Tirilya`nın yeşil çatısının çığlığı!

Transkript

Tirilya`nın yeşil çatısının çığlığı!
Tirilya'nın yeşil çatısının çığlığı!...
Bir çoban fotoğraf makinesi ile neler çeker?
Kavalının sesini verebilir miydi o fotoğraf diline?..
Kuzucuklarını istediği yöne yönlendirmenin gururuyla, çobanların başbakanı gibi mi yansırdı?
Bilirim ki, o çobanın kavalında doğuşun türküsü dağları delen aşkı vardır.
Farklı renklerde, görüşlerde, yemeklerde, müziklerde kokuları bir kareye sığdırabilmek…
Türkülerin fotoğrafını çekebilir misiniz?
Ondan değil midir ‘türküler‘ deyince köyler, özlemler, kavuşamayan aşklar, sevişenler, dostlar,
yarenlerdir dile gelen?
Yorgos dostum bana bir CD hediye etti…
Anadolu türküleri ‘Alim’, ‘ oğlan oğlan gel boynuma dolan’, ‘makber’…
Rum bir müzisyenden Türkçe dinlerken bildiğim bu türküler beni daha da duygulandırdı.
Özlemin türküsü paylaşılmayan topraklara ‘soykanın’ acısıydı!...
İnsanların bir mal gibi ‘soykan’ amacıyla değiş-tokuşun dokunuşu muydu notalara yansıyan?..
Yüzyıllık ‘soykan’ kafaların ruhlarını hangi fotoğrafçı yaşatır!..
Yüzyıllık toprağın kokusuna hasret olan konuşturabilir o fotoğrafı…
Yaşadığım Kurşunlu Beldesi’nin (köyümün) en iyi fotoğrafını Yorgos çekmiş!..
Annesi Despina’ya 70 yıl sonra köyünün toprağını götürüyor.
Köylüye bir fotoğraf makinesi verseniz ne çeker?
Tarlayı çekecek değil herhalde, o her gün tarlasındaki ürünlerini bir sanat eseri gibi okşar
yüreğince….
Eğer o eser bir gelincik gibi soluvermişse bir anda ‘o tarla acısının’ fotoğrafını çeker yüreğine…
Genelde, ‘Aile fotoğrafını çektirir-çeker’…
Yeni aldığı traktörünün üstüne çıkar çektirir.
Bir bayram sabahı ya da düğün, sünnet, nişan gibi törenlerdir fotoğraflara yansıyanlar…
O yüzden büyümez fotoğraftaki insanoğlu-kızı!...
Çoğu çocukluk fotoğrafını ararken, ailenin düğün fotoğrafındadır çocukluğu.
Yüreği konuşturan fotoğraflardır onlar.
Bazen objektiften kusarcasına, kendini yırtarcasına harflerin katilleri oluverenler, dağlarda,
kentlerde, yazın dünyasında, ekranlarda, fotoğraflarda sanalın susuzluğunda demli yaşarlar!
Objektifin merceğine odaklanırlar!
Yazmak da aynı…
Bir sözcüğün peşine takılmak yerine demsizliğin raconuna koşturmak!
Fotoğraf çekmek yazmak gibidir
Kemiği giydirmek için kan vermek lazım…
Kansız(!) yazılar vampir gibidir değiş-tokuşla birbirlerini beslerler!..
1/4
Tirilya'nın yeşil çatısının çığlığı!...
Objektiflere de pek sığamazlar!..
Ya bir köy kahvecisi yaşamının fotoğrafını nasıl çeker…
İlk gördüğü an nasıl anlar sizin ‘demli çayı ve tek şekerli içtiğinizi?
Masanın yerini kış güneşinde taşıyıverir ekmek teknesinin kapısını kapatırcasına…
Tüm köy insanının öyküsünün çekende odur aslında…
Hiç ummadığınız birine çağırıverir masanıza. Bilir ki, onda olan bizde de var…
Unutmadığım hafızamın derinliklerinde kalan bir fotoğraf günüydü, bu sözleri döktüren…
Denize uçurum virajdan zeytin ağaçlarıyla yol alıyoruz. Zamansız açan sakız çiçekleri, kedi
tırnakları ve de adını bilmediğim türlü mor, sarı, pembe yaban çiçekleri ile üç papazın
öyküsünün dillendirildiği ‘şimdilerde balık restoranları ve dizi filmleriyle’ anılan Tirilya’nın lacivert,
portakal, mavi kerpiç binalarına komşu oluyoruz.
