileri ekibine
hızlı ilerlemede önemli bir avantaj sağlamış.
Firmanın Danışma Kurulu Üyeleri Fatih Altaylı
(Habertürk), Metin Salt (Vestel Ar-ge Genel
Müd.), Prof. Dr. Emre Alkin (TFF Genel Sekreteri) ve Prof. Dr. Güven Yalçıntaş (New York
State Universitesi)’tan oluşuyor.
İTÜ’den haberler
İTÜ - HP ORTAKLIĞINDA Bulut
Bilişim Çözümleri Merkezi
KURULDU
İTÜ, teknikte ve teknolojide
öncü rolünü birbiri ardına
attığı adımlarla güçlendiriyor.
Türkiye’nin ilk “Bulut Bilişim
Çözümleri Merkezi” İTÜ-HP
ortaklığında kuruldu ve yine
bir ilk olarak bulut bilişimde
uzman yetiştirmek üzere sertifika
programı açıldı. TÜ-HP Bulut
Bilişim Çözümleri Merkezinde
şirketlere, müşterilere ve iş
ortaklarına a’dan z’ye “bulut
bilişim” anlatılacak. Merkezde
İTÜ’lü akademisyenler ve HP
uzmanları ile HP’nin anlaşmalı
eğitim firması tarafından çeşitli
eğitimler verilecek.
İ
TÜ-HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi,
28 Şubat 2014 Cuma günü düzenlenen
törenle faaliyete geçti. Açılış törenine, Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı Dr.
Tayfun Acarer, Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcımız Prof. Dr.
Mehmet Sabri Çelik, Bilgisayar ve Bilişim
Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Eşref Adalı,
HP MEMA (Akdeniz, Ortadoğu ve Afrika)
Kurumsal Grup Satış Lideri ve HP Türkiye
Genel Müdürü Serdar Urçar, Intel Genel
Müdürü Burak Aydın ile çok sayıda sektör
temsilcisi ve basın mensupları katıldı.
A’dan Z’ye Bulut Bilişim
İTÜ-HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezinde
şirketlere, müşterilere ve iş ortaklarına a’dan
z’ye “bulut bilişim” anlatılacak. Merkezde
İTÜ’lü akademisyenler ve HP uzmanları ile
HP’nin anlaşmalı eğitim firması tarafından
çeşitli eğitimler verilecek, demo ve bulut teknolojilerini uygulama olanakları sağlanacak.
Merkezde ayrıca lisansüstü öğrencilere de
bilimsel nitelikli çalışmalarını ve araştırmalarını yürütebilme imkânı sunulacak, ar-ge
projelerine yönelik burs desteği verilecek.
İTÜ-HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi faaliyetleri kapsamında bulut bilişim alanında
ortak ar-ge projeleri gerçekleştirilecek. İTÜ
lisansüstü öğrencilerine bulut bilişim alanındaki ar-ge çalışmaları için HP tarafından
burs sağlanacak. Bu kapsamda Bilgisayar
ve Bilişim Fakültemiz ile HP Teknoloji Enstitüsü işbirliğiyle sertifika programı hazırlandı. Ortak yürütülecek eğitim ve sertifika
programı ile bulut bilişim alanında eksik
olan uzman insan kaynağının sektöre kazandırılması amaçlanıyor. Program sayesinde, bulut bilişim konusunda verilen derslerin sınavlarında başarılı olan öğrencilere
tüm dünyada geçerliliği olan HP ExpertOne
ATA sertifikası verilecek.
Karaca: ‘Bulut bilişimin nitelikli
işgücü İTÜ’den yetişecek’
Açılışta konuşan Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’nün üniversite-sanayi iş
birliğinde sadece ülkemiz için değil uluslararası çapta model olabilecek başarıda
işlere imza attığına dikkat çekti. Karaca,
“İTÜ-HP Bulut Bilişim Çözüm Merkezi geleceği yakalayacak adımlardan biri. Giderek
ilginin ve kullanımın arttığı bulut teknolojisi
sayesinde verileri daha hızlı depolamak,
daha kolay ulaşılabilir kılmak, kurum maliyetlerini düşürmek ve en önemlisi riski minimize ederek saklanabilir hale getirmek
mümkün” dedi. Bulut teknolojisindeki hızlı
ilerleyişin nitelikli işgücü ihtiyacını da beraberinde getirdiğine işaret eden Prof. Dr.
Karaca, şöyle konuştu:
“Bugün açılışını yaptığımız merkez, vereceği eğitimlerle, seminerlerle alanda önemli
bir bilgi paylaşımına zemin hazırlayacak.
Diğer yandan HP Teknoloji Enstitüsü ve İTÜ
Bilgisayar ve Bilişim Fakültemizin işbirliği
ile verilecek lisansüstü eğitimlerle alanda
derinlemesine çalışma yapabilecek mezunlar yetiştirilecek. Yani hem uygulama
hem akademik kısmını güçlendiriyoruz.”
Acarer: ‘Üniversite-sanayi
işbirliğinde örnek adım’
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı Dr. Tayfun Acarer ise bilişim sektörünün
en temel sorunun uzman işgücü olduğuna
dikkat çekti. Bu noktada İTÜ-HP ortaklığıyla hayata geçirilen projenin çok önem taşıdığını belirten Acarer, şunları kaydetti:
“Bulut Bilişim kavramı son 7-8 yılda konuşulmaya başlandı ancak önemli bir ihtiyaca
cevap vermesinden ötürü hızla yaygınlaştı.
Bu ihtiyacın nereden kaynaklandığını anlamak için birkaç veriye bakmak yeter. Dünyada milyarlarca mobil cihaz, milyarlarca
uygulama yazılımı, milyarlarca web-tabanlı
uygulama ve sosyal ağlara bağlı milyarlarca insan siber evreni paylaşıyor. Uzaktan
eğitim, mobil sağlık uygulamaları, akıllı
evler, akıllı şehirler, evden çalışma ya da
uzaktan çalışma gittikçe artmaktadır. Böyle
olunca, insanların uygulamalara ve bilgiye her zaman, her yerden ve herhangi bir
cihazla erişme ihtiyacı da artıyor. Günümüzde, siber evrendeki verilerin büyüklüğü Peta-byte’lar seviyesinde. Her yıl veri
itü vakfı dergisi 103
alana ilgi duyan öğrencilere alternatif sunmak ve uzmanlaşmalarını sağlamak amacı
ile İTÜ ile sertifika programını hayata geçirerek Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdiklerini
söyledi. Urçar şöyle konuştu:
“Sektör ve üniversite işbirliği, yetişmiş insan gücünü eksikliğinin aşılmasında ciddi
bir rol oynuyor. Bu tip projeler sayesinde,
eğitim süreci tamamlandıktan sonra edinilen bilginin uygulamaya dökülmesi, yurtiçi
ve yurtdışı projelerle tecrübenin arttırılması, yeni mezun programları ile talep edilen
nitelik ve nicelikte yetişmiş elemana sahip
olmak çok daha kolay olacak. Bu proje ile
her geçen gün istihdam ihtiyacı artan BT
sektörüne, nitelikli yeni mezun iş gücü kazandırmış olacağız.”
büyüklüğü katlanarak artıyor. Her gün 2.3
milyar gigabayt yeni veri dijital ortama yükleniyor. Kamu ya da özel sektör kuruluşları
‘Big Data’ olarak adlandırılan bu muazzam
veri yığının altında kalmamak için interneti
veri merkezlerine bağlayan Bulut Bilişim çözümlerine ihtiyaç duyuyorlar. Verileri güvenli
bir şekilde saklama, istendiğinde erişilebilir
kılma, hızlı ve güvenli paylaşımına imkan
sağlama gereği bulut yapılarının oluşmasına
sebep olmaktadır.”
itibariyle 50 milyar olacağı ön görülmektedir. Dolayısı ile bulut bilişimin önemi gittikçe
artmaktadır. Bulut yeni bir teknoloji değil
ama yeni bir platform sunuyor. Küçük şirketler başlangıç maliyetlerini düşürmek, büyük
şirketler işletim maliyetlerini düşürmek için
bulut bilişime yöneleceklerdir. Çünkü, maliyet avantajı, zaman avantajı, esneklik ve
uyumluluk faktörleri nedeniyle Bulut Bilişim
son zamanlarda oldukça değerli hale gelmiştir” dedi.
Internete bağlı 10 milyar nesne
Urçar: ‘İTÜ-HP Türkiye’de bir ilki
gerçekleştirdi’
Küresel veri trafiği, önümüzdeki 5 yıl içerisinde 4’e katlanırken, 2016’da toplam veri
trafiğinin yüzde 66’sını bulut veri trafiğinin
oluşturacağının öngörüldüğünü anlatan
Acarer, “Günümüzde internete bağlı 10 milyar nesne söz konusu olup bunun 2020 yılı
HP MEMA (Akdeniz, Ortadoğu ve Afrika)
Kurumsal Grup Satış Lideri ve HP Türkiye
Genel Müdürü Serdar Urçar, yapılan araştırmaların bulut bilişimin öneminin her geçen
gün arttığını gösterdiğine değindi. Urçar,
İTÜ Üretimi “Sarsma Masası”
İTÜ İnşaat Fakültesi, Yapı ve Deprem Laboratuvarı’nda tamamen yerli yatırımcıların
destekleriyle üretilen “sarsma masası” İnşaat Fakültesi Konferans Salonu’nda düzenlenen törenle hizmete girdi.
Törene, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca,
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın,
Fakülte Dekanı Gaye Onursal Denli, projeye
destek sunan şirket yetkilileri ile akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Törende yapılan
konuşmaların ardından Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ve Fakülte Dekanı Prof. Dr. Gaye
Onursal Denli sarsma masasının yapımında
emeği geçen kişilere ve kuruluş temsilcilerine plaket sundu.
Proje Koordinatörü Doç. Dr. Ercan Yüksel’in
sarsma masası ile ilgili bir sunum gerçekleştirdi. Yüksel, ayrıca katılımcılara sarsma
masası üzerinde deprem senaryoları uygulayarak deney gerçekleştirdi. İTÜ üretimi
sarsma masasının yapımına, büyük bölümü
104 itü vakfı dergisi
İTÜ mezunu olan 19 kişi ve kuruluş katkı
sağladı. Mekanik, elektrik, hidrolik ve yazılım konularındaki özgün tasarımı ve üretimi tamamen yerli olarak gerçekleştirilen
sarsma masası 250 bin dolara mal oldu.
2.35x2.35 m. boyutlarındaki sarsma masası, yapı ve deprem mühendisliği alanlarında
eğitim ve araştırma amaçlı kullanılacak.
Aydın: ‘Teknoloji ihraç edebiliriz’
Intel Genel Müdürü Burak Aydın, “ Türkiye’den dünyaya teknoloji ihraç edebilmek
için teknolojiyi tüketen olduğu kadar, üreten
bir toplum olmamız da gerekiyor. Türkiye
kesinlikle dünyaya teknoloji ihracatı yapabilecek potansiyele, başarılı genç ve yaratıcı beyinlere sahip. Bu, aynı zamanda ülkemizin dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına
girebilmesini sağlayacak önemli bir fırsat.
Ancak ülkemizin bu alandaki potansiyelini
ortaya çıkarabilmek için herkesin elini taşın
altına koyması gerekiyor. Sektör – üniversite
işbirliğine güzel bir örnek olan İTÜ-HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi’nin, ülkemizin
teknoloji alanında sıçramasında önemli bir
adım olacağına inanıyor, Intel olarak bu
merkeze destek vermekten heyecan
duyuyoruz” diye konuştu.
İTÜ’den haberler
“Enerjisini Arayan Türkiye”
Mimar ve Mühendisler Grubu ile
İTÜ Maden Fakültesi’nin birlikte
düzenledikleri “Enerjisini
Arayan Türkiye” panelinde,
Türkiye’nin enerji ihtiyaçları,
sorun ve çözüm önerileri ve
alternatif enerji kaynakları
konuşuldu.
Mimar ve Mühendisler Gurubu ile İTÜ Maden Fakültesi’nin birlikte düzenledikleri
“Enerjisini Arayan Türkiye” paneli 18 Şubat
Salı günü İTÜ Maden Fakültesi Maslak Yerleşkesi - İhsan Ketin Konferans Salonu’nda
gerçekleşti. Türkiye’nin enerji ihtiyaçları,
sorun ve çözüm önerileri ve alternatif enerji
kaynakları konularının konuşulduğu panel,
gerek konular gerekse sunulan önerilerle
büyük ilgi çekti.
İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet KARACA‘nın
açılış konuşmasıyla başlayan panelde alanında uzman isimler ülkemizin enerji politikaları ve önerilerini masaya yatırdı. İTÜ
Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca “Enerji
bizim önceliğimiz, şu an çalışan tek nükleer
araştırma reaktörü İTÜ‘nünki, İstanbul Küçükçekmece’de de araştırma reaktörü var
ama galiba şu an aktif olarak çalışmıyor. Burada bulunan değerli hocalarımız tabii konuyu derinlemesine açıklayacaktır. Özellikle
Mimar ve Mühendisler Grubu’na böylesine
önemli ve hassas bir konuda Üniversitemiz
ile yaptıkları işbirliği için teşekkür ederim.
Mimar ve Mühendisler Grubu’nun ülkemiz
geleceği için ele aldığı konulara da önem
veriyor, kendilerine teşekkür ediyorum”dedi.
“En Büyük Enerji Kaynağı
Tasarruflu Kullanılan Enerjidir”
İTÜ Rektörü Karaca’dan sonra MMG başkan yardımcısı Mahmut Çelik, mühendisliğin bütün dallarında enerjinin olmazsa
olmaz önemde olduğu ifade ederek kürsüye Mimar ve Mühendisler Grubu Başkanı
Murat Özdemir‘i davet etti. MMG Başkanı
Murat Özdemir katılımcılara “panelimize
hoş geldiniz” diyerek MMG olarak iki ayda
bir çıkardırdığımız derginin bu ayki içeriğini
“Enerjisini Arayan Türkiye” konusuna ayırdık. Bizim ülkemizi gelişmekte olan ülkeler
seviyesinden çıkarıp, gelişmiş ülkeler kategorisine sokmak için adeta bir seferberlik havasında çalışmamız lazım. Her ay bir
üniversitede gerçekleştirdiğimiz konferans
ve panellerle ülkemizin önemli konu ve sorunlarına değinerek hem bu konulardaki du-
yarlılığımızı ortaya koyuyor hem de kanun
koyucu ve uygulayıcılara yol göstermek istiyoruz. Ülkemizin artan nüfus artışı, sanayileşmede enerjinin önemini ve ihtiyacını çok
daha fazla ortaya koymaktadır. Kullanılan
enerji kaynaklarının hem sınırlı olması hem
de enerji kaynaklarının sürdürülebilir olması
açısından çeşitlilik büyük önem taşımaktadır. Bizim Konya kadar olan Hollanda’nın
gayri safi milli hâsılası 100 milyar dolar, kişi
başı geliri 45 bin dolar, neredeyse 4 katımız. Türkiye enerji kaynakları bakımından
çok zengin bir ülke olmadığından ve en büyük ödemeyi enerji ithalatına yaptığından
alternatif enerji kaynakları ve enerji ihtiyacı
hayati önemdedir. Şunu da önemle belirtmek isterim ki en büyük enerji israf olunan
enerjidir, eğer israf olunan enerjiyi engeller
ve durdurabilirsek bu bize büyük bir enerji
kaynağı olur. Enerji alanında ülkemiz nükleer enerji alanında geç kalmıştır. Ülkemiz
batıda Bulgaristan, doğuda Ermenistan’da
bulunan eski ve tehlikeli Nükleer Enerji
Santralleri’yle tehdit altındadır. Enerji kullanımında doğal hayatın ve çevrenin korunmasına özen göstermeliyiz. Burada Enerji
konusu farklı konu başlıkları ve uzmanlarınca etraflıca değerlendireceklerdir. Bu vesileyle sözü konuşmacılara bırakarak Mimar
ve Mühendisler Grubu olarak her zaman
ülkemiz adına önemli konuları ele almayı
sürdüreceğiz” dedi.
“Kömür Enerjisi Gözardı
Edilmemelidir”
MMG Başkanı Murat Özdemir İTÜ Maden
Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Fatma Arslan ile
birlikte İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet KA-
RACA‘ya MMG Plaketini takdim etti. Plaket
teslimi ve fotoğraf çekiminden sonra MMG
Başkan yardımcısı Mahmut Çelik kürsüye
gelerek oturum Başkanı İTÜ Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma ARSLAN ve ilk
konuşmacıları, İTÜ Maden Fakültesi Maden
Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Orhan
KURAL, İTÜ Maden Fakültesi Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.
Dr. Gündüz ATEŞOK, İTÜ Maden Fakültesi Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölüm
Başkanı Prof. Dr Abdurrahman SATMAN,
İTÜ Enerji Enstitüsü Yenilenebilir Enerji ABD
Başkanı Prof. Dr. Üner ÇOLAK’ı konuşmalarını yapmak üzere yerlerine davet etti. Oturum Başkanı Prof. Dr. Fatma ARSLAN MMG
grubuna teşekkürüyle başladığı konuşmasına “Ülkelerin sanayi ve gelişmişliklerinin en
önemli kriterlerinden birinin enerji üretim ve
tüketimidir. Bu nedenle enerji kaynaklarına
ulaşım ve üretim kaynaklarının arttırılması
her ülke için stratejik bir önem taşımaktadır.
Enerji kaynakları dünya siyasetini yönlendiren, savaşlara neden hatta sınırların yeniden çizilmesini sağlayan temel bir unsurdur.
Dünyada artan nüfus ile birlikte enerjiye olan
ihtiyaç da artmaktadır. Ülkemizde birincil
enerji üretimi ağırlıkla kömür ve yenilenebilir
enerji kaynakları (hidrolik, biyokütle, rüzgar,
jeotermal) sağlanmakla birlikte bu kaynakların yanı sıra petrol ve son yıllarda artan
doğalgazdan karşılanmaktadır” diyerek
devam etti ve ülkemizin dünya ülkeleri arasında enerji çeşitlerine göre tüketim ve kapasite sıralamasını verdi. Oturuma konu ve
konuşmacılarını açıklayıcı sözlerinden sonra
ilk olarak Prof. Dr. Orhan Kural konuşmaya
itü vakfı dergisi 105
davet etti. Konuşmasında “Kömür Dünya’nın
ve Türkiye’nin enerji kaynağıdır. Çevre dostu
olarak kullanmak zorundayız. Kömür kullanmamak gibi bir lüksümüz yok. Her enerji çevreye belli oranda zarar verir. Kömürü doğru
kullanmak zorundayız. Değerli arkadaşlarım
nükleer enerjiyi anlatacak. Baştan söyleyeyim ben nükleer enerjiye karşıyım. Kömür
santrallerini önemsemeliyiz; enerji ihtiyacında bence kömür santralleri tek çözüm.
Kömürün kötü ve yanlış kullanılması sonucu
ülkemize büyük zarar verdik, İstanbul’da
kirli havadan sokağa maskeyle çıktığımız
günler oldu. Kaçak enerjinin önlenmesiyle
birkaç elektrik santralinin üreteceği enerji
ihtiyacını karşılayabiliriz. Daha saatlerce bu
konu hakkında konuşabilirim, çok geniş bir
konu çünkü” diyen Kural kömür enerjisiyle
ilgili istatiki bilgileri vererek, “Mimar ve Mühendisler Grubu’na bu paneli düzenledikleri
ve böylesine önemli bir konuya değindikleri
için teşekkür” etti. Prof. Dr. Orhan Kural’dan
sonra Prof. Dr. Gündüz ATEŞOK, “Gelişen
Türkiye’de Enerji-Enerjide Kömürün Yeri”nin
önemine değinerek nükleer enerji konusunda Orhan hocaya katılmadığını vurguladı.
Dünyadaki petrol lobisinin etkin olduğunu
ve diğer enerji alanlarındaki çalışmaları engellediklerini belirterek, enerjinin bir macera
değil devlet politikası olarak uygulanması
gerektiğini söyledi. Ülke olarak doğalgazımızın olmamasına rağmen bütün enerji ihtiyacını doğalgazdan sağlamanın akılcı olmadığına değinen Ateşok, “Enerji çeşitliliği
yaratmamız ve tek bir enerji kaynağına bağımlı olmamalıyız “ dedi. Ayrıca kömürün olduğu gibi kullanılması dışında değişik şekillerde kullanılabileceğini (kömür/su karışımı,
sıvı ve gaz üretimi gibi) dile getirdi. Dünya
uygulamalarıyla birlikte kömür zenginleştir-
ENERJİSİNİ ARAYAN
TÜRKİYE
TArİH - SAAT
Tarih : 18 şuBAT 2014 (SAlı)
Saat : 13:00 - 16:30
Açılış KonuşmAlArı
İTÜ rEKTÖrÜ
Prof. Dr. mehmet KArACA (13:00 - 13:15)
mmG Yönetim Kurulu Başkanı
murat ÖZDEmİr (13:15 - 13:30)
oturum Başkanı
Prof. Dr Fatma ArSlAn (13:30 - 13:40)
İTÜ maden Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. orhan KurAl
İTÜ maden Fakültesi, maden
mühendisliği Bölüm Başkanı
Kömür Dünya’nın ve Türkiye’nin
En Önemli Enerji Kaynağıdır.
çevre Dostu olarak Kullanmak
Zorundayız.
Prof. Dr Gündüz ATEşoK
İTu maden Fakültesi, Cevher
Hazırlama müh. Bölüm Başkanı
Gelişen Türkiye’de Enerji-Enerjide
Kömürün Yeri
Prof. Dr Abdurrahman SATmAn
İTÜ maden Fakültesi, Petrol ve
Doğal Gaz mühendisliği Bölümü
Türkiye’de ve Dünyada Enerji,
Petrol, Doğalgaz ve
Jeotermalin Durumu ve Geleceği
Prof.Dr.Üner çolAK
İTÜ Enerji Enstitüsü, Yenilenebilir
Enerji ABD Başkanı
Türkiye’nin
Enerji çeşitliliğinde nükleer Enerji
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin çAlıK
İstanbul Üniversitesi, Teknik
Bilimler meslek Yüksekokulu
rüzgâr Türbini Teknolojileri ve
lisansız Elektrik Enerjisi Üretimi
Doç. Dr. Abdüsselam
AlTunKAYnAK
İTÜ Kıyı Bilimleri ve mühendisliği
Anabilim Dalı Başkanı
Dalgadan Enerji Üretilmesi
Doç.Dr. Hatice AYATAç
İTÜ mimarlık Fakültesi, şehir ve
Bölge Planlaması Bölümü
Sürdürülebilir Kentsel Enerjinin
Planlanması
16:00 - 16:30
Soru cevap
YEr
İSTAnBul TEKnİK ÜnİvErSİTESİ
mADEn FAKÜlTESİ (mASlAK)
İHSAn KETİn KonFErAnS SAlonu
mmgorgtr
mmgorgtr
www.itu.edu.tr
www.mines.itu.edu.tr
www.mmg.org.tr
menin ve yakma tekniklerinin de öneminden
bahsetti. Prof. Dr Abdurrahman SATMAN’da
“Türkiye’de ve Dünya’da Enerji, Petrol, Doğalgaz ve Jeotermal’in Durumu ve Geleceği
”ile ilgili sunumunu yaparak izleyicilere hazırladığı slaytlardan oluşan bilgi ve görüntüler sundu. Ülkemiz jeotermal kapasitesinin
ancak %10 nu kullanmaktadır, bu yaygınlaştırılmalıdır dedi. Bu bağlamda, dünyada ve
ülkemizde enerji rezervleri ve kullanım miktarlarını söyleyerek alışıla gelmiş kaynakların kullanımının azaldığını alışıla gelmemiş
kaynakların kullanımının ise teknoloji ve bilgi
birikimiyle faydanılabileceğini belirtti.
“Türkiye’nin Nükleer
Enerjiye İhtiyacı Vardır “
Prof. Dr. Üner ÇOLAK’da Türkiye’nin Enerji Çeşitliliğinde Nükleer Enerji” konusunda,
Türkiye’nin enerji bağımlılığını yabancı kaynaklardan kurtarmak, kaynak çeşitliliği yaratmak, çevreye uyumlu enerji teknolojilerini
kullanmak ve baz yük kapasitesini arttırmak
için ülkemizin nükleer enerjiye ihtiyacı olduğunu söyledi.
Oturum konuşmacıları konularını anlattıktan
sonra izleyiciler uzmanlara sorularını yönetti. Soru ve cevap faslı bittikten sonra birinci
oturum sona erdi. Mimar ve Mühendisler
Grubu Başkanı Murat Özdemir oturum konuşmacılarına MMG plaketlerini verdi. Birinci oturum için verilen kısa bir aranın ardından ikinci oturum başladı. İkinci oturumda
ilk oturum kadar ilgi çekiciydi. İTÜ Kıyı Bilimleri ve Mühendisliği Anabilim Dalı Başkanı
Doç. Dr. Abdüsselam ALTUNKAYNAK’da
“Dalgadan Enerji Üretilmesi” konusunu ele
alarak dalga enerjisini anlattı. Ülkemizin üç
tarafının denizlerle çevrili olduğuna değinen
Altunkaynak, ülkemiz deniz kıyılarındaki dalga enerji oranlarını söyledi. Dalga enerjisinin
yeni bir tür enerji kaynağı olduğuna değinerek bu enerjinin rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından daha verimli ve
daha az maliyetli olduğunu söyledi.
İTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü’nden Doç.Dr. Hatice AYATAÇ
da “Sürdürülebilir Kentsel Enerjinin Planlanması” konusunda yenilenebilir enerjinin
kullanımı kentlerin ulaşımını, arazi kullanım
sistemlerini yeniden geliştirmeyi ve kentsel
dokuyu yenilemeyi gerektirir diyerek hazırladığı sunumu paylaştı.
İki oturum şeklinde yapılan ”Enerjisini Arayan Türkiye” paneli izleyicilerin sorularının
ardından MMG Başkanı Murat Özdemir’in
ikinci oturum konuşmacılarına plaketlerini
vermesiyle son buldu.
İTÜ Öğrencilerine Ödüllü Girişimcilik
Programı
TÜBİTAK’ın üniversiteler arasında açtığı
Girişimcilik Sertifika Programlarına yönelik
destek kapsamında, Türkiye’de bu alandaki en iyi
programlar arasına girerek
TÜBİTAK desteği almaya
hak kazanan İTÜ-Ginova
Girişimcilik Sertifika Programı başladı. İTÜ Girişimcilik
106 itü vakfı dergisi
ve İnovasyon Merkezi tarafından yürütülen programın bilgilendirme ve açılış
semineri 3 Mart 2014 Pazartesi günü
Merkezi Derslik – B37’de gerçekleştirildi.
Başvurular ise 12 Mart
2014 Çarşamba gününe
kadar sürdü. Ödüllü ve
ücretsiz bu program için
sınırlı sayıda kişi kabul
ediliyor.
İTÜ’den haberler
Nükleer Enerji
Bilgilendirme Merkezi Açıldı
İTÜ Enerji Enstitüsü bünyesinde ARI 6 binasında kurulan Nükleer Enerji Bilgilendirme
Merkezi faaliyete geçti. Kasım 2013’te Enerji
Enstitüsünde; İTÜ, İTÜ Arı Teknokent, Rosatom ve T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı arasında imzalanan protokolle temelleri
atılan merkezin teknik açılışı, 24 Mart 2014
Pazartesi günü gerçekleştirildi.
Merkezin teknik açılışına, Rektörümüz Prof.
Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcımız
Prof. Dr. M. Sabri Çelik, Enerji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Altuğ Şişman, Merkez Müdürü
Sergei Tamayev
Dr. Senem Şentürk Lüle, Rosatom ve Akkuyu NPP Şirketi’nin üst düzey yetkilileri ile İTÜ
Arı Teknokent yöneticilerinin yanı sıra enstitü
çalışanları ve öğrenciler katıldı.
Rektör Prof. Dr. Karaca:
‘Toplumsal Sorumluluk’
Merkezin açılışında konuşan Rektörümüz
Prof. Dr. Mehmet Karaca, nükleer enerjiyle
ilgili yatırımların dünyada 1950’lerde başladığını ancak Türkiye’nin bu alanda geri kal-
Prof. Dr. Altuğ Şişman
dığını söyledi. İTÜ’nün tarihsel
süreçte bu açığı kapatma adına önemli bir
rol üstlendiğini ifade eden Karaca, “İTÜ,
1961 yılında Enerji Enstitüsünü kuruyor ve
devamında marka oluyor. Bizler, İTÜ Enerji
Enstitüsü ve İTÜ Teknokent olarak ülkemizde nükleer enerji konusundaki açığı kapatmayı bir toplumsal sorumluluk olarak görüyor ve sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz.
Bundan da gurur duyuyoruz” diye konuştu.
İstanbul‘un Hava Kalitesi
İTÜ’de Konuşuldu
Hava kalitesi ve modellenmesi ile ilgili birçok çalışması bulunan
İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Toros, 6 Mart 2014 Perşembe günü “Hava Kirliliği ve İstanbul İçin Bir Afet Senaryosu” konulu
seminer verdi.
Seminerde katılımcıların da katkıları ile şehirlerdeki hava kalitesinin, ekonomiye, sosyal hayata ve çevreye etkileri tartışıldı.
şandı. Burada en önemli parametre doğalgaz kullanımındaki artıştır.
Bununla birlikte, meteorolojik şartlar hava kirliliğini çok etkilemektedir.
Öte yandan soğuk bir kış günü doğalgaz ithalinde sıkıntı oluşması
durumunda nasıl ısınacağımızın araştırılması gerekir. Böyle bir durumda İstanbul’da insanlar donmamak için her şeyi yakacaktır. Karşımıza çok sayıda ölüm vakası çıkacaktır ki bunun dünyada örnekleri
yaşanmıştır.”
‘Hava kalitesinin düşüşü potansiyel afet’
“Enerji sorunu çözülmeli”
Doç. Dr. Hüseyin Toros, büyük şehirlerdeki hava kalitesinin düşüşünün tüm dünyada ciddi bir potansiyel afet olduğunu ancak meteorolojik afetlerin kamuoyunda yeterince bilinmediğini söyledi.
Toros, hava kirliliği modellenmesinin, hava kalitesinin belirlenmesi
ve gelecek için öngörüde bulunulması adına önemli olduğuna
dikkat çekerek, İstanbul’un hava kalitesini değerlendirdi. Toros şu
noktalara işaret etti:
“İstanbul’un hava kalitesinde son yıllarda ciddi bir iyileşme ya-
Seminerde çözüm önerilerinde bulunan Toros, öncelikle enerji sorununun çözülmesi gerektiğini vurguladı. Toros, yerli ve yenilenebilir
enerji kaynakları konularında araştırmaların arttırılması ve bu kaynakların kullanılmasının hava kirliliği afetinden ve uzun süreli hasarlardan
kurtulmayı sağlayabileceğini söyledi. Ayrıca şehirlerin tasarımında ve
tesislerin kurulumunda meteorolojik durumların göz önünde bulundurulmasının, meteoroloji mühendislerinin görüşlerinin dikkate alınmasının gerekliliğinin altını çizen Toros, bu sayede hem enerji tasarrufu
yapılabileceğini hem de meteorolojik afetin önüne geçilebileceğini
anlattı.
Ev seçerken çevreye dikkat
Doç. Dr. Toros, ev alırken veya kiralarken oturulacak semtin kirletici
kaynaklara göre seçilmesi gerektiğini belirterek, bu kaynakları araç
trafiğinin fazlalığı, atmosfere zararlı gazlar salan fabrikaların, endüstri kuruluşları olarak sıraladı. Bu türlü yerle mümkün olduğunca uzak
konutların seçilmesi gerektiğini ifade eden Toros, ağaç miktarının artırılmasının, binalarda ısı yalıtımı yapılmasının önemine de değinerek,
“Kent planlamasında, mimaride meteorolojik koşulların değerlendirilmesinin uzun vadeli ve katma değeri yüksek bir kazançtır” dedi.
itü vakfı dergisi 107
Dünya Meteoroloji Günü Kutlandı
Uzmanların ve sektör temsilcilerinin katılımıyla ÇED Çalıştayı düzenlendi.
“Meteoroloji mühendislerinin ÇED raporlarında imza yetkisi olmalı.”
“Meteoroloji ya da atmosfer bilimlerine giren
konularda, uzman olmayan isimler ÇED raporu imzalamamalı.”
“İnşaat sektöründe meteoroloji mühendisi
ihtiyacı var.”
İTÜ Uçak ve Uzak Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü, Dünya Meteoroloji Günü kutlama programı düzenledi.
Program kapsamında akademisyenler,
sektör temsilcileri ve meteoroloji mühendisi adaylarının katılımıyla “Dünyada ve Türkiye’de Çevre Etki Değerlendirme (ÇED)”
konulu çalıştay gerçekleştirildi. Çalıştayda,
ÇED çalışmalarının nasıl başladığı üzerine
bilgiler verilerek, ÇED’in önemi ve yaşanan
sorunlar ele alındı.
Meteoroloji mühendisliği ile ÇED ilişkisi,
meteoroloji mühendislerinin ÇED alanındaki
eğitimleri ve sorunlarının değerlendirildiği
çalıştayın sonuç bildirgesinde, meteoroloji
mühendislerinin ÇED’lerde imza yetkisine
sahip olması gerektiği yer aldı. Kararın açıklamasında “bir alanla veya tesis ile ilgili çalışmalar yapılırken, bölgenin iklimi doğrudan
etkilidir. Bu nedenle meteoroloji mühendislerinin de yetki sahibi olması ve iklime göre
de değerlendirme yapılması gerekir” dendi.
108 itü vakfı dergisi
Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Ahmet Duran Şahin başkanlığında gerçekleştirilen oturumda, Meteoroloji
Genel Müdürlüğü’nden (MGM) Erdoğan
Bölük, Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
Öğretim Üyemiz Doç. Dr. Hüseyin Toros ve
Devlet Su İşleri’nden Aynur Zürran, meteoroloji mühendislerinin ÇED piyasasındaki
yerini değerlendirdi. Özellikle mevzuattaki
eksikler ve bunların sonucunda meteoroloji
mühendislerinin karşılaştıkları sorunlar detaylı olarak ele alındı. Ayrıca, su ile ilgili ÇED
raporları ve meteoroloji mühendislerinin yükümlülükleri tartışmaya açıldı.
İnşaat sektöründe meteoroloji mühendisi
açığı
Prof. Dr. Selahattin İncecik başkanlığında
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilisi Mustafa Şahin ve İsfalt A.Ş.’den İbrahim Sönmez’in katıldığı oturumda ise ÇED sektörünün geleceği üzerine konuşuldu. İsfalt
A.Ş.’den İbrahim Sönmez, inşaat sektöründe Meteoroloji Mühendislerine acil ihtiyaç
bulunduğunu belirterek, bu alandaki açığa
dikkat çekti.
Meteoroloji Mühendisleri Odası Başkanı Sıtkı Erduran, Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
Öğretim Üyemiz Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile
MGM yetkilileri Abdulkadir Kesim ve Adem
Taşçının katıldığı oturumda ise Meteoroloji Mühendisleri Odasının ÇED sektöründe
yapması gerekenler ele alındı. İlgili yönetmeliklerde görev tanımlarının net olması ve
uzman olmayanlara meteoroloji ve atmosfer
bilimleri alanında ÇED raporlarında görev
verilmemesi gerektiği önemle belirtildi.
200 balon uçuruldu
Çalıştay, renkli bir kapanışla sona erdi. Hava
tahmini belirlemede kullanılan balon gönderme yöntemini temsilen, çalıştaya katılanlar tarafından üzerinde “Yerden göğe bilim,
teknoloji ve mühendislik üretiyoruz” yazılı
kartların bulunduğu 200 balon uçuruldu.
Kartlarda, balonların gözlem amacıyla uçurulduğu belirtilerek, bulan kişilerin balonların ulaştığı yer hakkında bilgi vermesi de
istendi ve bölümün iletişim bilgileri konuldu.
İTÜ’den haberler
Çağın mesleği Elektronik ve Haberleşme
Mühendislik disiplinleri içinde en çok ilgi gören alanlardan biri
olan Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği, çağın meslekleri
arasında gösteriliyor. Mezunlarının kolaylıkla iş bulabildiği ve
özellikle tercih edildiği alanda, İTÜ’nün verdiği kaliteli eğitim
uluslararası düzeyde de kendini göstermiş olacak.
Programı tercih edecek öğrenciler ücretli olarak eğitim alacak.
Öğrenciler NJIT’te eğitim gördükleri sürede eyalet vatandaşlarının ödediği ücreti verecek; İTÜ’de okudukları sürede de
SUNY programları üzerinden ücret ödeyecekler.
TEKNİK SEMİNER
Prof. Dr. Behzad Razavi
er
University of California, Los Angeles (UCLA)
Elektrik Mühendisliği Bölümü
eiv
14
“A :30
R rrie ece 16:0
r A ive 0
gg r A
re rc
ga hit
tio ec
n tu
Sy re
st fo
em r
s”
Ca
UCLA (University of California, Los
Angeles) Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Behzad Razavi, 8 Nisan 2014 Salı
günü, İTÜ’nün konuğu olarak geldiği
Türkiye’de, Elektrik Elektronik Fakültemizde tüm gün süren bir seminer
verdi. Dünya çapındaki çalışmalarıyla seçkin bir bilim insanının ağırlandığı bu önemli seminerde, 3 konu
başlığına ilişkin oturumlar yapıldı ve
soru-yanıt bölümüne yer verildi.
ec
NJIT dünyanın en saygın üniversiteleri arasında yer alıyor.
Elektronik ve Haberleşme alanındaki çalışmalarıyla markalaşan üniversite, alanda Türkiye’nin markası olan İTÜ Elektronik
ve Haberleşme Mühendisliği Bölümüyle işbirliği yapıyor. Her
iki bölümün de gerek teknik ve teknolojik altyapısı gerekse
seçkin akademik kadrosu, işbirliği yapılmasını sağlayan temel
zemin oldu.
Programın içeriği tamamen uluslararası gerçeklere göre oluşturuldu. Eğitim alacak öğrenciler, dünyanın her yerinde mesleğini üst düzey yerine getirebilecek elektronik ve haberleşme
mühendisleri olarak yetişecek. İlk öğrencilerini bu yıl alacak
programın açılış için kontenjanı 30 olacak. 30 öğrencilik kontenjan dâhilinde hem NJIT hem İTÜ öğrenci kabul edecek.
UCLA Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Razavi’nin
Semineri
09
“A :00
L
r 8 ow 10
02 -P :30
.11 ow
a er
Ap 5
pli -GH
ca z
tio CM
ns O
” SR
Müfredat ortak hazırlandı
Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Celal
Şengör’ün son makalesi, dış dünyada büyük ilgi çekti. Prof.
Dr. Şengör’ün, Merkür’deki büzüşmeye ilişkin “Mercury’s Global Contraction Much Greater Than Earlier Estimates” konulu
makalesi, Nature Geoscience dergisinde yayımlandı. Makale
BBC’de de geniş yer buldu.
fo
SUNY programlarından farklı olarak sadece Türk öğrencilere
değil uluslararası öğrencilere de açık olacak uluslararası yeni
bir çift diploma programı başladı. İlk öğrenciler bu yıl alınacak.
İlklerin öncüsü, teklerin sahibi üniversite İTÜ, Türkiye’de ilk niteliğinde bir başka çalışmayı daha hayata geçiriyor. Türkiye’de
ilk kez uluslararası öğrenci almaya olanak tanıyan ortak lisans
programı açıldı. İTÜ ile ABD New Jersey Institute of Technology (NJIT) tarafından yürütülecek programı tamamlayan öğrenciler hem İTÜ hem NJIT diplomasına sahip olacak.
İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü, uluslararası çift diploma programı ile öğrenci alacak. Program, halen
İTÜ’de ve diğer bazı üniversitelerde uygulanan Uluslararası
Ortak Lisans Programı-SUNY’den farklı olarak, Türkiye’de ilk
olacak biçimde yapılandırıldı. Buna göre programa alınacak
öğrenciler, eğitimlerinin 2 yılını İTÜ’de, 2 yılını ise NJIT’te tamamlayacak. Eğitim dili tamamen İngilizce olan programı bitiren hem Türk hem yabancı öğrenciler, İTÜ’den de NJIT’ten de
diplomaya sahip olacak.
Prof. Dr. Celal
Şengör’ün Makalesi
BBC’de
10
“A :45
Re Lo - 1
ce w 2:1
iv -P 5
er ow
w e
ith r G
RF SM
Ch /C
an DM
ne A
l S CM
ele O
ct S
io
n”
İTÜ’den Türkiye’de
Bir İlk:
Elektronik ve
Haberleşme’de
Çift Diploma
08.04.2014
Bahzad Razavi’nin seminerinin oturum başlıkları:
1. Oturum - “A Low-Power 5-GHz
CMOS Receiver for 802.11a Applications”
2. Oturum - “A Low-Power GSM/CDMA CMOS Receiver With RF
Channel Selection”
3. Oturum - “A Receiver Architecture for Carrier Aggregation Systems”
İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi (Ayazağa Kampüsü)
İdris Yamantürk Konferans Salonu
www.itu.edu.tr |
itu1773 |
istanbultechnicaluniversity
|
itu1773
Prof. Dr. Behzad Razavi: Aralarında UCLA Senate Teaching
Award, IEEE Donald O. Pederson Award ve IEEE Fellow ünvanın da
bulunduğu çok sayıda ödüle sahip Prof. Dr. Behzad Razavi, elektrik
elektronik mühendisliği alanında dünyaca tanınan saygın bilim insanlarından biridir. Çok sayıda akademik makalenin yanı sıra 10’u
aşkın kitabı bulunan Razavi, özellikle kablosuz alıcı-vericiler, yüksek
hızlı veri iletişimi gibi konular üzerine çalışmaktadır.
itü vakfı dergisi 109
Eski Anadolu’da Metal Bilimi ve Sanatı Atölyesi
İTÜ Bilim Toplum Uygulama ve Araştırma
Merkezi tarafından ilk kez düzenlenen ve
Eğlen-Bilim Bilim İletişim Grubu tarafından sertifikalı bir etkinliğe dönüştürülen
“Eski Anadolu’da Metal Bilimi ve Sanatı”
atölye çalışması, 8-9 ve 15-16 Mart 2014
tarihlerinde İTÜ Bilim Merkezinde gerçekleştirildi. Arkeolojik ve etnografik verileri kullanan deneysel atölyenin amacı,
Anadolu’da 6 bin yıllık bir geçmişe sahip
metal döküm sanatının tekniklerini deneyimlemekti. Atölye boyunca tarih önce-
sine ait tunç ve kurşun döküm teknikleri
denendi.
TÜBİTAK Konuk Bilim İnsanı Programı
kapsamında İTÜ’de misafir bilim adamı
sıfatıyla çalışmalarını yürüten Dr. Nicolas Gailhard’ın başkanlığı ve arkeolog/
restoratör Temel Yılmaz’ın asistanlığında
yürütülen atölyeye, lise ve üniversite öğrencilerinin yanı sıra farklı kurumlardan
ve arkeoloji, metalurji ve yer bilimleri gibi
farklı disiplinlerden meslek insanları da
katıldı.
İTÜ AYAZAĞA GirişİNE Arı
Kimliği
İTÜ’nün merkez yerleşkesi Ayazağa’da yapılan yeni ana kapı, üniversitemizin görünümüne ve yayaların kampüse attığı adıma yeni bir
kimlik kazandırdı.
İTÜ’de ana giriş kapısının yenilenmesi amacıyla yapılan çalışma
110 itü vakfı dergisi
Metalin Keşfi...
“Metalin keşfi insanoğlunun macerasında
keskin bir değişikliğe karşı gelir. Metalin
kayadan ayrıştırılması, ateşin yakılması,
fırın fikrinin ortaya çıkması ve inşası, madenin katışıklardan arındırılması, içine başka maddelerin katılması, odun kömürünün
işleme sokulması, ortak kültür öğelerinin
birleşip eşyaya dönüştürülmesi; yani sembolleşmesi ve benzeri pek çok unsur, insanoğlunun bu keşfinin ortaya çıkmasında
geçirdiği aşamaları gözler önüne serer.”
tamamlandı. İTÜ’nün öğrencilerinden, akademik ve idari personelinden, mezunlarından gelen “kurumun seçkin kimliğini temsil eder bir giriş kapısının olmayışı”na ilişkin eleştiri ve taleplerin
değerlendirilmesiyle, bu eksikliğin giderilmesi için çalışma başlatılmıştı. Hizmete girmesiyle İTÜ’nün hem dışarıdan görünüşüne
hem de girişine yeni ve görkemli bir duruş kazandıran ana kapı,
yenilenen logomuzun da en görünür temsili oldu.
Kapının projelendirilmesi aşamasında İTÜ Mimarlık Fakültesinin
de desteği alındı. Kübik formuyla boyutlu bir çalışma olan kapının
dört tarafındaki petek dokusu ve üzerinde yer alan büyük arılar,
İTÜ kimliği ile bütünleşti. Kapı, gece de rahatlıkla görülebilecek
biçimde ışıklandırıldı.
Kurumların adıyla birlikte hafızalarda yer eden ve geleceğe miras kalan kapılar, üniversite geleneğinde ayrıcalıklı bir yer taşıyor.
İTÜ’nün yeni giriş kapısının da kurumumuzun simgeleri arasında
yer alması amaçlanıyor.
Diğer kapılar için de çalışma var
Sadece ana giriş kapısı değil, İTÜ merkez yerleşkesindeki diğer
giriş kapılarının da yenilenmesi amacıyla çalışma yürütülüyor. Bu
kapsamda sırada Enerji Kapısı ve Etiler Kapısının yenilenmesi var.
Ardından da Borsa Kapısı yenilenecek. Ana kapı konseptinin devamı olacak bir tasarım anlayışıyla yenilenecek yan kapıların hem
yaya hem de araç giriş-çıkışlarının rahatlıkla yapılabildiği estetik
bir görünüme kavuşması sağlanacak.
İTÜ’den haberler
İTÜ’den Tekstilde
Engelsiz Adım
sı Bahar Korçan, engelliler ve aileleri ile başta İTÜ olmak
üzere farklı üniversitelerden öğretim üyeleri ve öğrenciler
katıldı.
Karaca: ‘Engelleri kaldıralım’
Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca, çalıştayın açılışında
yaptığı konuşmada, engellilerin ne yazık ki yok sayıldığını
belirterek, “İTÜ, bir ilkler üniversitesi. Her konuda öncü üniversite. Bu konuda da tekstil mühendisliğinden tasarımına
kadar, pedagojik ve psikolojik desteğe kadar her türlü şeyi
bir ahenk içinde modellemeye hazırız. Bunu bir sosyal sorumluluk addediyoruz. Kafamızdaki engelleri kaldıralım. En
büyük problem ön yargılar. Bunlardan ne kadar arındırırsak
kendimizi o kadar daha mutlu hisseder ve müreffeh oluruz”
dedi.
İTÜ öncü kimliğiyle yeni bir proje için daha harekete geçti. Engellilere özel giysi tasarımı için düzenlenen çalıştay, uzun soluklu bir
projenin ilk adımı oldu.
Öneriler arasında; büyük moda markalarının engelli koleksiyonu
hazırlaması, terapilerde kullanılmak üzere altı kaymayan çorap üretilmesi, mağazaların engelliler için reyonlar ve soyunma kabinleri
hazırlaması ve engelliler ile ailelerine yönelik giyinme ve soyunmaya ilişkin el kitabı hazırlanması var…
Rektör Karaca: “Biz her aşamada görev yapmaya hazırız. Kafamızdaki engelleri kaldıralım, en büyük sorun önyargılar.”
Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürü Çiftçi: “Engelliye hizmet
demek tekerlekli sandalye vermekten ibaret değildir. Bu örnek proje
için İTÜ’ye teşekkürler.”
Prof. Dr. Gürsoy: “Türkiye’de üretilemeyen malzemeler nedeniyle
fizyoterapistlerin uygulayamadığı tedaviler var, bunları birlikte yok
edebiliriz.”