Yüzlerce yıllık öyküsü olan Tirilya’nın adı da Zeytinbağı oluvermiş…
Yazık!!!
Kahve tabi ki ilk durağımız, yüzyıllık fotoğrafında iki kişi buluşacak…
Yoksa Tirilya’nın cep delen balıklarında ziyafet değil bu gezi…
Köyün lokantasında, turşu-kuru fasulye-cacık ile öğle molası kareli masa örtülerinde besleniyor
uyuyan Tirilya .
Sonradan yapılmış emanet otel bir tarafa yüzyıllık çınarların rüzgâr ıslığında köy
meydanındayız.
İyice ihtiyarlamış kilisenin aralıklı tahta kapısı, örümcekler ağalarıyla sahipsiz ev sahipleri…
Süpürgeler ellerinde köy kadınları… Rasgele asılan pencerelerin önlerindeki iplere ya da
bahçelerde serili renkli çamaşırlar kış güneşi ve lodosla uçuşuyor.
İnsan dilinde buluşmak ne güzeldir…
Köy giysileri ne denli renkliliğinin göstergesidir; asılan çamaşırlar o köyün ruh fotoğrafından bir
kesittir de..
Renkler birbirini kıskanmıyor; çividi, portakal, mor renklerin kostümünde evler giysilerde.
Köyler arasında sınıf farkları vardır!..
Giysilerde, boyalı boyasız renkler gibidir köylerin dilleri, ruhları…
Deniz köylüleri dilleri, giyimleriyle köy-soylusu gibidirler...
Oysa ki, kekikli dağ köylerinin yeşil örtüsünde kadınlar-kızlar, çocuklar, bindallı, güllü, pembeli
giysili, bol takılı, beşibiryerdeli yöresel giysileriyle, türkülerini de korurken, yoksulluktan da payını
alır. Mevsimsiz işçilerdir, zeytin köylerine amele olarak çalışmaya giderler genelde….
Geçim kaynakları odunculuktur…
Ormanlar yandı bitti kül olunca….
Köylü köylünün amelesi de oluverir…
Birde soykırım ya da etnik yapılarında kalan köyler vardır, nasipsiz!..
Rüzgarlarında yüzyılın türküleri bulutlar gibi her daim gökyüzlerine şemsiye oluverir!..
Tıpkı bir zamanların Rum köyü Tirilya gibi…
2/4
Tirilya'nın yeşil çatısının çığlığı!...
Yunanistan’daki Türkler ile Anadolu’daki Rumların değiş-tokuş edildiği sözü benim içimi acıttığı
gibi yakar da!..
Sözcük bulamam onlara dair; gelenlerin torunlarının çocukları dedelerinin öyküsünde hüzünlü,
gidenlerinde dedelerinin torunlarının çocukları da…
‘Toprağım’ sözleri hâkim…
Mübadelenin kurbanı öksüz insanların köylerde ruhları yaşar!...
İlginç olan Trilya’ya Yunanistan’dan gelen Anadolulu Rum dostum Yorgos ile gidiyoruz.
Mudanya’nın ilk taksi şoförü Ali amca ve dostum Zeki Çaycı.
Yorgos , Yunanistan’daki Rum dostu Vulgrakis Nikos’un evinin kapısını çalıyor. Ev sahibi
Mehmet Yavaş kapıyı açtığı anda toprak ve taştan döşenmiş şöminede kaynayan tencerenin
başında yemenisi ile deniz gözlü nine, ‘buyurun’ diyor.
Yorgos’a sanki her gün gördüğü komşuları gibi davranırken, meyve şişesine hazırladığı yeşil
zeytini uzatıveriyor.