İTÜ engelsiz tekstil için harekete geçti. Sosyal sorumluluk bilinciyle
Tekstil Mühendisliği Bölümü öncülüğünde düzenlenen “Engelli Bireyler İçin Giysi Tasarım Çalıştayı” hem uzmanları hem de engellileri ve ailelerini bir araya getirdi. Uzun soluklu bir projenin ilk adımı
olan çalıştayda somut öneriler ortaya konmasının yanı sıra, İTÜ’de
“Engelliler İçin Tekstil Tasarım Merkezi” kurulması için de girişimlere
başlandı.
Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyan çalıştaya, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürü Dr. Aylin
Çiftçi, Sancaktepe Kaymakamlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi,
Sancaktepe Belediyesi, İstanbul Sanayi Odası, İstanbul Tekstil ve
Hammaddeleri İhracatçıları Birliğinden uzmanlar, Moda Tasarımcı-
Engelliler alışverişte yok
Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Göksenin
İnalhan moderatörlüğünde gerçekleştirilen ilk oturumda,
engellilerin gündelik kıyafetlerde yaşadığı sıkıntılar ve ihtiyaçları ele alındı. Aileler ise engelli bireylerin kıyafetlerini
giydirme ve çıkarmada yaşadıkları deneyimleri, sorunları
uzmanlarla paylaştı. Mağazalardaki raf yüksekliklerinin engelliler düşünülmeden tasarlandığına da dikkat çekilirken,
mağazalarda engelliler için soyunma kabinleri yer almamasının oluşturduğu soruna da vurgu yapıldı. Ayrıca engellilere yönelik giysilerin yer aldığı, onların kullanımına yönelik
reyon kurgulanmamasının sıkıntısına da işaret edildi.
Çalıştayda, engelli giysilerindeki temel ihtiyaçların; “fonksiyonellik, rahatlık, sıcak tutma, alerjen olma, dayanıklılık,
canlı renkler, hafif kumaşların kullanılması, fiyat uygunluğu,
estetik görünüm ve kolay erişilebilirlik” olarak belirlendi. Avrupa ülkelerinden ve özellikle Finlandiya’dan engellilere yönelik üretilen giysi örneklerinin sunulduğu çalıştayda, ünlü
moda markalarının engelliler için koleksiyon hazırlaması ve
engellilerin hayatını kolaylaştırmaya yönelik hazırlanacak
“El Kitabı” öne çıkan öneriler arasında yer aldı.
Kadın engelli oranı yüksek
Aile ve Sosyal Bakanlığı Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı
Hizmetleri Genel Müdürü Dr. Aylin Çiftçi, Bakanlığın engellilere yönelik çalışmalarını aktardığı sunumunda, 2011 Nüfus
Konut Araştırmasına göre Türkiye genelinde engelli bireylerin durumlarını içeren bilgiler paylaştı. Çiftçi, Türkiye’de
6,5 milyon engelli bulunduğunu, nüfusun yürüme ve taşıma
-yani ayaklarını ve ellerini zor kullanan- engellilik sınıflandırılmasındaki oranın yüzde 7 olduğunu söyledi. Çiftçi, “Yürüyemeyenler yüzde 4.8, diz çökemeyenler yüzde 5.1 oranında.
Yürüyememe engeli kadında yüzde 5.4, erkekte yüzde 2.6
yani kadınlar daha zor durumda. Taşıyamama engeli ise kadınlarda yüzde 9, erkeklerde yüzde 3.5” dedi.
Engelliye hizmetin ona tekerlekli sandalye vermekten ibaret
olmadığını ifade eden Çiftçi, Türkiye’de ilk kez düzenlenen
çalıştay için İTÜ’ye teşekkür ederek “İnşallah bu çalışmayla
üniversite bünyesinde bir merkez oluşturulur ve tasarımları
yapılan çalışmaları sonuçlanan ürünler üreticiler tarafından
belli noktalarda satış imkanı kazanır” dedi.
itü vakfı dergisi 111
Kovandan Sofraya
İzlenebilir Arı Ürünleri
Kongresi
Korçan: ‘Engelli koleksiyonları
hazırlanmalı’
Son oturumda ise engelli bireyleri etiketlemeden sosyal hayata
dahil edebilmek için ihtiyaçlarına uygun giysi tasarımlarının yapılabilirliği, uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği noktasında görüşler
paylaşılarak, özellikle engellilerin ve ailelerinin aktardığı sorunlar
paralelinde çözüm arandı. Tasarımcı Bahar Korçan, moda tasarımı konusunu kendisinin çok sorguladığını belirterek, tasarımın
ihtiyaçtan doğduğunu vurguladı. Korçan, “Şu an moda haftası var.
Bu kimin için yapılıyor? Moda tasarımı ihtiyaçtan doğar, rahatsızlıktan doğar. Tasarım ona hizmet etmek için vardır. Yoksa kimsenin
ulaşamayacağı hayali bir takım karakterlere bürünmek için yoktur.
Büyük markalar tıpkı diğer yaptıkları üretim gibi engelli koleksiyonları da hazırlamaları, her sezon onlar için de ürünler çıkarmalı”
diye konuştu.
Engellilere Yönelik El Kitabı
Çalıştayın düzenlenmesine öncülük eden İTÜ Tekstil Mühendisliği
Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nevin Gürsoy da “özel gereksinimli bireyleri sosyal hayatta nasıl daha rahat ettirebiliriz” sorusundan
yola çıktıklarını söyledi. Özel gereksinimli bireylerin ihtiyaçlarını
göz önüne alarak, evrensel kavramda tasarımların yapılabilirliğini
ve uygulanabilirliğini araştırmak üzere sosyal sorumluluk bilinciyle
bu çalıştayı gerçekleştirdiklerini belirten gürsoy, şunları kaydetti:
“Nasıl evrensel tasarımlar yapabiliriz sorusuna yanıt aranırken
bunun ötesinde olayın diğer önemli bir boyutu olduğunun atlanmaması gerektiğini gördük. Engelli bireylere yönelik tedavi amaçlı
tekstil malzemeleri var ki bunlar maliyeti çok yüksek olan malzemeler. Fizyoterapist arkadaşlarla yaptığımız görüşmelerde şu husus ortaya çıktı. Fizyoterapistler, bir takım tedavi uygulama alanlarının temininin güç olması Türkiye’de hiç üretilmemesi ya da çok
pahalı olması sebebiyle bu tip uygulamaları yapamadıklarını, yurt
dışında gerekli tedavileri aldıktan sonra bazı insanlar bu gereksinimlerini ortadan kaldırabildiklerini gündeme getirdi. O sebeple
bu da yine fizyoterapist, tekstil mühendisliği işbirliğiyle yapılabilecek bir nokta. Burada genel olarak probleme baktığımız zaman
belki bir takım ihtiyaçlarımız bir yerlerde var ama aileler bunlara
erişemiyor. Bu kapsamda, engellilerin gereksinimleri dikkate alınarak giyinme/giydirme, soyunma/soyundurma hususunda temel
bir el kitabı hazırlanabilir ve çeşitli devlet kuruluşları tarafından düzenlenecek eğitimlerle bilinç düzeyi yükseltilebilir.”
112 itü vakfı dergisi
Dünyanın arı gen merkezlerinden biri olan ve yaklaşık 5,5 milyon
koloni varlığı ile dünyada ilk beş ülke arasında yer alan Türkiye’de
arıcılığın gelişimini sağlamak adına İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü tarafından başlatılan “Kovandan Sofraya” projesinin en önemli
ayağı olarak, “İzlenebilir Arı Ürünleri Kongresi” düzenlendi. 7-8
Nisan 2014 tarihleri arasında Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen kongre, gerek bilim dünyası gerekse üreticiler
olmak üzere arıcılık sektörünün tüm bileşenlerini bir araya getirdi.
Arı yetiştiricileri ve yetiştirici birliklerinin temsilcileri, bilim insanları, eğitimciler, kamu sektörü temsilcileri, yerel idare temsilcileri,
gönüllü kurumlar, özel sektör temsilcileri ve öğrenciler kongrede
buluştu.
Arıcılığın
geleceği
masada
Türkiye’nin arıcılıkta
sahip
olduğu yüksek
potansiyelden
yeteri kadar
faydalanamamasının
nedenlerinin
masaya yatırıldığı kongrede, ülkemizdeki arıcılık
sektörünün geleceğine dair önlemler ve öneriler de
tartışıldı. Kongre, birincil üretimden başlayarak Kovandan Sofraya arı hastalıkları, mücadele yöntemleri, arıcılık uygulamalarında
kullanılan teknikler, yeni modern teknolojiler ile sağlıklı, güvenli ve
aynı zamanda çeşit zenginliğinde arı ürünleri hedefine nasıl erişilebileceğinin, sektörün tüm paydaşlarının katkıları ile tartışılabileceği bir bilimsel ortam sundu.
İTÜ’nün kovanları
Proje kapsamında Ayazağa Yerleşkesinde yer alan gölet çevresine kurulan arı kovanlarının geldiği aşama da paylaşıldı. Bizzat
uygulamalı olarak yapılan çalışmalara ilişkin bilgi aktarıldı ve izlenen yol, alınan sonuçlar katılımcılara sunuldu. Kovanlara ek olarak
kongre için alana arıcı çadırı da kuruldu.
İTÜ’den haberler
İTÜ’de Dünya Kadınlar Günü
Angın, Muazzez İlmiye Çığ’dan örnek veren Karaca, “İTÜ’nün
yetiştirdiği ülkemizin
ilk kadın mühendisleri
Sabiha Rıfat Gürayman ve Altan Edige’yi
bu vesileyle bir kez
daha saygı ve rahmetle anıyorum.”dedi.
Dünya Kadınlar Günü, İTÜ’de 7 Mart 2014
Cuma günü düzenlenen bir dizi etkinlikle kutlandı. İTÜ Bilim, Kültür, Sanat, Spor
Komisyonunun (BKSS); İTÜ Bilim, Mühendislik ve Teknolojide Kadın Araştırmaları
ve Uygulama Merkezi (İTÜ BMT-KAUM),
Elektrik ve Elektronik Fakültesi (EEF) ve
Kültür Sanat Birliği (KSB) işbirliği ile hazırladığı program, yoğun katılımla gerçekleşti.
Açılış konuşmasını Rektör Prof. Dr. Mehmet
Karaca yaptı. Kadınların yaşadığı sorunların konuşulması ya da başarılarının göz
önünde bulundurulması için tek günün yeterli olmadığını belirten Karaca, 8 Mart’ın
bu noktada simgesel bir değeri olduğunu
söyledi. Dünyanın her yerinde birçok sorunla mücadele etmek zorunda kalan ve en
temel hakları ellerinden alınan kadınlar bulunduğunu, bunu yok etmenin ise bireylerin
ve oradan hareketle toplumların kadına bakışındaki yanlış algıların kırılmasıyla mümkün olacağını ifade etti. Bu noktada kadın
erkek, genç yaşlı herkese görev düştüğünün altını çizen Karaca, kadınları sadece
mağdur kimlikle gündeme getirmenin onlara yapılacak en büyük haksızlık olduğuna
da dikkat çekti. Kadınların gücünün daha
görünür kılınması gerektiğini vurgulayan
Karaca, geçmişte ve bugünde olduğu gibi
gelecekte de dünyayı değiştiren kadınların
olacağını söyledi. Hiçbir zaman silinmeyecek izler bırakan kadınlara değinerek;
Marie Curie, Afife Jale, Lale Orta, Rafet
KAUM Müdürü Arslan: “Karar mekanizmalarındaki
kadın
sayısı yetersiz”
İTÜ BMT-KAUM Müdürü Prof. Dr. Fatma
Arslan, “Kadın” başlıklı sunumunda ülkemizde ve İTÜ özelinde kadının sosyal,
eğitim, kültürel iş yaşamı alandaki yerini
sayısal verilerle açıkladı. Bugün özellikle
politikada, savunma ve güvenlik sektörlerinde, ekonominin karar organlarında yer
alan kadın sayısının çok az olduğuna dikkat çeken Arslan, şunları kaydetti:
“Türkiye’de ücretli çalışan kadınların en
fazla istihdam edildiği sektörlerin başında
büro ve müşteri hizmetleri gelirken, kanun
yapıcılar, üst düzey yöneticiler ve müdürler
arasında kadın istihdamının oldukça düşük
olduğu görülmektedir. Buna karşılık kadınlar uzmanlık gerektiren mesleklerde önemli
oranda yer almaktadır. Kadın öğretim elemanı oranı yüzde 42.6, toplam profesörler
içinde kadınların oranı yüzde 27.8 olarak
gerçekleşirken; 175 üniversiteden 12’sinde
kadın rektör, Dışişleri Bakanlığında ise 16
kadın büyükelçi görev yapmaktadır. Mimarların yüzde 38’i, avukatların yüzde 37’si ve
bankacıların yüzde 50.2’si kadındır. İTÜ’de
ise kadın akademisyen oranı yüzde 41’dir.
Kadın profesör oranı yüzde 35 olup, genç
akademisyenlere doğru gidildikçe bu oran
artmaktadır. İTÜ’de halen 5 kadın dekan
görev yapmakta olup, oranı yüzde 38.5’tir.
Bu değerler Avrupa standartlarının üzerindedir. Ancak aynı dağılımı tüm üniversitelerimizde görmek mümkün değildir.”
Kadınız Farkındayız…
Genel Cerrahi Uzmanı Uras: “Meme kanserine yakalanma yaşı giderek düşüyor,
düzenli kontrol hayati önem taşıyor.”
Bu yıl “Kadınız Farkındayız” teması ile
meme kanserinde bilinç düzeyinin yükseltilmesi ana hedefiyle hazırlanan program, konuya ilişkin iki önemli seminerle katılımcıları
bilgilendirdi. Acıbadem Maslak Hastanesi
Genel Cerrahi ve Meme Sağlığı Merkezi
Başkanı Prof. Dr. Cihan Uras “Kadınlarda
Meme Kanseri ile Mücadele” başlıklı konuşması ile meme kanserine ve erken teşhisin önemine dikkat çekti. Dünyada meme
kanseri sayısında ciddi bir artış yaşandığını
vurgulayan Uras, kadınlarda görülen kanser
türleri arasında yüzde 32’lik oranla dünyada
ilk sırada meme kanserinin olduğu belirtti.
Ülkemizde bu kanser türüne yakalanma yaşının her geçen gün düştüğü bilgisini veren
Uras, düzenli kontrolün hayat kurtaracağının
altını çizdi.
Prof. Dr. Akduman: “İTÜ’de ürettiğimiz ve
meme kanserinde erken teşhis için çok
önemli bir gelişme sağlayan EMALIZ,
dünya kadınlarına İTÜ’nün armağanıdır.
İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi Öğretim
Üyesi Prof. Dr. İbrahim Akduman ise tamamı İTÜ laboratuvarlarında üretilen ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde klinik
testleri gerçekleştirilen “Mikrodalga Doku
Tanımlama Cihazı (EMALIZ)” hakkında bilgi
verdi. Emaliz cihazının her aşamasının İTÜ
Laboratuvarlarında ve İTÜ’lü ekip tarafından
tasarlandığını ifade eden Akduman, “Meme
kanseri için erken teşhis çok önemli, bu
bilinçle bu cihazı tasarladık. İTÜ’ye de bu
yakışırdı. Bu bizim için övünç kaynağıdır.
İTÜ’nün dünya kadınlarına armağanı ancak
bu şekilde olur diye düşünüyorum” dedi.
Ayrıca, Ayşen Taştekin Doda-Bursa Güzel
Sanatları Koruma ve Geliştirme Derneği
“Dünya Kadınlar Günü Resim Sergisi” ile
Türkiye Filateliler Derneği 2. Başkanı Murat
Hazinedaroğlu’nun organizasyonuyla Türkiye’de şimdiye kadar basılmış tüm kadın
pullarının yer aldığı “PTT Kadın Pulları Sergisi” de açıldı. İTÜ’den yetişen Türkiye’nin
ilk kadın mühendislerine (Sabiha Rifat Gürayman ve Altan Edige) ait özel pulların ve
Ayşen Taştekin Doda’nın tasarımıyla hazırlanan özel gün zarflarına özel gün damgasının da yer aldığı sergide, yüzlerce pul meraklıların ilgisine sunuldu. Kutlama, Damla &
Bora Dünya Müzikleri Grubu dinletisi, dans
gösterileri, Hale Caneroğlu’nun akustik performansı, cupcake atölyesi ve kokteyl gibi
renkli etkinliklerle sürdü.
itü vakfı dergisi 113
İstiklal Marşımızın 93. Yılında
Milli Şairimizi Anma Töreni
İstiklal Marşımızın kabulünün 93. yıldönümü
ve marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’un
141. doğum yılı dönümü 26 Mart 2014
Çarşamba günü İTÜ Türk Dili Bölümünce
düzenlenen program ile kutlandı. Ayazağa
Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen programa öğretim
üyeleri, öğrenciler ve idari personel katıldı.
Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk, Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy
ve şehitler anısına saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla
başlayan törende, açılış konuşmasını Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın yaptı.
Aydın, Mehmet Akif Ersoy’un eşsiz edebi
yeteneği ve kaleminin yıllar aşan gücü ile
asırlarca yaşayacak önemli bir kültür mirası
bıraktığını söyledi. Aydın, şöyle konuştu:
“Ülkemize en büyük hediyesi kuşkusuz ki
İstiklal Marşımızdır. Her dizesinde kahramanlığın, inancın ve hürriyet aşkının izlerini
taşır. İmkânsızlıkların içinden yükselen ve
birlikten doğan güç ile kazanılan bir vatanda, İstiklal Marşının aşıladığı ruhun da göz
ardı edilemez bir katkısı vardır. İstiklal Marşını yazması istendiğinde, para ödülü konması nedeniyle bu teklife yanaşmayan ancak sonrasında, zor günler geçiren ülkesine
duyduğu sorumluluk ile kaleme sarılan ve
nihayetinde kazandığı ödülü de cepheye
elbise diken vakfa bağışlayan yüksek bir
ruhun insanı, bir tevazu insanıydı Mehmet
Akif Ersoy… 1936 yılında vefat ettiğinde,
görkemli bir cenaze töreni yapılmadı ama
ebediyete uğurlanışı çok anlamlıydı. Cenazesinin kaldırılışında üniversiteli gençlerden oluşan büyük bir kalabalık vardı;
mezarı da ölümünden iki yıl sonra üniversiteliler tarafından yaptırıldı. Onun vatan
sevgisi, sade ve onurlu yaşamı, öğrenmeye
ve öğretmeye adanmış kişiliği, bugün de
gençlerimize örnektir. Tüm şiirlerini topladı-
ğı Safahat kitabına, en önemli eseri İstiklal
Marşını koymamasının nedeni de ‘Ben onu
milletin kalbine gömdüm’ diyecek kadar
ülkesine ve yarınlarına duyduğu güvendir.”
Tören, Türk Dili Bölüm Başkanı Aslı Kantarcı, Öğretim Görevlisi Hamide Aliyazıcıoğlu
ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. M. Fatih
Andı’nın, Mehmet Akif Ersoy’un edebi yönü
ve çok yönlü kişiliğini anlatan konuşmaları
ile sürdü.
Denizcilik Fakültesi Şehitlerimizi
Çanakkale’de Andı
İTÜ Denizcilik Fakültesi öğretim üyeleri ve
öğrencileri, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferinin 99. yıl dönümünü kutlamak ve Çanakkale Şehitlerini anmak için, fakültenin SİSMİK-I
eğitim gemisi ile Çanakkale’ye gitti.
16-18 Mart 2014 tarihleri arasındaki gezi,
SİSMİK-I eğitim gemisinin Kepez Limanına
114 itü vakfı dergisi
demirlemesinin ardından, şehitlik ziyareti ile
başladı. Şehitler Abidesi’ne çelenk konularak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Çanakkale Savaşı’nın tüm kahramanları ve tüm
şehitler anısına saygı duruşunda bulunuldu.
Şehitliğin ardından, müze ve simülasyon
merkezleri ziyaret edildi.
Gezinin 2. gününde, Çanakkale 18 Mart
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner,
Denizcilik Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Olcay Hisar ve Denizcilik
Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Öğretim
Elemanları, İTÜ’nün SİSMİK-I gemisini ziyaret etti.
18 Mart Salı günü ise Kepez Limanından
hareket edilerek, denizde şehitler anısına
tören düzenlendi. SİSMİK-I Eğitim Gemisi
ile Mehmetçik Abidesi önünde saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu ve
ardından denize çelenk ve duman kandili
bırakıldı. Törene, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileri de
ÇOMÜ-1 adlı tekneleri ile katıldı.
Denizdeki törenin tamamlanmasının ardından dönüş yoluna geçildi ve SİMİK-I eğitim
gemisi aynı gün İTÜ Denizcilik Fakültesinin
bulunduğu Tuzla’ya ulaştı.
İTÜ’den haberler
İTÜ Konservatuvarı
39 Yaşında
“Baba Ocağında” adıyla gerçekleştirilen kutlama gecesinde,
TMDK mezunları Yaprak Sayar, Bekir Ünlüataer ve Zara sahne
aldı.
Rektör Prof. Dr. Karaca: “İTÜ sanat yuvasıdır, sanatçı ocağıdır.”
Prof. Koç: “İTÜ TMDK, Türk müziğine 3 bin 500 nefer kazandırdı.”
İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarının (TMDK) 39. kuruluş
yıldönümü, 3 Mart Pazartesi günü Cemal Reşit Rey Konser Salonunda gerçekleştirilen görkemli bir programla kutlandı. 1976
yılında Türkiye’nin ilk Türk müziği konservatuvarı olarak kurulan
İTÜ TMDK’nın yeni yaşı, İTÜ yönetimi, Konservatuvar yönetimi ve
öğrencisi, akademisyeni, idari personeli ile çok sayıda İTÜ’lüyü
bir araya getirdi.
Prof. Koç: “İTÜ TMDK, Türk müziğine 3 bin 500 nefer kazandırdı.”
Koç: “Gelenekten geleceğe köprü”
Programın açılış konuşmasını yapan Konservatuvar Müdürü Prof.
Adnan Koç, İTÜ TMDK’nın yaklaşık yarım asırlık bilgi birikimi ve
tecrübesiyle, Türkiye’nin yakın tarihteki sanat ve müzik dünyasının şekillenmesinde önemli rol oynadığını söyledi. Türk Müziği
alanındaki ilk konservatuvar olmasının bilinci ve sorumluluğu ile
TMDK’nın “gelenekten geleceğe” kurulan en kuvvetli köprülerden biri olduğunun altını çizen Koç, “Bugün yurt sathına yayılmış, sayıları 3 bin 500’e varan, hepsi birer Türk Müziği neferi olan
mezunlarımız, milli değerlere bağlı kalarak ulusal ve uluslararası
alanda öz müziğini sevdirmek, yaymak, geliştirmek, yüceltmek
ve küresel müzik içerisinde özel bir yer edinmesini sağlamak
amacıyla özverili çalışmalarını aralıksız ve başarıyla devam ettirmektedir” dedi.
Karaca: “İTÜ geleneğini layıkıyla taşıdı ve güçlendirdi”
Rektörümüz Prof.Dr. Karaca da konservatuvarın 39. yılının İTÜ
için, İTÜ’lüler için gurur ve mutluluk kaynağı olduğunu belirterek,
şunları kaydetti:
“İTÜ TMDK, ülkemizde kurulan ilk Türk Müziği konservatuvarıdır.
Eğitime başladığından bu yana özellikle ulusal müziğimiz adına
önemli isimleri yetiştirerek sanat dünyasına kazandırmıştır. Türk
Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Klasik Müzik, Popüler Müzik gibi
farklı türlerde pek çok başarılı ismin okuludur. İTÜ, 241 yıllık tarihiyle özellikle teknik ve teknolojik anlamda öncü ve örnek bir
üniversitedir, sayısız ilke imza atmıştır. Konservatuvarımız da bir
ilk olarak kurulmuş ve yaptığı öncü çalışmalarla İTÜ geleneğini
layıkıyla taşımış ve gücümüze güç katmıştır. İTÜ ‘teknik üniversite’
olarak bilinir; ancak üzerini özellikle çizdiğimiz bir gerçek var ki
o da teknik yönü güçlü olmanın yanı sıra mühendislik dışında da
kendini geliştiren, ülkemize katkı yapan bir üniversite olduğumuzdur. Biz sadece iyi mühendisler, mimarlar yetiştirmiyoruz; biz alanında fark yaratan sanatçılar yetiştirdik, yetiştiriyoruz. İTÜ sadece
bir mühendis ve mimar mektebi değil bir sanat yuvasıdır, sanatçı
ocağıdır. Bundaki en büyük pay ise kuşkusuz konservatuvarımızındır.”
“Baba Ocağı”nda buluştular
Kutlama programında, TMDK Türk Halk Oyunları Bölümü tarafından Anadolu rüzgarı estirildi. Farklı yörelerden halk oyunlarının
sunulduğu gösteri, davetlilerden dakikalarca alkış aldı. TMDK’nın
“baba ocağında” buluşan mezunlarının verdiği konserler ise
İTÜ’lüler için tam anlamıyla bir müzik ziyafeti oldu. İTÜ TMDK Senfoni Orkestrası Şefi Öğretim Görevlisi Oğuzhan Balcı yönetiminde
solistler Yaprak Sayar ve Bekir Ünlüataer, Türk Sanat Müziğinin en
sevilen eserlerini seslendirdi. Ardından Zara sahne alarak, Türk
Halk Müziğinin seçkin örneklerini sundu.
Rektör Prof. Dr. Karaca: “İTÜ sanat yuvasıdır, sanatçı ocağıdır.”
Geceye katılan sanatçılara teşekkür plaketi sunulurken, Prof. Adnan Koç da konservatuvar çalışmalarına verdiği destek nedeniyle
Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca’ya plaket takdim etti.
itü vakfı dergisi 115
İTÜ’de Dünya Çapında Başarı
Tolgahan Çoğulu,’nun “Mikrotonal Gitar”ına
En Prestijli Müzik Ödülü
izledi. Birincilik ödülünü ben, ikincilik
ödülünü İsveçli Teenage Engineering
ve üçüncülük ödülünü ise Çinli Feng
Gao kazandı. İlk defa Türkiye’den katılan biri bu yarışmada ödül aldı.
İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi Doç.
Tolgahan Çoğulu, kendi tasarımı olan “mikrotonal gitar” ile müzik
dünyasının en prestijli ödüllerinden birinin sahibi oldu. Doç.
Çoğulu, Margaret Guthman Müzik Enstrümanları Yarışması’nda
85 enstrüman arasından birinci olan çalışmasıyla, Türkiye’ye bu
yarışmadaki ilk ödülünü getirdi.
Şimdiye dek yapılmış tüm gitar tasarımlarını
inceleyerek yeni enstrümanı tasarlayan Çoğulu, klasik gitar tınısını koruyarak mikrotonlara
ulaşmayı başardı.
“Bu gitarla mikrotonların kullanıldığı tüm halk
müzikleri çoksesli bir şekilde çalınabiliyor.
Başta Anadolu halk müzikleri ve Osmanlı-Türk
makam müziği olmak üzere, Ortadoğu’daki
makamsal müzikler, Hint müziği, Gamelan
müziği, Tayland müziği, Fransa’daki Breton
müziği, bazı Afrika müzikleri... Bunlar dışında,
deneysel, avantgarde, çağdaş müziklere mikrotonal gitar yepyeni bir ses evreni ve armoni
imkânı getiriyor.”
Doç. Dr. Çoğulu: “İTÜ Dr. Erol Üçer Müzik İleri
Araştırmalar Merkezi’nde Yüksek Lisans programına kabul edilmem hayatımdaki dönüm
noktası oldu. Eğer böyle bir merkez olmasaydı, sosyoloji master’ı yapmayı planlıyordum ve
çok farklı bir hayat beni bekliyordu.”
İTÜ’nün uluslararası sayısız başarısına, kısa
süre önce bir yenisi eklendi. Türk Musikisi
Devlet Konservatuvarı (TMDK) Çalgı Bölümü
Başkan Yardımcımız Doç. Tolgahan Çoğulu,
kendi tasarladığı “Mikrotonal Gitar” ile ABD’nin
116 itü vakfı dergisi
Georgia Tech Üniversitesi’nde gerçekleşen
dünyanın tek müzik enstrumanları yarışması olan Margaret Guthman Müzik Enstrumanları Yarışması’ndan birincilikle döndü.
Amerika’dan gelen bu büyük önemli başarı
haberi, hem İTÜ Ailesini gururlandırdı hem
de kamuoyunda haklı olarak geniş yer buldu. Öğretim Üyemiz Çoğulu ile “mikrotonal
gitar”ı ve ulaştığı başarıyı konuştuk.
Margaret Guthman Müzik Enstrümanları Yarışmasının içeriği nedir, neden
önemli?
ABD’nin Atlanta şehrindeki Georgia Tech
Üniversitesi’ndeki bu yarışma, dünyadaki tek müzik enstrumanları yarışmasıdır.
Georgia Tech gibi önemli bir üniversitede
yapılması yarışmanın standardını çok yükseltiyor. Bu seneki yarışmaya 85 enstruman
katıldı. Katılanlar arasında birçok teknolojik
dijital enstrumanın yanı sıra, benimki gibi
akustik enstrumanlar da vardı. Yapılan ön
eleme sonucu 20 yarı finalist, Georgia Tech
Üniversitesi’ne davet edildi. Yarı finalde
enstrumanlarımızı tanıtıp çaldık. 8 kişi finale seçildi. Halka açık yapılan finali 300 kişi
“Mikrotonal gitar”ın anlamı ve önemi nedir? Bu tasarıma ulaşana kadar ürettiğiniz başka enstrümanlar
oldu mu?
Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken
Folklor Kulübünde konserler hazırlıyorduk. Her zaman gitarın makamsal
müziklerdeki konumu bir tartışma konusuydu. Makamsal müziklerde mikroton denilen yarım sesten küçük sesler
kullanılır ve bu sesleri gitarla, piyanoyla
çalamazsınız. Biz de çaldığımız ezgide bir mikroton kullanılıyorsa gitar ne
yapacak, nasıl armoniler kullanılacak
gibi tartışmalar yapıyorduk. 2000 yılında gitarımı perdesiz gitar yapıp üzerine
bağlama perdeleri sardırmıştım ve düzenlediğimiz “Yerel Ezgilerin Gitarla Yorumlanması” adlı panel sonrası Erkan
Oğur’a göstermiştim. Ama çok cızırdadığı için o çözüm işe yaramadı. Bir
dönem perdesiz gitar çaldım ama tınısı
klasik gitardan çok farklı yepyeni bir
çalgıydı. Ben klasik gitarın tınısını koruyarak mikrotonlara ulaşmak istiyordum.
Yıllar içinde aklımdan birçok fikir geçti,
hatta Kardeş Türküler ile verdiğimiz bir
konser sonrası Paris’te yemekte saatlerce Erkan Oğur’u bu konu hakkında
bunalttığımı hatırlıyorum. En sonunda
doktora yaparken şimdiye kadar yapılmış tüm gitar tasarımlarını inceleyerek
sonuca ulaştım.
Mikrotonal gitarı tasarlarken etkilendiğiniz bir başka enstruman
oldu mu?
Tarihteki ilk mikrotonal gitar, 1829’da
gitar klavyesinde küçük delikler bulunan Perronet Thompson’ın ‘Enarmonik Gitar’ıdır. Ama beni en çok etkileyen, Fransız gitar yapımcısı René
Lacote’un 1852 yılında tasarladığı ve
Alman gitar yapımcısı Walter Vogt’un
1985 yılında tasarladığı gitarlardır. Bu
gitarların özelliği gitar klavyesinde tel-
İTÜ’den haberler
lerin altında kanalların olmasıdır. Normal
gitarda akort sorunları yaşamamak için
perdeler bu kanallarda kısıtlı bir şekilde
aşağı ve yukarı hareket ettirilebilir. Benim
yaptığım bu fikri geliştirmek oldu. Kanal
fikrini kullanıp tüm perdelerin istenildiği kadar hareket ettirilebilmesi ve pratik şekilde
çıkartılıp takılabilmesi tasarladığım gitarın
en önemli özellikleri. Bunu düşündükten
sonra danışmanım Prof. Şehvar Beşiroğlu
ile Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar
Merkezi’nde bir İTÜ BAP projesi hazırladık.
Gitar yapımcısı Ekrem Özkarpat da gitarı
2009 yılında bitirdi.
Mikrotonal gitarı kullanmak diğer gitarlara göre zor mu? Klasik ya da elektro
gitar çalan biri için mikrotonal gitarı çalmak ne kadar kolay?
Klasik gitar üzerine belli bir temeli olan her
gitarist mikrotonal gitar çalabilir. Örneğin,
konservatuvara önümüzdeki seneden itibaren orta öğretimden öğrenci alacağız.
Orta 1’de normal klasik gitar öğrenecek
öğrenciler. Orta 2’den itibaren bazı eserleri
mikrotonal gitarda çalacaklar. Yani bir sene
ciddi bir şekilde klasik gitar çalan gitarist,
mikrotonal gitarı da rahatlıkla çalabilir.
Mikrotonal gitar daha çok hangi müzik
türlerinde kullanıma uygun?
Bu gitarla mikrotonların kullanıldığı tüm
halk müzikleri çoksesli bir şekilde çalınabiliyor. Yani başta Anadolu halk müzikleri ve
Osmanlı-Türk makam müziği olmak üzere,
Ortadoğu’daki makamsal müzikler, Hint
müziği, Gamelan müziği, Tayland müziği,
Fransa’daki Breton müziği, bazı Afrika müzikleri aklıma ilk gelenler... Bunlar dışında,
deneysel, avantgarde, çağdaş ya da yeni
müzik denilen müziklere mikrotonal gitar
yepyeni bir ses evreni ve armoni imkânı sunuyor. Ayrıca ‘Just Intonation’ denilen seslerin içindeki doğuşkan dizisine dayanan
doğal sistem, Pisagor’un sistemi, Ortaton
tampereman denilen Rönesans akort sistemleri, çeyrek ton müzikleri gibi mikrotonal müzikler çalınabiliyor.
Müzik ve özellikle gitar ne zamandan
beri yaşamınızın parçası?
Ben 12 yaşındayken, abim kendisine bir
gitar aldı. Benim de hoşuma gitti. Bir arkadaşımla kursa gitmeye karar verdik.
Taksim’de Timur Selçuk’un halen açık olan
Çağdaş Müzik Merkezi’nde gitar derslerine başladım. Sonra lisede elektro gitar
aldım. Grubumuz vardı ve Led Zeppelin, Pink Floyd, Iron Maiden gibi grupların
parçalarını çalmaya çalışıyorduk. Klasik
gitara yönelmem Boğaziçi Üniversitesi’nde 1997’de Folklor Kulübü’ne girmemle
başladı. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdikten sonra İTÜ Dr. Erol Üçer
Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’nde Yüksek Lisans programına kabul edilmem hayatımdaki dönüm noktası oldu. Eğer böyle
bir merkez olmasaydı, sosyoloji master’ı
yapmayı planlıyordum ve çok farklı bir hayat beni bekliyordu.
Röportaj: Alper Yurttaş
Prof. Dr. Mete Tapan ve Nilüfer Tapan’a
Almanya Liyakat Nişanı
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Mete Tapan ile İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Nilüfer Tapan’a Alman-Türk ilişkilerine,
özellikle yükseköğretim ve bilim alanlarındaki katkılarından dolayı Federal Almanya
Bantlı Liyakat Nişanı verildi.
Ülkemizin saygın mimarlarından olan Prof.
Dr. Ahmet Mete Tapan ile eşi Prof. Dr. Nilüfer Tapan’a nişanı, 6 Mart 2014 tarihinde
Tapan ailesi ve yakın çalışma arkadaşla-
rının katılımıyla Almanya’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nda düzenlenen törende,
Başkonsolos Jutta Wolke tarafından takdim edildi. Törende, Prof. Dr. Mete Tapan’ın
Başkonsolosluğun tarihi binalarıyla ilgili
danışmanı olarak vermiş olduğu destek ve
değerli çalışmalarına vurgu yapıldı. Prof.
Dr. Nilüfer Tapan’ın ise Türkiye’deki Almanca Öğretmenliği Bölümleri’nde ve Türkiye-Almanya Kültür İşleri Kurulu Başkanı
olarak yapmış olduğu çalışmalara dikkat
çekildi.
Prof.Dr. Mete Tapan
Prof.Dr. Mete Tapan lisans ve yüksek lisans öğrenimini Almanya Münih Teknik Üniversitesi’nin Mimarlık Bölümü’nde tamamladı. 1972 yılında İTÜ
Mimarlık Fakültesi Bina Bilgisi alanında doktorasını yapan Tapan; ön lisans, lisans ve lisansüstü
düzeyde dersler verdi. Mimarlıkla ilgili çok sayıda
kitap yazan Tapan aynı zamanda 4 adet doktora
ve on adet yüksek lisans tezinin yürütücülüğünü
üstlendi. 2002-2005 yıllarında İTÜ Mimarlık Fakültesi Senatörlüğü, 2003-2005 yıllarında İTÜ Mimarlık Fakültesi, Bina Bilgisi Anabilim Başkanlığı
görevlerini yürüten Tapan 16 Haziran 2006 yılında emekli oldu.
itü vakfı dergisi 117
İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi “RSG” Açıldı
İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi
(İTÜRGS) törenle açıldı. Farklı
sanat disiplinlerini kucaklayan bir yaklaşımla “teknik
üniversite”nin İstanbullu sanatseverlere armağan ettiği
bir mekan olarak İTÜ RSG’de,
her ay farklı bir disiplin ve alanında seçkin sanatçılar ağırlanacak. İTÜ RSG, üniversite
dışından da tüm sanatseverlerin ziyaretine açık olacak.
İTÜRGS’nin açılış sergisi, İTÜ
Öğretim Üyesi Murat Çakan’ın
suluboya resimleri ile yapıldı.
“İTÜ RSG, İstanbul’da tanınan ve bilinen seçkin bir sanat galerisi
olacak"
İTÜ’nün “sanat yönü güçlü teknik üniversite” kimliğine önemli bir katkı daha yapıldı.
İTÜ Rektörlük binasının giriş katı yeniden
düzenlenerek, sanat galerisine dönüştürüldü. 6 Şubat Perşembe günü düzenlenen
törenle yapılan açılış, sadece İTÜ’ye değil
İstanbul’a da seçkin bir sanat galerisi kazandırdı. Her ay açılacak yeni bir sergiyle yıl
boyu sanatın kalbinin atacağı İTÜ, el sanatlarından keçeye, nadir basılı eserlerden bitki illüstrasyonuna kadar farklı disiplinlerden
önemli isimlerin eserlerini ağırlayacak. Gelecek aylarda sergi açacak isimler arasında;
Işık Güner, Selçuk Gürışık, Hikmet Barutçugil, Gönül Paksoy, Bairam Bajrami, Gülname
Turan ve Nazan Pak yer alıyor.
Rektör Karaca: ‘Mühendislerin çizer olduğunun ispatı’
Galeri açılışı, İTÜ Meslek Yüksekokulu ile
Bilim Toplum Uygulama ve Araştırma Merkezinin müdürlüklerini yürüten öğretim üyemiz Yrd. Doç. Dr. Murat Çakan’ın suluboya
resimlerinden oluşan sergi ile yapıldı. İTÜ
Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı öğrencilerinin sunduğu dinleti, beğeniyle izlendi.
Dinletinin ardından kısa bir konuşma yapan
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’nün
sanatla bütünleşen yönünü güçlendirmenin
mutluluk verici olduğuna dikkat çekerek,
galerinin açılmasına yönelik hazırlıkların
yaklaşık 4 ay sürdüğünü belirtti. Karaca,
İTÜ RSG’nin İstanbul’da tanınan ve bilinen
seçkin bir sanat galerisi olacağını vurguladı. Açılışın İTÜ Ailesinden bir ismin sergisi
Murat Çakan’ın suluboya çalışmaları
ile yapılmasının anlamlı olduğuna işaret
Karaca, “Bu resim sergisi mühendislerin
de çizer olduğunun ispatıdır. Sadece teknik
resim çizmez sanat, o açıdan da kendisine
müteşekkiriz” dedi.
Yrd. Doç. Dr. Murat Çakan ise sergide yer
alan eserlerin uzun yıllara yayılan çalışmaların ürünü olduğuna işaret ederek, sergiden
dolayı duyduğu mutluluğu dile getirdi.
RSG’DE BİTKİ İLLÜSTRASYONLARI
Işık Güner’in Bitki İllüstrasyon Sergisi İTÜ RSG’de sergilendi.
İTÜ RSG, Türkiye’nin sayılı bitki ressamlarından olan Güner’in ilk
kişisel sergisine 27 Şubat-27 Mart 2014 tarihleri arasında ev sahipliği yaptı.
Güner’in 41 resminin yer aldığı sergideki
eserlerin önemli bir bölümü Edinburgh
Kraliyet Botanik Bahçesi özel koleksiyonundan. Ayrıca “Türkiye Bitkileri” özelinde
yaptığı çalışmalar da bulunuyor.
Güner’in İTÜ’ye özel resmettiği 3 eseri ilk
kez sergileniyor.
İTÜ’nün, sanatla bütünleşen teknik üniversite kimliğine yaptığı katkı ile hayata geçirdiği ve farklı disiplinlerden seçkin örnekleri hem İTÜ’lü hem de üniversite dışından
sanatseverlerle buluşturma hedefiyle yola çıktığı Rektörlük Sanat
Galerisinde (İTÜ RSG), yılın ikinci sergisi bitki illüstrasyonlarına ayrıldı. Türkiye’nin sayılı bitki ressamlarından olan, çok sayıda uluslararası ödül sahibi Işık Güner’in eserlerinden oluşan “Bitki İllüstras-
118 itü vakfı dergisi
yon Sergisi” 27 Şubat 2014 Perşembe günü gerçekleştirilen törenle
sanatseverlerle ve botanik meraklılarıyla buluştu.
Açılışta Türk Müziği Devlet Konservatuvarı öğrencilerimiz tarafından
yan flüt dinletisi sunuldu.
İTÜ’ye Özel Resimler Burs Olacak
Güner’in, bitki illüstrasyonlarının yanı sıra
İTÜ için resmettiği 3 ayrı eser de ilk kez
sergileniyor. “Lale, Gelincik ve Göksüsen”
resimlerinde, İTÜ’nün simgesi arı da eserin dikkat çekici unsuru olarak yer alıyor.
Güner’in İTÜ’ye özel resmettiği ve kullanım hakkını verdiği resimlerden hazırlanan
porselen kupa ve not defterleri de sergi
sırasında RSG’de satışa sunuldu; ilerleyen günlerde 1773İTÜ mağazasında yerini alacak. RSG’nin sosyal
sorumluluk bilinciyle gerçekleştirdiği bu çalışma sayesinde, sınırlı
sayıda üretilen Işık Güner imzalı özel seriden elde edilen gelirin tamamı, İTÜ öğrencilerine burs kaynağı olarak kullanılacak.
İTÜ’den haberler
Anadolu Keçeciliğinin
Modern Yorumu
Selçuk Gürışık ve Ali Alev’in ortak sergisi ile “giyilebilir sanat”ın deneysel örnekleri 2 Nisan - 30 Nisan tarihleri arasında İTÜ RSG’de
sergilendi.
Anadolu keçeciliğine getirdiği modern yorum ve bu sanatın yaşamasına yaptığı katkıyla alanının öncü isimlerinden Selçuk Gürışık,
asistanı Ali Alev ile birlikte hazırladığı yeni sergisini İTÜ Rektörlük
Sanat Galerisinde (RSG) açtı.
Deneysel çalışmaların da yer alacağı sergide, sanatçıların hem
daha önce yaptığı çalışmalardan örnekler yer aldı. Sergide, İTÜ
TMDK tarafından Batı Müziği dinletisi sunuldu.
Doğa dostu
Geleneksel keçe sanatı gerek geçmişi ve taşıdığı kültürel değer,
gerekse doğa dostu bir üretim sürecine ve malzeme yapısına sahip
olması nedeniyle, hem tarihi hem de güncel bir öneme sahip. Yün
kullanılmasına karşın kırkma yöntemi ile yapıldığı için hayvanların
öldürülmesine gerek olmaması nedeniyle, kürke karşı bir model
olarak da sunulan elyaf sanatı ürünlerinin hazırlanışında, bambu,
pamuk, ipek gibi farklı malzemelerden de yararlanılıyor.
Tasarımcı ve eğitmen Yrd. Doç. Selçuk Gürışık, Londra - Central
Saint Martins’teki eğitiminin ardından, yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda projede yer aldı.
Selçuk Gürışık ve Ali Alev, son 4 yıldır birlikte yürüttükleri çalışmalarını, yurtiçi ve yurtdışında “Selçuki&Ali” imzasıyla açtıkları ortak
sergiler ile sunuyor. İkilinin farklı estetik yaklaşımlarının oluşturduğu
bütünsellik; yeni-eski, geleneksel-güncel bakış açılarını etkileyici
biçimde yansıtıyor.
İTÜ RSG’de
Ebrunun Mermer Yüzü
Ebru sanatının dünyaca ünlü
ismi Hikmet Barutçugil, 100.
Kişisel Sergisi İTÜ RSG’de
açıldı.
Taşların doğal desenlerinin
ebru ile resmedildiği “Ebrunun Mermer Yüzü” sergisinde, 100. sergiye özel 100
eser sergileniyor. Taşlar da
ebrularla birlikte sergileniyor.
Bilinen en eski Türk sanatlarından olan ebrunun,
sadece Türkiye’deki değil
dünyadaki en önemli temsilcilerinden olan Hikmet Barutçugil, sanat hayatının 100.
Kişisel Sergisini İTÜ Rektörlük Sanat Galerisinde (İTÜ
RSG) açtı. “Ebrunun Mermer
Yüzü” temasıyla 8 Mayıs
Perşembe günü açılan sergide, Barutçugil’in 100. Kişisel Sergisine özel hazırladığı
100 eseri yer alıyor.
Ebrunun kaligrafi, minyatür, illüstrasyon gibi diğer sanat dallarıyla
bir araya geldiği örneklerin yer aldığı de sergide; “Ebrunun Mermer
Yüzü”, “Yazılı Akkase”, “Akkase Ebru”, “Çiçek Motifleri”, “Kaya Resimleri”, “Minyatürler”, “İllüstrasyonlar”, “Fosiller” ve “Kaligrafi” olmak üzere 9 kategoride ebru çalışmaları sanatseverlerle buluşuyor.
Sergi, 5 Haziran’a kadar İTÜ içinden ve dışından sanat dostlarının
ziyaretine açık.
İTÜ’nün teknik kimliği ile bütünleşti
Serginin en önemli özelliklerinden biri, farklı yörelerden mermerlerin
benzersiz motiflerinin ebru sanatına taşınması olacak. Köklü geçmişi 250. yıla yaklaşan ve dünyanın en eski teknik üniversitelerinden
biri olan İTÜ’nün, yer bilimleri alanındaki derin birikimiyle bütünleşmesi adına da önem taşıyacak. İTÜ Maden Fakültesinin destek verdiği sergiye ayrıca Stone Line, Iymmar -Yel Madencilik Tic. A.Ş. ve
Kütük Mermercilik firmaları da katkı sundu. Sergi aynı zamanda bir
mermer ve taş sergisi niteliği de taşıyacak. Ziyaretçiler, deseni ebruya taşınan taşları eserlerle bir arada görme fırsatına sahip olacak.