Dostu Vulgrakis Nikos’un isteği ile Yorgos ‘1922 yılında birkaç gün içinde ‘kansoy’ ya da
değiş-tokuş nedeniyle sürgün edilen dedelerinin dedesinin yaşadığı evin resimlerini bol bol
çekiyor. Ben ise o sırada yanındaki alçak minik Rum evinin çatısında kayboluyorum…
Rumlardan kalma evin perdeleri ve çiçekleri yaşanılanlara dair izlerden çok ömrümde ilk kez
ninemin evinde gördüğüm yeşil çatı karşısında donuyorum!..
Herkes şaşkın…
“Vicdan ne var? “diyor Yorgos ”hade çekeyim seni o evin önünde hade geç” diyerek itelerken
‘Yorgoscuğum, beni değil evin çatısını çek ne olur?” “hem çimli çatıyı hem seni çektim, o zaman
güzelleşecek, hayat olacak‘ diyor Yorgos…
Elektrik tellerinin dış duvarlardan içeriye aktarıldığı köy evinin kiremitleri yeşillikten neredeyse
görülmüyor. Güneş kışa kaprisli yağmurla birlik olmuşçasına kiremitlerin üzerini kedi tırnakları,
yoncalar, cimlerle kapatmıştı!
Sanki yeşil çatılı evin resmini yapan Molika(*) yaşıyor o evde…
Öğretmen Babası ‘Yeşil çatılı ev olmaz kızım’ diyordu, yıllar önce…
Gözlerimin sustuğu, boyut değiştirdiğim anlar…
Çocukça durmadan Yorgos’a, ‘bak çiçekli-çimli çatı. Benim çocukken çizdiğim ninemin evi gibi…
“ Sen hiç çimli çiçekli çatı gördün mü Yorgos?”
Yorgos, sarılıyor omzuma.. .
Belki de yeşil çatıdan dedelerinin dedeleri , nineleri seyrediyordur bizi!..
‘Yüzyılın öyküsünde’ yeşil-çatılı evi bulmuştum hem de Yorgos ile…
Tıpkı buluştuğumuz gün gibi!
3/4
Tirilya'nın yeşil çatısının çığlığı!...
Anadolu Rumları bu evlerde yok artık…
Rumlara dair sadece eskiyen binaların çığlığı yeşil çatılardan fırlıyor!
‘Nereden geldiğimin ne önemi var, Eşkelli Mehmet Yavaş olarak tanınırım, 72 yaşındayım. Bir
zamanlar Rumların yaşadığı bu köye yerleşmişiz işte’ diyerek, sessizliğimizin içine dalıveriyor.
Mehmet amca, yazları otobüslerle Rumların ‘köylerini’ ziyaret ettiklerini, kahve sohbetlerini
anlatıyor o sıcacık köy diliyle…
Mehmet amca, eskiden köyde çoğu kişinin Rumca bildiğini hatta aralarında Rumca
konuştuklarını bile anlatıyor.
Ne yazık ki artık kimse Rumca bilmiyor, köylerinin eski ev sahiplerine konuşacak kadar bile…
Sürgünün torunları Rumlardan bazıları Türkçe konuşarak köylerinde ev sahiplerinin
konukluğunda anlaşıyorlar.
Mehmet amca, ‘kolay değil, memleketlerinden koparılmışlar, dilimizi de unutmamışlar’ sözleri
dökülüyor ağzından, tüm samimiyetiyle…
Yorgos’un ise o sırada derdi iki tanecik zeytin fidanı bulmak. Zeytin köyünde fidan bulmak ne
zormuş meğer! Nihayet buluyor, fidanları özenle arabasına yerleştiriyor.
Vulgrakis Nikos, Tirilya’dan sadece iki tane de olsa zeytin fidanı istemiş, Yorgos’dan.
Deniz kıyısındaki turistik ile köy kahvesine benzeyen çay bahçesinde çaylarımızı
yudumluyoruz…
O anda çarşaf gibi deniz kızmışçasına poyrazı indiriyor.
Üşüyoruz… Hatta donuyoruz.
Köyün koyu mavi rengine dönüşmesi ile Tirilya’nın bayırından köy meydanına ağır ağır
yürürken, ‘Tirilya’nın hikayesi’ bastonuyla karşımıza çıkmaz mı?
4/4