İTÜ’ye özel koleksiyon
Sergi kapsamında İTÜ’ye özel bir koleksiyon olarak sınırlı sayıda
üretilecek kitap da hazırlandı. Hikmet Barutçugil’in 19. Kitabı olacak
çalışmada, orijinal ebrular kullanıldı. Bu sayede her kitap eşi olmayan nadide bir eser olarak hazırlandı. Kitapta orijinal ebrunun yanı
sıra Hikmet Barutçugil’in 100. Kişisel Sergisinde yer alan eserleri yer
buldu. Ayrıca, ebru sanatı ve taşların dünyasına ilişkin yazılarla da
zenginleştirildi.
itü vakfı dergisi 119
İTÜ Maden Fakültesi
Jeofizik Mühendisliği Bölümü
40. Yılını Kutluyor
İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Kuruluşunun 40. yılını çeşitli
etkinliklerle kutluyor. 1952 yılında Sismoloji
Enstitüsü, 1953 yılında Maden Fakültesinin
Jeofizik Kürsüsü birimlerinden sonra 1974
yılında Maçka Maden Fakültesinde Jeofizik Mühendisliği kuruldu. Bu yıl 40. Yılını
kutlayan bölüm ilk etkinliğini 9 Nisan 2014
tarihinde “Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan
Onuruna” düzenlediği “Depremden, Yeraltı
Kaynakları Araştırmasına Dopdolu Jeofizik”
konulu konferansla gerçekleştirdi. “Öğrencilerinin gözünden Prof. Dr. Övgün Ahmet
Ercan” bölümünde çok sayıda eski öğrencisinin ve meslektaşının dilinden anılarda
hoş anlar yaşandı. Onuruna toplantı düzenlenen Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ın verdiği konferans sonrası, resminin yer aldığı
onuruna basılan özel pul kendisine takdim
edildi ve PTT tarafından özel gün damgası
uygulandı. Ayrıca, “Bir Yaşama İki Deprem
Sığmaz” isimli son kitabı ilk kez günışığına
çıktı ve toplantı sonrası kitabını imzaladı.
Jeofizik Mühendisliği Bölümü diğer etkinliğini 1994 yılında kaybettikleri bölümün
kurucu öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nezihi
Canıtez için 15 Nisan 2014 günü gerçekleştirdi. “Jeofiziğe katkılarıyla ve Anılarla
Prof. Dr. Nezihi Canıtez” bölümlerinde çok
sayıda eski öğrencisinin anılarıyla duygusal
anlar yaşandı. Toplantının “Prof. Dr. Nezihi
Canıtez’in ardından” bölümünde hocanın
öğrencileri, bugünün akademisyenleri bilimsel çalışmalarına ilişkin sunumlar yaptılar.
İTÜ Maden Fakültesi İhsan Ketin Konferans
Salonunda gerçekleşen etkinliklere açılış konuşmalarını yapan Maden Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Fatma Arslan ve Jeofizik
Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.Dr. Gülçin
Özurlan Ağaçgözgü ile fakültenin diğer Bölüm Başkanları ve jeofizik mühendisliği sektörünün temsilcileri katıldı. Maden Fakültesi’nin akademisyen, öğrenci ve mezunlarını
bir araya getiren etkinliklere ilgi büyüktü.
ISTKA Projesi Sertifika
Töreni
İTÜ Prof. Dr. Adnan Tekin Malzeme Bilimleri
ve Üretim Teknolojileri Uygulama Araştırma Merkezi’nin (ATUM), İstanbul Kalkınma
Ajansı’na (İSTKA) önerdiği ve 15 Ağustos
2013 tarihinde kabul edilerek 9 ay süre ile
desteklenen “İstanbul’daki Soy Metal İşleme Ve Geri Kazanım Tesis Çalışanlarının
Ve Bunları Kamu Adına Denetleyen Mühendislerin Eğitimi” başlıklı projenin, Sertifika
Dağıtım Töreni ve Kapanış Kokteyli 9 Mayıs
2014 günü ATUM’da gerçekleştirildi.
Törene, projede eğitmen olarak görev alan
İTÜ öğretim üyeleri ile Proje kapsamındaki
eğitim programından yararlanan işletmelerin sahipleri, yöneticileri ve çalışanları ile
bu işletmeleri denetleyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü ve İSKİ
çalışanları, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü öğretim üyeleri ve öğrenciler
katıldılar.
Projenin hedefi, İstanbul’da yerleşik olan
rafineri, ramatçı, kuyum/takı üreticisi ve
ayar evleri gibi işletmelerin sahiplerine, yöneticilerine ve çalışanlarına, soy metal ka-
120 itü vakfı dergisi
çaklarını önleme, kimyasal reaktif tüketimini
azaltma, atık suların doğru ve yönetmeliklere uygun şekilde arıtılması ve zararlı gaz
emisyonlarının engellenmesi konularında
teorik ve deneysel eğitim verilmesi ve bilinç kazandırılmasıydı. Eğitim programının
diğer hedef kitlesi ise, kuyumcu, ramatçı,
ayar evi ve rafineri gibi işletmeleri, kamu
adına çevresel açıdan denetleyen kuruluşların personeli içinden oluşturulacak gruplardı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İstanbul
İl Müdürlüğü ve İSKİ çalışanları içinde soy
metallerle iştigal eden işletmeleri gerçek
anlamda denetleyebilecek yetkin mühendis grupları yetiştirmek, varılmak istenen
hedefin önemli bir kısmını oluşturmakta
idi. Bu hedefleri gerçekleştirmek üzere,
İTÜ-ATUM’da Mart ve Nisan ayları içinde
düzenlenen teorik ve deneysel eğitim faaliyetleriyle, İstanbul ve dolayısıyla Marmara bölgesinin çevresel sürdürülebilirliğine
yönelik olarak, çok yoğun reaktif tüketen
bu işletmelerin sahiplerinin ve çalışanlarının katı, sıvı ve gaz atıkların önlenmesi ve
bertarafı konularında bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi amaçlandı. Proje ile benzer
amaçlara yönelik eğitim faaliyetleri içeren
ve bahsi geçen sektör çalışanları ile bu
kuruluşları denetleyen personelin eğitimini hedef alan projelerin, İSTKA tarafından
önümüzdeki yıllarda da desteklenmeye
devam edilmesinin, hem ekonomik hem
de yaşanılabilir bir çevre hedefi açısından
büyük önem arz ettiği ve aynı zamanda da
üniversite ile sanayi arasında gerçekleştirilecek çözüm odaklı işbirliklerini arttıracağı
öngörülmektedir.
Katılımcılara sertifikaları, İTÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Mehmet Sabri ÇELİK ve
projede görev alan eğitmen hocalar tarafından verildi.
İTÜ’den haberler
İTÜ’de Bir İlk: IBM Bazlı
Sanal Sınıf Sistemi
İTÜ’de Vejetaryen
Yemek Uygulaması
Başlıyor
İTÜ Yemekhanesinde bir ilke imza atılarak, önemli bir yeniliğe
gidiliyor. Gerek öğrenciler gerekse akademik ve idari personel
olmak üzere İTÜ mensuplarından gelen taleplerin değerlendirilmesiyle, yemekhanelerde vegan/vejetaryen seçenek sunulması
kararı alındı. Ana yemeğe alternatif olarak çıkarılacak vegan/
vejetaryen ana yemek ile tüm İTÜ’lüler sağlıklı ve uygun fiyata
beslenme olanağından yararlanmış olacak. Uygulama ilk olarak
İTÜ’nün ana yerleşkesi Ayazağa’daki yemekhanelerde başlayacak. Sınırlı sayıda hazırlanacak vegan/vejetaryen seçeneği,
günlük taleplerin belirlenmesi ve geri bildirimlerin alınmasının
ardından tam olarak şekillendirilecek. Ardından İTÜ’nün tüm
yerleşkelerinde aynı uygulamaya geçilecek. Vejetaryen ana yemek seçeneğinin, diğer menü içeriğinde olduğu gibi web sitesi
üzerinden takip edilmesi de sağlanacak. www.sks.itu.edu.tr adresi üzerinden, mayıs ayından itibaren vejetaryen yemeğin de
dahil olduğu menü yayınlanacak.
Minik İTÜ’lüler
Rektörlükte
Kimya Metalurji Fakültesi sınıflarındaki bilgisayarların daha rahat kullanılmasını sağlamak amacıyla kurulan “Sanal Sınıf Sistemi” hizmete
girdi.
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ile üniversite ve fakülte yönetiminden
isimlerin katıldığı törende açılış konuşmasını Dekan Prof. Dr. Beraat
Özçelik yaptı. Prof. Dr. Özçelik, uygulamayı Türkiye’de hayata geçiren ilk üniversitenin İTÜ olduğunu belirtti. Sistem sayesinde öğretim
üyelerinin ders anında ya da kurum dışından istedikleri her zaman
rahatlıkla AutoCad veya ChemCad gibi programlarda uygulamalar
yapabileceğini, bir sanal bulut üzerinde ders notlarını depolayabileceklerini, hatta isteyen akademisyenlerin klasik müzik eşliğinde ders
anlatabileceklerini söyledi.
Konuşmanın ardından şirket yetkilileri, sistemin çalışması ve kullanımı hakkında sunum yaptı. Ayrıca sistemin işleyişiyle ilgili bir demo
çalışması da gerçekleştirildi.
Akademisyenler için kolaylık
16 derslikte, 160 kullanıcıya kadar hizmet verebilecek sistem sayesinde akademisyenler herhangi bir kişisel bilgisayar, tablet ya da akıllı telefondan sunucuya bağlanarak, görsel ve işitsel, istediği dosyayı
kendilerine ayırılmış alanlara indirerek ders ortamında öğrencilerle
paylaşabilecek. Sistem akademisyenlere hangi derslikte olursa
olsun aynı k alitede, kontrollü ve güvenli bir ortam sağlayacak.
Üniversitemizde çalışan akademik ve idari personelin çocuklarının yararlandığı İTÜ Kreş ve Anaokulu öğrencileri, 23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Rektörlüğümüze
konuk oldu. 3-6 yaş arası 20 öğrencinin katıldığı ziyarette, minikler Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcıları Prof.
Dr. İbrahim Özkol ve Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Genel Sekreter Doç. Dr. Tayfun Kındap, Genel Sekreter Yardımcısı Doç. Dr.
Mustafa S. Yazgan, Sağlık, Kültür. Spor Daire Başkanımız Zeki
Şimşek ile bir araya geldi. Öğrencilere öğretmenleri de eşlik etti.
Minikler, Türk bayraklı balonları ve kırmızı - beyaz kıyafetleriyle
bayram coşkusunu getirdi. Neşeli anlara sahne olan ziyarette,
Rektörümüz Prof.Dr. Mehmet Karaca öğrencilerle tek tek ilgilendi. Tüm öğrencilerle tokalaşarak tanışan Karaca ile minikler arasında ilginç diyaloglar da yaşandı. Minikler, büyüyünce hangi
mesleği yapmak istedikleri sorusuna, itfaiyeci, polis, öğretmen
yanıtlarının yanı sıra rektör karşılığını da verdi.
Ziyarette öğrenciler, Rektörümüz Prof. Dr. Karaca’ya çeşitli atölye çalışmalarında yaptığı çalışmaları hediye etti.
itü vakfı dergisi 121
İTÜ Kariyer Zirvesi
İTÜ Kariyer Merkezi tarafından 24-26 Şubat 2014 tarihleri arasında Kariyer Zirvesi
gerçekleştirildi.
“Yeteneğe Dokun” temasıyla yola çıkan
ve 3 ayrı kampüste sektörlerin liderlerini öğrencilerle bir araya getiren İKZ’de,
“mülakat, örnek olay ve atölye çalışması”
sayesinde alışılmışın dışında bir kariyer etkinliğine imza atıldı. Arçelik ana sponsorluğunda yapılan zirve, hem firmalar hem
de öğrenciler için iletişimi güçlendiren ve
somut sonuca ulaşmayı kolaylaştıran nitelik taşıdı. Zirvenin yerleşke sponsorluklarını
Vestel (Elektrik-Elektronik Fakültesi), Bosh
(Gümüşsuyu Yerleşkesi) ve Daikin (Maçka
Yerleşkesi) üstlenirken, iletişim sponsorluğunu Doğuş Medya yaptı.
Türkiye’nin saygın, başarılı, genç potansiyele ve dinamizme önem veren kurumları
ile üniversite öğrencileri arasında bir köprü
kurması amaçlanan zirvenin açılışını, Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca yaptı.
Karaca, açılışın ardından standları gezerek
öğrenciler ile gelecek planları hakkında konuştu.
İTÜ dışından öğrencilere fırsat
Otomotivden enerjiye, hazır giyimden bilişime, elektronikten ulaşıma kadar birçok
sektörün dev isimlerinin yer aldığı zirvede,
öğrenciler kariyerlerinin ilk adımı için iş görüşmeleri yaptı ve staj başvurularında bulundu. Türkiye’nin farklı şehirlerindeki üni-
versite öğrencilerini de ağırlayan zirve, bu
yönüyle fırsat eşitliğine de katkı sundu.
İKZ’14 ile bu yıl bir ilke imza atılarak, İTÜ
öğrencilerinin çalıştığı ve uluslararası yarışmalarda Türkiye’yi temsil eden projelerin
prototipleri de sergilendi. İTÜ öğrencileri
tarafından, projeler hem ziyaretçilere tanıtıldı hem de üniversite adaylarını bilimsel
çalışmalar için heyecanlandırmak amacıyla lise öğrencilerine sunumlar yapıldı. İKZ,
projelerle firmaların buluşması ve öğrencilerin sponsorluk görüşmelerine aracılık etmesi adına da önem taşıdı.
Kariyer uzmanları buluştu
Türkiye’deki tüm üniversitelerin kariyer
merkezlerinin davetli olduğu organizasyon,
“Ulusal Kariyer Merkezleri Çalıştayı” ile öğrencilere destek veren tarafta yer alan kariyer planlama uzmanları için de ayrıcalıklı
bir bilgi paylaşım ortamı sağladı. Network
Hours, Konser, Fashion Awards ve Münazara Yarışması gibi birçok etkinlikle zenginleşen İKZ, binlerce öğrenciye kariyer planlamasında yenilikçi ve etkili bir pencere açtı.
Sıla Gerbağa ve Elif Kay, 4. Uluslararası Flüt
Yarışması’ndan Ödülle Döndü
İTÜ Müzik İleri Araştırmalar Merkezi (MİAM) öğrencisi Sıla Gerbaga 15-16 Şubat 2014 tarihinde Monako’da düzenlenen 4. Uluslararası flüt yarışmasında en yüksek kategori olan “perfectionnement” kategorisinde İkincilik Ödülü’nü kazanmıştır. Yarışma,
“A Travers flute” derneğinin katkıları ile Prens 3. Rainer Müzik ve
Tiyatro Akademisinde 12 farklı kategoride gerçekleşmiştir. Öğrencimizi aşağıdaki kurul değerlendirmiştir.
Felix Renggli (İsviçre ) Basel Musikhochschule öğretim üyesi.
Sanqing Chen (Çin) Pekin Merkez Konservatuvarı öğretim üyesi.
Quiling Chen (Çin) Beijing Senfoni Orkestrası solo flüt.
Henrik Switzer (Danimarka) Carl Nielsen Müzik Akademisi,Danimarka Kraliyet Orkestrası.
Torkil Bye (Norveç) - Oslo Flarmoni solo flüt, Texas Üniversitesi
öğretim üyesi.
Raphaëlle Barraya (Fransa) Monte Carlo Orkestrası solo flüt.
Sıla Gerbağa aynı zamanda jüri üyeleri tarafından Eylül 2014
122 itü vakfı dergisi
yılında Çin’in Guangzuou şehrinde gerçekleşecek olan Uluslararası 3. Aurele Nicolet yarışmasına da katılması için davet almıştır.
Elif Kay, Kendi Yaş Grubunda 2. lik Ödülü Aldı
İTÜ Türk Musikisi Devlet
Konservatuvarı öğrencisi
Elif Kay, “A Travers Flute”
derneğinin katkıları ile 12
farklı kategoride Monako’da, Prens 3. Rainer
Müzik ve Tiyatro Akademisi’nde düzenlenen 4.
Uluslar arası Flüt Yarışması’nda kendi yaş grubunda İkincilik Ödülü’nü Konservatuvarımıza taşıdı.
İTÜ’den haberler
Ulusal Mimarlık Ödüllerinde İTÜ’ye çifte gurur
Projesi öğretim üyelerimize
ait olan İTÜ Merkezi Derslik
Binası Ulusal Mimarlık Yapı
Dalı Başarı Ödülüne değer
görüldü.
Mimarlar Odası tarafından iki yılda bir
düzenlenen “Ulusal Mimarlık Ödülleri”
bu yıl 14. kez sahiplerini buldu. İTÜ Merkezi Derslik binası, Ulusal Mimarlık Yapı
Dalı Başarı Ödülünü kazandı. Projenin
sahiplerinin Mimarlık Fakültesi öğretim
üyelerimiz olması, ödülü daha da anlamlı kıldı.
Ulusal Mimarlık Ödülleri “Yapı”, “Proje”
ve “Fikir Sunumu” olmak üzere 3 dalda
verildi. Ayazağa Yerleşkemizde yer alan
Merkezi Derslik binasının, Yapı dalında
kazandığı Başarı Ödülünü, projenin mimarları olan öğretim üyelerimiz Prof. Dr.
Hasan Şener ve Prof. Dr. Ahsen Özsoy
aldı.
Yapı dalında ödül alan bir başka proje
ise Mimar Cem Sorguç’un tasarladığı
Noxx Apartmanı olurken, bu projenin
çelik strüktür danışmanlığını da yine bir
İTÜ’lünün, Mimarlık Fakültesi Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Oğuz Cem Çelik’in yapmış olması, ayrıca gurur verdi. Prof. Dr.
Çelik, Merkezi Derslik binamızın statik
proje danışmanlığını da yürütmüştü.
‘Mimari Sözü Güçlü’
Merkezi Derslik binasının mimari başarısı,
2014 yılında yayımlanan “Vitra Çağdaş
Mimarlık Dizisi 3: Eğitim Yapıları” kitabında şöyle anlatılıyor:
“Herhangi bir fakülteyi temsil etme yükünü taşımayan yapı, bunu bir avantaj olarak kullanır. Mimari sözü güçlüdür, temsili
sözü ise bilinçli biçimde geriye çekilmiştir. Yapı boyunca iri kütleli anfi mekânların
arasındaki derin galeriler, arka cephede
zeminden yükselip çatıya dönen cam
ikinci yüzeyler dolayısıyla anfilere doğal
ışık sağlar. Güney cepheye yerleştirilen
derslikler ve çalışma odaları ise tümüyle saydam dış cephelerinde ikinci cidarı
oluşturan hareketli metal perfore levhalar
ile günışığını perdeleyerek alır ve cephenin dinamizmine katkıda bulunur.
Yapının yerleşke merkezinde, önünde
geniş yeşil alan bırakarak geri çekilmesi;
zemin katta bölüntüsüz tek mekânda süren sosyal yaşamın tümüyle saydam bir
cepheyle sınırlarını eriterek yerleşkeye
açılması; strüktürün geri çekilmesiyle birbirine akan yüksek hacimli orta galerilerin
sağladığı iletişim ortamı gibi değerler ile
yapı, farklı kentlerden gelerek farklı bölümlere dağılacak öğrenciler için sosyalleşme imkânlarını sonuna kadar
açmaktadır.”
Merkezi Derslik Binası Hakkında
İTÜ Merkezi Derslik Binası, farklı programlara devam eden öğrencilerin ortak derslerinin verildiği anfiler, seminer odaları,
bilgisayar laboratuvarları, öğretim üyesi
odaları ve kafe-terya gibi birçok kullanım
alanını barındırır. Bina, yerleşkenin yaya ve
taşıt ulaşım akslarının kesişme noktasında,
kamusal mekânları tanımlayacak ve zenginleştirecek bir şekilde konumlandırılarak,
yalın bir biçimlendirmeyle ele alınmıştır. İç
mekânlarda, algının ve insan hareketlerinin
yatay-düşey sürekliliğini güçlendiren bir
anlayış benimsenmiştir. Tasarım şemasında, amfiler ile seminer odaları ve ofisler net
bir sirkülasyon ve servis zonu ile ayrılmıştır. Esneklik, zaman, deprem güvenliği gibi
kriterlere göre seçilen çelik yapı sistemi ve
diğer sistem bileşenleri iç mekanda görünür kılınmıştır. Güneyde ve kısmen doğu ve
batı cephelerinde hareketli metal perfore
levhalarla çift cidar oluşturulmuş, enerji verimliliği gözetilmiştir.
itü vakfı dergisi 123
Mezunlar YURDU AÇILDI
İTÜ Mezunlar Derneği’nin 16 Nisan 2014
Çarşamba günü yapılan Olağanüstü
Genel Kurul toplantısında derneğin yeni
Yönetim ve Denetleme Kurulu seçildi. Derneğin, Yönetim Kurulu Başkanlık
görevine Veli Tan Kirtiş seçildi. Yönetim
Kurulu ilk toplantısını yaparak aşağıdaki
şekilde görev dağılımı yaptı.
Başkan : Veli Tan KİRTİŞ
Başkan Yard. : Hüseyin CEVAHİROĞLU
Başkan Yard.
: Sadi ABALI
Genel sekreter : Pınar EFENDİOĞLU
Sayman : Cenk ALPER
Mezunlarla İTÜ İşbirliğinin
Eseri: Mezunlar Yurdu
İTÜ Maslak Yerleşkesi içinde yer alan ve
102 kişinin konaklamasına imkân tanıyan
yeni erkek öğrenci yurdu 12 Nisan 2014
günü yapılan törenle açıldı. Tören, İTÜ
Mezunlar Derneği Başkanı Erol Bilecik,
İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ve Arı
Kültürel Sosyal Vakfı Başkanı Serhat Ödener’in konuşmaları ile başladı. Törene katılanlar, açılışın ardından, mezunların bağışları ile donatılan odaları dolaşarak, yurda
yerleşen öğrencilerle görüştüler.
Mezunlar Yurdu’nun yapılış hikâyesi ‘Mezunlar Meydanı’ ile başlıyor. İTÜ Mezunlar
Derneği’nin başlattığı bir proje kapsamında; öğrenim gördükleri yılları ve üniver-
sitelerini unutmayan İTÜ mezunları, İTÜ
Ayazağa Yerleşkesi’nde Mustafa İnan Kütüphanesi önünde bulunan ‘Mezunlar Meydanı’nda kendileri için hazırlanan ve adlarının yazılı olduğu petek taşlarını satın alarak
hem öğrencileri unutmamış oldular, hem de
İTÜ tarihine adlarını kazıyarak bir ilke imza
attılar.
30 bin civarında öğrencisi olan
İTÜ’de, barınma sorunu en önemli sorunların başında geliyor. ‘Mezunlar Yurdu’nun
hizmete girmesiyle, erkek öğrencilerin bir
kısmının bu sorunu çözülmüş oldu.
İTÜ Mezunlar Derneği’nİn (ABD) “Mühendisler
Gecesi”
ABD’de yasayan İTÜ mezunları arasında
iletişim ve dayanışmanın yerleştirilmesi,
Teknik Üniversitelilik ruhunun güçlendirilmesi, bunun için sosyal ve kültürel etkinlikler düzenleyerek topluma ve insanlığa yararlı olunması amacıyla kurulmuş olan İTÜ
Mezunları Derneği (ABD) Türkiye’deki İTÜ
Mezunları Derneği (İTÜMD)’ne bağlı olan
124 itü vakfı dergisi
ABD’deki tek dernektir.
İTÜ Mezunlar Derneği - USA, kuruluş yılından bu yana amaca yönelik çeşitli etkinlikler düzenliyor. 24 Subat 2014 akşamı,
Florida’da, FTAA ile birlikte, Fort Lauderdale’deki Türk Evi’nde düzenlenen “Muhendisler Gecesi” - ITU Mezunlari Derneği
yemeği de bu etkinliklerden biri olarak ger-
çekleştirildi ve geceye 60 kişi katıldı.
Dernek Başkanı Feray Girgin, FTAA (Florida Turkish American Association) yöneticilerinin de, Derneğin böyle bir ilki gerçekleştirdiği için çok memnun olduklarını
bildirerek, bu yemekli-müzikli geceye diğer üniversitelerden (ODTU, Robert College-Bogazici Universitesi, Amerikadaki
universiteler vb.) mezun muhendisler ve
dostlarının katıldığını belirtiyor.
Feray Girgin, bu toplantıda, İTÜ mezunu mühendisler Ismail Ercan, Ferdi Baler, Mehmet Ilter, Selcuk Yetimoglu, Niyazi
Aydemir, Prof. Dr. Mehmet Fethi Turegun,
Bulent Kocaerkek, Bulent Bayraktar, Murat
Ocbe, Tuncay Pekin ve ailelerinin katıldığına dikkat çekiyor.
İTÜ Mezunlar Derneği, ABD’ deki tüm
İTÜ’lülere ulaşmak amacıyla bir ağ kurma
çabaları devam ediyor.
Feray Girgin
ITUMD-ABD Baskan
[email protected] [email protected]
http://www.itumdusa.org/
İTÜ’den haberler
Köprü ve Viyadük Yapımında
Sürme Yöntemi
Y. Müh. Altok Kurşun, İTÜ Deprem Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü’nün
periyodik seminerleri çerçevesinde konuk
olduğu İTÜ’de, “Köprü ve Viyadük Yapımında Sürme Yöntemi” konulu bir seminer
verdi.
Sürme yöntemi, uzun köprü ve viyadük
yapımında yoğun bir şekilde kullanılan
modern ve çağdaş bir yapım yöntemidir.
Dış dünyada uzun yıllardan beri kullanılmakta olan bu yöntem ile yurdumuzda ilk
kez 1985-1991 yılları arasında inşa edilen
Kınalı-Sakarya otoyolu ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü Projesi kapsamındaki Molla
Gürani, Sadabad I, Hasdal ve Akşemsettin
viyadükleri inşa edilmiştir.
Yöntem, iskele kurmanın mümkün olmadığı
derin vadiler ve yerleşim bölgeleri için ideal
bir çözümdür. Bu yöntem ile daha estetik,
daha güvenli ve daha ekonomik yapılar
inşa etmek mümkün olabilmektedir.
Yöntemin bir başka önemli özelliği de yerinde döküm beton ile öndöküm ( precast)
beton teknolojilerinin iyi taraflarını bünyesinde birleştirmesidir.
Sürme yöntemi ile yardımcı ayaklar kullanmadan 60-70m lik açıklıklar, geçici yardımcı ayak ve geçici gergin eğik askılı kuleler
kullanmak suretiyle Mileau Viyadüğünde
olduğu gibi 345 metrelere varan açıklıkları
geçmek mümkündür.
Yapım teknolojilerindeki bütün gelişme ve
ilerlemelere rağmen “iskele ve kalıp” maliyetleri toplam yapım maliyetinin %20-30
mertebelerini buluyor.
Ancak, Sürme yöntemi:
• Küçük bir makina parkı
• Defalarca kullanılabilen ve hep aynı yerede bulunan kalıp ve iskele sistemi
• Yapım süresi kısalığı
• Malzeme taşın yollarının kısalığı
• Tekrar edilen işçilik
• Kötü hava şartlarından bağımsızlık
gibi özellikleri yanısıra kullanılan makina ve
teçhizatın çok kolaylıkla nakledilerek bir
başka yerde benzer projelerde kullanılabilmesine olanak tanıması ile gerçekten süratli ve ekonomik bir yapım yöntemidir.
Sürme yönteminde temel prensip: yapıyı
kenarayaklardan bir tanesinin arkasında,
bu amaç için özel olarak hazırlanmış “beton döküm alanı”nda bölümler/segmentler
halinde döküp, kalıcı yerine doğru sürmektir.
Yeni dökülen her bölümün bir önce dökülen bölüme bağlantısı öngerme ve betonarme donatısı ile rijit olarak yapılır. Ayrıca
iş derzindeki yüzeyler pürüzlü bırakılarak
kaynaşmanın daha iyi olması
sağlanır.
Sürme sırasında kesit tesirlerinin
ölçülü sınırlar içerisinde kalmasını sağlamak için üstyapının
ucuna hafif- genellikle çelikten
yapılmış-bir sürme ucu/gaga geçici olarak monte edilir.
Gaganın üstyapıya bağlantısı
hem değişik işaretlerdeki eğilme
momentlerini hem de değişik
işaretlerdeki kesme kuvvetlerini
alabilmek için öngerme çubukları/kabloları vasıtası ile yapılır.
Kablolar enjekte edilmedikleri
için sürme işlemi bittikten sonra
rahatlıkla sökülebilir ve bir başka
projede tekrar kullanılabilirler.
Sürme işlemi, beton döküm alanında düzenlenmiş özel sürme
ekipmanı ve her ayak üzerinde
tertiplenmiş özel sürme mesnetleri vasıtası ile gerçekleştirilir.
Sürme işlemi bittikten sonra sürme mesnetleri ile kalıcı mesnetler değiştirilir.
Sürme yöntemini kolaylıkla uygulayabilmek için yapının plandaki geometrisi çok önemlidir.
Yapı ekseni doğrusal olabileceği
gibi sabit yarıçaplı bir eğri ( daire
) de olabilir. Yapı güzergahında
klotoid gibi değişken yarıçaplı
eğriler varsa ana kirişlerden oluşan gövdeyi sabit yarıçaplı bir eğri üzerinde sürüp
klotoidden sapmaları sonradan tabliyede
ayarlamak da mümkün olabilir.
Yapının profilinin de doğrusal olması işleri
çok kolaylaştırır. Sürme islemi yokuş yukarı
yapılabileceği gibi yokuş aşağıya doğruda
yapılabilir ancak bu durumda sürme sırasında yapının kayıp kaçmaması için özel
önlemler almak gerekir.
Sürme sırasında yapının statik sistemi devamlı değiştiği için teorik olarak sonsuz
adette yapım safhası ve buna bağlı olarakta sonsuz adette yapım aşaması statik
sistemi mevcuttur.
Üstyapıya ait herhangi bir kesit, sürme sırasında bulunduğu yere bağlı olarak hem
büyük miktarlarda
pozitif eğilme momentleri hem de büyük
miktarlarda negative eğilme momentleri alır.
Benzer durum kesma kuvvetleri ve torsiyon
momentleri içinde geçerlidir. Bu nedenle
seçilen öngerilmenin büyük bir kısmının
“eksenel-merkezi öngerme” biçiminde olması gerekir. Kesitin tamamı öngerilmeden
ötürü yeterli miktarda basınç gerilmeleri ile
yüklü olmalıdır.
Yapı tamamlandıktan sonra hareketli yüklerden oluşacak eğilme momentlerini almak için ise klasik yörüngeli ikincil bir
öngerilme düzenlemesi de yapmak gerekebilir. Bu öngermenin bir kısmı yapım
aşamalarında verilebileceği gibi tamamı
yapının inşaası tamamlandıktan sonrada
verilebilir.
Sürme yöntemini klasik yöntemlerden ayırt
eden önemli bir başka özellik de toleransların büyüklükleridir. Sürme yöntemi ile
çalışrken çok daha dikkatli olmak gerekir
bu yöntemde yapım toleransları diğer yöntemlere kıyasla çok daha küçüktür. Örnek
olarak : klasik iskele ve kalıp üzerinde inşa
ettiğiniz bir viyadüğe ait 40m yüksekliğindeki bir orta ayağı 4-5cm kısa veya uzun
inşa etseniz pek bir şey olmazken aynı şey
sürme yöntemini kullanırkaen başınıza büyük sorunlar çıkarabilir.
Sürme yöntemi sadece ardgermeli betonarme köprü be viyadüklerde değil kompozit veya çelik üstyapılarda da kullanılabilir.
itü vakfı dergisi 125
Genç Başarı
IAESTE
Hem Staj Yap,
Hem Dünyayı Dolaş!
Staj yaparken eğlenmek,
dünyayı dolaşmak, unutulmaz
dostluklar edinmek ve bunları
yaparken para da kazanmak
istersiniz değil mi? O halde
hemen IAESTE (International
Association for the Exchange
of Students For Technical
Experience) Milletlerarası
Teknik Stajyer Öğrenci Değişimi
Birliği’nin İTÜ’deki Türkiye
Merkezi’nin kapısını çalın!
Muhammed Sezgin ÖZER
Makina Mühendisliği 3. Sınıf Öğrencisi
IAESTE İTÜ Makina Fakültesi Temsilcisi,
Yönetim Kurulu Üyesi
I
AESTE Nasıl Bir Bağa Sahip?
Öncelikle biz bir aileyiz. Öyle bir aileyiz
ki, sene içinde yurtdışına onlarca İTÜ’lüyü göndermek üzere hazırlık çalışmaları
yaparken, bir yandan da kaynaşacağımız
birçok aktivite gerçekleştiriyor; kahvaltılar, akşam yemekleri, geziler ve partiler
düzenliyoruz. Ulusal konferanslar yapıp ,
IAESTE’ye üye tüm üniversiteleri bir araya
toplayarak tanışıyoruz. En önemlisi SUMMER RECEPTİON… Yazın gelen onlarca
stajyerlerle 7/24 ilgilenerek her türlü zorlukta yardımlarına koşuyoruz. Bunun yanında,
IAESTE ailesi olarak İngilizcemizi geliştirme
fırsatı buluyor, yeni kültürler tanıyor ve görmediğimiz yerleri görüp sayısız arkadaş
ediniyoruz. Gelen öğrencileri havaalanlarında karşılayarak kalacakları yere kadar
eşlik ediyor ve gerekli ihtiyaçlarının temininde yardımcı oluyoruz (telefon hattı, akbil, internet, banka hesabı vb.). Ayrıca ilk
iş günlerinde onlara eşlik edip, gidecekleri
yolu dahi öğretiyoruz, açıkçası tam bir aile
oluyoruz.
126 itü vakfı dergisi
Genel Olarak IAESTE
IAESTE, ülkeler arası “stajyer öğrenci değişim” kuruluşu olarak 1948 yılında Londra’da 10 kurucu üyenin girişimi ile kurulmuş
ve şu an 84 ülkenin üye olduğu uluslararası bir birliktir. Misyonu teknik ve mesleki
gelişimi hızlandırmak için üyeleri arasında yüksek kalitede staj değişim programı
yürütmek; öğrenciler, akademik kurumlar,
işverenler arasında ve toplumda uluslararası iyi niyeti geliştirmektir. Milletlerarası
Teknik Stajyer Öğrenci Mübadelesi Birliği
adı altında 1955 yılından itibaren ülkemizde çalışmalarını sürdüren IAESTE Türkiye;
akademik kurumlar, endüstri kuruluşları ve
öğrenci çevrelerinin temsil edildiği bir ulusal komite desteğiyle çalışan staj değişim
organizasyonudur. Çalışmalarını İstanbul
Teknik Üniversitesi önderliğinde sürdüren
IAESTE Türkiye, 41 üniversite temsilciliğinden oluşmaktadır. Yüksek öğrenimlerine
devam eden öğrencilere, eğitimleri ile ilgili
teknik deneyim kazandırmayı amaçlamaktadır. Dünyada 1948’den bu yana toplam
346.945 öğrenci bu imkanlardan yararlanmıştır. Ayrıca IAESTE Türkiye bugüne kadar 13.541 Türk öğrencisine dış ülkelerde
ve yine 8394 yabancı öğrenciye de ülkemizde staj imkânı sağlamıştır. 2013 yılında
ise 127 öğrenciye evsahipliği yapmış ve
114 öğrenciyi çeşitli ülkelere göndermiştir.
IAESTE’ye üye ülkeler, kendi ülkelerindeki
kuruluşlardan staj yeri sağlamaktadırlar.
Genellikle 8 – 12 hafta yaz dönemi, bazen
de uzun dönem diye adlandırdığımız 1252 hafta süreli olan stajlardır. IAESTE’ye
üye ülke temsilcileri, her yıl Ocak ayında
bir ülkede toplanarak getirdikleri staj yerlerini karşılıklı olarak değiştirmektedirler.
Değişimde, verilen staj yeri kadar staj yeri
alınabilmektedir. Ülkemizden her yıl yaklaşık 250 kadar staj yeri götürülmekte ve
bunların % 40’a yakını Almanya ile değiştirilmektedir.
Dünya çapında sosyal, kültürel ve teknik
bir bütünün bir parçası olan IAESTE öğrencisi olmak:
• Özverili, uyumlu,
• Çalışma disiplini olan,
• Takım çalışmasında deneyimli,
• Dayanışmayı ve gönüllülük anlayışını benimsemiş,
• Kendine güvenen ve çevresine güven
veren,
• Belirtilen stajın kendisine sağlayacağı
yararların farkında olan,
• Şirketlerin projelerinde ihtiyaç duyulan
konumları teknik bilgisiyle doldurabilecek,
niteliklere sahip olmak demektir.
IAESTE Etkinlikleri
IAESTE DAY:
Her yıl 20 Ekim tarihinde 87 üye ülke tarafından kutlanır. Iaeste’ye özel bu günde
yapılan aktiviteler ve kutlamalar sosyal
medya üzerinden tüm dünya ile paylaşılır.
JUMP:
Açılımı Join Us To Motivate People olan bu
etkinlik, her yıl başka ülkede Çarşamba
gününden Pazar gününe olmak üzere 5
gün sürer. Etkinliğin en temel amacı motivasyondur. 5 gün boyunca workshoplar
partiler düzenlenir. Etkinliğin son günü ise
her IAESTE etkinliğinde olduğu gibi International Night olur. Her ülke, kendi tanıtımı
için yerel kıyafetlerini giyer ve yiyecekiçecek sunabileceği masa hazırlar. Jump,
2007 yılında Türkiye‘de gerçekleştirilmiş
olup bu yıl Avusturya’nın Klagenfurt şehrinde 15 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilmiştir.
CEC:
Slovakya, Slovenya, Macaristan, Hırvatistan, Avusturya, Çek Cumhuriyeti ve
Polonya olmak üzere 7 ülkenin ev sahip-
Çalışmalarını İstanbul Teknik
Üniversitesi önderliğinde sürdüren
IAESTE Türkiye, 41 üniversite
temsilciliğinden oluşmaktadır.
Yüksek öğrenimlerine devam
eden öğrencilere, eğitimleri ile
ilgili teknik deneyim kazandırmayı
amaçlamaktadır.
liğini yaptığı Central European Convention
etkinliği, güz ve bahar dönemlerinde birer
kez olmak üzere yılda 2 kez düzenlenmektedir. Etkinlik Cuma akşam Welcome Party
ile başlayıp Pazar gününe dek çeşitli workshoplar, ülke tanıtımları, katılımcılar için düzenlenen turistik gezileri içermektedir.
CONNECT:
Connect is a relatively new event on the
IAESTE calendar, concentrating on including the countries in Western & Northern
Europe and the Nordic countries.
Our event is focused on networking and
training for members, and this event will
also promote Norwegian traditions and
nature.
TWINNING:
Sadece gezme ve komitelerin kaynaşması amacıyla yapılan bir etkinliktir. Farklı
ülkelerden iki komite arasında 5’er günlük
olmak üzere 2 farklı zaman belirlenir. Ayarlanan bu zamanlarda iki komite kendi ülkelerinde birbirlerini ağırlarlar. IAESTE’nin
en eğlenceli etkinliklerinden biri olan Twinning, aynı zamanda farklı bir ülkenin 5
günlük bir zaman diliminde en verimli şekilde gezilebilinecek nadir fırsatlardandır.
Ev sahibi komite gelecek misafir komiteye
çeşitli etkinlikler hazırlayarak şehri en kolay
şekilde gezmelerini sağlamaktadır. Son 4
yılda İTÜ IAESTE olarak yapılan twinningler Londra , Zurich, Zaragoza, Viyana ve
Üsküp’tür.
ULUSAL KONFERANS:
Bu etkinlik Türkiye komiteleri tarafından
gerçekleştirilir. 41 üye komitenin bulunduğu IAESTE Türkiye, senede 2 defa bir
komitenin ev sahipliği yapmasıyla ulusal
konferans etkinliğini düzenler. İki gün süren etkinlik boyunca çeşitli konuşmacılar
ağırlanır ve beraber workshoplar yapılır.
IAESTE’yi geliştirme amaçlı grup çalışmaları düzenlenir.
IAESTE ALUMNI NETWORK:
IAESTE’lileri iletişim halinde tutmak için
kurulmuş olan bu network’te, hesap açıp
profil oluşturulur. Bu hesapla çeşitli paylaşımlarda bulunulabilir, forum sayfalarına
katılınabilir, IAESTE ile ilgili güncel bilgilere ulaşılabilir. IAESTE’nin uluslararası
dergisi olan Friends bu ağdan yayınlanmaktadır.
Gözbebeğimiz IAESTECH
Dergisi
IAESTE ailesi olarak bir de evladımız var,
IAESTECH adlı dergimiz… Güz ve bahar
olmak üzere yılda iki defa çıkarıyoruz. Bu
dergide staja giden ve gelen arkadaşlarımız deneyimlerini ve anılarını anlatıyor,
Alumni röportajları ve İK röportajları yer
alıyor, geziler eğlenceli bir şekilde anlatılıyor, kültür sanat ve teknoloji kısımları yer
alıyor. Dergimizi, çok eğlenerek okuyacağınızı ve elinizden bırakmayacağınızı düşünüyoruz.
Biz IAESTE öğrencileri, görev almaya istekli ve bu bütün içinde yer almak isteyen
herkesi aramızda görmekten mutluluk duyarız.
IAESTE İTÜ ailesine katılmak,
maddi
manevi
destek olmak ve
dergimize reklam
vermek için;
iaeste.itu@gmail.
com
https://www.facebook.com/IaesteITU?fref=ts
h t t p s : / / t w i t t e r.
com/iaeste_itu
Antalya Gezisi
Bolu Gezisi
itü vakfı dergisi 127
Genç Başarı
8. İTÜRO’da 600 Proje Yarıştı
İTÜ’nün gelenekselleştirdiği etkinlikler arasında yer alan Robot Olimpiyatları, 10-12
Nisan 2014 tarihleri arasında 8. kez düzenlendi.
Kontrol ve Otomasyon Mühendisliği Kulubü
tarafından İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen İTÜRO’yu, 3 günde 6 bini aşkın kişi
ziyaret etti.
Robotik meraklılarını bir araya getiren olimpiyatlar boyunca, yarışmalar, konferanslar,
panel ve söyleşiler düzenlendi. Türkiye genelinden ve yurtdışından üniversite, lise ve
ilköğretim kademesinden 600’e yakın proje
katıldı. 828 yarışmacının katıldığı olimpiyatlarda, 3 gün boyunca 11 kategoride yarışmalar yapıldı.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da büyük ilgi gören
İTÜRO’nun açılışı “Çizgi İzleyen” ile “Mikro
Sumo” etaplarındaki projelerin yarışı ile yapıldı. Öğrenciler üç gün süren olimpiyatlarda ayrıca “Yangın Söndüren”, “Merdiven
Çıkan”, “Renk Seçen”,“Labirent”, “Kendini
Dengeleyen Robot”, “Süpürge”, “Serbest”
ve “Senaryo” olmak üzere birbirinden ilginç
kategorilerde yarıştı. “Dünya’nın en hızlı ballbotu” olarak tanıtılan Rezero ise 3 gün boyunca robotik meraklılarının ilgisine sunuldu.
8. İTÜRO’da dereceye giren projeler şöyle:
Kategoriler
Çizgi İzleyen 1
Çizgi İzleyen 2
Çizgi İzleyen 3
Mikro Sumo 1
Mikro Sumo 2
Mikro Sumo 3
Yangın Söndüren 1
Yangın Söndüren 2
Yangın Söndüren 3
Süpürge 1
Süpürge 2
Süpürge 3
Basketbol 1
Basketbol 2
Basketbol 3
Merdiven Çıkan 1
Merdiven Çıkan 2
Labirent 1
Renk Seçen 1
Kendini Dengeleyen 1
Kendini Dengeleyen 2
Kendini Dengeleyen 3
Senaryo: Top Taşıma 1
Senaryo: Top Taşıma 2
Serbest 1
Serbest 2
Serbest 3
128 itü vakfı dergisi
Proje İsmi
Takım Kaptanı
bhpdml1
barbaros2
bhpdml2
sıkıntı
joker
böcek
yananı görür Allah
saka
pervane başkan
tornado
zela60
süpürgeç
roboteam60
devrim
hho
akiron
spontan
stable
almış60
kafa1500
hacı yatmaz
vertigo
seyit onbaşı
wright kardeşler
hexator
temur
atlas
Burak Kırca
Burak Kırca
Burak Kırca
Gürol
Hüseyin Kayal
Ali Rıza Doğan
Furkan Şahin
Erdem Doğan
Umut Meriç
Ali Rıza Doğan
Ali Rıza Doğan
Ali Rıza Doğan
Ferhat Gölbol
Mustafa Yanar
Moustafa Memet
Ata Dönmez
Eray Aktokluk
Ali Rıza Doğan
Mustafa Taşçı
Hüsnü Turhan
Enes orhan Mızrak
Muhammed Kocabaş
Uğur Bugaz
Göksu Kara
Mert Demir
Muhammed Kocabaş
İTÜ VakFı’NDan haberler
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
Bursiyerlerimizle Kutlandı
İ
TÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü,
Geleneksel Bursiyer Toplantısı ile bir arada düzenlediği bir etkinlikle kutladı. Komite her yıl geleneksel olarak, burs verdiği
öğrencilerle tanışmak, İTÜ Vakfı ve Komite’nin çalışmaları hakkında bilgi sunmak
üzere bir toplantı düzenliyor. Bursiyerlerle
tanışma toplantısı bu yıl, öğrencileri farklı
bir ortamda ağırlamak amacıyla, yine Komite’nin geleneksel etkinliklerinden olan
8 Mart Dünya Kadınlar günü ile bir arada
gerçekleştirildi.
Gazeteci Yazar Mine Kırıkkanat’ın konuşmacı olarak davet edildiği etkinlikte, İTÜ
Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı öğrenci grubunun verdiği mini konser, güne
ayrı bir renk kattı. Çeşitli yayınevlerinin,
Bursiyer Toplantısı nedeniyle öğrencilerimiz için gönderdikleri kitaplar, etkinlik sırasında sergilendi ve öğrencilere hediye
edildi.
Mine Kırıkkanat Dünya Kadınlar Günü nedeniyle davetli olduğu etkinliğimizde yaptığı konuşmada, önce bir yanlışı düzeltmek
istediğini belirterek, Kadınlar Günü’nün,
bilinenin aksine ilk defa Lenin tarafından
8 Mart 1921’de başlatıldığına dikkat çekti.
Kırıkkanat, “Sovyetler Birliği’nde Komünist
devriminin başlangıcında kadınların büyük
mücadele vermiş olması ve 1917’deki isyanlarda da kadınların ön saflarda olması
nedeniyle, Lenin, iktidara geldikten sonra kadınlara verdiği değeri göstermiş, 8
Mart’ı Kadın Günü olarak kabul
etmiştir. Kadınlar Günü, önceleri sadece SSCB’de kutlanırken,
daha sonra BM’nin devreye girmesiyle tüm dünyada kutlanır
olmuştur.” dedi.
İlk kez Lenin’in ilan ettiği, ancak
Birleşmiş Milletler’in, 8 Mart
1857 tarihinde ABD’nin New
York kentinde 40 bin dokuma işçisinin, daha iyi yaşam koşulları
nedeniyle bir tekstil fabrikasında başlattıkları grev ve ardından
çıkan yangında 129 kadının ölmesi olayına dayandırarak 8 Mart’ı Dünya
Kadınlar Günü ilan etmesiyle, 1977 yılından öteye bütün dünyada bu günün kutlanmakta olduğunu vurgulayan Mine Kırıkkanat, aslolanın kadın-erkek eşitliği istemi
olduğunu dile getirdi.
Kırıkkanat konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Kadın, her zaman erkeğin arkasında yer
alıyor. Kadın erkek eşitliği olmadan ne
sosyal demokrasi olur, ne hukuk devleti
olur. Bir kadının her şeyden önce anne olması gerektiğini bilirim. Kadın erkek eşitliği
olmadan, kadınların ezildiği yerde hakkaniyet olamaz. Kadın haklarının tanınmadığı ülkelerde fikirler dahil her şey ithal.
Kim kadını eziyorsa, kendine güvenmiyor
demektir. Kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı yerde ilerleme daha hızlı olmaktadır. İnsanlığın barış içerisinde bir yere gelmesini
istiyorsak, her şeyden önce bir takım olan
Prof. Dr. Mustafa Gediktaş anısına…
“ÜÇ TENOR” Konseri
İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, İTÜ öğrencilerine burs desteği sağlamak amacıyla, müzikseverleri İTÜ’nün
unutulmaz hocalarından Prof. Dr. Mustafa
GEDİKTAŞ anısına düzenlediği “Üç Tenor”
konserinde buluşturdu.
Üç Tenor kavramını Türkiye’de hayata geçiren ve konserleri büyük beğeni ile izlenen solistler Ayhan Uştuk, Aykut Çınar ve
Şenol Talınlı’dan oluşan “Üç Tenor” grubu
aryalar, senfonik türküler ve klasik eserlerden oluşan özel repertuvarlarıyla İTÜ’lülere
renkli bir konser sundular. Klasik eserlerin
yanı sıra, halkın operaya mesafeli duruşunu
popüler parçalar yorumlayarak aşmayı ve
opera sevgisini yaygınlaştırmayı amaçlayan “Üç Tenor” konserinde; Demet Kıyıcı
(Viyolonsel), Soner Özer (Perküsyon), Esra
Poyrazoğlu Alpan (Piyano), Emel Akçay
Özer (Keman) ve Deniz Göktaş (Kanun)
gruba eşlik ettiler. 24 Mart 2014 günü Mustafa Kemal Konferans Salonunda gerçekleştirilen ‘Anma Konseri’, Tülin Gediktaş’ın
katkıları ile düzenleniyor.
Mine Kırıkkanat’a yönetim kurulu üyemiz Ülkü
Arıoğlu tarafından teşekkür plaketi sunuldu.
kadın ve erkeğin barışması lazım. Bu bir
oyun ekibidir; kadınsız erkek yarım, erkeksiz kadın yarımdır…”
Mine Kırıkkanat’a konuşmasının sonunda, Yönetim Kurulu üyemiz Ülkü Arıoğlu
tarafından teşekkür plaketi sunuldu. Kırıkkanat, daha sonra öğrencilere ve katılımcılara kitaplarını imzaladı. Etkinlik ikramlarla
sona erdi.
İTÜ VAKFI SOSYAL KOMİTESİ
Burs Kampanyasına Destek
Prof. Dr. Mustafa Gediktaş
Anısına...
üç tenor
Şenol TALINLI
Ayhan UŞTUK
Aykut ÇINAR
Viyolonsel : Demet Kıyıcı
Perküsyon : Soner Özer
Piyano : Esra Poyrazoğlu Alpan
Keman : Emel Akçay Özer
Kanun : Deniz Göktaş
Tarih : 24 Mart 2014 Pazartesi Saat 20.00
Yer: İTÜ Maçka Yerleşkesi- YDYO Mustafa Kemal Konferans Salonu - Teşvikiye / İST
İletişim : 0212 296 55 11 - 0537 921 82 32
itü vakfı dergisi 129
İTÜ Vakfının 59. Mütevelli Heyet Toplantısı
İTÜ Vakfı’nın 59. Mütevelli Heyet toplantısı
1 Nisan 2014 günü gerçekleştirildi. İTÜ Arı
Teknokent 3 Binası Konferans Salonu’nda
yapılan toplantıya, mezun, mensup ve tüzel kişi temsilcilerinden oluşan yaklaşık 80
üye katıldı.
İTÜ Rektörü ve İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu
Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karaca, toplantının açılış konuşmasını yaparak, Mütevelli
Heyet üyelerine İTÜ’de gerçekleştirilen
projeler ve atılımlar hakkında ayrıntılı bir
sunum yaptı.
2013 yılı Yönetim Kurulu Faaliyet Raporu
ile Denetçi Raporu’nun görüşülerek onaylandığı, Yönetim ve Denetim Kurulu’nun
ibra edildiği, 2014 Çalışma Programı ve
Tahmini Bütçesinin görüşülerek onaylandığı toplantının sonunda üyeler, çeşitli konularda dileklerini aktardılar. Söz alan üyeler;
Y. Müh. Altok Kurşun, Prof. Dr. Mahir Vardar,
Y. Müh. Yücel Özdemir, Müh. Zeliha Dilek,
Prof. Dr. Ahmet Dervişoğlu, Y. Müh. Ülkü
Arıoğlu, Dr. Y. Müh. Keskin Keser, gelir getirici faaliyetler, yürütülebilecek faaliyetler,
burs miktarı ve burs sayısının artırılması yönünde fikir ve önerilerini paylaştılar.
Son olarak söz alan Rektör Mehmet Karaca; İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu’na teşekkür
ederek, Vakfın toplantılarına gönül huzuru
içinde gelip, enerji ve motivasyon aldığını,
Vakfın bütün hizmetlerinde olumlu geri dönüşüm sağlandığını, bu sonucun bütçelere
de yansıdığını belirtti. Karaca, her iki
vakfın da İTÜ için var olduğunu vurgulayarak, daha iyi bir Teknik Üniversite için
manevi desteğin de şart olduğunu, bunun
için Mütevelli Heyet üyelerinin desteklerini
esirgememelerini söyledi.”
Ayla ERDURAN, Burçin Büke,
Sedef E. ATALA
Neş’e ÖNAL
“Neş’e Önal” Anısına Sahnedeydi
anısına düzenlenen konsere
katkılarından dolayı eşi
Prof. Dr. Sayın Güven ÖNAL’a
teşekkür ederiz.
Uluslararası müzik elçimiz, efsane keman
Bu geleneksel “Anma Konseri”, İTÜ Vakfı
sanatçısı Ayla Erduran, klasik müziğin genç
Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’nin kukuşak temsilcilerinden, gerek yurt içi ve
yurt
Sıra..........
Yer..........
rucu
üyeleri arasında yerBualan
ve tüm
23 geliri
yıl bokonserin
dışındaki performanslarıyla ülkemizi başarı ile
Vakfıalarak
Burs Fonu’na
yunca çeşitli etkinliklerdeİTÜ
görev
destek
aktarılacaktır.
temsil eden viyolonsel sanatçısı Sedef Erçevermiş olan Neş’e ÖNAL anısına
düzenlendi.
tin ve Burçin Büke ile birlikte, İTÜ Vakfı Burs
25 yıldan bu yana düzenlediği sayısız etkinKampanyasına destek etkinlikleri çerçevesinlikten elde ettiği gelirle binlerce İTÜ öğrencide, 11 Nisan 2014 Cuma günü İTÜ’de müziksine burs desteği sağlayan Sosyal ve Kültürel
severlerle buluştu.
Hizmetler Komitesi’nin, Prof. Dr. Güven Önal’ın
Üç değerli sanatçı, Brahms ve Rahmaninov
desteği ile gerçekleştirdiği bu konserden elde
İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi
eserlerini yorumladıkları gecede, müzikseveredilen gelir, her yıl olduğu
İTÜ
Vakfı
Bilgi için gibi
: 0212 296
55 11
- 0537Burs
921 82 32
e-posta : [email protected]
lere unutulmaz bir konser sundular.
Fonu’na aktarılıyor.
130 itü vakfı dergisi
İTÜ VAKFI SOSYAL KOMİTESİ
Burs Kampanyasına Destek
Neş’e ÖNAL anısına....
KONSER
Ayla Erduran
Burçin Büke
Sedef E. Atala
Tarih : 11 Nisan 2014 Cuma, Saat : 20.00
Yer : İTÜ Mustafa Kemal Konferans Salonu
İTÜ Maçka Yerleşkesi - Teşvikiye / İST
İletişim : 0212 296 55 11 - 0537 921 82 32
YAYINLAR
Şarık Tara
Sınırların Ötesinde
İş Yaşamı ve Uluslararası İlişkiler
Çiğdem Tüzün – Sühan Muratlı
330 Sayfa, Doğan Kitap 2014
dürlüğü üstlendi, torunum Mehmet de 29
yaşında bu göreve geldi.
Her alanda diyaloğun ve hoşgörünün
dostluğa va barışa hizmet edeceği düşüncesiyle hareket ettim. Yaratıcı olmanın,
yenilikleri takip etmenin ve onlara adapte
olmanın tecrübeden daha önemli olduğuna; insanları sevmenin, çok çalışmanın ve
dürüst olmanın başarıyı ve mutluluğu getireceğine inandım. Gençlere tecrübelerimi
aktarmak ve onlara “İnsanları sevin, dostluğa ve barışa inanın, mesut olun böylece
problemlerinizin büyük kısmını halletmiş
olursunuz,” diye seslenmek için anlattım.
Şarık Tara
Neden Anlattım?
Hayatım boyunca hem kurduğum şirketi bir dünya şirketi yapmak için, hem de
ülkeme ve dünya barışına katkıda bulunmak için çok çalıştım. Hatalar da yaptım,
ama onlardan öğrendim, yılmadım yine
çalıştım. 27 yaşındayken şirketimi kurdum, her zaman gençlere inandım, güvendim ve onlara inisiyatif verdim, imkan
yarattım. 56 yaşındayken işleri oğluma
devrettim, Sinan 26 yaşında genel mü-
Şarık Tara’nın, işadamı kimliğiyle, gönüllü
diplomat tavrıyla ve gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projeleriyle Türkiye’ye ve
Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine katkılarının günümüzde birçok kişiye örnek ve
esin kaynağı olduğu muhakkak.
“Şarık Tara Sınırların Ötesinde” isimli
kapsamlı kitap Şarık Tara’nın yakın arkadaşı ve eniştesi Sadi Gülçelik’le birlikte
kurduğu Enka’yı nasıl yurtdışına açtığını,
gerek müteahhitlik sektörünün yurtdışına
açılmasında gerek hükümet dışı aktörlerin
dış politikada rol almasındaki öncü rolünü, sözlü tarih görüşmelerine dayanan bir
yöntemle anlatıyor.
İki ana bölümden oluşan kitabın ilk bölü-
münde Şarık Tara’nın, Enka’yı adım adım
bir dünya şirketine dönüştürmesi, yeni
pazarlara girişi, enerjide müteahhitlikten üreticiliğe uzanan öyküsü ve bunları
gerçekleştirmesini sağlayan yönetim ve
ortaklık anlayışının temel özellikleri çalışma arkadaşlarının, ortaklarının ve iş aldığı
kişilerin tanıklığıyla aktarılıyor.
İkinci bölümünde ise Şarık Tara’nın dünya ölçeğinde nasıl bir ilişkiler ağı oluşturduğu; Türkiye’nin yurtdışına açılması
için nasıl çaba gösterdiği; Türkiye’nin
komşularıyla barış içinde yaşaması için
nasıl özveriyle çalıştığı; zaman zaman iş
dünyası kuruluşlarındaki görevleri çerçevesinde, zaman zaman da kişisel olarak
Türkiye’nin dış ekonomik ilişkilerini çeşitlendirmeye ve geliştirmeye yönelik çalışmaları; Balkanlar’da savaşın son bulması
ve ekonomik gelişmenin sağlanması için
bir gönüllü arabulucu olarak zamanını,
emeğini ve kaynaklarını nasıl seferbet ettiği özetleniyor.
Kitapta, Tara’nın bu faaliyetlerine tanıklık
etmiş çalışma arkadaşlarının yanı sıra,
siyasi liderlerin, politikacıların, diplomatların, işadamlarının, akademisyenlerin
ve gazetecilerin katkılarından da yararlanılmış. Pek çok siyasi liderle çekilmiş
fotoğraf ve Şarık Tara’ya verilen Nişan,
Madalya ve Ödül sayfaları kitaba ayrı bir
zenginlik katmış.
KORUMA SORUNLARIMIZ
Mete Tapan
Cumhuriyet Kitapları
200 sayfa 2014
Mete Tapan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma kurullarında, üye ve başkan
olarak 26 yıla yakın görev yaptı, bu
süre zarfında çeşitli kararlara imza attı.
Onayladığı kararların, elinden geldiğince,
koruma yasasına ve ilke kararlarına uygun
olmasına özen gösterdi. Koruma ile
ilgili görüşlerini meslek hayatı boyunca
gazetelerde, çeşitli kitap ve dergilerde dile
getirdi; ülkemiz koruma politikasındaki
önemli sorunları çeşitli platformlarda ortaya
koymaya çalıştı. “Koruma Sorunlarımız
– Mimarlık ve Kentleşme” isimli bu
çalışmada ise Tapan’ın hem koruma hem
de kentleşme konularındaki makale ve
söyleşilerinin bir bölümü yer alıyor. Amaç
da özellikle genç kuşakların, koruma
konusunda daha duyarlı, daha evrensel ve
ülke koşullarına daha uygun yaklaşımlar
geliştirmelerine yardımcı olmak…
itü vakfı dergisi 131
İTÜ’nün Çınarları Elektrik Elektronik Fakültesi
1930-1940’lı Yıllar Anılar ve Görüşler
Yayına Hazırlayanlar: Nusret Yükseler – Ersin Toker
TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası - 300 Sayfa
Onlar, elektrik mühendisliğinin ilk temellerinin atıldığı
1930’lu ve 1940’lı yıllarda, Yüksek Mühendis Mektebi’nden başlayıp
İTÜ ile günümüze uzanan süreçte öğrencilik ve
hocalık yaptılar.
Neredeyse asırlık
bu çınarların kayıt
altına alınan anılarında, hem ken-
dilerine hem de Elektrik Elektronik Fakültesi’ne dair
hikayeler vardı. Bu çalışma aynı zamanda mesleğin
tarihçesini, hiç olmazsa ana hatlarıyla ortaya çıkararak, geçmişi büyüteç altına almak gibi bir sonuç
da verecekti. Dahası, hocaların hayat hikayeleri, salt
fakülteye, mesleğe ilişkin bilgileri içermekle yetinmeyip, muhtemeler 1930 ve 1940’lı yılların Türkiyesine
ve için için kaynamakta olan dönemin Avrupasına–
özellikle Almanya’ya- ait zengin gözlemlere de açılacaktı. Nitekim öyle de oldu…
İTÜ’nün Çınarları
1950-1980’lİ Yıllar Anılar ve Görüşler
Yayına Hazırlayan: Ersin Toker
TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası
296 Sayfa
1950’li yıllar Türkiyesinde, sanayileşme yolunda
atılan adımlar, bunu karşılayabilecek bir altyapının oluşturulmasını da gerektiriyordu. Bu süreçte
üniversiteler özellikle de İTÜ önemli roller üstlendi. Evrensel
mühendislik
eğitiminde, sağlam bir köşetaşı
olarak yükselen
İTÜ’nün
akademik
kadroları, özgür ve
demokratik bir
üniversite ortamında, kendilerini sadece bilimsel katkıyla sınırlamayıp, uygulama alanında gösterdikleri
özverili çabalarla da öne çıktılar. Ancak 12 Eylül 1980
darbesi üniversitelerde ağır bir tahribata yol açtı. İTÜ
Elektrik Elektronik Fakültesi’nde mühendislik öğrenimlerini tamamladıktan sonra hocalık yıllarında pek
çok öğrenci yetiştiren ve yöneticilik kademelerinde
üstlendikleri etkin rollerle döneme damgalarını vuran
beş öğretim üyesinin, hem kendi yaşamlarına, hem
ülke sanayisine ve hem de İTÜ’de yaşanan değişim
sürecine dair anlattıklarından oluşan bu kitap, tarihe
yazılmış önemli bir tanıklığın da belgesi oldu.
Çeken Akıntılar Ve Suda Boğulmalar Çalıştayı
Bildiriler Kitabı 2013
Editörler : Serdar Beji,
Barış Barlas, Mehmet Işık
İTÜ Vakfı Yayınları
72 Sayfa 2014
132 itü vakfı dergisi
Suda boğulma sonucu ölüm olayları hem Türkiye
hem de dünyada en önemli kazayla ölüm nedenleri
arasındadır. Her yıl birçok insanın hayatını kaybetmesine sebep olan bu olayların başlıca sebepleri
yüzme bilmemek, emniyet tedbiri alınmamış yerlerde suya (deniz, göl, gölet, akarsu vb.) girmek
ve suyu kurallarına uygun şekilde kullanmamaktır.
Boğulma olaylarının halk arasında fazla bilinmeyen
ya da yanlış bilinen bir başka sebebi de “çeken
akıntılar”dır. Türkiye’de sadece Karadeniz sahillerinde denizin dalgalı olduğu havalarda görülen bu
akıntılar konusunda dünyada geniş bir literatür bulunmasına ve bunlardan korunmaya yönelik çeşitli
kampanyalar düzenlenmesine karşın henüz ülkemizde bu tür çalışmalar yapılmamaktadır.
İstanbul İl Jandarma Komutanlığı, İTÜ Gemi İnşaatı
ve Deniz Bilimleri Fakültesi ve İstanbul AFAD’ın bu
konuda bir ilki başararak çeken akıntılara ilişkin bir
sosyal sorumluluk projesi yürütmesi Türkiye açısından oldukça olumlu bir gelişmedir. İstanbul Kalkınma Ajansı desteği ile yürütülmekte olan “Akıntıya Tutulma, Yaşama Tutun” başlıklı bu proje kapsamında
6 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul’daki birçok kamu
kurumu ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katılımıyla “Çeken Akıntılar ve Suda Boğulmalar Çalıştayı
2013” düzenlenmiştir. Bu kitap bu çalıştayda sunulan bildirilerin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmış
olup, çeken akıntılar konusundaki akademik çalışmalara bir başlangıç noktası olacağı düşüncesiyle
kaleme alınmıştır.
YAYINLAR
Ebrunun Mermer Yüzü/ 100. Kişisel Sergi KATALOĞU
Hikmet Barutçugil
The Marble Face of Ebru/ 100th Solo Exhibition
251 Sayfa, 30x30 cm
İTÜ Vakfı Yayınları, 2014
“Ebru, bir resim sanatı olmakla beraber,
resim sanatı olmaktan ibaret değildir.
Aynı zamanda nükteli bir şiir, yumuşak bir
ezgidir de… Ebru, gücü zaman üzerinde
oynamaya yeten, dans eden bir figürdür.
Tıpkı adını telaffuz ederken olduğu gibi:
EBRU! Belki de yeryüzünde hiçbir sanat,
adıyla bu kadar bağdaşmamış, bu
kadar iç içe geçmemiştir. Suyun yalınlığı,
renklerin düğünü, insanın duyguları,
tabiatın kusursuzluğu ebru sanatında
buluşur.
Ebru, fikre düştüğü ilk andan, gözle
buluştuğu son ana kadar kendine has
mistisizmini asla yitirmeyen bir ifade
şeklidir…” diyor,
günümüzde ebru
sanatının en önemli temsilcilerinden
Hikmet Barutçugil.
Yüzyıllardır
suyun
üzerine
yazılan
ebru;
günümüzde
birçok yeniliğin
katılmasıyla artık bir soyut sanat olarak
değerlendiriliyor, başta Hikmet Barutçugil
olmak üzere bu sanata gönül vermiş
kişiler sayesinde adeta rönesansını
yaşıyor. Barutçugil’in ebru ile yıllar süren
gönül bağı, son dönemde farklı bir boyuta
evrilerek, farklı bakış arayışları içinde
MERBER görüntüleri elde etmeye varıyor.
Ve sonuçta, doğada eşsiz güzellikteki
dokular, sanatçının ellerinde ebruya
yansıyıp bizleri şaşırtıyor.
Hikmet Barutçugil’in yeni arayış
ve
estetik kaygılarının eseri olarak ortaya
çıkan bu çalışmaları, İTÜ RGS (Rektörlük
Sanat Galerisi)’de açılan 100. kişisel
sergisinde
sanatseverlerle
buluştu;
sergi ile eş zamanlı olarak hazırlanan
“Ebrunun Mermer Yüzü/The Marble Face
of Ebru” sergi kataloğu da İTÜ Vakfı Yayını
olarak yayımlandı.
Kitapta, ebrunun
minyatür, kaligrafi, illüstrasyon ve çeşitli
sanat dallarıyla bir arada yorumlandığı
çok sayıda örnek, Türkçe ve İngilizce
metinlerle ve şık bir tasarımla sunuluyor.
Türkiye’de, Endüstrinin Gelişiminde
İz Bırakanlar
Can Erel
168 Sayfa, İstanbul 2014
www.canerel.com.tr
“Doğumumdan
itibaren
ilk
gençlik
yıllarım iki kutuplu dünyanın ‘Uzay ve Ay
Yolculuğu’ mücadelesini izleyerek geçti;
sonrasında yaşanan ambargonun ulusal
havacılığımaz etkisini azaltmak çezer
‘Kendi Uçağını Kendin Yap!’ söylemi ile
sloganlaştırılan politikalar da havacılık
ilgimi mesleki karayier yapılandırma
güdüsü
haline
dönüştürdü.
Artık
gökyüzüne karşı hayallerim vardı; belki de,
denize karşı evimin olmasını engelleyen…
Ortaöğrenimim sırasında kazandığım
TÜBİTAK Bilim Adamı Yetiştirme Grubu
bursunu uçak mühendisliği öğrenimimde
de sürdürmük ve Türk Hava Kuvvetleri
Güçlendirme Vakfı’nın TUSAŞ gelecek
kadrolarını oluşturmak için seçitiği 11
öğrenciden biri olmuştum.
Mesleki kariyerimde de havacılık ve
savunma
alanlarındaki
endüstriyel
geçmişimizi araştırıp kiritik öneme sahip
kişi, kuruluş ve süreçleri inceledim.
Anladım ki;
-Cumhuriyet tarihi boyunca ulusal
endüstrimizin gelişiminde bazı kuruluş
ve kişiler, aldıkları görev ve taşıdıkları
sorumluluklarla, İZ bırakıp fark yaratarak
ulusal
endüstrimizin
bugünlere
ulaşmasında daha fazla pay sahibi
olmuşlar…
-Her anı ayrı bir heyecana sahip bu
endüstriyel gelişim sürecine, İZ bırakan
endüstri dönüşümcülerine ilgi duyarak
tanımak ve yaşananlardan ders çıkarmak
da çağdaş bir gereklilik haline gelmiş…
Bu incelemelerde not ettiğim bulgularımı
deneyimlerimle sentezleyerek paylaşmak
için projeler hazırladım zaman içinde…
Olanaklarım ve zamanımın el verdiği
ilk andan itibaren hayata geçirdiğim
bu projelerden biri de ‘Türkiye’de,
Endüstrinin Gelişiminde İz Bırakanlar’
oldu. Bu projede özellikle havacılıkuzay ve savunma endüstrilerinde ‘iz’
bırakanlara yönelik araştırmalarımı sahip
olduğum bilgi, bilit ve endüstriyel deneyim
ile yoğurup Can’Ca yazarak gelecek
meslektaşlarımın değerlendirmelerine ve
ilgili okuyucuların anılarını tazelemesine
mütevazı bir katkı sağlayabilmek için bu
kitapta paylaşıyorum.”
İTÜ
Uçak
Mühendisliği
Bölümü
mezunu Can Erel’in
havacılık-uzay
ve savunma endüstrilerinde geçen
35 yıllık deneyiminden yola çıkarak
ve kendi deyişi ile “vefa” duygusuyla
kaleme aldığı “Can’Ca- Türkiye’de,
Endüstrinin Gelişiminde İz Bırakanlar”
kitabı 6 bölümden oluşuyor. Şakir Zümre,
Tayyareci Vecihi Hürkuş, Mühürdarzade
Mehmet Nuri Demirağ, Türk Tayyare
Cemiyeti’nin
Avrupa’ya
Gönderdiği
İlk Tayyare Mühendisliği Öğrencileri
ve Makinist Stajyerler, Mecmüzzafer
Orbay ile,
Türkiye’de pek çok ‘ilk’e
ve mühendislik eserine imza atarak ‘iz’
bırakmış İstanbul Teknik Üniversitesi ve
mezunları bu bölümleri oluşturuyor.
itü vakfı dergisi 133
YAYINLAR
İTÜ VAKFI YAYINLARI SATIŞ YERLERİ:
İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi), Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi), YEM Kitapevi,
Pandora, EDGE Akademi (Ankara)
Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected]
İstanbul Teknik Üniversitesi
ve Mühendislik Tarihimiz
Editör: Prof. Dr.
MehmetKaraca
2. Baskı
Matematik I
Teoremler, İspatlar,
Problemler
Y. Doç. Dr.
Mehmet Ali Karaca
2. Baskı
Matematik I
Çözümlü Problemleri
Y.Doç.Dr.
Ayşe Peker Dobie
6. Baskı
134 itü vakfı dergisi
Yazıları ve
Rölöveleriyle
Sedat Çetintaş
Prof. Dr. Ayla Ödekan
Kompleks
Değişkenli
Fonksiyonlar Teorisi
Prof. Dr. Mithat İdemen
2. Baskı
Lineer Cebir
Çözümlü Problemleri
Y. Doç. Dr
Mehmet Ali Karaca
2. Baskı
Ord. Prof. Ata Nutku Türk
Gemi İnşaatı Endüstrisi ve
Mühendislik Eğitiminin
Önderi
Y. Müh. Aydın Esen
Genel Jeoloji
Prof. Dr. İhsan Ketin
8. Baskı
5. Essentials of
Research Paper
Writing
Dilek Vidana Tavaşoğlu
Suzan Arıman
Süeda Albayrak - 2. Baskı
Elektromagnetik
Alan Teorisinin
Temelleri
Prof. Dr. Mithat İdemen
3. Baskı
Mimarlıkta
Değerlendirme
Prof. Dr. Mete Tapan
Diferansiyel
Denklemler
Prof. Dr. Faruk Güngör
4. Baskı
Muallim İsmail Hakkı
Bey ve Musiki Tekâmül
Dersleri
Prof. Nermin Kaygusuz
Planlamada
Sayısal Yöntemler
Prof. Dr. Vedia Dökmeci
Hikmet Barutçugil
The Marble Face of Ebru/
100th Solo Exhibition
251 Sayfa, 30x30 cm
İTÜ Vakfı Yayınları
İTÜ VAKFI YAYINLARI
İstanbul Teknik Üniversitesi
ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013
İstanbul Teknik Üniversitesi ve
Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013
150 TL
The Armanian File
Yazıları ve Rölöveleriyle
Sedat Çetintaş - 2004
Editör: Ayla Ödekan
150 TL
Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi
İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik
Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013
Aydın Esen
Essentials Of Research
Paper Writing - 2.baskı,
2013
Kamuran Gürün
17 TL
Mimarlıkta Estetik
Değerlendirme
Mete Tapan
10 TL
50 TL
Gemi Formunun Hidrodinamik
Dizaynı
Kemal Kafalı
10 TL
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
17 TL
Mukavemet Esasları
Güher Dosdoğru
Writing Research Papers 2.baskı, 2006
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
15 TL
Flotasyon
Suna Atak
Matematik I Çözümlü
Problemleri - 6. Baskı, 2013
Ayşe Peker Dobie
22 TL
Plaser Yataklar
Atilla Aykol, Ali H. Gültekin
8 TL
Genel Jeoloji - 2008, 8.
Baskı
İhsan Ketin
25 TL
Kaynağın Isıl İşlemi
Nezihi Özden
8 TL
Matematik 1 Teoremler,
İspatlar, Problemler - 2008
Mehmet Ali Karaca
25 TL
Analiz
Ratıp Berker
10 TL
Dalga Kırınımında Analitik
Yöntemler Cilt:I-II - 2011
Alinur Büyükaksoy,Gökhan
Uzgören, Ali Alkumru
25 TL
Nükleer Çağın İlk 40 Yılı
Nezihi Özden
10 TL
Kompleks Değişkenli
Fonksiyonlar Teorisi - 2008
Mithat İdemen
15 TL
Üniversitelerimiz Nereden
Nereye Getirildi
Kemal Kafalı
10 TL
Diferansiyel Denklemler
- 2010
Faruk Güngör
25 TL
İTÜ’den 50 Yıllık Anılar
Kemal Kafalı
10 TL
Elektromanyetik Alan
Teorisinin Temelleri - 2006
Mithat İdemen
11 TL
İstanbul Boğazı Güneyi ve
Haliç›in Geçe Kuvaterner
Dip Tortulları
Engin Meriç
10 TL
Mimarlıkta Değerlendirme
- 2004
Mete Tapan
10 TL
Yüksek Matematik
Cevdet Koçak
10 TL
Planlamada Sayısal
Yöntemler - 2005
Vedia Dökmeci
10 TL
Genel Fizik Deneyleri
Mustafa Çetin
8 TL
Lineer Cebir Çözümlü
Problemleri - 2009
Mehmet Ali Karaca
15 TL
İTÜ Tarihçesi
Kazım Çeçen
10 TL
Uçuşun Yüzüncü Yılında
Modern Aerodinamiğin
Temelleri - 2006
Ülgen Gülçat
17 TL
Sözlü Yazılı ve Bilimsel
Anlatım Teknikleri
Ö.Bayramıçlılar, N.Ak
8 TL
18 TL
Fizik 1
Hüseyin Güven v.d.
8 TL
15 TL
Müzikoloji ve Kaynakları
-2006
Yrd. Doç. Dr. Recep USLU
10 TL
Muallim İsmail Hakkı Bey
ve Musiki Tekamül Dersleri
-2006
Nermin Kaygusuz
10 TL
Elektromanyetik Alan
Teorisi Çözümlü
Problemleri Cilt:I-II - 2009
Gökhan Uzgören, Alinur
Büyükaksoy, Ali Alkumru
Yaşamın Evrimi Fikrinin
Darwin Döneminin Sonuna
Kadarki Kısa Tarihi - 2004
A.M. Celal Şengör
Cisimlerin Mukavemeti
2014 (9. Baskı çok yakında
kitabelerinde)
Mustafa İnan
8 TL
10 TL
itü vakfı dergisi 135
spor
İTÜ’NÜN EFSANE
BASKETBOL
TAKIMI
Metin Tükenmez
İTÜ Spor Kulübü günümüzde
etkin olan 14 branşta faaliyet
göstermektedir. Bu branşların
arasında basketbol, kulübün
itici gücü olmakla birlikte
üniversitenin adıyla özdeşleşerek
Türk basketbolunda “yenilmez
armada” unvanını almıştır. Nasıl
ki, ülkemizde de televizyon dizisi
olarak yayımlanan Beyaz Gölge
ABD’de basketbolu sevdirmek
amacıyla çekilmişse, İTÜ Basketbol
Takımı da ülkemiz basketboluna
öncülük edip yaygınlaşmasına,
basketbolun sevilmesine önayak
olmuştur.
İ
stanbul Teknik Üniversitesi mühendislik ve mimarlık alanında ekol olmuş
bir eğitim kurumu olmakla birlikte basketbol ile de özdeşleşen ender üniversitelerden biridir. İTÜ’deki tüm spor etkinliklerini yürütmek, devlet aracılığıyla düzenlenen resmi karşılaşmalara spor takımları hazırlayıp katılmak,
İTÜ’lü gençlerin sportif etkinliklerinin, yurt içinde ve yurt dışında başarıya
ulaşmasını sağlamak üzere eski rektörlerimizden Prof. Dr. Emin Onat ile Prof.
Dr. İlhami Cıvaoğlu başta olmak üzere 26 kurucu üye tarafından 1953’de
kurulan İTÜ Spor Kulübü tüzüğünü oluştururken yukarıdaki görevler somutlaştırılmış, altı ana spor branşıyla da etkinliklerine başlamıştır. Atletizm,
Basketbol, Futbol, Hentbol, voleybol ve masa tenisi dallarında üniversite
öğrencileri ağırlıklı olmak koşuluyla etkinliklerine başlayan İTÜ Spor kulübü
günümüzde etkin olan 14 branşta faaliyet göstermektedir.
Bu branşların arasında basketbol, kulübün itici gücü olmakla birlikte üniversitenin adıyla özdeşleşerek Türk basketbolunda “yenilmez armada” unvanını almıştır. Nasıl ki, ülkemizde de televizyon dizisi olarak yayınlanan Beyaz
Gölge ABD’de basketbolu sevdirmek amacıyla çekilmişse, İTÜ basketbol
takımı da ülkemiz basketboluna öncülük edip yaygınlaşmasına, basketbolun sevilmesine önayak olmuştur. Bir efsane haline gelen; Kemal Erdenay,
Nuri Tan, Hüseyin Alp, Reşat Güney, Osman Gündüz, Cihat İlkbaşaran, Ünal
Öğün, Haluk Okçuoğlu, Zeki Tosun, Öner Şaylan, Öner Birol, Mahmut Layık,
Şükrü Tek ve Nikoliç Miograd’dan oluşan İTÜ Basketbol Takımı, 1966-67 sezonunda kurulan Türkiye Deplasmanlı Basketbol Ligi’nin İzmir Altınordu’dan
sonra ikinci şampiyonu olmuştur (1967-68). 1970 ile 1973 yılları arasında ye-
Ayaktakiler: Kemal Erdenay, Osman Gündüz, Hüseyin Alp, Zeki Tosun, Serdar
Oturanlar:Nuri Tan, Öner Şaylan, Mustafa, Cihat İlkbaşaran, Halil, Reşat Güney
136 itü vakfı dergisi
“1970 ile 1973 yılları arasında yenilmez armada
olan İTÜ üst üste dört şampiyonluk alan ilk takım
unvanını aldı. İTÜ İnşaat Fakültesi’nde sınıf
arkadaşı, daha sonra enişte-kayınbirader olan Sadi
Gülçelik ile Şarık Tara bu büyük takımın oluşmasına
yönetici olarak katkı yapmış, emek vermişlerdir.
Yenilmez armadadan sonra bu başarıyı sadece
Efes Pilsen gösterebilmiştir. Yani 49 yıllık Türkiye
Basketbol Ligler tarihinde üst üste dört şampiyonluk
edinen iki takımdan biridir İTÜ.”
nilmez armada olan İTÜ üst üste dört şampiyonluk alan ilk takım
unvanını aldı. İTÜ İnşaat Fakültesi’nde sınıf arkadaşı, daha sonra
enişte-kayınbirader olan Sadi Gülçelik ile Şarık Tara bu büyük takımın oluşmasına yönetici olarak katkı yapmış, emek vermişlerdir.
Yenilmez armadadan sonra bu başarıyı sadece Efes Pilsen gösterebilmiştir. Yani 49 yıllık Türkiye Basketbol Ligler tarihinde üst
üste dört şampiyonluk edinen iki takımdan biridir İTÜ.
İTÜ’nün efsane basketbol takımı o günlerde Hüseyin Alp, Zeki Tosun, Reşat Güney, Nuri Tan, Kemal Erdenay, Cihat İlkbaşaran ve
Önal Öğün’ü aynı anda Ulusal Basketbol Takımı’na verme onurunu yaşayan tek takım olmuştur. Bir maça 12 oyuncuyla çıkılan
Basketbolda Ulusal takımın yedisi İTÜ’lüydü. Bu nedenle ve oynadığı basketbol ile İTÜ takımı Türkiye’nin her yerinde sevilmiştir.
Seyrederken agresif görüntüler veren İzmir seyircisi bir maçta,
bitime sekiz dakika kala hakemin Kemal Erdenay’a beşinci faulü çalması nedeniyle 8 dakika durmaksızın protesto edilmiştir.
İTÜ Basketbol Takımı o günün koşullarında son derece hızlı basketbol oynayıp birebir ve ikiye iki oyunlarda başarılı olan, müthiş
paslaşmaları ile yaratıcı basketbol oynayıp izleyenlerin gönlünde
taht kurmuştur. Efsane takım 1970-71 sezonunda ligden sonra
finalde Beşiktaş’ı 74-69 yenerek Türkiye kupasını da kazanmış
böylece çifte şampiyon olan ilk takım unvanını da almıştır.
Bu efsane takım kurulurken, Prof.Dr Gündoğdu Özgen başkanlığında Prof. Dr. Raif Durak, Muammer Karabey ve Tarık Tokça
yönetim kurulunda görev yaptılar. Şengün Kaplanoğlu ve Samim
Göreç’de antrenörlük görevini üstlendiler. Kazanılan ilk Türkiye
şampiyonluğunda(1967-68) ise Mehmet Baturalp antrenör Raif
Durak menajerlik görevini üstlenmişlerdir.
İTÜ Basketbol Takımı bugün için özlemi duyulan yetiştirici ve
yarışmacı kulüp olma özelliğini her zaman korumuştur. Örneğin,
Ankara Doğanspor genç takımında oynayan Kemal Erdenay
1963’de İTÜ’ye transfer edilir ve bir yıl sonra A takım formasını
giyip 5 şampiyonluk da da en iyi oyuncuların başında gelir. Er-
Reşat Güney, Hüseyin alp, Kemal Erdenay,
Oturanlar Halit, Cihat İlkbaşaran
denay 1974’de askerlik görevini yapmak için takımdan ayrılır bu
kez Muhafızgücü’nde Türkiye şampiyonluğu yaşar. İTÜ’de oyuncuların yaşına değil yeteneklerine bakılır. Bu bağlamda yetenekli
basketbolcular yaşına bakılmaksızın A takımda oynatılır. Bu da
İTÜ’nün gençlere ve yetiştiriciliğe verdiği önemden kaynaklanır.
Harun Erdenay, babası Kemal Erdenay’ın takım arkadaşı Zeki
Tosun ile genç yaşına karşın aynı takımda oynayabilmiştir. Levent Topsakal’da İTÜ formasını genç yaşta giyen yıldızlardandır.
Gelmiş geçmiş en iyi basketbolculardan biri olarak kabul edilen
Harun Erdenay 1988-89 sezonunda Türkiye Basketbol Ligi Sayı
Kıralı, 1989-90 sezonunda Türkiye’nin en iyi oyuncusu seçilmiş,
2004-05 sezonunda ise yeniden Türkiye Ligi Sayı Kralı olmuştur.
İTÜ’nün efsane basketbol takımı bir spor ekibi olmaktan öteye
anlamlar taşımış ve bu anlam ve değerleri Türk toplumuna aktarabilmiştir. İTÜ Basketbol Takımı, bir arada birlikte olmak, yarışmak, takım olmak, birlikte hareket edebilmek, gençlerin yetiştirilmesine önem vermek, gençlere güvenmek, maç kaybederken
bile birlikte eğlenebilmek gibi sportif ve insani değerlere sahip
bir “gönüllüler birliği” haline gelmiştir. Tarihinde her zaman çok
küçük ekonomik bütçelerle devlerle savaşmasının, zaman zaman onları alt etmesinin nedenleri de bu birliğin içinde saklı olsa
gerek. İTÜ Basketbol Takımı, Türk Basketbolunun altın armasıdır.
Bu altın arma zaman zaman alt liglerde mücadele etse de altın
değerinden ne kaybeder?
itü vakfı dergisi 137
SPOR
MERVE GİRAY “KENDO” TEMSİLCİMİZ
K
endo bir Uzakdoğu savunma sanatı. Kökeni Japonya, ilk uygulayıcıları
ise samuraylar. Japoncada kılıç anlamına gelen “ken” ile yol anlamına gelen
“do” kelimelerinin birleşmesinden doğan
kendo, günümüzde hem spor hem sanat
olarak adlandırılıyor. Çoğunluğu Japonya
ve Kore’de olmak üzere dünyada kendo ile
uğraşan 6 milyon sporcu var. Onlardan biri
de Türkiye’den bu spora gönül veren ve ülkemizi yurtdışında temsil eden başarılı bir
İTÜ’lü. Merve Giray, Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Mühendisliği Bölümünden yeni
mezun ve şimdi İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsünde yüksek lisans yapmaya hazırlanıyor. Kendo ile İTÜ’de tanışan Merve, 2013
Aralık’ta Türkiye’de düzenlenen Kendo Turnuvasında kadınlar bireysel kategorisinde
2.’lik elde etti. Başarısıyla Kendo Türk Milli
Takımına seçildi. 2,5 yıldır bu sporla uğraşan Merve Giray, bu ay Fransa’da düzenlenecek Kendo Turnuvasına katılarak, hem
İTÜ’yü hem Türkiye’yi temsil edecek.
Çocukluğunda izlediği çizgi filmlerden etkilenen ve bugün milli sporcu olarak kendo
kariyerine devam eden Merve ile ülkemizde çok tanınmayan bu sporun tanınması ve
yaygınlaşması için İTÜ’de “Kendo ve Laido
Kulübü”nün kuruluşuna da öncülük etmiş.
İTÜ’de kulübe ayrılan salonda yapılan çalışmalara öğrencilerin yanısıra öğretim üyeleri,
mezunlar ve çalışanların çocukları da katılıyor.
Spor Mühendisleri’nden spor
yazarlığına yeni bir bakış
İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü 3. sınıf öğrencilerinden Anıl
Güler, Basın Yayın Kulübü'nden ayrıldıktan
sonra yaklaşık 4 ay önce "Spor Mühendisleri" adı altında bağımsız bir ekip kurdu.
Yazarları İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinden oluşan ekip zaman zaman
Türkiye'nin farklı üniversitelerinden yazı
gönderen öğrencilere de yer ayırıyor. Futbol , basketbol , voleybol , atletizm , tenis ,
dövüş sporları ve daha bir çok spor branşında yazan yazarlar spormuhendisleri.
blogspot.com.tr adresi üzerinden yayın yapıyorlar. Burada yayınladıkları yazıları Facebook ve Twitter üzerinden açtıkları hesaplar aracılığı ile paylaşıyorlar. İlk zamanlar
dört-beş kişi ile başlayan ekip, şimdi kırk
beş kişiye ulaşmış durumda. Mayıs ayı içerisinde yazarlar kendi cep harçlıklarından
giderini karşıladıkları amatör bir basılı yayın çıkardılar. Nihai amaçları ise mühendis
adayları tarafından hazırlanmış profesyonel
bir spor dergisi çıkarabilmek. Anıl Güler,
Spor Mühendisleri ekibinin kapılarının, yazarlık tecrübesi olan ya da daha önce hiç
yazı tecrübesi olmayan, sporu seven ve
herhangi bir branşı ile ilgilenen herkese
açık olduğunu belirtiyor. Güler, amaçlarının
hem yazan hem de okuyanlar için bir ke-
İTÜ Kano Takımı
Türkiye Üçüncüsü Oldu
Türkiye Kano Federasyonu tarafından 3-4
Mayıs 2014 tarihlerinde Bodrum’da düzenlenen “Deniz Kanosu Bahar Yarışları”ndan, İTÜ Kano Takımı kupayla döndü.
Kano sporunun yaygınlaşması ve olimpik
138 itü vakfı dergisi
yarışlara milli sporcu hazırlamak amacıyla, Türkiye Kano Federasyonu tarafından
Bodrum Gümüşluk’te düzenlenen yarışmada, İTÜ Kano Takımı Türkiye
üçüncüsü oldu.
yif-hobi alanı oluşturmak , mühendislik öğrencilerine teknik eğitimin yanında sosyal
bir deneyim yaşatmak olduğunu söylerken
de ekliyor : "Spor Mühendisleri'nin, İTÜ'ye
bırakacağım bir iz olmasını bir miras olmasını istiyorum. Bizler mezun olduktan sonra
yerimize yeni arkadaşlar gelsin ve bu üniversiteli spor yazarlığı deneyimini sürdürsün. Daha yolun başındayız, umarım daha
güzel işler, daha güzel yayınlar çıkartmaya
devam ederiz.”
Hazırlayan : Süleyman Kolata
110 çift katıldı. Sonuçlar şöyle oldu:
1. Kudret Metin- Erdal Olcay Ercan %60,164
2. Adnan Ekşioğlu- Tamer Akbulut
%57,001
3. Coşkun Kesgin-Nafiz Zorlu
%56,617
4. Serhat Paksoy-İpek Başarır
%56,100
5. Cemal Narin-Hakan Yıkgeç
%55,480
MIx 1= Ismail Kandemir-Sevil Nuhoğlu Senjör 1= Mahmut Yergin- Hamit Emen Kadın 1 = Nadide Saltıel-Sevgi Dinçel %53,388
%52,709
%44,789
4-6 Nisan 2014 tarihlerinde İSKENDERUN’da yapılan Paton
Final-A Sonuçları:
1-ALTUN (95)= Toygar Altun, Tuncay Altun,Şükrü Altun,
Nafiz Zorlu, Süleyman Kolata, Ferda Balcıoğlu
2- NEMA (85)= Nuray Kamgözen, Emin Komgözen, Mustafa
Özdemir, Abidin Gezer.
3-SES NAKLİYAT(81)= Mehmet Nasırlıoğlu,Ahmet Atay,İbrahim
Teke,Feyzi İmamoğlu
16-İSKENDERUN BRİÇ FESTİVALİ AÇIK İKİLİ GENEL
SONUÇLARI
1.Cengiz Şeker- Fikret Ak
%63,77
2. Tezcan Şen-Sarper Uslupehlivan
%62,82
3.Serhan Antalyalı-Tuğbars Bozkurt
%61,89
4.Tufan Köse-Erol Duman
%61,36
5.Fatma Özgür-Baykara Köksal (Mix)
%61,06
6. Süleyman Kolata-Merter Beybek
%58,62
7.Hasan Solmaz-Ferit Özkaya (SENYÖR)
%58,62
15.Ayşe Geçdoğan-Pınar Ayaz( Kadın)
%51,57
\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\
TRAKYA AÇIK İKİLİ ŞAMPİYONASI
İskenderun Briç Festivali Açık İkili 2. Seans
=1 No=15 Dağıtan=Güney
V95
V1052
5
V854
K
4
873
87632
B -----
AQ96
----- D
10
V8763
Q109
72
G
AQ10
R4
Q942
AR63
GEZER
Batı
-
Pas
Pas
Pas
BOYBEK
Kuzey
-
1 Kör
3 Trefl
Pas
ÖZDEMİR
Doğu
-
Pas
Pas
Pas
KOLATA
Güney
1 Karo
2NT
3NT
Batı karo As atak etti ve sonra trefl yedili oynadı. Güneyde oturan Kolata
AR trefl ve trefl oynayıp,dama verdi. Eli olan doğu kör dönünce oynayan
Rua’yı koydu ve son trefl ile yere geçti. Bu esnada Doğu sıkışmıştı:
V95
V105
V
K
4
87
B -----
----- D
AQ9
-
V876
-
87632
G
itü vakfı dergisi 139
Daha önce son trefl oynanırken doğu kör yemiş olsaydı da,yerden kör
ve sonraki pik dönüşünü yerden vale ilk olarak tekrar kör oynanarak 3NT
yine yapılıyordu. Bu el Kuzey-Güney çiftine 100 üzerinden 91 puan kazandırdı.
Başka bir masada,batıda oturan Tezcan Şen kör sekizli atak edince 3NT
iki batmış.
Aşağıdaki el 23-30 Mart Tarihleri arasında Amerika-Dallas şehrinde yapılan Kuzey Amerika şampiyonası Swiss TEAMS’de oynanmıştır.
Herkes Sonsuz
Dağıtan= Güney
Q3
AR9
Q9863
R92
K
R
Q875
B -----
V1062
----- D
42
RV5
1042
A8654
V1073
G
A98754
V1063
A7
Q
Batı
-
Kontr
Pas
Pas
KANDEMİR
Kuzey
Doğu
-
-
Sürkontr
Pas
3 Trefl
Pas
4 Pik
Pas
140 itü vakfı dergisi
KOLATA
Güney
1 Pik
2 Kör
3 Pik
\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\
Son trefl üzerine doğu pik yedi.Bunun üzerine pikleri oynayan deklaron
en son yerden kör valesini oynadı. Doğunun elinde körden AQ9 kaldığı
için, son körü yere vermek zorunda kaldı.
As trefl ve trefl dönüşüne yerden Rua konup elden karo kaçıldı.
Yere doğru oynanan pik’i batı Rua ile aldı ve tekrar trefl oynadı.
(El çakan-yer çak) Elden çakan Kolata pik damına gitti. (Batı
vermedi.)
Koro As ile ele gelinip pik Ası çekerken Batı enteresan bir squeeze
olmuştu. (Cris-cros gibi.)
Durum şöyleydi:
AR9
Q98
K
Q875
B -----
V10
----- D
42
104
RU
-
-
G
A9
V106
-
Elden oynanan pik as üzerine batı kör yerse,kör empası ile eldeki
kör sağlanıyor. (Defans sadece bir koz alıyor.) Kör değil de karo
yerse, oynayan kör dokuzlu yere gidip karoya son kozuyla çakınca,karo Ruası düşüyor ve yerdeki karolar sağlanıyor.
Şimdi kör, kör oynanınca doğu son kozla çakıp, son eli yere, karo
damına veriyor.
Diğer masada 3NT iki batınca DİNKİN takımı bu elden 11 imp
kazandı.